necati cumalı`nın şiirlerinde toplumsal eleştiri

Transkript

necati cumalı`nın şiirlerinde toplumsal eleştiri
T.C.
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
TÜRK DĐLĐ VE EDEBĐYATI ANABĐLĐM DALI
YENĐ TÜRK EDEBĐYATI BĐLĐM DALI
NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
Hazırlayan
Ahmet YILDIRIM
VAN – 2011
T.C.
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
TÜRK DĐLĐ VE EDEBĐYATI ANABĐLĐM DALI
YENĐ TÜRK EDEBĐYATI BĐLĐM DALI
NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
Hazırlayan
Ahmet YILDIRIM
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Selma BAŞ
VAN – 2011
Bu çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Başkanlığınca 2009-SOB-YL049
no’lu proje olarak desteklenmiştir.
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE,
Bu çalışma, jürimiz tarafından ................................................ .......................
ANABĐLĐM DALI, ...................................................... ....................... BĐLĐM
DALI’nda YÜKSEK LĐSANS / DOKTORA / SANATTA YETERLĐK TEZĐ olarak
kabul edilmiştir.
Đmza
Başkan : ................................................................................................
Üye (Danışman) : .................................................................................
Üye : .....................................................................................................
Üye : .....................................................................................................
Üye : .....................................................................................................
ONAY: Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
.... / .... / 2000
..........................................................
Enstitü Müdürü
I
ĐÇĐNDEKĐLER
ÖNSÖZ…………...…………………………………………………………III
KISALTMALAR…………………………………………………………....VI
1. GĐRĐŞ………………………………………………………………………1
1.1. NECATĐ CUMALI’NIN HAYATI, EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ VE
ESERLERĐ..…………………………………………………………………..3
1.1.1. HAYATI………………………………………………………..3
1.1.2. EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ………………………………………………8
1.1.3. ESERLERĐ……………………………………………………17
2. NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ……24
2.1. GÖÇ OLGUSU..…..................................................................................25
2.1.1. DIŞ GÖÇ OLGUSU..................................................................26
2.1.1.1. ĐŞSĐZ GENÇLERĐN YENĐ ÜMĐDĐ: ALMANYA.................28
2.1.1.2. GÖÇÜN AYIRDIKLARI………………..…………………31
2.1.1.3. ZORLU YAŞAM KOŞULLARI VE BUNUN
OLUŞTURDUĞU PSĐKOLOJĐK KIRGINLIK……………………..32
2.1.1.4. YURDA DUYULAN ÖZLEM..............................................37
2.1.2. ĐÇ GÖÇ OLGUSU....................................................................41
2.1.2.1. ĐÇ GÖÇ OLGUSUNU BELĐRLEYEN NEDENLER……....42
2.1.2.2. TAŞRADAN BÜYÜK ŞEHĐRLERE GELENLERĐN ACEMĐ
HALLERĐ…………………………………………..………………..46
2.1.2.3. GÖÇÜN AYIRDIKLARI VE SEVDĐKLERE DUYULAN
ÖZLEM……………………………………………………………...50
2.1.2.4. GÖÇÜN OLUŞTURDUĞU TOPLUMSAL SORUNLAR...53
2.2. KENTLEŞME OLGUSU………..………………...…………………...57
2.2.1. ĐDEAL KENTLEŞME………………………………………..58
2.2.2. KÖYLÜ-KENTLĐ ÇATIŞMASI: ÖTEKĐLEŞTĐRME……….61
2.2.3. KENTLEŞMENĐN ĐNSAN YAŞAMINA ETKĐSĐ.…………..65
2.2.4. ÇARPIK KENTLEŞME ……………..………………………69
2.2.5. GURBETE DÜŞENLERĐN HAKĐR EVLERĐ:
GECEKONDULAR…………………………………………………73
2.3. YOKSULLUK OLGUSU……………………………………………....80
2.3.1. YOKSULLARIN GENEL GÖRÜNÜMÜ……………………83
II
2.3.2. YOKSULLUĞUN DAYATTIĞI MEKAN SEÇĐMĐ………...89
2.3.3. KIRSAL YOKSULLUK……………………………………...91
2.3.4. ŞAĐRĐN YAŞANTISI VE ÇEVRESĐNDEN HAREKETLE
YOKSULLUK……………………………………………………….95
2.3.5. YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ……………………………………...100
2.3.6. DOĞU ANADOLU’DA YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ…………...106
2.3.7. EKONOMĐK KRĐZLERĐN YOL AÇTIĞI YOKSULLUK VE
BUNALIM…………………………………………………………110
2.4. SAVAŞ OLGUSU…..………………………………………………...115
2.4.1. ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI…………………………………..115
2.4.1.1. CUMALI’YI SAVAŞ KONUSUNA YÖNELTEN
NEDENLER………………………………………………………..116
2.4.1.2. CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE SAVAŞIN
YOĞUNLUĞU…………………………………………………….120
2.4.1.3. SAVAŞIN ĐNSAN PSĐKOLOJĐSĐNE ETKĐSĐ……………126
2.4.1.4. SAVAŞ-MEKAN ĐLĐŞKĐSĐ……....……………………….130
2.4.1.5. SAVAŞIN TOPLUMSAL ETKĐLERĐ………...…………..133
2.4.1.6. BEN’LĐKTEN AYDINLIK BĐR BĐZ’LĐĞE:
OLUŞTURULAN KĐTLESEL TEPKĐ..………...…………………134
2.4.1.7. SAVAŞ SONRASI SILAYA DÖNÜŞ VE OLUŞAN
YABANCILAŞMA………………………………………………...136
2.4.2. ĐSPANYA ĐÇ SAVAŞI………………………………….…..137
2.4.3.GRUP ÇATIŞMALARI……………………………………...155
2.4.3.1. TOPRAK VE SU ANLAŞMAZLIKLARINDAN
KAYNAKLANAN KAVGALAR…………………………………155
2.4.3.2. OTORĐTE BOŞLUĞUNUN NEDEN OLDUĞU SOKAK
OLAYLARI VE KARDEŞ KAVGALARI………………………..159
2.5. ÖLÜM…………………………………………………………………169
2.5.1. ĐNSANIN HAYATLA KARŞILAŞMASI…………………..170
2.5.2. YAŞAMI ELDEN ALAN ÖLÜM TRAJEDĐSĐ…………….175
2.5.3. ÖLÜM VE GERĐDE BIRAKTIKLARI……………………..188
3. SONUÇ………………...………………………………………………..201
4. KAYNAKLAR………….………………………………………………206
5. ÖZET……………………………………………………………………210
6. ABSTRACT……..…………….……..………………............................212
III
ÖNSÖZ
Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak, insan-doğa ilişkisini
düzene koymak, sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve
olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun
sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin. Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme
bağlı olarak farklılık göstermiştir. Topluma kazandırılmak istenen değerlerin
sözcülüğünü yapmış, yenilikleri tanıtmaya çalışmış, demokrasi ve özgürlük
kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur.
Tanzimat dönemiyle birlikte edebî tür olarak edebiyatımıza giren toplumsal
konulu şiirler, uzun bir süre kişisel beğenilerle şekillenmiş, öznellikten
kurtulamamıştır. Şairler, bu tarzdaki şiirlerinde toplumun yaşayışını, sıkıntılarını
aktarması bakımından önemli bir görev üstlenirler. Toplumsal eleştirinin bizdeki ilk
temsilcileri Namık Kemal, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sabahattin
Ali, Yaşar Kemal gibi şairler, yazarlar oluşturmaktadır. Tabi bu isimleri çoğaltmak
mümkün, ancak yazacağımız diğer isimler de bu şahısların açmış oldukları yolda
ilerlemişlerdir. Toplum konularına eğilen toplumcu-gerçekçi şair ve yazarlar, daha
iyi bir sosyal alanın ihtiyacından hareket ederek insanların refah seviyesinin
yükseltilmesinde sözcü rol üstlenirler. Bu tarzı deneyen şair ve yazarların hareket
noktası, genel itibariyle Marksist bir anlayış olarak belirginlik kazanır. Toplumun her
katmanında özgürlüklerin gerekliliğine değinen sanatçılar, daha eşit, daha müreffeh
bir hayatın oluşmasından yana tavırlarını koyarlar.
Toplumcu-gerçekçi yazar ve şairler arasında yer alan Cumalı, yukarıda ismini
saydığımız şair-yazar kadrosuna adını yazdırmaktadır. Necati Cumalı(1921–2001)yı
da bu bağlamda ele alırsak onun, Türk edebiyatında Marksist bir gelenekten
beslenerek eserlerini oluşturduğu söylenebilir. Şairliğini iki döneme ayırdığımız
Necati Cumalı, özellikle ikinci dönem şiirleri olarak adlandırdığımız 1960 sonrası
şiirlerinde toplumsal konulara öncelik verir. Toplumsal konulara karşı duyarlılığını
koruyan Cumalı, eserlerini bu tarzda ele alır. Yazarlığı, şairliği ile tanınan Cumalı,
IV
kaleme aldığı eserlerinde Anadolu insanının çeşitli sıkıntılarına değinir ve bunun
toplumdaki yansımalarını irdeler.
Necati Cumalı’nın şiirleri, küçük insanın toplum içerisindeki sıkıntılarını
irdelemesi bakımından önem arz eder. Toplumsal olaylara müdahale edilebileceği ve
dünyanın bir amaca göre dönüştürülebileceği inancı, Cumalı’nın sanatının alt
katmanına yerleşmiş bir olgu olarak gösterilebilir.
1921–2001 yılları arasında yaşamış olan Necati Cumalı, edebiyatımıza
önemli katkıları bulunmuştur. 1940'lardan itibaren Varlık, Servet-i Fünun - Uyanış,
Yeni Đnsanlık gibi dergilerde şiirler yayımlamıştır.
Cumalı’nın şiirlerinin bir kısmında, özellikle 1960 sonrası şiirlerinde
Marksist eğilimlerin etkisiyle toplumsal konular ele alınmaktadır. Toplumsal konular
gerek Cumhuriyet öncesi gerekse sonrası konumu ile birçok şair-yazar tarafından ele
alınmakla beraber, yazarlar, şairler kendi dünya görüşünün etkisiyle kaleme aldıkları
eserlerinde toplumun çeşitli sıkıntılarına değinirler. Zamanla toplumsal ihtiyaçlar,
sıkıntılar değişmekle beraber, toplumsal konular her dönemde farklı ele alınmış,
zaman içerisinde büyük bir değişime uğramıştır.
Toplumsal konulara kayıtsız kalmayan şairlerden biri olan Cumalı, şiir
hayatına ikinci dünya savaşı yıllarında başlar. Büyük yıkımların olduğu bu dönemde,
ülkede de siyasi ve ekonomik birçok sıkıntı kendini gösterir. Böyle bir atmosferde
çıraklığını atlatan şair, ilk dönem şiirlerinde birey odaklı şiir yazmasına karşın ikinci
dönem şiirlerinde toplumu merkeze alarak şiirlerine ideolojik bir söylem kazandırır.
Çalışmamız; giriş, Necati Cumalı’nın Şiirlerinde Toplumsal Eleştiri, sonuç ve
kaynakça olmak üzere dört ana başlıktan oluşur. Çalışmamızın giriş bölümünde
şairin hayatı, sanatı ve eserleri hakkında bilgi bulunmaktadır.
Tezin asıl bölümünü “Necati Cumalı’nın Şiirlerinde Toplumsal Eleştiri”
oluşturur. Bu bölümde iç göç-dış göç, yoksulluk, gecekondu yaşayışı, kentleşmenin
V
Türkiye gerçeğiyle ele alınması gibi ülke insanını yakından ilgilendiren olgular ele
alınır. Bu olguların yanında insanlık tarihi ile yaşıt olan ölüm olgusu ile tüm dünyayı
etkisi altına alan II. Dünya Savaşı ve Đspanya Đç Savaşı da Cumalı’nın toplumsal
duyarlılıkla ele aldığı konular olarak tezimizde yer bulur. Đncelenen bu kavramlar,
şiirlerin içindeki malzemeye göre alt başlıklar halinde incelenir.
Sonuç bölümünde; Necati Cumalı’nın şiirlerinde ortaya çıkan toplumsal
problemler ve bunun oluşturduğu psikolojik kırgınlığın genel bir değerlendirmesi
yapılır.
Kaynakça kısmında; Necati Cumalı’nın incelemeye tabi tuttuğumuz şiirleri,
gazete ve denemelerinde yer alan yazıları; süreli yayınlarda dağınık halde bulunan
makaleler ile dergi ve tezler bulunur.
Romandan hikâyeye, tiyatrodan şiire değin, edebiyata çeşitli örnekler sunan
Necati Cumalı hakkında, bugüne kadar çeşitli çalışma yapılmakla beraber şairlik
yönü ve şiirleri yeterli kadar incelenmemesi, bizim bu tezi hazırlayacak olmamıza
vesile olmuştur.
Yogun geçen bu çalışma sürecinde, bu çalışmanın hazırlanmasında teşvik ve
telkinleriyle yardımlarını gördügüm hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Selma BAŞ’a,
çalışma boyunca her türlü teknik ve manevi katkıda bulunan Sayın Doç. Dr. Yaşar
ŞENLER’e, Yrd. Doç. Dr. Tahir ZORKUL’a ve maddi ve manevi desteğini hiç
esirgemeyen ailem ve arkadaşlarıma teşekkür ederim.
VI
KISALTMALAR
YYÜ: Yüzüncü Yıl üniversitesi
bkz. : Bakınız
bs. : Basım
C : Cilt
Çev : Çeviren
Hzl : Hazırlayan
KB : Kültür Bakanlıgı
S : Sayı
s : Sayfa
SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü
vb : Ve Benzeri
YH : Yayına Hazırlayan
I.T.S : Birinci Tekil Sahıs
a.g.e. : Adı Geçen Eser
a.g.y. : Adı Geçen Yazar
a.g.m. : Adı Geçen Madde
1
1. GĐRĐŞ
Türk edebiyatının Đslam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş olan Divan
edebiyatından sıyrılarak Avrupai bir karaktere bürünmeye başlaması XIX. asrın
ikinci yarısına rastlar. Bu tarihte yetişen idealist, kabiliyetli yazarla şairlerin dinamik
ve sürekli çabaları ile edebiyat, kırk yıl gibi kısa bir süre içinde, yerini hızla batılı bir
edebiyata bırakır. XIX. asır sona ererken, Türk Edebiyatı da Batı Edebiyatı’nın
hemen bütün türlerinde büyük bir başarıya ulaşmış bulunuyordu.1
Tanzimat dönemiyle birlikte edebî tür olarak edebiyatımıza giren toplumsal
konulu şiirler, uzun bir süre kişisel beğenilerle şekillenmiş, öznellikten
kurtulamamıştır. Şairler, bu tarzdaki şiirlerinde toplumun yaşayışını ve sıkıntılarını
aktarması bakımından önemli bir görev üstlenirler. Toplum konularına eğilen şair ve
yazarlar, daha iyi bir sosyal alanın ihtiyacından hareket ederek insanların refah
seviyesinin yükseltilmesinde sözcü rol üstlenirler. Bu tarzı deneyen şair ve yazarların
hareket noktası, genel itibariyle Sosyalist bir anlayış olarak belirginlik kazanır.
Toplumun her katmanında özgürlüklerin gerekliliğine değinen edebiyatçılar, daha
eşit, daha müreffeh bir hayatın oluşmasından yana tavırlarını koyarlar.
Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde şiir gelişimini sürdürmüş,
toplumdaki değişimleri gözlemleyip içeriğinde bu gözlemlerini yansıtmıştır.
Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı’nda şiirde toplum sorunları çoğu zaman gözleme
dayanan bir gerçekçilikle anlatılmıştır. Kurtuluş Savaşı yılları, ülke edebiyatında
önemli değişiklikler yapmaya zorlar. Bu dönemden itibaren birçok yazar ve şair
tarafından olaylar “Toplumcu Gerçekçilik” açısından değerlendirilir. Toplumcu
gerçekçilik adıyla anılan akım Türk Edebiyatı’nın bir döneminde oldukça etkili olur.
Bu yıllarda edebiyatta mekân, Đstanbul sınırlarından ülkenin coğrafyasına doğru
genişler. Estetik ve güzellikten toplumcu gerçekçiliğe uzanan bir edebiyat anlayışı
şiire egemen olmaya başlar ve bu dönem şairleri toplumun sorunlarına duyarlılıkla
yaklaşıp toplumu anlamaya çalışırlar.
1
Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, s.5.
2
Đçinden çıktığı topluma önem veren Necati Cumalı, kaleme aldığı şiirlerinde
birey ve toplum odaklı birçok konuya dikkat çeker. Yaşamın birçok problemiyle
karşılaşan Cumalı, şiirini de bu tecrübelerden hareketle bireyden topluma doğru
değiştirir. Şair, bu dönem şiirlerinde küçük insanların büyük problemlerine kendi
duygu ve düşüncelerini ortaya koyarak değinir.
Necati Cumalı, edebiyatın hemen her türünde eser kaleme almıştır. Şair,
herhangi bir edebi topluluk içerisinde yer almamıştır. Cumalı, edebi hayatında yalın
ve öznellikten yana olmuştur. Cumhuriyet devri şairleri arasında yer alan Necati
Cumalı, kendine özgü konuları ve bu konuları işleyişiyle Türk Edebiyatı içerisinde
kendine yer bulmuştur.
Necati Cumalı, şiir konularını yaşamından tanık olduğu olaylardan hareketle
belirler. Bunların malzemesinin çoğu, şairin bizzat yaşadığı tecrübelerdir. Necati
Cumalı’nın şiirleri geniş bir insan albümü sunar. Kendisini ve çevresini şiire
kolaylıkla konu edinen şair, insani değerleri ön plana çıkarır ve şiirlerini bu
doğrultuda şekillendirir.
3
1.1.
NECATĐ CUMALI’NIN HAYATI, EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ VE
ESERLERĐ
1.1.1. HAYATI
Şiir, hikâye, roman, oyun, deneme, günce ve inceleme gibi edebiyatın birçok
alanında yaklaşık altmış yıl eser veren Necati Cumalı, 13 Ocak 1921 yılında Mustafa
ve Fıtnat Acar çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya gelir. Cumalı, -bugün Yunanistan
sınırları içerisinde bulunan- Florina’da büyükbabasının evinde doğar.2 Bir erkek, dört
kız kardeşi bulunan Cumalı’nın asıl adı Ahmet Necati Acar’dır. Ahmet ismi dedesi,
Necati ismi ise babası tarafından verilir.3
Ünlü bir yazar olmayı isteyen Cumalı, Acar soyadını kullanmak istemez.
Babasının aldığı Acar soyadını yakıştıramaz şiirlerine. Edebiyatta Ahmet
bolluğundan geçilmediğini düşünen şair, bir Ahmet daha olmak istemez. Babasının
da izniyle ve mahkeme kararıyla Necati’ye uyumlu gelen Cumalı soyadını alır.4
Cuma ismi, anne ve babasının yaşadığı topraklar üzerinde Kaylar köyünde yaşayan
bir köylü kadının adıdır. Yazar bundan etkilenerek bu soyadını seçer. Bazı
hikâyelerinde hayatı ve ailesiyle ilgili bilgiler veren Cumalı, “Kaylar Rehberim” adlı
hikâyesinde soyadının kaynağı hakkında şunları söyler: “Kaylar, şimdiki adıyla
Ptolemais annemin kasabasıydı. Soyadımın geldiği Cuma da Kayların biraz daha
güneyinde, kasabanın ilk merkezinin adı.”5
Necati Cumalı’nın kişilik gelişiminde annesinin önemli rolü vardır. Ona göre
annesi: “ üstün zekâlı ve çalışkan bir kadın” dır.6 Fıtnat Hanım çocukları ile her
zaman iyi anlaşan, iyi bir anne, eşi için eşsiz bir ev hanımıdır. Annesi ile ilgili olarak
Yeşil Bir At Sırtında adlı eserinde şunları söyler: “Çocukluk yıllarımda ağır ev
işlerinden annemin beni parklara bahçelere götürecek vakti olmasa da, bir köşede
2
Necati Cumalı, Makedonya 1900, Çağ Pazarlama, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2004,s. 10.
Songül Taş, Necati Cumalı ve Oyunları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s. 325.
4
Cumalı,”Etiler Mektupları”, Türk Dili, 1982, S. 364, s. 202-207.
5
Cumalı, Revizyonist, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1980, s. 165-166.
6
Taş, a.g.e. s. 308.
3
4
arkadaşlık edecek dakikalar bulurduk.”7 Bir başka yerde de annesinden: “Yaşamım
boyunca hayranlıkla tutkuyla bağlıydım hep anneme. Yaşadıkça da hayranlıkla
anacak hatırlayacağım. Çok olumlu etkileri katkıları var kişiliğimde.”8 diye
bahseder.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, Lozan Antlaşması imzalanıp Batı Trakya
Türkleri, Batı Anadolu Rumları ile mübadele edilince ailesi göçmen olarak Đzmir’in
Urla ilçesine yerleşir. Büyükbaba Đbrahim Efendi üç yıl sonra ölür. l924’te
gerçekleşen bu göç, üç yaşındaki Necati Cumalı’yı derinden etkileyecek, ona “bir
göç yaşadım, dil değiştirdim…”9 dedirtecektir.
Mustafa Cumalı 2 Kasım 1965’te, Fıtnat Cumalı ise 20 Mayıs 1975’te vefat
eder. Ailesi, Mart l924’te Đzmir’in Urla ilçesine yerleştirilince Cumalı, Türkçeyi
Rumeli aksanıyla öğrenir. Göçün ve çocukluk yıllarının üzerinde bıraktığı etkiyi
şöyle anlatır: “Sanıyorum ki çocukluğumun ilk yıllarının çizgilerini hâlâ koruyorum.
O göçü yaşamış olmak, o sıkıntıları... Sonra Urla’nın güzelliği... Orada büyüdüm.
Çok çabuk, dünya bunalım yılları geldi, anımsarım babam varlıklıydı. 1931 yılına
kadar varlıklıydı. Kırk parasız kaldı sonra. “Ben oğlumu Galatasaray’a
göndereceğim’ diye yinelerdi babam. Đlkokul bitti, baktık, babamın beni çarşıya
gönderecek hali yok. Yine de götürdü, yedi sekiz gün geç olarak. Yer yok dediler.
Ağlaya ağlaya döndüm.”10
Kuran’dan başka kitap bulunmayan bir evde” büyüyen Cumalı, Đlkokulu
Urla’da Şehit Kemal Đlkokulu’nda bitirir. (1931-1932)11
Cumalı’nın ortaokula gitme arzusu önce hayal kırıklığı ile sonuçlansa da
sonraki gelişmeler ona okuma imkânı sağlar. Bu gelişmeleri Cumalı şöyle anlatır:
“Ertesi gün, bağlardayız, bir de baktım yengem Đzmir’den kalkmış gelmiş... Ben
oğlumu okulsuz bırakmam! ‘dedi.’ Hazırla eşyanı!’ dedi. Aldı beni Đzmir’e götürdü.
7
Taş, a.g.e. s. 308
Cumalı, Yeşil Bir At Sırtında, Can Yayınları, 1990, s. 189.
9
Cumalı, “Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili, S. 30, 1992, s. 50.
10
Türk Dili, “Konuşmalar: Necati Cumalı, Oktay Akbal, Melisa Gürpınar”, S. 30, 1992, s. 51.
11
Yeni Edebiyat, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, S. 7, 1971, s. 4.
8
5
Bakın bunlar sosyal borçlar. Urla’da biz yetmiş kişi bitirdik ilkokulu. Ortaokula
giden bir tek ben oldum aralarından. Beni de yengem aldı, yanında okuttu üç yıl.”12
1934-1935 yıllarında ortaokulu Đzmir Erkek Muallim Mektebi'nde okuyan
Necati Cumalı, lise öğrenimini Đzmir Atatürk Lisesinde 1935-1938 yıllarında yapar.13
Necati Cumalı, üniversiteye, dört yıllık Đstanbul Hukuk Fakültesi’nde başlar.
Babasının ekonomik yükünü hafifletmek için kaydını üç yıllık Ankara Hukuk
Fakültesi’ne aldırır. O yıllardaki bunalımlarını ve üniversiteden itibaren yaşadıklarını
şöyle ifade eder: “... Ben çıkmaza girdiği, tekdüzeleştiği her yol ayırımında
değiştirdim yaşamımı. 1938’de Đstanbul Hukukuna yazılmıştım. 1938 Eylül sonları
ile 1939 Ocak’ı arası tam bir bunalım ayları oldu yaşamımda. Gerçekten âşık
mıydım? Yoksa cinsel bunalımlar mı geçiriyordum? Sıkıntılı soluk alamaz biri
olmuştum. Elime hangi dersi alsam bir sayfa okuyamıyordum. Sokaklara atıyordum
kendimi. Bıraktım Đstanbul’u, Ankara Hukuka aktardım kaydımı. Đstanbul Hukuku
dört yıl, Ankara üç yıldı. Şiir yapışmıştı yakama. Öğrencilikten ne kadar çabuk
sıyrılsam o kadar iyiydi. Aşktan, Đstanbul’dan kaçtım, dört yıllık üniversite cezasını
üç yıla indirdim.”14
1939’da
başladığı
Ankara
Üniversitesi
Hukuk
Fakültesini
1941’de
tamamlayan Cumalı o yıllarda Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel, Baki Süha
Ediboglu, Şahap Sıtkı ile arkadaştır. Rüştü Onur, Kemal Uluser, Hüseyin Batu ile de
mektuplaşmaktadır.
1941-1942 kışında Ankara’da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin muhasebe
bölümünde çalışır.
Yazar “ikinci bir üniversite” diye nitelendirdiği askerliği, Çanakkale ve
Ezine’de yedek subay olarak yapar. O yıllara dair şunları söyler: “Yedek subaylık
dönemim ikinci bir üniversite oldu yaşamımda. Ezine’de ilk işim bir posta kutusu
12
Türk Dili, a.g.e. s. 51.
Cumalı,”Yeşil Bir At Sırtında” Can Yayınları, s. 237.
14
Cumalı, a.g.e. s. 237.
13
6
kiralamak, ilk aylığımdan ‘Adımlar’, ‘Yurt’ ve ‘Dünya’ dergilerine abone olmak,
Remzi Kitabevine on kitaplık bir sipariş (ödemeli) vermek oldu. Ezine’ye giderken
tek kitap götürmemiştim. Ezine’den bir sandık, hepsini de okuduğum kitapla döndüm
Urla’ya. Necati Cumalı, “Zehirli sıtma paratifo karışımı öldürücü bir hastalık”
yüzünden terhisine yakın hava değişimine gönderilir.15
1945 yılının ilkbaharı ile 1948 yılının sonu arasında Ankara’da Cahit Sıtkı
Tarancı ile bir ev kiralar ve Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde
çalışır. 1945-1948 yılları arasında Bakanlığa bağlı Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü’nde Devlet Tiyatrosu Operasının Yayın Đşleri’nde çalışmaya devam
eder.16 Bu yıllarda Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboglu, Erol-Dora Günay, Rogsi
Sabor, Nahid Fıratlı, Halil Vedat Fıratlı, Ahmet Adnan Saygun, Ahmet Hamdi
Tanpınar, Pertev Naili Boratav ile dost çevresi genişler, zenginleşir.17
1949’da Đzmir’de stajını tamamlar. 1950- 1952 yıllarında Urla’da, 1953-1957
yıllarında Đzmir’de avukatlık yapar. Bulunduğu durumdan çok da memnun bir kişi
değildir. “… yedi yıl gerçek kimliğimden uzak yaşadım Đzmir’de. Mimli olarak
kaldım…”18 diyen Cumalı’nın siyasi görüşü iş yaşamını olumsuz etkiler. Avukatlığı,
“toplumumuzun sorunlarını sergileyen bir laboratuar” da çalışmaya benzetir.19
1954 yılının sonuna doğru hastalanır ve iki buçuk ay, Đzmir Buca
Sanatoryumu’nda kalır. 1956 yılında Đzmir’de Ara Tiyatro’yu kurar ve yöneticiliğini
üstlenir.20
Avukatlığı bırakıp yeteneğinin belirlediği çizgide hayatını sürdürür. 1958
yılının Ocak ayında kendi imkânlarıyla ve bir aylık parası ile Paris’e gider. Đlk altı ay
“karaborsadan döviz sağlayarak, borçlanarak”21 geçimini sağlar. Necati Cumalı,
15
Cumalı, a.g.e. s. 237.
Cumalı, “Etiler Mektupları”, Tekin Yayınevi, 1982, İstanbul, s. 38.
17
Uçarol, Yaşlanmaz Şair Çocuk: Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü
Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s.15.1996, s. 97.
18
Cumalı, a.g.e. s. 128.
19
Uçarol, a.g.e. 97.
20
Cumalı, “Niçin Af”, Bilgi Yayınları, Ankara, 1989, s. 54.
21
Cumalı, a.g.e. 238.
16
7
“Paris’te Iuartier Latin’de ucuz bir otelin çekme katında dolu dolu bir on sekiz ay”
yaşadığını belirtir. 1959’da Paris’ten hayatını “edebiyat adamı olarak kazanmak
kararıyla” Đstanbul’a döner. Munis Faik Ozansoy’un yardımıyla Đstanbul Basın
Yayın Müdürlüğü’nde raportörlüğe atanır.22
1960 yılında Berin Teksoy’la evlenen Cumalı, eşinin 1963 baharında TelAviv Tanıtma Ataşeliği’ne atanmasıyla Tel-Aviv’e (Đsrail), 1964 güzünde Paris
Basın Ataşeliği’ne atanmasıyla da Paris’e gider. 1966’da Cumalı’nın yazdığı yazılar
yüzünden eşi Berin Teksoy görevden alınır. Đstanbul’a dönerler. 1966 yılından
itibaren mesleki olarak yalnızca yazarlık ile ilgilenen Cumalı, edebiyatı yaşamında
hep ön planda tuttuğunu “Edebiyat tutkuma hiçbir zaman ortak tanımadım”
sözleriyle ifade eder. Uzun bir süre Đstanbul’dan Ankara’ya belirli aralıklarla
TDK’nin yönetim kurulu toplantılarına katılmak amacıyla yolculuk yapar.23
Türk edebiyatına katkıları ile ölümsüzleşen Necati Cumalı, 10 Ocak 2001
tarihinde, kansere yenik düşer ve 12 Ocak 2001’de toprağa verilir.
22
23
Uçarol, a.g.e. 97.
Uçarol, a.g.e. 97.
8
1.1.2. EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ
Okur bir aileden gelen Necati Cumalı, çocukluğundan beri okumaya ve
kitaplara düşkün bir yazar olduğunu dile getirir. Cumalı, büyüdüğü ortamı, yazıyla
ilk buluşmasını dile getirirken Kura’ndan başka kitap bulunmayan evde büyüdüğünü,
bunun için şiirle buluşmasının çok geç başladığını belirtir. “Đlkokul kitaplarında hiç
ilgimi çekmeyen manzumeler vardı. Çok iyi ansırım sekiz yaşındaydım. Đlkokulun
ikisinden üçüne geçmiştim. Benden büyük komşu çocuklarından üçüncü dördüncü
sınıfların
okuma
kitaplarını
almış
okuyordum.
Heceleri
parmaklarımla
sayarak,'Kedim', 'Bağda Sabah', 'Çeşme' gibilerden bir iki gün içinde üç beş
manzume yazdım. Kız kardeşime okuyordum yazdıklarımı.”24
Yazarın çocukluk yıllarında evlerine her gün Yeni Asır ve Tan gazeteleri
alınır.25 Bunlarda yayımlanan roman ve hikâyeleri takip eder. Đlk olarak okuduğu
roman, Knut Hamsun’un Açlık adlı romanıdır. Türk edebiyatından Ömer
Seyfettin’in, Sait Faik’in, Sabahattin Ali’nin kitaplarını okur. Đçlerinde en çok Sait
Faik’in kitaplarını sever. Sanat anlayışının oluşmasında Sait Faik’in önemli bir etkisi
vardır. Đlkokul sıralarından itibaren “manzume” ile ilgilenmeye başlar. Okuma
sevgisi onu sürekli zenginleştirmiştir. Gene de o, bu sevgiyi, kendisinin edebiyata
yakınlaşmasında bir neden olarak görmez: “Birçokları edebiyat sevgisinin okumakla
başladığını söyler. Ben okuma sevgisi ile edebiyat arasında doğrudan doğruya bir
bağlantı kuramıyorum. Her okumayı seven mutlaka yazar ya da şair olamaz.
Olmaması gerekir. Okuma sevgisini olağan karşılamak gerekir çocukta. Okumayı
sevmeyen çocuk ters bir varlıktır. Şair, yazar olmak bir yana, hiçbir şey olamaz. Her
meslek, her sanat okumayı gerektirir. Bunun içindir ki okuma sevgimin bir sonucu
olarak görmüyorum sanatımı.”26
Necati Cumalı, şiirle de Đzmir Erkek Muallim Mektebi'nde okuduğu yıllarda
karşılaşır. Bunu, aynı yazısında, şu sözleriyle anlatır: “Ortaokulun son sınıfında
karşılaştım şiirle. O yıl merhum Refik Ahmet Sevengil'in hazırladığı bir Türkçe
24
Yeni Edebiyat, a.g.m. s.4.
Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 7.
26
Yeni Edebiyat, a.g.m. 4.
25
9
kitabını aldırdı bize öğretmenimiz. Kitapta Necip Fazıl'ın şiirleriyle karşılaştım:
‘Otel Odaları’, ‘Heykel’, ‘Geçen Dakikalarım’...27 Türkçe kitabında Necip Fazıl’ı
okuyunca büyülenir. Başlangıçta basit bulduğu manzumelere benzemeyen bu şiirler
için: “O zamana kadar okuduğum manzumelere benzemiyordu bu okuduklarım.
Büyülenmiş, hemen ezberlemiştim bu parçaları. Bu şiirlerin itmesiyle okul
kitaplığında “Örümcek Agı”nı “Kaldırımlar”ı buldum. Kalınca bir defter aldım.
Sevdiğim şiirleri bu deftere geçirmeye başladım.” der.28 O yıllarda Faruk Nafiz’i
okuyup hayal kırıklığına uğrayan Necati Cumalı, Nazım Hikmet’in şiirleriyle
karşılaşınca, ona bağlanır. Türk ve Dünya edebiyatından birçok yazarın eserini
okuyan Necati Cumalı’nın bu dönemde hayranlıkla sevdiği ilk büyük yazar,
Dostoyevski’dir.29 Necati Cumalı’nın bu yıllarda övgüyle söz ettiği eserler; Goriot
Baba, Đnsanlığın Hali, Kızıl ve Kara, Benim Üniversitelerim, Martin Eden ve
Ekmeğimi Kazanırken’dir. Ulus olma sürecinin şairi olan Necati Cumalı, lisenin son
sınıfına gelinceye kadar Necip Fazıl ile Nazım Hikmet’in yanında, Haşim’i ve Yahya
Kemal’i de okur. Lisenin son sınıfında tanıştığı Hüseyin Batu, Cumalı’ya yeni
ufuklar açar. Varlık, Yücel, Gündüz, Çığır gibi dergilerin adlarını ondan öğrendiğini
belirten Necati Cumalı, Dıranas’ı Tarancı’yı, Dağlarca’yı okur. Orhan Veli, Oktay
Rıfat ve Melih Cevdet’in ‘Garip’ anlayışı içinde yayınladıkları ilk şiirlere yakınlık
duyar. Arkadaşı Hüseyin’in de desteklemesiyle liseyi bitirdikten sonra şiirler
yazmaya başlar, Yazdıklarını arkadaşına postalar. O dönem şiirlerini, “sevdiğim
şairlerin şiirlerine benziyordu”30 diye niteleyen şair, ilk şiirlerini yırtar. Yazar bu
konuda şöyle der: “Aldım elime kalemi. Ama ne yazacağımı bilemiyordum doğru
dürüst. Gene de şiire benzer bir şeyler çiziktirip duruyor, yazdıklarımı mektupla
Hüseyin’e gönderiyordum. Đnanılmayacak şey, beğeniyordu yazdıklarımı. Oysaki
genel olarak sevdiğim şairlerin şiirlerine benziyordu yazdıklarım. Sonradan yırttım,
kitaplarıma almadım bu şiirleri.”31
Necati Cumalı, liseyi bitirdikten sonra şiir üzerine yoğunlaşır. Necati Cumalı,
Đstanbul Hukuk Fakültesindeki öğrenimini yarıda bıraktığı yıllardaki bunalımlarını
27
Yeni Edebiyat, a.g.m. 4.
Yeni Edebiyat, a.g.m. 4.
29
Cumalı, Aşk Da Gezer, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998, s. 156.
30
Yeni Edebiyat, a.g.m. 4.
31
Yeni Edebiyat, a.g.m. 4.
28
10
ve üniversiteden itibaren yaşadıklarını yine kendi ifadesiyle şu şekilde verebiliriz:
“... Ben çıkmaza girdiği, tekdüzeleştiği her yol ayırımında değiştirdim yaşamımı.
1938’de Đstanbul Hukukuna yazılmıştım. 1938 Eylül sonları ile 1939 Ocak’ı arası
tam bir bunalım ayları oldu yaşamımda. Gerçekten âşık mıydım? Yoksa cinsel
bunalımlar mı geçiriyordum? Sıkıntılı soluk alamaz biri olmuştum. Elime hangi dersi
alsam bir sayfa okuyamıyordum. Sokaklara atıyordum kendimi. Bıraktım Đstanbul’u,
Ankara Hukuka aktardım kaydımı. Đstanbul Hukuku dört yıl, Ankara üç yıldı. Şiir
yapışmıştı yakama. Öğrencilikten ne kadar çabuk sıyrılsam o kadar iyiydi. Aşktan,
Đstanbul’dan kaçtım, dört yıllık üniversite cezasını üç yıla indirdim.”32 Necati
Cumalı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini tamamladığı yıllarda Sabahattin
Kudret Aksal, Salah Birsel, Baki Süha Ediboglu, Şahap Sıtkı ile arkadaştır. Rüştü
Onur, Kemal Uluser, Hüseyin Batu ile de mektuplaşmaktadır. Bu yıllar da Necati
Cumalı'nın tümüyle şiire yönelmiştir: “1939 sonlarına doğru şairdim artık. Ankara
Hukukuna gidiyordum. Ceplerim şiir doluydu. Şiirden başka söz etmiyor,
dinlemiyordum. Her yıl ders çalışmalarım aksıyor, kitapları sınav kapısında
tamamlayıp, yüreğim ağzımda giriyordum içeriye. Sabahattin Kudret Aksal, Salah
Birsel, Baki Süha Ediboglu, Şahap Sıtkı arkadaşlarımdı. Rahmetli Rüştü Onur,
Kemal Uluser, tabii Hüseyin ile mektuplaşıyordum. Đlk şiirlerim o yıl dergilerde
görünmeye başladı. O yıl Orhan Veli ile tanıştım. Sonra sonra yakın bir dostluğa
döndü bu tanışmamız.”33
Cumalı, tanıdığı ve okuduğu sanatçılardan etkilenir: “Ben de yukarıda
adlarını saydığım şairlerin kendimde birleştirdiğim yönlerinden çıktım” der.34
Cumalı, daha sonra bu etkilenmeleri aşıp orijinal üslubuna ulaşır. Đlk şiirini A.N.
Acar ismiyle, 1939 yılında Urla Halkevi dergisi olan Ocak’ta yayımlayan şair,
etkilenmelerle yazdığı bu şiiri yayımladığı için pişmanlık duyar.35 Yazarın bu
şiirinden önce Ocak dergisinin ilk sayısında “Ümitlerin Gemisi” adıyla bir şiiri daha
yayımlanmıştır.36 Kayda değer ilk şiiri 1940’ta Varlık dergisinde “Netice” adı ile
yayımlanır. Yine o yıllarda Orhan Veli ile tanışan ve dostluk kuran Cumalı, Oktay
32
Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin Yayınevi, 1990, s. 237.
Yeni Edebiyat, a.g.m. 4.
34
Yeni Edebiyat, a.g.m. 4.
35
Cumalı, “Beğenmek”, Ocak, 1939, s. 13.
36
Cumalı, “Beğenmek”, Ocak, 1939, s. 7.
33
11
Rıfat, Cahit Sıtkı Tarancı ve Nurullah Ataç’dan kendisini yüreklendiren şairler olarak
söz eder. Orhan Veli vasıtasıyla Halil Vedat Fıratlı ve edebiyata düşkün eşi Nahit
Hanım’la dost olur. “Gorki, London, Balzac, Gide, Dostoyevski, Malraug”37 gibi
sanatçıların eserlerini okuyarak yetişen Necati Cumalı, “Aynı yıl Kızılçullu Yolu adlı
kitapta toplayacağı şiirlerini yazar. l943’te de Salah Birsel ve arkadaşlarının
kurduğu ABC Kitabevinde kendi hesabına bastırıp yayınlar.”38 Yazar askerliğini
yaptığı yıllarda Adımlar ile Yurt ve Dünya adlı dergilere abone olur. O yıllarla ilgili
hatıralarını şöyle anlatır: “Yedek subaylık dönemim ikinci bir üniversite oldu
yaşamımda. Ezine’de ilk işim bir posta kutusu kiralamak, ilk aylığımdan ‘Adımlar’,
‘Yurt ve Dünya’ dergilerine abone olmak, Remzi Kitabevine on kitaplık bir sipariş
(ödemeli) vermek oldu. Ezine’ye giderken tek kitap götürmemiştim. Ezine’den bir
sandık, hepsini de okuduğum kitapla döndüm Urla’ya.”39
Necati Cumalı, askerden Harbe Gidenin Şarkıları adlı şiir kitabıyla döner.
(Aralık 1944) Bu yıllarda Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboglu, Erol-Dora Günay,
piyanist Rogsi Sabor, Nahid Fıratlı, Halil Vedat Fıratlı, Ahmet Adnan Saygun,
Ahmet Hamdi Tanpınar, Pertev Naili Boratav40 ile dost çevresi genişler, zenginleşir.
Đlk hikâyesi 1945 yılında “Aysız Geceler” adıyla Yücel dergisinde yayımlanır.
Varlık, Ülkü, Ankara gibi dergilerde şiirlerini yayımlayan Cumalı, Ulus gazetesinde
şiirle birlikte hikâyelerini de yayınlar.
Necati Cumalı, 1949’da Đzmir’de sahnelenen oyunu Boş Beşik ile dikkatleri
üzerine çeker. Đzmir’de bulunduğu yıllarda, Güzel Aydınlık (1951), Đmbatla Gelen
(1955) ve Güneş Çizgisi (1957) adlı şiir kitaplarını ve Yalnız Kadın (1955) adlı
hikâye kitabını birbiri ardına yayımlar. Hikâyelerini Varlık, Seçilmiş Hikâyeler,
Yenilik, Yeditepe dergilerinde ve Dünya gazetesinde yayımlayan Cumalı, şiirden arta
kalan zamanını diğer türlerde eser vermeye ayırır. 1956’da yayımladığı Değişik
Gözle kitabıyla 1957’de Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanır.
37
Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin yay. 1990, s. 279- 280.
Şerif Aktaş, “Necati Cumalı”, Türk Dili, S. 90, 1989, s. 199.
39
Uçarol, a.g.e. s. 97.
40
Uçarol, a.g.e. 97.
38
12
Yazar, hayatının çeşitli dönemlerini eserlerinin itibari dünyasına taşır. 1958
yılının Ocak ayında kendi imkânlarıyla ve bir aylık parası ile Paris’e gittiği yıllara ait
izlenimleri, Zorla Đspanyol ve Aşk Duvarı gibi oyunlarda olduğu gibi bazı
hikâyelerine de kaynaklık eder. 1959’da Paris’ten hayatını “edebiyat adamı olarak
kazanmak kararıyla”41 Đstanbul’a döner. 1959’da ilk romanı Tütün Zamanı, Vatan
gazetesinde tefrika edilmeye başlanır. 1966 yılından itibaren mesleki olarak yalnızca
yazarlık ile ilgilenen Cumalı, edebiyatı yaşamında hep ön planda tuttuğunu
“Edebiyat tutkuma hiçbir zaman ortak tanımadım” sözleriyle anlatır.42 Yağmurlu
Deniz kitabına 1969 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, Tufandan Önce’ye de 1984
Yeditepe Şiir Armağanı verilir. ‘Dün Neredeydiniz’ adlı oyunuyla 1981 Kültür
Bakanlığı Tiyatro Ödülü'nü kazanır. Son romanı Viran Dağlar ile Orhan Kemal
Roman Armağanı’nı ve Yunus Nadi Roman Ödülü'nü alır. Dil Derneği’nin
düzenlediği Ömer Asım Aksoy Ödülü'nün ilkini Viran Dağlar adlı romanıyla alır.
Necati Cumalıya 2000 yılında, Tiyatro Yazarları Derneği tarafından Türk tiyatrosuna
katkılarından dolayı ‘Onur Ödülü’ verilir. Makedonya 1900 adlı hikâye kitabıyla
1977’de ikinci kez Sait Faik Hikâye Ödülü’ne lâyık görülür. Susuz Yaz’dan alınan,
Metin Erksan'ın yönettiği film ise, 1964 Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı Ödülü'nü
alarak, ülkemize sinema alanındaki ilk uluslar arası ödülü kazandırır. Cumalı’nın
eserlerinden yola çıkılarak yapılan filmler den bir kaçı ise söyle sıralanabilir: Boş
Beşik, Zeliş, Mine, Dul Bir Kadın ve Derya Gülü.
Yazarın hayatında Urla’nın önemli bir yeri vardır ve eserlerinin mekân olarak
Urla’yı sıkça kullanır. Urla’nın yeşilliği onun hayallerinde her zaman “eserlerinin
dekoru”43 olarak yaşar. Birçok yeri gezen şairin eserlerinde Urla geniş yer tutar
“.ayrı bir yeri vardır yaşamımda. Sık sık özlerim oraları. Yılda bir kez olsun
gidemezsem bir aksaklık duyarım yaşamımda.” der.44
Birbirini izleyen yurtdışı gezileri şaire, değişik mekânlarda değişik milletlerin
insanlarıyla tanışma imkânı sağlar. Bu yıllara ait gözlemler, sanatçının eserlerinin
41
Uçarol, a.g.e. 97.
Uçarol, a.g.e. 97.
43
Cumalı, “Eserlerimin Dekoru Urla’dır”, Yeni Asır, 1986, s. 2.
44
Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin Yay. 1982, s. 9.
42
13
oluşmasında etkili olur. Necati Cumalı, o yıllarla ilgili gelişmeleri şu şekilde aktarır:
“... 1967 yılında Bulgaristan Yazarlar Birliğinin çağrısı olarak başlayan yurtdışı
gezilerim, Makedonya, Birleşik Amerika (1970–1978), Sovyetler Birliği (1971–73),
Bulgaristan (1973– 1978), Đran (1972–1976–1977), Yunanistan (1978). Almanya,
Çekoslovakya, Bulgaristan (1980), Finlandiya (1988) ile sürdü. O arada kendi
arabamızla Đstanbul’dan çıkarak Zagreb, Milano, Paris üstünden Strazbourg,
Münih, Viyana, Peşte, Bükreş’e uzanan yolculuklar yaptık. Bütün bu geziler beni
etkiledi, esinlendirdi, çağımızı daha yakından tanımamda yararlı oldu. Öykülerime,
şiirlerime, denemelerime kaynaklık etti. Yazdıklarımı tekdüzelikten kurtarabildimse,
öyle sanıyorum ki, bu niteliği, yaşamımı tekdüzelikten kurtaracak cesareti
göstermeye borçluyum.”45
Necati Cumalı şiir, hikâye, roman, denemelerinin yanı sıra tiyatro oyunları da
yazar. Bu alandaki verimliliğiyle çağdaş Türk tiyatrosunda önemli bir yere sahiptir.
Yaralı Geyik ile 1979 Muhsin Ertuğrul Armağanı’nı, Dün Neredeydiniz oyunuyla da
1982 Kültür Bakanlığı Tiyatro Ödülü'nü alır.
Cumalı, çok yönlü bir sanatçıdır. Şiirlerinin dışında hikâyeleri, oyunları,
roman ve denemeleriyle de edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Yeteneğini
gereği kadar değerlendirmek ve kendisine bağışlanan ömrün “diyetini ödemek” için
çalıştığını ifade eden yazar, çalışmayı mutluluğun kaynağı olarak görür. Necati
Cumalı yazı ve şiirlerini, gazete, dergi ve kitaplarda N.C. Acar, N.C, Ahmet Necati,
N. Cumalı ve Necati Cumalı adları ile yayımlar. Şiirini, Garip ve 1940 Kuşağı
akımlarından arındırarak oluşturmaya çalışan Necati Cumalı şiirlerine aydınlık bir
duyarlılığı yansıtmayı amaçlar. Şiirinde ele aldığı belli başlı konular, bireyin güncel
kaygıları, sevinç ve özlemleri, ayrılık ve acılarıyla birlikte çağın sorunlarıdır. Nihayet
Arslan onun şiirleri ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunur: “Đlk şiir kitabı Kızılçullu
Yolu 1943’te çıktı. Garip şiirinin havasını taşıyan bu şiirlerden sonra 1945’te
yayımlanan Harbe Gidenin Şarkıları kitabında toplum sorunlarına duyarlık gösteren
şiirler ağırlık kazanır. Şiirlerinde yaşama sevinci, yalın duygular, yalın bir anlatım
göze çarpar. 1957 yılına kadar şiir kitapları birbiri ardından gelir: Mayıs Ayı
45
Cumalı, a.g.e. 9.
14
Notları (1947), Güzel Aydınlık (1951), Đmbatla Gelen (1955), Güneş Çizgisi (1957).
Garip şiiriyle edebiyat dünyamızda kendisine bir yer edinen, genellikle küçük insan
olarak adlandırılan, dar gelirli, sıradan orta tabaka insanının duyarlığını yansıtan
şiirlerinde toplumsal konular da bu bakış açısı çerçevesinde yer alır. Şiire bir süre
ara verip edebiyatın diğer alanlarında ürün vermeye devam eden Cumalı, şiirinde
bir dönüşümün ifadesi olan Yağmurlu Deniz’de 1960-1965 arası siyasal ortamının
etkilerini yansıtan, toplumsal yönü ağır basan kavga şiirlerine yer vermiştir. Bu
tarihten sonra yazdıklarını Başaklar Gebe (1970), Ceylan Ağıdı (1974), Aç Güneş
(Bütün Şiirleri, 1980), Tufandan Önce (Bütün Şiirleri, 1983), Aşklar Yalnızlıklar
(Toplu Şiirleri, 1985), Kısmeti Kapalı Gençlik (Bütün Şiirleri, 1986) adlı kitaplarda
toplamıştır. Şiirinde kendine özgü söyleyişi bulan Cumalı, iddiasız, yalın ama dile
getirilmesi zor olanı söylemiştir. Şiirlerinin büyük çoğunluğu öykülemeli anlatım
biçimindedir. Bununla birlikte imgenin gücünü duyurduğu şiirleri de vardır.”46
Şiirlerinde
bireyin
sorunlarına,
yaşadığı
ortamın
onun
dünyasının
biçimlenmesindeki etkilerine değinmiştir. Güncel kaygılar, aşklar, sevgiler,
savrulmalar, acılarla yüklü bir yaşamdan kesitleri sunmuştur. Necati Cumalı, çağdaş
duyarlılık evreni yarattığı şiirlerindeki çıkış noktasını ve kuşağının özelliğini şöyle
değerlendirecektir: “Bizler, çelişkili koşulların yaşamını bölük pörçük, parça parça
ettiği bir kuşağız. Benim çocukluk yıllarımda, toplumda egemen olan değer ölçüleri
ile ekmeğimizi kazanmaya başladığımız yıllarda ağır basan değer ölçüleri, çelişkili
bir değişiklik gösterdi. Toplum bize verdiği vaatleri tutmadı. Kişiliğimin
biçimlenmeye başladığı otuzlu yıllarda, ülkemizde yaşamayı güzelleştiren geleceğe
dönük inançlar geçerliydi. Yurdumuzun daha mutlu yarınlara kavuşmasına katkıda
bulunmak yürekleri ısıtan bir tutumdu. Kırklı yıllarda birden kendimizi kararan
gökler altında bulduk. Ekmeğimizi kazanmaya başlamamızla birlikte enflasyonun
yükü altında kaldık, Oktay Akbal'ın deyimiyle önce ekmekler bozuldu. Lokmalarımız
ufaldı. Özel yaşayışımızı düzene koymamız zorlaştı, evlenmek, ev açmak, ekmeğimizi
güven altına almak, çözülmesi güç sorunlar oldu. Öte yandan delikanlılık çağında
inançla bağlandığımız cumhuriyetçi, halkçı, devrimci görüşler karalandı, bizler kötü
gözle görülen, istenilmeyen kişiler durumuna düşürüldük. Ben bu kuşağın çilesini
46
Nihayet Arslan, “Necati Cumalı”, Türk Dli, S. 590, 2001, s. 217-220.
15
yaşadım. Sadece toplumsal şiirlerimle değil, yıkılan aşkları, yürek burukluğu ile de
kuşağımın duygularının sözcüsü olmaya çalıştım.”47
Hikâye ve romanlarında daha çok Ege yöresinin kırsal kesim insanlarını ve
onların yaşam sorunlarını anlatır. Türkiye insanı, suyun ve tütünün hikâyesini Necati
Cumalı’nın kalemiyle tanımıştır. Eserlerinde yalın, akıcı ve şiirsel bir dil kullanır.
Taşra, kasaba insanının gerçeğini; yaşadığı toplumsal sorunları bu bakış açısıyla
yansıtır. Özellikle “Tütün Üçlemesi” olarak nitelendirilen Tütün Zamanı/Zeliş,
Yağmurlar ve Topraklar, Acı Tütün bu bakış açısıyla yazılmış romanlarıdır. Konur
Ertop, bu üçlemenin özelliklerini şöyle değerlendirir: “Tütün Üçlemesi 1950'lerin
ayrıntılı bir panoramasını canlandırmaktadır. Dizide Urlalı tütün üreticilerinin
geçim kavgaları, tütün tarımı, tütün piyasası, kasaba insanlarının günlük yaşamı
gerçekçi bir biçimde dile getirilmiştir. Yazarın gözlem ve değerlendirmeleri bugün
geride kalan bir dönemin gerçeklerine önümüze sermektedir.”48
Romanları, yazarın kendi kişisel görüşlerini aktarması gibi teknik kusurlara
rağmen, iyi kurulmuş; sağlam gözlemlere, gerçek hayatın dinamizmini taşıyan
gerçekçi tasvirlere sahip; yerel renkliliği ve yerli unsurları içtenlik ve sadelikle
yansıtmasıyla kendi insanımızı bulduğumuz gerçekten bizim olan romanlardır. Bu da
Necati Cumalı’nın Türk roman tarihinde hak ettiği yeri alması için yeterli bir
nedendir.
1959’da yayımlanan Tütün Zamanı, 1971’de Zeliş adıyla yeniden bastırılır.
Kırsal kesim insanını anlatan diğer köy/kasaba romanlarımızın çağrıştırdıklarından
farklıdır Necati Cumalı’nın romanı. O, köylüyü ideolojik obje yaparak kusurlarını,
zaaflarını ya da erdemlerini abartmak yerine, onu kendi doğal çevresi içinde, kendi
töreleri, değer yargıları, duyguları ve inançlarıyla sadelikle yansıtmasını bilmiştir. Bu
bakımdan Necati Cumalı’nın gerçekçiliği, çarpıcı olmak için, az rastlanır, sivri olay
ve kişilerin konu edilmesiyle uç noktalarda aranan bir gerçekçilik anlayışına karşıdır
ve yazar esasında gerçekçi romancılığın ön koşulu olan bu sadelik ve doğruluktan
47
Sezer, “Necati Cumalı’ya Yeni Kitabı ‘Tufandan Önce’ Üstüne Sorular: ‘Ben Kısmeti Kapalı Bir
Kuşağın Şairiyim, Sözcüsüyüm’”, Somut, 1983, s. 2.
48
Konur Ertop, “Necati Cumalı Öykücülüğünü Anlatıyor”, Varlık, S. 895, 1982, s. 8.
16
ayrılmayarak romanını kurar. Kişilerin kendi dar çerçeveli, basit dünyaları içinde
gösterdikleri bireysel gelişimi ve eylemlerini realiteye uygun biçimde ortaya koyarak
yaşayan, tanıdık, yadırganmayacak kişiler yaratır.
Necati Cumalı, toplumsal yapılanmanın bütün engellemelerine rağmen,
okumuş şehir insanının önyargılarından uzak kalabildikleri ve doğal bir ortamda
yaşadıkları için daha kendine özgü olmayı başarabilmiş kırsal kesim insanlarındaki
bireysel oluşumları izleyebilmiş nadir şairlerden biridir. Cumalı’nın gerçeğe ve
insana saygısı, Anadolu insanını deneysel ya da ideolojik bir obje olarak görmesine
engel olmuştur.
Geleneksel hikâye kalıplarını kullanmakla birlikte Cumalı, son yıllarında
kaleme aldığı hikâyelerde ise olaydan çok ayrıntılarda yoğunlaşarak bu tavrını biraz
değiştirir. Kişileri, romanlarında olduğu gibi çoğu Urla yöresinin insanlarıdır. Kadın
erkek ilişkileri, cinsellik hikâyelerinde başlıca tema olarak öne çıkar. Necati Cumalı,
oyunlarında da toplumsal yapıdaki eksiklikleri, aksaklıkları; insan ilişkilerinin trajik
yanlarını işler. Necati Cumalı’nın bir edebiyat adamı olarak belki de en ilginç yönü
tiyatro yazarlığıdır. Konularını yerli kaynaklardan alarak tamamen yerli unsurları
kullanmıştır. Tiyatromuzda yabancı oyunların egemenliği karşısında durarak ulusal
tiyatromuzun gelişimine hizmet etmiştir. Birçok dile çevrilen, yurt dışında temsil
edilen bu eserler, evrensel olmanın yolunun öncelikle ulusal olmaktan geçtiğini
vurgulamaktadır. 1963’te oyunlaştırdığı Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı ise
başarılı bir uyarlama olarak üzerinde durulması gereken bir eserdir.
Yazarın her türden eserleri yirmiyi aşkın dile çevrilmiştir. Oyunlarından
Mine, Nalınlar (1963) Đtalyanca, Derya Gülü (1966 Đbranice, 1991 Đngilizce), Susuz
Yaz (1975 Đngilizce), Tehlikeli Güvercin (1969 Rusça), Vur Emri (1975 Slovence,
1977 Farsça) olarak yayımlanmıştır. Susuz Yaz 1981'de Oslo radyosunda Norveç
dilinde, Derya Gülü 1967'de Zagreb radyosunda Hırvatça yayımlanmıştır.
17
1.1.3. ESERLERĐ
1. Şiirler
Aç Güneş, 1980.
Başaklar Gebe, 1970.
Bozkırda Bir Atlı, 1981.
Bütün Şiirleri-I. 1983.
Ceylan Ağıdı, 1974.
Denizin Đlk Yükselişi, 1954.
Güneş Çizgisi, 1957.
Güzel Aydınlık, 1951.
Harbe Gidenin Şarkıları, 1945.
Đmbatla Gelen, 1955.
Đmbatla Gelen, Şiirler-II, 1996.
Kızılçullu Yolu, 1943.
Mayıs Ayı Notları, 1947.
Yağmurlu Deniz, 1968.
Yarasın Beyler, 1982.
Aşklar Yalnızlıklar (Toplu Şiirler-I),1986.
Kısmeti Kapalı Gençlik (Toplu Şiirler-II), 1986.
2. Romanlar
Zeliş, (Đlk baskısı Tütün Zamanı Adıyla 1959)
Yağmurlar ve Topraklar, 1973.
Acı Tütün, 1974.
Aşk Da Gezer, 1975.
Üç Minik Serçem. 1996.
Viran Dağlar, 1994.
18
3. Hikâye Kitapları
Yalnız Kadın, 1955.
Değişik Gözle, 1956.
Susuz Yaz, 1962.
Ay Büyürken Uyuyamam, 1969.
Makedonya 1900, 1976.
Kente Đnen Kaplanlar, 1976.
Yakubun Koyunları, 1979.
Revizyonist, 1979.
Aylı Bıçak, 1981.
4. Oyunlar
Boş Beşik, 1949.
Mine, 1959.
Bütün Oyunları-I (Mine- Dün Neredeydiniz- Vur Emri), 1983.
Nalınlar, 1962.
Çalıkuşu (Reşat Nuri Güntekin), Oyunlaştıran: Necati Cumalı, 1963.
Derya Gülü, 1963.
Oyunlar-I (Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri) 1969.
Oyunlar-II (Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılara ya da Juliette),
1969.
Oyunlar-III (Nalınlar, Masalar, Kaynana Ciğeri) 1969.
Oyunlar-IV (Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla Đspanyol) 1969.
Oyunlar-V (Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb’un Yumurtası) 1973.
Oyunlar-VI (Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, Đş Karar Vermekte) 1977.
Yaralı Geyik, 1980.
Boş Beşik- Yaralı Geyik- Kaynana Ciğeri, 1985.
Mine-Dün Neredeydiniz- Vur Emri, 1983.
Bir Sabah Gülerek Uyan, 1990.
19
Vatan Diye Diye, 1990.
Devetabanı, 1992.
5. Deneme Kitapları
Niçin Aşk, 1971.
Etiler Mektupları, 1982.
Niçin Af, 1989.
Ulus Olmak Atatürk Denemeleri, 1995.
Senin Đçin Ey Demokrasi, 1997.
Şiddet Ruhu, 1998.
6. Anılar
Yeşil Bir At Sırtında, 1990.
7. Çeviriler
Apollinaire’den Şiirler, 1965.
Hughes, Langston, 1961.
Keller, Gottfried, 1946 (Dara Güney ile birlikte).
Lamorisse- Prevert, 1981.
Merımee, Prosper, Attın Araba, 1963.
Storm, Theodor, Meşe Ağaçlı Köşk, 1946 (Dara Güney ile birlikte).
8. Đnceleme
Apollinaire, Guıllaume, Yaşamı- Sanatı ve Şiirleri, 1986.
20
Muzaffer Tayyip Uslu (Şiirli Yazıları, Kendisi Đçin Yazılanlar), 1956.
9.Senaryo
Bağımsızlık ya da Ölüm, 1993.
10. Makaleler
“Beğenmek”, Ocak, 1 (1939), s.8-9.
“Yeni”, Fikirler. 22 (1949), s.1-6.
“Yeni II”, Fikirler, 23-24 (1949), s.4-9.
“Şiirin Diyeti”, Varlık. 450 (1957), s.8.
“Niçin Aşk”, Varlık, 452 (1957). s.3-5.
“Mine Üstüne”, Türk Tiyatrosu, 320 (1959), s.24-25.
“Mine Sahnede”, Türk Tiyatrosu, 321(1959), s. 11.
“Mine Üstüne”, Varlık, 498 (1959), s.6.
“Yedi Tepe Üstüne Küçük Bir Şehir”, Varlık, 514 (1959), s.14-15.
“Cahit Külebi ve Batı”, Vatan, 14 Ağustos 1959, s.2.
“Sanatçının Gerçeği” Vatan, 21 Ağustos l 959, s.2.
“Yazarlarımızı Sevmiyoruz”, Vatan. 4 Eylül 1959, s.2.
“Bir Yazarın Đki Yazısı”, Vatan, 18 Eylül 1959, s.2.
“Đlk Gençlik Şiirleri”, Vatan, 25 Eylül 1959. s.2.
“Köy Romanları”, Vatan, 2 Ekim 1959. s.2.
“Şiirde Fazlalıklar”, Vatan, 9 Ekim 1959, s,2,
“Tiyatro Tekniği Üzerine”, Varlık, 524 (1960), s.4-5.
“Bir Eve Dönüşünde Sait Faik”, Varlık, 526 (1960), s.4,
“Đkinci Yeni ve Eleştirmeciler”, Papirüs, 19 (1960), s,18-19.
“Yenilik Adına”, Dost, S.6, Eylül 1961, s.3-4.
“Tanpınar’ın Şiirleri”, Varlık, 548 (1961), s,12-13.
“Şairden Yana”, Varlık, 550 (1961), s.8,
21
“Tiyatro Üstüne Konuşma” Ataç, 1 (1961), s.24-25.
“Nalınlar Üstüne”, Kent Oyuncuları, 5 (1962) s.7
“Đsrail’den Mektup”, Kent Oyuncuları, S.13, Kasım 1963, s.
“Kükürt Dumanları”, Varlık, S.762, Mart 1971, s.6.
“Şiir Ölüyor Mu?”, Varlık, 761(1971), s.3.
“Şiirin Yararı”, Varlık, 763 (1971), s.4-5,31
“Şiirin Olanakları”, Cumhuriyet Ek, 4 Nisan 1971, s.1, 4.
“Edebiyatımız Kısır Mı?” Cumhuriyet, 17 Mart 1973. s.2.
“Şiirin Attıkları”, Varlık, S.798, Mart 1976, s.6.
“Sanat-Edebiyat, Şair Şiirini Kendi Yaşadığı Ortamın Diliyle Yazmalı”, Cumhuriyet,
30 Nisan 1977, s.9.
“Ziya Osman Saba’yı Anıyoruz”, Varlık, S.834, Mart 1977, s.7, (Varlık, S.448’den
aktarma).
“Denek Taşı”, Varlık, S. 837, Haziran 1977, s.9-10.
“Nerede Ataç?” Türk Dili, 308 (1977), s.405-411.
“Sait Faik Bizim Đlk Klasiklerimizden Biridir”, Milliyet Sanat Dergisi, 234 (1977),
s.9.
“Büyük Kitaplar”, Varlık, S. 857, Şubat 1979, s.4.
“Etiler Mektupları”, Varlık, S. 858, Mart 1979, s.4.
“Etiler Mektupları”, Varlık, S. 859, Nisan 1979, s.3.
“Etiler Mektupları”, Varlık, S. 860, Mayıs 1979, s.3-4.
“Etiler Mektupları”, Varlık, S. 861, Haziran 1979.
“Etiler Mektupları”, Varlık, S. 862, Temmuz 1979, s.4-5.
‘Etiler Mektupları”, Varlık, 5. 863, Ağustos 1979, s.5-6.
“Etiler Mektupları”, Varlık, 5. 864, Eylül 1979, s.3-4.
“Etiler Mektupları”, Varlık, 5. 865, Ekim 1979, s.6-7.
“Dil Savaşı”, Cumhuriyet, 28 Ekim 1980, s.2.
“Karşılaştırmalar”, Kooperatif Dünyası, Şubat 1979, S.95, s.15-17.
“Bir Roman Kahramanı “, Milliyet Sanat Dergisi, 6 (1980), s. 107-109.
“Kendimle Konuşma”, Türk Dili, S. 350, Şubat 1981, s.490-493.
“Yalın Şiirin Ardında”, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.493.
“Anılarla Yaprak Dergisi’’, Milliyet Sanat Dergisi, 35 (1981), s. 10.
22
“Şiir Tohumu”, Türk Dili, 356 (1981). s.87.
“Karabataklar Uçuyor”, Gösteri, 5. 16, Mart 1982, s.28-30.
“Edebiyat Evleri-4”, Hürriyet Gösteri, 18 (1982), s.36-39.
“Aşk Toplumsal Bir Olgudur”, Hürriyet Gösteri, 19 (1982), s.66,
“Etiler Mektupları”, Türk Dili. 361 (1982), s.4-7.
“Etiler Mektupları”, Türk Dili, 362 (1982), s.89-92.
“Etiler Mektupları”, Türk Dili. 363 (1982), s.149-150.
“Etiler Mektupları”, Türk Dili, 364 (1982), s.202-207.
“Oyunlarımızda Folklorun Yeri”, Türk Halk Edebiyatı ve Folklorunda Yeni
Görüşler 1, Hazırlayan: Feyzi Halıcı, Konya Kültür ve Turizm Derneği Yayınları,
Ankara 1985, s.50
“Eserlerimin Dekoru Urla’dır”, Yeni Asır, 9 Mayıs 1986.
“Etiler Mektupları, Aydın Kimdir?”, Đkibin’e Doğru, 12 (1987).
“Etiler Mektupları, Yahya Kemal”, Đkibin’e Doğru, 14 (1987).
“Etiler Mektupları, Kitap Ölür Mü?” Đkibin’e Doğru, 6 (1987).
“Etiler Mektupları, Folklorun Yeri”, Đkibin’e Doğru, 20 (1987).
“Etiler Mektupları, Deredeki Taşlar”. Đkibin’e Doğru, 22 (1987).
“Etiler Mektupları, Akif Đnanmış Adam. Đkibin’e Doğru, 28 (1987).
“Etiler Mektupları, Öykünme Üstüne”, Đkibin’e Doğru, 43 (1987).
“Etiler Mektupları, Niçin Yazıyorum”, Đkibin’e Doğru, 52 (1987).
“Etiler Mektupları, Yadsınan Tanzimat”. Đkibin’e Doğru, 16 (1988).
“Etiler Mektupları, Oktay Rıfat”, Đkibin’e Doğru, 18, (1988).
“Etiler Mektupları, Tiyatroda Uyarlama”, Đkibin’e Doğru, 29 (1988).
“Etiler Mektupları, Cenap ile Fikret”. Đkibin’e Doğru. 35 (1988).
“Etiler Mektupları, Cenap ile Fikret II”, Đkibin’e Doğru, 37 (1988).
“Etiler Mektupları, Kültür Savaşı”, Đkibin’e Doğru, 49 (1988).
“Etiler Mektupları, Kültür Savaşı”, Đkibin’e Doğru. 52 (1988).
“Etiler Mektupları, Bir Roman”, Đkibin’e Doğru, 7 (1989).
“Etiler Mektupları, Tiyatro Edebiyattır”, Đkibin’e Doğru, 13 (1989).
“Bir Konunun Ardında”, Türk Dili Dergisi, S.7, Temmuz- Ağustos 1988.s.21
“Seçilmiş Öykü Notları”, Yazıt, 6 (1989), s.3.
“Şiddet Ruhu”, Varlık, S.998, Kasım 1990, s.48,
23
“Đyi Đnsan Đyi Vatandaş Hasan Ali Yücel”, Gösteri, 113(1990), s.5-9.
“Nazım Hikmet Paris’teydi”, Hürriyet Gösteri, 114 (1990), s.7-10.
“Şiirsiz Bir Dünya Yaşamaya da Değmez”, Varlık, 1004 (1991), s.11.
“Dediler ki”, Varlık, S.1000, Ocak 1991, s.43.
“Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili, 5. 30, Mayıs-Haziran 1992, s.51-54.
24
2. NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ
Necati Cumalı, çevresinde gördüğü olayları, durumları şiirlerine aktarmakta
güçlük çekmez. Anadolu’nun çeşitli kasabalarında avukatlık görevi yapması
Cumalı’ya geniş bir insan albümü sunar. Gezdiği, gördüğü yerlerde insanların
değişik problemlerine tanık olan şair, sosyal sorumluluk üstlenerek küçük insanın
büyük problemini şiirine taşır. Kurtuluş Savaşı yıllarında doğup seksen yıllık bir
ömür süren şair, Türkiye ve dünya gündemini meşgul eden birçok olaya şahitlik eder.
Toplumsal-gerçekçi bir çizgide bulunan Cumalı, ülkeyi derinden etkileyen dış göç, iç
göç, kentleşme, gecekondulaşma, yoksulluk, ölüm gibi toplumsal yara haline gelen
olgulara dikkatleri çekmeyi başarır.
Modern dünyada sağ ve sol bloklaşma ülke insanını da etkisi altına alır. Bu
etki karşısında taraf olan şair, kendini sol düşünceye yakın görür. Cumalı, Đkinci
Dünya Savaşı ve Đspanya Đç Savaşı’nı konu aldığı şiirlerini dünya görüşüne paralel
olarak işler. Kimi insani kimi siyasi duyarlılıkla örülen toplumsal içerikli şiirler,
vasat bir üslupla şekillenir.
25
2.1.
GÖÇ OLGUSU
Büyük bir sosyal ve politik sorun olan göç, insan yaşamını etkilediği kadar
toplumları ve ülkeleri de derinden etkiler. Göç olgusu yapısı itibariyle; sosyoloji,
coğrafya, ekonomi ve siyaset gibi alanların ilgisi kapsamındadır. Edebiyat tam da bu
noktada devreye girer. Nitekim edebiyat, insanları ve toplumları ilgilendiren olaylar
ve durumlar karşısında kayıtsız kalmaz.
Toplumu yakından ilgilendiren olaylar ve durumlar karşısında kayıtsız
kalmayan Necati Cumalı, Türkiye’nin yaşamış olduğu dış göç ve iç göç olgularını ele
alır. Cumalı, olayın ekonomik boyutları ile insan ve toplum yaşamındaki etkilerini
gözler önüne serer.
Dış göç ve iç göç, ekonomik sebeplerin temel faktör olduğu düşünülürse
benzer sebeplerle yapılır. Đşsizliğin önüne geçmek, iyi bir gelecek elde etmek
amacıyla yapılan göçler, insanları çaresizce gurbete düşürür. Göçe karar verenlerin
trajik halleri Cumalı’nın şiirlerinde yansımasını bulur. Necati Cumalı’nın şiirlerinde
göç, yeni ümitlerin gerçekleşebileceği düşüncesiyle yapılır. Ancak, göçle beraber
insanlar toplumsal ve kültürel sorunlarla karşılaşırlar. Gidilen yerlere alışmak kolay
olmaz. Karşılaşılan sorunlar, zorlu yaşam koşulları ve bunun oluşturduğu psikolojik
kırılmalar hem dış, hem iç göçte karşılaşılan durumlardır.
26
2.1.1. DIŞ GÖÇ OLGUSU
Đkinci Dünya Savaşı’nın geride bırakmış olduğu büyük yıkımın ardından hızlı
sanayileşme hamleleri, Amerika, Fransa, Đngiltere ve Almanya gibi ülkelerin,
sanayide çalışacak iş gücü açığını üçüncü dünya ülkelerinden karşılamalarına neden
olur. Zira iş gücü açığını en az maliyetle kapatmak isteyen bu ülkelerin talebine az
gelişmiş ülkeler cevap verir. Türkiye ile birlikte Fas, Tunus, Yunanistan, Đspanya ve
Yugoslavya gibi gelişimini tamamlayamamış ülkeler, yurtdışına kitleler halinde işçi
gönderirler.49
Türkiye’den Avrupa’ya yönelen ilk iş gücü göçünün adresi Almanya olur.
1961 yılında yapılmaya başlanan Berlin Duvarı, Doğu Almanya’dan Batı’ya akan iş
gücünün önüne büyük bir engel olarak çıkar. 1961 yılında Federal Almanya ile
Türkiye arasında “Đş Gücü Göçü Anlaşması” imzalanır. Böylece gereksinim duyulan
iş gücünün bir bölümü 1961 yılından itibaren resmi olarak Türkiye’den karşılanmaya
başlanır.50 Bunun sonucunda “Đstanbul, özellikle Tophane ve Mecidiyeköy,
birdenbire bir işçi pazarı haline gelir. Almanya Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
giriştiği sanayi hamlesi için güçlü kuvvetli işçiler aramakta ve bunda acele
etmektedir.”51 Bu tarihten itibaren Türk işçileri çalışmak üzere kitlesel olarak
Almanya’nın yanı sıra sanayileşmiş diğer Avrupa ülkelerine gitmeye başlarlar.
1963 yılında Türkiye ve o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu
arasında imzalanan ortaklık anlaşması Almanya’ya işçi göçünü hızlandırır.52 Yoğun
işçi göçü sonrasında Almanya bazı çıkarlarını tekrar gözden geçirir ve 1973 yılında
yabancı işçi alımını durdurur. Ardından 1974 yılında, çocukları Türkiye’de bulunan
kişilerin alacakları çocuk paralarını yarıya indirir. Bu durum, Türk işçilerinin
kazancının azalmasına yol açar. Bundan dolayı Türk işçisi çocuğunu Almanya’ya
getirtmeye çalışır. Sonuçta 1974 yılı boyunca yüz bin çocuk, Almanya’ya gelir.
49
Ali Sait GĐTMEZ, Dış Göç Öyküsü, Maya Matbaacılık ve Yayıncılık, Ankara, 1979, s. 232.
Emine KOLAÇ, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, “Gülten Dayıoğlu’nun Yurdumu Özledim
Romanında Dış Göç Sorununun Çocuk Boyutu”, International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 3/7 Fall 2008, s. 459.
51
Mehmet NARLI, “ Almanya’ya Göçün Türk Romanına Yansıması”, HECE-Türk Romanı Özel
Sayısı, S. 65/66/67, Ankara, 2002, s. 388.
52
Ünal AKKAYA, Almanya’daki Türk Medyası ve Türk Medyasının Türk Göçmenlerin Kültürel
Yapısına ve Entegrasyon Çabalarına Etkisi, ( Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Sakarya, 2006, s. 459.
50
27
Böylece “ikinci kuşak” denilen ve bir takım problemler yaşayan kitle oluşmaya
başlar.53 Almanya’da işçi alımı durduğunda ülkedeki Türk işçi sayısı 900 binlere
ulaşmıştır bile. Almanya bu tarihten itibaren bir taraftan yabancı iş gücünün ülkeye
gelmemesi için sert önlemler alırken; bir taraftan da aile birleşimine olanak tanır.
Aile birleşimi yasasıyla işçilerimizin Türkiye’deki eşlerini, çocuklarını yanlarına
almasına izin verilir.54
1974 yılının sonlarında Alman hükümeti, yabancı işçilerin ülkeye yeni giriş
yapılmasını engellemek ve orada bulunanları geri göndermek için çeşitli
uygulamalarda bulunur. Alman hükümetinin “geriye dönüşü desteklemek” amacıyla
uygulamaya koyduğu politikalar etkili olmaz. 1976’da Almanya’ya gelen Türk sayısı
yeniden artar. 1980’li yıllara gelindiğinde ise Türkiye’deki ekonomik ve politik kriz
ile terör olayları, Almanya’ya göçü tetikler.55
Ülkemizin işsiz genç nüfusu için yeni bir umut kapısı olan Almanya’ya göç,
olanca hızıyla devam ederken; dış ülkelerdeki yabancı düşmanlığı da aynı hızla artış
gösterir. Bu dönemde gençlerin ailelerinin yanlarına gelme yaşı, kademeli olarak
indirilmeye başlanır. Bu durum çeşitli soru işaretlerini de beraberinde getirir. Bu soru
işaretlerinden biri, Almanya’nın aslında yetişkin yaştaki iş gücünü (1. kuşak) ithalden
vazgeçerek geleceğin iş gücünü (2. kuşak) erkenden ithal etme veya gelecekteki
kendi öz nüfusundaki dar boğazı aşmak için genç yabancı kuşaktan yararlanma gibi
gizli bir politika geliştirdiği düşüncesidir. 1983 yılında çıkarılan geri dönüş yasası ile
yabancı işçilere geri dönmeleri için verilen teşvik primleri beklenen sonucu vermez.
Beklenenden daha düşük sayıda geriye dönüş gerçekleşir. 1993 yılında elde edilen
istatistikî veriler Türklerin sadece % 20’sinin Türkiye’ye geri dönmeyi düşündüğünü
ortaya çıkarır.56
Sonuç olarak 1961 yılında başlayıp 1980’lerde hızlanan Almanya’ya göç
olgusu, küçük iniş çıkışlarla devam eder. Yaşam koşullarının göç ettirdiği işçiler, gün
53
54
Narlı, a.g.e., 388.
Yücel ÖZDEMĐR, http://www.evrensel.de/index.php?news=2733, Almanya’ya Göç, Erişim Tarihi: 3 Kasım
2007.
55
56
Kolaç, a.g.e., 460.
Kolaç, a.g.e., 461.
28
geçtikçe yerleşik hale gelir. Yeni doğanların kolay entegre olması, göçmen
ebeveynlerin Almanya’da kalıcı olmalarını hızlandıran önemli bir etkendir.
Ülkemizin her bölgesinde gerçekleşen dış göç, çok geçmeden edebiyatımız
için yeni bir konu olarak karşımıza çıkar. “Bu olgu bir yandan “gidenler, kalanlar,
dönenler” boyutlarıyla çeşitli trajedilere yol açarken, bir yandan da insanlar kimlik
ve yaşam savaşı verirler.”57 Toplumun birer parçası olan şairler ve yazarlar, bu olgu
karşısında çekingen davranmazlar. Dolayısıyla toplumsal konulara uzak durmayan
edebiyatçılar için yepyeni bir konu doğmuş olur. Nitekim toplumun büyük bir
kesimini etkileyen dış göç olgusu gerek yazarlar gerekse şairler tarafından değişik
boyutlarıyla eserlerde dile getirilir. Dış göç olgusunu irdeleyen şairlerden biri de
Necati Cumalı’dır. Şair, bu sorunları, geçim sıkıntısı yaşayan insanlar için yeni bir
ümidin doğması, göçün ayırdıkları, geride bıraktıkları, yabancılaşma ve yurda
duyulan özlem boyutlarıyla ele alıp değerlendirir.
2.1.1.1.
ĐŞSĐZ GENÇLERĐN YENĐ ÜMĐDĐ: ALMANYA
Türkiye ekonomisinin bir türlü düzelememesi insanları yoksul bir hayat
sürmeye zorlar. Đçinde bulunulan ekonomik durum, ülke insanını zor şartlar altında
bırakır. Türkiye’de işsizlik, yoksulluk ve toprağın verimsizliği gibi etkenler Türk
insanını yurt dışına göç etmesini hızlandıran temel nedenlerdir. Kimi yurttaşımız
ülkede çeşitli zorluklar içerisinde çalışırken, kimi ekmeğinin ardından gurbetlere
düşmüş, gidebildiği yere kadar gitmiştir. Yurt dışında çalışmayı bir lütuf olarak
gören gurbetçiler, Almanya’ya göç etmeyi, yeni bir şans ve kurtuluş ümidi olarak
görür. Almanya adlı şiirde Cumalı, Almanya’ya göçü insanlara bağışlanan cennet ile
özdeşleştirir. Đnsanların ümidinin boyutunu ifade etmek ister. Necati Cumalı,
Almanya’ya göçü insanlarda yeni bir umut oluşturması yönüyle ele alır.
Đşsizdik yarı aç toprağımız kıt
Yıllar yılı inandık düşleriyle yaşadık
57
Cahit KAVCAR, “Gülten Dayıoğlu ve Dış Göç Edebiyatı”, Roman Kahramanı Fadiş’in
Doğumunun 30. Yılında Çağdaş Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarı Gülten Dayıoğlu ve Yazını
Ulusal Sempozyumu, 24-26 Mayıs 2001, Osmangazi Üni., Eskişehir 2001, s.45
29
Tanrının sevdiği kullarına
Bağışladığı cennet Almanya’ydı…58
Đnsanlar yoksulluk karşısında duydukları çaresizlikten nereye gideceğini, ne iş
tutacağını bilemez durumdadır. Yeni bir ümit olan Batı Avrupa’ya işçi olarak gitme
arzusu, insanların zihnini bir hayli kurcalar. Türklerin büyük çoğunluğu yoksulluk
yüzünden Almanya’ya gitmiştir. Şartların zorlamasıyla vatanlarından binlerce
kilometre uzakta ekmek parası kazanmak ve asgari geçim standardını yakalamak
isteyen göçmenler için Almanya, bir kurtuluş imkânı sunar. Đnsanlar için yeni bir
başlangıç ve yeni bir yaşam düzeyi geliştirme fırsatı sunan göç, insanlara güllük
gülistanlık bir Almanya hayali kurdurur. Düşler ülkesi olarak görülen Almanya, her
şeyin iyisi, güzeli ve yenisidir. Orada ümitler, arzular gerçekleşir. Almanya adlı şiirde
bu ümit görülebilir. Yeşil kırlarında gezip eğlendikleri, tok gezdikleri günlük
güneşlik bir Almanya hayalidir bu ümit. Almanya’ya göç etmeye karar veren
insanların kurduğu bu düşü, Cumalı, iyi görür ve şiirine aktarır.
Güllük gülistanlık bir Almanya vardı
Çoluk çocuk yeşil kırlarında pazarları
Karnımız tok sırtüstü uzanacaktık
Gülerek izleyecektik aydınlık bulutları 59
Necati Cumalı, çevresinde gördüğü, tanık olduğu durumlara kayıtsız kalmaz.
Şair, şiirlerinin birçoğunu çevresinden esinlenerek şekillendirir. Göç olgusunu da
yakın çevresinden edindiği izlenimleri ile birlikte şiirine yansıtır. Nitekim
Almanya’ya iş gücü olarak göç edecek insanların bu umudunu Necati Cumalı, bir
denemesinde yer verir. Cumalı denemesinde, apartman kapıcısının karın tokluğuna
çalışmasını ve bu zor şartların üstesinden gelebilme çabasını yansıtır. Kötü talihini
kırmak için Almanya’nın yolunu tutanlardan biri olan kapıcının yaşamış olduğu
maddi değişimin boyutları gözler önüne serilir. Kapıcı, Almanya’ya gittikten sonra
durumu çok iyi bir seviyeye gelir. Çalıştığı çiftlikte 2400 Mark kadar ücretin yanında
lojmanı ve sosyal haklar sağlayan sigortası vardır. Hatta biriktirdiği parayla
58
59
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 127.
Cumalı, a.g.e. 127.
30
Đstanbul’da iki daire alır ve yıllık izinlerine ise Mercedes’i ile gider. Üç çocuğu
bulunan kapıcı, tamamını da okutur. Ancak, Đstanbul’da kalsa apartmanın ona
verebileceği başka odası olmadığı için kalorifer dairesi bitişiğindeki güneş görmeyen
yarım pencereli odada yaşamak zorunda kalacaktır. O, asgari ücret ile olsa olsa 17
yıllık kapıcı olacaktır.60
Gündelik hayatın her alanında karşımıza çıkan göç olgusu, yaşamın ritmini
yeniden belirler. Göç şiirinde garajlar, istasyonlar, havaalanları yurt dışına işçi olarak
gideceklerle hınca hınç dolu olarak görüntülenir. Batı Avrupa ülkelerinin, Türk
insanına yeni bir iş umudu sunması, bu tabloyu hazırlayan önemli bir faktördür.
Garajlar, istasyonlar, havaalanları
Günün her saatinde kalabalık
Sıkılmış denkler, iple bağlı valizler
Đstasyon önlerinde, yol kıyılarında…61
Yoksul insanlardan oluşan göçmen grup, yeni bir ümitle yollara düşer. Đçinde
bulundukları durumdan kurtulmanın yolu olarak gördükleri Avrupa’da çalışma
imkânı, onları kitleler halinde göçe sürükler. Ne ile karşılaşacaklarını bilemeyen
gurbetçiler, gidecekleri yerlerde tanıdık birkaç kişinin adresini almanın peşine
düşerler. Başarılı bir gözlemci olan Cumalı, gurbete gidecekleri bekleme salonlarında
tasvir ederek içinde bulundukları durumu iyi yakalar. Göçmenlerin, bir iki satır
yazdırabilecekleri birilerini aramaları ile gariplikleri, bekleme salonunda çıkınlarında
peynir ekmek çıkarıp kurdukları fakir sofralarıyla yoksullukları ve utanıp eğilerek
başörtüleri altında çocuklarını emzirmeleri ile sıradan yönleri bu tasvirde görülebilir.
Şair, göçe karar veren insanların profillerini çizdiği bu satırlarda yoksulluğun, göçe
karar vermede belirleyici faktör olduğunu vurgulamak ister:
Kime el uzatsa adres sorsalar,
Yazdıracak olsalar bir iki satır,
Gözleri ceplerinde kalan,
60
61
a.g.y., Şiddet Ruhu, s.92.
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 99.
31
Son üç beş kuruş parada.
Eğilir başörtüleri altında,
Kadınları emzirir çocuklarını,
Açarlar peynir ekmek çıkınlarını,
Karın doyururlar yolcu salonlarında62
2.1.1.2.
GÖÇÜN AYIRDIKLARI
Necati Cumalı, göç olgusunu işlerken olayın trajik boyutunu gözler önüne
serer. Şair, her toplumsal konuda olduğu gibi göç olgusunu da ele alırken duygusal
davranır. Göçü, insan yaşamını derinden etkileyen bir faktör olarak değerlendirir.
Ona göre, göçün yol açacağı asıl tehlike, gidenlerle kalanlar arasında derin bir
ayrıma yol açacak olmasıdır. Bu konuda kaygılar taşıyan şair, Göç şiirinde bu ayrımı,
gövdenin kökten ayrılması olarak nitelendirir. Şair, bu konuyu ele alırken göze
çarpan görünümleri, manzaraları yansıtma adına betimlemelere girişir. Bu, yaşanan
durumu daha somut ve çarpıcı kılar.
Tam karların eridiği günlerdi.
Taşan çaylar gördük yol üstü,
Testere sesleri duyduk dağa varınca.
Koruda hizarcıları gördük.
Takalar vardı geride,
Çayın ağzında demirli,
Sulara kapılmış inen,
Kol kol tomruklar gördük.
Böyledir göç dendi mi
Ayırır gövdeyi kökten,
Dal kırar, yaprak soldurur,
Söker çadırını yörük.63
62
63
Cumalı, a.g.e. 99.
Cumalı, a.g.e. 98.
32
Cumalı, köklü ayrılıklara yol açacağı düşüncesiyle göçü, trajik bulur. Şaire
göre bu, gurbetçilerin memleketlerinde neyi var neyi yok satıp gitmelerinden
kaynaklanır. Artık gurbetçileri, ülkelerine bağlayan çok az sebep olacaktır. Göç adlı
şiirde “SATILIK” ifadesinin büyük harflerle yazılması, gidenlerin geri dönmeyi
düşünmedikleri vurgusunu taşır.
Her sokakta kapalı bir iki ev,
Çıplak tozlu camlarda SATILIK okuduğun,
Neredeler, diye, sordun mu içindekiler?
En yakın karşılık Almanya.64
Geride ıssız köyler, kasabalar, mahalleler bırakan gurbetçilerin ardından
üzüntüsünü gizlemeyen şair, onların dönmeyeceklerinin de farkındadır. Şair, göç
eden insanların yoksulluklarını, garibanlıklarını bilir. Hatta bazıları ilk defa köy
dışına çıkmaktadır. Toplumsal olaylara derin bir hoşgörüyle yaklaşan şair, insanların
yoksulluğu, çaresizliği karşısında duygulanır.
Satmışlar savmışlar neleri varsa,
Gerilerde köprüler yıkık.
Verilen dövizden, biletten artan,
Kırık dökük eşyaları beni ağlatır.65
Almanya’ya göç edenlerin genel görünümlerini yansıtan bu dizeler, aslında
onların yurt dışında ne derece zorluk çekeceklerinin göstergesi gibidir.
2.1.1.3.
ZORLU YAŞAM KOŞULLARI VE BUNUN
OLUŞTURDUĞU PSĐKOLOJĐK KIRGINLIK
Göçe karar veren insanlar için önemli olan durum, gidilecek yerin, kendi
ülkelerinden daha iyi imkânlar sunmasıdır. Bu imkânlar, yeterli maaş, eğitim ve
64
65
Cumalı, a.g.e. 99.
Cumalı, a.g.e. 99.
33
sosyal hizmetler gibi temel insani gereksinimleri karşılamaya yetecek olarak
düşünülür. Ancak göçmenler, karşılaştıkları tablonun, beklentilerini karşılamaktan
uzak olduğunu fark ederler. Sağlık, eğitim ve dolgun ücret imkânına kavuşan
gurbetçiler, içine girdikleri topluma ayak uyduramamaları yönüyle onlardan
ayrılırlar. Göç adlı şiirde inançları, gelenek ve görenekleri farklı olan göçmenlerin,
Avrupa’nın yaşayışına alışmaları güç görünür. Dini mekân olarak cami dışında bir
yapı görmeyen bu insanlar için yeni olan birçok yapı bulunur. Bu yapılar, onlara
ilginç gelir. Hele sivri hatlarıyla bir iç huzur uyandırmaktan çok insanlara korku
yaşatan gotik yapılı kiliseler, görenleri şaşkına çevirir. Kendilerini muazzam bir
kalabalığın içinde bulan gurbetçiler, kalabalık içerisinde yalnızlıklarını daha yoğun
hissederler. Göçler, hem gidenler için, hem de Avrupalılar için yeni bir kültürün
yakından tanınması anlamını taşır. Bu insanların birbirlerine alışmaları zaman
alacaktır.
Birahaneler, kiliseler, ışıklı geçitleri,
Köylerine hiç mi hiç benzemez,
Batının kömür kokan gotik kentleri,
Kapılmış kalabalığa sürüklenirler…66
Gelir düzeylerini artırarak asgari yaşam standardının üzerine çıkma isteğiyle
yapılan göç, gidenlerin beklentilerini karşılamaz. Gurbetçiler, kimi zaman
Almanya’da, kimi zaman izne geldiklerinde ülkelerinde çeşitli sorunlarla
karşılaşırlar. Bu zorluklar, göçmenlerin giderek içine kapanmasına ve toplumdan
kopmalarını neden olur. Yıllar geçer, iki taraflı bir “yabancılaşma” kendini
göstermeye başlar. Necati Cumalı, Yunus isimli şiirinde memleketinde senelik iznini
kullanmak için gelen gurbetçinin içinden çıktığı topluma yabancılaşmasını konu
edinir. Yunus, kendi ülkesinde meteliksiz kalmasının, işsiz olmasının ve göç
etmesinin nedenini kasaba ahalisinde görür. Almanya’da dışlanan, yurda dönünce de
uyumsuzluk yaşayan bu insanlar, iki kültür arasında bocalayıp durmaktadır.
Almanya’da
uzun
Almanya’dakine
66
Cumalı, a.g.e. 98.
süre
benzer
kalan
bir
Türk
işçileri,
yurda
döndüklerinde
onları
problem
bekler.
Orada
yabancıydılar,
uyum
34
sağlayamıyorlardı. Ülkelerine döndüklerinde de problem, mekânsal boyutu değişerek
devam eder. Memleketleri onlara artık eskisi gibi görünmez ve göçmenler kendilerini
buralara ait hissetmezler.
Yunus Almanya’dan
Son model bir Taunus’la döndü.
Görün nasılım,
Meteliksiz gönderdiniz
Đşsiz bıraktınızdı beni
Der gibi,
Bastı kornaya, gazladı
Bir aşağı bir yukarı
Zafer caddesinde,
Mahalle aralarına daldı.67
Yapılan göçleri Cumalı, ülkenin genç ve dinamik kesimini içine alması
noktasında eleştirir. Kalifiye eleman olan gençlerin ülkeyi terk edip el kapılarında
çalışıyor olması, şair için olumlu bir durum değildir. Necati Cumalı, yurt dışına göçü,
işsiz Türk gencine istihdam sağlaması yönüyle algılamaz. O, göçleri, genç değerlerin
kaybı ve gidenlerin yozlaşması olarak tanımlar. Göç olgusu ele alınırken sıklıkla
üzerinde durulan bir husus olan ikinci kuşak sorununa değinen şairlerde biri olan
Cumalı, gurbetçilerin vatanlarına yabancılaşmasına içerler. Yetişen yeni nesil,
kendilerini Avrupa kültürüne daha yakın hisseder ve ülkelerine yabancılaşırlar.
Necati Cumalı genç, dinamik nüfusun dışarıya gitmesini kabullenemez. Ona göre,
bizim bu şekilde üçüncü sınıf ülke davranışlarımızın devam etmesi halinde, çağ
atlamamız hayaldir. “Bizim gibi yetiştirdiği değerli beyinleri yabancı ülkelere
bağışlayan, işsizleriyle yabancılara ucuz emek gücü sağlayan, sonra da o ülkelerde
bu katkılarımızla üretilenleri pahalıya satın alan ülkelerin çağ atlama umutları
boştur, masaldır!”68
67
68
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.48.
Cumalı, Şiddet Ruhu, 115.
35
Çocukların emzirdiği sütü unuttu,
Yağmalanıyor kurduğun sofra,
Eli ekmek tutan çekip gidiyor,
Gidiyor yetiştirdiklerin yabancı okullarda…69
Yeni ümitlerin, yeni başlangıçların merkezi olarak görülen Avrupa, görece
bazı sosyal ve ekonomik kazanımlar sağlamış olsa da gurbetçiler, ülkelerinden
binlerce kilometre uzakta olmaktan memnun görünmezler. “Türklerin büyük
çoğunluğu yoksulluk yüzünden Almanya’ya gitmiştir. Almanların aşağılamaları, dil
bilmezliğin getirdiği yalnızlık ve eziyet, bir otomot gibi durmadan çalışmak hep bu
yoksulluk yüzünden çekilir.”70 Bu şartlarda yaşamak onlar için de kabul edilir bir
durum değildir. Göçmenler, ülkelerinden uzakta, Avrupa’da zor şartlar altında
olduklarının farkındadırlar. Ancak çaresizce bu durumun üstesinde gelmeye çaba
gösterirler. Yoksa çekilmeyecek bir duruma katlanmak zorunda olduklarını onlar da
bilir. Göç adlı şiirde yurtdışında çalışmak zorunda olan insanlar, karşılaştıkları zorlu
yaşam koşulları ve bunun oluşturduğu psikolojik kırgınlık ile sitemde bulunurlar.
Şair, insanımıza sahip çıkamadığımız için hayıflanır. Cumalı, insanımızın el
kapılarında mahkûm bir hayat yaşamaları karşısında üzüntüsünü gizlemez ve
gurbetçilerin serzenişlerine tercüman olur. Onları bekleyen kültürel çatışmanın
farkında olan şair, kendini suçlu hisseder, kendini suçlu hissettiği kadar, isyankâr bir
edayla insanları yoksul bırakıp gurbete düşmelerine neden olduğu için devlete,
millete ve Tanrı’ya sitemde bulunur.
Kurudular boy attıkları toprakta,
Gurbetlerde zor kök salıp doğrulmaları,
Bundan böyle dolanır gibi uykuda,
Đtilerek horlanarak yaşayacaklar…
Dünyaya aldanarak gelmenin acısıyla,
Kapanmış, kalmamış aramızda edecek kavgaları.
Ey bir gün olsun dil uzatmadıkları Tanrı,
69
70
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 100.
Narlı, a.g.e., 390.
36
Bil, yürekten kırgınlar bizim gibi sana da…71
Şairi böylesine öfkelendiren durum, hiç kuşku yok ki insanımıza duyduğu
derin acıma duygusundan kaynaklanır. Nitekim Necati Cumalı, Almanya adlı şiirinde
onları
bekleyen
durumun
sanıldığı
kadar
tozpembe
olmadığını,
aksine
gurbetçilerimize madenlerin karanlığında kömür tozunun nasip olacağını vurgular.
Zor şartlar altında çalışan gurbetçiler, Almanya’yı kendilerine bağışlanmış bir cennet
olarak görürlerdi, ancak Almanya, çalışmak için gelen gurbetçilere değil cennet,
adeta cehennem olur. Almanların emrinde birer hizmetçi olarak görülen gurbetçiler,
madenlerde ve fabrikalarda ağır şartlar altında çalışırlar. Yalnızlık, eziyet ve
durmadan çalışmak hep yoksulluk yüzünden çekilir.
Almanya cennet olmasına cennetti gördük
Ama değil sana bana ellerine gurbetin
Domuz gibi besili cepleri markla şişkin
Almanlar içinde mutlu Almanlara…
Kollarımızda elektrik akımından bir ağrı
Kulaklarımız volan gürültüsünden sağır
Bize iplik tozu kömür tozu madenlerin karanlığı
Đçimizde yanık makine yağları birikir72
Şair, gurbetçilerin bu içli durumlarına üzülür. Ancak onları bekleyen sorun,
yalnızca yukarıdaki şiirde ifadesini bulan madenlerde ve fabrikalarda zor şartlar
altında çalışıyor olmaları değildir. Asıl problem, gurbetçilerin bizden kopmaya
başlamış olmalarıdır. 1983 yılında Almanya’nın, göçmenlerin geri dönüşünü
hızlandırmak için vermiş olduğu teşvik primleri beklenen etkiyi yapmaz. Gidenler
artık oraları kendilerine yurt edinmişlerdir. Gurbetçilerin sadece % 20’si ülkeye geri
dönmeyi kabul eder. Geriye kalanlar ise artık Almanya’yı bir vatan olarak benimser
duruma geldiklerinin sinyallerini verirler. 1999 yılında çıkarılan vatandaşlık yasası
ile de pek çok Türk’ün Alman Vatandaşı olduğu görülür.73 Onların bu kopuşlarına
71
Cumalı, a.g.e. 100
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 127.
73
Kolaç, a.g.e., 461.
72
37
sebep biziz, ülke olarak biziz. Nitekim “Türkiye de pek fazla sahip çıkamaz bu
göçmen insanlarına. Yurt dışına gönderdiği işçilerinin yurda dönmelerini
özendirecek çalışmalar yapmaktan kaçınır.”74 Necati Cumalı, gurbetçilerin,
ülkelerinden kopuşlarını ifade ettiği Göç şiirinde, gidenlerin artık kendi ülkelerinden
sadece mekânsal olarak uzaklaşmadıkları, aynı zamanda psikolojik olarak da
ülkelerinden koptuklarını vurgular. Gidenlerin, gün geçtikçe solmuş çiçekler gibi
bakışları farklılaşır.
Yavaşlamış elleri adımları
Alçak sesle konuşur ya da susarlar,
Bakışları şimdiden bizden uzakta,
Solmuş çiçekler gibi öne düşer başları75
2.1.1.4.
YURDA DUYULAN ÖZLEM
Necati Cumalı, eserlerini kendi duygu süzgecinden geçirip işler. O, göç
olgusunu da kendinden yansımaları şeklinde ele alır. Đş gücü göçü sonucu yurtdışına
giden gurbetçilerin özlemlerini yansıtırken şair, aslında kendi özlemini belirtir.
Cumalı, kerpiç bir dam, bir türkü veya Anadolu’ya özgü bir başka sembolü
anımsarken kendi duygularını eserlere yansıtır. Nitekim Necati Cumalı, yurtdışına
çıktığı dönemlerde kendisini duygulandırmaya sebep olan ayrılığı, özlemi dile getirir.
O, iki toplum arasındaki farklılıkları şöyle karşılaştırır: “Yurtdışında kaldığım yirmi
ay boyunca bir gün olsun, karşılaştığım her olayın, tanıdığım yabancıların şu ya da
bu
yoldan,
uyandırdığı
çağrışımlarla
bana
Türkiye’yi
hatırlatmasından
kurtulamadım. Paris gibi kentte, bu hatırlamalar, çoklukla hüzünlendirir,
karamsarlığa sürükler insanı. Daha ilk günlerden bizimle onlar arasındaki ayrılığı
anlarsınız. Bilimin, akılcılığın yer ettiği bir ölçü yerleşmiştir onların davranışlarına.
Biz ise duygulu insanlar olarak kalırız.(…) Duygulanmalarımın bütün bu
çalkalanmaları içinde daha çok özler, her zaman sevdiğimden daha çok severdim
74
75
Narlı, a.g.e., 388.
Cumalı, a.g.e. 99.
38
yurdumu, yurdumun insanlarını. Anılarımdan hiç silinmeyen, böylesine hoş görülü,
kardeş, tok gözlü, iyiye, güzele dönük yönleriyle, halkımı bütün özgürlüklere, bütün
ilerlemelere, çağdaş uygarlığın bütün nimetlerine layık görürdüm.”76
Necati Cumalı, bu düşüncelerle kaleme aldığı şiirlerinde yurda duyduğu
özlemleri ifade eder. Şair, Gürel’lerin Bağında adlı şiirinde ülkesini bırakıp giden
biri olarak karşımıza çıkar ve Gürel’in şaire sorduğu soru, Cumalı’nın özleminin
boyutunu gözler önüne serer. Şair, kendinden çevreye doğru genişleyen bir
merhamet hissine sahiptir. O, gurbetin, insan yaşamını ne denli etkilediğini
yaşamından hareketle değerlendirir. Cumalı, kendini gezip gördüğü ülkelere ait
hissetmez. Karşılaştırma yoluyla ait olduğu yerin Türkiye olduğunu vurgular. Şair,
kendini Anadolu’da yerleşik hissetmesinden dolayı tüm gurbetçileri bu duygulara
sahip olarak tasavvur eder.
Bir ara Gürel dedi ki:
“çok gezdin gördün
Yolladığın kartları hep aldım
Batını yeşil kırları uysal nehirleri
Leylak rengi denizi göğü
Tınazlanan kumsalı Büyük Okyanusun
Buz tutmuş Volga kıyıları
Ateşten çiçekleri Şiraz bahçelerinin
Hepsi hoş hepsi güzel
Güzel ya hepsi bir yana kalsın
Söyle, bu yediğin karpuz tadında
Karpuz yedin mi oralarda
Yerleşik duydun mu kendini
O uzun yolculuklar
Değer miydi bizi bırakıp gitmene?”77
76
77
Cumalı, Senin Đçin Ey Demokrasi, s.33-36.
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 54.
39
Dış ülkelerde derinleşen yalnızlık ve dışlanmışlık, yurt özlemini arttırır.
Bunlar, Türklerin Almanya’da yaşadıkları ortak duyguların başında gelir. Büyükküçük herkeste bu duygulara rastlanır. Đçinde bulundukları durumdan memnun
olmayan göçmenler, yurtlarına özlem duyarlar. Necati Cumalı, gurbetçilerin ağır
şartlar altında çalışırken ülkelerini özlemelerini ve geride kalanlara hasret
duymalarını şiirine yansıtır. Gurbetçilerin özlemlerini artıran konulardan biri kendi
dillerinden farklı bir dilin konuşulmasıdır. Bu nedenle kendi ana dillerinden bir
kelime duymak bile onlara çok uzaklarda kalan vatanlarını hatırlatır. Bu duygu,
dalların arasından esen tatlı bir rüzgârla özdeş görülür. Korularda, bağlarda söylenen
bir şarkı ya da yazın sıcaklığını dindiren serin bir rüzgâr, onları hüzünlendirmeye ve
yurda duydukları özlemi artırmaya yeter. Bu özlem, anaya, babaya, akrabaya, taşa,
toprağa, suya duyulan özlemdir. Özlem yalnızlığı çoğaltır, yalnızlık özlemi.
Bazen bir söz çalınır dillerinden,
Şimdi uzak dağlarda, o koruda,
Bir dönem dallarında dolanırdı ya,
Öyle bir rüzgâr geçer yüreklerinden…78
Necati Cumalı’nın şiirlerinde yurda duyulan özlem, gurbetçilerin yalnızlık
hissine kapıldıkları ve duygulandıkları anlar ile paralel gelişir. Yalnızlık hissi ve
dışlanmışlık, gurbetçilerin kendi içlerine kapanmalarına neden olur. Bu durum,
Almanya’ya uyum sağlamalarını geciktirir. Bütün bunlar, onların yurt özlemlerini
daha bir belirgin kılar. Almanya’nın kalabalık kentlerinde yüksek binaların arasında
kendilerini yalnız hisseden göçmenler sadeliğiyle, sıcaklığıyla kerpiç bir evin
hayalini kurar ve bu yolla yurda duydukları özlemleri bir kat daha artar. Bu özlemi
artıran önemli bir faktör de gurbetçilerin ağır iş yükü altında olmalarıdır. Çoluk
çocuk yeşil kırlarında, karnı tok, sırtüstü uzanıp aydınlık bulutları gülerek
izleyecekleri güllük gülistanlık bir Almanya hayali kuran gurbetçiler, bu hayallerine
kavuşamayınca memleketlerini daha çok özlerler.
Yüreğim taşlı bir tarlanın ağaçsız çıplak
78
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 99.
40
Kerpiç bir damın özlemiyle dağlı
Utanmasam yorgunluktan bitkin iş dönüşü akşamları
Öküzler gibi böğür böğür böğüreceğim…79
Necati Cumalı, Yunus isimli şiirinde yıllık iznini geçirmek için memleketine
gelen gurbetçinin yurda duyduğu özlemi yansıtır. Yunus, Almanya’dan getirdiği
arabasıyla mahalle aralarında dolanıp durması, mahallelinin;
Yüzlerinde hasetsiz bir gülümseme
Giderek acıma
Bırakın, dedi, görenler
Çocuk içini döksün
Özlemini gidersin80
şeklinde düşünmesine yol açar. Đzninin sonlarına doğru Yunus’un çehresini bir hüzün
kaplar. Tekrar Almanya’ya gidecek olması onu şimdiden yurdunu özlemesine sebep
olur. Kalan izin günlerini sessiz geçirir. Đzni bitirince Almanya’nın yolunu tutar.
Yunus, çalıştığı fabrikada sokaklarında gezdiği memleketine özlem duyar.
Darmstad’ta çalıştığı fabrikada
Kollarken mekikleri
Kadınların acılı gülüşleri
Çocukların şaşkın bakışları
Dizilir anılarında
Đlyas Usta çayını yudumlar
Kararır Taunus’uyla geçtiği sokaklar
Dalar göğüs geçirir.81
79
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 127.
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 48.
81
Cumalı, a.g.e. 49.
80
41
2.1.2. ĐÇ GÖÇ OLGUSU
Başlı başına büyük bir sosyal sorun olan göç, diğer sosyal problemler ile
karşılıklı etkileşimli bir süreç gösterir. Bu etkileşim, göç ile topraksızlık, işsizlik,
yoksulluk, kentleşme, gecekondulaşma, suç oranının artması gibi olgular arasında
gerçekleşir. Đnsan yaşamını derinden etkileyen göç, üzerine yapılan tanımlarla da bu
etkileşimler göz önüne alınarak yapılır ve büyük bir çeşitlilik gösterir. Genel kanı
olarak öne çıkan tanım ise göçü mekân ve zaman boyutunda ele alınması
biçimindedir. Bu tanımlara göre göç genelde “demografi içinde mesafeli, fiziksel,
coğrafik ayrılmalar veya hareketliliklerdir.” Kapsamlı diğer bir tanıma göre ise göç;
“iyi tanımlanmış coğrafik bölgeler ve/veya idari alanlar arasındaki yerleşim yeri
(ikametgâh) değişiklikleri olarak tanımlanmış ve göçün tanımına mesafe boyutuna ek
olarak zaman ve kalıcılık boyutu da eklenmiştir.”82
Türkiye’de iç göç olgusu incelendiğinde temel karakteristiklerinin şunlar
olduğu görülür: 1950’lerle birlikte hızlanan toplumsal ve ekonomik dönüşüm süreci
içinde kentsel ve kırsal alanda yaşayan nüfus oranlarında hızlı bir değişim görülür.
1950’de nüfusun % 19’u kentlerde yaşarken; 1990’da bu oran % 56’ya çıkmıştır.
1950’li yıllarda başlayan ve hızlanan iç göç, daha çok ülkede kırsal alanların iticiliği
ile açıklanabilirken; daha sonra 60lı yılların sonu ile 70’li yıllar ve 80’lerin başına
kadar daha çok kentsel alanların çekiciliği ile anlatılabilir. 1960 ve 1980’ler arasında
kentsel alanlara olan göçü kentler kaldıramamış ve böylece gecekondularda yaşayan
ve ikincil ekonomik sektörlerde geçimini sağlamaya çalışan bir göçmen kitlesi ortaya
çıkmıştır.83
Edebiyatımızda köyden kente göç, özellikle 1950 sonrasında, Anadolu
coğrafyasına ve köy gerçeğine eğilen toplumcu gerçekçi edebiyatçılar tarafından
sıklıkla işlenen bir konudur. “Köyden kente göç, toplumsal değişmenin en önemli
göstergelerinden ve oluşum biçimlerindendir. Bu nedenle köyden kente göç olgusu
ile edebiyat arasında kurulacak bir ilişki, bir bakıma toplumsal değişme ile edebiyat
82
83
Sema BUZ, “Yoksulluk ve Göç”, Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.153.
BUZ, a.g.e. 155.
42
arasında kurulan bir ilişki olacaktır.”84 Köy gerçeğini göz önüne alarak
edebiyatımızda; köyden kente göç, şehirlerin varoşlarında yaşayan yoksulların ve
orta halli insanların çektiği geçim sıkıntıları, gecekondu yaşamı gibi toplumsal birer
yara haline gelen temalar, yaygın biçimde işlenir.
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında toplumsal yaşamımızdaki değişim ve
dönüşümler önemli bir yer tutar. Bu dönem edebiyatının ilgi alanı genişlerken içeriği
de toplumsal bir nitelik kazanır. Şairler ve yazarlar, genel olarak yurt ve insan
gerçeğine eğilmeyi, kentlerde ve köylerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı
amaçlarlar. Edebiyatçıların bu amacı; değişen ve gelişen toplumsal değer yargılardan
kaynaklanır. Toplumsalcı görüşlerin oluşmasında, savaşlar ve sıkıyönetim yılları ile
Cumhuriyet’in henüz başlarında oluşan toplumsalcı siyasal hareketler etkendir.
Ayrıca Sovyet Rusya’nın dünya üzerindeki etkisi göz önüne alınarak ülkede
yayımlanan Marksçı kitaplar da bu süreci hızlandırır.85
2.1.2.1.
ĐÇ GÖÇ OLGUSUNU BELĐRLEYEN NEDENLER
Göçü tetikleyen, göç olasılığını artıran bir takım göstergeler vardır ve bu
göstergeler, göç nedenlerinin anlaşılmasında büyük önem taşır. Nüfus artışı,
ekonomik yeniden yapılanma, ekonomik durgunluk ve ekonomik eşitsizliklerdeki
artış göç olasılığını artıran genel sebeplerdir. Ancak bu nedenler ortaya çıktığında
herkesin göç edeceğini söylemek yanlış olacaktır. Kişilik, aile durumu ve göç
fırsatları gibi faktörler, kişinin göç edip etmeme kararı vermesinde etkili olur.
Göç literatüründe, göçe karar verme nedenleri içinde kırsal bölgelerin iticiliği
ve gidilecek yerin çekici özelliklerinin etkili olduğu ifade edilir. Kemal Karpat’ın
yapmış olduğu sınıflandırmaya göre kırsal kesimin iticiliğinin başında tarımsal iş
kolunun yeterli istihdam sağlayamaması, tarımsal etkinliklerin düşük ekonomik
84
Turgay GÜMELĐ, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm
Romanlarında Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, Yeditepe Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Đstanbul,
2006, s.1.
85
Eray Canberk, “1940 Kuşağı Şiiri ve Günümüz Şiirine Etkileri” HECE-Türk Şiiri Özel Sayısı, S.53.54.55
Mayıs/Haziran/Temmuz, s.102-108
43
verimliliği, tarımdaki gelirin düşüklüğü ve köylü üzerindeki ağır vergi yükü etkili
olur. Toprağın büyük işletmeler elinde toplanması ve tarımın piyasa ile bütünleşmesi
biçiminde işleyen kapitalistleşme sürecinin ve kırsal alanlarındaki nüfus artışının bir
sonucu olarak topraksızlaşan ve yoksullaşan çiftçilerin serbest iş gücüne dönüşmesi86
ile tarımda makineleşme, Türkiye’de ekilebilir toprakların sınırına ulaşması gibi
nedenler köyden kente göçü tetikler.
Kırsal kesim insanlarını kentlere çeken başlıca özellikler arasında, kentlerdeki
iş olanaklarının fazla ve ücretlerinin özellikle sanayi sektöründe yüksek olması,
büyük kentlerin eğitim ve sağlık konularındaki olanakları, büyük kentlere beslenen
hayranlık ve umut duygularının, toplumun genelinde bir değer yargısı olarak
benimsenmiş olması sayılabilir.87
1950’li yıllarda başlayıp her geçen gün hızlanarak artan göç, ülkenin
demografik yapısını değiştirmenin yanında, toplumsal gerçekçi şairlerin şiirlerine
çeşitli boyutlarla yansır. Necati Cumalı, sosyal ve ekonomik nedenlerin belirlediği iç
göç olgusunu da ele alır. Cumalı, çevresinde olup bitenleri gözlem yeteneğiyle şiire
aktarır. O, ülkeyi derinden etkileyen göç dalgası karşısında kayıtsız kalamaz. Şair, bu
olguyu ele alırken göçü belirleyen nedenleri ve sonuçları irdeler. Bu nedenler, kırsal
bölgelerin eski ekonomik gücünü yitirmiş olması ile şehirlerin görece refah
sağlamasıdır. Đnsanların çağa uygun gereksinimleri, şehre ilginin artmasında bir
başka nedendir. Sanatoryum adlı şiirde Necati Cumalı’nın kişilerinde büyük kentlere
duyulan hayranlık ve umut, bir değer yargısı olarak benimsenir.
Her ağacın yeşili başkadır
Meşenin yeşili siyaha
Kavağın yeşili maviye yakın
Söğüdün yeşili suya uygun
Bozkırın ortasında yeşil
Đnsanda şehir hasreti
86
Kemal H. KARPAT, Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Đmge Kitapevi, Ankara, 2003, s.44, 56, 104.
Emre KONGAR, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi
Kitapevi, Đstanbul, 2004, s.552-553.
87
44
Kıyıda macera isteği uyandırır88
Đnsanları bu şekilde kentlere yönlendiren nedenler, ülkenin içinde bulunduğu
değişim sürecinin bir neticesidir. Değişen dünyada hızlanan şehirleşme ile insanlar,
köylerini bırakıp kentlerin yolunu tutarlar. Nitekim Necati Cumalı, Akçaabatlı Kazım
adlı şiirinde Kazım’ın Đstanbul’a göç etmesinin sebebini ifade ederken köyün
iticiliğini belirleyen temel faktör olan topraksızlığın önemini gösterir. Toprağı kıt
olan Kazım, çaresizce Đstanbul’un yolunu tutar. Köylü, toprağın kıt ve ürünün az
olmasını sadece fakirlikte görmez. Ona göre topraksızlığın en büyük nedeni, dağlık
olan Akçaabat’ın sınırlı olan tarlasının büyük bölümünün devlet ve ağa tarafından
parsellenmiş olmasıdır. Artan nüfus ile birlikte köylerde toprak, miras yolu ile
parçalanıp küçülür. Geriye kalabalık köylüler ile az sayıda toprak kalır. Geçimini
sağlayabilecek yeterlilikte ekip biçecek yeri olmayan insanlar, çareyi göç etmekte
görür. Şair, bu konuyu ele alırken alaycı bir üslup kullanır. Kafes kadar toprağı olan
köylülerin payına bir dilim mısır ekmeği ancak düşer.
Akçaabat’ta dağ eteği
Beş kardeşe on dönüm tarla
Yukarı yürüsen devlet ormanı
Aşağı insen ağa çiftliği
Beşimiz beş koldan karayel
Karadeniz’de ardarda beş dalga
Bir essek on dönüm tarla mı kafes mi ki
Bir dilim mısır ekmeği düşen payımıza
Akçaabat’ı bıraktın
Niye Đstanbul’lara geldin
Derler de bana Kazım!
Hikâye bunu anlatırım89
88
89
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 14.
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 105.
45
Bu şiir göz önüne alındığında az topraklı, toprağın türlü olanaksızlar
nedeniyle gereği gibi işleyemeyen, köyde geçimini sağlayamayan köylüler büyük
kentlere çalışmaya giderler. Göçü tetikleyen en önemli faktör olarak insanların iş
bulmak amacıyla büyük şehirlere geldiklerini görürüz. Ancak çeşitli sebepler ile
insanlar göçe karar verir. Bir cazibe merkezi olan Đstanbul, her türden insanı
bünyesine alır. Örneğin, Halı adlı şiirde bir kadının, baba evinden kaçıp Đstanbul’da
hayat kadını olması, göçün farklı sebeplerle yapıldığını gösterir. O dönem toplumsal
bir sorun haline gelen evden kaçıp Đstanbul’un yolunu tutan genç kızların genel
görünümünü şiire aktaran Cumalı, kızların dişilik özelliklerini ön planda tutar.
Dişilik, Cumalı’nın şiirinde satılabilen bir meta olarak ön plana çıkar ve kısa yoldan
para kazanmak için geliştirilen bir yöntem olarak belirir.
Çakır gözlü bir kız
Gözleri birer avuç çağla
Kalçaları göğüsleri giysilerini geren
Kaçmış baba evinden
Derlemiş toplamış gibi bir tablaya
Kalçaları göğüsleri gözlerini
Satmaya gidiyordu Đstanbul’a…90
Necati Cumalı’nın şiirlerinde Anadolu’nun her kırsal bölgesinden yapılan
göçlerin yoğunlaştığı kent, Đstanbul’dur. Şair, ucuz bir bavulla, kendine örnek aldığı
şairlerin izinden şehrin yolunu tutar. Cumalı, tüm malvarlığı olan dişiliğini derleyip
Đstanbul’un yolunu tutan genç kızın aksine; şehre göçünü, malvarlığı olarak gördüğü
şiirleri derlemek için çıkar. Şehirlerden beklenti değişse de göç olgusu değişmez. Her
ne sebeple olursa, ülke göç ile beraber, 1950 yılı itibariyle büyük bir değişim ve
dönüşüm gösterir.
Ya sen
Ucuzun ucuzu bir bavulla
Ayrılmıştın baba evinden
90
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s. 234.
46
Ambar yolcusu Đzmir’den Đstanbul’a
Taptığın ozanların izinden,
Derlemeye çıkmıştın yola,
Döküp saçtıkları dizeleri…91
Arz ve talebin belirlediği göç olgusu, kişinin daha iyi bir yaşam sürmesi için
yapılır. Đyi bir yaşamın içerisinde eğitim, sağlık, güvenlik, para kazanmak ve sosyal
yapının bir parçası olmak gibi olgular mevcuttur. Kırsal kesimlerin durumu ve bu
kesimde ortaya çıkmış olan olumsuz değişiklikler kırsal alanlar açısından itici öğeler
olarak karşımıza çıkar. Bu faktörlerle beraber kırsal kesim insanlarını kentlere çeken
başlıca olumlu özelliklerin bulunması göçü tetikleyen nedenler olarak belirir. Göç
olgusunun gerçekleşebilmesi için bu iki önemli faktörün (kırsal kesimin iticiliği,
kentlerin çekiciliği) bir arada olması gerekir.
2.1.2.2.
TAŞRADAN
BÜYÜK
ŞEHĐRLERE
GELENLERĐN
ACEMĐ HALLERĐ
Ümitlerin, düşlerin gerçekleşeceği, iş olanaklarının geniş olacağı düşüncesi,
insanları kitleler halinde büyük kentlere yönlendirir. Özellikle Đstanbul; taşıyla,
toprağıyla altın olarak görüldüğü bir dönemde iyinin, güzelinin ve yeninin adresi
olarak karşımıza çıkar. Yoğun göç sonucunda Đstanbul’da gündelik ritim, yeniden
belirlenir. Bu dönemde göç gerçeği, hayatın her alanında karşılaşılan bir durum
olarak belirir. Kırdan kente yapılan kitlesel göçler; istasyonlarda, garajlarda, vapur
iskelelerinde ve kenar mahallelerde kendini belirgin olarak gösterir. Đlk gelenlerin
panoramik bir tablosunun sergilendiği bu mekânlarda kişiler, yoksulluğun,
çaresizliğin izlerini üzerlerinde taşırlar. Cumalı, Gece Rüzgârı şiirinde, şehrin can
sıkıcı havasından bunalıp efkâr gidermek için fakir mahalleler arasında gezmeyi, iyi
bir tercih olarak görür. Şair, insanın hüznü arttığında, sırtına paltosunu geçirip
kendini adımlarına bırakmasını ister. Bu adımlar kişiyi, daralan sokaklarıyla fakir
mahallelere götürür. Cumalı, şiirinde yola koyduğu zengin kişisini bu yerlere
91
Cumalı, a.g.e. 234.
47
götürerek gecekondu bölgesini göstermek ister. Fakirliğin ve mahrumiyetin adresi
olan bu yerlere gittikçe gözü alışır kişinin. Đyi bir gözlem ile kırdan şehre gelenlerin
ilk hallerini tasvir ettiği bu şiirinde şair, göç ile gelip şehrin kenarında-kıyısında
gecekondu kuran insanlara karşı sempatiyi artırmayı hedefler.
Havada kekremsi tohum kokuları
Gözlerin etrafa alışır yürüdükçe
Düşüncen açılır
Sahil gibi pırıl pırıl her tren geçtikçe
Yerden kara bir bulut gibi kalkar dumanı
Đlerler yük arabaları taşlara çarpa çarpa
Đlerler sırtlarında yorganları gene de
Anadolu’nun avare gece yolcuları92
Đstanbul’a göç edenlerin prototipi olarak beliren sırtta yorganlarıyla kentin
avare çocukları yazgılarını yaşarlar. Onlar, göçebedirler. Necati Cumalı, Şiddet Ruhu
adlı kitabında göçmenlere bakışını şöyle ifade eder: “Yüklerini hafif tutar, sırtlarında
ince bir yatak bir yorganla düşerler gurbete. Paltoları olmadığı gibi şemsiyeleri,
yağmurlukları
da
yoktur.
Islanır,
çoklukla
ıslak
giysilerini
üstlerinde
kuruturlar.”93Köylüler, yükleriyle kent kent, kasaba kasaba tarım, sanayi ve yapı
bölgelerinde iş bulmak için yollara dökülürler. Taşradan Đstanbul’a Gelenler adlı
şiirde Đstanbul’a ilk adım atanlar, şehrin simgesi haline gelen camilerle karşılaşır.
Hangi mevsim olursa olsun bahar içinde görülen Đstanbul, kentten büyük beklentisi
olan gurbetçilerin ilk izlenimi olarak olumlu gözükür:
Đstanbul’un ilk gördüğün minareleri olur
Kış ortalarına doğru bile gelsen
Dört yanı bahara erişmiş bulursun
Tepeleri her gün yeniden yeşil
Denizi maviden maviye girer kendiliğinden
92
93
Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-II, s. 103.
CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, Đstanbul, 1998, s.77.
48
Đstanbul’un bu güzel tablosunun yanında, şehre göç edenler, bu şehirde
gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler. Şehirde acemi oldukları
her hallerinden belli olan bu insanları şair, gece avlanan balıklara benzetir. Şehre
yeni gelenler için bir ritüel haline gelen Köprü ve Beyoğlu gezileri, onların bu
acemiliklerinin en belirgin özelliğidir:
Hani bir çeşit balık vardır
Üstüne ışık tutulunca kıpırdayamaz
Geceleri zıpkınla avlanır
O balığa benzer Đstanbul’da
Acemi hali insanın
Đlkin kendini Köprü’de bulur
Derken Beyoğlu’nda
Üzerine ışık tutulunca kıpırdayamayıp zıpkınla avlanan balığa benzetilen yeni
kentlileri, ayırt etmek güç olmaz. Kılık-kıyafeti, gittiği yerler ve şaşkın şaşkın
çevresine bakışları onların, şehre yabancı olduklarını ele veren unsurlardır:
Taşradan Đstanbul’a gelenler
Đlk bakışta belli olur
Sen hiç saklama taşralısın
Cebinde birikmiş biraz paran var
Đstanbul’da birkaç gün geçireceksin 94
Cumalı’ya göre; kente yeni geldikleri ilk bakışta anlaşılan Đstanbul’un avare
gece yolcuları, git gide şehre alışmaya başlarlar. Taşranın kasabaları şirin olmasına
şirindir de yaşayanlara Allah selamet versin. Adamı bunaltır, cesaretini kırar. Bu
bunaltıcı ortamda gün günden değişir, insan ürkekleşir. Üzerindeki bu yılgınlığı
atmak amacıyla taşranın avare insanları Đstanbul’un yolunu tutarlar.95 Đstanbul’un
yolunu tutan insanlar, ümitlerini gerçekleştirmek, kör talihini kırmak arzusundadır.
94
95
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 82-83.
Cumalı, a.g.e. 82.
49
Mutluluğu, sevgiyi unutmuş olan kentin yeni sakinleri, Taşradan Đstanbul’a Gelenler
şiirinde şehre gelip de Beyoğlu, Boğaz Köprüsü gibi yerleri gezerken görülür. Đstiklal
Caddesi’nde bir sinemanın önünde duran gurbetçi, film afişindeki görüntüye
dalarken mutluluğun varlığını fark eder. Resimli kitaplara bakıp hayal kuran
çocuklara benzetilen bu insanlar, köylerinin zor şartlarını unutup mutlu bir aile
tablosu hayal eder. Şehre gelip karşılaştığı bir afişin etkisinde kalıp mutluluğu
hisseden köylüler, şehrin insana sunacağı en büyük ikramın mutluluk olacağını
sanırlar.
Resimli kitaplara dalan
Çocuklar gibi seni de
Bir düşüncedir alır
Kocaman afişleri önünde sinemaların
Saçları dalga dalga bir kadın
Sokulmuş erkeğine
Demek yeryüzünde mutluluk var96
Bunaldıkları taşradan mega kente gelip tutunmak kolay olmaz. Köylerinde,
kasabalarında birer dev olan bu insanlar, Đstanbul’un büyük caddelerinde küçülerek
tedirgin bir hal alırlar. Kendilerini gökdelenler, yüksek apartmanlar ve büyük
kalabalıklar içerisinde ezilmiş hissederler. Şair, köyünden kalkıp büyük şehre
gelenlerin psikolojilerini çok somut benzetmelerle ortaya koyar. Çünkü iyi bir
gözlem gücüne sahip olan şair, göçü sadece betimlemek ya da nedenlerini
belirlemekle kalmaz; bu olgunun onlar üzerinde yarattığı psikolojik etkileri de dile
getirir.
Gökdelenler, beton ağaçlar, bir kalabalık
Bir alana vardılar vara vara:
Kamyonları köyde beygir,
Kendileri yerde karınca,
Bastıkları asfalttan tedirgin
Kaldılar küçülerek.97
96
Cumalı, a.g.e. 83.
50
2.1.2.3.
GÖÇÜN AYIRDIKLARI VE SEVDĐKLERE DUYULAN
ÖZLEM
Necati Cumalı, toplumsal içerikli şiirlerinde kendini duygusallıktan
arındıramaz. Her ne kadar toplumsal gerçekçi bir şair olsa da Cumalı, toplumda
kanayan bir yara haline gelen olaylar karşısında romantik tutum sergiler. O, göç
olgusunu da ele alırken; bu duygu yüküyle eserlerini kaleme alır. Necati Cumalı,
olayın trajik boyutunu gözler önüne sererken; göçü, insan yaşamını derinden
etkileyen bir gerçek olarak değerlendirir. “Göç”ü trajikleştiren ise gidenler ve
kalanlar arasındaki ayrımın meydana getirmiş olduğu sıkıntılı durumdur. Necati
Cumalı, göçü irdelerken kökün gövdeden ayrılması gibi benzetmeler ile olayın somut
boyutlarını gözler önüne serer ve kesin yargılara başvurur. Bu tutumu ile Cumalı,
köklü ayrılıklara dikkat çeker.
Tam karların eridiği günlerdi.
Taşan çaylar gördük yol üstü,
Testere sesleri duyduk dağa varınca.
Koruda hizarcıları gördük.
Takalar vardı geride,
Çayın ağzında demirli,
Sulara kapılmış inen,
Kol kol tomruklar gördük.
Böyledir göç dendi mi
Ayırır gövdeyi kökten,
Dal kırar, yaprak soldurur,
Söker çadırını yörük.98
Köyden kente göç edenler genellikle, ailelerini geride bırakıp gurbet yolunu
tutarlar. Irgat Karısının Türküsü adlı şiirde ailesini köyünde bırakıp iş bulmak
ümidiyle göç etmek zorunda kalan adamın karısı tarafından yakılan ağıt dikkatleri
97
98
Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-II, s. 223.
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 98.
51
çeker. Bu ayrım, bir yazgı olarak görülse de insanların üzüntüsünü, özlemini
dindirmez. Şair, bazen kendini işin içine dâhil eder. Kendi durumunu anlatır. Bazen
göç edenleri dıştan biri olarak gözlemler. Kimi zaman da şiirine konu edindiği
kişileri kendi ağızlarıyla konuşturur. Kocası gurbette olan köylü bir kadın, ağıt
niteliğinde olan şiirde duyduğu özlemi şöyle dile getirirken Cumalı, şiirine konu
edindiği kişiyi konuşturur:
Gene oldu akşamlar
Ağacığım, ah ağacığım
Yolunu gözleyi gözleyi
Civan ömrüm çürüdü
Arzum hevesim geçti
Ağacığım, ah ağacığım
Dön geri 99
Şair, gurbete düşenlerin geride yalnızca sevdiklerini değil, her şeylerini bir
başına, yapayalnız bıraktığını Ağıl adlı şiirinde vurgular. Onlardan geriye ıssız köyler
ve kasabalar kalır. Köylerin, kasabaların çalışan, üreten ve ürettiğiyle geçimini
sağlayan insanları gitmiş, yerlerini boş ağıllara ve kurak yıllara bırakmıştır. Necati
Cumalı’nın söyleyiş tarzı bu şiirde olağan dışına çıkar. Mısralar, yan yana
getirildiğinde kurallı ve sıradan cümleler halini alırken; şair, bunu şiirsel bir ifadeye
büründürmek için kelimelerle tekerleme yaparak söyleyeceğine şiirsel bir hava katar:
Uğradık
Boş ağıla.
Kurak yıllar
Geçmiş,
Kurt
Basmış.
Beklemedik
Çobanı
Koyunları.
99
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 104.
52
Akrep
Örümcek
Çıyan
Karafatma
Yaşarlar
Boğuşurlar.
Giren rüzgâr
Dolanır
Boş duvarları,
Keçi kokularıyla
Çıkar.100
Ardından boş ağıllar, boş evler bırakıp gurbete düşenler, bu tablonun
sorumlusu olarak görülür. Eğer bu insanlar köylerini, kasabalarını bırakıp gitmeseler,
memleketleri bu denli yıkık, bitkin olmayacaktır. Đş, eğitim ve sağlık gibi temel
insani gereksinimlerin karşılanamadığı bu yerlerde kişiler, ya köylerinde kalıp dilsiz,
sağır gibi yazgılarını yaşayacaklardır veyahut göç ile beraber yeni bir hayat sürdürme
şansına kavuşacaktır. Devlet elinin uzanmadığı bölgeler, göç ile beraber mahrumiyeti
daha belirgin hisseder. Uçana’lı Zülfikar Beye Ağıt adlı şiirde Cumalı, yenik olarak
tasvir ettiği köyler ve kasabalardaki insanları da sağır ve dilsiz olarak görür. Şairi, bu
şekilde benzetmelere götüren temel faktör; insanların köylerini, kasabalarını bırakıp
şehrin yolunu tutmuş olmalarında yatmaktadır.
10-15 km. sonra bir başka köy başka kasaba
Bir başka küçük evler yenik evler ormanı
O yenik kadınlar çocuklar erkekler
Sağır dilsiz kuşlar mıdır dallarında
Yüzlerinde ışıkla gölge sevinçle keder
Gülmeden dolaşırsınız aralarında.101
100
101
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 114.
Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s. 212.
53
2.1.2.4.
GÖÇÜN OLUŞTURDUĞU TOPLUMSAL SORUNLAR
Necati Cumalı, insanımızı köyünden, kasabasından çekip koparan göç
olgusunu irdelerken üzüntüsünü gizlemez. Şair, insanları gurbette el kapılarında
görmekten son derece mutsuzdur. “Penceremden dışarıya baktıkça sık sık görürüm.
Bazen de sokakta karşılaşırız. Bir elinde çalı süpürge, öbüründe gaz tenekesinden
bozma tahta saplı çöp kutusu yerleri süpürür, atılan öteberiyi toplar, kaldırımların
diplerinde biriken çamurları kazır, kümeler. Yaz kış semtin yoğun trafiğine, gelen
geçene aldırmadan sürdürür işini. Her görüşümde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ünlü
“El Kapılarında” şiirini hatırlatır bana…”102 Necati Cumalı için, göçü trajik yapan
durum, insanların bir başkasının kapısında çalışmak zorunda kalmış olmasıdır.
Cumalı, bu durumun kader olduğunu vurgular. Anadolu’nun Devedikenleri şiirinde
şair, olayın kader boyutunu ifade ederken; rüzgâr motifini kullanır. Rüzgâr, insanları
köyünden koparıp şehre savuran bir sembol olarak kullanılır.
Ey kıraç Anadolu’nun savrulan devedikenleri
Sizi böyle kenar-köşe atan zalim bir rüzgâr103
Necati Cumalı’nın şiirlerinde; “kırdan kente göç olgusu üretim ilişkileri
açısından değil, bir yazgı olarak ortaya konur. Popülist duyguculuk egemen kılınır
gerçekliğe bakış açısına.”104 Bu duygusal yoğunlukla ele aldığı şiirlerinde şair, insan
gerçeğine dikkat çekerek göç olgusuna şefkat elini uzatır. Necati Cumalı’yı üzen
durum salt olgunun kendisi değildir. Cumalı’nın şiirlerinde köyden kente göç, insan
yaşamına kazandırdıkları ile hayattan aldıkları arasındaki derin uçurumun belirlemiş
olduğu bir atmosferde işlenir. Bu farklılık, şiirin trajik boyutunu belirler.
Đnsanlar, kırsal kesimlerin iticiliğini ve kentlerin çekiciliğini değerlendirerek
göçe karar verir. Kırsal kesimlerin iş olanaklarının yetersizliği, toprağın miras
yoluyla küçülmesi, artan nüfus gibi olgular, insanları göçe zorlar. Şehirlerin ise iş
olanaklarının çeşitliliği, sağlık ve eğitim alanlarının kolay erişilebilirliği gibi
102
CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, Đstanbul, 1998, s.91.
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 106.
104
Ahmet ADA, Yıllarca Bir Geyiğin Ardından, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.488.
103
54
nedenleri insanları buralara çeker. Bu tespitler, göçe karar verinceye kadar düşünülen
olgular olarak karşımıza çıkar. Ancak insanların, şehirden beklentisiyle bulduğu
arasındaki fark göç olgusunun trajikliğini artıran öğeler olarak belirir. Necati Cumalı
da göçe karşı çıkarken çizilen pembe tablonun aksine göçün, insanların hayat
standartlarını yükseltmediği gibi kentlerde yığılmalara neden olarak yeni bir
toplumsal problemin ortaya çıktığı gerçeğine dikkatleri çekmek ister.
Şair,
Đstanbul’un Đçinde adlı şiirinde kenti büyük bir denize benzetir. Kent, göç ile beraber
gittikçe devasa bir görünüm almasının yanında her yanı sancılar içerisinde bir şehre
dönüşür. Anarşi, cinayet ve toplumsal haksızlık gibi sosyal çarkı bozan bazı
olumsuzluklar, ülkenin gündemine yerleşir. Cumalı, ülkede büyük bir yara haline
gelen toplumsal haksızlık konusunu şiirine göç ile birlikte alır. Şaire göre yoğun göç
ve bunun oluşturduğu çarpık kentleşme, büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir
düzen sunar.
Bu kent, büyük bir deniz gibi
Durmadan yutuyor
Büyük balıklar küçükleri
Kan gövdeyi götürüyor
Her yanı sancılar içinde…105
1950’lere girilirken Anadolu’nun susuz, yolsuz, elektriksiz ve okulsuz kırsal
bölgelerinde yaşayan topraksız köylüleriyle köylerden göç edip büyük kentlerin
çevrelerinde gelişen gecekondu mahallelerinde köy koşulları içinde yaşayan emek
gücünden oluşan yeni bir toplumsal sorun meydana çıkar.106 Necati Cumalı, bu yeni
toplumsal problemi göz önüne alarak insanların topraklarını terk edip şehirlere göç
etmesini istemez. Şair, Ceyhan adlı şiirinde semboller kullanarak kırsal bölgeyi
yüceltir. Deniz, çocukların kandığı “horuz şekeri”ne benzetilir; “horuz şekeri” ise
şehrin kendisidir. Çocukların kandığı şeker, onlara görece mutluluk sunar. Cumalı,
semboller yoluyla insanı şehre çeken faktörleri, çocuk-şeker ilişkisi çerçevesinde
değerlendirir. Bu ifadelerle göç olgusunun düşünülmeden yapıldığını ve şehrin,
105
106
Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 139.
CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, Đstanbul, 1998, s.144.
55
insanlara mutluluk vaat ettiğini ifade etmek ister. Bu görece mutluluk, Cumalı’yı
tedirgin eder:
Açtı mı gözünü penceresinde
Horuz şekeri gibi görür denizi
Tatlı mı tatlı ötecek gibi
Avluda deniz yüklü canerik asma
Ceyhan daha çocuk
Henüz ortaokul birde
Çıkar kuyu taşına
Ayakucunda yükselir
Uzanır dallarda denize107
Şairin, kırsal kesimin simgesi olarak Ceyhan adlı çocuğu seçmesi bir tesadüf
değildir. Necati Cumalı’yı korkutan, Ceyhan’ın büyüyüp kente göç etmesidir. Şair,
çocuk benzetmesiyle masumiyet olgusunu gözler önüne serer. Bu şekilde kırsal
bölgenin masumiyetine değinmek arzusundadır. Necati Cumalı, masumiyetin
korunmasının,
kırsal
bölge
insanının
korunabileceğine inanır.
Pakize Abla, sen beni dinle
Üst katta pencerenin
Kanatlarını kapalı tut
Avluda Ceyhan’ı yalnız bırakma
Çocuklar çabuk büyür
Bir ucu Đstanbul bir ucu Đzmir
Bu deniz Ceyhan’ı da alır götürür
Kime kalır bu ev bu avlu
Đskele yolunda cevizli tarla?108
107
108
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 57.
Cumalı, a.g.e. 57.
büyük
şehirlere
göç
etmemesiyle
56
Necati Cumalı, şiirde görüldüğü gibi göçe karşı bir duruş sergiler. Cumalı’ya
göre göç; insanları gurbette garip, yalnız ve bir başına bırakan bir olgudur. Şair,
Günlerin kötüsü Pazar adlı şiirinde yurtlarını terk edip kaybolan göçmen kuşlar gibi,
şehirde çaresiz kalanların hikâyesini dile getirir. Cumalı, kuş benzetmesi ile
insanların çaresizliğini, yol bilmezliğini vurgular:
Günlerin kötüsü Pazar
Karı-koca bir zaman
Divrik’te bir köyden kalkan
Đki göçmen kuştular
Uça uça buralara uçtular
Kayıp uçurdukları kuşlar109
109
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 86.
57
2.2.
KENTLEŞME OLGUSU
Türkiye, 1950’den sonra kırsal bölgelerden kentlere doğru hızlı bir göç
hareketi içerisine girer. Bu tarihten sonra Türkiye’yi hızlı bir kentleşme süreci bekler.
Nüfus artışı, toprağın küçülmesi, tarımda mekanizasyon, şehrin albenisi ve sunduğu
eğitim, sağlık, istihdam imkânları kırsal nüfusun kentlere göç etmesinde başat rol
oynar. Özellikle çok partili siyasal sürece girmemiz, Demokrat Parti’nin kentleşmeyi
özendirici politikaları kente göçü arttırır, kırsal toplumsal yapı, tedrici olarak kentli
bir toplumsal yapıya doğru evrilme sürecine girer.110
Kentleşme olgusunun, yalnız bir nüfus hareketi olarak görülmesi eksik bir
yaklaşımdır. Çünkü kentleşme bir ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısındaki ciddi
kırılmalardan ileri gelir. Kentleşme olgusu ele alınırken, nüfus hareketini meydana
getiren toplumsal değişmeleri de göz önünde tutmakta yarar vardır. Kentleşme,
toplumsal, siyasal ve ekonomik koşullar göz önüne alınarak şöyle tanımlanabilir.
“Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye paralel olarak kent sayısının artması ve
bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda
örgütlenme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde
kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir.”111
Kentleşmeyi sağlayan en önemli faktör nüfus artışı olmasına rağmen tek
etken bu değildir. Kentleşme, bir kısım önemli dönüşümlerin de yaşandığı bir
gelişmeye ve refah artışına işaret eder. Kentleşme söz konusu olduğunda üzerinde
durulması gereken önemli hususlardan biri de üretim sürecinde meydana gelen
değişikliktir. Tarımın başat üretim tarzı olduğu üretim biçiminden sanayileşme
sonucu ortaya çıkan üretim biçimine geçişle birlikte kentleşme sürecinin de
hızlandığı görülür. Sanayileşmeyle birlikte iş gücüne duyulan ihtiyaç, nüfusun kırdan
kente göçünü beraberinde getirir.112
110
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk Sorunu”, Yoksulluk, II.Cilt,
Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.56.
111
Ruşen KELEŞ, Kentleşme Politikası, İmge Yayınevi, Ankara, 1997
112
Yücel CAN, “Yoksulluğun Yeniden Üretildiği Mekânlar Olarak Kentler”, Yoksulluk, II.Cilt, Deniz
Feneri Yayınları, Đstanbul, s.80.
58
2.2.1. ĐDEAL KENTLEŞME
Đdeal bir kentleşmede nüfus artışı ve kentleşme, sanayileşmeye paralel
gelişmelidir. Ancak az gelişmiş ülkelerde kentlerin, sanayileşmeye dayalı bir büyüme
göstermediği görülür. Đdeal bir kentleşmenin yaşandığı kentlerde; toplum yapısında
örgütlenmenin yaygınlaştığı, iş bölümü ve uzmanlaşmanın yaşandığı, kentlere özgü
davranış değişiklerinin ortaya çıktığı görülür. Ayrıca sanayileşmiş ülkelerde
kentleşme genellikle kalkınma ile birlikte yürümüştür. Gelişmekte olan ülkelerde ise
sanayileşme kentleşmeyi takip eder. Bu, daha çok nüfus artışına dayalı bir
kentleşmedir.113 Kentler, sanayileşmenin itici gücüyle ortaya çıkan işsizlik oranının
düşük olduğu nitelikli nüfus yapısına işaret eden mekânlardır. Yani bu kentlerde
sadece nüfus artmaz, aynı zamanda nitelikli bir nüfus yapısı da ortaya çıkar.
Türkiye’de de 1950’lerden itibaren hızını artıran kentleşme, yüzünü tüm
çıplaklığıyla Đstanbul’da gösterir. Kısmeti Kapalı Gençlik adlı şiirde taşının,
toprağının altın olarak nitelendirildiği bu kent, köyden şehirlere yapılan yoğun
göçlerin önemli bir oranını kendine çeker. Toplumsal konulara duyarlılığıyla bilinen
Necati Cumalı, kentleşme ve kentleşmeyle beraber ortaya çıkan gecekondu sorununa
değinir. Yoğun göç sonucu devasa bir şehre dönen Đstanbul, Necati Cumalı’nın, bu
olguları konu edindiği şiirlerinin mekânı olarak dikkat çeker. Đstanbul, ideal bir kent
profili şeklinde göründüğü mısralarda yoksula, kimsesize ana şefkati gösterir. Şehir,
sakinlerini ümitlendirir, geleceğe güvenle bakmasını sağlar.
Fakat Đstanbul dev gibi büyük bir şehir
Đyi kötü ne günler görmüş geçirmiştir
Geceleri yorgun çocuklarının terli
Alınlarında o doğurgan ana eli
Dinlendirir dizlerinde ümitlendirir114
113
114
Yücel CAN, a.g.e. s.80.
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 193.
59
Dev gibi büyük bir şehir haline gelen Đstanbul, göçmenlerin ümidi olarak
görülür. Şehrin sağlık, eğitim ve iş imkânlarının geniş olduğu düşüncesi, bu ümidin
var olmasında temel etkendir. Necati Cumalı, Saat 5’te Đstanbul adlı şiirinde
Đstanbul’un kentleşen bu yüzünü sever. Đnsanların mutlu, huzurlu, geleceğe güvenle
bakmasını sağlayan bu ümidi değerli bulur. Bu ümitle beraber şair, kentleşmenin
güler yüzü olarak iş istihdamının varlığı ile mutlu olur. Türkiye’nin ekonomik
şartları göz önüne alındığında herhangi bir işte çalışma olasılığı, insanların geleceğe
güvenle bakmasını sağlayan önemli bir nedendir. Cumalı Đstanbul’u; çalışan, didinen
bir kent olarak görmek ister. Ona göre ideal bir kentte insanlar, işsiz kalmamalı,
gelecek kaygısı taşımamalıdır.
Seni o sabah saat beşte gördüm Đstanbul
Haliç’in üstündeki evlerde
Tek tük ışıklar yanmaya başlıyordu
Motorlar açılıyordu denize
Trenlerin hazırlandığını işitiyordum.
Rıhtımdan bir adam geçti
Adımlarının sesini duydum
Sonra biri bir kayığa atladı
Demir gürültüsü, bir hışırtı denizin üstünde
Bütün bu sesler öyle güzeldiler ki115
Necati Cumalı, çalışmanın, emeğin sesi olarak gördüğü bütün bu sesleri,
insanlara iş, aş, mutluluk ve huzur vermesi dolayısıyla güzel bulur. Đnsanları buralara
getiren ümit duygusu ve şehrin sunduğu görece refah, pembe bir tablo halinde
resmedilir. Şair, bu tutumu ile ideal kentleşmeden ne anladığını gözler önüne serer.
Şairin, Đstanbul’u insanların yaşayabileceği mutlu, huzurlu bir şekilde hayal etmesi,
kenti bu şekilde görmek istemesinden ileri gelir. Bir çocuğun diliyle ütopik bir tarzda
ele alınan Đstanbul adlı şiirde şair, hayalini kurduğu kentteki çocuğun mutlu yaşamını
konu alır. Cumalı, çocuk dünyamın çıkartmaların kenti olarak nitelendirdiği
Đstanbul’u hala eskisi gibi görmek ister. Necati Cumalı, çocuk motifini şiirlerinde yer
115
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 81.
60
yer kullanır. Bu kullanımda şair, çocuğun masum, günahsız ve kandırılmaya müsait
yönlerini ön plana çıkarır. Savaş içerikli şiirlerinde çocuk; şairin dünya görüşünden
esinlenilerek demokratların masum yönleri vurgulanmak istenir. Göç konulu
şiirlerinde ise Cumalı, köyünü bırakıp şehrin yolunu tutanları kandırılmaya açık
insanlar olarak görür:
Mavi boncuklarım vardı
Beyaz köslerim bir sırıma dizili
Defterlerim arasında kır çiçekleri
Ceplerimde güneşlerden pilli
Kuruüzüm iğde badem
Buğulu cam bilyeler
Renk renk uçurtmalar yapardım
Elişi görevleri kedimerdivenleri
Japon fenerleri
Đstanbul’un renkleri
Tüm saydıklarım
Đstanbul hala çocuk dünyamın
Çıkartmaların kenti116
Tüm bu ideal kent profillerinden sonra bir de Türkiye’nin gerçeği vardır.
Ülkede insan sayısı yüksek doğum oranıyla hızla artar. Bununla beraber kırsal
bölgede toprağın miras yoluyla parçalanıp küçülmesi, toprakta mekanizasyonla
beraber kırsal kesimde insan gücüne olan talebin azalması gibi nedenler büyük
şehirlere göçü tetikler. Sanayileşme ile kentleşmenin aynı oranda yükseliş
göstermemesi, kentlerimizde yüksek oranda nüfus yığılmasına ve bunun yanı sıra
işsizler ordusu oluşmasına yol açar. Cumalı Đstanbul’un Đçinden adlı şiirinde kenti,
büyük bir kargaşa içerisinde gösterir. Bu kargaşanın kente vermiş olduğu ise her yanı
sancılar içerisinde bir toplumdur. Đşsiz kalan, ailesine asgari geçimlerini sağlayacak
oranda gelir elde edemeyen kesim, git gide kent için büyük sorunlar oluşturmaya
başlar. Gittikçe artan bir nüfus yığılmasıyla beraber şehir, anormal bir büyüme
116
Cumalı, (Aşklar Yalnızlıklar), BŞ-II, s. 294.
61
gösterir. “Bu hızlı çoğalmanın yaşayışımıza verdiği biçim ortada. Kırsal bölgelerdeki
hızlı artış kentlere akıyor. Eski çoğalma hızını sürdürdüğü bu yeni yerleşme
bölgelerine kendi kültür damgasını vuruyor. Đstanbul’u, Đzmir’i, Ankara’yı yirmi otuz
yıl önceki durumlarıyla göz önüne getirelim. Bu kentlerimiz o yıllarda nerelerde
başlar nerelerde biterlerdi, bugün nerelerde başlayıp nerelerde bitiyorlar?”117
Bu kent, büyük bir deniz gibi
Durmadan yutuyor
Büyük balıklar küçükleri
Kan gövdeyi götürüyor
Her yanı sancılar içinde…118
2.2.2. KÖYLÜ-KENTLĐ ÇATIŞMASI: ÖTEKĐLEŞTĐRME
Türkiye, iç göç dalgasıyla beraber, şehirlerde büyük yığılmalar oluşmuş bir
ülke görünümü vermekle beraber, kentlerin yüzü giderek değişir. Kitlesel olarak
köyden
kente
göç
edenler
geldikleri
yerlerin
kültürünü,
yaşayışını
ve
örgütlenmelerini de kendileriyle beraber getirirler. Göçlerle beraber şehirlerin yüzü
değişmeye başlar. Bu değişmenin sebepleri kadar kente yeni gelenlerle kentliler
arasında bir ötekileştirme, kabullenememe faktörleri baş gösterir. Türkiye, kırsal
nüfus yoğunluklu bir ülke olmaktan, kentsel nüfus yoğunluğu ağır basan bir ülke
olarak
evrilir.
Ancak,
Türkiye,
kentleşmeyi
sanayileşme
ile
beraber
gerçekleştiremediği için şehirlerde insanların kentlileşme süreci uzar. Gelinen
aşamada nüfusunun çoğunluğu kentlerde yaşamakla birlikte, çağdaş anlamda birer
kent özelliği taşımayan şehirleri ve klasik anlamda kentli sayılamayacak olan
şehirlileri ile Türkiye’nin henüz bir kent toplumu olamadığı değerlendirmesini
yapmak mümkündür.119 Bu gelişme, şehirlerde orta ve üst gelir grupları ile düşük
gelirli grupların yerleşim tercihleri arasında net bir ayrışmaya neden olmuş, böylece
117
CUMALI, Şiddet Ruhu, s.37.
Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 139.
119
Turgay GÜMELİ, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm Romanlarında
Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, (Yedi Tepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans tezi), İstanbul, 2006, s.5.
118
62
gelir uçurumu gözle görülür bir hale gelmiştir. Söz konusu ayrışma, bir yandan
semtlerin, bir yandan da konut bölgelerinin bir birinden kopması biçiminde
gerçekleşmiştir.120
Yoğun göçlerin yaşandığı, kentlileşme sürecinin devam ettiği, zenginlerle
yoksullar arasındaki gelir dağılımı uçurumunun alabildiğine büyüdüğü, yoksulluğun
kitleselleştiği bir dönemde kentsel şiddet ile karşı karşıya kalan göçmenlere,
yoksullara artık bir yük gözüyle bakılır. Türkiye’de kentlerin kenar yerleşimleri de
dünyada olduğu gibi, çoğunlukla göçlerle oluşmuştur. En fazla göç alan kentler,
ekonomik kapasiteleri ile yaşama şansı açısından bulunduğu bölgenin merkezi
durumunda olan Đstanbul, Ankara, Đzmir, Adana, Bursa, Đzmit gibi kentlerdir. Büyük
kente göçün meydana getirdiği öncelikli ve en büyük sıkıntı, sürekli bir barınma
olanağı sağlamasıdır. Göç etmiş aileler, kente uyum sağlayıncaya ve geçinmelerini
sağlayacak iş güvencesine sahip oluncaya kadar hemşerilerine ya da akrabalara
sığınırlar. Güvenli, sürekli iş ve konuta sahip olmayan nüfus, kentte yabancı kalır.121
Yabancılaşmanın, köylü-kentli etkileşimindeki ötekileştirmenin meydana
getirdiği yeni bir toplumsal problem Türkiye’nin gündemine kentleşmenin hız
kazanmasıyla beraber girer. Kırsaldan kente yapılan göç, nüfus yapısını, kültürel
ilişkileri, geleneksel bağları ve yerel kimliklerin değişimini önemli ölçüde etkiler.
Ülkemizin toplumsal ve ekonomik yapısını belirleyen temel öğelerden biri olan
kentleşmeyi yalnız tarımdaki değişmelerin ve sanayileşmenin bir sonucu olarak
görmemek gerekir. Kentleşme, aynı zamanda toplumsal değişme sürecinin bir
göstergesidir.
Türkiye’de kentleşme süreci, çoğunluğu 15–24 yaş grubunda yer alan genç
nüfusun köylerden kentlere göç etmesi ve büyük kentlerde bir nüfus yığılmasının
oluşması biçiminde işlemiştir.122 Önceleri mevsimlik işlerde çalışmak üzere geçici
olarak büyük kentlere gitmek biçiminde başlayan göç, zamanla şehirlere kalıcı olarak
120
Gümeli, a.g.e. s.16.
Sema BUZ, a.g.e. s.156.
122
Emre KONGAR, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi
Kitapevi, Đstanbul, 2004, s.549–550.
121
63
yerleşme biçimine dönüşür. 1950’den itibaren insanlar, bu göç olgusunun ve onun
getirmiş olduğu toplumsal değişimlerin farkına varmaya başlamıştır. “Yoğun göç ve
gecekondulaşma ile yeniden yapılanmış kentlerin ötekilerini ve öteki mekânlarını
herkes biliyordu. Hatta bu ötekilere karşı, “kentli-köylü” ayrımı ekseninde ifade
edilen bir tiksinti de televizyon ve gazete sayfalarından dışarı taşıyordu. Diğer
yandan akademik çevrelerde gecekondular, kentsel ve kırsal biçimler arasında geçiş
sağlayan bir “köprü” olarak görülüyordu. Böylesi yaklaşımlar, gecekonduların
kente eklenmesinin sorunlu olduğu sonucuna varsalar da, gecekonduları getiren göç
bir rasyonalizasyon ve uyum süreciyle gerçekleşiyordu.”123
Türkiye kentleri; kente gelenleri entegre etmek yerine, kendi içlerinde
bölünerek, parçalanarak ayrıksı sosyokültürel adacıklar haline gelmişlerdir. Kentin
içinde yüzlerce irili ufaklı kent vardır. Bunların çoğu birbirine benzemez. “Hem
kentte sahip oldukları, kazandıkları ve biriktirdikleriyle benzemezler hem de
hissettikleri ve büyüttükleri öfke ve isyanlarıyla benzemezler.”124 Bu farklılıklar,
Cumalı’nın şiirine köylü-kentli ayrımı şeklinde yansır. Nitekim şair, köyden kente
göç ile gelenlerin kentlilerde oluşturmuş olduğu düşüncelerin farkındadır. O,
kentlilerin düşüncelerini benimsemez. Ön yargının, düşünmeden karar vermenin bir
neticesi olan ötekileştirme, Cumalı’nın Đstanbul’un Serseri Çocukları adlı şiirine
şöyle yansır:
Đstanbul’un serseri çocukları
Bir de bu köylerden gelenler
Đstanbullu hanımlara beylere tasa125
Kentlerdeki
ötekileştirmenin
büyümesi,
kentsel
imkânlardan
pek
yararlanamayan öteki kesimi ve öteki mekânları üretmiştir. Bu kesim, kentin
hanımları ve beyleri tarafından adeta dışlanmıştır. Bu kesim, kentin hemen her türlü
katılım isteyen süreçleri ve yapılarından mahrum bırakılır. Köylü-kentli ayrımı
123
Adile ARSLAN, “Türkiye’de yeni Kentli Yoksulluk Biçiminde Bir Kesit: Van’daki Dere Kenarları” Van
Dosyası: Teknolojik Afet, Zorunlu Göç, Yoksulluk, Mimarlık, TMMOB Mimarlık Odası Yayınları, Ankara,
1998, s. 185.
124
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.60.
125
Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 93.
64
gündemi işgal eder duruma gelince Türkiye’nin aydın kalemleri, gecekonduları ve bu
mekânların insanlarını kentsel ve kırsal biçimler arasında geçiş sağlayan bir köprü
olarak görürler. Aydın kalemlerden biri olan Necati Cumalı da köyden kente göç
edenleri ve onların meydana getirmiş olduğu gecekonduları birer köprü olarak çizer.
Đstanbul’un Serseri Çocukları adlı şiirde ev sahibi konumundaki Đstanbullu hanımlar
ve beylerin tasalanmamasını isteyen şair, köyden gelenlerin şehir için bir yük
olmayacağını ve şehrin gelecekteki en doğru, en güzel hikâyesinin onlar tarafından
anlatılacağını vurgular:
Üzülmeyin hanım beyler
Cami Avlularının güvercinleri
Boğaz sularında yosunlar midyeler
Nasıl uçuyor tutunuyorlarsa
Sur diplerinin gözüpek ayrık otları
Düz duvara saran o bıçkın sarmaşıklar da
Boy atacak yeşerecekler nasıl olsa
Đtile kakıla Đstanbul sokaklarında
O köylüler öğrenecekler yürümesini
Bir gün gelecek onlar anlatacaklar
Đstanbul’un en doğru en güzel hikâyesini126
Yeni kentliler, kendilerini ayrıksı, yabancı pozisyonunda algılarlar. Bir
kıvılcım, sıcak bir el, yeni kentli için hayata bağlanma, kente tutunma anlamı taşır.
Necati Cumalı da yeni kentlilerin şehre uyumunun hızlanmasını arzular ve bunun
için şehirlilerin onlara hoşgörülü davranmalarını ister. “Büyük kentlerimizde
çoğunlukla hiçbir geliri olmayan ve sınıf yerine de konulmayan bu sınıf altı,
dışlanmış, terk edilmiş, unutulmuş kesimin varlığı artık görmezlikten gelinemeyecek
boyutlara varmıştır.(…) onlar, kentlerin çeperinde var olmak için dişleri ve
tırnaklarıyla bir şeyleri aşındıran, biriktiren, büyüten hayatlara mecburdurlar.”127
126
127
Cumalı, a.g.e. 93.
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.70.
65
Necati Cumalı, şiirlerinde yeni kentlilerin insani yönlerine vurgu yaparak
insanlarda merhamet hissi uyandırmanın peşindedir. Mazlumdan, mağdurdan yana
olan şair, şiirlerinde baskın duygu olarak romantik bir tavır sergiler. Bu tavır, şairin
uzun yıllar köylüler ve kasabalılar arasında yapmış olduğu avukatlık mesleğinden
kaynaklanır. Toplumcu gerçekçi bir çizgide olan Cumalı, şiirlerini bu temelden
hareketle belirler. Halktan yana bir tavır takınan şair, ülkenin kentleşme ile birlikte
yeni sorunlara düşmesi karşısında sessiz kalmaz. Fakir, okumamış, tutunacak bir dal
arayan
köylüleri
yakından
tanıyan
Cumalı,
onlara
şehirlilerden
anlayışla
yaklaşmalarını bekler. Toplumsal değişmelerle birlikte baş gösteren köylü-kentli
çatışmasının, ancak diyalog yoluyla ve karşılıklı anlayışla etkisiz hale getirileceğini
düşünür. Şair, bir an önce köylülerin, şehre uyum sürecini aşması gerektiğini
vurgular. Bu yolla şair, daha uyum içinde bir toplum ve sağlıklı işleyen bir yapı
oluşacağına inanır. Şu Kalabalıkta Gördüğün Herkesin adlı şiirde Cumalı’nın halktan
yana tavrı gözler önüne serilir.
Şu kalabalıkta gördüğünse herkesin
Bir kalbi var senin gibi, ya da düşünür
Her biri bir can taşır
Sen onları tanısan da tanımasan da
Sonunda her biri ne senden iyi
Ne senden daha fena
Senin gibi bir insandır bütün kusurlarıyla128
2.2.3. KENTLEŞMENĐN ĐNSAN YAŞAMINA ETKĐSĐ
Hızla kentleşen bir ülke olmak, gerçekte, hızla kırdan kente göçün artması
anlamına gelir. Göç edenleri ise kentte önemli sorunlar bekler. Zira kent, kırsal
kökenlilerin
yoğun
talebi
karşısında
kendi
bünyesinde
sağlıklı
olmayan
yapılaşmalara kucak açar. Yeni kentlilerin doğurduğu yüksek basınç, kentin doğal
işleyiş mekaniğini çalışamaz duruma sokar. Yeni kentliler, iş isterler; eğitim, sağlık,
128
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 75.
66
sosyal güvenlik ve bürokratik kurumlardan yararlanmayı arzularlar. Bu ise, kentlerin
mevcut talepleri karşılama, onları tolere etme kapasitelerine bağlıdır. Ancak, yoğun
ve kontrolsüz göç, mevcut sorunları elimine etmekten çok onları büsbütün
çözümsüzlüğe iter.129
Đstanbul’a yönelen göçün, üç ana göç dalgası biçiminde gerçekleştiği
düşünülür. Bunlardan birincisi 1950-1960 dönemidir. Bu dönemde gelenlerin kent
nüfusuna oranı düşüktür. Kentte köklü bir dönüşüm yaratmadan kente “entegre”
olmuşlardır. Bunlar arasında bekârların oranı yüksektir.130
Doğan Kuban’ın verdiği bilgi, bu dönemde Đstanbul’a ortalama göçün yılda
50-60.000, izleyen on yıl içinde ise 400.000 civarında olduğu yönündedir. Kuban,
göç edenlerin çoğunluğunu oluşturan köy kökenli niteliksiz işçiler için, o yıllarda
yoğun bir imar faaliyetine sahne olan Đstanbul’da inşaat sektörünün geniş iş
olanakları sağladığını belirtir.131
Türkiye’de kentlerde yaşayan nüfusun ülke nüfusuna oranı 1927’de % 24
iken; 1950’de % 25 olmuş; 1980’de % 44’e ulaşan bu oran, 2000 yılında da % 65’e
yükselmiştir. Bu veriler, 1950 sonrasında belirgin bir biçimde hız kazanan
kentleşmenin 1980’i izleyen yıllarda yeni bir hızlanma içine girdiğini gösterir.132
Necati Cumalı, Đstanbul’a yönelen bu yoğun ve kitlesel göç dalgasının şehri büyük
bir kargaşa içine soktuğunu hisseder. Necati Cumalı önceki şiirlerinin aksine
Đstanbul’un Đçinde adlı şiirinde şehrin kargaşasından memnun gözükmez. Şair, kenti
büyük bir denize, içinde yaşayan insanları ise balığa benzeterek içten içe toplumsal
bir eleştiri getirir. Büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir düzende toplumsal bir
haksızlığın, eşitsizliğin söz konusu olduğu bir gerçektir. Yoğun göç sonucu devasa
bir görünüm alan Đstanbul, yeni sorunların oluşmasına meydan verir. Bu durum hiç
şüphesiz kentle eklemlenemeyen, kentten kopan, kente ve kentin egemen yapılarına
karşın kin, nefret ve öfke büyüten geniş bir muhalefet grubunun kök salmasına zemin
129
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.56
Gümeli, a.g.e. s.6.
131
Gümeli, a.g.e. s.6.
132
Gümeli, a.g.e. s.4.
130
67
hazırlar. Necati Cumalı’nın sembolleştirerek küçük balıklara benzettiği kesimler,
kentin eşitsizliği büyüten ve kronikleştiren düzeni içinde yaşama mücadelesini
sürdürürler.
Bu kent, büyük bir deniz gibi
Durmadan yutuyor
Büyük balıklar küçükleri
Kan gövdeyi götürüyor
Her yanı sancılar içinde…133
Đnsanların, şehirlere kitlesel olarak yaptıkları göçün çeşitli sebeplerinden
birisi, hızlı nüfus artışıdır. Türkiye’de sanayileşmenin kentleşme ile aynı hızda
gerçekleşmemesi köyden kente göç edenlerin oluşturduğu nüfus baskısının etkisiyle
şehirlerde iş, eğitim, sağlık ve konut gibi alanlarda sıkıntıların yaygınlaşmasına yol
açmıştır. Çeşitli alanlarda görülen sıkıntılar, kuşkusuz insanları marjinal sektörlere
yönlendirir.
Göçmenler kentlere gelerek hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü insanları
şehirlerde bekleyen sosyal ve ekonomik problemler vardır. Kentlerde giderek
yitirilen cemaat duygusu, hemşerilik-komşuluk ilişkileri, ahlaki ölçüler, insani
erdemler, yeni kentlileri kentte yaşama konusunda daha bir korunaksız kılar. Sosyal
ve sivil kuruluşların yetersizliği de, yeni kentlileri bekleyen tehlikeleri artırır. Göçle
gelenler, kentin yarışmacı, koşuşturmacı, yıkıcı çarkı içerisinde çoğu zaman yiten
hayatların, kaybolan umutların ve dramatik öykülerin figürleri haline gelirler.134
Necati Cumalı, köyden şehre göç eden bir ailenin trajik durumunu hikâye ettiği
Günlerin Kötüsü Pazar adlı şiirinde köylerinde mutlu, huzurlu olan bir ailenin,
şehirde şartların zorlamasıyla dağılmasını konu edinir. Pazar’ı kötü yapan, kuşkusuz
insan psikolojisinin kötü olmasıyla açıklanabilecek bir durumdur. Divrik’in bir
köyünden türlü umutlarla Đstanbul’un yolunu tutan göçmenler “Küçük Balık” olarak
adlandırılan sınıf altı kategorisinde yer alırlar. Ailenin erkek çocuğu kentte iş
133
Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 139.
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.51.
134
68
bulamaz ve kısmetini yurt dışında aramaya gider. Ailenin kızı ise kötü yola
düşmüştür. Anne-baba, kente gelmiş olmanın pişmanlığı ile birbirlerine çaresizce
bakınıp dururlar. Yağmur yüklü bir bulut bile onlara köylerini hatırlatmaya yeter.
Yüzü bir güz göğü gene
Bir açıyor bir kapıyor
Bozkırda ansıdığı bir yere
Yağmur götüren bulutlar135
Türkiye’deki kentleşme, sanayileşmeye paralel yürümemiştir. Kırdan kente
göçte kentin çekiciliğinden çok kırın iticiliği belirleyici olur. Ayrıca Türkiye’deki
kentleşme olgusunda ideal bir kentleşme sürecinde yaşanması gereken toplum
yapısında artan oranda örgütlenme, iş bölümü ve uzlaşma, kentlilik bilincinin insan
davranışlarına yansıması gibi unsurların var olmadığını görüyoruz. Yeterince sanayi
kuruluşunun bulunmadığı kentlere parlak iş hayalleriyle gelen insanlar, umduklarını
bulamamışlar ve önemli sorunlarla karşılaşmışlardır.136 Beklentilerine cevap
bulamayan insanlar, Ben Deme Sakın adlı şiirde içine kapanarak toplumdan kaçmaya
başlarlar. Artan nüfus ile birlikte kentin dağdağası içinde insanların ömrü, itiş-kakış
içerisinde geçer. Kalabalıklaşan kentlerde yüzler silikleşir, insanlar gittikçe içine
kapanmaya başlar. Đnsanlar, şehirlerde kalabalığın içinde psikolojik yalnızlık
duyarlar.
Kalabalık kentlerin dağdağasında
Geçiyor ömrü itiş kakış
Sabah akşam içkili
Hiç yoktan ağlamaklı
Hiç yoktan hepimize dargın
Kalbi çok sayıda ölülerin düşüp kaldığı
Sesini yitiren bir savaş alanıdır137
135
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 85.
Yücel CAN, a.g.e. s.80.
137
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 281.
136
69
Türkiye kentleşmesi sorunlu bir kentleşme özelliğine sahiptir. Kırsal
bölgelerdeki yoksunluğun dayattığı, mecbur ettiği göçler vasıtasıyla kentlerde
giderek ivmesini artıran bir nüfus birikmesi sorunuyla karşı karşıya kalınır. Bu
süreçte kentler, büyük kentlere ve metropollere dönüşürler ve bildik, alışıldık
siluetlerini kaybederler. Kısa sürede kente yeni yerleşme bölgeleri, yeni kültürler ve
yaşam tarzları eklenir. Kente gelenler, kentlerin mevcut kapasitelerinin çok üzerinde
taleplerle geldiklerinden kentler, kendi bünyelerinde bu yeni gelenleri massedecek
yapılar oluşturmada yetersizlik gösterir. Bunun bir sonucu olarak kentlerde yeni
sorunlarla karşılaşılır. Kentteki düzenlemelerin hemen hiç biri istenildiği ölçüde yeni
kentliler lehine gelişmez. Belki ilk kuşak kent göçmenleri görece işe girme, konut
edinme-gecekondu gibi bazı imkânlar elde edebilmişler, ancak, sonrakiler kentin
çeperinde, varoşlarında yaşama imkânını deneyimlemek durumunda kalırlar.138
2.2.4. ÇARPIK KENTLEŞME
Kentler, meydana getirdiği her türlü istihdamı aşan sağlık, eğitim gibi
toplumsal hizmetler açısından yetişilme olanağı bulunmayan bir nüfus patlamasıyla
karşı karşıya kalır. Bu nüfus patlamasının oluşturduğu en büyük ve en önemli
sorunlardan biri olan konut açığına gecekondu yoluyla çözüm getirilmeye çalışılır.
1960’ların ortasında başlayıp 1980’e kadar devam eden ikinci göç akımı sırasında
hem köylerden, hem küçük şehirlerden Đstanbul’a yoğun bir iş gücü göçü olmuştur.
Đstanbul’un nüfus bileşimini değiştiren ve gecekondulaşmayı yaratan, asıl bu göç
dalgası olmuştur.139 “Aşırı nüfus yığılması, kentlerde hem sayısal hem de nitelik
olarak konut yetersizliğine yol açmıştır. Türkiye’de ailelerin yarısına yakın bölümü
1-2 odalı konutlarda yaşamaktadır.”140
Kamunun ya da başkasının toprağı üzerinde imar yasalarına, sağlık ve fen
kurallarına aykırı olarak alelacele yapılmış bir barınak olarak tanımlanan gecekondu
yerleşmeleri; birçok üçüncü dünya ülkesinde, göç ve kentleşme sürecinin bir
138
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.56.
Gümeli, a.g.e. s.6.
140
Gümeli, a.g.e. s.10.
139
70
parçasıdır. “Kentleşme süreci içindeki gelişmekte olan ülkelerde nüfusun dörtte biri
ile üçte biri arasında bir bölümü gecekondularda yaşamaktadır.”141 Turgay Gümeli,
köyden gelenlerin şehre yerleşiminde iki farklı tür eylem gözlemlemiştir, bunlar: 1)
Đş merkezlerine yakın alanlarda kiralanan bir evde kısa süre kalmak ve sonra kentin
kenarlarındaki bir gecekondu semtine taşınmak. 2) Daha başlangıçta kentin kenar
kesimlerinde satın alınan, yapılan ya da kiralanan bir gecekonduya yerleşmek
şeklinde belirir.142
Gecekondu yapımını teşvik eden en önemli unsur, ucuza konut sahibi olma
düşüncesidir. Ucuzluğu sağlayan, bedelsiz ya da düşük maliyetli arsa, ucuz emek,
düşük nitelikli ve dolaysıyla ucuz yapı malzemesidir. Kentleşme ile birlikte şehirlerin
nüfusları içinde çoğunluğu göçmenler almış ve genellikle düşük gelir gruplarının
yaşadığı gecekondular yoğun göç alan şehirlerdeki en yaygın yerleşim biçimi haline
gelmiştir.143
Gecekondu bölgesi, göç ile birlikte şehirlerde çok daha belirgin bir hal alır.
Yoğun göçlerin yaşandığı 50’lerden itibaren bu bölgeler, birçok sanatın ve bilimin
konu alanına girer. Toplumsal konularda her zaman bir diyeceği olan edebiyat;
toplumsal, kültürel ve ekonomik yapıyı derinden etkileyen bu sorun karşısında sessiz
kalmaz. Bu dönemde birçok edebiyatçı, eserlerinde gecekondu yaşayışını konu
edinir. Toplumu derinden etkileyen bu soruna dikkatleri çeken edebiyatçılardan biri
de Necati Cumalı’dır. Şair, gecekondu insanını, yaşamını yakından tanır ve onları
şiirine yansıtmaktan geri durmaz. Şiirini toplumsal sorunlardan uzak tutmaz. “Şehrin
arka sokaklarına götürür adımları onu. Şehir rüzgârına kapılmış çocuklarından uzak
ana babaları görür. Kimi çocuklar et pazarlarına düşmüş, kimi yaban ellere.
Gecekondular uzanır ıtır ve fesleğenle direnmeye çalışan.”144 Cumalı’yı bu insanlara
yaklaştıran sebeplerin başında avukatlık yıllarının vermiş olduğu tecrübe ve
toplumcu gerçekçi bir çizgide bulunması yer alır. Bir Frikya Kabartmasındaki Adsız
Ere… adlı şiirinde O, gecekondu insanını, toplum içinde ayırt etmekte güçlük
141
Gümeli, a.g.e. s.10.
Gümeli, a.g.e. s.10.
143
Gümeli, a.g.e. s.16.
144
Sennur SEZER, Yaşlanmaz Şair Çocuk: Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Buğdaydan Öğrenilen Bir
Şiir”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s.15.
142
71
çekmez. Birçok yerde karşılaşılabilen bu insanları Necati Cumalı, görmezden
gelmez. Çevresinde olup bitenleri şiirlerine aktarma konusunda başarılı olan şair,
fakir mahalle insanlarını, eserlerinde toplumcu gerçekçi bir yaklaşım ile tasvir eder.
Cumalı, bu tutumu ile dertlerini, sıkıntılarını, sevmelerini bildiği gecekondu insanını,
okuyucuya da tanıtmak ve dikkatleri buralara çekmek arzusundadır:
Kimsin sen?
Yüzün hiç yabancım değil.
Çok gördüm seni
Yol boylarında omzunda heybe,
Açık kasalarda tırmanmış çuvallara,
Banliyö trenlerinin üçüncülerinde,
Göçüklerle ilgili fotoğraflarda,
Çok gördüm Taşlıtarlalar’da, Gültepe’de
Gecekondunun önünde…145
Kendi içinde sosyal, siyasal ve ekonomik kuralları belirleyen ve giderek bir
kültürel adacık halini alan gecekonduların en belirgin özelliği, akşam ile beraber bir
tenhalığın ve sessizliğin baş göstermesidir. Cumalı, Sofya’dan adlı şiirinde
gecekondu yerleşmelerinin bulunduğu bölgelerin içine düştüğü sessizliği, taştan
sessiz bir limana benzetir. Güneşin batışıyla beraber insanlar, evlerine çekilir. Sosyal
ve kültürel etkinliklerin az olduğu bu bölgelerde akşam ile birlikte sis, bütün evlerin
üstünü bir yorgan gibi örter.
Gerer kocaman yelkenlerini sis
Işıklar silinir ardında perdelerin
Gece her ev taştan sessiz bir liman
Çıkar kutusundan keman
Çalar havalarını kaldırımlarda
Uykusu kaçanlara dinletir146
145
146
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 120.
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s. 213.
72
Kazanç düzeyinin belirlediği koşullarla büyük kentlerimizi kuşatan
gecekondularda yaşanan yaşam, kalitesiz bir hal alır. “Yurdumuzun geri kalmış
bölgelerinin görünüşü gecekonduları, yoksul yapıları ile bu kentlerimizi dört bir
yanından kuşatmış durumdadır.”147 Her ne kadar yaşam düzeyi düşük olsa da
gecekondu bölgesinin samimi atmosferi, Necati Cumalı’nın şiirlerine yansır. Necati
Cumalı, Halk Güzeli adlı şiirinde gecekondu yaşamını sevimli gösterme
çabasındadır. Gecekonduların; yoksulluğun, fakirliğin mekânı olması, şairi bu
bölgelere karşı daha hoşgörülü davranmaya iter. Necati Cumalı’nın şiirlerinde
gecekondunun sevimli hali, şairin merhamet hissinden kaynaklanır. Şair, maddi
imkânların belirlemiş olduğu yaşam standartlarını göz önüne alarak insana değer
vermez. O, halkçı bir bakış açısıyla insanları; samimiyeti ve iyi niyeti ölçüsünde
değerlendirir. Cumalı, iyi niyeti, güler yüzü gecekondu insanlarının arasında bulur.
Bir yandan bu bölgelerin sağlık ve fen koşullarından mahrum olduklarını gösterir;
öte yandan gecekondu sakinlerinin içten ve samimi tavırlarını belirterek maddi
olanakların, manevi duyguların önüne geçemeyeceğini vurgulamak ister.
Evlerine tozlu çamurlu sokaklardan gidilir
O soluk tahta kapılardan avlularına geçtin mi
Kireçli eski tenekelerde renk renk çiçekleri
Yüzleri halk güzeli, halk gülüşü gülüşleri
Karşılarlar seni aydınlanır için.148
Necati Cumalı, toplumsal konulu şiirlerinde kişileri, mekânları tüm dünyayı
kapsayacak şekilde genişletir, büyütür. Şair savaş, ölüm, barış ve göç gibi temaları
evrensel bir hüviyette ele alır. 1974 yılında yazmış olduğu Paris Anıları adlı şiirinde
şair, evrensel bir üslup kullanır ve Paris’in kenar mahalle insanlarını şiirine konu alır.
Cumalı, kenar mahallelerde yaşayan insanları kendine daha yakın görür. Cumalı’nın
üslubunda toplumsal konulara doğru bir yöneliş olmasının temelinde kendi askerlik
yıllarının, Đspanya Đç Savaşı ve Đkinci Dünya Savaşı’nın belirleyiciliği vardır.
Değişen ve gelişen dünyada aydın olarak nitelendirilen kesimin, toplumu veya
147
148
CUMALI, Şiddet Ruhu, s.38.
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 225.
73
insanlığı etkileyen olaylar/durumlar karşısında tavır alması beklenir. Bu yıllarda
dünya ile birlikte aydınlar da sağ ve sol kesim olarak bölünmüş duruma gelir.
Cumalı, kendini sol cepheye yakın görür ve eserlerini bu duyarlılıkla işler. Paris’in
banliyölerinde yaşayan fakir halkı kendine yakın görmesi de bu duyarlılığın etkili
olmasından kaynaklanır:
Benim sevdiğim Paris
Dış mahallelere düşer
Daha karardı oralarda
Kanalların suları
Küçülür alçalırdı evler
Küçülen kahvelerin
Pazarcı kadınlarla
Mavi tulumlu erkekler
Daha benim gibilerdi halkı149
2.2.5. GURBETE
DÜŞENLERĐN
HAKĐR
EVLERĐ:
GECEKONDULAR
1950’lerde hızlanan göç dalgasıyla beraber, ülkede toplumsal ve ekonomik
dönüşüm süreci de hızlanır. Bu tarihten günümüze gelinceye kadar Türkiye, kırsal
nüfus yoğunluktan kentsel nüfus yoğunluğa evrilir. Giderek artan göç dalgasını
kentler kaldıramaz ve böylece gecekondularda yaşayan ve düşük gelir düzeyli
ekonomik sektörlerde geçimini sağlamaya çalışan bir göçmen kitlesi ortaya çıkar.
Göçe bağlı gerçekleşen bu kentleşme, beraberinde yeni eşitsizlikler, patolojik
sorunlar, çarpık ekonomik ilişkiler, enformel örgütlenmeler, örgütlü suç yapıları
ortaya çıkarır. Bu kentleşmenin belki de mekândaki en belirgin izdüşümü, gecekondu
yerleşmeleri şeklinde oluşur. Gecekondular, kente gelenleri kent yaşamına entegre
etmek, kente yumuşak geçiş yapmalarını sağlamak bir yana bizzat yeni gelenleri,
kentten ayrıştırıcı göçmen gettolarına dönüştürerek, olası çözümlerin daha sonuçsuz
149
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s. 204.
74
kalmasına neden olur. Ayrıca, gecekondular, kendilerine özgü bir kültür oluşturarak
kentin içinde “yeni kentler”, “yeni köyler” oluşmasına yol açar.150
Türkiye’de kentleşme; sanayisiz, altyapısız, plansız bir süreç izlediğinden
kentler çarpık/sağlıksız bir görünüm alır. Bu süreçte, Türkiye kentlerinin belki de en
belirleyici karakteristiği gecekondular olmuştur. Gecekondu yerleşmeleri, kente göç
eden, ancak başını sokacak barınağı olmayanların, hazine arazisi üzerinde, kaçak,
imar mevzuatına aykırı kondurdukları binalardan oluşur. Bu yerleşmeler, hem yasal
değil hem de yaşamak için askeri, sağlık ve güvenlik kriterlerinden yoksundurlar.
Göç arttıkça, kentlerdeki gecekondular da çığ gibi çoğalmaya başlar. Özellikle
kentlerin kenarında her geçen gün büyüyerek yeni yerleşmeler, yani gecekondu
semtleri ortaya çıkar.
Türkiye’de kırsal bölgelerden kentlere doğru gerçekleşen yoğun göç
neticesinde, şehirlerin çeperinde gecekondu yaşamı görünmeye başlar. Kentlere
doğru göç olgusunun en temel nedeni ekonomik faktörlerdir. Konut sorununu
gecekondularla çözen/çözmeye çalışan kent merkezlerine uzak, ancak kentin
imkânlarından önemli ölçüde faydalanan gecekondu insanı, kendilerinden ekonomik
ve sosyal açıdan daha iyi olanları görürken bunlar genellikle istedikleri sosyoekonomik seviyenin altında kalırlar.151 Çoğu vasıfsız işçi olan gecekondu
insanlarının yüksek gelir getiren işlerde çalışma olasılığı oldukça düşüktür.
Đyileştirilemeyen ekonomik durumlar, gecekonduları kırsal kesimlerden pek farklı bir
görünüm elde edememesinde önemli ölçüde etkendir. Gecekondu bölgelerinde hayat
standartlarının düşük oluşu, buralarda yaşayan aileleri derinden etkiler. Bu bölgeler,
her türlü temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmıştır. Köyden kente göç edenler,
kendileri ile beraber yoksulluklarını da getirirler. Anadolu’nun Devedikenleri adlı
şiirde kentsel yoksulluk, köydekinden farklı olarak daha bir belirgin yaşanır.
Şehirlerdeki lüks yaşam alanları, gecekondu bölgelerin fakirliğini daha da
belirginleştirerek silikleşmelerini sağlar. Şehirlerde her türlü yaşam alanı oluştuğu
göz önüne alınırsa köylüler fakirliği, yoksulluğu daha yoğun hissetmeye başlarlar.
150
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.56.
M. Cihangir DOĞAN, “Gecekondu Bölgelerinde İşsizlik ve Yoksulluk Problemi” Yoksulluk, II.Cilt,
Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.141.
151
75
Birbirinden güzel kentlerin
Kenarında yükselen fakir evleri
Teneke mahalleleri gecekondular
Gurbete düşenlerin hakir evleri152
Toplumsal içerikli şiirlerinde Cumalı, günün koşullarını, siyasi ve sosyal
yapıyı göz önüne alarak şekillendirir. Onun siyasi görüşü, toplumsal konuları ele
alışını belirleyen önemli bir faktördür. Şairin sosyal konulardaki fikri derinliğini
bilmek için, onun diğer eserlerinden faydalanmakta yarar vardır. Nitekim Necati
Cumalı, 1973 yılında Cumhuriyet gazetesinde yazmış olduğu “Küçük Şeyler” adlı
yazısında gecekondu yaşayışını oluşturan nedenlere sosyolog hassasiyetiyle yaklaşır.
Necati Cumalı kentlerin çevresinde kurulan gecekonduların sorumlusu olarak devleti
görür. “biz bu duruma soktuk, biz yarattık bu karmakarışık Đstanbul’u. Đşçi
sigortalarının parasını başkalarının yararına harcayıp, gecekondularla biz kuşattık
bu kenti.”153
Đmar şartlarına aykırı konut yapımı, ülkenin önemli sorunlarından biri haline
gelir. Bu konutların en belirgin özelliği plansız ve sağlıksız yapılar olmasıdır.
Cumalı, gecekonduların bu olumsuz yönlerini göz önüne alarak buraları “yenik
evler” olarak niteler. Yenik Evler adlı şiirde yanı başında gökdelenlerin yükseldiği
gecekondular, insanlar gibi kaderini yaşar. Yoksul ile zenginin daha belirgin
çizgilerle ayrıldığı kentlerde şair, gecekonduları asgari yaşam standartlarının altında
olması sebebiyle yenik görür. Cumalı, bu bölgelerin yenik olmasını kabullenemez.
Şair, mekânı sakinleri ile bir tutar. Tıpkı insan gibi mekân da toplumsal dinamiklerin
belirlediği standartları yaşar. Gecekondu, içinde barındırdığı insanlar gibi sille tokat
toplumdan soyutlanmış bir köşeye atılmış olarak görülür.
Hep o küçük evler yenik evler
Sille tokat sürülmüş tekmelenmiş
Yüzükoyun kapanmış toprağa
152
153
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 106.
CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, 1997, İstanbul, s.72.
76
Çıplak odalar, duvarlar, pencereler
Bir dönemeçte trafik işaretler: kent
“Saatte kırk kilometreyi geçmeyin!”
Arabanın altında gerinen asfalt
Sağa sola birer dirsek indirir
O küçük evler yenik evler
Bir daha ezilmiş sindirilmiştir
Ön camda görünüp kaybolur aynanızda.154
Bu şekilde yenik, hakir, dışlanmış bırakılan kesimler; gittikçe içine kapanır
bir hal alır ve kendi kurallarını koymaya başlar. “Formel kurumların göç ile birlikte
kentlere yığılan nüfusun iş ve konut talebine yeterli karşılığı verememesi sonucu
enformel sektörün ve gecekondu olgusunun ortaya çıkması ve yoğun göç alan
şehirlerde toplum kesimleri arasında genel bir gerilime yol açarken, bir yandan da
gecekondu alanlarında kendine özgü bir kurallar ve ilişkiler sisteminin doğmasına
sebep olur; gecekondular, düşük yaşam standardına sahip, içinde yaşayanların
taleplerini genellikle çatışmalı ve sert olarak ifade etmelerini zorunlu kılan, kendi
içinde de gerilimli kentsel ortamlar haline gelir.”155 Kentten yalıtılmış, kente
eklemlenmiş, yamanmış ama kentten kopuk, kendi içine kapalı, büyük toplumsal
birimlerle karşı karşıyayız.156 Artık Đstanbul’da yakın veya uzak çevrede farklı yaşam
alanları oluşur ve bunlar birbirleriyle pek karşılaşmadan kenti yaşarlar.157 Kente çok
yakın olmalarına rağmen, bu bölgelerin kentten kopuk olduğu yadsınamaz bir
gerçektir. Buna bağlı olarak da kentlileşme, kente uyum sağlama, kentsel yaşama
tarzına katılma en alt düzeyde kalır.
Yenik olan, gecekondu insanının yaşama güçlükleridir. Bu bölge insanları
kentin temel özelliklerinden mahrumdur. Cumalı, gecekonduyu yenik, hakir olarak
resmetmesinin ardından, buralarda yaşayan insanları da aynı problemler içerisinde
154
Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s. 211.
Gümeli, a.g.e. s.13.
156
Hayati TÜFEKÇİOĞLU, İstanbul’da Sokaklar ve İsimleri Üzerine Bir Alan Araştırması (CihangirFındıkzade-Pendik Örneği), 1997, yayınlanmamış doçentlik tezi.
157
Burak BOYSAN, “Global Köyün Şehir Kültürü”, Görüş Dergisi, S.28, İstanbul: TÜSİAD, Kasım-Aralık
1996, s.35.
155
77
gösterir. Evleri gibi gecekondu insanı, asgari yaşam standartlarını sürdürecek
ihtiyaçlardan mahrumdur. Gecekondular, derme-çatma, üç-beş eski tahta, eski
tenekeden oluşur. Yenik evlerin içinde yaşayan kişiler, yaşam koşullarının zorlaması
ile birlikte yeterli beslenemediği için zayıf olarak karşımıza çıkar. Günlerin Kötüsü
Pazar şiirinde yıkık, harabe gecekondusunun önünde düşüncelere dalan adamın;
zayıf, ince parmakları köyünde bıraktığı toprağın özlemiyle aşağı sarkar. Necati
Cumalı, yapıyı ve insanı birbirinden bağımsız düşünmez. Kişiler, gelir durumu ve
toplumsal statüsü gereği yaşam alanı seçer.
Adam oturmuş gecekondunun önünde
Sırtını duvara vermiş
-
Bilmem ki duvar denir mi
Taş değil kerpiç değil
Üç-beş eski tahta eski tenekeGüneşleniyor elleri dizlerinde
Elleri de el değil ki
Beş dallı birer bitki
Uzuyor boğum boğum
Toprağa doğru parmakları
Bir alışkanlıktan belki158
Gecekondu ailesi, kente göç ile birlikte yavaş yavaş akrabalardan kopuş
süreci yaşar. Yalnızlık ve çevreye uyum uğraşı, ailenin yapısı ve işlevine etki eder.
Hem kırsal aileye göre, hem de kentsel aileye göre, kuşak çatışması en fazla
gecekondu ailesinde yaşanır.159 Şiirin devamında kente entegre olamayan gecekondu
ailesinde kopuş, dağılış ve çatışma gecekondu ailelerini bekleyen en önemli sorun
olan aile içi çözülüşü hızlandırır. Necati Cumalı, şiirleriyle bu bölge insanının
yaşayışına, sıkıntılarına dikkat çekmek ister. Köylerinde mutlu, huzurlu ve geçimini
sağlayabilen bu aile, köyden kente göç eden ailelerin prototipi olarak ele alınır.
158
159
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 86.
Gümeli, a.g.e. s.24.
78
Şu çamurlu incecik yol
Sağında bir akasya solunda bir dut
Kenarında çimenlerin bittiği
Kızı çıksa görünse gelse
-
Gelse de nasıl gelirse gelse
Dudakları boyalı saçı oksijenliKocası ağız açmayacak yeminli
O dili tutulsun neredeydin derse160
Necati Cumalı, Çırak adlı şiirinde gecekondu insanının yaşam alanlarını bir
“çırak”ın ağzından ifade ederken okuyucunun zihninde o yerlerin canlanması için
çaba gösterir. Toplumsal kabul gören yerlerden mahrum bırakılan gecekondu insanı,
yaşam alanı olarak kendine imkânları ölçüsünde yerleşim yeri oluşturur. Elektrik, su,
yol, kanalizasyon, okul ve hastane gibi temel ihtiyaçların karşılanabilecek devlet
yatırımlarının olmaması, bu yerleri diğer bölgelerden iyice uzaklaştırır. Gecekondu
bölgeler/varoşlar, ülke için çarpık kentleşmenin bir göstergesi, şehrin siluetini bozan
bir çıban olarak görülürken yanında bölgede yaşayan insanlar için de yaşanılması güç
bir yer halini alır.
Kentin göbeğinde üç kat yer altı
Bir dizgi atölyesi çalıştığım yer
Evim bir gecekondu cehennemin dibinde161
Üç mısralık bu şiirde gecekondu insanının yaşama güçlüğü tüm çıplaklığıyla
okuyucuyu sarar. Yine de mutluluğu, huzuru bu bölgelerde bulan şair, Güneş Özlemi
adlı şiirinde o insanların arasında orada yaşama isteğini şöyle ifade eder:
Çeksem kapıyı gitsem
Taşları arasında çimenler biten
Kaldırımlar boyunca gitsem
160
161
Cumalı, a.g.e. 85.
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 95.
79
Açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
Işıklı dut gölgelerinden
Fakir mahallelerinin akkavakları
Yalansız suyla güneşle büyüyen
Ordan öte katırtırnakları sarı sarı
Bir erguvanlar vardı
Pembe mi desem deli mi desem162
Necati Cumalı’nın bu insanlara ilgi duyması sadece taşıdığı merhamet
hissinden kaynaklanmaz. Cumalı, huzuru, güveni, cömertliği, samimiyeti ve hoş
görüyü bu insanların arasında bulur. Nasıl Yaşadımsa adlı şiirde Cumalı, açık elli,
açık yürekli, pak çehreli olarak nitelendirdiği gecekondu insanlarını kardeşi gibi
görür:
Açık elli, açık yürekli, pak çehreli
Hepsi kardeşim gibidir, hemşehrimdirler163
Necati Cumalı, fakire, savaş mağduruna, gecekondu insanına, yaşamın
kenarında-kıyısında yaşayanlara bu denli merhamet hissi taşır. O, bu şekildeki
insanları; kardeşi, hemşerisi veya annesi, kız kardeşi gibi görmekten geri durmaz. Bu
duygular da Necati Cumalı’yı, evrensel bir sevgi anlayışı benimsemesine götürür.
Şairin bu tutumunun arka planında, sol ideolojik zemin vardır. Cumalı, fikri-ideolojik
zeminde kaleme aldığı şiirlerinde basit, anlaşılır, pek sanatsal olmayan bir üslup
kullanır. Bu tutum Cumalı’nın şairliğini ikinci plana iter.
162
163
Cumalı, (Güneş Çizgisi), BŞ-II, s. 15.
Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s. 23.
80
2.3.
YOKSULLUK OLGUSU
Yoksulluk; kelime olarak fakirlik, muhtaçlık, zayıflık, biçare olmak, adi,
bayağı olmak anlamlarını içerir. Ekonomik yoksulluk durumunu anlatan yoksulluk
kavramı ile ortaya çıkan olgular; muhtaçlık, biçarelik ve zayıflık kişinin kendini
gerçekleştirmesini
ve
geliştirmesini
sağlayan;
buna
olanak
tanıyan
insan
haklarının/temel kişi haklarının da yokluğunu ifade eder.164 Bu haklar aracılığıyla
kişi kendi temel gereksinimlerini sağlayarak varlığını insanca bir temel üzerine
oturtur. Bireyin yeme, içme, barınma, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını
karşılayabilecek maddi olanaklardan yoksun olma durumu olarak da ifade
edilebilecek olan yoksulluğun bir başka boyutu da dışlanma olarak belirir.
Yoksulluk, genellikle mutlak ve göreli yoksulluk olarak iki şekilde tanımlanır.
“Mutlak yoksulluk”, insanın kendisini üretebilmesi için gerekli kaloriyi ve gerekli
diğer besin biçimlerini sağlayacak beslenmeyi gerçekleştiremeyen kişilerin
durumunu belirtir. Bu durumdaki insanlar da “muhtaç insan” kategorisine girer.
“Göreli yoksulluk” ise insanın bir toplumsal varlık olarak, yaşadığı toplumda kabul
edilebilir en aşağı tüketim düzeyinin altında kalmasıdır.165 Yoksulluk denince daha
çok göreli yoksulluk kavramı anlaşılır.
Bütün toplumsal olgular gibi yoksulluğun karmaşık ve çok boyutlu bir olgu
olması, tanımlanmasını güçleştirir. Bu güçlük; yoksulluğun ekonomik, kültürel,
ahlaki ve politik çerçevelerde anlamlandırılabilecek bir sosyal problem olmasından
kaynaklanır. Yoksulluk, kapsamı ve içeriği değişmekle beraber tüm ülkelerin ortak
sorunudur. Genel kabul görmüş net bir tanımı bulunmamakla beraber yoksulluk,
bireylerin en gerekli en az gelirden mahrum olmaları durumu olarak tanımlanabilir.
Ancak unutulmamalıdır ki, yoksulluk ülkeden ülkeye, hatta aynı ülkenin çeşitli
dönemlerinde bile farklılıklar gösterebilir.
164
Nesrin KALE, “İnsan Hakları Bağlamında Yoksulluk”, Yoksulluk, I.Cilt, Deniz Feneri Yayınları,
Đstanbul, s.72.
165
Abdullah KARATAY, Arif LÂÇİN, Talip YİĞİT, Hayrettin PALA, “Beyoğlu Bölgesinde Yaşayan Yoksul
Aileler ve Sokakta Çalışan Çocuklar”, Yoksulluk, III.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, 255.
81
Karmaşık ve çok boyutlu bir olgu olması yoksulluk üzerinde fikir birliğine
varılmış
objektif ve tek
ekonomistlerin,
bir tanım
edebiyatçıların
getirilmesini
yoksulluğa
engeller.
getirdikleri
tanım
Sosyologların,
kendi
dünya
görüşlerinden ileri gelir. Aydınların politik yaklaşımı, yoksulluk üzerine yapılan
tanımları; liberal, kapitalist, devletçi, sosyalist açıdan ele alınmasına neden olmakla
birlikte bu tanımlar çeşitlilik gösterir.
Yoksulluk farklı şekillerde açıklanan, tanımları zaman içinde, toplumdan
topluma hatta kişiden kişiye farklı nedenlerin etkisiyle değişen bir görünüme sahiptir.
Bu nedenle yoksulluk tanımlarında ekonomik faktörlerin merkeze alınması kadar,
toplumsal bir takım ölçütlerin de dikkate alınması gerekir.
Yoksulluk olgusu ele alınırken “kırsal yoksulluk” ve “kentsel yoksulluk”
olarak iki farklı çeşidi karşımıza çıkar. Bu çeşitliliğin temelinde kentin ve kır
bölgesinin farklı gereksinimlere yol açması yatar. Ekilebilir arazilerin doğal
sınırlarına varması, artan nüfus ile beraber kırsal kesimlerde azalan iş imkânı,
tarımda mekanizasyon ile birlikte bilek gücüne olan ihtiyacın azalması, üretilen
ürünün ucuza satılması gibi sebepler, bu bölgelerde insanların asgari geçim sıkıntısı
yaşamasına önayak olur. Kırsal bölgelerin bu gibi olumsuzluklarının yanında gittikçe
artan kentte daha iyi bir yaşam elde etme ümidi, kente yönelmeyi tetikleyen en
önemli faktör olarak görülür. Ancak kırsal bölge insanının yoksulluğunun ne derece
göçe sebebiyet verdiği, her zaman şüphelenilen bir konu olmuştur. Bu konuda belli
başlı iki tez vardır. Birincisine göre, kırsal kesimdeki yoksulların düşük gelir
düzeyleri sonucu kentlere adeta itildiklerini yönündedir. Bu tezde göçlerin kent-kır
kazanç farklılıklarının büyüklüklerine bağlı olarak artacağı ve hızlı göçlerin kentsel
alanlardaki
yavaş
istihdam
artışları
karşısında hızlı
kentlileşme süreciyle
ilişkilendirileceği öne sürülür. Bu konudaki ikinci tez ise yoksulluğu göçü
özendirmek bir yana kısıtlayan bir etmen olarak görür ve kırsal alanda yaşayan
topraksız/küçük toprak sahibi ve ücretle çalışan yoksulların göç maliyetini karşılama
güçlükleri karşısında göçten en az yararlanan kesim olduğunu ileri sürer.166 Genel
kanı olarak birinci tez kabul edilir. Şehrin yoksulları incelendiğinde bu insanların
166
Sema BUZ, “Yoksulluk ve Göç”, Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.156.
82
büyük bir kısmı göç ile kente gelip gecekondularda düşük standartta hayat sürdüren
insanlar oldukları görülebilir. Bu insanlar, yüzyıllarca kırsal alanlar veya kasabakentlerde yaşantılarını sürdürmüş, daha sonraları sanayi ve teknolojinin ilerlemesi
sonucu büyük kentlere göç ederek varoşlara ve kenar mahallelere yerleşmek suretiyle
gecekondu olgusunu gündeme getirmişlerdir.
Dar anlamda kentleşme, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun
artmasını anlatır. Ancak kentleşme, yalnızca bir nüfus hareketi olarak görülürse hata
olur. Zira kentleşme, ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısındaki kırılmalardan
doğar. Yoksulluk olgusu, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin çok boyutlu
sorunlarından biri, belki de en dinamik olanıdır. Yoksulluk, çoğu zaman bir yandan
sistemin istenmeyen fakat kaçınılmaz yan etkisi; öte yandan da toplumların veya
bireylerin kendi yetersizlikleri olarak görülür.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, bu dönem edebiyatının konu haritası içinde
toplumsal yaşamımızdaki değişim ve dönüşümler önemli bir yer tutar. Edebiyatın
içeriği de çerçevenin genişlemesine paralel olarak değişir. Böylelikle edebiyat,
toplumsal ve siyasal bir nitelik kazanır. Yoksulluk olgusu, toplumsal konulu edebi
türlerin merkezinde veya kıyısında bulunur. “Hangi çağda, hangi dilden, hangi
toplumda ve hangi dinden olursa olsun yoksulluk edebiyat için en az aşk kadar
önemli bir kaynak ve bitmez tükenmez bir malzeme olmuştur. Şiirde tiyatroda,
masalda, romanda bütün edebi türlerde tartışılmaz bir yere sahiptir. Toplumsal
eleştiri temelli yapıtlardan, konusu aşk, kahramanlık, fedakârlık olanlara değin
sayısız çalışmanın merkezinde, başında ya da sonunda yoksulluk vardır. Yoksulluğun
acısına, neden olduğu sorunlara ve umutsuzluğa adanmış olan eserlerin yanında
zaman zaman dramatik etkinliği artırmada ikinci derece de bir öğe olarak da
kullanılmıştır. Yoksulluğun oynadığı rol, işgal ettiği yer ve etkisi çıkarıldığında,
hiçbir işe yaramayacak yüzlerce modern ve klasik eser vardır.”167
167
Hasan BOYNUKARA, “Edebiyatın Tükenmez Malzemesi: Yoksulluk”, Yoksulluk, III.Cilt, Deniz
Feneri Yayınları, Đstanbul, s.197.
83
Türk edebiyatında kırdan kente göç ve yoksulluk gibi toplumsal dinamiklerin
belirlediği olgular, 1950 sonrasında Anadolu coğrafyasına eğilen ve köy/kasaba
gerçeğini irdeleyen yazarlar/şairler tarafından sıklıkla işlenen bir konudur. Necati
Cumalı, toplumsal ve ekonomik faktörlerin etkili olduğu toplum hayatını ilgilendiren
konular arasında yoksulluğa da yer verir. Şair, yaşadıklarından, izlemlediklerinden
esinlenerek toplumsal gerçeklere eğilir.
Necati Cumalı, genel olarak yurt ve insan gerçeğine eğilmeyi, kentte ve kırsal
bölgelerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı başarır. Şair, yurdun bütün
kesimlerini, bütün çevrelerini, insanlarını yansıtan bir ayna olmuştur. Ege
kasabalarından
Çukurova’ya,
Doğu
Anadolu’dan
metropollerin
gecekondu
mahallelerine kadar yayılan çevreler, cephelerde savaşan askerler, tütün üreticileri,
fabrika işçileri, gurbetçiler, kimsesiz çocuklar gibi geniş bir çevre ve insan albümü
şiirlerde boy gösterir.
Toplumsal konulara olan duyarlılığıyla bilinen Necati Cumalı’nın, yoksulluk
olgusunu göz ardı etmesi beklenemez. Nitekim kırdan kente/başka ülkelere yapılan
göçler, sokakta çalışan çocukların sosyal hayattaki yeri, gecekondu yaşamının
zorluğu, kırsal bölgelerin sorunları gibi toplumsal konuların temelini yoksulluk
belirler. Necati Cumalı’nın savaş konulu şiirlerinde cephelerde çarpışan askerler bile
yoksullukları ile ön plana çıkarılır. Yoksulluğun insan yaşamına olan etkisi gözler
önüne serilir.
2.3.1. YOKSULLARIN GENEL GÖRÜNÜMÜ
Cumalı’nın şiirlerinde Türkiye’deki yoksulluğun iki yüzü görünür. Bunlar
kırsal yoksulluk ve kentsel yoksulluktur. Kırsal yoksulluk; topraksızlık, kredisizlik,
ürünün pazarı ve değeri konularında problemler yaşayarak asgari geçim değerinin
altında olmak olarak belirir. Kırsal kesimlerde insanların yoksulluk görünümleri şu
şekilde ortaya çıkar. Neredeyse sabahtan akşama kadar çalışıp didinen bu kesim
insanı, sağlıksız çalışma koşullarında ve emeğinin karşılığını alamadan karın
84
tokluğuna çalışır. Gün boyu çalışan yoksul insan, evine sırtında bir yük yeşil otla
ancak dönebilir. Cumalı, sosyal-gerçekçi bir şair olmasına rağmen şiirlerinde sistemi
direk olarak eleştirmez. O, Çapa adlı şiirinde bir fotoğraf sanatçısı gibi gerçekleri bir
çerçeve halinde sunar. Bu yönüyle de yorumu okuyucuya bırakır ve olayın trajik
boyutunu düşündürür.
Omzunda çapa, ardında keçisi,
Kör karanlığında sabahın,
Düşerdi kır yollarına;
Dönerdi akşamları damına,
Sırtında bir yük yeşil otla.168
Bu insanların tek derdi, ekip biçebilecekleri topraklarının olması ve asgari
geçim seviyesinin üstüne çıkmak istemesidir. Toprağa bağlı, toprağı seven bu
insanlar, toprağı adeta kadını gibi sevmektedir. Yoksullukla baş edebilmek için
topraktan başka gelir kapısı olmayan bu insanların toprağa vermiş olduğu önem,
gözler önüne serilir. Cumalı, Nuri adlı şiirinde yoksulluğun, insan yaşamını ne
derece etkileyebildiğini gösterir. Bu şiirde şair, Nuri ile yoksul kesim insanının tipik
örneğini sergiler. Nuri, sekiz dönüm bir tarlada geceli-gündüzlü ömür tüketir.
Yaşamlarını mahsulün verimine göre düzenleyen bu insanlar, mutlu olmalarını da
buna bağlarlar. Kırsal kesim insanlarının yaşantılarını konu alan şiirlerde, günlük
yaşamın ağırlığı altında ezilen, ekmeğinin ardına düşmüş insanların yaşamları
anlatılır:
Sekiz dönüm bir tarla
Đki göz bir dam arasında
Geçti ömrün
Tanıkım kadının gibi sevdin
Damını toprağını
Kollarının gücünü
Bölüştün çapan tırmığınla.169
168
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 63.
85
Necati Cumalı yoksula, dışlanmışa, ezilmişe karşı merhamet hissi besler.
Şairin birçok şiirinde bu hissi görebilmekteyiz. Kuşluk adlı şiirde doğayla bütünleşen
köylülerin terini rüzgâr kurutur. Çorbasını Tanrı sunar. Şair, bu tutumu ile yoksula
duymuş olduğu merhamet hissini kâinata yayar. Yoksula doğa ve Tanrı adeta
merhametle yaklaşır. Öteden beri var olan “yoksulun aşını Tanrı verir” düşüncesi bu
mısralarda da yer almaktadır.
Altlarında anızlar çıtırdar
Kurutur terlerini kardeş rüzgâr
Tüter duman duman aralarında
Tanrının sunduğu çorba (II-61,Ceylan Ağıdı-Kuşluk,1973)
Cumalı’nın birçok şiirinde “azıcık aşım ağrısız başım”, “aza kanaat etmek”,
“çoğa tamah etmemek” gibi düşünceler yer alır. Hiç şüphesiz Cumalı, bu tarz
şiirlerinde yoksula vermiş olduğu önemi gözler önüne serer ve haramsız, minnetsiz
yaşamı yüceltir. Şairin, her ne kadar iyi niyetli bir tavır sergilese de gerçekler,
tarihsel süreç içerisinde pek de olumlu sonuç doğurmadığını gösterir. Đnsanlar
zamanla “yoksulluk kültürü” geliştirir. Bu durum, insanları tembelliğe itme gibi
olumsuz neticeler doğurur. Necati Cumalı, ekmek bulmak, karnını doyurmak için
didinen yoksul ve çaresiz birçok karakteri şiirine taşır. Bu tarz şiirlerde içten içe
beliren yoksulluk kültürü insanlarda yoksulluğun yüceltilmesi şeklinde belirir.
Yoksulluk kültürü ile beraber insanlar zamanla mücadele azmini yitirir ve gün
geçtikçe eski çalışma gücü ve isteğini kaybeder. Bu durum yoksulu gün geçtikçe
daha zor durumlara düşmesine yol açar.
Yoksulluğu belirleyen mikro ve makro nedenlerin varlığı bilindik bir
gerçektir. Kötü yönetim, insanlar arasında eşit olmayan gelir dağılımı, köylüye
yeterince verilemeyen kredi ve tarımsal eğitim gibi makro nedenler ile köylülerin
yanlış tarımsal politikaları ve yoksulluk kültürünün insanlara sunduğu görece
mutluluk gibi mikro nedenler yoksulluğu besleyen temel faktörlerdir. Necati Cumalı,
yokluğun/yoksulluğun insanı ketum bıraktığını bilir ve bu durumdan dolayı insanları
169
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 47.
86
mutsuz bir şekilde resmetmeyi başarır. Yoksulların daha gerçekçi halleri, bu tarz
şiirlerde ifadesini bulur. Necati Cumalı, daha gerçekçi sunduğu bu tarz şiirlerinde,
sistemin ve çağın ötelediği yoksulu yenik olarak görür. Yenik Evler adlı şiirde çağa
karşı yenik olan bu insanların köyleri, kasabaları, gecekonduları da modern yapıların
gerisinde kalır. Bu mekânlar yeniktir, hakirdir. Bir kambur gibi belli-belirsiz
görünmektedir. Yenilgileri yoksulluklarından kaynaklanan bu insanlar, çevrelerine
de mutsuzluk, ümitsizlik verirler. Bu insanların arasında gülmeden, kederli bir
şekilde dolaşabilirsiniz. Yoksulluk, ülke için büyük bir sorun olduğu bu örnekte
görülebilmektedir. Ülkenin yoksulu, tüm çarkı bozmakta ve sistem işlemez bir hal
almaktadır ve gittikçe artan bir problemler yumağı oluşmaktadır.
10-15 km. sonra bir başka köy başka kasaba
Bir başka küçük evler yenik evler ormanı
O yenik kadınlar çocuklar erkekler
Sağır dilsiz kuşlar mıdır dallarında
Yüzlerinde ışıkla gölge sevinçle keder
Gülmeden dolaşırsınız aralarında.170
Yoksulun ölümü de yaşamı gibi yokluk içindedir. Onların ölümlerini duyan
bilen olmaz. Solar, kurur, giderler. Adları talihsizdir. Dertlidir, gariptir, yoksuldur.
Garibin ölümü yine gariptir. Cenazelerine ancak karısı, bir iki komşusu kendi gibi
avluya toplanır, ölüsünü öğleye kaldırırlar.171
Adları talihsizdir, dertlidir, gariptir.
Ardıçlarla meşelerle bir arada büyür, sonra da solar,
Kurur giderler, ölümlerini duyan bilen olmaz.
Elerli ayakları kocaman, yüzleri gözleri ayçiçekleri gibi, günebakanlar gibi
durur size bakarlar. Sonradan bu bakışlarını evinizde heybelerde kilimlerde bulur
tanırsınız. Bir gün bu ürkek bakışları yanı başınızda üstünüzde duyarsanız selamınızı
esirgemeyin…172
170
Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-II, s. 212.
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 63.
172
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s. 103.
171
87
Necati Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluğun en önemli göstergeleri arasında,
şartların zorladığı kırsal kesim insanının şehirlere göçlerinin yer aldığı görülür.
Kırsal bölgelerin gün geçtikçe daralan iş imkânı insanların yaşamını olumsuz yönde
etkiler. Gittikçe yoksullaşan köylü, çaresizce kendini büyük şehirlerin kıyısındakenarında bulur. Büyük umutlarla kentlere akın eden yoksul kırsal bölge insanı,
kendisi ile beraber yoksulluğunu da getirir. Yoksulluğu nedeniyle kente göç eden ve
yeterli vasfa sahip olamadığı için kentte düzenli iş bulamayan göçmen, kent yoksulu
haline gelir. Kente uyum süreci içinde, göçmenler, ilk geldikleri yıllarda kendi
yaşamlarını eski kırsal yaşamla karşılaştırıp “göreli refah” duygusu yaşarlarken;
1960’lı yılların sonlarına doğru artık kendilerini kentli gruplarla karşılaştırarak
“göreli yoksulluk” duygusu içine girmişlerdir. Đçinde bulundukları yoksulluk
duygusu kişinin yaşam standardını da düşürür. Park adlı şiirde kentsel yoksulluğun
toplumsal görünürlüğü, kendisini çok farklı boyutlarda ele verir. Kente, umutlarıyla
gelen ve yer kapmak, tutunmak isteyen insanlar, kentin çoğu zaman kıyısında, kentli
istihdam piyasasının uzağında ya da altında, düşük sosyo-ekonomik yaşamların
öznesi durumundadırlar. Kent, yeni gelenleri massedecek imkânlardan uzaklaştıkça,
çıplak bir şekilde görünen şey, yeni kentlilerin yoksulluk hallerine ilişkin dramatik
kareler olmasıdır. Bu kareler, tüm çıplaklığıyla yaşamın her alanında karşılaşılan
durumlardır. Geçim derdine düşen yoksullar, para kazanma ve iş elde etme
düşüncesinden başka bir şey düşünemez olur.
Belli ki herkesin bir düşüncesi var
Kiminin para sıkıntısı, kiminin iş173
Kente gelenlerin burada kalış süresinin uzunluğuyla, gelir düzeyinin
yüksekliğiyle kente entegre olma arasında doğru orantılı bir ilişki mevcuttur. Kentle
bütünleşme ya da bütünleşememe, gerçekte bir kimlik sorunu olarak ya da göçmenin
kendisini hangi kimlikle tanımladığı ile ilgili bir sorun olarak ele alınabilir.
Gecekondu kimliği, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesi ve yerleşim tercihlerini
netleştirmesi ile birlikte yerini varoş kimliğe bırakmıştır. Şair, varoş kimliğini; iş ve
barınma güvencesini kazanmış, kentin göreceli olarak planlı ve düzenli konut
173
Cumalı, (Kızılçullu Yolu), BŞ-II, s. 18.
88
alanlarında oturan, eğitim ve sağlık hizmetlerinden daha iyi yararlanan kentli orta
sınıf kimliğinin karşıtı olarak tanımlar. Necati Cumalı, şiirlerinde yoksulu mekânsal
boyutuyla tasvir eder. Onun şiir kişileri yaşadığı bölge ile doğru orantılı bir ilişki
içerisindedir. Şair, bazen yoksulların dramatik hallerini verirken bunu mekân
üzerinden gerçekleştirir. Bazen şiirlerde doğrudan yoksulluğun trajik boyutu gözler
önüne serilmese de satır aralarında bu bölgelerin yoksul ve mahrum yönü dikkat
çeker.
Arsalar apartmanlar arasından
Yürü kenar mahallere doğru
Gittikçe daralan sokakları
Işığı azalan dükkânları
Fakirleşen kalabalığı geç
Birden yol önünde yükseliverir
Başlar ovadan doğru esmeye
Garip bir gece rüzgârı174
Yeterli geliri olmayan dışlanmış, terk edilmiş, unutulmuş kesimin varlığı
görmezlikten gelinemeyecek boyutlara varmıştır. Onlar, kentlerin varoş bölgelerinde
var olmak için didinen kesimdir. Sosyal problemlerden bağımsız düşünülemeyecek
olan edebiyat, toplumun bu can alıcı sorunu karşısında zaman zaman sesini yükseltir.
Toplumsal konulara karşı hassas olan Necati Cumalı, insan ve toplum yaşayışını
derinden etkileyen yoksulluk gerçeği karşısında sessiz kalmaz ve bu konuyu
şiirlerine taşımayı ihmal etmez. Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluk, sosyalizmin ya da
romantizmin belirlediği bir olgu olarak karşımıza çıkmaz. Onun şiirlerinde yoksulluk
çoğu zaman bir fotoğraf karesinde yansıtıldığı biçimde ele alınır. Yoksulluğun
belirlediği varoş kesiminde insanlar, başlarını soktukları binalarda elektrik, su ve
evlerinde hayatı kolaylaştırıcı araçlar gibi temel gereksinimlerden yoksundurlar.
Sabit/düzenli bir maaşa sahip olamamaları insanların temel gereksinimlerini
karşılamaları önündeki en büyük engel olur. Bu kesim için yokluk, yoksulluk bütün
174
Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-II, s. 103.
89
içerimleriyle; gerçek, duygusal, sosyal, kültürel ve psikolojik titreşimleriyle
hissedilir.
Kentin yoksul kesimi olan gecekondu bölgelerinde yaşam, Anadolu’nun
herhangi bir kırsal bölgesinden pek farklı değildir. Kırdan kente göç ile gelenler,
yoksullukları ile beraber kültürlerini de getirirler. Necati Cumalı, Halk Güzeli adlı
şiirinde kentte kırsal şartlar içerisinde yaşayan gecekondu insanlarının tablosunu
çizer.
Cumalı,
anlamlandırmasını
yorumsuz
olarak
arzular.
verdiği
bu
Belediyecilik
tarz
şiirlerini
hizmetlerinin
okuyucunun
bir
türlü
ulaşamadığı/ulaşmadığı bu bölgeler, mahrumiyet yaşar. Bu mahrumiyet, insanların
kente entegre olmasını engeller. Bu durum, kuşkusuz kent içinde kent olgusunu
gündeme getirir ve toplumsal ayrışmayı derinleştirir.
Evlerine tozlu çamurlu sokaklardan gidilir
O soluk tahta kapılardan avlularına geçtin mi
Kireçli eski tenekelerde renk renk çiçekleri175
2.3.2. YOKSULLUĞUN DAYATTIĞI MEKÂN SEÇĐMĐ
Yoksulluğun mekânsal boyutu, insani boyutu gibi kırsal ve kentsel olgular ile
beraber ele alınır. Yoksulluğun kentsel boyutunu, Kentleşme ve Gecekondu
olgularının açıklandığı bölümde yer alır. Burada yoksulluğun kentsel mekânlardaki
yansımasına kısaca göz atmakta fayda var. Türkiye’nin, sanayileşmesinin Batı’nın
aksine yurt çapında homojen olarak sağlanamaması ve belirli bölgelerde
yoğunlaşması ve yirminci yüzyılla beraber tarım toplumu olma özelliğini
yitirmesinin sonucu, bölgeler arası dengesizliğin ve yoksulluğun bazı bölgelerde
anormal olarak artmasına neden olmuştur. Bu konjektürel sistem içerisinde kırdan
kente doğru, kontrolsüz ve dengesiz bir akım yani göç olgusu Türkiye’nin yegâne
gündemi halini alıvermiştir. Böylece kırsalın itici, kentin ise çekici kuvvetleri, kent
merkezlerinde yeni bir şehirleşmenin temelini hazırlamıştır. Kontrolsüz ve dengesiz
175
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 225.
90
yapılan bu durdurulamaz göç, kentlerin alt yapısının ve üst yapısının artık kitlelere
cevap veremez hale gelmesini tetiklemiştir. Bu yönüyle kentler, meydana getirdiği
sağlıksız, eğitimden yoksun, her türlü istihdamı aşan toplumsal hizmetler açısından
yetişilme olanağı bulunmayan bir nüfus patlaması getirmiştir. Bu nüfus patlamasına
paralel olarak gelişen en önemli sorun gecekondulaşmanın hızlı bir şekilde
yaygınlaşmasıdır.
Necati Cumalı’nın şiirlerinde gecekondu gerçeği kent yaşamında kırsalın
yansımasıdır. Kentsel yoksulluğun merkezi konumundaki gecekondular, kırsal
alanlardan buralara taşınmıştır. Gecekondu yaşayışı, köyün kentte devamı
niteliğindedir. “Kentsel yoksulluk, yoksulların yaşadıkları kent alanlarında
insanların yeterli gelire sahipsizliği, temel hizmetlerden yararlanma olanaksızlığının
yanı sıra, kent alanlarından dışlanma, olumsuz yaşam ortamları, yargı, bilgi, eğitim,
karar alma yetkisi ve yurttaşlık gibi temel haklardan yararlanma yetersizliği, şiddete
maruz kalma ve güvenlik eksikliği gibi sorunlardan başka, statü açısından da sıkıntı
çekmeleri anlamını taşımaktadır.”176
Türkiye, sosyal devlet olmasının gerekliliği olarak kentlere göç ile gelenlere
uygun istihdamlar ve belediye hizmetleri sunması gerekir. Ancak, ülkemizde
gerçekleşen göç ve bunun sonucu olan gecekondulaşma ile yoksulluk olgusu, bunun
böyle olmadığını gözler önüne serer. Yoksulluk, geçmişten bu yana ülkenin temel
sorunları arasındadır. Ancak kamuoyunun dikkati 1950 sonrası gerçekleşen köyden
kentlere yapılan/yaptırılan kitlesel göçler ile çekilir. Necati Cumalı da bu dönemin
içli göç, yoksulluk ve gecekondu karelerini şiirlerine aktarır. Köylerdeki yoksulluğu
kısmen telafi edebilen Cumalı’nın şiir kişileri, bu şansı kentte sürdüremez. Đyi yaşam
koşullarına, yeterli sağlık koşullarına ve temel eğitim hizmetlerine, özlem duydukları
tüketime dayalı bir yaşam beklentisine kavuşacaklarını hayal ederek geldikleri kentte
sadece hayatta kalabilme mücadelesinin gerçek olduğunun farkına varmaları uzun
sürmez.
176
Orhan TÜRKDOĞAN, “Türk Toplumunda Yoksulluk Kültürü”, Yoksulluk, I.Cilt, Deniz Feneri
Yayınları, Đstanbul, s.106.
91
Yoksulluğun, göçe bağlı olarak yoğun bir şekilde yaşandığı kentlerimizin
başında Đstanbul gelir. Kırsal kesim insanı, şartların zorlaması sonucu iyi bir yaşam
sürme adına, toprağını, hayvanını, köyünü bırakarak büyük bir risk alıp mega kente
göçerler.
Kırsal bölgelerde yapılar, aşağı yukarı birbirine benzer; insanların gelir
durumu da birbirine yakın olması homojen bir toplum olmalarını sağlar. Bu durum,
kendi içlerinde sosyal düzenin inşası için otokontrol sağlar. Ancak büyük şehirlerde
durum bunun aksine bir karmaşa içerisindedir. Tüm bu karmaşaların bir sonucu
olarak toplumsal huzursuzluk, dengesizlik kendini gösterir. Necati Cumalı, bir
gazetedeki köşe yazısında toplumsal gelir dengesizliği vurgular. Bu yazısında
Cumalı; “Nasıl bir kent bugünkü Đstanbul? Nişantaşı, Teşvikiye, Bebek sırtları gibi
en seçkin semtlerinde aşırı lüks ile aşırı yoksulluk sarmaş dolaş. Değeri elli milyon
biçilen lüks villaların beş on adım ötesinde harap gecekondular yer alıyor.”177
diyerek, bu çarpıklığa dikkat çekmek ister. Türkiye’de ideal bir kentleşme sürecinin
yaşanmaması bu tabloyu hazırlayan önemli bir faktördür. Yoksulluk, kentleşme ile
beraber yeni bir hüviyet olarak yeniden üretilir. Đçme suyu, elektrik, kanalizasyon
yetersizliği, okul, hastane, ören yeri eksiklikleri ve trafik sorunu büyük kentlerdeki
olağan görünümler haline gelir. Đnsanlar, varoş tabir edilen kentin kenarında
yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Gecekondular gittikçe çoğalarak “kentsel
yoksulluk” olgusunun doğmasına sebebiyet verir. Yoksulluğun artık çekilemezliği,
taşınmazlığı, kıyıya kenara itilmişliğini resmeden tabloları büyük kentlerde sıklıkla
çizilir.
2.3.3. KIRSAL YOKSULLUK
Cumhuriyet devrinde, Anadolu’yu ve Anadolu’daki köy hayatını konu alan
çok sayıda şiirler yazılmıştır. Köylünün yaşam mücadelesi ve ağır köy şartları bu tarz
şiirlerde oldukça geniş bir yer almıştır.
177
Cumalı, Şiddet Ruhu, s.38.
92
Necati Cumalı, köylüye karşı kayıtsız ve köy yaşantısından bihaber değildir.
Çeşitli sebeplerle Anadolu’nun değişik bölgelerinde avukatlık görevini yerine getiren
Cumalı, halkın türlü sıkıntılarına tanık olur. Necati Cumalı’nın köy yaşamını konu
aldığı şiirlerinin tamamına hâkim olan unsur “yoksulluk” ve “mahrumiyet”tir. Yolu,
ışığı, suyu hele hele toprağa bağımlı bir mekânda barınabileceği kadar toprağı
olmayan, okulsuz, eğitimsiz, doktorsuz Anadolu köylerinde çözülemeyen dağlarca
dertler, paylaşılamayan derin acılar vardır.
Necati Cumalı’nın şiirlerinde köyü yaşanılır kılan toprağın varlığıdır. Köylü,
toprağa adeta sevgilisi gibi bakar. Onlar için toprağın varlığı hayatın ta kendisidir.
Topraksızlık insanlar için en büyük sıkıntıdır. Cumalı, köyü ve köylüyü konu aldığı
şiirlerinde iklim şartlarının ve ürünün pazar değerinin önemine vurgu yapar. Taşrada
yaşam, güç koşullarda yürür. Halk; yoksul ve devlet desteğinden mahrumdur.
Zeytin Đşçileri adlı şiirde köylü için toprak, hayatın anlamı olarak resmedilir.
Köylü, yaşamı bütün renkleriyle ele alır. Hayatın renkliliği, yağmurun bolluğu ve
ürünün verimiyle yakından ilişkilidir. Yaz mevsiminde ürünler sararır, üzümler
kabarır ve her sene bir devir daim içinde bu durum yinelenecektir. Köylü, yaşamını
toprağa bağlar. Tüm bu renklilik köylüye toprağı ve toprağın kıymetini hatırlatır.
Başaklar sararıyor
Boy atıyor tütünler
Üzümler kabaracak
Bal tutacak incirler
Daha tüm renkler sıcak
Yağmurlar üç aylık yolda
(…)
Boşalan kır yollarında
Soracaksın kendi kendine
Bu ıslak gök
Kapalı damlar
93
Sana neyi hatırlatır…178
Yaşamını topraktan kazanan insanlar için hayat renklenince güzeldir. Ancak
toprak insanı, en çok yeşili sever ve yeşile güven duyar. Çünkü yeşil; bereketi,
bolluğu ve toprağı sembolize eder.
Kudurgan dalgalar
Tekneleri yutar denizlerde
Çöllerden esen yeller
Ekinleri kurutur
Bil ki umut yeşildedir
Yenilmeyen yeşilde179
Bir avuç toprağını bin umutla işleyen köylü, beklediği mahsulü gördüğünde
mutlu olur. Bahçesi-bağı mahsulle renklenen köylü, kendini cennette hisseder.
Kirizmacılar adlı şiirde karnını doyuran, kendini gerçekleştiren köylü, psikolojik
olarak kendini rahat ve mutlu hisseder ve kendisini cennette görür.
Her öğle üstü,
Bir cigara içene kadar,
Sırtlarını ağaca verir,
Dinlenirlerdi;
Baktıkları yerde
Gülerdi,
Bir haber gibi,
Cennetlerinden,
Bahçeler bağlar.180
Kırsal yoksulluğu kentsel yoksulluktan ayıran en temel özellik, mekânsal
boyutuyladır. Kırsal bölgelerde konutlar, kenttekilere benzer tarzda 1-2 odalı, sağlık
ve fen kurallarına aykırı bir şekilde yapılır. Zaten, gecekonduları herhangi bir yapısal
178
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 56.
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 232.
180
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 62.
179
94
plandan yoksun, sağlık ve fen ihtiyaçları göz önüne alınmamasının temel nedeni bu
bölgelere yerleşenlerin kırsal kesim insanlarından oluşuyor olmasıdır. Herhangi bir
mimari özelliğe sahip olmayan kırsal bölge konutları, sadece barınma ihtiyacını
karşılamak üzere inşa edilmiştir.
Necati Cumalı, kırsal bölgelerin yoksulluk hallerini ifade ettiği Huri ile
Süleyman adlı şiirinde aramızda isimsiz dolaşan bu insanların, pek kimse tarafından
fark edilmediğini ifade eder. Cumalı, bu tutumu ile yoksulluğun toplumsal statüyü
belirleyen en önemli faktör olduğunu vurgulama arzusundadır. Necati Cumalı,
yoksulluğundan dolayı köşe bucak atılmış olan köylerimizi, bayırda duran küskün
çocuğa benzetir. Dağda ovada öylece kalan köylerimizin gönlünü almaya kimsenin
niyeti yoktur, adeta solmuş bir resim gibi kalakalmıştır.
Şoseden denizden ırak
Dargın bir çocuk gibi bayırda duran
Bizim köylerimizdir
Tohumlar gibi düşer
Bizim köylerimiz kayalara
Ardıçlar gibi büyür
Bizim köylerimiz
Solmuş bir resim gibidir
Eski bir yolculuktan kalan hatırda
Bizim köylerimiz dağda ovada öylece kalmışlardır
Sırtlarında kundaklı çocuklarıyla tren yollarına inen kadınlarını;
gözleri kır çiçekleri gibi ürkek bakan delikanlılarını; kasaba pazarlarında
şaşkın şaşkın dolaşanlarını tanıyanlarımız bilenlerimiz yoktur.181
Anadolu köylerinin yoksulluğu, terk edilmişliği bu dönem toplumsal gerçekçi
şairlerin şiirlerinde sıklıkla işlenen bir konudur. Cumalı, Kıyı adlı şiirinde köylerinkasabaların yoksulluk hallerini trajikleştirmek için benzetme yolunu seçer. Şair,
köylerin terk edilmişliği ve yoksulluğunu Tanrı gazabına uğramış da ne insan kalmış
181
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s. 102.
95
ne de ekecek toprak, gibi benzetmelerle köylerin içinde bulunduğu durumu ilahi
felaketlere uğramış bir gazap kenti olarak niteler.
Yoksul köy gömütlerini andırır
Çıplak tepeler
(O iri kayalar yok mu
Tanrıların gazabına uğramış
Her biri taş kesilmiş gömülü bir dev
Toprağını yağmur almış götürmüş
Yalnız çürük rengi suratları görünür)
Taş kırıkları, kekik kümeleri, akdikenler
Çıngırak sesleri
Dağınık keçi sürülerinin182
2.3.4. ŞAĐRĐN
YAŞANTISI
ve
ÇEVRESĐNDEN
HAREKETLE
YOKSULLUK
Necati Cumalı, toplumsal içerikli her şiirinde kendi yaşamından veya
çevresinden hareketle olaya bakar. Yoksulluk gibi toplumun sosyo-ekonomik
yapısının mahsulü olan bir olguda tanık olmadığı olayları ele alması beklenemez.
Şair, şiirlerinde toplumun aksayan yönlerini vurgulamak için bazen kendini işin içine
dâhil eder. Kendi yaşantısını anlatır. Kimi zaman işsiz kalıp arkadaşlarının
yardımlarıyla geçimini sağlayan Cumalı, Taşrada Küçük Bir Yer şiirinde ise
çevresindeki birçok kişinin, geçim derdine düşerek günü kurtarma çabalarına tanık
olur.
Akranlarım geçim derdine düşmüş
Kocamış, kaybetmişler neşelerini
Kızların çoluk çocuk sarmış eteklerini
182
Cumalı, a.g.e. 196.
96
Şimdi onların dilinde tekrarlanır
Bir vakit ki anaların babaların günlük sözleri
Geçmiş bütün soyların çilesi onların omuzlarındadır183
Yoksulluk ve geçim sıkıntısı insanın günlük ritmini belirleyen önemli bir
faktördür. Nitekim yoksul olan birinin tiyatroya gidecek, kitap alacak parası pek
bulunmaz. Necati Cumalı, 1960 yılında Vatan gazetesinde kaleme aldığı bir
yazısında yoksulluğun, geçim sıkıntısının ülke insanının en büyük problemi haline
geldiğini söyler. Geçim sıkıntısı, sadece işsiz ve gecekondu insanlarının problemi
olarak görmez. Ülkenin okumuş, yüksekokul mezunları bile aylık kazanç
düzeylerinin düşüklüğü sebebiyle ikinci bir iş arar duruma gelir. Bu insanlar
maaşlarını, kira gibi, yiyecek gibi vazgeçilmez yaşama giderlerine ayırmak zorunda
kalırlar. Bunun sonucu da, kitap dergi alamaz, okumak için zaman bulamaz duruma
düşerler. O günkü hayat pahalılığının yol açtığı durum da budur.184 Türkiye’nin
içinde bulunduğu ekonomik sorunlar ile Cumalı’nın öğrencilik yıllarında yaşamış
olduğu
geçim
sıkıntıları,
Necati
Cumalı’nın,
yoksulluğa
karşı
duyarlılık
geliştirmesine yol açar. Cumalı, yoksul bir öğrenci olduğunu Yitik Kalyon adlı şiirde
vurgular. Şair, bu yıllarda edineceği toplumsal duyarlılıkla ileride şiirlerinin temelini
oluşturacaktır.
Bir otobüsün cama yakın penceresi
Sarsıntısı köprüler geçen bir trenin
Sabah sabah sisli bir rıhtımda
Sıcak bir bardak saleple başlayan
O deniz yolculuklarını ne çok severdim
Yoksul bir öğrenciydim o yıllarda
Hüzünlenirdim küpeştelerinde gemilerin185
Necati Cumalı, yoksulluğu derinden hissettiği bir başka an ise Paris’e gittiği
zamandır. Cumalı, öğrencilik yıllarında, işsiz gezdiği dönemde yoksul olmasına
183
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 30.
Cumalı, Senin İçin Ey Demokrasi, s.39.
185
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.189.
184
97
rağmen yoksulluğu içinde yüksek derecede hissetmez. Ancak, Necati Cumalı,
Paris’te geçirdiği yılları Paris Anıları adlı şiirinde yoksulluğu daha derinden
hissettiğini ifade eder. Hatta yoksulluk sınırının altında kalarak “açtım aç” gibi
ifadelerle olayı daha da dramatikleştirir. Bunda gurbette olmanın vermiş olduğu
psikoloji de eklenince bu duygunun daha yoğunlukta hissedilmesi kaçınılmaz bir hal
alır.
Açtın
Yirmi dört saattir aç
Altı kat merdiveni
Aç çıktın.
Umuttu odanda bulduğun
Ne umuduydu o
Neydi
Paris’ten bu kadar uzakta
Düşünsen çıkaramazsın ki186
Necati Cumalı, çocukluk ve gençlik anılarını sıklıkla malzeme olarak
şiirlerinde kullanır. Gerek Urla’yı anlattığı ve gerekse Đstanbul’un kenar
mahallelerini konu alan şiirlerinde hep aynı kesimden insanlara, dar gelirli ve yoksul
insanların ayakta kalma çabalarına dikkat çeker. Necati Cumalı’nın Urlalıları tanıttığı
bölümde Hakkı adlı bir kişi için söyledikleri, yoksulun ne tür zorluklara düştüğünün
belli bir kesitini sunar. Yoksul için kış da yaz da farklı sıkıntılara gebedir.
Hakkı kışı beyaz lastik papuç
Soluk bir ceketle geçirdi
Yazın yalınayaktı tarlada187
Dört Koldan Pişpirik şiirinde ise şair, bir grup Urlalının pişpirik oynayarak
vakit geçirmelerini konu alır. Bekçi Ethem, yol çavuşu Ali Rıza, Kürt Ziya ve
186
187
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s. 203.
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 46.
98
Süleyman’dan
oluşan
dörtlü,
aralarında
konuşurlar.
Bu
konuşmada
konu
fakirliklerine gelir. Fakir oldukları için Urla’nın hakkını veremediklerini düşünen bu
insanlar, şiirin ilerleyen bölümlerinde hayatlarından memnun görünseler de içten içe
yoksulluklarına karşı serzeniş hissedilir.
Ethem bir ara
Dışarı baktı baktı
“Urla’mız güzel, dedi,
Eşi yok dünyada..”
Gamsız Ali Rıza:
“Güzel ama, dedi,
Biz adam değiliz
Hakkını veremedik!”
“Neden? dedi Ziya,
Neyimiz eksik
Zengin olamadık diye mi?”188
Yoksul oldukları anlaşılan bu dörtlünün ağzından şair, az sonraki cevabıyla
onlardan beklentisini ifade eder. Necati Cumalı, şiir kahramanlarına kendi duygu ve
düşüncesini aktarır ve onların ağzından söyletir.
“Karnımız doydu
Üç beş kuruşu denk getirdik mi
Oturuyor kahvede
Ya kâğıt oynuyor
Ya düşlerle geviş getiriyoruz
Senin benim gibilerle
Kalkınır mı Urla?”
Necati Cumalı, Urlalıları şiirine taşırken onlara sevecen bir el uzatır.
Urlalıların yoksul olması, Cumalı’yı kahreden bir durumdur. Cumalı, bir yazısında
188
Cumalı, a.g.e. 52.
99
Urlalılar için şöyle der: “Varlıklı olanlara tam bir kayıtsızlık içindeydim. Ne
imrenirdim, ne de nefret ederdim. Gönlüm, özellikle yetiştiğim Urla’da çalışkan,
yetenekli, cömert, sevecen insanlar oldukları halde, nasıl ezildiklerine, yoksulluk
içinde yaşadıklarına tanık olduğum bağcılar, tütün ekicilerinden yanaydı. Günde en
çok 400-500 kg. et satılırdı kasabada. Bu hesapla kişi başına günde 10-15 gram et
düşerdi. Onu da belli kişiler satın alırdı…”189
Necati Cumalı, çevresinde görmüş olduğu toplumsal problemleri şiirine
başarıyla aktarabilecek bir gözlem kabiliyetine sahiptir. Örneğin gezici satıcıların
içler acısı hali, şairi derinden etkiler. Yaz ortalarında, sabahın altısına doğru,
otomobiliyle Maçka’dan Dolmabahçe’ye giderken, yokuşu saran gezici satıcılarla
karşılaşması onu derinden etkiler. Gerilen bacakları, gövdelerinin bütün gücüyle
yüklenerek, halden tepeleme sebze meyve yükledikleri arabalarıyla yokuşu aşmaya
çalışıyorlardı. Yaşamlarını kazanabilmek için verdikleri savaşın güçlüğünü yansıtan
böyle bir görünüşle ilk kez karşılaşan Cumalı, o güne kadar ara sokaklarda, köşe
başlarında görürdü onları.190 Çaresizler olarak adlandırdığı bu kişiler, ekmeğini
kazanabilmek, karnını doyurabilmek için bu cefaya katlanırlar. Gözlemleri, şaire
geniş bir insan albümü sunar. Gözlemlerini başarıyla mısralara aktaran şair, güçlü bir
tasvir kabiliyetine sahiptir. O, çevresinde olup bitenleri şiirine aktarır. Cumalı’nın
şiirlerinin her birisinin bir hikâyesi var denilirse yeridir. Necati Cumalı, Gezgin Satıcı
Kızın Ezgisi adlı şiirinin yazılma hikâyesini belirtirken onun için gözlemin ne derece
önemli olduğunu da ifade etmiş olur. “Sıcak bir yaz günü, Teşvikiye’nin o dik
yokuşlarından birinde, iki tekerlekli bir arabayı iterek çıkaran, dondurma satan yaşlı
adamla
küçük
torununu
tanımasaydım
“Gezgin
yazamazdım.”191
Dedem neredeyse seksen
Ben henüz yedisinde
Üç tekerlekli bir araba uydurduk
Yokuşlar çıkıyoruz iterek
189
Cumalı,Şiddet Ruhu, s.156.
Cumalı, Şiddet Ruhu, s.80.
191
Cumalı, “Kendimle Konuşma”, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.491.
190
Satıcı
Kızın
Ezgisini”
100
Tutarak yokuşlar iniyoruz
Dondurma satıyoruz
Bütün yaz
Allahın güneşinde
Kışın yerler çamur
Hava ayaz mı ayaz
Fabrika önlerinde
Köfte ekmek
Ölmedik yaşıyoruz işte192
2.3.5. YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ
Necati Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluk ve göç irdelenirken hangisinin
hangisine neden olduğu tam olarak kestirilemez. Nitekim köyde ekecek toprağın
bulunmaması veya ürün pazarının yetersiz olması gibi olumsuzluklar, geçimini
topraktan sağlayan köylünün, yoksulluğun üstesinden gelebilmek için kentlere
yönelmesini sağlar. Ancak, yoğun göç alan kentlerin çeperinde büyüyen
gecekondular, istihdam piyasasına sağladığı ucuz iş gücüyle ücret düşüşüne
sebebiyet vererek işçilerin enflasyonun altında gelir elde etmesini tetikler. Bu durum,
yoksulluğu topluma yayar. Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluk ve göç başlı başına
büyük birer toplumsal yara olmalarının yanı sıra ikisi arasında karşılıklı etkileşimli
bir süreç işler. Her iki olguyu kendi şartları içerisinde değerlendirmek yeridir.
Yoksulluk, özellikle kent yoksulluğu ise, doğrudan doğruya köyden kente göçün bir
sonucu olmamakla birlikte; köyde geçimini sağlayamadıkları için kente göç etmek
zorunda kalan tarım işçilerinin, belirli bir vasıfları olmadığı ve şehirdeki ilişki
ağlarına dâhil olamadıkları durumda kent yoksuluna dönüşürler. Tüm bu bilgiler göz
önüne alınarak kentsel yoksulluk, genellikle kente göç ile birlikte ele alınan bir
toplumsal olgu olarak belirir.
192
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 96.
101
Necati Cumalı’nın göç, yoksulluk ve işsizlik gibi toplumsal temalı şiirlerinde
Türkiye’deki kentleşme sorunlu bir süreç izler. Cumalı’nın şiirlerinde kente göç ile
gelip gecekondulara yerleşen insanlar, kendileri ile beraber yoksulluklarını da
getirirler. Kentler, gittikçe alışıldık siluetlerini kaybederler. Kısa sürede, kente yeni
yerleşim bölgeleri, yeni kültürler ve yaşam tarzları eklemlenir. Kitlesel olarak yoğun
göç alan kentler, yeni gelenleri hem ekonomik hem kültürel hem de konut açısından
massedecek kapasiteyi gösteremez. Bunun sonucu olarak yeni sorunlar ortaya çıkar.
Köyde yoksulluğunu bir şekilde geçiştiren yeni kentliler, şehrin mecbur ettiği
yoksulluğu daha belirgin hissetmeye başlarlar. Büyük kentlerin kıyısında yaşayanlar
için yoksulluk, toplumsal bir sorun niteliğindedir. Kentin kıyısında olmak; bir
bakıma kentin ekonomik, sosyal, kültürel olanaklarının dışında olmak, bu süreçlere
katılmamak anlamına gelir. Bu süreçlerin dışında kalanlar, bunu çoğu zaman
dramatik yaşamlarla deneyimlemek durumunda kalırlar. Çünkü işi olmayan kişinin,
düzenli bir geliri dolayısıyla düzenli bir yaşamı da olmayacaktır. Oturulan konut,
mutfağa yapılan harcamalar, giyim, eğitim ve sağlık giderleri, tüm bunlar, yaşanılan
yoksulluğun gölgesinde kalacaktır. Kırdan yüklenilen yoksulluk ile büyük şehirlerin
yolunu tutanlar, buralarda yoksulluğu daha şiddetli hissederler.
Yoksulluk nedeniyle yapılan göç, aynı zamanda göç edilen yerde de
yoksullukla karşılaşılmasıyla birlikte, büyük ölçüde bu yoksulluk kısır döngüsünün
kırılamadığı görülür. Eğer yoksul bir ailede doğarsanız, aşağı düzeyde eğitim görme,
fırsat eşitliğinden çok fazla yararlanamama, evlenme ve bu şekilde yoksulluğun
yeniden üretimi söz konusu olur. Yoksulluk bir kuşaktan diğerine aktarılır. Yoksul
anne-babaların çocukları da bir şekilde yoksulluğun pençesine düşmezler. Şehre göç
eden kimi yoksul ailelerin çocukları, yoksulluğun bu kısır döngüsünü kırmak için
meşru olmayan yollarda para kazanmak, dolayısıyla sınıf atlamak isterler. Nitekim
Necati Cumalı, Günlerin Kötüsü Pazar adlı şiirinde köyünü bırakıp Đstanbul’a gelen
bir ailenin çözülüşünü dramatik bir atmosferde ele alır. Tiyatro yazarlığıyla da
bilinen Cumalı, şiirlerine dramı yerleştirmekte sıkıntı çekmez. Gecekondu ailesi,
kente göçle birlikte, yavaş yavaş akrabalardan kopuş süreci yaşar, yalnızlık ve
çevreye uyum uğraşı, ailenin yapısını ve işlevini etkiler. Hem kırsal aileye göre, hem
de kentsel aileye göre, kuşak çatışması en fazla gecekondu ailesinde yaşanır. Büyük
102
kentlere göçen ailelerin, değişik etkiler altında dağılışı, şehir yaşayışının aile
bireyleri arasında meydana getirdiği uzaklaşma ve çözülmeler, aile yapısında
yoksulluk nedeniyle oluşan dağılmalar, bu dönem şairleri ve yazarları tarafında
sıklıkla işlenen temalar arasında yer alır. Necati Cumalı da bu toplumsal soruna
seyirci kalmaz ve şiirlerine bu temayı konu edinmekten geri durmaz. Şiirde, karıkoca ve iki çocuğuyla kente gelen aile, zamanla yoksulluğun tetiklemesiyle dağılıp,
ayrışır ve eski mutluluklarını kaybeder. Evin babası, yoksulluğun mekânı olan
gecekonduya sırtını dayayarak köyü, toprağı özlemler. Kadın da kocası gibi çaresiz
ve üzüntü içerisindedir. Evin kızı, yoksulluğun ölü toprağını savurabilmek için
vücudunu satma yoluna gider. O dönem için işsiz gençler için yeni bir ümit ve
kurtuluş olan yurt dışında çalışma imkânı, evin oğlu için bir fırsat sunar. Oğul, bu
fırsatı tepmek istemez ve yurtdışına giderek yoksulluğu kırmanın bir başka yolunu
dener. Cumalı, yoksulluğun neden olduğu aile bireylerinin çözülüşünü dramatik bir
tasvirle gerçekleştirir. Bir ailenin başına gelebilecek her türlü olumsuzluklar, kente
göç eden ailenin başına gelir. Kente göç ile gelen bu ailenin oğlu Đstanbul’da da
tutunamaz. O dönem yoğun olarak Avrupa’ya yapılan göç dalgasının içinde bulur
kendini. Şair, yoksulluğun neden olduğu bu göçü ifade ederken, evin oğlunu
bekleyen durumun pek de iç açıcı olmadığını vurgular. Şair, yoksulluğun
sürüklemesiyle Avrupa’ya yapılan göçlere karşıdır. Bu şiirde de şairin bu tutumunu
görülür. Bıçkın delikanlı, göçmen akranları gibi Avrupa’nın güneş görmeyen
madenlerinde eriyip gidecektir.
Bir oğulları vardı gitti
Bir oğul erguvan dalları gibi
Bıçkındı mordu pembe
Belçika’da madende güneş görmüyor193
Necati Cumalı’nın şiirlerinde kentte yaşamak, büyük ölçüde maddi yeterlilik
ister. Eski Günler adlı şiirde yeni gelenleri bekleyen en temel sorun karın doyurma
telaşı olur. Karın doyurmanın yanında barınma da yoksulların temel problemleridir.
Yoksulluk ve yoksunluk derinleştikçe, kentin içinde yeni sınıflar ve bunların
193
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 86.
103
yayıldıkları taban genişler. Kentin politik iklimi içinde, küreselleşme, kapitalizm,
halka yansıyamayan ekonomi politikaları, hepsi sonuçta yeni eşitsizlikleri büyüterek,
yoksul sınıfların dolayısıyla gerilimli kutupların oluşmasına yol açar. Yoksullaşma
süreci kuşkusuz, toplumsal ayrışmaları daha keskin hale getirir, toplumsal empatiden
yoksun kesimlerin köken bulmasıyla sonuçlanır.
Geceleri parkta otururduk.
Serin ilkbahar geceleri.
Uzakta saat onbiri vurur
Yanımızdan serseri adamlar geçerdi
Kimi yalnızdı, kiminin yatacak yeri yoktu.194
Yoksullar, dünyanın her yerinde toplumun en güçsüz ve çaresiz kesimlerini
teşkil ederler. Đnsanlar gittikçe yoksullaşıp toplumun geri kalan kısmından zihnen ve
madden ayrışıp kendi içine kapanmaya başlar. Bu ayrışmanın temel nedeni kuşkusuz
ki geçim derdidir. Đstanbul Kışa Hazırlanıyor adlı şiirde insanlar, yalnızca tek hedefe
yönelmişler, tüm direnç ve iradelerini geçimlerini sağlamaya hasretmişlerdir. Sadece
ve sadece karın doyurma, biyolojik bir savaş, yaşam biçimlerini oluşturur. Geleceğe
yönelik tasarımları, beklenti ve emellerini tamamen yitirmişlerdir. Adeta onlar için
yarın yok gibidir. Odun derdi, kömür derdine düşen yoksul kesim, toplumdan
koptukça kendi sosyal ağı ve kültürünü oluşturmaya başlar.
Tophane’nin önünde
Odun boşaltan kayıklar var
Sabahları gittikçe sis artıyor
Herkesin dilinde aynı şey
Odun derdi
Kömür derdi195
194
195
Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-I, s. 45.
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-I, s. 48.
104
Đnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayarak yoksulluktan kurtulmaktadırlar. Bu
haklar, kişinin asgari
gerçekleştirebilmekte,
yaşam standartlarıdır. Kişi bu haklar ile kendini
toplum
içerisinde
tutunabilmektedir.
“Đnsanın
temel
gereksinimlerinin hiyerarşik sıralamasında yer alan; (fizyolojik, güvenlik, sevgi,
takdir edilme, kendini gerçekleştirme) bu güdüyü tam olarak yaşayabilen bireyde on
altı olumlu tutum oluşmaktadır (hoşgörü, demokratiklik, bireysellik, yaratıcılık,
empati,
kendine
güvenmek,
mutluluk,
problem
görmek-çözmek)
yapılan
araştırmalara göre de kendini gerçekleştirme düzeyi düştükçe kişilerde sürekli kaygı
düzeyi artmakta, bunun sonucunda da depresif tutumlar ortaya çıkmaktadır.”196
Dünya çapında yaygınlaşan ve bütün insanlık için bir yüz karası olan yoksulluk,
haysiyet ve vakarları ezer ve insanlığın izzetini ihlal eder.
Đnsanlar, temel gereksinimlerini yerine getiremeyince bireyde olumlu
tutumlar gerçekleşemeyecek ve toplumdan kopacaktır. Nasıl Yaşadımsa adlı şiirde
Necati Cumalı, insanların yoksulluğunu bilir ve üzülür. Toplumu bekleyen kendi
içine kapanma, toplumdan kopma tehlikesini hisseder. Đnsanların en büyük problemi
olan yoksulluk gün geçtikçe bir sarmal şeklinde tüm halka yayılır. Gün geçtikçe artan
yoksulluk, insanları en temel gereksinim olan gaz yağı ve tuzdan mahrum bırakır.
Çıksam gece vakti dolaşsam evlerini
Ya sofralarında tuzları yoktur
Ya gaz bulunmaz lambalarında197
Geçim derdine düşen insanın gelecek tasavvuru sağlıklı olmaz ya da hiç
olmaz. Necati Cumalı, şiirlerinde olgulara yer verir ve okuyucudan çıkarımlar elde
etmesini bekler. O, bir ressam gibi durumları resmeder. Şair, insanların içinde
bulunduğu olumsuzluklara bir çözüm getirmez. Şiirini bir kareye yansıyan şekliyle
çerçeveler. Necati Cumalı, dönemin sosyal yapısını gözler önüne serdiği şiirlerinde
bozuk düzenin yol açacağı buhranlara denemelerinde yer verir. Necati Cumalı, bir
denemesinde bu tehlikeyi belirtirken, bu insanların gittikçe nasıl toplumdan
196
197
Nesrin KALE, a.g.e. s.72.
Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s. 23.
105
soyutlandığını ve topluma ne denli zararlı olabileceği üzerinde durur. “Ekmeğini
kazanmaya hazırlandığı bir çağda, kendine nasıl bir gelecek sağlayabileceği,
kişiliğini nasıl oluşturacağı, karmaşık bir değerler hiyerarşisi içinde kendinin nasıl
bir yer alabileceği, nasıl ev kuracağı, eş edineceği hep içinde çıkamadığı sorunlar
oluyor; kuşkusuz, güvensizlikler, tedirginlikler yaratıyor genç dimağlarda. Çıkarları
sarsılan canlı, dövüşe, saldırganlığa hazırdır. Buna karşılık, topluluk içinde doyuma
ulaşmış, beslenmesi, yerleşmesi, cinsel yaşamı güven altında olan canlılar
dinginleşir, kendiliğinden yatışırlar.”198 Kuşkusuz, benzer tüm toplumsal olgu ve
olaylarda olduğu gibi yoksulluğun da her zaman sosyo-kültürel çevre ile ilişkisi
olmuştur. Değerler, inançlar, alışkanlıklarla belirlenen bu çevre, insanların dünyayı
algılama biçimi ile günlük yaşamın bilinen bütün ayrıntılarındaki davranış kalıplarını
etkiler. Hayata karamsar bakma ile coşku ve hayat dolu olma arasındaki farkın
temelinde böyle bir etmen yattığı söylenebilir. Karnını doyuramayan, göç ile kente
gelip burada katılım isteyen herhangi bir sosyal ağa dâhil olamayan yoksul insan,
geleceğe umutla bakamaz. Şair, Günlerin Kötüsü Pazar adlı şiirinde kente entegre
olamayan ve iş piyasasına giremeyen yoksulu, başarılı bir şekilde görüntüler. Bu
şiirinde şair, yoksulun günlük sıradan bir uğraşı olan çamaşır yıkamak ve yerleri
süpürmek eylemleri ile başarılı bir sosyo-psikolojik analizle ele alınır. Bu insanların
kimliğinde tüm yoksulların geleceğe bakışlarının ne denli ümitsizce olduğu gözler
önüne serilir:
Karısı siliyor süpürüyor içerde
-
Yer toprak nesini süpürüyor
Hem kim gelecek ki kimeBir süpürgesi bulunmuş işte
Bir çamaşır leğeni
Eski kutularda ıtırı fesleğeni
Çamaşır yudu çiçeklere su verdi
Ne etsin başka süpürmesin de199
198
199
Cumalı, Şiddet Ruhu, s.38.
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 85.
106
Yukarıda ifadesini bulan şiirde şairin gözünden bir yoksul tasviri yapılır.
Yoksul olan kişinin ruh halini yansıtan yer toprak nesini süpürüyor ifadesi, dünyayı
karamsar olarak algıladığı kanısını okuyanda uyandırır. “Yeni kentli yoksullar,
genelde, sosyal güvenlik ve sağlık olanaklarına sahip değildirler. Formel iş
piyasasında yerleri olmadığından, resmi ya da özel bir sosyal güvenlik çatısı
dışındadırlar.
Kazara
hastaneye
yatırıldıklarında
ya
hastane
masraflarını
ödeyemediklerinden dolayı rehin olarak kalırlar, ya doktorun yazdığı ilaçların en
ucuzunu borçlanarak almaya çalışırlar. Sağlık harcamasında bulunmak onlar için,
lükstür.200 Yaşamın ağırlığı her zaman yoksulun aleyhinedir. Gencecik adlı şiirde
hastalık da fakirin düşmanı olarak görülür. Halk arasında fakir için kullanılan
“neyine güvendin de hasta oldun” sözü, yoksulun hastalanmak gibi bir lükse sahip
olmadığını gösterir.
Kimi seçtin
Ey fakirin düşmanı
Zalim hastalık
Đnce hastalık201
2.3.6. DOĞU ANADOLU’DA YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ
Yoksulluk, genel olarak tüm ülkelerde var olan bir ekonomik hastalık olmakla
beraber azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha ciddi boyutlardadır.
Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan yoksulluğun iki temel özelliği gözlemlenir.
Birincisi, bu ülkelerdeki milyonlarca insan yoksul doğar; yoksul yaşar; yoksul ölür
ve yoksulluğu çocuklarına devreder. Đkincisi, bu ülkelerde yaşanan yoksulluğu aşmak
çok zordur. Çünkü bu ülkedeki yoksullar ya coğrafi olarak ya da fiziksel güvelik
anlamında ulaşılabilmesi çok zor olan bölgelerde yaşarlar. Ayrıca bu insanların diğer
insanlarla bir araya gelmelerini engelleyen güçlü akrabalık bağları gibi sosyal
kurumlar vardır. Bu durum onların ekonomik alternatifleri ve diğer fırsatları
200
Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk Sorunu Yoksulluk, II.Cilt,
Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul”, s.64.
201
Cumalı, a.g.e. 94.
107
değerlendirmelerini engeller. “Ülkelerin çoğunda yoksulluk daha çok kırsal
alanlarda görülen bir sorundur ve kişisel tüketim ile yeterli düzeyde eğitim, sağlık,
temiz su, konut, ulaşım ve iletişim hizmetlerine erişim gibi alanlardaki eksiklikler
kırsal yoksulluğu nitelendirmektedir. Kırsal yoksulluk, nüfus artışını ve kentlere göçü
beslemektedir. Öte yandan kentsel yoksulluk, çoğu kez kırsal yoksulluğu azaltma
stratejilerinin bir sonucudur: piyasada sapmalara ve tarım kesiminin ve kırsal
alandaki beşeri ve fiziki altyapının ihmal edilmesine yol açan kamu politikaları hem
kentsel, hem de kırsal yoksulluğun ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerin başında
gelir.”202
Yoksulluk tanımı, yalnızca gelir yoksulluğu olarak algılamamak gerekir.
Mahrumiyet de en az gelir yoksulluğu kadar insan yaşamını olumsuz yönden etkiler.
Hayatta kalmaktan mahrumiyet, bilgiden mahrumiyet ve yaşam koşullarından
mahrumiyet gibi çok daha değişik boyutları ile ele alınabilir. Mahrumiyetin
giderilmesi yoksulluğun giderilmesinde uygulanacak olan reçeteye benzerlik
gösterir.
Yoksulluk, sadece asgari geçim standartların altında kalmak olarak
değerlendirmemek gerekir. Yoksunluk ve mahrumiyet olguları da yoksulluk
kategorisine girer. Mahrumiyet, ülkelerin belli başlı bazı bölgelerini içerir. Bunda o
bölgelerin kültürel, etnik, dini farklılıkları gibi coğrafi şartların çetinliği de
belirgindir. Mahrumiyet bölgeleri insanların zihninde sürgün yeri olarak belirir.
Bunda devletin kamu yatırımlarının yetersizliği ve bunun devamı olan özel sektörün
buralarda fabrika, okul, hastane gibi toplumsal yaşayış standartlarını yükseltici
yatırımları yapmaması olarak belirir. Necati Cumalı, Halı adlı şiirinde Türkiye’de
mahrumiyet bölgesi olan Doğu için şöyle düşünür. Kışların erken indiği Doğu’da,
kar yolları kapatır. Bebekler, kızamık hastalığından dolayı büyüyemeden ölürler.
Elektriğin lüks olduğu Doğu’da kurt ulumaları sessiz gecelerde yankılanır.
Bozkır gecelerinin üşüyen yıldızları
Harman yangınları yalaz yalaz
202
Sema BUZ, a.g.e. s.152.
108
Kışlar erken iner, kar yolları kapatır
Kızamık kırar geçirir bebeleri
Koyaklar boydan boya acılarla dumanlı
Geceler telleri kopuk bir karanlıktır
Tararken uzun kara saçlarını
Kırık bir aynada evin gelini
Dinler yaklaşan kurt ulumalarını…
Doğu deyince bunlar gelen aklıma.203
Bu bölgede eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri kamu eliyle yeterli
olmaz. Bölgeler arasındaki dengesizlikler gün geçtikçe artar. Bunun önüne geçmek
için yeterli kamu yatırımları gerçekleşmez. Tarımsal verimliliği artırıcı eğitimler
yapılmaz ve maddi destekler kısıtlı kalır. Mahrumiyet, var olan imkânların
değerlendirilememesi olarak da ifade edilebilir. Hayvancılık ve tarım sektöründe
yeterli imkânlara sahip olan Doğu ve Güneydoğu mahrum kalarak/bırakılarak bu
imkânlarından yeterince yararlanamaz ve yoksulluk, bu insanlar için kaçınılmaz olur.
Eğer kişilerin yaşadıkları yerler, onlar için çekici değil ise ekonomik, sosyal veya
siyasal güdülerle ya da bunların birleşimi ile göç edeceklerdir. Bireyleri yaşadıkları
yerlerde kalmaya devam ettirecek şekilde o yerleşim yerlerindeki gerekli dönüşümler
sağlandığı takdirde göç azalacağından ve bunu gerçekleştirmek çok zor olduğundan
göç olgusu artarak devam edecektir.
Necati Cumalı, toplumun öfkeleri, başkaldırışının temelinde mahrumiyetin
yattığını belirtir. Ona göre Doğu’ya yeterince yatırımın olmaması o bölgelerde
anarşist faaliyetlerin artarak devam edeceğine sebebiyet verecektir. “Bireyi, yerli
yersiz öfkelere, devlete, bütün toplumsal kuruluşlara başkaldırmaya iten yaşam
koşullarının yaratılmasına yol açan toplumsal, ekonomik, giderek artan ruhsal
nedenlerin araştırılması, giderilmesi gerekir. Örneğin, Doğu’daki kaçakçılık, işsizlik,
kazançlar arasındaki eşitsizlik, eğitim noksanlığı sorunları ile bir arada ele alınacak
203
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s. 233.
109
sorunlardır. Günümüzde anarşik dediğimiz olayların önlenmesi de sorunun bu türlü
bir tutumla bütün genişliği ile ele alınmasına bağlıdır.”204
Türkiye’deki bölgelerarası gelir eşitsizliğinin tetiklediği Doğu ve Güneydoğu
illerimizde kitlesel göçler, Batı metropollerine yönelinmesine yol açar. Göç
nedeniyle nüfusu gittikçe azalan Güneydoğu illerinde iktisadi ve sosyal yaşam
geriler. Bölgede yoksulluk zamanla, daha da derinleşir. Doğudan büyük kentlere
yapılan göç, aynı zamanda terk edilen yerlerdeki ekonominin tamamen çöküşüne de
yol açmıştır. Bu bölgedeki kentlerin köy ve kasabalarından büyük göç dalgalarının
Batı’daki kentlere doğru yönelmesi, bölgedeki üretim süreçlerini de etkilemiş,
toprakta çalışacak aktif nüfustan yoksunluğu getirmiştir. Ayrıca, göç eden bu nüfus,
büyük şehirlerdeki istihdam yapıları için elverişli hünerlere sahip olmadıklarından
kendilerini, tamamen işlevsiz bir pozisyon içinde bulmuşlardır.
Doğu ve Güneydoğu’dan büyük şehirlere gelen insanlar, geride büyük bir
mahrumiyet bölgesi bırakırlar. Kentlerde yeni sorunların oluşması bu yeni gelenlerle
ortaya çıkar. Đş imkânı, çocuklara daha iyi bir gelecek tasavvuru ve sağlıktaki
imkânların
daha
kolay
ulaşılabilirliği,
insanları
umutlandıran
faktörlerdir.
Umutlarıyla buralara gelen insanlar, köylerine dönmek istemezler ve ümitlerini
gerçekleştirmek arzusundadırlar. “Umut kültürünün geçerli olduğu dönemde, genel
olarak gelecekle ilgili iyimser beklentiler içinde olan gecekondu halkı, yaşanabilir
bir konuta ve kendi iş yerine sahip olmayı makul bir gelir seviyesine ulaşmayı;
çocuklarının yüksek öğrenim görerek daha iyi bir yaşam seviyesi yakalamalarını
ümit etmektedir. Geleceğe dönük iyimser bakış açısı ve köydeki yaşam koşullarının
daha kötü olması nedeniyle, gecekondu halkı, geldikleri kırsal yerleşim yerlerine bir
daha dönmeyi düşünmemektedir.”205
204
Cumalı, Şiddet Ruhu, s.35.
Turgay GÜMELİ, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm Romanlarında
Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, (Yedi Tepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans tezi), İstanbul, 2006, s.35.
205
110
2.3.7. EKONOMĐK KRĐZLERĐN YOL AÇTIĞI YOKSULLUK VE
BUNALIM
Türkiye’deki yoksulluğun en temel nedenleri siyasal, ekonomik, yapısal ve
sosyal sebepler olarak sıralanabilir. Özelikle Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber
yaşanan ekonomik krizler, yoksulluğun artmasında en önemli nedenlerden biri
olmuştur. Ülkede yaşanana ekonomi krizlerin, insanları yoksullaştırıcı etkisi göz ardı
edilemez.
Türkiye’de kuruluşundan bu yana yaşanan ekonomik krizler; işsizliği ve
dolayısıyla sistem içi tutunma imkânlarını ortadan kaldırarak yaygın bir yoksul alt
sınıflar ortaya çıkarır. Yaşanan krizler, yüz binlerce çalışanın işinden olmasına,
binlerce esnafın kepenk kapatmasına, pek çok işverenin iflas etmesine, küçük ve orta
boy işletmelerin neredeyse ortadan kalkmasına neden olur. Krizlerin getirmiş olduğu
iktisadi ve sosyal buhran ortamı, hiç kuşkusuz beraberinde yeni yoksulların köken
bulmasına yol açar. Krizler sadece yoksulları daha yoksul yapmaz, aynı zamanda hali
vakti yerinde olan, kendi kendine yeten orta sınıfların belini de büker.
Türkiye, henüz kuruluş yıllarında savaşın getirmiş olduğu büyük yıkımın
ardından ekonomi pek de iyi bir görüntü sergilemez. 1923 sonrası yıllarda ülke
ekonomisi harap vaziyettedir. Đstanbul ve Đzmir gibi kısmen sanayileşmiş kentler
dışında ne sanayi, ne sermaye sınıfı; ne altyapı, ne de eğitim mevcuttur. Bu dönemde
her türlü ürün ithal edilerek karşılanılır. Böyle bir ortamda kurulan Cumhuriyet, o
tarihten bu yana sıklaşan ve şiddetleşen ekonomik krizlere sahne olur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca düşük, orta ve yoğun şekilde tecrübe
ettiği birçok krizin olması kuşkusuz toplumsal duyarlılığa sahip olan Necati Cumalı
için göz ardı edilebilecek bir durum değildir. Nitekim Cumalı, bu toplumsal soruna
duyarsız kalmaz ve birçok şiirinde bu konuya değinir. Gerek kendi yaşamış olduğu
ekonomik sıkıntılar, gerekse çevresinde birçok insanın içinde bulunduğu dar boğaz,
Cumalı’nın şiirinde önemli değişikliklere yol açar. Toplumun bir parçası olan
Cumalı, şiirlerini ele alırken toplumun sosyal, siyasal ve ekonomik özelliklerini göz
111
önüne alarak şekillendirir. Đyi bir gözlemci olan Necati Cumalı; çevresini, yaşamın
belli bölümlerini şiire aktarır.
Ülke; küçük, orta ve yüksek yoğunlukta hissettiği krizlerle boğuşurken
insanlar çeşitli zorluklara düşer. Đktisadi krizlerin yol açtığı yoksulluk, bir sarmal gibi
toplumun tüm katmanlarına yayılır. Cumalı, ülkenin ve ülke insanının içinde
bulunduğu ekonomik buhran karşısında sessiz kalmaz. Necati Cumalı, Türkiye
iktisadi ve sosyal yapısı için önem arz eden 7 Eylül kararlarını şiir mısralarına taşır
ve kendince bir duyarlılık gösterir. Türk Lirasının yaşamış olduğu ilk büyük şok olan
7 Eylül 1946 devalüasyonu, ülke ekonomisini derinden etkiler. Dolar, 1.83 TL’den
2.83 TL’ye fırlar. Krize fazla direnemeyen hükümet ise bir yıl sonra düşürülür.206
Olayın siyaset boyutuna girmeyen Necati Cumalı, krizin halk üzerindeki
yansımasıyla ilgilidir. Gezdiği-gördüğü yerlerde çiftçiyle, küçük esnafla yakın temas
kuran Cumalı, onların sıkıntılarını bilir. Necati Cumalı, Taşrada Küçük Bir Yer adlı
şiirinde 7 Eylül kararlarının köylü için ne tür sıkıntılar doğurduğunu vurgular.
Krizlerin yol açtığı dar boğaz, halkı bir kuru ekmeğe muhtaç eder. Halk, karın
tokluğuna çalışır-didinir. Adeta günü kurtarma peşindedir. Öyle bir düzen kurulmuş
ki bir fasit daire etrafında sürekli aynı hikâye sahnelenir. Her yıl aynı sıkıntı, aynı
yokluk ile geçer. Bolluk yılları halk için hiç gelmeyecek bir düşten ibarettir.
Yoksulluk, en çok savaş dönemlerinde artmakla beraber ekonomik ve siyasi
istikrarsızlığın tırmandığı dönemlerde de toplumları etkisi altına alır. Đnsanlar işlerini,
sermayelerini çok kısa zamanda kaybederler.
Bu yeri yıllardır bilirim
Yıllardır hiç değişmemiştir
Halk daima yokluk içinde yaşar
Bir lokma ekmek için didinir
30’dan önce üzümler para ederdi
Kaç kişinin elindeydi ki toprak
Sonra 30 felaketi geldi çattı
206
Gülten Kazgan, “Türkiye’de Ekonomik Krizler: (1929-2001) Nedenleri ve Sonuçları Üzerine
Karşılaştırmalı Bir İrdedeleme”, DEGEV-Türkiye İş Bankası, s.26, 25-26-27 Eylül.
112
Bağlar söküldü, tütün ekildi
Savaş başladı, bitti derken
Ardından 7 Eylül kararları
Bu düzen böyle kurulmuş böyle gider
Her yıl veresiye yer içer
Ürün mevsimine bel bağlarlar
Her yıl bağlar bozulur, tütün satılır
Uzar gider, savaşlar, felaketler, kıtlıklar
Onlar hiç gelmeyecek bolluk yıllarını bekler207
Necati Cumalı, Sarnıçlar adlı şiirinde krizin yol açtığı mali sıkıntılara
değinirken bu dönemlerde krizlerin önüne geçen yüksek faize ve halkın gittikçe
yoksullaşmasına vurgu yapar. Krizin yol açtığı ekonomik buhran, insanları
çaresizliğe iter. Đnsanlar, karnını doyurmak, eve ekmek götürmek ya da tarlaya
ekecek tohum bulmak için didinip durur. Đşsizliğin yaygın olduğu ülkede krizler,
halkı daha da çaresizliğe iter. Kriz anında devletin gelirleri giderlerini karşılayamaz
olur. Ticaret, para, ürün küçük bir azınlığın elindedir. Halk, günü kurtarmak için
olmadık kapıları çalar. Denize düşen yılana sarılır misali, yoksulluğun dar
boğazından kurtulmak için insanlar, tefecilerden veya bankalardan yüksek faizli para
alır. Yüksek borcun altında kıvranan insanların bağı-bahçesi yok pahasına gider.
Yüksek faizi borçların,
Bağları ucuz kapatanların acımasızlığı,
Birbiri ardından gelen kuraklar,
Kuruttu o sarnıçları.208
Krizler, sadece mali sıkıntıya yol açmaz. En temel ürünler, bu dönemlerde
karaborsaya düşer. Savaş yıllarında meydana gelen iktisadi krizlerde en basit ürünler
bile bulunmaz. Her ürün, fiyatının misliyle bulunabilmektedir. Savaş yıllarında
karaborsaya giren ürünlerin başında da ilaç gelmektedir. Bazı ilaçları bulmak
207
208
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 28.
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 97.
113
neredeyse imkânsız hale gelir. Karaborsaya düşen ilaçları almanın tek yolu ise
normal fiyatının birkaç katını ödemekle mümkün görünür. Necati Cumalı da en
temel ihtiyaçlardan bir tanesi olan ilacı, şiirine ironik bir atmosferde taşır. Necati
Cumalı intihar edebilmek için tabanca bulamayan bir kişiyi konu aldığı Saplantı adlı
şiirinde, dönemin pazar sıkıntısını ve halkın problemlerine değinir. Şiirine konu olan
kişi bir askerdir. Bu asker intihar edebilmek için ya tıraş olduğu jileti ya da optalidon
ilacını kullanacaktır. Cumalı, ironik bir yaklaşımla, o dönem için lüks olan ilacın
bulunmamasına değinir ve krizin boyutunu belirtir:
Tabancası ipi yok
Kalan uyku ilaçları
Đntiharına
Bir kutu optalidon
Ya da…
Ya da tıraş olduğu
Jiletle kesecek bileğini.
Bir kutu optalidon mu
Nerede o bolluk209
Krizin yol açtığı buhran, insanları derinden etkiler. Đnsanlar, gittikçe
toplumdan kopar. Temelde paylaşım boyutu ağırlıklı bir sitem sorunu olan
yoksulluk, insanları toplumdan soyutlar. Necati Cumalı, yokluğun/yoksulluğun
temelinde yatan ekonomik krizleri ele alırken; insanların bu sorun karşısında
duyarsız kalmalarını eleştirir. Necati Cumalı, tüm toplumsal konularda olduğu gibi,
krizlerin yol açtığı çarpık yapıya karşı sesini yükseltmeyen edebiyatçıları satır
aralarında eleştirir. Necati Cumalı, Geçmiş Yaz adlı şiirinde pamuğun fahiş oranda
zamlanması karşısında tepkisiz kalan edebiyatçıları iğneler. Onlar için varsa yoksa
gökyüzünün çini mavisi ve imbatın serinliğidir. Cumalı, bu tutumu ile duruşunu daha
da belirginleştirir. Safını sosyal-gerçekçi edebiyatçıların yanında görür.
Pamuk seksen beşten yüz otuza fırladı
209
Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 173.
114
Kimin umurunda?
Bizim önem verdiğimiz tek şey varsa
Çini mavisi göklerin, imbatın tadı
Gökyüzü her sabah masmavi üstümüzde
Đmbat her akşam bağrımıza ılgıt ılgıt esiyordu ya…
Pamuk yüz otuzdan yüz altmışa fırladı
Kimin umurunda?
Arsada, arabada küçük hanımların, beylerin aklı
Bu canım, bu yaşanacak dünyada210
Dünyada gün geçtikçe artan ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, özellikle
gelişmişlik düzeyi düşük olan Türkiye’deki insanların yaşamlarını devam
ettirebilmelerini ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini giderek zorlaştırır. Bunun
bir sonucu olarak yoksulluk, ülkenin üstesinden gelmekte zorlandığı en önemli
sorunlardan biri haline gelir. Ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarına bir
çıkış yolu bulunamaması, Necati Cumalı’yı bu konularda daha da duyarlı hale getirir.
Şair, toplumun yoğun olarak hissettiği yoksulluk konusunda çeşitli şiirler kaleme
alarak bu duyarlılığını gösterir.
210
Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-I, s. 69-70.
115
2.4.
SAVAŞ OLGUSU
2.4.1. ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI
Đnsanlık tarihinin dönüm noktalarını belirleyen savaşlar, trajik yönleriyle
edebiyatın ana sorunsalları arasında yer alır. Savaşlar bakımından zengin olan
uygarlık tarihinin savaş-edebiyat ilişkisini güçlendirdiği açıktır. Cephe ve gerisinde
meydana gelen trajediler edebiyat vasıtasıyla gelecek nesillere bir ibret vesikası
olarak aktarılır.
Đnsanlık tarihinin büyük trajedilerinden biri de II. Dünya Savaşı’dır. II. Dünya
Savaşı 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya girmesi ile fiilen başlar. Ardından
Đngiltere, Fransa, Rusya, Đtalya, Japonya gibi devletlerin katılması ile savaş
neredeyse bütün dünyaya yayılır. 9 Ağustos 1945’te ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki
kentlerine attığı atom bombası ile savaş sona erer. Türkiye’nin stratejik konumu
düşünüldüğünde bu dünya harbine katılması istenir, ancak I. Dünya Savaşı’nın
yaralarını saramamış güçsüz bir Türkiye ve savaşın trajedisini bilen bir halk, bu
savaşın içinde olmak istemez. Türkiye Cumhuriyeti toprak bütünlüğü tehdit
edilmedikçe savaşa girmeyi reddeder, yapılan baskılara rağmen fiilen bu savaşa
katılmamayı başarır. Ancak Türkiye’nin dışında olan savaş, tüm dünyayı olduğu gibi
Türkiye’yi de etkisi altına alır. Türkiye bu yıllarda büyük sıkıntılara katlanmak
durumunda kalır. Özellikle ekonomik gidişat hiç de olumlu olmaz. Türk ve dünya
edebiyatının mensupları, ülkelerini derinden etkileyen her siyasi ve sosyal olay gibi
II. Dünya Savaşı’nı da edebiyat için bir malzeme olarak görür ve bu tarihi trajediyi,
gelecek nesillere aktarmayı kendilerine bir görev bilirler.
Avrupa merkezli olarak başlayan ardından dünyanın dörtte üçünde 1939-1945
yılları arasında devam eden sıcak savaş, Türkiye’de yaşanmamış olmakla beraber bu
yıllarda ülkeyi son derece güç şartlar altında bırakır. Türk milleti bu dönemde savaşa
katılmayan diğer milletler gibi şanslıdır, ancak küreselleşen dünyada Türk milleti de
pek çok sıkıntıya maruz kalır.
116
Muhtemel bir saldırıya karşı savaşa girme mecburiyeti göz önünde
bulundurularak pek çok tedbir alınır. 18 Ocak 1940 tarihli milli korunma kanunu ile
devlet ekonomiyi kontrol altına alarak bu tedbirlerden en önemlisi ve en sıkıntılısını
gerçekleştirir. Halkın alım gücü her geçen gün düşer. Temel ihtiyaç maddeleri kara
borsaya düşer ve böylelikle karaborsacılar, vurguncular ortaya çıkarak yeni bir sektör
peyda olur. Hükümet maddi zorluklar ve salgın hastalıklarla baş etmekte güçlük
çeker. 1942’de hükümet varlık vergisi kanun ile devlete yeni bir kaynak teminine
çalışır. Türkiye’de çeşitli yerlerde tedbir amaçlı savaş hazırlıkları yapılır. Günlük
hayat, bu tedbirler doğrultusunda yeniden düzenlenir.
Đnsanların eğitim durumu dünya görüşü her ne olursa olsun herkesin günlük
konuşmalarının ekseriyetini savaş işgal eder. Savaşın bu şekilde günlük yaşamın bir
parçası olduğu bir ülkede şairler ve yazarlar bu probleme sırt çeviremezler. Savaşın
çirkin yüzünü fark eden ve buna kayıtsız kalamayan aydınlardan olan Necati Cumalı,
bu savaşa kayıtsız kalmamasının nedenlerini şu şekilde ifade eder. “önce kabul
etmemiz gerekir ki, çağımızın belirgin bir yanı politik bir çağ olmasıdır. Günümüzde
bilgisi yettiği ölçüde herkes, artık dünyanın öbür köşelerinde olan biteni anlamak,
öğrenmek isteğini duyuyor. Dünyanın öbür köşelerinde yaşayanların politik
kavgalarını, düşüncelerini, kendi kavgası düşünceleri ile ilgili görüyor. Bu yüzden
kendi yaşadığı ülkeden çok uzaklarda yaşayanların anlayışları, inançları, sosyal
durumları üzerinde doğru bilgiler edinmek istiyor.”211 Gibi düşüncelerle Necati
Cumalı, insanların bu baş belası problemine kayıtsız kalamaz.
2.4.1.1.
CUMALI’YI
SAVAŞ
KONUSUNA
YÖNELTEN
NEDENLER
Đlk şiirlerinde aşk ve yaşam sevgisi gibi daha çok bireyi ilgilendiren şiirler
kaleme alan sonra Necati Cumalı’nın, savaşın hâkim olduğu bir zamanda savaş
konulu şiirler yazması yadsınamaz. Ne var ki, bu savaş döneminde iki yıl askerlik
yapması şairin, savaşın korkusunu, acımasızlığını ve çirkin yüzünü görmesine neden
211
Necati CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1997, s. 92.
117
olur. Đki yıllık bu süre Cumalı’nın şiirlerinde önemli değişikliklere yol açar. Şartların
değişimiyle dünyaya entegre olmakta geri kalmayan şair, dünyayı saran savaşın
ateşine kendi bildiği yöntem ile su serpmek ister. Cumalı, insanların sorunları ile
yakından ilgilenmekten kendini alamaz. II. Dünya Harbi’nin, Türkiye’nin yanı
başında olması, Cumalı için yeni bir konunun doğmasına sebep olmuştur. Necati
Cumalı, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, henüz savaş yıkımlarının onarılamadığı
bir dönemde dünyaya gelir. Savaşın korkusunu, acımasızlığını ve yıkımını yakından
bilen bir toplumun içerisinde bulunan şair, şiirlerini bu olgular çerçevesinde ele
almaya başlar. Cumalı için savaş, büyüklerden anlatılan bir öykü olarak kalmaz;
aynı zamanda iki yıllık askerlik dönemi şairi savaşın korkusunu ve insan
psikolojisine etkisini hissetmesini sağlar. Şair Ezine Kışlası Taştan şiirinde askerlik
yaptığı kışlanın havasını terennüm ederek asker psikolojisinin ne denli zor olduğunu
gözler önüne serer.
Ezine kışlası taştan
Kendin yan kendi derdine
Kaz dağında gene kar var
Esme be rüzgâr akşam akşam212
Moral olarak yıkık bir halde olan şair, rüzgârın esmesini istemez. Rüzgâr bir
sembol olarak kullanılır. Şair, mutsuz olduğu zamanlarda rüzgârın esmesini istemez;
ancak Pazar Günü adlı şiirinde şair, mutlu, keyifli anlarında rüzgârın esmesini
arzular:
Benim memleketimin türküleri
Hey, benim memleketimin türküleri
Söyle be arif, böyle be
Es rüzgâr es
Dağlardan tepelerden içime
Benim memleketimim gökleri
Hey benim memleketimin gökleri
212
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s. 208.
118
Bugün Pazar
Ay yıldızlı bayrak
Kışlaların, okulların üstünde
Düz ovada dörtnala saldım Dilber’i
Hey benim memleketimin gökleri213
Cumalı 1942 baharında yedek subay okuluna girer. Okuldan sonra Ezine de
ona görev verilir. 1945’e kadar süren askerliği döneminde “iki yılını savaş korkuları
içinde geçiren Cumalı’nın duygularını aksettiren”214 Harbe Gidenin Şarkıları adlı
şiir kitabıyla Ankara’ya döner. Ancak bu yeni kitap ile gelen tarz, şairin sevenleri
tarafından yadırganır. Şair, “ben ikinci dünya savaşı yıllarında hayata atılan, geçim
sıkıntısı çeken, devrimlerin duralaması ile gençlik inançları, düşleri baltalanan
kuşağın şairiyim. Üzgündür o kuşak.”215 diyerek yeni konusunu savunur ve
böylelikle yeni bir okuyucu kitlesi kazanır. Şairler ile eserleri arasında güçlü bir bağ
vardır. Cumalı da şiirleri ile sağlam bir bağ kurar. O, gördüğü, bildiği insanları
anlatır. Bu insanlar bizim de çevremizde görebileceğimiz kişilerdir. Yedek subaylık
döneminde Cumalı, çok geniş bir insan albümüyle karşılaşır ve yaşamın çok değişik
zevkleriyle karşı karşıya gelir.216 Ezine Kışlası Taştan adı şiirde Ezine kışlasında bir
yılını geçirmesine rağmen şair, henüz askerliğe kendini alıştıramaz. Kendini garip
olarak görür ve tüm askerlerin yaptığı gibi sıla özlemiyle vakit geçirmeye çalışır.
Askerliğin bir diğer düşündürttüğü ise yaşam ve ölüm gerçeğidir. Sonunda şair,
yaşamak için sınır bekçiliği yapmanın gerekliliği üzerinde durur.
Geleli bir kış bir yaz geçti
Öğle akşam ayaküstü
Gündüzleri şöyle böyle
Her akşam üstüme gariplik çöktü
Đşler yüz üstü memlekette
Tarlalarda tohumun vakti geçiyor
213
Cumalı, a.g.e. 209.
Şerif AKTAŞ, “Necati Cumalı”, Türk Dili, S.454, Ekim 1989, s.199.
215
CUMALI, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, Yeni Edebiyat, S.7, Mayıs 1971, s.7.
216
CUMALI, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Yaşamın Diyeti”, Hacettepe
Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s. 97.
214
119
Yaşamak için katlanıyoruz
Sınırda düşman bekliyor.217
Hayal kurarak zaman geçiren asker Cumalı’nın, kışlanın duvar dibine
oturarak devam etmekte olan savaşta cephe cephe gezen akranlarına zihni kayar. Kış
Günleri adlı şiirde Ezine kışlasının güneşi ile Avrupa’nın Doğu cephesindeki
askerleri ısıtan güneşi düşünerek cephede savaşan askerlerle kendini aynı düşüncede
birleştirir. Necati Cumalı’nın, iki yıllık askerlik döneminde, Avrupa’yı kasıp kavuran
II. Dünya savaşında siperden sipere koşuşturan askerlerin psikolojilerini anlaması
güç olmaz.
Kış güneşini severim paydos vakti
Oturur duvarı dibine kışlanın
Düşünür hayal ederim.
Đşte şimdi doğu cephesindeyim
Bir siperin içinde askerlerle beraber
Sırtımı ısıttığını hissediyorum güneşin
Artık ellerim de üşümüyor218
Necati Cumalı’nın, şiirini bireysellikten toplumsal duyarlılığa götürmesinde
çeşitli faktörler bulunur. Bunlar Cumalı’nın, avukatlık yıllarında insanların çeşitli
problemlerine tanık olması, Birinci Dünya Savaşı’nın yoksul bıraktığı bir halkın
içinde bulunması, iki yıllık savaş korkularıyla geçen askerlik dönemi ve II. Dünya
Savaşı’nın insanlar üzerinde bırakmış olduğu yıkımın varlığı gibi çeşitli etkenlerdir.
Tüm bu nedenler Cumalı’yı, toplumsal duyarlılıkla işlenen şiirler yazmasına yöneltir.
217
218
Cumalı, a.g.e. 208.
Cumalı, a.g.e. 197.
120
2.4.1.2.
CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE SAVAŞIN YOĞUNLUĞU
II. Dünya Savaşı her ne kadar Türkiye’nin dışında olsa da ülkede belli savaş
hazırlıkları yapılır. Savaşın dehşetini basın yayın organlarından öğrenen şair, çok
geçmeden savaşın etkisine girer ve savaş korkuları içinde iki yılını geçirir. Şiirlerinde
şair, harbi soluk soluğa yaşar. Đnsan panoramalarıyla gözlerimizde onları
canlandırmayı başarır. Kendini bir anda savaş bölgesinde bulan şair, ait olduğu yerin
burası olmadığı ve buralara nasıl geldiğini anlamaz. Şair, mısralarla cephedeki
askerlerin duygularına tercüman olmaya çaba gösterir. Cumalı’ya göre askerleri
savaş meydanına getiren sebep, onların dışında gerçekleşir ve orada bulunmaktan
memnun olmadıklarının ifadesi olarak şu mısralar karşımıza çıkar:
Đşte harbin o ilk günleri
Đstasyon ne kadar kalabalık
Bir kız elindeki çiçekleri dağıtıyor yolculara
Hala şaşıyorum o tren
Nasıl getirdi beni buraya219
Samimi bir üslup kullanan şair, Ölüme Yakın adlı şiirinde kendisinin de diğer
askerler gibi bekleyeninin olduğunu ifade ederek ait olduğu yerin neresi olduğunu
vurgulamaya çalışır. Bekleyeninin varlığı, askerleri biraz olsun teskin eder; ancak
günlerin zamanla tükenmesi ve sılaya dönüşün gerçekleşmemesi onların ümidini
yitirmelerine neden olur. Eve dönüş yolu kapanan şair, olay yerini mısralarında
canlandırmayı başarır ve okuyana o anları yaşatır.
Ah, gene yağmur yağıyor
O, başında lacivert beresi
Gene saatin altında
Akşam eve geç kalmışım
Herkes beni bekliyor220
219
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.30.
121
Cumalı, bu mısralarla kendini savaşa gönderilen bir er olarak değerlendirerek
birinci ağızdan savaşın insan psikolojisine etkisini anlatır. Đyi bir gözlemci olan şair,
Özlem adlı şiirde savaşın trajik boyutunu askerlerin adına kendisi gözler önüne serer.
Askerlikte geçen iki yılı, şaire askerlik ve savaş terminolojisi kazandırır. Cumalı, II.
Dünya Savaşı’nın atmosferini canlandırmakta zorluk çekmez.
Güneş tam tepelerde haziran ortaları
Gölgeleri diplerine çekilmiş ağaçların
Bölük talimden döner boşalmış mataraları
Sırtları ter içinde yüzlerinde yangın
Ağır adımları toprak yolu tozutur221
Bu mısralarla gittikçe savaş meydanına yaklaşan şair, bir anda kendini
savaşın ortasında bulur. Cumalı, askerleri toplumun içinde bulunan herhangi bir
birey olarak görür ve onları bu sıradan yönleriyle görmek ister. Savaşı durduramayan
Cumalı, Kış Günleri adlı şiirde erlerin yanında bulunan siper arkadaşı olarak onları
yalnız bırakmamaya gayret gösterir:
Şimdi kolum omuzu altında bir yaralının
“artık benim işim bitti” diyor
“ben artık sizinle gelemeyeceğim”222
Cumalı, savaşa kendini o kadar kaptırır ki onu savaşın her yerinde görürüz.
Kimi zaman savaş şiddetini azaltır. Öyle ki her şey yolunda gözükür.
Ben Don nehri üzerinde bekliyorum
Cephe bu gece sakin
Đleri karakollarda bile
Tek silah atılmıyor
220
Cumalı, a.g.e. 30.
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.126.
222
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.198.
221
122
Ne rüzgâr, ne soğuk
Öyle bir gece ki
Şikâyete hiçbir sebep yok223
Savaşın her yönünü düşünen şair, bu satırlarla savaşa ara verildiği zamanları
da ele alır. Savaşın şiddetinin dindiği zamanlarda şairin gözü yine bir koğuşun
penceresinden içeri ilişir. Askerlere daha yakından bakan Cumalı, onlara merhamet
hissi ile yaklaşır. Cumalı, bu askerleri savaşın şiddetini harlayan birer ölüm makinesi
olarak görmenin ötesinde, onları insani yönleriyle ele alır:
Penceresinden görüyorum
Bir koğuşun
Uyuyan askerleri
Buluttan kurtulan gün gibi
Bazısının yüzü aydınlık
Bazısı alnı ter içinde
Dönüyor yatağında
Tesirinde bir kâbusun
Bazısı kimsenin bilmediği
Bir ismi sayıklıyor.
Uykusu kaçmış biri
Gözleri boş kalan yataklara takılmış224
Cumalı, yukarıda ifadesini bulduğu mısralarında askerleri en doğal halleriyle
yansıtır. Çevremizde gördüğümüz, bildiğimiz, tanıdığımız herhangi bir insanın
özelliğini gördüğümüz bu şiirlerde askerler okuyucuya sempatik gösterilir.
Askerlerin fiziksel özelliklerinin yansıtıldığı Nöbetçi adlı şiirde de askerlerin sıradan
görüntüleri ele alınır. Şair, bu tutumu ile askerlerin her insan gibi sıradan birer varlık
oldukları gerçeğini vurgulamak ister.
223
224
Cumalı, a.g.e. 200.
Cumalı, a.g.e. 201.
123
Sarışın bir nöbetçiyi unutmayacağım
Hep ona bakıyorum bir saattir
Sağ eli tüfek kayışında
Demin cebindeydi
Şimdi miğferini düzeltiyor sol eli
Göz kapakları açılıp kapanıyor kendiliğinden
Havada buğulanıyor nefesi225
Kimi askerler 23’ünde Güneyli âşık, kimi Kuzeyli, kimisi iştahlı, kimisi yazı
yazmayı seven; ama hepsinin ortak noktaları; günahsız, temiz ve masum olmalarıdır.
Necati Cumalı’nın savaşa bakışı olumsuz olmasına rağmen, şair, savaşan askerleri
günahsız olarak ele alır. Şairin bu tutumu ile erlerin savaş meydanına zorlanarak
getirildiği düşüncesi vurgulanır.226 Ancak masum olmak ve günahsızlık, Gece adlı
şiirde bu çocukların hatırlanması için yeterli olmaz. Unutulmuşluk, askerleri olumsuz
yönde etkilemektedir. Đçinde bulunulan durum askerlerin psikolojilerine yansır.
Onlar için yeryüzü ışıksız ve karanlık olarak tasvir edilir. Cumalı, askerleri birer
yıldız olarak nitelendirdiği şiirde unutulmuşluğun vermiş olduğu psikolojik kırgınlığı
gözler önüne serer:
Yeryüzü ışıksız ve karanlık
Sokaklar boş
Ah, bu arada biz yıldızlar
Ne kadar unutulduk.227
Unutulmuşluğun vermiş olduğu ruh hali ile her şey anlamsız ve karanlık
olarak görülür. Yalnız ve mutsuz olan günahsız askerler, savaşın bir an önce
bitmesini arzularlar. Koğuş adlı şiirde Cumalı’nın kendi düşüncesi olarak beliren
mısralarda savaşın bir an önce bitmesi gerekliliğini savaşa istemeden de girmek
225
Cumalı, a.g.e. 201.
Cumalı, a.g.e. 198.
227
Cumalı, a.g.e. 200.
226
124
zorunda olan askerlerin diliyle ifade edilir. Eski günlerin bir an önce gelmesi
istenerek bu vakitsiz ölümlerin önü alınması istenir:
Düşünüyor ne zaman bitecek
Ne zaman arkası kesilecek
Bu vakitsiz ölümlerin
Nasıl gelecek
O eski günler geri.228
20’li yaşlarda hayatını kaybeden bu insanların ölümleri, şairi hüzünlendirir.
Şu Anda adlı şiirde askerler, savaşın ve ölümlerin gerçek sebebini unutarak savaşta
her şeyin sorumlusu olarak serseri bir kurşunu görürler. Savaşın acımasızlığı, sadece
bir askeri değil onun ailesini de derinden etkiler. Herkes gibi bu askerlerin de bir
annesinin, bir sevgilisinin ve bir ailesinin olduğu hatırlatılır. Đnsanların bamteline
dokunmak isteyen şair, askerleri insanların içinde herhangi bir fert olarak gösterir ve
böylelikle askerlere duyduğu acıma hissinin okuyucuda da var olmasını arzular.
“Serseri bir kurşunla”
Yere serilirken bir delikanlı
Bir ana ağlar
Bir gelin yas tutarken229
Bir ananın evladı olan o askeri vuran sadece “serseri bir kurşun” olarak
görülmemelidir. Ancak insanlar, Serseri kurşun adlı şiirde ifadesini bulduğu gibi tek
kabahatin bu kurşunda olduğu konusunda birleşirler.
Ah, bu serseri kurşun
Ne rakı içer
Ne kumar oynar
Gene de bütün kabahat onda.230
228
Cumalı, a.g.e. 201.
Cumalı, a.g.e. 204.
230
Cumalı, a.g.e. 205.
229
125
Ancak şair, bu düşüncenin yanlış olduğunu ifade ederek Kanıt isimli şiirinde
sanıldığının aksine savaş planlarının önceden yapıldığını söyler. Bu tespitini de 1938
model bir tüfeği kanıt olarak göstererek savaşın önceden tertiplendiğini ve tüm
hazırlıkların yapılmış olduğunu vurgular. Nitekim Hitler, Birinci Dünya Savaşı’nın
yol açtığı büyük yıkımı telafi etmek ve Avrupa’nın üstünde Alman yumruğunun
varlığını hatırlatmak ister. Tüm bu sebepleri bir arada düşünürsek Hitler’in, büyük
bir savaş hazırlığı içerisine girdiğini görebiliriz. Bu dönemde büyük bir sanayi
hamlesi gerçekleştiren Almanya’da silah üretimi, tüm hızıyla yapılır.
Tuhaf ne kadar tuhaf
Her şey önceden hazırlanmış
Yerdeki tüfek 38 modeli
Gaz maskesi kütüklük miğfer
Başka hiçbir işe yaramaz
Bu ölen herhalde
Hepsini kullanmasını bilirdi.231
Savaşın gerçek sebebi ortaya konulur. Dünya gittikçe kutuplaşmakla birlikte
bu bloklaşma devletleri karşı karşıya getirir. Dünyaya hükmetme düşüncesi
Avrupa’yı ateş çemberine çevirir. Tabii ki kimse savaşa girince askerin fikrini
soracak değildi ya?232 Cumalı’nın, askerlerin masum olduğu düşüncesi tam da bu
ifadelerde gizlidir. Devletlerin kendi askerlerinin düşüncesini sorma zorunluluğunu
hissetmemiş olmaları Cumalı’yı, askerlerin masum oldukları düşüncesine sevk eder.
Cumalı, belki politik belki de insani bir duyarlılıkla savaşı, bir cinayet olarak görür.
Onu bu düşünceye sevk eden temel düşünce, askerlerin cephelere zorla sürülmesi ve
günahsız, fakir insanların ölmesi olarak belirir. Savaşı planlayanların, günahsız
askerlerin birer ölüm makinesine dönüşmesini arzulamaları Kış Günleri adlı şiirde
görülür. Bu istekleri de çok geçmeden gerçekleşir. Artık bu masum askerler, intikam
için savaşırlar:
231
Cumalı, a.g.e. 204.
Cumalı, a.g.e. 199.
232
126
Sebepleri malum ama bu cinayetlerin
Ne çare geri kalanlar artık
Hürriyet için değil
Đntikam için dövüşüyorlar!233
2.4.1.3.
SAVAŞIN ĐNSAN PSĐKOLOJĐSĐNE ETKĐSĐ
Savaş yıkımları ve acıları içerisinde 1945’te sonlanır. Ölen için zaten
sonlanan savaşta ölüler; artık açlık, susuzluk, kin ve nefret hisleri içerisine
giremeyeceklerdir.234
Savaş sonrasında, geride; annesini, babasını, sevgilisini
bırakan yığınla asker kalır.235
Bir şiirinde Cumalı, savaşın izini yüzünde taşıdığını belirterek hala psikolojik
olarak sıkıntı içerisinde olduğunu vurgular. Sıradan bir insan portresi içerisinde ele
alınan bu şiirde şair, herhangi bir kurşun yarası almamasına rağmen II. Dünya
Savaşı’nın acısını içerisinde hissederek savaş askerlerinin duygularına tercüman
olur.236 Necati Cumalı’nın, savaşı kendine bu derece yakın hissetmesinde, onun
evrensel insan sevgisinin etkisi vardır. Cumalı, savaşları devletlerin veya
düşüncelerin çarpıştığı bir mücadele olarak görmez. O, savaşı; aydınlık ile
karanlığın; hak ile batılın mücadelesi olarak nitelendirir. Bu düşünceler şairin, savaşa
daha fazla ilgi duymasını sağlar. Cumalı için hak ile batılın mücadelesinde askerler
birer piyon olarak belirir. Cumalı, savaşın çirkin, acımasız, kirli yüzünü bilir ve
savaşın insanlık adına kara bir leke olduğu gerçeğini dile getirir. Ancak şair, savaşın
kirli yüzüne rağmen askerleri temiz ve günahsız olarak resmeder ve onlara
merhametle yaklaşır.
Necati Cumalı, insanları renk, dil, din ve ırk ayrımı yapmadan ortak bir
paydada birleştirir. Cumalı’nın ortak paydası ise, evrensel insan sevgisidir.
233
Cumalı, a.g.e.198.
Cumalı, a.g.e. 202.
235
Cumalı, a.g.e.203.
236
Cumalı, BŞ-II, 206.
234
127
Cumalı’ya göre savaşı insanlar değil devletlerin başında bulunan birkaç maceraperest
çıkarır. Cumalı, günahsız olarak nitelediği sıradan askerlerin psikolojilerini irdeler.
Şair, bunu yaparken kendi askerlik döneminde elde etmiş olduğu izlenimlerden
yararlanır. Nitekim iki yıllık askerlik dönemi Cumalı’ya farklı duygulanmalar
yaşatır. Bu dönemde ölümü, öldürmeyi, yalnız kalmayı derinden hisseden şair,
askerlerin hangi ruh haline olduklarını bilmekte zorlanmaz. Savaş meydanındaki
askerlerin psikolojilerini ele alırken şair, yıldız motifini kullanarak o insanların
ümidini, sevincini ya da kimsesizliğini, çaresizliğini belirtmeyi başarır. Yıldızlar
yakın ise şair ümitlenir, hayata bağlanır.237 Fakat yıldızlar uzak ise ümitsizliğin,
yalnızlığın içerisine düşer. Şarkılar adlı şiirde ölüm, bu askerler için olağan bir
durumdur; yaşamak ise olağan dışı bir durumda ancak gerçekleşebilir. Askerlerin
hangi psikolojide olduklarını görmek için bu mısralar önem arz eder.
Bu gece yıldızlar daha uzak
Hatırlıyorum da o cehennemlik günleri
Ne olabilirdi genç yaşımda
Daha kolay daha doğal
Bir rastlantı benim için artık yaşamak238
Özlem şiirinde ise şair, savaş erlerini talimden dönen sırtları terli,
mataralarında su kalmamış olarak yansıtır. Ailesinden uzak her insanın düşüncelerini
bu mısralarda görürüz. Sıradan kişiler olarak görünen askerler, birer köylü çocuğu
olarak çizilerek okuyucunun merhamet hissine seslenilir.
Hep köy çocukları kır bitkileri gibi katı
Ansıdıkları köylerinde harman ayıdır
Bir kuru dere kıyısında bir söğüt altı
Sarı köpek yaşlı ana o doyamadık kadınları
Şimdi hep birlikte oturur terlerini kurutur239
237
Cumalı, BŞ-I, 29.
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.32.
239
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.126.
238
128
Şiirin devamında ise köylü çocuğu olan bu askerlerin konjöktörün emrine
girerek türkü söyler gibi savaş ifadeleri içeren marşlar söyleyip güvenlerinin
artmasını nasıl sağladıkları görülür. Savaşın asıl mimarları, insanların intikam
duyguları ile düşman gördükleri kişilere veya devletlere kin gütmelerini amaçlar. Bu
amaçları çok geçmeden gerçekleşir. Gözlerinde korku yerini cesaret ve nefrete
bırakan askerlerin sözleri de kahramanlık ve intikam ifadeleri içerir.
Bir marşa başlarlar kışlaya yaklaşırken
Sözleri cesaret savaş tunç siper gibi şeyler
Sanki yaz gecesidir her biri türkü söyler
Sesleri yükseldikçe yükselir karışır sıcak yele
O uzak söğütler altında duyulur gibi olur240
Cumalı’nın, masum ve günahsız olarak gördüğü askerler gün geçtikçe savaşın
ritmine kendilerini kaptırır. Artık onlar savaş meydanında düşman arayan birer avcı
olurlar ve bu güven duygusu ile birer ölüm makinesine dönüşürler. Muharebe
Görmüş Bir Adam Anlatıyor adlı şiirde şair, bir sosyolog edasıyla askerlerin içine
girmiş olduğu psikolojik çaresizliğin boyutlarını gözler önüne serer. Harp
meydanında asker, ölmemek için öldürmenin yollarını arar.
Muharebede ne ölüm korkusu gelir
Đnsanın aklına
Ne evi barkı düşünürsün
Gezin üst kenarı ortasından
Arpacığın tepesinden
Beğendiğin yerini seçersin hedefin
Tetiği elin titremeden çekersin241
Savaş
insan
psikolojisini
olumsuz
yönde
etkiler.
Kendini
savaşa
alıştıramayanlar ve bulunması gerektiği yerin cepheler olmadığını düşünenler,
240
241
Cumalı, a.g.e. 126.
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.206.
129
gittikçe içlerine kapanıp hayattan bağlarını koparırlar. Zamanla savaşın korkusunu
yenip kendini bu savaşın bir parçası olarak görenler ise birer ölüm makinesine
dönüşürler. Savaşta en büyük korku olan ölüm hissi, insanın en alışkın olduğu tatları
bile farklı algılamasını sağlar. Artık, sigaranın tadı bile bu ortamda değişir, palto
ağırlaşır.242
O anda nöbet tutan bir ere gözü ilişen şair, askerin dalgınlığının
farkındadır. Nöbetçi askerin bu dalgınlığı, şaire yabancı gelmez. Cumalı, askerlik
yaptığı dönemde alışkın olduğu bu duyguyu kendisi gibi gördüğü askerde yansıtarak
nöbet tutan askerin dilinden tüm masum askerlerin genel düşüncelerini yansıtır.
Nöbetçi adlı şiirde niçin’ini, neden’ini bilmedikleri bir savaşın ortasında kendini
bulan askerler, eski günlerinde neler yaptıklarını düşünüp geçen günlerin nasıl
geleceğini bilememektedirler.
Geziniyor alışkanlıktan
Düşünmeden bakınıyor
Niçin bilir mi?
Đşine giderdi eskiden
Şu anda nöbet bekliyor!243
Necati Cumalı, zihnini kurcalayan bu savaşın ne zaman biteceğini, bu vakitsiz
ölümlerin ne zaman kesileceğini merak ederek eski günlerin gelmesini büyük bir
ümitle bekler. Savaş, kişiler üzerinde ağır yaralar açar. Her günü ölüm korkusu
içinde geçiren askerler, zamanla ölmemek için öldürmeyi seçerler. Askerleri savaş
meydanına sürenlerin de istediği aslında budur. Askerlerin birer avcı olması, onların
fikirlerini sormadan siperlere gönderenlerin arzuladığı durumdur. Gün geçtikçe eve
dönme ümitlerini kaybeden askerler, eski günleri birer hatıra olarak görür ve geçen
güzel günlerin bir daha geri gelmeyeceğini düşünürler.
Uykusu kaçmış biri
Gözleri boş kalan yataklara takılmış
Düşünüyor ne zaman bitecek
242
243
Cumalı, a.g.e. 200.
Cumalı, a.g.e. 198.
130
Ne zaman arkası kesilecek
Bu vakitsiz ölümlerin
Nasıl gelecek
O eski günler geri. 244
Necati Cumalı, askerlik yıllarında edinmiş olduğu psikolojik deneyimle Đkinci
Dünya Savaşı’nda siperden sipere koşan askerleri anlayabilir; onların ruhsal
buhranlarına tercüman olur. Cumalı, askerliği sırasında herhangi bir düşman
askeriyle karşı karşıya gelmemişse de ölümü yakından hissetmiştir. Đki yıllık bu süre
Cumalı’nın, sıla özlemi, aile hasreti, geçmiş güzel günleri yâd ve ölüm korkusu gibi
duygular yaşamasını sağlar. Bu duyguları iyi bilen şair, Đkinci Dünya Savaşı’nda
cephesi her ne olursa olsun çarpışan askerlerin ortak duygusunu seslendirir. Asker
psikolojisini yakından bilen Cumalı, askerlere büyük bir şefkatle yaklaşır. Şair, onları
birer ölüm cellâdı olarak görmeyip askerlerin insani yönlerini ön plana çıkarır.
2.4.1.4.
SAVAŞ-MEKÂN ĐLĐŞKĐSĐ
Necati Cumalı’nın savaş konulu şiirlerinin büyük bölümü Türkiye dışında,
savaş bölgelerinde geçer. Fransa, Đsviçre, Polonya, Almanya, Rusya, Orta Asya ve
Amerika topraklarında gerçekleşen çarpışmalar, sivil halkın ve askerlerin yaşam
mücadeleleri, esir kamplarındaki işkenceler, gün geçtikçe artan ümitsizlik, yılgınlık,
fakirlik çeşitli eserlerle Türk okuyucusunun karşısına çıkar. Şair, Esir adlı şiirinde
Nazi askerinin başında bekleyen bir asker olarak karşımıza çıkar.245 Cumalı, Gece
şiirinde ise Rusya’nın Don Nehri kıyısında gece nöbeti tutan bir er oluverir. Nöbet
tutan askerin psikolojisini daha yakından tanıma, tanıtma imkânı bulan Cumalı,
askerin duygularıyla savaş atmosferini güçlendirmek ister.246 Savaşın yoğunluğu ilk
ağızdan okuyucuya duyurulmuş olur ve böylelikle şair, okuyanların bamteline
dokunmak isteyerek okuyucuların da şairin kendisi gibi savaşın acımasız gerçeğini
görmelerini ister.
244
Cumalı, a.g.e. 201.
Cumalı, BŞ-II, 199.
246
Cumalı, BŞ-II, 200.
245
131
Türkiye’nin dört bir yanı savaştan etkilenmekle beraber, başta Đstanbul olmak
üzere muhtemel ana hedef konumundaki büyük şehirlerde savaş korkusu daha yoğun
yaşanır. Hal böyle olunca, tedbir amaçlı çeşitli savaş hazırlıkları yapılır. Her ne kadar
Türkiye, I. Dünya Savaşı’nın izlerini henüz silemese de bu tür hazırlıklar yerine
getirilmeye çalışır. Böyle bir ortamda Necati Cumalı, savaş-şehir(mekân) ilişkisini
iyi yakalar. Savaşın genel izleri bu mekânlarda gözlemlenebileceği için şehirler,
Cumalı için önemli gözlem yerleridir. Şair, Kış Günleri adlı şiirde bütün bir savaşın
yıkımını somutlaştırarak durumu, şehirdeki yansımalarıyla insanlara sunar. Yıkım
tüm çıplaklığıyla şehirlere yansır. Savaşın yıkımına uğrayan şehirleri imar kolay
olmayacaktır. Yapılacak imar ise ancak eskiyi inşa etmek olacağı için savaşanlar için
yıllarca geriye gidildiğinin bir göstergesi olur.
Şimdi yaklaştığımız şehrin
Yıkık evleri, kuleleri görünüyor uzaktan
Ah, daha uzun seneler
Eskiyi yapmakla geçecek yeniden247
II. Dünya Savaşı’nın bütün yoğunluğuyla yaşandığı ve bütün kıta
Avrupa’sının Alman egemenliğinin altında olduğu bir dönemde Nazilerin öncelikle
alınmasını istedikleri üç şehir, aynı zaman da Rusya’yı kuzey-güney ekseninde ikiye
ayıran bir hattı da çizmekte olan Leningrad, Moskova ve Stalingrad’dır. Bu şehirler
Nazi ve Komünist bloğun hesaplaşması olarak görülür ve Nazilerin özel anlam
yükledikleri yerlerdir. Şiddetli çatışmaların yaşandığı bu şehirler, adeta harabeye
döner. Leningrad adını taşıyan bir şiirde savaşın soğukluğu ve öfkesi şehre yansır.
Şehir adeta savaş yorgunu bir asker olarak görünür. Bitkin bir insan gibi görülen
Leningrad şehri, büyük bir kuşatma yaşar. 8 Eylül 1941 ile 27 Ocak 1944 yılına
kadar 872 gün süren modern dünyanın en büyük kuşatmalarından biri olan Leningrad
Kuşatması ile şehrin bir harabeye dönüşmesi güç olmaz. Modern tarihin en uzun
kuşatmalarının gerçekleştiği üç şehir olan Leningrad, Stalingrad ve Berlin büyük
yıkımların yaşandığı kentlerdir.
247
Cumalı, a.g.e. 198.
132
Niçin daha çabuk
Niçin acele bu kadar
Gamsız kanallarla yarışır
Öfkeli sokaklar
Caddeler yürür üstüne
Ürkek alanların
Saray avlularında
Kuşatır atlıları naralar
Niçin bir tren
Hep çığlık çığlığa
Kıyıda bir gemi
Savaş yorgunu dargın
Top namluları tünek martılara
Sanki baharda yeşerecek ağaç dallarıdır
Niçin insan hep unutur
Otel odalarında
Ansımaya çalışır
Nerededir kaç yılıdır
Kuşkular karışır umutlara248
Şair, “Gece” adlı şiirinde bir Rus askerini zihninde canlandırır. Asker Don
Nehri üzerinde bulunan Stalingrad’da nöbettedir.249 Stalingrad Kuşatması da kanlı ve
uzun süren bir savaş meydanıdır. Necati Cumalı, bu üç şehri seçerken bu kentlerin
sembolleşen yönlerini ön plana çıkarmak ister. Solun, solculuğun ve komünizmin
kaleleri olarak görülen Leningrad ve Stalingrad şehirleri, şairin dünya görüşünün bir
neticesi olarak ön plana çıkar. Berlin ise Nazi milliyetçiliğin merkezi olduğu gerçeği
ile değerlendirilirse sağlıklı bir sonuca varılabilir. Nitekim Leningrad ve
Stalingrad’da Kızıl Ordunun, Nazi güçlerini durdurması ve Berlin’de ise Alman
248
249
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.215.
Cumalı, BŞ-II, 200.
133
ordusunu bozguna uğratması, bu şehrin Necati Cumalı için öne çıkması için
yeterlidir.
Şehirler, savaşın yıkımını gözler önüne sermesi bakımından insanlara büyük
bir panoramik müze görüntüsü verir. Savaşlar; yıkımları ve ayırdıkları ile en çok
şehirlerde kendini hissettirir. Şehirde bulunan surlar ile top mermilerinin açmış
olduğu büyük çukurlar, savaşın dehşetini vermesi bakımından önemlidir. Yıkımları,
ölümleri, göçleri ve ihanetleri en iyi şehirler bilir. Cumalı da şehirlerin bu yönlerini
bildiği için savaş-mekân ilişkisini başarılı bir şekilde kurar. Simgesel bir ifadesi olan
şehirler, savaşın en trajik atmosferini yaşamış mekânlar olarak karşımıza çıkar.
2.4.1.5.
SAVAŞIN TOPLUMSAL ETKĐLERĐ
Savaşın insan hayatını olumsuz yönde etkilediği su götürmez bir gerçektir.
Türkiye savaşın dışında kalmasına rağmen ülkede ekonomik durum bozulur.
Yoksulluk, sefalet, açlık, satın alma gücünün azalması dar ve sabit gelirli insanlar
için adeta bir kader haline gelir. Fakirlik, kendisiyle beraber ahlaki yozlaşmaya yol
açar. Bütün bu olumsuzluklardan etkilenen kurum ise toplumun temel taşı olan
ailedir. Yoksulluk, ailedeki huzuru bozar. O dönemde hayat pahalanır, ekmek
karneye bağlanır. Necati Cumalı, Taşrada Küçük Bir Yer adlı şiirinde tüm bu
sıkıntıları şiir diliyle anlatmaya çalışır. Bir türlü ekonomik krizden çıkamayan bir
Türkiye resmi çizilir. Savaş başladı, bitti derken kriz Türkiye’de yine de etkisini
devam ettirir.250
Savaş zorluklarına göğüs germek zorunda kalan bir kuşağın şairi olan Necati
Cumalı, özeleştirisini yaptığı bir yazısında bu zorluğun boyutlarına değinir. Şair,
kendini II. Dünya Savaşı yıllarında hayata atılmak zorunda hisseder. Bu dönemde
Türkiye’nin içinde bulunduğu geçim sıkıntısı herkes gibi Cumalı’yı da etkiler. Necati
Cumalı, üzgün bir kuşağın şairidir. O, diğer akranları gibi inançlarının, düşlerinin
250
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.28.
134
baltalandığını düşünür.251 Đnsanların yaşamını değiştiren savaş, günlük yaşamı
yeniden düzenleyerek hayatın ritmi, savaşın ve ekonomik krizin gölgesinde
şekillenir. “Đkinci Dünya savaşından sonra gelişen gerçekçi edebiyatımız ülkemizin
Söke’den Çukurova’ya, Burdur’dan Cide’ye kadar uzanan topraklarda farklı yaşam
biçimlerini, farklı üretim koşullarını yerel renkleri ile önümüze serdi.”252 Bu farklı
renkler ve farklı yaşam biçimleri, şairin ilgisini çeker. Cumalı, savaşın insan
yaşamına olan etkisi görür. Đnsanların alım gücü düşer, savaş korkusu git gide
herkesi sarar. Tüm bu olumsuzluklar Cumalı’yı toplumun duyarlılığını yansıtması
için yeter. Kalemini toplumun sorunları için kullanmaktan çekinmeyen Necati
Cumalı, modern dünyanın en büyük ikinci faciası karşısında sessiz kalamaz.
2.4.1.6.
BEN’LĐKTEN
AYDINLIK
BĐR
BĐZ’LĐĞE:
OLUŞTURULAN KĐTLESEL TEPKĐ
Dünyanın her yerinde aydın diye adlandırılan; eğitim görmüş, sentez
yapabilen, kendisini ve başkalarını sorgulayabilen, fikirleriyle ve değer yargılarıyla
hesaplaşabilen ve toplumu düşünceleriyle yönlendirebilen kesimin tüm dünyayı
etkisi altına alan ve yıkımlarıyla insanlık tarihinde kara bir leke olarak kalan II.
Dünya Savaşı ile ilgilenmemesi mümkün değildir. Birçok aydın savaşla alakalı tahlil
ve tenkitler yapar. Savaş konusunu çok yönlü olarak ele alır. Ne var ki, bütün bir
dünyayı olduğu gibi bu savaş, Türkiye’yi de sağ ve sol diye bloklaştırmıştır. Bu
bloklaştırmayla beraber aydınlar, düşüncelerini kendine yakın gördüğü dünya
görüşünün etkisiyle ifade ederler. Ancak, Necati Cumalı şiirlerinde savaşın
trajedisini yansıtırken siyasi görüşten uzak insani duyarlılıkla eserlerini oluşturur. O,
ırk ayrımı yapmadan insanları kucaklamaya çalışır. Çünkü Necati Cumalı, “insan
sevgisinin, barış duygusunun, özgürlüğün ozanıdır.”253
251
CUMALI, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, Yeni Edebiyat, S. 7, Mayıs 1971, s.7.
Konur ERTOP, “Necati Cumalı’nın Şiirinde Urla’dan İzler”, Türk Dili Dergisi, S. 30, Mayıs-Haziran
1992, s. 43.
253
Konur ERTOP, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s. 12.
252
135
Şair, Sunu adlı şiirinde tarihin hürriyet kavgalarında ölenler diye seslendiği
savaşın masum kahramanlarına methiye düzer. Bu şiirde şair din, dil, ırk, zaman ve
mekân farkı gözemeksizin sulh için, özgürlük için, hak ve aydınlık için ölen tüm
insanları kutsar.254 Kış Günleri adlı şiirde benliğinden sıyrılıp zamanı ve mekânı hiçe
sayarak şair, tüm insanlığın özgürlüğü için var gücünü ortaya koyar. Böylece Necati
Cumalı, hiçbir milliyet farkı gözetmeksizin, bilmediği kadınları, çocukları ve isimsiz
ihtiyarları düşünmekten fazlasıyla hoşlanır. En özlü heyecanı, ahlaki ve sosyal bir
hürriyetle beslenen beşeri kardeşlik duygusunu ayakta tutmaktır. Zira o, bu duygu
sayesinde kendi memleketinin göklerini, başka memleketlerin göklerine, kendi
şehirlerini diğer şehirlere, Türk insanını diğer insanlara “açabileceğine” ve
“ben”liği aydın bir “bizliğe” aktararak “kitle” halinde yaşayabileceğine inanır.255
Đşte benim bütün boş saatlerim
Hep onların yanıbaşında
Onları düşünmekle geçer
Bazen sıcağında Libya’nın
Bazen temerküz kamplarında
Bazen hücuma uğrayan bir şehrin
Kadınları, çocukları, yaşlılarıyla beraber256
Barışın, özgürlüğün ve insan sevgisinin ozanı olan Cumalı, acıma hissiyle
askerlere yaklaşır. Bu duygusunda ozanın, iki yıllık yedek subaylık tecrübesinin
büyük etkisi olduğu gerçeğini göz önünde tutmakta fayda vardır. Görüşü alınmadan
sevdiklerinden koparılıp cephelere sürülen askerler; ölüm korkusu, açlık, kin ve
nefret gibi hislerle gün geçtikçe farklılaşırlar. Sevecen bir üslup ile yazılan bu
mısralar, şairin askerlere bakışını göstermesi açısından önemlidir. Zira şair, Karda
Ayak Đzleri Var adlı şiirde ölen askerlerin ardından bir ağıt yakar gibi üzüntüsünü dile
getirir. Ölümün trajedisini de görebildiğimiz bu mısralarda Cumalı, doğan güneşin,
yıldızların ve gecenin artık o askerler için bir anlamının kalmadığını ve uzak
şehirlerde onların sevgililerinin bulunmadığını hatırlatır.
254
Cumalı, BŞ-II, 196.
Nazım KEMAL, “Denizin İlk Yükselişi”, Yeni Sabah, İstanbul, 3 Ocak 1955, s.23.
256
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.198.
255
136
Onlar için hatıra yok
Saat durmuş
Onlar için değil
Yıldızlar ve bu gece
Onlar için değil gelen güneş
Artık onların yok
Uzak şehirlerde
Sevdikleri257
2.4.1.7.
SAVAŞ
SONRASI
SILAYA
DÖNÜŞ
ve
OLUŞAN
YABANCILAŞMA
Anadolu insanı savaş yıllarında olduğu gibi savaştan hemen sonra da,
neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan savaşın izlerini taşır. Yaşanan sıkıntı ve
yokluk dolu günler, her şeyden önce insanımızı olgunlaştırmış, onlara hayat tecrübesi
kazandırmıştır. Çekilen sıkıntılar, büyüklerden anlatılan birer hikâyeden öte, artık
görülüp yaşanılan zorluklardır. Böyle sorunları olan bir neslin içerisinde olan Necati
Cumalı, bir yazısında değindiği Eskiyen Adam adlı öyküsünde Arap-Đsrail savaşına
katılan bir gencin, savaştan sonra paraya, rahata dönük yeni yaşam koşullarına ayak
uyduramayışını belirterek kendisiyle olan ilişkisine değinir. “O öyküyü yazarken ben
de “eskiyen adam” olarak duymuştum kendimi, moral değerlere sırt çeviren
toplumumuzun, II. Dünya savaşı sonrası gidişine hep yabancı kaldım.”258 Böyle bir
ruh halinde bulunan Cumalı, Dönüş adlı şiirinde savaş sonrası evine dönen bir askeri
de bu ruh halinde işler ve askerin yeni, yeni olduğu kadar önceki hayatına
alışmamasını başarılı bir şekilde resmeder. Ailesinden, sevdiklerinden yıllarca ayrı
kalıp siperden sipere koşup ölümü kollayan birçok arkadaşının yok oluşuna tanık
olan asker, sağlıklı bir psikolojiye sahip değildir. Necati Cumalı, tüm bu sıkıntılara
düşen askerin; sevdiklerine, ailesine, memleketine yabancılaşmasını şiir diliyle
okuyucuya sunar. Cumalı, askerlerin sılaya ve sevdiklerine mutlu bir şekilde
dönmesi ve onlarla mutlu bir hayat yaşaması gibi popülist yaklaşımlara girmez. O,
257
258
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.202.
CUMALI, “Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili Dergisi, S. 30, Mayıs-Haziran 1992, s.51.
137
gerçekçi bir bakış açısıyla savaş sonrası askerlerin psikolojik kırgınlığını gözler
önüne serer.
Gene memleketimdeyim
Gene her zamanki evimde
Karım hep böyle mi severdi beni
Demek hep beni böyle bekledi
Annem, çocuğum
Aradan yıllar geçti
Bu insanlardan, bu kasabadan uzak
Bir başka yabancılık değil mi bu?
Sevgili, akraba da olsak
Sanki ilk kez görüyorum
Damların üstüne açılan
Bu görüntüyü penceremden
Bu ağaçları, sarmaşıkları
Ne tuhaf, unutmuşum259
Ama tüm bunlara rağmen, yabancılık hissinin geçeceği ve aydınlığın,
özgürlüğün sembolü olan güneş motifi ile insanın, hayata yeniden bağlanması
gerektiği vurgulanır.
Şair, savaş yıllarını kimi zaman içerden, kimi zaman da dışarıdan başarılı bir
şekilde yansıtır. Bu bakımdan, izlek (tema) bütünlüğü tüm şiirlere yayılır. Tek tek
şiirler bir bütünün parçaları gibidir. Necati Cumalı, savaşın dehşetini, acılarını safça
bir şaşkınlıkla dile getirir. Cumalı, savaşın niteliğinin bilincindedir ve savaşın
yıkıcılığını gerçekçi bakış açısıyla dışa vurur. 260
2.4.2. ĐSPANYA ĐÇ SAVAŞI
259
260
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.207.
Ahmet ADA, “Yıllarca Bir Geyiğin Ardından”, Türk Dili, S. 350, Şubat 1981, s. 487.
138
Đspanya Đç Savaşı, 17 Temmuz 1936 - 1 Nisan 1939 tarihlerinde Đspanya'da
milliyetçiler ile cumhuriyetçiler arasında gerçekleşmiş bir savaştır. Savaş, 17
Temmuz 1936'da General Francisco Franco'nun komutasındaki milliyetçi güçlerin
seçimle
işbaşına
gelen
Cumhuriyetçi
"Halk
Cephesi"
koalisyonuna
karşı
ayaklanmasıyla başlamıştır. Üç yıl süren ve Đspanya'da büyük yıkıma yol açan iç
savaş, 1 Nisan 1939'da milliyetçilerin zaferi ile sonlanmıştır. Savaşın sonucunda
Đspanya'da Franco'nun, 1975'deki ölümüne kadar sürecek olan, diktatörlüğü dönemi
başlamıştır.261
Hitler ve Mussolini isyanın başlamasından hemen sonra Franco'nun emrine
birer uçak filosu göndererek 13,500 kişiyi Fas'tan Đspanya'ya taşırlar. Müteakip
günlerde de 200,000'i geçen Alman, Đtalyan ve Arap askeri bölgeye sevk edilir.
Bunun karşısında Cumhuriyetçiler, SSCB'nin ve muhtelif ülkelerden gelen
gönüllülerin desteğini alır. Bu savaşta Alman Kondor Lejyonu hava taktiklerini ve
teorilerini denemek fırsatı bulur. Bunlar içinde en önemlisi 27 Nisan 1937 yılında
Guernica'nın yoğun hava bombardımanı ile yok edilmesidir.262
Mart 1939'da Falanjistler, yarım milyon ölü-yaralı, bir milyondan fazla
sürgün ve sınırsız tahribata sebep olarak ülkeye hâkim olurlar. Almanlar deneyim
açısından en kazançlı çıkan ülke olur. Đspanya Đç Savaşı Hitler'in durumunu
güçlendirir. Böylelikle Fransa üçüncü bir Faşist komşuya sahip olur.263
Ayrıca Akdeniz'deki bu gerginlik, Hitler'in Orta Avrupa'da rahat hareket
etmesini; Avusturya ile Çekoslovakya'ya ilhakını kolaylaştırır. Ayrıca Madrid'i
Berlin-Roma Anti Kominterin paktına yakınlaştırır. 1940'da Çelik Pakt adını alacak
olan üçlü dayanışmanın temelleri de atılmış olur.264
Dünya bu savaş ile birlikte ikiye bölünür. Dünya, milliyetçiler ve
cumhuriyetçiler olarak ayrışır. Bu savaş, Necati Cumalı’nın şiirlerine de konu olur.
Necati Cumalı, “Acılı Đspanya” adlı uzun şiirinde dünya; faşistlerin ve
cumhuriyetçilerin saflarında ikiye bölünmüş olarak resmedilir. Dünya gittikçe iki
261
Pierre Vilar, İspanya İç Savaşı, (Çev. Işık Ergüden) Dost Kitapevi, 2007, s. 23.
Vilar, a.g.e., s. 29.
263
Vilar, a.g.e., s. 38.
264
Vilar, a.g.e., s. 44.
262
139
uçlu sivrilmeye başlar. Bu savaşın insan tarihine bırakmış olduğu en büyük yıkım,
kardeş kavgasının somut şeklini vermiş olmasıdır. Şair, kardeş kavgasını tüm
dünyayı felakete götüreceği üzerinde durur. Cumalı, savaşan askerleri merhamet
hissiyle kucaklarken; politik bir yaklaşımla cumhuriyetçileri haklı olarak görür. Ona
göre özelde Đspanya, genelde tüm dünyada aydınlığın, özgürlüğün, hakkın, adaletin
ve buna benzer birçok güzelliğin yeşerebildiği yerlerin, cumhuriyetin egemen olduğu
yerlerdir. Cumalı, buna karşın milliyetçiliğin hüküm sürdüğü yerlerde karanlığın,
adaletsizliğin yaygın olduğunu, güçlünün güçsüzü ezdiğini vurgulayarak okuyucuya
neyin iyi neyin kötü olabileceğini belirtir. Bu şiirin “sözlük” bölümünde insanların
kinleri ve hırsları ete-kemiğe bürünerek göze görünür:
Ne varsa o savaşta
Dışa vuruldu
Açık açık görüldü
Olumlu olumsuz
Ne varsa bizi biz eden
Kardeşlik cesaret zekâ
Hasret hile kin
Daha ne varsa bizden
O savaşta el yüz oldu
Ete kemiğe büründü
Göze göründü.265
Cumalı, şiirin devamında iyinin, kötünün; hayalin, gerçeğin ne olduğunu bu
acılı savaşta tüm çıplaklığıyla gördüğünü belirtir. Çünkü Fransız devriminde
başlayan, modern dünyada Nazi Almanya’sı ile iyice kangren haline gelen kafatasçı
milliyetçiliği, kardeşi kardeşe kırdıracak kadar acımasızdır. Bu tür milliyetçilik ile
insanların asıl yüzü ortaya çıkar. Faşistliği ve cumhuriyetçiliği seçen insanlar, bu
şekilde saflarını belirlemiş olur. Cumhuriyetçilerin ünlü Madrid Savunması’nın
anlatıldığı bölümde kardeş olan Đspanyolların, nasıl da farklı cephelerde savaşarak
265
Cumalı, (Etiler), BŞ-II, s.296.
140
birbirlerini öldürdükleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Poca, Amelia, Julio,
Francisco, Sevilla’dan Antonio, hayat kadını olan Rosita, Toledo’dan Miguel ve
niceleri cumhuriyetçilerin saflarında karanlığa karşı mücadele ederler. Tüm bu
kişilerin ortak özelliği, saflarını bilerek seçmiş olmalarıdır. Necati Cumalı, dünya
görüşü olarak kendine cumhuriyetçileri yakın hisseder. Bu yakınlık ile Cumalı,
cumhuriyetçilerin saflarında savaşanların bu tercihlerini bilerek ve isteyerek
seçtiklerini ifade eder. Şair, milliyetçilerin safında bulunanları ise cahil olarak görür.
Cumalı’nın örneğini verdiği Burgos Köylerinde çoban Manola, şairin milliyetçilere
bakışını gösterir. Şiirde çoban Manola, bir uyurgezer gibi katıldığı bu savaşta ateş
etmesini dahi bilmemektedir. Ateş et denildiğinde kendi keçilerine ateş edecek kadar
silahtan uzak bir insandır. Milliyetçilerin zoruyla katıldığı bir savaşta ne için
savaştığını bilemez. Necati Cumalı’nın, sadece bu ayrımda bile cumhuriyetçilere ve
milliyetçilere bakışını gösterir. Cumalı’ya göre cumhuriyetçiler bilinçli, aydın,
ülkenin geleceğini düşünen fertler olarak yansıtılırken, Milliyetçiler ise ne için
savaştığını bilemeyen, iktidardakilerin zorlaması ile savaşa katılan insanlardır.
Savaş şaşmaz bir eldi
Açar sözlüğü
Parmak basar gösterir:
Đşte Poca, Amelia, Julio, Ramon
Sevecen yürekli cömert
Kardeş çocukları Escorial’in
Çorak Avila yaylalarının
Madrid savunmasında öldüler…
Đşte Burgos köylerinde çoban Manola
Bir uyurgezer gibi katıldı bu savaşa
Elinde Nazilerin gönderdiği bir tüfek
Ateş derler kendi keçilerine ateş ederdi
Yak derler yakardı Burgos köylerini
Madrid kapılarında öldü o da…266
266
Cumalı, a.g.e. 297.
141
Şair, Boğa ve Güvercin alt başlığıyla verdiği şiirinde sembollere başvurarak
cumhuriyetçileri ve milliyetçileri anlatmaya çalışır. Necati Cumalı, milliyetçiliği
azgın bir boğa olarak resmettiği bu şiirinde karartısıyla boğa tüm Đspanya’nın
aydınlığına saldırır. Boğa geçtiği her yeri yakıp yıkar. Bağlar, başaklar öfkeli
boğanın (faşistlerin) ayakları altında ezilir. Ülkeye acı, kaos ve ölüm hâkim olur.
Aydınlık, yerini karanlığa bırakır.
Boşanır karanlık ahırından
Lekeler karaltısıyla Đspanya topraklarını
Başak tutmuş ekinler, salkımlı kütükler
Ezilir ayakları altında
Taneli zeytin dalları kırılır
Kerpiç damlar yıkılır boynuzlarıyla
Saldırır aydınlığa
Aydınlığı boynuzlar…267
Hızını alamayan kara boğa, al bir pelerin olarak ifade edilen Madrid’e var
gücüyle saldırır. Şiirin devamında ise bu kez cumhuriyet al bir pelerin olarak çizilir.
Cumhuriyet, göklerinde binlerce güvercinin uçtuğu güvenli bir sahil olarak da
görülür. Sembolleri seçerken bilinçli davranan Necati Cumalı, boğanın saldırgan
özelliği ile milliyetçilere; güvercinin ise temizlik, özgürlük ve masumiyet gibi
yönüyle de cumhuriyetçilere göndermede bulunur.
Sinirlerine hâkim olamayan kanlı boğa, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkar.
Soluyarak her şeye saldıran kara boğa, kendi gölgesine bile tahammül edemez.
Đspanya göklerinde birer özgürlük sembolü olan ak güvercin ve uçurtma da azgın
boğanın hışmından nasiplenir ve yıkılan Đspanya gibi yok olur. Cumalı, bu savaşta
yenilenin tüm özgürlük savunucuları olduğunu ve dünya, bu yenilginin acısını uzun
süre çekmek zorunda kalacağını belirtir. Harabeye dönen dünyanın, insanlık adına
bir yenilgi olarak kayda geçer:
267
Cumalı, a.g.e. 299.
142
Kanlı boğa koparak Salamanca’dan
Soluyarak acılı Đspanya’ya öfkesini
Boynuzlayarak nar ağaçlarını gelincikleri
Kendi gölgesini bile
Yıktı Đgnazio’yu çiğnedi pelerinini
Ne güvercin kaldı ne uçurtma
Karardı Đspanya gökleri
Yenildik!…268
Necati Cumalı, Đnanç Yılları adlı şiirinde tarihi ikiye ayırır. Şaire göre tarih,
inancın yıldızının parladığı dönemler ve ışıkların izini yitirdiğimiz dönemler olarak
ayrılır. Cumalı, Đspanya’nın içinde bulunduğu durumu anlatırken karşılaştırma
yolunu tercih ederek okuyucunun gözünde doğru ile yanlışın, hak ile batılın, ak ile
siyahın ayrımını canlandırır. Đnancın yıldızının parladığı dönemde her şey güllük
gülistanlıktır. Bu dönemde insanlar özgür ve mutludur. Đnsanlar gibi doğa da mutlu
bir tablo halinde resmedilir. Bu tabloda ışık motifi sıklıkla kullanılır. Umut, deniz
feneri olarak görülmesinin yanında, karanlıkları çoban ateşi yırtar. Cumalı’nın,
karanlık ile bir sorunu olduğu açıktır. Ancak karanlık sadece bir doğa olayı olarak
görülmez. Karanlık, bir motif olarak işlenerek özgürlüklerin, umutların olmadığı bir
durumu sembolize eder.
Çoban ateşleri yırtar karanlıkları dağlarda
Dörtnal sürer güneşler atlarını
Gür akan nehirlerin sırtında
Esintilerle çırpınan otlar çiçekler
Atılır akmak ister yan yana çağıltılı sularla
Umut gür ışıklı bir deniz feneri269
Bu inançla Hz. Musa Kızıldeniz’i ikiye ayırmıştır. Hz. Đsa’nın çarmıh
yarasının acısını dindiren de yine bu inançtır. Derileri yüzülenleri, darağaçlarında
odun yığınlarında diri diri yakılanları yine bu inançla sebat eder buluruz.
268
269
Cumalı, a.g.e. 300.
Cumalı, a.g.e. 300.
143
Işıkların izini yitirdiğimiz bölümde ise karanlık tüm dünyaya hükmeder.
Dünyanın her yerinde karanlığın gücü geçer akçe olur. Dünya bu dönemde zulüm ve
haksızlıkların baş gösterdiği, insanların köşe başlarında öldürüldüğü bir döneme
girer. Karanlığın hüküm sürdüğü dünyada yaşam, dipsiz bir kuyu; dünya ise kapısız
ve penceresiz bir gece olarak belirir. Kuşkuların arttığı; ölümlerin, iniltilerin
sıradanlaştığı; insanların pusulasını kaybettiği bir döneme girilir. Necati Cumalı, tüm
bu benzetmelerle milliyetçiliğin insanlığa onarılamaz zararlar verebileceğini
örneklerle göstermek ister.
Yol şaşırdığımız karanlıklar dönemi
Yaşam dipsiz bir kuyudur
Dünya kapısız penceresiz gece
Saatlerin durduğu geçmek bilmediği
Kuşkuların böcekleri yürekleri kemirir
Derinleşir hıçkırıklar iniltilerle
Savrulur havalarda yalnızlığın külleri270
Tarihin aydınlık yüzü olan inanç yılları ile tarihin karanlık yüzü olan ışıksız
seneler Đspanya Đç Savaşı’nda karşı karşıya gelir. Necati Cumalı, aydınlık ve
karanlığa getirmiş olduğu bu keskin ayrımdan sonra Đspanya iç savaşına dış bir boyut
kazandırır. Cumalı, savaşı Đspanya’nın bir iç meselesi olarak görmenin ötesinde, bu
harbin, tüm insanlığın mücadelesi olduğunu vurgulayarak insanların bu mücadeleye
kayıtsız kalmamasını ister. Kayıplarıyla, trajedisiyle, ölümleriyle II. Dünya Savaşı,
yakın tarih üzerinde daha fazla yara açmasına rağmen; Necati Cumalı, siyasi bir
duyarlılık göstererek Đspanya Đç Savaşı’nın uygarlık tarihinin en önemli kavşağı
olduğunu Đnanç Yılları şiirinin devamında iddia eder. Necati Cumalı’nın siyasi
görüşü, keskin ayrımlar yapmasında etkili olur. Cumalı, cumhuriyetçileri; aydınlığın,
insan haklarının, demokrasinin savunucusu olarak gördüğü için onların sözcülüğünü
yapmakta bir beis görmez. Cumalı, doğru, aydınlık, inananlar, kardeşler, haklı gibi
ifadelerle cumhuriyetçileri nitelerken kendi safını göstermiş olur. Tarihin iki ucunun
270
Cumalı, a.g.e. 301.
144
dövüştüğü, haklı ile güçlünün kaba kuvvetinin bir kez daha karşı karşıya geldiği
savaşta, milliyetçilerin galip gelmesi ile Đspanya adeta yıkılır. Bu yıkım, Đspanya’yı
bir diktatörlüğe götürür ve ülke ağlama duvarına döner. Ülke bu yenilgi ile saatlerin
durduğu, zamanın geçmek bilmediği karanlıklı dipsiz bir kuyuya dönüşür:
Tarihin iki ucu dövüştü Đspanyada
Doğru ile yalanın savaşı verildi
Işık ile aydınlık
Đnananlar ile kara yürekliler
Paralı askerler ile kardeşler
Haklı ile güçlünün kaba kuvveti
Bir kez daha karşı karşıya geldi271
Yara alt başlığı altındaki şiirde ise Cumalı, her şeyin kötüye gitmesindeki
temel nedeni diktatörlük olarak belirtir. Şair, diktatörlüğün, sadece insan yaşamı
üzerindeki etkisi üzerinde durmaz, aynı zamanda, doğaya olan olumsuz etkilerini de
vurgulamak ister. Karanlık, ülkenin vicdanında büyük bir yara açar. Cumalı, Đspanya
iç savaşını milliyetçilerin kazanmasıyla ışığın izini yitirdiğimiz yıllara döndüğümüzü
ifade etmek ister. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Necati Cumalı’ya göre ülkenin
aydınlık veya karanlık olmasındaki temel fark, ülkede insanların ne kadar özgür
olduğunda ve demokrasinin, insan haklarının ne kadar yer edindiğinde gizlidir. Ülke,
demokrasiden milliyetçiliğe doğru yol alırken büyük bir yara alır ve bu büyük yara
Đspanya’yı sürekli kanatacaktır. Milliyetçilik ile birlikte ağaçlar, sular, kıyılar, bağlarbahçeler, tarlalar yara alır. Ağaçlar eski verimini vermez; limon, portakal ve zeytin
dallarından düşer. Toprağa düşen kazmanın ucu toprağı kanatır. Necati Cumalı,
milliyetçiliği; doğaya, yaşama ve tüm canlılara karşı bir baş belası olarak görmenin
yanında, eşyanın doğasına aykırı bulur.
Yaralıydı zeytin ağaçları
Portakallar limonlar yaralı
Çıplak kayalıklar keçi yolları
271
Cumalı, a.g.e. 301.
145
Kerpiç damlar dağ köylerinde
Yeşil Guadalquivir, Ebro kıyıları
Kanımızın karıştığı Duero suları
Her bağ her tarla
Kapanmaz bir yaraydı ardımızda
Kazmanın ucu değer kanatır
El uzanır portakal limon düşer
Kanatırdı tuttuğu dalı
Adım attığımız toprak
Adımlarımızın altında yara
Yaraydı hangi ele dokunsak272
Yas şiirinde Cumalı, kanayan doğayı konuşturarak öç alınmasını, ülkenin eski
aydınlık günlerine geri dönmesini ister. Karanlığın; doğanın ve hayvanların üzerine
de çöktüğünü göz önüne alan şair, onları konuşturarak bitki ve hayvanların kendi
haklarının geri verilmesini ister. Şair, milliyetçiliği; bitkilerin ve hayvanların bile
istemediğini, milliyetçiliğin varlığından onların da rahatsız olduklarını vurgular.
Karanlığın hüküm sürdüğü dönemde dalında sararan limon, kızaran üzüm, buzağı,
keçi ve atlar öç alınmayacak mı diye merak eder. Cevap ise Đspanya’nın gelecek
aydınlık çehresini belirleyecek olan neslinden gelir. Necati Cumalı, faşist diktatör
Đspanya’sından rahatsızlık duyar ve bir an önce bu yapının yıkılmasını arzular. Zaten
toprağın bile lanet ettiği bir sistem, uzun süre tutunamaz. Cumalı, masumiyetin,
demokrasinin, cumhuriyetin ve aydınlığın yeniden inşası için masumiyetin sembolü
olan çocuğu kullanarak bozuk olan yapının yıkılacağını sezindirir. Cumalı,
sembolleri kullanmayı seven bir şairdir. Nitekim Cumalı, cumhuriyetçileri; ak
güvercin, uçurtma ve çocuk gibi özgürlük ve masumiyet yönleri bulunan sembollere
benzetmesi gelişi güzel düşünülmüş bir durum değildir. Tüm bu semboller,
Cumalı’nın, cumhuriyetçilere bakışını gözler önüne serer. Yine Cumalı’nın iktidara
gelerek ülkeyi için için ağlatan ve bir ur gibi büyüyen milliyetçilere bakışı onun
politik olarak durduğu yeri göstermesi bakımından önemlidir. Cumalı, toplumsal
272
Cumalı, a.g.e. 302.
146
içerikli şiirlerinin büyük çoğunluğunda politik tavrını belli etmekten geri durmayan
bir şairdir.
Sararan limon dalında
Kızaran üzüm kütükte
Sorardı kopmadan önce
Öç alınmayacak mı?
Bir çocuk gerer sapanını
Savurur taşını
Đndirirdi bir pencerenin
Bir sokak lambasının camını
Şangırtılarla
Derdi ki:
-
Büyüyorum bekle!273
Solgun Işık şiirinde ise adımları Cumalı’yı, iç savaşın harabeye çevirdiği
Đspanya’ya götürür. Bu sayede Đspanya’daki savaş sonrası insan manzarasını,
yozlaşmayı birinci ağızdan duyarız. Şair, bu izlenimlerinde “yenilginin solgun
ışığını” yenenle yenilen arasındaki kıldan ince çizgiyi sokak aralarında görür. Burada
insanlar suskun, yılgın ve ümitsiz olarak resmedilir. Sokak aralarında gezinen şairi
yenilen mi yoksa düşman mı olduğunu bakışlarıyla anlamaya çalışan insanlar
karşılar. Necati Cumalı, keskin hatlarla milliyetçilerden ayırdığı cumhuriyetçilerin,
halkın tamamı tarafından desteklendiği imasına yer verir. Nitekim sokaktaki insanın
her gördüğü yabancıyı düşman mı yoksa yenilen mi diye ayırt etmeye çalışması,
halkın kendini hangi safta gördüğünü hissetmesi bakımından önem arz eder.
Ağ onaran balıkçıların limanda
Mağazalara yük boşaltan kamyon şoförlerinin
Odanıza bakan ortalıkçı kadının otelde
Pazarcıların, sokak satıcılarının
Çabuk bakışları uçar konar üstünüze böyle
273
Cumalı, a.g.e. 303.
147
Yargılar sizi tanılar kimsiniz
Yenilenlerin dostu mu düşmanı mı274
Şiirin ikinci bölümünde ise Đspanya’da milliyetçilerin, diktatörlerin futbol
takımı olarak bilinen Real Madrid vardır. Real Madrid takımı tanımlanırken
yöneticilerinin hangi çevreden olabileceği hissedilerek halkın birer kukla olarak
kullanıldığı gerçeği dikkatlerden kaçmaz. Bu şiirde futbolun bir uyutma aracı olduğu
gerçeği, aynı dönemde Portekiz’in diktatör lideri Antonio de Oliveira Salazar’ın ünlü
3f kuralını hatırlatır. Nitekim 3f kuralı ile ülke uyutularak, istenildiği gibi
yönetilebilecektir. 3f kuralı ise, fado (arabesk), fiesta (eğlence) ve futboldur. 3f kuralı
ile insanların beyinleri uyuşturulmak istenir. Đspanya’nın diktatör lideri Francisco
Franco da ülkesinin insanı için bu yola başvurmuş görünür:
Ben Đspanya’ya gittim o yıllarda
Gördüm Real Madrid’in
Silindir şapkalı fraklı yöneticilerini
Onur localarında.
Değişmez bu oyun
Her zaman topu onlar atar ortaya
Bizim çocuklar tekmeler alanda birbirini
Biz yumruklaşır dövüşürüz tribünlerde
Birbirimizin çocuklarına yuh çekeriz275
Futbol, insanların peşinde koştuğu bir eğlence, ancak futbolu sadece futbol
olarak görmek hatalı bir yaklaşım olur. Siyasiler, halkı uyutmak ve onların,
gerçekleri görmelerini engellemek için zaman zaman başvurdukları bir araç olarak
futbolu kullanır. Nitekim futbolun sadece bir eğlence ve spor aktivitesi olarak
değerlendirilmediğini Türkiye’de de görülür. Osman Özsoy'un 1960 ihtilalı ve
sonrasındaki dönemde futbolun nasıl bir işlevi olduğu konusundaki yazısı, bunu
kanıtlar niteliktedir. Sevilen bir siyasetçi olan Adnan Menderes’in alaşağı
274
275
Cumalı, a.g.e. 304.
Cumalı, a.g.e. 305.
148
edilmesinden ve olan bitenden kamuoyu rahatsızdır. Ülkenin tüm kahvehanelerinde
ve sohbet ortamlarında başta Menderes olmak üzere Demokrat Partililerin akıbetinin
ne olacağı konuşulur. 27 Mayıs cunta yönetimi halkın gündemini değiştirme kararı
alır.
Halkın gündemini değiştirmek için akla ilk gelen konu futbol olur. Cemal
Gürsel, daha önce oynanması gereken ama Mayıs ayı içinde ülke genelinde yaşanan
karmaşa üzerine iptal edilen Türkiye - Đskoçya milli maçının derhal organize edilerek
acilen oynanmasını ister. Đşler o kadar hızlı yürütülür ki, darbeden sadece 11 gün
sonra 8 Haziran 1960’da maç Ankara'da oynanır.
Askeri mızıka okulu öğrencileri takımı ateşlemek için "Dağ başını duman
almış" marşını çalar. Cemal Gürsel, maçtan sonra iki kaptanı da şeref tribününe
çağırarak birer madalya takdim eder ve "Her iki takımı da kutluyorum." der.
Tribündeki seyirci on gün önce darbe olduğunu çoktan unutmuştur.
Gündemin kısa sürede değişmesine ihtilal yönetimi de şaşırır. O tarihten
sonra gündemde Menderes’in akıbetinden daha çok, maçta atılan goller konuşulur.
Zaten gayri meşru bir iş yaptığının farkında olan ve Menderes’i seven halkın olası
tepkisinden çekinen ihtilalcılar işin kolayını bulmanın keyfini yaşarlar. Futbolun halk
üzerindeki büyüleyici etkisi, onları daha da cesaretlendirir. Alelacele bir futbol
turnuvası düzenlenmesine karar verilir. Daha darbenin üzerinden 1 ay bile geçmeden
Haziran ayı sonunda sadece Đstanbul takımlarının katıldığı "Cemal Gürsel Kupası"
ismiyle turnuva organize edilir. Hâlbuki lig yeni bitmiştir. Beşiktaş, Fenerbahçe ve
Galatasaray gibi kulüpler de gündemi değiştirmeye yönelik bu maksada alet olurlar
ve turnuvaya katılırlar.
Eleme yöntemine göre oynanan turnuvada Fenerbahçe inanılmaz maçlar
çıkarır. Vefa'yı 4–0, Đstanbulspor'u 8–2 yenerek yarı finale yükselir. Bu defa rakip
sezonun Lig Şampiyonu Beşiktaş’tır. Mithatpaşa Stadyumu’nu (şimdiki Đnönü)
dolduran taraftarların "yedi" "yedi" bağırışları arasında F.Bahçe yılın şampiyonuna
tam altı gol birden atar ve 6–2 kazanır.
149
Final, 3 Temmuz 1960 Pazar günü Mithatpaşa Stadında Fenerbahçe ile G.
Saray arasında oynanır. Maçı Fenerbahçe 1 – 0 alır. Deniz tarafındaki kaleye golü
Lefter atar. Maçı tribünde izleyenler arasında Cemal Gürsel de vardır. Tribünleri
dolduranların oy verdiği Başbakan Menderes cezaevinde sürünürken, böyle bir
turnuvayı organize ettiği için stadyumda Cemal Gürsel alkış yağmuruna tutulur.
Demokrat Partililerin akıbeti kamuoyunun gündeminden büyük ölçüde çıkar.276
Portekiz’in diktatör lideri Antonio de Oliveira Salazar’ın ünlü 3f kuralı ile 27
Mayıs cuntacıların halkı ne ile meşgul etmek istedikleri göz önüne alındığında
futbolun sadece bir oyun olduğunu düşünmek eksik ve hatalı olur. Tüm bu örnekler,
Francisco
Franco’nun
Đspanya’ya
yapmak
istediklerini
anlamamızı
kolaylaştırmaktadır. Franco da ülkesinde kendine karşı yükselen muhalif sesin halkı
içine alarak bir çığlığa dönüşmesinin önünü, insanların hastalık derecesinde bağlı
olabildikleri futbol aracılığı ile kesmek ister.
Necati Cumalı’nın Kül şiirinde diktatörlük dönemindeki Đspanya’nın nasıl da
ölü evine döndüğüne şahit oluruz. Đnsanlar; suskun, küskün ve anıları ile yaşamlarını
sürdürür. Tüm bu olumsuzluklara rağmen insanlar yine de içlerinde bir ümit ışığı
taşırlar. Kırk yıl boyunca her akşam kapılar ve pencereler kapanmadan bir kez daha
acaba gelecekler mi diye dışarı bakılır.
Kırk yıl bekledik gidenleri
Akşamları kapatmadan kapımızı
Vurmadan kol demirini
Sokağa bir kez daha baktık
Her akşam bir an aralık kaldı indirmeden
Pencerelerimizin perdeleri anılarıyla
Sofralarımızda el uzatmadan önce ekmeğe
Çöken sessizlikte ölülerimizi andık277
276
Osman ÖZSOY, http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=142954, FB, GS ve BJK’nin alet
olduğu çirkinlik…, Erişim Tarihi: 27 Mayıs 2008.
277
Cumalı, a.g.e. 307.
150
Necati Cumalı, Đspanya’daki siyasi durumu yakından takip eder. O, adeta
sürgündeki cumhuriyetçi bir Đspanyol edasıyla karşımıza çıkar. Cumalı, şiirin
devamında bir an önce muştusunu duymak istediği karşı devrimin bir an önce
gelmesini arzular.
Kırk yıl gurbetlerde gün doldurduk
Sıla çektik
Kulağımız Đspanya’dan gelecek seste!
Şairin arzuladığı karşı devrim sonunda gerçekleşir. Ancak bu karşı devrim bir
mücadele sonucu meydana gelmez. Francisco Franco’nun ölmesiyle beraber
diktatörlük yıkılır ve cumhuriyet rejimi tekrar inşa edilir. Demokrasinin,
cumhuriyetin, insan haklarının güvercinleri ve uçurtmaları Đspanya’nın aydınlanan
semasında tekrar uçmaya başlar. Arzulanan, özlenen günler geri gelir. Kırk yıllık bir
dikta yönetiminin sonu gelir ve Đspanya, eski aydınlık günlerine döner.
Kırk yıl için için yandık
Savaşın külleri altında
Gün geldi alevlendik
Döndü sılasından gidenlerimiz
Đspanya ışıdı güldü…278
Necati Cumalı, Acılı Đspanya adlı şiirin son bölümü olan Federico Garcia
Lorca’ya Ağıt adı altında modern bir mersiye örneği sunar. Lorca, 1898 yılında
Đspanya’nın Katalonya bölgesinde doğar. Lorca, yüzyılın en büyük iki şairinden biri
olarak kabul görür. Necati Cumalı’nın, Lorca’yı Đspanya iç savaşında bir sembol
olarak görmesi hiç kuşkusuz, Lorca’nın kişiliğinde gizlidir. Şiirde, politikada ve
ahlak anlayışında modernliğin savunucusu olan Lorca, burjuva sınıfına ve
milliyetçiliğe karşı çalışmalar yapar ve Francocuları masumiyeti katletmekle suçlar.
278
Cumalı, a.g.e. 308.
151
Siyasi görüş olarak kendine yakın bulduğu Lorca’nın ölümü karşısında Cumalı, derin
bir üzüntü duyar. Onun ölmesiyle bütün bir Katalonya bölgesi yas tutar.
Bütün sevdiğin köyler yangın yeri
Extramadura’dan Barcelona’ya
Granada’dan Bilbao’ya
Bütün sevdiğin bahçeler kurudu
Hüzün bir kat daha yerleşti
Bir kat daha indi
Bakışlarımızın derinlerine279
Lorca’ya ağıt olan şiirin devamında şair, yine sembollerle milliyetçiliğin ve
cumhuriyetçiliğin ayrımını yapar. Cumalı, insanların zihninde iyice yer etmesi için
sık sık bu ayrımı yapar. Necati Cumalı, milliyetçiliğin ne kadar tehlikeli olduğu
üzerinde durarak insanları bu konuda uyarır. Şaire göre milliyetçilik, hiçbir sevince
tahammül edemeyen alıcı bir kuşa benzetir. Alıcı kuş, kapar kaldırır her sevinci
yükseklerden kayalıklara bırakıp yok olmasını isteyen bir sembol olarak belirir.
Karanlık alıcı bir kuştur
Dolanır üstümüzde av arar
Sokak aralarında yoksul dağ köylerinde
Kapar kaldırır her sevinci
Bırakır yükseklerden kayalıklara
Senin ardından bütün Đspanya
Pirene yollarında göçebeydi…
Necati Cumalı, milliyetçiliği daha önce azılı bir boğaya benzetirken; burada
ise yırtıcı bir kuşa benzetir. Alıcı kuş, tüm sevinçlerin ve masumiyetlerin düşmanı
kesilir ve onların kanına kast eder. Şair, Đspanya Đç Savaşı’nın tüm insanlığın ortak
davası olduğunu vurgulayıp yenilginin, kendisini üzdüğünü düşünse de hiçbir acının,
Lorca’nın ölümü kadar kendisini etkilemediğini vurgular. Onun ölümü kadar
279
Cumalı, a.g.e. 308.
152
böylesine trajik başka bir ölüm yoktur. Dökülen kardeşkanının yaraladığı
Đspanya’daki en büyük yara Lorca’nın ölümüdür. Bu ölüm, Đspanya’nın yüzünde bir
utanç olarak kalacaktır. Milliyetçilerin iktidarı döneminde doğa bile yas içerisinde
görülür. Cumhuriyetçiler tekrar yönetimi ele geçirmesi ile bu yas ortamı dağılır.
Nehirler yine eskisi gibi çağlar, bahçelerde dalında kuruyup düşen meyveler tekrar
yeşerir. Ancak şair, hiçbir acıyı Lorca’nın ölümü kadar büyük görmez.
Kuruyan nehirler taşar
Yeşerir portakal bahçeleri yağmurlarla
Kim çekip alabilir yaralarından
O ölüm mangasının kurşunlarını
Kim geri verebilir boşalan kanını damarlarına
Đspanyanın yüzünden o utancı kim silebilir?280
Lorca’nın henüz otuz sekiz yaşında iken aşırı milliyetçiler tarafından savaşın
başında kurşuna dizilerek öldürülmesi ve toplu mezara gömülmesi, Đspanya için bir
utanç olarak kalacaktır. Devam eden mısralarda, Necati Cumalı, Lorca’nın eşsiz
şairaneliğini, soylu duruşunu över ve o sevecen yüreğin bir daha gelmeyeceğini
hayıflanarak söyler. Savaşın yıkımı onarılabilirdi, ki Madrid kırk yılda yeniden inşa
edilir. Đspanya yine cumhuriyetçilerin eline geçer ve özgürlükler yeniden
yaygınlaştırılır. Ancak Lorca’nın kardeş yüreği yıkılan en büyük kent olarak görülür,
bu kent Lorca ile beraber sonsuzluğa gider. Lorca’nın kayıp gitmesi, Đspanya’nın
üzerinde kara bir leke olarak ebediyen kalacaktır.
Necati Cumalı, Đspanya Đç Savaşı’nı, politik bir kavga olarak görür. Çünkü
yaşanılan gelişmeler, o dönemi politik bir çağ olarak belirginleştirir. Bilgisi, görgüsü
yettiği ölçüde herkes, artık dünyanın öbür köşelerinde olup biteni anlamak,
öğrenmek, öğretmek isteğini duyar. Dünyanın öbür köşelerinde yaşayanların politik
kavgalarını, düşüncelerini kendi kavgası, düşüncesi ile ilgili görür.281 Cumalı’nın da
Đspanya’da yaşanan savaşı yerelden çıkarıp tüm insanlığın mücadelesi olarak
280
281
Cumalı, a.g.e. 309.
CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1997, s. 92.
153
algılamasının temelinde bu düşünceler yatar. Politik bir çağda yaşayan Cumalı’nın,
dünyayı bloklaştıran bir meselede taraf olmaması ve olayı ciddi boyutlarda ele
almaması mümkün görünmez.
Necati cumalı, savaş konulu şiirlerinin büyük bir bölümünü II. Dünya Savaşı
ve Đspanya Đç Savaşı’na ayırır. Ancak, Necati Cumalı, yer yer az olmakla beraber
Vietnam savaşı ve Kurtuluş Savaşı’na da değinir. Nitekim New York Đzlenimleri adlı
şiirde robotlaşan insan eleştirilirken ülkeyi yönetenlerin her dediğini yapan bir hazır
kıta bekleyen insanların varlığı, Cumalı’yı rahatsız eder. Bu nesil; niçinini, nedenini
sormadan Vietnam’a gidip savaşmaya hazırdır:
-
Yarın Vietnam’a uçuyorum
Söyle acele etsin
(…)
-
Konserve adamımızı nasıl buldunuz?
Ev kutu, araba kutu, işyeri kutu
Televizyona sığıyor, aya postalanıyor.282
Sunu adlı şiirinde şair, Kurtuluş Savaşı’nın hangi zorluklarla kazanıldığını
bilir ve bu savaşın kahramanlarına teşekkürlerini sunar. Türkiye içinde bulunduğu
barış ve özgür ortamını bu kahraman insanlara borçludur. O insanların Kurtuluş
Savaşı’nda yapmış oldukları kahramanca mücadele olmasaydı bugünkü barış ve
bağımsız ortam olmayacaktır. Kim bilir belki ülke, başka bir milletin mandası halini
alacaktı. Ülke insanı için ne tür faydalı eylemler yapıldığının farkında olan Cumalı,
barış ve özgür olan neslinin adına bu başarıcılara teşekkürü bir borç bilir:
Analar, dullar, yetimler
Size sunuyorum bu şiirlerimi
Ey, başarıcıları Kurtuluş Savaşı’nın
Size teşekkürlerini sunuyorum
Sulh içinde, hür
282
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.209.
154
Çalışan, ilerleyen neslimin283
Necati Cumalı, bir yazısında bu başarıcıları şöyle tarif eder ve onları yüceltir.
“Siz, diyorum, Atatürk’ün Meydan Savaşı’ndan önce, 7-8 Ağustos 1921 günlü
emirlerini hatırlayın. “1 numaralı emrimle…” diye başlayan “10 numaralı
emrimle…” diye biten, Büyük Nutuk’un o sayfalarını düşünün, Büyük Kurtarıcı o
emirlerinde halkı yardıma çağırırken, iç çamaşırı, kağnı, şimdi dudak bükülecek
daha bunun gibi neler ister. Đlkel köy, ilçe demircilerini süngü, kasatura yapmaya
çağırır. Savaş sanayini bu demircilerle kurar. Kime karşı? Sömürgecilerin
tanklarına, toplarına, modern silahlarına karşı. Atatürk, halkın gücüne böylesine
inanır, halk da kendisine inanana, karşısındaki modern orduları süngüsüyle bir
kürek süprüntüyü atar gibi atarcasına savaşarak bağlanır.284 Cumalı, ülkeyi kuran,
kurtaran, var güçleriyle düşmana karşı savaşan Anadolu’nun isimsiz kahramanlarına
güvenildiğinde neler başarabileceklerini vurgular. Şair, Nasıl Yaşadımsa adlı şiirinde
ise ülkesi için, özgürlüğü için şehit düşenleri anımsar ve onların ruhlarını şad eder.
Bir gün bağlardan bahçelerden yürüdüm
Zeytinlikler, ardından çam ormanları
Birden bir tepeye varınca esmeye başladı
Kır çiçekleri, kayalar, fundalar üzerinden
Oracıkta şehit olanların anıları
Oracıkta şehit olanların kanı
Karışmıştı çimenlerin yeşiline
Güler gibiydi her biri bir taşın gerisinde
Rumeli’nin, Anadolu’nun bize benzer adamları285
283
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.196.
CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1997, s. 30.
285
Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.24.
284
155
2.4.3. GRUP ÇATIŞMALARI
2.4.3.1.
TOPRAK
ve
SU
ANLAŞMAZLIKLARINDAN
KAYNAKLANAN KAVGALAR
Köy ve köylüyü anlatan birçok eser Cumhuriyet’ten sonra yazılmaya başlanır.
Bu dönemde yazılan kimi eser başarılı ve estetik dururken kimi eser ise edebi yönden
zayıf kalır. Cumhuriyet’in ilk yılları kırsal edebiyatın yoğun olarak ele alındığı bir
dönemeçtir; ancak bu dönem köy ve köylü gerçeğine eğilen eserlerin büyük bir
bölümü ideolojik yaklaşımlarla ele alınır. Mehmet Kaplan, Necati Cumalı’nın
Karakol adlı şiirini, okumuş olduğu yüzlerce memleket şiiri arasında en
güzellerinden bir tanesi olarak kabul eder. Kaplan’a göre şairin başarısını temin eden
şey,
şairin, “ham malzemeyi” çok iyi işlemesinden ve konusunu estetik bir
zaviyeden ele almasından kaynaklanır. “Cumalı, evvela “vaka”yı birkaç cümle ile
özetleyerek şiirin esas bünyesinden ayırıyor, arka plana itiyor. Bu ameliye gösterir
ki, onu ilgilendiren, “vaka”nın kendisi yahut sebepleri değil, insanlar üzerindeki
tesirleri, yani “duygu”dur.”286 Şiir bu duygu ile başlar. Köylüler kendi söyledikleri
türkülerle duygularını ifade ederler. Kaplan, bu türküleri söyleyen kişinin aslında
şairin kendisi olduğunu belirterek Cumalı’nın duygusunun şiirin bütününe hâkim
olduğunu ifade eder. Đnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olan çatışma hali,
bu şiirde somut olarak görülür. Savaş sadece ülkeler ve milletler arasında
gerçekleşmez. Şahıslar arasındaki mücadele de savaşın dar boyutu olarak kabul
edilir. Kişiler arasındaki bu savaşım, her gün meydana gelen bir hadisedir. Anadolu
köylerinde neredeyse gün aşırı gerçekleşen toprak ve su anlaşmasızlıklarından
kaynaklanan kavgalarla insanlar, birbirlerine düşman olur, hatta birbirlerini
öldürürler. Özbek köyünün yaşlı kadınlarının ağıtları bu savaşımın somut bir
göstergesi olarak durur:
Bu sabah Özbek’te
Silah sesiyle fırladık kapımızdan
Bu sabah silah sesine açıldı
286
Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 212.
156
Özbek’te pencere kanatları
Ağlamaklı bir gün ışığı doldu
Evlerimize ardımızdan
Mahzun bir gök
Gözlerimizin önünde asılı kaldı.287
Bu savaşın getirmiş olduğu çözüm, aslında çözümsüzlük olarak durur. Bir
anlık sinir hali, insana bir başka cana kıyma refleksini verir. Çünkü ölenin eşi de
öldürenin eşi de ağıt yakmaktadır. Katil Ali’nin karısının ağıtında öldürmenin bir
çözüm olmadığı vurgulanır:
Üç gündür, üç uzun gündür
Ömer’in çifti tarlamıza girdi gireli
Salı, Çarşamba, Perşembe
Üç gündür, üç uzun gündür
Ali’m karardı, kahırdan soldu
Yüzü gülmedi.288
Gözlerim gözlerinin içinde
Ben Ali’mi böyle görmedim
Ah, kuşa, karıncaya kıymayan Ali’m
Kolum kanadım kırıldı
Kaldım ayakları dibinde
Kapıdan giren ayazı duydum
Üç el silah sesi işittim.289
Özbek köyünün yaşlı erkeklerinin ağıtı ise bu savaşın korkunç trajedisini
gözler önüne serer.
Hey gidi fukara Ali
287
Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.34.
Cumalı, a.g.e. 35.
289
Cumalı, a.g.e. 36.
288
157
Hey gidi fukara Ömer290
Şiirin dört yerinde tekrarlanan bu iki mısra, şiire trajik bir hava verir.
Köylülerin gözünde ölen de öldüren de suçsuzdur. Ali ve Ömer gibilerinin suçsuz
görülmesindeki temel neden, insanların fakir olmasıdır. Çaresizlik, insana bu gibi
eylemlerde bulunmalarına sebep olur. “Bu şiir yalnız Cumalı’nın değil, bütün yeni
edebiyatımızın en başarılı toplumsal şiirlerindendir.”291 Tabi ki Cumalı’yı,
toplumsal şiirlerinde başarıya götüren nedenlerden biri, şairin taşrada avukatlık
yapmış olmasıdır. Cumalı, avukatlık yıllarında köylüler arasındaki çeşitli
mücadelelere şahitlik etmiştir. Necati Cumalı, Cumhuriyet gazetesindeki bir
yazısında taşrada şahit olduğu olaylardan ne denli etkilendiğini şu şekilde ifade eder:
“Taşra avukatlığı yaptığım yıllarda, 16 adam öldürme olayında ya öldürenin ya
ölenin yakınlarının avukatı olarak duruşmalarda yer aldım. Hiçbir zaman
kopamadım bu olaylardan. Avukat olarak görevim sona erdikten sonra, bu kez yazar
olarak sık sık düşündüm durdum bu olayları. Düşündükçe de her zaman amansız bir
şiddet ortamı içinde; moral yargılarını hayvansal bir yaşamın belirlediği,
duygularını ilkel içgüdülerin yönettiği insanlar arasında buldum kendimi292.
Bir anlık öfke, ilkel içgüdülerin yönettiği bu insanlara öldürme hissi verir.
Her an bir çatışma yaşanır. Şair, Manzara şiirinde ölümü kırsal bölgelerde sıradan bir
durum olarak algılar. Necati Cumalı, doğanın bir betimlemesini yaparken birden
bire;
Dört yol ağzında sıra sıra kavaklar
Kargalar konar dallarına
Üstünde kargalar uçar
Dört yol ağzında bir akşam
Sarıların Mustafa’yı vurdular293
290
Cumalı, a.g.e. 38.
ERTOP, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s. 13.
292
CUMALI, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Haziran 1979.
293
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.31.
291
158
Diyerek başka bir dörtlüğe geçer ve olay sıradan bir hadiseymiş izlenimi
verir.
Necati Cumalı, gün geçtikçe problemlerin arttığını belirtir. Tabi bunda şairin
avukatlık yaptığı yıllarda şahit olduğu olayların etkisi vardır. Şair, bunu anlatırken
olayın insancıl boyutunu göz ardı etmez. Cumalı, uzun yıllar avukat olarak hizmet
verdiği kırsal bölgede “insanların sorunlarını yakından tanıdı, davranışlarının
nedenlerini anlamaya çalıştı. Çatışmaları, ölümcül kavgaları insancıl boyutlarıyla
gördü, gösterdi.294
Bıçak şiirinde Cumalı, öldürme eyleminin bir hak olarak görülüp
gerçekleştirildiğini ifade eder. Özbek köyünün yaşlı erkeklerinin, Ali ve Ömer için
ifade ettikleri “Hey gidi fukara Ali; Hey gidi fukara Ömer” mısralarında da
görüldüğü gibi öldürme eyleminin şartlar sebebiyle gerçekleştirildiği düşüncesi
hâkimdir. Kimse öldüreni eleştirmez, zaten öldüren kişi de kendini haklı görerek bu
eylemini gerçekleştirir. Devlet elinin uzanmakta güçlük çektiği kırsal bölgelerde
oluşan otorite boşluğu, insanları, kendi haklarını yine bildikleri yöntemlerle çözme
gayretine girmelerine yol açar. Cumalı’ya göre, devlet gün geçtikçe, ulusal birliği,
milyonlar arasında uyumu sağlayan bir güç olmaktan uzaklaşır. Otorite boşluğu,
taşrada orman yasasının yürürlüğe girmesine neden olur.295
Hak bildim de bıçağımı sapladım
Parmaklarım sıcak kana bulandı
Durur durur boş elime bakarım…296
294
ERTOP, “Necati Cumalı’nın Şiirinde Urla’dan İzler”, Türk Dili Dergisi-Necati Cumalı Bölümü, S.
30, Mayıs-Haziran 1992, s. 45.
295
CUMALI, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Mart 1980.
296
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.96.
159
2.4.3.2.
OTORĐTE BOŞLUĞUNUN NEDEN OLDUĞU SOKAK
OLAYLARI VE KARDEŞ KAVGALARI
Türkiye’de her yıl; kız kaçırma, kan gütme, sınır kavgaları ve daha başka
nedenlerle en az on binlerce kişi vurularak öldürülür. Bu adi adam öldürme
olaylarına otorite boşluğu ve hakkını arayamama gibi toplumsal bozukluklar
etkendir. Gün geçtikçe artan bu şiddet ortamı, ülkenin içinde bulunduğu siyasi
kaostan kaynaklanır. 12 Eylül 1980 darbesine gelinceye kadar ülkede büyük
karışıklıklar ve çatışmalar baş gösterir. Son yıllarda ülkeyi saran şiddet olayları,
1968’den sonra Avrupa’da yaygınlaşan gençlik eylemlerinin bir uzantısıdır.
Çelişkileriyle bir bozuk düzenin olduğu bir devirde kardeş kavgalarının, büyük
öfkelerin kol gezdiği sokak çatışmalarının önü bir türlü alınamaz. Şair, Oy adlı
şiirinde bu sokak olaylarının ve şiddetin getirdiği kargaşaya göndermede bulunarak
masumiyetin sembolü olan çocuğu yüceltir. Necati Cumalı, ülkenin içinde bulunduğu
şiddet ve kaos sarmalından bıkmış bir halde sesini yükseltir. Ölüm, tükeniş ve kanın
kol gezdiği sokaklarda şair, oyunu masum ve günahsız olan çocuklardan yana
kullanır:
Coplara namlulara bakıyorum
Kelepçeler demir parmaklıklara
Kan lekelerine kentin alanlarında
Hep son hep tükeniş hep ölüm
Çocuklara oy veriyorum297
Şairin bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinin büyük bir bölümünü şiddet
olayları tutar. Genel şiddet ortamını yansıtan “12 Eylül öncesi, işlenen cinayetler
karşısında vurdumduymazlığı, ülkenin içinde bulunduğu bunalımı dile getirdiği o
şiirleri, bugün de aynı duyarlıkla okuyacaksınız.”298 Bu dönemde sokaktaki savaşın
büyük bir bölümünü sağ-sol çatışmaları almaktadır. . “Sağ ile sol arasındaki savaş
297
Cumalı, a.g.e. 237.
Servet TANİLLİ, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Edebiyatımızın Genel
Aydınlığı”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s. 18.
298
160
özüne indirgenecek olursa, yeni ile eski, sağduyu ile saplantı, akıl ile boş inanlar
arasında öteden beri sürüp giden, var olan savaştır. Çağımız feodalite artığı bir
kültürle, aklın bilimin yarattığı çağdaş kültür arasında sürüyor. Đnsanın insanlığa
yaraşır bir yaşam sürmesini, mutluluk yollarını özgürce, güven altında, arayıp
bulmasına yardımcı olacak koşulları yaratmayı amaçlıyor. Spor seyircilerinin
bağnaz yandaşlığıyla Amerika’nın ya da Sovyet Rusya’nın arkasına takılarak
çözümlenecek bir sorun değil bu!”299 Necati Cumalı, bu dönemin şiddet ortamını ve
Đstanbul’un içinde bulunduğu durumun vahametini söyleşi havasında verir. Necati
Cumalı, Đstanbul’un Đçinde adlı şiirinde öğrenciler tarafından o dönem şiiri
hakkındaki düşüncesi sorulur. Cumalı, soruya Đstanbul’un içinde bulunduğu kaostan
hareketle cevap verir. Bu cevapta ülkenin içinde bulunduğu şiddet dikkatleri çeker.
Büyük bir denize benzetilen Đstanbul, Türkiye’nin prototipi olarak görülebilir. Bu
devasa şehirde, büyük balıklara yem olmamak neredeyse imkânsızdır. Şairin, büyük
balık olarak gördüğü kişilerin baronlar, siyasiler ve burjuva kesimi olduğu
belirtilebilir. Cumalı’nın, küçük balık olarak nitelediği kesim ise; büyük balıklara
hizmet etmek için var olduklarına inanılan fakir halktır. Şiirde de bu büyük savaşın
ortasında kendi kuralını oynayan oyuncuların varlığı sezilir:
Bugünkü şiirimizin üstüne
Ne düşündüğümü sordu
Liseli bir öğrenci
Ne mi düşünüyorum? dedim
Bir şu Đstanbul’un uğultusunu dinle
Düşün olup bitenleri bu kentte
Bir de şiirimizin sesini…
Bu kent, büyük bir deniz gibi
Durmadan yutuyor
Büyük balıklar küçükleri
Kan gövdeyi götürüyor
Her yanı sancılar içinde…300
299
300
CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998, s. 161.
Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s.139.
161
Necati Cumalı’yı tedirgin eden, Türkiye’nin içinde bulunduğu toplumsal
eşitsizliğin yanı sıra ülkenin içinde bulunduğu şiddet sarmalından kurtulamamasıdır.
Ülkede yaşanan şiddetin boyutları gün geçtikçe artarak devam eder. Ülke insanı sağ
ve sol görüşlü olarak bloklaşır; kardeş kardeşi siyasi fikrine aykırı olduğu
düşüncesiyle öldürmekte bir kabahat görmez. Đnsanlar, bu dönemde ya Amerika
yanlısı olarak ya da Sovyet Rusya yanlısı olarak sınıflandırılır. Cumalı, bu sorunun,
spor seyircilerinin bağnaz yandaşlığıyla Amerika’nın ya da Sovyet Rusya’nın
arkasına takılarak çözümlenecek bir sorun olmadığını ifade etmeğe çalışır. Ülkenin
içinde bulunduğu şiddet ortamının tavan yaptığı bir zamanda ABD donanmasına ait
6. Filo Türkiye’ye gelmesi, şiddet ortamını geri dönüşü olmayan bir noktaya götürür.
Cumalı da Kir adlı şiirinde, 1967-1969 yılları arasında 6. Filo’nun Đstanbul’u ziyareti
sırasında gerçekleşen protestoları ve ülkeye bırakmış olduğu şiddet ortamını
anlatmaktadır. Antiemperyalist eylemlerle bazı gruplar, 6. Filo askerlerine rahatsızlık
vererek Türkiye’yi terk etmeleri arzularlar.
Bu grubu, ABD karşıtı olarak
konumlandıran sebep ise, Amerika’nın kendi karnesinden kaynaklanır. Nitekim
ABD’nin, o dönemde Kıbrıs sorunundaki tutumu, Vietnam savaşının yol açtığı
insanlık dramı, Orta Doğu’da Amerika’nın Arap-Đsrail savaşında Đsrail yanlısı tutumu
gibi nedenler ile bunlar yetmiyormuş gibi bir de Türkiye’de 6. Filo için genelev
boyatılması, 1960’lı yılların gençliğini ABD karşıtı bir tavır almaya sevk eder.
Amerika’nın Akdeniz’deki gücü 6. Filo, gençlik eylemlerinin hedeflerinden biri olur.
Bu gösteriler 1967 Haziran’ında Đstanbul’da başlar ve dönem dönem tekrarlanarak
1969 Şubat’ına kadar sürer. Geçen iki yıllık bu süre, eylemcilerin sayısını artmasına
ve insanların gittikçe daha da sinirlenmelerine yol açar.301 Cumalı da tıpkı 60’lı
yılların gençliği gibi 6. Filo’nun Đstanbul’a gelmesinden son derece rahatsızlık duyar.
Necati Cumalı, 6. Filo askerlerinden sadece rahatsızlık duymaz, onların konumu ve
temsil ettikleri düşünce yapısından adeta iğrenir. Cumalı, gemi mürettebatı için
kullandığı; bencil, duygusuz, çirkin gibi hakaretlerle bu nefretini gözler önüne serer.
Necati Cumalı, şiire başlık olarak verdiği Kir ifadesini, filonun geçtiği her yer gibi
Ege kıyılarını da kirletecek olacağı düşüncesinden hareketle kullanır.
301
Necati Tüfekçi, “Kanlı Pazar, İktidar Gözetiminde Kanlı Oyun!”,
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=287568
162
Geldiler.
Dümen sularında korkunun izi
Su kesimlerinde kan
Bencil, duygusuz, çirkin,
Orta doğu, Latin Amerika, Filipin
Soygunlarından artan
Tepe tepe çelik
Gezegen kaleleriyle sömürgecilik
Boy verdi sularımızda,
Limanlarımızı lekelediler!302
Şair, bu emperyal askerlerin varlığından rahatsızlık duyar. Hatta kendinden
utanır. Tıpkı antiemperyalist gençlerin duyduğu hicap gibi. Şair, olaya ulusal
egemenliğimizi zedeleyen bir olay olarak bakar. Nerdeyse Atatürk’ün kemiklerinin
sızladığını, düşünür bir edayla yakınır.
Ne yana baksam, nereye dönsem
Utanıyorum kendimden
Boğazın barış mavisinde kir
Bir gölge saraylarımızın ak duvarlarında
Atatürk’ün Boğaz’a son baktığı
Pencerelerde keder.303
6. filo, tüm protestolardan sonra gider; ancak bu gidiş, geride kardeş kardeşin
kanını akıttığı kanlı bir pazarın ardından gerçekleşir. 76 Gençlik örgütünün valilikten
izin alarak 16 Şubat 1969 Pazar günü 6. Filo karşıtı bir gösteriye hazırlanır. Lakin
karşıt görüşlü gençler ile meydanda taşlı sopalı, bıçaklı kavga gerçekleşir. Okyanus
ötesinden gelip kardeşi kardeşe bırakan 6. Filo, bu olaydan sonra Türkiye’den ayrılır
ve geriye iki ölü yüz yaralı bırakır.304
302
Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-II, s.227.
Cumalı, a.g.e. 227.
304
Hürriyet Gazetesi, 17 Şubat 1969.
303
163
Gittiler.
Kardeşi kardeşe katan
Kanlı bir pazarın ardından,
Artık ne esen rüzgârlar, kopan fırtınalar
Ne tipi, ne kar
Ne ardı ardına açan güneşler,
Ne de hızlanan akıntılar durmadan
Arıtır o kiri önünden gözlerimin
Siler o kardeş kahrını yüreğimden!
O kahrolası gölgeler, o zehir
Kaldıkları yerde demirlemiştir!305
Necati Cumalı, Türkiye’nin içinde bulunduğu sağ-sol ayrımından derin
üzüntü duyar. Đnsanların birbirlerini öldürmelerine karşı olan şair, kardeş
kavgalarının şiddetinden de yakınır. Nitekim şair, ülkede bir yara olan milliyetçiliği
Çekirge Sürüleri adlı şiirinde eleştirir. 16 Temmuz 1965 tarihinde Türkiye Đşçi
Partisi’nin Bursa mitingine yapılan saldırı dolayısıyla Türkiye’yi bekleyen tehlikeye
dikkat çeken Cumalı, dünyadaki milliyetçi hareketlerin insanlık için oluşturmuş
olduğu tehlikeye dikkat çeker. Ku Klux Klan 24 Aralık 1965 yılında ABD’de
kurulan siyahî karşıtı ırkçı bir örgüttür. Siyahîlerle eşit hakların olmasını içlerine
sindiremeyerek ülkeyi kana bularlar. Bunun yanında Nazi Almanya’sının, II. Dünya
Harbi’nde yapmış oldukları ortadadır. Đşte şair, bu olumsuz örnekleriyle ülke insanını
uyarır.
Ku Klux’turlar işleri zencilere işkence
Hitler’in kurşun askerleridir saçtıkları ölüm
Đtalya’da kara gömlek giyerlerdi zalim mi zalim
Yaşadık o günleri gördüler gördünüz gördüm
Şimdi kararttıkları yurdumuzun gökleri 306
305
306
Cumalı, a.g.e. 227.
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s.228.
164
Kardeş kavgasına dikkatleri çekmek isteyen şair, bu kavganın sembolü olan
Habil ile Kabil’i örnek göstererek kardeş kavgasının yol açacağı tehlikenin, ülkeyi
içinden çıkılamayacak bir kısır döngüye sokacağını söyler.
Ey hayatın bereketin bekçisi bil
Nasırlı ellerinden inen yumruklar
Kendi göğsüne kendi sofrana
Hikâye kardeş kavgasıdır çok eskidir
Elinde kan lekesi sürünür durur Kabil
Habil’in taze bir gül açar her gün yarasında307
Habil ve Kabil’i örnek olarak veren şair, milliyetçi hareketlerle mitingi basan
grubun aslında özlerinde bulunan cevheri ortaya çıkarmasını arzular. Bursalının
özünde faşistliğe yer olmadığı belirtilerek şehir halkının soyunun Fatihlere, Orhan
Gazilere dayandığı ve bu büyüklerle güzelleştikleri ifade edilir.
Uludağ ak saçlı dimdik bir ihtiyar
Atalarımızın dipdiri bakışları gözleri
Çiçek açar mavi yeşil çinili duvarlarınızda
Tek bursa cesur Orhan Gazi’li bilgin Fatih’li
Ümidin yeşilin dostu bir tek Bursa var
Biz Bursa’yı böyle bilir böyle tanır böyle severiz
Kıtlığın kara çekirge sürüleriyle değil308
Kardeşi kardeşe kırdıran bu zihni yanılgılardan kurtulup asıl düşman olan
bilgisizlikle, cahillikle savaşılmalıdır. “Günümüzde hala düşman olabileceğimiz tek
şey varsa, o da, yasal haklarını çiğneyerek insanı insana kırdıran düşünce olabilir
ancak…”309 Kardeş kavgasına bir nihayet verilmesi gerekir. Ancak çağlar boyunca
insanlar asıl düşmanıyla değil de hep kardeşiyle savaşını sürdürür. Yusuf şiirinde şair,
307
Cumalı, a.g.e. 228.
Cumalı, a.g.e. 228.
309
CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998, s. 21.
308
165
kardeşleri tarafından dışlanan, öldürülmek istenen Yusuf peygamberi sembol olarak
kullanır. Çağlar boyunca kardeş kavgaları büyük trajedilere yol açarak varlığını
sürdürür. Kuyuya kardeşleri tarafından atılan Yusuf da bunlardan biridir.
Bozkırda kör bir kuyu,
Attılar kardeşleri,
Yetiş al atlı yetiş.
Kurtar güzel Yusuf’u.310
Bizim savaşımız haksızlıkla olması gerekir. Nitekim şair, Kavga isimli
şiirinde kavganın haklı ile haksız; aydınlık ile karanlık arasında gerçekleştiğini
vurgular. Bu savaşta tarafımızı belirlememiz gerektiği söylenir. Evinde oturarak
kavgayı kazanamayacağımız ifade edilir.
Dışarda kavga var
Dövüşen haklı ile haksız
Biziz yenilen kavgada
Kaldıkça evlerde yalnız311
Daha Ne Kadar şiirinde haklı ile haksız arasında sürüp giden bu savaşta
Necati Cumalı, “Ne gün yıkılır zalim, masum sevinir güler” diye merak eder ve daha
ne kadar bekleneceğini Tanrı’ya sorar.
Daha ne kadar sürer
Gelen kaba gürültü
Savrulan bu toz toprak
Ne gün yatışır diner
Ne gün yıkılır zalim
Masum sevinir güler312
310
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.124.
Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s.115.
312
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.275.
311
166
Şair, yine de ümidini kesmez. Asırlarca zulme ve işkenceye karşı hakkın
sesini işitir. Muştusunu duyacağına inandığı adaletin, aşkın ve hürriyetin zaferine
olan inancı tamdır. Gelecek güzel günlere olan inancı şairi, ayakta tutar. Necati
Cumalı, içinde hep iyilik yapmak geldiğini belirttiği Son adlı şiirinde hayatın bir
amaca göre düzenlenmesi gerekliliğini vurgular. Ancak bir amaca göre düzenlenmiş
bir hayatta çekilen sıkıntılar unutulur. Bu aşamada Cumalı, kendisine peygamberleri
ve şairleri örnek alır. Onun için bu başarıcılar daimi bir sevgi içerisindedir. Şaire
göre sıkıntılar, büyük bir sevgi hissiyle katlanılabilecektir.
Gelecek güzel günlere
Sonunda galip geleceğine eminim
Đyiliğin, zekânın ve cesaretin
Đmanım var zaferine
Aşkın, adaletin ve hürriyetin313
Gelecek güzel günlere inanır şair ve hakkın batılı bu savaşta yeneceğini
düşünür. Hakkı savunanlara karşı büyük bir hayranlık duyan Cumalı, onları Sunu
şiirinde yüceltir.
Sizin inancınıza karşı
Duyduğum en büyük saygı ve sevgi
Ey, işi, namusu, sevdikleri için
Silahlanmış ordulara göğüs verenler314
Şair, şiirlerinin birçok yerinde semboller kullanır. Çünkü o, “dünyamızı
sembollerle ifade etmeğe savaşan bir şairdir.”315 Necati Cumalı, Çocuk şiirinde
savaşa karşı sevgi olup büyüyen çocuğun ancak barışı getireceğini ifade eder Cumalı,
kimi zaman olayları ve durumları dıştan biri olarak aktarır. Bazen kişileri kendi
ağızlarıyla konuşturur. Bazen ise şair, kendini işin içine dâhil eder. Şair, bu şiirinde
kendisi çocuk olup muştusunu duymak istediği barışı, çocuk saflığıyla dile getirir.
313
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.211.
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.196.
315
Nazım KEMAL, “Yalnız Kadın”, Yeni Sabah, 13 Haziran 1955, s.19.
314
167
O kırlar o kıyılarda ben
Tohumlar soğanlar ektim
Şimdi sevgiyim büyüyen
Barış isteği mutluluk isteğiyim316
Kimi yerde hak, gelecek olurken; batıl ise, geçmiş olup savaşır durur her
sokakta.
Geçmişle gelecek
Dünle bugün
Savaşır durur her sokakta
Süreç tellim suskundur317
Kimi yerde ise bir şahin, garip bir serçeye karşı yürütür savaşını, bazen ise
batıl, bir yılan oluverip pusuda avını bekler.318 Yılan girdiği bu savaşı kazanmak
üzeredir. Cumalı, büyük bir merhamet hissi ile hep ezilenden, güçsüzden ve haklıdan
yana tavır alır. Cumalı için asıl olan, insanlar arasındaki savaşta güçlünün güçsüzü
ezmesi değildir. O, Öbür Duvarlara Düşen Güneşler adlı şiirde büyük bir şefkatle
masum ve güçsüz olan ceylan ve garip bir serçeden de yana tavır alır. Merhamet hissi
Cumalı’ya uykusunu kaçırtacak derecede bir sorumluluk yükler.
Duvarın birinde
Bir yılan hatırlarım
Dolanmış bir ceylanın beline
Uyurum uyanırım
Geceleri ter içinde
O ceylanda aklım319
316
Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s.11.
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.215.
318
Cumalı, BŞ-I, 101.
319
Cumalı, (Güneş Çizgisi), BŞ-II, s.19.
317
168
Atmaca şiirinde ise savaşı sürdüren bir atmacadır. Atmaca bir semboldür.
Dünyada gücü, haksızlığı, batılı simgeler. Cumalı’ya göre böcek, karınca, serçe
olarak nitelediği insanlar ne yapsalar da atmacalardan kurtulamayacaklardır.
Ben böcek karınca serçe
Ne yapsak kurtuluş yok
Büyür gözlerinin kuyuları
Atılır üstümüze bir atmaca
Kanatları dünyamızı karartır320
Bütün bu örnekler bize savaş ve edebiyat arasındaki ilgiyi göstermesi
bakımından önemlidir. Savaşların yalnızca cephelerde yapılan askeri çatışmalardan
ibaret olmadığını, zafer ve yenilgi dışında acıları, zulümleri, göçleri ve ölümleri ile
insanları derinden etkilediğini gösterir. Đşte konunu bu insani boyutlarını daha
yakından tanımak açısından edebi eserlerin vazgeçilmez birer kaynak olduğunu
belirtmek yararlı olacaktır.
320
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.276.
169
2.5.
ÖLÜM
Edebi hayatında belli başlı bazı kırılmalar yaşayan Necati Cumalı, insanlığın
var olmasından bu yana mevcudiyetini koruyan ölüm temini es geçmez. Edebi
yaşamında kırılmalara neden olan durumlar, hiç şüphesiz şairin, gençliğinin
baharında yapmış olduğu iki yıllık askerlik ile tüm insanların ortak problemi olan
yaşlılık dönemidir. Şair, askerlik döneminde kaleme aldığı ölüm içerikli şiirlerinde
daha çok, ölümü kabullenememe ve ölüm korkusu gibi duygular ile geride kalanların
içler acısı hallerini şiirlerine yansıtır. Yaşlılık yıllarına doğru yazmış olduğu şiirlerde
ise Necati Cumalı’nın üslubuna, daha çok, ölümü kabullenme ya da ölümü yenip
ölümsüzleşmek gibi duygular hâkim olur.
Necati Cumalı, ölüm duygusunu konuştururken bütün insanlığın da aynı ortak
duygusunu dile getirir. Şairin, ölüm duygusunu ele alışı, ne mistik bir havada ele
alınır ne de nihilistler gibi ölüm bir yok oluş olarak görünür. O, toplumda herhangi
bir insanın duygusunu, düşüncesini şiirlere yansıtır. Necati Cumalı, aslında bir iç
huzur arayışında değildir ve yaşamından memnundur. Etrafındaki nesne ve varlıkları
gerçek kimliklerinin ötesinde bireysel bir dönüşümün merkezine çekmeyen şair,
şiirlerinde korku ve tedirginlik olmasına rağmen karamsar bir tablo çizmez. O,
şiirlerinde herhangi bir insanın, ölüm karşısında takınacağı duyguyu yaşatır.
Savaşları trajik yapan durum, kuşkusuz ki “ölüm”dür. Đnsan yaşamına büyük
değer veren şair,
ölüm karşısında büyük bir üzüntüye düşer. Necati Cumalı,
Federico Garcia Lorca’ya Ağıt şiirinde Đspanya Đç Savaşı’nda savaşların trajik yönü
olan insanı vurgularken; savaşın en büyük yansıması olan şehirlerle beraber ele alır.
Cumalı, bir insan hayatının ne denli değerli olabileceği üzerinde durur. Şehirler
yıkılır, onarılır. Eski güzelliğini kazanır. Şehir yine ayağa kalkar, eski iştihamına geri
döner. Ancak insanlar, düşünce bir daha kalmaz. Đnsanlar şehirler gibi değildir. Zira
şehirler, ölümü tecrübe edebilirken insanlara böyle bir şans verilmemiştir. Đnsanlar
için ölüm, bir defaya mahsus tecrübe edilebilir.
170
Madrid onarılabilirdi, onarıldı da
Bir uçtan bir uca
Tek yıkık dam kalmadı şu kırk yılda
Đspanya yine Cumhuriyetçiler elinde
Senin kardeş yüreğin
Yıkılan en büyük kentti
Seninle gitti321
2.5.1. ĐNSANIN HAYATLA KARŞILAŞMASI
Necati Cumalı, şiirlerinde hayatın işleyişi karşısında insanın mücadelesini
ortaya koyar. Hayatla insanın karşılaşması, insanın kendini hayat karşısında galip
görme arzusuyla büyük bir çatışmaya dönüşür. Şaire göre hayat, insanın kendi seçimi
sonrası verilmiştir. Bu süreç insanı bilinmeyen bir kaderle baş başa bırakır. Đnsan
hayatta iken ölüme her zaman çok yakındır. Hayatta kalma ve hayata tutunma çabası
şaire göre insanın, yaşamla kavga etmesine neden olur. Şair, Yitik Kalyon şiirinde
yaşamı kalyona benzetir. Dünyada olmamızın insanlığın bilinçli bir seçiminden
kaynaklandığını belirten şair, insanların bu seçimden sonra bir bilinmezin içerisinde
olduğunu ve insanların aldatıldığını ifade eder. Necati Cumalı, yaşamın neresinde
olduğumuzu sorgular. Đnsanlık dünyaya gelir gelmez yalnız kalır. Çünkü kişinin
aşkları, doğar doğmaz ölür. Eğer insan, dünyada acı çekiyorsa bunun tek suçlusu
insanoğlu görülmemelidir. Cumalı, insanoğlunu, dünyada gerçekleştirdiği günahların
sorumlusu olarak görmez. Şair, kişiyi hayat sahnesinde hataya iten şeyin kör talih
olduğunu vurgular. Şiirde dünya boş bir ev olarak tasvir edilir. Bu evin sakinleri
olacak insanlar neyle karşılaşacaklarını bilemezler. Bu eve girip girmeme konusunda
kararsız kalan insanoğlu dünyaya bilinçli geldiğini kanıtlar. Ancak geri dönmek artık
imkânsızdır. Çünkü geldiğin kapıdan geri dönemezsin. Şairin bu şaşkınlığı, ilk
insanın cennetten kovulup dünyaya geldiğinde neyle karşılaşacağını bilmeyip
dünyayı merak içerisinde anlamaya çalışmasına benzer.
321
Cumalı, (Acılı İspanya), BŞ-II, s.310.
171
Dururduk eşiğinde boş bir evin
Anahtar elimizde kararsız ilkin
Soluk alışını dinlerdik sessizliğin
Girsek mi yoksa girmesek mi322
Dünyaya ilk ayak basış, karanlık bir geceye denk düşer; bu da başlangıcın
bilinmezliğine işaret eder. Bu bilinmezlikte insanın karşısına ne çıkacağı belirsizdir.
Đnsanı bu bilinmez karşısında silahlanmış, savaşır olarak323 “Bir kavga kıyamet, bir
koşuşmaca” içerisinde gören şair, yeryüzünü sürekli bir devinim içerisinde bulur.324
Beş bin yıldır süren bir kavganın ortasında kendini bulan insanoğlu yaşamayı bu
kavgaya inanmakta bulur ve mücadelesini eder.
Yaşamak ve kavga olguları aslında ilk insandan bu yana var olan bir
gerçektir. Đnsanoğlu cennetten dünyaya kovulduğu zaman, yaratıcısına karşı bir
sorumluluğu var ve bu sorumluluğu yerine getirememesi için şeytan insana musallat
olur. Đnsan sürekli bir kavga içerisinde yaşamını devam ettirir. Yaşamın bir kavga
olduğunu unutur çoğu insan, “unuttukları ya da istemedikleri bir şey var: ölüm.
Çünkü ölüm hiçe indiriyor bütün tinsel bedensel kazançlarını. Ölen, toprağa dönen,
bedenle birlikte, cinsel hazlar, yenen yemekler, bankadaki paralar ölen için hiç
oluyor. Bu amaçla yaşayan insan, suçu kendi saçma yaşayışında değil de yaşamda
buluyor. Şu halde yaşamı kendi “ego”su dışında anlaması gerekir insanın
öncelikle.”325
Nasıl Yaşadımsa adlı şiirde şairin, yaradılışın ne olduğunu anlaması geç
olmaz. O, kendi payına düşeni alır. Cumalı’ya göre yaşam, bir kavga halidir. Bu
kavga ise insanın belli başlı bazı sorumluluklarını yerine getirmesi şeklindedir.
Necati Cumalı için kavga, dini bir duyarlılık çerçevesinde görülmez. Cumalı’nın
322
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.188.
Cumalı, BŞ-I, 191.
324
Cumalı, BŞ-I, 193.
325
Oktay AKBAL, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Bütün Kötülükler Geçer,
Yaşar İyi ve Güzel Olan”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996,
s. 94.
323
172
inanmış olduğu kavga; dürüst, erdemli, çalışkan, insan haklarına saygılı bireylerin
yaşam mücadelesini karanlığa, cahilliğe, zorbalığa karşı yürütmesidir. Kavga, hak ile
batılın, aydınlık ile karanlığın, güçlü ile güçsüzün sürekli bir mücadelesidir.
Anladım ben yaşamak
Bu kavgaya inanmak326
Cumalı, Kağnı şiirinde ise yaşam sevgisini belirtir. Đnsanların yaşamın
sonunda varacağı yerin ne olduğunu sezinler ve insanlara acele etmemesini, hayatın
keyfini çıkarmasını söyler. O, hayatı sever. Bu hayat sevgisi Cumalı’ya dünyaya
bağlanma hissi verir. Cumalı, dünyayı o kadar sever ve güzel bulur ki hayatın
sonunda varılacak yerden bıkılacağını düşünmeye başlar.
Ey uçakların insanı,
Toz duman nereye böyle?
Gittiğin yer nere?
Söyle acelen ne?
Bıkılır bulutlardan.327
Modern dünya insanına seslenen Necati Cumalı, aslında bilimin varacağı
noktalara “Ey uçakların insanı” seslenişi ile dikkatleri çeker. Yine de şair, dünyayı
sever ve zamanla bulutlardan, yani yenidünyalardan bıkılacağını belirtir. Ancak şair,
yaşamın hızla tükenmesinden hoşnut değildir. Bir köylünün her tütün sarışını Kağnı
şiirinde günlerin geçmesine benzeterek hayatın tükenip gitmesine yerel bir hava
verir.
Köylü sarar tütününü,
Günler tel tel tabakasında.328
326
Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.25.
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.249.
328
Cumalı, a.g.e. 250.
327
173
Günlerin hızlı geçişi karşısında telaşlanan şair, yaşamın neresinde olduğunu
merak eder. Ve menzilin neresi olduğunu sorgular. Bu, insanoğlunun var oluşundan
bu yana cevabı aranan bir sorudur. Cumalı, Sonumuz Bu Mu şiirinde büyüklüküçüklü kentler geçen insanoğlunun nereye gideceğini merak eder. Pencerede
görüntüsü beliren çöl ise bir bilinmezin insanları beklediğini vurgulamak ister.
Çayırlar korular ekili yerler
Büyüklü küçüklü kentler geçtik
Yolun neresindeyiz şimdi
Bir çöl görüntüsü pencerelerde
Nereye gidiyoruz nereye gidecektik329
Cevabını bildiği bir sorudur bu aslında, ancak her insan gibi Necati Cumalı da
bu gerçekle yüzleşmek istemez. Cumalı, pencerelerde gördüğü çöl görüntüsünün
ölüm olduğunun bilincindedir. O, çöl benzetmesi ile ölüme yaklaşımını gösterir. Ne
var ki kaçınılmaz sonu şair de bilir. Çevresinde her an insanların öldüğünü gören
şair, Halı şiirinde insanlığın varoluşundan bu yana insanların ortak derdi olan ölüme
doğru yol aldığımızı da fark eder.
Yaşamımız kabaran dalgalarında
Ölüme doğru yol alan bir teknedir330
Çevremizde her an ölümün sıcaklığını Müzelerde Yolculuk adlı şiirde
hissederiz. Gidenlerin bize gösterdiği, ölüm gerçeğinin varlığıdır. Bu, kimsenin
yadsıyamadığı bir gerçektir. Etrafında her an geçmiş yılların dolandığını gören şair,
maziyi hatırlatan eşyada ölüme tanık olur. Giysilerin sandık kokusu, mürekkebin
kuruyan yazısı, tüm bunlar ölümün tanıklarıdır. Necati Cumalı, her an kendisini
saracak bu hisse girerek;
Ölümdür vurduğu geçen saatlerin
329
330
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.265.
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s.232.
174
Gelen saatlerin gösterdiği ölümdür
Dikmişler gözlerinin içine gözlerini
Gülerek dedikleri, susarak dedikleri
Ölümdür, ölümdür, ölümdür…331
Cumalı, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Yaşamın nihayeti
olarak ölüm karşımıza çıkar. Ancak şair, yaşam-ölüm kıyaslamasına giderse
yaşamdan yana taraf olacaktır her zaman. Nitekim Ihlamur şiirinde şair, bu
karşılaştırmada yaşamı tercih eder ve her şeye rağmen yaşamaya değer bulur hayatı.
Yaşam hoş bir kokudur
Ölüm sağır toz toprak332
Necati Cumalı, ölüm gerçeğiyle karşılaşmak istemez. Cumalı, ölümü sağır toz
toprağa benzetir. Cumalı, Sonumuz Bu Mu adlı şiirinde ise ölümü çöle benzetir. Tüm
bu benzetmeler ile şair, ölümün soğukluğunu vurgulamak ister. Ölümü tatmadan ne
olduğu hakkında hüküm veren şair, deneme-yanılma yolu kapalı olan bu olguyu,
ölüleri dirilterek gerçekleştirir ve onların diliyle yaşamın cazibesini sergiler. Şair,
yaşam ve ölüm olguları karşısında takındığı tavrı bu yolla doğrulatmanın peşindedir.
Sesini yitiren dudakları kımıldar
Sana doğru gelen bir heykelin
Al götür beni çayır çimen kırlara
Çiğnemek isterim çıplak ayaklarım altında
Dişlerimde sapını bağ filizlerinin333
Yitik Kalyon adlı şiirinde de yine ölüleri konuşturan şair, ölülerin öldüklerinin
farkına varmasıyla çehrelerini bir hüzün kapladığını ifade eder. Bu gerçeği öğrenen
ölüler “ne zaman yaşadık, ne zaman öldük” diye kendilerine sorar ve yaşama
doyamadıklarını belirtirler. Yaşama ve ölüme karşı düşüncesini görebildiğimiz
331
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.195.
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.268.
333
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.194.
332
175
Necati Cumalı, bu seçimde oyunu hep yaşamdan yana kullanır.334 Yaşamı, yaşamağı
ve yaşayanları seven Cumalı, ölünce neyle karşılaşacağını bilemez. Dünyayı sever ve
hayattan kopmak istemez. Ona göre ölüm, cevabını bilmediği bir bilmecedir. Şair, bu
bilmecenin cevabını, yaşadığımız dünyadan daha iyi olduğunu düşünür. Cumalı’ya
göre dünyamız eksiğiyle de olsa, yine de yaşanması güzel bir yerdir.
2.5.2. YAŞAMI ELDEN ALAN ÖLÜM TRAJEDĐSĐ
Đnsanlık tarihinin dönüm noktalarını belirleyen savaşlar, trajik yönleriyle
edebiyatın ana probleminden biridir. Savaşları trajik yapan durum, hiç şüphesiz insan
yaşamlarına olan etkisidir. Nitekim Necati Cumalı, savaşın yol açtığı maddi
hasarların zamanla onarılabileceği, ancak insan yaşamının geri verilemeyeceğini
ifade eder. Đnsan yaşamına büyük değer veren şair, ölüm karşısında şaşkın, çekingen
ve korkak tavır sergiler. Necati Cumalı, renk, dil, din ayrımı yapmaksızın bütün
insanların ölümüne üzülür. Şairi ölüm konusunda bu kadar hassas yapan durum,
onun yaşamında bazı kırılmaların gerçekleşmiş olmasıdır. Bu kırılmalar şairin,
askerlik döneminde ölümü kendine yakın hissetmesi, avukatlık döneminde kan
davalarına, adam öldürmelerine tanık olması ve gittikçe ilerleyen yaşının vermiş
olduğu yaklaşan ölüm duygusudur.
Necati Cumalı, gençliğinin baharında yapmış olduğu iki yıllık askerlik
dönemi kendisine savaşı ve savaşın en büyük trajedisi olan ölümü hatırlatır. Necati
Cumalı, kendinden çevreye doğru genişleyen merhamet duygusuyla tüm insanlığı
kucaklar. O, çevresinde gelişen durumlar karşısında kayıtsız kalmaz. Đnsanlık
tarihiyle eş geçmişi olan ölüm, tüm insanların olduğu gibi Necati Cumalı’nın da
problemleri arasında yer alır. Şair, II. Dünya Harbi yıllarında yapmış olduğu askerlik
vazifesinde hissettiği duyguları, Şarkılar adlı şiirinde savaş meydanındaki askerlerin
dillerinde terennüm eder. Savaşın kızıştığı anda artık ölmek kaçınılmaz görünür.
Bu gece yıldızlar daha uzak
334
Cumalı, BŞ-I, 190.
176
Hatırlıyorum da o cehennemlik günleri
Ne olabilirdi genç yaşımda
Daha kolay daha doğal
Bir rastlantı benim için artık yaşamak335
Nitekim savaşın kendisi ölümdür. Garlar adlı şiirde askerleri savaş
meydanına götüren tren, ölüme yolculuğun aracıdır. Ölümü “tebdil gezen şu
çöpçü”ye benzetmesi, savaş sırasında her şeyden şüphelendiğinin en bariz örneğidir.
Askerlerin psikolojisini de yansıtan bu ibareler, savaşın korkunç boyutunu gözler
önüne serer. Ancak Cumalı, şiirlerinde korku ve tedirginlik nedeniyle karamsar bir
atmosfer oluşturmaz. “Yalnızlık duygusu ve ölüm korkusu da zaman zaman karşısına
dikilir. Ama baskın olan duygusu yaşama sevgisidir.”336
Giden trenin oyuğundan
Esen ölüm kokusudur
Ne varsa biraz ölümdür gördüğüm
Ölüm belki de gözleri sende
Tebdil gezen şu çöpçüdür337
Şair’in, Karda Ayak Đzleri Var şiirinde, ölen askerlere yakılan bir ağıt vardır.
Cumalı, ölen insanların ardından bırakmış oldukları trajediyi konu alır. Necati
Cumalı, ölümün insana getirdiği armağanı belirtir! Ölüm karşısında kırgın, ürkek ve
sitemkâr bir davranış sergileyen şair, çaresizliğini de gizleyemez. “artık üşüyemezler
ki” ifadesi bu çaresizliği, sitemkârlığı gözler önüne serer. Ne sıcaklık ne soğukluk
onlara tesir eder. En yakınları, onlara isimlerini söylese işitmezler. Dost düşman
onlar için bir şey ifade etmez. Onların dostu topraktır. En insani hisleri
kaybetmişlerdir, onlar. Zaten Necati Cumalı için aslolan hayattan alınan tattır. Necati
Cumalı, hayattan o derece memnundur ki, dünya ne kadar kötü olsa da dünyayı
yaşamaya değer bulur.
335
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.32.
Konur ERTOP, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s. 12.
337
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.206.
336
177
Artık hepsi bitti
Açlık, susuzluk ve kin
Ne matara ne ekmek torbası lazım
Ne silah
Elbise ve düşen şapka da lüzumsuz
Artık üşümezler ki338
Necati Cumalı, herhangi bir insanın ölümü karşısında, insani bir duyarlılık
sergiler. O, derin bir merhamet hissiyle ölüyü sarmalar. Şair, Bir Ölünün Gözleri adlı
şiirde savaşta öleni hedef olmaktan çıkarır ve düşman olgusunu göz ardı eder. Her
insan gibi onun da bir ailesinin varlığı hatırlatılır. Necati Cumalı, aile olgusunu
sıklıkla vurgular. Cumalı, düşmüş bir kadın olsun, bir savaşta asker olsun fark
gözetmeksizin kişiyi bu değerlerle ele alır.
Durmadan soruyor
Bu açılmış gözler sanki
Yıldız mı bu sarı lekeler
Kar mı bu bembeyaz
Bu gölgelikler ağaç mı
Hiçbiri aklımda kalmadı
Ne şekiller, ne renkler
Şüphesiz benim de anam kardeşlerim vardı
Hatırlayamıyorum nerede, kim
Ah, anlayamıyorum nasıl oldu
Gelişim, gidişim339
Cumalı, bu kişilere, okuyucunun da aynı merhamet hissi ile yaklaşmasını
ister. Şair, hayata sıkıca bağlıdır, onun kişileri de hayata sıkıca bağlanır. Necati
Cumalı’ya göre ölüm, insanların en büyük derdidir; hele ölümün, gençleri dünyadan
338
339
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.202.
Cumalı, a.g.e. 203.
178
koparması, şaire göre daha trajik bir durumdur. Đnsanların genelinde olan bu
yaklaşım, şairin Saçlar ve Dişler adlı şiirinde belirgin olarak karşımıza çıkar:
Bu saçlar hiç dökülmemiş
Dalgalı, gür
Dişler lekesiz, beyaz
Bu çocuk ne kadar belli
Hayata doymadan gitmiş340
Ölüye karşı merhamet hissi o derece belirgindir ki bu dizelerde, okuyanda da
aynı hissi uyandırır. Necati Cumalı, Artık Konuşmadıklarına Göre şiirinde ölülere
ceset muamelesi yapmaz. O, ölülerin sıradan, doğal yönlerine vurgu yaparak onların
insanlardan bir insan olduklarını gösterir. Necati Cumalı, en bariz insani vasıflar olan
açlık, sevgi, korku, özlem gibi durumları ön plana koyarak ölümün yakınlığını;
yakınlığı kadar trajikliğini sergiler:
Birinin cebinde bir parça çörek
Demek iştahı yerindeydi her zaman
Birinin cebinde küçük bir çakı var
Muhakkak kalem açardı
Ekmekle meyve keserdi
Bu, cebinde oyun kâğıtları olan
Herhalde her zaman canı sıkılan biri
Birinin cebinde bir kitap var
Demek okumayı severdi
Birinin cebinde bir kadın iğnesi
Şüphesiz bir hatıra olacak
Đşte parmağında yüzüğü olan bir başkası
Ya evli, ya da nişanlı.341
340
341
Cumalı, a.g.e. 203.
Cumalı, a.g.e. 205.
179
Geçmiş zaman kipiyle kurulan bu şiir, bize yukarıda özelliği verilen
askerlerin öldüklerini belirtir. Artık hiçbirinin ne iştahı olacak, ne kâğıt oynayacak,
ne de sevgilisine kavuşabileceklerdir. Onlar için toprağın ısısından başka bir sıcaklık
olmayacaktır. Şair, yaşamı çok sever. Yaşamı sevmesi kuşkusuz şairin, ümitlerinin
olduğunu gösterir. Onu yaşama bağlayan en temel öğe sevgidir. Necati Cumalı, Son
adlı şiirinde şairleri ve peygamberleri anar. Cumalı, bu başarıcıları anması tesadüf
değildir. Zira şairler olsun peygamberler olsun daima ümit içerisindedirler. Şaire şiir
yazdıran kudret ile peygamberlere zorluklara göğüs gerdiren inanç; onların
umudundan kaynaklanır. Necati Cumalı da hayatı bu inançla sever ve ölüme karşı
yaşamı tercih eder.
Şairleri peygamberleri düşünüyorum
Yaşamak o kadar tatlı ki
Daimi bir sevgi içinde
Galip sesini işitiyorum hakkın
Asırlarca zulme ve işkenceye342
Ölümün öldürülemeyeceğini bilmesi, şairde, öldürme eyleminin engellenmesi
istencini uyandırır. Nitekim o, Öldürmeyeceksin adlı şiirinde Kabil’den başlayıp hala
devam eden öldürmelere dikkat çekerek insanın içinde olan hayvani saldırıya dur
demek ister. “Asla öldürmeyeceksin.” (Tevrat, Göç 20) “Senden önce inenlere, sana
inen kitaba da inanırlar… Onların Tanrının gösterdiği doğru yoldadır, onlar
kurtulurlar…”(Kur’an, Bakara Suresi) Cumalı, şiirin başına Tevrat ve Kuran’dan
aldığı bu ayetlerle insanlara inandıkları, kutsal bildikleri ayetleri hatırlatır. Ancak
insanlar, beşeriyeti gereği yanılmaya ve hata yapmaya meyilli varlıklar olması
sebebiyle dinlerinin bu buyruğunu zaman zaman dinlemezler ve yaratıcının
buyruğuna karşı gelmiş olurlar.
Dinlerin buyruğuydu
Öldürmeyeceksin
Tapınaklarda çaktılar çarmıhları
342
Cumalı, a.g.e. 211.
180
Elleri kanlı camilerden çıktılar
Kalem kırdılar yargı yerlerinde
Peygamberlerinin dinlemediler343
Şiirin devamında Cumalı, ölümün önüne geçebilmek için serçem, kanaryam,
bülbülüm dediği şiirine görev verir ve ancak bunların sesiyle ölümün önüne
geçilebileceğini düşünür. Cumalı, toplumsal bir tonla şiirlerini kaleme almakta bir
sakınca görmez.
Benim küçük serçem
Kanaryam bülbülüm
Kuru dal çalı diken
Konmuş ötersin
Öt sen, öt, kardeş sesin
Sulara rüzgârlara karışsın
Zalim ürksün sağır işitsin
Öldürmeyeceksin!
Ölüme karşı şiirin sesini yükselten Necati Cumalı, Taşı Delen Buğday şiirinde
aklına o her tadı acılaştıran ve en keyifli insanın bile aklına gelince sıdkı sıyrılan
ölüm düşünce yüzü kaygıyla kararır. Cumalı, her türlü güzelliğin bir gün ölümle
beraber yok olup gideceğini, bütün sevinçleri karartan ölümün her yerde karşısına
çıkacağını, öpülen gül dudakların bir gün kuruyup kemik olacağını üzülerek belirtir.
Ölümden kaçamayacağını anlayan şair, her geçen gün ölüme yaklaştığının da
farkındadır. Bir gün ölecekse yaşamın anlamı nedir, diye şair, kendine sorar.
Bungun dolaşırken
O eski kentin kalıntılarında
Yıkık aşklar umutlarımla
Eski bir kent gibiydim ben de
Seken kuşlar ağaç ağaç
343
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.232.
181
Soluyan devinen adsız sürekli aç
Bir canlı zamanın akışında
Görkemli mermer saraylar
Kalacak toprak altında
Öpülen gül dudaklar
Kuruyacak kemik olacak
Gülüşlerin yeminlerin yerini
Dilsiz saatler alacaksa
Bütün sevinçleri kara
Kanatlarıyla karartan karga
Her yerde çıkacaksa karşıma
Soruyordum: yaşamaya değer mi344
“Biliyorum, bu tasa da tanıdık. Bütün kütüphanelerin cilt cilt kitaplarıyla
sorduğu soruyu tek şiirle getirdi ozanımız gündeme. Yanıtı ne olacak peki?
Anlaşılmaz bir denkleme mi götürecek bizi. Sonu gelmez yakarmalarla bağışlamayı
mı dileyecek. Ölüm kesecek mi şiirin yolunu.”345 Diyen Sennur Sezer’e cevabı şair,
şiirin devamında verir. Taşı delen buğdayı kendine örnek alan şair, ölümün acısına
rağmen yaşamayı ve insanların da bu arzuyla donanmalarını ister.
II. Dünya Savaşı yıllarında Necati Cumalı’nın söyleyişinde toplumsal
temalara doğru kaymalar gerçekleşir. O, ölüm temini ele alırken, ölüme toplumsal bir
açıdan bakar. Savaşların insan hayatına olan etkilerine kayıtsız kalamaz. Savaş
yıllarının genel görünümlerini kaleme aldığı şiirlerinde şair, ölümü hep zamansızlığı
yönünden acı bulur. Nitekim sonraki şiirlerine de bu zamansız ölümleri aynı
duyarlılıkla ele alır. Necati Cumalı, Gölge adlı şiirinde bu zamansızlığa sitemde
bulunur ve gelecek olan ölüme razı olmadığını belirtir. Şair, gölge sembolünü
kullanarak insanın ölümünü vurgular. Şaire göre gölge, karşıt güç olan ölümü
(yaşamın karşısında) simgeleyen bir değerdir. Yani düşmandır. Gölge, uğursuz ve
344
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.255.
Sennur SEZER, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Buğdaydan Öğrenilen Bir
Şiir”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 20 Nisan 1996, s. 15.
345
182
tehditkâr bir figür olarak belirir. Bununla beraber şüphe, öfke ve korku gibi
duygulanmalara yol açan düşmanca bir tavır söz konusudur.
Ah, bir gün bulut üstümüze gölge edecek
Güzel yüzün, kaybolacak aynalarda sularda
Öyle sönen lambalar gibi alacakaranlıkta
Gelecek ölüme razı değilim346
Necati Cumalı da ölümü bir güç/gölge olarak muhayyilesinde canlandırır.
Cumalı, gölgeyi/ölümü insan yaşamını elden alan bir düşman olarak görür. Nitekim
ölüm trajedisini insanoğlu yaşadıkça hep hissedecektir. Necati Cumalı’nın aklı hep o
ayrılıkla meşguldür. Cumalı’nın ölüm karşısındaki kaygısı Eski Günler şiirinde
belirgin olarak ortaya çıkar. Cumalı’yı kaygılandıran durum, ölümün bir gün kapısını
çalacak olmasıdır.
Yan yana ayaklarımız kumlar üzerinde
“Biz, derdim, iki çocuk gibiyiz”
Akıntıya kapılan dallar gibi gelirdi
Bana hayatı macerası içinde
Bir gün ayrılırız diye korkardım347
Şair için her geçen gün ölüme, bir adım daha yaklaşıldığının göstergesidir.
Ancak Cumalı, bu gidişe karşı koyamamaktadır. Şiiri, şairin çıkmazını, telaşını
gözler önüne serer. Şairin, bu düşüncelerle, hayattan zevk almayan, hayattan korkan
bir varlığa dönüşmesi içten bile değildir. Çünkü hayatın insana ölümü ne zaman
sunacağı belli değildir. Ancak şair; yine de yaşamı, Güneş Çizgisi adlı şiirde ölüm
gerçeğiyle beraber olağan karşılar. Đnsan belki de yalnız insan, bütün canlıların içinde
belleği tam olan, yaşadığı sürece doğanın her dirilişi ile her ölümünü, zehir gibi acı
gelen pişmanlıklar, “anısı kalbe ışıklarla dökülen” mutluluklarla belleğinde yaşatan
insandır. Yine bütün canlılar içinde yalnız insan, salt içgüdüleriyle değil, yüreği ile
346
347
Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-I, s.41.
Cumalı, a.g.e. 45.
183
bilinci ile doğanın yeniden doğuşunu özleyen, ümitle bekleyendir. Yaşadıkça,
sevdikleri, dostları, yakınları çevresinden doğanın yeniden doğuşunu bir daha
görememek üzere ayrılırlarken, yine yalnız insan, ölüme alışan, ölümü olağan
karşıladığı ölçüde yaşama tutku ile bağlanan varlıktır.348
Gün geçiyor işte
Bugün de geçiyor işte
Günün geçiyor işte
Bak
Duvarda güneşin çizgisine349
Necati Cumalı’nın şiirlerinde ölümü facialı yapan durum, hayatın güzel
oluşudur. Necati Cumalı, savaş yıllarını anlattığı “Harbe Gidenin Şarkıları” adlı
kitabında ve sonrasında aynı duyarlılıkla işlenen “ölüm” şiirlerinde bu iki temi ele
alır. Karakolda şiirlerine şu örneklerin arkasından bakınca, şairin burada da başka bir
konu ve durum içinde, kendi asli duygusunu devam ettirdiğini görürüz. Şiirin başında
şair, “Urla’nın Özbek köyünden Yetim Ali, tarlasına üç evlek geçen sınır komşusu
Đnce Ömer’i vurdu. Bakalım Özbek köylüleri, Ali ile Ömer’in karıları, olayın
ardından ne dediler, karakolda ne ifade verdiler.”(II-33,Karakolda-Đmbatla
Gelen,1954) diye okuyucuya bilgi verir. Mehmet Kaplan, bu şiirde asıl konuşanın
köylüler değil, şairin kendisi olduğunu söyler. “Şair kendi duyuş ve görüş tarzını
başarılı bir şekilde köylülere aktarıyor. Onların hesabına duygu uydurmuyor. Kendi
duygularını onların ağzı ile söylüyor.”350
Sabahın seher vaktinde
Baktım binmiş al beygire
Ömer aşağıdan gelir
Sırtında avcı ceketi
Ayağında rugan çizme
Çiğ düşmüş çimenlere
348
CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, 1997, İstanbul, s.154.
Cumalı, (Güneş Çizgisi), BŞ-II, s.15.
350
Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 212.
349
184
Kavaklar iki yanda ak yeşil
Bir kuş önünden uçar
Dere ardından seslenir
Özbek gölgeler içindedir
Taze bir mavilik sürer göklere
Sabahın seher vaktinde
Ömer binmiş al beygire
Selam verir uçan kuşa, doğan güne
Baktım aşağıdan gelir.351
Bu mısralarda Ömer, yaşama sevinciyle dolu, tabiatla kaynaşan bir insan
olarak tasvir edilir. Tabiatın bu güzellikleriyle mest; uçan kuşa, doğan güne selam
verir. Necati Cumalı’nın, şiire başlarken doğayı ve insanı bu şekilde pembe bir tablo
halinde vermesi tesadüf değildir. Dramatik bir yapısı olan şiirde, az sonra Ömer
öldürülecek ve mutluluk tablosu yerini karamsar bir atmosfere bırakacaktır. Yaşam
ve ölüm arasında bu derece keskin ayrımlara giden Necati Cumalı, tüm şiirlerini bu
duygu ile kaleme alır. Şair, başta Ömer’i bu şekilde tüm insanlarla ve doğayla dost
tasvir etmesi köylüler gibi okuyucularda da derin bir üzüntü uyandıracaktır.
Böylelikle ölümün trajedisi, bir kat daha fazla hissedilecektir. “Karakolda şiirini
müessir kılan amillerden biri “mizansen”dir.”352 Ölümün gölgesini günlük yaşamın
üzerine başarılı bir şekilde düşüren Necati Cumalı, tesirli bir arka plan oluşturur.
Ölümün, insanların yaşamını derinden etkileyen bir faktör olduğu
kuşkusuzdur. Özbek’in yaşlı kadınlarının ağıtlarında bu görülür. Duygular eşyaya
siner; bu, insanla tabiatın birleşmesidir. Felaket ve saadet duygusu salt olarak kişide
kalmaz, diğer insanlara hatta doğaya yansır. Ölümün habercisi silah sesiyle fırlayan
köylülerin kapı ve pencereleri de silah sesine (ölüme) açılır. Bu ölümle birlikte
günışığı ağlamaklı olur, gök mahzunlaşır.
Bu sabah Özbek’te
351
352
Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.33.
KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 213.
185
Silah sesiyle fırladık kapımızdan
Bu sabah silah sesine açıldı
Özbek’te pencere kanatları
Ağlamaklı bir gün ışığı doldu
Evlerimize ardımızdan
Mahzun bir gök
Gözlerimizin önünde asılı kaldı.353
Bu şiirinde şair, ölen köylünün ardında köylülerin hangi ruh haletinde
olduğunu gösterir. Şiir duygu ile başlar. Köylüler, söyledikleri türkü ve ağıtlarda
kendi duygularını anlatırlar. Yine bu şiirde tabiat, şiirin başında tüm güzelliğiyle
tasvir edilir. Ancak birazdan ölecek olan köylünün ardında bu saadet ortamı yok
olacaktır. Bütün varlıklarla dost olan bir insanın ansızın ölümü, köylülerde derin bir
ıstırap uyandırır. Necati Cumalı, “tesirli bir arka plan teşkil etmekte ve ölümün
gölgesini günlük hayatın üzerine düşürmektedir.”354
Varın bakın
Silah sesinin erişmediği yerde
Ak sıvalı damlar
Ak akarsular
Ak kavaklar
Böyle kara mı?
(…)
Bir de bize bakın
Gökler kaçar üstümüzden
Okşasak çocuklarımız ürker
Đçimizde korku var
Gelinlerimiz kuruyan fidanlar gibi solgun355
353
Cumalı, a.g.e. 34.
KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 213.
355
Cumalı, a.g.e. 34.
354
186
Köyün yaşlı kadınlarının bu ağıtları, ölümün tüm köyü yasa boğduğunu
gösterir. Tabii en büyük acıyı ölen köylünün karısı yaşar. Evin her köşesinde
kocasından bir hatıra gören kadın, üzüntüsünü gizlemez ve her nereye baksa
kocasından bir hatıra görür. Kadın kocasının ölümünden sonra güne, aya bakamaz.
Avluya çıkıp çiçekleri koklamaya kalksa yüreğinde bir hüzün birikir. Yaşamak adeta
haram olur. Her şey kadına kocasını hatırlatır.
Bakamam incecik dere yoluna!
Bakamam ak kavaklara!
Penceremden, kapımdan
Güne bakamam! Aya bakamam!
Gayri eve girsem içim ezilir
Avluya çıksam
Itır, fesleğen, katmer kokusu
Bana haram!356
Đnsanlar her şeyi duyguları aracılığıyla algılar. Dünyayı insanlara güzel veya
çirkin gösteren budur. Köylülerin de keyfini kaçıran bu ölüm haberidir. Necati
Cumalı, ölüm temasını ele alırken çok duygusallaşır. O, büyük bir merhamet hissi
taşır. Nitekim Necati Cumalı, bu merhamet duygusunu Özbek köyünün yaşlı
erkeklerinin ağzıyla söyler. Ali’yi işlediği suçtan dolayı itham etmez. Ona bunu
yaptıran sebepleri düşündürten bir ifade kullanır. “Ne Ömer görünür, ne gayri Ali
gelir. Hey gidi fukara Ömer, hey gidi fukara Ali” (II-39) Selahattin Batu, Cumalı’nın
“Karakolda” şiirini sosyal duygu ile sanatı kaynaştıran en güzel eseri olarak belirtir.
Batu’ya göre bu şiir, sanki unuttuğumuz eski Ballade’lardan bir esinti sunar
okuyucusuna. “bir çeşit Arkaizmle yüklüdür; insan ilişkilerinin çağlarca anılarda izi
kalan bir yanı, kanlı bir hikâye canlandırılmıştır burada ağıt ağıt. (…) Kişioğlunun
içinden acılanması, kendini bir serüvende başkalarıyla eşitlemesi, yas çekenlerle
birlikte yaslanması, gözyaşı dökmesi vardır bu şiirde.”357
356
357
Cumalı, a.g.e. 37.
Selahattin BATU, “Yağmurlu Deniz”, Varlık, 15 Mayıs 1968, s.15.
187
Necati Cumalı’nın bu ağıt şiirinden başka Uçana’lı Zülfikar Bey’e Ağıt adlı
bir ağıt şiiri daha vardır. Bu şiir, I. Dünya Savaşı’nda Batı Trakya’yı işgal eden
düşman kuvvetlerine karşı dağa çıkan, savaşın sona ereceği günlerde bir gece evinde
konakladığı eski kâhyası Đsmail tarafından, uykusunda mavzerle öldürülen Zülfikar
Bey’e ağıttır. Şair, bu şiirinde Zülfikar Bey’in ölümüne büyük üzüntü duyar. Zülfikar
Bey’in mertliğinden, büyüklüğünden bahseden şair, salt ölüm üzerinde durur. Oysaki
Zülfikar Bey, I. Dünya Savaşı yıllarında büyük başarılar kazanmıştır. Ancak Necati
Cumalı, bu konulara girmez, sadece ölümün trajedisini yansıtır.
Sağlığında yüzüne gülenler
Sofrasında ekmeğini yiyenler
Uykusunda pusu kurdular
Zülfikar Beyi vurdular358
Bu dramatik son Necati Cumalı’yı çok duygulandırmıştır; ağıt bu ortamda
yazılmıştır. Şair, şiirin devamında diğer şiirlerinde olduğu gibi yine öldürene bir
yaptırımda bulunmaz. Sadece kırgın bir ses tonuyla Đsmail’in yaptığının yanlışlığına
vurgu yapar.
Var git Đsmail var git, namert kişisin
Hem sen düşün hem de sana yol gösteren düşünsün
Bu şiiri ile Cumalı Cumhuriyet döneminde ağıt geleneğinin en güzel
örneklerinden birini vermiştir. Bu hikâyenin etkisinde kalan Necati Cumalı, aradan
kırk yıl geçtikten sonra Zülfikar Bey’in yaşam hikâyesini yazmaya karar verir. Üç
yıllık bir çalışmanın ardında “Viran Dağlar” başlığı altında bir roman çıkarır ve
1995 yılında basılır.359 Necati Cumalı, şiirde ifadesini bulduğu gibi insanın hayatını
yitirmesini acı bir durum olarak niteler. Çünkü insanı yaşamsal kılan tek gerçeğin;
beden ve ruh birlikteliğidir.
358
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.212.
Selahattin TUNCER, “Güzel Aydınlık’tan Viran Dağlar’a-Necati Cumalı’dan bir Ağıt, Bir Roman”,
Cumhuriyet Kitap, S.734, 11 Mart 2004, s.8.
359
188
2.5.3. ÖLÜM VE GERĐDE BIRAKTIKLARI
Necati Cumalı’nın, insan yaşamını sonlandıran “ölüm” temi karşısında bu
kadar ilgili olması, kuşkusuz şairin, ölümü yakından hissetmesinden kaynaklanır.
Zaten insanları diğer canlılardan ayıran en büyük fark, insanın düşünme kabiliyetidir.
Nitekim insanoğlu çevresinde görmüş olduğu ölümlerin etkisiyle ölümü düşünmeye
başlar. Ölümü trajik yapan durum da şüphesiz ölümün üzerine düşünme eyleminin
gerçekleştirilmesidir. Böylelikle ölenin ardında kalan kişilerin durumu, olayı daha da
trajikleştirir. Ölen kişi, ölümü bir kere tecrübe etme şansına sahiptir ve onu yapar,
ancak hiçbir ölü, bize ölümün trajikliğini söyleyemez. Ölümü trajik yapan ise hayatta
kalanlardır. Çünkü ölüm insan için bir muammadır, neyle karşılaşacağı pek bilinmez.
Ölümün insanlığa getirmiş olduğu en büyük sıkıntı, kuşkusuz sevenleri
ayırmasıdır. Bir evli çiftin ayrılması, bir ananın evladını kaybetmesi gibi…
Necati Cumalı, ölümü trajikleştiren bu ayrılıklar üzerinde sıklıkla durur.
Zaten şair, savaş yıllarını anlattığı şiirlerinde ölen askerlerden bahsederken onların da
bizimki gibi anne babalarının olduğunu, sılada bekleyen bir sevgililerin bulunduğunu
ifade eder. Necati Cumalı, yaşamı, sevgi ile eş anlamda düşünür. Ona göre insan;
sevgisi, ümidi ölçüsünde yaşar. Herhangi bir insanın sevdiği bir insanı kaybetmesi,
şüphesiz acı bir durumdur. Necati Cumalı, ölüm temini irdelerken sevgi bağının
ölümle nasıl çözüldüğünü gözler önüne sererek ölümün geride kalanlar üzerindeki
tesirine değinir. Ateş düştüğü yeri yakar kabilinde şair, bu duyguyu, ölümü
çevresinde duyan insanların hisleriyle ifade eder. Necati Cumalı, Odaya Düşen Uçak
adlı şiirinde, eşini bir uçak kazasında kaybeden bir kadının duygularına tercüman
olur. Şiirinde Cumalı, mutlu bir tablo çizerek az sonra gerçekleşecek olan ölümü
daha da trajik hale sokmak ister. Şair, bu zıtlık tablosunu birçok şiirinde kullanır.
Bunun ayrımını, siyah ve beyaz gibi keskin çizgilerle yapar. Necati Cumalı, ölümün
trajedisini anlattığı hiçbir şiiri yoktur ki mutlu, umutlu insanlardan oluşmasın. Ona
göre
ölüm;
ümidiyle,
sevgisiyle
yarınların
düşlerini
kuran
insanlara
yakışmamaktadır. Nitekim yukarıdaki şiirde de geçen mutluluk, gülüş ve düş
ifadeleri ölümün ayırdığı insanların hayattan beklentisini gözler önüne serer.
189
O yer edilmiş gülüşüyle ayrıldı evden
Mutlu geçen saatlerin yığını yıllarla
Çizebilir ancak o gülüşü bir yüze
Bakıyordu uçağından aşağılara
Yarının düşlerine anılar karışıyor
Karısını görüyordu baktığı yerde.360
Eşinin ölümüne inanmak istemeyen kadının gözleri eşinden gelecek olan
telefondadır. Bakışı solan, yüzündeki gülümseme yerini hüzne bırakan kadın, ancak
eşinin sesini telefonda işitmesiyle bakışındaki ateş canlanacaktır.
Telefondaydı gözleri ansıyarak
Güvenli gölgesini gülüşünün
Soluğunun yüzüne değen meltemini
Telefon neredeyse çaldı çalacak
Karıştırmış gibi bir el küllerini
Canlanacak bakışlarının ateşi
Ümidini yitirmiş kadın telefondan gelecek sese göre yeni bir dünya kuracaktır
ve gözlerindeki ateş yeniden canlanacaktır. Ancak kadın hayatın gerçeğini
kabullenmek zorundadır. Şair, bunu da kadına açık bıraktıracağı televizyon
aracığıyla yapar ve böylelikle kadının tüm ümitleri yıkılır. Kocasından bir telefon
bekleyen kadın, haberi televizyondan alır. Odanın ağırlık merkezi telefon olduğu
düşünülürken; birden televizyon tüm dikkatleri çeker. TV spikeri bir şeyler söylüyor,
ancak kadın hiçbir şey anlamıyor, anlamak istemiyordur. Ölümü, sevgilisine
yakıştıramayan kadın, eşinin öldüğünü bir türlü kabul etmek istemez.
Odada açık duran TV yi
Unutmuş, telefona dalmış gitmiş
Odanın ağırlık merkezi telefon değil miydi?
360
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s.164.
190
Değişen bir uğultu yankılanan sözlerde
Ne diyor bu spiker, ne diyor? Bilmiyor mu?
Sevgilim o benim, ben onun sevgilisiyim!..
Şair, ölümün kadın üzerindeki büyük acısını ifade etmek için uçağı evin
salonuna düşürür ve böylelikle trajedinin resmini daha da büyütür. Çevremizde
sayısız örneğini gördüğümüz bu tarz ölümleri, Necati Cumalı olayı somutlaştırarak
acının boyutlarını ve geride bıraktığı insanlar üzerindeki tesirini gözler önüne sermek
ister. Şair, uçağı evin salonuna düşürmesi ile acının en yakın kişi tarafından
hissedilecek olmasına dikkatleri çekmeği başarır.
Nasıl yakından duydu gürültüyü
Odanın içine düşmüş gibi uçak
Çarpmış gibi göğsüne madenleri
Oraya buraya savruldu kendi de
Odanın içinde uçak parçaları
Erkeğinin yaraları açıldı etlerinde
Kaza fotoğrafları gazetelerde
Đri iri ölüm duyuruları
Üst üste çalan telefon kaç gündür
Telgraflar gelen gidenler eve
Uykuda gibi katıldığı gömme töreni
Ne değiştirir, neyi değiştirebilir ki?361
Ölüm geride bıraktıkları ile gider ve ardında kalanlarda şiirin başında verilen
o mutlu tablo yerini hüzne, acıya ve yalnızlığa bırakır. Geçmişin güzel günleri,
geride kalanlar için sürekli düşünülerek hasret giderilecektir.
Yüzünde yılların gülüşüyle gitti
Bildiği o gülüşle dönecekti eve
361
Cumalı, a.g.e. 165.
191
O derin çizgileri kim silebilir
Nerede neyi nasıl bırakmışsa öyle
Üşüyor, küçülüyor kapıyor gözlerini
Güçlü kollarına bırakıyor kendini…362
Necati Cumalı, eşini kaybedip dul kalan bu kadının acısından başka, öksüz
kalan bir çocuğun dramını yansıtır. Anasının Kuzusu adlı şiirinde Cumalı, toplumda
sıklıkla görülen bir konuya değinir ve büyük bir merhamet hissiyle bunu ele alır.
Anasını kaybeden küçük çocuk, başını okşayanları anne şefkati zannedip ardına
takılır, analık aranır. Anne sıcaklığına hasret kalmış bir çocuğun yüreğini
kıpırdatacak en ufak bir şefkat elinin onun için ne derece önemli olduğu gözler önüne
serilir:
Anasının dizi dibinde
Geçti ömrü
Anacığı öldü
Kim biraz okşasa
Takılıyor ardına
Analık aranıyor363
Şair, üniversite gösterilerinde ölen bir öğrencinin anısına yazmış olduğu
Çocuk adlı şiirinde gencin, ardından düşünülenleri anlatır. Kin, nefret, öç gibi
duyguların yoğun hissedildiği dönemde her tarafta şiddet varlığını sürdürür. Necati
Cumalı, davası uğruna ölen üniversiteli için üzülür, ancak ona duyduğu büyük
hayranlığı da gizlemez. Bu genç; öfkenin, zulmün, şiddetin, iğrençliklerin olduğu bir
dönemde bunlara karşı sesini yükselten ve bu uğurda canını veren gence gıpta ile
bakar. Çünkü bu üniversiteli, öğrenci eylemlerinin sembolü haline gelir.
Sana ne yaptın
Neden yaptın diyemem
362
363
Cumalı, a.g.e. 165.
Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s.155.
192
O günler öfke günleri
Öç günleriydi
Yüzsüzlük bencillik ortak
Haram tutmuş köşeleri
Acımasızlık diken diken
Neye baksan çirkin
Neye baksan iğrenç
O günler hepimiz biraz sen
Hepimiz seninleydik
Hepimizi geldi geçti öfken364
Şair, bu gencin yaptıklarından övgüyle bahsederken bu ölümle üzüntüsünü
dile getirir. Dudaklarındaki çığlığın eksik kaldığını vurgulayan şair, bu ölümü
toplumsal barışa sıkılmış bir kurşun olarak görür ve bu kurşunun açmış olduğu
yaranın her gün kanayacağını belirtir. Toplumsal duyarlılıkla gerçekleştirilen gençlik
eylemlerine yakın bir ilgi duyan Cumalı, Türkiye’nin aydınlık geleceğini sağlayacak
olan gençlerin ölümü karşısında üzüntüsünü gizlemez. Güvenilir bir siyasi geçmişi
olmayan Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma tepkisiz kalamayan muhalif seslerin
kesmek istenilmesi ve bu sesi yükselten insanlara şiddet uygulanması, Cumalı’yı
tepki göstermeye yöneltir. Cumalı, bu genci bayraklaştırarak o dönemin gençlik
harekâtının sembolleri arasına sokar. Bu ölüm karşısında buruk bir üslup kullanan
Necati Cumalı, üzüntüsünü dile getirir:
Durur dinlerim
Düştüğün yerde
Büyür ölümün getirdiği sessizlik
Vurur kardeş yüreğin
Bir bayraktır ki gövden
Dalgalanır delik deşik365
364
365
Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.233.
Cumalı, a.g.e. 234.
193
Necati Cumalı, savaş yıllarını anlattığı Şarkılar şiirinde yakın arkadaşının
ölümüne tanık olan bir askerin psikolojisini ele alır. Đnsanların en güzel yılları olarak
belirtilen 20’li yaşlar; kişiye özgürlük, delilik, aşk, sevgi, çılgınlık hislerinin kuvvetli
yaşamasını sağlar. Şair de yirmili yaşlarda biraz hercai bir insan olmak varken
siperden sipere ateş tokuşturan askerlerin en güzel yıllarının gittiğini belirtir. 7 yılı
cephelerde geçen asker, en yakın arkadaşlarını kaybeder. Bütün sevdiklerinin
ölümüne şahit olan asker, en güzel yıllarının bir hiç uğruna geçtiğini düşünür.
Coşkunluğun, deliliğin çağı olduğu bir yaşta asker, susmaya, unutmaya her gün
ölümle karşı karşıya kalarak alışır.
Artık yirmi yaşında değilim
Silah altında geçti
En güzel yedi yılım
Yanıbaşımda öldü
En yakın arkadaşlarım
Bütün sevdiklerimi yitirdim
Artık yirmi yaşında değilim
En güzel yedi yılım geçti
Karda, kışta, sıcakta
Her gün ölümle karşı karşıya
Alıştım susmaya, unutmaya
Artık yirmi yaşında değilim
Kalmadı eski kuvvetim
Dayanamam uzun çalışmaya
Artık ne gelir elimden
Kendimi hayata bırakmaktan başka366
Bu şiirde ölümün ardında insan yaşamının ne denli değişebileceği gözler
önüne serilir. Ölümü kendi yakınlarında gören insanlar; susmaya, unutmaya alışır.
366
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.32.
194
Hayattan lezzet alamayacak bir insan psikolojisini sergileyen bu şiir, ölümün ardında
bıraktığı enkazı yansıtır. Nitekim ölüm trajedisini, insanoğlu yaşadıkça hep
çevresinde hissedecektir. Necati Cumalı, ölümlere toplumsal bir hava katar. O, Huri
Đle Süleyman şiirinde bu ölümlerin tümünün çevremizde gördüğümüz, bildiğimiz
insanların başına geldiğini ifade ederek ölümün sıradan insanların başına gelen bir
olgu olduğunu düşünür. Şair, bu insanların ne türlü sıkıntılara duçar olduklarını
şiirlerinde yansıtır. Đster savaş meydanında olsun, ister kan davasında veya bir kaza
sonucu olsun ölenlerin veya geride kalanların ortak özellikleri gariban olmalarıdır.
Bu garibanlık, ölüm trajedisiyle beraber şairin onlara merhamet hissiyle
yaklaşmasına yol açar. (halktan, içimizden insanlar) Her kim olursa olsunlar, onların
ortak özellikleri vardır. Garibin ölümü yine gariptir.
Adları talihsizdir, dertlidir, gariptir.
Ardıçlarla meşelerle bir arada büyür, sonra da solar, kurur giderler,
ölümlerini duyan bilen olmaz.367
Necati Cumalı’ya göre ölüm hem bedensel, hem de ruhsal olarak bir değişimi
ve dönüşümü de beraberinde getirir. Ölüm kendisi ve ardından bıraktıklarıyla büyük
bir trajedidir. Đnsan düşünen bir varlık olduğu için bu büyük trajediye katlanmak
zorunda kalır. Geride kalan dost ve sevgililer, değişimin ve dönüşümün karşısında
çığlık çığlığadır. Bunun sebebi köklü ayrılıktır. Muhakkak ki insan ayrılığın bilincine
varan tek canlıdır. Bu bilinçle hareket eden şair, bu köklü değişim karşısında
şiirlerini bu temel izlek etrafında kurmaya çalışır.
Necati Cumalı, ölümün geride bıraktığı insanlar üzerindeki tesirinin yanında
bir de daha yerel bir hava içerisinde, hayvanlardaki yansımalarını irdeler. Nitekim
Đbrahim adlı şiirinde Cumalı, ölen sahibinin ardında kalan köpeğe merhamet
duygusuyla yaklaşır:
Đbrahim bıldır öldü
Öksüz kalan köpeği
367
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.103.
195
Her gün dolanır durur
Boş bağının içinde
Köpeğini gördükçe
Görürüm Đbrahim’i
Köpeğinin önünde
Boynunda sarı poşu
Güler karşıdan bana368
Çapa adlı şiirde ise, garip bir köylünün yürek burkan geçmişini anan şair,
ölen köylüye yarenlik yapan keçinin, sahibinin gidişini anlamasını belirtir. Burada
keçi de bir insan gibi duygu yüklü resmedilerek, köylünün ölümüne daha fazla trajik
hava verilmek istenilir.
Karısı, bir iki komşusu kendi gibi
Toplanmışlar şimdi avluda,
Ölüsünü öğleye kaldıracaklar.
Keçisi suskun anlamış gittiğini,
Çapası geride dayalı duvara.369
Necati Cumalı, hayata sıkı sıkıya bağlı olmasından dolayı ölümü arzulamaz;
ölümü öldürmek ister. Ancak bunun gerçekleştirilemeyeceğini bildiğinden ölümün,
erken olduğunu belirtir. Şair, insanların ölmeyeceği ve mutlu olacağı bir dünya
arzular. Sart adlı şiirde Lydia’nın başkenti Sardes’i bu konuda ideal bir merkez
olarak gören şair, ütopik bir tablo çizer. Çizdiği bu tabloda bitkiler, ağaçlar, insanlar
hatta eski çobanlar, tutsaklar bile ölümsüz ve mutlu bir şekilde bir arada yaşarlar.
Necati Cumalı, ölüme başkaldıran bir kimlik ile karşımıza çıkar. Şair, insanların
ölümsüz olarak yaşadığı bir yeri hayal ederken umutlu görünür. Bu da şairin ölüm
karşısındaki tutumunu yansıtır. Ayrılık anında kişinin çıkmazları, ölümü zifiri bir
karanlığa dönüştürür. Çünkü ölüm karadır, yaşam ise aydınlıktır. Şair, şiirin son
mısrasında ölümlü olduğunun farkındadır ve şair de aydınlık olandan karanlık olana
368
369
Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.44.
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.63.
196
doğru yürür. Ancak şairin, geride bıraktığı miras, ölümün insanları yok etmesine
karşı bir duruş sergiler. Necati Cumalı, ölüme karşı çıkarken bencil davranmaz, eski
çağlarda yaşamış olan çobanlar ve tutsaklar için de yaşamı ister. Bu yönüyle şair,
ölüme karşı toplumun tüm kesimleri için yaşamın devam etmesini arzular.
Bitkiler, ağaçlar, insanları ölümsüz
Sart ovası kalırken gerilerde dümdüz
Dönüşte yepyeni bir umut bu benimki
Eski çobanlar tutsaklar bile yaşarken
Ey ölüm, git! Bil ki erken daha çok erken!370
Necati Cumalı, savaşın ve ölümün yıkımlarını anlattığı harp yıllarına
dikkatleri çektiği şiirlerinde, yaşamın güzelliklerine değinir ve ölüme karşı gelir.
Şair, ölüme karşı geldiği şiirlerinin ekseriyetini ölümün erken olduğu düşüncesinden
hareketle ele alır. Toplum içerisinde genel bir kanı olan bu düşünce, Kış Günleri adlı
şiirde belirgin olarak ortaya çıkar. Savaşta yaralı olan bir askerin duyguları bunu
yansıtır.
Yeni bir ihtilaçla kısılıyor yüzü
“hayır, diyor, hayır ölmeyeceğim
Ben daha başındayım hayatın
Ben ölmek için ne yaptım?”371
Koğuş adlı şiirinde ise Cumalı, savaşın büyük bir trajedisi olarak gördüğü
gençlerin bu vakitsiz ölümü karşısında çaresizdir. Bu ölümler günlerin sıkıntılı
olmasına neden olur.372 Şair, hayata doyamadan ölüp gittiklerini belirttiği askerlerin
ölümüne büyük bir acı duyar. Necati Cumalı, bu tarz şiirlerinde ölüme karşı çıkar.
Ancak bu şiirlerin ortak bir özelliği ölümlerin zamansız olmasıdır. Artık
Konuşmadıklarına Göre adlı şiirde ölümün zamansızlığı vurgulanır:
370
Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s.227.
Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.198.
372
Cumalı, a.g.e. 201.
371
197
Yarım kalmış cıgara paketleri
Çoğunun ceplerinde
Demek ölüm ansızın gelmiş
Bazısında yok
Demek henüz alışmamışlar373
Đnsanın istemi dışında gerçekleşen bu durum şairin, ölüme başkaldırmasına
neden olur. Hayattan ayrılmak, kopmak ve düşmek ölümle gerçekleşir. Bundan
dolayı Necati Cumalı, gerçeğin kendisi olan ölümü trajik bir çığlık olarak duyumsar.
Hiçbir zaman ölümü kabul etmeyen şair, ölümün iyiyi, güzeli, aydınlığı yok
edeceğini; karanlığa, umutsuzluğa yol açacağını belirtir.374 Bu gölgenin tüm insanlar
için bir sıkıntı olduğunu vurgulayan şair, ölümün insanları yarım bıraktığını belirtir.
Necati Cumalı, Taşradan Đstanbul’a Gelenler adlı şiirde kendini anlamlı kıldığı bu
dünyada hayatla var olacağını bilir ve hayatın bir soluk gibi insan elinden koparılarak
alınmasına isyan eder. Necati Cumalı’ya göre, günün birinde nasıl olsa öleceğiz.
Ötesini düşünmek boş, bildiğimiz, sevdiğimiz, inandığımız bu dünyadır. Adımımızı
ona göre atmalıyız.375
Bir gün eninde sonunda ölüm gelecekse
Güzel olan bu kubbede esen rüzgâr
Güzel olan “cesurların çığlıkları”
Gönüllerin macerasıdır
Demek hayatın hikmeti
Değişir adamına göre376
Đnsan için hayat, güzelliklerle dolu olabileceği gibi korku, acı ve sıkıntılarla
da dolu olabilir. Önemli olan kişinin hayattan ne beklediği ve onu nasıl algıladığıdır.
Yitik Kalyon adlı şiirde insanların yaşamı boyunca yapmış oldukları iyilikleri ve
güzellikleri ölümlerinden sonra devam eder. Cumalı, bu tutumu ile dünyayı dolu dolu
373
Cumalı, a.g.e. 205.
Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-I, s.41.
375
CUMALI, “Muzaffer Tayyip Uslu’yu Anıyoruz”, Fikirler Dergisi, S.25-26, Temmuz-Ağustos 1949,
s.85.
376
Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.83.
374
198
yaşamak ister. Đyilik ve güzellik içerisinde bir hayat sürmenin peşindedir. Kişi ancak
yaptıkları ile yâd edilip anılacaktır. Şair, yaşamı düzeltmek ve onu anlamlı hale
getirme arzusundadır. Yaşamın bir amaca göre düzenlenmesi, Necati Cumalı’nın
çaresiz kalmamasına, hayat ve işleyişiyle uyum içinde olmasına neden olur. Bu
durum, şairi, hayat ve varlığın akışı karşısında olumlu düşünmeye iter. Necati
Cumalı, bu düşüncelerle varlığın ve yaşamın değerine dikkatleri çeker. O, yaşamı
sever ve yaşama sıkı sıkıya bağlanır. “Necati, bütün varlığıyla bize, fani varlığın
havasını vermek davasındadır. Her satırında, her kelimesinde bunu söyler, bunu
ispatlar, bunu haykırır. Varım ben, der, yaşıyorum, birazcık benim tarafıma bakınız,
dikkat ediniz azıcık bana, buradayım, nah buradayım işte... diye seslenir.”377
Yaşamak türlerin öyküsüdür
Ağaçlar yoktur ağaç vardır
Denizler içindedir deniz
Ölürsek bizden ne kadar ölür
Yaşar iyiliğimiz güzelliğimiz
Bayraklarla donanırız da
Geçeriz bu yitik kalyonda
Dolanır havalarda türkülerimiz…378
Necati Cumalı’nın hayattan beklentisi; yaşamı güzelliklerle yaşamak ve
öldükten sonra hayırla yâd edilmektir. O, Sümüklüböcek şiirinde semboller
kullanarak toplumda gördüğümüz herhangi bir insan gibi yaşamayı arzular. Bir
lokma bir hırka felsefesiyle hareket eden şair, adeta fakir insanların yaşamına,
yaşamları kadar ölümlerine de imrenir. Şiirde sümüklüböceğin yaşamı, şaire ilgi
çekici
gelir.
Adeta
şair,
sümüklüböceğe
imrenir.
Đnsanlığın
en
büyük
problemlerinden olan gözü açlık, şair için küçültücü bir durum olarak belirir.
Đnsanların saldırgan tutumunu, hayvani bir his olarak gören şair, savaş içerikli
şiirlerinde bunu sık sık dile getirir. Şan, şöhret, para gibi hırslarıyla ise insan,
hayvanlardan daha aşağıya çekilerek eleştirilir. Bir lokma bir hırka felsefesi,
377
378
İlhan TARUS, “Necati Cumalı Üzerine Deneme”, Varlık, 1 Ağustos 1955, s.10.
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.192.
199
kanaatkârlığı sembolize eder. Necati Cumalı’ya göre insanın kanaatkâr olması, kişiyi
dünya karşısında ezilmekten, boyun bükmekten alı koyar.
Sevmem gürültüyü
Her türlüsünü sevmem
Ün denen patırtıyı da
Küçük sümüklüböcek
Taşır kabuğunu sırtında
Nemli sabahlarla kardeş
Can ciğer yeşil otlarla
Yaşar bir lokma bir hırka379
Necati Cumalı, bir lokma bir hırka yaşam sürme isteğini bir başka şiirinde
belirtir. O, Güzel Ölüm adlı şiirinde sade bir hayat sürmek arzusunu taşır. Ve bu sade
yaşamın sonunda sade bir ölümü düşler, çiçekler gibi, kelebekler gibidir bu ölüm.
Cumalı için hayatın anlamı; sevmek ve sevilmektir. Onun gözü ne paradadır, ne de
şan ve şöhrettedir. Cumalı, bu kısacık dünyada hayatı dolu dolu yaşamak ister.
Ne güzel ölüyor çiçek
Öyle isterdim ölmek
Ne zengin olmakta gözü
Ne övündü renkleriyle
Sofrası gelene açık
Kelebek börtü böcek
Cömert alçakgönüllü
Savurdu tozlarını yele
Severek sevilerek
Geçti kısacık ömrü
Sevdiğim karşı tepelere
Gözlere görünmeden ben de
Savrulsam penceremden
379
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-II, s.274.
200
Güzel olurdu ölmek380
Sade bir yaşam arzusu içinde olan Cumalı, severek, sevilerek kısacık
ömrünün geçmesini istemektedir. Pencere şiirinde şair, ömrün kısalığından yakınır.
Ömür kısa, zaman dardır. Cumalı, hayatı küçük bir deliğe benzetir. O delikten ne
gördükse yaşadığımız da o kadardır. Necati Cumalı için asıl olan bu küçük anı dolu
dolu yaşamaktır.
Biz birer
Küçük pencereyiz
Pencere bile değil
Küçük birer delik
Ne gördükse
O delikten gördük
O kadar yaşadığımız
Bütün bildiğimiz
Dünyaya geliriz
Açılır o pencere
Bir gün hiç anlamadan
Kapar gideriz381
Şair, ölüme karşı yaşamı savunur, ancak o, bu tutumunda bencil davranmaz.
Çevresinde olup bitenlere kulağını tıkamaz. O, kimi zaman temerküz kamplarında
vurulup ölen bir askerin yanında, kimi zaman ise Anadolu’nun ücra bir köyünde,
kasabasında herhangi bir sebeple adam öldürmelere tanık oluyor. Her kimin ölümü
olursa olsun şair, onların ölümünü derin bir üzüntüyle karşılar. “Necati Cumalı,
acının şiirini yazıyor. Ya kendi acısını, ya öbür insanların acısını… Kendi acısı
bitince öbür insanlara dönüyor. Onlarınki bitince kendine… dönecek amma
dönemiyor. Onların acısı bitmiyor ki…”382 Her ne sebeple olursa olsun ölüme karşı
olan şair, çaresizce ölümün bir kader olduğunu da kabullenir.
380
Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.270.
Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.161.
382
Turhan GÜRKAN, “Şiirimizde Yalnızlık Duygusu”, Türk Sesi, İstanbul, 18 Haziran 1955, s.18.
381
201
3. SONUÇ
Tanzimat döneminde Türk Edebiyatı, Batı Edebiyatından çok etkilenir. Bu
dönemde sosyal, siyasal ve iktisadi hayat gibi edebiyat da yönünü Batıya doğru
çevirir. Batı tarzı şiir kendini bu dönemde hissettirmeye başlar ve Cumhuriyet devri
ile zirve yapar. Cumhuriyet devrinde ise şiir, sadece şekil bakımından bir değişime
uğramaz, aynı zamanda içerik de değişir ve genişler. Bu dönem şiiri, toplumsal
konulara belirgin bir şekilde eğilir. Savaşlar, ölümler, yıkımlar ve ekonomik krizler
edebiyatçıları toplumsal duyarlılık geliştirmesine yol açar. Toplumun içinde
bulunduğu dar boğazı edebiyatçılar, kalemleri ile aşmaya çaba gösterir.
Necati Cumalı, edebiyatın hemen her türünde eser kaleme almıştır. Şair,
herhangi bir edebi topluluk içerisinde yer almamıştır. Cumalı, edebi hayatında yalın
ve öznellikten yana olmuştur. Cumhuriyet devri şairleri arasında yer alan Necati
Cumalı, kendine özgü konuları ve bu konuları işleyişiyle Türk Edebiyatı içerisinde
kendine yer bulmuştur.
Đçinde yaşadığı topluma önem veren Necati Cumalı, yazmış olduğu şiirlerinde
bireylerden hareket ederek toplumsal sorunlara dikkat çeker. Necati Cumalı, şiir
konularını yaşamından tanık olduğu olaylardan hareketle belirler. Bunların
malzemesinin çoğu, şairin bizzat yaşadığı tecrübelerdir. Necati Cumalı’nın şiirleri
geniş bir insan albümü sunar. Kendisini ve çevresini şiire kolaylıkla konu edinen
şair, insani değerleri ön plana çıkarır ve şiirlerini bu doğrultuda şekillendirir.
Toplumu yakından ilgilendiren olaylar ve durumlar karşısında kayıtsız
kalmayan Necati Cumalı, Türkiye’nin yaşamış olduğu dış göç ve iç göç olgularını ele
alır. Cumalı, olayın ekonomik boyutları ile insan ve toplum yaşamlarına etkilerini
gözler önüne serer.
Türkiye ekonomisinin bir türlü düzelememesi insanlarımızı yoksul bir hayat
sürmeye zorlar. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar, ülke insanını zor
202
şartlar altında bırakır. Türkiye’de işsizlik, yoksulluk ve toprağın verimsizliği gibi
gerekçeler Türk insanını yurt dışına göç etmesini hızlandıran temel nedenlerdir.
Göçe karar verenlerin trajik halleri Cumalı’nın şiirlerinde kendini bulur.
Necati Cumalı’nın şiirlerinde göç, yeni ümitlerin gerçekleşebileceği hissiyle yapılır.
Karşılaşılan zorluklar, zorlu yaşam koşulları ve bunun oluşturduğu psikolojik
kırgınlık hem dış, hem iç göçte karşılaşılan durumlardır.
Necati Cumalı’nın şiirlerinde; kırdan kente göç olgusu üretim ilişkileri
açısından değil, bir yazgı olarak ortaya konur. Popülist duyguculuk egemen kılınır
gerçekliğe bakış açısına. Bu duygusal yoğunlukla ele aldığı şiirlerinde şair, insan
gerçeğine dikkat çekerek göç olgusuna şefkat elini uzatır. Necati Cumalı’yı üzen
durum salt olgunun kendisi değildir. Cumalı’nın şiirlerinde köyden kente göç, insan
yaşamına kazandırdıkları ile hayattan aldıkları arasındaki derin uçurumun belirlemiş
olduğu bir atmosferde işlenir. Bu farklılık, şiirlerin trajik boyutunu belirler.
Toplumsal konulara duyarlılığıyla bilinen Necati Cumalı, kentleşme ve
kentleşmeyle beraber ortaya çıkan gecekondu sorununa değinir. Yoğun göç sonucu
devasa bir şehre dönen Đstanbul, Necati Cumalı’nın, bu olguları konu edindiği
şiirlerinin mekânı olarak dikkat çeker. Đşsiz kalan, ailesine asgari geçimlerini
sağlayacak oranda gelir elde edemeyen kesim, git gide kent için büyük sorunlar
oluşturmaya başlar. Gittikçe artan bir nüfus yığılmasıyla beraber şehir, anormal bir
büyüme gösterir.
Nitekim kırdan kente/başka ülkelere yapılan göçler, sokakta çalışan
çocukların sosyal hayattaki yeri, gecekondu yaşamının zorluğu, kırsal bölgelerin
sorunları gibi toplumsal konuların temelini yoksulluk belirler. Yoksulluk olgusu, az
gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin çok boyutlu sorunlarından biri, belki de en
dinamik olanıdır. Yoksulluk, çoğu zaman bir yandan sistemin istenmeyen fakat
kaçınılmaz yan etkisi; öte yandan da toplumların veya bireylerin kendi yetersizlikleri
olarak görülür. Necati Cumalı’nın savaş konulu şiirlerinde cephelerde çarpışan
askerler bile yoksullukları ile ön plana çıkarılır. Yoksulluğun insan yaşamına olan
etkisi gözler önüne serilir.
203
Dünyada gün geçtikçe artan ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, özellikle
gelişmişlik düzeyi düşük olan Türkiye’deki insanların yaşamlarını devam
ettirebilmelerini ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini giderek zorlaştırır. Bunun
bir sonucu olarak yoksulluk, ülkenin üstesinden gelmekte zorlandığı en önemli
sorunlardan biri haline gelir. Ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarına bir
çıkış yolu bulunamaması, Necati Cumalı’yı bu konularda daha da duyarlı hale getirir.
Şair, toplumun yoğun olarak hissettiği yoksulluk konusunda çeşitli şiirler kaleme
alarak bu duyarlılığını gösterir.
Avrupa merkezli olarak başlayan ardından dünyanın dörtte üçünde 1939-1945
yılları arasında devam eden II. Dünya Savaşı, Türkiye’de yaşanmamış olmakla
beraber bu yıllarda ülkeyi son derece güç şartlar altında bırakır. Türk milleti bu
dönemde savaşa katılmayan diğer milletler gibi şanslıdır, ancak küreselleşen
dünyada Türk milleti de pek çok sıkıntıya maruz kalır.
Türk ve dünya edebiyatının mensupları, ülkelerini derinden etkileyen her
siyasi ve sosyal olay gibi II. Dünya Savaşı’nı da edebiyat için bir malzeme olarak
görür ve bu tarihi trajediyi, gelecek nesillere aktarmayı kendilerine bir görev bilirler.
Đlk şiirlerinde aşk ve yaşam sevgisi gibi daha çok bireyi ilgilendiren şiirler
kaleme alan Necati Cumalı’nın, savaşın hâkim olduğu bir zamanda savaş konulu
şiirler yazması yadsınamaz. Ne var ki, bu savaş döneminde iki yıl askerlik yapması
şairin, savaşın korkusunu, acımasızlığını ve çirkin yüzünü görmesine neden olur. Đki
yıllık bu süre Cumalı’nın şiirlerinde önemli değişikliklere yol açar.
Şair, savaş yıllarını kimi zaman içerden, kimi zaman da dışarıdan başarılı bir
şekilde yansıtır. Bu bakımdan, izlek (tema) bütünlüğü tüm şiirlere yayılır. Tek tek
şiirler bir bütünün parçaları gibidir. Necati Cumalı, savaşın dehşetini, acılarını safça
bir şaşkınlıkla dile getirir. Cumalı, savaşın niteliğinin bilincindedir ve savaşın
yıkıcılığını gerçekçi bakış açısıyla dışa vurur.
204
Necati Cumalı, II. Dünya Savaşının yanında 1936-1939 yılları arasında
gerçekleşen Đspanya Đç Savaşını da şiirlerine taşır. Dünya bu savaş ile birlikte ikiye
bölünür. Dünya, milliyetçiler ve cumhuriyetçiler olarak ayrışır. Cumalı, savaşı
Đspanya’nın bir iç meselesi olarak görmenin ötesinde, bu harbin, tüm insanlığın
mücadelesi olduğunu vurgulayarak insanların bu mücadeleye kayıtsız kalmamasını
ister. Kayıplarıyla, trajedisiyle, ölümleriyle II. Dünya Savaşı, yakın tarih üzerinde
daha fazla yara açmasına rağmen; Necati Cumalı, siyasi bir duyarlılık göstererek
Đspanya Đç Savaşı’nın uygarlık tarihinin en önemli kavşağı olduğunu vurgular.
Cumalı, savaş konularının yanı sıra toprak ve su anlaşmazlıklarından
kaynaklanan savaşımı ile dönemin siyasi buhranlarından kaynaklanan sağ-sol
çatışmalarını şiirine insani bir duyarlılıkla aktarır.
Edebi hayatında belli başlı bazı kırılmalar yaşayan Necati Cumalı, insanlığın
var olmasından bu yana mevcudiyetini koruyan ölüm temini es geçmez. Edebi
yaşamında kırılmalara neden olan durumlar, hiç şüphesiz şairin, gençliğinin
baharında yapmış olduğu iki yıllık askerlik ile tüm insanların ortak problemi olan
yaşlılık dönemidir. Şair, askerlik döneminde kaleme aldığı ölüm içerikli şiirlerinde
daha çok, ölümü kabullenememe ve ölüm korkusu gibi duygular ile geride kalanların
içler acısı hallerini şiirlerine yansıtır. Yaşlılık yıllarına doğru yazmış olduğu şiirlerde
ise Necati Cumalı’nın üslubuna, daha çok, ölümü kabullenme ya da ölümü yenip
ölümsüzleşmek gibi duygular hâkim olur.
Necati Cumalı, ölüm duygusunu konuştururken bütün insanlığın da aynı ortak
duygusunu dile getirir. Şairin, ölüm duygusunu ele alışı, ne mistik bir havada ele
alınır ne de nihilistler gibi ölüm bir yok oluş olarak görünür. O, toplumda herhangi
bir insanın duygusunu, düşüncesini şiirlere yansıtır. Necati Cumalı, aslında bir iç
huzur arayışında değildir ve yaşamından memnundur. Etrafındaki nesne ve varlıkları
gerçek kimliklerinin ötesinde bireysel bir dönüşümün merkezine çekmeyen şair,
şiirlerinde korku ve tedirginlik olmasına rağmen karamsar bir tablo çizmez. O,
şiirlerinde herhangi bir insanın, ölüm karşısında takınacağı duyguyu yaşatır.
205
Necati Cumalı, genel olarak yurt ve insan gerçeğine eğilmeyi, kentte ve kırsal
bölgelerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı başarır. Şair, yurdun bütün
kesimlerini, bütün çevrelerini, insanlarını yansıtan bir ayna olmuştur. Ege
kasabalarından
Çukurova’ya,
Doğu
Anadolu’dan
metropollerin
gecekondu
mahallelerine kadar yayılan çevreler, cephelerde savaşan askerler, tütün üreticileri,
fabrika işçileri, gurbetçiler, kimsesiz çocuklar gibi geniş bir çevre ve insan albümü
şiirlerde boy gösterir.
206
KAYNAKLAR
ADA, Ahmet, “Yıllarca Bir Geyiğin Ardından”, Türk Dili, S. 350, Şubat 1981.
s.481-492.
AKBAL, Oktay, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Bütün
Kötülükler Geçer, Yaşar Đyi ve Güzel Olan”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü
Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996. S.91-95.
AKKAYA, Ünal, Almanya’daki Türk Medyası ve Türk Medyasının Türk
Göçmenlerin Kültürel Yapısına ve Entegrasyon Çabalarına Etkisi, ( Sakarya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi)
Sakarya, 2006.
AKTAŞ, Şerif, “Necati Cumalı”, Türk Dili, S.454, Ekim 1989. s.198-203.
ARSLAN, Adile, “Türkiye’de yeni Kentli Yoksulluk Biçiminde Bir Kesit: Van’daki
Dere Kenarları” Van Dosyası: Teknolojik Afet, Zorunlu Göç, Yoksulluk, Mimarlık,
TMMOB Mimarlık Odası Yayınları, Ankara, 1998.
ARSLAN, Nihayet, “Necati Cumalı”, Türk Dli, S. 590, 2001, s. 217-220.
AYTAÇ, Ömer - AKDEMĐR Đlhan Oğuz, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk
Sorunu”, Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.50-77.
BATU, Selahattin, “Yağmurlu Deniz”, Varlık, 15 Mayıs 1968. s.13-17.
BERK, Engin, “Yazarlar ile Yazdıkları Arasındaki Garip Yol”, Sincan Đstasyonu,
S.17, Ocak 2009. s.3-4.
BOYNUKARA, Hasan, “Edebiyatın Tükenmez Malzemesi: Yoksulluk”, Yoksulluk,
III. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul. s.196-211.
BOYSAN, Burak, “Global Köyün Şehir Kültürü”, Görüş Dergisi, S.28, Đstanbul:
TÜSĐAD, Kasım-Aralık 1996. s.34-38.
BUZ, Sema, “Yoksulluk ve Göç”, Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları,
Đstanbul, s.150-163.
CAN, Yücel, “Yoksulluğun Yeniden Üretildiği Mekânlar Olarak Kentler”,
Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.78-89.
CANBERK, Eray, “1940 Kuşağı Şiiri ve Günümüz Şiirine Etkileri” HECE-Türk Şiiri
Özel Sayısı, S.53.54.55 Mayıs/Haziran/Temmuz, s.102-112.
207
CUMALI, Necati, Aşklar Yalnızlıklar (Bütün Şiirler-I), Can Yayınları, Đstanbul,
1985.
CUMALI, Necati, “Etiler Mektupları”, Türk Dili, S.364, 1982, s.202-207.
CUMALI, Necati, Kısmeti Kapalı Gençlik (Bütün Şiirler-II), Can Yayınları, Đstanbul,
1986.
CUMALI, Necati, “Kendimle Konuşma”, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.490-502.
CUMALI, Necati, “Muzaffer Tayyip Uslu’yu Anıyoruz”, Fikirler Dergisi, S.25-26,
Temmuz-Ağustos 1949, s.85-93.
CUMALI, Necati, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, Yeni Edebiyat, S.7, Mayıs
1971, s.6-12.
CUMALI, Necati, “Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili Dergisi, S. 30, MayısHaziran 1992, s.50-55.
CUMALI, Necati, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Mart 1980.
CUMALI, Necati, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Haziran 1979.
CUMALI, Necati, Makedonya 1900, Çağ Pazarlama, Cumhuriyet Kitapları,
Đstanbul, 2004.
CUMALI, Necati, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Yaşamın
Diyeti”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs
1996, s.96-98.
CUMALI, Necati, Revizyonist, Tekin Yayınevi, Đstanbul, 1980.
DOĞAN, M. Cihangir, “Gecekondu Bölgelerinde Đşsizlik ve Yoksulluk Problemi”
Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.140-149.
ERTOP, Konur, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s.12-21.
ERTOP, Konur, “Necati Cumalı’nın Şiirinde Urla’dan Đzler”, Türk Dili Dergisi, S.
30, Mayıs-Haziran 1992, s.43-49.
GĐTMEZ, Ali Sait, Dış Göç Öyküsü, Maya Matbaacılık ve Yayıncılık, Ankara, 1979.
GÜMELĐ, Turgay, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız
Ölüm Romanlarında Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, (Yedi Tepe Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi), Đstanbul, 2006.
GÜRKAN, Turhan, “Şiirimizde Yalnızlık Duygusu”, Türk Sesi, Đstanbul, 18 Haziran
1955, s.18-23.
Hürriyet Gazetesi, 17 Şubat 1969.
208
KALE, Nesrin, “Đnsan Hakları Bağlamında Yoksulluk”, Yoksulluk, I.Cilt, Deniz
Feneri Yayınları, Đstanbul, s.70-79.
KAPLAN, Mehmet, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, Đstanbul, 1975.
KARATAY, Abdullah, LÂÇĐN Arif, YĐĞĐT Talip, PALA Hayrettin, “Beyoğlu
Bölgesinde Yaşayan Yoksul Aileler ve Sokakta Çalışan Çocuklar”, Yoksulluk, III.
Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.254-271.
KARPAT, Kemal H., Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Đmge Kitapevi, Ankara, 2003.
KAVCAR, Cahit, “Gülten Dayıoğlu ve Dış Göç Edebiyatı”, Roman Kahramanı
Fadiş’in Doğumunun 30. Yılında Çağdaş Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarı
Gülten Dayıoğlu ve Yazını Ulusal Sempozyumu, 24-26 Mayıs 2001, Osmangazi Üni.,
Eskişehir 2001.
KELEŞ, Ruşen, Kentleşme Politikası, Đmge Yayınevi, Ankara, 1997.
KEMAL, Nazım, “Denizin Đlk Yükselişi”, Yeni Sabah, Đstanbul, 3 Ocak 1955, s.2328.
KEMAL, Nazım, “Yalnız Kadın”, Yeni Sabah, 13 Haziran 1955, s.19-21.
KOLAÇ, Emine, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, “Gülten Dayıoğlu’nun
Yurdumu Özledim Romanında Dış Göç Sorununun Çocuk Boyutu”, International
Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume
3/7 Fall 2008, s.458-476.
KONGAR, Emre, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal
Yapısı, Remzi Kitapevi, Đstanbul, 2004.
NARLI, Mehmet, “ Almanya’ya Göçün Türk Romanına Yansıması”, HECE-Türk
Romanı Özel Sayısı, S. 65/66/67, Ankara, 2002, s.388-401.
ÖZDEMĐR, Yücel, http://www.evrensel.de/index.php?news=2733, Almanya’ya Göç,
Erişim Tarihi: 3 Kasım 2007.
ÖZSOY, Osman, http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=142954, FB, GS ve
BJK’nin alet olduğu çirkinlik… Erişim Tarihi: 27 Mayıs 2008
SEZER, Sennur, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi,
“Buğdaydan Öğrenilen Bir Şiir”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce
Topluluğu, Ankara, 20 Nisan 1996, s.14-16.
209
TANĐLLĐ, Servet, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi,
“Edebiyatımızın Genel Aydınlığı”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce
Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s.18-19.
TARUS, Đlhan, “Necati Cumalı Üzerine Deneme”, Varlık, 1 Ağustos 1955, s.10-14.
TAŞ, Songül, Necati Cumalı ve Oyunları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001.
TUNCER, Selahattin, “Güzel Aydınlık’tan Viran Dağlar’a-Necati Cumalı’dan bir
Ağıt, Bir Roman”, Cumhuriyet Kitap, S.734, 11 Mart 2004, s.8-10.
TÜFEKÇĐ,
Necati,
“Kanlı
Pazar,
Đktidar
Gözetiminde
Kanlı
Oyun!”,
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=287568
TÜFEKÇĐOĞLU, Hayati, Đstanbul’da Sokaklar ve Đsimleri Üzerine Bir Alan
Araştırması (Cihangir-Fındıkzade-Pendik Örneği), 1997, yayınlanmamış doçentlik
tezi.
TÜRKDOĞAN, Orhan, “Türk Toplumunda Yoksulluk Kültürü”, Yoksulluk, I.Cilt,
Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.104-109.
VĐLAR, Pierre, Đspanya Đç Savaşı, (Çev. Işık Ergüden) Dost Kitapevi, 2007.
210
ÖZET
YILDIRIM, Ahmet. Necati Cumalı’nın Şiirlerinde Toplumsal Eleştiri, Yüksek
Lisans Tezi, Van, 2011.
Cumhuriyet devri şairleri arasında yer alan Necati Cumalı, kendine özgü
konuları ve bu konuları işleyişiyle Türk Edebiyatı içerisinde kendine yer bulmuştur.
Edebiyatın hemen her türünde eser kaleme alan Necati Cumalı, herhangi bir edebi
topluluk içerisinde yer almamıştır. Şair, edebi hayatında yalın ve öznellikten yana
olmuştur.
Đçinde yaşadığı topluma önem veren Cumalı, yazmış olduğu şiirlerinde
bireylerden hareket ederek toplumsal sorunlara dikkat çeker. Necati Cumalı, şiir
konularını yaşamından tanık olduğu olaylardan hareketle belirler. Bunların
malzemesinin çoğu, şairin bizzat yaşadığı tecrübelerdir. Necati Cumalı’nın şiirleri
geniş bir insan albümü sunar. Kendisini ve çevresini şiire kolaylıkla konu edinen
şair, insani değerleri ön plana çıkarır ve şiirlerini bu doğrultuda şekillendirir.
Şairliğini iki döneme ayırdığımız Necati Cumalı, özellikle ikinci dönem
şiirleri olarak adlandırdığımız 1960 sonrası şiirlerinde toplumsal konulara öncelik
verir. Toplumsal konulara kayıtsız kalmayan şairlerden biri olan Cumalı, şiir
hayatına Đkinci Dünya Savaşı yıllarında başlar. Büyük yıkımların olduğu bu
dönemde, ülkede de siyasi ve ekonomik birçok sıkıntı kendini gösterir. Böyle bir
atmosferde çıraklığını atlatan şair, ilk dönem şiirlerinde birey odaklı şiir yazmasına
karşın ikinci dönem şiirlerinde toplumu merkeze alarak şiirlerine ideolojik bir
söylem kazandırır. Necati Cumalı’nın şiirleri, küçük insanın toplum içerisindeki
sıkıntılarını irdelemesi bakımından önem arz eder. Toplumsal olaylara müdahale
edilebileceği ve dünyanın bir amaca göre dönüştürülebileceği inancı, Cumalı’nın
sanatının alt katmanına yerleşmiş bir olgu olarak gösterilebilir.
Necati Cumalı, genel olarak yurt ve insan gerçeğine eğilmeyi, kentte ve kırsal
bölgelerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı başarır. Şair, yurdun bütün
211
kesimlerini, bütün çevrelerini, insanlarını yansıtan bir ayna olmuştur. Ege
kasabalarından
Çukurova’ya,
Doğu
Anadolu’dan
metropollerin
gecekondu
mahallelerine kadar yayılan çevreler, cephelerde savaşan askerler, tütün üreticileri,
fabrika işçileri, gurbetçiler, kimsesiz çocuklar gibi geniş bir çevre ve insan albümü
şiirlerde boy gösterir.
Anahtar Sözcükler
Necati Cumalı, Toplumsal, Şiir, Gerçekçilik, Kır, Kent, Savaş, Göç, Yoksulluk,
Đnsan, Ölüm, Gecekondu
212
ABSTRACT
YILDIRIM, Ahmet. Sociteal criticism in poetry of Necati Cumalı, postgraduate
thesis, Van, 2011
Necati Cumalı,taking part among the poets of Republic period,gained a place
in turkish literature with his distinctive subject matters and the discussion of these
matters. Necati Cumalı that wrote almost every kind of literary Works, did not take
part in any litarary community. The poet favoured plain and subjectivity in his
literary life.
As he emphasises on the society that li ves in, cumalı draws attention to the
social problems in his poems by embarking on individuals. Necati cumalı determines
the subjects of his poems according to the events that he wittnessed. Most of them
are the experiences of the poet himself. The Poetry of Necati Cumalı presents us a
wide human portrait. The poet that brings himself and his environment up easily in
his poetry, puts human values forward and forms his poems through this sense.
Necati Cumalı ,that we divides his poesy into two periods, gives priority to
social issues in his later 1960 poems which are called as especially Second Period
poetry. Cumalı ,one of the poets who is not indifferent to social issues, begins his
poetry life during The World War II. In addition to massive destructions during that
period there occurs lots of political and financial problems. The poet, completing his
apprenticeship such atmosphere, gains an ideological expression to his poems by
centering society in his second period poetry although he writes individual-centered
poems in his first period poetry. Poems of Necati cumalı are quite important in terms
of examining the burdens of a humanbeing in the society. The belief that it is
possible to interfere in social events and to change the world into a better condition
with great efforts, can be presented as the basic phenomenon of his art.
Necati cumalı accomplishes to represent the homeland and human facts, and
to Express the social relationships in urban areas and countryside. The poet became
213
like a mirror that reflected the entire people, and all the surroundings of the country.
In his poems there appears human portrait and a wide range of environment; such as
the soldires in battles, tabacco manufacturers, factory workers, expats, the homeless;
and the surroundings that spread from The Agean towns to Çukurova and form
Anatolia to shacktowns in cities.
Keywords
Necati cumalı , societal poetry, realism, countryside, urban area, battle, immigration,
poverty, human, death, shack

Benzer belgeler