Sayı 19 / Ocak-Şubat 2010 - İletişim Fakültesi

Transkript

Sayı 19 / Ocak-Şubat 2010 - İletişim Fakültesi
Atilla Dorsay
Haber Fabrikası
Mimar, turizm rehberi, sinema eleştirmeni, gazeteci, yazar, mütevazı,
candan, 40 yılını sinemaya adamış bir duayen ve samimi bir
kalem... Atilla Dorsay ile
sinemanın şerefine çaylarımızı yudumladık ve
sinema konuştuk.Siz de
buyurun…
Dört aydır internet üstünden yaptığı yayınlarla ötekilerin sesi olmaya çalışan
Haberfabrikasi.org’un yaratıcılarından Sarphan Uzunoğlu
ve Selin Bayraktar’la Haber
Fabrikası’nı, Türkiye’de İnternet Gazeteciliği’ni ve alternatif
medyanın rolünü konuştuk.
2’de
9’da
Ünivers
http://univers.ieu.edu.tr
İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
İEÜ, Öğrencilerin İlk Üç Tercihi
Üniversitemizin İletişim Fakültesi tarafından hazırlanarak 1170 birinci sınıf
ve hazırlık sınıfı öğrencisine uygulanan
anketin sonuçlarına göre, öğrencilerin
İEÜ’yu tercih nedenlerinin başında %
72’lik bir oranla Üniversite’nin İzmir Ticaret Odası ile bağlantısı geliyor. Bunu,
üniversitenin eğitim dilinin İngilizce olması, ikinci yabancı dil zorunluluğu (%
75), eğitim teknoloji açısından sunduğu
imkanlar (% 65) ve akademik kadronun
güçlü olması (% 55) gibi faktörler izliyor.
Ayrıca yine aynı araştırmanın verilere
göre, anket uygulanan öğrencilerin %
59’u ilk üç tercihlerini İEÜ’nün bölümleri oluşturuyor. İEÜ hazırlık ve birinci
sınıf öğrencilerinin çoğunluğu için ise,
ideal üniversite “kaliteli eğitim ve güçlü
bir akademik kadro” demek.
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Bir ödül daha
İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) öğrencileri Aydın Doğan Vakfı 21. Genç İletişimciler Yarışması’ndan ikincilik ödülü
kazandı. Hazırladıkları sosyal sorumluluk
projesiyle Halkla İlişkiler Dalı’nda büyük başarı yakalayan dört öğrenci Doğan
Grubu’nda staj yapma şansını yakaladı.
İletişim2
Mezunumuz
İEÜ Tavsiye ediliyor
Öğrencilerin Öğrenci Seçme Sınavı’nda
neden ilk üç tercihlerini İEU’dan yana
yaptıkları sorusunun cevabı ise, yine
anketin verilerinden çıkarılabiliyor. Alınan cevaplara göre, öğrenciler İEU hakkındaki ilk bilgileri, çoğunlukla halen
Üniversite’de okuyan arkadaşlarından ya
da yakınlarından elde edinmişler ve edindikleri bu bilgiler yaptıkları tercihlerde
önemli rol oynamış.
Enerji Tasarrufu Haftası
Öğrencilerin yüzde 39’u Anadolu Lisesi’nden mezun
Araştırmadan, İEÜ öğrencilerinin profilini tanımlayan başka verilere de ulaşmak
mümkün. Sonuçlara göre, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin birinci sınıf ve hazırlık sınıfı öğrencilerinin % 39’u Anadolu
Lisesi’lerinden, %31’i devlet liselerinden
mezun. Buna karşılık % 14’ünü süper lise
mezunları, % 8’ini ise yabancı özel okul
mezunları oluşturuyor. Ayrıca öğrencilerin çoğunluğunun Ege Bölge’sinden geldiği ve yüzde 76’sının büyük şehirde doğmuş oldukları anlaşılıyor. Başka önemli
bir veri de, öğrencilerin %40’ının sosyoekonomik statü açısından orta üst ve üst
gelir grubuna giren ailelerden gelirken,
devamı 3’de
Feminizm ve kadın hakları tartışıldı
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi Toplum
Gönüllüleri Kulübü, “Feminizm ve
Kadın Hakları” konferansı düzenledi.
Konferansa konuşmacı olarak Balçova
Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya
ve KADER (Kadın Adayları Destekleme
ve Eğitme Derneği ) Başkanı Hülya Gülbahar katıldı. İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans Salonu’nda düzenlenen
organizasyona Balçova Belediye Başkanı
Mehmet Ali Çalkaya da katılarak destek
verdi. Balçova’da semt evleriyle başlayan
Kadın Hareketi’nin bir yıl içerisinde
kurulacak kooperatiflerle daha da güçlendirileceği müjdesini veren Çalkaya,
“Semt evlerinde 40’ar 50’şer kişilik kadınlar halinde kooperatif kuracağız. Bu
hem ekonomik hem de siyasi bir model
olacak. Çünkü artık incik boncuk işinden çıkıp olayı daha farklı bir boyuta
taşımayı düşünüyoruz.”dedi. İzmir’de
kadın hareketi adına en özverili çalışan
belediye olduklarını belirten Balçova
Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya, örnek çalışmalarına devam edeceklerini
söyledi. Göreve ilk geldiği andan itibaren kadın örgütlenmesi kurmaya karar
verdiğini ifade eden Çalkaya, “Kadınlarımıza eğitim imkanı ve en önemlisi
ekonomik güç sağlamak için Türkiye’de
ilk olan bir model oluşturduk. Semt evleri adı altında. 1 yıl içerisinde 7 mahallede 7 semt evi kurduk. Kurslarla kadınlarımızı buralara çektik. Üretme ve
pazarlamayı öğrenmelerini istedik.” diye
anlattı. Ekonomik olarak özgür kadının
özgüven kazanarak hayatın içinde yer
alacağını vurgulayan Çalkaya, “Yaklaşık 1 yıl içerisinde 20’nin üzerinde kurs
açarak kadınlarımızı bir araya getirdik.
Ürettikleri ürünleri de otellerden turistleri getirerek ve yazlık site pazarlarında
yer alarak satmalarını sağladık. Kadınlarımıza 5 yıllık dönemde 580 milyarın
üzerinde para kazandırdık.”dedi.
İletişim2 z Kampüs3-8 z İnceleme9 z English10 z Gündem11 z Medya12 z Kültür-Sanat13 z Dosya14 z Rehber15 z Spor16
Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden mezun olan Berçim Ünal’la bu ay ki
sayımızda güzel bir röportaj yaptık. Okul
hayatında başarılı olduğu gibi, iş hayatında
da başarılı olan ve şu anda Mindshare şirketinde medya planlaması üzerine çalışan
Berçim, sorularımızın hepsini büyük bir
içtenlikle cevapladı.
Kampüs3
Gecedeste
Ferhan Şensoy’u nasıl bilirsiniz? O
ünlü kavuğun sahibi, sivri dilli mizahın temsilcisi ve Türkiye’de halka
inebilmiş sayılı tiyatro eserlerinin bir
kısmının yazarı olarak muhtemelen.
Şensoy’un hayatı her şeye rağmen sanata demir atmış bir gemi gibidir.
Kültür-Sanat13
Hrant Dink
19 Ocak 2007 günü öğleden sonra saat
15.00’da Agos’un önünde kocaman bir
adam yerde yatıyordu. Bazıları O’na
inatla “Fırat” diyordu. Beyaz bereli çocuk O’nu vurduğunda O’ndan esirgenen
ismini binler haykırdı, artık özgürlüğe
inanan tüm yürekler Hrant Dink’ti.
Dosya14
2 İletişim
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
http://univers.ieu.edu.tr
Sinemaya adanmış bir hayat
Mimar, turizm rehberi, sinema eleştirmeni, gazeteci, yazar, mütevazı, candan, 40 yılını sinemaya adamış bir duayen ve
samimi bir kalem. Atilla Dorsay ile sinemanın şerefine çaylarımızı yudumladık ve sinema konuştuk.Siz de buyurun…
Halil Türkden: 40’lı 50’li yılların çocuğu
olarak, küçüklüğünüzdeki sinema sevginizin oluşumunu anlatabilir misiniz?
O zamanlardaki kısıtlı imkanlar sinemayı
bizim için daha değerli ve daha ulaşılamaz
bir hale getirdi. İzmir Karşıyaka’da geçen
çocukluğum sırasında çok küçük yaşımdan
itibaren filmler izlemeye başladım. Daha
evimizin içine giremeyen bu görüntü için
cumartesi günlerini iple çekerdik. Şimdi
istediğimiz filme istediğimiz şekilde erişebiliyoruz. Nadir olan ve erişmesi olan şey
değerlidir. O zamanlar bizim için sinema,
erişilemeyen değil ama erişilmesi zor olan
bir sevgiydi. O ölçüde çok değerliydi. Dolayısıyla, bizim kuşağımızın bireyleri, gittikleri filmleri özlemle hatırlarlar. Hatta hangi
filme, hangi gün gittiklerini, kiminle gittiklerini çok iyi hatırlarlar. Her filmi görmemiz bir olaydı.
François Truffaut, Claude Chabrol, Jean
Luc Godard, Jacques Rivette gibi Yeni
Dalgacılar eleştirmen olarak başladıkları kariyerlerine yönetmen olarak devam
ettiler. Siz niye sinemanın mutfağına girmediniz?
Onların esas yeteneği film yapmaktı sanırım, benim de yazı yazmaktı. Benim de son
yıllarda açtığım birkaç fotoğraf sergim vardı.
Düşünüyorum da, ben de görsellikle olan
ilişkimi fotoğrafçılıkla anlatıyorum. Film
yapmayı düşünmedim değil, düşündüğüm
zamanlar oldu. Sinema eleştirmenliğinin
hızlandığı 70’li yıllarda bazı film platolarına
ziyarette bulunmuştum, Atıf Yılmaz’ın ve
Zeki Öktem’in setlerine gittiğimde dehşete kapıldım, iki dakikalık çekim için saatler
boyu hazırlanıyorlar, birçok aşama var. Ben
çok sabırsız bir insanım, her şeyi çabukça
yapmayı seven bir insanım. Sabırsızlığım da
etkenlerden biriydi mutfağa girmememde.
Son dönemdeki gişesi artan komedyen ve
şovmenlerin yapımlarını nasıl buluyorsunuz?
Ben öncelikle bu insanlara çok büyük saygı
duyuyorum. Çünkü onlar bir toplumun çok
Atilla Dorsay, Halil Türkden
ihtiyacı olan gerçek komedi ustaları. Özellikle Yılmaz Erdoğan son dönemde drama
da hakim olmaya başladı, dolayısıyla onlar
bizleri hem güldüren hem ağlatan hem de
düşündüren sanatçılar. Kesinlikle küçümsememek gerekir onları. Sinemanın eğlendirici işlevini de unutmamak gerek. Eskiden
Şener Şen, Kemal Sunal, Zeki Alasya ve
Metin Akpınar önemli bir rol üstlenmişlerdi. Şimdilerde ise Şahan Gökbakar gibi bir
fenomen yıldızı da unutmayalım. Bu insanlar çok önemli değerler. Çünkü büyük bir
kitleyi gülmek denen, insanı insan yapan
eylemle barıştırıyorlar. Çok önemsiyorum
onları, Mutluluk satıyorlar sonuçta.
Dünya sinemasında, Hollywood’ta aksiyon ve bilimkurgular gişe yaparken, bizde komedi filmleri ön planda, bunu nasıl
açıklayabilirsiniz?
Üzerinde düşündüğüm bir konu bu. Öncelikle mizaha yatkın bir toplumuz. Nasreddin Hoca’ yı da, Aziz Nesin’i de yetiş-
tirmişiz. Düşünün ki, hocanın fıkraları 500
yıldır dilden dile süregeliyor, Aziz Nesin de
Türkiye’de en çok satan yazar. Biz komediyi
seviyoruz ama bilim kurgunun ve aksiyonun içerdiği o fantastik denen şeye yatkın
değiliz. Akılla izah edilemeyen, akıl ötesi,
hayal gücüne ve varsayımlara dayanan şeylere yatkın değiliz. Uzaya ayak basma gibi,
gelecekte dünyanın nasıl olacağı gibi hayal
gücünde dayanan şeylere pek ilgi göstermiyoruz. Biz ayakları yere basan bir toplumuz.
Türkler de bu anlamda bir fantastik duygusu yok. İyi veya kötü yanlarıyla fanteziden
ve hayal dünyasından uzağız, gerçekçi bir
toplumuz. Dolayısıyla bu tür sinemadan
farklı bir yerdeyiz.
Sinema eleştirmenliği için eğitim alınmalı mı? Neler yapılmalı?
Ben bu alanda eğitim almadım. Ben mimarlık okudum, onun da sinema eleştirmenliğime çok katkısı olduğunu düşünüyorum.
Estetik açıdan çok büyük bir zenginlik
kattı. Sinema, bir tanımlamaya göre zamanı ve mekanı yeniden inşa etme sanatıdır.
Mimarlık, en azından mekanı yeniden inşa
etme açısından insana yeni ufuklar açar. Ben
kendi eğitimimden çok memnunum. Ama
sinema eleştirmeni olmak isteyen biri çok iyi
eğitmeli kendini. Açıkçası otodidakt olmak
gerekir. Ben kendi kendimi eğittim, Paris’te
geçirdiğim yıllar ve izlediğim filmler benim
eleştirmenlik için aldığım eğitimdi diyebilirim. Tabii ki işin yazarlık kısmında Türkçeyi çok iyi kullanmak gerekir. Siyasal bilgiler
okumuş da olabilirsiniz, çevrenizi ve yaşadığınız dünyayı çok iyi izlemeli, her konuda
belli bir bilgi birikimine sahip olmalısınız.
Bir parça edebiyattan, bir parça müzikten bir
parça politikadan bir şeyler bilmek gerekir.
Sinema okullarına haksızlık etmeyelim, çok
iyi sanat tarihi veriliyor öğrencilere. Özetle,
okullarda verilen sinema eğitimiyle de olunabilir sinema eleştirmeni fakat sinema üzerine
okuyarak ve izleyerek de olabilirsiniz. Eleştirmenlik birikim gerektiren bir şeydir.
Sosyal sorumluluk başarısı
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri Aydın Doğan Vakfı 21. Genç İletişimciler Yarışması’ndan ikincilik ödülü
kazandı. Hazırladıkları sosyal sorumluluk
projesiyle Halkla İlişkiler Dalı’nda büyük başarı yakalayan dört öğrenci Doğan
Grubu’nda staj yapma şansını yakaladı.
“Bitkisel Atık Yağların Biyodizele Dönüşümü” konulu projeyle yarışmaya katılan
İEÜ Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü öğrencileri Ceren Güven, Pınar Ekler,
Başak Özkan ve Selen Erdurak İstanbul
Hilton Oteli’nde düzenlenen törenle
ödüllerini aldı.
Yeşil Proje
Yarışmaya 23 üniversiteden 796 öğrencinin katıldığını belirten Ceren Güven,
“Çalışmaya başlamadan yarışmaya daha
önce katılmış olan tüm projeleri inceledik.
Projelerin sağlık alanında ağırlıklı olduğunu gördük. Günümüz küresel kirliliğinin
yakın geleceğin en büyük tehdidi olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz de bu konuya
katkı sağlayacak bu güne kadar yapılmamış olan farklı bir alanda proje konumuzu
seçtik.” diye konuştu. Başak Özkan, “Tüm
rakiplerin arasından sıyrılarak Halkla
Ceren Güven, Pinar Ekler, Doç. Dr. Nilay Başok Yurdakul, Prof. Dr. Sevda Alankuş Başak Özkan,
Selen Erdurak, Araşt. Gör. Gül Coşkun, Öğr. Gör. Selin Türkel
İlişkiler dalında böyle bir başarı yakalamak bizi çok gururlandırdı. Okulumuzu
İstanbul’da en iyi şekilde temsil ettiğimize
inanıyorum.” diye konuştu. İEÜ İletişim
Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Sevda Alankuş,
Öğretim Görevlisi Selin Türkel, Halkla
İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Nilay Başok Yurdakul ve
Araştırma Görevlisi Gül Coşkun 4 öğrenciyi bu mutlu günlerinde yalnız bırakmayarak törene katıldı.
http://univers.ieu.edu.tr
Bir mezunumuz daha iş hayatında
2009 yılında Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden mezun olan Berçim Ünal’la
bu ayki sayımızda güzel bir röportaj yaptık. Okul hayatında başarılı olduğu gibi, iş
hayatında da başarılı olan ve şu anda Mindshare şirketinde medya planlaması üzerine
çalışan Berçim, merak edilen soruların hepsini büyük bir içtenlikle cevapladı.
Özge Üçtop: Öncelikle mezun olduktan
sonra iş yaşantında neler gibi değişiklikler oldu?
Berçim Ünal: Mezun olduktan sonra, iş
hayatında kendimi olabildiğince profesyonel hissetmeye başladım. Okul hayatımda
öğrenebildiğim her şeyi uygulayabileceğim
bir hayata merhaba demenin mutluluğu
vardı içimde. Her gün yeni şeyler öğrenme
mutluluğu olduğu kadar, iş hayatının üzerimizde yarattığı stres zaman zaman yılmamıza sebep olsa da zamanla hepsini aşabileceğinizi unutmayın.
Mindshare şirketi çalışanı olarak yeni
mezun olacak arkadaşlarımız için neler
söylemek istersin?
Çok fazla not derdine kapılmasınlar, kendilerini sınav, quiz ya da final dönemine körü
körüne hazırlamak yerine (tabi hiç çalışmayın demiyorum), sektöre ait bol bol kitap
okumalarını, insan ilişkilerinde açık, özgüveni yüksek kişiler olarak kendi geleceklerini umutla hazırlayabileceklerinin farkında
olmalarını söyleyebilirim.
Okulda aldığın eğitimin iş hayatında faydalı olduğunu düşündüğün noktalar var
mı? Eğitim hayatına baktığında, iş hayatına katkısı olan ya da keşke şunu da yaptırsalardı veya öğretselerdi dediğin şeyler
oldu mu?Yani üniversite eğitiminin mesleğine eksisi artısı nedir?
Özel bir üniversitede okumanın, eğitim dilinin İngilizce olmasının, sunum yapmamızı kendimizi ifade etmemizi sağlayan ödev
hazırlıklarının çok faydasını göreceksiniz.
Grup çalışması hayatımızın her alanında
var, mümkün olabildiğince grup üyelerinin
her birinden bir şeyler kapmaya ve özgür
bir ortamda fikirlerini ifade etmelerine özen
göstermelisiniz ki iş hayatında bunları kapsamlı bir biçimde görünce şaşırmayın.
Radyo İzmir Ekonomi Yayında
http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html
Radyomuzu dinlemek için;
http://www.ieu.edu.tr
ON AIR butona tıklayınız.
100
kişiye sorduk...
Dtp’nin kapatılmasını
onaylıyor musunuz?
%51 Evet
%49 Hayır
Sigara zammına olumlu mu
bakıyorsunuz?
%27 Evet
%73 Hayır
Biliyorsun ki mezun olduktan sonra
hemen iş bulmak öğrenciler için bir
kabusa dönüştü, peki sen bu kadar
kısa sürede iş bulmanı neye borçlusun?
Sektörde çalışan tanıdıklarımın vasıtası
ile süreç hızlı işledi tabii. Bunların yanında ne istediğini, kendinin neleri en
iyi yapabileceğini bilerek doğru işe odaklanıp onun peşinde koşmalısın ki kalıcığılını sağlayabilesin. Kendini doğru ifade
edebilme, iş görüşmelerinde o işi neden
istediğini en iyi şekilde anlatabilme kısacası işi istemeden önce tanıyabilme senin
meslek modelini üzerine en iyi şekilde
oturtturuyor. Bir zaman sonra ben bunu
yapmalıyım diyorsun ve uğrunda doğup
büyüdüğün yerden ailenden kariyerin için
ayrılıp kendi ayakların üzerinde durmanın
mutluluğunu yaşıyor ve tüm olumsuzlukları unutuyorsun.
Berçim Ünal
Stajını daha önce nerede yapmıştın ve
staj döneminin iş hayatına katkıları neler
oldu?.
Stajımı İzmir’de bir Halkla İlişkiler ajansında yaptım ve hiç tatmin olmadım ne okulda aldığım teorik bilgileri uygulayabiliyor,
ne de kendime bir yenilik katabiliyordum.
Reklamın, medyanın kalbinin attığı şehir
olarak İstanbul’u hedef belirleyip gözümü
oraya diktim.Tabii bu karar sürecinde okulda haftada bir verilen Workshop derslerinin
de etkisi çok büyük oldu. Kabuğumuzu kırıp gerçekten ne yapmak istediğimizi bize
hatırlattı hocalarımız ve profesyonel iş yaşamından gelen misafirlerimiz. Parçaları birleştirince kendimi bir zamanlar ders olarak
gördüğüm medya planlamanın içinde buldum. Tavsiye eder misin dersen kesinlikle
ederim, çünkü işin mutfağı ve müşteriye giden işte zincirin son halkası ve her anlamıyla gün gün insana yenilikler katan bir dal.
İEÜ’de öğrenci odaklı ve kaliteli eğitim
%30-35’inin orta gelir grubuna
giren ailelerden geliyor olmaları.
Bu oranların birbirine yakınlığı, İEÜ öğrencilerinin yarısının
sanıldığının aksine, orta ve orta
üst gelir grubundan geldiklerini
gösteriyor.
Anket uygulamasının koordinasyonunu üstlenen İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Nuran
Erol Işık’ın gazetemiz Ünivers’e
verdiği bilgiye göre, İEÜ öğrencilerinin ailelerinin dahil oldukları
gelir gruplarına dair bu veriler,
Vakıf üniversitelerine karşı oluşmuş ön yargıları kıran nitelikte
ve İEÜ öğrencilerinin sanıldığı
gibi üst sosyo-ekonomik gelir
grubundan olmadıklarını gösteriyor.
Yine Erol Işık’ın belirttiğine
göre, %30 gibi temsiliyeti yüksek
bir örnekleme dayanan araştırma,
Avrupa Üniversiteler Birliği (European
University Association) denetiminden
geçen İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin bu
sürecin bir gerekliliği olarak benimsediği
ve ileriye taşımak istediği “öğrenci odaklı
ve kaliteli eğitim” anlayışı çerçevesinde
gerçekleştirildi. Bu anlayışın gereği ola-
Kampüs 03
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Yeni öğrenci kartlarından
memnun
musunuz?
%90 Evet
%10 Hayır
Ünivers
İEÜ İletişim Fakültesi
Uygulama Gazetesi
Sahibi
Prof.Dr. Attila Sezgin
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yayın Kurulu
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş. Gör. Nükhet M. Tayaz
Yazı İşleri
Özge Üçtop, Halil Türkden
Sarphan Uzunoğlu, Hakan Gözütok,
Anıl Eren Küçük, Erman Gönülşen,
Selin Bayraktar
Aralık Sayısı Bölüm Editörleri
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş.Gör. Nükhet M. Tayaz
Görsel Yönetmen
Öğr.Gör. Burak Doğu
Tasarım
Hakan Gözütok
Yer
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Balçova
http://univers.ieu.edu.tr
Yerel, aylık süreli yayındır.
Ocak 2010
rak, bu araştırma ile birlikte, mezuniyet
aşamasındaki öğrencilere yönelik tamamlayıcı nitelikte bir diğer araştırmanın her
yıl düzenli olarak uygulanmasıyla, İEÜ
öğrencilerinin Üniversitemize başladıkları zamanki beklentileriyle, bunların
karşılanma düzeylerini karşılaştırabil-
mek mümkün olacak. Ayrıca Fakülteler
bu araştırmaların sağlayacağı verilerle
stratejik planlarını İEÜ’nun öncelikli
hedefi arasında bulunan “öğrenci odaklı öğretim ve öğrenim” anlayışına uygun
olarak belirleyebilecekler.
Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık
ve Form 2826 Sokak No: 52
Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi
İzmir (232) 459 97 18 pbx
»
•
04 Kampüs
Kısa Kısa
Dünyada bir ilk, insan beyniyle
mimari harikalar yarattı
İzmir Ekonomi Üniversitesi 4.üncü sınıf
öğrencisi Burak Besen, “Mimari Yapı ve
İnsan Formu” konulu fotoğraf sergisiyle
büyük beğeni topladı. fotoğraflayan Besen’in
çalışması 14 Ocak tarihine kadar İEÜ Ana
Giriş Fuaye Alanı’nda görülebilecek. Tez
konusu olan sergi için çalışmalarına 3 ay önce
başladığını dile getiren Besen, “Eski çağlardan
günümüze ünlü mimarlar ve tasarımcılar
insan anatomisini incelediler. Birçok
tasarımcı ve mimarın insan anatomisinden
esinlenmiş yapıtı bulunuyor. Bu yapıtlardan
bazıları şehirleri simgeler hale geldi.” dedi.
Çalışmasıyla ünlü mimari eserlerin içerisinde
gizli kalmış insan formunu ortaya çıkardığını
ifade eden Besen, “Tarihte yapılara sırasıyla
ihtiyaç, ırk ve son olarak ise dinler şekil
verdi. Tapınakların şekilleri insan formlarına
benziyordu. Bu süreçten sonra yapılarda
insan formları kullanılmaya başlandı. Bu
yapıtlar insanlardan etkilenerek insan
yapısının anatomik açıdan öneminin ve nasıl
bir doğa harikası olduğunun göstergesiydi.”
diye konuştu.
lezzetli kurs
•İzmirEnEkonomi
Üniversitesi
Uygulamalı
Yönetim Bilimleri Yüksekokulu Mutfak
Sanatları ve Yönetimi Bölümü ile EKOSEM
(İzmir Ekonomi Üniversitesi Sürekli Eğitim
Merkezi) tarafından düzenlenen sertifika
programı ilk mezunlarını vermeye hazır.
İzmir Ekonomi Üniversitesi, Aşçılık Sertifika
Programı, Çikolata Pasta yapımı alanında
mezunlarını verdi. Gıda Mühendisi Beyhan
Ildız’ın verdiği 4 haftalık eğitimle 50 öğrenci ev yapımı butik çikolata ve pasta yapımının
inceliklerini öğrendi. Profesyonel ekipman
ve malzemelerle çalışan kursiyerler yaptıkları
çikolatalı, meyveli ve şeker hamuru pastalarla
görsel bir şölene imza attılar. Sırada Tatar,
İtalyan, Yöresel yemekler ve Ege Mutfağı
kursları var. •
Hayata teğelle tutunan bir
moda perisi
İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı
Bölümü, güz eğitim dönemini Esin Yılmaz
semineriyle sona erdirdi. Kendine has
çalışmalarıyla fark yaratan Türkiye’nin
en önemli kreatörlerinden Esin Yılmaz,
Moda Tasarım öğrencileri ile “Renklerin ve
Kumaşların Dili “ konulu bir söyleşi yaptı.
Tasarımı Bölüm Başkanı Şölen Kipöz,
“Yılmaz, Anadolu kültürünün zenginliğini
sokaktaki insanın hemen üzerine geçirmek
isteyeceği kadar güncel ve mesafesiz
kıyafetlere aktaran, tasarım serüveninin
her anını oyuna dönüştürebilen özel bir
tasarımcı” diye konuştu.
zaman her yerde kitap
•İzmirHerEkonomi
Üniversitesi Toplum
Gönüllüleri Kulübü, “Kitap Okuyoruz
Etkinliği” düzenledi. Etkinlik kapsamında
yaklaşık 25 gönüllü, üniversite koridorlarında
oturarak kitap, dergi ve gazete okudu. Günün
en kalabalık ve en gürültülü saatinde okuma
etkinliği düzenleyen gönüllüler, “Kitap her
yerde ve her zaman okunabilir. Yeter ki kişi
istesin” mesajını verdi. düzenlediklerine
dikkat çekerek, “ Kitap okuma alışkanlığımızı
günden güne yitiriyoruz. Bilgiyi depolamak
yerine hazır olanı almak çok yanlış ve bunun
en önemli ilacı okumak” dedi.Okumayanların
neden olarak en çok “Vakitsizlikten”
şikayet ettiklerini belirten Aksu, “Bizi
gören arkadaşlarımız önce ne yaptığımızı
anlayamadılar. Günün en kalabalık ve
gürültülü saatinde kitap okumak gerçekten
zor oldu ama istediğimiz etkiyi yakaladık.
Her zaman ve her fırsatta kitap okunabilir.
Yeter ki biz isteyelim” diye konuştu.
http://univers.ieu.edu.tr
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Paylaştıkça büyüyen başarı
O
rganizasyonunu İEÜ Matematik
Bölümü’nün üstlendiği Kariyer
Günleri öğrencilerin önünde yeni ufuklar
açmaya devam ediyor. Yurtdışı üniversitelerinde akademik kariyerlerini sürdüren
İEÜ mezunu öğrenciler, deneyimlerini
arkadaşlarıyla paylaşıyor.
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde lisans
eğitimlerini tamamlayan İlke Çetin ve
Yiğit Demir lisansüstü programları süresince yurtdışı kariyerlerinde edindikleri
izlenimlerini İEÜ Matematik Bölümü
öğrencileriyle paylaştılar. Çetin ve Demir
Amerika ve İsveç’te katıldıkları sosyal aktivitelerden, ulaşımlarını nasıl sağladıklarına kadar tüm deneyimlerini İEÜ öğrencilerine aktararak uyum endişesi yaşayan
öğrencilere cesaret verdi.
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin Illionis
Eyalet Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen
BIOMERGE kapsamında Biomatematik
lisansüstü programına kayıtlı olan İlke
Çetin, öğrenimini sürdürdüğü programın
tanıtımını gerçekleştirdi. Illinois’te öğ-
renci olmak için gerekli şartları ve yaşam
koşullarını öğrencilere aktaran Çetin,
“İllinois’te İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde
aldığım İstatistik ve Olasılık dersleri sayesinde derslerimi başarıyla geçiyorum. Ayrıca İllinois Üniversitesi’nden kazandığım
burs sayesinde geçimimi hiç zorlanmadan
sağlıyorum” dedi.
Lisansüstü öğrenimini İsveç’in Örebro
Üniversitesi’nde sürdüren Yiğit Demir ise
“Uygulamalı İstatistik” Programı’na kayıtlı olduğunu dile getirerek, “Henüz ilk
yılımda İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde
aldığım dersler sayesinde iki dersten muaf
tutuldum. Sosyal devlet anlayışının hakim olduğu İsveç’te yaşam öğrenciler için
gerçekten çok keyifli” diye anlattı.
Kariyer Günleri’nin özellikle akademik
kariyerlerini yurt dışında sürdürmek isteyen öğrencilere cesaret verdiğini dile
getiren İEÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Matematik Bölüm Başkanı Prof.
Dr. İsmihan Bayramoğlu, “Kariyerlerine
üniversitelerde veya özel sektörde devam
eden mezunlarımızın tecrübelerini paylaştığı Kariyer Günleri seminerlerimiz
bahar döneminde devam edecek ve mezun adaylarımıza yol gösterecektir“ diye
konuştu.
Sanayi devlerine İEÜ ziyareti
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi Bilgisayar
Bilimler Fakültesi 4. Sınıf öğrencileri,
Ege Serbest Bölge’de, Tetrapak, Ege Fren
ve Hugo Boss fabrikalarını ziyaret etti.
İncelemelerini “Sanayide Yazılım Uygulamaları” dersi kapsamında gerçekleştirdiklerini belirten Öğretim Görevlisi Nejat
Kutup, “Öğrencilerimiz kısa bir süre sonra kendi sektörlerinde iş hayatına atılacaklar. Teoride öğrendikleri bilgilerin sektöre
paralel ilerleyip ilerlemediğini irdeleyebilmeleri özellikle son sınıf öğrencileri için
çok önemli” dedi. Mezuniyetlerine sadece
bir dönem kalmış öğrenciler fabrikalarda
yapılan bu tür inceleme çalışmalarının
ufuklarını zenginleştirdiğini söyledi. Sanayide kullanılan bilgisayar yazılım ve
uygulamalarda her gün yeni bir gelişme
yaşandığına değinen öğrenciler, “Uygulamaları yerinde incelemek bizlere sektöre
girmeden deneyim kazandırıyor.” diye konuştular.
Sorunlarınız engelleriniz olmasın
Ü
niversitede öğrenci olmak hiçbir zaman kolay değildir, hele herhangi
bir sağlık problemine sahip olan birisi için
daha da zordur. Üniversite hayatı boyunca
karşılaşılan sağlık problemleri bazen akademik ve sosyal hayatı idame ettirmeye engel olabilir. Bedensel ve işitsel problemler,
görme ve konuşmada güçlükler ve bunların
yanı sıra dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, disleksi, diyabet ve epilepsi üniversite eğitimini almada karşılaşabileceğiniz engeller olarak tanımlanabilir. Modern
dünyada, üniversite öğrencisinin misyonları arasında problemler karşısında kararlı
duruş, dayanışma ve yardımlaşma vardır.
Bazen önemsenmeyen küçük ayrıntılar bile
öğrenim hayatında bir sorun ve daha da
ötesinde bir engel olarak karşınıza çıkabilir.
Organizasyon eksikliğinden de kaynaklanan iletişim kopukluğu öğrenciler arasında
sorunları engel haline getiren bir hale dö-
nüşebilir. Misyonu olan öğrenci kulüpleri
veya üniversite birimleri öğrencileri benzer
hedeflere yönlendirebilen işlevsel organizasyonlardır. Yüksek Öğretim Kurumu’ un
öncülüğünde, öğrenci odaklı bir girişim
başlatıldı. Temelde tüm üniversitelerde
yer alacak olan ve fırsat eşitliğini sağlamak
üzere Engelli Destek Birimi kuruldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi de bünyesindeki
akademik ya da sosyal hayatını olumsuz
etkileyebilecek herhangi bir engele sahip
öğrencilere yardım etmek amacıyla ‘Engelli
Öğrenci Destek Birimi’ kurdu.
YÖK üyesi Prof. Dr. Attila ERİŞ: “Engelli
öğrencilerin fiziki, mimari, eğitim ihtiyaçlarını ve bunlarla ilgili planlamaları yaparak üniversitelerle bu konuyla ilgili sıkı bir
diyalog içinde olmayı hedefliyoruz.” dedi.
Projeye paralel olarak, birçok üniversite gibi İzmir Ekonomi Üniversitesi de bu
konuda önemli bir adım attı. Üniversite
içerisinde engel teşkil edebilecek sağlık
problemlerine karşı profesyonel yardım
alabilir ve bu engellerden kaynaklanabilecek eşitsizlikleri aşmak için üniversitemiz
Engelli Öğrenci Destek Birimi aracılığıyla
engelli arkadaşlara destekte bulunabilirsiniz. Detaylı bilgi ve yardım için web sayfasından birim yetkililerine ulaşabilirsiniz.
Birimin temel prensibi üniversite içerisinde sağlık problemlerinden kaynaklanan,
akademik ve sosyal hayata etki edebilecek
her türlü eşitsizliği aşarak tüm öğrencilerle
birlikte engelsiz bir üniversite yaratmaktır.
Konuyla ilgili çözümler üretilebilir veya organizasyonlar düzenlenebilir ve sorunların
engeller haline gelişi önlenmiş olur. İzmir
Ekonomi Üniversitesi’nin çağdaş öğrencileri olarak önerilerinizle ve projelerinizle
Engelsiz Öğrenci Destek Birimi’nin çalışmalarına katılabilirsiniz.
Yücel Taş
http://univers.ieu.edu.tr
Kampüs 05
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Lojistikte tatlı rekabet
İzmir Ekonomi Üniversitesi(İEÜ) Lojistik
Yönetimi öğrencileri “2. Üniversite-Sanayi
İşbirliğinde Lojistik Uygulamaları” çerçevesinde geliştirdikleri projeleriyle yarışacak.
Final için ilk dönem proje sunumlarını,
gerçekleştiren öğrencilerin çalışmaları firma temsilcilerinden oluşan jüri tarafından
beğeniyle izlendi. Her bir projeyi tek tek
değerlendiren üyeler, önümüzdeki dönem
yapılacak finalde dereceye girenleri seçmekte zorlanacaklarını söyledi. Proje Koordinatörlüğünü İEÜ Lojistik Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Tunçtan Baltacıoğlu ve Yrd.
Doç. Dr. Burcu Özçam Adıvar yürütürken
danışmanlığını ise Yrd. Doç. Dr. Özgür
Özpeynirci, Yrd. Doç. Dr. Muhittin Demir
ve Yrd. Doç. Dr. Öznur Yurt üstlendi.
2. Üniversite-Sanayi İşbirliğinde Lojistik
Uygulamaları kapsamında İEÜ Lojistik
Bölümü Öğrencileri, 10 firmayla 12 farklı
proje hazırladı. İEÜ Konferans Salonu’nda
gerçekleşen etkinlikte proje grupları, firma
temsilcilerinin oluşturduğu jüri karşısında projelerinin sunumlarını gerçekleştirdi. Proje Koordinatörü Prof. Dr. Tunçdan
Baltacıoğlu, işbirliğinin
sektörün gelişmesi için
büyük bir adım olduğu
değerlendirmesini yaptığı açılış konuşmasında
şunları söyledi: “Proje
uygulamasıyla
sanayi
temsilcilerimizin karşılaştıkları problemlere
genç ve dinamik bakış
açısıyla çözüm yolları
üretilecek. Ayrıca firmalar öğrencilerimizi
yakından tanıma fırsatı
bulacaklar. Başarılı öğrencilere mezuniyetlerinde parlak bir iş geleceğinin kapıları aralanacak.”
Öte yandan her bir projeyi tek tek değerlendiren üyeler, önümüzdeki dönem yapılacak
finalde dereceye girenleri seçmekte zorlanacaklarını söyledi. Finale, SCHENKER ARKAS Nakliyat ve Tic. A.S’den Senem Kılıç,
Barsan Global Lojistik’ten Hüseyin İşteermiş,
Er-bakır’dan Bilal Aydemir, Nak Kargo’dan
Ali Haydar Erdem, İnci Lojistik’ten Şua-
Koreografi’nin
dokunuşu büyüledi
yip Ulukan, Viking Kağıt’tan Ergun Güngelen, Omsan Lojistik’ten Murat ILDIZ,
J.T.I. Tütün Ürünleri San. A.Ş.’den Derya
Topal Canoğlu, Pınar Su’dan Ali Demirbilek, UPS’ten Cengiz Gazanfer, Univera’dan
Onur Didim, Renkler Makine’den Ayhan
Koruk, Ege Duru Lojistik’ten Özdemir Ayçil gibi çok sayıda üst düzey temsilci katılım
gösterdi.
Öğrenciler yönetim ile buluşuyor
Öğrenci odaklı bir üniversite olarak İzmir
Ekonomi Üniversitesi, öğrencilerin üniversite hakkında neler düşündüğünü, ne gibi
duygu düşünce ve görüşlere sahip olduğunu
doğrudan doğruya kendilerinden öğrenmek
üzere toplanıyor. Öğrencilere sunulan ola-
nakların ne ölçüde yeterli olduğunu, onların
nelerin hoşnutsuz kıldığını ve nihayet beklentilerini tam anlamıyla karşılayabilmek
için neler yapılması gerektiğini gözden geçirmek öğrenci ve öğrenim odaklı İEÜ’nün
misyonunun ayrılmaz bir parçası. Bu ne-
denle, her fakültenin öğrencileriyle “Öğrenci ve öğrenim odaklı üniversite” hedefi
doğrultusunda toplantılar düzenlenecektir.
Toplantılara öğrencilerin katılımı verimli
olabilmek adına önem taşımaktadır.
RePEc’te büyük başarı
2009-2010 FAKÜLTE/BÖLÜM TOPLANTI TARİHLERİ
Fakülte Adı
Toplantı Tarihi
Yer
Saat
Fen Bil Ens.
10 Mart Çarşamba
Konf. Salonu
18.30-20.30
SQA
22 Şubat Pazartesi
M106
15.30
Uyg. Yön. Bil.
1 Mart Pazartesi
M202
12.30
Yabancı Dil. Yük. Ok.
5 Mart C. ,11 Mart P.
Konf. Salonu
13.30, 16.00
Fen Edebiyat
Fakültesi
12 Mart Cuma
Konf. Salonu
16.30-18.30
6 Nisan Salı
Konf. Salonu
11.15
25 Şubat Perşembe
Konf. Salonu
10.00
Güzel Sanatlar ve
Tas. Fak. Bölümleri
Mimarlık
26 Şubat Cuma
C407
14.00
Endüstriyel Tasarım
23 Şubat Salı
CZ 102
13.00
İç Mimarlık ve Çevre
Tas.
24 Şubat Çarşamba
CZ 102
13.00
Görsel İletişim Tas.
26 Şubat Cuma
C408
14.00
Moda Tasarımı
3 Mart 2010 Çarşamba
A1
12.30-13.30
İİBF
İletişim Fakültesi
“Choreographer’s
Touch”
(Koreografçının Dokunuşu) defilesi, Moda Tasarımı ve Endüstriyel Tasarım
Bölümü’nden 4’üncü sınıf,
15 öğrencinin bir dönem
süren yoğun ve titiz çalışmalarıyla ortaya çıkarıldı.
Türkiye’nin ilk mankenlik ajansı kurucusu Başak Gürsoy’un verdiği
“Moda Organizasyonu
ve Koreografi” dersi kapsamında hazırlanan
defilede birbirinden sıra dışı 60 kıyafet sergilendi. Defilede profesyonel ve yarı profesyonel 25 manken podyumda yürüdü. Öğrencilerin ders kapsamında görsel bir şölene
dönüştürdükleri defilede kıyafetler kadar
hazırlanan sahne şovları da göz doldurdu.
Özellikle keman eşliğinde iki genç mankenin sunduğu modern dans gösterisi izleyenlerden bol bol alkış alırken, Afrika dansı da
ritimleriyle seyircileri coşturdu.
Defilenin sona ermesiyle öğrenci ve mankenler Başak Gürsoy’a deneyim ve bilgisini kendileriyle paylaştığı için teşekkür etti.
Tüm öğrencileriyle tek tek kucaklaşan Gürsoy, çalışmanın profesyonelleri aratmayacak
kadar başarılı olduğunu söyledi. Moda Tasarımı Bölüm Başkanı Şölen Kipöz, öğrencilerin titiz ve yoğun çalışmaları için tebrik
etti. Defile sonrasında verilen kokteylde
seyirciler, öğrenci ve mankenlerle biraraya
gelerek başarılarını kutladı.
Sınıf
Bilgisayar Bilimleri
Fak. Bölümleri
BM+ESM+YM
26 Şubat Cuma
Konf. Salonu
17.30-18.30
1
BM+YM
19 Şubat Cuma
A2
11.30-12.30
2
BM+YM
15 Şubat Pazartesi
A2
15.30-16.30
3
BM+YM
17 Şubat Çarşamba
M01
16.30-17.30
4
ESM
18 Şubat Perşembe
A1
17.30-18.30
2
ESM
15 Şubat Pazartesi
A2
16.30-17.30
3
ESM
19 Şubat Cuma
M01
15.30-16.30
4
R
ePEc(Research Papers in Economics)
tarafından yayımlanan araştırmaya
göre İzmir Ekonomi Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonomi Bölümü akademik yayınlara bağlı olarak yapılan
Türkiye sıralamasında ilk 10’a girdi. Tüm
dünyanın saygınlığını kazanmış, ekonomi
alanında tam metin elektronik yayın sunan
açık erişim kaynağı RePEc’de, Türkiye’den
71 üniversiteden 265 akademisyenin yayınlarına yer veriliyor. İzmir Ekonomi
Üniversitesi’nin İktisat ve Ekonomi alanında kazandığı başarının kendileri için büyük
bir gurur kaynağı olduğunu ifade eden İzmir Ekonomi Üniversitesi Ekonomi Bölüm
Başkanı Doç. Dr. Ayla Oğuş Binatlı, “2002
yılında bölüm olarak kendimize bu hedefi koymuştuk ve her geçen yıl buna adım
adım yaklaştık. Hocalarımızın yayınlarının
yanı sıra bölümümüzün iki önemli yayın
serisi bizi bu sıralamada yukarılara taşıdı.
Bunlardan ilki New York Eyalet Üniversitesi ile her yıl ortak düzenlediğimiz uluslararası ekonomi konferansı tebliğleri serisi,
diğeri ise bölüm üyelerinin son çalışmalarını akademik dünyaya duyurmayı hedefleyen “working papers” serisi. Bundan sonra
sıralamada birkaç sıra daha yükselmek için
çalışmaya devam edeceğiz ve ilk beşi zorlayacağız. ” diye konuştu.
06 Kampüs
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
http://univers.ieu.edu.tr
Yakalayan yakalıyor,
kaçıran kaçırıyor!...
Her an duruverecekmiş gibi çalışan bir motosiklet sesi ve hemen ardından da SpiderBait performansıyla “Ghost riders
in the Sky” duyuluyor önce... Motosiklet ve müzik tutkunu Endüstriyel Tasarım Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. A. Can
Özcan tarafından hazırlanıp sunulan bazen gürültülü bazen hüzünlü, ritmli ve capcanlı bir program “Canlı Cansız
Hayalet Sürücüler - Ghost Riders Dead or Alive” !
Can Özcan
“Çocukluğumdan beri hayatımdan bisikletler motosikletler, kulağımdan da müzik sesi
eksik olmadı” diyen Endüstriyel Tasarım
Bölümü Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. A.
Can Özcan tarafından hazırlanıp sunulan
Canlı Cansız Hayalet Sürücüler programı
okulumuzun öğrenci yurdu altındaki radyo
stüdyosundan her Çarşamba 14:00’da canlı olarak, her Cuma ise 22.00’ da banttan
olarak yayın yapmakta. Peki ne mi var bu
programda? Can hocamızın deyimiyle o
an ve o saatte dünya üzerinde radyonuzu
açtığınızda duyamayacağınız ne varsa bu
programda onlar var. Her an duruverecekmiş gibi bir motosiklet sesiyle başlıyor her
şey ve ardından da program müziği olan
Spiderbait’ten Ghost Riders in The Sky giriyor ve Can Özcan’ın sesi duyuluyor.
Canlı Cansız Hayalet Sürücüler’in ilk canlı
yayını 17 Mart 2009 Salı günü saat 14:0015:00 arasında yapıldı ve o ilk programın
özel hayalet sürücüsü Bob Dylan’dı. O ilk
programdan bugüne kadar 25’in üzerinde canlı yayın gerçekleştirildi ve Frank
Zappa’dan Charles Bukowski’ye, Alman
Brothers Band’dan Tommy Bolin ve Lynyrd
Skynyrd’a pek çok kişi ve grup bu programda seslerini duyurdular. Geçtiğimiz güz
döneminde ise yine Endüstriyel Tasarım
bölümü hocalarımızdan Murat Bengisu ile
profesyonel müzisyen ve besteciler Ali İnceoğlu ve Ömer Er CCHS’de Can Özcan’ın
canlı yayın konukları oldular ve hem sohbet
ettiler hem de canlı performanslar sergilediler. Tüm programlarda başta Prof.Dr. Sevda
Alankuş ve Hakan Gök olmak üzere tüm
İletişim Fakültesi elemanlarının desteğine
minnettar olduğunu belirten A.Can Özcan
programda en çok laf atılan kişilerin başında da onların geldiğini belirtiyor.
Program, belli bir zaman kısıtlaması olmamakla beraber genellikle 70-80 dakika
sürüyor. Programın içeriği ve formatıyla
ilgili ise A.Can Özcan şöyle konuşuyor “Aslında içeriğiyle formatını ayrı tutmadığım
bir program. Genelde Türkiye’ye ithal bile
edilmeyen şarkıları, kimsenin dinlemediği
ya da dinleyemeyeceği parçaları çalıyorum.
Zaman zaman birtakım konuklarımız oluyor ve daha eğlenceli hale geliyor. Hayatın
kendisi için bile en büyük tehditlerden ve
en kötü şeylerden biri çeşitliliğin azalmasıdır. Dolayısıyla tek bir formata değil de
çeşitliliğe dayanan bir program yapıyorum.
Wagner’den ‘Ride of Valkyries’ ile başlayıp
Skid Row’un Frank Sinatra’dan My Way
yorumu ile biten bir program CCHS için
çok da tuhaf bir durum değil. Ben Kazancı
Bedih ile de Frank Zappa ile de barışık bir
insanım, bu program da öyle”.
Can Özcan; “Yapılabilecekken yapılmayan,
olabilecekken olmayan şeyler hayatta yenilgi ve eksiklik demektir. Ses ve özellikle de
müzik insana ait önemli şeyler. Bir ses, bir
melodi, insana haz verir ve daha önce hissetmediği duygular hissettirir. Zaten bütün sanatlar da bu özelliği dolayısıyla müziği taklit etmeye çalışırlar. Radyo da bu tür duygu
ve bilgi aktarımı için muhteşem bir araç.
Üniversitemizde de elimizin altında bu araç
varken bunu neden kullanmayalım dedik
ve Canlı Cansız Hayelet Sürücüler ortaya
çıktı”. Dinleyici kaygısı olmadan yola devam eden A. Can Özcan programın kendi
dinleyicilerini bulabileceğine de inanıyor.
Öyle ki, İzmir’in yanı sıra İstanbul, Atina ve
Barcelona’dan da dinleniyormuş program.
Hemen üst kattaki yurt binasında çalanları
sormayın bana diyor laf arasında, “eminim
bu üniversitenin çoğu bu programda haberdar bile değildir” diye de ekliyor.
Frank Zappa, Robert Johnson, Otis Redding, Eric Clapton, Manu Chao, Marianne Faithful, Janis Joplin, Ozzy Osbourne,
John Lennon gibi isimler şimdiye kadar
Canlı Cansız Hayalet sürücülerde duyulan isimlerden sadece birkaçı. Yılbaşında
dansöz bile getirdim programa diyen Can
hocamızın favorilerinden Tom Waits ve
Warren Haynes ile Gov’t Mule gibi pek
duyulmamış isimleri de merak ediyorsanız
önümüzdeki dönemde de Çarşamba günü
saat 14:00’da A. Can Özcan hocaya ve
onun Canlı Cansız Hayalet Sürücülerine
bir kulak verin.
Programla ilgili bilgilere www.ghostriderdeadoralive.blogspot.com, www.ghostriderdeadoralive.blogspot.com adresinden ulaşabilir, görüş ve önerilerinizi de Can Özcan
hocamıza bu sayfadan iletebilirsiniz.
Halil Türkden
Bologna sürecinin bilinmeyenleri
Pek çok uluslararası kuruluşun işbirliği ile 46 üye ülke tarafından oluşturulan, Avrupa da standart bir Yükseköğretim alanı yaratmayı hedefleyen “Bologna Süreci’nin”
bilinmeyenleri hakkında, İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Ekonomi
Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sn Oğuz Esen son derece önemli açıklamalarda bulundu.
1999 yıllının başlayan Bologna sürecini
‘Avrupa Yüksek Öğrenim Alanı’ yaratmayı hedefleyen bir reform süreci olarak
tanımlayan Prof. Dr. Oğuz Esen, Bologna
sürecinin, yüksek öğrenim sistemlerinin
kendilerine özgü farklılıklarını korurken,
yüksek öğrenim sistemleri ve kurumlarını
birbirleriyle karşılaştırılabilir ve uyumlu
hale getirilmesini amaçladığını belirtti. Yüksek öğrenim kurumları arasında
uyum yaratmayı hedefleyen Bologna sürecinin yükseköğretim açısından önemli
oluşum hedeflerine sahip olduğunu dile
getiren Esen, “Ülkeler arasında karşılaştırabilinir diplomalar ve dereceler yaratmak bu sürecin en önemli hedeflerinden
biridir” derken bu sürecin diğer önemli
bir hedefi olarak ise Avrupa Kredi Transfer sistemi yaratmak, Avrupa’da öğrenci
ve öğretim üyesi hareketliliğini artırmak,
üniversitelerde kalite güvence sistemini
yerleştirmek, öğrencilerin sürece etkin katılımını sağlamak, yaşam boyu öğrenmeyi
teşvik etmek ve esnek öğrenme sistemlerini yaygınlaştırmak olduğunu ifade etti.
Artık bu sistemle birlikte öğretme odaklı
eğitim sisteminden, öğrencinin daha aktif
olduğu bir sisteme geçişin gerçekleşeceğini belirtti.
Ülkemizde 2000’li yıllarda uygulanmaya
başlanan Bologna Süreci’nde her ülkenin
kendisine ait bir karnesi ve yerine getirmesi gereken bazı koşullar olduğunu anlatan Oğuz Esen, ülkemizin derecelendirme sisteminde bir problem yaşamadığını,
lisans programlarının nasıl bir öğrenci
profili oluşturması gerektiği konusundaki çalışmaların tamamlanma aşamasında olduğunu söyledi. Bu süreçte derece
sisteminin yanı sıra kredi sisteminin de
Avrupa’daki diğer eğitim kurumları ile
uyumlu hale gelmesi için Avrupa Kredi
Transfer Sistemi kavramının ortaya çıktığını belirten Esen,” öğrencilerin bir ders
için harcadıkları sınıf ve sınıf dışı toplam
iş yüküne dayalı kredi sistemi ile kredilerin kolayca transferinin mümkün hale
geldiğini” belitti.
Uluslar arası bir antlaşma olamayan, gönüllü bir olgu olan Bologna Süreci’nin
öğrenciler üzerindeki en önemli
katkısının, ‘öğrenci odaklı eğitim
sistemi’ olduğunu anlatan Oğuz
Esen, “Öğrenciler, araştırma
ödevleriyle, projelerle ve sunumlarla kendilerinin aktif olduğu
bir öğrenme süreci yaşayacaklar.
Yine öğrenci aktif hale getirilerek
anketler aracılığıyla öğrencinin
asıl görüşü alınacak ve bu sayede
bizde programlarımızın çıktılarını belirleyeceğiz. Mezun olan öğrencilerin lisans programlarından
neler aldığını, piyasanın talebine
cevap verip vermediklerini öğreneceğiz.” dedi.
Son olarak Bologna Sürecine
uyum aşamasında okulumuzun
çok iyi bir noktada olduğunu anlatan Prof. Dr. Oğuz Esen,”Bu sürecin gerektirdiği diploma eki konusunda
bir sıkıntı yaşamıyoruz. Her mezunumuza Avrupa’daki her kurumda geçerli olabilecek pasaport niteliğindeki bu belgeyi
veriyoruz. Fakat Avrupa Kredi Transfer
Sistemimiz üniversitemizin büyümesiyle
birlikte bu aşamada yeniden revize edilip
2011-2012 eğitim yılında tekrar yürürlüğe girecek” dedi.
Erman Gönülşen
http://univers.ieu.edu.tr
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Kampüs 07
Kemeraltı:
Estetik ve kültürün ekonomiyle buluştuğu nokta
Kemeraltı Çarşısı’nı Yeniden Keşfetmek
İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrencileri ve Öğretim görevlileri olarak
Kemeraltı’nın tarihi yolculuğuna tanıklık etmek ve modern bir Kemeraltı’ya giden yolda
eksileriyle, artılarıyla Kemeraltı’yı yeniden tanımlamak amacıyla İzmir Ticaret Odası’nın
desteğiyle bir belgesel çektik. Bizim Kemeraltı
yolculuğumuz, bilinmeyen bir kültürel hazinenin saklı olduğu o Çarşı’ya girip burada geçirdiğimiz yıllarda Kemeraltı’nı ihmal ederek neler kaçırdığımızı öğrenmekle geçti. Elbette bu
yolculukta Çarşının, Çarşı Esnafının ve Belediyenin Kemeraltıyla ve tarihle hesaplaşmalarına tanıklık ettik. Kemeraltı’yı kendi deyimleriyle Kemeraltı Mezunlarından dinledik.
Tarihin derinliklerine indiğinizde gördüğünüz şey her şeyin temelinde bir ticari etkileşimin yattığıdır. Savaşlar, barışlar, kurulan
ya da yıkılan ülkeler her daim ticaretin ve
ekonominin kendine çizdiği yolun bir parçasıdır. İzmir de tıpkı diğer şehirler ya da
ülkeler gibi tarihini ekonominin çizdiği
şehirlerden biri; ancak İzmir’in tarihi hem
ekonomik hem estetik değeriyle alışveriş
merkezlerinin çağında bile bir cazibe merkezi olmayı başarabilen Kemeraltı Çarşısı’nın
sokaklarında biçimlenmiş. Kemeraltı Çarşısı tarihsel estetiğin ve değerlerin buluştuğu
eski kuşaklar için yanı başlarında yeni kuşaklar ise nedense uzak kalmış bir kültür ve
ekonomi cenneti.
Hangi kuşaktan olursa olsun her İzmirli yılda bir kez olsun Kemeraltı’na uğrar.
Kemeraltı’na yolu düşenler bilirler ki Kemeraltı Çarşısı modern dünyanın asla teklif bile
edemeyeceği bir kültür mirasını barındırırken geçmişin tozlu sayfalarında şehrin ve
modernitenin tam ortasında sizi bir yolculuğa çıkarabilir. Belki bunun için günübirlik İzmir’e gelen yerli ya da yabancı turistler
için de Kemeraltı Çarşısı hala İzmir’de bir
kaçış ve tarihle buluşma noktasıdır.
Öncelikle Kemeraltı’nın tarihinin tozlu
sayfalarındaki yerine bakmakta fayda var.
Belgesel dahilinde görüşlerine başvurduğumuz İEÜ Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr.
Fikret Yılmaz’a göre; tarihi MÖ. 3000 yılına uzanan İzmir’in tarihinin altın dönemi
MÖ.1000 civarında Roma egemenliğinde
yaşanan dönemdir. Bu dönemde kentin
bugün Eski İzmir olarak bilinen kısmı yapısallaşmıştır. 16. yüzyıldaki Osmanlı nüfus
kayıtlarına göre nüfusu bin kişi bile olmayan İzmir’in yeniden yükselişinde dönemin
Osmanlı politikaları ve Kemeraltı’nın bu
politikalara bağlı yatırımlarla gelişimi etkendir. Belirtmekte fayda olan bir diğer önemli
konu da tarih boyunca değişen İzmir topografyasının Kemeraltı’nın kaderine etkisidir.
Yüzyıllar önce bir iç liman olan Kemeraltı
bölgesi doğal faktörler ve inşaatlar sonucu bugünkü haline evrilmeye başlamıştır.
1872’de İzmir’in şimdiki limanının tamamlanmasıyla birlikte Kemeraltı artık farklı bir
yapıya kavuşmuştur.
Kültürel Bir Gökkuşağı
Belgesel süresince ilgimizi çeken mevzulardan biri de Kemeraltı’nın kültürel zenginliği ve o zenginliğin kaderiyle baş başa
bırakılmaması için yapılması gerekenlerdi.
Çalışma sürecinde yaptığımız işin tarihe
derin bir bakış atıp tarihin elini bugünün
şartlarıyla tutmanın önemini kavradık.
Süreç bizim gibi 20’li yaşlarını 2000’lerde
yaşayan Alışveriş Merkezleri’nde tüketmeye
alışmış bir kuşak için bir tarih dersi olduğu
kadar doğal ve kültürel olanın tadını kavramak adına da önemliydi.
Bugün Kemeraltı’nın İzmir için bir başka
önemi de yangınlar ve mimari reformlar
sonucu zamanla yok olmaya başlayan yapısında Kemeraltı’nın kendini ve tarihini
koruyabilmiş mimari dokuları bünyesinde barındırmasıdır. Kentin ticaret merkezi olan Kemeraltı birçok büyük hanın
da bulunduğu bir bölgedir. Bölgedeki
hanlar ise Kemeraltı’nın geleceğine bakıldığında bambaşka bir portre çizmektedir.
Kızlarağası Hanı mimari değerlerin nasıl
korunabileceğini ve tarihe nasıl meydan
okuyabileceğinin güzel bir kanıtıyken
Karaosmanoğlu ve Çataloğlu Hanı gibi
hanlar ise ne yazık ki kaderine terk edilmiş durumdadır. Bugün Kızlarağası Hanı
Kemeraltı’nın kalbi gibidir. Han 1990’lı
yıllarda gerçekleştiren restorasyon çalışmaları neticesinde faal, ticarete dönük
ve ekonomik getirisi olan yapısına kavuşmuştur.
Osmanlı’nın kozmopolit ve farklı etnik
gruplara kucak açan yapısı Kemeraltı’nda da
kendini hissettirmiştir. Özellikle 1900’lerin
başında Musevi esnafların Kemeraltı’nda
geniş bir hakimiyeti söz konusuydu. Geçmişte 30 bin’lere yaklaşan Musevi nüfusu
bugün bin beş yüzlere gerilemiştir. Museviler Kemeraltı’nda avukatlıktan takunyacılığa, meyhanecilikten kontracılığa kadar
çok farklı meslek gruplarında etkindiler.
Kemeraltı (Tilkilik ve Agora’yı kapsayan
bölge) Museviler için yaklaşık dört yüz yıl
boyunca çok önemli bir yaşam alanıydı.
Bölgede yaklaşık on sinagog buluınmaktaydı. Bu sinagogların bazıları günümüzde
neredeyse yıkılmak üzereyken bazıları ise
kullanılabilir durumdadır. Musevi Cemaatlerinin çabalarıyla korunmaya çalışan
sinagoglar bugün yerel yönetimin de çabalarıyla yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Elbette Kemeraltı’nın kozmopolit
kültürü Ermeniler’den Rumlar’a birçok
azınlığın kültürlerinin buluşma noktasıdır.
Osmanlı’nın Kemeraltı’nın yeniden yapılandırılmasına yönelik yatırımlar yaptığı
dönemden kalan 16. ve 17. yüzyıl yapımı
ibadethaneler de bu kozmopolit fotoğrafa
renk katmaktadır. Bu camiler arasında Kemeraltı Camii, Başdurak Camii, Kestane
Pazarı Camii, Şadırvan Camii ve Hisarönü
Camii bulunmaktadır. Bugün çevredeki
camiilerin restorasyonları sürmektedir; ancak restorasyon çalışmalarının ötesinde camiileri ve mimari estetiği ortaya çıkarmak
için ciddi bir çevre düzenleme çalışmasına
ihtiyaç duyulmaktadır.
Yenilenen ve Hayata Tutunan Bir
Kemeraltı İçin Neler Yapılmalı?
Dünyanın en büyük ve eski çarşılarından
biri olan Kemeraltı farklı ekonomik işleve sahip dükkanlarıyla İzmir’in içine saklanmış tarihi bir kent izlenimi verirken,
kuyumculardan kitapçılara, bakırcılardan
ayakkabıcılara dev bir ticaret alanından
ziyade geleneksel ticareti ve ticaret kültürünü inceleyebileceğiniz bir açık hava
müzesini andıran Kemeraltı’na bugünün
dünyasının gözlükleriyle bakmak şart.
Kemeraltı Belgeseli’nin temel amacı tarihi bir değer olarak Kemeraltı’nı halka tanıtmaktan ibaret değildi. Bu belgesel her
şeyin ötesinde asırların yükünü taşıyan bu
çınarın nasıl yeni kuşaklara emanet edilebileceğini sorguluyordu. Belgesel sürecinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz
Kocaoğlu, Konak Belediye Başkanı Hakan
Tartan ve İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş Kemeraltı’nı modern ekonominin ve hayatın bir parçası yapacak
projelerini paylaştılar.
Belgesel süresince gördük ki bugün İzmir’in
gelişim ve modern ekonomiye dahil olma savaşı
Kemeraltı’na da yansıtılmak zorunda. İzmir’in
önde gelen ticaret ve siyaset
makamları Kemeraltı’nın
Türkiye’nin en büyük ticaret merkezlerinden biri
olma özelliğini pekiştirmek ve Kemeraltı’nı önceki yüzyıllarda olduğu
üzere 2000’lerin de ticaret
mabetlerinden biri olarak
var etmek için çalışıyorlar.
Elbette tarihi değerler ve
ekonomik gücün bir arada korunması hassas bir iş
ve bu konuda farklı sesler
yükseliyor; ancak şu kesin
ki çarşı için bilinçli bir yenilenme Kemeraltı’nı yeni
asılara daha güçlü bir biçimde taşıyabilir.
Ahmet Piriştina döneminde Kemeraltı ile ilgili korunma planları yapılmıştır.
Bugün Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi bu planlar ışığında Kemeraltı’nı yeniden yapılandırma çalışmalarına başlamış
durumda. Bu çalışmalardan biri de dünya
üstündeki kent merkezlerindeki en önemli
pazarlardan biri olan Agora’nın zenginliklerinin halkla buluşturulması. İzmir Ticaret
Odası ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin
birlikte yürüttüğü bu çalışma tarihi Agora’yı
modern İzmir’in bir parçası yapmayı amaçlıyor ve bu konuda ciddi yatırımlar yapılmış.
Kemeraltı Mezunları Yeni Ekonomiye Ayak Uydurabilir mi?
Belgesel sürecinde Kemeraltı esnaflarının
Kemeraltı ile ilgili kullandıkları en ilginç
tanım da “Kemeraltı Mezunu” olmaktı.
Kemeraltı’nın tüm esnafları Kemeraltı’nı
kuşaktan kuşağa aktarılan bir okul kültürü
olarak görüyor ve ticari eğitimlerini burada aldıklarını söylüyorlar. Bugün Kemeraltı Mezunları önemli bir sınav veriyorlar.
Özellikle değişen ekonomik kültür ve yapı,
Kemeraltı’nın ekonomik olarak kan kaybetmesine neden olmuştur. Çarşı Esnafı
Kemeraltı’na gelen turistlerin artık eskisi
kadar memnun kalmadığını belirtiyor. Peki
Kemeraltı Mezunları ne yapacak?
Bugün Kemeraltı’nın kurtuluşu için çalışmalar sürüyor. İTO’nun sürdürdüğü çalışmalar çerçevesinde çarşının ele alınması gereken temel sorunları belirlenmiş durumda.
Otopark yetersizliği, çığırtkanların yarattığı
kirlilik ve seyyar satıcılar çarşının yapısının
yenilemesini engelleyen etkenlerden. Özellikle yerleşik esnaf, gelen turistin rahatsız
edilmemesi ve modern alışverişin lüksünü
yaşaması için seyyar satıcıların yarattığı kirlilikten rahatsız olduğunu belirtiyor ve zabıtanın mesai saatleri nedeniyle özellikle akşam saatlerinde artan ziyarete rağmen seyyar
ticaretin Çarşı’nın estetik tadını bozduğunu
belirtiyor. Yerel yönetimlerin yetkilileri ise
konuyla ilgili çalışmaların sürdüğünü belirtiyorlar.
Küreselleşen ekonominin getirdiği şartlar
sonucu markaların tanrısallaştığı dönemde
Kemeraltı Çarşısı’nın en önemli sorunlarından biri de küçük ve tarihi yapısı nedeniyle
büyük markaların Kemeraltı’nda kendilerine
uygun yer bulamaması. Dükkan alanlarının
yetersizliği ve dükkanların farklı insanlara ait
olması büyük firmalar için Çarşı’nın cazip
Kızlarağası
bir yatırım merkezi olmasını zora sokuyor.
Bugün oldukça küçük dükkanlarda yapılan
ticaret doğal olarak satış hacmini de etkilemekte ve büyük firmaları Kemeraltı’ndan
uzaklaştırmaktadır.
Kemeraltı’nın içine düştüğü gerileme elbette
sadece Kemeraltı’nı inceleyerek kavranamaz.
Dünyayı derinden etkileyen ekonomik buhranlar ve dönüşümler kavranmadan modern
ekonominin bir parçası olan Kemeraltı’yı
hayata kazandırmak neredeyse bir hayal.
Bu nedenle bütünlük ve tutarlılığı sağlamış,
turistler için bir cazibe merkezi haline gelmiş bir Kemeraltı’nın oluşturulması şart.
Çarşı’da hayatın sürekliliğinin sağlanması
ve Kemeraltı’nın 24 saat yaşaması için çeşitli çalışmalar yapılıyor. Balık lokantaları
ve benzeri işletmelerle Kemeraltı’nın hayat
kazanması hedefleniyor. Geceleri de yaşayan
hareketli ve güvenli bir Kemeraltı yeni bir
vizyona ulaşmış olacak gibi gözüküyor.
Kemeraltı’nın günümüz koşullarında yeni
kuşaklara, yerli ve yabancı turistlere hitap
eden bir hal alması İzmir’in Kemeraltı için
vereceği mücadeleye bağlı. İzmir’in kalbinin gelişen ekonomiye ayak uyduramayıp
yavaşlaması sadece İzmir için değil tüm
dünya için kültürel ve ticari bir kayıp olacağı unutulmamalı. Belki de bu konuyla ilgili
sorgulanması gereken değil şehre uzaktan
gelenlerin, şehrin merkezinde oturanların
bile Kemeraltı’yı bugünün değil tarihin bir
parçası olarak görmesidir. Tarihsel dokusu
ve ticari potansiyeliyle Kemeraltı bugünle
buluşturulması halinde Kızlarağası’ndaki
kahve kokusunun verdiği keyif esnafın ve
İzmirli’nin yüzüne yansıyacak, İzmir’in
o güzel fotoğrafı daha da anlamlı hale gelecektir. Belki de bundan on ya da yirmi
yıl sonra yapılacak bir başka Kemeraltı
Belgeseli’nde tıpkı Kızlarağası’nın restorasyon süreci gibi Kemeraltı’nın restorasyon süreci de saygıyla anılabilir. Benim
Kemeraltı’na dair temel gözlemim esnafın
hayata, Kemeraltı’na ve yeni dünyaya tutunmaya dair mutlak hevesiydi. Girdiğimiz
her sokakta, dükkanda ve handa gördüğümüz ilgi ve konukseverlik de kültürel
ve tarihi mirasıyla Kemeraltı’nın yarınlara
taşınması için eller taşın altına konduğu
halde büyük bir umut olduğunun en güzel
göstergesiydi.
Sarphan Uzunoğlu
08 Kampüs
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
İEÜ İletişim Fakültesi Danışma
Kurulu 6. defa toplanıyor
İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu’nun
6. toplantısı 23 Şubat 2010 tarihinde gerçekleştiriliyor. İletişim Fakültesi ile İletişim
Sektörünün kamusal ve özel kurumlardan
gelen İzmir’deki seçkin temsilcilerinin eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetleri konusunda işbirliği içinde olmalarını sağlamak
amacıyla 2005 yılında kurulan Danışma
Kurulu toplantısı öncesinde öngörülen kurumsal işbirliği çerçevesinde Anadolu Ajansı Ödüllü Fotoğraflar Sergisi’nin açılışı da
gerçekleştirilecek. Toplantıda geçen yıl gerçekleştirilen 5. buluşmadan bu yana gerçekleşen sektörel değişikliklerle, İEÜ İletişim
Fakültesinin içinde bulunduğu atılımlar
tartışılacak.
İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi ile Danışma Kurulu arasında öngörülen
işbirliği, İzmir’de, Ege Bölgesi’nde ve genel
olarak Türkiye’de iletişim sektörünün gelişimine katkıda bulunabilecek uluslararası
ve ulusal seminer, kongre, konferans vb.
gibi etkinliklerin düzenlenmesi; sektördeki
insan kaynaklarının yetiştirilmesi, geliştirilmesi, sektöre ilişkin her türlü araştırmageliştirme faaliyetlerinin teşvik edilmesi
gibi konuları kapsıyor. Yanı sıra Danışma
Kurulu üyeleri, İletişim Fakültesi’nin eğitim
ve öğretim programlarının, mezunlara kazandırılacak uygulamaya dönük becerilerin
sektörün değişen ihtiyaçları doğrultusunda
yeniden tanımlanması konusunda destek
veriyor, ayrıca kariyer plânlaması konusunda mezunlara yardımcı oluyor.
İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu
üyeleri, İzmir’deki yazılı ve görsel medya,
Şebnem Bursalı
Geleceğin gazetecilerine önerim; öğrenmek adına gazeteci büyüklerinin deneyimlerinden
deneyim çıkarmaları, evet eğitim çok önemli ancak deneyim de bir o kadar değerli…
Yaygın (ulusal) medyada da uzun yıllar
önemli isimlerle çalışmış birisi olarak,
yerel medya hakkındaki düşünceleriniz
neler?
Geleneksel medya, yönetimin İstanbul
merkezli olmanın verdiği kısır döngüye
kapılıyor kimi zaman. Bir örnek bakış açısına bağımlı kalarak tek tip haberlerle dolu
gazeteler okuyoruz kimi zaman. Özel haberlerin sayısı giderek azalıyor, fikir yazıları
yazan köşe yazarları azalıyor. Artık alternatif medyaya ihtiyaç var. Vatandaş aynı tip
haberleri okumaktan artık kaçıyor. Elbette
en yakınında olup bitenden haber almak
istiyor. Böylece yerel habercilik önem kazanıyor. İşte bu bilinçlenme sayesinde geleneksel medya yerini alternatif medyaya
bırakıyor. Ulusal basında yer bulamayacak,
şehrinden haberlere, her bakış açısına yer
verilen haberlere vb. içeren medyaya yönelecek.
Şebnem Bursalı
2008’den bu yana Yeni Asır Gazetesi
Genel Yayın Yönetmenliği görevini sürdürmektesiniz. Yeni Asır sizinle nasıl
değişti?
Uzun yıllar çalıştığım gazetenin Genel
Yayın Yönetmenliğini sürdürmek benim
için onur verici. Ancak bu görev, tek kuvvet olduğunuz anlamına gelmiyor. Bu bir
ekip çalışması. Deneyimli kadromuzla birlikte yürüttüğümüz bu çalışmanın sadece
yönlendiricisi konumundayım. Ancak 115.
yılını kutladığımız Yeni Asır, tarihinde
ilk kez bir kadın genel yayın yönetmeniyle çalışıyor. Bunun da farklılıkları elbette
oluyor. Başlangıç olarak duyarlı habercilik
anlayışını benimsiyoruz. Kişisel haklara ve
özgürlüklere saygılı bir gazete olmaya daha
özen gösteriyoruz. Haberlerdeki bu tip ayrıntılara önem veriyor ve insan haklarına
saygıda birleşiyoruz. Farklı bakış açılarının
sesi olmaya çabalıyoruz. Bu arada sağlık,
eğitim, kültür sanat haberlerine de daha
ağırlık verdik. Toplumun gelişimini ve beslenmesini kültür sanat ve eğitimle sağlaması gerektiğinin bilincindeyiz.
Şebnem Bursalı
halkla ilişkiler ve reklamcılık alanlarından
gelen meslek temsilcileri ile TRT, RTÜK,
Anadolu Ajansı Bölge temsilcilerinden
oluşmakta. 34 üyesi bulunan Danışma
Kurulu’nun Başkanlığını ise halen, kendisi
aynı zamanda deneyimli bir gazeteci, akademisyen olan ve Çalışma Bakanlığı yapmış
bulunan Konak Belediyesi Başkanı Hakan
Tartan tarafından yürütmekte. Biz de
Univers olarak Kasım sayımızda Danışma
Kurulu Başkanımız Hakan Tartan’ı tanıtarak başladığımız, Aralık sayımızda Deniz
Sipahi ile devam ettiğimiz üzere Danışma
Kurulu üyelerimizi tanıtmayı bu sayımızda
da sürdürüyoruz. Türkiye’de çok az örneği
bulunan bir kadın yönetici sıfatıyla Şebnem
Bursalı ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi yayınlıyoruz.
Medyaya yön veren gazetecilerden:
Medyanın erkek tekelinde olduğu düşünülürse sektörde sizin gibi kadın yöneticilerin çoğalmasına nasıl bakıyorsunuz?
Medya özel bir sektör. Kamuya ve halkın
haber alma özgürlüğüne yön verebiliyorsunuz. Bu noktada bakış açıları çok önem
taşıyor. Gazetecilerin kişisel normları, siyasi görüşleri, ahlaki değerleri vb. hepsi
haberlerine, köşe yazılarına, fotoğraflarına
yansıyor. Ve elbetteki gazetelerin birinci sayfalarına yansıyor. Geleneksel medya
uzun yıllar aynı isimlerin tekelinde olduğu
doğru. Ancak kadınların her alanda olduğu
gibi medyada da çok başarılı oldukları ve
yükselen bir trend ile yükselişe çıktıkları
inancındayım. Medya içerisinde kadın çalışanlar yoğunlukta. Buna karşın kadın yöneticiler azınlıkta. Hayata yön veren ve her
şeyin merkezinde olan kadınların, medyayı
da yönlendirmelerini önemli buluyorum.
Bu, kadınların yaradılışlarından kaynaklanan başta plan ve organizasyon bilinci ile
duyarlı olmayı, durumlara ayrıntıcı yaklaşımı ön plana çıkarılmasına yol açacak.
Medyada çok sesliliğe katkı sağlayacak.
http://univers.ieu.edu.tr
Sizce Türkiye’deki yaygın (ulusal) basının yüz yüze bulunduğu en önemli sorun ne? Bu açıdan yerel medyayı nasıl
buluyorsunuz?
Geleneksel /ulusal basın, pek çok sorunla karşı karşıya. Bence en önemli sorunu,
kamu oyunun da gözünde itibarını zedeleyen objektivite sorunu. Bunun neden kaynaklandığı sorununu tartışmak şöyle dursun, yerel medyanın içerisinde buna daha
da dikkat etmek gerekiyor. Yerelde objektivite daha da önem kazanıyor. Ancak her
görüşe yer vermeye özen göstererek bu sorunu giderebiliyoruz. Eğitim, kültür sanata
biraz da yer sıkıntısından kaynaklı olarak
yer verilemiyor. Yerel basında bu tip haberlere de kolayca yer verebiliyoruz.
Gazeteciliğe başlarken, kendinize rol
modeli olarak aldığınız gazeteci ya da
gazeteciler hiç oldu mu?
Küçük yaşlarımdan itibaren ailem ve yakın
çevrem tarafından ya hukukçu ya da gazeteci olacağıma dair yorumlar yapılırdı. Bunun sebebi olarak da, hemen her konudaki
merakım, bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme isteğim, ısrarlı takipçiliğim ve araştırmacılığım, konuşma merakım, çevremdeki büyüklerimin sanırım bu yakıştırmayı
yapmasına sebep oldu. Ailemde gazeteci
olmadığı halde bu yönlendirmelerin etkisi
olduğunu düşünüyorum.
Şebnem Bursalı 1993 yılında Ankara
Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. Meslek
hayatına; 1993 yılında TRT 1’de yayınlanan Reha Muhtar ile Ateş Hattı programında muhabir ve yapımcı
olarak başladı. Daha sonra sırasıyla
Sabah ve Gün gazetelerinde muhabirlik yaptı ve röportajlar hazırladı.
Aynı yıllarda Aktüel dergisinde haftalık haber ve yorum yazıları yazdı.
Bursalı; 1995 yılında ATV’ de yayınlanan Fatih Çekirge ile iktidar
oyunu haber programında muhabir
ve yapımcı olarak görev aldı. Aynı yıl
Yeni Asır gazetesinde köşe yazarlığı
ve muhabirliğe başladı. 1996 yılında
üstlendiği Yeni Asır Ankara temsilciliği görevinin yanı sıra Takvim Gazetesinde ; haftalık siyasi dergi olan
Aktüel dergisinde ve Sabah gazetelerinde yazarlık yaptı. 1998-2002
arası Takvim Gazetesinin Ankara
Temsilciliği görevini yürüttü. 2005
– 2008 arası TV8’de Haftalık Haber
programı ‘ Siyaset Sahnesi’ ni hazırladı ve sundu. 2007 – 2008 arası Sabah Ankara Yazarlığı sonrası Kasım
2008’den bu yana Yeni Asır Gazetesi
Genel Yayın Yönetmenliği görevini
sürdürmektedir.
Günümüz ile sizin döneminiz arasında
bir kıyaslama yapacak olursanız genç
gazetecileri nasıl değerlendirirsiniz?
Teknolojinin gelişimiyle birlikte medya
sektörü de gelişti. Teknolojinin hızı, gazeteciliği de hızlandırdı. Artık hızlı davranan
kazanıyor. İnternette bir ‘tık’la ulaşabileceğiniz haberler, hızlı gazeteciliğin eseri.
Ancak bilgi kirliliği de yaratmamak gerek.
Bence gazeteciliğin içerisindeki yaratıcılığı,
teknolojinin hızı yavaşlattı. Artık yaratıcılığın yerini hız aldı. Bunun da gazeteciliğin
özünü zedelediğini düşünüyorum. Ancak
tabiî ki bunu avantaja çevirenler kazanıyorlar. Hem kendileri hem de basın camiası.
İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim
Fakültesi Danışma kurulu üyesi olarak
geleceğin gazetecilerine önerileriniz var
mı?
Çağın gelişimine ayak uydurmaları ve teknolojiyi yakından takip etmeleri gerekiyor.
Çünkü her alanda olduğu gibi bizim sektörümüz de değişiyor. Çok yakında cep
telefonlarımızdan gazete sayfalarını çeviriyor olacağız. Buna ayak uydurmalılar. Her
sektörde olduğu gibi yabancı dile mutlaka
önem vermeliler. Ve son olarak geleceğin gazetecilerine önerim; öğrenmek adına gazeteci büyüklerinin deneyimlerinden deneyim
çıkarmaları gerek. Evet eğitim çok önemli
ancak deneyim de bir o kadar değerli.
http://univers.ieu.edu.tr
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
İnceleme 09
Alternatif medyanın yeni sesi: haberfabrikası
Dört aydır internet üstünden yaptığı yayınlarla ötekilerin sesi olmaya çalışan Haberfabrikasi.org’un yaratıcılarından Sarphan Uzunoğlu ve Selin Bayraktar’la Haber
Fabrikası’nı, Türkiye’de İnternet Gazeteciliği’ni ve alternatif medyanın rolünü konuştuk.
Hakan Gözütok: Öncelikle sizleri tanıyalım
Selin Bayraktar: İzmir Ekonomi Üniversitesi Medya ve İletişim bölümü 4. Sınıf’tayım.
Gazetecilikle ilgileniyorum.
Sarphan Uzunoğlu: Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Üçüncü sınıf öğrencisiyim.
Ben de amatör olarak gazetecilikle ilgileniyorum.
Güncel haberlerle ana akım medyanın
söyleyemediği şeyleri söylediğinizi iddia
ediyorsunuz. Siteye hangi kesimlerden
katkılar oluyor?
Sarphan Uzunoğlu: Siteyi çok farklı kesimlerden katılım alan bir düşünce ve haber platformu olarak adlandırıyorum ben. Öğrenci
odaklı bir site. Bunun dışında dışarıdan arkadaşlarımız var, mezun olan arkadaşlarımız
ve fakülteden hocalarımız var. Kadromuzdaki çoğu insan iletişim fakültesi kökenli. Özel
olarak belirli bir grup organizasyonla ilginiz
var mı diye sorarsanız, öyle bir şey yok.
Selin Bayraktar: Spontane bir şekilde kurulmuş bir site. İlk başta kurulurken katılımcı
profili bilinmiyordu. Şu an bizim en önemli
sorunumuz, yazarların çoğunlukla İzmir’den
olması. Dışardan bir arkadaşımız vardı, o da
ayrıldı.
Haber Fabrikası’na gelen tepkiler nasıl?
Sarphan: Sitenin genel yapısı hakkında
olumlu yorumlar alıyoruz. Sağ görüşlü bir
insan sol görüşlü bir yazıya iyi ki böyle bir
yazı yayınlanmış diyebiliyor. Daha doğrusu,
site alternatif bir mecra olarak çeşitli kitlelerden saygı görüyor; ama yazarlar bireysel olarak çeşitli kitlelerden tepki görebiliyor.
Selin: Mesela; İstanbul’da katılıdığım BİA
Atölyesi’nde böyle bir çalışma yapmaya karar vermiş ve Türkiye’nin farklı yerlerinden
böyle bir siteye katkı yapmayı düşünmüştük;
ama yapamadık. Şu an arkadaşlarımdan gelen tepkiler olumlu. Bir yerden başlamışsınız,
devam ettiriyorsunuz şeklinde olumlu tepkiler geliyor.
Haber Fabrikası’nda bir haberin ya da yazının yayınlanması için gereken nitelikler
neler?
Selin: Bu site hem haberlerden hem de fikir
yazılarından oluşuyor. Öncelikle fikir yazılarıyla ilgili konuşmak gerekirse, kimsenin
haklarına saygısızlık barındırmayan yazıları
seçiyoruz. Büyük gazetelerin gündemini değil de öğrencilerden azınlıklara bir çok grubu
ilgilendiren olayları irdeliyoruz.
Sarphan: Biz başlangıçta şöyle demiştik:
Hak, emek ve insan odaklı, cinsiyetler arasında ayrım yapmayan bir demokrasi platformu öncelikle burası. Bizim birinci kaygımız
uygun bir haber diliyle öğrendiklerimizi pratiğe geçirmekti. Bizim sitemizde bazı şeyleri
göremezsiniz. Örneğin, halk bir kesim insanı
linç etmez, o saldırgan bir gruptur bizim için
ya da “İngiliz Turisti Hamamda Terlettiler”
başlığına rastlamazsınız. Fikir yazılarında da
farklı yelpazelerden arkadaşlara yer ayırdık.
Burada bir tek seslilik çabası yok, çok seslilik
çabası var. Elbette bu zor bir iş, bu nedenle
elini taşın altına koyanların benzer çevrelerden olması doğal; ama bu tabii ki bazı insanların olumsuz görevlerine yol açabilir. Cesaret eden insanlarız ve cesaret edenler olarak
bir aradayız.
Selin: Haber Fabrikası’na yazan insanların
gerçekten hayatla sorunları var. Bunlar sa-
dece ulusal gündemdeki değil, yerelde olsun,
kişisel kaygılara dair olsun sorunlarla ilgili
yazılar yazılıyor.
İletişim Fakültesi öğrencileri olarak kimleri örnek alıyorsunuz?
Selin: İyi ve emekçi bir gazeteci olduğunu
düşündüğüm için Tuğrul Eryılmaz’ı örnek
alıyorum. Bunun yanında, benim için bir
gazetecinin işini yapması önemlidir. Polemiğe girip kimseye karışmadan işini yapması ve
sahip olduğu kültürel birikim önemlidir. Bu
nedenle benim ilk tanıdığım ve bu özellikleri
taşıyan ilk insan da Tuğrul Eryılmaz olduğundan, özellikle staj dönemimde kafamdaki gazeteci olarak ismini netleştirdim.
Sarphan: Tuğrul Hoca benim de gazeteciliği öğrenmeye çalıştığım insan. Onun bakış
açısından tabii ki etkileniyoruz; ama ben
haberci değilim ve bunu her daim söylüyorum. Ben daha ziyade fikir yazarlığı kısmıyla
ilgileniyorum. Bu fikir yazarlığı kavramını
da bize Selin kazandırdı. Benim Türrkiye’de
en sevdiğim fikir yazarı Yıldırım Türker. Her
gün otuz dakikalık mesaiyle bir şeyler yazan
bir fikir yazarının verimli olacağına inanmıyorum. Papermoon’da yaptığı görüşmeyi
değil de eşcinsellerin, Kürtlerin, Ermenilerin sorunlarını yazabildiği için ben Yıldırım
Türker tarzı bir yazarlıktan yanayım. Gazetecilik olarak bakıldığındaysa, çok eleştirilen
Taraf’ı okuyanlardanım ve onların bir şeyleri
sorgulayan yaklaşımları beni çok etkiliyor.
Örneğin Bianet’in oluşturduğu çok güzel bir
dil var, onu kullanabilmek hatta ona bile alternatif üretebilmek.
Selin: Bianet’i okumadan önce gazeteler ve
gazetecilikle ilgili görüşlerim çok farklıydı.
Bianet’i okumaya başladıktan sonra benim
anlayışımda da değişiklikler oldu. Bianet’i
devamlı olarak okuyarak algıladım gerçekten gazeteci olmanın ne demek olduğunu.
Fikir yazarlığı derseniz, ben o köşe yazarları
gibi her gün yazacak birikime sahip değilim,
öğrenciyim. Tabii otuz yaşında olup her şeyi
bildiğini sananlar da var. Daha eğlenceli yazılar yazıp insanlara düşüncelerimi aktarmaya çalışıyorum.
Haber Fabrikası gazetecilik yapmak isteyenler için bir okul, bir atölye ya da bir
arka bahçe diyebilir miyiz?
Selin: Bir deneme tahtası diyebiliriz belki de.
Sarphan: Aslında eğiten bir şey var, o da haberin ta kendisi. Habere bakışınız sizi eğitiyor. Örneğin görüntülü haberler yapıyoruz,
o işi yaparken haber yapmanın ne olduğunu
ve nelere mal olduğunu anlıyorsunuz. Örneğin Sokak etkinliğinde insanlar hem eğlenip
hem çalıştığımızı düşündü; ama işin aslının
öyle olmadığını görüyorsunuz. İşinizi, yapacağınız şeyi görüyorsunuz. O manada bir
okul mudur? Değildir; ama bir atölyedir,
bir arka bahçedir, kimse kimsenin ensesine
vurmyor.
Selin: Evet, özgür bir platform, zaten bunun
için bu kadar iyiye doğru gidiyor Haber Fabrikası. Sansür olmadığı için en başta.
Sarphan: Zaten okulsuzluk bizim amacımız. Kimsenin ensesini nefesimizde hissetmiyoruz.
Selin: Kendi yağımızda kavruluyoruz.
İletişim Fakültesi öğrencileri sizce toplumsal sorunlara ne kadar duyarlılar?
Selin: Bu iletişim fakültesinden iletişim fakültesine değişir. İstanbul’daki öğrencilerle
buradaki öğrencilerin aynı kalitede olması
beklenemez. Ancak biz Haber Fabrikası’yla
Sarphan Uzunoğlu ve Selin Bayraktar
bir şekilde bir bilinçlendirme oluşturmaya
çalıştık. Ben buradaki öğrencilerin de boş olmadığını düşünüyorum ve insanların bilinçlendikçe katkıda bulunduklarını ve kendilerini geliştirmeye çalıştıklarını gözlüyorum;
ama yine de hepsi için aynı şey geçerli değil.
Sarphan: Sitemize göz atanlar bilecektir, bizim akademik bir dilimiz yok. Bir halk mecrası olması yönünde çaba gösteriyorum ben
kendi adıma. İletişim öğrencilerinin durumu
derseniz, en azından bizim üniversitemizde
bizim yeterli kalitede olduğumuza inanmıyorum. İnternet, kütüphaneler, sokak vs...
Hepsine ulaşma imkanımız var; ama bunların ne kadar içindeyiz? Ben bir iletişim öğrencisinin başarısını hayat algısıyla ve hayata
ne kadar karıştığıyla değerlendiriyorum. İstanbul ve Ankara’daki okulların bizden daha
şanslı olduğuna eminiz; ancak Türkiye’deki
üniversiteliler olarak bir eksiğimiz var, hayata
katılmıyoruz. Zaten bu sitede bizim bir şekilde hayata tutunma çabamız.
Selin: Haber Fabrikası ile ben de küçük de
gözükse önemli bir işi başardığımızı düşünüyorum, çünkü içinde bulunduğumuz kurumda bizi besleyecek yeterli bir temel yok
Sarphan: Biz medyanın taşrasındayız sonuçta. Örneğin Selin’in yaptığı röportaj çıktı
medyatava’ya. Medyanın taşrasından başkentine taşınmış oldu sonuçta.
Gelişen teknolojinin yarattığı trendlerden
biri olan ve sizin de dahil olduğunuz internet gazeteciliğine nasıl bakıyorsunuz?
Selin: Ben öncesinde internet gazeteciliğine
çok da iyi gözle bakmayan bir insandım.
Kaçıyordum, daha çok basılı gazetelere ilgi
gösteriyordum; ama HF ile birlikte internet
gazeteciliğinin de önemini fark ettim, çünkü
bir çok kişiye ulaşılabiliyor. Yazılarımız ve
haberlerimiz yer sınırlaması olmadan insanlara aktarılabiliyor. Bir çok pozitif yanı var
internet gazeteciliğinin. En önemlisi sesimizi duyuramamış olacaktık; fakat bu sayede
daha üniversitedeyken, az da olsa sahip olduğumuz bilgiyle sesimizi duyurmaya başladık. Tüm iletişim araçlarında olduğu gibi
internet gazeteciliği de fonksiyonel olarak
kullanıldığında oldukça verimli bir araçtır.
Sarphan: Başka Bir İletişim Mümkün
başlıklı kitapta dekanımız Prof. Dr. Sevda Alankuş’un alternatif medyaya dair
bir konuşma metni vardı. Ben oradan etkilenmiştim. Artık internet medyasının
ana akım medyaya alternatif değil rakip
olduğunu düşünüyorum. Artık internete
ulaşan insanlar daha sofistike, olaylara
daha hakimler. Buna bağlı olarak internet
gazeteciliğinin varlığı çok önemli. Herkesin gazete çıkarması gibi herkesin internet gazetesi kurması da sakıncalı olabilir.
Xhaber.com yhaber.com diye bir sürü site
açılıp benzer haberler yayınlanabilir, yayınlansın, tamam güzel; ama sizin farkınız ne? Ben bu soruyu sormak istiyorum.
Bizim kendimize en çok sorduğumuz soru
bu. Fark yaratamıyorsanız bu işi yapma-
nın bir anlamı yok.
Haber Fabrikası’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Selin: Ben bu sene mezun oluyorum. Ben
ya da Sarphan mezun olsa dahi Haber Fabrikası devam eder. Bu nereye odaklı devam
eder bilmiyorum; ama bir şekilde devam
edecek Haber Fabrikası. Ben nereye gidersem gideyim devam edeceğim katkıda
bulunmaya. Çünkü Haber Fabrikası bizim
ilk göz ağrımız. Bu gelip geçici bir sevgi
gibi bir şey değil. Ben HF’yi Sarphan’ın
kurarak önemli bir işe imza attığını düşünüyorum her zaman. Çünkü bunu kolay
kolay herkes yapamaz. Hadi siteyi açtın
diyelim, daha sonrasında görülmeyen, sesi
çıkmayan, değerli diye tabir edebileceğim
insanları bir araya toplamak önemli bir iştir. Biz bunun bitmesini hiç istemiyoruz.
Sarphan: Kendi yağımızda kavrulduğumuz için böyle sorunlarımız da var tabii.
Gelecek güzel elbette. Öncelikle lokallikten ulusallığa geçmek ilk hedefimiz.
Türkiye’nin her yerinde yazarları olan ve tanınan bir internet sitesine dönüşmek amaç.
Bir senelik bir başarı çok şey ifade etmiyor.
En az bir on sene bu iş misyonuyla devam
ederse bir işe yarar; ama sıradanlaşırsak bir
işe yaramaz. Biz iletişim fakültesinin tüm
öğrencilerine her daim kapımızı açık tutuyoruz. Biz onlara belki para veremeyeceğiz,
kendi emekleri ve paralarıyla çalışıyor olacaklar; ama biz onlara bir mecra veriyoruz.
Eğer gelecek için umut yaratmak istiyorlarsa biz onlara böyle umudu inşa etmek için
bir arsa veriyoruz.
Selin: Bir hocamızın da dediği gibi keşke
ulusal medyada çalışmak zorunda kalmasak da Haber Fabrikası’nda yazmaya devam edebilseydik. Şu an öğrenciyken böyle
bir şey yapmak bile tatmin ediyor insanı.
Sarphan: Şimdilik yaptığımız şeyler bizi
tatmin ediyor; ama gelecekte bir Bianet
olur muyuz? O biraz zor gözüküyor; neden
olmasın demek yanlış olur. Onun arkasında 50 yıllık bir birikim var. Farklı bir kültürün ürünü; ama biz de farklı bir kültürün ürünüyüz. Bizim kuşağın ürünüyüz.
Bizle beraber büyüyenlerle aynı gündemi,
aynı hayatı paylaşıyoruz. Bizim arkamızda
sahiden kimse yok, biz zaten arkamızda insanlar duramadığı, söylediklerimiz başka
yerlerde yayınlanmadığı için buradayız.
Sadece azınlıkların haklarını savunan,
belirli bir kitleye seeslenmeye çalışan bir
internet gazetesi misiniz? Bu sizin halk
gazetesi söyleminizle çelişmiyor mu?
Selin: Yazdığımız sorunlar, yüksek tabaka
dışındaki tüm insanların sorunu. Hürriyet
okunan adamın da Birgün okuyan adamın
da sorunu. En yukardaki elit kitle hariç
tüm isnanların sorunları. Ama insanlar
onlara yapılan haksızlıkların ve çıkan sorunların farkında olmadığı için bizim bahsettiklerimiz bir azınlık problemi olarak
algılanıyor. Oysa büyük kitlelerin sorunu.
10 English
http://univers.ieu.edu.tr
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Feminism and women’s rights are
discussed
İ
zmir University of Economics Community Volunteers Club organized a
conference on “Feminism and Women’s
Rights”. Balçova Mayor Mehmet Ali Çalkaya and KADER President Hülya Gülbahar attended the conference as speakers.
Balçova Mayor Mehmet Ali Çalkaya gave
a support by attending the conference organized in İzmir University of Economics
Conference Hall. Çalkaya stated that the
Women’s Movement that started with
district houses in Balçova would continue
with cooperatives in one year and said,
“We will establish cooperatives with 4050 women in district houses. It will be
both an economic and politic model.” Balçova Mayor Mehmet Ali Çalkaya stated
that their municipality was the one that
works most devotedly for women’s movement in İzmir and they would continue to
work. Çalkaya said that he was determined to establish a women’s organization in
the first day that he was elected, he said,
“We formed a model for the first time in
Turkey to educate our women and most
i mp or t a nt l y
to
provide
economic power for them.
We established 7 district
houses in 7
s e t t le me nt s .
We attracted
the attention
of the women
with courses.
We
wanted
them to learn
production
and marketing.”
Çalkaya pointed
out that an
i ndependent
woman would take place in the daily life by earning
self-confidence. He said, “We brought the
women together by offering more then 20
courses in nearly 1 year. We made them
Big success in
RePEc
A
ccording to the research made by RePEc (Research Papers in Economics),
İzmir University of Economics Faculty
of Economics and Administrative Sciences Department of Economics is in top
ten in the ranking made in accordance
with the academic publications. In open
source RePec that presents full text electronic publications in economics there are
the publications of 265 academicians in
71 universities in Turkey. İzmir University of Economics Head of Department
sell their products in hotels and touristic
places. The women earned more than 580
billion liras in 5 years.”
A fashion fairy stitched life
İzmir University of Economics Department of Fashion Design concluded its fall
semester with Esin Yılmaz seminar. Esin
Yılmaz who is one of the most important
creators of Turkey gave a seminar on “The
Language of Colors and Fabrics” to Department of Fashion Design students.
fashion fairy stitched to life” saying, “Yıl-
maz is a special designer who transfers the
richness of the culture of Anatolia with
clothes and who can turn each moment of
design adventure into a play.”
of Economics Assoc.Prof. Ayla Oğuş Binatlı stated that the success of İzmir University of Economics made them proud
and said, “In 2002 our department had
this aim and we approached to it step by
step. In addition to the publications of
our lecturers, the two important publication series of our department carried
us to top. One of these is the international economics conference bulletin series
organized collectively with State University of New York, and the other one is the
“working papers” series, which aims to
present latest studies of our lecturers to
the academic world. We will work to rise
in the ranking and make it for top five.”
The most delicious course
The certificate program organized by İzmir University of Economics School of
Applied Management Sciences Department of Culinary Arts and Management
and EKOSEM (İzmir University of Economics Continuous Education Center) is
ready to give its first graduates.
xxx
A visual banquet
The students are graduated from İzmir
University of Economics Culinary Certificate Program, Chocolate and Cake
cooking course. With the four-week training given by Food Engineer Beyhan
Ildız, 50 students learned how to cook
homemade boutique chocolate and cake.
The students that worked with professional equipment and materials created a
visual banquet with the chocolate, fruit and sugar paste cakes. Tatar, Italian,
Local foods and Aegean Cuisine are the
next courses. In Tatar, Italian, Local foods and Aegean Cuisine Certificate Programs that will last one month each, the
students will learn the tastes of the world
cuisine. The students who work with professional equipment in classrooms for 20
people, both learn how to cook and have
fun. Chocolate and Cake cooking course
trainer Beyhan Ildız stated that she was
giving education on cake and chocolate
for four years. Ildız pointed out that the
people who saw their works were asking
how they were made and said, “That is the
important point; to arouse curiosity.” Ildız also said, “My aim is to develop cake
culture. The cake-cooking sector in our
country is 20 years behind. The enthusiasm of the participants in İzmir will carry
İzmir too far.” On the other hand, some
of the participants said that they attended
the course to make healthy food and some
said they attended the course to acquire a
profession.
Turgay Baykal stated that he wanted to
make chocolates and cakes to his wife and
children and said, “I came to this course
from Karşıyaka. I learned the technique
and the ingredients in here. I am very pleased with the course. I also plan to attend
other courses.”
İzmir University of Economics Department of Culinary Arts and Management
first grade student Ercan Atlıer stated that
he would be more successful with this course saying, “Culinary Art is a passion for
me. I use all the opportunities at our university to become a world famous chef.”
http://univers.ieu.edu.tr
Kürtler için yeni bir sayfa daha
Demokratik Toplum Partisi (DTP), Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararla kapatıldı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim
Kılıç, DTP’nin eylemleri yanında, terör
örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki
fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği
anlaşıldığından kapatılmasına oybirliğiyle
karar verdiklerini açıkladı. Mahkeme, Ahmet Türk ile Diyarbakır Milletvekili Aysel
Tuğluk’un milletvekilliklerinin düşürülmesi
kararlaştırıldı. DTP’nin tüm malvarlığının
da hazineye geçmesi yönünde karar alındı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 16 Kasım 2007 tarihinde DTP’nin kapatılması
istemiyle dava açmıştı. DTP, 1990 yılından
beri kapatılan altıncı Kürt partisi oldu.
DTP üyesi 94 belediye başkanı ve dokuz il
genel meclisi başkanı Barış ve Demokrasi
Partisi’ne (BDP) katıldı. Barış ve Demokrasi Partisi, aralarında eski ÖDP lideri Ufuk
Uras’ın da bulunduğu 20 milletvekili ile
TBMM grubunu kurdu.
BDP Milletvekili Hasip Kaplan, DTP’nin
kapatılmasını, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne (AİHM) götüreceklerini
açıkladı. Kaplan’ın verdiği bilgiye göre, hukuki çalışmaların tamamlanmasının ardın-
Siyaset
İnsan Hakları
Şimdi meclise bağlanıyoruz:
“Yaratık”, “H...tir”
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman
Baydemir’in KCK operasyonları sonrasında yaptığı küfürlü açıklamaya büyük
tepki geldi. Küfür ve hakaret modasına ayak uyduranlardan biri de Bülent
Arınç’tı. Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç Emine Ayna’dan “yaratık” diye
söz etti.
Kadın örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının tepkisi ise gecikmedi. Barış ve
Demokrasi Partisi (BDP) Kadın Meclisi, Osman Baydemir’in ve Meclis İdare
Amiri Sırrı Sakık’ın yaptığı küfürlü konuşmaları bir basın açıklamasıyla eleştirerek parti içinde ya da parti dışında
seksist ve hakaret içeren siyasi eylemlere
karşı duracaklarını açıkladı ve küfürlü
üslup kullanan siyasetçilerin özür dilemesini istedi.
Eski başkanlar kelepçeleriyle
“göz” altında
PKK’nın sivil yapılanması olduğu iddia
edilen Kürdistan Topluluklar Birliği’nin
Türkiye Meclisi’ne (KCK/TM) yönelik
Diyarbakır merkezli bu sabaha karşı 9
ilde eş zamanlı düzenlenen operasyonlarda halen görev başında bulunan 10’u
“Bunlar” değil “Emekçi Tekel
işçileri”
Binlerce Tekel işçisi eylemlerine yaklaşık
bir aydır devam ediyor. Özelleştirme nedeniyle iş yerleri kapatılıp özlük hakları başka
kamu kuruluşlarına nakledilmek istenen
Tekel işçileri, 15 Aralık’ta çeşitli illerden
Ankara’ya gelerek AKP Genel Merkezi
önünde eylemlerine başlamışlardı. Özelleştirilen Tekel fabrikalarında çalışan işçiler
başka kamu kuruluşlarına 4-C statüsüyle
nakledilmeye karşı çıkıyorlar. Çeşitli kamu
kurumlarında 4-C statüsü ile istihdam edilen geçici işçiler Bakanlar Kurulu kararı
ile işe alınıyor. Her yıl işten çıkarılıp performansa göre yeniden işe alınan işçilerin
maaşı, aynı işi yapan kadrolu personele göre
yüzde 30-40 daha düşük. Bu kapsamdaki
kişiler ne kamu işçisi sayılıyor ne de devlet
memuru. Her yıl Bakanlar Kurulu kararı
ile kamu kurumları için toplam 21 bin 193
geçici işçi kadrosu ilan ediliyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bunlar bir grubun provokasyonuyla sokağa
çıktılar” şeklindeki sözlerine yanıt olarak
referandum kararı alan 11 bin TEKEL işçisinden 9 bin 265’i 6 Ocak’ta gerçekleştirilen seçimle “direnişe devam etme” kararı
aldılar. Bu kararla direnişlerine önce oturma eylemi, sonra açlık grevi ve bunlardan
sonuç alamadıkları takdirde ölüm orucuyla devam edecekler.
Manisa’da ırkçılık diz boyu: “Siz
hiç aynaya baktınız mı?”
belediye başkanı 36 kişi gözaltına alındı.
Mahkemeye çıkarılırken elleri kelepçelenen ve tek sıraya sokulan tutukluların
fotoğrafı kimi gazetelerin manşetlerinde
‘demokratik açılım hatırası’ olarak yer
buldu. Altı özel yetkili savcı tarafından
ifadeleri alınan eski DTP’lileri Diyarbakır Barosu’na bağlı 100 avukat savunurken, eski DTP’li milletvekilleri gözaltıları oturma eylemiyle protesto etti.
Gündem 11
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Manisa’nın Selendi ilçesinde yılbaşı gecesi
kahvehanedeki ayrımcılıkla başlayan gerginlik, Romanlara karşı ırkçı saldırıya dönüştü. Roman mahallesindeki aileler, 15’i
çocuk, 20’si kadın 74 kişi, Selendi’den Gördes ilçesine gönderildi; geceyi buradaki Roman ailelerin yanında geçirdiler. Yaklaşık üç
bin kişi, ilçede yaşayan Romanların Selendi
çayı kıyısındaki çadırlarına zarar verdi, diğer mahallelerdeki evleri, arabaları taşladı
ve yaktı. Romanlar jandarma karakoluna
götürülürken, polis ve jandarma barikatını
aşarak hükümet konağına doğru yürüyen
kalabalık “Selendi bizimdir bizim kalacak”,
“Romanları istemiyoruz” diye slogan attı.
Güvenlik güçlerinin müdahalesiyle son
bulan olaylarda üç kişi yaralanırken olayın
“Çingeneye çay yok” sözüyle başlayan bir
kavga sonucu yayıldığı belirtildi. Devletin
temsilcisi Vali Celalettin Güvenç’in Selendili Romenler’e hitaben “Siz hiç aynada kendinize baktınız mı?” dediği ortaya
çıktı. Akhisar Çağdaş Roman Derneği
Başkanı Erdoğan Şener, saldırı sonrasında
ilçeden ayrılan 18 ailenin Salihli’de prefab-
‘Sesli’ filmlerin üstadı Zeki
Ökten’i kaybettik
Türk sinemasının başyapıtlarından
‘Sürü’, ‘Düşman’, ‘Kapıcılar Kralı’, ‘Faize Hücum’, ‘Pehlivan’, ‘Düttürü Dünya’, ‘Güle Güle’ gibi filmlerin büyük yönetmeni Zeki Ökten hayatını kaybetti.
dan, başvuru bir iki ay içinde gerçekleştirilebilir.
Kaplan, Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa
Konseyi’nin siyasi partilerin kapatılmasıyla
ilgili standardı olan “Venedik Kriterleri”nin
bu kararda hiçe sayıldığını söyledi.
Zeki Ökten
rike evlere yerleştirileceğini, geri dönmek
istemediklerini, ilçede hiçbir Roman’ın
kalmadığını belirtti. Şener’in verdiği bilgiye göre, şu an Gördes’teki Roman ailelerin
kapılarını açtığı 76 kişilik Roman grubun Salihli’ye yerleştirilmesi için Manisa
Valiliği’nden yazı bekleniyor.
Hrant Dink’in Katillerini Öven
Türkücü Serbest
Hrant Dink cinayetini öven “Plan yapmayın plan” türküsünü söyleyen İsmail Türüt
ve sözlerini yazan Arif Şirin beraat etti.
Şarkıya klip hazırlayıp yayınlayan Hakan
Öztekin 1 yıl 15 gün hapis cezası aldı. Katil zanlısı Ogün Samast’ı öven Türüt ise
türküsünün arkasında olduğunu bildirdi.
Hrant Dink’in ölümünün üzerinden geçen
üç yıla rağmen cinayetin arkasındaki örgüt
bağlantıları hala tespit edilemedi.
Yargıtay: “Ermenilerden özür dilemek suç oluşturmaz.”
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 30 bini aşkın kişinin imza verdiği “Ermenilerden Özür Diliyorum” kampanyasında suç unsuru bulunmadığına karar verdi. Sincan 1. Ağır Ceza
Mahkemesi, bu karara uyarsa, imzacılara
dava açılmayacak. Aralık 2008’de başlatılan kampanya, gazeteci Ali Bayramoğlu,
profesörler Baskın Oran ve Ahmet İnsel,
Dr. Cengiz Aktar ve toplumun çok çeşitli
kesimlerinden katılım almıştı. Kampanyaya
katılanlar, “1915’te Osmanlı Ermenilerinin
maruz kaldığı büyük felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi adıma Ermeni kardeşlerimin
duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür
diliyorum” mesajını göndermişti.
Polis müdürünün ricası da
olmasa...
Polis, 16 Aralık’ta Abdurrahman Mahallesi Bostanpazarı Mevkii’nde Devrimci Halk
Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP-C) bildirisi dağıttıkları iddia edilen Harika Kızılkaya (19) ve Cevahir Erdem’i (28), ardından
onlara destek vermek için toplanan gruptan
Gürbüz Sönmez gözaltına alındı. Polisteki
ifadelerinin ardından Kızılkaya ve Erdem
“terör örgütü DHKP-C’nin propagandası
yapmak”, Sönmez de “örgütsel dokümanlar
hazırlamak” suçlarından tutuklanarak Edirne Kapalı Cezaevi’ne gönderildiler.
Bunun üzerine Erdem’in annesi Fatma
Satıç’ın da aralarında bulunduğu Edirne Gençlik Derneği üyesi 15 kişilik grup,
ABD’nin Adana’daki İncirlik Üssü’nden
çekilmesi ve tutuklanan üç kişinin serbest
Ansızın fenalaşan Ökten, kaldırıldığı
hastanede geçirdiği kalp ameliyatının
ardından yoğun bakıma alınmıştı. Osman Seden, Ömer Lütfi Akad, Metin
Erksan, Memduh Ün, Halit Refiğ ve
Atıf Yılmaz’dan sonra gelen ikinci yeni
kuşak sinemacıların en önemlilerinden
olan Ökten 68 yaşındaydı.
Zeki Ökten’i son yolculuğuna uğurlamak için Beyoğlu Sineması’nda düzenlenen buluşmaya birçok isim katıldı. 10
yıl Ökten’in asistanlığını yaptıktan sonra film çekmeye başlayan Zeki Demirkubuz “Ökten’in insanların yaşadıkları
acılardan dolayı kendini sorumlu hissettiğini ve kimsenin hiçbir ses çıkartamadığı dönemde ‘Ses’ filmini çekerek bu
sessizliğe karşı çıktığını” anlattı. Demirkubuz, filmin çekimlerinde kendisine
selam veren bir askere kafasını çeviren
Ökten’in “Ben bu ülkenin çocuklarına
işkence yapanlara selam vermem” dediğini anlattı.
bırakılması için basın açıklaması yapıp, imza
kampanyası başlattı. İmza isteyen gençlere
bazı kişiler tepki göstermeye başladı. “Burası
Edirne, burada hain yok”, “Kahrolsun PKK”,
“Defolun buradan” sloganları atanlara gençler de sloganlarla karşılık verdi. Sayıları giderek artan ve 750’ye yaklaşan kalabalıktan
bazıları grubun üzerine yürüyünce arbede
çıktı. Kalabalık gençleri linç etmeye çalıştı.
Olayı haber alıp gelen polisler saldırgan kalabalığı durdurmada yetersiz kalınca takviye
ekip istedi. Ekiplerin gelmesiyle dernek üyeleri emniyete götürüldü. Gençleri linç etmek
isteyenler olay yerine gelen Edirne Emniyet
Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü
Hakan Öndoğan’ın “Tamam bitti. Ne olur
dağılın artık” ricası üzerine dağıldılar.
Medya
Amiral Gemisi’nde Özkök artık
dümende değil
Türkiye’de medyanın amiral gemisi olarak
bilinen Hürriyet Gazetesi’nin Genel Yayın
Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün görevini
Enis Berberoğlu devraldı. Özkök 1990’dan
bu yana Hürriyet’in başındaydı. Aydın
Doğan’ın da şirketin başından ayrılması
medyada Doğan ve AKP’nin ilişkilerini yumuşatma çabası olarak yorumlanırken, bir
sene içerisinde Doğan Medya Grubu’nun
aile şirketinden profesyonel CEO’ların yöneteceği bir şirket haline geleceği belirtildi.
Sayfa: Selin Bayraktar, Sarphan Uzunoğlu
12 Medya
Avatar, seni görüyorum
11 Aralık – Happy hour’da öğrenciler
Avatar’dan söz ediyor. Filmin burada da beklendiğini anlıyorum.
14 – 20 Aralık haftası – James Cameron’ın
senaryosuna 15 yıl önce başladığı, son 4 yıldır çektiği Avatar tüm dünyada gösterime
giriyor.
18 Aralık – Sabah Datça’ya doğru yola çıkacak arkadaşımla çocukları yatırıp nasıl ilk
seansa gideriz diye konuşuyoruz, işin içinden
çıkamıyoruz.
20 Aralık – Avatar’ın ikinci günü. Eşim
Dublin’de gitmiş. “Kızılderili öyküsünün
uzayda geçeni” diyor. Daha fazla konuşmasına izin vermeden susmasını istiyorum.
Hakkında bir şeyler bilerek bir filme gitmeyi
sevmiyorum. Bence büyüsünü bozuyor.
21 Aralık – Dayanamayıp okulu ‘kırıyorum’.
2.15 seansı, İngilizce, üç boyutlu. Gündüz
vakti salon dolu. Eşimi arıyorum. “Gözlük
aldın mı?” diyor. Salona girerken heyecandan unutmuşum. Blues Brothers gözlüklerimi alıp oturuyorum. Salona yaşlı bir izleyici
giriyor. Onun 55 yaşındaki Cameron’un
önceki filmlerini izlerken belki de benim yaşımda olduğunu düşünüyorum. Ve başlıyor.
Eskiden 3D filmlere çıplak gözle bakmak
daha zordu. Filmin üç boyutlu oluşunu yadırgamıyorum. Hatta “zaten hep böyle olmalıydı” gibi geliyor. Yine de arada gözlüğü
çıkarıp gözlerimi oğuşturuyorum. Neredeyse
alien kadar ünlü Sigourney Weaver’ı görünce keyifle gülümsüyorum. İşte bu yüzden yorumları okumadan sinemaya gidiyorum.
Daha izlerken filmi tekrar izlemek istiyorum.
İlk izleyişle ikinci arasında çok fark oluyor.
İkincide öyküyü biliyorsunuz. Bu seferlik
kendimi filmin büyüsüne bırakıyorum. Usta
dozajı iyi ayarlamış, karakterler, anlatı, tasarımlar, mekânlar, dil, müzik… Action benim
için biraz fazla ama o sahneleri de gözlerimi
kocaman açıp izliyorum çünkü Cameron’un
dünyası masalsı bir güzelliğe sahip. Peter
Jackson’ın, Tolkien’ın kitaplarını başarıyla
görselleştirdiğini düşünsem de Elflerin Gotik
esintili mimarlığını fazla elf-yapımı bulurum,
olması gerektiği kadar doğal değiller. Avatar’ı
izlerken işte diyorum, işte gerçek Elf şehri
bu. Na’vi halkı belki Kızılderili, belki Afrikalı, bilmiyorum, ama bir elf şehrinde yaşıyorlar. Tolkien onlara belki blue elves derdi ya
da the people of light. Cameron’un tasarımlarına hayran kalıyorum. Pandora’nın yerlileri, hayvanları ve doğası birbiriyle uyumlu.
Yönetmeni tasarımcılarla oturmuş detayları
konuşurken hayal ediyorum. Tasarımlarına
saygı duyduğum diğer yönetmenleri düşünüyorum. Stanley Kubrick’i Cameron’ı eleştirirken düşlüyorum. (Daha sonra Cameron’ın
gençken 2001’i izleyip sinemacı olmaya karar verdiğini ve zamanında Kubrick’i evinde
ziyaret ettiğini okuyacağım.) Bu artık mümkün olmasa da belki Steven Spielberg ile
aralarında bir telefon konuşması geçmiştir.
Ve belki Spielberg kıskançlığını saklayamamıştır. (Yine sonradan Cameron’un film için
tasarlanan stereoscopic kameraların kullanımını görmesi için Spielberg’ün seti ziyaret
‘Avatar’ rekora doğru
B
ir yönetmen düşünün… Her filmiyle
olay yaratan, Hollywood’da çalışmasına rağmen filmleri kült olan, kullandığı
teknolojiler taklit edilemeyen, bilimkurgu denildiği zaman akla ilk gelen isim. 11
yılda hayata geçen, izleyenlere daha önce
yaşamadıkları bir deneyim yaşatan, yüzde
60’ı dijital görüntülerden oluşan ve sinema tarihinde devrim yaratacağı iddiasıyla
gösterime giren bir film. Usta yönetmen,
hikâyesini de geliştirdiği filmi teknolojinin
yeterli olmaması ve bütçenin fazla olması nedeniyle uzun süre hayata geçiremedi.
200 milyon dolarlık bütçe, daha önce kullanılmamış tekniklerle ve klasik Hollywood
yıldızlarının olmadığı bir kadro ile birçok
testten sonra Avatar’ın çekimine başlandı.
James Cameron, “11 yıl önce ilk tretmanı
yazdığımdan beri bu filmi çekmeyi istedim.
Teknik olarak mümkün olana dek sabırla
bekledim. Bu yüzden 3 boyutlu sinemaya
http://univers.ieu.edu.tr
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
bu kadar yatırım yaptım ve yabancı kültür yaratma cesaretini kendimde buldum”
diye konuştu. Tüm dünyada büyük ilgi gören üç boyutlu bilim kurgu filmi ‘Avatar’,
tüm zamanların en çok gişe hasılatı elde
eden filmleri sıralamasında da 2.’liğe yükseldi. İnternet Movie Database’de (IMDb)
yer alan habere göre, yönetmenliğini James
Cameron’un yaptığı, seyircileri koltuklarına kilitleyen sinema tarihinin bu en pahalı
yapımı, gösterime girdiği günden bu yana
dünya genelinde 1,2 milyar dolar hasılat
elde elti. Bu rakamla “Yüzüklerin Efendisi:
Kralın Dönüşü”nün 1.12 milyar dolarlık
hasılatını geçen “Avatar”, tüm zamanların
en çok gişe rakamlarına ulaşan filmleri sıralamasında 2.lük koltuğuna oturdu. Tüm
zamanların en iyi hasılatını yapan film ise
hala, yine Cameron’un elinden çıkan ‘Titanik’ filmi.”Avatar”ın, “Titanik”in 1,84
milyar dolarlık rekor hasılatını geçmesi
etmesine izin verdiğini
okuyacağım.)
Cameron’ın, filmi bilimsel temellere dayandırması ile bu, bir
bilim kurgu örneği
iken aslında tasarımlar
fantastik. O yüzden
insan kendini Orta
Dünya’da ya da bir
masal dünyasındaymış
gibi hissediyor. Benim
exospace/uzaymekân kavramıma da çok
uygun. (Uzaymekân insan ya da başka bir
tür tarafından dünya dışında tasarlanmış
mekânlara deniyor, en azından ben öyle diyorum.) Temelde fazla ‘insan’ müdahalesi
olmadan tasarlanmış bir orman/yerleşke/
kabile/dünya söz konusu. Mavi insanların
en etkileyici farkı saç uçlarındaki sinir uçları
ile orman ya da hayvanlarla ‘bir’ olabilmeleri. Ormanın en etkileyici özelliği ise ‘gece
ışıkları’. Gece olduğunda bitkiler, ağaçlar,
basılan zemin, hatta Na’viler ‘ışımaya’ başlıyor. Cameron’ın cennet imgesi bu olsa gerek.
Işıktan bir doğa ile bir bütün olmak. Ve tabii
uçmak. Uçmaktan daha özgürleştirici ne olabilir? İnsanlarla yerlilerin farkları abartısız bir
biçimde perdeye yansıyor. İki tür de uçuyor,
Na’viler süzülürken insanların demir kuşları
göğü yarıyor. Yerlilerin ağaçlar üzerinde zarif
sıçrayışlarına karşı insanlar kendilerini dev
robotlarla hantallaştırıyor. İnsanların tabut
benzeri yataklarına karşın yerlilerin yarı say-
şimdilik beklenmiyor, ancak bu haliyle bile
yönetmeni Cameron’u, film tarihindeki en
çok kazanan iki filmin yönetmeni yapmasına kesin gözüyle bakılıyor. Vizyona girdiği
günden bu yana yüksek bütçesi, konusu,
sahneleri ve kullandığı teknikle sürekli gündemde kalan ‘Avatar’ın şimdi de kullandığı
sinematografik metaforları konuşuluyor.
Beyaz adam figürü
Filmde, genetik mühendislik sonucu
oluşturulan ‘yerli bedeni’yle Na’vi kabilesinin içine misyoner olarak giren, Sam
Worthington’un oynadığı Jake Sully adlı
karakterin, gezegeni ve yerli halkı insan
ırkına karşı koruması ve “kurtarıcı-lider”
olması akıllara, Hollywood’un kalıp “kahraman beyaz adam” figürünü getiriyor.
Beyaz mesih yalanı
Bazı film yorumcuları, ‘Avatar’ın eski Holl-
dam hafif hamakları var. Çağdaş bilim kurgu
edebiyat ve sinemasının sanal gerçeklik, simülasyon, genetik, first contact gibi konuları
bir peri masalıyla yoğruluyor. Aslında bildik
birçok tartışma alanını bir araya yeni bir biçimde getirişi ile Avatar Matrix’in yaptığını
yapıyor.
Teknolojinin James Cameron gibi bir ustanın
dehasını perdeye aktaracak kadar gelişmesine
şükretmek gerek. Bu, batının maddeci, doğunun mistik yaklaşımının ya da teknolojiyle doğanın gücünün karşı karşıya getirilişiyle
zamansız bir filmken, Irak ya da Afganistan’a
saldıran Amerikan ordusunun ‘hissiyatını’
aktarışıyla bir 2009 filmi. Ancak sinema endüstrisine ya da en azından bilim kurgu ve
fantastik sinemaya getirdiği yeni bakış açısı
ile zamanının ötesinde bir film.
Bunları filmden çıkar çıkmaz yazıyorum.
Şimdi eve gidip gönül rahatlığı ile yorumları
okuyabilirim.
Yrd.Doç.Dr. Gül Kaçmaz Erk
ywood kalıplarını kullandığını ve “beyaz
mesih masalı”nı sürdürdüğü görüşünü ifade
ederken, bazı eleştirmenler, filmin, Avrupalı göçmenlerin Amerika Kızılderililerini yerinden etmesi metaforunu kullandığını öne
sürüyor.
Kısa kısa
Filmin bütçesi 200 milyon dolar ama tanıtım ve diğer masraflarla birlikte toplam
maliyet 400 milyon doları aşıyor.
Filmde Na’viler’in konuştuğu dil tamamen
dil bilimciler tarafından uyduruldu.
Görüntülerin yüzde 60’ı bilgisayarla yaratılmış görüntüler, yüzde 40’ı canlı aksiyondan oluşuyor.
Filmde James Cameron’ın geliştirdiği ‘Reality Camera System’ kullanıldı. Derinlik algısını güçlendiren ‘Reality Camera System’ iki
yüksek çözünürlüklü kameradan oluşuyor.
Halil Türkden
AVATAR –Pandora’ya yolculuğa hazır mısınız?
Tür: Gerilim/Bilimkurgu/Aksiyon
Gösterim Tarihi: 18 Aralık 2009
Yönetmen: James Cameron
Senaryo: James Cameron
Görüntü Yönetmeni: Mauro Fiore
Yapım: 2009 ABD
A
vatar, bilimkurgu, fantastik, macera ve aksiyon türlerinin bütününü içinde barındıran bir yapım. Filmin
%60’ı dijital platformda son teknoloji
ile hazırlanmış. Filmin konusu gelecekte belirlenmemiş bir yılda kurgulanmış.
Dünyada bazı kaynaklar tükendikten
sonra başka gezegenlerde bu kaynakları
arayan insanlık Pandora gezegeninde aradığını buluyor. Pandora, dağların havada
asılı olduğu, bitkilerin rengarenk ışıklar
saçtığı, harika tasarlanmış bir gezegen.
Pandora gezegeninin yaşayanları farklı
klanları olan Navi halkı. Navi’ler iki metreyi aşkın vücutları, farklı renklerdeki tenleri kuyruklari ve saçlarinin uçlarındaki
duyu organlari ile yaşadıkları gezegenle,
hayvanlarla, bitkilerle iletişim kurabilen
bambaşka bir ırk. Kendilerine ait dilleri,
dinleri ve yaşama biçimleri bulunmakta.
Yapım bu tasarımlarla izleyiciye harika
görsel ve işitsel sahneler sunuyor. Filmin
konusu, Navi’lerin insanların kaynakları
kullanmak için gezegenlerine onarılamayacak hasarlar vereceklerini bildikleri
için bu işgale direnmeye karar verip onlarla gezegenleri için savaşmaları üzerine.
Kahramanlarımızdan Jack Sullivan (Sam
Worhington) bu savaşta Navi’ye dönüştürülmüş bedeniyle aslında Navi’ler ve
insanlar arasında bir köprü. Her ne kadar Navi bedeni ve tüm mimikleri dijital
olarak hesaplanarak tasarlansa da yapım
oyuncuların duygu yoğunluğunu yansıtmakta izleyiciye oldukça tatminkar
sahneler sunuyor. Navi halkının güzel
prensesi Neytiri(Zoe Saldana) ile Jack arasındaki aşk, Jack’e gerçek bir Navi olması
için zorlu bir öğrenim sürecini başlatmaya
karar kılan Klan kralının Neytiri’yi görevlendirmesi ile başlıyor. Filmdeki oyunculardan sadece biyolog rolü ile karşımıza
çıkan (Alien’da da üstün performansı ile
tüm eleştirmenlerce beğenilen) Sigourney
Weaver şöhret sahibi. Tüm kahramanların
oyunculuk performansları insan ve Navi
hallerindeki mimikler tamamıyla birbirine örtüşüyor. Bu yüzden aslında dijital
olarak değerlendirilmesi gereken oyuncu
performansı izleyiciye oldukça gerçekçi
ve duygusal izlenimini veriyor. Filmin yönetmeni Titanik, Terminator gibi hasılatlı
filmler çeken dünyanın en çok kazanan
yönetmenlerinden James Cameron. James
Cameron bu filmin senaryosunun 12 yıl
önce hazırlandığını, teknik inovasyonların filmi çekmek için yetersiz olduğu için
yapımı ancak şimdi gerçekleştirebileceği
için beklediğini söylüyor. Fakat yönetmen
yapımının senaryosunda izleyiciye klişeleşmiş bir işgal metaforu, sıradan bir aşk
hikayesi sunmaktan ileri gitmiyor. Ayrıca
filmde insanların kullandığı robotlar ve
helikopterler
daha önce yine
Cameron’un
çektiği Aliens
filminde kullanılan robotlarla, bilgisayar
sistemleri de Azinlik Raporu’ndaki tasarımlarla aynı. Bu yüzden bazı sahneler
savaş oyunlarını ya da çizgi filmleri anımsatıyor. Filmde atmosferi ve tasarımı etkileyici kılan Pandora’nın harika doğası
ve Navi’ler. Avatar teknik ve görsel açıdan
oldukça başarılı bir yapım. Filmin sunduğu teknolojik ve görsel şölen Cameron’un
12 yıl beklemiş olmasını sevindirici kılıyor. Pandora ve Navi halkı tutkunlari için
yapımın devam filminin cekileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Başka bir gezegene
yolculuğa hazır mısınız?
Hande Uz
http://univers.ieu.edu.tr
Kültür-Sanat 13
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
Sert olan müzik değil, hayat
S
ahnede büyüyen, internette ya da herhangi bir mecrada kolayca rastlayamadığımız, bir şekilde ulaşılmazlığını her daim
korumayı başarmış bir kadın Şebnem Ferah.
“Kadın” kelimesinin hakkını dolu dolu verdiği albümlerine “Benim Adım Orman” da
eklendi. On senedir bu konseptte bir albüm
yapma fikrinin olduğunu söyleyen Şebnem
Ferah’ın yeni albümü, Can Kırıkları’nın
kapanış parçası Hoşça Kal’a nazire yaparak
Merhaba ile başlıyor.
Merhaba Şebnem Ferah tutkunlarının alıştığı parçalardan biri. “Olduğu gibi seven”
birini arayanlar için ve yeni bir merhabadan
korkmayanlar için marş haline gelmesi kaçınılmaz. Zaten bu albümün genel havası,
hüzne hoşça kal demese de hüznü hayat
biçimi haline getirmekten vazgeçip yaşadıklarıyla barışmış, onları anlamış bir kadın
portresi sunuyor. Albüme adını veren “Benim Adım Orman” ise merhaba gibi yeni
bir hayatı kendini tanımlayarak çağıran, kısa
zamanda dile dolanan ve Şebnem Ferah dinlediğinizi hissettiren türden. Nazım Hikmet
Ran’ın “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür”
dizelerini anımsatan şarkı Şebnem Ferah’ı
bir şarkı sözü yazarı olmanın ötesine taşıyor. Albümün klip şarkısı yalnız ise Şebnem
Ferah’ın söz yazarlığı yönünün ne kadar geliştiğinin en güzel kanıtlarından bir diğeri.
Zaten bu albüm Şebnem Ferah’ın bütün
albümlerinin yanında müzikal kalite olarak daha iyi bir yerde durmasa da söz bakımından gerçekten insana farklı şeyler veren
türden. Özellikle Kelimeler Yetse’deki alda-
Bülbülü Öldürmek
tılmış ve kırılmış kadın figürü yerini acıyla
olgunlaşmış; ama umudu da taşıyan, hayata
bağıran değil onu barışa çağıran bir kadını
getirmiş. İstiklal Caddesi Kadar ise o özellikle İstiklal’den bir kez olsun geçmiş kalpler
için oldukça vurucu ve güzel bir şarkı.
Şebnem Ferah’ın yıllardır orada olan ve aynı
şekilde güçlü kalmayı beceren ustalardan
yola çıkarak yazdığı Eski ise albümün sürprizlerinden. Özellikle “sıradan basit bir günün uğruna, hiç dua etmemiş hiç yalvarmamıştım” dizeleri başlı başına şarkıyı taşır ve
götürür nitelikte. Albümdeki “Bazı Aşklar”
ve “Ateşe Yakın” gibi şarkılar ise Şebnem
Şebnem Ferah
Ferah’ın ilk albümlerinin havasına yakın.
Albüm Can Kırıkları’yla çıkılan müzikal
yolculuk için yeni bir durak olmamış. Şebnem Ferah Can Kırıkları’ndaki tarzını geliştirmek yerine, geçmişe de dönerek o tarzı
biraz melezleştirmiş. Doğal olarak sert albüm beklentilerini boşa çıkarmış; ancak şu
da var ki Şebnem Ferah popüler kültür için
önemli bir figür ve bir müzik kültürünün
değil müzik dinleyen kitlenin neredeyse tamamının ilgilendği işler yapıyor.
Sarphan Uzunoğlu
Gecedeste’yi beklerken
F
erhan Şensoy’u nasıl bilirsiniz? O
ünlü kavuğun sahibi, sivri dilli mizahın temsilcisi ve Türkiye’de halka inebilmiş sayılı tiyatro eserlerinin bir kısmının
yazarı olarak muhtemelen. Şensoy’un
hayatı her şeye rağmen sanata demir atmış bir gemi gibidir. Babasına rağmen
Mekteb-i Nefise yıllarında tiyatro yapması da Fransa’dan Kanada’ya uzanan ve
O’na Kanada’da yılın yönetmeni ödülünü
kazandıran yolculuğu da yakın dönem tiyatro izleyicisi tarafından çok da bilinmeyen detaylardan.
Ferhan Şensoy Haldun Taner’den devraldığı bayrağı Bertolt Brecht’in Karl
Valentine’nin ve daha nice sanat üstadının
birikimiyle harmanlayarak kendi tiyatrosunu yaratmış. Ünlü Magic Circus’taki
yıllarında Jarome Savary ile birlikte tiyatronun modern yüzüyle çıplaklığını birleştirmeyi öğrenmiş. Ferhan
Şensoy absürd
tiyatro tekniğiyle bulvar
tiyatrosunu
bu kadar iyi
harmanlamasını farklı
ekollerden
ustalarla çalışabilmiş olmasına borçlu. Şahları da
Vururlar’dan
M u z u r
Ferhan Şensoy M ü z i k a l ’ e
uzanan siyasi muhalif tavrının ulaştığı
son nokta ise 2019. 2019 isimli oyunuyla
Şensoy günün ve dünün iktidar noktalarına eleştirel bir gözle bakmakla kalmıyor
tiyatronun ve tiyatrocunun bu kadar tartışıldığı bir dönemde safını belli ediyor.
Ferhan Şensoy’un keşfedilmemiş iki yanından da bahsetmek gerekir. Ferhan Şensoy başarılı bir öykücü, romancı ve şair.
Elveda SSK gibi bir kurgu romandan Kalemimin Sapını Gülle Donattım gibi otobiyografik bir romana uzanan yelpazede
Şensoy hakim olduğu anadilinin sınırlarını tekrar çiziyor ve dilin zenginliğini bir
kez daha kanıtlıyor. O’nun asıl bilinmez
yanı ise şairliği. Gündeste isimli şiir kitabı
bugün piyasada az da olsa bulunabiliyor;
ancak sahafların gözdelerinden biri olduğu ortada. Şensoy’un ölçeklere sığmayan
şiir dili bir dil üstadının atölyesinden
çıktığını belli ediyor. Otobiyografik nitelikleriyle şiirler, bir erkeği, bir sanatçıyı,
bir hayatı anlatıyor. Gündeste’den sonra
Gecedeste ve Dündeste isimli iki yayımlanmamış şiir kitabı daha olan Şensoy’un
kitapları ne zaman okuyucuyla buluşturacağı ise henüz bir sır. Sarphan Uzunoğlu
Ben böyle veda etmeliyim / Can Dündar
İ
smail Cem... Türkiye siyasetine damgasını vurmuş bir entelektüel, aydın,
gazeteci, Galatasaray tutkunu bir taraftar, bakan ve kendi ölümünü anlatan
bir şair. Türkiye’nin en uzun süre görev
yapmış dışişleri bakanlarından biri olan
İsmail Cem, bu kitapta yaşamının son
üç ayında hayatına dair bir değerlendirme yapıyor aslında. Çocukluğundan lise
yıllarına, TRT döneminden bakanlığına,
hayal kırıklığına uğradığı Yeni Türkiye
Partisi girişiminden CHP’ye dönüşüne
kadar Can Dündar’a içtenlikle anlatıyor
Halil Türkden
Medya ve İletişim Bölümü
hikayesini. Kendi ölümünü kaleme almış
bir şairin vasiyeti gibi bir kitap bu. Hastalığının ilerlediği dönemde sanki fazla zamanı kalmadığını anlamışçasına söyleşiyi
hızlandırmak istemesi ve son sözlerini bu
söyleşiye vermesi de kitaba ayrı bir değer
katıyor. Daha çocuk yaştayken varlıklı
bir ailenin çocuğuyken, bende var ama
diğerlerinde neden yok diye sorabilen,
siyasete servet kazanmak için girenler yerine servet sahibiyken siyasete girebilen
bir şahsiyet. Ve bu eser İsmail Cem’i her
yönüyle anlatırken, Türkiye siyasetini
de inceleme
fırsatı veriyor
okurlarına.
Görevi filleri
kuyruğundan çekerek
tepeleri aşırtmak
olan
bir
büyük
adamın hayatını anlatan, ölümünün birinci yıldönümünde İş Bankası Kültür
Yayınları’ndan çıkmış olan bu söyleşi
Can Dündar imzalı.
A. Eren Küçük
Geçtiğimiz günlerde kitabını ve filmini
bir oturuşta afiyetle bitirdiğim bir hikayeden söz edeceğim.Büyük Buhran
yılları, 1930’lar, Amerika’nın bezgin ve
sıkıntı dolu güney eyaletlerinden birinde – Alabama’da – geçiyor hikayemiz.
Filmi izlerken, barındırdığı temalara
dikkat edelim öncelikle. Amerikan toplum yapısındaki sosyal hiyerarşiyi, ırkçılığın 30 ve 40 lardaki durumunu, cinsiyet ayrımcılığını ve sınıfsal çatışmaları
rahatlıkla gözlemleyebiliriz.Ne önemli
bir tesadüftür ki,hayatını sınıfsal çatışma ve ırkçılıkla mücadeleye adayan siyah Baptist rahip Martin Luther King
de bu yılların çocuğuydu. “Bülbülü Öldürmek”, Harper Lee’nin 1960’ta yazdığı, Pulitzer ödüllü aynı adlı çok satan
otobiyografik romanından uyarlanan ve
birçok akademi ödülüne layık görülmüş
dramatik bir filmdir. Günümüz popülarizminden çok uzakta, toplumsal yapıyı
çok daha bilimsel ve ahlaki bir biçimde ele alan bir film “To Kill a Mockingbird”. 1930‘larda ABD’nin güney
eyaletlerinden Alabama’da ırza geçme
suçundan tutuklu siyah bir adamın savunmasını üstlenen, onu savunurken de
önyargılı ve hoşgörüsüz kasaba halkına
karşı duran ilkeli ve cesur bir avukatın
öyküsünün anlatıldığı bu siyah beyaz
film uyarlandığı roman kadar ses getirmişti. Cesur avukatımız Atticus Finch
eşini kaybetmiş ve 2 çocuğuyla başbaşa
kalmış bir baba, aynı zamanda da bir
idealisttir. Evin küçük erkeği Jem ve
kız kardeşi Scout arasında yaşanan bir
çok diyalogta seksizm imgelerini rahatlıkla görebiliriz.Hikayenin geçtiği 1930
Amerikası, kadının korunmaya daima
ihtiyacı olan ve erkeğin himayesi altındaki bir varlık olduğunu benimseyen bir
ülke, beyazın siyahtan sütle mürekkep
kadar ayrılabildiği bir ülke, doğruların
masumiyet çukurlarına gömüldüğü bir
ülkedir. Siyah ırk, ancak hırsızlık yapar,
tecavüz eder ve öldürür. Filmde ilk bakışta içinizin ısındığı bir isim var; Scout. Erkeksi tavırları, cesur ve girişken
edasıyla, meraklı bakışlarıyla daima babasının ve ağabeyinin baş belası olmuştur. Scout Finch, esrarengiz komşuları
Boo Radley in gizli kalmışlığını ortaya
çıkarmanın, onu incitmenin, bülbülü
öldürmek gibi bir şey olduğunu belirtir
diyaloglarda. Aslında film boyunca, bir
Richard Wagner müziği misali, leitmotif
olarak aralara serpiştirilmiş bir bülbül
imgesi görüyoruz. Hani yeri gelir de,
“masumiyet bu kadar da masumlaştırılır mı arkadaş” diyebilirsiniz, fakat bu
hikayede insanoğlunun masumiyetinin
altında yatan iyi-kötü ayrımını, ahlak
değerlerini sıfırdan inşa edişini, iki küçük Amerikan çocuğunun gözünden ve
kalbinden yaşayacaksınız.
Her yıl Ocak ayının 3. Pazartesi onu anıyor ABD. Yaşamasına izin verilseydi eğer
81 yaşında olacaktı bu 15 Ocak’ta. Aktivist, idealist, şiddetin ve ırkçı hareketlerin karşıtı, öldüğünde 39 lakin otopsisi
yapıldığında 60 yaşında bir insanın kalbine sahip, her şeyden önemlisi “bir hayali olan insan”..İyiki doğdunuz Martin
Luther King.
14 Dosya
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
http://univers.ieu.edu.tr
“Özgürlük sırtından vurulmuş, yerde yatıyordu”
Bir hikayeyi vurdular. 19 Ocak 2007 günü öğleden sonra saat 15.00’da Agos’un önünde kocaman bir adam yerde yatıyordu.
Bazıları O’na inatla “Fırat” diyordu. Beyaz bereli çocuk onu vurduğunda ondan esirgenen ismini binler haykırdı, artık
özgürlüğe inanan tüm yürekler Hrant Dink’ti.
T
ürkiye’de ötekilik başarı gerektiren
bir sanattır. Hrant Dink bir öteki olarak 15 Eylül 1954’te Malatya’da
doğdu. Ermeni asıllı bir Türkiye vatandaşıydı. Annesi ve babası 1961’de ayrıldıklarında kardeşiyle birlikte etnik kökeninden başka bir yalnızlığın dünyasına,
yetimhaneye gitmesine karar verildi. Ermeni Yetimhanesi’nde büyüyen Dink için
hayatın adaletsiz yüzü her geçen gün daha
da netleşiyordu. Yetimhanenin dışındaki
hayatın adaletsizliğinden hesap sormanın derdine düşen Dink Türkiye Komünist Partisi’nde Marksist – Leninist bakış
açısıyla siyasete başladı. O artık tam bir
ötekiydi. İnsanların işkencelerde kaybolmasının sıradan sayıldığı, sokaklarda ölümün yalnızca düşünenleri ve masumları
avladığı bir dönemde ailesizliğinin, Ermeni olmasının yanına bir de siyasi kimliğini ekliyordu. Yakalanması durumunda
Ermeni Cemaati’nin zarar görmemesi için
adını mahkeme kararıyla “Fırat” olarak
değiştirdi. Toprağını sulayan nehrin adını
alan Dink’in toprağı ve insanı için mücadelesi 70’lerdeki sol kimliğiyle sınırlı kalmadı. İstanbul Üniversitesi’ndeki zooloji
eğitiminin ardından yetimhanede beraber
büyüdükleri Rakel ile hayatını birleştirdi.
Hrant Dink’in en önemli özelliği nerede var olduğunu unutmamasıydı. Eşi
Rakel’le birlikte kendi kaderlerini paylaşan, Anadolu’dan gelen kimsesiz ve
yoksul çocukların yetiştirileceği Tuzla
Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Buranın her parçasına çocuklar için
emek veren Hrant ve Rakel Dink’in elinden devlet yine çocuklar adına el koydu.
Hrant Dink artık askere gitmeliydi.
O’nu bu kadar bizden biri yapan yanını,
gazeteciliğini ise aldığı eğitime değil, doğruya olan sevdasına borçluydu. Gazete sütunlarında adını ilk olarak yanlış haberlere
yaptığı düzeltmeler ve kitap eleştirileriyle
buldu. O günlerde o sütunların kapladığı
gazetelerden birinin bir ülkenin utancını
örtmek üzere yerde yatan bedeninin üstüne serileceğini bilmiyordu.
Ermeni Kadını her sene doğduğu Sivas’ın
Uludere Köyü’nde on beş gün geçiriyordu. Böylece hasretini gideriyordu. Son
ziyaretinde hayatını yitirmiş, tanıdıkları
beni aradılar, bir yakınını bulmamı istediler. Kızını buldum ve gönderdim. Kızı
gittikten sonra aradım. Cenazeyi getirip
getirmeyeceğini sordum. Kız cevap verdi:
Ağabey, getireceğim; ama buradaki amca
bana bir şey söyledi. Ardından kız ağlamaya başladı. Amca telefonu aldı, kıza ne
dediğini sordum: Oğlum dedi, ben O’na
dedim ki, anandır, malındır, istersen alır
götürürsün; ama beni dinlersen bırak, su
çatlağını buldu...”
Su çatlağını buldu
Özgürlük mahkeme karşısında
Basının gücünü keşfetmişti. Ermeni
Patrikhanesi’nin kapısını çaldı. Dertlerini hem Türk hem de Ermeni vatandaşlara
her iki dilde de anlatabilecekleri, kendi
ifadesiyle Ermeni Toplumu’nun kapalılığını kırmayı amaçlayan bir gazete çıkarmayı önerdi. Kapısının önünde son
nefesini verdiği Agos 5 Nisan 1996’da
Ermeniler’in sesini duyurmak adına ilk
sayısını yayınladı. Agos’un başyazarı, kurucusu ve yayın yönetmeniydi. Agos’u
Türkiye’deki kozmopolit medyanın bir
parçası yaptı. Ermeni Cemaati’nin iç ve
dış havadislerinin yanında fikirlerinin
yayılmasını sağladı. Agos hiçbir zaman
günlük ve her gazete bayiinde bulunabilecek türde bir gazete olamadı. Cemaat
içinde bu durum asla bir dezavantaj olarak görülmedi. Çünkü Ermeni Cemaati,
Diaspora ve Ermenistan farklı anlayışlar
taşıyan farklı güçlerdi. Dink’in amacı ise
her üç gruptan da farklıydı. O tarihiyle
yüzleşen Ermeni ve Türk Devletleri’nin
ve halklarının bir yarını olabileceğine
inanıyordu. O’nun Türk – Ermeni meselesine bakış açısı sık sık anlattığı bir hikayede gizliydi: “Fransa’da yaşayan yaşlı bir
O Ermeni Halkı ile ilgili olarak tek bir
anlayışı savunuyordu. Türkiye’nin topraklarında, sahip olmak için değil ölmek
için gözleri olduğunu her seferinde söyledi. İnsanlar O’nu çok severken, tüm o kurumlar ve devletin asık suratlı yüzü karşısındaydı. Türkiye’den de Ermenistan’dan
da başka bir şey savunuyordu. Ermeni
Diasporası’na içinde “soykırım” kelimesinin geçmediği bir strateji izlemesini
tavsiye ederken Ermeniler’in tepksini çekerken, 2002 yılında Urfa’da verdiği bir
konferansta “Ben Türk değil Türkiyeliyim
ve Ermeniyim” dediği için Türklüğü aşağılamak suçundan üç yıl yargılandı. Sonuçta beraat alsa da gözler artık üstündeydi. Hepimizin sonradan adını duyduğu ve
Türkiye’nin birçok aydınını mahkeme koridorlarında süründüren o kanun O’nun
da kapısını çaldı. 301 basit bir otel odası
numarası gibi gözükse de Dink’in hayatında bir dönüm noktası haline gelmişti.
Bir köşe yazısındaki ifadesinden ötürü,
bilirkişi raporuna rağmen aldığı altı ay
hapis cezası ertelendi. Artık Dink cesaretlenmişti. Olası çözüm için en önemli aktörlerden biriydi. Dünyaca ünlü Reuters’e
verdiği röportajda “Evet 1915’te olan bir
soykırımdı çünkü dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok” demecini verdi. Fransa’da
soykırıma hayır diyenleri cezalandıranları
lanetleyen Türkiye, Türkiye’de Ermeni
Soykırımı oldu diyen bir aydına sahip
çıkamadı. Demokrasi farklı bayraklar altında farklı tanımlara bürünüyordu. Oysa
Dink’in tezi Diaspora’dan da Türkiye’den
de farklıydı. O 1915 olaylarının sorumlusu olarak Osmanlı Devleti’ni değil Avrupa ülkelerini ve onların politikalarını gösteriyordu. Dink’in tezi suçlamalar kadar
ses getirmedi. O artık bu toprağın sözde
sahiplerinin hedefindeydi. Ötekiliği tasdiklenmişti. Artık fişlenmiş bir aydındı.
Aşırı milliyetçi grupların hedefindeydi.
Sonradan ortaya çıktığı üzere, emniyet
güçlerinin öldürüleceğinden haberi vardı.
“Ruh halimin güvercin tedirginliği”
Dink ölümünü hissetmişti. Son yazısının
başlığı “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” idi. Türk Devleti adına, Kerinçsiz’in
başını çektiği bir hareket tarafından linç
edilişini ve Türkiye’yi terk edip etmeyeceğine dair fikirlerini anlatıyordu. AİHM’ye
kadar gidecekti. Türkiye’nin O’nu böylesine çabuk reddedişini belki de geçmişinden kalan bir sızıyla kabullenemiyordu.
İyiliği için yaşadığı ülkesine karşı olduğunu davul zurna eşliğinde devletin yargıçlarının güvencesinde ilan ediyordu düşmanları. Artık namlunun ucundaydı.
19 Ocak 2007 günü yazısını yazdı. Taze
bir dedeydi Hrant. Hayatı boyunca gelecekleri için emek verdiği çocuklardan biri
tarafından öldürüleceğini bilmeden çıktı
Şişli’deki Agos’tan. Güvenlik kameralarınca tespit edilmiş o beyaz bereli çocuk
beyazın tüm masumiyetine karşın dama-
Hrant Dink
rına akıtılan zehrin etkisiyle, sözde milleti
adına, Hrant’ı acımadan vurdu. Vurulan
bir gazeteci değil, bu ülkenin barışına
adanmış bir başka ruhtu. Tüm televizyon
kanallarında O vardı. Bu sefer hain değil
mağdurdu. Bir anda herkes önünde saygı
duruşuna geçti. O’nu öldüren çocuk Türk
Bayrağı önünde devlet memurları ile birlikte zafer pozu verirken, O’nla son dönemlerde sık sık kavga eden Nihat Genç
bile arkasından gözyaşı döküyordu. Oysa,
Orta Doğu’yu beraber gezmişlerdi.
Eşi Rakel, cenazesinde “Bebeklerden katiller yaratan zihniyetin” Hrant’ın katili
olduğunu söylüyordu. Belki de aklında
Tuzla’da devletin ellerinden aldığı o çocukların geleceği vardı bunları söylerken.
Hrant’la elleriyle çocuklar için kurmaya
çalıştıkları geleceğin hayali, bir başka çocuğun elleriyle kana bulanmıştı. Önemli
olan O çocuğun ırkı değildi. O’nu o hale
getiren şeydi. Bugün Dink kendi çatlağını buldu. Bir Ermeni Mezarlığı’nda kendi
toprağında özgürce uyuyor. Adalet sistemimiz ise bu uykuya eşlik eder gibi gözükse de Hrant için insan zincirleri kuruluyor, birçok dilde pankartlarda “Hepimiz
Hrant Dink’iz”, “Hepimiz Ermeni’yiz”
gibi sloganlar yer alıyor. Hrant’ın ölümü
on binleri bir araya getirdi; yaşamı ise
onurlu bir mücadeleydi. Bir gazeteci daha
ölmeden on birlerin birlikteliği Hrant
gibiler sayesinde halkların birlikteliğine
dönene dek Redd’in Dink için yazdığı
şarkıya kulak vermekte fayda var: Kurşun
geçirmez yelekleri vardı / Ben çıplak yaşarken / Fikrime barut kokusu sokuldu /
Medeniyeti ararlarken...
Kurşun geçirmez yelekleriyle barış için
konuşan adamların karşısında delik ayakkabısıyla duran bir Hrant’ı daha kaybetmeye tahammülümüz olmamalı...
Sarphan Uzunoğlu
http://univers.ieu.edu.tr
•
SİNEMALAR,
FİLM GÖSTERİMLERİ
Fransız Kültür Merkezi
Melekler Ve Kumarbazlar
Rehber 15
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
mış, Erkan Petekkaya, Alper Kul, Yavuz
Bingöl
Tür: Romantik / Dram
Süre: 100 dk.
Yapım: 2009, Türkiye
22-28 Ocak
Ölümcül Tuzak
Yönetmen: Anne Fontaine
Oyuncular: Audrey Tautou, Benoit
Poelvoorde, Alessandro Nivola, Marie
Gillain, Emmanuelle Devos
Tür: Biyografi / Dram
Süre: 105 dk.
Yapım: 2009, Fransa
12-18 Şubat
16-20, 23-27 Şubat
Hünkar ile Mimar
Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi
18-21 Şubat
Bir Garip Orhan Veli
Şöhret
Yönetmen: Kevin Tancharoen
Oyuncular: Kay Panabaker, Naturi
Naughton, Kherington Payne, Megan
Mullally
Tür: Komedi / Dram / Müzikal
Süre: 107 dk.
Yapım: 2009, ABD
19-25 Şubat
Yetimhane
Yönetmen: Ertekin Akpınar
Oyuncular: Cem Davran, Bülent Şakrak, Kutay Köktürk, Nail Kırmızıgül
Tür: Dram
Süre: 90 dk.
Yapım: 2009, Türkiye
8-14 Ocak
Gitmek
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
16,17 Şubat
Yönetmen: Kathryn Bigelow
Oyuncular: Jeremy Renner, Anthony
Mackie, Brian Geraghty, Ralp Fiennes,
Guy Pearce
Tür: Savaş / Aksiyon / Dram
Süre: 131 dk.
Yapım: 2009, ABD
29 Ocak - 4 Şubat
Yoksun
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
23, 24 Şubat
Felatun Bey ile Rakım Efendi
Dönüşüm
Yönetmen: Juan Antonio Bayona
Oyuncular: Belen Rueda, Fernando
Cayo, Roger Princep, Mabel Rivera
Tür: Gerilim, Dram, Korku
Süre: 105 dk.
Yapım: 2007 - Meksika/İspanya
26 Şubat - 4 Mart
•
KONSER
Ozee
Murat Boz
19 Şubat Cuma
Yönetmen: Hüseyin Karabey
Oyuncular: Ayça Damgacı, Hama
Ali Kahn, Volga Sorgu, Ani İpekkaya,
Mahir Günşiray
Tür: Dram, Romantik, Savaş
Süre: 93 dk.
Yapım: 2007, Türkiye
15-21 Ocak
Gecenin Kanatları
Manga
26 Şubat Cuma
Yönetmen: Marina de Van
Oyuncular: Sophie Marceau, Monica
Bellucci, Andrea Di Stefano, Thierry
Neuvic, Brigitte Catillon
Tür: Dram
Süre: 125 dk.
Yapım: 2008, Fransa
5-11 Şubat
Teoman
5 Mart Cuma
Moğollar
12 Şubat Cuma
Konak Melek Ökte Sahnesi
25-27 Şubat
Dona Agata’nın Kaçırılışı
Narlıdere Kültür Merkezi
25 Şubat
•
OPERA & BALE
Adriana Lecouvreur
(İzmir Prömiyeri)
18, 20 Şubat 20.00
Coco Chanel’den Önce
Cinderella, Bale
25 Şubat 20.00
•
Aşk-ı Memnu, Opera
21, 22, 23 Ocak 20.00
TİYATRO
İzmir Devlet Tiyatrosu
Sakarca
Konak Melek Ökte Sahnesi
14, 21 Şubat
Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
12-14 Şubat
Yönetmen: Serdar Akar
Oyuncular: Beren Saat, Murat Ünal
Bavul
Konak Melek Ökte Sahnesi
•
FUAR
Educaturk
Türkiye’nin en büyük eğitim fuarı
Educaturk 11-13 Mart tarihleri arasında
İzmir Kültür Park’ta kapılarını açıyor.
3 gün sürecek olan fuarda, yüzlerce
yerli ve yabancı eğitim kurumunu aynı
platformda inceleme imkanına sahip
olacaksınız.
Tarih: 11 - 13 Mart 2010
Ziyaret saatleri : 10.00 - 16.00
16 Spor
Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19
http://univers.ieu.edu.tr
Dünyanın en büyüğü Barselona
F
utbolda 6. FIFA Kıtalararası Kulüpler
Dünya Kupası Finali’nde mutlu sona
Arjantin temsilcisi Estudiantes’i uzatmalar sonucunda 2-1 yenen Barcelona ulaştı.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu
Dabi’de düzenlenen final müsabakasında
Barcelona, son Şampiyonlar Ligi şampi-
yonu olarak Avrupa Kıtasını, Estudiantes
ise Libertodores Kupası şampiyonu unvanıyla Güney Amerika’yı temsil etti.
Maça iyi başlayan Estudiantes 37. dakikada Boselli’nin ayağından bulduğu
golle 1-0 öne geçmesine rağmen bu üstünlüğünü koruyamadı ve 89. dakikada
Pedro’nun golüyle maç 1-1 sona ererek
uzatmalara gitti. Uzatmaların 110. dakikasında Messi ile ikinci golü bulan Barcelona 2006 da kazanamadığı kupayı 2009
yılında müzesine götürmeyi başardı. Bu
sonuçla birlikte Barcelona, Dünya Kulüpler Şampiyonasını kazanarak bu sezon
NBA starları bu yaz İzmir’de
28 Ağustos – 12 Eylül tarihlerinde
Türkiye’nin ev sahipliğini yapacağı 2010
Dünya Basketbol Şampiyonası grup kurları çekildi. Buna göre A Grubu’ nda; Arjantin, Sırbistan, Avusturalya, Almanya,
Angola ve Ürdün, B Grubu’nda; Amerika,
Slovenya, Brezilya, Hırvatistan, İran, Tunus, C Grubu’nda; Yunanistan, Türkiye,
Porto Riko, Rusya, Çin, Fildişi Sahili, D
Grubu’ nda; İspanya, Fransa, Kanada, Litvanya, Yeni Zellanda, Lübnan gruptan çıkmak için mücadele edecekler.
A Grubunda mücadele verecek takımlar maçlarını Kayseri Kadir Has Spor
Salonu’nda, B Grubu’nda yer alan ekipler
İstanbul Abdi İpekçi Arena’da, Ay -Yıldızlı millilerimizin de yer aldığı C Grubu ise
henüz inşası devam eden Ankara Arena’da,
D Grubu grup maçlarını İzmir Halkapınar
Spor Salonu’nda tamamlayacak. Şampiyonanın final ayakları bu turnuva için inşa
Tony Parker, Steve Nash, Paul Gasol ve Jasikevicius
edilen 22.500 seyirci kapasiteli İstanbul’da Fransa , Litvanya ve Kanada’nın NBA pabulunan Sinan Erdem Spor Salonu’nda tentli yıldızları olan Paul Gasol, Tony Paroynanacak. İzmrili basketbol severler ise ker, Steve Nash, Jasikevicius ve daha fazlaD Grubu’nda turnuvaya katılan İspanya, sını görme fırsatı yakalayacak.
13. Avrupa Kısa Kulvar Şampiyonası sona erdi
İ
stanbul Abdi İpekçi Spor Salonu’nda 10-13
Aralık tarihleri arasında düzenlenen Avrupa
Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası sona erdi. 41
ülkeden toplam 866 kişinin katıldığı organizasyonda ülkemizi 28 sporcu temsil etti. Yüzücülerin son kez avantaj sağlayan poliüretan boy
mayolarla mücadele verdiği şampiyonada 26 Avrupa, 14 Dünya ve 57 şampiyona rekoru kırıldı..
Bayanlarda 19, erkeklerde 23.4 yaş ortalamasıyla
katıldığımız bu turnuva,, Türkiye için 2006’ dan
bu yana yüzme braşında en başarılı organizasyonlardan biri oldu. 27 Türkiye rekorunun kırıldığı Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası’nda yüzücülerimiz bir yarı final, bir de final yüzdüler.
Organizasyonun en ilginç yönüyse, daha önce
2000 yılında düzenlediğimiz Avrupa Basketbol
Şampiyonası ve 2004’te ev sahipliğini yaptığımız
Abdi İpekçi Arena’ ya sadece bu organizasyon
için iki portatif havuzun inşa edilmesiydi.
altı kupayı birden müzesine götürmüş
oldu. Turnuvanın üçüncüsü ise Meksika
temsilcisi Atlante’yi penaltı atışları sonucunda 4-3 yenen Güney Kore temsilcisi
Pohang Steelers oldu.
Rekor kırdılar
Son dört sezondur yenilgi yüzü görmeden katıldığı tüm şampiyonaları zirvede tamamlayan İzmir BŞB Erkek ve
Bayan Sualtı Ragbi takımları, Samsun’
daki Türkiye Şampiyonası’ nda çifte zafer yaşadı. Her iki kategoride 11
maç oynayan İzmirli sporcular, ilginç
bir rekora da imza attı. Büyükşehir Belediyesi Erkek ve Bayan Sualtı Ragbisi
takımları, attıkları toplam 100 gole
karşılık kalelerinde sadece 1 gol yediler.
İzmir BŞB’nin bayan sporcuları, Ege
Üniversitesi’ni 13-0, Çanakkale’yi 120, İ. Bilimsel’i 4-1, Ümraniye’ yi 9-0,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ ni 7-0,
Erkek takımı ise, İ. Bilimsel’i 13-0 ve
9-0, Sakarya’yı 13-0, Malatya’yı 4-0,
Ege Üniversitesi’ni 4-0 ve Samsun On
Dokuz Mayıs’ı 2-0 yendi.
Bayan Voleybol
Takımımız namağlup
lider
Aroma Bayanlar Voleybol 3. Ligi’nde
şampiyonluk mücadelesi veren İEÜ
Bayan Voleybol takımı ligin ilk yarısını nağmağlup lider bitirdi. 9.
haftada Işıkkent’i 3-1, 10.haftada,
Kuşadası Gençlik’i yine aynı skorla
mağlup eden takımımız, ilk yarının
son maçında klasmanın güçlü ekiplerinden Gelişim Koleji’ ne de şans tanımayıp 3-2’ lik skorla dize getirerek
ilk yarı 32 puanla yenilgisiz kapatmış
oldu.

Benzer belgeler