“Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm”, Stratejik Öngörü Dergisi, 1, 34-53
Transkript
“Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm”, Stratejik Öngörü Dergisi, 1, 34-53
.1:1 LAR DERGİSİ Mayıs 2004 10.000.000 TL » Uluslararası Ekonomik Sistemde ABD Dolan'nın Rolü &* » Uluslararası Finans Üzerine Tartışmalar ve Türkiye'nin Finansal Serbestleştirme Deneyimi » Avrupa Birliği'nde Kültürel Entegrasyon ve Türkiye'nin Durumu ,'• » Medeniyetler Arası Diyalog Yaklaşımı ve İran » Yeni Büyük Oyun: Hazar Bölgesindeki Rekabet ve Güvenlik Arayışı # • 4 » Çin'in "Tek Ülke, İki Sistem" Politikası: Tayvan, Hong Kong ve Macau ISSN 13C]4-7faaX 11 K i l 9 771304 M 768002 I N LARI * STRATEJİK ÖNGÖRÜ DERGİSİ İÇİNDEKİLER / CONTENTS Yıl: 1 Sayı: 1 4 "Uluslararası Para Olarak ABD Doları'nın Rolü" / Mayıs 2004 "The Role of US Dollar as an International Currency" JOURNAL OF STRATEGIC INSIGHT Volume: 1 Number: 1 May 2004 Sahibi / Publisher Elnur OSMANOV 2 4 "Uluslararası Finans Üzerine Tartışmalar ve Türkiye'nin Finansal Serbestleştirme Deneyimi" / "Discussion on the International Finance and the Experience of Turkey on Financial Liberalization" TASAM Adına Başkan Süleyman ŞENSOY Editör ve Yazı İşleri Md. / Editor in Chief Gn.Md.E.Kur.Alb. Atilla SANDIKLI Editör Yardımcıları / Deputy Editors Kenan DAĞCI Derya ÖZVERİ Nevra ESENTÜRK ArifOrçun SÖYLEMEZ 3 6 "Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm" / "National Ideology and Capitalism" Kenan DAĞCI 5 4 "Avrupa Birliği'nde Kültürel Entegrasyon ve Türkiye'nin Durumu" / "Cultural Integration in the European Union and Turkey's Position" Özkan AÇIKGÖZ 7 2 "Siyasallaşan Hizbullah" / "The Politicization of Hizballah" Yayın Kurulu / Editorial Board Zeynep SVTALAN Prof.Dr. Hasret ÇOMAK (Kocaeli Üniversitesi) 8 2 "Medeniyetler Arası Diyalog Yaklaşımı ve İran" / "Iran and Prof.Dr. Vasilis FOUSKAS (Kingston University) Dialogue Among Civilizations" Prof.Dr. Bülent GÖKAY (Keele University) Bilgehan ALAGÖZ Doç.Dr. Hasan SELÇUK (Marmara Üniversitesi) 89 Doç.Dr. Bülent ARAŞ (Fatih Üniversitesi) Bölge Politikası" /" Integration of the Central Asian Turkish "Orta Asya Türk Cumhuriyetlerin de Bütünleşme ve İran'ın Republics and Regional Policy of Iran" Hakemli Dergi Yönetim Merkezi Halıcılar Cd. No. 100 34080 Fatih-İSTANBUL Tel: 0 212 635 6151 İsa ÖĞDÜR 9 7 "Yeni Büyük Oyun: Hazar Bölgesindeki Rekabet ve Güvenlik Arayışı" / "New Great Game: Rivalry and Quest for Security in the Caspian Region" 0 212 532 60 66 Fax: 0 212 532 58 82 Ersegül ÜNÜVAR 1 1 2 "Güney Kafkasya'da Güvenliğin Sağlanmasında NATO'nun Rolü" / "The Role of NATO in Providing Security in Southern Web Sayfası: www.tasam.org Caucasus" E-Posta: [email protected] Ramil MEMMODOV 1 2 1 "Çin'in "Tek Ülke, İki Sistem" Politikası: Tayvan, Hong Kong Abone Ücreti Yıllık 35.000.000 TL ve Macau" / "China's "One Country, Two Systems" Policy: Taiwan, ^ Hong Kong and Macao" Çağdaş ÜNGÖR Abone İletişim 1 2 9 "SSCB Dağılışı ve Uluslararası Sistem: Bir Teorik Çözümleme 0 212 532 60 66 Denemesi" / "The Collapse of the USSR and International System: 0 212 635 61 51 Proposal for a Theoretical Solution" Mehmet Fatih ŞEYHANOĞLU Grafik Tasarım 1 3 7 "TASAM Tanıtımı" / "Presentation of TASRC" Ajans A / Gülistan Ertürk Renk Ayrımı 1 4 7 Seçilmiş Kitaplar / Book Review Grafik A Baskı Bilge Matbaacılık Kadir EFELER 1 5 2 Stratejik Öngörü Dergisi Genel Yayın İlkeleri / The Author's Guide for Strategic Insight €> TASAM I 1 STRATEJİK ONGORU I Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm Kenan DAĞCI* I Özet Ana konusu kapitalizm olan bu makalede kapitalizmin öne çıkan iki farklı türü ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ko münizmin çökmesinden sonra kapitalizm ekonomik sistem olarak tek başına kalmıştır. Eskiden komünizm ile kapi talizm bu alanda yapılan araştırmaların ana konusunu oluştururken; bu aşamadan sonra "Komünal Kapitalizm" ve "Anglo-Sakson Kapitalizmi" olmak üzere kapitalizmin iki türü, ekonomik sistem araştırmalarının temel konusu ha line gelmiştir. Atlantik'e kıyısı olan ABD ve İngiltere uyguladıkları Anglo-Sakson kapitalizmi ile komüncülüğe kar şılık bireyciliği, haklara ve ödevlere sahip olma yerine bireyin mülkiyetini, aktif planlayıcı devlet yerine sınırlı dev leti, grup sorumluluğu yerine bireysel sorumluluğu ön plana çıkartıtken, Komünal kapitalizm anlayışını benimse yen Almanya ve Japonya Anglo-Sakson bireyciliğine karşılık komüncülüğü, bireyin mülkiyeti yerine haklara ve ödev lere sahip olmayı, sınırlı devlet yerine aktif planlayıcı devleti, bireysel sorumluluk yerine grup sorumluluğunu ön plana çıkarmaktadır. Yukarıda ifade edilen kapitalizmin her iki türünün temel karekteristikleri bu makalede detay lı olarak analiz edilmiştir. I Abstract National Ideology and Capitalism The two different varieties of capitalism, which have gained importance, are the main topics that went under a deliberate scrutiny in this article. Capitalism, as an economic system, remained alone after the collapse of commu nism. That's why, whereas communism and capitalism were the main topics of the research in the past, the two dif ferent varieties of capitalism called, "Communitarian Capitalism" and "Anglo-Saxon Capitalism" have become the main interest of the economic systems research from now on. The USA and UK, that located on the two opposite sides of the Atlantic, have been carrying out the basic principles of Anglo-Saxon Capitalism that are individualism, individual property, limited state, individual responsibility; contrarily, Communitarianist approaches of Germany and Japan have put emphasis on Communitarianism, ownership of rights and duties, active and planning state, and group responsibility. The basic characteristics of the each varieties of capitalism, mentioned above, were explained and analyzed in detail in this article. * ^ 70'lerden 1870'lere kadar geçerliliğini ka/ tıksız olarak koruyan, her şeyin kendi akıJ L | sına bırakıldığı "serbest piyasa ekonomisi" uygulaması, Batı Avrupa Toplumlarını iki ayrı sosyal sı nıfa bölmüştür. Serbest piyasa ekonomisi, endüstri top lumunu oluşturan bir sınıfın sistemi ve ideolojisi duru muna dönüşürken, buna tepki olarak karşıt sosyal sınıf merkezden yönetimli yeni bir ideolojiye "komünizme" meyletmiş ve komünizm serbest piyasaya alternatif ola rak 1917-1989 yılları arasında Sovyetler Birliğinde uy gulanmıştır. Aradan geçen 72 yıldan sonra, 1989 yılın da, komünizm başarısızlığını ilan ederek iflas etmiş ve bir alternatif olma iddiasını yitirmiştir. Böylece kapitalizm-sosyalizm çatışması son bulmuştur. Bundan sonra gelinen noktada, gerek iş çevrelerinde gerekse akademi çevrelerinde aslında kapitalizmin bir değil, kendine özgü ekonomisi, sosyal sistemleri, kültürel değerleri ve yönetim biçimleri olan bir çok türünün oldu ğu tartışılmaya başlanmıştır. Bunlardan en çok kabul gören kapitalizmin iki türü: İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde gelişen Anglo-Sakson kapitalizmi ile Ja ponya ve Almanya'da gelişen Komünal kapitalizmdir. Her iki kapitalizm türü ulusal ideolojilerin bir parçası olarak şekillenmekte ve değişime uğramaktadır. Kapita lizmin bu denli değişik tarzlarının oluşmasında ulusal ideolojilerin önemli bir rolü vardır. Bugün bu iki tür ka pitalizm iki farklı ideolojinin bir yansıması olarak karşı mıza çıkmaktadır. Yeryüzünde gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler ar tık iktisat politikalarını kapitalizmin bu iki biçimine göre şekillendirmektedirler. Bu iki kapitalizm anlayışından Anglo-Sakson ülkeleri uyguladıkları bireyci kapitalizmle bireyci değerleri yücelten ayrıcalıklı ücret, bireysel so rumluluk, işten atma ve ayrılma kolaylığı, kısa vadede kâr artışı, şirketler arasındaki düşmanca birleşmeler ve * TASAM Avrupa Birliği Çalışma Grubu, Araştırmacı ve İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi. devralmalar gibi politikalar takip ederken; Almanya'nın başını çektiği Avrupa ve Japonya temelde kapitalizmin aynı biçimini toplusal değerleri yücelten iş grupları, bir likte sorumluluk, ekip çalışması, işletmeye bağlılık, den geli ücret, uzun vadeli endüstri stratejileri takip etmek tedir. me, gelir ve gelir dağılımı seviyesi, verimlilik, ticaret dengesi, istihdam oranları ve enflasyon); dinleri (Konfüçyunizm, Hristiyanlık); coğrafya, demografi; politik parti Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Amerika elinde bu lundurduğu askeri güç ve ekonomik güçle bütün dünya nın gözlerini kamaştırmıştır. Dolayısıyla uygulanan ikti sat politikalarında Anglo-Sakson tipi kapitalizm temel araştırma konularının başında gelmiştir. Ancak AngloSakson modelinin rakibi olarak başarılı bir performans gösteren Almanya ve Japonya'nın uyguladıkları kapita lizmin de Anglo-Sakson modeli kadar araştırılması ve anlaşılması ulusal ekonomiler için önem arz etmektedir. Anglo-Sakson kapitalizmi medyanın da desteğini ar kasına alarak tüm dünyaya kendini gösterirken, kapita lizmin öteki türü Almanya ve Japonya adeta içine kapa lı, kendini anlatma ihtiyacını duymadan yaşamına de vam etmektedir. Bu çalışmada temel amaç, Alman ekonomi düzenini ön plana çıkarmak olduğundan komünal kapitalizmle il gili yapılan değerlendirmelerde Japonya hariç tutulmuş tur. Anglo-Sakson kapitalizmi ile ilgili değerlendirmeler de de Amerikan ve İngiliz perspektifi esas alınmıştır. 11. Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm Her milletin bir belki de birkaç tane ideolojisi vardır. Bunlar bir milletin eylemlerini ya da kurumlarının amaç larını meşru hale getirmek ve haklı çıkarmak için elinde tuttuğu değerler hakkındaki inançlar ve faraziyeler man zumesidir. İdeoloji dinamik bir yapıya sahiptir. Ebedi de ğerler farklı kültürlerde farklı noktalarda, etraftaki ger çeklikle irtibatlıdır. Gerçeklikle bağdaşmayan ideolojiler ancak güçle, kaba kuvvetle ayakta durabilirler. Bu ideo lojiler dogma olurlar. Bu tür ideolojiye sahip olan top lumlar, değerli zamanlarını, paralarını ve kanlarını köhneleşmiş verimsiz ideolojilere adapte olmaya çalışmak için harcarlar. Er geç çabaları da boşa gider'. İdeolojilerin ayrışmasına neden olan bir çok etken vardır. Hem iç hem de dış faktörler ideolojiyi şekillendi rir. İç faktörler, ekonomik performansı (durgunluk, büyü leri içerir. Dış faktörler ise sömürgecilik ve sömürgecilik tehdidini, savaşları ve yabancı işgallerini, misyonerleri, kaynak bağımlılıklarını, yabancı sermayeyi, göçü, çok uluslu şirketleri ve uluslararası rekabeti içerir2. Bunlar arasında en önemli etkenler coğrafya ve de mografidir. Kaynaklar kıt ya da çok, nüfus da seyrek ya da yoğundur. Sonra ekonomik performans vardır; Eko nomi büyüyebilir ya da küçülebilir; iş gücü çoğalabilir ya da azalabilir; fiyatlar yüksek ya da düşük olabilir. Top lum dünya ekonomisinde rekabetçi olabilir ya da olmayabilir-kazanan ya da kaybeden olabilir. Kaynaklardaki ya da ekonomik performanstaki değişimler kurumsal tat bikatta değişimi, sırasıyla ideolojinin temelinde değişimi zorlayabilir. İdeolojilerdeki bu değişimi sadece fiziksel ve ekonomik etkenler sağlamaz. Ayrıca maddenin, ruhun ve iç âlemin doğası ile ilgili kabul edilen düşünceler de bu değişiklikte önemli bir rol oynar. Eskiden bu alanda şairler ve papazlar etkili iken, şimdi inisiyatif bilim adamlarının eline geçmiştir. Gerçeklik, bilim adamları nın çalışmaları sonucu keşfettikleri doğanın yasaların dan hareketle anlaşılmaya çalışılmaktadır. Isaac Newton'a göre fiziksel gerçeklik doğanın par çacıkları ve parçacıkları idare eden hareket yasaları za viyesinden yola çıkılarak anlaşılmalıydı. Einstein parça cıklar arası ilişkilerle ilgili daha başka bulgulara ulaştı. Ayrıca, şimdilerde ekolojistler, mikrobiyolojisiler, gene tik uzmanları ve başka bilim adamları gerçekliğin bizim daha önceki bildiklerimizden çok daha farklı olduğunu söylüyorlar. Atom altı parçacıklardan (quark'lardan) George C. Lodge, Ideology and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds. George C. Lodge and Ezra F. Vogel, Boston Massachusetts, Harvard Business School Press, 1987, s. 4. 1 a.g.e., S. 5. O TASAM I 35 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI bahsediyorlar. Tüm bu değişen anlayışlar hüküm süren ideolojiyi de derinden etkileyen teknolojik ve kurumsal değişimleri zorlamaktadır. Değişimlere uymak kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü za manla gerçeklikle ideoloji arasında bir meşruiyet açığı oluşmaktadır. Belirli bir aralığa kadar kurumsal uygula malar hakim ideolojiye uymaktadır. Ancak gerçek dün yadaki değişimler kurumları farklı davranmaya itmekte ya da buna mecbur etmektedir. Bu bakımdan pratik ideolojiden ayrılmaya başlamaktadır. Sonraki diğer ara lıkta, kurumsal uygulamalar önemli derecede ideolojinin öngörülerinden ayrılmaktadır. Eski şablon belki kağıt üs tünde varlığını devam ettirmekte fakat tatbik edilme mektedir. İdeolojik manada değişim olmayınca kurumsal tatbikat ile ideoloji arasında bir meşruiyet açığı ortaya çıkmaktadır. Bu açık arttığından, liderler iki tür baskıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Toplumda kimileri kurum ları yeniden geleneksel ideolojiye çekmeye çabalarken, ötekiler ise, kurumların gerçek tatbikatlarını haklı çıka racak, doğrulayacak yeni bir ideolojiyi tartışmaktadır. Batı Avrupa kurumları bu değişimlere iki yolla cevap vermiştir3: - Bazıları hızlı bir şekilde daha pragmatik hareket ederek değişimlere adapte olmuşlar, tatbikatlarını haklı çıkarmak, meşru hale getirmek için de yenilikler yapmış lardır. . - Ötekiler ise, geleneksel ideolojilerinin varsayımları ve bunlardan kaynaklanan anlayışlar ve karar alma mo dellerinin zorlamaları ile böyle bir geçişi sağlamakta zor luklar yaşamışlardır. İkinci yolu takip eden kurumlar belirsizliklerle, israf larla ve krizlerle karşılaşmışlardır. ABD'de, Batı Avru pa'da ve yakinen tanık olduğumuz Türkiye'de sonuç, banka iflasları, yönetimsel etkinlik kaybı ve verimsizlik olmaktadır. Tabi ki, bu sonuçtan en fazla sıkıntıyı da toplum çekmektedir. Bu gün ekonomisi zor durumda olan ne kadar ülke varsa, orada bahsi geçen meşruiyet açığının çok fazla arttığını açıklıkla görebilirsiniz. Çağdaş dünyada var olan ideolojiler, iki ideal tipin 3 1 birbirini etkilemesi ve farklılaşması olarak kendini gös termektedir. Bunlar "bireycilik (individualism)" ve "Komüncülük (communitarianism)" olarak adlandırmakta dır. Anglo-Sakson kapitalizmi daha çok bireyci özelliği ile ön plana çıkarken, Komünal kapitalizm de daha çok komüncü özelliği ile ön plana çıkmaktadır. Bireycilik, bireyin değer ve mananın temel kaynağı olduğunu kabul eden atomistik bir toplum kavramını ile ri sürmektedir. Nasıl ki kainatın en temel yapı taşı gözle görülemeyen küçük tek tek atomlardır, öyle de bireyler de toplumun temel yapı taşıdır4. Toplum çıkarı bir çok, tercihen küçük mal sahibi arasında, kişisel çıkara daya nan rekabetle tanımlanır, elde edilir. Komüncülük, bun dan daha organik bir bakış açısına sahiptir. Bireyden çok toplumun ihtiyaçlarının, önceliklerinin sarih bir şe kilde tanımlanması önemlidir. Anglo-Sakson ülkelerinden Amerika ve İngiltere bi reyci değerleri yüceltir. Parlak iş adamları, Nobel ödülü sahipleri, ayrıcalıklı ücretler, bireysel sorumluluk, işten atma-işten ayrılma kolaylığı, kâr artışı, şirketler arasın da düşmanca birleşmeler ve devralmalar-onların kahra manı (yalnız) kovboylardır. Buna karşılık Almanya top lumcu değerleri yüceltir: iş grupları, sosyal sorumluluk, ekip çalışması, mutlak sadakat, endüstri stratejileri ve büyümeyi teşvik eden etkin sanayi politikaları. AngloSakson firmaları kâr artışı gözetir, tüketim ekonomisine inanır5. Almanlar ise üretim ekonomisine inanır. Anglo Sakson anlayışındaki "ben"e karşılık, Alman modelinde "Das Volk (Halk)" esastır. 1 1.1. Komünal Kapitalizm Anlayışı Alman modelinde, bütün parçalardan önce gelir ve parçalar daha büyük bütünün yalnızca unsurlarıdır. Kişi anlamak için önce bütünü algılar, sonra bütün içindeki farklı parçaların işlevini keşfeder6. Komüncülük, Ne\v toncu mekanik düşünceden kaynaklanan atomistik bir bakış açısına dayanmaz. Komünal kapitalizm anlayışı nın bir sonucu olarak Almanya'da bir piyasa düzeni oluş turulmuştur ve bu düzene "Sosyal Piyasa Ekonomisi (So-1 ziale Marktwirtschaft)" denmiştir. Sosyal piyasa ekono misi terimi daha çok Komünal kapitalizmin pratikteki ı a.e., s. 7-8. Toplumsal yapı kavramının tanımlanması ile ilgili olarak toplum bilimciler arasında genel bir konsensüs bulunmamakta, bu konuda farklı görüşler öne sürülmektedir. KüMı toplum bilimcilere göre toplumsal yapı "bireylerarası ilişkilerin yapısal biçimi" olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal yapıyı oluşturan öğelerin neden-sonuç llişks bağlamında değerlendirilmesi sonucunda, insan unsurunun temel aktör olarak ön plana çıktığı görülmektedir. Bu sonucun ışığında bireyin toplumsal yapının temel tafq olduğu kabul edilmektedir. Konu ile İlgili detaylı bilgi için bkz. Özer Ozankaya, Toplumbilim, 7,b., İstanbul, Cem Yayınevi, 1991, s. 174-180. 3 Lester Thurow, Kıran Kırana: Japonya, Avrupa ve ABD Arasında Yaklaşan Ekonomik Savaş, Çev. Ayşe Karasu, İstanbul, AFA Yayıncılık, 1992, s. 28. ' Charles Hampden Turner ve Alfons Trompenaars, Kapitalizmin Yedi Kültürü, çev. Füsun Doruker, istanbul, Sabah, 1995, s. 187. ©TASAM STRATEJİK ONGORU 36 | Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm • kurumsal yapısını ifade etmektedir. Komünal kapitalizm anlayışında bireycilik yerine komüncülük, mülkiyet hakları yerine haklara ve ödevlere sahip olma, sınırlı devlet yerine aktif planlayıcı fonksiyo nel bir devlet, bireysel sorumluluk yerine ekip sorumlulu ğu anlayışı hakimdir. Komünal kapitalizmi, genel olarak, Anglo-Sakson kapitalizminden ayıran bu dört unsurla açıklayabiliriz, 1 1.1.1. Anglo-Sakson Bireyciliğine Karşılık "Komüncülük" Komüncülük, eşitlik ve konsensüse zorlayarak ya da az çok gönüllü olarak ulaşılması olarak nitelendirilir. Ko müncülük, içinde bireylerin toplamından oluşan bir top lumdan çok daha fazla bir şeydir, organiktir, atomistik değildir. Bir bütün olarak toplumun ihtiyaçları, bireyler den oluşan kendi üyelerinin ihtiyaçlarının ötesine geçmiş özel ve öncelikli ihtiyaçlardır. Komünal kapitalizm anlayışında atomistik bakış açı sının aksine kainat bir bütün olarak ele alınır. Toplum bi reylerin toplamından başka bir şey değildir. Ancak top lum dediğimiz mekaniğin parçalarından birisinde mey dana gelebilecek bir arıza bütünün geleceğini de tehlike ye atabilir. Bu nedenle toplum mekaniğinin en önemli parçalarından birisi olarak bireyin tek başına kendi çıka rı için çalışmasının aynı zamanda toplum çıkarına hiz met edeceği düşüncesi doğru olmayabilir. Nasıl ki, bir se pet meyvenin içindeki meyvelerden birisi çürüdüğünde aradan geçen belirli bir sürenin sonunda, müdahale edil mezse, diğer meyveler de bir bir çürüyor; öyle de toplu mun içindeki bireysel arızalara müdahale edilmezse top lumun tamamını etkileyecek bir sonuç ortaya çıkar. Adalet, izzeti nefis ve sair değerlerin ayakta kalabil mesi toplumsal ihtiyaçların kabul edilmesine bağlıdır. Bireysel performansın en iyi şekilde kullanılması, bu ne denle, toplumdaki mevkiye, bütünle özdeşlik kurmaya, organik sosyal bir gelişimdeki ortaklığa bağlıdır. Eğer toplum, fabrika, mahalle, ya da ülke iyi dizayn edilirse üyeler sağlam bir hüviyete sahip olurlar inancı hakimdir. Bu sayede üyeler, kendi kapasitelerini maksimum sevi yede kullanabilirler. Eğer toplum ya da unsurları kötü bir şekilde dizayn edilirse, karşılık olarak halk hüsrana 7 uğrar ve soğutulur . Komüncülüğün eşitlik ve konsensüs olmak üzere iki önemli niteliği vardır. Komüncülüğü niteleyen birinci un sur eşitlik denilen şey aslında fırsat eşitliği olarak ifade edilen, siyah, beyaz erkek ve kadınların çıkış çizgisinde eşit bir mevkiye sahip olduklarını, bunların her birinin bu çizgiden sonra aralarında ayrımcı engellemeler yapıl maksızın gidebilmelerine olanak tanınmasını savunan bi reyci bir kavramdır. Hem bireyci ideolojiyi savunan ülke ler, hem de toplumcu ideolojiyi savunanlar temelde aynı sonuca ulaşmayı hedeflemektedirler. Aralarındaki tek fark yöntem farkıdır. Komünal anlayışta araya devlet gi rer ve belli garantileri ve korumaları zorlayarak sağlar. Komünal anlayışta, adil gelir dağılımın gerçekleşme si için fırsat eşitliğinin de sağlanması gerekir. Alman toplumu sosyal sınıflar arasında sınırlı bir farkın bulun duğu göreceli olarak açık bir toplumdur. Aristokrasi de ğil "Meritokrasi (eğitimli, yetenekli elit grup)" ön planda dır. Bunun ön koşulu ise ülkede sosyal akışkanlığın bu lunmasıdır. Bunun için Almanya'da nitelik eşitliğinin sağlanmasıyla, performans eşitliğinin de sağlanabilece ği düşüncesi hakimdir. Bu nedenle eğitim ücretsizdir. Bu anlayışta, fırsat eşitliği büyük oranda eğitimde eşitliğin olmasına bağlıdır. Almanya'da eğitim tamamen devletin elindedir, buna bağlı olarak da hem orta eğitim hem de üniversite eğitimi ücretsizdir. Bu durum yüksek oranda bir sosyal akışkanlığın ortaya çıkmasına yol açmakta dır8. Bu anlayışa bağlı olarak, Alman iş gücü disiplinli, iyi eğitimli ve bütünüyle iyi motive edilmiştir9. Alman eğitim sisteminde çocukların % 95'i kamuya ait ilkokula giderler. Rudolph Steiner okulları gibi özel okulların sayısı çok azdır ve bu okulların felsefi idealleri vardır. On bir yaşında Gymnasium, Realschula ve Hauptschule olarak tanımlanan ve sırasıyla akademik yete nekleri düşük çocuklara eğitim veren okullara gidilir. Bu üçlü ayırım, öğrencilerin kendi düzeylerindeki sınıf arka daşlarıyla olmalarını sağlar. Yine de on beş yaş civarın daki Hauptschule öğrencileri için başarısızlık olasılığı vardır, bu noktada çalışma yaşamı gündeme gelir ve tüm çocuklara 260 değişik meslek için seçim yapma şansı ta nınarak mesleki eğitim almaları sağlanır. Özel beceri alanlarının böylesine geniş olduğu bir sistemde asi ve başarısız olan on beş yaş gençliği, çıraklık eğitimine baş layınca neredeyse tümüyle değişmekte, öz güvenleri ye rine gelmektedir. ' Lodge, a.g.e., s. 15-16. " Heinz Ahrens, "The Social Element in the Social Market Economy", Social Market Economy: An Economic System for Developing Countries, . Winfriend Jung, l.Aufl., Sankt Augustin, Academia Verl. Richarz, 1990, s. 84. ' Price Waterhouse (yay.haz.), Information Guide to Doing Business in Germany, Price Waterhouse, USA, 1988, s. 25. E) TASAM I 37 STRATEJİK ONGORU Kenan D A Ğ C I İngiltere'de işçilerin yalnızca % 30 mesleki eğitim al mışken, bu oran Almanya'da % 70'tir. Almanya'da mes leki eğitim almamış olan işçiler ise gerekli nitelikleri ka zanarak, ustabaşı, servis görevlisi ve satış görevlisi gibi gözde pozisyonlara gelmeye çalışmaktadır. Bu nedenle Almanya'daki işçilerin verimlilik oranları Anglo-Sakson ülkelerinden daha yüksektir10. Almanya'da herkese, mali durumundan bağımsız ola rak, yeteneği ve eğilimine uygun bir eğitim olanağının verilmesi hedeflenmektedir. Devletin eğitim teşvikleri bunun için mevcuttur. Eğitim teşviki, alan kişinin eğitim durumuna göre (orta/yüksek öğrenim gibi) farklı olarak hesaplanır. Eğitim görenlerin ve mesleğe hazırlayan eği tim önlemlerine katılanların teşviki "Mesleki eğitim kat kısı" (Berufsausbildungsbeihilfe (BAB)) yapılarak sağla nır. BAB her zaman ek ödenek olarak sağlandığından, eğitimin sonunda bu katkının geri ödenmesi gerekme mektedir. Eğitim teşviklerinden, eğitim görenler ile mes leğe hazırlayan eğitim önlemlerine katılanlar faydalan maktadır. Eğitim görenlere niteliklerine göre değişen oranlarda ayda 562 _'ya kadar yardım yapılmaktadır. Bu ödemenin içine, eğitim boyunca eğitim alınan yerde ayrı bir ev tutulmuşsa, ev kirasının belirli bir kısmı ile okula geliş-gidiş yol parası, öğrencinin en azından ayda bir kere ailesini ziyaret etmesine yetecek kadar yol para sı vb. masraflar da katılmaktadır". Komünal anlayışın bir sonucu olarak Almanlar eği tim konusunda fanatiktirler. Sürekli olarak herkesi geliş tirmeye çabalamaktadırlar. Her yıl üç milyondan fazla insan üç yıllık mesleki eğitim programlarına katılıp za manlarını çalıştıkları işyerleriyle, eğitim kurumlan ara sında geçirmektedirler. Almanların mesleki eğitime yak laşımını, Anglo-Sakson ekonomilerdeki yaklaşımdan ayı ran iki özellik vardır. Birincisi Almanlar başarısızlıktan nefret ettikleri için herkesin geçerli bir beceriyi kazana bilmesi için eğitim almasından yanadırlar. İkincisi ise, Alman mesleki eğitimi son derece uygulamalıdır. Bireyin karakterinden çok beyni ve elleri eğitilir. Anglo-Sakson kapitalizm anlayışındaki fırsat eşitliği, sözleşme yapma bakımından komünal anlayışta da ge çerlidir. Ancak, Anglo-Sakson anlayışta daha çok birey sel eksenli fırsat eşitliğine inanılır. Yani kişi bireysel ba şarısıyla eğitim satın alır. Eğitim karşılığında bir ücret öder. En çok parayı veren en iyi eğitimi alır. Ancak top lumun en yoksul kesimi daha kötü şartlarda, nitelik ola rak çok daha düşük seviyede eğitim alır. Toplumculuğu niteleyen ikinci unsur "konsensüs"e gelince bu bir uzlaşmaya ulaşmayı ifade eder. Uzlaşma ya ya otokrasi yoluyla zorla ulaşılır, ya da demokratik ve katılımcı yollarla. Avrupa'da endüstriyel demokrasi, yö netime katılma (Mitbestimmung), fabrika konseyleri (Betriebsrat) ve benzeri düzenlemeler "konsensüs" sağ lamaya hizmet eder. Bu tür müesseseler, yöneten ve yö netilen arasındaki, aşağıdan yukarı ya da yukarıdan aşa ğı gelişen anlaşmazlıkların yerini fikir birliğine bırakma sı için çalışırlar. Alman modelinde işçi-yönetim ilişkileri Anglo-Sakson modelinden oldukça farklıdır. Her iki model arasında böyle bir farkın oluşmasının temel nedenini işçiye bakış açısı oluşturmaktadır. Anglo-Sakson ülkelerinde işçi üre timde kullanılan faktörlerden birisidir, gerektiğinde üre tim süreci içersinde kiralanır, işi bittiğinde ise kolayca iş ten çıkarılır. Bundan doğal bir şey yoktur. İşçi firmanın bir parçası olarak görülmez. Aksine tek başına birey ola rak görülür. Alman modelinde ise işçi sosyal bir ortak gibi görü lür. İşçi tek başına bir birey olarak değil, aksine grubun bir parçası olarak görülür. Bu nedenle Alman şirket yö netimine baktığımızda, işletme mantığının bu mentallteyle dizayn edildiği açıkça görülür. Almanya'da 1976 yılında çıkartılan bir yasaya göre, 2000'den fazla işçi ça lıştıran bütün işletmelerde, yarısı işçi temsilcilerinden, yansı da şirket hissedarlarının temsilcilerinden oluşan bir yönetim meclisi kurulması ve bu meclise soruları ya nıtlamak için bir personel müdürünün de katılması zo runlu hale getirilmiştir12. 500-2000 İşçi çalıştıran şirket lerde ise yönetim meclisinin üçte birini işçi temsilcileri oluşturmaktadır. Meclis üyeleri atama yerine seçimle iş başına gelmektedir. Hissedarların temsilcisi olan baş kan, alınan kararlarda oyların eşit olması durumda oy kullanır. Meclisler şirketin günlük işlerine karışmaz, özellikle personel işleriyle ilgili önemli kararları oylar. Bu bir bakıma birlikte sorumluluk mantığının ürünüdür. Aslında 1977 yılında 29 İşveren Birliği (association) bu yasaya karşı çıkmış, hatta yasanın federal anayasa mahkemesi önüne gelmesini sağlamışlar ancak, anayasa '" Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 205. " Bkz. Bundesministerium für Arbeit und Sozialordnung Information, Publlkation, Redaktion, Hukuki Durum. Bonn. Westermann Druck GmbH, 2002, s. 3-7. 12 Bkz. 4 Mayıs 1976 tarihli "Act on Co-determinatlon", ("Bundesgesetzblatt", Part I, p.1153); aynı yasada 23 Mart 2002 tarihinde bazı değişiklikler yapılmış olmasına rağmen "Yasanın bu hükmüne göre ...normal olarak 2000 kişi ve üzerinde işçi çalıştıran şirketlerdeki işçiler birlikte yönetim (co-determination) hakkına sahiptirler" hükmü değişmemiş, aynen muhafaza edilmiştir, bkz. 23 Mart 2002 tarihli Yasa ("Bundesgesetzblatt", Part I. p.l 130) md 1 2. ~ 1 IASAW HIMHIIK.IİH.TII1 38 | Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm • mahkemesi yasanın Alman anayasasına aykırı olmadığı kararını vererek tartışmalara son noktayı koymuştur. Birlikte yönetim mekanizması Almanya'da hala ayakta kalmaya devam etmektedir. Anglo-Sakson kapi talizminin aksini işçiler yönetimde eşit olarak söz hakkı na sahiptir. Uygulamada bu sistem yöneticilerle işçilerin geniş kapsamlı olarak görüşmelerini zorunlu kılar, ancak gerekli olduğu zaman yöneticilerin sert kararlar alması nı da önlemez. Almanların katılımcılığının gönlü idare meclisinden çok, fabrika konseyi'ndedir. Sendikalı olsun olmasın, beş üyeden fazla çalışanı bulunan tüm şirketle rin böyle bir konseyi kurmaları zorunludur. Bu müesse seler aracılığıyla şirketler, çalışanların moral durumları nı, verimlilik üzerindeki fikirlerini günü gününe öğrenir ve bu müesseseler sendika yapısının dışında olduğun dan, işverenlerin şirketin içindeki özel konular hakkında işçileriyle direk temas kurmasını sağlar. Alman işçi hareketi ve SPD, savaş öncesindeki sonuç eşitliği yönündeki eğilimlerini yansıtmayı sürdürmekte dirler. Bu bakış açısına sahip Almanlar ekonomik ka zançları, "işçilere bireysel olarak değil daha çok sınıf olarak yararlı olmak", olarak görürler. Yani işçileri bi reyci değil, daha çok kollektif mantıkla ele alırlar ve po litikalarını buna göre şekillendirirler. Bunun için işçilerin yönetime katılımı gibi vs. konular Anglo-Sakson ülkele rinden farklı olarak daha çok tartışılır. Alman demokra tik solu endüstriyel değişimin şekillenmesinde işçilerin katılımının arttırılması ile satın alma güçlerinin arttırıl masını desteklemektedir. Alman ekonomisinin güçlenmesinde en kritik faktörü işçiler oluşturmaktır. Alman işverenleri ve bölgesel hü kümetler İngiliz ve Amerikan benzeri bir sendika mantı 13 ğından hep uzak durmuşlardır, çünkü biliyorlar ki sendi kalı işçiler nitelikli işçilerdir ve Almanya'nın "dayanak noktası sektörlerinin" uluslararası rekabete uyum sağla mada ve rekabet edebilirliğini devam ettirmede sendika lara ihtiyacı vardır. Ayrıca, sendikalar Anglo-Sakson an layışından farklı olarak münferit şirket bazında değil en düstri bazında organize olmuşlardır13. Bu nedenle, Anglo-Sakson mantıkta olduğu gibi salt işçinin bireysel çıkarını ön planda tutan bir sendikacılık anlayışı yerine, işveren ve işçinin ortak çıkarları ile aym zamanda Almanya'nın sektör bazında uluslararası reka bet edebilme kabiliyetini de göz önünde bulunduran bir sendikacılık anlayışı söz konusudur. Oysa, Anglo-Sakson anlayışında önemli olan işçinin bireysel çıkarıdır. Şirke tin iflas etmesi ya da parçalanması çok doğal karşılanır. Uzun vadede bir şirket için çalışmak yerine, kısa vadede de olsa iyi bir ücretle çalışmak, şirketin iflas etmesi ya da işçinin daha iyi ücretle çalışabileceği bir şirket bulma sı durumunda işten ayrılması çok doğal karşılanmakta dır. Kaldı ki, Anglo-Sakson anlayışında sendikalılık oranı daha düşüktür ve sendikacılığın fonksiyonu da daha farklıdır. İşçilerin niteliklerinin arttırılmasında Alman sendika larının büyük bir payı vardır. Sendikalar özellikle işçile rin niteliklerinin arttırılmasıyla ilgili son yıllarda mesleki eğitim sistemleri geliştirmişlerdir. Bu sayede Alman işçi leri yeniliklere daha çabuk uyum sağlama özelliğine sa hiptir. Bu nedenle, nitelikli işçiler Alman kimya, otomo bil ve makine-araçları sektörlerinde kritik bir rol oyna maktadır. Almanya'da işçilerin niteliklerinin arttırılma sına yönelik çalışmalar, Alman Ordnungspolitik'in (Dü zen Politikası) bir parçasını oluşturur. Alman işçilerinin kalifiye olmaları onların esnek üretim sistemlerinde de çalışabilmelerine olanak sağlamaktadır. Şirketin tanımının yapılması için yapılan bir araştır mada: işlevler, görevler, insanlar, makinalar ve ücretler den oluşan bir kuruluş ya da, birbiriyle iletişim kuran in sanların birlikte çalıştığı bir grup şeklinde iki tanıma ula şılmıştır. Amerikalı yöneticilerin % 74'ü birinci tanımı seçerken, yalnızca % 26'sı ikincisini tercih etmiştir. Al manların ise % 59'u ikinci, % 41'i birinci tanımı seçmiş tir. Almanlar ve onlardan daha büyük bir yüzde ile Ja ponlar bütünleyici yaklaşımı, Amerikalılara oranla daha sık tercih etmişlerdir. Yine Amerikalılar ile kıyaslanınca kârın, "şirketin tek gerçek amacı" olduğu kavramını Al- Chistoplıer S. Allen, "Germany: Competing Communitarianisms", Ideology and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds. George C. Lodge ve Azra F. Vogel, Boston, Massachusetts, Harvard Business School Press, 1987, s. 97-98. ©TASAM I 39 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI inanların daha büyük çoğunluğunca reddedildiği görül müştür". Alman modelinde toplumsal boyut en az eko nomik boyut kadar önemli görülmektedir. Eğer toplum sal huzur muhafaza edilebilirse, rekabet güçlerinin de sürebileceği inancı hakimdir. İşte komünal kapitalist paradigmanın temel dinami ğini bu örneklerden daha iyi anlayabiliriz. Doğada kıt olarak kabul edilen kaynakların optimal olarak kullanıl ması, başka bir ifadeyle kaynakların optimum dağılımı nın sağlanması, her zaman dengeli gelir dağılımına yol açmayabilir. Piyasa güçleri optimum ekonomik perfor mansın oluşmasını sağlamak maksadıyla hareket eder ken aynı zamanda toplum için arzulanan sosyal sonuçla rı yaratmayabilir. Bu nedenle toplum için arzu edilen so nuçların elde edilebilmesi için birey eksenli bir ideolojik mantıkla hareket etmek yerine, toplum eksenli, sosyal boyuta önem veren bir formülasyonun kurgulanması ge rekir. En düşük gelir diliminde bulunanların yaşam stan dartlarının yükseltilmesi, hayatın risklerinden kaynakla nan ekonomik zorluklara ve sosyal sıkıntılara karşı top lumun tüm bireylerinin korunması gibi amaçları içerisin de bulunduran bir sosyal boyut. Bunlar, komünal kapita lizm anlayışının toplumsal bazda yücelttiği en önemli un surlardır. Sosyal boyutun bahsedilen unsurlarının gerçekleşe bilmesi için, başta ekonomik büyümenin sağlanması ge rekir. Herkesin daha yüksek gelir düzeyine sahip olabil mesi için ekonomik büyüme önemli bir fırsat yaratır. Gerçek anlamda fırsat eşitliğinin olabilmesi için gelir da ğılımın adil olması gerekir. Bu nedenle, komünal anlayı şı benimseyen ülkelerde başta Almanya olmak üzere ge lir dağılımı daha adildir. Almanya'da en az gelirli hane halkının % 10'u GSYlH'nın % 3,6'sını alırken, en yüksek gelirli % 10'u GSYİH'nın % 25,1'ini almakta; aynı oran ABD'de sırasıyla % 1,8 ve % 30,5 olarak gerçekleşmiş tir15. Komünal kapitalizm anlayışını benimseyen Alman modelinde, iktidar yapısı ve yönetim örgütlenmesi, ser mayenin yapısı ve örgütlenmesi kadar farklı bir biçimde dir. Sorumlulukların paylaşımı, diğer modellere oranla daha ileri düzeydedir. Hissedarları, patronları, sendika ve çalışanlarıyla bütün ilgilileri değişik biçimlerde ortak eden gerçek bir birlikte yönetim söz konusudur. İkinci dünya savaşından sonra bir çok Amerikalı da nışman. Almanya'da Amerikan tarzı bir endüstriyel iliş kiler sistemi kurmak ve bu sistem çerçevesinde de Ame rikan tarzı bir toplu pazarlık sistemini yerleştirmek için Almanya ya geldiler. Fakat Amerikalılar gördüler ki, bu iki amacın gerçekleştirilmesinin zorluğu bir yana aynı zamanda Alman dilinde bu iki amacı ifade edecek kav ram da yoktu. Amerikalılar o zaman bunun şaşkınlığını yaşamışlardı16. İşçiler ile yönetim ve iş çevresi ile hükü met arasındaki ilişkiler, savaş sonrası bireyciliğin etki sinden çok kurumsal arabuluculuğa dayanan konsensüs ten daha fazla etkilenmiştir. Batı Almanya o zaman bir ücret pazarlığı sistemi ge liştirdi, fakat devletin dayattığı, yasal olarak mecbur bı raktığı, fabrika konseyleri ve birlikte yönetim müessese si sözleşmenin tarafları arasındaki açık pazarlıktan da ha önemli bir rol oynadı. İşveren ve işçiler kendi arala rındaki ilişkilere özel sektör dahilinde bir çerçeve, bir fonksiyon kazandırmak durumunda bırakıldılar ancak bu bireyci anlayış perspektifinden çok, toplumcu kurum sal bir anlayışın ürünü oldu. Genel olarak IG Metali, Almanya'daki örgütlenmiş iş çilerin kabaca üçte birini temsil eden sözü geçen bir me tal işçileri sendikası, ileride zayıf olan sendikalara da yardımcı olacak ilk örneği oluşturmak için iş verenlerle ilk toplu pazarlığı yapmıştır. Alman İşveren Birlikleri Konfederasyonu (Bundesvereinigung der Deutschen Arbeitgeberverbande (BDA)), etkili bir işveren birliği, iler de tüm üyelerine diğer sendikalarla olan ilişkilerinde yol gösterecek ince bir konsensüs sistemi geliştirdi. Her iki kolektif örgüt, Amerikan tipi işçi-yönetim ilişkilerine he men hemen benzeyen yönleri olan konsensüse ulaşma mekanizmalarına sahiptirler17. Ancak bu mekanizmala rın Anglo-Sakson tipi endüstriyel ilişkileri örnek alması nı Almanya'daki güçlü kurumsal baskılar engellemiştir. Önceleri işçi, iş veren ve hükümet arasındaki iş birliğine, konsensüse dayanan kurumsal yapı belli bir dönemde firmaların uluslararası rekabet etme kabiliyetlerini art tırdı. Ancak, global düzeyde yaşanan değişim sonucun da, söz konusu kurumsal yapı daha çok ürünün girdi ma liyetlerini arttıran bir yapı haline geldi. Doğal olarak son yılda Alman firmalarının, uluslararası piyasada aynı maliyetleri daha düşük olan rakip firmalar karşısında re kabet edebilme yeteneğinin düşmüş olduğu görülmekle birlikte, Alman ekonomisinde yeniden toparlanmaya ili? 4 Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 187-188. 3 Bkz. (Çevirimiçi) http://www.oclci.gov/cia/publications/factbook/rields/2047.html,12 Aralık 2003. ' Ailen, a.g.e., s. 90. ' a.e. O TASAM STRATEJİK ONGORU 40 | Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm kin işaretler de bulunmaktadır. Almanya'da katı istihdam politikalarında önemli bir değişim yaşanmaktadır. Daha önce çalışma saatlerinin kısaltılmasına dahi karşı çıkan sendikalar esnek çalış mayı sağlayan yeni yasal değişikliklere karşı çıkama maktadırlar. 1 Ocak 2001 tarihinde yürürlüğe giren "Part-Time ve Sınırlı-Süreli Çalışma Yasası (Teilzeit und Befristungsgesetz) yasal bir çerçeve sunarak part-time ve sınırlı süreli çalışmayı teşvik etmektedir. Yasa, işçile re arzu etmesi halinde tull-time'dan part-time çalışmaya (veya tersi) geçebilme hakkı tanımakta, part-time çalı şanlarla full-time çalışanlar arasında ayrımcılığı da ya saklamaktadır. Bir bakıma çalışanlara esnek çalışma hakkı tanımaktadır. Toplumcu anlayışın hakim olduğu bir piyasa düzenin de, global değişimin etkisiyle böyle bir dönüşüme iç dina miklerin daha fazla kayıtsız kalması imkansızdı. Böyle bir değişime, hangi ülkede olunursa olunsun kayıtsız ka lınması, aslında tatbikatta yaşananlarla, kurumsal an lamda direnç gösteren yönetim arasındaki meşruiyet açığını her geçen gün arttırmaktadır. Alman yönetimi de artan bu meşruiyet açığını meşru hale getirmek için ister istemez bu açığı söz konusu yasayla meşru hale getir mek durumunda kalmıştır. Gelişmiş ülkelere kıyasla Almanya gücünün büyük bir kısmını üretimden almaktadır. 2001 yılı verilerine gö re, Almanya ulusal üretiminin % 31'ni endüstri üretimi oluştururken, bu oran Japonya'da % 32, İngiltere'de % 29 ve Amerika'da da % 26'dır18. Buradan da anlaşılaca ğı gibi Almanya ve Japonya'nın endüstriyel üretimdeki üstünlüğü açıkça görülmektedir. Almanya komüncülük anlayışından kaynaklanan iş birliğine dayanan bir stratejinin sonucunda dünyada bel li başlı ürünleri satan yegane güç haline gelmiştir. Al manya'nın uluslararası alanda üstünlüğü ayrıca yatırım malları ve özellikle üretim süreçleri için başka fabrikala ra sattığı makinaların imalatı ile vurgulanmaktadır. Ör neğin Almanya, tüm dünya ihracatında piston tulumba satışlarının, baskı makinalarının, büküm ve masura makinalarının, paketleme ve şişeleme makinalarının, oto matik ölçüm ve satış makinalarının satışlarında önemli bir pazar payına sahiptir. Netice olarak, makine imalatıyla uğraşan girişimciler, meslektaşlarının mükemmeli yet anlayışlarını biraz daha yoğunlaştırmaları için des tek olup, içinde bulundukları "grupların" standartlarını gittikçe yükseltip, Alman kalitesinin imalat konusunda dünya çapında en üst düzeye tırmanmasına katkı sağla mıştır. Alet yapan aletler'in üretimi stratejik olarak, tü ketici ürünlerine yönelen, örneğin Daimler-Benz, Hoechst, Zeiss, Nixdorf, Bayer, Volkswagen ve BMW gibi şirketlerin en üstün işlem teknolojisine genelde rakiple rinden önce ulaşmasını sağlamaktadır. Almanya numa ra kontrollü takım tezgâhı üretimi ve kullanımının yol aç tığı dünya çapındaki "esnek üretim devrimi" konusunda Japonya ile rekabet etmektedir. Yüzlerce farklı endüstri ye hareket olanağı sağlayacak, tüm üretim süreçlerini yükseltmeyi amaçlayan labirent biçimli beynin içinde ya şamsal bir unsur gibi yer alacak bir teknoloji arayışı için de olan Almanlar "dayanak noktası endüstrilerden" bah setmektedirler19. İşte toplumcu anlayışın paradigması böyle bir işbirli ğini organize ediyor. Anglo-Sakson modelde bu tür bir iş birliğini görmek mümkün değildir. Kısa vadeli kâr peşin de koşan birey, dayanak noktası endüstriler olarak ifade edilen endüstrileri ayakta tutmayı stratejik bir perspek tifle algılamaz. Bu tür bir anlayışın sonucu olarak Ame rikan dayanak noktası endüstrileri bir bir çökmüştür. 1.1.2. "Bireyin Mülkiyeti" Yerine "Haklara ve Ödevlere Sahip Olma" Anglo-Sakson anlayışta bireycilik temelinde ön plan da tutulan mülkiyet hakkının yerine, toplumcu anlayışta gelir, emekli aylığı, sağlık ve diğer sosyal haklar ön plan da tutulmaktadır. Bu haklar bir cemiyet olmanın, iyi bir toplum olmanın sonucu olarak kabul edilmekte ve birey ci anlayışı değil toplumculuğu referans almaktadır. Na sıl ki toplumsal yaşamda bireylerin hakları varsa, aynı zamanda bu hakların karşılığında toplumculuk anlayışı nın ayrılmaz bir parçası olan vazifeleri de vardır. Top lum nasıl bireylere haklar temin ediyorsa, sonuç olarak onlara bir takım ödevler vermesi de doğaldır. Komünal kapitalizm anlayışında haklara bakış açısıyla, ödevlere bakış açısı eşittir. İkisi de çok önemlidir. Ancak ödevler den çok haklar sağlanmaktadır. Alman sosyal politika araçlarına baktığımız zaman ödevlerden çok hakların ol duğunu görmek mümkündür. Aglo-Sakson anlayışında mülkiyet yöneticiler için otoritenin bir kaynağı iken, Ko münal anlayışta mülkiyetin yöneticiler için bir otorite kaynağı olma özelliği azalmıştır. Toplum olarak bir ara da yaşamanın bir sonucu olarak bu hak ve ödevlerin oluşması doğaldır. " The Worl Economy 1950 to 2001, Dresdner Bank Statistical Survey. November 2001, P Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 188. ) TASAM I 41 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI Ancak, her ulusun toplum düzeninde bu hak ve ödev lerin aynı olacağını söylemek çok doğru olmaz. Aslında bu hak ve ödevlerin oluşması bir şekilde tarihsel olayla rın sonuçlarından etkilenmiştir. Her ulusun yaşadığı ta rihsel tecrübeler onun kendi sosyal dokusunu da şekil lendirmiştir. Bu sosyal dokunun farklılaşması belki de bugünkü kapitalizm anlayışlarının ayrışmasının da en önemli sebeplerinden birisidir. Ren ülkelerine veya Avrupa'nın tamamına bakıldığın da İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar tarihte hep sa vaşlara, yıkımlara duçar oldukları görülmektedir. Özel likle 19. yüzyıldaki ekonomik gelişmenin yarattığı olum suz sosyal olgular, Avrupa'yı ister istemez komüncülüğe, artan ölçüde sosyal politika oluşturmaya itmiştir. İkinci dünya savaşından çıkan özellikle Almanya ve diğer Av rupalı devletler, ağır sosyal problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Ellerindeki tüm fabrikalar, konutlar hemen hemen yerle bir olmuştur. Sekiz on ailenin küçük bir ku lübeye yerleştirildiği günler olmuştur. Böyle bir konjonkürde devletin ekonomi politikalarını oluştururken bunu sosyal politikalarla sentezleyerek uygulaması kaçınıl maz olmuştur. Almanya'da toplum politikasına ilişkin düzenlemele rin en önemli sütunlarından birisinin sosyal politika ol duğu tartışmasız genel kabul görmektedir. Toplumun farklı kesimleri, geçmişte gerçekleştirilen sosyal politika önlemlerinin, sonuç, yöntem ve ağırlık noktaları üzerin de farklı değerlendirmeler yapmaktadır. Sosyal politika ların uygulanmasına rehberlik eden düzenlemelerle ilgili yapılan tartışmalarda odaklanılan teorik ve politik so runlardan ikisi şunlardır20-. - Birinci sorun: Ekonomi Politikaları ile Sosyal Politi ka faaliyetleri birlikte yürütülür. Bu ikisi arasında genel bir karşüıklı etkileşim ve birliktelik vardır. Her ekonomi politikası önleminin az ya da çok. birey ve sosyal grup ların toplum içindeki sosyal konumlarını doğrudan etki leyen sonuçları olduğu gibi. aynı şekilde her sosyal poli tika önlemi de ekonomik süreci etkilemektedir. - İkinci sorun: Sosyal politikanın diğer toplumsal sis temlerle bütünleştirilmesi veya uyumlaştırılması sorunu dur. Almanya uygulanmasında olduğu gibi sosyal politi ka önlemleri, ekonomik ve toplumsal sistemler içine uyumlu bir biçimde dahil edilmelidir. Sosyal politikaya ilişkin önlem ve yöntemler, yürürlükte olan genel ekono mik sistemin işleyiş biçimini tehlikeye atmayacak biçim20 de düzenlenmelidir. Sosyal amaçların gerçekleşmesi için mutlaka ekono mi araçlarının kullanılması gerekmektedir. Bunun için gerek ekonomi politikasında, gerekse sosyal politikada kullanılacak araçların doğuracağı ekonomik ve sosyal etkilerin birlikte değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu ne denle Almanya'da her iki politikanın uygulanmasında bir dengenin kurulmasına önem verilmektedir. Komüncü anlayışın en önemli ayaklarından biri de sosyal güvenliğin güçlü olmasıdır. Almanya sosyal gü venlik alanında köklü bir geleneğe sahiptir. 19. yüzyıl sonlarına kadar uzanan bu gelenek ilk defa, o dönemler de Alman İmparatorluğu Şanselyösü Bismark'ın 1883'te sağlık sigortası, 1884te kaza sigortası ve 1889'da yaş lılık sigortasını başlatmasıyla gündeme gelmiştir. İşsizlik sigortasına ise 1927 yılında başlanmıştır. İstihdam politikalarının en önemli ayaklarından biri si olan, işsizliğin etkilerini telafi etmek maksadıyla kulla nılan, işsizlik sigortası komünal anlayışı benimsemiş Av rupa ülkelerinde yüksek seviyede işsizlik koruması sağ larken, Anglo-Sakson ülkelerinde bu seviye daha düşük tür. Sosyal politika uygulamalarının toplumsal sistemle bütünleştirilmesi için bireylere sağlanan sosyal güvenlik, bireye ilişkin rizikoları en aza indirgemeyi amaçlamakta dır. Ancak bunun sağlanması için mali kaynağı çoğu kez devlet tarafından karşılanmaktadır. Devlet bu maliyeti toplumu oluşturan vergi mükelleflerinden aldığı vergiler den karşılamaktadır. Bu nedenle devletin milli gelirdeki payı uzun dönemde artmaktadır. Böyle bir durumun oluşması arkasından bazı sorunları da beraberinde getir mektedir. Devlet payının genişlemesi, bireysel davranış ve karar alanının daralması, bireysel yaratıcılığın sınır lanması ve insan yaşamının düzenlenmesinde bürokrasi nin giderek artması gibi sorunları da beraberinde getir mektedir. Anglo-Sakson kapitalizm anlayışının aksine, komünal kapitalizm anlayışının en önemli ayaklarından biri/olan sosyal politika faaliyetleri, iş gücünün istihdaniını gü vence altına almaya yönelik tüm önlemleri en geniş an lamıyla kapsamaktadır. Tam istihdamın gerçekleştiril mesine yönelik makro ekonomik bir amaç olan 'ekonomi politikaları yanında; finansal teşvik ve desteklerim işgü cünün sektörel ve bölgesel akışkanlığını arttırarak yapı- H. Jörg Thieme, "Piyasa Ekonomisinin Sosyal Düzenlenişi", Sosyal Piyasa Ekonomisinin Sosyal Boyutu, Çev. ve yay. haz. Hüsnü Erkan., İzmir, Tükelmat A.Ş., 1994, s. 32- 33. DlMSM* STRATEJİK ONGORU 42 | Ulusal İdeoloji ve Kapitalfem > sal işsizliği önlemeye veya işgücünün yapısal uyumunu arttırmaya yönelik önlemler de bu kapsam içine girmek tedir. Alman Federal Çalışma Kurumu'nun hem madencilik ve demir-çelik endüstrisinde olduğu gibi, sektör bazında işyerinin korunmasına yönelik, hem de ağır sakatlığı olanlara ek ödenekler sağlamak gibi sosyal gruplara yö nelik hizmetleri vardır. Federal Çalışma Kurumunun çok sayıdaki yerel çalışma birimleri hem iş bulma, hem de mesleki danışmanlık hizmetlerinde önemli bir görev üst lenmektedir. Ayrıca teknolojik yeniliklerle birlikte işin ve iş yeri niteliğinin değişmesi, işyerinde yeni teknolojilerin kullanılması gibi etkenler karşısında işçilerin vasıflarının I t ı ı* bu değişime uyumunun sağlanması için genelde bireysel ve özelde mesleki eğitimi yenilemeye veya geliştirmeye yönelik teşvik önlemleri de söz konusu sosyal politika fa aliyetlerinin bir parçasını oluşturmaktadır. Alman vergi sistemi de önemli bir sosyal unsur içer mektedir; çünkü artan oranlı vergi sistemi altında düşük gelir grupları sadece mutlak anlamda değil, göreceli ola rak da (milli gelirdeki payları olarak) daha düşük vergi ödemektedirler. Belli bir minimum gelir düzeyinin altın dakiler vergiden muaf tutulmaktadır. Dahası gelir vergi leri oranları çok çocuklu ailelerin de lehinedir. Aynı za manda, satış vergileri sisteminin toplumsal olarak isten meyen geri tepen etkisi oldukça zayıftır. Çünkü pek çok diğer ülkeye nazaran Almanya'da katma değer vergisi oranları düşüktür ve bir çok zorunlu mal için bu oran normal oranın yarısı kadardır21. 1 1.1.3 Sınırlı Devlet Yerine Aktif Planlayıcı Devlet Komüncü kapitalizm anlayışının hakim olduğu bir toplumda devlet, toplumun ihtiyaçlarının belirlenmesi ve 21 bu ihtiyaçların teminini sağlamasıyla görevlidir. Devlet bu görevini yerine getirmek için koordinasyon, öncelikle rin belirlenmesi ve planlama gibi önemli görevleri üzeri ne alır. Bunun için devletin yetkin, güvenilir, bir şeyi diğe rine tercih etme gibi, örneğin, çevre temizliği, enerji sunu mu, ekonomik istikrar ve büyüme, üyelik hakları, ve küre sel rekabet gibi faktörler arasında bir tercih yapma gibi zor kararları alabilme yeteneğine sahip olması gerekir. Alman sosyal piyasa ekonomisinde, 1967 yılında çı karılan "Ekonomik İstikrar ve Büyümeyi Teşvik Yasası'na (Gesetz zur Förderung der Stabilitaet und des Wachstums der VVirschaft) göre tüm merkezi bölgesel ve yerel otorite lere, özellikle de Federe Devlet ve Eyaletlere konjonktü rün farklı aşamalarında, uymaları gereken belli davranış kuralları verilmektedir. Bu yasayla, ilke olarak parasal is tikrar, dış denge, yüksek bir istihdam düzeyi ve uygun bir büyüme hızı amaçlanmıştır. Ayrıca, gelir politikası hem işçinin hem de işverenin ortak görüşlerini içerecek şekil de düzenlenmektedir. Federal Cumhuriyet Anayasası emek piyasası taraflarına koalisyon özgürlüğü tanımış ve 9 Nisan 1949 tarihli ücret-belirleme yasasına (tarifvertragsgesetz) göre işçi sendikaları ve işveren kuruluşlarına ücret pazarlıklarında otonomi sağlanmıştır. Anglo-Sakson kapitalizm anlayışından farklı olarak, sosyal piyasa ekonomisinde, devletin ekonomi üzerinde ki yönlendirmeci fonksiyonu ağır basmaktadır. Bu yön lendirmede özellikle, veri ekonomik durum ve belirlenen amaçlarda tutarlılık koşuluna ve sürece katılan tüm ta rafların "uyumlu" davranışlarının sağlanmasına özen gösterilmektedir. Alman ekonomisindeki olumsuz geliş melerin tespit edilmesi, bunların önlenmesi için alterna tif çözüm yollarını önerecek bir "Ekonomik Uzmanlar Konseyi (Sachverstândigenrat zur Begutachtung der gesamtwirtschaftlichen Entwicklung)" 14 Ağustos 1963 yı lında kurulmuştur. Konsey uygulamalarında bağımsızdır ve sorumlu Federal Bakanların ve Bundesbank Başkam'nın görüşlerini alma hakkına da sahiptir. Konsey Al man parlamentosuna her yılın 15 Kasım ında Yıllık Ra por sunmakla yükümlüdür. Federal Hükümet kendi yıllık Ekonomik Raporunda, Konsey raporu hakkında değer lendirmelerde de bulunmakla yükümlüdür22. Eskiden firmaların ya da endüstrilerin denetiminfie merkezi devletin daha çok etkinliği vardı. 1945'ten son ra bu etki ortadan kalkmıştır. Sınırlı da olsa demir-çelik, Ahrens, a.g.e., s. 82-83. -' Norbert Kloten, "Makro Ekonomik Yönlendirme ve Sosyal Piyasa Ekonomisi", Sosyal Piyasa Ekonomisinde Uygulanan Politikalar, çev. Meneviş Öğüt, yay.haz. ve der. Hüsnü Erkan, İzmir, Kongrad Adenaur Vakfı Yayını, yayın serisi: 3, TUkelmat A.Ş., 1992, s. 39: Ekonomik Uzmanlar Konseyinin yayınladığı raporlara ulaşmak için bkz. (Çevirimiçi) http://www.sachverstaendigenrat.org, 12 Aralık 2003. © T A S A M I 43 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI petrol, gemi yapım sanayi, otomobil ve elektronik gibi endüstrilerde devletle bu endüstriler arasındaki ortaklık devam etmiştir. Devletin elinde bulunan demir yolu ve posta telefon hizmetleri gibi en önemli hizmet alanları bile zamanla özelleştirilmiştir. Bu nedenle merkezi dev letin firmalar ve endüstriler üzerindeki doğrudan müda halesi önemli bir şekilde azaltılmıştır. Almanya'daki düzenlemeler bazı stratejik ulusal amaçları kapsamaktadır: İşçilerin bir endüstriden öteki ne akışkanlığını daha iyi bir hale getirmek için aktif bir emek piyasası politikası; ihtiyaç olunan yeteneklere sa hip işçilerin mevcudiyetlerini devam ettirmek için zana at temelinde bir çıraklık sisteminin geliştirilmesi; endüst rilerin ümit verici yeni ürünleri geliştirmeleri için araştır ma ve teknoloji içerikli çalışmaları desteklemek gibi ben zeri konuları kapsamaktadır. Bu tür düzenlemelerle dev let uzun vadeli stratejik amaçlara yönelmektedir. Bu dü zenlemelerin sonucunu kısa vadede almak mümkün de ğildir. Zaten Alman komünal kapitalizmini, Anglo-Sakson modelden ayıran farkların en önemlilerinden birisi de budur. Anglo-Sakson modelde olduğu gibi bu düzenle meler kısa vadede kâr getirecek, kısa vadede netice alı nabilecek nitelikte değildir. Bu düzenlemeler firma ya da endüstrilerin uzun dönemli ekonomik yararı için uygu lanmaktadır. Asıl olarak merkezi devletin rolü daha çok çerçeve ni teliğindedir. Devlet, aktif para ve maliye politikaları va sıtasıyla özel sektörün uluslararası alanda en iyi şekilde rekabet edebilmelerine katkı sağlayacak bir ortamın oluşturulmasına yardımcı olur23. Merkezi devletin rolü apaçık azalmasına rağmen, toplumsal ihtiyaçların belir lenmesinde devletin toplumcu ideolojiden kaynaklanan rolü hala varlığını devam ettirmektedir. Almanya'daki ekonomik rekabet doğal kaynakların kıt olması nedeniyle her zaman, yeterli doğal kaynaklan elde etmek ve dünya pazarlarına girmek için yapılmış, bu yöndeki uluslararası rekabetle de yakından ilişkili ol muştur. Almanya'nın en büyük firmalarının yoğun bir şe kilde ihracata bağımlı olması, Almanya'nın uluslararası pozisyonun daha iyi hale getirmek için ister istemez bu firmaları bütünüyle devletle ve bankalarla çalışmak du rumunda bırakmıştır. Üç büyük Alman bankası (Deutsc he Bank, Dresdner Bank ve Kommerz Bank) Almanya'nın en büyük firmalarında önemli miktarlardaki hisseyi elin de bulundurmaya devam ettirdiğinden, sermayenin art masında hakim bir rol oynamaktadır. -"' Ailen, a.g.e., s. 88. " Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 185. O TASAM STRATEJİK ONGORU 44 | Anglo-Sakson ekonomilerdeki kamu ve özel sektörün arasındaki kesin ayrımlara karşın, Alman modelinde ka mu ve özel sektörün çıkarları arasındaki uyuşmazlıkları gidermek için kamu hukuku geleneklerine göre kurulmuş sayısız aracı kuruluş vardır. Çoğu zaman bölgelerindeki bankalara sahip olan ve şirketlerde azınlık hisseleri bu lunan parlamentolar da bu kuruluşlara dahildir. Başka bir yarı kamusal kuruluş ise kendi sektörleri için gereken Handesgesetzbuch'un yani "Ticaret Yasası"nın hazırlan masında yardımcı olan Verbaende'lerdir (çoğulu Verban24 de) . Verbaende'ler Birlik ya da Odalardır. Alman İşve ren Birlikleri Konfederasyonu (BDA), İşveren Birlikleri, Alman Endüstrileri Federasyonu (Bundesverband der Deutschen Industrie (BDI)) ve bazı özel birlikler devletin azalan rolünün bıraktığı boşluğu doldurmaktadırlar. Ge nel olarak bunlar Verbaende olarak bilinirler. Bölgesel hükümetler (the Laender), savaş sonrası Almanya'sında büyük bir güç kaynağı haline gelmişlerdir. Land'ların kıs men kendi bazı firmaları vardır, kendi bölgesel kalkınma planlarını geliştirirler, bölgesel anlamda ihtiyaç olunan eğitim taleplerini tespit ederler ve uygularlar. Ekonomik intibak için Alman stratejisi son derece ka lifiye ve esnek işçiler ile teknolojilerin kombinezonunu kullanarak, geleneksel endüstrilerde katma değeri yük sek ürünlerin üretilmesine bel bağlamıştır. Bu bakımdan Almanya kendi yüksek teknolojisini geliştirirken, seri üretim (mass production) endüstrilerinin hakimiyeti de zayıflamıştır. Bölgesel devletlerin kendi coğrafyalarındaki iş ve sa nayi gereksinimlerini en iyi bilen taraf olması nedeniyle, kendi doğal kaynaklarıyla ilgili politikaları daha çabuk uygulayabilmektedir. Land'lar kendi alanlarında işsizli ğin önlenmesi için ayrıca işçilerin niteliklerini arttırıcı yapısal önlemler almaktadırlar. Bununla birlikte Federal devletten ayrı olarak vatandaşlarına ilave sosyal yar dımlarda bulunan Land'lar da vardır. / Bölgesel Hükümetlerin kendi bölgelerinde önemli yet kileri bulunmaktadır. Öyle ki, merkezi yönetimin politi kalarıyla, bölgesel yönetimin politikaları her zaman örtüşmeyebilmektedir. Bölgesel hükümetlerde CDU ve CSU iktidarda iken başka, SPD iktidarda iken başka tür poli tikalar da takip edilebilmektedir. Evrensel görüşünün federal düzeyde özgür rekabet için bir çerçeve oluşturması ve yerel işletmelere avantaj sağlamak için bölgesel düzeyde politika, teknoloji ve Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm prosedür düzenlenmesi olarak algılanan iki farklı kav ram, Almanya'ya 1945'ten beri kalıcı bir evrim getirmiş tir. Eyaletler ekonomiyi geliştirmek için farklı yöntemler de uzmanlaşmışlardır. Örneğin Baden-Württemberg Eyaleti Hrıstiyan Demokratik Birlik Partisi Başkanı, Eyalet Başkanı Lothar Spâth, özellikle Stuttgart ve Ulm Üniversitesi çerçevesinde kurduğu teknoloji ve bio-teknoloji bilgi merkezleri aracılığıyla birçok yüksek teknoloji şirketinin kendi eyalet sınırları içinde yerleşmesini sağla mıştır. Ayrıca Spâth, Daimler Benz firmasının, dostça bir yaklaşımla AEG, Dornier, MTU ve MBB şirketlerini satın almasında etkin bir rol oynamıştır. Eyalet de bu şirket lerde hisse sahibidir. Yine "güneş kuşağında" yer alan güney eyalet Bavyera, özellikle uzay çalışmaları ve robot üreticileri için çekici gelmiştir. Nürnberg çevresinde 200.000 kişi mikro-elektronik alanında çalışmaktadır. Berlin'de başlatılan büyük bir proje ve Rheinland-Westfalen eyaletinde kurulan on iki teknoloji enstitüsü ile ku 25 zey eyaletleri de bu yarışa katılmıştır . Ruhsal kökleri neo-liberal ve ordo-liberal taslaklara dayanan, devlete klasik bakımdan düzenleyici, kaygan ve sosyal bir fonksiyon veren Alman sosyal piyasa eko nomisi, devletin en yüksek makam olarak pazar güçleri nin bireysel düzeyinde çözüm bulunamaması halinde müdahale etmesine olanak vermektedir. Kaynakta klasik liberal taslak olan bu uygulamaların esas farkı, örneğin benzeri güç konsantrasyonlarının oluşumu gibi yapısal sorunlara karşı etkide bulunmak ve sosyal motive yaka lama fonksiyonlarını uygulamak için devletin düzenleme çerçevesinin kurulup sağlanması yanında müdahale fonksiyonunda da yatmaktadır. 1 1.1.4 Bireysel Sorumluluk Yerine Grup Sorumluluğu Anglo-Sakson anlayıştaki uzmanlaşma, toplumcu ka pitalizm anlayışında yerini her şeyin birbiriyle ilgili oldu ğu şuuruna (holism) bırakmaktadır. Yer-gök, uzay, büyü menin sınırları, hayatta kalmamızı sağlayan biyosferin kırılganlığı bunların hepsi her şeyin başka her şeye bağ lı olduğu ekolojik ve felsefi gerçeğini dramatik hale getir mektedir. Çevrecilerin insanın çalışması ile doğanın ta leplerini uyumlu hale getirmek istemelerinin altında ya tan gerçekler de bunlardır. Temiz bir çevrenin hayatta kalmanın mutlak kuralı olması aslında bireyciliğe bir çok yollarla ağır bir darbe vurmaktadır26. Toplumu ekonomik performans gibi belirli açılardan anlamak için, kurumların kritik rollerini ve ilişkilerinihükümet, iş çevresi, işçi sendikaları, ve okul gibi- kavra yarak toplumu bir sistem olarak görmek gerekir. Almanlar hangi yönde ilerlemeleri gerektiğini bildik leri için amaca yönelik etkinlik anlamına gelen Zweckrationalismus ile oldukça az ilgilenmiştir. Onların tercih et tiği ilke, Zielrationalismus "hedefe yönelik etkinlik"tir. Bu yöntem, işbirliği içindeki kuruluşların varolan tekno lojik başarılarının birbirleriyle kaynaşmasına izin verir. Anglo-Sakson kapitalizm anlayışındaki bireysel so rumluluk yerine, toplumcu kapitalizm anlayışında işbirli ği, dayanışma vardır. Almanya'daki mesoekonomik (en düstriyel bazda) politikası Anglo-Sakson kapitalizm an layışında olduğundan daha farklı bir yapıya sahiptir. Uluslararası rekabette meydana gelen değişimlere uyum sağlayabilen bir çerçeveye sahiptir. Sadece ulusal hükü met tarafından değil, fakat dört özel ve/veya bölgesel ku rumlar grubu: bankalar, endüstri organizasyonları, Land Hükümetleri, ve nitelikli-işçi güdümlü ticari birlikler ta rafından uygulanmaktadır. Bu kurumlar arasında inanıl maz bir işbirliği vardır. Alman bankaları bu işbirliği sü recinde önemli bir rol oynar. Amerikan ve İngiliz bankalarından farklı olarak. Al man bankalarının kuruluş amaçları endüstriye finans man sağlamaktır, kamuya finansman sağlamak değil. Bankalar sahip oldukları hisse senetleri ve bonolar ara cılığıyla sanayi kuruluşlarına ortaktırlar. Birbirlerinin yönetim kurullarına katıldıklarından, işletmede de söz sahibidirler27. Alman bankaları, ticaretin özellikle de ihracatın ge lişmesinde buyiik rol oynadılar. 20. yüzyılın başında Al manya ihracatta dünya ikincisiydi. Alman sanayi ürünle ri toplam ihracatın % 63'ünü teşkil ediyordu. Almanya bugün de ABD'den sonra ikinci durumdadır. Alman bankacılık sisteminin yapısı dikey olarak bir leşmiş bu kurumların Almanya'daki en büyük şirketlerde büyük miktarlarda hisseye sahip olmalarına müsaade et mektedir. Bu nedenle bu gruplar belli endüstrilerin en iyi nasıl şekillendirilebileceğini anlayabilir ve bunun tartış masını yapabilir. Bunun yanı sıra, bu gruplar Alman fir- a.e. * Lodge, a.g.e., s. 20. ' Alev Alatlı, Tarih, Tekerrür ve Ekonomik Krizler, (Çevirimiçi) http://www.alevalatli.com/ tarih3.htm, 03 Mart 2003. ) TASAM I 45 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI malarının en büyüklerinde hisse sahibi olmaları ve yöne tim kurulundaki pozisyonları sayesinde de yönetimi eko nomik uyum konusunda yönlendirebiliyorlar. Burada vurgulanması gereken asıl nokta, bu bankaların bir sektörel temel üzerinde çok büyük müdahale etme kapasite lerinin olmalarıdır. Alman bankaları tarihsel olarak Almanya'nın yatırım sermayesinin başlıca kaynağıdır. Mesela Deutsche Bank özellikle konut alanında beş sermaye firması (venture capital firm) kurmuştur. Bunlardan her biri yatırım ola naklarını araştırmak için tam özerkliğe sahiptirler, bun lardan birisi böyle bir olanağı bulup bankaya getirdiğin de bankanın pek çok kaynağı anında bu yatırım için se ferber edilir28. Almanya endüstri alanına Amerika ve İn giltere'den daha geç giren bir ülke olması nedeniyle, ku rumlan henüz doldurulmamış alanların bulunması sure tiyle bu geç kalmışlığın avantajını maksimize edecek şe kilde dizayn edilmiştir. Banka yetkilileri, Alman ekono misinde hiçbir zaman büyük bir rol oynamamış küçük fir maları bile kapsamlı bir şekilde beslemişlerdir. Çünkü küçük firmalar, çok iyi tanınan büyük firmaların bazıla rı için tedarikçilik fonksiyonunu icra etmektedir. Dolayı sıyla, denilebilir ki, bankalar ile işletmeler arasında Anglo-Sakson anlayışta bulunmayan farklı bir işbirliği ve da yanışma duygusu vardır. 1 1.2. Anglo-Sakson Kapitalizm Anlayışı Newtoncu mekanik düşüncede kainatta var olan her şey bir mekanik düzenin parçası olarak görülmekte, ev rendeki tüm hadiselerin mekanik bir yapısının olduğu ka bul edilmekteydi. Bir bakıma kainat bir bütün olarak de ğil, parçacıklar arasında ilişkiler bağlamında ele alın maktaydı. Bu nedenle her parça ayrı ayrı düşünülmekte, ayrı ayrı araştırma konusunu teşkil etmekteydi. Böyle bir düşüncenin etkisiyle toplumsal örgütlenme nin şekli de ayrışmıştır. Bir bütün olarak örgütlenme ye rine birey eksenli, bireyin çıkarına hizmet edecek yapı lanmalar ön plana çıkmıştır. Mesela, Toplumcu bir anla yışın ürünü olan sendikalaşmalara önem verilmemiş, onun yerine birey bu alanda tek başına bırakılmıştır. İş letme yönetimi, devlet yönetimi, sosyal politikalar, top lumsal kurumlar bunların hepsi mekanik düşüncenin et kisiyle farklı olarak şekillenmiştir. İşte Anglo-Sakson ka pitalizminin bakış açısına rehberlik eden düşüncelerden birisi olarak Newtoncu mekanik düşüncenin etkilerinden '" Ailen, a.g.e., s. 95. 211 Thurow, a.g.e., s. 29. " Lodge, a.g.e., s. 106. f ) TASAM STRATEJİK ONGORU 46 | bazıları. Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında bireyin ön plana çıkmasının altında yatan temel neden bu düşünce biçimine dayanmaktadır. Komünal kapitalizmi AngloSakson kapitalizminden ayıran dört unsuru ifade etmiş tik. Aynı şekilde bu dört unsura karşılık Anglo-Sakson kapitalizmini de dört unsurla izah edebiliriz. 1 1.2.1. "Komüncülüğe" Karşılık "Bireycilik" Daha önce ifade edildiği gibi bireycilik atomistik bir düşünceye dayanır: öyle ki, toplum bireylerin toplamın dan başka bir şey değildir. Birey ancak tek başına hayat ta kalmak için performansının en iyisinin gösterir. Birey cilik, eşitlik fikrine bağlıdır. Eşitlik derken bu fırsat eşit liği ve sözleşme yapma bağlamında eşitlik fikrini ifade etmektedir. Amerikan toplumu başından beri liberal kapitalizme "laissez faire"e inanmış bir toplumdur. Eğitimden, emni yete kadar ne yapılacaksa biz kendimiz yaparız diyen bir halk. Anglo-Sakson tarzı kapitalizm anlayışında bireyler, kendi başarıları için kişisel stratejilere sahiptir, şirketler ise hissedarlarının isteklerinin bir yansıması olarak e k p ^ nomik stratejiler çizerler. Hissedarların tek amacı şirke tinin kârını daha çok arttırarak daha çok tüketmektir. Bu nedenle hissedarlar için müşteri ve şirket çalışanları, şir ket kârının arttırılması için bir araç olmaktan başka bir şey değildir. Bu nedenle düşük ücret yüksek kâr demek tir. Anglo-Sakson sisteminde işçiden, herhangi bir yerde daha fazla ücret fırsatı doğduğunda işyerini değiştirme si beklenir29. Bu nedenle, işten atma ya da işten ayrılma komüncü kapitalizm anlayışında olduğu gibi katı kural lara tabi değildir. Amerika Newtoncu yöntemi takip etti ve doğayı, na sıl kullanacağını, nasıl kontrol edeceğini öğrenmek için parça parça ele aldı"1. Bu nedenle bireyciliğin başka bir unsuru ortaya çıktı, o da "ayrı ayrı uzmanlaşma". Bir ba kıma bu mantık dikey bir hiyerarşik yapılanmayı da ar kasından getirdi. Bütün parçalara ayrıldı. Ayrı ayrı uz manlaşmalar ön plana çıktı. Elbette bu bakış açısının ek- j seninde grup olarak değil de "birey" olarak çalışma, ba şarıya ulaşma temel felsefesi ön plana çıktı. Zaten Adam Smith'in kafasındaki "bireycilik" de Newtoncu bilim fel sefesinden yola çıkmaktadır. Birey eksenli mentalite ile hareket edildiği için, bizzat devlet tarafından en düşük gelir diliminde bulunanların yaşam standartlarının yükseltilmesi, hayatın risklerin- Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm • den kaynaklanan ekonomik zorluklara ve sosyal sıkıntı lara karşı toplumun tüm bireylerinin korunması gibi amaçları içeren sosyal politikalardan söz edilemez. Hat ta, bu politikaları takip etmek bir yana "gelir dağılımın daki eşitsizliklerin" piyasada kamçılayıcı bir işlevinin ol duğu da söylenmektedir. Anglo-Sakson ülkelerinde daha çok kâr getirecek, katma değeri yüksek ileri teknoloji ürünlerinin üretilme sine ağırlık verilmesi, endüstriyel üretimin düşmesine neden olmaktadır. Bireyciliğin temel dürtüsü olan "daha çok kâr" amacı böyle bir değişimi de beraberinde getir miştir. Çünkü bu tür katma değeri yüksek ürünlerin elde edilmesinin ve dağıtılmasının maliyeti daha düşüktür. Endüstriyel üretimde olduğu gibi, ne büyük çapta sabit tesislere ihtiyaç vardır, ne de büyük miktarda iş gücüne. Daha küçük mekanlarda, beyinsel olarak gelişmiş, bilgi donanımına sahip daha az elemanın çalıştırılması sosyal güvenlik vb. maliyetleri de düşürmekte, aynı zamanda çevre kirlenmesine de neden olmamaktadır. Böyle bir durumda daha çok kâr getiren, ileri tekno loji ürünlerinin üretilmesine ağırlık verilmektedir. Üreti len bu tür ürünlerin hem iç pazara, hem de dış pazara dağıtılması, pazarlanması da az bir maliyet gerektirmek tedir. Hatta bazen sıfır maliyetle pazarlanan ürünler bi le mevcuttur. Örneğin bilgisayar yazılımları (software) internet üzerinde kredi kartı numarası girilmek suretiyle download edilerek satın alınabilmektedir. Anglo-Amerikan şirketlerinde çalışanlar, sermaye kaynakları ve hammaddelerle eşit düzeyde "insan kay naklan" olarak görülmektedir. Bütün bu birimler sanki, yaşamsal bağlantıları yokmuş gibi işe alınabilir, kovulabilir ya da elde tutulabilir. Organizasyonlar, kapsamlarındaki insanlar için hiçbir anlamı yokmuş gibi küçültülebilir, rasyonalize edilir ya da yeniden yapılanır ve bu bölüp parçalama işleminden hiçbir sıkıntı çekilmediğine inanılır31. Anglo-Sakson ülkelerinin son on yılda yakaladığı eko nomik başarı, işin üretim ve verimlilik boyutunda takdir edilecek düzeyde olmasına rağmen sosyal yönden: gelir dağılımdaki uçurum ve evsizlerin oranın artması ayrıca hesaba katılması gereken bir unsur olarak karşımıza çık maktadır32. Sanayi ötesi ya da diğer bir ifade ile bilgi toplumun da bacalı sanayi tipi değil, daha küçük ölçekli işletmeler ön plana çıkmıştır. Anglo-Sakson ülkelerinde istihdam artışını sağlayan en önemli etken küçük işletmelerdir. Yeni buluş ve teknolojilerin en önemli kaynağı da bu kü çük işletmeler oluşturmaktadır. Ekonomide sanayiin pa yı giderek azalırken ticaret ve hizmet sektörünün payı artmaktadır. Anglo-Sakson kapitalizminde toplumculuğa karşılık bireyciliğin seçilmesinde, paranın tercih edilmesinin de payı vardır. Bir ürünü ortaya çıkarabilmek için bireylerin tek başlarına yapacakları çok az şey vardır. Üretim ça lışması kolektiftir ama bireyler anlaşmalar hazırlayabi lir, şirketler satın alabilir. Kazanç elde etmek için "yara tıcı" muhasebecilik yapabilir, piyasalarda oynayabilir, vergi ödemekten kaçınabilir, menkul değerleri alıp sata bilir ve genel olarak kağıt üstünde girişimcilik yapabilir. Turner ve Trompenaars "Kapitalizmin Yedi Kültürü" ad lı eserinde şöyle demektedir: "Bireylerin yüzlerini pek seyrek gördüğü ve hatta ta nımadığı "hissedarların çıkarı için çalışması" kavramı nın anlamlı ya da ilham verici bir yanının olmadığı kanıt lanmıştır. Paraya yönelim, dünya standartlarında ürenler yaratacak kapasitede ileri teknoloji eğitimi yerine, kuruluşların üst düzeylerindeki muhasebe ve hukuk eği timi almış kişiler için bir itici güç oluşturur. Kâra yönel mek ve bunun semeresini toplamak eğilimi İngiliz en düstrisini fiyatları düşürüp pazar payı için Japon'larla rekabete girmeye heveslendirmez. Emekli fonları için en yüksek tutarları en kısa zamanda elde etmeye çalışan şirket hissedarlarının çıkarı bu yönde değildir. Aynı man tık çerçevesinde insan ve teknoloji kaynaklarına uzun vadeli yatırım yapma eğilimi de yoktur çünkü parayla " Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 31. 0 Thurow, a.g.e., s. 14. © TASAM | 47 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI mek, insanların düşünce biçimlerini parçalara ayırmak, bireyleri topluma tercih etmek ve amaçların düzenlen mesinde toplumun dünyasını bölmek. Bu konu öylesine şiddetlenmiştir ki, muhafazakâr İngiliz Başbakanı Thatc her, toplumun hala var olup olmadığını sorgulamak ge rektiğini ileri sürmüş ve Sosyal Bilimsel Araştırma Komitesi'nin isminin değiştirilmesinde ısrar ederken, sosyal bilimlerin özgür ekonomik seçenekleri harap ettiğini ve bir sürü Marksist'in kendilerine sosyolog adını taktığını iddia etmişti35. uğraşanlar bu konudan uzaktır, hesaplarını daha iyi bil mek için endüstrinin zevksiz kargaşasında kendi istatis tik rakamlarını soyutlaştırmışlardır"31. Turner ve Trompenaars bu değerlendirmeyi yapar ken bir noktayı gözden kaçırıyor. Toplumcu gelenekte nispeten ücretler arasında bir denge varken, Anglo-Sakson şirketleri uyguladıkları ücret esnekliği politikaları ile "bireysel kâr güdüsünü" de ateşliyor. Bireyci ideoloji sa dece şirket stratejilerini değil, bunun yanı sıra şirketler de çalışan işçilerin stratejilerini de etkiliyor. Toplumcu anlayışta olduğu gibi birey bir grubun parçası olarak, sosyal sözleşmenin bir tarafı olarak düşünmüyor. Kendi si de gelirini arttırma peşinden koştuğundan, kendisi için çalışıyor. Kendi kişisel refahını arttırmak için çabalıyor. Yoksa, mensubu olduğu şirketin hissedarlarının çıkarı onu çok da ilgilendirmiyor. Bu nedenle kendi çıkarını maksimize edemediği bir iş yerinden nasıl ki kolayca ayrılabiliyorsa, hissedarın çıkarına hizmet etmediğinde de işten kolayca atılabiliyor. Bazen bu iki anlayışın çatıştığı zamanlar da olmakta dır. Komüncü gelenekte kâr birincil amaç olarak görül mediğinden, İngiliz yöneticiler kıta Avrupası'nın şirketle rinin başına geçtiklerinde, yerel yöneticilerin aynı kâr 34 dürtüsüne sahip olmadıklarını görmüşlerdir . Anglo-Sakson kapitalizmi, bireyci ideolojisinden do layı işçilerle yöneticileri, hükümetle endüstriyi, eğitimci lerle iş yaşamını bir araya getirip, parçalı bir yapı yeri ne insanların ve teknolojinin ilerlemesine öncelik tanıyan bir gelişme ekonomisinin oluşturulması için işbirliğine dönük bir yapılanmayı sağlamayı başaramamıştır. Bü tünleştirme yerine çözümlemeyi ve indirgemeyi tercih et:n Turner ve Trompenaars, a.g.e., s. 279. M a.e., s. 283. * a.e., s. 285. )T»\S^ STRATEJİK ONGORU 48 I 1.2.2. "Haklara ve Ödevlere Sahip Olma" Yerine "Bireyin Mülkiyeti Bireyciliğe göre, bireysel hakların en iyi garantisi mülkiyet haklarının kutsallığında yatar. Bu mefhumdan dolayı, birey devletin yağmacı gücünden korunur ve bu düşünceden şirket müdürü şirketi yönetme yetkisine sa hip olur. Yani Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında mül kiyet, yöneticiler için otoritenin kaynağı olma özelliğine sahiptir. Fabrikada ve diğer işletmelerdeki yönetimde hissedarların yönetimi söz konusudur. Toplumcu anla yışta olduğu gibi işçilerin yönetime katılmaları diye bir şey söz konusu değildir. Komüncü gelenekte bireylerin hakları ve bu haklar karşısında da bir takım yükümlülükleri vardı. Ancak Anglo-Sakson gelenekte bireylerin mülkiyeti vardır. Bir toplumda haklar ve yükümlülükler ne olabilir. Komüncü gelenekteki haklar ve yükümlülükler, Alman modeli bağ lamında, detaylı bir şekilde yukarıda anlatılmıştı. Bir toplumda hak olarak genel anlamda şunlar istenebilir: gelir elde etme hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, istih dam hakkı vs. Bütün bunlar insanların güvenli bir şekil de hayatlarını devam ettirmesi ve hayatın yıkımlarından korunması İçin gerekli olan haklardır. Komünal gelenek te bu hakların temin edilmesi "sosyal sözleşme" vasıta sıyla sağlanıyordu. Ancak bireyci Anglo-Sakson kapita lizm anlayışında sosyal sözleşme diye bir şey yoktur. Bu nun yerine "bireysel sözleşme" vardır. Bir kimse eğer yu karıda sayılan hakları elde etmek istiyorsa bunu kendi potansiyelini kullanarak yapmalıdır. Birey kendi hakkını elde etmek için bir işe girer, işye ri ile bir sözleşme yapar, bu sözleşmenin tarafı olur. An cak bu sözleşme sosyal bir sözleşme değildir, bireysel bir sözleşmedir. Anglo-Sakson gelenekte vergiler dışında ma- Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm • aştan yapılacak her türlü kesintilerin, bireyin kendi tasar rufunda yapılması istenir. Bu nedenle Amerikan hüküme ti son zamanlarda emeklilik ve sağlık ile ilgili primlerinin yönetimini de bireye bırakmaktadır. Bireyci bir perspek tifte bakıldığında, aslında emeklilik, sağlık vs. sosyal gü venlikle ilgili yapılan kesintilerin fon yönetiminin her han gi bir kamu kuruluşunca yapılması bireycilik anlayışıyla da uyuşmamaktadır. Bu tür fonların yönetimini, Anglo sakson bakış açısıyla düşünürsek, aslında en iyi şekilde değerlendirebilecek olan yine birey olmalıdır. Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında, Adam Smith'in "her birey mülkünü kendi çıkarı için kullanır ve bu da iyi bir toplumun oluşmasına yardımcı olur" görüşünü be nimsemektedir. Smith, bireycilik ve mülkiyetin, tüm top lum için avantaj sağlayacağını ispatlayarak, her ikisini ekonomik kazançla (kârla) birleştirdi. Bunu sağlamanın temel aracı ise rekabetti: kişisel çıkan olan mülkiyet sa hipleri, piyasada kişisel tüketim ihtiyaçlarını tatmin et mede birbirleriyle yarışırlar. İnsan davranışının doğal kanunu olan böyle bir tutum verimli bir ekonomi ve iyi bir toplumun oluşmasına hizmet eder™ Komünal kapitalizm anlayışını benimseyen ülkelerde ki sosyal güvenlik şemsiyesi, İngiltere'nin dışında, Ang lo-Sakson ülkelerinde çok zayıf kalmıştır. Örneğin ABD de "yoksullukla mücadele "yi hedefleyen gerçek ulu sal kurumlar yoktur. Bu mücadele komünlerin ya da eya letlerin uhdesindedir. Bu tür sosyal aktivitelerin devlet tarafından değil daha çok özel yardım dernekleri tarafın dan yürütülmesine önem verilmektedir. Ancak, tahsis edilen kamu kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle bu tür dernekler ne kadar çok çaba sarf etseler de, komünal ka pitalizm anlayışını benimseyen ülkelerin kendi vatandaş larına yönelik uyguladıkları "yoksullukla mücadele" ça lışmalarıyla eş değer bir performans göstermeleri müm kün olmamaktadır. Özellikle Yeni Amerikan Anglo-Sak son anlayışı devlet güvencesindeki toplumsal haklardan çok, bireysel ve özel yardım anlayışını ön plana çıkaran bir kapitalizm mantığını benimsemektedir. Bu mantığa göre eşitsizlikler sadece meşru değil, aynı zamanda top lumun eninde sonunda (in fine) yararlanacağı azgın re kabet için bir uyarıcıdır. 1980'li yılların başında, Reagancı ekibin Beyaz Saray'a yerleşmesinden sonra yok sullukla ilgili ortaya koydukları yaklaşım kısaca şöyley di: Yoksulluk siyasal bir sorun değildir ve devleti ilgilen dirmez. Bu bir ahlâk ve yardım severlik duygusudur37. Anglo-Sakson kapitalizmini benimseyen ülkelerden İngiltere'de durum farklıdır. Nitekim, İngiltere sosyal alanda ABD'den ayrılmaktadır ki, Atlantik ötesinde ta nınmayan bir sosyal güvenlik sistemine çok uzun zaman dır sahip olduğu için, bu alanda açıkça Amerika'nın kar şısında yer alır. 1980'li yıllarda Regan ile aynı dönemde İngiltere'nin Başbakanı olan Thatcher da Reagan yöneti minin yoksulluk konusundaki düşüncelerine katılıyordu. Ancak Thatcher'ın çabaları İngiliz sosyal güvenlik politi kasının Amerikan görüşüne bire bir yaklaşmasına yet medi. Sosyal güvenlik meselesi Avrupa'nın en muhafaza kâr olduğu konuların başında gelmektedir. Bu nedenle İngiltere de bundan doğal olarak etkilenmiştir. Sanayi İnkılâbından sonra özellikle 19 yüzyılda kapi talizmin acımasız bir boyuta gelmesiyle artan sosyal bu nalımların sonucunda elde edilmiş hakların İngiltere'de geri verilmesi çok kolay değildir. Kapitalizmin üretimle, verimlilikle ilgili yanlan Amerika'ya taşınmış ancak öyle gözüküyor ki, Avrupa'nın en yüce değerlerinden birisi olan "sosyal güvenlik" kültürü bu ülkeye gitmemiştir. Yoksullukla ilgili Reagancı ve Thatchercı düşünceler, aslında yeni bir ahlâk anlayışının ortaya çıkmasına ne den olmuştur. Bu yeni ahlâk anlayışı kazananlar-zenginler-yardım severler tarafından ve onlar için imal edilen bir ahlâk anlayışıdır™. Daha 19. yüzyılın ortasında Dunover, "yoksulluk cehennemi"nin, insanları iyi davranmaya " Lodge, a.g.e., s. 105-106. " Michel Albert, Kapitalizme Karşı Kapitalizm, Çev. Cemil Oktay-Hüsnü Dilli, İstanbul, Ata Yayınevi, 1992, s. 215. © TASAM I 49 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI ve gayretli çalışmaya zorlaması nedeniyle, genel uyum için gerekli olduğunu söylemişti. George Gilder ise: "Zen ginleri daha fazla zorlamak, yatırımı zayıflatmak, buna karşı yoksullara daha çok vermek de çalışmaya teşviki kösteklemek demektir. Bu tür önlemler, olsa olsa ancak verimliliği düşürebilir" demektedir3". de geçimini idame ettirecek kadar işsizlik yardımı ve sonrasında da sosyal yardım yapılmaktadır. Ancak Ang lo-Sakson kapitalizm anlayışında sosyal refah politikala rının zorunlu olmaması gerekiyor. Bu nedenle bireylerin kendi geleceklerini güvence altına alma zorunluluğu or tadan kalkmıştır. Sosyal hakların finansmanı için öde nen yüksek vergilerin, vergi mükelleflerinin çalışma şev kini kıracağı ve sosyal haklardan yararlananların çalış maya gerek duymayacağına inanılmaktadır41. İşte yukarıda kısaca ifade edilen düşüncelerin ışığın da Anglo-Sakson kapitalizm anlayışının yoksullukla mü cadeleye olan bakış açısı şekillenmiştir. Bu bakış açısı nın bir ürünü olarak, Anglo-Sakson ülkelerinde yeni yok sulluk cepheleri oluşmuş, aynı savlardan hareketle işlet melere yeni bir dinamizm kazandırmak maksadıyla, mevzuatı hafifletici düzenlemeler yapılarak ücretlileri koruyan sistemler tahrip edilmiştir40. İşe alma ve işten ayrılma gibi konularda mevzuatta yapılan bu tür değişik liklerle istihdamın iyileşeceği savunulmuştur. İstihdamla ilgili oranlara bakıldığında göreceli olarak Anglo-Sakson ülkelerinde işsizliğin daha az olduğu görülmekte. Hatta Amerika, çalışanların emekliliğinin tanımlanmış bir sosyal yardımlar dizisi aracılığıyla şirketler tarafından güvence altına alındığı bir ülke olmaktan yavaş yavaş çıkmaktadır. Artık şirketler sadece tanımlanmış bir kat kıyı garanti ediyor ve bireyler kendi paralarını yönetiyor, en iyi getiriyi elde etmek amacıyla bir yerden diğerine yönlendiriyorlar. İnsanlar artık daha uzun yaşadıkların dan ve kendi emeklilik sıraları geldiğinde sosyal güven lik sistemlerinin yerinde olacağından emin olamadıkla rından, bu emeklilik fonlarına ve yatırım fonlarına hırsla saldırmakla kalmıyor, aynı zamanda bunları en yüksek geliri elde edecek şekilde hırsla yönetiyorlar. ABD'de sendikalaşma oranı 2001 itibariyle % 13'e düşmekte, bu düşüş aynı zamanda ticari birlikler için ya sal korumada da yaşanan düşüşle birleşmektedir. Ancak önemli bir değişim yaşanmaktadır. O da işçi-yönetim arasındaki işbirliğinin gittikçe artmasıdır. Bu değişim sendikaların bastırmasıyla, ya da yasal bir zorunluluk tan kaynaklanmadığı gibi bir anlık işçi-yönetim çıkarları arasında bir iş birliği ruhunun doğmasından da kaynak lanmıyor. Aksine son 25 yıldır, işçi-yönetim arasında ya şanan bu iş birliği tamamen ekonomik zorunluluklardan kaynaklanıyor. Globalleşen dünyada rekabet edebilme seviyesini arttırmak isteyen her şirket artık, bu gücünü arttırabilmek için işçilerle işbirliğini arttırmaktadırlar. Üretim ekonomisinden bilgi ekonomisine geçilmiştir. Ulusal Uretimlerdeki üretimin payı azalırken, hizmetlerin payı son derece artmıştır. Dolayısıyla, artık şirketlerin organizasyon yapılarında, çalışma koşullarında önemli yapısal değişimler yaşanmaktadır. Neo-Amerikan modelinin, Alman modelinden daha iyi is tihdam sağladığı söylenebilir. Ancak, istihdam olunan büyük çoğunluğa eğer daha az ücret verilirse, insanlar da işini kaybetmemek için bu durumu kabullenmek zo runda kalırlarsa o zaman daha fazla istihdam sağladığı nı söylemek yanıltıcı da olabilir. Bir bakıma istihdam ar tışı sağlanmaktadır. Ancak bu artışı daha çok "hambur ger" satan mekanlar sağlamaktadır. İşin mizahi yanı bu ülkeler daha çok hamburgerci vb. üretmektedir. Komünal kapitalizm anlayışında işçiye daha fazla ücret öden mekte, işsiz kaldığında iş bulana kadar minimum seviye !, Artık şirketler, "daha iyi, daha hızlı, daha ucuz" mal üretmek durumunda kalmışlardır. Eskiden "kol gücü" ön plandayken, bunun yerini "beyin" almıştır. Eski gelenek sel "yukarıdan-aşağıya" komuta-kontrol tipi işçi-yönetici ilişkileri işlemez hale gelmiştir. Anglo-Sakson kapitalizm a.e„ s. 216. " Stephen George ve lan Bach, Politics in the European Union, Oxford; New York, Oxford University Press, 2001, s, 190-191. 1 Thurow, a.g.e., s. 34. ) TASAM STRATEJİK ONGORU 50 I •i Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm • türünde, Newtoncu bakış açısının şekillendirdiği hiyerar şi yapısı "dikey" olarak örgütlenmişti. Ancak, özellikle Japon ve Alman işletme mantığının da etkisiyle Anglo sakson modelde de "yatay" örgütlenme tipi kendini gös termektedir. Anglo-Sakson şirketleri, bilgi ekonomisinin kurallarının işlediği bir çevrede rakipleriyle rekabet ede bilmek için çalışanlarıyla sürekli bilgi alışverişinde bulu nuyorlar, yeni stratejiler geliştirmek için beyin fırtınası yapıyorlar. Ancak işçi-işveren arasındaki bu işbirliği, komünal anlayışın dışında bir işbirliğidir. Almanya'da ol duğu gibi yasal bir zorunluluktan kaynaklanmamakta dır. Bireyci bir anlayışla, bireysel çıkarların bir an da ol sa örtüşmesinden kaynaklanmaktadır Vergi oranlarındaki ve sosyal harcamalardaki görece düşüklük Anglo-Sakson ülkelerinin firmalarına, Komünal kapitalizmi benimseyen ülkeler karşısında üstünlük sağ lamaktadır. Ancak bir taraftan böyle bir üstünlüğün ma liyetleri de gözden uzak tutulmamalıdır. Çünkü hem sos yal sigorta kapsamında olan primlerin düşüklüğü, hem de vergi oranların düşüklüğü cari açığı bir o kadar arttır maktadır. Ayrıca komüncü ülkelerden Almanya, bu gün Anglo-Sakson ülkelerinin bu üstünlüklerini ortadan kal dırmak için artan oranlı gelir vergilerinde indirime git mekte, sosyal güvenlik sistemi ile ilgili olarak da reform çalışmalarını başlatmış bulunmaktadır. Almanya'nın bu çabaları bireyselliğe doğru kaymaktan çok, 1950 ve 19601ı yıllarda yaptığı gibi kendi sistemi içerisinde bazı iyileştirmelere gitmekten başka bir şey değildir. 1 1.2.3. Aktif Planlayıcı Devlet Yerine Sınırlı Devlet Anglo-Sakson kapitalizm anlayışına göre en küçük devlet en iyidir. Bireyciliği savunanlar daha çok devletin matematiksel büyüklüğü ile ilgilenmekle birlikte bundan daha da önemlisi devletin rolü ile ilgilenmektedirler. Devletin oynadığı rol daha önemlidir. Bireyciliğin savu nucuları, devletin geniş çapta merkezi bir yetkiye sahip olmasından yana değildirler. Bu yüzden Anglo-Sakson ülkelerinden özellikle ABD'de yetkinin merkezileşmesin den çok çözümlenmesinden yana tavır alınmaktadır. Ör neğin ABD'de, devletin her bir parçası birbirleriyle ayrı tutulmakta, kontrol edilmekte ve dengelenmektedir. Anglo-Sakson modele göre, hükümetin özel mülkiyet haklarını koruması, sonra da kenara çekilip bireyin ken di yağıyla kavrulmasına izin vermesi gerekir. Anglo-Sak son kapitalizminde, kâr artışı kapitalizmi doğru yola sevk edecektir mantığı hakimdir. Anglo-Sakson modelde devletin rolü, kişilerin can gü- venliği ve mülk güvenliğini sağlamakla sınırlıdır. Devle tin bu sınırın dışına çıkması, bunların doğal çalışması ile çatışır ve özgürlükler ile serbestliği azaltır. Bu nedenle Anglo-Sakson ülkelerinde daha çok devletin yetkilerinin denetim altına alınması söz konusudur. Böylece, devletin elinde bulundurduğu yetkileri kullanarak bireylerin özel çıkarlarına zarar vermemesi sağlanmış olur. Devletin rolü ile ilgili tartışılan iki görüş vardır. Bun lardan ilki, devlet kaçınılmaz bir beladır (evil). Bu yüzden otoritesi denetlenmen, dengelenmeli ve idare, yasama ve adalet olarak bölümlere ayrılmalıdır. Yetkisi mümkün ol duğunca dağıtılmalıdır ve devlet toplumsal ihtiyaçları planlamamah, düşünmemelidir. İkincisi ise tamamen farklı bir görüştür, buna göre devlet kriz olduğunda ya da çıkar grupları hep birlikte talep ettiğinde müdahale etmelidir42. Bundan başka devlet piyasada rekabet edilebilirliğin arttırılması için organize olmalıdır. Devlet zaten rekabet ten izole edilmiş ekonomik sektörleri, konut ve emlâk gi bi, sübvansiyonla desteklemek ve korumaktan çok, gele cek için etkili bir ekonomi stratejisi oluşturarak geleceğin önde gelen endüstrilerinde yatırım ve verimliliği teşvik et melidir. 1980'lerin ortalarında Amerika'da bir çok eyalet: Michigan, Tennessee, Kentucky, North Carolina, Ohio, Pennsylvania, ve Massachusetts, örneğin kendi bölgesel rekabet edebilirlikleri için stratejiler geliştirmişlerdir. Her ne kadar devletin rolüyle ilgili ifade edildiği gibi sınırlamalar söz konusuysa da, ticareti yönetme fikri, Anglo-Sakson geleneğin ideolojisinin tam aksine işle mektedir. Amerika, İngiltere ve diğer Anglo-Sakson ülke lerdeki uygulama ve ideolojiler de bu konuda tutarlıdır lar. Normal şartlarda, bireyciliğin esas alındığı böyle bir ekonomide ticaretin yönetimine devletin müdahale etme mesi gerekir. Bu noktada bireyin kişisel başarısı ile piya sa şartlarının esas alınması gerekir. Yani bir bakıma gö rünmez elin sihrine güvenmemiz gerekir. Ancak uygula mada bunun böyle olmadığını görüyoruz. Amerika bazı zamanlarda demir ve çelik endüstrisi örneğinde olduğu gibi kendi endüstrilerini korumak için bir takım tedbirle ri alabilmektedir. Hemen hemen tüm endüstriyel ülkeler, devasa bü yüklükte, politik ve ekonomik olarak çok önemli olan şir ketlerin piyasada zor durumda kalmalarına tanıklık et mişlerdir. İngiltere'nin ideolojik eğilimine rağmen, Thatc her hükümeti bile kendisini 1981'de İngiliz Leyland şirke- " Lodge, a.g.e., s. 126. 0 TASAM I 51 STRATEJİK ONGORU Kenan DAĞCI tine 2 Milyar Dolar yatırım yapmak için zorunlu hissetmiş ve bu yatırıma yapmıştı. Çünkü bu büyüklükteki devasa şirketlerin iflasının faturası İngitere'nin refah artışına 7 Milyarlık bir yük getirecekti43. Bu ne demek, eğer gerekti ğinde ticarete müdahale etmezseniz bunun faturası sade ce şirket hissedarlarına değil, aynı zamanda sizin gelece ğinize çıkmakta, refah artışınızı engellemekte. İşte böyle durumlarda, Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında da devletin kayıtsız kalması beklenmemektedir. Anglo-Sakson bireyci kapitalizm anlayışında devlet, sendika, birlikler ve şirketler arasında, komüncü kapita lizm anlayışında olduğu gibi sıkı bir işbirliği olmasa da bazı zamanlarda Anglo-Sakson geleneğin ideolojisiyle çatışan uygulamalara da rastlanmaktadır. Leyland gibi zor duruma düşen işletmelerde en az za rarla kurtulmak için, devlet böyle şirketler hakkında her zaman geniş ve doğru bilgiye sahip olmak durumunda dır. Bu sayede bu tür şirketlerin ne tür problemlerinin ol duğunu daha çabuk vakıf olmaktadır. Bu aşamadan son ra şirketin organizasyon, proses, ve ürün yapısını değiş tirmek için eski yönetimi ortadan kaldıracak iradeye ve kapasiteye sahip yetkili bir otorite devreye girmektedir. Amerikan Chrysler şirketi ilk olarak 1970'de büyük bir kayıp yaşadı. Ciddi olarak borç batağına saplandı, bu seferlik bankalar imdadına yetişti ancak rekabet edebi lirliğinde hiçbir değişme olmadı. Aradan dokuz yıl sonra 1 Milyar Dolar borçlu duruma geldi ve ayakta durabil mesi için daha fazla yardıma ihtiyacı vardı. Chrysler'in dünya çapında 140.000 çalışanı vardı ve ayrıca yüz bin lerce de tedarikçilerinde çalışan insan vardı. 1979 Ağus tos ayında, Amerikan hükümeti 1,5 Milyar Dolarlık bir ödünç garantisi vererek Chrysler'in imdadına yetişti, bu nun akabinde şirketin yeniden yapılanması için yeni bir yönetim, işçilerden, alacaklılardan, satıcılardan ve et kinliği olan eyaletlerden 2 Milyar Dolarlık bir finansman hibesi (concession) talep edildi. Chrysler 110.000 olan istihdam sayısını 60.000'e düşürdü. Eğer devlet böyle bir durumda Chrysler'in durumuna müdahale etmeseydi, Lodge'a göre tahminen iflâsın maliyeti 15 Milyar dolar civarında olacaktı: 11 Milyar Dolar vergi kaybı ve refah ve işsizlik maliyeti, 1.1 Milyar Dolar Emekli Aylığı Öde neği Garanti Şirketi'ne gelecek primlerden kayıp ve 3 Milyar Dolara kadar çıkacak olan bir ticaret açığı44. Görüldüğü gibi Anglo-Sakson kapitalizm anlayışında da devlet bir şekilde kendi şirketlerine el uzatmaktadır. " a.e., s. 129. 44 a.e., S. 130. 41 a.e., S. 13. ) TASAM STRATEJİK ONGORU 52 | Ancak bunu sosyal amaçlarla yapmamakta, toplumun genelinin çıkarı için böyle bir girişimde bulunmamakta dır. Daha çok kendi omzuna yüklenecek yükü düşünmek tedir. Halbuki, Ren ülkelerinde ve dolayısıyla komüncü bir mantıkla hareket eden ülkelerde, örneğin Alman ya'da devlet Anglo-Sakson ülkelerinde olduğu gibi tek başına hareket etmez. Devletle birlikte bankalar, işve renler, işçiler, birlikler birlikte hareket ederler. Bu şirket lerdeki yönetim, üretim prosesi ve ürünler süratle değiş tirilir. Devlet ve bankalar daha hızlı bir şekilde zor du rumda olan Chrysler gibi şirketlere yardım elini uzatır lar. Kısacası, Anglo-Sakson ülkeleri böyle bir durumda bireyci mantıkla hareket ederken, Ren ülkeleri, Komüncü mantıkla hareket eder. 1 1.2.4. Grup Sorumluluğu Yerine Bireysel Sorumluluk Aslında bu bakış açısı, "parçalara bir mekaniğin par çaları olarak bakarsak, bütünün kendisine bakmış olu ruz" diyen Newtoncu mekanik düşüncenin yozlaştırılmasıdır. Bu düşüncenin bir sonucu olarak, bilimsel araştır malar artan miktarlarda disiplinlere bölündü, dil, kav ramlar, ve düşünce biçimlerinin biri diğerinden ayrıldı. Her biri mekanizmanın bir parçası olarak ayrı ayrı uz manlaşmanın, örgütlenmenin konusunu oluşturdu. Bireycilikte dolaylı olarak ortaya konan şey şudur45: Her insan gücü elde etmek ister, güçlü olmak ister. Öyle ki bu güç, dış olayları, mülkleri, doğayı, ekonomiyi, poli tikaları, ya da onun gibi bir şeyi kontrol etmeyi kapsar. Bu nedenle grup çalışması yerine, bireysel çalışma esas alınır. Grup başarısı değil bireysel başarı yüceltilir. Birey kendi potansiyelini ortaya koyarak başarılı olur ya da ol maz. Anglo-Sakson ülkelerinde, grup çalışmasını özendi recek "kâr" güdüsü dışında araçlar da bulunmamakta dır. Halbuki, Komünal kapitalizmi benimseyen ülkelerde şirket çalışanının, şirkete bağlılığını güçlendirecek istih dam güvencesi gibi sosyal güvenlik araçları önemli bir rol oynamaktadır. |Sonuç Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte kapitalizm alternatifsiz olarak hakimiyetini ilan etmiştir. Ancak da ha önce üzerinde durulmayan kapitalizmin kendi içeri sindeki ayrışması da gün yüzüne çıkmıştır. Yapılan ülke analizlerinde dünyadaki gelişmiş ülkelerin kapitalizmin aynı biçimini farklı şekilde anladıkları ve uyguladıkları ortaya çıkmaktadır. Buraya kadar anlatılanlardan da Ulusal İdeoloji ve Kapitalizm • anlaşılacağı gibi kapitalizmin iki farklı uygulaması ol dukça farklı bir ideolojik mantığa sahiptir. İdeoloji, ulus ların kapitalizmi algılama ve tatbik etme biçimlerini de etkilemektedir. Bireyciliği yücelten ideolojiler Anglo-Sakson tarzı bir kapitalizmi uygularken, komüncülüğü yücelten ideoloji ler Komünal kapitalizm anlayışını benimsemektedirler. Ancak bu uygulamaların her zaman bu çerçevede devam edeceği sonucu da çıkmaz. İdeolojilerin de konjonktürün etkisiyle bir şekilde değişime uğradığı tartışmasız bir gerçektir. Bu gün bu değişimleri yapan ülkeler ekonomik performanslarını arttırabilmekte, refah seviyelerini yer yüzü standartlarına getirmektedirler. Bu değişime ayak uyduramayanlar ise rekabet etme yeteneklerini kaybet mekte ve kendi halkının refah seviyelerini de düşürmek tedirler. Değişimin önünde duranlar bir şekilde içerde ve dışarıda meşruiyet açığı ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu da toplumsal yabancılaşmalara, iç ve dış huzurun bo zulmasına neden olmaktadır. maması gerekir. Alman komünal anlayışındaki "sosyal" boyut daha insani ve taktire şayandır. Bunun kabul edil meyecek bir yanı yoktur. Ancak "sosyal" boyutun da bir maliyeti vardır ve bu maliyeti karşılayabilmek için deği şimin önündeki tüm engellerin rasyonel bir şekilde kaldı rılması gerekmektedir. ) KAYNAKÇA Ahrens, Heinz: "The Social Element in the Social Market Economy", Social Market Economy: An Economic System for Developing Countries, ed. Winfriend Jung, l.Aufl., Sankt Augustin, Academia Verl. Richarz, 1990. s. 75-91. Alatli, Alev: Tarih, Tekerrür http://www.alevalatli.com/tarih3.htm, ve Ekonomik Krizler. (Çevirimiçi) 3 Mart 2003. Albert, Michel: Kapitalizme Karşı Kapitalizm. Çev. Cemil Oktay-Hiisnü Dil li, istanbul, Afa Yayınevi, 1992. Ailen, Chistopher S.: "Germany: Competing Communitarianisms", Ideology and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds. George C Lodge ve Azra F. Vogel, Boston, Massachusetts, Harvard Business School Press, 1987. s. 79-102. Bundesministerium fur Arbeit und Sozialordnung Information, Publikation, Almanya 1960-1990 yılları arasında uyguladığı ko münal kapitalizm ile AB'nin büyümesi için adeta motor görevini üstlenmişti, çünkü ideolojisi ile tatbikat tam ola rak örtüşüyordu, dolayısıyla meşruiyet açığı yoktu. An cak aynı Almanya son on yılda bu açığın artmış olması nedeniyle AB'nin hasta adamı haline gelmiştir. AB'deki liderliğini İngiltere'ye kaptırmakla yüz yüze kalmıştır. Alman komünal kapitalizm anlayışının dümeninde bu lunduğu Alman makinası yokuş aşağı doğru inmeye baş lamıştır. Redaktion, Hukuki Durum, Bonn, Westermann Druck GmbH, 2002. CIA, The World Factbook 2003, (Çevirimiçi) http://www.odci.gov/cia/publications/factbook/fields/2047.html, 12 Aralık 2003. Dresdner Bank: The World Economy 1950 to 2001, Dresdner Bank Statis tical Survey, November 2001. George, Stephen ve Ian Bach: Politics in the European Union, Oxford: New York, Oxford University Press, 2001. Kloten, Norbert: "Makro Ekonomik Yönlendirme ve Sosyal Piyasa Ekonomi si", Sosyal Piyasa Ekonomisinde Uygulanan Politikalar, çev. Meneviş Öğüt, yay.haz.ve der. Hüsnü Erkan, İzmir, Kongrad Adenaur Vakfı Yayını, yayın serisi: 3, Tükelmat A.Ş., 1992. s. 37-53. Kendi çıkarının peşinden koşan birey, daha fazla kâr sağlamak için yeni yöntemler icat etmekten geri durma maktadır. Anglo-Sakson ülkeleri böyle bir değişimi yaşar ken, Komüncü geleneğe sahip ülkelerden özellikle Alman ya, "sosyal" nedenlerle emek-yoğun üretim gerektiren en düstrilerin korunmasında tutucu davranmaktadır. Bu ne denle, devlet-işçi-işveren ve birlikler arasındaki "sosyal partnerlik" bir bakıma bozulmaya devam etmektedir. Mevcut Toplumcu ideolojik yapıdaki meşruiyet açığı art tığı halde Alman hükümeti bu gerçekliğe yasal düzen açı sından "meşruiyet" kazandırmada yavaş hareket etmek tedir. Bu nedenle de Alman müteşebbisleri yatırımlarını üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu eski Doğu Avru pa ülkelerine, şimdilerde AB'nin yeni müstakbel üyeleri ne, doğru kaydırmakta kararlı gözükmektedirler. Lodge, George C: "The United States: The Costs of Ambivalence". Ideology and National Competitiveness: An Analysis of Nine Countries, eds.George C Lodge and Ezra F. Vogel, Boston Massachusetts, Harvard Business School Press. 1987. s. 103-139. Ozankaya, Özer: Toplumbilim, 7.b., Istanbul, Cem Yayınevi. 1991. Price Waterhouse (yay.haz.), Information Guide to Doing Business in Ger many, Price Waterhouse, USA, 1988. Streeck, Wolfgang and Kozo Yamamura (eds.): The End of Diversity? Pros pects for German and Japanese Capitalism, Ithaca and London, Cornell Univer sity Press, 2003. Thieme, H. Jörg: "Piyasa Ekonomisinin Sosyal Düzenlenişi", Sosyal Piyasa Ekonomisinin Sosyal Boyutu, çev. Hüsnü Erkan, yay.haz. Hüsnü Erkan, İzmir, Tükelmat A.Ş., 1994. s. 31-53. Thurow, Lester: Kıran Kırana: Japonya, Avrupa ve ABD Arasında Yaklaşan Ekonomik Savaş, çev. Ayşe Karasu, İstanbul, AFA Yayıncılık, 1992. Turner. Charles Hampden ve Alfons Trompenaars: Kapitalizmin Yedi Kül Şu anda ideolojisi ile tatbikatı birbiriyle örtüşen Ang lo-Sakson ülkeleri daha çok istihdam üretmektedir, reka bet etme yetenekleri de daha yüksektir. Ancak bunun sürdürülebilmesi için bahsettiğim meşruiyet açığının art türü, çev. Füsun Doruker, İstanbul, Sabah, 1995. ) TASAM | 53 STRATEJİK ONGORU