müslüman ülkelerin balkan ülkeleri ile olan ilişkileri
Transkript
müslüman ülkelerin balkan ülkeleri ile olan ilişkileri
1 2 FARKLI HAYATLAR & ORTAK İDEALLER İTTİHAD-I İSLAM ŞUBAT 2014 ULUSLARARASI GENÇLİK BULUŞMASI AKADEMİK FORUM Genç İDSB UGB AKADEMİK FORUM DİZİSİ-3 ORTAK TARİH ORTAK GELECEK : BALKANLAR DANIŞMA KURULU CİHAD TERZİOĞLU FATİH ÇOŞAR EMRE GOKYİĞİT BURAK YURTEN EMRAH EKER CİHAT ADIGÜZEL EDİTÖR M. ŞERİF SARIKAYA PROJE EDİTÖRÜ FATIH MANAF AHMET AHMET CAN DEMIREL GRAFİK VE BASKI KOORDİNATÖRÜ MUHAMMED PARLAK KAPAK KEREM KILIÇ ABDULKERİM YAZLA MİZANPAJ F. EMRE ERDOĞAN USAME KAYA 1. BASKI ŞUBAT 2014, İSTANBUL [email protected] twitter.com/@gencidsb facebook.com/Genç İDSB YAYIN HAKLARI ESERİN HER HAKKI ÜMMETE AİTTİR. ÜMMETE FAYDALI OLACAK ŞEKİLDE ALINTI YAPILABİLİR. Genç İDSB Biz kimiz? Genç İDSB, farklı meslek grupları ve eğitim alanlarına mensup 18-30 yaşları arasındaki genç gönüllülerden müteşekkil İDSB bünyesinde faaliyet gösteren bir kuruldur. Üyeler arasında farklı dallarda eğitim alan üniversite öğrencileri, özel sektör çalışanları ve genç akademisyenler bulunmaktadır. Üyelerin bir çoğu Genç İDSB bünyesinde gönüllü faaliyetlerine başlamadan önce de “ittihad” düşüncesine inanan, bu gayede hizmet eden farklı sivil toplum kuruluşlarında görev almış ve sivil toplum kültürüne ve işleyiş biçimine vakıf kişilerdir. Genç İDSB, İslam Dünyasının dertleriyle dertlenen ve çözüm için her zaman ve her mekanda aktif bir şekilde görev almaya hazır, bu doğrultuda çalışmalarını gerçekleştirirken Türkiye'de veya dünyanın farklı coğrafyalarında faaliyet gösteren diğer STK'larla işbirliği yapan bir kuruldur. İslam Dünyasını refaha ulaştıracak ve mevcut sorunlarına çözüm getirebilecek yolların birlik olma ve istişare yapmadan geçtiğine inanan Genç İDSB, yürüttüğü projeler ile İDSB'nin öncülük ettiği “ittihad” yürüyüşünün bir parçasıdır. Ne yapıyoruz? Genç İDSB, İslam Dünyası gençleri arasında devamlılığı olan bir iletişim ağı kurmak, karşılıklı tecrübe alışverişinde bulunmak ve farklı coğrafyalardaki müslüman gençlerin sorunlarını çözüme kavuşturmak adına çalışmalar yapar. Uluslararası Gençlik Buluşmaları (UGB) bu çalışmaların başında gelir. Uluslararası Gençlik Buluşmalarında 40'ın üzerinde ülkeden 100'ü aşkın genç bir araya gelerek İslam Dünyasını alakadar eden ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel ve dini konularda görüş alışverişinde bulunur ve akademik forumlar düzenlerler. Bu sayede farklı coğrafyalardan gelen gençler, farklı ülkelerdeki Müslüman kardeşlerinin problemlerinden haberdar olmanın yanı sıra, onlarla tanışma ve dostluk kurma fırsatını da elde etmiş olur. STK Akademileri Genç İDSB tarafından gerçekleştirilen önemli faaliyetlerden biridir. Bu çalışma çerçevesinde İstanbul'a davet edilen bir STK'nın temsilcileri Türkiye'deki başarılı ve köklü STK'ların yetkilileri ile buluşturularak tecrübe alışverişi yapılması sağlanır. Program düzenlenen seminerler ve eğitimlerle desteklenir. Ülke Masaları Heyeti Projesi uzun soluklu bir proje olmakla beraber, Genç İDSB bünyesindeki üyelerin belli bir ülkedeki ekonomik, sosyal, siyasi ve dini alanda yaşanan gelişmeleri takip etmesi ve düzenli araklıklarla diğer üyelere bilgilendirici sunumlar yapması temeline dayanır. Bu çalışma vesilesi ile, her bir İslam Ülkesini yakından tanıyan bir uzman yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Bu çalışmalara ek olarak, Genç İDSB, İslam Dünyasının farklı bölgelerindeki sorunlara dikkat çeken ve bu sorunları çözmeyi amaçlayan konferanslar, seminerler ve istişare toplantıları düzenler. Neden Yapıyoruz? Genç İDSB, tüm dünya sathına yayılmış Müslüman gençlerin fikir, düşünce ve gelecek tahayyülü noktalarında ortak bir bilince ve hareket etme yetisine sahip olmasının asıl amaç olan “ittihad”a giden yolda çok önemli bir mihenk taşı olduğu düşüncesine sahiptir. Gerçekleştirilen faaliyetlerle ümmet gençlerinin düşünsel ve eylemsel düzlemde bir araya gelmeleri hedeflenmektedir. Ancak bu sayede on yıllardır birbirinden ayrı kalmış kardeşlerin kavuşabileceği ve beraber güçleneceği açıktır. Genç İDSB olarak biz, karşılıklı tecrübe aktarmının, bilgi paylaşımının ve fikir alışverişinin sürekliliği olan sağlam bir ilişki ağı kuracağına inanıyoruz. Bu itibarla, İslam Dünyası gençleri arasındaki işbirliği ve kooridnasyonun sağlanması, güçlenerek devam edebilmesi adına çalışmalar yürütüyoruz. ORTAK TARİH ORTAK GELECEK : BALKANLAR Genç İDSB İÇİNDEKİLER TAKDİM- ALİ KURT ........................................................................................ 3 TAKDİM- CİHAD TERZİOĞLU ...................................................................... 7 TAKDİM- FATİH ÇOŞAR .............................................................................. 11 GENÇ İDSB 10. UGB TİRAN DEKLERASYONU ........................................ 13 BALKANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ .......................... 15 DOĞU BATI ARASINDA İSLAMIN MERKEZİ BALKANLAR’IN MEDENİYET ZENGİNLİĞİ / Prof . Dr . QANİ NESİMİ .............................. 16 BALKANLAR’DA İSLAMOFOBİA / ABDİ BALETA ................................. 23 SIRBİSTAN’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / SHAHA HUSEYİN ................................................... 43 MAKEDONYA’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / ESMA RAMANİ ................................................ 49 ROMANYA’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / ENGİN KERİM ......................................................... 55 YUNANİSTAN’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / FATİH MANAF AHMET .................................. 59 BOSNA HERSEK’TEKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / BİLAL ENİS BAHADIR....................................…...74 ARNAVUTLARIN MÜSLÜMAN KİMLİĞİ / DR. EDVİN CAMİ .............. 77 BAŞKANLIK SORUNLARI BOSNA-HERSEK / SEMİRA BUDİCAMİNA SELİMOVİC ...................................................................................... 80 MÜSLÜMAN ÜLKELERİN BALKAN ÜLKELERİ İLE OLAN İLİŞKİLERİ ………………………………………………………… ............. 82 AFRİKA VE BALKAN ÜLKELERİ İLİŞKİLERİ / RUAA SHAWİR .......... 83 BALKAN MÜSLÜMANLARI: “ORTAK GELECEK,YENİ UFUKLAR” / SAAD SULTAN...................................................................... 85 BALKAN ÜLKELERİ VE MALEZYA ARASINDAKİ İLİŞKİLER / KHAİRUL ANUAR BİN ABDUL MANAP ................................................... 87 MEHMET AKİF ERSOY’U ANLAMAK / GENCER KAPLAN................... 90 TAKDİM Bismillahirrahmanirrahîm. Saygıdeğer misafirler, sevgili kardeşlerim, Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyor, toplantımızın ve 10. Gençlik Buluşması’nın hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Arnvutluk’un güzel insanlarına, Arnavut kardeşlerime bizleri bu sıcak atmosferde misafir ettikleri için şükranlarımı arzediyorum. Değerli kardeşlerim, Sekiz sene önce İstanbul’da başlattığımız Birlik Yürüyüşümüz emin adımlarla devam ediyor. İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) “Her sahada her ölçekte birlik” idealiyle 1 Mayıs 2005’te kuruldu. Bugün 53 ülkeden 226 üyesi ile İslam Dünyası’nın vicdanını terennüm eden devasa bir çatı teşkilat hâline geldi. Açılışını yaptığımız ve onuncusunu düzenlediğimiz buluşmalarımıza şimdiye kadar 1000 seçkin kardeşimiz katıldı. gençlik Bu buluşmalar sayesinde kardeşler birbirleriyle tanıştılar. Gelecek için ortak çalışmalar yapmaya başladılar. İDSB bu buluşmaları ve tanışmaları sadece gençler için değil, her seviyede, her meslek grubunda, her statüde gerçekleştiriyor. İslam Dünyasının ihtiyacı buydu ve bizler İDSB’nin mensupları ve gönüllüleri olarak bu uğurda gayret ediyoruz. Onun için başından beri “İDSB’nin kuruluş gayesi nedir?” diye soranlara hiç düşünmeden “bizatihi kendisidir” cevabını veriyoruz. Muhterem kardeşlerim, Balkanlar İslam Dünyası için çok önemli bir bölge ve İslam Dünyası’nın can damarlarından birisi. Tarihinde pek çok acılar, savaşlar yaşayan ve yıllarca baskıcı yönetimler tarafından idare edilen Balkan ülkeleri Soğuk Savaş sonrası her yönden büyük ve köklü bir değişim geçirmeye başlamıştır. 3 Ancak maalesef bu dönemde bile tüm dünyanın gözleri önünde Bosna’da ve Kosova’da yüz binlerce Balkan Müslümanı ya katledildi yahut göç etmeye mecbur kaldı. Bunca zulme rağmen Balkan Müslümanları var olmaya devam ettiler ve ayakta kalmayı başardılar. Bugün Türkiye’nin 80 milyon nüfusunu saymazsak Balkan Müslümanlarının nüfusu yaklaşık 17 milyondur. Türkiye’yi dâhil ederseniz bu rakam yüz milyona yakındır. Tarihte olduğu gibi bugün de gelecekte de İslam’ın barış ve kardeşlik mesajı Balkanlar’da huzurun daimi olmasına vesile olabilir. Balkanların, bilhassa Müslüman nüfusun barış ve güvenlik içerisinde olması, her yönden kalkınan ve istikrarlı bir bölge haline gelmesi hepimizin en büyük arzusudur. Bunun için bugün buradayız. Bunun için Aralık 2009’da Sekizinci Konsey Toplantısı’nı Kosova’da gerçekleştirdik. Bunun için en çok üyemizin olduğu bölgelerden birisi Balkanlar ve Makedonya’dan Adnan İsmaili kardeşim konsey üyemiz. Ve yine bunun için beş ay önce Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Osmanlı Derneği ile ortaklaşa Balkanlarla Sürekli İşbirliği ve Temas Projesi’ni başlattık. Bu projenin iki yıl sürecek birinci aşamasında Balkanların gerçek bir fotoğrafını çekip geniş bir proje havuzu oluşturuyoruz. Önümüzdeki yıllarda öncelik sıralamasına göre bu projelerimizin ortaklarını tespit edip hayata geçireceğiz. Bu vesileyle proje ortaklarımıza ve proje yürütme kuruluna teşekkür ediyorum. Balkanların en önemli ihtiyacı karşılıklı işbirliğini, teması, irtibatı artırarak kalıcı ve sürdürülebilir dostluklar temin etmektir. Bunu yaparken de Müslüman nüfusun kimliğini, benliğini, medeniyetini, kültürünü muhafaza edecek çalışmaları kesinlikle ihmal etmemeliyiz. Bu anlamda Arnavutluk Balkanların kalbidir. Kalp sağlıklı olursa bütün vücut sağlıklı olur. Kalp durursa beden ölür. Ruh gider. Balkanların bu güzel İslam ülkesinin güzel insanlarının İslam Dünyası’nın diğer bölgeleriyle irtibatının kuvvetli olması hayati önemi haiz bir meseledir. 4 Bugün bunun için İslam Dünyasının dört bir yanından genç liderler, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri Tiran’da bir araya geldi. Arnavutluğu tanımak, Arnavut kardeşleriyle tanışmak için… Ümit ediyorum ve Allah’tan niyaz ediyorum, “Ortak tarih, ortak gelecek” başlıklı forum ve bu buluşma Arnavutluk ve Balkanlar için hayırlara vesile olur. Sevgili kardeşlerim, Bugüne kadar, İDSB olarak, sekiz yıl içinde dünyanın her yerinde elliye yakın uluslar arası organizasyon gerçekleştirdik. Kardeşlerimizle tanışmak için, üyelerimiz arasındaki işbirliğini artırmak için, İslam Dünyasının meselelerini anlamak ve sağlıklı tavırlar koyabilmek için birçok toplantı ve buluşmalar yaptık. Bu çalışmalarımıza yoğunluğunu artırarak ve çapını genişleterek devam edeceğiz. Sizin de şahit olduğunuz üzere ne kadar çalışırsak çalışalım İslam Dünyasının bugünkü meselelerini tamamen çözmeye gücümüz bugün için yetmiyor. Ancak bugün bu çalışmaları hakkıyla yapmazsak yarınımız daha parlak olmayacak. Onun için ümidimizi ve şevkimizi yüksek tutarak var gücümüzle gençlerimize yatırım yapmaya devam edeceğiz. Omuzlarımızdaki mesuliyetin farkındayız. Bugün Suriye’de, Mısır’da, Filistin’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Patani’de, Irak’ta olanlara kayıtsız ve seyirci kalamayız. Avrupa’da ve Amerika’da gerçekleşen İslam karşıtı hareketlere ve neticesinde üretilen İslamofobiye göz yumamayız. Bir yandan Müslümanların uğradığı haksızlıklara ve zulümlere gerekli tepkiyi gösterirken diğer yandan İslam kültür ve medeniyetini anlamaya ve anlatmaya devam etmek zorundayız. Bu da ancak güçlü kurumlarla ve fedakâr ve iyi yetişmiş kadrolarla mümkün. Onun için altı ana komisyonumuzdan birisi olan Kadın-Aile ve Gençlik Komisyonumuza ve gençlik kurulumuz olan Genç İDSB’ye özel önem veriyoruz. 5 Gençlik buluşmalarımızı icra etmeye devam edeceğiz. 2015’te ise yapılan tüm gençlik buluşmalarının en büyüğünü ve en geniş kapsamlısını İstanbul’da İslam Dünyası Gençlik Şûrâsı başlığı ile gerçekleştireceğiz. Balkan Müslümanları, İDSB üyesi STK’lar ve bilhassa Arnavut kardeşlerim bu çalışmalarımıza başından beri çok büyük destek verdiler. Bu vesileyle üyelerimize, özellikle Arnavutluk üyelerimiz Ardmeria ve Alsar yönetimlerine ve mensuplarına şükranlarımı arzediyorum. Değerli kardeşlerim, Balkanlardaki kardeşlerimizin birlik ve beraberliği için her türlü hizmete ve çalışmaya hazır olduğumu ifade etmek isterim. Bu bağlamda, bu bölgeden İDSB’ye yeni katılımlar bekliyoruz. Mevcut üyelerimizle de önümüzdeki dönemde daha aktif bir işbirliği içerisinde olmayı ümit ediyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle sıcak ev sahipliği için Arnavut kardeşlerimize ve Arnavutluk makamlarına başta olmak üzere organizasyonda emeği geçen, katılan tüm dostlarımıza ve kardeşlerimize teşekkür ediyorum. Buluşmanın ve gerçekleşecek forumun hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum. Av. Ali KURT İDSB Genel Sekreteri 6 TAKDİM İslam Dünyasının dört bir yanından bugün bizlerle bir arada olmak için gelen kıymetli kardeşlerim, Saygıdeğer basın mensupları, kıymetli hanım efendiler ve beyefendiler. Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum ve sözlerimin başında bugün bizlere burada olmayı nasip ettiği için Cenab-ı Allah’a hamdediyor, beş gün sürecek toplantılarımızın İslam Dünyası ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Bugün, Genç İDSB olarak organize ettiğimiz Gençlik Buluşmaları’nın 10.sunda, bayrağında taşıdığı kartalla özgürlüğün, gayretin timsali olan ve Allah’tan duamız sonsuza kadar İslam beldesi olacak Arnavutluk’tayız. Değerli misafirlerimiz, kıymetli kardeşlerim, Gönül isterdi ki bu toplantımız mutluluk dolu bir atmosferde gerçekleşseydi. Fakat 2013 yılı Müslümanlar için acı ve gözyaşının yaşandığı bir dönem oldu ve üzülerek görüyoruz ki bu, bir süre daha devam edecek. Başta Arakan, Suriye ve Mısır olmak üzere toprağa düşen her göz yaşının ve kan damlasının, İslam Birliği’ni ve yeni, adil bir Dünya’yı yeşertmesini Cenab-ı Allah’tan diliyorum. Bugün çok büyük acıların yaşandığının farkında olmamız ilk önce ümmet olmamızın bir gereğidir. Fakat yaşanılan elim hadiseler bizleri umutsuzluğa sevk etmemeli. Aksine İslam Dünyası tarihinin en büyük travmasını geçirirken, Şam’da Emevi Camii’nde verdiği hutbede ‘’İstikbal İslam’ındır’’ düsturuyla konuşan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin çağımızı şekillendiren özgüven yüklü çağrısına ihtiyacımız var. Allah’a imanımızın bir gereği olarak bugün sistemli bir şekilde zulme uğrayan kardeşlerimizle birlikte Rabbimizin nurunu 7 tamamlayacağına olan inancımızla ümmet şuuruyla ve özgüvenle hareket etmemiz gerekiyor. Bu özgüvenin ve ümmet şuurunun sembolü olan Rahmetli Aliya İzzetbegovic’in şu sözleri bugün bizler için her zamankinden daha önemlidir; ‘’Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum ama yapılanları da asla unutmayın!’’ Bugün yaşadıklarımızı, Batı’nın darbeye darbe diyemeyen; kimyasal saldırı karşısında susan; zalim yönetimleri maddi ve siyasi destekleyen sözde İslami yönetimlerin kimler olduklarını ve ne yaptıklarını asla unutmamalıyız. Ama aynı zamanda yaşananlar bizleri kör bir nefrete değil; ümmet olma şuurunu yakalayacağımız yeni bir döneme sevk etmelidir. Yine Aliya’nın dediği gibi ‘’Evet, bizler ölüyoruz, ama onlar da bizi yenemiyorlar.’’ İnşallah önümüzdeki günlerde İslam Dünyası’nın içerisinde bulunduğu sıkıntıları bizzat o bölgelerden gelecek kardeşlerimizden ve gelişmeleri yakından takip eden değerli hocalarımızdan dinleme imkanımız olacak. Detaylı bir şekilde bu problemleri analiz edeceğimiz belirterek bir hususun altını çizmek istiyorum. İçerisinde yaşadığımız Dünya’nın bizler için bir imtihan yeri olduğuna inanıyoruz. Bu anlamda kardeşlerimizin yaşadığı acıların Hak ile Batıl’ın mücadelesinin birer sayfası olduğunu tekrar hatırlamalıyız. Ve unutmamalıyız ki ‘’Hak Geldi, Batıl Zail Oldu’’ ayetinin ışığında hakkın tesis edileceğine ve zalimlerin yok olacağına dair inançla çalışmalıyız. Gayret bizden tevfik ise Allah’tandır. Ümmetin gayreti içerisinde bugün 10.sunu düzenlediğimiz bu çalışmamızın çok önemli bir konuma sahip olduğunu düşünüyorum. Yarın, kendi ülkelerimizde siyasetin ve toplumsal meselelerin söz sahibi kişileri olacak biz gençlerin aynı salonda İslam toplumunun ortak problemlerini tartışıyoruz oluşumuzun başlı başına değerli olduğunu düşünüyorum. Bugün bu salonda ‘’Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim, kim için veya kime karşı olduğu önemli değil’’ ırk 8 ayrımcılığına karşı dayanışmanın ve eşitliğin mücadelesini veren Amerikalı kardeşlerimizle birlikte Malcolm X’in gayretinin ve duasının da bizimle birlikte. Ömrünü Kafkasya dağlarında Müslümanların özgürlüğüne adayan ‘’Müslümanlık esasına göre kurulan idare teşkilatı ile diktatörlük bağdaşamaz’’ diyerek zalimlere karşı hayatı pahasına mücadele eden Şeyh Şamil’in torunlarıyla birlikte onun duası da arkamızdadır. Bizlere yıllar öncesinden hitap eden ve Kuran’dan aldığı ilhamla müminlere sözleri ve fikirleriyle rehber olmaya devam eden Hasan El Benna’nın ‘’nefsinle şiddetli bir şekilde mücadele et’’ uyarısı özellikle ümmetin gençleri olarak bizler için bir hayat düsturu olmaya devam edecektir. ‘’Devletler şairlerin kalbinde doğar, politikacıların ellerinde büyür ve ölürler’’ diyen Muhammed İkbal’in fikirleri zihnimizde, şiirleri kalplerimizde olduğu sürece İslam ümmetinin temiz vicdanı hiçbir zaman siyasetin esiri olmayacaktır. "Her Muhammed(s.a.s.)'in namazda de Allah'tan O'nun resulü başka ilah olduğuna olmadığına, şehadet eden parmaklarım, asla yanlış bir şey yazamaz!’’ diyen Ömer Muhtar’ın imanı var olduğu sürece hiçbir zalim, hiçbir münafık bizleri Allah’ın emirlerinden ve Resullulah’ın ölçüsünden ayıramayacaktır. Bu vesileyle, az önce zikrettiğimiz büyüklerimizle birlikte İslam yolunda Rahmet-i Rahman’a kavuşan aziz şehitlerimizi ve ömrünü Allah yolunda vakfeden cümle ümmet-i Muhhammed’ten Allah razı olsun demek istiyorum. 9 Son olarak, şahsım ve yönetim kurulum adına, 10. Gençlik Buluşmamız için yaptığımız davetimize icabet ettiğiniz için siz değerli misafirlerimize şükranlarımı sunuyor; toplantının organizasyonunda emeği geçen değerli ekip arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Allah’ın rahmeti, bereketi ve mağfireti hepimizin üzerine olsun. Cihad TERZİOĞLU Genç İDSB Kurucu Başkanı 10 TAKDİM Genç Kardeşim Merhaba, Dünya ve İslam Alemi önemli bir değişim dönemini yaşıyor. Küresel düzeyde kurulan maddeci baskı rejimi ortadan kalkarken Müslümanlar için yeni hareket alanları ortaya çıkıyor. Gecenin en karanlık olduğu an Güneş’in doğuşuna en fazla yaklaştığımız zamandır düşüncesiyle bugün İslam Alemi’nde meydana gelen olaylara baktığımızda zalimlerin İslam’ın doğmakta olan Güneş’ine engel olmak için çaba sarf ettiklerini rahatlıkla görebiliyoruz. İslam Dünyası aynı Hz. İbrahim’in atıldığı büyük ateşi andırıyor. Çatışma bölgeleri savaşlara sürüklenirken huzur beldeleri de karışıklığa itilmeye çalışılıyor. Nemrutların kuşattığı Dünya’da İbrahimî duruş yok edilmek isteniyor. Kıymetli kardeşim, Unutmamalıyız ki bizler, bu kutlu yürüyüşün ne ilk temsilcileriyiz ne de emrolunduğu üzere ‘Allah, nurunu tamamlayacaktır’’ düsturuyla da son temsilcisi olacağız. Mademki bu Dünya bir dar-ı imtihandır öyleyse Nemrutlar da olacaktır Hz. İbrahim gibi ateşe atılmak istenen Müslümanlar da. Her zamanın şartları çerçevesinde Nemrutlara karşı mücadele etmek değişmeyecektir. Bugünün Dünyası’nda bilgi, önemli bir güç olarak karşımıza çıkıyor. İlahi mücadelenin bir alanı da bilgi haline geliyor. Bilgi sahibi olup bu bilgiyi insanlığın huzur ve refahı için kullanabilecek Müslüman gençlerin yetişmesi her zamankinden daha büyük önem taşıyor. Bir düzenin sona erdiği günümüzde yeni ekonomik, siyasi ve hukuki sistemlerin kurulması sürecinde etkin olacak Müslüman gençlerin fikirleri tüm Dünya’da büyük değişimlere neden olabilir. Bu çerçeveden bakıldığında günümüz Nemrutlarının oluşturduğu kargaşalar da hep bu korkudan kaynaklanıyor . Genç İdsb Ekibi olarak bizler, Nemrutlara karşı mücadelede karınca misali; bilgimizle gayretimizle mücadele etmeyi hedefliyoruz. Yeni bir üslupla gençlerin birbirlerinden öğrendiklerinin daha kalıcı olacağına ve zihinlerde 11 yeni ufuklar açacağına inanıyoruz. Kutlu yolun yürüyüşünde yollardan bir yol açmak gayesiyle yola çıktık. Biliyoruz ki gayret bizden tevfik ise Allah’tandır. Fatih ÇOŞAR Genç İDSB Başkanı 12 10. ULUSLARARASI GENÇLİK BULUŞMASI DEKLERASYONU TİRAN 35 ülkenin 150 genç temsilcileri olarak inanmaktayız ki; 1.Mısır Mahkemelerince kapatılma kararı verilen Müslüman Kardeşler Teşkilatı‟nın yanındayız. Mısır‟da demokrasinin ve hukuk devleti ilkelerinin tesis edilmesi için Müslüman Kardeşlerin siyaset alanına katılımının sağlanması bir öncelik ve gerekliliktir. Müslüman Kardeşler yönetimi dışlandığı ve mensupları zindanlarda işkenceye uğradığı sürece Mısır yönetimi zalim olarak anılacaktır. 2. İslam Dünyası‟nın her yanında Müslümanların karşılaştığı çifte standartlar ve maruz kaldığı baskılar sürdürülebilir işbirliğini ve iletişimi zorunlu kılmaktadır. Sivil Toplum arasında birliği sağlamak için çalışılacak; bu çerçevede hükümetler düzeyinde baskı grubu faaliyetleri yapılacaktır. 3. Tüm Müslüman ülkelerde Balkanların maddi ve manevi gelişimine yardımcı olmak için çalışmalarda bulunulacak ve hükümetler düzeyince lobi faaliyetleri yapılacaktır. 4. Çalışmalarımızda İslam Dünyası‟nın problemlerinin öğrenilmiş çaresizlik olarak sunulmasının önüne geçilecek ve ortak sorunlarımıza yönelik geliştireceğimiz ortak stratejilere önem verilecektir. 5. İslam ülkeleri barış merkezli yeni bir Dünya‟nın tesisi için kendi barış inşa mekanizmalarını geliştirmelidir. 6. İslami eğitimin güncel sorunlara cevap verecek şekilde biçimlendirilmesi ve yeni araçları etkin şekilde kullanacak yöntemlerin geliştirilmesi Müslüman gençlerin manevi gelişimi için büyük öneme sahiptir. Sivil Toplumun genç mensupları olarak bu alanda çalışmalar yapmak önceliğimiz olacaktır. 7. Müslümanların maruz kaldıkları gayri hukuki uygulamaları tüm İslam Dünyası‟nda takip edecek insan hakları merkezleri kurulmalıdır. 8. Müslümanların ortak sorunlarını Dünya kamuoyuna taşımayı amaçlayan iletişim ağları kurulacak ve bu kapsamda faaliyet göstermek amacıyla kurulan R4BIA Platformu desteklenecektir. 13 9. Ümmet olma şuurunun tesisi için Müslüman öğrenciler arasında değişim programları organize etmek amacıyla sivil toplum kuruluşları nezdinde çalışmalar yürütülecektir. Eğitim sistemleri içerisinde bu programları kalıcı kılmak için hükümetlerle işbirliği halinde projeler geliştirilecektir. 10. Balkanlardaki STK‟ların Müslümanların diyaloğunu amaçlayan işbirliği çalışmalarının mümkün olan en kısa sürede hayata geçirilmesi gerekmektedir. 11. Balkanlardaki tarih kitaplarında İslam‟la ilgili bölümlerin yeniden düzenlenmesi için kendi hükümetlerimiz nezdinde lobi faaliyetlerinde bulunulacaktır. Özellikle Osmanlı dönemiyle ilgili tahriflerden tarih kitaplarının temizlenmesi için çalışmalarda bulunulacaktır. 12. Balkanlar‟da en az organize olmuş İslam ülkesi olan Arnavutluk için STK‟larla özel bir toplantı yapılması zaruridir. Balkanlarla ilgili özel bir toplantının yapılması için İDSB Yönetimi‟ne tavsiyede bulunulacaktır. 13. Önümüzdeki toplantıya kadar Arnavutluk‟tan evraklarını gönderen STK‟ların İDSB üyeliği için çalışmalar yürütülecektir. 14. Arnavutluk‟taki okullara din dersleri konulması ve STK‟ların bu alanda yapacakları çalışmaların daha etkin olabilmesi için işbirliği çalışmaları yapılacaktır. 15. Arnavutluk‟ta tarihi ve İslami değerlerin nasıl kaybedildiğiyle ilgili özel bir toplantı düzenlenmelidir. Bu konuda Türk ve İslam eserlerinin korunması amacıyla çalışan TİKA‟ya da tavsiyede bulunulacaktır. İnsanlık şunu unutmamalıdır ki, bizler yani Müslümanlar kim olursa olsun her daim mazlumun yanında ve kim olursa olsun her daim zalimin karşısında olacağız. 14 BALKANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 15 DOĞU BATI ARASINDA İSLAMIN MERKEZİ BALKANLAR’IN MEDENİYET ZENGİNLİĞİ Prof . Dr . QANİ NESİMİ MAKEDONYA Biz Arnavutlar, hususen küçük milletlerin nadiren sahip olabileceği bir serveti elimizde bulunduruyoruz. Balkanlarda, kezâ Avrupa’da bu türden millet yalnız bizleriz. Bu belirleyici nitelik İslam, Katolik ve Ortodoks gibi büyük dünya dinlerinin Arnavutlar arasındaki mevcudiyetinden gelmektedir. Üstelik tarih boyunca, fakat günümüzde dahi, bazı yıkıcı ve dışlayıcı çevreler haricinde bu dini çeşitlilik, Arnavut milli ahenginde çok önemli rol oynayan anlayış ve hoşgörüyü göstermektedir. Arnavutların yaşadığı topraklar siyasi, ictimai, kültürel, coğrafi, ideolojik ya da dini nokta nazarında stratejik mevkiye sahiptir. Geçmişte ve bugün de olduğu gibi Arnavutlar, zorunlu olarak çekişmelere, anlaşmazlıklara ve bölünmelere iştirak etmiş veya farklı güçler arasında belirli mücadelelere gereken ilgiyi göstermiştir. Süper Güçlerin hakimiyeti sırasındaki durum da, komünist ideolojinin egemenliği dönemindeki hadiseler de hatta günümüzdeki, bazılarına göre nereye Doğu ve nereye Batı hükmetmeli şeklindeki ayrışmalar da bu nev’dendir. Aynısı Balkanlardaki ayrılıkçı tartışmalar için de geçerli, özellikle Arnavut toprakları, Doğu Ortodoks Kilisesi mi, Katolik Batı Kilisesi mi olmalı? ya da lafı geçerler günümüzün yükselen ifadeleri; birçok siyasetçi ve entelektüellerin dile getirdiği “Bizler hristiyandık öyleyse Batı’ya ve Avrupalıların dinine geri dönmeli, Doğulu, Asyalıların dini olan İslamı terk etmeliyiz.” bu topraklar KatolikHristiyanlığın hükmünde olmalı ve benzeri olaylar. İşin doğrusu, Hristiyanlık bir Batı dinidir diyebilen adam, kanaatimce, gidip Hindistan’a yerleşmelidir. Çünkü Hindulara göre Kudüs (Hz. İsa’nın peygamberlik şehri) batıdadır. Bizim buradan bakınca ise Kudüs Doğu’dur. Zira yaşadığımız ülkede Hristiyanlığa Batı dini diyenler kendilerini ve başkalarını kandırıyorlardır. Ne yazık ki, Kosova ve Arnavutluk’taki bazı kişiler, yerel ve resmi siyasi kurumlar, açıkçası dışarıdan bazı inanç kurumlarının, özellikle Balkanları 16 “barbaric Oriented lobby” ve “medeniyetin en düşük zümresi” olarak tarif eden bazı yabancı medyanın etkisi altında dinsel Katolik bilincin aşırılığını ayrıcalıklı kılıyorlar. Fakat akademisyen Rexhep Qosja’ya göre bu durumu kötüleştiren şey bilim ve sanatın çeşitli alanlarından entelektüellerin, hususen Arnavutluk’taki roman yazarlarının bu dini aşırı farkındalığa katılımlarıdır. Aynı zamanda, Avrupa Birliğinde İslamı, Arnavutluk ve Kosova ülkelerindeki Arnavutların, entegrasyonlarına engel göstermeye çalışarak Arnavut kimliğini şekillendiren İslam kültür ve medeniyetinin varlık ve öneminin inkarına çalışılmaktadır. Eğer Arnavutlar sadece Batı medeniyetine ait olsalardı, birkaç ülkeye bölünmezler ve günümüzde büyük Avrupa ailesinin parçası olabilirlerdi düşüncesi erişilemez bir rüyadan ibarettir. Bunun nedeni, birçok birey ve grupların siyasi ve ekonomik görüşlerini, Balkanlar ve ötesini, tarihi boyunca etkilemiş Arnavutların içinde bulunduğu Balkan Yarımadası günümüz şartlarıdır. Arnavutlar arasındaki farklı dinlerin varlığı, Arnavutların dini manada karşıt, fakat düşmanca olmayan farklı zihniyetlere sahip olmasına neden olmuştur. Belirli propagandalar amacıyla, çok çeşitli cereyanlar Arnavutları Yunan, Türk, Sırp, Rum diye anmalarına rağmen, Arnavutlar şimdiye dek din savaşları kurbanı olmadan milli birliklerini korumayı başardılar bana göre bunda en büyük rol oynayan, İslam dininin dünya görüşüdür. Arnavutların ekseri Müslümandır ve muhakkak şunu söyleyebiliriz ki; genelde, bir bölgeyi ve milleti istikrarsız hale getiren veya sessizleştiren şey çoğunluktur. Arnavutların çoğunluğu müslüman olduğundan, barışı sürdürücü anahtar faktör Arnavut Müslümanlardır. Velev ki, kıyasen daha küçük olan diğer dini toplulukların barışa katkısı unutulmamalıdır. Bu durum, yalnızca milli birlik için dile gelmiş, halkı kısmi ve ayrılıkçı ihtilaflardan korumak isteyen Aydınlanma Çağı Arnavut entelektüellerinin ifadelerinde ve yirminci yüzyılın başlarında görülebilir. Bu yüzden onların söylemleri kimi zaman biraz daha müsamahakar kimi zaman da çetin olmuştur. Arnavutluğun başmüftüsü Vehbi Dibra 1923’te Arnavut Müslüman Meclis’inde, temsilcilere dini meseleler hakkında verdiği ve kardeşliğin ve milli birliğin herşeyin üstünde tutulmasını tavsiye ettiği konuşmasında şöyle der: “Bildiğiniz gibi hazretleri, Devletin nüfusu şu üç unsuru barındırır: Müslümanlar, Katolikler, Ortodokslar. Ancak Milliyetimiz hususunda 17 aramızda derin ve yekpare bir kardeşlik mevcuttur ve bu kardeşliği değiştirebilecek hiçbir şey düşünülemez ve anlayışla karşılanamaz. İnanç meselesi özel bir meseledir ve herkes kendi dinini takviye için dilediğini yapmakta serbesttir. Bizim dinimizin bu teşkilatı bünyesi Dibra Meclisince belirlendi karara varıldı. Fakat bahtsız bir şekilde Balkan Savaşları bu maksadımızı sekteye uğrattı.” Yine de daha önemli olan şey, bu konuşmanın milli tarihin en mühim anlarında yapılmış olmasıdır, ki günümüzde dahi canlılığını sürdürmektedir. Mulla Idris Gjilani bizim üç dinimiz olduğunu, fakat bir vatan, bir kardeşlik, bir dil, bir güneş ve bir İlahımız olduğunu söyler. “Bizim asıl vazifemiz birlik ve memleketin muhafazasıdır!” Pashko Vasa’nın o zamanın Balkan Yarımadasına hükmetmiş siyasi ve yayılmacı koşullarını göz önünde bulunduran meşhur sözü “Arnavut’un dini Arnavutçuluktur.” dahi din karşıtlığı veya hıyanet gibi manalar içermemektedir. Yalnız burada dile getirilmek istenen, önceki satırlarda değindiğimiz yazar gibi bölünmemezlik ve barış arzusudur. Ekrem Bey Vlora Arnavutların kimliklerini bir başka şekilde tarif etmektedir. Ona göre, neresi olursa olsun, Arnavutlar iki gruba ayrılmışlardır. İlki “Türk Elhamdulillah” diğeri "kaurrë" (Albanian Orthodox’s and Catholics) diyenlerin ait olduğu gruplardır. Bu hususta “Türk Elhamdulillah” ifadesi tam anlamıyla dikkate alınmamalı, böylelikle etnisite nazarıyla bakılmamalıdır. Bu ifade ile kastedilen Türkleşmek ya da Türklük beyan etmek değil, Yunan gibi, Ortodoks rahip ve devlet adamlarınca sürdürülen Osmanlı ve Arnavut karşıtı siyasetlerin neden olduğu, Arnavutların İslam dinine bağlılıklarını en aza indirgenmesi isteğidir. Onun için o zamanlar (19. ve 20 yy.da) bütünüyle doğru olmayan kendiliğinden bir Müslüman ve Türk olma girişimi vardı. Arnavut halkı “Elhamdulillah Türk” tabirini kendilerinin Türk olduğu için değil, Müslüman olduklarını göstermek için kullandılar. Bugün bile Arnavutlar, dinlerini sorulduğunda “Ben Elhamdulillah Türküm” diye cevaplar fakat biz Arnavutça konuşur, yazar, anlaşırız ve bunun için herşeyimizi feda ederiz diye üzerinde önemle durmaktadırlar. Gerçi Yunan Ortodoks politikasınca kullanılan “Turkoalvanoi” ifadesi, bizzat bir çelişkidir ve Arnavut karşıtı politikaların hedefine ulaşması için çalışılagelen 18 yöntemlerden biridir. Ekrem Bey şöyle söyleyerek devam eder: “Balkan milletleri tarih ve literatüründe, Hristiyanlara karşı Arnavut Müslümanlarca güdülen zulüm ve işkence, yüzler renkle resmedilmiş, ağlayan ve şarkı söyleyen yüzlerce biçimde betimlenmiştir. Yüzyıl boyunca ardı arkası kesilmeyen bir propaganda, Türk ve Arnavutlara karşı Balkan milletlerinde, Birinci Dünya Savaşı boyunca ve sonrasında çok büyük suçlarla gerçeğe dönüştürülmüş derin bir nefreti ekip besledi. Burada ne Türkleri ne de Arnavutları temize çıkarmaya niyetim yok, lakin hakikat uğruna şu gerçeği vurgulamak istiyorum: bu 4-5 yılda Yunanlar, Sırplar, Karadağlılar ve Bulgarlar Arnavutlar üzerinde, 4-5 asırda yapabileceklerinden çok hasara yol açmışlardır.” Böylece, bunlarla beraber, şunu da belirtmeliyiz ki Arnavut Müslümanlar çok önemli iki şey gösteriyorlar. Birincisi, dinsel şiddet olmayan Arnavutlar arasında Müslümanlığı tercih etmeler. İkincisi, tarihin hiçbir yerinde olmayan, diğer dinlere saldırgan ihlalci bulunan müslümanlar diye çeşitli uydurmalardan dolayı, ‘Müslüman inancının Arnavutlar içindeki dinsel hoşgörü’sünün çok fazla borcu var Son günlerde, Arnavut dini hoşgörüsü, aşmak zorunda olduğu fakat birazcık zor görünen, çok sayıda zorlukla yüzleşiyor. Birçok ihtilafın ortaya çıkması ilk zorluk olarak görünebilir. Bu fraksiyonlar çoğulcu bir sistemde sözde bireyin özgürlüğünü, inanç hürriyetini ya da kişi haklarını kullanıyorlar. Kendi din veya inançlarını farklı biçimlerde yaymak için, “Katoliktiniz, zorla Müslümanlaştırıldınız, bugün ya da yarın atalarınızın dinine dönmek zorundasınız” bahanesiyle aşırıların çok sayıda Arnavutun dinini değiştirmek üzere kullandıkları böylesi bir özgürlük. Ya da farklı şekilde söylenilen, Avrupa, Müslümanları haz etmediğinden Arnavutlar (Katolik)Hristiyanlaşmalıdır. Arnavutluk’ta Koco Danaj kilisesinin ismindeki Yunanlaşmış Arnavutlarla bağlantılı olarak, bir analist şöyle der: “Bugün ekonomik nedenlerden ötürü meydana gelen, Arnavutların olağan taleplerinde gösterilen dinsel şovenizm, Müslümanlıktan Hristiyanlık dinine dönerek uygarlaşmalar ve Müslümanların isimlerini Hristiyan isimleriyle değiştirmeleri, Arnavutların Yunanistanda iş ve güvence bulmalarını sağlar ve bu aileleri gıda ile hayatta tutar. Ancak bu çağdaşlaşma değil barbarlıktır. Birinin dinini veya ismini değiştirmek aracıyla açlık tehditlerini kullanmak şovenizmden ziyade engizisyondur. Arnavutların yalnız yeniden Hristiyanlaşma yoluyla 19 Avrupa’ya katılacağına olan inançla mücadele, onların bu rüyasını onyıllar ve yüzyıllarca ertelemektedir.” Arnavutların, sayıları çok olmalarına karşın, zorla İslamlaşmaları hakkındaki yazılar subjektif ve gerçekdışı propaganda malzemelerinden başka birşey değildir. Gazmend Shpuza, Balkan savaşlarından sonra Orthodox’ların cebirle “Pravoslav”daki Arnavutların toplu din değiştirmeleri için Sırp-Karadağlılar çemberini yönetme çabalarına rağmen, bizim ülkemizde Slav ve Yunan azınlıklar üzerinde asla böylesi hadiselerin yaşanmadığını söylemektedir. Balkanlardaki Osmanlı yönetimi sırasında, Balkan milletlerin Türklere olan asimilasyonları Osmanlı hukukunca engellenmişti ve Yunan çemberine hükmedilerek Balkanların Helenleşmesi, zira kuzeyde Sırbistan tarafından, gerçekleşmişti. Arnavutlar arasında dini-hoşgörüye bağlı olarak bu hassas zamanlardaki önemli bir zorlu görev ise suçlama, aşağılama ve diğer dinlerin ritüellerine sövmedir. Sözde ‘İslamcı radikal tehditler’ gibi. Anton Arapi bu türden eylemler hakkında şöyle der: ”Bu durumda konuş, endişenin mayasını yayarsın, sen kardeşliğin tetikçisi olur, din ve devlete tehlikeli hale gelirsin....” Dinsel hoşgörünün zorluklarıyla ilişkili olan bir diğer önemli mesele dinin rolünün, başlıca, Arnavut halkının entegrasyonunda İslam’ın rolü ve genel olarak Arnavutların Slavlaşma ve Helenleşme gibi asimilasyonlarına karşı İslam’ın koruyucu etkisinin, Arnavut bilimsel ve siyasi elitlerce göz ardı edilmesidir. Morocco Roberto de la Roca aynı konuda şöyle buyuruyor: “Doğu ve Batıda Roma İmparotorluğunun bölünmesinden bu yana, Doğu ve Batı Arnavutluk arasındaki sınırlar iki parçaya ayrılmıştır. Bu ayrılık Orta Çağda devam etmiştir. Öte yandan, din hâricinde, kendilerini Sırp ve Bulgarlardan ayırt etmelerine imkan verecek unsurlar çok az olduğu için dindar Arnavutlar, asimilasyona meydan vermeden milli kimliklerini korumayı başarmışlardır. Eskiden Katolikliğin kabul edilmesinin, Grekleşme ve Bizans Ortodokslarına karşı ayrıcalıklı bir destek sağladığı gibi, Arnavutların İslamlaşması, Slav baskısına karşı bir pusuydu.” Fakat Kasem Biçoku’nun da aktardığı üzere: “İslam ve Katolik-Hristiyanlık, Balkan Ortodoks fundamentalistleri tarafından asimile edilen Vlach’larla aynı sona uğramayan milletimizin orijinallik ve Arnavut milli bilincinin muhafaza edilmesinde çok güçlü iki âmil oldular. 20 Muhammed Pirraku’ya göre, Albanistike disiplinlerarası araştırma verilerine dayanan, entegrasyon sürecinde din ve İslam kültürünün rolü, Arnavut ulusu ve Arnavutluk’un etnokültürel ve jeopolitik birliği politik, sosyolojik, felsefik, etnokültürel, dinsel, dilbilimsel, yazınsal, eğitici, artistik, hukuki vb. karmaşık bir nitelik taşıyordu. Yazar ayrıca Arnavutların bütün geçiş dönemleri ve kitleler halinde İslama dönme dalgalarının, merkezi Sultan’ın kiliselere tanıdığı büyük serbestliklerin sonucu olması ispat ettiği gibi, İslam’ın karşıt niyetle Svetisaviane Arnavut Ortodoks Kilisesi ve diğer kiliselerden boykot edilip uzaklaştırılmasının açık biçimde ilk aşama olduğunu vurgulamıştır. Öyle ki, İslam’ın Arnavut kimliğinin inşasında olumlu role sahip olduğu öne sürülmüştür. Bazı akademisyen ve tarihçiler tarafından da kısmen beslenen bu tez, etnik yapımızı Sırp ve Yunan’lardan ayırt etmenin İslam’a dönmemizin arkasındaki asıl neden olduğunu ifade etmektedir. Bu görüş, çok sayıda Arnavutun İslam dinine dönmenin temel nedeninin milli kimliklerinin “korumak ve kurtarılmasını” sağladığını düşünmesine yol açar. Etrafındaki ulusların ideolojik ve askeri gücüyle yüzleşecek Arnavut devletinin mevcut zayıflığının bilincinde olan Arnavut elitler, Arnavut toplumunun batılılaşmasına çalışılırken, İslam ve Osmanlı geleneklerini bulanık ve belirsiz hale getirmek üzere bir dizi radikal reformlar üstlenerek devletin varlığına meşruluk kazandırmaya çalışmıştır. O halde söz konusu mesele, daha az müslüman olabilmekti. İşte bu, siyasetin Müslüman kimliğini nasıl ele aldığını, başa dönecek olursak, bilakis İslam ve Osmanlı kültürünün fark edilebilir bütün niteliklerini yok etmeye giriştiğini gösteriyor. Kent binalarının, çarşı ve pazarların mimari yapısından tut Osmanlı geçmişinin bütün görünür izleri gözden kaybolmaya başladı. Bu yıkımlar gösteriyordu ki Arnavutluk ciddi ölçüde modernleşmeyi, sosyalist devrimiyle anlaşıldığı şekilde ele almıştır. Arnavutlar için diğer dinlere hoşgörülü ve yumuşak olmak için, insan şu iki önemli meseleyi dikkate almalıdır: ilk olarak, bilmeli ve inanmalı ki, insan Yüce Allah tarafından yaratılmıştır ve kusursuzdur; ikincisi de, bir inanan olarak kendisinin, inancının boyutlarını enine boyuna düşünmesi gerektiğini dikkate almalıdır. Öyleyse müslümanın hoşgörüsüz yada terörist olması muhtemel değildir, çünkü tamamıyla farkındadır ki bütün insanlar Yüce Allah’ın doksan dokuz güzel isminin birer tecellileridir. İşte mükemmelliğin karşısında olmak herşeyi bilen Allah’ın isteklerinin 21 karşısında olmak gibidir. Üstelik, Peygamber Efendimiz’in (sav) “Müslüman öldürmez, ahlaksızlık etmez, aşındırmaz ve çirkin olan hiçbir fiili işlemez, eğer işlerse o müslüman değildir ve İslamla hiç bir bağı yoktur” buyurduğu sözlerini bütün hak ve dürüst müslümanlar bilir. Biz Arnavutların birbirimize müşterek hoşgörü ve saygıyı daima duymak, böylece sevmek, hürmet etmek, memnuniyet beslemek, din ve kültürümüzü savunmak, sadece diğer din ve kültürleri sevmek, saygı duymak ve değerini bilmekle mümkündür. Yoksa yalnız kendimizi sevmek ve değer bilmekle kişiliklerimizi aldatırız. İşte biz Arnavutlara ahengin köşetaşı dini hoşgörüden gelmektedir, ta ki böylesi saygı olmadan başka saygı olmaz. Kanaatimce, Arnavutlar sadece özgün olarak, diğerlerine saygı duyarak dine rağmen dindarların asıl gerçekliğini göstererek Avrupa birliğine girebilirler. İslamı terk etmek, veya hristiyanlığa geri dönmek veya Arnavutların dini gerçekliğinin gizlenmesi ne kelimelerle ne de düşüncelerle birlik ve beraberlik sürecini hızlandırmaz. Avrupa Birliğine entegrasyon için İslamı bırakmayı veya terk etmeyi düşünenler hiçbir şey yapmıyorlar, yalnız subjektif hislerini gösteriyor, Arnavutların gerçeğini gizliyor ve Avrupa’ya entegrasyon prosedürlerimize engel oluyorlar. 22 BALKANLAR’DA İSLAMOFOBİA ABDİ BALETA ARNAVUTLUK – ESKİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BÜYÜKELÇİSİ Farklı ülkelerden Müslüman Gençliğin temsilcileri huzurunda konuşma yapmak ve insan toplumunun gelişiminde yüksek İslami değerler ile bunların Arnavut halkına getirdiği faydalara ilişkin bazı politolojik fikirleri açıklamak üzere beni davet ettikleri için, bu önemli toplantıyı düzenleyenlere teşekkür ediyorum. İslam’ın problemlerine karşı, politik aktivist ve laiklik taraftarı bir duruşun ışığında, Arnavutluk’ta birkaç yıldan beri devam eden İslamofobik eğilimler tartışmasında benim yaklaşımım her zaman politolojik bir yaklaşım olmuştur. Bu nedenle, bu konuşmaya da Ina Merxhanova tarafından yazılmış olan bir kitapta “Müslüman olmak adına” bulduğum tahminlerle başlayacağım: “Benim kitabımdaki Müslümanlar akademik bir literatürde ‘‘sosyolojik Müslümanlar’’ olarak tanımlanan; kendilerini, inanç ve pratikler, kültürel gelenekler, aile çevresi, etnik veya ulusal kimlik üzerinden, dini uygulayan ya da uygulamayan, dini düzenli olarak uygulayan, ara sıra uygulayan, nadiren uygulayan ya da hiç bir şekilde uygulamayan şeklinde farklı nedenlerle kendilerini Müslüman olarak tanımlayan kişilerdir” Arnavutların birçoğu sosyolojik Müslümanlar olup, İslami inanışı ilk olarak inananların her yerde kabul ettiği yüksek değerleri benimsedikleri için ve aynı zamanda da başka özel nedenler için atalarını seven, dini düzenli olarak uygulamayan kimselerdir. Tarihi etnikkültürel benliklerini ve oluşmakta olan ulusal kimliklerini daha iyi koruyabilmek adına, komşusu oldukları Hristiyan topluluklardan kendilerini açık bir şekilde ayırabilmeye ihtiyaçları olduğunu içsel olarak hissettikleri için, Arnavutların on yedinci yüzyıldan itibaren kitlesel olarak İslami inanışa geçişleri belli başlı ayrı bir neden olmuştur. Arnavutlar din ve politikayı ülkelerindeki ve dünyadaki olay ve gelişmelerin cereyan ettiği iki paralel başlık olarak algılamışlardır. İlk Arnavut milliyetçiliğinin önde gelen ideologlarından biri olan, Katolik inanca sahip, Osmanlı Lübnan valisi, Pasko Vasa, 1870 'li yıllarda “Arnavutların dini Arnavutçuluktur” ifadesi ile Arnavut milliyetçiliğinin temellerini atmıştır. Bu bakış açısı Arnavutlara dine karşı tutumlarında ve (Arnavutluk’ta komünist yönetim dönemi hariç) politikaya karşı dindarlıkta aşırılıktan kaçınmalarına yardımcı olmuştur. Yabancı gözlemciler dahi “Arnavutların bölgenin diğer alanlarındaki dindaşlarından oldukça farklı bir yol izlediklerini’’ ifade etmişlerdir. 23 Günümüzde, Balkanlardaki Müslüman Ümmetinin birçoğu etnik olarak Arnavut’tur. Küresel Müslüman Nüfusu istatistiklerine göre, burada 4.355,000 Arnavutça-konuşan Müslüman, 2,635.000 Slavca konuşan Müslüman(sadece Bosna– Hersek’te1.903,000 tane), 1.040,000 Türkçe konuşan; 300,000 adet Katolik vb. yaşamaktadır. Arnavut topraklarının antik pagan sakinleri günümüzde apostolik zamanlardan buyana tek-tanrılı Hristiyan inancını kabul etmeye başlamışlar ve Roma İmparatorluğunda resmi din olduğunda kurumsallaşmış Hristiyan Kilisesinin etkisi altına girmişlerdir. Kosova’ da 2013 Eylül ayının başları, “Milano Fermanı, Büyük Bizans’’ temalı dini, politik ve akademik ögelerin olduğu bir sempozyum ile Bizans Hristiyanlığının 1700. Yıl dönümü olarak anılmıştır. Avrupa tipik Katolik milletlerinde veya Latin Amerika’da benzer anma törenlerinin yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Belki de, yalnızca Kosova diplomasisi nüfusunun %90’dan fazlasının İslami inanca sahip olduğu bir devlet bu günlerde, Milano Fermanı Batı uygarlığının temel yasasıdır değerlendirmesi ile Hristiyan Avrupa’sını şaşırtmıştır. Kosova’da İslamofobi uzmanları sayesinde, sıkı Müslüman karşıtı olarak bilinen Katolik bir vaiz olan Dom Shan Zef’ in “Milano Fermanı’’ Priştina Sempozyumunun hemen ardından kamuya “Kosova’nın tarihi başkanının din değiştirme ikilemlerini’’ hatırlatması ve “Ibrahim Rugova’nın kendilerinden biri gibi hissettiği ve Hristiyanlıktan çok etkilendiği’’ konusundaki memnuniyetini dile getirmesi şaşırtıcı değildir. Bizans Hristiyanlığı Avrupa’nın dini kompaktlığını ebediyen muhafaza edememiştir. Kilisenin devasa ayrılığının ardından, bugünün Arnavut topraklarının bir kısmı 1054’de Katolik Roma dünyasının etkisi altına bir başka kısmı da Ortodoks Bizans dünyasının etkisi altına girmiştir. 16. yüzyıldan itibaren Arnavutlar arasında mevcut olmasına rağmen, Protestanlık bunlar üzerinde gözle görülür hiçbir alana sahip değildir . Arnavut toprakları iki kilise ve Hristiyanlığın iki ana kolu arasında acımasız bir teolojik rekabet zeminine sahne olmuştur . Yüz yıllar öncesinde dinin ve Güney - Batı İber yarımadasında İslami medeniyetin gelişmesinde olduğu gibi, üçüncü tek-tanrılı dini ortaya çıkaran İslam ve Doğu Avrupa’daki İslami medeniyet sayesinde, Arnavut toplumunun dini fizyonomisi çok daha fazla radikal olarak değiştiği için, söz konusu bu rekabet geçen yüzyıllar sonrasında bu günlerde bile problemlere neden olan derin yaralar bırakmıştır. 24 Arnavut ulusal uyanışı ve Balkanlarda milliyetçiliğin ortaya çıkışı sürecinde, Arnavut milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi özel herhangi dini bir doktrine dayandırılmamıştır, ancak tüm inançlara eşit saygı gösteren laik bir milliyetçilik olarak etnik ve dilsel bir topluluk temelinde biçimlendirilmiştir. Arnavutluk’ta İslami milliyetçilik hakkında konuşmak tamamen yanlış ve provakatiftir. Ancak, İslam’ın Arnavut ulusal oluşum süreci ve Alman Milliyetçiliğinin tarih sahnesinde boy gösterme sürecinde çok önemli bir rol oynadığı da inkâr edilemeyecek bir olgudur. Bu husus yalnızca Arnavutluk’a özgü değildir. En önemlisi bu olgu, Müslüman ulusun Bosna-Hersek’te tanınması vakasında eski komünist Yugoslavya’da ortaya çıkmıştır. İslamiyet, birçok ulusun kimliğinin kristalleşmesi ve birçok ülkede devlet oluşturma süreci üzerindeki etkisini göstermiştir. Halifeliğin sona ermesi sonrasında ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine yükselen Türkiye Cumhuriyeti’nin şekillenmesinde, Türk ulusunun ve Türk milliyetçiliğinin oluşumunda İslamiyet’in etkisi bilinmektedir. Özellikle son on yılda, Türkiye’de yenilenen İslamcılık ile, 1920’li yılların başlarında Fransız laiklik modelinden esinlenilmiş olan “laiklik, Kemalizm’’ birleşimi “Türk-İslam Sentezi’’ olarak adlandırılan siyasi-dini fenomen sonrasında bu konuya olan ilgi günümüzde daha da artmış durumdadır. İslamiyet’in sadece tek-tanrılı bir inanış olarak değil aynı zamanda da özgün bir politik sistem olarak kurumsallaşması insanlığa 14 yüzyıldan beri birçok kazanç getirmiştir. Her inanç gibi İslam da itirazlar ve düşmanlıklarla karşı karşıya kaldığı için, İslamiyet Mekke’den VII. Yüzyıldan itibaren dünya çapındaki baş döndüren yayılma yolculuğuna başladığında ve Batıda Kutsal Roma İmparatorluğu ile Doğuda Bizans İmparatorluğu, Avrupa Hristiyanlığıyla burun buruna geldiğinde, İslamofobi dokuzuncu yüz yıldan itibaren, gelişmekte olan Müslüman Endülüsyası (günümüz İspanya’sı) yönetimindeki bireylerin Hristiyan kilisesi için şehit olma hareketi sayesinde ortaya çıkmıştır. Onuncu yüzyılda, Sicilya’da konuşlu İslami topluluklar Normandiya’lılar tarafından ortadan kaldırılmışlardır. İslamofobi, İ.S ikinci milenyumun ilk üç yüzyılı boyunca Batı Avrupa’dan Kudüs’e gelen Haçlıların ilham verici gücü olmuştur. 1492’de gelişmiş Endülüs İslam sisteminin mevcudiyetinin sonuna fiilen öncülük eden Endülüs döneminde İber Yarımadasındaki Katolik Hristiyanların, Müslümanların yarımadadaki varlıklarını ortadan kaldırmaya yönelik saldırgan çabaları esnasında, İslamofobi kazandığı ivme ve güç ile patlamıştır. Ortaçağın sonlarına doğru Batı Avrupadaki Klise Engisizyonu bünyesinde İslamofobik unsurları barındırmaktadır. İslamofobi terimi 25 psikolojik bir halet-i ruhiye olarak ve İslam korkusu hissi iç içe olan, bir sosyal sistem, din ve inanç olarak İslamiyet’e ve inanlar ve vatandaşlar olarak Müslümanlara yönelik nefret ve aşağılamayı ifade eden politik sosyal bir davranış biçimi olarak anlaşılmalıdır. Teorik söylem içerisinde İslamofobinin dini, teolojik ve politik bir kategori olarak görülmesi gerekmektedir. Böylesi politolojik bir yaklaşım bizlere, İslamiyet’in yalnızca Allah’a bireysel bir inanç olarak algılanmasında hiçbir anlam veya yarar olmadığı, hâlbuki İslamiyet’in, diğer tek-tanrılı inançlarda olduğu gibi, kamu hayatı ve uluslararası ilişkilerde kurumsallaşması alanına yayılması gerektiği düşüncesine daha çok dayandırılarak dikte edilmiştir, Bu nedenle, politik İslamiyet hakkında konuşmakta yarar olup, Hristiyan Demokrasisin Batı Avrupa’da, Hristiyan hakkının Birleşik Devletlerde, politik Ortodoks’luğun Doğu Avrupa Balkan ülkelerinde kabul gördüğü ya da Yahudiliğin siyasallaşması olarak İsrailizm’in kabul edildiği gibi politik İslami hareketlerin de normal kabul edilmesi gerekmektedir. İslami inanışa ait olmayan kişiliklere ait iki adet değerlendirme bu sonucu desteklemektedir. Büyük Britanya’dan Rabbi Jonathan Sacks “Dinin dünyada cereyan eden olayları şekillendirmede önemli bir güç olduğunu ve eğer çözümün bir parçası değilse kesinlikle sorunun bir parçası olacağını’’ ifade etmiştir. ABD Eski Başkanlarından Jimmy Carter “Son yıllarda dinin politika dünyasında inanılmaz bir şekilde yer aldığını tüm dinlerde köktendinciliğe doğru bir eğilim olduğunu’’ ifade etmiştir. Tarihsel olarak, Arnavutlar arasında yerel İslamofobinin ağır bir tezahürü söz konusu değildir. Arnavut milliyetçiliğinin ortaya çıkışı ile Arnavutluk devletinin inşası esnasındaki tarihsel gelişmeler de Arnavut halkı içerisinde İslamofobiye yönelik bir zemin yaratamamıştır. İstisnasız olarak tüm dini inançları hedef aldıkları için, komünizm dönemindeki dine karşı ateist saldırılar da gerçek bir İslamofobi olarak değerlendirilemeyecektir. Arnavutluk’ta yerel İslamofobi tasavvuru, komünizm yıkıldıktan, inanç ve din özgürlüğü yeniden yapılanmasından sonra görülmeye başlamıştır. Ancak, söz konusu bu İslamofobi tasavvuru bile komşu ülkelerden ve Avrupa’nın İslamofobik çevrelerinden ithal edilmiştir. Bu nedenle, Arnavutluk’ta ve Arnavutluk topraklarında İslamofobi genel olarak daha çok Avrupa ve Balkan İslamofobisi ile ilgili olmuştur. Günümüzde İslamofobinin ağırlıklı olarak Batı Avrupa’ya özgü bir olgu olması hiç te şaşırtıcı değildir. Endülüs döneminde İber Yarımadasındaki Hristiyanların, Müslümanların yarımadadaki varlıklarını ortadan kaldırmaya 26 yönelik çabaları Christian reconquista Sicilya ve günümüz İspanya’sında vazifesini tamamladıktan sonra, İslam, Balkan Yarımadasında çoğunlukla Ortodoks olan yerel Hristiyan toplulukların Müslümanlaştırılması ile Doğudan Avrupa içlerine yayılma konusunda yeni bir yolculuğa çıkmıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse, misyonerlik İslam’dan daha önce Balkanlar’a girmiştir. İslam’ın Balkanlar’daki yayılışı, bu alanların, halifeliğin merkezi olan Osmanlı İmparatorluğu’na dâhil edilmesi sayesinde oldukça kolay bir hal almıştır. Ancak, imparatorluğun on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda kademeli olarak zayıflaması ve can çekişmesi, İslam’ın Avrupa kıtasındaki mevcudiyetini sonlandırmak üzere giderek artan islamofobinin yeniden doğuşu ile sonuçlanmıştır. Dünyadaki büyük sömürgecilik kampanyalarının akabinde ve Fransız İhtilali sonrasında Avrupa’da ulus devletlerin ve milliyetçiliğin ortaya çıkışı esnasında jeopolitik ve jeostratejik mahiyetteki diğer önemli nedenlerle birlikte, bu Osmanlı İmparatorluğunu yıkma girişimlerinin hedeflerinden biri olmuştur. Şuanda bile, Balkanlar’da “Spanish reconquista’’ türü hazırlamayı hedefleyen fikir veya projelerle karşılaşıyor ya da Avrupa Birliğinin temellerinde yalnızca Hristiyanlığın değerlerine sahip olması gerektiği yönünde dini ve politik iddialar duyuyoruz. Papa John Paul II, 2004 yılında Avrupa anayasasının önsözünün Hristiyan kültüründen bahsetmesini talep etmiştir. Hristiyanlık temellerine sahip bir Batı Avrupa uygarlığına yönelik talepler, miras alınan İslamofobik tarihsel miras, dini politikanın yeni faktörleri eklendiği için, büyük ölçüde 17 milyon Müslüman göçmen ve birçok Batı Avrupa ülkesindeki göçmenlerin evlatlarının yanı sıra, doğal olarak, Balkanlardaki 8.500,000 yerel Müslümanı da ilgilendirmektedir. Soğuk savaşın bitmesinin ardından, özellikle de New York ve Washington’a düzenlenen 11 Eylül 2001 saldırılarının trajik olayları sonrasında, İslam’a karşı tutum Batıdaki politik ve teolojik söyleme ilişkin en keskin ve önemli bir konu olmuştur. İslamiyet ve Müslümanlar hakkında tarihi, politik, teolojik ve felsefi propoganda ve çalışmalar içeren kitap ve makalelerin basılması hızla artmıştır. “İslami köktendincilik’’, “politik ve radikal İslam’’, “İslami terörizm’’ ve “İslami Emperyalizm’’ hakkında endişeyle yazılar yazılmış ve konuşulmuştur. ABD’de Batı Kapitalizmi ve Sovyet Sosyalizmi “İslamo-faşizm” arasındaki büyük ideolojik çatışmanın bitişi sonrasında dünyadaki çatışmanın asıl kaynağı olan “medeniyetler çatışmasının” (Francis Fukuyama) canını okuyan iki tez geliştirilmiştir (Samuel P. Huntington). Bu nedenle, Mondializm açısından konmuş olan İslami mesafe evrenin sinir merkezi olmuştur. Komünizmin çöküşünden 27 sonra, kompaktlığını ve hareketlilik sitemini korumak için yeni bir düşmana ihtiyacı olduğu için ya da köktendincilik ve İslami terörizm nedeniyle gerçekten kendisini tehdit altında gördüğü için Batının İslamiyet’i ve Müslümanları hedef alıp almadığına dair ikilemler ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, Müslümanları “İsa’nın Sahte Askeri” imajına sokan Haçlı döneminin tipik basmakalıp yargıları yeniden ortaya çıkmıştır. Hristiyanlık ve İslamiyet arasındaki sert ilişki ve çatışmalar üzerine geçmişe ait yazıların ruhu ve tonu yeniden canlandırılmıştır. Haçlıların Müslümanların varlığına son vermeye yönelik çabalarının nostaljik imgeleri yeniden canlandırılmıştır. Bu nedenle, politize edilmiş teoloji ve teolojik hale getirilmiş bir politikanın politik söylemi ve aşırı yüklenmiş düşüncesi tarafından bir tehlike yaratılmıştır. ABD’deki trajik 11 Eylül 2001 terörist faaliyetlerine bir karşılık olarak, tanınmış İtalyan gazeteci, rahmetli Oriana Falaçi, bir zamanlar Marks ve Engels’in “Komünist manifestosunun” komünizm fanatiklerince karşılandığı gibi, Arnavutluk’ta bazı entelektüeller tarafından özel bir hayranlıkla karşılanan “Öfke ve Gurur’’ başlıklı “İslamofobi manifestosunu” yazmıştır. Allah’ın evlatları kinizmi ile lanetlenmiş ve tiksindirici olarak hedef tahtasına konulmuş Müslüman halklar listesinin başına, Falaçi çoğunluğunun İslami inancı nedeniyle Balkan bir halk olan Arnavutları koymuştur. Bazı Arnavut entelektüellerden metinlerin ve özellikle de “İslamofobi manifestosunun’’ söz konusu bu İslamofobik ruhunun ithal edilmesine cevap vermeden geçilmesine de müsaade edilememiştir. Ancak, bununla birlikte, Falaçit’in İslamofobik mesajları, “Peki, o zaman bu açıkça gösteriyor ki bu ideoloji bizlere barbar Osmanlılar tarafından getirilmiştir ve bizlerin Avrupa ve Arber ulusu ve ruhumuzun kaybına açık bir kapıdır; Esas barbarlık, ulusları içerisinden yıpratan ve boy gösterdiği zamanlardan itibaren ulusları kendi ideolojik karanlığına sokan politik İslam’dır” gibi ifadeler yazarak Müslüman yoldaşlarını provoke eden bazı Arnavutların kafalarını karıştırmaya devam etmiştir. Oysa ki, Batı’da Falaçit'in metinleri en başından itibaren eleştirilmiş ve hala da kutsal değerlere saygısızlık eğilimleriyle dolu ırkçı İslamiyet’i yabancı düşmanlığının tüm belalarından sorumlu tutan olarak eleştirilmeye devam etmektedir. Çok şükür ki, günümüzde Batıda İslamiyet’e tarafsız olarak bakıp, tarafsız bir şekilde açıklayan ve İslamiyet’in değerlerini tüm alanlarda vurgulayan bir çok alim bulunmaktadır. Bu kimseler İslamiyet’e ön yargı getirebilecek olumsuz sonuçlar hakkında ciddi şekilde endişelenmektedirler. Araştırma ve yorumlarında bu kişiler İslamiyet’e ilişkin söylemi dengelemeye ve 28 islamofobik performanslardan kaçınmaya çalışmaktadırlar. Fransız bilim adamı Oliver Roy “Din ve Politika arasındaki ilişkinin tespitinin Batı adına yeni bir zorluk olduğunu ve bu zorluğun da sadece İslamiyet’ten kaynaklanmadığını, İslamiyet’in, Batının kimlik bunalımını görme fırsatı bulduğu bir ayna olduğunu, Post-kültürel bir çağda yaşadığımızı ve postkültürelliğin bugünün dini canlanmasının temeli olduğunu” ifade etmiştir. “Batı Değerlerinin’’ (ifade özgürlüğü, demokrasi, kilise ve devletin ayrılması, insan hakları, özellikle de kadın haklarının) sadece Hristiyan değerleri olduğu, keskin meselesine karşı ciddi bir tartışma yapılmasını talep etmiştir. Bu, İslamiyet ve Batı arasındaki düşmanlığın, Batının Hristiyan olmasından kaynaklanmadığı, aslında daha çok Batının artık laik olduğu hususundan kaynaklandığı sorununu gündeme getirmektedir. Balkan kökenli ciddi bilim adamları bile, Balkanlarda İslamiyet tarihi, Avrupa’nın bu bölümünde İslamcılığın nedenleri ve etmenleri, Balkan uluslarında İslamiyet’in etkileri üzerine değerli eserler yayınlamışlardır. Bu konferansta özellikle Bulgar kökenli yazar Ina Merxhanova tarafından bu yıl yayınlanmış olan, tarihi ve günümüz gelişmeleri açısından Balkanlarda İslamiyet’in önemli boyutlarının gösterildiği ve dikkatli bir şekilde analiz edildiği “Ümmetin Yeniden Keşfi, Milliyetçilik ve Trans-Milliyetçilik Arasında Balkanlardaki Müslümanlar” adlı bir eserden bahsetmek istiyorum. Batıda ve Arnavutluk’ta hala Arnavut bilim insanları tarafından yazılıp yayınlanmış bu tür eserlerin olmamasını esefle karşılıyorum. Okuduklarımdan ve öğrendiklerimden, Balkanlardaki İslamofobinin çok kompleks bir konu olduğu, özellikle Arnavutluk politika ve entelektüel boyutu açısından analiz edilmesi gerektiği şekilde hala analiz edilmediği izlenimini edindim. İslamofobinin, dünyada islamofobinin daha genel bağlamı içerisinde ve Balkanların daha spesifik somut davası bağlamı içerisinde olacak şekilde iki alanda gözlemlenip açıklanması gerekmektedir. Balkan hususunun en karanlık bölümü, Yahudi doğumlu ve Sırbistan’da yetişmiş Amerikalı bir yazar olan Paul Mojzes’ in: “Eğer en büyük olma üzerine kasıntı bir ırk var olsaydı, Balkanlar soykırım ve etnik temizlik konusunda şampiyonluğu talep edebilirlerdi’’ ifadesi ile alaycı bir şekilde gösterilmiştir. Balkanlarda etnik temizlik ve soykırımın sayısız örnekleri mevcuttur. Birçok davada, bu husus İslamofobi tarafından harekete geçirilmiştir. Balkanlarda, İslamofobinin gölgesi nüfusun kitlesel olarak İslamlaştırılması 29 öncesinde başlamıştır. 1939’ da kaybedilen Kosova savaşında, ilk olarak, Prens Lazar ve Kutsal Sırbistan efsaneli dinsel-politik Ortodoks mistisizmini ve mitolojisini başlatmıştır . Habsburg İmparatorluğu Generali Pikolomini ve Arnavutluktan Romalı Katolik Papaz Pjeter Bogdani tarafından yürütülen Müslüman ve Osmanlı-karşıtı 300 yıllık savaş sonrasında, 1689’daki yenilgi, Balkanlardaki efsanevi İslamiyet korkusunu güçlendirmiştir. Bundan sonra, söz konusu bu dini-politik efsane Sırpların Kosova’dan geniş kapsamlı yerlerinden edilmeleri kurgusu ile zenginleştirilmiştir. Kosova, Yugoslavya komünist yönetimi tarafından zapt edildiğinde ve de Arnavutlar soykırımın kurbanı olduklarında, Sırpların Kosova’da iddia edilen etnik temizliğine yönelik şikâyetler de ayrıca eklenmiştir. En nihayetinde ise Sırplar, NATO’ nun 1999’da Arnavutlar tehlikede olduğu için değil de, Hristiyanlığı İslami köktendincilik tehlikesi ve Arnavut-Müslüman terörizminden korumaya çalışan Sırpların etnik temizliğini yapmak için Kosova’ ya müdahale ettiği iddiası ile tüm dünyayı şaşırtmıştır. Aslında, Kosova’daki üç önemli savaş da (1389, 1689, 1999) Ortodoks Sırpların, Arnavut vatandaşların ve sonrasında da Kosovalı Arnavut Müslümanların etnik fizyonomisini değiştirme çabalarının tarihi başarısızlığı ile sonuçlanmıştır. Balkanlardaki Müslümanların çoğunluğunu oluşturan Arnavut Müslümanlar, Arnavut-fobi ve İslamofobi konusunda kendilerini her zaman iki kat tehlike ve tehdit altında hissetmişler tehdit ve tehlike altında kalmışlardır da. Birçok araştırmacı, Balkanlarda iki önemli kırılma hattını ayırmaktadır: Katoliklik ve Bizans Ortodoksluğundaki büyük anlaşmazlık ile Osmanlı zaferi sonrasında Hristiyanlık ve İslamiyet arasındaki büyük uyuşmazlık. İslamiyet korkusunun Balkanlarda yayılmasını bu araştırmacılar ulusal uyanış çağının başlangıcı ve on sekizinci yüzyıl sonlarından itibaren Hristiyan topluluklarda milliyetçiliğin ortaya çıkışı ile yakından bağlantılı olarak görmektedirler. Balkanlarda soykırımın yukarıda bahsi geçen analizi, İslamofobinin burada yirminci yüzyılda etnik-korku olgusuna ilave boyutlar ve daha şiddetli bir mahiyet kazandırdığını dolaylı olarak ispatlamaktadır. Mojzes, 1912-13 yıllarındaki Balkan Savaşlarının yüzyıl başında Avrupa’daki ilk soykırımın işareti olmakla birlikte, 1990’lı yıllardaki eski Yugoslavya’daki savaşın ise Avrupa’daki yirminci yüzyıl etnik temizlik ve soykırımına yakın olduğunu ifade etmiştir. Yirminci yüzyıl başlarındaki ve sonundaki Balkan savaşlarının etnik-korku ve İslamofobi tarafından harekete geçirildiğine şüphe yoktur. Basna vakasında, Yunan paralı askerlerin, Rus, ve diğer Bosnalı Sırp kanattaki gönüllülerin ve Bosnalı Müslümanlar kanadında 30 6,000’e yakın gönüllünün bu savaşa katılması açıkça teyit edilmiş ve belirtilmiştir. Bosna’daki savaş sonrasında, Müslüman liderler bağımsızlık savaşlarının daha politik boyutlarını yerleştirmek için bu hususu zayıflatmaya çalışmışlardır. Kosova’da işler farklı gelişmiştir. Sırpların, Avrupa’yı İslami Terörizme karşı savaştıklarına ikna etmelerine fırsat vermemek adına, Arnavut savaş liderleri yurt dışından gelen Müslümanlara engel olmak için savaşın başlangıcından itibaren bu konuda maksimum dikkat göstermişlerdir. Ancak, Kosova vakasında bile, Rusya’dan, Yunanistan’dan gönüllüler ile soykırımsal Sırp saldırganlığını destekleyen diğerleri vardı. Her iki dava da, Bosna ve Kosova vakaları, bu vakanın iç savaş mı yoksa dini bir savaş mı olduğu konusunda tartışma yaşanmasına hizmet etmiştir. Sırp propagandası, Sırbistan’ın iç meselesi olarak bunun bir iç savaş olduğu ve İslamik terörizme karşı savaştıklarını söyleyerek bu savaşın ayrıca dini boyutlarının da bulunduğunu ilan etmiştir. Aslında kelime uluslararası bir çatışma, farklı ülkelerin popülasyonlarının Sırp saldırganlığının yönetiminden özgürleşmeye yönelik ortak mücadele hakkında pratiğini yitirmiştir. NATO müdahalesi, özellikle Kosova’daki, bu şekilde açıkça dile getirilmese de bunu ispatlamış, ancak diplomatik Batılı güçlerin politik bilinci içerisindeki yerini çoktan almıştır. Arnavutluk’taki politik gözlemciler Bosna’daki savaşın politik ve dini boyutları olduğunu kabul etmişlerdir. Kosova’ya yönelik olarak ise, Sırbistan Kosova’da dini, Müslümanlık-karşıtı soykırım yaptığı için doğru olmayan sadece politik boyutun olduğu iddia edilmiştir. “Dini savaş ya da iç savaş” sorunu günümüzde Suriye vakasında tartışılmaktadır. Suriye’de yaşanmakta olan trajedi söz konusu bu iki tür savaşın da özelliklerine sahiptir. Günümüz Suriye’sindeki kavga ile İspanya’da 1930’lu yıllardaki savaş arasında benzerlikler yapmak mümkündür. Ancak, Suriye’deki durum daha komplike olup, aslında jeo-stratejik nedenlere, uluslararası jeopolitik çatışmalara yönelik olarak savaşlarla daha fazla ilgimiz olduğu için, paralı asker ordularına sahip bugünün vakası “vekillerin savaşları” günümüz dünyasında çok tehlikeli bir olgu olmaktadır. Din günümüzde, İspanyadaki iç savaş zamanında ideolojiden daha çok araçsallaştırılmaktadır. Rusya’da örneğin, ABD başkan yardımcılığı eski adayı Sarah Palin’in “Her iki taraf da Allahü Ekber çağrısıyla birbirini öldürüyor, o zaman bunların işini çözmek için Allah’ın bırakılması gerekir” dediği gibi, savaş 31 Müslümanlar arasında olmasına rağmen, Rusya’nın Orta Asya Hristiyanlarını korumak için gönüllüler ile askeri müdahale de bulunacağına dair tehdit edici sert sözler duyulmaktadır. En büyük şair olarak görülen Petar II Petrovic Njegos 1847’de “Dağ Çelengi” (GornijVijenac) adlı Sırp epik şiirinde islamofobik hisler ve zihniyetlere ilişkin vezinli ilahiler yazmakla birlikte, Mojzes bizlere etkin temizlik (Serbian Ocistiti) teriminin ilk kez Sırp dili ve kültürünün atası, Vuk Karadzic tarafından 1806’da kullanıldığını hatırlatmaktadır. Bu, daha sonraki bir çok Sırp entellektüel ve siyasetçinin düşünme ve yazma biçi olmuş olup aynı zamanda da Sırp halkının günümüze kadar ne şekilde eğitildiğini de göstermektedir. Amerikalı araştırmacı Michael A. Sells “Hiç kimseden sömürgecilerini takdir etmelerini bekleyemeyiz. Ancak Sırbistan tarihi üzerine (günümüzdeki) aktüel milliyetçi tepkiler, Osmanlı, Türk ve Müslümanların kendisini bela olarak (Balkan toprağı üzerinde, not AB) aldatması yoluyla domine edilmiştir” diye yazmıştır. Sells ayrıca, Montenegro Njegoshi Prensi – Başpiskoposunun mezbaha yerine türkleştirilmiş kişilerin (Müslümanlar) yerleştirilmesinin İslamofobik canlı sahnelerini inşa ettiği Dağ Çelengi şiirini de analiz etmiştir. Sells Dağ Çelengi şiirinde yer alan “Türkleştirilmiş veya Türkler” ifadesinin, Slavların doğaları itibariyle Hristiyan olduklarını ve Hristiyanlıktan herhangi bir ayrılmanın sadece doyumsuzluğun iğrençliğinden değil aynı zamanda Slav olmayana bir dönüşümün şeklini değiştiren bir inanç olan Hristiyan-Slavizmini yansıttığını belirtmiştir. Sells, söz konusu bu Hristiyan-Slavism olgusunu etiketleyen ilk kişidir. Sells ayrıca, Müslümanları “Sırpları aldatan ırk” olarak tanımlayan bugünlerin yazar ve politikacısı Vuk Draskovic’in Bıçak adlı romanına Müslümanların şeytanlaştırılmasını bulmaktadır. Draskovic söz konusu bu kavramı tutkuyla ve çeyrek yüzyıl önce bir Fransız gazetesinde İsmail Kadere ile münakaşaya dâhil olduğunda gururla savunmuştur. Biyoloji genetisyeni ve eski bir Sırp lideri, Biljana Plavçiç “İslamiyet’i kucaklayan sapkın genetik malzemedir. Ve söz konusu bu gen güçlenerek, nesilden nesile giderek daha da kötüleşmektedir. Kendisini sadece ortaya çıkarmakta ve genlerde kaynaklanan düşünüş biçimi ve davranış tarzını dikte etmektedir” diye yazarak, Hristiyan-Slavizmini bilimsel olarak kanıtlamaya çalıştığında bile Hague Mahkemesi tarafından hapis cezasına çarptırılmıştır. Genetik tuzaklı bu edebi, politik ve dini manzara, XIX – XX. Yüzyıllar esnasında şiddetli performansların ve İslamofobik kampanyaların birbirini 32 izlediği Balkanlar’ın diğer ülkelerinde, Yunanistan’da, Bulgaristan’da İslamofobi pratiklerinin ruhunun anlaşılmasında ayrıca uygulanmıştır. 1870’li yılların ortalarında, Bulgaristan’ın ulusal bağımsızlık savaşı zamanında yaklaşık 180,000 Müslüman Bulgaristan’ı terk etmiş olup, 1878’den 1912’ye kadar diğer 350.000 tanesi de kaçmıştır. 1925 ve 1939 arasında 200,000 Türk Bulgaristan’dan ayrılmıştır. Bu sayıyı 1950-51 yıllarında 212. 000’den daha fazla kişi takip etmiştir. Yaklaşık 450,000 Müslüman, iki ülke arasında Müslüman ve Hristiyanların nüfus mübadelesi anlaşması kapsamında Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmiştir. AvusturyaMacaristan yönetimi (1878-1918) esnasında 150.000’den fazla Bosnalı Müslüman Türkiye’ye kaçmıştır. Müslümanların Yugoslavya’dan göç dalgası 1949 yılında 117.000, 1954 ve 1960 yılları arasında 183.000 ve 1992 yılında 25.000 olarak sayılmıştır. Yugoslavya’dan yerlerinden edilen Müslümanların büyük bir çoğunluğu Arnavutlardır. Merxhanova’nın bahsettiği bu sayılara, 1870’lerin ortalarında Nis’in kenar semtlerinden sürgün edilen yüz binlerce Arnavut dâhil edilmemiştir. Aslında, kampanyalarla ve kampanyasız olarak Yugoslavya’dan istikrarlı bir şekilde sürgün edilen Arnavutların sayısının doğru bir özetine sahip olunmadığı ortaya çıkmaktadır. Söz konusu bu sayı oldukça büyüktür. Yunanistan’ı terk eden Müslümanlar arasında on binlerce Arnavut bulunmaktadır. II. Dünya savaşının sonunda, Yunanistan’da Müslüman Arnavut nüfusu üzerinde, bunların birçoğunu katlederek ve on binlerce başkalarını Arnavutluk içerisine sürgün ederek gerçek bir soykırım gerçekleştirilmiştir. Selanik’te ve tüm Yunanistan’da Müslümanların, Kastoria, Florina, Çameria’da bir çok Arnavut Müslümanın ya da Anadolu İzmir’de iki dünya savaşı arasında Balkan savaşları sonunda Hristiyan Türklerin ve Yunanlıların maruz kaldığı kader, farklı inançlara sahip toplulukların bile devlet anlaşmasıyla değiş tokuş edildiğinde bile, bu olgunun etnik temizliğin olumsuz kavramının dışına çıkamayacağı düşüncesine yol açmıştır. Müslüman Türkler ve diğer Müslüman Bulgarlar, etnik-dini bir ulusun yeniden canlanma süreci ve sosyalist homojen Bulgar devletinin yaratılması yüzü suyu hürmetine İslami inanışlarından vazgeçmeye zorlanmaları adına “Müslüman adlarının Slavlaştırılması” çirkin kampanyasına maruz kaldıklarında, İslamofobinin çirkin bir tasavvuru 1980’lerin ortalarında Bulgaristan’da gözlemlenmiştir. Türkiye’ye kitlesel göçler yaşanmıştır. 1990’larda Bosnalı ve Kosovalı 33 Müslümanlara karşı yürütülen soykırım ve etnik temizlik zaten tüm dünyada bilinmektedir. Tam da diğer dinlerin inananları gibi, Arnavutluk’taki Müslümanlar da 1967-1990 yılları arasında komünist dönem esnasında, totaliter ateizm tüm dini inançları yasa dışı ilan edip, camileri ve dini kurumları imha ettiğinde bir dram yaşamışlardır. Dini vecibelerini aleni veya gizli bir şekilde yerine getirmeye çalışan insanlar hakkında soruşturmalar açılmış ve cezalandırılmışlardır. Arnavutluk devleti dışındaki Müslüman Arnavutlar bu tür uygulamalara maruz kalmamış olsalar da onlarda dini inançlarından ötürü ilave acılara maruz kalmışlardır. Sürekli İslamiyet’i terk etmeleri ve yöneticilerinin Ortodoks dinlerine geçmeleri konusunda baskı altında tutulmuşlar, din değiştirmenin aynı zamanda etnik insan yabancılaşmasını beraberinde getirdiği sapkın düşüncesine göre bu sayede daha kolay bir Müslüman asimilasyonuna hazırlanabileceklerdir. Müslüman Arnavutların dini inançlarını değiştirmeyi reddetmeleri kendilerinin aşağılanma, şiddet, katledilme ve Türkiye’ye sürgün edilme gibi her türlü kötü muameleye maruz kalmalarına neden olmuştur. İslamofobi, Balkanlardaki İslamlaşma sürecini saptırmak için her zaman yoğun bir propaganda ile beslenmiştir. Ina Merxhanova: “Politik, Sosyal ve Kültürel gelişmelerin akımları araştırılıp incelendiğinde, sürekli olumlu ve olumsuz açıdan Balkanlar’daki Osmanlı yönetiminin meşruiyeti hakkında konuşulmaktadır. Olumsuz değerlendirmeler Hristiyan toplulukların ulusal ideolojilerini domine etmekte ve söz konusu değerlendirmelere genel olarak Osmanlı yönetimi nedeniyle toplumlarının ne şekilde tahrip edildiği ve kültürel gelişimlerinin sekteye uğratıldığı hikâyeleri etrafında yeniden canlandırılmaktadır. Beş yüz yıllık Türk hâkimiyeti bahsi ve Osmanlı geçmişinin bir istila ve zorla İslamlaştırma dönemi olarak kavramsallaştırılması yirminci yüzyılda milliyetçi söylemin enstrümanlarına dönüşmeye başlamıştır. Bu husus komünist tarih yazımı için bile doğrudur. Söz konusu bu imgeler popüler söylemde sirkülasyona tabi tutulmuştur. Özellikle, kişisel ve toplu düşüncelerdeki bozukluklardan sosyal geriliğe ve demokratik olmayan eğilimlere kadar değişen olumsuz özellikler söz konusu olduğunda, Arnavutluk’ta bile, propagandadan ülkenin ve toplumun gelişmesindeki gecikme adına Osmanlı yönetimini suçlamaya yönelik popüler anlatılara kadar tarih yazımı alanında hiç de önemli olmayan bir eğilim göze çarpmaktadır. “Türkiye yüzünden geri kaldık” ifadesi atasözü benzeri bir söylem haline gelmiştir” diye yazmaktadır. Osmanlı yönetiminin Balkan 34 halklarının ekonomik ve kültürel gelişimini engellediği yönündeki Hristiyan halkı düşüncelerinin temelsiz olduğunu, ve özellikle ilk yüzyıllarda, İmparatorluğun en yüksek noktaya ulaştığı dönemlerde Osmanlı yönetiminin Balkanlarda köylü sınıfını özgürleştirdiğini; Balkanların ekonomik ve kültürel gelişimini ileriye taşıdığını düşünen ciddi bilim adamları mevcuttur. O sıralarda Osmanlı İmparatorluğu daha organize, daha liberal ve bazı açılardan Batu Avrupa’dan daha ileri bir devlet sistemini sunmuştur. Söz konusu bu tür değerlendirmeler, Arnavutluk’ta, Osmanlı yönetiminin Arnavutlara yönelik olarak kendilerini Orta Çağda uygar ve gelişmiş Avrupa’dan ayıran ve şuanda Avrupa’ya katılmaktan alıkoyan kara bir gece olduğunu durmadan dile getiren bir takım Arnavut entelektüelin görüşünü temelsiz kılmaktadır. Söz konusu bu İslamofobik kavramlar eğer İslamiyet terk ederlerse, Arnavutların Avrupa’da olumlu olarak karşılanacakları ve halihazırda güçlü hedefe, Avrupa bütünleşmesine kısa sürede ulaşacakları, varsayıldığı gibi pragmatiktir mantık yürütmesi ile desteklenmiştir. Rahmetli Arben Xhaferi Demokratik Partinin Başkanı “politik İslamın Makedonya’da ulusal davaya zarar verdiğini düşünmüştür, bu potansiyel bir tehlike olup, her nerede olurlarsa olsunlar Arnavutlar adına anti-ulusal bir ideolojidir’’ diye yazdığında davada barışın hakim olması gerektiği davalarda bile islamofobi genel eğilimi hissedilmiştir. Balkanlarda İslamiyet’e geçiş üzerine sayısız bir çok tartışmayı zoraki İslamlaştırma teorisi domine etmiştir. “Zoraki İslamlaştırma” teorileri, yönettikleri tüm Müslümanları ikna ile veya zorlama ile Hristiyanlığa döndürme haklarının olduğu iddiasını desteklemek amacıyla, 1912-13 Balkan savaşları esnasında Balkanlardaki siyasi yöneticiler tarafından kullanılmıştır. Ortodoks Sırplar on dokuzuncu yüzyılın başında ayaklanma zamanından itibaren bu süreci başlatmışlar, 1870-80 yılları arasında Nis civarındaki alanlarda bulunan Arnavut Müslümanların etnik temizliği sırasında ve daha sonra Kosova ve Bosna’da günümüzde Sırp Cumhuriyeti olarak bilinen alanların etnik, dini homojenizasyonuna yönelik olarak devam ettirmişlerdir. Ortodoks Yunanlar aynı sürece 1821-1830 yıllarında bağımsızlığa yönelik ayaklanmadan itibaren başlatmışlar ve ilhak ettikleri bölgelerde buna ara vermemişlerdir. Bulgar ve Karadağlılarda aynısını yapmışlardır. Zoraki İslamlaştırma teorisi Balkan ülkelerinde günümüz politik söyleminde, tarih yazımında ve propagandasında hüküm sürmeye devam etmektedir. Ancak gerek Balkanlar’da gerekse de Balkan ülkeleri dışında Balkanlar’daki Müslümanlaştırma hususunun belirli politik, ekonomik, sosyal, manevi ve psikolojik faktörler altında zamanla gelişen çok kompleks bir süreç 35 olduğunu düşünen yazarlar mevcuttur. İslamlaştırma, farklı Hristiyan topluluklarına farklı oran ve derecelerde yapılmıştır. En yüksek oranlar on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda yapılmış olup, açıklanamayan nedenlerle on sekizinci yüzyılın ikinci çeyreğinde aniden kesilmiştir. Arnavutluk’ta İslamlaştırma daha sonra başlamış olup, sonra da devam etmiştir. İslamlaştırma süreci genel olarak Osmanlı İmparatorluğunun zayıflama dönemlerinde ve aynı zamanda Rus-Slav Ortodoksluğunun Balkanlar’daki saldırıları nedeniyle kesintiye uğramıştır. Rusya zaten 1774 yılında, Osmanlı İmparatorluğuna, Balkanlar’daki Ortodoks Hristiyan toplulukların koruyucusu olarak rolünü kabul ettirmiştir. Aynı rol, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa’dan Katolik nüfus adına alınmıştır. En absürt paradoks, zoraki İslamlaştırma üzerine söz konusu bu Hristiyan Balkan ulusal tezinin mekanik olarak benimsenmesi, söz konusu bu husus gönüllü İslamlaştırmanın en tipik örneği olabilecek olmasına rağmen, Kosova ve Arnavutluk’ta bile popüler söylemde yaygın olması ve entelektüeller, politikacılar ve Arnavut propagandacılar tarafından defalarca tekrarlanmasıdır. Zoraki İslamlaştırma hakkında klişe sahiplerine ne kadar karşıt argümanlar verirseniz verin, özellikle Arnavut Müslümanların tarihsel dini günahlarından arınıp atalarının dini olan Hristiyanlığa geçmeleri tezini desteklemek amacını güdenler zihinlerini karşıt argümanlara kapatmış durumdadırlar. Hristiyanlığın 2000. yıl dönümü etkinliğinde 1999 yılında Tiranda 16 – 19 Kasım tarihleri arasında Arnavutluk Piskoposları Konferansı tarafından düzenlenen Arnavutlar arasında Hristiyanlık Uluslararası Sempozyumu Arnavutların ön kitlesel İslamileşmesini, İlaryan olarak Arnavutluk’u Avrupa uygarlaşma temeli yapan Hristiyanlığın kabulünün olağanüstü zamanları olarak görmüş ve Hristiyanlığın savunucusu olarak George Kastrioti ile son bulmuştur. Osmanlı çağı ve İslamlaşma Arnavutların trajik dönemi ve bu asil toplumun ruhunun imhasının derin uçurumuna atlayış olarak beyan edilmiştir. Bu sempozyum yapılmadan önce, Arnavutluk’ta bulunan Fransiskan kütüphanelerinde provakatif başlıklı “Kutsal Arnavut Mücadelesi” (Albanian Reconquista) adlı bir roman sergilenmiştir. Kosova ve Arnavutluk’ta 2001 Noel Arifesinde, Shan Dom Zef’in bizlere emrettiği şekilde Türkler güçlü oldukları dönemde bizim dinimizi değiştirdiler, bugün ise daha güçlü olan bizleriz; Amerika’nın ve tüm dünyanın desteği bizimle; Hadi uykunuzdan uyanın, İslamiyeti terk edin ve ata dininize (Hristiyanlığa) geri dönün islamofobik söylemini barındıran izlere rastlanmıştır. İfadelerin önceden 36 alıntılandığı aynı kavram tarzı ile, Hristiyan odaklı çevrelerin Müslüman karşıtı propagandası açıklanabilecektir. Bağımsız Arnavutluk devletinin başlangıcından itibaren, Arnavut ulusunun dini fizyonomisinin normalleşmesi üzerine, Müslüman (Sünni-Bektaşi), Ortodoks ve Katolik toplulukların dini konfederasyonu olarak, dini temeller üzerine inşa edilmiş bir ulusa yönelik, Güney Arnavutluk’ta Ortodoks nüfusun benzeri bir devletinin yaratılmasına yönelik ya da Bektaşiliği resmi devlet dini olarak ilan etmeye yönelik fikirler var olmuştur. Arnavut Müslümanların, Katolik papalığa bağlı Birleşik Hristiyanlar içerisinde Protestan’a veya Ortodoks’a dönüştürülmesine yönelik politik projeler var olmuştur. Ancak, Arnavutluk’un bağımsızlığı sonrasındaki dini tehlikeler, birlikte var olma geleneği ve antik Arnavut kanunu ve Arnavutların yabancılar tarafından dini çatışmaya çekilme konusunda av olmaya karşı gösterdikleri dikkat sayesinde önde gelen politikacıların birçoğu tarafından gösterilen olgunluk nedeniyle başarılı bir şekilde atlatılmıştır. Dini bağlantılarına göre Bosna-Hersek’i, Slav halkların dilediği şekilde üç ulusa ayıran ve günümüzde hala ıstıraplı sonuçlara vesile olan olgu çok şükür ki Arnavutluk’ta gerçekleşmemiştir. Arnavutluk devletinin bir resmi dil belirlememesi, İslami topluluğun sona ermeden bir yıl önce Halifelikten ayrılması Arnavutluk’ta olumlu bir etki yaratmıştır. Birçok zorluğa rağmen, 1927 yılında İstanbul Patrikliğinin, maalesef 1991’den itibaren Yunan kilisesi tarafından işgal edilen Arnavut Ortodoks Kilisesinin tanınması olan Tomosin Otoşefalini bırakmasına ulaşılmıştır. Dini çoğunluk olarak güçlü dini çatışmalarımızın olmayışı, Arnavutluk’taki Müslümanların tartışmasız saygınlığıdır. En kötüsü, olmaması gereken zamanda daha sonra olmuştur. Komünizmin çöküşünün hemen ardından ve ekstreme ateizmi kaşıyarak, manevi, sosyal, politik ve kültürel alanda islamofobi sanki ithal edilmiş bir olgu gibi Arnavutluk’ta aniden ortaya çıkmıştır. Söz konusu bu islamofobinin destekçisi olmaya kararlı olan Arnavutlar en son Batı Avrupa dini modasının takipçileri olarak mağrur olmak ve tabi ki komünizmin çöküşü ile ortaya çıkan önemli değişiklikler sonucunda Arnavutlar arasında özel ve modern görünmek için, Arnavutluk dışındaki islamofobik odaklar tarafından kabul edilmek amacıyla bu yola çıkmışlardır. Burada esecek olan islamofobi rüzgarının uyarı işaretleri, Arnavut ulus toplumunun, devlet dini politik fizyonomisini yeniden şekillendirmek için, 4 Şubat 1990 tarihli, komünist lider Ramiz Alia ile yapılan toplantıda platformunu ifade eden popüler yazar İsmail Kadare tarafından verilmiştir. Kiliselerin Ortodoks ve 37 Katolik inanç sahipleri için bir an önce açılmasını tavsiye etmiştir. Kesin bir şekilde inkar edilmemekle birlikte, Müslümanların camilerinin açılmasını yeniden düşünme hakları, kültür, eski anılar ve nostaljik Türkler öncesi dönemle bağlantılı olduğundan, Arnavut Hristiyan inançlıdır eğilimi nedeniyle bu tür eylemden kaçınacakları umudunu ifade etmiştir. Kadare’ ye göre: “Geçen yıllar üzerine, Osmanlılarla birlikte sonraki bir din olarak gelen İslamiyet, (öncelikli olarak Arnavutluk’ta ve sonrasında Kosova’da) Hristiyan dini ile ülkeyi terk etmek üzere unutulup gidecektir.” Arnavut Müslümanların Katolikliğe geri dönmeleri fikri ve gerekliliğini, İsmail Kadare 15 Eylül 1991 tarihinde Papa II. John Paul’e yazdığı, “Papa’ya Ait oldukları dine bakılmaksızın Arnavut kız ve erkeklerin haç işareti takmaya başladıkları iyi haberini verdiği bir mektupta daha açık bir şekilde ifade edecektir. Mütevazi bir günahkarın yalvaran ifadeleri ile O (Arnavut ulusu) çoğu zaman cezayı hak etmiştir, ancak sahip olduğu kadarıyla değil eğer hak edilen ceza affedilmeyi hakkettiğinden daha fazla ise her zamankinden daha fazla inanca, arınmaya, aydınlanmaya ihtiyacı bulunmaktadır. Sizden başka hiç kimse bu manevi uyanışı daha iyi anlayamaz ve yardım edemez” diyerek Papa’nın ruhuna dokunmaya çalışmıştır. Bu hislerle, kadare İslamiyet ve Müslümanlara karşı 22 yıldan daha fazla olan kampanyasına inatla uymuştur. Bu, Arnavutluk, Kosova, Doğu Arnavutluk ve Arnavut diasporasında gerçekleşen dini, politik, kültürel, propagandanın öncüllerinde zaten yer alan islamofobinin esasıdır. Ocak 1995’de, “Arnavutluk İslami mühimmat deposu mu? ” yazılı afişler gördüğü Paris’ten Tiran’a henüz dönmüş olan Kadare’nin bir öğrencisi, bu başlıkla bir makale yayınlamış ve Arnavutluk’taki nüfusun derhal nüfus sayımının yapılmasını ve idari olarak tüm Arnavut Müslümanların Hristiyanlara dönüştürülmesini bu sayede Arnavutluk’un Müslüman çoğunluk nüfusu ile ülkenin kara etiketinden ilk ve son olarak kaçabileceğini önermiştir. Bu Hristiyan Avrupa’nın çeşitli kökten dinci unsurlarının, öncelikli olarak da Yunan Ortodoks kilisesinin ve Vatikan politik, dini ve diplomatik mekanizmasının 22 yıl boyunca süren hedefi olarak kalmıştır. Devlet ve Yunan Ortodoks Kilisesi, nüfus sayımında her vatandaşın ait olduğu inancı beyan etmesi gerektiği konusunda Arnavut hükümetine baskı yaptığında, bu kampanya 2010-2011 yıllarında zirve noktasına erişmiştir. Buradaki amaç, Arnavut toplumunu çok etnikli bir topluma dönüştürmek için, gelişi güzel bir şekilde ve resmi olarak Hristiyan, Ortodoks ve Katolik, Yunan azınlık ve diğer etnik-kültürel grupların inanç sahiplerinin sayısının gerçekte olduğundan daha yüksek olarak beyan edilmesidir. Bu durum kamuoyu nazarında ve Arnavutluk’taki politik ve 38 toplumsal organizasyonlar nazarında çok büyük muhalefete neden olmuştur. Aslında, söz konusu bu İslamofobi ve Arnavutfobi faaliyeti başarısızlığa uğramıştır. 2012 yılı aralık ayının başlarında, nüfus sayımının, %83 Arnavut ve % 57.12 (artı %2.1 Bektaşi) olmak üzere nüfusun hem etnik hem de dini bileşiminin beklenmedik sonuçları açıklanmıştır. Müslüman inanç sahiplerinin sayısı bahsi geçen (%70) ile kıyaslandığında azalma göstermiş olsa da, bu azalış İslamofobların beklediği gibi (% 70’den % 60’lara) bir düşüş olmamıştır. Katolik inanç sahiplerinin sayısı önceden de olduğu gibi (%10) olarak kalmış ancak Ortodoksların sayısında (%20’den % 7’lere) sert bir düşüş yaşanmıştır. Yunanca konuşan azınlığın önemsiz yüzdesi daha da azalmıştır. Arnavutluk’ta deniz aşırı ülkelerden İslamofobi ithaline, İslamiyet’e karşı her türlü uydurma tezin tasarlanması eşlik etmiştir. Arnavutlara tek-dinlilik olgusunun yaratılması (Hristiyan anlayışı) acil bir ihtiyaç olarak takdim edilmiştir. Arnavutların üç dininin mevcut yüzyılını kucaklarken, son uyduruk tez 2005 yılında İngiltere Oxford Üniversitesinde düzenlenen bir konferansta Arnavut devlet başkanından: “Tarihi kaderciliğimiz ve diğer bir çok felaket. İslamiyet’in orijinal bir din olmadığı yayılmaktadır ve Arnavutlar, yalnızca istilacıların dini olduğu için İslamiyeti terk etmelidirler, Müslüman Arnavutlar şov için Müslümandırlar, derinizi kazırsanız, Hristiyan kanının derhal ortaya çıktığını göreceksiniz” diye beyan edilmiştir. Uyduruk tezleri yayanlar, eğer gerçekten iddia ettikleri gibi olsaydı, Arnavutların Osmanlı yönetimi altında olmadıkları bir yüzyıl boyunca Arnavut topraklarının dini fizyonomisini değiştirebilecekleri ve atalarına özgü İslamlaşma günahını temizleyebileceklerini hesaba katmamaktadırlar. Müslüman Arnavutlar, bağımsızlıklarının dördüncü veya beşinci nesli olan şu anda bile İslamiyet’in iyi inanç sahipleri olmaya devam etmekte olup, İslamileşmeyi Arnavut kültürel yaşamında ulusal bir olay olarak görmemekte aksine fizyonominin, ulusal kimliğin ve kültürün ayrılmaz, gerekli bir bileşeni olarak görmektedirler. Eğer Hristiyanlığa dönülmezse, Hristiyan Avrupa Arnavutları cezalandıracaktır tezinden İslamofobların beklediği etki gerçekleşmemiştir. Haçlıların ve Müslümanların Avrupa’dan atılması çabalarının ruhu, İslamofobların Arnavutluk’ta takdim etmeye çalıştıkları derecede yüksek bir tehdit düzeyi değildir. Müslüman-Osmanlı tehlikesinden kurtulmuş Batı medeniyeti olarak 15. Yüzyıl İskender beyi hakkında böbürlenerek, İslamofoblar şimdilerde Arnavutların gerçek Avrupalılar olduğunu, tarihsel bağlantılı her türlü Doğu mirası, kültür ve 39 dinden kurtulmaları gerektiğini, Hristiyanlığın ünlü bir figürü olduğu için, Arnavut Mother Teressa hatırına Arnavutların bu şekilde davranmaları gerektiğini ispatlamak için XXI. yüzyılda bu hususu bir yükümlülük haline getirmeye çalışıyorlar. Günümüz Arnavut İslamofobları, dini inanç sahipleri olarak İslamiyet’in bugün Arnavutların en önemli manevi rolü olduğu, İslamiyet’in daha çok kendi aralarında onları birleştiren birdin olduğu için aynı zamanda politik bir kalkan vazifesi gördüğü, onları Hristiyan komşularından ayırdığı şeklindeki argümanlardan hoşlanmamaktadırlar. Arnavut İslamofob tezleri Radikal İslam’a karşı küresel stratejinin türevleridir. İhtiyatlı gözlemciler, İslamiyet’in yüksek değerlerini ve insanlık tarihindeki büyük katkılarını tarafsızlıkla temsil etmek için ellerinden gelen en iyi çabayı gösterdiklerinde bile, İslami radikalizm ya da İslami Terörizme ilişkin tehlikeler üzerine Batı literatüründe bulunan klişelerden ve tanım itibariyle temelini İslamiyet’in bütüncül vizyonunda bulan ve nihai amacı küresel halifelik olan ve de moderniteyi İslamiyet’e karşı tümleşik bir komplo olarak gören, bir bütün olarak İslami ilerleme karşıtı, anti-demokratik hareketler olarak bütüncül İslamiyet algısından kurtulamamaktadırlar Ina Merxhanova, Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında bir araya gelen gelenekler, Balkan Müslümanların fizyonomisi ve Avrupa’ya karşı yönelimleri nedeniyle buraların radikalizme beşik olamayacağı gerçeği doğrultusunda, Balkanlardaki temelsiz radikal İslam korkularını haykırmaktadır. O’na göre, Balkan İslam’ı daha ılımlı, daha modern ve Avrupa İslam’ından daha liberaldir. Tipik Arnavut Müslümanları böylesi tipik bir İslamiyet’in takipçileri olarak tanımlamakta ve Arnavutlaştırılmış bir İslamiyet hakkında yazan ve konuşan Arnavut İslam topluluklarının liderlerinden bahsetmektedir. Merxhanovës’in çarpıcı analizi, geleneksel Osmanlı-Türk İslamiyet’i ve Arap İslamiyeti arasında günümüzde abartılı çatışmalara yol açabilecek, İslamiyet içerisinde İslamofobi yaratan tuzağa düşme konusunda bir yardım olarak görülebilecektir. Söz konusu bu çatışmalar, Arnavutluk ve Kosova’daki politik, teolojik ve popüler hikâyelerde çok fazla yer bulmaktadır. Merxhanova haklı olarak, Balkan İslamiyet’i, Avrupa İslamiyet’i, Avrupalı Müslümanlar gibi kavramları eleştirmekte ve Balkanlar’da İslamiyet, Avrupa’da İslamiyet ve Avrupa’daki Müslümanlar şeklinde doğru terminolojiyi önermektedir. İslamiyet, İslamiyet olarak algılanmalıdır. Akımlardaki, okullardaki, tarikatlardaki ayrımlar vb. Bu gerçeği tarihsel olarak değiştirmemiştir. Arnavutlar adına yeni ayrımlar üretme veya ödünç 40 alma, ya da yerel İslami gelenekler adına İslamiyet içerisinde İslamofobi izlenimine geçiş yapmak için sıçrama konusunda herhangi bir neden bulunmamaktadır. İslamiyet uygulamalarının muhalif ekstremistlerinin hatırına, İslamiyet pratiklerinin yorumlarında coğrafik ve lokalleşme İslamiyet’e ilişkin ekstremizme geçmeye gerek duymuyoruz. Arnavutluk’ta şu ana kadar birçok Batı demokratik değerlerinin fetişizmi ile speküle edilmiştir. Demokrasi ve İslamiyet’in uygunsuz olduğu iddiası, Müslüman dünyasındaki ekonomik ve kültürel sebebi, Arnavutların bir an önce vazgeçmeleri gereken İslamiyet’in ta kendisidir. Arnavut, İslamafoblarına göre, bu dönüş çeşitli yüzyıllar boyunca oluşturulmuş Arnavut değerlerinin yıkılmasına sebep olsa bile önemli değildir. Böyle bir sıçrayışın, istenilse bile, yapılmasının kolay olmayacağını ve bu ıstıraplı sürecin çok uzun zaman gerektirdiğini ve bu süreçlerin sonuçlarının bugün hayalini kurdukları sonuçlarla yarının dünyasında aynı olmayabileceğini bilmek istememektedirler. Kosova’daki Arnavut İslamofoblar da belki de Arnavutlara İslamiyet’in faşistleşmesini takdim ederek Hristiyan-Slav kurnaz oyunlarına düşüşlerdir. En bayağı İslamofobik formüllerin işlemcileri, Arnavutluk’ta İslamiyet’in politik problemleri ile ilgilenen bireylere yapılan saldırıları kaydetmemektedirler. Birçok yıldan beri, Arnavutluk politikasının öncülleri üzerine İslamofobların propagandaları, İslami Ülkeler Organizasyonu Konferansında Arnavutluk’un üyeliğine karşı sert saldırılar gerçekleştirmişlerdir. Ancak, Arnavutların bu organizasyona ve politik ve diplomatik ilkelerin uygulanmasında dini kardeşlikte yalnızlığa itilmeme konusunda Müslüman ülkelere eleştirisini yöneltme hakları olduğu zamanlarda Kosova Cumhuriyetinin bağımsız bir devlet olarak tanınması konusunda bu organizasyon, bir şekilde yanıltıcı bir biçimde, beklentileri karşılamadığında sessiz kalmışlardır. Ne yazık ki İslamofobi Arnavutluk’taki devlet, yabancı ve yerli politikalarını etkilemiştir. Avrupa diplomasisi, Batılı gazetelerde peygamberin karikatürleri yayınlandıktan sonra Müslüman ülkelerdeki öfkeyi azaltmak için yapıcı bir rol oynaması konusunda, Arnavutluk diplomasisinin yardımını istediğinde, Arnavutların İslami bir ülke olarak hedef alınması korkusu nedeniyle, Arnavutluk diplomasisinin başkanları ve önceki başkanları aksini yapma konusunda seslerini yükseltmişlerdir. Kamu, resmi derneklerinin ve din adına yardım gruplarının farklı muamelesinde 41 İslamofobik yapının bir hattı göze çarpmaktadır. Hristiyan dernekler, yaptıkları faaliyetlerde hedefleri aştıklarında bile engellenmeden işlemlerini gerçekleştirebilmekteyken, İslami yardım dernekleri sıkı denetim altında tutulmakta ve bu kuruluşlara İslami köktendincilik terörizmini engellemek için Batıdan uzaklaşmama hatırına her zaman nazik ve uygun şekilde davranılmamaktadır. Bir Arnavut Başbakan “Arnavut yetkililerin bazı dernekleri şüpheli oldukları gerekçesiyle ortadan kaldırdıklarını.” beyan etmiştir. Yurt içinde ve yurt dışında konferanslar ve toplantılar yoluyla, İslamofobi ve terörizme karşı savaş nedeniyle İslami yardım faaliyetlerine ilişkin korku ve şüphe ruhunun yeniden canlandırılmasına yönelik pozisyonlar alınmaktadır. Politikacılar, hükümet ve Arnavut gazeteciler, topluma İslami terörizmin Arnavutluk‘taki tehlikelerine ilişkin korkutucu masallar aktarmaktadırlar. Arnavutluk’ta İslami terör teması etrafındaki gürültü, Arnavutluk’un dünyadaki itibarına yapılan zarar konusunda gösterilen çirkin kayıtsızlıkla birlikte yıllardır devam etmektedir. Arnavut yönetici ve ülkenin önde gelen politikacıları Arnavut mucizesi dinler arasında uyum ve hoşgörü trampetini çalmaya devam etmesine rağmen, İslamofobia gölgesini her yere bırakmış durumdadır. Söz konusu bu mucize adına dinsel uyuma hizmet etmeyen kamu ve propaganda faaliyetleri yapılmıştır. UNESCO ile işbirliği içerisinde, Arnavutluk devlet başkanı gözetiminde ya da Arnavutluk etrafındaki devlet başkanlarının katılımıyla yıllar önce uyum ve hoşgörüyü teşvik etmek için konferanslar düzenlenmiştir, bu konferanslar, Arnavut İslamofobi entelektüel ana temsilcilerinin bir sonraki demagojilerini güçlendirdikleri ve Müslümanlara ve Arnavutluk’ta İslamiyet’e karşı meydan okumalarını özenle hazırladıkları panellere dönüştükçe Arnavutluk’ta din daha çok aksi yönde gelişim göstermiştir. Bu nedenle, Müslüman Arnavut inanç sahipleri, kıymetli değerlerinin İslamofobi sahipleri tarafından lekelendiğini algıladıklarında, Arnavutluk’un dini uyum olgusunu hoş karşılamamaktadırlar. Tüm Arnavut topraklarındaki İslami toplulukların dini merkezlerinin bu duruma uymama ne nezaket ne de zayıf diplomasi yapmama konusunda kendi sorumlulukları bulunmaktadır. 42 SIRBİSTAN’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ SHAHA HUSEYİNİ SIRBİSTAN- PRESEVO KÜLTÜR DERNEĞİ Sırbistan Cumhuriyeti Orta Avrupa'daki Güney Balkanlarda yer almaktadır. Sırasıyla Kuzeyde Macaristan, doğuda Bulgaristan ve Romanya, Güneyde Makedonya ve Karabağ ile komşu olmakla birlikte Batıda Hırvatistan ve Bosna-Hersek ile sınırdır. Başkenti Belgrad şehridir. Sırbistan 77.474 km2 yüzölçümüne sahip olmakla birlikte 2011 deki verilere göre 7.186.862 nüfusa sahiptir. Sırbistan da farklı toplumlarda yaşamaktadır. Çoğunluğun Sırpların oluşturduğu ülkede dikkat değer miktarda azınlık toplulukları da yaşamaktadır ki bunlar Güney Sırbistan'da yaşayan Arnavutlardır. Presevo Vadisi’ndeki Presevo, Bujanovac, Medvedja gibi şehirlerde yaşamaktadırlar. Sancak ve çevresinde Karabağlılar Boşnaklarla birlikte Bulgarlar, Macarlar, Vlachlar, Romanlar vb. yaşamaktadır. Ortodoks Hristiyanlığının baskın olduğu Sırbistan'da bu dini benimsemiş halkın büyük çoğunluğu, Sırbistan Cumhuriyeti Devlet binalarında önemli rol oynuyor. Sırbistan da İslam iki farklı toplum tarafından temsil ediliyor. Bunlar Arnavut ve Boşnak toplumlarıdır. Her iki toplumda Balkanlardaki Osmanlı Devleti varlığıyla İslamı benimsemişlerdir. Resmi istatistiklere göre Sırbistan Cumhuriyetinde 300 binden fazla Müslüman yaşamakta... 43 İslam ve Presevo Vadisindeki Arnavutlar Presevo Vadisi; Kosova’nın doğusunda, güneyinde Presevo belediyesinin bulunduğu, orta kısmında Bujanovac ve kuzey kısmında ise Medvedja belediyelerinin yer aldığı bölgede bulunmakta. İdari olarak bu bölge Güney Sırbistan’ın bir parçasıdır. Presevo Vadisi 1250 km2 alanıyla 100 bin kişinin yaşadığı bir bölgedir. Nüfus ortalamasında genç yaştakiler baskın gelmektedirler. Etnik nüfus yapılanmasında Arnavutlar Sırplar Romanlar ve çok az sayıda kendini Türk diye tanımlayanlar vardır. Bu bölgedeki İslami izler Osmanlı varlığından bile öncesine tarihlendirilebilir. Sırasıyla Makedonya ve Kumanovo şehrine sınır komşusu olan Tabanovc kasabasındaki Muhacir Camii, Hristiyanlar tarafından tekrar işgale uğrayan Müslüman İspanya’dan göç eden ve bu bölgeye yerleşen müslümanlar tarafından inşa edildiği söylenmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun 18.yy başlarında ve ikinci yarısında bölgede hakimiyetinin başlamasıyla bölgedeki Arnavutlar İslamı benimsemeye başlamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu getirdiği İslam kültürünün etkisiyle bölgeye birçok tarihi miras bırakmıştır. Bunlar döneme ait camiler, köprüler, mescitler, meydanlar ve Osmanlı etkisindeki geleneklerdir. Arnavut topluma ait araziler Osmanlı İdaresi tarafından tescil edilmekteydi. Presevo Vadisi çevresinde 50 kadar cami bulunmakta. Bunları çoğu işlevseldir. İçerisinde 5 vakit namaz kılınan, İslam akaidi öğretilen ve diğer dini törenler düzenlendiği camilerdir. 44 Sırbistan’daki Genç Müslümanların Sorunları - Presevo Vadisi Her ne zaman bir millet için daha iyi bir gelecek inşa edilip garanti altına alınmak istense bunu için en sürekli yatırım ve en güvenilir olanı eğitimin sağlanmasıdır. Modern zamanları ile post modern zamanlarla birbirinde farklı kılan evrensel değerlerin yaygınlaşması ve iletişim imkanlarıdır. Küreselleşme çağında dünyanın " küresel bir köy" olduğu olgusu hiçte anlamsız değildir. Sosyal medya ve büyük iletişim araçlarıyla desteklenen, batı kültür ve medeniyetinin dikkate alındığı, tek düzen baskısı altında kültürel değerlerin yeniden üretildiği bir dünyada yaşamaktayız. İslam bunların arasında çıkmazda gibi görünen, gereksiz, modern değerlerin karşısında, hayata sanata felsefeye gelişmiş sosyal yaşamdaki dinin yeri gibi tamamen farklı bakış açısında olduğu görünmektedir. Ve daha fazlası İslamın imajı çarpıtılarak gösterilmekte hatta şiddet ve terör kaynağı gibi tehlikeli, dünya ile barışçıl iletişim kurmakta yetersiz gibi resmedilmektedir. Yeni moda olan bazı şeylerin global düzeydeki seyri, ümmet düzeyinde genç müslümanları tehdit etmekte ve onlara sorun üretmektedir. Bu nedenle bazı detaylar hariç Presevo Vadisindeki genç Müslümanların sorunlarıyla dünyadaki genç müslümanların aynıdır. Sırbistan’daki Genç Müslümanları karşılaştığı bazı sorunlar - Presevo Vadisi 1- Sadece ve sadece şartsız olarak çağdaşlaşmaya katıldıkları takdir de vaat edilen gençlik rüyalarının gerçeğe dönüşeceğini ve emellerine ulaşacakları dünya görüşüne karşı meydan okumak Bu inanış onları, dini kötülüklerin ve gericiliğin kaynağı olarak gören Batılı dünya görüşüne yönlendirmekle onları hatalı bir umuda sevk eder. Üst tabaka da olan bazı Arnavut siyasileri ve kültürel kişiler için geleneksel yoların terki “modern dini” gibi görülmekte, ki bu gelenekler ilahi olmakla birlikte Arnavutların daha kültürel ve daha huzurlu sosyal gelişimleri için anahtardır. 45 Sancak bölgesinde yer alan merkezi Novi Pazar'da yaşayan müslüman gençler aynı dünya görüşünde değildirler. İslam’ın Boşnak milli kimliğiyle birbirine bağlanmış olduğu göz önüne alındığında Sancak'daki Müslümanlar laiklikle ilgili konularda daha yumuşaktırlar. Geleneksel yaşam görüşü daha kolay kabul görür. 2- Organize edilmiş medya programları bulunmamaktadır. Hiçbir medya kuruluşu, dergi, sosyal ağ veya web sayfası vb yoktur. Bunlarda bazıları faaldir. Ancak bunlar rekabet seviyesinde diğer alternatifleri sunmaktansa çok yakındaki aktivistler tarafından katılım gösterilmektedir. 3- Gençlerin payının fazla olduğu insan kaynağı bulabileceğimiz ilgi çekici programlar artık bulunmamaktadır. BİLGİ organizasyonumuz ait yerel STK' lar tarafından düzenlen aktivitelerde çok emek verilmiştir. Ancak sonuçlar kısmen tatmin edicidir. 4- Bayanlara yönelik yoğunlaştırılmış aktiviteler ve programlar. Gelecekte İslami değerlerin yüceltilmesi için bayanların katılımı daha çok organize edilmeli. 5- İslamın kültürel mirasının yüceltilmesiyle ilgilenen bazı STK’lar vardır. Yine de, İslami STK’ların oluşumunda bağlantı düzeni için ortak aktivite koordinasyonu kurulumunda somut girişimler yoktur. Ve toplumun daha fazla özümseyebileceği bir İslami söylev sunulmalı. 6-Genç Müslümanlar henüz toplanma evresindeler. Politik hareketlik sürecini etkileyebilecek daha iyi organize olmuş bir yapı görüntüsü yoktur. 7-Son yıllarda eğitimleri için Türkiye’deki Üniversitelere yönlendirilmiş çok sayıda öğrencinin büyük bir çabası vardır. Bu bölgenin jeopolitik ve stratejik gerçeklerine bakış açısının geliştirilmesi, çok kültürlülük tecrübe değiş-tokuşunda büyük bir etkiye sahiptir. Bu açıdan bu yardım teklifinin sunulması çok minnetkardır. 8-İşsizlik oranlarını yüksek oluşu sorunun ta kendisidir. Bu durum gençlerimizin bölgede gönülsüz olarak kaldığını ifade eder. Bu gençlerimizi çevredeki Kosova, Arnavutluk veya Batılı ülkelere entegre olmaya zorlar. Son zamanlarda bu yeni moda vadimizde çok etkili olmaya başlamıştır. O yüzden Presevo “ sessiz göç ” formülüne geçmekte olduğunu söyleyebiliriz. 46 Tavsiyeler ve Çözüm İmkanları Günümüzde Presevo Vadisindeki Genç Müslümanlar İslami fikirleri yüceltmek adına daha geniş çalışma ve uygulama alanına sahiptirler ki İslam kurtuluştur çökmek değil. Bölge toplumunun geçmekte olduğu sorunların aşılmasında olduğu gibi, gerçek hayatın farklı alanlarında İslami bakış açısının teşvik etmekle ilgili aktivitelerini geliştirmek için onların hakları vardır. Öncelikle en yakın aile çevresinde başlayarak sosyal çevremiz, siyasi çevremiz ve toplumdakilerde İslam varlığının ve renklerinin normal seyri, İslamın uygun evrelerinde yetiştirilmesiyle olur. Kültür derneği “BİLGİ” lokomotifin vagonları gibi, genç insanları temiz gayelerle somut görevler almaları için motive etmekte ve bu görevleri onlara tanıtmaktır. Yerel düzeyde çalışma ve aynı zamanda ümmet düzeyinde düşünmek Müslüman Arnavutların kültürünü ve geleneklerini korumak, yasakları yıkmak ve tekrar bilinçlenmenin sağlanması için bizler tarafından organize edilen organizasyonlarda büyük çabalar sarf edilmiştir. Bu hareketin esas hedefi gençlerdir. Öyle ki gençler, nesilden nesile geçecek yeterli İslami çözümleri tanıyabilecek ve ifade edebilecek güçlü bir mekanizmaya sahiptirler. Bütün bu aktivitelerin esas amacı Arnavutların tartışılmaz zenginlikleriyle, gelenekleriyle sürekli ilişki kurarak, Arnavutların dini ve milli kimliklerini korumaktır. “BİLGİ” derneğinin tanıtımını yaptığı diğer bir husus ise genç nesillerin eğitim almaları konusunda bilinçlerinin yükseltilmesi ve haftalık aylık düzenlenen derslerle kişilik oluşturmalarının sağlanmasıdır. Konu başlıkları Eğitim, Kültür, Kanunlar, ve İslam Ahlakı Bizim organizasyonlarımızın topluma getirdiği model, toplumumuzun üstesinden gelmeye çalıştığı sorunlara karşı somut adımlardır. -İslamın basında tanıtımı -Farklı bilimsel kurslar -Dini veya Yabancı dil kursları -Esas antlaşmalı eğitim kursları 47 -Sıradan İslami konularla alakalı eğitimler -Toplumun yarısını içeren bayanların bu kavramdaki taşıyıcı özellikleri ve sorumlulukları -Ve Kültür Derneği “BİLGİ” nin en yüksek önceliklerinden bazıları olan diğer STK’larla ortak çalışılması Biz Müslüman gençlerimizin şunu bilmelerini istiyoruz ki onlar modern dünyayı anlamaya çalışmalıdırlar ancak esas bilgi kaynağının İlahi Vahiy olduğunu reddetmemelerini amaçlamaktayız. Şunu belirtmemiz çok gereklidir ki; ilahi vahyin gövdesidir. Allah her şeye Kadir’dir Allah’ın istediği her zaman galiptir. Biz çağdaş bir dönemde yaşadığımızın bilincindeyiz. İslamın ilahi rehberliğinde yaşamaya ve çalışmaya uğraşıyor, şiddetli öneme sahip fiziksel bilimsel ve modern din zorluklarıyla yerine getirmeye çalışıyoruz. Ve aslında Müslüman gençliğe karşı Darul-İslam mı yoksa Batılı ülkelerde okuyanlar için Darul-Harp mı olduğuyla ilgili güçlü bir kafiye oluşturulmuş. Görünüşte İslam ümmetine dahil olmayan azınlık milletleri hayatta kalmak için yüzmeyi öğrenmeliler. Ve daha fazlası Müslüman gençliğin eski veya yeni neslin zamane sorunlarına İslami cevaplar bulmamın çözümünü bulmalılar. Asil bir amaç ve gayenin yükseklerde olduğu kadar zorlukları da vardır. 48 MAKEDONYA’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ESMA RAMANİ MAKEDONYA Balkan Yarımadası popüler olarak Balkanlar diye ima edilen, coğrafi ve kültürel olarak Avrupa’nın güneybatısında yer alan bölgedir ki içerisinde; Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek ve Slovenya devletlerini İçermektedir. Yugoslavya dağıldıktan hemen sonra Balkanlardaki Müslümanlar yeni tür sorunlarla yüzleştiler. Yugoslavya dağıldıktan sonra ortaya çıkan Makedonya devlet olma yolunda hala daha sorunları vardır. Bazı tahminlere göre ülkedeki dini ve etnik gruplara çok az müsamaha gösterildiği, nüfusun yüzde 40 dan fazlasını Müslüman olduğu ülkede, camilerin yıkıldığı yenilerinin yapımına izin verilmediği, Makedon Din İşleri Müdürlüğü’ne ait mülklerin geri iade edilmediği, Müslümanlarının çoğunluğu Arnavutlar, Türkler, Boşnaklar ve Roman halklarından oluştuğu vb. Bu yüzden bu problemlerin üstesinde gelmek zorundayız. Ve şimdi en uygun yöntemi bir şekilde uygulayarak bu sorunları onarmaya çalışabiliriz. 1. Dinler Arası Sorunlar Eski Yugoslavya hükümeti tarafından kamulaştırılan dini mülklerin geri iadesi çözülmemiş bir mesele olarak kalmıştır. Hükümet çoğu kilise ve camiyi kendi dini gruplarına geri iade etmiştir. Ancak bazı dini grupların komünist rejim tarafından kamulaştırılan bazı dini taşınmazlarının mülkiyetlerini tam olarak kazanamamışlardır. Bu endişeler genellikle Makedonya’daki İslam Dini Toplumu tarafından yapılmaktadır. Vakıfların geri iadesi, devlet tarafından el konulanlar hakkındaki endişelerini ifade etmelerini gerektirmektedir. Raporlar eskiden Burmalı Camiinin olduğu arazinin halen daha ICM’e iade edilmediğini söylüyor. Bu cami 1920 yılında yıkılmıştır. ICM hükümetin bu arazinin geri iadesini ret etmekte olduğunu, etnik Makedonya koalisyonun ve MOC-CA’nın Üsküp’ün merkezinde yeni bir cami olması ihtimalinin kabul edilemezliğini belirtmektedir. Ulusal ve yerel otoriteler 2001 yılındaki karışıklıkta yıkılan Prilep’deki caminin tekrar inşaatının yansıra Lazhec’deki caminin inşaatını hala geciktirmektedir. IMA mülkiyet sorununu gidermek isteyen hükümet 49 yetkilileriyle buluşmaya devam etmektedir. Ülkede yaşayan Müslümanları temsil eden İslam Toplumu Makedonya ülkenin yüzleştiği askeri çıkmazdan barışçıl bir yol kurulması üzerine çalışmıştır. 2. Alkol Maalesef günümüzde genel Müslüman nüfusu içerisinde bilhassa Müslüman gençlerin yüzleştiği meseledir Alkol. Müslümanlar tarafından işletilen alkol satışının yapılmadığı bar veya restaurant nerdeyse yoktur. Daha fazlası fahişeliğin filizlendiği bazı yerler vardır. Ve bugün dini sebeplerden ötürü alkolü reddenler ona karşı savaş başlatmıştır. Çünkü alkol tüketimi insan için en tehlikeli ve en berbat ahlak bozukluğudur. Siyonistlerin Müslüman ülkelerde çok sayıda uyuşturucu planları olduğu bilinmektedir. Bir hristiyan misyonerin dediği gibi “Bir bardak alkol ve Müslümanların içinden bir şarkıcı binlerce tankın yapamadığını yapabilir.” Alkol ve madde bağımlılığı olan birisi toplumda tehlikeye ve kargaşaya sebep olur. Çünkü madde bağımlılığımdan ötürü o kimse elinden alınamayacak dozu elde etmek için her ne pahasına olursa olsun her şeyi deneyecektir. Bu madde için yeteri kadar kaynağı yoksa bunun üstesinden gelmek için, nüfusun ve vatandaşların güvenliğine daha pahalıya mal olan suç, gasp, adam kaçırma ve diğer şeytani saçmalıkları yöntem edinerek deneyecektir. Aynı zamanda aile hayatının yok edilmesinde ve gençlerin umutlarının sönmesiyle ilgili bağımlılar buna büyük kanıttır. Bu durum bağımlının kendi ailesini kuramamasından dolayı gelecek nesillerin yok olması anlamına gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü kayıtlarını hatırlamamız yeterlidir ki; 30 dünya devletinde cinayetlerin yüzde 86'si alkol tüketiminden dolayı kaynakladığı izlemini vermektedir. Amerika’daki tecavüz davalarının yüzde 50'si, trafik kazalarının yarısından fazlası bu sebeptendir. Ek olarak 70 binden fazla insan alkol tüketiminden ötürü hayatını kaybetmiştir. 3. Medya Bu içerikte ülke içerisinde ve yurtdışında medyanın tehlikeli ve yıkıcı rolünü fark etmeliyiz. Erotik ve pornografik yayın yapan medya kuruluşları gençliğin ve toplumun genelinin yozlaşmasını hedeflemektedir. Son yıllarda TV dizileri popülerlik kazandılar. Bu diziler ahlaki değerlerden yoksun, ahlaki yozlaşmışlığı ile bilinen Latin Amerika zihniyeti ve hayat tarzında 50 programlanmış robot gibi insanlar oluşturmayı hedeflemişlerdir. Onlar bu şekilde Müslüman genç kızları sürekli aşkı, partneri ve gece hayatını düşündürmekle saf ve saygın hayat tarzından uzaklaştırmayı hedefliyorlar. Şaşılacak şudur ki gözlerini paranın kör ettiği çok sayıda medya sahibi, kanallarında kırmızı hatların reklamlarını vererek veya kadının bütün vücudunu ifşa ederek bunları normal karşılayıp gençlerimizin bu uçuruma çağırmalarıdır. Bu tip medya kuruluşları İslama hem dini hem medeni olarak saldırmakta, Müslüman toplumları dünyadaki en ilkel insanlar olarak resmetmişlerdir. Diğer yandan onlar Batı medeniyetini ve başarılarını göklere çıkarmaktadırlar. Örneklerle açıklamak için, çoğu bilim adamımızın adını Avicenna olarak bildiği âlim aslında adının İbn-Sina olduğunu ve Müslüman birisi olduğunu bilmiyorlar. 4. Makedon Gençliği içindeki İşkenceler Makedonya da işkence davaları vardır. Birçok vatandaş fiziki ve psikolojik şiddete maruz kaldığını şikâyet etmiştir. Bu insanlar genellikle lise öğrencileridir. Şiddet olayları halka açık alanlarda vuku bulmuştur. Geçen yıl olayların çoğu Makedonya’nın farklı yerlerinden gelen okula gitmek için otobüs duraklarında otobüs bekleyen gençler arasında oluyordu. Makedon gençler farkli yerlerden toplanip Müslüman topluma karşı saldırı planları yapıyorlardı. Olayların büyümesinde polisin her yerde olup sorumluluk alamaması Müslüman gençleri daha zor bir döneme sokmuştu. Otobüsler başlayan küçük kavgalar olayların büyümesine sebep olmaktaydı. Fakat bu durum zamanla olumlu yönde değişim gösterdi. Makedon hükümetinin yaptığı olumlu girişimlerle gençlerin birbirlerini yok etmelerinin önüne geçmiştir. Bu olayların ana sebebi siyasi görüş farklılıkları siyasi partilerin anlaşmazlıkları ve seçimden kimin galip çıkacağı olgusudur. Çözüm olarak öğrenci değişim programları başlatılmalı ve uluslararası toplantılar düzenlemelisiyle bölge gençlerinin bir araya gelmesi sağlanmalıdır. Büyük anlayışlı bir grup olmanın önemi fazla fazla vurgulanmalı.Bu grup genç nüfusun sorunları üzerine çalışan, eski kötü dediğimiz olayları tekrar yaşanmasına izin vermemelidir. Fakat Makedon veya Arnavut toplumların iyiliği için herkesin bir fikri vardır. 51 5. Makedonya’daki Gençliğin Önemi ve Hedeflerine Ulaşmadaki Zorluklar Gençlik bir toplumun bel kemiğidir millet ve etnik ayırt etmezsiniz gençlerinin şiddete başvurduğu toplumlar sağlıklı olamaz ve direk olarak yok olmaya giderler. Gerçekten de gençlik toplumun tabanı ve gücüdür. Durup Müslüman gençlerin haline baktığımızda onların birçok sorunlarla yüzleştiğini göreceğiz. Bu sorunların büyük çoğunluğu İslam’ı gerektiği gibi yaşamayıp görmezden gelindiğinin ve hepsinin farklı sebepler sonucunda meydan geldiğini bulacağız. Günümüz gençliğinin Batı’daki gençler gibi uyuşturucu, alkol, caiz olmayan ilişkiler, evlerinden çok kafeteryalarda bulunmaları gibi karakteristik özellikleri vardır. Avrupa ahlaki bizim ahlakımızda etkilemektedir. Çünkü biz kaybedenleri taklit etmek istiyoruz. Avrupa Müslüman gençliği yozlaştırmak kastıyla uyuşturucu, sigara, zina ve türlü ahlaksızlığı sahaya sürmektedir. Biz farkındayız ki; İnançsızların türlü yöntemlerle ahlaki değerlerimize zarar vererek, İslam’ın en kutsal noktalarına dokunarak, insan ırkinin yok edilmesine ve bu milletin yok olmasını hedeflemektedirler. İnsanlar bazı şeyleri zamanında geliştirmezlerse dün onu değiştirmiş olurlar ve bugün onu tamamen yıkmış olurlar. Kur'an’ı takip etmeyen gençlerimize sorduğumuzda onu öğrenmeye zaman bulamadıklarından şikâyet etmeleri hiçte şaşılacak şey değildir. Gençlerimizin yüzleştiği diğer bir sorun ise sigara kullanımıdır. Bu konuda Makedonya Avrupa ikincisidir. Hemen hemen her üç kişiden birisi sigara içmektedir. Bu 700 bin ikamet sahibi demektir. Bu Dünya Sağlık Örgütü rakamlarına göre nüfusun yüzde 35'ine tekabül eder.15 yas altı gençlerin yarısı sigara kullanmaktadır ki bu bilgi Halk Sağlık Enstitüsü tarafından sağlanmıştır. Makedonya’daki Müslümanların yüzleştiği diğer bir sorun ise ilkokullardaki İslam dini eğitiminin uygulanmaması ve temel İslami bilgi eksikliğidir. Okullardaki din tanıtımı, diğer konulara nazaran sağlıksız bir İslami yorumlama savunmasına fayda sağlayabilir ki bu bize miras kalan örnek kalıplarına uygun olmaz. Gençlerimiz suçlu kimseler değildir. Onlar hükümetlerinin izlediği politik ve ekonomik bozukluğa yem olmuş normal ve zengin yaşam hedeflerine ulaşmak isteyen gençlerdir. 52 6. Neticeler Bizim vizyonumuz gençlerimizi korumak olmalıdır. Manevi ve geleneksel değerlerini koruyarak onları değişen dünya şartlarında oluşacak değişim ve yeni krizleri yönetebilme kabiliyetleriyle hazır olmalarını sağlamaktır. Gençlerimiz manevi hissiyatlar üzerine yetişmeli, bu değerlerimiz üzerine titremeli el üstünde tutmalı, dinleri ve kültürleri için idealizm inşa etmeli ve gurur duymalıdır. Manevi zenginleşme, ülke kanunlarının daha demokratik hale getirilmesiyledir ki bunun için okullarda dini eğitimin tanıtımı yapılarak olabilir. Bu maneviyatın uyandırılmasıyla peygamberlerin insanoğlu için bire örnek şahsiyet oldukları gibi gençlerin zihinlerine geçerek belirginleşecektir. Bu manevi akıldan beslenecekler. Maneviyat ve aklin hayata döndürülmesiyle insanlar arasında merhamet artacak, ve güçlenecektir. İnsanlık, bilim, eğitim, dini özveri, zorluklarla mücadele yeteneği de güçlenecektir. Bu yöntemle toplumumuzu uyuşturucu, alkol, sigara içmeme duyarlılığı gibi fiziki evrelere karşı savunmak için toplumumuzu eğiteceğiz. Ayni şekilde Onların akli zihniyetini ve manevi devamlılığını dini usulleri gözlemleyerek ve dini yükümlülüklere dikkat ederek ruhlarını beslemeli ve zenginleştirmeliyiz. Bunların hepsi demokratik ilkelerle kolaylıkla yapılabilir. Okul binaları eğitim merkezleri olacak. Eğitim, saygı ve kardeşlik olacak. İsçiye şeref ve onuru geri verilecek. İşsiz gençlere çözüm bulmak maksadıyla küçük ve orta boy özel sektörlere teşvik sağlanacak. Gençlerimiz geçmişiyle şimdisiyle geleceğiyle gurur duyacak. Ve tabi eğer manevi fiziki ve sürekli artan entelektüellikle hazırlanabilirsek. Bu tip gençliğe Makedonya’nın ihtiyacı var Dünya’nın ihtiyacı var geçmişimizin, günümüzün ve geleceğimizin ihtiyacı var… Çok dinliliğin sorunlarında kalıcı çözüm getirebiliriz. Veya en azından en uygun yöntemlerle tamir etmeye çalışabiliriz. Bu ihtimalleri çözümlemek için farklı sunum ve projelerde çalışmalıyız. İnsanları önemli meseleler için bilinçlendirmeliyiz. İslam toplumu ile Makedon toplumu arasında barışçıl anlaşmalar yapmalıyız. 53 1920 yılında yıkılan Burmali caminin arazisi ait olduğu ICM ye iade edilip yeniden inşa edilmelidir. Bu arazi için kimsenin şikâyet hakki yoktur. Çünkü orası Müslümanlara ait bir arazidir. Hristiyan bir ülke olmasına rağmen, karışık bir etnik yapısı olan ülkede her kesimin kendine ait söz hakki vardır ve bunu için mücadele etmelidirler. 54 ROMANYA’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ SORUNLARI VE ENGİN KERİM ROMANYA – ROMANYA MÜSLÜMANLARI DERNEĞİ 55 Birinci kısım: Türk tatar asıllı müslümanlar ve sorunları 56 • Materyalist düşüncenin egemen olması ve İslam dinin algısı değişmesi • Dine önem vermemek • Dini ve tarihi bilgilerde fakirlik • Ana dillerinin unutulması (türkçe ve tatarca) • Müftülük ve diğer islami organizasiyonlar arasında birlik ve iş birliği olmaması • Dini eğitimin az ve kalitesiz olması • Adetlerden ayıramamaları • Müslüman gençlerin hristiyanlara kıyasen azınlık olmaları • Salih çevrelerin çok az olması • Örnek olabilecek müslümanların çok az olması • Eski nesiller gençler için örnek oluşturmamaları • Anne ve babaların dini bilgilerden yoksun olması • Atatürk İmam Hatip Lisesinden başka bir dini eğitim kurumun bulunmaması ve kalitesinin gün gittikçe düşmesi • Gençler için yapılan faaliyetlerin yok denilecek kadar az olması • İlahiyat diplomaları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tanılmamaları ve denk edilmemelerinden dolayı gençlerin üniversite tercihlerinde ilahiyat bölümü bulunmaması İkinci kısım: Romanya’ya göç edenlerin çoçukları ve sorunları • Sayıları çok az olması • Diğer müslüman toplumu gibi yoğun olarak tek bir bölgede yaşamamaları • Egemen halkın yaşamını benimsemeleri • Aile ve kurumsal dini eğitimin zayıf olması • Değişik dini kökenli anne babalardan gelmeleri • Onlara özel faaliyetler çok az olması • Dini eğitimleri sadece ailede aldıkları eğitimden ibaret olması • Bölgedeki müslüman keşfedememeleri • İslamın değerlerini hatırlatacak ve muhafaza edecek lise ve üniversite bulunmaması • Aralarındaki kabiliyetli gençleri desteklememek ve onların önemini vurgulamamak liderlerinin bu kitlenin önemini 57 Üçüncü kısım: Başka dinlerden, İslam’a dönenler ve sorunları 58 • Bir tek bölgede yaşamaksızın ülkenin değişik şehirlerinde bulunmaları • Sayılarının çok az olması • Romanya’da geleneksel müslüman cemaatine dahil olmayı red etmeleri • İslam’ı daha çok internet aracılıyla tanımaları ve öğrenmeleri ve aşırı görüşleri benimsemeleri • Romanya'da Müftülük ve islami organizasionların çoğu onlara yetişememeleri ve onlara hitap etmemeleri • Gerçek bir liderlerinin olmaması • Dini eğitimlerinin bulunmaması • Genelde sorunlu ailelerden ve çevrelerden gelmeleri • Müslüman olduklarından dolayı çevrenin tepkileri YUNANİSTAN’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ FATİH MANAF AHMET YUNANİSTAN-GENÇ İDSB GENEL BİLGİLER M.Ö. 2. yüzyıldan beri Türklerin vatanı olan bu topraklar üzerinde, günümüzde bu milletin insanlarına karşı etnik ve dinî baskı ve kimliksizleştirme hareketi gerek halk gerekse devlet düzeyinde devam etmektedir. Günümüzde 150,000 Müslüman Türk nüfusunun yaşadığı, Yunanistan’ın dokuz coğrafi bölgesinden biri olan Batı Trakya; İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç olmak üzere 3 ayrı vilayetten oluşur. Doğudan Meriç Nehri ile Türkiye’den, batıdan Karasu Nehri ile Makedonya bölgesinden, kuzeyden Rodop dağları ile Bulgaristan’dan ayrılan bölge güneyden de Ege Denizi ile çevrilmiştir. Osmanlı padişahlarından I.Murat, 1363’te Ferecik ile fethine başladığı Batı Trakya topraklarına Anadolu’dan getirdiği Müslüman Türk boylarını yerleştirerek bölgede Müslüman nüfusunun artmasını sağlamıştır. 1912-1913 yılında girdiği Balkan Savaşı sonrası Osmanlı Devleti Balkanlardaki bütün topraklarını kaybetmiş, Türklerin Batı Trakya’daki egemenliği böylelikle sona ermiştir. 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın ‘azınlık haklarının korunması’ hükümlerinden 37. ve 45. maddelerine riayet etmeyen Yunanistan, kendi siyasi çıkarları doğrultusunda Batı Trakya’da yaşayan Müslüman azınlıkların ekonomik ve sosyal yaşamlarına müdahale etmektedir. Bölgedeki Müslüman Türk azınlığı etnik kimliklerine ve kutsal 59 değerlerine karşı sözlü ve fiili saldırılara maruz kalmaktadır. Özellikle de Yunanistan’ın içinde bulunduğu ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlık azınlıkların yaşamış olduğu sıkıntıları daha da arttırmaktadır. Yaşanan sıkıntıların zaman zaman artması veya azalmasının en büyük etkeni Türkiye ile Yunanistan arasındaki diplomatik ilişkilerdir. Kendi temel ilkelerinden biri olan ‘‘Birliğe üye olmak isteyen ülkeler için en başta azınlık haklarına saygıyı kabul etme zorunluluğu vardır.’’ ilkesini göz ardı eden AB, hala Yunanistan’a bu konuda gerekli telkinlerde bulunmuyor. Batı Trakya’da yaşayan Müslümanların geçmiş yıllardan bu yana yaşamış olduğu sorunlardan dolayı yeni nesil üzerindeki kötü etkisi sürmektedir. Bu etkilerin başlıcaları; inanç yoksulluğu, ahlaki-kültürel kayıp ve eğitim eksikliğidir. Bütün bunların sonucunda Batı Trakya Müslüman Gençliği asimilasyon ve kimlik kaybıyla karşı karşıyadır. BATI TRAKYA’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİNİN EĞİTİM SORUNLARI Eğitimin bireyi geliştirdiği gibi düzgün bir eğitim almış birey de içinde bulunduğu halkı sosyal, kültürel ve ekonomik olarak ileri seviyeye taşır. Batı Trakya’nın Yunanistan içinde geri kalmışlığının en büyük sebebi de eğitim alanındaki eksikliklerdir. Yunan devletinin azınlık halklarının eğitimi hususunda izlediği hatalı ve eksik politika bölgenin eğitim eksikliğinin temelini oluşturmuştur. Yunan hükümeti, bu politikayla alakalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden gelen tepkilere karşılık Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı olmasını öne sürerek kendini savunma yoluna gitmiştir. Çocukların bilişsel ve zihinsel gelişiminin %70’i 0-6 yaş arasında gerçekleşir. Bu bilgiden çıkarım yapacak olursak anaokulu eğitiminin çocuk gelişimi üzerindeki olumlu etkisi yadsınamaz. Batı Trakya’daki en önemli eğitim sorunlarından bir tanesi de azınlık anaokullarının bulunmaması ve mevcut anaokullarındaki eğitim dilinin yalnızca Yunanca olmasıdır. Yunan Parlamentosu, 2006 yılında çıkarmış olduğu 3518 sayılı yasa ile zorunlu eğitimi on yıla çıkarmış ve buna binaen 5 yaşını dolduran çocuklar için anaokuluna gitme zorunluluğu getirmiştir. Ancak Yunanistan hükümeti Lozan’ın 40. ve 41. maddelerini ihlal ederek Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlığının kendi dilinde eğitim veren anaokulu açmasına engel olmaktadır. Yunan devleti tarafından açılan devlet okullarının anaokullarında ise eğitim dili olarak yalnızca Yunanca eğitim verilerek Türk 60 azınlığının Lozan’da sahip olduğu haklar yok sayılmaktadır. Ayrıca anaokulu eğitimini tamamlamayan öğrencilerin ilkokula kaydının yapılmamasıyla bu sorun başka bir boyut kazanmıştır. Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi bu konuda Yunanistan hükümetine yaptığı baskılara rağmen devlet bu konudaki duyarsızlığına devam etmektedir. Batı Trakya’nın Rodop ve İskeçe illerinde anaokulu eğitimi almadığı gerekçesiyle ilkokula kaydı yapılmayan yaklaşık 20 öğrenciyi İskeçe’ye bağlı Şahin köyü azınlık ilkokulunda derslere girmesine izin verdiği için 2012 yılında okulun müdürü görevden alınmıştır. Günümüzde hala Yunanistan hükümetinin bu konuyla alakalı herhangi bir girişiminin olmaması Batı Trakya halkının çocuklarının gelecekleri konusundaki kaygılarını arttırmaktadır. Yunanistan’da ve özellikle Batı Trakya bölgesinde açığa çıkan bir diğer eğitim tabanlı sorun ise Türk okullarının açılmasına izin verilmemesidir. Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlıklarının eğitim hakları gerek uluslararası antlaşmalarla gerek Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan ikili antlaşmalarla garanti altına alınmıştır. 1913 tarihinde imzalanan Atina Antlaşması’nın 3 Numaralı Protokolü’nde ve 1920 Yunan Sevr’inde Batı Trakya Müslümanlarının eğitim durumunun nasıl olacağı açıklanmıştır. Yunanistan 1913 yılında imzaladığı Atina Antlaşması’nın 3 Numaralı Protokolü, 15. maddesi ile Müslüman özel okullarını hem hukuken tanımış, hem de bu okullarda Türkçe eğitim yapılacağı hükmünü kabul etmiştir. 1920 tarihli Yunan Sevr’inin 8. ve 9. maddeleri ile 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 40. Ve 41. maddeleri gereği Müslüman Türk azınlığına eğitim konusunda geniş haklar tanımıştır. Bunlarla beraber 8. ve 40. maddelerde Müslüman Türk Azınlığın kendi dilinde eğitim verebileceği okulları kurma, bu okulları yönetme ve denetleme hakkına sahip olduğu, 9. ve 41. maddelerde ise Müslümanların yoğun olarak bulunduğu bölgelerde kendi dillerinde eğitim görmeleri için gerekli kolaylıkların devlet elinden sağlanacağı ve gerektiği yerlerde yerel bütçeden bu okullar için pay ayrılacağı belirtilmektedir. Uluslararası antlaşmalarla koruma altına alınmış azınlık eğitim haklarının Yunanistan tarafından yok sayılması ve Yunanistan’ın bu tavırlarına karşı AB’nin de sessiz kalması Batı Trakya Müslüman gençlerini uluslararası arenada yalnızlığa sürüklemiştir. Bu anlamda en güçlü desteği Türkiye’nin verebileceğine inanan bu gençler Türkiye’de uygulanan yüksek harç ücreti ve üniversitedeki denklik sorunlarıyla karşılaştıkça hayal kırıklığı yaşamaktadırlar. Bunun yanında Yunanistan’da bulunan üniversitelerde azınlıklar için %0,5 kontenjan 61 ayrılması, zaten yetersiz sayıda bulunan ve kaliteli eğitim veremeyen azınlık okullarının varlığı bu coğrafyanın Yunanistan’ın eğitim seviyesi bakımından en düşük bölge olmasına neden olmuştur. Batı Trakya bölgesinin bir başka önemli problemi de azınlık okullarının sayısının yetersiz olmasıdır. Örneğin; yaklaşık 45 bin nüfusa sahip olan ve nüfusunun %50’si Türk olan Gümülcine kentinde yaklaşık 40 tane yunan devlet ilkokul ve lisesi varken yalnızca iki tane azınlık lisesi bulunmaktadır. 1952’den bu yana Celal Bayar Azınlık Lisesi’nden başka açılan azınlık lisesi yoktur. Bu da öğrencilerin eğitim mahrumiyetini göstermektedir. Bununla beraber var olan azınlık okullarının da devlet tarafından kapatılması azınlıkların kendi kültür ve dillerinde eğitim alabileceği okul sayısını azaltmıştır. Bunun sonucunda çocuklarının geleceğini düşünen Türk aileler çocuklarını yunan okullarına göndermek zorunda kalmışlardır. Okulların sayısının azlığına rağmen öğretmen eksikliği de gözden kaçmamaktadır. Var olan Türk öğretmen eksikliği sorunu azınlık okullarındaki eğitim kalitesini de azaltmaktadır. Örneğin; azınlık okullarının Yunan üniversitelerini kazandırma oranı %17, Türk üniversitelerindeki kazandırma oranı % 20 ‘dir. Bu üniversitelerde okumaya hak kazanmış öğrencilerin de bir kısmı denklik, dil ve maddi sorunlardan dolayı mezun olamadan okulu bırakıyorlar. Halen azınlık okullarına Türk öğretmenlerinin atanması ile ilgili sıkıntılar devam etmektedir. Bu olayda da Yunanistan, Lozan ve diğer uluslararası antlaşmalara uymayarak Batı Trakya’daki halkın eğitim haklarını çiğneyerek o bölgenin eğitim seviyesi olarak geri kalmasında önemli pay sahibi olmuştur. 1960 yılında imzalanan eğitim protokolüne binaen Yunanistan’dan Türkiye’ye eğitim amaçlı gelen lise çağındaki öğrenciler Türkiye’de öğretmen liselerine yerleşmeye başlamışlardır. Buradan iyi eğitim alarak mezun olan öğrenciler Batı Trakya’ya geri dönerek azınlık okullarında öğretmenlik görevine başlayarak bölgedeki halkın eğitim ve kültürel seviyesini yükseltmiştir. Bu bölgede Batı Trakya edebiyatının doğması sağlanarak, çeşitli dergi ve gazeteler çıkartmışlardır. Bu durumdan rahatsız olan Yunan hükümeti 1967 yılında Selanik’te Özel Pedagoji Akademisi’ni kurmuştur. Buraya eğitime alınan öğrenciler 2 yıllık eğitim sonucu azınlık okullarına öğretmen olarak atanmaya başlamıştır. 1977 yılında çıkarılan yasa ile buradan mezun olan öğretmenlere atamada öncelik tanımışlardır. Ancak 2 yıllık eğitim alan bu öğretmenlerin yeterli seviyede 62 olmamasından dolayı okulların başarı seviyesi her geçen yıl düşmeye başlamıştır. Ve halen eğitim bu okuldan mezun olan öğretmenlerin elindedir. Türkçe diline hâkim olamayan ve iyi eğitim alamamış bu öğretmenleri azınlık okullarına atarken, Türkiye’den gönderilen Türk öğretmen sayısının 1960’lı yıllarda 30-40 civarında iken bugün sadece 16’ya düşürülmesi bir hatadır. Yunanistan’daki bir diğer eğitim sorunu da Türkçe dilinde verilen ders sayısının yıllar geçtikçe azalmasıdır. Bu konuda yapılan ilk hamle 1958 yılında çıkarılan 162 sayılı kanundur. Bu kanun 1975 yılında tekrar ele alınarak değişikliğe uğramıştır. 1975 yılından 1984’e kadar azınlık okullarında okutulan Yunanca ders saati sayısı 20 iken buna nazaran Türkçe ders saati sayısı 48 idi. Fakat 1984’te yapılan kanun değişikliğiyle Yunanca ders saati 27’ye çıkarken Türkçe ders saati sayısı 37 saate indirilmiştir. Günümüzde ise Türkçe ders saati 31 saate düşerken Yunanca ders saati 29 olarak belirlenmiştir. Bunun sonucunda azınlık lisesinden bile mezun olan bir gencin ne Türkçesi tam, ne de Yunancası tamdır. Temeli zayıf olan bu öğrenciler ortaokul ve lisede sıkıntılar çekip mezun olamadan okulu bırakıyorlar. Mezun olan ve üniversitede okuyanlarda Yunanca ve Türkçeye hâkim olamadıkları için sorunlar yaşamaktadır. Üniversiteyi kazanan azınlık gençlerinin sorunları burada da devam etmektedir. Anaokulu itibariyle başlamış olan dil ve temel eğitimde oluşan eksiklikler üniversitedeki öğrencilerin başarılarını düşürmektedir. 4 yıllık bir lisans eğitimini 4 yılda bitiren azınlık öğrencisi çok az bulunmaktadır. Bu öğrenciler akademik alanda ilerleyememektedirler. Türkiye’de Yunan vatandaşı yaklaşık olarak 15 akademisyen varken Yunanistan’da bir tane bile Türk akademisyen bulunmayışı bu durumun en belirgin kanıtıdır. BATI TRAKYA’DAKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİNİN SOSYAL VE KÜLTÜREL SORUNLARI Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk gençliğinin en temel sorunlarından bir tanesi de sosyal ve kültürel alandaki eksikliklerdir. Bu eksikliklerin oluşmasında Yunanistan hükümetinin asimilasyon politikası (Türk kimliğinin inkârı) ve bölgedeki halkın kendi değerlerini iyi kavrayamaması ve genç nesillere eksik aktarılması önemli bir sebeptir. 63 1967 yılında Yorgo Papadopulos komutasındaki Albaylar cuntası Askeri Darbeyle yönetime el koydu. Bu dönemden itibaren yoğun bir milliyetçilik propagandası başlatıldı. Bu propagandada Batı Trakya’daki Müslüman Türkler de büyük ölçüde etkilenmiştir. 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında halka yapılan bu propaganda şiddeti artarak devam etmiştir. Bölgede bulunan derneklere sık sık baskınlar yapılıp oradaki yöneticileri yıldırıcı hareketlerde bulunulmuştur. Bu dönemden sonra Müslüman Türk azınlığı Yunanistan hükümeti tarafından Müslüman Yunan olarak nitelendirilmiştir. Yunanistan bu politikayla Müslüman Türklerin Lozan’da elde etmiş olduğu azınlık haklarının önüne geçmiştir ve Batı Trakya’daki Türk kimliğinin asimile olmasına neden olmuş ve bölgedeki halkın Türk kimliğinin kaybedilmesini hızlandırmıştır. Bu duruma açıklık getirecek en uygun örnek yaklaşık son 30 yıldır Yunanistan’daki derneklerin Türk ismini kullanmasının yasaklanmasıdır. 1983 yılında KKTC ilanından hemen sonra Rodop ve İskeçe valilerinin talebiyle isminde ‘‘TÜRK’’ adı geçen İskeçe Türk Birliği (1927) Gümülcine Türk Gençler Birliği (1928) Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği (1936) kapatılmıştır. İtirazlara rağmen kapatılmalar engellenemedi. 2002 yılında İskeçe Türk Birliği tarafından hukuki süreç yeniden başlatıldı. İstinaf mahkemesi bu itirazı reddetti. Daha sonra dava Yargıtay’a taşındı. Yargıtay da istinaf mahkemeleriyle aynı kararı verince 2005 yılında iç hukuk tüketilip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidildi. 27 Mart 2008 yılında İskeçe Türk Birliği ve kurulmaya çalışılan Rodop İli Türk Kadınlar Derneği ile karar aynı günde yayınlandı. Bu iki kararda da Yunanistan’ın Avrupa İnsan hakları sözleşmesinin dernekleşme özgürlüğü ile ilgili 11. maddesini ihlal ettiğini tespit edildi. Ancak Yunanistan’a gereken yaptırım uygulanmadı. Ağustos 2012 yılında tekrar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapıldı, bu başvuru usulen kabul edildi. Bu süreç ise halen devam etmektedir. Fakat GTGB yetkilileri anayasadaki ‘‘toplanma özgürlüğü’’ maddesini kullanarak Gümülcine Türk Gençler Birliği binasında Türk gençlerini toplayıp tiyatro, Hacivat-Karagöz gösterisi, halk oyunları gibi çeşitli etkinlikler düzenleyerek aralarındaki birlik ve beraberliği devam ettirme çabasındalar. Ancak bu girişimlerde Yunan hükümeti tarafından sekteye uğratılmaya çalışılmaktadır. Örneğin; Yunanlı yetkililer GTGB binasında 83 yıldır açık olan ve çay, kahve gibi ürünleri satan bir büfeyi kanunlara aykırı gerekçesiyle kapattırıp GTGB başkanı Koray HASAN’ a dava açmışlardır ve Sayın Hasan bu davadan halen yargılanmaktadır. Bunun yanında Türklerin elinde bulunan vakıflara ve bu vakıfların sahip olduğu mallara el 64 koyuluyor. Yaklaşık 1.200.000 Euro geliri olan bir vakıf resmiyeti olmadığı için her yıl borçlu gösterilip gelirlerine el koyulmaktadır. Yunanistan’da yaşanan ekonomik kriz de orada yaşayan azınlık gençlerini sıkıntılara sürüklemektedir. Çoğu genç pasaport alarak Almanya, Hollanda ve İngiltere’ye giderek orada çalışmaya başlıyorlar. Ancak, maddi sebeplerden göç eden bu gençler gittikleri yerde tutunamayıp geri dönmek zorunda kalıyorlar. Üniversitede okuyan genç kızların maddi açıdan zorlandıkları için para kazanmak amacıyla çeşitli yollara başvurmaları ekonomik krizin yol açtığı bir başka problemdir. Bazı genç kızlar yaşlı kişilerin yanında kalarak para karşılığında onlara bakıcılık yapmaktadırlar. Ancak bazı kızlar para kazanmak amacı ile kötü yollara başvuruyorlar. Üniversitelere giden azınlık erkekleri ise inşaatlarda ve kafelerde çalışarak hem gelir elde edip hem de okumaya çalışmaktadırlar. Üniversiteye giden bu gençleri maddi sorunların yanında kimlik bunalımı gibi sorunlarda beklemektedir. Özellikle Spartis ve Atina gibi aşırı sağcıların bulunduğu şehirlerdeki üniversitelerde bu gençler kimlik sorunu yaşamaktadırlar. Üniversiteye başlayan bir Müslüman Türk genci uzun bir süre kimliğini gizlemek zorunda kalmaktadır. Çünkü üniversitelerde her siyasi partinin bir kolu bulunmaktadır. Ve yabancı olarak her öğrenciye bir dışlama uygulanmaktadır. Aşırı sağ partilerin mensupları bu gençlere sözlü ve fiili saldırılar düzenleyerek üniversite bitirmek isteyen Türkleri okuldan soğutmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca üniversiteye gelen Müslüman Türk öğrencilerin öğrenci kimliklerinde ‘‘Müslüman Azınlık’’ olduğunu gösteren bir mühür bulunmaktadır. Yapılan fişleme öğrenciyi psikolojik olarak sarsmakta ve sonuç olarak öğrenci üniversite hayatında pasif bırakılmaktadır. Azınlık öğrencilerinin %95’inin üniversitelerde aktif rol almaması bunu destekleyen en önemli kayıttır. Bu tür sebeplerden ötürü üniversiteye giren her Türk genci bir entegrasyon sorunu yaşamaktadır. Ayrıca üniversitedeki birçok öğretim görevlisinin belli bir siyasi görüşü vardır. Sağ görüşe sahip olan bazı öğretim görevlileri azınlık öğrencilerine ders anlamında ciddi sıkıntılar çıkararak üniversite hayatını daha da zor bir hale getirmektedirler. 1993 yılında Nikolas Michaloliakos tarafından kurulan aşırı ırkçı Altın Şafak (Hrisi Avgi) adındaki parti Yunanistan’daki azınlıklara karşı birçok eylem ve saldırılarla kendilerini tanıtmıştır. Örneğin 23 Kasım 2011 tarihinde Altın Şafak örgütü üyeleri tarafından Yunanistan’daki Bulustra köyü ortaokulunun duvarına ‘‘Türkler-Mongollar Hepiniz Öleceksiniz.’’ yazısı yazılmıştır. 6 Ağustos 2012 tarihinde de 65 Gümülcine’deki Gümülcine Türk Gençler Birliği binasına yine Altın Şafak örgütü üyeleri tarafından saldırı düzenlenip birçok hasar verilmiştir. Bu saldırının Ramazan ayında ve iftar saatinden hemen sonra yapılması Müslüman Türklerin dinlerine ve benliklerine olan saldırıları göz önüne sermektedir. Bu ve benzeri olaylar Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk gençlerini psikolojik ve sosyal açıdan yıpratmış ve kendi kimliklerini özgürce ifade edememelerine sebep olmuştur. Ve yine 23 Mart 2012 tarihinde İskeçe Türk Birliği binasına saldırı düzenlenmiştir. Ancak polis bu saldırıları yapanların kim olduğunu bildiği halde müdahale etmemesi ve yapanları cezalandırmaması hayret verici bir hadisedir. Bunun sebebi olarak emniyet müdürlüğünün Altın Şafak örgütüyle sıkı ilişkiler yürüttüğü yerel halk tarafından da bilinmektedir. Aldığımız bilgilerden ise emniyet müdürlüğünde görev alan kişilerin çoğununda Altın Şafak örgütüne destek verdiği görülmektedir. Örneğin; Gümülcine Türk Gençler Birliği binasına ‘‘ GTGB ’’ tabelası asıldığında bu tabelanın kaldırılmasını isteyen emniyet müdürlüğü gerekçe olarak tabelanın halkı tahrik ettiğini iddia etmiştir. Emniyet müdürlüğü olarak Altın Şafak örgütüne müdahale edemediklerini de itiraf etmişlerdir. Bu gelişmelerden sonra Gümülcine ve İskeçe’de hayatlarını devam ettiren halkın can ve mal güvenliğinin ne derece tehdit altında olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Batı Trakya’daki Müslüman gençler kendilerini iyi yetiştiremiyor, gün geçtikçe kendi kimliklerinden uzaklaşıyor, örf ve adetlerini unutuyorlar. Kahve köşelerinde kumar oynayarak disko ve barlarda zaman geçiren; içki, sigara ve esrar tüketen Müslüman Türk gençliğinin sayısı her geçen gün artıyor. 90’lı yılların sonuna kadar Yunan eğlence mekânlarına Türk asıllı kişiler alınmamaktaydı ve Türkler halk tarafından da dışlanmaktaydı. Ancak bu eylem sonucunda Türklerin kendi içinde örgütlendiğini ve aralarındaki bağların sıkılaştığını gören Yunan hükümeti bu yıllardan sonra eğlence mekânlarına Türklerin girişine müsaade edip kendince Türk gençlerinin arasında oluşan bu bağı kırmaya çalışmıştır. Bu sayede o mekânlarda içki ve esrar alışkanlığı kazanan genç sayısı her geçen gün artıyor. Bununla beraber Rusya’dan getirdiği göçmenleri Türklerin yoğun yaşadığı bölgelere yerleştirip bu tür kötü alışkanlıkların yayılmasını hızlandırmıştır. Ayrıca Yunan illerinde bu konudaki denetimler sık ve sert iken Türklerin yaşadığı Batı Trakya bölgesinde bu denetimler yok denecek kadar azdır. Gençlerin bu tür kötü alışkanlık ve davranışlara yönelmesindeki en büyük etkenlerden bir diğeri ailelerin çocuklarını iyi yönlendirememesi ve gençlerin bölgede 66 vakitlerini değerlendirebileceği mekân sayısının çok az olmasıdır. Bu da yetmezmiş gibi Batı Trakya gençlerinin kendi sorunlarını tartışabileceği ve fikir alış verişinde bulunabileceği bir platform, toplanarak etkinlik yapabileceği bir kültür merkezi bulunmuyor. Sosyal etkinliklerin çok az düzeyde olması bölgedeki gençleri asosyal olmaya sevk ediyor. Nitekim Batı Trakya Türk gençliği o bölgede yapılan konferans ve seminerlere olan ilgisi çok yüksek. Batı Trakya gençlerini kumarhane ve eğlence yerlerinden alacak, sosyal olarak gelişimlerine katkı sağlayacak faaliyetlerin olmaması gençlerin sorunlarını arttırmaktadır. Sosyal alanda bu sorunların haricinde günlük hayatta da farklı enstanteler yaşanmaktadır. ‘‘ Yeryüzü Doktorları ’’ grubundan Batı Trakya bölgesine sünnet operasyonunu gerçekleştirmek amacıyla bölgeye iki doktor gelmiştir. Bu sünnet törenleri halk arasında çok olumlu karşılanmış ve şenlik havasında geçen bir etkinlik olmuştur. Ancak bu esnada doktorlara yardım eden bir kişiye daha sonra dava açılmıştır. BATI TRAKYA’DAKİ MÜSLÜMAN TÜRK GENÇLERİNİN DİNİ SORUNLARI İnsan hayatını şekillendiren ve insanı insan kılan en temel unsur dindir. Çünkü din insanı düşünmeye ve etrafındaki olayları sorgulamaya teşvik eder. İnsana sorumluluk yükler ve özgüveninin yerine gelmesini sağlayarak bilinçli bir birey olmasına yardımcı olur. Günümüz çerçevesinde her toplum inandığı dini ve o dinin gerektirdiği inanç esaslarını istediği şekilde yerine getirebilme ve dile getirebilme hakkına sahiptir. Bu kapsamda Batı Trakya Müslüman halkının kendi inanç ve özgürlüklerini dilediği gibi yaşaması gerekmektedir. Lakin günümüzde Yunan hükümetinin ve Yunan halkının Müslüman kesime yaptığı baskılar sonucu Batı Trakya bölgesinde yaşayan Müslümanlar kendi dinlerini rahatça yaşayamamaktadır. Bu duruma neden olan birçok saldırı ve eylem gerçekleştirilmiştir. Yunanistan’da yaşayan Müslüman halkın açık olarak görülen bir camii ve mezarlık sorunu bulunmaktadır. 21. yy’ da Yunanistan’ın başkenti olan Atina’da hali hazırda bir caminin bulunmaması dünya üzerindeki tüm Müslümanların tepkisini çekmiştir Atina’da bulunan Osmanlı zamanından kalan camilerin devlet eliyle kapatılarak müzeye çevrilmesi sonucu oluşan Atina’da yaşayan Müslümanların ibadet mağduriyetleri çok aşikârdır. Avrupa İnsan Hakları bildirgesi kişinin dini görevlerini dilediği gibi 67 gerçekleştirebileceği imkânların devlet tarafından sağlanmasını öngörmektedir. Ancak Yunanistan hükümeti cami ve mezarlık sorunları hakkında üzerine düşen görevi yapmamakla kalmayıp, bu konu hakkındaki sessizliğini de bozmamaktadır. Batı Trakya’daki Müslüman gençlerin üniversite eğitimi almak için gittikleri büyük şehirlerde dini görevlerini gerçekleştirebilecekleri bir cami bulamamaları gençlerin ibadetlerinden uzak kalmasına neden olmaktadır. Dini olarak darbe alan bu gençler, zaten yaygın olan ahlak dışı olaylara daha kolay karışabilmekte ve bunun sonucunda inanç ve kültürleri ciddi şekilde hasar görmektedir. Cami sayısının azlığı Müslümanların bir sıkıntısı olarak dururken var olan camilere düzenlenen saldırılar ve aşağılayıcı hamleler de Batı Trakya bölgesinde ciddi sıkıntılarının olduğunun bir delilidir. Örneğin 12 Kasım 2009 Perşembe günü İskeçe’de bulunan İskeçe Hürriyet Camisine kimliği belirsiz kişiler tarafından taşlı saldırılar düzenlenmiştir. Bu saldırı sonucu camii hasar görmüştür. 3 Şubat 2011 tarihinde Alaca Camii’nin kapısına yine kimliği belirsiz kişiler tarafından domuz başı asılmıştır. Ve yine 9 Aralık 2009 tarihinde İskeçe’deki Sünne Camii kapı ve duvarlarına boya ile yunanca küfür ve hakaret içeren yazılar yazılmıştır. Kimliği belirlenemeyen ancak Altın Şafak örgütü mensupları olduğu tahmin edilen kişiler tarafından Gümülcine’nin Poşpoş mahallesindeki Türk mezarlığında bulunan yirmiden fazla mezar taşı tahrip edilmiştir. Mezarlık duvarına ‘‘Konsolosluk Defol’’ ve ‘‘Altın Şafak’’ yazısı yazılmıştır. Bu eylemi gerçekleştiren grubun ismi bilindiği halde Yunanistan hükümetinin bu grup hakkında herhangi bir yaptırım uygulamaması da manidardır. Bu tür din karşıtı olaylar günümüzde de devam etmektedir. Yeni nesil Müslüman gençliği bu olaylar nezlinde camiye gitme konusunda ciddi kaygılar taşımaya başlamıştır. Müslüman azınlık için yegâne ibadethaneler olan camilerde böylesine sorun yaşanması bölgedeki Müslüman Türk gençliğinin inançlarına vurulan en büyük darbedir. Az sayıda bulunan camilerde yaşanan sorunun bir diğeri de imam atamalarıdır. 2007 yılının Şubat ayında yürürlüğe giren 3536/2007 sayılı kanun ile camilere atanacak olan imamların tamamının “Hıristiyanlardan oluşan 5 kişilik bir heyet” tarafından seçiliyor olması evrensel inanç özgürlüğü kapsamında kabul edilemez bir gelişmedir. Bu yasaya göre bölge halkı da haklı olarak tepkisini dile getirmekte ve uluslararası camiadan da destek talep etmektedir. Yunanistan’da yaşanan diğer ikilem müftülük konusudur. 1985 yılında Gümülcine müftüsü Hüseyin Mustafa’nın vefatından sonra bölge halkının Hacı Halil Efendiyi müftü olarak uygun görmesine rağmen Yunan yönetiminin Mısır’da eğitim görmüş olan İmam 68 Rüştü Ethem’i müftü olarak atamasıyla beraber Yunanistan’da ilk defa bir müftülük sorunu doğmuştur. Şu anda ise Batı Trakya’da biri Yunanistan yetkililerinin atadığı diğeri halkın seçtiği olmak üzere iki tane müftü bulunmaktadır. Bu durum bölgedeki gençlerin aklını karıştırmaktadır ve gençlerin en önemli dini kurum olan müftülüğe karşı güvenini sarsmaktadır. Yunanistan hükümeti izlediği bu politikayla Müslüman gençlerin aklında soru işaretleri oluşturarak ikilik oluşturmuş, bu gençlerin bir çatı altında toplanmasına engel olmuştur. Bu olaylara rağmen Gümülcine ve İskeçe illerinde seçilmiş müftülerinin önderliğinde gerçekleştirilen faaliyetler vardır. Köylerde ve bazı mahallelerde öğrenciler arasında akaid yarışması düzenleniyor ve Kur’an okuma programları yapılmaktadır. Bu faaliyetlerden en önemlisi camilerde öğrencilere cami hocaları tarafından verilen Kur’an dersleridir. Öğlen dersleri biten öğrencileri Yunanistan’da ki ahlaki olarak sıkıntılı olan hayattan kurtarmak ve okullarında eksik aldıkları dini eğitimlerini iyileştirmek amacıyla öğleden sonra camilerde Kur’an dersleri verilmektedir. Bu kurslara olan ilgi Batı Trakya illerinde çok fazladır. Dedeağaç ve Gümülcine illerinde bu kursların sayısı 95 ve bu kurslara katılan öğrencilerin sayısı yaklaşık 2500 tanedir. Bu kurslarda dini eğitimin dışında Türkçe, tarih ve çeşitli ilmi konularda da dersler verilerek bu gençlerin ilmi olarak da gelişimi sağlanmaktadır. Ancak yapılan bu yararlı ve bölge gençlerinin dini eğitimlerini düzgün almasını sağlayan faaliyetlerin önünü kesmek amacıyla Yunan hükümeti ‘‘ 240 İmam ’’ yasası çıkararak camilerde görev alan imamları değiştirip kendi düşüncesindeki din görevlilerini camilere atamak istemiştir. Kiliseler dünya üzerinde barış ve dinler arası diyalog politikasını gündemde tutmaya çalışırken Yunan Ortodoks kiliseleri ise tam tersi bir tutum sergileyerek ülkedeki Ortodoks Hıristiyanları İslam’a karşı kışkırtıcı açıklama ve eylemlerde bulunmaktadır. 2011 senesinde Yunanistan Pire Metropoliti Serafim’in “İslam’a inananların en belirgin özelliği ‘sözde peygamber’in ‘sözde getirilerini (Kuran’ı)’ kabul etmeyenleri kesmek ve öldürmektir” açıklaması Ortodoks kilisesine bağlı Hıristiyanları bölgede yaşayan Müslüman halka karşı bir kin ve nefret beslemesine sebebiyet vermiştir. Bu tahrik edici açıklamaya karşı Yunan yetkililer tarafından ortamı yumuşatmaya yönelik her hangi bir açıklama yapılmamıştır. Ayrıca Genç Akademisyenler Teşkilatı’nın var olan binasını daha büyük bir binaya taşıma isteğinin kilise tarafından engellenmesi Yunanistan’da kiliselerin devlet yönetiminde ne kadar fazla söz sahibi oldukları anlaşılmaktadır. 69 Büyük şehirlerde Cuma ve Bayram namazı sonraları Müslüman halka Yunan aşırı sağcı örgütler tarafından saldırılar düzenlenmektedir. Yapılan bu açıklama ve tahriklerle gençlerin dinini yaşayabilme hakları dolaylı bir şekilde ellerinden alınmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz olaylardan ötürü Batı Trakya Müslüman Türk gençleri dinlerinden gün geçtikçe uzaklaşmakta ve ötekileşmektedir. SONUÇ VE ÖNERİLER Batı Trakya Türkiye’nin Lozan Barış Antlaşması sonrası mübadele dışında tutulan Türklerin yaşadığı bir bölge olması hasebiyle Türkiye’yi bizzat ilgilendirmektedir. Lozan sonrası Yunanistan İstanbul’daki Rumların mübadele dışı tutmak istemiş ve bunu başarmıştır. Bunun üstüne Türkiye’de bu konunun ilerde sıkıntı çıkarabileceğini tahmin ederek Batı Trakya’da yaşayan soydaşlarımızı orda bırakarak tabiri caizse kendi eline bir koz geçirmek istemiştir. Bunların sonunda Lozan’da belirtilen azınlıklar konusundaki yükümlülüklerin altına her iki devlette girmiş oldu. Barış döneminde her iki devlette çoğu zaman Lozan’daki maddeleri çiğnemiştir. Yunanistan Lozan’da geçen maddeleri ihmal etmekle kalmayıp burada yaşayan halka insan haklarının tamamen dışında olan yaptırımlar uygulamaya kalkmıştır. Bunlardan en belirgin olanı Türkleri asimile etmeye çalışmasıdır. Fakat bölge halkı kendi içlerinde yaptığı faaliyetler sonucunda Yunanistan’ın bu politikada başarısız olmasına sebep olmuşlardır. Batı Trakya bölgesinde Yunanistan, azınlıkların Lozan’da kazandığı eğitim haklarını yok saymakta hiç geri durmamıştır. Müslüman Türk gençlerinin eğitimlerinin başından sonuna kadar her safhasına bir engel koyan hükümet bu bölgenin Yunanistan’ın eğitim bakımından en düşük seviyedeki bölge olmasını sağlamıştır. Ana dilde eğitim veren anaokullarının açılmasına izin vermeyerek eğitimin başlangıcı olan okul öncesi dönemde gençlere bir darbe vurmaktadır. Sayısı çok az olan azınlık okullarına atadığı öğretmenleri Selanik Özel Pedagoji Akademisi mezunlarından seçmesi ise bu okullardaki eğitimin çok düşük seviyede olmasına neden olmuştur. Ortaokul ve liseden dil ve eğitim konusundan eksik mezun olan öğrenciler üniversitede gerek sosyal gerek maddi gerekse ders açısından karşılaştığı zorluklar sebebiyle ya üniversitesini çok geç bir zamanda bitiriyor ya da bitiremeden okulu bırakıyor. Müslüman Türklerin eğitim hakları Lozan’ın yanında daha birçok antlaşma ve protokollerde güvence altına alınmış olmasına rağmen Yunan hükümetinin bu sıkıntıları çıkarmaya devam etmesi 70 ve herhangi bir iyileştirme uygulamaması kabul edilemez bir durumdur. Türkiye son zamanlarda Rum azınlıklar konusunda yaptığı radikal açılımlarla azınlıklara geniş haklar vermiştir. Ancak Yunanistan bu konuda Batı Trakya Müslümanları için somut bir adım atmış değildir. Batı Trakya Müslüman Türk gençleri Yunanistan’da bir de sosyal sorunlarla karşılaşmaktadır. Avrupa Birliği’nin ilk üyelerinden olan, çok eski ve köklü bir medeniyete sahip olan Yunanistan’ın Batı Trakya’da Müslüman Türk gençlerinin kendilerinin kullanabileceği bir kültür merkezi yapmaması ve yapılmasına izin verilmemesi Yunanistan’ın bir ayıbıdır. İsminde ‘TÜRK’ kelimesi geçen derneklerin kapatılması ve bu statüde derneklerin açılmasına izin vermemesi Yunanistan’ın günümüzde hala ırkçılığı aşamadığının bir göstergesidir. Ülke içinde bulunan bir gruba bile müdahale etmekten yoksun olan devletin bölgedeki soydaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamasından duyduğumuz endişe gün geçtikçe artmaktadır. Müslüman Türk gençlerin kötü alışkanlıklar kazanmasına engel olmak amaçlı hiçbir şey yapılmaması, orada esrar gibi sağlığı doğrudan etkileyen maddelerin satışında herhangi bir denetleme uygulanmaması hükümetin kötü niyetinin bir diğer göstergesidir. Ayrıca üniversitelerde öğrencilere verilen öğrenci kimlik kartında bulunan ‘‘Müslüman Azınlık’’ ibaresi Yunanistan’da uygulanan eğitimdeki eşitsizliği belgelendirir. Müslüman Türk gençlerinin üniversite hayatında karşılaştığı sayısız zorluğa karşın hükümetin hiçbir destek vermemesi evrensel etiğe aykırı bir davranıştır. Batı Trakya’da Yunanistan’ın çıkardığı bir diğer sorunda dini alandadır. Bu politika Yunanistan’da yaşayan aşırı sağ görüşlü partileri de daha fazla hareketlenmesine sebep olmuştur. Zaten son yıllarda Avrupa’da yükselişe geçen İslamafobya sebebiyle çeşitli sorunlarla karşılaşan Müslümanlar hükümetin izlediği bu politikayla Yunanistan içinde etkisini çok daha şiddetli göstermiştir. Şöyle ki krizle birlikte artış gösteren faşizm Müslümanların ibadet özgürlüğünü kısıtlama noktasına gelmiştir. Camilere yapılan saldırılar ve namaz kılan halka koyulan tepkiler evrensel ahlaka tamamen zıt davranışlardır. Bunlarla beraber Yunanistan’da söz sahibi olan din adamlarının da İslam’ı ve peygamberini aşağılayan açıklamalar yapması bu kişileri tahrik etmektedir. Bu sorunlar için sunduğumuz öneriler; Yunanistan tarafının, öncelikle Batı Trakya Türklerinin Lozan’da elde ettikleri azınlık haklarını uygulamaya koyması ve AB azınlık hakları 71 konusundaki maddelerine riayet etmesi ve denetlemesi gerekmektedir. Yunanistan eğitim alanında, azınlıklar için anadilde eğitim veren anaokulu açması, yeni ortaokul ve lise açılmasına izin verilmesi veya var olan azınlık okullarının kapasitesinin arttırılması, Türkiye’den gelen Türk öğretmen sayısının arttırılması, çift dil sorununun çözülebilmesi için Yunanistan’ın diğer bölgelerinde olduğu gibi tam gün eğitime geçilmesi, üniversitelere girişte uygulanan binde 5’lik barajın arttırılması veya kaldırılması, Türkiye’den mezun olan öğrencilerin yaşadığı denklik sorununu çözüme ulaştırması gibi adımlar atması halinde bölgedeki Türk gençliğinin eğitim sorunlarını kısmen gidermiş olur. Sosyal alanda, öncelikle Yunanistan hükümetinin ‘‘Müslüman Türk’’ kavramını ‘‘Müslüman Yunan’’ olarak değiştirmesi oradaki Türklerin Lozan’da elde ettiği hakları yok saydığı için bu kavramı ortadan kaldırması, gençlerin daha fazla etkinlik düzenleyip birlikte vakit geçirebilecekleri bir kültür merkezinin yapılması, esrar, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıkların yaygın olarak yaşandığı bölgelerde denetlemelerin sıklaştırılması, üniversitelerde okuyan Müslüman Türk gençlerinin üniversitelerde kulüp faaliyetleri düzenleyerek onları sosyal hayata daha fazla entegre edilmeli ve krizinde sebebiyle ekonomik zorluklar yaşayan gençlere maddi destek vermesi, vakıf ve derneklere yapılan ırkçı saldırıların önüne geçilmesi, verilen kapatılma kararlarına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine açılan davaların kararlarını uygulamaya koyması, Ortodoks din adamlarının kışkırtıcı değil halk arasındaki dayanışmayı arttıracak açıklamalar yapması Türk gençliğini sosyal alanda rahatlatmaya yetecek nitelikte olabilir. Dini alanda, birincil olarak sadece Batı Trakya’da değil tüm Yunanistan’ın ortak sorunu olan camii sorununa bir çözüm getirmesi ve özellikle Batı Trakya bölgesinin çeşitli bölgelerine halkın ihtiyacını karşılayacak camilerin açılması, ibadethanelere ve ibadetini gerçekleştiren Müslüman halka düzenlenen insanlık dışı saldırıların engellenmesi ve saldırıları düzenleyen gruba gerekli cezaların verilmesi, camilerdeki özerkliğin sağlanması için parlamentonun çıkarttığı ‘‘240 İmam’’ yasasını geri çekmesini sağlarsa din konusundaki sorunlarda aşılmış olur. Batı Trakya halkının, öncelikli olarak yapması gereken kendi içerisindeki birliği sağlamasıdır. Bununla beraber yetişen gençlere milli benliklerini iyi anlatmaları ve gelecek için gençleri düşünmeye sevk edecek faaliyetlerde bulunmaları gerekmektedir. Yaşanan olumsuz olaylara karşı anında tepki verilmesi gerekli ve bu tepkinin doğru yönde olmasına özen gösterilmesi 72 gerekir. Sorunların çözümüne sadece Türkiye’den değil Avrupa Birliği ve diğer devletlerden de destek alabilecek hale gelmeleri gerekmektedir. Var olan sosyal ve kültürel etkinliklerin devam ettirilmesi ve arttırılması bölge için çok yararlı olmaktadır, olacaktır. Batı Trakya gençlerinin Türkiye ile bağlarını sıklaştıracak etkinlikler düzenlemelidirler. Batı Trakya’da yaşayan Türk halkı ile Yunan halkı arasındaki vatandaşlık bağlarını güçlendirecek çalışmaların yapılması bölgede yaşanan gergin ortamı yumuşatarak Yunanistan’ın Müslüman Türkler için daha yaşanılabilir bir yer olabilmesi için atılacak önemli bir adım olacaktır. Türkiye olarak, en önemlisi Batı Trakya’da yaşayan halkın soydaşlarımız olduğu unutulmamalıdır. O bölgede yapılan haksızlıkları uluslararası platforma taşımalı ve gerekli çözümlerin talebi için Yunanistan’a ve AB’ye gerekli telkinlerde bulunmalıdır ve bu konuda kararlılığını sürdürmelidir. Yurtdışı Türkleri kurumunun o bölgede daha aktif çalışmalar yapması gerekmektedir. Türkiye’de bulunan belediye ve STK’ların o bölgeyle ilgili daha fazla projeler hayata geçirerek Batı Trakya Müslüman Türk gençlerinin Türkiye ile olan bağlantısını hep sıcak tutulmalıdır. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığının da bölgede daha etkin olması gerekmektedir. Yunanistan’da yaşayan yerli halkın gözünde geçmişten bugüne oluşan Türklerin olumsuz imajını düzeltmek amacıyla, ekonomik krizde bulunan ailelere yardım edilebilir. Ayrıca 2013 Nisan ayında İDSB, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Osmanlı Eğitim ve Kültür Derneği sayesinde başlatılan ‘‘Balkan İşbirliği Projesi’’ kapsamında Batı Trakya bölgesi için yapılacak olan faaliyetler Türkiye ve Batı Trakya’da olan STK’lar tarafından önemsenmeli ve desteklenmelidir. Bununla beraber, geçmişten beri var olan bağların kuvvetlenmesi için Türk Devleti’nin de gerekli olan desteği sağlaması gerekmektedir. 73 BOSNA HERSEK’TEKİ MÜSLÜMAN GENÇLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BİLAL ENİS BAHADIR BOSNA HERSEK- SINIR TANIMAYAN GENÇLİK Bosna Hersek dendiğinde Dünya Müslümanlarının aklına ilk gelen husus, yakın dönemde Bosna da yaşanmış olan vahim katliam hatıralarıdır.Ancak; Müslüman Bosna halkı hatırlanması gerekenler hususunda bundan fazlasını haketmektedir. Konumuz olan Bosna gençliğin durumunun analiz ve sorun tespitini yapabilmek için, son soykırım sürecini öncesi ve sonrasını iyi görmemiz ve analiz edebilmemiz gerekmektedir. Bir çok misafir Bosna’ya geldiğinde genelde Müslüman gençlerin yaşama biçimlerini eleştirmektedirler. Ancak unuttukları bir nokta vardır. Bosna, Başçarşı dan ibaret değildir. Bunu söylememdeki amacım, Bosna’ya gelen misafirlerimizin sadece bir bölgeyi el alarak basit bir analizle, Bosna gençlerine karşı yaptıkları yanlış yorum ve değerlendirmelerinden kaynaklanan haksızlıktır. Bosna’yı, Türkiye’ye, Kosova’ya veya herhangi başka İslam diyarına göre eleştirmek ve değerlendirmek hem haksızlık hemde mantıksızlık olur. Çünkü; Bosna'nın kendi süreci, kendi iç dinamikleri ve tarihsel bir süreci vardır. Ve bu sürece göre analiz etmemiz gerekmektedir. Örneğin Bosna da İslam yaşayışının zayıf olduğu gibi düşünceler var ama şunu söyleyebilirim ki bu düşünce yanlış bir düşüncedir. Beslenme kaynaklarıyla bireysel İslami olgunluk kıyaslandığında saygı duyulacak bir olgunluk içerisinde olduklarını görebiliriz. Rahmetli Bilge Kral Alija İzzetbegoviç' in yakın arkadaşı, ekibin o dönemdeki genç üyesi ve eski Bosna Milli Marşı' nın yazarı Cemaleddin Latiç ile yaptığımız bir görüşmede şunu dile getirmişti. "Eskiden, 3-5 kişi cuma namazı kılmak için toplanabildiğimiz de şükrediyorduk. Lakin şimdi Elhamdülillah camiler dolup taşıyor." bu sözden anlamamız gereken şu dur ki; Bosna’yı kendi sürecine göre ele aldığımızda 74 aslında, bütün eksilerine rağmen iyiye doğru gittiğini bile söyleyebiliriz. Bosna gençliğinin karşı karşıya kaldığı temel problemler ise ; 1-Öncelikli olarak bir savaş psikolojisi var be bunu dışarıdan birinin yada diğer bir söylemle savaş yaşamamış birinin anlaması çok zordur. 2-Bir çok yakınını şehid vermiş ve hatta bunca zamana rağmen ziyaret edebileceği bir mezarı bile olmayan yakınlarının üzüntüsünü güçlü gönüllerinde taşıyan Bosnalı gençler bu yükün altından kalkacak güce sahipler, ancak bunun için zamana ve biz kardeşlerinin maddi manevi desteklerine ihtiyaçları var. 3-Diğer yandan yakın dönemde yaşanan komünist dönemin vermiş olduğu söylenen refah kalitesi gençlerin aklında önemli yer işgal etmektedir. Bu durum onları günümüz şartlarına karşı pesimist bir havaya sürüklemektedir. Kaldı ki savaşın bitmesini sağlayan Dayton Barış Antlaşmasının getirdiği karmaşık ve kaotik politik yapı onların bu konuda çok da haksız olmadığı kanaatini oluşturmaktadır. 4-Açıkçası yaptığım analizler sonucu Bosna gençliğinin en temel probleminin insan fıtratının en temel ihtiyacı olan barınma ve yemek ihtiyaçlarını giderme konusunda sistemin azizliğine uğruyor olması ve bu temel ihtiyaçlar giderilmeden ideal misyonun harekete geçmesinin zor olduğudur. İnşaallah yarın Bosnalı kardeşlerimiz devlet sistemini anlatacaklar ve sizlerde bu konuda hak vereceksiniz. 5-Diğer bir temel mesele eğitim için yurt dışına kardeşlerimizin bir çoğu orada güzel eğitim aldıktan sonra imtina etmektedirler. Bu durumda beyin göçüne sebep şekilde geçen sıkıntılı süreç ciddi problemlere de çıkan Bosnalı geri dönmekten olmaktadır. Bu gebe oluyor. 6-Bir diğer değinmek istediğim husus ise Bosnalı kardeşlerimiz yaşadıkları ortam sebebiyle kendi dinleriyle entegre olmuş etnik yapılarla iç içe yaşamaktadırlar. Vakti zamanında diğer etnik yapılarla, yapılan karışık evlilikler zamanla toplumsal yozlaşmayı da beraberinde getirmiş ve bu durum artık toplum tarafından kanıksanmış durumddır. Sistemin gittikçe kötüleşmesi, dolayısıyla ülkedeki işsizlik oranının artmasına ve bundan 75 sebep maalesef hırsızlık vak'alarının artmasına sebep olmaktadır. Çözüm Önerileri; 1-Açıkçası en temel çözüm; Bosnalı kardeşlerimizin iyi bir geleceğe inanmalarını sağlayacak teşvik edecek çalışmalar yapmaktan geçmektedir. 2-Diğer İslam devletlerinin iyi durumda olanları, maddi ve manevi olarak sözde değil özde destek vermeleri bir zorunluluktur. 3-Gençliğin ciddi bir misyon .çalışmasına ihtiyacı vardır. Açıkçası şuna inanıyorum. Alija İzetbegoviç Dayton antlaşmasını imzalarken zihninde iki şey vardı: Birincisi akan kanın durması, İkincisi olarak ta sistem ne kadar kötü olursa olsun Bosnalı gençler bu problemi fark edip bu aziz milleti daha müreffeh bir yaşam standardına taşımak için gerekeni yapacaklarına olan inancı, Artık bunun vaktidir ; Bosnalı kardeşlerimizin Ayvaz Dedelere, Sarı Saltuklara, Tayyip Okiçe, Aliya İzzetbegoviç’e, Necip Fazıl’a, Bir Mehmet Akif Ersoy’a, bir Seyyi Kutup’a, Hasan el-Benna’ya, Sehid Seyh Ahmed Yasin’e ihtiyacı vardır ki; Alija bu anlamda ciddi öncülük etmektedir. Bu tür bir misyon çalışması ile oluşturulacak şuur ile Bosna'nın gerçek değerinin farkına varan gençlik artık ümmetin diğer topraklarında benzer zulme maruz kalan kardeşlerine yardımcı olacak noktaya kısa zamanda gelecektir. 76 ARNAVUTLARIN MÜSLÜMAN KİMLİĞİ DR. EDVİN CAMİ ARNAVUTLUK- ALEXANDER MOİSUİ ÜNİVERSİTESİ Fatih Sultan Mehmet Huzur içinde yatsın sadece tek bir vuruşta gösterildiği gibi başlangıçta bahsettiği gibi düşmanı yok etti ve fethi sağlam bir kale ile güçlendirdi. Yaşam şüphesiyle doğaya ait olanlar soldurulmaz! Bu domuzlar Fatih’in kan döken kılıcının korkusuyla zincirlere vurularak hükmü altına girdi. Hain Skanderbeg, çocukluğundan bu yana Tahtın tozlarıyla beslendi. Ancak sonra isyanı tercih etti. Kafir günahkarlar takımına komutan olmak için boynuna taktığı dinden dönenlerin giydiği pelerin giysilerin en kötüsüdür. Ordu büyük bir sel gibi dağların eteklerini, vadileri, çorak arazileri, çayırları kaplayarak Arnavutluk iline çarptı. Öyle ki bu ülke şeytani insanlarla dolu. Sayılamayacak kadar çoğu öldürüldü. Oğullarını kızlarını ve kadınlarını esir olarak aldılar. Bu “Tarih’i- Ebü-l-Feth” çalışmasından alıntıdır. Fethin Babasının Tarihi yazarı Tursun Bey’dir. Sultan 2. Mehmet’in tarihçisidir. Arnavutluğun İslamlaştırılması çoğu zaman bu tip tariflerle canlandırılır. Arnavutluk’daki İslam işgalci din olarak veya işgalciler tarafından vahşice empoze edilmiş din olarak nitelendirilir. Fakat bu konu o kadarda basit değildir. Bu şekilde ifade edilmiş tarifler 1467 senesine aittir. Osmanlı İmparatorluğunun Skanderbeg isyanına vermiş olduğu tepkiyle ilişkilidir. Oysa bölgeyi ziyaret etmiş Arap-Türk İslam dünyasında gelen Müslüman misyonerler tarafından İslam’ın Arnavutluk’taki izlerine 14.yy erken dönemlerinde rastlanır. Ünlü gezgin Evliya Çelebi’ye göre Arnavutluk’taki ilk cami 1300lerde Berat hisarında inşa edildiğini belirtmiştir. Sürekli süre gelen savaşlar ve anlaşmazlıklardan ötürü Osmanlı otoritesi, aracı olmaları için bölgenin ileri gelenleri tarafından davet edilmiştir. Berat Hisarındaki cami bu sebeple bölgeye gelen Osmanlı askerlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için yapılmıştır. 77 Sonraları bu askerler bölgede önemli bir faktör olmuşlardır. Sayılar gittikçe artan yerli toprak sahipleri otoritelerinin yeniden düzenlenmesi için gönüllü olarak ifade etmişlerdir. Nüfusun tamamının İslamlaşması yolunda, halkın ileri gelenlerinin çoğunun İslamı din olarak kabul etmeleri bir dizi önemli rol oynamıştır. Bununla birlikte Arnavutlar kendi topraklarında her zaman yarı-özerk bir idareye sahiptirler. Thomas Arnold’un “İslamın Öğütlenmesi”de yazdığı gibi Arnavutluk’taki Osmanlı İmparatorluğunu sadece yerel idareciler yönetti. Arnavut milletinin coğrafi bölgesindeki 500 yıllık Osmanlı idaresi, sadece Tursun Beyin tarif ettiği gibi zapt edilerek hükmü altına alınması, ayaklanmalara ve anlaşmazlıklara karşı savaşlar olarak nitelenemez. Ancak hem siyasi hem ekonomik ortak çıkarlar ve kültürel takas olarak nitelenebilir. Hasan Kaleshi Arnavutların Osmanlı İmparatorluğuna; Türkİslam kültürü etkisinde 42 veziriazam, çok sayıda alaybeyi, sancak beyi, beylerbeyi, birçok mühim siyasi ve kültürel kişilikler, şairler, mimarlar vermiştirler. Bunların içinde ilk İstanbul Üniversitesi rektörü, Kamus-ı Türk ansiklopedi halinde tamamlayan bilim adamı, Türk Milli Marşını yazan şair ve birçok ünlü diğer şahsiyetler yer almaktadır. Bazı çalışmalarda eski komünist rejim ve dine karşı tutumuna dolaylı veya doğrudan özür dileyen edebi içeriklerden sıklıkla alıntı yapılmıştır. Sınırlı olarak adlandırılan, zayıf, dini bir kimlik nitelendirilmeye çalışılması tarih boyunca Arnavutların dinsiz sosyal ve kişisel yaşam sürdükleri varsayımı şartına bağlı dini uyumu nitelendirme denemeleri elbette fark edilecektir. Ancak böyle bir iddia bizim bildiğimiz tarihi gerçeklik tarafından desteklenmemektedir. Günümüzde artık var olmayan Tirana Eski Çarşısı, bu görüşe zıt bir örnektir ki, 19.yyda burada dört önemli cami ve bir tekke bulunmaktaydı. Örneğin yerel halkın ve tüccarların girişimleriyle inşa edilmiş türbelerin sayısı halkın din karşıtı bir yaşamı olduğu fikrini desteklememektedir. Bu tür duruma hemen hemen bütün büyük şehirler ve eyaletlerde rastlanmaktadır. 1912’den sonra Arnavutluk devletinin yeni bağımsızlığını ortak yönetmek ve ortak idare etmek için Müslüman ve Hristiyan kimlikler aynı uyum ruhuyla bir araya geldi. Ve bu gelenek 1944 tarihine kadar sürdürüldü. Komünistler vahşice iktidara geldikleri gibi bütün dini kimlikleri ve manevi dünya görüşleri baskın altına alarak hepsini feshetmeye çalışarak kendi dünya görüşlerini empoze etmişlerdir. 1967 de Arnavut komünistler ülkenin anayasal kimliğini ateizm olarak ilan ettiler. 78 Bütün dinler ve dini faaliyetler kesinlikle yasaklandı. Din adamları zulme uğradılar, idam edildiler veya insanlık dışı şartlarda hapishanelerde öldü. Camiler ve kiliseler yıkıldı. Bu vaziyette Arnavutluk’taki din olgusu zayıfladı ancak tamamen yok olmadı. Çoğu Arnavut, atalarının dini inançlarına yasak gelmeden önce dini kimliklerini kendi zihinlerinde muhafaza ettiler. 1989’dan sonra komünist rejimin düşmesiyle o kimlik tekrar gözden geçirildi. Her gün Müslümanların olduğu kadar Hristiyanlar da kendi dini kökenlerinin tekrar keşfediyorlar. Dini bilinçlenme her zaman gittikçe kendisini daha da ön plana çıkarmakta. İNSTAT’ın en son istatistiğine göre on yıllarca süren Komünizm, dini kimliğe toplumun bakışının genel tablosunu değiştirmeye güç yetiremediğini gösterdi. Sadece az sayıda insan kendisini ateist olarak bildirirler ve Müslümanlar hemen hemen aynı rakamlarla çoğunluklarını koruyabilmişlerdir. Bugünlerde Müslüman Arnavutlar, Müslüman kimlikleri ile Avrupa kimlikleri arasında, bazı İslam’a karşı korku ve önyargı besleyen yazarlar tarafından farzedilen bir “çatışma” söylemiyle yüzleşiyorlar. Hatta onlar, Müslüman kimliğini, Arnavutların siyasi olarak Avrupa Birliğiyle bütünleşme emelleri için tehlike teşkil ettiğini bile iddia ediyorlar. Özelikle Arnavutların ve Avrupalıların siyasi ve sosyal hayatının düzenlenmesini tanımlayan laiklik ilkesi bağlamında bu söylev anlamsız gibi görünüyor. Ve ALSAR derneğinin isteğiyle burada bulunduğum gibi, Bu dernek, mütevazi olmakla birlikte Arnavutların Müslüman kimliğinin güçlenmesine katkı sağlayan bir kuruluş olduğunu söylemekten mutluluk duyuyorum. Çok sayıda kitap, bunların içinde çocuklar için hazırlanmış temel dini metinlerin yanı sıra teolojik ve tarihsel konularla ilgili ciddi bilimsel başlıklar bu dernek tarafından yayınlanmıştır. Dini dersler dizisi ülke genelinde düzenlemekte ve muhtaç insanlara mali ve insani yardımın sağlanmakta, İslami dayanışmanın en iyi değerleri açığa çıkarılmaktadır. 79 BOSNA-HERSEK’TEKİ BAŞKANLIK SORUNU SEMİRA BUDİC-AMİNA SELİMOVİC BOSNA-HERSEK Bosna-Hersek’teki şu an yürürlükte olan politik düzenleme 14 Aralık 1995’te imzalanan Genel Çerçeve Antlaşması ( veya Dayton Antlaşması) barış antlaşması üzerine kurulmuştur. Bu düzenleme Bosna-Hersek’te yeni bir anayasa sunmuştur. Bosna-Hersek Brcko Bölgesi ve aşağıdaki birimlerden oluşmakta: Bosna-Hersek Federasyonu ( toprak alanın %51’i) kendi hükümetleri kendi bakanlıkları ve kendi kamusal idare birimleri olarak bölgesel(10 bölge) ve belediyeler ilgili üç seviyede organize edilmektedir. Sırbistan Cumhuriyeti (toprak alanın %49’u) kendilerine ait hükümetler, bakanlıklar, kamusal yönetimler iki seviyede organize edilmektedir. Birimler ve Belediyeler Brcko Bölgesi 1999’da Yüksek Temsilci Ofisi tarafında kurulmuş olup Bosna-Hersek Devleti Hükümeti idaresi altındaki münferit bir ünitedir. Başkanlıkta ayrıca Birimlerde vardır, Federasyon Başkanı dolaylı yoldan seçilmekteyken ve Sırp Cumhuriyeti Başkanı ise doğrudan seçilmektedir. Bosna-Hersek Başkanlığı 3 üyeden oluşmaktadır ( bir Boşnak bir Hırvat ve bir Sırp)ki Bosna-Hersek Başkanlığı bunlara arasında sırasıyla dönmektedir.(diğer bir deyişle Bosna-Hersek Federasyonu başkanlık için Boşnak ve Hırvat temsilcileri oylarken, Sırbistan Cumhuriyeti Sırp temsilciyi oylamaktadır.) Bosna-Hersek Başkanlığı sekiz aylık dönemler şeklinde dönmeye devam etmektedir. Ve başkanlık idaresi; dış politika da rol üstlenme, yıllık bütçe önerisi, Bosna-Hersek devletinin uluslararası organizasyonlarda temsil edilmesi gibi faaliyetleri içerisinde barındırır. Başkanlık nispeten düzenli olarak yerine getirilir. İleri savunma reformu gibi önemi kararlar alındı. Başkanlık anayasa reformu tartışmasında çok yapıcı bir rol oynamıştır. Her 80 nasılsa Başkanlık üyeleri çoğunlukla ilk olarak kendi Birimlerine ve sonra kendi seçmenlerine bağlılık göstermiştir. Karmaşık karar verme prosedürleri, kapasite sorunları, siyasi irade eksikliği, mecliste ve hükümette ulusal çıkarlardan uzaklaşılması gibi hususlar mevzuatın benimsenmesini geciktirmeye devam etmektedir. Devlet ve birimler arasındaki parçalanmış siyaset yapılması hala bir meseledir. Devlet ve birimlerin gündemi uyumu için tasarlanmış, Ekonomik Kalkınma ve Avrupa Bütünleşme Koordinasyon Kurulu çok seyrek olarak buluşmaktadır ve anayasal bir rolü bulunmamaktadır. Aynı zamanda Federasyon Hükümeti çalışmaları zaman zaman iç siyasi meseleler tarafından engellenmektedir. Dayton talimatları esası üzerinden uluslararası toplum Bosna-Hersek’te derin şekilde olduğu gibi kalmaktadır. Yüksek Temsilci (HR) önemli bir rol oynamaya devam eder. Dayton talimatları sorumluluklarına ek olarak Bonn yetkileri aracılıyla yasal olarak bağlayıcı kararlar koyma yetkisi vardır. HR aynı zamanda AB Özel Temsilcisi (EUSR)olarak hareket eder. EUSR talimatları görevi AB’nin tavsiyelerini sunmak, siyasi süreci kolaylaştırmak ve aynı zamanda Bosna-Hersek’teki genel siyasi durumu tanıtmaktır. Ancak idari sistemin tümünün ve yargı sisteminin işlevselliğinin artırılması için daha fazla çaba gerekmektedir. Bosna-Hersek’in finansal, idari, doğru işleyen yargısal işlevselliği sorumlulukları başarılı olunması gereken meseleler olarak kalmıştır. Yargının verimli çalışmasının devamlılığı engel şeyler örneğin birbirine paralel dört bağımsız yargı etki alanı Devlet, Sırbistan Cumhuriyeti, Bosna-Hersek Federasyonu, Brcko Bölgesi düzeyinde, tutarsız yasal işlemler, on dört Adalet Bakanından gelen yönergeler ve avukatlar için dört farklı hukuki mahkeme sınavları yargı işlevselliği verimliliğine engel teşkil eder. Büyük ceza davalarında Bosna ve Hersek Yüksek Mahkemesi, kararlarının tersine çevirme oranı yükselmiştir. 81 MÜSLÜMAN ÜLKELERİN BALKAN ÜLKELERİ İLE OLAN İLİŞKİLERİ 82 AFRİKA VE BALKAN ÜLKELERİ İLİŞKİLERİ RUAA SHAWİR SUDAN Balkan Yarımadası, Avrupa’nın üç büyük yarımadasının en doğusunda bulunmakta olup, Balkan ülkeleri şunlardır ki: Arnavutluk Bosna-Hersek Bulgaristan Karadağ Kosova Makedonya ve Yunanistan gibi devletleri tamamı ,Türkiye, Hırvatistan Romanya Sırbistan ve Slovenya gibi devletlerin bir kısmı ile İtalya’nın % 1’i Balkan bölgesinde yer almaktadır. Tarih boyunca Balkanlar Avrupa ve Asya tarafından eşitçe zorlanan bir kavşak olmuştur, ‘ Balkan’ kelimesi Türkçe ‘ormanlık dağlar’ anlamına gelir. Adriyatik kıyısı boyunca uzanan Dinaric Alpleri batıdaki dağlık alanı oluşturur, ve güney Balkanlar’daki dağlık alanlar doğuya doğru uzanır, Bulgaristan’daki Julian Alpleri batıya doğru uzanır, ve kuzeydeki Karpat Dağları Romanya içerisinde kuzeye uzanır. Balkanlar ve Afrika Üç asırdan fazla bir süre boyunca (16.yy ortasından 19.yy sonlarına kadar) Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika aynı siyasi ve ekonomik bir varlığa ait olmuştur. Balkanlar Balkan ülkeleri tarih öncesi dönemi: Balkan Tarihi, tarih öncesi Paleolitik dönemde 44,000 yıl önce başlamıştır. Eski Yunan ve Makedonya Krallığı dönemi: Özellikle Ege ve Adriyatik denizleri kıyılarında ve buralara komşu bölgelerde Balkan bölgesindeki Yunan devletleri hükümdarlığı MÖ 83 500 yılları ve daha erken dönemlerinde devam etti, fakat bu devletler doğuda Pers fetihleriyle yüzleşti, Ve bu Makedon Krallığı Balkan yüzyıllarının kültür kompozisyonu doruğuna ulaşmasına neden oldu. Kuzeyde Yunanistan Rönesans’a ve uygarlığa Makedon kralı 2.Filip döneminde(MÖ359-336) Ulaştı, Bunu yanında oğlu Büyük İskender döneminde çok yönlülük ve refahın zirvesine ulaşıldı . Büyük İskender döneminde (MÖ336-323), Makedon İmparatorluğu dünyanın gördüğü en geniş imparatorluk oldu. Balkan yarımadasındaki en büyük imparatorluk olmasının yanında, İmparatorluk Mısır ve Suriye gibi bölgeleri de içermekteydi. 84 BALKAN MÜSLÜMANLARI: “ORTAK GELECEK, YENİ UFUKLAR” SAAD SULTAN PAKİSTAN - KHUBAİB DERNEĞİ Balkan bölgesi ve İslam, öyle bir konudur ki, bu bölgenin kendi tarihi ve kültürü kadar karışıktır. Bu bölgenin belirgin özelliklerini, dinler, Güçlerin egemenliği, Balkan Savaşları( Birinci Dünya Savaşı) sebepleri ve Komünizmin ağır geri çekilişiyle günümüzle birbirine bağlanmış olduğu olgusuyla desteklemekteyim. Bizans imparatorluğu ve ardından gelen Osmanlı İmparatorluğu bölge ekonomisi, kültürü, ve yaşam biçiminde gözle görülür izler bırakmışlar. Ancak daha da önemlisi aynı döneme veya sonrasına ait aynı tür yaygın sorunlar bırakmışlardır. Modern komünizmin bölgenin 21. Yüzyılına şekil vermesiyle de mühürlenmiştir. Son 6 asır boyunca, bu bölgede büyük bir şekilde İslam’a yönelik katılımlar olmaktaydı ve bu durum İslam’ın bu topraklarda günümüzde de yaygın olmasının sebebidir. Çoğu Balkan milli devletleri 19.yy boyunca ve 20.yy’ın erken dönemlerinde, Osmanlı İmparatorluğundan veyahut Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan bağımsızlıklarını kazanarak ortaya çıkmaya başladı. ( Yunanistan 1821, Sırbistan Bulgaristan ve Karadağ 1878, Romanya 1878 ve Arnavutluk 1912) 1990lar boyunca süren savaşlar ve Yugoslavya dağıldıktan sonra, Komünizm gitti. Ve Batı Demokrasi’si Balkanlarda yerini aldı, sivil özgürlük hakları ile süslenmiş, Medeniyet, 600,000 Müslümanın katledilmesine İnsanlık Şampiyonları sadece tanıklık ettiler. Eziyetlere ve zulümlere rağmen Müslümanlar şüpheye yer vermeksizin Bosna-Hersek’te çoğunlukta diğer ülkelerde kayda değer ölçüde azınlıktadırlar. Günümüzde, Balkan Müslümanları İslam Ümmetiyle birlikte, çoklu küresel sorunlarla yüzleşiyor. Bunlar Siyasi, Ekonomik, Askeri ve bütünlüğünü kaybetme gibi sorunlardır. Balkanlar, Rönesans döneminde İslam’ın Avrupa’daki sınırıydılar ve hala daha öyleler, batıya açılan kapılardır. Bu ülkelerin hükümetleri tarafında sebep olunmuş Müslüman nüfusun sorunlarını gidermek daha kapsamlı bir stratejiye ihtiyaç duyulmaktadır. Ve bunlar bir birer isimlendirilmesi için, OIC( İslam İşbirliği Teşkilatı) Balkan bölgesine bir platform kurmalı, İslam Dünya’sının büyük güçleri özellikle Türkiye, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından müzakereler düzenlenmeli, çözümlerin peşinde olunmalıdır. Türkiye, bölgeye tarihi bağları dolanmış 85 olmakla birlikte aynı zamanda komşu olması hasebiyle daha büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu sorumluluklar layıkıyla yerine getirilebilir, bahsedilmeden, Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde Türkiye doğru bir rotada ilerlemektedir. Ancak Tek bir mutabakat yine de uzun bir meseledir. Aynı zamanda, bütün olarak, Müslüman ümmet, kapana kısılmıştır ve bu geliştirilebilir saldırgan bir stratejidir. Etkili, fayda sağlayan ve rasyonel bir şekilde sorunlar ele alınabilir. Hükümetler seviyesinde ve 2.yol diplomasi(resmi olmayan akademisyen veya önemli şahsiyetlerin diyalog yöntemiyle sorunları aşmaya çalışması) ile daha fazla işbirliği sağlayacak bu iki alet, Ümmetin arasında bulunan ihtilafların aşılması için köprüler kurulması için çok gereklidir. Son 300 senedir bu ihtilaflar başıboş bir şekilde dolanmaktadır. Bu ihtilaflar Arap veya Arap olmayan, petrol üreten veya üretmeyen diye sıralanıp devam edip durmaktadır. En büyük ihtiyacımız ahenk ve İslam’ın mesajı sözbirliği: Birlik ve Beraberliktir. 86 BALKAN ÜLKELERİ VE MALEZYA ARASINDAKİ İLİŞKİLER KHAİRUL ANUAR BİN ABDUL MANAP MALEZYA-PKPIM Tanıtım Balkan Ülkeleri: Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya. (1990) Yugoslavya altı bağımsız ülkeye bölündü: (1991-2006) BosnaHersek, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, Sırbistan, ve Slovenya Tarihi Bakış Açısı Bosna-Hersek ve Kosova (1991-1994) 1. Malezya tarafından: 2. BM’ye konunu çözüm şekliyle alakalı tatminsizlik ibraz edilmiştir . 3. İrtibat grupları kurulmuş ve gruplara yardım edilmiştir (OIC)İslam İşbirliği Teşkilatı Bosna-Hersek. 4. Savaş mültecileri Malezya’ya kabul edildi. 5. Sırbistan’a etnik temizliği bir an önce durdurması çağrısında bulunuldu . 6. Sorunu gidermek için BM adı altında asker gönderildi. Malezya Müslüman Gençlik Hareketi’nin (ABIM) Rolü Bosna-Hersek’teki ABIM müdürlüğüne ait ilk basın toplantısı 25 Eylül 1991 . Kardeşimiz Hacı Mohd Anuar Tahir, ABIM Genel Sekreteri(soldan ikinci) ve Bosnalı Bayan Bisera Tukovic (yanında). 87 1992: Dr. Izet Aganovic, Bosna Müslüman Sosyal Yardım Derneği Başkanı, 'Merhamet', Dış İşleri Bakanı,Abdullah Ahmad Badawi ile buluştu. Bu görüşme ABIM tarafından ayarlandı. 9 Haziran 1992: Dr Muhammad Nur Manuty (ABIM Başkanı) Sırbistan rejimi tarafından desteklenen Sırp gerillalarla savaşın sürdüğü BosnaHersek’teki insanlara yardım etmek için başlatılan Bosna-ABIM Yardım Fonu’nun açılışında konuşuyorken . Ayrıca görünürde, Bosna-Hersek Başkanlığının Malezya’daki kişisel temsilcisi, Prof. Dr. Mustafa Ceric. Prof. Mustafa aynı zamanda Uluslararası İslami Düşünceler Enstitüsü (ISTAC). öğretim üyesidir. 88 Çağdaş Bakış Açısı 1. Eğitim: Milletler, kültürler ve diğer farklılıklar arasındaki ilişkilerin artırılması için milliyet ve benzerlikler inşasına odaklanmak. 2. Genç nesillerin birbirleriyle olan ilişkileri(Malezya ve Balkan ülkeleri). Ülke içindeki gençliğin gelişim eğitimi(eğitimsel takas programları ve benzerleri ) 3. Girişimcilik: Ülkemizin ekonomisini yükseltilmesini ve bağımsız ekonomik bir sistem inşasına yardım eder. 89 MEHMET AKİF ERSOY’U ANLAMAK GENCER KAPLAN TÜRKİYE- GENÇ İDSB Toplumların oluşmasında ve gelişiminde önemli sacayaklarından biri de aydınlardır. Aydınlar, o toplumun değerlerini, sıkıntılarını ve güzelliklerini layığıyla yansıtan şahıslardır. İşte MEHMET AKİF ERSOY da özelde toplumumuza genelde de ümmete ışık tutan bir büyüğümüzdür. Aslen Arnavut kökenli olan Mehmet Akif 1873 yılında geleneksen, sade ve muhafazakar bir yaşamın sürdürüldüğü İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya gelmiştir. Babası İpekli Tahir Efendi Kosova prizen yakınlarındaki ipek şehrindendir .Annesi Buharalı Şerife Hanımdır. Akif’in doğduğu ve büyüdüğü yıllar son derece sıkıntılı, debdebeli yıllardır. Başta Avrupa ve Rusya olmak üzere tüm dünyanın hasta adam ilan ettiği, çöküş dönemini yaşayan,tebaasında ümitsizlik parçalanmışlık hissinin oluştuğu,Osmanlı İmparatorluğunun yıkılıp yerine Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu zaman dilimidir. Akif ilk öğrenimine Fatih’te Emir Buhari Mektebinde başladı. 2 yıl sonra ilkokul bölümüne geçti ve babasından Arapça dersleri almaya başladı. Orta öğrenimine Fatih Merkez Rüştüyesinde devam etti. Bu süreçte dil öğrenimine olan yeteneği fark ediliyordu ve rüştiye eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca da hep birinci oldu.Rüştiyeyi bitirdikten sonra güzide bölümlerden olan Mülkiye İdadisine(Siyasal Bilgiler) başladı.Ancak babasının vefatı ve ertesi yıl büyük fatih yangınında evlerinin yanması sebebiyle Mülkiyeyi bırakmak zorunda kaldı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebine kaydoldu. Bu okulu 1893 yılında 1.lik ile bitirdi. Akabinde Ziraat Nezareti, Umur-i Baytariye müdür yardımcılığı yapan Akif görevi görevi gereği Rumeli Arnavutluk, Anadolu ve Arabistan’da bulunur. Eşref Edip ile beraber Sırat-Müstakim ve Sebilürreşad dergilerini çıkarır. Harbiye Nezareti adına Almanya( Berlin) da göreve gönderilir. Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi bilen Akif, Darül-fünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliği(profesör) yapar. 90 1.mecliste Burdur Milletvekilliğine seçilir.(1920-1923).Daha sonra Mısırlı Prens Abbas Halim Paşanın davetiyle Mısır’a gider ve Hilvan’a yerleşir.1926’da Mısır’da Edebiyat Fakültesinde Profesörlük yapar. Mısır’da iken siroz hastalığına yakalanır. Bir süre hava değişimi için Lübnan’a gider. Daha sonra Türkiye’ye döndüğünde ise hastalığı daha da ağırlaşır. İstanbul’da tedavi görür ancak hastalığı geçmez. 27 Aralık 1936 akşamı vefat eder. Ertesi gün Edirnekapı Şehitliğine defnedilir. Görüldüğü üzere M. Akif sadece edebi kişiliği olan şair değil aksine çok yönlü bir kişiliğe sahip mümtaz bir şahsiyettir. Eğitimci, gazeteci, veterinerhekim ve milletvekili oluşu cok yönlülüğünün birer göztergesidir. O, sadece çağına fayda sunmayı gaye edinmemiş, çağın ötesine ulaşacak kadar derin ilmi ve fikri zenginliği içinde barındıran bir aydınımızdır. Etkinliği, etkililiği ve verimliliği kendi dönemindeki toplumsalı aşarak günümüze kadar ulaşmıştır. M.Akif milletiyle ağlayan, onun derdiyle dertlenen, değerkamlık örneği sergileyen bir insandır. Öyle ki; biçare, ümitsizlik içinde yoksulluk ve fakirlikle boğuşan ,yok olmaya yüz tutmuş Türk Milletine ümit,heyecan vermeye çalışmış ve bu yolda yapılması gerekenleri sıralamıştır. T.C. Milli Marşı olan “İstiklal” marşının yazarı, Vatan Şairi ve İslam şairi olarak da anılır. O öyle vatanına düşkün bir ferttir ki “İstiklal marşı benim değil, milletimindir” diyerek İstiklal Marşı dışındaki şiirlerini “Safahat” adlı tek eserde toplamıştır. Sunumumun bundan sonraki bölümünü Safahat’tan alıntılar almak suretiyle geri kalmışlığın, ilerleyememe sebeplerimizi ve çözüm önerileri hakkında konuşacağım… Safahat, Akif’in şiirlerini topladığı kitatır. Ancak onu bu kadar dar bir tanımın içine sokmak yanlış olacaktir. Safahat bir şiir kitabının ötesinde; ilmi ve fikri bir edebi eserdir. Onda milletimizin tarihi, doğruları, yanlışları, yükselişi ve çöküşü bunların sebebleri, toplumun yapısı, caddesi sokağı evleri aşları, acıları sevinçleri yer almaktadır. 7 bölümden oluşan safahat 91 1.bölüm safahat 2.bölüm Süleymaniye Kürsüsünde 3. bölüm hakkın sesleri 4.bölüm fatih kürsüsünde 5.bölüm hatıralar 6.bölüm asım 7.bölüm gölgeler Akif ümmetteki sıkıntıları o günlerden görmüş ve analiz etmiştir. Bu sorunlar hala uğraştığımız, kimi zaman içinden dahi çıkamadığımız, çözmeye çalıştığımız sorunlardır. Şimdi Akif’in tespit ettiği sorunları ve çözüm önerilerini Safahat ekseninde irdeleyelim. 1.Cehalet ve Çözümü Akif geri kalmışlıkta en önemli etken olarak eğitimsizliği görür. Ve safahata da hem buna atıf yaparak hem de mukaddes kitabımızın ilk emri olan “OKU” yu hatırlatarak başlar. Ona göre asıl zafer eğitimle kazanılır. Mevcut olan cehaletin giderilmesi için çözüm olarak da okulları açılmasını söyler. Ancak okul açmanın gerekli fakat yetersiz olduğunu, bunun yanında iman sahibi,edepli ve vicdan sahipli öğretmenleri görevlendirilmesi gerektiğini belirtir. Bu düşüncelerini dizelerde şöyle dile getiriyor Akif: Mahalle mektebi lâzım, düşünmeyin artık! Mahalle mektebi olsaydı, bizde vaktiyle; Ya uğrasaydı kalanlar güzelce ta’dîle; Yarım pabuçla gezen, donsuz üç buçuk zibidi, Bu Arnavudluk’u isyâna kaldırır mı idi? Bugün anâsır-ı İslâm’ı bir denî cereyan Sürüklüyor ki: Bakın nerden eyliyor nebean. Felâketin başı, hiç şüphe yok, cehâletimiz; Bu derde çâre bulunmaz –ne olsa- mektepsiz. 2.Tembellik ve Çözümü Şair toplumun genelinde bir tembellik olduğunu ve yanlış bir tevekkül inancının yaygın oldugunu bunun da geri kalmışlıga sebep oldugunu belirtmektedir. Tevekkülün hiçbirşey yapmadan Allah’tan bir şey lutfetmesini beklemek olmadıgını aksine önce fiili duayı yani çalışma 92 eyleminin hakkıyla yapılıp daha sonra Allahtan bekleme oldugunu vurgulamıştır. “Allâh’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan… Ma’na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan! Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu; Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şâhid: Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid. Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atalet”, Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet? Çoktan kürenin meş’al-i tevhidi sönerdi; Kur’an duramaz, nezd-i İlâhî’ye dönerdi. Gecmıste mılletının gayretli olduğunu ve bunun sonucunda dünyaya hükmettiğini ancak şimdilerde güdüm altındaoldugu mesajını vererek, çözüm olarak da bir müslümana yakışır şekilde çalışmak oldugunu vurguluyor.Her fırsatta çalışılması gerektıgını ancak bu yolla refaha ulaşılacagını benımsıyor. Bu hususta batıyı örnek göstererek , batının bu günlere gelip,ilerlemesini çalışması sayesinde olgunu şu dizelerle dile getirmekte: Bakın mücâhid olan Garb’a şimdi bir kerre: Havâya hükmediyor kani’ olmuyor da yere. Dönün de âtıl olan Şark’ı seyredin: Ne geri! Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri! 3.İslam’dan, Kur’an’dan Uzaklaşma ve Çözümü Akif sadece kendi millet, ne seslenmez. O bütün İslam alemini dikkate alır.o geri kalma sebeplerinden birini de İslam’dan ve Kuran’dan uzaklaşmada görmüş ve bu hususta yapılması gerekeni bize şu mısralarıyla dile getirmektedir: Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı Diyerek islam’ın gelişime,ilerlemeye engel olmadıgını aksine gelişime açık oldugunu, yapılması gerekenin kur’an ışığında islam’a uymaktır. 93 4.Birlikteliğin Olmayışı ve Çözümü Akif’in yaşadıgı dönem için yaptıgı bu sıkıntı gunumuzde de tüm tazeliğiyle kendini korumaktadır. Hala birlikten yoksun müslğman devletlerin varlığı göze çarpmaktadır. Başka milletlerin, kendi çıkarları doğrultusunda bütünleştiğini ancak ancak kendi milletinin içindeki hesaplaşmalar ve çekişmelerin bizi geriye götürğünü belirtmektedir. Ve merhum şair çözümü öyle sarih biçimde özetlemiş ki : “Sizin felâketiniz: tarumar (darmadağınık) olan “VAHDET” (BİRLİK) Eğer yürekleriniz aynı hisle çarparsa; Eğer o his gibi tek, bir de gâyeniz varsa; Düşer düşer yine kalkarsınız, emin olunuz! Demek ki, birliği temin edince kurtuluruz. O hâlde vahdete hâil (engel olan) ne varsa çiğneyiniz Bu ayrılık da neden? Bir değil mi her şeyiniz Çekişmelerden uzaklaşıp ortak idealler etrafında birleşmek suretiyle birlik olunabilecektir. 5.Kavmiyet ve Çözümü Akif’in hitap ettiği, kuşattığı kitle tüm İslam alemidir. Boşuna değildir ona İslam şairi denmesi. O müslümanları bir bütün olarak görür ve kavmiyetçiliği sert bir dille eleştirerek yerinin olmadığını ve bu durumun olumsuz etkilerinin oldugunu duyurmaktadır. Kavmiyeti ; müslümanların arasına ikilik sokan,onları birbirinden uzaklaştıran bir akım olarak algılar. Nitekim yıllar sonar Arnold Tonybe Akif’i doğrularcasına şu ifadeleri sıralar: “Gerçekte milliyetçilik, müslümanların içine düştükleri bir oyundur. Müslümanlığın büyük bir çoğunluğu için milliyetçiliğin kaçınılmaz sonucu Batı dünyasının proleter kalabalığı içinde erimek olacaktır’’ yani bunun anlamı şudur; Batı, İslam dünyasını ırkı temele alan milliyetçilikle yıktı. Ve bu konuda kaleme aldığı mısraları ders niteliğindedir: 94 Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam, Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam, Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize? Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı, Aynı milliyyetin altında tutan İslâm’ı, Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir. Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir. Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez… Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez. Sizi bir âile efrâdı yaratmış Yaradan; Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan. Siz bu da’vâda iken yoksa, iyâzen-billâh, Ecnebîler olacak sâhibi mülkün nâgâh Kavmiyetçiliği bu şekilde eleştirerek devam edilmemesi gerektiğini aksi halde bunun olumsuz ve yıkıcı etkilerinin toplumun her katından görüleceğini, başka milletlerin bu saiki kullanarak müslümanları geçeceğini dolayısıyla müslümanları geri kalma sebebi olarak görmektedir. 6.İlim Eksikliği ve Çözümü Akif’in eğitime verdiği önemi ve hasreti dile getirmiştim. Bu minvalde ilim öğrenmenin ve öğretmenin de ilerlemenin bir göstergesi oldugunu bildirmektedir. O, batının ilmi olarak ilerde oldugunu kabul eder ancak batı üstünlüğünü kabul ettıgı anlamını çıkarmamalıyız. Bu sebeple yüzümüzü batıya dönerek ordan ilmi alıp, manevi varlıklarımıza, kutsalımıza, manevi değerlerimize sıkı sıkıya bağlı kalmamız gerektiğini vurgular. Çünkü Batının manevi degerlerı ile Müslüman degerler uyuşmaz. Mesela dinleri farklıdır Batının. Bu sebepledir ki Batının yaşam şekline özenmeyi ve taklit etmeyi cok sakıncalı bularak özümüz korumamız gerektiğini belirtir. Ve o ilim ve tefekkür timsali şahsiyet mısralarını şu şekilde sıralar: 95 Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini; Veriniz hem de mesâînize son sür’atini. Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü milliyeti yok san’atin, ilmin; yalnız, İyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı demin: Bütün edvâr-ı terakkîyi yarıp geçmek için, Kendi “mâhiyyet-i ruhiyye”niz olsun kılavuz. Çünkü beyhûdedir ümmîd-i selâmet onsuz… SONUÇ Netice itibariyle bize bakan yönü, yapmamız gerek değerli dava adamı, ilim ve fikir adamı olan Mehmet Akif Ersoy’un tespitlerini iyi anlamak,analiz etmek ve onu hayata tatbik etmekdir. 96