Burhan Uygur

Transkript

Burhan Uygur
Bu herif karnabahar değil
Karnı güneş!
Bu herif ressam...
3
( Can Yücel’in Burhan Uygur’a yiğitlemesi.)
Türk resminin lirik prensi
1940 yılında Tirebolu’da doğan Burhan Uygur; ilk ve orta öğrenimini
Trabzon ‘ da tamamlamıştır. 1960’ ların başında Güzel Sanatlar Akademisine
kaydını yaptırıp öğrenci olduktan sonra sanat hayatını tam 32 yıl
sürdürdü.1961-1969 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisii
resim bölümünde eğitim gördü.Önce Nurullah Berk Atölyesi’nden sonra, 1969
Şubat döneminde Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’nden mezun
oldu.Öğrenciliğinin son dönemlerinde sergiler açmaya başlamıştır. İlk sergisini,
1968 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde düzenleyen, ancak
beklediği ilgiyi göremeyen sanatçı, aynı yıl Ressamlar Cemiyeti yılın genç
sanatçısı jüri özel ödülünü alarak adını duyurmuştur, Sanatçı kariyerinin bu ilk
aşamaları, askerlik görevini yerine getirmek üzere Gelibolu’ya gitmesiyle bir
süre kesintiye uğramış, ancak bu sırada hayatında yeni ve önemli gelişmeler
söz konusu olmuştur.
Eşi, Burhan Uygur’un yaşamının bu dönemlerine şu şekilde tanıklık
etmektedir:
"Benim ailem Romanya’dan gelmiş ve Gelibolu taraflarında
Koruköy’e yerleşmişler. Biz Burhan’la 1969 da tanıştık. Orada askerliğini
yapıyordu. Köyde Deli Teğmen derlerdi Burhan’a. Bana da Sarıkız
derlerdi zaten. Bizim oralarda suyu Çeşme denilen uzak bir yerden almak
gerekirdi. Ben işte böyle oraya giderken, o hep beni izlermiş. Yine böyle
bir gün yanıma gelip ismimi sordu. Ee bende tersledim tabi köy yerinde.
Ama bir yandan da istiyordum. Tanıştık. 8-9 ay öyle platonik gelişti.
Aileme söylediler kesinlikle onay vermediler. Malûm hem Deli Teğmen
hem de ressam. Ama oldu sonra, evlendik. 1970 de Tekirdağ’ da
öğretmenlik yaptı. Yapamayacağını anladı ve bıraktı. Gerçekten istediği
şeye yöneldi. Yani resme.”
3
Aynı yıl Avusturya hükümetinin bursuyla Salzburg Yaz Akademisi’ne
gitti ve Hollanda asıllı ressam Corneille ile birlikte çalıştı. Hollanda’nın
Amsterdam kentinde düzenlediği sokak sergisi büyük ilgi gördü.
Uygur’un 1972’de Taksim Sanat Galerisi’nde gerçekleştirdiği “Hiçlik
üzerine kurulan boş hayaller” sergisi ve 1974’te Ankara Devlet Resim ve
Heykel Galerisi’nde düzenlediği “Günler Ne İşe Yarar” adlı sergisi büyük ilgi
topladı. 1975’te “Sıfırın Düğümü” , 1976’da “Ölü Şehrin Çiçekleri” adlı sergileri
gerçekleştiren sanatçı 1980’lerde Can Yücel’in Rengahenk, Ahmet Oktay’ın
Sürgün ve Günseli İnal’ın Gömülü Çağrı adlı şiir kitaplarını özgün üslubuyla
resimledi. 1968’de Çağdaş Ressamlar Cemiyeti Yılın Genç Sanatçısı Jüri Özel
Ödülü’nü, 1976’ da Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında Arkeoloji
Müzesi’nin düzenlediği yarışma sonucu, İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin
açık hava sergisinde bir ödül ve mansiyon, 1978’de Sedat Simavi Vakfı Görsel
Sanatlar Ödülü’ nü almıştır. 1980’lerde sanat ortamı canlanmaya başlamıştır.
Ankara ve İstanbul’da galerilerin sergi açmak için en çok aradıkları isim
Burhan Uygur olmuştur.Bunda 1978 yılında aldığı Sedat Simavi Vakfı
ödülünün de rolü olmuştur.1983’ de Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Derneği
mansiyonunu , 1985 İzmir Ticaret Odası 100. Yıl Resim Yarışması Birincilik
Ödülü. 1988’de 2. Asya-Avrupa Bienali ikincilik ödülü’nü Kazanmıştır.
Ancak bu ve sanat hayatındaki diğer ödülleri almamış olsaydı bile
sanatında kendini kabul ettirmiş ve belli bir çizgiye ulaşmıştı. Sanat
dergilerinde ve diğer yayınlarda hakkında çıkan yazıların hepsi onun sanatının
gün geçtikçe geliştiğini ve duyarlılığını hep koruduğunu belirten yorumlardır.
Sanat Çevresi’nin 1986 yılı Ocak ayında 1.Asya-Avrupa Sanat Bienali’ne
katılım konusunda yaptığı ankette 31 sanat yazarı, eleştirmen ve galericiden
15 ressam seçmesi istenmiştir. İçlerinden 19’ u Burhan Uygur’ u ilk 15 içine
almıştır. Böylece en yüksek puanı alan ressam olmuştur.
3
Döneminin ressamları içinde en çok sözü edilendi. Bunda sanatının yanı
sıra uzun öğrencilik yıllarındaki bohem yaşam tarzından evlendikten sonra da
tamamen kopamaması, kişiliği, ve resimlerinin en yüksek fiyatlara alıcı
bulmasının da etkisi vardır. Burhan Uygur’un bohemliği bireyseldir ama küçük
bir topluluk içine sıkışıp kalmamıştır. Kendine yakın bulduğu, güvenebildiği her
kesimden insanlarla bir araya gelmiştir. Kendini insanlardan uzak tutmamıştır.
Dostları sadece sanat çevresinden değildir. Yazar, şair,ressam, müzisyen,
galeri sahibi gibi dostları vardır elbette ama bir o kadar da küçük beklentileri
olan ya da olmayan basit hayatlar süren sanat ortamının dışındaki insanlar
arasında da kendini olduğu gibi kabul eden dostlar edinmişti. O dostların
sıcaklığından, yalınlığından, çıkarsızlığından, hayatı algılamalarından, hırssız
ve sade hayatlarından etkilenmiştir. Bu etkiler de resimlerine yansıdı. Evlilik ve
çocuk kavramı Uygur’ un yaşamına ve sanatına farklı bir zenginlik katmış,
resme daha sıkı bağlanmasına neden olmuştur. Burhan Uygur ve dostluk
denilince ise, ilk akla gelen isimler, dertlerini çoğu zaman alkol ve uzun
sohbetler eşliğinde paylaştığı can dostları Bülent Tiryakioğlu (Burhan’ın
manevi baba olarak benimsediği, onun da Burhan’ı manevi evlat olarak
kucakladığı, Dudullu’da yaz kış bir çayırın ortasında, derme çatma
barakasında oturan filozof bir
adam) , Can Yücel, Kaya
Özsezgin ve İlyas Usta
olmuştur.
3
Karton üzerine karışık teknik 1983
Can Yücel’ in Portresi
Bu dostlukların izleri, Kaya Özsezgin’in tanıklığı ve Can Yücel’in mısralarıyla
yaşamaktadır:
Yücel’ , Burhan Uygur’a adadığı yiğitlemede şöyle der;
“Bu herif karnabahar değil, Karnı güneş! Bu herif ressam”. (1)
3
İlyas Usta (Üsküdar Bit Pazarı’ndan Dostu)
Burhan Uygur ‘ un
bohemliğinin
yanı sıra diğer sanat dallarından;
şiirden, edebiyattan, müzikten etkilenmeleri de sembolistlerle örtüşür. Şiire ve
müziğe olan yakınlığı, sembolist şair ve müzisyenlere yönelmesi onda
bıraktıkları tatlar resimlerinde kendini göstermiştir.
Rimbaud, Baudelaire, Mallarme, Poe, Verlaine ve ‘Bilitis’in Şarkıları’nın
şairi Pierre Louis, müzikte de Debussy ve Mahler sevdiği şair ve
müzisyenlerdi. Rimbaud’nun şiirle yaptığını –çocukluk yıllarına göndermeleri- o
3
resimleriyle yaptı. Şiire duyduğu yakınlık onun da resminde şiirsel bir anlatıma
ulaşmasına neden oldu. Açtığı sergilere ve resimlere simgesel, şiirsel adlar
verdi: ‘Yoksa dünya cılız bir çocuk elinin bana sunduğu bir günah mıdır?’,
‘Gönül Kafesi’, ’Kanatlarının altında ölümü saklayan martı’, ‘Yaralı Ağustos’,
‘Hiçlik üzerine kurulan boş hayaller’,’Gezginci bir hayaletin ters düşünceleri
gibi.“
Simgeci ressamlar gibi Burhan Uygur da sahte duyarlılığa karşıdır.
Gerçek şiir bu tür sahte duyarlıklarla çelişir. Gerçek duyarlık ise doğayı ve
canlı varlıkları şiirin ve müziğin kavrayıcı etkisine açık bir yürekle sezinlemeyi
gerektirir. Burhan Uygur da içinde yaşanılan çevrenin açtığı görkemli
kapılardan içeri süzüldükçe gizlerini birbiri ardına açtığını fark etmişti.
Akademiden arkadaşlarının pek çoğu Paris’te ve diğer Avrupa kentlerinde
uzun süre kalmışlardır. O ise kısa süreli Salzburg ve Amsterdam Sokak
Sergileri ve Stuttgard sergisi dışında yurt dışında çalışmalarda bulunmamıştır.
Birşeyleri bulup yakalayabilen birinin sanatçı olabileceğini savunan Uygur için
kuralsızlık tek kural olmuş, etkileşim sadece bir gereklilikten ibaret kalmıştır.
Etkilendiğii isimlerin başında Klee, Bonnard ve Ensor gibi isimler gelmiş, ancak
sanatçı bu etkileri kendi sanatçı kimliğinde özümsemeyi ve özgün bir üslup
yakalamayı
başarmıştır.
Onun
sanata
bakışı,
bu
özgün
üslubun
biçimlenmesindeki temel unsuru ortaya koymaya yetmektedir:
"Sanat aşk ister. Ama baştan savma sıradan bir aşk değil. Yakalanması
yürek isteyen bir aşk.” (2)
Daha öğrencilik yıllarında tasarım gücü ile hocası Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun dikkatini çekmiş olan sanatçının yapıtlarında, konu ve üslup
birbirini tamamlayan iki öğe niteliğini taşımıştır. 1988’de sergilediği Kapılı
Kompozisyon bu anlamda özellikle dikkat çekici bir çalışma niteliğinii
taşımaktadır. Duygularını ifade etmek için bir kapıyı seçmesi, sanatçının
mekan ve ifade arasındaki zorlukları yok sayan, adeta bu zorlukları ifadeyi
güçlendiren yeni yöntemlere dönüştüren bir tarzı benimsediğini işaret
3
etmektedir. Lewis Williams’ın, imgeyle imgenin üzerinde bulunduğu yüzey
arasındaki ilişkiye dair düşünceleri, Uygur’un kapıya farklı bir anlam yüklemiş
olduğu ve onu farklı bir dünyanın iletişim aracı olarak ele aldığı fikrini destekler
niteliktedir:
Kapı
240.00 x 177.00 cm
Lewis Williams’ a göre; “ilk tasvirler bizim düşündüğümüz gibi
temsili imgeler değil başka bir dünyanın sabit zihinsel imgeleriydi. Kaya
yüzeyinin gerçek dünya ile tinsel dünya arasında bir geçit olduğunu
söyler. Kaya yüzeyi imgeler için yalnızca bir mecra değildir. İmgelerin ve
burada yaşanan törenin temel bir parçasıdır.” (3)
3
Vesile Hanımın Portresi
Karışık teknik
Ölümünün 10. yılında Burhan Uygur’un 1940 Tirebolu’ da başlayıp, 1992
Nisanında sona eren yaşam mücadelesinden ve resim sevdasından
bahsederken eşi Vesile Uygur’un ağzından dökülen bu ifadeler, sanatçının
çağdaş Türk resim sanatına kattığı kendine özgü değerleri bir nebze de olsa
ifade
etmektedir:
“Kurallardan
hoşlanmazdı.
O’nu
sınırladığını
düşünürdü. Ama disiplinliydi aynı zamanda. Kalıbına sığmazdı. Gece
3
aklına eser esmez dışarı çıkardı. Aslında gece gündüz fark etmezdi onun
için! Yapıtlarında da bunun görülebildiğine inanıyorum.”
(4)
Vesile Uygur Portresi, 1976
Karton / Yağlıboya / 35 x 24 cm
Burhan Uygur, hiç kuşkusuz yaşamın insana sunduğu hemen tüm
sancılardan nasibini almış, ancak bu sancılarla olgunlaşan yeteneğinin en üst
düzeyde olduğu bir dönemde hayata veda etmiştir. Alabildiğine zor geçen
çocukluk ve ilk gençlik dönemine; bir çok hayalini frenlemesine neden olan
maddi imkansızlıklar, boyunu aşan sorumluluklar, baba kaybı ve belki de
bunun sonucunda gelişen son derece yoğun anne sevgisi ile Karadeniz’ in
insanı büyüleyen, ilham kaynağı doğası etki etmiştir. Nihayetinde İstanbul’a
3
gelip Güzel Sanatlar Akademisi’nin hırçın ve yetenekli öğrencisi unvanını
kazanmış olan Burhan Uygur, yaşamı boyunca sanatla ilgili her konuşmaya
kulak kabartmış, farklı yapıt ve görüşlere saygı duymuş, ancak çağdaşları
arasında kendine özgü tarzıyla sıyrılabilmiştir.
Annesi Nadide Hanım, 1972
Kağıt / Karışık Teknik
18 x 16 cm.
3
Denize Düşen Bir Meleğin Son Günü
70.00 x 50.00 cm. , Serigrafi
Sahilde
Tuval üzerine yağlıboya. 30 x 40,5 cm.
3
Her dönem ve mekanda olduğu gibi, bildik bir yöntem olan takipçiliği ve
taklitçiliği hiçe saydığı eserlerinde, izleyiciyi akla gelebilen her tür duyguyla
karşı karşıya getirmektedir.
"Bana göre olay bir köprüdür...Geçmişin ve geleceğin git - gelleri
arasında kurulan bir köprü..Ben insanlarımı başka başka yüzlerle
dünyaya bu köprüden baktırırım... Bir çöp teknesinde bile kendimi
görürüm ben. Resmin ışığı değil uşağıyım, çömeziyim, hamalıyım.”
(2)
1950’lerde soyut resimdeki gelişmelerle, Türk resminde figüratif eğilimler
ivme kaybetmiş olsa da, Burhan Uygur’un da aktif bir sanatçı kimlik olarak
sanat ortamında kendini gösterdiği 1960’larda yeniden figüratif resme yönelme
süreci yaşanmıştır. Neşet Günal, Cihat Burak, Nedim Günsür, Orhan Peker
gibi farklı tatlardaki figüratif yaklaşımlar arasında Uygur, kendine özgü tavrıyla,
kendinden sonra gelen kuşakları derinden etkilemiştir.
Burhan Uygur, çağdaş Türk sanatı tarihi içerisindeki ayrıcalıklı yerini her
zaman koruyacaktır.
3
Portre
Dionysosca dürtülerin yardımıyla kendini kaybetme ve belki uyarıcı bir
şeylerle esriklik içinde olan sanatçıda düşler ve sanrılar kendini sıklıkla
gösterebilir. Bu sanrılar sonucu görülenleri başka şekilleriyle algılama, başka
dünyalara açılım, ölüme ve gizli olana, bilinmeyene karşı ilgi, hüzün ve gerçek
dünyadan kaçış görülebilir. Burhan Uygur da düş gücünü besleyebilmek için
bazı uyarılara gerek duymuştur; belki alkol alışkanlığı bununla bağlantılıdır.
Yine de onun her nesneye bakışında gördükleri ve kafasında canlandırdıkları,
geçmişten gelen görüntülerle oluşturduğu resimlerinde uyarıcı etkisi olmuşsa
da belirleyici değildir. O resmini sarhoşken yapmazdı. Ayıkken disiplinli ve
ciddi bir çalışma içinde olurdu. Çalışması bittiğinde alkol alırdı ve resmini
yapacağı yeni konular bulmak için gezerdi. Alkol aldığında defterine çizimler
yapsa da boyalarla ve tuvallerle olan çalışmalarında ayık olurdu. Ancak belki o
durumdayken hissettikleri,gördükleri daha sonra bir şekilde resminin içine
girmiştir.
Kırmızı Kurdelalı Kız
51.00 x 70.00 cm.
Tual üzerine yağlıboya
3
Çifte Figür
60.00 x 40.00 cm
Kontrplak üzerine yağlıboya
Burhan Uygur’un resimlerindeki düşsellik
metafizik kaygılar taşımasa da
sembolistlerinki gibidir. Ondaki düşsellikte daha çok çocuksuluk, saflık ve
sevinç
göze
çarpar.
Düşsellik
izlenimi
veren
figürlerde
görünüşten çok iç dünyaların simgelerle yansıtıldığı doğrudur ama bu gerçek
olmayan bir dünya değildir. O da sembolistler gibi içe yöneldi ve bilinçaltındaki
görsel imgeleri kavramların, düşüncelerin ve duyguların simgesi oldu. Nasıl ki
yazarın romanında yer verdiği kahramanı veya bir karakteri kendini, duygu ve
düşüncelerini simgeliyorsa onun resimlerindeki figürlerin çoğu aslında
kendisini simgeliyor. Kendisi resimlerindeki pek çok figüre yansırken aynı
zamanda onları resmeden de oluyor. Gizli bir yansımanın yanı sıra direkt
olarak kendini çizerek de yer veriyor .
3
Lirizmin buruk tadını duyumsatan Burhan Uygur resimleri, isimleriyle de
izleyiciyi şiirsel bir hüznün kıyısında dolaştırır. 'Şair Bozuntusu G', 'Kırmızıya
Borcumu Ödedim', 'Sonsuz Sevgim, Sınırsız Acılarım İçin', 'Göçmen Kuşlara
Ağıt' ve 'Alev Saçan Işıklarını Saçma Üstüme' yapıtlarından yalnızca birkaçı.
Umarsız Bir Anı Sahibinin Aziz Suskunluğu
1982 70.00 x 50.00 cm , Elek baskı
Resimlerin bir yerlerine iliştirilmiş sözcüklerse Uygur'un duygularına
tanıklık etmemize olanak sağlar. 1991 tarihli 'Düşünmeden' adlı resminde göze
çarpan "Düşünmeden, acımadan, yüksek duvarlar örmüşler dört yanıma/şimdii
umarsızlık içinde oturuyorum burada/Nasıl da anlamadım duvarlar yükseldii
de/Sezdirmeden kapadılar beni dünyanın dışına" dizelerinde olduğu gibi...
1989 yılında beyin kanaması geçirdikten sonra kendine gelir gelmez işaretlerle
boya ve kağıt istemiştir. Bu onun için resmin ne denli önemli ve hayatının
3
vazgeçilmezi olduğunu gösterir. Burhan Uygur, eserlerini modern sanatın
temel yaratıcı güçlerinden olan akıl ve sezgiyi bir iç uyumuyla değerlendirerek
yaratmıştır.
Eşi Vesile Hanımın
Portresi, 1974
Karton / Karışık Teknik
34 x 23 cm.
Gülseli İnal Portresi,
1983
Karton / Karışık Teknik
3
Niyet Ağacı II
21.00 x 15.00 cm. 1976
Kağıt üzerine karışık teknik
3
30 nisan 1992 ‘de direksiyon başında beyin kanaması geçirip hayata veda
eden Burhan Uygur, resmin şiirsel boyutlarını zenginleştiren eserleriyle birçok
kişisel sergi açmış ve birçok karma sergiye katılmıştır Soyut ve figüratif öğeleri
bir arada kullanarak gerçekleştirdiği şiirsel çalışmalarıyla 1970 kuşağının önde
gelen ressamları arasında sayılan Burhan Uygur resminin içeriksel kurgusuyla
bütünleşen ve lekeci bir anlayış üzerinde gelişen biçim düzeniyle, özellikle
özgün altyapı arayışları içindeki genç kuşak üzerinde etkili olmuştur.
Otoportre ,
1979 ,
Karton
üzerine Karışık Teknik
9x11 cm
KONU
Bireysel anlatıma inanan Uygur, akademik kurallara bağlı kalmaksızın,
farklı bir perspektif anlayışıyla ve naif bir dil kullanarak kendi özgün resmini
oluşturdu. İç dünyasını yansıtan çalışmalarında yaşam-ölüm-ölümsüzlük
çevrimi içinde süreklilik kavramını vurguladı. Renk ve çizgi kullanımıyla düşsel
ve şiirsel etki yaratan resimlerinde soyut ve figüratif öğeleri birlikte kullandı
Burhan Uygur 20.yy’ın ikinci yarısında sanatsal gelişimini sürdürmüş bir
3
ressam olarak konu seçiminde serbest olmuştur. Sanatçının kendine özgü
üslubuyla olduğu kadar konu seçimiyle de, resme bakan üzerinde yarattığı
duygu yoğunluğu, sanatının genel karakterini nitelemektedir.
İç dünyasına giren, onu etkileyen her şey resmine girebiliyordu.
Burhan Uygur da yaşadığı her an gördüğü günlük gerçeklerin gizini; iç
dünyasında biriktirdikleriyle , iç dünyasının gerçekleriyle ve yorumuyla
bir araya getirerek simgesel bir anlatımla ortaya koydu. Resimlerine girenler
sadece gördükleri değil aynı zaman da beyninin içinde olan görünmeyen
şeylerdi. Öğrencilik yıllarında kaldığı bir evin tavanından inen sular resminde
kelebek kanadının tozu olabiliyor. Buradan yola çıkarak “ ‘o belki bir kelebek
kanadı değil bir balyoz’, ‘ o belki bir balyoz değil de bir bulut’, ‘ o belki bir
bulut değil de bir beyaz’, ‘o belki bir beyaz değil de bir ruh’ a kadar
gidebiliyor” (5). Simgelerin içinden simgeler doğabiliyor. Gündelik
gerçeklikten yola çıkan imge gerçeği düşsele dönüştürüyor.. Kendisi konu
seçimini şöyle ifade etmiştir:
“Hiç ayrım yapmam. Bir masanın üzerinde bir bardak, yanında bir çiçek
bile içinde insan figürü olan bir resim kadar beni cezbeder, alıp başka
taraflara uçurur. Hepsinde aynı tatlı acıyı çekerim, aynı tatlı zevki tadarım.
Yeter ki seveyim. Günlük yaşamdaki her şeyi resimlerime konu olarak
alırım”.
Çok sevdiği İstanbul’un sokaklarından, yazları Ege kıyılarından
ve insanlarından beslendi. Hep o çevrelerdeki insanları tasvir etti
Roman, öykü, şiir,müzik, film, gazetede okuduğu bir haber, çevresindeki
insanlar, insan ilişkileri, sevdiği ona zevk veren ve etkileyen bütün, olmuştur.
Dragos’ta bir gece
3
“Bir gün Burhan sokakta ölü bir yavru kedi buluyor. İpek fularına sarıyor
kediyi, Can Yücel'e götürüyor. Kafası acayip iyi, elinde bir büyük rakı,
Can Yücel'in kafası zaten bir dünya. Sonra beraber cenaze töreni
yapıyorlar kediye, Can Yücel'in evinin bahçesine gömüyorlar.” (8)
3
Bu Kedi Dünya Çiçeklerini Dişleriyle Kökünden Kopardı ve Öldü
70.00 x 50.00 cm
Serigrafi
3
Anılar
70.00 x 50.00 cm
Serigrafi
İçinde yaşadığı dünyanın insanlarına, dilenci, balıkçı, berber, çalgıcı,
tamirci, çöp toplayan çocuk gibi her an karşısına çıkabilecek insanlara da
resimlerinde yer verdi. Genellikle ezik, kıyıda köşede kalmış, kaybetmiş, kendii
talihsiz yaşamları içine bırakılmış insanların acıları, hüzünleri, yalnızlık,
terkedilmişlik duyguları ama yaşam koşulları içinde ümitlerini yitirmeden
ilerlemeleri bu duyarlı kent gezginini etkilemiştir.
3
Burhan Uygur nesnelerin ve insanların içindeki gizin peşindeydi. Dış
görünüşlerin ötesine geçerek içteki açığa çıkmayan korkuları,
acıları, istekleri yansıtırdı. Tüm bunları imgeleminde yeniden canlandırarak
resimlerine aktarır. Kendi hayallerinde yaşattıklarının ve özlemlerinin yanı sıra
bu insanlarınkini de yansıtır.
38.00 x 30.00 cm
Duralit üzerine karışık teknik
Yaratıcı düş gücü imgelemi ile derinlere ulaşır. İmgelem gücüyle
simgeledikleri arasında uyum vardır.Ancak resimde simgeler olsa da bunun
yansıtılması dışavurumcu bir tarzdadır.
“İnsanların kafasının içindekileri çizmeye çabalıyorum. İnsanın içinden
çıkamadığı sorunların resmini çiziyorum. Benim resmime bakanlar
isterlerse insanların sorunlarını görebilirler”.
3
45.00 x 35.00 cm
Tual üzerine yağlıboya
Resimlerine giren insan ve onun çevresindeki nesnelerle bağıyla birlikte
yaşamdır. Manzara ve doğa resimleri yapmamıştır. Çizgisi çok kuvvetli olan
sanatçının bu özelliği portrelerde de kendini gösterir. Yakınındaki sevdiği
insanların, dostlarının ve ona sipariş vermiş olanların portrelerini yapmıştır.
3
Şair Portresi, 1984
Karton / Karışık Teknik
30 x 25 cm
Kalemle figürü çizip ana hatlarıyla saptayıp sonra boyamaya başlayan
ressamın portresini yaptığı kişinin gözlerindeki ifadeden, ışıltıdan ve gösterdiği
davranışlardan iç dünyasını saptar ve bunu aktarırdı.
Gülseli İnal Portresi,
1983
Kağıt / Karışık Teknik
17 x 17 cm.
3
Otoportre, 1983
Kağıt / Karışık Teknik
Otoportre
Tual / Yağlı Boya / 30x21 cm
Çizgilerini boşlukta yüzdürmekten hoşlanan Uygur’un figürlerindeki
deformasyon, yapıtlarına sıradışı bir gerçeklik kazandırmaktadır. Bu durum
izleyicide, sanatçının figürün stilize halini ilk ve gerçek hali gibi algıladığı
izlenimini uyandırmaktadır.
3
Otoportre, 1985
Duralit / Yağlıboya
Otoportre, 1972
Karton / Karışık Teknik
3
Otoportre, 1974
Kağıt / Füzen
24 x 16 cm
3
Kendi portrelerinde de ruhsal derinliklerini, kaygılı ve hüzünlü iç dünyasını
yansıtır.
.
Genç Kız Portresi
50.00 x 35.00 cm
Tual üzerine yağlıboya
1963 tarihli Genç Kız Portresi adeta izleyicinin merhametli bakışlarına
teslim edilen bir saflığı yansıtmaktadır
3
Aynı yıl resmettiği Köpek ve Yavruları’ndaki renk kullanımı kendi iç
dünyasının gerçeklerine göre şekillenmiş ve annelik kavramını en yalın haliyle
sunmuştur. 1976 tarihli Küçük Pul Koleksiyoncusu’nda çocuk sevgisini ve
çocuklara olan hayranlığını resmetmiştir. Ergenlik Çağı’nda gençliğin değerini,
Bekleme Odasında Ağlayan Kız’da çaresizliği ve Kanatları Altında Ölümünü
Saklayan Martı’da kaçınılmaz sonları tema olarak işlemiştir. Beyaz Şapkalı
Çocuk, gerçeğin karanlığına inat beyazın isyanını simgelemektedir.
1980`de sergilediği Saatli Komposizyon bir diğer önemli çalışmasıdır.
Bütün bu resimler, Uygur’un sanat gücünü ve ifade zenginliğini; gerçekte her
zaman göz önünde bulunan ancak görülmesi ve kabul edilmesi zor olan
duygulardan edindiğini kanıtlayan bir kaç örnektir.
Saatli kompozisyon
Zincire vurulmuş Prometheus’ adlı resminde solda masanın kenarında
masaya arkası dönük ve düşünceli bir şekilde oturan ressamın kendisidir.
3
Resmin ortasında bir masa ve üzerinde bir kuş, yanında içi dolu su
bardağı,masanın diğer ucunda büyük bir tabak ve içindeki iri siyah obje vardır.
Masanın ressamın arkası dönük durduğu kenarında yarım bir sigara durur.
Resmin üst kısmındaki demir bir çubuğa asılı zincir aşağıya sarkar. Demir
çubuğun diğer ucu ressamın başının üzerine iner. Zincir masanın üzerindeki
kuşun ve bardağın yanından dolaşıp resmin sol alt köşesindeki oyuncak
maymun figürünün yanından inerek maymunun eline gelir. Ressam burada
kendini lanetlenmiş olarak bir kenarda kaderine terk edilmiş bir şekilde
resmetmiş. Masa üzerindeki nesneler sessiz tanıklardır. Zeus’un insanlara
ateşi götürdüğü için Prometheus’u cezalandırması gibi ressam da burada
kendini cezalandırılmış olarak göstermiş. Prometheus’un yüreğini oyan karga
resimde masanın üzerindeki hareketsiz kuşla simgelenmiş. Prometheus
zincire vurulsa da af dilemez, yaptığından pişmanlık duymaz ve karşı
koyuşlarına devam eder. Resimdeki figür ise kaderine karşı gelmiyor, başı
eğik, omuzları çökük düşünceli bir şekilde oturuyor. Resmin sağ alt köşesinde
‘günah çıkartma odam, kaderhanem’ yazılıdır. Burada zincirlerini başka birininoyuncak maymunla simgelenen- eline veren figür, yaptığının sonucunda çeşitli
nesnelerle çevrili olduğu odasında günah çıkarıyor. Yaptıklarından dolayı
pişmanlık seziliyor. Oysa Prometheus Zeus’un gönderdiği haberci Hermes’in
bütün ikna çabalarına rağmen inandığından, düşüncelerinden vazgeçmez ve
Zeus’la ilgili öngörüsünü ona bildirmez. Oyuncak maymun resmin bir
köşesinde yarım bir şekilde yer alıp izleyiciye bakar. Elinde tuttuğu zincirden
resimdeki figürü onun zincirlediği anlaşılır. Bu beyaz maymun belki de
3
masumluğu simgeliyor. Güçlü ve dik bir şekilde durup karşısına bakıyor.
Zincire vurulmuş Prometheus’
RENK
Bir ressam için renk çok önemlidir. Temel renkleri, tamamlayıcı renkleri
ve rengi etkileyen faktörleri bilmesi gerekir. Burhan Uygur resmi “yaşamın,
sezgilerin, duyguların renk ve çizgilerle ifadesi” olarak yorumlamıştır bir
röportajında. O andaki duygularına göre renk seçiminin değiştiğini ve her
rengin onun için ayrı bir değere sahip olduğunu belirtmiştir. . Türk resminde
beyaz
rengi
olabildiğince
etkileyici
vurgu
ve
tonda
kullanan
ender
sanatçılardan biri olarak nitelenen Uygur, hemen her rengi hiç çekinmeden
kullanmış, rengin ifadeyi güçlendiren temel etken olduğuna inanmıştır.
3
21.00 x 14.00 cm , 1990 , Kağıt üzerine karışık teknik
1972 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu Milliyet Sanat Dergisine yazdığı bir
yazısında Burhan Uygur’un beyazı çok iyi kullandığını, böyle bir beyaz
tadını
dünyaya
kendini
kabul
ettirmiş
ressamlardan
Matisse
ve
Bonnard’da gördüğünü belirtmiştir.
Burhan Uygur ise “Beyaz, siyah ya da kırmızı bana ait değil. Herkes
dilediği rengi kullanır. Bazı renklere daha fazla sarılır. O renklerle
duygularını bağıra bağıra ifade eder. O zaman da o renkleri sanatçıya mal
ederler. Ama ben renklere fazla bel bağlamıyorum.Dediğim gibi herkes
dilediği rengi kullanır ama iyi ama kötü. Ne var ki bir ressam kullandığı
3
rengin hakkını vermeden tuvalin başından ayrılmaz. Bence resim bir
yerde rengin hakkını vermektir.” demiştir.
.
Küçük Firariler
50.00 x 64.50 cm , 1987 , Sunta üzerine yağlıboya
Resimlerinde siyahlar, kahverengiler, griler, sarılar, renkli beyazlar bir vurguyu
gerektirmedikçe konulmayan mavi, yeşil, kırmızı gibi renkler ve biraz yaldızlar
ustaca bir araya getirilirler. Yapıtın derinliklerine uzanan gizemli lekecilikle
bütünleşirler. Renkler bazen aydınlık bazen ise koyu olarak yer alıyor.
3
Güzide Bir Bayanın Sabah Tuvaleti
25.00 x 18.00 cm. , 1984
Mukavva üzerine yağlıboya
Hemen hemen tüm resimlerinde- koyu ve gölgeli olanlar da dahil- beyaz
görülüyor.
Koyu
tonlarla
kullandığında
karşıtlık
oluşuyor.
En
son
çalışmalarında da ağırlıklı olarak kırmızı rengi kullanmıştır. Ya yüzey tümüyle
kırmızıya boyanıp üzerine çeşitli figürler yapılmış ya da kırmızı sonradan
boyanmış. Karşıt renkleri bir araya getiriyor; kırmızı üzerinde veya yanında
yeşil, mor ve maviyi kullanıyor. Bazen de bu renklerin hepsine birden aynı
3
tuvalde yer veriyor. Boyaları karıştırarak uyguluyor. Renklerin lokal olarak
kullanılması söz konusu; figürü veya herhangi bir nesneyi belirli bir renkle
sınırlıyor.
Mia'nın Portresi, 1989
Tual / Yağlıboya
55 x 47 cm
Lekeler önemli yer tutuyor. Kimi zaman figür lekelerden oluşabileceği
gibi kimi zaman da figürün çevresinde lekeler yer alıyor. Renklerle oluşturduğu
lekelerle belirlenen figürlerin, nesnelerin konturlarının yok olması ve rengin
figürün dışın da taşması söz konusudur. Kompozisyondaki figürleri leke
duyarlılığıyla vurguluyor. Figürler birbirinin içinde kaynaşıyor. Bir büyük leke
3
içinden çıkıp lekeden daha aydınlık ve açık bir renkle oluşturulan ışık tabloya
yayılıyor. Lekeler koyu gri ya da siyah olsa da bu ışığa rastlanabiliyor.
Lekeciliği onu soyutlamaya yaklaştırıyor. Bu tarz resimlerden tek bir figür
çıkarılsa bu tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Bütünlük içinde bir anlama
sahip oluyor. Lekesel ve çizgisel doku yüzünden nesne, figür ve doğa
görüntüleri asıl biçimlerini büyük ölçüde gösteremediklerinden soyutlama
oluyor. Burhan Uygur’un resimlerinde biçimsel özelliklerde tonlamada, renk,
leke ve düzende kendine özgü bir birliktelik ve uyum göze çarpıyor. Çizgi, renk
ve leke aynı oranda etkileyip birbirini tamamlıyorlar.
37.00 x 43.00 cm. 1982-90 , Yağlıboya
MALZEME VE TEKNİK
“Sanat eseri yapımında kullanılan malzemenin seçiminde pek çok
faktör rol oynar. Öncelikle malzemeye uygulanacak teknik göz önünde
3
tutulur.Suluboya resim için suda eriyen türde boyalar seçilirken,
yağlıboyada eriyen boya türleri seçilir. Belirli bir sanat dalında bir
malzemenin ötekilere göre daha yaygın kullanılması onun tekniğe uygun
ve yatkın olmasındandır”. (6) Resimlerini tuval, karton, kağıt, sunta, ahşap,
taş, sandık, duralit, seramik-tabak-, papirüs ve kapı gibi malzemeler üzerine
yapan Burhan Uygur ; üzerine desen çizilebilecek her türlü malzemeyi ve
özellikle tahta kapıları kullanarak gerçekleştirdiği resimlerle tuval geleneğine
yeni alternatifler getirmiştir ve çoğu çalışmalarında yazıdan da yararlanmıştır.
Bedia Muvahhit Portresi, 1970'ler
Sunta / Yağlıboya , 34 x 25 cm.
3
24.00 x 58.00 cm
Duralit üzerine yağlıboya
Özgün baskı tekniğinde de çalışmaları vardır. Bunlar Süleyman Sait
Tekcan atölyesinde 1982 yılında basılmıştır.
Görünmez Kaza
1982 , İpek Baskı
3
70.00 x 50.00 cm
Serigrafi
Bahar
Sevincinden
Yaz Hüznüne
3
50.00 x 70.00 cm
Serigrafi
Ruhumun Karanlık Kalan Kan Gölünün Derinliklerine Kurumuş Kolumu
Daldırıp Dibinde Uyuyan Kanlı İnciyi Arayıp Durdum
1992 yazında eski bir Volkswagen’i resimlemeyi düşünüyordu. İçine
çamurdan heykeller yapacaktı. Ne yazık ki bu düşüncesini gerçekleştiremedi.
Üzerine resim yapacağı malzeme için sürekli arayışlar içindeydi. Özgün
baskıyı tadında bıraktığını kapı ve sandıkların artık ona göre bittiğini
söylüyordu. Az sayıda da olsa resimlerindeki duyarlılığın yansıdığı pişmiş
topraktan küçük heykelleri de vardır.
“Sanat bir yetenek işi olduğu kadar beceri ve teknik işidir de. Yaratıcılık
temelde bir içten gelme ve yetenekten kaynaklansa da eserin somut
olarak
ortaya
çıkışı
malzemenin
biçim
kazanmasıyla
olur-
objektivitasyon-. Zihinsel sürecin ardından teknik süreç gelir.Bu da bir
maddeyi sanat eserine dönüştürürken sanatçının izlediği yol, yöntem ve
kullandığı becerilerin tümüdür”(6).
3
42.00 x 31.00 cm
Karton üzerine karışık teknik
Burhan Uygur akademiden geldiği halde tekniğinin kıt olduğunu, istediği
tekniği kullandığını akrilik-yağlıboya birlikteliğini tercih ettiğini, biçimsel
sorunları çok fazla önemli bulmadığını sanatın içindekileri yansıtması
gerektiğini belirtmiştir.
“İyi ve sağlam bir teknik sanat için gereklidir ama yeterli değildir.
Yalnızca teknik beceri sanatçıyı üstün kılmaz. Teknik öğrenilen bir şeydir.
Sanat ise doğar. Pek çok sanatçı teknik bakımdan olgun sayılmadığı
halde sanat eseri verebilmiştir.Buna karşın çok iyi bir teknikle yapılmış
üretim sanat eseri düzeyine ulaşamadan kalabilmiştir”(6).
3
70.00 x 50.00 cm.
Kağıt üzerine karışık teknik
3
Heykeltraş Kuzgun Acar Portresi, 1973
Karton / Karışık Teknik
31 x 21 cm.
3
Burhan Uygur ilk dönemlerinden beri pek çok tekniği denemiştir.
Bazılarında pastel, suluboya ve çini mürekkebi birlikteliği görülür. Desen
dışında çeşitli malzemeler üzerinde akrilik, yağlıboya veya karışık tekniklerle
resimlerini yapıyordu. Akrilik ve yağlıboya, yağlıboya ve yağlı pastel, akrilik,
yağlıboya ve pastel, çini mürekkebi ve pastel birlikteliğinden karışık teknik
oluşuyordu.
İnsanlar, Kafes ve Kuş, 1978
Kağıt üzerine karışık teknik , 24.5 x 32 cm.
Ressamın Sedat Simavi ödülü'nü de aldığı 1978 yılından kendine özgü
figürlerin, motiflerin, simgelerin ve hepsinin toplamı Burhan Uygur'a
özgü dünyanın tam anlamıyla yakalandığı bir örnek. Yağlıboya, yağlı
pastel, rapido, fırça sürüşleri, kazımalar veya başka tekniklerle sanatçının
ressamdan çok, iksir hazırlayan bir sihirbaz gibi, yaşadığı anları veya
duyguları aktarabilmek için, kotardığı yapıtlarından birisi...
3
Sadece çini mürekkebiyle yapılmış renklendirilmemiş desenleri olduğu
gibi önce çizip sonra boyadığı desenleri de vardır.. Çoğu zaman fırça yerine
parmaklarını kullanarak tasarımlarını oluşturuyordu. Kimi zaman da boyayı
sürdüğü yüzeyin üzerini jiletle kazıyordu. Alttaki figür ve renk boyanın altından
görülebiliyordu.
Göç , 1965
Kağıt üzerine çini mürekkebi
3
37.00 x 30.00 cm
Kağıt üzerine karışık teknik
22.00 x 17.00 cm.
Mukavva üzerine
yağlıboya
3
52.00 x 44.00 cm.
Kağıt üzerine karışık teknik
3
Burhan Uygur'un Resimlerinde Simge ve Dışavurum
Simge başka bir şeyi temsil eder. Bir duygu ya da düşüncenin yerine
geçer. Charles Morice’in tanımına göre simge ruhumuzun duygularımızı
yaratan nesnelerle karşılaşmasıdır. Bizi zaman ve mekan dışına götürür
(7). Uygur’un resimlerindeki figürlerin davranış biçimleri, duruşları,ifadeleri
onların iç dünyalarını simgeler. Sanatçıda yer eden görüntüler, anılar,
olaylar,kişiler, sevgi, acı, düş kırıklığı, hüzün gibi duygular resimlerinde yer
bulur. Ruhsal durumlara, iç yaşamların ifadesine yönelmesi fantastik bir resim
oluşturmasına
olanak
sağladı.
Açığa
çıkmamışları,
hayal
ve
düşleri
yansıtmaya çalışması onun simgeci ve fantastik duyarlı olarak tanımlanmasına
neden oldu. Simgesel ve fantastik öğeleri gerçekliğin dışından değildi. Yine
yaşamın içinden alınmıştı. Simge ile gerçeklik birbirine karşıt değildi tam
tersine oldukça yakındı.
Mavilim
R: 16 cm , Kağıt üzerine karışık teknik
3
Simgeyi vurgulamak için resminin içine bazı sözler ilave eder: ‘Henüz
açmamış bahar çiçeğinin tevazu dolu güzelliğine hasret kalmış bir faninin
yoksulluk dolu bekleyişinin hüzün dolu anısınadır’, ‘ Bahar gecelerinde cömert
bir ışığın ortasında kanatsız bir ateşböceğinin donmuş ölümüydüm. Ve o
rüzgar renkli gözleriyle bakıyordu’,
Figürler
23.00 x 16.00 cm.
Kağıt üzerine karışık teknik
3
149.00 x 100.00 cm.
Sunta üzerine yağlıboya
3
Resimlerinde olaylardan etkilenen veya olayların oluşmasında rol
oynayan figürlerin etrafında yer alan nesneler o kişilerle gizli bir bağ
içindedirler ama bu hemen algılanmaz.
23.00 x 18.00 cm.
1987
Tual üzerine yağlıboya
3
Bütün bu örneklerde gördüğümüz gibi Burhan Uygur resminde simge yaşamın
kendisine dönüşüyor. Ölüm bile karşıtlık olsa da yaşamı simgeler. Onun
resimlerinde gerçek yaşamdan alınan sahnelerin sanatçının düş gücü ile
birleşmesi ve gerilerden gelen anılardan kalan nesnelerin, duygu ve
düşüncelerin katılmasıyla dışavurumcu bir ifade gözlenir. Geçmiştekiler ,
şimdiyle ve gelecekle birleşir. İç dünyasının geçmiş, an ve gelecek birlikteliğini
bir anda bütünleştirir.
3
37x47 Tuval Üzerine Akrilik
25x25 ahşap üzerine yağlı boya
3
Figüratif resimlerde çoğu zaman lekelerle soyuta yaklaşmış bir
dışavurum görülür. Figür gittikçe hatlarını, ayrıntılarını yitirir ve lekeler içinde
kalır. Soyut ve figüratif öğelerin birlikteliği görülür. Renk ve çizgi kullanımı
düşsel ve şiirsel etki yaratır. Esrikliği ve aşırı duyarlılığı da şiirsel boyutlara
ulaştırır.
"Uygur Malikanesi"
110.00 x 51.00 cm.
1988
Sunta üzerine yağlıboya
3
Sancı Çeken Engerek
Yılanı Gibisin
Resimlerinde insan derinliklerindekileri açığa vurmaya çalışırken iç ve dış
dünyayla bir köprü kurmaya çalışan Chagall gibi çocuksu bir çağrışım
içindedir. Hayal ile gerçeğin kaynaşması, duyguların tuvale aktarımı, kendine
özgü şiirselliği ve çocukluktan kalan imgelere yer vermesi Uygur’un Chagall’la
olan benzerlikleridir. Dışavurum ve coşkuda bu birlikteliğin yanı sıra
figürlerdeki bilinçli çarpıtma, deforme etme, figürlerin boşlukta asılı duruyor
olması ve mekansızlıkta uçuyor görünmesi, ters veya yan duran figürler de iki
sanatçının resimlerindeki ortak noktalardır. Chagall’ın bütün yapıtlarında
mutluluk teması ağır basar. Aşıklara çok yer verir. Burhan Uygur ise hem
hüznü, hem neşeyi, hem umudu hem karamsarlığı yansıtır.
3
En Büyük Hiç
48 x 68
Tual üzerine yağlıboya
Karşıtların
birbiri
içinden
doğduğunun
ve
nesnelerin
dıştan
göründüklerinden farklı olduklarının, o da Klee gibi karşıt görüşlerin çarpıştığı
dünyada insanın onun bir parçası olduğunun ve oluşumu sürdürdüğünün
farkındadır. Chagall’ da düş gücü, içgüdü ve bilinçaltı onu dışavurumcu bir
ifadenin
yanı
sıra
gerçeküstücülerle
yakınlaştırır.
Ancak
sürrealistler
resimlerinde mutluluğa pek yer vermezler. Chagall’ın resimlerindeki öyküsellik
Uygur’da da olduğu gibi biçimin önüne geçer. Biçim, malzeme Uygur için bir
araçtır. Önemli olan kafasındaki hikayeyi anlatabilmektir. Klee gibi o da
anlatmak istediklerini renk,çizgi ve lekeyi uyumlu bir şekilde kendine özgü bir
üslup ve tarz oluşturarak tasvir ediyordu.
3
40.00 x 55.00 cm.
Tual üzerine yağlıboya
Ekspresyonistlerle olan yakınlığı onun da doğa karşısında edinilen
izlenimleri değil kendi yaşantısını, aklındakini ve çevresindeki insanların
psikolojilerinin resimlerini yapmasıdır. Dışavurumcu ressamlarda iç dünyaların
fırtınaları, isyanları önem kazanırdı. İç dünyaların ifadesi renklerle güçlenirdi.
“ Klee’yi, Lautrec’i,Van Gogh’u severim. Ancak seviyorum diye onlar gibi
resim
yaparsam
ben
ben
olamam
ki.
Empresyonistleri
ve
ekspresyonistleri beğenirim ama beğeniyorum diye onların izlerini
taşırsam ben ben olamam ki. Sanatçı eğitiminin ve görgüsünün verdiği
izleri
taşır.
Ancak
fırçası
benliğini
bulduktan
sonra
bu
izlerin
görünenlerini silmek zorundadır. Bazen bir tuvalde ufak bir mavi, başka
bir tabloda bir siyah gölge eskilerden kalmıştır. Sanatçı bu mavilerin,
gölgelerin üzerine kendi özünden gelenleri eklemelidir”.
3
Burhan Uygur sembolistlerle ve ekspresyonistlerle benzer özellikler
gösterse de simgesel ve dışavurumcu bir anlatımı olsa da sanatının 19.yüzyıl
sonu ve 20.yüzyıl başında ortaya çıkan bu üsluplarla açıklayamayız. Düşler ve
hayaller onun resimlerinde yer alsa da kimi zaman lekelerle soyutlamaya
ulaşsa da sadece sürrealist veya soyut dışavurumcu diyemeyiz. Belki modern
sanat akımlarının hepsinin birleşiminden ve lirizmin de katılımından oluşan
kendine has bir biçimde ortaya koyduğu üslubundan söz edebiliriz. Geçmişteki
akımların veya bireysel ressamların ortaya koyduğu konu ya da biçimsel
özellikler olarak yenilikleri özümsemiş ve analiz etmiş, kendi duyarlılığıyla belli
bir tarza ve özgünlüğe ulaşmıştır.
Kadın
49.00 x 34.00 cm. , 1976
Kağıt üzerine karışık teknik
3
Figüratif, lekeci, renkçi, şiirsel gerçekçi, simgeci, çizgici, fantastik ve
duyarlı gibi tanımlamaların hepsini birlikte onun sanatı için kullanabiliriz.
Figüratif ama çoğu zaman figürler soyutlanmış bir dışavurumculukla ifade
ediliyor ve düş alemindeymiş gibi konumlandırılıyor. Kimi figürlerin boşlukta
yüzüyormuş gibi ayakları yere basmıyor, herhangi bir yere-mekana- bağlılık
göstermiyorlar. Ancak kompozisyon içinde yerleşimleri ise son derece
başarılıdır. Tüm bu özelliklerinden dolayı 20. yüzyılın son çeyreğinde Türk
Resim Sanatında kendine önemli bir yer edinmiştir. Resmi sevdirip geniş
kitlelere yaymaya çalışmıştır. 19.yüzyıl yalnız bohemlerinin –bir ailesi olmasına
rağmen bohemliğini yitirmediği için- 20.yüzyıldaki temsilcisi olmuştur.
Doğay Sümer Portresi, 1991
Tual / Yağlıboya
120 x 80 cm
3
Kadın Portresi, 1972
Tual / Yağlıboya
69.5 x 49.5 cm
Oturan Kadın, 1970'ler
Tual Yağlıboya
60 x 40 cm
3
Burhan Uygur
49.00 x 39.00 cm.
Tual Üzerine yağlıboya
3
25x21 Cm.; Kağıt Üzerine Guaj
3
Bahar Sevinciden Yaz Hüznüne
46.00 x 38.00 cm.
Özgün Baskı
3
38.00 x 40.00 cm.
Özgün Baskı
Hayatla Bahar Arasında Çelimsiz Bir Yola
Sarıldıklarını Bilmiyorlardıki
3
Zar Tutan Deniz Aşığı
50.00 x 35.00 cm.
1991
Serigrafi
3
Sonsuz Utku
70.00 x 50.00 cm.
Serigrafi
3
Hayatla Bahar Arasında Çelimsiz Bir Yola
Sarıldıklarını Bilmiyorlardı ki
70.00 x 50.00 cm.
Serigrafi
3
Kalbimin Gözüyle Side
70.00 x 50.00 cm.
Serigrafi
3
15.50 x 22.50 cm.
Yağlıboya
Uğurlu geceden uğurlu bir an
3
42.00 x 29.50 cm.
Yağlıboya
3
58.50 x 41.00 cm.
Tual üzerine yağlıboya
3
44.00 x 37.00 cm.
Kağıt üzerine karışık teknik
3
47.00 x 33.00 cm.
Kağıt üzerine karışık teknik
3
39.00 x 23.00 cm.
Kağıt üzerine karışık teknik
3
46.00 x 26.00 cm.
Kağıt üzerine karışık teknik
3
"Topuzlu Kadın"
326X22
3
45x35 Tuval üzerine akrilik
3
19.00 x 30.00 cm.
Muşamba üzerine karışık teknik
67.00 x 89.00 cm.
Tual üzerine yağlıboya
3
Vesile Uygur, 1970
Karton / Karışık Teknik
32 x 24 cm.
3
Muhsin Kut Portresi, 1976
KAğıt / Karışık Teknik
47 x 31 cm.
3
Eşi Vesile Hanımın Portresi, 1990
Karton / Karışık Teknik
21 x 17 cm.
3
Şair Halim Şefik Güzelson Portresi, 1984
Seramik / Sırüstü boya
30 x 30 cm.
Gülseli İnal Portresi, 1983
Karton / Karışık Teknik
3
Gülseli İnal Portresi, 1984
Karton / Karışık Teknik
3
Şair Portresi, 1984
Seramik / Sırüstü boya
30 x 20 cm.
3
Lale'nin Portresi, 1989
Tual / Yağlıboya
70 x 50 cm.
3
40.00 x 30.00 cm.
Karton üzerine suluboya
3
Uyuyan Güzel
68.00 x 45.00 cm.
1975
Kağıt üzerine yağlıboya
3
Zühre
58.00 x 32.00 cm.
1988
Tual üzerine yağlıboya
3
15.00 x 20.00 cm.
Kağıt üzerine yağlıboya
3
31.00 x 18.00 cm.
1978
Kağıt üzerine karışık teknik
3
40.00 x 30.00 cm.
Kağıt üzerine yağlıboya
3
19 Ekim 2004 / Salı Milliyet Pazar’dan alıntıdır.
Vesile Uygur ile
yapılan röportaj aşağıda aynen aktarılmıştır.
"Param olsa 'Kapı'yı kimseye bırakmazdım.”
Geçen hafta yapılan müzayedede 1992 yılında ölen ünlü ressam Burhan
Uygur imzalı "Kapı" el değiştirdi. Sanatçının karısı Vesile Uygur "Kapı'yı
tekrar görebilmek için müzayedenin sergisine gittim. Çok ağladım.
Kıymet bilen biri alsın diye dua ettim. Param olsa kimseye
bırakmazdım" diyor
TUBA AKYOL
Geçen hafta el değiştiren "Kapı" adlı eseriyle tekrar gündeme gelen
ressam Burhan Uygur'un evindeyim. (Erol Aksoy'a ait ünlü kapı 10 Ekim'de
Maçka'daki Antik Palace'da düzenlenen müzayedede 125 milyar liraya
satılmıştı.) Karısı Vesile Uygur ve oğlu Tuna Uygur bana onu anlatıyorlar.
Böyle çalışırdı, şöyle içerdi diye.
Şöyle içermiş: Oğlu Tuna üç fotoğraf getirdi, "Sırasıyla bak" dedi. İlk
fotoğrafta Can Yücel ile Burhan Uygur gayet normal, bir masada oturuyor, iki
sıradan arkadaş gibi sohbet ediyorlar. İkinci fotoğrafta belli ki birazcık içilmiş,
kafalar iyi olmuş, gözler azıcık kaymış, bakışlar dumanlı falan, sohbet devam
ediyor. Üçüncü fotoğrafta artık kaç "büyük" bitirmişlerse, ikisi de masanın
altına girmiş, kahkahalar atıyor. Belli ki gülerken öylece yere kapaklanmışlar.
Nasıl eğleniyorlar...
Burhan Uygur, özellikle son yıllarında sık sık da Fikret Mualla'nın
mezarına gidermiş, orada hem içer hem Fikret Mualla'yla sohbet edermiş.
Peki nasıl çalışırmış? "Bohem yaşardı, dağınıktı falan ama iş çalışmaya geldi
mi çok disiplinliydi. Bir hafta kapanırdı eve, hiç çıkmadan çalışırdı. Bazen
kafasını bir şeye takardı, bir resim istediği gibi olmazdı falan, işte o zaman şu
koridorda aşağı-yukarı bir yürümeye başlardı, biz Tuna'yla nereye
kaçacağımızı bilemezdik" diye anlatıyor Vesile Uygur. Ve ekliyor: "O kapılarla
da bir yıl uğraştı. Milim milim çalıştı. Bazen kapıları duvara yaslayıp geçti
3
karşısına, günlerce baktı. Hakikaten çok uğraştı."
"Burhan kendi resimlerini alanların kapısını çalar 'Resmimi görmeye
geldim' der, içeri girerdi"
Burhan bey yaşasaydı, ki kendisi sanıyorum çok renkli, sözünü sakınmayan
biriymiş, ne derdi bu müzayedeye, el değiştirmeye, bu kapının neredeyse tüm
gazetelerin ilk sayfasında haber olmasına, fiyatına vesaire...
Vesile Uygur: Sadece bu kapı değil, tabii bu kapıdaki emeği çok büyük ama
Burhan için tüm resimlerinin değer bilen kişilere gitmesi önemliydi. Burhan
mesela gece yarısı, bizden resim alanların kapısını çalar "Ben resmimi
görmeye geldim" derdi. Resimlerini gidip görürdü yani. İnsan nasıl çocuklarını
özler, o da öyle resimlerini özlerdi. Nerede duruyor, asılmış mı, asıldığı yer iyi
mi; bakardı. Durduğu yeri beğenmezse, onu değiştirtirdi. "Bu burada
asılacak" diye.
Siz nasıl tanıştınız, nasıl evlendiniz?
Biz büyük bir aşkla evlendik. Ben Geliboluluyum. Burhan oraya yedek subay
olarak geldi. Öyle sokakta gidip gelirken karşılaştık. O beni gördü, ben onu
gördüm, uzaktan uzağa bir şey oldu aramızda. Platonik tabii, küçük yerde ne
olabilir ki zaten? Ben bakkala gidiyorum, bakıyorum Burhan yanımda; kasaba
gidiyorum, Burhan arkamda. Sonra ablasını ve eniştesini aldı, istemeye geldi.
Ressama kız verilir mi?
Babam vermedi vallahi. Ailem karşı çıktı. Benim ailem sanatçı-ressam hiç
tanımamış, görmemiş, bilmiyor. Ressam denince tabelacı zannediliyor. Ben
de ressamı nerden biliyordum? Bir İtalyan filmi izlemiştim, orada bir ressam
vardı, ressam diye bildiğim o filmdeki kadardı. Bir de Burhan çok içiyor, küçük
yer olduğu için babam da biliyor onun bu tarafını. Seni üzer dedi, istemedi.
Ama ben isteyince, verdi sonunda.
Ve İstanbul'a geldiniz? Zaman zaman keşke bir memurla evlenseydim
dediğiniz olmadı mı?
E tabii. Çok zordu benim için. Şimdi küçük bir yerden öyle bir ortama
geliyorsunuz ki... Akademiye gidip geliyoruz, orada hep sanatçılar var ve
biliyorsunuz sanatçılar fazla rahat. Ben onlara bakıp bakıp "Alllah Allah nasıl
3
insanlar bunlar?" diyordum. Değişik insanlar. İçki içerler, bir bakarsınız
sarmaş dolaş neşeli neşeli sohbet ederler, iki saniye sonra kavga ederler.
Kocamla oturalım, TV seyredelim durumu yok.
Nerde? İmkan var mı? Nerede akşam orada sabah. Geziyoruz. Tuna da yok
o zaman. Bazen Burhan çıkardı iki gün yok olurdu. Bazen bir hafta ortaya
çıkmazdı. Bir hafta ben uyku uyumuyorum, düştü mü kaldı mı...
Bir de tabii parasızlık var. Ki aslında Burhan Uygur kıymeti ölümünden sonra
anlaşılan ressamlardan değil, o dönemde de resimleri gayet yüksek fiyatlara
alıcı bulan bir ressammış.
Tabii tabii. Talebeyken bile Burhan bayağı resim satan, bayağı gözde bir
sanatçıydı. Ama o zaman bu kadar çok galeri yok, resim satın alan çok yok.
Bir de çok bonkördü Burhan. Biri çok beğenirdi diyelim bir resmi, ona hediye
ederdi. Sonra akademi çevresini bilirsiniz, kimde para varsa, o gün onun
parası harcanır, biter. Burhan'dan biri para isterdi, cebindeki tüm parayı ona
verirdi. Sonra o akşam ekmek almaya paramız olmazdı.
"Erol Simavi 300 bin liraya Burhan'ın defterini satın aldı, biz de o
parayla Üsküdar'daki evimizi alabildik"
Ama sonra bir resim satılır, para gelir...
Hiç unutmuyorum, Tuna'ya hamileyim, Üsküdar'da Sultantepe'de, böyle
Boğaz'a hakim ama çok yüksekte, 100 basamakla çıkılan bir evde oturuyoruz
o zaman. İki odalı bir ev, teneke bir sobamız var, yere bir yatak, kilimler
atmışız. Ve beş kuruş paramız yok. Açız. Bir sergiye gittik. Sergide Hayrünisa
diye bir hanım "Burhancığım sana gelmek, resim almak istiyoruz" dedi,
adresimizi aldılar. Eve dönecek paramız yok, arkadaşlardan yol parası aldık,
ertesi gün resim alacaklar diye bir umut o akşamı geçirdik. Sabah bir uyandık
ki tipi, kar, göz gözü görmüyor.
Hayrünisa hanım gelemez...
Mümkün değil. Ama bir baktık, bir araba geldi, son model. Sene 1970,
herhalde Cadillac falan. Şoför kapıyı açtı, kürklü iki hanım indi. O karda,
tipide merdiveni çıktılar. O zamanın parasıyla 500 mü, 600 lira mı neydi,
verdiler. Hiç unutmuyorum.
3
Üsküdar'daki o eve gelen giden de çok olurmuş galiba. Komet, Mehmet
Güleryüz...
Komet zaten kardeşimiz gibiydi. "Üvey oğlumuz" derdik ona. Biz nereye
gitsek, Komet de bizimle gelirdi. Burhan'la çok yakın arkadaştı. Onun dışında
da, evet, Üsküdar'daki eve çok kişi geliyordu. Arkadaşlar, koleksiyonerler,
sinemacılar, tiyatrocular... Sabahlara kadar içkiler, sohbetler... Bir bakarsınız
neşeli neşeli konuşulur, bir bakarsınız kavga çıkar, sonra yine iyi olurlar.
Resim satarak geçinen biri Burhan Uygur ama bir yandan da resimlerini
meyhanede falan unuturmuş.
Burhan taslak çalışmazdı. Yanında hep defter gezdirirdi, nerede olursa,
meyhanede içki içerken, deniz kenarında otururken çıkarır defterini, resim
yapardı. Öyle ne çok defterini kaybetti, hatta bazıları da çalındı.
Bu defterlerden birini de Erol Simavi satın almış...
Evet... Erol Simavi öyle bir defter aldı. Büyük bir para
ödedi. 300 bin lira. İşte o zaman rahat ettik.
Üsküdar'daki evi böyle satın aldık. Büyük bölümünü
ondan aldığımız bu parayla ödedik.
"Sarhoş olur, Fikret Mualla'nın mezarına giderdi,
onunla sohbet ederdi"
Can Yücel'le çok anısı vardır. Bir gün birlikte Ankara'ya
gidecekler. Can abi sarhoş. Burhan son anda geldi gara, o da sarhoş. Film
gibi; tren hareket etmiş, Can abi yarı beline kadar camdan sarkmış bağırıyor,
Burhan koşuyor, biz Güler'le birlikte Burhan'ı arkadan itiyoruz. Neyse Burhan
da bindi trene. Tuna küçük o zaman, ben gidemedim o yüzden onlarla.
Güler'e dedim ki "Keşke sen gitseydin başlarında, bunlar şimdi talan ederler
Ankara'yı." O da "Vallahi Vesile iki-üç gün kafamı dinleyeceğim" dedi. "Hiç
uğraşamam. Ne halleri varsa görsünler." Daha trende ortalık birbirine girmiş
tabii. Bir kadın fenalaşmış, Can abi "Açılın ben doktorum, hayat öpücüğü
vereceğim" diye gitmiş. Kadının kocası bizimkileri dövmeye kalkmış. Zaten
her saniyeleri ayrı bir olaydı.
Tuna doğduğunda Burhan yurtdışındaydı. Ben Trabzon'da onun
3
annesinin yanındaydım. Tuna iki aylıkken geldi. Tuna'yı gördü. "Bu benim
oğlum mu? Bu benim oğlum mu?" diye başladı kendini yerden yere atmaya,
yuvarlanmaya... Tepiniyor, "Olamaz, inanamam, benim oğlum" diyor..
Ama anlatamam size, ne yapacağını şaşırdı. Çok komikti. Alamıyor,
tutamıyor, inciteceğim diye.O halini tarif etmem mümkün değil. Neyse ki
doğumda yoktu. Çıldırırdı.
"Burhan çok emek verdi bu kapıya, bir sene uğraştı"
Bu kapıyı ne zaman yapmıştı Burhan Uygur, hatırlıyor musunuz?
Vesile Uygur: 80'li yıllardı ama... Tuna?
Tuna Uygur: 80'li yılların sonlarına doğru...
Vesile U.: Evet, bir sene çalıştı o kapıyı. Uzun süre aramıştı öyle bir kapı
bulabilmek için. Sonunda bitpazarında bu kapıyı buldu. Eski bir köşk kapısıdır
aslında.
Tuna U.: Kapının yapım tarihi de 1901'di galiba. Hıristo diye Yeşilköylü bir
usta yapmış. Babam İlyas amcadan öğrenmişti bunu herhalde. Ben de
oradan hatırlıyorum.
Burhan Uygur evde çalışırmış. Bu kapıyı da eve mi getirdi.
Vesile U.: Evet, evet... Evde tabii macera başladı. Bayağı büyük bir kapıydı.
Dört kanatlı; iki büyük kanat, iki yanda da iki daha dar kanat... O zaman
Üsküdar'da küçük bir evde oturuyorduk. 85 metrekare bir evdi, çalışma odası
da şu salonun yarısı kadar. Bu kapı, düşünebiliyor musunuz, antreyi ve odayı
olduğu gibi kaplamıştı. Böyle yatıyordu. Burhan da üzerine çıkıp, hatta -nasıl
denir- tüneyip böyle minik minik boyuyordu.
Tuna U.: Hatta seslenirdi "Tuna, Vesile... Gelin kapıları kaldıracağım" derdi.
Biz giderdik, üçümüz bir ucundan tutup kapıları kaldırır, duvara yaslardık.
Yatır-kaldır, sizin de bayağı emeğiniz var o zaman bu kapıda?
Vesile U.: Olmaz mı? Kapılar kaldırılır, duvara yaslanır, o birkaç gün geçer
karşısına seyreder. Sonra yine bizi çağırır, "Kapılar yatacak" diye. Yine
birlikte yatırırdık. Koca bir sene uğraştı. Bir sene boyunca gerçekten çok
emek verdi. Haddinden fazla.
"Satılmasın diye çok uğraştım ama o kadar itiraz etmeme rağmen yine
3
de gitti kapılar"
Satışı nasıl oldu?
Vesile U.: Kapılar bitince bir sanat galerisinde sadece bu kapılar için bir sergi
yapıldı. Hatta ilk gece, Sheraton'daydı galiba, kokteyl verildi. İkinci gece
galeride tekrar bir açılış kokteyli yapıldı. Sonra Yahşi Baraz geldi. Tutturdu
ben bu kapıları alacağım diye. Sabah gidiyor akşam geliyor falan. Ben
Burhan'a satma dedim. Verme verme verme! Tabii Baraz tuttuğunu kopartan
bir arkadaştır. Ne yaptı etti, o kapıları satın aldı. Ve benim o kadar itiraz
etmeme rağmen, gitti kapılar...
O günden sonra sizin tekrar görme fırsatınız oldu mu bu kapıyı?
Vesile U.: Geçen gün şu müzayedenin sergisine gittim, ağladım o kapılara
bakarken. Üzüldüm hakikaten. Siz sadece fotoğrafını gördünüz, değil mi?
Çok isterdim sizin de görmenizi. Ben özellikle gittim, o kapıları bir kez daha
göreceğim dedim ve ağladım karşısında. Kendime gelemedim. Çünkü o
yapılışı yaşadığımız için, nasıl yapıldı, Burhan nasıl uğraştı bildiğimiz için...
Ve çok dua ettim; "Allahım, kıymet bilen, seven biri alsın" dedim. Param olsa
ben kimseye bırakmazdım o kapıları ama...
"O esere paha biçemem ben; ona verilen emeğin, o güzelliğin asla
maddi bir değeri olamaz"
Sizce değerine satıldı mı?
Tuna U.: Aynı müzayedede Hoca Ali Rıza'nın "İstanbul" tablosu 200 milyara
satıldı. Onunla kıyaslanınca bence 125 milyar kötü değil, iyi hatta.
Vesile U.: Tuna iyi diyor ama ben... Bilemiyorum... Ben 150, hatta 200 milyar
olabilirdi diye düşünüyordum. Daha doğrusu ben o kapılara değer
biçemiyorum. Maddi bir karşılığı yok ona verilen o emeğin, o güzelliğin...
Daha önce Erol Aksoy'da olduğunu biliyordunuz herhalde.
Vesile U.: Biliyordum. Yahşi bey, Erol beye satmış. Hatta bir dekorasyon
dergisinde Erol Aksoy'un evi tanıtılmıştı bir ay, fotoğraflarla... O zaman da
fotoğrafta görmüştüm. Yemek odasında duruyordu.
Simsiyah bir fon üzerine, fonu silerek gerçekleştirdiği bir oto
3
portresinin çevresine yazdığı, kendini tanımladığı
kelimeleri ile yazıyı noktalamak istiyorum: (9)
onun
“Kendini unutan bir yazın hüzün dolu bakışlarının altında
Mahmutpaşa işi mor kürküne sarılmış, umut bayrağını
naftalinleyip gümüş kakmalı özel gardrobuna kaldıran
Burhan Bey’den” herkese elveda....
KAYNAKÇALAR
• 1- Özsezgin,Kaya,Günümüz Türk Ressamları,Burhan Uygur,
YKY, İstanbul, 2000.
• 2- ÖZSEZGİN, Kaya; Bir Kitapta Resim Şart
• 3- LEAKLEY, Richard; İnsan kökeni, Varlık Yay., İstanbul, 1998
• 4- SARIÇALIK, Duygu; Burhan Uygur, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Anabilim Dalı (Lisans
Tezi), Çanakkale, Haziran 2002’den “Vesile Uygur`la Görüşme”
• 5- Özdoğru, Nüvit, “Burhan Uygur:Bir İç Dünya”, Milliyet Sanat
Dergisi,34,25 Mayıs,İstanbul,1973.
• 6- Mülayım, Selçuk, Sanata Giriş, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi
Yayınları, İstanbul,1989, s:52 , s54 , s55
• 7- Cassau, Jean, Sembolizm Sanat Ansiklopedisi, çev:Özdemir
İnce, Remzi Kitabevi,İstanbul,1987. s:155
3
• 8- http://www.milliyet.com/2004/10/19/pazar/axpaz01.html
Vesile Uygur ile röportaj.
• 9- Bu yazı ressamın cenazesinin kalktığı 2 Mayıs 1992 günü Cumhuriyet
gazetesinde yayınlanmıştır. Haşim Nur Gürel, 1 Mayıs 1992
• http://www.lebriz.com/
• http://www.sanalmuze.org/sergilereng/contentxy.php?sergi=279&ic=30&
pg=0
• http://www.hurriyetim.com.tr/agora/article.asp?sid=3&aid=555
Nalan Yılmaz - 21 Temmuz 2003, Pazartesi
• http://www.hurriyetim.com.tr/agora/article.asp?sid=3&aid=392
Nalan Yılmaz - 14 Nisan 2003, Pazartesi
• http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=166857
• http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/10/24/haber_93092.php
• http://www.ata.boun.edu.tr/chronology/kim_kimdir/burhan_uygur.htm
• http://www.hurriyetim.com.tr/agora/article.asp?sid=3&aid=669
Nalan Yılmaz - 22 Eylül 2003, Pazartesi
• http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2180
• http://www.turkishpaintings.com/form.php?SAYFA=taninmisSanatciGost
erTPC&SANATCINO=375
• Milliyet Sanat , Sayı:288 , 15 Mayıs 1992 , say:4-9
3

Benzer belgeler