Aylardan Temmuz

Transkript

Aylardan Temmuz
HALUK LEVENT – AYLARDAN TEMMUZ
Zaman çok hızlı akıyor. Hem de düşündüğümüzden de
ekleyeyim dergiye bundan sonra her ay bir hip-hop sayfası
hızlı.
ayrılmasını özellikle ben önerdim arkadaşlara. Tüm
Daha
ben
birinci
sayının
şaşkınlığını
atlatamadan bir de baktım ikinci sayı çıkmış bile. Şehir
rapçi dostlarıma da buradan başarılar diliyorum.
şehir gittiğim konserlerde beni dinlemeye gelen genç
insanlara dergiyi tanıtmaya çalıştım. Her seferinde
Bu arada yazın en sıcak günleri de başladı. Artık
aynı şeyi söyledim. "Bu dergi benim de ğil sizin derginiz"
aylardan temmuz ve bu yazıyı yazarken aklıma
dedim. İnsanların bu dergi hakkındaki tepkilerini ölçmeye
çocukluğumun temmuz ayları geldi. Bundan yaklaşık
çalıştım.
yirmibeş yıl önce ben daha dokuz on yaşlarındayken
Büyük
bir
çoğunluğu
dergiyi
ilk
olarak
gördüklerinde büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Beni
temmuz aylarım nasıl geçerdi diye düşündüm.
dinleyenler, yaşama benim baktığım gibi bakanlar yani
konserlere gelen genç dostlarım ne kadar sevindi
Yaşadığım mahalle öyle filmlerde görülen cinsinden bir
bilemezsiniz. “Artık bizim de birbirimiz ile iletişim
zengin fakir ayrışmasının olduğu fakir çocukların zengin
içerisinde olabileceğimiz bir ortak noktamız var” diye
akranlarına imrendiği bir yer de değildi. Bizim orada herkes
düşündüler zannediyorum. Bu yayına karşı beklenti ve
fakirdi. Kış aylarında da çalışırdım ama yazın okul
eleştirilerini esirgemeyen tüm okurlara çok teşekkür
olmadığı için çalışmak iyice ön plana çıkardı. Çalışmak
ederim. Çünkü bir derginin çıkmasının ne kadar zor
derken bir Internet şirketinde grafik tasarımcılık da
olduğunu
iyi
yapamazdım tabi ki. Cumartesi günleri bizim mahallenin
biliyorum. Sanırım 13 yıl önceydi. Adana'dayken
Pazar kurulma zamanıydı. Halen bugün Sakıp Sabancı
çıkarttığım bir dergi batmıştı. Bir derginin çıkması ne
ilköğretim okulunun yan sokağında kurulan pazara
kadar zor ise sürekli hale gelmesi ve kendini devam
sabahın köründen giderdik. Giderdik diyorum yanımda ya
ettirmesi ondan daha da zor. Bu konu artık siz sevgili
kardeşim Berkant ya da dayımın oğlu Mustafa (Baş)
okuyuculara
olurdu.
kendi
geçmiş
kalmış
tecrübelerimden
durumda.
Siz
ne
çok
kadar
Sabah
erkenden
Cumhuriyet
Buz
sahiplenirseniz o kadar büyüyecek ve o kadar büyük
Fabrikası’ndan çeyrek kalıp buz alır sonra su ile
işler yapacak bir proje bu. Şundan eminim arkadaşlar:
doldurduğumuz bidona veya termosa koyardık.
Bir yıl sonra bu derginin ve okuyucularının geldiği nokta
herkesi çok şaşırtacak! Bu proje ben de dahil olmak
-buzlu su......
üzere hepimizin kendimizi sanatsal ve kültürel olarak
-buz gibi su.......
geliştirmemizde çok
-serinlemeyene beleş.......
önemli bir araç. Bunu iyi
değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü artık çağımız
iletişim toplumu olarak nitelenmekte. (Aslında ne kadar
garip bir paradoks değil mi? Bu yasadığımız çağ
iletişim çağı olarak nitelendikçe ileti şim kopuklukları,
aile içi ve toplumdaki şiddet, cinayetler, tecavüzler,
intiharlar gün geçtikçe artıyor. Acaba bunlar birbirimizle
çok iyi iletişim kurabildiğimiz için mi artıyor? Bir
düşünmek lazım)
Elimizde bir cam bardak ve bir termos ile harçlık
çıkarırdık kendimize. Tabii arada sırada suyu içip
parasını
vermeyen,
istediğimiz
zaman
da
bize
küfreden veya tokadı basan kaba saba adamlar da
çıkardı. Yıllar sonra İranlı yönetmen Amir Naderi'nin "The
Runner" (Koşucu) adlı filmini izlediğimde bu tür olayların
sadece benim çocukluğuma ait olmadığının farkına vardım.
Bilmiyorum farkında mısınız ama müzik piyasasında
ortaya çıkan ürünler artık gitgide birbirine benzemeye
başladı. Bu durum kendimi bildim bileli böyle
süregelmiştir ama artık işin suyu çıkıyor yavaş yavaş.
Kendine ait bir müzikal dili oluşturabilmiş o kadar az
sanatçı var ki artık yeni açılımlar yeni bakış açılarına
ihtiyacımız var. Bence bizim çocuklar bunu çok iyi tespit
etmişler ki bu sayının dosya konusunu Türkçe rap
söyleyen müzisyenlere ayırmışlar. Bence sonuna kadar
doğru bir tespit. Arkadaşları bu konuda kutluyorum. Bence
rap müzik bugün Türkiye’de hak etmediği bir yerde
bunun zamanla aşılacağına inanıyorum. Sunu da
Filmde yine bir su satıcısı evsiz çocuk bisikletli bir adama
su satıyor
ve adam parayı ödemeden pedala
basıyordu. Bizim çocuk da dakikalarca bisikletlinin
pesinden koşup hatta adamı bisikleti ile beraber yere
devirip parasını istiyordu. Adam da susup çocuğa
parasını veriyordu. Ne kadar güzel bir anlatım. Aslında
böyle bir olay gerçekte olsa çocuk çoktan hastanelikti.
Yönetmen hak dediğimiz şeyin verilmeyeceğini, ancak
alınacağını çok güzel anlatmış. Aynı olay benim başıma
geldiği zaman kaçacak delik arardım. Çünkü dayak
yersem bir de evdekilerden nasibimi alaca ğımı çok iyi
biliyordum. Bu tür haksızlıklarla karsılaşmam taa
GERÇEK GÜÇ – http://haluk-levent.8k.com
HALUK LEVENT – AYLARDAN TEMMUZ
çocukluk yıllarıma dayanıyor anlayacağınız. Daha
Sevgili dostlarım... Yaşam dediğimiz şey sadece
sonra büyüdük tabii haksızlıklar da büyüdü... Neyse
üniversite sınavını kazanmak ve bütün hayatı bunun
nerde kalmıştık? Sattığım her bardak suda ertesi günkü
üzerine kurmakla sınırlı bir şey değil. Öyle görünse bile
deniz macerasını düşünürdüm. Çünkü Pazar günleri eğer
değil. Üniversiteli olmak mutlu olman ın ön koşuludur
şanslı isek büyüklerimiz römorklu bir traktör veya bir
diye bir önerme duymadım hiç. Duyan varsa beri gelsin!
kamyon kiralarlardı. Bütün mahalle doluşur balık istifi
Ama
gibi 45 kilometre uzaktaki Karataş'a giderdik. Yol
gösterisinde bulunup üniversiteye gitmenin bir yarar ı
boyunca dünyanın en verimli ovaları olarak nitelendirilen
yoktur
Çukurova'nın pamuk tarlaları ve o tarlaların yanında
azından üniversitenin kapısından beş kez girmiş biri
çadır kurmuş mevsimlik fellahlar... Fellahların sıtmalı
olarak bunu yapmayacağım. Anlatmak istediğim şey
çamur ve pislik içinde oynayan neşeli çocukları halen
tam da Erich Fromm'un söylediği gibi "Özgürlük
gözümün önünden gitmiyor. Hep kıskanırdım onları
farkında olmaktır". Sizden istediğim şey bu sınav
bugün buradalar, yarın yoklar diye. Kimbilir birkaç ay
sisteminin farkında olmanız. Sizlerin bir veya birkaç yıllık
sonra nereye yol alacaklar. Bizim gibi insanlar böyle
emeklerinin o üç buçuk saatlik sınavla ölçülemeyeceğinin
küçük bir şehre (o zamanlar Adana büyükçe bir köydü)
farkında
tıkılıp kalmıştık. Keşke gezgin olsam diye iç çekerdim.
verdiğim bir konser sonrası tanıştığım biri vardı. Yanlış
elbette
burada
türünden
saçmalıklar
olmanızdır.
hatırlamıyorsam
kalkıp
adi
size
söylemeyeceğim.
Almanya'nın
Hüseyin’di.
Don-Kişotluk
Münih
Yıllarca
En
kentinde
ağır
ceza
Karataş'a gelelim. Deniz kenarıydı orası, gider
hakimliği yapmış ve o sırada Münih'te turist olarak
dünyanın en büyük mutluluğunu veren işi yapıyormuş gibi
bulunuyormuş.
donlarımızla denize girer akşama kadar da çıkmazdık.
karsılaştık.
Sonra akşam yine aynı kamyonla dönerdik. Hafta içi
bekliyordum. Bu bekleme sırasında yaklaşık bir saat
çalışmadığımız günlerde serinlemek için taşköprünün
kadar sohbet ettik. Daha çok o anlattı tabii, bana ne tür
altından akan seyhan nehrine veya tarlaları sulamak
davalara baktığını ne tür insanlarla karsılaştığını karar
için yapılmış su kanallarına gider yüzerdik. Sadece
verirken ne kadar çok zorlandığını anlatmıştı. 'Peki'
benim iki arkadaşım boğularak öldü o kanallarda. Ben de
dedim ben de “çalışma arkadaşlarından en serti en ağır
bir keresinde kıyısından döndüm ölümün.
cezaları veren kimdi?” diye sordum. O da “sendin” dedi
Yine bir temmuz ayıydı.
bana. Ben daha ağzımı açmadan da ekledi: “Bendim,
Ben
Aynı
otelde
dönüş
kaldığımız
uçağımın
için
kalkış
lobide
saatini
bizdik hatta hepimizdik” dedi. “Nasıl?” diye sordum, “Benim
Sonra yine Adana'dan çıkmış bir temmuz şarkısı
hayatta
vardır hani. "İşte ben böyle bir akşamda" diye gider.
yanıtladı, “hepimiz yeri geldiği zaman sanık yeri geldiği
Yıllar sonra yine bir temmuz akşamında bir Hakkari
zaman yargıç oluyoruz. Ama asil tehlike ayni anda hem
konserinde karşılaştım o sıvacı isçi ile. “Abi seni
sanık hem yargıç olduğumuz zaman. O zaman dünyanın
tanımıyorum ama bir şarkı istesem söyler misin?” dedi.
en acımasız yargıcını yani kendini karşında bulursun.
Ben de “Söylerim” dedim. “Benim için diye sordu, İbrahim
Kişi kendini yargılam aya kalkışmasın. En ağır cezayı
Tatlıses'ten Akdeniz akşamlarını söyler misin?”.
uygun görür kendine” Diyeceğim şudur, bu üniversite
öğrendiğim
en
büyük
şey
budur”
diye
giriş sınavında bir yanlışlık varsa inanın bu yanlışta pay
Aylardan temmuz ve henüz on gün önce bu ülkenin bir
sahibi olanlar listesinde ya sonuncu sıradasınız ya da
buçuk milyon genç insanı hayatlarının en büyük
adınız bile yok o listede. Özellikle genç yani kani daha h ızlı
streslerinden birini yaşadı. Bu ülkenin bir buçuk
akan insanlar olarak lütfen en az ından yılın bir ayı kendinizi
milyon genç insanı bütün bir yıl boyunca türkçe
bazı şeylerden sıyırmaya uzaklaştırmaya çalısın. Bu
matematik, tarih, fizik, vs. çal ıştı ve sadece üç buçuk saat
temmuz ayını, yılın diğer onbir ayına inat tembellik
içinde bir yıllık emeklerini kanıtlamak zorunda kaIdılar.
hakkınızı kullanarak kendinize bir iyilik edin ve hiçbir şey
Bu sınava ve bu sınavın beraberinde getirdi ği başarı
düşünmeyin. En azından deneyin bunu. Kendinize iyi
ölçütlerine katlanmak zorunda kaldılar. Bu başarı
davranmayı başaramazsanız bile yine de kazanılacak
ölçütleri ile kendi emeklerini ve hayat sevinçlerini
şeyler vardır. Bir de sizi çok sevdiğimi unutmayın.
yargılamak zorunda kaldılar. Aile ve cevre baskısı
ekonomik gelecek kaygıları derken gecen yıllarda
aralarında intihar eden arkadaşlarımız bile oldu.
Sevgiyle Kalın
Haluk Levent
GERÇEK GÜÇ – http://haluk-levent.8k.com

Benzer belgeler