Yerel Seçimlerin ard›ndan – Türkiye`de siyasi kültür Nilgün Cerraho¤lu

Transkript

Yerel Seçimlerin ard›ndan – Türkiye`de siyasi kültür Nilgün Cerraho¤lu
Yerel Seçimlerin ard›ndan –
Türkiye’de siyasi kültür
Nilgün Cerraho¤lu
Yerel seçim gecesi, 29 Mart’ ta; “medyatik” tabirle, “tulum” dediğimiz
CHP zaferiyle sonuçlanan İzmir verileri açıklanır açıklanmaz; “tık”
cep telefonuma çarpıcı bir mesaj düştü:
“Ich bin ein İzmirli!”
“Türkiye’ nin neresinde, hangi kentinden olursam olayım, bu gece ben
bir İzmirliyim. İzmir’le tek yüreğim. İzmir halkıyla beraberim. İzmir
kentinin gururunu, coşkusunu paylaşıyor, İzmirli seçmenle aynı heye-
canı soluyorum” mealindeki hissiyatını uzun uzadıya bir SMS
157
Yerel Seçimlerin ard›ndan – Türkiye’de siyasi kültür
mesajına sığdırmaya çalışmaktansa, bir arkadaşım Kennedy’den
kalma-kısadan hisse- o ünlü özdeyişe başvurmuştu:
“Ich bin ein Berliner!”
Alman dostlara tekrarlamaya gerek yok. Ama ben gene de kayda
düşmek babında söyleyeyim…
Soğuk savaşın zirve yaptığı yıllarda Berlin’i ziyaret eden ABD
Başkanının, Berlin’in “özgür Batı” daki yarısıyla kurduğu empatinin
efsane katında simgeleşen söylemiydi bu sözler…
Kennedy’nin dillendirdiği biçimiyle dünyanın dört bir yanında jargonlaşan slogan, Türkiye’nin en kutuplaşmış seçiminde gönderme
yapılan bir metafora dönüştü.
“Kutuplaşma duygusunun” nerelere vardığı ve tırmandığının, nasıl
bir güçle duyumsandığının en somut sinyaliydi bu.
Gazetelerin internet baskılarında, İzmir haberlerine yazılan okur
yorumlarına göz attığınızda, bu vurucu mesajın farklı biçimleriyle
karşılaşıyordunuz…
“Ah! Şimdi İzmir’ de, İzmirli olmak vardı!” diyorlardı örneğin…
“Daha da İstanbul’a gelmem. İzmir’e taşınıyorum!” diye bu kenti
selamlıyorlardı…
“Çok imrendim İzmirlilere. Genel seçimlerde inşallah sizin gururunuzu yaşarız. Ne güzel yaa! Onurlu, gururlu satılık olmamak!” di-
yerek iç geçiriyorlardı…
Uzun lafın kısası “Ich bin ein İzmirli!” sendromuyla “laik Türkiye’nin”
158
Nilgün Cerraho¤lu
toplu bir iç geçirme yaşadığı anlaşılıyordu.
Gerçekte yalnız İzmir değil; Başbakanın “Filan şehir, falan belediye de
benim olacak!” taşkınlığıyla abandığı tüm kentler, simgeleşti 29
Mart’ta.
“Dayanan, düşmeyen ya da yeniden ele geçirilen…kalelere”
dönüştüler. Ve farklı izdüşümleriyle, farklı iç geçirmelere ilham verdiler.
Birilerinin “Ich bin ein Antalyalı!” dediği yerde; başka birileri “Ich bin
ein Diyarbakırlı, Vanlı, Urfalı!” dedi…
Batıdan Doğuya, Kuzeyden Güneye… bir yerel seçim platformunda
ülkeyi bu kadar gerip, ayrıştırmak özel beceri gerektirirdi…
Başbakan her bölgenin yarasını başka türlü kaşımak suretiyle bu özel
beceriyi gösterdi.
Üst perdeden dayılanmaları, dayatmaları, meydan okumaları;
dediğim dedik, çaldığım düdük halleri; yüksek dağları ben yarattım
havaları…
İane, sadaka, koltuk, kömür, kanepe, beyaz eşya…
“Allah ne verdiyse bastırır sandığı alırım…parayla değil mi?”
tavırlarıyla bunu becerdi.
VE “CEKET PARTİSİ”NİN YÜKSELİŞİ
Türkçede ünlü sözdür: “Şeyh uçmaz, mürit uçurur!” derler.
Batı başkentlerinin kançilaryaları, AKP hayranı “liberal aydınlar”, li159
Yerel Seçimlerin ard›ndan – Türkiye’de siyasi kültür
derin iki dudağı arasında “kapı önüne konmaya hazır bekleyen”…
vekiller, bakanlar, danışmanlar, yandaş medya… hep birlikte el ele…
Başbakanı uçurmayı başardılar.
Zaten hassas olan kimyasını bozup, ayaklarını yerden kestiler.
O kadar, o kadar yerden kestiler ki; Demokrat Parti’nin yarım yüzyıl
önceki “Biz odunu koysak seçtiririz!” muhabbetlerine, “Ceketi koysak
seçtiririz!” çeşitlemesiyle geri dönüldü.
AKP, Urfa’ da; Urfalı seçmene bu söylemle meydan okudu.
Urfalılar da, Kent çapında buna “ceket satışlarını patlatarak” yanıt
verdi…
Gösteri ve mitinglerde, “sopalara, balkonlara, ağaçlara” adım başı
ceket bağladılar…
Bush’a atılan terlik kıvamındaki bu can alıcı protestonun mesajı,
Başbakana ulaşmadı…
Mehmet Ali Erbil gibi… siyasete hiç bulaşmamış, çok popüler bir
şovmen bile… milyonların evine giren “super light” bir eğlence programında, farklı vesilelerle sokaktaki adamın isyanını anlattı.
O isyanı ekranlara taşıdı.
Yılların “Mali’sine” bile ağzının payını vermekten başka bir şey
düşünmeyen Başbakan, alttan vuran bu dip dalganın mahiyetini
–seçim sonuçları karşısındaki hayretine bakılırsa- asla kavramadı.
AKP’nin 29 Mart’ta aldığı hasar; rakamlarla ifade edilebilecek-8
puanlık- sayısal bir farktan ibaret değildi aslında.
160
Nilgün Cerraho¤lu
Başka bir şey oldu bu seçimde...
Türkiye çapında, irili ufaklı, fay çatlamaları, fay kırılmaları yaşandı.
SANDIK ERTESİ “MİLLİ GÖRÜŞ REVİZYONU!”
Erdoğan Nisan’ın ilk yarısını, seçim yorgunluğunu ve şokunu; üstünden atmaya çalışarak, kendisini geri plana çekerek, durum muhasebesi… ve de tatille geçirdi.
Bu
tatil
süresince
dahi;
kendisine
oy
veren
kente
gitti-
gitmedi…hesabına gündeme getirilen yarı şaka/yarı ciddi siyasi
geyikleri görmezden gelmeyi seçmedi ve bu konuyu bile kentlerin
politik renkleri
-Antakya ve Antalya- arasında bölünen bir bilek güreşine çevirdi.
İncir çekirdeğini doldurmayacak bir tatil polemiğini dahi, boşu boşuna
böyle uzatmaktan kaçınmayan Başbakanın; Ankara dönüşü bir kabine
revizyonu yapması bekleniyordu…
Beklenen hamle Mayıs başında geldi…
29 Bakandan 10’ u yerini korudu.
8’ i dışarıda kaldı.
9 yeni isim kabineye girdi…
Büyük revizyonu “spin doktorluğu” yapan yorumcularımız, nerdeyse
bir yeni hükümet ağzıyla değerlendirdiler. Ve: “Duyduk duymadık
demeyin!” dediler: “AKP’nin ikinci dönemi başlıyor! Bu basit bir
revizyon değil! Bir II. AKP hükümetidir!”
161
Yerel Seçimlerin ard›ndan – Türkiye’de siyasi kültür
“Erdoğan; AKP’nin tüm ağır toplarını sahaya sürdüğü için, kendisine
yeni kredi açılması gerekir!” şeklinde değerlendirmeler yaptılar…
Sanki bu kapsamlı hükümet değişikliği, otomatik olarak, özde de bir
değişim getirecekmişçesine Erdoğan’ın yeni kan ve yeni vizyon
değişikliği adına; kamuoyunda beklenti oluşturmaya çalıştılar.
Ama leopar beneklerinden kurtulur mu?
Erdoğan neticede sizin, bizim bildiğimiz Erdoğan…
Kurduğu “II. Hükümetin” verdiği ilk sinyal; kutuplaşmayı
yumuşatma yönünde değil, tam tersine daha keskin ayrışmaların
haberciliği şeklinde belirdi…
Bülent Arınç gibi şahin AKP’liler, açıkça laiklik karşıtı görüşleriyle bili-
nen Ömer Dinçer gibi isimler; “Ich bin ein İzmirli!” diyenler nezdinde
kabineye tipik bir “Milli Görüş” damgası basıyordu.
Ve bundan yedi yıl önce, “Biz Milli Görüş gömleğini çıkarttık!” iddialarını savunan AKP’nin, bu iddiayı yeniden sahiplendiği izlenimi
yaratıyordu…
Hükümete ilave bir kadın bakan girmişti gerçi… ama bu yalnız bir vitrin süsünden ibaretti.
Çok boyutlu politika misyonunun mimarı Ahmet Davutoğlu’nun
dışişleri koltuğuna oturması hatırlara, AB çizgisini birinci öncelik alan
bir yol haritası getirmiyordu.
Davutoğlu denince, insanın aklına çünkü Brüksel ve Batı başkent-
lerinden çok, çiçeği burnunda yeni bakanın uzun yıllar kaldığı,
162
Nilgün Cerraho¤lu
üzerinde çalışmalar yaptığı “Malezya” ve “Malezya modeli” geliyordu.
Manzara bu olunca, bu ikinci hükümetten de, bir değişim ve reform
yolu beklemenin –ki… başlı başına bu kamplar arası zıtlaşmayı azalta-
cak, gerilimi aşağı çekecek, ortamı yumuşatacak yeni bir “kimya”
oluşturmakla mümkün olabilirdi- abes olduğu ortaya çıktı.
Bunu görebilmek için 2003-2005 döneminin AB uyum yasalarının
çıktığı dönemi hatırlamamız yeter.
O dönemin tüm yasal değişiklikleri, ana muhalefet partisi CHP ile
anlaşarak yapılmıştı.
Böyle bir sinerji, böyle bir hava yaratacak bir sinyal… ikinci hükümet-
ten kuruluş aşamasında gelmediği gibi, müteakip günlerde de, çekilen
ilk fotoğrafı netleştiren dramatik bir olay yaşandı.
TÜRKAN SAYLAN ŞOKU
Mayıs ortasında, Türkan Saylan yaşamını yitirdi.
Saylan, Türkiye’de uzun yıllar cüzam hastalığıyla mücadelesiyle isim
yapan bir doktor… ilaveten; kız öğrenciler başta olmak üzere
Anadolu’da gençlere laik eğitim bursları temin eden çok faal ve önemli bir sivil toplum kuruluşu, Çağdaş Eğitim Vakfının önder yöneticisiydi.
Bu profiliyle islami kesimlerin sistemli, çok çeşitli saldırılarına hedef
olmuştu.
Yaşamının son evresinde kanserle boğuşurken, hastalığının nihai
163
Yerel Seçimlerin ard›ndan – Türkiye’de siyasi kültür
safhasında tam, Ergenekon davası gerekçesiyle evi saatlerce didik
didik aranmış…
Burs alan çocukların isimleri, listeleri toplanmış, bu nedenle Türkan
Hanım’ın tedavisi aksamış, laik çevreler bunun üzerine ayağa kalkmış,
Saylan’ın kapısında nöbet tutmaya başlamış, seçimlerin ardından baş
gösteren bu dramatik gelişmelerden bir ay sonra, başta da söylediğim
gibi, Türkan Hanım vefat etmişti.
İleriye dönük vizyonla uzlaşma arayan özgüvenli bir hükümetten
“kutuplaşmayı körüklüyor, yangına körükle gidiyor!” suçlamasıyla
karşı karşıya kaldığı bir aşamada ne beklersiniz?
Bu talihsiz olayı, olgun bir hamleyle, lehine bir puana, hatta fırsata
çevirmesini değil mi?
Bunun için gerçekte Erdoğan hükümetinin küçük bir işaret vermesi,
net bir başsağlığı mesajı göndermesi, bir çelenk, bir buket yollaması…
yetebilirdi.
Merkez medya başta olmak üzere, hükümete yönelik bu beklenti,
çeşitli çevrelerce dile getirildi…
Ancak Başbakan ve partisi AKP’nin endeksli olduğu tek ayar,
azınlıkları ezip geçen bir “çoğunluk gücü” olduğu için- ki kendisi
bunu her fırsatta “Ben milli iradeyim!” diyerek ifade ediyor… Dikkat
buyurunuz: “Yurttaş iradesini temsil ediyorum” değil…
Avrupa’nın ne anlama geldiğini çok iyi bildiği bir söylemle “Milli
iradeyi temsil ediyorum!” şeklinde ifade ediyor…
Hal böyle olunca, bu fırsatı da hükümet elinin tersiyle geri çevirdi.
164
Nilgün Cerraho¤lu
Şunun şurasında, arkada bıraktığımız iki aydan bahsediyoruz.
İki ay dediğiniz nedir ki?
Bu kadar gerginlik iki kısa aya sığdı.
AKP USULÜ “DEMOKRASİ AÇILIMI”
Gelelim son perdeye…
“Mayın yasası”…
Dün gece yarısı, 15 günlük gerginlikten sonra, Başbakan kendi partisi
içindeki muhalif görüşlere dahi gözünü, kulağını tıkayarak bu yasayı
geçirdi…
Bu yaptığım günün son konuşması ve olay da çok sıcak, güncel olduğu
için Alman arkadaşlar, burada bulundukları süre içinde meselenin
seyrini birebir basından izleyebilirler.
Dolayısıyla burada ayrıntılarına girmeyeceğim.
Şu kısa hatırlatmayla yetineyim. Güvenlik açısından hassas bölge
Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesini kırk küsur yıllık kira
karşılığı bir yabancı şirkete temizletilmesini öngören bir yasa bu.
Muhalefetin kesinlikle karşı çıktığı tasarı, Erdoğan’ın muhalif milletvekillerine “Sizin zihniyetiniz mayınlı!” çıkışmaları ve fırçaları,
muhalefet milletvekillerinin de Erdoğan’a “Sizin de vicdanınız! Sizin
de vicdanınız mayınlı!” cevapları arasında çok sert bir çekişme ve kavgayla yasalaştı.
Bu kızışan ve gitgide tırmanan “crescendo” ortamında, bundan sonra
165
Yerel Seçimlerin ard›ndan – Türkiye’de siyasi kültür
programda “sivil anayasa” adıyla projelendirilen sözde bir
“demokratik anayasa” var...
AKP mevcut anayasayı, demokratik ve sivil bir anayasayla
değiştirmek iddiasında.
Bu uğurda bazılarına göre, bir referandum darbesi düzenlemeyi planladığı söyleniyor.
Şunu anımsatmak isterim: Türkiye’de en son Gül’ün seçiminden
sonra, Cumhurbaşkanlığıyla ilgili bir referandum yapılmıştı.
AKP’nin düzenlediği referandumda, oy pusulaları üzerinde referanduma konu olan soru yok, yalnızca “Evet” ve “Hayır” lar vardı…
Seçmen, başka deyişle, referandumun “refere ettiği” soruyu bilmek-
sizin, sandıkta soruyu okumak olanağına sahip olmaksızın hükümetten yana “Evet” ya da “Hayır” damgası basmak zorunda kalıyor.
Bunun da adı “AKP demokrasisi”, “AKP usulü demokrasi açılımı”
oluyor!
166

Benzer belgeler