Sufi Studies Cilt/Volume: 5 Sayı/Issue: 9 Kış/Winter 2014
Transkript
Sufi Studies Cilt/Volume: 5 Sayı/Issue: 9 Kış/Winter 2014
Sahibi: Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği adına Mehmet Veysî DÖRTBUDAK Editör: Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Gürol PEHLİVAN Yabancı Dil Danışmanları Prof. Dr. Metin EKİCİ Mehmet Nuri ERDEM Emine ERSÖZ Sanat Danışmanı Özkan BİRİM Teknik Sorumlu Ramazan ÇELİK Yazışma Adresi 5527 sok. No: 41/11 Uncubozköy / MANİSA Elmek: [email protected] Tibyan Yayıncılık Basım Yayım Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. 1145/1 Sok. No: 55/A Yenişehir – İzmir Tel: 0232 459 77 78 - 0532 424 94 91 e-posta: [email protected] - web: www.tibyanyayincilik.com Kültür Bakanlığı Sertifika No: 16613 Mayıs – 2014 SÛFÎ ARAŞTIRMALARI SUFI STUDIES Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies Cilt/Volume: 5 Sayı/Issue: 9 Kış/Winter 2014 ISSN 2146-1449 Yılda iki sayı yayımlanan uluslararası hakemli bir dergidir. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği'nin yayın organıdır. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 8 z z z YAYIN KURULU Dr. hc. Esin ÇELEBİ BAYRU (Uluslararası Mevlânâ Vakfı II. Başkanı) Prof. Dr. Rahmi KARAKUŞ (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Himmet KONUR (Dokuz Eylül Üniversitesi) Doç. Dr. Nuri ŞİMŞEKLER (Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Araş. Ens. Md.) Doç. Dr. Cahit TELCİ (Kâtip Çelebi Üniversitesi) BİLİM KURULU Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ (Muğla Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Annagurban AŞIROV (Türkmenistan İlimler Akademisi, Türkmenistan) Prof. Dr. Rami AYAS (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Osman BİLEN (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Tahsin CEMİL (Cluj Babeş-Bolyai Üniversitesi, Romanya) Prof. Dr. Okan DAHER (Helsinki Üniversitesi, Finlandiya) Prof. Dr. İlhan GENÇ (Düzce Üniversitesi) Prof. Dr. Turan GÖKÇE (Kâtip Çelebi Üniversitesi) Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşe İLKER (Celal Bayar Üniversitesi) Prof. Dr. Alimcan İNAYET (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Cabbar İŞANKUL (Özbekistan Bilimler Akademisi, Özbekistan) Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Adnan KARAİSMAİLOĞLU (KırıkkaleÜniversitesi) Prof. Dr. Seyit KASKABASOV (Avrasya Üniversitesi, Kazakistan) Prof. Dr. Süleyman KAYIPOV (Çüy Üniversitesi, Kırgızistan) Prof. Dr. Zeki KAYMAZ (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN (Harran Üniversitesi) Prof. Dr. Atabey KILIÇ (Erciyes Üniversitesi) Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Aynur KOÇAK (Yıldız Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Galina MİSKİNİENE (Vilnius Üniversitesi, Litvanya) Prof. Dr. Amin ODEH (University of Al-i Beyt, Ürdün) Prof. Dr. Ahmet ÖGKE (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Naseem Ahmad SHAH (University of Kashmir, Hindistan) Prof. Dr. Elfine SIBGATULLİNA (Alabuga Devlet Pedegoji Üniversitesi, Rusya Fed.) Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Prof. Dr. Ahmet Hakkı TURABİ (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN (İzmir Ekonomi Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşe ÜSTÜN (Uşak Üniversitesi) Prof. Dr. Emine YENİTERZİ (Medeniyet Üniversitesi) Doç. Dr. Safi ARPAGUŞ (Marmara Üniversitesi) Doç. Dr. Ziya AVŞAR (Bozok Üniversitesi) Doç. Dr. Gülgün ERİŞEN YAZICI (Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK (Selçuk Üniversitesi) Doç. Dr. Mustafa SARI (Mevlânâ Üniversitesi) Doç. Dr. Ömer Faruk TEBER (Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Fatih USLUER (TOBB Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Gül GÜLER (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLER (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Sezai KÜÇÜK (Sakarya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Furkan ÖZTÜRK (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. A. Yılmaz SOYYER (Süleyman Demirel Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa TATÇI (Gazi Üniversitesi) Yurtdışı Temsilcileri Prof. Dr. Amin ODEH (Ürdün) Prof. Dr. Naseem Ahmad SHAH (Hindistan) Prof. Dr. Elfine SIBGATULLİNA (Rusya Federasyonu) Dr. Seema ARİF (Pakistan) Dr. Güzel TYUMOVA (Tataristan) Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z İÇİNDEKİLER EDİTÖRDEN ............................................................................................. IX Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM MANİSA MEVLEVÎHÂNESİ ŞEYHİ MEHMED BAHÂEDDİN EFENDİ'NİN TEREKESİ (1771) ................................................................... 1 The Estate Inventory of Mehmed Bahâeddin Efendi, Sheikh of Manisa Mevlevîhânesi (1771) Ertan GÖKMEN URFA DEDE AVNİ HAZİRESİNDEKİ TARİHİ MEZARTAŞLARI ......................................................................................... 59 Historical Graveyard In Dede Avni Cemetery In Urfa Gül GÜLER EĞİRDİR MEVLİVİHANESİ MİMARİSİ VE YENİDEN KULLANIM ÖNERİSİ ................................................................................ 95 Architecture of the Eğirdir Mevlevîhâne and a Proposal for Reuse Hasan HAŞTEMOĞLU MESNEVÎ ŞÂRİHLERİNE GÖRE MESNEVÎ'DEKİ BAZI HAYVAN METAFORLARINA YÜKLENEN ANLAM VE KAVRAMLAR ............................................................................................. 115 Meanings and Concepts Given to Some Animal Metaphors in Mesnevi According to Mesnevi Interpreters Turgut KOÇOĞLU TANITMALAR: Mahmut Kaplan, Hayriyye-i Nâbî, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 2008 (İkinci Baskı), VII+317 sayfa, ISBN: 978-975-16-0681-5 ......... 129 Mustafa GÜNEŞ HABERLER “Günümüzde Yurt İçi Mevlevîhânelerinin Durum ve Konumları” Sempozyumu ....................................................................................... 133 Hakan KUYUMCU Selman KARADAĞ VII Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği VIII Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z EDİTÖRDEN Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler. Yevme lâ yenfe‘uda kalb-i selîm isterler. Hz. Peygamber (sav)’e gelen İslam vahyi Mekke döneminde on üç yıl boyunca muhataplarına amelî anlamda neredeyse hiçbir yük yüklememiş sadece tevhid inancı ve ahlaki değerler üzerinde durmuştu. Zira inanç, şirkten; ahlak da zulüm ve riyadan arındırılmadığı takdirde yapılacak olan ibadetler ve diğer yükümlülükler dindarlık adına fazla bir değer taşımayacaktı. Gönül güzelleşmeden bedeni eylemlerin güzelleşme imkânı yoktu. Bu sebeple Mekkî âyetler; Rabbimize boyun eğmek, varlıklarımızı başkalarıyla paylaşmak, kendi dışımızdaki insanları önemsemek, akraba bağlarını güçlendirmek, sadakatli olmak, riyadan uzak durmak, zulmün her türlüsünden kaçınmak gibi temel ahlaki değerleri ısrarla tekrarlamış, verdiği misalleri hep bu amaca matuf olarak zikretmiştir. Bu amaç, Şuara suresinin 88 ve 89. âyetlerinde ifadesini bulan “Kalb-i selîm”in her mü’min için lâzımî bir sıfat haline gelmesidir. Yazımızın başına aldığımız Bağdatlı Ruhi’nin beyti de bu âyetin Türkçe manzum ifadesinden başka bir şey değildir. Kalb-i selîm, “Sizde bir et parçası var, o güzelleşince bütün vücudunuz güzelleşir.” hadis-i şerifinde dile getirilen gerçekle ilgili bir hüsnü hâtimedir. Artık beden gözünün yerine gönül gözü hükmünü icra eder. Kişi yükümlülüklerini yerine getirirken sadece rıza peşinden koşar. “Bana Seni gerek seni” sevdasına düşer. Bu anlayış hem ruhuna hem azalarına siner. Zahiri ameller yük değil, bir şevktir onun için. Söz gelimi çağdaş maddeci insanın ayak bağı ve yük olarak gördüğü yaşlılar onun için bir bereket ve rıza vesilesidir. “Onun aşka merakı ezeldendir, âşık olduğu kişi ise sadece güzel bir bahanedir.” Kalb-i selim sahibinin kulağı da gönül kulağıdır. Varlık âleminde her IX Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği şeyin Yüce Allah’ı tesbih ettiği (İsra 17/44) ve çoğu kimsenin duymadığı, anlamadığı gerçek ona ayan olur. “…Bir an bile olsun mümkün mü seni unutmak, her şey dile gelmiş bana Cânânımı söyler” ifadeleri onun âmentüsüdür. Edindiği Yunus kulağıyla Allah’ı tesbih eden hiçbir bitkiye dokunamaz. Hacca giden kişinin ihramlıyken varlığa ve canlıya karşı duymak zorunda olduğu saygı artık onun hayat tarzıdır. O, bu anlamda hayatının tamamında ihramlıdır. Bugüne dair de bir şeyler söylemek gerek. Zira sûfi bugünden kopuk olamaz. Kendi dışımızda yaşananlara da sûfî gözüyle bakmak gerekiyor. Dinî anlamda her şeyin zahiriyle değerlendirdiği bir dünyada milli değer adına, sanat adına, estetik adına var olan ya da var kılınan her şeye şirk gözüyle bakan bir zihniyet revaç buluyor. Dün bid’at ve şirk bahanesiyle sahabe kabirlerini yıkan anlayış, bugün Ravza-i Mutahhara’ya göz dikmiş halde. Arkasından dört duvardan ibaret Kâbe’ye sıra gelir mi? Ne dersiniz? Mültezem’e tutunarak ya da örtüsüne bürünerek ağlayanlar, Hacerü’l-Esved’i öpme aşkında olanlar bu zihniyete göre şirk koşmuyorlar mı? Aman Allah’ım! Kalb-i selim’den uzak bir anlayış ne şenaatlere kapılar aralıyor! Yine dün benzer zihniyet Hz. Ali efendimizi tekfir edip kanını helal görmüyor muydu? İbret gözüyle bakınca “tarih tekerrür mü ediyor acaba” demekten alamıyor insan kendini ve anlıyor kalb-i selimin önemini değerini. Bilmem şu benzetme haddi aşmak olur mu? Hz. Âdem, Yüce Allah’ın üflediği ruhla canlandı ve anlamlandı. Din kafesine sûfî nefesi üflenmeli ki, o da anlamını bulsun ve hayatımıza anlam katsın. İlim ve kalem erbabı olan güzel gönüllü dostların himmetiyle bir sayımız daha çıktı çok şükür. Doç. Dr. Ertan GÖKMEN, Yrd. Doç Dr. Gül GÜLER, Yrd. Doç. Dr. Hasan HAŞTEMOĞLU, Yrd. Doç. Dr. Turgut KOÇOĞLU, Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ, Yrd. Doç. Dr. Hakan KUYUMCU ve Uzm. Selman KARADAĞ kardeşlerimin yüreklerine ve ellerine sağlık, emeklerine bereket. Kendilerine teşekkür ve dualar ediyorum. Aynı teşekkür ve dualar Dr. Gürol PEHLİVAN kardeşim için de geçerli. Doğumu kolaylaştıran ebe marifetiyle bu güzel eserin düzenli çıkmasında onun büyük emeği var. Gayretine bereket. Söze bir gönül dostu olan Mümin Şener kardeşimin yukarıdaki beyte nazire olarak yazdığı dörtlüğüyle bitirelim: Sim bilmeyiz efendi, zere minnetimiz yok, Gözyaşıdır kârımız, tere minnetimiz yok, Âmennâ lâ yenfa’dır imandan başka her şey, Hergün el değiştiren yere minnetimiz yok. X Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Kalb-i selim’den sudur eden kalb-i selim anlayışı… Sevgiyle kalın. XI Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z MANİSA MEVLEVÎHÂNESİ ŞEYHİ MEHMED BAHÂEDDİN EFENDİ'NİN TEREKESİ (1771) The Estate Inventory of Mehmed Bahâeddin Efendi, Sheikh of Manisa Mevlevîhânesi (1771) Ertan GÖKMEN∗ ÖZ Manisa Mevlevîhânesi Saruhanoğulları döneminde 1368-69 yılında İshak Çelebi tarafından kurulmuştur. İshak Çelebi, Mevlevîhâne’yi ve Ulu Cami'yi ayakta tutmak için bir vakıf kurmuştur. Mevlevîhâne bu vakfa göre fonksiyonlarını icra etmiş ve Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna kadar varlığını korumuştur. Mevlevîhâne, Manisa'nın dinî ve sosyal hayatında önemli bir etkiye sahipti. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mevlevîhâne'de Çelebi soyundan gelen birçok kişi, şeyh ve mütevelli olarak görev yapmıştır. Bu şeyhlerden biri de 1771 yılında vefat eden ve terekesi 217 numaralı Manisa şer'iyye siciline kaydedilen Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'dir. Bahâeddin Efendi Manisa Mevlevîhanesi'nin zengin ve meşhur şeyhlerindendi. Bununla birlikte, görev yaptığı sırada kanunsuz ve haksız bazı işler de yapmıştır. Bahâeddin Efendi'nin terekesinin toplam değeri 44.294,5 kuruştur. Bu tereke içinde gayrimenkuller, hayvanlar, ev eşyaları, giysiler, yiyecek maddeleri, nakit para ve cariyeler bulunmaktadır. Bu mallar yanında terekede fazla sayıda kitap bulunmaktadır. Bu kitaplardan bazıları alanlarında önemli kitaplardır. Terekede ev eşyaları ile ev döşemesine ait eşyalar önemli yer tutarken, mutfak eşyaları ve ziynet eşyaları çok az yer tutmaktadır. Terekede yer alan bu eşyaların tamamı çalışmada değişik başlıklar altında ele alınmış ve bir tasavvuf önderinin mal varlığı ortaya konulmuştur. Mehmed Bahâeddin Efendi'nin tereke kaydının çevirisi çalışmanın sonuna ek olarak verilmiştir. ――――――――― ∗ Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. 1 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Anahtar Kelimeler: Manisa, Mevlevî, Mevlevîhâne, Şeyh, Tereke. ABSTRACT Manisa Mevlevîhânesi was founded by Ishak Çelebi in 1368-69 in the period of Saruhanoğulları. Ishak Çelebi established a waqf to suppurt the Mevlevîhâne and Ulu Mosque. Mevlevîhâne performed its functions based on this waqf and maintained its existence to the end of the Ottoman Empire. It had got an impotant influence on religious and social life of Manisa. Many peoples from descandant of Çelebi served as sheikh and mutawalli in Mevlevîhâne from the the second half of the XVIIth century. One of the these sheikhes was Mehmed Bahâeddin Efendi died in 1771 and whose estate inventory written in Manisa Kadı Register numbered 217. Mehmed Bahâedin Efendi was the rich and famous sheikhes of Manisa Mevlevîhânesi. Nevertheles, he had executed some unlawful and unjust operations in his era. The total amount of Mehmed Bahâeddin Efendi's estate is 44.294,5 piaster. There are real estates, animals, household items, clothing, food stuffs, cash, concubines in this estate inventory. Besides these goods, there are a lot of books in this estate. These books belong to different branches of science. Beside, some of these books are important in their branches. While the household goods and goods belonging to home furnishing were holding a significant amount, the kitchenwares and jeweleries hold up very little amount in the estate. In this study, the properties in this estate inventory have been dealt with under the various titles and the property of a sufi leader has been brought out. The transcription of the Mehmed Bahâeddin Efendi's estate inventory record was given as appendix at the end of the study. Key Words: Manisa, Mawlawî, Mevlevîhâne, Sheikh, Estate Inventory. Giriş Tereke defterleri Osmanlı Devleti'nin sosyo-ekonomik yapısını ortaya koymamıza yardımcı olan önemli kaynaklardan biridir. Önemine binaen tereke defterleri üzerine yapılmış birçok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalardan bazıları genel nitelikte olup bazıları da ümera kökenli kişilere, ayanlara, ulema sınıfına ve toplumun önde gelen kişilerine aittir.1 Belirtilen bu kişi――――――――― 1 2 Terekelerle ilgili yapılmış çalışmalardan bazıları şunlardır: Barkan, Ö. Lütfi, "Edirne Askerî Kassâmına Ait Tereke Defterleri", Belgeler, C. III, S. 5-6, 1996; Hüseyin Özdeğer, 1463-1640 Yılları Arasında Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul, 1995; Said Öztürk, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri, OSAV, İstanbul, 1995; Yavuz Ercan, "Bir Ayanın Muhallefatı: Havza ve Köprü Kazaları Ayanı Kör İsmailoğlu Hüseyin (Muhallefât Olayı ve Terekenin İncelenmesi", Belleten, C. XLI, S. 161, 1977, s. 41-78; Savaş, Saim, "Sivas Valisi Dağıstani Ali Paşa'nın Muhallefatı: XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Sosyal Hayatına Dair Önemli Bir Belge", Belgeler, C. XV, Sayı 19, 1993, s. 249-290; Tarık Özçelik, "Yeniçeri Ağası Köse Mehmed Ağa ve Muhallefâtı", History Studies, C. 5, S. 1, Ocak 2013, s. 287-310; Özer Küpeli, "Afyonkarahisar Din Bilginlerinden Şeyh Receb Efendi'nin Terekesinde Yer Alan Kitaplar", Taşpınar, S. 1, Yıl. 1 1999, s. 33-38; Yuzo Nagata, "Karaosmanoğlu Hacı Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z lerin terekeleri üzerine çalışma yapılmasının sebepleri bu kişlerin varlıklı olmaları, terekelerinde daha fazla eşya bulunması ve dolayısı ile daha fazla değerlendirme yapmaya imkan vermesidir. Toplum içerisindeki varlıklı insanların, idarecilerin ve topluma yön veren kişilerin servetlerinin merak edilmesi de bu terekeler üzerinde çalışma yapılmasının sebeplerinden bir diğeridir. Bu merakın etkisi ile 217 numaralı Manisa şer'iyye siciline kaydedilen Manisa Mevlevîhânesi şeyhlerinden Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesi çalışmamıza konu olarak seçilmiştir. Yaptığımız literatür taramasında bu zamana kadar Ömer Demirel'in Sivas Mevlevîhânesi şeyh terekeleri üzerine verdiği bilgiler dışında, herhangi bir mevlevî şeyhinin terekesi bir çalışmaya konu olmamıştır.2 Manisa şer'iyye sicilleri içerisinde gerek müstakil gerekse karışık olarak tutulmuş yüzlerce tereke defteri bulunmaktadır. Bu defterlerde miktar ve çeşitlilik bakımından Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinin üstünde pekçok tereke kaydı bulunmaktadır. Ele alınan bu tereke ile kuruluşu Saruhanoğulları dönemine kadar uzanan, varlığı imparatorluğun sonuna kadar devam eden bir Mevlevîhânede, şeyhlik yapmış kişilerden birinin mal varlığı, sosyal ve ekonomik durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çağatay Uluçay, Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin ölüm tarihini zikrettiğine göre terekesini görmüş olmalıdır. Bunun yanında Uluçay'ın Şeyh Bahâeddin Efendi'nin Manisa ve çevresindeki pekçok iltizamı üzerine aldığını 2 Hüseyin Ağa'ya Ait Tereke Defteri", IX. Türk Tarih Kongresi, (Ankara 21-25 Eylül 1981), Kongreye Sunulan Bildiriler, C. II, Ankara, 1988, s.1055-1063; Musa Çadırcı, "Hüseyin Paşa'nın Terekesi. (30 Fotokopi ile)", Belgeler, C. XI, S. 15 (1986), s. 145-164; İnalcık, Halil, "Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler: III. Köy Sicil ve Terekeleri". Belgeler, C. XV, S. 19 (1993), s. 23-168; İsmail Kıvrım, "Kilis ve A'zaz Voyvodaları Daltaban-zâde Mehmed Ali Paşa ve Muhallefâtı" Otam, S. 24, 2008, s. 147-174; Özer Küpeli, "Yenişehir (Bursa) Âyânı Sarıcaoğlu Osman Ağa ve Muhallefâtı" History Studies, 3/3, 2011, s. 245-263; Cahit Telci, "Aydın Muhassılı Abdullah Paşa ve 1148 (1735) Senesinde Zaptedilen Muhallefatı" Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XV, 2000, s. 199-219; Cahit Telci, "Turgutlu Voyvodası Seyfi-zâde Es-Seyyid Halil Ağa'nın 1791 Senesinde Müsadere Edilen Muhallefatı", Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXII/1 Temmuz 2007, s. 173-216; Cahit Telci, "Muhassılın Serveti: Aydın Muhassılı Abdülbaki Paşa'nın 25 Temmuz 1697 (6 Muharrem 1109) Tarihli Muhallefatı", Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXVI/2, Aralık 2011, s. 551-576; Feridun M. Emecen, "Ayan ve Muhallefatı: Karaosmanoğlu Hacı Mustafa Ağa", CIEPO, Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi XIV. Sempozyumu Bildirileri, 1822 Eylül 2000, Çeşme, (Ed. Tuncer Baykara), Ankara, TTK, 2004, s. 141-148; Halime Doğru, "Öldürülen Hacı-Oğlu Pazarı Ayanı Sarıkoğlu ile Adamlarının Muhallefatı ve Tasfiyesi", Uluslararası Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri Sempozyumu, 11-13 Mayıs 2005, Bildiriler Kitabı, Osmangazi Üniversitesi, 2005, s. 157-169; Tülay Artan, "Terekeler Işığında 18. Yüzyıl Ortasında Eyüp'te Yaşam Tarzı ve Standartlarına Bir bakış: Orta Halliğin Aynası", 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp'te Sosyal Yaşam, (Ed. T. Artan), İstanbul, Tarih Vakfı, 1998, s. 49-64. Ömer Demirel, "Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Statülerine Dâir Bâzı Tespitler", Vakıflar Dergisi, C. XXV, Ankara, 1995, s. 251-255. 3 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği söylemesi de onun terekesindeki bazı iltizam kayıtlarını gördüğünü göstermektedir. Ancak Uluçay, Bahâeddin Efendi'nin terekesi hakkında bunlar dışında herhangi bir şey söylememektedir. Aşağıda da görüleceği üzere bu belirtilenler dışında şeyhin terekesinde zikredilmesi gereken pek çok eşya bulunmaktadır.3 XVIII. yüzyılın ikinci yarısında şeyhlik yapan Mehmed Bahâeddin Efendi, Manisa Mevlevî şeyhlerinin zenginlerinden sayılmaktadır. Terekesindeki iltizam kayıtları da onun zenginliğinin kaynağı hakkında az çok fikir vermektedir. Maiyetindeki adamları ile bu mukataaları işlettiği düşünülmektedir. Babası Şeyh Osman Efendi'nin ne zaman vefat ettiği tespit edilemediğinden Mehmed Bahâeddin Efendi'nin ne kadar süre şeyhlik yaptığı bilinmemektedir. 22 Mart 1771 yılında vefat eden Bahâeddin Efendi'nin terekesi 217 Numaralı Manisa Şer'iyye Sicili'ne kaydedilmiştir. Manisa'da tarihi bir geçmişi olan Mevlevîhâne'de şeyhlik yapan bir tasavvuf önderinin terekesinde neler bulunmaktadır, mallarının büyük kısmı nelerden oluşmaktadır? Bu ve buna benzer merak edilen hususlara cevap verebilmek için tereke aşağıdaki başlıklar altında değişik açılardan ele alınmış, bazı ümera ve ulema terekeleri ile karşılaştırmalar yapılmıştır. 1368-1369 yılında Saruhan beylerinden İlyas Bey'in oğlu İshak Çelebi tarafından kurulmuş olan Manisa Mevlevîhânesi'ni ele alan bazı çalışmalar yapılmış olup bu çalışmalarda yer alan bilgiler burada tekrar edilmeyecektir.4 Mevlevîhâne'nin vakıfları, tarihi süreç içinde geçirdiği tamiratlar ve fiziki özellikleri, Osmanlı mevlevîhâneleri içindeki yeri gibi hususlar, bu çalışmalarda ele alınmıştır. Ancak ele aldığımız tereke kaydının Manisa Mevlevîhânesi'nde şeyhlik yapmış kişilerden birine ait olması, Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'den önce ve sonra şeyhlik yapmış kişiler hakkında kısa da ――――――――― 3 4 4 Çağatay M. Uluçay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar II, Marifet Basımevi, İstanbul: 1946, s. 94-95. Feridun M. Emecen, "Saruhanoğulları ve Mevlevîlik", Tarihin İçinde Manisa, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları I, Manisa: 2007, s. 49-64; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2, Yapı Kredi Yayınları, (Haz. Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, Robert Dankoff), İstanbul: 2011, s. 9/42¸ Sezai Küçük, "Manisa Mevlevîhânesi", Manisa Araştırmaları 2, Celal Bayar Üniversitesi Manisa Yöresi Türk Tarihi ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi, Manisa, 2002, s. 15-21; M. Çağatay Uluçay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar I, Resimli Ay Matbaası, İstanbul: 1940, s. 34-36; Barihüda Tanrıkorur, "Manisa Mevlevîhânesi", C. 28, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s. 1-3; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul: 1983; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, MEB, İstanbul: 1993, s. 515; Hakkı Acun, "Manisa Mevlevîhânesi", IX. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara: 1992, s. 109-113; Aynı yazar, Manisa'da Türk Devri Yapıları, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s. 351; Keşfi Karadanışman, Manisa Tarihi Eser ve Kitabeleri, Manisa: Tarihsiz, s. 6-7. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z olsa bilgi verilmesini zorunlu kılmaktadır. Dolayısı ile aşağıdaki başlık altında bu hususta kısa da olsa bilgi verilmiştir. A-Manisa Mevlevîhânesi Şeyhleri ve Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi Manisa Mevlevîhânesi'nde XVII. yüzyıl öncesinde kimlerin şeyhlik yaptığı bilinmemekle birlikte, XVII. yüzyıl ortalarına kadar Mevlevîhâne'nin şeyhliğini ve Ulu Cami vakfının tevliyetini değişik kişilerin yaptığı düşünülmektedir. 8 Muharrem 1075/31 Temmuz 1664 tarihinden itibaren ise Mevlevîhâne şeyhliğine ve vakıf mütevelliliğine Mevlânâ ailesinden Şeyh Ali isimli birisi geçmiştir. Şer'iyye sicilindeki bir kayda göre, vakfın tevliyetinin Mevlevîhâne şeyhi olanlara meşrut olduğu belirtilerek Hacı Hasan'dan alındığı ve Şeyh Ali'ye verildiği belirtilmektedir.5 Ali bin Muharrem Efendi'nin 1702 veya 1703'te vefat ettiği ve yerine Mehmed Lütfi Efendi'nin şeyh ve mütevelli olduğu bilinmektedir. Mehmed Lütfi Efendi XVIII. asırda Manisa'da yetişmiş önemli bilginlerden sayılmaktadır. Arapça ve Farça'yı iyi bilen Mehmed Efendi hakkında berat ve hükümlerde "kıdvetü'l-ulemâi'l-muhakkıkîn Mevlânâ Şeyh Mehmed..." şeklinde övgü ifadeleri kullanılmaktadır. Şairlik yönü de bulunan Şeyh Mehmed Efendi, Birri'nin Bülbüliyesi'ne takriz yazmıştır.6 Esrâr Dede Tezkiresi'nde adı Nakşi Ali Dede Oğlu Mehmed Dede olarak geçmektedir. Veziriazam İbrahim Paşa, Peçevî Ahmed Dede'nin ölümü üzerine kendisini Yenikapı Mevlevîhânesi'ne şeyh tayin etmiştir. Ancak kendisi münzevi tabiatlı olduğu için hayatının sonuna kadar Manisa'da şeyhlik yapmayı tercih etmiştir. Şeyh Ali Efendi ve oğlu Mehmed Lütfi Efendi zamanında Manisa Mevlevîhânesi esaslı bir onarımdan geçirilmiştir.7 Mehmed Lütfi Efendi 1139/1726 yılında Göktaşlı mahallesinde vefat etmiştir. Mirası zevcesi Neslihan bint-i Elhâc Mustafa'ya, büyük oğlu Osman Efendi'ye, büyük kızları Hatice ve Fatıma'ya kalmıştır. Diğer oğlu Bir Mehmed Efendi ise babasından bir sene önce vefat etmiştir. Şeyh Mehmed Efendi'nin ölümü üzerine Mevlevîhâne şeyhliği oğlu Osman'a geçmiştir. Şeyh Osman Efendi'nin ise ne zaman öldüğü bilinmemektedir. Şeyh Osman Efendi'nin ölümü üzerine şeyhlik ve mütevellilik terekesi çalışmamıza konu olan Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'ye geçmiştir. Bahâeddin Efendi 1166/1753'te vakfın tevliyetinin yarısını kardeşi Mehmed ――――――――― 5 6 7 Mehmet Günay, XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Manisa'nın Sosyal ve Ekonomik Durumu (16501675), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: 2000, s. 156. Çağatay M. Uluçay, Manisa Ünlüleri, Lise Matbaası, 1946, s. 91-92. Nuran Tezcan, "Manisa Mevlevîhânesi", Osmanlı Araştırmaları, C. XIV, İstanbul: 1994, s. 192. 5 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Efendi'ye terk etmiştir.8 Bahâeddin Efendi Mevlevî şeyhlerinin zenginlerinden sayılmaktadır. Karaosmanzâde Ataullah Ağa (ö. 1766)9 mütesellimlikten alınınca en fazla Bahâeddin Efendi ile işbirliği yapmıştır. Merkezden cezalandırılacağına dair ferman gelince ise sakinleşmiştir. Bahâeddin Efendi Saruhan sancağındaki birçok mukataanın iltizamını üzerine almış ve bunları adamları vasıtasıyla idare etmiştir. Halka eziyet yaptığından dolayı 1766 senesinde hakkında merkeze şikayet yapılmıştır.10 Bahâeddin Efendi çok zaman kanunsuz ve haksız yollara sapmış ve uygunsuz işler yapmıştır. Bu kanunsuz işlerle ilgili olarak ölümünden bir sene önce yani evâil-i Şaban 1183/1770'de Manisa Kadısı'na hitaben yazılan bir hükme göre, Manisa'daki Ayn-ı Ali Camii imamı ve ulemadan Ahmed Efendi ve sâdât-ı kiramdan Seyyid Hacı Hasan İstanbul'a bir arz-ı hâl sunmuşlardır. Bu arzda Mevlevî şeyhi olup müderrisinden Bahâeddin isimli zalimin belde müftüsü Ali Efendi ile ağız birliği ederek, müderrisliğini kötü işlere alet ettiği, 150 kadar rezil adam toplayıp, çeşitli zulümleri yapmaya cesaret ettiği, ayrıca hazinedar Seyyid Mustafa isimli şakî ile şehir içinde dolaştığı, halkın evladına ve ıyaline zarar verdiği, zikri geçen imam Ahmed'in oğlu Mahmud'u ve Seyyid Hacı Hüseyin'i ve Ali isimli kişileri alenen katleden şakî Mustafa'nın o gün akşama yakın yakalanıp mütesellime teslim edilerek hapsedildiği ancak Şeyh Bahâeddin Efendi'nin kefaleti ile çıkarıldığı ve hanesine götürüldüğü belirtilmektedir. Hükümdeki bu bilgilere göre, Bahâeddin Efendi'nin belde zalimlerinden olduğu, halka çeşitli zulümler yaptığı, eşkıyalar ile birlikte hareket ettiği ve bazı katil olaylarına karıştığı, kâtillerin salıverilmesi için onlara kefil olduğu görülmektedir. Belde müftüsü ile anlaşmış olması onun ilmiye ricali ile içli dışlı olduğunu göstermektedir.11 Bahâeddin Efendi 5 Zilhicce 1184/22 Mart 1771 tarihinde vefat etmiş ve yerine oğlu Ahmed Efendi şeyh olmuştur. 1198/1784 yılında Ahmed Efendi'nin erkek evlat bırakmadan vefat etmesi üzerine ise yerine Şeyh Osman Efendi geçmiştir. Şeyh Osman'dan sonra ise 1266/1850'de Şeyh Mustafa Efendi Mevlevî şeyhi olmuştur. Evladı olmadığı için mirası halasının oğulları Osman Efendi ve Ahmed Efendi'ye kalmıştır. Bu aileden en son şeyh olan kişi ise Mustafa Şefik Efendi'dir. Erkek evladı olmadığı için mütevellilik ve şeyhlik amcazadesi Mustafa Efendi'ye kalmıştır.12 1881 yılında Fahreddin Çelebi'nin ――――――――― 8 9 10 11 12 6 Çağatay M. Uluçay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar II, Marifet Basımevi, İstanbul: 1946, s. 94-95. Yuzo Nagata, Tarihte Ayanlar Karaosmanoğulları Üzerine Bir İnceleme, Türk Tarih Kurumu, Ankara: 1997, s. 166. Uluçay, Manisa..., s. 91. Uluçay, Saruhanoğulları ve Eserlerine...II, s. 96. Uluçay, Manisa..., s. 92-93. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Manisa'dan Konya'ya tayin edilmesinden sonra Halim Çelebi, Murtaza Çelebi Manisa'da şeyhlik yapmışlardır. Başarısız idaresinden dolayı Murtaza Çelebi Konya çelebiliği tarafından azledilmiş ve yerine Celaleddin Çelebi şeyhliğe getirilmiştir. Bu zat tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar Manisa Mevlevî şeyhliği görevini sürdürmüştür.13 B-Manisa Mevlevî Şeyhi Mehmed Bahâeddin Efendi'nin Terekesi Tereke, ölen kişinin geride bıraktığı mal anlamına gelmektedir.14 Bir tereke kaydında genel olarak dört kısım bulunmaktadır. Terekenin baş kısmı vefat eden şahsın kimliği, unvanı, ait olduğu zümre, mesleği, ikamet ettiği ve öldüğü yer, vefat şekli, ölüm tarihi ve mirasçılarının kimler olduğu gibi hususlarda bilgi vermektedir. İkinci kısma vefat edenin geride bıraktığı mallar ile bu malların sayısı, tahmini veya bilirkişilerce tespit edilen kıymetleri yazılmaktadır. Üçüncü kısımda ise cenaze masraflarına, borçlarına, ıskata, tereke yazımı dolayısı ile ödenen vergilere, varsa mehir ve nafaka borçlarına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Dördüncü kısma ise vârislerin hisseleri oranında alacakları malın nakdî değeri yazılmaktadır.15 217 Numaralı Manisa şer'iyye sicilinin 43-51. sayfaları16 arasında yer alan terekeye göre, Manisa Mevlevî Şeyhi Mehmed Bahâeddin Efendi Göktaşlı mahallesinde 5 Zilhicce 1184/22 Mart 1771 tarihinde vefat etmiştir. Mirası küçük oğlu Ahmed Efendi, küçük kızı Sâime ve ümm-i veledinin hamline17 kalmıştır. Küçük kızı ve oğluna, dayıları Derviş Ahmed Efendi vasi tayin edilmiştir. Terekenin ikinci bölümünde Şeyh Bahâeddin Efendi'nin bıraktığı malların dökümü yer almaktadır. Bırakılan bu mallar içerisinde gayrimenkuller, hayvanlar, ev eşyaları, ev içi döşemesine ait eşyalar, mutfak eşyaları, giysiler, kitaplar, silahlar, takılar, yiyecek ve hububat maddeleri ve alacakları bulunmaktadır. Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinin toplam miktarı borçlar hariç 44.294,5 kuruştur. 8.489,5 kuruşluk borçlar çıkarıldığında geriye mirasçılarına dağıtılabilecek 35.805 kuruşluk bir mal kalmaktadır ki bu az sayılmayacak bir miktardır. Bu rakam Karaosmanoğlu soyundan bazı ayanla- ――――――――― 13 14 15 16 17 Karadanışman, a.g.e., s. 6; Tezcan, a.g.m., s. 192-193. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1993, s. 460. Tahsin Özcan, "Muhallefât", Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 30, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, İstanbul, 2005: s. 407. Manisa Şer'iyye Sicili, No: 217, s. 43-51. Efendisinden hamile kalan cariyenin karnındaki çocuk. 7 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği rın terekesine yakın bir değeri ifade etmektedir.18 Bunun yanında bu rakam toplam 1817 tarihli Sivas Mevlevî şeyhi Seyyid Efendi'nin 6.389 kuruşluk terekesinden19 ve toplamı 3400 kuruş olan Şeyh Receb Efendi'nin terekesinden yüksektir.20 Bunlar yanında Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesi Demirci kazasında hangi tekkenin şeyhi olduğu belli olmayan Elhâc Şeyh Osman Efendi bin Mehmed'in 41.989 kuruşluk terekesine yakın bir meblağı ifade etmektedir.21 Bu rakamlar Bahâeddin Efendi'nin terekesinin miktarının az olmadığını, Karaosmanoğulları örneğinde olduğu gibi bazı ayan ve eşraf terekelerine yakın bir değerde olduğunu göstermektedir. Demirci örneğinde olduğu gibi, Bahâeddin Efendi'nin terekesine yakın miktarda şeyh terekelerinin bulunabildiği görülmektedir. Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde farklı kategorilerde değerlendirilebilecek mallar bulunmaktadır. Bu malların neler olduğunu daha iyi ortaya koymak için bunlar aşağıda farklı başlıklar altında ele alınmıştır. 1-Gayrimenkuller Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin sahip olduğu mallar içerisinde gayrimenkuller önemli bir yer teşkil etmektedir. Çünkü borçlar hariç 44.294,5 kuruşluk terekenin 16.215 kuruşu (%36,6) gayrimenkullere aittir. Bahâeddin Efendi'nin gayrimenkulleri içerisinde evler, han, dükkanlar, bahçeler, değirmenler, kasır, arsa ve tarlalar yer almaktadır. Musakkafât türünden gayrimenkuller içerisinde Göktaşlı mahallesinde hâriciye ve dâhiliye ev, Ali Ağa mahallesinde ev, evinin yanında bir han, Karaoğlanlı'da ev, Sakalar mahallesinde kasır, Sığır Alanı'nda fırınla birlikte değirmen, Sabbâğan Çarşısı'nda bir dükkan, düğmeci dükkanı, Manisa Çarşısı'nda semerci dükkanı, mücellid (ciltçi) dükkanı, Sığır Alanı'nda bakkal dükkanı, Karaköy Çarşısı'nda yarım ――――――――― 18 19 20 21 8 Karaosmanoğullarından Abdullah bin Kara Osman'ın (ö.1780), 38.759 kuruş, Osman bin Ataullah'ın (ö.1801) 58.354 kuruş, Mustafa bin Ahmed'in (ö.1828) 47.452 kuruş terekesi bulunmaktadır. Bunun yanında bu rakamın çok üzerinde terekeler de bulunmaktadır. Mesela, Pulad Mehmed Ağa'nın (ö.1806) 1.110.859 kuruş, Ömer Ağa bin İbrahim'in (ö.1814) 1.000.000 kuruş, Hüseyin Ağa bin Ahmed'in (ö.1816) 2.164.391 kuruşluk terekeleri vardır. Bu sülaleye mensup diğer kişilerin muhallefatları için bkz. Nagata, a.g.e., s. 166. Demirel, a.g.m., s. 254 Özer Küpeli,"Afyonkarahisar Din Bilginlerinden Şeyh Receb Efendi'nin Terekesinde Yer Alan Kitaplar", Taşpınar, S. 1, Yıl. 1 1999, s. 33-38 Ertan Gökmen, Tanzimat'tan II. Meşrutiyet'e Demirci Kazası, Demirci Belediyesi Yayını, Akademi Ajans, İzmir: 2007, s. 93-94, 98; XVII. Yüzyıl İstanbul tereke defterleri üzerine yapılmış bir çalışmada 1000 tereke kaydı içerisinde üç adet tereke kaydına rastlanmıştır. Bu terekelerden biri Şeyh İbrahim Efendi'ye ait olup tereke miktarı 3.740 akçe, bir diğeri ismi okunamamış bir şeyhe ait olup miktarı 158.135 akçe, Eş-Şeyh İsa Efendi'ye ait tereke miktarı ise 204.206 akçedir. Bkz. Said Öztürk, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri, OSAV, İstanbul, 1995, s. 440-441, 446-447, 486-487. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z hisse yağ dükkanı, Câmi-i Kebîr mahallesinde kahvehâne, harabe kiremitçi kârhânesi ve Çelebi Hamamı yakınında kalaycı dükkanı yer almaktadır. Diğer gayrimenkuller içerisinde ise Manisa Çarşısı'nda boş arsa, Kavaklı Bağ'da bahçe, Yağcı Kadıoğlu'nda bahçe, Kuru Çeşme yakınında bahçe, Katırcıoğlu bahçesinden dörtte üç hisse, Kavaklı'da bir diğer bahçe ve Kara Ali köyünde ekili buğday tarlası bulunmaktadır. Gayrimenkuller içerisinde değeri en fazla olan Göktaşlı mahallesindeki 5000 kuruş değerindeki dâhiliye ve hâriciye menzildir. Bunu ise menzil yakınındaki 3000 kuruş değerindeki han ve Sakalar mahallesindeki 2000 kuruşluk kasır takip etmektedir. Bunların dışındaki gayrimenkullerin fiyatları birbirinden farklı olup bunların değerlerine ait bilgiler terekenin çevirisinin verildiği listede belirtilmiştir. Bahâeddin Efendi'ye ait yukarıda belirtilen gayrimenkulleri, sıradan bir Osmanlı vatandaşının elinde bulunanların üstündedir. Bunun yanında Şeyh Mehmed Efendi'nin gayrimenkulleri çeşitlilik arzetmekte ve elinde her türden gayrimenkul bulunmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi şeyhin Sakalar mahallesinde bir kasrı bulunmaktadır. Kasır gibi gayrimenkullerin zengin sayılan kişilerin elinde bulunan bir gayrimenkul olduğu hatırlanırsa, Mehmed Efendi'nin de bu sınıfa dahil edilebilecek kişilerden olduğunu söylemek mümkündür. Hangi tarikatın şeyhi olduğu belirtilmeyen 17-26 Nisan 1598 tarihli Şeyh Muslihiddin Efendi bin Ahmed'in 207.435 akçelik terekesindeki gayrimenkuller Bahâeddin Efendi'nin terekesinde zikredilenler kadar fazla değilidir. Bu şahsın terekesinde, mahallesinde bir ev, tek katlı bir başka ev, selamlık ve ahırı bulunan bir ev, dam, hamam ve iki parça bağ bulunmaktadır. Şeyh Muslihiddin Efendi'nin 35.000 akçelik gayrimenkulleri toplam terekesinin %16,8'ini oluşturmaktadır.22 26 Aralık 1655 tarihli Müderris Ahmed Efendi ibn-i Mustafa'nın 66.098 akçelik terekesinde 25.000 akçe değerinde bir ev ve 2.000 akçe değerinde dört dönüm bağ bulunmaktadır. Ahmed Efendi'nin gayrimenkullerinin toplam değeri mirasının %40,8'ini oluşturmaktadır. Bahâeddin Efendi'nin gayrimenkullerinin bu iki şahsın elinde bulunanlardan fazla olduğu görülmektedir. Said Öztürk, İstanbul tereke defterleri üzerine yaptığı çalışmada ilmiye sınıfına mensup kişilerin terekelerinin ortalama %35.03'ünü gayrimenkullerin oluşturduğunu belirtmektedir ki, bu rakam Bahâeddin Efendi'nin terekesindeki gayrimenkullerin toplam değeri ile örtüşmektedir.23 2-Şahıslarda Olan Alacaklar Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin mirası içerisinde şahıslar üzerinde olan alacakları hayli yekün teşkil etmektedir. Bahâeddin Efendi'nin alacaklarının miktarı 6.013 kuruş olup bu miktar borçlar hariç 44.294,5 kuruşluk ――――――――― 22 23 Barkan, a.g.e., s. 339-341 Öztürk, a.g.e., s. 156 9 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği toplam terekenin %13,5'ünü oluşturmaktadır. Bu kısımda yer alan bilgiler Şeyh Bahâeddin Efendi'nin Manisa ve çevresindeki bazı mukataları iltizama aldığını göstermektedir. Terekedeki kayıtlara göre, Bahâeddin Efendi'nin Turgutlu Kasabası voyvodasından tımar iltizamı bedeli olarak 361 kuruş, Kenise, Sabuncu, Kızıl Yakublu ve Demirkazık tımarlarından öşür bâkıyesi olarak 320 kuruş, Kasabalı Ahmed Ağa'dan tımar iltizamı bedeli olarak 185 kuruş, Haşim Efendi tımarı iltizamı bedelinden bâki 312 kuruş, Gördesli Müderriszâde'de duhan gümrüğü iltizamı bedelinden bâkî 48 kuruş, Saraçlızâde Mehmed Ağa'dan tımar iltizamı bedelinden teslim edilmeyen 50 kuruş, Kasaba voyvodası Ali Ağa'dan tımar iltizamı bedelinden teslim edilmeyen 655 kuruş, Manisa'da mevcut duhancılardan alınacak duhan bedeli bahası olarak 66,5 kuruş alacağı bulunmaktadır. Bunlar dışında, Bahâeddin Efendi'nin Manisa ve civar kazalar ahalileri üzerinde bazı alacakları bulunmaktadır. Bunlar arasında Kâtib Halil Efendi'den 243 kuruş, Ahmed Beşe isimli kişiden odun bedeli olarak 25 kuruş, Değirmenci Mehmed Ağa'dan buğday bedeli olarak 36 kuruş, Bandırma'dan Bakkaloğlu'ndan 165 kuruş, Bodur kefereden 150 kuruş kürk parası, Manisa ahalisi üzerinde olup bundan önce tevzi defterine dahil edilen paralardan 1482 kuruş, Polad Mehmed Ağa'nın çiftlik kethüdası İbrahim Ağa'dan 126 kuruş, Sırt Köyü ağası Mahmut Ağa'dan 67 kuruş, değirmenci Bodur Manol'dan 150 kuruş, bâ-temessük Gündüz Beğ'den 620 kuruş, Şeyh Ali Efendizâde mahzeninde mevcut darı bedelinden 31 kuruş, Recâî mahallesi ahalilerinden alınan buğday bahası 48 kuruş, Bahâeddin Efendi'nin sağlığında iken ağnâm kesîminden hâsıl olunan 177,5 kuruş alacağı bulunmaktadır. Mehmed Bahâeddin Efendi'nin yukarıda belirtilen alacakları onun hangi yollardan zenginleştiği hakkında bize az çok bilgi vermektedir. Yukarıda zikredilen alacakların büyük kısmının iltizam bedellerinden kaynaklanması bunu göstermektedir. Bahâeddin Efendi'nin sadece manisa ve çevresindeki mukataları değil Gördes gibi Manisa'ya uzak yerlerin mukatalarını da aldığı görülmektedir. Uzak yerlerin mukatalarını iltizama alması şeyhin ekonomik anlamda güçlü olduğunu ve buralardaki iltizamları idare edebilecek adamlarının bulunduğunu olduğunu göstermektedir. İltizam bedelleri yanında değişik kişilerle yaptığı alışverişlerden kaynaklanan alacakları bulunmakla birlikte bunların miktarı iltizamlardan kaynaklanan alacakları yanında düşük kalmaktadır. 3-Hayvanlar Bahâeddin Efendi'nin malları arasında hayvanlar da önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar içerisinde büyük ve küçükbaş hayvanlar bulunmaktadır. Yük taşımak ve binmek için kullanılan hayvanlar arasında üç adet deve, altı at, beş doru bargir, bir kısrak, iki tay ve bir merkep bulunmaktadır. Atlar tereke kayıtlarında Kazmalızâde Kırı at, al tüylü at, kır tüylü at, koca kır at, 10 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Tayfur Beğ kır atı, ebreş (benekli) kır at şeklinde tanımlanmıştır. Diğer büyükbaş hayvanlar arasında ise 18 karasığır ineği, bir karasığır öküzü, bir camus ineği, bir camus öküzü, üç karasığır tosunu, dört düve, altı karasığır danası ve üç taze dana bulunmaktadır. Bahâeddin Efendi'nin sahip olduğu inek ve öküzlerden on sekiz tanesi Selimşahlar köyünde ve Karamânî Çiftliği'nde bulunmaktadır. Yine küçükbaş hayvan olarak zikredilen 300 koyundan 200 tanesi Selimşahlar ağılında, 100 tanesi Karamânî Çiftliği'nde bulunmaktadır. Bu 300 koyunun bedeli 900 kuruş olarak belirtilmiştir. Atların değerleri ise 126,5 ile 27 kuruş arasında, bargirlerin değeri ise 18,5 kuruş ile 7 kuruş arasında değişmektedir. Bunlardan başka Bahâeddin Efendi'nin 25 kuruş değerinde 7 adet arı kovanı bulunmaktadır. Hayvanların toplam değeri 2.626 kuruş olup bunlar borçlar hariç toplam terekenin %5,9'unu oluşturmaktadır. Yukarıdaki rakamlara göre Bahâeddin Efendi yeteri kadar büyükbaş ve küçükbaş hayvana ve yük hayvanına sahip görülmektedir. Bahâeddin Efendi'nin sahip olduğu hayvanların sayısı bir ilmiye mensubu kişiye göre fazla gibi görülse de O’nun kadar hayvana sahip olan başka şeyhler de bulunmaktadır. Mesela 17-26 Nisan 1598 tarihli Şeyh Muslihiddin Efendi'nin terekesinde 26 yund, sekiz tay, üç camus inek, 100 camus tosun, bir camus boğa, bir camus öküz, dört karasığır öküzü, 17 baş karasığır, yedi baş karasığır düğesi, 17 baş karasığır tosunu, 840 baş koyunu bulunmaktadır.24 Bu rakamlar şeyhler arasında Mehmed Bahâeddin Efendi gibi fazla miktarda hayvanı olan şeyhlerin bulunduğunu göstermektedir. Bunun yanında ilmiye sınıfına mensup olmakla birlikte terekesinde bir tane bile hayvan bulunmayan müderrisler de bulunmaktadır.25 4-Ev Eşyaları Terekede ev içerisinde kullanılan eşyaların fazla sayıda ve çeşitte olması sebebiyle bu gruba dahil edilen eşyalar ev içi döşemesine ait eşyalar, mutfak eşyaları ve diğer ev eşyaları şeklinde üç ayrı alt başlık altında ele alınarak değerlendirilmiştir. a-Ev İçi Döşemesine Ait Eşyalar Ev içi döşemesi içerisine dahil ettiğimiz bu eşyalar içerisinde genellikle yere serilen döşeme malzemeleri, döşek ve minder gibi malzemeler ve perdeler yer almaktadır. Terekede yer yaygısı olarak bir Uşak halısı (30 kuruş), bir Uşak kilimi (15 kuruş), dört kilim, Selanik keçesi, bir köhne Mısır hasırı mevcuttur. Terekede üzerinde namaz kılmaya mahsusu 11 adet seccade bulunmaktadır. Bunlar bir a'lâ seccade (30 kuruş), üç cedîd seccade (19-17 ku――――――――― 24 25 Barkan, a.g.e., s. 339-340 Barkan, a.g.e., s. 387-388 11 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği ruş), bir ibrişim saçaklı seccade (20 kuruş), iki saf seccade (8-5 kuruş) ve vasfı belirtilmeyen dört seccadedir (53-2,5 kuruş). Terekede sayıca en fazla zikri geçen ev içi döşeme malzemelerinden biri yastık olup bunların sayısı 66'dır. Bunlardan biri beledî yastık, biri kebîr yastık, 28'i kadife yastık, 21'i köşe yastık ve ikisi köşe pembe yastıktır. Döşeme eşyaları içerisinde en fazla rastlanılanlardan bir diğeri minder ve mak'addır (minder). Terekede beş mak'ad, 19 minder zikredilmiştir. Bunlardan biri ma'cûnî sağîr minder ve dördü kebîr minder olarak belirtilmiştir. Üzerinde oturmaya mahsus malzeme olarak dokuz tane şilte zikredilmiştir. Bu şilteler kırmızı, pembe, köhne, köşe, minder şiltesi şeklindeki özellikler ile belirtilmiştir. Zikri sıkça geçen ev içi döşeme malzemelerinden bir diğeri perdedir. Perdeler kapı ve cam perdesi şeklinde belirtilmişlerdir. Zikri geçen perdelerden beş tanesi kapı, yedi tanesi cam ve pencere perdesidir. Perdelerin beşi bez cam, biri zar cam perdesi olarak zikredilmiştir. Bu gruba dahil edilebilecek diğer malzemeler arasında bir müstamel yorgan, biri kutni olmak üzere iki döşek, bir yastık yüzü, bir çuka yatak örtüsü, birer harar ve heğbe ve halâl (bez) yer almaktadır. Belirtilen bu döşeme malzemelerinin sayısı ve fiyatları çalışmaya ek olarak verilen tereke çevirisinde mevcut olduğundan bazı mallar hariç diğerlerinin fiyatlarına burada yer verilmemiştir. Yukarıda zikredilen mallar ev içi döşemesine ait eşyaların neler olduğu hakkında bilgi vermektedir. Buna göre ev içi döşemesi malzemeleri içerisinde en sık kullanılanları halı, seccade, minder, mak'ad ve şiltedir. b-Mutfak Eşyaları Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesindeki mutfak malzemelerinin gerek çeşit gerekse sayıca az olduğu görülmektedir. Bu terekede normal bir muhallefatda görülebilen tencere, tava, tepsi, kazan gibi mutfak malzemelerine bile rastlanmamıştır. Terekede en fazla dikkat çeken mutfak eşyaları kaşık ve fincan takımlarıdır. Mutfak eşyaları arasında dokuz buçuk deste kaşık bulunmaktadır. Kaşıkların fiyatları ikişer deste şeklinde verilmiştir. İki deste kaşığın fiyatı bir buçuk ile dört kuruş arasında değişmektedir. Bir buçuk deste hoşâb kaşığının fiyatı dört kuruş olarak verilmiştir. Fincanların geneli fağfur (porselen) ve Kütahya yapımı olarak zikredilmiştir. Fincanların tek mi yoksa takım mı olduklarına dair bilgi verilmemiştir. Fiyatları 1-8 kuruş arasında değişmektedir. Mutfak eşyaları arasında billurdan (cam) kāse ve bardaklara rastlanmıştır. İki adet bıçak zikredilmiş olup bunların hayli pahalı olduğu görülmektedir. Bu bıçaklar beyaz kabzalı bıçak ve Şam bıçağı şeklinde verilmiş olup her birinin fiyatı 25 kuruştur. Terekede geçen diğer mutfak malzemeleri arasında kebîr güğüm, kebîr şerbet ibriği, Şam ibriği, leğen, kebîr ve sağîr kahve ibriği, Kütahya kāsesi, Kütahya bardağı ve gülab, tepsi, sim tas, 12 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z bakır matara, kutu ve tas, sim zarf,26 süzgü, tuzluk, burunlu şerbet tâbesi, kavanoz ve kupa lüle yer almaktadır. Yukarıda zikredilen mutfak malzemelerine bakarak Mehmed Bahâeddin Efendi'nin mutfağının zengin bir donanıma sahip olduğunu söylemek zordur. Yukarıda terekesini zikrettiğimiz Şeyh muslihiddin Efendi'nin terekesinde ve Aydın muhassılı Abdullah Paşa'nın terekesinde de mutfak eşyalarının sayıca ve çeşit bakımından fazla olmadığı görülmüştür.27 c-Diğer Ev Eşyaları Bu kısma yukarıda belirttiğimiz gruplara girmeyen değişik ev eşyaları dahil edilmiştir. Bu eşyalar arasında yazı yazmaya ve tütün içmeye mahsus malzemeler, bakır ve gümüş eşyalar, içerisine eşya konulmaya yarayan kutular, aydınlatma ve ısınma malzemeleri ve daha başka eşyalar yer almaktadır. Yazı için kullanılan eşyalar içerisinde sim divit, musaddef divit, âbâdi kâğıt28 ve İstanbul kâğıdı bulunmaktadır. Bakır ve gümüş eşyalar arasında iki bakır mangal ve tahta, bakır tepsi, iki sim vezne, sim kile, simli topuz, sim balık29, sim saat, sim macun hokkası ve sim tas, üç simli keçe çubuk,30 bir gümüşî çubuk yer almaktadır. Tütün içmede kullanılan gümüş çubuklar yanında germeşik31 çubuk, iki lüle32, iki musanna' lüle, teneke duhan nâyilesi (kamış) vardır. Ev eşyaları arasında dikkati çekenlerden biri, avlanmada ve etrafı seyretmekte kullanıldığını düşündüğümüz biri küçük olmak üzere dört adet dürbündür. Terekede bu dürbünlerin herhangi bir özelliği belirtilmemiştir. Oysa, Hüseyin Paşa'nın terekesinde (1876) zikredilen dürbünlerin çifte dürbün, üçüzlü dürbün, dereceli dürbün, rasat dürbünü, dürbünlü baston gibi değişik özellikleri belirtilmiştir.33 Yine terekede dışarıda konaklamak için kullanılan biri büyük üç çadır zikredilmiştir. Aydınlatma malzemesi olarak bir bakır fener, üç fanus ve iki şamdan bulunmaktadır. Bunlardan başka içle- ――――――――― 26 27 28 29 30 31 32 33 Zarf: Kap, kılıf, muhafaza. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Sözlük, Aydın Kitabevi, Ankara: 2010, s. 1363. Telci, "Aydın..., s. 210; Barkan, a.g.e., s. 339-340 Âbâdî Kağıt: Hindistan'ın Devlet-Âbâd şehrinde ipekten yapılma bir çeşit ince veya kalın yazı kağıdı. Devellioğlu, a.g.e., s. 3. Muhtemelen bir süs eşyası. y. n. Çubuk: Tütün içmeğe mahsus içi delik değnek. Bir ucunda imâme denilen ağızlık ve diğer ucunda tütün konulan lüle bulunmaktadır. Şemseddin Sâmî, Kāmûs-ı Türkî, Dersaadet: 1317, s. 518. Germeşik: Yabani kızılcık. Sâmî. a.g.e., s. 1159. Lüle: Çubuğun ucuna takılıp tütünle doldurulan pişmiş topraktan ve diğer maddelerden yapılan küçük kap. Sâmî, a.g.e., s. 1248. Çadırcı, a.g.m., s. 151-153 13 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği rine küçük ve büyük eşya koymaya yarayan tarçın çiçekli kutu, pîştahta,34 musaddef pîştahta, musanna' toprak zarf, ceviz zarf, tombak zarf, kavanoz, pirinç tepsi ve kutu, iki kutu, bağa kutu ve tensuh,35 yer almaktadır. Bahâeddin Efendi'nin evinde bir normal bir de boy aynası, tırnak makası ve köhne kese, simli hamâil36 ve kilit, frengî bal mumu, mum safrası, kırmız37, kırmız macun, panzehir, musaddef tavla tahtası, meşinli harar ve hurda eşyalar gibi farklı malzemeler bulunmaktadır. Belirttiğimiz bu eşyalar arasında büyük çadırın fiyatı 104, panzehirin 40, sim saatin 37, pirinç mangalın 30 ve sim veznenin 31 kuruştur. Belirtilen diğer eşyaların fiyatlarını ise terekenin çevri metninde bulmak mümkündür. 5-Giysiler ve Kumaşlar Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde sayısı ve çeşidi fazla olan kürkler dikkat çekmektedir. Nitekim 1042 kuruş tutarındaki giysi ve kumaş bedelinin 706 kuruşunu (%68,5) değişik hayvan derilerinden yapılan kürk giysiler oluşturmaktadır. Bu kürk giysiler içerisinde kakum38 ferâce kürk (55 kuruş), müstamel cebe kakum kürk (16 kuruş), su samuru39 mâi kaplı kürk (50 kuruş), al şâlî kaplı sincap kürk, mâi germsud kablı kakum kürk (40 kuruş), karsak40 kürk (31 kuruş), ferace yenli karsak kürk (86 kuruş), karsak cebe kürk (17 kuruş), üç adet zerdevâbdan41 kürk (14, 50, 50 kuruş), kontuş42 ――――――――― 34 35 36 37 38 39 40 41 42 14 Pîştahta: İş yerinde öne konulup üstü masa gibi kullanılan çekmece, sarrafların önlerine alıp para saydıkları akçe tahtası. Sâmî, a.g.e., s. 356. Tensûh: İçinde güzel kokular bulunan yuvarlak kutu. Devellioğlu, a.g.e., s. 1259. Hamâil: Kılıç bağı, kılıç kayışı. Ayrıca muska anlamına da gelmektedir. Devellioğlu, a.g.e., s. 368. Kırmız: Boyar madde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda çok kullanılan kırmız adlı karışım ilacın yapımında kullanılmaktadır. Özellikle İstanbul'da kırmız çeşitli baharatlar katılarak hazırlanırdı. Özellikle sarayda yapılan kırmız büyük üne sahipti. Etkili bir uyarıcı ve terletici olduğu gibi soğuk algınlığına ve romatizmaya karşı da kullanılırdı. Abdülaziz Bey; Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri, 2, (Yay. Kâzım Arısan ve Duygu Arısan Günay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, s. 518. Kakum: Sansargiller familyasından Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'da yaşayan 30 cm uzunluğunda bir hayvan; yazın esmer kırmızı, kışın ak renkli olur, kuyruğunun ucu daima karadır. Çok değerli olan bu kürkü padişahlarla, büyükler giyerlerdi. Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 510. Samur: Sibirya taraflarında bulunan kürkü pek makbul zerdave ve sansar cinsinden bir hayvan ve bu hayvanın derisinden yapılan kürk. Sâmi, a.g.e., s. 736. Karsak: Tilkiye benzer, karnı beyaz, postundan kürk yapılan bir cins hayvan. Sâmi, a.g.e., s. 1020. Zerdeva: Sansargillerden, sırtı koyu esmer, karnı daha açık, iyi tırmanan, postu değerli memeli türü. Kontuş: Tatar beylerinin giydikleri işlemeli üstlük elbise, kapaniçe. Sâmi a.g.e., s. 1116; Ömer Lütfi Barkan, "Edirne Askerî Kassâmına Ait Tereke Defterleri", Belgeler, C. III, S. 5-6, 1996, ….s. 476. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z nâfe43 kürk (13,5 kuruş), sincap kürk (32 kuruş), Samur ferâce yenli kürk (142 kuruş), kakum cebe kürk (25,5 kuruş) ve vaşak kürk (52 kuruş) bulunmaktadır. Kürk giysiler zenginlik alameti sayılan giysilerden kabul edilmektedir. 1735 tarihli Aydın muhassılı Abdullah Paşa'nın 1870 parça eşyası içerisinde 122 defa zikredilen kürk eşya bulunmaktadır. Bu kürkler içesinde kuntuş, vaşak, tilki, kakum, sansar gibi muhtelif tür hayvanlar ait olanlar bulunmaktadır.44 Kürk ayan gibi zengin kişilerin terekelerinde de sıkça zikredilen giysilerdendir. Mesela, Karaosmanoğlu Hacı Hüseyin Ağa'nın terekesinde değişik hayvanlara ait kürkler bulunmakta olup bunlar sayıca şeyh Bahâeddin Efendi'nin sahip oldukları ile kıyaslanamayacak kadar çok ve çeşitlidir.45 Kürkten sonra en fazla zikri geçen giysiler çakşır, kaftan, entari, biniş,46 ihram, sarık, şalvar, don, gömlek, kuşak, başlık ve yağmurluk kebesi ve yemeni değirmidir.47 Bu giysiler içerisinde çuka çakşır, şâlî çakşır, çiçekli kaftan, mor çiçekli kaftan, sarı çiçekli entari, çiçekli entari, üç çuka biniş, mor köhne şâlî biniş, kırmızı şâlî biniş, beyaz şâlî biniş, üç ihram, kaba ihram, iki köhne ihram, cedîd sarık, çuka şalvar şeklinde tanımlananlar bulunmaktadır. Bunlar dışında kumaştan üretilen kahve futası,48 futa ve havlu, akçe kesesi, işlemeli duhan kesesi vardır. Terekede bu giysilerin yapımında kullanılan ve müstakil olarak zikredilen cedîd kadife, bogasi, şal, İstanbul şalı, çuka kapud, mor sof, gezi,49 destmal,50 ve alaca gibi kumaş türleri bulunmaktadır. Bu kumaşların birim fiyatları tereke çevirisinde verilmiştir. Terekede, üste giyilen bu elbiseler dışında ayağa giyilen giysilere de yer verilmiştir. Bunlar arasında âsumâni çizme,51 saçaklı âsumânî çizme, çizme, sarı çizme ve dört çift mest pabuç yer almaktadır. Bunlardan en pahalı olanı 10 kuruş ile saçaklı âsumâni çizmedir. Bunun dışındakilerin fiyatı 1-2 kuruş arasında değişmektedir. Bahâeddin Efendi'ye ait terekedeki bu çizme çeşitlerinden olan sarı çizmeden Aydın muhassılı Abdullah Paşa'nın terekesinde 18 adet bulunmaktadır.52 Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde önemli yer tutan kürkler o dönem için hangi tür hayvan kürklerinin giyildiği ve fiyatlarının ne olduğu hakkında bize bilgi vermektedir. ――――――――― 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 Nâfe: Tilki vesâir hayvanların göbek cihetinden çıkan kürk. Sâmi, a.g.e., s. 1149. Telci, "Aydın..., s. 209-213 Nagata, Tarihte Ayanlar..., s. 208, 214, Bir nevi merâsim elbisesi, büyük cübbe. Barkan, a.g.m., s. 473. Değirmi: Eni boyu bir, en miktarınca boy anlatan ölçü. Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 488. Futa: Bir iş görürken veya hamamda ya da esnaf tarafından üstlerin kirlenmemsi için bele bağlanan önlük, peştemal. Esnaf futası, hamam futası gibi. Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 496. Gezi: İpek ve iplikle karışık bir çeşit kumaş. Sâmi, a.g.e., s. 1163. El silecek yağlık, makrame. Sâmi, a.g.e., s. 609. Âsumânî çizme: Osmanlı döneminde, ilmiye sınıfına bağlı kimselerin giydikleri çizme. Telci, "Aydın..., s. 210 15 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 6- At Takımları ve Silahlar Bahâeddin Efendi'nin terekesinde raht olarak geçen birçok at koşum takımı bulunmaktadır. Buna da çok şaşırmamak gerekir, zira terekesinde altı at, beş doru bargir, bir kısrak ve iki tay bulunmaktadır. At takımları içerisinde sim yıldızlı raht (150 kuruş), sim raht (62 kuruş), sim kemer reşme,53 (175 kuruş), sim kabzalı raht (120 kuruş), ibrişim raht (3 kuruş), iki üzengi (3-5 kuruş) , eğer (3,5 kuruş), at çulu (1,5 kuruş), aygır kolanı (2 kuruş), at gönlüğü (13,5 kuruş) ve iki at gāsiyesi gönlük,54 (9-19 kuruş) bulunmaktadır. At takımları içerisinde simli, yıldızlı ve ibrişimli şeklindeki özellikler bunların değeri ile ilgili olmalıdır. Terekede bu at takımları yanında tabanca ve tüfenk gibi ateşli silahlar, kılıç ve gaddâre55 gibi kesici aletler de bulunmaktadır. Tüfenk olarak dört tane şişhâne tüfenk (20-73 kuruş), ağız tüfengi (2 kuruş), tüfenk (9,5-20 kuruş), çifte tüfenk (10 kuruş); tabanca olarak ise piştov cinsi ateşli silah mevcuttur. Tabancalar arasında sim bilezikli piştov kubur56 (40 kuruş), dört çift piştov kubur (15-27 kuruş), iki adet musanna' küçük piştov (35 kuruş) yer almaktadır. Kesici silah olarak ise bir kılıç (90 kuruş), sim kınlı kılıç (50 kuruş) ve gaddâre bulunmaktadır. Terekenin tamamı göz önüne alındığında en fazla tekrar edilen eşyalardan birinin silahlar olduğu görülmektedir. Bu gruba dahil edilen silahlar içerisinde ateşli silahlar önemli bir yer tutmakta olup bunların sayısı on ikidir. Bahâeddin Efendi'nin elindeki silahların bir ayan ve voyvodanın elinde bulunanlar kadar çok olduğunu söylemek mümkün olmasa da az olduğunu söylemek de mümkün değildir. Zira normal kişilerin terekesinde de silahlara rastlanmakla birlikte bunların sayısı ve çeşidi şeyhin terekesinde belirtilenler kadar çok değildir.57 7-Ziynet Eşyaları, Değerli Taşlardan Yapılan Süs Eşyaları ve Koku Veren Maddeler Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde bu gruba dahil edilebilecek çok az eşya bulunmaktadır. Bu gruba dahil edilen eşyaların kıymeti sadece 170 kuruştur. Ziynet eşyası olarak kabul edilebilecek sadece altın gerdaniye ――――――――― 53 54 55 56 57 16 Reşme: Hayvanların başında burun üzerine gelen zincir. Barkan, a.g.m., s. 477. Gâsiye: Hayvan örtüsü. Barkan, a.g.m., s. 475. Gaddâre: Kama gibi iki ağzı keskin kısa bir kılıç. Barkan, a.g.m., s. 475. Kubur: Silindir şeklinde içi boş muhafaza. Eğere bağlı piştov kılıfı da eğer kuburu olarak adlandırılır. Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 520. Gökmen, a.g.e., s. 186 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z ve hâtem yüzük, zümrüt yüzük, mercan tespih, kehribar imâme58, arusek59 kutu bulunmaktadır. Terekede güzel koku veren maddeler ile bunların konulduğu muhafazalar da zikredilmiştir. Bunlar arasında beş adet yasemen çubuğu, misk-i amber ve sim gülâbdan ve buhurdan yer almaktadır. Zikredilen bu eşyalar sayıca az olup doğrudan ziynet eşyası sayılabilecek mallar değildir. Mehmed Bahâeddin Efendi mal varlığını ziynet eşyaları dışındaki varlıklar üzerine kurmuştur. 8-Zirâî Ürünler, Yiyecek ve İçecek Maddeleri Bu gruba Şeyh Bahâeddin Efendi'nin ambarlarında bulunan zirai ürünler dahil edilmiştir. Bu ürünlerin çeşit ve miktarı fazla değildir. Bu zirai ürünler Bahâeddin Efendi'nin sahip olduğu han ve değişik mahallelerdeki evlerinin mahzen ve ambarlarında muhafaza edilmektedir. Göktaşlı'daki evinin ambarında 1400 kuruş kıymetinde 182,5 ölçek hınta (buğday), bu evin yanındaki hanın ambarında 283,5 kuruş kıymetinde 37 ölçek hınta, Dilşikār mahallesindeki mahzende 20 kuruş değerinde hınta bulunmaktadır. Buğday dışında zirai ürün olarak 5,5 kuruş kıymetinde 2,5 ölçek susam, 5,5 kuruş kıymetinde 7,7 ölçek darı, 724,5 kuruş kıymetinde 2.891 kıyye pembe (pamuk) kozağı, yine Dilşikār mahallesindeki mahzende 138 kuruş kıymetinde 552 kıyye pembe kozağı yer almaktadır. İçilecek ve yenilecek madde olarak da duhan, Yemen kahvesi, darçın ve devâ-yı misk60 zikredilmiştir. Bu bilgiler bu dönemde buğday, susam, darı, pamuk gibi zirai ürünlerin ekildiğini ve bunların ambarlarda muhafaza edildiğini göstermektedir. 9- Cariyeler ve Nakit Para Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi vefat ettiğinde evinde bulunan nakit paranın miktarı 11.386 kuruştur. Bu miktar borçlar ödenmeden önceki 44.294,5 kuruşluk terekenin %25,7'sini oluşturmaktadır. Bu miktar terekenin gayrimenkullerden sonraki en büyük bölümünü oluşturmaktadır. Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde her biri 150 kuruş kıymetinde üç adet câriye bulunmaktadır. Arab asıllı oldukları belirtilen bu câriyelerin adları Fâtıma, Zeyneb ve Şebboy'dur. Bahâeddin Efendi'nin üç adet câriyeye sahip olması o dönem için çok yadırganacak bir durum değildir. Zira, XVII. yüzyılda Manisa'da köle ve câriye alınıp satılabilmekte ve hali vakti yerinde olanlar bunları alıp işlerinde kullanabilmekte idiler. Arab asıllı köle ve cariyeler şehrin ileri gelenlerinin sahip olduğu şehre yakın yerlerdeki ――――――――― 58 59 60 İmâme: Sigara ve çubuk başlarına takılan, çoğu kehribardan ağızlık; tespih başındaki daha uzun başlık. Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 507. Arusek: Yeşil ve pembe dalgalı bir nev' sedef ki tezyinatta kullanılır. Sâmî, a.g.e., s. 934. Devâ-yı Misk: Güzel kokulu bir çeşit şeker helvası. Devellioğlu, a.g.e., s. 204. 17 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği çiftliklerde görev yapmaktaydı. Beyaz köle ve câriyeler ise daha çok hizmet köleliği ve ev içi işlerde kullanılmaktaydı. Sicillerde yer alan bilgilere göre, köle ve câriyeler daha çok Rus, Eflak, Boğdan, Gürcü Macar, Arab, Habeş ve Mora kökenli idi. Beyaz köleler siyah olanlara göre daha pahalıya satılmakta idi.61 Ekonomik olarak Bahâeddin Efendi kadar zengin olmasalar da Sivas Mevlevîhânesi şeyhlerinden de câriye sahibi olanlar vardı. Mesela, 1871 yılında vefat eden Sivas Mevlevî Şeyhi Mehmed Efendi'nin iki eşi yanında bir câriyesi bulunmakta idi.62 Yine Karaosmanoğlu Hacı Hüseyin Ağa'nın beyaz ve zenci olam üzere 34 adet cariyesi bulunmakta idi. Bu cariyelerin en ucuz 800 kuruş, en pahalı 2000 kuruş olduğu görülmüştür. Bunlardan dokuzu beyaz olup bunlar abaza ve cerkes kökenli diğerleri ise zenci asllıdır.63 Onyedinci asır İstanbul tereke defterleri üzerine yapılan çalışmada, şeyh ünvanlı bir kişinin 800 akçe değerinde bir kölesinin olduğu görülmektedir.64 Yukarıda verilen örnekler hali vakti yerinde olan kişilerin o dönem için evlerinde ve diğer işlerde çalıştırmak üzere yanlarında köle ve cariye bulundurduklarını göstermektedir. 10-Kitaplar Terekelerde kitapların listelendiği yer her zaman aynı olmayıp çeşitli dönemlerde farklılıklar gösterebilmektedir. Erünsal, XVII. asırda kitapların başta, ortada, sonda, bazen de diğer eşayalarla birlikte yazılabildiğini, XVIII ve XIX. yüzyıllarda genellikle terekenin başında yazıldığını belirtmektedir. XX. yüzyılda ise gene bir düzensizlik sözkonusu olup terekenin değişik yerlerinde yazıldığını ifade etmektedir.65 Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesi ise borçlardan hemen önce yani en sona yazılmıştır. Terekenin orijinalindeki bu düzeni bozmamak için kitaplarla ilgili değerlendirmeler son kısma bırakılmıştır. Ele aldığımız Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde 190 aded kitap bulunmaktadır ki bu az sayılmayacak bir miktarı ifade etmektedir. Zira, İstanbul'da 1604-1909 yılları arasında kitap ticareti ile uğraşan 186 sahaftan 89'unun elinde 190'ın altında, Edirne ve Bursa olmak üzere İstanbul dışındaki bazı şehirlere ait sicillerde rastlanılan 29 sahaf terekesinden 20'sinde 190'ın altında kitap bulunmaktadır.66 Bu kişilerin kitap ticareti yapan kişiler oldukları düşünülürse Bahâeddin Efendi'nin sahip olduğu kitapların sayısının az olduğunu söylemek zordur. Bunun yanında İstanbul'da 1595-1668 yılları arasındaki 1003 terekeden ――――――――― 61 62 63 64 65 66 18 Mehmet Günay, "Manisa'da Köle ve Câriyeler", Manisa Şehri Bilgi Şöleni, Bildiriler (29-30 Eylül 2005), Manisa: 2006, s. 295-96. Demirel, a.g.m., s. s. 254. Nagata, a.g.e., s. 216-217 Öztürk, a.g.e., s. 208 İsmail E. Erünsal, Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar, Timaş Yayınları, İstanbul, 2013, s. 319 Erünsal, a.g.e, s. 377-389, 393-394. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 326'sında üçten fazla, Ruscuk'ta 1695-1786 yılları arasında 358 terekeden 16'sında ikiden fazla ve Sofya'da 1111 terekeden 46'sında ikiden fazla kitaba rastlanmıştır.67Yine Afyonkarahisar din bilginlerinden Şeyh Receb Efendi'nin 3400 kuruşluk mal varlığı içinde toplam değeri 354 kuruş olan 127 kitap,68 ve 1655 tarihli müderris Ahmed Efendi bin Mustafa'nın 66.098 kuruşluk terekesinde 61 adet kitap bulunmaktadır.69Buna karşılık, Edirne'de 1598 tarihli 207.435 akçelik Şeyh Muslihiddin Efendi terekesinde70 ve Demirci kazasında hangi tarikatın şeyhi olduğu belirtilmeyen Elhâc Şeyh Osman Efendi bin Mehmed'in 41.989 kuruşluk terekesinde bir tane bile kitaba rastlanmamıştır.71 Ulema sınıfı dışındaki kişilerin terekelerinde de kitaplara rastlanmaktadır. Mesela Manisa ayânlarından Pulad Mehmed Ağa'nın (ö.1806) konağındaki değişik odalarda sadece 81 kitaba72, Aydın muhassılı Abdullah Paşa'nın 1870 parça terekesinde ise sadece 42 parça kitaba rastlanmıştır.73 Sıradan insanlara gelince, durum biraz daha farklılık göstermektedir. Osmanlı Devleti'nde halkın büyük bir kısmının elinde kitap bulunmamaktadır. Hatta, halkın büyük kısmının elinde inandığı dinin kitabı olan Kur'an-ı Kerîm bile yoktur. Örnek vermek gerekirse, Demirci kazasında miktarı 50010.000 kuruş arasında olan 37 tereke sahibinden sadece dördünde, 10.000 kuruş ile 25.000 kuruşa arasında terekesi olan 23 kişiden dokuzunda, 25.000 kuruş ile 191.000 kuruş arasında terekesi olan 13 kişiden yedisinde Kur'ân-ı Kerim'e rastlanmıştır. Şahıslar yanında Manisa kütüphanelerindeki kitap sayıları hakkında bilgi verirsek Bahâeddin Efendi'nin sahip olduğu kitaplarının durumu daha iyi anlaşılacaktır. Mesela, Manisa'daki Nişancı Paşa Kütüphanesi'nde 1898'de 995, aynı tarihte Murâdiye Kütüphanesi'nde 2602, Çaşnigir Kütüphânesi'nde 1064, Akhisar Zeynelzâde Kütüphânesi'nde 1003 kitap bulunmaktadır.74 Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde çıkan çok sayıdaki bu kitapların Mevlevîhâne'ye ait olabileceği de düşünülebilir. Ancak Mevlevîhâne ile Göktaşlı mahallesi arasında belli bir mesafe olduğu düşünülürse bu kitapların şeyhin kendisine ait olmasını, Mevlevîhâne'de ayrıca kitapların bulunmasını düşünmek daha doğru gözükmektedir. ――――――――― 67 68 69 70 71 72 73 74 Orlin Sabev, İbrahim Müteferrika Ya Da İlk Osmanlı Matbaa Serüveni (1726-1746), İstanbul, 2006, s. 272, 275. Küpeli, "Afyonkarahisar..., s. 33-38 Barkan., a.g.e., s. 387-388 Barkan, a.g.e, s. 339-340 Gökmen, a.g.e, s. s. 93-94, 98 Nagata, a.g.e., s. 175 Telci, "Aydın..., s. 214 Sadık Karaöz, Manisa İli Kütüphaneleri, Ayyıldız Matbaası, Ankara: 1974, s. 22, 29, 36, 43. 19 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde bulunan kitapların tefsir, hadis, fıkıh, akāid, tarih, tasavvuf, edebiyat, astronomi, felsefe, mantık, kelâm, dil gibi farklı alanlara ait olduğu görülmektedir. Kitaplardaki böyle bir dağılım daha çok ilmiye mensubu olan kadı, müftü, müderris, medrese öğrencileri, imam, hatip ve molla terekelerinde görülmektedir ki terekede mevcut kitaplar bu durumla benzerlik arzetmektedir.75 Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesinde yer alan kitaplardan bazıları ilgili oldukları bilim dalları itibariyle aşağıda zikredilmiştir. Ancak bunlar dışında, konuları ve içerikleri tespit edilemeyen kitapların da bulunduğu unutulmamalıdır. Bu kitapların sayısı ve kıymeti çalışmaya ek olarak verilen tereke çevirisinde belirtilmiştir. Kur'ân ve Cüzleri: Kalemiye Mushaf-ı Şerîf, Kalemiye En'am-ı Şerîf.76 Tefsir Kitapları: Kalemiye Tefsîr-i Şerîf Nâkıs, Tefsîr-i Keşşâf, Hâşiye-i Keşşâf, iki cilt Ebu's-suûd Tefsiri ve Mecmûa-i Kavâidi't-Tefsîr. Hadis Kitapları: Câmiu's-Sağir, Miftâhü'l-Künûz ve ismi belirtilmeyen bir hadis kitabı. Fıkıh Kitapları: İbrahim Halebî, Molla Hüsrev'in iki cilt Dürer ve Gureri, ayrıca Molla Hüsrev, Menâr İbn-i Melek, Mecmau'l-Bahreyn, Mecmûa-i Ferâiz, Sadr-ı Şerîa, Kudûrî, Kuhistânî, Teâruzu'l-Beyyinât, Sirâciye-i Ferâiz, iki cilt Hizânetü'l-Fıkıh ve Şerh-i Fıkh-ı Ekber, Harac-ı Ebu Yusuf, Câmiu'l-İcâreteyn, İstîâf fî Umûr-i Evāf. Fetvâ Kitapları: Kādîhân, Kādîhândan bir cüz, cild-i sânî Kādîhân, iki adet Fetâvâ-yı Abdurrahîm, Fetâvâ-yı Üskûbî, iki adet Fetâvâ-yı Ali Efendi, Behcetü'l-Fetâvâ, Fetâvâ-yı Ankaravî, Mecmau'l-Fetâvâ ve Merratü'l-Fetâvâ. Gramer Kitapları ve Lügatlar: İbn-i Hâcib'in Arap gramerine ait Kāfiye'sine ait iki cilt Hâşiye-i Kāfiye, Birgivî'nin Avâmil ve Izharı, Avâmil Mu'ribi, Muğni'l-Lebîb, Lügat-ı Müntehab-ı Fâris ve Ahterî. Tarih Kitapları: İki adet Tevârih-i Âl-i Osmân, Târîh-i Naîma, iki adet Târih-i Mısır, Tarih-i Hindî ve Tarih-i Râşid Efendi. Akāid Kitapları: Metn-i Akāid ve iki cilt Şerh-i Akāid. Edebiyata Dair Kitaplar: Lübbü'l-Elbâb, Mustazraf, Ni'metullah, Pend-i Attâr, Teârüzü'l-Ebyât, Gencine-i Râz, üç adet Mesnevî-i Şerîf, iki adet Şerh-i Mesnevî, Dîvân-ı Sâib, Dîvân-ı Sâbit, Dîvân-ı Hâfız, Sâbit bi't-Türkî, Divân-ı ――――――――― 75 76 20 Sabev, a.g.e., s. 275-276. En'am-ı Şerîf: En'am suresi ile bazı meşhûr Kur'ân surelerini içine alan kitapçık. Abdülaziz Bey; a.g.e., s. 492. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Feyz-i Hindî ve Zühre, Kasîde-i Bürde, Gülistân-ı Serverî, Şerh-i Gülistan-ı Serverî, iki cilt Şerh-i Bahâristan, Bostân, Ali Kudsî ve Tezkiretü'ş-Şuarâ. Dinî ve Tasavvufî Kitaplar: Tezkiretü'l-Evliyâ, Gunye, Şerh-i Fusûs-ı (Hikem), Tarz-ı Dervişân, Minhâcü'l-Fukarâ, Menâkıb-ı Hazret-i Mevlâna, Tarîkat-ı Muhammediye, Münyetü'l-Musallî, Kitâbü'l-Helâl ve'l-Harâm ve Mev'iza. Tıp Kitapları: Kitâb fi't-Tıb, Lugat-ı Tıbb-ı Fârisî, İhtiyârât-ı Bedîi. Astronomi: Zîc-i Ulu, Mu'rib-i Zîc, Ali Kuşcu, Umdetü'l-Hey'et ve Usturlâb. Mantık Kitapları: Tasdikāt ve Tasavvurât, Şerh-i Fenâr üzerine, Risâle-i Ağdûdiye. Felsefe: Tehâfüd. Kelâm İlmi: Îzâh fî İlm-i Kelâm. Ansiklopedi Tarzı Kitaplar: Kitâbü'l-Hayevân. Rüya Tabiri ve Büyü Kitapları: Hâbnâme-i Veysî Efendi, üç adet remil kitabı ve bir remil risâlesi, Şems-i Ma'ârif ve Vefk. Mecmûalar: Mecmûa-i Ferâiz, Mecmûa-i Arûz, Mecmûa-i Resâil, Mecmûa-i Resâil Fi'l-Kutb, Mecmûa-i Ulûm-ı Şitâ, Mecmûa-i Fârisi, dört adet Mecmûa, Gülistan Mecmûa, Rûznâme Mecmûa, Ferîde Mecmûa. Risaleler: Risale fi'l-Kutub, Risale, Risâle-i Fârisî, Risâle-i Kādı. Bunlar dışında Cihannumâ-yı Kātib Çelebi,77 Şakāiku'n-Nu'mâniye gibi çokça tanınan eserler de terekede bulunmaktadır. Bahâeddin Efendi'nin kitaplarının toplam kıymeti 797 kuruş olup bu miktar 44.294,5 kuruşluk toplam terekenin %1,7'sini oluşturmaktadır. İstanbul tereke defterleri üzerine yapılan çalışmada ise kitap sahibi kişilerin, sahip oldukları mal varlığı içinde kitaplarının değerinin %2.35 olduğu tespit edilmiştir.78 Bahâeddin Efendi'nin terekesindeki kitapların değeri ise 1000 kişinin terekesi esas alınarak tespit edilen rakamın %0,5 daha altında gözükmektedir. 11-Müteveffâ Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin Borçları ve Mirasının Vârislere Taksimi ――――――――― 77 78 Bu eser "Cihannümâ-yı Kātîb Halîl" şeklinde yazılmış olsa da bunun Kâtib Çelebi'nin Cihânnüması olduğunu kabul etmek daha doğru olacaktır. Burada bir yazım hatası olduğu anlaşılmaktadır. Öztürk, a.g.e., s. 174 21 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Bir terekenin üçüncü kısmını vefat eden kişinin teçhiz ve tekfin masrafları, vasiyeti gereği yaptığı bağışlar, borçları, mihri, mahkeme harçları ve diğer harcamaları oluşturmaktadır. Bu borçlar terekeden ödenmeden mirasçılara mal taksimi yapılmazdı. Mehmed Bahâeddin Efendi'nin borçlarını iltizam bedellerinden ödenmeyen paralar, değişik esnaflara olan borçları ve Konya'ya gönderilen sâîlere ödenen yolluklar oluşturmaktadır. Bu borçlardan bir kısmı üzerine aldığı iltizam bedelleri olup, Karakurt bedel-i iltizamından Ömer Efendizâde Abdurrahman Efendi'ye, damga eminlerine, Sabuncu bedeli iltizâmından Nakîbü'l-Eşrâf Seyyid Osman Efendi'ye, bedel-i iltizâmdan ve dönüm-i duhandan Edib Mustafa Efendi'ye gerekli ödemeler yapılmıştır. Değişik esnaf gruplarından alınan eşyaların bedelleri ve alınan hizmetlerin karşılığında ödenmesi gereken borçlar da mevuttur. Bu borçların kasap, mumcu, haffâf, keresteci, terzi, sarrâf, kazzâz, kürkçü, pazarcı, yağcı, deveci, karcı, şerbetçi, muytâb, tabîb ve nalbant gibi esnaflara ait olduğu görülmektedir. Alacaklı olan bu esnaflardan bir kısmı ise gayrimüslimdir. Bunlar dışında, Konya'ya, İzmir'e ve İstanbul'a gönderilen sâilere verilen yol paraları, yetimler için yapılan masraflar, evin zaruri ihtiyaçları için ve tamir edilmesi gereken yerler için ödenen paralar, Câmi-i Kebîr mürtezikasına Şevvâl ayında verilen ücretler, aynı câmi için alınan zeytinyağı bedelleri, Mevlevîhâne hatîbine Şevval ayında verilen aylıklar ve kiralanan tarlalara ödenen icârlar yer almaktadır. Yukarıda belirtilen borçlar yanında teçhîz, tekfîn ve kefâretleri için 172 kuruş, resm-i kısmet-i âdî için 1107,5 kuruş, kethüdâiye, kātibiye ve çukadâriye için 100'er kuruş, harc-ı hücec için 98 kuruş, hüddâmiye ve dellâliye için 66'şar kuruş, muhzırâne için 10 kuruş ve kaydiye için 2,5 kuruş ödenmiştir. Mehmed Bahâeddin Efendi'nin borçlarının tamamı için 8.489,5 kuruş ödenmiştir. Bu miktar 44.294,5 kuruşluk terekeden çıkarıldığında geriye 35.805 kuruş kalmıştır. Mehmed Bahâeddin Efendi'nin borçlarının toplam tereke içindeki payı ise %19,1'dir. Bu durum Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi'nin mal varlığının 1/5'inin borçlara ayrıldığını gösterir. Borçlardan geriye kalan 35.805 kuruşun 14.322 kuruşu sulbi sağîr oğlu Şeyh Ahmed Efendi'ye, 14.322 kuruşu câriyesinin karnındaki çocuğa ve 7.161 kuruş sağîr kızı Sâime'ye hisse olarak dağıtılmıştır. Sonuç Tarih boyunca devlet adamlarının ve toplumun önde gelen kişilerinin hayatları ve bir o kadar da geride bıraktıkları malları merak konusu olmuştur. Bu merakın bir parçası olarak Manisa Mevlevîhânesi şeyhlerinden Mehmed Bahâeddin Efendi'nin terekesi çalışmamıza konu olarak seçilmiştir. Bahâeddin 22 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Efendi, XVII yüzyıl ortalarından itibaren Manisa Mevlevîhânesi'nde şeyhlik yapan Çelebiler soyundan gelmektedir. 1771 yılında vefat eden Mehmed Bahâeddin Efendi, geride pek de iyi bir şöhret bırakmamış, zaman zaman kanunsuz ve haksız işlere karışmış ve hakkında İstanbul'a şikayetler yapılmıştır. Vefatından bir yıl önce hakkında İstanbul'dan Manisa nâibliğine evâil-i Şaban 1183 tarihinde bir hüküm gönderilmiştir. İlginçtir ki bu belgede kendisinden "zâlim" diye söz edilmektedir. Bu hükümde bir mevlevî şeyhinin belde müftüsü ile işbirliğinden sözedilmekte ve müderrisliğini zulüm vasıtası olarak kullandığı belirtilmektedir.79 Terekesindeki alacaklarına ve borçlarına dair kayıtlara bakıldığında Manisa ve çevresindeki kazaların mukataalarını iltizama aldığı görülmektedir. Bahâeddin Efendi'nin bu iltizamlar sayesinde gücünü artırdığı ve bu sayede zenginleştiği anlaşılmaktadır. Mehmed Bahâeddin Efendi zengin bir şeyhtir. Zira terekesinde daha çok, zengin kişilerin terekelerinde görülen kürk, fazlaca at ve silah takımları ve kitaplar bulunmaktadır. Yine Bahâeddin Efendi'nin ev içi yaygıları arasında hayli seccâde bulunmaktadır. Bu seccadeler içinde kıymetli saf seccadeler ve uşak halıları yer almaktadır. Yine varlıklı insanların terekelerinde gördüğümüz câriyeye Bahâeddin Efendi'nin terekesinde de rastlanmaktadır. Terekede üç adet Arap asıllı câriye bulunmaktadır. Mehmed Efendi'nin bunlardan biri ile karı koca hayatı yaşadığı mirasdan pay alanlara dair verilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Câriyelerin her birisi için 150'şer kuruş fiyat takdir edilmiştir. Beyaz asıllı cariyelerin fiyatları ise Arap ve zenci asıllı olanlara göre daha yüksektir. Terekenin en önemli yönlerinden birini içinde kitaplar oluşturmaktadır. Terekede 190 civarında kitap mevcut olup bu azımsanmayacak bir rakamdır. Kitapların sayısı kadar çeşitliliğinin ve bilim dallarına göre dağılımının yerinde olduğunu söylemek mümkündür. Zira bu kitaplar içerisinde hemen hemen her bilim dalından kitap bulunmaktadır. Bunun yanında bu kitapların alanlarında tanınmış eserler olması da dikkat çekicidir. Mehmed Bahâedin Efendi'nin terekesinde yer alan kitaplardan Tarih-i Mısır, Cihannümâ, Târih-i Naîma, Târih-i Râşid Efendi gibi kitapların müteferrika matbaasında basılan kitaplar olduğu görülmektedir.80 Terekede geçen kitapların tefsir, hadis, fıkıh, tarih, edebiyat, astronomi ve astroloji, tıp, mantık, felsefe, kelam, tasavvuf ve dil ile ilgili alanlarda olduğu görülmektedir. Belirtilen bu alanların herbirinde birden fazla eserin olduğu ve kitapların belli bir alanda yoğunlaşmadığı görülmektedir. ――――――――― 79 80 Manisa Şer'iyye Sicili, No. 216, s. 52-53 Sabev, a.g.e., s. 292-293 23 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Kaynakça Abdülaziz Bey; Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri, 2, (Yay. Kâzım ARISAN ve Duygu ARISAN GÜNAY), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul: 1995. ACUN, Hakkı, "Manisa Mevlevîhânesi", IX. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara: 1992, s. 109-113. ACUN, Hakkı, Manisa'da Türk Devri Yapıları, Türk Tarih Kurumu, Ankara: 1999. ARSEVEN C. Esad, Sanat Ansiklopedisi, C. III, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul: 1950. ARTAN, Tülay, "Terekeler Işığında 18. Yüzyıl Ortasında Eyüp'te Yaşam Tarzı ve Standartlarına Bir bakış: Orta Halliğin Aynası", 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp'te Sosyal Yaşam, (Ed. T. ARTAN), İstanbul, Tarih Vakfı, 1998, s. 49-64. BARKAN, Ö. Lütfi, "Edirne Askerî Kassâmına Ait Tereke Defterleri", Belgeler, C. III, S. 5-6, 1996. ÇADIRCI, Musa, "Hüseyin Paşa'nın Terekesi (30 fotokopi ile)" Belgeler, C. XI, S. 15 (1986), s. 145-164. DEMİREL, Ömer, "Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Statülerine Dâir Bâzı Tespitler", Vakıflar Dergisi, C. XXV, Ankara: 1995, s. 251-255. DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Sözlük, Aydın Kitabevi, Ankara: 2010. DOĞRU, Halime, "Öldürülen Hacı-Oğlu Pazarı Ayanı Sarıkoğlu ile Adamlarının Muhallefatı ve Tasfiyesi", Uluslararası Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri Sempozyumu, 11-13 Mayıs 2005, Bildiriler Kitabı, Osmangazi Üniversitesi, 2005, s. 157-169. EMECEN, M. Feridun, "Saruhanoğulları ve Mevlevîlik", Tarihin İçinde Manisa, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları I, Manisa: 2007, s. 49-64 EMECEN, M. Feridun, "Ayan ve Muhallefatı: Karaosmanoğlu Hacı Mustafa Ağa", CIEPO, Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi XIV. Sempozyumu Bildirileri, 18-22 Eylül 2000, Çeşme, (Ed. Tuncer BAYKARA), Ankara, TTK, 2004, s. 141-148. ERCAN, Yavuz," Bir Ayanın Muhallefatı: Havza ve Köprü Kazaları Ayanı Kör İsmailoğlu Hüseyin (Muhallefât Olayı ve Terekenin İncelenmesi)", Belleten, C. XLI, S. 161, 1977, s. 41-78; ERÜNSAL, İsmail E, Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar, Timaş Yayınları, İstanbul, 2013. 24 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2, Yapı Kredi Yayınları, (Haz. Yücel DAĞLI, Seyit Ali KAHRAMAN, Robert DANKOFF), İstanbul: 2011. GÖKMEN, Ertan, Tanzimat'tan II. Meşrutiyet'e Demirci Kazası, Demirci Belediyesi Yayını, Akademi Ajans, İzmir: 2007. GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mevlâna'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul: 1983. GÜNAY, Mehmet, "Manisa'da Köle ve Câriyeler", Manisa Şehri Bilgi Şöleni, Bildiriler (29-30 Eylül 2005), Manisa: 2006, s. 293-297. GÜNAY, Mehmet, XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Manisa'nın Sosyal ve Ekonomik Durumu (1650-1675), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul: 2000. İNALCIK, Halil, Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler: III. Köy Sicil ve Terekeleri. Belgeler, C. XV, S. 19 (1993), s. 23-168. KARADANIŞMAN, Keşfi, Manisa Tarihi Eser ve Kitabeleri, Manisa: Tarihsiz. KARAÖZ, Sadık, Manisa İli Kütüphaneleri, Ayyıldız Matbaası, Ankara: 1974. KIVRIM, İsmail, "Kilis ve A'zaz Voyvodaları Daltaban-zâde Mehmed Ali Paşa ve Muhallefâtı" Otam, S. 24, 2008, s. 147-174. KÜÇÜK, Sezai, "Manisa Mevlevîhânesi", Manisa Araştırmaları 2, Celal Bayar Üniversitesi Manisa Yöresi Türk Tarihi ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi, Manisa: 2002, s. 15-21. KÜPELİ, Özer ,"Afyonkarahisar Din Bilginlerinden Şeyh Receb Efendi'nin Terekesinde Yer Alan Kitaplar", Taşpınar, S. 1, Yıl. 1 1999, s. 33-38. KÜPELİ, Özer, "Yenişehir (Bursa) Âyânı Sarıcaoğlu Osman Ağa ve Muhallefâtı" History Studies, 3/3, 2011, s. 245-263; NAGATA, Yuzo, Tarihte Ayanlar Karaosmanoğulları Üzerine Bir İnceleme, Türk Tarih Kurumu, Ankara: 1997. NAGATA, Yuzo, "Karaosmanoğlu Hacı Hüseyin Ağa'ya Ait Tereke Defteri" X. Türk Tarih Kongresi, (Ankara 21-25 Eylül 1981), Kongreye Sunulan Bildiriler, C. II, Ankara, 1988, s.1055-1063. ÖZCAN, Tahsin, "Muhallefât", Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 30, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, İstanbul: 2005, s. 406-407. ÖZÇELİK, Tarık " Yeniçeri Ağası Köse Mehmed Ağa ve Muhallefâtı", History Studies, C. 5, S. 1, Ocak 2013, s. 287-310 ÖZDEĞER, Hüseyin, 1463-1640 Yılları Arasında Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul, 1995. ÖZTÜRK, Said, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri, OSAV, İstanbul, 1995. 25 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği PAKALIN M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, III, MEB, İstanbul: 1993. SABEV, Orlin, İbrahim Müteferrika Ya Da İlk Osmanlı Matbaa Serüveni (1726-1746), İstanbul, 2006. Şemseddin Sâmi, Kāmûs-ı Türkî, Dersaadet: 1317. SAVAŞ, Saim, "Sivas Valisi Dağıstani Ali Paşa'nın Muhallefatı: XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Sosyal Hayatına Dair Önemli Bir Belge", Belgeler, C. XV, Sayı 19, 1993, s. 249-290. TANRIKORUR, Barihüda, "Manisa Mevlevîhânesi", Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 28, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: 2003, s. 1-3. TELCİ Cahit, "Aydın Muhassılı Abdullah Paşa ve 1148 (1735) Senesinde Zaptedilen Muhallefatı" Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XV, 2000, s. 199219. TELCİ, Cahit, "Turgutlu Voyvodası Seyfi-zâde Es-Seyyid Halil Ağa'nın 1791 Senesinde Müsadere Edilen Muhallefatı", Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXII/1 Temmuz 2007, s. 173-216. TELCİ Cahit, "Muhassılın Serveti: Aydın Muhassılı Abdülbaki Paşa'nın 25 Temmuz 1697 (6 Muharrem 1109) Tarihli Muhallefatı", Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXVI/2, Aralık 2011, s. 551-576. TEZCAN, Nuran, "Manisa Mevlevîhânesi", Osmanlı Araştırmaları, C. XIV, İstanbul: 1994, s. 185-193. ULUÇAY, M. Çağatay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar I, Resimli Ay Matbaası, İstanbul: 1940. ULUÇAY, M. Çağatay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar II, Marifet Basımevi, İstanbul: 1946. ULUÇAY, M. Çağatay, Manisa Ünlüleri, Lise Matbaası, 1946. Manisa Şer'iyye Sicili, No: 216, 217. Ek-1 Manisa Mevlevîhânesi Şeyhi Mehmed Bahâeddin Efendi'nin Terekesinin Transkripsiyonu.81 Medîne-i Mağnisa'da Göktaşlı mahallesinde sâkin iken bundan akdem vedâ-ı 'âlem-i fânî eden Mevlevî Şeyhi Bahâeddin ibn-i Eş-şeyh Osmân Efen――――――――― 81 26 Manisa Şer'iyye Sicili No: 217, s. 43-51. Not: Terekede okunuşunda şüphe duyulan kelimelerden sonra "?", hiç okunamayan kelimelerin yerine ise "..." konulmuştur. Kelimelerin başka araştırmacılar tarafından okunma ihtimali düşünülerek terekenin orijinali Ek-2'de verilmiştir. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z di'nin verâseti sulbi sağîr oğlu Şeyh Ahmed Efendi ve sulbiye-i sağîre kızı Sâ'ime'ye ve ümm-i veledinin haml-i zâhirine münhasıra olduğu lede'ş-şer' zâhir ve nümâyân olduktan sonra sağîrûn-ı mezbûrunun dâileri kıbel-i şer'den mensûb-ı vasîleri Dervîş Ahed Efendi ma'rifeti ve bi-ma'rifet-i şer' tahrîr ve beyne'l-verese bi'l-'arîzati'ş-şer'iyye tevzî ve taksîm olunan muhallefâttdır ki ber-vech-i âti zikr olunur. Hurrire fi'l-yevmi'l-hâmis min zi'l-hicceti'ş-şerîfe lisene erba'a ve semânîn ve mie ve elf (5 Zilhicce 1184/22 Mart 1771). Shf Miras Olarak Kalan Mallar Birimi 43 Kalemiye Muhhaf-ı Şerîf 50 43 Hâriciye ve dâhiliye mülk menzil dermahalle-i mezbûr (Göktaşlı) 5000 43 Kasr der-mahalle-i Sakalar 2000 43 Han der-kurb-ı menzil 3000 43 Sığır Alanı'nda fırın ma'a değirmen 900 43 Meyhâne bir bâb Sûk-ı Sabbâğan 600 43 Menzil der-mahalle-i Ali Ağa 350 43 Dükkān-ı düğmeci 43 Menzil ve meyhâne der-mahalle-i Ali Ağa 350 43 Dükkān-ı semerci der-Sûk-ı Mağnisa 350 43 Dükkān-ı mücellid 200 43 Arsa-i hâliye der-Sûk-ı Mağnisa 250 43 Rub' hisse değirmen der-kurb-ı Karaoğlanlı 100 43 Menzil der-karye-i Karaoğlanlı 100 43 Kahvehâne der-mahalle-i Câmi-i Kebîr 100 43 Harâbe kiremidciyân kārhânesi 600 43 Dükkān-ı kalaycı der-kurb-ı Hamam Çelebi? 120 1 Bâb Guruş Pâre 100 27 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 43 Hadîka-i Kavaklı Bağı 400 43 Hadîka Yağcı Kadıoğlu 300 43 Hadîka der-kurb-ı Kuru Çeşme 400 43 Sülüs-ü erbâ' hisse der-hadîka-i Katırcıoğlu 300 43 Sığır Alanı'nda bakkāl dükkānı 50 43 Def'a hadîka Kavaklı 400 43 Kadîfe Yasdık 14 70 43 Çuka müsta'mel mak'ad 4 40 43 Kebîr minder 4 40 43 Zâr câm perdesi 15 43 Kapu perdesi 15 43 Köşe Yasdığı 20 5 43 Köşe şiltesi 1 3 43 Uşak kalîçesi 1 30 43 Cenaze pîştahta 3 43 Bakır mangal ve tahta 5 43 Kebîr güğüm 6 43 Kebîr şerbet ibriği 3 43 Sağîr ve kebîr kahve ibriği 3 43 Fincan Kütahya ve tebsi 1,5 43 Evâni-i Nühâsiye 120 Kıyye 120 43 Köşe şiltesi 1 3 43 Çuka çakşır 28 3 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 43 Şâlî çakşır 6 43 Beledî yasdık 10 43 Şilte 5 43 Pîştahta 1 3 43 Mangal 1 4 43 Def'a kapu perdesi 2 4,5 43 Def'a kadîfe yasdık 10 25 43 Def'a minder 2 9 43 İhrâm ve mak'ad (2) 43 Minder şiltesi 43 Köhne Mısır hasırı 1 43 Şâm ibriği 5 43 Arab câriyesi be-nâm Fâtıma 150 43 Arab câriyesi be-nâm Zeyneb 150 43 Arab câriyesi be-nâm Şebboy 150 43 Derûn-ı menzilde der-anbar hınta 43 Kütahya kāsesi 0,5 43 Parça sandal germsûd 2 43 Sim dîvît 20 43 Destmâl 3,5 5 43 Sandal boğça 3 14 44 Zümrüd taklîdi küpe 6 10 44 Sanduka dîvît 11 3 1 Ölçek 1400 5 1 182,5 29 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 44 Şâm bıçağı 44 Su samuru mâi kablı kürk 50 44 Al şâli kablı sincab kürk 30 44 Mâi keremsud kablı kakum kürk 40 44 İbrişim saçaklı seccâde 20 44 Çuka biniş 8 44 Sarı çiçekli kaftan 1 10 44 Sarı çiçekli entâri 5 5 44 Tüfenk 20 44 Mum sağrası? 0,5 44 Mısır futası 1 44 Mercân tesbîh 5,5 44 Don ve gömlek 5,5 44 ... ... 44 Uçkur ve havlu 4,5 44 Zümrüd yüzük 30 44 Sim vezne 31 44 Yemeni değirmi 6,5 44 Gömlek 3 12 44 Çiçekli kaftan 1 11 44 Def'a çiçekli Tob 1 12 44 Mor çiçekli kaftan 1 12 44 Altun gerdâniye 30 1 1 25 8 10,5 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 44 Sim yıldızlı raht 44 Şişhâne tüfenk 44 Sim kınlı kılıç 50 44 İşlemeli şâli at ... 23 44 Müsta'mel yorgan 44 Döşek 15 44 Müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin derûn-ı menzilinde zuhûr ve bedesten'e vaz' olunan icmâl-i nukûdu 11386 44 Kutni döşek 2 10 44 Uşak kilîmi 1 15 44 Kalemiye En'âm-ı Şerîf 44 44 44 Karaköy Sûku'nda vâki' nısf hisse yağhâne Bakāyâ-yı öşr ve tımarhâ-yı Kenisa ve Sabuncu ve Kızıl Ya'kûblu ve Kepenek? Alanı ve Demir Kazgân Müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin Kātîb Halîl Efendi zimmetinde zuhûr eden 150 1 20 73 4 5 300 320 243 44 Def'a kapu perdesi 3,5 44 At çulu 1,5 44 Dürbin 1 44 44 44 Müteveffâ-yı mezbûrun Kasaba-i Turgudlu voyvodasında zuhûr eden bedel-i iltizâm-ı tımardan makbûz Müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin ba'de'lmüzâyede ba'zan furuht ve ba'zan veresesi yedlerinde ibkā olunan terekesidir ki ber-vech-i âti zikr olunur. Kebîr câdır ve tozluk 2 361 104 31 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 44 Def'a sim vezne 15 5 44 At gāsiyesi ve göm(n)lek 9 10 44 Karsak kürk 31 4 44 Def'a câdır 36 4 44 Sim kabzalı raht ve reşme 120 44 Sim ma'cun hokkası ve sim tas 31 44 Panzehir 40 44 Musanna' sağîr piştov 2 35 44 Yâsemen çubuğu 2 20 44 Zerdevâbdan kürkü 1 14 44 Sim tas 44 Sim sâat 44 Simli Gaddâre 30 44 Kontuş nâfe kürk 13,5 10 44 Sim gülâbdan ve buhurdan 38,5 10 44 Sağîr dürbin 2,5 44 Sim balık 22 44 Sim bilezikli piştov kubur 40 44 Sincabdan kürkü 44 Def'a câdır 18 44 Def'a yasemen çubuğu 2 44 Simli keçe çubuk 44 İhrâm 32 22 1 1 2 37 10 32 12 17 2 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 44 Simli topuz 1 8 44 Germeşik çubuğu 10 1,5 44 Def'a seccâde 44 Şişhâne tüfenk 44 Darçın çiçekli kutu 2 44 Âyine 2,5 44 Akçe kîsesi 3 44 Kehribâr imâme 44 Musaddef pîştahta 7,5 44 At gāşiyesi göm(n)lek 19 45 Sim kemer raht reşme 175 45 Def'a yâsemen çubuğu 4,5 45 Simli keçe çubuk 45 Cedîd kadife 14,5 45 Yasdık yüzü 3 45 Cedîd seccâde 17 45 Def'a tüfenk 9,5 45 Billur fânus 3 45 Piştov kubur 45 Çuka biniş 11,5 45 Fağfûr fincan 1 10 45 Def'a dürbin 16 10 45 Âsumânî çizme 53 1 2 1 Çift 2 2 20 6,5 4 23,5 1 33 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 45 Def'a dürbin 2,5 45 Zerdevâbdan kürkü 50 45 Def'a piştov 45 Arûsek kutu 1 5 45 Ferâce yenli karsak kürk 87 10 45 Def'a piştov 45 Çuka kapûd 33 45 Üzengi 5 45 Yâsemen çubuğu 11 45 Karsak cebe kürk 45 Kuşak ve tarak kîsesi 6,5 45 Def'a ihrâm 6,5 45 Samur ferâce yenli kürk 142 45 Kakum cebe kürk 25,5 45 Def'a üzengi 3 45 Şişhâne tüfenk 32,5 45 Kaşık 45 Seccâde sâf 5 45 Çuka yedek örtüsü 4,5 45 Beyaz kabzalı bıçak 1 25 5 45 Def'a fağfûr fincan 5 1 17 45 Ceviz zarf 2 1 11 45 Hâtem yüzük 2 3,5 34 Çift 1 Çift 1 1 Deste 2 5 28 15 17 11 2 6 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 45 Bakır matara 2 45 Musanna' lüle 2 45 Def'a lüle 1 45 Hoşâb kaşığı 45 Def'a kaşık 45 Korade? musaddef dîvît ve pîştahta 6 45 Çubuk gümüşî 2,5 45 Yemen kahvesi 2 45 İbrişim raht 45 Kilim 5,5 45 Halâl (bez) Cedîde 1,5 45 Frengi bâl mumu 0,5 45 Fırışka? 0,5 45 Tırnak makası ve köhne kîse 2 45 Kırmızı şilte 1 12 45 Def'a seccâde 15 5 45 Def'a seccâde sâf 8 45 Simli keçe çubuk 4 45 Başlık ve yağmurluk kebesi 1,5 45 Çuka biniş 7 45 Simli hamâil ve kilid? 14 3 45 Kaşık 2,5 3 45 Fağfûr fincan Deste 1,5 Deste 2 1 Deste 2 10 4 2 3 6 12 8 35 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 45 Gezi tob 15 45 Darçın mizbaı? 0,5 6 45 Âbâdi kağıd 2,5 10 45 Bağa kutu 3 45 Şam'dân 45 Futa ve havlu 1,5 45 Def'a musanna lüle 1,5 45 Misk 2 45 Def'a a'lâ seccâde 30 45 Mest bâbuç 2 45 Pirinç tebsi ve kutu 1 45 Musaddef pîştahta 1 45 Şilte 4,5 45 Def'a cedîd seccâde 45 Aykır kolanı 2 45 Futa 2,5 45 Barud kapağı 4 45 Çiçekli entâri 4,5 45 Sarı çizme 2 45 Def'a kaşık 45 Kahve futası 2,5 45 Def'a mest bâbuç 1 6 45 Bogasi 2,5 9 36 2 2 Deste 2 Tob 2 5,5 10 10 38,5 1,5 10 10 11 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 45 Cedîd sarık 13 45 ûd 45 Leğen, ibrik 4,5 45 Kutu ve tas 1,5 45 Macankora? ve Tensûh 2 45 Sim kile 3 45 Mum sağrası? 2,5 15 45 Çuka şalvar 3,5 10 45 Def'a seccâde 24,5 45 Kubûr-ı divîd 0,5 45 Mest bâbuş 1 45 Boy âyine 1,5 45 Mısır futası 1 5 45 Musanna' toprak zarf 1 11 45 At gönlüğü 13,5 10 45 Sim zarf ve süzgü 12 10 46 Def'a fağfûr fincan 1 46 Şâlî 46 İstanbul şâlı 8 46 Cizme 1 46 Bakır fener 3 14 46 Kutu 1 12 46 Mâverdî? ûd 11 Direm 33 Arşun 12 19,5 12 12 12 37 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 46 Def'a şam'dan 2,5 10 46 İşleme duhân kîsesi 1,5 17 46 Kırmız 1,5 46 Def'a kutu 1 11 46 Anber 6 12 46 İstanbul kağıdı 3 1 46 Def'a kilîm 7 11 46 Anberdan 1 14 46 Çifte tüfenk 1 10 2 46 Def'a Lüle 2 1,5 46 Penbe şilte 3 11 11 46 Def''a kilîm 4 7 46 Nühas şerbetî 2 10 46 Devâ-yı Misk 1 2 46 Pirinç mangal 30 46 Tuzluk ve kubûr 1 46 Kırmız ma'cûnu 1 7 46 Bez pencere perdesi 1 17 46 Bâdem yağı 1 14 46 Harâr ve heğbe 2,5 9 46 Cam fânus 3 46 Def'a minder 46 Def'a minder ve yasdık 38 Miskal 6 4 1,5 10 1,5 10 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 46 Def'a yasdık 10 46 Def'a yasdık 15 46 Def'a yasdık 46 Def'a ihrâm 2 46 Köşe yasdığı 4 46 Sîne kebus? celî? 0,5 46 Kadife yasdık 12 45 46 Teneke duhân nâyilesi (kamış) 31 0,5 46 Bez perde 4 1 46 Selanik keçesi 46 Def'a yasdık 6 14 46 Tombak zarf 4 4 46 Billur kāse 1,5 46 Devâ-yı misk 1,5 46 Duhân 4 46 Boğça sandal 3 46 ... ma'cunî sağîr minder 1 7 46 Kavanoz ve ma'cun iskemle ve mikrâs ve hurma çekirdeği 1 16 46 Nısf kilîm şilte ve yasdık 4,5 5 46 Parça keremsûd? 1 10 46 Ağız tüfengi 2 46 ... ma'cûnu ve fiyûm? 1 46 Lavrine? 3,5 6 15 12,5 5 9 8 39 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 46 Def'a çuka mak'ad 17 17 46 Def'a minder 23 13 46 Mest bâbuş 1 46 Meşinli harâr 9,5 46 Def'a kapu perdesi 2,5 46 Def'a minder 9,5 46 Def'a fânus 46 Billur kāse ve bardak 1 46 Kütahya bardağı ve gülâb 1 46 Kaba ihrâm 2,5 46 Kahve 46 Müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin hanında deranbar hınta Kıyye 28,5 Ölçek 37 46 Kebîr yasdık 12 17,5 46 Minder 3 13,5 46 Def'a kilîm 46 Kovan 46 Burunlu şerbet tâbesi 1,5 46 Billur bardak ve duhân kutusu 1 46 Def'a yasdık 11 46 Def'a minder 8 46 Köhne şilte 46 Pencere perdesi 0,5 46 Def'a minder 3,5 40 1 1 66 15 283,5 10 1,5 7 1 15 25 6 2 10 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 46 Köhne ihrâm 3 46 Def'a köhne ihrâm 3,5 46 Penbe köşe yasdık 2 3,5 46 Eğer Aded 1 3,5 46 Bakır tebsi 2 3 46 Saçaklı asumânî çizme 46 Def'a seccâde 1 2,5 46 Alaca Tob 1 1,5 46 Kılıç 90 46 Şişhâne tüfenk 73 46 Sim raht 62 46 Ahmed Beşe'den hatab bahâ 25 46 Kavanoz ve kupa lüle 0,5 46 Değirmenci Mehmed Ağa'dan hınta bahâ 36 46 Bodur kefereden kürk bahâ 150 46 46 Bandırma'dan Bakkal oğlu yediyle görülen Manisa mevcûd duhâncılarından bedel-i duhân bahâları 46 Susam 46 Darı 46 Penbe kozağı 47 Dilşikār mahallesinde der-mahzen penbe kozağı 47 Mahzen-i mezkûrda hınta 12 10 165 Kıyye 179 Ölçek 2,5 Ölçek 7,5 Kıyye 2891 Kıyye 552 Ölçek (silik) 66,5 5,5 5,5 724,5 10 138 10 20 10 41 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 47 Dişi deve torum 152 10 47 Erkek deve bahâ 267,5 47 Kazmalızâde kırı at Re's 1 95 47 Al tüvlü at Re's 1 126,5 47 Kır tüvlü at Re's 1 113 10 47 Merkeb Re's 1 6,5 5 47 Doru bârgir 1 15 47 Koca kır at Re's 1 30 47 Tayfur Beğ kır atı 47 Ebreş (benekli) kır at 47 Def'a doru bârgir 47 Def'a doru bârgir 47 27 34 10 18,5 18 11,5 10 Def'a doru bârgir 7 5 47 Deve? bârgiri 18 47 Kır tay Re's 1 18,5 47 Erkek deve maya? 6 433,5 47 Kara sığır ineği 6 36 47 Kara sığır tosunu 3 19,5 47 Kara sığır danası Re's 6 12,5 47 Câmus ineği Re's 1 29 47 Kara Ali karyesinde mezrû' buğday Dönüm 15 45 47 Karamânî Çiftliği'nde inek 4 50 47 Çiftlik-i mezkûrda tay 1 10 42 1 Re's 1 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 47 Çiftlik-i mezkûrda düğe 47 Çiftlik-i mezkûrda dana 47 Karaoğlanlı ağılında koyun 100 300 47 Selimşahlar ağılında koyun 200 600 47 Selimşahlar karyesinde inek 8 80 47 Karye-i mezbûrda (silik) 47 Karye-i mezbûrda düğe 2 10 47 Ve kara sığır öküzü 1 15 47 Karye-i mezbûrda câmus öküzü 47 Kısrak Re's 2 30 47 Taze dana Re's 3 6 47 Kakum ferâce kürk 55 47 Müsta'mel cebe kakum kürk 4,5 16 47 Mor köhne şâlî biniş 1 5 4 47 Kırmızı şâlî biniş 1 5 47 Vaşakdan kürkü 52 47 Zerdeva kürk 52 47 Karanfilli cedîd sof 5 47 Beyaz şâlî biniş 5 47 Mor sof 4 47 47 47 Manisa ahâli zimmetlerinde olub bundan akdem defter-i tevzîa idhâl Polad Mehmed Ağa'nın çiftlik kethüdâsı İbrâhim zimmetinde gayr-i ez-teslîmât Kasabalı Kesîm Ahmed Ağa zimmeti'nde tımâr bedel-i iltizâmından 2 20 7 30 20 3 1482 126 185 43 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 47 47 47 47 47 47 47 47 47 47 47 315 100 67 312 47 50 655 150 620 31 48 47 Musaddef tavla tahtası 2,5 47 Hurda eşye 20 48 48 48 Menemen Voyvodası Mehmed Emin Ağa zimmetinde Doğancı Oğlu Elhâc İbrâhim yediyle Menemen damgası ve tahmîs mukābelesi bedel-i iltizâmından Menemenli Elhâc Yusuf Ağa zimmetinde bâkî Sırt Köyü Ağası Mahmûd Ağa zimmetinde A'vâsiyâkî? Hasan Ağa zimmetinde Hâşim Efendi Tımârı bedel-i iltizâmından bâkî Gördüslü Müderriszâde zimmetinde duhân gümrüğü bedel-i iltizâmından bâkî Saraçlızâde Mehmed Ağa zimmetinde tımâr bedel-i iltizâmından gayr-i ezteslîmât Tımâr bedel-i iltizâmından Kasaba voyvodası Ali Ağa zimmetinde gayr-i ezteslîmât Değirmenci Bodur Manol zimmetinden alınan kezâlik bahâ Bâ-temessük Gündüz Beğ zimmetinde zuhûr eden Şeyh Ali Efendizâde mahzeninde mevcûd darı semeni Recâî mahallesi ahâlîleri zimmetinde hınta bahâsından alınan 44 Müteveffâ-yı mezbûrun mübâyaa-ı hınta ve şa'îr içün teslîm eylediği akçeden fazla Doğancızâde Hacı İbrâhim Efendi zimmetinde zuhûr edüb kabz olunan Ba'de'l-vefât müteveffâ-yı mezbûrun ağılında mevcûd ağnâm kesîminden hâsıl olunan Yekûn, Terike Zimem 380 177,5 43497 15 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 48 Kalemiye Tefsîr-i Şerîf Nâkıs silik 48 Behcetü'l-Fetâvâ 40 48 Fetâvâ-yı Abdurrahîm 15 48 Fetâvâ-yı Ali Efendi 12 48 Kādîhân 20 48 Şems-i Ma'ârif-i Kebîr 40 48 Târîh-i Naîma 48 Tercüme-i ... 15 48 Tezkiretü'ş-Şuarâ 5 48 Târih-i Mısır 10 48 Şerh-i Gülistân-ı Serverî 14 48 Tuhfetü'l-Ebrâr 1 48 Muğni'l-lebîb 5,5 48 Tevârih-i Âl-i Osmân 10 48 Câmiu'l-Fetâvâ 1 48 Şerh-i Kasîde-i Bürde 4 48 Câmiu'l-icâreteyn 3 48 Şakāyık-ı Nu'mâniye 4 48 Şerh-i Mesnevî-i Şerîf 4 48 Tarih-i Hindî 1,5 48 Ali Kudsî 1 48 Şerh-i Mesnevî 1 48 Tercüme-i Behcetü'l-Esrâr 3 Cild 2 30 45 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 48 Lübbü'l-Elbâb 3 48 Câmiu'l-Hurûf 1 48 Mecmûa-i Ferâiz 1 48 Cihannümâ-yı Kātib Halîl (Çelebi) 15 48 Usturlob 0,5 48 Molla Hüsrev 1 48 Fetâvâ-yı Üskûbî 2 48 Mecmûa-i Arûz 0,5 48 Harâc-ı Ebu Yusuf 2 48 Cemi Cevâmi Silik 48 Muhtasar Zîc 1 48 Hâşiye-i Keşşâf 4 48 Dürer ve Gurer 7 48 Mirât-ı Ahlâk 1 48 Remil 2 48 Cild-i Sânî Kādîhân 15 48 Ebu's-Su'ûd 10 48 Şerh-i Kāfiye 1 48 Kitâbü'l-Helâl ve'l-Harâm 2 48 İstibsâr 1 48 Menâr İbn-i Melek 1 48 Mev'ıza 2 48 Def'a Remil 1 46 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 48 Muhâcere ve Müşâvere 3,5 48 Cild-i Sâni Ebu's-Su'ûd 10 48 Şerh-i Fenâr Üzerine 15,5 48 Zîc-i Ulu (Beğ) 5 48 Tezkiretü'l-Evliyâ 2 48 Merretü'l-Fetâvâ 10 48 İbrâhim Halebî 3 48 Gayetü'l-Hikem 2 48 Def'a Tevârih-i Âl-i Osmân 2 48 Sadr-ı Şerîa 2 48 Müstetâb 1 48 Mecmûa-i Resâil 2 48 Mustazraf 15 48 Şerh-i Tarîk-i Hâdemî 40 48 Ni'metullah 2 48 Tarîkat-ı Muhammediye 5 48 Kunye 8 48 Câmiu'ş-Şâyed 2 48 Mecmûa-i Resâil Fi'l-Kutb 2 48 Divân-ı Feyz-i Hindi ve Zühre 7,5 48 Hâfız Sudeysi 10 48 Mecmûa-i Ulûm-ı Şitâ 1 48 Fusûl-i İmâdî 10 47 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 48 Vefk 2 48 Divân-ı Sâib 1,5 48 Hızânetü'l-Fıkıh 1,5 48 Mesnevî-yi Şerîf 5,5 48 Metn-i Akāid 1 48 Mecmau'l-Fetâvâ 2 48 Ahterî 10 48 İhtiyârât-ı Bedîi 2 48 Şerh-i Cennetü'l-Esmâr 0,5 49 Kanunnâme-i Cedîd 2 49 Mirsâdü'l-Fetâvâ 21 49 Tasdikāt ve Tasavvurât 6 49 Risale fi't-Tıbb 1 49 Câmiu's-Sağîr 2 49 Münşeat (silik) 2 49 Suğra? 0,5 49 Divân-ı Sâbit 2 49 Târih-i Mısır 1 49 Hızânetü'l-Fıkıh 1 49 Şerh 2 49 Hüsam Kātî Muhyiddin 2 49 Lugat-ı Tıbb-ı Fârisi 2,5 49 Şerh-i Kāfiye 1 48 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 49 Risâle 1 49 Tarih-i Râşid Efendi 10 49 Tefsîr-i Keşşâf 3 49 Şerh-i Fusûs 2 49 Cevâhir-i Ser-Münîr 8 49 Mu'rib-i Zîc 10 49 Şerh-i Mecmau'l-Bahreyn 1 49 Bahâeddin Şerhi 5 49 Kuhistânî 12 49 İhtiyâr 1 49 Şerh-i Verakāt 1 49 Risâle-i Ağdûdiye 1 49 Hâşiye-i İşbâh 0,5 49 Bostân 0,5 49 Lügat-ı Müntahab-ı Farisî 1 49 Mesnevi-yi Şerîf 10 49 Bahâristan Şerhi 2 49 Kānunnâme 2 49 Akkirmânî 4 49 Şerh-i Mesnevî 2 49 Şerh-i ... 0,5 49 Risâle-i Fârisî 1 49 Tarz-ı Dervişân 2 49 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 49 Fasl-ı Hitâb 3 49 Hıyârât-ı Hazîne 3 49 Hayât-ı Hayevân 10 49 Dârü's-Selâm 2 49 Mecmûa-i Fârisi 4 49 Remil 2 49 Avâmil ve Izhâr 1 49 Kitâb fi't-Tıb 2 49 Pend-i Attâr 0,5 49 Tehâfüd 1 49 Dibâce Şerhi 0,5 49 Ali Kuşcu 1 49 Divân-ı Örfî 3 49 Def'a Zîc 3 49 Tuhfetü'l-Mülûk 2 49 Avâmil Mu'ribi ve Pend-i Attâr 0,5 49 Siyâsetnâme-i Dede Efendi 1 49 Ahvâl-i İbâd 1 49 Teâruzu'l-Beyyinât 2 49 Kitâbü'l-Hıyel 1 49 Münyetü'l-Musallî 1 49 Minhâcü'l-Fukarâ 1 49 Teâruzu'l-Ebyât 1 50 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 49 Def'a Fetâvâ-yı Ali Efendi 10 49 Sirâciye-i Ferâiz 1 49 Vâkıâtü'l-Muğnî 2 49 Mecmûa 0,5 49 Dîvân-ı Hâfız 2 49 Sâbit bi't-Türkî 1 49 Şerh-i Fıkh-ı Ekber 1 49 Bahâristan Şerhi 1 49 Kādıhândan Bir Cüz 1 49 Menâkıb-ı Hazret-i Mevlâna 2 49 Gülistan-ı Serverî 3 49 Vesîletü'l-Makāsıd 1 49 Kudûrî 49 Şerh-i Akāid 0,5 49 Risâle-i Remil 1 49 Şerh-i Sırrü'd-dîn? 1 49 İhtiyârât 2 49 Mecmûa-i Kavâidi't-Tefsîr 0,5 49 Umdetü'l-Hey'e 0,5 49 Risâle-i Kāimî? 2 49 Rûznâme 1 49 Mecmûa 3 49 Hâbnâme-i Veysî Efendi 1 Aded 2 2 51 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 49 İstîâf? fî Umûr-ı Evkāf 0,5 49 Hall-i Müşkil-i Nûrânî 0,5 49 Îzâh fî İlm-i Kelâm 1 49 Miftâhü'l-Künûz 1 49 Hadîs 1 49 Tasavvuf 0,5 49 Fetâvâ-yı Ankaravî 2 49 Kitâb-ı Fârisî 0,5 49 Şerh-i Akāid 0,5 49 Muhassılı-ı Kelâm ve İftitâh 1 49 Reşahât li-Mevlânâ-yı Câmî 15 49 Şifâ-i Manzûme İbn-i Vahbân? 1 49 Mesnevî 0,5 49 Kitâb-ı Sulh? ve Kasîde-i Bürde 1 49 Şürünbilâlî 0,5 49 Gencine-i Râz 1 49 Mecmûa 2 49 Gülistan Mecmûa 49 Rûznâme Mecmûası 1 49 Def'a Mecmûa 1,5 50 Ferîde Mecmûa 2 50 Evrâk-ı Perîşân 3 50 Nâkıs-ı Adîde 15 52 2 1 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 50 Metâli' 1 50 Def'a Gurer ve Dürer 10 50 Şâhidî 0,5 50 Yekûn 798 Kuruş 50 Yekûn: 44.294,5 Yalnız Kırk Dört bin İki Yüz Doksan Dört Buçuk Guruş 50 Minhe'l-İhrâcât 50 Techîz ve tekfîn ve keffâre-i yemîn ve savm ve seng-i zarar 172 50 Kasâb Ömer'e lahm bahâsı 18,5 50 50 50 50 Karakurt bedel-i iltizamından bakî Ömer Efendizâde Abdurrahman Efendi Damga eminlerine damga bedel-i iltizâmından bâkî Kaymakām-ı Nâkîbü'l-Eşrâf Fazîletlü EsSeyyid Osmân Efendi'ye sabuncu bedel-i iltizâmından Bâ-temessük Edîb Mustafa Efendi'ye bedel-i iltizâm ve dönüm-i duhân 35 170 60 650 50 Bezzâz Elhâc Osmân'a zimmet-i deyn 23 50 Keresteci Hacı Mustafa'ya deyn 26 50 Sipâh Pazârlı Hacı Halîl'e 52 50 Çukacı Morino Yahûdiye 218 50 Mumcu Ahmed Efendi'ye 23 50 Çukacı Mamal zımmiye deyn 10 50 Haffâf El-Hâc Hüsyin'e deyn 75 50 Keresteci Hasan'a deyn 17 50 Terzi Karagöz zımmiye 90 50 Çavuş zımmiye 4 53 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 50 50 Sarrâf Oğlu Dimitri'ye çuka ve kumâş bahâsından deyn Muhtesib Hasan Ağa'ya an bedel-i iltizâm-ı çârikası? 132 80 50 Değirmenci Mehmed'e deyn 90 50 Hızır Ağazâde Mahmûd Ağa'ya deyn 45 50 Kazzâz Kanurta Yahûdiye 181,5 50 Kürkçü Konstantin kefereye 138,5 50 Alkanlı Ali Efendi'ye 10 50 Belud kefereye kereste bahâsı 140 50 Pazarcı Yâvî kefereye 58 50 Terzi Hüseyin'e deyn 38,5 50 Yağcı Arslan kefere 12,5 50 İzmirî Çelebi Oğlu Ahmed Ağa'ya deyn 54,5 50 Gavril kefereye deyn 5,5 50 Alaşehrî karcıya 17 50 Donisto Yahûdi'ye deyn 1 10 50 Aydınlı Elhâc Mehmed'e 6 4 50 Sakızlı Anderye kefereye 20,5 50 Karakaş Yahûdi'ye 7 50 Muytâb Aşçı Dede'ye 4,5 50 Deveci Bektaş'a deyn 8 50 Deveci Himmet'e deyn kezâlik ücret 6 50 Şerbetçi İsak Yahûdi'ye 28 50 Sâdıkzâde El-Hâc Mehmed Efendi vereselerine bâ-temessük 240 54 16 10 14 10 4 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 50 Na'lbanda deyni 1,5 50 Tabîb Ömer Efendi'ye 15 İzmir'e ve Konya'ya irsâl olunan sâîlere ücret Konya'dan mektûb getiren sâî Dervîş İsmâil'e verilen Mezbûr Dervîş İsmâil'e verilen harc-ı râh kirâ 60 50 Şeyh Ali Efendizâde'ye mahzen kirâsı 24 50 Câmi-i Kebîr içün Molla Ahmed'e revgan-ı zeyt bahâ 10,5 50 Tâhir Oğlu Es-Seyyid Ahmed'e deyn 7 51 Keresteci Hasan'a kereste bahâsı 13 51 Arab Ali'ye verilen 5 51 Dülgere verilen 14 51 Keresteci ismâil'e verilen 16,5 50 50 50 51 51 51 51 51 51 51 Han ta'mîri için Gavril' verilen kereste bahâ Ba'de'l-vefât hânesine hatab çekmek için alınan merkeb Câmi-i Kebîr mürtezikasına şehr-i Şevvâl'de verilen vazîfe Müteveffâ-yı mezbûrun zimemi tahsiliçün ta'yîn olunan çukadâr ve tüfenkçi hidmet Müteveffâ-yı mezbûrun fevtinden Zilhicce gurresine gelince eytâmına vasî Ahmed Efendi yediyle masârıf İstemat zımmîye iştirâ eylediği menzil semeninden bâkî deyni Kuyumcu Sava'nın icâre ile mütemekkin olduğu menzil ta'mîriçün El-Hâc Hüseyin ve Elhâc Halîl nâm kimesnelere mübâya'a tekmîliçün verilen 58 10 10 15 102 Re's 3 50,5 34 53,5 35,5 29 110 750 55 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 51 51 51 51 51 51 51 51 51 51 51 51 51 Mezbûr Elhâc Hüseyin'e mübâya'a hidmeti mukābelesinde verilen Horos karyesinde Ellez kefereye tarla icâresinden deyn Bekli nâm Nasrâye'den iştirâ olunan şerit? semeni Vasî-i mezbûr Ahmed Efendi'ye eytâm masârıfıçün bir aylık verilen Meşîhat arzıçün Molla Hünkārı Asitânesi'ne irsâl olunan Vasî-i mezbûr Ahmed Efendi yediyle Konya'ya giden Aşçı Dede refîki Dağlı Ali oğluna verilen Yine vasî-i mezbûr yediyle fırın ta'mirine Sağîr-i mezbûr Şeyh Ahmed Efendi mektebe verildikte vasî-i mezbûr yediyle masârıf-ı ta'âmiye Def'a vasî-i mezbûr ma'rifetiyle sağîr-i mezbûra masârıf-ı müteferrika Ba'de'l-vefât müteveffâ-yı mezbûrun rakabesi kefereden iştirâ olunan menzil semeni Mevlevîhâne hatîbine şehr-i Şevvâl'de şehriyesiçün verilen Yine ba'de'l-vefât müteveffâ-yı mezbûrun veresesiçün Nazlızâde Elhâc Mehmed Ağa'dan iştirâ olunan nısf yağhâne semeni Müteveffâ-yı mezbûrun eytâmıçün iştirâ olunan kahve... semen 150 10 28,5 50 1200 62,5 15 25 17 170 1 512 200 51 Resm-i kısmet-i âdî 1107,5 51 Kethüdâiye 100 51 Kātibiye 100 51 Çukadâriye 100 51 Harc-ı Hücec 98 56 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 51 Hüddâmiye 66 51 Dellâliye 66 51 Muhzırâne 10 51 Kaydiye 2,5 51 51 Yekûn: 8.489,5 Yalnız sekiz bin dört yüz seksen dokuz buçuk guruşdur. Sahhü'l-Bâkî: 35.805 Guruş. Yalnız otuz beş bin sekiz yüz beş guruşdur. 51 Hisse El-İbnü'l-mezbûr Ahmed Efendi: 14.322 51 Hissetü'l-bintü'l-mezbûre Sâime: 7.161 51 Hissetü'l-hamli'l-mezbûr: 1.4322 57 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ek-1 Manisa Mevlevîhânesi Şeyhi Mehmed Bahâeddin Efendi'nin Terekesinin Aslı.82 ――――――――― 82 Manisa Şer'iyye Sicili, No: 217, s. 43-51 58 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 59 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 60 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 61 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 62 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z URFA DEDE AVNİ HAZİRESİNDEKİ TARİHİ MEZARTAŞLARI Historical Graveyard In Dede Avni Cemetery In Urfa Gül GÜLER∗ ÖZ Bu çalışmada, Urfa’daki Mevlid-i Halil(Derğah) Camisi’nin doğu tarafında yer alan ve içeresinde 10 mezar bulunan, Dede Osman Avni Haziresi incelenip değerlendirilmiştir. Hazire ismini,burada metfun bulunan ve Urfa’da tanınmış bir Kadiri şeyhi olan Dede Osman Avni’den almıştır. Hazirede metfun olan kişiler de Kadiri ve Mevlevi tarikatine mensup şeyh ve dervişlerdir. Dede Avni haziresindeki mezar taşları, Urfa’daki tarihi mezar taşlarının büyük çoğunluğu gibi, genellikle 19 yüzyıla aittir. Ancak hazirede H.999–M. 1550 tarihli bir mezar bulunmaktadır. Bu mezar, Urfa’daki tarihi mezar taşları içerisinde bugüne kadar belirlenen en erken tarihli mezar taşlarından biridir. Çalışma kapsamında, Dede Osman Avni Haziredeki mezar taşlarının, mezar taşı tipleri, malzemesi, süslemesi, yazı tipleri ve tarihleri incelenmiş ve Urfa’daki diğer tarihi mezarlıklardaki mezar taşlarıyla karşılaştırılarak değerlendirmesi yapılmıştır. Bu değerlendirmeler sonucunda, Dede Osman Avni haziresindeki 10 mezar taşının, Urfa’daki tarihi mezar taşları içerisindeki yeri ve önemi ortaya konmaya çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Urfa, Dede Avni haziresi, mezarlık, mezar, mezar taşı. ――――――――― ∗ Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Türk-İslam Sanatları Bölümü. 63 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği ABSTRACT In this study, Dede Osman Avni graveyard, which is located in the east side of Mevlid-i Halil Mosque and consists of 10 graves, is examined. The name of the cemetery derives from a sheikh of Kadiri sect, called Dede Osman Avni, who is buried there and very well-known in Urfa. In this cemetery are also buried other sheikhs and dervishes of Kadiri and Mevlevi order. The gravestones in Dede Osman Avni graveyard date back to 19th century, as do many other historical gravestones in Urfa. However, there is one gravestone that dates back to H.999-AD.1550 in the cemetery. This gravestone is the oldest one among others found in Urfa up until now. In this study, gravestones of Dede Osman Avni cemetery, their types, materials, ornaments, fonts, and dates have been examined. They are also compared with the other historical gravestones in Urfa. As a result of these studies, 10 gravestones found in Dede Osman Avni cemetery are chosen to analyse their place and importance in historical gravestones located in Urfa. Keywords: Urfa, Dede Avni cemetery, graveyard, gravestone, cemetery. Giriş Dede Avni Haziresi, Urfa şehir merkezinde, Hz.İbrahim’in doğduğu varsayılan mağaranın yanında bulunan tarihi Mevlid-i Halil (Dergâh) Camii’nin doğu tarafında yer alan küçük ve müstakil bir haziredir1 (fot.no.1). Hazirede metfun olan en bilinen kişi, Dede Avni2 olduğundan, hazirenin ismi Dede Avni Haziresi olarak belirlenmiştir.3 ――――――――― 1 2 64 Tarihi Urfa Camii hazirelerindeki mezar taşları tarafımızdan Tübitak projesi olarak 20112012 yılları arasında hazırlanmıştır. Çalışmada Urfa’daki Ulu Camii, Yusuf Paşa, Hekim Dede, Halilürrahman ve Mevlid-i Halil (Dergah) Camii hazirelerindeki mezar taşları incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Bu makale kapsamında ise Mevlid-i Halil Camii içerisindeki küçük ve müstakil bir hazire olan Dede Osman Avni Haziresi incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Tübitak’a desteğinden dolayı teşekkür ederiz. Kadiri şeyhi olan Dede Osman Avni’nin mezar taşındaki yazılardan Seyyid olduğunu öğrenmekteyiz. Dede Osman Avni’nin babası Abdal Muhammed ve dedesi Derviş Eyyub de kadiri tarikatı halifelerindendir. Dede Osman Avni, babası ve dedesi hazireye yan yana defnedilmişlerdir. Babasından şeyhlik görevini alan Dede Osman Avni, Abdulkadir Kemaleddin Erbili’nin de (1806-1897) halifesidir (Kaya, 1986;318). Dede Osman Efendi’nin vefatından sonra yerine geçen, tarîkatın hizmetini yapan Hâfız Halîl Efendi’nin şer’i mahkemeye vermiş olduğu, Hicri 7 Cemazielahir 1303 ve miladi14 Mart 1886 tarihli Urfa Şer’i mahkeme sicillerinin 412 numara ile kayıtlı arz dilekçesinde; “Medine-i Urfa’da vaki Aynı Halilürrahman Aleyhisselam civarında Mevlîd-i Halil Aleyhisselam zaviyesi vakfından olmak üzere senevî 1500 kuruş vazife ile meşihat cihetine bila berat teamül-i kadim vechiyle mutasarrıf olan tarikat-ı âliye-i Kadiriye hülefasından ve meşahir-i sülehadan 70 seneden beri zaviye-nişin ve tarik-i zühd ve Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Hazirede on tane mezar bulunmaktadır. Mezarlar ve mezar taşları günümüze genel olarak çok sağlam ulaşmıştır. Hazirenin üzeri dört ayak üzerine oturan ve üst kısmı yarıya kadar açık bir kubbe ile örtülmüştür4 (fot.no.2). Bu çalışmamızda, Dede Avni Haziresinde günümüze ulaşmış tarihi mezar taşları, mezar taşı tipi, malzemesi, süslemesi, yazı karakteri, tarihi ve şehirdeki diğer tarihi mezarlıklardaki mezar taşlarıyla benzerlik ve farklılıkları incelenip değerlendirilmiştir. Haziredeki mezarlar tarafımızdan sistematik olarak numaralandırılmıştır. Mezarlar numaralandırılırken, hazirenin bugünkü durumu ile İslam dininin ölü gömmeyle ilgili kuralları esas alınmıştır. İslam dinine göre Müslümanlar, mezarlara baş kısmı batıya, ayak kısmı doğuya ve yüz güneye gelecek şekilde konulmaktadır. Bu nedenle hazire, kuzeyden başlayarak güneye doğru ve ölülerin gömülüş yönüne göre doğudan batıya doğru numaralandırılmıştır. a. Dede Avni Haziresindeki Mezartaşları İncelenen ilk mezar, Dede Osman Avni’ye ait olan H.1300- M.1883 tarihli mezardır. Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir. Gövde aşağıdan yukarıya doğru daralarak kademelenmektedir. Kapak taşının iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır. (fot.no.3). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış sekiz dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kıs- 3 4 takvada ifna-yi vücud etmiş mevlana Dede Osman Efendi İbni Abdal Muhammed Efendi İbni Dede Eyyûb Efendi (k.s) Hazretleri bundan akdem bila veled vefat edüp rahmet-i mezkure-i mahlule ve hizmet-i lazımesi muattal kalmakla…” yazmaktadır. (Urfa Şer’i Mahkeme Sicilleri, Milli Kütüphane, Defter Arşiv No. 227, Kayıt No. 412). Bu arz dilekçesinden, Dede Osman Efendi’nin 70 sene Kâdirî tarikatı şeyhliği yaptığı, babasının Abdal Muhammed ve dedesinin Dede Eyyûb Efendi adında Kâdirî şeyhi olduğu anlaşılmaktadır. Dede Avni Haziresinin batı (sağ) tarafında hazirenin hemen yanında yer alan ve üstü kubbe ile örtülü kare bir mekân içerisinde, Dede Avni’ye ve tarikata ait bazı eşyaların sergilendiği görülmektedir. Bu eşyalar; Dede Avni’ye ait olduğu söylenen tac, külah, tesbih, mühür, ahşap bir mütteka, madenden yapılmış bir keşkül, tunçtan bir şamdan, yine madenden yapılmış damla şeklinde bir alem (yarısı kırıktır), topuz ile sekiz tane sancak bulunmaktadır. Ayrıca burada üç tane el yazması ve bir tane matbu Kuran-ı Kerim, üç tane de vakfedilmiş kitap mevcuttur. Hazirenin kuzey tarafında yer alan girişin üst kısmında yer alan kitabede, “ Burası bütün evliyanın sultanı Gavsül-a’zam hazreti Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin pak dergahlarıdır” yazılmıştır. 65 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği mı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı vardır. Kemerin üstünde uzun bir boyun kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Başlık Kadiri tacı şeklinde yapılmıştır. Uzun silindirik bir başlığın alt kısmı, üzeri baklava dilimleri ile işlenmiş dairevi bir ince şerit halinde destarlı yapılmıştır. En altta başlığın küçük bir kısmı görülmektedir. Başlığın destarlı kısmının üstünde kalan bölüm, kalın dikine yapılmış şeritlerle dört bölüme ayrılmıştır ve bu bölümlerde büyük üçgen motiflerin yapıldığı görülmektedir (fot.no.4). Baş taşında; “Allah rızası için Fatiha. Bu, dergâh makamının hizmetçisi, Allah’tan gelen her şeyi kabul eden, onun dışındakilerden yüz çeviren, Şeyh Seyyid Abdal Muhammed Baba oğlu Şeyh Seyyid Dede Osman Avni’nin kabridir. 1300 senesi Zilkade ayında “Rabbine dön” nidasıyla fena yurdundan beka yurduna intikal etti5” yazılıdır. Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış on dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “İlahi günahım çok ikrar ediyorum. Ümidim ancak Sana’dır. İlahi kapına yüzü kara olarak gelmişim beni reddetme! Ey derviş günahkârım diye cennetten ümidini kesme, Muhammed Mustafa gibi şefaatçimiz vardır. Rumi gözyaşlarımla vefat tarihini söyledim. Münzevi Osman Cenab-ı Hakkın yakınında menzil tuttu. Gerçek hayat sahibi ve sonsuz olan O’dur. Ey Mûnis, ey Selam halime merhamet et6” yazılıdır. ――――――――― 5 6 66 Rızâen lillahil-Fâtiha Haza kabru’l-merhûm el-mağfûr leh Hâdimü hâza’l-makami’l-mübarek el-mukbil alallahi ve’l-mu‘riz ammen sivâhu eş-Şeyh es-Seyyid Dede Osman Avni bin eş-Şeyh es-Seyyid Abdal Muhammed Baba kad intekale Min dâri’l-fena ila dâri’l-beka bi-nidai irciî Fî şehr-i Zilkadeti’ş-şerîfe sene 1300. Günahım çok mukirrim ya İlahi Ümidim gerû sen Perverdigâre İlahi red kılma mürüvvetinden Kapına gelmişim ben yüzü kâre Günahkârım deyu derviş ümidin kesme cennetten Muhammed Mustafa gibi şefaatkârımız vardır Katre-i eşkimle Rumi fevti tarihin dedim Kurb-i Hakkı tuttu menzil-i münzevi Osman Hüve’l-Hayyü’l-Baki Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş taşında celî sülüs, ayak taşında talik yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Süsleme baş taşının ön yüzünde, yazıların yer aldığı üçüncü dikdörtgen çerçeveden sonra ince bir dikdörtgen çerçeve içerisinde görülmektedir. Bitkisel kompozisyonun ortasında sekiz dilimli bir çiçek motifi ve bunun iki yanında yanlara doğru uzanan büyük birer yaprak motifi vardır. Bu yaprakların devamında ince birer dal ve bitiminde beş dilimli birer yaprak motifi daha bulunmaktadır. Baş taşının üst kısmındaki sivri kemerin birleşim yerinde, iki hilal motifinin karşılıklı olarak birleşmesine benzeyen küçük dairevi bir motif ve bunun ortasında yer alan ve bir baklava dilimi motifine benzeyen kompozisyon görülmektedir. İncelenen ikinci mezar, derviş Seyyid Nuri’ye ait olan H.1229- M.1814 tarihli mezardır7. Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir. Gövde aşağıdan yukarıya doğru daralarak kademelenmektedir. Kapak taşının iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır. (fot.no.5). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış dokuz dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı vardır. Kemerin üstünde uzun bir boyun kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir ve orta kısmında yukarıdan aşağıya doğru dik olarak yazılmış bir sıra yazı bulunmaktadır (fot.no.6). Başlık Mevlevi sikkesi şeklinde yapılmıştır. Uzun bir fese benzeyen başlığın alt yarısı kalın destarlıdır, bunun hemen altında başlığın küçük bir bölümü görülmektedir. Başlığın tepesinde sekiz dilimli bir rozet bulunmaktadır (fot.no.6). Baş taşında; “Allah rızası için Fatiha. Bu, Seyyid Derviş Abdal Muhammed oğlu Seyyid Nuri’nin kabridir. Allah ikisine de rahmet eylesin. İkinci defin Derviş Seyyid Ahmed oğlu Seyyid Hafız Süleyman Efendi’nin kabridir. 1272 senesi Zilhicce ayında vefat etti8” yazılıdır. 7 8 İrham hâlî Ya Mûnisü ya Selam. Bu mezara üç defin yapılmıştır. İkinci gömü Seyyid Hafız Süleyman Efendi’ye ait olan H.1272- M.1856 tarihli mezar, üçüncü gömü Ahmed oğlu Abdurrahman’a ait olan H.1298M.1881 tarihlidir. Rızâen lillahil-Fâtiha Haza’l-kabru’l-merhûm Derviş 67 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Baş taşının arka yüzünde; “Üçüncü defin Ahmed oğlu Abdurrahman/1298 yılı Rebîülâhir ayında vefat etti9” yazılıdır. Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış on dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı vardır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “Ey Allah’ım, senin emniyet ve rahmetini, daimi ve güzel affını isterim. Allah’dan kalp emniyeti isterim. Ya Rahman, emniyetinle ecelden korkulmaz. Ya Rahim, zayıf olan kuvvetime merhamet eyle. Ya Malik, bana yardım et ve dayanak ol. Ya Kuddüs, Ya Rab, beni temizle. Ya Selam, beni kötülüklerden temizle10” yazılıdır. Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş ve ayak taşlarında celî sülüs yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Süsleme baş taşının ön yüzünde, yazıların yer aldığı dördüncü dikdörtgen çerçeveden sonra ince bir dikdörtgen çerçeve içerisinde görülmektedir. Bitkisel kompozisyonun ortasında sekiz dilimli bir çiçek motifi vardır. Bu motifin iki yanında yanlara doğru uzanan, sekiz tane ok ucu motifine benzeyen düzenlemenin üst üste yapıldığı görülmektedir. İncelenen üçüncü mezar, Seyyid Derviş Halil Hafız Efendi’ye11 ait olan H. 1320- M.1903 tarihli mezardır12. 9 10 11 68 es-Seyyid Nuri ibn-i es-Seyyid Derviş Abdal Muhammed rahmetullahi aleyhimâ Sene 1229/ Defnü’s-sânî Derviş es-Seyyid Hafız Süleyman Efendi ibn-i Derviş es-Seyyid Ahmed tüvüffiye…allahu Bi gufranihi fî şehr-i Zilhicce Fî sene 1272. Defnü’s-sâlis Abdurrahman bin Ahmed tüvüffiye ila rahmetillahi fi şehr-i Rebîilahir sene 1298. La İlahe illallah Muhammedün Resûlullah Fenes’elüke Allahümme emnen ve rahmeten Ve afven cemilen dâimen mütefazzilen Minallahi ercû emne kalbin teveccülen Fe bi’l-emni Ya Rahmanü lâ yütteka müeccelen Fe-Kün Ya Rahîmü râhimen za‘fe kuvvetî Ve ya Mâlikü Kün lî nasîran ve mev’ilen Ve ya Rabbi ya Kuddüsü kün lî münezzihen Mine’ş-şerri salimen Ya Selamü mübeddilen. Halîl Hâfız, Dede Avni Efendi’nin beratla görev yapan halifesidir. Halîl Hâfız 14 Mart 1886 senesinde Dede Osman Efendi’nin yerine Mevlîd-i Halîl Camii Kâdirî tekkesine şeyh olarak tayini için bir dilekçe vermiştir. Hatta berat alabilmek için Dede Efendi tarafından Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir. Gövde aşağıdan yukarıya doğru daralarak kademelenmektedir. Ka- 12 kendisine verilen icazetini kurula gösterdiğini kendi dilekçesinde belirtmiştir. Dilekçesinde; “Der devletmekine arz-ı dai-i kemineleridir ki:… Nezaret-i Evkaf-ı Hümayun mülukâneye mülhak evkafdan Halep vilayeti dâhilinde liva bulunan Medine-i Urfa’da vaki Ayni Halilürrahman (a.s.) civarında Mevlid-i Halil (a.s.) zaviyesi vakfından olmak üzere senevî 1500 kuruş vazife ile meşihat cihetine bila berat teamül-i kadim vechiyle mutasarrıf olan Tarikat-i âliye-i Kadiriye hülafasından ve meşâhir-i sülahadan 70 seneden beri zaviye nişin ve tarik-i zühd ve takvada ifna-yı vücud etmiş Mevlana Dede Osman Efendi ibni Muhammed Efendi ibni Dede Eyyûb Efendi (k.s.) hazretleri bundan akdem bila veled vefat edup rahmet-i mezkure-i mahlûle ve hizmet-i lazimesi muattal kalmakla. İşbu bais el-arz kazancı mahallesi sakinlerinden olup müteveffa-yi mumaileyhden tekmil terbiye ve tahsil-i maarifle izin ve icazet alup Tarikat-ı âliye-i Kâdirîye’de halife ve müteveffa-yi mumaileyhin vefatından beri ifa-i hizmet etmekte olan Hâfız Halîl Efendi ibni Müslüm Efendi dailerinin medine-i mezbure mahkemesinde hala evkaf müdürü Mustafa Rağıp Efendi ibni İsmail Efendi hazır olduğu halde akd olunan meclis-i şer’i âlide ülema ve meşayih taraflarından yedinde bulunan bir kıta şehadetname beyan olunduğu veche üzere meşihat vazifesini bi-hakk ifaya muktedir ve min siret-i ashabdan bulunup…” yazmaktadır. (Urfa Şer’i Mahkeme Sicilleri, Milli Kütüphane, Defter Arşiv No. 227, Kayıt No. 357) Dilekçede günümüz Türkçesiyle; “Yüce devletliye bu aciz duacılarının arzıdır: Devletin Vakıflar bakanlığına katılmış vakıflarından Halep vilayetine bağlı sancak olan Urfa’da bulunan Halilürrahman Gölü civarında Mevlîd-i Halîl zaviyesinde şeyhlik yapan Kadirî tarîkatı halifelerinden ve meşhur salihlerden olan Mevlana Dede Osman vefat etmiştir. Mevlana Dede Osman Mevlîd-i Halil zaviyesi vakfından senede 1500 kuruş vazife ile eskiden beri adet olduğu üzere beratsız olarak şeyhlik yapmaktaydı. Bu zat yetmiş yıl Mevlîd-i Halîl zaviyesinde oturmuş, zühd ve takva yolunda ömrünü harcamış olan Dede Osman Efendi çocuksuz olarak vefat etti. Bu yüzden aldığı maaş sahipsiz ve yapması gereken hizmeti boş kalmıştır. Bu dilekçe sahibi Hâfız Halîl Efendi Kazancı Mahallesi sakinlerinden olup, merhum Dede Osman Efendiden tarikat terbiyesini ve ilmini tamamlayarak izin ve icâzet almış, Kâdirî tarîkatında halife olup ve merhumun vefatından bu yana yerinde hizmet etmektedir. Urfa mahkemesinde hala vakıf müdürü olan İsmail Efendi oğlu Mustafa Rağıp Efendi huzurunda akd olunan yüce şer’i meclisinde âlim ve şeyhlere elinde bulunan diploması gösterilmiş ve yapılan imtihan sonucu açıklandığı üzere şeyhlik vazifesini hakkıyla yapmaya kudreti ve ahlak sahiplerinden olduğu belirtilmiştir.” Bu şekilde Hâfız Halîl Efendi şeyhliğe kudretini ispatlamış olduğunu söyleyerek görev için bir berat istemektedir. Halîl Hâfız’ın verdiği dilekçeye karşılık cevap olarak kendisine on sene sonra verilen ve Urfa şer’i mahkeme sicillerinin 15 Cemazielevvel 1313 tarih (13 Kasım 1895) ve 357 numaralı kaydında belirtilen bu berat da: “…Hâfız Halîl zübde-i sülahaya tevcihle muhakeme-i teftişte olunan i’lam ve taraf-ı Şeyhulislamdan kılınan işaret üzerine makam-ı nazaret-i evkaf-ı hümayunumdan ba-telhis ifade kılınmakla mucibince tevcih olunan fermanım olmağın 1313 senesi cemazielevvelinin 14. günü işbu berat-ı şerif-i âlişânımı verdim. Ve buyurdum ki mumaileyh salif’ez-zikir meşihat tevcihine vazife-i mersumesiyle bi’l-nefs bilâ kusur eda-i hizmet etmek şartiyle mutasarrıf ola. Tahriren fi’l-yevmi 15 min şehri cemazielahir sene 1313” yazmaktadır. Dilekçede günümüz Türkçesiyle; “Salihlerden olan Hâfız Halîl’e yönelik teftiş mahkemesi üzerine olunan i’lam ve şeyhülislam’ın işareti ile vakıflar nazareti tarafından özetlenerek ifade kılındığı üzere 13 Kasım 1895’de bu şerefli fermanımı verdim. Ve bu zatın kendinden öncekiler gibi bizzat kusursuz hizmet etsin diye buyurdum” denmektedir. Böylece Halîl Hâfız 1907’de vefatına kadar Mevlîd-i Halîl zâviyesinde şeyhlik görevini devam ettirmiştir. Bu mezara iki defin yapılmıştır. İkinci gömü Antepli Baba Mustafa Efendi’ye aittir. 69 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği pak taşının iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır (fot.no.7). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış yedi dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı beşgen bir çerçeve içerisindedir. Kemerin üstünde uzun bir boyun kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Arka yüzün kuzey tarafında yukarıdan aşağıya doğru dik olarak yazılmış bir sıra yazı görülmektedir (fot.no.8). Başlık Kadiri tacı şeklinde yapılmıştır. Uzun silindirik bir başlığın üst kısmının yarısından fazlası görünecek şekilde, alt kısmı dairevi bir ince şerit halinde destarlı yapılmıştır. En altta başlığın küçük bir kısmı görülmektedir. Başlığın destarın üstünde kalan kısmı kalın dikine yapılmış şeritlerle dört bölüme ayrılmıştır ve bu bölümlerde büyük üçgen motiflerinin yapıldığı görülmektedir (fot.no.7). Baş taşında; “Fatiha. Bu, bu mübarek makamın hizmetçisi Müslim oğlu Seyyid Derviş Halil Hafız Efendi’nin mezarıdır. Allah yattığı yeri nurlandırsın ve ondan razı olsun, Peygamberler hürmetine âmîn. 1320 senesi Zilkade ayında vefat etti13” yazılıdır. Baş taşının arka yüzünde; “İkinci defin Dede Osman Efendi’nin halifesi Antepli Baba Mustafa Efendi” yazılıdır. Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış sekiz dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı lale formuna benzeyen bir çerçeve içerisindedir. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “Ah ölümden! Affedilme ümidiyle kapına geldim. İlahi mezarımın ahını çıkarma! Suçlarımı bağışla! Sen beni yaratansın. İlahi fazl ve lütfunu kerem kıl! Günahım çok utanıyorum. Bir “lam” harfi düşüp vefat tarihimi buldu. Ölüm aniden dayanma gücümü bitirdi14” yazılıdır. ――――――――― 13 14 70 el-Fâtiha Haza kabru’l-merhûm Hâdimü haza’l-makami’l-mübarek es-Seyyid Derviş Halil Hâfız Efendi bin Müslim nevverahullahu mazca‘ahu ve radiye anhu âmîn bicâhi’l Mürselîn tüvüffiye fî şehr-i Zilkade sene 1320. Ah mine’l-mevt Ümid-i afv ile geldim kapına Çıkarma sen İlahi ah-ı mezarım Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş ve ayak taşlarında celî sülüs yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Süsleme baş taşının ön yüzünde, yazıların yer aldığı ikinci dikdörtgen çerçeveden sonra ince bir dikdörtgen çerçeve içerisinde görülmektedir. Bitkisel kompozisyonun ortasında bir çarkıfelek kompozisyonu ve bunun iki yanında yanlara doğru uzanan büyük birer yaprak motifi görülmektedir. Bu yaprakların devamında ince birer dal ve bitiminde beş dilimli birer yaprak motifi daha bulunmaktadır. Baş taşının ön yüzündeki sivri kemerin birleşim yerinde bir yarım daire kompozisyonu görülmektedir. Yine baş taşının arka yüzündeki sivri kemerin birleşim yerinde, palmete benzeyen üç dallı bir yaprak motifi bulunmaktadır. İncelenen dördüncü mezar, Dede İbrahim’e ait olan H.1220- M.1805 tarihli mezardır. Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir. Gövde aşağıdan yukarıya doğru daralarak kademelenmektedir. Kapak taşının iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır (fot.no.9). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış beş altıgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı beşgen bir çerçeve içerisindedir. Kemerin üstünde uzun bir boyun kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir (fot.no.10). Başlık Mevlevi sikkesi şeklinde yapılmıştır. Uzun bir fese benzeyen başlığın alt yarısı kalın destarlıdır, bunun hemen altında başlığın küçük bir bölümü görülmektedir. Baş taşında; “Bu, Molla oğlu Dede İbrahim’in kabridir. Allah kabrini nurlandırsın. 1220 senesi Ramazan ayında vefat etti15” yazılıdır. 15 Bağışla suçlarım etme nev Hüda Ki sensin Hâlık-ı Perverdigârım İlahi fazl-ı lütfun kerem kıl Günahım çok…şermsarım Düşüp bir harf-i lamla bulup tarihi Bitirdi fevt fücceten ıstıbârım. Haza kabru’l-merhûm Dede İbrahim/bin Molla Nevverallahu merkadehu Fî şehr-i Ramazan 71 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta yana eğimli olarak sıralanmış beş tane altıgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı da yana eğimli yazılmıştır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “Bahse gerek kalmadı. Halk ile inadımız yoktur. Şişe kaldırılmasın, inancımız temizdir. Geçinme kaygısına düşmeyiz, kısmetimiz olan gelir. Yemin bahsi işlerine inancımız vardır. Adımız Ruhi olursa vücudun mülkü yâre ne olsun16” yazılıdır. Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş ve ayak taşlarında celî sülüs yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Süsleme baş taşının ön yüzünde, yazıların yer aldığı ikinci altıgen çerçeveden sonra altıgen bir çerçeve içerisinde görülmektedir. Kompozisyonun ortasında sekiz dilimli bir çiçek motifi vardır. Bu motifin iki yanında yanlara doğru uzanan, üç tane ok ucu motifine benzeyen düzenlemenin üst üste yapıldığı görülmektedir (fot.no.10). İncelenen beşinci mezar, Derviş Ebubekir’e ait olan H.1195- M.1781 tarihli mezardır. Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir. Gövde aşağıdan yukarıya doğru daralarak kademelenmektedir. Kapak taşının iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır (fot.no.11). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta yana eğimli olarak sıralanmış altı tane dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı da yana eğimli olarak yazılmıştır. Kemerin üstünde uzun bir boyun kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. 16 72 sene 1220. Bahse mecal kalmadı Halk ile yok inadımız Şişe ref‘ kılınmasın pâktır itikadımız Fikr-i maişet etmeyiz Kısmetimiz olan gelir Bahs-i kasem umuruna vardır itikadımız Cismimize fekevn künbend nutkile ruh kalmasın Mülk-i vücud yâre nola Ruhi olursa adımız. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Başlık Mevlevi sikkesi şeklinde yapılmıştır. Uzun bir fese benzeyen başlığın alt yarısı kalın destarlıdır, bunun hemen altında başlığın küçük bir bölümü görülmektedir. Baş taşında; “Allah rızası için Fatiha. Bu, fakir Kadiri dervişlerin hizmetçisi Ebubekir’in kabridir. 1195 senesi Zilhicce ayında vefat etti17” yazılıdır. Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta yana eğimli olarak sıralanmış dört tane dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı da yana eğimli yazılmıştır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “Cenab-ı Hakkın zatına dair mahrem bilgisi olan bizi anlar. Demi sonsuz olan bizi anlar18” yazılıdır. Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş ve ayak taşlarında celî sülüs yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Mezar taşında süsleme bulunmamaktadır. İncelenen altıncı mezar, Derviş Seyyid Muhammed Tayyib’e ait olan tarihi bulunmayan bir mezardır.19 Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir. Gövde aşağıdan yukarıya doğru daralarak kademelenmektedir. Kapak taşının iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır (fot.no.12). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış üç tane altıgen ve bunun altında yer alan üç tanede dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı beşgen bir çerçeve içerisindedir. Kemerin üstünde uzun bir boyun ――――――――― 17 18 19 Rızâen lillahil-Fâtiha Haza kabru’l-merhûm el-mağfûr Hâdimü’l-fukara-i dervîşân el-Kâdirî Nevverallahu merkadehu Ebubekir tüvüffiye ilâ rahmetillah Fî şehr-i Zilhicce yevm-i hamis Fî sene 1195. Zât-ı Hakka mahrem-i irfan olan aynar bizi …demi bîpâyân olan aynar bizi…. (devamı okunamamıştır). Bu mezara iki defin yapılmıştır. İkinci gömü Derviş Seyyid Hacı Hüseyin’e ait H.1282-M 1865 tarihlidir. 73 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Başlık Mevlevi sikkesi şeklinde yapılmıştır (fot.no.13). Baş taşında; “Bu, Abdülcelil oğlu Derviş Seyyid Muhammed Tayyib’in kabridir. Allah’ın rahmetine vefat etti. İkinci defin Seyyid Ahmed oğlu Seyyid Hacı Hüseyin 1282 senesi Cemaziyelahir ayında vefat etti20” yazılıdır. Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta yana eğimli olarak sıralanmış yedi tane altıgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı da yana eğimli yazılmıştır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “Ah veba hastalığından! Ben bu dünyaya döne döne geldim. Benim dönüşümden zaman meydana gelsin. Ben sadece bir kulum, bu cihanda on binlerce saray yıkılıp viran olsun. İşlerine eza vererek, canı, cismi dağılsın. Bu canım yer altında toprak olsun. Dostlar kabrime gelerek halimi düşünsünler ve durumumu anladıktan sonra her biri halimi beğenerek şaşkınlık göstersinler. Her taraftan saldıran düşmanlardan dolayı varlığımızın talan olduğunu anlasınlar. Cismi meydana getiren cevher dağılarak otuz iki parçaya ayrılsın. Noktasız okunan cevherine maden olsun. Bu varlığın üzerindeki dağlar hallaç pamuğu gibi atılsın. Her taraf tamamen açılarak benzeri olmayan bir meydan olsun. Her kim bu dertli Niyazi’nin sözlerini okursa, o zaman benim sırrımı anlar21” yazılıdır. Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş ve ayak taşlarında celî sülüs yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. ――――――――― 20 21 74 Haza kabru’l-merhûm Derviş/es-Seyyid Muhammed Tayyib İbn-i Abdülcelil Tüvüffiye ilâ rahmetillahi teala Defn-i sânî Derviş es-Seyyid el-Hâc Hüseyin bin es-Seyyid Ahmed Tüvüffiye fî şehr-i Cemâziyelâhir sene 1282. Ah mine’t-taun Devr edüb geldim cihane benden devran ola-Ben ki abdim ve on bin saray yıkılıp viran ola Cevr edüb amaline can ı cism kimisin dağıla-Yerler altında bu tenim hâk ile yeksan ola Kabrime dostlar gelip fikr ede ahvalimi-Her biri bilmekte halime hayran ola Her taraftan nar-ı abadı ibzak eyler hücum-Benle kim anlar olup bu varlığım talan ola Dağıla terkib-i cism otuz iki harf ola-Noktasız okunur gevherine kân ola Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi-Şeşcihar temm açıla bir haddi yok meydan ola Her kim bu Niyazi-i derdmendi ol zaman-Okusun bu sözleri kim sırrıma mihman ola. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Süsleme baş taşının ön yüzünde, yazıların yer aldığı ikinci altıgen çerçeveden sonra altıgen bir çerçeve içerisinde görülmektedir. Kompozisyonun ortasında sekiz kollu bir çiçek vardır. Bu motifin iki yanında yanlara doğru uzanan, altı tane ok ucu motifine benzeyen düzenlemenin üst üste yapıldığı görülmektedir (fot.no.13). Hazirede incelenen yedinci mezar numaralı, Sofi Muhammed’e ait olan, H.1304- M.1886 tarihli mezardır. Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, mezarın kaide kısmı toprak altında kalmıştır. Baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir, ancak bugün sadece kapak taşı görülmektedir. Taşın iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır (fot.no.14). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış altı dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı vardır. Kemerin üstünde uzun bir boyun kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Arka yüzün kuzey tarafında yukarıdan aşağıya doğru dik uzanan bir sıra yazı görülmektedir (fot.no.15). Başlık Mevlevi sikkesi şeklinde yapılmıştır (fot.no.15). Baş taşında; “Allah rızası için Fatiha. Bu, bu mübarek makamın hizmetçisi Evliya Mustafa oğlu Sofi Muhammed’in kabridir. “Rabbine dön” nidasıyla 1304 senesinde fena yurdundan beka yurduna intikal etti22” yazılıdır. Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış dokuz tane dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı vardır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “Gerçek hayat sahibi ve sonsuz olan O’dur. İlahi sen fazl ve kerem sahibisin. Ben günahkârım beni affeyle. Ya Rabbi sana zannım güzeldir. Ya İlahi bu hüsn-i zannımı gerçekleştir. İlahi beni cezalandırma, zira bende ――――――――― 22 Rızâen lillahil-Fâtiha Haza kabru’l-merhûm Hâdimü haza’l-makami’l-mübarek Sofi Muhammed bin Evliya Mustafa kad intekale Min dâri’l-fenâ ilâ dâri’l-beka Binidâi irciî sene 1304. 75 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği olanı ikrar ediyorum. İnsanlar beni iyi biliyor, oysa beni affetmezsen ben insanların en kötüsüyüm. Ya İlahi halime merhamet et23” yazılıdır. Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş taşında celî sülüs, ayak taşında talik yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Süsleme baş taşının ön yüzünde, yazıların yer aldığı üçüncü dikdörtgen çerçeveden sonra ince bir dikdörtgen çerçeve içerisinde bulunmaktadır. Bitkisel kompozisyonun ortasında sekiz dilimli bir çiçek motifi ve bunun iki yanında yanlara doğru uzanan üst üste beş sıra halinde yapılmış büyük birer yaprak motifi görülmektedir. Baş taşının üst kısmındaki sivri kemerin birleşim yerinde, kemerin iki yanının devamı gibi karşılıklı yapılmış iki yarım dairenin ortasında küçük bir balık motifi bulunmaktadır (fot.no.15). İncelenen sekizinci mezar, Derviş Muhammed oğlu Abdal Dede’ye ait olan, H.1229- M.1814 tarihli mezardır. Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir. Gövde aşağıdan yukarıya doğru daralarak kademelenmektedir. Kapak taşının iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da altıgen bir açıklık bulunmaktadır (fot.no.16). Baş taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış beş sekizgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı beşgen bir çerçeve içerisindedir. Kemerin üstünde uzun bir boyun kısmı ve tepesinde bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir (fot.no.17). Başlık Mevlevi sikkesi şeklinde yapılmıştır. Uzun bir fese benzeyen başlığın alt yarısı kalın destarlıdır, bunun hemen altında başlığın küçük bir bölümü görülmektedir. ――――――――― 23 76 Hüve’l-Hayyü’l-Baki İlahi ente zü fazlin ve mennin Ve innî zü’l-hatâyâ fa‘fü ‘annî Ve zannî fîke ya Rabbi cemîlün Fehakkik ya İlahi hüsne zannî İlahi lâ tüazzibnî feinnî Mukirrun billezî kad kâne minnî Yezunnu’n-nâse hayran lî feinnî Eşerrü’n-nâsi in lem ta‘fü ‘annî İrham hâlî ya İlahi. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Baş taşında; “Bu, Derviş Muhammed oğlu Abdal Dede’nin kabridir. Allah kabrini nurlandırsın. 1229 senesi Rebîülâhir ayında vefat etti24” yazılıdır. Ayak taşı yarım ongen prizma şeklindedir. Ön yüzü düzdür ve alt alta yana eğimli olarak sıralanmış altı tane altıgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içindeki yazı da yana eğimli yazılmıştır. Taşın arka yüzü beşgen şeklindedir. Ayak taşında; “Allah rızası için Fatiha. Bahse gerek kalmadı. Halk ile inadımız yoktur. Şişe kaldırılmasın, inancımız temizdir. Geçinme kaygısına düşmeyiz, kısmetimiz olan gelir. Yemin bahsi işlerine inancımız vardır. Adımız Ruhi olursa vücudun mülkü yâre ne olsun25” yazılıdır. Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş ve ayak taşlarında celî sülüs yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Süsleme baş taşının ön yüzünde, yazıların yer aldığı ikinci sekizgen çerçeveden sonra bir sekizgen çerçeve içerisinde bulunmaktadır. Kompozisyonun ortasında dört tane küçük baklava motifi ve bu motifin iki yanında yanlara doğru uzanan üst üste yapılmış, üçer tane ok ucu motifine benzeyen düzenleme görülmektedir (fot.no.17). Hazirede incelenen dokuzuncu mezar, Kalender Çavuş’a ait olan, H.999M.1590 tarihli mezardır. Bugün mezar ve mezar taşları sağlamdır, mezarın kaide kısmı toprak altında kalmıştır. Baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir, ancak bugün sadece kapak taşı görülmektedir. Taşın iki ucunda baş ve ayak taşı, ortasında da dikdörtgen bir açıklık bulunmaktadır (fot.no.18). ――――――――― 24 25 Haza kabru’l-merhûm Abdal Dede Bin Derviş Muhammed Nevverallahu merkadehû Fî şehr-i Rebîilâhir sene 1229. Rızâen lillahi’l-Fâtiha Bahse mecal kalmadı Halk ile yok inadımız Şişe ref‘ kılınmasın pâktır itikadımız Fikr-i maişet etmeyiz Kısmetimiz olan gelir Bahs-i kasem umuruna vardır itikadımız Cismimize fekevn künbend nutkile ruh kalmasın Mülk-i vücud yâre nola Ruhi olursa adımız. 77 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Baş taşı dikdörtgen yatay kesitlidir. Ön yüzü düzdür ve alt alta iki dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı bulunmaktadır. Taşın arka yüzü de düz yapılmıştır. Baş taşında; “Bu, Kalender Çavuş’un kabridir. 999 senesi…ayında vefat etti26” yazılıdır. Ayak taşı dikdörtgen yatay kesitlidir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış üç dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı bulunmaktadır. Taşın arka yüzü de düz yapılmıştır. Arka yüzün üst kısmında sivri kemerin hemen altında bir sıra yazı görülmektedir. Ayak taşındaki yazılar okunamamıştır. Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, baş ve ayak taşlarında celî sülüs yazı tarzında ve alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Mezar taşlarında süsleme bulunmamaktadır. Hazirede incelenen onuncu ve son mezarın, mezar taşlarındaki yazılar okunamadığı için mezarın tarihi ve kime ait olduğu bilinmemektedir. Bugün mezarın kaide kısmı tamamen, kapak taşının da büyük bir bölümü toprak altında kalmıştır. Ayak taşı sağlamdır, baş taşının yarısı üst kısmı kırılmıştır ve mevcut değildir. Baş ve ayak taşları yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Mezar, iki kademeden oluşan dikdörtgen bir gövdeye sahiptir, ancak bugün sadece kapak taşı görülmektedir. Taşın iki ucunda baş ve ayak taşı bulunmaktadır (fot.no.19). Baş taşı dikdörtgen yatay kesitlidir. Ön yüzü düzdür ve günümüze kalan kısmında taşın en altında dikdörtgen bir çerçeve içerisinde yazı bulunmaktadır. Bunun üstündeki bölümün yarısı kırıktır ve yazının bir kısmı görülmektedir. Ayak taşı dikdörtgen yatay kesitlidir. Ön yüzü düzdür ve alt alta sıralanmış üç dikdörtgen çerçeve içerisinde yazı yer almaktadır. Taşın üst kısmı sivri kemerlidir, kemerin içinde de yazı bulunmaktadır. Taşın arka yüzü de düz yapılmıştır. Baş ve ayak taşındaki yazılar okunamamıştır. ――――――――― 26 78 Haza kabru’l-merhûm Kalender Çavuş bin…Çavuş Tüvüffiye fî şehr-i…fî sene 999. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Mezar taşında nahit taşı kullanılmıştır. Yazılar, alçak kabartma tekniği uygulanarak yazılmıştır. Mezar taşlarında süsleme bulunmamaktadır. b. Urfa Dede Osman Avni Haziresinde İncelediğimiz Mezar Taşlarının Değerlendirmesi Haziredeki on mezar taşından biri 16.yüzyıla (mez.no.9), altısı 19.yüzyıla (mez.no.1,2,4,6,7,8) ve biri de 20.yüzyıla (mez.no.3) aittir. Urfa’daki tarihi mezarlıklarda, mezar taşlarının büyük çoğunluğunun 19. ve 20.yüzyıla ait olduğu görülmektedir. Dede Avni Haziresindeki en erken tarihli mezar, Kalender Çavuş’a ait olan H.999- M.1590 tarihli mezardır ve bu mezar taşı, Urfa’daki tarihi mezar taşları içerisinde belirlenen en erken tarihli örnektir. Hazirede incelediğimiz mezarlar, “dikdörtgen gövdeli mezar” tipindedir. Mezarların tamamı, ortada bir açıklığı bulunan kapak taşı ve alt kısmı iki kademeli, dikdörtgen gövdeli mezar şeklinde yapılmıştır. Dikdörtgen gövdeli mezarlar, Urfa’daki tarihi mezarlıklarda en yaygın olarak görülen tiptir. Haziredeki mezarların hepsinde baş ve ayak taşı bulunmaktadır. Bu mezar taşları “yarım ongen prizma şeklinde” (mez.no.1,2,3,4,5,6,7) ve “dikdörtgen yatay gövdeli” (mez.no.9,10) olmak üzere iki farklı tipte yapılmıştır. Bir ongen prizmanın ortadan düşey olarak ikiye bölünmesiyle oluşan, yarım ongen prizma şeklinde mezar taşı tipi, Urfa’daki tarihi mezarlıklarda görülen en yaygın mezar taşı formundan biridir. Haziredeki mezar taşlarında başlık olarak, “Mevlevi Sikkesi” ve “Kadiri Tacı” (mez.no.1.3) olmak üzere iki farklı tip görülmektedir. Mezar taşlarından sekiz tanesinde başlık vardır. Bunlardan altı baş taşında sikke tipi başlık (mez.no.2,4,5,6,7,8), iki baş taşında tac şeklinde başlık bulunmaktadır. Hazirede metfun olan kişilerin hepsi erkektir. Haziredeki yedi mezardan biri şeyh (mez.no.1), üçü derviş (mez.no.2,5,6), ikisi seyit (mez.no.2,3), biri dede (mez.no.4) ve biri de çavuş (mez.no.9) gibi dini kimliği olan Kadiri ve Mevlevi tarikatına mensup kişilere ait mezarlardır. Dede Avni Haziresindeki 10 mezarda toplam 13 kişi gömülüdür Haziredeki mezarlardan bazılarında aynı mezara farklı tarihlerde ikinci ve üçüncü (mez.no.2) ölünün gömüldüğü tespit edilmiştir. Aynı mezara, belli bir zaman geçtikten sonra farklı kişilerin gömülmesi, Urfa’daki tarihi mezarlarda yaygın olarak görülen bir özelliktir. Haziredeki mezar taşlarında süslemenin çok fazla yapılmadığı görülmektedir. Üzerinde süsleme bulunan taşlarda süsleme, basit birer motif veya kompozisyon olarak alçak kabartma tekniğinde yapılmıştır. 79 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Mezar taşlarından yedi tanesinin baş taşında geometrik, bitkisel, fiğürlü ve nesneli olmak üzere dört farklı şekilde yapılmış kompozisyonlar görülmektedir. Yarım daire, zincir, baklava dilimi, ok ucu motifi ile yapılmış geometrik süsleme (mez.no.1,2,3,4,6,7,8), palmet, çiçek, yaprak motifleriyle yapılmış bitkisel süsleme (mez.no.1,2,3,4,6,7), balık fiğürü ile yapılmış kompozisyon (mez.no.7), çarkıfelek ve hilal kompozisyonları ile yapılmış süsleme (mez.no.1,3) mezar taşlarında yer almaktadır. Urfa’daki diğer tarihi mezarlıklardaki mezar taşlarında da süslemenin fazla yer almadığı görülmektedir. Haziredeki mezarlarda malzeme olarak Urfa bölgesine ait olan “nahit taşı” kullanılmıştır. Açık kahverengi renkli ve kolay işlenebilir bu taş Urfa tarihi mezar taşlarında yaygın olarak kullanılan bir malzemedir. Haziredeki mezarlarda, Urfa’daki diğer tarihi mezar taşlarında olduğu gibi baş ve ayak taşlarında yazının yoğun olarak kullanıldığı görülmektedir. Mezar taşlarındaki yazılarda, Urfa’daki diğer tarihi mezar taşlarında olduğu gibi genellikle, başlangıç ifadesi (serlevha) ve Allah’tan istek, içeren, iki ana gurup yazı bulunmaktadır. Başlangıç ifadesinde, El-Fatiha (Fatiha) (mez.no.3), Haza kabru’l-merhum (Bu, merhumun kabridir) (mez.no.4,6,8,9), Rızâen Lillahi’l-Fatiha (Allah rızası için Fatiha) (mez.no.1,2,5,7), Allah’tan istekte, Nevverallahu mazca‘ahu ve radiye anhu (Allah, yattığı yeri nurlandırsın ve ondan razı olsun) (mez.no.3), Nevverallahu merkadehû (Allah, kabrini nurlandırsın) (mez.no.4,5,8) ifadeleri görülmektedir. Yazılar celi sülüs ve talik olmak üzere iki farklı yazı tipinde ve alçak kabartma tekniğinde yazılmıştır. Sonuç Urfa’da tarihi Mevlid-i Halil Camii’nin doğusunda yer alan Dede Avni Haziresi, içerisinde on adet mezarın bulunduğu küçük müstakil bir mezarlıktır. Ancak hazirede yer alan ve Kalender Çavuş’a ait H.999- M.1590 tarihli mezar taşı, Urfa’daki tarihi mezar taşları içerisinde belirlenen en erken tarihli örnektir. Hazirede metfun olan kişilerin hepsi erkek ve Kadiri ve Mevlevi tarikatına mensup şeyh ve dervişlerdir. Dede Avni Haziresindeki mezarlar, mezar gövdesi ve mezar taşı tipleri, başlıkları, yazı tipleri, taşlarda süslemenin az, yazının çok yer kaplaması, aynı mezara birden fazla gömünün yapılması ve mezarlarda nahit taşı kullanımı, tarihi Urfa mezar taşlarıyla ortak özellikler göstermektedir. KAYNAKLAR 80 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z ALPER, M., Urfa’nın Mekansal Yapısı Türk İslam Mimarisindeki Yeri ve Önemi, (Doktora tezi), İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 1987. ATASOY, N., Derviş Çeyizi Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam Tarihi, İstanbul: 2000. BAKIRCI, N., Mevlevi Mezar Taşları, İstanbul: 2005. ÇAL, H., “Urfa Şehri Mezar, Mezar Taşları”, 15. Türk Tarih Kongresi 11-15 Eylül, (Yayınlanmamış Bildiri), Ankara: 2006. GRAMMONT,B., LAQUEUR,H., VATIN,N., “Tarihsel Kaynak Olarak Osmanlı Mezarlıkları, Uygulanan Yöntemler ve Bilgisayarda yapılabilecek İşlemler”, Erdem, 6/16, Ankara: AKM Yayınları, 1990, ss. 210-214. İŞLİ, N., Osmanlı Serpuşları, İstanbul: 2010. KARAKAŞ, M., Şanlıurfa Mezar Taşları, Şanlıurfa: 1996. KAYA, E., Mürşidlere Armağan, İstanbul: 1986. Urfa Şer’i Mahkeme Sicilleri, Milli Kütüphane, Defter Arşiv No. 227, Kayıt No. 357. Urfa Şer’i Mahkeme Sicilleri, Milli Kütüphane, Defter Arşiv No. 227, Kayıt No. 412. 81 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği ** 82 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no 1 Dede Osman Avni Haziresi fotoğraf no 2 Dede Osman Avni Haziresi 83 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.3 (1 nolu mezar) 84 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.4 (1 nolu mezar) 85 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.5 (2 nolu mezar) 86 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.6 (2 nolu mezar) 87 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.7 (3 nolu mezar) 88 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.8 (3 nolu mezar) 89 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.9 (4 nolu mezar) 90 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.10 (4 nolu mezar) 91 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.11 (5 nolu mezar) 92 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.12 (6 nolu mezar) 93 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.13 (6 nolu mezar) 94 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.14 (7 nolu mezar) 95 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.15 (7 nolu mezar) 96 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.16 (8 nolu mezar) 97 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fotoğraf no.17 (8 nolu mezar) 98 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z fotoğraf no.18 (9 nolu mezar) fotoğraf no.19 (10 nolu mezar) 99 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z EĞİRDİR MEVLEVÎHÂNESİ MİMARİSİ VE YENİDEN KULLANIM ÖNERİSİ Architecture of the Eğirdir Mevlevîhâne and a Proposal for Reuse Hasan HAŞTEMOĞLU∗ ÖZ Eğirdir Mevlevîhânesi’nin arşiv kayıtlarına göre Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin oğlu Sultan Veled tarafından 13. yüzyılın sonlarında kurulduğu düşünülmektedir. 1925 yılında tekkelerin kapatılmasına kadar işlevini sürdüren mevlevîhâne, bu tarihten sonra işlevini kaybetmiştir. Geleneksel sivil mimari örneği olarak günümüze ulaşan mevlevîhâne yapısı oldukça harap durumdadır. 2013 yılı itibariyle Eğirdir Belediyesi tarafından yeniden işlevlendirilerek Eğirdir’e kazandırılması hedeflenen yapının rölöve-restorasyon projeleri hazırlanmıştır. Kültür Evi olarak yeniden işlevlendirilecek yapı Eğirdir’de Mevlevi kültürünü yaşatarak, hem bölge halkına hem de bölgeyi ziyaret eden çok sayıda turiste hizmet verecektir. Anahtar Kelimeler: Eğirdir Mevlevîhânesi, Mevlevîhâne mimarisi, eski binaların yeniden kullanımı. ――――――――― ∗ Yrd.Doç.Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü / [email protected] 101 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği ABSTRACT According to the archive (records), Eğirdir Mevlevihanesi was developed by the son of Mevlana Celaleddin-i Rumi, Sultan Veled, in the late 13th century. The Mevlevihane lost its functioning following the close down of the Tekkes (Islamic Monasteries) in 1925. The Mevlevihine building which has reached to present as an example for the traditional civil architecture, infact is ruined. By the year 2013, the building survey and restoration projects have been prepared in accordance with the target of the Eğirdir Municipality which aims to refunctioning and revitalising the building for the sake of Eğirdir. Refunctioning and reusing of the building as a cultural house is believed to contribute to both keeping the Mevlevi culture and provide service for the many tourists who visit the region. Key Words: Eğirdir Mevlevihine, architecture of the Mevlevihine, reuse of old building. Giriş Mevlevilik tarikatı 13.yy’da Anadolu'da Selçuklu Sultanlığı devrinde Konya şehrinde kurulmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ölümünden sonra oğlu Sultan Veled babasının düşüncelerini sistemleştirerek tarikata özgü kuralları oluşturmuştur. Sultan Veled, tarikatın adını Mevlevilik koymuş, dergâhlarına Mevlevîhâne denilmiştir. Doğuda İran/Tebriz, Batıda Macaristan/Peçoy, Kuzeyde Kırım/Gözleve, Güneyde Mısır/Kahire ve Arabistan/Mekke’yi içine alan geniş coğrafya içerisinde 140’a yakın bölgede kurulan Mevlevîhâneler bölge insanlarına hem İslâm’ı ve hem de insanca yaşama sırlarını öğretmiştir. Mevlevîhâneler, asitane ve zaviye olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Asitane denilen Mevlevîhâneler tam teşekküllü yapılardır ve sayıları 15 civarındadır. Bunların başında “Asitane-i Aliye” denen Konya’daki Mevlevîhâne gelir. Burası idare merkezi, Hazret-i Mevlana ve bütün Mevlevi tarikatının postnişini olan Çelebilerin metfun yeridir. Konya’da bulunan Merkez Dergâh başta olmak üzere, Afyonkarahisar, Manisa, Kütahya, Halep, İstanbul’da bulunan Galata, Yenikapı, Beşiktaş, Kasımpaşa, Bursa, Kastamonu, Eskişehir, Kahire, Gelibolu ve Rumeli Yenişehir Mevlevîhâneleri “çile” çıkarılabilen ana dergâhlardır. Asitane olarak adlandırılan bu dergâhların haricinde “Şeyh” ve “Dede” unvanı alarak görevlendirilen Mevlevilerin idaresinde Türkiye Cumhuriyeti toprakları içerisinde 80’in üzerinde, yukarıda çerçevesi çizilen Osmanlı toprakları içerisinde 60’a yakın “zaviye” vardır.1 Ancak bu yapıları mimari açıdan incelemeye başlamadan önce günümüzde Türkçesinde yanlış biçimde pek ――――――――― 1 Nuri Şimşekler (edit.), Günümüze Kadar Ulaşan Mevlevîhâneler, Konya: Mevlana Kalkınma Ajansı Yayınları, 2012, s. 5. 102 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z çok kez birlikte veya birbirinin yerine kullanılabilen külliye, asitane, dergâh, hankah, zaviye ve tekke gibi kelimeler genel olarak salt kelime anlamlarının dışında yaşanan süreç içerisinde edindikleri başka kavramları da bünyelerinde taşıdıkları unutulmamalıdır. Öyle ki kelime anlamları sıkça kavram karmaşasına yol açtığı gibi bu yapıların ve yapı gruplarının sınıflandırılması ve genel özelliklerinin tespit edilmesi de oldukça zordur. Örneğin Anadolu’da Selçuklu döneminde görülmeye başlayan, Beylikler döneminde yaygınlaşan ardından Osmanlı kültürünün başlıca kurumlarından biri olan külliye Arapça “külli” sözcüğünden türetilen, farklı işleve sahip iki ya da daha fazla binadan oluşan yapı grubu anlamı taşır. Ancak bu tanım külliye terimini tam olarak karşılayamaz. Çeşitli yapıları bünyesinde barındıran Topkapı Sarayı gibi pek çok yapı grubu külliye olarak adlandırılamaz.2 Diğer taraftan Türkçe’de “Tekke” olarak kullanılan terim aslında Farsça’da “dayanmak, dayanılan yer” anlamına gelen “tekye” kelimesinden türetilmiştir. Tekke kelimesi bir tarikata mensup dervişlerin topladıkları, tören ve ayinlerini icra ettikleri yapıya verilen ad olduğu gibi, aynı zamanda dinsel tarikatlarla ilgili tüm kuruluşlar için kullanılan genel bir tabirdir. Tekkelerin genel mimari özelliklerinin açıklanmasına çalışılmadan önce bir noktaya dikkat çekmek gerekir. A. Işık Doğan Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları, Tekkeler, Zaviyeler ve Benzeri Fütüvvet yapıları adlı çalışmasında bu durumu şu şekilde açıklar. Tarikatların örgüt ve eylem merkezleri olan tekkelerin özellikleri, bağlı bulundukları tarikatın örf ve adetlerinin, toplantı, ayin ve zikir biçimlerinin şekline göre birbirlerinden çok farklı olabilir. Bu nedenle tüm tekkeler için geçerli olabilecek ortak özelliklerin saptanması olanak dışıdır.3 Ancak Baha Tanman “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler” adlı çalışmasında Osmanlı dönemi tekke yapıları için yerleşim düzenine göre bir tipoloji denemesi yapmış, tekke yapılarını 4 ana grupta incelemiş4 ve Tanman’ın çalışması pek çok tipoloji çalışmasının temelini oluşturmuştur. ――――――――― 2 3 Zeynep Ahunbay vd. “Osmanlı Külliyelerinde Yerleşme Düzeni: Bir Tipoloji Denemesi”, Selçuklular’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Mimarlık, ed. Çiğdem Kafesçioğlu vd., İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012, s. 500-501. Ahmet Işık Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları, Tekkeler, Zaviyeler ve Benzeri Fütüvvet Yapıları, İstanbul: İTÜ Müh-Mim. Fakültesi Matbaası, 1977, s. 59 ve 99. 103 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Tablo 2. Yerleşim Düzenine Göre Tekkelerin Sınıflandırılması4 Mevlevîhâne Mimarisi Mevlevîhâne, Mevlevi tarikatına mahsus tekkelere verilen addır. Mevlevîhâneler için Tanman’ın çalışmasına benzer bir sınıflandırma çalışması Barihüda Tanrıkorur’un “Türkiye Mevlevîhânelerinin Mimari Özellikleri” adlı doktora tezinde gerçekleştirilmiştir. Tanrıkorur, mevlevîhâneleri yerleşim düzeni bakımından sınıflandırdığı eserinde, mevlevîhâneleri genel olarak, Ev-Tekke, Cami-Tekke ve Türbe-Semahane Bağlantılı olmak üzere üç başlıkta incelenmiştir.5 ――――――――― 4 5 Baha Tanman, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler, ed. A.Yaşar Ocak, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2005, s. 315 Barihüda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimarî Özellikleri, c.1-Metin, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 2000, s. 117-124. 104 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Tablo 2. Yerleşim Düzenine Göre Mevlevîhânelerin Sınıflandırılması6 Ayrıca diğer tarikat tekkelerine göre Mevlevîhâneler sosyo-kültürel yapılarına bağlı olarak mimarlık ve sanat tarihimiz bakımından daha önemli ve kendine has özellikler göstermektedirler. Bunlardan en önemlisi şüphesiz semahane bölümüdür. Bu nedenle Tanrıkorur semahane formlarına göre ayrıca bir sınıflandırmada yapmıştır.7 ――――――――― 6 Tanrıkorur, a.g.t., s. 117-124. 7 Tanrıkorur, a.g.t., s. 117-124. 105 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Tablo 2. Semahane Formlarına Göre Mevlevîhânelerin Sınıflandırılması8 Ancak yerleşim düzeni ve semahane formu dışında Mevlevi tekkeleri genel olarak barındırdıkları fonksiyonlara ve idari statülerine göre -başka bir deyişle Mevlevîhânenin büyüklüğü ve önemine göre- asitaneler ve zaviyeler şeklinde iki gruba ayrılır. Asitane sözlük anlamı eşik, dergâh anlamlarına gelen “Âsitân” kelimesinden türetilmiştir. Asitaneler 1001 günlük eğitimle çile çıkarılıp “dede” olunan tekkelerdir. Yapısal anlamda ise asitaneler, içerisinde pek çok fonksiyonu birlikte barındıran külliye niteliğinde yapı grupları iken zaviyeler daha küçük ölçekli yapılardır.9 Ancak fonksiyon şeması, tarikat gelenekleri, arazi verileri ve iktisadi durum gibi faktörler nedeniyle tüm mevlevîhânelerde aynı büyüklük ve özelliklerde mekânlardan bahsetmek mümkün değildir. Sadece asitane statüsündeki mevlevîhânelerde benzer bölümler bulunur. Küçük ölçekli zaviye tipi mevlevîhânelerde ise temel mekanlar, semahane-mescit, türbe ve hamuşan bölümleridir. Genellikle mevlevîhâneyi oluşturan ana bölümler bir avlu etrafında yer alır. Mevlevîhânenin odak noktasını ise semahane-türbe-mescit üçlüsü oluşturur. Mevlevi düşüncesinde ölüm, düğün olarak kabul edildiği için semahane ve türbenin çevresinde hamuşan denilen mezarlık yer alır. Matbah-ı şerif, meydan-ı şerif ve derviş hücreleri birbirinden ayrı veya bütün olarak avlunun diğer bir kenarında yer alabilirler. Avlunun ortasında şadırvan-kuyusarnıç gibi su tesisleri bulunur. Mevlevîhâneyi oluşturan yapıların içerisindeki en dışa dönük yapı semahanedir. 18.yüzyıldan sonra misafir ve seyyahların ――――――――― 8 9 Tanrıkorur, a.g.t., s. 117-124. Mustafa Özçelik, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Mevlana, Mevleviler ve Mevlevîhâneler, Konya: Rumi Yayınları, 2012, s. 85-87. 106 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z artmasına bağlı olarak semahaneye daha fazla özen gösterilmiştir. Semahanetürbe ikilisi ya da sadece semahane ayrı bir yapı olarak ele alınmıştır.10 Sonuç olarak mevlevîhâne mimarisi genel kurgu olarak Konya Mevlana Dergâhı’nı örnek alır, ancak arazi verileri ve iktisadi durum nedeniyle değişiklikler barındırır. Diğer bir deyişle imkanlar doğrultusunda semahane-türbehamuşan mekânlarına diğer mekânların eklemlendiği görülür. Yaklaşık 600 yıllık bir süreç içerisinde gelişen ve dönüşen mevlevîhâneler tam olarak sınıflandırılamasa da özünde benzer kimlik taşıyan yapı gruplarıdır. Mevlevîhâneler 1925’te kapatılana kadar bu özgün fonksiyonlarını ve kimliklerini muhafaza etmişlerdir. Mevlevîhânelerin Günümüzdeki Kullanımları Cumhuriyetin ilanından sonra 1925’te kabul edilen 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin kapatılması kanunuyla Mevlevîhâneler Vakıflar Genel Müdürlüğünün sorumluluğu altına alınmıştır. Ancak yaşanan süreçte semahane kısımları cami olarak inşa edilen mevlevîhâneler dışında, az sayıda külliye şeklinde mevlevîhâne ile az sayıda ev-tekke mevlevîhâne ayakta kalmayı başarmıştır. Diğer taraftan, yapılışlarının üzerinden yüzyıllar geçen Mevlevîhânelerin mimari tarzları nedeniyle eski eser özelliği taşıdıkları tespit edilmiş11, ayakta kalmayı başaran ve kullanılmayan mevlevîhânelerin günün şartlarına ve durumlarına uygun birer fonksiyon verilerek yaşatılması büyük önem kazanmıştır. Ayakta kalan az sayıdaki ev-tekke mevlevîhâneden günümüzde tamamı veya bir bölümü yeniden işlevlendirilerek kullanılabilenler Manisa, Antalya, Tokat, Gelibolu, Galata, Yenikapı, Gaziantep Mevlevîhâneleri şeklinde sıralanabilir. Bu örnekler incelendiğinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Mevlevi kültürüne duyulan saygı nedeniyle bu yapıları müze, sanat galerisi ve benzeri kültür yapılarına dönüştürdüğü görülür. Örneğin İshak Çelebi tarafından 1368-69 yıllarında yaptırılan Manisa Mevlevîhânesi, 1925 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetine geçtikten sonra 1961, 1982 ve 2001 yıllarında restorasyon geçirmiş ve günümüzde Celal Bayar Üniversitesi bünyesinde müze olarak tefriş edilerek ziyarete açılmıştır.12 Benzer şekilde inşa tarihi tam ――――――――― 10 Ahmet Kuş vd., Türkiye Mevlevîhâneleri, Konya: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayın No:107, 2006, s. 18-23 11 Aydın Seçkin, “Türkiye’deki Önemli Mevlevîhâneler ve Mevlevîhânelerin Yaşatılmasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Rolü”, Uluslararası Dünyada Mevlana İzleri Sempozyumu 13-15 Aralık 2007 Bildiriler, Konya: Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 2010, s. 3 12 Nuri Şimşekler (edit.), Günümüze Kadar Ulaşan Mevlevîhâneler, Konya: Mevlana Kalkınma Ajansı Yayınları, 2012, s. 53. 107 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği olarak bilinmeyen ancak çoğunluğu Selçuklular döneminde inşa edilen Yivli Minare Külliyesi’nin önemli yapılarından biri olması nedeniyle bu dönemde yapılmış olduğu düşünülen Antalya Mevlevîhânesi de 1950, 1973 ve 1985 yıllarında onarım geçirmiş, günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığınca Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanıma açılmıştır.13 Diğer taraftan 1491’de inşa edilen, 1766’da yangınından sonra yeniden yaptırılan, İstanbul’un en eski Mevlevîhânesi olma özelliği taşıyan Galata Mevlevîhânesi14 Cumhuriyet döneminde 1967-1972 yılları arasında onarılmış 1975 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığınca Divan Edebiyatı Müzesi olarak hizmete açılmıştır.15 Tarihi 1455’e dayanan 1471’de Uzun Hasan'ın Tokat’a saldırısında tahrip edilen ve Muslu Ağa tarafından yeniden yaptırılan Tokat Mevlevîhânesi16 ise, 1945’te kadın cezaevi olarak kullanıldıktan sonra 1951’de tamir edilerek Kuran kursu haline getirilmiş, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 2004-05 yıllarında şeyh evi ile birlikte onarılarak “Mevlevîhâne Vakıf Müzesi” olarak kültürümüze kazandırılmıştır.17 Başka bir örnek olarak Ağazade Mehmed Hakiki Dede tarafından 17. yüzyılda yaptırıldığı bilinen Gelibolu Mevlevîhânesi ise Birinci Dünya Savaşı’nda oldukça zarar görmüş, ardından uzun yıllar Askeri bölge içinde kalmış, önce hastane daha sonradan depo olarak kullanıldıktan sonra kaderine terk edilmiştir. Mevlevîhâne 1994 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satın alınarak 2005 yılında ziyarete açılmıştır.18 Örneklerden anlaşıldığı üzere cami-tekke sınıfında yer almayan bu nedenle cami olarak kullanılamayan pek çok mevlevîhâne kapatılmalarının ardından uzun yıllar işlevsiz kalmış, başka işlevler için kullanılmış veya kaderine terkedilmiştir. Ancak son dönemde Vakıflar Genel Müdürlüğü bu yapıların korunması ve yaşatılması için çalışmalar yaparak kültürümüze kazandırmaya başlamıştır. Diğer taraftan yaklaşık 70-80 yıllık süreçte Anadolu coğrafyasında kaderine terk edilen, varlığı bilinmesine rağmen tespit edilerek koruma altına alınamayan pek çok mevlevîhâne yapısı ise günümüzde tamamen yıkılmış veya harap durumda kalmıştır. Özellikle ev-tekke biçimindeki ――――――――― 13 14 15 16 17 18 Cemil Cahit Sönmez, Antalya Kaleiçi Selçuklu ve Beylikler Dönemi Eserleri, Antalya: Mimarlar Odası Antalya Şubesi Yayını, 2009, s. 33-35. Erdem Yücel, “Galata Mevlevîhânesi”, Arkitekt Dergisi, 79-4 (1979), s. 134-136. Seçkin, a.g.b., s. 9-10. Hasan Yüksel, “Tokat Mevlevîhânesi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2 (1996), s. 62. Seçkin, a.g.b., s. 9-10. Gülgün Erişen Yazıcı, Gelibolu Mevlevîhânesi ve Gelibolu’da Mevlevilik, Çanakkale: Çanakkale Kitaplığı Akademi Yayını, 2009, s. 13-17-211. 108 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z bu mevlevîhâneler aynı zamanda mesken olmaları nedeniyle genellikle mülkiyetlerinin son postnişinleri ve mirasçılarına intikal etmesiyle tespit edilmesi güç yapılar haline gelmiştir. Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalar ile varlığı tespit edilen bu yapılardan bir tanesi Eğirdir Mevlevîhânesi’dir. Yakın çevresindeki Isparta ve Burdur mevlevîhânelerinin aksine günümüze ulaşmayı başaran bu mevlevîhâne yapısı 2000’li yılların başlarında Sadi Kucur tarafından tespit edilmiştir. Çalışmanın devamında bu mevlevîhâne yapısı hakkında detaylı incelemelere yer verilmiştir. Eğirdir Mevlevîhânesi Yörede ilk Türk yerleşiminin 1071'den birkaç yıl sonra gerçekleştiği sanılmaktadır. Anadolu Selçuklu hükümdarı III. Kılıçaslan 1204 yılında Eğirdir'i de Selçuklu egemenliği altına almıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasının ardından Dündar Bey tarafından 1301 yılında Hamitoğulları Beyliği kurulmuştur. Eğirdir 1310 yılından beyliğin merkezi olarak Felekabad adını almıştır. Daha sonra Timur ve Karamanoğulları idaresine giren Eğirdir, Sultan II. Murat zamanında 1423'te Osmanlı topraklarına katılmış, Tanzimat'tan sonra Konya Vilayeti Hamit Sancağına bağlı bir kaza olmuştur. Cumhuriyetin kurulmasından sonra Eğirdir, ilçe statüsü almıştır.19 Eğirdir tarihsel süreçte Antalya’yı iç kesimlere bağlayan yollar üzerinde kurulması, doğal güzelliği ve Rum nüfusunun fazlaca bulunması nedeniyle Antalya’dan Anadolu’ya giriş yapan gezgin ve seyyahların ilk ziyaret yerlerinden biri olmuştur. Diğer taraftan Konya ve Antalya gibi büyük vilayetlere yakınlığı dolayısıyla da tüccarların ve görüşlerini yayma eğilimindeki mutasavvıfların geçiş güzergâhında yer almıştır. Eğirdir’de tasavvufi hayatın Zeynilik ve Mevlevilik olmak üzere iki temel koldan geliştiğini söylemek mümkündür. 15. yüzyıl başlarında Semerkant’ın Berda köyünden Eğirdir’e gelen Şeyhülislam Berdai Sultan adına kurulan dergâh Abdüllatif Kudsi’nin halifesi Piri Halife ile Zeyni Zaviyesine dönüşmüştür.20 Mevlevi Zaviyesi’nin ise tarihçesi şu şekildedir: Eğirdir Mevlevîhânesi ile ilgili günümüze kadar bir araştırma yapılmadığı gibi, Isparta ve Eğirdir ile ilgili yayınlarda da yeterli bir bilgiye rastlanmamaktadır. Zeki Arıkan “15. ve 16. Yüzyıllarda Hamit Sancağı” adlı eserinde 438 numaralı tahrir defterinde ve 566 numaralı Kuyud-u Kadime’de Eğirdir’de Mevlevîhâne bulunduğunun yazılı olduğunu belirtir. Evkaf defterinde bura――――――――― 19 20 Isparta Valiliği, 2009 İl Yıllığı, Isparta: İl Özel İdaresi Yayını, 2009. Mehmet Altunmeral, “Hızırname’de Eğirdir ve Eğirdir’li Veliler”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11/2 (2013), s. 505. 109 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği nın zaviye-i mevlevîhâne olarak kayıtlı olduğunu, vakfın nazırlığını yapan kimsenin Mevlevi olduğunu söyler ve mevlevîhâne vakfının gelirlerinden bahseder.21 Mevlevîhânenin kuruluşu hakkındaki mevcut bilgiler ise, önemli bir Mevlevi kaynağı olan, ancak geç bir dönemde, XVIII. yüzyılda Sakıb Dede (1735) tarafından yazılan Sefine-i Nefise-i Mevleviyan adlı esere dayanmaktadır. Buna göre, Karahisar Mevlevîhânesi Şeyhi Divane Mehmed Çelebi'nin (1544'ten sonra), Cezayir, Sakız Adası, Sandıklı, Midilli Adası gibi birçok merkeze halife gönderdiği, Eğirdir Kalesi'ne de Nurullah Dede'yi tayin ettiği rivayet edilmektedir. Mevlevilik tarihi ile ilgili araştırmalarda bu bilgiler pek çok eserde tekrar edilmiştir. Konu hakkında detaylı araştırma yapan Sadi Kucur ise bu bilgilerin bazı kronoloji ve bilgi yanlışlıkları olduğunu tespit eder. Kucur’a göre Eğirdir Mevlevîhânesi'nin Divane Mehmed Çelebi’den yani XVI. Yüzyıl başlarından çok önce kurulduğunu gösteren Arapça bir vakfiye mevcuttur. Vakfiyenin 1695'de Afyon şer'i sicil defterine kaydedilen bir sureti günümüze ulaşmıştır. Vakfiye metnine göre, araziyi temlik eden Emir Musa Bey'in Germiyanoglu I. Yakub Bey'in (1300-1340) oğlu olduğu anlaşılmaktadır. Ancak vakfiyeyle ilgili yayınların hepsinde temliki yapan Musa Bey vakıf olarak zikredilmekte, asıl vakıf Muhammed Bahaüddin'den bahsedilmemektedir.22 Aslında temlik ve vakıf muamelesinin yapıldığı tarihte Eğirdir'e hakim olduğu anlaşılan Germiyanoğlu Emir Musa Bey, tasarrufu altındaki bu şehirde beyliğine ait olup sınırları verilen emlakı Muhammed Bahaüddin'e temlik etmiştir. Vakfiyede Muhammed Bahaüddin "irfan sahibi, emir, vukuf sahibi, veli, Rabbani sırların hazinesi, ilahi nurların kaynağı" ibareleriyle tanımlanmakta ve bu ifadelerden onun tasavvufi bir kişiliğe sahip olduğu, hatta vakıf ciheti mevlevîhâne olduğuna göre, Mevlevi tarikatının önemli şahsiyetlerinden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyenin yazıldığı 1364 yılından önce Mevlevi büyüklerinden bu isimleri taşıyanın Mevlana'nın oğlu Sultan Veled bilinmektedir. Ancak onun Eğirdir'e gelip gelmediği veya halife gönderip göndermediği hususunda bir kayda rastlanmamaktadır. Ancak Sultan Veled'in teşkilatçılığı ve Germiyanoğulları'nın Mevleviliğe duydukları yakın ilgi dikkate alındığında, Muhammed Bahaüddin'in Sultan Veled olduğu kuvvetle muhtemel görünmektedir. Şimdiki mevlevîhânenin bulunduğu Hamam ――――――――― 21 Zeki Arıkan, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Hamit Sancağı, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, 1988, s. 143 22 S. Sadi Kucur, “Eğirdir Mevlevîhânesi ve Germiyanoğlu Musa Bey’in Temliki ile Sultan Veled’in Vakfı”, Tarihi Kültürel ve Ekonomik Yönleri ile 1. Eğirdir Sempozyumu 1 Eylül 2001Bildiriler, Isparta, 2001, s. 579 110 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Mahallesi'nin Sultan Veled'in vakfettiği arazinin içerisinde bulunması nedeniyle, XIV. Yüzyıl başında yapılan mevlevîhânenin bugün mevcut olanın yerinde inşa edilmiş olduğu düşüncesinin güçlendirir. Diğer taraftan vakfedilen arazinin etrafında bulunduğu kaydedilen Bazistan, Penbe Pazarı, Kemer Kapu ve Hendek-i Kal şehir merkezinde bulunması gereken mevkilerdir. Hamam Mahallesi de bu sınırlar içerisinde kalmaktadır. Ayrıca durumu teyit eden 1844-45 tarihli diğer bir belgede mevlevîhâne şeyhinin Hamam Mahallesi'nde oturduğu kaydedilmektedir. Ancak son kaynağın dışında, tahrir ve evkaf defterlerinde mevlevîhânenin hangi mahallede bulunduğu belirtilmediği gibi, mahalleler arasında Hamam adına da rastlanmamaktadır. Vakıf arazisi ve mevlevîhâne şehir merkezinde bulunduğuna göre, bu mahalle adı sonradan verilmiş olmalıdır.. Arşiv belgeleri göre, Osmanlı döneminde mevlevîhâne vakfının mevcut olduğu ve faaliyetine devam ettiği görülmektedir. II. Bayezid devrinin (1481-1512) ilk yıllarına ait bir vakıf defterinde mevlevîhânenin vakıfları ayrıntılı olarak verilmiştir. Buna göre Çomaklar Karyesi'nin tam hisse, Akçamescid Karyesi'nin yarım hisse gelirleri, kasap dükkânı zemini, Furunhane, mevlevîhâne civarındaki bahçe ile kuzeyindeki bir parça yer, Eğirdir'de Burcı Hamamı'nın yarım hissesi ve Şengöl Hamamı ile Isparta'da çay kenarındaki Uludönümün kira gelirleri ve buraya bitişik harap değirmen ocağının hasılatı mevlevîhâneye aittir. Ayrıca mevlevîhânenin batısında olup bugün bazı duvar parçaları ile boş arsası kalan Yukarı Hamamın (1930-50 döneminde harap durumdayken Belediye tarafından satın alınıp tamir edilmiş, Belediye Hamamı adıyla kullanılmış, daha sonra yıktırılmış) vakfa ait olduğu, ancak bu hamamın evkaf defterlerinde zikredilen Şengül Hamamı olup olmadığı bilinmemektedir.23 Diğer taraftan günümüzde mevlevîhâne vakfının akıbeti tespit edilememiştir Mevlevîhânenin eşyaları ise Tek Parti yönetimi döneminde Eğirdir'deki diğer tarihi eşyalarla birlikte sandıklara konup meçhul bir yere götürülmüştür. Bugün mevlevîhânenin mevcut eşyası bir kudüm ile üç şamdandan ibarettir. Günümüzde mevlevîhâne binası ile bitişiğindeki ev, son şeyhlerden Osman Nuri Dede'nin çocuklarının mülkiyetine geçmiş durumdadır.24 Cumhuriyetin ilanından sonra 1925 yılında çıkarılan kanunla tekke ve zaviyelerin kapatılması ile birlikte mevlevîhânesi de kapatılmış ve kaderine terkedilmiştir. Eğirdir Mevlevîhâne yapısı ise Hamam Mahallesinde, Eğirdir Gölü’nün kıyısında yeni yapılan apartmanların arkasında kalmıştır. ――――――――― 23 24 Kucur, a.g.b., s. 579. Kucur, a.g.b., s. 579 111 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Resim 1. Eğirdir Mevlevîhânesinin Konumu Eğirdir Mevlevîhânesi mimari açıdan tekke yapıları içerisinde değerlendirildiğinde Eğirdir Mevlevîhânesinin zaviye niteliğinde oldukça mütevazi bir tekke yapısı olduğu görülür. Tanrıkorur’un tipoloji çalışması açısından incelendiğinde ise Eğirdir Mevlevîhânesi yerleşim düzeni bakımından Alt grup I-B kategorisinde yer alan “ev-tekkeler” sınıfında değerlendirilebilir. Resim 2. Eğirdir Mevlevîhânesi göl yönünde ön cephe 112 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Öyle ki, Eğirdir Mevlevîhânesi, ev tekke mimarisinde, kubbesiz kare semahaneli, küçük ölçekli bir zaviyedir. Mevlevîhâne pek çok benzer örnekteki gibi döneminin ve bölgesinin sivil mimari örnekleri ile büyük benzerlik gösterir. Mimari açıdan yapıyı sivil mimarlık örneklerinde ayıran temel unsur kıble yönünde yapıya eklemlenen türbe mekânıdır (mevlevîhânelerde türbeler genellikle kıble yönünde bulunur). Resim 3. Eğirdir Mevlevîhânesi Hamam Yönünde Arka Cephe ve Türbe Yapının kendisinin de kıble yönüne dönük olması ve hemen arkasında hamam (hemen tüm mevlevîhânelerin bünyesinde veya çevresinde hamam vardır) bulunması yapının başlangıcından itibaren mevlevîhâne olarak inşa edildiğinin kanıtıdır. Ayrıca türbe bölünün ahşap çatı konstrüksiyonu konut bölümüyle bir bütündür. Diğer bir deyişle konut inşa edilip yanına türbe eklenmiş değildir. Türbe bölümü iki kat yüksekliğindedir ve düzensiz çokgen formundadır. Kıble yönünde (mevlevîhânelerde genelde semahanede olur) alçı kabartma bir bölümü yıkılmış mihrap bulunur. Tavanı zaman içerisinde su deformasyonu nedeniyle çökmüş yerine kontrplak malzemeden kaplama yapılmıştır. Geriye sadece işlemeli orijinal tavanın göbek motifi kalmış, bu parçada kontrplak tavan üzerine çakılmıştır. Mekân göl yönünde, ikinci kat seviyesinde üç adet pencere ile aydınlatılmıştır. Diğer iki pencere ise alt katta semahane, üst katta seki bölümlerine açılan ahşap korkuluklu hacet penceresidir. Yine sanduka bölümünün görülmesi için açılan hacet pencereleri yapının mevlevîhâne olarak inşa edildiğinin kanıtıdır. 113 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Resim 4. Kuzey duvarında keşkül, nefir, dal, sikke, ney, sünbüli tacı ve şemsi taç Türbede iki sanduka bulunmaktadır. Merdivenlerden çıkılınca hemen sağda, etrafı yeşil renkte tahta çitlerle çevrilmiş olan Seyfullah Dede’nin sandukası bulunur. Diğer sanduka ise Gülsüm Nine’ye ait olup hakkında kaynaklarda bir bilgi bulunmamaktadır (Rivayete göre Mevlevîhâne içinde etkin bir rol oynayan, Konya’dan üç-dört efendiyi buraya getiren bir bayandır). Türbenin kuzey duvarında, sandukanın yanında sırası ile keşkül, nefir, dal, sikke, ney, sünbüli tacı ve şemsi taç bulunur. Batı duvarında bir Mevlevi sikkesi resmedilmiş, madalyonlar içerisinde Hasan ve Osman yazıları; güney duvarında Allah ve Muhammed; doğu duvarında ise yine madalyonlar içerisinde Ali ve Hüseyin isimleri yazılmıştır. Ancak bu işlemelerin yakın tarihte üzerinden geçilerek yeniden boyandıkları bilinmekte, tarihsel süreçleri ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Resim 5. ve 6. Türbe bölümünde madalyonlar Yapının zemin katının bir bölümü semahane bir bölümü hanay olarak inşa edilmiştir. Girişi mevlevîhâne dışı cemaatin sema ayini ve sohbetlere katılımına olanak tanımak için bahçeden doğrudan giriş verilerek sağlanmıştır. Taş duvarlı semahane bölümü içeriden Türbe bölümüne bağlıdır. Sema sırasında Mevlevi muhiblerin oturması için içeride “L” formunda ahşap sedir bulunur. Ayrıca semahane Mevlevi postnişin oturması için hacet penceresinden Türbe sanduka bölümünün görüldüğü yüksekçe bir sekiye sahiptir. Kare planlı semahane bölümü zemin katta yer aldığı ve üzerinde yine hacet pencereli seki bölümü yer aldığı için kubbesizdir. 114 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Resim 7. Yapı kesiti türbe-semahane-konut ilişkisi Ahşap zemininde sema çarkları da bulunan semahanenin batı duvarında kalem işi bir süsleme bulunmaktadır. Camiye benzeyen bu süslemenin iki tarafında minare, ortasında kufi hatla Hu, Allah, Muhammed, Ali yazıları bulunmaktadır. Sağ tarafta bir sancak üzerinde yukarıdan aşağıya doğru besmele, hamdele, kelime-i tevhid ve Yâ Hazret-i Mevlana; sol tarafta teber ile bir Mevlevi sikkesi bulunmaktadır. Cami şekline kubbe olarak da bir sünbüli tacı resmedilmiştir. Bu durum burada görev yapan efendiler içerisinde sünbüli tarikinden hilafet alıp-almadığı sorusunu ortaya çıkarsa da konu ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca süslemeyi kimin ve neye göre yaptığı belli değildir. Benzer şekilde semahanenin güney duvarında kufi hatla yazılmış bir de “Muhammed” yazısı bulunmaktadır. Resim 8. ve 9. Güney ve Batı duvarında kalem işi süslemeler 115 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Mevlevîhânenin diğer bölümleri ise mevlevîhâne mimarisinin “ev-tekke” yaklaşımına uygun biçimde dönemin Eğirdir sivil mimari örnekleriyle büyük benzerlik gösterir. Geçmişte “Isparta-Konya karayolu için Eğirdir Gölü kenarında dolgu yapılmadan ve göl kıyısındaki beş katlı apartman blokları inşa edilmeden önce” yapının göl manzaralı olduğu, bahçe bölümünün de göl kıyısına kadar devam ettiği düşünülmektedir. Ancak zaman içinde yapı göl bağlantısını kaybetmiştir. Mevlevîhânenin ev kısmının yol cephesinden hanaya açılan ayrı bir girişi vardır. Bu bölümde yer alan tek kapalı mekâna (bir tarafı semahane bir tarafı toprak dolgu) taş döşemeli hanaydan ulaşılır, geçmişte ahır, samanlık, depo gibi işlevlerle kullanıldığı bilinmektedir. Hanay bölümünden ahşap bir merdiven vasıtası ile ulaşılan üst kat sofası pencerelerinde cam-çerçeve bulunmaz. Göl yönündeki pencere boşluklarında ahşap korkuluklar ve ahşap kepenkler vardır. Göl cephesi ahşap kaplamadır. Ahşap sofanın kıble yönünde bir seki bulunur, hacet penceresi ile türbe bölümü bağlantısı kurulan sekinin geçmişte Mevlevilerin sohbet mekânı olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Hemen yanında mevlevîhânelerin en önemli mekânlarından Matbah-ı şerif (mutfak) bölümü yer alır. Ahşap işlemeli davlumbazlı bir ocak bulunan mekânda ocağı iki yanında batı duvarında ahşap musandıralar bulunur. Ancak çatıdaki su deformasyonu sonucu, ahşap çıtalı tavan kaplaması göçmüş, mekân kullanılamaz hale gelmiştir. Mevlevîhânenin diğer odaları (yol cephesine çıkma yapan oda hariç) sofadan doğrudan ulaşılan, dış cephe yerine sofa penceresi ile ışık-hava alan, ocaklı, ahşap dolaplı ancak işlemesiz ve gösterisiz mekânlardır. Tavanlar basit ahşap çıtalıdır. Yola çıkma yapan odaya ise sofadan üç basamak ile ulaşılır. Ahşap kirişlemeler ile cümle kapısı üzerine markiz yapacak biçimde çıkma yapan oda küçük olmasına karşın evin en gösterişli mekânıdır. Konum ve önemi bakımından postnişin odası olması muhtemeldir. Tavanında kaset çıtalı ahşap kaplama üzerinde üçgen dilimlerden oluşan onikigen tavan göbeği bulunur. Bu süslemenin Mevlevi bezemelerinde sıkça kullanılan çokgen formunda olması dikkat çekicidir. Sonuç olarak Eğirdir Mevlevîhânesinin konut bölümü dönemin sivil mimari örnekleriyle örtüşen geleneksel bir Eğirdir evinden farksızdır. 116 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Resim 10. Postnişin odası tavan süslemesi Eğirdir Mevlevîhânesinin Yeniden Kullanımı Eğirdir Mevlevi Zaviyesi olarak anılan yapının dış cephesi hakkında fikir edinmek amacıyla çevresinde bulunan birçok tescilli yapı incelenmiştir. Dış duvarların inşasında moloz taş ve ahşap konstrüksiyon üzeri ahşap kaplama kullanılan yapılarda, Eğirdir Gölünün bulunduğu güney yönünde ahşap kaplamaların, gölün nem etkisinden korumak amacıyla teneke kaplandığı anlaşılmaktadır. Yapıların cepheleri incelendiğinde tenekelerin yatay ahşap kaplamalar üzerine dikey çıtalar yardımıyla tutturulduğu görülmektedir. Mevlevîhâne yapısının da Eğirdir Gölü yönündeki ahşap cephesi üzerinde benzer izler bulunması cephenin geçmişte teneke kaplandığını ancak zaman içerisinde bu tenekelerin söküldüğünü düşündürmektedir. Yapının diğer cepheleri ise moloz taş duvardır. Bu duvarlarda derz kaybından kaynaklanan malzeme kayıpları görülmektedir. Zemin katta yapının özgün halinde bahçe tarafı açık, hanay olarak kullanılan mekânı sonradan briket kullanılarak kapatılmış ve mekâna tuvalet eklenmiştir. Mekânın doğal taş kaplama olan döşemesi zaman içerisinde sökülerek bir kısmına düzeltme betonu dökülüp kalan kısmı da sıkıştırılmış toprak olarak bırakılmıştır. Bina girişi ile hanay mekânı arasındaki kot farkı özgün olmayan (Beton) üç basamaklı merdiven ile çözülmüştür. Yapının orijinal 117 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği halinde bu merdivenin taş olduğu düşünülmektedir. Hanayın ahşap kirişleme olan tavan döşemesinde oluşan deformasyonlar nedeniyle, döşemeyi taşıması için kullanılan ahşap dikmeler arttırılmıştır. Yapının zemin katında bulunan türbe mekanının ahşap kaplama olan tavanı çökmüş, ahşap işlemeli tavandan sadece küçük bir göbek motifi kalmıştır. Türbe bölümünü korumak için tavana ahşap kontrplak yapılmıştır. Yapının üst katında bulunan seki bölümüne tavanın çökme tehlikesi nedeniyle ahşap dikme konulmuştur. Sofanın göl yönünde doğu tarafı ahşap malzeme ile bölünmüş, kapı-pencere açılmış ve yeni mekân oluşturulmuştur. Mekâna üst kat için küçük bir tuvalet ve lavabo yapılarak özgünlüğü bozulmuştur. Mutfak mekânının tavanı çökmüş ve içerisinde bulunan özgün detaylara sahip ahşap mimari elemanlar oldukça zarar görmüştür. Yola çıkma yapan başoda mekânında dış cepheye bakan pencere değiştirilerek pvc çerçeve takılmıştır. Bu uygulamalar ve malzeme deformasyonları dışında yapı büyük ölçüde özgün şeklini ve değerini korumaktadır. Bu doğrultuda hazırlanan restitüsyon proje önerisi şu şekildedir. Resim 11. Eğirdir Mevlevîhânesi zemin kat restitüsyon planı 118 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Resim 12. Eğirdir Mevlevîhânesi birinci kat restitüsyon planı Resim 13. Eğirdir Mevlevîhânesi (Göl) Doğu cephesi restitüsyon önerisi Resim 14. Eğirdir Mevlevîhânesi (Yol) Kuzey cephesi restitüsyon önerisi 119 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Sonuç olarak geçmişte Mevlevîhâne olarak kullanılan yapı günümüzde Eğirdir Belediyesi mülkiyetindedir. Yapı Eğirdir Belediyesi tarafından alındığı tarihten itibaren kullanılmamaktadır. Yapı genel olarak çok önemli mekânsal değişikliklere uğramadan günümüze kadar gelebilmiştir. Bölgede az sayıdaki kalan geleneksel yapılardan biridir. Yapıda günümüze değin hiçbir kapsamlı onarım ve restorasyon çalışması yapılmamıştır. Ancak zaman içerisinde yapı sahipleri tarafından farklı zamanlarda lokal onarımlar, yenileme çalışmaları ve mekan eklemeleri yapılmıştır. Yapının göl cephesine inşa edilen apartmanlardan türbenin önünde bulunanın zemin katı inşa edildikleri dönemde tescil işlemi gerçekleşemediği için türbe duvarına kadar ulaşmıştır. Konut bölümü önündeki apartman ise yapı algısına büyük zarar vermektedir. 2014 yılı itibariyle rölöve-restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanarak Antalya Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan yapı, Eğirdir Belediyesince aslına uygun biçimde restore edilerek, Kültür Evi olarak yeniden kullanıma açılacaktır. Resim 15. Eğirdir Mevlevîhânesi restorasyon cephe önerisi Zemin katında geçmişte depo olarak kullanılan bölüme abdestlik ve ıslak hacimler eklenecek, semahane bölümü geçmişteki gibi mescit imkanı sağlayacak, türbe ziyaretine gelenlere hizmet verecektir. Yapının 1. katı ise sofa ve seki mekanlarında ziyarete gelenlerin dinlenmesine olanak sağlayacak biçimde tefriş edilecek bu mekana hemen yanındaki mutfak bölümünden servis imkanı sağlanacaktır. Yapının diğer odaları ise Mevlevi kültürünü anlatacak ve yaşatacak biçimde tefriş edilecek, odalardan biri kütüphaneye dönüştürülerek, sofa ve bahçede dinlenmek isteyen ziyaretçilere hizmet verecektir. Proje tamamlandığında Mevlevîhânenin kazandırılan yeni işleviyle hem bölge insanı 120 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z na, hem de turizm potansiyeli her geçen gün artan Eğirdir’e katkı sağlaması hedeflenmektedir. Resim 16. Eğirdir Mevlevîhânesi restorasyon bahçe önerisi Kaynaklar AHUNBAY, Zeynep, Deniz MAZLUM, Kutgün EYÜPGİLLER, “Osmanlı Külliyelerinde Yerleşme Düzeni: Bir Tipoloji Denemesi”, Selçuklular’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Mimarlık, ed. Çiğdem Kafesçioğlu vd., İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012. ALTUNMERAL, Mehmet. “Hızırname’de Eğirdir ve Eğirdir’li Veliler”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11/2 (2013). ARIKAN, Zeki, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Hamit Sancağı, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, 1988. DOĞAN, Ahmet Işık, Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları, Tekkeler, Zaviyeler ve Benzeri Fütüvvet Yapıları, İstanbul: İTÜ Müh-Mim. Fakültesi Matbaası, 1977. ERİŞEN YAZICI, Gülgün, Gelibolu Mevlevîhânesi ve Gelibolu’da Mevlevilik, Çanakkale: Çanakkale Kitaplığı Akademi Yayını, 2009. Isparta Valiliği, 2009 İl Yıllığı, Isparta: İl Özel İdaresi Yayını, 2009 KUCUR, S. Sadi, “Eğirdir Mevlevîhânesi ve Germiyanoğlu Musa Bey’in Temliki ile Sultan Veled’in Vakfı”, Tarihi Kültürel ve Ekonomik Yönleri ile 1. Eğirdir Sempozyumu 1 Eylül 2001Bildiriler, Isparta, 2001. 121 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği KUŞ, Ahmet, İbrahim DIVARCI, Feyzi ŞİMŞEK, (Metin Yazarı Haşim KARPUZ), Türkiye Mevlevîhâneleri, Konya: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayın No:107, 2006. ÖZÇELİK, Mustafa, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Mevlana, Mevleviler ve Mevlevîhâneler, Konya: Rumi Yayınları, 2012. SEÇKİN, Aydın, “Türkiye’deki Önemli Mevlevîhâneler ve Mevlevîhânelerin Yaşatılmasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Rolü”, Uluslararası Dünyada Mevlana İzleri Sempozyumu 13-15 Aralık 2007 Bildiriler, Konya: Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 2010. SÖNMEZ, Cemil Cahit, Antalya Kaleiçi Selçuklu ve Beylikler Dönemi Eserleri, Antalya: Mimarlar Odası Antalya Şubesi Yayını, 2009. ŞİMŞEKLER, Nuri (edit.), Günümüze Kadar Ulaşan Mevlevîhâneler, Konya: Mevlana Kalkınma Ajansı Yayınları, 2012 TANMAN, Baha, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler, ed. A.Yaşar Ocak, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2005. TANRIKORUR, Barihüda, Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimarî Özellikleri, c.1-Metin, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 2000. YÜCEL, Erdem. “Galata Mevlevîhânesi”, Arkitekt Dergisi, 79-4 (1979). YÜKSEL, Hasan. “Tokat Mevlevîhânesi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2 (1996). Not: Bu makale 2013 yılında yazar tarafından Eğirdir Belediyesi için hazırlanarak Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca uygun bulunan “Eğirdir Mevlevîhânesi Rölöve-Restorasyon Projesi” kapsamında elde veriler doğrultusunda hazırlanmıştır. Çalışmada kullanılan Eğirdir Mevlevîhânesi’ne ait tüm fotoğraf ve çizimler yazara aittir. 122 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z MESNEVÎ ŞÂRİHLERİNE GÖRE MESNEVÎ'DEKİ BAZI HAYVAN METAFORLARINA YÜKLENEN ANLAM VE KAVRAMLAR∗ Meanings and Concepts Given to Some Animal Metaphors in Mesnevi According to Mesnevi Interpreters Turgut KOÇOĞLU∗∗ ÖZ Özellikle didaktik eserlerde soyut gerçeklerin daha etkili anlatılması için sembolik bir dil kullanılmıştır. Türk edebiyatında özellikle dînî-tasavvufî yapıtlarda sembollerin çok önemli bir yeri vardır. Bu eserlerde kelimelerin çoğu gerçek anlamlarından uzaklaşıp başka kavramların sembolü olmuştur. Mevlânâ’nın meşhur eseri Mesnevî’de de sembolik bir dilden söz etmek mümkündür. Mevlânâ, anlatmak istediği bazı yüce sırları ve hakîkatleri birtakım semboller/metaforlar aracılığıyla dile getirmiştir. Her ne kadar hikâye sonlarında Mevlânâ, bu sembollerin anlamına dair açıklamalarda bulunsa da Mesnevî şârihleri, birikimleri doğrultusunda bu sembolleri daha net izah etmişlerdir. Bu yazıda Mesnevî’den seçilen üç hikâyedeki hayvan sembollerine, Mesnevî şârihlerinin verdiği anlamlar incelenmeye çalışılmıştır. Bu şârihler, Şem’î Şem’ullâh, İsmail-i Ankaravî, Abidin Paşa, Tâhirü’l-Mevlevî ve Ahmed Avni Ko――――――――― ∗ ∗∗ Bu yazı, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat’ta düzenlenen “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda sunulan “Mesnevî Şârihlerine Göre Mesnevî’deki Hayvan Sembollerinin Taşıdığı Anlam ve Kavramlar” başlıklı tebliğin genişletilmiş hâlidir. Yard. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected] 123 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği nuk’tur. İncelenen hikâyeler ise birinci ciltte yer alan “Bakkâl ve Tûtî” hikâyesi, “Aslan ve Av Hayvanları” hikâyesi ile ikinci ciltte geçen “Şâh ve Doğan” hikâyesidir. Adı geçen şârihlerden bazıları, metaforların hepsine açıklama yapmamışlardır. Bu yüzden her hikâyede bu beş şârihin yorumu bulunmamaktadır. Yazının sonunda bir tablo ile şârihlerin semboller ile ilgili yorumları özetlenmiştir. Şârihlerin, yorumlarının genellikle birbirine yakın olduğu ama bazen çok farklı yorumlar yaptığı tespit edilmiştir. Mesnevîdeki semboller/metaforlar üzerine yapılan bu küçük çalışma ümit edilir ki öncelikle Mesnevî, sonra diğer tasavvufî eserler üzerine yapılacak daha kapsamlı çalışmalara katkı sağlar ve bu sayede tasavvufî eserlerdeki sembolleri/metaforları içeren ciddi bir sözlük hazırlanır. Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevî, sembol, metafor, şerh. ABSTRACT In didactic works, symbolic language has been used in order to convey abstract realities better. In Turkish literature, especially in religious-sufistic pieces symbols have been of great importance. In these works, most of the words draw away from their real meanings and they become the symbols of other concepts. In Mesnevi, the well-known work of Mevlana, it is possible to talk about a symbolic language. Mevlana told some of the empyreal secrets and realities through a variety of symbols/metaphors. Although Mevlana made some explanations about the meanings of these symbols in the end of the stories, Mesnevi interpreters explained these symbols more clearly with their deep knowledge. In this study, the meanings given to animals in three selected Mesnevi stories by Mesnevi interpreters were examined. These interpreters are Şem’î Şem’ullâh, İsmail-i Ankaravî, Abidin Paşa, Tâhirü’lMevlevî and Ahmed Avni Konuk. Examined stories are “Grocery Store and Parrot”, “Lion and Animals” in the first volume and “King and Falcon” in the second volume. Some of said interpreters have not comment metaphors in the all stories. Therefore all strories don’t have all interpreters’s comment. It is hoped that this small article belong to metaphor of Mesnevî contributes firstly Mesnevî works afterward other mistical works. Thus can be prapared a important dictionary which includes metaphors of mystical Works. Key Words: Mevlana, Mesnevi, symbol, metaphor, interpretation. Giriş Şiir, hikâye, roman, efsâne, destan gibi çoğu edebî eserde veya dinî metinlerde sembollerin, sembolik bir dilin varlığını görmek mümkündür. Zira böyle eserlerde soyut ve karmaşık düşünceleri ya da anlaşılması zor gerçekleri, fikirleri daha iyi anlatmak ve anlaşılır kılmak için semboller kullanılmıştır. Özellikle sûfî kültüründe ve tasavvufî eserlerde sembollerin çok önemli bir yeri vardır. Tasavvufî eserlerde kullanılan birçok kelime, gerçek anlamından sıyrılıp yüce sırları ve âlî hakîkatleri, tasavvufun temel öğretilerini ve kabûllerini anlamlandıran birer sembol olma özelliği kazanmıştır. Yani mey denildiğinde ilâhî aşk, meyhâne 124 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z denildiğinde tekke, pîr-i mugân denildiğinde mürşid ve şâh denildiğinde Allâh akla gelir olmuş ve böylece bu kelimeler asıl anlamlarının ötesinde anlaşılması güç hakîkatleri, bilgileri ve öğretileri daha anlaşılır kılmak için kullanılan ve bir bilgi aktarma aracı olarak düşünülen sembol hâline gelmiştir. Bu semboller; zâhirden bâtına, maddeden manaya, görünenden görünmeyene, somuttan soyuta geçmekte bir araç olmuştur. Bunun yanında sûfîler; sembolik dili, herkese ifşâ etmek istemedikleri sırları, sadece ehil olanlara bildirmek için de kullanmışlardır. Mevlânâ, mutasavvıf-şâir yönüyle dinî-tasavvufî düşünce ve hareketin Anadolu sahasındaki en önemli temsilcilerinden biridir. Onun eserleri 13. yüzyıldan bu yana asırlara meydan okumuş ve nesiller boyu şarktan garba, şimâlden yemene birçok memlekette okunmuş, eserleri üzerine farklı mahiyetlerde sayısız çalışma yapılmıştır. Mevlânâ’nın eserleri içerisinde Mesnevî-yi Şerîf, ayrı bir yere sahip olmuş ve Mesnevî'deki hakîkatlerin anlaşılması için özellikle şerh çalışmaları geçmişten günümüze dek devam edegelmiştir. Mesnevî şerhlerinde, Mesnevî’nin anlam derinlikleri, sırları, hikmetleri ve nükteleri keşfedilmeye çalışılmıştır.1 Mevcut Mesnevî-yi Şerîf şerhlerinin hepsinde kelime izahına dayanan geleneksel şerh metodu kullanılmıştır. Bu metotla yazılan Mesnevî şerhlerinde genellikle şu yol izlenir: Önce metin tercüme edilir, ardından kelime izahına girilir ve duruma göre kelimelerin lügat anlamları, ıstılah anlamları ve metindeki özel anlamları açıklanır. Kelimelerin bu anlam alanlarından hareketle beyit yorumlanmaya başlanır ve yorumlar âyet ve hadislerle, dinî ve pozitif bilimlerle, muhtelif şiir ve kıssalarla desteklenir. Bu yorumlama sürecinde esas olan, Mevlânâ'nın murâd ettiği manayı bulmak ve açıklamaktır. 2 ――――――――― 1 2 Anadolu sahasında yapılmış Mesnevî Tercüme ve Şerhleri ile ilgili geniş bilgi için bakınız: İsmail Güleç, Türk Edebiyatında Mesnevî Tercüme ve Şerhleri, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2008. Ayrıca bakınız: Abdülkadir Dağlar, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî I. Cilt (İncelemeTenkitli Metin-Sözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2009, Danışman: Prof. Dr. Atabey Kılıç,); Turgut Koçoğlu, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî II. Cilt (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2009, Danışman: Prof. Dr. Atabey Kılıç); Oğuzhan Şahin, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî III-IV Cilt (İnceleme-Tenkitli MetinSözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2012, Danışman: Prof. Dr. Atabey Kılıç); Ahmet Tanyıldız, İsmâil Rusûhî-yi Ankaravî-Şerh-i Mesnevî (Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûra’tu’l-Ma’ârif) (I. Cilt) (İnceleme-Metin-Sözlük) (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2010, Danışman: Prof. Dr. Atabey Kılıç) Bakınız: Ziya Avşar, “Rûhü'l-Mesnevî'de Mesnevî'nin İlk On Sekiz Beytinin Şerh Yöntemi”, II. Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni, Kayseri 10-12 Nisan 2006 ; Turgut Koçoğlu, “Ankaravî İsmâil Rusûhî'nin Mesnevî Şerhi Mecmû’atü'l-Letâif ve Matmùratü'l-Me'ârif'te Mesnevî'nin İlk 18 Beytinin Şerh Metodu”, Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhaneler Sempozyumu 30 Eylül-01 Ekim 2006 Bildiri Kitabı, s. 209-222. ; İsmail Güleç, “R. A. Nicholsun'un Mesnevî Tercüme ve Şerhi Üzerine” , Dîvân İlmi Araştırmalar Dergisi, 2006, S. 20, s. 227-240; Ahmet 125 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Yazımızın konusuyla alâkalı olarak Mesnevî şerhlerinde dikkat çeken nokta, şârihlerin, Mesnevî'de geçen sembolleri izah etmesidir. Şârihler anlayış gücü, bilgi birikimi ve tasavvuf literatürüne vâkıfiyyeti ölçüsünde Mevlânâ'nın sembol olarak kullandığı kelimelerin hakîkatte ne anlama geldiğini ve hangi kavramı temsil ettiğini izah ederler. Bu izahlar, Mesnevî'nin daha iyi anlaşılması noktasında şüphesiz çok önemlidir. Çünkü hem irfâna teşne gönüllere Mesnevî'nin âb-ı zülalinden tattırmak hem de Mesnevî'yi bir tavşan-tilki hikâyesi olarak düşünen art niyetli akıllara ışık tutmak için bu sembollerin çözümü ve izahı gerekmektedir. Bu yazıda, Mesnevî'nin I. ve II. cildinden seçilen üç hikâyedeki hayvan sembollerine/metaforlarına bazı Mesnevî şârihlerinin -Şem'î Şem'ullâh, İsmail-i Ankaravî, Ahmed Avni Konuk, Tahirü'l-Mevlevî, Abidin Paşa- yüklediği mana ve kavramlar tespit edilip değerlendirilecektir. Bu sâyede hem Mesnevî'nin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulacak hem de Mesnevî'ye yapılan farklı yorumlar mukâyese edilebilecektir. Ayrıca şerhlerdeki bu sembollerin karşıladığı kavramları tespit çalışmaları, sûfî literatürü ve tasavvuf terimleri sözlüklerine katkı sağlayabilecektir. I. Bakkal ve Tûtî Hikâyesi Hikâyenin Özeti: Bir bakkal ve onun güzel sesli, yeşil renkli ve konuşan bir papağanı vardı. Bu papağan bakkalın dükkânında bekçilik eder ve esnaflara nükteler söylerdi. İnsan gibi konuşurdu, tûtîlere mahsus ötüşte üstâd idi. Bakkal bir gün eve gitmişti ve tûtî dükkâna bekçilik ediyordu. Bir kedi, fare yakalamak için birdenbire dükkâna atıldı. Tûtî de can korkusundan sıçrayıp dükkânın bir köşesine kaçtı. Ancak gülyağı şişelerini devirip yağları döktü. Sonra bakkal, dükkâna geldi ve tüccar gibi oturdu. Baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi de yağ olmuş. Bunu, tûtînin yaptığını anladı ve tûtînin başına vurup, tüylerini döktü, onu kel etti. Tûtî, bu olaydan sonra birkaç gün konuşmayı kesti, bakkal da âh u vâh etmeye başladı. Bakkal, sakalını yoluyor, eyvah nimet güneşim bulut altına gitti, diyordu; o tatlı dilli papağanın başına nasıl vurdum, elim kırılsaydı, diye üzülüyordu. Bakkal, papağanın tekrar konuşması için fakirlere hediye ve sadakalar veriyordu. Üç gün üç gece sonra bakkal, dükkânda ağlamaklı bir hâlde oturuyordu. Bu papağan ne zaman konuşacak diye binlerce gam ve kederle vakit geçiriyordu. Tûtînin dile gelmesi için her tuhaf şeyi yapıyordu. Bir gün başı tas ve leğen gibi kılsız, kel bir cavlâkî derviş geçiyordu. Papağan ansızın dile gelip bağırarak o dervişe dedi ki : “Ey filân! Ey kel! Neden kellere karıştın, yoksa sen de mi yağ döktün?” Papağanın, dervişi kendi gibi sanmasından ve nefsine kıyas etmesinden dolayı bütün halk ona güldü.3 3 Tanyıldız, "Şem'î,Ankaravî ve Bursevî Şerhleri ve Mesnevî'nin İlk On Sekiz Beytini Yorumlama Yöntemleri” Marife Dergisi (Mevlânâ Özel Sayısı), 2007, S. 3, s.123-146. Hikâyelerin özeti için şu kaynaklardan yararlanılmıştır: Tâhirü’l- Mevlevî, Şerh-i Mesnevî 1, İstanbul: İkinci Basım, Şâmil Yayınevi, 1975, s. 194-237.; Ahmed Avni Konuk, Mesnevîyi Şerîf Şerhi I, (Haz. : Selçuk Eraydın- Mustafa Tahralı) İstanbul: Gelenek Yayınevi, 2004, s. 162-177.; Boğaç Babür Turna, Bütün Öyküleriyle Mesnevî-i Şerîf, Özgür Yayınevi, İstanbul 2007, s.25-26. 126 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Hikâye bu şekilde bittikten sonra, diğer hikâyeye kadarki beyitlerde sûreten birbirine benzeyen şeylerin, mâhiyet ve hakîkatte farklı olacağı anlatılır. Mevlânâ, kıssadan hisse beyitlerinde hikâyedeki tûtînin neyi sembolize ettiğini çok net bir şekilde belirtmez ama îmâ eder. Şârihler de muhtemelen bu îmâdan hareketle, tûtînin ne anlama geldiğine, neyin sembolü olduğuna dair fikir yürütüp, yorum yaparlar. 1.Şem'î Şem'ullâh4 Şem'î, “tûtî” kelimesinin, iki kavramı sembolize ettiğini düşünmektedir. Şem’î’ye göre tûtî, bu hikâyenin bir beyitinde “sâlik”in, başka bir beytinde de “ehli zâhir”in sembolüdür: a.sâlik “Dìd pür-rev˚an dükän u cäme çerb gördi dükkän ya˚ıla pür ve cämesi ya˚a bulaşmış Bersereş zed geşt ≠ù≠ì kel zi¬arb dükkän sä≈ibi bì≈u◊ùrlı˚ından ˚azäb idüp ≠ù≠ìnüñ başına urdı ≠ù≠ì ¬arbdan kel oldı bunda işäret budur ki sälik kendünün úilm ü maúrifetine ve fe´ä≈at ü belä˚atına ma˚rùr olup esrär-ı İlähiyyeden setri väcib ü läzım olan sırrı fäş itmeye tä ki teõdìb-i `udä’ya ma®har olmaya…” (Şem'î, vr. 26a), (Dağlar, 2009: 300) Burada Şem’î, tûtînin gülyağını döküp her yere bulaştırmasını, sâlikin ilâhî sırları herkese fâş etmesi olarak yorumlamıştır. Hatta bakkalın, tûtîyi darp etmesini de te’dîb-i Hudâ olarak açıklamıştır. Bu durumda Şem’î’ye göre tûtî, sâlik’i sembolize etmektedir. b.ehl-i zâhir Ezøıyäseş ∆ande ämed ∆alørä ≠ù≠ì kendüsini dervişe øıyäs itdüginde ∆aløa ∆ande geldi yaúnì ∆alø taúaccüb idüp güldiler “K'ù çü ∆od pindaşt ´ä≈ib-delørä ――――――――― 4 Şem’î Şem’ullah’ın Şerh-i Mesnevîsi ile İlgili yapılmış doktora tezleri için bakınız: Abdülkadir Dağlar, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî I. Cilt (İnceleme-Tenkitli MetinSözlük), (Basılmamış doktora tezi, Danışman: Prof. Dr. Atabey KILIÇ, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.); Turgut Koçoğlu, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî II. Cilt (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), (Basılmamış doktora tezi, Danışman: Prof. Dr. Atabey KILIÇ, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Oğuzhan Şahin, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî III-IV Cilt (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), (Basılmamış doktora tezi, Danışman: Prof. Dr. Atabey KILIÇ, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) 127 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği zìrä ki o muräd ≠ù≠ìdür ´ä≈ib-delø ki muräd cavlakìdür kendü gibi ´andı... ehl-i ®ähir kendülerini evliyäya kıyäs eylemek ≠ù≠ìnün kıyäsı gibidür” (Şem'î, vr. 26b), (Dağlar, 2009: 302) Şem’î, bu beyitte tûtî’nin kendisini, dervişle mukâyese etmesini, ehl-i zâhirin yani irfan sahibi olmayan, sûret-perest kişilerin kendilerini evliyâlara mukayese etmesi olarak yorumlamıştır. Bu durumda tûtî, ehl-i zâhir’in sembolüdür. 2.İsmâil-i Ankaravî Ankaravî’ye göre tûtî, evliyâ haricindeki insanların nefsini sembolize etmektedir: “Ezøıyäseş ∆ande ämed ∆alørä K'ù çü ∆od pindaşt ´ä≈ib-delørä Æù≠ì dervìşi kendüsine øıyäs itdüginden ∆aløa ∆ande geldi yaúnì ∆alø taúaccüb idüp güldiler zìrä ol ≠ù≠ì ´ä≈ib-deløi kendü gibi §andı...~a®ret-i Mevlänä øaddesellähu sırrahu'l-úazìz kı´´adan ≈i´´e buyurma˚a şurùú idüp dirler ki päk olan evliyänun kärını kendü nefsinden øıyäs ≠utma ki øıyäsu'n-nefs úale'n -nefs cäõiz degüldür” (Ankaravî, vr. 47a), (Tanyıldız, 2010: 325) Ankaravî, kıssadan hisse beyan ederken “päk olan evliyänun kärını kendü nefsinden øıyäs ≠utma” ifadesiyle hikâyedeki dervişin evliyâları, tûtînin ise evliyâ dışındaki insanları temsil ettiğini belirtmiştir. 3.Abidin Paşa: Abidin Paşa’ya göre “tuti kuşu güldüren, mizahçı adamları simgelemektedir.” (Abidin Paşa 2007: 94) “Bir kedi fare tutmak için ansızın dükkâna sıçradı. Tuticeğiz korkusundan yerinden fırladı. Efendinin gizli halini ve düşüncelerini araştırmak üzere zararlı ve desiseci biri tutiye benzetilen mizahçının yanına ansızın gidip korkuttu. Sırlarına ortak olmak istedi.” (Abidin Paşa 2007: 95) Abidin Paşa, daha hikâyenin ilk beytinin yorumunda tûtî’nin “güldüren mizahçı insanları” simgelediğini belirtmiştir. 4.Ahmed Avni Konuk: Konuk’a göre tûtî, nâkıs insanı temsil etmektedir. “Kär-ı päkanrä øıyäs ez∆od megìr Gerçi mäned dernüvişten şìr u şìr Pâk olanların işini kendinden kıyas etme; vâkıâ yazmak hususunda şîr, şîre benzer. Ey nâkıs olan insan, insan-ı kâmilin ef’âlini ve hâlini kendinde kıyas etme.” (Konuk 2004: 164) 128 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Ahmed Avni Konuk, kıssanın son beytinin izahında, papağanın kendini dervişe kıyas etmesini, “nâkıs insanların kendilerini kâmil insanlara kıyas etmesi” olarak yorumlamakla tûtînin “nâkıs insanlar”ı simgelediğine işaret etmiştir. II. Av Hayvanları ve Aslan Hikâyenin Özeti: Güzel bir otlakta yaşayan bazı av hayvanlarına bir aslan, zahmet ve sıkıntı verirmiş. Aslan, onları nerede görse öldürür, yermiş. Bu yüzden o otlak, onlar için kötü bir yer olmuş. Hayvanlar, bir hile düşünmüşler ve aslana demişler ki : “Biz sana günlük bir av verelim ve sen başka hayvanları yeme! Tâ ki bu otlak bizim için kötü bir yer olmasın.” Aslan cevaben demiş ki: “Dediğiniz sözün eğer sonunda bir hile çıkmazsa güzel ve uygundur. Ancak ben insanlardan çok hile gördün, akrep ve yılan tarafından ısırıldım. İçimde pusuda bekleyen nefsin hile ve ziyanı insanlarınkinden daha beterdir. Ben ‘Mü’min, bir delikten iki defa ısırılmaz’ hadisini işittim ve itaat ettim.” Sonra hayvanlar aslana demişler ki : “Ey her şeyden haberdar olan aslan! Bu kadar sakınma ve tedbiri bırak, tevekkül et. Çünkü sakınmanın kaderde olacaklara bir etkisi yoktur.” Aslan, hayvanlara cevaben demiş ki: “Evet, tevekkül rehberdir. Ancak sebeplere sarılmak da Hz. Peygamber’in sünnetidir.” Hayvanlar, aslana cevaben “Kazanmak için çalışmak, halkın inancının zayıflığındandır. Kazancın en güzeli, tevekküldür.” demişler. Aslan, hayvanlara cevaben “Evet, tevekkül güzeldir. Ancak Allah, bizim ayaklarımızın önüne bir merdiven koymuştur. Basamak basamak çıkmak lâzım. İradeyi yok saymak anlamsız bir açgözlülüktür. Ey Cebrî ! Ayağın varken kendini nasıl topal edersin? Elin varken pençeni nasıl gizlersin.” demiş. Aslanın bu sözlerine rağmen av hayvanları ısrarla tevekkülü savunmuş ve çalışmaktan aslanı vaz geçirmek istemişler. Ancak aslan, hadislerden, ayetlerden ve birçok kaynaktan cehd ve çalışmanın gerekliliğine dair delil getirmiş. Bu deliller neticesinde hayvanlar daha söyleyecek söz bulamayıp mat olmuşlar. Tilki, ceylan, tavşan, çakal, cehd ve gayretin faydalarını kabul edip Cebrîlikten vaz geçmişler. Bu sözleşmelerinde aslana bir hile olmayacağına dair söz vermişler ve onun günlük yiyeceğini tedarik edeceklerini ahdetmişler. Aslanın ayrıca avlanmasına gerek kalmamış. Hayvanlar kura çekmiş ve kura hangi hayvana çıkarsa; o hayvan, aslana av olmak için gitmiş. Kura, bir gün tavşana çıkmış. Tavşan, bu işkence daha ne kadar sürecek diye diğer hayvanlara itiraz etmiş ve bu duruma bir son verebileceğini söylemiş. Tavşan, aslanın yanına biraz geç gitmek istemiş. Hayvanlar da tavşanı azarlamış, hemen aslana gitmesini söylemiş. Tavşan da onlara, akıl ve ilmin her güçten üstün olacağını anlatmış ve her gücü alt edebileceğine dair deliller getirmiş. İlmin faydaları ve yüceliği hakkında konuşmuş. Sonra tavşan, biraz gecikerek saygıyla aslanın yanına varmış. Aslan öfkeyle pençelerini toprağa sürüp, “O alçaklar sözlerini bozdular, yemeğimi geciktirdiler.” diyormuş. Aslan, bu durumdan dolayı hayvanların hile yaptıklarını düşünüp çok öfkelenmiş. Tavşan, aslanın yanına gitmede gecikirken ona yapacağı hileyi iyice tekrar etmiş, düşünmüş. Aslan öfke ve gazap içindeyken tavşanın uzaktan küstahça, öfkeli ve ekşi bir yüzle geldiğini görmüş. Tavşan, aslanın yanına yaklaşınca aslan, ona hitaben öfkeyle şöyle demiş: “Soysuz! Ben ki öküzleri parçalamış, erkek aslanın kulağını burmuş biriyim. Bir tavşan parçası kim oluyor da emrimizi, yere atıyor.” Tavşan da demiş ki “El-aman! Hüküm ve yüceliğin izin verirse, bir özrüm var.” Aslan da “Ey ahmak! Sen zamansız öten bir kuşsun senin başını kesmek lâzım.” demiş. Ancak tavşan pes etmemiş ve aslanın yüceliğinin, kendisinin özrünü dinlemesine müsaade edeceğini izah edip, özrünü anlatmaya başlamış ve şöyle devam etmiş : “Ben ve bana eşlik eden diğer bir tavşan arkadaşım, size gelirken yolda başka bir aslan, ikimizin canına kastetti. Biz de ona, biz yüce bir şâhın kullarıyız, ona gidiyoruz, bırak bizi dediysek de, o aslan sizi hor gördü. İkimizi de yemek 129 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği istedi. Biz de son kez, siz şâhımızı görmek istediğimizi, sonra tekrar kendisine geleceğimizi söyledik ama o, arkadaşımı rehin aldı ve beni, geri gelmem üzere bıraktı. Bu yüzden geç kaldım. Eğer sana yiyecek lâzımsa, gel yolu temizle. O aslanı defet.” Aslan, “bismillah” dedi. Sonra tavşana “Gel, aslan nerede? Eğer söylediklerin doğruysa, göster bana. Gidelim de onun gibi yüz aslanın cezasını vereyim. Eğer söylediklerin yalansa, sana ceza vereyim.” dedi. Tavşan bir rehber gibi, daha önceden hazırladığı hile ve tuzağa aslanı götürdü. Birlikte bir kuyuya yaklaştılar. Aslan kuyunun yanına gelince tavşanın ayak sürüyüp geride kaldığını gördü ve ona: “Ne ayak sürüyorsun ileri gel.” dedi. Tavşan da aslana “Nerede ayağım! Elimin de ayağımın da kuvveti gitti, canım titredi, gönlüm yerinden koptu. Yüzümün rengini görmez misin? Altın gibi sapsarı oldu. İçimdeki korkudan haber veriyor.” dedi. Aslan da tavşana “Geri kalmanın sebebini açıkça söyle, ben bunu duymak istiyorum.” dedi. Tavşan, aslana “Diğer aslan, kale gibi sağlam bu kuyunun dibinde yaşamakla her türlü belâ ve âfetten güvendedir.” dedi. Aslan da tavşana “İleri gel, benim darbemle açacağım yara onu kahreder, sen bak bakalım, o aslan kuyuda mı?” dedi. Tavşan da “Ben, o ateşten bir kere yanmışım, eğer sen beni kucağına alıp koruyacaksan, gelirim” dedi. Aslan, tavşanı kucağına alıp kuyuya bakınca kuyuda kucağında semiz bir tavşanla bir aslanın yansımasını gördü. Düşmanını gören aslan, tavşanı bırakıp hışımla kuyuya sıçradı. Tavşan aslanın inleyerek kuyuda öldüğünü gördü ve bunu neşe ile hayvanlara müjdeledi. Hayvanlar, tavşanın etrafında halka olup saygıyla secde edip onu övdüler ve aslanı öldürme hilesini kendilerine anlatmasını istediler. Tavşan da onlara bazı nasihatlerde bulundu. Bir önceki hikâyede olduğu gibi bu hikâyenin hisse bölümlerinde Mevlânâ, hikâyedeki hayvan metaforlarının hangi kavramları sembolize ettiğine dair işaretlerde bulunur. Bunlardan hareketle şârihler bu sembolleri şöyle yorumlamışlardır: 1.Şem’î Şem’ullâh Aslan: Nefs-i emmâre Tavşan: 1. Akl; 2. Akl-ı ma’âd Hayvanlar: Havâs (hisler) “Bes ki än şìr ezkemìn mìderrübùd ziyäde ki ol şìr pùşundan na∆cìrleri øapardı Án çerä bercümle geşte bùd ol otlaø cemìúisinüñ üzerine nä∆oş olmışdı çerä otlaø maúnäsınadur şìrden muräd nefs-i emmäredür çerädan muräd ten-i insändur na∆cìrändan muräd ≈aväsdur…” (Şem’î, vr. 70 b), (Dağlar, 2009: 484) “…bu mertebede øı´´adan hi´´e budur ki şìrden muräd ki nefsdür ve ∆argùşdan muräd úaøldur ve na∆cìrändan muräd ≈aväsdur.” ( Şem’î, vr. 66a.), (Dağlar, 2009: 513) 2. İsmâil-i Ankaravî 130 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Ankaravî’ye göre hikâyedeki hayvanların sembolize ettikleri kavramlar, hikâyede geçtikleri yere göre değişmektedir. Hikâyenin bir yerinde âlimleri simgeleyen aslan, başka bir yerinde akl-ı ma’âdı sembolize etmektedir. Aynı şekilde tembel insanların sembolü olan hayvanlar hikâyenin başka bir yerinde nefsânî duyguları sembolize etmektedir: Aslan: 1. Âlimler, pîrler, yiğitler; 2. Akl-ı ma’âd Hayvanlar: 1. Tembel insanlar; 2. Nefsânî ve şeytânî duygular Tavşan: Akl-ı ma’âd “şìrden muräd şerìúat u ≠arìøatde cehd ü kesb øılan saúy ü gùşişüñ müfìd ü näfiú olmasını edille-yi úaøliyye vü naøliyye ile i§bät eyleyen úälimler ve pìrlerdür…” (Ankaravî, vr. 106 a.), (Tanyıldız, 2010: 535) “ bu ma≈alle gelinceye dek bu øı´´a äfäøa ≈aml olundu˚ı üzre na∆cìrlerden muräd be≠älet ü úa≠älet i∆tiyär iden kimseler ve şìrden muräd kesb ü mücähede øılan dilìrler olur ve enfüse alındığı üzre na∆cìrlerden muräd øuvä-yı nefsänì ve ∆avä≠ır-ı şey≠anì olur ve şìrden muräd úaøl-ı maúäd olur ammä bu ma≈alde şìrden muräd nefs-i emmäre ve na∆cìrlerden muräd øuvä-yı rù≈änì ve ≈aväss-ı ®ähire vü bä≠ına olur ve ∆argùşdan muräd úaøl-ı maúäd…” (Ankaravî, vr. 106b), (Tanyıldız, 2010: 536-537) 3.Abidin Paşa: Abidin Paşa daha hikâyeye başlamadan önce “İHTAR” başlığı altında hikâyedeki hayvanların hangi kavramları simgelediğini açıklar: Aslan: 1. Güç ve kudret sahibi, zalim ve kan dökücü insan; 2. Akıl Hayvanlar: 1. Köy ahalisinden bazı zayıf ve güçsüz olanlar; 2. düşünceler arzular ve vesveseler “İHTAR: Bu hikâyede aslan ve av hayvanlarının simgeledikleri gerçekle ilgili olarak şu yorumlar yapılabilir: Aslan, güç ve kudret sahibi, zalim ve kan dökücü insanı simgeler. Av hayvanları ise köy ahalisinden bazı zayıf ve güçsüz olanlardır. Diğer bir yorum da şöyledir: aslan, akıldır; av hayvanları düşünceler, arzular ve vesveselerdir. Hikmetle incelenince en güzel yorum birincidir.” (Abidin Paşa 2007: 299) 4.Tâhirü’l Mevlevî Tâhirü’l- Mevlevî’nin sembol yorumları, Ankaravî’nin yorumlarına yakındır. Tâhirü’l-Mevlevî de hayvan sembollerinin, hikâyede geçtiği yere göre farklı kavramları temsil ettiğini düşünmektedir: Aslan: 1. Cehd ü gayrete tarafdâr olanlar; 2. Nefs-i emmâre Tavşan: Akl-ı ma’âd 131 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Hayvanlar: 1. Mütevekkil ve cebrî geçinmek isteyenler; 2. İnsandaki iç ve dış hisler “Hikâyenin buraya kadar olan kısmında aslan, cehd ü gayrete tarafdâr olanları, mütevekkil ve cebrî geçinmek isteyenleri temsil ediyordu. Bundan sonra vazifeleri değişiyor. … aslan, nefs-i emmâreyi; hayvanlar, insandaki iç ve dış hisleri; tavşan da akl-ı ma’âdı tasvîr ediyor.” (Tahirü’l- Mevlevî, 1975: 563) 5.Ahmed Avni Konuk: Ahmed Avni konuk da hikâyenin belli kısımlarında hayvanların farklı kavramları temsil ettiği düşüncesindedir: Aslan: 1. Hakk 2. Nefs-i emmâre Tavşan: 1. Kul; 2. Akl-ı ma’âd Hayvanlar: 1. Kuvâ-yı rûhâniyye; 2. Müdrikât-ı zâhire ve bâtıne “Bu beyitler tavşan kemâl-i tezellülde kula ve aslan kemâl-i kahr-u kuvvette Hakka misâlen zikr olunur.” (Konuk, 2004: 369) “Tavşanın yolda rast geldiği aslandan murâd nefs-i emmâre sıfatlarının aksi ve eseridir.” (Konuk, 2004: 371) “Tavşandan murâd akıbet-i umûru müdrik olan akl-ı ma’âd’dır.” (Konuk, 2004: 371) “Av hayvanâtı mesâbesinde olan kuvâ-yu rûhâniyeyi ve müdrikât-ı zâhire ve bâtıneyi nefs-i emmârenin tasallutundan kurtarır.” (Konuk, 2004: 371) III. Şâh ve Doğan Hikâyesi Hikâyenin Özeti: Padişahın güzel ve bakımlı doğanı bir gün kaçıp çocuklarına tutmaç pişirmek için un eleyen kocakarının yanına gitti. Kocakarı, o güzel doğanı gördü ve tuttu. Doğanın ayağını bağladı, kanadını kısalttı ve tırnaklarını kesip ona yemek olarak saman verdi. Sonra o kocakarı, doğana dedi ki: “Bakmayı bilmeyenler sana iyi bakmamışlar, tırnakların gereğinden fazla uzamış. Ehil olmayanların eli seni hasta etmiş, annene gel ki seni tedavi etsin.” Padişah, tüm gün doğanı aradı, akşamüstü kocakarının evine geldi. Ansızın doğanı toz ve duman içinde gördü. Hâline acıdı ve hüngür hüngür ağladı ve doğana dedi ki “Bu hâlin, bize vefasızlık ettiğin için senin cezandır. Cennetten cehenneme nasıl kaçtın? Şu hâl, ahvâle vâkıf padişahın sarayından, kokmuş bir kocakarının hanesine kaçanın lâyığıdır.” Doğan, kanadını şâhın eline sürdü ve lisan-ı hâl ile kabahat işlediğini ve pişman olduğunu, tövbe ettiğini anlattı: “Tırnaklarım kesildiyse de önemli değil. Sen benim olur ve beni himaye edersen, bu hâlimle de güneşin perçemini koparırım. Kanadım gittiyse de ziyan değil. Sen, beni okşarsan benim şahbâzlığım karşısında felek hareketini kaybeder. Eğer bana bir kemer verirsen, dağı yerinden kaldırırım; bana bir kalem lutfedersen, bütün âlimlere galip gelirim. Vücudum sinekten zayıf değildir. Ben kanadımla Nemrud mülkünü yerle bir ederim.” 132 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z 1.Şem’î Şem’ullâh dir: Şem’î, bu hikâyede geçen doğan’ın iki kavramı temsil ettiğini düşünmekte- a.Bende-yi âsî (âsî kul) “Şeh berù büg’rìst zär u nev≈a kerd Şäh çünki bäzuñ bu ≈älini gördi anuñ üzerine väfir a˚ladı ve nef≈a vü fi˚än eyledi muräd bende-yi úä´ì nefs ü şey≠änuñ mekr ü vesvesesinde maú´iyetüñ ®ulmet ü küdùretinde øalup ~a◊ret-i Bärì er≈amü’r-rä≈imìn muøte◊äsı üzere aèa ziyäde tera≈≈um u şeføat itdügin işúärdur.” (Şem’i, vr. 21a.), (Koçoğlu, 2009: 194) Görüldüğü üzere burada Şem’î, doğanın âsî kulu, şâhın da Allah’ı simgelediğine işaret etmektedir. b.rûh-ı insânî (insan ruhu) “şähdan muräd ~a◊ret-i `udä ve bäzdan muräd rù≈-ı insänìdür ve kempìrden muräd nefs-i emmäredür ve ∆argähdan muräd beden-i insänìdür ve úälem-i fänì olmaø mümkindür käh u ≠utmaçdan muräd ˚ıdä-yı nefsänì ve ≠aúäm-ı cismänìdür ki ˚ıdä-yı rù≈änìye nisbet käh u ≠utmaç me§äbesindedür perden muräd úarş-ı Ra≈mänì olan øalb-i nùränìnüñ øuvvetidür ki úälem-i İlähì’de olan cevelän u perväzì anuñ väsı≠ası iledür nä∆undan muräd øudret ü rù≈änìdür” (Şem’i, vr. 21b.), (Koçoğlu, 2009: 196) Yukarıdaki alıntıda Şem’î sadece doğanın değil, hikâyede geçen diğer metaforların da karşıladığı kavramları açıklamıştır. 2.İsmâil-i Ankaravî: Ankaravî’ye göre doğan, evliyâların yolunda manevî zevk, şevk ve mertebe kazandıktan sonra nefsinin arzuları ve şeytanın vesveseleri sebebiyle teninin isteklerine meşgul olan sâlikleri temsil etmektedir. “bäzdan muräd ≠arìø-ı evliyäda nice Ÿevø u şevø ve mertebe ta≈´ìl eyledükden ´oñra hevä-yı nefsäniyye ve vesävis-i şey≠äniye sebebiyle muøte◊ä-yı tene müşte˚il ve münhemik olan säliklerdür” (Ankaravî, vr. 14a) 3.Tâhirü’l- Mevlevî Tâhirü’l-Mevlevî, hikâyenin sonunda bu olanları bir doğanın yapamayacağını, aslında o doğanın bir sembol olduğunu ifade etmiştir. Ona göre doğan, günaha girmiş ve candan tövbe etmiş bir Müslüman’ı temsil etmektedir: “Şu sayılan hareketler bir doğanın yapacağı işler değildir. Fakat ondan (doğandan) maksat: günaha girmiş ve candan tövbe etmiş bir Müslüman olduğu söylenilmişti…” (Tahirü’lMevlevî, 1975: 120) 4.Ahmed Avni Konuk 133 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Konuk’a göre doğan, sâlikleri temsil etmektedir. “ ‘Ashâb-ı nâr ile ashâb-ı cennet bir olmaz.’ Âyet-i kerimesinden gâfil olarak niçin Cennet-i Huld’den kaçıp cehennemde karar edersin? Bu hitâb, zâhirde pâdişâh tarafından doğanadır. Fakat bâtında sâliklerdir. Şâhtan Murâd mahbûb-ı hakîkî olan Hakk’tır.” (Konuk, 2005: 115) Hikâyelerdeki hayvan metaforları ve şârihlerin bunlara yaptığı yorumlar şu tablo ile özetlenebilir: Bakkal ve Tûtî Hikâyesi 1. Şem’î Şem’ullah: TÛTÎ: a. Sâlik b. Ehl-i zâhir 2. İsmâil-i Ankaravî: TÛTÎ: Evliyâ dışındaki insanların nefsi 3. Abidin Paşa: TÛTÎ: Güldüren mizahçı adamlar 4. Ahmed Avni Konuk: TÛTÎ: Nâkıs insan 134 Aslan ve Av Hayvanları Hikâyesi 1. Şem’î Şem’ullah: ASLAN: Nefs-i emmâre TAVŞAN: Akıl / akl-ı ma’âd HAYVANLAR:Havâs (Hisler) 2. İsmâil-i Ankaravî: ASLAN: a. Âlimler, pîrler, yiğitler b. Aklı-ı ma’âd TAVŞAN: Akl-ı ma’âd HAYVANLAR: a. tembel insanlar b. nefsânî ve şeytânî duygular 3. Abidin Paşa ASLAN: a. Güçlü, kan dökücü zâlim insan. b. Akıl HAYVANLAR: a. Bazı düşüncesiz köy halkı b. Düşünce, arzu ve vesveseler 4. Tâhirü’l-Mevlevî: ASLAN: a. Cehd ve gayrete tarafdar olanlar. b. Nefs-i emmâre TAVŞAN: Akl-ı ma’âd HAYVANLAR: a. Mütevekkil ve cebrî kişiler b. Hisler (duyular) 5. Ahmed Avni Konuk: ASLAN: a. Hakk b. Nefs-i emmâre TAVŞAN: a. Kul b. Akl-ı ma’âd HAYVANLAR: Şâh ve Doğan Hikâyesi 1. Şem’î Şem’ullah: DOĞAN: a. Bende-yi âsî (âsî kul) b. Rûh-ı insânî (insan ruhu) 2. İsmâil-i Ankaravî DOĞAN: Mânevi zevk ve mertebe kazandıktan sonra nefsine uyan sâlik 3. Tâhirü’l-Mevlevî DOĞAN: Günaha girmiş ve candan tövbe etmiş Müslüman 4. Ahmed Avni Konuk: DOĞAN: Sâlikler Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z a. Kuvâ-yı rûhâniye b. Müdrikât-ı zâhire ve bâtına Aslında daha kapsamlı yapılması düşünülen bir çalışmanın küçük bir örneği olan bu yazıdan hareketle diyebiliriz ki diğer tasavvufî ürünlerde olduğu gibi Mesnevî’de geçen hikâyelerdeki hayvanlar, anlatılmak istenen bazı hikmetlerin, hakîkatlerin ve sırların sembolleri/metaforları olmuştur. Şârihler, Mevlânâ’nın da murâd edeceği manayı kendi bilgileri ışığında değerlendirip sembolleri/metaforları tespit etmekte ve Mesnevî’yi o pencereden yorumlamaktadır. Bu tespit ve yorumlar elbette Mesnevî’nin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Ayrıca bu sembollere/metaforlara farklı şârihlerce yapılan yorumların tespit ve tasnifi özel bir “Mesnevî’yi anlama” sözlüğünün de temel adımlarından biri olabilir. KAYNAKÇA Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi 1-2, (Sadeleştiren: Mehmet Sait KARAÇORLU), İstanbul: İz Yayıncılık, (2007) AKARPINAR, Bahar, “Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Mesnevî ve Rubâiyyat’ında ‘Meyve’ ve ‘Üzüm’ Sembolleri”, Bilig, 32 (2005), s. 145164. Ankaravî İsmail Rusûhî, Şerh-i Mesnevî Mecmû’atü’l-Letâ’if ve Matmûratü’l- Ma’ârif I. Cilt, Afyon Gedik Ahmet Paşa Kütüphanesi 18215. Ankaravî İsmail Rusûhî, Şerh-i Mesnevî Mecmû’atü’l-Letâ’if ve Matmûratü’lMa’ârif II. Cilt, Süleymâniye Kütüphanesi Pertev Paşa No: 306 AYTAÇ, Pakize, “Alevî- Bektaşi Felsefesinde Yer Alan Ana Metaforlar Üzerine Bir Değerlendirme”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli, 2008, s. 131- 152. DAĞLAR, Abdülkadir, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî I. Cilt (İnceleme-Tenkitli MetinSözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2009, Danışman: Prof. Dr. Atabey KILIÇ) GÖKTAŞ, Vahit, “Es’ad Efendi (1847/1931) ve Dîvânında Sembolik Dil”, Ekev Akademi Dergisi, 13/39 (2009), s. 201-218. KILIÇ, Atabey, “Mesnevî Şerhleri Sözlüğü”, Sufi Araştırmaları-Sufi Studies, 5, s. 1-19. KONUK, Ahmed Avni, Mesnevî-i Şerîf Şerhi 1, (Haz. : Selçuk ERAYDIN- Mustafa TAHRALI), İstanbul: Gelenek Yayınları, 2004. KONUK, Ahmed Avni, Mesnevî-i Şerîf Şerhi 3, (Haz.: Prof. Dr. Osman TÜRERProf. Dr. Mustafa TAHRALI-Dr. Sâfi ARPAGUŞ), İstanbul: Gelenek Yayınları, 2005. 135 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği KOÇOĞLU, Turgut, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî II. Cilt (İnceleme-Tenkitli MetinSözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2009, Danışman: Prof. Dr. Atabey KILIÇ) LAKOFF, George, Mark JOHNSON, Metaforlar Hayat, Anlam ve Dil, İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2005. ŞAHİN, Oğuzhan, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî III-IV Cilt (İnceleme-Tenkitli MetinSözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2012, Danışman: Prof. Dr. Atabey KILIÇ) Şem’i Şem’ullâh; Şerh-i Mesnevî I-II. Cilt, Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Kütüphanesi 334. Tâhirü’l- Mevlevî (1975). Şerh-i Mesnevî, Cilt 2-6, İkinci Basım, İstanbul: Şâmil Yayınevi. TANYILDIZ, Ahmet, İsmâil Rusûhî-yi Ankaravî-Şerh-i Mesnevî (Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif) (I. Cilt) (İnceleme-Metin-Sözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi 2010, Danışman: Prof. Dr. Atabey KILIÇ) 136 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Mahmut Kaplan, Hayriyye-i Nâbî, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 2008 (İkinci Baskı), VII+317 sayfa, ISBN: 978-975-16-0681-5. Mustafa GÜNEŞ∗ Prof. Dr. Mahmut Kaplan’ın Hayriyye-i Nâbî adlı çalışması, 1642-1712 yılları arasında yaşayan ve Divan edebiyatında hikemî şiir çığırını açan şair Nâbî’nin Hayriyye adlı didaktik mesnevisi hakkında son yıllarda yapılan en önemli çalışmalardan birisidir. Eser, alanındaki boşluğu doldurması açısından önemli bir başvuru kaynağı olma özelliği taşımaktadır. Eski Türk edebiyatı alanındaki önemli çalışmalarıyla tanınan değerli bilim insanı ve araştırmacı Prof. Dr. Mahmut Kaplan, XVII. yüzyıl şairlerinden Nâbî’nin, oğlu Ebulhayr Mehmed Çelebi’ye yaptığı nasihatları içeren Hayriyye adlı mesnevi(nasihât-nâme)si, inceleme ve giriş bölümlerinden sonra gelen iki bölümden oluşmaktadır. Şair Nâbî’nin bu ünlü eseri, ilk bakışta oğlu için kaleme alınmış gibi görülmekle birlikte Ebulhayr Mehmed Çelebi’nin şahsında bütün gençlere çeşitli konularda rehberlik yapan bir özelliğe sahiptir. Yaşadığı yüzyılda olaylara eleştirel bir gözle baktığı anlaşılan şairin bu eserinde, devlet adamlarına da çeşitli uyarılarda bulunduğu söylenebilir. Prof. Dr. Mahmut Kaplan, nasihat-nâmenin tanımı ve nasihat-nâmelerin sınıflandırılmasını yaparak başladığı çalışmasının giriş bölümünde, Nâbî’nin Hayriyye’sinden önce yazılan manzum nasihat-nâmeler hakkında etraflı bilgiler vermiştir. Bu bölümde nasihat-nâmeler; konularına, nazım şekillerine, telif veya tercüme oluşlarına göre genel bir sınıflandırılmaya tabi tutulmuştur. Bu sınıf――――――――― ∗ Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 137 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği landırmaya göre konuları bakımından nasihat-nâmeler, dini-tasavvufi, sosyal muhtevalı ve çeşitli bilimlerle ilgili yazılan nasihat-nâmeler olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Nazım şekilleri bakımından da nasihat-nâmeler, mesnevi, kaside, gazel ve terci-i bend şeklinde bir sınıflandırılmaya tabi tutulduğu görülmektedir. Bu bölümde, İslami Türk edebiyatının temel ilham kaynakları arasında yer alan ayet ve hadisler, nasihat-nâmelerin de kaynakları arasında zikredilmiştir. Prof. Dr. Mahmut Kaplan, çalışmasının giriş bölümünde Nâbî’den önce manzum nasihat-nâme yazan kırk üç şair ve eserleri hakkında kronolojik sıraya göre bilgi verir. Bu şairlerden bir kısmı şunlardır: Yûnus Emre (Risâletü’n Nushiyye), Hoca Mes’ûd (Ferheng-nâme-i Sâdî), Ahmed Fakih (Çarh-nâme), Müridî (Pend-i ricâl), Ahmed-i Dâ’î (Vasiyyet-i Nûşirevân-ı Âdil Be-Püsereş), Gülşenî (Dil-güşâ), Dede Ömer Ruşenî (Pend-nâme), İbrahim Gülşenî (Pend-nâme), Yetimî (İbret-nâme), Şeyh Eşref (Nasihat-nâme), Şemsî (Dehmurg), Cemâlî (Nasihat-nâme), Güvahî (Pend-nâme), Zâtî ( Pend-nâme-i Zâtî-i Remmâl) vb. Eserin giriş kısmı, manzum nasihat-nâmelerin konularına göre tasnif edilmesi ile sona ermektedir. Bu tasnif çerçevesinde nasihat-nâmelerin; dinîtasavvufî, genel ahlâk, sosyal hayat, bilim ve sosyal eleştiri konularıyla ilgili olarak kaleme alındıkları anlaşılmaktadır. Yazar, daha önceki yüzyıllarda kaleme alınan mesnevilerde bahsi geçen konular üzerinde durulduğunu belirttikten sonra Nâbî’nin Hayriyye’sinde, geleneksel anlayışın dışına çıkarak Osmanlı devletinin çeşitli kurumlarına eleştiri aynası tuttuğunu belirtir. Eserin “Nâbî’nin Yetiştiği Sosyal ve Edebi Çevre, Hayatı Eserleri ve Edebî Kişiliği” başlıklı I. Bölümünde, Nâbî’den önceki genel durum değerlendirildikten sonra Nâbî’nin yetiştiği sosyal ve edebi çevre hakkında bilgi verilmiştir. Mahmut Kaplan, şairin “XVII. yüzyılda Osmanlı devletinin eski dönemlere nisbeten sosyal ve idari bakımlardan pek iç açıcı bir durumda olmadığını ve bazı kurumların bozulmaya yüz tutmuş olmasını” belirtttiğini ifade eder. Bu bölümde, XVII. yüzyılda genel olarak toplumun kötü yola girdiğini gören ve bundan dolayı rahatsızlık duyan Nâbî’nin, gençlere doğru göstermek amacıyla Hayriyye adlı didaktik mesnevisini kaleme aldığı belirtilmiştir. Birinci bölümde Nâbî’nin hayatı eserleri (Türkçe Divan, Farsça Divançe, Tercüme-i Hadîs-i Erba’în, Hayr-âbâd, Sur-nâme, Fetih-nâme-i Kamaniçe, Tuhfetü’l-Haremeyn, Zeyl-i Siyer-i Veysî, Münşeat-ı Nâbî) hakkında bilgi verilmiştir. Bu bölümde, Nâbî’nin edebi kişiliği üzerinde de durulurken şairin, yaşadığı dönemden Tanzimat yıllarına kadar birçok şair üzerindeki etkilerinden söz edilmiştir. 138 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Eserin II. Bölümü 83 sayfa olup ve on kısımdan oluşmaktadır. Bu bölümde, Nâbî’nin oğlu Ebu’l-Hayr Mehmed Çelebi için yazdığı nasihat-nâme türünde kaleme alınan Hayriyye adlı ünlü didakdik mesnevinin geniş çaplı bir incelemesi yapılmıştır. Bu bölümün ilk kısmında, Hayriyye-i Nâbî’nin muhtevası üzerinde durulurken eserin otuz beş bölümden oluştuğu belirtilmiş ve bölüm adları, beyit sayılarıyla birlikte verilmiştir. Bu bölümümün ikinci kısmında, Hayriyye’de Nâbî’nin din ve ibadet anlayışı konusu üzerinde durulmuştur. Üçüncü kısımda, Nâbî’nin ahlâk anlayışı ve örnek insan tipi üzerinde durulmuştur. Nâbî’ye göre örnek insan; dürüst, iyi niyetli, hoşgörülü, ilim sahibi, komşularıyla iyi geçinen, kendini ilgilendirmeyen olaylara karışmayan uyumlu bir kimse olmalıdır. Nâbî’nin idealize ettiği bu insan tipinin birçok araştırmacı tarafından eleştirildiğini söyleyen Mahmut Kaplan, şairin bu konudaki görüş ve öğütlerinin, kendi asrı ve şartları içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtir. tır. Dördüncü kısımda, Nâbî’nin ilim anlayışı ve ilimlere bakışı ele alınmış- Beşinci kısımda, Nâbî’nin tasavvuf anlayışı ve devrindeki tarikat şeyhlerini eleştirmiş olmasına yer verilmiştir. Altıncı kısmında, Hayriyye’nin yazıldığı dönemde İstanbul ve taşranın durumu hakkında bilgi verilerek şairin eserlerine nasıl yansıdığı üzerinde durulmuştur. Yedinci kısımda, Nâbî’nin Hayriyye’de, ayanlık, paşalık, kadılık, kassamlık, kazaskerlik, eminlik ve tevliyyet gibi Osmanlı devlet kurumlara bakışı ele alınmıştır. Sekizinci kısmında, Nâbî’nin şiir anlayışından söz etmiştir. Dokuzuncu kısımda, Hayriyye’nin dil ve üslup özelliklerinden söz eden yazar; Hayriyye’nin olgunlaşma çağındaki gençlerin hedef kitle kabul edilerek yazılmış bir nasihat kitabı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca eserin her seviyedeki insanlar tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek bir dil ve anlatım özelliğine sahip olduğu da yazar tarafından belirtilmiştir. Bu bölümün son kısmında, “Hayriyye hakkında bugüne kadar yazılanlar” hakkında bilgi veren yazar, bu önemli eseriyle okuyucu ver araştırmacılar için yeni bir inceleme tarzı ortaya çıkarmıştır. 139 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eserin sonuç kısmında, Hayriyye-i Nâbî’nin aynı konuda daha önce yazılan eserlerle çeşitli benzerlikler taşıdığı; ancak içerdiği sosyal ve siyasi eleştiriler bakımından onlardan ayrıldığı belirtilir. Eserin bu bölümünden sonra geniş bir bibliyografya listesine yer verildiği görülür. Yazar, Hayriyye-i Nâbî’nin tenkitli metninden önce, metni hazırlarken karşılaştırmış olduğu yedi Hayriyye nüshasının yanında diğer nüshalar hakkında da bilgi vermiştir. Hayriyye-i Nâbî (Metin) adlı çalışmanın, son bölümünde, 1660 beyitten oluşan ve Türk edebiyatında eşine az rastlanan mesneviler arasında yer alan Hayriyye-i Nâbî’nin tam transkripsiyonlu metni verilmiştir. Her bilimsel eserde olduğu gibi bu kitabın da 317-323 sayfaları arasında bir dizin yer almaktadır. Bu eserin ve özellikle Hayriyye-i Nâbî metninin, daha sonra yapılabilecek çalışmalara kaynaklık etmesini umarız. Bu bakımdan eserin önemli bir boşluğu doldurduğu söylenebilir. XVII. yüzyılda aşk konulu mesnevilerin gerek sayısında gerekse çeşidinde büyük bir gerileme görülmesine karşılık Hayriyye-i Nâbî gibi dinî, ahlakî ve tasavvufî mesnevilerin sayısında artış görülür.1 Klasik Türk edebiyatında didaktik üslup veya yaygın adıyla hikemî tarz (düşünceye dayalı hikmetli söz söyleme) ile özdeş hâle gelen Nâbî’nin, Hayriyye’den başka; Türkçe Divan (Abdülkadir Karahan, Nâbî Dîvânı, Ankara 1987; Ali Fuat Bilkan, Nâbî Hayatı-Sanatı-Eserleri, Ankara 1999) Dîvânçe-i Fârisî, Molla Câmî’nin manzum kırk hadisinin Türkçeye çevirisinden ibaret olan Hadîs-i Erba‘în, Ferîdüddîn-i Attar’dan kısmen tercüme olan Hayrâbad (Sibel Ülger, Nâbî: Hayrâbâd-İnceleme-Metin, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Van 1996) Sultan Mehmed’in şehzadelerinin sünnet düğününü ele alan Sur-nâme (Âgâh Sırrı Levend, Nâbî’nin Sûr-nâmesi, İnkılap Kitabevi Yayınları, İstanbul 1944) Veysî’nin Hz. Peygamberin doğumundan Bedir muharebesine kadar yaşanan olayları anlatan Zeyl-i Siyer-i Veysî (Zeyl-i Nâbî alâ-Siyer-i Veysî, Kahire, Bulak Matbaası), hac ziyaretini konu alan Tufetü’l- Haremeyn (Menderes Çoşkun, Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyhatnameleri ve Nabi’nin Tuhfetü'l-Harameyn’i, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002), ve Kamaniçe Kalesi’nin fethini konu alan Fetih-nâme-i Kamaniçe adlı manzum ve mensur eserlerinin yanında, özel ve resmi mektuplarından oluşan münşeatı (Münşeât-ı Nâbî Efendi, Harvard University, Houghton Library MS 30, Cambridge) da bulunmaktadır.2 ――――――――― 1 2 Ahmet Atilla Şentürk-Ahmet Kartal, Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 344. Şentürk-Kartal, a.g.e., s. 346, 368; Ali Fuat Bilkan, “Orta Klâsik Dönem: Nazım”, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı-Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, V, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2004. 140 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z “GÜNÜMÜZDE YURT İÇİ MEVLEVÎHÂNELERİNİN DURUM VE KONUMLARI” SEMPOZYUMU Hakan KUYUMCU∗ Selman KARADAĞ∗∗ Giriş Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü, açıldığı 22 Ağustos 2010 tarihiden beri Türk-İslâm mutasavvıf ve mütefekkiri Mevlâna Celâleddin Rûmî’yi, eserlerini, düşünce sistemini; Mevlevîlik, kültür ve sanatını bilimsel yöntemlerle araştırırken, bir yandan da Hz. Mevlâna ve Mevlevîliği tanıma ve tanıtmadaki yanlış anlama-algılama ve uygulamaları ortadan kaldırmayı, değerli bilim insanlarının desteğini de alarak, kendisine görev edinmiştir. Enstitü, ulusal ve uluslararası platformda söz sahibi bir kurum kimliğiyle Mevlâna Celâleddin Rûmî ve Mevlevîlikle ilgili pek çok konferans, sempozyum, panel ve sergi düzenlemiş halen de düzenlemeye devam etmektedir. Bu etkinliklerden biri olan ve Hz. Mevlâna’nın 740. Vuslat Yıldönümü Anma Etkinlikleri kapsamında Konya Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen “Günümüzde Yurt İçi Mevlevîhânelerinin Durum ve Konumları” sempozyumu 9-10 Aralık 2013 tarihleri arasında Konya Mevlana Kültür Merkezi Sultan Veled Salonu’nda yoğun bir konuşmacı ve dinleyicinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel ve Konya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tahir Akyürek’in Sempozyum Onursal Başkanlığını yaptığı sempozyum, açılış konuşmalarıyla başlamış ve iki gün sürmüştür. Bir ――――――――― ∗ ∗∗ Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Urdu Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected] Uzm., Selçuk Üniversitesi, Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü, [email protected] 141 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği özel oturum, altı farklı oturum ve bir değerlendirme oturumu olmak üzere toplam sekiz ayrı oturumda kırka yakın konuşmacı bildirisini sunmuş ve altıncı oturumun ardından “Değerlendirme Oturumu” yapılarak bildiriler değerlendirilmiş, eleştiri ve önerilere yer verilmiştir. Sempozyum Tanıtımı Prof. Dr. Mustafa Kara’nın başkanlığında toplanan özel oturumda, Prof. Dr. Emine Yeniterzi’nin “Tarihî Süreçte Mevlevîhânelerin İnsan Yetiştirmedeki Rolü”, Dr. Mustafa Çıpan’ın “Mevlevîlik Sanatı ve Mûsıkî”, H. Nur Artıran’ın “Geçmişten Günümüze Mesnevî Sohbetleri”, Ömer Faruk Belviranlı’nın “Geçmişten Günümüze Semâ Algısı ve Mevlevihânelerde Semazen Yetiştirme” başlıklı bildirileri yer aldı. Özel oturumun ardından birinci oturuma geçilmiş ve başkanlığını Prof. Dr. M. Baha Tanman yapmıştır. Oturuma Prof. Dr. Atabey Kılıç, “Kayseri Mevlevîhânesi Hakkında Notlar”, Prof. Dr. Recep Şentürk, “Mevlâna’ya Göre Medeniyet ve Farklılıkların Yönetimi”, Yrd. Doç. Dr. Sezai Küçük, “İstanbul Mevlevîhânelerinin Tarihteki Yeri”, Orhan Demiral, “Yeniden Kültür ve Medeniyet Ocağı Olarak Bahâriye Mevlevîhânesi”, Yavuz Özdemir, “Galata Mevlevîhânesi’nin Müze olarak yeniden Düzenlenmesi” başlıklı bildirileriyle katılmıştır. İkinci oturumun başkanlığını Prof. Dr. Mehmet Demirci yapmış ve oturuma Doç. Dr. Feridun Ata “Çankırı Mevlevîhânesi”, Doç. Dr. Ahmet Cahid Haksever, “Tarihten Günümüze Çorum Mevlevîhânesi”, Doç. Dr. H. Hüseyin Adalıoğlu, “Eskişehir Mevlevîhânesi ve Günümüzdeki İşlevi” Yrd. Doç. Dr. Sadi S. Kucur, “Eğirdir Mevlevîhânesi’nin Tarihi ve Bugünkü Konumu”, Dr. Berna Çelebi Şener, “Eskişehir Âsitânesi (Mevlevîhânesi)’nin Bugün ve Yarını” başlıklı bildirileriyle katılmışlardır. Üçüncü oturum Dr. Mustafa Çıpan başkanlığında yapılmıştır. Oturuma Prof. Dr. Ahmet Alkan, “Mevlâna Müzesi’nin Konya Kenti Mekânsal Gelişimine Etkileri”, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Karazeybek ve Uzm. Yusuf İlgar, “Karahisar-i Sâhib Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi ve Vakıfları”, Dr. Naci Bakırcı, “Konya Mevlâna Dergâhı’nın Müze Haline Dönüştürülmesi ve Cumhuriyet Dönemi onarımları”, Rıza Tekin Uğurel, “Kütahya Ergûniye Mevlevîhânesi’nin Durumu ve Konumu”, Lokman Derya Solmaz, “Yeniden Uyanış Süreci ve Afyonkarahisar Mevlevîhânesi Örneği” başlıklı bildirilerini sundular. Sempozyumun dördüncü oturumu Prof. Dr. Ahmet Alkan başkanlığında yapılmış ve sempozyuma Prof. Dr. Abdülkadir Dündar, “Geçmişten Günümüze Kilis Mevlevîhânesi”, Yrd. Doç. Dr. “Mustafa Güler, “Antep 142 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Mevlevîhânesi’nin Tarihçesi, Son Restorasyon ve Günümüzdeki Yeri ve Konumu”, Yrd. Doç. Dr. Gül Güler, “Urfa Mevlevîhânesi’nin Tarihçesi, Geçirdiği Son Restorasyon ve Günümüzdeki Durumu ve Konumu”, Hasar Akar, “Cumhuriyet Döneminde Tokat Mevlevîhânesi’nin Kullanım Alanları, Yapılan Restorasyonlar ve Bugünkü Konumu”, Ekrem Anaç, “Mevlevîlikte Hz. Mevlâna’nın Hakk’a Yürüyüşünden Evvel Tanışan Kent Tokat’ta Mevlevîlik Tarihi” başlıklı bildirileriyle katılmışlardır. Beşinci oturumun başkanlığını Prof. Dr. Emine Yeniterzi yapmış ve Prof. Dr. Mehmet Demirci, “İzmir ve Tire Mevlevîhâneleri”, Prof. Dr. Namık Açıkgöz, “Muğla Mevlevîhânesi”, Prof. Dr. Osman Köse, “Samsun Mevlevîhânesi”, Öğr. Gör., M. Veysî Dörtbudak, “Hâl-i Pür-melâlleriyle Manisa Mevlevîhânelerinin Ser-Güzeşti”, Şamil Kucur, “Aşk ve Ateş arasında, Dünden Bugüne Kasımpaşa Mevlevîhânesi” başlıklı bildirilerini sunmuşlardır. Sempozyumun altıncı oturumunun başkanlığını Prof. Dr. Namık Açıkgöz’ün yerine Prof. M. Uğur Derman yapmıştır. Doç. Dr. Gülgün Yazıcı, “Gelibolu Mevlevîhânesi’nin Yarını”, Öğr. Gör. Hülya Uzun, “Gelenek ve Günümüzdeki Semâ Pratiklerinin Karşılaştırmalı Analizi”, Nizamettin Arslan, “Bilecik ve Tozman Mevlevîhânesi”, Abdülhamit Çakmut, “İstanbul Mevlevîhâneleri ve Türkiye’deki Mevlevîhânelerin Kullanımı ile ilgili Analizlerim” başlıklı bildirilerini sunmuşlardır. Sempozyum 10 Aralık 2013 Salı günü yapılan değerlendirme oturumuyla sona ermiştir. Değerlendirme oturumuna Hz. Mevlana’nın 22. Kuşak torunu ve Uluslararası Mevlânâ Vakfı Başkan Vekili Sayın Esin Çelebi Bayru, Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, Prof. Dr. Baha Tanman, Prof. Dr. Derya Örs, Prof. Dr. Mustafa Kara, Doç. Dr. Nuri Şimşekler katılmış ve iki gün süren sempozyuma değerlendirmeleriyle büyük destek vermişlerdir. Değerlendirme Hz. Mevlâna’nın 740. Vuslat Yıldönümü Anma Etkinlikleri kapsamında Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü, Konya Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa 9-10 Aralık 2013 tarihleri arasında Mevlana Kültür Merkezi Sultan Veled Salonunda yapılan “Günümüzde Yurt İçi Mevlevîhânelerinin Durum ve Konumları Sempozyumu”nda konuşmacı katılımının yoğun olması sebebiyle sempozyum özel oturumda dört bildiri, ilk beş oturumda beş bildiri, altıncı oturumda dört bildiriyle sınırlandırılmıştır. Sempozyum “İnsan-ı Kâmil Ocakları Mevlevîhâneler” başlıklı özel oturumla başlamıştır. Bu oturumda, insan yetiştirmede Mevlevîhânelerin etkisi, Geçmişte Semâ âyinlerinin aslına uygun olarak nasıl yapıldığı, günümüzde ise 143 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği karşılaşılan yanlış uygulamaların önüne geçilmesinin önemi gibi bazı önemli hususlar vurgulanmış ve Semâ âyinlerinin icrası hususunda ilgili makamların tedbirler alması vurgulanmıştır. Sempozyumun birinci oturumunda İstanbul Mevlevîhânelerinin dünü ve bugünü, durum ve konumlarıyla ilgili bildirilere yer verilmiştir. Yrd. Doç. Dr. Sezai Küçük, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin tarihi gelişiminden bahsederken Mevlevîhânede XIX. yüzyıl içerisinde Mevlevî müziği, edebiyatı ve tasavvufunda değerli sanatkârlar, müzisyen ve edebiyatçıların yetiştiğini belirtmiştir. Sayın Küçük sunumunun sonunda İstanbul Mevlevîliğinin, Mevlevîlik tarihi içinde tekrar ayrıntılı olarak incelenmesinin gerekliliğine de değinmiştir. Orhan Demiral’ın ikinci konuşmacı olarak devam ettiği sempozyumun birinci toplantısında Sayın Demiral; Bahâriye Mevlevîhânesi’nin tarihî sürecini anlattıktan sonra bugünkü Mevlevîhânenin durum ve konumuna değinmiş ve Mevlevîlik kültürünün canlı tutulması için Mevlevîliğe ait olan mekânların aslına uygun olarak değerlendirilmesinin önemini belirtmiştir. Üçüncü katılımcı Yavuz Özdemir, Galata Mevlevîhânesi’nde yapılan ciddi yenileme çalışmalarına değinerek modern restorasyon ve koruma tekniklerinin Mevlevîhânenin kurtarılma çalışmalarında uygulandığını belirterek, görsellerle yapılan çalışmaları paylaşmıştır. Prof. Dr. Atabey Kılıç Kayseri Mevlevîhânesi’nin tarihî geçmişinden bahsederek günümüzde bu Mevlevîhânenin yanlış müdahaleler sonucunda artık bulunmadığından ve yerinde yeni yapıların ve yolların bulunduğundan bahsetmiştir. Kayseri Mevlevîhânesi’nin aslına uygun olarak ilgili merciler tarafından bir yer tahsisiyle yeniden inşasıyla Kayseri ilinin bu tarihsel eksikliğinden kurtarılmasının gerekliliğini belirtmiştir. Birinci oturumun son konuşmacısı Sayın Prof. Dr. Recep Şentürk; Mevlevîhânelerin bulundukları dönem içerisinde toplumdan kendilerini soyutlamadıklarına değinmiş hatta Ali Kemalî Dede, Osman Selahaddin Dede ve Doğanî Ahmed Dede gibi meşaihden üç dedenin Şeyhülislam göreviyle Osmanlı devletinde görev aldıklarına, Yenikapı Mevlevîhânesi son dedesi Abdülkadir Dede (öl. 1935)’nin Mücâhidîn-i Mevlevî alayı oluşturarak ülke savunmasındaki desteklerine ve savaş dönemlerinde Mevlevîhânelerin hastane olarak kullanılmasında da öncü roller üstlenmiş olduklarına değinmiştir. İkinci oturumda İç Anadolu’da yer alan Mevlevîhâneler hakkındaki bildirilere yer verilmiştir. Doç. Dr. Feridun Ata, “Çankırı Mevlevîhânesi”nin günümüzde sadece 1970 yılında restore edilen taş mescit kısmının ayakta kaldığını belirterek, Mevlevîhânenin tarihi hakkında bilgi vermiştir. Ayrıca Sayın Ata, XIII. Yüzyılda Melik Cemâleddin Ferruh’u Ankara’ya tayin ettikten sonra burada bir Dâr’ul-Afiye yapılmasını buyurması üzerine ilk olarak bir hastane olarak yapıldığı (m. 1235) ancak Cemâleddin Ferruh’un Mevlevî 144 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z muhibbi ve daha sonra şeyhi olması sonucunda binanın bitişiğine bir Mevlevî tekkesi inşa edildiğini ilgili binanın zamanla Şeyh Cemâleddin Zaviyesi olarak anıldığını da belirtmiştir. Tebliğde XIII ile XIX. yüzyıllar arasında tamiriyle ilgili hiçbir belgeye rastlamadığını ifade eden Sayın Ata XIX. yüzyılla birlikte tamir ve tadilat belgelerine rastlandığını sözlerine eklemiştir. Pek çok vakıf gelirine sahip olmasına rağmen Çankırı Mevlevîhânesi’nin Kuyud-ı Hakânî defterinde adı olmadığı için yeterince vakıf yardımı da alamadığını belirten Sayın Ata, Cumhuriyet dönemiyle tekke ve zaviyelerin kaldırılması üzerine Mevlevîhânenin yıkıldığını ve günümüzde bakıma muhtaç halde olduğunu ifade etmiştir. Oturumun ikinci konuşmacısı Doç. Dr. Ahmet Cahid Haksever, Melike Hatun tarafından inşa ettirilen Çorum Mevlevîhânesi’nin kısa bir tarihçesini vererek konuşmasına başlamıştır. Mevlevîhânenin, tekke ve zaviyelerin kaldırılmasına kadar hizmetlerine devam ettiğini belirten Haksever, Mevlevîhânenin bugünkü konumunu sunmaya geçtiğinde anlaşılmaktadır ki, tarihî bir değeri olmadığı için koruma altına alınmayan ve son şeyhi Hüsameddin Dede’ye bırakılan Mevlevîhâne, Hüsameddin Dede’nin ölümünden sonra (öl. 1955) sıkıntı içinde kalan aile tarafından yavaş yavaş satıldı. Günümüzde Çorum Mevlevîhânesi’nin 1995’te öncelikle mescit bölümü aslına uygun olarak restore edildi. Daha sonra peyderpey harem kısmı ve hâmûşân kısmı tamir gördü. Ancak bahçe bölümü tamirat görse de bir kafeterya olarak işletilmektedir. Sayın Haksever, Mevlevîhânenin bugünkü durumu hakkında ayrıntılı sunumunun ardından Çorum Mevlevîhânesi’nin bütün müştemilatıyla tekrar amacına uygun olarak hizmet vermesi arzusunda olduğunu belirterek tebliğini bitirmiştir. Doç. Dr. H. Hüseyin Adalıoğlu, Eskişehir Mevlevîhânesi’nin tarihî geçmişinden bahsederek günümüzdeki işlevi hakkında bilgi vermek üzere tebliğini sunmuştur. Yrd. Doç. Dr. Sadi S. Kucur, “Eğirdir Mevlevîhânesi’nin Tarihi ve Bugünkü Konumu”, Dr. Berna Çelebi Şener, “Eskişehir Âsitânesi (Mevlevîhânesi)’nin Bugün ve Yarını” başlıklı bildirileriyle katıldılar. Sempozyumun üçüncü oturumunda Âsitâne-i Âlîye olarak kabul edilen Konya Mevlevîhânesi ile ilişkili bildirilere yer verilirken, Kütahya ve Afyon Mevlevîhâneleri de durum ve konumlarıyla incelendi. Oturuma Konya İl Kültür Müdürü Dr. Mustafa Çıpan başkanlık etti. İlk konuşmacı Dr. Naci Bakırcı, “Konya Mevlâna Dergâhı’nın Müze Haline Dönüştürülmesi ve Cumhuriyet Dönemi Onarımları” başlıklı sunumunda Konya Mevlevîhânesi’ni eski fotoğraflarıyla değerlendirmiştir. Sayın Bakırcı, Mevlevîhânenin kuruluş sürecini Sultan’ul Ulema Bahâeddin Veled’in (1231) ölümünden itibaren anlatırken; 1996 yılında yapılan çalışmalarda Selçuklu dönemine ait ve Sultan Veled tarafından başlatıldığı düşünülen küçük bir semâhane, mescit ve Bab’ül-Aktab’ın mezarlarının devamı verebilmesi için bu 145 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği küçük tekkenin XVI. Yüzyılda Gedik Ahmet Paşa tarafından bugünkü külliye şekline dönüştürüldüğünü belirtmiştir. Sayın Bakırcı, rahmetli Yusuf Akyurt’un çektirdiği Mevlevîhâne fotoğraflarıyla sunumunda Mevlevîhâne’nin çekirdeği kabul edilen Kubbe-i Hadra hakkında da ayrıntılı bilgiler vermiştir. Kubbe-i Hadra’nın çinilerinin bugün olduğu gibi dikey değil yatay olarak 1391 yılında Karamanoğlu Halil Bey tarafından yaptırıldığını günümüzdeki çinilerin 1965 yılında Kütahya Çini Fabrikasında yaptırıldığının Kubbe-i Hadra’ya ilave edilen beş kubbenin Karamanoğlu döneminde inşa edildiği ve XVI. yüzyılda semâhanenin, III. Murat döneminde de derviş hücrelerinin ilave edildiğini, bugünümüze ulaşmayan Mevlevîhâne’nin duvarlarının ise Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa edildiğini belirtmiştir. Sunuma Mevlevîhâne’nin iç kısımlarının tanıtılmasıyla devam eden Sayın Bakırcı, 1925’ten itibaren Mevlevîhânenin müze olarak kullanıma başlandığı süreç hakkında da detaylı bilgiler vermiştir. Mevlevîhânedeki bütün eşyaların kayıt altına alındığını ve 1927 yılında Mevlevîhâne Müze olarak açıldığını da sözlerine ekleyen Bakırcı, bir yıl sonra da Müzedeki kitapların bugünkü müdür odasında bir ihtisas kütüphanesi oluşturularak araştırmacıların hizmetine sunulduğunu ifade etmiştir. Ayrıca 1928 yılında Kitabeleri Kaldırma ve Kazıtma Kanunu sonrası müzedeki bütün kitabeler kaldırılmadan önce kayıt altına alındığını ve kaldırıldığını, 1934 yılında Şadırvanın üst kısmı, bahçede bulunan Neyzenler kısmındaki mezar taşlarının kaldırıldığını, Hamuşân’ın boşaltıldığını, Derviş hücrelerinin ara duvarları kaldırılarak koridor haline getirildiğini ve arkeolojik eserler konularak sergilendiğini de belirtmiştir. 1954 yılı Mevlevîhâne için yeni bir dönemin başlangıcı olmuş, Konya Mevlana Müzesi adıyla yeni bir teşhirle açılmış ve 1969 yılında eski duvarlar yıkılarak bugünkü ihata duvarları yapılmıştır. Sayın Bakırcı ayrıca 1992’de müzede ciddi bakımlar yapılarak sıva altında kalan süslemeler çıkarıldığını, tekrar şadırvanın üst kısmının rekonstriksiyona tabi tutulduğunu, 1996 yılında Mevlevîhâne’nin Matbah kısmının yeniden açıldığını, Gül bahçesinin oluşturulması için pek çok istimlakların yapılarak Mevlevîhâne alanının 18000m²’ye çıkartıldığını sözlerine eklemiştir. 2009 yılında MEVKA’nın da desteği alınarak derviş hücreleri yeniden eski haline getirildiğini de söyleyen Sayın Bakırcı Konya Mevlevîhânesinin Selçuklu döneminden itibaren başlayan hikâyesini, geçirdiği bakım ve onarımları ilgi çekici fotoğraflarla süsleyerek tebliğini tamamlamıştır. İkinci konuşmacı Prof. Dr. Ahmet Alkan, “Mevlâna Müzesi’nin Konya Kenti Mekânsal Gelişimine Etkileri” başlıklı konusuyla katılmıştır. Sayın Alkan, 1985 yılında Hz. Pîr ile ilgili ilk defa bir konuşma yapması istendiğinde mesleği ile ilgili bu konuda ne söyleyeceğinin endişesini yaşarken, araştırmaları sonunda söyleyecek çok sözün olduğunu, ancak bu sefer de bunları 146 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z söylemede ‘ben yeterli miyim’ endişesi yaşadığını aradan otuz yıl geçmesine rağmen hala bunun hicabını yaşadığını ifade ederek konuşmasına başlamıştır. Şehirsel sistemi tanımlamakla başlayan Alkan, iki kavramsal şehirsel sistemde alt sistemler ve işlevsel alt sistemlerden bahsederken bunların alt grupları incelendiğinde bir bilim insanı, bir gönül adamı ve bir düşünce insanı Hz. Mevlâna’nın kentsel hayata etkilerinin iki maddede incelenebileceğini belirtmiştir. Alkan: “Şehir insan gibi doğar, büyür ve varlığını devam ettirir. İnsan ona dokunmazsa kendi sürecinde yaşamına devam eder. Ama bir insan ona dokunursa o kentin kaderi değişir. Barselona kenti buna güzel bir örnektir, betonu bir hamur gibi kullanan Gaudi inşa ettiği katedralle kentini ön plana çıkarmıştır. Bu öyküden yıllarca yıl önce inşa edilen Floransa’da Domm Kilisesi, bunlardan da yıllarca önce Konya’da mânâ âleminin mimarı Hz. Mevlâna ortaya çıkmıştır. Sur yerleşkesi olan bir şehre gelen Hz. Mevlâna babası Bahaeddin Veled’in ve kendisinin gül bahçesine sırlanması sonucu onu sevenlerin orta çağ kentlerinde bir ilki oluşturdukları sur dışı yerleşkeyi ortaya çıkarmışlardır. Artık sur yerleşkesinin dışında Hz Mevlâna’nın dergâhına doğru yeni yollar gelişir ve sur dışına taşmış çok merkezli kent modeli XIII.XIV. yüzyıldan itibaren başlar. Bu bölgenin bir başka özelliği ise eski evlerin İslam öncesi kültürlere aittir. Ancak Hz. Mevlana ile başlayan boş arazide kendi yaşayanların yaşam anlayışları üzerine inşa ettikleri Türk evi örneklerini sergilemeye başlamıştır, bunlarda kadını görürsünüz evde nasıl izler bıraktığını görürsünüz. Yan yana gelen evler çıkmaz sokaklar oluşturmuştur. Bu da komşu ilişkilerindeki samimiyeti göstermektedir. Dergâhın civarında cami, hamam, bedesten gibi yeni mekânlar gelişti. Günümüzde ise Dergâh, Büyük Konya Makro Formunu etkilemeye devam ediyor.” diyerek ayrıntılı bir Konya planlaması üzerinde durmuştur. Olumlu noktadan konuya yaklaşmak isteyen Sayın Alkan, yöneticilerdeki ciddi bilinçlenmeden duyduğu memnuniyeti dile getirirken yanlış uygulamalardan uzak durulmasını isterken yapılan yanlışları da dile getirmiştir. Mevlâna Kültür Merkezi’nin inşasındaki yanlışı özellikle içerisinde bulunacak semâ yerinin büyüklüğünün uygun olmadığını ifade ederken, Alâeddin Tepesi ile Mevlâna Dergâhı arasındaki yayalaştırma projesinin makro bir karar olduğunu, ama hala gerçekleştirilemediğini belirtti. Bütün bu kararlarda Hz. Mevlâna var ise gerçekleştirilme hususunda da daha kararlı ve isabetli olunmalıdır diyerek konuşmasını tamamlamıştır. Rıza Tekin Uğurel, Kütahya’da bulunan Erguniye Mevlevîhânesi ile ilgili tebliğinin başında Sultan Veled ile başlayan ve onun isteğiyle İmadüddin Hezar Dinari tarafından inşa ettirilen mescide Semâhane ilave edilerek Mevlevîhâne oluşturulmaya başlandığına değinmiş Ulu Arif Çelebi’nin Germiyanoğulları ile iyi ilişkiler kurduğunu ve I. Yakup Çelebi’nin Ulu Ari147 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği fin müridi olduğunu ve Süleyman Şah ile kendi kızı Mutahhara Hatun’u evlendirdiğini ve bu evliliğin meyvesi olan Devlet Hatun’un da Yıldırım Beyazit’in eşi olduğunu Süleyman Şah kızının çeyizi olarak Osmanlı Devletine Kütahya’yı verdiğini belirtmişlerdir. Bu yakınlıkla Osmanlı sultanları Hz. Mevlâna ailesini kendilerine akraba olarak kabul etmişlerdir. Sayın Uğurel konuşmasına Erguniye Mevlevîhânesi’nin mimari özelliklerini tanıtarak devam etti. Özellikle Mevlevîhânenin günümüzde geçirmiş olduğu tamiratların yapıya zarar verici olduğunu ve ilgili kurumlara binadaki sıkıntıların anlatıldığını, ama henüz bir şeyler yapılmadığını ifade ederek konuşmasını bitirdi. Yrd. Doç. Dr. Mustafa Karazeybek ve Uzm. Yusuf İlgar, “Karahisar-i Sâhib Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi ve Vakıfları”, başlıklı bildirileriyle sempozyuma katılmış ve sunumlarını Sayın Karazeybek sunmuştur. Değerli hocamız Afyon Mevlevîhânesi’nin tarihi ve geçirdiği tadilatlar hakkında bilgi verdi. Daha sonra Mevlevîhâneye bağlı vakıflar hakkında önemli bilgiler vermiştir. Oturumun son konuşmacısı Sayın Lokman Derya Solmaz, “Yeniden Uyanış Süreci ve Afyonkarahisar Mevlevîhânesi Örneği” başlıklı bildirisini sundu. Sayın Solmaz, Afyon Mevlevîhânesi’nde Cumhuriyet tarihimizde yapılan tadilatlardan bahsetmiştir. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Ahmet Alkan’ın yaptığı sempozyumun dördüncü oturumunda ilk konuşmayı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Güler yapmış ve Sayın Güler; Antep Mevlevîhânesi’nin tarihçesini görseller eşliğinde izleyicilerle paylaşmıştır. Ayrıca başlangıçta Mevlevîhânenin geçmişteki konumunu krokilerle belirterek geçirdiği son tadilat üzerinde durmuştur. Antep Mevlevîhânesi’nin tarihi süreci içerisinde Cuma hutbelerinin okunması ile adının “Mevlevîhâne Camii” olarak geçtiğine değinen Güler, Mevlevîhânenin şimdi de cami olarak kullanılmakla beraber tamiratta ve kapalı olduğunu bildirmiştir. Mevlevîhânenin içerisinde “Dîvânhâne” diye anılan ve içerisinde Mevlevîlik kültürü ile ilgili eşyaların yanısıra maden eserlerinin sergilendiği bir bölümün bulunduğuna da değinen konuşmacı ayrıca “Dîvanhâne”de şeyh odası olarak belirtilen bir odada da hat eserlerinin sergilendiğini dinleyicilerle paylaşmıştır. Avlusunda ise geçmişte var olan ancak sonradan kaldırılan bir çeşmenin olduğuna ve şimdilerde yapılan restore ile yeniden inşa edileceği vurgulanmıştır. Güler, Mevlevîhânenin 2007 yılında bir bölümünün “Gaziantep Mevlevîhânesi Vakıf Müzesi” olarak hizmete açıldığını belirterek sözlerine son vermiştir. 148 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Oturumun ikinci konuşmacısı Prof. Dr. Abdülkadir Dündar, Kilis Mevlevîhânesi’nin geçmişi ve şimdiki durumunu anlatarak Kilis Mevlevîhânesi’nin 1550’li yıllardaki yaptırılma serüvenini paylaşmış ve günümüze sadece Semâhâne ve mescit kısmının ulaştığına değinmiştir. Semâhâne’nin mimarisi ile konuşmasına devam eden Dündar, özellikle mihrabın özelliğini anlatmış ve başka yerlerde bu özelliğin fazla görülmediğini hatta hiç bulunmadığını ifade ederek bu özellikleri ile Mevlevîhâneler içerisinde Kilis Mevlevîhânesi’nin önemini tekrar hatırlatmıştır. Konuşmasının sonunda ise Mevlevîhâne konusunda bir diğer önemli hususun da Semâhâne’nin kapısı üzerinde şu anda yer alan kitabenin 1894 yılına ait bir tamir kitabesi olduğunu, inşaat kitabesi olmadığını ancak İ. Hakkı Konyalı ve B. Tanrıkorur’un bu kitabeye inşaat kitabesi dediklerini anlatmıştır. Diğer konuşmacı Ekrem Anaç, Tokat’taki Mevlevîlik tarihini anlatan konuşmasına Tokat’ın tarihi ile başlamış ve Tokat Mevlevîhâne’sinin belgelerdeki ve kitaplardaki yerine değinmiş Mevlevîlik ile ilgili temel kaynaklarımızda Tokat’ın isminin çokça geçtiğine ve öneminin büyük olduğuna dikkat çekmiştir. Ardından Tokat Mevlevîhânesi’ni anlatmak üzere Hasan Akar söz alarak; Hz. Mevlâna zamanında Tokat’a gelen Mevlevî büyüklerinden ve Mevlâna’nın ölümü sonrasında Tokat’a geçerek Mevlevî kültürünü sürdüren önemli isimlerden bahsetmiştir. Mevlevîhâne’nin 17. yüzyılda inşa ettirildiğine ve İstanbul Mevlevîhâneleri kadar etkin ve faal olduğunu Evliya Çelebî’nin de Seyahatname’sinde yer verdiğine değinen Akar; Mevlevîhânenin zaman içerisinde birçok farklı kurum tarafından kullanıldığına ve 6 Mayıs 2006’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Tokat Mevlevîhâne Vakıf Müzesi” adıyla faaliyet gösterdiğine de değinmiştir. Konuşmanın sonunda ise Mevlevîhânenin fiziki özelliklerine değinilmiş Barok mimarisi ile inşa edilen Mevlevîhânede çok değerli eserlerin sergilendiği ifade edilmiştir. Urfa Mevlevîhânesi’nin tarihçesi ve geçirdiği onarımlardan kısaca bahsederek konuşmasına başlayan Yrd. Doç. Dr. Gül Güler; Mevlevîhânenin günümüzde cami olarak kullanıldığını ve inşa tarihi ile kimin yaptırdığına dair bir belgenin henüz mevcut olmadığını ifade etmiş ve ancak eldeki belgelerle tarihin ve kimin yaptırdığının tahmin edilebileceğini vurgulamıştır. Ayrıca geçmişte Semâhâne ve bazı bölümlerin ambar olarak kullanıldığına ve 2005 yılında yapılan çalışmalar ile Semâhâne kısmının cami olarak kullanılmaya başlandığını da dinleyicilerle paylaşan Güler konuşmasını Mevlevîhânenin 149 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği günümüzdeki durumunu ve fiziki özelliklerini görseller eşliğinde anlatarak Mevlevîhânenin tarihi dokularından bahsederek tamamlamıştır. Oturum, dinleyicilerden gelen soru ve paylaşılan farklı bilgilerle sona ermiştir. Prof. Dr. Emine Yeniterzi’nin oturum başkanlığını yaptığı beşinci oturum Prof. Dr. Namık Açıkgöz’ün Muğla Mevlevîhânesi’ni anlatmasıyla başlamıştır. Açıkgöz; Muğla Mevlevîhânesi’nde Mevlevîhânelerin mimari özelliklerinin birçoğunun olmadığını ve bu durumun üzücü olduğuna değinmiş ve Mevlevîhânenin tarihçesinden bahsetmiş ve görseller eşliğinde şimdiki durumunu anlatmıştır. Mevlevîhânenin şu anda cami olarak kullanıldığını ve çevresindeki yeni yapılar ile yüksek duvarların yıkılmasının gerektiğine de değinen konuşmacı Mevlevîhânenin bir özelliğinden bahsetmiş ve Semâhâne denilen yerde sekiz ahşap sütunun bulunduğunu, bunların “Ashab-ı Kehf”i ifade ettiğini söylemiştir. Ayrıca camide eski zamanlardan kalma bazı Mevlevîlik unsurlarının halen orada muhafaza edildiğini de anlatarak sözlerine son vermiştir. Prof. Dr. Namık Açıkgöz’ün ardından İzmir ve Tire Mevlevîhânelerini anlatmak üzere söz alan Prof. Dr. Mehmed Demirci konuşmasına İzmir’in tarihçesi ile başlamış ve Mevlevîhânenin yapılışı ile devam etmiştir. Mevlevîhânede önemli isimlerin yetiştiğine ve Mevlevîhâne Müzesi’nde bunların medfun bulunduğunu da anlatan Demirci, Mevlevîhâneye ait bir fotoğrafı bulamadığını, yerini dahi yeni öğrenebildiğini, tapu görevlileri ile bu yeni bilgilere ulaştığını ve şimdilerde Mevlevîhânenin bulunduğu yerde ev ve sokakların olduğunu dile getirmiştir. Bir diğer Mevlevîhâne olan Tire Mevlevîhânesi’ni de anlatan Demirci, Mevlevîhânenin tarihçesini anlatmış ve yeni çekilen fotoğrafları göstererek konuşmasını tamamlamıştır. Beşinci oturumun bir diğer konuşmacısı Şamil Kucur ise Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin dünü ve bugününü anlatan bildirisine bazı önemli vurgular yaparak başlamış ve bu tür yerlerin öneminin bir an evvel anlaşılması gerektiğini ifade etmiştir. Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin tarihçesini ve yetişdirdiği önemli şahısları anlatarak Mevlevîhânenin mimari özelliklerini görseller eşliğinde anlatan Kucur, birçok kez Mevlevîhâneyi anlatan yazılar yazdığını ve her seferinde de birçok kısmının yok olduğunu, bazı yerlerine oyun parklarının yapıldığını ve Mevlevîhâneden sadece bir kapının kaldığını gösteren bir fotoğraf ile Mevlevîhânenin üzücü halini göstererek şimdilerde yeniden Mevlevîhâne 150 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z yapımı ile ilgili bazı çalışmaların başlatıldığı müjdesini de vererek konuşmasını tamamlamıştır. Manisa Mevlevîhâneleri’ni anlatmak üzere kürsüye çıkan M. Veysî Dörtbudak “Manisa Mevlevîhânesi Sergüzeşti” başlıklı konuşması ile mevlevîliğin ve Mevlevîhânelerin içler acısı durumunu dile getiren Dörtbudak, Manisa’da bulunan ilk Mevlevîhânenin tarihçesini anlatmış ve son zamanlarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyonlardan bahsederek yapılan yanlış tamiratları eleştirmiştir. Mevlevîhânenin günümüzde Manisa Mevlevîhânesi Etnografya Müzesi olarak kullanıldığını da ifade eden konuşmacı daha sonra Mevlevîhânenin şimdiki durumunu gösteren fotoğrafları paylaşmış ve yanlış uygulamaları dinleyicilere açıklamıştır. Manisa’da bulunan ikinci Mevlevîhânenin ise şu anda yerinde olmadığını arsanın mevcut halini gösteren fotoğraflarla anlatan Dörtbudak; üçüncü ve dördüncü Mevlevîhânelerin de şu anda olmadığını hatta Akhisar’da bulunan dördüncü Mevlevîhâne hakkında henüz hiçbir bilginin bulunmadığını dile getirerek sözlerini tamamlamıştır. Oturumun son konuşmacısı Prof. Dr. Osman Köse Samsun Mevlevîhânesi’nin tarihçesi ile konuşmasına başlamış ve 16. yüzyılda yapılan ve şu anda yerinde olmadığını vurgulayarak iki yıldır Mevlevîhânenin yeniden inşa edilmesi hususunda çalışmaların sürdüğüne değinmiştir. Mevlevîhânenin geçmişteki konumu ve özellikleri için özellikle arşiv kayıtlarının incelenmesinin gerektiğini dile getiren Köse; yıkılan Mevlevîhânenin 1900’lü yıllara kadar yerine yapılmadığını ve sonrasında da yapılan çalışmaların sonuç vermediğini de anlatmıştır. Sayın Köse’nin konuşması görsellerle devam etmiş ve geniş bir tarihçe ile Mevlevîhânenin durumunu anlatarak şimdilerde belediyenin Mevlevîhâne çalışmasının olduğunu ifade etmiş ve konuşmasını tamamlamıştır. Sempozyumun altıncı oturumunda Sayın Prof. Dr. M. Uğur Derman oturum başkanlığı yapmış ve ilk konuşmacı olarak Nizamettin Arslan Bilecik ve Tozman Mevlevîhânelerini anlatmıştır. Bilecik Mevlevîhânesi’nin özetle tarihçesini anlatan Arslan; Tozman Mevlevîhânesi ile ilgili olarak da Mevlevîhânenin ne zaman yapıldığını, yerini ve faaliyetlerini kaynaklardan toplanan bilgilerle kestirilebilindiğini ifade ederek orada yetişen önemli şahsiyetlerin mezarları ile bazı görselleri paylaşarak konuşmasını bitirmiştir. Konuşmasını “Gelibolu Mevlevîhânesi’nin Yarını” başlığı ile yapan Doç. Dr. Gülgün Yazıcı konuşmasının devamında Mesnevî’den bazı bölümleri okumuş ve Mevlevîhânenin kuruluşunu anlattıktan sonra kısaca tarihçesinden 151 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği bahsetmiştir. Özellikle askeriyenin içerisinde yer alan bölümlerin üzerinde duran Yazıcı; Gelibolu Mevlevîhânesi’nin tüm bölümleriyle tam bir Mevlevîhâne olduğunu ve bu özelliğin Türkiye ve dünyadaki Mevlevîhânelere nazaran önemli olduğunu da paylaşmıştır. Mevlevîhânede yapılan tadilatları görseller eşliğinde anlatan ve uygulanan yanlışlıkları dinleyicilerle paylaşan konuşmacı askeriyede kalan bölümlerin bir an önce Mevlevîhâneye dâhil edilmesi hususunu da dile getirmiştir. Hz. Mevlâna’nın öğretilerinin yeniden ihya edilmesi ve uygulanması için Mevlevîhânelerin önemli olduğunu ve insan yetiştirmede mühim bir işlevinin olduğuna da değinerek duygusal bir konuşma yapan Yazıcı konuşmasını şu anda Mevlevîhânede yapılan gösterilerin (şovların) yanlışlığına vurgu yaparak tamamlamıştır. Öğr. Gör. Dr. Hülya Uzun, Semâ pratiklerinin analizi ile ilgili yaptığı konuşmada gerek Mevlevîhânelerde gerekse de Mevlevîhâne dışında yapılan yanlışlıkları içeren kısa filmleri dinleyicilerle paylaşmış ve “Semâ Âyinlerinin” belli dönemlerdeki durumlarını açıklamaya çalışmıştır. Özellikle yasaklı dönemlerde geleneğin nasıl sürdürülmeye ve ihya edilmeye çalışıldığını anlatan Uzun, sonrasında ise Semâ programlarının yapılmaya başlandığını, semâzen, mutrıbân ve postnişînler yetiştiğini ifade etmiştir. Ayrıca Sayın Uzun, Semâ geleneği ile günümüzde yapılan Semâların birçok yönden farklılık içerdiğini anlatarak bu yanlış uygulamalardan çekilen kısa sunumları izleterek konuşmasını tamamlamıştır. Oturumun son konuşmacısı Mevlâna Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı Abdülhamit Çakmut, genel bir konuşma yapmış ve İstanbul Mevlevîhânelerinden yola çıkarak Türkiye genelindeki Mevlevîhânelerin kullanımına, özellikle yapılan ve haddi aşan uygulamalara değinerek bir an önce bu yanlışlıklara son verilmesi ve önüne geçilmesi için yaptırımların uygulanması gerektiğini vurgulamıştır. Mesnevî sohbetlerine de değinen Çakmut; “birlik olma, bir olma” mesajları ile konuşmasının sonlandırmıştır. Değerlendirme Oturumu 9-10 Aralık 2013 tarihlerinde iki gün süren ve açılış oturumu ile altı oturum ve bir değerlendirme oturumundan oluşan sempozyumun değerlendirmesinde Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Nuri Şimşekler oturum konuşmacılarına ev sahipliği yapmış ve ilk olarak Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem’e Türkiye genelinde öne çıkan Mevlevîhâneleri anlatmak üzere söz vermiştir. Sayın Ertem, konuşmasına katılımcılara böylesine önemli bir konuyu bütün yönleriyle irdeleyip iki gün boyunca tartıştıkları için teşekkür etmiş ve 152 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak bugüne kadar yaptıkları ve sonrasında yapacakları faaliyetleri bir sunum eşliğinde anlatmıştır. Mevlevîhânelerin restorasyon öncesi ve sonrası resimleriyle konuşmasını sürdüren Ertem; Mevlevîlik ile ilgili eksik bilgilerin olmaması gerektiğine “Semâ”nın yanında “namaz”ın da olduğu hususuna değinerek konuşmasını bitirmiştir. Değerlendirme Oturumu’nda ikinci konuşmayı yapan Prof. Dr. Mustafa Kara, Mevlevîhâneler ışığında “insan ve zaman” vurgusu yaparak Eşrefoğlu Rûmî’den bir şiir okumuş ve bu şiir ile söyleyeceklerini açıklamıştır. Günümüzde tüm dünyada bir tsunami yaşandığına ve bu tsunaminin materyalizm, kapitalizm ve sekülerizm olmak üzere üç temel unsurunun olduğunu ifade ederek sözlerini tamamlamıştır. Prof. Dr. M. Baha Tanman konuşmasında daha çok Mevlevîhânelerin yanlış tadilatlar ile öldürüldüğü hususuna değinmiş ve yaşatmak istenirken tamamen öldürüldüğünü açıklamıştır. Restore yapılırken çağın özelliklerinin bilinmesine, eski kaynakların bulunup incelenmesine ve yeniden inşa edilecekse bile mevcut Mevlevîhâneden kalan her parçanın korunmasının gerekliliğine değinen Tanman ayrıca kanuni çerçeveler ışığında neler yapılması gerektiğine de değinmiş, bazı gelenek ve göreneklerimizin yeniden canlandırılması için çalışmaların sürdürülmesinin önemini anlatmıştır. Tanman, dikkat çeken bir hususu da dile getirmiş ve Anadolu’daki Mevlevîhânelerin diğer bölgelerde bulunan Mevlevîhânelere nazaran daha iyi korunduğunu söyleyerek sözlerini tamamlamıştır. Oturumun son konuşmacısı olarak konuşan Hz. Mevlâna’nın 22. kuşak torunu Sayın Esin Çelebi Bayru Hanımefendi, Uluslararası Mevlâna Vakfı bünyesinde yaptıkları faaliyetlerin önemini vurgulayarak UNESCO’ya “Semâ ve Mevlevîlik”in korunmasına yönelik bir talepte bulunduklarını anlatarak 2005 yılında “Mevlevî Semâ Töreni”nin İnsanlığın Somut olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi’ne kaydedildiğini vurgulamıştır. Ayrıca Bayru, “Şükür ki bu konuları bugün konuşabiliyoruz” diyerek içerisinde büyüdüğü Mevlevî geleneğinin bugün bu konumlara geldiğini ve bunun ülke açısından son derece olumlu olduğu hususunu belirterek konuşmasını bitirmiştir. 153 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği SÛFÎ ARAŞTIRMALARI-SUFI STUDIES DERGİSİ YAYIN İLKELERİ GENEL İLKELER 1. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisi, hakemli bir dergi olup yılda altışar aylık dönemler hâlinde iki sayı olarak yayımlanır. 2. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisinde, Tasavvuf ile ilgili bilimsel makaleler, röportajlar, çeviriler, tanıtım yazıları vb. çalışmalara yer verilmektedir. 3. Yazının Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisine gönderilmesi, yayımı için başvuru olarak kabul edilir. Yazılar için telif ücreti ödenmez. 4. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisinde yayımlanan yazıların içerikleriyle ilgili her türlü yasal sorumluluk, yazarına aittir. 5. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisi, gönderilen yazılarda düzeltme yapmak, yazıları yayımlamak ya da yayımlamamak hakkına sahiptir. 6. Yayım dili Türkiye Türkçesi olmakla birlikte, gerekli ve uygun görüldüğü durumlarda, diğer Türk lehçeleri, İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça, Farsça ve Rusça yazılara da yer verilmesi mümkündür. 7. Makalenin başında en az 200 kelime olan Türkçe öz, 5 kelimelik anahtar kelimeler; İngilizce başlık, İngilizce özet ve İngilizce anahtar kelimelere yer verilmelidir. 8. Yazının başlığının altında yazar adı, unvanı, görev yaptığı kurum ve kendisine ulaşılabilecek e-posta adresi gibi bilgilere yer verilmelidir. 9. Dergiye gönderilen yazıların daha önce başka bir yerde yayımlanmamış olması gerekmektedir. Kitap hâlinde yayımlanmamış sempozyum bildirilerinin yayımı ise, bu durumun belirtilmesi şartıyla mümkündür. 10. Yazılar, mutlaka Yazım Kılavuz unda belirtilen formatta gönderilmelidir. Bu formatta gönderilmeyen yazılar değerlendirmeye alınmayacaktır. 154 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z YAZIM KILAVUZU SAYFA DÜZENİ 1. Yazılar, Microsoft Word programında yazılmalı ve sayfa yapıları aşağıdaki gibi düzenlenmelidir: Kağıt Boyutu A4 Dikey Üst Kenar Boşluk 5,4 cm Alt Kenar Boşluk 5,4 cm Sol Kenar Boşluk 4,5 cm Sağ Kenar Boşluk 4,5 cm Yazı Tipi Garamond Yazı Tipi Stili Normal Boyutu (normal metin) 11 Boyutu (dipnot metni) 9 Paragraf Aralığı 6 nk Satır Aralığı Tek (1) 2.Özel bir yazı tipi (font) kullanılmış yazılarda, kullanılan yazı tipi de, yazıyla birlikte gönderilmelidir. 3.Yazılarda sayfa numarası, üst bilgi ve alt bilgi gibi ayrıntılara yer verilmemelidir. 4.Makale içerisindeki başlıkların her bir kelimesinin sadece ilk harfleri büyük yazılmalı, başka hiç bir biçimlendirmeye, yer verilmemelidir. 5. İmlâ ve noktalama açısından, makalenin ya da konunun zorunlu kıldığı özel durumlar dışında, Türk Dil Kurumunun imlâ Kılavuzu esas alınmalıdır. 6. Metinlerde dipnot bölümleri için, Dipnotlar sayfa altında sıralı numara sistemine göre düzenlenmeli ve aşağıda belirtilen kaynak gösterme usullerine uyulmalıdır: a. Kitap: Basılmış eser; yazar-yazarların ad ve soyadı, eser adı (italik), çeviri ise çevirenin, tahkikli ise tahkik edenin, sadeleştirme ise sadeleştirenin, edisyon ise editörün veya hazırlayanın, yayınevi, kaçıncı baskı olduğu, baskı yeri ve tarihi, cildi, sayfası. Tek yazarlı Mahmut Erol Kılıç, Sûfi ve Şiir Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İstanbul: İnsan Yayınları, 2008, s. 20. Çok yazarlı 155 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Gülbün Mesera vd., A. Süheyl Ünver Bibliyografyası, İstanbul: İşaret Yayınları, 1998, s. 50. (Kaynakça kısmında hazırlayanların hepsi yazılmalıdır) Derleme M. Öcal Oğuz (edit.), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2004. Çeviri William C. Chittick, Tasavvuf Kısa Bir Giriş, çev. Turan Koç, İstanbul: İz Yayıncılık, 2006, s. 10. b. Tez örnek: Barihuda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimari Özellikleri, c. 1 Metin-, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 2000, s. 51. c. Yazma eser: Yazar adı, eser adı (italik), kütüphanesi, varsa kütüphane bölümü, kayıt numarası, varak numarası. Örnek: Mehmed Emin Tokadî, Şerh-i Kelimât-ı Hâcegân, Millet Ktp., Ali EmîrîŞer‘iyye, no: 832, vr. 18a. d. Hadis kitaplarında, ilgili eserin hadis alanında meshur olan referans yöntemi kullanılmalıdır. Örnek: Buharî, es-Sahîh, İman 1. e. Makale: Yazar adı soyadı, makale adı (tırnak içinde), dergi veya eser adı (italik), çeviri ise çevirenin adı, cildi/ sayı numarası (tarihi), sayfası. Telif makale örnek Ahmet Yaşar Ocak, “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslam Heterodok-sisinin Doğuş ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış, Belleten, LXIV/239 (Nisan 2000), Ankara: Türk Tarih Kurumu, s. 147. Çeviri makale örnek Wilferd Madelung, “Zeydilik ve Tasavvuf”, çev. Salih Çift, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9/9 (2000), Bursa: Uludag Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, s. 233. f. Basılmış sempozyum bildirileri: Yazar adı soyadı, bildiri adı (tırnak içinde), sempozyum kitabının adı (italik), Basım yeri: Yayınevi, basım tarihi, sayfası. Basılmış bildiri örnek Ahmet Ögke, “Yiğitbaşı Velî’nin Tasavvuf Anlayışının Temel Özellikleri”, Manisalı Yiğitbaşı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Sempozyumu 26 Nisan 2008 Bildiriler, haz. Mehmed Veysî Dörtbudak, Gürol Pehlivan, Manisa: Yiğitbaş Vakfı Yayınları, 2009, s. 63. 156 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z g. Basılmış ansiklopedi maddeleri: Yazar adı soyadı, madde adı (tırnak içinde), ansiklopedinin adı veya kısaltması (italik), cilt numarası, basım yeri: Yayınevi, basım tarihi, sayfası. Basılmış ansiklopedi maddesi örnek: Tahsin Yazıcı, “Derviş”, DİA, 9, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, s. 189. h. Kitapta bölüm: Yazar adı soyadı, bölüm adı (tırnak içinde), kitabın adı (italik), editör adı, basım yeri: yayınevi, basım tarihi, sayfası. Metin Ekici, “Araştırma Yöntemleri”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, ed. M. Öcal Oğuz, Ankara: Grafiker Yayınları, 2004, s. 100. ı. Dipnotlarda kullanılan kaynak ilk geçtigi yerde yukarıdaki şekilde tam künye ile verilmelidir. İkinci defa gösterilen aynı kaynaklar için; yazarın soyadı veya meşhur adı, eserin kısa adı, birden çok cilt varsa cildi ve sayfa numarası yazılır. Örnek: Kuşeyrî, er-Risale, s. 21. i. Arapça eser isimlerinde, birinci kelimenin ve özel isimlerin baş harfleri büyük, diğerleri küçük harflerle yazılmalıdır. Farsça, İngilizce, vb. diğer yabancı dillerdeki ve Osmanlı Türkçesi ile yazılan eser adlarının her kelimesinin baş harfleri büyük olmalıdır. j. Birden çok yazarı ve hazırlayanı olan eserlerde her şahıs isminden sonra virgül konmalıdır. k. Ayetler italik karakterle yazılmalı, referansı (sure adı, sure no/ayet no) sırasına göre verilmelidir. Örnek: El-Bakara, 2/10. l. İnternet kaynaklarında yararlanıldığı tarih belirtilmelidir. Örnek: http://www.freeminds.org/ts3/km368.tif (05.05.2008) m.Dipnot referans numaraları noktalama işaretlerinden sonra konulmalıdır. 7. Makalenin sonunda kaynakça verilmelidir. Bu kaynakça şu şekilde düzenlenmelidir: Kitap için: Dipnotlardakinin aynı olmalı; sadece yazar soyadı büyük harflerle yazılarak başa alınmalı ve sayfa numarası verilmemelidir. Örnek: KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1991. Makale için: 157 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Dipnotlardakinin aynı olmalı; sadece yazar soyadı büyük harflerle yazılarak başa alınmalı ve sayfa numarası verilmemelidir. Örnek: OCAK, Ahmet Yaşar, “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslam Heterodok-sisinin Doğuş ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış, Belleten, LXIV/239 (Nisan 2000), Ankara: Türk Tarih Kurumu. 158 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 9 z z z ARTICLE SUBMISSON 1.Journal of Sufi Studies is a peer-reviewed semi-annual international periodical. 2. The content of Journal of Sufi Studies includes academic articles, reviews, translations, interviews and the like in the field of Islamic mysticism. 3. When sent to Journal of Sufi Studies, an article is presumed submitted. There will be no payment of royalties. Author of a published article bears legal responsibilities. 4.Editors of Journal of Sufi Studies have the right to determine whether to publish an article or to reject it. They also may correct mistakes in an article. 5. The publication is in Turkish, but when it is necessary, articles in Turkic dialects, English, German, French, Arabic, Persian, and Russian can be published. 6.A 200-word summary and key words should be attached. 7. Author of an article must include his/her title, institute, and contact information. 8.The article has to be published for the first time. A symposium paper can be accepted if not published before. 9.Articles must be typed in the format below, otherwise they will be rejected. STYLE GUIDELINES 1. Articles must be typed with Microsoft Word in the format below. Page size A4 Portrait Margins Top 5.4 cm Bottom 5.4 cm Left 4.5 cm Right 4.5 cm Font Garamond Style Normal Font size Body text 11 Footnotes 9 Space between paragraphs 6 nk 159 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Line Space Single (1) 2. If special characters are used, the fonts must be sent, too. 3. There must be no page numbers, footers, or headers. 4. Headings must be typed in ‘Title Case’ with no other formatting. 5. Reference Format and Examples: a. Book: Author’s Last Name, First name initial. Title of the book. City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. b. Thesis Author’s Last Name, First name initial. Title of the thesis. City of university: Institute/University, year, pages. c. Manuscript Author’s Name. Title of the book. Library, cataloguing number, pages. d. Hadith Collections Sample: al-Bukhari, al-Sahih, Faith 1. e. Journal Author’s Last Name, First name initial. “Title of the article.” Title of the magazine, volume number, (issue number), pages. f. Published symposium paper Author’s Last Name, First name initial. “Title of the paper.” Symposium, City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. g. Encyclopedia entry Author’s Last Name, First name initial. “Title of the entry.” Encyclopedia, Volume, City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. h. Section of a book Author’s Last Name, First name initial. “Title of the section.” Title of the book, editor’s name, City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. 160