okumak için tıklayın
Transkript
okumak için tıklayın
İÇİNDEKİLER 5 Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Çocukluk Yılları - II (0-11 Yaş) 10 Ayın Sohbeti “Kutb-ul Aktâb Niyazi Baba Hazretleri” - II Mehmet Emin Uzunosmanoğlu On Bir Ayın Sultanı Ramazan-ı Şerif 14 / Ömer Faruk Erdoğan 16 Neden Yapıcı Değiliz? / Tuğba Uzunosmanoğlu 18 Çocuklarımızı Oruç Tutmaya Nasıl Alıştırabiliriz? / Esra Erdoğan 20 Sanal Yalnızlık / Zeynep Uysal 22 Çocuklarla Büyümek / Hanife Kadiroğlu 24 Orucunu Tut Kaçırma / Ülkü Akmeşe 26 Çevremiz Evimizdir / Cüneyt Yusufoğlu 28 Fıkıh (İslam’da Hukuk İlmi) / Havvanur Şenduran 30 Ümmetin Kardeşliğe İhtiyacı Var / Pınar Cantekin 32 Helal Çizgisinde Hayat / Emine Can 34 Sağlık-Bilim 36 Yeniden Yapılmakta Olan “Niyaziye Camii” 41 Ayın İlahisi Grafik Tasarım Esra AKBURAK Kapak Fotoğrafı Kadir KOÇAK Kapak Fotoğrafı: Niyaziye Camii Editör: Ömer Faruk ERDOĞAN Gsm: 0546 691 53 25 Mail: [email protected] Baskı Seçil Ofset 100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 4. Cad. No: 77 Bağcılar-İSTANBUL Tel: 0212 629 06 15 www. secilofset.com NİYAZİYE EĞİTİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFI Dr. Mediha Eldem Sokak 58/1 Can Apt. 06420 Kızılay / ANKARA Tel: 0312 433 02 69 - Gsm: 0533 685 64 65 - Faks: 0312 433 02 70 Mail: [email protected] Web: www.niyaziyevakfi.org.tr Facebook: facebook.com (İnciden Damlalar Dergisi) Editörden Bismillâhirrahmânirrahîm “Allah’ın (c.c.) adı zikredilmeden başlanılan her önemli işin sonu bereketsiz olur.” (Hadis-i Şerîf) Selamun Aleyküm Sevgili Okurlarımız, O’nun (cc) Adıyla! O’nun (cc) Esmaü’l-Hüsna’sıyla! Dilimizle O’nun (cc) yüceliğini övüyor, bedenimiz ve ruhumuzla O’nun (cc) yüceliği ve güzelliği karşısında eğiliyoruz. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) gönülden salât ve selamlar olsun. Pirler Piri Abdulkâdir Geylâni’nin ve Büyüklerimizin himmetleri üzerimize olsun. Sizleri saygı ile selamlıyor ve afiyette olmanızı temenni ediyorum. Dergimizin yedinci sayısıyla bir kez daha aynı mutlulukla, aynı heyecan ile karşınızdayız. Yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde mübarek üç ayların manevi atmosferini teneffüs etmekteyiz. Hepimizin büyük bir özlemle ve sevinçle beklediği “Ramazan Ayı” gelmiş bulunmakta. Bizler de bu doğrultuda İnci’mizde ayın konusunu “Ramazan ve Oruç” olarak belirledik. Dergimizin ana bölümünde Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) çocukluk dönemine devam ederken, Ayın Sohbeti bölümünde ise Niyazi Baba Hz. ile alakalı yazıyı Emin Hocamızın dilinden devamını okuyacaksınız. Makalelerimizde ise Orucun Fazileti, Oruçluyken Nelere Dikkat Etmeliyiz, Çocuklarımıza Oruç Tutma Alışkanlığı Nasıl Kazandırabiliriz gibi konulara yer verdik. Ek olarak Çağımızın Gençlik Problemleri, Sanal Bağımlılık, Çocuklarla Büyümek gibi güncel konulara da ağırlık vermeye çalıştık. Tüm yazılarımızı ilgiyle ve merakla okuyacağınızdan şüphem yoktur. Makalelerimizden yararlanmanızı bekler ve içinde bulunduğumuz bu mübarek aylardan istifade etmenizi temenni ederim. Bizlere göstermiş olduğunuz ilginize, hayır dualarınıza ve desteklerinize tüm ekibim adına teşekkür ederim. Allah’a emanet olunuz. Yeni sayılarda buluşmak ümidi ile. Sizleri dopdolu bir İnciden Damlalar ile baş başa bırakıyoruz… Feyizli Okumalar… Ömer Faruk ERDOĞAN KÂİNATIN EFENDİSİ PEYGAMBERİMİZİN ÇOCUKLUK YILLARI – II (0-11 yaş) D ergimizin bir önceki sayısında Efendimizin çocukluk yıllarının bir kısmını paylaşmıştık. Bu sayımızda Efendimizin muhterem validesinin vefatını, Peygamberimizin anne-babasının iman meselelerini, Efendimizin dedesine verilmesi, muhterem dedesinin vefatını ve son olarak amcası Ebu Talib’in yanında geçirdiği günleri işleyeceğiz. Yaylanın havası ve suyu başkaydı. Çocukların sağlıklı ve hızlı gelişmesi için oldukça yararlıydı. Efendimiz böyle bir ortamda büyüdü ve gelişti. Zaman su gibi akıp geçmişti. Yaylada tam dört yıl kaldı Kâinatın Efendisi. Artık annelerin Annesine dönme vakti gelip çat- Gün ölüm günüydü. Bir annenin biricik evladına veda edeceği gündü. Öyle bir gündü ki; yer gök haykırıyor, hıçkırıyordu. Mekke’ye dönerken, kurak çölde üç şerefli yolcu: Hz. Âmine, biricik evladı Kâinatın Efendisi ve Ümmü Eymen… mıştı. O Anne ki; İnsanlığın ufkundan kara bulutları kaldırıp, kâinatı aydınlatacak olan iki cihan güneşi Hz. Muh a m m e d Mustafa’nın v ü c u d a gelmesinin sebeb-i hâssı ems a l s i z Anne… “Ol sadeften doğdu ol dür dânesi!” Efendimiz bu dünyada güzeller güzeli anacığına doyamadı. Belki o küçüktü ancak imtihanı pek ağırdı. Hayatın tüm gerçeklerine o minicik bedeniyle göğüs germeyi öğrendi. Bu imtihanların en acıklı olanı şüphesiz muhterem validesinin vefat edişiydi. Gün ölüm günüydü. Bir annenin biricik evladına veda edeceği gündü. Öyle bir gündü ki; yer gök haykırıyor, hıçkırıyordu. Mekke’ye dönerken, kurak çölde üç şerefli yolcu: Hz. Âmine, biricik evladı Kâinatın Efendisi ve Ümmü Eymen… Rüzgâr bir başka esiyordu. Güneş bir başka aydınlatıyordu yeryüzünü. Bu farklılıkların sebebi kuşkusuz ayrılık ateşi idi. Henüz yolu yarılamışlardı ki Âmine validemiz rahatsızlandı. Efendimizi ve Ümmü Eymen’i bir telaş kapladı. Hastalık ciddi idi ve gittikçe şiddetleniyordu. Ebva köyü yakınlarında bir ağacın gölgesinde konaklamaktan başka çareleri yoktu. Âmine validemiz hâlsiz bir şekilde yerde yatıyordu. Efendimiz son derece üzgün ve 5 Celâl ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından âdemoğullarına helal ve haramı bildirmek üzere peygamber gönderileceksin. Sen ceddin İbrahim’in teslimiyet ve dinini tamamlamak için gönderileceksin. Allah, seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten koruyacak ve alıkoyacaktır. Her yaşayan ölür, her yeni eksilir, yaşlanan herkes zevâl bulur. Her şey faniAmine Validemizin kabrini gösteren eski bir resim / Ebva dir, gider. Evet, ben Kaynak: Siyer Yayınları-Peygamber’in Albümü de öleceğim. Fakat ismim ebediyen yâd telaşlı idi. Yerde ses yok, gökte sükût hâkim edilecektir. Çünkü tertemiz bir evlat doğuridi. Efendimiz kendini toparlayarak, “Nasılsın muş, arkamda hayırlı bir yâd edici bırakmış anneciğim?” diye sordu. Annelerin en şereflibulunuyorum.”1 si biricik evladının üzülmesine dayanamadığı için, şiddetli ağrılarına rağmen, “İyiyim canım İstikbalden haber veren bu cümlelerin aroğlum, bir şeyim yok.” diye cevap verdi. Birdından Âmine validemiz orada ruhunu gökaç kelimeden sonra kendinden geçiverdi. Bir revli meleğe teslim etti. ara “su” dediği işitildi. Efendimiz şimşek hızıyYer, Mekke ile Medine arasında bulunan la aziz annesine suyu yetiştirdi. Aziz anne suyu Ebva köyü. içti. Efendimizin o mübarek ellerinden tutarak okşadı. Efendimiz ağlıyordu. O mübarek gözTarih, Milâdi 576… yaşları aziz annesinin omuzlarına nisan yağEfendimiz gözyaşlarına boğuldu. Ümmü murları gibi dökülüyordu. O (sav) ağlıyordu Eymen ise ne yapacağını şaşırdı adeta donayer gök titriyordu. Yeryüzünü hüzün ve keder kalmıştı. Bir ara kendine gelen Ümmü Eymen kaplamıştı. Nur yüzlü evladına doya doya Aziz yavrunun gözlerini sildi. Sonra da bağrıbaktı. Bu şiddetli hastalıktan kurtulamayacana basarak teselli etmeye çalıştı. ğını anlayarak dilinden şu mübarek cümleler Dünyanın en şerefli en bahtiyar annesini döküldü: oracıkta toprağa defnettiler. Yolda Efendimi“Ey dehşetli ölüm okundan, Allah’ın yarzi bir an olsun yalnız bırakmayan Ümmü Eydım ve ihsanıyla yüz deve karşılığında kurtumen sık sık iki cihan güneşini teselli etti. O’nu lan zâtın oğlu! Allah, seni aziz ve devamlı kıl(sav) öz evladı gibi bağrına bastı. Efendimiz sın. Eğer rüyada gördüklerim doğru ise, sen de, adeta onu bir anne kabul ederek, “Anne, anne!” diye çağırırdı. Daha sonraları her gördüğünde ise, “Annemden sonra annem!” diyerek iltifatlarda bulunurdu.2 Yer, Mekke ile Medine arasında bulunan Ebva köyü. Tarih, Milâdi 576… 6 1 İsfahani, Delâilü’n-Nübüvve, s. 119. 2 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 116-117. Yaşı epeyce ilerleyen muhterem dede bir gün aniden rahatsızlandı. Ebedi âleme göçeceğini anlayan dedenin tek derdi biricik torunu idi. Efendimizi teslim edeceği emin kişiyi seçmek… duralım: Hz. Abdullah ile Hz. Âmine, Efendimize peygamberlik gelmeden önce vefat etmişlerdir. Dolayısıyla fetret devrinde vefat edenlere azap yoktur. Efendimizin şu cümleleri bu konuya rehber olacaktır, ”Ben, mütemadiyen temiz babaların sulbünden, temiz anaların rahminden nakloluna geldim.”4 Kâinatın Efendisi, yıllar sonra Hudeybiye Umresi sırasında yine Ebva’dan geçecektir. Allah’ın izniyle annesinin kabrini ziyaret edip elleriyle düzeltecektir. Sonra da ağlayacaktır. O’nun (sav) mübarek gözlerinden akan yaşları gören sahabeler de ağlayacaklar ve “Ya Resulullah! Niçin ağladınız?” diye sorduklarında, Efendimiz, “Annemin benim hakkımdaki şefkat ve merhametini düşündüm de ağladım” diye cevap verecektir. Altı yaşında iken muhterem validesini kaybeden Efendimizi, dedesi Abdulmuttalib himayesine aldı. Aziz dede Kureyş kabilesinin reisi idi. Üstün ahlaka sahip olan Abdulmuttalib, Allah’a ve ahirete inanırdı. Peygamberimizin Anne Ve Babasının İman Meselesi İslam âlimlerine göre; “Hz. İbrahim’den gelen ve Resul-i Ekrem’i netice veren nurani silsilenin fertlerinin hiçbiri, hak dinin nuruna lakayt kalmamışlar ve küfrün karanlıklarına mağlup olmamışlardır. Hiçbirinin temiz gönlü, şirk ve küfürle kirlenmemiştir.”3 Bu cümlenin ışığında Efendimizin anne ve babasının iman meselesi üzerine Efendimiz Dedesi Abdulmuttalib’in Yanında Şefkatli dede aziz torununa son derece hassas idi. O’nu (sav) canı gibi seviyor ve nereye giderse gitsin yanından ayırmıyordu. Efendimiz de dedesine son derece saygılı idi. Dedesinin minderine sadece Efendimiz otururdu. Amcaları mani olmak istese de; “Oğlumu serbest bırakın! Vallahi, ilerde O’nun (sav) namı ve şanı büyük olacaktır!”5 diye söylemiştir. Yaşı epeyce ilerleyen muhterem dede bir gün aniden rahatsızlandı. Ebedi âleme göçece- 4 Kadı İyaz, c. 1, s. 183. 3 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 397; Tecrid Tercemesi, c., s.537 5 İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 178; Tabakat, c. 1, s. 118; Belazuri, Ensab, c.1, s. 81. 7 ğini anlayan dedenin tek derdi biricik torunu idi. Efendimizi teslim edeceği emin kişiyi seçmek… Aklına Ebu Leheb geldi. Fakat katı kalpli deyip “olmaz” dedi. Abbas’ın ise pek fazla evladı var idi. Ancak onlarla meşgul olabilirdi. Hz. Hamza’nın ise yaşı gençti ve ava meraklı idi. Pek fazla torunu ile ilgilenemezdi. Ebu Talib! İşte, Nur TorunuEfendimiz’in s.a.v. dedesi Abdülmuttalib ve onun dedesi Abdümenaf’ın kabirlerini nu teslim edeceği gösteren eski bir resim - Kaynak: Siyer Yayınları-Peygamber’in Albümü emin kişiyi bulmuştu. Muhterem dede, palı tutuldu. Cenaze eller üstünde dolaştırıldı. Efendimizin de görüşünü aldı. “Amcalarından Hacun Kabristanı’na, dedesi Kusayy’ın yanıhangisinin himayesinde olmak istersin?” diye na defnedildi.7 sordu. Sevgili Peygamberimiz yerinden kalkaTarih: Miladi, 578. Fil yılından sekiz sene rak Ebu Talib’in boynuna sarılarak seçimini sonra. yaptı. Muhterem dede, bu isabetli seçime çok Efendimiz cenaze ve defni esnasında gözyaşlarını tutamadı. Efendimiz ömrünün ilk sekiz yılını acılarla, üzüntülerle ve kederle dolu geçirdi. Ebu Talib’in eşi Fatıma Hatun’un Efendimize olan sevgisi, şefkati sonsuzdu. O’nu (sav) öz evladı gibi seviyor, bakımına son derece dikkat ediyordu. sevindi ve oğluna tembihlerde bulundu. Ve Abdulmuttalib tarafından, Efendimiz, amcası Ebu Talib’e teslim edildi. Yakalandığı hastalığa dayanamayan muhterem dede seksen yaşını aşkın bir ihtiyar olarak dünyaya gözünü kapadı.6 Muhterem dedenin vefatı Mekke halkını derinden üzdü. Günlerce Mekke çarşısı ka6 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 110 8 İki Cihan Güneşi Amcası Ebu Talib’in Yanında Ebu Talib, son derece merhametli bir insandı. Fakat oldukça fakir idi. Bir devesinden başka hiçbir mal varlığı yoktu. Hz. Ali, babası hakkında şöyle buyurmaktadır: “Babam, Kureyş’in fakir, ancak ileri gelenlerinden şerefli biri idi. Hâlbuki kendinden evvel, böyle yoksul olduğu halde kavminin ulu kişisi olmuş bir kimse gelmemiştir.” Ebu Talib, aynı zamanda kardeşi Zübeyr’den kendisine geçen Kâbe perdedarlığı demek olan “rifade” ve hacılara su içirme hizmeti demek olan “sikaye” vazifelerini de yürütüyordu. 7 İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 119. Efendimiz olmadan Ebu Talib sofraya asla oturmazdı. Sofra hazırlandığında Efendimizi göremeyince şefkatli amca, “Muhammed’im nerede? Çağırın, gelsin” derdi. Çünkü onun bulunduğu sofrada herkes doyarak kalkar ve yemek yine artardı. Bulunmadığı sofrada ise, çok kere sofradakiler doymadan yemek bitiverirdi.8 Hz. Halime’nin evinin kalıntıları, Benî Sa’d / Zaten, Efendimiz, ta o Evtas - Kaynak: Siyer Yayınları-Peygamber’in Albümü zamandan beri az yiyordimiz şöyle yanıtladı: “Ebu Talib’ten sonra, du. Sofrada son derece bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir ciddi ve nimetlere hürmetkâr bir tavır içinde kadın yoktur. Ahirette, cennet elbiselerinden bulunurdu. Diğer çocuklar kurulur kurulmaz elbise giymesi için ona gömleğimi kefen yapsofraya saldırırken, Efendimiz büyükleri baştım. Kabre ısınması için oraya kendisiyle birlamadan lokmayı ağzına koymazdı. Hatta likte uzandım.”11 bazı kere amcası, çocuklardan rahatsız olmasın diye O’nun için ayrı sofra kurdururdu.9 Efendimiz on yaşlarında bulunuyordu. Boş durmayı sevmez ve amcasına yardım etmeyi Dadısı Ümmü Eymen o günleri şöyle anlaçok severdi. Amcasının koyunlarını gütmek istıyor: “Resulullah’ın, çocukluğunda ne açlıktedi. Ebu Talib başta bu duruma razı olmadı tan ne de susuzluktan şikâyet ettiğini görmeancak Efendimizin yoğun ısrarını kabul etti. dim. Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi. Böylelikle, geçim sıkıntısı olan amcasını çoKendisine yemek yedirmek istediğimizde, ‘İsban masraflarından kurtarmak suretiyle yartemem, karnım tok’ derdi”.10 dımda bulunmuştur. Bir gün sahabeye: “Siz Ebu Talib’in eşi Fatıma Hatun’un Efendimibu yabani yemişlerin karalarını tercih ediniz. ze olan sevgisi, şefkati sonsuzdu. O’nu (sav) Çünkü onun siyahı en lezzetlidir!” Sahabeler öz evladı gibi seviyor, bakımına son deremerak içinde sordular, “ Ya Resulullah, bu ce dikkat ediyordu. Böylece, Dürr-i Yetim’e, yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir. Siz de annesiz kalmış olmanın ızdırap ve hasretini koyun güttünüz mü?” hissettirmemeye çalışıyordu. Efendimiz ise FaEfendimiz ise tebessümle şöyle yanıt verdi: tıma Hatun’a saygı ve sevgide kusur etmiyor“Hiçbir peygamber yoktur ki koyun gütmemiş du. Öyle ki Fatıma Hatun, vefat ettiğinde “Buolsun!”12 gün annem öldü!” diyerek ona karşı sevgisini ifade etmişti. Sonra da gömleğini çıkararak ona kefen yapmış ve beraberinde kabre ineBir sonraki sayımızda Efendimizin 12 rek bir müddet mezarında uzanmıştı. yaşından 38 yaşına kadar olan hayatını Bu hareket ashabın gözünden kaçmadı ve işleyeceğiz. hikmetini Efendimize sordular. Sebebini Efen8 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 120 9 İ bn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 120. 10 Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 729-730 11 Süheyli, Ravdü’l-Ünf, c. 1, s. 112 12 İbn Sa’d, Tabakat., c. 1, s. 125-126. 9 MEHMET EMİN HOCAMIZIN NİYAZİ BABA HZ. İLE İLGİLİ BAZI HATIRALARI - II B ir sefer Bakırlı Yaylalarına gidiyoruz. Yaylaya gittik, hava öyle bulutlu ki, hava ha çöktü ha çökecek. Herkeste bir telaş var; şu yemeğimizi bir yeseydik, yemekte ortada kalacak diye. Rahmetullahi Aleyh birden celalli bir şekilde; yağmur yağmayacak, zorla mı yağdıracaksınız yahu, hadi yağdırın dedi. Yağmayacak, rahat olun, sıkıntılara girmeyin, dedi. Hakikaten de yağmur yağmadı. O gün yemekler yendi, bulaşıklar yıkandı, kazanlar falan toparlanıp, arabalara yüklendi. Cemaatin hepsi arabalara gitti. En arkada Rahmetlik ile biz geliyoruz. Ondan sonra geldik Çankırı yoluna. Bindik mi, binmedik mi? Bir yağmur başladı sanki gök delindi. Hatta Şabanözü tarafında hayvanları falan sel almış öyle bir yağmur. Ama arabaya binene kadar Allah’ın izni kudretiyle, Niyazi Baba’mın büyük himmetleriyle damla düşmedi. Onun için Rahmetullahi Aleyhin çok hatıraları vardı. 10 Bir seferinde de Çankırı’ya Hacı Murad-î Veli Hz. ile Karatekin Hazretlerine gidiyoruz. Ondan ona mı gidiyoruz yoksa tam tersine mi gidiyoruz. Baba Hz.’nin arabasının üzerinde Allah’ın büyük hikmeti, nurani şimşekler çakarken gördük. Hatta bir ara, Allah korusun arabanın arkasında yangın çıkartır mı diye de korktuk. Dolayısıyla bu güzellikleri Mevla gösterdi elhamdülillah. Baba Hz. Cenab-ı Hakk’ın izni ile hakikaten de yeraltından ve yerüstünden haber verecek derecede Allah Baba Hz.’nin arabasının üzerinde Allah’ın büyük hikmeti, nurani şimşekler çakarken gördük. katında bir sevgisi, bir dostluğu vardı. Cenab-ı Allah öyle büyük bir mürşidi bize nasip etmiş. Güzel, güzel, ne güzel... Allah bizleri Onlara layık etsin inşallah. Babacığım onlar da İmam Hüseyin’in kanı bir de Pir Geylani’min gülü. Bir basamak O’nun kanından, bir basamak da O’nun gülünden. Şenyurt’taki camimizin yapımı da tamamen Allah’ın kudretiyle ve Niyazi Baba’mın himmeti ile olmuştur. Her ne kadar bizler arsayı alıp, işlerle alakadar olduysak da, hizmetinde bulunduysak da yapan da yaptıran da hep Allah’tır. Allah ve Resul’ü adına da Niyazi Babam rahmetullahi aleyhdir. Bir gün minare yapılıyor; minare yapılırken taşlar geldi. Bizim de bazı deliliklerimiz varmış demek ki. Minarenin bazı yerlerine, mahfilin altına ayna döşettiriyorum. Taşları oydurup aynaları koyduruyoruz. Etrafını tutkallarla tutturup o taşı oraya yerleştiriyoruz. Tam aynaları döşüyorduk bir de Rahmetullahi Aleyh birden geldi. Bu ne Hacı, ne yaparsın sen dedi. Hem sinirlendi hem de azarladı. Niye yaptırıyorsun, bunlar hangi minarede var, dedi. Baba her minarede, her camide Allah’ın tecelliyatı yok ki dedim. Burada bu aynalar senin kalp aynan; o aynaya bakanlar irşad olsun İnşallah, deyince Rahmetullahi Aleyh bir sevindi, ondan sonra da hüzünlendi. Bir şey demedi. Peki, bu kırmızı taşlar ne? Yukarıya doğru alaca, belece bu ne? Babacığım onlar da İmam Hüseyin’in kanı bir de Pir Geylani’min gülü. Bir basamak O’nun kanından, bir basamak da O’nun gülünden. Hakikaten de o kırmızı taşları özel getirttim. Kafamıza estiği gibi yaptırıyoruz. Kimseye de danışmıyoruz. Ama niyetimiz bu yönde. O Kadri Gülü, boyası İmam Hüseyin (ra) kanı; Pir Geylani’min de gülü kırmızı. İşte onun için Baba, bunlar kırmızı dedim. Ağlamaya başladım, baktım O da ağladı. Bir de aman Hacı Efendi dikkat et kimsenin arsasına kimsenin hakkı geçmesin. Aman geçme! Sakın geçme. Peki, başım üzerine Baba. Ama aşağıya dolandığında o hanımların giriş kısmına bir 11 adam sığmıyor; yan geçse zor sığıyor. Bazıları Baba görmez dedi. Otuz santim çıkalım dediler; e peki çıkalım dedik. Çıktılar tabi, yapıldı. Bir de öteden Baba Hz. geldi; orası çıkmış dedi. O daha arabadan inmeden önüne koştum, eline sarıldım; vermedi, ayaklarına kapandım. Ne oldu ya, tövbe tövbe ne yaparsın sen yahu, başımı derde mi sokacaksın dedi rahmetullahi aleyh nur içinde yatsın. Baba bir gel hele, Babacığım bir şey göstereceğim ne olur elini, ayağını öperim bi gel hele; bak şuraya adam sığmadı, hafiften azcık şuraya kaydırıverdik. Nasıl olsa yol orası deyince gönlü yumuşadı. Peki, hadi dedi. Tabi kardeşler büyüğün ile iş yapması çok güzel ama çok tehlikeli. Her an yanarsın da, her an kovulursun da, her an Allah sana orayı vesile ederek tecelli de eder. Ama edindiğim bilgiye göre kovulursun da, Allah sana oradan bir üst derece verebilir de, azarlanırsın da, dövülürsün de. Ama ne olursa olsun siz, büyüklerin sözünü şer dahi olsa ne olur yap diyorsa yap, takdir Allah’ındır. Takdiri O verir. Daima O’nun sözünden Mevla konuşuyor bil. Zaten bir mürşidin, müridine himmeti nasıl olur. Onu bilmek lazım. Bu himmetler; 1-Severek 2-Döverek 3-Kovarak Onun için bir ilahi var; Senden gelen ya hilkat ya da kefen, kahrın da hoş, nurun da hoş, yeter ki senden gele. Yeter ki senden gelsin. Ne gelirse gelsin. O güzel ahlakı Rabbim cümlemize nasip eylesin. Bizi o nurlu sözden, nurlu yoldan ayırmasın. Rahmetullahi aleyh ile çok güzel anılarımız olmuştu. Eski arkadaşlarımız hep toplanmışlar Baba Hz.leri’nin evinde. Benim de gönlüme düştü, bir gideyim diye içimden geçiriyorum. Gittik, bir de baktık ev dolu. Arkadaşlar Daima birliği, beraberliği, kardeşliği, saygıyı, sevgiyi tavsiye eder; bunların üzerinde çok dururdu. Daima biz de o ilhamdan aldığımızla hep sevgiyi anlatırız. Sevelim sevilelim. 12 söylüyorlar daha ben kapıyı vurunca aha Emin Efendi geldi açın kapıyı demiş. Hep bizi çağırırmış. Gönlümdeki, kalbimdeki sıkıntı o yüzden olurmuş. Bazen insana böyle şeyler olunca kalbine bir baksın rahmani ise derhal gelsin. Baksın belki onun ona göre bir sıkıntısı vardır. Rahmetullahi aleyhnin son gecesinde mânâ âleminde bize geldi. Hacı Efendi giyin de bize gel dedi. Peki, Baba dedim. Hemen giyindim, hemen saat sekiz miydi, dokuz muydu gittim. Necla Anne ile Sonay var. Rüyamda da kapıyı onlar açmışlardı. Geldi mi Hacı Efendi dedi, geldi dediler. Öteden bir hanım daha geldi, oturdu kalkmıyor. Baba Hz.leri kâğıtla kalem al dedi. Defteri kalemi aldım, Baba Hz.leri’nin ağzına bakıyorum ne diyecek diye. Ama o hanım gitmiyor. O hanıma, “Bizim Baba Hz. ile görüşmemiz olacak, bize müsaade eder misin” dedim. Kadın duymuyor da kalkmıyor da. Hâlbuki öyle bir hanım değil, kendini bilen bir hanım. Baba Hz. sinirlendi, yüzü kızardı; o kadın gitmeyince de biz de söze başlayamıyoruz. Baba Hz. ise vasiyet mi ne yazdıracaksa bilemem tabi. Kadın gitmedi, Baba Hz.nin rahatsızlığı artınca, yata- ğına götürdük. Yatırdık, kalbine masaj yaptık. Necla Anne dedi ki; Hacı Efendi biraz bırakalım da yatsın, sonra İnşallah nasip olursa görüşürsünüz dedi. Oradan bir işimiz vardı; o işi göreyim de geleyim diye oradan çıkasıya Baba Hz.leri gözünü açmış. Emin Efendi nerde demiş. Baba, dışarı çıktı deyince hemen çağır gelsin demiş Sonay’a. Sonay oraya bakıyor, buraya bakıyor biz yokuz veya göremedi. Baba, yok diyor. Eve geldim, telefon ettim hemen; Baba’m nasıl diye. Çünkü durum kritik yani. Durumu gayet iyi, gayet güzel dediler. Benimle konuştuktan sonra Baba Hz. kim o, kiminle konuştun deyince; Emin Ağabey ile deyince. Niye telefonu bana vermedin, niye çağırmadın diyor rahmetullahi aleyh. O son sözlerini bizatihi alamadım. Vasiyetini de alamadım. Kalem kâğıdı aldım, yamacına oturdum; emri üzerine amma lakin alamadım. Tabi kardeşler her şey nasibe bağlı, nasip olmayınca olmuyor. citmesin, onlara güler yüzlü davransın, daima iyi olsun diye. Hanımlar da beylerine güler yüzlü, tatlı dilli olsun, onları incitmesin ki Mevla incinmesin. Hep böyle; sık sık aile muhabbetinden bahsederdi. Hakikaten de sonradan baktık ki okuduğumuz yerlerde de erkeğin, hanımını sevmesi, değer vermesi kadar güzel bir şeyin olmadığını veya hanımın beyini sevmesi dolayısı ile ona değer vermesinden daha güzel bir şeyin olmadığı inanın ki kitaplarda gördük. Kardeşlerimden ricam ne olur günlük dualarınızı aksatmayın, Niyazi Babam Hz. kim bu duaları okur, namazlarını kılar, haramın her çeşidinden kaçarsa söyleyin onlara gideceği yer Cennet’tir derdi. Yine nerde olursanız olun birbirinizi sevin, sevin ki sevilesiniz. Sevmezseniz sevilmezsiniz. Allah ve Resul’ünün sevmesini istiyorsan Ehli Beyti; Fatıma Anne’min sevmesini istiyorsan, Pir Geylani’m, Hayri Baba’m, Niyazi Babamların sevmesini istiyorsan sen ilk olarak Onları sev. Seviyorum demekle olmaz; Onların sözünü tutacaksın, Onların nurlu izinden gideceksin, Onlar ne diyorsa hayır olarak, onları yapacaksın, Onlar ne yana gidiyorsa, o yandan gideceksin. Yoksa kendimize göre yol çizmek hoş olmaz, olsa olsa boş olur, hatta insanı dalalete götürür, İnşallah Allah-ü Teâlâ bizi dalalete düşürmesin. Pirlerimizin, mürşitlerimizin nurlu izinden nurlu sözünden ayırmasın. Ol sultanlarımın sevgi şefaat ve himmet nazarlarından bizleri mahrum etmesin. Onları nereye layık görüyorsa yine onlar hürmetine bizleri de onları da ayırmasın. Kardeşlerimden ricam ne olur günlük dualarınızı aksatmayın, Niyazi Babam Hz. kim bu duaları okur, namazlarını kılar, haramın her çeşidinden kaçarsa söyleyin onlara gideceği yer Cennet’tir derdi. Daima birliği, beraberliği, kardeşliği, saygıyı, sevgiyi tavsiye eder; bunların üzerinde çok dururdu. Daima biz de o ilhamdan aldığımızla hep sevgiyi anlatırız. Sevelim sevilelim. Ne demişler sev beni, seveyim seni sevmezsen beni nedeyim seni. İlle sevgi, ille sevgi, ille sevgi. İki veya üç günde bir aile sevgisinden bahsederdi, aile hayatına çok önem verirdi. Beyler, hanımlarını sevsin, onları in- MEHMET EMİN UZUNOSMANOĞLU 13 ON BİR AYIN SULTANI RAMAZAN-I ŞERİF VE ORUÇ Ey kul! Tüm günahlardan ‘İmsak’ et ki, cennette ‘İftar’ edesin… llah’a kulluk, sadece düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı, oruç ve namaza lüzum olmazdı. Bu yüzden, Oruç Allah’ın rızasını kazanmanın bir yoludur. Orucun her öğesi böyle bir kazancı sağlayıcı niteliktedir. A Orucu bir de şöyle tasvir edebiliriz. Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar birbirine armağan sunarlar. O armağanlar, bağlılığın ve sevginin şahitleridir. Ve ebedi âlemde bu armağanları hakkıyla değerlendirenlere, daimi huzur ve mutluluk vardır. Oruç böyle bir ibadettir ve kuşkusuz bizlere armağandır. Arapçası savm veya sıyâm olan oruç sözcüğü dilimize, “günlük” anlamına gelen Farsça “rûze” veya “urûze” sözlerinden geçmiştir. Yaratılıştan bu yana Âdemoğulları oruç ibadetini yerine getirmiştir. Bozulmadan evvel diğer semavi dinlerde de oruç farz ibadeti idi. Semavi dinlerin dışında putperestlikte dahi oruç ibadeti yaygın idi. Yalnız zerdüştlükte oruç ibadetine rastlamıyoruz. Görüldüğü üzere eski çağlardan bu yana, dünyanın belli başlı bütün inanç sistemlerinde oruç ibadetini görüyoruz. Yeryüzünde Allah katında tek hak din olan İslam’ın binası beş direk üzerine kurulmuştur. Bu direklerden en önemlilerinden biri ise oruçtur. Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Ramazan Ayı gelince cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulurlar.”1 Görüldüğü gibi oruç, mü’minler için son derece faziletli ve önemli bir ibadettir. 1 Buhari, Savm, 5, II,227 14 Ve ebedi âlemde bu armağanları hakkıyla değerlendirenlere, daimi huzur ve mutluluk vardır. “Ramazan ayı ve oruç bizler için neden önemlidir? Ramazan ayının diğer on bir aydan ne farkı vardır?” gibi sorular sormak, detaylı öğrenmek açısından yararlıdır. Bu soruları şöyle yanıtlayalım: Oruç ruhun gıdasıdır. İki Cihan Serveri: “Oruç, sabrın yarısıdır.” buyuruyorlar. Kısaca belirtmek gerekirse, oruç bizleri takvaya ulaştıran kutlu bir ibadettir. Oruç; ölü ruhları yeniden yeşerten, hasta ruhları iyileştiren, bizleri dinç ve dinamik kılan bir ibadettir. Dünyevî olarak da pek çok faydası olan oruç ibadetinin mükâfatını ancak Yüce Allah (cc) verecektir. Diğer soruyu ise şöyle yanıtlayayım: Ramazan Kur’an ayıdır. Çünkü Allah’ın insanlığa son mesaj olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim Hz. Peygambere bu ayda inmeye başlamıştır. Ramazan, Kur’an’ı getirdiği için kutlanmaya layık bir aydır. Ramazan’ı mü’minler oruçlarıyla bir şükran ayına çevirirler. Oruç, Kur’an’ı gönderen Allah’a kulca bir teşekkürdür. Oruç tutan her Müslüman Kur’an’ın doğum gününü kutluyor demektir. Ve bu ayın içinde bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır ve gizlidir. Gizlenmesindeki maksadı yalnız Yüce Yaratıcı (cc) bilir. Tüm bu sebepler Ramazan ayını diğer aylardan farklı kılmaktadır. Ramazan ayı ve oruç ibadeti hakkında Hz. Mevlana’nın görüşlerini Mesnevî-i Şerîf’ini ve Dîvân-ı Kebîr’ini incelediğimizde şöylece özetleyebiliriz: “Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır.” diyen Mevlânâ, orucu çok özledi- ğinden ve hasretle beklediğinden bahseder. Bazen ise orucu bir “ana” gibi görür. Oruç ayı olan Ramazan’a neşeli olarak girilmeli, ona kavuşulduğu için Cenâb-ı Hakk’a şükredilip sevinilmelidir. Oruç; kişide imanın, Allah’ı sevmenin, O’na (cc) bağlanmanın, O‘ndan (cc) sakınmanın, haramdan kaçınmanın varlığına şahitlik eder. Ramazan ayında sadece yemek ve içmekten kaçınmak değil, kötü söz söylemekten ve kötü iş işlemekten de kaçınmak, sabır göstermek gerekir. Hz. Ali Ramazan hakkında şöyle buyuruyor: “Yazın tuttuğum orucun, kışın aldığım abdestin tadına hiçbir zaman doyamadım.” Bu cümlelerin ışığında Ramazan ve orucun tam manasını bilmek, anlamak ve yaşamak bizlerin ödevi olmalı. Kuru kuru aç kalmak, akşam ezanıyla beraber sofraya saldırmak değildir oruç. Bu ibadet bizlere günün belli bir kısmı aç geçirelim diye de emredilmemiştir. Günümüzde bu kutsal ayı değerlendiremeyenlere ne de güzel söylemiş Üstad Necip Fazıl Kısakürek: “Mü- ziğin sesini kısmaya üşendiğiniz ezanı, şimdi dört gözle bekliyorsunuz!” Sonuç olarak, Bizlere sayılamayacak kadar yarar sağlayan Ramazan’ı ve orucu küstürmemeliyiz. Önemli olan bu mübarek ayda kazandığımız güzel alışkanlıkları bu aydan sonra da devam ettirebilmek. Dolayısıyla Ramazan’a elveda, Ramazan’ın güzelliklerine elvedaya dönüşmemelidir. Unutmamalıyız ki Yüce Yaratıcı yılın on iki ayı bizlere ibadeti ve O’nu (cc) hatırlamamızı emretmiştir. Makalemi İki Cihan Güneşi Efendimizin bu mübarek cümleleri ile noktalamak istiyorum. “Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur. Bu ayda kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse, Allah da onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.” Oruç tutan her Müslüman Kur’an’ın doğum gününü kutluyor demektir. Ömer Faruk Erdoğan 15 NEDEN YAPICI DEĞİLİZ? Eûzü billâhimineşşeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahim… ovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… K Bahsini edeceğimiz mevzuya her zaman dilimizden eksik etmediğimiz Besmele ile başlamak istedim çünkü onu sadece dil ile ikrar değil, gerçekten kalben tasdik ettiğimizde ve manasını hayatımızın merkezine koyduğumuzda dünyevi ve uhrevi rotamızda dengeli bir istikamet tutturmamız çok kolay. İnsan olmak, mahlûkatın en üstünü olmak zorlu bir görev. Her Âdem’e bir şeytan musallat… Bu yüzden dünya hayatımızda karşılaştığımız her meselede, onun bize fısıldadığı kötü ilhamlar16 la baş etmek ve iyinin üstünlüğünü sağlamak savaşındayız. Kendimizle olan ya da diğer kişilerle olan durumlarda hep aynı savaşı veririz. Başımıza bir hal geldiğinde, Allah bizi bir sınava tabi tuttuğunda şeytan bize hep kötü tarafları görmek, şükürden uzaklaşmak için ilham verir. Arkadaşımızla, aileden biriyle ya da komşu ile gelişen ufak bir mevzuyu büyüt- Nefis, benlik ve şeytan üçgenine takılan insan her durumda kendini haklı görüp, karşı tarafın haklı olabilme ihtimaline aldırış etmiyor. mek, hani derler ya incir çekirdeğini doldurmayan sorunları şeytanın vesveselerine kulak asarak kopacak noktalara getirmek karşılaşmadığımız durumlar değildir. Peki, şeytan bu noktada bizi nereden yakalıyor? Benliğimizden. Kendi benliğini yücelten insanoğlu karşısındakini anlamada, olaylara objektif bakmada, hüsnü zan etmede başarısız oluyor. Nefis, benlik ve şeytan üçgenine takılan insan her durumda kendini haklı görüp, karşı tarafın haklı olabilme ihtimaline aldırış etmiyor. Böylece yapıcılıkla düzelebilecek mevzular yıkıma sürükleniyor. Bağışlayıcı Rabbin merhametsiz kullarına dönüşüveriyoruz bazen. Hâlbuki güzel düşünmek, hoşgörülü olmak, af ve merhamet sahibi olmak bir mü’min olarak sahip olmamız gereken hallerdir. İslamiyet’in özü güzel ahlaktır. Güzel ahlaka sahip olan kişi güzel görür, güzel davranır, güzelliklere sebep olur. Abdulkadir Geylani Hz. bu konuda şöyle nasihat etmiştir: “Güzel huy ne güzeldir! Sahibine de başkalarına da rahatlıktır. Kötü huy ne çirkindir! Sahibine yük, başkalarına eziyettir. Mü’mine yakışan, nasıl ki, diğer bütün taatler için nefsiyle mücahede (nefsin istemediği şeyleri yapmak) ediyorsa, öylece, huylarını güzelleştirme ve güzel huylarla bezenmek uğrunda da onunla mücahede etmektir. Nefsin özelliği kibir, gazap ve insanları tahkir etmekdir. Mutmain oluncaya kadar onunla mücahede edin. Nefis mutmain olunca tevazu sahibi olur, zillet sahibi olur, huyları güzelleşir, ölçüsünü bilir, başkalarına tahammül gösterir.”1 Kişi kendini güzel eylerse, fikrini zikrini güzele yönlendirirse, suizan- nı bırakıp hüsnü zana yönelirse, hoşgörülü ve ılımlı olursa hem kendi huzurlu olur hem de çevresindeki insanlarla huzur içinde olur. Güzel ve iyi bakan, meseleleri yokuş aşağı yuvarlamak, ipleri koparmak yerine; yapıcı olmayı, düzeltmeyi, ara bulmayı tercih eder. Böyle yapmakla hem Allah katında hem insanlar katında sevilir, yüksek mertebelere ulaşır. Bir mü’min olarak, Peygamber Efendimizin izinde gitmek en mühim görevimizdir. O Peygamber ki merhamette, hoşgörüde, güzel düşünmede en iyi örnek bizlere. Hayatını okuduğumuzda her davranışından birçok nasihat bulacağımız Kutlu Peygamber, bir gün ashabı ile yürürken yol kenarında ölü bir köpek görür. Bunu gören sahabelerin kimisinin yüzü buruşur, kimi leş kokusundan şikâyet eder, genel itibariyle her biri rahatsızlıklarını ifade eder bir şekilde. Bu durum karşısında Resulullah (sav) Efendimizin tavrı ve tepkisi bambaşka olmuştur. Yüce Nebi, sahabeye dönüp: “Köpeğin ne güzel, inci gibi dişleri var” demiştir. Nasıl bir bakış açısı, ne güzel bir görüştür bu. Her kişinin harcı değildir lakin onun ümmeti olarak bize de ona benzemeye çalışmak düşer. Olumsuzluklarda çıkış noktası aramak, kötülüklerde güzellikler bulabilmek, yıkıcı değil yapıcı olmak amacımız olmalı. Bunun için de benliğimizden, şeytanın vesveselerinden kurtulup özümüzdeki iyiliğe yönelmeli, fena huylarımızı törpülemeli, ahlakımızı Resul ahlakıyla bezemeliyiz. Ve şöyle bitirelim “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.”2 Selam ve dua ile… 1 Cilaü’l Hatır, Abdulkadir Geylani, 44.Sohbet. 2 Mektubat, Bediüzzaman Said Nursi. Olumsuzluklarda çıkış noktası aramak, kötülüklerde güzellikler bulabilmek, yıkıcı değil yapıcı olmak amacımız olmalı. Tuğba Uzunosmanoğlu 17 ÇOCUKLARIMIZI ORUÇ TUTMAYA NASIL ALIŞTIRABİLİRİZ? A nne baba olarak bizler, çocuklarımızın geleceği için uğraşır, onların hayatta mutlu olmaları için pek çok fedakârlıkta bulunuruz. Bir anne babanın sorumluluğu çocuklarına hayatı öğretmekle bitmez, onları Allah rızası için, Allah’ın istediği şekilde hayata ve ahiret hayatına hazırlamalıdır. Bu yüzden de dinimizin gerekliliklerini doğru bilmeli ve çocuklarımıza doğru şekilde öğretmeliyiz. İbadetlerin cemaatle yapılanlarına mutlaka onları da götürün. Göreceksiniz ki; oruç onlar için arzu ile yerine getirmeyi istedikleri bir ibadet haline gelecektir. “Çocuğuma ibadetleri nasıl öğreteyim, Çocuklarımı oruç tutmaya alıştırmak için ne yapmalıyım?” diye düşünen aileler için Ramazan ayı eşi benzeri olmayan bir fırsattır. Çünkü Ramazan, şeytanın zincire vurulduğu ve kötülüklerin terk edildiği aydır. Çocuklara din eğitimi verirken iki altın kuralı her zaman rehber edinmeliyiz. Birinci kural; çocuk eğitiminde davranışların sözlerden çok daha etkili olduğu gerçeğinden yola çıkmaktır. Çünkü çocuk yaşadığını öğrenir. Eğer Ramazan ayında bizler yalan ve dedikodudan kaçınıp orucumuzu tutar, camilere gidip teravih kılar ve iyilik yaparsak çocuklarımız da aynısını yapacaktır. Fakat böyle davranmayıp sadece nasihat vermekle yetinilirse muhtemelen tesiri olmayacaktır. 18 Çocuklar “Niçin oruç tutmalıyım?” diye sorduğunda “Allah böyle emrettiği için” şeklinde bir cevap vermek yerine, onlara oruç hakkında açıklayıcı bilgi vermek gerekir. Çocuklar gönüllerine hitap eden şeylerden etkilenirler. Bu mübarek ayda, fakir ve yoksulları gözetirken, çocuklarınızı da bu faaliyetlere ortak edin. İbadetlerin cemaatle yapılanlarına mutlaka onları da götürün. Göreceksiniz ki; oruç onlar için arzu ile yerine getirmeyi istedikleri bir ibadet haline gelecektir. İkinci kuralımız ise ibadet alışkanlığı kazandırmak için korku yerine sevgiden yola çıkmaktır. Çocuk eğitiminde en önemli prensibi Sevgili Peygamberimiz (sav) koymuştur: “Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.” Fakat maalesef ülkemizde çoğu ailenin din eğitimi verirken “sevgi” yerine “korku” faktörünü kullandığını görmekteyiz. Örneğin; Çocuklara zorla dua ezberletmeye çalışmak, ezberleyemediği zaman ise onları cezalandırmak; kız çocuklarını baskı ile kapanmaya zorlamak; yaramazlık yapan çocuğa, Allah’ın onu cehennemde yakacağını söyleyerek korkutmak… Bu şekilde davranan aileler, çocuklarını dine yaklaştırmak yerine dinden uzaklaştırdıklarının farkında değildir. Çocuklarımıza karşı Ramazan ayında diğer zamanlardan daha iyimser olmak için çabalamalıyız. Bu güzel rahmet ayında çocuklarımıza karşı sinirli ve hoşgörüsüz davranmamalıyız. Aksi durumda ibadetlerin insan üzerinde uyandırdığı o güzel duygu ve düşünceleri onlara kabul ettirmekte pek şansımız kalmayabilir. Yaş Dönemlerine Göre Çocuklarımız ve Oruç İbadeti Okulöncesi yaşlardaki çocuklara oruç tutturmak uygun değildir. Ancak çocuklar sahura kaldırılabilir, 2-3 saatlik veya yarım günlük denemeler yaptırılarak tam gün tutmuş gibi sevindirilebilir. Ama ne olursa olsun, onlara farz olmayan dönemde ufak alıştırmalarla bu duyguyu yerleştirmenin bir yolu aranmalıdır. Çünkü bu alıştırmaların da mutlaka bir hikmeti vardır. 7-10 yaşlarındaki çocukların sağlık durumları müsaitse birkaç gün oruç tutturulabilir. Sahurda sevdiği yemeklerden yapıp, iyi beslenmelerini sağlayarak onları oruca hazırlayabilirsiniz. Gün içerisinde zorlandıkları durumlarda çocukları ilgilerini çeken şeylerle meşgul ederek oruçlarını tamamlamalarına yardımcı olabilirsiniz. 10-13 yaşlarda ise oruç ibadeti daha ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu yaşlar ergenliğin başlangıcıdır ve artık ibadet sorumluluğu da başlamaktadır. Çocuklar “Niçin oruç tutmalıyım?” diye sorduğunda “Allah böyle emrettiği için” şeklinde bir cevap vermek yerine, onlara oruç hakkında açıklayıcı bilgi vermek gerekir. Orucun kazandırdığı sabır, kendine hâkim olma, paylaşma, şükretme gibi önemli özellikler açıklanmalıdır. Bu değerleri hikâyeleştirerek çocuklara anlatmak, onların oldukça hoşlarına gidecektir. Unutmamamız gereken bir şey var ki; oruç kişiyi ahlaki güzelliğe yönelten bir ibadettir. Dolayısıyla eline diline sahip olmaksızın tutulan bir orucun kişiye faydası olmadığı gibi çocuğa da faydası olmaz. Bu durum çocuğa anlatılmalı ve oruç tutuyor diye evde esip gürleyen biri olma hakkının bulunmadığı da açıklanmalıdır. Sonuç olarak, bu atasözü bizlere ışık olmalı: “Ağaç yaşken eğilir.” Yukarıda işlediğimiz özellikler ne kadar önemsenirse, çocuklarımıza o kadar olumlu yansıyacak ve bu davranışları daha dirençli olacaktır. Allah hepimize böyle nesiller yetiştirmeyi nasip eylesin. Ailece verimli bir Ramazan geçirmeniz dileğiyle… Esra Erdoğan Psikolojik Danışman 19 SANAL YALNIZLIK Y azımıza başlarken öncelikle ‘Bağımlılık’ kelimesinin tanımını yapalım; kişinin, bağımlı olduğu nesneden uzak kalamaması ve bu nesneye ulaşamadığında yoksunluk belirtileri göstermesi, arama davranışı içine girmesi ile tanımlanabilir bu kelime. ‘Bağımlılık’ kelimesi ile ‘Yalnızlık’ kelimesinin sanal dünyada bir araya gelmesi ilk bakışta ne kadar garip gelse de birbiri ile fazla bağlantılı kavramlar. Kişiler sanal dünyaya bağımlı oldukça yalnızlaşıyorlar. Bu yalnızlık ise insanların ruhunu günden güne çöküşe sürüklüyor. Sanayi ve tarım devriminden sonra üçüncü büyük devrim olarak kabul edilen internet, hızla yayılmaya ve artık kişileri kendine bağımlı hale getirmeye başladı. Bağımlılıklar arasında en yaygın olarak adlandırılan ve günümüzde sık kullanılan ‘sanal bağımlılık‘ kavramı, soyut bir kavram olduğu için tüm sorunun zihinde bitmesi bu durumu daha da ciddileştiriyor. Tabii ki bu durum sadece zihnimizi köreltmekle kalmıyor vücudumuzu da köreltiyor. Sürekli internet, 20 bilgisayar başında geçirilen vakitte vücut gerekli görevleri yerine getiremiyor ve fiziki olarak da çöküşler başlıyor. Fast-food alışkanlığı ve bunun tetiklediği obezite, kalp ve damar hastalıkları ve diyabete yatkınlık gibi pek çok organik hastalığa davetiye çıkarıyor. Bu da demek oluyor ki, internet hem beden sağlığımızı hem ruh sağlığımızı tehdit ediyor. Bir dünya düşünün; herkes ekrana kilitlenmiş, kimse kimsenin yüzüne bakmaz olmuş, Bir dünya düşünün; herkes ekrana kilitlenmiş, kimse kimsenin yüzüne bakmaz olmuş, aileler çocukları ile iletişimi kesmiş, çocuklar arkadaşları ile olan diyaloğunu internet üzerinden kurar hale gelmiş... Allah aşkından uzaklaştıkça o boşluğun yerini huzursuzluk alır ve kendilerine bir meşgale bulmaya çalışırlar. aileler çocukları ile iletişimi kesmiş, çocuklar arkadaşları ile olan diyaloğunu internet üzerinden kurar hale gelmiş, evliliklerimiz internetle düzene girer, internet yüzünden bozulur olmuş, işler aksamış, sağlık eşiği düşmüş… Çok uzak değil bu sahte dünya, tam tersi çok yakınımızda. Dostumuz olabilecek duruma sahipken aynı zamanda düşmanımız da olan bir oluşum; internet. Türkiye’de 34 milyonu aşan internet abonesi mevcutken bunu bağımlılığa dönüştüren insanların sayısı hiç de az değil. Sosyal medyanın hayatımıza nüfuz etmesi ile birlikte sanal bağımlılığın derecesi de oldukça arttı. Ahlak sistemimiz gittikçe çökmeye başladı. İnterneti doğru amaçlar çerçevesinde kullandığımızda dünyadaki her bilgiyi edinebilir hatta kişisel gelişimimize de oldukça katkıda bulunabiliriz. Fakat bunu bağımlılık haline getirmek ciddi sorunlara yol açabilir. Okullarımızda, iş yerlerimizde oldukça sık yararlandığımız internet, amacı dışına çıkıldığında modern bir silaha dönüşebilir. Nitekim çevremizde şahit olduğumuz birçok olayda da bunu algılayabiliriz. Peki, dünyanın en yaygın ve en yararlı iletişim aracı internet iken nasıl oluyor da bu kadar zararlı hale gelebiliyor? Zaman geçtikçe çöken ahlak sistemimiz bu durumun en büyük sebeplerinden biri. Batılılaşmaya özenti ve maalesef ki batının kötü taraflarını alma gafleti. Sanal bağımlılığın getirdiği psikiyatrik sorunların içerisinde yer alan sosyal fobi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, depresyon ise günlük hayatımızı kötü bir yola sürükleyebilir. 90’lı yılların bitimiyle teknoloji, dünyamıza fazlaca girmeye başladı. Sokaklarda oyun oynayan çocuklar artık sokağa çıkmaz, internet başından kalkmaz oldu. Doğal olarak günümüz çocukları kişisel gelişimini daha geç tamamlıyor hatta çoğu zaman sosyofobik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Evliliklerde ise sanal bağımlılık, ilişkinin çatırdamasına yol açıyor. İnsanlar sosyal medya üzerinden oluşturdukları sahte kişiliklerle kendilerini başka bir dün- yanın içine itiyor ve bir zaman sonra kendi hayatından bağımsız hale gelmeye başlıyor. Kendi kişiliğinden uzaklaşıp internet ile oluşturduğu sahte kişiliğe ise bağımlı hale geliyor. Dünyada bu durumun yol açtığı ölümleri de görebiliriz. Zira 2012 yılında intihar eden 15 yaşındaki Tallulah Wilson isimli genç kızın ölüm nedeni internette oluşturduğu sahte kimliğe bağımlı hale gelmesi ve gerçek hayatında hiç arkadaşı olmamasıydı. Kısaca ölüm nedeni, sanal bağımlılıktı. Aslında interneti temizlik için kullanılan kimyasal deterjanlara benzetebiliriz. Kıvamında ve kararında kullanıldığında tüm işimizi görür hatta gözümüzün görebildiği her yeri tertemiz yapar fakat fazla kullanıldığında zehirlenmeye yol açabilir bu da ciddi sağlık sıkıntılarını doğurur. İnternet de tıpkı o temizlik malzemeleri gibi doğru kullanılırsa birçok faydasını bizlere gösterebilir. Fakat aksi bir durumda maalesef ki ruhumuzu ve psikolojimizi zehirleyebilir. Bu tarz bağımlılıkların sebebini iç huzurun eksikliğine de bağlayabiliriz. İnsanlar içindeki Allah aşkından uzaklaştıkça o boşluğun yerini huzursuzluk alır ve kendilerine bir meşgale bulmaya çalışırlar. Allah’tan uzaklaşıp metaya yakınlaşmak mutsuzluk getirir. Bu mutsuzluk kişileri farklı olgulara yönlendirir ve kimi zaman bu olgu bir bağımlılık olabilir. Elbette ki demek değildir; Allah aşkı olan kişi internetten uzak kalacak. Aksine, dinimiz nasıl ki mantık çerçevesinde olan bir din ise internetten alacağımız yararlı bilgileri de hoş görecek kadar vizyonu geniş bir dindir. Peki, bu çerçevede düşünecek olursak, sanal bağımlılıktan kurtulmanın yolu nedir? Her durumda olduğu gibi bu durumda da işin başı eğitimdir. Aileden gelen, okulda öğretilen eğitim ile her şeyin dozunda kullanılması öğretilebilir. İnsanlar, hayatlarına internet ve bilgisayar almadan önce nasıl yaşadıklarını unuttular. Evvela bunu hatırlamak, daha faydalı eylemlere doğru geçiş yapmayı sağlamak etkili olabilir. İnterneti bilgi mabedi olarak görüp, gerekeni almalıyız ki sihirli kutu dediğimiz bilgisayar bizi kendisine köle yapmasın. Çocuklarda sanal bağımlılığın önüne geçmek için ise kontrolün ailelerde olması şart. Tabii bilinçli ailelerin olması koşulu ile. Yazımıza son verirken, içimizin Allah aşkı, Peygamber bağımlılığı ile dolması muhtemel günlere inşallah… Zeynep Uysal 21 ÇOCUKLARLA BÜYÜMEK N e kadar da çabuk büyür çocuklar. Daha ne olduğunu anlayamadan, oyunlarına eşlik etmeye fırsat bulamadan ve küçücük ellerini avuçlarımızda tutmaya doyamadan yanı başımızda birer yetişkin olarak buluruz onları. Hayatın vazgeçilmez unsuru olan insanoğlu bu hızlı gelişim sürecini takip etmekte zorlanır çoğu zaman. Kendi çocukluğu bile dün kadar yakınken var edilişine vesile olduğu yavrusunun büyüme sürecine inanamaz. Sonrasında bir bakar ki canından bir parça olanla uçurumlar vardır arasında. huzurda olduğunu görürüz. Dünya işlerine kendimizi kaptırdığımızda bunların hiçbirini yaşayamayız. Çünkü hep işimiz vardır. O kadar ki Rahman’ın emanetini bile unutur, kendi haline bırakırız. Kendi halinde yetişen ise yabandır, istenmeyen, uzak tutulandır. Ya evladını böyle bir kadere mahkûm eden, hesabı sorulduğunda acaba hangi bahaneye sığınacaktır? Çoğumuz ‘Bizim çocukluğumuzda böyle şeyler mi vardı?’ deyip dertleniriz. Aslında bu bile Mevla’dan bir fırsat bizlere. Bak, şimdi var. Çocuğunu tek başına bırakmaktansa onunla yeni gelişmeler eşliğinde yeniden büyü, canlan, dirilik kazan. Hem öğren onun hayatını daha iyi anlamak için, hem de öğret yanı başında elini tutarken ve beraber mutluluğu paylaşırken. Her insanın içinde daima çocuk kalan bir yan vardır. Bu yanımızı çocuklarımızı büyütürken uyandırıp, onlarla birlikte yeniden büyüyebiliriz belki de. Oysa Cenab-ı Hakk’tan emanettir onlar bizlere. Her gün ‘Yüzlerini gösterdin, acılarını gösterme Ya Rab!’ diye dua ettiklerimizdir. O halde ehl-i emanet olmanın gereklerini de yerine getirmeye çalışmalıyız. Her insanın içinde daima çocuk kalan bir yan vardır. Bu yanımızı çocuklarımızı büyütürken uyandırıp, onlarla birlikte yeniden büyüyebiliriz belki de. Evcilikte komşusu olup misafire hürmeti, futbol maçında kaleci olup gol yediğinde de gülebileceğini, oyuncak arabaları sürerken diğer insanlara saygılı ve hoşgörülü olunması gerektiğini daha kolay anlatırız; parmağımızı sallayarak nasihatler vermek yerine. Böylece biz çocuklarımızla çocuk gibi büyümeye çalışırken onlar da bizimle yetişkin gibi büyüme gayretine girer. Otururken bizim gibi oturur, yerken bizim gibi yer, gülerken bizim gibi güler. Hatta alnımız secdeye vardığında yanı başımızda bir başın daha fısıltıyla 22 Çocuklarımızla yeterince zaman geçiremeyişimize mutlaka geçerli bahanelerimiz var. Ama bir durup düşünmek lazım: hangimiz sorduk çocuğumuza ‘dünyaya gelmek ister misin?’ diye. Allah’ın izni ile yaratılışa vesile olmak mutlu etti bizi. İlk adımlarını izlemek, bize seslenişini duymak nasıl da güzeldi. Peki, elini tutmasaydık önce, adım atmayı başarabilir miydi, öğretmeseydik anne- baba demeyi söyleyebilir miydi? Ya büyümeyi ve sorumluluk almayı, hayatı en anlamlı şekilde yaşamayı ve mutlu olmayı, dünyadaki varlığının önemini ve insanı insan yapan değerleri; adımlarımızı adımlarına uydurup birlikte yaşarken anlatmazsak nasıl öğrenecekler? Yarın kadar yakın olan yaşlılık zamanı Karşılarından öğüt vermek yerine yanlarından yaşamlarına ortak olabildiysek, zor zamanlarımızda da yalnız kalmayacağız Allah’ın izniyle. geldiğinde, birlikte büyüyebildiysek çocuklarımızla, onlar da yaşlanma sürecinde anlayacaklardır bizleri. Tutabildiysek ellerinden ve hissedebildiysek hislerini ellerimiz ve yüreği- miz boş kalmayacaktır inşallah. Karşılarından öğüt vermek yerine yanlarından yaşamlarına ortak olabildiysek, zor zamanlarımızda da yalnız kalmayacağız Allah’ın izniyle. Çocuklarımızla çocuk olmayı kendilerine yakıştıramayanlara Efendiler Efendisi, İki Cihan Padişahı Hz. Muhammed’de (sav) ne güzel örnekler vardır: Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin kendilerine ait bir develerinin olmasını çok istiyorlardı. Bu dileklerine ulaşmanın yolunu dedelerinden istemekte buldular. Hz. Peygamber maddi olarak o an çocuklara deve alacak durumda değildi. Torunlarını üzmeden onlara istedikleri deveyi unutturacak bir çözüm buldu. Torunlarının önüne çökerek onlara seslendi: ‘Haydi binin. Bundan daha iyi deve mi olur?’ Çocuklar büyük bir sevinçle dedelerinin sırtına bindiler. Artık deveyi unutmuşlardı. Hayatının her anını kendimize örnek almamız gereken O Büyük İnsan bile çocukların mutluluğu için onların yaşına kadar inme tevazusunu göstermişken bizler ne bekliyoruz? Haydi, emanetlerimize sahip çıkalım, onlarla yeniden büyüyüp adımlarını sağlam atmalarına, yaban değil en sevilen en istenilen insanlardan olmalarına, varlık sürecini en anlamlı biçimde yaşamalarına vesile olalım inşallah. Hanife Kadiroğlu 23 ORUCUNU TUT KAÇIRMA O ruç, sadece yiyip içmemekten ibaret değildir. Oruç, insanın tüm bedeniyle tutulur. Orucu tutan bedendir; mide, ağız, dil, el, kulak, gönül, beyin bütünüyle oruca dâhildir. Mide yemek içmekten nasıl korunuyorsa; dil de yalandan, kötü sözden, boş laftan ve gıybetten korunmalıdır. Kulak; gıybet, dedikodu, abes, malayani şeyler dinlememelidir. Gerçekten bütün azalarıyla oruç tutamayan kimseyi, Peygamber Efendimiz (sav) bizlere şöyle anlatıyor: “Nice oruç tutanlar vardır ki oruçtan onlara kalan sadece açlık ve susuzluktur.” Düşünün ki Ramazan ayının uzun yaz günlerine geldiği şu günlerde, akşama kadar zorluklarla tuttuğumuz oruçlar heba olsun! Oruçlunun o kadar çok mükâfatından, bize kala kala açlığımız ve susuzluğumuz kalsın! Ne kadar büyük bir kayıp değil mi? Böyle bir kayba uğramamak için sadece midemiz ile değil, bütün azalarımız ile oruç tutmaya gayret göstermeliyiz. Gönül ehli kişiler, yalan söylemenin ve başkasını çekiştirmenin orucu bozacağını belirtirler. Başucu 24 kitaplarımızdan olan Müzekkin Nüfus kitabında da bu konuya yer verilmiştir. Kitabımızda Enes b. Malik’ten şu hadis-i şerif aktarılmıştır: “Dört şey orucu ve abdesti bozar, amele-i haseneyi (güzel ameli) iptal eder: 1) Yalan söylemek 2) Dedikodu etmek 3) İftira etmek 4)Genç kadınların yüzlerine şehvet kastı ile bakmak” İlim ehli bize 3 çeşit oruçtan bahseder. Ruhun orucu, aklın orucu ve nefsin orucu… Ruhun orucu; aşırı ihtiraslardan uzak bulunmak ve kanaat sahibi olmaktır. Aklın orucu; heva ve heveslere aykırı hareket etmektir. Nefsin orucu ise yeme, içme ve harama karşı perhizkâr olmaktır. Gönül ehli kişiler, yalan söylemenin ve başkasını çekiştirmenin orucu bozacağını belirtirler. ‘Oruç kalkandır’ Hadis-i Şerifini hepimiz biliriz. Oruç; insan ile günah arasına perde olur, insanı günahlardan korur. Eğer oruç layıkıyla tutulduysa öyle bir kalkan olur ki, dünyalık hiçbir şehvet, hiçbir boş iş o kalkanı delip ahibe ulaşamaz. Efendimiz (sav) oruçlunun kötü söz ve fiillerden uzak durmasını, olgun ve nezaket sahibi, merhametli bir kimse olmasını istemektedir. Nitekim hadis-i şeriflerde; “Kim yalanı ve onunla iş yapmayı terk etmezse, Allah’ın (cc) o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” Oruçlunun yapmaması gerekenler bahsine devam ettiğimizde, Peygamber Efendimiz’in (sav) şu hadisiyle karşılaşırız: “Hiçbiriniz, oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya çatarsa ‘Ben oruçluyum’ desin.” buyurmaktadır. Bizler de Peygamber Efendimiz’in (sav) bu öğüdünü tutalım. Eğer oruçlu olduğumuz bir günde bir kimse bize çatar veya söverse ‘Ben oruçluyum’ diyelim. Yani bana kavga yakışmaz, ben şu an Allah için azalarıma oruç tutturuyorum. Böyle ulvi bir ibadetin içindeyken ben seninle vakit kaybedip ağız dalaşı yapamam, hele bunun için orucumu heba edemem diye düşünelim. Orucun maneviyatını hisseden bir kulun tavrı budur. Mü’min bilir ki, oruç sadece mideye yemek sokmamak değildir. Aynı zamanda günah ve kötü olan şeyleri azalara yaklaştırmamaktır. kazandıracaktır. Bütün bunların yanı sıra Ramazan ayında şu hususlara da dikkat edilmelidir. Allah’u Teâlâ Mü’minûn Suresi’nde mü’minlerin vasıflarından bahsederken ‘’Onlar boş şeylerden yüz çevirirler’’ buyurmaktadır. Hak verirsiniz ki bugün müslümanın hayatında boş diyebileceğimiz çok şey var. Televizyon ve internetin zararlı kullanımı gibi. Mübarek Ramazan ayı hatırına, zamanımızı öldüren bu alışkanlıklardan uzak durmalıyız. Bizi Allah’tan uzaklaştıran ve nefsi yönelişleri harekete geçirecek her türlü iş orucumuzu zedeleyecektir. Ramazan ayı, kötü alışkanlıklarımızı bırakmak için güzel bir fırsattır. Televizyona, internete ayıracağımız gereksiz vakitleri, fırsat ayında ibadetlere ayırmalıyız. Son bir husus daha! Ramazan bereketiyle geliyor. Hepimiz bu sözü söyleriz. Ama ne olur; Ramazan bereketiyle gelip, israfıyla gitmesin! Allah’u Teâlâ (cc) bizlere yemeyi içmeyi helal kılarken israfı haram kılıyor. Ramazan bereketi deyip deyip sofralarımızda yemek sayısını arttırırken, çöpe attığımız yemeklerle Allah’ın ayetini çiğniyoruz! Ev işlerin de sorumlu olan hanımlar bu hususa azami gayret göstermelidirler. Allah’u Teâlâ’nın (cc) ikramlarını çöpe atmak, hak verirsiniz ki Müslümana yakışan bir tavır değildir. Maddi sofralarımızı zenginleştirme adına yaptığımız bu israflar, Allah korusun manevi sofralarımızın bereketsizliğine sebep olabilir. İnşallah Müslüman bir hanımın iftar ve sahur vakitlerinde israf etmemek adına atacağı her adım, ona ayrı bir sevap kazandıracaktır. Oruçluyken gelinebilecek en son nokta ise Allah’tan gayrı şeyleri kalbe sokmamaktır. Oruç, nefsi temizlemek muradıyla tutulur. Bunu yapan kişi de dilini çirkin sözden, kavgadan uzak tutmalıdır. Ayet olarak da bize emredilen bu hususiyet çok önemlidir: “İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu, şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.’”1 Oruçluyken gelinebilecek en son nokta ise Allah’tan gayrı şeyleri kalbe sokmamaktır. Ramazan orucu boyunca kendini orucun vesilesiyle, yalandan, gıybetten, kötü sözden, boş konuşmaktan, kavgadan korumaya çalışan, inşallah bu meziyetleri, her sene girdiği Ramazan eğitimiyle bir ömür boyu kendisine Kendisine açlık ve susuzluk kalmayan makbul oruçlar tutmak, bol bereketli bir Ramazan ayı geçirmek duasıyla... Ülkü Akmeşe 1 İsra,53. Ayet 25 ÇEVREMİZ EVİMİZDİR D ünyamız Allah’ın bize verdiği en önemli nimettir. Dünyada her şey bir düzen içerisinde yaratılmıştır. Dünya insanoğlunun yaşaması için yaratılmış bir gezegendir. Dünyada insanların yaşadığı minimalize alan ise çevremizdir. Çevre, insanların yaşadığı, beslendiği, gündelik yaşamını sürdüğü, barındığı bir alanı oluşturur. Nesilden nesile bu alan aktarılarak insanoğlu yaşamını sürdürmeye devam etmektedir. Çevre, insanlarla ortak bir yaşam alanı olduğu için bu alanı temiz tutmak, gerekirse temizlemek gerekmektedir. Yoksa diğer insanların kul hakkına girmemiz kaçınılmaz olur. Ayrıca Dünyamız bize tıpkı vücudumuz gibi Allah’ın emanetidir. Bu yüzden emanete hıyanetten kaçınmak için çevremizi kirletmekten kaçınmalı ve temiz tutmalıyız. Çevre kirliliğini 4 basamak halinde toplayabiliriz. Bunlar, Su kirliliği, Hava kirliliği, Toprak kirliliği, gürültü kirliliğidir. Son zamanlarda çevre kirliliği dünyanın en önemli sorunu haline gelmiştir. Çevre kirliliğinin sebebi maalesef insandır. Dünya 4,5 milyar yıldır kendi kendini bazı döngüler sayesinde temiz tutmuştur. İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren doğanın dengesi değişmiş, günümüz şartlarında da çevrenin kirlenmesi hızlı bir şekilde artış göstermiştir. Ayrıca Dünyamız bize tıpkı vücudumuz gibi Allah’ın emanetidir. Bu yüzden emanete hıyanetten kaçınmak için çevremizi kirletmekten kaçınmalı ve temiz tutmalıyız. 26 Yüce Dinimiz İslam; bireysel ve toplumsal hayatın sağlığı, güvenliği ve huzuru açısından eğitim-öğretim, çalışma ve dürüstlük gibi temizliğe de çok büyük önem vermiştir. Kur’an’ın ilk inen ayetlerinde, “Okuma, eğitim ve öğretim“, ikinci sırada inen ayetlerde ise “Allah’ı yüceltme, temizlik ve sabır” gibi hususlar emredilmektedir. Çevre temizliği; cadde, sokak ve parkların, orman ve piknik alanlarının, deniz, göl, baraj ve ırmakların temizliği; bu alanların her türlü pislik, atık ve çöplerden korunmasıdır. Çevre, Allah’ın bize lütfu ve emanetidir. Ancak bizler çevreyi temiz tutma konusunda maalesef hiç hassas değiliz. Çevreyi kirletmenin nimete nankörlük ve emanete ihanet olduğunu unuttuk. Elimizdeki çöpleri, çekirdek kabuklarını, kâğıt parçalarını, sigara izmaritlerini, yere atmaktan utanmaz hale geldik. Denizlerin temizlenmesi aşamasında denizlerden çıkan enteresan atıkları atanlar elbette ki bizleriz, hiç vicdan azabı çekmeden denizleri kirletiyoruz. Piknik alanlarını, cadde, sokak ve parkları kirletmekten hiç çekinmiyoruz. Azıcık ucuz Çevremizi temiz tutmak için bütün insanlar bunu bir görevi olarak algılamalıdır. olsun diye, motorlu taşıtlarda kullandığımız ucuz yağların, evlerde ısınmak için kullandığımız ucuz yakıt gereçlerinin çevreyi ne kadar kirlettiğini hiç düşünmüyoruz. Evde kullandığımız atık yağları biriktirerek geri dönüşüme kazandırmak yerine hiç umursamadan lavaboya döküyoruz. Yürüme mesafesindeki yerlere yürümek yerine arabayla gitmeyi tercih ediyoruz ve böylece egzozdan çıkan kirli hava ile çevremizi kirletiyoruz. Cadde üzerindeki dükkânlarımızın içerisini temizledikten sonra atık suyu sokağa dökmeye utanmıyoruz. Çevrenin insanların yaşadığı ortak alan olduğunu unutarak yere tükürmekten kaçınmıyoruz. Bu hususa şu Ayet ile bağlamak istiyorum: “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır.”1 Peygamberimiz (sav) bir gün ashabına; her gün için sadaka verilmesi gerektiğinden bahseder. Ebu Zer (ra), her gün için sadaka verecek imkânlarının olmadığını söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) Ebu Zer’e (ra) bir takım görevleri yaptığı zaman sadaka vermiş olacağını açıklar ve bunların arasında çevre temizliği ile ilgili görevleri de zikredip: “İnsanların yolundan diken, taş ve kemik (gibi eziyet verici her türlü nesneyi) kaldırman sadakadır”2 buyurur. Bu Hadis-i Şerif; yoldaki bir dikenden, evdeki bacadan çıkan kirlere; hayvan gübrelerinden, atılan her türlü çöpe; arabanın egzozundan, gürültüsüne; bağırarak konuşmadan kavgaya; insanları rahatsız eden her şeyi kapsamaktadır. Günümüzde, insanların dinlenme ve piknik yeri olarak kullandıkları alanlara; yiyecek ve atıklarını bıraktıklarını, bazı yerleri de tuvalet gibi kullanarak kirlettiklerini görünce; Hz. Peygamber’in (sav) asırlar önce yaptı1 Rum Suresi, 41 ğı uyarının ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz. İnsanımıza çevre temizliği bilincinin kazandırılması anne-baba, öğretmen başta olmak üzere herkesin görevidir. Çevremizi temiz tutmak için bütün insanlar bunu bir görevi olarak algılamalıdır. Kendi evimize misafirliğe gelen birinin halının üstüne çöp atması durumunda nasıl tepki gösterirsek, büyük evimiz olan çevremize de aynı hassasiyeti göstermeliyiz. Bana ne! Dünyayı ben mi kurtaracağım diyerek gaflete düşmemeliyiz. Çevremizi temiz tutmak için yapılması gereken bazı güzel davranışlar; • Kullanılan pilleri çöpe değil, özel pil atıklarına atmalıyız. Şarj edilebilir pilleri kullanmayı tercih etmeliyiz. • Doğal bileşenli temizlik ürünlerini tercih etmeliyiz. • Herhangi bir ürünü alırken üzerinde geri dönüşüm simgesinin olmasına dikkat etmeliyiz. • Kağıtsal atıkları tutumlu kullanmalıyız. Atık kâğıtları ayrı bir poşette toplayıp geri dönüşüme kazandırmalıyız. • Bahçemizde kimyasal gübre yerine organik gübre kullanmayı tercih etmeliyiz. • Gereksiz yere elektrik enerjisi kullanmamalıyız. • Suyu israf etmemeliyiz. • Sıvı yağları lavaboya dökmek yerine, bir kapta biriktirerek belediyeye veya kampanyalı şirketlere teslim etmeliyiz. • Atık suları, çevreye bırakmamalı; kanalizasyon giderine dökmeliyiz. Biz Müslümanlar çevremizi temiz tutarak insanlara önderlik etmeliyiz. Allah’ın bizim yaşamamız için bize sunduğu bu nimete sahip çıkmalıyız. Temiz bir yuvamızın, temiz bir yüreğimizin olması duasıyla. Allah yar ve yardımcımız olsun. Cüneyt Yusufoğlu 2 Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/15 Kaynakça: Adıyaman Müftülüğü İl Hutbe Komisyonu; 31.05.2013 Cuma Hutbesi 27 FIKIH BÖLÜMÜ R amazan ayı hiç kuşkusuz yüce mevlânın kullarına bağışladığı bir fırsat iklimi, bir hasat sezonu, bakım onarım zamanı. Ramazan; yaz aylarının sonunda ve güz mevsiminin başında yağan ve yerdeki tozları temizliyen yağmur anlamındadır. Bu yağmur, nasıl yeryüzünü yıkayıp tozlardan temizliyorsa, Ramazan ayı da mü’minleri günahlardan öylece temizler. Ramazan orucu, Hicret’in ikinci senesinde, Şaban ayının kalan son ikinci gecesi olan Pazartesi gecesinde farz kılınmıştır. Arapçada “Ramdâ” kelimesi, güneşten yanmış toprak anlamına gelir. Ramazan orucu da genellikle aşırı sıcakta tutulduğu ve boğazları kurutup harareti artırdığı için bu ismi almıştır. İşte çekilen bunca zahmet ve meşakkatten dolayı oruç çok önemli ve faziletlidir. Ramazan ayı, insanların hidayet bulmaları için kendisinde Kur’ân’ın indiği mübarek bir aydır. “Kendisinde Kur’ân inen Ramazan ayı insanlar için bir hidayet ve Allah’tan bir belgedir. Her kim Ramazan ayına yetişirse oruç tutsun”.1 Yüce Allah, önceki ümmetlere namazı farz kıldığı gibi, orucu da farz kılmıştır. Yine onlara orucu farz kıldığı gibi bize de Ramazan ayında orucu farz kılmıştır: “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız”.2 Ebû Hureyre şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem: “Âdemoğlunun her ameli katlanır. Bir iyilik on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah, “Yalnız oruç müstesna, Çünkü o, benimdir, onun mükâfatını verecek olan da benim. Kulum şehvetiyle yemeğini benim için terk etti” buyurmuştur. Oruçlu için iki sevinç vardır: “Biri iftar zamanındaki sevinci, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Emîn olun oruçlunun ağız kokusu Allah indinde misk kokusundan daha güzeldir” buyurdu. 1 Bakara/185 2 Bakara/183 28 Ramazan ayı, insanların hidayet bulmaları için kendisinde Kur’ân’ın indiği mübarek bir aydır. Namaz ehli olanın cennete namaz kapısından çağrılacağı belirtilir. Cihâd ehli ‘Cihâd Kapısından’ çağrılacaktır. Sadaka ehli olan ‘Sadaka Kapısından’ cennete davet olunur. Ramazan sabır ayıdır. Sabrın mükâfatı ise cennettir. Siyam ehli olanlar ise ‘Reyyan Kapısından’ çağrılacaktır. Reyyan ismi ‘atşan’ ismine karşılık olarak buraya verilmiştir. ‘Atşan’ susuz kalmış kimseye derler. ‘Reyyan’ ise suya kanmış kimsedir. Dünyada aç ve susuz kalmasına karşılık bu kapıdan girecek olan oruç ehlinin artık sonsuza kadar suya kanmış olacakları haber verilmiş olmaktadır. Reyyan Kapısından girenler için cennette açlık ve susuzluk bilhassa yoktur. Çünkü amellerin karşılığı o ameller cinsinden olur. Bir başka açıdan baktığımız zaman; orucun günahlara kefaret olduğunu görmekteyiz... Hz. Aişe’den gelen hadiste Hz. Aişe şunları nakleder: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan’ın son on günü girince geceleri ihya ederdi. Ailesini uykudan uyandırırdı. İyi işler için kollarını sıvardı... Ramazan’ın son on gününde Peygamberimizin itikaf yaptığı da bilinmektedir. Çünkü son on günün içinde Kadir Gecesi gizlidir. Kadir Gecesi Kur’an’ın nazil olduğu bereketi büyük bir gecedir. Son on günün tek sayılı geceleri yani 21. 23. 25. 27. ve 29. gecelerinde gizlidir. O günü idrak etmek ve değerlendirmek için itikafta bulunmak önem arz etmektedir. Hz. Peygamber vefat ettikleri sene ise yirmi gün itikafta kalmıştır. Hz. Enes b. Malik’ten gelen hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sahur yemeği yiyiniz; sahurda bereket vardır.” Bu bereket seher vaktinde uyanmak, o vakitte dua ve zikirle meşgul olmaktır. Çünkü seher vaktinde dua ve zikirle meşgul olmak Kur’an’da da övülmüştür. “O mü’minler seher vakitlerinde istiğfar ederler” şeklinde özellikle seher vakitlerinde uyanık kalmaya işaret vardır... Ramazan Orucu Kimlere Farzdır? Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış ve oruç tutmasına engel bir mazereti olmayan her Müslüman’ın Ramazan orucunu tutması farzdır. Oruca Niyet İbadetlerde niyet önemlidir. Asıl olan, lafzi niyetten çok, kalben niyet etmektir. Bu bakımdan oruca niyet etmek insanın oruç tutmanın bilincinde olması anlamına gelmektedir. Sahura kalkmak oruç için fiilî bir niyettir. Kişi sahura kalkmamış olsa bile sabah bu bilinç içinde ise niyetli sayılır. Oruç için niyetin vakti, akşam namazı vaktinin girmesiyle birlikte başlar. Ramazan orucuna niyet öğle namazına yaklaşık bir saat kalana kadar devam eder. Bunların dışındaki, kefaret, kaza, günü belirlenmemiş adak oruçlarında ise imsakten önce niyet edilmesi gerekir. Orucun Zamanı Oruç yasaklarının başladığı fecr-i sâdık, yani tan yerinin ağarmaya başlaması, imsak vaktidir. Bununla yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip, orucun başladığı vakittir. Oruç yasaklarının sona erdiği, güneşin batma vaktine ise iftar vakti denir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti girmiş olur. Gündüz ve gecenin tam olarak teşekkül etmediği yerlerde, imsak ve iftar vakitleri, takdirle belirlenir. (6 ay gece 6 ay gündüz olan yerler) “Ramazan sabır ayıdır. Sabrın mükâfatı ise cennettir. Ramazan eşitlik ayıdır, mü’minin rızkının çoğalacağı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçluya iftar verirse, bu davranışı günahlarının affedilmesine, kendisinin cehennemden kurtulmasına vesile olabilir.” Bizler de bu şuur ve inanç içerisinde evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da cehennem ateşinden kurtuluş ayı olan mübarek Ramazan’ın, milletimiz, memleketimiz ve tüm insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını Yüce Mevla’dan dileyelim. Havvanur Şenduran 29 ÜMMETİN KARDEŞLİĞE İHTİYACI VAR “Mü’minler ancak kardeştirler.” sselamu Aleyküm kardeşlerim! Allah’u Teâlâ’ya insanı yaklaştıran birçok yol ve vesileler vardır. Bu yolların içinde en kârlı ve kısa olanı muhabbet ve sevgi yoludur. Resulullah (sav) buyurdular ki: “Allah Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri şöyle hükmetti: “Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim için bir araya gelenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine harcayanlara sevgim vacip olmuştur.” buyruldu. İslam’ın emirlerinden biri de, “Mü’minler ancak kardeştirler.”1 hükmü gereğince, İslam kardeşliğidir. E Her sistem gibi İslâm da kendi cemiyetini belli esaslar üzerine kurmuştur İnançta tevhidi; cemiyette de uhuvveti yani kardeşliği esas almıştır. Dolayısıyla İslâm toplumu, sınırları İslâm imanıyla çizilmiş kardeşler topluluğudur. Bu topluluk ve kardeşliğe imandan başka hiçbir şey, mesela ne ırk, ne renk ne de coğrafya sınır çizemez. Allah için Müslümanları sevmek ve din için kardeşlik yapmak en büyük ibadetlerdendir. Dostluk güzel huyun meyvesidir. Ayrılık ise, kötü huyun neticesidir. Güzel ahlak, anlaşıp, sulh olup birlik ve beraberliği, kötü ahlak ise, düşmanlığı ve çekememezliği ve sonunda da birbirine sırt çevirmeyi gerektirir. Güzel ahlak; anlaşıp, sulh olup birlik ve beraberliği, kötü ahlak ise, düşmanlığı ve çekememezliği ve sonunda da birbirine sırt çevirmeyi gerektirir. 1 Hucurat 10 30 Kardeşlikte en önemli unsurlar: - “Birbirinizle iyilik ve takva üzere yardımlaşın. Sakın ha, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın”2 hükmü gereğince, iyilik ve takva üzerine yardımlaşmaktır. -“Hepiniz Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın ve tefrikaya düşmeyin”3 hükmü gereğince Allah’ın kitabına sarılmak ve tefrika yolunu terk etmektir. -“Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar birbirlerinin dostudurlar”4 hükmü gereğince, Allah için dostluk kurmaktır. -“Birbirinizin kusurunu araştırmayın”5 hükmü gereğince kardeşinin gizli taraflarını araştırmamaktır. “Bir topluluk, diğer bir topluluğu alaya almasın”6 hükmü gereğince, onu memnun etmeyen davranışlardan uzak kalmak suretiyle, birbirine destek olmaktır. İşte kardeşlikteki en önemli unsurlar bunlardır. Resulullah (sav) buyurdular ki: “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona ne zulmeder, ne de zulme teslim eder. Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah (cc) onun ihtiyaçlarını giderir. Kim kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah (cc) da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah (cc) da kıyamet gününde onun kusurunu örter.” İslam’da kardeşlik denilince elbette ilk akla gelen Ensar ve Muhacir kardeşliğidir. Bu kardeşlik bilinmeden, anlaşılmadan gerçek kardeşliği kavramamız zor olacaktır. O bakımdan bu kardeşliğin gerçekleşmesini sağlayan mayanın ne olduğunu bir gözden geçirelim. Allah rızası için Mekke’de her şeyini bırakıp Medine’ye hicret etmiş bulunan, Muhacir Müslümanlara, Medineli Müslümanlar muhabbet ve samimiyetle kucaklarını açmışlar, ellerinden gelen her türlü yardımı onlardan esirgememişler ve bütün insanlığa ibret olacak bir kardeşlik tablosu sergilemişlerdir. Toplumun çeşitli tabakaları bu kardeşlik sa- Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. yesinde birbirleriyle kaynaştı, kabilecilik gurur ve düşmanlığı da ortadan kaldırmış oldu. Niyetleri kutsi, içleri dışları nur, faziletli bir toplumun meydana gelmesinde bu kardeşlik rol oynamıştır. Kur’an onların bu durumunu bir örnek ve model olarak seçip, gelecek insanlığa takdim etmek üzere: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı, içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir”7 buyurmuştur. Kardeşliğin en güzeli Ashab arasında yaşanmıştır: Ashab-ı kiram arasında meydana gelen kardeşlik anlayışı, asırlarca hiçbir milletin o zamana kadar meydana getiremediği en büyük bir destan olmuştur. İbn-i Ömer (ra) derki: “Resul-i Ekremin ashabından birine bir koyun kellesi takdim edildi. O zat, falanca benden daha açtır, kelleyi ona verin! dedi. Öteki zat da aynı şekilde söyledi. Böylece kelle, yedi kişiyi dolaştıktan sonra, aynı adama tekrar geri geldi. Çünkü en aç olanı o idi.” Artık ümmet öyle bir hal aldı ki ne kimse komşusunu tanıyor, ne ihtiyaç sahiplerinden haberi var ne de zevki sefa düşünmekten başka bir şey düşünemez hale geldi. Şu an dünya üzerinde bulunan Muhammed ümmetinin kardeşliğe o kadar ihtiyacı var ki sanki solunacak hava, yiyecek ekmek, içecek su gibi. Yüce Allah bizleri kardeşlerine karşı kör olanlardan eylemesin. Allah her birimizi Hakk için birbirlerini sevenlerinden eylesin… Selam ve dua ile… Pınar Cantekin 2 Maide 2 3 Al-i Imran 103 4 Tevbe 71 5 Hucurat suresi ayet 12 6 Hucurat suresi ayet 11 7 Haşr 9 31 HELAL ÇİZGİSİNDE HAYAT H elal dairesinde temiz bir hayat Rabbimizin emrettiği, Peygamberimizin yaşadığı ve tavsiye ettiği hayat şeklidir. Yüce dinimizin temel amacı insanlara hayatları boyunca kılavuzluk etmektir. Rabbimiz bizleri sevip yaratmıştır. Sevdiklerinin de dünya ve ahirette mutlu olmalarını istemiştir. Bizleri kötülük ve yanlışlardan korumak, huzur içinde yaşamamızı sağlamak için bazı davranışları yasaklamış, bazılarını ise helal kılmıştır. Allah’ın açıkça yasakladığı şeylere haram, yapılmasına izin verdiklerine de helal diyoruz. Bir şeyi helal kılma yetkisi Cenab-ı Allah’a aittir. Özgürlüğün sınırı helal dairesi olmalıdır. İnsan helal çerçevesinde yaşadığı zaman mutlu, haram işlediği zaman da mutsuz olur. Çünkü Yaratan onu öyle programlamıştır. Rabbimizin hayatımızı haramlarla sınırlamasının sebebi, severek yarattığı bizleri koruması içindir. İnsan dünyada, su ve hava gibi mutluluk arar. Kişilerin ve toplumun huzuru, mutluluğu elde etmesi ise Allah’ın emir ve yasaklarına uymalarından geçer. Emir ve yasaklara uymayan hem bu dünyada, hem de ahirette mutsuz olur. Emir ve yasaklara uyabilmemiz için, diğer bir ifade ile helal dairesinde yaşayabilmemiz için helal lokma ile beslenmemiz gerekir. Ayet-i Kerimeler insanları ağızlarından giren lokmaların haram mı helal mi olduğu konusunda dikkatli olmaya çağırıyor. Ayet-i Kerimede: “Ey Peygamber, helal ve güzel şeyler yiyin ve salih amel işleyin”1 buyu- İnsan helal çerçevesinde yaşadığı zaman mutlu, haram işlediği zaman da mutsuz olur. 1 Mü’minun 51. ayet 32 ruyor. Peygamberimizin şu hadisi şerifleri bu konunun önemine dikkat çekmektedir: “İnsan yediğinden ibarettir”, “Haramla beslenen hiçbir beden cennete giremez, cehennem ona daha layıktır”. Peygamberimiz (sav) her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere en güzel örnek olmuştur. Bilindiği gibi Peygamberimiz ve ailesine zekât ve sadaka malı yemek haramdı, bu konu ile ilgili Peygamberimizin torunu Hz. Hasan (ra) efendimiz şu hatırasını anlatır: “Zekât hurmasından bir tane alıp ağzımda çiğnerken Hz. Peygamber gördü hemen onu ağzımdan çıkardı ve hurma kümesinin içine attı. Ey Allahın Peygamberi! Şu yavrucuğun aldığı bir tek hurmadan, sana ne sorumluluk olacak ki denildi. Allah Rasulu: Biz Muhammed ailesiyiz bize zekât helal değildir”2 buyurdu. Diğer bir örnek de şöyledir: “Medine’de festivaller olurdu. Peygamberimiz Aişe Annemizi festivale götürmüştü. Aişe Annemiz eğlence yerini görememişti, Peygamberimiz Aişe Annemizi sırtına alıp, yoruluncaya kadar onun eğlence yerini seyretmesine yardımcı olmuştur”. Günümüzde bu gibi davranışlarla karşılaştığımızda ne düşünürüz acaba. Bizim dinimiz sadece yasaklar dini değildir. Helal dairesinde eğlenceye de müsaade edilmiştir. Bunu Peygamberimizin hayatında da görüyoruz. Dünyada helal dairesi geniştir. Hepimizin ihtiyaçlarını hatta keyiflerini karşılamaya yeter. Bu nedenle, harama yönelmeye hiç gerek yoktur. Yine Pirimiz Abdulkadir Geylani Hazretleri haram lokma ile ilgili şu tavsiyelerde bulunmuştur. “Daima helal lokma ye, senin kalbini nurlandırır, ruhunu aydınlatır ve onu bulunduğu zulmet ve karanlıktan aydınlığa çıkarır. Bunlarla meşgul ol. Vesvese ile meşgul olma” bu sırada dinleyenlerden birisi sordu: Bunun ilacı çaresi nedir? Pirimiz Abdulkadir Geylani Hazretleri: “Bunların birinci ve baş ilacı, yediğin lokmaya haram karıştırmamandır. Şüpheli şeylerden sakınmandır. Helal kazançla beslenmendir” diye cevap vermiştir. Çünkü kalbin katili haram lokmadır. Müslüman yerken içerken diğer insanlarla ilişkilerinde, bireysel hayatında Allah’ın koyduğu haram helal sınırına uymalıdır. Haram ve helallere dikkat etmeden yaşarsak zamanla haramlar helal gibi olur. Hz. Ömer Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız”. Haramda ısrar edildiği müddetçe şeytan ve nefis haramları tatlılaştırır. Bizleri haram ve günahtan koruyacak olan en güzel ibadet zikrullahtır, Allah sevgisidir. Emin Hocamız her sohbetinde bizlere bunları tavsiye eder. Allah’ı Peygamberimizi, İmam Ali, Hüseyin Efendilerimizi, Pirimizi, Mürşitlerimizi çok sevmemizi söyler. Çünkü sevenin en çok korktuğu şey sevdiklerini üzmektir. Helal bir hayat Allah ve Resulüne itaattir, helal bir hayat başkalarına saygıdır, edeptir, nezakettir, inceliktir, zarafettir. Helal bir hayat sevdiklerimizi üzmemektir, helal bir hayat dünya ve ahiret mutluluğudur. Sevdiklerimizle dünya ve ahrette mutlu olmak dileğiyle… Emine Can Hz. Ömer Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız”. 2 ibn-i Hanbel I,200 33 SAĞLIK-BİLİM Beyaz Ekmeği Hayatınızdan Çıkarın! “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit” ürkiye’de günde 77 milyon ekmek yeniyor. Kişi başı günlük ekmek tüketimi 333 gramdır. Yapılan araştırmalara göre en çok yenilen yiyecek ekmektir. Kültürümüzde ekmeksiz yemek yeme alışkanlığı olmadığından ekmek, özellikle Anadolu’da en fazla tüketilen besin maddesidir. Bu durum o kadar vahim hale gelmiştir ki, pilavla ve makarna ile ekmek yiyen azımsanmayacak kadar insan mevcuttur. Eskiden köylerde tam buğday unundan ekmek yapılırken bugün bu alışkanlık terk edilmiş ve köylerin çoğunda fırınlar açılarak beyaz ekmek tüketimi hızla artmıştır. T Beyaz ekmek hiçbir besleyici değeri olmayan, posa, vitamin ve minerallerden yoksun bir ekmektir. Buğdayın içindeki tüm değerli besin maddeleri ayrıştırılarak atılmıştır. Bu ekmekle sadece mide dolmakta, açlık bastırılmakta, buna karşılık da kan şekeri yükselmekte, bağırsaklarda hastalıklar ortaya çıkmakta ve gerekli vitamin ve mineraller alınamamaktadır. Yaklaşık 6 bin yıldır buğdayla yapılan ve mineral ve vitamin açısından zengin olan esmer ekmeğin yerine Türkiye’de eskiden beri beyaz ekmek üretiliyor. Beyaz ekmeğin başlıca zararları şunlardır: - Buğday içermediği için vitaminsiz olması - Sadece un, su, maya ve tuzdan oluşması - Esmer ekmeğin aksine; kalsiyum, demir ve çinkoya sahip olmaması - Kadınlarda demir ve folik asit eksikliğine sebep olması - Çocuklarda vitaminsizliğe sebep olması Beyaz ekmeğin zararlarının çok net olmasına rağmen hala esmer ekmek kullanmak istemeyen toplumumuz, gün geçtikçe daha vitaminsiz ve zararlı maddelerin çoğunlukta olduğu bir vücuda sahip olmaktadır. Sizlere tavsiyemiz, en kısa zamanda beyaz ekmeğin zararlarından kurtulmak için esmer ekmeği tercih etmenizdir. 34 Tam buğday unundan yapılan ekmekte çinko, iyot, E vitamini, omega 3 ve omega 6 yağ asitleri, kalsiyum, D vitamini, protein ve karbonhidratlar vardır. Bu ekmekle beslenen kişilerde şeker hastalığı, şişmanlık, kalp ve damar hastalıkları ve kanser daha az görülür. Ayrıca tam buğday ekmeğinde posa ve kepek olduğundan kabızlığa da yol açmaz. Tam tahıllı ekmeğin faydaları ise saymakla bitmez. Sağlığımız için bir hazine gibi olan tam tahıllı ekmeklerin başlıca faydalarını şunlardır: * Stresi önler, depresyona karşı yatkınlığı azaltır. * Maya ve lif içerdiği için sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağlar. * Mide sağlığınız için koruyucudur. * Bitkisel kaynaklıdır, kolesterol içermez. * Tam tahıllı ekmekler B12 hariç tüm B grubu vitaminlerinin temel kaynağı olduğu için tiroit rahatsızlığı olanlar için ideal bir besindir. * Tam tahıl ekmeğinde yer alan B grubu vitaminler metabolizmada anahtar rol oynar. * Kan dolaşım bozukluğu ve yüksek tansiyon hastalıklarına karşı etkilidir. * Kolon kanseri ve hemoroid hastalıklarına karşı koruyucu etkisi vardır. * Kandaki ürik asit miktarını kontrol altına almaya yardımcıdır. Tam Buğday Ekmeği Yiyin Harvard Üniversitesi tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre aşırı ekmek yemenin kanser riskini artırdığı açıklandı. Ekmeğin de aşırı tüketilmesi doğru değil. Farklı gruplardan gıdaları tüketerek yeterli ve dengeli beslenme en doğru yaklaşım. Avrupa’da önceki senelerde ekmek ve hububat ürünleri tüketiminde azalma görülürken, son 15-20 yılda artış kaydedilmektedir. Ayrıca ekmek ve hububat ürünleri tüketimini arttırmak için çeşitli araştırmalar ve projeler yapılmaktadır. Ancak arttırılmaya çalışılan beyaz ekmek değil, kepekli undan, tam buğday unundan, karışık tahıl unlarından yapılan ekmek ve diğer hububat ürünleridir. Sonuç olarak, bu bilimsel verileri dikkate alarak sıhhatimiz için en yararlı besini tercih etmeliyiz. Sağlıklı yaşam için sağlıklı beslenin, hastalıklar kapınızı çalmadan… 35 YENİDEN YAPILMAKTA OLAN “NİYAZİYE CAMİİ” İNŞAATI TAMAMLANMAK ÜZERE N iyazi Baba Hazretlerinin önderliğinde ve Emin Hocamızın “Niyaziye Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği” başkanlığını üstlenmesi ve büyük gayretleri ile 1988 yılında tamamlanan ancak Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığı için yıllar önce yıkılmış olan Niyaziye Camii’nin aynı yerde yeniden yapımına 06 Mayıs 2013 tarihinde başlanılmıştı. Çok titiz bir şekilde yapımı sürdürülen cami inşaatı tamamlanmak üzere. Şu anda dış giriş merdivenleri yapılıyor ve çevre düzenleme çalışmaları devam ediyor. Etrafı çok güzel şekilde çok sık olarak dikilen güllerle taçlandırılmış durumda. Adeta gül tarlası ile çevrilmiş durumda. Yakın zaman içinde de cami içi yazı ve süsleme çalışmaları başlayacak. Bitimini ve açılışını sizlere ayrıca duyuracağız. Manevî yönü ve atmosferi oldukça yüksek olan bu camiimizin açılışına sizleri davet edeceğiz. Gelenler Niyazi Baba Hazretlerinin “Merkez Şenyurt” dediği bu yeri, eski Şenyurt’un yeni halini görmüş olacak. Ayrıca, eski arkadaşlar Niyazi Baba Hazretlerinin neden “Merkez Şenyurt” dediğini ve böyle söylemekle neyi işaret buyurduklarını hatırlasınlar ve 36 yeni kardeşlerimize izah etsinler. Gelelim tekrar konumuza. Caminin kıble tarafında kalan ziyaretgâhımız da nerede ise bitmek üzere. Etrafı ve yolu yapılıyor. Bu yazıyı okuduğunuz zaman tamamen bitmiş olacak. Camiimiz projesi özenle ve titizlikle çizilmiş özel bir proje. Başkaca hiçbir yerde uygulanmamış bir proje. İstanbul’da bulunan Mihri- 37 mah Sultan, Dolmabahçe ve Ortaköy Camilerinden esinlenilmiş klasik Osmanlı Mimarisi tarzında. Direksiz ve tek kubbeli. Çift minareli.Minare yüksekliği 41 m. Kubbe yüksekliği, 3 m. olan alem yüksekliği ile birlikte toplam 25 m. Ana kubbe, minarelerin külahları ve minareler çelik. Minarelerin alemleri 2,5 m. boyunda. Kubbenin alemi 3 m. boyunda ve 300 kg’dan ağır. Özel ve çok pahalı olan malzemeden yapılmış. Altına konan çamur hem kurşunu koruyor ve hem de yalıtımı sağlıyor. Çatı aslan göğsü ve sundurma özel kurşun kaplama olarak Osmanlı tarzında yapılmış. Halı serilecek alan 450 m2 ve halılar döşenmiş durumda. Hanımlar için düşünülen 38 Bütün doğramalar saf meşe. Vitraylar özel ve kestane. Kapılar çift taraflı kündekâri (geçmeli ahşap). Kapı kolları antik özel. Mihrap, minber ve kürsü Marmara Beyazı mermer. İnşaat alanı 960 m2. 100 m2 kapalı sundurması var. 600 m2 kullanılabilecek açık alan, meydan var. üst kat 80 m2. Ayrıca kendi kapalı avlusu var. Yerden ısıtma sistemli. Cami içindeki her dört kolonda, dört köşede görünmeyen dört kule içinde merkezî klima sistemi, mekanik cihazlar ve havalandırma sistemi var. Hanımlar kısmı bağımsız ayrı girişli. Abdesthaneleri de bağımsız. 6 hanım abdestliği ve 5 WC’si var. Erkeklerin ise 16 abdestlik ve 12 WC’si var. Alt katta bulunan bu abdesthaneler Osmanlı tarzı ve abdest alma yerleri Hacıbayram Camiindeki yeni abdesthanelerden daha güzel. Gelecek sayımızda Niyaziye Camiimizin ve Ziyaretgâhın tamamen bitmiş hali ile ilgili bilgileri ve Camiimizin açılışla ilgili haberleri sizlere aktarmak istiyoruz. Hiçbir şeyi esirgemeyen Şirket yetkililerine, proje müellifine, maddî ve manevî emeği geçenlere ve yüklenici firmaya teşekkür ediyoruz, hep beraber duâ ediyoruz. Yüce Rabbimden kendilerine kolaylıklar ve başarılar niyaz ediyoruz. Rabbim yâr ve yardımcıları olsun. 39 40