le t our du monde - g amze cizreli

Transkript

le t our du monde - g amze cizreli
LE TOUR DU MONDE - GAMZE CİZRELİ - PENCEREMİN DIŞINDAKİLER - ŞİİRLİ ŞARKILAR
GLOBAL KEŞİF - DESIGN IT - SAKLI KENTLER - GIORGIO ARMANI - HILLSIDER LIKES - BALAT
TİFLİS - YILBAŞI ŞIKLIĞI - GOOD FOR MEN - İYİ HİSSETTİRENLER - ART BLOG/OFİST RÖPORTAJI
GÖRÜLESİ ŞATOLAR - YILBAŞI TABAKLARI - REMİX - OPEN 24/7 - EN BEĞENİLEN İLANLAR - SUMMARY
Sayı 81 (Aralık 2015, Ocak, Şubat 2016) Üç ayda bir yayımlanır.
TAV
TAV
INDEX
18/22
gamze cizreli
yeme-içme dünyasının sihirli kadını
48/52
hillsider likes
24/26
gail albert halaba
penceremin dışındakiler...
28/32
şiirli şarkılar
bazen şiirden başkası iyi gelmez...
34/36
kith treats
global keşif
38/41
sagalassos ve kibyra
saklı kentler
54/57
balat
uzaktan gelen yakınlar...
60/62
tiflis
grinin tonlarında melankolik buluşma...
88
remix
noel baba
90/94
online shopping
7/24
95
en beğenilen ilanlar
70/72
iyi hissettirenler
96/97
2015’de hillsider
magazine’i seçen markalara
teşekkürlerimizle
74/77
ofist röportajı
art blog
Yayımcı
Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.
Nispetiye Cad. Ahular Sok. No.6 Etiler 34337 İstanbul/Türkiye
T. 0212 362 30 00
Attaş Alarko Turistik Tesisler Arına Sahibi
Genel Yayın Koordinatörü
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Reklam Sorumlusu
Yazı İşleri
İshak Alaton
Edip İlkbahar
Özlem Gökbel ([email protected])
Cağan Şimşek
Serkan Mekikoğlu
İpek Kigan
Ayşem Özbaşaran
Republica
BİLGİ MATBAA
Bedrettin Dalan Bulvarı, Aykosan San. Sit. 4‘lü C blok Kat. -1
No.86/87 İkitelli Başakşehir/İstanbul T. 0212 407 04 20
Basıldığı Tarih
Yayın Türü
84/86
yılbaşı tabakları
yeme-içme
64/67
yılbaşı şıklığı
modanın yılbaşı menüsü...
42/58
look
Çeviri
Tasarım
Basımcı ve Basıldığı Yer
78/82
küçükken hogwarts,
büyüyünce cair paravel...
görülesi şatolar
Aralık 2015
Yerel Süreli Yayın (Dergi)
98
nerelerdesiniz mi dediniz?
99/110
summary
81. sayıya katkıda bulunanlar
Berna Gençalp - Elmira Gürses - İdil Ar - İpek Çakmak - Kaan Türker
Kenan Akoğlu - Mehmet Ali Tokgözlü - Melis Oğuz - Mesut Alp
Müge Emirgil - Nilüfer Artunç - Özlem Yücelener - Rana Korgül
Fotoğraflar
Selin Tokgözlü - Serhat Kapki - Yasin Baran
Tamer Yılmaz
Sayı 81 (Aralık 2015, Ocak, Şubat 2016)
Üç ayda bir yayımlanır.
Hillsider Magazin’de yayımlanan yazı ve fotoğrafların tüm hakları,
Hillsider logosu ve isim hakkı Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’ye aittir.
Kaynak gösterilerek de olsa Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’nin yazılı
izni olmadan hiçbir şekilde yazı ve fotoğraflardan alıntı yapılamaz.
[email protected]
44/46
giorgio armani
zamansızlar
www.hillside.com.tr
12/16
le tour du monde
DÜNYADAN HABERLER
LE TOUR DU MONDE
NARS ve
STEVEN
KLEIN
Yılbaşı için Elele Verdi
1 Kasım’da kozmetikçilerde
satışa sunulan çarpıcı
NARS Yeni Yıl serisi, tatil sezonunun
belki de en göze çarpan
ürünlerinden oluşuyor.
Steven Klein’la bir araya gelerek, Klein’ın
benzersiz yaratıcılığı ve bir bakışta kendini belli
eden görsel tarzıyla hazırlanan pakette,
yeni “Tearjerker” göz kalemi ve maskaranın
içinde bulunduğu üçlü bir göz paketi, tüm takımla
uyumlu dudak kontür çizgisi kalemi, dudak
kalemi ve rujun içinde bulunduğu iki ayrı dudak
seti yer alıyor. NARS’ın Yeni Yıl serisi, markanın
birinci sınıf kozmetik uzmanlığının yanında
Steven Klein’ın sıra dışı paket tasarımıyla da
çok dikkat çekiyor. Mutlaka göz atın.
NEW
YORK
Kutlamaya Hazır
Avrupa ve Amerika’nın en büyük
tatil sezonu Noel için, başkentlerin
sokakları süslenmeye başladı bile.
Özellikle dünyanın başkenti sayılan
New York’ta, her yıl olduğu gibi bu yıl da
seçkin butiklerin vitrin
tasarımları merakla bekleniyordu.
Geçtiğimiz günlerde ardı ardına vitrinlerini
açan dev markalar, yeni Noel sezonuna girerken
izleyenleri; kaldırımları kırmızı, sarı ve
beyaz ışıkla yıkayan, çan seslerinin duyulduğu
heyecan verici bir kutlama havasına sokmayı
başardılar. Barneys’in buz heykelleri,
Lord & Taylor’un klasik Noel süslemeleri,
Bloomingdale’in kırmızı gül bezeli ayna gösterisi
ve daha onlarcası, adeta birbirleriyle
yarışırcasına vitrinlerinin perdesini indirdiler.
Bergdorf, Saks, Macy’s gibi pek çok marka,
dev tasarımcılardan yardım aldıkları ilham ve
yaratıcılık dolu vitrin tasarımlarıyla,
New York’u bir kez daha yaşayan bir sanat ve
kutlama şehrine dönüştürdüler.
Henri Bendel ve Macy’s iç ısıtan tasarımlar
seçerken, Tiffany & Co son derece sade mavi
arka plan önünde bir kış günü alışverişini
yaparken pencereden içeriyi işaret eden bir
çiftle Noel ruhunu yansıtmayı tercih etmiş.
New York’u gezmek için şimdi yılın
en güzel zamanı.
DÜNYADAN HABERLER
Dubai
SOLE
DBX
Fuarı
Spor ayakkabı aşkı başkadır.
Sevdalısını, Danimarka’dan
Rusya’ya dünyanın bir ucundan öbür
ucuna götürür. Hele ki mesele
Highsnobiety’nin çok konuşulan
Dubai’deki spor ayakkabı fuarı
Sole DXB olsun.
Bu yıl dünyanın en iyi spor markalarının ve eşsiz
tasarımcı modellerinin sergilendiği Sole DBX
aklınıza gelebilecek
en çarpıcı spor ayakkabıları stant stant
görücüye sunarken, bazıları mücevher kadar
değerli ürünlerle baş döndürdü. Spor ve
sportif tarz âşıklarının binlercesinin akın ettiği
fuarda; Facto Plutus’un “Gaucho” modelinden
(599$) Nike’ın LeBron 8 “South Beach”
(680$) modeline, Addias Originals’ın
Yeezy 350 Boost’undan (980$), fuarın
en pahalı ürünlerine ev sahipliği yapan
Air Jordan’ın 5000$ değerindeki V “Tokyo 23”
modeline kadar yüzlerce spor ayakkabı
bulunuyordu. İki günlük fuardan pek çok kişi
cepleri hatırı sayılır biçimde
hafiflemiş olarak çıksa da, bir sonraki
fuarı sabırsızlıkla beklediklerini de
belirtmeden edemiyorlar.
VERTU
New Signature
Touch
Akıllı Telefon
Ultra lüksün belki de
eş anlamlı kelimesi VERTU.
Şaşaalı, ihtişamlı ve bir o kadar zarif,
Vertu ne yapsa, içinizdeki asilzadeyle konuşuyor.
Onun gibi başka bir marka yok ki, saf altın,
pırlanta ve birinci sınıf timsah derisini alsın ve
her gün kullandığınız artık standart sayılan o
temel ihtiyacınız cep telefonuna dönüştürsün.
Vertu’nun “New Signature Touch” modeli ilk
görüşte anlayacağınız gibi yüzlerce saatlik bir
el emeğinin eseri. Dış kasası timsah derisi ve
parlak alüminyumla güçlendirilen telefon bordo,
koyu mavi ve siyah renk seçenekleriyle geliyor.
Tüm kasası saf altın olan bir seçeneğinizin
olması ve kasa üzerine istediğiniz ismin
yazılabiliyor olması da cabası.
Android 5.1 Lollipop işletim sistemiyle
5.2 inçlik ekran 1080 çözünürlüklü, oldukça iyi bir
görüntü kalitesi sunuyor. Ekranın kendisi,
130 karatlık safir kristalinden yapılma ve sadece
bir elmas keskiyle çizilebiliyor. 21 megapiksel
arka kamera hem ışık kalitesine bağlı olmadan
üstün çekim deneyimi sağlarken,
hem de inanılmaz bir çekim hızı veriyor.
Üstelik Vertu Dolby ile anlaşarak New Signature
Touch’a bir de Dolby Digital Plus surround ses
teknolojisi eklemiş. Vertu’nun kendi üyeleri için
özel yazılım da içeren telefonu birinci sınıf bir
yaşam tarzını da beraberinde getiriyor.
Fiyatına gelince, kaplaması ve özelliklerine bağlı
olarak Vertu New Signature Touch’ı 9.700$ ile
20,500$ arası fiyatlarda almanız mümkün.
En iyinin de en iyisini isteyen lüks sevenler için...
DÜNYADAN HABERLER
Şişhane’de Gizli Cevher;
CAFE
SAIGON
Şişhane’de İKSV Binası olarak bilinen
Deniz Palas’ın üst katında açılan
Cafe Saigon, alabildiğince uzanan
Haliç manzarası ile İstanbullular’ı
Uzakdoğu lezzetleri ile buluşturuyor.
İspanyol ve Türk asıllı Fabio Suarez’in
Uzakdoğu’nun seçme lezzetlerini Akdeniz
dokunuşuyla yorumladığı bu yeni mekân,
bu aralar İstanbullular’ın en popüler buluşma
noktalarından. Fabio Suarez çocukluğundan beri
her tatilde babası ile birlikte gezdiği her yerde
oranın mutfak alışkanlıkları ve damak tadını
deneyimlemiş, edindiği mutfak sevdasıyla özel
bir restoran açmak istemiş.
Cafe Saigon, Suarez’in gerçekleşen rüyası
olmanın ötesinde birinci sınıf bir hizmet ve
eşsiz bir duyusal ziyafet deneyimi sunuyor.
Nefes kesen Haliç manzarasına karşı
Uzakdoğu’nun zengin aromaları damağınızda
erirken hayatın mükemmel olduğuna
inanmak şaşırtıcı derece kolaylaşıyor.
Bir akşamüstünüzü Cafe Saigon’a ayırın
ve üstün bir yemek deneyimi yaşayın.
NESTLE
150. Yılını
Kutlamaya Hazırlanıyor
2016 yılında 150.yılını kutlayacak
olan dev dünya markası Nestlé,
İsviçre’nin Vevey kentinde
Henri Nestlé’ye ait olan binaları
ziyaretçilere açmayı planlıyor.
Aileler, tüketiciler, çalışanlar ve Nestlé’ye
ilgi duyan herkes için eğlence ve keşif
alanlarından oluşacak olan ziyaretçi merkezi,
şirketin geçmişi, bugünü ve geleceği ile ilgili
bir şeyler öğrenmek isteyenler için eşsiz bir
fırsat sunacak. Ziyaretçiler, Nestlé’nin doğduğu
yer olan Vevey’de, yenilenen binalara
yerleştirilen sergiler aracılığıyla markanın
köklerinin en derinlerine inebilecek,
150 yılda yenilikçi fikirleri olan ufak bir üretici
firmadan nasıl dünyanın her yerinde
330 binden fazla çalışanı olan bir numaralı
sağlık ve besin markası haline geldiğini
görebilecekler. Ufak bir köy misali tamamı
yenilenecek olan Nestlé’nin doğum yeri,
modern çağın en büyük markalarından birinin
yaşayan efsanesine tanık olmak isteyenler için
2016’dan itibaren açık olacak.
JAGUAR
Yeme - İçme Dünyasının Sihirli Kadını
“ GAMZE
CİZRELİ
18/19/20/21/22
Bir insan içindeki cevheri, hayat
amacını fark eder ve bunu yaşamına
geçirebilirse mutluluk, başarı ve
diğer bütün mucizeler birlikte
kol kola geliyorlar bence. Gamze Cizreli de
bunu iliklerine kadar hissedip,
yaşamın onu test etmek için karşısına
çıkardığı bütün tuzaklara rağmen
gerçek arzusunu bulmuş ve
onun peşinden gitmiş bir kadın.
İşine duyduğu aşk, bugün hangi şubesi olursa olsun içeri girdiğiniz
anda buram buram hissedilen Big Chefs’leri yarattı. Özenle ilgilenildiğinizi
hissettiğiniz, huzurla oturup saatlerinizi geçirebildiğiniz, dekorasyonu,
güler yüzlü çalışanları, müziği, sunumları ve lezzetli menüsüyle
en başarılı mekanlardan.
Aslında Gamze Cizreli’nin ailesi onun hiçbir zaman girişimci olmasını
istememiş. ODTÜ İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra
ailesinin istediği yönde Türk-Amerikan ortak girişimi olan ve
savunma sanayinde faaliyet gösteren bir firmada çalışmaya başlamış.
Bu oldukça prestijli görevde basamakları hızlıca çıkmaya başlamış.
Ancak gönlünde her zaman çocukluğundaki o kalabalık, kahkahaların
yükseldiği keyifli sofralar, insanların mutluluğu ile pekişen
yeme-içme alanı varmış. Gönlüne sahip çıkmış, onu dinlemiş,
çok yorulacağını bile bile ikinci iş olarak akşamları,
o yıllarda Ankara’nın en güzel, en özenli mutfağına sahip olan
Röportaj: İpek Kigan
Fotoğraflar : Tamer Yılmaz
“Biz Restaurant” da çalışmaya başlamış. Bütün gün çalışıp,
akşam olduğunda ise restorana koşarak gittiğini görünce, bu işi ne kadar
çok sevdiğini iyice anlamış. İşin her alanını öğrenip, gözlemlemiş.
Hazır olduğunu hissettiğinde işinden istifa ederek eşiyle beraber
Ankara’nın ilk cafesi olan “CAFEMİZ”i açmış. Bu cafe büyük ilgi görmüş ve
zamanla büyümüş. Derken hızlı Çin mutfağı üzerine bir konsept
QUICK CHINA ve onun ardından tamamen bakery-patisserie konseptine
odaklı “KUKİ” ile birlikte yeme-içme sektöründe çok önemli
bir yere gelmiş Gamze Cizreli.
Çok başarılı geçen bu yılların ardından 2006 yılında
aynı zamanda ortağı da olan eşinden ayrılmış ve bu onun hayatına yepyeni
başlangıçları da beraberinde getirmiş. Tüm tecrübeleriyle
“Big Chefs” markasını yaratmış. 2007 yılında ilk Big Chefs Ankara’da
açılmış ve 4 şubeye ulaştıktan sonra Saruhan Tan ile ortak olarak
İstanbul’a gelmişler. Bugün Big Chefs Türkiye’de ve yurt dışında
31 şubesiyle yoluna devam ediyor. Bu noktaya nasıl geldiniz diye
sorduğumda “Dolu dolu bir geçmiş ve iyisiyle kötüsüyle yaşadığım
tecrübeler sayesinde bu noktalara geldim. Hayatta her yaşanılandan
ders almak gerek. Çünkü hepsi sizi bir ileriye taşıyan basamaklar...”
diye cevap veriyor. Ve ondan sonrası akıp gidiyor...
Nasıl bir çocukluk yaşadınız? Çocukluk hayallerinizi
neler süslerdi daha çok?
Çocukluğum Diyarbakır’da geçti; Dicle nehrinin kıyısında
Erdebil köşkünde kalabalıklar içinde büyüdüm.
Hem kalabalık bir aileydik, hem de misafirimiz hiç eksik olmazdı.
Bizim için her yemek, her ağırlama çok özeldi. Titizlikle hazırlanırdık;
adeta bayram neşesi yaşanırdı evde…
Büyük sofralar, çeşitli lezzetler, keyifli sohbetler çocukluğumdaki
en unutulmaz karelerin başında geliyor. Açıkçası yeme-içme
dünyasına olan ilgimin de bu güzel, renkli anılardan beslendiğini,
büyüdüğünü düşünüyorum.
ODTÜ’lü olmak size neler kazandırdı?
ODTÜ ruhunu hala taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
Babamın mesleğinden dolayı Diyarbakır’da geçen çocukluğumun ardından
liseyi Konya’da okudum. Sonrasında en büyük idealim olan
ODTÜ İşletme Bölümü’nü kazanarak Ankara’ya geldim.
Bütün eğitim hayatım boyunca oldukça başarılı bir öğrenci oldum.
Ama aynı zamanda oldukça da sosyaldim. Aktif olarak projelerde
yer almanın yanı sıra arkadaşlarımla birlikte yaptığımız organizasyonlar,
partiler, onlar için özenle hazırladığım sofralar çok keyifliydi.
Hâlâ hepimiz bir araya geldiğimizde o yılları ve yaptıklarımızı keyifle anarız.
İdari Bilimler Fakültesi’nin o renkli ve dinamik ortamında
geçirdiğimiz günler, hayatımın en keyifli zamanlarıydı...
Özellikle rahmetli Muhan Soysal ve Ahmet Acar döneminde, onların
desteğiyle hayata hazırlanmak gerçekten bir ayrıcalıktı.
Gerek akademisyenlerin tarzları ve hayata bakış açıları,
gerekse kazandırdığı dostluklarla ODTÜ’nün insana yepyeni
bir hayat görüşü sağladığı kesin ve bu ruhu da ömür boyu kaybetmek
mümkün değil…
Ankara gibi zor ve seçici bir şehirde başarılı olup,
İstanbul’a yerleşmek radikal bir karar. Bu tarz köklü değişiklikleri
kolay yapar mısınız yapı olarak?
Ankara’nın hayatımdaki yeri gerçekten de çok başka;
üniversite yıllarım başta olmak üzere disiplin, çok iyi dostluklar ve
çok başarılı işler kattı bana. Big Chefs olarak Ankara’ya sığamamaya
başladığımız ve hedeflerimiz adına yepyeni adımlar atmamız gerektiği
noktada rotamızı İstanbul’a çevirmenin zamanı gelmişti.
İlk zamanlar Ankara - İstanbul arasında gidip geliyordum;
ne zamanki işler yoğunlaştı o zaman hayatımı tamamen
İstanbul’a taşımaya karar verdim. Köklü değişiklikler gerçekten
hayatınızda yapmak istediğiniz hedefler doğrultusunda gerekli olan
önemli adımlar oluyor. Karakter olarak oldukça idealist bir yapım var;
kolay kolay pes etmem. Ayrıca değişikliklere hızlı uyum sağladığımı
düşünüyorum.
Dubai’deki 2. şube hayırlı olsun. Big Chef’s i belli bir büyüme planı ile
açtığınızı biliyoruz ancak bu noktaya geleceğinizi hayal eder miydiniz?
Elbette Big Chefs’i kurduğumda hedeflerim vardı ama ben de
bu kadar kısa sürede 31 şubeye ulaşacağımızı tahmin etmiyordum.
Ankara’da amatör ruhla kurulmuş bir markanın Türkiye’yi dünyada temsil
etmesi çok büyük bir gurur ve onur oldu bizler için. Hâlâ bu anlamda
büyümeye devam ediyor, yeni şehirlerde ve ülkelerde kapılarımızı açıyoruz.
Geçen sene açtığımız ve “The Global RLI Awards 2015”te “En İyi Ağırlama”
ödülünü alan Dubai şubemiz markamız için bir dönüm noktası oldu. Yakın
zamanda Dubai’de 2. şubemizi de açtık. Suudi Arabistan ile de 6 şube
açmak üzere bir anlaşmaya imza attık. Bu yolculuk nereye kadar devam
edecek diyecek olursanız gelmeyi hedeflediğimiz nokta New York’ta
Big Chefs bayrağını gururla dalgalandırmak.
Yeni girişimlerden olan Obika’dan haberimiz var.
Henüz bilmediğimiz başka girişimler / yenilikler var mı gündemde
ya da yakın gelecekte?
Evet, büyük bir heyecanla üzerinde çalıştığımız yepyeni bir projemiz var.
Big Chefs’e kardeş bir Fine Fast Food markası çok yakında hizmete
girecek. Adı Dorom.co yani Dürümcü:) Ne yediğinin farkında olanlar için
hızlı, uygun fiyatlı, yerel, güvenilir bir marka olacağına inanıyoruz.
Bu arada Entrepreneurs’ Organization (EO) Türkiye’nin
yeni başkanı oldunuz… Neler söylemek isterseniz bu konu ile ilgili?
Entrepreneurs Organization 48 ülkede 11 binin üzerinde üyenin yer aldığı,
girişimciler tarafından hayata geçirilmiş önemli bir organizasyon.
Bizler de EO’nun Türkiye ofisi olarak son 3 yıldır çalışmalarımıza
hiç durmadan devam ediyoruz. Üyelerimize yönelik gerçekleştirdiğimiz
eğitici ve öğretici etkinliklerin yanı sıra, onların dünyanın her yerindeki
girişimcilerle arasındaki köprü oluyoruz ve işlerini geliştirmeleri için
gerekli ağları sağlıyoruz. Üyelerimiz nezdindeki çalışmalarımızın yanı sıra,
Türkiye’deki girişimcilik ekosisteminin gelişmesi için de gurur duyduğumuz
projelere imza atıyoruz. Böyle güçlü ve etkin bir kurumun başkanı
olmaktan ötürü, elbette ki ben de gurur duyuyorum.
Sizi uzaktan da olsa takip ettiğim kadarıyla
çok güzel bir enerjiniz olduğunu düşünüyorum.
Bu enerjinin kaynağı nedir? Nelerden besleniyorsunuz?
Teşekkür ederim. Bu biraz insanın kendisiyle ilgili.
Kendinizle barışık olursanız ve hayata güzel bakmasını biliyorsanız,
bu da dışarıya yansıyor. Çok şükür oldukça enerjik, kolay kolay
yorulmayan bir bünyem var. Çalışma arkadaşlarım için merak konusudur
bu her zaman. Ama pozitif düşünmenin ve inançlı olmanın etkisi çok büyük
bence. Hayatın bize verilen bir hediye olduğunu düşünüyorum.
İyisiyle, kötüsüyle yaşadığımız her olayın bir sebebi var.
Kimi ödül, kimi ceza, kimi de sınav. Bunu anlayarak ve
kabullenerek yaşadığım için de hayatı seviyor ve dört elle sarılıyorum.
Çok sevdiğim bir Nietzche şiiri var. Hep ezberimdedir.
Aslında O benim hayata bakışımı çok güzel anlatıyor:
Öyle bir hayat yaşadım ki......
Cenneti de gördüm, cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedim ki “söz ver kendine”
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin.
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan, anladım.
Harika... Artık benim de en sevdiğim şiir :) Peki çocuklarınızla aranız
nasıl? Nasıl bir anne olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Bu soru her sorulduğunda aynı cevabı veriyorum. Aslında her kadının
en önemli ve ayrıcalıklı görevi başta annelik! Çocuklarım söz konusu
olduğunda benim için akan sular durur. Anne-çocuktan öte arkadaş,
dost gibi ilişkilerimiz var. Her şeyi rahatlıkla konuşur, beraber
değerlendiririz. Ama bunun yanında disiplinli bir anne olduğumu söylerler.
Ne kadar yoğun olursam olayım, onlarla bol ve verimli vakit geçirmeye çok
özen gösteriyorum. Birlikte seyahat etmek en büyük hobimiz.
Anne olmak hayatta yaşadığım en büyük güzellik...
Kendinizi nasıl sağlıklı ve zinde tutuyorsunuz?
Nelere dikkat edersiniz günlük yaşamınızda?
Güne erken başlıyorum. Uykumu almaya ve sağlıklı beslenmeye özellikle
son 1 yıldır çok dikkat ediyorum. Haftada 3 gün spor yapıyorum.
Masaj, spa gibi kendimi şımartan bazı bakımları fırsat buldukça yapmaya
çalışıyorum. Hayatımda minik kaçamaklarım vardır
kendimi iyi hissettirecek…
Seyahat etmenin de sizin için önemli olduğunu tahmin ediyorum.
Seyahat planlarınızı neye göre yapıyorsunuz?
Evet, kesinlikle tam bir seyahat tutkunuyum. Yeni yerler görmeyi,
yeni kültürler keşfetmeyi, yeni mutfakları deneyimlemeyi gençliğimden
beri çok seviyorum. Tüm bu seyahatler beni besliyor, motive ediyor,
ilham kaynağı oluyor. Lapland’ten Karayipler’e, İtalya’da trüf avından
Tanzanya’da safariye, Vietnam-Kamboçya’dan San Sebastian’a,
New York’tan Uzak Doğu’ya kadar dünyanın her yerine ve farklı
noktalara gitmeyi seviyorum. Özellikle gastronomik seyahatlere ve
keşiflere bayılıyorum. Yazları Fethiye Hillside da yıllardır
vazgeçilmezlerim arasında…
En haz ettiğiniz ve en haz etmediğiniz 3’er şey diye sorsam...
Fark yaratmak, mütevazılık, hızlı karar almak en haz ettiğim ilk 3 şey.
Yavaşlık, monotonluk, kibir ise hayatta hiç haz etmediklerim.
Bu hayattaki misyonunuzun ne olduğuna inanıyorsunuz?
Aslında geçmişten bugüne kadarki yolculuğuma baktığımda marka
yaratmak ve bu markalarla fark yaratarak, istihdam sağlamak benim iş
hayatımdaki misyonum olmuş gibi gözüküyor. Bunu yaparken de fark
etmeden gençlere, özellikle de kız öğrencilere bir rol model olduğumu
düşünüyorum. Kadınların hayatlarının dümenini ele almaları için gereken
farkındalığı yaratmak ve buna katkı sağlayacak çalışmalarda
bulunmalarını sağlamak amacıyla her türlü platform ve projede
yer almaya devam edeceğim.
ILAN
Penceremin Dışındakiler
“ GAIL ALBERT HALABAN
24/25/26
Yazı: Nilüfer Artunç
[email protected]
Pencereden bakmak... Ne zaman düşüncelere dalsam, çözülmesi gereken sorunlar
kafamda dönüp dursa, pencerenin önünde amaçsızca dışarıya bakarken bulurum kendimi.
Her ortamda sürekli yaptığım ve çoğu kez farkında olmadan tekrar ettiğim bu eylem,
çevre evlerdeki kişilerin anlık görüntüsüyle yön değiştirir, yerini garip ve anlamsız bir
duyguya bırakır. Karşı evlerde tülün ardında bir görünüp bir kaybolan silüetler, pencerenin
ardından gözünü dikmiş bana bakan kedi, cam silen kadın, sigara içen adam, her gün
gördüğüm, oldukça tanıdık ama kim olduklarını hiç bilmediğim insanlar, peki kim bunlar?
Ne kadar farklı görünse de bireyin komşusu ile
derinlerde bir yerde aynı olma hali...
Kendisi de benzer duyguları yaşamış olsa gerek,
Gail Albert-Halaban Out My Window projesinde
bu sorunun cevabını aramış. Şehirlerde karşılıklı
evlerde oturan ve birbirini sürekli gören ama
durumu anlamlandıramayan insanların ilişkisini
sorgulamış. Proje, daha önce hiç tanışmamış,
komşuluk mertebesindeki insanları bir araya
getiriyor. Sanatçı, projeye dahil olanlardan
karşısındakinin yerine geçmesini isteyerek;
birbirleriyle ve yaşadıkları yerle olan ilişkilerini
farklı bir şekle dönüştürmeye davet ediyor,
hatta bir adım ileriye gidip katılımcılara diğerinin
sosyal hayattaki rolünü oynama olanağı sağlıyor.
Sanatçı bu bakış açısıyla samimi ve kişisel
bağları global ölçekte ele alarak tüm dünyadan
komşuları projeye aktarmış. İnsanları birbirinin
rolüne büründürerek yaratılan bu etkileşim,
katılımcıların toplum içinde ve ortak yaşam
alanlarında birbirlerini nasıl gördüklerini
anlatırken, özellikle mesafe olarak yakın
durdukları halde şehir hayatının getirdiği
uzaklığı keşfetmelerini teşvik ediyor.
Yale Üniversitesi’nde sanat eğitimi alan
Gail Albert-Halaban, fotoğrafçılığa 6 yaşında,
bir bilim projesi için kamerayı ilk eline
aldığında başlamış ve bu işi bir daha da
bırakmamış. Sanat anlayışı, toplumsal ve
bireysel hayatların görünen ve saklı bırakılan
kısımları arasındaki gerilimin keşfine
odaklanıyor. Sanatçı, New York ve Paris’te
yaşayan insanların pencerelerini yansıttığı
fotoğraflarından oluşan Out My Window serisi
ile açığa vurmadığımız röntgencilik ve teşhircilik
duygularını dışa vurduğunu itiraf ediyor ve
bizleri ötekine yönelttiğimiz her bakışın altında
yatan, umut ve yalnızlık gibi duygularla
yüzleşmeye itiyor.
Kendisine özel alanlarında insanları
fotoğraflamak ne oldu da aklına geldi diye
sorduğumda, kızı bir yaşına girdiğinde ona
çiçekler ve balonlar gönderen yolun karşısındaki
çiçekçiyi anlatıyor. Oysa hiç tanışmamışlar,
sadece pencerenin ardından bir aşinalıkları
varmış. Kutlamaya dahil olmak istemişler.
O anda pencerelerin ardından yaşanan böyle
başka ilişkilerin de olup olmadığını çok merak
etmiş Halaban. Önce New York ve ardından
Paris’te insanların evlerinden komşularının
fotoğraflarını çekmiş, elbette onlara projeyi
anlatarak, fotoğraf çekeceğini haber vererek.
Tüm fotoğrafların özel bir ışık tasarımıyla
hazırlandığı projede, tamamıyla şehre özgü ve
ortak bir deneyim yaşanıyor. Halaban,
kurguladığı sahnelerde, kendilerine ve
birbirlerine bakan katılımcıların yeni bir ilişki
kurmasına yardımcı oluyor. Daha önce dünya
çapında sergilenmiş ve kitaplaştırılmış olan bu
proje, Kasım ayında İstanbul ayağını da
tamamladı. Çekilen fotoğraflar, İstanbul’74
bünyesinde bir sergiye dönüştü.
25 Kasım’da başlayan Out My Window İstanbul,
12 Aralık’a kadar İstanbul’74’te!
Not: Fotoğrafları davetsizce girilmiş bir alanı
yansıtıyor gibi görünse de aslında fotoğraflananlar
sanatçı ile işbirliğine giriyor ve hayat içindeki
oynadıkları role uygun olarak poz veriyorlar.
“ ŞİİRLİ
ŞARKILAR
Bazen şiirden başkası iyi gelmez halde olurum.
Daha beteri, bazen uzanıp şiirlere tutunamayacak
kadar külçeleşirim. O zaman şiirlere yazılmış
şarkılar kaldırıverir beni nazikçe. Bakın, bu hazine
hepimize yeter…
Şiirin bilgisi var. Hayata dair bir bilgi. İnsana dair, insanlık hallerine dair bir bilgi.
Freud kestirmeden söylemiş bunu; “Nereye vardıysam, bir şairin oraya benden önce ulaştığını
görüyorum”. Oedipus bir “kompleks”in adı olarak Freud tarafından dolaşıma sokulmadan çok önce
Antik Yunan metinlerinde trajedisini kendi çapında yaşayıp gidiyordu. Ömrünü, insan ruhunu bilimsel
olarak deşifre etmeye adamış Freud’un, iyi bir şiir okuyucusu olduğu anlaşılıyor. İyi şiir okuyucusu olan
bir o değil elbet. Müzisyenler arasında da çok ama çok iyi şiir okuyucuları var. Ve iyi ki var.
Bu yazıda şiirlere yazılmış şarkılar arasında gezdirmek istiyorum, hem sizi hem de kendimi.
Şifa niyetine…
Yazı: Berna Gençalp
[email protected]
İllustrasyon: İdil Ar
28/29/30/31/32
Başlangıçta Ne Vardı?
Başlangıçta şiir ve müzik zaten birlikteydi, birdi.
Ozanlar vardı. Söyleyecekleri ne
varsa çalıp söyleyerek geziyorlardı.
Sonra yazı çıktı. Söylenen uçup yiterken yazılan
kaldı, adı Edebiyat oldu. Ozansız kalmadık
gerçi hiç… Köroğlu, Karacaoğlan, Joni Mitchel,
Patti Smith, Jim Morrison, Leonard Cohen,
Bob Dylan, Kate Bush, Tori Amos, Aşık Veysel,
Bülent Ortaçgil, Sezen Aksu ve daha pek çoğu o
ilk ozanların soyundandır. Hem yazar,
hem besteler, hem söylerler. Ama bazen de
örneğin bir şair şiirini yazar, bir müzisyen
besteler, birileri de çalıp söyler. Bu durumda
sanki elden ele büyüyerek gezen bir meşale
varmış gibi gelir, bana. Bu elden ele geçme
durumu ne hoş, değil mi? Kendi yazıp söyleyen
ozanların her biri başlı başına bir derya.
Şimdilik onları bir yana bırakalım. Şiirin, bir
besteci tarafından şarkı haline getirilerek yeni
bir mecraya taşınmasına bakalım. Oradaki
şiir-müzik birliktelikleri, şair-besteci-yorumcu
uzlaşmaları bize dair, hayata dair farklı umutlar
veriyor bana. İnsanların kendi aralarında,
güzel güzel, anlaşabileceklerine dair,
sağlam bir umut. Sağlam çünkü kanıtlarım var.
Hem de her dilde. Ve müziğin her türünde.
Kötülük Çiçeklerinden Küçücük Bir Bakışa
Brecht 3 Kuruşluk Opera’da “İnsan Neyle Yaşar?”
diye sorar... Benim sorum ise şu; insan neyle
ehlileşir? Soruyu tutun bir kuytunuzda.
Baudelaire, etkisi çok büyük bir şair. Özellikle
1857’de basılan eseri Kötülük Çiçekleri pek çok
sanatçıya halen daha ilham veren bir eser.
İsveçli Metal grubu Therion’un kitapla aynı adlı,
Kötülük Çiçekleri başlıklı bir cover albümü var.
Sopor Aeternus da Baudelaire’in Kötülük
Çiçekleri’ni bestelemiş gizemli bir müzisyen.
Sopor’un Baudelaire’in de büyük sevgi duyduğu
Edgar Allen Poe’ya da özel bir ilgisi var.
Baudelaire’in, şairleri, yere inince madara olan
göklerin hakimi martılara benzettiği
L’Albatros’unu Fransız ozan-şarkıcı Léo Ferré’den
bir dinlemek gerekir... Debussy ise şairlerden
Mallarme, Rimbaud ve tabii
Baudelaire ile ilgilenmiş. Bir başka besteci
Pierre Boulez de Mallarme’nin şiirlerinin
müzikte nasıl ifade edilebileceğini araştırmış ve
yorumlamış. Rimbaud’nun açık bıraktığı kapıdan
geçenler de o çok tanıdık rock efsaneleri;
Jim Morrison, Van Morrison ve Patti Smith...
Şiir şarkıya dökülünce aslında Babil Kulesi’nin
sakinleri için bir avantaj doğuyor...
Dil engeli ortadan kalkıyor... Ses, ahenk, yorum,
ritm ön plana çıkıyor... “Beni candan usandırdı /
Cefadan yâr usanmaz mı?” diyen Fuzuli’yi Rashid
Behbudov’dan dinlemek; “Yeni bir ülke
bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. /
Bu şehir arkandan gelecektir” diyen
Kavafis’i Dalaras’ın sesinden Karozas’ın
bestesinde dinlemek ya da “Altın kumsala yazdık
adını, tatlı tatlı esti rüzgar ve sildi adını” diyen
Urlalı Seferis’i Theodorakis’in bestesinde
Maria Farantouri’den dinlemek ya da
“Sıcak bir dalga akıyor çölün kanında /
Çöl yorgun, suskun, nefesi kesik” diyen
Ahmet Şamlu’nun dizelerini İranlı
Mohammed Motamedi’nin sesinden dinlemek...
Furuğ Ferruhzad’ı bir de gitar eşliğinde
Ziba Shirazi’den dinlemek... Ne büyük şans,
ne büyük zenginlik... Bu şarkıların
tek kelimesini bile anlamasak ne gam!
Onlar halimizden anlarlar ya, yeter.
Yetmez mi? Peki.
Şöyle bize uzak bir memleketten bir
şair seçelim, E.E.Cummings mesela;
“somewhere I have never travelled, gladly
beyond” diye başlamış olsun ve “your slightest
look easily will unclose me / though i have closed
myself as fingers, / you open always petal by
petal myself as Spring opens /
(touching skilfully, mysteriously) her first rose”
diye devam etsin; bir başka şair, bizden
Barış Pirhasan, “küçücük bir bakışın / çözer beni
kolayca / kenetlenmiş parmaklar gibi / sımsıkı
kapanmış olsam” diye dilinde döndürsün; ve
besteci Derya Köroğlu müziğe döksün.
Ne yaparsınız? Çözülüverirsiniz...
Sahi, insan neyle ehlileşir?
Karşı Cereyan
Kestane saçlarımızda kelebekler asılı değil...
Olsa keşke. Dış dünyadaki çekişmelerin bazen
faili bazen de mağduru olarak, deli bir cereyanda
yaşıyoruz. Bu cereyana dayanmak için
Bahar Şarkısı’nda nefeslenmek iyi gelir.
Turgay Fişekçi’nin “Yağmurlu günlerde seviş
benimle” dizesiyle başlayan şiirinden
Selim Atakan’ın bestelediği bu şarkı, çekişmeli
dünyamıza yumuşacık, şefkatli ve erotik bir karşı
cereyan yaratır. Bahar kokan bir şarkıdır. Kara
kışta iç ısıtır. Nasıl oluyorsa hem hüzünlü hem
coşkuludur. Saçlarınıza kelebekler iliştirir ve sizi
çırılçıplak doğaya bırakır.
Sanki hep ait olduğumuz yer orasıymış gibi.
Ne dersiniz, insan nerede ehlileşir?
Göğe Bakalım
Bazen de örneğin Turgut Uyar atılır ortaya
“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım”
diyerek...
“Durmadan harcadığım şu gözlerimden
al kurtar” diyerek. “Herkes yokken biz oluruz
biz uyumayalım” diyerek. “Sayısız penceren
vardı bir bir kapattım / Bana dönesin diye bir bir
kapattım” diyerek... Sonra Fazıl Say yakalar onu,
bestesini yapar. Serenad Bağcan söyler.
Biz seviniriz. Hem de ne sevinmek.
Bu yazıyı yazmamın ve geri dönüp şiirden
yapılmış şarkılarla olan tüm hikayemi gözden
geçirmemin sebebi Fazıl Say’ın İlk Şarkılar ve
Yeni Şarkılar isimli albümleri. Bu albümlerde
besteci; Turgut Uyar, Metin Altıok,
Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Edip Cansever,
Nazım Hikmet, Orhan Veli, Can Yücel,
Ömer Hayyam, Pir Sultan Abdal,
Muhyiddin Abdal şiirlerini bestelemiş.
Fazıl Say gibi donanımlı bir bestecinin
tüm bu şiirleri içselleştirip müziğe
dökmesinden ve özenli bir şekilde kayda
alınmasını sağlamasından o kadar büyük bir
mutluluk duydum ki... Üstelik kim bilir kaç kişi, bu
şarkılarla ilk defa duyacak “Samanlık
sevişenin” dendiğini. “Çok şükür yaşıyoruz /
Suyun şavkı vuruyor bize / Çınara bana, kediye,
güneşe, bir de ömrümüze” dendiğini. “Aşk gene
kelime değiştirdi, vahşi” dendiğini. “Gölünüze
taş düşerim // Gözünüze yaş düşerim” dendiğini.
“Ben can nedir şimdi bildim” dendiğini.
“Çiçek demire vurulur” dendiğini.
“Salkımlar gibi buluştunuzdu” dendiğini.
“Çiğdemde dervişlik var” dendiğini.
“Ne kasketim kaldı senin ora işi / Ne yollarını
taşımış ayakkabım” dendiğini. Denebildiğini.
Denmesindeki isabeti.
Fazıl Say, Yeni Şarkılar albümünün sunuş
yazısına “Hepimizin Şarkıları” diyerek başlamış.
Bence de, bu şiirler, bu şarkılar hepimizin
oldukça ehlileşiriz.
Hadi bulutlar gitsin. Yazılardan,
notalardan bir güzel orman olsun.
İklim değişsin. Akdeniz olsun. Gülümseyelim.
Hep birlikte sevinebiliriz.
Meraklısına Notlar
Popüler müzik üzerine derinlikli okumalar
yapmak isteyenler için birkaç öneri;
Adorno’nun 1941 tarihli “Popüler Müzik Üzerine”
yazısı ve Walter Benjamin’in “Tekniğin
Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği
Çağda Sanat Yapıtı” makalesi
Şiir ve müzik üzerine harika bir kitap var;
Hilmi Tezgör’ün yazdığı “Şarkıdaki Şiir:
20. Yüzyılda Popüler Müziğin Edebi Yönü”.
Bir de adlı adınca “Şarkı Okuma Kitabı” var,
Bülent Somay’ın yazdığı. Çok okunasıdır.
Alt başlığı Ses ve Sözle Denemeler.
Şair ve yazar Onur Behramoğlu her sene
Gümüşlük Akademi’de Şiirin Müziği başlıklı
insana iyi gelen bir program sunuyor, haberiniz
olsun. Şiir okunuyor, şiirli şarkılar dinleniyor.
Bahar Şarkısı’nda, Turgay Fişekçi’nin
Asmaların Dansı adlı birkaç bölümden oluşan
şiirinin bir bölümü kullanılmış. Şiirin gerisini
merak ediyor musunuz? Arayan bulur.
Bahar Şarkısını dinlemek için buyrun;
https://app.box.com/shared/yyrb5ae0uj
Kemal Burkay’ın şiirinden Arto Tunç’un
bestelediği Gülümse şarkısını herhalde bilmeyen
yoktur. Ben de yazının sonunu onun dizelerine
selam göndererek getirdim. Şiirde, şarkıya
dahil edilmeyen bir dize var. Arayan bulur...
Besteciler yaşayan şairlerle bazen şarkı sözü
yazarı olarak da birlikte çalışıyorlar. Murathan
Mungan, Turgay Fişekçi gibi şairlerin ismi kimi
şarkılarda da söz yazarı olarak geçiyor. Ama ben
bu yazıda besteleneceği öngörülmeden yazılan
şiirlerin şarkıya dönüştürülmesine odaklandım.
Şiirlere yaptıkları bestelerle dikkat çeken
zamanımızın bestecilerden bazıları Onno Tunç,
Arto Tunç, Sezen Aksu, Ali Kocatepe, Ahmet
Kaya, Selim Atakan, Vedat Sakman, Münir
Nurettin Selçuk, Atilla Özdemiroğlu,
Nadir Göktürk, Özdemir Erdoğan, Zülfü Livaneli,
Cem Karaca, Kerem Güney, Timur Selçuk,
Müjdat Akgün, Çiğdem Erken, Doğan Duru,
Murat Doğan, Mazlum Çimen, Cihan Sezer,
Muhteber Cihaner, Ersel Serdarlı, Fazıl Say...
Şiirleri bestelenen şairlerden bazıları Sabahattin
Ali, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Kemal Burkay,
Gülten Akın, Can Yücel, Atilla İlhan, Metin Altıok,
Melih Cevdet Anday, Turgut Uyar, Ümit Yaşar
Oğuzcan, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre,
Lale Müldür, Ahmet Muhip Dranas, Orhan Veli…
Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar isimli bir
albüm de var. Albümde, Metin Altıok
dizelerinden bestelenmiş 28 şarkının yanı sıra
şairin kendi sesinden bir şiiri de yer alıyor.
Fazıl Say’ın İlk Şarkılar ve Yeni Şarkılar albümleri
hakkında fikir verebilecek videolar;
https://www.youtube.com/watch?v=JizmVxjv3mI
https://www.youtube.com/watch?v=lS0lMqc7jPA
New York’ta Bir Mısır Gevreği Barı:
“ KITH
TREATS
34/35/36
36/37/38
Dünyanın başkenti sayılan New York, her alanda öncü tarzı ve sınırsız yaratıcılığıyla
her gün yeni deneyimlere gebe. Dünyaca ünlü giyim markası KITH, Brooklyn’deki ana
merkezinin girişinde New York’un ilk mısır gevreği barını açtı. 150 m2’lik bu masalsı ve
iç ısıtacak kadar masum konsept, tamamen benzersiz bir deneyim sunma peşinde.
Yazı : Elmira Gürses
KITH Brooklyn’in 3000 metrekarelik
bilim kurgu filmlerini aratmayan mağazasının
kalbinde New York’ta görülmemiş bir konseptle,
bir çocukluk hayali gerçekleşiyor.
Kahvaltının en sevilen türlerinden olan mısır
gevreğinin menünün ana malzemesi olduğu
KITH Treats, yediden yetmişe herkese
hizmet veriyor. Müşteriler 24 farklı mısır gevreği
çeşidinden istediğini 25 ayrı ekstra malzemeyle
süsleyebiliyor, 5 farklı sütten istediğiyle
tamamlayabiliyor ve 3 tabağa kadar rahatlıkla
yiyebiliyorlar.
Her biri tanınan markaların iş birliğiyle
hazırlanan mısır gevreği çeşitleri Mylar denilen
ve spor camiasının Andre Agassi gibi büyük
isimlerince tasarlanmış paketlerde geliyor.
Kafenin sahibi; NIKE, Asics, New Balance gibi
markalar için çalışmış ünlü tasarımcı Ronnie
Fieg, açıkta yemek sunulmasını sevmediği için
salata barı tarzı bir konseptin kullanılmadığı
KITH Treats’de her şey paketler içinde ve
kullanıma hazır olarak sunuluyor. Süt, kahve
ve başka hafif içeceklerin yanı sıra üstü mısır
gevreği taneli vanilyalı dondurma da almanız
mümkün. Seçenekler arasından iki veya üç
porsiyon sipariş verenler için, Nike iş birliğiyle
yapılmış mini-ayakkabı kutusu tarzında
al-git paketleri kullanılıyor.
Kafenin içinde yaratıcısı ve tasarımcısı
Ronnie Fieg’in zevkini görmemek mümkün değil.
Mısır gevreği kutularının tasarımlarının tarihini
gösteren LCD ekranlardan, kendi kendinize servis yapabileceğiniz konteynerlere, sporun öne
çıktığı tasarıma kadar her köşede KITH’ten bir
şeyler bulmanız mümkün. “Ben küçükken şekerli
mısır gevreği yemem yasaktı” diye KITH Treats’e
ilham veren hayali açıklıyor Fieg, “Arkadaşımın
evine gider, gizlice ondan biraz alıp eve
getirirdim. Tutkunuydum mısır gevreğinin.
Okula giderken babam bana öğle yemeği
hazırlardı, ben de onu okulda bir dolara satar,
gider mısır gevreği alırdım. Eskiden her gün
çikolatalı sütle Frosted Flakes yerdim.” diyor.
13 yaşından beri mısır gevreği barı açma
hayalleri kuran Fieg, bu fikri ciddi ciddi
düşünmeye 2005’te başlamış. Brooklyn
merkezinin renovasyonunun bitmesiyle
hiç olmadığı kadar olası görünen rüyasını
gerçekleştirme şansını kaçırmamış.
Fieg’in Snarkitecture’la ikinci çalışmasının
ürünü olan KITH Treats, zikzak yer taşları,
siyah beyaz renk teması ve Air Jordan II tavan
heykelleriyle SoHo tasarımına gönderme
yapıyor gibi. “Tokyo’da görmeye alışık olacağınız
türden bir yer burası, yerden tavana kadar detay
dolu. Bu kafe paha biçilmez anlar yaratmak ve
bu anların hikâyesini anlatmak için yapılmış
bir yer’ diyor Ronnie Fieg.
Yolunuz yakın zamanda New York’a düşer mi
bilemeyiz ama eğer yıl sonu kutlamaları için ufak
bir tatil planlıyorsanız, bir sabah kahvaltınızı
KITH Treats’e ayırın deriz. Çok vakti olmayanlar
için arabalı servis hizmeti de bulunan kafe bu
aralar New York’un en popüler noktalarından biri.
“ Be Creat!ve
The Egg of Mill
Esat Baran
esatbaran.deviantart.com
Grafik tasarım, endüstriyel tasarım, illüstrasyon ve diğer görsel sanatlarla ilgili özgün tasarım çalışmalarınızı
[email protected] adresine yollayın, değerlendirme sonucunda Hillsider’ın yeni sayısında yayınlayalım.
“ SAKLI KENTLER:
SAGALASSOS ve
KIBYRA
Anadolu... Kısacık bir isme sığan dünyaların başka bir adı gibi... Medeniyetlerin,
imparatorlukların, icatların coğrafyası... Tarihteki birçok ‘ilk’in başkenti Anadolu...
Her köşesinin defalarca yeniden keşfedilebileceği bir yer olan bu coğrafyada,
bilindik tarihi ören yerlerinin yanı sıra, gözden kaçan daha nice saklı cennet
yeni kâşiflerini beklemekte... Gelin şimdi sizi bildiğiniz yolların dışına çıkmaya davet
edeyim ki; sizinle beraber Anadolu’da kaybolabilelim... Anadolu’nun saklı antik
kentlerini birlikte keşfedip, onlara birlikte dokunalım...
38/39/40/41
Yazı & Fotoğraflar:
Mesut Alp
[email protected]
Sizi bu sefer Toroslar’ın,
turkuaz göllerinin diyarına
yani Göller Bölgesi’ne
götürmek ve Akdeniz’in
bilinmeyen çocuklarıyla
tanıştırmak istiyorum.
Sizi lebiderya dağların
arasına saklanmış bin yıllık
öykülere, gladyatörler
yetiştiren Kibyra’ya ve
son Roma’lı Sagalassos’a
davet ediyorum...
Eminim ki birçoğumuz
bu antik kentlerin adını bile
duymamışızdır.
Bu nedenle, önce size
bu kentlerin bulunduğu
coğrafyadan biraz söz
edeyim. Burdur ili sınırları
içinde kalan bu iki şehrimiz,
Göller Bölgesi olarak
bilinen alanın içinde yer
alıyor. Toros Dağları
üzerinde, başka bir deyişle,
Bozdağ ve Emirdağ
arasında kalan Göller
Bölgesi, ülkemizde
birçok kişinin tahmin
edemeyeceği kadar zengin
bir doğal çeşitliliğe sahip
aslında. Coğrafi olarak
doğuda Beyşehir Gölü,
batıda Acı Göl ve Solda
Gölü, kuzeyde Eber Gölü,
güneyde ise Gülük ve
Köprülü geçitleri ile
sınırlanan bu alanda irili
ufaklı 65 gölün bulunduğu
kimin aklına gelir ki?
Evet, yanlış okumadınız!
65 adet göl ve bu göllerin
oluşturduğu nefis doğanın
insana bahşettiği
doyumsuz manzaralar...
Dağların bereketli
yağmurlarıyla oluşan
ormanlık alanlar ve göllerin
etrafında oluşan bereket,
bölgede insanlık tarihinin
çok erken dönemlerde
başlamasına neden
olmuş. Hacılar ve Kuruçay
höyüklerinde ilk
yerleşimlerin kurulduğu
MÖ 6 binden, yani Neolitik
Çağ’dan itibaren bölge
sürekli bir yerleşim alanı
olmuş. Bunlar arasında en
çok dikkat çekenler ise
Sagalassos ve Kibyra
antik şehirleridir...
Sagalassos şehri,
Burdur il merkezinin
yaklaşık 25km
güneydoğusunda,
Isparta-Antalya
karayolunun 40.km’sinde,
Akdağların yamacında ve
Ağlasun ilçesinin ise 7km
kuzeyinde kurulmuş.
Hititler’in dünyanın önemli
bir gücü olarak Mısırlı
firavunlara meydan
okuduğu zamanlarda,
yani günümüzden 3 bin yıl
önce, bu kentin bulunduğu
alan Luviler’in Bölgesi
diye adlandırılmış; daha
sonraları ise Kilikya Bölgesi
diye zikredilmiş. Antik Çağ
coğrafyacısı Strabon’a
göre, burada Pisidyalılar
yaşamaktaydı ve Pisidce
dili konuşulmaktaydı. Sahip
olduğu bereketli tarım
arazileri ve endüstriyel
boyutta seramik üretimine
olanak sağlayan kil yatakları, Sagalassos’un çok
büyük bir zenginliğe
ulaşmasını sağlamış.
Bu aynı zamanda büyük
devletlerin iştahını
kabartmış olacak ki;
Büyük İskender
MÖ 3. yüzyılda bu kenti
zor da olsa fethetmiş.
Bunun akabinde Roma
İmparatorluğu sınırlarına
dahil olan kent 2 bin yıl
önce altın çağını y
aşamaya başlamış.
Kentin ileri gelenleri,
İmparator’a yaranmak için
yaşadıkları şehirde büyük
imar faaliyetlerine girişmiş,
kentin alt yapısından
kütüphanesine,
çeşmelerinden amfi
tiyatrosuna kadar şehrin
birçok anıtsal yapısının
inşasında rol almışlar.
Başka bir deyişle,
Sagalassos, kendi zengini
ile ayağa kalkan bir kent
olmuş.
Kente girdiğinizde,
sizi Antoninler Çeşmesi
karşılar. Bu noktada bir
rüya âlemine dalarsınız...
Sessizliğin içinde
sadece 2 bin yıldır akan
çeşmenin sesini işitirsiniz.
Çeşmenin bir köşesinde
sarhoş Dionysos’u, hemen
yanında ise adalet tanrıçası
Nemesis’i ve diğer tanrıları
görürsünüz. Kocaman bir
agorada bu güzelliğe teslim
olmuşken, hemen
solunuzda Anadolu’daki
Roma dönemi
tapınaklarının en güzel
örneklerinden biri olan
Heroon’u ve onun
üzerinde dans eden kızları
görürsünüz. Sağınızda
dağ yönüne doğru
baktığınızda ise 9 bin kişilik
seyirci kapasitesi ile
Anadolu’nun en yüksek
rakımlı amfi tiyatrosu ile
karşılaşır, seyircilerin
kahkahalarına şahit
olursunuz. Kütüphanesi,
Hadrian Çeşmesi,
Meclis Binası ve
Odeon’unun yanı sıra
hamamı, önemli bir
imparatorluk kült alanı
olan Hadrian ve Antoninus
Tapınağı ile Sagalassos,
anılarınızda derin izler
bırakacak bir yer...
Bu muhteşem kentin kaderi
geçirdiği veba salgınları
ve büyük depremlerle
değişmiş. MS 7. yüzyılda
bir depremle yıkılan kent,
adeta Anadolu’nun
Pompei’yi olmuş.
Depremden sonra her şey
yerli yerinde kalmış ve
yağmalanmadan günümüze
kadar ulaşmış. Peki, sadece
bu kadar mı? Elbette değil!
Buraya kadar gelmişken
burada çok keyifli bir
konaklama alanının da
olduğunu belirtelim ve
biraz yemeklerden
söz edelim...
Konaklama için tercih
edeceğimiz Ağlasun her
şeyden önce kendi başına
çok keyifli bir kasaba...
Cuma günleri kurulan
pazarı hem çok keyifli,
hem de çok fotojenik bir
mekan. İnanılmaz derecede
sıcakkanlı olan
Ağlasunlular ise,
her çektiğiniz kareden
sonra size çay ikram edip
aile boyu poz veren harika
insanlar.
Herkes kendi bahçesinde
ektiğini paylaşıyor sizinle.
Bu da akşam kaldığınız
otelin mutfağında yerel
lezzetlerle harmanlanıp
size ikram ediliyor.
Dört mevsim sıcak/soğuk
havuz, spa ve hamama sahip oteliyle tam
anlamıyla bir kaçış alanı
Ağlasun. Ormanın içinde,
bulunduğu coğrafya ile
de çok uyumlu bir mekan.
Sabah kümeslerden kendi
ellerinizle topladığınız
yumurtalarla hazırlanmış
omlet ve tamamı organik
ürünlerden oluşan
keyifli bir kahvaltıdan sonra
yolumuz uzun... Rotamız
Burdur’un Gölhisar ilçesi ve
at yetiştiricilerinin
diyarı Kibyra...
Ağlasun’dan çıktıktan
sonra, sonunda ‘Uzun
bir yol oldu, ama değdi!’
diyeceğiniz bir yolculuğa
başlayacağınızı önceden
söyleyeyim. Burdur il
merkezinin yaklaşık 100km
güneyinde bulunan Gölhisar
ilçesine giderken çok keyifli
bir yoldan geçeceksiniz.
Çünkü, dağların göllerdeki
yansımalarını, mavinin
turkuaza meyletmesini,
ormanların yeşilini
yaşayarak gideceğiniz
bir yol bu. Gölhisar’a
Cumartesi sabah
ulaşmışsanız, pazarına
uğrayın derim. Ancak
zaman günümüzde bolca
bulunan bir kavram değil.
Bu nedenle, Pazar ziyareti
belki tek başına farklı
bir rota olarak
gerçekleştirilebilir.
Ancak yine de,
Kibyra’ya doğru yola
çıkmadan önce Gölhisar’da
muhakkak çörek otu
kahvesinin tadına
bakmalısınız ya da bölge
halkının kendi tabiri ile:
‘Çörotu gahvesi için gari!’...
Şimdi artık Kibyra
için hazırsınız.
Kibyra antik kenti,
Gölhisar merkezinin
yaklaşık 3km batısında
dağın üst kısmında
konuşlanmış. Aracınızı
park eder etmez dağların
zirvesinde sizi devasa
boyutlarda bir Stadion,
yani bir stadyum karşılar.
Artık Kabalia/Kabalya
Bölgesi’nde, başkent
Kibyra’dasınız. Anadolu
âşığı antik coğrafyacı
dostumuz Amasyalı
Strabon, kitabında burayı
anlatırken insanlarının
dört dil konuştuklarını;
demircilik, dericilik ve
seramik yapımı gibi işlerde
uzman olduklarını ve kentin
hızlı savaş atı yetiştiriciliği
ve gladyatörleri ile de ünlü
bir kent olduğunu
belirtmekte. Strabon’u
biraz dinledikten sonra
gelin bu muhteşem
stadyumdan kentin içine
doğru yürümeye
başlayalım...
Ağaçların içinde
yapacağımız keyifli kısa bir
yürüyüşten sonra kentin
agorasına, yani çarşısına
varıyoruz. Dükkânlarından
taban döşemelerine,
fırınlarından sütunlarına
kadar çok iyi korunmuş bir
agorası var Kibyra’nın.
Unutmadan belirtelim;
burası çok fotojenik bir
mekan. Bu nedenle
kameralarınızı mutlaka
hazır bulundurun. Agora
gezimiz sonrası çok az
bir yürüme mesafesinin
ardından Kibyra’da bizi,
büyüklüğü ve ihtişamı ile
Sagalassos’taki benzerini
hiç de aratmayan bir amfi
tiyatro karşılıyor.
Tiyatronun en üst
basamaklarının üzerinde
tiyatronun yapımı için
bağışta bulunan kentin
hayırseverlerinin isimleri
ve imparatorun onlara
ettiği teşekkür yer alıyor.
2 bin yıl önce 80 bin kişilik
bir nüfusa sahip olan bu
kenti, günümüzde sınırları
içinde bulunduğu Gölhisar
ilçesinin 16 bin kişilik
nüfusu ile karşılaştırdığınızda
nasıl bir kentte gezdiğimizi
daha iyi anlayacaksınız.
Tiyatrodan yola devam
ettiğimizde önce devasa
boyutlarda bir mozaik
döşemesi olan Roma
hamamına (yaklaşık
560m2), daha sonra da
Odeon’a, yani meclis
binasına varıyoruz. Büyük
kısmı günümüze kadar
bozulmadan gelebilmiş bu
harika yapının en can alıcı
noktası çok iyi korunmuş
olan Medusa başı
şeklindeki eksiksiz taban
mozaiğidir. Konser salonu,
mahkeme binası ve toplantı
yeri olarak da kullanılan
bu görkemli yapının
tabanına Medusa figürünün
işlenmiş olması,
belki de mahkemede
yargılananların eğer yalan
söylerlerse Medusa’nın
gözlerine baktıklarında
taşa dönüşeceklerine dair
olan korkularını beslemek
amaçlıdır; kim bilir!
Ancak kesinlikle
belirtilmesi gereken nokta,
buna benzer bir mozaiğin
Anadolu’da oldukça nadir
bulunacağıdır. Bu alanı
muhakkak görün...
İşte Anadolu, ‘Bir varmış,
Bir yokmuş,’ diye başlayan
bir masalı yaşadığınız
yer aslında... Masal kadar
gerçeküstü mekânları ve
doğasıyla her seferinde
avuçlarında büyüttüğü
biz çocuklarını şaşırtan
bir coğrafya... En başta
söylediğim gibi, bildiğiniz
yollardan çıkın! Çıktığınızda
Anadolu kadar kendinizi de
ayrı keşfedeceksiniz...
Çanta, Jimmy Choo
Elbise, İssa
Kolyeler ve Küpeler, Beymen Club
Ürünler için Beymen’e, mekan için March’a teşekkürler.
“
Timeless
44/45/46
Günümüzde; başkentlerden
tutun da, adı bilinmeyen küçük
sahil kasabalarına kadar,
Armani markasının namını
duymayan yoktur. Modanın belki
de en büyük isimlerinden, dünyaca
ünlü Armani markası, saatlerden,
parfümlere, giyimden aksesuara
her alanda tartışmasız şıklık anlayışı
ve birinci sınıf kalitesiyle öne çıkıyor.
Giorgio Armani kırkıncı yılını
kutlarken zaman tünelinden geriye
bakmak isteyenlere,
işte bu moda devinin hikâyesi...
Yazı: Elmira Gürses
Her efsanenin bir geçmişi, her destanın bir
başkahramanı olduğunu düşünürsek,
Armani efsanesini hayata geçiren kişi,
elbette markaya adını veren
Giorgio Armani’dir. İtalya’nın kartpostallık kuzey
kasabalarından Piacenza’da dünyaya gelen
Armani, İtalyan anne Maria Raimondi ve
Ermeni-İtalyan baba Ugo Armani’nin ortanca
çocuğu olarak, Sergio adında bir ağabey ve
Rosanna adındaki kız kardeşiyle birlikte büyüdü.
Giorgio’nun ilk rüyası tıp okumaktı.
Bunda A. J. Cronin’in ‘The Citadel’ kitabının büyük
etkisi oldu. Milan Üniversite’sinin
Eczacılık bölümünde 3 yıl okuyan genç Giorgio,
1953 yılında eğitimini tamamlamadan okulu
bırakıp orduya yazıldı. Eğitimi nedeniyle askeri
revire atanan Armani, hastane koşullarının
çok kötü ve iş olanaklarının kısıtlı olduğunu
anlayınca, kariyer seçimlerini yeniden gözden
geçirmeye karar verdi. Orduda olduğu dönemde
irili ufaklı vitrin giydirme, satış ve pazarlama
işleri yaptı ve moda sektörünün bu kısmıyla ilgili
deneyim kazandı. 1960’ların ortalarında Armani,
Nino Cerruti şirketine geçerek, erkek giyimi
tasarlamaya başladı.
Yetenekleri çok talep gördüğü için takip eden
on yıl boyunca Cerruti için çalışmanın yanında
freelance işler de kabul etti ve aynı anda
10’dan fazla butik ve marka için tasarım yaptı.
60’ların sonlarına doğru Armani,
Sergio Galeotti ile tanıştı ve tüm hayatını
değiştirecek ve yıllar boyunca sürecek hem
sosyal hem de profesyonel bir arkadaşlık
kazanmış oldu. Galeotti, Armani’yi Milan’da
kendi butiğini açması yönünde ikna etti ve
yıllar boyunca elinden gelen her şekilde
kendisine destek oldu. Armani, 1975 yılında
Galeotti ile birlikte kendi markası
Giorgio Armani S.p.A’yı açtı ve aynı yılın
sonlarında hem erkekler, hem de kadınlar için
hazırladığı Bahar / Yaz kreasyonlarını sundu.
Takip eden yıllar boyunca butiği ve
ismi gittikçe değer kazanan ve moda camiasınca
yakından takip edilmeye başlayan Armani,
önce Amerika ardından Avrupa’daki butikler için
üretim yapmaya başladı. Bugün en bilinen
Armani serileri olan Emperio Armani,
Armani Eagle ve Armani Jeans gibi
koleksiyonlar ardı ardına çıkarken,
Giorgio tasarımdaki dehasını pazarlama
alanında da göstererek markasını tamamen
yenilikçi yöntemlerle lanse etmeye yöneldi.
Televizyon reklamları ve devasa sokak tabelaları
kullanan marka, yavaş yavaş lüks giyimin bir
numaralı markalarından biri haline geldi ve müzik
videolarından filmlere pek çok oyuncu, şarkıcı ve
artistin gardırobunda yer etmeye başladı.
Amerikan Jigolo filminin kostümlerini
tasarlayan Armani, bu filmden öyle büyük bir
başarı elde etti ki, sadece ayağını kalıcı olarak
sinema dünyasına atmış olmakla kalmayıp,
markanın ilk defa trend belirleyici olarak öne
çıkmasını sağladı. Giorgio Armani’nin Amerikan
Jigolo filmi için çalışması bugün bile markayı
global düzlemde patlatan dönüm noktalarından
biri olarak kabul ediliyor.
O günden bugüne Giorgio Armani yüzden
fazla film için kostüm tasarladı, düzinelerce
giyim ve aksesuar koleksiyonu yarattı ve
Amerika’nın sımsıcak Kaliforniya sahillerinden,
Japonya’nın neonlarla parlayan Tokyo
sokaklarına kadar yayılan dev bir moda
imparatorluğu kurdu. Mayodan gözlüğe,
spor giyimden saate, hediyelik eşyadan
kozmetiğe akla gelen her alanda eline attığını
altına çeviren marka, bu yıl kırkıncı yılını
kutlarken var olan en genç efsanelerden biri
olmanın haklı gurunu yaşıyor.
Armani kelimenin tam anlamıyla kırk yıldır
hayranlık uyandıran bir başarı hikâyesiyle destan
yazarken, her şeyin en iyisini isteyenlere yönelik
serileriyle kalite ve şıklıktan bir nebze ödün
vermeden büyümeye devam ediyor.
Armani erkeği tüm dünyada kadınların
neredeyse ilahlaştırdığı bir konsept artık ve
Armani kadını da bağımsız ve güçlü duruşuyla
yeni çağın en güçlü sembollerinden biri olarak
kabul ediliyor. Pek az markanın başardığını
başaran ve daha da azının yükseldiği kadar
yükselen Armani’nin en çarpıcı yönü belki de
bitmek tükenmek bilmeyen yaratıcı gücü.
Zamansız şıklığı temsil eden genç isimlerden de
olsa, Armani daha onlarca yıl asalet ve
zarafet dolu koleksiyonlarıyla arzulanacak.
“ HILLSIDER
LIKES
Siyah Cüzdan, Prada
Müzik Seti, Marley Bag of Rhythm
Siyah Çanta, Marc by Marc Jacobs
48/49/50/51/52
Cüzdan, Charlotte Olympia
Kolye, Ebru Ural/20k Tasarım Takılar
Ayakkabı, Jimmy Choo
Cüzdan, Saint Laurent
Üçgen kolye ve yüzük, Batya Kebudi
Küpe, Givenchy
Altın Künye, Versace
Takvim, Fonfique
Parfüm, Frederic Malle
Ajanda, Fonfique
Kitap, Rizzoli Yayınları
Anahtarlık, Loewe
Kafatası, Cardboard Safari
Elbise, Tory Burch
Kemer Tokası ve Jean Geri Dönüşüm Kolyesi, Sheman
Yumurta Kartonu Geri Dönüşüm Kolyesi, Sheman
“ BALAT UZAKTAN
GELEN
YAKINLAR
54/55/56/57
Yazı: İpek Çakmak
Fotoğraflar: Yasin Baran
Çok mutlu olduğunu hissedersin bazı zamanlar.
Yerinde duramaz, her şeye yetişmeye çalışırsın.
Sabah, öğle, akşam, gece demeden iş hayatı, sosyal
hayat, özel hayat diye binbir parçaya bölünürsün.
Mutlusundur da bu telaştan. Fark etmezsin yorulduğunu.
Molaya ihtiyacın vardır, ama anlamazsın ya da anlamak
istemezsin bir şekilde.
Bir gün olur, yorulduğunu hissedersin.
Her şey üstüne gelir gibi olur. Şöyle alıp başımı
gitsem hissi kaplar her yanını. Ama nereye
gideceğini bilemezsin ya da bilirsin de zamanın
yoktur öylesi uzaklara. Geçiştirirsin bu
yorgunluğu. Yorulmayı konduramadığından değil,
hayata yetişmeye çalışırsın hâlâ.
Birileri, kendin için ne yaptın son zamanlarda
diye sorar. Bir durur, sorgularsın kendini.
Ertelediğin şeyleri düşünürsün. Tüm bu
koşturmacada en çok kendini ertelediğini fark
edersin. Çünkü en çok kendine sözün geçer,
en kolay kendine hayır dersin.
Tüm bu hislerin ardından, bir gün bencillik
yapasın gelir. Her şeyi kenara bırakır ve istediğin
şeyin peşinden gidersin. Bilirsin ki, kendini
bıraktığın zaman, ayakların seni götürür
istediğin yere. Hava da güzeldir, aklını çeler.
Çıkar gidersin öylece... Ve Balat sokaklarında
bulursun kendini. Sokaklarda nereye gideceğini
bilmeden ilerlersin. Güzel şeyleri çok da uzakta
aramamak gerekirmiş bazen. Girdiğin ilk
sokakta, tam da zamanında, karşına modern,
ama bir o kadar mahalleli bir kahveci çıkar.
Coffee Department’tır adı. İçeri girdiğinde
huzur hissedersin.
Sohbet gelir peşi sıra kahveni hazırlayanla,
kahve kokusu etrafa yayılırken...
Vakti zamanında başarılı bir beyaz yakalı
olduğunu, 4,5 senedir Balat’ta yaşadığını, 7,5 ay
önce bu dükkânı açtığını öğrenir, merak edersin.
O da heyecanla anlatır Balat’ı. Burada
oturanların yarısının lokal olduğunu, diğer
yarısının da sonradan yerleştiğini söyler.
Yakın zamanda yerleşenlerin yarısının ise,
expatlerin olduğunu ekler. İstanbul gibi
kozmopolit bir şehirde bir o kadar kozmopolit
bir semt olduğunu anlarsın Balat’ın. Herkesin
birbirini tanıdığını, seyahate giderken ev, araba
anahtarlarını esnafa emanet ettiğini öğrenince
yüzünde bir tebessüm oluşur. Sonra kahveni alır,
dükkânın önünde oturursun. Şöyle bir etrafa
bakıp Balat’ın geçmişini merak eder okumaya
başlarsın. İstanbul tarihinde Balat’ın özel
öneminin İspanya’dan gelen Yahudiler’in buraya
yerleştirilmesini ve yakın zamana kadar buranın
bir Yahudi mahallesi olduğunu hatırlarsın.
Üç katlı, cumbalı Yahudi evlerinden günümüze
kalan örneklerine bakarsın.
Karşında Cumbalı adında bir cafe görürsün.
Sorunca, mahallenin yenilerinden olduğunu
öğrenirsin. Hemen yanında Kadraj diye bir mekân
daha görürsün. Merakına karşı koyamaz oraya
doğru gidersin.
İçeri girdiğinde duvarlardaki vintage fotoğraf
makinelerini, tavandan sarkan makine kılıflarını
görürsün. Buranın hikâyesi ne acaba?
Sahiplerinin; aslında uzun yıllar Rusya’da
yaşadığını, bir fotoğrafçı olduğunu, kısa filmler
çektiğini, sonra bir gün ortağıyla birlikte neden
hayatımızı yansıtacak bir mekân açmıyoruz
sorusuna cevap olarak, kahve ile fotoğrafı
buluşturup burayı açtıklarını öğrenirsin.
Her bir fotoğraf makinesinin modelini ve nerden
aldığını anlatırkenki heyecanını görür,
insanın içinde nasıl büyük tutkular barındırdığını
bir kez daha anlarsın. Keşfedilecek daha
pek çok yer olduğunu hatırlar renkli
Balat sokaklarına atarsın kendini.
Biraz sokaklarda kaybolduktan sonra,
köşedeki mekânı keşfedersin. Adının Reformist
olduğunu görüp içeri girer, etrafa bakınırsın.
Çoğunluğu ahşap olan dekorasyon objeleri ile
ilgili sorular sormaya başlarsın.
Reformist Project’in aslında bina restorasyonu
ile birlikte iç dekorasyon için buldukları objeleri
ve ahşapları reforme ettiğini öğrenirsin.
Sonra sempatik mekanla vedalaşır, yine kendini
Balat sokaklarında bulursun.
Bir şeyler atıştırmak için dolaşırken kırmızı
tenteli Forno çıkar karşına.
Lahmacun, pide, pizza seçenekleri aklını
çeler ve içeri girersin. Buranın bir nevi kocaman,
sevimli bir mutfak olduğunu görürsün.
Menüde yazan İstanbul’un en iyi lahmacun ve
pidelerini bulacağını söyleyen yorumları
okuyunca, Trabzon peynirli pide sipariş ederken
bulursun kendini. Adeta mahalleli gibi eve
dönmek yerine, burdan sonra nereye
uğrasam düşüncesi aklına düşer.
Gel gör ki saat geç olmuştur. Bazı yerler
kapanmıştır. Bazılarında ise hâlâ sohbet
halindeki insanları görürsün. Seni kendine çeken
Ma’ide’ye doğru ilerlersin. Kapının girişindeki
iki kişilik masanın sokağa dönük tarafına
ilişiverirsin. Hava bir hayli soğumuştur ve
tavsiye üzerine kış çayı sipariş edersin.
İçerden hafif hafif Elton John’un
Sacrifice şarkısının melodileri ile birlikte
Alman bir çiftin konuşmaları kulağına
çarparken, çantandan kitabını çıkarırsın.
Karşında o saatte hâlâ açık olan vintage
dükkânı görürsün. James Redfield’ın
Dokuz Kehanet adlı kitabında kaldığın
sayfayı aralarsın. Sokağın sessizliğinde arnavut
kaldırımlarına vuran ışığa bakar, çayından bir
yudum alır ve kendinle başbaşa kaldığın bir
yolculuğa çıkarsın. Hava kararmıştır,
soğuğu hissediyorsundur.
Kimin umurunda!
Hani o kış geldiğinde içini bir hüzün kaplar
gibi olur ya... Belki kendi içine daha çok
döndüğünden, belki de bir şeylere daha zor
yetiştiğinden... İllâ bilinmez uzaklara gitmen
gerekmez aslında kendini dinlemek için. Ayhan
Tomak, Saliha Kartal ve Yahya Bağcı gibi meşhur
sanatçıların atölyelerini ziyaret etmek,
hayallerinin peşinden giderek kendi mekânlarını
açan kişilerle tanışmak, vintage dükkânlarda
yaşanmışlıkları hissetmek, rengarenk evlerin
büyüsüyle sokaklarda dolanmak, o an içinden
gelen kafe hangisiyse orada oturup kendinle
başbaşa kalabilmek için ayaklarının seni Balat’a
götürmesine izin vermek de yeter bazen.
Hayatı ertelemediğin, sevdiğini söylemeyi
ertelemediğin, en önemlisi de kendini
ertelemediğin dopdolu bir kış senin olsun.
Yazarın notu:
Balat’ta keşfedilmeyi bekleyen üç mekân:
BarbaVasilis Rum Meyhanesi, Cooklife, Perispri
Deri Ceket, İro
Elbise, Red Valentino
Kolye, Beymen Club
Ürünler için Beymen’e, mekan için March’a teşekkürler.
“ TİFLİS... GRİNİN
TONLARINDA
MELANKOLİK
BULUŞMA
Kafkas Dağları’nın şefkatli kollarında uyuyup
Kur nehrinin sularında yıkanan buğulu şehir...
TİFLİS
Gürcistan, tarihte Hristiyanlığı kabul eden ilk ülkelerden biri. Oldukça da önem veriyorlar Hristiyanlık kültürlerine.
Gürcistan’ın Tiflis şehri de kilise ve katedral dolu. Her an yolda cübbeli bir papazla karşılaşabilirsiniz. Tiflis’in Hristiyan kültürü gelişmiş,
fakir ama eğitimli halkı, sıcakkanlı, kibar ve sanatsever... Diğer yandan ne yazık ki dilencilerle de sıklıkla karşılaşmanız mümkün.
Bazıları köprü altlarında sessizce dilenirken küçük ve enerjik çocuklar sizi sokak sokak takip edebiliyor.
Çok yıkık dökük harap bina var ama yüksek olmamaları, şehrin dokusuna uygun, tarihi bir estetik barındırmalarıyla insanın gözüne hoş görünüyorlar.
Yine de her tarafında koklanan fakirliğiyle romantikten ziyade melankolik bir şehir Tiflis.
60/61/62
Yazı ve Fotoğraflar:
Müge Emirgil
Gürcistan, Güney Kafkasya’da komşu büyük
medeniyetler arasında bir kavşak noktası
olmuş tarihler boyu. 19. Yüzyılda Çarlık Rusyası
yönetimine giren Gürcistan, SSCB döneminin
ardından 1991’de Sovyetler’den kopan son ülke.
Şu anda hala ABD politikaları ile Rus çıkarları
arasında savrulup duruyor. Bakü-Tiflis-Ceyhan
petrol boru hattının geçtiği Tiflis, komşudaki bol
petrole rağmen hâlâ ekonomik yetersizliklerle
boğuşuyor. Petrol ucuz gerçi, otomobile konan
benzin kadar ısınmak için kullanılan yakıt da öyle.
Dolayısıyla havası da oldukça gri bu şehrin.
Kültür, Sanat, Şarap
Sert Kafkas havasını dışarıda tutan dağlarla
çevrili olduğundan olsa gerek nispeten ılıman
bir iklimi var Tiflis’in. Şehrin ismi,
Gürcü dilinde söylendiği şekliyle Tblisi,
ılık yer anlamına geliyor. Sıcak su kaynakları
ve hamamlarını da unutmamak lazım. Kükürtlü
sıcak su kokusu pek hoş olmasa da son derece
sağlıklı ve rahatlatıcı. Böyle bir hamamda
rahatlayıp ardından nefis Gürcü şaraplarını
tadarak eğlenmek istiyorsanız Rustaveli’den
nehre inerken ilk paralel sokakta bulunan barlar
sokağına bir göz atmalısınız.
Gürcü şair Rustaveli’nin adını verdiği,
şehrin en önemli caddesi Rustaveli, Tavisuplebis
Moedani yani Özgürlük Meydanı’na çıkıyor.
Bağımsızlığa kavuşmadan önceki adıyla Lenin
Meydanı olan alandaki, ülkenin son Lenin heykeli
1990 yılında yıkılarak yerine Aziz George’un altın
kaplı atlı heykeli dikilmiş. Rustaveli Caddesi ve
bugünkü adıyla Özgürlük Meydanı’nı kapsayan
yürüyüş parkuru, kapalı gişe oynayan
Opera ve Tiyatro Binası, Parlamento Binası,
Güzel Sanatlar Müzesi ve irili ufaklı birçok
diğer müze ve kiliseyi barındırıyor.
Yine Özgürlük Meydanı’nda bulunan
Belediye Binası’nın çaprazındaki caddelerden
birinden indiğinizde ise eski Tiflis’e geliyorsunuz.
Şehrin gece hayatının kalbine geldiniz.
Bazılarında canlı müzik de dinleyebileceğiniz
sıra sıra kafe, bar ve restoranlar var.
Gürcüler su gibi şarap içiyor. Engebeli
olmasından ötürü tarım geri olsa da bölgede
ılıman iklim ve uygun jeolojik özelliklere sahip
topraklar sayesinde bağcılık oldukça gelişmiş.
Gürcülerin cins cins lezzetli şaraplarını tadarak
satın alabileceğiniz şarapevlerinden birkaçını
nehre inen caddelerde bulabilirsiniz.
Özgürlük Meydanı’ndan aşağı doğru inen tüm
caddeler Kur Nehrine iniyor zaten.
İniyor derken, kelime anlamıyla iniyor çünkü
burası bir vadiye kurulu olduğundan
genişledikçe yükseliyor.
Şehri alabildiğine görebileceğiniz en güzel
manzarayı ise Tiflis Kalesi sunuyor.
Gürcülerin Mtkvari dediği Kur nehrinin iki
kıyısına kurulmuş, ilk bakışta Kafkasya’da değil
de Avrupa’daymışsınız hissi uyandıran
Tiflis’in Gürcistan’ın en büyük şehri olduğuna
inanamıyorsunuz. Kur nehrinin üzerine kurulu
sıra sıra köprülerin birleştirdiği bu ufacık
oyuncak şehrin nüfusu bir buçuk milyon
civarında. Sıcakkanlı, kibar, yardımsever
halkı oldukça eğitimli, kültürlü ve de
sanatsever. Şehrin her yerinden görülebilen,
bir elinde tuttuğu şarap çanağı dosta ikramı,
diğer elindeki kılıç ise düşmana gözdağını
simgeleyen Gürcistan’ın anası
Kartlis Deda heykeli halkın karakteristiğini de
çok güzel yansıtıyor.
Mutfak lezzetli
Genelde ahşap ağırlıklı ve rustik
bir havası olan restoranlarda tadabileceğiniz
Gürcü mutfağı çok zengin değil ama lezzetli.
Yemekleri et, özellikle de domuz ağırlıklı.
Erikli soslar ve burada çok yetişen farklı mantar
çeşitleriyle zenginleştiriyorlar yemekleri.
Mantar bol ve lezzetli olunca haliyle mantar
çorbaları da mutlaka denenmeli.
Bir de Gürcüler arasında çok popüler
bir cins mantı yemekleri var. Hinkal,
bildiğimiz mantının on, Çin mantısının iki kat
büyüklüğünde olanı. Taneyle sipariş ediliyor.
İçindeki kıyma domuzdan ancak isteyen için otlu,
peynirli de yapıyorlar.
Yaklaşık 10 adetle doyuyorsunuz.
Bir de haçapuri denen pideleri ünlü.
Alkol kültürü baskın olan bu şehirde güzel
şaraplarının yanı sıra Gürcü vodkası ve
biralarını da denemeden dönmemek lazım.
Daha çılgın bir eğlence istiyorsanız
dansçı kızların, sahne gösterilerinin olduğu
birkaç büyük kulüp ya da irili ufaklı
birçok kumarhane mevcut.
Çılgınlıkta daha da ileriye gitmek isterseniz
barlar sokağında bildiğiniz
Türk pavyonları bile var.
Türkler yabancılık çekmiyor
Aslında Tiflis’te Türkler ticaret hayatında
kendilerini oldukça hissettiriyor.
Birçok yerde Türk marka ve ürünlerine
rastlayabiliyorsunuz. Türk çikolataları,
Türk bisküvileri, Türk deterjanları...
Bu kadarı yetmiyor ise Türk Caddesi de
denilen Marjanishvili Caddesi’nde
Türkler’in işlettiği restoranlar, marketler,
hatta berber dükkanları da bulabilirsiniz.
Burada envai çeşit Türk ürünleri mevcut.
Ancak bir turist olarak nehir kenarında
Vorontsov Köprüsü dibindeki parkta açılan
Pazar, alışveriş için en otantik seçim olacaktır.
Oldukça iyi fiyatlara zevkinize uygun tablo ve
çeşitli sanat eserleri satın alabilirsiniz,
hem de eserleri yaratan sanatçıların
kendi ellerinden... Satın alamayacağınız
heykeller ise şehrin her tarafına yayılmış.
Hiç ummadığınız anda karşınıza köprüden
atlayarak intihar eden bir adam,
sokak lambasını tamir eden bir görevli,
fotoğraf çeken turistler, yuvarlak olup el ele
dans eden çocuklar formatında çıkan
heykeller şehre neşe katıyor.
Bu küçük şehri en iyi yürüyerek
gözlemleyebilirsiniz. Taksi kullanmak
isterseniz şehrin her yerine 5-10 dolardan fazla
tutmuyor. Yalnız yabancı olduğunuzu
anladıklarında biraz fazla para aldıklarını
aklınızda tutun çünkü taksimetre yok.
Önceden pazarlık edin. Çok uzun
merdivenleriyle dikkatinizi çekecek metro ya
da otobüs de ulaşım için diğer alternatifler.
Önemli bir ayrıntı, Latin harfleri kullanılmıyor.
Rusça daha yaygın ancak İngilizce pek bilinmiyor.
Türkçe bilene bile rastlayabilirsiniz ama aksi
halde Gürcüler ne kadar misafirperver olup size
yardım etmek için seferber olsalar da kendi
yolunuzu bulmanız biraz zorlaşabilir.
“ MODANIN
YILBAŞI
MENÜSÜ
64/65/66/67
Hayatımıza renk katan yeni akımlarla dolu bir seneyi daha geride bırakıyoruz.
Yılbaşı gelip çattı... Birçok trend arasından yılbaşı gecesine uygun olanları sizin için
derledim. İster kız kıza yemekte olun, ister kalabalık bir partide... Şıklığınızla tüm
gözleri üzerinize çekmek istiyorsanız bu yazıya mutlaka bir göz atın!
Kürk Aşkına!
Kışın vazgeçilmezi kürklere gardıroplarda
yer açın, en iddialısını ise yılbaşı gecesine ayırın.
2015 Kış koleksiyonlarında alışılagelmişin
dışında karşımıza çıkan kürkler, girdiğiniz
her ortamda gözleri üstünüze toplayacak.
Tercihinize göre dilerseniz Marni ve Céline
defilelerindeki gibi parçalara ayrılmış ya da
Dior ve Emilio Pucci gibi bütün halini kullanın.
Hazırlayan: Melis Oğuz
[email protected]
Kırmızılara Bürünün
Yılbaşı gecesinin vazgeçilmez rengi:
KIRMIZI
O gece alabildiğince kırmızılara bürünün...
Ya kırmızı seksi bir takım elbise ya da hareketli
bir elbise. Baştan aşağı tek renge bürünmek
bu kışın öne çıkan trendi, işin içine kırmızı da
girince tadından yenmiyor.
Desen Sevenler
“Yeni yıla nasıl girersem öyle geçer” deyip,
tüm yılını renk renk, desen desen geçirmek
isteyenlerdenseniz bu trendi tek bir parçada
kullanmaya özen gösterin. Düz pantolonları
desenli gömlekler veya ceketlerle, desenli etek
ve pantolonları ise düz bluzla kombinleyin.
“Yok bana bol desenli bir yıl lazım” derseniz,
o zaman tercihinizi elbiseden yana kullanın.
Doğaya Dönüş
Yılbaşında sade bir program sizi şıklığınızdan
alıkoymasın! Sezonun sıkça kullanılan
tonları kahve ve beji cesurca kullanın.
Özellikle tulumlarda öne çıkan bu tonları
kullanırken canlı renkteki aksesuarları
tercih edin.
Metal Ayrımı
Millenium’dan kalma gibi gelebilir ancak
kıyafetlerde metalik etkiler son derece moda.
Yılbaşında bir parti planınız varsa bu trend
tam sizlik. Pul, payet, boncuk işli bluzlarla ipek
pantolonları kombinleyin veya düz işli bir
elbise giyin. Gecenin tüm ışıltısı sizinle olsun.
Siyahla Beyazız
Moda olan renkler ne kadar canlı ya da ne kadar
mat olursa olsun, bazılarının tek derdi siyahla
beyazdır. İkisi ayrıyken olduğu kadar
yan yanayken de bir o kadar cazibelidir.
Victoria Beckham ve Valentino’da geometrik,
Zimmermann ve Vera Wang’de kombin halde
karşımıza çıkan siyahla beyaz kolay ama asil
şıklığın tek adresi.
Şatafatı Sevenler İçin Yılbaşı Gecesi
Yeni yıla tüm iddianızla girmek ister misiniz?
Bunun için tek ihtiyacınız; şatafat. Pul, taş ve
işlemeli kumaşlar olmazsa olmazınız, renk
ise tamamen zevkinize kalmış. Ancak bana
sorarsanız kırmızı, altın veya beyazı tercih edin.
Bırakın etekleriniz kabarsın ve uçuşsun... Konu
şatafatsa, abartmaktan korkmayın!
BUNLARI DA UNUTMAYIN
Kış Makyaj Trendlerini Değerlendirin!
Podyumlarda karşılaştığımız makyaj
trendlerinin çoğunu ne kadar beğensek de
günlük hayata çok fazla entegre edemiyoruz.
İşte bu yüzden; Yılbaşı, Sevgililer Günü gibi özel
günler bu trendleri hayata geçirmek için bir
fırsat. Bu fırsatı iyi değerlendirin!
Metal tonlar her kış gibi bu kış da
çok moda. Bronz, metal, altından
hangisini seçeceğinize siz karar verin ve
göz makyajınızda bu tonları kullanın.
Bu tonları sevmiyorsanız dikkati
gözlerinize çekecek bir eyeliner uygulayın.
Bunu yaparken Fendi, Suno, Dior ve Rochas
defilelerinden ilham alabilirsiniz.
İlgiyi dudaklara çekmek istiyorsanız da
bordo veya kırmızı ruj ilk tercihiniz olsun.
Sade bir makyaja en koyu bordo ruju
sürmekten korkmayın.
Elinizde Bulunsun!
Tüm şık kombinlerin son dokunuşudur çanta.
Tarzınız, zevkiniz ne olursa olsun
en şık kombini sporlaştırabilir ya da en spor
kombini şıklaştırabilirsiniz.
Elinizde böyle bir güç varken onu
en iyi şekilde kullanın.
Ayağınıza Sağlık
Düşmanı bilemem ama 2015 Kış
koleksiyonlarındaki ayakkabılarla herkesin
ayağınıza bakacağı kesin.
Bolca dans dolu bir geceye hazırlanırken
ayakkabınızı dikkatle seçin.
Bir Sütyen Her Şeyi Değiştirebilir
Yapılan araştırmalara göre kendine güvenen
kadınların gücü iç çamaşırlarından geçiyor.
E hal böyle olunca en çok dikkat çeken markaya
dönmeden edemiyoruz: Victoria’s Secret.
1996 yılında Claudia Schiffer ile start veren
‘Fantasy Bra’ serüveni, Gisele Bündchen,
Heidi Klum, Karolina Kurkova, Miranda Kerr ve
diğer süper modellerle devam etti.
Geçen yıl Alessandra Ambrosio ve Adriana
Lima’nın taşıdığı ‘Dream Angels Fantasy Bras’
bizi ekranlara kitlemeye yetti.
Geçtiğimiz günlerde ‘Fantasy Bra’
yeni versiyonu görücüye çıktı. 685 saatte dikilen
2 milyon dolarlık ‘Fireworks Fantasy Bra’yı,
yılbaşı defilesinde Lily Aldridge taşıyacak.
Peki, Yılbaşı Gecesi Bizim Payımıza Düşen Ne?
Seksi ve rahat bir iç çamaşırı için H&M,
Oysho, Intimissimi, abartılı bir görünüm içinse
Agent Provocateur’e mutlaka uğrayın!
Yazarın Notu:
2015’i geride bırakırken yaşanılan güzel şeyleri
anı, kötüleri ise ders olarak saklayın.
2016’da gelecek insanlara, artı değerlere,
yeni renklere ve anılara yer açın.
Her şeyin en güzeli sizinle olsun.
Mutlu Yıllar...
“ GOOD
FOR MEN
68
2016 Bahar Erkek Trendleri
Erkeğin Stil Rehberi
Parfüm Seçimi
Yeni yıla girerken erkek modasının
yeni rüzgarları da esmeye başlıyor.
Görünüşüyle hep bir adım önde yer almak ve
girdiği her ortamda odak noktası olmak
isteyenler için ipuçları;
Moda, giyim, tarz ve stil. Modern metropol
erkeğinin sosyo-kültürel kimliğinin ayrılmaz
parçaları. Seçenekler ve trendler kafanızı
karıştırıyorsa, bu konuda yazılmış harika
kitaplarla bir stil ikonu olabilirsiniz.
Hardy Aimes’in “ABC of Men’s Fashion”
(Erkek Modasının ABC’si) kitabı erkek giyimin
ne olduğu, erkeğin nasıl giyinmesi gerektiği ve
etiğin giyime uygulanışı hakkında v
erdiği bilgilerle görünüşünüze olduğu kadar
öz güveninize de hitap ediyor.
Amerikan modasının ikonu, en stil sahibi erkek
giyim markalarından Ralph Lauren’in dehasının
bir kanıtı da bu kitap. Her girdiği ortama hâkim
ve çarpıcı bir tarz için, Ralph Lauren by
Ralph Lauren kitabını mutlaka okuyun.
Yazılmış en etkileyici moda kitaplarından biri
olan Teruyoshi Hayashida’nın Take Ivy kitabı,
zamanda geriye giden bir kaleydoskop misali
Amerika’nın meşhur Sarmaşık Ligi
üniversitelerinin moda anlayışına odaklanıyor ve
eşsiz bir görsel portre çiziyor.
Kütüphanenize mutlaka ekleyin.
Yves Saint Laurent by Farid Chenoune &
Florence Muller, çağımızın en büyük moda
markasına adını veren büyük ustanın hayatına
odaklanan en samimi ve en etkileyici kitaplardan
biri. Modayı yaratan isimlerden birinden ders
almak istiyorsanız bu kitap tam size göre.
Alan Flusser’ın “Dressing the Man:
Mastering the Art of Permanent Fashion”
(Erkeği Giydirmek: Kalıcı Modanın Uzmanı
Olmak) kitabı size doğru renkler,
kombinler ve doğru kumaşlar hakkında
o kadar çok şey öğretecek,
gardırobunuza o kadar katkıda bulunacak ki,
eskiden nasıl giyindiğinizi
hatırlamayacaksınız bile.
Bir ortama girdiğiniz anda size bakan ya da
bakmayan herkesin dikkatini çekme özelliğine
sahip tek şey kokunuzdur. Erkeğin kokusu sosyal
kimliğinin en dikkat çeken parçalarından biridir.
Tek başına sizinle ilgili bir kitap dolusu bilgiyi
taşıma özelliğine sahiptir. Bu yüzden kokunuzu
seçerken doğru mesajı verdiğinizden ve doğru
tercihi yaptığınızdan emin olmanız gerekir.
Parfüm kişisel tarzınızın görünmez ifadesidir.
İnsanların sizi nasıl gördüğü ve hatırladığı
üzerinde büyük etkisi vardır.
• Prada’nın kısa şortlarına bir şans verin.
• Çiçek desenleri ve kıvrımlı boyun bağlarının
öne çıktığı cüretkâr ve kadınsı bahar
trendinden kaçmayın.
• Armani’nin rahat, günlük ve
klasik tarzından şaşmayın.
• Bottega Veneta’nın sırt çantalarıyla
hayatınızı kolaylaştırın.
• Ferragamo podyumunda gördüğünüz gibi
retronun dönüşüne izin verin.
• Yarı şeffaf gömlekler bu yılın bahar modasında
öne çıkıyor. Mutlaka deneyin.
• Asya etkisinin kuvvetle hissedildiği sezona
Uzakdoğu temasıyla girin.
• Versace’nin yuvarlak kepleri sezonun favori
aksesuarı olma yolunda. Bir tane alın.
• Gömleklerde görmeye alışık olduğunuz kareli
desenler, bu sezon atkılar, ceketler ve
paltolarda öne çıkıyor. Aklınızda bulunsun.
• Size hangi kokunun yakıştığını en iyi siz
anlayabilirsiniz. Ama eğer fikrine güvendiğiniz
birden fazla kişi bir kokunun size yakışmadığını
söylüyorsa, parfümünüzü değiştirmeyi düşünün.
• Bir kokuyu almadan önce kendi vücut
kokunuzla uyumunu bütün bir gün boyu test edin.
• Eğer parfüm alımında yeniyseniz ufak
şişelerden başlayın. Küçük boy şişeler,
fikrinizin değişmesi ya da az kullanımın sorun
olmayacağı en ideal seçimdir.
• Parfümler bozulur. Direkt güneş ışığı alan ya
da sürekli ısınan nemli ortamlarda aromalar
parçalanır ve parfümünüz orijinal kokusunu
kaybeder. Onları kapalı, serin ve
kuru ortamlarda saklayın.
• Kullanırken abartıdan kaçının.
Boyun, bilek, omuz gibi vücudunuzun ısı alanları
kokuyu yaymak için idealdir. Doğru noktaları
öğrenin ve az kullanın. Bileğinize sıktığınız
kokuları, bileklerinizi birbirine sürterek
yaymaktan kaçının. Bu koku moleküllerinin
arasındaki bağı koparır ve kokunuz etkisini
kaybeder. Aynı şekilde giysilerinize parfüm
sıkmayın. Aromanın cildinize temas etmesi
gerekir ve parfüm içindeki yağlar
giysilerinizde iz bırakabilir.
“ İYİ
HİSSETTİRENLER
70/71/72
Geldik kışa...
Ya da kış bize geldi!
İnsan bardağın boş tarafını görmek istedi mi,
kendisini kötü hissedecek pek çok sebep
yaratabilir bu mevsimde. Kar, kış, kıyamet...
İçimiz üşüyor, doğalgaz faturası kabarıyor...
Evsizler ve minik dostlarımız dışarıda donuyor,
bu sefer içimiz acıyor. Bunun kesilecek faturası
da yok! Kasvet, karanlık, ayaz...
Mı gerçekten, yoksa yeni kararlar almak,
doğa gibi önce bir uykuya çekilip,
sonra yeniden doğmak, hadi daha da basite
indirgeyeyim; sevdiklerinize hediye verip,
bir sıcak gülümseme görmek, kışlık yeni ciciler
için alışverişe çıkmak, yeni yerler keşfedip,
arkadaşlarla sıcak sohbetle sıcak şarabın
keyfine varmak için en uygun zaman mı?
Bardağın dolu tarafından bakmasını bilene
her mevsim bir nimet, her gün hediye.
Her ne kadar dünya olumsuz hadiselerle
çalkalansa da, halen kendimizi iyi hissetmek
ve anların kıymetini bilmek için
pek çok sebebimiz var. Bakmayı ve görmeyi
bilmek, istemek lazım, di mi ama :) İşte benden
naçizane öneriler :)
Yazı: Özlem Gökbel
[email protected]
İnsanın tasarımdan başı döner mi? Döner!
Boğaz hattının en şık tasarım mağazalarından
ve Bebek semtinin en sevimli noktalarından biri
olan Chic Town Deco’ya adım atarsanız,
ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Dünyanın her köşesinden özel olarak getirilmiş
tasarım objeleri başınızı öyle bir döndürecek ki;
orada gene tasarım harikası koltuklardan birine
çöküp, mağazanın kurucu ortaklarından
Mimar Tülay Beşir’in bir acı kahvesini içmek
isteyeceksiniz...
1 yıl kadar önce açılan Chic Town Deco’da
aydınlatmadan, mobilyaya, ev tekstilinden
dekoratif aksesuarlara kadar birçok farklı
tasarım ürün ve sanat objesi yer alıyor.
Her birini sevdim, neredeyse hepsi benim olsun
istedim. Ama en çok aklım kalanlar,
-kişisel olarak renk cümbüşüne bayıldığımdan
olsa gerek-, Lübnan Firması Bokja’nın geleneksel
teknikle üretilmiş el yapımı tasarım koltuk ve
kanepeleri oldu. Ünlü Alman tasarımcı
Thomas Hoffman’ın enerjik, renkli, eğlenceli,
el yapımı ve el boyama özel tasarım mobilyaları
ve objelerine, İtalya’nın 100 yıllık seramik
firmalarından Rometti’nin geleneksel el yapımı,
farklı temalardaki vazo, kase ve dekoratif
tasarımlarına, Parisli Ateliers’in
Louvre Müzesi sanat koleksiyonuna,
İtalya’nın lider mobilya firması
Dialma Brown‘un vintage, loft,
endüstriyel, country tarzı mobilya, lamba,
ayna ve objelerine veee Philippe Starck,
Marcel Wonders, Patrica Urquiola,
Melone Bourge gibi tasarım dünyasının
ikonlarının özel çalışmalarına da hayran
kalmadım dersem eksik bir yazı olur bu.
Bugüne kadar mimar olarak da birçok projeye
imza atmış olan Tülay; bu ürünleri seçerken
amacının; günümüz dünyasının hızlı
koşuşturmasında kişileri evlerinde, iş yerlerinde,
iyi, farklı, enerjik ve neşeli hissettirmek,
hayallerindeki yaşam ortamını
gerçekleştirmelerini sağlamak” olduğunu
söylediğinde onu hiç tereddütsüz takdir ettim.
İyi Hissettirenler başlıklı yazılar yazmaya
kalkışmış, önerileri ile insanların iyi
hissetmelerinde payı olduğunda mutluluk
duyan biri olarak ne demek istediğini
gayet iyi anlamıştım :)
Kıssadan hisse; önerim yolunuzu en kısa
zamanda Bebek Hamam Sokak No:5’e
düşürmeniz olacaktır.
Hele ki yılbaşı döneminde; kendinize ya da
sevdiklerinize ne hediye alsam diye
düşünürken... :)
www.chictowndeco.com
Bildiğimiz markalarda yeni imzalar alışveriş
arzumuzu kamçılar mı? Kamçılar!
Giyim, kuşam, takı, mücevher, ayakkabı, çanta...
Bu kelimeler – sadece kelime olarak bile - bende
tarifi zor bir duygu uyandırır her zaman...
Hani limon deyince hepimizin bi ağzı sulanır,
dişi kamaşır ya, istem dışı bir durumdur.
Sanki onun gibi bir şey... Zaafım var. Bayılıyorum.
Alışveriş, yeni ciciler, farklı tasarımlar bana kendimi
baya iyi hissettiriyor :) Şimdi bir vesile daha çıktı!
Mudo’dan ya da Boyner’den alışveriş etmeyenimiz
pek yoktur. Sevdiğimiz Türk markalarından olurlar
kendileri. Bugünlerde Mudo koleksiyonlarında
tasarımlarıyla Arzu Kaprol’un, Boyner’de ise
özenilmiş seçkisiyle Ayşe Boyner’in imzaları var.
Hadi bakalım, şimdi alışveriş yapmayın da
göreyim :)
Şahsen kendisini pek beğendiğim
Arzu Kaprol; “’Tasarım bir ürünün farklılığı, her
zaman güncel olmasıdır” mottosundan yola
çıkarak Mudo için uzun süre dolabınızda
tutabileceğiniz zamansız ürünler tasarlamış.
Mudo’nun Maid in Love ile yaptığı renkli
iş birliğinden sonra yeni bombasını merekla
bekliyordum zaten. Hemen bir Mudo mağazası
ziyareti yaptım. Arzu Kaprol tasarımlarını bizzat
inceledim, dokundum. Doku önemli benim için.
Çok renklilik de keza. Renk bloklarından lazer
kesimlerine kadar tamamen özgün bir
tasarım anlayışıyla şekillenen koleksiyonda,
neopren ve deri kumaşlar öne çıkmış.
Anahtar renkse oranj. Limitli sayıda üretilen
bu koleksiyon hem dokudan, hem de renk
seçimlerinden benden tam puan aldı.
Tasarım ürünler olmasına rağmen göze alınabilir
fiyatlandırması sayesinde
gardırobumda da yerini aldı :)
www.mudo.com.tr
Boyner’e gelirsek; Ayşe Boyner’in henüz
Türkiye’de olmayan dünyanın başarılı ve trendy
markalarından bir koleksiyon derlediğini duyar
duymaz hemen internete girip, kendime havalı
bir parça kaptım bile :) Ayşe Boyner, bu
projedeki ortağı Danimarkalı Charlotte Gram
Andersen ile tüm dünyada pek çok fuara
katılmış. İngiltere’den Avustralya’ya kadar pek
çok ülkeden 37 tane tarz sahibi marka belirlemiş.
Şimdi bu markalardan en hip ürünler 11 Boyner
mağazasında satışa sunuluyor. Boyner Fresh
adı altındaki bu seçkinin en büyük özelliği ise
6 haftada bir değişecek olması. Yani; Boyner
Fresh’den aldığınız bir ürünü bir başkasının
üzerinde görme şansınız baya bir az... Fiyatlar da
gayet makul. Belli ki; herkes birazcık tarz
giyinebilsin istemiş Ayşe Boyner, iyi de yapmış :)
www.boyner.com.tr
Bir restoranda gördüğünüz,
dokunduğunuz her şeyi satın
alabilir misiniz? Alırsınız!
Dergimizin kadim yazarlarından, çok sevdiğim
arkadaşım Petek Erim aradı geçenlerde.
Rutin hal hatırlaşmamız arasında “bizim
Dido çok cici bir restoran açmış, bir gün de orada
buluşalım” deyince beni aldı bir merak.
Zaten bayıldığım bir sektör, yeni yer
keşfetmeden de duramam, e bir de üstüne
üstlük Avusturya Kız Lisesi’nden sınıf arkadaşım
Elif Didem Yağcı’yı pek severim, pek özlerim...
Haliyle tez vakte aldım soluğu, son zamanların
yükselen lokasyonu Armutlu’da konuşlanan
March’da... Bulmam kolay oldu, zaten ana cadde
üzerinde ışıl ışıl parıldıyordu mekan.
İçeriye girdiğimde beni ilk karşılayan “tasarım”
oldu. Şaka değil; nereye baksam gördüğüm
sanat eserleri, tasarım objeler, özel design
edilmiş oturma grupları ve ahşap uzun masalar,
dev özgün avizeler hoş geldin dedi bana önce...
Sonra Dido sarıldı sıkı sıkı da, kendime geldim.
Etkilenmiştim. Onun güleryüzünün ardındaki
hayat görüşü, March’da ağaca, cama, metale,
seramiğe yansımış ve sıcacık bir mekan olmuş.
Bir de mekanın tam karşısında çam ormanları,
içerisi zaten cıvıl, cıvıl, ışıl, ışıl... Bir kartpostalın
içine düşmüştüm anlayacağınız.
March Restoran’ın beni çarpan bir diğer
özelliği de; yemek yediğiniz tabaktan, tepenizde
masanızı aydınlatan avizeye kadar, mekanda
gördüğünüz her şeyin satılık veya sipariş
edilebilir olması. Kendi tasarımları olan ev
mobilyası, masa, sandalye, sehpa ve aydınlatma
grupları dışında, ince bir zevkle seçilmiş
hediyelik eşyalar, cam sanatının kibarlığını
yansıtan objeler, seramik tasarımlar ve
şahaser tablolar da var burada. Yemeğinizi
yerken etrafınıza bakışınızı ve aklınızdan geçen
soruyu hayal edebiliyorum:
Eşime, dostuma, hatta evime hangi birini
alsam acaba?
Bu arada bahsetmeden olmaz;
kendisini butik bir et restoranı olarak
konumlandıran March’ın
mutfağı yılların usta ismi Şenay Yılmaz’a
emanet. Bonfile, dana pirzola, külbastı ve nice
enfes lezzet, ama özellikle harika soslar,
güleryüzlü ve ilgili Şenay Hanım’ın yemeklere
kattığı sevgisi ile pişiriliyor. Mekanın konsepti;
özel kutlamalar, lansmanlar, doğum günleri vb
etkinlikler için de çok uygun. Aklınızda olsun.
Size kendinizi iyi hissedeceğinizin garanti olduğu
bir mekan daha önermiş olayım.
www.marchistanbul.com
“ ART
BLOG
74/75/76/77
Röportaj: Rana Korgül
[email protected]
Fotoğraflar: Ofist Arşivi
www.ofist.com
Başı Belada
Tasarımcılar Ofist
İki farklı karakter bir olup tasarım harikası işler ortaya
koyuyorsa, illa her zaman aynı şeyi söylemek ya da aynı yöne
bakmak gerekmez. Ofist ortakları Yasemin Arpaç ve
Sabahattin Emir işte bize bunu gayet güzel kanıtlıyor.
İşleri çok beğeniliyor, çok konuşuluyor, çok da övgü alıyor.
Estetik kaygı yerine doğal ve fonksiyonel olan üzerine giden
tasarımcılarla bir araya geldik ve koyu sohbete daldık...
Sizi tanıyor olsak da, her şeyin en başına dönmek isteriz.
İç mimari ve tasarımla yollarınız nasıl kesişti?
YA: Tesadüf olsa gerek... Bence 18 yaş hayatının kararını
vermek için oldukça erken bir yaş. Son derece kararlı ve
istekli bir seçimdi benimkisi ama yine de tesadüfen doğru bir
karar verdiğimi düşünüyorum. Bizim jenerasyonda işletme
okumak çok popülerdi mesela. Dönemin belki de yarısı neyi
işleteceğini bilmeden işletme fakültesi seçti. Sonra kimisi
reklamcı oldu, kimisi bankacı... Sonuç olarak, ne zaman
kesiştiği, nereden girdiğimiz değil; neresinden çıktığımız daha
önemli. Ben yaratmayı seviyorum. Bir işi tamamladıktan sonra
şöyle bir geri çekilip ne yaptığınızı görebilmek,
dokunabilmek güzel bir şey.
SE: Ben endüstri meslek lisesi elektrik bölümü mezunuyum
ve elektrik mühendisi olmaya çalışıyordum. ÖYS’yi
kazanamayınca yetenek sınavlarına girip ne olduğunu doğru
dürüst bilmeden içinde mimarlık lafı geçiyor diye tercihlerim
arasına iç mimarlığı yazıp Mimar Sinan’a girdim. Bir insanın
geleceğine böyle karar vermesi çok tuhaf ama böyle oldu.
Güzel tesadüfler diyelim... Ofist’te ortaklığınız nasıl gelişti?
YA: Bir plan ile gelişmedi. Hatta tamamen kendi akışında
gelişti diyebiliriz. 10 seneyi devirmişiz...
SE: Daha önce aynı ofiste çalışıyorduk. İşten ayrıldıktan
sonra önce beraber bir, iki iş yaptık. Sonra da bu iş olur diye
düşünerek 2004’de Ofist’i kurduk.
Ofist Türkiye’nin önemli mimarlık ofislerinden biri.
Bir iç mimari projeye baktığımız zaman Ofist’in karakterini
yansıtan özellikler neler?
SE: Karakteristik derken birbirini tekrar eden biçimsel
çözüm ya da tercihlerden bahsedemeyiz. Böyle bir şey
yapmaya da çalışmıyoruz. Biz her proje çözümünde aynı
yöntemi kullanmamıza rağmen bu biçimsel olarak
projelerimize yansımıyor. İşlerimiz birbirinden çok farklı
çünkü sorular çok farklı. Dolayısıyla cevaplar farklı...
YA: Biz tek tip bir iş yapmıyoruz. Müşterimizin neye ihtiyacı
olduğu çok önemli. Bazen sadece küçük bir makyaj oluyor bu
ihtiyaç, bazen de sıfırdan, baştan yaratmak. Tabii ki,
her noktasını tasarlayabildiğimiz proje çok daha özgür, yaratıcı
ve eğlenceli. Burada önemli olan her projenin doğrusunun
bir diğerinden farklı olması. İşte o yüzden biz hazır çözümlere,
kalıplara başvurmuyoruz. Her projeyi kendi özelinde
değerlendirip, projeye ve kişiye özel tasarımlar yapıyoruz.
Terzi misali... O zaman da kullanıcının üzerine cuk diye oturuyor,
sağından solundan sarkmıyor, emanet durmuyor!
Bence bizi farklı kılan büyük ölçüde bu. Projelerimize
baktığınızda aslında hepsi birbirinden oldukça farklıdır.
Doğal olarak... Ne de olsa kullanıcıları da, amaçları da, yapıları
da farklı. Ama tasarım gözüyle bakan bir göz içlerindeki ortak
yaklaşımları seçebilir.
Mesela; biz kabuğunu tasarlamayı seviyoruz! Tüm duvarları,
zeminleri tamamlayıp, ‘Tamam şimdi de buraya kütüphane
koyalım, şuraya da dolap yerleştirelim,’ demek yerine,
daha o duvarı şekillendirirken bir kütüphane olarak
şekillendiriyoruz. Bunu anlatabileceğimiz güzel örneklerden bir
tanesi Karaköy Loft. Her şey tamamlandığında mobilya olarak
sadece ev sahibinin eski bir kanepesi ile sekiz sandalyesi
getirilip yerleştirildi. Geriye kalan her şey evin inşai süreci
içerisinde müşterimizin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda
tasarlanmış ve inşa edilmişti zaten. Yani, demir konstrüksiyon
ile zemine ankre edilmiş beton yemek masasını bir ucundan
tutup 20cm kenara çekme şansınız bile yok. Ama zaten ince
ince düşünülüp uygulandığı için öyle bir ihtiyaç da yok!
Detay ve özen kesinlikle bir arada diyorsunuz...
Peki, iç mimari anlayışınızın temeli neye dayanıyor?
YA: Gerçek işler yapmaya dayanıyor sanırım. Gerçek insanlara,
gerçek hayatlara, gerçek tasarımlar ve mekanlar.
Dekor olarak fonda durmayan, gerçekten kullanılan, gerçek
ihtiyaçları karşılayan işler yapıyoruz. Biz egoist tasarımcılar
değiliz; olmamaya da çalışıyoruz. Mekanları kendimiz için veya
iyi fotoğraf versin diye yapmıyoruz. Kullanılsın, ihtiyaçları
karşılasın, sevilsin, yaşansın, tatmin etsin diye yapıyoruz.
SE: Bir mekan tasarlamakla bir endüstri ürünü tasarlamak
arasında çok ciddi farklar var biliyorsunuz. Bir ürünü satmak
istediğiniz kadar çok kişinin ortak beğenisini karşılayacak
şekilde tasarlarsınız ya da çeşitlendirirsiniz ama mekan
tasarımında işveren çoğunlukla bir kişidir. Yani her proje bizim
için biriciktir. Ekonomik ya da hızlı davranmak adına bazı
kabullerden yola çıkarak işimizi kolaylaştırmıyoruz. Gerekirse
başımızı belaya sokup, sonra altından kalkmasını da biliyoruz.
Başı belaya sokup sonra da altından kalkmak,
ne güzel bir anlatım oldu! Bu bağlamda tasarım dünyasında
kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
YA: Yaptığı işle, hayatla ve kendisiyle hala bir derdi, bir alıp
veremediği olanların köşesinde diyebilirim...
SE: Az önce Türkiye’nin önemli mimarlık ofislerindensiniz
dediniz ya bu çok güzel bir şey, çok hoşuma gitti... Yaptıklarımızı
tüm dünyada yapılanlarla beraber düşündüğümde
kendimizi taş üstüne taş koyma çabası içinde olanlarla aynı
yerde görüyorum.
Haklısınız... Mesleğinizi başarıyla sürdüren tasarımcılar
olarak, bugünlere gelirken pek çok evreden geçmiş
olmalısınız. Mesleğinizdeki en büyük kazancınız ne oldu?
SE: Yaptığımız iş birçok disiplini bir arada düşünmeyi,
dikkate almayı ve çalışmayı gerektiriyor. Bütün bu süreçlerde
beraber çalıştığımız düz işçisinden marangozuna, temizlik
görevlisinden mutfak şefine kadar birçok insanla hem beraber
çalışıp hem de birbirimizle savaşarak ortaya somut bir iş
çıkarabilme becerisi en büyük kazancımız...
www.ofist.com
Ofist’in en heyecanlandığı projeler değişik ve yaratıcı olanlar
diye biliyoruz. İşlerinizde her zaman yeni bir hava yaratmayı
başardığınız gibi aynı zamanda tasarım değeri taşıyan sayısız
projenin altına da kendi imzanızı attınız. Biraz bu projelerden
bilgi verir misiniz?
YA: Biz kendimize çözecek sorunlar yaratıyoruz ilk önce.
Yoksa neden bir insan gidip hazır bir duş teknesi alıp
koyacakken, oturup da tekerlekli bir duş teknesi tasarlar,
detaylar çözer ve üretir ki! Mesela; AD Evi’ndeki yaklaşımımız
binanın tarihi mirasına dokunmadan yanına ilişiverip bundan
sonraki hayatımızı birlikte devam ettirmek idi. Yüz küsur senelik
yapının duvar lambrilerini yok edip bir köşe duşu yerleştirmek
istemedik tabii. Ama dairenin yeni kullanıcısı da haliyle bu devirde
her sabah duş yaparken aslan ayaklı küvete girmek istemiyordu.
Karaköy Loft, tüm dünyada çok büyük ilgi gördü. Sayısız blogda,
dergide ve kitapta yer aldı. Ekşi sözlükte bile hakkında 12 adet
giriş var! Aslında son derece basit ve doğal çözümlerle fakat
akıllıca ve iyi detaylandırılarak çözülmüş bir proje. Her köşesi ve
her detayı, kullanıcısı için düşünülmüş, tasarlanmış ve titizlikle
uygulanmış bir proje. Y Evi’ndeki yaklaşımımız ise biraz daha
farklıydı. Mandarin Oriental’in Bodrum’dan kopuk bağlamını
Akdenizlileştirebilmek için bir çalışma diye özetleyebiliriz.
Daha lokal, daha yazlık, daha bildik, daha sıcak, daha samimi ve
daha Bodrum... White House ise tam Gezi dönemine denk geldi.
Gezi’nin kesilen ağaçlarının yaprakları Kate’in merdivenlerinde
yerlerini aldı. Güneş ve gölge ile çok tatlı oyunlar, yansımalar
yaratıyorlar. Gezi’nin kurtarılmış ağaçlarını küçük bir gülümseme
ile anımsatarak... Bu arada Numnum’ları yapıyoruz bir yandan da.
Birbirini takip eden bu projeleri bile ele alırken her seferinde
birçok noktasında başa dönüp tekrar gözden geçirip
değişiklikler yapıyoruz.
Çabuk tüketen moda tasarımı ile daha uzun soluklu mimari
tasarım arasında da ayrılmaz ve hatta kaçınılmaz bir bağ var.
SE: Aslında biz hemen her mekanda heyecanlanacak bir şeyler
buluyoruz. Aklıma Kent Optik geldi. Müşterimiz Kanyon’da bir yer
tutmuş ve yeri göstermek için bizi mekana götürmüştü.
Ama pek bir mutsuzdu çünkü dükkanın bir duvarı hem yatayda,
hem dikeyde içe doğru eğikti yani içbükeydi. Ayrıca dükkan içe
doğru daralıyordu, yani dükkan müşteriye göre hem yamuk, hem
de kullanışsızdı. Biz duvarı görünce birden heyecanlanıp fikirler
üretmeye başladık. Ne de olsa Kanyon’un karakteristiğini en çok
yansıtan üç beş dükkandan birisiydi.
İstanbul’da yaşayan, çalışan ve tasarlayan mimarlar olarak,
onda neyi değiştirmek isterdiniz?
SE: İstanbul fıtratı gereği hiçbir zaman çok düzenli tıkır tıkır
işleyen bir şehir olamaz, olmasın da zaten. Ama yine de İstanbul’da
yaşayanlar olarak asgari düzeyde bir konforu hak ediyoruz diye
düşünüyorum. Mesela; tüm tuğla kalmış binalar sıvanıp boyansa,
şehirde daha az korna çalınsa, denize iki metre mesafede yolları
bile yağmurda su basmasa, daha fazla meydan olsa ya da insanlar
çalıştıkları yakada oturmaya özendirilse gibi yapması çok da zor
olmayan ama hayatımızı çok daha çekilir kılacak şeyler yapılabilir.
YA: Benzer bir şey MMS evinde de olmuştu! Ev Ayşe Sultan
Korusu’nda zamanında Nezih Eldem tarafından yapılmış bir
apartmanın çatı dubleksi. Dönem karakteristikleriyle arazinin
eğimi kullanılarak küçük kot farklılıkları ile bölünmüş mekanları
ve detayları görünce inanılmaz heyecanlandık. Daha sonradan
öğrendik ki işi bize vermelerinin başlıca sebebi bu
heyecanımızmış. Bizden önce mekanı gören mimarlardan
bir tanesi ‘Ah çok güzel ama keşke şöyle ferah, geniş, düz ayak bir
mekan olsaydı!’ demiş...
Hepsi birbirinden özel, tasarım niteliği ön planda olan
projeler... Ya hiçbir bağlayıcı unsur olmadan sonsuz olanakla bir
konut tasarlamanız istense, bu nasıl olurdu?
YA: Çok sıkıcı olurdu! Bu şimdi size şaka gibi gelecek ama gerçek.
Yarattığınız işi farklı kılan, yaratıcılığınızı zorlayıp size sıra dışı
şeyler yarattıran hep bu bağlayıcı unsurlar. Dümdüz bir arsada
bir ev tasarlamaktansa, kayalık bir dik yamaçta tasarlamak daha
heyecanlı. Evin kullanıcısı, bulunduğu yer, çevresi, tarihi mirası,
mimarisi, yapı tipi, komşuları, bütçesi, ihtiyaçları... Bunlardan
herhangi biri değişse, varacağınız sonuç da değişir/değişmeli.
SE: Her proje kendi başına bir soru aslında. Ve ben size,
“Bir sayıyı bir sayı ile çarpın sonucu söyleyin,” desem bana cevap
veremezsiniz değil mi? Çünkü sormadığınız bir sorunun cevabını
beklemek gibi bir şey olur bu. Soru yoksa cevap da üretilemez.
Tasarım sektörünü de takip ediyorsunuz. İç mimarlık ve
tasarım ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
YA: Tasarım hayatın ayrılmaz bir parçası. İyi, kötü, başarılı veya
değil etrafınızdaki her şey bir tasarım. Dolayısıyla iç mimarlıktan
da ayrılması mümkün değil. Biz trendlerden de uzak durmaya
çalışıyoruz aslında. Gelip geçici, moda olup sonra demode olan...
Bodrum Mandarin Oriental’daki Y Evi’nde müşterilerimiz
Türkiye’nin büyük hazır giyim markalarından birisinin sahipleri.
Trendleri, stilleri yakından takip eden, kumaş ve teknikleri konusunda bilgili ve tecrübeli bir aile. Onlarla olan tecrübemizde, bir
yandan moda parçaları, renkleri ve fikirleri,
bizim trendlerden ve modadan bir nevi uzak durmaya çalışan
tasarım anlayışımızla harmanlarken gördük ki aslında
trendlerden de uzak durabilmek mümkün değil.
Sizce iyi, kusursuz bir tasarım nasıl olmalı?
YA: İşlevini görmeli ve kullanıcısını mutlu etmeli...
SE: Benim şöyle bir kriterim var; eğer bir tasarımı
gördüğümde “ne kadar basit, nasıl daha önce bunu akıl
edemedim” diyorsam, o iyi bir tasarımdır. Ben daha kusursuz
demeyelim ama daha doğru tasarımlar yapmak için şu yolu
deniyorum; önüme bir tasarım konusu geldiğinde, örneğin bir
sandalye tasarlamam gerektiğinde önceki sandalyelere bakarak
daha değişik bir şey yapmaya calışmıyorum. Sandalye nedir diye
sorup, yani başa dönüp kendim bir cevap üretmeye çalışıyorum.
Vardığım sonuç öncekilere benzese bile daha bana ait bir şey
olabiliyor. Yani Amerika’yı yeniden keşfetmeye çıkıp
Colomb’un göremediği başka bir şeyi arıyorum.
Türkiye’yi dünya tasarımı içerisinde nasıl
değerlendiriyorsunuz?
SE: Sayıca az da olsa nitelik olarak dünya standartlarında işler
çıkıyor. Ama Türkiye gibi büyük nüfuslu bir ülkeden çok daha
fazla iş çıkması gerekir ve bunun için zaman gerekiyor.
Ne kadar nitelikli olursa olsun önemli olan bir iki ofisin iyi işler
çıkarması değil toplum olarak genel tasarım ihtiyacımızın farkına
varmamız ve tasarım kültürünün tabana yayılması.
YA: Türkiye’de bir takım şeyler hala çok yeni. Mekan tasarımını bir
ihtiyaç olarak gören hala çok az insan var. Bu ihtiyaç
artmadığı sürece tasarım sektöründe büyük bir artış ve gelişme
beklemek de doğru olmaz. Arz ve talep meselesi olarak görebiliriz.
Orası kesin! Keşke diyelim... Özele girersek,
Yasemin nasıl bir karekter? Ya Sabahattin?
YA: Yasemin biraz Alman gibi... Detaycı, sorgulayan, net.
Ve bir de heyecanlı ve sabırsız. Emir de sakin, sabırlı,
pratik zekalı, düşünceli ve kibar...
SE: Bence de çok farklıyız ama her iki karakterin bir projeye
beraberce yansıması gayet iyi sonuçlar veriyor. Sabırsızlıkla
sabır tek tek değil, beraber işe yarıyor. Karakterlerimiz farklı da
olsa ortak noktamız birbirimize güvenimiz.
Sporla aranız nasıl?
YA: Benim çok iyi.. Hatta çok uzun bir süre Hillside’ın merdiven
sahanlığında arkadaşım Selin’le ikimizin fotoğrafı asılı durdu.
Bu sıralar daha çok yoga yapıyorum. Spor niyetine değil ama
bisiklete binmek, Snowboard yapmak her zaman
büyük eğlence benim için...
Peki ne tarz müzikler dinlersiniz?
SE: Derler ya iki çeşit müzik vardır diye; iyi müzik, kötü müzik.
Ben iyisinin her türlüsünü dinlemeye çalışıyorum.
Ama daha çok rock, etnik caz ve pop diyebilirim.
YA: İngiliz Rock ve Indie hoşuma gidiyor. Funky veya
Jazzy House müziğini de her zaman sevdim. Ofiste her türden
dinliyoruz sanırım. Ama ne zaman bir ritim gereğinden
(ne kadarsa artık o) fazla tekrar ederse ilk isyan eden
ben oluyorum. Ve ne zaman bir bunalsak Muse’dan Apocalypse
Please ile girip, sonunda ‘Daha güzel, daha adil bir dünya için, barış
için, insanlık için batsın bu dünya!’ diyerek
Orhan Gencebay ile çıkıyoruz...
Bu iyiymiş... Son olarak, başarının tanımını istesek sizden?
SE: Bir işi yaptığımızda kendimiz ya da biri ‘Bunu yapmasanız da
olurdu,’ diyorsa başarıdan söz etmek doğru olmaz bence. Yani
benim başarı tarifim, taş üstüne taş koymaktır. O işi iyi ki yapmış
olmaktır. O şekilde yapılmasa idi eksik kalacak olandır.
Başarılarınızı devamını diliyoruz, o halde...
“ KÜÇÜKKEN
HOGWARTS,
BÜYÜYÜNCE
CAIR PARAVEL;
Madem Şato Hayranısınız
Bu Sene Şatoda Bir Yılbaşı Alır Mıydınız?
78/79/80/81/82
Yazı: Özlem Yücelener
Bu sıralar işten eve dönerken Google’da yılbaşı
için birkaç aktivite karıştırmış olmalısınız...
Olabilecek alternatifleri araştırıp görünce,
için için kendinizi sıradan bir yılbaşı fikrine bir
türlü alıştıramıyorsunuz değil mi?
Kendinize bir 5 dakika ayırın ve hayalinizdeki
yılbaşını gözünüzde canlandırın.
Şöyle bir düşününce acaba farkında mısınız?
Siz de küçükken önce filmlerin başında görünen
Walt Disney şatosuna hayranlıkla
bakanlardandınız, bir dönem Harry Potter’ın
fanlarındandınız, şimdi de Yüzüklerin
Efendisi’nin hastasısınız hatta Narnia
Günlükleri’nin hiçbir filmini
kaçırmayanlardansınız. Bu demek oluyor ki,
farkında olun veya olmayın ama siz de içten içe
bir şato hayranısınız! Yılbaşında tam sıradan bir
plan yapacaktınız, belki evde oturacaktınız ama
dayanamadınız, o heyecanı kaçırmaya
kıyamadınız. Zaten sonra baktınız kendinizi
hayal edince, siz de bir anda Hogwarts’a
ışınlanıyorsunuz, orda olmayı diliyorsunuz, o
zaman güle güle, çünkü siz çoktan bu yılbaşını
geçirmek üzere Avrupa’ya gidiyorsunuz!
Geçen kış Hillsider#77 sayısındaki Noel Pazarları
yazımı okuyup bu yıl ancak sadece Noel
Pazarlarını geziyorsanız, demek ki menüsü
şatobiryanlı, kendisi şato konaklamalı yılbaşı
planını 2016 kışına saklıyorsunuz.
O halde seneye yılbaşını geçirebileceğiniz
şatoyu beğenmek üzere vakit kaybetmeden
yazıma göz gezdiriyorsunuz!
Bence de dünya kesinlikle küçük değil!
Ve evet bence de içinden çıkılamayacak kadar
çok destinasyon, bir o kadar da şato var!
Kimilerinde konaklamak, kimilerini sadece
gezmek için bile binlerce sebep var.
İsteyenlere “küçüklük hayalinin gerçeğe
dönüşmesi”, isteyenlere “tarih efsanesi”,
büyüklere ise “fantastik edebiyattan uyarlama
bir film sahnesi”... Anlaşılan o ki;
kim ne derse desin şatoda bir gezinti bu yazıyı
okuyan herkesin hayali! Bu sebeple benden size
favori şatolarda bir yılbaşı derlemesi:
Bled Şatosu – Slovenya
Bled Gölü’nün üstündeki Bled Şatosu
Slovenya’nın sembolü gibi adeta.
Göl manzaralı şato, bir zamanlar birçok politik
buluşmanın merkeziydi ama artık siyasi
toplantılar demode, düğünlerse yükselen trend
halinde. Bir rivayete göre gölün ortasındaki
adada bulunan kilisenin 99 basamağını
damat gelini kucağında taşıyarak çıkarsa ve hala
yorulmayıp kilise çanını çalarsa çiftin
mutluluğunun daimi olacağı inancıyla,
burada birçok düğün yapılmakta.
İster evlenmek için, ister sırf göl manzarası için,
Bled’e yolunuzu düşürmek isterseniz bilin ki
Zagreb, Dubrovnik, Viyana, Salzburg, Münih,
Frankfurt, Berlin, Milano, Roma, Zürih,
Budapeşte, Prag, Oslo ve Helsinki şehirlerinin
hepsi Bled’e giden yolunuzun üzerinde
kalmakta. 31 Aralık’ta kişi başı 100 Euro’luk
gurme menüsüyle birlikte Bled Şatosu’nda
yılbaşı partisini kaçırıyorsanız üzülmeyin,
manzaralı bir yemek için Paul McCartney’nin
de yediği restoran Okarina’yı veya Vila Ajda’yı
tercih edin ve Bled’in ikonu kremna rezinayı
(kremsnita) yerinde deneyin. Bled’e gitmeden
önce şatonun dul sakini Poliksena’nın hüzünlü
hikayesini mutlaka okuyun ve kilise çanının nasıl
gölün derinliklerinden hala duyulduğuna dair
fikir sahibi olun. Tüm bunların üzerine bir de
Bled Şatosu’nu gece ışıklandırılmış haliyle görün
ve tümüyle hayranı olun.
Neuschwanstein, Almanya
II. Bavyera kralı Ludwig tarafından yaptırılmış
fakat asla tamamlanmamış.
Bu haliyle bile Paris ve Hong Kong Disneyland’da
bulunan Uyuyan Güzel Şatosu’na ilham kaynağı
olmuş. Önce Münih’e yolunuzu düşürdünüz.
Sonra, Münih’ten itibaren 125 km’yi kulağınızda
Beethoven ve Mozart’ın parçalarından oluşan
playlistle geçirdiğiniz 2 saatlik tren yolculuğu
boyunca neden buraya gelmek istediğinizi
düşündünüz. Tüm bunların sonunda gördüğünüz
manzarayı kulağınızdaki klasik müzik
parçalarıyla birleştirip mimarinin tarihle dansına
tanık olduğunuz işte tam o anda, tüm bunların
çıktığınız bu yola fazlasıyla değdiğini gördünüz.
Bu esnada ikileme düştünüz;
çünkü Hohenschwangau köyüne kadar
gitmişken Hohenschwangau kalesini de
Neuschwanstein ile birlikte görebilirsiniz ya
da gözlerinizi Neuschwanstein’den alamayıp
büyülendikten sonra başka hiçbir yer görmek
istemeyebilirsiniz de. Tercih sizin, istediğinizi
seçin. Nasıl giderim derseniz, şatoya ulaşmak
için opsiyonlarınız; otobüs, fayton ve
“tabanvay”. Kış aylarında tırmanmaya elverişli
olamayabileceğini düşünerek tabanvayı eleyin,
faytonu deneyin. Her yıl 1.4 milyon ziyaretçinin
uğradığı Neuschwanstein Şatosu’nun odaları
konaklamaya elverişli olmasa da şatoların
en büyüleyicisi olduğu için, yakınlarda kalmanın
bile bu yılbaşını Neuschwanstein’la
geçirmeye değer olduğunu kendiniz keşfedin.
Burg Eltz, Almanya
Frankfurt’a yakın ama medeniyete ve
yerleşime çok uzak olan Eltz Şatosu yeşillikler
içindeki doğası sebebiyle aynı zamanda
Eltz Ormanı olarak da geçmekte. 850 yıllık
geçmişe sahip Eltz şatosunu gezerken,
ziyaretçilerin favorisi gibi siz de ortaçağa ait
temsili Rodendorf mutfağını ve
Lucas Cranach The Elder’in başyapıtı
“Çocuklu ve Üzümlü Madonna” eserini
en çok beğendiklerinizden biri olarak
hatırlayabilirsiniz. Eltz Şatosu’na gitmişken
Moselle Nehri’nin yakınlarda olduğunu
unutmayın ve eğer mevsiminde giderseniz
5 saatlik yani 12 km’lik ödüllü
“Panoramik Eltz hiking rotası”ndan şatoya
ulaşmanın bir yolunu bulun. Bunu yapmadan
önce de, en kısası 35 dakika en uzunu 5 saat
olmak üzere, Eltz’e tırmanmanın 6 farklı yolu
olduğunu duymuş olun. Her şey bir yana,
Eltz’de konaklamak mümkün olmasa bile,
kendisi adeta yeşile ve tarihe doyabileceğiniz bir
görsel şölen. Kısacası, Burg Eltz yılı
yemyeşil kapatmak için sadece “iyi”den
çok daha iyi bir neden.
Bran Şatosu – Romanya
Drakula filmini seyrettiyseniz, izledikçe
ürperdiyseniz, eskiden beri Transilvanya
denince hep çok çok çoook merak ettiyseniz,
Bran’in mistik atmosferinden müthiş
etkileneceğinizi garanti edebiliriz!
Bu gizemi gidermek, bu meraka bir son vermek,
Kont Drakula’yı evinde ziyaret etmek isterseniz,
sizi de yılbaşında Braşov’a bekleriz.
Braşov’a gelmek için fazla zahmete katlanmanız
gereksiz. Bükreş’ten rahatlıkla trenle
ulaşabilirsiniz veya Madrid, Frankfurt,
Paris, Roma, Londra’dan birine tatile gitmişken
Bükreş’e uçarak tatilinize son noktayı
Braşov’da koyabilirsiniz. Bran’le ilgili
size son sözüm, Bran’in bir farkının da onu özel
davetler için kullanabileceğiniz
olduğunu bilmeniz.
Le Mont Saint-Michel, Fransa
UNESCO tarafından Dünya Miras
listesine alınmış olan, Paris’e kadar gelmişken
asla uğramadan bırakılmayan, ölmeden önce
mutlaka görülmesi gereken 1001 yer arasına
girebilecek Le Mont Saint-Michel; hem ada,
hem dağ, hem köy, hem manastır, hem de
şatonun tek bir yerde vücut bulduğu büyülü bir
nokta! Gotik ve mistik mimarinin aksine,
zarafeti ve şıklığıyla gözlerinizi kamaştıracak,
aklınızı başından alacak St.Michel’i sıradan bir
Paris ziyareti sonuna ekleyin ve
Eiffel’den daha iyisini tecrübeleyin.
Doğru. Fransa’da en meşhur Paris’tir ama
Paris’ten daha çok konuşulması gereken
bir yeri varsa o da St. Michel olabilir.
Bunca övgüden sonra göreceğiniz manzara ve
ortamla, günde dört kez gel-git yaşanan bir
bölgede sizin, hayallere dalıp çok daha sık
gelip gitmeniz pek muhtemeldir.
Gel-gite göre manzarası değişen, 5’i 1 yerde
olarak tabir edilebilen, adı üstünde melek
Mikail’e adanmış olarak bilinen
St. Michel “Batı Dünyası’nın Harikası
(Wonder of the Western World)” olarak
kabul edilir.
Son olarak, bir Paris ziyaretinizi 4 saatlik bir
araba yolculuğuyla St. Michel’de bitirin,
sözü çok geçen rüzgarını önemsemezlik
etmeyin ve gezinizi klasik müzik dinletilerinin
olduğu geceye denk getirmeyi ihmal etmeyin.
Le Mont Saint-Michel, Fransa
Neuschwanstein, Almanya
Bran Şatosu – Romanya
Burg Eltz, Almanya
Şatolarda Yılbaşı ile İlgili
Bunları Bilmek İsteyebilirsiniz:
Şatoda yılbaşı tatilinizi
en ince ayrıntısına kadar kendiniz
ayarlayabileceğiniz gibi paket turlardan da
yararlanabilirsiniz.
Belirli şatolar sadece ziyaret amaçlı
açık ama yılbaşını bir şatoda konaklayarak
geçirmek isterseniz istek ve beklentilerinize
göre yüzlerce alternatif arasından
seçim yapabilirsiniz. Hem de oda başına
gecelik 200 Euro’ya yakın fiyatlarla,
aslında zannettiğiniz kadar da
çok ödemeyebilirsiniz. Bunun için öncelikle
celticcastles.com’u biraz araştırmak
isteyebilirsiniz.
Konakladıktan sonra çok beğendiğiniz için
şatolardan birine tekrar dönmeyi isterseniz,
bir sonraki gidişinizin düğün bahanesiyle olması
fikrini bir düşünebilirsiniz :)
Şato ve kalelerde yapabileceğiniz etkinlikler
gezme yeme içme ile sınırlı değil.
Konaklama dışında da düğün, kutlama,
SPA, kurumsal etkinlikler ve aklınıza
gelebilecek tüm davetler için bir şatoyu
tercih edebilirsiniz.
Gece ışıklandırmalarıyla insanı her türlü
büyüleyen şatoları Noel ve yeni yıl için bir başka
harika süsledikleri için, tatilinizi planlarken
dönemini Aralık – Ocak arasına denk gelecek
şekilde geniş tutabilirsiniz.
Favoriler
Almanya
Schwerin + Reichsburg + Hohenzollern
Avusturya
Burg Hochosterwitz
Fransa
Chambord + Haut Koenigsburg
İngiltere
Bodiam + Balmoral + Highclere + Howard
İrlanda
Kylemore + Cashel
İskoçya
Stalker + Kilchurn
İspanya
Barcience
Meksika
Chapultepec
Rusya
Lastoçkino Gnezdo (Bülbül Yuvası)
San Marino
Guaita
Bu yıl Warner Bros Londra Stüdyoları’nda
3 Aralık’ta ilk kez gerçekleştirilecek ve
Potterhead’lere layık fantastik bir etkinlik
olan Harry Potter Noel Yemeği’ne bu senelik
geç kalmış olabilirsiniz ama wbstudiotour.co.uk
sitesine e-mailinizi bırakarak gelişmelerden
haberdar olabilirsiniz.
St. Michel’e sadece yılbaşı konseptiyle
doyamadıysanız, 29 Mayıs’taki St. Michel
maratonunu takviminize işleyin,
ya da Tour De France 2016’ın başlangıç
noktası olan St. Michel’e dönmek için
2 Temmuz’u bekleyin.
Tüm bu bahanelerle St. Michel’i bir kereden
fazla görmenize rağmen hala çok özlüyorsanız
Terrence Malick’in “To the Wonder”
(Aşkın Halleri) filmini veya Umberto Eco’nun
“Gülün Adı” kitabının filmini izleyip
bu özleme bir son verin.
Sizin de fark ettiğiniz üzere,
şato bakımından en zengin ülkeler
İngiltere, İskoçya, Almanya, Avusturya,
Fransa, Romanya. Eşsiz doğa manzarası,
gurme turizmi, dağ ve göllerin
eşlik ettiği şatolara, buraya sığmayacak
fakat gördüğünüzde bir daha
unutulmayacak diğer alternatifler de
bulunmakta. Bu kadarı yetmez de
daha fazlasını isterseniz favorilerden
derlediğim listeme bir göz gezdirin ve
bu şato isimlerini Instagram’da ve
Pinterest’te bir inceleyiverin.
Bu yazıyla seneye yeni yıla müthiş
farklı bir konseptle girerken,
şimdi anı kaybetmeyin, dileyebildiğiniz
kadar çok dileyin, her ne olursa olsun
hep hayal etmeye devam edin ve en az bir öncekiler kadar bu yeni yılı da “hoş getirin”!
Cashel, İrlanda
Çek Cumhuriyeti
Prag
Bodiam, İngiltere
Schwerin, Almanya
Guaita, San Marino
“ YENİ YILA
EN ÖZEL TATLAR
84/85/86
Hazırlayan: Sandy Abut/Naan
Fotoğraflar: Selin Tokgözlü
Fırında Ballı Frenk Üzümlü Balkabağı
Bouche Noel
Creme Fraiche’li Pancar Çorbası
Kutuplarda ahşap bir kulübede
yaşayıp, tüm yılını çocuklara
hediye yaparak geçiren ve
Noel’de ren geyiklerinin çektiği
kızağıyla evden eve dolaşıp
bacalardan içeri hediye bırakan bir
adam Noel Baba. Belki de dünyanın
en sevilen kişiliklerinden biri.
Yılın sonlarına doğru her yerde
görmeye alıştığımız evrensel bir
sembol. Ve biz bu sembolü her yerde
görmeye alıştık ama bazı uygulamalar var ki, yaratıcılıkta
sınır tanımıyorlar…
Trendy Noel Baba
Noel Baba hiç bu kadar karşı konulmaz olmadı.
Kış sezonunun en sevilen adamı,
Joint London’un yeni sezonunda da başrolde.
Acne, Hood by Air, Marni, Kenzo, Saint Laurent
ve Raf Simmons gibi markaların modern
Noel Baba yorumlamaları Joint London çatısı
altından her biri benzersiz ve bir o kadar da
eğlenceli Noel kartları olarak sunuluyor.
Noel Tırnakları
Tırnak sanatında her geçen gün yeni metotlar
ve tekniklerle karşılaşıyoruz. Kendinizi
yaklaşan kış sezonu ve yeni yıl ruhuna
hazırlamak için yaratıcı tırnak tasarımları
kullanabilirsiniz. Kırmızı, beyaz, siyah ve metalik
gri oje kullanarak yaratabileceğiniz tırnak
tasarımlarıyla Noel Baba’nın tombul göbeğini
tırnaklarınızda taşıyın.
Cool Noel Baba
Simeon Georgiev tasarladığı üç boyutlu
robotlarla tanınıyor. Tasarımlarının arasında
Bart Simpson, Looney Tunes karakterleri ve
Legolar bile bulunuyor. En son tasarımlarından
Santa Goes Street (Santa Sokakta) serisi,
Noel Babayı üç farklı giyim tarzıyla tasvir ediyor.
Noel Baba, Adidas’tan Woolrich’e, Nike’tan
Timberland’e büyük markaların ikonik
parçalarıyla tarz yaratıyor.
Noel Baba Banyoda
Salonlarınıza yılbaşı ağaçları, mutfaklarınıza
süslemeler, bahçenize rengarenk yılbaşı
dekorasyonları koyarken, kapınıza çelenkler
asarken Noel Baba’yı banyoya sokmamak olmaz
tabii. Yaratıcılığın sınır tanımadığı kutlamalardan
belki de en sevileni için klozet ve rezervuar kılıfı,
banyo paspası ve mendil kutusundan oluşan
Noel Baba takımıyla, yılbaşı ruhunu evinizin her
köşesinde hissedin.
Neredesin Noel Baba?
Google her hafta teknolojik bir devrimle adından
bahsettiriyor. Bilimsel ve yenilikçi olduğu kadar
eğlenceli ve esprili olmayı da bilen Google,
Santa Tracker sitesiyle Noel Baba’yı takip
edebileceğiniz interaktif bir dünya haritası
sunuyor. Aralık ayıyla aktifleşen site, ay boyunca
Noel Baba’nın hediye hazırlıklarını aşama aşama
gösteriyor. Gözü bacada kalanlar için ideal!
Ücretsiz Spotify Premium
üyeliği Vodafone Red’de
Spotify Premium üyeliği, takımınızın lig maçları ve
pek çok ücretsiz Premium İçerik, Vodafone Red’in
7 artısından sadece biri.
Arayın, gelelim: 0850 250 20 55
Vodafone
Red M ve Red L Tarifelerindeki aboneler faydalanabilirler.
Vodafone Red Tarifeleriyle birlikte alınabilecek Premium İçerikler, tarifelere göre değişiklik gösterebilir. Yalnızca aktif statüdeki Red XS, Red S, Red M, Red L Tarifelerindeki aboneler Premium İçeriklerden
faydalanabilir. Ücretsiz Spotify Premium üyeliğinden yalnızca aktif statüdeki Red L Tarifesi’ndeki aboneler ve Digiturk Play Sinema üyeliğini aktifleştirmemiş Red M aboneleri faydalanabilir. Bu içeriği
seçen abonelere, 12 ay boyunca geçerli Spotify Premium üyeliği verilecektir. Digiturk Play Süper Lig Taraftar Paketi içeriğinden aktif statüdeki ve Digiturk Play Sinema üyeliğini aktifleştirmemiş Red L
aboneleri faydalanabilirler. Abonelerin, Premium İçerikleri kullanırken tüketecekleri internet, tarifelerindeki internet kotasından düşecektir. Vodafone ve içerik sağlayıcı anlaşmalı firmalar, Premium
İçeriklerin yapısında değişiklik yapma ve bu içerikleri sonlandırma hakkına sahiptir. Detaylı bilgi için: vodafone.com.tr/Red
YEEZY SEASON 1
Özel kesimli Bej Kazak
Kanye West’in Adidas’la birlikte hazırladığı büyük merakla beklenen koleksiyonu
ilgi çekici tasarımlarla kendini gösterdi. Koleksiyoner moda meraklıları için özel parçalardan biri olacak
bu 3/4 kol kesimli kazak, koleksiyonun öne çıkan parçalarından...
Hazırlayan:
Mehmet Ali Tokgözlü
550 USD
www.sense.com
POPSTRIPE STOCKINGS
Yılbaşı Çorabı
Hiçbir yeni yıl süslemesi yeni yıl çorapları olmadan tamamlanmış sayılmaz.
Bu yumuşacık çoraplar hediyeleri ve sürprizleri saklamak için ideal.
42 pound
www.anthrophologie.com
PRADA
Cher Robot Keychain
Yılbaşında hem özel bir tasarıma sahip hem de gerçekten işe yarar bir hediye vermek isterseniz
Prada anahtarlıklar hem anahtarlık hem de usb ve şarj kablosu görevi yapıyor.
Herkesi mutlu edecek bu hediyeyi listenize yazın.
Prada.com
305 USD
ADIDAS ULTRA BOOST UNCAGED
Consortium x Hypebeast
Adidas ve modadan sanata tüm trendleri takipçileri ile paylaşan
Hypebeast sitesinin ortaklaşa yarattıkları Adidas Ultra Boost Uncaged limited edition
ürün avcıları için iyi bir hedef.
Overkillshop.com
179,95 EURO
RON ENGLISH APOCALYPSE GRIN 8” DUNNY
Kidrobot Designer Toy
Birçok koleksiyoner yaratmayı başarmış Designer Toy’ların bir yenisi Kidrobot’tan Apocalypse Grin Dunny.
Az sayıda üretilen bu seri için hızlı davranın.
Kidrobot.com
74.99 USD
En Beğenilen
İLANLAR
İşte 80. sayımızın en beğenilen 3 ilanı
2/3
4/5
6/7
8/9
11
17
23
// DENİZBANK
// VOLVO
// TAV
// BOYNER
// NEW BALANCE
// JAGUAR
// B - ACTIVE
27
33
43
47
53
59
63
// MAZDA
// SANDA SPA
// PHILIPS TV
// PARK RESIDENCES
// RAFFLES HOTEL ARCADE
// DARDANEL
// SEDVENTURE
69
73
83
87
89
111
112
Bu sayıdaki en beğendiğiniz ilanı bize e-mail’le bildirmenizi rica ederiz.
[email protected]
// TWEEN
// ZORLU CENTER
// SUSHIMOTO
// COCA COLA
// VODAFONE 1
// VODAFONE 2
// AUDI ŞENYILDIZ
Tesekkurler
96/97
2015’te Hillsider Magazine’i
tercih eden markalara, teşekkürlerimizle...
Yeni Yılınız Kutlu Olsun!
AKASYA AVM
ARÇELİK
ARİDA BAGS
ART İNTERNATIONAL
AUDI Q7
AUDİ ŞENYILDIZ
B ACTIVE
BARBOUNIA REST.
BEYMEN ACADEMIA
BEYMEN KADIN
BOYNER
COCA COLA
DARDANEL
DARRÜŞŞAFAKA
DENİZBANK
DMS
DOĞUŞ OTOMOTİV
EMIRATES
FER YAPI
FG
GAGGENAU
GİZ HIGH-END ESTATE
HSBC
HUDSON REST.
HYUNDAI
IANA BEAUTY LOUNGE
İSTANBUL COFFE FESTİVAL
JAGUAR
JETSET
KETEN İNŞAAT
KORU İSTANBUL
LG TV
MAXX ROYAL
MİAMAİ OTEL
NEW BALANCE
PARK RESIDANCES Cadde
PHILIPS TV
PUMA
RAFFLES ARCADE
RENAULT
SAMSUNG
SANDA SPA
SEAPEARL SİNPAŞ
SEDVENTURE / SETUR
SUSHIMOTO
TAV
TUMI
TWEEN
ULUDAĞ
VODAFONE
VOLVO
ZORLU CENTER
Hillsider Magazine’i bulabileceğiniz lokasyonlar
“ BİZİ Mİ
98
ARAMIŞTINIZ :)
290 Sqm
7 Gr Art Cafe
Adem Terzi
Akali Gastro Pub
Alancha
Ali Alta Moda
Alkent Aktüel Art
All Sports Cafe
Alles Coffee & Shop
Amanda Bravo İstanbul
Antiochia Restoran
Any Cafe
Ara Cafe
Armanı Cafe
Arnavutköy Steak House
Arte İstanbul Sanat Merkezi
Artone
Aşşk Caféler
Atmospheres
Atölye 26
Autoban Mimarlık Ofisi
Aziza
Backhause
Bahçecik Kuaförler
Baltazar
Bank Pub & Bistro
Barber’s Club
Barcode Cafe
Bay Edii
Bebek 40
Bebek Kahve
Bebek Koru Kahvesi
Becara
Bej
Berna Ergin
Beymen Brasserıe
Bıg Chefsler
Bıg Plate
Bilsak 5. Kat
Bılstore Tünel
Bi Nevi
Biber Cafe
Bioritm Güzellik Enstitüsü
Bistro Cabana
Blush
Bosphorus Brewıng Compony
Bou Art & Desıgn
Brandzoo
Bread & Butter
Cafe Benderli
Café Cadde
Café Cıty
Café Culina
Cafe Des Cafes
Cafe Nerolar
Cafe Nook
Cafe Pı
Cafe Saıgon
Café Smyrna
Café Wıen
Café Zone
Cankat Klinik
Cantinery
Carluccio’s
Carnıval
Casa Dı Moda
Cecconı’s
Cento Per Cento
Cezayir Rest.
Changa
Charlotte
Chez Vous
Chıc Town Deco
Chocolate
Cınecıty Sinemaları
Cipriani Restoran
Clinica Skin Rejuvenation
Cofee Topıa
Coffe Nutz
Coffee Brew Lab
Coffee Manifesto
Coffee Sapıens
Coffee Topıa
Colonıe
Cook Shoplar
Cup Of Joy
Cup Third Wave Cooffee Shop
Cuppa Cafe
Çok Çok
Çukurcuma 49
Da Marıo
Daı Pera
Daily Coffee
Dandin Bakery
Dara Kırmızıtoprak Mimari Ofis
Delıcatessen
Dem Cafe
Den Cafe
Dent-Est
Derin Desıgn
Dermamed
Devıne
Dınette
Diba Kuaför
Divan Brasserıeler
Dof Coffee
Dolce
Downtown Food Club
Dr. Ayşegül Salsat
Dr. Berrin Oğuzhan
Dr. Hasan İnsel
Dr. Melisa Eczacıbaşı Medical&Esthetic
Dr. Raif Üçsel
Dr. Seyhan Gücüm
Dr. Şirin Gençer Seçkin
Dr. Taylan Kümeli / Taylight
Dr. Yankı Yazgan
Dr.Elif Ay
Drip Coffeıstler
Drop’n
Eataly
Ebil Kuaförler
Erdem Kıramer
Estetica Güzellik Merkezi
Fauchon
Ferah Feza
Feraye
Fethi Orak
Fiamma
Flavius Klinik
Fol
Food Bar - Ulus 29
Forneria Rest.
Fratelli La Buffalo
Freya
Galata Kıtchen
Galeta
Galip Gürel
Gallıa
Geyik Cafe Roastery
Gılt
Glorıa Jeans Caféler
Go Mongo
Goya
Grandma
Hair Mafıa
Hakan Köse -Dıfference
Happıly Ever After
Hardal
Hardal
Harvard Cafe
Havelka Suadiye
Hayal Kahveleri
Heısenberg Cafe
Hıllsıde Beach Club
Hıllsıde Cıty Clublar
Home Cafe
İnci Soydan Güzellik Merkezi
İstanbul Culinary
İstanbul Moda Akademisi
İstanbul Modern Cafe
İstikamet Karaköy
Jamie’s Italıan
John’s Coffee World
Journey Lounge
Juju Kuaför
Juno Cafe
Kahve 6
Kahve Dünyası
Kahvedan
Kahwet Fairuz
Kaktüs
Kalamış Posh
Kantin Cafe
Karabatak
Kırıntılar
Kıtchenetteler
Kiki
Komün Cafe
Konsolos
Kozmonot Pub
Kronotrop
Kuafor Musa Kurt
Kuaför Mehmet Tatlı
Kuaför Trıo
Kuaför Yıldırım Özdemir
La Maıson
Latife Türk Kahvecisi
Lavanta Restoran
Lazer Optik
Le Paın Quodıtıenler
Le Petıt Maıson
Leb-İ Derya
Leyla Cafe Bar
Lıttle Chına
Lilu
Limonlu Bahçe
Litera
Lokanta
Lokanta Farina
Lucca
Lush Cafe
Maci
Mahalle
Makas Kuaförler
Mama Shelter
Mangerie
Manuel Deli & Coffee
Marıa’nın Bahçesi
Masa Cafe
Maximilian
Maya Lokantası
Medica
Medkon
Meg Cafe
Mıa Mensa
Mıdpoıntler
Mini Coffee Shop
Miniko Shop
Minoa Cafe & Bookstore
Mitte Karaköy
Moc Cafe
Moda Teras
Morgan Café
Mos Kuaförler
Muhit
Mumbocıno Coffee
Mutfak Sanatları Akademisi
Naan Bakeshop
Naif
Nan Şişhane
Nano Cafe
Nar Cafe
Neolokal
Next
Nıcole Rest.
Nihan Peker Studio
Nikol Consept Store & Cafe
Noa
Nopa Rest.
Novo Cafe
Ops Cafe
Oymak Plastik Cerrahi Kliniği
Otap
Ottolar
Own Coffee
Özel Hay Polikliniği
Papermoon
Park Şamdan
Pas Coffee House
Pastarıto
Pastel Cafe
Patısserıe Smyrna
Patika
Petra Coffee
Pf’s Chang
Pim
Pinty
Pizza East
Play Cafe
Plus Kıtchenlar
Pop Up Cafe
Porte
Press Cafe
Prıvate Reason
Prototype
Puccı Restoran
Ranchero Meksika Rest.
Ravouna 1906 Coffee & Bar
Rudolf Rest.
S Café
Sade Kahve
Salomanje
Sanda Spalar
Sculpture
Secco Cafe
Seed
Seksek
Serafına Rest.
Sıec Cafe - S Bınıcılık Club
Sir Winston Brasserie
Sivuple
Soho House
Starbuckslar
Suadiye Cafe
Sugar Club Café
Suınn
Sunday Cafe
Sunset
Sushıcolar
Sushımoto
Sütiş
Swing İstanbul
Şamdan Garden
Şimdi
Tag Cafe
Tamirane
Tamirane Express Quality Food
Taps Bebek
Tav Loungeları
The Allıs
The Galliard
The House Caféler
The Upper Crust
Thy Cıp Salonları (İst, Ank, İzm)
Toni&Guy
Topaz Rest.
Touchdown
Tükkan
On Off Karaköy
Unıon 22
Unter
Uptown Cafe Bar
Urart
Urban Cafe
Vogue
Whıte Mıll
Wom Karaköy
X Restoran
Yada Sushı
Zanzibar
Zuma
G
S
U M M A
R Y
I
R
K
O
T
I
R
B
T
G
L
H
I
O
T
O
G
R
E
A
R
K
A
M
I
T
A
B
S
N
Y
I
R
B
A
L
A
8
T
1
After those very successful years,
she put all her experience into creating the
“Big Chefs” brand. The first Big Chefs restaurant
went into service in Ankara in 2007;
after reaching 4 branches, she partnered with
Saruhan Tan and together, they extended the
restaurant’s reach to İstanbul. Today,
Big Chefs moves ahead with 31 branches in
Turkey and abroad.
What was your childhood like?
What did you most dream of when you
were little?
I spent my childhood in Diyarbakır;
I grew up within large crowds in the Erdebil
mansion by the Tigris. We were a big family and
we also did a lot of entertaining.
To us, every meal, and every time we
had guests was a very special occasion.
We would prepare meticulously, and our house
would buzz with holiday spirit.
18/19/20/21/22
Interview: İpek Kigan
Photos: Tamer Yılmaz
The Whiz Of The F&B World
GAMZE
CİZRELİ
When one recognizes one’s
gifts and aim in life, and is also able
to put them in practice, happiness,
success and all the other miracles
come hand in hand.
Gamze Cizreli has felt that to the
hilt, found and pursued her
true desire despite all the traps
life threw at her as a test.
Her love for her work created the
Big Chefs restaurants,
which you feel almost hanging in the
air in each and every branch.
After getting her degree in business
administration from the Middle East
Technical University, Gamze Cizreli joined a
Turkish-American JV engaged in the defense
industry to honor her family’s wishes.
But deep in her heart always laid those
cheerful, packed dinner tables of her
childhood that chimed with laughter,
and the food service industry sector
that rose upon people’s happiness.
When she felt ready, she resigned from her
job and opened, together with her husband,
“CAFEMiZ”, Ankara’s first café.
Her subsequent ventures with QUICK CHINA,
a concept based on Chinese fast food,
and KUKİ, a pure bakery/patisserie concept,
put Gamze Cizreli in a very important
position in the HORECA sector.
What did you gain from attending the
Middle East Technical University?
Do you think you still have the METU spirit?
It was a true privilege to get prepared for life
particularly with the guidance of the late
Muhan Soysal and Ahmet Acar.
METU definitely gives you a brand
new perspective of life both through
the academics’ styles and the way they look at
life, and through the friendships built.
That spirit stays with one for a lifetime...
Good luck with the second location
in Dubai. We know that when you opened
Big Chefs, you already had a certain
expansion plan; but did you imagine things
would get this far?
Of course I had targets when I founded
Big Chefs, but I did not reckon
we would reach a network of 31 branches in such
a short period of time. It has been a big source
of pride and honor for us that a brand set up
with an amateur spirit in Ankara has turned out
to represent Turkey in the world.
We have also signed a contract to open six
branches in Saudi Arabia.
Our ultimate goal is to proudly fly the
Big Chefs flag in New York.
In the meantime, you have been named the
new president of the Entrepreneurs’
Organization (EO) Turkey...
What would you like to say about that?
Entrepreneurs’ Organization is an important
organization initiated by entrepreneurs,
which currently has more than 11 thousand
members from 48 countries.
As the Turkey office of EO, we have
been working uninterruptedly for the past three
years. Besides the training and educational
activities aimed at our members,
we serve as a bridge between them and the
entrepreneurs all over the world, and provide
the necessary networking that will help them
build on their businesses.
As far as I followed you, I believe
you have a beautiful energy.
Where does that energy stem from?
I guess the key is positive thinking and
having faith. I think of life as a gift given to us.
Everything that comes our way, either good or
bad, happens for a reason.
Some are rewards, some are punishments
and some are tests. Since I live understanding
and acknowledging that, I love life and cling on
to it wholeheartedly.
I suppose travelling is important for you.
How do you plan your trips?
You are right, I am very fond of travelling.
I have always loved seeing new places,
exploring new cultures and experiencing new
cuisines ever since I was a teenager.
All these trips nurture me; they are motivating
and inspiring. I especially love gastronomy trips
and discoveries. Fethiye Hillside is also among
my summertime essentials...
What are the three things that you like and
dislike the most?
Making a difference, modesty and making
decisions quickly are the three things I like the
most. Slowness, monotony and arrogance are
the three things I most dislike in life.
What do you think your mission in this life is?
Looking back, it seems like building brands
from scratch, making differences and creating
employment through these brands have been
my mission in business life. Along the way,
I am being a role model for young people and
particularly for girl students, I believe.
I will continue to take place on all kinds of
platforms and projects for raising the necessary
awareness to help women control their lives and
for supporting them to work towards this goal.
Gail Albert-Halaban, who has a degree in fine
arts from Yale University, began photographing
at the age of 6 when she first took the camera
for a science project. And she never put it down.
The artist acknowledges unspoken voyeurism
and exhibitionism through her Out My Window
series consisting of pictures of people behind
their windows in New York and Paris. Halaban
compels us to confront the hope, loneliness and
other feelings underlying each gaze.
24/25/26
Article: Nilüfer Artunç
Out My Window
GAIL
ALBERT
HALABAN
Looking out the window...
Every time I am preoccupied with
thoughts, engulfed with problems
that need to be dealt with,
I find myself aimlessly looking out
the window. This repetitive and
constant act I do anywhere,
mostly unregistering it, takes a
different turn with the instant
images of the people in
neighboring houses and is replaced
with an awkward feeling.
The silhouettes moving behind the
tulles across the street, the cat
staring at me from outside the
window, the woman cleaning the
windows, the man smoking a
cigarette are familiar people I see
every day, but I don’t know any of
them. Who are these people really?
This is how it feels when one converges
with one’s neighbor somewhere along the line
despite all the apparent differences...
Having searched for the answer to the same
question in her project Out My Window,
Gail Albert-Halaban must have experienced
similar feelings. She has dealt
with the relation of people living in apartments
opposite one another, seeing each other
all the time but not making sense of it.
Her project brings anonymous neighbors
into each others’ lives.
When I asked her how she came up with the
idea of photographing people in their privacy,
she told me about the florist across the street,
who had sent her daughter flowers and balloons
on her first birthday. At that moment, she was
curious to find out whether there were similar
relationships behind the windows.
Halaban photographed people from their
neighbors’ apartments first in New York and
then in Paris; but before doing that, she explained the project to them, letting them know
beforehand that she would take their pictures.
Exhibited all around the world and printed into a
book previously, the project completed its
İstanbul leg in November. The pictures taken are
put on display at İstanbul’74. Opened on
November 25th, Out My Window İstanbul can be
seen until December 12th at İstanbul’74!
Note:
Although the photographs seem intrusive, the
subjects actually cooperated with the artist, and
posed for her so as to reflect their real-life roles.
28/29/30/31/32
Article: Berna Gençalp
[email protected]
Illustration: İdil Ar
POEMS
INTO
SONGS
There are times when poetry is
my sole remedy. There are some
worse times when I become such a
mess that I cannot even hold on to
poetry. Then, poems set to music lift
me up gently. This is a treasure big
enough to help get all of us back on
our feet.. With this writing,
I want to take you -and me- through
songs written for poems.
For the sake of therapy...
What was there in the beginning?
In the beginning, poetry and music were
integrated; the two of them were as one.
There were minstrels who traveled as they
played and sang whatever it was that they
wished to express. Then emerged writing.
While spoken words flew away, written words
remained, later to be named “literature”.
We were never without minstrels, in fact...
Köroğlu, Karacaoğlan, Joni Mitchell,
Patti Smith, Jim Morrison, Leonard Cohen,
Bob Dylan, Kate Bush, Tori Amos, Aşık Veysel,
Bülent Ortaçgil, Sezen Aksu and many others
descend from those early troubadours.
From The Flowers of Evil to
the Slightest Look
In The Threepenny Opera, Brecht asks
the question ”How Does Man Get by?”...
My question is “how is man tamed”?
Keep that question in your mind.
Baudelaire was an immensely impressive poet.
The Flowers of Evil, the first volume of his
poems published in 1857, is still an inspiration to
many artists. Therion, the Swedish symphonic
metal band, has a cover album with the same
name as the book, Les Fleurs du Mal.
Turning poetry into lyrics actually produces
an advantage for the residents of the Tower
of Babel... It eliminates the language barrier...
Sound, harmony, rendition and rhythm gain the
foreground. Hearing Fizuli’s words
“She has made me tired of living /
Doesn’t my love get tired of tormenting?”
from the voice of Rashid Behbudov; listening
to Cavafy saying “You won’t find a new country,
won’t find a new shore. / This city will pursue
you” as composed by Karozas and sung by
Dalaras, or to George Seferis of Urla saying
”On the golden sand / we wrote her name;
/but the sea-breeze blew / and the writing
vanished” as composed by Theodorakis and
sung by Maria Farantouri... What a big chance,
what great wealth... We could not have cared
less even if we did not understand a single
word of these songs! They understand how we
feel and that is what really matters.
Counter-flow
Butterflies are not clinging to our auburn hair...
If only they did... We are living amid a crazy
counter-flow, sometimes as the perpetrator and
sometimes as the victim of the struggles in the
outside world. It feels good to take in a breath of
the ”Spring Song” to withstand the flow.
Composed by Selim Atakan adopting
Turgay Fişekçi’s poem and starting with the line
”Make love to me on rainy days”, the song stirs a
soft, compassionate and erotic
counter-flow in our stormy world.
Let’s Contemplate the Sky
Sometimes Turgut Uyar comes on the scene,
saying “We may both rejoice, let’s contemplate
the sky”... Then Fazıl Say touches him,
writing a composition for the poem.
Then Serenad Bağcan sings it.
And we rejoice. And we rejoice so!
Fazıl Say’s albums İlk Şarkılar (First Songs)
and Yeni Şarkılar (New Songs) are the reason
I looked back on my relationship with songs
based on poems and I wrote this article. In these
two albums, the composer set poems by
Turgut Uyar, Metin Altıok, Nâzım Hikmet,
Cemal Süreya, Edip Cansever, Nazım Hikmet,
Orhan Veli, Can Yücel, Omar Khayyam,
Pir Sultan Abdal, and Muhyiddin Abdal to music.
Fazıl Say opens the foreword for the
Yeni Şarkılar album jacket saying that these
songs belong to all of us. I agree; so long as
these songs belong to all of us,
we will be tamed.
Let the clouds disappear. Maybe a beautiful
forest will appear in the texts and notes.
The climate will change, turn out to be
Mediterranean. Let’s smile. We may all rejoice.
Asics and New Balance, does not like
food out in the open. So everything comes in
single-serving bags and is ready-to-consume.
Cereal-flavored soft-serve is also on the menu in
addition to milk, coffee and a selection of other
refreshments. For customers ordering two or
more portions of cereal, the mix is delivered in
take-away cardboard mini-shoeboxes designed
in collaboration with Nike.
34/35/36
Article: Elmira Gürses
A Cereal Bar in New York:
KITH
TREATS
Designated as the world’s capital
city, New York presents new
experiences on a daily basis with its
all-round pioneering character and
boundless creativity.
KITH, the worldwide famous
apparel brand, opened New York’s
first cereal bar in the entrance of its
Brooklyn flagship store.
This heart-warmingly naive concept
set on a 150 m2 alcove is seeking to
deliver a completely unique
experience.
KITH, introducing an unprecedented
concept in New York, brings alive a childhood
dream in the heart of its 3000-square meter
store that is nothing short of a science fiction
movie set. Favorite breakfast for many,
cereal is the main ingredient on the menu at
KITH Treats that serves people of all ages.
Customers can order up to 3 different servings
of 24 options of cereal to mix with any of
25 assorted toppings and 5 different milks.
Orders of cereal are delivered in the
so-called Mylar bags, which are custom
containers developed in collaboration with
known brands and designed by iconic
sportspeople such as Andre Agassi.
There is no salad-bar-style display because
the owner Ronnie Fieg, a famous designer who
worked for top brands including NIKE,
The place is thoroughly touched by the
taste of its creator and designer, Ronnie Fieg.
In every corner, there is some detail
associated with KITH, from the LCD screens
scrolling through cereal-box design history
to the custom serving containers and the
sports-centered design. “When I was younger,
I wasn’t allowed to eat sugary cereals in my
house,” says Fieg as he tells about his dream that
inspired KITH Treats, “so I used to have to go to
my friend’s house to sneak it in. I was obsessed.
When I would go to school, my father used to
make me lunch and I would sell it for a dollar so
that I could go buy cereal. I used to eat
Frosted Flakes with chocolate milk every day.”
Having dreamt of having a cereal bar since the
age of 13, Fieg began seriously entertaining the
idea in 2005. With the revamp of his
Brooklyn outpost completed, he did not miss
out on the opportunity to make it happen, which
seemed more possible than ever.
The result of Fieg’s second partnership with
Snarkitecture, KITH Treats seems to be making
a reference to the SoHo location with the
herringbone floors, the black-and-white color
scheme, and the ceiling of Air Jordan II
sculptures. “It’s similar to what you are
accustomed to seeing in Tokyo, it’s very
detailed from the floor to the ceiling.
This store is about creating moments and telling
the story,” says Ronnie Fieg.
I don’t know if your near-future plans include
a trip to New York, but if you are considering a
little vacation for Christmas celebrations,
I suggest that you save one morning for a
breakfast at KITH Treats. Serving those who are
tight on time through an express-window that
opens to the street, the cereal bar is currently
one of hottest spots in New York.
At the city entrance stands Antoninus
Fountain, dragging you into a world of dreams...
Engulfed by silence, the only thing to be heard is
the sound of the fountain from which water has
been running for two thousand years...
With its library, Hadrian Fountain, Parliament
Building and Odeon, as well as its bath,
Hadrian and Antoninus Temple that is a key
imperial cult area, Sagalassos is a site that is
to sure to make itself a solid place among your
memories... The fate of this wonderful city took
a different turn due to the plague and
devastating earthquakes. Having talked about
the city’s history, let me add that there are very
enjoyable lodges in the region,
and touch upon the food.
Ağlasun, our choice for staying over,
is a very pleasant town on its own...
The open market set on Fridays is a joyous spot
and a great place to photograph. Our destination
is the Gölhisar district of Burdur, and Kibyra,
the land of horse breeders...
38/39/40/41
Article & Photos: Mesut Alp
[email protected]
Hidden Sites:
SAGALASSOS and
KIBYRA...
Anatolia... It sounds like another
name for worlds that fit into a
short word... Home of civilizations,
empires and inventions... Let me
walk you through unfamiliar paths
so we can get lost in Anatolia...
Join me in exploring and touching
the hidden ancient cities of
Anatolia…
On this occasion, I want to take you to
the land of turquoise lakes on the Taurus
Mountains and introduce you to the unknown
children of the Mediterranean. I am inviting you
to thousands of years-old stories hidden among
seashore mountains, to Kibyra, the town of
gladiators, and to Sagalassos,
the last of the Romans...
Sagalassos was set approximately
25 kilometers southeast of the city of
Burdur, forty kilometers down
Isparta-Antalya highway, on the slopes of
Mount Akdağ and 7 kilometers north of Ağlasun.
According to the antique geographer
Strabo, Pisidians lived in Sagalassos and talked
Pisidian. The city acquired great wealth thanks
to fertile soil and rich clay beds allowing ceramic
production at an industrial level, obviously
whetting big states’ appetite:
Alexander the Great, although hardly, conquered
the city in the 3rd Century BC. Having thereafter
become part of the Roman Empire, the city
embarked upon its golden age two thousand
years ago.
The ancient city of Kibyra is set atop a hill,
approximately 3 kilometers west of
Gölhisar town center. As soon as you park your
car, you will see a colossal Stadion, a stadium,
on the mountain summits. This is the Kabalia/
Kabalya Region, the capital city Kibyra.
Kibyra boasts a very well preserved agora,
including its shops, base slabs, furnaces and
columns. Following our agora tour, we will walk
just a short distance to get to an amphitheater
that matches the one in Sagalassos in terms of
its size and splendor. A comparison of this city
that had a population of 80 thousand people
two thousand years ago with Gölhisar district,
within the borders of which it today remains,
inhabited by 16 thousand people today will give
you a better idea of the site we are visiting.
When we keep walking down the amphitheater,
we first get to a huge Roman bath
(nearly 560 square meters) with a mosaic floor,
and then to Odeon, e.g. the parliament
building. The highlight of this wonderful
structure that remained substantially intact is
its well-preserved, complete
floor mosaic featuring a Medusa head.
This is Anatolia; this is where we live
the fairy tale that starts with
“Once upon a time, there was a...”.
A geography that amazes even us,
its native children, every time with its almost
surreal venues and nature... Like I said at the
beginning, leave the familiar paths!
When you do, you will discover not only Anatolia,
but also yourself...
the fashion industry. By mid-1960s,
Armani joined the staff of Nino Cerruti,
where he began designing men’s wear.
His skills were in demand; so while he continued
to work for Cerruti for the next decade, he also
freelanced, contributing designs to more than
ten boutiques and brands at a time.
In the late 1960s, Armani met Sergio Galeotti,
who turned out to be a long-lasting personal and
professional companion that would change his
life. In 1973, Galeotti persuaded him to open his
own boutique in Milan, and kept supporting him
in every way for many more years. In 1975,
he founded Giorgio Armani S.p.A., with his friend
Galeotti. By the end of that same year,
he presented his first collection of men’s and
women’s lines for Spring and Summer.
44/45/46
Article: Elmira Gürses
Timeless
GIORGIO
ARMANI
Surely one of the biggest
names in the fashion industry,
the worldwide-renowned
Armani brand stands out with its
undisputed style and first-class
quality in every department from
watches to perfumes, and from
clothing to accessories.
As Giorgio Armani celebrates its
fortieth anniversary, here is the
story of this fashion mogul through
milestones in its history...
Every legend has a history and every
saga has a protagonist: the architect of the
Armani saga was certainly Giorgio Armani,
who has given his name to the brand.
Born in Piacenza, a picturesque northern Italian
town, Armani was raised with his older brother
Sergio and younger sister Rosanna,
by his Italian mother, Maria Raimondi and
father, Ugo Armani, who was of
Armenian-Italian descent.
Giorgio’s initial aspiration was to study
medicine. After three years of medical study,
he dropped out and joined the army in 1953.
Assigned to the military hospital due to his
medical background, Armani figured out
conditions were poor and jobs were limited at
the hospitals, eventually deciding to review his
career path. While he was in the army,
he had window dressing, sales and marketing
jobs, and had gained experience in this aspect of
Having become an ever-growing asset and
closely watched by the fashion circle in the
following years, Armani began producing first
for the United States and then for Europe.
While some of today’s best-known Armani lines
including Emperio Armani, Armani Eagle and
Armani Jeans collections were released one
after the other, Giorgio manifested his genius
also in marketing, and started advertising
his brand employing unconventional and
innovative methods. Using TV spots and
enormous street ads, the brand slowly
became one of the top names of luxury clothing,
and began infiltrating the wardrobes of many
artists, singers and actors/actresses starring in
music videos and films.
Armani designed the costumes of the film
American Gigolo, the success of which led to a
permanent foothold in the film industry while
also putting the spotlight on the brand for the
first time as a trendsetter.
Since then, Giorgio Armani designed costumes
for more than one hundred films, created
dozens of clothing and accessory collections,
and built a huge fashion empire, extending its
reach from the warm Californian beaches of
America to neon-lit Tokyo streets in Japan.
Turning everything it touches into gold in every
aspect from swimwear to eyewear, casualwear
to watches, souvenirs to cosmetics, the brand
enjoys the well-deserved pride of being one of
the youngest legends as it celebrates its
fortieth anniversary.
Matched by just a select few in its
achievements and by even fewer ones in the top
ranks clinched, Armani shines the most possibly
with his endless creativity. Although it is one
of the younger names representing timeless
elegance, Armani will be desired with its fine and
smart lines for decades to come.
Balat for 4.5 years and opened this shop
7.5 months ago, you want to know more.
And he begins talking about Balat
enthusiastically. You figure out that Balat
matches İstanbul in terms of its cosmopolitan
structure. Learning that everybody knows one
another, and entrusts the car and home keys to
the tradesmen when going away on a trip puts a
smile on your face. You remember that
Balat was an important location in the history of
İstanbul, that Jews emigrating from Spain were
settled in this district and it was a Jewish
neighborhood until recently. Across the street,
you spot a café named Cumbalı, bay window...
When you step in, you see the vintage cameras
on the walls and camera cases suspended
from the ceiling. You learn that the owner had
lived in Russia for many years, was a
photographer, a short filmmaker, who asked the
question why not open a venue reflecting their
life, and together with his partner, opened this
café blending coffee and photography together.
54/55/56/57
Article: İpek Çakmak
Photos: Yasin Baran
BALAT:
NEAR BUT
FAR
Sometimes you feel really happy.
Fidgeting and shuffling,
you try to do everything all at once.
You are torn to pieces losing
track of the morning, noon,
evening and night just trying
to keep up with your business life,
social life and private life.
Strangely enough, you are content
with this hustle. You don’t realize
that you are tired. You need a break,
but you either don’t recognize it or
you don’t want to.
Then someone throws the question
what you have lately done for yourself.
You take a moment to ponder. You think of all
the things you have postponed. After all these
sentiments, you feel like being selfish for a day.
You put aside everything and chase something
of your choosing. The weather happens to be
nice, serving as an additional incentive for
sidetracking. You just take off...
Just to find yourself strolling around the
streets of Balat.
You walk around not knowing where to go.
It turns out that you don’t have to look far
to find beautiful things. Along the first road you
walk into, you find, just in time, a modern but
equally neighborly coffee house.
It is called the Coffee Department.
Finding out that he used to be a successful
white-collar who has been living in
As you stroll to find something to nibble on,
you find Forno with its red awning.
Unable to resist the options of lahmacun,
pide and pizza, you go in.
It is rather late. Some places have closed.
You feel drawn toward the all-attractive
Ma’ide. You sit facing the street at the table for
two set right at the entrance. The weather is
quite chilly by then, and as recommended,
you order a cup of winter tea. You turn to your
place in the Celestine Prophecy, a book by
James Redfield. You stare at the light reflecting
from the cobblestone pavement in the silent
street and you go on an inner trip. It is dark by
then and you feel the chill. Who cares!
You know, you sort of get melancholic
when winter arrives... Perhaps because you tend
to be more introvert, or perhaps because things
get harder to handle... You don’t necessarily
have to go to unfamiliar distant places for soul
searching. Sometimes it is just enough to let
your feet take you to Balat.
Have a fulfilling winter season in which
you will not postpone life, not delay saying that
you love, and most importantly,
not hold off yourself.
Writer’s Note:
Three venues awaiting to be discovered in Balat:
BarbaVasilis Greek Taverna, Cooklife, Perispri
Freedom Square featuring a walking track are
home to the Opera House and Theater
that play to full-house, the Parliament Building,
the Art Museum and many other large and small
museums and churches.
To Georgians, wine is equivalent to water.
Although agriculture is underdeveloped due to
the rough terrain, viticulture is highly advanced
because of the mild climate and suitable
geological properties of the soil in the region.
The best panoramic view of the city is to be seen
from the Tbilisi Castle. It is hard to believe that
Tbilisi, which, at first sight, is reminiscent of
Europe rather than Caucasus, is
Georgia’s biggest city set on the two banks of
the Kura River, called Mtkvari by the Georgians.
The friendly, polite and helpful people
of the city are highly educated, cultured and
fond of arts.
60/61/62
Article & Photos: Müge Emirgil
A misty city compassionately
embraced by the Caucasus
Mountains and washed by the waters
of the Kura River...
TBILISI:
A Melancholic Encounter
with the Shades of Grey
Georgia is one of the
first countries that adopted
Christianity in history. Evincing the
great importance attached to their
Christian culture, the city of
Tbilisi in Georgia is packed with
churches and cathedrals.
Throughout history, Georgia has been a
crossroads between the neighboring major
civilizations in Southern Caucasus.
Ruled by the Tsarist Russia in the 19th Century,
Georgia has been the last country to secede
from the Soviet Union in 1991 after the
USSR era. Home to the Baku-Tbilisi-Ceyhan
pipeline, Tbilisi is still struggling with economic
hardships despite the ample reserve of oil in
this neighboring country.
Culture, Arts, Wine
Tbilisi has a relatively mild climate, possibly
because it is surrounded by mountains that keep
the harsh Caucasus weather out. Hot springs
and hot baths should also be noted. While the
smell of sulfuric hot water is unattractive, it is
very healthy and highly relaxing.
Named after the Georgian poet Rustaveli,
the city’s main street, Rustaveli Avenue leads
up to Tavisuplebis Moedani, i.e. the Freedom
Square. Called the Lenin Square before the
declaration of independence, the square
saw the destruction of the country’s last Lenin
statue in 1990, which was replaced by the
gold-plated statue of Saint George.
The Rustaveli Avenue and the
Tasty Cuisine
The Georgian cuisine that can be sampled in
typically wooden-decorated, rustic restaurants
is not very rich but tasty. They generally serve
meat, mostly pork. The dishes are flavored with
plum sauces and different kinds of mushrooms
that are abundant in the country. With various
delicious types of mushrooms available,
mushroom soups must be tried. There is a kind
of ravioli dish that is very popular among the
locals. Also famous is haçapuri, a kind of flat
bread pizza. In this heavily drinking city,
the Georgian vodka and beer should also be
tasted, as well as the good wines.
Turks will not feel out of place
In fact, the Turkish people are quite dominant in
the commercial life in Tbilisi. You can see
Turkish brands and products in many places.
Turkish chocolates, Turkish biscuits,
Turkish detergents... Additionally,
you can find restaurants, supermarkets and
even barber shops run by Turks on Marjanishvili
Street, a.k.a. the Turkish Street.
Strolling is the best way to explore this small
city. But you should be aware that the
Latin alphabet is not used. Russian is more
common but not many people speak English.
You can even run into Turkish-speaking people,
but otherwise, as hospitable and willing to help
as the Georgians are, finding directions can
prove to be quite a challenge.
every one of them; I practically wanted to have
them all. Possibly because I adore a riot of color,
the ones that clung with me were handmade
designer armchairs and sofas produced with the
traditional technique by Bokja, a Lebanese firm.
This writing would be incomplete if I omitted my
fascination with the energetic, colorful,
fun, hand-made and hand-painted exclusive
furniture and objects by the famous German
designer Thomas Hoffman, or the traditional
hand-made vases, pots and decorative items
featuring different themes made by Rometti,
a 100-year old ceramic producer in Italy,
or last but not least, exclusive works by iconic
designers including Philippe Starck,
Patricia Urquiola, and Melone Bourge.
The moral of the story: I suggest that you
pay a visit to Hamam Sokak No: 5 in
Bebek as soon as possible. Especially now
when you are thinking of what gifts to get for
yourself or your loved ones with the
New Year’s Eve around the corner...
www.chictowndeco.com
70/71/72
Article: Özlem Gökbel
[email protected]
THEY
MAKE ME
FEEL GOOD
The winter is here...
Or we are there! Every season, each
day is a gift to treasure for those
who can look at the bright side of
things. While the whole world is in
the grip of despondent events, we
still have many reasons to feel
good and to appreciate the moment.
It is about looking and seeing, and
wanting to look and see, right
Here are a few humble suggestions
from me :D
Would one feel dizzy with
designs? You bet!
You will see what I mean if you step into
Chic Town Deco, one of the most elegant
design stores along the Bosphorus and
one of the cutest spots in Bebek district.
You will get so carried away with the design
objects specially imported from various parts
of the world that you will collapse into an
armchair –which, of course, will be another
wondrous design- and you will feel like
sipping a cup of black coffee with co-founder
and architect Tülay Beşir...
Chic Town Deco, which opened its doors
about a year ago, carries various design
products from lighting fixtures to furniture,
home textiles to decorative accessories,
as well as art objects. I loved each and
Would new signatures on familiar brands fuel
our desire to shop? You bet!
Shopping, new stuff, different designs do make
me feel good :D Now, I have an additional
incentive! Nowadays, Mudo collections feature
designs by Arzu Kaprol and Boyner by
Ayşe Boyner. Here we go! Resist shopping now,
if you can :D One of my personal favorites,
Arzu Kaprol designed timeless products for
Mudo that you can use for many years to come,
based on her motto “A design is about a different
product, one that is always current”.
I immediately went to a Mudo store.
I examined Arzu Kaprol designs first-hand,
touching and feeling them. Shaped by an
original concept from color blocks to laser cuts,
the collection focused on fabrics such as
neoprene and leather. Orange is the top color.
I found the texture and color schemes in this
limited edition collection perfect.
They will soon be part of my wardrobe thanks
to their affordable prices although they are
designer clothes:)
www.mudo.com.tr
Now for Boyner: Ayşe Boyner and her partner
in this project, Charlotte Gram Andersen from
Denmark, attended numerous fairs around the
world. They identified 37 stylish brands from
various countries from England to Australia.
The hippest products of these brands are now
on sale at 11 Boyner stores. The most important
feature of this selection named Boyner Fresh is
that it will change every 6 weeks. In other words,
it is not very likely that you will see somebody
else wearing a Boyner Fresh item that you have
bought... And the prices are very reasonable, too.
Obviously, Ayşe Boyner wanted to make style
accessible by everyone. All to the good :D
www.boyner.com.tr
Would you be able to buy everything you see
and touch in restaurant? You bet!
I recently got a call from Petek Erim,
one of the longtime writers of our magazine
and my beloved friend. After our routine
catch-up conversation, she aroused my curiosity
saying “Dido opened a very cute restaurant;
we should meet there one day”.
Everything got together: a sector I love,
my endless desire to discover new places and
my classmate from Austrian St. George
College for Girls, Elif Didem Yağcı who I love
and miss a lot... Naturally, I went to
March soon enough.. When I walked in,
I was first greeted by “design”. I am not kidding;
I was first welcomed by works of art, design
objects, specially designed sitting sets and long
wooden tables, giant chandeliers all around...
Then Dido gave me a big hug,
bringing me to my senses. I was impressed.
Her view of life that reside beneath her friendly
face reflected on the wood, glass, metal and
ceramic at March, creating a cozy venue.
Add the pine forests right across the
restaurant to that! Combine them with the lively
and brilliant ambience inside.
I was in a postcard, you see :D
Another charming aspect of March
Restaurant for me is that you can buy or order
anything and everything you see there from the
plate your meal is served in to the
chandelier hanging above your table.
Besides their own-design home art, tables,
chairs, coffee tables and lighting fixtures,
you can also find a tasteful selection of gifts,
objects reflecting the refined art of
glassmaking, ceramic designs and masterpiece
paintings. I can imagine how you will look around
while enjoying your meal and the question that
will cross your mind: Which ones should I get for
my partner/friend and even for my home?
I must also note that the kitchen at March that
positions itself as a boutique steak house is in
the experienced and good hands of
Şenay Yılmaz. Lovely and attentive
Şenay adds her love to the sirloin steak, veal
chops, cutlets and many more delicious choices,
which are highlighted by the great sauces.
The concept of the venue is also perfect for
special celebrations, product launches,
birthdays and similar occasions.
Just so you know. So I have suggested yet
another place that is guaranteed to
make you feel good :D
www.marchistanbul.com
Then I could not pass the university admission
exam; so I took the aptitude tests, putting
interior architecture among my preferences,
for the sake of the word ”architecture” and not
exactly knowing what it really meant. I got into
Mimar Sinan University. It is weird that a person
decides about his future like that, but this is how
it happenned.
Although we already know you, we would like
to get back to when and where it all began.
How did you venture into interior
architecture and design?
YA: It must have been a coincidence, I guess...
I believe 18 is quite an early age to make the
decision of your life. Mine was a very
determined and enthusiastic choice but
I still think that I made the right decision by
chance. I like to create. It feels good to step back
and look at and touch what you did after you
complete a work.
74/75/76/77
Interview: Rana Korgül
[email protected]
Photos: Ofist Archives
Designers In Trouble – Ofist
ART
BLOG
If two people come together to
produce wonderful designs
despite all their dissimilarities,
then they don’t necessarily have to
say the same thing or look in the
same direction all the time.
Partners in Ofist, Yasemin Arpaç
and Sabahattin Emir are living proof
of that. Their works are admired,
talked about and praised highly.
We got together with the two
designers who focus on
naturality and functionality rather
than aesthetic concerns, and we
found ourselves deep in
conversation...
Although we already know you,
we would like to get back to when and where
it all began. How did you venture into interior
architecture and design?
YA: It must have been a
coincidence, I guess... I believe 18 is quite an
early age to make the decision of your life.
Mine was a very determined and enthusiastic
choice but I still think that I made the right
decision by chance. I like to create. It feels good
to step back and look at and touch what you did
after you complete a work.
SE: I graduated from the department of
electricity at an industrial vocational high school
and I was pursuing to be an electrical engineer.
SE: I graduated from the department
of electricity at an industrial vocational high
school and I was pursuing to be an electrical
engineer. Then I could not pass the university
admission exam; so I took the aptitude tests,
putting interior architecture among my
preferences, for the sake of the word ”architecture” and not exactly knowing what it really
meant. I got into Mimar Sinan University.
It is weird that a person decides about his future
like that, but this is how it happenned.
Ofist is one of the important architecture
firms in Turkey. What are the features that
reflect the character of Ofist when we look at
an interior architecture project?
SE: In terms of character, we cannot talk about
recurring formal solutions or choices.
Neither are we attempting to do that.
Although we employ the same method in all our
project solutions, this is not formally reflected
in our projects. Our works are very dissimilar
because the questions are very different.
Therefore, the answers are different, too...
YA: Our works are not uniform. The needs
of our clients are the key. Sometimes it is just a
minor makeover, sometimes it is about making
something from scratch. Of course, it is much
freer, much more creative and fun to design a
project from start to finish. The heart of the
matter is that the right thing for each project is
different. That is why we don’t use ready-made
solutions or patterns. We consider each project
individually and create designs specific to every
project and person. Tailor-made, you could say...
Karaköy Loft is a good example for that.
When it was all done, only an old couch and eight
chairs of the owner were brought in.
Everything else had already been designed and
built during the construction of the home in line
with our client’s desires and needs.
What is your interior design understanding
based on?
SE: As you know, designing a venue is
significantly different than designing an
industrial product. You design or diversify a
product so as to appeal to the common taste of
as many people as you want to sell it to. When
designing a venue, however, you mostly deal
with a single person as your client. I mean, each
project is unique for us. We are not taking the
easy way out based on certain assumptions for
economic purposes or due to time restrictions.
We don’t hesitate to get into trouble,
if necessary, but we come through it in the end.
Getting into trouble and coming through it in
the end – what a lovely way to put it!
In this context, how do you position
yourselves in the design world?
YA: Together with those who question
and who are concerned with what they do, with
life and with themselves...
SE: You just said that we are one of the
important architecture firms in Turkey, this is so
nice. I love that... When I think of what we have
done in the context of everything done all over
the world, I see us in the same place with those
working to build something brick by brick.
As far as we know, unusual and creative
projects are the ones that get Ofist excited
the most. You not only succeed in creating a
new atmosphere in your works every time,
but you also signed your name under
countless projects that qualify as designs.
Can you tell us a little about these projecs?
YA: We first produce problems for us to solve.
Otherwise, why would anyone design a
bathtub on wheels, detail and manufacture it,
rather than buying and installing a ready-made
one! For example, our approach to AD House
was to be quietly attached to the building,
without touching its historic heritage, and to
co-exist in the future. Of course we did not want
to destroy the wall panellings of the one-hundred-plus years old building and put in a corner
shower. But the new user of the aparment
naturally did not want to step into a lion foot
bathtub to take a shower every morning in this
era. Karaköy Loft drew much attention all over
the world. It was referenced in countless blogs,
magazines and books. There are even 12 entries
about it on Ekşi Sözlük, sour dictionary!
In fact, it is a project that used very simple and
natural solutions, but they were smart and
carefully detailed solutions. Each spot and each
detail was planned, designed and meticulously
implemented for the user. We had a different
approach to Y House. We can sum it up as an
effort to Mediterranenize the detachment of
Mandrin Oriental from Bodrum. White House,
on the other hand, coincided with the Gezi Park
protests. The leaves of the uprooted trees of
Gezi Park have taken their places along Kate’s
staircase. They create sweet games, reflections
with the sun and the shades. They remind the
saved trees of Gezi, sparkling a small smile...
In the meantime, we are also designing the
Numnum locations. When dealing with these
projects that come one after the other, we turn
to square one at various phases, look at things
once again, and make changes as necessary.
In your opinion, how should a good,
flawless design be?
YA: It must fulfill its function and satisfy
its user...
SE: I have a criteria: if I see a design and think
“it is so simple; how did I not think of it before?”,
then it is a good design. I take this path to make
designs that are –let’s not say more perfectmore correct: when I am to design something,
let’s say a chair, I don’t look at existing chairs and
try to do something different. I ask what a chair
is. In other words, I go back to the beginning
and I try to come up with an answer of my own.
Even if the conclusion I reach may resemble the
existing ones, it can reflect more of me. I set out
to rediscover America, looking for something
Columbus overlooked.
www.ofist.com
Burg Eltz, Germany
Located near Frankfurt but very far from
civilization and settlements, the
Eltz Castle is dubbed the Eltz Forest as it is
nestled in lush green. While visiting the castle
that boasts a history of 850 years, you may
agree with the other visitors who label the
medieval Rodendorf Kitchen and the painting
“Madonna with Child and Grapes”, a masterpiece
by Lucas Cranach The Elder, as their favorites.
Having gone all the way to Eltz Castle, keep in
mind that the Moselle River is close by;
if you happen to be there in the right season,
then try and take the 12-kilometer,
5-hour award-winning hiking route
“Eltz Castle Panorama”.
78/79/80/81/82
Article: Özlem Yücelener
Hogwarts in Younger
Ages and Cair Paravel
Later? An avid fan of
castles then!
So how about spending
the New Year’s Eve in
one this year?
Did you use to admire the
Walt Disney castle that appeared
before all films when you were
little? Were you a fan of
Harry Potter at some point and an
enthusiast of the Lord of the
Rings now, if not a devoted follower
of Narnia Diaries? If your answer
is yes, then it hints that deep down
you are a castle fan, whether you
know it or not!
In this case, take a look at my
writing soon so that you can choose the
potential castle to spend -at least- the coming
New Year’s Eve.
Neuschwanstein, Germany
The castle was built by Ludwig II,
King of Bavaria, but was never completed.
Even in its incomplete state, it has inspired the
Sleeping Beauty Castle in Paris and
Hong Kong Disneyland. First you will need to
head to Munich.
Then, you will reflect on why you wanted to
come here during the 125-kilometer train ride
that lasted for two hours you spent listening to
a playlist of pieces by Beethoven and Mozart.
Finally, you will decide that the trip was
worthwhile as soon as you see the view lying
before your eyes that seamlessly blends with
the classical music playing in your headphones
and witness the architecture
waltz with history.
Bran Castle – Romania
If you have seen the Dracula movie,
if you got the creeps while watching it, if you
have always been very, very curious about
Transylvania, then it is guaranteed that you
will be extremely impressed by the mystical
atmosphere of Bran! If you want to quench your
curiosity, uncover the mystery and visit
Count Dracula in his home, then make plans to
be in Brasov for the New Year’s Eve.
Getting to Brasov is not a big trouble.
You can easily take a train from Bucharest, or
when you are on vacation in Madrid, Frankfurt,
Paris, Rome, or London, you can fly to Bucharest
and make Brasov the final destination of your
trip. One last note on Bran: remember that Bran
is available also for private events.
Bled Castle – Slovenia
Overlooking Lake Bled, the Bled Castle is
practically the symbol of Slovenia.
Commanding an exquisite view of the lake,
the castle once hosted many political meetings.
Today, however, political gatherings are out,
whereas weddings are trending. A lot of
weddings are held in this venue based on the
belief that if the groom carries his bride up the
99 steps of the church set on the island in the
middle of the lake, and if he can still ring the
church bell, then the couple will be happy ever
after. If you consider Bled as an alternative place
to get married or just to enjoy the lake view, you
should know that Zagreb, Dubrovnik, Vienna,
Salzburg, Munich, Frankfurt, Berlin, Milan, Rome,
Zurich, Budapest, Prague, Oslo and Helsinki are
all on the way to Bled. Do not worry if you are
missing the New Year’s Eve Party at the Bled
Castle that promises a gourmet menu for 100
Euros per person on December 31st; prefer
Okarina, where Paul McCartney also dined, or
Vila Ajda for a dinner with a lake view.
Le Mont Saint-Michel, France
A UNESCO World Heritage Site, a must-see site
if you are in Paris, and a sure contender
for 1001 places to see before you die,
Le Mont Saint-Michel is a spellbinding location
comprising an island, a mountain, a village, a
monastery and a castle – all in one! Add St.
Michel to the end of any ordinary Paris trip to be
dazzled with its gracefulness and elegance as
apposed to the gothic and mystical architecture,
and experience a venue that is better than
Eiffel.Useful Tips about Spending a
New Year’s Eve in a Castle:
• Certain castles are open for visitation only,
but if you want to stay over at a castle for the
New Year’s Eve, you can choose from among
hundreds of alternatives depending on your
wishes and expectations. And that at prices in
the order of 200 Euros per room per night...
You might want to check celticcastles.com first.
• Castles and citadels are not available only
for visiting, or wining and dining. In addition to
overnight stays, you might prefer a castle for
weddings, celebrations, SPA, corporate events
and all sorts of invites.
• Though you are too late for the Harry Potter
Christmas Dinner, a fantastic event deserving
of the Potterheads that will be held for the first
time this year on December 3rd at Warner
Bros London Studios, you can sign up for
updates at wbstudiotour.co.uk.
• If the new year concept alone did not give you a
satisfying enough taste of St. Michel, put the
St. Michel Marathon that will be run on May 29th
on your calendar, or wait for July 2nd to return to
St. Michel, which is designated as the starting
point for Tour De France 2016.
While this writing invites you to try a totally
different concept for the coming new year,
do not miss the moment; wish as much as you
can, keep dreaming whatever dreams you may
have, and greet this new year as happily
as you did the previous ones!
Audi Servis
Yeni bir zaferden daha güzeli,
yine bir zafer kazanmak.
Şenyıldız, yeniden dünyanın en iyi Audi Yetkili Servisi.
Dünyanın 38 ülkesinden 73 Audi Servis Ekibi’nin yarıştığı Audi Twin Cup 2015 Dünya Finali’nde
Şenyıldız Ekibi, üstün başarısını tekrarlayarak ikinci kez Dünya Şampiyonluğu’na imza attı.
Bizim gibi Audi tutkunuysanız, sizi de dünyanın en iyi servisine bekleriz.
Şenyıldız
Yenikapı Satış/Servis: Nişanca Mah. Kennedy Cad. No: 54/1 Yenikapı-Fatih/İstanbul
Tel: (212) 402 20 00 Faks: (212) 638 01 33 www.audisenyildiz.com
Cevizlibağ Servis: Merkez Efendi Mah. Mevlana Cad. E-5 Yanyol Toya Plaza No: 140/17
Cevizlibağ-Zeytinburnu/İstanbul Tel: (212) 413 06 50 Faks: (212) 547 15 20
Şenyıldız Butik: Valikonağı Caddesi No: 41 Nişantaşı/İstanbul Tel: (212) 638 94 94
Şenyıldız bir Doğuş Otomotiv Servis ve Tic. A.Ş. yetkili satıcısıdır.
Audi Şenyıldız mobil uygulaması
ve
'da

Benzer belgeler