"Fonksiyonel Maliye", ( Çev:Hikmet Oray Yalçın)

Transkript

"Fonksiyonel Maliye", ( Çev:Hikmet Oray Yalçın)
FONKSİYONEL MALİYE VE DEVLET BORÇLARI
Yazan: Abba P.LERNERγ
Çeviren: Hikmet Oray YALÇIN
I
Savaşı kazanmanın gerekliliğinden başka toplumun iktisadi güvensizliğini bertaraf etmesi
kadar önem arz eden bir görev yoktur. Savaş sonrasında vaki olacak bu görevde
başarısız olursak demokratik sivilleşmeye tehdit arz eden unsurlar tekrar revaç bulacaktır.
Bu sebeptendir ki, meselenin çözümü için biraz daha dikkatli düşünmek ve hatta
düşüncelerimiz neticesinde önyargılarımızın tersine bir durumun ortaya çıkması pahasına
da olsa, bu problemi irdeleyerek çözmek zorundayız.
Son yıllarda hükümetin aldığı kararlar neticesinde sağlamış olduğu refah ilkelerinde de
paralel gelişmeler kaydedilmiştir. Fakat bu ilkelerin savunucuları ya gerçekçi sonuçları
göremediler ya da halkı bu zihinsel egzersizden kurtarma çabasına fazlaca ihtimam
gösterdiler. Bu durum bir "bumerang”1 etkisi göstermiştir. Borçlanmanın gerçekten işe
yaradığını düşünen popülist kafalı birçok adamımızın hâlâ sürdürülebilir bir refahın nasıl
sağlanacağını görememeleri, peri masallarının korkunç neticelerinden kolayca
ürpermelerine yol açmaktadır.
Alvin Hansen’in ortaya attığı ve diğerlerinin geliştirip revaç bulmasını sağladığı ve tam
şekliyle J. M. Keynes tarafından ilk defa İngiltere’de ileri sürülen, daha önceleri en basit ve
en gerçekçi bir biçimde bütün yanlış etkileriyle beraber formülize edilmiş olan bu " yeni
teori ", bizim önceden şartlanmış kulaklarımıza artık daha az yeni ve daha az aykırı
gelmektedir. Dikkati daha fazla celbetmek için, bazı durumlarda daha basit formüllere
başvurulmuş olması kasıtlı olabilir. Diğer durumlarda formülleştirmelerdeki basitlikten
maksat, ilacı çikolataya sarıp vermek değil, belki de yazarların doğru olmayan tüm
neticeleri görememiş olmalarından kaynaklanabilir. Belki de buna sebep, aldıkları eğitimle
bilinçaltlarında uyum halinde olamamalarında yatmaktadır. Fakat artık ateş altında olan
(eleştirilen) bu uyumdur. Bu teoremleri en saf şekline dönüştürmeye artık her
zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Yeni teori, eski teorik çerçeveye koyulmaya
çalışıldığı zaman, ortaya çıkan sakarlık ve garipliklerle ilgili itirazları, ancak bu şekilde
ortadan kaldırmak mümkündür. Hemen hemen bütün önemli keşiflerde olduğu üzere, yeni
teori esas itibariyle oldukça basittir. Kamuoyu gözünde bu teoriye kuşkuyla bakılmasına,
çok fazla aldatıcı (cerbezeli) görülmesine sebep teşkil eden husus bu basitliğidir.
Hatta bu teoride hiçbir kusur bulamayan ve artık yerleşmiş düşünce kalıplarını
terkedemeyen okumuş profesörler bile bu teorinin sadece mantıki (salt mantıki)
olmasından şikayet edebilmektedirler. Bugüne kadar kaydedilen gelişmeler de bu teoriyi
basitleştirmekle değil, onu daha karmaşık hale getiren sözleşmeler ve dahası etkileyici ve
alakasız istatistiklerin sunulmuş olmasından öte bir şey değildir.
γ
;
Abba P.LERNER “ Functional Finance And The Debt “, In R.H.Fink and J.F.High (Eds.). A Nation In Debt:
Economics Debate The Federal Budget Deficit, New York 1957.
1
Çevirmenin Notu: “Bumerang”, atılan silahın hedefe ulaştıktan sonra tekrar geri dönmesi.
1
Esas olan düşünce, hükümeti mali politikası, vergileme ve harcaması, borçlanması ve
borçların geri ödenmesi, yeni para basması ve parayı çekmesi gibi icraatlarını yerleşik
geleneksel doktrinin belirlediği iyi-kötü kavramlarına göre değil, bizzat bu icraatlarını
ekonomide ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle ele almalıdır. Skolastizmin karşıtı olarak,
bilimsel bir metot addedilen, sadece "sonuçlar" ele alınarak hüküm verme olan bu prensip,
insani faaliyetlerde uygulanmaktadır. Mali tedbirlerin işleyiş tarzlarına, ya da ekonomideki
fonksiyonlarına göre değerlendirilmesi prensibine " Fonksiyonel Maliye " denilebilir.
Hiç kimsenin yüklenmediği ve fakat hükümetin ilk mali sorumluluğu; ülkedeki mal ve
hizmetlere yapılan toplam harcama oranını, üretebileceği malları satın alabileceği cari
fiyatların ne altına indirmek ne de üstüne çıkarmak yani dengede tutabilmektir. Eğer
toplam harcama oranının artmasına müsaade edilirse enflasyon vuku bulur. Toplam
harcama oranı düşerse işsizlik olacaktır. Hükümet bizzat kendisi harcama yaparak ya da
vergileri düşürmek suretiyle vergi ödeyenlerin harcama için daha fazla paraya sahip
olmalarını sağlayarak toplam harcama oranını arttırabilir. Hükümet toplam harcamaları
bizzat kendisi toplam harcamaları kısarak ya da vergi mükelleflerinin ödeyecekleri vergi
oranlarını yükseltip, onların daha az harcama yapmalarını sağlayarak düşürebilir. Bu
yollarla, toplam harcamalar istenilen düzeyde tutulabilir (yani çalışmak isteyenlerce
üretilecek malları almak için harcama oranı yeterli olacak, bununla beraber üretilenden
daha fazla bir taleple enflasyona yol açmayacak bir seviyede tutulabilir).
Fonksiyonel Maliyenin bu ilk kuralının uygulanmasında hükümet, harcamalarından daha
fazla parayı vergi olarak toplayabilir ya da topladığı vergiden daha fazla miktarda harcama
yapabilir. İlk durumda hazinede bulundurduğu para kaynağını muhafaza edip iç borcunun
bir kısmını ödemede kullanabilir. İkinci durumda ise, aradaki farkı borçlanma ya da para
basımı ile elde etmek zorundadır. Hükümet yukarıda belirtilen durumların hiçbirinde
uygulamalarının sonuçları hakkında özellikle iyi ya da kötü diye bir yorumda bulunmak
zorunda değildir. Sadece bütün dikkatini toplam harcama oranının ne düşük ne de çok
büyük olmasına hasretmelidir. Bu şekilde hem işsizliği hem de enflasyonu
önleyebilecektir.
Birçoklarına ilginç gelen şey ve aslında tabii olan şey hükümetlerin, vergilendirmeyi
sadece para ödemelerini yapabilmek için yapmamış olmalarıdır. Fonksiyonel Maliye
prensiplerine göre vergilendirme sadece etkileri ile değerlendirilmelidir. Başlıca iki etki ise
şunlardır; Birinci olarak vergi mükellefinin harcamaya ya daha az parası kalacak, ya da
hükümet daha fazla paraya sahip olacaktır. İkinci etkisi ise, para basmak yoluyla daha
kolay bir şekilde ortaya çıkar ki bu durumda birinci etki daha bir önem arz eder. Bu yüzden
vergilendirme, vergi mükelleflerinin harcayacakları parayı daha az sahip olmaları arzu
edildiği, yani aksi olduğunda enflasyona neden olabilecekleri bir harcamada bulunacakları
zaman uygulanmalıdır. Fonksiyonel Maliyenin ikinci kuralı ise, hükümetin halkın elinde
daha az para ve daha çok tahvil senedinin bulunmasını arzu ettiği zaman borçlanma
yapmasıdır. Bu borçlanma, faiz oranları düşürülüp çok fazla yatırıma yönelirken
enflasyona sebep olmakla beraber, uygulanması için bir arzu gösterilebilir. Buna mukabil
hükümet halkın elindeki parayı çoğaltmak ya da halkın elindeki devlet tahvillerini azaltmak
isterse borç verir ya da bir kısım borcunu geri öder. Vergileme, harcama, ödünç alma,
borç verme ve borçları geri ödeme gibi işlemler Fonksiyonel Maliye vasıtasıyla
yapıldığında, vergi olarak alınan parasal girdilerin üstüne çıkan yatırımların parasal
karşılığı, yeni para basmak suretiyle karşılanmalıdır. Yatırımlardan arta kalan para da
harcanabilir ya da diğer eksiklikleri gidermede kullanılabilir.
2
Para basmaya karşı takındığımız içgüdüsel olumsuz tavrımızı ve para basmayı
enflasyonla bir tutan yanlış kanımızı ancak sakin düşünüp para basma işinin yapılan
parasal harcamanın miktarını etkilemeyeceğini düşünerek aşabiliriz. Bu, özellikle
enflasyona ve işsizliğe atıfta bulunan Fonksiyonel Maliyenin birinci kuralı tarafından
düzenlenmektedir. Para basımı, Fonksiyonel Maliyeyi harcama ve borç verme (ya da
devlet borçlarının geri ödenmesi) işlemlerinde işlerlik kazandırmak gerektiği zaman vuku
bulur .
Kısacası Fonksiyonel Maliye, geleneksel “sağlam maliye” doktrinini reddeder ve ister
geçici bir dönem için, isterse güneş yılı esasına dayalı bütçe dengesi (denk bütçe)
prensibini kabul etmez. Bunların yerine şu önerileri getirir: Birinci olarak, toplam
harcamaların çok az ve vergilemenin çok yüksek olduğu dönemlerde devlet harcamalarını
kullanarak, hem enflasyonu hem de işsizliği bertaraf etmek maksadıyla hükümet de dahil
olmak üzere ekonomideki bireylerin toplam harcamalarını ayarlamak. İkincisi, arzu edilen
yatırımlar seviyesine ulaştıracak faiz oranını tutturabilmek için hükümet borçlarını ve
borçları geri ödeme vasıtasıyla halkın elinde tuttuğu paralarla devlet tahvillerinin
ayarlanması. Üçüncü olarak ise, para basımı, hazinede toplanması ya da programın ille iki
bölümünün gerçekleştirilmesi için gerekli paranın harcanması.
II
İktisatçıların bu konudaki formüllerini değerlendirirken, Fonksiyonel Maliyenin cılız
ifadelerinin düzeltilmesi ile nispeten sağlam formüller ortaya atmış görünen ekstremler
konusunda yeterli açıklığı sağlamayanlar arasındaki inceliği anlamak oldukça güçtür.
Önceleri "pump-primerlar" vardı. Bunların görüşüne göre hükümet sadece işlerin
yürümesini sağlamalıydı ve ekonomi kendiliğinden yürüyebilirdi. Artık şimdi böyle düşünen
çok az pump-primers’lar var. Pump-priming’e benzer bir formül de İskandinavyalı bir
ekonomist tarafından devrevi bazda ve yıllık olarak değil de, daha uzun aralıklarda
denkleştirilmek zorunda olan diğer özel bütçeler şeklinde geliştirilmiştir. Pump-priming
modeli gibi bu da başarısız olmuştur. Çünkü enflasyonu önleyen ve tam istihdamı
sağlayan harcama ve vergileme politikasının, on yıllık ya da yıl içerisinde veyahut iki
haftalık periyotlar sonucunda bütçeyi denkleştirmek zorunda olması gerekir.
Refahın sağlanması halinde bütçenin daha uzun dönemlerde bile denkleşebileceği
hususunda bir garantinin olmamasından, sonuç olarak mütemadiyen artan bir borç
durumu kabul edilmek zorundadır. (Eğer ek harcamalar devletin para borçlanması yoluyla
karşılanmıyorsa). Bu noktada iki şeyin açıklığa kavuşturulması zorunludur. Birincisi, devlet
borçları tahmin edemediğimiz hangi boyutlara ulaşırsa ulaşsın, bu ihtimalin topluma zarar
vermesi söz konusu değildir, yeter ki Fonksiyonel Maliye cari üretime olan toplam talebi
doğru seviyeye getirsin. İkincisi: Bu nispeten daha önemsiz olsa da Fonksiyonel Maliyenin
uygulanmaması halinde bile, uzun vadede bütçenin denkleştirilmesine yönelik otomatik bir
temayül vardır. Enflasyonu önlemek için harcamaları aşağıda tutmak gerekmedikçe, borç
için ne kadar faiz ödemek zorunda kalınırsa kalınsın vergileme uygulanmamalıdır. Faizler
daha fazla satın alma yoluyla ödenebilir.
Halk devlete borç vermeye gönüllü olduğu müddetçe iç borca ne kadar sıfır eklenirse
eklensin bir sorun çıkmaz. Eğer halk devlete borç vermede gönülsüz davranırsa, halk ya
parayı tasarruf edecek ya da harcamada bulunacaktır. Eğer halk parayı tasarruf ederse;
hükümet faizleri ödemek ve diğer yükümlülüklerini yerine getirmek için para basabilir.
Bunun tek neticesi olarak halk, elinde hazine bonosu yerine para tutacak ve hükümet de
3
faiz ödemelerinden kurtulmuş olacaktır. Eğer halk parayı harcarsa; toplam harcama oranı
artacak ve devlet toplam harcamayı arttırmak için borçlanmak ihtiyacını duymayacaktır.
Eğer harcama oranı çok büyük olursa, bu halde enflasyonu önlemek için vergileme
zamanı gelmiş demektir. Bundan hasıl olan kâr, faiz ödemelerinin ve borçların geri
ödemeleri için kullanılabilir. Her halükârda Fonksiyonel Maliye basit ve sözde bir otomatik
tepki sağlar.
Fakat bu, ya tam olarak net bir şekilde anlaşılmıyor ya da halka ifade edilemeyecek kadar
şok edici ve mantıklıdır. Alvin Hansen buna mukabil şu argümanı öne sürmektedir; Milli
gelirle iç borç arasında mantıki bir oran bulunmadığı müddetçe, iç borç faiz ödemeleri açık
finansman yoluyla elde edilen, artan milli gelirden ödenen vergilerden kolayca yapılabilir.
Bu gereksiz "tatmin (Appeasement)" Fonksiyonel Maliyeye karşı oldukça etkili bir
muhalefet yolu açmıştır. Hatta devletin depresyon zamanlarında hükümetin harcama
yaparak ortaya koyduğu milli geliri birçok kez arttırdığını bilen ve bu mekanizmayı çok iyi
anlayanlar ve devletin iç borcunun diğer devletlere borçlu olmaması şartıyla millete bir yük
teşkil etmediğini bilenler bile eleştiride bulunup muhalefet etmişlerdir. Muhalefet edenler
"borçlanarak harcama yapma" programından başka hiçbir programın başarıyla özel
teşebbüsün kuyusunu böyle sistematik bir şekilde kazanamayacağını ve nihai felakete
ulaşmada diğer programların çok yavaş kalacağını iddia etmektedirler2.
Bu itirazlar aslında devlet tarafından harcanan her bir doların gelecek bir ya da iki sene
içinde birkaç dolarlık gelir yaratabileceği görüşüne karşı yapılmış ve bunun etkisi sonraları
yok olmuştur. Buradan hareketle, eğer milli gelir yüksek bir seviyede ise, tam istihdamı
sağlamada özel harcamaların yetersiz kaldığı durumda devletin harcamalara katkıda
bulunması şarttır. Netice itibariyle, eğer milli gelirin yüksek seviyelerde olması gerekiyorsa,
tam istihdam sağlamada özel harcamaların yetersiz kaldığı durumlarda hükümetin
harcamalara katkıda bulunması gerekir. Bu da devletin harcamalarda giderek artan
oranlarda olmasa bile belirsiz ve fakat devamlı bir destekte bulunması anlamına gelir. Ve
eğer karşılıklı orta yolu bulup anlaşma formülünün öngördüğü şekilde bütün bu
harcamalar borçlanma yoluyla yapılıyorsa, borçlar gelir için gayri makul bir orana
ulaşıncaya kadar büyümeye devam edecektir.
İşte bu bizi tartışmanın özüne götürecektir. Eğer borçlar üzerindeki faiz vergilerden
karşılanacaksa, bu zaman içerisinde milli gelirin önemli bir bölümünü oluşturacaktır.
Devlet tahvillerini elinde bulunduranlara ödemede bulunma maksadıyla, bu kadar parayı
toplamak için gerekli olan gelir vergisinin oldukça yüksek olması, riskli olan özel yatırımları
caydıracaktır. Böylece yatırımcının sermayesini kaybetme riskinin tazmin edilmeyişi
yatırımcıya geri dönecek net miktarın da düşmesine neden olacaktır. Bu durumda
hükümetin, istihdam ve gelir seviyesini muhafaza etmek için daha fazla açık finansman
yoluna gitmesi gerekli olmaktadır. Dahası varolan borcun faizini ödemek için daha ağır bir
vergilendirme gerekecektir. Bu vergilendirme artık özel yatırımların kâr edemeyeceği
kadar ağır bir yük haline gelip, özel teşebbüs ekonomisinin çöküşüne kadar sürer. Özel
firma ve işletmeler vergiler dolayısıyla iflasa uğrar ve devlet bütün bir endüstriyi devralmak
zorunda kalır.
2
Bu konu ile ilgili bakınız: John.T.Flynn, Haper’s Magazine For July 1942.
4
Bu görüş yeni değildir. Günümüzde her zamankinden daha fazla dikkat çekmesine
rağmen, benzer tehlikeler "bir pound da bir peni" oranını telaffuz eden ilk gelir vergisi
yasasının teklif edildiği zamanlarda bile var idi. Sadece bu bile bu tartışmanın mahiyetini
değerlendirmeyi daha da önemli kılmaktadır.
III
Borçlanarak harcama ile finanse etmenin karşısında yer alan tez içinde belli başlı dört
yanlış ve bu tezin nihai çözüm gibi sunulmasının niçin yanıltıcı olduğunu ortaya koyan dört
temel sebep vardır.
Öncelikle, yatırımın getirisini azaltan yüksek gelir vergisi yatırımın başarısızlığa uğraması
durumunda ortaya çıkan zarardan tenzil edilebilir. Bunun neticesinde, zarar riskine bağlı
olarak gelen net kâr, vergi oranı ne kadar yüksek olursa olsun gelir vergisi oranından
etkilenmez. Diyelim ki bir yatırımcı var; yıllık geliri 50 bin dolar ve yatırıma ayırabilecek 10
bin doları var. % 6’lık bir oran bu kişiye 600 dolar bırakacak fakat getirisinin her bir
dolarının 60 cent’lik bir gelir vergisine tabi tutulması durumunda sadece 240 dolar net kârı
kalacaktır. Bu yüzden, bu miktar kaybetme riskini telafi etmede yetersiz kalacağı için bu
kişinin yatırım yapamayacağı öne sürülmektedir. Ama unutulmamalıdır ki, 10 bin doların
tümü kaybedilse bile, gelir vergisi tenzilatına gidilmesiyle zarar 40 bin dolar kalacaktı ki bu
da asıl risk edilen miktar üzerinden yapılacak kazanç oranının gene % 6 olacağını
gösterir. 240 dolar da 4000 doların % 6’sıdır. Gelir vergisinin amacı da zengini komisyon
karşılığı toplum için çalışan bir temsilciye dönüştürmektir. Bu kişi yatırımın getirdiği kârın
bir kısmını alır, yatırdığının sadece bir bölümünü de kaybeder. Öyleyse, gelir vergisine tabi
tutulmamış bir yatırımın, yatırıma dönüşmesi caziptir.
Tabiatıyla ileri sürülen bu iddianın geçerliliği, % 100’ lük bir kaybın vergilendirilebilir
gelirden düşüldüğü vergiden yapılan muafiyetin, gene vergiden gelen gelirlerle eşit olması
durumunda mümkün olacaktır. Vuku bulan kayıplar için gelir vergisi tabanından tolere
edilebilir bir indirim üzerine belli sınırlar getirilebileceği hususunda güzel bir örnek var ise
de, bu olayın başka bir boyutunu oluşturur. Ortaya çıkan kayıp ve mükellefi daha düşük
vergi grubuna indirip, yapılacak vergi iadesini de daha aşağıdaki bir orana çekecekse
yukarıdaki tezin kısmen doğruluğu gene de var demektir. Sonuçta potansiyel net kayıpla,
kıyasla elde edilecek net gelir içinde biraz azalma olacaktır, ama bu büyüklüğü itibariyle
başarısız olma durumunda yatırımcıyı üzebilecek yatırım türleri için geçerlidir. Zaten çok
ortaklı şirketlerin kuruluşunun gerçek amacı da problemlerin üstesinden gelmek ve sadece
bir kişinin serveti üzerine riski yüklenmek yerine, birçok kişinin bir araya gelip riskli
yatırımları üstlenmesini mümkün kılmaktır. Ne var ki çok ortaklı yatırım biçiminden oldukça
farklı biçimde bahsi geçen sorun, gelir vergisinin maksimum oranı sözgelimi yıllık 25 bin
dolar (bu oran risk sermayesinin terazi kaynağı olan zengin sınıf açısından düşük
kalmaktadır) gibi nispeten daha düşük bir seviyede gerçekleşmesi durumunda kendini
gösterecektir. 25 bin doların üzerindeki bütün gelir dilimleri % 90 oranında vergilendirilse
bu oranın üzerindeki gelirin, belli bir bölümünün yatırıma dönüşmesinde bile yatırımcı
açısından caydırıcılık söz konusu değildir. Verginin ödenmesinden sonra kalan net kâr,
elbette nominal faiz ödemelerinin onda birine düşer ama yatırımcının riske ettiği sermaye
miktarı da yatırılan sermayenin onda birini oluşturacak ve sonuçta riske edilen sermayenin
getireceği net kâr emniyetli olacaktır.
5
İkinci nokta ise şudur: Borçlanarak harcama yapmaya karşı öne sürülen bunalım
döneminde bu tez, borcun doğurduğu olumsuzluk ileri sürüldüğü kadar büyük de olsa
makul görülmemektedir. Devletin yapacağı harcamaların reel milli gelire yaptığı
harcamaları birkaç kat daha fazla yükselteceği akıldan çıkarılmamalı ve doğacak borç
yükü ödenecek faiz miktarıyla değil, paranın mükelleflerden tahvil sahiplerine transferi
sırasında ortaya çıkabilecek yolsuzluklarla kıyaslanmalıdır. Sonuçta borçlanarak harcama
yapmaya geliştirilen itiraz şuna karşı çıkmaya benzer: Size işsiz döneminizde iş teklif
edilir, fakat karşılığında kazandığınız paranın bir kısmı için kendi eşinize faiz ödemeniz
şartıyla bunun terside olabilir. Bu durumda işsiz kalmayı tercih etmek daha akıllıca
olacaktır. Çünkü uzun vadede ya siz eşinize veya eşiniz size tamamen borçlanacak ve
sonuçta bu evlilik hayatınızda sıkıntılara yol açacaktır. Faiz ödemeleri toplum içinde
dolaşıma girmezse bile, mali bir yük oluştursa dahi bu yük, toplumda işsizliğin sürüp
gitmesine göz yummanın doğuracağı kayıptan daha az olacaktır. İşsizliğin doğuracağı
zarar, kendisinden faiz ödemelerinin yapılacağı sermayenin birkaç katı büyüklükte
olacaktır.
Üçüncü olarak, iç borç üzerindeki faiz yükünün alınan vergilerle karşılanabileceğini
varsaymamız için yeterli sebeplerimiz mevcut değildir. Önceden de işaret ettiğimiz gibi
Fonksiyonel Maliye vergilendirmeyi, verginin etkisinin doğrudan kamu menfaatinin söz
konusu olduğu ve enflasyona yol açabilecek aşırı harcama ile aşırı yatırımın önüne geçtiği
zaman için öngörür. Enflasyonun önünü kesmek için alınan vergiler yeterli mali imkanları
hasıl etmezse borç faizi ya kredi alınarak ya da para basılarak karşılanacaktır ki bunun da
enflasyonu arttırma tehlikesi olamaz. Zira böyle bir tehlike var olduğu zaman bile bu,
vergilendirme yoluyla karşılanabilecektir.
Bu demektir ki ülke borcu büyüklüğü, bu borç için belirlenen faiz ödemelerinin ne kadar
olabileceği gibi konular toplum genelinde yük teşkil etmez. Tamamıyla uçuk bir mübalağa
konuyu açıklayabilir: Ülke borcunun 10 bin milyar dolar gibi telâffuzu imkansız bir rakamı
bulduğunu farz edin. Tahakkuk eden faiz yıllık 300 milyar dolardır. Tam istihdam halinde
ülke genelindeki ekonominin üretebileceği mal ve hizmetlerin toplamının gerçek ulusal
getirisinin 150 milyar dolar olduğunu varsayalım. Sadece faiz bu miktarın iki misline
tekabül eder. Bu hacimdeki borcun gerçekçi olamayacağı aşikârdır. Ama bu alabildiğine
uçuk betimlemede bile faiz ödemeleri, toplam üzerinde yük teşkil etmez. Reel milli geliri
150 milyar dolar olmasına rağmen, para getirisi 450 milyar dolardır. 150 milyar dolar mal
ve hizmet üretiminden ve 300 milyar dolar da ülke borcunu oluşturan devlet tahvillerini
elde tutmaktan doğmaktadır. Bu 450 milyar dolarlık faiz gelirinden, 300 milyar dolar
devletçe vergilendirme yoluyla faiz geri ödemeleri için toplanmak zorundadır. Ama bu
vergilerin ödenmesinden sonra mükelleflerin elinde kalan 150 milyar dolar, ekonominin
üreteceği mal ve hizmetlerin masraflarını karşılamaya yetecektir. Gerçekten de, vergi
ödemelerinden sonra geriye elde para kalmasının hiçbir kamusal maliyeti olamaz. Çünkü
150 milyar doların hepsinin harcanması sadece satın alınan eşyaların satın alma
fiyatlarının yükselmesine yol açacaktır. Bu da nihai tahlilde halkın, ülkenin ürettiğinden
daha fazla tüketecek mal bulamaması demektir.
Doğaldır ki bu misal, Fonksiyonel Maliyenin uygulanmasıyla bu miktardaki borcun husule
geleceği anlamında değerlendirilmemelidir. Aşağıda da anlatılacağı gibi ülke borcunu,
örneklendirme için kullandığımız astronomik rakamlar seviyesine gelmeden çok önce bir
yerde büyümesinin durması için doğal bir seyir vardır.
6
Borç üzerindeki cari faizin vergiler yoluyla toplanması gerektiğini ileri süren mesnetsiz
varsayım, borcun gelire oranla makul ve idare edilebilir bir seviyede tutulması gerektiği
fikrinden kaynaklanır. Bu "sınırlama" kabul edilirse, makul olma sınırına varılır varılmaz
faizleri ödemek için "kredi alma" yolundan da vazgeçilecektir. Bu yolu daha fazla dışlarsak
"para basma" yolu faiz ödemelerini vergilendirme yolu ile temin etmenin, tek çaresi olarak
kalacaktır. İşin iyi tarafı, Fonksiyonel Maliye enflasyona karşı risk görevini sürdürdüğü
sürece bu sınırlamaların gündeme gelme yolu da kapanacaktır. Zira, para basmaya karşı
duyulan ihtiyacın tek gerçekçi nedeni enflasyon korkusudur.
Son olarak, tam istihdam sağlamak gayesiyle fonksiyonel finans sisteminin sürekli
uygulanması durumunda devletin daha çok borçlanması ve devlet borcunun sürekli
artması ile karşı karşıya kalınacağı varsayımının mesnedi yoktur. Bunu açıklayıcı bir dizi
sebep aşağıda zikredilmektedir.
Öncelikle tam istihdam, gerekli olan para basımına gidilerek sürdürülebilir ve bu da devlet
borcunu arttırmaz. Bununla birlikte önerilebilecek husus, para arttırımı ile borcun biri veya
öbürünün artması gerekiyorsa, bunların belli bir dengede artmasını temin etmektedir.
İkinci husus, özel sektör yatırımlarının en caydırıcı yönlerinden birisi yatırımın kendisini
amorte etmesinden önce mali buhran doğabileceği korkusu olduğu için sürekli tam
istihdam garantisi, yatırımcıların yeni usul hakkındaki şüphe-lerini giderdikten sonra
yatırımları daha cazip hale getirecektir.
Üçüncü husus, devlet borcu ve onunla birlikte toplam özel servet arttıkça, artan gelir ve
miras mallarından gene artan bir vergi geliri toplamak mümkün olacaktır ki bunun için
vergi oranlarının değişmesi bile gerekmez. Bu yüklenilen vergi kazancı mükelleflerin
harcamalarından azaltmaya gitmelerini gerektirmez. Bunun içinde devlet, bu geliri zaruri
harcamaları sürdürmek için kullanmak mecburiyetinde olmadığı gibi, devlet borçları
üzerindeki faiz yükünü azaltmak için de kullanılabilir.
Dördüncü husus, devlet borcu bir yandan artarken öbür yandan da kendisinin daha fazla
artması ihtiyacını azaltan ve nihayet büyüme eğilimini sona erdiren bir seviyeye ulaştıran,
özdengeci bir güç rolünü üstlenir. Ülke borcu arttıkça bireysel zenginlik miktarı da artar.
Bunun mantığı basitçe şudur: Hükümet borçlanılan her bir dolar için devlet taahhütlerinin
(muhtemelen hisse sahibi olduğu bir kuruluş aracılığı ile) muhatap olduğu ve bu devlet
taahhütlerini kendi mülkünün bir parçası olarak kabul eden bir kreditör kuruluş vardır. Bu
özel servet ne kadar büyük olursa, mevcut gelirden tasarruf etmek yoluyla servet
arttırmanın teşviki gibi bir ihtimal de daha az olacaktır. Mevcut tasarruf eğiliminin önü
böylece geçmişte yapılan çok miktardaki tasarrufla kesildiği için gelirden tasarruf etmenin
tek seçeneği "harcama" olacak ve elde edilen net kârdan harcama limiti de yükselecektir.
Özel sektörün harcama düzeyi tam istihdam için gerek duyulan toplam harcamayı tek
başına karşılayacak düzeye erişmişse bunun da sebebi, iç borcun en yüksek düzeye
erişmesi olacağı için devletin borçlanarak harcama yoluyla finansmana gitme zorunluluğu
da kalmaz, bütçe dengelenir ve iç borç artışı da kendiliğinden durur. Bu borcun denge
seviyesinin büyüklüğü birçok faktörlere bağlıdır ve hakkında sadece en basit biçimiyle
kestirimlerde bulunabilir. Benim rakam olarak tahminim 100 ila 300 dolar arasındadır. Bu
düzey Fonksiyonel Maliyenin bir sebebi değil, sonucu olduğu için böyle tahmin
değişkenliği önem taşımaz ve hatta Fonksiyonel Maliye yasalarının uygulanmasında böyle
bir şeye gerek duyulmaz.
7
Beşinci olarak, (ister devlet tahvilleri ister başka yolla) herhangi bir sebeple devlet özel
kesim varlıklarının çok fazla büyümesini istemiyorsa bunu tam istihdamı sağlamak için
sürdürdüğü kamu harcamalarını finanse etme programı çerçevesinde, varlıklı kesimden
kredi alma yerine, onları vergilendirme yoluyla gerçekleştirebilir. Varlıklı kesimin
harcamalarını hissedilir derecede azaltmayacak ve böylece daha da gerileyen iç borç
dışında, ekonomik neticeler için gerekli para onlardan borç gibi alınmış olmakta farklı
olmayacaktır. Bu yolla borçlar arzu edilen seviyeye indirilip, o noktada tutulabilir.
Borçlanarak harcamaya karşı ortaya konulan iddiaya getirdiğimiz cevaplar şöyle
özetlenebilir:
-Devlet borcu sürekli artış göstermek zorunda değildir.
-Borç büyüse dahi, doğan faiz yükünün yürürlükteki vergilerden tahsil
değildir.
edilmesi şart
-Faizler mevcut vergilerden tahsil edilse de, bu vergiler sadece devlet harcama-larından
elde edilen hasılanın üzerindeki faizi sadece bir parçasını oluşturur ve devletin üzerine yük
getirmediği gibi yalnızca vergi mükelleflerinden tahvil sahiplerine aktarılmakla kalır.
-Yüksek gelir vergileri yatırımcıları caydırmaz. Zira kayıpları tazmin için yapı-lacak uygun
indirimler yatırımlardan elde edeceği net geliri azaltacağı için, sermayedarın riske etmesi
gereken sermayenin miktarını da düşürecektir.
IV
Fonksiyonel Maliyenin gerekçeleri, aşırı tutarlı (mantıklı) görünme korkusu olmaksızın
ortaya konulabilseydi, yukarıda tartışılan türde tenkitler şimdi olduğu gibi fazla gündemde
kalmayacaktır ve Fonksiyonel Maliye kendi tarafları tarafından savunulmak zorunda
kalmayacaktır. Özellikle rahatsız edici bir durum da Fonk-siyonel Maliyenin sıkça ve fakat
eksik olarak adlandırıldığı gibi borçlanma yoluyla harcama (deficit financing) önceliği özel
teşebbüsü savunmaya ayırdığı iddiasından kaynaklanmaktadır. Fonksiyonel Maliyenin
taraftar bulabilmesi amacıyla gösterilen çabaların sonucudur ki kendisinden başka isimler
de verilmiş ve bu çabalar özellikle özel teşebbüsü savunmaya yöneltilmiştir. Kendimden
önceki yapılanmada demokrasiyle3 özdeşleştirilerek aynı günde bizatihi işlemiş ve böylece
malzemelerini bayrakla ambalajlayıp satmak zorunda oldukları şeyi zafer ve moralle
ilişkilendiren pazarlamacılar ordusuna ben de katılmıştım.
Fonksiyonel Maliye ne demokrasi ve ne de özel teşebbüsle ilişkilendirilemez. Komünist bir
yönetimci bir topluma olduğu gibi faşist veya demokratik bir yönetime de uyarlanabilir.
Paranın ekonomik çarkın önemli bir unsurunu teşkil ettiği her toplum iç finansa geçebilir.
İşin en basit prensibi, neyin uygun, neyin tutarlı, neyin geleneksel ve neyin "halledilmiş"
olduğu gibi varsayımlardan vazgeçip; vergileme, harcama, kredi alma, kredi verme gibi
ekonomi içinde devletçe icra edilen fonksiyonlara önem atfetmede şekillenir. Bu şu
demektir: Yukarıdaki enstrümanları, enstrüman olarak kullanırsınız. Bunlar layık olmayan
insanlar tarafından veya geleneğe yeterli önem vermeden kullanıldığı zaman görünmeyen
acılara yol açacak büyü vasıtaları olacak değillerdir. Başlıca araçlar gibi Fonksiyonel
Maliye de çarkın kollarını kimin çektiğini hiçbir zaman hesaba katmadan işler. Demokrasi
ve hür teşebbüsle olan ilişkisi de şu basit gerçekte yatar: Eğer bu kavramlara inanan
3
“ Total Democracy and Full Employment “, Social Change (May 1941).
8
insanlar, Fonksiyonel Maliyeyi uygulamıyorlarsa, uzun vadede onları uygulayacak-lara
karşı şanslarını kaybedeceklerdir.
9

Benzer belgeler