necati cumalı`nın şiirlerinde toplumsal eleştiri
Transkript
necati cumalı`nın şiirlerinde toplumsal eleştiri
T.C. SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ TÜRK DĐLĐ VE EDEBĐYATI ANABĐLĐM DALI YENĐ TÜRK EDEBĐYATI BĐLĐM DALI NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Hazırlayan Ahmet YILDIRIM VAN – 2011 T.C. SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ TÜRK DĐLĐ VE EDEBĐYATI ANABĐLĐM DALI YENĐ TÜRK EDEBĐYATI BĐLĐM DALI NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Hazırlayan Ahmet YILDIRIM Danışman Yrd. Doç. Dr. Selma BAŞ VAN – 2011 Bu çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Başkanlığınca 2009-SOB-YL049 no’lu proje olarak desteklenmiştir. SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE, Bu çalışma, jürimiz tarafından ................................................ ....................... ANABĐLĐM DALI, ...................................................... ....................... BĐLĐM DALI’nda YÜKSEK LĐSANS / DOKTORA / SANATTA YETERLĐK TEZĐ olarak kabul edilmiştir. Đmza Başkan : ................................................................................................ Üye (Danışman) : ................................................................................. Üye : ..................................................................................................... Üye : ..................................................................................................... Üye : ..................................................................................................... ONAY: Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım. .... / .... / 2000 .......................................................... Enstitü Müdürü I ĐÇĐNDEKĐLER ÖNSÖZ…………...…………………………………………………………III KISALTMALAR…………………………………………………………....VI 1. GĐRĐŞ………………………………………………………………………1 1.1. NECATĐ CUMALI’NIN HAYATI, EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ VE ESERLERĐ..…………………………………………………………………..3 1.1.1. HAYATI………………………………………………………..3 1.1.2. EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ………………………………………………8 1.1.3. ESERLERĐ……………………………………………………17 2. NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ……24 2.1. GÖÇ OLGUSU..…..................................................................................25 2.1.1. DIŞ GÖÇ OLGUSU..................................................................26 2.1.1.1. ĐŞSĐZ GENÇLERĐN YENĐ ÜMĐDĐ: ALMANYA.................28 2.1.1.2. GÖÇÜN AYIRDIKLARI………………..…………………31 2.1.1.3. ZORLU YAŞAM KOŞULLARI VE BUNUN OLUŞTURDUĞU PSĐKOLOJĐK KIRGINLIK……………………..32 2.1.1.4. YURDA DUYULAN ÖZLEM..............................................37 2.1.2. ĐÇ GÖÇ OLGUSU....................................................................41 2.1.2.1. ĐÇ GÖÇ OLGUSUNU BELĐRLEYEN NEDENLER……....42 2.1.2.2. TAŞRADAN BÜYÜK ŞEHĐRLERE GELENLERĐN ACEMĐ HALLERĐ…………………………………………..………………..46 2.1.2.3. GÖÇÜN AYIRDIKLARI VE SEVDĐKLERE DUYULAN ÖZLEM……………………………………………………………...50 2.1.2.4. GÖÇÜN OLUŞTURDUĞU TOPLUMSAL SORUNLAR...53 2.2. KENTLEŞME OLGUSU………..………………...…………………...57 2.2.1. ĐDEAL KENTLEŞME………………………………………..58 2.2.2. KÖYLÜ-KENTLĐ ÇATIŞMASI: ÖTEKĐLEŞTĐRME……….61 2.2.3. KENTLEŞMENĐN ĐNSAN YAŞAMINA ETKĐSĐ.…………..65 2.2.4. ÇARPIK KENTLEŞME ……………..………………………69 2.2.5. GURBETE DÜŞENLERĐN HAKĐR EVLERĐ: GECEKONDULAR…………………………………………………73 2.3. YOKSULLUK OLGUSU……………………………………………....80 2.3.1. YOKSULLARIN GENEL GÖRÜNÜMÜ……………………83 II 2.3.2. YOKSULLUĞUN DAYATTIĞI MEKAN SEÇĐMĐ………...89 2.3.3. KIRSAL YOKSULLUK……………………………………...91 2.3.4. ŞAĐRĐN YAŞANTISI VE ÇEVRESĐNDEN HAREKETLE YOKSULLUK……………………………………………………….95 2.3.5. YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ……………………………………...100 2.3.6. DOĞU ANADOLU’DA YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ…………...106 2.3.7. EKONOMĐK KRĐZLERĐN YOL AÇTIĞI YOKSULLUK VE BUNALIM…………………………………………………………110 2.4. SAVAŞ OLGUSU…..………………………………………………...115 2.4.1. ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI…………………………………..115 2.4.1.1. CUMALI’YI SAVAŞ KONUSUNA YÖNELTEN NEDENLER………………………………………………………..116 2.4.1.2. CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE SAVAŞIN YOĞUNLUĞU…………………………………………………….120 2.4.1.3. SAVAŞIN ĐNSAN PSĐKOLOJĐSĐNE ETKĐSĐ……………126 2.4.1.4. SAVAŞ-MEKAN ĐLĐŞKĐSĐ……....……………………….130 2.4.1.5. SAVAŞIN TOPLUMSAL ETKĐLERĐ………...…………..133 2.4.1.6. BEN’LĐKTEN AYDINLIK BĐR BĐZ’LĐĞE: OLUŞTURULAN KĐTLESEL TEPKĐ..………...…………………134 2.4.1.7. SAVAŞ SONRASI SILAYA DÖNÜŞ VE OLUŞAN YABANCILAŞMA………………………………………………...136 2.4.2. ĐSPANYA ĐÇ SAVAŞI………………………………….…..137 2.4.3.GRUP ÇATIŞMALARI……………………………………...155 2.4.3.1. TOPRAK VE SU ANLAŞMAZLIKLARINDAN KAYNAKLANAN KAVGALAR…………………………………155 2.4.3.2. OTORĐTE BOŞLUĞUNUN NEDEN OLDUĞU SOKAK OLAYLARI VE KARDEŞ KAVGALARI………………………..159 2.5. ÖLÜM…………………………………………………………………169 2.5.1. ĐNSANIN HAYATLA KARŞILAŞMASI…………………..170 2.5.2. YAŞAMI ELDEN ALAN ÖLÜM TRAJEDĐSĐ…………….175 2.5.3. ÖLÜM VE GERĐDE BIRAKTIKLARI……………………..188 3. SONUÇ………………...………………………………………………..201 4. KAYNAKLAR………….………………………………………………206 5. ÖZET……………………………………………………………………210 6. ABSTRACT……..…………….……..………………............................212 III ÖNSÖZ Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak, insan-doğa ilişkisini düzene koymak, sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin. Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir. Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış, yenilikleri tanıtmaya çalışmış, demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur. Tanzimat dönemiyle birlikte edebî tür olarak edebiyatımıza giren toplumsal konulu şiirler, uzun bir süre kişisel beğenilerle şekillenmiş, öznellikten kurtulamamıştır. Şairler, bu tarzdaki şiirlerinde toplumun yaşayışını, sıkıntılarını aktarması bakımından önemli bir görev üstlenirler. Toplumsal eleştirinin bizdeki ilk temsilcileri Namık Kemal, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal gibi şairler, yazarlar oluşturmaktadır. Tabi bu isimleri çoğaltmak mümkün, ancak yazacağımız diğer isimler de bu şahısların açmış oldukları yolda ilerlemişlerdir. Toplum konularına eğilen toplumcu-gerçekçi şair ve yazarlar, daha iyi bir sosyal alanın ihtiyacından hareket ederek insanların refah seviyesinin yükseltilmesinde sözcü rol üstlenirler. Bu tarzı deneyen şair ve yazarların hareket noktası, genel itibariyle Marksist bir anlayış olarak belirginlik kazanır. Toplumun her katmanında özgürlüklerin gerekliliğine değinen sanatçılar, daha eşit, daha müreffeh bir hayatın oluşmasından yana tavırlarını koyarlar. Toplumcu-gerçekçi yazar ve şairler arasında yer alan Cumalı, yukarıda ismini saydığımız şair-yazar kadrosuna adını yazdırmaktadır. Necati Cumalı(1921–2001)yı da bu bağlamda ele alırsak onun, Türk edebiyatında Marksist bir gelenekten beslenerek eserlerini oluşturduğu söylenebilir. Şairliğini iki döneme ayırdığımız Necati Cumalı, özellikle ikinci dönem şiirleri olarak adlandırdığımız 1960 sonrası şiirlerinde toplumsal konulara öncelik verir. Toplumsal konulara karşı duyarlılığını koruyan Cumalı, eserlerini bu tarzda ele alır. Yazarlığı, şairliği ile tanınan Cumalı, IV kaleme aldığı eserlerinde Anadolu insanının çeşitli sıkıntılarına değinir ve bunun toplumdaki yansımalarını irdeler. Necati Cumalı’nın şiirleri, küçük insanın toplum içerisindeki sıkıntılarını irdelemesi bakımından önem arz eder. Toplumsal olaylara müdahale edilebileceği ve dünyanın bir amaca göre dönüştürülebileceği inancı, Cumalı’nın sanatının alt katmanına yerleşmiş bir olgu olarak gösterilebilir. 1921–2001 yılları arasında yaşamış olan Necati Cumalı, edebiyatımıza önemli katkıları bulunmuştur. 1940'lardan itibaren Varlık, Servet-i Fünun - Uyanış, Yeni Đnsanlık gibi dergilerde şiirler yayımlamıştır. Cumalı’nın şiirlerinin bir kısmında, özellikle 1960 sonrası şiirlerinde Marksist eğilimlerin etkisiyle toplumsal konular ele alınmaktadır. Toplumsal konular gerek Cumhuriyet öncesi gerekse sonrası konumu ile birçok şair-yazar tarafından ele alınmakla beraber, yazarlar, şairler kendi dünya görüşünün etkisiyle kaleme aldıkları eserlerinde toplumun çeşitli sıkıntılarına değinirler. Zamanla toplumsal ihtiyaçlar, sıkıntılar değişmekle beraber, toplumsal konular her dönemde farklı ele alınmış, zaman içerisinde büyük bir değişime uğramıştır. Toplumsal konulara kayıtsız kalmayan şairlerden biri olan Cumalı, şiir hayatına ikinci dünya savaşı yıllarında başlar. Büyük yıkımların olduğu bu dönemde, ülkede de siyasi ve ekonomik birçok sıkıntı kendini gösterir. Böyle bir atmosferde çıraklığını atlatan şair, ilk dönem şiirlerinde birey odaklı şiir yazmasına karşın ikinci dönem şiirlerinde toplumu merkeze alarak şiirlerine ideolojik bir söylem kazandırır. Çalışmamız; giriş, Necati Cumalı’nın Şiirlerinde Toplumsal Eleştiri, sonuç ve kaynakça olmak üzere dört ana başlıktan oluşur. Çalışmamızın giriş bölümünde şairin hayatı, sanatı ve eserleri hakkında bilgi bulunmaktadır. Tezin asıl bölümünü “Necati Cumalı’nın Şiirlerinde Toplumsal Eleştiri” oluşturur. Bu bölümde iç göç-dış göç, yoksulluk, gecekondu yaşayışı, kentleşmenin V Türkiye gerçeğiyle ele alınması gibi ülke insanını yakından ilgilendiren olgular ele alınır. Bu olguların yanında insanlık tarihi ile yaşıt olan ölüm olgusu ile tüm dünyayı etkisi altına alan II. Dünya Savaşı ve Đspanya Đç Savaşı da Cumalı’nın toplumsal duyarlılıkla ele aldığı konular olarak tezimizde yer bulur. Đncelenen bu kavramlar, şiirlerin içindeki malzemeye göre alt başlıklar halinde incelenir. Sonuç bölümünde; Necati Cumalı’nın şiirlerinde ortaya çıkan toplumsal problemler ve bunun oluşturduğu psikolojik kırgınlığın genel bir değerlendirmesi yapılır. Kaynakça kısmında; Necati Cumalı’nın incelemeye tabi tuttuğumuz şiirleri, gazete ve denemelerinde yer alan yazıları; süreli yayınlarda dağınık halde bulunan makaleler ile dergi ve tezler bulunur. Romandan hikâyeye, tiyatrodan şiire değin, edebiyata çeşitli örnekler sunan Necati Cumalı hakkında, bugüne kadar çeşitli çalışma yapılmakla beraber şairlik yönü ve şiirleri yeterli kadar incelenmemesi, bizim bu tezi hazırlayacak olmamıza vesile olmuştur. Yogun geçen bu çalışma sürecinde, bu çalışmanın hazırlanmasında teşvik ve telkinleriyle yardımlarını gördügüm hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Selma BAŞ’a, çalışma boyunca her türlü teknik ve manevi katkıda bulunan Sayın Doç. Dr. Yaşar ŞENLER’e, Yrd. Doç. Dr. Tahir ZORKUL’a ve maddi ve manevi desteğini hiç esirgemeyen ailem ve arkadaşlarıma teşekkür ederim. VI KISALTMALAR YYÜ: Yüzüncü Yıl üniversitesi bkz. : Bakınız bs. : Basım C : Cilt Çev : Çeviren Hzl : Hazırlayan KB : Kültür Bakanlıgı S : Sayı s : Sayfa SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü vb : Ve Benzeri YH : Yayına Hazırlayan I.T.S : Birinci Tekil Sahıs a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.y. : Adı Geçen Yazar a.g.m. : Adı Geçen Madde 1 1. GĐRĐŞ Türk edebiyatının Đslam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş olan Divan edebiyatından sıyrılarak Avrupai bir karaktere bürünmeye başlaması XIX. asrın ikinci yarısına rastlar. Bu tarihte yetişen idealist, kabiliyetli yazarla şairlerin dinamik ve sürekli çabaları ile edebiyat, kırk yıl gibi kısa bir süre içinde, yerini hızla batılı bir edebiyata bırakır. XIX. asır sona ererken, Türk Edebiyatı da Batı Edebiyatı’nın hemen bütün türlerinde büyük bir başarıya ulaşmış bulunuyordu.1 Tanzimat dönemiyle birlikte edebî tür olarak edebiyatımıza giren toplumsal konulu şiirler, uzun bir süre kişisel beğenilerle şekillenmiş, öznellikten kurtulamamıştır. Şairler, bu tarzdaki şiirlerinde toplumun yaşayışını ve sıkıntılarını aktarması bakımından önemli bir görev üstlenirler. Toplum konularına eğilen şair ve yazarlar, daha iyi bir sosyal alanın ihtiyacından hareket ederek insanların refah seviyesinin yükseltilmesinde sözcü rol üstlenirler. Bu tarzı deneyen şair ve yazarların hareket noktası, genel itibariyle Sosyalist bir anlayış olarak belirginlik kazanır. Toplumun her katmanında özgürlüklerin gerekliliğine değinen edebiyatçılar, daha eşit, daha müreffeh bir hayatın oluşmasından yana tavırlarını koyarlar. Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde şiir gelişimini sürdürmüş, toplumdaki değişimleri gözlemleyip içeriğinde bu gözlemlerini yansıtmıştır. Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı’nda şiirde toplum sorunları çoğu zaman gözleme dayanan bir gerçekçilikle anlatılmıştır. Kurtuluş Savaşı yılları, ülke edebiyatında önemli değişiklikler yapmaya zorlar. Bu dönemden itibaren birçok yazar ve şair tarafından olaylar “Toplumcu Gerçekçilik” açısından değerlendirilir. Toplumcu gerçekçilik adıyla anılan akım Türk Edebiyatı’nın bir döneminde oldukça etkili olur. Bu yıllarda edebiyatta mekân, Đstanbul sınırlarından ülkenin coğrafyasına doğru genişler. Estetik ve güzellikten toplumcu gerçekçiliğe uzanan bir edebiyat anlayışı şiire egemen olmaya başlar ve bu dönem şairleri toplumun sorunlarına duyarlılıkla yaklaşıp toplumu anlamaya çalışırlar. 1 Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, s.5. 2 Đçinden çıktığı topluma önem veren Necati Cumalı, kaleme aldığı şiirlerinde birey ve toplum odaklı birçok konuya dikkat çeker. Yaşamın birçok problemiyle karşılaşan Cumalı, şiirini de bu tecrübelerden hareketle bireyden topluma doğru değiştirir. Şair, bu dönem şiirlerinde küçük insanların büyük problemlerine kendi duygu ve düşüncelerini ortaya koyarak değinir. Necati Cumalı, edebiyatın hemen her türünde eser kaleme almıştır. Şair, herhangi bir edebi topluluk içerisinde yer almamıştır. Cumalı, edebi hayatında yalın ve öznellikten yana olmuştur. Cumhuriyet devri şairleri arasında yer alan Necati Cumalı, kendine özgü konuları ve bu konuları işleyişiyle Türk Edebiyatı içerisinde kendine yer bulmuştur. Necati Cumalı, şiir konularını yaşamından tanık olduğu olaylardan hareketle belirler. Bunların malzemesinin çoğu, şairin bizzat yaşadığı tecrübelerdir. Necati Cumalı’nın şiirleri geniş bir insan albümü sunar. Kendisini ve çevresini şiire kolaylıkla konu edinen şair, insani değerleri ön plana çıkarır ve şiirlerini bu doğrultuda şekillendirir. 3 1.1. NECATĐ CUMALI’NIN HAYATI, EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ VE ESERLERĐ 1.1.1. HAYATI Şiir, hikâye, roman, oyun, deneme, günce ve inceleme gibi edebiyatın birçok alanında yaklaşık altmış yıl eser veren Necati Cumalı, 13 Ocak 1921 yılında Mustafa ve Fıtnat Acar çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya gelir. Cumalı, -bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan- Florina’da büyükbabasının evinde doğar.2 Bir erkek, dört kız kardeşi bulunan Cumalı’nın asıl adı Ahmet Necati Acar’dır. Ahmet ismi dedesi, Necati ismi ise babası tarafından verilir.3 Ünlü bir yazar olmayı isteyen Cumalı, Acar soyadını kullanmak istemez. Babasının aldığı Acar soyadını yakıştıramaz şiirlerine. Edebiyatta Ahmet bolluğundan geçilmediğini düşünen şair, bir Ahmet daha olmak istemez. Babasının da izniyle ve mahkeme kararıyla Necati’ye uyumlu gelen Cumalı soyadını alır.4 Cuma ismi, anne ve babasının yaşadığı topraklar üzerinde Kaylar köyünde yaşayan bir köylü kadının adıdır. Yazar bundan etkilenerek bu soyadını seçer. Bazı hikâyelerinde hayatı ve ailesiyle ilgili bilgiler veren Cumalı, “Kaylar Rehberim” adlı hikâyesinde soyadının kaynağı hakkında şunları söyler: “Kaylar, şimdiki adıyla Ptolemais annemin kasabasıydı. Soyadımın geldiği Cuma da Kayların biraz daha güneyinde, kasabanın ilk merkezinin adı.”5 Necati Cumalı’nın kişilik gelişiminde annesinin önemli rolü vardır. Ona göre annesi: “ üstün zekâlı ve çalışkan bir kadın” dır.6 Fıtnat Hanım çocukları ile her zaman iyi anlaşan, iyi bir anne, eşi için eşsiz bir ev hanımıdır. Annesi ile ilgili olarak Yeşil Bir At Sırtında adlı eserinde şunları söyler: “Çocukluk yıllarımda ağır ev işlerinden annemin beni parklara bahçelere götürecek vakti olmasa da, bir köşede 2 Necati Cumalı, Makedonya 1900, Çağ Pazarlama, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2004,s. 10. Songül Taş, Necati Cumalı ve Oyunları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s. 325. 4 Cumalı,”Etiler Mektupları”, Türk Dili, 1982, S. 364, s. 202-207. 5 Cumalı, Revizyonist, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1980, s. 165-166. 6 Taş, a.g.e. s. 308. 3 4 arkadaşlık edecek dakikalar bulurduk.”7 Bir başka yerde de annesinden: “Yaşamım boyunca hayranlıkla tutkuyla bağlıydım hep anneme. Yaşadıkça da hayranlıkla anacak hatırlayacağım. Çok olumlu etkileri katkıları var kişiliğimde.”8 diye bahseder. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, Lozan Antlaşması imzalanıp Batı Trakya Türkleri, Batı Anadolu Rumları ile mübadele edilince ailesi göçmen olarak Đzmir’in Urla ilçesine yerleşir. Büyükbaba Đbrahim Efendi üç yıl sonra ölür. l924’te gerçekleşen bu göç, üç yaşındaki Necati Cumalı’yı derinden etkileyecek, ona “bir göç yaşadım, dil değiştirdim…”9 dedirtecektir. Mustafa Cumalı 2 Kasım 1965’te, Fıtnat Cumalı ise 20 Mayıs 1975’te vefat eder. Ailesi, Mart l924’te Đzmir’in Urla ilçesine yerleştirilince Cumalı, Türkçeyi Rumeli aksanıyla öğrenir. Göçün ve çocukluk yıllarının üzerinde bıraktığı etkiyi şöyle anlatır: “Sanıyorum ki çocukluğumun ilk yıllarının çizgilerini hâlâ koruyorum. O göçü yaşamış olmak, o sıkıntıları... Sonra Urla’nın güzelliği... Orada büyüdüm. Çok çabuk, dünya bunalım yılları geldi, anımsarım babam varlıklıydı. 1931 yılına kadar varlıklıydı. Kırk parasız kaldı sonra. “Ben oğlumu Galatasaray’a göndereceğim’ diye yinelerdi babam. Đlkokul bitti, baktık, babamın beni çarşıya gönderecek hali yok. Yine de götürdü, yedi sekiz gün geç olarak. Yer yok dediler. Ağlaya ağlaya döndüm.”10 Kuran’dan başka kitap bulunmayan bir evde” büyüyen Cumalı, Đlkokulu Urla’da Şehit Kemal Đlkokulu’nda bitirir. (1931-1932)11 Cumalı’nın ortaokula gitme arzusu önce hayal kırıklığı ile sonuçlansa da sonraki gelişmeler ona okuma imkânı sağlar. Bu gelişmeleri Cumalı şöyle anlatır: “Ertesi gün, bağlardayız, bir de baktım yengem Đzmir’den kalkmış gelmiş... Ben oğlumu okulsuz bırakmam! ‘dedi.’ Hazırla eşyanı!’ dedi. Aldı beni Đzmir’e götürdü. 7 Taş, a.g.e. s. 308 Cumalı, Yeşil Bir At Sırtında, Can Yayınları, 1990, s. 189. 9 Cumalı, “Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili, S. 30, 1992, s. 50. 10 Türk Dili, “Konuşmalar: Necati Cumalı, Oktay Akbal, Melisa Gürpınar”, S. 30, 1992, s. 51. 11 Yeni Edebiyat, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, S. 7, 1971, s. 4. 8 5 Bakın bunlar sosyal borçlar. Urla’da biz yetmiş kişi bitirdik ilkokulu. Ortaokula giden bir tek ben oldum aralarından. Beni de yengem aldı, yanında okuttu üç yıl.”12 1934-1935 yıllarında ortaokulu Đzmir Erkek Muallim Mektebi'nde okuyan Necati Cumalı, lise öğrenimini Đzmir Atatürk Lisesinde 1935-1938 yıllarında yapar.13 Necati Cumalı, üniversiteye, dört yıllık Đstanbul Hukuk Fakültesi’nde başlar. Babasının ekonomik yükünü hafifletmek için kaydını üç yıllık Ankara Hukuk Fakültesi’ne aldırır. O yıllardaki bunalımlarını ve üniversiteden itibaren yaşadıklarını şöyle ifade eder: “... Ben çıkmaza girdiği, tekdüzeleştiği her yol ayırımında değiştirdim yaşamımı. 1938’de Đstanbul Hukukuna yazılmıştım. 1938 Eylül sonları ile 1939 Ocak’ı arası tam bir bunalım ayları oldu yaşamımda. Gerçekten âşık mıydım? Yoksa cinsel bunalımlar mı geçiriyordum? Sıkıntılı soluk alamaz biri olmuştum. Elime hangi dersi alsam bir sayfa okuyamıyordum. Sokaklara atıyordum kendimi. Bıraktım Đstanbul’u, Ankara Hukuka aktardım kaydımı. Đstanbul Hukuku dört yıl, Ankara üç yıldı. Şiir yapışmıştı yakama. Öğrencilikten ne kadar çabuk sıyrılsam o kadar iyiydi. Aşktan, Đstanbul’dan kaçtım, dört yıllık üniversite cezasını üç yıla indirdim.”14 1939’da başladığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1941’de tamamlayan Cumalı o yıllarda Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel, Baki Süha Ediboglu, Şahap Sıtkı ile arkadaştır. Rüştü Onur, Kemal Uluser, Hüseyin Batu ile de mektuplaşmaktadır. 1941-1942 kışında Ankara’da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin muhasebe bölümünde çalışır. Yazar “ikinci bir üniversite” diye nitelendirdiği askerliği, Çanakkale ve Ezine’de yedek subay olarak yapar. O yıllara dair şunları söyler: “Yedek subaylık dönemim ikinci bir üniversite oldu yaşamımda. Ezine’de ilk işim bir posta kutusu 12 Türk Dili, a.g.e. s. 51. Cumalı,”Yeşil Bir At Sırtında” Can Yayınları, s. 237. 14 Cumalı, a.g.e. s. 237. 13 6 kiralamak, ilk aylığımdan ‘Adımlar’, ‘Yurt’ ve ‘Dünya’ dergilerine abone olmak, Remzi Kitabevine on kitaplık bir sipariş (ödemeli) vermek oldu. Ezine’ye giderken tek kitap götürmemiştim. Ezine’den bir sandık, hepsini de okuduğum kitapla döndüm Urla’ya. Necati Cumalı, “Zehirli sıtma paratifo karışımı öldürücü bir hastalık” yüzünden terhisine yakın hava değişimine gönderilir.15 1945 yılının ilkbaharı ile 1948 yılının sonu arasında Ankara’da Cahit Sıtkı Tarancı ile bir ev kiralar ve Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde çalışır. 1945-1948 yılları arasında Bakanlığa bağlı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde Devlet Tiyatrosu Operasının Yayın Đşleri’nde çalışmaya devam eder.16 Bu yıllarda Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboglu, Erol-Dora Günay, Rogsi Sabor, Nahid Fıratlı, Halil Vedat Fıratlı, Ahmet Adnan Saygun, Ahmet Hamdi Tanpınar, Pertev Naili Boratav ile dost çevresi genişler, zenginleşir.17 1949’da Đzmir’de stajını tamamlar. 1950- 1952 yıllarında Urla’da, 1953-1957 yıllarında Đzmir’de avukatlık yapar. Bulunduğu durumdan çok da memnun bir kişi değildir. “… yedi yıl gerçek kimliğimden uzak yaşadım Đzmir’de. Mimli olarak kaldım…”18 diyen Cumalı’nın siyasi görüşü iş yaşamını olumsuz etkiler. Avukatlığı, “toplumumuzun sorunlarını sergileyen bir laboratuar” da çalışmaya benzetir.19 1954 yılının sonuna doğru hastalanır ve iki buçuk ay, Đzmir Buca Sanatoryumu’nda kalır. 1956 yılında Đzmir’de Ara Tiyatro’yu kurar ve yöneticiliğini üstlenir.20 Avukatlığı bırakıp yeteneğinin belirlediği çizgide hayatını sürdürür. 1958 yılının Ocak ayında kendi imkânlarıyla ve bir aylık parası ile Paris’e gider. Đlk altı ay “karaborsadan döviz sağlayarak, borçlanarak”21 geçimini sağlar. Necati Cumalı, 15 Cumalı, a.g.e. s. 237. Cumalı, “Etiler Mektupları”, Tekin Yayınevi, 1982, İstanbul, s. 38. 17 Uçarol, Yaşlanmaz Şair Çocuk: Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s.15.1996, s. 97. 18 Cumalı, a.g.e. s. 128. 19 Uçarol, a.g.e. 97. 20 Cumalı, “Niçin Af”, Bilgi Yayınları, Ankara, 1989, s. 54. 21 Cumalı, a.g.e. 238. 16 7 “Paris’te Iuartier Latin’de ucuz bir otelin çekme katında dolu dolu bir on sekiz ay” yaşadığını belirtir. 1959’da Paris’ten hayatını “edebiyat adamı olarak kazanmak kararıyla” Đstanbul’a döner. Munis Faik Ozansoy’un yardımıyla Đstanbul Basın Yayın Müdürlüğü’nde raportörlüğe atanır.22 1960 yılında Berin Teksoy’la evlenen Cumalı, eşinin 1963 baharında TelAviv Tanıtma Ataşeliği’ne atanmasıyla Tel-Aviv’e (Đsrail), 1964 güzünde Paris Basın Ataşeliği’ne atanmasıyla da Paris’e gider. 1966’da Cumalı’nın yazdığı yazılar yüzünden eşi Berin Teksoy görevden alınır. Đstanbul’a dönerler. 1966 yılından itibaren mesleki olarak yalnızca yazarlık ile ilgilenen Cumalı, edebiyatı yaşamında hep ön planda tuttuğunu “Edebiyat tutkuma hiçbir zaman ortak tanımadım” sözleriyle ifade eder. Uzun bir süre Đstanbul’dan Ankara’ya belirli aralıklarla TDK’nin yönetim kurulu toplantılarına katılmak amacıyla yolculuk yapar.23 Türk edebiyatına katkıları ile ölümsüzleşen Necati Cumalı, 10 Ocak 2001 tarihinde, kansere yenik düşer ve 12 Ocak 2001’de toprağa verilir. 22 23 Uçarol, a.g.e. 97. Uçarol, a.g.e. 97. 8 1.1.2. EDEBĐ KĐŞĐLĐĞĐ Okur bir aileden gelen Necati Cumalı, çocukluğundan beri okumaya ve kitaplara düşkün bir yazar olduğunu dile getirir. Cumalı, büyüdüğü ortamı, yazıyla ilk buluşmasını dile getirirken Kura’ndan başka kitap bulunmayan evde büyüdüğünü, bunun için şiirle buluşmasının çok geç başladığını belirtir. “Đlkokul kitaplarında hiç ilgimi çekmeyen manzumeler vardı. Çok iyi ansırım sekiz yaşındaydım. Đlkokulun ikisinden üçüne geçmiştim. Benden büyük komşu çocuklarından üçüncü dördüncü sınıfların okuma kitaplarını almış okuyordum. Heceleri parmaklarımla sayarak,'Kedim', 'Bağda Sabah', 'Çeşme' gibilerden bir iki gün içinde üç beş manzume yazdım. Kız kardeşime okuyordum yazdıklarımı.”24 Yazarın çocukluk yıllarında evlerine her gün Yeni Asır ve Tan gazeteleri alınır.25 Bunlarda yayımlanan roman ve hikâyeleri takip eder. Đlk olarak okuduğu roman, Knut Hamsun’un Açlık adlı romanıdır. Türk edebiyatından Ömer Seyfettin’in, Sait Faik’in, Sabahattin Ali’nin kitaplarını okur. Đçlerinde en çok Sait Faik’in kitaplarını sever. Sanat anlayışının oluşmasında Sait Faik’in önemli bir etkisi vardır. Đlkokul sıralarından itibaren “manzume” ile ilgilenmeye başlar. Okuma sevgisi onu sürekli zenginleştirmiştir. Gene de o, bu sevgiyi, kendisinin edebiyata yakınlaşmasında bir neden olarak görmez: “Birçokları edebiyat sevgisinin okumakla başladığını söyler. Ben okuma sevgisi ile edebiyat arasında doğrudan doğruya bir bağlantı kuramıyorum. Her okumayı seven mutlaka yazar ya da şair olamaz. Olmaması gerekir. Okuma sevgisini olağan karşılamak gerekir çocukta. Okumayı sevmeyen çocuk ters bir varlıktır. Şair, yazar olmak bir yana, hiçbir şey olamaz. Her meslek, her sanat okumayı gerektirir. Bunun içindir ki okuma sevgimin bir sonucu olarak görmüyorum sanatımı.”26 Necati Cumalı, şiirle de Đzmir Erkek Muallim Mektebi'nde okuduğu yıllarda karşılaşır. Bunu, aynı yazısında, şu sözleriyle anlatır: “Ortaokulun son sınıfında karşılaştım şiirle. O yıl merhum Refik Ahmet Sevengil'in hazırladığı bir Türkçe 24 Yeni Edebiyat, a.g.m. s.4. Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 7. 26 Yeni Edebiyat, a.g.m. 4. 25 9 kitabını aldırdı bize öğretmenimiz. Kitapta Necip Fazıl'ın şiirleriyle karşılaştım: ‘Otel Odaları’, ‘Heykel’, ‘Geçen Dakikalarım’...27 Türkçe kitabında Necip Fazıl’ı okuyunca büyülenir. Başlangıçta basit bulduğu manzumelere benzemeyen bu şiirler için: “O zamana kadar okuduğum manzumelere benzemiyordu bu okuduklarım. Büyülenmiş, hemen ezberlemiştim bu parçaları. Bu şiirlerin itmesiyle okul kitaplığında “Örümcek Agı”nı “Kaldırımlar”ı buldum. Kalınca bir defter aldım. Sevdiğim şiirleri bu deftere geçirmeye başladım.” der.28 O yıllarda Faruk Nafiz’i okuyup hayal kırıklığına uğrayan Necati Cumalı, Nazım Hikmet’in şiirleriyle karşılaşınca, ona bağlanır. Türk ve Dünya edebiyatından birçok yazarın eserini okuyan Necati Cumalı’nın bu dönemde hayranlıkla sevdiği ilk büyük yazar, Dostoyevski’dir.29 Necati Cumalı’nın bu yıllarda övgüyle söz ettiği eserler; Goriot Baba, Đnsanlığın Hali, Kızıl ve Kara, Benim Üniversitelerim, Martin Eden ve Ekmeğimi Kazanırken’dir. Ulus olma sürecinin şairi olan Necati Cumalı, lisenin son sınıfına gelinceye kadar Necip Fazıl ile Nazım Hikmet’in yanında, Haşim’i ve Yahya Kemal’i de okur. Lisenin son sınıfında tanıştığı Hüseyin Batu, Cumalı’ya yeni ufuklar açar. Varlık, Yücel, Gündüz, Çığır gibi dergilerin adlarını ondan öğrendiğini belirten Necati Cumalı, Dıranas’ı Tarancı’yı, Dağlarca’yı okur. Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’in ‘Garip’ anlayışı içinde yayınladıkları ilk şiirlere yakınlık duyar. Arkadaşı Hüseyin’in de desteklemesiyle liseyi bitirdikten sonra şiirler yazmaya başlar, Yazdıklarını arkadaşına postalar. O dönem şiirlerini, “sevdiğim şairlerin şiirlerine benziyordu”30 diye niteleyen şair, ilk şiirlerini yırtar. Yazar bu konuda şöyle der: “Aldım elime kalemi. Ama ne yazacağımı bilemiyordum doğru dürüst. Gene de şiire benzer bir şeyler çiziktirip duruyor, yazdıklarımı mektupla Hüseyin’e gönderiyordum. Đnanılmayacak şey, beğeniyordu yazdıklarımı. Oysaki genel olarak sevdiğim şairlerin şiirlerine benziyordu yazdıklarım. Sonradan yırttım, kitaplarıma almadım bu şiirleri.”31 Necati Cumalı, liseyi bitirdikten sonra şiir üzerine yoğunlaşır. Necati Cumalı, Đstanbul Hukuk Fakültesindeki öğrenimini yarıda bıraktığı yıllardaki bunalımlarını 27 Yeni Edebiyat, a.g.m. 4. Yeni Edebiyat, a.g.m. 4. 29 Cumalı, Aşk Da Gezer, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998, s. 156. 30 Yeni Edebiyat, a.g.m. 4. 31 Yeni Edebiyat, a.g.m. 4. 28 10 ve üniversiteden itibaren yaşadıklarını yine kendi ifadesiyle şu şekilde verebiliriz: “... Ben çıkmaza girdiği, tekdüzeleştiği her yol ayırımında değiştirdim yaşamımı. 1938’de Đstanbul Hukukuna yazılmıştım. 1938 Eylül sonları ile 1939 Ocak’ı arası tam bir bunalım ayları oldu yaşamımda. Gerçekten âşık mıydım? Yoksa cinsel bunalımlar mı geçiriyordum? Sıkıntılı soluk alamaz biri olmuştum. Elime hangi dersi alsam bir sayfa okuyamıyordum. Sokaklara atıyordum kendimi. Bıraktım Đstanbul’u, Ankara Hukuka aktardım kaydımı. Đstanbul Hukuku dört yıl, Ankara üç yıldı. Şiir yapışmıştı yakama. Öğrencilikten ne kadar çabuk sıyrılsam o kadar iyiydi. Aşktan, Đstanbul’dan kaçtım, dört yıllık üniversite cezasını üç yıla indirdim.”32 Necati Cumalı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini tamamladığı yıllarda Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel, Baki Süha Ediboglu, Şahap Sıtkı ile arkadaştır. Rüştü Onur, Kemal Uluser, Hüseyin Batu ile de mektuplaşmaktadır. Bu yıllar da Necati Cumalı'nın tümüyle şiire yönelmiştir: “1939 sonlarına doğru şairdim artık. Ankara Hukukuna gidiyordum. Ceplerim şiir doluydu. Şiirden başka söz etmiyor, dinlemiyordum. Her yıl ders çalışmalarım aksıyor, kitapları sınav kapısında tamamlayıp, yüreğim ağzımda giriyordum içeriye. Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel, Baki Süha Ediboglu, Şahap Sıtkı arkadaşlarımdı. Rahmetli Rüştü Onur, Kemal Uluser, tabii Hüseyin ile mektuplaşıyordum. Đlk şiirlerim o yıl dergilerde görünmeye başladı. O yıl Orhan Veli ile tanıştım. Sonra sonra yakın bir dostluğa döndü bu tanışmamız.”33 Cumalı, tanıdığı ve okuduğu sanatçılardan etkilenir: “Ben de yukarıda adlarını saydığım şairlerin kendimde birleştirdiğim yönlerinden çıktım” der.34 Cumalı, daha sonra bu etkilenmeleri aşıp orijinal üslubuna ulaşır. Đlk şiirini A.N. Acar ismiyle, 1939 yılında Urla Halkevi dergisi olan Ocak’ta yayımlayan şair, etkilenmelerle yazdığı bu şiiri yayımladığı için pişmanlık duyar.35 Yazarın bu şiirinden önce Ocak dergisinin ilk sayısında “Ümitlerin Gemisi” adıyla bir şiiri daha yayımlanmıştır.36 Kayda değer ilk şiiri 1940’ta Varlık dergisinde “Netice” adı ile yayımlanır. Yine o yıllarda Orhan Veli ile tanışan ve dostluk kuran Cumalı, Oktay 32 Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin Yayınevi, 1990, s. 237. Yeni Edebiyat, a.g.m. 4. 34 Yeni Edebiyat, a.g.m. 4. 35 Cumalı, “Beğenmek”, Ocak, 1939, s. 13. 36 Cumalı, “Beğenmek”, Ocak, 1939, s. 7. 33 11 Rıfat, Cahit Sıtkı Tarancı ve Nurullah Ataç’dan kendisini yüreklendiren şairler olarak söz eder. Orhan Veli vasıtasıyla Halil Vedat Fıratlı ve edebiyata düşkün eşi Nahit Hanım’la dost olur. “Gorki, London, Balzac, Gide, Dostoyevski, Malraug”37 gibi sanatçıların eserlerini okuyarak yetişen Necati Cumalı, “Aynı yıl Kızılçullu Yolu adlı kitapta toplayacağı şiirlerini yazar. l943’te de Salah Birsel ve arkadaşlarının kurduğu ABC Kitabevinde kendi hesabına bastırıp yayınlar.”38 Yazar askerliğini yaptığı yıllarda Adımlar ile Yurt ve Dünya adlı dergilere abone olur. O yıllarla ilgili hatıralarını şöyle anlatır: “Yedek subaylık dönemim ikinci bir üniversite oldu yaşamımda. Ezine’de ilk işim bir posta kutusu kiralamak, ilk aylığımdan ‘Adımlar’, ‘Yurt ve Dünya’ dergilerine abone olmak, Remzi Kitabevine on kitaplık bir sipariş (ödemeli) vermek oldu. Ezine’ye giderken tek kitap götürmemiştim. Ezine’den bir sandık, hepsini de okuduğum kitapla döndüm Urla’ya.”39 Necati Cumalı, askerden Harbe Gidenin Şarkıları adlı şiir kitabıyla döner. (Aralık 1944) Bu yıllarda Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboglu, Erol-Dora Günay, piyanist Rogsi Sabor, Nahid Fıratlı, Halil Vedat Fıratlı, Ahmet Adnan Saygun, Ahmet Hamdi Tanpınar, Pertev Naili Boratav40 ile dost çevresi genişler, zenginleşir. Đlk hikâyesi 1945 yılında “Aysız Geceler” adıyla Yücel dergisinde yayımlanır. Varlık, Ülkü, Ankara gibi dergilerde şiirlerini yayımlayan Cumalı, Ulus gazetesinde şiirle birlikte hikâyelerini de yayınlar. Necati Cumalı, 1949’da Đzmir’de sahnelenen oyunu Boş Beşik ile dikkatleri üzerine çeker. Đzmir’de bulunduğu yıllarda, Güzel Aydınlık (1951), Đmbatla Gelen (1955) ve Güneş Çizgisi (1957) adlı şiir kitaplarını ve Yalnız Kadın (1955) adlı hikâye kitabını birbiri ardına yayımlar. Hikâyelerini Varlık, Seçilmiş Hikâyeler, Yenilik, Yeditepe dergilerinde ve Dünya gazetesinde yayımlayan Cumalı, şiirden arta kalan zamanını diğer türlerde eser vermeye ayırır. 1956’da yayımladığı Değişik Gözle kitabıyla 1957’de Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanır. 37 Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin yay. 1990, s. 279- 280. Şerif Aktaş, “Necati Cumalı”, Türk Dili, S. 90, 1989, s. 199. 39 Uçarol, a.g.e. s. 97. 40 Uçarol, a.g.e. 97. 38 12 Yazar, hayatının çeşitli dönemlerini eserlerinin itibari dünyasına taşır. 1958 yılının Ocak ayında kendi imkânlarıyla ve bir aylık parası ile Paris’e gittiği yıllara ait izlenimleri, Zorla Đspanyol ve Aşk Duvarı gibi oyunlarda olduğu gibi bazı hikâyelerine de kaynaklık eder. 1959’da Paris’ten hayatını “edebiyat adamı olarak kazanmak kararıyla”41 Đstanbul’a döner. 1959’da ilk romanı Tütün Zamanı, Vatan gazetesinde tefrika edilmeye başlanır. 1966 yılından itibaren mesleki olarak yalnızca yazarlık ile ilgilenen Cumalı, edebiyatı yaşamında hep ön planda tuttuğunu “Edebiyat tutkuma hiçbir zaman ortak tanımadım” sözleriyle anlatır.42 Yağmurlu Deniz kitabına 1969 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, Tufandan Önce’ye de 1984 Yeditepe Şiir Armağanı verilir. ‘Dün Neredeydiniz’ adlı oyunuyla 1981 Kültür Bakanlığı Tiyatro Ödülü'nü kazanır. Son romanı Viran Dağlar ile Orhan Kemal Roman Armağanı’nı ve Yunus Nadi Roman Ödülü'nü alır. Dil Derneği’nin düzenlediği Ömer Asım Aksoy Ödülü'nün ilkini Viran Dağlar adlı romanıyla alır. Necati Cumalıya 2000 yılında, Tiyatro Yazarları Derneği tarafından Türk tiyatrosuna katkılarından dolayı ‘Onur Ödülü’ verilir. Makedonya 1900 adlı hikâye kitabıyla 1977’de ikinci kez Sait Faik Hikâye Ödülü’ne lâyık görülür. Susuz Yaz’dan alınan, Metin Erksan'ın yönettiği film ise, 1964 Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı Ödülü'nü alarak, ülkemize sinema alanındaki ilk uluslar arası ödülü kazandırır. Cumalı’nın eserlerinden yola çıkılarak yapılan filmler den bir kaçı ise söyle sıralanabilir: Boş Beşik, Zeliş, Mine, Dul Bir Kadın ve Derya Gülü. Yazarın hayatında Urla’nın önemli bir yeri vardır ve eserlerinin mekân olarak Urla’yı sıkça kullanır. Urla’nın yeşilliği onun hayallerinde her zaman “eserlerinin dekoru”43 olarak yaşar. Birçok yeri gezen şairin eserlerinde Urla geniş yer tutar “.ayrı bir yeri vardır yaşamımda. Sık sık özlerim oraları. Yılda bir kez olsun gidemezsem bir aksaklık duyarım yaşamımda.” der.44 Birbirini izleyen yurtdışı gezileri şaire, değişik mekânlarda değişik milletlerin insanlarıyla tanışma imkânı sağlar. Bu yıllara ait gözlemler, sanatçının eserlerinin 41 Uçarol, a.g.e. 97. Uçarol, a.g.e. 97. 43 Cumalı, “Eserlerimin Dekoru Urla’dır”, Yeni Asır, 1986, s. 2. 44 Cumalı, Etiler Mektupları, Tekin Yay. 1982, s. 9. 42 13 oluşmasında etkili olur. Necati Cumalı, o yıllarla ilgili gelişmeleri şu şekilde aktarır: “... 1967 yılında Bulgaristan Yazarlar Birliğinin çağrısı olarak başlayan yurtdışı gezilerim, Makedonya, Birleşik Amerika (1970–1978), Sovyetler Birliği (1971–73), Bulgaristan (1973– 1978), Đran (1972–1976–1977), Yunanistan (1978). Almanya, Çekoslovakya, Bulgaristan (1980), Finlandiya (1988) ile sürdü. O arada kendi arabamızla Đstanbul’dan çıkarak Zagreb, Milano, Paris üstünden Strazbourg, Münih, Viyana, Peşte, Bükreş’e uzanan yolculuklar yaptık. Bütün bu geziler beni etkiledi, esinlendirdi, çağımızı daha yakından tanımamda yararlı oldu. Öykülerime, şiirlerime, denemelerime kaynaklık etti. Yazdıklarımı tekdüzelikten kurtarabildimse, öyle sanıyorum ki, bu niteliği, yaşamımı tekdüzelikten kurtaracak cesareti göstermeye borçluyum.”45 Necati Cumalı şiir, hikâye, roman, denemelerinin yanı sıra tiyatro oyunları da yazar. Bu alandaki verimliliğiyle çağdaş Türk tiyatrosunda önemli bir yere sahiptir. Yaralı Geyik ile 1979 Muhsin Ertuğrul Armağanı’nı, Dün Neredeydiniz oyunuyla da 1982 Kültür Bakanlığı Tiyatro Ödülü'nü alır. Cumalı, çok yönlü bir sanatçıdır. Şiirlerinin dışında hikâyeleri, oyunları, roman ve denemeleriyle de edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Yeteneğini gereği kadar değerlendirmek ve kendisine bağışlanan ömrün “diyetini ödemek” için çalıştığını ifade eden yazar, çalışmayı mutluluğun kaynağı olarak görür. Necati Cumalı yazı ve şiirlerini, gazete, dergi ve kitaplarda N.C. Acar, N.C, Ahmet Necati, N. Cumalı ve Necati Cumalı adları ile yayımlar. Şiirini, Garip ve 1940 Kuşağı akımlarından arındırarak oluşturmaya çalışan Necati Cumalı şiirlerine aydınlık bir duyarlılığı yansıtmayı amaçlar. Şiirinde ele aldığı belli başlı konular, bireyin güncel kaygıları, sevinç ve özlemleri, ayrılık ve acılarıyla birlikte çağın sorunlarıdır. Nihayet Arslan onun şiirleri ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunur: “Đlk şiir kitabı Kızılçullu Yolu 1943’te çıktı. Garip şiirinin havasını taşıyan bu şiirlerden sonra 1945’te yayımlanan Harbe Gidenin Şarkıları kitabında toplum sorunlarına duyarlık gösteren şiirler ağırlık kazanır. Şiirlerinde yaşama sevinci, yalın duygular, yalın bir anlatım göze çarpar. 1957 yılına kadar şiir kitapları birbiri ardından gelir: Mayıs Ayı 45 Cumalı, a.g.e. 9. 14 Notları (1947), Güzel Aydınlık (1951), Đmbatla Gelen (1955), Güneş Çizgisi (1957). Garip şiiriyle edebiyat dünyamızda kendisine bir yer edinen, genellikle küçük insan olarak adlandırılan, dar gelirli, sıradan orta tabaka insanının duyarlığını yansıtan şiirlerinde toplumsal konular da bu bakış açısı çerçevesinde yer alır. Şiire bir süre ara verip edebiyatın diğer alanlarında ürün vermeye devam eden Cumalı, şiirinde bir dönüşümün ifadesi olan Yağmurlu Deniz’de 1960-1965 arası siyasal ortamının etkilerini yansıtan, toplumsal yönü ağır basan kavga şiirlerine yer vermiştir. Bu tarihten sonra yazdıklarını Başaklar Gebe (1970), Ceylan Ağıdı (1974), Aç Güneş (Bütün Şiirleri, 1980), Tufandan Önce (Bütün Şiirleri, 1983), Aşklar Yalnızlıklar (Toplu Şiirleri, 1985), Kısmeti Kapalı Gençlik (Bütün Şiirleri, 1986) adlı kitaplarda toplamıştır. Şiirinde kendine özgü söyleyişi bulan Cumalı, iddiasız, yalın ama dile getirilmesi zor olanı söylemiştir. Şiirlerinin büyük çoğunluğu öykülemeli anlatım biçimindedir. Bununla birlikte imgenin gücünü duyurduğu şiirleri de vardır.”46 Şiirlerinde bireyin sorunlarına, yaşadığı ortamın onun dünyasının biçimlenmesindeki etkilerine değinmiştir. Güncel kaygılar, aşklar, sevgiler, savrulmalar, acılarla yüklü bir yaşamdan kesitleri sunmuştur. Necati Cumalı, çağdaş duyarlılık evreni yarattığı şiirlerindeki çıkış noktasını ve kuşağının özelliğini şöyle değerlendirecektir: “Bizler, çelişkili koşulların yaşamını bölük pörçük, parça parça ettiği bir kuşağız. Benim çocukluk yıllarımda, toplumda egemen olan değer ölçüleri ile ekmeğimizi kazanmaya başladığımız yıllarda ağır basan değer ölçüleri, çelişkili bir değişiklik gösterdi. Toplum bize verdiği vaatleri tutmadı. Kişiliğimin biçimlenmeye başladığı otuzlu yıllarda, ülkemizde yaşamayı güzelleştiren geleceğe dönük inançlar geçerliydi. Yurdumuzun daha mutlu yarınlara kavuşmasına katkıda bulunmak yürekleri ısıtan bir tutumdu. Kırklı yıllarda birden kendimizi kararan gökler altında bulduk. Ekmeğimizi kazanmaya başlamamızla birlikte enflasyonun yükü altında kaldık, Oktay Akbal'ın deyimiyle önce ekmekler bozuldu. Lokmalarımız ufaldı. Özel yaşayışımızı düzene koymamız zorlaştı, evlenmek, ev açmak, ekmeğimizi güven altına almak, çözülmesi güç sorunlar oldu. Öte yandan delikanlılık çağında inançla bağlandığımız cumhuriyetçi, halkçı, devrimci görüşler karalandı, bizler kötü gözle görülen, istenilmeyen kişiler durumuna düşürüldük. Ben bu kuşağın çilesini 46 Nihayet Arslan, “Necati Cumalı”, Türk Dli, S. 590, 2001, s. 217-220. 15 yaşadım. Sadece toplumsal şiirlerimle değil, yıkılan aşkları, yürek burukluğu ile de kuşağımın duygularının sözcüsü olmaya çalıştım.”47 Hikâye ve romanlarında daha çok Ege yöresinin kırsal kesim insanlarını ve onların yaşam sorunlarını anlatır. Türkiye insanı, suyun ve tütünün hikâyesini Necati Cumalı’nın kalemiyle tanımıştır. Eserlerinde yalın, akıcı ve şiirsel bir dil kullanır. Taşra, kasaba insanının gerçeğini; yaşadığı toplumsal sorunları bu bakış açısıyla yansıtır. Özellikle “Tütün Üçlemesi” olarak nitelendirilen Tütün Zamanı/Zeliş, Yağmurlar ve Topraklar, Acı Tütün bu bakış açısıyla yazılmış romanlarıdır. Konur Ertop, bu üçlemenin özelliklerini şöyle değerlendirir: “Tütün Üçlemesi 1950'lerin ayrıntılı bir panoramasını canlandırmaktadır. Dizide Urlalı tütün üreticilerinin geçim kavgaları, tütün tarımı, tütün piyasası, kasaba insanlarının günlük yaşamı gerçekçi bir biçimde dile getirilmiştir. Yazarın gözlem ve değerlendirmeleri bugün geride kalan bir dönemin gerçeklerine önümüze sermektedir.”48 Romanları, yazarın kendi kişisel görüşlerini aktarması gibi teknik kusurlara rağmen, iyi kurulmuş; sağlam gözlemlere, gerçek hayatın dinamizmini taşıyan gerçekçi tasvirlere sahip; yerel renkliliği ve yerli unsurları içtenlik ve sadelikle yansıtmasıyla kendi insanımızı bulduğumuz gerçekten bizim olan romanlardır. Bu da Necati Cumalı’nın Türk roman tarihinde hak ettiği yeri alması için yeterli bir nedendir. 1959’da yayımlanan Tütün Zamanı, 1971’de Zeliş adıyla yeniden bastırılır. Kırsal kesim insanını anlatan diğer köy/kasaba romanlarımızın çağrıştırdıklarından farklıdır Necati Cumalı’nın romanı. O, köylüyü ideolojik obje yaparak kusurlarını, zaaflarını ya da erdemlerini abartmak yerine, onu kendi doğal çevresi içinde, kendi töreleri, değer yargıları, duyguları ve inançlarıyla sadelikle yansıtmasını bilmiştir. Bu bakımdan Necati Cumalı’nın gerçekçiliği, çarpıcı olmak için, az rastlanır, sivri olay ve kişilerin konu edilmesiyle uç noktalarda aranan bir gerçekçilik anlayışına karşıdır ve yazar esasında gerçekçi romancılığın ön koşulu olan bu sadelik ve doğruluktan 47 Sezer, “Necati Cumalı’ya Yeni Kitabı ‘Tufandan Önce’ Üstüne Sorular: ‘Ben Kısmeti Kapalı Bir Kuşağın Şairiyim, Sözcüsüyüm’”, Somut, 1983, s. 2. 48 Konur Ertop, “Necati Cumalı Öykücülüğünü Anlatıyor”, Varlık, S. 895, 1982, s. 8. 16 ayrılmayarak romanını kurar. Kişilerin kendi dar çerçeveli, basit dünyaları içinde gösterdikleri bireysel gelişimi ve eylemlerini realiteye uygun biçimde ortaya koyarak yaşayan, tanıdık, yadırganmayacak kişiler yaratır. Necati Cumalı, toplumsal yapılanmanın bütün engellemelerine rağmen, okumuş şehir insanının önyargılarından uzak kalabildikleri ve doğal bir ortamda yaşadıkları için daha kendine özgü olmayı başarabilmiş kırsal kesim insanlarındaki bireysel oluşumları izleyebilmiş nadir şairlerden biridir. Cumalı’nın gerçeğe ve insana saygısı, Anadolu insanını deneysel ya da ideolojik bir obje olarak görmesine engel olmuştur. Geleneksel hikâye kalıplarını kullanmakla birlikte Cumalı, son yıllarında kaleme aldığı hikâyelerde ise olaydan çok ayrıntılarda yoğunlaşarak bu tavrını biraz değiştirir. Kişileri, romanlarında olduğu gibi çoğu Urla yöresinin insanlarıdır. Kadın erkek ilişkileri, cinsellik hikâyelerinde başlıca tema olarak öne çıkar. Necati Cumalı, oyunlarında da toplumsal yapıdaki eksiklikleri, aksaklıkları; insan ilişkilerinin trajik yanlarını işler. Necati Cumalı’nın bir edebiyat adamı olarak belki de en ilginç yönü tiyatro yazarlığıdır. Konularını yerli kaynaklardan alarak tamamen yerli unsurları kullanmıştır. Tiyatromuzda yabancı oyunların egemenliği karşısında durarak ulusal tiyatromuzun gelişimine hizmet etmiştir. Birçok dile çevrilen, yurt dışında temsil edilen bu eserler, evrensel olmanın yolunun öncelikle ulusal olmaktan geçtiğini vurgulamaktadır. 1963’te oyunlaştırdığı Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı ise başarılı bir uyarlama olarak üzerinde durulması gereken bir eserdir. Yazarın her türden eserleri yirmiyi aşkın dile çevrilmiştir. Oyunlarından Mine, Nalınlar (1963) Đtalyanca, Derya Gülü (1966 Đbranice, 1991 Đngilizce), Susuz Yaz (1975 Đngilizce), Tehlikeli Güvercin (1969 Rusça), Vur Emri (1975 Slovence, 1977 Farsça) olarak yayımlanmıştır. Susuz Yaz 1981'de Oslo radyosunda Norveç dilinde, Derya Gülü 1967'de Zagreb radyosunda Hırvatça yayımlanmıştır. 17 1.1.3. ESERLERĐ 1. Şiirler Aç Güneş, 1980. Başaklar Gebe, 1970. Bozkırda Bir Atlı, 1981. Bütün Şiirleri-I. 1983. Ceylan Ağıdı, 1974. Denizin Đlk Yükselişi, 1954. Güneş Çizgisi, 1957. Güzel Aydınlık, 1951. Harbe Gidenin Şarkıları, 1945. Đmbatla Gelen, 1955. Đmbatla Gelen, Şiirler-II, 1996. Kızılçullu Yolu, 1943. Mayıs Ayı Notları, 1947. Yağmurlu Deniz, 1968. Yarasın Beyler, 1982. Aşklar Yalnızlıklar (Toplu Şiirler-I),1986. Kısmeti Kapalı Gençlik (Toplu Şiirler-II), 1986. 2. Romanlar Zeliş, (Đlk baskısı Tütün Zamanı Adıyla 1959) Yağmurlar ve Topraklar, 1973. Acı Tütün, 1974. Aşk Da Gezer, 1975. Üç Minik Serçem. 1996. Viran Dağlar, 1994. 18 3. Hikâye Kitapları Yalnız Kadın, 1955. Değişik Gözle, 1956. Susuz Yaz, 1962. Ay Büyürken Uyuyamam, 1969. Makedonya 1900, 1976. Kente Đnen Kaplanlar, 1976. Yakubun Koyunları, 1979. Revizyonist, 1979. Aylı Bıçak, 1981. 4. Oyunlar Boş Beşik, 1949. Mine, 1959. Bütün Oyunları-I (Mine- Dün Neredeydiniz- Vur Emri), 1983. Nalınlar, 1962. Çalıkuşu (Reşat Nuri Güntekin), Oyunlaştıran: Necati Cumalı, 1963. Derya Gülü, 1963. Oyunlar-I (Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri) 1969. Oyunlar-II (Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılara ya da Juliette), 1969. Oyunlar-III (Nalınlar, Masalar, Kaynana Ciğeri) 1969. Oyunlar-IV (Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla Đspanyol) 1969. Oyunlar-V (Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb’un Yumurtası) 1973. Oyunlar-VI (Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, Đş Karar Vermekte) 1977. Yaralı Geyik, 1980. Boş Beşik- Yaralı Geyik- Kaynana Ciğeri, 1985. Mine-Dün Neredeydiniz- Vur Emri, 1983. Bir Sabah Gülerek Uyan, 1990. 19 Vatan Diye Diye, 1990. Devetabanı, 1992. 5. Deneme Kitapları Niçin Aşk, 1971. Etiler Mektupları, 1982. Niçin Af, 1989. Ulus Olmak Atatürk Denemeleri, 1995. Senin Đçin Ey Demokrasi, 1997. Şiddet Ruhu, 1998. 6. Anılar Yeşil Bir At Sırtında, 1990. 7. Çeviriler Apollinaire’den Şiirler, 1965. Hughes, Langston, 1961. Keller, Gottfried, 1946 (Dara Güney ile birlikte). Lamorisse- Prevert, 1981. Merımee, Prosper, Attın Araba, 1963. Storm, Theodor, Meşe Ağaçlı Köşk, 1946 (Dara Güney ile birlikte). 8. Đnceleme Apollinaire, Guıllaume, Yaşamı- Sanatı ve Şiirleri, 1986. 20 Muzaffer Tayyip Uslu (Şiirli Yazıları, Kendisi Đçin Yazılanlar), 1956. 9.Senaryo Bağımsızlık ya da Ölüm, 1993. 10. Makaleler “Beğenmek”, Ocak, 1 (1939), s.8-9. “Yeni”, Fikirler. 22 (1949), s.1-6. “Yeni II”, Fikirler, 23-24 (1949), s.4-9. “Şiirin Diyeti”, Varlık. 450 (1957), s.8. “Niçin Aşk”, Varlık, 452 (1957). s.3-5. “Mine Üstüne”, Türk Tiyatrosu, 320 (1959), s.24-25. “Mine Sahnede”, Türk Tiyatrosu, 321(1959), s. 11. “Mine Üstüne”, Varlık, 498 (1959), s.6. “Yedi Tepe Üstüne Küçük Bir Şehir”, Varlık, 514 (1959), s.14-15. “Cahit Külebi ve Batı”, Vatan, 14 Ağustos 1959, s.2. “Sanatçının Gerçeği” Vatan, 21 Ağustos l 959, s.2. “Yazarlarımızı Sevmiyoruz”, Vatan. 4 Eylül 1959, s.2. “Bir Yazarın Đki Yazısı”, Vatan, 18 Eylül 1959, s.2. “Đlk Gençlik Şiirleri”, Vatan, 25 Eylül 1959. s.2. “Köy Romanları”, Vatan, 2 Ekim 1959. s.2. “Şiirde Fazlalıklar”, Vatan, 9 Ekim 1959, s,2, “Tiyatro Tekniği Üzerine”, Varlık, 524 (1960), s.4-5. “Bir Eve Dönüşünde Sait Faik”, Varlık, 526 (1960), s.4, “Đkinci Yeni ve Eleştirmeciler”, Papirüs, 19 (1960), s,18-19. “Yenilik Adına”, Dost, S.6, Eylül 1961, s.3-4. “Tanpınar’ın Şiirleri”, Varlık, 548 (1961), s,12-13. “Şairden Yana”, Varlık, 550 (1961), s.8, 21 “Tiyatro Üstüne Konuşma” Ataç, 1 (1961), s.24-25. “Nalınlar Üstüne”, Kent Oyuncuları, 5 (1962) s.7 “Đsrail’den Mektup”, Kent Oyuncuları, S.13, Kasım 1963, s. “Kükürt Dumanları”, Varlık, S.762, Mart 1971, s.6. “Şiir Ölüyor Mu?”, Varlık, 761(1971), s.3. “Şiirin Yararı”, Varlık, 763 (1971), s.4-5,31 “Şiirin Olanakları”, Cumhuriyet Ek, 4 Nisan 1971, s.1, 4. “Edebiyatımız Kısır Mı?” Cumhuriyet, 17 Mart 1973. s.2. “Şiirin Attıkları”, Varlık, S.798, Mart 1976, s.6. “Sanat-Edebiyat, Şair Şiirini Kendi Yaşadığı Ortamın Diliyle Yazmalı”, Cumhuriyet, 30 Nisan 1977, s.9. “Ziya Osman Saba’yı Anıyoruz”, Varlık, S.834, Mart 1977, s.7, (Varlık, S.448’den aktarma). “Denek Taşı”, Varlık, S. 837, Haziran 1977, s.9-10. “Nerede Ataç?” Türk Dili, 308 (1977), s.405-411. “Sait Faik Bizim Đlk Klasiklerimizden Biridir”, Milliyet Sanat Dergisi, 234 (1977), s.9. “Büyük Kitaplar”, Varlık, S. 857, Şubat 1979, s.4. “Etiler Mektupları”, Varlık, S. 858, Mart 1979, s.4. “Etiler Mektupları”, Varlık, S. 859, Nisan 1979, s.3. “Etiler Mektupları”, Varlık, S. 860, Mayıs 1979, s.3-4. “Etiler Mektupları”, Varlık, S. 861, Haziran 1979. “Etiler Mektupları”, Varlık, S. 862, Temmuz 1979, s.4-5. ‘Etiler Mektupları”, Varlık, 5. 863, Ağustos 1979, s.5-6. “Etiler Mektupları”, Varlık, 5. 864, Eylül 1979, s.3-4. “Etiler Mektupları”, Varlık, 5. 865, Ekim 1979, s.6-7. “Dil Savaşı”, Cumhuriyet, 28 Ekim 1980, s.2. “Karşılaştırmalar”, Kooperatif Dünyası, Şubat 1979, S.95, s.15-17. “Bir Roman Kahramanı “, Milliyet Sanat Dergisi, 6 (1980), s. 107-109. “Kendimle Konuşma”, Türk Dili, S. 350, Şubat 1981, s.490-493. “Yalın Şiirin Ardında”, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.493. “Anılarla Yaprak Dergisi’’, Milliyet Sanat Dergisi, 35 (1981), s. 10. 22 “Şiir Tohumu”, Türk Dili, 356 (1981). s.87. “Karabataklar Uçuyor”, Gösteri, 5. 16, Mart 1982, s.28-30. “Edebiyat Evleri-4”, Hürriyet Gösteri, 18 (1982), s.36-39. “Aşk Toplumsal Bir Olgudur”, Hürriyet Gösteri, 19 (1982), s.66, “Etiler Mektupları”, Türk Dili. 361 (1982), s.4-7. “Etiler Mektupları”, Türk Dili, 362 (1982), s.89-92. “Etiler Mektupları”, Türk Dili. 363 (1982), s.149-150. “Etiler Mektupları”, Türk Dili, 364 (1982), s.202-207. “Oyunlarımızda Folklorun Yeri”, Türk Halk Edebiyatı ve Folklorunda Yeni Görüşler 1, Hazırlayan: Feyzi Halıcı, Konya Kültür ve Turizm Derneği Yayınları, Ankara 1985, s.50 “Eserlerimin Dekoru Urla’dır”, Yeni Asır, 9 Mayıs 1986. “Etiler Mektupları, Aydın Kimdir?”, Đkibin’e Doğru, 12 (1987). “Etiler Mektupları, Yahya Kemal”, Đkibin’e Doğru, 14 (1987). “Etiler Mektupları, Kitap Ölür Mü?” Đkibin’e Doğru, 6 (1987). “Etiler Mektupları, Folklorun Yeri”, Đkibin’e Doğru, 20 (1987). “Etiler Mektupları, Deredeki Taşlar”. Đkibin’e Doğru, 22 (1987). “Etiler Mektupları, Akif Đnanmış Adam. Đkibin’e Doğru, 28 (1987). “Etiler Mektupları, Öykünme Üstüne”, Đkibin’e Doğru, 43 (1987). “Etiler Mektupları, Niçin Yazıyorum”, Đkibin’e Doğru, 52 (1987). “Etiler Mektupları, Yadsınan Tanzimat”. Đkibin’e Doğru, 16 (1988). “Etiler Mektupları, Oktay Rıfat”, Đkibin’e Doğru, 18, (1988). “Etiler Mektupları, Tiyatroda Uyarlama”, Đkibin’e Doğru, 29 (1988). “Etiler Mektupları, Cenap ile Fikret”. Đkibin’e Doğru. 35 (1988). “Etiler Mektupları, Cenap ile Fikret II”, Đkibin’e Doğru, 37 (1988). “Etiler Mektupları, Kültür Savaşı”, Đkibin’e Doğru, 49 (1988). “Etiler Mektupları, Kültür Savaşı”, Đkibin’e Doğru. 52 (1988). “Etiler Mektupları, Bir Roman”, Đkibin’e Doğru, 7 (1989). “Etiler Mektupları, Tiyatro Edebiyattır”, Đkibin’e Doğru, 13 (1989). “Bir Konunun Ardında”, Türk Dili Dergisi, S.7, Temmuz- Ağustos 1988.s.21 “Seçilmiş Öykü Notları”, Yazıt, 6 (1989), s.3. “Şiddet Ruhu”, Varlık, S.998, Kasım 1990, s.48, 23 “Đyi Đnsan Đyi Vatandaş Hasan Ali Yücel”, Gösteri, 113(1990), s.5-9. “Nazım Hikmet Paris’teydi”, Hürriyet Gösteri, 114 (1990), s.7-10. “Şiirsiz Bir Dünya Yaşamaya da Değmez”, Varlık, 1004 (1991), s.11. “Dediler ki”, Varlık, S.1000, Ocak 1991, s.43. “Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili, 5. 30, Mayıs-Haziran 1992, s.51-54. 24 2. NECATĐ CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE TOPLUMSAL ELEŞTĐRĐ Necati Cumalı, çevresinde gördüğü olayları, durumları şiirlerine aktarmakta güçlük çekmez. Anadolu’nun çeşitli kasabalarında avukatlık görevi yapması Cumalı’ya geniş bir insan albümü sunar. Gezdiği, gördüğü yerlerde insanların değişik problemlerine tanık olan şair, sosyal sorumluluk üstlenerek küçük insanın büyük problemini şiirine taşır. Kurtuluş Savaşı yıllarında doğup seksen yıllık bir ömür süren şair, Türkiye ve dünya gündemini meşgul eden birçok olaya şahitlik eder. Toplumsal-gerçekçi bir çizgide bulunan Cumalı, ülkeyi derinden etkileyen dış göç, iç göç, kentleşme, gecekondulaşma, yoksulluk, ölüm gibi toplumsal yara haline gelen olgulara dikkatleri çekmeyi başarır. Modern dünyada sağ ve sol bloklaşma ülke insanını da etkisi altına alır. Bu etki karşısında taraf olan şair, kendini sol düşünceye yakın görür. Cumalı, Đkinci Dünya Savaşı ve Đspanya Đç Savaşı’nı konu aldığı şiirlerini dünya görüşüne paralel olarak işler. Kimi insani kimi siyasi duyarlılıkla örülen toplumsal içerikli şiirler, vasat bir üslupla şekillenir. 25 2.1. GÖÇ OLGUSU Büyük bir sosyal ve politik sorun olan göç, insan yaşamını etkilediği kadar toplumları ve ülkeleri de derinden etkiler. Göç olgusu yapısı itibariyle; sosyoloji, coğrafya, ekonomi ve siyaset gibi alanların ilgisi kapsamındadır. Edebiyat tam da bu noktada devreye girer. Nitekim edebiyat, insanları ve toplumları ilgilendiren olaylar ve durumlar karşısında kayıtsız kalmaz. Toplumu yakından ilgilendiren olaylar ve durumlar karşısında kayıtsız kalmayan Necati Cumalı, Türkiye’nin yaşamış olduğu dış göç ve iç göç olgularını ele alır. Cumalı, olayın ekonomik boyutları ile insan ve toplum yaşamındaki etkilerini gözler önüne serer. Dış göç ve iç göç, ekonomik sebeplerin temel faktör olduğu düşünülürse benzer sebeplerle yapılır. Đşsizliğin önüne geçmek, iyi bir gelecek elde etmek amacıyla yapılan göçler, insanları çaresizce gurbete düşürür. Göçe karar verenlerin trajik halleri Cumalı’nın şiirlerinde yansımasını bulur. Necati Cumalı’nın şiirlerinde göç, yeni ümitlerin gerçekleşebileceği düşüncesiyle yapılır. Ancak, göçle beraber insanlar toplumsal ve kültürel sorunlarla karşılaşırlar. Gidilen yerlere alışmak kolay olmaz. Karşılaşılan sorunlar, zorlu yaşam koşulları ve bunun oluşturduğu psikolojik kırılmalar hem dış, hem iç göçte karşılaşılan durumlardır. 26 2.1.1. DIŞ GÖÇ OLGUSU Đkinci Dünya Savaşı’nın geride bırakmış olduğu büyük yıkımın ardından hızlı sanayileşme hamleleri, Amerika, Fransa, Đngiltere ve Almanya gibi ülkelerin, sanayide çalışacak iş gücü açığını üçüncü dünya ülkelerinden karşılamalarına neden olur. Zira iş gücü açığını en az maliyetle kapatmak isteyen bu ülkelerin talebine az gelişmiş ülkeler cevap verir. Türkiye ile birlikte Fas, Tunus, Yunanistan, Đspanya ve Yugoslavya gibi gelişimini tamamlayamamış ülkeler, yurtdışına kitleler halinde işçi gönderirler.49 Türkiye’den Avrupa’ya yönelen ilk iş gücü göçünün adresi Almanya olur. 1961 yılında yapılmaya başlanan Berlin Duvarı, Doğu Almanya’dan Batı’ya akan iş gücünün önüne büyük bir engel olarak çıkar. 1961 yılında Federal Almanya ile Türkiye arasında “Đş Gücü Göçü Anlaşması” imzalanır. Böylece gereksinim duyulan iş gücünün bir bölümü 1961 yılından itibaren resmi olarak Türkiye’den karşılanmaya başlanır.50 Bunun sonucunda “Đstanbul, özellikle Tophane ve Mecidiyeköy, birdenbire bir işçi pazarı haline gelir. Almanya Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra giriştiği sanayi hamlesi için güçlü kuvvetli işçiler aramakta ve bunda acele etmektedir.”51 Bu tarihten itibaren Türk işçileri çalışmak üzere kitlesel olarak Almanya’nın yanı sıra sanayileşmiş diğer Avrupa ülkelerine gitmeye başlarlar. 1963 yılında Türkiye ve o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında imzalanan ortaklık anlaşması Almanya’ya işçi göçünü hızlandırır.52 Yoğun işçi göçü sonrasında Almanya bazı çıkarlarını tekrar gözden geçirir ve 1973 yılında yabancı işçi alımını durdurur. Ardından 1974 yılında, çocukları Türkiye’de bulunan kişilerin alacakları çocuk paralarını yarıya indirir. Bu durum, Türk işçilerinin kazancının azalmasına yol açar. Bundan dolayı Türk işçisi çocuğunu Almanya’ya getirtmeye çalışır. Sonuçta 1974 yılı boyunca yüz bin çocuk, Almanya’ya gelir. 49 Ali Sait GĐTMEZ, Dış Göç Öyküsü, Maya Matbaacılık ve Yayıncılık, Ankara, 1979, s. 232. Emine KOLAÇ, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, “Gülten Dayıoğlu’nun Yurdumu Özledim Romanında Dış Göç Sorununun Çocuk Boyutu”, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 3/7 Fall 2008, s. 459. 51 Mehmet NARLI, “ Almanya’ya Göçün Türk Romanına Yansıması”, HECE-Türk Romanı Özel Sayısı, S. 65/66/67, Ankara, 2002, s. 388. 52 Ünal AKKAYA, Almanya’daki Türk Medyası ve Türk Medyasının Türk Göçmenlerin Kültürel Yapısına ve Entegrasyon Çabalarına Etkisi, ( Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Sakarya, 2006, s. 459. 50 27 Böylece “ikinci kuşak” denilen ve bir takım problemler yaşayan kitle oluşmaya başlar.53 Almanya’da işçi alımı durduğunda ülkedeki Türk işçi sayısı 900 binlere ulaşmıştır bile. Almanya bu tarihten itibaren bir taraftan yabancı iş gücünün ülkeye gelmemesi için sert önlemler alırken; bir taraftan da aile birleşimine olanak tanır. Aile birleşimi yasasıyla işçilerimizin Türkiye’deki eşlerini, çocuklarını yanlarına almasına izin verilir.54 1974 yılının sonlarında Alman hükümeti, yabancı işçilerin ülkeye yeni giriş yapılmasını engellemek ve orada bulunanları geri göndermek için çeşitli uygulamalarda bulunur. Alman hükümetinin “geriye dönüşü desteklemek” amacıyla uygulamaya koyduğu politikalar etkili olmaz. 1976’da Almanya’ya gelen Türk sayısı yeniden artar. 1980’li yıllara gelindiğinde ise Türkiye’deki ekonomik ve politik kriz ile terör olayları, Almanya’ya göçü tetikler.55 Ülkemizin işsiz genç nüfusu için yeni bir umut kapısı olan Almanya’ya göç, olanca hızıyla devam ederken; dış ülkelerdeki yabancı düşmanlığı da aynı hızla artış gösterir. Bu dönemde gençlerin ailelerinin yanlarına gelme yaşı, kademeli olarak indirilmeye başlanır. Bu durum çeşitli soru işaretlerini de beraberinde getirir. Bu soru işaretlerinden biri, Almanya’nın aslında yetişkin yaştaki iş gücünü (1. kuşak) ithalden vazgeçerek geleceğin iş gücünü (2. kuşak) erkenden ithal etme veya gelecekteki kendi öz nüfusundaki dar boğazı aşmak için genç yabancı kuşaktan yararlanma gibi gizli bir politika geliştirdiği düşüncesidir. 1983 yılında çıkarılan geri dönüş yasası ile yabancı işçilere geri dönmeleri için verilen teşvik primleri beklenen sonucu vermez. Beklenenden daha düşük sayıda geriye dönüş gerçekleşir. 1993 yılında elde edilen istatistikî veriler Türklerin sadece % 20’sinin Türkiye’ye geri dönmeyi düşündüğünü ortaya çıkarır.56 Sonuç olarak 1961 yılında başlayıp 1980’lerde hızlanan Almanya’ya göç olgusu, küçük iniş çıkışlarla devam eder. Yaşam koşullarının göç ettirdiği işçiler, gün 53 54 Narlı, a.g.e., 388. Yücel ÖZDEMĐR, http://www.evrensel.de/index.php?news=2733, Almanya’ya Göç, Erişim Tarihi: 3 Kasım 2007. 55 56 Kolaç, a.g.e., 460. Kolaç, a.g.e., 461. 28 geçtikçe yerleşik hale gelir. Yeni doğanların kolay entegre olması, göçmen ebeveynlerin Almanya’da kalıcı olmalarını hızlandıran önemli bir etkendir. Ülkemizin her bölgesinde gerçekleşen dış göç, çok geçmeden edebiyatımız için yeni bir konu olarak karşımıza çıkar. “Bu olgu bir yandan “gidenler, kalanlar, dönenler” boyutlarıyla çeşitli trajedilere yol açarken, bir yandan da insanlar kimlik ve yaşam savaşı verirler.”57 Toplumun birer parçası olan şairler ve yazarlar, bu olgu karşısında çekingen davranmazlar. Dolayısıyla toplumsal konulara uzak durmayan edebiyatçılar için yepyeni bir konu doğmuş olur. Nitekim toplumun büyük bir kesimini etkileyen dış göç olgusu gerek yazarlar gerekse şairler tarafından değişik boyutlarıyla eserlerde dile getirilir. Dış göç olgusunu irdeleyen şairlerden biri de Necati Cumalı’dır. Şair, bu sorunları, geçim sıkıntısı yaşayan insanlar için yeni bir ümidin doğması, göçün ayırdıkları, geride bıraktıkları, yabancılaşma ve yurda duyulan özlem boyutlarıyla ele alıp değerlendirir. 2.1.1.1. ĐŞSĐZ GENÇLERĐN YENĐ ÜMĐDĐ: ALMANYA Türkiye ekonomisinin bir türlü düzelememesi insanları yoksul bir hayat sürmeye zorlar. Đçinde bulunulan ekonomik durum, ülke insanını zor şartlar altında bırakır. Türkiye’de işsizlik, yoksulluk ve toprağın verimsizliği gibi etkenler Türk insanını yurt dışına göç etmesini hızlandıran temel nedenlerdir. Kimi yurttaşımız ülkede çeşitli zorluklar içerisinde çalışırken, kimi ekmeğinin ardından gurbetlere düşmüş, gidebildiği yere kadar gitmiştir. Yurt dışında çalışmayı bir lütuf olarak gören gurbetçiler, Almanya’ya göç etmeyi, yeni bir şans ve kurtuluş ümidi olarak görür. Almanya adlı şiirde Cumalı, Almanya’ya göçü insanlara bağışlanan cennet ile özdeşleştirir. Đnsanların ümidinin boyutunu ifade etmek ister. Necati Cumalı, Almanya’ya göçü insanlarda yeni bir umut oluşturması yönüyle ele alır. Đşsizdik yarı aç toprağımız kıt Yıllar yılı inandık düşleriyle yaşadık 57 Cahit KAVCAR, “Gülten Dayıoğlu ve Dış Göç Edebiyatı”, Roman Kahramanı Fadiş’in Doğumunun 30. Yılında Çağdaş Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarı Gülten Dayıoğlu ve Yazını Ulusal Sempozyumu, 24-26 Mayıs 2001, Osmangazi Üni., Eskişehir 2001, s.45 29 Tanrının sevdiği kullarına Bağışladığı cennet Almanya’ydı…58 Đnsanlar yoksulluk karşısında duydukları çaresizlikten nereye gideceğini, ne iş tutacağını bilemez durumdadır. Yeni bir ümit olan Batı Avrupa’ya işçi olarak gitme arzusu, insanların zihnini bir hayli kurcalar. Türklerin büyük çoğunluğu yoksulluk yüzünden Almanya’ya gitmiştir. Şartların zorlamasıyla vatanlarından binlerce kilometre uzakta ekmek parası kazanmak ve asgari geçim standardını yakalamak isteyen göçmenler için Almanya, bir kurtuluş imkânı sunar. Đnsanlar için yeni bir başlangıç ve yeni bir yaşam düzeyi geliştirme fırsatı sunan göç, insanlara güllük gülistanlık bir Almanya hayali kurdurur. Düşler ülkesi olarak görülen Almanya, her şeyin iyisi, güzeli ve yenisidir. Orada ümitler, arzular gerçekleşir. Almanya adlı şiirde bu ümit görülebilir. Yeşil kırlarında gezip eğlendikleri, tok gezdikleri günlük güneşlik bir Almanya hayalidir bu ümit. Almanya’ya göç etmeye karar veren insanların kurduğu bu düşü, Cumalı, iyi görür ve şiirine aktarır. Güllük gülistanlık bir Almanya vardı Çoluk çocuk yeşil kırlarında pazarları Karnımız tok sırtüstü uzanacaktık Gülerek izleyecektik aydınlık bulutları 59 Necati Cumalı, çevresinde gördüğü, tanık olduğu durumlara kayıtsız kalmaz. Şair, şiirlerinin birçoğunu çevresinden esinlenerek şekillendirir. Göç olgusunu da yakın çevresinden edindiği izlenimleri ile birlikte şiirine yansıtır. Nitekim Almanya’ya iş gücü olarak göç edecek insanların bu umudunu Necati Cumalı, bir denemesinde yer verir. Cumalı denemesinde, apartman kapıcısının karın tokluğuna çalışmasını ve bu zor şartların üstesinden gelebilme çabasını yansıtır. Kötü talihini kırmak için Almanya’nın yolunu tutanlardan biri olan kapıcının yaşamış olduğu maddi değişimin boyutları gözler önüne serilir. Kapıcı, Almanya’ya gittikten sonra durumu çok iyi bir seviyeye gelir. Çalıştığı çiftlikte 2400 Mark kadar ücretin yanında lojmanı ve sosyal haklar sağlayan sigortası vardır. Hatta biriktirdiği parayla 58 59 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 127. Cumalı, a.g.e. 127. 30 Đstanbul’da iki daire alır ve yıllık izinlerine ise Mercedes’i ile gider. Üç çocuğu bulunan kapıcı, tamamını da okutur. Ancak, Đstanbul’da kalsa apartmanın ona verebileceği başka odası olmadığı için kalorifer dairesi bitişiğindeki güneş görmeyen yarım pencereli odada yaşamak zorunda kalacaktır. O, asgari ücret ile olsa olsa 17 yıllık kapıcı olacaktır.60 Gündelik hayatın her alanında karşımıza çıkan göç olgusu, yaşamın ritmini yeniden belirler. Göç şiirinde garajlar, istasyonlar, havaalanları yurt dışına işçi olarak gideceklerle hınca hınç dolu olarak görüntülenir. Batı Avrupa ülkelerinin, Türk insanına yeni bir iş umudu sunması, bu tabloyu hazırlayan önemli bir faktördür. Garajlar, istasyonlar, havaalanları Günün her saatinde kalabalık Sıkılmış denkler, iple bağlı valizler Đstasyon önlerinde, yol kıyılarında…61 Yoksul insanlardan oluşan göçmen grup, yeni bir ümitle yollara düşer. Đçinde bulundukları durumdan kurtulmanın yolu olarak gördükleri Avrupa’da çalışma imkânı, onları kitleler halinde göçe sürükler. Ne ile karşılaşacaklarını bilemeyen gurbetçiler, gidecekleri yerlerde tanıdık birkaç kişinin adresini almanın peşine düşerler. Başarılı bir gözlemci olan Cumalı, gurbete gidecekleri bekleme salonlarında tasvir ederek içinde bulundukları durumu iyi yakalar. Göçmenlerin, bir iki satır yazdırabilecekleri birilerini aramaları ile gariplikleri, bekleme salonunda çıkınlarında peynir ekmek çıkarıp kurdukları fakir sofralarıyla yoksullukları ve utanıp eğilerek başörtüleri altında çocuklarını emzirmeleri ile sıradan yönleri bu tasvirde görülebilir. Şair, göçe karar veren insanların profillerini çizdiği bu satırlarda yoksulluğun, göçe karar vermede belirleyici faktör olduğunu vurgulamak ister: Kime el uzatsa adres sorsalar, Yazdıracak olsalar bir iki satır, Gözleri ceplerinde kalan, 60 61 a.g.y., Şiddet Ruhu, s.92. Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 99. 31 Son üç beş kuruş parada. Eğilir başörtüleri altında, Kadınları emzirir çocuklarını, Açarlar peynir ekmek çıkınlarını, Karın doyururlar yolcu salonlarında62 2.1.1.2. GÖÇÜN AYIRDIKLARI Necati Cumalı, göç olgusunu işlerken olayın trajik boyutunu gözler önüne serer. Şair, her toplumsal konuda olduğu gibi göç olgusunu da ele alırken duygusal davranır. Göçü, insan yaşamını derinden etkileyen bir faktör olarak değerlendirir. Ona göre, göçün yol açacağı asıl tehlike, gidenlerle kalanlar arasında derin bir ayrıma yol açacak olmasıdır. Bu konuda kaygılar taşıyan şair, Göç şiirinde bu ayrımı, gövdenin kökten ayrılması olarak nitelendirir. Şair, bu konuyu ele alırken göze çarpan görünümleri, manzaraları yansıtma adına betimlemelere girişir. Bu, yaşanan durumu daha somut ve çarpıcı kılar. Tam karların eridiği günlerdi. Taşan çaylar gördük yol üstü, Testere sesleri duyduk dağa varınca. Koruda hizarcıları gördük. Takalar vardı geride, Çayın ağzında demirli, Sulara kapılmış inen, Kol kol tomruklar gördük. Böyledir göç dendi mi Ayırır gövdeyi kökten, Dal kırar, yaprak soldurur, Söker çadırını yörük.63 62 63 Cumalı, a.g.e. 99. Cumalı, a.g.e. 98. 32 Cumalı, köklü ayrılıklara yol açacağı düşüncesiyle göçü, trajik bulur. Şaire göre bu, gurbetçilerin memleketlerinde neyi var neyi yok satıp gitmelerinden kaynaklanır. Artık gurbetçileri, ülkelerine bağlayan çok az sebep olacaktır. Göç adlı şiirde “SATILIK” ifadesinin büyük harflerle yazılması, gidenlerin geri dönmeyi düşünmedikleri vurgusunu taşır. Her sokakta kapalı bir iki ev, Çıplak tozlu camlarda SATILIK okuduğun, Neredeler, diye, sordun mu içindekiler? En yakın karşılık Almanya.64 Geride ıssız köyler, kasabalar, mahalleler bırakan gurbetçilerin ardından üzüntüsünü gizlemeyen şair, onların dönmeyeceklerinin de farkındadır. Şair, göç eden insanların yoksulluklarını, garibanlıklarını bilir. Hatta bazıları ilk defa köy dışına çıkmaktadır. Toplumsal olaylara derin bir hoşgörüyle yaklaşan şair, insanların yoksulluğu, çaresizliği karşısında duygulanır. Satmışlar savmışlar neleri varsa, Gerilerde köprüler yıkık. Verilen dövizden, biletten artan, Kırık dökük eşyaları beni ağlatır.65 Almanya’ya göç edenlerin genel görünümlerini yansıtan bu dizeler, aslında onların yurt dışında ne derece zorluk çekeceklerinin göstergesi gibidir. 2.1.1.3. ZORLU YAŞAM KOŞULLARI VE BUNUN OLUŞTURDUĞU PSĐKOLOJĐK KIRGINLIK Göçe karar veren insanlar için önemli olan durum, gidilecek yerin, kendi ülkelerinden daha iyi imkânlar sunmasıdır. Bu imkânlar, yeterli maaş, eğitim ve 64 65 Cumalı, a.g.e. 99. Cumalı, a.g.e. 99. 33 sosyal hizmetler gibi temel insani gereksinimleri karşılamaya yetecek olarak düşünülür. Ancak göçmenler, karşılaştıkları tablonun, beklentilerini karşılamaktan uzak olduğunu fark ederler. Sağlık, eğitim ve dolgun ücret imkânına kavuşan gurbetçiler, içine girdikleri topluma ayak uyduramamaları yönüyle onlardan ayrılırlar. Göç adlı şiirde inançları, gelenek ve görenekleri farklı olan göçmenlerin, Avrupa’nın yaşayışına alışmaları güç görünür. Dini mekân olarak cami dışında bir yapı görmeyen bu insanlar için yeni olan birçok yapı bulunur. Bu yapılar, onlara ilginç gelir. Hele sivri hatlarıyla bir iç huzur uyandırmaktan çok insanlara korku yaşatan gotik yapılı kiliseler, görenleri şaşkına çevirir. Kendilerini muazzam bir kalabalığın içinde bulan gurbetçiler, kalabalık içerisinde yalnızlıklarını daha yoğun hissederler. Göçler, hem gidenler için, hem de Avrupalılar için yeni bir kültürün yakından tanınması anlamını taşır. Bu insanların birbirlerine alışmaları zaman alacaktır. Birahaneler, kiliseler, ışıklı geçitleri, Köylerine hiç mi hiç benzemez, Batının kömür kokan gotik kentleri, Kapılmış kalabalığa sürüklenirler…66 Gelir düzeylerini artırarak asgari yaşam standardının üzerine çıkma isteğiyle yapılan göç, gidenlerin beklentilerini karşılamaz. Gurbetçiler, kimi zaman Almanya’da, kimi zaman izne geldiklerinde ülkelerinde çeşitli sorunlarla karşılaşırlar. Bu zorluklar, göçmenlerin giderek içine kapanmasına ve toplumdan kopmalarını neden olur. Yıllar geçer, iki taraflı bir “yabancılaşma” kendini göstermeye başlar. Necati Cumalı, Yunus isimli şiirinde memleketinde senelik iznini kullanmak için gelen gurbetçinin içinden çıktığı topluma yabancılaşmasını konu edinir. Yunus, kendi ülkesinde meteliksiz kalmasının, işsiz olmasının ve göç etmesinin nedenini kasaba ahalisinde görür. Almanya’da dışlanan, yurda dönünce de uyumsuzluk yaşayan bu insanlar, iki kültür arasında bocalayıp durmaktadır. Almanya’da uzun Almanya’dakine 66 Cumalı, a.g.e. 98. süre benzer kalan bir Türk işçileri, yurda döndüklerinde onları problem bekler. Orada yabancıydılar, uyum 34 sağlayamıyorlardı. Ülkelerine döndüklerinde de problem, mekânsal boyutu değişerek devam eder. Memleketleri onlara artık eskisi gibi görünmez ve göçmenler kendilerini buralara ait hissetmezler. Yunus Almanya’dan Son model bir Taunus’la döndü. Görün nasılım, Meteliksiz gönderdiniz Đşsiz bıraktınızdı beni Der gibi, Bastı kornaya, gazladı Bir aşağı bir yukarı Zafer caddesinde, Mahalle aralarına daldı.67 Yapılan göçleri Cumalı, ülkenin genç ve dinamik kesimini içine alması noktasında eleştirir. Kalifiye eleman olan gençlerin ülkeyi terk edip el kapılarında çalışıyor olması, şair için olumlu bir durum değildir. Necati Cumalı, yurt dışına göçü, işsiz Türk gencine istihdam sağlaması yönüyle algılamaz. O, göçleri, genç değerlerin kaybı ve gidenlerin yozlaşması olarak tanımlar. Göç olgusu ele alınırken sıklıkla üzerinde durulan bir husus olan ikinci kuşak sorununa değinen şairlerde biri olan Cumalı, gurbetçilerin vatanlarına yabancılaşmasına içerler. Yetişen yeni nesil, kendilerini Avrupa kültürüne daha yakın hisseder ve ülkelerine yabancılaşırlar. Necati Cumalı genç, dinamik nüfusun dışarıya gitmesini kabullenemez. Ona göre, bizim bu şekilde üçüncü sınıf ülke davranışlarımızın devam etmesi halinde, çağ atlamamız hayaldir. “Bizim gibi yetiştirdiği değerli beyinleri yabancı ülkelere bağışlayan, işsizleriyle yabancılara ucuz emek gücü sağlayan, sonra da o ülkelerde bu katkılarımızla üretilenleri pahalıya satın alan ülkelerin çağ atlama umutları boştur, masaldır!”68 67 68 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.48. Cumalı, Şiddet Ruhu, 115. 35 Çocukların emzirdiği sütü unuttu, Yağmalanıyor kurduğun sofra, Eli ekmek tutan çekip gidiyor, Gidiyor yetiştirdiklerin yabancı okullarda…69 Yeni ümitlerin, yeni başlangıçların merkezi olarak görülen Avrupa, görece bazı sosyal ve ekonomik kazanımlar sağlamış olsa da gurbetçiler, ülkelerinden binlerce kilometre uzakta olmaktan memnun görünmezler. “Türklerin büyük çoğunluğu yoksulluk yüzünden Almanya’ya gitmiştir. Almanların aşağılamaları, dil bilmezliğin getirdiği yalnızlık ve eziyet, bir otomot gibi durmadan çalışmak hep bu yoksulluk yüzünden çekilir.”70 Bu şartlarda yaşamak onlar için de kabul edilir bir durum değildir. Göçmenler, ülkelerinden uzakta, Avrupa’da zor şartlar altında olduklarının farkındadırlar. Ancak çaresizce bu durumun üstesinde gelmeye çaba gösterirler. Yoksa çekilmeyecek bir duruma katlanmak zorunda olduklarını onlar da bilir. Göç adlı şiirde yurtdışında çalışmak zorunda olan insanlar, karşılaştıkları zorlu yaşam koşulları ve bunun oluşturduğu psikolojik kırgınlık ile sitemde bulunurlar. Şair, insanımıza sahip çıkamadığımız için hayıflanır. Cumalı, insanımızın el kapılarında mahkûm bir hayat yaşamaları karşısında üzüntüsünü gizlemez ve gurbetçilerin serzenişlerine tercüman olur. Onları bekleyen kültürel çatışmanın farkında olan şair, kendini suçlu hisseder, kendini suçlu hissettiği kadar, isyankâr bir edayla insanları yoksul bırakıp gurbete düşmelerine neden olduğu için devlete, millete ve Tanrı’ya sitemde bulunur. Kurudular boy attıkları toprakta, Gurbetlerde zor kök salıp doğrulmaları, Bundan böyle dolanır gibi uykuda, Đtilerek horlanarak yaşayacaklar… Dünyaya aldanarak gelmenin acısıyla, Kapanmış, kalmamış aramızda edecek kavgaları. Ey bir gün olsun dil uzatmadıkları Tanrı, 69 70 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 100. Narlı, a.g.e., 390. 36 Bil, yürekten kırgınlar bizim gibi sana da…71 Şairi böylesine öfkelendiren durum, hiç kuşku yok ki insanımıza duyduğu derin acıma duygusundan kaynaklanır. Nitekim Necati Cumalı, Almanya adlı şiirinde onları bekleyen durumun sanıldığı kadar tozpembe olmadığını, aksine gurbetçilerimize madenlerin karanlığında kömür tozunun nasip olacağını vurgular. Zor şartlar altında çalışan gurbetçiler, Almanya’yı kendilerine bağışlanmış bir cennet olarak görürlerdi, ancak Almanya, çalışmak için gelen gurbetçilere değil cennet, adeta cehennem olur. Almanların emrinde birer hizmetçi olarak görülen gurbetçiler, madenlerde ve fabrikalarda ağır şartlar altında çalışırlar. Yalnızlık, eziyet ve durmadan çalışmak hep yoksulluk yüzünden çekilir. Almanya cennet olmasına cennetti gördük Ama değil sana bana ellerine gurbetin Domuz gibi besili cepleri markla şişkin Almanlar içinde mutlu Almanlara… Kollarımızda elektrik akımından bir ağrı Kulaklarımız volan gürültüsünden sağır Bize iplik tozu kömür tozu madenlerin karanlığı Đçimizde yanık makine yağları birikir72 Şair, gurbetçilerin bu içli durumlarına üzülür. Ancak onları bekleyen sorun, yalnızca yukarıdaki şiirde ifadesini bulan madenlerde ve fabrikalarda zor şartlar altında çalışıyor olmaları değildir. Asıl problem, gurbetçilerin bizden kopmaya başlamış olmalarıdır. 1983 yılında Almanya’nın, göçmenlerin geri dönüşünü hızlandırmak için vermiş olduğu teşvik primleri beklenen etkiyi yapmaz. Gidenler artık oraları kendilerine yurt edinmişlerdir. Gurbetçilerin sadece % 20’si ülkeye geri dönmeyi kabul eder. Geriye kalanlar ise artık Almanya’yı bir vatan olarak benimser duruma geldiklerinin sinyallerini verirler. 1999 yılında çıkarılan vatandaşlık yasası ile de pek çok Türk’ün Alman Vatandaşı olduğu görülür.73 Onların bu kopuşlarına 71 Cumalı, a.g.e. 100 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 127. 73 Kolaç, a.g.e., 461. 72 37 sebep biziz, ülke olarak biziz. Nitekim “Türkiye de pek fazla sahip çıkamaz bu göçmen insanlarına. Yurt dışına gönderdiği işçilerinin yurda dönmelerini özendirecek çalışmalar yapmaktan kaçınır.”74 Necati Cumalı, gurbetçilerin, ülkelerinden kopuşlarını ifade ettiği Göç şiirinde, gidenlerin artık kendi ülkelerinden sadece mekânsal olarak uzaklaşmadıkları, aynı zamanda psikolojik olarak da ülkelerinden koptuklarını vurgular. Gidenlerin, gün geçtikçe solmuş çiçekler gibi bakışları farklılaşır. Yavaşlamış elleri adımları Alçak sesle konuşur ya da susarlar, Bakışları şimdiden bizden uzakta, Solmuş çiçekler gibi öne düşer başları75 2.1.1.4. YURDA DUYULAN ÖZLEM Necati Cumalı, eserlerini kendi duygu süzgecinden geçirip işler. O, göç olgusunu da kendinden yansımaları şeklinde ele alır. Đş gücü göçü sonucu yurtdışına giden gurbetçilerin özlemlerini yansıtırken şair, aslında kendi özlemini belirtir. Cumalı, kerpiç bir dam, bir türkü veya Anadolu’ya özgü bir başka sembolü anımsarken kendi duygularını eserlere yansıtır. Nitekim Necati Cumalı, yurtdışına çıktığı dönemlerde kendisini duygulandırmaya sebep olan ayrılığı, özlemi dile getirir. O, iki toplum arasındaki farklılıkları şöyle karşılaştırır: “Yurtdışında kaldığım yirmi ay boyunca bir gün olsun, karşılaştığım her olayın, tanıdığım yabancıların şu ya da bu yoldan, uyandırdığı çağrışımlarla bana Türkiye’yi hatırlatmasından kurtulamadım. Paris gibi kentte, bu hatırlamalar, çoklukla hüzünlendirir, karamsarlığa sürükler insanı. Daha ilk günlerden bizimle onlar arasındaki ayrılığı anlarsınız. Bilimin, akılcılığın yer ettiği bir ölçü yerleşmiştir onların davranışlarına. Biz ise duygulu insanlar olarak kalırız.(…) Duygulanmalarımın bütün bu çalkalanmaları içinde daha çok özler, her zaman sevdiğimden daha çok severdim 74 75 Narlı, a.g.e., 388. Cumalı, a.g.e. 99. 38 yurdumu, yurdumun insanlarını. Anılarımdan hiç silinmeyen, böylesine hoş görülü, kardeş, tok gözlü, iyiye, güzele dönük yönleriyle, halkımı bütün özgürlüklere, bütün ilerlemelere, çağdaş uygarlığın bütün nimetlerine layık görürdüm.”76 Necati Cumalı, bu düşüncelerle kaleme aldığı şiirlerinde yurda duyduğu özlemleri ifade eder. Şair, Gürel’lerin Bağında adlı şiirinde ülkesini bırakıp giden biri olarak karşımıza çıkar ve Gürel’in şaire sorduğu soru, Cumalı’nın özleminin boyutunu gözler önüne serer. Şair, kendinden çevreye doğru genişleyen bir merhamet hissine sahiptir. O, gurbetin, insan yaşamını ne denli etkilediğini yaşamından hareketle değerlendirir. Cumalı, kendini gezip gördüğü ülkelere ait hissetmez. Karşılaştırma yoluyla ait olduğu yerin Türkiye olduğunu vurgular. Şair, kendini Anadolu’da yerleşik hissetmesinden dolayı tüm gurbetçileri bu duygulara sahip olarak tasavvur eder. Bir ara Gürel dedi ki: “çok gezdin gördün Yolladığın kartları hep aldım Batını yeşil kırları uysal nehirleri Leylak rengi denizi göğü Tınazlanan kumsalı Büyük Okyanusun Buz tutmuş Volga kıyıları Ateşten çiçekleri Şiraz bahçelerinin Hepsi hoş hepsi güzel Güzel ya hepsi bir yana kalsın Söyle, bu yediğin karpuz tadında Karpuz yedin mi oralarda Yerleşik duydun mu kendini O uzun yolculuklar Değer miydi bizi bırakıp gitmene?”77 76 77 Cumalı, Senin Đçin Ey Demokrasi, s.33-36. Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 54. 39 Dış ülkelerde derinleşen yalnızlık ve dışlanmışlık, yurt özlemini arttırır. Bunlar, Türklerin Almanya’da yaşadıkları ortak duyguların başında gelir. Büyükküçük herkeste bu duygulara rastlanır. Đçinde bulundukları durumdan memnun olmayan göçmenler, yurtlarına özlem duyarlar. Necati Cumalı, gurbetçilerin ağır şartlar altında çalışırken ülkelerini özlemelerini ve geride kalanlara hasret duymalarını şiirine yansıtır. Gurbetçilerin özlemlerini artıran konulardan biri kendi dillerinden farklı bir dilin konuşulmasıdır. Bu nedenle kendi ana dillerinden bir kelime duymak bile onlara çok uzaklarda kalan vatanlarını hatırlatır. Bu duygu, dalların arasından esen tatlı bir rüzgârla özdeş görülür. Korularda, bağlarda söylenen bir şarkı ya da yazın sıcaklığını dindiren serin bir rüzgâr, onları hüzünlendirmeye ve yurda duydukları özlemi artırmaya yeter. Bu özlem, anaya, babaya, akrabaya, taşa, toprağa, suya duyulan özlemdir. Özlem yalnızlığı çoğaltır, yalnızlık özlemi. Bazen bir söz çalınır dillerinden, Şimdi uzak dağlarda, o koruda, Bir dönem dallarında dolanırdı ya, Öyle bir rüzgâr geçer yüreklerinden…78 Necati Cumalı’nın şiirlerinde yurda duyulan özlem, gurbetçilerin yalnızlık hissine kapıldıkları ve duygulandıkları anlar ile paralel gelişir. Yalnızlık hissi ve dışlanmışlık, gurbetçilerin kendi içlerine kapanmalarına neden olur. Bu durum, Almanya’ya uyum sağlamalarını geciktirir. Bütün bunlar, onların yurt özlemlerini daha bir belirgin kılar. Almanya’nın kalabalık kentlerinde yüksek binaların arasında kendilerini yalnız hisseden göçmenler sadeliğiyle, sıcaklığıyla kerpiç bir evin hayalini kurar ve bu yolla yurda duydukları özlemleri bir kat daha artar. Bu özlemi artıran önemli bir faktör de gurbetçilerin ağır iş yükü altında olmalarıdır. Çoluk çocuk yeşil kırlarında, karnı tok, sırtüstü uzanıp aydınlık bulutları gülerek izleyecekleri güllük gülistanlık bir Almanya hayali kuran gurbetçiler, bu hayallerine kavuşamayınca memleketlerini daha çok özlerler. Yüreğim taşlı bir tarlanın ağaçsız çıplak 78 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 99. 40 Kerpiç bir damın özlemiyle dağlı Utanmasam yorgunluktan bitkin iş dönüşü akşamları Öküzler gibi böğür böğür böğüreceğim…79 Necati Cumalı, Yunus isimli şiirinde yıllık iznini geçirmek için memleketine gelen gurbetçinin yurda duyduğu özlemi yansıtır. Yunus, Almanya’dan getirdiği arabasıyla mahalle aralarında dolanıp durması, mahallelinin; Yüzlerinde hasetsiz bir gülümseme Giderek acıma Bırakın, dedi, görenler Çocuk içini döksün Özlemini gidersin80 şeklinde düşünmesine yol açar. Đzninin sonlarına doğru Yunus’un çehresini bir hüzün kaplar. Tekrar Almanya’ya gidecek olması onu şimdiden yurdunu özlemesine sebep olur. Kalan izin günlerini sessiz geçirir. Đzni bitirince Almanya’nın yolunu tutar. Yunus, çalıştığı fabrikada sokaklarında gezdiği memleketine özlem duyar. Darmstad’ta çalıştığı fabrikada Kollarken mekikleri Kadınların acılı gülüşleri Çocukların şaşkın bakışları Dizilir anılarında Đlyas Usta çayını yudumlar Kararır Taunus’uyla geçtiği sokaklar Dalar göğüs geçirir.81 79 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 127. Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 48. 81 Cumalı, a.g.e. 49. 80 41 2.1.2. ĐÇ GÖÇ OLGUSU Başlı başına büyük bir sosyal sorun olan göç, diğer sosyal problemler ile karşılıklı etkileşimli bir süreç gösterir. Bu etkileşim, göç ile topraksızlık, işsizlik, yoksulluk, kentleşme, gecekondulaşma, suç oranının artması gibi olgular arasında gerçekleşir. Đnsan yaşamını derinden etkileyen göç, üzerine yapılan tanımlarla da bu etkileşimler göz önüne alınarak yapılır ve büyük bir çeşitlilik gösterir. Genel kanı olarak öne çıkan tanım ise göçü mekân ve zaman boyutunda ele alınması biçimindedir. Bu tanımlara göre göç genelde “demografi içinde mesafeli, fiziksel, coğrafik ayrılmalar veya hareketliliklerdir.” Kapsamlı diğer bir tanıma göre ise göç; “iyi tanımlanmış coğrafik bölgeler ve/veya idari alanlar arasındaki yerleşim yeri (ikametgâh) değişiklikleri olarak tanımlanmış ve göçün tanımına mesafe boyutuna ek olarak zaman ve kalıcılık boyutu da eklenmiştir.”82 Türkiye’de iç göç olgusu incelendiğinde temel karakteristiklerinin şunlar olduğu görülür: 1950’lerle birlikte hızlanan toplumsal ve ekonomik dönüşüm süreci içinde kentsel ve kırsal alanda yaşayan nüfus oranlarında hızlı bir değişim görülür. 1950’de nüfusun % 19’u kentlerde yaşarken; 1990’da bu oran % 56’ya çıkmıştır. 1950’li yıllarda başlayan ve hızlanan iç göç, daha çok ülkede kırsal alanların iticiliği ile açıklanabilirken; daha sonra 60lı yılların sonu ile 70’li yıllar ve 80’lerin başına kadar daha çok kentsel alanların çekiciliği ile anlatılabilir. 1960 ve 1980’ler arasında kentsel alanlara olan göçü kentler kaldıramamış ve böylece gecekondularda yaşayan ve ikincil ekonomik sektörlerde geçimini sağlamaya çalışan bir göçmen kitlesi ortaya çıkmıştır.83 Edebiyatımızda köyden kente göç, özellikle 1950 sonrasında, Anadolu coğrafyasına ve köy gerçeğine eğilen toplumcu gerçekçi edebiyatçılar tarafından sıklıkla işlenen bir konudur. “Köyden kente göç, toplumsal değişmenin en önemli göstergelerinden ve oluşum biçimlerindendir. Bu nedenle köyden kente göç olgusu ile edebiyat arasında kurulacak bir ilişki, bir bakıma toplumsal değişme ile edebiyat 82 83 Sema BUZ, “Yoksulluk ve Göç”, Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.153. BUZ, a.g.e. 155. 42 arasında kurulan bir ilişki olacaktır.”84 Köy gerçeğini göz önüne alarak edebiyatımızda; köyden kente göç, şehirlerin varoşlarında yaşayan yoksulların ve orta halli insanların çektiği geçim sıkıntıları, gecekondu yaşamı gibi toplumsal birer yara haline gelen temalar, yaygın biçimde işlenir. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında toplumsal yaşamımızdaki değişim ve dönüşümler önemli bir yer tutar. Bu dönem edebiyatının ilgi alanı genişlerken içeriği de toplumsal bir nitelik kazanır. Şairler ve yazarlar, genel olarak yurt ve insan gerçeğine eğilmeyi, kentlerde ve köylerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı amaçlarlar. Edebiyatçıların bu amacı; değişen ve gelişen toplumsal değer yargılardan kaynaklanır. Toplumsalcı görüşlerin oluşmasında, savaşlar ve sıkıyönetim yılları ile Cumhuriyet’in henüz başlarında oluşan toplumsalcı siyasal hareketler etkendir. Ayrıca Sovyet Rusya’nın dünya üzerindeki etkisi göz önüne alınarak ülkede yayımlanan Marksçı kitaplar da bu süreci hızlandırır.85 2.1.2.1. ĐÇ GÖÇ OLGUSUNU BELĐRLEYEN NEDENLER Göçü tetikleyen, göç olasılığını artıran bir takım göstergeler vardır ve bu göstergeler, göç nedenlerinin anlaşılmasında büyük önem taşır. Nüfus artışı, ekonomik yeniden yapılanma, ekonomik durgunluk ve ekonomik eşitsizliklerdeki artış göç olasılığını artıran genel sebeplerdir. Ancak bu nedenler ortaya çıktığında herkesin göç edeceğini söylemek yanlış olacaktır. Kişilik, aile durumu ve göç fırsatları gibi faktörler, kişinin göç edip etmeme kararı vermesinde etkili olur. Göç literatüründe, göçe karar verme nedenleri içinde kırsal bölgelerin iticiliği ve gidilecek yerin çekici özelliklerinin etkili olduğu ifade edilir. Kemal Karpat’ın yapmış olduğu sınıflandırmaya göre kırsal kesimin iticiliğinin başında tarımsal iş kolunun yeterli istihdam sağlayamaması, tarımsal etkinliklerin düşük ekonomik 84 Turgay GÜMELĐ, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm Romanlarında Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, Yeditepe Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Đstanbul, 2006, s.1. 85 Eray Canberk, “1940 Kuşağı Şiiri ve Günümüz Şiirine Etkileri” HECE-Türk Şiiri Özel Sayısı, S.53.54.55 Mayıs/Haziran/Temmuz, s.102-108 43 verimliliği, tarımdaki gelirin düşüklüğü ve köylü üzerindeki ağır vergi yükü etkili olur. Toprağın büyük işletmeler elinde toplanması ve tarımın piyasa ile bütünleşmesi biçiminde işleyen kapitalistleşme sürecinin ve kırsal alanlarındaki nüfus artışının bir sonucu olarak topraksızlaşan ve yoksullaşan çiftçilerin serbest iş gücüne dönüşmesi86 ile tarımda makineleşme, Türkiye’de ekilebilir toprakların sınırına ulaşması gibi nedenler köyden kente göçü tetikler. Kırsal kesim insanlarını kentlere çeken başlıca özellikler arasında, kentlerdeki iş olanaklarının fazla ve ücretlerinin özellikle sanayi sektöründe yüksek olması, büyük kentlerin eğitim ve sağlık konularındaki olanakları, büyük kentlere beslenen hayranlık ve umut duygularının, toplumun genelinde bir değer yargısı olarak benimsenmiş olması sayılabilir.87 1950’li yıllarda başlayıp her geçen gün hızlanarak artan göç, ülkenin demografik yapısını değiştirmenin yanında, toplumsal gerçekçi şairlerin şiirlerine çeşitli boyutlarla yansır. Necati Cumalı, sosyal ve ekonomik nedenlerin belirlediği iç göç olgusunu da ele alır. Cumalı, çevresinde olup bitenleri gözlem yeteneğiyle şiire aktarır. O, ülkeyi derinden etkileyen göç dalgası karşısında kayıtsız kalamaz. Şair, bu olguyu ele alırken göçü belirleyen nedenleri ve sonuçları irdeler. Bu nedenler, kırsal bölgelerin eski ekonomik gücünü yitirmiş olması ile şehirlerin görece refah sağlamasıdır. Đnsanların çağa uygun gereksinimleri, şehre ilginin artmasında bir başka nedendir. Sanatoryum adlı şiirde Necati Cumalı’nın kişilerinde büyük kentlere duyulan hayranlık ve umut, bir değer yargısı olarak benimsenir. Her ağacın yeşili başkadır Meşenin yeşili siyaha Kavağın yeşili maviye yakın Söğüdün yeşili suya uygun Bozkırın ortasında yeşil Đnsanda şehir hasreti 86 Kemal H. KARPAT, Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Đmge Kitapevi, Ankara, 2003, s.44, 56, 104. Emre KONGAR, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitapevi, Đstanbul, 2004, s.552-553. 87 44 Kıyıda macera isteği uyandırır88 Đnsanları bu şekilde kentlere yönlendiren nedenler, ülkenin içinde bulunduğu değişim sürecinin bir neticesidir. Değişen dünyada hızlanan şehirleşme ile insanlar, köylerini bırakıp kentlerin yolunu tutarlar. Nitekim Necati Cumalı, Akçaabatlı Kazım adlı şiirinde Kazım’ın Đstanbul’a göç etmesinin sebebini ifade ederken köyün iticiliğini belirleyen temel faktör olan topraksızlığın önemini gösterir. Toprağı kıt olan Kazım, çaresizce Đstanbul’un yolunu tutar. Köylü, toprağın kıt ve ürünün az olmasını sadece fakirlikte görmez. Ona göre topraksızlığın en büyük nedeni, dağlık olan Akçaabat’ın sınırlı olan tarlasının büyük bölümünün devlet ve ağa tarafından parsellenmiş olmasıdır. Artan nüfus ile birlikte köylerde toprak, miras yolu ile parçalanıp küçülür. Geriye kalabalık köylüler ile az sayıda toprak kalır. Geçimini sağlayabilecek yeterlilikte ekip biçecek yeri olmayan insanlar, çareyi göç etmekte görür. Şair, bu konuyu ele alırken alaycı bir üslup kullanır. Kafes kadar toprağı olan köylülerin payına bir dilim mısır ekmeği ancak düşer. Akçaabat’ta dağ eteği Beş kardeşe on dönüm tarla Yukarı yürüsen devlet ormanı Aşağı insen ağa çiftliği Beşimiz beş koldan karayel Karadeniz’de ardarda beş dalga Bir essek on dönüm tarla mı kafes mi ki Bir dilim mısır ekmeği düşen payımıza Akçaabat’ı bıraktın Niye Đstanbul’lara geldin Derler de bana Kazım! Hikâye bunu anlatırım89 88 89 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 14. Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 105. 45 Bu şiir göz önüne alındığında az topraklı, toprağın türlü olanaksızlar nedeniyle gereği gibi işleyemeyen, köyde geçimini sağlayamayan köylüler büyük kentlere çalışmaya giderler. Göçü tetikleyen en önemli faktör olarak insanların iş bulmak amacıyla büyük şehirlere geldiklerini görürüz. Ancak çeşitli sebepler ile insanlar göçe karar verir. Bir cazibe merkezi olan Đstanbul, her türden insanı bünyesine alır. Örneğin, Halı adlı şiirde bir kadının, baba evinden kaçıp Đstanbul’da hayat kadını olması, göçün farklı sebeplerle yapıldığını gösterir. O dönem toplumsal bir sorun haline gelen evden kaçıp Đstanbul’un yolunu tutan genç kızların genel görünümünü şiire aktaran Cumalı, kızların dişilik özelliklerini ön planda tutar. Dişilik, Cumalı’nın şiirinde satılabilen bir meta olarak ön plana çıkar ve kısa yoldan para kazanmak için geliştirilen bir yöntem olarak belirir. Çakır gözlü bir kız Gözleri birer avuç çağla Kalçaları göğüsleri giysilerini geren Kaçmış baba evinden Derlemiş toplamış gibi bir tablaya Kalçaları göğüsleri gözlerini Satmaya gidiyordu Đstanbul’a…90 Necati Cumalı’nın şiirlerinde Anadolu’nun her kırsal bölgesinden yapılan göçlerin yoğunlaştığı kent, Đstanbul’dur. Şair, ucuz bir bavulla, kendine örnek aldığı şairlerin izinden şehrin yolunu tutar. Cumalı, tüm malvarlığı olan dişiliğini derleyip Đstanbul’un yolunu tutan genç kızın aksine; şehre göçünü, malvarlığı olarak gördüğü şiirleri derlemek için çıkar. Şehirlerden beklenti değişse de göç olgusu değişmez. Her ne sebeple olursa, ülke göç ile beraber, 1950 yılı itibariyle büyük bir değişim ve dönüşüm gösterir. Ya sen Ucuzun ucuzu bir bavulla Ayrılmıştın baba evinden 90 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s. 234. 46 Ambar yolcusu Đzmir’den Đstanbul’a Taptığın ozanların izinden, Derlemeye çıkmıştın yola, Döküp saçtıkları dizeleri…91 Arz ve talebin belirlediği göç olgusu, kişinin daha iyi bir yaşam sürmesi için yapılır. Đyi bir yaşamın içerisinde eğitim, sağlık, güvenlik, para kazanmak ve sosyal yapının bir parçası olmak gibi olgular mevcuttur. Kırsal kesimlerin durumu ve bu kesimde ortaya çıkmış olan olumsuz değişiklikler kırsal alanlar açısından itici öğeler olarak karşımıza çıkar. Bu faktörlerle beraber kırsal kesim insanlarını kentlere çeken başlıca olumlu özelliklerin bulunması göçü tetikleyen nedenler olarak belirir. Göç olgusunun gerçekleşebilmesi için bu iki önemli faktörün (kırsal kesimin iticiliği, kentlerin çekiciliği) bir arada olması gerekir. 2.1.2.2. TAŞRADAN BÜYÜK ŞEHĐRLERE GELENLERĐN ACEMĐ HALLERĐ Ümitlerin, düşlerin gerçekleşeceği, iş olanaklarının geniş olacağı düşüncesi, insanları kitleler halinde büyük kentlere yönlendirir. Özellikle Đstanbul; taşıyla, toprağıyla altın olarak görüldüğü bir dönemde iyinin, güzelinin ve yeninin adresi olarak karşımıza çıkar. Yoğun göç sonucunda Đstanbul’da gündelik ritim, yeniden belirlenir. Bu dönemde göç gerçeği, hayatın her alanında karşılaşılan bir durum olarak belirir. Kırdan kente yapılan kitlesel göçler; istasyonlarda, garajlarda, vapur iskelelerinde ve kenar mahallelerde kendini belirgin olarak gösterir. Đlk gelenlerin panoramik bir tablosunun sergilendiği bu mekânlarda kişiler, yoksulluğun, çaresizliğin izlerini üzerlerinde taşırlar. Cumalı, Gece Rüzgârı şiirinde, şehrin can sıkıcı havasından bunalıp efkâr gidermek için fakir mahalleler arasında gezmeyi, iyi bir tercih olarak görür. Şair, insanın hüznü arttığında, sırtına paltosunu geçirip kendini adımlarına bırakmasını ister. Bu adımlar kişiyi, daralan sokaklarıyla fakir mahallelere götürür. Cumalı, şiirinde yola koyduğu zengin kişisini bu yerlere 91 Cumalı, a.g.e. 234. 47 götürerek gecekondu bölgesini göstermek ister. Fakirliğin ve mahrumiyetin adresi olan bu yerlere gittikçe gözü alışır kişinin. Đyi bir gözlem ile kırdan şehre gelenlerin ilk hallerini tasvir ettiği bu şiirinde şair, göç ile gelip şehrin kenarında-kıyısında gecekondu kuran insanlara karşı sempatiyi artırmayı hedefler. Havada kekremsi tohum kokuları Gözlerin etrafa alışır yürüdükçe Düşüncen açılır Sahil gibi pırıl pırıl her tren geçtikçe Yerden kara bir bulut gibi kalkar dumanı Đlerler yük arabaları taşlara çarpa çarpa Đlerler sırtlarında yorganları gene de Anadolu’nun avare gece yolcuları92 Đstanbul’a göç edenlerin prototipi olarak beliren sırtta yorganlarıyla kentin avare çocukları yazgılarını yaşarlar. Onlar, göçebedirler. Necati Cumalı, Şiddet Ruhu adlı kitabında göçmenlere bakışını şöyle ifade eder: “Yüklerini hafif tutar, sırtlarında ince bir yatak bir yorganla düşerler gurbete. Paltoları olmadığı gibi şemsiyeleri, yağmurlukları da yoktur. Islanır, çoklukla ıslak giysilerini üstlerinde kuruturlar.”93Köylüler, yükleriyle kent kent, kasaba kasaba tarım, sanayi ve yapı bölgelerinde iş bulmak için yollara dökülürler. Taşradan Đstanbul’a Gelenler adlı şiirde Đstanbul’a ilk adım atanlar, şehrin simgesi haline gelen camilerle karşılaşır. Hangi mevsim olursa olsun bahar içinde görülen Đstanbul, kentten büyük beklentisi olan gurbetçilerin ilk izlenimi olarak olumlu gözükür: Đstanbul’un ilk gördüğün minareleri olur Kış ortalarına doğru bile gelsen Dört yanı bahara erişmiş bulursun Tepeleri her gün yeniden yeşil Denizi maviden maviye girer kendiliğinden 92 93 Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-II, s. 103. CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, Đstanbul, 1998, s.77. 48 Đstanbul’un bu güzel tablosunun yanında, şehre göç edenler, bu şehirde gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler. Şehirde acemi oldukları her hallerinden belli olan bu insanları şair, gece avlanan balıklara benzetir. Şehre yeni gelenler için bir ritüel haline gelen Köprü ve Beyoğlu gezileri, onların bu acemiliklerinin en belirgin özelliğidir: Hani bir çeşit balık vardır Üstüne ışık tutulunca kıpırdayamaz Geceleri zıpkınla avlanır O balığa benzer Đstanbul’da Acemi hali insanın Đlkin kendini Köprü’de bulur Derken Beyoğlu’nda Üzerine ışık tutulunca kıpırdayamayıp zıpkınla avlanan balığa benzetilen yeni kentlileri, ayırt etmek güç olmaz. Kılık-kıyafeti, gittiği yerler ve şaşkın şaşkın çevresine bakışları onların, şehre yabancı olduklarını ele veren unsurlardır: Taşradan Đstanbul’a gelenler Đlk bakışta belli olur Sen hiç saklama taşralısın Cebinde birikmiş biraz paran var Đstanbul’da birkaç gün geçireceksin 94 Cumalı’ya göre; kente yeni geldikleri ilk bakışta anlaşılan Đstanbul’un avare gece yolcuları, git gide şehre alışmaya başlarlar. Taşranın kasabaları şirin olmasına şirindir de yaşayanlara Allah selamet versin. Adamı bunaltır, cesaretini kırar. Bu bunaltıcı ortamda gün günden değişir, insan ürkekleşir. Üzerindeki bu yılgınlığı atmak amacıyla taşranın avare insanları Đstanbul’un yolunu tutarlar.95 Đstanbul’un yolunu tutan insanlar, ümitlerini gerçekleştirmek, kör talihini kırmak arzusundadır. 94 95 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 82-83. Cumalı, a.g.e. 82. 49 Mutluluğu, sevgiyi unutmuş olan kentin yeni sakinleri, Taşradan Đstanbul’a Gelenler şiirinde şehre gelip de Beyoğlu, Boğaz Köprüsü gibi yerleri gezerken görülür. Đstiklal Caddesi’nde bir sinemanın önünde duran gurbetçi, film afişindeki görüntüye dalarken mutluluğun varlığını fark eder. Resimli kitaplara bakıp hayal kuran çocuklara benzetilen bu insanlar, köylerinin zor şartlarını unutup mutlu bir aile tablosu hayal eder. Şehre gelip karşılaştığı bir afişin etkisinde kalıp mutluluğu hisseden köylüler, şehrin insana sunacağı en büyük ikramın mutluluk olacağını sanırlar. Resimli kitaplara dalan Çocuklar gibi seni de Bir düşüncedir alır Kocaman afişleri önünde sinemaların Saçları dalga dalga bir kadın Sokulmuş erkeğine Demek yeryüzünde mutluluk var96 Bunaldıkları taşradan mega kente gelip tutunmak kolay olmaz. Köylerinde, kasabalarında birer dev olan bu insanlar, Đstanbul’un büyük caddelerinde küçülerek tedirgin bir hal alırlar. Kendilerini gökdelenler, yüksek apartmanlar ve büyük kalabalıklar içerisinde ezilmiş hissederler. Şair, köyünden kalkıp büyük şehre gelenlerin psikolojilerini çok somut benzetmelerle ortaya koyar. Çünkü iyi bir gözlem gücüne sahip olan şair, göçü sadece betimlemek ya da nedenlerini belirlemekle kalmaz; bu olgunun onlar üzerinde yarattığı psikolojik etkileri de dile getirir. Gökdelenler, beton ağaçlar, bir kalabalık Bir alana vardılar vara vara: Kamyonları köyde beygir, Kendileri yerde karınca, Bastıkları asfalttan tedirgin Kaldılar küçülerek.97 96 Cumalı, a.g.e. 83. 50 2.1.2.3. GÖÇÜN AYIRDIKLARI VE SEVDĐKLERE DUYULAN ÖZLEM Necati Cumalı, toplumsal içerikli şiirlerinde kendini duygusallıktan arındıramaz. Her ne kadar toplumsal gerçekçi bir şair olsa da Cumalı, toplumda kanayan bir yara haline gelen olaylar karşısında romantik tutum sergiler. O, göç olgusunu da ele alırken; bu duygu yüküyle eserlerini kaleme alır. Necati Cumalı, olayın trajik boyutunu gözler önüne sererken; göçü, insan yaşamını derinden etkileyen bir gerçek olarak değerlendirir. “Göç”ü trajikleştiren ise gidenler ve kalanlar arasındaki ayrımın meydana getirmiş olduğu sıkıntılı durumdur. Necati Cumalı, göçü irdelerken kökün gövdeden ayrılması gibi benzetmeler ile olayın somut boyutlarını gözler önüne serer ve kesin yargılara başvurur. Bu tutumu ile Cumalı, köklü ayrılıklara dikkat çeker. Tam karların eridiği günlerdi. Taşan çaylar gördük yol üstü, Testere sesleri duyduk dağa varınca. Koruda hizarcıları gördük. Takalar vardı geride, Çayın ağzında demirli, Sulara kapılmış inen, Kol kol tomruklar gördük. Böyledir göç dendi mi Ayırır gövdeyi kökten, Dal kırar, yaprak soldurur, Söker çadırını yörük.98 Köyden kente göç edenler genellikle, ailelerini geride bırakıp gurbet yolunu tutarlar. Irgat Karısının Türküsü adlı şiirde ailesini köyünde bırakıp iş bulmak ümidiyle göç etmek zorunda kalan adamın karısı tarafından yakılan ağıt dikkatleri 97 98 Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-II, s. 223. Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 98. 51 çeker. Bu ayrım, bir yazgı olarak görülse de insanların üzüntüsünü, özlemini dindirmez. Şair, bazen kendini işin içine dâhil eder. Kendi durumunu anlatır. Bazen göç edenleri dıştan biri olarak gözlemler. Kimi zaman da şiirine konu edindiği kişileri kendi ağızlarıyla konuşturur. Kocası gurbette olan köylü bir kadın, ağıt niteliğinde olan şiirde duyduğu özlemi şöyle dile getirirken Cumalı, şiirine konu edindiği kişiyi konuşturur: Gene oldu akşamlar Ağacığım, ah ağacığım Yolunu gözleyi gözleyi Civan ömrüm çürüdü Arzum hevesim geçti Ağacığım, ah ağacığım Dön geri 99 Şair, gurbete düşenlerin geride yalnızca sevdiklerini değil, her şeylerini bir başına, yapayalnız bıraktığını Ağıl adlı şiirinde vurgular. Onlardan geriye ıssız köyler ve kasabalar kalır. Köylerin, kasabaların çalışan, üreten ve ürettiğiyle geçimini sağlayan insanları gitmiş, yerlerini boş ağıllara ve kurak yıllara bırakmıştır. Necati Cumalı’nın söyleyiş tarzı bu şiirde olağan dışına çıkar. Mısralar, yan yana getirildiğinde kurallı ve sıradan cümleler halini alırken; şair, bunu şiirsel bir ifadeye büründürmek için kelimelerle tekerleme yaparak söyleyeceğine şiirsel bir hava katar: Uğradık Boş ağıla. Kurak yıllar Geçmiş, Kurt Basmış. Beklemedik Çobanı Koyunları. 99 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 104. 52 Akrep Örümcek Çıyan Karafatma Yaşarlar Boğuşurlar. Giren rüzgâr Dolanır Boş duvarları, Keçi kokularıyla Çıkar.100 Ardından boş ağıllar, boş evler bırakıp gurbete düşenler, bu tablonun sorumlusu olarak görülür. Eğer bu insanlar köylerini, kasabalarını bırakıp gitmeseler, memleketleri bu denli yıkık, bitkin olmayacaktır. Đş, eğitim ve sağlık gibi temel insani gereksinimlerin karşılanamadığı bu yerlerde kişiler, ya köylerinde kalıp dilsiz, sağır gibi yazgılarını yaşayacaklardır veyahut göç ile beraber yeni bir hayat sürdürme şansına kavuşacaktır. Devlet elinin uzanmadığı bölgeler, göç ile beraber mahrumiyeti daha belirgin hisseder. Uçana’lı Zülfikar Beye Ağıt adlı şiirde Cumalı, yenik olarak tasvir ettiği köyler ve kasabalardaki insanları da sağır ve dilsiz olarak görür. Şairi, bu şekilde benzetmelere götüren temel faktör; insanların köylerini, kasabalarını bırakıp şehrin yolunu tutmuş olmalarında yatmaktadır. 10-15 km. sonra bir başka köy başka kasaba Bir başka küçük evler yenik evler ormanı O yenik kadınlar çocuklar erkekler Sağır dilsiz kuşlar mıdır dallarında Yüzlerinde ışıkla gölge sevinçle keder Gülmeden dolaşırsınız aralarında.101 100 101 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 114. Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s. 212. 53 2.1.2.4. GÖÇÜN OLUŞTURDUĞU TOPLUMSAL SORUNLAR Necati Cumalı, insanımızı köyünden, kasabasından çekip koparan göç olgusunu irdelerken üzüntüsünü gizlemez. Şair, insanları gurbette el kapılarında görmekten son derece mutsuzdur. “Penceremden dışarıya baktıkça sık sık görürüm. Bazen de sokakta karşılaşırız. Bir elinde çalı süpürge, öbüründe gaz tenekesinden bozma tahta saplı çöp kutusu yerleri süpürür, atılan öteberiyi toplar, kaldırımların diplerinde biriken çamurları kazır, kümeler. Yaz kış semtin yoğun trafiğine, gelen geçene aldırmadan sürdürür işini. Her görüşümde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ünlü “El Kapılarında” şiirini hatırlatır bana…”102 Necati Cumalı için, göçü trajik yapan durum, insanların bir başkasının kapısında çalışmak zorunda kalmış olmasıdır. Cumalı, bu durumun kader olduğunu vurgular. Anadolu’nun Devedikenleri şiirinde şair, olayın kader boyutunu ifade ederken; rüzgâr motifini kullanır. Rüzgâr, insanları köyünden koparıp şehre savuran bir sembol olarak kullanılır. Ey kıraç Anadolu’nun savrulan devedikenleri Sizi böyle kenar-köşe atan zalim bir rüzgâr103 Necati Cumalı’nın şiirlerinde; “kırdan kente göç olgusu üretim ilişkileri açısından değil, bir yazgı olarak ortaya konur. Popülist duyguculuk egemen kılınır gerçekliğe bakış açısına.”104 Bu duygusal yoğunlukla ele aldığı şiirlerinde şair, insan gerçeğine dikkat çekerek göç olgusuna şefkat elini uzatır. Necati Cumalı’yı üzen durum salt olgunun kendisi değildir. Cumalı’nın şiirlerinde köyden kente göç, insan yaşamına kazandırdıkları ile hayattan aldıkları arasındaki derin uçurumun belirlemiş olduğu bir atmosferde işlenir. Bu farklılık, şiirin trajik boyutunu belirler. Đnsanlar, kırsal kesimlerin iticiliğini ve kentlerin çekiciliğini değerlendirerek göçe karar verir. Kırsal kesimlerin iş olanaklarının yetersizliği, toprağın miras yoluyla küçülmesi, artan nüfus gibi olgular, insanları göçe zorlar. Şehirlerin ise iş olanaklarının çeşitliliği, sağlık ve eğitim alanlarının kolay erişilebilirliği gibi 102 CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, Đstanbul, 1998, s.91. Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 106. 104 Ahmet ADA, Yıllarca Bir Geyiğin Ardından, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.488. 103 54 nedenleri insanları buralara çeker. Bu tespitler, göçe karar verinceye kadar düşünülen olgular olarak karşımıza çıkar. Ancak insanların, şehirden beklentisiyle bulduğu arasındaki fark göç olgusunun trajikliğini artıran öğeler olarak belirir. Necati Cumalı da göçe karşı çıkarken çizilen pembe tablonun aksine göçün, insanların hayat standartlarını yükseltmediği gibi kentlerde yığılmalara neden olarak yeni bir toplumsal problemin ortaya çıktığı gerçeğine dikkatleri çekmek ister. Şair, Đstanbul’un Đçinde adlı şiirinde kenti büyük bir denize benzetir. Kent, göç ile beraber gittikçe devasa bir görünüm almasının yanında her yanı sancılar içerisinde bir şehre dönüşür. Anarşi, cinayet ve toplumsal haksızlık gibi sosyal çarkı bozan bazı olumsuzluklar, ülkenin gündemine yerleşir. Cumalı, ülkede büyük bir yara haline gelen toplumsal haksızlık konusunu şiirine göç ile birlikte alır. Şaire göre yoğun göç ve bunun oluşturduğu çarpık kentleşme, büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir düzen sunar. Bu kent, büyük bir deniz gibi Durmadan yutuyor Büyük balıklar küçükleri Kan gövdeyi götürüyor Her yanı sancılar içinde…105 1950’lere girilirken Anadolu’nun susuz, yolsuz, elektriksiz ve okulsuz kırsal bölgelerinde yaşayan topraksız köylüleriyle köylerden göç edip büyük kentlerin çevrelerinde gelişen gecekondu mahallelerinde köy koşulları içinde yaşayan emek gücünden oluşan yeni bir toplumsal sorun meydana çıkar.106 Necati Cumalı, bu yeni toplumsal problemi göz önüne alarak insanların topraklarını terk edip şehirlere göç etmesini istemez. Şair, Ceyhan adlı şiirinde semboller kullanarak kırsal bölgeyi yüceltir. Deniz, çocukların kandığı “horuz şekeri”ne benzetilir; “horuz şekeri” ise şehrin kendisidir. Çocukların kandığı şeker, onlara görece mutluluk sunar. Cumalı, semboller yoluyla insanı şehre çeken faktörleri, çocuk-şeker ilişkisi çerçevesinde değerlendirir. Bu ifadelerle göç olgusunun düşünülmeden yapıldığını ve şehrin, 105 106 Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 139. CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, Đstanbul, 1998, s.144. 55 insanlara mutluluk vaat ettiğini ifade etmek ister. Bu görece mutluluk, Cumalı’yı tedirgin eder: Açtı mı gözünü penceresinde Horuz şekeri gibi görür denizi Tatlı mı tatlı ötecek gibi Avluda deniz yüklü canerik asma Ceyhan daha çocuk Henüz ortaokul birde Çıkar kuyu taşına Ayakucunda yükselir Uzanır dallarda denize107 Şairin, kırsal kesimin simgesi olarak Ceyhan adlı çocuğu seçmesi bir tesadüf değildir. Necati Cumalı’yı korkutan, Ceyhan’ın büyüyüp kente göç etmesidir. Şair, çocuk benzetmesiyle masumiyet olgusunu gözler önüne serer. Bu şekilde kırsal bölgenin masumiyetine değinmek arzusundadır. Necati Cumalı, masumiyetin korunmasının, kırsal bölge insanının korunabileceğine inanır. Pakize Abla, sen beni dinle Üst katta pencerenin Kanatlarını kapalı tut Avluda Ceyhan’ı yalnız bırakma Çocuklar çabuk büyür Bir ucu Đstanbul bir ucu Đzmir Bu deniz Ceyhan’ı da alır götürür Kime kalır bu ev bu avlu Đskele yolunda cevizli tarla?108 107 108 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 57. Cumalı, a.g.e. 57. büyük şehirlere göç etmemesiyle 56 Necati Cumalı, şiirde görüldüğü gibi göçe karşı bir duruş sergiler. Cumalı’ya göre göç; insanları gurbette garip, yalnız ve bir başına bırakan bir olgudur. Şair, Günlerin kötüsü Pazar adlı şiirinde yurtlarını terk edip kaybolan göçmen kuşlar gibi, şehirde çaresiz kalanların hikâyesini dile getirir. Cumalı, kuş benzetmesi ile insanların çaresizliğini, yol bilmezliğini vurgular: Günlerin kötüsü Pazar Karı-koca bir zaman Divrik’te bir köyden kalkan Đki göçmen kuştular Uça uça buralara uçtular Kayıp uçurdukları kuşlar109 109 Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 86. 57 2.2. KENTLEŞME OLGUSU Türkiye, 1950’den sonra kırsal bölgelerden kentlere doğru hızlı bir göç hareketi içerisine girer. Bu tarihten sonra Türkiye’yi hızlı bir kentleşme süreci bekler. Nüfus artışı, toprağın küçülmesi, tarımda mekanizasyon, şehrin albenisi ve sunduğu eğitim, sağlık, istihdam imkânları kırsal nüfusun kentlere göç etmesinde başat rol oynar. Özellikle çok partili siyasal sürece girmemiz, Demokrat Parti’nin kentleşmeyi özendirici politikaları kente göçü arttırır, kırsal toplumsal yapı, tedrici olarak kentli bir toplumsal yapıya doğru evrilme sürecine girer.110 Kentleşme olgusunun, yalnız bir nüfus hareketi olarak görülmesi eksik bir yaklaşımdır. Çünkü kentleşme bir ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısındaki ciddi kırılmalardan ileri gelir. Kentleşme olgusu ele alınırken, nüfus hareketini meydana getiren toplumsal değişmeleri de göz önünde tutmakta yarar vardır. Kentleşme, toplumsal, siyasal ve ekonomik koşullar göz önüne alınarak şöyle tanımlanabilir. “Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye paralel olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütlenme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir.”111 Kentleşmeyi sağlayan en önemli faktör nüfus artışı olmasına rağmen tek etken bu değildir. Kentleşme, bir kısım önemli dönüşümlerin de yaşandığı bir gelişmeye ve refah artışına işaret eder. Kentleşme söz konusu olduğunda üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri de üretim sürecinde meydana gelen değişikliktir. Tarımın başat üretim tarzı olduğu üretim biçiminden sanayileşme sonucu ortaya çıkan üretim biçimine geçişle birlikte kentleşme sürecinin de hızlandığı görülür. Sanayileşmeyle birlikte iş gücüne duyulan ihtiyaç, nüfusun kırdan kente göçünü beraberinde getirir.112 110 Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk Sorunu”, Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.56. 111 Ruşen KELEŞ, Kentleşme Politikası, İmge Yayınevi, Ankara, 1997 112 Yücel CAN, “Yoksulluğun Yeniden Üretildiği Mekânlar Olarak Kentler”, Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.80. 58 2.2.1. ĐDEAL KENTLEŞME Đdeal bir kentleşmede nüfus artışı ve kentleşme, sanayileşmeye paralel gelişmelidir. Ancak az gelişmiş ülkelerde kentlerin, sanayileşmeye dayalı bir büyüme göstermediği görülür. Đdeal bir kentleşmenin yaşandığı kentlerde; toplum yapısında örgütlenmenin yaygınlaştığı, iş bölümü ve uzmanlaşmanın yaşandığı, kentlere özgü davranış değişiklerinin ortaya çıktığı görülür. Ayrıca sanayileşmiş ülkelerde kentleşme genellikle kalkınma ile birlikte yürümüştür. Gelişmekte olan ülkelerde ise sanayileşme kentleşmeyi takip eder. Bu, daha çok nüfus artışına dayalı bir kentleşmedir.113 Kentler, sanayileşmenin itici gücüyle ortaya çıkan işsizlik oranının düşük olduğu nitelikli nüfus yapısına işaret eden mekânlardır. Yani bu kentlerde sadece nüfus artmaz, aynı zamanda nitelikli bir nüfus yapısı da ortaya çıkar. Türkiye’de de 1950’lerden itibaren hızını artıran kentleşme, yüzünü tüm çıplaklığıyla Đstanbul’da gösterir. Kısmeti Kapalı Gençlik adlı şiirde taşının, toprağının altın olarak nitelendirildiği bu kent, köyden şehirlere yapılan yoğun göçlerin önemli bir oranını kendine çeker. Toplumsal konulara duyarlılığıyla bilinen Necati Cumalı, kentleşme ve kentleşmeyle beraber ortaya çıkan gecekondu sorununa değinir. Yoğun göç sonucu devasa bir şehre dönen Đstanbul, Necati Cumalı’nın, bu olguları konu edindiği şiirlerinin mekânı olarak dikkat çeker. Đstanbul, ideal bir kent profili şeklinde göründüğü mısralarda yoksula, kimsesize ana şefkati gösterir. Şehir, sakinlerini ümitlendirir, geleceğe güvenle bakmasını sağlar. Fakat Đstanbul dev gibi büyük bir şehir Đyi kötü ne günler görmüş geçirmiştir Geceleri yorgun çocuklarının terli Alınlarında o doğurgan ana eli Dinlendirir dizlerinde ümitlendirir114 113 114 Yücel CAN, a.g.e. s.80. Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 193. 59 Dev gibi büyük bir şehir haline gelen Đstanbul, göçmenlerin ümidi olarak görülür. Şehrin sağlık, eğitim ve iş imkânlarının geniş olduğu düşüncesi, bu ümidin var olmasında temel etkendir. Necati Cumalı, Saat 5’te Đstanbul adlı şiirinde Đstanbul’un kentleşen bu yüzünü sever. Đnsanların mutlu, huzurlu, geleceğe güvenle bakmasını sağlayan bu ümidi değerli bulur. Bu ümitle beraber şair, kentleşmenin güler yüzü olarak iş istihdamının varlığı ile mutlu olur. Türkiye’nin ekonomik şartları göz önüne alındığında herhangi bir işte çalışma olasılığı, insanların geleceğe güvenle bakmasını sağlayan önemli bir nedendir. Cumalı Đstanbul’u; çalışan, didinen bir kent olarak görmek ister. Ona göre ideal bir kentte insanlar, işsiz kalmamalı, gelecek kaygısı taşımamalıdır. Seni o sabah saat beşte gördüm Đstanbul Haliç’in üstündeki evlerde Tek tük ışıklar yanmaya başlıyordu Motorlar açılıyordu denize Trenlerin hazırlandığını işitiyordum. Rıhtımdan bir adam geçti Adımlarının sesini duydum Sonra biri bir kayığa atladı Demir gürültüsü, bir hışırtı denizin üstünde Bütün bu sesler öyle güzeldiler ki115 Necati Cumalı, çalışmanın, emeğin sesi olarak gördüğü bütün bu sesleri, insanlara iş, aş, mutluluk ve huzur vermesi dolayısıyla güzel bulur. Đnsanları buralara getiren ümit duygusu ve şehrin sunduğu görece refah, pembe bir tablo halinde resmedilir. Şair, bu tutumu ile ideal kentleşmeden ne anladığını gözler önüne serer. Şairin, Đstanbul’u insanların yaşayabileceği mutlu, huzurlu bir şekilde hayal etmesi, kenti bu şekilde görmek istemesinden ileri gelir. Bir çocuğun diliyle ütopik bir tarzda ele alınan Đstanbul adlı şiirde şair, hayalini kurduğu kentteki çocuğun mutlu yaşamını konu alır. Cumalı, çocuk dünyamın çıkartmaların kenti olarak nitelendirdiği Đstanbul’u hala eskisi gibi görmek ister. Necati Cumalı, çocuk motifini şiirlerinde yer 115 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 81. 60 yer kullanır. Bu kullanımda şair, çocuğun masum, günahsız ve kandırılmaya müsait yönlerini ön plana çıkarır. Savaş içerikli şiirlerinde çocuk; şairin dünya görüşünden esinlenilerek demokratların masum yönleri vurgulanmak istenir. Göç konulu şiirlerinde ise Cumalı, köyünü bırakıp şehrin yolunu tutanları kandırılmaya açık insanlar olarak görür: Mavi boncuklarım vardı Beyaz köslerim bir sırıma dizili Defterlerim arasında kır çiçekleri Ceplerimde güneşlerden pilli Kuruüzüm iğde badem Buğulu cam bilyeler Renk renk uçurtmalar yapardım Elişi görevleri kedimerdivenleri Japon fenerleri Đstanbul’un renkleri Tüm saydıklarım Đstanbul hala çocuk dünyamın Çıkartmaların kenti116 Tüm bu ideal kent profillerinden sonra bir de Türkiye’nin gerçeği vardır. Ülkede insan sayısı yüksek doğum oranıyla hızla artar. Bununla beraber kırsal bölgede toprağın miras yoluyla parçalanıp küçülmesi, toprakta mekanizasyonla beraber kırsal kesimde insan gücüne olan talebin azalması gibi nedenler büyük şehirlere göçü tetikler. Sanayileşme ile kentleşmenin aynı oranda yükseliş göstermemesi, kentlerimizde yüksek oranda nüfus yığılmasına ve bunun yanı sıra işsizler ordusu oluşmasına yol açar. Cumalı Đstanbul’un Đçinden adlı şiirinde kenti, büyük bir kargaşa içerisinde gösterir. Bu kargaşanın kente vermiş olduğu ise her yanı sancılar içerisinde bir toplumdur. Đşsiz kalan, ailesine asgari geçimlerini sağlayacak oranda gelir elde edemeyen kesim, git gide kent için büyük sorunlar oluşturmaya başlar. Gittikçe artan bir nüfus yığılmasıyla beraber şehir, anormal bir büyüme 116 Cumalı, (Aşklar Yalnızlıklar), BŞ-II, s. 294. 61 gösterir. “Bu hızlı çoğalmanın yaşayışımıza verdiği biçim ortada. Kırsal bölgelerdeki hızlı artış kentlere akıyor. Eski çoğalma hızını sürdürdüğü bu yeni yerleşme bölgelerine kendi kültür damgasını vuruyor. Đstanbul’u, Đzmir’i, Ankara’yı yirmi otuz yıl önceki durumlarıyla göz önüne getirelim. Bu kentlerimiz o yıllarda nerelerde başlar nerelerde biterlerdi, bugün nerelerde başlayıp nerelerde bitiyorlar?”117 Bu kent, büyük bir deniz gibi Durmadan yutuyor Büyük balıklar küçükleri Kan gövdeyi götürüyor Her yanı sancılar içinde…118 2.2.2. KÖYLÜ-KENTLĐ ÇATIŞMASI: ÖTEKĐLEŞTĐRME Türkiye, iç göç dalgasıyla beraber, şehirlerde büyük yığılmalar oluşmuş bir ülke görünümü vermekle beraber, kentlerin yüzü giderek değişir. Kitlesel olarak köyden kente göç edenler geldikleri yerlerin kültürünü, yaşayışını ve örgütlenmelerini de kendileriyle beraber getirirler. Göçlerle beraber şehirlerin yüzü değişmeye başlar. Bu değişmenin sebepleri kadar kente yeni gelenlerle kentliler arasında bir ötekileştirme, kabullenememe faktörleri baş gösterir. Türkiye, kırsal nüfus yoğunluklu bir ülke olmaktan, kentsel nüfus yoğunluğu ağır basan bir ülke olarak evrilir. Ancak, Türkiye, kentleşmeyi sanayileşme ile beraber gerçekleştiremediği için şehirlerde insanların kentlileşme süreci uzar. Gelinen aşamada nüfusunun çoğunluğu kentlerde yaşamakla birlikte, çağdaş anlamda birer kent özelliği taşımayan şehirleri ve klasik anlamda kentli sayılamayacak olan şehirlileri ile Türkiye’nin henüz bir kent toplumu olamadığı değerlendirmesini yapmak mümkündür.119 Bu gelişme, şehirlerde orta ve üst gelir grupları ile düşük gelirli grupların yerleşim tercihleri arasında net bir ayrışmaya neden olmuş, böylece 117 CUMALI, Şiddet Ruhu, s.37. Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 139. 119 Turgay GÜMELİ, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm Romanlarında Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, (Yedi Tepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi), İstanbul, 2006, s.5. 118 62 gelir uçurumu gözle görülür bir hale gelmiştir. Söz konusu ayrışma, bir yandan semtlerin, bir yandan da konut bölgelerinin bir birinden kopması biçiminde gerçekleşmiştir.120 Yoğun göçlerin yaşandığı, kentlileşme sürecinin devam ettiği, zenginlerle yoksullar arasındaki gelir dağılımı uçurumunun alabildiğine büyüdüğü, yoksulluğun kitleselleştiği bir dönemde kentsel şiddet ile karşı karşıya kalan göçmenlere, yoksullara artık bir yük gözüyle bakılır. Türkiye’de kentlerin kenar yerleşimleri de dünyada olduğu gibi, çoğunlukla göçlerle oluşmuştur. En fazla göç alan kentler, ekonomik kapasiteleri ile yaşama şansı açısından bulunduğu bölgenin merkezi durumunda olan Đstanbul, Ankara, Đzmir, Adana, Bursa, Đzmit gibi kentlerdir. Büyük kente göçün meydana getirdiği öncelikli ve en büyük sıkıntı, sürekli bir barınma olanağı sağlamasıdır. Göç etmiş aileler, kente uyum sağlayıncaya ve geçinmelerini sağlayacak iş güvencesine sahip oluncaya kadar hemşerilerine ya da akrabalara sığınırlar. Güvenli, sürekli iş ve konuta sahip olmayan nüfus, kentte yabancı kalır.121 Yabancılaşmanın, köylü-kentli etkileşimindeki ötekileştirmenin meydana getirdiği yeni bir toplumsal problem Türkiye’nin gündemine kentleşmenin hız kazanmasıyla beraber girer. Kırsaldan kente yapılan göç, nüfus yapısını, kültürel ilişkileri, geleneksel bağları ve yerel kimliklerin değişimini önemli ölçüde etkiler. Ülkemizin toplumsal ve ekonomik yapısını belirleyen temel öğelerden biri olan kentleşmeyi yalnız tarımdaki değişmelerin ve sanayileşmenin bir sonucu olarak görmemek gerekir. Kentleşme, aynı zamanda toplumsal değişme sürecinin bir göstergesidir. Türkiye’de kentleşme süreci, çoğunluğu 15–24 yaş grubunda yer alan genç nüfusun köylerden kentlere göç etmesi ve büyük kentlerde bir nüfus yığılmasının oluşması biçiminde işlemiştir.122 Önceleri mevsimlik işlerde çalışmak üzere geçici olarak büyük kentlere gitmek biçiminde başlayan göç, zamanla şehirlere kalıcı olarak 120 Gümeli, a.g.e. s.16. Sema BUZ, a.g.e. s.156. 122 Emre KONGAR, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitapevi, Đstanbul, 2004, s.549–550. 121 63 yerleşme biçimine dönüşür. 1950’den itibaren insanlar, bu göç olgusunun ve onun getirmiş olduğu toplumsal değişimlerin farkına varmaya başlamıştır. “Yoğun göç ve gecekondulaşma ile yeniden yapılanmış kentlerin ötekilerini ve öteki mekânlarını herkes biliyordu. Hatta bu ötekilere karşı, “kentli-köylü” ayrımı ekseninde ifade edilen bir tiksinti de televizyon ve gazete sayfalarından dışarı taşıyordu. Diğer yandan akademik çevrelerde gecekondular, kentsel ve kırsal biçimler arasında geçiş sağlayan bir “köprü” olarak görülüyordu. Böylesi yaklaşımlar, gecekonduların kente eklenmesinin sorunlu olduğu sonucuna varsalar da, gecekonduları getiren göç bir rasyonalizasyon ve uyum süreciyle gerçekleşiyordu.”123 Türkiye kentleri; kente gelenleri entegre etmek yerine, kendi içlerinde bölünerek, parçalanarak ayrıksı sosyokültürel adacıklar haline gelmişlerdir. Kentin içinde yüzlerce irili ufaklı kent vardır. Bunların çoğu birbirine benzemez. “Hem kentte sahip oldukları, kazandıkları ve biriktirdikleriyle benzemezler hem de hissettikleri ve büyüttükleri öfke ve isyanlarıyla benzemezler.”124 Bu farklılıklar, Cumalı’nın şiirine köylü-kentli ayrımı şeklinde yansır. Nitekim şair, köyden kente göç ile gelenlerin kentlilerde oluşturmuş olduğu düşüncelerin farkındadır. O, kentlilerin düşüncelerini benimsemez. Ön yargının, düşünmeden karar vermenin bir neticesi olan ötekileştirme, Cumalı’nın Đstanbul’un Serseri Çocukları adlı şiirine şöyle yansır: Đstanbul’un serseri çocukları Bir de bu köylerden gelenler Đstanbullu hanımlara beylere tasa125 Kentlerdeki ötekileştirmenin büyümesi, kentsel imkânlardan pek yararlanamayan öteki kesimi ve öteki mekânları üretmiştir. Bu kesim, kentin hanımları ve beyleri tarafından adeta dışlanmıştır. Bu kesim, kentin hemen her türlü katılım isteyen süreçleri ve yapılarından mahrum bırakılır. Köylü-kentli ayrımı 123 Adile ARSLAN, “Türkiye’de yeni Kentli Yoksulluk Biçiminde Bir Kesit: Van’daki Dere Kenarları” Van Dosyası: Teknolojik Afet, Zorunlu Göç, Yoksulluk, Mimarlık, TMMOB Mimarlık Odası Yayınları, Ankara, 1998, s. 185. 124 Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.60. 125 Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 93. 64 gündemi işgal eder duruma gelince Türkiye’nin aydın kalemleri, gecekonduları ve bu mekânların insanlarını kentsel ve kırsal biçimler arasında geçiş sağlayan bir köprü olarak görürler. Aydın kalemlerden biri olan Necati Cumalı da köyden kente göç edenleri ve onların meydana getirmiş olduğu gecekonduları birer köprü olarak çizer. Đstanbul’un Serseri Çocukları adlı şiirde ev sahibi konumundaki Đstanbullu hanımlar ve beylerin tasalanmamasını isteyen şair, köyden gelenlerin şehir için bir yük olmayacağını ve şehrin gelecekteki en doğru, en güzel hikâyesinin onlar tarafından anlatılacağını vurgular: Üzülmeyin hanım beyler Cami Avlularının güvercinleri Boğaz sularında yosunlar midyeler Nasıl uçuyor tutunuyorlarsa Sur diplerinin gözüpek ayrık otları Düz duvara saran o bıçkın sarmaşıklar da Boy atacak yeşerecekler nasıl olsa Đtile kakıla Đstanbul sokaklarında O köylüler öğrenecekler yürümesini Bir gün gelecek onlar anlatacaklar Đstanbul’un en doğru en güzel hikâyesini126 Yeni kentliler, kendilerini ayrıksı, yabancı pozisyonunda algılarlar. Bir kıvılcım, sıcak bir el, yeni kentli için hayata bağlanma, kente tutunma anlamı taşır. Necati Cumalı da yeni kentlilerin şehre uyumunun hızlanmasını arzular ve bunun için şehirlilerin onlara hoşgörülü davranmalarını ister. “Büyük kentlerimizde çoğunlukla hiçbir geliri olmayan ve sınıf yerine de konulmayan bu sınıf altı, dışlanmış, terk edilmiş, unutulmuş kesimin varlığı artık görmezlikten gelinemeyecek boyutlara varmıştır.(…) onlar, kentlerin çeperinde var olmak için dişleri ve tırnaklarıyla bir şeyleri aşındıran, biriktiren, büyüten hayatlara mecburdurlar.”127 126 127 Cumalı, a.g.e. 93. Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.70. 65 Necati Cumalı, şiirlerinde yeni kentlilerin insani yönlerine vurgu yaparak insanlarda merhamet hissi uyandırmanın peşindedir. Mazlumdan, mağdurdan yana olan şair, şiirlerinde baskın duygu olarak romantik bir tavır sergiler. Bu tavır, şairin uzun yıllar köylüler ve kasabalılar arasında yapmış olduğu avukatlık mesleğinden kaynaklanır. Toplumcu gerçekçi bir çizgide olan Cumalı, şiirlerini bu temelden hareketle belirler. Halktan yana bir tavır takınan şair, ülkenin kentleşme ile birlikte yeni sorunlara düşmesi karşısında sessiz kalmaz. Fakir, okumamış, tutunacak bir dal arayan köylüleri yakından tanıyan Cumalı, onlara şehirlilerden anlayışla yaklaşmalarını bekler. Toplumsal değişmelerle birlikte baş gösteren köylü-kentli çatışmasının, ancak diyalog yoluyla ve karşılıklı anlayışla etkisiz hale getirileceğini düşünür. Şair, bir an önce köylülerin, şehre uyum sürecini aşması gerektiğini vurgular. Bu yolla şair, daha uyum içinde bir toplum ve sağlıklı işleyen bir yapı oluşacağına inanır. Şu Kalabalıkta Gördüğün Herkesin adlı şiirde Cumalı’nın halktan yana tavrı gözler önüne serilir. Şu kalabalıkta gördüğünse herkesin Bir kalbi var senin gibi, ya da düşünür Her biri bir can taşır Sen onları tanısan da tanımasan da Sonunda her biri ne senden iyi Ne senden daha fena Senin gibi bir insandır bütün kusurlarıyla128 2.2.3. KENTLEŞMENĐN ĐNSAN YAŞAMINA ETKĐSĐ Hızla kentleşen bir ülke olmak, gerçekte, hızla kırdan kente göçün artması anlamına gelir. Göç edenleri ise kentte önemli sorunlar bekler. Zira kent, kırsal kökenlilerin yoğun talebi karşısında kendi bünyesinde sağlıklı olmayan yapılaşmalara kucak açar. Yeni kentlilerin doğurduğu yüksek basınç, kentin doğal işleyiş mekaniğini çalışamaz duruma sokar. Yeni kentliler, iş isterler; eğitim, sağlık, 128 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 75. 66 sosyal güvenlik ve bürokratik kurumlardan yararlanmayı arzularlar. Bu ise, kentlerin mevcut talepleri karşılama, onları tolere etme kapasitelerine bağlıdır. Ancak, yoğun ve kontrolsüz göç, mevcut sorunları elimine etmekten çok onları büsbütün çözümsüzlüğe iter.129 Đstanbul’a yönelen göçün, üç ana göç dalgası biçiminde gerçekleştiği düşünülür. Bunlardan birincisi 1950-1960 dönemidir. Bu dönemde gelenlerin kent nüfusuna oranı düşüktür. Kentte köklü bir dönüşüm yaratmadan kente “entegre” olmuşlardır. Bunlar arasında bekârların oranı yüksektir.130 Doğan Kuban’ın verdiği bilgi, bu dönemde Đstanbul’a ortalama göçün yılda 50-60.000, izleyen on yıl içinde ise 400.000 civarında olduğu yönündedir. Kuban, göç edenlerin çoğunluğunu oluşturan köy kökenli niteliksiz işçiler için, o yıllarda yoğun bir imar faaliyetine sahne olan Đstanbul’da inşaat sektörünün geniş iş olanakları sağladığını belirtir.131 Türkiye’de kentlerde yaşayan nüfusun ülke nüfusuna oranı 1927’de % 24 iken; 1950’de % 25 olmuş; 1980’de % 44’e ulaşan bu oran, 2000 yılında da % 65’e yükselmiştir. Bu veriler, 1950 sonrasında belirgin bir biçimde hız kazanan kentleşmenin 1980’i izleyen yıllarda yeni bir hızlanma içine girdiğini gösterir.132 Necati Cumalı, Đstanbul’a yönelen bu yoğun ve kitlesel göç dalgasının şehri büyük bir kargaşa içine soktuğunu hisseder. Necati Cumalı önceki şiirlerinin aksine Đstanbul’un Đçinde adlı şiirinde şehrin kargaşasından memnun gözükmez. Şair, kenti büyük bir denize, içinde yaşayan insanları ise balığa benzeterek içten içe toplumsal bir eleştiri getirir. Büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir düzende toplumsal bir haksızlığın, eşitsizliğin söz konusu olduğu bir gerçektir. Yoğun göç sonucu devasa bir görünüm alan Đstanbul, yeni sorunların oluşmasına meydan verir. Bu durum hiç şüphesiz kentle eklemlenemeyen, kentten kopan, kente ve kentin egemen yapılarına karşın kin, nefret ve öfke büyüten geniş bir muhalefet grubunun kök salmasına zemin 129 Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.56 Gümeli, a.g.e. s.6. 131 Gümeli, a.g.e. s.6. 132 Gümeli, a.g.e. s.4. 130 67 hazırlar. Necati Cumalı’nın sembolleştirerek küçük balıklara benzettiği kesimler, kentin eşitsizliği büyüten ve kronikleştiren düzeni içinde yaşama mücadelesini sürdürürler. Bu kent, büyük bir deniz gibi Durmadan yutuyor Büyük balıklar küçükleri Kan gövdeyi götürüyor Her yanı sancılar içinde…133 Đnsanların, şehirlere kitlesel olarak yaptıkları göçün çeşitli sebeplerinden birisi, hızlı nüfus artışıdır. Türkiye’de sanayileşmenin kentleşme ile aynı hızda gerçekleşmemesi köyden kente göç edenlerin oluşturduğu nüfus baskısının etkisiyle şehirlerde iş, eğitim, sağlık ve konut gibi alanlarda sıkıntıların yaygınlaşmasına yol açmıştır. Çeşitli alanlarda görülen sıkıntılar, kuşkusuz insanları marjinal sektörlere yönlendirir. Göçmenler kentlere gelerek hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü insanları şehirlerde bekleyen sosyal ve ekonomik problemler vardır. Kentlerde giderek yitirilen cemaat duygusu, hemşerilik-komşuluk ilişkileri, ahlaki ölçüler, insani erdemler, yeni kentlileri kentte yaşama konusunda daha bir korunaksız kılar. Sosyal ve sivil kuruluşların yetersizliği de, yeni kentlileri bekleyen tehlikeleri artırır. Göçle gelenler, kentin yarışmacı, koşuşturmacı, yıkıcı çarkı içerisinde çoğu zaman yiten hayatların, kaybolan umutların ve dramatik öykülerin figürleri haline gelirler.134 Necati Cumalı, köyden şehre göç eden bir ailenin trajik durumunu hikâye ettiği Günlerin Kötüsü Pazar adlı şiirinde köylerinde mutlu, huzurlu olan bir ailenin, şehirde şartların zorlamasıyla dağılmasını konu edinir. Pazar’ı kötü yapan, kuşkusuz insan psikolojisinin kötü olmasıyla açıklanabilecek bir durumdur. Divrik’in bir köyünden türlü umutlarla Đstanbul’un yolunu tutan göçmenler “Küçük Balık” olarak adlandırılan sınıf altı kategorisinde yer alırlar. Ailenin erkek çocuğu kentte iş 133 Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 139. Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.51. 134 68 bulamaz ve kısmetini yurt dışında aramaya gider. Ailenin kızı ise kötü yola düşmüştür. Anne-baba, kente gelmiş olmanın pişmanlığı ile birbirlerine çaresizce bakınıp dururlar. Yağmur yüklü bir bulut bile onlara köylerini hatırlatmaya yeter. Yüzü bir güz göğü gene Bir açıyor bir kapıyor Bozkırda ansıdığı bir yere Yağmur götüren bulutlar135 Türkiye’deki kentleşme, sanayileşmeye paralel yürümemiştir. Kırdan kente göçte kentin çekiciliğinden çok kırın iticiliği belirleyici olur. Ayrıca Türkiye’deki kentleşme olgusunda ideal bir kentleşme sürecinde yaşanması gereken toplum yapısında artan oranda örgütlenme, iş bölümü ve uzlaşma, kentlilik bilincinin insan davranışlarına yansıması gibi unsurların var olmadığını görüyoruz. Yeterince sanayi kuruluşunun bulunmadığı kentlere parlak iş hayalleriyle gelen insanlar, umduklarını bulamamışlar ve önemli sorunlarla karşılaşmışlardır.136 Beklentilerine cevap bulamayan insanlar, Ben Deme Sakın adlı şiirde içine kapanarak toplumdan kaçmaya başlarlar. Artan nüfus ile birlikte kentin dağdağası içinde insanların ömrü, itiş-kakış içerisinde geçer. Kalabalıklaşan kentlerde yüzler silikleşir, insanlar gittikçe içine kapanmaya başlar. Đnsanlar, şehirlerde kalabalığın içinde psikolojik yalnızlık duyarlar. Kalabalık kentlerin dağdağasında Geçiyor ömrü itiş kakış Sabah akşam içkili Hiç yoktan ağlamaklı Hiç yoktan hepimize dargın Kalbi çok sayıda ölülerin düşüp kaldığı Sesini yitiren bir savaş alanıdır137 135 Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 85. Yücel CAN, a.g.e. s.80. 137 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 281. 136 69 Türkiye kentleşmesi sorunlu bir kentleşme özelliğine sahiptir. Kırsal bölgelerdeki yoksunluğun dayattığı, mecbur ettiği göçler vasıtasıyla kentlerde giderek ivmesini artıran bir nüfus birikmesi sorunuyla karşı karşıya kalınır. Bu süreçte kentler, büyük kentlere ve metropollere dönüşürler ve bildik, alışıldık siluetlerini kaybederler. Kısa sürede kente yeni yerleşme bölgeleri, yeni kültürler ve yaşam tarzları eklenir. Kente gelenler, kentlerin mevcut kapasitelerinin çok üzerinde taleplerle geldiklerinden kentler, kendi bünyelerinde bu yeni gelenleri massedecek yapılar oluşturmada yetersizlik gösterir. Bunun bir sonucu olarak kentlerde yeni sorunlarla karşılaşılır. Kentteki düzenlemelerin hemen hiç biri istenildiği ölçüde yeni kentliler lehine gelişmez. Belki ilk kuşak kent göçmenleri görece işe girme, konut edinme-gecekondu gibi bazı imkânlar elde edebilmişler, ancak, sonrakiler kentin çeperinde, varoşlarında yaşama imkânını deneyimlemek durumunda kalırlar.138 2.2.4. ÇARPIK KENTLEŞME Kentler, meydana getirdiği her türlü istihdamı aşan sağlık, eğitim gibi toplumsal hizmetler açısından yetişilme olanağı bulunmayan bir nüfus patlamasıyla karşı karşıya kalır. Bu nüfus patlamasının oluşturduğu en büyük ve en önemli sorunlardan biri olan konut açığına gecekondu yoluyla çözüm getirilmeye çalışılır. 1960’ların ortasında başlayıp 1980’e kadar devam eden ikinci göç akımı sırasında hem köylerden, hem küçük şehirlerden Đstanbul’a yoğun bir iş gücü göçü olmuştur. Đstanbul’un nüfus bileşimini değiştiren ve gecekondulaşmayı yaratan, asıl bu göç dalgası olmuştur.139 “Aşırı nüfus yığılması, kentlerde hem sayısal hem de nitelik olarak konut yetersizliğine yol açmıştır. Türkiye’de ailelerin yarısına yakın bölümü 1-2 odalı konutlarda yaşamaktadır.”140 Kamunun ya da başkasının toprağı üzerinde imar yasalarına, sağlık ve fen kurallarına aykırı olarak alelacele yapılmış bir barınak olarak tanımlanan gecekondu yerleşmeleri; birçok üçüncü dünya ülkesinde, göç ve kentleşme sürecinin bir 138 Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.56. Gümeli, a.g.e. s.6. 140 Gümeli, a.g.e. s.10. 139 70 parçasıdır. “Kentleşme süreci içindeki gelişmekte olan ülkelerde nüfusun dörtte biri ile üçte biri arasında bir bölümü gecekondularda yaşamaktadır.”141 Turgay Gümeli, köyden gelenlerin şehre yerleşiminde iki farklı tür eylem gözlemlemiştir, bunlar: 1) Đş merkezlerine yakın alanlarda kiralanan bir evde kısa süre kalmak ve sonra kentin kenarlarındaki bir gecekondu semtine taşınmak. 2) Daha başlangıçta kentin kenar kesimlerinde satın alınan, yapılan ya da kiralanan bir gecekonduya yerleşmek şeklinde belirir.142 Gecekondu yapımını teşvik eden en önemli unsur, ucuza konut sahibi olma düşüncesidir. Ucuzluğu sağlayan, bedelsiz ya da düşük maliyetli arsa, ucuz emek, düşük nitelikli ve dolaysıyla ucuz yapı malzemesidir. Kentleşme ile birlikte şehirlerin nüfusları içinde çoğunluğu göçmenler almış ve genellikle düşük gelir gruplarının yaşadığı gecekondular yoğun göç alan şehirlerdeki en yaygın yerleşim biçimi haline gelmiştir.143 Gecekondu bölgesi, göç ile birlikte şehirlerde çok daha belirgin bir hal alır. Yoğun göçlerin yaşandığı 50’lerden itibaren bu bölgeler, birçok sanatın ve bilimin konu alanına girer. Toplumsal konularda her zaman bir diyeceği olan edebiyat; toplumsal, kültürel ve ekonomik yapıyı derinden etkileyen bu sorun karşısında sessiz kalmaz. Bu dönemde birçok edebiyatçı, eserlerinde gecekondu yaşayışını konu edinir. Toplumu derinden etkileyen bu soruna dikkatleri çeken edebiyatçılardan biri de Necati Cumalı’dır. Şair, gecekondu insanını, yaşamını yakından tanır ve onları şiirine yansıtmaktan geri durmaz. Şiirini toplumsal sorunlardan uzak tutmaz. “Şehrin arka sokaklarına götürür adımları onu. Şehir rüzgârına kapılmış çocuklarından uzak ana babaları görür. Kimi çocuklar et pazarlarına düşmüş, kimi yaban ellere. Gecekondular uzanır ıtır ve fesleğenle direnmeye çalışan.”144 Cumalı’yı bu insanlara yaklaştıran sebeplerin başında avukatlık yıllarının vermiş olduğu tecrübe ve toplumcu gerçekçi bir çizgide bulunması yer alır. Bir Frikya Kabartmasındaki Adsız Ere… adlı şiirinde O, gecekondu insanını, toplum içinde ayırt etmekte güçlük 141 Gümeli, a.g.e. s.10. Gümeli, a.g.e. s.10. 143 Gümeli, a.g.e. s.16. 144 Sennur SEZER, Yaşlanmaz Şair Çocuk: Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Buğdaydan Öğrenilen Bir Şiir”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s.15. 142 71 çekmez. Birçok yerde karşılaşılabilen bu insanları Necati Cumalı, görmezden gelmez. Çevresinde olup bitenleri şiirlerine aktarma konusunda başarılı olan şair, fakir mahalle insanlarını, eserlerinde toplumcu gerçekçi bir yaklaşım ile tasvir eder. Cumalı, bu tutumu ile dertlerini, sıkıntılarını, sevmelerini bildiği gecekondu insanını, okuyucuya da tanıtmak ve dikkatleri buralara çekmek arzusundadır: Kimsin sen? Yüzün hiç yabancım değil. Çok gördüm seni Yol boylarında omzunda heybe, Açık kasalarda tırmanmış çuvallara, Banliyö trenlerinin üçüncülerinde, Göçüklerle ilgili fotoğraflarda, Çok gördüm Taşlıtarlalar’da, Gültepe’de Gecekondunun önünde…145 Kendi içinde sosyal, siyasal ve ekonomik kuralları belirleyen ve giderek bir kültürel adacık halini alan gecekonduların en belirgin özelliği, akşam ile beraber bir tenhalığın ve sessizliğin baş göstermesidir. Cumalı, Sofya’dan adlı şiirinde gecekondu yerleşmelerinin bulunduğu bölgelerin içine düştüğü sessizliği, taştan sessiz bir limana benzetir. Güneşin batışıyla beraber insanlar, evlerine çekilir. Sosyal ve kültürel etkinliklerin az olduğu bu bölgelerde akşam ile birlikte sis, bütün evlerin üstünü bir yorgan gibi örter. Gerer kocaman yelkenlerini sis Işıklar silinir ardında perdelerin Gece her ev taştan sessiz bir liman Çıkar kutusundan keman Çalar havalarını kaldırımlarda Uykusu kaçanlara dinletir146 145 146 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 120. Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s. 213. 72 Kazanç düzeyinin belirlediği koşullarla büyük kentlerimizi kuşatan gecekondularda yaşanan yaşam, kalitesiz bir hal alır. “Yurdumuzun geri kalmış bölgelerinin görünüşü gecekonduları, yoksul yapıları ile bu kentlerimizi dört bir yanından kuşatmış durumdadır.”147 Her ne kadar yaşam düzeyi düşük olsa da gecekondu bölgesinin samimi atmosferi, Necati Cumalı’nın şiirlerine yansır. Necati Cumalı, Halk Güzeli adlı şiirinde gecekondu yaşamını sevimli gösterme çabasındadır. Gecekonduların; yoksulluğun, fakirliğin mekânı olması, şairi bu bölgelere karşı daha hoşgörülü davranmaya iter. Necati Cumalı’nın şiirlerinde gecekondunun sevimli hali, şairin merhamet hissinden kaynaklanır. Şair, maddi imkânların belirlemiş olduğu yaşam standartlarını göz önüne alarak insana değer vermez. O, halkçı bir bakış açısıyla insanları; samimiyeti ve iyi niyeti ölçüsünde değerlendirir. Cumalı, iyi niyeti, güler yüzü gecekondu insanlarının arasında bulur. Bir yandan bu bölgelerin sağlık ve fen koşullarından mahrum olduklarını gösterir; öte yandan gecekondu sakinlerinin içten ve samimi tavırlarını belirterek maddi olanakların, manevi duyguların önüne geçemeyeceğini vurgulamak ister. Evlerine tozlu çamurlu sokaklardan gidilir O soluk tahta kapılardan avlularına geçtin mi Kireçli eski tenekelerde renk renk çiçekleri Yüzleri halk güzeli, halk gülüşü gülüşleri Karşılarlar seni aydınlanır için.148 Necati Cumalı, toplumsal konulu şiirlerinde kişileri, mekânları tüm dünyayı kapsayacak şekilde genişletir, büyütür. Şair savaş, ölüm, barış ve göç gibi temaları evrensel bir hüviyette ele alır. 1974 yılında yazmış olduğu Paris Anıları adlı şiirinde şair, evrensel bir üslup kullanır ve Paris’in kenar mahalle insanlarını şiirine konu alır. Cumalı, kenar mahallelerde yaşayan insanları kendine daha yakın görür. Cumalı’nın üslubunda toplumsal konulara doğru bir yöneliş olmasının temelinde kendi askerlik yıllarının, Đspanya Đç Savaşı ve Đkinci Dünya Savaşı’nın belirleyiciliği vardır. Değişen ve gelişen dünyada aydın olarak nitelendirilen kesimin, toplumu veya 147 148 CUMALI, Şiddet Ruhu, s.38. Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 225. 73 insanlığı etkileyen olaylar/durumlar karşısında tavır alması beklenir. Bu yıllarda dünya ile birlikte aydınlar da sağ ve sol kesim olarak bölünmüş duruma gelir. Cumalı, kendini sol cepheye yakın görür ve eserlerini bu duyarlılıkla işler. Paris’in banliyölerinde yaşayan fakir halkı kendine yakın görmesi de bu duyarlılığın etkili olmasından kaynaklanır: Benim sevdiğim Paris Dış mahallelere düşer Daha karardı oralarda Kanalların suları Küçülür alçalırdı evler Küçülen kahvelerin Pazarcı kadınlarla Mavi tulumlu erkekler Daha benim gibilerdi halkı149 2.2.5. GURBETE DÜŞENLERĐN HAKĐR EVLERĐ: GECEKONDULAR 1950’lerde hızlanan göç dalgasıyla beraber, ülkede toplumsal ve ekonomik dönüşüm süreci de hızlanır. Bu tarihten günümüze gelinceye kadar Türkiye, kırsal nüfus yoğunluktan kentsel nüfus yoğunluğa evrilir. Giderek artan göç dalgasını kentler kaldıramaz ve böylece gecekondularda yaşayan ve düşük gelir düzeyli ekonomik sektörlerde geçimini sağlamaya çalışan bir göçmen kitlesi ortaya çıkar. Göçe bağlı gerçekleşen bu kentleşme, beraberinde yeni eşitsizlikler, patolojik sorunlar, çarpık ekonomik ilişkiler, enformel örgütlenmeler, örgütlü suç yapıları ortaya çıkarır. Bu kentleşmenin belki de mekândaki en belirgin izdüşümü, gecekondu yerleşmeleri şeklinde oluşur. Gecekondular, kente gelenleri kent yaşamına entegre etmek, kente yumuşak geçiş yapmalarını sağlamak bir yana bizzat yeni gelenleri, kentten ayrıştırıcı göçmen gettolarına dönüştürerek, olası çözümlerin daha sonuçsuz 149 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s. 204. 74 kalmasına neden olur. Ayrıca, gecekondular, kendilerine özgü bir kültür oluşturarak kentin içinde “yeni kentler”, “yeni köyler” oluşmasına yol açar.150 Türkiye’de kentleşme; sanayisiz, altyapısız, plansız bir süreç izlediğinden kentler çarpık/sağlıksız bir görünüm alır. Bu süreçte, Türkiye kentlerinin belki de en belirleyici karakteristiği gecekondular olmuştur. Gecekondu yerleşmeleri, kente göç eden, ancak başını sokacak barınağı olmayanların, hazine arazisi üzerinde, kaçak, imar mevzuatına aykırı kondurdukları binalardan oluşur. Bu yerleşmeler, hem yasal değil hem de yaşamak için askeri, sağlık ve güvenlik kriterlerinden yoksundurlar. Göç arttıkça, kentlerdeki gecekondular da çığ gibi çoğalmaya başlar. Özellikle kentlerin kenarında her geçen gün büyüyerek yeni yerleşmeler, yani gecekondu semtleri ortaya çıkar. Türkiye’de kırsal bölgelerden kentlere doğru gerçekleşen yoğun göç neticesinde, şehirlerin çeperinde gecekondu yaşamı görünmeye başlar. Kentlere doğru göç olgusunun en temel nedeni ekonomik faktörlerdir. Konut sorununu gecekondularla çözen/çözmeye çalışan kent merkezlerine uzak, ancak kentin imkânlarından önemli ölçüde faydalanan gecekondu insanı, kendilerinden ekonomik ve sosyal açıdan daha iyi olanları görürken bunlar genellikle istedikleri sosyoekonomik seviyenin altında kalırlar.151 Çoğu vasıfsız işçi olan gecekondu insanlarının yüksek gelir getiren işlerde çalışma olasılığı oldukça düşüktür. Đyileştirilemeyen ekonomik durumlar, gecekonduları kırsal kesimlerden pek farklı bir görünüm elde edememesinde önemli ölçüde etkendir. Gecekondu bölgelerinde hayat standartlarının düşük oluşu, buralarda yaşayan aileleri derinden etkiler. Bu bölgeler, her türlü temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmıştır. Köyden kente göç edenler, kendileri ile beraber yoksulluklarını da getirirler. Anadolu’nun Devedikenleri adlı şiirde kentsel yoksulluk, köydekinden farklı olarak daha bir belirgin yaşanır. Şehirlerdeki lüks yaşam alanları, gecekondu bölgelerin fakirliğini daha da belirginleştirerek silikleşmelerini sağlar. Şehirlerde her türlü yaşam alanı oluştuğu göz önüne alınırsa köylüler fakirliği, yoksulluğu daha yoğun hissetmeye başlarlar. 150 Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, a.g.e. s.56. M. Cihangir DOĞAN, “Gecekondu Bölgelerinde İşsizlik ve Yoksulluk Problemi” Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.141. 151 75 Birbirinden güzel kentlerin Kenarında yükselen fakir evleri Teneke mahalleleri gecekondular Gurbete düşenlerin hakir evleri152 Toplumsal içerikli şiirlerinde Cumalı, günün koşullarını, siyasi ve sosyal yapıyı göz önüne alarak şekillendirir. Onun siyasi görüşü, toplumsal konuları ele alışını belirleyen önemli bir faktördür. Şairin sosyal konulardaki fikri derinliğini bilmek için, onun diğer eserlerinden faydalanmakta yarar vardır. Nitekim Necati Cumalı, 1973 yılında Cumhuriyet gazetesinde yazmış olduğu “Küçük Şeyler” adlı yazısında gecekondu yaşayışını oluşturan nedenlere sosyolog hassasiyetiyle yaklaşır. Necati Cumalı kentlerin çevresinde kurulan gecekonduların sorumlusu olarak devleti görür. “biz bu duruma soktuk, biz yarattık bu karmakarışık Đstanbul’u. Đşçi sigortalarının parasını başkalarının yararına harcayıp, gecekondularla biz kuşattık bu kenti.”153 Đmar şartlarına aykırı konut yapımı, ülkenin önemli sorunlarından biri haline gelir. Bu konutların en belirgin özelliği plansız ve sağlıksız yapılar olmasıdır. Cumalı, gecekonduların bu olumsuz yönlerini göz önüne alarak buraları “yenik evler” olarak niteler. Yenik Evler adlı şiirde yanı başında gökdelenlerin yükseldiği gecekondular, insanlar gibi kaderini yaşar. Yoksul ile zenginin daha belirgin çizgilerle ayrıldığı kentlerde şair, gecekonduları asgari yaşam standartlarının altında olması sebebiyle yenik görür. Cumalı, bu bölgelerin yenik olmasını kabullenemez. Şair, mekânı sakinleri ile bir tutar. Tıpkı insan gibi mekân da toplumsal dinamiklerin belirlediği standartları yaşar. Gecekondu, içinde barındırdığı insanlar gibi sille tokat toplumdan soyutlanmış bir köşeye atılmış olarak görülür. Hep o küçük evler yenik evler Sille tokat sürülmüş tekmelenmiş Yüzükoyun kapanmış toprağa 152 153 Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 106. CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, 1997, İstanbul, s.72. 76 Çıplak odalar, duvarlar, pencereler Bir dönemeçte trafik işaretler: kent “Saatte kırk kilometreyi geçmeyin!” Arabanın altında gerinen asfalt Sağa sola birer dirsek indirir O küçük evler yenik evler Bir daha ezilmiş sindirilmiştir Ön camda görünüp kaybolur aynanızda.154 Bu şekilde yenik, hakir, dışlanmış bırakılan kesimler; gittikçe içine kapanır bir hal alır ve kendi kurallarını koymaya başlar. “Formel kurumların göç ile birlikte kentlere yığılan nüfusun iş ve konut talebine yeterli karşılığı verememesi sonucu enformel sektörün ve gecekondu olgusunun ortaya çıkması ve yoğun göç alan şehirlerde toplum kesimleri arasında genel bir gerilime yol açarken, bir yandan da gecekondu alanlarında kendine özgü bir kurallar ve ilişkiler sisteminin doğmasına sebep olur; gecekondular, düşük yaşam standardına sahip, içinde yaşayanların taleplerini genellikle çatışmalı ve sert olarak ifade etmelerini zorunlu kılan, kendi içinde de gerilimli kentsel ortamlar haline gelir.”155 Kentten yalıtılmış, kente eklemlenmiş, yamanmış ama kentten kopuk, kendi içine kapalı, büyük toplumsal birimlerle karşı karşıyayız.156 Artık Đstanbul’da yakın veya uzak çevrede farklı yaşam alanları oluşur ve bunlar birbirleriyle pek karşılaşmadan kenti yaşarlar.157 Kente çok yakın olmalarına rağmen, bu bölgelerin kentten kopuk olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Buna bağlı olarak da kentlileşme, kente uyum sağlama, kentsel yaşama tarzına katılma en alt düzeyde kalır. Yenik olan, gecekondu insanının yaşama güçlükleridir. Bu bölge insanları kentin temel özelliklerinden mahrumdur. Cumalı, gecekonduyu yenik, hakir olarak resmetmesinin ardından, buralarda yaşayan insanları da aynı problemler içerisinde 154 Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s. 211. Gümeli, a.g.e. s.13. 156 Hayati TÜFEKÇİOĞLU, İstanbul’da Sokaklar ve İsimleri Üzerine Bir Alan Araştırması (CihangirFındıkzade-Pendik Örneği), 1997, yayınlanmamış doçentlik tezi. 157 Burak BOYSAN, “Global Köyün Şehir Kültürü”, Görüş Dergisi, S.28, İstanbul: TÜSİAD, Kasım-Aralık 1996, s.35. 155 77 gösterir. Evleri gibi gecekondu insanı, asgari yaşam standartlarını sürdürecek ihtiyaçlardan mahrumdur. Gecekondular, derme-çatma, üç-beş eski tahta, eski tenekeden oluşur. Yenik evlerin içinde yaşayan kişiler, yaşam koşullarının zorlaması ile birlikte yeterli beslenemediği için zayıf olarak karşımıza çıkar. Günlerin Kötüsü Pazar şiirinde yıkık, harabe gecekondusunun önünde düşüncelere dalan adamın; zayıf, ince parmakları köyünde bıraktığı toprağın özlemiyle aşağı sarkar. Necati Cumalı, yapıyı ve insanı birbirinden bağımsız düşünmez. Kişiler, gelir durumu ve toplumsal statüsü gereği yaşam alanı seçer. Adam oturmuş gecekondunun önünde Sırtını duvara vermiş - Bilmem ki duvar denir mi Taş değil kerpiç değil Üç-beş eski tahta eski tenekeGüneşleniyor elleri dizlerinde Elleri de el değil ki Beş dallı birer bitki Uzuyor boğum boğum Toprağa doğru parmakları Bir alışkanlıktan belki158 Gecekondu ailesi, kente göç ile birlikte yavaş yavaş akrabalardan kopuş süreci yaşar. Yalnızlık ve çevreye uyum uğraşı, ailenin yapısı ve işlevine etki eder. Hem kırsal aileye göre, hem de kentsel aileye göre, kuşak çatışması en fazla gecekondu ailesinde yaşanır.159 Şiirin devamında kente entegre olamayan gecekondu ailesinde kopuş, dağılış ve çatışma gecekondu ailelerini bekleyen en önemli sorun olan aile içi çözülüşü hızlandırır. Necati Cumalı, şiirleriyle bu bölge insanının yaşayışına, sıkıntılarına dikkat çekmek ister. Köylerinde mutlu, huzurlu ve geçimini sağlayabilen bu aile, köyden kente göç eden ailelerin prototipi olarak ele alınır. 158 159 Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 86. Gümeli, a.g.e. s.24. 78 Şu çamurlu incecik yol Sağında bir akasya solunda bir dut Kenarında çimenlerin bittiği Kızı çıksa görünse gelse - Gelse de nasıl gelirse gelse Dudakları boyalı saçı oksijenliKocası ağız açmayacak yeminli O dili tutulsun neredeydin derse160 Necati Cumalı, Çırak adlı şiirinde gecekondu insanının yaşam alanlarını bir “çırak”ın ağzından ifade ederken okuyucunun zihninde o yerlerin canlanması için çaba gösterir. Toplumsal kabul gören yerlerden mahrum bırakılan gecekondu insanı, yaşam alanı olarak kendine imkânları ölçüsünde yerleşim yeri oluşturur. Elektrik, su, yol, kanalizasyon, okul ve hastane gibi temel ihtiyaçların karşılanabilecek devlet yatırımlarının olmaması, bu yerleri diğer bölgelerden iyice uzaklaştırır. Gecekondu bölgeler/varoşlar, ülke için çarpık kentleşmenin bir göstergesi, şehrin siluetini bozan bir çıban olarak görülürken yanında bölgede yaşayan insanlar için de yaşanılması güç bir yer halini alır. Kentin göbeğinde üç kat yer altı Bir dizgi atölyesi çalıştığım yer Evim bir gecekondu cehennemin dibinde161 Üç mısralık bu şiirde gecekondu insanının yaşama güçlüğü tüm çıplaklığıyla okuyucuyu sarar. Yine de mutluluğu, huzuru bu bölgelerde bulan şair, Güneş Özlemi adlı şiirinde o insanların arasında orada yaşama isteğini şöyle ifade eder: Çeksem kapıyı gitsem Taşları arasında çimenler biten Kaldırımlar boyunca gitsem 160 161 Cumalı, a.g.e. 85. Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 95. 79 Açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen Işıklı dut gölgelerinden Fakir mahallelerinin akkavakları Yalansız suyla güneşle büyüyen Ordan öte katırtırnakları sarı sarı Bir erguvanlar vardı Pembe mi desem deli mi desem162 Necati Cumalı’nın bu insanlara ilgi duyması sadece taşıdığı merhamet hissinden kaynaklanmaz. Cumalı, huzuru, güveni, cömertliği, samimiyeti ve hoş görüyü bu insanların arasında bulur. Nasıl Yaşadımsa adlı şiirde Cumalı, açık elli, açık yürekli, pak çehreli olarak nitelendirdiği gecekondu insanlarını kardeşi gibi görür: Açık elli, açık yürekli, pak çehreli Hepsi kardeşim gibidir, hemşehrimdirler163 Necati Cumalı, fakire, savaş mağduruna, gecekondu insanına, yaşamın kenarında-kıyısında yaşayanlara bu denli merhamet hissi taşır. O, bu şekildeki insanları; kardeşi, hemşerisi veya annesi, kız kardeşi gibi görmekten geri durmaz. Bu duygular da Necati Cumalı’yı, evrensel bir sevgi anlayışı benimsemesine götürür. Şairin bu tutumunun arka planında, sol ideolojik zemin vardır. Cumalı, fikri-ideolojik zeminde kaleme aldığı şiirlerinde basit, anlaşılır, pek sanatsal olmayan bir üslup kullanır. Bu tutum Cumalı’nın şairliğini ikinci plana iter. 162 163 Cumalı, (Güneş Çizgisi), BŞ-II, s. 15. Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s. 23. 80 2.3. YOKSULLUK OLGUSU Yoksulluk; kelime olarak fakirlik, muhtaçlık, zayıflık, biçare olmak, adi, bayağı olmak anlamlarını içerir. Ekonomik yoksulluk durumunu anlatan yoksulluk kavramı ile ortaya çıkan olgular; muhtaçlık, biçarelik ve zayıflık kişinin kendini gerçekleştirmesini ve geliştirmesini sağlayan; buna olanak tanıyan insan haklarının/temel kişi haklarının da yokluğunu ifade eder.164 Bu haklar aracılığıyla kişi kendi temel gereksinimlerini sağlayarak varlığını insanca bir temel üzerine oturtur. Bireyin yeme, içme, barınma, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi olanaklardan yoksun olma durumu olarak da ifade edilebilecek olan yoksulluğun bir başka boyutu da dışlanma olarak belirir. Yoksulluk, genellikle mutlak ve göreli yoksulluk olarak iki şekilde tanımlanır. “Mutlak yoksulluk”, insanın kendisini üretebilmesi için gerekli kaloriyi ve gerekli diğer besin biçimlerini sağlayacak beslenmeyi gerçekleştiremeyen kişilerin durumunu belirtir. Bu durumdaki insanlar da “muhtaç insan” kategorisine girer. “Göreli yoksulluk” ise insanın bir toplumsal varlık olarak, yaşadığı toplumda kabul edilebilir en aşağı tüketim düzeyinin altında kalmasıdır.165 Yoksulluk denince daha çok göreli yoksulluk kavramı anlaşılır. Bütün toplumsal olgular gibi yoksulluğun karmaşık ve çok boyutlu bir olgu olması, tanımlanmasını güçleştirir. Bu güçlük; yoksulluğun ekonomik, kültürel, ahlaki ve politik çerçevelerde anlamlandırılabilecek bir sosyal problem olmasından kaynaklanır. Yoksulluk, kapsamı ve içeriği değişmekle beraber tüm ülkelerin ortak sorunudur. Genel kabul görmüş net bir tanımı bulunmamakla beraber yoksulluk, bireylerin en gerekli en az gelirden mahrum olmaları durumu olarak tanımlanabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, yoksulluk ülkeden ülkeye, hatta aynı ülkenin çeşitli dönemlerinde bile farklılıklar gösterebilir. 164 Nesrin KALE, “İnsan Hakları Bağlamında Yoksulluk”, Yoksulluk, I.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.72. 165 Abdullah KARATAY, Arif LÂÇİN, Talip YİĞİT, Hayrettin PALA, “Beyoğlu Bölgesinde Yaşayan Yoksul Aileler ve Sokakta Çalışan Çocuklar”, Yoksulluk, III.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, 255. 81 Karmaşık ve çok boyutlu bir olgu olması yoksulluk üzerinde fikir birliğine varılmış objektif ve tek ekonomistlerin, bir tanım edebiyatçıların getirilmesini yoksulluğa engeller. getirdikleri tanım Sosyologların, kendi dünya görüşlerinden ileri gelir. Aydınların politik yaklaşımı, yoksulluk üzerine yapılan tanımları; liberal, kapitalist, devletçi, sosyalist açıdan ele alınmasına neden olmakla birlikte bu tanımlar çeşitlilik gösterir. Yoksulluk farklı şekillerde açıklanan, tanımları zaman içinde, toplumdan topluma hatta kişiden kişiye farklı nedenlerin etkisiyle değişen bir görünüme sahiptir. Bu nedenle yoksulluk tanımlarında ekonomik faktörlerin merkeze alınması kadar, toplumsal bir takım ölçütlerin de dikkate alınması gerekir. Yoksulluk olgusu ele alınırken “kırsal yoksulluk” ve “kentsel yoksulluk” olarak iki farklı çeşidi karşımıza çıkar. Bu çeşitliliğin temelinde kentin ve kır bölgesinin farklı gereksinimlere yol açması yatar. Ekilebilir arazilerin doğal sınırlarına varması, artan nüfus ile beraber kırsal kesimlerde azalan iş imkânı, tarımda mekanizasyon ile birlikte bilek gücüne olan ihtiyacın azalması, üretilen ürünün ucuza satılması gibi sebepler, bu bölgelerde insanların asgari geçim sıkıntısı yaşamasına önayak olur. Kırsal bölgelerin bu gibi olumsuzluklarının yanında gittikçe artan kentte daha iyi bir yaşam elde etme ümidi, kente yönelmeyi tetikleyen en önemli faktör olarak görülür. Ancak kırsal bölge insanının yoksulluğunun ne derece göçe sebebiyet verdiği, her zaman şüphelenilen bir konu olmuştur. Bu konuda belli başlı iki tez vardır. Birincisine göre, kırsal kesimdeki yoksulların düşük gelir düzeyleri sonucu kentlere adeta itildiklerini yönündedir. Bu tezde göçlerin kent-kır kazanç farklılıklarının büyüklüklerine bağlı olarak artacağı ve hızlı göçlerin kentsel alanlardaki yavaş istihdam artışları karşısında hızlı kentlileşme süreciyle ilişkilendirileceği öne sürülür. Bu konudaki ikinci tez ise yoksulluğu göçü özendirmek bir yana kısıtlayan bir etmen olarak görür ve kırsal alanda yaşayan topraksız/küçük toprak sahibi ve ücretle çalışan yoksulların göç maliyetini karşılama güçlükleri karşısında göçten en az yararlanan kesim olduğunu ileri sürer.166 Genel kanı olarak birinci tez kabul edilir. Şehrin yoksulları incelendiğinde bu insanların 166 Sema BUZ, “Yoksulluk ve Göç”, Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.156. 82 büyük bir kısmı göç ile kente gelip gecekondularda düşük standartta hayat sürdüren insanlar oldukları görülebilir. Bu insanlar, yüzyıllarca kırsal alanlar veya kasabakentlerde yaşantılarını sürdürmüş, daha sonraları sanayi ve teknolojinin ilerlemesi sonucu büyük kentlere göç ederek varoşlara ve kenar mahallelere yerleşmek suretiyle gecekondu olgusunu gündeme getirmişlerdir. Dar anlamda kentleşme, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatır. Ancak kentleşme, yalnızca bir nüfus hareketi olarak görülürse hata olur. Zira kentleşme, ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısındaki kırılmalardan doğar. Yoksulluk olgusu, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin çok boyutlu sorunlarından biri, belki de en dinamik olanıdır. Yoksulluk, çoğu zaman bir yandan sistemin istenmeyen fakat kaçınılmaz yan etkisi; öte yandan da toplumların veya bireylerin kendi yetersizlikleri olarak görülür. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, bu dönem edebiyatının konu haritası içinde toplumsal yaşamımızdaki değişim ve dönüşümler önemli bir yer tutar. Edebiyatın içeriği de çerçevenin genişlemesine paralel olarak değişir. Böylelikle edebiyat, toplumsal ve siyasal bir nitelik kazanır. Yoksulluk olgusu, toplumsal konulu edebi türlerin merkezinde veya kıyısında bulunur. “Hangi çağda, hangi dilden, hangi toplumda ve hangi dinden olursa olsun yoksulluk edebiyat için en az aşk kadar önemli bir kaynak ve bitmez tükenmez bir malzeme olmuştur. Şiirde tiyatroda, masalda, romanda bütün edebi türlerde tartışılmaz bir yere sahiptir. Toplumsal eleştiri temelli yapıtlardan, konusu aşk, kahramanlık, fedakârlık olanlara değin sayısız çalışmanın merkezinde, başında ya da sonunda yoksulluk vardır. Yoksulluğun acısına, neden olduğu sorunlara ve umutsuzluğa adanmış olan eserlerin yanında zaman zaman dramatik etkinliği artırmada ikinci derece de bir öğe olarak da kullanılmıştır. Yoksulluğun oynadığı rol, işgal ettiği yer ve etkisi çıkarıldığında, hiçbir işe yaramayacak yüzlerce modern ve klasik eser vardır.”167 167 Hasan BOYNUKARA, “Edebiyatın Tükenmez Malzemesi: Yoksulluk”, Yoksulluk, III.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.197. 83 Türk edebiyatında kırdan kente göç ve yoksulluk gibi toplumsal dinamiklerin belirlediği olgular, 1950 sonrasında Anadolu coğrafyasına eğilen ve köy/kasaba gerçeğini irdeleyen yazarlar/şairler tarafından sıklıkla işlenen bir konudur. Necati Cumalı, toplumsal ve ekonomik faktörlerin etkili olduğu toplum hayatını ilgilendiren konular arasında yoksulluğa da yer verir. Şair, yaşadıklarından, izlemlediklerinden esinlenerek toplumsal gerçeklere eğilir. Necati Cumalı, genel olarak yurt ve insan gerçeğine eğilmeyi, kentte ve kırsal bölgelerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı başarır. Şair, yurdun bütün kesimlerini, bütün çevrelerini, insanlarını yansıtan bir ayna olmuştur. Ege kasabalarından Çukurova’ya, Doğu Anadolu’dan metropollerin gecekondu mahallelerine kadar yayılan çevreler, cephelerde savaşan askerler, tütün üreticileri, fabrika işçileri, gurbetçiler, kimsesiz çocuklar gibi geniş bir çevre ve insan albümü şiirlerde boy gösterir. Toplumsal konulara olan duyarlılığıyla bilinen Necati Cumalı’nın, yoksulluk olgusunu göz ardı etmesi beklenemez. Nitekim kırdan kente/başka ülkelere yapılan göçler, sokakta çalışan çocukların sosyal hayattaki yeri, gecekondu yaşamının zorluğu, kırsal bölgelerin sorunları gibi toplumsal konuların temelini yoksulluk belirler. Necati Cumalı’nın savaş konulu şiirlerinde cephelerde çarpışan askerler bile yoksullukları ile ön plana çıkarılır. Yoksulluğun insan yaşamına olan etkisi gözler önüne serilir. 2.3.1. YOKSULLARIN GENEL GÖRÜNÜMÜ Cumalı’nın şiirlerinde Türkiye’deki yoksulluğun iki yüzü görünür. Bunlar kırsal yoksulluk ve kentsel yoksulluktur. Kırsal yoksulluk; topraksızlık, kredisizlik, ürünün pazarı ve değeri konularında problemler yaşayarak asgari geçim değerinin altında olmak olarak belirir. Kırsal kesimlerde insanların yoksulluk görünümleri şu şekilde ortaya çıkar. Neredeyse sabahtan akşama kadar çalışıp didinen bu kesim insanı, sağlıksız çalışma koşullarında ve emeğinin karşılığını alamadan karın 84 tokluğuna çalışır. Gün boyu çalışan yoksul insan, evine sırtında bir yük yeşil otla ancak dönebilir. Cumalı, sosyal-gerçekçi bir şair olmasına rağmen şiirlerinde sistemi direk olarak eleştirmez. O, Çapa adlı şiirinde bir fotoğraf sanatçısı gibi gerçekleri bir çerçeve halinde sunar. Bu yönüyle de yorumu okuyucuya bırakır ve olayın trajik boyutunu düşündürür. Omzunda çapa, ardında keçisi, Kör karanlığında sabahın, Düşerdi kır yollarına; Dönerdi akşamları damına, Sırtında bir yük yeşil otla.168 Bu insanların tek derdi, ekip biçebilecekleri topraklarının olması ve asgari geçim seviyesinin üstüne çıkmak istemesidir. Toprağa bağlı, toprağı seven bu insanlar, toprağı adeta kadını gibi sevmektedir. Yoksullukla baş edebilmek için topraktan başka gelir kapısı olmayan bu insanların toprağa vermiş olduğu önem, gözler önüne serilir. Cumalı, Nuri adlı şiirinde yoksulluğun, insan yaşamını ne derece etkileyebildiğini gösterir. Bu şiirde şair, Nuri ile yoksul kesim insanının tipik örneğini sergiler. Nuri, sekiz dönüm bir tarlada geceli-gündüzlü ömür tüketir. Yaşamlarını mahsulün verimine göre düzenleyen bu insanlar, mutlu olmalarını da buna bağlarlar. Kırsal kesim insanlarının yaşantılarını konu alan şiirlerde, günlük yaşamın ağırlığı altında ezilen, ekmeğinin ardına düşmüş insanların yaşamları anlatılır: Sekiz dönüm bir tarla Đki göz bir dam arasında Geçti ömrün Tanıkım kadının gibi sevdin Damını toprağını Kollarının gücünü Bölüştün çapan tırmığınla.169 168 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 63. 85 Necati Cumalı yoksula, dışlanmışa, ezilmişe karşı merhamet hissi besler. Şairin birçok şiirinde bu hissi görebilmekteyiz. Kuşluk adlı şiirde doğayla bütünleşen köylülerin terini rüzgâr kurutur. Çorbasını Tanrı sunar. Şair, bu tutumu ile yoksula duymuş olduğu merhamet hissini kâinata yayar. Yoksula doğa ve Tanrı adeta merhametle yaklaşır. Öteden beri var olan “yoksulun aşını Tanrı verir” düşüncesi bu mısralarda da yer almaktadır. Altlarında anızlar çıtırdar Kurutur terlerini kardeş rüzgâr Tüter duman duman aralarında Tanrının sunduğu çorba (II-61,Ceylan Ağıdı-Kuşluk,1973) Cumalı’nın birçok şiirinde “azıcık aşım ağrısız başım”, “aza kanaat etmek”, “çoğa tamah etmemek” gibi düşünceler yer alır. Hiç şüphesiz Cumalı, bu tarz şiirlerinde yoksula vermiş olduğu önemi gözler önüne serer ve haramsız, minnetsiz yaşamı yüceltir. Şairin, her ne kadar iyi niyetli bir tavır sergilese de gerçekler, tarihsel süreç içerisinde pek de olumlu sonuç doğurmadığını gösterir. Đnsanlar zamanla “yoksulluk kültürü” geliştirir. Bu durum, insanları tembelliğe itme gibi olumsuz neticeler doğurur. Necati Cumalı, ekmek bulmak, karnını doyurmak için didinen yoksul ve çaresiz birçok karakteri şiirine taşır. Bu tarz şiirlerde içten içe beliren yoksulluk kültürü insanlarda yoksulluğun yüceltilmesi şeklinde belirir. Yoksulluk kültürü ile beraber insanlar zamanla mücadele azmini yitirir ve gün geçtikçe eski çalışma gücü ve isteğini kaybeder. Bu durum yoksulu gün geçtikçe daha zor durumlara düşmesine yol açar. Yoksulluğu belirleyen mikro ve makro nedenlerin varlığı bilindik bir gerçektir. Kötü yönetim, insanlar arasında eşit olmayan gelir dağılımı, köylüye yeterince verilemeyen kredi ve tarımsal eğitim gibi makro nedenler ile köylülerin yanlış tarımsal politikaları ve yoksulluk kültürünün insanlara sunduğu görece mutluluk gibi mikro nedenler yoksulluğu besleyen temel faktörlerdir. Necati Cumalı, yokluğun/yoksulluğun insanı ketum bıraktığını bilir ve bu durumdan dolayı insanları 169 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 47. 86 mutsuz bir şekilde resmetmeyi başarır. Yoksulların daha gerçekçi halleri, bu tarz şiirlerde ifadesini bulur. Necati Cumalı, daha gerçekçi sunduğu bu tarz şiirlerinde, sistemin ve çağın ötelediği yoksulu yenik olarak görür. Yenik Evler adlı şiirde çağa karşı yenik olan bu insanların köyleri, kasabaları, gecekonduları da modern yapıların gerisinde kalır. Bu mekânlar yeniktir, hakirdir. Bir kambur gibi belli-belirsiz görünmektedir. Yenilgileri yoksulluklarından kaynaklanan bu insanlar, çevrelerine de mutsuzluk, ümitsizlik verirler. Bu insanların arasında gülmeden, kederli bir şekilde dolaşabilirsiniz. Yoksulluk, ülke için büyük bir sorun olduğu bu örnekte görülebilmektedir. Ülkenin yoksulu, tüm çarkı bozmakta ve sistem işlemez bir hal almaktadır ve gittikçe artan bir problemler yumağı oluşmaktadır. 10-15 km. sonra bir başka köy başka kasaba Bir başka küçük evler yenik evler ormanı O yenik kadınlar çocuklar erkekler Sağır dilsiz kuşlar mıdır dallarında Yüzlerinde ışıkla gölge sevinçle keder Gülmeden dolaşırsınız aralarında.170 Yoksulun ölümü de yaşamı gibi yokluk içindedir. Onların ölümlerini duyan bilen olmaz. Solar, kurur, giderler. Adları talihsizdir. Dertlidir, gariptir, yoksuldur. Garibin ölümü yine gariptir. Cenazelerine ancak karısı, bir iki komşusu kendi gibi avluya toplanır, ölüsünü öğleye kaldırırlar.171 Adları talihsizdir, dertlidir, gariptir. Ardıçlarla meşelerle bir arada büyür, sonra da solar, Kurur giderler, ölümlerini duyan bilen olmaz. Elerli ayakları kocaman, yüzleri gözleri ayçiçekleri gibi, günebakanlar gibi durur size bakarlar. Sonradan bu bakışlarını evinizde heybelerde kilimlerde bulur tanırsınız. Bir gün bu ürkek bakışları yanı başınızda üstünüzde duyarsanız selamınızı esirgemeyin…172 170 Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-II, s. 212. Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 63. 172 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s. 103. 171 87 Necati Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluğun en önemli göstergeleri arasında, şartların zorladığı kırsal kesim insanının şehirlere göçlerinin yer aldığı görülür. Kırsal bölgelerin gün geçtikçe daralan iş imkânı insanların yaşamını olumsuz yönde etkiler. Gittikçe yoksullaşan köylü, çaresizce kendini büyük şehirlerin kıyısındakenarında bulur. Büyük umutlarla kentlere akın eden yoksul kırsal bölge insanı, kendisi ile beraber yoksulluğunu da getirir. Yoksulluğu nedeniyle kente göç eden ve yeterli vasfa sahip olamadığı için kentte düzenli iş bulamayan göçmen, kent yoksulu haline gelir. Kente uyum süreci içinde, göçmenler, ilk geldikleri yıllarda kendi yaşamlarını eski kırsal yaşamla karşılaştırıp “göreli refah” duygusu yaşarlarken; 1960’lı yılların sonlarına doğru artık kendilerini kentli gruplarla karşılaştırarak “göreli yoksulluk” duygusu içine girmişlerdir. Đçinde bulundukları yoksulluk duygusu kişinin yaşam standardını da düşürür. Park adlı şiirde kentsel yoksulluğun toplumsal görünürlüğü, kendisini çok farklı boyutlarda ele verir. Kente, umutlarıyla gelen ve yer kapmak, tutunmak isteyen insanlar, kentin çoğu zaman kıyısında, kentli istihdam piyasasının uzağında ya da altında, düşük sosyo-ekonomik yaşamların öznesi durumundadırlar. Kent, yeni gelenleri massedecek imkânlardan uzaklaştıkça, çıplak bir şekilde görünen şey, yeni kentlilerin yoksulluk hallerine ilişkin dramatik kareler olmasıdır. Bu kareler, tüm çıplaklığıyla yaşamın her alanında karşılaşılan durumlardır. Geçim derdine düşen yoksullar, para kazanma ve iş elde etme düşüncesinden başka bir şey düşünemez olur. Belli ki herkesin bir düşüncesi var Kiminin para sıkıntısı, kiminin iş173 Kente gelenlerin burada kalış süresinin uzunluğuyla, gelir düzeyinin yüksekliğiyle kente entegre olma arasında doğru orantılı bir ilişki mevcuttur. Kentle bütünleşme ya da bütünleşememe, gerçekte bir kimlik sorunu olarak ya da göçmenin kendisini hangi kimlikle tanımladığı ile ilgili bir sorun olarak ele alınabilir. Gecekondu kimliği, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesi ve yerleşim tercihlerini netleştirmesi ile birlikte yerini varoş kimliğe bırakmıştır. Şair, varoş kimliğini; iş ve barınma güvencesini kazanmış, kentin göreceli olarak planlı ve düzenli konut 173 Cumalı, (Kızılçullu Yolu), BŞ-II, s. 18. 88 alanlarında oturan, eğitim ve sağlık hizmetlerinden daha iyi yararlanan kentli orta sınıf kimliğinin karşıtı olarak tanımlar. Necati Cumalı, şiirlerinde yoksulu mekânsal boyutuyla tasvir eder. Onun şiir kişileri yaşadığı bölge ile doğru orantılı bir ilişki içerisindedir. Şair, bazen yoksulların dramatik hallerini verirken bunu mekân üzerinden gerçekleştirir. Bazen şiirlerde doğrudan yoksulluğun trajik boyutu gözler önüne serilmese de satır aralarında bu bölgelerin yoksul ve mahrum yönü dikkat çeker. Arsalar apartmanlar arasından Yürü kenar mahallere doğru Gittikçe daralan sokakları Işığı azalan dükkânları Fakirleşen kalabalığı geç Birden yol önünde yükseliverir Başlar ovadan doğru esmeye Garip bir gece rüzgârı174 Yeterli geliri olmayan dışlanmış, terk edilmiş, unutulmuş kesimin varlığı görmezlikten gelinemeyecek boyutlara varmıştır. Onlar, kentlerin varoş bölgelerinde var olmak için didinen kesimdir. Sosyal problemlerden bağımsız düşünülemeyecek olan edebiyat, toplumun bu can alıcı sorunu karşısında zaman zaman sesini yükseltir. Toplumsal konulara karşı hassas olan Necati Cumalı, insan ve toplum yaşayışını derinden etkileyen yoksulluk gerçeği karşısında sessiz kalmaz ve bu konuyu şiirlerine taşımayı ihmal etmez. Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluk, sosyalizmin ya da romantizmin belirlediği bir olgu olarak karşımıza çıkmaz. Onun şiirlerinde yoksulluk çoğu zaman bir fotoğraf karesinde yansıtıldığı biçimde ele alınır. Yoksulluğun belirlediği varoş kesiminde insanlar, başlarını soktukları binalarda elektrik, su ve evlerinde hayatı kolaylaştırıcı araçlar gibi temel gereksinimlerden yoksundurlar. Sabit/düzenli bir maaşa sahip olamamaları insanların temel gereksinimlerini karşılamaları önündeki en büyük engel olur. Bu kesim için yokluk, yoksulluk bütün 174 Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-II, s. 103. 89 içerimleriyle; gerçek, duygusal, sosyal, kültürel ve psikolojik titreşimleriyle hissedilir. Kentin yoksul kesimi olan gecekondu bölgelerinde yaşam, Anadolu’nun herhangi bir kırsal bölgesinden pek farklı değildir. Kırdan kente göç ile gelenler, yoksullukları ile beraber kültürlerini de getirirler. Necati Cumalı, Halk Güzeli adlı şiirinde kentte kırsal şartlar içerisinde yaşayan gecekondu insanlarının tablosunu çizer. Cumalı, anlamlandırmasını yorumsuz olarak arzular. verdiği bu Belediyecilik tarz şiirlerini hizmetlerinin okuyucunun bir türlü ulaşamadığı/ulaşmadığı bu bölgeler, mahrumiyet yaşar. Bu mahrumiyet, insanların kente entegre olmasını engeller. Bu durum, kuşkusuz kent içinde kent olgusunu gündeme getirir ve toplumsal ayrışmayı derinleştirir. Evlerine tozlu çamurlu sokaklardan gidilir O soluk tahta kapılardan avlularına geçtin mi Kireçli eski tenekelerde renk renk çiçekleri175 2.3.2. YOKSULLUĞUN DAYATTIĞI MEKÂN SEÇĐMĐ Yoksulluğun mekânsal boyutu, insani boyutu gibi kırsal ve kentsel olgular ile beraber ele alınır. Yoksulluğun kentsel boyutunu, Kentleşme ve Gecekondu olgularının açıklandığı bölümde yer alır. Burada yoksulluğun kentsel mekânlardaki yansımasına kısaca göz atmakta fayda var. Türkiye’nin, sanayileşmesinin Batı’nın aksine yurt çapında homojen olarak sağlanamaması ve belirli bölgelerde yoğunlaşması ve yirminci yüzyılla beraber tarım toplumu olma özelliğini yitirmesinin sonucu, bölgeler arası dengesizliğin ve yoksulluğun bazı bölgelerde anormal olarak artmasına neden olmuştur. Bu konjektürel sistem içerisinde kırdan kente doğru, kontrolsüz ve dengesiz bir akım yani göç olgusu Türkiye’nin yegâne gündemi halini alıvermiştir. Böylece kırsalın itici, kentin ise çekici kuvvetleri, kent merkezlerinde yeni bir şehirleşmenin temelini hazırlamıştır. Kontrolsüz ve dengesiz 175 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 225. 90 yapılan bu durdurulamaz göç, kentlerin alt yapısının ve üst yapısının artık kitlelere cevap veremez hale gelmesini tetiklemiştir. Bu yönüyle kentler, meydana getirdiği sağlıksız, eğitimden yoksun, her türlü istihdamı aşan toplumsal hizmetler açısından yetişilme olanağı bulunmayan bir nüfus patlaması getirmiştir. Bu nüfus patlamasına paralel olarak gelişen en önemli sorun gecekondulaşmanın hızlı bir şekilde yaygınlaşmasıdır. Necati Cumalı’nın şiirlerinde gecekondu gerçeği kent yaşamında kırsalın yansımasıdır. Kentsel yoksulluğun merkezi konumundaki gecekondular, kırsal alanlardan buralara taşınmıştır. Gecekondu yaşayışı, köyün kentte devamı niteliğindedir. “Kentsel yoksulluk, yoksulların yaşadıkları kent alanlarında insanların yeterli gelire sahipsizliği, temel hizmetlerden yararlanma olanaksızlığının yanı sıra, kent alanlarından dışlanma, olumsuz yaşam ortamları, yargı, bilgi, eğitim, karar alma yetkisi ve yurttaşlık gibi temel haklardan yararlanma yetersizliği, şiddete maruz kalma ve güvenlik eksikliği gibi sorunlardan başka, statü açısından da sıkıntı çekmeleri anlamını taşımaktadır.”176 Türkiye, sosyal devlet olmasının gerekliliği olarak kentlere göç ile gelenlere uygun istihdamlar ve belediye hizmetleri sunması gerekir. Ancak, ülkemizde gerçekleşen göç ve bunun sonucu olan gecekondulaşma ile yoksulluk olgusu, bunun böyle olmadığını gözler önüne serer. Yoksulluk, geçmişten bu yana ülkenin temel sorunları arasındadır. Ancak kamuoyunun dikkati 1950 sonrası gerçekleşen köyden kentlere yapılan/yaptırılan kitlesel göçler ile çekilir. Necati Cumalı da bu dönemin içli göç, yoksulluk ve gecekondu karelerini şiirlerine aktarır. Köylerdeki yoksulluğu kısmen telafi edebilen Cumalı’nın şiir kişileri, bu şansı kentte sürdüremez. Đyi yaşam koşullarına, yeterli sağlık koşullarına ve temel eğitim hizmetlerine, özlem duydukları tüketime dayalı bir yaşam beklentisine kavuşacaklarını hayal ederek geldikleri kentte sadece hayatta kalabilme mücadelesinin gerçek olduğunun farkına varmaları uzun sürmez. 176 Orhan TÜRKDOĞAN, “Türk Toplumunda Yoksulluk Kültürü”, Yoksulluk, I.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.106. 91 Yoksulluğun, göçe bağlı olarak yoğun bir şekilde yaşandığı kentlerimizin başında Đstanbul gelir. Kırsal kesim insanı, şartların zorlaması sonucu iyi bir yaşam sürme adına, toprağını, hayvanını, köyünü bırakarak büyük bir risk alıp mega kente göçerler. Kırsal bölgelerde yapılar, aşağı yukarı birbirine benzer; insanların gelir durumu da birbirine yakın olması homojen bir toplum olmalarını sağlar. Bu durum, kendi içlerinde sosyal düzenin inşası için otokontrol sağlar. Ancak büyük şehirlerde durum bunun aksine bir karmaşa içerisindedir. Tüm bu karmaşaların bir sonucu olarak toplumsal huzursuzluk, dengesizlik kendini gösterir. Necati Cumalı, bir gazetedeki köşe yazısında toplumsal gelir dengesizliği vurgular. Bu yazısında Cumalı; “Nasıl bir kent bugünkü Đstanbul? Nişantaşı, Teşvikiye, Bebek sırtları gibi en seçkin semtlerinde aşırı lüks ile aşırı yoksulluk sarmaş dolaş. Değeri elli milyon biçilen lüks villaların beş on adım ötesinde harap gecekondular yer alıyor.”177 diyerek, bu çarpıklığa dikkat çekmek ister. Türkiye’de ideal bir kentleşme sürecinin yaşanmaması bu tabloyu hazırlayan önemli bir faktördür. Yoksulluk, kentleşme ile beraber yeni bir hüviyet olarak yeniden üretilir. Đçme suyu, elektrik, kanalizasyon yetersizliği, okul, hastane, ören yeri eksiklikleri ve trafik sorunu büyük kentlerdeki olağan görünümler haline gelir. Đnsanlar, varoş tabir edilen kentin kenarında yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Gecekondular gittikçe çoğalarak “kentsel yoksulluk” olgusunun doğmasına sebebiyet verir. Yoksulluğun artık çekilemezliği, taşınmazlığı, kıyıya kenara itilmişliğini resmeden tabloları büyük kentlerde sıklıkla çizilir. 2.3.3. KIRSAL YOKSULLUK Cumhuriyet devrinde, Anadolu’yu ve Anadolu’daki köy hayatını konu alan çok sayıda şiirler yazılmıştır. Köylünün yaşam mücadelesi ve ağır köy şartları bu tarz şiirlerde oldukça geniş bir yer almıştır. 177 Cumalı, Şiddet Ruhu, s.38. 92 Necati Cumalı, köylüye karşı kayıtsız ve köy yaşantısından bihaber değildir. Çeşitli sebeplerle Anadolu’nun değişik bölgelerinde avukatlık görevini yerine getiren Cumalı, halkın türlü sıkıntılarına tanık olur. Necati Cumalı’nın köy yaşamını konu aldığı şiirlerinin tamamına hâkim olan unsur “yoksulluk” ve “mahrumiyet”tir. Yolu, ışığı, suyu hele hele toprağa bağımlı bir mekânda barınabileceği kadar toprağı olmayan, okulsuz, eğitimsiz, doktorsuz Anadolu köylerinde çözülemeyen dağlarca dertler, paylaşılamayan derin acılar vardır. Necati Cumalı’nın şiirlerinde köyü yaşanılır kılan toprağın varlığıdır. Köylü, toprağa adeta sevgilisi gibi bakar. Onlar için toprağın varlığı hayatın ta kendisidir. Topraksızlık insanlar için en büyük sıkıntıdır. Cumalı, köyü ve köylüyü konu aldığı şiirlerinde iklim şartlarının ve ürünün pazar değerinin önemine vurgu yapar. Taşrada yaşam, güç koşullarda yürür. Halk; yoksul ve devlet desteğinden mahrumdur. Zeytin Đşçileri adlı şiirde köylü için toprak, hayatın anlamı olarak resmedilir. Köylü, yaşamı bütün renkleriyle ele alır. Hayatın renkliliği, yağmurun bolluğu ve ürünün verimiyle yakından ilişkilidir. Yaz mevsiminde ürünler sararır, üzümler kabarır ve her sene bir devir daim içinde bu durum yinelenecektir. Köylü, yaşamını toprağa bağlar. Tüm bu renklilik köylüye toprağı ve toprağın kıymetini hatırlatır. Başaklar sararıyor Boy atıyor tütünler Üzümler kabaracak Bal tutacak incirler Daha tüm renkler sıcak Yağmurlar üç aylık yolda (…) Boşalan kır yollarında Soracaksın kendi kendine Bu ıslak gök Kapalı damlar 93 Sana neyi hatırlatır…178 Yaşamını topraktan kazanan insanlar için hayat renklenince güzeldir. Ancak toprak insanı, en çok yeşili sever ve yeşile güven duyar. Çünkü yeşil; bereketi, bolluğu ve toprağı sembolize eder. Kudurgan dalgalar Tekneleri yutar denizlerde Çöllerden esen yeller Ekinleri kurutur Bil ki umut yeşildedir Yenilmeyen yeşilde179 Bir avuç toprağını bin umutla işleyen köylü, beklediği mahsulü gördüğünde mutlu olur. Bahçesi-bağı mahsulle renklenen köylü, kendini cennette hisseder. Kirizmacılar adlı şiirde karnını doyuran, kendini gerçekleştiren köylü, psikolojik olarak kendini rahat ve mutlu hisseder ve kendisini cennette görür. Her öğle üstü, Bir cigara içene kadar, Sırtlarını ağaca verir, Dinlenirlerdi; Baktıkları yerde Gülerdi, Bir haber gibi, Cennetlerinden, Bahçeler bağlar.180 Kırsal yoksulluğu kentsel yoksulluktan ayıran en temel özellik, mekânsal boyutuyladır. Kırsal bölgelerde konutlar, kenttekilere benzer tarzda 1-2 odalı, sağlık ve fen kurallarına aykırı bir şekilde yapılır. Zaten, gecekonduları herhangi bir yapısal 178 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 56. Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 232. 180 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 62. 179 94 plandan yoksun, sağlık ve fen ihtiyaçları göz önüne alınmamasının temel nedeni bu bölgelere yerleşenlerin kırsal kesim insanlarından oluşuyor olmasıdır. Herhangi bir mimari özelliğe sahip olmayan kırsal bölge konutları, sadece barınma ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilmiştir. Necati Cumalı, kırsal bölgelerin yoksulluk hallerini ifade ettiği Huri ile Süleyman adlı şiirinde aramızda isimsiz dolaşan bu insanların, pek kimse tarafından fark edilmediğini ifade eder. Cumalı, bu tutumu ile yoksulluğun toplumsal statüyü belirleyen en önemli faktör olduğunu vurgulama arzusundadır. Necati Cumalı, yoksulluğundan dolayı köşe bucak atılmış olan köylerimizi, bayırda duran küskün çocuğa benzetir. Dağda ovada öylece kalan köylerimizin gönlünü almaya kimsenin niyeti yoktur, adeta solmuş bir resim gibi kalakalmıştır. Şoseden denizden ırak Dargın bir çocuk gibi bayırda duran Bizim köylerimizdir Tohumlar gibi düşer Bizim köylerimiz kayalara Ardıçlar gibi büyür Bizim köylerimiz Solmuş bir resim gibidir Eski bir yolculuktan kalan hatırda Bizim köylerimiz dağda ovada öylece kalmışlardır Sırtlarında kundaklı çocuklarıyla tren yollarına inen kadınlarını; gözleri kır çiçekleri gibi ürkek bakan delikanlılarını; kasaba pazarlarında şaşkın şaşkın dolaşanlarını tanıyanlarımız bilenlerimiz yoktur.181 Anadolu köylerinin yoksulluğu, terk edilmişliği bu dönem toplumsal gerçekçi şairlerin şiirlerinde sıklıkla işlenen bir konudur. Cumalı, Kıyı adlı şiirinde köylerinkasabaların yoksulluk hallerini trajikleştirmek için benzetme yolunu seçer. Şair, köylerin terk edilmişliği ve yoksulluğunu Tanrı gazabına uğramış da ne insan kalmış 181 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s. 102. 95 ne de ekecek toprak, gibi benzetmelerle köylerin içinde bulunduğu durumu ilahi felaketlere uğramış bir gazap kenti olarak niteler. Yoksul köy gömütlerini andırır Çıplak tepeler (O iri kayalar yok mu Tanrıların gazabına uğramış Her biri taş kesilmiş gömülü bir dev Toprağını yağmur almış götürmüş Yalnız çürük rengi suratları görünür) Taş kırıkları, kekik kümeleri, akdikenler Çıngırak sesleri Dağınık keçi sürülerinin182 2.3.4. ŞAĐRĐN YAŞANTISI ve ÇEVRESĐNDEN HAREKETLE YOKSULLUK Necati Cumalı, toplumsal içerikli her şiirinde kendi yaşamından veya çevresinden hareketle olaya bakar. Yoksulluk gibi toplumun sosyo-ekonomik yapısının mahsulü olan bir olguda tanık olmadığı olayları ele alması beklenemez. Şair, şiirlerinde toplumun aksayan yönlerini vurgulamak için bazen kendini işin içine dâhil eder. Kendi yaşantısını anlatır. Kimi zaman işsiz kalıp arkadaşlarının yardımlarıyla geçimini sağlayan Cumalı, Taşrada Küçük Bir Yer şiirinde ise çevresindeki birçok kişinin, geçim derdine düşerek günü kurtarma çabalarına tanık olur. Akranlarım geçim derdine düşmüş Kocamış, kaybetmişler neşelerini Kızların çoluk çocuk sarmış eteklerini 182 Cumalı, a.g.e. 196. 96 Şimdi onların dilinde tekrarlanır Bir vakit ki anaların babaların günlük sözleri Geçmiş bütün soyların çilesi onların omuzlarındadır183 Yoksulluk ve geçim sıkıntısı insanın günlük ritmini belirleyen önemli bir faktördür. Nitekim yoksul olan birinin tiyatroya gidecek, kitap alacak parası pek bulunmaz. Necati Cumalı, 1960 yılında Vatan gazetesinde kaleme aldığı bir yazısında yoksulluğun, geçim sıkıntısının ülke insanının en büyük problemi haline geldiğini söyler. Geçim sıkıntısı, sadece işsiz ve gecekondu insanlarının problemi olarak görmez. Ülkenin okumuş, yüksekokul mezunları bile aylık kazanç düzeylerinin düşüklüğü sebebiyle ikinci bir iş arar duruma gelir. Bu insanlar maaşlarını, kira gibi, yiyecek gibi vazgeçilmez yaşama giderlerine ayırmak zorunda kalırlar. Bunun sonucu da, kitap dergi alamaz, okumak için zaman bulamaz duruma düşerler. O günkü hayat pahalılığının yol açtığı durum da budur.184 Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar ile Cumalı’nın öğrencilik yıllarında yaşamış olduğu geçim sıkıntıları, Necati Cumalı’nın, yoksulluğa karşı duyarlılık geliştirmesine yol açar. Cumalı, yoksul bir öğrenci olduğunu Yitik Kalyon adlı şiirde vurgular. Şair, bu yıllarda edineceği toplumsal duyarlılıkla ileride şiirlerinin temelini oluşturacaktır. Bir otobüsün cama yakın penceresi Sarsıntısı köprüler geçen bir trenin Sabah sabah sisli bir rıhtımda Sıcak bir bardak saleple başlayan O deniz yolculuklarını ne çok severdim Yoksul bir öğrenciydim o yıllarda Hüzünlenirdim küpeştelerinde gemilerin185 Necati Cumalı, yoksulluğu derinden hissettiği bir başka an ise Paris’e gittiği zamandır. Cumalı, öğrencilik yıllarında, işsiz gezdiği dönemde yoksul olmasına 183 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 30. Cumalı, Senin İçin Ey Demokrasi, s.39. 185 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.189. 184 97 rağmen yoksulluğu içinde yüksek derecede hissetmez. Ancak, Necati Cumalı, Paris’te geçirdiği yılları Paris Anıları adlı şiirinde yoksulluğu daha derinden hissettiğini ifade eder. Hatta yoksulluk sınırının altında kalarak “açtım aç” gibi ifadelerle olayı daha da dramatikleştirir. Bunda gurbette olmanın vermiş olduğu psikoloji de eklenince bu duygunun daha yoğunlukta hissedilmesi kaçınılmaz bir hal alır. Açtın Yirmi dört saattir aç Altı kat merdiveni Aç çıktın. Umuttu odanda bulduğun Ne umuduydu o Neydi Paris’ten bu kadar uzakta Düşünsen çıkaramazsın ki186 Necati Cumalı, çocukluk ve gençlik anılarını sıklıkla malzeme olarak şiirlerinde kullanır. Gerek Urla’yı anlattığı ve gerekse Đstanbul’un kenar mahallelerini konu alan şiirlerinde hep aynı kesimden insanlara, dar gelirli ve yoksul insanların ayakta kalma çabalarına dikkat çeker. Necati Cumalı’nın Urlalıları tanıttığı bölümde Hakkı adlı bir kişi için söyledikleri, yoksulun ne tür zorluklara düştüğünün belli bir kesitini sunar. Yoksul için kış da yaz da farklı sıkıntılara gebedir. Hakkı kışı beyaz lastik papuç Soluk bir ceketle geçirdi Yazın yalınayaktı tarlada187 Dört Koldan Pişpirik şiirinde ise şair, bir grup Urlalının pişpirik oynayarak vakit geçirmelerini konu alır. Bekçi Ethem, yol çavuşu Ali Rıza, Kürt Ziya ve 186 187 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s. 203. Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s. 46. 98 Süleyman’dan oluşan dörtlü, aralarında konuşurlar. Bu konuşmada konu fakirliklerine gelir. Fakir oldukları için Urla’nın hakkını veremediklerini düşünen bu insanlar, şiirin ilerleyen bölümlerinde hayatlarından memnun görünseler de içten içe yoksulluklarına karşı serzeniş hissedilir. Ethem bir ara Dışarı baktı baktı “Urla’mız güzel, dedi, Eşi yok dünyada..” Gamsız Ali Rıza: “Güzel ama, dedi, Biz adam değiliz Hakkını veremedik!” “Neden? dedi Ziya, Neyimiz eksik Zengin olamadık diye mi?”188 Yoksul oldukları anlaşılan bu dörtlünün ağzından şair, az sonraki cevabıyla onlardan beklentisini ifade eder. Necati Cumalı, şiir kahramanlarına kendi duygu ve düşüncesini aktarır ve onların ağzından söyletir. “Karnımız doydu Üç beş kuruşu denk getirdik mi Oturuyor kahvede Ya kâğıt oynuyor Ya düşlerle geviş getiriyoruz Senin benim gibilerle Kalkınır mı Urla?” Necati Cumalı, Urlalıları şiirine taşırken onlara sevecen bir el uzatır. Urlalıların yoksul olması, Cumalı’yı kahreden bir durumdur. Cumalı, bir yazısında 188 Cumalı, a.g.e. 52. 99 Urlalılar için şöyle der: “Varlıklı olanlara tam bir kayıtsızlık içindeydim. Ne imrenirdim, ne de nefret ederdim. Gönlüm, özellikle yetiştiğim Urla’da çalışkan, yetenekli, cömert, sevecen insanlar oldukları halde, nasıl ezildiklerine, yoksulluk içinde yaşadıklarına tanık olduğum bağcılar, tütün ekicilerinden yanaydı. Günde en çok 400-500 kg. et satılırdı kasabada. Bu hesapla kişi başına günde 10-15 gram et düşerdi. Onu da belli kişiler satın alırdı…”189 Necati Cumalı, çevresinde görmüş olduğu toplumsal problemleri şiirine başarıyla aktarabilecek bir gözlem kabiliyetine sahiptir. Örneğin gezici satıcıların içler acısı hali, şairi derinden etkiler. Yaz ortalarında, sabahın altısına doğru, otomobiliyle Maçka’dan Dolmabahçe’ye giderken, yokuşu saran gezici satıcılarla karşılaşması onu derinden etkiler. Gerilen bacakları, gövdelerinin bütün gücüyle yüklenerek, halden tepeleme sebze meyve yükledikleri arabalarıyla yokuşu aşmaya çalışıyorlardı. Yaşamlarını kazanabilmek için verdikleri savaşın güçlüğünü yansıtan böyle bir görünüşle ilk kez karşılaşan Cumalı, o güne kadar ara sokaklarda, köşe başlarında görürdü onları.190 Çaresizler olarak adlandırdığı bu kişiler, ekmeğini kazanabilmek, karnını doyurabilmek için bu cefaya katlanırlar. Gözlemleri, şaire geniş bir insan albümü sunar. Gözlemlerini başarıyla mısralara aktaran şair, güçlü bir tasvir kabiliyetine sahiptir. O, çevresinde olup bitenleri şiirine aktarır. Cumalı’nın şiirlerinin her birisinin bir hikâyesi var denilirse yeridir. Necati Cumalı, Gezgin Satıcı Kızın Ezgisi adlı şiirinin yazılma hikâyesini belirtirken onun için gözlemin ne derece önemli olduğunu da ifade etmiş olur. “Sıcak bir yaz günü, Teşvikiye’nin o dik yokuşlarından birinde, iki tekerlekli bir arabayı iterek çıkaran, dondurma satan yaşlı adamla küçük torununu tanımasaydım “Gezgin yazamazdım.”191 Dedem neredeyse seksen Ben henüz yedisinde Üç tekerlekli bir araba uydurduk Yokuşlar çıkıyoruz iterek 189 Cumalı,Şiddet Ruhu, s.156. Cumalı, Şiddet Ruhu, s.80. 191 Cumalı, “Kendimle Konuşma”, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.491. 190 Satıcı Kızın Ezgisini” 100 Tutarak yokuşlar iniyoruz Dondurma satıyoruz Bütün yaz Allahın güneşinde Kışın yerler çamur Hava ayaz mı ayaz Fabrika önlerinde Köfte ekmek Ölmedik yaşıyoruz işte192 2.3.5. YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ Necati Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluk ve göç irdelenirken hangisinin hangisine neden olduğu tam olarak kestirilemez. Nitekim köyde ekecek toprağın bulunmaması veya ürün pazarının yetersiz olması gibi olumsuzluklar, geçimini topraktan sağlayan köylünün, yoksulluğun üstesinden gelebilmek için kentlere yönelmesini sağlar. Ancak, yoğun göç alan kentlerin çeperinde büyüyen gecekondular, istihdam piyasasına sağladığı ucuz iş gücüyle ücret düşüşüne sebebiyet vererek işçilerin enflasyonun altında gelir elde etmesini tetikler. Bu durum, yoksulluğu topluma yayar. Cumalı’nın şiirlerinde yoksulluk ve göç başlı başına büyük birer toplumsal yara olmalarının yanı sıra ikisi arasında karşılıklı etkileşimli bir süreç işler. Her iki olguyu kendi şartları içerisinde değerlendirmek yeridir. Yoksulluk, özellikle kent yoksulluğu ise, doğrudan doğruya köyden kente göçün bir sonucu olmamakla birlikte; köyde geçimini sağlayamadıkları için kente göç etmek zorunda kalan tarım işçilerinin, belirli bir vasıfları olmadığı ve şehirdeki ilişki ağlarına dâhil olamadıkları durumda kent yoksuluna dönüşürler. Tüm bu bilgiler göz önüne alınarak kentsel yoksulluk, genellikle kente göç ile birlikte ele alınan bir toplumsal olgu olarak belirir. 192 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s. 96. 101 Necati Cumalı’nın göç, yoksulluk ve işsizlik gibi toplumsal temalı şiirlerinde Türkiye’deki kentleşme sorunlu bir süreç izler. Cumalı’nın şiirlerinde kente göç ile gelip gecekondulara yerleşen insanlar, kendileri ile beraber yoksulluklarını da getirirler. Kentler, gittikçe alışıldık siluetlerini kaybederler. Kısa sürede, kente yeni yerleşim bölgeleri, yeni kültürler ve yaşam tarzları eklemlenir. Kitlesel olarak yoğun göç alan kentler, yeni gelenleri hem ekonomik hem kültürel hem de konut açısından massedecek kapasiteyi gösteremez. Bunun sonucu olarak yeni sorunlar ortaya çıkar. Köyde yoksulluğunu bir şekilde geçiştiren yeni kentliler, şehrin mecbur ettiği yoksulluğu daha belirgin hissetmeye başlarlar. Büyük kentlerin kıyısında yaşayanlar için yoksulluk, toplumsal bir sorun niteliğindedir. Kentin kıyısında olmak; bir bakıma kentin ekonomik, sosyal, kültürel olanaklarının dışında olmak, bu süreçlere katılmamak anlamına gelir. Bu süreçlerin dışında kalanlar, bunu çoğu zaman dramatik yaşamlarla deneyimlemek durumunda kalırlar. Çünkü işi olmayan kişinin, düzenli bir geliri dolayısıyla düzenli bir yaşamı da olmayacaktır. Oturulan konut, mutfağa yapılan harcamalar, giyim, eğitim ve sağlık giderleri, tüm bunlar, yaşanılan yoksulluğun gölgesinde kalacaktır. Kırdan yüklenilen yoksulluk ile büyük şehirlerin yolunu tutanlar, buralarda yoksulluğu daha şiddetli hissederler. Yoksulluk nedeniyle yapılan göç, aynı zamanda göç edilen yerde de yoksullukla karşılaşılmasıyla birlikte, büyük ölçüde bu yoksulluk kısır döngüsünün kırılamadığı görülür. Eğer yoksul bir ailede doğarsanız, aşağı düzeyde eğitim görme, fırsat eşitliğinden çok fazla yararlanamama, evlenme ve bu şekilde yoksulluğun yeniden üretimi söz konusu olur. Yoksulluk bir kuşaktan diğerine aktarılır. Yoksul anne-babaların çocukları da bir şekilde yoksulluğun pençesine düşmezler. Şehre göç eden kimi yoksul ailelerin çocukları, yoksulluğun bu kısır döngüsünü kırmak için meşru olmayan yollarda para kazanmak, dolayısıyla sınıf atlamak isterler. Nitekim Necati Cumalı, Günlerin Kötüsü Pazar adlı şiirinde köyünü bırakıp Đstanbul’a gelen bir ailenin çözülüşünü dramatik bir atmosferde ele alır. Tiyatro yazarlığıyla da bilinen Cumalı, şiirlerine dramı yerleştirmekte sıkıntı çekmez. Gecekondu ailesi, kente göçle birlikte, yavaş yavaş akrabalardan kopuş süreci yaşar, yalnızlık ve çevreye uyum uğraşı, ailenin yapısını ve işlevini etkiler. Hem kırsal aileye göre, hem de kentsel aileye göre, kuşak çatışması en fazla gecekondu ailesinde yaşanır. Büyük 102 kentlere göçen ailelerin, değişik etkiler altında dağılışı, şehir yaşayışının aile bireyleri arasında meydana getirdiği uzaklaşma ve çözülmeler, aile yapısında yoksulluk nedeniyle oluşan dağılmalar, bu dönem şairleri ve yazarları tarafında sıklıkla işlenen temalar arasında yer alır. Necati Cumalı da bu toplumsal soruna seyirci kalmaz ve şiirlerine bu temayı konu edinmekten geri durmaz. Şiirde, karıkoca ve iki çocuğuyla kente gelen aile, zamanla yoksulluğun tetiklemesiyle dağılıp, ayrışır ve eski mutluluklarını kaybeder. Evin babası, yoksulluğun mekânı olan gecekonduya sırtını dayayarak köyü, toprağı özlemler. Kadın da kocası gibi çaresiz ve üzüntü içerisindedir. Evin kızı, yoksulluğun ölü toprağını savurabilmek için vücudunu satma yoluna gider. O dönem için işsiz gençler için yeni bir ümit ve kurtuluş olan yurt dışında çalışma imkânı, evin oğlu için bir fırsat sunar. Oğul, bu fırsatı tepmek istemez ve yurtdışına giderek yoksulluğu kırmanın bir başka yolunu dener. Cumalı, yoksulluğun neden olduğu aile bireylerinin çözülüşünü dramatik bir tasvirle gerçekleştirir. Bir ailenin başına gelebilecek her türlü olumsuzluklar, kente göç eden ailenin başına gelir. Kente göç ile gelen bu ailenin oğlu Đstanbul’da da tutunamaz. O dönem yoğun olarak Avrupa’ya yapılan göç dalgasının içinde bulur kendini. Şair, yoksulluğun neden olduğu bu göçü ifade ederken, evin oğlunu bekleyen durumun pek de iç açıcı olmadığını vurgular. Şair, yoksulluğun sürüklemesiyle Avrupa’ya yapılan göçlere karşıdır. Bu şiirde de şairin bu tutumunu görülür. Bıçkın delikanlı, göçmen akranları gibi Avrupa’nın güneş görmeyen madenlerinde eriyip gidecektir. Bir oğulları vardı gitti Bir oğul erguvan dalları gibi Bıçkındı mordu pembe Belçika’da madende güneş görmüyor193 Necati Cumalı’nın şiirlerinde kentte yaşamak, büyük ölçüde maddi yeterlilik ister. Eski Günler adlı şiirde yeni gelenleri bekleyen en temel sorun karın doyurma telaşı olur. Karın doyurmanın yanında barınma da yoksulların temel problemleridir. Yoksulluk ve yoksunluk derinleştikçe, kentin içinde yeni sınıflar ve bunların 193 Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 86. 103 yayıldıkları taban genişler. Kentin politik iklimi içinde, küreselleşme, kapitalizm, halka yansıyamayan ekonomi politikaları, hepsi sonuçta yeni eşitsizlikleri büyüterek, yoksul sınıfların dolayısıyla gerilimli kutupların oluşmasına yol açar. Yoksullaşma süreci kuşkusuz, toplumsal ayrışmaları daha keskin hale getirir, toplumsal empatiden yoksun kesimlerin köken bulmasıyla sonuçlanır. Geceleri parkta otururduk. Serin ilkbahar geceleri. Uzakta saat onbiri vurur Yanımızdan serseri adamlar geçerdi Kimi yalnızdı, kiminin yatacak yeri yoktu.194 Yoksullar, dünyanın her yerinde toplumun en güçsüz ve çaresiz kesimlerini teşkil ederler. Đnsanlar gittikçe yoksullaşıp toplumun geri kalan kısmından zihnen ve madden ayrışıp kendi içine kapanmaya başlar. Bu ayrışmanın temel nedeni kuşkusuz ki geçim derdidir. Đstanbul Kışa Hazırlanıyor adlı şiirde insanlar, yalnızca tek hedefe yönelmişler, tüm direnç ve iradelerini geçimlerini sağlamaya hasretmişlerdir. Sadece ve sadece karın doyurma, biyolojik bir savaş, yaşam biçimlerini oluşturur. Geleceğe yönelik tasarımları, beklenti ve emellerini tamamen yitirmişlerdir. Adeta onlar için yarın yok gibidir. Odun derdi, kömür derdine düşen yoksul kesim, toplumdan koptukça kendi sosyal ağı ve kültürünü oluşturmaya başlar. Tophane’nin önünde Odun boşaltan kayıklar var Sabahları gittikçe sis artıyor Herkesin dilinde aynı şey Odun derdi Kömür derdi195 194 195 Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-I, s. 45. Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-I, s. 48. 104 Đnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayarak yoksulluktan kurtulmaktadırlar. Bu haklar, kişinin asgari gerçekleştirebilmekte, yaşam standartlarıdır. Kişi bu haklar ile kendini toplum içerisinde tutunabilmektedir. “Đnsanın temel gereksinimlerinin hiyerarşik sıralamasında yer alan; (fizyolojik, güvenlik, sevgi, takdir edilme, kendini gerçekleştirme) bu güdüyü tam olarak yaşayabilen bireyde on altı olumlu tutum oluşmaktadır (hoşgörü, demokratiklik, bireysellik, yaratıcılık, empati, kendine güvenmek, mutluluk, problem görmek-çözmek) yapılan araştırmalara göre de kendini gerçekleştirme düzeyi düştükçe kişilerde sürekli kaygı düzeyi artmakta, bunun sonucunda da depresif tutumlar ortaya çıkmaktadır.”196 Dünya çapında yaygınlaşan ve bütün insanlık için bir yüz karası olan yoksulluk, haysiyet ve vakarları ezer ve insanlığın izzetini ihlal eder. Đnsanlar, temel gereksinimlerini yerine getiremeyince bireyde olumlu tutumlar gerçekleşemeyecek ve toplumdan kopacaktır. Nasıl Yaşadımsa adlı şiirde Necati Cumalı, insanların yoksulluğunu bilir ve üzülür. Toplumu bekleyen kendi içine kapanma, toplumdan kopma tehlikesini hisseder. Đnsanların en büyük problemi olan yoksulluk gün geçtikçe bir sarmal şeklinde tüm halka yayılır. Gün geçtikçe artan yoksulluk, insanları en temel gereksinim olan gaz yağı ve tuzdan mahrum bırakır. Çıksam gece vakti dolaşsam evlerini Ya sofralarında tuzları yoktur Ya gaz bulunmaz lambalarında197 Geçim derdine düşen insanın gelecek tasavvuru sağlıklı olmaz ya da hiç olmaz. Necati Cumalı, şiirlerinde olgulara yer verir ve okuyucudan çıkarımlar elde etmesini bekler. O, bir ressam gibi durumları resmeder. Şair, insanların içinde bulunduğu olumsuzluklara bir çözüm getirmez. Şiirini bir kareye yansıyan şekliyle çerçeveler. Necati Cumalı, dönemin sosyal yapısını gözler önüne serdiği şiirlerinde bozuk düzenin yol açacağı buhranlara denemelerinde yer verir. Necati Cumalı, bir denemesinde bu tehlikeyi belirtirken, bu insanların gittikçe nasıl toplumdan 196 197 Nesrin KALE, a.g.e. s.72. Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s. 23. 105 soyutlandığını ve topluma ne denli zararlı olabileceği üzerinde durur. “Ekmeğini kazanmaya hazırlandığı bir çağda, kendine nasıl bir gelecek sağlayabileceği, kişiliğini nasıl oluşturacağı, karmaşık bir değerler hiyerarşisi içinde kendinin nasıl bir yer alabileceği, nasıl ev kuracağı, eş edineceği hep içinde çıkamadığı sorunlar oluyor; kuşkusuz, güvensizlikler, tedirginlikler yaratıyor genç dimağlarda. Çıkarları sarsılan canlı, dövüşe, saldırganlığa hazırdır. Buna karşılık, topluluk içinde doyuma ulaşmış, beslenmesi, yerleşmesi, cinsel yaşamı güven altında olan canlılar dinginleşir, kendiliğinden yatışırlar.”198 Kuşkusuz, benzer tüm toplumsal olgu ve olaylarda olduğu gibi yoksulluğun da her zaman sosyo-kültürel çevre ile ilişkisi olmuştur. Değerler, inançlar, alışkanlıklarla belirlenen bu çevre, insanların dünyayı algılama biçimi ile günlük yaşamın bilinen bütün ayrıntılarındaki davranış kalıplarını etkiler. Hayata karamsar bakma ile coşku ve hayat dolu olma arasındaki farkın temelinde böyle bir etmen yattığı söylenebilir. Karnını doyuramayan, göç ile kente gelip burada katılım isteyen herhangi bir sosyal ağa dâhil olamayan yoksul insan, geleceğe umutla bakamaz. Şair, Günlerin Kötüsü Pazar adlı şiirinde kente entegre olamayan ve iş piyasasına giremeyen yoksulu, başarılı bir şekilde görüntüler. Bu şiirinde şair, yoksulun günlük sıradan bir uğraşı olan çamaşır yıkamak ve yerleri süpürmek eylemleri ile başarılı bir sosyo-psikolojik analizle ele alınır. Bu insanların kimliğinde tüm yoksulların geleceğe bakışlarının ne denli ümitsizce olduğu gözler önüne serilir: Karısı siliyor süpürüyor içerde - Yer toprak nesini süpürüyor Hem kim gelecek ki kimeBir süpürgesi bulunmuş işte Bir çamaşır leğeni Eski kutularda ıtırı fesleğeni Çamaşır yudu çiçeklere su verdi Ne etsin başka süpürmesin de199 198 199 Cumalı, Şiddet Ruhu, s.38. Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s. 85. 106 Yukarıda ifadesini bulan şiirde şairin gözünden bir yoksul tasviri yapılır. Yoksul olan kişinin ruh halini yansıtan yer toprak nesini süpürüyor ifadesi, dünyayı karamsar olarak algıladığı kanısını okuyanda uyandırır. “Yeni kentli yoksullar, genelde, sosyal güvenlik ve sağlık olanaklarına sahip değildirler. Formel iş piyasasında yerleri olmadığından, resmi ya da özel bir sosyal güvenlik çatısı dışındadırlar. Kazara hastaneye yatırıldıklarında ya hastane masraflarını ödeyemediklerinden dolayı rehin olarak kalırlar, ya doktorun yazdığı ilaçların en ucuzunu borçlanarak almaya çalışırlar. Sağlık harcamasında bulunmak onlar için, lükstür.200 Yaşamın ağırlığı her zaman yoksulun aleyhinedir. Gencecik adlı şiirde hastalık da fakirin düşmanı olarak görülür. Halk arasında fakir için kullanılan “neyine güvendin de hasta oldun” sözü, yoksulun hastalanmak gibi bir lükse sahip olmadığını gösterir. Kimi seçtin Ey fakirin düşmanı Zalim hastalık Đnce hastalık201 2.3.6. DOĞU ANADOLU’DA YAŞAMA GÜÇLÜĞÜ Yoksulluk, genel olarak tüm ülkelerde var olan bir ekonomik hastalık olmakla beraber azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha ciddi boyutlardadır. Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan yoksulluğun iki temel özelliği gözlemlenir. Birincisi, bu ülkelerdeki milyonlarca insan yoksul doğar; yoksul yaşar; yoksul ölür ve yoksulluğu çocuklarına devreder. Đkincisi, bu ülkelerde yaşanan yoksulluğu aşmak çok zordur. Çünkü bu ülkedeki yoksullar ya coğrafi olarak ya da fiziksel güvelik anlamında ulaşılabilmesi çok zor olan bölgelerde yaşarlar. Ayrıca bu insanların diğer insanlarla bir araya gelmelerini engelleyen güçlü akrabalık bağları gibi sosyal kurumlar vardır. Bu durum onların ekonomik alternatifleri ve diğer fırsatları 200 Ömer AYTAÇ-İlhan Oğuz AKDEMİR, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk Sorunu Yoksulluk, II.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul”, s.64. 201 Cumalı, a.g.e. 94. 107 değerlendirmelerini engeller. “Ülkelerin çoğunda yoksulluk daha çok kırsal alanlarda görülen bir sorundur ve kişisel tüketim ile yeterli düzeyde eğitim, sağlık, temiz su, konut, ulaşım ve iletişim hizmetlerine erişim gibi alanlardaki eksiklikler kırsal yoksulluğu nitelendirmektedir. Kırsal yoksulluk, nüfus artışını ve kentlere göçü beslemektedir. Öte yandan kentsel yoksulluk, çoğu kez kırsal yoksulluğu azaltma stratejilerinin bir sonucudur: piyasada sapmalara ve tarım kesiminin ve kırsal alandaki beşeri ve fiziki altyapının ihmal edilmesine yol açan kamu politikaları hem kentsel, hem de kırsal yoksulluğun ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerin başında gelir.”202 Yoksulluk tanımı, yalnızca gelir yoksulluğu olarak algılamamak gerekir. Mahrumiyet de en az gelir yoksulluğu kadar insan yaşamını olumsuz yönden etkiler. Hayatta kalmaktan mahrumiyet, bilgiden mahrumiyet ve yaşam koşullarından mahrumiyet gibi çok daha değişik boyutları ile ele alınabilir. Mahrumiyetin giderilmesi yoksulluğun giderilmesinde uygulanacak olan reçeteye benzerlik gösterir. Yoksulluk, sadece asgari geçim standartların altında kalmak olarak değerlendirmemek gerekir. Yoksunluk ve mahrumiyet olguları da yoksulluk kategorisine girer. Mahrumiyet, ülkelerin belli başlı bazı bölgelerini içerir. Bunda o bölgelerin kültürel, etnik, dini farklılıkları gibi coğrafi şartların çetinliği de belirgindir. Mahrumiyet bölgeleri insanların zihninde sürgün yeri olarak belirir. Bunda devletin kamu yatırımlarının yetersizliği ve bunun devamı olan özel sektörün buralarda fabrika, okul, hastane gibi toplumsal yaşayış standartlarını yükseltici yatırımları yapmaması olarak belirir. Necati Cumalı, Halı adlı şiirinde Türkiye’de mahrumiyet bölgesi olan Doğu için şöyle düşünür. Kışların erken indiği Doğu’da, kar yolları kapatır. Bebekler, kızamık hastalığından dolayı büyüyemeden ölürler. Elektriğin lüks olduğu Doğu’da kurt ulumaları sessiz gecelerde yankılanır. Bozkır gecelerinin üşüyen yıldızları Harman yangınları yalaz yalaz 202 Sema BUZ, a.g.e. s.152. 108 Kışlar erken iner, kar yolları kapatır Kızamık kırar geçirir bebeleri Koyaklar boydan boya acılarla dumanlı Geceler telleri kopuk bir karanlıktır Tararken uzun kara saçlarını Kırık bir aynada evin gelini Dinler yaklaşan kurt ulumalarını… Doğu deyince bunlar gelen aklıma.203 Bu bölgede eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri kamu eliyle yeterli olmaz. Bölgeler arasındaki dengesizlikler gün geçtikçe artar. Bunun önüne geçmek için yeterli kamu yatırımları gerçekleşmez. Tarımsal verimliliği artırıcı eğitimler yapılmaz ve maddi destekler kısıtlı kalır. Mahrumiyet, var olan imkânların değerlendirilememesi olarak da ifade edilebilir. Hayvancılık ve tarım sektöründe yeterli imkânlara sahip olan Doğu ve Güneydoğu mahrum kalarak/bırakılarak bu imkânlarından yeterince yararlanamaz ve yoksulluk, bu insanlar için kaçınılmaz olur. Eğer kişilerin yaşadıkları yerler, onlar için çekici değil ise ekonomik, sosyal veya siyasal güdülerle ya da bunların birleşimi ile göç edeceklerdir. Bireyleri yaşadıkları yerlerde kalmaya devam ettirecek şekilde o yerleşim yerlerindeki gerekli dönüşümler sağlandığı takdirde göç azalacağından ve bunu gerçekleştirmek çok zor olduğundan göç olgusu artarak devam edecektir. Necati Cumalı, toplumun öfkeleri, başkaldırışının temelinde mahrumiyetin yattığını belirtir. Ona göre Doğu’ya yeterince yatırımın olmaması o bölgelerde anarşist faaliyetlerin artarak devam edeceğine sebebiyet verecektir. “Bireyi, yerli yersiz öfkelere, devlete, bütün toplumsal kuruluşlara başkaldırmaya iten yaşam koşullarının yaratılmasına yol açan toplumsal, ekonomik, giderek artan ruhsal nedenlerin araştırılması, giderilmesi gerekir. Örneğin, Doğu’daki kaçakçılık, işsizlik, kazançlar arasındaki eşitsizlik, eğitim noksanlığı sorunları ile bir arada ele alınacak 203 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s. 233. 109 sorunlardır. Günümüzde anarşik dediğimiz olayların önlenmesi de sorunun bu türlü bir tutumla bütün genişliği ile ele alınmasına bağlıdır.”204 Türkiye’deki bölgelerarası gelir eşitsizliğinin tetiklediği Doğu ve Güneydoğu illerimizde kitlesel göçler, Batı metropollerine yönelinmesine yol açar. Göç nedeniyle nüfusu gittikçe azalan Güneydoğu illerinde iktisadi ve sosyal yaşam geriler. Bölgede yoksulluk zamanla, daha da derinleşir. Doğudan büyük kentlere yapılan göç, aynı zamanda terk edilen yerlerdeki ekonominin tamamen çöküşüne de yol açmıştır. Bu bölgedeki kentlerin köy ve kasabalarından büyük göç dalgalarının Batı’daki kentlere doğru yönelmesi, bölgedeki üretim süreçlerini de etkilemiş, toprakta çalışacak aktif nüfustan yoksunluğu getirmiştir. Ayrıca, göç eden bu nüfus, büyük şehirlerdeki istihdam yapıları için elverişli hünerlere sahip olmadıklarından kendilerini, tamamen işlevsiz bir pozisyon içinde bulmuşlardır. Doğu ve Güneydoğu’dan büyük şehirlere gelen insanlar, geride büyük bir mahrumiyet bölgesi bırakırlar. Kentlerde yeni sorunların oluşması bu yeni gelenlerle ortaya çıkar. Đş imkânı, çocuklara daha iyi bir gelecek tasavvuru ve sağlıktaki imkânların daha kolay ulaşılabilirliği, insanları umutlandıran faktörlerdir. Umutlarıyla buralara gelen insanlar, köylerine dönmek istemezler ve ümitlerini gerçekleştirmek arzusundadırlar. “Umut kültürünün geçerli olduğu dönemde, genel olarak gelecekle ilgili iyimser beklentiler içinde olan gecekondu halkı, yaşanabilir bir konuta ve kendi iş yerine sahip olmayı makul bir gelir seviyesine ulaşmayı; çocuklarının yüksek öğrenim görerek daha iyi bir yaşam seviyesi yakalamalarını ümit etmektedir. Geleceğe dönük iyimser bakış açısı ve köydeki yaşam koşullarının daha kötü olması nedeniyle, gecekondu halkı, geldikleri kırsal yerleşim yerlerine bir daha dönmeyi düşünmemektedir.”205 204 Cumalı, Şiddet Ruhu, s.35. Turgay GÜMELİ, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm Romanlarında Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, (Yedi Tepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi), İstanbul, 2006, s.35. 205 110 2.3.7. EKONOMĐK KRĐZLERĐN YOL AÇTIĞI YOKSULLUK VE BUNALIM Türkiye’deki yoksulluğun en temel nedenleri siyasal, ekonomik, yapısal ve sosyal sebepler olarak sıralanabilir. Özelikle Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber yaşanan ekonomik krizler, yoksulluğun artmasında en önemli nedenlerden biri olmuştur. Ülkede yaşanana ekonomi krizlerin, insanları yoksullaştırıcı etkisi göz ardı edilemez. Türkiye’de kuruluşundan bu yana yaşanan ekonomik krizler; işsizliği ve dolayısıyla sistem içi tutunma imkânlarını ortadan kaldırarak yaygın bir yoksul alt sınıflar ortaya çıkarır. Yaşanan krizler, yüz binlerce çalışanın işinden olmasına, binlerce esnafın kepenk kapatmasına, pek çok işverenin iflas etmesine, küçük ve orta boy işletmelerin neredeyse ortadan kalkmasına neden olur. Krizlerin getirmiş olduğu iktisadi ve sosyal buhran ortamı, hiç kuşkusuz beraberinde yeni yoksulların köken bulmasına yol açar. Krizler sadece yoksulları daha yoksul yapmaz, aynı zamanda hali vakti yerinde olan, kendi kendine yeten orta sınıfların belini de büker. Türkiye, henüz kuruluş yıllarında savaşın getirmiş olduğu büyük yıkımın ardından ekonomi pek de iyi bir görüntü sergilemez. 1923 sonrası yıllarda ülke ekonomisi harap vaziyettedir. Đstanbul ve Đzmir gibi kısmen sanayileşmiş kentler dışında ne sanayi, ne sermaye sınıfı; ne altyapı, ne de eğitim mevcuttur. Bu dönemde her türlü ürün ithal edilerek karşılanılır. Böyle bir ortamda kurulan Cumhuriyet, o tarihten bu yana sıklaşan ve şiddetleşen ekonomik krizlere sahne olur. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca düşük, orta ve yoğun şekilde tecrübe ettiği birçok krizin olması kuşkusuz toplumsal duyarlılığa sahip olan Necati Cumalı için göz ardı edilebilecek bir durum değildir. Nitekim Cumalı, bu toplumsal soruna duyarsız kalmaz ve birçok şiirinde bu konuya değinir. Gerek kendi yaşamış olduğu ekonomik sıkıntılar, gerekse çevresinde birçok insanın içinde bulunduğu dar boğaz, Cumalı’nın şiirinde önemli değişikliklere yol açar. Toplumun bir parçası olan Cumalı, şiirlerini ele alırken toplumun sosyal, siyasal ve ekonomik özelliklerini göz 111 önüne alarak şekillendirir. Đyi bir gözlemci olan Necati Cumalı; çevresini, yaşamın belli bölümlerini şiire aktarır. Ülke; küçük, orta ve yüksek yoğunlukta hissettiği krizlerle boğuşurken insanlar çeşitli zorluklara düşer. Đktisadi krizlerin yol açtığı yoksulluk, bir sarmal gibi toplumun tüm katmanlarına yayılır. Cumalı, ülkenin ve ülke insanının içinde bulunduğu ekonomik buhran karşısında sessiz kalmaz. Necati Cumalı, Türkiye iktisadi ve sosyal yapısı için önem arz eden 7 Eylül kararlarını şiir mısralarına taşır ve kendince bir duyarlılık gösterir. Türk Lirasının yaşamış olduğu ilk büyük şok olan 7 Eylül 1946 devalüasyonu, ülke ekonomisini derinden etkiler. Dolar, 1.83 TL’den 2.83 TL’ye fırlar. Krize fazla direnemeyen hükümet ise bir yıl sonra düşürülür.206 Olayın siyaset boyutuna girmeyen Necati Cumalı, krizin halk üzerindeki yansımasıyla ilgilidir. Gezdiği-gördüğü yerlerde çiftçiyle, küçük esnafla yakın temas kuran Cumalı, onların sıkıntılarını bilir. Necati Cumalı, Taşrada Küçük Bir Yer adlı şiirinde 7 Eylül kararlarının köylü için ne tür sıkıntılar doğurduğunu vurgular. Krizlerin yol açtığı dar boğaz, halkı bir kuru ekmeğe muhtaç eder. Halk, karın tokluğuna çalışır-didinir. Adeta günü kurtarma peşindedir. Öyle bir düzen kurulmuş ki bir fasit daire etrafında sürekli aynı hikâye sahnelenir. Her yıl aynı sıkıntı, aynı yokluk ile geçer. Bolluk yılları halk için hiç gelmeyecek bir düşten ibarettir. Yoksulluk, en çok savaş dönemlerinde artmakla beraber ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın tırmandığı dönemlerde de toplumları etkisi altına alır. Đnsanlar işlerini, sermayelerini çok kısa zamanda kaybederler. Bu yeri yıllardır bilirim Yıllardır hiç değişmemiştir Halk daima yokluk içinde yaşar Bir lokma ekmek için didinir 30’dan önce üzümler para ederdi Kaç kişinin elindeydi ki toprak Sonra 30 felaketi geldi çattı 206 Gülten Kazgan, “Türkiye’de Ekonomik Krizler: (1929-2001) Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Karşılaştırmalı Bir İrdedeleme”, DEGEV-Türkiye İş Bankası, s.26, 25-26-27 Eylül. 112 Bağlar söküldü, tütün ekildi Savaş başladı, bitti derken Ardından 7 Eylül kararları Bu düzen böyle kurulmuş böyle gider Her yıl veresiye yer içer Ürün mevsimine bel bağlarlar Her yıl bağlar bozulur, tütün satılır Uzar gider, savaşlar, felaketler, kıtlıklar Onlar hiç gelmeyecek bolluk yıllarını bekler207 Necati Cumalı, Sarnıçlar adlı şiirinde krizin yol açtığı mali sıkıntılara değinirken bu dönemlerde krizlerin önüne geçen yüksek faize ve halkın gittikçe yoksullaşmasına vurgu yapar. Krizin yol açtığı ekonomik buhran, insanları çaresizliğe iter. Đnsanlar, karnını doyurmak, eve ekmek götürmek ya da tarlaya ekecek tohum bulmak için didinip durur. Đşsizliğin yaygın olduğu ülkede krizler, halkı daha da çaresizliğe iter. Kriz anında devletin gelirleri giderlerini karşılayamaz olur. Ticaret, para, ürün küçük bir azınlığın elindedir. Halk, günü kurtarmak için olmadık kapıları çalar. Denize düşen yılana sarılır misali, yoksulluğun dar boğazından kurtulmak için insanlar, tefecilerden veya bankalardan yüksek faizli para alır. Yüksek borcun altında kıvranan insanların bağı-bahçesi yok pahasına gider. Yüksek faizi borçların, Bağları ucuz kapatanların acımasızlığı, Birbiri ardından gelen kuraklar, Kuruttu o sarnıçları.208 Krizler, sadece mali sıkıntıya yol açmaz. En temel ürünler, bu dönemlerde karaborsaya düşer. Savaş yıllarında meydana gelen iktisadi krizlerde en basit ürünler bile bulunmaz. Her ürün, fiyatının misliyle bulunabilmektedir. Savaş yıllarında karaborsaya giren ürünlerin başında da ilaç gelmektedir. Bazı ilaçları bulmak 207 208 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s. 28. Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s. 97. 113 neredeyse imkânsız hale gelir. Karaborsaya düşen ilaçları almanın tek yolu ise normal fiyatının birkaç katını ödemekle mümkün görünür. Necati Cumalı da en temel ihtiyaçlardan bir tanesi olan ilacı, şiirine ironik bir atmosferde taşır. Necati Cumalı intihar edebilmek için tabanca bulamayan bir kişiyi konu aldığı Saplantı adlı şiirinde, dönemin pazar sıkıntısını ve halkın problemlerine değinir. Şiirine konu olan kişi bir askerdir. Bu asker intihar edebilmek için ya tıraş olduğu jileti ya da optalidon ilacını kullanacaktır. Cumalı, ironik bir yaklaşımla, o dönem için lüks olan ilacın bulunmamasına değinir ve krizin boyutunu belirtir: Tabancası ipi yok Kalan uyku ilaçları Đntiharına Bir kutu optalidon Ya da… Ya da tıraş olduğu Jiletle kesecek bileğini. Bir kutu optalidon mu Nerede o bolluk209 Krizin yol açtığı buhran, insanları derinden etkiler. Đnsanlar, gittikçe toplumdan kopar. Temelde paylaşım boyutu ağırlıklı bir sitem sorunu olan yoksulluk, insanları toplumdan soyutlar. Necati Cumalı, yokluğun/yoksulluğun temelinde yatan ekonomik krizleri ele alırken; insanların bu sorun karşısında duyarsız kalmalarını eleştirir. Necati Cumalı, tüm toplumsal konularda olduğu gibi, krizlerin yol açtığı çarpık yapıya karşı sesini yükseltmeyen edebiyatçıları satır aralarında eleştirir. Necati Cumalı, Geçmiş Yaz adlı şiirinde pamuğun fahiş oranda zamlanması karşısında tepkisiz kalan edebiyatçıları iğneler. Onlar için varsa yoksa gökyüzünün çini mavisi ve imbatın serinliğidir. Cumalı, bu tutumu ile duruşunu daha da belirginleştirir. Safını sosyal-gerçekçi edebiyatçıların yanında görür. Pamuk seksen beşten yüz otuza fırladı 209 Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s. 173. 114 Kimin umurunda? Bizim önem verdiğimiz tek şey varsa Çini mavisi göklerin, imbatın tadı Gökyüzü her sabah masmavi üstümüzde Đmbat her akşam bağrımıza ılgıt ılgıt esiyordu ya… Pamuk yüz otuzdan yüz altmışa fırladı Kimin umurunda? Arsada, arabada küçük hanımların, beylerin aklı Bu canım, bu yaşanacak dünyada210 Dünyada gün geçtikçe artan ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, özellikle gelişmişlik düzeyi düşük olan Türkiye’deki insanların yaşamlarını devam ettirebilmelerini ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini giderek zorlaştırır. Bunun bir sonucu olarak yoksulluk, ülkenin üstesinden gelmekte zorlandığı en önemli sorunlardan biri haline gelir. Ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarına bir çıkış yolu bulunamaması, Necati Cumalı’yı bu konularda daha da duyarlı hale getirir. Şair, toplumun yoğun olarak hissettiği yoksulluk konusunda çeşitli şiirler kaleme alarak bu duyarlılığını gösterir. 210 Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-I, s. 69-70. 115 2.4. SAVAŞ OLGUSU 2.4.1. ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI Đnsanlık tarihinin dönüm noktalarını belirleyen savaşlar, trajik yönleriyle edebiyatın ana sorunsalları arasında yer alır. Savaşlar bakımından zengin olan uygarlık tarihinin savaş-edebiyat ilişkisini güçlendirdiği açıktır. Cephe ve gerisinde meydana gelen trajediler edebiyat vasıtasıyla gelecek nesillere bir ibret vesikası olarak aktarılır. Đnsanlık tarihinin büyük trajedilerinden biri de II. Dünya Savaşı’dır. II. Dünya Savaşı 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya girmesi ile fiilen başlar. Ardından Đngiltere, Fransa, Rusya, Đtalya, Japonya gibi devletlerin katılması ile savaş neredeyse bütün dünyaya yayılır. 9 Ağustos 1945’te ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombası ile savaş sona erer. Türkiye’nin stratejik konumu düşünüldüğünde bu dünya harbine katılması istenir, ancak I. Dünya Savaşı’nın yaralarını saramamış güçsüz bir Türkiye ve savaşın trajedisini bilen bir halk, bu savaşın içinde olmak istemez. Türkiye Cumhuriyeti toprak bütünlüğü tehdit edilmedikçe savaşa girmeyi reddeder, yapılan baskılara rağmen fiilen bu savaşa katılmamayı başarır. Ancak Türkiye’nin dışında olan savaş, tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına alır. Türkiye bu yıllarda büyük sıkıntılara katlanmak durumunda kalır. Özellikle ekonomik gidişat hiç de olumlu olmaz. Türk ve dünya edebiyatının mensupları, ülkelerini derinden etkileyen her siyasi ve sosyal olay gibi II. Dünya Savaşı’nı da edebiyat için bir malzeme olarak görür ve bu tarihi trajediyi, gelecek nesillere aktarmayı kendilerine bir görev bilirler. Avrupa merkezli olarak başlayan ardından dünyanın dörtte üçünde 1939-1945 yılları arasında devam eden sıcak savaş, Türkiye’de yaşanmamış olmakla beraber bu yıllarda ülkeyi son derece güç şartlar altında bırakır. Türk milleti bu dönemde savaşa katılmayan diğer milletler gibi şanslıdır, ancak küreselleşen dünyada Türk milleti de pek çok sıkıntıya maruz kalır. 116 Muhtemel bir saldırıya karşı savaşa girme mecburiyeti göz önünde bulundurularak pek çok tedbir alınır. 18 Ocak 1940 tarihli milli korunma kanunu ile devlet ekonomiyi kontrol altına alarak bu tedbirlerden en önemlisi ve en sıkıntılısını gerçekleştirir. Halkın alım gücü her geçen gün düşer. Temel ihtiyaç maddeleri kara borsaya düşer ve böylelikle karaborsacılar, vurguncular ortaya çıkarak yeni bir sektör peyda olur. Hükümet maddi zorluklar ve salgın hastalıklarla baş etmekte güçlük çeker. 1942’de hükümet varlık vergisi kanun ile devlete yeni bir kaynak teminine çalışır. Türkiye’de çeşitli yerlerde tedbir amaçlı savaş hazırlıkları yapılır. Günlük hayat, bu tedbirler doğrultusunda yeniden düzenlenir. Đnsanların eğitim durumu dünya görüşü her ne olursa olsun herkesin günlük konuşmalarının ekseriyetini savaş işgal eder. Savaşın bu şekilde günlük yaşamın bir parçası olduğu bir ülkede şairler ve yazarlar bu probleme sırt çeviremezler. Savaşın çirkin yüzünü fark eden ve buna kayıtsız kalamayan aydınlardan olan Necati Cumalı, bu savaşa kayıtsız kalmamasının nedenlerini şu şekilde ifade eder. “önce kabul etmemiz gerekir ki, çağımızın belirgin bir yanı politik bir çağ olmasıdır. Günümüzde bilgisi yettiği ölçüde herkes, artık dünyanın öbür köşelerinde olan biteni anlamak, öğrenmek isteğini duyuyor. Dünyanın öbür köşelerinde yaşayanların politik kavgalarını, düşüncelerini, kendi kavgası düşünceleri ile ilgili görüyor. Bu yüzden kendi yaşadığı ülkeden çok uzaklarda yaşayanların anlayışları, inançları, sosyal durumları üzerinde doğru bilgiler edinmek istiyor.”211 Gibi düşüncelerle Necati Cumalı, insanların bu baş belası problemine kayıtsız kalamaz. 2.4.1.1. CUMALI’YI SAVAŞ KONUSUNA YÖNELTEN NEDENLER Đlk şiirlerinde aşk ve yaşam sevgisi gibi daha çok bireyi ilgilendiren şiirler kaleme alan sonra Necati Cumalı’nın, savaşın hâkim olduğu bir zamanda savaş konulu şiirler yazması yadsınamaz. Ne var ki, bu savaş döneminde iki yıl askerlik yapması şairin, savaşın korkusunu, acımasızlığını ve çirkin yüzünü görmesine neden 211 Necati CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1997, s. 92. 117 olur. Đki yıllık bu süre Cumalı’nın şiirlerinde önemli değişikliklere yol açar. Şartların değişimiyle dünyaya entegre olmakta geri kalmayan şair, dünyayı saran savaşın ateşine kendi bildiği yöntem ile su serpmek ister. Cumalı, insanların sorunları ile yakından ilgilenmekten kendini alamaz. II. Dünya Harbi’nin, Türkiye’nin yanı başında olması, Cumalı için yeni bir konunun doğmasına sebep olmuştur. Necati Cumalı, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, henüz savaş yıkımlarının onarılamadığı bir dönemde dünyaya gelir. Savaşın korkusunu, acımasızlığını ve yıkımını yakından bilen bir toplumun içerisinde bulunan şair, şiirlerini bu olgular çerçevesinde ele almaya başlar. Cumalı için savaş, büyüklerden anlatılan bir öykü olarak kalmaz; aynı zamanda iki yıllık askerlik dönemi şairi savaşın korkusunu ve insan psikolojisine etkisini hissetmesini sağlar. Şair Ezine Kışlası Taştan şiirinde askerlik yaptığı kışlanın havasını terennüm ederek asker psikolojisinin ne denli zor olduğunu gözler önüne serer. Ezine kışlası taştan Kendin yan kendi derdine Kaz dağında gene kar var Esme be rüzgâr akşam akşam212 Moral olarak yıkık bir halde olan şair, rüzgârın esmesini istemez. Rüzgâr bir sembol olarak kullanılır. Şair, mutsuz olduğu zamanlarda rüzgârın esmesini istemez; ancak Pazar Günü adlı şiirinde şair, mutlu, keyifli anlarında rüzgârın esmesini arzular: Benim memleketimin türküleri Hey, benim memleketimin türküleri Söyle be arif, böyle be Es rüzgâr es Dağlardan tepelerden içime Benim memleketimim gökleri Hey benim memleketimin gökleri 212 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s. 208. 118 Bugün Pazar Ay yıldızlı bayrak Kışlaların, okulların üstünde Düz ovada dörtnala saldım Dilber’i Hey benim memleketimin gökleri213 Cumalı 1942 baharında yedek subay okuluna girer. Okuldan sonra Ezine de ona görev verilir. 1945’e kadar süren askerliği döneminde “iki yılını savaş korkuları içinde geçiren Cumalı’nın duygularını aksettiren”214 Harbe Gidenin Şarkıları adlı şiir kitabıyla Ankara’ya döner. Ancak bu yeni kitap ile gelen tarz, şairin sevenleri tarafından yadırganır. Şair, “ben ikinci dünya savaşı yıllarında hayata atılan, geçim sıkıntısı çeken, devrimlerin duralaması ile gençlik inançları, düşleri baltalanan kuşağın şairiyim. Üzgündür o kuşak.”215 diyerek yeni konusunu savunur ve böylelikle yeni bir okuyucu kitlesi kazanır. Şairler ile eserleri arasında güçlü bir bağ vardır. Cumalı da şiirleri ile sağlam bir bağ kurar. O, gördüğü, bildiği insanları anlatır. Bu insanlar bizim de çevremizde görebileceğimiz kişilerdir. Yedek subaylık döneminde Cumalı, çok geniş bir insan albümüyle karşılaşır ve yaşamın çok değişik zevkleriyle karşı karşıya gelir.216 Ezine Kışlası Taştan adı şiirde Ezine kışlasında bir yılını geçirmesine rağmen şair, henüz askerliğe kendini alıştıramaz. Kendini garip olarak görür ve tüm askerlerin yaptığı gibi sıla özlemiyle vakit geçirmeye çalışır. Askerliğin bir diğer düşündürttüğü ise yaşam ve ölüm gerçeğidir. Sonunda şair, yaşamak için sınır bekçiliği yapmanın gerekliliği üzerinde durur. Geleli bir kış bir yaz geçti Öğle akşam ayaküstü Gündüzleri şöyle böyle Her akşam üstüme gariplik çöktü Đşler yüz üstü memlekette Tarlalarda tohumun vakti geçiyor 213 Cumalı, a.g.e. 209. Şerif AKTAŞ, “Necati Cumalı”, Türk Dili, S.454, Ekim 1989, s.199. 215 CUMALI, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, Yeni Edebiyat, S.7, Mayıs 1971, s.7. 216 CUMALI, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Yaşamın Diyeti”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s. 97. 214 119 Yaşamak için katlanıyoruz Sınırda düşman bekliyor.217 Hayal kurarak zaman geçiren asker Cumalı’nın, kışlanın duvar dibine oturarak devam etmekte olan savaşta cephe cephe gezen akranlarına zihni kayar. Kış Günleri adlı şiirde Ezine kışlasının güneşi ile Avrupa’nın Doğu cephesindeki askerleri ısıtan güneşi düşünerek cephede savaşan askerlerle kendini aynı düşüncede birleştirir. Necati Cumalı’nın, iki yıllık askerlik döneminde, Avrupa’yı kasıp kavuran II. Dünya savaşında siperden sipere koşuşturan askerlerin psikolojilerini anlaması güç olmaz. Kış güneşini severim paydos vakti Oturur duvarı dibine kışlanın Düşünür hayal ederim. Đşte şimdi doğu cephesindeyim Bir siperin içinde askerlerle beraber Sırtımı ısıttığını hissediyorum güneşin Artık ellerim de üşümüyor218 Necati Cumalı’nın, şiirini bireysellikten toplumsal duyarlılığa götürmesinde çeşitli faktörler bulunur. Bunlar Cumalı’nın, avukatlık yıllarında insanların çeşitli problemlerine tanık olması, Birinci Dünya Savaşı’nın yoksul bıraktığı bir halkın içinde bulunması, iki yıllık savaş korkularıyla geçen askerlik dönemi ve II. Dünya Savaşı’nın insanlar üzerinde bırakmış olduğu yıkımın varlığı gibi çeşitli etkenlerdir. Tüm bu nedenler Cumalı’yı, toplumsal duyarlılıkla işlenen şiirler yazmasına yöneltir. 217 218 Cumalı, a.g.e. 208. Cumalı, a.g.e. 197. 120 2.4.1.2. CUMALI’NIN ŞĐĐRLERĐNDE SAVAŞIN YOĞUNLUĞU II. Dünya Savaşı her ne kadar Türkiye’nin dışında olsa da ülkede belli savaş hazırlıkları yapılır. Savaşın dehşetini basın yayın organlarından öğrenen şair, çok geçmeden savaşın etkisine girer ve savaş korkuları içinde iki yılını geçirir. Şiirlerinde şair, harbi soluk soluğa yaşar. Đnsan panoramalarıyla gözlerimizde onları canlandırmayı başarır. Kendini bir anda savaş bölgesinde bulan şair, ait olduğu yerin burası olmadığı ve buralara nasıl geldiğini anlamaz. Şair, mısralarla cephedeki askerlerin duygularına tercüman olmaya çaba gösterir. Cumalı’ya göre askerleri savaş meydanına getiren sebep, onların dışında gerçekleşir ve orada bulunmaktan memnun olmadıklarının ifadesi olarak şu mısralar karşımıza çıkar: Đşte harbin o ilk günleri Đstasyon ne kadar kalabalık Bir kız elindeki çiçekleri dağıtıyor yolculara Hala şaşıyorum o tren Nasıl getirdi beni buraya219 Samimi bir üslup kullanan şair, Ölüme Yakın adlı şiirinde kendisinin de diğer askerler gibi bekleyeninin olduğunu ifade ederek ait olduğu yerin neresi olduğunu vurgulamaya çalışır. Bekleyeninin varlığı, askerleri biraz olsun teskin eder; ancak günlerin zamanla tükenmesi ve sılaya dönüşün gerçekleşmemesi onların ümidini yitirmelerine neden olur. Eve dönüş yolu kapanan şair, olay yerini mısralarında canlandırmayı başarır ve okuyana o anları yaşatır. Ah, gene yağmur yağıyor O, başında lacivert beresi Gene saatin altında Akşam eve geç kalmışım Herkes beni bekliyor220 219 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.30. 121 Cumalı, bu mısralarla kendini savaşa gönderilen bir er olarak değerlendirerek birinci ağızdan savaşın insan psikolojisine etkisini anlatır. Đyi bir gözlemci olan şair, Özlem adlı şiirde savaşın trajik boyutunu askerlerin adına kendisi gözler önüne serer. Askerlikte geçen iki yılı, şaire askerlik ve savaş terminolojisi kazandırır. Cumalı, II. Dünya Savaşı’nın atmosferini canlandırmakta zorluk çekmez. Güneş tam tepelerde haziran ortaları Gölgeleri diplerine çekilmiş ağaçların Bölük talimden döner boşalmış mataraları Sırtları ter içinde yüzlerinde yangın Ağır adımları toprak yolu tozutur221 Bu mısralarla gittikçe savaş meydanına yaklaşan şair, bir anda kendini savaşın ortasında bulur. Cumalı, askerleri toplumun içinde bulunan herhangi bir birey olarak görür ve onları bu sıradan yönleriyle görmek ister. Savaşı durduramayan Cumalı, Kış Günleri adlı şiirde erlerin yanında bulunan siper arkadaşı olarak onları yalnız bırakmamaya gayret gösterir: Şimdi kolum omuzu altında bir yaralının “artık benim işim bitti” diyor “ben artık sizinle gelemeyeceğim”222 Cumalı, savaşa kendini o kadar kaptırır ki onu savaşın her yerinde görürüz. Kimi zaman savaş şiddetini azaltır. Öyle ki her şey yolunda gözükür. Ben Don nehri üzerinde bekliyorum Cephe bu gece sakin Đleri karakollarda bile Tek silah atılmıyor 220 Cumalı, a.g.e. 30. Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.126. 222 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.198. 221 122 Ne rüzgâr, ne soğuk Öyle bir gece ki Şikâyete hiçbir sebep yok223 Savaşın her yönünü düşünen şair, bu satırlarla savaşa ara verildiği zamanları da ele alır. Savaşın şiddetinin dindiği zamanlarda şairin gözü yine bir koğuşun penceresinden içeri ilişir. Askerlere daha yakından bakan Cumalı, onlara merhamet hissi ile yaklaşır. Cumalı, bu askerleri savaşın şiddetini harlayan birer ölüm makinesi olarak görmenin ötesinde, onları insani yönleriyle ele alır: Penceresinden görüyorum Bir koğuşun Uyuyan askerleri Buluttan kurtulan gün gibi Bazısının yüzü aydınlık Bazısı alnı ter içinde Dönüyor yatağında Tesirinde bir kâbusun Bazısı kimsenin bilmediği Bir ismi sayıklıyor. Uykusu kaçmış biri Gözleri boş kalan yataklara takılmış224 Cumalı, yukarıda ifadesini bulduğu mısralarında askerleri en doğal halleriyle yansıtır. Çevremizde gördüğümüz, bildiğimiz, tanıdığımız herhangi bir insanın özelliğini gördüğümüz bu şiirlerde askerler okuyucuya sempatik gösterilir. Askerlerin fiziksel özelliklerinin yansıtıldığı Nöbetçi adlı şiirde de askerlerin sıradan görüntüleri ele alınır. Şair, bu tutumu ile askerlerin her insan gibi sıradan birer varlık oldukları gerçeğini vurgulamak ister. 223 224 Cumalı, a.g.e. 200. Cumalı, a.g.e. 201. 123 Sarışın bir nöbetçiyi unutmayacağım Hep ona bakıyorum bir saattir Sağ eli tüfek kayışında Demin cebindeydi Şimdi miğferini düzeltiyor sol eli Göz kapakları açılıp kapanıyor kendiliğinden Havada buğulanıyor nefesi225 Kimi askerler 23’ünde Güneyli âşık, kimi Kuzeyli, kimisi iştahlı, kimisi yazı yazmayı seven; ama hepsinin ortak noktaları; günahsız, temiz ve masum olmalarıdır. Necati Cumalı’nın savaşa bakışı olumsuz olmasına rağmen, şair, savaşan askerleri günahsız olarak ele alır. Şairin bu tutumu ile erlerin savaş meydanına zorlanarak getirildiği düşüncesi vurgulanır.226 Ancak masum olmak ve günahsızlık, Gece adlı şiirde bu çocukların hatırlanması için yeterli olmaz. Unutulmuşluk, askerleri olumsuz yönde etkilemektedir. Đçinde bulunulan durum askerlerin psikolojilerine yansır. Onlar için yeryüzü ışıksız ve karanlık olarak tasvir edilir. Cumalı, askerleri birer yıldız olarak nitelendirdiği şiirde unutulmuşluğun vermiş olduğu psikolojik kırgınlığı gözler önüne serer: Yeryüzü ışıksız ve karanlık Sokaklar boş Ah, bu arada biz yıldızlar Ne kadar unutulduk.227 Unutulmuşluğun vermiş olduğu ruh hali ile her şey anlamsız ve karanlık olarak görülür. Yalnız ve mutsuz olan günahsız askerler, savaşın bir an önce bitmesini arzularlar. Koğuş adlı şiirde Cumalı’nın kendi düşüncesi olarak beliren mısralarda savaşın bir an önce bitmesi gerekliliğini savaşa istemeden de girmek 225 Cumalı, a.g.e. 201. Cumalı, a.g.e. 198. 227 Cumalı, a.g.e. 200. 226 124 zorunda olan askerlerin diliyle ifade edilir. Eski günlerin bir an önce gelmesi istenerek bu vakitsiz ölümlerin önü alınması istenir: Düşünüyor ne zaman bitecek Ne zaman arkası kesilecek Bu vakitsiz ölümlerin Nasıl gelecek O eski günler geri.228 20’li yaşlarda hayatını kaybeden bu insanların ölümleri, şairi hüzünlendirir. Şu Anda adlı şiirde askerler, savaşın ve ölümlerin gerçek sebebini unutarak savaşta her şeyin sorumlusu olarak serseri bir kurşunu görürler. Savaşın acımasızlığı, sadece bir askeri değil onun ailesini de derinden etkiler. Herkes gibi bu askerlerin de bir annesinin, bir sevgilisinin ve bir ailesinin olduğu hatırlatılır. Đnsanların bamteline dokunmak isteyen şair, askerleri insanların içinde herhangi bir fert olarak gösterir ve böylelikle askerlere duyduğu acıma hissinin okuyucuda da var olmasını arzular. “Serseri bir kurşunla” Yere serilirken bir delikanlı Bir ana ağlar Bir gelin yas tutarken229 Bir ananın evladı olan o askeri vuran sadece “serseri bir kurşun” olarak görülmemelidir. Ancak insanlar, Serseri kurşun adlı şiirde ifadesini bulduğu gibi tek kabahatin bu kurşunda olduğu konusunda birleşirler. Ah, bu serseri kurşun Ne rakı içer Ne kumar oynar Gene de bütün kabahat onda.230 228 Cumalı, a.g.e. 201. Cumalı, a.g.e. 204. 230 Cumalı, a.g.e. 205. 229 125 Ancak şair, bu düşüncenin yanlış olduğunu ifade ederek Kanıt isimli şiirinde sanıldığının aksine savaş planlarının önceden yapıldığını söyler. Bu tespitini de 1938 model bir tüfeği kanıt olarak göstererek savaşın önceden tertiplendiğini ve tüm hazırlıkların yapılmış olduğunu vurgular. Nitekim Hitler, Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı büyük yıkımı telafi etmek ve Avrupa’nın üstünde Alman yumruğunun varlığını hatırlatmak ister. Tüm bu sebepleri bir arada düşünürsek Hitler’in, büyük bir savaş hazırlığı içerisine girdiğini görebiliriz. Bu dönemde büyük bir sanayi hamlesi gerçekleştiren Almanya’da silah üretimi, tüm hızıyla yapılır. Tuhaf ne kadar tuhaf Her şey önceden hazırlanmış Yerdeki tüfek 38 modeli Gaz maskesi kütüklük miğfer Başka hiçbir işe yaramaz Bu ölen herhalde Hepsini kullanmasını bilirdi.231 Savaşın gerçek sebebi ortaya konulur. Dünya gittikçe kutuplaşmakla birlikte bu bloklaşma devletleri karşı karşıya getirir. Dünyaya hükmetme düşüncesi Avrupa’yı ateş çemberine çevirir. Tabii ki kimse savaşa girince askerin fikrini soracak değildi ya?232 Cumalı’nın, askerlerin masum olduğu düşüncesi tam da bu ifadelerde gizlidir. Devletlerin kendi askerlerinin düşüncesini sorma zorunluluğunu hissetmemiş olmaları Cumalı’yı, askerlerin masum oldukları düşüncesine sevk eder. Cumalı, belki politik belki de insani bir duyarlılıkla savaşı, bir cinayet olarak görür. Onu bu düşünceye sevk eden temel düşünce, askerlerin cephelere zorla sürülmesi ve günahsız, fakir insanların ölmesi olarak belirir. Savaşı planlayanların, günahsız askerlerin birer ölüm makinesine dönüşmesini arzulamaları Kış Günleri adlı şiirde görülür. Bu istekleri de çok geçmeden gerçekleşir. Artık bu masum askerler, intikam için savaşırlar: 231 Cumalı, a.g.e. 204. Cumalı, a.g.e. 199. 232 126 Sebepleri malum ama bu cinayetlerin Ne çare geri kalanlar artık Hürriyet için değil Đntikam için dövüşüyorlar!233 2.4.1.3. SAVAŞIN ĐNSAN PSĐKOLOJĐSĐNE ETKĐSĐ Savaş yıkımları ve acıları içerisinde 1945’te sonlanır. Ölen için zaten sonlanan savaşta ölüler; artık açlık, susuzluk, kin ve nefret hisleri içerisine giremeyeceklerdir.234 Savaş sonrasında, geride; annesini, babasını, sevgilisini bırakan yığınla asker kalır.235 Bir şiirinde Cumalı, savaşın izini yüzünde taşıdığını belirterek hala psikolojik olarak sıkıntı içerisinde olduğunu vurgular. Sıradan bir insan portresi içerisinde ele alınan bu şiirde şair, herhangi bir kurşun yarası almamasına rağmen II. Dünya Savaşı’nın acısını içerisinde hissederek savaş askerlerinin duygularına tercüman olur.236 Necati Cumalı’nın, savaşı kendine bu derece yakın hissetmesinde, onun evrensel insan sevgisinin etkisi vardır. Cumalı, savaşları devletlerin veya düşüncelerin çarpıştığı bir mücadele olarak görmez. O, savaşı; aydınlık ile karanlığın; hak ile batılın mücadelesi olarak nitelendirir. Bu düşünceler şairin, savaşa daha fazla ilgi duymasını sağlar. Cumalı için hak ile batılın mücadelesinde askerler birer piyon olarak belirir. Cumalı, savaşın çirkin, acımasız, kirli yüzünü bilir ve savaşın insanlık adına kara bir leke olduğu gerçeğini dile getirir. Ancak şair, savaşın kirli yüzüne rağmen askerleri temiz ve günahsız olarak resmeder ve onlara merhametle yaklaşır. Necati Cumalı, insanları renk, dil, din ve ırk ayrımı yapmadan ortak bir paydada birleştirir. Cumalı’nın ortak paydası ise, evrensel insan sevgisidir. 233 Cumalı, a.g.e.198. Cumalı, a.g.e. 202. 235 Cumalı, a.g.e.203. 236 Cumalı, BŞ-II, 206. 234 127 Cumalı’ya göre savaşı insanlar değil devletlerin başında bulunan birkaç maceraperest çıkarır. Cumalı, günahsız olarak nitelediği sıradan askerlerin psikolojilerini irdeler. Şair, bunu yaparken kendi askerlik döneminde elde etmiş olduğu izlenimlerden yararlanır. Nitekim iki yıllık askerlik dönemi Cumalı’ya farklı duygulanmalar yaşatır. Bu dönemde ölümü, öldürmeyi, yalnız kalmayı derinden hisseden şair, askerlerin hangi ruh haline olduklarını bilmekte zorlanmaz. Savaş meydanındaki askerlerin psikolojilerini ele alırken şair, yıldız motifini kullanarak o insanların ümidini, sevincini ya da kimsesizliğini, çaresizliğini belirtmeyi başarır. Yıldızlar yakın ise şair ümitlenir, hayata bağlanır.237 Fakat yıldızlar uzak ise ümitsizliğin, yalnızlığın içerisine düşer. Şarkılar adlı şiirde ölüm, bu askerler için olağan bir durumdur; yaşamak ise olağan dışı bir durumda ancak gerçekleşebilir. Askerlerin hangi psikolojide olduklarını görmek için bu mısralar önem arz eder. Bu gece yıldızlar daha uzak Hatırlıyorum da o cehennemlik günleri Ne olabilirdi genç yaşımda Daha kolay daha doğal Bir rastlantı benim için artık yaşamak238 Özlem şiirinde ise şair, savaş erlerini talimden dönen sırtları terli, mataralarında su kalmamış olarak yansıtır. Ailesinden uzak her insanın düşüncelerini bu mısralarda görürüz. Sıradan kişiler olarak görünen askerler, birer köylü çocuğu olarak çizilerek okuyucunun merhamet hissine seslenilir. Hep köy çocukları kır bitkileri gibi katı Ansıdıkları köylerinde harman ayıdır Bir kuru dere kıyısında bir söğüt altı Sarı köpek yaşlı ana o doyamadık kadınları Şimdi hep birlikte oturur terlerini kurutur239 237 Cumalı, BŞ-I, 29. Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.32. 239 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.126. 238 128 Şiirin devamında ise köylü çocuğu olan bu askerlerin konjöktörün emrine girerek türkü söyler gibi savaş ifadeleri içeren marşlar söyleyip güvenlerinin artmasını nasıl sağladıkları görülür. Savaşın asıl mimarları, insanların intikam duyguları ile düşman gördükleri kişilere veya devletlere kin gütmelerini amaçlar. Bu amaçları çok geçmeden gerçekleşir. Gözlerinde korku yerini cesaret ve nefrete bırakan askerlerin sözleri de kahramanlık ve intikam ifadeleri içerir. Bir marşa başlarlar kışlaya yaklaşırken Sözleri cesaret savaş tunç siper gibi şeyler Sanki yaz gecesidir her biri türkü söyler Sesleri yükseldikçe yükselir karışır sıcak yele O uzak söğütler altında duyulur gibi olur240 Cumalı’nın, masum ve günahsız olarak gördüğü askerler gün geçtikçe savaşın ritmine kendilerini kaptırır. Artık onlar savaş meydanında düşman arayan birer avcı olurlar ve bu güven duygusu ile birer ölüm makinesine dönüşürler. Muharebe Görmüş Bir Adam Anlatıyor adlı şiirde şair, bir sosyolog edasıyla askerlerin içine girmiş olduğu psikolojik çaresizliğin boyutlarını gözler önüne serer. Harp meydanında asker, ölmemek için öldürmenin yollarını arar. Muharebede ne ölüm korkusu gelir Đnsanın aklına Ne evi barkı düşünürsün Gezin üst kenarı ortasından Arpacığın tepesinden Beğendiğin yerini seçersin hedefin Tetiği elin titremeden çekersin241 Savaş insan psikolojisini olumsuz yönde etkiler. Kendini savaşa alıştıramayanlar ve bulunması gerektiği yerin cepheler olmadığını düşünenler, 240 241 Cumalı, a.g.e. 126. Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.206. 129 gittikçe içlerine kapanıp hayattan bağlarını koparırlar. Zamanla savaşın korkusunu yenip kendini bu savaşın bir parçası olarak görenler ise birer ölüm makinesine dönüşürler. Savaşta en büyük korku olan ölüm hissi, insanın en alışkın olduğu tatları bile farklı algılamasını sağlar. Artık, sigaranın tadı bile bu ortamda değişir, palto ağırlaşır.242 O anda nöbet tutan bir ere gözü ilişen şair, askerin dalgınlığının farkındadır. Nöbetçi askerin bu dalgınlığı, şaire yabancı gelmez. Cumalı, askerlik yaptığı dönemde alışkın olduğu bu duyguyu kendisi gibi gördüğü askerde yansıtarak nöbet tutan askerin dilinden tüm masum askerlerin genel düşüncelerini yansıtır. Nöbetçi adlı şiirde niçin’ini, neden’ini bilmedikleri bir savaşın ortasında kendini bulan askerler, eski günlerinde neler yaptıklarını düşünüp geçen günlerin nasıl geleceğini bilememektedirler. Geziniyor alışkanlıktan Düşünmeden bakınıyor Niçin bilir mi? Đşine giderdi eskiden Şu anda nöbet bekliyor!243 Necati Cumalı, zihnini kurcalayan bu savaşın ne zaman biteceğini, bu vakitsiz ölümlerin ne zaman kesileceğini merak ederek eski günlerin gelmesini büyük bir ümitle bekler. Savaş, kişiler üzerinde ağır yaralar açar. Her günü ölüm korkusu içinde geçiren askerler, zamanla ölmemek için öldürmeyi seçerler. Askerleri savaş meydanına sürenlerin de istediği aslında budur. Askerlerin birer avcı olması, onların fikirlerini sormadan siperlere gönderenlerin arzuladığı durumdur. Gün geçtikçe eve dönme ümitlerini kaybeden askerler, eski günleri birer hatıra olarak görür ve geçen güzel günlerin bir daha geri gelmeyeceğini düşünürler. Uykusu kaçmış biri Gözleri boş kalan yataklara takılmış Düşünüyor ne zaman bitecek 242 243 Cumalı, a.g.e. 200. Cumalı, a.g.e. 198. 130 Ne zaman arkası kesilecek Bu vakitsiz ölümlerin Nasıl gelecek O eski günler geri. 244 Necati Cumalı, askerlik yıllarında edinmiş olduğu psikolojik deneyimle Đkinci Dünya Savaşı’nda siperden sipere koşan askerleri anlayabilir; onların ruhsal buhranlarına tercüman olur. Cumalı, askerliği sırasında herhangi bir düşman askeriyle karşı karşıya gelmemişse de ölümü yakından hissetmiştir. Đki yıllık bu süre Cumalı’nın, sıla özlemi, aile hasreti, geçmiş güzel günleri yâd ve ölüm korkusu gibi duygular yaşamasını sağlar. Bu duyguları iyi bilen şair, Đkinci Dünya Savaşı’nda cephesi her ne olursa olsun çarpışan askerlerin ortak duygusunu seslendirir. Asker psikolojisini yakından bilen Cumalı, askerlere büyük bir şefkatle yaklaşır. Şair, onları birer ölüm cellâdı olarak görmeyip askerlerin insani yönlerini ön plana çıkarır. 2.4.1.4. SAVAŞ-MEKÂN ĐLĐŞKĐSĐ Necati Cumalı’nın savaş konulu şiirlerinin büyük bölümü Türkiye dışında, savaş bölgelerinde geçer. Fransa, Đsviçre, Polonya, Almanya, Rusya, Orta Asya ve Amerika topraklarında gerçekleşen çarpışmalar, sivil halkın ve askerlerin yaşam mücadeleleri, esir kamplarındaki işkenceler, gün geçtikçe artan ümitsizlik, yılgınlık, fakirlik çeşitli eserlerle Türk okuyucusunun karşısına çıkar. Şair, Esir adlı şiirinde Nazi askerinin başında bekleyen bir asker olarak karşımıza çıkar.245 Cumalı, Gece şiirinde ise Rusya’nın Don Nehri kıyısında gece nöbeti tutan bir er oluverir. Nöbet tutan askerin psikolojisini daha yakından tanıma, tanıtma imkânı bulan Cumalı, askerin duygularıyla savaş atmosferini güçlendirmek ister.246 Savaşın yoğunluğu ilk ağızdan okuyucuya duyurulmuş olur ve böylelikle şair, okuyanların bamteline dokunmak isteyerek okuyucuların da şairin kendisi gibi savaşın acımasız gerçeğini görmelerini ister. 244 Cumalı, a.g.e. 201. Cumalı, BŞ-II, 199. 246 Cumalı, BŞ-II, 200. 245 131 Türkiye’nin dört bir yanı savaştan etkilenmekle beraber, başta Đstanbul olmak üzere muhtemel ana hedef konumundaki büyük şehirlerde savaş korkusu daha yoğun yaşanır. Hal böyle olunca, tedbir amaçlı çeşitli savaş hazırlıkları yapılır. Her ne kadar Türkiye, I. Dünya Savaşı’nın izlerini henüz silemese de bu tür hazırlıklar yerine getirilmeye çalışır. Böyle bir ortamda Necati Cumalı, savaş-şehir(mekân) ilişkisini iyi yakalar. Savaşın genel izleri bu mekânlarda gözlemlenebileceği için şehirler, Cumalı için önemli gözlem yerleridir. Şair, Kış Günleri adlı şiirde bütün bir savaşın yıkımını somutlaştırarak durumu, şehirdeki yansımalarıyla insanlara sunar. Yıkım tüm çıplaklığıyla şehirlere yansır. Savaşın yıkımına uğrayan şehirleri imar kolay olmayacaktır. Yapılacak imar ise ancak eskiyi inşa etmek olacağı için savaşanlar için yıllarca geriye gidildiğinin bir göstergesi olur. Şimdi yaklaştığımız şehrin Yıkık evleri, kuleleri görünüyor uzaktan Ah, daha uzun seneler Eskiyi yapmakla geçecek yeniden247 II. Dünya Savaşı’nın bütün yoğunluğuyla yaşandığı ve bütün kıta Avrupa’sının Alman egemenliğinin altında olduğu bir dönemde Nazilerin öncelikle alınmasını istedikleri üç şehir, aynı zaman da Rusya’yı kuzey-güney ekseninde ikiye ayıran bir hattı da çizmekte olan Leningrad, Moskova ve Stalingrad’dır. Bu şehirler Nazi ve Komünist bloğun hesaplaşması olarak görülür ve Nazilerin özel anlam yükledikleri yerlerdir. Şiddetli çatışmaların yaşandığı bu şehirler, adeta harabeye döner. Leningrad adını taşıyan bir şiirde savaşın soğukluğu ve öfkesi şehre yansır. Şehir adeta savaş yorgunu bir asker olarak görünür. Bitkin bir insan gibi görülen Leningrad şehri, büyük bir kuşatma yaşar. 8 Eylül 1941 ile 27 Ocak 1944 yılına kadar 872 gün süren modern dünyanın en büyük kuşatmalarından biri olan Leningrad Kuşatması ile şehrin bir harabeye dönüşmesi güç olmaz. Modern tarihin en uzun kuşatmalarının gerçekleştiği üç şehir olan Leningrad, Stalingrad ve Berlin büyük yıkımların yaşandığı kentlerdir. 247 Cumalı, a.g.e. 198. 132 Niçin daha çabuk Niçin acele bu kadar Gamsız kanallarla yarışır Öfkeli sokaklar Caddeler yürür üstüne Ürkek alanların Saray avlularında Kuşatır atlıları naralar Niçin bir tren Hep çığlık çığlığa Kıyıda bir gemi Savaş yorgunu dargın Top namluları tünek martılara Sanki baharda yeşerecek ağaç dallarıdır Niçin insan hep unutur Otel odalarında Ansımaya çalışır Nerededir kaç yılıdır Kuşkular karışır umutlara248 Şair, “Gece” adlı şiirinde bir Rus askerini zihninde canlandırır. Asker Don Nehri üzerinde bulunan Stalingrad’da nöbettedir.249 Stalingrad Kuşatması da kanlı ve uzun süren bir savaş meydanıdır. Necati Cumalı, bu üç şehri seçerken bu kentlerin sembolleşen yönlerini ön plana çıkarmak ister. Solun, solculuğun ve komünizmin kaleleri olarak görülen Leningrad ve Stalingrad şehirleri, şairin dünya görüşünün bir neticesi olarak ön plana çıkar. Berlin ise Nazi milliyetçiliğin merkezi olduğu gerçeği ile değerlendirilirse sağlıklı bir sonuca varılabilir. Nitekim Leningrad ve Stalingrad’da Kızıl Ordunun, Nazi güçlerini durdurması ve Berlin’de ise Alman 248 249 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.215. Cumalı, BŞ-II, 200. 133 ordusunu bozguna uğratması, bu şehrin Necati Cumalı için öne çıkması için yeterlidir. Şehirler, savaşın yıkımını gözler önüne sermesi bakımından insanlara büyük bir panoramik müze görüntüsü verir. Savaşlar; yıkımları ve ayırdıkları ile en çok şehirlerde kendini hissettirir. Şehirde bulunan surlar ile top mermilerinin açmış olduğu büyük çukurlar, savaşın dehşetini vermesi bakımından önemlidir. Yıkımları, ölümleri, göçleri ve ihanetleri en iyi şehirler bilir. Cumalı da şehirlerin bu yönlerini bildiği için savaş-mekân ilişkisini başarılı bir şekilde kurar. Simgesel bir ifadesi olan şehirler, savaşın en trajik atmosferini yaşamış mekânlar olarak karşımıza çıkar. 2.4.1.5. SAVAŞIN TOPLUMSAL ETKĐLERĐ Savaşın insan hayatını olumsuz yönde etkilediği su götürmez bir gerçektir. Türkiye savaşın dışında kalmasına rağmen ülkede ekonomik durum bozulur. Yoksulluk, sefalet, açlık, satın alma gücünün azalması dar ve sabit gelirli insanlar için adeta bir kader haline gelir. Fakirlik, kendisiyle beraber ahlaki yozlaşmaya yol açar. Bütün bu olumsuzluklardan etkilenen kurum ise toplumun temel taşı olan ailedir. Yoksulluk, ailedeki huzuru bozar. O dönemde hayat pahalanır, ekmek karneye bağlanır. Necati Cumalı, Taşrada Küçük Bir Yer adlı şiirinde tüm bu sıkıntıları şiir diliyle anlatmaya çalışır. Bir türlü ekonomik krizden çıkamayan bir Türkiye resmi çizilir. Savaş başladı, bitti derken kriz Türkiye’de yine de etkisini devam ettirir.250 Savaş zorluklarına göğüs germek zorunda kalan bir kuşağın şairi olan Necati Cumalı, özeleştirisini yaptığı bir yazısında bu zorluğun boyutlarına değinir. Şair, kendini II. Dünya Savaşı yıllarında hayata atılmak zorunda hisseder. Bu dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu geçim sıkıntısı herkes gibi Cumalı’yı da etkiler. Necati Cumalı, üzgün bir kuşağın şairidir. O, diğer akranları gibi inançlarının, düşlerinin 250 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.28. 134 baltalandığını düşünür.251 Đnsanların yaşamını değiştiren savaş, günlük yaşamı yeniden düzenleyerek hayatın ritmi, savaşın ve ekonomik krizin gölgesinde şekillenir. “Đkinci Dünya savaşından sonra gelişen gerçekçi edebiyatımız ülkemizin Söke’den Çukurova’ya, Burdur’dan Cide’ye kadar uzanan topraklarda farklı yaşam biçimlerini, farklı üretim koşullarını yerel renkleri ile önümüze serdi.”252 Bu farklı renkler ve farklı yaşam biçimleri, şairin ilgisini çeker. Cumalı, savaşın insan yaşamına olan etkisi görür. Đnsanların alım gücü düşer, savaş korkusu git gide herkesi sarar. Tüm bu olumsuzluklar Cumalı’yı toplumun duyarlılığını yansıtması için yeter. Kalemini toplumun sorunları için kullanmaktan çekinmeyen Necati Cumalı, modern dünyanın en büyük ikinci faciası karşısında sessiz kalamaz. 2.4.1.6. BEN’LĐKTEN AYDINLIK BĐR BĐZ’LĐĞE: OLUŞTURULAN KĐTLESEL TEPKĐ Dünyanın her yerinde aydın diye adlandırılan; eğitim görmüş, sentez yapabilen, kendisini ve başkalarını sorgulayabilen, fikirleriyle ve değer yargılarıyla hesaplaşabilen ve toplumu düşünceleriyle yönlendirebilen kesimin tüm dünyayı etkisi altına alan ve yıkımlarıyla insanlık tarihinde kara bir leke olarak kalan II. Dünya Savaşı ile ilgilenmemesi mümkün değildir. Birçok aydın savaşla alakalı tahlil ve tenkitler yapar. Savaş konusunu çok yönlü olarak ele alır. Ne var ki, bütün bir dünyayı olduğu gibi bu savaş, Türkiye’yi de sağ ve sol diye bloklaştırmıştır. Bu bloklaştırmayla beraber aydınlar, düşüncelerini kendine yakın gördüğü dünya görüşünün etkisiyle ifade ederler. Ancak, Necati Cumalı şiirlerinde savaşın trajedisini yansıtırken siyasi görüşten uzak insani duyarlılıkla eserlerini oluşturur. O, ırk ayrımı yapmadan insanları kucaklamaya çalışır. Çünkü Necati Cumalı, “insan sevgisinin, barış duygusunun, özgürlüğün ozanıdır.”253 251 CUMALI, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, Yeni Edebiyat, S. 7, Mayıs 1971, s.7. Konur ERTOP, “Necati Cumalı’nın Şiirinde Urla’dan İzler”, Türk Dili Dergisi, S. 30, Mayıs-Haziran 1992, s. 43. 253 Konur ERTOP, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s. 12. 252 135 Şair, Sunu adlı şiirinde tarihin hürriyet kavgalarında ölenler diye seslendiği savaşın masum kahramanlarına methiye düzer. Bu şiirde şair din, dil, ırk, zaman ve mekân farkı gözemeksizin sulh için, özgürlük için, hak ve aydınlık için ölen tüm insanları kutsar.254 Kış Günleri adlı şiirde benliğinden sıyrılıp zamanı ve mekânı hiçe sayarak şair, tüm insanlığın özgürlüğü için var gücünü ortaya koyar. Böylece Necati Cumalı, hiçbir milliyet farkı gözetmeksizin, bilmediği kadınları, çocukları ve isimsiz ihtiyarları düşünmekten fazlasıyla hoşlanır. En özlü heyecanı, ahlaki ve sosyal bir hürriyetle beslenen beşeri kardeşlik duygusunu ayakta tutmaktır. Zira o, bu duygu sayesinde kendi memleketinin göklerini, başka memleketlerin göklerine, kendi şehirlerini diğer şehirlere, Türk insanını diğer insanlara “açabileceğine” ve “ben”liği aydın bir “bizliğe” aktararak “kitle” halinde yaşayabileceğine inanır.255 Đşte benim bütün boş saatlerim Hep onların yanıbaşında Onları düşünmekle geçer Bazen sıcağında Libya’nın Bazen temerküz kamplarında Bazen hücuma uğrayan bir şehrin Kadınları, çocukları, yaşlılarıyla beraber256 Barışın, özgürlüğün ve insan sevgisinin ozanı olan Cumalı, acıma hissiyle askerlere yaklaşır. Bu duygusunda ozanın, iki yıllık yedek subaylık tecrübesinin büyük etkisi olduğu gerçeğini göz önünde tutmakta fayda vardır. Görüşü alınmadan sevdiklerinden koparılıp cephelere sürülen askerler; ölüm korkusu, açlık, kin ve nefret gibi hislerle gün geçtikçe farklılaşırlar. Sevecen bir üslup ile yazılan bu mısralar, şairin askerlere bakışını göstermesi açısından önemlidir. Zira şair, Karda Ayak Đzleri Var adlı şiirde ölen askerlerin ardından bir ağıt yakar gibi üzüntüsünü dile getirir. Ölümün trajedisini de görebildiğimiz bu mısralarda Cumalı, doğan güneşin, yıldızların ve gecenin artık o askerler için bir anlamının kalmadığını ve uzak şehirlerde onların sevgililerinin bulunmadığını hatırlatır. 254 Cumalı, BŞ-II, 196. Nazım KEMAL, “Denizin İlk Yükselişi”, Yeni Sabah, İstanbul, 3 Ocak 1955, s.23. 256 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.198. 255 136 Onlar için hatıra yok Saat durmuş Onlar için değil Yıldızlar ve bu gece Onlar için değil gelen güneş Artık onların yok Uzak şehirlerde Sevdikleri257 2.4.1.7. SAVAŞ SONRASI SILAYA DÖNÜŞ ve OLUŞAN YABANCILAŞMA Anadolu insanı savaş yıllarında olduğu gibi savaştan hemen sonra da, neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan savaşın izlerini taşır. Yaşanan sıkıntı ve yokluk dolu günler, her şeyden önce insanımızı olgunlaştırmış, onlara hayat tecrübesi kazandırmıştır. Çekilen sıkıntılar, büyüklerden anlatılan birer hikâyeden öte, artık görülüp yaşanılan zorluklardır. Böyle sorunları olan bir neslin içerisinde olan Necati Cumalı, bir yazısında değindiği Eskiyen Adam adlı öyküsünde Arap-Đsrail savaşına katılan bir gencin, savaştan sonra paraya, rahata dönük yeni yaşam koşullarına ayak uyduramayışını belirterek kendisiyle olan ilişkisine değinir. “O öyküyü yazarken ben de “eskiyen adam” olarak duymuştum kendimi, moral değerlere sırt çeviren toplumumuzun, II. Dünya savaşı sonrası gidişine hep yabancı kaldım.”258 Böyle bir ruh halinde bulunan Cumalı, Dönüş adlı şiirinde savaş sonrası evine dönen bir askeri de bu ruh halinde işler ve askerin yeni, yeni olduğu kadar önceki hayatına alışmamasını başarılı bir şekilde resmeder. Ailesinden, sevdiklerinden yıllarca ayrı kalıp siperden sipere koşup ölümü kollayan birçok arkadaşının yok oluşuna tanık olan asker, sağlıklı bir psikolojiye sahip değildir. Necati Cumalı, tüm bu sıkıntılara düşen askerin; sevdiklerine, ailesine, memleketine yabancılaşmasını şiir diliyle okuyucuya sunar. Cumalı, askerlerin sılaya ve sevdiklerine mutlu bir şekilde dönmesi ve onlarla mutlu bir hayat yaşaması gibi popülist yaklaşımlara girmez. O, 257 258 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.202. CUMALI, “Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili Dergisi, S. 30, Mayıs-Haziran 1992, s.51. 137 gerçekçi bir bakış açısıyla savaş sonrası askerlerin psikolojik kırgınlığını gözler önüne serer. Gene memleketimdeyim Gene her zamanki evimde Karım hep böyle mi severdi beni Demek hep beni böyle bekledi Annem, çocuğum Aradan yıllar geçti Bu insanlardan, bu kasabadan uzak Bir başka yabancılık değil mi bu? Sevgili, akraba da olsak Sanki ilk kez görüyorum Damların üstüne açılan Bu görüntüyü penceremden Bu ağaçları, sarmaşıkları Ne tuhaf, unutmuşum259 Ama tüm bunlara rağmen, yabancılık hissinin geçeceği ve aydınlığın, özgürlüğün sembolü olan güneş motifi ile insanın, hayata yeniden bağlanması gerektiği vurgulanır. Şair, savaş yıllarını kimi zaman içerden, kimi zaman da dışarıdan başarılı bir şekilde yansıtır. Bu bakımdan, izlek (tema) bütünlüğü tüm şiirlere yayılır. Tek tek şiirler bir bütünün parçaları gibidir. Necati Cumalı, savaşın dehşetini, acılarını safça bir şaşkınlıkla dile getirir. Cumalı, savaşın niteliğinin bilincindedir ve savaşın yıkıcılığını gerçekçi bakış açısıyla dışa vurur. 260 2.4.2. ĐSPANYA ĐÇ SAVAŞI 259 260 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.207. Ahmet ADA, “Yıllarca Bir Geyiğin Ardından”, Türk Dili, S. 350, Şubat 1981, s. 487. 138 Đspanya Đç Savaşı, 17 Temmuz 1936 - 1 Nisan 1939 tarihlerinde Đspanya'da milliyetçiler ile cumhuriyetçiler arasında gerçekleşmiş bir savaştır. Savaş, 17 Temmuz 1936'da General Francisco Franco'nun komutasındaki milliyetçi güçlerin seçimle işbaşına gelen Cumhuriyetçi "Halk Cephesi" koalisyonuna karşı ayaklanmasıyla başlamıştır. Üç yıl süren ve Đspanya'da büyük yıkıma yol açan iç savaş, 1 Nisan 1939'da milliyetçilerin zaferi ile sonlanmıştır. Savaşın sonucunda Đspanya'da Franco'nun, 1975'deki ölümüne kadar sürecek olan, diktatörlüğü dönemi başlamıştır.261 Hitler ve Mussolini isyanın başlamasından hemen sonra Franco'nun emrine birer uçak filosu göndererek 13,500 kişiyi Fas'tan Đspanya'ya taşırlar. Müteakip günlerde de 200,000'i geçen Alman, Đtalyan ve Arap askeri bölgeye sevk edilir. Bunun karşısında Cumhuriyetçiler, SSCB'nin ve muhtelif ülkelerden gelen gönüllülerin desteğini alır. Bu savaşta Alman Kondor Lejyonu hava taktiklerini ve teorilerini denemek fırsatı bulur. Bunlar içinde en önemlisi 27 Nisan 1937 yılında Guernica'nın yoğun hava bombardımanı ile yok edilmesidir.262 Mart 1939'da Falanjistler, yarım milyon ölü-yaralı, bir milyondan fazla sürgün ve sınırsız tahribata sebep olarak ülkeye hâkim olurlar. Almanlar deneyim açısından en kazançlı çıkan ülke olur. Đspanya Đç Savaşı Hitler'in durumunu güçlendirir. Böylelikle Fransa üçüncü bir Faşist komşuya sahip olur.263 Ayrıca Akdeniz'deki bu gerginlik, Hitler'in Orta Avrupa'da rahat hareket etmesini; Avusturya ile Çekoslovakya'ya ilhakını kolaylaştırır. Ayrıca Madrid'i Berlin-Roma Anti Kominterin paktına yakınlaştırır. 1940'da Çelik Pakt adını alacak olan üçlü dayanışmanın temelleri de atılmış olur.264 Dünya bu savaş ile birlikte ikiye bölünür. Dünya, milliyetçiler ve cumhuriyetçiler olarak ayrışır. Bu savaş, Necati Cumalı’nın şiirlerine de konu olur. Necati Cumalı, “Acılı Đspanya” adlı uzun şiirinde dünya; faşistlerin ve cumhuriyetçilerin saflarında ikiye bölünmüş olarak resmedilir. Dünya gittikçe iki 261 Pierre Vilar, İspanya İç Savaşı, (Çev. Işık Ergüden) Dost Kitapevi, 2007, s. 23. Vilar, a.g.e., s. 29. 263 Vilar, a.g.e., s. 38. 264 Vilar, a.g.e., s. 44. 262 139 uçlu sivrilmeye başlar. Bu savaşın insan tarihine bırakmış olduğu en büyük yıkım, kardeş kavgasının somut şeklini vermiş olmasıdır. Şair, kardeş kavgasını tüm dünyayı felakete götüreceği üzerinde durur. Cumalı, savaşan askerleri merhamet hissiyle kucaklarken; politik bir yaklaşımla cumhuriyetçileri haklı olarak görür. Ona göre özelde Đspanya, genelde tüm dünyada aydınlığın, özgürlüğün, hakkın, adaletin ve buna benzer birçok güzelliğin yeşerebildiği yerlerin, cumhuriyetin egemen olduğu yerlerdir. Cumalı, buna karşın milliyetçiliğin hüküm sürdüğü yerlerde karanlığın, adaletsizliğin yaygın olduğunu, güçlünün güçsüzü ezdiğini vurgulayarak okuyucuya neyin iyi neyin kötü olabileceğini belirtir. Bu şiirin “sözlük” bölümünde insanların kinleri ve hırsları ete-kemiğe bürünerek göze görünür: Ne varsa o savaşta Dışa vuruldu Açık açık görüldü Olumlu olumsuz Ne varsa bizi biz eden Kardeşlik cesaret zekâ Hasret hile kin Daha ne varsa bizden O savaşta el yüz oldu Ete kemiğe büründü Göze göründü.265 Cumalı, şiirin devamında iyinin, kötünün; hayalin, gerçeğin ne olduğunu bu acılı savaşta tüm çıplaklığıyla gördüğünü belirtir. Çünkü Fransız devriminde başlayan, modern dünyada Nazi Almanya’sı ile iyice kangren haline gelen kafatasçı milliyetçiliği, kardeşi kardeşe kırdıracak kadar acımasızdır. Bu tür milliyetçilik ile insanların asıl yüzü ortaya çıkar. Faşistliği ve cumhuriyetçiliği seçen insanlar, bu şekilde saflarını belirlemiş olur. Cumhuriyetçilerin ünlü Madrid Savunması’nın anlatıldığı bölümde kardeş olan Đspanyolların, nasıl da farklı cephelerde savaşarak 265 Cumalı, (Etiler), BŞ-II, s.296. 140 birbirlerini öldürdükleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Poca, Amelia, Julio, Francisco, Sevilla’dan Antonio, hayat kadını olan Rosita, Toledo’dan Miguel ve niceleri cumhuriyetçilerin saflarında karanlığa karşı mücadele ederler. Tüm bu kişilerin ortak özelliği, saflarını bilerek seçmiş olmalarıdır. Necati Cumalı, dünya görüşü olarak kendine cumhuriyetçileri yakın hisseder. Bu yakınlık ile Cumalı, cumhuriyetçilerin saflarında savaşanların bu tercihlerini bilerek ve isteyerek seçtiklerini ifade eder. Şair, milliyetçilerin safında bulunanları ise cahil olarak görür. Cumalı’nın örneğini verdiği Burgos Köylerinde çoban Manola, şairin milliyetçilere bakışını gösterir. Şiirde çoban Manola, bir uyurgezer gibi katıldığı bu savaşta ateş etmesini dahi bilmemektedir. Ateş et denildiğinde kendi keçilerine ateş edecek kadar silahtan uzak bir insandır. Milliyetçilerin zoruyla katıldığı bir savaşta ne için savaştığını bilemez. Necati Cumalı’nın, sadece bu ayrımda bile cumhuriyetçilere ve milliyetçilere bakışını gösterir. Cumalı’ya göre cumhuriyetçiler bilinçli, aydın, ülkenin geleceğini düşünen fertler olarak yansıtılırken, Milliyetçiler ise ne için savaştığını bilemeyen, iktidardakilerin zorlaması ile savaşa katılan insanlardır. Savaş şaşmaz bir eldi Açar sözlüğü Parmak basar gösterir: Đşte Poca, Amelia, Julio, Ramon Sevecen yürekli cömert Kardeş çocukları Escorial’in Çorak Avila yaylalarının Madrid savunmasında öldüler… Đşte Burgos köylerinde çoban Manola Bir uyurgezer gibi katıldı bu savaşa Elinde Nazilerin gönderdiği bir tüfek Ateş derler kendi keçilerine ateş ederdi Yak derler yakardı Burgos köylerini Madrid kapılarında öldü o da…266 266 Cumalı, a.g.e. 297. 141 Şair, Boğa ve Güvercin alt başlığıyla verdiği şiirinde sembollere başvurarak cumhuriyetçileri ve milliyetçileri anlatmaya çalışır. Necati Cumalı, milliyetçiliği azgın bir boğa olarak resmettiği bu şiirinde karartısıyla boğa tüm Đspanya’nın aydınlığına saldırır. Boğa geçtiği her yeri yakıp yıkar. Bağlar, başaklar öfkeli boğanın (faşistlerin) ayakları altında ezilir. Ülkeye acı, kaos ve ölüm hâkim olur. Aydınlık, yerini karanlığa bırakır. Boşanır karanlık ahırından Lekeler karaltısıyla Đspanya topraklarını Başak tutmuş ekinler, salkımlı kütükler Ezilir ayakları altında Taneli zeytin dalları kırılır Kerpiç damlar yıkılır boynuzlarıyla Saldırır aydınlığa Aydınlığı boynuzlar…267 Hızını alamayan kara boğa, al bir pelerin olarak ifade edilen Madrid’e var gücüyle saldırır. Şiirin devamında ise bu kez cumhuriyet al bir pelerin olarak çizilir. Cumhuriyet, göklerinde binlerce güvercinin uçtuğu güvenli bir sahil olarak da görülür. Sembolleri seçerken bilinçli davranan Necati Cumalı, boğanın saldırgan özelliği ile milliyetçilere; güvercinin ise temizlik, özgürlük ve masumiyet gibi yönüyle de cumhuriyetçilere göndermede bulunur. Sinirlerine hâkim olamayan kanlı boğa, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkar. Soluyarak her şeye saldıran kara boğa, kendi gölgesine bile tahammül edemez. Đspanya göklerinde birer özgürlük sembolü olan ak güvercin ve uçurtma da azgın boğanın hışmından nasiplenir ve yıkılan Đspanya gibi yok olur. Cumalı, bu savaşta yenilenin tüm özgürlük savunucuları olduğunu ve dünya, bu yenilginin acısını uzun süre çekmek zorunda kalacağını belirtir. Harabeye dönen dünyanın, insanlık adına bir yenilgi olarak kayda geçer: 267 Cumalı, a.g.e. 299. 142 Kanlı boğa koparak Salamanca’dan Soluyarak acılı Đspanya’ya öfkesini Boynuzlayarak nar ağaçlarını gelincikleri Kendi gölgesini bile Yıktı Đgnazio’yu çiğnedi pelerinini Ne güvercin kaldı ne uçurtma Karardı Đspanya gökleri Yenildik!…268 Necati Cumalı, Đnanç Yılları adlı şiirinde tarihi ikiye ayırır. Şaire göre tarih, inancın yıldızının parladığı dönemler ve ışıkların izini yitirdiğimiz dönemler olarak ayrılır. Cumalı, Đspanya’nın içinde bulunduğu durumu anlatırken karşılaştırma yolunu tercih ederek okuyucunun gözünde doğru ile yanlışın, hak ile batılın, ak ile siyahın ayrımını canlandırır. Đnancın yıldızının parladığı dönemde her şey güllük gülistanlıktır. Bu dönemde insanlar özgür ve mutludur. Đnsanlar gibi doğa da mutlu bir tablo halinde resmedilir. Bu tabloda ışık motifi sıklıkla kullanılır. Umut, deniz feneri olarak görülmesinin yanında, karanlıkları çoban ateşi yırtar. Cumalı’nın, karanlık ile bir sorunu olduğu açıktır. Ancak karanlık sadece bir doğa olayı olarak görülmez. Karanlık, bir motif olarak işlenerek özgürlüklerin, umutların olmadığı bir durumu sembolize eder. Çoban ateşleri yırtar karanlıkları dağlarda Dörtnal sürer güneşler atlarını Gür akan nehirlerin sırtında Esintilerle çırpınan otlar çiçekler Atılır akmak ister yan yana çağıltılı sularla Umut gür ışıklı bir deniz feneri269 Bu inançla Hz. Musa Kızıldeniz’i ikiye ayırmıştır. Hz. Đsa’nın çarmıh yarasının acısını dindiren de yine bu inançtır. Derileri yüzülenleri, darağaçlarında odun yığınlarında diri diri yakılanları yine bu inançla sebat eder buluruz. 268 269 Cumalı, a.g.e. 300. Cumalı, a.g.e. 300. 143 Işıkların izini yitirdiğimiz bölümde ise karanlık tüm dünyaya hükmeder. Dünyanın her yerinde karanlığın gücü geçer akçe olur. Dünya bu dönemde zulüm ve haksızlıkların baş gösterdiği, insanların köşe başlarında öldürüldüğü bir döneme girer. Karanlığın hüküm sürdüğü dünyada yaşam, dipsiz bir kuyu; dünya ise kapısız ve penceresiz bir gece olarak belirir. Kuşkuların arttığı; ölümlerin, iniltilerin sıradanlaştığı; insanların pusulasını kaybettiği bir döneme girilir. Necati Cumalı, tüm bu benzetmelerle milliyetçiliğin insanlığa onarılamaz zararlar verebileceğini örneklerle göstermek ister. Yol şaşırdığımız karanlıklar dönemi Yaşam dipsiz bir kuyudur Dünya kapısız penceresiz gece Saatlerin durduğu geçmek bilmediği Kuşkuların böcekleri yürekleri kemirir Derinleşir hıçkırıklar iniltilerle Savrulur havalarda yalnızlığın külleri270 Tarihin aydınlık yüzü olan inanç yılları ile tarihin karanlık yüzü olan ışıksız seneler Đspanya Đç Savaşı’nda karşı karşıya gelir. Necati Cumalı, aydınlık ve karanlığa getirmiş olduğu bu keskin ayrımdan sonra Đspanya iç savaşına dış bir boyut kazandırır. Cumalı, savaşı Đspanya’nın bir iç meselesi olarak görmenin ötesinde, bu harbin, tüm insanlığın mücadelesi olduğunu vurgulayarak insanların bu mücadeleye kayıtsız kalmamasını ister. Kayıplarıyla, trajedisiyle, ölümleriyle II. Dünya Savaşı, yakın tarih üzerinde daha fazla yara açmasına rağmen; Necati Cumalı, siyasi bir duyarlılık göstererek Đspanya Đç Savaşı’nın uygarlık tarihinin en önemli kavşağı olduğunu Đnanç Yılları şiirinin devamında iddia eder. Necati Cumalı’nın siyasi görüşü, keskin ayrımlar yapmasında etkili olur. Cumalı, cumhuriyetçileri; aydınlığın, insan haklarının, demokrasinin savunucusu olarak gördüğü için onların sözcülüğünü yapmakta bir beis görmez. Cumalı, doğru, aydınlık, inananlar, kardeşler, haklı gibi ifadelerle cumhuriyetçileri nitelerken kendi safını göstermiş olur. Tarihin iki ucunun 270 Cumalı, a.g.e. 301. 144 dövüştüğü, haklı ile güçlünün kaba kuvvetinin bir kez daha karşı karşıya geldiği savaşta, milliyetçilerin galip gelmesi ile Đspanya adeta yıkılır. Bu yıkım, Đspanya’yı bir diktatörlüğe götürür ve ülke ağlama duvarına döner. Ülke bu yenilgi ile saatlerin durduğu, zamanın geçmek bilmediği karanlıklı dipsiz bir kuyuya dönüşür: Tarihin iki ucu dövüştü Đspanyada Doğru ile yalanın savaşı verildi Işık ile aydınlık Đnananlar ile kara yürekliler Paralı askerler ile kardeşler Haklı ile güçlünün kaba kuvveti Bir kez daha karşı karşıya geldi271 Yara alt başlığı altındaki şiirde ise Cumalı, her şeyin kötüye gitmesindeki temel nedeni diktatörlük olarak belirtir. Şair, diktatörlüğün, sadece insan yaşamı üzerindeki etkisi üzerinde durmaz, aynı zamanda, doğaya olan olumsuz etkilerini de vurgulamak ister. Karanlık, ülkenin vicdanında büyük bir yara açar. Cumalı, Đspanya iç savaşını milliyetçilerin kazanmasıyla ışığın izini yitirdiğimiz yıllara döndüğümüzü ifade etmek ister. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Necati Cumalı’ya göre ülkenin aydınlık veya karanlık olmasındaki temel fark, ülkede insanların ne kadar özgür olduğunda ve demokrasinin, insan haklarının ne kadar yer edindiğinde gizlidir. Ülke, demokrasiden milliyetçiliğe doğru yol alırken büyük bir yara alır ve bu büyük yara Đspanya’yı sürekli kanatacaktır. Milliyetçilik ile birlikte ağaçlar, sular, kıyılar, bağlarbahçeler, tarlalar yara alır. Ağaçlar eski verimini vermez; limon, portakal ve zeytin dallarından düşer. Toprağa düşen kazmanın ucu toprağı kanatır. Necati Cumalı, milliyetçiliği; doğaya, yaşama ve tüm canlılara karşı bir baş belası olarak görmenin yanında, eşyanın doğasına aykırı bulur. Yaralıydı zeytin ağaçları Portakallar limonlar yaralı Çıplak kayalıklar keçi yolları 271 Cumalı, a.g.e. 301. 145 Kerpiç damlar dağ köylerinde Yeşil Guadalquivir, Ebro kıyıları Kanımızın karıştığı Duero suları Her bağ her tarla Kapanmaz bir yaraydı ardımızda Kazmanın ucu değer kanatır El uzanır portakal limon düşer Kanatırdı tuttuğu dalı Adım attığımız toprak Adımlarımızın altında yara Yaraydı hangi ele dokunsak272 Yas şiirinde Cumalı, kanayan doğayı konuşturarak öç alınmasını, ülkenin eski aydınlık günlerine geri dönmesini ister. Karanlığın; doğanın ve hayvanların üzerine de çöktüğünü göz önüne alan şair, onları konuşturarak bitki ve hayvanların kendi haklarının geri verilmesini ister. Şair, milliyetçiliği; bitkilerin ve hayvanların bile istemediğini, milliyetçiliğin varlığından onların da rahatsız olduklarını vurgular. Karanlığın hüküm sürdüğü dönemde dalında sararan limon, kızaran üzüm, buzağı, keçi ve atlar öç alınmayacak mı diye merak eder. Cevap ise Đspanya’nın gelecek aydınlık çehresini belirleyecek olan neslinden gelir. Necati Cumalı, faşist diktatör Đspanya’sından rahatsızlık duyar ve bir an önce bu yapının yıkılmasını arzular. Zaten toprağın bile lanet ettiği bir sistem, uzun süre tutunamaz. Cumalı, masumiyetin, demokrasinin, cumhuriyetin ve aydınlığın yeniden inşası için masumiyetin sembolü olan çocuğu kullanarak bozuk olan yapının yıkılacağını sezindirir. Cumalı, sembolleri kullanmayı seven bir şairdir. Nitekim Cumalı, cumhuriyetçileri; ak güvercin, uçurtma ve çocuk gibi özgürlük ve masumiyet yönleri bulunan sembollere benzetmesi gelişi güzel düşünülmüş bir durum değildir. Tüm bu semboller, Cumalı’nın, cumhuriyetçilere bakışını gözler önüne serer. Yine Cumalı’nın iktidara gelerek ülkeyi için için ağlatan ve bir ur gibi büyüyen milliyetçilere bakışı onun politik olarak durduğu yeri göstermesi bakımından önemlidir. Cumalı, toplumsal 272 Cumalı, a.g.e. 302. 146 içerikli şiirlerinin büyük çoğunluğunda politik tavrını belli etmekten geri durmayan bir şairdir. Sararan limon dalında Kızaran üzüm kütükte Sorardı kopmadan önce Öç alınmayacak mı? Bir çocuk gerer sapanını Savurur taşını Đndirirdi bir pencerenin Bir sokak lambasının camını Şangırtılarla Derdi ki: - Büyüyorum bekle!273 Solgun Işık şiirinde ise adımları Cumalı’yı, iç savaşın harabeye çevirdiği Đspanya’ya götürür. Bu sayede Đspanya’daki savaş sonrası insan manzarasını, yozlaşmayı birinci ağızdan duyarız. Şair, bu izlenimlerinde “yenilginin solgun ışığını” yenenle yenilen arasındaki kıldan ince çizgiyi sokak aralarında görür. Burada insanlar suskun, yılgın ve ümitsiz olarak resmedilir. Sokak aralarında gezinen şairi yenilen mi yoksa düşman mı olduğunu bakışlarıyla anlamaya çalışan insanlar karşılar. Necati Cumalı, keskin hatlarla milliyetçilerden ayırdığı cumhuriyetçilerin, halkın tamamı tarafından desteklendiği imasına yer verir. Nitekim sokaktaki insanın her gördüğü yabancıyı düşman mı yoksa yenilen mi diye ayırt etmeye çalışması, halkın kendini hangi safta gördüğünü hissetmesi bakımından önem arz eder. Ağ onaran balıkçıların limanda Mağazalara yük boşaltan kamyon şoförlerinin Odanıza bakan ortalıkçı kadının otelde Pazarcıların, sokak satıcılarının Çabuk bakışları uçar konar üstünüze böyle 273 Cumalı, a.g.e. 303. 147 Yargılar sizi tanılar kimsiniz Yenilenlerin dostu mu düşmanı mı274 Şiirin ikinci bölümünde ise Đspanya’da milliyetçilerin, diktatörlerin futbol takımı olarak bilinen Real Madrid vardır. Real Madrid takımı tanımlanırken yöneticilerinin hangi çevreden olabileceği hissedilerek halkın birer kukla olarak kullanıldığı gerçeği dikkatlerden kaçmaz. Bu şiirde futbolun bir uyutma aracı olduğu gerçeği, aynı dönemde Portekiz’in diktatör lideri Antonio de Oliveira Salazar’ın ünlü 3f kuralını hatırlatır. Nitekim 3f kuralı ile ülke uyutularak, istenildiği gibi yönetilebilecektir. 3f kuralı ise, fado (arabesk), fiesta (eğlence) ve futboldur. 3f kuralı ile insanların beyinleri uyuşturulmak istenir. Đspanya’nın diktatör lideri Francisco Franco da ülkesinin insanı için bu yola başvurmuş görünür: Ben Đspanya’ya gittim o yıllarda Gördüm Real Madrid’in Silindir şapkalı fraklı yöneticilerini Onur localarında. Değişmez bu oyun Her zaman topu onlar atar ortaya Bizim çocuklar tekmeler alanda birbirini Biz yumruklaşır dövüşürüz tribünlerde Birbirimizin çocuklarına yuh çekeriz275 Futbol, insanların peşinde koştuğu bir eğlence, ancak futbolu sadece futbol olarak görmek hatalı bir yaklaşım olur. Siyasiler, halkı uyutmak ve onların, gerçekleri görmelerini engellemek için zaman zaman başvurdukları bir araç olarak futbolu kullanır. Nitekim futbolun sadece bir eğlence ve spor aktivitesi olarak değerlendirilmediğini Türkiye’de de görülür. Osman Özsoy'un 1960 ihtilalı ve sonrasındaki dönemde futbolun nasıl bir işlevi olduğu konusundaki yazısı, bunu kanıtlar niteliktedir. Sevilen bir siyasetçi olan Adnan Menderes’in alaşağı 274 275 Cumalı, a.g.e. 304. Cumalı, a.g.e. 305. 148 edilmesinden ve olan bitenden kamuoyu rahatsızdır. Ülkenin tüm kahvehanelerinde ve sohbet ortamlarında başta Menderes olmak üzere Demokrat Partililerin akıbetinin ne olacağı konuşulur. 27 Mayıs cunta yönetimi halkın gündemini değiştirme kararı alır. Halkın gündemini değiştirmek için akla ilk gelen konu futbol olur. Cemal Gürsel, daha önce oynanması gereken ama Mayıs ayı içinde ülke genelinde yaşanan karmaşa üzerine iptal edilen Türkiye - Đskoçya milli maçının derhal organize edilerek acilen oynanmasını ister. Đşler o kadar hızlı yürütülür ki, darbeden sadece 11 gün sonra 8 Haziran 1960’da maç Ankara'da oynanır. Askeri mızıka okulu öğrencileri takımı ateşlemek için "Dağ başını duman almış" marşını çalar. Cemal Gürsel, maçtan sonra iki kaptanı da şeref tribününe çağırarak birer madalya takdim eder ve "Her iki takımı da kutluyorum." der. Tribündeki seyirci on gün önce darbe olduğunu çoktan unutmuştur. Gündemin kısa sürede değişmesine ihtilal yönetimi de şaşırır. O tarihten sonra gündemde Menderes’in akıbetinden daha çok, maçta atılan goller konuşulur. Zaten gayri meşru bir iş yaptığının farkında olan ve Menderes’i seven halkın olası tepkisinden çekinen ihtilalcılar işin kolayını bulmanın keyfini yaşarlar. Futbolun halk üzerindeki büyüleyici etkisi, onları daha da cesaretlendirir. Alelacele bir futbol turnuvası düzenlenmesine karar verilir. Daha darbenin üzerinden 1 ay bile geçmeden Haziran ayı sonunda sadece Đstanbul takımlarının katıldığı "Cemal Gürsel Kupası" ismiyle turnuva organize edilir. Hâlbuki lig yeni bitmiştir. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray gibi kulüpler de gündemi değiştirmeye yönelik bu maksada alet olurlar ve turnuvaya katılırlar. Eleme yöntemine göre oynanan turnuvada Fenerbahçe inanılmaz maçlar çıkarır. Vefa'yı 4–0, Đstanbulspor'u 8–2 yenerek yarı finale yükselir. Bu defa rakip sezonun Lig Şampiyonu Beşiktaş’tır. Mithatpaşa Stadyumu’nu (şimdiki Đnönü) dolduran taraftarların "yedi" "yedi" bağırışları arasında F.Bahçe yılın şampiyonuna tam altı gol birden atar ve 6–2 kazanır. 149 Final, 3 Temmuz 1960 Pazar günü Mithatpaşa Stadında Fenerbahçe ile G. Saray arasında oynanır. Maçı Fenerbahçe 1 – 0 alır. Deniz tarafındaki kaleye golü Lefter atar. Maçı tribünde izleyenler arasında Cemal Gürsel de vardır. Tribünleri dolduranların oy verdiği Başbakan Menderes cezaevinde sürünürken, böyle bir turnuvayı organize ettiği için stadyumda Cemal Gürsel alkış yağmuruna tutulur. Demokrat Partililerin akıbeti kamuoyunun gündeminden büyük ölçüde çıkar.276 Portekiz’in diktatör lideri Antonio de Oliveira Salazar’ın ünlü 3f kuralı ile 27 Mayıs cuntacıların halkı ne ile meşgul etmek istedikleri göz önüne alındığında futbolun sadece bir oyun olduğunu düşünmek eksik ve hatalı olur. Tüm bu örnekler, Francisco Franco’nun Đspanya’ya yapmak istediklerini anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Franco da ülkesinde kendine karşı yükselen muhalif sesin halkı içine alarak bir çığlığa dönüşmesinin önünü, insanların hastalık derecesinde bağlı olabildikleri futbol aracılığı ile kesmek ister. Necati Cumalı’nın Kül şiirinde diktatörlük dönemindeki Đspanya’nın nasıl da ölü evine döndüğüne şahit oluruz. Đnsanlar; suskun, küskün ve anıları ile yaşamlarını sürdürür. Tüm bu olumsuzluklara rağmen insanlar yine de içlerinde bir ümit ışığı taşırlar. Kırk yıl boyunca her akşam kapılar ve pencereler kapanmadan bir kez daha acaba gelecekler mi diye dışarı bakılır. Kırk yıl bekledik gidenleri Akşamları kapatmadan kapımızı Vurmadan kol demirini Sokağa bir kez daha baktık Her akşam bir an aralık kaldı indirmeden Pencerelerimizin perdeleri anılarıyla Sofralarımızda el uzatmadan önce ekmeğe Çöken sessizlikte ölülerimizi andık277 276 Osman ÖZSOY, http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=142954, FB, GS ve BJK’nin alet olduğu çirkinlik…, Erişim Tarihi: 27 Mayıs 2008. 277 Cumalı, a.g.e. 307. 150 Necati Cumalı, Đspanya’daki siyasi durumu yakından takip eder. O, adeta sürgündeki cumhuriyetçi bir Đspanyol edasıyla karşımıza çıkar. Cumalı, şiirin devamında bir an önce muştusunu duymak istediği karşı devrimin bir an önce gelmesini arzular. Kırk yıl gurbetlerde gün doldurduk Sıla çektik Kulağımız Đspanya’dan gelecek seste! Şairin arzuladığı karşı devrim sonunda gerçekleşir. Ancak bu karşı devrim bir mücadele sonucu meydana gelmez. Francisco Franco’nun ölmesiyle beraber diktatörlük yıkılır ve cumhuriyet rejimi tekrar inşa edilir. Demokrasinin, cumhuriyetin, insan haklarının güvercinleri ve uçurtmaları Đspanya’nın aydınlanan semasında tekrar uçmaya başlar. Arzulanan, özlenen günler geri gelir. Kırk yıllık bir dikta yönetiminin sonu gelir ve Đspanya, eski aydınlık günlerine döner. Kırk yıl için için yandık Savaşın külleri altında Gün geldi alevlendik Döndü sılasından gidenlerimiz Đspanya ışıdı güldü…278 Necati Cumalı, Acılı Đspanya adlı şiirin son bölümü olan Federico Garcia Lorca’ya Ağıt adı altında modern bir mersiye örneği sunar. Lorca, 1898 yılında Đspanya’nın Katalonya bölgesinde doğar. Lorca, yüzyılın en büyük iki şairinden biri olarak kabul görür. Necati Cumalı’nın, Lorca’yı Đspanya iç savaşında bir sembol olarak görmesi hiç kuşkusuz, Lorca’nın kişiliğinde gizlidir. Şiirde, politikada ve ahlak anlayışında modernliğin savunucusu olan Lorca, burjuva sınıfına ve milliyetçiliğe karşı çalışmalar yapar ve Francocuları masumiyeti katletmekle suçlar. 278 Cumalı, a.g.e. 308. 151 Siyasi görüş olarak kendine yakın bulduğu Lorca’nın ölümü karşısında Cumalı, derin bir üzüntü duyar. Onun ölmesiyle bütün bir Katalonya bölgesi yas tutar. Bütün sevdiğin köyler yangın yeri Extramadura’dan Barcelona’ya Granada’dan Bilbao’ya Bütün sevdiğin bahçeler kurudu Hüzün bir kat daha yerleşti Bir kat daha indi Bakışlarımızın derinlerine279 Lorca’ya ağıt olan şiirin devamında şair, yine sembollerle milliyetçiliğin ve cumhuriyetçiliğin ayrımını yapar. Cumalı, insanların zihninde iyice yer etmesi için sık sık bu ayrımı yapar. Necati Cumalı, milliyetçiliğin ne kadar tehlikeli olduğu üzerinde durarak insanları bu konuda uyarır. Şaire göre milliyetçilik, hiçbir sevince tahammül edemeyen alıcı bir kuşa benzetir. Alıcı kuş, kapar kaldırır her sevinci yükseklerden kayalıklara bırakıp yok olmasını isteyen bir sembol olarak belirir. Karanlık alıcı bir kuştur Dolanır üstümüzde av arar Sokak aralarında yoksul dağ köylerinde Kapar kaldırır her sevinci Bırakır yükseklerden kayalıklara Senin ardından bütün Đspanya Pirene yollarında göçebeydi… Necati Cumalı, milliyetçiliği daha önce azılı bir boğaya benzetirken; burada ise yırtıcı bir kuşa benzetir. Alıcı kuş, tüm sevinçlerin ve masumiyetlerin düşmanı kesilir ve onların kanına kast eder. Şair, Đspanya Đç Savaşı’nın tüm insanlığın ortak davası olduğunu vurgulayıp yenilginin, kendisini üzdüğünü düşünse de hiçbir acının, Lorca’nın ölümü kadar kendisini etkilemediğini vurgular. Onun ölümü kadar 279 Cumalı, a.g.e. 308. 152 böylesine trajik başka bir ölüm yoktur. Dökülen kardeşkanının yaraladığı Đspanya’daki en büyük yara Lorca’nın ölümüdür. Bu ölüm, Đspanya’nın yüzünde bir utanç olarak kalacaktır. Milliyetçilerin iktidarı döneminde doğa bile yas içerisinde görülür. Cumhuriyetçiler tekrar yönetimi ele geçirmesi ile bu yas ortamı dağılır. Nehirler yine eskisi gibi çağlar, bahçelerde dalında kuruyup düşen meyveler tekrar yeşerir. Ancak şair, hiçbir acıyı Lorca’nın ölümü kadar büyük görmez. Kuruyan nehirler taşar Yeşerir portakal bahçeleri yağmurlarla Kim çekip alabilir yaralarından O ölüm mangasının kurşunlarını Kim geri verebilir boşalan kanını damarlarına Đspanyanın yüzünden o utancı kim silebilir?280 Lorca’nın henüz otuz sekiz yaşında iken aşırı milliyetçiler tarafından savaşın başında kurşuna dizilerek öldürülmesi ve toplu mezara gömülmesi, Đspanya için bir utanç olarak kalacaktır. Devam eden mısralarda, Necati Cumalı, Lorca’nın eşsiz şairaneliğini, soylu duruşunu över ve o sevecen yüreğin bir daha gelmeyeceğini hayıflanarak söyler. Savaşın yıkımı onarılabilirdi, ki Madrid kırk yılda yeniden inşa edilir. Đspanya yine cumhuriyetçilerin eline geçer ve özgürlükler yeniden yaygınlaştırılır. Ancak Lorca’nın kardeş yüreği yıkılan en büyük kent olarak görülür, bu kent Lorca ile beraber sonsuzluğa gider. Lorca’nın kayıp gitmesi, Đspanya’nın üzerinde kara bir leke olarak ebediyen kalacaktır. Necati Cumalı, Đspanya Đç Savaşı’nı, politik bir kavga olarak görür. Çünkü yaşanılan gelişmeler, o dönemi politik bir çağ olarak belirginleştirir. Bilgisi, görgüsü yettiği ölçüde herkes, artık dünyanın öbür köşelerinde olup biteni anlamak, öğrenmek, öğretmek isteğini duyar. Dünyanın öbür köşelerinde yaşayanların politik kavgalarını, düşüncelerini kendi kavgası, düşüncesi ile ilgili görür.281 Cumalı’nın da Đspanya’da yaşanan savaşı yerelden çıkarıp tüm insanlığın mücadelesi olarak 280 281 Cumalı, a.g.e. 309. CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1997, s. 92. 153 algılamasının temelinde bu düşünceler yatar. Politik bir çağda yaşayan Cumalı’nın, dünyayı bloklaştıran bir meselede taraf olmaması ve olayı ciddi boyutlarda ele almaması mümkün görünmez. Necati cumalı, savaş konulu şiirlerinin büyük bir bölümünü II. Dünya Savaşı ve Đspanya Đç Savaşı’na ayırır. Ancak, Necati Cumalı, yer yer az olmakla beraber Vietnam savaşı ve Kurtuluş Savaşı’na da değinir. Nitekim New York Đzlenimleri adlı şiirde robotlaşan insan eleştirilirken ülkeyi yönetenlerin her dediğini yapan bir hazır kıta bekleyen insanların varlığı, Cumalı’yı rahatsız eder. Bu nesil; niçinini, nedenini sormadan Vietnam’a gidip savaşmaya hazırdır: - Yarın Vietnam’a uçuyorum Söyle acele etsin (…) - Konserve adamımızı nasıl buldunuz? Ev kutu, araba kutu, işyeri kutu Televizyona sığıyor, aya postalanıyor.282 Sunu adlı şiirinde şair, Kurtuluş Savaşı’nın hangi zorluklarla kazanıldığını bilir ve bu savaşın kahramanlarına teşekkürlerini sunar. Türkiye içinde bulunduğu barış ve özgür ortamını bu kahraman insanlara borçludur. O insanların Kurtuluş Savaşı’nda yapmış oldukları kahramanca mücadele olmasaydı bugünkü barış ve bağımsız ortam olmayacaktır. Kim bilir belki ülke, başka bir milletin mandası halini alacaktı. Ülke insanı için ne tür faydalı eylemler yapıldığının farkında olan Cumalı, barış ve özgür olan neslinin adına bu başarıcılara teşekkürü bir borç bilir: Analar, dullar, yetimler Size sunuyorum bu şiirlerimi Ey, başarıcıları Kurtuluş Savaşı’nın Size teşekkürlerini sunuyorum Sulh içinde, hür 282 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.209. 154 Çalışan, ilerleyen neslimin283 Necati Cumalı, bir yazısında bu başarıcıları şöyle tarif eder ve onları yüceltir. “Siz, diyorum, Atatürk’ün Meydan Savaşı’ndan önce, 7-8 Ağustos 1921 günlü emirlerini hatırlayın. “1 numaralı emrimle…” diye başlayan “10 numaralı emrimle…” diye biten, Büyük Nutuk’un o sayfalarını düşünün, Büyük Kurtarıcı o emirlerinde halkı yardıma çağırırken, iç çamaşırı, kağnı, şimdi dudak bükülecek daha bunun gibi neler ister. Đlkel köy, ilçe demircilerini süngü, kasatura yapmaya çağırır. Savaş sanayini bu demircilerle kurar. Kime karşı? Sömürgecilerin tanklarına, toplarına, modern silahlarına karşı. Atatürk, halkın gücüne böylesine inanır, halk da kendisine inanana, karşısındaki modern orduları süngüsüyle bir kürek süprüntüyü atar gibi atarcasına savaşarak bağlanır.284 Cumalı, ülkeyi kuran, kurtaran, var güçleriyle düşmana karşı savaşan Anadolu’nun isimsiz kahramanlarına güvenildiğinde neler başarabileceklerini vurgular. Şair, Nasıl Yaşadımsa adlı şiirinde ise ülkesi için, özgürlüğü için şehit düşenleri anımsar ve onların ruhlarını şad eder. Bir gün bağlardan bahçelerden yürüdüm Zeytinlikler, ardından çam ormanları Birden bir tepeye varınca esmeye başladı Kır çiçekleri, kayalar, fundalar üzerinden Oracıkta şehit olanların anıları Oracıkta şehit olanların kanı Karışmıştı çimenlerin yeşiline Güler gibiydi her biri bir taşın gerisinde Rumeli’nin, Anadolu’nun bize benzer adamları285 283 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.196. CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1997, s. 30. 285 Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.24. 284 155 2.4.3. GRUP ÇATIŞMALARI 2.4.3.1. TOPRAK ve SU ANLAŞMAZLIKLARINDAN KAYNAKLANAN KAVGALAR Köy ve köylüyü anlatan birçok eser Cumhuriyet’ten sonra yazılmaya başlanır. Bu dönemde yazılan kimi eser başarılı ve estetik dururken kimi eser ise edebi yönden zayıf kalır. Cumhuriyet’in ilk yılları kırsal edebiyatın yoğun olarak ele alındığı bir dönemeçtir; ancak bu dönem köy ve köylü gerçeğine eğilen eserlerin büyük bir bölümü ideolojik yaklaşımlarla ele alınır. Mehmet Kaplan, Necati Cumalı’nın Karakol adlı şiirini, okumuş olduğu yüzlerce memleket şiiri arasında en güzellerinden bir tanesi olarak kabul eder. Kaplan’a göre şairin başarısını temin eden şey, şairin, “ham malzemeyi” çok iyi işlemesinden ve konusunu estetik bir zaviyeden ele almasından kaynaklanır. “Cumalı, evvela “vaka”yı birkaç cümle ile özetleyerek şiirin esas bünyesinden ayırıyor, arka plana itiyor. Bu ameliye gösterir ki, onu ilgilendiren, “vaka”nın kendisi yahut sebepleri değil, insanlar üzerindeki tesirleri, yani “duygu”dur.”286 Şiir bu duygu ile başlar. Köylüler kendi söyledikleri türkülerle duygularını ifade ederler. Kaplan, bu türküleri söyleyen kişinin aslında şairin kendisi olduğunu belirterek Cumalı’nın duygusunun şiirin bütününe hâkim olduğunu ifade eder. Đnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olan çatışma hali, bu şiirde somut olarak görülür. Savaş sadece ülkeler ve milletler arasında gerçekleşmez. Şahıslar arasındaki mücadele de savaşın dar boyutu olarak kabul edilir. Kişiler arasındaki bu savaşım, her gün meydana gelen bir hadisedir. Anadolu köylerinde neredeyse gün aşırı gerçekleşen toprak ve su anlaşmasızlıklarından kaynaklanan kavgalarla insanlar, birbirlerine düşman olur, hatta birbirlerini öldürürler. Özbek köyünün yaşlı kadınlarının ağıtları bu savaşımın somut bir göstergesi olarak durur: Bu sabah Özbek’te Silah sesiyle fırladık kapımızdan Bu sabah silah sesine açıldı 286 Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 212. 156 Özbek’te pencere kanatları Ağlamaklı bir gün ışığı doldu Evlerimize ardımızdan Mahzun bir gök Gözlerimizin önünde asılı kaldı.287 Bu savaşın getirmiş olduğu çözüm, aslında çözümsüzlük olarak durur. Bir anlık sinir hali, insana bir başka cana kıyma refleksini verir. Çünkü ölenin eşi de öldürenin eşi de ağıt yakmaktadır. Katil Ali’nin karısının ağıtında öldürmenin bir çözüm olmadığı vurgulanır: Üç gündür, üç uzun gündür Ömer’in çifti tarlamıza girdi gireli Salı, Çarşamba, Perşembe Üç gündür, üç uzun gündür Ali’m karardı, kahırdan soldu Yüzü gülmedi.288 Gözlerim gözlerinin içinde Ben Ali’mi böyle görmedim Ah, kuşa, karıncaya kıymayan Ali’m Kolum kanadım kırıldı Kaldım ayakları dibinde Kapıdan giren ayazı duydum Üç el silah sesi işittim.289 Özbek köyünün yaşlı erkeklerinin ağıtı ise bu savaşın korkunç trajedisini gözler önüne serer. Hey gidi fukara Ali 287 Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.34. Cumalı, a.g.e. 35. 289 Cumalı, a.g.e. 36. 288 157 Hey gidi fukara Ömer290 Şiirin dört yerinde tekrarlanan bu iki mısra, şiire trajik bir hava verir. Köylülerin gözünde ölen de öldüren de suçsuzdur. Ali ve Ömer gibilerinin suçsuz görülmesindeki temel neden, insanların fakir olmasıdır. Çaresizlik, insana bu gibi eylemlerde bulunmalarına sebep olur. “Bu şiir yalnız Cumalı’nın değil, bütün yeni edebiyatımızın en başarılı toplumsal şiirlerindendir.”291 Tabi ki Cumalı’yı, toplumsal şiirlerinde başarıya götüren nedenlerden biri, şairin taşrada avukatlık yapmış olmasıdır. Cumalı, avukatlık yıllarında köylüler arasındaki çeşitli mücadelelere şahitlik etmiştir. Necati Cumalı, Cumhuriyet gazetesindeki bir yazısında taşrada şahit olduğu olaylardan ne denli etkilendiğini şu şekilde ifade eder: “Taşra avukatlığı yaptığım yıllarda, 16 adam öldürme olayında ya öldürenin ya ölenin yakınlarının avukatı olarak duruşmalarda yer aldım. Hiçbir zaman kopamadım bu olaylardan. Avukat olarak görevim sona erdikten sonra, bu kez yazar olarak sık sık düşündüm durdum bu olayları. Düşündükçe de her zaman amansız bir şiddet ortamı içinde; moral yargılarını hayvansal bir yaşamın belirlediği, duygularını ilkel içgüdülerin yönettiği insanlar arasında buldum kendimi292. Bir anlık öfke, ilkel içgüdülerin yönettiği bu insanlara öldürme hissi verir. Her an bir çatışma yaşanır. Şair, Manzara şiirinde ölümü kırsal bölgelerde sıradan bir durum olarak algılar. Necati Cumalı, doğanın bir betimlemesini yaparken birden bire; Dört yol ağzında sıra sıra kavaklar Kargalar konar dallarına Üstünde kargalar uçar Dört yol ağzında bir akşam Sarıların Mustafa’yı vurdular293 290 Cumalı, a.g.e. 38. ERTOP, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s. 13. 292 CUMALI, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Haziran 1979. 293 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.31. 291 158 Diyerek başka bir dörtlüğe geçer ve olay sıradan bir hadiseymiş izlenimi verir. Necati Cumalı, gün geçtikçe problemlerin arttığını belirtir. Tabi bunda şairin avukatlık yaptığı yıllarda şahit olduğu olayların etkisi vardır. Şair, bunu anlatırken olayın insancıl boyutunu göz ardı etmez. Cumalı, uzun yıllar avukat olarak hizmet verdiği kırsal bölgede “insanların sorunlarını yakından tanıdı, davranışlarının nedenlerini anlamaya çalıştı. Çatışmaları, ölümcül kavgaları insancıl boyutlarıyla gördü, gösterdi.294 Bıçak şiirinde Cumalı, öldürme eyleminin bir hak olarak görülüp gerçekleştirildiğini ifade eder. Özbek köyünün yaşlı erkeklerinin, Ali ve Ömer için ifade ettikleri “Hey gidi fukara Ali; Hey gidi fukara Ömer” mısralarında da görüldüğü gibi öldürme eyleminin şartlar sebebiyle gerçekleştirildiği düşüncesi hâkimdir. Kimse öldüreni eleştirmez, zaten öldüren kişi de kendini haklı görerek bu eylemini gerçekleştirir. Devlet elinin uzanmakta güçlük çektiği kırsal bölgelerde oluşan otorite boşluğu, insanları, kendi haklarını yine bildikleri yöntemlerle çözme gayretine girmelerine yol açar. Cumalı’ya göre, devlet gün geçtikçe, ulusal birliği, milyonlar arasında uyumu sağlayan bir güç olmaktan uzaklaşır. Otorite boşluğu, taşrada orman yasasının yürürlüğe girmesine neden olur.295 Hak bildim de bıçağımı sapladım Parmaklarım sıcak kana bulandı Durur durur boş elime bakarım…296 294 ERTOP, “Necati Cumalı’nın Şiirinde Urla’dan İzler”, Türk Dili Dergisi-Necati Cumalı Bölümü, S. 30, Mayıs-Haziran 1992, s. 45. 295 CUMALI, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Mart 1980. 296 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.96. 159 2.4.3.2. OTORĐTE BOŞLUĞUNUN NEDEN OLDUĞU SOKAK OLAYLARI VE KARDEŞ KAVGALARI Türkiye’de her yıl; kız kaçırma, kan gütme, sınır kavgaları ve daha başka nedenlerle en az on binlerce kişi vurularak öldürülür. Bu adi adam öldürme olaylarına otorite boşluğu ve hakkını arayamama gibi toplumsal bozukluklar etkendir. Gün geçtikçe artan bu şiddet ortamı, ülkenin içinde bulunduğu siyasi kaostan kaynaklanır. 12 Eylül 1980 darbesine gelinceye kadar ülkede büyük karışıklıklar ve çatışmalar baş gösterir. Son yıllarda ülkeyi saran şiddet olayları, 1968’den sonra Avrupa’da yaygınlaşan gençlik eylemlerinin bir uzantısıdır. Çelişkileriyle bir bozuk düzenin olduğu bir devirde kardeş kavgalarının, büyük öfkelerin kol gezdiği sokak çatışmalarının önü bir türlü alınamaz. Şair, Oy adlı şiirinde bu sokak olaylarının ve şiddetin getirdiği kargaşaya göndermede bulunarak masumiyetin sembolü olan çocuğu yüceltir. Necati Cumalı, ülkenin içinde bulunduğu şiddet ve kaos sarmalından bıkmış bir halde sesini yükseltir. Ölüm, tükeniş ve kanın kol gezdiği sokaklarda şair, oyunu masum ve günahsız olan çocuklardan yana kullanır: Coplara namlulara bakıyorum Kelepçeler demir parmaklıklara Kan lekelerine kentin alanlarında Hep son hep tükeniş hep ölüm Çocuklara oy veriyorum297 Şairin bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinin büyük bir bölümünü şiddet olayları tutar. Genel şiddet ortamını yansıtan “12 Eylül öncesi, işlenen cinayetler karşısında vurdumduymazlığı, ülkenin içinde bulunduğu bunalımı dile getirdiği o şiirleri, bugün de aynı duyarlıkla okuyacaksınız.”298 Bu dönemde sokaktaki savaşın büyük bir bölümünü sağ-sol çatışmaları almaktadır. . “Sağ ile sol arasındaki savaş 297 Cumalı, a.g.e. 237. Servet TANİLLİ, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Edebiyatımızın Genel Aydınlığı”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s. 18. 298 160 özüne indirgenecek olursa, yeni ile eski, sağduyu ile saplantı, akıl ile boş inanlar arasında öteden beri sürüp giden, var olan savaştır. Çağımız feodalite artığı bir kültürle, aklın bilimin yarattığı çağdaş kültür arasında sürüyor. Đnsanın insanlığa yaraşır bir yaşam sürmesini, mutluluk yollarını özgürce, güven altında, arayıp bulmasına yardımcı olacak koşulları yaratmayı amaçlıyor. Spor seyircilerinin bağnaz yandaşlığıyla Amerika’nın ya da Sovyet Rusya’nın arkasına takılarak çözümlenecek bir sorun değil bu!”299 Necati Cumalı, bu dönemin şiddet ortamını ve Đstanbul’un içinde bulunduğu durumun vahametini söyleşi havasında verir. Necati Cumalı, Đstanbul’un Đçinde adlı şiirinde öğrenciler tarafından o dönem şiiri hakkındaki düşüncesi sorulur. Cumalı, soruya Đstanbul’un içinde bulunduğu kaostan hareketle cevap verir. Bu cevapta ülkenin içinde bulunduğu şiddet dikkatleri çeker. Büyük bir denize benzetilen Đstanbul, Türkiye’nin prototipi olarak görülebilir. Bu devasa şehirde, büyük balıklara yem olmamak neredeyse imkânsızdır. Şairin, büyük balık olarak gördüğü kişilerin baronlar, siyasiler ve burjuva kesimi olduğu belirtilebilir. Cumalı’nın, küçük balık olarak nitelediği kesim ise; büyük balıklara hizmet etmek için var olduklarına inanılan fakir halktır. Şiirde de bu büyük savaşın ortasında kendi kuralını oynayan oyuncuların varlığı sezilir: Bugünkü şiirimizin üstüne Ne düşündüğümü sordu Liseli bir öğrenci Ne mi düşünüyorum? dedim Bir şu Đstanbul’un uğultusunu dinle Düşün olup bitenleri bu kentte Bir de şiirimizin sesini… Bu kent, büyük bir deniz gibi Durmadan yutuyor Büyük balıklar küçükleri Kan gövdeyi götürüyor Her yanı sancılar içinde…300 299 300 CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998, s. 161. Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s.139. 161 Necati Cumalı’yı tedirgin eden, Türkiye’nin içinde bulunduğu toplumsal eşitsizliğin yanı sıra ülkenin içinde bulunduğu şiddet sarmalından kurtulamamasıdır. Ülkede yaşanan şiddetin boyutları gün geçtikçe artarak devam eder. Ülke insanı sağ ve sol görüşlü olarak bloklaşır; kardeş kardeşi siyasi fikrine aykırı olduğu düşüncesiyle öldürmekte bir kabahat görmez. Đnsanlar, bu dönemde ya Amerika yanlısı olarak ya da Sovyet Rusya yanlısı olarak sınıflandırılır. Cumalı, bu sorunun, spor seyircilerinin bağnaz yandaşlığıyla Amerika’nın ya da Sovyet Rusya’nın arkasına takılarak çözümlenecek bir sorun olmadığını ifade etmeğe çalışır. Ülkenin içinde bulunduğu şiddet ortamının tavan yaptığı bir zamanda ABD donanmasına ait 6. Filo Türkiye’ye gelmesi, şiddet ortamını geri dönüşü olmayan bir noktaya götürür. Cumalı da Kir adlı şiirinde, 1967-1969 yılları arasında 6. Filo’nun Đstanbul’u ziyareti sırasında gerçekleşen protestoları ve ülkeye bırakmış olduğu şiddet ortamını anlatmaktadır. Antiemperyalist eylemlerle bazı gruplar, 6. Filo askerlerine rahatsızlık vererek Türkiye’yi terk etmeleri arzularlar. Bu grubu, ABD karşıtı olarak konumlandıran sebep ise, Amerika’nın kendi karnesinden kaynaklanır. Nitekim ABD’nin, o dönemde Kıbrıs sorunundaki tutumu, Vietnam savaşının yol açtığı insanlık dramı, Orta Doğu’da Amerika’nın Arap-Đsrail savaşında Đsrail yanlısı tutumu gibi nedenler ile bunlar yetmiyormuş gibi bir de Türkiye’de 6. Filo için genelev boyatılması, 1960’lı yılların gençliğini ABD karşıtı bir tavır almaya sevk eder. Amerika’nın Akdeniz’deki gücü 6. Filo, gençlik eylemlerinin hedeflerinden biri olur. Bu gösteriler 1967 Haziran’ında Đstanbul’da başlar ve dönem dönem tekrarlanarak 1969 Şubat’ına kadar sürer. Geçen iki yıllık bu süre, eylemcilerin sayısını artmasına ve insanların gittikçe daha da sinirlenmelerine yol açar.301 Cumalı da tıpkı 60’lı yılların gençliği gibi 6. Filo’nun Đstanbul’a gelmesinden son derece rahatsızlık duyar. Necati Cumalı, 6. Filo askerlerinden sadece rahatsızlık duymaz, onların konumu ve temsil ettikleri düşünce yapısından adeta iğrenir. Cumalı, gemi mürettebatı için kullandığı; bencil, duygusuz, çirkin gibi hakaretlerle bu nefretini gözler önüne serer. Necati Cumalı, şiire başlık olarak verdiği Kir ifadesini, filonun geçtiği her yer gibi Ege kıyılarını da kirletecek olacağı düşüncesinden hareketle kullanır. 301 Necati Tüfekçi, “Kanlı Pazar, İktidar Gözetiminde Kanlı Oyun!”, http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=287568 162 Geldiler. Dümen sularında korkunun izi Su kesimlerinde kan Bencil, duygusuz, çirkin, Orta doğu, Latin Amerika, Filipin Soygunlarından artan Tepe tepe çelik Gezegen kaleleriyle sömürgecilik Boy verdi sularımızda, Limanlarımızı lekelediler!302 Şair, bu emperyal askerlerin varlığından rahatsızlık duyar. Hatta kendinden utanır. Tıpkı antiemperyalist gençlerin duyduğu hicap gibi. Şair, olaya ulusal egemenliğimizi zedeleyen bir olay olarak bakar. Nerdeyse Atatürk’ün kemiklerinin sızladığını, düşünür bir edayla yakınır. Ne yana baksam, nereye dönsem Utanıyorum kendimden Boğazın barış mavisinde kir Bir gölge saraylarımızın ak duvarlarında Atatürk’ün Boğaz’a son baktığı Pencerelerde keder.303 6. filo, tüm protestolardan sonra gider; ancak bu gidiş, geride kardeş kardeşin kanını akıttığı kanlı bir pazarın ardından gerçekleşir. 76 Gençlik örgütünün valilikten izin alarak 16 Şubat 1969 Pazar günü 6. Filo karşıtı bir gösteriye hazırlanır. Lakin karşıt görüşlü gençler ile meydanda taşlı sopalı, bıçaklı kavga gerçekleşir. Okyanus ötesinden gelip kardeşi kardeşe bırakan 6. Filo, bu olaydan sonra Türkiye’den ayrılır ve geriye iki ölü yüz yaralı bırakır.304 302 Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-II, s.227. Cumalı, a.g.e. 227. 304 Hürriyet Gazetesi, 17 Şubat 1969. 303 163 Gittiler. Kardeşi kardeşe katan Kanlı bir pazarın ardından, Artık ne esen rüzgârlar, kopan fırtınalar Ne tipi, ne kar Ne ardı ardına açan güneşler, Ne de hızlanan akıntılar durmadan Arıtır o kiri önünden gözlerimin Siler o kardeş kahrını yüreğimden! O kahrolası gölgeler, o zehir Kaldıkları yerde demirlemiştir!305 Necati Cumalı, Türkiye’nin içinde bulunduğu sağ-sol ayrımından derin üzüntü duyar. Đnsanların birbirlerini öldürmelerine karşı olan şair, kardeş kavgalarının şiddetinden de yakınır. Nitekim şair, ülkede bir yara olan milliyetçiliği Çekirge Sürüleri adlı şiirinde eleştirir. 16 Temmuz 1965 tarihinde Türkiye Đşçi Partisi’nin Bursa mitingine yapılan saldırı dolayısıyla Türkiye’yi bekleyen tehlikeye dikkat çeken Cumalı, dünyadaki milliyetçi hareketlerin insanlık için oluşturmuş olduğu tehlikeye dikkat çeker. Ku Klux Klan 24 Aralık 1965 yılında ABD’de kurulan siyahî karşıtı ırkçı bir örgüttür. Siyahîlerle eşit hakların olmasını içlerine sindiremeyerek ülkeyi kana bularlar. Bunun yanında Nazi Almanya’sının, II. Dünya Harbi’nde yapmış oldukları ortadadır. Đşte şair, bu olumsuz örnekleriyle ülke insanını uyarır. Ku Klux’turlar işleri zencilere işkence Hitler’in kurşun askerleridir saçtıkları ölüm Đtalya’da kara gömlek giyerlerdi zalim mi zalim Yaşadık o günleri gördüler gördünüz gördüm Şimdi kararttıkları yurdumuzun gökleri 306 305 306 Cumalı, a.g.e. 227. Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s.228. 164 Kardeş kavgasına dikkatleri çekmek isteyen şair, bu kavganın sembolü olan Habil ile Kabil’i örnek göstererek kardeş kavgasının yol açacağı tehlikenin, ülkeyi içinden çıkılamayacak bir kısır döngüye sokacağını söyler. Ey hayatın bereketin bekçisi bil Nasırlı ellerinden inen yumruklar Kendi göğsüne kendi sofrana Hikâye kardeş kavgasıdır çok eskidir Elinde kan lekesi sürünür durur Kabil Habil’in taze bir gül açar her gün yarasında307 Habil ve Kabil’i örnek olarak veren şair, milliyetçi hareketlerle mitingi basan grubun aslında özlerinde bulunan cevheri ortaya çıkarmasını arzular. Bursalının özünde faşistliğe yer olmadığı belirtilerek şehir halkının soyunun Fatihlere, Orhan Gazilere dayandığı ve bu büyüklerle güzelleştikleri ifade edilir. Uludağ ak saçlı dimdik bir ihtiyar Atalarımızın dipdiri bakışları gözleri Çiçek açar mavi yeşil çinili duvarlarınızda Tek bursa cesur Orhan Gazi’li bilgin Fatih’li Ümidin yeşilin dostu bir tek Bursa var Biz Bursa’yı böyle bilir böyle tanır böyle severiz Kıtlığın kara çekirge sürüleriyle değil308 Kardeşi kardeşe kırdıran bu zihni yanılgılardan kurtulup asıl düşman olan bilgisizlikle, cahillikle savaşılmalıdır. “Günümüzde hala düşman olabileceğimiz tek şey varsa, o da, yasal haklarını çiğneyerek insanı insana kırdıran düşünce olabilir ancak…”309 Kardeş kavgasına bir nihayet verilmesi gerekir. Ancak çağlar boyunca insanlar asıl düşmanıyla değil de hep kardeşiyle savaşını sürdürür. Yusuf şiirinde şair, 307 Cumalı, a.g.e. 228. Cumalı, a.g.e. 228. 309 CUMALI, Şiddet Ruhu, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998, s. 21. 308 165 kardeşleri tarafından dışlanan, öldürülmek istenen Yusuf peygamberi sembol olarak kullanır. Çağlar boyunca kardeş kavgaları büyük trajedilere yol açarak varlığını sürdürür. Kuyuya kardeşleri tarafından atılan Yusuf da bunlardan biridir. Bozkırda kör bir kuyu, Attılar kardeşleri, Yetiş al atlı yetiş. Kurtar güzel Yusuf’u.310 Bizim savaşımız haksızlıkla olması gerekir. Nitekim şair, Kavga isimli şiirinde kavganın haklı ile haksız; aydınlık ile karanlık arasında gerçekleştiğini vurgular. Bu savaşta tarafımızı belirlememiz gerektiği söylenir. Evinde oturarak kavgayı kazanamayacağımız ifade edilir. Dışarda kavga var Dövüşen haklı ile haksız Biziz yenilen kavgada Kaldıkça evlerde yalnız311 Daha Ne Kadar şiirinde haklı ile haksız arasında sürüp giden bu savaşta Necati Cumalı, “Ne gün yıkılır zalim, masum sevinir güler” diye merak eder ve daha ne kadar bekleneceğini Tanrı’ya sorar. Daha ne kadar sürer Gelen kaba gürültü Savrulan bu toz toprak Ne gün yatışır diner Ne gün yıkılır zalim Masum sevinir güler312 310 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.124. Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s.115. 312 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.275. 311 166 Şair, yine de ümidini kesmez. Asırlarca zulme ve işkenceye karşı hakkın sesini işitir. Muştusunu duyacağına inandığı adaletin, aşkın ve hürriyetin zaferine olan inancı tamdır. Gelecek güzel günlere olan inancı şairi, ayakta tutar. Necati Cumalı, içinde hep iyilik yapmak geldiğini belirttiği Son adlı şiirinde hayatın bir amaca göre düzenlenmesi gerekliliğini vurgular. Ancak bir amaca göre düzenlenmiş bir hayatta çekilen sıkıntılar unutulur. Bu aşamada Cumalı, kendisine peygamberleri ve şairleri örnek alır. Onun için bu başarıcılar daimi bir sevgi içerisindedir. Şaire göre sıkıntılar, büyük bir sevgi hissiyle katlanılabilecektir. Gelecek güzel günlere Sonunda galip geleceğine eminim Đyiliğin, zekânın ve cesaretin Đmanım var zaferine Aşkın, adaletin ve hürriyetin313 Gelecek güzel günlere inanır şair ve hakkın batılı bu savaşta yeneceğini düşünür. Hakkı savunanlara karşı büyük bir hayranlık duyan Cumalı, onları Sunu şiirinde yüceltir. Sizin inancınıza karşı Duyduğum en büyük saygı ve sevgi Ey, işi, namusu, sevdikleri için Silahlanmış ordulara göğüs verenler314 Şair, şiirlerinin birçok yerinde semboller kullanır. Çünkü o, “dünyamızı sembollerle ifade etmeğe savaşan bir şairdir.”315 Necati Cumalı, Çocuk şiirinde savaşa karşı sevgi olup büyüyen çocuğun ancak barışı getireceğini ifade eder Cumalı, kimi zaman olayları ve durumları dıştan biri olarak aktarır. Bazen kişileri kendi ağızlarıyla konuşturur. Bazen ise şair, kendini işin içine dâhil eder. Şair, bu şiirinde kendisi çocuk olup muştusunu duymak istediği barışı, çocuk saflığıyla dile getirir. 313 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.211. Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.196. 315 Nazım KEMAL, “Yalnız Kadın”, Yeni Sabah, 13 Haziran 1955, s.19. 314 167 O kırlar o kıyılarda ben Tohumlar soğanlar ektim Şimdi sevgiyim büyüyen Barış isteği mutluluk isteğiyim316 Kimi yerde hak, gelecek olurken; batıl ise, geçmiş olup savaşır durur her sokakta. Geçmişle gelecek Dünle bugün Savaşır durur her sokakta Süreç tellim suskundur317 Kimi yerde ise bir şahin, garip bir serçeye karşı yürütür savaşını, bazen ise batıl, bir yılan oluverip pusuda avını bekler.318 Yılan girdiği bu savaşı kazanmak üzeredir. Cumalı, büyük bir merhamet hissi ile hep ezilenden, güçsüzden ve haklıdan yana tavır alır. Cumalı için asıl olan, insanlar arasındaki savaşta güçlünün güçsüzü ezmesi değildir. O, Öbür Duvarlara Düşen Güneşler adlı şiirde büyük bir şefkatle masum ve güçsüz olan ceylan ve garip bir serçeden de yana tavır alır. Merhamet hissi Cumalı’ya uykusunu kaçırtacak derecede bir sorumluluk yükler. Duvarın birinde Bir yılan hatırlarım Dolanmış bir ceylanın beline Uyurum uyanırım Geceleri ter içinde O ceylanda aklım319 316 Cumalı, (Yağmurlu Deniz), BŞ-II, s.11. Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.215. 318 Cumalı, BŞ-I, 101. 319 Cumalı, (Güneş Çizgisi), BŞ-II, s.19. 317 168 Atmaca şiirinde ise savaşı sürdüren bir atmacadır. Atmaca bir semboldür. Dünyada gücü, haksızlığı, batılı simgeler. Cumalı’ya göre böcek, karınca, serçe olarak nitelediği insanlar ne yapsalar da atmacalardan kurtulamayacaklardır. Ben böcek karınca serçe Ne yapsak kurtuluş yok Büyür gözlerinin kuyuları Atılır üstümüze bir atmaca Kanatları dünyamızı karartır320 Bütün bu örnekler bize savaş ve edebiyat arasındaki ilgiyi göstermesi bakımından önemlidir. Savaşların yalnızca cephelerde yapılan askeri çatışmalardan ibaret olmadığını, zafer ve yenilgi dışında acıları, zulümleri, göçleri ve ölümleri ile insanları derinden etkilediğini gösterir. Đşte konunu bu insani boyutlarını daha yakından tanımak açısından edebi eserlerin vazgeçilmez birer kaynak olduğunu belirtmek yararlı olacaktır. 320 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.276. 169 2.5. ÖLÜM Edebi hayatında belli başlı bazı kırılmalar yaşayan Necati Cumalı, insanlığın var olmasından bu yana mevcudiyetini koruyan ölüm temini es geçmez. Edebi yaşamında kırılmalara neden olan durumlar, hiç şüphesiz şairin, gençliğinin baharında yapmış olduğu iki yıllık askerlik ile tüm insanların ortak problemi olan yaşlılık dönemidir. Şair, askerlik döneminde kaleme aldığı ölüm içerikli şiirlerinde daha çok, ölümü kabullenememe ve ölüm korkusu gibi duygular ile geride kalanların içler acısı hallerini şiirlerine yansıtır. Yaşlılık yıllarına doğru yazmış olduğu şiirlerde ise Necati Cumalı’nın üslubuna, daha çok, ölümü kabullenme ya da ölümü yenip ölümsüzleşmek gibi duygular hâkim olur. Necati Cumalı, ölüm duygusunu konuştururken bütün insanlığın da aynı ortak duygusunu dile getirir. Şairin, ölüm duygusunu ele alışı, ne mistik bir havada ele alınır ne de nihilistler gibi ölüm bir yok oluş olarak görünür. O, toplumda herhangi bir insanın duygusunu, düşüncesini şiirlere yansıtır. Necati Cumalı, aslında bir iç huzur arayışında değildir ve yaşamından memnundur. Etrafındaki nesne ve varlıkları gerçek kimliklerinin ötesinde bireysel bir dönüşümün merkezine çekmeyen şair, şiirlerinde korku ve tedirginlik olmasına rağmen karamsar bir tablo çizmez. O, şiirlerinde herhangi bir insanın, ölüm karşısında takınacağı duyguyu yaşatır. Savaşları trajik yapan durum, kuşkusuz ki “ölüm”dür. Đnsan yaşamına büyük değer veren şair, ölüm karşısında büyük bir üzüntüye düşer. Necati Cumalı, Federico Garcia Lorca’ya Ağıt şiirinde Đspanya Đç Savaşı’nda savaşların trajik yönü olan insanı vurgularken; savaşın en büyük yansıması olan şehirlerle beraber ele alır. Cumalı, bir insan hayatının ne denli değerli olabileceği üzerinde durur. Şehirler yıkılır, onarılır. Eski güzelliğini kazanır. Şehir yine ayağa kalkar, eski iştihamına geri döner. Ancak insanlar, düşünce bir daha kalmaz. Đnsanlar şehirler gibi değildir. Zira şehirler, ölümü tecrübe edebilirken insanlara böyle bir şans verilmemiştir. Đnsanlar için ölüm, bir defaya mahsus tecrübe edilebilir. 170 Madrid onarılabilirdi, onarıldı da Bir uçtan bir uca Tek yıkık dam kalmadı şu kırk yılda Đspanya yine Cumhuriyetçiler elinde Senin kardeş yüreğin Yıkılan en büyük kentti Seninle gitti321 2.5.1. ĐNSANIN HAYATLA KARŞILAŞMASI Necati Cumalı, şiirlerinde hayatın işleyişi karşısında insanın mücadelesini ortaya koyar. Hayatla insanın karşılaşması, insanın kendini hayat karşısında galip görme arzusuyla büyük bir çatışmaya dönüşür. Şaire göre hayat, insanın kendi seçimi sonrası verilmiştir. Bu süreç insanı bilinmeyen bir kaderle baş başa bırakır. Đnsan hayatta iken ölüme her zaman çok yakındır. Hayatta kalma ve hayata tutunma çabası şaire göre insanın, yaşamla kavga etmesine neden olur. Şair, Yitik Kalyon şiirinde yaşamı kalyona benzetir. Dünyada olmamızın insanlığın bilinçli bir seçiminden kaynaklandığını belirten şair, insanların bu seçimden sonra bir bilinmezin içerisinde olduğunu ve insanların aldatıldığını ifade eder. Necati Cumalı, yaşamın neresinde olduğumuzu sorgular. Đnsanlık dünyaya gelir gelmez yalnız kalır. Çünkü kişinin aşkları, doğar doğmaz ölür. Eğer insan, dünyada acı çekiyorsa bunun tek suçlusu insanoğlu görülmemelidir. Cumalı, insanoğlunu, dünyada gerçekleştirdiği günahların sorumlusu olarak görmez. Şair, kişiyi hayat sahnesinde hataya iten şeyin kör talih olduğunu vurgular. Şiirde dünya boş bir ev olarak tasvir edilir. Bu evin sakinleri olacak insanlar neyle karşılaşacaklarını bilemezler. Bu eve girip girmeme konusunda kararsız kalan insanoğlu dünyaya bilinçli geldiğini kanıtlar. Ancak geri dönmek artık imkânsızdır. Çünkü geldiğin kapıdan geri dönemezsin. Şairin bu şaşkınlığı, ilk insanın cennetten kovulup dünyaya geldiğinde neyle karşılaşacağını bilmeyip dünyayı merak içerisinde anlamaya çalışmasına benzer. 321 Cumalı, (Acılı İspanya), BŞ-II, s.310. 171 Dururduk eşiğinde boş bir evin Anahtar elimizde kararsız ilkin Soluk alışını dinlerdik sessizliğin Girsek mi yoksa girmesek mi322 Dünyaya ilk ayak basış, karanlık bir geceye denk düşer; bu da başlangıcın bilinmezliğine işaret eder. Bu bilinmezlikte insanın karşısına ne çıkacağı belirsizdir. Đnsanı bu bilinmez karşısında silahlanmış, savaşır olarak323 “Bir kavga kıyamet, bir koşuşmaca” içerisinde gören şair, yeryüzünü sürekli bir devinim içerisinde bulur.324 Beş bin yıldır süren bir kavganın ortasında kendini bulan insanoğlu yaşamayı bu kavgaya inanmakta bulur ve mücadelesini eder. Yaşamak ve kavga olguları aslında ilk insandan bu yana var olan bir gerçektir. Đnsanoğlu cennetten dünyaya kovulduğu zaman, yaratıcısına karşı bir sorumluluğu var ve bu sorumluluğu yerine getirememesi için şeytan insana musallat olur. Đnsan sürekli bir kavga içerisinde yaşamını devam ettirir. Yaşamın bir kavga olduğunu unutur çoğu insan, “unuttukları ya da istemedikleri bir şey var: ölüm. Çünkü ölüm hiçe indiriyor bütün tinsel bedensel kazançlarını. Ölen, toprağa dönen, bedenle birlikte, cinsel hazlar, yenen yemekler, bankadaki paralar ölen için hiç oluyor. Bu amaçla yaşayan insan, suçu kendi saçma yaşayışında değil de yaşamda buluyor. Şu halde yaşamı kendi “ego”su dışında anlaması gerekir insanın öncelikle.”325 Nasıl Yaşadımsa adlı şiirde şairin, yaradılışın ne olduğunu anlaması geç olmaz. O, kendi payına düşeni alır. Cumalı’ya göre yaşam, bir kavga halidir. Bu kavga ise insanın belli başlı bazı sorumluluklarını yerine getirmesi şeklindedir. Necati Cumalı için kavga, dini bir duyarlılık çerçevesinde görülmez. Cumalı’nın 322 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.188. Cumalı, BŞ-I, 191. 324 Cumalı, BŞ-I, 193. 325 Oktay AKBAL, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Bütün Kötülükler Geçer, Yaşar İyi ve Güzel Olan”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s. 94. 323 172 inanmış olduğu kavga; dürüst, erdemli, çalışkan, insan haklarına saygılı bireylerin yaşam mücadelesini karanlığa, cahilliğe, zorbalığa karşı yürütmesidir. Kavga, hak ile batılın, aydınlık ile karanlığın, güçlü ile güçsüzün sürekli bir mücadelesidir. Anladım ben yaşamak Bu kavgaya inanmak326 Cumalı, Kağnı şiirinde ise yaşam sevgisini belirtir. Đnsanların yaşamın sonunda varacağı yerin ne olduğunu sezinler ve insanlara acele etmemesini, hayatın keyfini çıkarmasını söyler. O, hayatı sever. Bu hayat sevgisi Cumalı’ya dünyaya bağlanma hissi verir. Cumalı, dünyayı o kadar sever ve güzel bulur ki hayatın sonunda varılacak yerden bıkılacağını düşünmeye başlar. Ey uçakların insanı, Toz duman nereye böyle? Gittiğin yer nere? Söyle acelen ne? Bıkılır bulutlardan.327 Modern dünya insanına seslenen Necati Cumalı, aslında bilimin varacağı noktalara “Ey uçakların insanı” seslenişi ile dikkatleri çeker. Yine de şair, dünyayı sever ve zamanla bulutlardan, yani yenidünyalardan bıkılacağını belirtir. Ancak şair, yaşamın hızla tükenmesinden hoşnut değildir. Bir köylünün her tütün sarışını Kağnı şiirinde günlerin geçmesine benzeterek hayatın tükenip gitmesine yerel bir hava verir. Köylü sarar tütününü, Günler tel tel tabakasında.328 326 Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.25. Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.249. 328 Cumalı, a.g.e. 250. 327 173 Günlerin hızlı geçişi karşısında telaşlanan şair, yaşamın neresinde olduğunu merak eder. Ve menzilin neresi olduğunu sorgular. Bu, insanoğlunun var oluşundan bu yana cevabı aranan bir sorudur. Cumalı, Sonumuz Bu Mu şiirinde büyüklüküçüklü kentler geçen insanoğlunun nereye gideceğini merak eder. Pencerede görüntüsü beliren çöl ise bir bilinmezin insanları beklediğini vurgulamak ister. Çayırlar korular ekili yerler Büyüklü küçüklü kentler geçtik Yolun neresindeyiz şimdi Bir çöl görüntüsü pencerelerde Nereye gidiyoruz nereye gidecektik329 Cevabını bildiği bir sorudur bu aslında, ancak her insan gibi Necati Cumalı da bu gerçekle yüzleşmek istemez. Cumalı, pencerelerde gördüğü çöl görüntüsünün ölüm olduğunun bilincindedir. O, çöl benzetmesi ile ölüme yaklaşımını gösterir. Ne var ki kaçınılmaz sonu şair de bilir. Çevresinde her an insanların öldüğünü gören şair, Halı şiirinde insanlığın varoluşundan bu yana insanların ortak derdi olan ölüme doğru yol aldığımızı da fark eder. Yaşamımız kabaran dalgalarında Ölüme doğru yol alan bir teknedir330 Çevremizde her an ölümün sıcaklığını Müzelerde Yolculuk adlı şiirde hissederiz. Gidenlerin bize gösterdiği, ölüm gerçeğinin varlığıdır. Bu, kimsenin yadsıyamadığı bir gerçektir. Etrafında her an geçmiş yılların dolandığını gören şair, maziyi hatırlatan eşyada ölüme tanık olur. Giysilerin sandık kokusu, mürekkebin kuruyan yazısı, tüm bunlar ölümün tanıklarıdır. Necati Cumalı, her an kendisini saracak bu hisse girerek; Ölümdür vurduğu geçen saatlerin 329 330 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.265. Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s.232. 174 Gelen saatlerin gösterdiği ölümdür Dikmişler gözlerinin içine gözlerini Gülerek dedikleri, susarak dedikleri Ölümdür, ölümdür, ölümdür…331 Cumalı, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Yaşamın nihayeti olarak ölüm karşımıza çıkar. Ancak şair, yaşam-ölüm kıyaslamasına giderse yaşamdan yana taraf olacaktır her zaman. Nitekim Ihlamur şiirinde şair, bu karşılaştırmada yaşamı tercih eder ve her şeye rağmen yaşamaya değer bulur hayatı. Yaşam hoş bir kokudur Ölüm sağır toz toprak332 Necati Cumalı, ölüm gerçeğiyle karşılaşmak istemez. Cumalı, ölümü sağır toz toprağa benzetir. Cumalı, Sonumuz Bu Mu adlı şiirinde ise ölümü çöle benzetir. Tüm bu benzetmeler ile şair, ölümün soğukluğunu vurgulamak ister. Ölümü tatmadan ne olduğu hakkında hüküm veren şair, deneme-yanılma yolu kapalı olan bu olguyu, ölüleri dirilterek gerçekleştirir ve onların diliyle yaşamın cazibesini sergiler. Şair, yaşam ve ölüm olguları karşısında takındığı tavrı bu yolla doğrulatmanın peşindedir. Sesini yitiren dudakları kımıldar Sana doğru gelen bir heykelin Al götür beni çayır çimen kırlara Çiğnemek isterim çıplak ayaklarım altında Dişlerimde sapını bağ filizlerinin333 Yitik Kalyon adlı şiirinde de yine ölüleri konuşturan şair, ölülerin öldüklerinin farkına varmasıyla çehrelerini bir hüzün kapladığını ifade eder. Bu gerçeği öğrenen ölüler “ne zaman yaşadık, ne zaman öldük” diye kendilerine sorar ve yaşama doyamadıklarını belirtirler. Yaşama ve ölüme karşı düşüncesini görebildiğimiz 331 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.195. Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.268. 333 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.194. 332 175 Necati Cumalı, bu seçimde oyunu hep yaşamdan yana kullanır.334 Yaşamı, yaşamağı ve yaşayanları seven Cumalı, ölünce neyle karşılaşacağını bilemez. Dünyayı sever ve hayattan kopmak istemez. Ona göre ölüm, cevabını bilmediği bir bilmecedir. Şair, bu bilmecenin cevabını, yaşadığımız dünyadan daha iyi olduğunu düşünür. Cumalı’ya göre dünyamız eksiğiyle de olsa, yine de yaşanması güzel bir yerdir. 2.5.2. YAŞAMI ELDEN ALAN ÖLÜM TRAJEDĐSĐ Đnsanlık tarihinin dönüm noktalarını belirleyen savaşlar, trajik yönleriyle edebiyatın ana probleminden biridir. Savaşları trajik yapan durum, hiç şüphesiz insan yaşamlarına olan etkisidir. Nitekim Necati Cumalı, savaşın yol açtığı maddi hasarların zamanla onarılabileceği, ancak insan yaşamının geri verilemeyeceğini ifade eder. Đnsan yaşamına büyük değer veren şair, ölüm karşısında şaşkın, çekingen ve korkak tavır sergiler. Necati Cumalı, renk, dil, din ayrımı yapmaksızın bütün insanların ölümüne üzülür. Şairi ölüm konusunda bu kadar hassas yapan durum, onun yaşamında bazı kırılmaların gerçekleşmiş olmasıdır. Bu kırılmalar şairin, askerlik döneminde ölümü kendine yakın hissetmesi, avukatlık döneminde kan davalarına, adam öldürmelerine tanık olması ve gittikçe ilerleyen yaşının vermiş olduğu yaklaşan ölüm duygusudur. Necati Cumalı, gençliğinin baharında yapmış olduğu iki yıllık askerlik dönemi kendisine savaşı ve savaşın en büyük trajedisi olan ölümü hatırlatır. Necati Cumalı, kendinden çevreye doğru genişleyen merhamet duygusuyla tüm insanlığı kucaklar. O, çevresinde gelişen durumlar karşısında kayıtsız kalmaz. Đnsanlık tarihiyle eş geçmişi olan ölüm, tüm insanların olduğu gibi Necati Cumalı’nın da problemleri arasında yer alır. Şair, II. Dünya Harbi yıllarında yapmış olduğu askerlik vazifesinde hissettiği duyguları, Şarkılar adlı şiirinde savaş meydanındaki askerlerin dillerinde terennüm eder. Savaşın kızıştığı anda artık ölmek kaçınılmaz görünür. Bu gece yıldızlar daha uzak 334 Cumalı, BŞ-I, 190. 176 Hatırlıyorum da o cehennemlik günleri Ne olabilirdi genç yaşımda Daha kolay daha doğal Bir rastlantı benim için artık yaşamak335 Nitekim savaşın kendisi ölümdür. Garlar adlı şiirde askerleri savaş meydanına götüren tren, ölüme yolculuğun aracıdır. Ölümü “tebdil gezen şu çöpçü”ye benzetmesi, savaş sırasında her şeyden şüphelendiğinin en bariz örneğidir. Askerlerin psikolojisini de yansıtan bu ibareler, savaşın korkunç boyutunu gözler önüne serer. Ancak Cumalı, şiirlerinde korku ve tedirginlik nedeniyle karamsar bir atmosfer oluşturmaz. “Yalnızlık duygusu ve ölüm korkusu da zaman zaman karşısına dikilir. Ama baskın olan duygusu yaşama sevgisidir.”336 Giden trenin oyuğundan Esen ölüm kokusudur Ne varsa biraz ölümdür gördüğüm Ölüm belki de gözleri sende Tebdil gezen şu çöpçüdür337 Şair’in, Karda Ayak Đzleri Var şiirinde, ölen askerlere yakılan bir ağıt vardır. Cumalı, ölen insanların ardından bırakmış oldukları trajediyi konu alır. Necati Cumalı, ölümün insana getirdiği armağanı belirtir! Ölüm karşısında kırgın, ürkek ve sitemkâr bir davranış sergileyen şair, çaresizliğini de gizleyemez. “artık üşüyemezler ki” ifadesi bu çaresizliği, sitemkârlığı gözler önüne serer. Ne sıcaklık ne soğukluk onlara tesir eder. En yakınları, onlara isimlerini söylese işitmezler. Dost düşman onlar için bir şey ifade etmez. Onların dostu topraktır. En insani hisleri kaybetmişlerdir, onlar. Zaten Necati Cumalı için aslolan hayattan alınan tattır. Necati Cumalı, hayattan o derece memnundur ki, dünya ne kadar kötü olsa da dünyayı yaşamaya değer bulur. 335 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.32. Konur ERTOP, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s. 12. 337 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-I, s.206. 336 177 Artık hepsi bitti Açlık, susuzluk ve kin Ne matara ne ekmek torbası lazım Ne silah Elbise ve düşen şapka da lüzumsuz Artık üşümezler ki338 Necati Cumalı, herhangi bir insanın ölümü karşısında, insani bir duyarlılık sergiler. O, derin bir merhamet hissiyle ölüyü sarmalar. Şair, Bir Ölünün Gözleri adlı şiirde savaşta öleni hedef olmaktan çıkarır ve düşman olgusunu göz ardı eder. Her insan gibi onun da bir ailesinin varlığı hatırlatılır. Necati Cumalı, aile olgusunu sıklıkla vurgular. Cumalı, düşmüş bir kadın olsun, bir savaşta asker olsun fark gözetmeksizin kişiyi bu değerlerle ele alır. Durmadan soruyor Bu açılmış gözler sanki Yıldız mı bu sarı lekeler Kar mı bu bembeyaz Bu gölgelikler ağaç mı Hiçbiri aklımda kalmadı Ne şekiller, ne renkler Şüphesiz benim de anam kardeşlerim vardı Hatırlayamıyorum nerede, kim Ah, anlayamıyorum nasıl oldu Gelişim, gidişim339 Cumalı, bu kişilere, okuyucunun da aynı merhamet hissi ile yaklaşmasını ister. Şair, hayata sıkıca bağlıdır, onun kişileri de hayata sıkıca bağlanır. Necati Cumalı’ya göre ölüm, insanların en büyük derdidir; hele ölümün, gençleri dünyadan 338 339 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.202. Cumalı, a.g.e. 203. 178 koparması, şaire göre daha trajik bir durumdur. Đnsanların genelinde olan bu yaklaşım, şairin Saçlar ve Dişler adlı şiirinde belirgin olarak karşımıza çıkar: Bu saçlar hiç dökülmemiş Dalgalı, gür Dişler lekesiz, beyaz Bu çocuk ne kadar belli Hayata doymadan gitmiş340 Ölüye karşı merhamet hissi o derece belirgindir ki bu dizelerde, okuyanda da aynı hissi uyandırır. Necati Cumalı, Artık Konuşmadıklarına Göre şiirinde ölülere ceset muamelesi yapmaz. O, ölülerin sıradan, doğal yönlerine vurgu yaparak onların insanlardan bir insan olduklarını gösterir. Necati Cumalı, en bariz insani vasıflar olan açlık, sevgi, korku, özlem gibi durumları ön plana koyarak ölümün yakınlığını; yakınlığı kadar trajikliğini sergiler: Birinin cebinde bir parça çörek Demek iştahı yerindeydi her zaman Birinin cebinde küçük bir çakı var Muhakkak kalem açardı Ekmekle meyve keserdi Bu, cebinde oyun kâğıtları olan Herhalde her zaman canı sıkılan biri Birinin cebinde bir kitap var Demek okumayı severdi Birinin cebinde bir kadın iğnesi Şüphesiz bir hatıra olacak Đşte parmağında yüzüğü olan bir başkası Ya evli, ya da nişanlı.341 340 341 Cumalı, a.g.e. 203. Cumalı, a.g.e. 205. 179 Geçmiş zaman kipiyle kurulan bu şiir, bize yukarıda özelliği verilen askerlerin öldüklerini belirtir. Artık hiçbirinin ne iştahı olacak, ne kâğıt oynayacak, ne de sevgilisine kavuşabileceklerdir. Onlar için toprağın ısısından başka bir sıcaklık olmayacaktır. Şair, yaşamı çok sever. Yaşamı sevmesi kuşkusuz şairin, ümitlerinin olduğunu gösterir. Onu yaşama bağlayan en temel öğe sevgidir. Necati Cumalı, Son adlı şiirinde şairleri ve peygamberleri anar. Cumalı, bu başarıcıları anması tesadüf değildir. Zira şairler olsun peygamberler olsun daima ümit içerisindedirler. Şaire şiir yazdıran kudret ile peygamberlere zorluklara göğüs gerdiren inanç; onların umudundan kaynaklanır. Necati Cumalı da hayatı bu inançla sever ve ölüme karşı yaşamı tercih eder. Şairleri peygamberleri düşünüyorum Yaşamak o kadar tatlı ki Daimi bir sevgi içinde Galip sesini işitiyorum hakkın Asırlarca zulme ve işkenceye342 Ölümün öldürülemeyeceğini bilmesi, şairde, öldürme eyleminin engellenmesi istencini uyandırır. Nitekim o, Öldürmeyeceksin adlı şiirinde Kabil’den başlayıp hala devam eden öldürmelere dikkat çekerek insanın içinde olan hayvani saldırıya dur demek ister. “Asla öldürmeyeceksin.” (Tevrat, Göç 20) “Senden önce inenlere, sana inen kitaba da inanırlar… Onların Tanrının gösterdiği doğru yoldadır, onlar kurtulurlar…”(Kur’an, Bakara Suresi) Cumalı, şiirin başına Tevrat ve Kuran’dan aldığı bu ayetlerle insanlara inandıkları, kutsal bildikleri ayetleri hatırlatır. Ancak insanlar, beşeriyeti gereği yanılmaya ve hata yapmaya meyilli varlıklar olması sebebiyle dinlerinin bu buyruğunu zaman zaman dinlemezler ve yaratıcının buyruğuna karşı gelmiş olurlar. Dinlerin buyruğuydu Öldürmeyeceksin Tapınaklarda çaktılar çarmıhları 342 Cumalı, a.g.e. 211. 180 Elleri kanlı camilerden çıktılar Kalem kırdılar yargı yerlerinde Peygamberlerinin dinlemediler343 Şiirin devamında Cumalı, ölümün önüne geçebilmek için serçem, kanaryam, bülbülüm dediği şiirine görev verir ve ancak bunların sesiyle ölümün önüne geçilebileceğini düşünür. Cumalı, toplumsal bir tonla şiirlerini kaleme almakta bir sakınca görmez. Benim küçük serçem Kanaryam bülbülüm Kuru dal çalı diken Konmuş ötersin Öt sen, öt, kardeş sesin Sulara rüzgârlara karışsın Zalim ürksün sağır işitsin Öldürmeyeceksin! Ölüme karşı şiirin sesini yükselten Necati Cumalı, Taşı Delen Buğday şiirinde aklına o her tadı acılaştıran ve en keyifli insanın bile aklına gelince sıdkı sıyrılan ölüm düşünce yüzü kaygıyla kararır. Cumalı, her türlü güzelliğin bir gün ölümle beraber yok olup gideceğini, bütün sevinçleri karartan ölümün her yerde karşısına çıkacağını, öpülen gül dudakların bir gün kuruyup kemik olacağını üzülerek belirtir. Ölümden kaçamayacağını anlayan şair, her geçen gün ölüme yaklaştığının da farkındadır. Bir gün ölecekse yaşamın anlamı nedir, diye şair, kendine sorar. Bungun dolaşırken O eski kentin kalıntılarında Yıkık aşklar umutlarımla Eski bir kent gibiydim ben de Seken kuşlar ağaç ağaç 343 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.232. 181 Soluyan devinen adsız sürekli aç Bir canlı zamanın akışında Görkemli mermer saraylar Kalacak toprak altında Öpülen gül dudaklar Kuruyacak kemik olacak Gülüşlerin yeminlerin yerini Dilsiz saatler alacaksa Bütün sevinçleri kara Kanatlarıyla karartan karga Her yerde çıkacaksa karşıma Soruyordum: yaşamaya değer mi344 “Biliyorum, bu tasa da tanıdık. Bütün kütüphanelerin cilt cilt kitaplarıyla sorduğu soruyu tek şiirle getirdi ozanımız gündeme. Yanıtı ne olacak peki? Anlaşılmaz bir denkleme mi götürecek bizi. Sonu gelmez yakarmalarla bağışlamayı mı dileyecek. Ölüm kesecek mi şiirin yolunu.”345 Diyen Sennur Sezer’e cevabı şair, şiirin devamında verir. Taşı delen buğdayı kendine örnek alan şair, ölümün acısına rağmen yaşamayı ve insanların da bu arzuyla donanmalarını ister. II. Dünya Savaşı yıllarında Necati Cumalı’nın söyleyişinde toplumsal temalara doğru kaymalar gerçekleşir. O, ölüm temini ele alırken, ölüme toplumsal bir açıdan bakar. Savaşların insan hayatına olan etkilerine kayıtsız kalamaz. Savaş yıllarının genel görünümlerini kaleme aldığı şiirlerinde şair, ölümü hep zamansızlığı yönünden acı bulur. Nitekim sonraki şiirlerine de bu zamansız ölümleri aynı duyarlılıkla ele alır. Necati Cumalı, Gölge adlı şiirinde bu zamansızlığa sitemde bulunur ve gelecek olan ölüme razı olmadığını belirtir. Şair, gölge sembolünü kullanarak insanın ölümünü vurgular. Şaire göre gölge, karşıt güç olan ölümü (yaşamın karşısında) simgeleyen bir değerdir. Yani düşmandır. Gölge, uğursuz ve 344 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.255. Sennur SEZER, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Buğdaydan Öğrenilen Bir Şiir”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 20 Nisan 1996, s. 15. 345 182 tehditkâr bir figür olarak belirir. Bununla beraber şüphe, öfke ve korku gibi duygulanmalara yol açan düşmanca bir tavır söz konusudur. Ah, bir gün bulut üstümüze gölge edecek Güzel yüzün, kaybolacak aynalarda sularda Öyle sönen lambalar gibi alacakaranlıkta Gelecek ölüme razı değilim346 Necati Cumalı da ölümü bir güç/gölge olarak muhayyilesinde canlandırır. Cumalı, gölgeyi/ölümü insan yaşamını elden alan bir düşman olarak görür. Nitekim ölüm trajedisini insanoğlu yaşadıkça hep hissedecektir. Necati Cumalı’nın aklı hep o ayrılıkla meşguldür. Cumalı’nın ölüm karşısındaki kaygısı Eski Günler şiirinde belirgin olarak ortaya çıkar. Cumalı’yı kaygılandıran durum, ölümün bir gün kapısını çalacak olmasıdır. Yan yana ayaklarımız kumlar üzerinde “Biz, derdim, iki çocuk gibiyiz” Akıntıya kapılan dallar gibi gelirdi Bana hayatı macerası içinde Bir gün ayrılırız diye korkardım347 Şair için her geçen gün ölüme, bir adım daha yaklaşıldığının göstergesidir. Ancak Cumalı, bu gidişe karşı koyamamaktadır. Şiiri, şairin çıkmazını, telaşını gözler önüne serer. Şairin, bu düşüncelerle, hayattan zevk almayan, hayattan korkan bir varlığa dönüşmesi içten bile değildir. Çünkü hayatın insana ölümü ne zaman sunacağı belli değildir. Ancak şair; yine de yaşamı, Güneş Çizgisi adlı şiirde ölüm gerçeğiyle beraber olağan karşılar. Đnsan belki de yalnız insan, bütün canlıların içinde belleği tam olan, yaşadığı sürece doğanın her dirilişi ile her ölümünü, zehir gibi acı gelen pişmanlıklar, “anısı kalbe ışıklarla dökülen” mutluluklarla belleğinde yaşatan insandır. Yine bütün canlılar içinde yalnız insan, salt içgüdüleriyle değil, yüreği ile 346 347 Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-I, s.41. Cumalı, a.g.e. 45. 183 bilinci ile doğanın yeniden doğuşunu özleyen, ümitle bekleyendir. Yaşadıkça, sevdikleri, dostları, yakınları çevresinden doğanın yeniden doğuşunu bir daha görememek üzere ayrılırlarken, yine yalnız insan, ölüme alışan, ölümü olağan karşıladığı ölçüde yaşama tutku ile bağlanan varlıktır.348 Gün geçiyor işte Bugün de geçiyor işte Günün geçiyor işte Bak Duvarda güneşin çizgisine349 Necati Cumalı’nın şiirlerinde ölümü facialı yapan durum, hayatın güzel oluşudur. Necati Cumalı, savaş yıllarını anlattığı “Harbe Gidenin Şarkıları” adlı kitabında ve sonrasında aynı duyarlılıkla işlenen “ölüm” şiirlerinde bu iki temi ele alır. Karakolda şiirlerine şu örneklerin arkasından bakınca, şairin burada da başka bir konu ve durum içinde, kendi asli duygusunu devam ettirdiğini görürüz. Şiirin başında şair, “Urla’nın Özbek köyünden Yetim Ali, tarlasına üç evlek geçen sınır komşusu Đnce Ömer’i vurdu. Bakalım Özbek köylüleri, Ali ile Ömer’in karıları, olayın ardından ne dediler, karakolda ne ifade verdiler.”(II-33,Karakolda-Đmbatla Gelen,1954) diye okuyucuya bilgi verir. Mehmet Kaplan, bu şiirde asıl konuşanın köylüler değil, şairin kendisi olduğunu söyler. “Şair kendi duyuş ve görüş tarzını başarılı bir şekilde köylülere aktarıyor. Onların hesabına duygu uydurmuyor. Kendi duygularını onların ağzı ile söylüyor.”350 Sabahın seher vaktinde Baktım binmiş al beygire Ömer aşağıdan gelir Sırtında avcı ceketi Ayağında rugan çizme Çiğ düşmüş çimenlere 348 CUMALI, Senin İçin Ey Demokrasi, Çağdaş Yayınları, 1997, İstanbul, s.154. Cumalı, (Güneş Çizgisi), BŞ-II, s.15. 350 Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 212. 349 184 Kavaklar iki yanda ak yeşil Bir kuş önünden uçar Dere ardından seslenir Özbek gölgeler içindedir Taze bir mavilik sürer göklere Sabahın seher vaktinde Ömer binmiş al beygire Selam verir uçan kuşa, doğan güne Baktım aşağıdan gelir.351 Bu mısralarda Ömer, yaşama sevinciyle dolu, tabiatla kaynaşan bir insan olarak tasvir edilir. Tabiatın bu güzellikleriyle mest; uçan kuşa, doğan güne selam verir. Necati Cumalı’nın, şiire başlarken doğayı ve insanı bu şekilde pembe bir tablo halinde vermesi tesadüf değildir. Dramatik bir yapısı olan şiirde, az sonra Ömer öldürülecek ve mutluluk tablosu yerini karamsar bir atmosfere bırakacaktır. Yaşam ve ölüm arasında bu derece keskin ayrımlara giden Necati Cumalı, tüm şiirlerini bu duygu ile kaleme alır. Şair, başta Ömer’i bu şekilde tüm insanlarla ve doğayla dost tasvir etmesi köylüler gibi okuyucularda da derin bir üzüntü uyandıracaktır. Böylelikle ölümün trajedisi, bir kat daha fazla hissedilecektir. “Karakolda şiirini müessir kılan amillerden biri “mizansen”dir.”352 Ölümün gölgesini günlük yaşamın üzerine başarılı bir şekilde düşüren Necati Cumalı, tesirli bir arka plan oluşturur. Ölümün, insanların yaşamını derinden etkileyen bir faktör olduğu kuşkusuzdur. Özbek’in yaşlı kadınlarının ağıtlarında bu görülür. Duygular eşyaya siner; bu, insanla tabiatın birleşmesidir. Felaket ve saadet duygusu salt olarak kişide kalmaz, diğer insanlara hatta doğaya yansır. Ölümün habercisi silah sesiyle fırlayan köylülerin kapı ve pencereleri de silah sesine (ölüme) açılır. Bu ölümle birlikte günışığı ağlamaklı olur, gök mahzunlaşır. Bu sabah Özbek’te 351 352 Cumalı, (İmbatla Gelen), BŞ-II, s.33. KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 213. 185 Silah sesiyle fırladık kapımızdan Bu sabah silah sesine açıldı Özbek’te pencere kanatları Ağlamaklı bir gün ışığı doldu Evlerimize ardımızdan Mahzun bir gök Gözlerimizin önünde asılı kaldı.353 Bu şiirinde şair, ölen köylünün ardında köylülerin hangi ruh haletinde olduğunu gösterir. Şiir duygu ile başlar. Köylüler, söyledikleri türkü ve ağıtlarda kendi duygularını anlatırlar. Yine bu şiirde tabiat, şiirin başında tüm güzelliğiyle tasvir edilir. Ancak birazdan ölecek olan köylünün ardında bu saadet ortamı yok olacaktır. Bütün varlıklarla dost olan bir insanın ansızın ölümü, köylülerde derin bir ıstırap uyandırır. Necati Cumalı, “tesirli bir arka plan teşkil etmekte ve ölümün gölgesini günlük hayatın üzerine düşürmektedir.”354 Varın bakın Silah sesinin erişmediği yerde Ak sıvalı damlar Ak akarsular Ak kavaklar Böyle kara mı? (…) Bir de bize bakın Gökler kaçar üstümüzden Okşasak çocuklarımız ürker Đçimizde korku var Gelinlerimiz kuruyan fidanlar gibi solgun355 353 Cumalı, a.g.e. 34. KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975, s. 213. 355 Cumalı, a.g.e. 34. 354 186 Köyün yaşlı kadınlarının bu ağıtları, ölümün tüm köyü yasa boğduğunu gösterir. Tabii en büyük acıyı ölen köylünün karısı yaşar. Evin her köşesinde kocasından bir hatıra gören kadın, üzüntüsünü gizlemez ve her nereye baksa kocasından bir hatıra görür. Kadın kocasının ölümünden sonra güne, aya bakamaz. Avluya çıkıp çiçekleri koklamaya kalksa yüreğinde bir hüzün birikir. Yaşamak adeta haram olur. Her şey kadına kocasını hatırlatır. Bakamam incecik dere yoluna! Bakamam ak kavaklara! Penceremden, kapımdan Güne bakamam! Aya bakamam! Gayri eve girsem içim ezilir Avluya çıksam Itır, fesleğen, katmer kokusu Bana haram!356 Đnsanlar her şeyi duyguları aracılığıyla algılar. Dünyayı insanlara güzel veya çirkin gösteren budur. Köylülerin de keyfini kaçıran bu ölüm haberidir. Necati Cumalı, ölüm temasını ele alırken çok duygusallaşır. O, büyük bir merhamet hissi taşır. Nitekim Necati Cumalı, bu merhamet duygusunu Özbek köyünün yaşlı erkeklerinin ağzıyla söyler. Ali’yi işlediği suçtan dolayı itham etmez. Ona bunu yaptıran sebepleri düşündürten bir ifade kullanır. “Ne Ömer görünür, ne gayri Ali gelir. Hey gidi fukara Ömer, hey gidi fukara Ali” (II-39) Selahattin Batu, Cumalı’nın “Karakolda” şiirini sosyal duygu ile sanatı kaynaştıran en güzel eseri olarak belirtir. Batu’ya göre bu şiir, sanki unuttuğumuz eski Ballade’lardan bir esinti sunar okuyucusuna. “bir çeşit Arkaizmle yüklüdür; insan ilişkilerinin çağlarca anılarda izi kalan bir yanı, kanlı bir hikâye canlandırılmıştır burada ağıt ağıt. (…) Kişioğlunun içinden acılanması, kendini bir serüvende başkalarıyla eşitlemesi, yas çekenlerle birlikte yaslanması, gözyaşı dökmesi vardır bu şiirde.”357 356 357 Cumalı, a.g.e. 37. Selahattin BATU, “Yağmurlu Deniz”, Varlık, 15 Mayıs 1968, s.15. 187 Necati Cumalı’nın bu ağıt şiirinden başka Uçana’lı Zülfikar Bey’e Ağıt adlı bir ağıt şiiri daha vardır. Bu şiir, I. Dünya Savaşı’nda Batı Trakya’yı işgal eden düşman kuvvetlerine karşı dağa çıkan, savaşın sona ereceği günlerde bir gece evinde konakladığı eski kâhyası Đsmail tarafından, uykusunda mavzerle öldürülen Zülfikar Bey’e ağıttır. Şair, bu şiirinde Zülfikar Bey’in ölümüne büyük üzüntü duyar. Zülfikar Bey’in mertliğinden, büyüklüğünden bahseden şair, salt ölüm üzerinde durur. Oysaki Zülfikar Bey, I. Dünya Savaşı yıllarında büyük başarılar kazanmıştır. Ancak Necati Cumalı, bu konulara girmez, sadece ölümün trajedisini yansıtır. Sağlığında yüzüne gülenler Sofrasında ekmeğini yiyenler Uykusunda pusu kurdular Zülfikar Beyi vurdular358 Bu dramatik son Necati Cumalı’yı çok duygulandırmıştır; ağıt bu ortamda yazılmıştır. Şair, şiirin devamında diğer şiirlerinde olduğu gibi yine öldürene bir yaptırımda bulunmaz. Sadece kırgın bir ses tonuyla Đsmail’in yaptığının yanlışlığına vurgu yapar. Var git Đsmail var git, namert kişisin Hem sen düşün hem de sana yol gösteren düşünsün Bu şiiri ile Cumalı Cumhuriyet döneminde ağıt geleneğinin en güzel örneklerinden birini vermiştir. Bu hikâyenin etkisinde kalan Necati Cumalı, aradan kırk yıl geçtikten sonra Zülfikar Bey’in yaşam hikâyesini yazmaya karar verir. Üç yıllık bir çalışmanın ardında “Viran Dağlar” başlığı altında bir roman çıkarır ve 1995 yılında basılır.359 Necati Cumalı, şiirde ifadesini bulduğu gibi insanın hayatını yitirmesini acı bir durum olarak niteler. Çünkü insanı yaşamsal kılan tek gerçeğin; beden ve ruh birlikteliğidir. 358 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.212. Selahattin TUNCER, “Güzel Aydınlık’tan Viran Dağlar’a-Necati Cumalı’dan bir Ağıt, Bir Roman”, Cumhuriyet Kitap, S.734, 11 Mart 2004, s.8. 359 188 2.5.3. ÖLÜM VE GERĐDE BIRAKTIKLARI Necati Cumalı’nın, insan yaşamını sonlandıran “ölüm” temi karşısında bu kadar ilgili olması, kuşkusuz şairin, ölümü yakından hissetmesinden kaynaklanır. Zaten insanları diğer canlılardan ayıran en büyük fark, insanın düşünme kabiliyetidir. Nitekim insanoğlu çevresinde görmüş olduğu ölümlerin etkisiyle ölümü düşünmeye başlar. Ölümü trajik yapan durum da şüphesiz ölümün üzerine düşünme eyleminin gerçekleştirilmesidir. Böylelikle ölenin ardında kalan kişilerin durumu, olayı daha da trajikleştirir. Ölen kişi, ölümü bir kere tecrübe etme şansına sahiptir ve onu yapar, ancak hiçbir ölü, bize ölümün trajikliğini söyleyemez. Ölümü trajik yapan ise hayatta kalanlardır. Çünkü ölüm insan için bir muammadır, neyle karşılaşacağı pek bilinmez. Ölümün insanlığa getirmiş olduğu en büyük sıkıntı, kuşkusuz sevenleri ayırmasıdır. Bir evli çiftin ayrılması, bir ananın evladını kaybetmesi gibi… Necati Cumalı, ölümü trajikleştiren bu ayrılıklar üzerinde sıklıkla durur. Zaten şair, savaş yıllarını anlattığı şiirlerinde ölen askerlerden bahsederken onların da bizimki gibi anne babalarının olduğunu, sılada bekleyen bir sevgililerin bulunduğunu ifade eder. Necati Cumalı, yaşamı, sevgi ile eş anlamda düşünür. Ona göre insan; sevgisi, ümidi ölçüsünde yaşar. Herhangi bir insanın sevdiği bir insanı kaybetmesi, şüphesiz acı bir durumdur. Necati Cumalı, ölüm temini irdelerken sevgi bağının ölümle nasıl çözüldüğünü gözler önüne sererek ölümün geride kalanlar üzerindeki tesirine değinir. Ateş düştüğü yeri yakar kabilinde şair, bu duyguyu, ölümü çevresinde duyan insanların hisleriyle ifade eder. Necati Cumalı, Odaya Düşen Uçak adlı şiirinde, eşini bir uçak kazasında kaybeden bir kadının duygularına tercüman olur. Şiirinde Cumalı, mutlu bir tablo çizerek az sonra gerçekleşecek olan ölümü daha da trajik hale sokmak ister. Şair, bu zıtlık tablosunu birçok şiirinde kullanır. Bunun ayrımını, siyah ve beyaz gibi keskin çizgilerle yapar. Necati Cumalı, ölümün trajedisini anlattığı hiçbir şiiri yoktur ki mutlu, umutlu insanlardan oluşmasın. Ona göre ölüm; ümidiyle, sevgisiyle yarınların düşlerini kuran insanlara yakışmamaktadır. Nitekim yukarıdaki şiirde de geçen mutluluk, gülüş ve düş ifadeleri ölümün ayırdığı insanların hayattan beklentisini gözler önüne serer. 189 O yer edilmiş gülüşüyle ayrıldı evden Mutlu geçen saatlerin yığını yıllarla Çizebilir ancak o gülüşü bir yüze Bakıyordu uçağından aşağılara Yarının düşlerine anılar karışıyor Karısını görüyordu baktığı yerde.360 Eşinin ölümüne inanmak istemeyen kadının gözleri eşinden gelecek olan telefondadır. Bakışı solan, yüzündeki gülümseme yerini hüzne bırakan kadın, ancak eşinin sesini telefonda işitmesiyle bakışındaki ateş canlanacaktır. Telefondaydı gözleri ansıyarak Güvenli gölgesini gülüşünün Soluğunun yüzüne değen meltemini Telefon neredeyse çaldı çalacak Karıştırmış gibi bir el küllerini Canlanacak bakışlarının ateşi Ümidini yitirmiş kadın telefondan gelecek sese göre yeni bir dünya kuracaktır ve gözlerindeki ateş yeniden canlanacaktır. Ancak kadın hayatın gerçeğini kabullenmek zorundadır. Şair, bunu da kadına açık bıraktıracağı televizyon aracığıyla yapar ve böylelikle kadının tüm ümitleri yıkılır. Kocasından bir telefon bekleyen kadın, haberi televizyondan alır. Odanın ağırlık merkezi telefon olduğu düşünülürken; birden televizyon tüm dikkatleri çeker. TV spikeri bir şeyler söylüyor, ancak kadın hiçbir şey anlamıyor, anlamak istemiyordur. Ölümü, sevgilisine yakıştıramayan kadın, eşinin öldüğünü bir türlü kabul etmek istemez. Odada açık duran TV yi Unutmuş, telefona dalmış gitmiş Odanın ağırlık merkezi telefon değil miydi? 360 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-I, s.164. 190 Değişen bir uğultu yankılanan sözlerde Ne diyor bu spiker, ne diyor? Bilmiyor mu? Sevgilim o benim, ben onun sevgilisiyim!.. Şair, ölümün kadın üzerindeki büyük acısını ifade etmek için uçağı evin salonuna düşürür ve böylelikle trajedinin resmini daha da büyütür. Çevremizde sayısız örneğini gördüğümüz bu tarz ölümleri, Necati Cumalı olayı somutlaştırarak acının boyutlarını ve geride bıraktığı insanlar üzerindeki tesirini gözler önüne sermek ister. Şair, uçağı evin salonuna düşürmesi ile acının en yakın kişi tarafından hissedilecek olmasına dikkatleri çekmeği başarır. Nasıl yakından duydu gürültüyü Odanın içine düşmüş gibi uçak Çarpmış gibi göğsüne madenleri Oraya buraya savruldu kendi de Odanın içinde uçak parçaları Erkeğinin yaraları açıldı etlerinde Kaza fotoğrafları gazetelerde Đri iri ölüm duyuruları Üst üste çalan telefon kaç gündür Telgraflar gelen gidenler eve Uykuda gibi katıldığı gömme töreni Ne değiştirir, neyi değiştirebilir ki?361 Ölüm geride bıraktıkları ile gider ve ardında kalanlarda şiirin başında verilen o mutlu tablo yerini hüzne, acıya ve yalnızlığa bırakır. Geçmişin güzel günleri, geride kalanlar için sürekli düşünülerek hasret giderilecektir. Yüzünde yılların gülüşüyle gitti Bildiği o gülüşle dönecekti eve 361 Cumalı, a.g.e. 165. 191 O derin çizgileri kim silebilir Nerede neyi nasıl bırakmışsa öyle Üşüyor, küçülüyor kapıyor gözlerini Güçlü kollarına bırakıyor kendini…362 Necati Cumalı, eşini kaybedip dul kalan bu kadının acısından başka, öksüz kalan bir çocuğun dramını yansıtır. Anasının Kuzusu adlı şiirinde Cumalı, toplumda sıklıkla görülen bir konuya değinir ve büyük bir merhamet hissiyle bunu ele alır. Anasını kaybeden küçük çocuk, başını okşayanları anne şefkati zannedip ardına takılır, analık aranır. Anne sıcaklığına hasret kalmış bir çocuğun yüreğini kıpırdatacak en ufak bir şefkat elinin onun için ne derece önemli olduğu gözler önüne serilir: Anasının dizi dibinde Geçti ömrü Anacığı öldü Kim biraz okşasa Takılıyor ardına Analık aranıyor363 Şair, üniversite gösterilerinde ölen bir öğrencinin anısına yazmış olduğu Çocuk adlı şiirinde gencin, ardından düşünülenleri anlatır. Kin, nefret, öç gibi duyguların yoğun hissedildiği dönemde her tarafta şiddet varlığını sürdürür. Necati Cumalı, davası uğruna ölen üniversiteli için üzülür, ancak ona duyduğu büyük hayranlığı da gizlemez. Bu genç; öfkenin, zulmün, şiddetin, iğrençliklerin olduğu bir dönemde bunlara karşı sesini yükselten ve bu uğurda canını veren gence gıpta ile bakar. Çünkü bu üniversiteli, öğrenci eylemlerinin sembolü haline gelir. Sana ne yaptın Neden yaptın diyemem 362 363 Cumalı, a.g.e. 165. Cumalı, (Yarasın Beyler), BŞ-II, s.155. 192 O günler öfke günleri Öç günleriydi Yüzsüzlük bencillik ortak Haram tutmuş köşeleri Acımasızlık diken diken Neye baksan çirkin Neye baksan iğrenç O günler hepimiz biraz sen Hepimiz seninleydik Hepimizi geldi geçti öfken364 Şair, bu gencin yaptıklarından övgüyle bahsederken bu ölümle üzüntüsünü dile getirir. Dudaklarındaki çığlığın eksik kaldığını vurgulayan şair, bu ölümü toplumsal barışa sıkılmış bir kurşun olarak görür ve bu kurşunun açmış olduğu yaranın her gün kanayacağını belirtir. Toplumsal duyarlılıkla gerçekleştirilen gençlik eylemlerine yakın bir ilgi duyan Cumalı, Türkiye’nin aydınlık geleceğini sağlayacak olan gençlerin ölümü karşısında üzüntüsünü gizlemez. Güvenilir bir siyasi geçmişi olmayan Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma tepkisiz kalamayan muhalif seslerin kesmek istenilmesi ve bu sesi yükselten insanlara şiddet uygulanması, Cumalı’yı tepki göstermeye yöneltir. Cumalı, bu genci bayraklaştırarak o dönemin gençlik harekâtının sembolleri arasına sokar. Bu ölüm karşısında buruk bir üslup kullanan Necati Cumalı, üzüntüsünü dile getirir: Durur dinlerim Düştüğün yerde Büyür ölümün getirdiği sessizlik Vurur kardeş yüreğin Bir bayraktır ki gövden Dalgalanır delik deşik365 364 365 Cumalı, (Ceylan Ağıdı), BŞ-II, s.233. Cumalı, a.g.e. 234. 193 Necati Cumalı, savaş yıllarını anlattığı Şarkılar şiirinde yakın arkadaşının ölümüne tanık olan bir askerin psikolojisini ele alır. Đnsanların en güzel yılları olarak belirtilen 20’li yaşlar; kişiye özgürlük, delilik, aşk, sevgi, çılgınlık hislerinin kuvvetli yaşamasını sağlar. Şair de yirmili yaşlarda biraz hercai bir insan olmak varken siperden sipere ateş tokuşturan askerlerin en güzel yıllarının gittiğini belirtir. 7 yılı cephelerde geçen asker, en yakın arkadaşlarını kaybeder. Bütün sevdiklerinin ölümüne şahit olan asker, en güzel yıllarının bir hiç uğruna geçtiğini düşünür. Coşkunluğun, deliliğin çağı olduğu bir yaşta asker, susmaya, unutmaya her gün ölümle karşı karşıya kalarak alışır. Artık yirmi yaşında değilim Silah altında geçti En güzel yedi yılım Yanıbaşımda öldü En yakın arkadaşlarım Bütün sevdiklerimi yitirdim Artık yirmi yaşında değilim En güzel yedi yılım geçti Karda, kışta, sıcakta Her gün ölümle karşı karşıya Alıştım susmaya, unutmaya Artık yirmi yaşında değilim Kalmadı eski kuvvetim Dayanamam uzun çalışmaya Artık ne gelir elimden Kendimi hayata bırakmaktan başka366 Bu şiirde ölümün ardında insan yaşamının ne denli değişebileceği gözler önüne serilir. Ölümü kendi yakınlarında gören insanlar; susmaya, unutmaya alışır. 366 Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-I, s.32. 194 Hayattan lezzet alamayacak bir insan psikolojisini sergileyen bu şiir, ölümün ardında bıraktığı enkazı yansıtır. Nitekim ölüm trajedisini, insanoğlu yaşadıkça hep çevresinde hissedecektir. Necati Cumalı, ölümlere toplumsal bir hava katar. O, Huri Đle Süleyman şiirinde bu ölümlerin tümünün çevremizde gördüğümüz, bildiğimiz insanların başına geldiğini ifade ederek ölümün sıradan insanların başına gelen bir olgu olduğunu düşünür. Şair, bu insanların ne türlü sıkıntılara duçar olduklarını şiirlerinde yansıtır. Đster savaş meydanında olsun, ister kan davasında veya bir kaza sonucu olsun ölenlerin veya geride kalanların ortak özellikleri gariban olmalarıdır. Bu garibanlık, ölüm trajedisiyle beraber şairin onlara merhamet hissiyle yaklaşmasına yol açar. (halktan, içimizden insanlar) Her kim olursa olsunlar, onların ortak özellikleri vardır. Garibin ölümü yine gariptir. Adları talihsizdir, dertlidir, gariptir. Ardıçlarla meşelerle bir arada büyür, sonra da solar, kurur giderler, ölümlerini duyan bilen olmaz.367 Necati Cumalı’ya göre ölüm hem bedensel, hem de ruhsal olarak bir değişimi ve dönüşümü de beraberinde getirir. Ölüm kendisi ve ardından bıraktıklarıyla büyük bir trajedidir. Đnsan düşünen bir varlık olduğu için bu büyük trajediye katlanmak zorunda kalır. Geride kalan dost ve sevgililer, değişimin ve dönüşümün karşısında çığlık çığlığadır. Bunun sebebi köklü ayrılıktır. Muhakkak ki insan ayrılığın bilincine varan tek canlıdır. Bu bilinçle hareket eden şair, bu köklü değişim karşısında şiirlerini bu temel izlek etrafında kurmaya çalışır. Necati Cumalı, ölümün geride bıraktığı insanlar üzerindeki tesirinin yanında bir de daha yerel bir hava içerisinde, hayvanlardaki yansımalarını irdeler. Nitekim Đbrahim adlı şiirinde Cumalı, ölen sahibinin ardında kalan köpeğe merhamet duygusuyla yaklaşır: Đbrahim bıldır öldü Öksüz kalan köpeği 367 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.103. 195 Her gün dolanır durur Boş bağının içinde Köpeğini gördükçe Görürüm Đbrahim’i Köpeğinin önünde Boynunda sarı poşu Güler karşıdan bana368 Çapa adlı şiirde ise, garip bir köylünün yürek burkan geçmişini anan şair, ölen köylüye yarenlik yapan keçinin, sahibinin gidişini anlamasını belirtir. Burada keçi de bir insan gibi duygu yüklü resmedilerek, köylünün ölümüne daha fazla trajik hava verilmek istenilir. Karısı, bir iki komşusu kendi gibi Toplanmışlar şimdi avluda, Ölüsünü öğleye kaldıracaklar. Keçisi suskun anlamış gittiğini, Çapası geride dayalı duvara.369 Necati Cumalı, hayata sıkı sıkıya bağlı olmasından dolayı ölümü arzulamaz; ölümü öldürmek ister. Ancak bunun gerçekleştirilemeyeceğini bildiğinden ölümün, erken olduğunu belirtir. Şair, insanların ölmeyeceği ve mutlu olacağı bir dünya arzular. Sart adlı şiirde Lydia’nın başkenti Sardes’i bu konuda ideal bir merkez olarak gören şair, ütopik bir tablo çizer. Çizdiği bu tabloda bitkiler, ağaçlar, insanlar hatta eski çobanlar, tutsaklar bile ölümsüz ve mutlu bir şekilde bir arada yaşarlar. Necati Cumalı, ölüme başkaldıran bir kimlik ile karşımıza çıkar. Şair, insanların ölümsüz olarak yaşadığı bir yeri hayal ederken umutlu görünür. Bu da şairin ölüm karşısındaki tutumunu yansıtır. Ayrılık anında kişinin çıkmazları, ölümü zifiri bir karanlığa dönüştürür. Çünkü ölüm karadır, yaşam ise aydınlıktır. Şair, şiirin son mısrasında ölümlü olduğunun farkındadır ve şair de aydınlık olandan karanlık olana 368 369 Cumalı, (Tufandan Önce), BŞ-II, s.44. Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.63. 196 doğru yürür. Ancak şairin, geride bıraktığı miras, ölümün insanları yok etmesine karşı bir duruş sergiler. Necati Cumalı, ölüme karşı çıkarken bencil davranmaz, eski çağlarda yaşamış olan çobanlar ve tutsaklar için de yaşamı ister. Bu yönüyle şair, ölüme karşı toplumun tüm kesimleri için yaşamın devam etmesini arzular. Bitkiler, ağaçlar, insanları ölümsüz Sart ovası kalırken gerilerde dümdüz Dönüşte yepyeni bir umut bu benimki Eski çobanlar tutsaklar bile yaşarken Ey ölüm, git! Bil ki erken daha çok erken!370 Necati Cumalı, savaşın ve ölümün yıkımlarını anlattığı harp yıllarına dikkatleri çektiği şiirlerinde, yaşamın güzelliklerine değinir ve ölüme karşı gelir. Şair, ölüme karşı geldiği şiirlerinin ekseriyetini ölümün erken olduğu düşüncesinden hareketle ele alır. Toplum içerisinde genel bir kanı olan bu düşünce, Kış Günleri adlı şiirde belirgin olarak ortaya çıkar. Savaşta yaralı olan bir askerin duyguları bunu yansıtır. Yeni bir ihtilaçla kısılıyor yüzü “hayır, diyor, hayır ölmeyeceğim Ben daha başındayım hayatın Ben ölmek için ne yaptım?”371 Koğuş adlı şiirinde ise Cumalı, savaşın büyük bir trajedisi olarak gördüğü gençlerin bu vakitsiz ölümü karşısında çaresizdir. Bu ölümler günlerin sıkıntılı olmasına neden olur.372 Şair, hayata doyamadan ölüp gittiklerini belirttiği askerlerin ölümüne büyük bir acı duyar. Necati Cumalı, bu tarz şiirlerinde ölüme karşı çıkar. Ancak bu şiirlerin ortak bir özelliği ölümlerin zamansız olmasıdır. Artık Konuşmadıklarına Göre adlı şiirde ölümün zamansızlığı vurgulanır: 370 Cumalı, (Başaklar Gebe), BŞ-I, s.227. Cumalı, (Harbe Gidenin Şarkıları), BŞ-II, s.198. 372 Cumalı, a.g.e. 201. 371 197 Yarım kalmış cıgara paketleri Çoğunun ceplerinde Demek ölüm ansızın gelmiş Bazısında yok Demek henüz alışmamışlar373 Đnsanın istemi dışında gerçekleşen bu durum şairin, ölüme başkaldırmasına neden olur. Hayattan ayrılmak, kopmak ve düşmek ölümle gerçekleşir. Bundan dolayı Necati Cumalı, gerçeğin kendisi olan ölümü trajik bir çığlık olarak duyumsar. Hiçbir zaman ölümü kabul etmeyen şair, ölümün iyiyi, güzeli, aydınlığı yok edeceğini; karanlığa, umutsuzluğa yol açacağını belirtir.374 Bu gölgenin tüm insanlar için bir sıkıntı olduğunu vurgulayan şair, ölümün insanları yarım bıraktığını belirtir. Necati Cumalı, Taşradan Đstanbul’a Gelenler adlı şiirde kendini anlamlı kıldığı bu dünyada hayatla var olacağını bilir ve hayatın bir soluk gibi insan elinden koparılarak alınmasına isyan eder. Necati Cumalı’ya göre, günün birinde nasıl olsa öleceğiz. Ötesini düşünmek boş, bildiğimiz, sevdiğimiz, inandığımız bu dünyadır. Adımımızı ona göre atmalıyız.375 Bir gün eninde sonunda ölüm gelecekse Güzel olan bu kubbede esen rüzgâr Güzel olan “cesurların çığlıkları” Gönüllerin macerasıdır Demek hayatın hikmeti Değişir adamına göre376 Đnsan için hayat, güzelliklerle dolu olabileceği gibi korku, acı ve sıkıntılarla da dolu olabilir. Önemli olan kişinin hayattan ne beklediği ve onu nasıl algıladığıdır. Yitik Kalyon adlı şiirde insanların yaşamı boyunca yapmış oldukları iyilikleri ve güzellikleri ölümlerinden sonra devam eder. Cumalı, bu tutumu ile dünyayı dolu dolu 373 Cumalı, a.g.e. 205. Cumalı, (Mayıs Ayı Notları), BŞ-I, s.41. 375 CUMALI, “Muzaffer Tayyip Uslu’yu Anıyoruz”, Fikirler Dergisi, S.25-26, Temmuz-Ağustos 1949, s.85. 376 Cumalı, (Güzel Aydınlık), BŞ-II, s.83. 374 198 yaşamak ister. Đyilik ve güzellik içerisinde bir hayat sürmenin peşindedir. Kişi ancak yaptıkları ile yâd edilip anılacaktır. Şair, yaşamı düzeltmek ve onu anlamlı hale getirme arzusundadır. Yaşamın bir amaca göre düzenlenmesi, Necati Cumalı’nın çaresiz kalmamasına, hayat ve işleyişiyle uyum içinde olmasına neden olur. Bu durum, şairi, hayat ve varlığın akışı karşısında olumlu düşünmeye iter. Necati Cumalı, bu düşüncelerle varlığın ve yaşamın değerine dikkatleri çeker. O, yaşamı sever ve yaşama sıkı sıkıya bağlanır. “Necati, bütün varlığıyla bize, fani varlığın havasını vermek davasındadır. Her satırında, her kelimesinde bunu söyler, bunu ispatlar, bunu haykırır. Varım ben, der, yaşıyorum, birazcık benim tarafıma bakınız, dikkat ediniz azıcık bana, buradayım, nah buradayım işte... diye seslenir.”377 Yaşamak türlerin öyküsüdür Ağaçlar yoktur ağaç vardır Denizler içindedir deniz Ölürsek bizden ne kadar ölür Yaşar iyiliğimiz güzelliğimiz Bayraklarla donanırız da Geçeriz bu yitik kalyonda Dolanır havalarda türkülerimiz…378 Necati Cumalı’nın hayattan beklentisi; yaşamı güzelliklerle yaşamak ve öldükten sonra hayırla yâd edilmektir. O, Sümüklüböcek şiirinde semboller kullanarak toplumda gördüğümüz herhangi bir insan gibi yaşamayı arzular. Bir lokma bir hırka felsefesiyle hareket eden şair, adeta fakir insanların yaşamına, yaşamları kadar ölümlerine de imrenir. Şiirde sümüklüböceğin yaşamı, şaire ilgi çekici gelir. Adeta şair, sümüklüböceğe imrenir. Đnsanlığın en büyük problemlerinden olan gözü açlık, şair için küçültücü bir durum olarak belirir. Đnsanların saldırgan tutumunu, hayvani bir his olarak gören şair, savaş içerikli şiirlerinde bunu sık sık dile getirir. Şan, şöhret, para gibi hırslarıyla ise insan, hayvanlardan daha aşağıya çekilerek eleştirilir. Bir lokma bir hırka felsefesi, 377 378 İlhan TARUS, “Necati Cumalı Üzerine Deneme”, Varlık, 1 Ağustos 1955, s.10. Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.192. 199 kanaatkârlığı sembolize eder. Necati Cumalı’ya göre insanın kanaatkâr olması, kişiyi dünya karşısında ezilmekten, boyun bükmekten alı koyar. Sevmem gürültüyü Her türlüsünü sevmem Ün denen patırtıyı da Küçük sümüklüböcek Taşır kabuğunu sırtında Nemli sabahlarla kardeş Can ciğer yeşil otlarla Yaşar bir lokma bir hırka379 Necati Cumalı, bir lokma bir hırka yaşam sürme isteğini bir başka şiirinde belirtir. O, Güzel Ölüm adlı şiirinde sade bir hayat sürmek arzusunu taşır. Ve bu sade yaşamın sonunda sade bir ölümü düşler, çiçekler gibi, kelebekler gibidir bu ölüm. Cumalı için hayatın anlamı; sevmek ve sevilmektir. Onun gözü ne paradadır, ne de şan ve şöhrettedir. Cumalı, bu kısacık dünyada hayatı dolu dolu yaşamak ister. Ne güzel ölüyor çiçek Öyle isterdim ölmek Ne zengin olmakta gözü Ne övündü renkleriyle Sofrası gelene açık Kelebek börtü böcek Cömert alçakgönüllü Savurdu tozlarını yele Severek sevilerek Geçti kısacık ömrü Sevdiğim karşı tepelere Gözlere görünmeden ben de Savrulsam penceremden 379 Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-II, s.274. 200 Güzel olurdu ölmek380 Sade bir yaşam arzusu içinde olan Cumalı, severek, sevilerek kısacık ömrünün geçmesini istemektedir. Pencere şiirinde şair, ömrün kısalığından yakınır. Ömür kısa, zaman dardır. Cumalı, hayatı küçük bir deliğe benzetir. O delikten ne gördükse yaşadığımız da o kadardır. Necati Cumalı için asıl olan bu küçük anı dolu dolu yaşamaktır. Biz birer Küçük pencereyiz Pencere bile değil Küçük birer delik Ne gördükse O delikten gördük O kadar yaşadığımız Bütün bildiğimiz Dünyaya geliriz Açılır o pencere Bir gün hiç anlamadan Kapar gideriz381 Şair, ölüme karşı yaşamı savunur, ancak o, bu tutumunda bencil davranmaz. Çevresinde olup bitenlere kulağını tıkamaz. O, kimi zaman temerküz kamplarında vurulup ölen bir askerin yanında, kimi zaman ise Anadolu’nun ücra bir köyünde, kasabasında herhangi bir sebeple adam öldürmelere tanık oluyor. Her kimin ölümü olursa olsun şair, onların ölümünü derin bir üzüntüyle karşılar. “Necati Cumalı, acının şiirini yazıyor. Ya kendi acısını, ya öbür insanların acısını… Kendi acısı bitince öbür insanlara dönüyor. Onlarınki bitince kendine… dönecek amma dönemiyor. Onların acısı bitmiyor ki…”382 Her ne sebeple olursa olsun ölüme karşı olan şair, çaresizce ölümün bir kader olduğunu da kabullenir. 380 Cumalı, (Bozkırda Bir Atlı), BŞ-II, s.270. Cumalı, (Aç Güneş), BŞ-I, s.161. 382 Turhan GÜRKAN, “Şiirimizde Yalnızlık Duygusu”, Türk Sesi, İstanbul, 18 Haziran 1955, s.18. 381 201 3. SONUÇ Tanzimat döneminde Türk Edebiyatı, Batı Edebiyatından çok etkilenir. Bu dönemde sosyal, siyasal ve iktisadi hayat gibi edebiyat da yönünü Batıya doğru çevirir. Batı tarzı şiir kendini bu dönemde hissettirmeye başlar ve Cumhuriyet devri ile zirve yapar. Cumhuriyet devrinde ise şiir, sadece şekil bakımından bir değişime uğramaz, aynı zamanda içerik de değişir ve genişler. Bu dönem şiiri, toplumsal konulara belirgin bir şekilde eğilir. Savaşlar, ölümler, yıkımlar ve ekonomik krizler edebiyatçıları toplumsal duyarlılık geliştirmesine yol açar. Toplumun içinde bulunduğu dar boğazı edebiyatçılar, kalemleri ile aşmaya çaba gösterir. Necati Cumalı, edebiyatın hemen her türünde eser kaleme almıştır. Şair, herhangi bir edebi topluluk içerisinde yer almamıştır. Cumalı, edebi hayatında yalın ve öznellikten yana olmuştur. Cumhuriyet devri şairleri arasında yer alan Necati Cumalı, kendine özgü konuları ve bu konuları işleyişiyle Türk Edebiyatı içerisinde kendine yer bulmuştur. Đçinde yaşadığı topluma önem veren Necati Cumalı, yazmış olduğu şiirlerinde bireylerden hareket ederek toplumsal sorunlara dikkat çeker. Necati Cumalı, şiir konularını yaşamından tanık olduğu olaylardan hareketle belirler. Bunların malzemesinin çoğu, şairin bizzat yaşadığı tecrübelerdir. Necati Cumalı’nın şiirleri geniş bir insan albümü sunar. Kendisini ve çevresini şiire kolaylıkla konu edinen şair, insani değerleri ön plana çıkarır ve şiirlerini bu doğrultuda şekillendirir. Toplumu yakından ilgilendiren olaylar ve durumlar karşısında kayıtsız kalmayan Necati Cumalı, Türkiye’nin yaşamış olduğu dış göç ve iç göç olgularını ele alır. Cumalı, olayın ekonomik boyutları ile insan ve toplum yaşamlarına etkilerini gözler önüne serer. Türkiye ekonomisinin bir türlü düzelememesi insanlarımızı yoksul bir hayat sürmeye zorlar. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar, ülke insanını zor 202 şartlar altında bırakır. Türkiye’de işsizlik, yoksulluk ve toprağın verimsizliği gibi gerekçeler Türk insanını yurt dışına göç etmesini hızlandıran temel nedenlerdir. Göçe karar verenlerin trajik halleri Cumalı’nın şiirlerinde kendini bulur. Necati Cumalı’nın şiirlerinde göç, yeni ümitlerin gerçekleşebileceği hissiyle yapılır. Karşılaşılan zorluklar, zorlu yaşam koşulları ve bunun oluşturduğu psikolojik kırgınlık hem dış, hem iç göçte karşılaşılan durumlardır. Necati Cumalı’nın şiirlerinde; kırdan kente göç olgusu üretim ilişkileri açısından değil, bir yazgı olarak ortaya konur. Popülist duyguculuk egemen kılınır gerçekliğe bakış açısına. Bu duygusal yoğunlukla ele aldığı şiirlerinde şair, insan gerçeğine dikkat çekerek göç olgusuna şefkat elini uzatır. Necati Cumalı’yı üzen durum salt olgunun kendisi değildir. Cumalı’nın şiirlerinde köyden kente göç, insan yaşamına kazandırdıkları ile hayattan aldıkları arasındaki derin uçurumun belirlemiş olduğu bir atmosferde işlenir. Bu farklılık, şiirlerin trajik boyutunu belirler. Toplumsal konulara duyarlılığıyla bilinen Necati Cumalı, kentleşme ve kentleşmeyle beraber ortaya çıkan gecekondu sorununa değinir. Yoğun göç sonucu devasa bir şehre dönen Đstanbul, Necati Cumalı’nın, bu olguları konu edindiği şiirlerinin mekânı olarak dikkat çeker. Đşsiz kalan, ailesine asgari geçimlerini sağlayacak oranda gelir elde edemeyen kesim, git gide kent için büyük sorunlar oluşturmaya başlar. Gittikçe artan bir nüfus yığılmasıyla beraber şehir, anormal bir büyüme gösterir. Nitekim kırdan kente/başka ülkelere yapılan göçler, sokakta çalışan çocukların sosyal hayattaki yeri, gecekondu yaşamının zorluğu, kırsal bölgelerin sorunları gibi toplumsal konuların temelini yoksulluk belirler. Yoksulluk olgusu, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin çok boyutlu sorunlarından biri, belki de en dinamik olanıdır. Yoksulluk, çoğu zaman bir yandan sistemin istenmeyen fakat kaçınılmaz yan etkisi; öte yandan da toplumların veya bireylerin kendi yetersizlikleri olarak görülür. Necati Cumalı’nın savaş konulu şiirlerinde cephelerde çarpışan askerler bile yoksullukları ile ön plana çıkarılır. Yoksulluğun insan yaşamına olan etkisi gözler önüne serilir. 203 Dünyada gün geçtikçe artan ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, özellikle gelişmişlik düzeyi düşük olan Türkiye’deki insanların yaşamlarını devam ettirebilmelerini ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini giderek zorlaştırır. Bunun bir sonucu olarak yoksulluk, ülkenin üstesinden gelmekte zorlandığı en önemli sorunlardan biri haline gelir. Ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarına bir çıkış yolu bulunamaması, Necati Cumalı’yı bu konularda daha da duyarlı hale getirir. Şair, toplumun yoğun olarak hissettiği yoksulluk konusunda çeşitli şiirler kaleme alarak bu duyarlılığını gösterir. Avrupa merkezli olarak başlayan ardından dünyanın dörtte üçünde 1939-1945 yılları arasında devam eden II. Dünya Savaşı, Türkiye’de yaşanmamış olmakla beraber bu yıllarda ülkeyi son derece güç şartlar altında bırakır. Türk milleti bu dönemde savaşa katılmayan diğer milletler gibi şanslıdır, ancak küreselleşen dünyada Türk milleti de pek çok sıkıntıya maruz kalır. Türk ve dünya edebiyatının mensupları, ülkelerini derinden etkileyen her siyasi ve sosyal olay gibi II. Dünya Savaşı’nı da edebiyat için bir malzeme olarak görür ve bu tarihi trajediyi, gelecek nesillere aktarmayı kendilerine bir görev bilirler. Đlk şiirlerinde aşk ve yaşam sevgisi gibi daha çok bireyi ilgilendiren şiirler kaleme alan Necati Cumalı’nın, savaşın hâkim olduğu bir zamanda savaş konulu şiirler yazması yadsınamaz. Ne var ki, bu savaş döneminde iki yıl askerlik yapması şairin, savaşın korkusunu, acımasızlığını ve çirkin yüzünü görmesine neden olur. Đki yıllık bu süre Cumalı’nın şiirlerinde önemli değişikliklere yol açar. Şair, savaş yıllarını kimi zaman içerden, kimi zaman da dışarıdan başarılı bir şekilde yansıtır. Bu bakımdan, izlek (tema) bütünlüğü tüm şiirlere yayılır. Tek tek şiirler bir bütünün parçaları gibidir. Necati Cumalı, savaşın dehşetini, acılarını safça bir şaşkınlıkla dile getirir. Cumalı, savaşın niteliğinin bilincindedir ve savaşın yıkıcılığını gerçekçi bakış açısıyla dışa vurur. 204 Necati Cumalı, II. Dünya Savaşının yanında 1936-1939 yılları arasında gerçekleşen Đspanya Đç Savaşını da şiirlerine taşır. Dünya bu savaş ile birlikte ikiye bölünür. Dünya, milliyetçiler ve cumhuriyetçiler olarak ayrışır. Cumalı, savaşı Đspanya’nın bir iç meselesi olarak görmenin ötesinde, bu harbin, tüm insanlığın mücadelesi olduğunu vurgulayarak insanların bu mücadeleye kayıtsız kalmamasını ister. Kayıplarıyla, trajedisiyle, ölümleriyle II. Dünya Savaşı, yakın tarih üzerinde daha fazla yara açmasına rağmen; Necati Cumalı, siyasi bir duyarlılık göstererek Đspanya Đç Savaşı’nın uygarlık tarihinin en önemli kavşağı olduğunu vurgular. Cumalı, savaş konularının yanı sıra toprak ve su anlaşmazlıklarından kaynaklanan savaşımı ile dönemin siyasi buhranlarından kaynaklanan sağ-sol çatışmalarını şiirine insani bir duyarlılıkla aktarır. Edebi hayatında belli başlı bazı kırılmalar yaşayan Necati Cumalı, insanlığın var olmasından bu yana mevcudiyetini koruyan ölüm temini es geçmez. Edebi yaşamında kırılmalara neden olan durumlar, hiç şüphesiz şairin, gençliğinin baharında yapmış olduğu iki yıllık askerlik ile tüm insanların ortak problemi olan yaşlılık dönemidir. Şair, askerlik döneminde kaleme aldığı ölüm içerikli şiirlerinde daha çok, ölümü kabullenememe ve ölüm korkusu gibi duygular ile geride kalanların içler acısı hallerini şiirlerine yansıtır. Yaşlılık yıllarına doğru yazmış olduğu şiirlerde ise Necati Cumalı’nın üslubuna, daha çok, ölümü kabullenme ya da ölümü yenip ölümsüzleşmek gibi duygular hâkim olur. Necati Cumalı, ölüm duygusunu konuştururken bütün insanlığın da aynı ortak duygusunu dile getirir. Şairin, ölüm duygusunu ele alışı, ne mistik bir havada ele alınır ne de nihilistler gibi ölüm bir yok oluş olarak görünür. O, toplumda herhangi bir insanın duygusunu, düşüncesini şiirlere yansıtır. Necati Cumalı, aslında bir iç huzur arayışında değildir ve yaşamından memnundur. Etrafındaki nesne ve varlıkları gerçek kimliklerinin ötesinde bireysel bir dönüşümün merkezine çekmeyen şair, şiirlerinde korku ve tedirginlik olmasına rağmen karamsar bir tablo çizmez. O, şiirlerinde herhangi bir insanın, ölüm karşısında takınacağı duyguyu yaşatır. 205 Necati Cumalı, genel olarak yurt ve insan gerçeğine eğilmeyi, kentte ve kırsal bölgelerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı başarır. Şair, yurdun bütün kesimlerini, bütün çevrelerini, insanlarını yansıtan bir ayna olmuştur. Ege kasabalarından Çukurova’ya, Doğu Anadolu’dan metropollerin gecekondu mahallelerine kadar yayılan çevreler, cephelerde savaşan askerler, tütün üreticileri, fabrika işçileri, gurbetçiler, kimsesiz çocuklar gibi geniş bir çevre ve insan albümü şiirlerde boy gösterir. 206 KAYNAKLAR ADA, Ahmet, “Yıllarca Bir Geyiğin Ardından”, Türk Dili, S. 350, Şubat 1981. s.481-492. AKBAL, Oktay, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Bütün Kötülükler Geçer, Yaşar Đyi ve Güzel Olan”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996. S.91-95. AKKAYA, Ünal, Almanya’daki Türk Medyası ve Türk Medyasının Türk Göçmenlerin Kültürel Yapısına ve Entegrasyon Çabalarına Etkisi, ( Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Sakarya, 2006. AKTAŞ, Şerif, “Necati Cumalı”, Türk Dili, S.454, Ekim 1989. s.198-203. ARSLAN, Adile, “Türkiye’de yeni Kentli Yoksulluk Biçiminde Bir Kesit: Van’daki Dere Kenarları” Van Dosyası: Teknolojik Afet, Zorunlu Göç, Yoksulluk, Mimarlık, TMMOB Mimarlık Odası Yayınları, Ankara, 1998. ARSLAN, Nihayet, “Necati Cumalı”, Türk Dli, S. 590, 2001, s. 217-220. AYTAÇ, Ömer - AKDEMĐR Đlhan Oğuz, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk Sorunu”, Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.50-77. BATU, Selahattin, “Yağmurlu Deniz”, Varlık, 15 Mayıs 1968. s.13-17. BERK, Engin, “Yazarlar ile Yazdıkları Arasındaki Garip Yol”, Sincan Đstasyonu, S.17, Ocak 2009. s.3-4. BOYNUKARA, Hasan, “Edebiyatın Tükenmez Malzemesi: Yoksulluk”, Yoksulluk, III. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul. s.196-211. BOYSAN, Burak, “Global Köyün Şehir Kültürü”, Görüş Dergisi, S.28, Đstanbul: TÜSĐAD, Kasım-Aralık 1996. s.34-38. BUZ, Sema, “Yoksulluk ve Göç”, Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.150-163. CAN, Yücel, “Yoksulluğun Yeniden Üretildiği Mekânlar Olarak Kentler”, Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.78-89. CANBERK, Eray, “1940 Kuşağı Şiiri ve Günümüz Şiirine Etkileri” HECE-Türk Şiiri Özel Sayısı, S.53.54.55 Mayıs/Haziran/Temmuz, s.102-112. 207 CUMALI, Necati, Aşklar Yalnızlıklar (Bütün Şiirler-I), Can Yayınları, Đstanbul, 1985. CUMALI, Necati, “Etiler Mektupları”, Türk Dili, S.364, 1982, s.202-207. CUMALI, Necati, Kısmeti Kapalı Gençlik (Bütün Şiirler-II), Can Yayınları, Đstanbul, 1986. CUMALI, Necati, “Kendimle Konuşma”, Türk Dili, S.350, Şubat 1981, s.490-502. CUMALI, Necati, “Muzaffer Tayyip Uslu’yu Anıyoruz”, Fikirler Dergisi, S.25-26, Temmuz-Ağustos 1949, s.85-93. CUMALI, Necati, “Necati Cumalı Özeleştirisini Yapıyor”, Yeni Edebiyat, S.7, Mayıs 1971, s.6-12. CUMALI, Necati, “Raik Alnıaçık’a Mektup”, Türk Dili Dergisi, S. 30, MayısHaziran 1992, s.50-55. CUMALI, Necati, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Mart 1980. CUMALI, Necati, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Haziran 1979. CUMALI, Necati, Makedonya 1900, Çağ Pazarlama, Cumhuriyet Kitapları, Đstanbul, 2004. CUMALI, Necati, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Yaşamın Diyeti”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s.96-98. CUMALI, Necati, Revizyonist, Tekin Yayınevi, Đstanbul, 1980. DOĞAN, M. Cihangir, “Gecekondu Bölgelerinde Đşsizlik ve Yoksulluk Problemi” Yoksulluk, II. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.140-149. ERTOP, Konur, “Necati Cumalı Denince…”, Yeni Edebiyat, S. 1, 1969, s.12-21. ERTOP, Konur, “Necati Cumalı’nın Şiirinde Urla’dan Đzler”, Türk Dili Dergisi, S. 30, Mayıs-Haziran 1992, s.43-49. GĐTMEZ, Ali Sait, Dış Göç Öyküsü, Maya Matbaacılık ve Yayıncılık, Ankara, 1979. GÜMELĐ, Turgay, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları ve Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm Romanlarında Köyden Kente Göç ve Yoksulluk, (Yedi Tepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi), Đstanbul, 2006. GÜRKAN, Turhan, “Şiirimizde Yalnızlık Duygusu”, Türk Sesi, Đstanbul, 18 Haziran 1955, s.18-23. Hürriyet Gazetesi, 17 Şubat 1969. 208 KALE, Nesrin, “Đnsan Hakları Bağlamında Yoksulluk”, Yoksulluk, I.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.70-79. KAPLAN, Mehmet, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yayınları, Đstanbul, 1975. KARATAY, Abdullah, LÂÇĐN Arif, YĐĞĐT Talip, PALA Hayrettin, “Beyoğlu Bölgesinde Yaşayan Yoksul Aileler ve Sokakta Çalışan Çocuklar”, Yoksulluk, III. Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.254-271. KARPAT, Kemal H., Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Đmge Kitapevi, Ankara, 2003. KAVCAR, Cahit, “Gülten Dayıoğlu ve Dış Göç Edebiyatı”, Roman Kahramanı Fadiş’in Doğumunun 30. Yılında Çağdaş Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarı Gülten Dayıoğlu ve Yazını Ulusal Sempozyumu, 24-26 Mayıs 2001, Osmangazi Üni., Eskişehir 2001. KELEŞ, Ruşen, Kentleşme Politikası, Đmge Yayınevi, Ankara, 1997. KEMAL, Nazım, “Denizin Đlk Yükselişi”, Yeni Sabah, Đstanbul, 3 Ocak 1955, s.2328. KEMAL, Nazım, “Yalnız Kadın”, Yeni Sabah, 13 Haziran 1955, s.19-21. KOLAÇ, Emine, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, “Gülten Dayıoğlu’nun Yurdumu Özledim Romanında Dış Göç Sorununun Çocuk Boyutu”, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 3/7 Fall 2008, s.458-476. KONGAR, Emre, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitapevi, Đstanbul, 2004. NARLI, Mehmet, “ Almanya’ya Göçün Türk Romanına Yansıması”, HECE-Türk Romanı Özel Sayısı, S. 65/66/67, Ankara, 2002, s.388-401. ÖZDEMĐR, Yücel, http://www.evrensel.de/index.php?news=2733, Almanya’ya Göç, Erişim Tarihi: 3 Kasım 2007. ÖZSOY, Osman, http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=142954, FB, GS ve BJK’nin alet olduğu çirkinlik… Erişim Tarihi: 27 Mayıs 2008 SEZER, Sennur, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Buğdaydan Öğrenilen Bir Şiir”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 20 Nisan 1996, s.14-16. 209 TANĐLLĐ, Servet, Yaşlanmaz Şair Çocuk Necati Cumalı’ya Selam Seçkisi, “Edebiyatımızın Genel Aydınlığı”, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ankara, 6 Mayıs 1996, s.18-19. TARUS, Đlhan, “Necati Cumalı Üzerine Deneme”, Varlık, 1 Ağustos 1955, s.10-14. TAŞ, Songül, Necati Cumalı ve Oyunları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001. TUNCER, Selahattin, “Güzel Aydınlık’tan Viran Dağlar’a-Necati Cumalı’dan bir Ağıt, Bir Roman”, Cumhuriyet Kitap, S.734, 11 Mart 2004, s.8-10. TÜFEKÇĐ, Necati, “Kanlı Pazar, Đktidar Gözetiminde Kanlı Oyun!”, http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=287568 TÜFEKÇĐOĞLU, Hayati, Đstanbul’da Sokaklar ve Đsimleri Üzerine Bir Alan Araştırması (Cihangir-Fındıkzade-Pendik Örneği), 1997, yayınlanmamış doçentlik tezi. TÜRKDOĞAN, Orhan, “Türk Toplumunda Yoksulluk Kültürü”, Yoksulluk, I.Cilt, Deniz Feneri Yayınları, Đstanbul, s.104-109. VĐLAR, Pierre, Đspanya Đç Savaşı, (Çev. Işık Ergüden) Dost Kitapevi, 2007. 210 ÖZET YILDIRIM, Ahmet. Necati Cumalı’nın Şiirlerinde Toplumsal Eleştiri, Yüksek Lisans Tezi, Van, 2011. Cumhuriyet devri şairleri arasında yer alan Necati Cumalı, kendine özgü konuları ve bu konuları işleyişiyle Türk Edebiyatı içerisinde kendine yer bulmuştur. Edebiyatın hemen her türünde eser kaleme alan Necati Cumalı, herhangi bir edebi topluluk içerisinde yer almamıştır. Şair, edebi hayatında yalın ve öznellikten yana olmuştur. Đçinde yaşadığı topluma önem veren Cumalı, yazmış olduğu şiirlerinde bireylerden hareket ederek toplumsal sorunlara dikkat çeker. Necati Cumalı, şiir konularını yaşamından tanık olduğu olaylardan hareketle belirler. Bunların malzemesinin çoğu, şairin bizzat yaşadığı tecrübelerdir. Necati Cumalı’nın şiirleri geniş bir insan albümü sunar. Kendisini ve çevresini şiire kolaylıkla konu edinen şair, insani değerleri ön plana çıkarır ve şiirlerini bu doğrultuda şekillendirir. Şairliğini iki döneme ayırdığımız Necati Cumalı, özellikle ikinci dönem şiirleri olarak adlandırdığımız 1960 sonrası şiirlerinde toplumsal konulara öncelik verir. Toplumsal konulara kayıtsız kalmayan şairlerden biri olan Cumalı, şiir hayatına Đkinci Dünya Savaşı yıllarında başlar. Büyük yıkımların olduğu bu dönemde, ülkede de siyasi ve ekonomik birçok sıkıntı kendini gösterir. Böyle bir atmosferde çıraklığını atlatan şair, ilk dönem şiirlerinde birey odaklı şiir yazmasına karşın ikinci dönem şiirlerinde toplumu merkeze alarak şiirlerine ideolojik bir söylem kazandırır. Necati Cumalı’nın şiirleri, küçük insanın toplum içerisindeki sıkıntılarını irdelemesi bakımından önem arz eder. Toplumsal olaylara müdahale edilebileceği ve dünyanın bir amaca göre dönüştürülebileceği inancı, Cumalı’nın sanatının alt katmanına yerleşmiş bir olgu olarak gösterilebilir. Necati Cumalı, genel olarak yurt ve insan gerçeğine eğilmeyi, kentte ve kırsal bölgelerde yaşanan toplumsal ilişkileri yansıtmayı başarır. Şair, yurdun bütün 211 kesimlerini, bütün çevrelerini, insanlarını yansıtan bir ayna olmuştur. Ege kasabalarından Çukurova’ya, Doğu Anadolu’dan metropollerin gecekondu mahallelerine kadar yayılan çevreler, cephelerde savaşan askerler, tütün üreticileri, fabrika işçileri, gurbetçiler, kimsesiz çocuklar gibi geniş bir çevre ve insan albümü şiirlerde boy gösterir. Anahtar Sözcükler Necati Cumalı, Toplumsal, Şiir, Gerçekçilik, Kır, Kent, Savaş, Göç, Yoksulluk, Đnsan, Ölüm, Gecekondu 212 ABSTRACT YILDIRIM, Ahmet. Sociteal criticism in poetry of Necati Cumalı, postgraduate thesis, Van, 2011 Necati Cumalı,taking part among the poets of Republic period,gained a place in turkish literature with his distinctive subject matters and the discussion of these matters. Necati Cumalı that wrote almost every kind of literary Works, did not take part in any litarary community. The poet favoured plain and subjectivity in his literary life. As he emphasises on the society that li ves in, cumalı draws attention to the social problems in his poems by embarking on individuals. Necati cumalı determines the subjects of his poems according to the events that he wittnessed. Most of them are the experiences of the poet himself. The Poetry of Necati Cumalı presents us a wide human portrait. The poet that brings himself and his environment up easily in his poetry, puts human values forward and forms his poems through this sense. Necati Cumalı ,that we divides his poesy into two periods, gives priority to social issues in his later 1960 poems which are called as especially Second Period poetry. Cumalı ,one of the poets who is not indifferent to social issues, begins his poetry life during The World War II. In addition to massive destructions during that period there occurs lots of political and financial problems. The poet, completing his apprenticeship such atmosphere, gains an ideological expression to his poems by centering society in his second period poetry although he writes individual-centered poems in his first period poetry. Poems of Necati cumalı are quite important in terms of examining the burdens of a humanbeing in the society. The belief that it is possible to interfere in social events and to change the world into a better condition with great efforts, can be presented as the basic phenomenon of his art. Necati cumalı accomplishes to represent the homeland and human facts, and to Express the social relationships in urban areas and countryside. The poet became 213 like a mirror that reflected the entire people, and all the surroundings of the country. In his poems there appears human portrait and a wide range of environment; such as the soldires in battles, tabacco manufacturers, factory workers, expats, the homeless; and the surroundings that spread from The Agean towns to Çukurova and form Anatolia to shacktowns in cities. Keywords Necati cumalı , societal poetry, realism, countryside, urban area, battle, immigration, poverty, human, death, shack