karatay sanat-edebiyat
Transkript
karatay sanat-edebiyat
KARATAY SANAT-EDEBİYAT BU SAYIDA YIL:1 SAYI:4 * MAYIS-2014 1-Çıkarken (Mustafa CEYLAN)…………………..…………2 2-Şiir ve Deneme(M.Şevket ATALAY)………………….3 3-Sayilir mı?(Ozan Maksudi/Osman Dağlı)………..4 4-Hüdavendiigârca Tahmis-I Dua(M.Ceylan)………5 5-Halk Şiirinde Aşk ve Tepki(Aşık Sarıcakız)………..6 6-Yarnsız Adam (Yusuf BOZAN)………………………….8 7-Gel Ey Denizin nazlı Kızı(Rukiye ORHAN)………..9 8-Seven Cefakârdır (Osman ÖCAL)……………………..10 9-Konuk Üstad Rasim KÖROĞLU…………………………11 10-Benim Sevgim (Özlem ŞAHİN)………………………13 11-Aşk Doğuya-Ölüm Batıya(Harun YİĞİT)…………13 12-Kadindi Adı (Arzu Şen)…………………………………..14 13-Mahallenin Kızları (Ökkeş ÖZTÜRK)………………14 14-Karatay’dan Resim kareleri……………………………15 15-Konuk Üstad Sabit İNCE…………………………………16 16-Lavinya (Özdemir ASAF)………………………………..17 17-Sanatin Gücü (Harun YİĞİT)………………………….18 18-Ağladim (Mustafa CEYLAN)………………………….19 19-Sensiz Olmuyor (Ali İRŞİ)………………………………19 20-Haberin Olsun (Selingül KIZILTAN)……………….20 21-Temel Fıkraları……………………………………………..20 22-Bir Of çektim (Refika DOĞAN)……………………..21 23-Neler Gördüm (Prof. Dr İsmail YAKIT)…………..23 24-Git (İhsan ERTEM)…………………………………………24 25-Atom Çağı (Orhan BAHÇIVAN)……………………..25 26-Adalar Görünür (Muhsin DURUCAN)…………….26 27-Bendedir (İbrahim SAĞIR)…………………………….26 28-Basında Karatay…………………………………………….26 29-Rahmanla Rulet(Murtaza VURAL)………………..27 30-Ben Ankara’yım (Aşık Haydarî)……………………..28 31-Anadolu Kadınları (Nazmi ÖNER)…………………29 32-Aşk Bir Yular (Prof. Dr Asım YAPICI)……………..29 32-Romantik Test (A. Ünal ÇAM)……………………….30 33-Şair Tipleri (Coşkun KARABULUT)………………...31 34-Başimiz Sağolsun………………………………………….32 Konuklarımız : Rasim KÖROĞLU-Sabit İNCE Sahibi : Bekir ÇAKAL Yazı İşleri Müdürü: Mustafa CEYLAN [email protected] 0535 622 43 16 Genel Yayın Müdürü Harun YİĞİT İLETİŞİM : KARATAY MEDRESESİ MÜZE-CAFÉ Karadayı Sokak No:3, 07020 Antalya TEL: 0242 248 48 08 www.karatayfm.com e-mail : [email protected] ANTALYA’DA Dergimiz, basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. SANATIN YENİ Dergimiz, Antalya Karatay Medresesi Müze Café Kuruluşunun kültür ve sanata yönelik bir çalışması olup, ücretsizdir. Dergimize gönderilen her türlü esere telif hakkı ödenmez. Yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu eser sahibine aittir. Gönderilen eserler iade edilmez. ADRESİ KARATAY MEDRESESİ * 1 Gene bu ay içinde rahmete kavuşmuş üstadlarımızı da minnet ve şükranla anacağız. ÇIKARKEN- Mustafa CEYLAN Antalya, Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında sıcakların içine girer. Hele ki “poyraz”I esmeye görsün. Meltem serinliğini arar dururuz. Altın kumsalımız yerli ve yabancı konuklarımızla elbette dolup taşacak. Bu sene, bakalım yeni Belediye yönetimimiz Konyaaltı sahilinde yeni bir uygulamayı sunacağa benziyor. İnşallah hayırlı ve güzel olur diyoruz. Bu yaz sıcaklarında, her ayın onbeşinde yapmakta olduğumuz etkinliklerimize ara vermeyi, Eylül 15 inden itibaren yeniden, yeni dönemde şiirsel yolculuğumuza KARATAY MEDRESESİ’nde devam etmeyi düşünmekteyiz. Karatay Medresesi’nde her ayın 15’inde saat 15:00 de başladığımız şiire dair yürüyüşümüz, Mayıs ayında, Türk şiirinin iki güzide ustasını konuk ederek devam edecek. Rasim KÖROĞLU ve Sabit İNCE üstadlarımızı Karatay Medresesinde ağırlayacağız. Elbette ki, ustalarımızın sergileyeceği müthiş performans hepimizin anılarında iz bırakacaktır. Fakat, bu ay, ülkemizin yaşamakta olduğu SOMA FACİASI hepimizi derinden üzmüştür. Şairler, hep güzel ve iyi olanı söylemez, çıpırmaz. ANADOLU AĞITLARI vardır asırların arasından süzülüp gelir. Yüreğimizden, can evimizden. Ve ülkemizin yaşamakta olduğu bu acıyı dile getirecek, ihmal ve hataları söyleyecek, acılarımızı anlatmaya çalışacağız. İşçilerimizin önemli sorunlarından olan “iş güvenliği ve işçi sağlığı” başta, çalıştırılma şartları, iş yerlerinin insane sağlığına bakışı ve yaklaşımı, alınması gereken zaruri ttedbirleri de söylemeden geçmeyeceğiz. Acımız büyük. 301 şehidimiz var. Yerin metreerce altında çalışıp, çoluk çocuğuna aş ve ekmek parası götürmek için çalışan madencilerimizi rahmetle anacağız, dualar göndereceğiz, şiirler sunacak, ağıtlar yakacak ve duygularımızı dile getireceğiz. Hiç şüphesiz eğlence ve saz olmayacak ama ozanlarımız ve şairlerimiz ile ülkemizin bu en önemli konusuna hep birlikte parmak basacağız. KARATAY MEDRESESİ, bir Dünya Kenti olan Antalya’da musikinin, şiirin ve gönül dostlarının buluşma yeri olma özelliği ile lider konumuna gelmek üzeredir. “Ben” yerine “Biz” anlayışıyla yönetilen işletmede güleryüz ve sevgi ön planda olduğu sürece de MEDRESEMİZ Antalya Kültür ve Sanatına kalıcı imzalar atmaya, anılar biriktirmeye devam edecektir. Antalya’mızda başta ANSAN olmak üzere, ANŞOYAD, ANTALYA KÜLTÜR VE SANAT GÖNÜLLÜLERİ VAKFI, DOLUNAY PLATFORMU, DOLUNAY DOSTLARI gibi kuruluş ve girişimler şiir öncelikli, fakat musiki ağırlıklı etkinlikler düzenlemeye devam etmekteler. Mayıs ayı içinde Ansan’ da ŞİİR GÜNLERİ’ nin olacağını ve konuk şairin de AHMET TELLİ olacağını şimdiden müjdelemek isteriz. Bu arada Alanya’da “Güncel sanat Dergisi” sahibi Arslan Bayır ve öğretmen dostumuz Ahmet Ünal’ın çabalarını da görüyor, AlanyaAntalya birlikteliğinin kültür ve sanata yansımasını da bekliyoruz. Mayıs ayında anneler günü olduğu gibi, 29 Mayıslarda İstanbul’un fethini de unutmayacağız. Gelecek sayılarda selamlar, saygılar… 2 buluşmak umudu ile, ŞİİR VE DENEME desen ha keza. Kediden beklenmez bile. M. Şevket Atalay Şiir tanımlamasına ise en çok aşk yakışır. Aşkın dile gelişidir şiir ve aşk üstünedir şiirlerin büyük bölümü. Aşık içinse sevgilinin karşılık verip vermemesinin hiç mi hiç önemi yoktur. İtilip kakılan "köpek gibi" tanımlaması da biraz böyle değil midir aşıklar için? Ya vatan şiirleri? Vatan şiirlerinin sesi coşkusu yüksektir. Şiir yükseltmiştir sesini ve haykırır "benim vatanım burası, bana emanet, koruyacağım kanımın son damlasına kadar." Köpekte böyle korumaz mı sahibinin bahçesini? Durun kızmayın, konu edilen benzetilen vatan sevgisi değil vatan şiirleridir. Konusuna ve sesine göre diğer şiir türleri için çoğaltabiliriz köpekli benzetmeleri. Haydi, şiir için bu yaptığım benzetmeleri bir kedi üzerinden yapın bakalım becerebilirseniz. Ne çok dolanmıştır Salah Birsel, şiir ve deneme arasında. Hem ikisinde de çok güzel eserler vermiş hem de ikisini de kendine göre tanımlamıştır. Bir tek ikisinin farkını anlatırken zorlanmıştır. Kıyısında dolanmış, ordan girmiş burdan çıkmış lakin şiir ile denemenin farkını bir türlü toparlayıp noktayı koyamamış belki de özellikle ikisi arasına bir nokta koyup bu ikiliyi ayırmak istememiştir. Salah Birsel'i okurken hissettiğim, kesin hatlarla bu iki sevgilisini tanımlamak yerine biri bir kolunda diğeri öteki kolunda birlikte gezmek istediğidir. Salah beyin bu konuda yazdıklarını okurken hep aklıma takılıp durmuştur, şiir ile denemenin farkı tanımlanabilir mi? Kısa bir süre önce Ahmet Haşim'i yeniden okurken (ki Ahmet Haşim, Türkçe deneme yazanlar içinde Salah Birsel'in en çok takdir ettiği kişidir) düştü aklıma. Bunların ikisi de kedi severdir. Ve bana göre ikisinin de denemeleri şiirlerinin önündedir. Deneme dediğinse özgürdür. Dolaşır orda burda. Kuşkusuz aşk üzerine de deneme yazmaya çalışanlar var. Bence bunlar, denemeden çok şiirsel metinlerdir. Aşk tutkudur ve tutkunun olduğu yerde özgürlük tam öğle güneşindeki gölge kadardır. Son zamanlarda çoğaldı böyle metinler. Televizyonlarda ve radyolarda sıkça duyar olduk diksiyonu düzgün kulak dolduran seslerden böylesi metinleri. Şiir desen şiir değil ama şiirsel. Şimdi, sözü fazla dolandırmadan asıl konuya girelim ve geçelim bir kalem şiir ve deneme için yapılmış sözlük tanımlamalarını. Ben size şiir ile deneme için iki mahlukatın doğuşsal özelliklerinden yola çıkacağımı söyleyip "biri kedi biri köpektir" desem, biraz düşünüp benim gibi "öyleyse şiir köpektir, deneme kedi " der misiniz? Deneme dediğin dolaşmalı biraz evde, biraz ciğercinin önünde. Aklına eserse takılmalı köşedeki parka birkaç gün. Sordurmalı "nerde şimdi bu kedi?" Aslangillerden olduğundan olsa gerek kuyruğunu kıstırmaz bacaklarının arasına, kesinlikle çaresiz değildir. Ya Hepimizin malumudur. Köpek aşıktır sahibine ve sadıktır. Ya kedi? Kediden tutkun bir aşık asla olmaz. Sadakat 3 da en azından gizlemeyi başarır. İyi yazılmış bir deneme de böyledir söz sıkışsa yazının bir yerinde, kalem erbabı sıçratıverir okuyucuyu bir başka konuya. Şiirde ise hakim duygu ve ses egemendir esere, istediği kadar serbest ölçü yazsın şair geçemez başka duyguya. O geçse, okur geçemez ve şiiri okurken başlar söylenmeye "dam üstünde saksağan..." İyi bir köpek düşkünü ve kedi sevmez olarak şiir yazmam gerekirken deneme yazmam bir çelişkiyse de nitelediğim bu tanımlamalar umuyorum ki beni bu yolculuğa çağıran Salah bey'in paçasına sürünür ve miyavlar bir başka zaman diliminde. MAKSUDÎ /Osman DAĞLI SAYILIR MI ?.. Havayı hevesle dervişim diyen Derğahı alide er sayılır mı?.. Saç sakal bırakıp hırka şal giyen Kamiller katında pir sayılır mı? Her pazarda türlü renge uyanlar, İkrar verip ikrarından cayanlar, Kendin çoban halkı sürü sayanlar Esiri’nefs olan hür sayılır mı?.. Sakiler dem sunar meyhanelerden Yanmayı öğrendik pervanelerden Er’olan vaz geçer evsanelerden Her cebel sineyi tur sayılır mı?.. Pazarı aşk içre sadık olanlar Mülkü süleymana hükmeder,onlar Esrarıbilinmez imge tanrılar Sırrı hakikatta var’sayılır mı?.. Dervişin sevdası pirine ayan, Bu sırra eremez aşka yanmayan Hayatı lebinden bade sunmayan Sakiler içinde nur sayılır mı? Dağlının nefesi alanlar için, Bu yolun töresin bilenler için Ölmeden eveli ölenler için, Can alıp can vermek zor sayılır mı?. MAKSUDÎ/ Osman DAĞLI 4 HÜDAVENDİGÂRCA TAHMİS-İ DUA "İtme Yârab mücâhidîni telef Yeter a'daya kılma bizi hedef" Kalksın gayri bu ikilik aradan, Alevi sünni bir olsunlar can, can Bölünmekten koru bizi Yaradan; "Âb-ı rûy-ı Habîb-i Ekrem içün Kerbelâda revân olan dem içün" Minareler susmasın, göğü sarsın Bu ceylânın gülceyle yâre varsın Tutup saatleri vuslata kursun; "Çeşmimüz sakla gerd-i ma'rekeden Cünd-i İslâmı cümle mühlikeden" İki dilde neymiş, varken Türkçemiz Bulaşmasın teröre gençlerimiz Kürt-Türk diye bölünmesin ülkemiz; "Şeb-i firkatde ağlayan göz içün Reh-i aşkında sürünen yüz içün" Mustafa CEYLAN --------------------------------------------TAHMİS(Beşleme) Sensin zât-ı mutlak, Evel, Âhir, Hak Kara gökte nurun etsin infilâk Yoksula, yetime muştular bırak; "Ehl-i derdin dil-i hazîni içün Câna tesîr iden enîni içün" Tahmis başkasının yazdığı bir gazelin her beytinin üstüne üçer mısra eklemek suretiyle yapılan bir nazım şeklidir. Buna beşleme (yani beşe çıkarma) de diyebiliriz. Muzaffer et, kahraman ordumuzu Bayraklaşsın yakalasın sonsuzu Uyandır sehere şom uykumuzu; "Eyle Yârabbi lutfunı hem-râh Hıfzını eyle bize püşt ü penâh" Bu şiirde, Beşliğin son iki mısraı, Sultan I. Murad'ın Kosova sahrasında savaştan evvel yaptığı duadır ve edebiyat tarihimize mâl olmuştur. Milletimin sancağını eğdirme Hilâlime namahrem el değdirme Güç, kuvvet ver;ümitsizlik verdirme "Ehl-i İslâma ol mu'în ü nasîr Dest-i a'dayı eyle bizden kasîr" Burada, Sultan I. Murad'ın gazel tarzı duası aruz vezni ile kaleme alınırken, biz her beytin üstüne eklediğimiz üçer mısrada hece veznini tercih ettik. Bu şekliyle, hece ve aruzun bir şiirde bir araya gelmesine GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, "Gülistan" adını vermişti, biz de GÜLİSTAN-TAHMİS ortaya koymuş bulunmaktayız... Ocağımız yansın, bacamız tütsün Kara zindan gece defolup gitsin Anadolu yeniden bayram etsin; "Bakma Yârab bizim günâhımuza Nazar it cân u dilden âhımuza" Türk illeri omuz omza versinler Barış, dostluk çiçeğini dersinler Düşman hilesini yere sersinler; 5 Hüdai, Nevcivan Bacı, Ferrahi, Mevlüt İhsani ve daha pek çok ozanın gelip geçtiği bu yolun izini sürer günümüz aşıkları. HALK ŞİİRİMİZDE Âşığı besleyen en önemli duyguların başında SEVGİ vardır. Ana, baba, kardeş, evlat, dost, sanat, doğa, vatan, sıla ve Tanrı sevgileri çok yüce ve kutsaldır. AŞK VE TEPKİ İlkin MANYA(Âşık SARICAKIZ) Yaratılışta canlılar sırasıyla bitkiler, hayvanlar ve insanlar olarak yaratılmıştır. Tümünün ortak özelliği doğma, büyüme ve ölümdür. Birçok alanda benzerliklerinin bulunmasının yanı sıra, olaylara tepki vermeleri de ilginç bir durum arzeder. Ama öyle bir sevgi vardır ki, insanı halden hale sokar, gurbet gezdirir, diyar diyar dolandırır, kıvrım kıvrım kıvrandırır. Kâh gökyüzüne çıkarır, kâh indirir yerin dibine. Çoğu kez ağlatır, bazen de güldürür. Rezil de eder, vezir de. İşte bu sevgi ,sevgiliye yönelirse bunun adı artık AŞKtır. Bazı türleri , halk arasında “kara sevda” diye de adlandırılır. Bitkiler, basit bir deyimle bünyelerinde koruyucu ilaveler üretip, yön değiştirebilirler.Hayvanlar tepkilerini seslerle,farklı davranış biçimleriyle gösterirler. Aşkı en derinlemesine duyan, yaşayan , sitemlerini dizelerine yansıtan ozan ve şairlerdir. Asırlar öncesinden sürüp gelen bu sanatı, yaşamın türlü acılarına olan tepkileri , yaşadığı zaman diliminde halkına sunan ve duyuranlar yine onlardır. İnsanlar ise, olaylar karşısında sevinme, üzülme, kızma, ağlama , vücut dili ile anlatma, vb.gibi birçok farklı tepkilere başvururlar.Bazıları da , sinema, tiyatro oynayarak, resim ,heykel yaparak, şiir düzerek, ağıt, destan yazarak, türkü yakıp söyleyerek, enstrüman çalarak, öykü, roman yazarak ve benzeri biçimlerde tepkilerini sanatsal boyuta taşırlar. AŞK, dünya’da her bir şeyin temelidir. Aşksız yapılan hiçbir işte tat tuz olmaz. AŞKı en güzel anlatan şairlerden biri Fuzuli’dir. O, Azerbaycan Türk divan şairidir. Şiirlerinde, bedensel zevklerden uzak, tasavvufi aşka duyulan özlem, ayrılık acısı, bazen sitem ve tepki konularına da değinmiştir. Halkımızın pek çok duygularını, sitemlerini, tepkilerini aşıklarımız, ozanlarımız dile getirmişlerdir.Halk şairlerimiz, zaman zaman sınırlandırılmış duygu ve düşüncelerini ; türküler, koşmalar destanlar, maniler, koçaklamalar,ağıtlar, öğütler, taşlamalar,güzellemeler,masallar, ninnilerle dile getirme çabası içinde olmuşlardır. “Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina meni Bir dem bela-yı aşktan etme cüda (ayrı) meni” Fuzuli , aşk konusunda yazdığı şiirlerin birinde; “Aşk imiş her ne var ise alemde İlm bir kıyl ü kal* imiş ancak” demiştir. *Kıyl - ü kal : Dedikodu imiş. İşte bu halkın gerçek sanatçıları, kendi yaşantılarından ve içinde yaşadığı toplumun duygu ve düşüncelerinden ilham alarak ortaya koyduğu eserleri, saz çalıp söyleyerek yöre yöre gezip sanatlarını dile getirirler. Sevgiyi, çok tadında ve en yalın halde dile getiren Derviş Yunus: “İşidin ey yarenler / Aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan gönül / Bir katı taşa benzer” diyerek kuralı koymuş. Tanrıya olan sevgisini ise Yunus’ça şöyle anlatır; Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü Bana seni gerek seni Aşıklara sohbet gerek Zahitlere cennet gerek Mecnunlara Leyla gerek Bu bir gelenektir. Aşık Garip,Köroğlu, Dadaloğlu, Ferhat, Kerem, Mecnun, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ,Karac’oğlan, Nesimi, Serdari, Gevheri, Hıfzı, Aşık Şenlik,Erzurum’lu Emrah, Erciş’li Emrah,Kaygusuz Abdal,Ruhsati,Kul Himmet, Abdal Musa, Dertli, Seyrani, Sümmani, Aşık Veysel, Derdiment Ana, Reyhani, Murat Çobanoğlu, 6 Ko benim sevdiğim giysin karalar Yaşamını Selbi’sinin uğruna feda eden Aşık Emrah’ın yine sevdiği için yazdığı bir şiirin son kıtası şöyledir; Ezelden Emrah’a ad olan Selbi Ateşi bağrımda od olan Selbi Muhabbeti kalbimde bal olan Selbi Şimdi eller ile gülüşür mola Bana seni gerek seni Cennet cennet dedikleri Bir kaç köşkle bir kaç huri İsteyene ver anları Bana seni gerek seni Aşık Talibi , aşkın çilesini çekenlerden olduğu için bir şiirinde tepkisini şöyle ifade ediyor; Güller açsam bağlar gibi Gazel döksem çağlar gibi Altın olsam dağlar gibi Kıymetimi bilen olmaz. AŞK, bulutlarda dolaşmaktır ,yağmur olup gözyaşları ile yıkanmaktır, dağların doruklarına çıkıp donmak yada ölmeden cehennemdeki gibi yanmaktır. Aşkı en güzel anlatan aşıklardan biri olan , Mut ilçesinin Çukur köyünde mezarı olduğu söylenen ve 17. Yüzyılda yaşadığı sanılan Karacaoğlan; çok yer gezip dolanması, her gördüğü güzele türkü yakması, çalıp çığırması ile ünlü âşıklarımızdan biridir. Pir Sultan Abdal; “Aşk deryasın boylayalım Ummana dalmaya geldim” diyerek aşkın uçsuz bucaksız bir deniz olduğunu ifade ediyor. “Ela gözlü benli dilber/ Koma beni el yerine Altın kemeri olayım / Dola beni bel yerine ………… Karac’oğlan der nolayım/Kolun boynuma dolayım Nazlı yar kölen olayım /Kabul eyle kul yerine” Dertli ise ‘’DERTLİ aşk yolunda olmuştur irşad” sözleri ile Aşk yolunda pişip, doğru yolu bulduğunu anlatıyor.Ama bu pişmenin hiçde kolay olmadığını da şu mısralarla anlatmış; “Aşk ehlinde derman sordum alemde Ne Eflatun bilir, ne lokman yazar” Dizeleri, bugünün en sevilen türkülerinden biridir. Huzuri lâkaplı âşığımız,1887’de Artvin’in Yusufeli ilçesine bağlı Zor köyünde doğmuştur. Aşkın narına yananlardandır .Bir şiirinden iki dörtlük şöyledir; “Yarap, dertli gamlı bir zamanımdır Sevdiceğim yari benden ayırma Ümidim, emelim, tende canımdır Tatlı canımı tenden ayırma 19. yüzyıl halk ozanlarından olan Dadaloğlu’nun dili aşk şiirlerinde içli ve ince, kavga ve savaş şiirlerinde ise oldukça sert ve katıdır. “Dostun bahçesinden yad el geçmesin Kurutur ha nazlı dilber kurutur Senin sevdan yüreğimde yağ komaz Eritir ha nazlı dilber eritir “ Garibim, eylerim ah –ü figanı Bir gülşen besledi gözümün kanı Habibin aşkına ey kerem kanı Huzuri’yi bu gülşenden ayırma Engin bir deniz olan Halk şiirimizden verilecek pek çok değerli örnekler vardır.İlerideki aylarda fırsat verilirse başka konu ve aşıklardan şiir örneklerini siz değerli, sanatsever dostlarımıza sunmaya devam edebilirim. Erciş’li Emrah,Van’ın Erciş İlçesinde doğmuştur… 17. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış, hayatı üzerine “Emrah ile Selvi” adlı halk hikayesi oluşmuştur. Selbi’sine kavuşamamanın tepkisini şöyle dile getirir: “Yine bahar oldu,coştu yüreğim Akar boz bulanık selli dereler Sıla derdi, vatan derdi, yar derdi İflah etmez bu dert beni pareler İtibar olmazmış yüze gülene Canım kurban olsun kadir bilene Kefen yetişmemiş garip ölene Belki yarin çevresine saralar Hayal oldu Aşık Emrah halları Deyin yare gözlemesin yolları Herkesin sevdiği giyer alları Aşıklar, ozanlar, şairler, toplum içersinde ,olaylara, gönül sorunlarına biraz fazla duyarlı, coşkun yürekli kişilerdir. Bu yaşamı tercih edenlerden biri de benim. Değerli dostlar, her aşığın başına çeşitli biçimlerde gelen bazı olaylar , bende oldukça farklı ve hazin sonuçlar doğurdu. Şöyle ki; Aşağı yukarı her insanın gençliğinde yaşadığı küçük yada büyük bir sevdası olmuştur.Ben de ortaokul yıllarımda komşumuzun erkek kardeşine aşık olmuştum.Beni, sevgimizin karşılıklı olduğuna çok inandırmıştı.Mersin’in Mut ilçesinden olan bu delikanlının, profesyonel Silifke folklorcüsü olması 7 beni etkilemişti.Öğretmen okulunda öğrenci iken arkadaşlarımın dışında okul idaresinin dahi haberi vardı bu aşktan.Beni tanıyan herkes onu da tanıyordu. Derken , yaşanan pek çok olay sonucunda , benden önce iki kez evlenince benim dünyam allak pullak oldu.İşte benim Halk Ozanı oluşumun nedeni budur.Adımın Sarıcakız oluşu ise o’nun Karacaoğlan diyarından Mut’tan oluşu nedeniyledir. Çok sevdiğim Karacaoğlan’ın “Karacakız” adındaki sevgilisine karşın, sarışın olmam sebebiyle edebiyat öğretmenimin bana verdiği bu ismi daha sonra “ mahlas” olarak seçtim. Tepkiler toplumsal olduğu zaman ayrı bir içerik kazanır.Bir şiirimden üç dörtlük sunarak sizlere veda ediyorum. Fakir döven, mazlum soyan İnsan mıdır, değil midir? El hakkın cebine koyan İnsan mıdır, değil midir? Elin tarlasını eken İş uyduran, para çeken Mazlumun anını yakan İnsan mıdır, değil midir?.. İstismarcı olur ise Haraç, rüşvet alır ise Fikren geri kalır ise İnsan mıdır, değil midir?.. Olaylar sonrası, okyanus ortasındaki bir küçük botta hissettim kendimi. Artık dalgaların insafına kalmıştı yaşamım.Bu nedenle peşpeşe üç Âşık ile evlendim.Toplam yedi yıllık evlilik deneyimlerim hüsranla sonuçlandı.Yaşamımın geri kalan yıllarını bir başıma geçirdim. Kendimi ; mesleğime, öğrencilerime, âşıklığıma, ve türlü türlü yan uğraşılara verdim. Sizlere sağlık ve esenliklerle dopdolu günler dilerim. AŞKınız sizden ve sevdiklerinizden hiç eksik olmasın. İlkin MANYA (Aşık SARICAKIZ) Bana her fırsatta “seni seviyorum” deyip, gidip başkaları ile yaşamını geçiren bir başkasını ben hiç ne görmüş ne de duymuştum. Yarınsız Adam Bu olayı ilk kez açıklıyorum.Benimle ilgili yazılan çizilen kitap ,röportaj, tez çalışmalarında, radyo televizyon programlarımda, bu olaydan hiç bahsedemedim ama yaşadığım bu giz bazı şiirlerimde yer almıştır. Yaşayamadığım AŞK hakkında bir şiirimi sizlere sunmak istiyorum: Bir dünü vardı Doyasıya yaşamadığı. Acılarla yaşamıştı bunca zaman, Acılar öğretmişti ona, Acımasız olmayı. Zaman zaman, Bastı nârayı yarınsız adam; Öfke dolu bakışları çakmak çakmak olur, Aydınlatırdı zifiri karanlığı. Bir dünü vardı yaşamadığı. Fakir bir mahallede, Fakir bir yaşantısı vardı. Bir sevdiği vardı, Mahalle mektebinde tanıdığı Ve o aşkla büyüdü, Büyüttü yüreğinde sevdayı. O aşkla yaşadı, O aşkla geçti delikanlılık çağları. Yüreğinin bir parçası ezildi, Bir parçası da dünde kaldı. Yarınsız adam, Bu yüzden istemedi Yarınları yaşamayı. Gönlünün sesine kulak ver, dinle Ele uyma, takıl aşkın peşine Sevda bahçesinde gül olmak için Tohum ol da ekil aşkın peşine Aşkı tatmayanın bil ki kalbi taş Aşık sevgilidir, hem de arkadaş Ayrı kalma aşktan gittikçe yaklaş Uzak durma, sokul aşkın peşine Bir aşk vardır , rezil eder cüceltir Aşk vardır da , hem sarartır, kocaltır Aşk odur ki, ihya eder yüceltir İpin kopar, sökül aşkın peşine Dünyanı zehretme dövüşmek için Gül de var , bülbül de sevişmek için Ahrette Kerem’e kavuşmak için Aslı ol da, yakıl aşkın peşine SARICA aşk ile bakan körüm ki İçten içe yanan sönmez korum ki Bir daha yaşasam gene derim ki Gönül, fikir, akıl aşkın peşine Yusuf Bozan 8 Okyanusu'nun tropikal sularında , Avustralya'nın kuzey kıyısında ve Hindistan'ın batı sahillerinde yaşarlar. Boyu 2.7 metre, ağırlığı 250-300 kg civarındadır. Dugonglar'a deniz ineğinin yanı sıra, bazen deniz domuzu veya deniz devesi de denir. Dugong yüzyıllarca insanoğlu tarafından eti ve yağı için avlanmıştır. Tatları sığır etine benzediğinden günümüzde yasaklanmasına rağmen Aborjinler tarafından günümüzde de avlanmaktadırlar. Yavaş çoğalabilen deniz inekleri, Avustralya kıyılarında 11 bin adet civarında kalmıştır. Tüm dünyada ise 20 binin altına inmiştir.Çok iyi hayvanlardır ve sadece bitkileri yerler. Dugong'lar yavrularını dişinin vücuunun çok yukarılarında olan memelerinden beslerler. Bebeği beslerken anne, emebilsin diye, yavruyu suyun üzerinde tutar. Uzaktan, yavrusunu emziren bir Dugong'un görünümü oldukça fazla bir biçimde bebeğini emziren bir insan annesine benzer. Bu nedenle, denizlerde rastlanılan böyle manzaraların deniz kızı hikayelerinin ortaya atılmış olabileceği düşünülmektedir. DENİZ KIZI EFTALYA (1891- 1939) (Eftaliya Yeorgiadi) Babası bir subay olan babasının, konuklarına saz çaldığı zamanlarda Eftalya hanım sıcak yaz gecelerinde bazen babasıyla, bazen de tek başına, Büyükdere'den sandalla denize açılırdı. "mehtabiye" denilen musikili boğaz gecelerinin bu yüzyıldaki bir uzantısı sayabileceğimiz bu sandal safalarında Eftalya o incecik sesiyle gece boyunca şarkılar söylerdi. Halk gece karanlığında yüzünü göremediği, sadece sesini uzaktan duyabildiği bu esrarengiz genç kıza "deniz kızı " adını takmıştı. Eftalya,Yunanca kökenli bir sözcük ve deniz kızı anlamında. Daha sonraları Eftalya, çalgılı kahvelerde sahneye çıkmaya başlar.Udi Yorgo Bacanos'un ağabeyi müzisyen Aleko Bacanos, Eftalya'nın sesinden etkilenerek "Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et" adlı dönemin ünlü şarkılarından birini bestelemiştir. Eftalya Hanım'ın Türk müziğinin önemli bestecilerinden kemancı Sadi Işılay ile evliliğinden sonra değişti. İlk plaklarını 1923-1926 yılları arasında, eşiyle birlikte Fransa'da doldurdu. Aynı dönem Avrupa ve Oeradoğu'da konserler verdi. Dar Rukiye ORHAN GEL EY DENİZİN NAZLI KIZI ” Yüzyıllardır deniz kızlarının hikayeleri anlatılır. Deniz Kızları, belinden yukarısı dişi bir insan görünümünde olan, ama aynı zamanda bir balık kuyruğuna sahip olan efsaneleşmiş düşsel inanışlardır. Dünya üzerinde birçok kültürde deniz kızları farklı, ama birbirine çok yakın şekillerde betimlenmiştir. Sirenler gibi bazı deniz kızları denizcilere şarkılar söyleyip onları büyülerler, işlerinden alıkoyarlar ve güverteden denize yuvarlanmalarına ya da daha kötüsü geminin batmasına neden olurlar. Diğer hikâyelerde ise deniz kızları boğulma tehlikesi geçiren erkekleri kurtaran iyi kalpli deniz canlıları olarak betimlenmişlerdir. Aynı zamanda bu erkekleri su altındaki krallıklarında yaşamaya da davet ederler. Hans Christian Andersen'in 'in Küçük Deniz Kızı masalında ise deniz kızlarından bazılarının erkekleri denizin altına doğru çekerken insanların su altında nefes alamadıklarını unuttukları ya da bilmedikleri söylenir. Yunan Mitolojisinde ki Sirenler ise daha sonraları deniz kızlarıyla bir tutulmuş, hatta bazı dillerde iki yaratık için de aynı sözcük kullanılmıştır. Deniz kızlarına benzeyen diğer mitolojik ve efsanevî deniz yaratıkları ise su perileri (Nemfler gibi) ve başka formlara (Başka hayvanlara ya da diğer efsanevî hayvanlara) bürünebilen hayvanlardır. Deniz kızlarının öyküsünün Dugong'lardan doğmuş olabileceği düşünülmektedir. Dugong'lar Hint 9 - ül Elhan (İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı) adına plak dolduran ilk gayrimüslim sanatçı olmasından dolayı tepki çekmemek amacıyla, doldurduğu 30 kadar plakta kendi adı yerine takma Türk isimleri kullandı. 1927 sonrası doldurduğu plak sayısı 50'ye yaklaştı. Atatürk'ün huzuruna çıkıp söylediği şarkılar beğenildikten sonra sanatçı, 1930 yılından sonra doldurduğu plaklarda adını gizlememiş, adı plâk kapaklarında "Deniz Kızı Eftalya Hanım" biçimiyle yer almıştır. Eftalya Hanım'ın 25 yıla yakın bir dönem boyunca sürdürdüğü sanat hayatı, 1936 yılında adına düzenlenen ve dört adet Şirket_i Hayriye vapuruyla yapılan jübile gecesi, mehtabiye(Ay Işığı Gezisi) de üşüyüp hastalanmasından sonra, 1939 yılında yaşamını yitirmesiyle son buldu. Efsanevi okuyucu taş plak döneminin bir efsanesi olarak hala keyifle dinlenmekte. Gel ey denizin nazlı kızı nûş-i şarab et Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et Mestane bakışlarla beni mest-ü harab et Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et Osman ÖCAL SEVEN CEFAKÂRDIR (GÜLCE-ÇAPRAZLAMA) Duman duman eser başımda yeller, Dört mevsim içinde çilem uyanır. Durulmaz derdimiz hayli bir zaman, Boyanır sevdaya bey oldum sanır. Bir bahar akşamı üşürken odam, Hayalin belirdi şen şakrak halin. Gam doldu gönlüme taştı çaresiz, Gül açtı perdeler döndü cemalin. RUKİYE ORHAN Ayın ondördüydü nurunu yayan, Beni bende kora koydu ataşın. Düş olduk içinde kırılan fayın, Telaşın ok idi bağrımda taşın. Bir gece içinde üç kurşun yedim, Dünden helal edip canımı tenden. Dedim dilber ayı gün ile oku, Tutuşup ruhumuz kaynasın beden. Her zehri dem ile çeker Vuslatî, Gelişin boş idi gidişin ölüm. Seven cefakârdır yürekten sever, Zulüm beşiğinde sallansın ölüm. Osman Öcal 10 genelgeleri uyarınca Eskişehir Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kurduğu komisyon tarafından “Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze İz Bırakan yedi öğretmen” birisi olarak seçildi. “Eskişehir Şairler Derneği” üyesi olan Şair Rasim Köroğlu, Azerbaycan Cumhuriyetinde faaliyet gösteren “Ulduz (yıldız) Aşıklar Birliyi”ne ozan-âşık geleneğimizin, saz-söz sanatımızın yaşatılmasında bütün dünyaya tanıtılmasında gösterdiği hizmetlerden dolayı fahri üye olarak kabul edildi. "Televizyon" adlı şiiri Prof. Dr. Erman Artun'un "Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı" adlı kitabında toplumsal taşlamaya örnek olarak verilmiştir. Yine, Ahmet Saraçoğlu'nun "Dil ve Edebiyat Terimleri Sözlüğü" adlı eserinde "Futbol" şiiri yergiye, "Sosyete Sofrası" adlı şiiri hicve örnek gösterilmiştir. Rasim KÖROĞLU Mart 1953 tarihinde Eskişehir ili, Beylikova ilçesi, Halilbağı köyünde dünyaya geldi. İlkokulu ve ortaokulu Beylikova'da bitirdi. Daha sonra 1974 yılında Ankara Erkek İlköğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Öğretmenliği sırasında. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Eğitim Ön lisans bölümünü bitirdi. 25 yıl sınıf öğretmeni olarak çalıştıktan sonra Şubat 2000 tarihinde kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'ndeki Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Son sınıf öğrencisi Soner Uğur bitirme tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi son sınıf öğrencisi Zeynep Bulut seminer ödevi, Osman Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğrencisi Seda Bilgiçli “Rasim Köroğlu’nun Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri” adlı bitirme tezi ile hayatı ve eserleri hakkında incelemelerde bulundular. Şiir yazmaya öğretmen okulu yıllarında başladı. Âşık Edebiyatı üzerine araştırma ve incelemelerde bulundu. “Âşıklar Sohbeti" adı altında televizyon programları yaptı.Yurt içinde bir çok ilde yapılan şairler ve aşıklar programlarına katıldı, bir kısmını yönetti. Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde gerçekleştirilen şiir programlarında yer aldı. Kendisine ait mizahi şiirlerden, çeşitli halk hikâyelerinden, fıkralardan oluşturduğu “Taşlama Şhow” adlı sahne programlarını yurt içinde ve yurt dışında sergiledi. TRT başta olmak üzere bir çok ulusal televizyonlarda çeşitli programlara konuk oldu. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Halk Şairi olarak kayıtlı bulunan Rasim Köroğlu'nun "Körün Taşı" ve "Kitabın Ortasından" adlı yayınlanmış iki şiir kitabı bulunmaktadır. ALDIĞI ÖDÜLLER 1998 yılında Türk Güreş Vakfı Adana Şubesi'nin açtığı "Güreş" konulu şiir yarışmasında birincilik, 1998 yılında Aziziye Dergisi'nin açtığı "Emirdağ" konulu şiir yarışmasında ikincilik, 1999 yılında Âşık Veysel Kültür Derneği'nin açtığı "Âşık Veysel" konulu şiir yarışmasında plaketini Cumhur Başkanlığı Köşkü’nde dönemin Cumhur Başkanı Sayın Süleyman Demirel’in ellerinden aldı. 2000 yılında ANASAM'ın (Anadolu İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) açtığı "Öğretmen" konulu şiir yarışmasında ikincilik, 2001 yılında 36. Konya Âşıklar Bayramında "Atatürk" şiiri ile "Yılın Yedi Şiiri" ödülü, 2001 yılında 36. Konya Âşıklar Bayramında "Mizahi Şiir" dalında birincilik ödülü, 2005 yılında “Antalya Şair, Ozan, Yazar ve Ressamları Kültür Derneği” Tarafından Antalya İkinci Şairler Buluşması’nda “Şiir Büyük Ödülü” Şiirleri yerli ve yabancı basında, çeşitli gazetelerde, dergilerde yayınlandı. “Atatürk” şiiri Milli Eğitim Bakanlığı Türkçe Ders Kitapları'nda yer aldı. Fransa / Lyon Jean-Moulin Üniversitesi'nde Türk Halk Şiirini; Ankara Gazi Üniversitesi ve Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi başta olmak üzere bazı üniversitelerimizde âşıklık geleneğini anlattı. Cumhuriyetin 80. yılı kutlamaları çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlık Makamının 30.09.2003 tarih ve 1872 sayılı (2003/83) 11 AŞÇI 2006 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi Yerel Gündem 21 Sanatçılar Çalışma Grubu tarafından “Türk Şiirine Hizmet Ödülü” 2007 yılında “Osmaniye Folklor Araştırma Derneği”ince verilen “Geleneksel Aşık Feymani Şenlikleri” kapsamında, Yüksel Özden anısına “Karacaoğlan Ödülü” Neler neler geçti bu garip baştan, Dul kalınca yüzüm gülmedi gitti, Kesildim ekmekten, kesildim aştan, Karnım tıka basa dolmadı gitti. Kap kacak aradım durdum mutfakta, Menemen pişirdim çinko tabakta, Yumurta yapıştı, biber ayakta, Domates suyunu salmadı gitti. ZİNCİRLEME VEZN-İ AHER Haktan biçilmiş / aldan seçilmiş Aldan seçilmiş / bir bir açılmış Bir bir açılmış / yanakta güller Yanakta güller / gelsin güzeller Kompir aldım şöyle koca tas gibi, İnce ince kıydım onu süs gibi, Patates yağının sanki küs gibi, İkisi yan yana gelmedi gitti. Bir bir açılmış / yanakta güller Yanakta güller / gelsin güzeller Gelsin güzeller / kıvraksa beller Kıvraksa beller / sarsın bu eller Vurunca tokmağı kırdım havanı, Fırladı sarımsak deldi tavanı, Cücüklettim iki çuval soğanı, Evde sebze meyve kalmadı gitti. Sarsam da azdır / hep cilve nazdır Hep cilve nazdır / kardan beyazdır Kardan beyazdır / gerdanda aklar Gerdanda aklar / benden mi saklar Sever idim canlı balık işini, Tava elde bekler iken leşini, Oynattı kuyruğu dikti başını, İnat etti hınzır ölmedi gitti. Kardan beyazdır / gerdanda aklar Gerdanda aklar / benden mi saklar Benden mi saklar / öpsün dudaklar Öpsün dudaklar / tatsın bu diller Aşure pişirmek aklıma esti, İki kaşık yiyen bir hafta kustu, Verdiğim komşular selamı kesti, Kimseler kapımı çalmadı gitti. Gör hey Rasim gör / gel olma sen kör Gel olma sen kör / aşk öyle nankör Aşk öyle nankör / bak sen de kandın Bak sen de kandın / çok geç uyandın Yiyince hormonu değişti huyu, Bir çilek doyurdu koskoca köyü, Dolapta uzadı hıyarın boyu, Bu işleri aklım almadı gitti. Aşk öyle nankör / bak sen de kandın Bak sen de kandın / çok geç uyandın Çok geç uyandın / yandıkça yandın Yandıkça yandın / savruldu küller Ateşte durdukça imambayıldı, Patlıcan toplandı kıyma yayıldı, Rasimim dünyada namım duyuldu, Üzerime aşçı gelmedi gitti. Rasim KÖROĞLU Rasim KÖROĞLU 12 Harun YİĞİT Özlem ŞAHİN BENİM SEVGİM Kaç zamandır ....... Uykularımı bölüyor ...........Tenine duyduğum özlem. Sevda yüklü gecelere hasretim Kimi zaman öfkelendim ........Torosları aşamayan ..........Kuş kanatlarıyla! Kimi zaman .....Akdeniz'in sıcak şehrinde .........Kabzası sevda yazılı ...........Bir bıçak saplandı ciğerime Canımı acıtıyor .......Gül yaprağı değse bile Kahrediyor .....Anlamını yitiriyor gecikmişlikler Gecenin huzurunda ............Sevgi gezdirdim Acının pazarında .............Umut yazdırdım Aşk doğuya Ölüm batıya yol aldı. Bazen, seni bir kayısı dalındaki meyveye benzetiyorum. Ne kayısı gibi olmuş, olgunlaşmışsın Ne de çağla gibisin. Belki de bir vişne dalında yeni olgunlaşan bir vişnesin. Ama akranların hep olgunlaşmış, kızarmış, Sen hâlâ ne yeşil, ne kırmızı… Sen, asmada olgunlaşan üzümlerin arasında koruk kalansın. Binlerce yaz geçse de, sen hep koruk kalacaksın. Hiç olgunlaşamayacak, koruk üzüm tanesisin sen. Ama benim sevgim ve aşkım, seni öyle olgunlaştıracak ki; Dalında olmuş sapsarı bir kayısı gibi Belki kıpkırmızı bir vişne gibi Asma dalında ilk olgunlaşan üzüm tanesi gibi Olgunlaşacaksın sevgilim. Benim sevgim ve aşkım, Senin en çok ihtiyacın olan Güneşe dönüşecek Ve seni olgunlaştıracak. Harun YİĞİT Özlem Şahin 13 KADINDI ADI.. Töre uğruna canından olan.. Omzunda mermiler taşıyan.. Yüreği yuva kokan.. Dimdik ayakta duran.. KADINDI ADI.. Çöl ortasında kocaman bir gül bahçesi.. Eli ayağı öpülesi.. Varoluşun tarlası.. Yoktur onsuz hayatın ne anlamı ne gayesi.. KADINDI ADI.. Arzu ŞEN Bir ana.. Bir kızkardeş.. Bir canyoldaş.. Bir kız evlat.. Ademin Havvası.. KADINDIR ADI.... Kadın olmak hiç kolay değil aslında..Ilk annem olmak üzere, tüm kadınlara... Arzu Şen KADINDI ADI.. Çaresizlikti savaşı.. Bir sıcak yuva, mutlu bir hayat tüm telaşı.. Yeri gelir gizler yarasını canı acıyarak.. Gözlerinden yaş yerine kan akıtarak.. Dövülen, sövülen, diri diri gömülen.. MAHALLENİN KIZLARI Mahallenin kızları vardı Emelleri, Büyük Emel, küçük Emel Ortancanın ne kadar güzeldi Memeleri. KADINDI ADI.. Derdi var, dermanı yok, Sözü var, söyleyecek gücü yok.. Beklemekte mutluluğu.. Dile getiremez yılların yorgunluğunu.. KADINDI ADI.. Mahallenin kızları vardı Laleleri, gülleri Uzundu Lale'nin güzeldi bacakları Tombul tombulda Gül'ün elleri Yüreğinde yükselen feryatlar.. Yitip giden sayısız hayatlar.. Sessiz çığlıklar..solgun bakışlar.. Maç yapardık, Futbol maçi Pazar günleri Açılınca Songül'ün yırtmacı İçim giderdi Vakit geçti, yaş ilerledi Neylemeli. KADINDI ADI.. Özlediği hayatı düşlerken.. Şiddete mağruz kalan.. Gazetelerde manşet olan.. Hürriyeti kısıtlanmış.. Sokakta pazarlanan.. Ökkeş Öztürk 14 KARATAY’dan RESİM KARELERİ Ahmet MEKİN ve ÇAKAL Ailesi 15 Kitabı, Anadolu hececileri-1, Anadolu Hececileri-2, Anadolu Hececileri-3, Anadolu Hececileri-4, Anadolu Hececileri-5, Anasam Şiir Antolojisi-1 , Anasam Şiir Antolojisi-2 şiir kitaplarını 2000 - 2001 yıllarında yayınladı. Şiir dalında ozan dergisinden mansiyon, Bizim Kuşak dergisinden mansiyon, makale dalında üçüncülük ödülleri aldı. Türk halk müziği ile amatör olarak ilgilenmekte, aşık türünde sözlerini yazıp bestelediği 40 dan fazla türküsü vardır. Halen genel Merkezi Kayseri de bulunan Anasam Anadolu İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri meslek birliğini kurdu ve genel başkanlığını ve Nevşehirliler Derneğinin başkanlığını yapmaktadır. TBMM de Fikir ve Sanat eserleri kanununda meclis alt komisyonunda ve devlet planlama Teşkilatınca hazırlanan 8. beş yıllık plan çerçevesinde Fikri ve Sınai Haklar özel ihtisas komisyonunda üye olarak görev yaptı, Anasam Bülteni adlı bir yayın organının sahipliğini yapmakta, Anasam Yayınları tarafından yayınlanan 45 kitabın editörlüğünü de yürütmektedir. Nurcan hanımla evli, Muhammed ve Çağrı adlı iki oğlu, Nazende isimli bir kız çocuk babasıdır. Sabit İNCE 1954 yılında Nevşehir ili Kozaklı ilçesi Gerce köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Kozaklı'da, liseyi Kayseri Ticaret Lisesinde okudu. 1976 yılında İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinden mezun oldu. Özel sektörde çeşitli görevlerde, Toprak Reformu Kayseri Bölge Müdürlüğünde uzman, Toprak Mahsulleri Ofisi Kayseri Bölge Müdürlüğü ve Urfa Bölge Müdürlüğünde Uzman olarak çalıştı. 1999 yılında özel bir kuruluşun genel müdürlüğünden emekli oldu. Vizyon dış ticaret a.ş.nin kuruluşunda görev aldı ve genel müdürlüğünü yaptı. *** Yazmadım mı? Bizim Anadolu, Tercüman, Hergün ve Türkiye Gazetelerinde yazar, muhabir, istihbarat şefi olarak çalıştı. Töre ve Devlet dergilerinde yazılar yazdı. Kayseri de yayınlanan "Kayseri Şairler antolojisi"ne ve Adana da yayınlanan "Ozanlar Güldeste Şairler" antolojisine katıldı. Kayseri de yayın yapan Erciyes, Elif, Başak televizyonlarında, mahalli radyolarda şiir ve edebiyatla ve "Bizim Aşıklarımız" adlı halk aşıkları ile ilgili programlar yaptı konuk olarak bu programlara katıldı. Kayseri de yayınlanan yeni Kayseri, kayseri olay, Kayseri Anadolu Haber, Star Haber, Kayseri Gündem ve Kayseri Hakimiyet Gazetesi İnce Zımbalar köşesinde yazı ve şiirleri yayınlanmaktadır. Gülpınar, Yesevi, Ozan, Bizim Kuşak, Kayseri Çağdaş, Sevgi Yolu, Ana, Erciyes, Çemen, Simav Anadolu, Yalaka gibi dergilerde şiirleri halen yayınlanmaktadır. Doğumdan bugüne dağı, bayırı, Senin için gezmedim mi sevdiğim. Bu sevdanın kime olmuş hayırı, Bile bile azmadım mı sevdiğim. Aşkın sarhoşudur divanelerde, Yastığım taş oldu viranelerde, Senin için içtim meyhanelerde, Çoşup, taşıp sızmadım mı sevdiğim. Her şeyimle sana sevdalandımsa, Aşkın ile çok hayale daldımsa, Bir kalemle bir kağıdı buldumsa, Hep adını yazmadım mı sevdiğim. İnce haykır duysun bu feryadını, Özenerek yarattın o kadını, Nerde bulduyusam aşkın tadını, Mısra mısra dizmedim mi sevdiğim. Ve Aynı Rüzgarla Savrulduk adlı ortak şiir kitabından sonra Aşkın Ateşi adlı ikinci şiir kitabı temmuz 1996 da yayınlandı. Sırlı Söz adlı şiir Sabit İNCE 16 Anadolum Anadolum, Anadolum sensin benim güzel yurdum. Bir karış toprak uğruna, Yüzbinlerce şehit verdim. Al Bayrağım, al bayrağım, hep gönderde kal bayrağım. Sen aşağı inmede tek, şu canımı al Bayrağım. Kayseri Sabit İnce Bundan Sonra Hacer-ül Esveddi kara gözlerin, Bakmam gayrı bundan sonra sevdiğim. Baldan tatlıyıdı nazlımsözlerin, Duymam gayrı bundan sonra sevdiğim. Sen vefasız çıktın bel'oldu gayrı, Sen bir başkayıdın hepsinden ayrı. Düğün edecektim çifte halaylı, Yapmam gayrı bundan sonra sevdiğim. Lavinya Ceylan bakışlıydı sürmeli gözün, Ay gibi parlardı, nur muydu yüzün. Ne çabuk unuttun verdiğin sözün, Sormam gayrı bundan sonra sevdiğim. Sana gitme demeyeceğim Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar, Yanımda kal. Ağlayı, ağlayı sel oldu yaşlar, Başıma yağdırdın ummadık taşlar, Seni soruyorlar yarenler, eşler, Anmam gayrı bundan sonra sevdiğim. Karacaoğlan gibi coşkun çağlarım, Bu yüreğim ataşlarla dağlarım, Veran oldu gitti gönül bağlarım, Bakmam gayrı bundan sonra sevdiğim. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim. İncinirsin. İNCE inceldi de iplere döndü, Aşkın ataşıyla kaynayıp yandı, Senin için her renklere boyandı, Yunmam gayrı bundan sonra sevdiğim. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia. Sabit İnce Özdemir ASAF 17 Asya ülkelerinde inanılmaz rabetler görmesi bunun en büyük örneklerinden birisidiri. Türk belgeselleri, programları ve özellikle dizilerinin izlenme rekorları kırdığı bilinmektedir. Bu nedenle özel televizyonlarda yayınlanan bu diziler Türkiye'nin buraya yönelik kültür ve yakınlaşma politikalarının bir parçası olarak görülmeli ve bir devlet politikası ve desteği şeklinde bunlarla ilgili telif hakkı alınmadan bu yayınlar ücretsiz olarak yayın izniyle verilmelidir Harun YİĞİT Dizi seyretmeyen ve sevmeyen birisi olarak ben bunları görebiliyorsam yöneticiler çoktan görmüş olmalılar diye düşünüyorum. Düşünmesine düşünüyorum da aklıma başka şeylerde geliyor. Ya bu güç önceden sezilmesine sezildi ama bilinçli olarak üzerine gidilmiyor, yada gerçekten hala olayları kavrayabilecek kapasitede düşünebilecek beyinler işbaşında değil! Sinama ve söz sanatlarının gücünü geçmişte ülkemizde önce Frasız modası ardından Amerikan aile modasıyla görmüştük. Hoş hala yoğun görmek mümkün. Bu konuyu geçmişte TRT gördüğüne inanıyorum. Çünkü bundan 7, 8 yıl öncesi dünyanın pekçok yerlerine ulaşabiliyordu. Hatta özellikle Asya ülkelerine özel yayınlar yapılıyordu. Biryerlerde okumuştum; sadece 200 bin dolar kira bedelini ödemediği için Asya ülkelerine yayınını durdurduğunu. SANATIN GÜCÜ Teknolojinin de başdöndürücü hızından faydalanarak iletişim araçlarını, kullanarak görsel sanatlar aracılığı ile dünya halklarını inanılmaz derecede etkilediği kesin. . Bunların en başında sinama sanatı ve sinama aracılığı ile söz sanatları gelmektedir. Bu iki sanat dalının önemini yıllar önce kavrayan ülkeler sinama aracılığı ile başta ABD olmak üzere emperyalistler, kitleler üzerinde buyük psikolojik savaş sağlamaktadır. Amerikalılar özellikle görselliğin psikolojik etkisini ve insanları belli kalıba sokmadaki başarısını bildikleri için bir Hollywood kültürü de yaratarak sinamayı kullanmaktadırlar. Bu vesile ile kendi kültürlerini Rambo benzeri macera filmlerinin yanı sıra, CIA ve Amerikan toplum yapısını ve sözde rüyasını konu alan yüzlerce film her yıl dünyaya dağıtılmaktadır; özellikle de islam ülkelerine. Özellikle Asya ve Afrika gibi ülkelerdeki çeşitli televizyon kanallarıyla gösterilerek insanların beyinlerini yıkama ve etkilemede önemli rol oynuyor. Doğal olarak diğer emperyalist ülkeler de stratejileri doğrultusunda macera filmleri, tarihi ve teknolojik belgeseller ile kültürleri için yeni pazarlar arıyorlar. Bu tür sömürgeci ülkelere son zamanlarda palazlanan Çin ve Kore’yi bile ekleyebiliriz. Yani sinama ve söz sanatlarına Türkiye nin dışından her ülke büyük paralar yatırarark kendi varlığını kanıtlamaya ve kendi kültürünü empoze etmeye çalışmaktadır. Aslında Türkiye de bu kültür emperyalizmin farkında olmadan içerisinde. Belkide hiç farkında değil! Dış menşeli de olsa birçok Türk dizilerinin Ortadoğu ve Başta ABD,İngiltere, Fransa ya da Almanya ve Rusya olamk üzere yeni palazlanan ülkelerin bile devletlerin politikaları, televizyonları aracılığıyla desteklenmektedir. Özellikle ulusal kanallarını kültürel ilişkiler açısından bir amiral gemisi gibi kullanmakta oldukları ve hele bunu kendi dillerinden olmayanlara bile yönelttikleri düşünülürse bizim bu tür bir strateji devlet olarak uygulamamızadaki gereklilik ortaya çıkacaktır. Hele de Avrasya dediğimiz bölgede milyonlarca Türkçe konuşan Türki Cumhurişyetlerinin bulunduğu bir corafyada Sinama sanatı aracılığı ile söz sanatlarının ağırlığı ne ölçüde hayati önem taşıyor varın siz düşünün. Harun YİĞİT 18 Doksan günlük yola vardım, ağladım. Yüzbin bıçak attım kendi derime, Nice ilim kattım bildiklerime, Şu küçük dünyada gördüklerime, Hakikat mührünü vurdum, ağladım. Canlar meclisine canan hoş geldin! Kanayan yareme bir melhem oldun. Ey miskin Ceylan’ ım ölmeden öldün Gönül yarasını sardım, ağladım. Mustafa Ceylan Mustafa CEYLAN Ağladım Bütün yürekleri aydınlık tutan Kudret kandilini gördüm, ağladım. Bütün eğrileri nurla doğrultan Işıktan giysiler ördüm, ağladım. SENSİZ OLMUYOR Cennet kapısından içeri baktım, Irmaklar misali çağlayıp aktım, Nefsimi iğneli fıçıya soktum, Yüzümü toprağa sürdüm, ağladım. Hayatın cilvesi, çilesi var; Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor. İnsanın vefası, hilesi var; Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor. Buldum Hak diyerek açan gülümü, Düğün merasimi saydım ölümü, Yavan hesaplardan çekip elimi Bağlayıp divana durdum, ağladım. Hücuma kalkınca gündüzle gece; Birisi lâbirent, biri bilmece. Anlatmaya yetmez şu birkaç hece Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor. Anladım sırrını, arşın, âlemin Fâniyi, bâkiyi yazan kalemin. Yunus ellerimden tuttu...Yetmiş bin Hisardan içeri girdim, ağladım. Derdi olan herkes bana boşaldı, Onlar neşelendi dert bana kaldı. Çöreklenen dertler aklımı aldı, Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor. Dost bağında bülbül oldum şakıdım, Aşk halısın usta oldum dokudum, Doksan bin kelâmı hemen okudum Kudret lokmasına erdim, ağladım. Acep gelir misin sana “Gel” desem, Yeter ki sen konuş, ben beni kesem… Zehrini reddetmem elinden yesem, Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor. Canan meclisinde coşan erlere, Selâm verdim kutbu devran pirlere. Yedi gök yüzüne, yedi yerlere Ben’ i zerre zerre serdim, ağladım. İrşâdi der: Suçum affa girmiyor, Sevdiceğim sustu, beni yermiyor. Her kime sorduysam akıl vermiyor, Katlanmaya kalktım, sensiz olmuyor. Perdeyi gözümden açtım kaldırdım, Hikmet deryasına bin tas daldırdım, Kâmil hayat ile testim doldurdum, Dolmayan testiyi kırdım, ağladım. Ali İRŞİ (İRŞÂDİ) Gördüm güzelliği gördüm her yanda, Solmayan çiçekler açtı dünyamda, Atomdan hızlıca gittim bir anda 19 HABERİN OLSUN Sensiz baharlarım döndü kışlara, Sinemi oymuşum haberin olsun. Dizlerin diyerek soğuk taşlara, Gönlümü yaymışım haberin olsun. Seni buluyorken yürek sızımda, Çoğulum olmuşken kalma azımda. Yangınlara daldım kış ayazında, Tenimi soymuşum haberin olsun. Hayalin karşımda aşkın içimde, Gecenin renkleri türlü biçimde… Gözlerin gözümde elin saçımda, Şeytana uymuşum haberin olsun. TEMAL FIKRALARI Temel Makinist Olursa Gönül otağında ağlayan kuzu, Melül melül bakar eritir buzu. Ebrüli gözlerin Zühre yıldızı, Yerine koymuşum haberin olsun Temel bir gün tren kullanırken treni devirmiş, 400 kişi ölmüş. Amiri sormuş "Oğlum nasıl oldu ?", demiş. Temel "Tren rayına bir adam çıktı, onun yüzünden oldu.",demiş. Amiri "Oğlum ezseydin o adamı da 400 kişi ölmeseydi ,"demiş. Temel de "Ben de öyle düşündüm , adam raydan çıkınca onu ezmeye çalisurken tren devruldi ", demis… Yüksekten uçarken yoruldum bugün, Coşkun akıyorken duruldum bugün. Sevda pazarında soruldum bugün, Hasrete doymuşum haberin olsun. *** Şelaleler coşup dolsa da göle, Faydası mı olur her selin güle? Boşa çırpınmasın deyin bülbüle, Canımdan caymışım haberin olsun. Selingül KIZILTAN Temel`in Keçisi Temel günlerden bir gün keçisinin boynuna tasma takıp yanında gezdiriyormuş. Yolda Dursun ona rastlamış ve: - Ula Temel ne yapaysun? demiş. Temel: - Köpeğimi gezdireyrum demiş. Dursun: – Ula Temel iyi de bunun boynuzları var demiş. Temel: – Ula Dursun, ben onun özel hayatuna karışmayrum... Temel Rusça Öğreniyor Temel ile Fadime rusça dil kursuna yazılmışlar, Bunu öğrenen meraklılar sormuşlar: -"Ula Temel, niçun inciluzce kursina deyilde rusca kursuna gidiysun da!" -"Bir rus bebek evlat edindukda, uşak konuşmaya başlayinca nasil anlaşacağuz da!" 20 boş yarışlarla bu gençlik savruldu oradan oraya, ortada kaldı adeta, ne yapacağını bilemez halde... Bir yanda yüksek eğitim gençliği; istediği okulda istediği eğitimi alamayan, sağlıksız ve yığın halinde temelsiz mezuniyetlerle üniversite kapılarında sınavla umut bekleyen ve umutsuzluğa itilen gençlik… Maddiyatın büktüğü boynuyla boyunu aşan eğitim masraflarına yetişememekten, ailesine gereğinden fazla yük olduğunu düşünürken bir yandan da günden güne artarak değişen harç-borç işleriyle dersten başka her şeyi düşünür hale gelen... Siyatten asimile edilen, siyaset üretemeyen, bu yüzden de ülke ve dünya gerçeklerinden uzak, bencil ve bireysel beklentiler peşinde hâyâl kuran; boş bir çuval gibi günü birlik ve magazinsel hevesler peşinde ömür ve enerji tüketen, sömürülen geleceğin teminatı gençlik... Gençlerini ciddiye almayan, onların hâyâlleriyle, gelecekleriyle oynayan, onlara eşit ve hakkaniyetli yaşam ve eğitim koşulları sunmayan… Her şeyi maddi gücü olana-paraya indirgeyen bir sistemin çarkları arasında öğütülen… Bilimin ve gerçek bilim adamlarının kapsama alanı dışına itildiği bir toplumda, gençlikten neyi nasıl üretmesi beklenebilir ki? Refika DOĞAN Bir Of Çektim Ama Karşıki Dağlar Yıkılmadı! Evet, ne demeli şimdi bu durumda, nasıl demeli? Son dinlediğim haberle daha da gerildi zihnim, bulandı; bir an nereye, ne ile nasıl varmaya çalıştığımızı, içine düştüğümüz bu derin girdabın bizi nereye sürüklediğini düşündüm ama bir sonuca varamadım! Gittikçe örümcek ağı gibi toplumu kuşatan bu değer aşınması, bu kirlilik, bu tahammülsüzlük ve pespayelik düşündürmekte ve geleceğe yönelik tutunacak sağlıklı bir dal aratmakta, ama... Sahi, tutunacak dal mı kaldı? Öğretmen öğrencisine bir şey diyemiyor, öğrenci öğretmenine... Veli öğretmene, öğretmen veliye... Kimse kimseyi dinlemiyor, duymuyor, kaale almıyor… Sistem yazboz tahtasına döndü; ne öğrenci öğretmene saygı duymakta ne öğretmen öğrenciye sevgi... Güven ve sorumluluk, ortak akıl, ortak paydalar hak getire! Gençler en ufak bir eleştiriye gelememekte, öğretmen ses çıkaramamakta, korkudan! Parası olanın ya da ya da borç harç kredilerle çocuğunu isim yapmış / özel okullarda okutanın kendisini -kısmen- şanslı saydığı bir anlayışla nereye varılabilir? Ücra bir bölgemizde açılan ve adından başka bir vasfı olmayan… Hakkaniyete dayanmayan sınav anlayışı ile makul bir eğitimin gerektirdiği fizikî ve idari donanımdan yoksun bir üniversite veya ilk ve orta eğitim kurumundan mezun olan bir genç, hangi fırsat eşitliği ile batıda ya da coğrafyanın herhangi bir yerindeki donanımlı bir okula gitme ya da iş sahibi olma olanağını yakalayabilir? Hep birileri birilerine sırtını dayamış, korku salmakta, emeksiz bir yerlere gelmekte; hak eden, emek veren, usulüyle isteyen tenhalara salınmakta, aynı coğrafyanın bir bölgesine ceza mahiyetinde sürülmekte ya da işinden, elindekinden, aşından edilmekte! Salt Yüksekokul diploması almakla adam olunacağına inanılan ve insana, gençliğe yatırımın yapılmadığı bir ülkede, içi boşaltılmış bu gençlikle hangi değerleri savunarak ve hangi adamlık libasını giydirerek ülke yararına hizmet bekleyeceksiniz? Ne oluyor, neler oluyor bize? Geleceğin gençliğini kim ya da kimler nereye sürüklüyor? Adı üstünde, gençlik! Kanın kaynadığı, kavak yellerinin estiği narin, hassas, girişken, tahammülsüz, tehlikeli bir kavşakta iken yaş itibariyle; bu gençleri bu sistem, bu köhne yapı nasıl bu hale getirdi? Anlamsız ve içi Millî birliğin, kardeşliğin, toplum ve ulus olmanın sembolü bayram ve özel günleri ortadan kaldırarak; geleceğin teminatı, bu ülkenin asıl sahibi çocukları, 21 O gün bugündür bu kargaşa durumu, bu bulanıklık birilerinin pek hoşuna gitti, birilerinin hep cebini ve midesini doldurdu, birilerinin ellerini pis bir iştaha ile ovuşturmasına vesile oldu! Ve o gün bugündür ne gençlik, ne toplum, ne ebeveynler ne de kurum ve kurallar doğrultamadı belini! gençleri o coşkudan, o idrakten, o kenetlenişten uzak kılarak hangi birlik ve beraberlikten, hangi gelecek ve kardeşlikten hatta ilim-bilim ve uygarlıktan söz edebiliriz? Of ki of… Korkunun hâkim kılındığı yerde sevgi ve barış, saygı ve tahammül yeşermez, dolayısıyla; bu genç beyinler, bu genç bedenler de erkenden körelir, kirlenir, tutsak olur! Böyle bir gençlikten ilim irfan mı beklenir? Yönünü şaşırmış ya da yanlış yönlendirilmiş, insani hasletlerden uzak, büyük küçük bilmeyen, tahammülsüz, gelecek kaygısıyla yelkenleri indirmiş, içi boşalmış, hedefi olmayan, günü kurtarma derdinde ve adeta patlamaya hazır barut misali bu potansiyel, sormaz mı; ne verdiniz de ne bekliyorsunuz bizden? Diye… Düşününüz! On dört yaşında hayatının baharında bir çocuk, salt “niye ödevini yapmadın” ya da; “niye geç kaldın” dedi diye öğretmenini öldürmeye teşebbüs edebiliyor! Bu durum asla kanıksanır, normal bir durum olamaz! Mutlak dayandığı paranoyak bir sebebi vardır. O yaşta bir çocuk, öyle böyle biliyor olmalı, yaptığı ya da yapacağı şeyin onun nelerine mal olacağını, nelerden mahrum bırakacağını! Yahut da; bu yaşta bir çocuk “öldürme” duygusunu yaşamamalı, aklına bile getirmemeli! Getiriyorsa, orada sistemi, toplumsal dinamikleri sorgulamak gerekir, çocuğu değil! Bu marazi durumlar arttıkça artmakta, bunun sonu nereye gitmekte, düşünüldü mü hiç? İllâ ki bu vakaların sayısal orana vurulması, sayının artması mı beklenilmeli bir şeyler yapabilmek için? En başında düşünülmeliydi bu gibi olayların dayanağı, yaptırım gücü ve önlemi! Elbette statükodan yana değilim. Değişimden yana olmak, yeniliklere açık olmak toplumu ileri taşır. Fakat biz nedense her şeyi tersinden anlıyoruz ya da; değişime direnirken, özenti ve öykünmeci yanımızla yarım yamalak alıyoruz bir şeyleri dağarcığımıza, ilerliyoruz kör topal. Zamanımızda evet yokluk yoksulluk vardı ama en azından idealist öğretmenler, idealist memurlar, işçilerle devletin devletliğini, velinin veliliğini, öğrencinin öğrenciliğini bildiği, insanın insana değer verdiği bir değer anlayışı, bir dik duruş vardı; huzur ve güven içinde, saygı ve sevgiyle dolu… Eğitimin önemine inanılır, çaba gösterilerek ve bir ölçüde devletin desteğiyle gençlik kollanırdı; sosyal, kültürel, sportif ve diğer aktivitelerle doğru yerlere ve uğraşılara yönlendirilir, enerjisi doğru yere kanalize edilirdi. Diplomalar bileğinin hakkıyla alınır-verilirdi. Okullarda durum çok ama çok vahim, şiddet, bireysel şiddet gittikçe toplumu kuşatmakta; kadına şiddet, çocuğa şiddet, öğretmene, öğrenciye, doktora keza… Şu bir gerçek; toplumda her yaştan insanlarımızda bir linç anlayışı yeşertildi! Oysaki adalete inancın, güvenin olduğu yerde linç anlayışı olmaz. Ne zaman ki hak gasp edilerek adalet kavramı sekteye uğrar, işte o zaman toplum kendi adaletini kendi sağlamaya çalışır. Bu da sokak kabadayılığından, mafyalığa kadar her türlü kanunsuzluğu geçerli kılar ve korku dağları aklın, mantığın, hakkaniyetin, adaletin yerini alır. Eskiden kirlilik bu derece yokken, çok az sayıda yüz kızartıcı suçlarda toplum tepkisini gösterir, kirliliği temizleme, ayıklama yolunu seçerdi adalete inanarak. Oysa şimdi tersine akan bir su söz konusu! Şimdi siyasetle birlikte kirlenen toplum, yaşam koşullarının da getirdiği külfetle daha da tahammülsüz bir noktaya geldi. Ve artık eskiden yadırganan kanunsuzluklar, kötülükler, haksızlıklar şimdi kanıksanır oldu! Bayramlar vesile olurdu o kardeşliğin pekişmesine, o millî duyguların coşkuyla aynı ırmağa akmasına! Öğretmen korkmazdı devletten ya da veliden. Çünkü velinin öğretmene, öğretmenin veliye, her ikisinin de devletine inancı, itimadı, bağlılığı vardı o “TEK DUYGU - TEK COŞKU” ile. Kimse kimsenin koynunda yılan aramıyor, düşünmüyordu nereden nasıl hançerleneceğini! Ta ki, o meşum yıllar, o ihanet odaklı kardeşin kardeşe düşürüldüğü, toplumun siyasete acımasızca alet edildiği, gençliğin göz göre göre harcanıp istismar edildiği ve nice hayâllerin elinden alınıp yıkıldığı, çalındığı güne değin! 22 İşte, bu kadar basitmiş demek ki! Biri, dizginleyemediği anlık öfke ile hayatını kararttı, henüz hayatının baharında ömrünü cezaevinde geçirecek. Diğeri ise, iki minik evlâdını yetim bırakarak kara toprağa gitti. Peki, hal yoluna konulan, adaleti sağlanan, çözümlenen sorun ortadan mı kalktı böyle davranınca, her şey güllük gülistanlık mı oldu, bir görev mi yerine getirildi? Nedir yani? Elbette bütün bu soruların yanıtı yok, bomboş! Gerçek olan tek şey; biri mezara biri karanlık ve -belki de daha da kötü olacağı- bir yere, cezaevine gitti! Bu gidiş gidiş değil! Eğitimle, sağlıkla, adaletle, gençlikle oynayan el yanar, kendi eliyle… Refika Doğan *** ATASÖZLERİ Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider. Cömert derler maldan ederler, yiğit derler candan ederler! NELER GÖRDÜM ” İlahiyat'ta çok sarık, cübbe giyeni gördüm Çalışmadan yatıp, maaşını yiyeni gördüm "Allah namına doğru söyler misin?" dediğimde : "O'nun adına yalan söylerim" diyeni gördüm. Prof.Dr. İsmail YAKIT 23 Bencil yüreğin ile Zümrüt sırçamı, Tombul bedenin ile Minik serçemi, Boyalı saçlarınla İpek perçemi, Ben pekiştirdim. Yanakların üstüne, Cennet gülleri. Kusurların üstüne, Pembe tülleri. Bıkmadan usanmadan Ben çekiştirdim. İhsan Ertem Gidiyorsun öyle mi? Hadi git, durma. Ahde vefa böyle mi? Hal hatır sorma. Bu ayrılık eylemi, Git, beni yorma.. GİT (gülce) Gidiyorsun öyle mi? Hadi, git durma. Ahde vefa böyle mi? Hal hatır sorma. Bu ayrılık eylemi, Git hadi, durma. İhsan Ertem *** Fakat unutma, Havva ile Âdem’i, Sana ve bana. Sevgimdeki erdemi, Allah aşkına. Gözlerine bademi, Ben yakıştırdım. Attığın her adıma, Ceylan sekmesi. Hilal, karakaşlara, Hattat kakması. İnce uzun boynuna, Kuğu yaftası, Ben yapıştırdım. 24 Anlıyor musun? Vagonlar kömür dolu Kitaplar bilgi Babam bir işçi ozandı Onun sözleri benim ezgilerimdir Benim ezgilerim onun sözleri Onun küreği kalemdi Benim kalemim kürek Dayan ey yorgun yürek Dost görsün Düşman görsün seni Dayan Orhan BAHÇIVAN Atom çağı yaşanırken Maden işçisiydi babam Ezgileri kürekle yazardı Maden ocaklarına Kürek kaleme benzer mi? Vagonlar kitaplar gibi mi? Ne olacak şimdi? Atom Çağı Atom çağı yaşanırken Yazmışlar süslü püslü kitaplara Gözü kanlı eşkıyaları Vurguncuyu soyguncuyu Kaçakçıyı haini İşçi Babama Saygıyla... Atom çağı yaşanırken Maden işçisiydi babam Ben Tam tersine öğretmen oldum Buna çok sevindi anam Hiç bir yerde bulamadım Yazmamışlar babamın yaşamını Babamın umudunu Babamın sevincini Babamın özlemini İşçi diye es geçmişler Ne desem ki Açlığı bilir misiniz? Çıplaklığı anadan üryan Sömürülmüş bir yaşamın kalıntısı Gün boyu Sekiz saat işgücü Karın doyurmuyor bilesin Hal böyleyken yalnızlığı Boşlukta tükenen bir nefes gibi Duyar mısınız? Ezgi dolu bir yaşamın içinde Güneşin doğuşunu söyleyen Emektar insan Umudumsun inancımsın gücümsün Alın terim göz nurumsun Emekçi baba Atom çağı yaşanırken Gizli bir ozandı babam Ezgi deryasıydı Kendi içinde durgun Söz ile yorgun Eti etten sökercesine Göze göz Dişe diş Emek uğruna verilen savaş Senin mirasındır Sırtımda taşıyorum Onurla Atom çağı yaşanırken Babam vagonlardan kömür indirdi Bense raflardan kitap Biliyor musun? Orhan Bahçıvan. Kitap vagon kalem kürek İşçi öğretmen baba oğul 25 Adalar Görünür BASINDA KARATAY Fenerbahçe’den adalar görünür; Masmavi atlastan bir örtü deniz, Martı kanadında sorular gelir: Beyniniz ve siz şimdi neredesiniz? Fenerbahçe’den adalar görünür; Gözlerde mavi, yeşil ve bembeyaz, Büyük, Burgaz, Kınalı eşiktedir Ulaşmalı, kucaklamalı bu yaz. Fenerbahçe’den adalar görünür; Büyümede yürek yeşerten umut Duygular dansında el eledir Mart sonlarında kar, güneş ve bulut. Muhsin DURUCAN *** Bendedir ” Kâlû Beladan beri İlâhi sır bendedir, Eşrefi mahlûkatım, varlıklara sultanım Ahsen-i takvim üzre bir hub yansır bendedir. Kâinat denizinde en nadide mercanım. Eşrefi mahlûkatım, varlıklara sultanım, Emaneti yüklenip gelmişim bu cihana, Kâinat denizinde en nadide mercanım, Değerim sığmaz benim dünyada bir mizana. Emaneti yüklenip gelmişim bu cihana, Sırr-ı aşkın babında ol canana kurbanım. Değerim sığmaz benim dünyada bir mizana. Bu âlem-i fenada fır fır dönen pervanım. Sırr-ı aşkın babında ol canana kurbanım, Sebil ettim ömrümü rıza-ı Hakk adına. Değerim sığmaz benim dünyada bir mizana. Sığındım Azrail’in şefkatli kanadına. Sebil ettim ömrümü rıza-ı Hakk adına, Ahsen-i takvim üzre bir hub yansır bendedir. Sığındım Azrail’in şefkatli kanadına. Kâlû Beladan beri İlâhi sır bendedir, İbrahim Sağır 26 RAHMANLA RULET Ben demeden biz demeyi öğrendin Asi rüzgârların rehberi ozan amcadan Rahmine şivan düşürdün kavganın Işkın çağında çarpıldın şahlanışına Şiarı komün olan paris proleteryasınn Sevda ile sarıldın bu son kavgamıza Amansız yolculukların azimli neferi Rahmanla rulet oynadın yenildin Pasaportsuz çıktın bu son yolculuğuna da Ah Barış ah çocukların yetim kaldı neyledin MURTAZA VURAL 27 GÖRÜLMEYE DEĞER ÖREN YERLERIM BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM YIĞIT ANKARALIM, KORURSAN EĞER GAZI ÇIFTLIĞIMIZ GÖRMEYE DEĞER BINLERCE CANLIYA MEKÂNIM YER YER BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM HACI BAYRAM GIBI CAN ERENLERIM BU GÜNEŞ IŞIKTIR GEÇMIŞ GÜNLERIM ANIT TEPEDEKI ULU ÖNDERIM BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM Aşıık HAYDARİ BEN ANKARA’YIM ALA KARLI, BOZ MEŞELI DAĞLARIM TIFTIĞIM, ARMUDUM, SEYRAN BAĞLARIM ŞEHIDIM, YETIMIM, DULUM, SAĞLARIM BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM NICE KÜLTÜRLERE BEŞIKLIK ETTIM BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM BAŞKENTIN BURCUNA BAYRAĞI DIKTIM BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM MISKETLE HÜDAYDA BIZIM TÜRKÜMÜZ SEĞMENIYLE COŞAR, YOKTUR KORKUMUZ ÇAĞDAŞ DÜŞÜNÜRÜZ, BUDUR FARKIMIZ BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM ANKARA KOŞMASI TÜRKÜLERIMLE BIRLIKTE SARILAN YARALARIMLA TURISTIK BELDELER YÖRELERIMLE BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM SEN BIR ANKARALI KESKINLI HAYDAR YÜREĞI SEVDALI OĞLUM, KIZIM VAR ATASINDAN TÜRK HALKINA YADIGÂR BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM… ÇALINDI DAVULLAR TÜRKÜ ÇAĞRILDI DIKMEN SIRTLARINDA DÜĞÜN KURULDU MUSTAFA KEMALCE KARAR VERILDI BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM KESKINLI AŞIK HAYDARI ÇANKAYA, KIZILAY, BAKANLIKLARIM YÖNETIM YERIMIZ DÜN, BUGÜN, YARIN OPERA, MÜZELER, KÜLTÜR PARKLARIM BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM *** KOL KOL TUTUŞTU BIZIM SEĞMENLER GÖKKUŞAĞI OLDU BIRER HEP BIRER YÜREĞIM KUMANDA, BEDENIMSE ER BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM ULUS MEYDANINA MECLIS KURULDU BAĞIMSIZLIK IÇIN KARAR VERILDI EGEMENLIK HAKKI HALKA VERILDI BEN ANADOLU’YUM, BEN ANKARA’YIM YIRMI BEŞ ILÇEMLE GÜZEL KÖYLERIM ŞIFALI SULARIM, KAPLICALARIM 28 gördüğüm kadının bizden birisi olduğuna hiç şüphem yoktu. Nitekim biraz sonra yanımdan geçerken çocuk “Ana” deyince, kendisinden telefon için yardım istedim. Yıllarca birbirine hasret baba kız gibiydik. Oturup dertleştik. Daha doğrusu derdini anlattı. Maraşlıydı. Anadolu’daki çilesi burada da devam ediyordu. “Teyzemin oğluydu… el de değil be amca… ama her gün dövüyordu. Komşular şikayet etmiş, polis onu alıp hapse götürdü; beni de çocuklarımla bu otele yerleştirdiler.” Diye başlayıp tüm dertlerini anlatarak odasına gitti. Fakat kızlar ben odama çekilene dek benden ayrılmadılar. Büyüğü 11 yaşındaydı. Derslerini, öğretmenlerini, arkadaşlarını anlattı, anlattı, anlattı. Dokuz yaşındaki küçüğü de, bir şeyler anlatmak için sık sık ablasının sözünü kesse de, o anlatmaya devam ediyordu. Ve eminim ki, böyle bir manzara, Anadolu halklarından başka hiçbir halkın arasında yaşanamazdı. Kafamdan hiç silinmez Yinelenir durur hep aynı soru… Ne işin var senin Bırakıp güzel yurdunu Köln Sokaklarında Sevgili Anadolu? Nazmi ÖNER Anadolu Kadınları 2002’de Frankfurt’tan Strazburg’a günübirlik gelmiştim. Fakat bu şehri çok beğendiğim için bir gün kalmak isteyince, bir Kürt dönercinin yardımıyla, Ren kıyısında ucuz bir otele yerleştim. Fakat Strasburg’da kaldığımı Frankfurt’taki arkadaşıma bildirmem gerekiyordu. Telefon kartını sokunca uyarılar Fransızca geldiği için ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Yardım istediğim otel görevlileri de, ne sorarsan sor, yanıtı Fransızcaydı. Yani orada kriz geçirseniz, Fransızca bilmiyorsanız ölümünüze seyirci kalacak kadar dil milliyetçiliği virüsüyle arızalıydı beyinleri Fransızların. Çocukluğumdan beri okuduğum Fransız yazar şair ve ressamlarının etkisiyle en çok beğendiğim ulus Fransızlardı, fakat o gün, nefret ettim Fransızlardan. Otelde Almanya’dan gezmeye gelen kalabalık bir öğrenci grubu vardı. Başörtülü bir kadın yanında iki çocukla telefona gelip gidiyorlardı. Ben ilk görüşte bu kadının Anadolu’ya ait olduğunu anladım. Oysa Fransa Avrupa’nın en çok Müslüman nüfusuna sahip olmasına rağmen, Hollanda’d aki kadar Türkiyeli Aşk Bir Yular yoktur. Fransa’dak Dilsiz umutlar söndü i Doğum yaptı korkular Müslüman Ne mahşeri bir gündü! nüfus genellikle İsyan aşığa niyaz Cezayir, Buz tutunca duygular Fas ve Siyaha döndü beyaz Tunuslular dır. Arzular arşı aştı İşte buna Aşk kalbimde bir yular rağmen, Gün geceye karıştı… Prof. Dr. Asım YAPICI Amsterdam’da, Strasburg’da Soğuk kutup rüzgarlarının hasadı Belki biraz para… Ama bilmem aradığın bu mu? Anadolu’nun kara kafalı Pala bıyıklı yiğidi. Anadolu’nun esmer güzeli Çileli bozkır çiçeği… Fransa’da çilen doldu mu? Oysa bilirim ve eminim ki Yanık bir gurbet havasında Kemirir içini şimdi Anadolu. Nazmi ÖNER *** 29 koşacağım. -Koşabilirseniz. -Rica ediyorum insaflı olunuz, biraz yavaş koşunuz. -Olmaz, hızlı olacaksınız. Aslan koşuyorsa, ceylana rica eder mi "Biraz yavaş ol" diye -Aslında peşinizden koşabilmek için ardımdan aslanın koştuğunu hayal etmiştim. -Ben sizi aslan yaparken, siz kendinizi aslandan kaçar ceylan yaptınız. -Ama siz de kendinizi ceylan yaptınız, nasıl yetişeceğim. -Ceylanlığı bana layık görmediniz. Sayın aslan, park gerişde kaldı, artık mahallemize geldik. Lütfen peşimi bırakınız. Üstelik aslandan kaçtığını düşünen korkar birinin peşimden geldiğini düşünmek hoşuma gitmedi. -Aaaa... burada mı oturuyorsunuz. Burası benim de mahallem. Eminim tanıştıkça daha çok benzer özelliklerimiz çıkacaktı. Mesela Fransa futbol 2.liğini takip etmem. Siz ? -Ben de takip etmem, bu da ortak yanımız ama sayın aslandan korkan, ben evli biriyim. -Bakın şimdiden ortak yanlarımız artıyor. Ne güzel ben de evliyim. -Ben şaka yapmıyorum beyfendi. İşte evime geldim. İki çocuğum var, büyük olanın yumruğu serttir. -Benim de iki çocuğum var, ne güzel tesadüf. -Ben eşimi çok seviyorum. -Aaaa...! İnanın ki ben de. Ahmet Ünal ÇAM ROMANTİK TEST Parkta yürüyüş yapan ve koşan gençler vardı. Genç bir adam biraz hızlanarak öndeki genç kıza yetişti. -Merhaba, size bir şey söyleyebilir miyim? -Buyurun. -Sizinle koşabilir miyim? -Hayır. -Niçin ? -Çünkü benimle koşacak kadar hızlı görünmüyorsunuz. -Hımmm ! Ben öyle olduğunu sanmıyorum. -Hem niye benimle koşacaksınız ki ? -Belki iki laf ederim, tanışmış oluruz. -Ooooo...! Siz, benimle koşmak değil, peşimden koşmak istiyorsunuz. -Peşinden koşmak mı? -Evet, bu söylediğiniz o manaya gelir. -Ama ben böyle şeyler yapamamam. -"Peşimden koşmaya değmez" mi demek istiyorsunuz ? -Öyle demedim, ben kişilik olarak genç bir bayanın pşinden koşamam. -Ne yani, ben mi peşinizden koşayım? -Aslında kadın-erkek eşitliği açısından fena fikir değil ama böyle de demek istemedim ki. Ben böyle biri değil dedim sadece. -"Sizin bildiğiniz erkelerden değilim" mi demek istiyorsunuz ? -Demek !.. Ne demek... öyle diyelim bari. -Birini severseniz peşinde koşmak gerekmez mi? Ben bile sevdiğimin peşinde koştum. -Aslında bu sözlerinizden sonra ben de sizin peşinizde koşmak ister oldum, hatta Genç kadın evinin kapısını açtı, kaşlarını çatarak kapıdaki genç adama baktı; -Madem eşini çok seviyorsun, koşarak markete git, 2 ekmek, 4 yumurta al. -Oooo... niye ben gidiyorum. -Eşini çok sevdiğini söyledin ya. -Beraber koşuyoruz ama hep markete ben gidiyorum. -Söylenme de, çocukları uyanmadan koş eşini çok seven kocacığım. -Ya aslında düşündüm de o kadar da sevmiyorum olabilirim. -Kısa bir test yapalım mı? -Tekten seçmeli test ha! Tamam tamam kızma, oklavaya gerek yok aşkım, koştum. 30 ŞAİR TİPLERİ anlatıyor. Okuyacağı şiir için ayrılan süre üç dakika, hikayesi onüç dakika. Adam üç dakikalık bir şiir okuyacak. Yedi dakika gözlüğünü arıyor. Bulduktan sonra da yaşlılık falan filan üzerine gereksiz bir konuşma. Beş dakika da bu yaptı etti mi onbeş dakika. Gözlüğü takıyor gözüne. Takmayla çıkarması bir oluyor. Elinde gözlük başlıyor şiir okumaya. Kardeşim o kadar niye aradın. Madem aradın, buldun peki niye takar takmaz çıkarıyorsun. Madem gereksizdi milleti o kadar niye bekletiyorsun. Program belli. Her şairin ne zaman şiir okuyacağı belli. Kimin kimden sonra çıkacağı belli. Hazırlansana be kardeşim. Kürsüye çıkana kadar beş dakika geçiyor. Aralardan onun bunun ayağına basa basa. Bunlar bir karizma veriyor demek ki, her yerde görüyorum bu tipleri. Öyle sanıyorlar yani. Okudukları şiir olsa eyvallah. Şiir dinletisini inletiye çeviriyorlar. Millet inledikçe de daha büyük keyif alıyorlar ve işkenceyi uzattıkça uzatıyorlar. Bir de demezler mi halk şiir okumuyor. Kimse şiiri sevmiyor diye. Sizi gördükçe nasıl okusun be güzel kardeşim. Üç saatlik bir dinleti. Otuz şair var. Her şair iki şiir okusa üçer dakikadan altı dakika eder. Otuz şair yüzseksen dakika yani ikibuçuk saat. Yarım saat da öylesine kürsüye çık in durumları. İkişer şiir okunduğunda ara vermeden üç saat ancak ucu ucuna yetecek. Herkesin okuyacağı iki şiir. Adam çıkıyor ağır ağır. Önce ona teşekkür buna teşekkür. Üç dakika daha baştan gidiyor. Sonra kağıtlar arasından şiirini arıyor. Üç dakika sonra buluyor ve başlıyor okumaya. Mübarek en uzun şiiri seçmiş ki kürsüde biraz daha kalsın. Altı dakika şiirden once on dakika da şiir toplam onaltı dakika. Otuz şair onaltı dakikadan ne yapar: Dörtyüzseksen dakika yani sekiz saat. Daha ikinci şiire de geçmedi. Onu hesaplamıyorum artık. Şaka maka bu işe bir el atmak gerek diye düşünüyorum. Herkesin kendi insafına, kendi anlayışına bırakıyorsun olmuyor ne yazık. İyi şairler ve iyi şiirler güme gidiyor bunların arasında. Acaba diyorum Şiir Muhafız Alayı mı kursak. Şiir yazamadığı halde şairim diye ortalıkta dolananlara, üstelik başkalarına da fırsat vermeyenlere, şiir dinletilerinde milleti inletenlere karşı şiiri ve iyi şairleri korumak için görev yapacak bir Şiir Muhafız Alayı’ na ne dersiniz acaba? Daha da beterleri var. Adam okuyor iki şiirini. Herkes inip kürsüden gidecek beklerken ve bunun için alkışlarken, bir şiir daha okumak istiyorum demez mi? Milleti alkışladığına bin pişman edercesine. O da öyle yiyip bitiriyor üç beş dakikayı daha. Coşkun KARABULUT Bazıları da başlıyor yazdığı şiirin hikayesini anlatmaya. Nerede ve kime ve de ne zaman yazıldığını 31 EMİN ÇÖLAŞAN: Soma'daki maden faciasında can veren 240'tan fazla madencimize Allah rahmet eylesin. Yakınlarının ve Türk Milleti'nin acılarını paylaşıyoruz ama ateş düştüğü yeri yakıyor. BAŞIMIZ SAĞOLSUN ! MELİH AŞIK: Başbakanın şu sözleri baştaki tespitimizi doğruluyor: "Bunlar olağan şeylerdir.Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Tabi işin boyutunun bu kadar fazla olması bizi derinden yaralamıştır. Kontrollerde de burası gerçekten gerek işçi sağlığı gerek işçi güvenliği açısından iyi noktada kömür ocaklarından birisi olarak değerlendirmesi yapılmış..." Başbakanın maden sahibini savunur gibi bir hali var... Kontrollar gerçekten yapılsa ve önlem alınsa bu facia yaşanır mıydı? 21.Yüzyılda bir ülke ve bu ülke bizim ülkemiz. İş güvenliği, işçi sağlığı meselesini maalesef çözememişiz. Çok üzgünüz, çok... Giden canlar bizim canlarımız. Bu hadiseye "ihmal" demek bile yakışmıyor. Çağın yüzüne, hepimizin yüzüne, yönetenlerin yüzüne bu emekçi bakışı her şeyi anlatmaya yetiyor. Başımız sağolsun... Çok üzgünüz çok... ASLI AYDINTAŞBAŞ: Nasıl oluyor da "Sosyal güvenlik haftası" kömürden, yangından kapkara olmuş yüzlerce cansız bedenle anılıyor? Nasıl oluyor da el âlem uzayda koloni kurarken, bizler hâlâ 19'uncu yüzyıldan kalma maden kazalarıyla yaşamak zorunda kalıyoruz? Ama o gün geldiğinde, ister istemez Enerji Bakanı'na dönüp soracağız: Sahi, niye o madene gitmiştin? ********************************** Yazarlardan can alıcı noktalar... Türkiye'yi yasa boğan Soma'daki maden faciasında 284 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bu üzücü haber herkesi derinden üzerken olayda ihmal olup olmadığı, işçi güvenliği ve çalışma şartları en çok tartışılan konular oldu. Tüm bu sorular cevap ararken yazarlar bu konu hakkında izlenimlerini paylaştı. İşte yazarların o yazılarından can alıcı noktalar... MURAT YETKİN: Türkiye iki gündür acılar içinde. Üç günlük yas ilan edildi, bayraklar yarıda. Erdoğan 120 işçinin ‘tahminen' ocakta mahsur kaldığını söylüyordu; ümitler her geçen saat azalıyordu. Bir gazeteci, bu felakette şirket ya da hükümet yetkililerinin bir sorumluluğu olup olmadığını sordu. Erdoğan çıkıştı; herhalde gazeteci kömür madenlerindeki çalışma koşullarını hiç bilmiyordu. Daha önce ölümlü kazaların madenciliğin ‘fıtratında' olduğunu söylemişti zaten. MUSTAFA BALBAY: Soma tipi kazalar, kaderin değil ihmalin eseridir. Yıllardır adım adım yükselen maden ocağı kazaları önceki gün tüm ülkeyi sarsan facia ile birlikte tarihin en yüksek noktasına ulaştı.Soma faciası bu gerçeğin yüzümüze vurulmasıdır. Türkiye'de hayat pahalıdır, can ucuzdur. SEZİN ÖNEY: Ateş sadece düştüğü yeri değil, her yeri yakıyor. Faciaya yol açan ihmaller şu veya bu; ama varlar. Kaza önlenebilir miydi; evet. Sadece madenlerde değil, inşaatlarda, fabrikalarda, imalathanelerde. 15 yaşında çocukları, madene indiren bir ülke burası, daha ne diyeyim? Zorlukla hayatını kurtaran madenci, arkadaşlarını kurtarmak için tekrar madene iniyor; ölüyor. EMRE KONGAR: Bu satırlar yazılırken, yüreğimizi dağlayan Soma felaketinde kaybettiğimiz evlatlarımızın sayısı 205'i aşmıştı... Tam bu sırada, Gezi Parkı protestolarında Mersin'de, ağzına biber gazı sıkılmış olan Mehmet İstif'in de ölüm haberi geldi...Yüreğimiz, emek, insan hakları ve demokrasi için kanıyor! 32 ÇİĞDEM TOKER: TKİ tabelasını geçince, başka kentlerden otobüsler dolusu taşınan çevik kuvvet ekiplerinin arasına karışıyoruz. Başbakan'ın protesto edilişinin üzerinden henüz yarım saat geçmiş. Omuza, kola değen silahların metal soğukluğu, "Ayaklanma korkusu"nu sonuna kadar hissettiriyor. Beyaz bir ip misali dizili ambulans ordusu... Jandarma tok sesiyle yukarıdan bağırıyor, "Gelen vaaar." RUŞEN ÇAKIR: Dün de Erdoğan bütün ülkeyi yasa boğan facianın ardından, Van depremindeki kadar hızlı olmasa da, 24 saat dolmadan Soma'ya gitti. Ama yaptığı basın toplantısında söyledikleri derin bir hayal kırıklığı yarattı. Gezi, 17 Aralık gibi süreçlerde kendisinen sahip çıkan, ona kalkan olan pek çok kişi, Erdoğan'ın bu bariz "iş cinayeti"ni, İslami söyleme başvurup, hele Soma faciasının 1800'lü yıllar İngiltere'sindeki maden kazalarıyla karşılaştırılmasına kimse anlam veremedi. Kaynak: www.haberler.com CÜNEYT ÖZDEMİR: Soma'da madenin girişinin önündeyim. Maden girişi dediğim küçücük bir tünelin ucu. Etraf mahşer yeri. Polisler, askerler, itfaiyeciler, ilkyardım ekipleri ve madenciler. Madenci yakınları… Viiiüüüütt diye bir ses duyuluyor. Bu normal şartlarda içeriden dışarıya kömür taşıyan bantın birazdan çalışacağı anlamına geliyor. Bant bu sefer madencilerin emeği kömürü değil, ölü bedenlerini taşıyor. ************************************ ŞAHİN ALPAY: Kimse bu trajedide hükümetin, yönetimin sorumluluğu olmadığını iddia edemez; "takdir-i ilahi" deyip geçemez. En açık delil ise, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nın, 2010 tarihli raporuna göre, milyon ton taş kömürü üretimi başına can kayıpları karşılaştırıldığında, 2008 yılında bu sayı, büyük üreticiler olan ABD'de 0,02; Çin'de 1,27 iken Türkiye'de 7,22! Yani, insanlarının canına hemen hiç kıymet vermeyen, işçi haklarının en sınırlı olduğu sanayi ülkelerinin başında gelen, tek–parti yönetimi altındaki Çin'in bile 5 katı! 1. 26 Nisan 1942 - Benxihu, Çin En Büyük Madencilik Faciaları 16.05.2014 Madencilik, en çok can yakan mesleklerden biri. 26 Nisan 1942'de Çin'in Benxihu kentinde Japonların kontrol ettiği Benxihu kömür ocağında meydana gelen patlama sonucu madende çalışan işçilerin %34'ü olan 1,549 işçi hayatını kaybetti. İşçilerin cesetlerinin madenden çıkarılması 10 gün sürdü. 2. 10 Mart 1906 - Kuzey Fransa Kuzey Fransa'daki Courrières maden ocağında 10 Mart 1906 meydana gelen kömür tozu patlamasında 1,099 madenci öldü. Ölenlerin 3'te ikisinin 18 yaşın altında olduğu belirtilen kazadan 13 madenci 20 gün göçük altında kaldıktan sonra kurtulmuştu. FEHMİ KORU: Tek bir kişinin ölümü ocaklara ateş düşürürken, 200'den fazla maden işçisinin hayatını kaybetmesine yol açan Soma'daki fâcianın, kaç haneyi, kaç eşi, kaç çocuğu, kaç anne-babayı, kaç kardeşi derin üzüntülere gark ettiğini varın sizler hesap edin... Aslında "Bütün ülkeyi" demeliydim...22 yıl önce Kozlu'da 263 canımızı yine bir kömür madeni kazasında kaybetmiştik; şimdiyse, acılı yürek sayısı tahammül edilemez boyutlarda... 3. 15 Aralık 1914 - Kyushu, Japonya Japonya'nın Kyushu kentindeki Mitsubishi Hojyo kömür ocağında 15 Aralık 1914 günü meydan gelen gaz patlamasında 687 madenci yaşamını yitirdi. Bu kaza Japon tarihine en ölümcül maden kazası olarak geçti. 4. 9 Kasım 1963 - Omuta, Japonya 33 Yine Japonya'nın Omuta kentindeki Mitsui Miike kömür madeninde 9 Kasım 1963'te patlama meydana geldi. 438'i karbonmonoksit zehirlenmesinden olmak üzere 458 madenci yaşamını yitirdi. Mitsui Miike madeni 1997 yılına kadar işletildi. Batı Virginia'daki Monongah kömür madeninde meydana gelen kazada içinde çocukların da bulunduğu, çoğunluğu İtalyan göçmenlerden oluşan 352 kişi öldü. Ancak o yıllarda kayıtların düzenli tutulmamasından dolayı aslında ölü sayısının 500 civarında olduğu düşünülmektedir. 5. 14 Ekim 1913 - Galler, Birleşik Krallık Kaynak: onedio.com ************************************ Birleşik Krallık'taki Senghenydd maden kazası 14 Ekim 1913'te meydana geldi. 439 madenci hayatını kaybetti. Ünlü İsimler Acımızı Paylaştı 6. 21 Haziran 1960, Güney Afrika Güney Afrika tarihindeki en ölümcül maden kazalarından biri olan 21 Haziran 1960'daki Coalbrook faciasında büyük bir kayanın madenin üzerine yuvarlanması sonucu göçük altında kalan 437 madenciden kurtulan olmadı. Dünyaca ünlü pek çok isim, sosyal medyada, Türkiye'nin acısını paylaştığını gösteren mesajlar yayımladı. Soma'da yüzlerce maden emekçisinin ölümüyle sonuçlanan katliamın ardından, dünyaca ünlü pek çok isim, sosyal medyada, Türkiye'nin acısını paylaştığını gösteren mesajlar yayımladı. 7. 6 Haziran 1972, Wankie, Zimbabwe 6 Haziran 1972 tarihinde Zimbabwe'nin Wankie kömür madenindeki kazada 426 madenci hayatını kaybetti. Ünlü aktör Russell Crowe, Twitter sayfasında "Türkiye'den gelen trajik haberi şimdi duydum. Aileler için çok üzgünüm" mesajını yayımladı. Aktör James Franco Instagram hesabına Soma'yla ilgili bir fotoğraf yüklerken, ünlü modeller Lara Stone ile Cara Delevingne de Instagram da benzer görsellerle Soma’ya duyarsız kalmadıklarını gösterdi. 8. 28 Mayıs 1965 - Dhanbad, Hindistan Hindistan'ın Dhanbad kentindeki kömür madeninde çıkan yangında 375 madenci yaşamını yitirdi. 9. 27 Aralık 1975 - Chasnala, Hindistan Yine Hindistan'ın Chasnala şehrindeki kömür madenindeki patlama sonucunda 372 madenci öldü. Dün de Rihanna Twitter sayfasının kapak fotoğrafına, üzerinde madenci kaskı olan "Soma" yazısı koymuş, önceki gün Türkiye'de verecekleri konser yas nedeniyle iptal edilen rock grubu Aerosmith'in solisti Steven Tyler da Twitter sayfasında "Bu sabah Soma Manisa'daki madende gerçekleşen korkunç kazanın haberiyle uyandım. Dualarım hayatını kaybedenler, hâlâ mahsur kalanlar ve aileleri ile. Türk insanlarını kalbimizde tutuyor, oldukça üzgün bir ulusun üç günlük yasını saygıyla karşılıyoruz" mesajı yayımlamıştı. 10. 12 Aralık 1866 - Yorkshire, İngiltere İngiltere'deki en kötü maden kazası Yorkshire'daki Barnsley yakınlarındaki Oaks madeninde 12 Aralık 1866 tarihinde meydana geldi. Patlamada 388 madenci yaşamını yitirdi. 11. 6 Aralık 1907, Virginia, Amerika Amerika tarihindeki en büyük maden kazalarından birisidir. 6 Aralık 1907 yılında 34