İran izlenimleri

Transkript

İran izlenimleri
iran
İZLENİMLERİ
Gezi Güncesi
Osman Gerçek
2011
1
10 günlük
iran gezi güncesi
2
Tahran’a Hareket
Sınır komşumuz İran’a yapacağımız gezi netleşip pasaport
işlemleri de hallolunca, gezi grubumuzla birlikte, Ankara
Esenboğa Havalimanından 23.15’de hareket edecek Anadolujet
uçağına binmek üzere, 15.30 civarlarında Kayseri’den,
arkadaşımızın özel aracıyla yola çıktık.
Arkadaşlarımızdan birinin eline geçmeyen pasaportunu,
Ankara’da bulunan pasaport dairesinden alabilmek için dört
koldan verdiğimiz diplomatik mücadele Kırşehir Şoförler
Cemiyeti dinlenme tesislerine kadar devam etti. Havaalanı yolu
üzerinde pasaportu alıp yemeğimizi yedikten sonra hava alanına
geçtik.
Vaktinde havalanan uçakla 3 saate yakın sürecek yolculuğumuz,
İran’la aramızda olan 1.5 saatlik farktan dolayı, sabah saat 3
civarında yağmurlu ve bulutlu bir havada Tahran İmam Humeyni
Havaalanında sona erdi.
Kış ortasında Şubat ayı başındaki bu gezimizde Kayseri’ye göre
biraz daha sıcak olan Tahran’ı beklediğimizden daha soğuk
bulduk. Gezimiz boyunca bize refakat ve rehberlik edecek Agai
Hüsrev ve Cafer isimli İran’da öğrenci olan Türkçe bilen bir genç
karşıladı bizi havaalanında. Agai Hüsrev, Türkçesi zor anlaşılan bir
Azeri Türk, Cafer ise orada okuyan Türkiyeli bir genç.
Gezimizin ilk durağı olan Tahran’dan yaklaşık 120 km uzaklıkta
bulunan Kum kentindeki otelimize yerleşmek üzere yeni küçük
bir minibüsle yola çıktık. Kum’un merkezinde bulunan Fatımatu’z
3
Zehra otele sabah ezanlarıyla beraber ulaştık. Sabahın bu erken
vaktinde, kadınlı erkekli grup grup insanların tatlı bir telaşla
namazlarını kılmak üzere camiye koşturuyor olmalarından
duyduğumuz memnuniyet ve taaccübü birbirimizden
gizleyemedik.
Küçük, temiz ve nezih
otelimizde sabah namazı
sonrası dinlenmeye çekildik,
kahvaltıya kadar. Sade bir
kahvaltıda yediğimiz yayvan,
ince ve nohut büyüklüğünde
gözenekli delikli ekmeğin
nasıl bu hale geldiğinin fikir
jimnastiği ile ilk günümüzün gezi programını yaptık.
Aynı günlerde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İran
ziyaretlerinde, Türkiye’nin İslam dünyasında yükseldiğine
dikkat çeken Hamaney, “Bu yükselişin nedeni sultacı güçlere
karşı bağımsızlığını koruması, Siyonist rejimlerle arasına mesafe
koyması Filistin davasındaki duruşuna bağlıdır. Türkiye’nin bu
politikasını doğru buluyorum. Bu hem kendisine hem de
bölgeye fayda sağlayacaktır” dedi.
4
Dini kesimden insanların ve dini eğitimin en yaygın verildiği Kum
Kentinde, dini çevrelerden etkili ve anlayıp, anlaşacağımız
herhangi birisiyle görüşme talebimiz doğrultusunda Agai Turabi
isimli bir Ayetullah’tan randevu ayarladı, rehberimiz. Muhterem,
sayın, beyefendi anlamında, gıyabi olarak biri hakkında
konuşurken mutlaka başına Aga(i) ifadesini ekliyorlar. Biz de
gezimiz boyunca olduk olmadık yerde, birbirimizi böyle
çağırıyorduk.
Kum’un kenar mahallerinde, aşura veya bir başka olayın
mateminden dolayı, evlerin çoğunun kapısında siyah bayrak ve
flama takılı olan dar bir sokak içindeki evin üst katında
mütebessim bir konukseverlikle karşıladı bizi Agai Turabi. Hal,
hatır ve tanışma aşamasında Cumhurbaşkanının ve Davud el
Kayseri’nin memleketinden olmanın övüncüyle takdim ettik
kendimizi. Bizim seyahatimizin bittiği gün 100 kişilik işadamı
heyeti ile İran’ı ziyaret edecek olan Cumhurbaşkanımız Abdullah
Gül’ü zaten tanımayan yok ve fakat Davut el Kayseri’nin, Fusus-u
Hikem şarihi olduğunu kendilerinin eklemesi bize ayrı bir
memnuniyet yaşattı.
Ayetullah Murtaza Turabi, aslen Tebrizli, 1973’e kadar göç
ettikleri Ağrı’da yaşamış elli beş yaşlarında bir Azeri Türk’ü.
Türkçesi rahat anlaşılıyor ve Türkçe bir Kur’an-ı Kerim Meali
hazırlayıp, Türkiye’de bastırmış.
5
İslam Cumhuriyeti’nin genel politikaları, mollalarla, yönetim
arasındaki münasebet ve yetki meselesi, din devlet ilişkileri,
ülkede çıkan aykırı, reformist, cılız seslerin daha çok makam ve
idare tutkusuna dayandığı, reformistlerin homojen bir yapı
olmadıkları, içlerinde çok farklı seslerin ve renklerin olduğunu,
bunlarda İran milliyetçiliği damarının ağır bastığını, hatta
seçimlerde ‘Ne Filistin, Ne Lübnan, Canım feda İran’ sloganı ile
milli ve demokratik bir platform amaçladıklarını, bu slogan
karşısında, ‘Hem Filistin, Hem Lübnan, Canım Feda İran’
sloganının Ahmedinejat taraftarlarınca baskın bir şekilde
kullanıldığını, küresel dünyanın ekonomik düzeni içinde faizsiz
bankacılık sisteminin sorunlarının tam anlamıyla aşılamadığı,
mezhebi konuların İslam kardeşliğinin önüne geçirilmemesi
gerektiğini, mezhebi ihtilafların bir realite olduğunu, Peygamber
sonrası İslami yönetimde Hz. Ali’nin İslam’ın sulh ve selameti için
sessiz kaldığını, İslam’ın selametini her şeyden üstün tutmak
gerektiğini, İslam Cumhuriyetinin adaletli yönetim anlayışını
yerleştirdiğini, kendi adamını kayırma ve rüşvet gibi olayların
nerdeyse tamamen ortadan kalktığını, idari hizmetlerin adil ve
eşit bir şekilde tabana yayıldığını, bazı konularda yönetimle bile
zaman zaman tam bir mutabakat sağlamakta zorlandıklarını,
Türkiye hükümeti ve Başbakanı Erdoğan’ın dış politikalarını
beğendiğini ve ülkesi için bunun çok önemli bir fırsat olduğunun
altını çizerek, sorulan sorulara sabır ve geniş yüreklilikle cevap
veren Turabi, mütebessim ve sempatik konukseverliği ile bizi
uğurladılar.
Hz. Masume Türbe ve Camii
Kum’da bulunan en önemli dini ve içtimai merkezlerden olan On
iki İmam inancına göre İmamlardan sekizincisi İmam Rıza’nın kız
kardeşi Fatıma Masume’nin türbesinin bulunduğu yer Kentin en
önemli ziyaretgahı aynı zamanda.
6
Kerbela’da Evladı Rasul’e uygulanan soykırım’dan sonra
kurtulanlar da rahat yüzü görmediler ömürleri boyunca.
Birçoğunun ömrü hep, zindanlarda, sürgünlerde, göz hapsinde
geçti. Uzun yıllar Medine’de yaşayan ve Halife Memnun’un
maksatlı ve art niyetli çağrısına kulak vererek Merv’e doğru
aylarca süren uzun bir yolculuğa çıkan İmam Rıza a.s. Merv’e
yerleştikten sonra, kız kardeşi de ağabeyisini ziyaret maksadıyla
bu uzun yolculuğa çıkar. Yolculuk esnasında yaşamış oldukları
büyük acı ve sıkıntılardan dolayı hasta ve bitap düşen Fatımai
Masume, Kum Kentinde 17 gün hasta yattıktan sonra, henüz 28
yaşında ve hiç evlenmemişken vefat eder. Daha sonraki
dönemlerde meftun olduğu bu yer türbeye çevrilerek, korumaya
alınır ve zaman içinde büyük yapı ve mescidlerin ilavesiyle bugün
büyük bir kompleks haline dönüştürülür. Türbenin bulunduğu
yerin tam üzerine yapılan altın rengi görkemli yüksek kubbenin
çevresindeki üç büyük dikdörtgen avlu etrafına yapılan mescid
ve külliye tarzı camii kompleksi, iç ve dış süslemesi bakımından
da hayret uyandırıcı görkem, zerafet ve işçiliği bünyesinde
barındırıyor.
7
Harem olarak isimlendirilen Hz. Masume’nin mezarının
bulunduğu muhteşem bina, birbirine bitişik ve büyük kapılarla
birbiriyle ilişkili üç avluyla çevrilidir. Bu avluların ikisi Hz.
Masume’nin mezarlığına ait eski ve yeni avlular olup bunların
etrafı medrese usulü hücrelerle çevrilidir. Hücrelerin ön cephesi
çinilerle kaplıdır. Bu çinilerin üzerine Ehl-i Beyt’in methiyle ilgili
çeşitli şiirler yazılıdır. Diğer avlu ise, Hz. Masume’nin mezarına
bitişik olan Mescid-i A’zam aittir. Büyük avlunun ve Mescid-i
Azam’ın avlusunun ortasında iki büyük havuz bulunmakta ve
avluların diğer yerleri ise büyük düz siyah taşlarla döşenmiştir.
Türbenin asıl bölümünün üzerinde altın kaplı büyük bir kubbe ve
çini döşeli dört büyük minare bulunmaktadır. Kabri içine alan
şebeke de altın kaplı büyük kubbenin altında yer almaktadır. Bu
bölüme bitişik olan diğer üstü kapalı alanlar ziyaretçilerin çeşitli
ibadi amellerini yerine getirebilmeleri için, gerekli sahayı
sağlayan, Tabatabai, Mutahhari, Balaser ve A’zam mescitleridir.
Binanın iç duvarlarının yukarı bölümlerinde ise çiniler üzerine
yazılmış bir çok hat eserleri mevcuttur. Bunlarda genelde Kur’anı Kerim’den bazı sure, ayet ve Resulullah’ın Ehl-i beyt hakkındaki
hadisleri yazılıdır.
8
Hz. Masume'nin kabrinin çevresindeki çinilerin üzerine yukarıdan
aşağıya kadar, Kufi hattıyla Yasin, Tebareke, Gaşiye ve Kadir
sureleri, mezarın mihrab şeklinde olan üst kısmının etrafında
Ayet'el Kürsi yazılıdır.
Resulullah a.s.’ın 33.kuşak torunlarından Seyyid Burhaneddin
Hazretlerinin memleketi olan Kayseri’den Masume Annemizin
türbesini ziyarete gelen bizler, dua ve niyazda bulunurken, türbe
etrafındaki izdiham ve yakarışlar, ağıt ve gözyaşlarıyla altın
kubbenin altında cam ve kristalize aynalara doğru yükseliyordu.
Her yaş grubundan kadın erkek herkes tarafından ziyaret edilen
bu mekanda gençlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Daha
çok ibadi bir yaşam alanı olarak, gelenlerin namaz, dua ve sohbet
edebilecekleri, Kur’an okuyup, hatta genç ve çocukların ders
çalışabilecekleri, aile ve çocuklarıyla böyle bir manevi ortamda
feyz alabilecekleri bir ortam olarak tasarlanmış. Altı bezli küçük
bebeklerin, yürümeyi böyle bir atmosferde pekiştirip, özgürce,
düşme riski taşımadan halılar üzerinde, sağa sola koşuşturmaları,
bizim ülkemizde, görülebilir ve de kabullenilebilir davranışlardan
değil.
9
Caminin mihrabındaki
imamın
namaz
kıldırdığı yerin, kıble
yönü oval bir seccade
ebadında, seviye olarak
yaklaşık yarım metre
çukurda
olmasının
taaccübünü
gezi
rehberimiz gideriyor:
Cemaatın önüne geçen
insanların tevazusunu
temsil ediyor. Kıble
cenahı dışında, caminin
diğer
duvar
ve
bölmelerinde
çok
sayıda büyük ebatlı,
dijital baskılı resim,
poster ve ilanların gelişigüzel asılı bulunması, yine bizim hiç de
alışık olmadığımız, garipsediğimiz uygulamalardan.
Girişlerde bulunan ayakkabı emanet bölümlerinin dışında herkes
ayakkabılarını kapıda bulunan naylon poşetlere koyarak, orada
bulunduğu sürece yanında muhafaza edebiliyor. Mescidin sütun
kenarlarına yapılmış olan kitaplıklarda çok sayıda Kuran-ı Kerim
ve dua kitapları da bulunmakta.
Bu mescid, orada yaşayan insanlar için gündelik uğrak yeri,
dışarıdan gelenler içinse mutlaka uğranması gereken önemli bir
ziyaret mekanı.
HÜSEYNİYE
Büyük Camii ve mescidlerin dışında, daha çok bölgesel olarak
namaz, sohbet, irşad ve dini merasimlerin yapıldığı çok sayıda
ibadethane vardır ki, bunlar ‘Hz. Hüseyin’e gözyaşı dökülen yer’
anlamında Hüseyni veya Hüseyniye olarak adlandırılmaktadır.
Dini bilimler sahasında otorite sahibi olan Ayetullah’ların irşad
10
faaliyetlerini yürüttüğü bu mekanlar, bizim camilere benzer
büyüklükte, binaların arasında dışarıdan bakıldığında cami
özelliği taşımayan, fakat bünyesinde geniş namazgah ve
toplantı salonuyla beraber, kütüphane, misafirhane,
yemekhane gibi unsurları da barındıran bir dini mekan. Tefrişat
ve yapı olarak gösterişten uzak olan bu ferah ve geniş
mekanlar, merkezi büyük camilerden farklı olarak bir nevi vakıf
mantığıyla çalışan sivil toplum ibadethaneleri. İran şehirlerinin
genel görüntüsü içinde, bizde olduğu gibi çok sayıda minareli
camileri gözlemlemek mümkün değil, fakat ara mahallelerde
bu tarz çok sayıda Hüseyniye olduğu söyleniyor. Yabancı birinin
bu mekanları bulabilmesi için epeyce efor sarf etmesi gerekir.
AYETULLAH CAFER SUBHANİ’Yİ ZİYARET
Aynı günün akşam namazına doğru İran’da çok az sayıdaki
Ayetullah Uzma’lardan birisi olan Cafer Subhani’yi ziyarete
gidiyoruz. Kum’un merkezinde bulunan iki katlı bir binanın ikinci
katına çıkarken, hemen giriş katındaki Agai Subhani’nin onlarca
kitabını yayınlayan ve satan kitabevinin vitrininden, kitapları
gözümüze çarpıyor. Kendisi olmadığı için evde görevli olan birisi
bizi karşılıyor. Yer döşeme şeklindeki ara duvarı açılmış iki büyük
odanın yer halılarının üzerinde beklerken Aga’yı, görevli yaşlı
amca, büyük bir zevk ve memnuniyetle misafirlere arı ve duru
çayından ikram ediyor. Kıtlama şekerli çayları bizimki kadar demli
içmiyorlar. İkram edilen çaylar hep açık ve poşet çay. Kıvamı ve
koyuluğu da bizim ‘paşa çayı’ tabir ettiğimiz çay niteliğinde.
Onlar nasıl isim veriyorlar bilmiyorum ama, bu çaya en iyi isim
galiba ‘aga çayı’.
Akşam trafiği yoğunluğundan dolayı geciken Agai Subhani, Agai
Turabi ile beraber biraz gecikmeli olarak, silahlı korumalar
eşliğinde geldiler. Seksenli yaşlarda, beyaz sakallı, beyaz tenli,
biraz dolgun ve kısa boylu, gözlüklü, sempatik Ayetullah, geciktiği
için özür dileyerek, gelişimizden memnuniyetini ifade etti. Azeri
kökenli ve Azerice konuşan, konuştuğunun bir kısmı kolay
anlaşılan Subhani, büyük odanın kenarında duran eski model bir
11
koltuk üzerine oturup, tanışma faslından sonra başlıyor
sohbetine.
İslamın vahdet anlayışı ve İslam kardeşliği konularındaki girişten
sonra, İslam’ın mezhebi anlayışların üzerinde olduğunu, Mescid-i
Haram ve Kabe örnekliği üzerinden açıklıyor: Kabe, Mescid-i
Haram’da bulunuyor ve oranın bir parçası, fakat Kabe demek,
Mescid-i Haram demek değildir. Mezhebi yaklaşımlara da bu
şekilde bakmamız lazım. İslam, bizleri ip gibi hizaya çeker, hizaya
dizer. İslam, bizi ip gibi hizaya dizemiyorsa, bizim anlayışımızda
problem vardır. Türkiye Başbakanı Tayyib Erdoğan için, ‘Yahşi
adam’ nitelemesinde bulunan Subhani, Türkiyede’ki bu
hükümetin, bir fırsat olduğunu ve destek olunması gerektiğini
ifade etti. Ve sohbetine altını çizerek, İran’ın meselesi İslam’dır,
başkaca bir hedefi yoktur, sözleriyle son verdi.
12
TAHRAN’DA 2 MİLYON KİŞİYLE, SIFIR DERCEDE CUMA NAMAZI
Cuma Namazını Tahran’da kılmak üzere, sabah kahvaltı sonrası,
Kum’dan Tahran’a hareket ettik. Yabancı konuklar için ayrılan
bölüme girebilmek için, mihmendarımız özel giriş kartlarımızı
hazırladığı için kolayca girebileceğimizi zannediyorduk. Sabahın
erken vakitlerinden itibaren, kadın-erkek neredeyse tüm
insanlar, oluk oluk, Cuma’nın kılınacağı Tahran Üniversitesi
bahçesine akın ediyordu. O gün Cuma namazını İran’ın dini Lideri
İmam Hamaney kıldıracağı için, katılımın çok daha fazla olacağı
tahmin ediliyordu. Soğuk-sıcak, yağmur-kar demeden İslam
Devriminden bu yana 32 yıldır milyonlar mesabesinde kılınıyordu
Cuma namazı. Hafta tatili olan bu günde Cuma kılmak üzere,
belirlenen alana bağlı tüm cadde ve yollardan insan seli, alana en
yakın yerde kılabilmek için tatlı bir telaş ve kararlılıkla, namazdan
2-3 saat öncesinden yerlerini almaya başlıyorlardı.
Yabancı konuklar için ayrılan bölgeye ulaşabilmek için, farklı giriş
yerlerinde dört kez arandık ve uzun kuyruklarda saatlerce
bekledik. Mihmandarımız Agai Huseyn’in büyük ilgi ve gayretleri
de girişimizi kolaylaştırmayınca, hiç tebessümün eksilmediği
yüzü, mahcubiyetinden ve ezikliğinden dolayı gezi boyunca pek
13
gülmedi. Doğal izdihamdan dolayı bu tür beklemeleri olağan
karşılamamıza rağmen, defalarca özür dilemek durumunda kaldı.
Birkaç kez yaşadıkları acı tecrübelerden dolayı, haklı olarak
girişlerde haddinden fazla tedbirli davranıyorlar. Alana en yakın
son geçiş yerinde, ince bir aramayla üzerimizdeki tüm elektronik
eşyaları, hatta flash bellek ve hap gibi ne varsa, oradaki duvarın
üzerine bıraktık. O Kadar kalabalıkta pek ihtimal vermesek de
görevliler, çıkarken eşyalarımızı buradan alabileceğimizi, bir şey
olmayacağını söylediler.
Sıfır dereceye yakın bir soğuk havada, beton üzerine halı serili
alanda kendimize oturacak bir yer bulduğumuzda, üzeri
kapatılmış yanları açık olan 10 bin metrekareye yakın bir alandan
Amerika ve İsrail’e okunan mutad lanetler göğe yükseliyordu.
Coşkulu kalabalığın soğuğa aldırmadan dalga dalga yayılan
sloganları eşliğinde Cuma namazını beklerken, sloganların verdiği
hararet olmasa, saf saf oturmuş yığınlar adeta birer buzdan
heykele dönüşebilirdi. Görebilme imkanımız olmayan alana bağlı
caddelerdeki saf tutmuş kalabalığı düşündüğümüzde, insanların
sabır ve direncini, fedakarlıklarını ve en zor şartlarda bile
katılımlarının önemini ve sürekliliğini takdir etmek gerekiyor.
Bizim ülkemizde, bu kadar beklemeyle, aramayla, bu derece
soğukta dışarıda beklemeyle insanlar cumaya gelme durumunda
14
kalsalar, herhalde imamlar yalnız kılarlardı, espirisini yapıyorduk,
kendi aramızda.
En çetin soğuklara ve kışlara aşina olan bizlerin, altımızda serili
halının yavaş yavaş yok olup, adeta buz üzerinde oturduğumuz
saniyeler saat olurken ve nefesimiz dondu donacakken, ‘Ey
rehberi azade, amadeyiz amade’ coşkulu slogalarının eşliğinde
kürsüye gelen İmam Hamaney, bir anda buzları eritivermişti.
Bir saat Cuma namazından önce, bir saat de hutbede konuşan
İmam Hamaney, konuşmasına başlayabilmek için dakikalarca
sloganların sona ermesini bekledi. İlk konuşmasında, irfani çağrı
ve telkinlerden sonra, ülkenin dünü ve bugünüyle ilgili
kıyaslamalarda bulundu.
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, 32 yılını dolduran İslam
inkılabının mazlum sesinin her yerde yankılanmaya başladığını,
Afrika’da Tunus, Mısır, Cezayir ve Ürdün’de bu sesin yükselmeye
başladığını, inkılabın insanlığa ibret ve örnekliği olduğunu
belirterek, kültürel yönelimlerini Batı’dan İslam’a çevirdiklerini,
inkılabdan önce Amerika’ya gidip tensibini almadan kimsenin
başbakan olamadığını, İstifalarda bile oradan onay alındığını,
petrollerinin alınıp İran halkını aşağıladıklarından bahsetti.
Hameney Mısır cumhurbaşkanını “namübarek” (mübarek
olmayan) olarak isimlendirerek “Bu namübarek Mısır halkını zelil
etmiştir. Mısır halkının isyanı, Mübarek’in, onları Amerika ve Batı
karşısında düşürdüğü zilletedir. Tek neden sadece iktisadi
nedenler değildir. Tunus’un firari başkanı Bin Ali de tamamıyla
Amerika’ya bağlı biriydi ve hatta elimizde Amerikan casusluk
teşkilatına (CIA) bağlı olduğunu gösteren raporlar var” dedi.
Seyyit Ali Hamaney, “Elbette şurası da bir gerçektir ki Hüsnü
Mübarek gibilerinin Amerika karşısındaki kişisel uşaklıkları
Mısır’ın gelişmesi için tek bir adımın atılmasına bile neden
olmamıştır. Mısır halkının %40’ından fazlası fakirlik sınırının
altında yaşamaktadır ve bana ulaşan sağlam raporların
15
gösterdiğine göre Kahireli yüz binlerce yoksul başlarını sokacak
yerleri olmadığından mezarlıklarda ikamet etmektedir. Bu
sayının 2 ila 3 milyon civarında olduğunu da işittim.
Mısırlılar böylesi zor şartlar altında yaşıyorlar. Amerikalılar
Mübarek’e, sunduğu bu uşaklık hatırına bile değer vermediler,
bugün de değer vermiyorlar. Ve Allah’ın izniyle Mısır’dan firar
ettiğinin dakikasında, emin olun ki yüzüne kapanacak ilk kapı da
Amerikalılarınki olacaktır. Tıpkı Bin Ali ve Pehlevi’ye yol
vermedikleri gibi. Kalpleri Amerika ve ona itaat aşkıyla atan
kişiler bu örnekleri görsünler. Onlar tıpkı Şeytan gibidirler.
Amerikalılar bu hakir ve zayıf insanlar vesilesiyle kendi
çıkarlarının peşine düşüyorlar. Elbette bugün Amerikalılar her
zamankinden daha çok çaresizdirler ve siyonist İsrailliler Mısır
konusunda onlardan daha çok çaresizler ve bir deva peşindeler.
Elbette bu çareyi de bulamayacaklar. Bunlar halkı kandırmaya
çalışıyor ve halk taraftarlığından söz ediyorlar. Amerikalılar
Mübarek’e acele istifa etmesini söylediler. Tüm bu gidişatın
sonucu Mısır halkına, nasıl davranıp ne yönde kararlar alacağına
bağlıdır.” dedi.
16
1.6 milyarlık İslam alemi o gün yeryüzünün her noktasında kılmış
oldukları Cuma Namazında, günlerdir Tahrir Meydanını dolduran
milyonlara ve Mısır halkına dualar ederken, adeta tüm dünya
kuyruğu titreyen Mübarek’in kaçış sesine kulak kesilmişti.
İki rekat olarak kılınan Cuma Namazında birinci rekatta Cuma
suresinin tamamı okunduktan sonra, ruku’dan önce, ikinci
rekatta Kevser suresi okunduktan ve rukudan doğrulduktan
sonra el açarak kunut duası okunuyor. İmam Hamaney’in
kıldırdığı namazın kıraati, çok yüksek sesle ve teenni ile
okunmuyor.
Cuma sonrası, emanetlerimizi koymuş olduğumuz yerden
sapasağlam almanın mutluluğu ile caddelerden akıp giden
kalabalığın içine karıştık. Yolda bekleyen üstü açık alalade bir
pikap aracın üzerine konmuş ses düzeneği ile harekete geçen
bayraklı ve pankartlı kalabalık sloganlar eşliğinde caddelerden
akıyordu. Tahran Ünivesitesi bahçesindeki namazdan sonra
yürüyerek İnkılab Meydanına ulaştığımızda, bizi hazır bekleyen
servisimizle öğle yemeği yemek üzere lokantaya ulaştığımızda
saat üçe yaklaşıyordu. En az altı saattir sarfettiğimiz bir cehd ile
milyonlarla beraber Cuma Namazı kılabilmenin manevi hazzı ile
Kum’a dönerken, yol üzerinde Beheşti Zehra mezarlığının
bitişiğinde bulunan İmam Humeyni Türbe ve Mescidine
uğramamak olmazdı.
İMAM HUMEYNİ’NİN TÜRBE VE MESCİDİ
İslam İnkılabının 3 Haziran 1989 yılında 86 yaşında vefat eden
önderi için Tahran yakınlarında, Kum yolu üzerinde büyükçe bir,
türbe ve mescid inşa edilmiş. İran’da bulunan, dini yapılarda,
türbe, mescid ve kabristan birbiriyle o kadar iç içe girmiş ki,
bunları ayrı tasavvur etmek oldukça zor. Yapım ve inşaat olarak
henüz bitmese de büyük ölçüde tamamlanmış olan türbenin
üzerinde büyük, heybetli sivri bir kubbe bulunuyor.
17
İmam Humeyni türbesi, Tahran'ın güneyinde kentin banliyösü
sayılabilecek bir yerde inşa edilmiş. Şia coğrafyasındaki büyük
türbe mimari stilini yansıtan türbe, kare şeklindeki avlusu, kubbe
ve süslemeleri devam eden minareleri, kabir kompleksinin
dışında yine kare bir avlunun çevresinde sıralanan konaklama,
sosyal tesisler ve diğer ünitelerle harem görüntüsü kazandırılmış
durumda. Ayetullah Humeyni kabir kompleksinin içindeki
camekanlı bölümde, oğlu Ahmet Humeyni ile birlikte yatıyor.
18
Devasa binanın içinde ve dışında İmam Humeyni’nin büyük
ölçekli posterleri ve ona ait sözler bulunuyor. Yine içerisinde
görkemli ve büyükçe bir kafes içinde korumaya alınmış mezarı ve
kendi posterleriyle beraber, kendinden önce şehid edilmiş iki
oğlu Ahmet ve Mustafa’nın posterleri de bulunuyor. Tüm
türbelerde olduğu gibi burada da camdan korunaklı mezar
kafesinin arasından insanlar içerisine paralar atıp, gözyaşları
içinde dualar ediyorlar. Bu atılan himmet paraları, oranın
hizmetinde kullanılıyormuş. Aynı zamanda o kabirde yatana
yakınlığı, onun için fedakarlığı ve ziyaret edilmişliğinin de bir
nişanesi olarak algılanıyor, bu atılan paralar. Caminin içinde
oturan grup grup kalabalıklar, bu tür mekanlarda ne kadar çok
vakit geçirirlerse o kadar feyzin, bereketin ve manevi hazzın
artacağına inanıyorlar.
İMAM HUMEYNİ’NİN KUM’DAKİ EVİ
Kum kentinden ayrılmadan önce, burada bulunan İmam
Humeyni’nin 1948’lerde kalmış olduğu, şu an müzeye çevrilen
evi görmek üzere, kahvaltı sonrası otelden ayrıldık. Mahalle
arasında tahta bir kapıdan girilen avlu içinde bir ev. Restore
edilip, bir kısım eşyaları güncellenmesine rağmen sadeliğinden
bir şey kaybetmemiş. Avlu ortasında elli santim derinliğinde
minik bir havuzu olan ve avludan iki farklı kapı ile içerisine
giriliyor. Birinci kapı yaşadığı eve, ikincisi merdivenle çıkılarak
Hüseyniye olarak kullandığı mekana çıkıyor.
19
Burada bulunan görevliler, gelen ziyaretçilere bu ev ve İmam
Humeyni hakkında bilgiler veriyorlar. Türkiye’den geldiğimizi
söylediğimizde, Azeri bir yaşlı amca bizlerle konuşmak istiyor ve
İmam’ın talebesi olduğunu, burada onu çok dinlediğini, İmam’ın
hanımının da aslen Türk olduğunu ifade ediyor. Hiç
duymadığımız bu bilgiyi de müzenin asıl sorumlusu olan görevli
de doğruluyor. Biz de mübarek bir enişte’ye sahip olmanın
memnuniyeti ile oradan, İsfehan’a yola çıkmak üzere ayrıldık.
20
Nısfu Cihan, Nakşı Cihan: İSFAHAN
Haritaya göre Tahran’ın 120 km aşağısında Kum Kenti, Kum’un
300 km aşağısında da ‘Cihan’ın Yarısı veya Cihan’ın Nakşı’ olarak
övülen İsfahan bulunuyor. Düz, verimsiz uçsuz bucaksız çorak
arazi üzerine yapılmış, bazı yerde iki, bazı yerde 3 güzergahtan
seyreden birbirine paralel duble yollardan birisi daha çok ağır
araçlar için ayrılmış. Yolculuğumuz esnasında çok sayıda tır
görmemize rağmen, bizim gibi özel aracıyla yolculuk edenler
neredeyse yok gibiydi. Belki bu şehirlerarası ulaşımda, insanların
daha çok tren ve uçağı tercih ediyor olmasından kaynaklanabilir.
Ufukta görülen, güneye paralel uzanan küçük sıradağları aşarak
İsfahan’a ulaştık.
İran’ın üçüncü büyük kenti olan 1.7 milyon nüfuslu İsfahan,
ülkenin ortasında bulunuyor ve denizden 1600 metre yükseklikte
olup güneyi Zagros dağlarıyla çevrili.
21
Şehir merkezinde bizde olduğu gibi yüksek katlı binaları görmek
pek mümkün değil. Yükseklikleri daha çok beş katı geçmiyor.
Şehirde yüksek beton binaların soğukluğundan çok, çöl pasteli
açık sarı, sıcak rengin baskınlığı, adeta insanın içini ısıtıyor. Bu
özelliği ile Kahire’ye çok benziyor. Şehir merkezinin kurulduğu
düz ovanın etrafının engin dağlarla çevrilmiş olması, Kayseri’yi
andırıyor. Şehrin ortasından geçen nehrin hemen yanı başında
bulunan Asuman Hotel’e yerleştikten sonra, öğle yemeği için
otelin son katındaki restaurant bölümüne çıkıyoruz. Şehrin en
yüksek binalarından biri olan kaldığımız otelin son katı döner
restaurant olarak dizayn edilmiş. Şehri tüm manzarasıyla temaşa
edebilmek için oldukça güzel bir fırsattı bizim için. Bizde olduğu
gibi, şehrin genel görüntüsü içinde çok sayıda yüksek minareyi
gözlemleyemiyoruz. Ancak şehrin çatısız açık renk damlı
konutları içinde seçilebilen, kısa minareli, heybetli sivri kubbeli
birkaç camiyi görebiliyoruz. Bu genel görünüm İran’ın diğer
kentlerinde de pek farklı değil.
ŞAH MEDRESESİ
Şehri gezmeye, nehir
üzerinde bulunan 33
kemerli iki katlı köprünün
bulunduğu meydandan
dik uzanan Ceharbeg
Caddesi üzerinde bulunan
Şah
Medresesi
ile
başlıyoruz. Geniş, düzgün
ve oldukça uzun olan bu
cadde üzerinde iki katlı
sivri tol kemerli boşluklu,
mavi çinilerle süslenmiş
uzun
ve
görkemli
22
duvarların ortasında bulunan büyük ve genişçe bir kapıdan
giriyoruz. Hemen girişteki büyük tolun altında, neredeyse adam
boyu, üzeri desenli, tas şeklinde içi çukur büyükçe bir oyma taş
karşılıyor bizi. Bu oyma taşın benzerlerini bir çok yapının büyük
kemerli girişlerinin altında da görmek mümkün. Medresenin
dikdörtgen olan eyvanın ortasında ise büyük bir havuz
bulunuyor. Kenarlarda ise iki kat üzerine sivri kemerlerle örülü
ders yapılan mekanların girişi olan ahşap kapılar ve pencereler
görülüyor. Kayseri’de bulunan Sahabiye Medresesi, bu
medresenin küçük, çinisiz ve işçiliksiz bir maketi adeta. Şu an faal
olan ve içinde ders yapılan üç binin üzerinde öğrencisi olan bu
mekanın adı Şah Medresesi olarak biliniyor, fakat devrim sonrası
İmam medresesine çevrilmiş olabilir.
Medresenin hemen yanındaki Altın Pazarı isimli iki katlı uzun ve
tol çarşı da görmeye değer yerlerden birisi olup, halen faal olarak
alışverişin yapıldığı önemli mekanlardan biri.
23
DONDURULMUŞ HAYVANAT MÜZESİ
Dondurulmak
veya
kurutulmak suretiyle
içi
boşaltılıp,
doldurulmuş birçok
cins hayvan türünün
sergilendiği
müze
hayret uyandırıcı bir
yoğunluk
ve
heybetiyle görenlerin
merakını çekiyor. Bilinen hayvanların haricinde, hilkat garibesi
birçok hayvan türü ve dondurulmuş insan cenini ile birçok
kelebek, böcek ve bitki türünü bünyesinde barındıran bu
müzenin girişinde büyük hayvan maketleri de bulunuyor.
24
KAYSERİ ÇARŞISI
Uzunluğu yaklaşık 500 metre, eni 160 metre olan Meydan-ı
İmam etrafına kurulu bulunan iki katlı içten ve dıştan çinili,
kemer örmeli, büyük eyvanlı, yeşil kubbeli ve uzun kenarından
birinde meydana hakim altı katlı ahşap direkli Ali-i Kapu sarayı
veya medresesinin bulunduğu bu çarşı, Kayseri Çarşısı olarak
adlandırılıyor. Dıştan kemerli bölmelerin içindeki dükkanlardan
başka iç bölümdeki tol koridorun sağında ve solunda yüzlerce
küçük alış veriş ve hediyelik el işçiliği eşya satan dükkanlar
bulunuyor. Meydana bakan ve bu iç koridordaki dükkanları
gezmek ve buradaki tüm birimleri görmek için, bir günden fazla
bir zamanı buraya ayırmak gerekiyor.
Detay işçiliği, çinileri, mimari büyüklüğü ve simetrik uyumluluğu
ile dünyada benzeri olmayan Kayseri Çarşısı’nın orta yerindeki
meydan da dünyada Çin’deki Tianemen meydanından sonra
ikinci büyüklükte olduğu söyleniyor.
Çarşının karşı köşesinde bulunan ve yapımına 1611 de başlanıp
25 senede biten İmam camii çok büyük kubbesi, zevkli çinileri,
hünerli işçiliği ve uyumlu mimarisi ile bütün ziyaretçileri
etkilemeye devam ediyor.
25
İsfahan’da bu Pazar 1602 yılında Şah Abbas zamanında inşa
edildikten sonra, Kayseri’den gelen çok sayıda tüccarların bu
pazarın ilklerinden olması hasebiyle, Kayseri Pazarı olarak
anılmaktadır.
Bu çarşının dış köşe
ucunda ise kubbe, duvar
ve tavan süslemelerindeki
mozaik ve çini ustalığının
en iyi işçiliklerinden birinin
sergilendiği Şeyh Lütfullah
Camii bulunuyor.
26
İSFAHAN KÖPRÜLERİ
Şehri ikiye bölen Zayendeh Nehri üzerinde bulunan köprülerin en
görkemli ve meşhur olanı Siosepol (33 sütunlu) köprüsüdür.
Nehir suları üzerine 33 kaide ayaklı, sivri kemerli köprünün
uzunluğu 300 metredir. 1602 yılında inşa edilen ve şehrin önemli
simgelerinden birisi olan bu köprü iki kat üzerine, üst ortasında
14 metre genişliğinde araç trafiğine kapalı bir yol ve insanın
geçebileceği kemerli dar bir koridor bulunmakta. Alt katın
ortasında ise koridor yol bulunmakta. Bizim memlekette bulunan
boz ve koyu gri taşların aksine, çöl kumu renkli örülmüş taşlar ve
turuncunun koyusu aydınlatması ile doyumsuz ve tarifi imkansız
güzellikteki büyüleyici bu eser, fotoğraf meraklılarına her açıdan
farklı pozlar veriyor.
Bu köprünün birkaç kilometre ilerisinde bulunan Hacc (Khauj)
köprüsü de benzer bir mimaride inşa edilmiş. Özellikle
ziyaretçilerin yoğun geldikleri saatlerde, sokak tiyatrosu takdim
27
eden orta oyunculara veya köprü altlarında şiir, mersiye okuyan
şiir dostlarına rastlayabilirsiniz.
CUMA MESCİDİ
Mescid kelimesi
daha
ziyade, bizim ülkemizde
Caminin
küçüğü
için
kullanılır.
İran’da
her
şehirde Cuma namazının
kılındığı, merkezi büyük bir
camii bulunuyor. Bizdeki
Camii Kebir veya birçok
şehirde bulunan Ulu Camii
tanımlaması paralelinde,
28
İsfahan’da bulunan Selçuklular zamanında inşasına başlanan
Cuma Camii de kademeli ve uyumlu olarak, 8 asır süren bir ilave
ve genişletmeyle şu anki devasa büyüklüğüne kavuşmuş.
Selçuklu Hanedanının kurucusu Tuğrul Bey’in, 11. Yüzyılda
İsfahan’ı başkent yapmasından sonra, torunu Melikşah burada
Mescid-i Cuma’nın inşasını başlatır. Moğolların saldırılarından
dolayı şehir gerilese de Safevi Şahı I.Abbas zamanında 17.
Yüzyılda kent yeniden gelişmeye başlar ve bu camiye birçok
ilavelerle beraber birçok tarihi yapının inşasına başlanır.
İsfahan’daki Mescidi Cuma, Selçuklu mimarisinde yeni
gelişmelerin habercisi gibidir. Büyük bölümü Melikşah;
zamanında (1072-1092) tamamlanan yapının mihrap önündeki
büyük kubbesinden başka, açık avlunun kuzey kesiminde ikinci
bir kubbesi vardı. Değişik zamanlarda, dört eyvanlı avlu ve iki
büyük kubbeyle biçimlenen ilk plan aynı kalmak üzere çeşitli
ekler yapıldı. Melikşah döneminde yapılan mihrap önü kubbesi
15 m çapındadır ve güneyde duvara, diğer yönlerde yonca planlı
ayaklara oturur. Düşey silindirik payelerle desteklenen kubbe,
güneydeki büyük eyvanla bir simetri ekseni oluşturur. Dışta
29
sekizgen kesitli
bir
kasnak
üzerinde
yükselen
kubbenin tepe
noktasında
hafifçe
sivrilmesi tipik
Selçuklu
üslubudur.
İçte,
kalın
desteklerle
kubbe
arasındaki
tonoz bingiler
tuğla işçiliğinin
zengin
örneklerini
verir.
Caminin güney
ucundaki ikinci kubbe, Kümbeti Haki (1088) adıyla bilinir. Mihrap,
mihrap önü kubbesi ve eyvanlarla aynı eksen üzerinde bulunan
bu kubbe, yapı elemanlarına katılan tuğla dekorasyonun en
olgun örneğidir. Zeminden başlayarak destekler boyunca yivler
ve kaval silmelerle yükselen hareket, sivri kemerli nişler ve tonoz
bingilerle kubbeye ulaşır. Geometrik süsleme ve yazıtlarla
zenginleşen tuğla örgü düşey çizgilerle dengelenmiştir.
Alt ve üst yapı arasındaki birlik daha önce hiçbir İslam eserinde
böylesine etkili bir görünüm kazanmamıştır. Sonraki
gelişmelerde küçük değişikliklerle aynı örnekler tekrarlanırken,
eyvanlı büyük açık avlu şeması İran’a özgü bir unsur olacaktır.
30
İSFAHAN’IN NAKIŞLARI
40 SÜTUN KÖŞKÜ
Cehel Soton olarak bilinen, genişliğinin yaklaşık dört katı
uzunluktaki bir havuzun ufkuna simetrik olarak, ön giriş terası 20
ahşap sütun üzerine inşa edilmiş bir saray. 67 bin metrekarelik
31
bir bahçenin ortasında bulunan, havuzun kıyısındaki görkemli
ağaçların ve 20 ahşap sütunun havuzdaki yansıması ile beraber
oluşturduğu görünümden dolayı 40 sütun adını almış. Ahşap
dekorasyon ve mavi renk çini süslemelerin, cam ve aynayla
oluşturmuş olduğu ahenk ve uyum, bir anda insanı masallar
ülkesine götürüveriyor.
Büyük bir kapı ile girilen salonun, tavana doğru uzanan
duvarlarında, Safevi dönemine ait birçok resim ve süsleme
sanatının örnekleri bulunuyor. Zevk-ü sefa minyatürlerinin yanı
sıra Yavuz’la Şah İsmail savaşının ayrıntılı bir minyatürü de,
renkleri ve ayrıntıları bakımından görenleri büyülüyor. Sarayın
sağ ve sol bölmeleri, yine bu dönenme ait eski eserlerin
sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş.
En az 10 metre yüksekliğindeki tavanda kullanılan renkler ve
ahşap işçiliği, her bir bölmede uygulanan birbiri ile uyumlu farklı
32
simetrik tasarımların armonisi ile birleşince baş döndürücü
güzellikte bir eserin ihtişamı altında ezilmemek ne mümkün.
ALLAME MECLİSİ’NİN TÜRBESİ
Cuma Mescidi güzergahında bulunan kapalı çarşının içerisinde
bulunuyor Allame Meclisi’nin türbesi. Din büyüğü, değerli
alimler için mutlaka bu tarz özel mezarlıklar ve türbeler
bulunuyor, İran’ın birçok yerinde. Kapalı mekanda bulunan,
korunaklı gümüş kafes içinde bulunan mezarının dış
bölümlerinde de yer döşemesinin arasına mermerleri ve yazıları
konmuş birçok mezar bulunuyor. Yerle aynı seviyede olduğu için
mezarları ayırt etmek pek mümkün değil. Bizim kapalı mekan
türbelerden tek farkı yerle bütünleşik mezarlar.
SALLANAN MİNARE
İsfahan’ın biraz kenarında önü açık eyvanlı bir türbenin üst sağ
ve soluna yapılan yaklaşık beş metrelik iki minare, mühendislik
bir hatadan dolayı birinin belli bir yerde zıplamasıyla
33
sallanıyormuş. Mekan kapalı olduğu için bu olayı bizzat
gözlemleme imkanımız olmadı fakat dışarıdan gördüğümüz bu
mekan önemli tarihi eserlerden.
Mutlaka görülmesi gereken, gerçekten de Cihan’ın nakşı
denebilecek güzellikte ve sakinlikte bu şehri terk ederken,
görmediğimiz, tanık olamadığımız daha ne güzelliklerinin olduğu
endişesiyle başkent Tahran istikametinde yola koyulduk.
34
MUHALİFLER NE İSTİYORLAR?
İlk önce İran’daki muhalifler, dünya medyasında bahsedildiği
gibi rejim muhalifi, İslam İnkılabına muhalefet eden, rejimi
değiştirmek ve yerine alternatif öneren bir grup değil. Hepsi de
İslam İnkılabı ile yeni kurulan İslami rejimden yana tavır
koyuyorlar. Hatta Musavi ve Ayetullah Kerrubi gibi muhalefetin
önde gelen isimleri, İslam Devrimi Liderinin güvendiği ve en
önemli görevleri emanet ettiği şahıslar. İran’daki bu muhalif
yapılanma, nicelik ve söylem bakımından, ülkemizdeki
hükümet muhaliflerinin yüzde biri kadar bile etkili değiller.
Siyaset ve iktidar gücü elde edebilmek, makam ve riyaset sahibi
olma arzusu, yönetime karşı böyle bir muhalif söylemi gerekli
kılıyor. Muhalifler çatısı altında homojen bir anlayış ve görüş
birliği de zaten yok. Muhalif söylem üretebilme kabiliyeti olan
isim yapmış şahısların arkasına gizlenen, kendini ifade etmek
isteyen farklı görüş ve düşüncede bir çok anlayış var. Yönetimin
iç ve dış politikalarını, ekonomik programlarını beğenmeyenlerin yanı sıra milliyetçiliği savunanlar, daha rahat, daha sınır ve
kural tanımaz yaşantı ve harcama arzusunda olanlar da
muhalefet çatısı altında toplanıyorlar.
35
Muhalefetin belki de en bahtsız olduğu yanı, muhalif duruşun
köşe taşlarının belirgin olmayışı. Böyle olunca da türü ve şekli,
niteliği ve niceliği nasıl olursa olsun, ‘maksat muhalefet olsun’
anlayışı ile muhalif önderlerin taban tabana zıt olduğu
düşünceler bile bunlara mal edilebiliyor.
Mesala, yönetimin İran’ı aşan ümmetin değerleri bağlamında
takip etmiş olduğu cihanşümul politikaları tenkit edip, ‘Ne
Filistin, ne Lübnan, Canım Feda İran’ milliyetçi sloganını
üretenler de daha milli ve milliyetçi politikalar izlenmesini
isteyenler.
Görünen fotoğrafa göre; İnkılabın öngördüğü İslami değerleri
her şeyden üstün tutan ve canı pahasına savunan yüzde
yirmilik bir kitlenin karşısında, aynı oranda bu değerlere saygı
duyan ve fakat bu değerler etrafında bir yaşam tarzını tam
olarak kabullenemeyen, kabullenmekte sıkıntı duyan bir kitle
bulunuyor. Diğer kalanlar ise bu değerler etrafında yaşama
gayret, çaba ve arzusu içinde olanlar. Dini değerleri yok ve hiçe
sayan veyahut karşı duran ne bir söylem ne bir hareket söz
konusu, İran’da.
Uçakla dönüş yolculuğumuzda yaşadığımız bir örneği sizlerle
paylaşmak istiyorum: Uçağın neredeyse yarısı kadın ve bunların
büyük çoğunluğu da sureta örtüleriyle, yönetime karşı protest
imaj veriyorlar. Uçaktan inişte, neredeyse tamamının başlarını
örttükleri örtüleri buharlaşıverdi ve makyaj tonları koyulaşıp,
boyunlarını rahatlattılar. Daha ilginci ise bu kesimin büyük
çoğunluğu Ercan Havaalanına gitmek üzere olan Kıbrıs yolcuları
olarak ayrıldılar. Görüntü ve tavırlarıyla belli bir düzeyin
üzerinde zenginliğe sahip olanlar, memleketlerinde yeme
imkanı ve ortamı bulamadıkları paracıklarını yemek üzere
Kıbrıs’a gidiyorlardı.
Kazanma ve zengin olmanın ötesinde, sahip oldukları maddi
imkanlarını rahat ve hoyratça, kural tanımaz bir şekilde
harcayabilecekleri, hayatlarını diledikleri gibi yaşayabilecekleri,
ortam arama peşine düşen azınlıklar muhalefet etmesin de kim
etsin?
36
ŞEHİD MEKANI: MEŞHED
Tahran’dan Meşhed’e trenle gitmek üzere istasyona
girdiğimizde, tam ortasında bulunan yaklaşık 3x5 metre
ölçülerinde büyükçe bir açılmış Mushaf Kur’an-ı Kerim maketi
karşılıyor bizi. Etkileyici bir tasarımı var.
900 km olan Tahran Meşhed arası, trenle yaklaşık 12 saatlik bir
yolculuk. Tam hızlı olmasa da bu trenler bizim ülkemizde
otobüslerden
daha
hızlılar.
Bize
ayrılmış
yataklı
kompartımanlarda yapacağımız gece yolculuğunda, sohbet ve
muhabbet ortamı olmasa belki yolculuk biraz daha sıkıcı
olabilirdi. Tren molaları namaza göre ayarlandığı için sabah
namazı için yarım saatlik mola verildiğinde, kadın erkek
neredeyse tüm yolcuları, tatlı ve heyecanlı bir telaş sarıveriyor.
Abdest, namaz ve trene yetişebilme telaşıyla bir anda boşalan
tren, aynı telaşla bir anda doluverdi.
37
İran’ın ikinci büyük kenti olan Meşhed, Afganistan sınırında olup,
adeta ülkenin manevi başkenti. On iki İmam’dan sekizincisi olan
İmam Rıza’nın burada şehid edilmesinden sonra, ‘şehid mekanı’
anlamında ismini alan şehir, bundan sonra gelişmeye başlar ve
bugünkü halini alır. Şii inancına göre, Kerbela ve Necef’ten sonra
İran sınırları içinde bulunan en önemli Hacc ve ziyaret yeri. Halife
Memnun’un Meşhed’e daveti üzerine, Medine’den aylarca süren
yolculukla buraya gelip yerleşen ve Memnun taraftarlarınca
zehirlenen İmam Rıza’nın 817 yılında şehid edilmesinden sonra
yapılan türbe ve etrafının itibarı artmış, bugünkü 75 hektarlık dev
bir kompleks halini almış. Yurt içi ve yurt dışından yılda 20 – 25
milyon ziyaretçiyi ağırlayan, 2.5 milyonluk bir kent, Şehid İmam
Rıza yurdu Meşhed. 16. Yüzyılda Safevi Devletinin kurulmasıyla
önemi daha da artmış.
Harem olarak vasıflandırılan bu kompleks içinde bulunan İmam
Rıza a.s.’ın mübarek türbesinin orijinal hali, 9. Yüzyılda Harun
Reşit tarafından yapıldı. Saldırılar sonucu zarar gören türbe ve
çevresi 1009 yılında Gazneli Mahmud tarafından yeniden
düzenlendikten sonra da Moğol saldırıları sonucu oldukça zarar
gördü. Restore edilen türbeye 15. Yüzyılda Timur’un oğlu Şahruh
zarar vermediği gibi saygılı davrandı. 18. Yüzyılda önemi daha
artan türbe’ye Sünni olan Nadir Şah sahip çıkarak, düzenleme ve
genişletme çalışmalarına ağırlık verdi.
42 metre çapında 7 metre yüksekliğinde olan türbenin kubbesi
tamamen altın olup, içi tamamen hat sanatı ile Kuran Sureleri
yazılmıştır. Türbe bölümünün iç çevresinde, gümüş kafes içinde
bulunan asıl mezarın etrafında, mavi ton ağırlıklı çini duvarların
yukarısında, ayna ve kristalize cam süsleme sanatının büyüleyici
görkemi, ortamın manevi atmosferine zarar vermekten çok,
ihtişamıyla büyüleyici bir tesir altına almak maksadıyla
düşünülmüş olsa gerek. Esas binanın iki yanında bulunan
komple çini süslemeli minareleri ve altın kubbe, İmam Rıza
Caddesinin ufkunda heybetli ve ihtişamlı bir görüntü
oluşturmaktadır.
38
Şehrin uçsuz bucaksız caddelerinin tamamının kesiştiği merkeze
kurulan bu türbe etrafında şekillenmiş, adeta tüm şehir. Hem
maddi, hem de manevi olarak şehrin kalbi konumunda olan bu
yer, şehrin tamamını
etkisi ve nüfuzu altına
almış durumda.
Yılın her vaktinde sürekli
açık tutulan ve yoğun
ziyaret edilen bu türbe
özellikle İman Rıza’nın
veladet
ve
şehadet
yıldönümünde
dolup
taşıyor.
Evladı Rasul İmam Rıza
a.s.’a hakkıyla konuk
olabilmek için, ziyaret
duası, ziyaret namazı ve
39
veda duası gibi ziyaret adabına dair ritüelleri yerine getirmek,
alabildiğince burada geçirilen zamanda, Kur’an, dua ve zikrle
vakit geçirmek gerekiyor.
Ülkemizdeki türbe muaşeretinden çok daha ağır bir ilgi ve
ihtimamın gösterildiği türbedeki kafesli mezar bölümüne
yaklaşabilmek, dokunabilmek ve dua edebilmek için ihtişamlı
izdihama tahammül etmek gerekiyor. Yakarış, dua ve gözyaşı ile
mezarda yatan muhteremin en yakınında bulunabilmek için
yarışan insanları garipsesek de, duamız ve yakınlığımızı onlar
kadar ifade edemesek de, Kabe’de bulunan Hacer’ül Esved
bölümündeki izdihama yakın bir izdiham içinde sürüklendik
dakikalarca.
Bizim memleketimizde kapitalizmin tapınakları olarak inşa edilen
dev ‘alış veriş ve yaşam merkezleri’ne nisbet bu yapı, orada
yaşayanların ve gelen İmam Rıza dostlarının kompleks bir ibadi
yaşam merkezi.
Türbe etrafında oluşan bu yapı kapsamında, üç farklı çok katlı
müze, dört katlı kütüphane, üç katlı yemekhane, tanıtım, yayın
ve ağırlama bölümleri ile birbirine bağlantılı eyvanlardan ve sekiz
avludan oluşan büyük bir camii bulunuyor. Anlayacağınız hayatın
tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte düşünülmüş, tam
bir yaşam kompleksi.
40
İMAM RIZA MÜZELERİ: 3 Katlı Merkez Müze’de, zaman içinde
değiştirilen türbenin kafes ve örtülerinin yanı sıra, özel şahısların
İmam Rıza hürmetine müzeye bağışlamış oldukları değerli antika
eşyalar, para-pul kolleksiyonu, eski dönem savaş aletleri, tarihi
ölçüm aletleri, astronomi aletleri, resimler ve tablolar gibi bir çok
değerli eşyalar bulunuyor.
Diğer bir bölümdeki ikinci müzenin birinci katında, eski İran
halıları sergisiyle beraber, dokuma ve boyama resim örnekleri ve
bir üst katta da yüzden fazla eski el yazması Kuran-ı Kerim’lerin
sergilendiği bir salon bulunuyor. Çok güzel ve düzenli tefriş
edilmiş müzede asıl sorumlu görevlinin yanı sıra çok sayıda
gönüllü görevli, İmam Rıza hürmetine burada karşılıksız olarak
görevlerini yerine getiriyorlar.
İMAM RIZA YEMEKHANESİ: İmam Rıza hürmetine her gün başka
ülkelerden ve şehirlerden gelen on binlerce misafire verilen
yemeği yiyebilmek için gün evvelinden belgeleri ibraz edip
yemek fişi almak gerekiyor. Üç katlı yemekhanede şifa niyetine
verilen, pilav, kebap ve yoğurttan yiyebilmek veya bu
yemeklerden bir bölümünü yakınlarına götürebilmek için
insanlar büyük bedeller ödemeye bile hazırlar. Yemekten bir
şekilde nasiplenebilmek için birçok insan yemekhane kapısında
bekleşiyorlar.
41
Çok ferah ve temiz olan yemekhane ve buranın diğer giderleri,
burada harcanmak üzere verilen himmet ve bağışlardan
karşılanıyor. Normal zamanda günde 15 bin civarında insanın
yemek yediği bu mekan, özel günlerde bu sayının birkaç katı
insana da yemek verebiliyor.
42
İMAM RIZA KÜTÜPHANESİ: Mescit müctemilatında binlerce
eserin bulunduğu dört katlı dev bir kütüphane de bulunuyor.
Akademik araştırmaların yapıldığı özel bölümler yanı sıra, 72
farklı dilden kitapların bulunduğu kitaplar bilgisayar ortamında
talep edilip ödünç alınabiliyor. Dergi ve gazete kütüphanesi,
elektronik bilgisayar kütüphanesi, kitap okuma bölümleri gibi
mekanlar kadınlara ve erkeklere iki ayrı bölümde hitap ediyor.
Günlük ortalama 3 bin kişinin istifade ettiği kütüphanenin
girişinde mermer üzerine ve mescidinin tavanında ahşap üzerine
dekoratif bir şekilde Kur’an-Kerim’in isimlerinin yazılı olduğu bir
anıt mevcut.
43
İMAM RIZA KONFERANS SALONU: Yine mescidin bir başka
bölümünde 700 kişilik muazzam ve muntazam bir konferans
salonu bulunuyor. Tefrişatı, tavan ve duvar süslemesi, doğal
boyalarla özel desenlerden yapılmış bu konferans salonu da
görmeye değer ince işçilikli, ahenkli bir tefrişat söz konusu.
Uluslar arası toplantıların yapıldığı, anfi ve mikrofon sistemli
koltuklu bu salonu gören, dünyanın birçok yerinden gelen
katılımcılar, bunun gibi görkemli salonu dünyanın hiçbir yerinde
görmediklerini ifade ediyorlarmış.
Kütüphane gezimiz boyunca bize mihmandarlık eden Seyit isimli
kütüphane
görevlisi, hoş Azeri şivesi
ile bizlere
unutamayacağımız Şeyh Baha menkıbelerinden bir demet
takdim etti, konferans salonunun arka koltuklarında…
İMAM RIZA ÇARŞISI: imam Rıza Türbe ve Mescidinin ana giriş
kapısının biraz karşısında bulunan kapalı çarşı, iki katta iki geniş
koridor kenarına dizili yaklaşık iki bine yakın dükkandan
oluşuyor. Belli aralıklarla alt ve üst kattaki koridorlardan
birbirlerine geçişler yapılmış, tol bir çarşı. Çarşı gezintisi
adımlarıyla tüm çarşıyı gezebilmek, takat dahilinde olmayıp,
ağırlıklı çin malı hediyelik eşya, kıyafet, koku ve takıların
bulunduğu bir mekan.
44
Tarihi Antik TUS Kenti
Meşhed kenti yakınlarında bulunan ve tarihi buradan çok eski
olan Tus Kenti’ni de mutlaka görmek gerekiyordu. Meşhed’in 30
kilometre yakınında bulunan küçük bir mahalle konumuna
gelmiş Tus kenti, Meşhed’in gölgesinde kalmış bir kent. Yakın
olmasına rağmen trafik yoğunluğundan ve yağmakta olan kardan
dolayı bir saatte ancak ulaşabildik, Tus’a.
Yerleşim yeri olarak Meşhed kent merkezine göre oldukça geri
kalmış, mahzun bir kent.
İran’ın en büyük şairlerinden
Firdevsi’nin mezarı burada bulunuyor.
ŞAİR FİRDEVSİ
Tus da doğan, İranlı şair Firdevsi’nin mezarının bulunduğu yere
şiirlerinin yazıldığı uzun dikdörtgen şeklinde büyükçe mermer bir
anıt dikilmiş. Anıtın bulunduğu havuz’un ön tarafına ise
Firdevsi’nin oturur vaziyette görkemli bir heykeli yapılmış.
45
Şehname isimli 60 bin beyitlik eserin sahibi olan Firdevsi (9341020), Gazneli Mahmud’un fikirlerine itibar ettiği bir
danışmanıymış aynı zamanda. Her yazdığı beyit için devlet
hazinesinden bir altın ödenek alan Firdevsi, Hz. Adem’den
başlayan insanlık tarihini ağırlıklı İran tarihiyle harmanlayarak
şiirleştirmiş. Daha sonraki dönemde Gazneli Sultan Mahmud ile
arası açılınca, Gazne’den göç etmek durumunda kalmış ve
Türkleri yeren ağır şiirlerini kaleme almış. Büyük bölümü
46
Türkçe’ye tercüme edilen, ağırlıklı İran efsanelerinin manzum
destanı sayılan Şehname’nin son bölümleri henüz tercüme
edilmemiş.
Firdevsi’nin kabrinin bulunduğu bodrum kattaki mekanın etrafı
müze şeklinde düzenlenerek, duvar kabartması şeklinde eski İran
tarihi ile ilgili güncel figür çalışmalarıyla donatılmış. İran
tarihinde, nam salmış Zaloğlu Rüstem hikayeleri dekortaif olarak
duvarlara kabartma heykel şeklinde tasvir edilmiş.
Tus Şehrinin bir
özelliği
de
Huccet’ül İslam
İmam
Gazali
(1048-1111)’nin
doğduğu ve vefat
ettiği şehir. Harun
Reşit
Medresesinin
yakınında
bulunan mezar
yeri,
sonraki
Moğol saldırıları
ile
ve
de
ilgisizlikten tahrip
olup,
maalesef
yok olmakla yüz
yüze gelmiş.Bu tarihi kentte şair Firdevsi ve meşhur efsane
kahramanı Zaloğlu Rüstem için görkemli mezar anıtı dikilirken,
İmam Gazali’nin daha önce belli olan mezar yerinin neredeyse
belli olmayacak düzeyde ilgisizlikten belirlenemeyişini mezhebi
taassubdan başka bir şeyle açıklamak, ne yazık ki mümkün değil.
Üstelik ‘hüccet’ül İslam’ nam-ı meşhurunu alıp, akademik bir titr
olarak kullanmaya devam ederken, bu hal vefasızlıktan başka ne
ile açıklanabilir?
47
İRAN’DA RESİM ve HEYKEL
İran’da heykel geleneğine pek sıcak bakılmamasına rağmen, bu
kural Şair Firdevsi için biraz çiğnenmiş. Ülkenin değişik
yerlerinde Firdevsi’nin görkemli heykellerine pekala
rastlanabiliyor. Tahran’da büyük bir meydanın ortasında büyük
bir heykeli ve Firdevsi caddesi üzerinde de büstünü biraz
garipseyerek temaşa ettik.
Resim ve Grafik sanatlarda da oldukça ileri düzeyde sanatçıların
bulunduğu İran’da, ülkemizdeki dindar kaygılar alabildiğine
aşılmış durumda. Dev insan posterlerini ülkenin bir çok yerinde
sıklıkla görebilmek mümkün. Hatta bu resimlerden camilerde
de bulunmasına şaşmamak lazım, İran’da.
Mesaj yüklü duvar resimleri aynı zamanda bir çok yerde çevre
düzenlemesi çerçevesinde kentsel bütünlük gözetilerek
uygulanmış. Bizde bulunan tüketim alışkanlığını teşvik edici
görsel duvar resimlerinin yerini, İran’da şehid, şehadet ve
velayet sevgisine özendirici nitelikte sanatsal resimler almış.
Görsellik açısından profesyonel renk uyumu ve tasarımı
gözetilen resimler bazen uygun yol güzergahlarında üç boyutlu
olarak da uygulanmış. Basılı eserlerdeki grafik uygulamaları,
totem ve yol tabelalarının estetiği yanında, belirli aralıkta ve
büyüklükte dizilmesine de özen gösterilmiş.
48
HARUN REŞİT KÖŞKÜ
Tahran yakınlarında bulunan antik Rey şehrinde doğup, Meşhed
yakınlarındaki antik Tus şehrinde vefat eden Abbasi Halifesi
Harun Reşit’in yaz aylarında yayla maksadıyla dinlenmek üzere
yaptırmış olduğu kübik yapı, Tus şehrinin en önemli eserlerinden.
Tus kentinden dönüşte, Meşhed’e girerken, biraz kenar bir
mahallede bulunan İmam Rıza’nın kardeşleri Yasir ve Nasir’in
türbelerini ziyaret ediyoruz. Sokak arası bir yerde olmasına
rağmen tahminimizden çok bir ziyaretçi kalabalığı ile karşılaştık.
49
50
Tahran’da Müzeler
Şairin ‘Bilmem bu şehrin müzelerini, meydanlarını bildiğim
kadar’ dediği gibi başta Azadi, İnkılab ve Firdevsi olmak üzere
meşhur meydanlarının yanı sıra meşhur müzeleri de olduğunu
öğrendik Tahran’ın.
Meşhed’den trenle sabah’a karşı Tahran’a gelip, İnkılab Otel’e
yerleştik.
ŞEHADET MÜZESİ
Ufak bir dinlenme sonrası Tahran’ı gezdirecek, rehberimiz ve
mihmandarımız Agai Halid’le birlikte ilk ziyaret durağımız
Şehadet Müzesine gittik. Şehir Merkezinde, işlek bir cadde
kenarında, dıştan bakıldığında dükkandan farksız, vitrinlerinde
insan boyunda beyaz şehadet mesajı yüklü heykellerin
bulunduğu, laleli giriş kapısından girdiğimizde, adeta bankadan
farksız bir mekan.
İki
kat
olarak
düzenlenmiş
müze,
bodrumuyla beraber üç
kattan oluşuyor. İnkılab
şehidleri, Irak savaşı
şehidleri, Halepçe ve
Hacc şehidlerinin, eşya ve
fotoğraflarından oluşan
cam vitrinlerin dışında,
şehid
ve
şehadet
konusunda hazırlanmış
büyük
ebat
resim
tabloları,
heykel
ve
51
değişik sanatsal tasarımlardan, yüzlerce
etkileyici bir mekan.
eserle donatılmış
Müzenin en ilgi çeken ve ziyaretçisi yoğun olan bölümü, Mavi
Marmara Şehidleri için hazırlanmış, ikinci kattaki köşe. Kayserili
Şehidimiz Furkan Doğan’la beraber, sekiz Türkiyeli Şehidin
posterleri ile donatılmış bir köşe.
Bu
müzeyi
görebilmek için,
genç kız ve
çocuklardan
oluşan öğrenci
grupları,
öğretmenleri
eşliğinde, adeta
müzeye
akın
ediyordu.
52
Şehid ve Şehadet Bilinci
Tarih bilinci oluşturmak ve bu bilincin devamlılığını sağlamak
üzere, şehidlere verilen önemin dünyanın hiçbir yerinde burada
verilen değer kadar olması mümkün değil. Şehid; Allah yolunda
telef olmuş, yok olmuş, kaybedilmiş bir değer olarak değil,
toplum için olabilecek en büyük kazanım olarak görülüyor.
Böyle olunca da onunla ilgili, söylem, anı ve fotoğrafların
değerine paha biçilemiyor. Şehid deyince adeta akan sular
duruluyor. Bu sayede de Allah için feda edilen can’a duyulan
özlem ve saygı, gıbta ile birleşince, onların örnekliği, önderliği
ve daha ötesi, huzur-u ilahide şefaatinin hak olduğuna
inanılıyor. Bu inanç bir yaşam biçimi haline gelmiş İran’da.
Camilerinde sürekli şehidlerin resimlerini asıp, onlarla ilgili
şehadet günü programları yapıp, hatırlayıp, hatırlatarak bu
bilinci genç kuşaklara da tanıtmış ve aşılamış oluyorlar aynı
zamanda.
Ülkemizde şehid ve şehadet’e verilen değer, inanç açısından
İran’dan farklı değil. Gel gör ki, pratikte, ülkemizde, en ulu
hocalar, en derin müftüler, Şehid Furkan Doğan için bile, ‘Bize
bir daha böyle şehidler gösterme, böyle acılar yaşatma
Allah’ım!’ diye dua edebiliyorlar. İran’la bakış farkımız bu.
Ülkemizde en bilinçli insanlar tarafından bile ‘kayıp’ telakki
edilen değer, onlar için bir kazanım olabiliyor.
Son yüzyıl içinde üç kıt’a da bir milyondan fazla sayıda
verdiğimiz şehidler, nedense ne hatırlanır, ne de hatırlatılacak
bir tanıtım yapılır. Neredeyse her ailede şehidi olamayan ocak
olmamasına rağmen, bunların sadece isimlerini çocuklarına
vermek dışında bir yad etme kültürü gelişmemiş ülkemizde.
Ülkemizde şehid kavramı haddinden fazla sulandırıldığı için,
hatta o isimler üzerinde, yakınlarının kendisine bir değer
53
atfetmesi bile ayıp karşılanır olmuş. Bu topraklar için can veren
şehidlerin kanları, sadece bir edebiyat kültü olarak hatırlanmış,
duygulu şiirlerin ötesine geçememiş. Oysa ülkemizde
edebiyatını yaptığımız bu şehidler için şehadet müzeleri
yapılacak olsa, her il ve ilçelerde dev merkezler oluşması
gerekir. Bir ülkenin, vatanın, toprağın değeri, şehid ve şehadet
inanç olgusunu aktualize ettiği müddetçe pekişir.
Gözlemlediğim kadarıyla İran bu olguya hem inanmış, hem
aktualize etmiş, hem de özendirilebilir bir sürekliliğe
kavuşturmuş.
İBRET MÜZESİ
Başkent Tahran’ın merkezinde, Şah Rejimi tarafından 1934
yılında, Almanlar’a yaptırılan, dışarı yoldan bakıldığında, görkemli
kalın duvarların arkasında bulunan, Şah’ın İşkencehanesi, İnkılab
sonrasında aynı tefrişat, doku ve özellikleri korunarak İbret
Müzesi’ne dönüştürülmüş.
Mimari yapısı, kat ve hücre planı ile sistemli işkencelerin yapıldığı
bu mekana gözleri kapalı olarak getirilen Şah rejiminin
muhalifleri, akla hayale gelmeyen işkence yöntemleri ile
sindirilmeye çalışılmış. 33 yıl önceki dekorasyon ve tarihi dokusu
muhafaza edilerek ve bir çok bölümünde işkenceci Savak ajanları
54
ve işkence görenlerin mumya heykellerinin yapıldığı, insanın içini
ürperten görüntüler, Şah’a karşı olan kin ve nefreti körükleyip
pekiştirirken, İslam İnkılabı’nın gönüllerde nevş-ü nema
bulmasını sağlıyor: Yani gerçekten bir İbret Müzesi.
Duvarlarına sinmiş, işkencenin, acının, çığlıların ve feryatların
tesiri o günkü gibi insanı
etkiliyor adeta.
Burada
işkenceden
geçirilmemiş,
neredeyse
kimse kalmamış. İşkenceler
altında acı çeken ve can
veren onbinlerce insanın
resimleri
ve
isimleriyle
donatılmış tüm duvarlar. Ali
Hamaney’den,
Rafsancani’ye;
Ali
Şeriati’den, Şeriatmadari’ye
kadar bir çok ünlü ismin
karanlık, izbe hücrelerindeki
işkence görmüş mumya
heykelleri ile ibret alınıp,
tarihin yeniden tekerrür
etmemesi için, adeta dualar
ediliyor İslam İnkılabına.
55
MİLAD KULESİ: Tahran’ı tepeden izlemek
Tahran’ın ortasında biraz yüksekçe bir tepe üzerine kurulu
bulunan, oto yolların kavşağındaki bu yere Burcu Milad da
deniyor. Dünyanın dördüncü büyük kulesiymiş, 435 metre
yükseklikte. Uzaktan bakıldığında zaif ve naif bir yapı konumunda
olan bu yer, yakından bakılıp incelendiğinde hiç de öyle değil.
Tam bir kültür ve yaşam kompleksi şeklinde tasarlanmış,
Restauranı dışında, toplantı salonu, sergi salonu ve her tür
şenliğin yapılabileceği bir yer olarak düşünülmüş. Hızı oldukça
yüksek olan 2 asansörler inilip çıkılıyor. Girişten itibaren tanıtım
ve rehberlik hizmetini vermek üzere sonradan öğrendiği güzel
Türkçesiyle konuşan, görevli bir bayan, toplantı salonunda bir
brifingle tanıtıyor kuleyi bize ve ona göre de gezdiriyor. Hat
sergisi bulunan büyük salonu gezdikten sonra, kulenin giriş
katının hemen yanında, sesli müzikli, uçurtma şenliği benzeri bir
etkinlikle, çocuklar, anne babalarıyla gönüllerince eğleniyorlar.
Kuleye girebilmek için asansör girişinde bekleyenlerden, öne
aldılar sıramızı, misafir olduğumuz için. İlk defa bu kadar hızlı bir
asansörle yükselmenin şaşkınlığı içinde, sanki uçakla
yükseliyormuşcasına, Tahran aşağıda küçülürken, kulenin yukarı
gezinti bölümünde durdu asansör. Henüz şehrin ışıkları yanmak
üzereyken, bir akşam üstü serinliğinde bir kulenin tepesinden
baktık, dört bir yanımızdan Tahran’a. Bu esnada nedense
şairden uyarlama bir şiir de geldi aklıma: ‘Bir de görmek
isterdim, Nurettin’in gözüyle yirmibeş kilometreden, pırıl pırıl
Tahran’ı’.
56
Bu kadar yüksekten bakıp da 15 milyonluk şehirde minareleri tek
tek sayamamanın ezikliği ve mahcubiyetiyle, ‘mabedsiz Şehir’
Tahran’ı kulenin her açısından izledik, bir saate yakın. Birkaç
milyonluk Cuma namazlarını bile açık alanlarda, caddelerde
kıldıkları için, bu kadar kalabalığın sığabileceği kapalı mekan
camiiler inşa etmek kolay olmasa gerek. Şehre yabancı olan biri,
eğer dil bilmiyor ve rehberi yoksa, ne namaz kılabilecek bir cami,
ne de abdest alabilecek bir mekan bulabilir. Çünkü buradaki
aralarda bulanan camiler yapı olarak bizim camiler gibi ne yüksek
minareli, nede görkemli inşa edilmiş.
57
58
TARİHİ REY KENTİ
Başkent Tahran’ın 30 km yakınında bulunan ve başkentin
gölgesinde kalan tarihi, antik Rey kenti, mahzun, mütevazi ve piri fani konukseverliği ile karşıladı bizi.
Harzemşahlılar, Irak Selçukluları ve Osmanlılar döneminin en
önemli tanıklarından olan Rey Kenti, özellikle Selçuklular
Döneminde önemli tıp ve bilim şehirlerinden biriydi. Nizam'ul
Mülk'ün emirleriyle eğitim için yapılan yeniliklerin başladığı ve en
önemli gelişmelerin yaşandığı kenttir. Büyük Selçuklu Devleti'nin
kurucusu Tuğrul Bey 8 Ramazan 455 (5 Eylül 1063) yılında burada
ölmüş ve yine burada gömülmüştür. Bu şehir, o zamanlarda,
Hanefi, Şafii, İsmaili ve Şia görüş ve düşüncelerinin, ekolleştiği bir
merkezdi aynı zamanda.
Yüksek soğuk beton binaların girdabına girmeyen ve nezih tarihi
dokusunu muhafaza eden bu kent, Irak - İran savaşında ağır
tahribat gören yerlerden biri.
59
Bu kente girişimizin hemen sonrasında, yine İmam zadelerden
hadis rivayet eden iki muhteremin türbesi etrafında şekillenen
merkezle başlıyoruz, ziyaretimize. Hicri 3. asırda yaşamış
İmamzade Tahir ve İmamzade Abdulazim’in kabirlerinin
bulunduğu bu yer, minareli, altın kubbeli bir türbe etrafına,
camii, hadis ilimleri merkezi, bilgi merkezi, medrese gibi
mekanlar eklenerek büyük bir kompleks haline dönüştürülmüş.
Bu tarz tüm ibadi ziyaret mekanlarında olduğu gibi, günün her
saatinde yoğun bir ziyaretçi akınının olduğu bu yerin girişinde
zemine neredeyse karo taşı gibi döşenmiş mezar taşları üzerine
basmamak için oldukça fazla dikkat ve gayret sarfetmek
gerekiyor.
Türbe ziyareti sonrasında akşam namazını burada eda ettik.
60
Otele dönüşümüzden sonra otelin lobisinde Iğdırlı Agai Yusuf
Hoca tarafından verilen Perşembe sohbeti de doğrusu
unutulacak tarzda sohbetlerden değildi. Dinin, insanı ulaştırmak
istediği
hedef,
Peygamberin getirmiş
olduğu mesajı ile insanı
taşımayı
düşündüğü
amaç
çerçevesinde
‘Allah’ı tanımak’ ve
O’nun istediği tarzda bir
yaşam sürdürmenin ve
kayıtsız
şartsız
teslimiyetin zorunluluğu
üzerindeki
irfani bir
sohbet,
herkes
tarafından
ilgiyle
dinlendi.
EZAN - NAMAZ
Genel anlamda farzlar bakımından abdest ve namaz hususunda
fazla bir fark yok gibi aramızda.
İran’da ezan bizim ülkemizde olduğu gibi yüksek volum ile
okunmuyor. Neredeyse bizdeki volumün yarısı. Eğer cami ve
ibadi merkezlere yakın değilseniz, zaten ezanı işitme şansınız da
bulunmuyor. Ezana ‘Eşhedü enne Aliyyun veliyullah’ ve ‘Hayya
lel hayrul amel’ bölümleri ekleniyor. Görkemli mabed olaraka
camiler bizdeki çoklukta ve sıklıkta olmadığı gibi, ibadi
61
merkezler dışında, minare ve camii görmenizde pek mümkün
değil.
Abdest alırken, ayak üzerine mesh verdikleri için, umumi
yerlerde lavabo seviyesi oldukça yüksek ve bu yüzden, abdestte
ayakları yıkaya bilmek için fazla bir efor sarfetmek gerekiyor.
Elleri bağlamadan durdukları, farz namazlarının ikinci rekatında
rukuya varmadan önce mutlaka ayakta elleri kavuşturup dua
okuyorlar. Namazdan çıkışta selam verirken, sağa ve sola değil,
karşıya salam veriyor, ellerini dizlerinin üzerinde hafif çırparak.
Namaz sonrası yanındaki ile mushafalaşmak da ayrı güzellikte
bir
gelenek,
İran’da.
Camilerde,
bizim
en
çok
yadırgayabileceğimiz şeylerden biri de, İmam’ın sağ önündeki
müezzin’in cemaata dönük vaziyette, cemaata uymadan emirkomuta ile namaz ritüellerinde cemaata yön vermesi. Açıktan
kıraat olan vakitlerde, imam Kur’an’ı, bizde olduğu gibi çok
yüksek ses ve teenni ile okumuyor. Yine namazda başlanan
surenin tamamının okunması gerekiyor.
Namaz de sert bir şey üzerine secde yapma gerekliliğinden
dolayı, bazen sadece alınlarına, bazen de alın ve burunlarının
altına gelecek şekilde ‘möhre’ ismini verdikleri toprak rengi
yuvarlak sert taş koyuyorlar. Mescit girişlerinde bu taşları
koydukları, duvara monteli mini bir tabla bulunduruyorlar.
Namaz sonrası, Kabe-i Muazzama da olduğu gibi toplu tesbihat
da yapılmıyor. Camilerde Kur’an ve dua kitaplarından çok
sayıda bulunması ve kimsenin boş oturmadan, kitap okuyor
olmaları da ülkemiz camilerinde pek alışık olmadığımız
manzaralardan. İşyeri ve iş merkezlerinde mescid olarak ayrılan
büyük bölümlerde, namazlar büyük ölçüde cemaatla kılınıyor.
62
BEHEŞTİ ZEHRA MEZARLIĞI
Tahran’ın biraz kenarında, Kum Yolu üzerinde, İmam
Hümeyni’nin kabrinin bulunduğu yerin bitişiğinde, uçsuz bucaksız
düz bir alana kurulu bir mezarlık.
Cenazelerin gömülü olduğu bu kabristanda, şehid mezarlılarının
fark edilebilir ayrı bir önemi bulunuyor. Şehid mezarlarında
bayrağın yanı sıra mezarın hemen başına konmuş olan camlı
metal pano içinde şehidin fotoğrafları ve onunla ilgili hatıra veya
yazılar bulunuyor.
Beheşti Zehra mezarlığı içinde değişik zaman ve yerde şehid
olanlar için ayrı mekanlar hazırlanmış olup, bunların hatırasını
63
yad etme maksadıyla anıtsal yapılar inşa edilmiş. İnkılab’da şehid
olanların yanı sıra, Halepçe’de, Hacc’da, Basra Körfezindeki
donanmada, suikastlarda şehid olanlar için ayrı görkemli
mekanlar hazırlanmış.
Beheşti, Recai ve Bouhoner için oluşturulmuş, cami benzeri
büyükçe bir binada mermer sandukalar altında başka
şehidlerinde mezarları bulunuyor.
Genelde mezarlar üzerine konulan yazılı yatay mermerler, yerle
aynı hizada veya çok az yükseklikte. Mezarlar, başına ve üzerine
konulan karanfil ve değişik çiçeklerle sürekli bakımlı
tutulmaktalar.
Ülkemizde sadece bayram ve arefe günlerinde görmeye alışkın
olduğumuz mezar ziyaret izdihamını, burada neredeyse her gün
görmek mümkün. Ferdi olarak, ailesiyle veya gruplar halinde akın
akın gelen kalabalıklar, dua ve gözyaşları içinde şehid mezarlarını
64
ziyaret ediyorlar. Bizde olduğu gibi burada da mezarlıklarda,
şekerleme türü ikramları ziyaretçilere tutmak, bir gelenek.
MERSİYE KÜLTÜRÜ ve MUSIKİ
Ehl-i Beyt ve Evladı Resul’e reva görülen, acılar, kederler ve
zulümleri hatırlama ekseninde zaman içinde oluşmuş bir ağıt,
mersiye ve diyeşet kültürü hayatın içinde, hayatı şekillendiren
ve yön veren bir kült haline gelmiş.
Fars dilinin aruz vezni ile örtüşmesi ve elem verici hadiselerin
aynı makamda teenni ile okunması, toplum üzerinde, hüzne
dayalı bir kült ve mizac da oluşturuyor, aynı zamanda. Toplum
olarak çok az gülüyorlar ve çok fazlaca hüzne ve eleme gark
oluyorlar. Yıl içinde çok sayıda dini anma merasimi olması,
mersiye kültürünü de paralel olarak beslemekte.
Dini mersiyeler dışında, 30 yıl öncesinin devrim marşları ise
hala güncelliğini korumakta. Sadık Ahangaran gibi özgün müzik
tarzı söyleyen sanatçılar hala güncelliğini devam ettiriyor.
Özellikle devrim sonrası, musıkide solo kadın sesine yer
verilmemesi ve kişiyi yanlışa yönlendirme durumu söz konusu
olan şarkılara kısıtlama getirilmesi, kendine özgü bir musiki
geleneğinin de ortaya çıkmasına neden olmuş. Mersiyelerde
söz konusu olan aşkın bir hüzün, şarkı ve diğer musıki
türlerinde ezgin bir tarzda sinmiş durumda.
Orkestra ve müzik aletlerinin farklılığı bakımından ortaya çıkan
eserlerde, şark musıkisinin enginliğini ve ruhu dinlendiren
dinginliğini hemen hissedebiliyorsunuz.
65
66
ABD BÜYÜKELÇİLİK BİNASI
1979 İslam Devrimi öncesi, bölgede ABD’nin en önemli
müttefiklerinden İran Şahı, onların her türlü yapılanması için
zemin hazırlıyordu. ABD’nin Ortadoğu ve bölge ülkelerinin
istihbarat faaliyetini yürüttüğü bölge üssü de İran’dı. Devrim
sonrasında bu özelliği ile bilinen Tahran’da bulunan ABD
konsolosluğu, üniversite gençlerinden bir grup tarafından baskın
düzenlenerek içinde bulunan görevliler rehin alınmıştı. Bu
mekanın bir konsolosluk binası olmasının çok ötesinde CIA
istihbarat üssü ‘fitne merkezi’ olarak faaliyet gösteren bir birim
olduğunu bilen gençler, aylar süren eylemleriyle ABD’nin
bölgede bulunan uzvunu adeta kırmışlardı. Olayın sekizinci
gününde ‘mazlum düşürülmüş halklardan oldukları gerekçesiyle’
zenciler ve kadınlar serbest bırakılmışlardı. Bunu içine
sindiremeyen Amerika, Mısır’dan kalkan 8 helikopter ile
rehinelerini kurtarma amacına yönelik bir operasyon
düzenlemişti. Ne var ki bu helikopterler çölde fırtınaya yakalanıp,
paramparça olmuşlardı.
67
Tahran’ın merkezinde bulunun, o zaman baskına uğrayan ABD
konsolosluk binası şu anda müze olarak kullanılıyor. Kalın ve
yüksek duvarların arkasında bulunan binanın hemen girişinde,
ABD’nin özgürlük anıtının ‘esaret anıtına’ uyarlanmış bir maketi
dikkat çekiyor. Yine bahçesinde bulunan, uydu ile irtibat sağlayan
vericiler ve çölde parçalanan helikopterlerin parçaları dikkat
çekiyor.
Giriş kapıları ve bölmeler arası geçişler o günün teknolojisinin
çok üzerinde Amerikalı istihbarat uzmanlarınca, özel bir
donanımla techiz edilmiş olup, bu binada ses geçirmeyen
görüşme odalarının yanı sıra, insanın göz retinasına duyarlı
olarak açılan zırhlı kapılar da bulunuyor. Adata 40 yıl öncesinin
68
Uzay 1999 filminin setini andıran teknolojik donanımlar o günkü
haliyle hala muhafaza ediliyor. Dünyanın her yeriyle, canlı
görüntülü iletişimi sağlayan cihazlar; yazı, ses, resim kayıt
cihazları; görüntü, resim ve yazı gönderimini sağlayan cihazlar;
uydu üzerinden iletişim sağlayan cihazlar, telefon dinleme
cihazları ve kağıt öğütme makinaları gibi, o günün teknolojisinin
fevkinde bir çok cihaz bulunuyor burada.
İLETİŞİM ve MEDYA
Ülke genelinde, eyaletlerde yayın yapan yerel kanallar hariç,
yayın yapan 8 televizyon kanalı bulunuyor, İran’da. Bu yayınlar
uydu üzerinden de izlenebiliyor. Haber ajansı olarak resmi İRNA
ajansının dışında bir de Fars Haber Ajansı bulunuyor. Resmi
devlet kanallarında, magazin haberciliği dışında daha çok, aktüel
ve tarihi haber, teknoloji, eğitsel diziler ve filmler, belgesel ve
her yaş grubuna yönelik eğitsel programlar yayınlanıyor. Özel
yapım tarihi diziler, halk tarafından en çok takip edilen
yayınlardanmış. Hz. Meryem ve Hz. Ali dizileri yayınlandığı
akşamlarda adeta dışarıda kimseyi görmek mümkün
olmuyormuş. O filmleri izlemek için halk televizyonları başına
kilitleniyorlarmış. Uydu yayınlarını izlemek için mülki amirden
izin almak gerekiyor ve internete de kısıtlamalı ulaşılabiliyor.
69
Fars Haber Ajansı Türkçe servisinden İsmail Bey’in daveti üzerine,
ziyaret ediyoruz kendisini. İran’daki genel gidişat ve Devrim
süreciyle ilgili bilgiler veriyor İsmail Bey. İmam Humeyni’yi ortaya
çıkaran tarihi süreci ana hatlarıyla anlattıktan ve hemen zemin
katta bulunan mescidinde kılınan namazdan sonra pilav ve kebap
yemekten bıkmışlığımızı duyunca, bizi farklı bir yemek üzere
Firdevsi meydanına yakın bir yerdeki özel bir restauranta
götürüyor.
İRAN’DA OBEZ YOK!
Yedikleri yemekten mi, kullandıkları yağdan mı veya çok
hareketli oldukları için mi bilinmez, gezimiz boyunca neredeyse
şişman veya obez diyebileceğimiz bir Allah’ın kuluna rast
gelmedik, desem abartmış olmam. Ağırlık ve hacımsal olarak,
sanki ülkemiz halkının 1975’lerdeki zaif ve naif halini andırıyor.
Belki günde iki öğün yiyor olmalarından veya akşam yemeğini
daha erken bir vakitte yiyor olmalarından kaynaklanabilir ama
bu husus obezite tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve bu uğurda
ciddi paralar harcayan ülkeler için bir araştırma konusu.
Lokantaların ortak menüsü, pirinç pilavı ve yanında et türü bir
kebap. Pilav yağsız suda haşlanmış ve birbirine yapışmamış
tane tane pirinçlerden yapılıp, üzerine biraz da sarı safranda
pişirilmiş pirinç ekleniyor. 10 gr. lık küçük bir tereyağ ile servis
ediliyor. Bu tereyağı açıp lezzetli pilava katmak gerekiyor.
Porsiyon olarak bizim burada servis edilen pilavın iki katı fakat
yağda pişmediği için bizim pilavdan daha hafif oluyor. Tuz oranı
ise bizim damak tadımıza uygun.
Genelde yanındaki içecekler, pepsi ve cocacola ama bunlar
biraz İran’a özgü hale getirilmiş, Amerika ile irtibatlı olmayan
kolalar. Kendi kolalarını üretip, bu markalarla tüketiyorlar. Bu
markaların görsel reklamına ise hiç rastlamadık. Marketlerde
70
ise envai çeşit meyve aromalı alkolsüz içecekler bulunuyor.
Hiçbir surette alkollü içecek üretmek ve tüketmek söz konusu
değil, çünkü cezaları oldukça ağır.
İsmail Bey’in götürdüğü lokanta yediğimiz yemeğin ise gerek
yapılışı gerekse lezzeti oldukça farklı. Abguş adı verilen bu
yemek, yirmi santim yüksekliğinde silindirik siyah bir çanak kap
içerisinde kısık ateşli ocakta 4 saati geçen bir zamanda
hazırlanıyormuş. İçine koyun eti ile beraber, tüm patates ve
nohutla beraber baharatlar ve su ilave ediliyor. Oldukça sıcak,
siyah çanak içinde servis edilen yemeği yemek ise ayrı bir
uzmanlık konusu. Nasıl yendiğini İsmail Bey anlattı, bizde
aynısını yaptık. İlk önce sıcak çanak lavaş tarzı ekmekle
tutularak, elleri yakmadan, içindeki suyu ayrı bir tasa aktarılıp,
içine ekmek katılarak yeniyor. Çanak havan içinde kalan susuz
bölümü ayrı bir tas içine boşaltıldıktan ve kemikli bölümler
ayrıldıktan sonra, metal havan döveci ile tüm malzemeler iyice
ezilip, o şekilde yeniyor. Süper lezzetli ve oldukça farklı bir
yemek.
71
İMAM HUMEYNİ’NİN EVİ
Genelde varlıklı kesimden insanların oturduğu Kuzey Tahran’ın
lüks binalarının biraz arkasında, eski mahalle arsından geçilen dar
bir sokak içinde bulunan İslam Devrimi Önderi rahmetli İmam
Humeyni’nin, saray yavrusu görkemli şatosunu görmek üzere
gidenlerin yaşadığı hayal kırıklığını bizlerde yaşadık. Demir
kapıdan girilen küçük bir avlunun solunda üç basamakla çıkılan
tek katlı küçük bir ev, 2500 yıllık Şahlığı, İslam İnkılabı ile devirip,
İslam Cumhuriyeti’ni kuran İmam’ın evi. Evin kapısı kapalı
tutuluyor,
galiba
sonradan
büyütülmüş
pencereden
görebiliyoruz, yaşadığı, misafirlerini konuk ettiği o mütevazi
odasını. Burası ve yanına bulunan Cemerani Hüseyniyesi, Seyit
İmam Cemarani’ye ait olup onun vefatından sonra İmam
Humeyni tarafından kiralanmış. Eve küçük bir holden giriliyor ve
iki odası, bir de küçük mutfağı bulunuyor.
İmam’ın yaşadığı, yerli ve yabancı, gelen tüm konukları ağırladığı,
kabul ettiği, devrim sonrası grup grup gelen kitlelere devrimin
esaslarını anlattığı, hitab ettiği bu mekan, devrim önderinin
72
mütevaziliği, zühdü ve takvasının delili olarak müzeleştirilmiş.
Aynı avlu içinden de girilebilen evinin karşısındaki Hüseyniye ise
çok daha kalabalık gruplara hitap ettiği, yaklaşık 500
metrekarelik bir mescid. Bu mescidin ön tarafında iki metre
yükseklikte bir hitabet ve selamlama yeri de bulunuyor. O
günlerin fotoğraflarına yansıyan bu mekan hala canlılığını
koruyor.
Odasında rengi solmuş örtülü yeşil bir çekyat kanepe ve önünde
üzeri minderli iki küçük ahşap tabure, kanepenin yanında
üzerinde mikrofon olan bir sehpa, arkasında sekiz on kitabın
olduğu bir raf ve yuvarlak ayna bulunuyor. Zeminde ise halının
üzerinde bir terlik ve sol köşe tarafta oğlu Mustafa ile el yapımı
bir tablo dikkatimizi çekiyor.
Bu el yapımı tablonun ne olduğu ile ilgili evinin karşısında
bulunan Hüseyniye’nin altındaki fotoğraf müzesinin sorumlusu
şahıs merakımızı gideriyor. İmam Humeyni’nin Peygamberimiz
için yazmış olduğu Nat’ı şerif’ten etkilenen bir ressam, bu şiirin
tesiriyle görmüş olduğu rüyasında, gençlik dönemindeki
73
Resulullah’ı görür ve tasvir ederek resimleyip, İmam’a hediye
eder. Bu hediye karşısında sükut etmek durumunda kalan İmam,
resimle ilgili olumlu veya olumsuz herhangi bir şey söylemez.
Vefatı sonrası evi, müze haline dönüştürülürken bu enteresan
hediye de odanın zemininde bulunan halının köşesinde
sergilenmek durumunda kalır.
74
DEVRİMİN 33.YIL KUTLAMALARI
1979 Yılında gerçekleşen İran İslam İnkılabı’nın bu yıl 33.yıl
kutlamaları yapıldı. Devrimden bu yana her yıl 10 günlük bir
kutlama çerçevesinde yapılan etkinliklerin finali diyebileceğimiz
22 Behmen (11 Şubat) günü, ülke genelinde tüm illerde büyük bir
toplantı ve akabinde yürüyüş tertip ediliyor.
Bu kutlamaların yapılacağı Cuma günü Tahran Azadi meydanında
bulunan yabancı konuklar için ayrılan yerde toplantıyı
izleyebilmek için önceden belgeleri ibraz ederek ziyaretçi belgesi
almak gerekiyor. Meydan kalabalığına kalmamak ve belirlenen
yerde yerimiz alabilmek için, saat sekiz gibi hareket etmek
durumunda kaldık. Belirli bir noktaya kadar araçla gittik. Ondan
sonrasını ise yürüyerek gitmek gerekiyor. Yol boyunca kara,
yağmura ve soğuğa aldırmadan, Özgürlük Meydanına akın eden
kalabalığa karışarak, yolun kıyısında açılan sergi ve ikram
çadırlarının önünde yürüyoruz. Tören ve katılımcıları bizdeki
resmi ve askeri törenlere hiç benzemiyor. Katılımcıları, organize
edenleri halk olan bu kutlamada asayiş ve güvenliği sağlayanlar
75
dışında resmi bir görevli de yok. Adeta herkes, çoluk-çocuk,
kadın-erkek, yaşlısı genci tüm halk, meydana en yakın yerde
yerini alabilmek için, tatlı bir telaşla ellerinde posterlerle
koşturuyorlardı. Yol kenarları, fuar, panayır veya sergi tarzı
reyonları ile katılımcılara poster ve basılı pankartlar vermek ve
çay, pasta ikramında bulunmak üzere büyük bir şevkle çalışan
çoğu bayan gönüllülerle doluydu.. Yarı açık başörtüleriyle İmam
Hamaney’in posterlerini taşıyan bayanlar hiç de az değildi.
Öğleye yakın bir zamanda Azadi meydanına çıkan büyük
caddeler, ellerinde bayrakları, pankartları olan uçsuz bucaksız
coşkulu kalabalıklarla dolmuştu. Şubatın soğuğuna inat,
sloganlarıyla ve yüreklerinin sıcaklığıyla meydanları titreten
kalabalık, 18. gününde Mısır’ın Tahrir Meydanındaki milyonlarca
kardeşine selam göndermeyi unutmuyorlardı, sloganlarıyla. 11
Şubat’ta iki bayramı birden kutlamayı, nasib etmesi için Yüce
Allah’a niyazda bulunan milyonlara icabet akşam saatlerinde
gerçekleşecek, naMübarek zevat istifasını dünyaya ilan edecekti.
76
Cumhurbaşkanı Ahmedinejat’ın iki saate yakın konuşması sonrası
dağılan coşkulu kalabalık Cuma namazını kılmak üzere harekete
geçti. Cuma namazı sonrası aynı hareketlilikle yolları dolduran
milyonlar, aşina oldukları nümayiş geleneği içinde, Amerika ve
İsrail’e lanet, İnkılaba bağlılık sloganlarıyla yılmadan usanmadan,
yeri göğü inleterek ilerlediler.
Akşamki televizyon haberlerinde Tahran’da 3.5 milyon, ülke
genelinde 30 milyon insanın törenlere katıldığından bahsediliyor,
helikopterden çekilen görüntüler tekrar tekrar veriliyordu.
Her hafta Cuma günleri ve her yılki devrim kutlamalarında, aynı
kararlılık ve azim ile artan dozajda bu kalabalığın coşkusunu
gördükten sonra, İslam Devriminin her geçen gün daha bir
kökleştiğini söylemek ve bu hakikati teslim etmek gerekiyor.
77
İRAN’DA KADIN OLMAK
İran’ın cadde ve açık alanlarında görsel fotoğraf açısından yoğun
bir kadın kalabalığına rastlıyoruz. Bu kalabalık gözükmenin çok
farklı nedenleri olabilir. Birincisi ‘çador’ adı verdikleri siyah
örtünün görsel çokluk tesiri, ikincisi ülkemiz kadınlarına göre
daha özgür/free davranmaları, üçüncüsü de aslında bilinenin çok
tersi, kadının sosyal hayat içinde aktif rol üstleniyor olmaları.
Taciz ve laf atma gibi suçlara verilen ağır cezalardan dolayı,
günün her saati, gece yarısına kadar cadde ve sokaklarda
kadınlar özgürce dolaşabiliyor, tek başlarına taksiye rahatça
binebiliyorlar. Trafik ışığında durduğunuzda özellikle Tahran’da
sürücülerin çoğunun ve Cuma, cami, türbe ve mescidlerde
görünen kalabalığın çoğunluğunun kadın olması garipsenecek bir
durum değil. Yaygın kullanılan motosikletleri kadınların sürmesi
yasak ama terkisine binmesine müsaade ediliyor.
Çekingen, ürkek, pısırık tanımlaması İran’lı kadınları kesinlikle
tasvir etmiyor. Peygamber kızı Fatımi ve Peygamber torunu,
78
zalime meydan okuyan Zeynebi geleneğin bir nevi temsili ve
sembolü olarak cesur ve kendinden emin tavırlarıyla, rüzgar gibi
savrulan, bayrak gibi dalgalanan örtüleriyle yürürlerken, çekinen,
ürken ve tırsıyan çoğu zaman erkekler oluyor. Dıştan bakıldığında
erkek egemen bir toplum görüntüsü verse de tam aksini isbat
edecek örnekler azımsanmayacak kadar çok, İran’da.
Örtünme şekli dindarlık düzeyinin bir ölçütü olsa da, rejime
sadakat ve bağlılığın kesin bir göstergesi değil. Yarı açık
kadınların, rejime bağlılıklarını nümayişlerde ellerinde taşıdıkları
Rehber Hamaney posterleriyle ilan etmelerine şaşmamak lazım.
Az veya çok kafasını örtüsüyle herhangi bir şekilde örttüğü
takdirde, sosyal hayatın her alanında aktif rol alabiliyor.
Demografik özellikler bakımından; nüfus, doğurganlık oranı ve
çocuk sayısı bakımından Türkiye’den pek farklı değil.
Kamusal alanda çalışan kadın sayısı da azımsanmayacak ölçüde.
Özellikle ilköğretim düzeyinde görev alan öğretmenlerin çoğu
kadın. Okullarda, lise düzeyini bitiren bir gence temel İslami
bilgiler ve ahlaki öğretiler, fen ilimleri yanında mutlaka veriliyor.
Estetik geleneği olarak kadınların kaş aldırması çok sıradan olup,
kaş kaldırtma ve burun estetiği de özellikle genç kuşak arasında
rastlanabilir operasyonlardan.
Boşanma oranlarının ülkemize göre oldukça düşük olduğu
İran’da fıkhen kabul görse de mut’a nikahı, şartlarının
ağırlığından dolayı pek kabul görmüyor. Çok eşlilik için ise
mevcut eşin izin ve muvafakatı şart. Böyle olunca da çok eşlilik
uygulanamıyor.
Teşhir, tahrik, dekolte gibi kavramlar, tamamen sınır ötesine
itilmiş olup, kadın veya erkek, sosyal hayat içinde bir insanın
‘günaha girmeden yaşayabileceği’ bir toplumsal dizayn, hukuki
olarak kurumsallaştırılmış.
79
EKONOMİK DURUM
Kişi başına milli gelirin 5 bin dolar civarında olan İran
ekonomisinin %45’i petrol gelirlerine dayanıyor. Resmi yıllık
ortalama büyüme oranı %6 civarında olup, özellikle son yıllarda
ülkemizdeki oranlara yakın enflasyon oranının varlığından
bahsediliyor.
Ülkenin toplam dış borcu 21 milyar dolar civarında olup, toplam
döviz rezervi 100 milyar doları aşmış bulunmaktadır. Petrol dışı
ihracatı ise 22 milyar doları bulmuştur. İşsizlik oranını ise
%10’larda.
Devrim sonrasında tarıma yapılan teşviklerle, önemli gelişmeler
kaydedilmiş olup, birçok çeşit tarım ve ziraat ürünün yanı sıra,
özellikle pirinç üretimi noktasında kendine yeterliliği sağlamış
durumdadır. Kırsaldan göçü önlemek ve tarımı daha da
geliştirmek için ziraatçılıkla uğraşan tarım işçilerine devlet
tarafından sosyal güvence hakkı tanınmaktadır.
80
Yine İslam Devrimi sonrasında, ülkeye uygulanan ekonomik
ambargoya paralel olarak gelişen, otomotiv ve ilaç sanayi de
neredeyse dışa bağımlılığı kalmayacak düzeye gelmiştir.
Otomotivde ülke içinde %80 kendi markası olan araçlar
kullanılmakta olup, bunun dışında yine İran’da üretilen Peugeot
marka araçların birkaç modeli yaygın kullanılmaktadır. İthal araç
sayısı ise yok denecek kadar azdır. İlaç sanayi’de ise milli üretimi
%95’ler civarındadır.
IMF tahminlerine göre dünyanın en büyük ekonomileri
sıralamasında, Türkiye 16., İran ise 17. Sırada.
Şimdiki hükümet daha önceki hükümetin pazar reform planlarını
takip etmeye devam etmekte ve İran’ın petrole dayalı
ekonomisini çeşitlendirmeye çalışacağını ifade etmektedir. Bunu
devlet yatırımlarını otomotiv, imalat, uzay sanayileri, tüketici
elektroniği, petrokimya ve nükleer teknoloji gibi alanlara yaparak
gerçekleştirmeye çalışıyor. İran biyoteknoloji, nanoteknoloji ve
ilaç sanayilerinde de açılımlar yapmaktadır.
Dış tehditler ve uygulanan ekonomik ambargolarla, milli gelirinin
azımsanmayacak bir bölümü savunma sanayi ve harcamalarına
ayrılmakta.
Trafik yoğunluğuna rağmen, trafik kazalarının oldukça az oluşu,
can kaybı yanında ekonomik kaybı da azaltmakta.
Tüketimi artırıcı ve özendirici reklam faaliyetleri ve büyük
hipermarket tarzı mağazalar yaygın olmadığı için, barınma,
giyinme ve yeme-içme bakımımdan toplum arasındaki makas
oldukça azdır. Ortalama bir hayat tarzı kalın bir çizgi
oluşturmaktadır.
Yardımlaşma kültürü ve sadaka geleneği, çok sıklıkla her yere
konan kilitli sandıklara atılan nakdi bağışlarla devam
ettirilmektedir. Bu sandıklar belli bir kurumun yönetiminde olup,
81
ülkedeki veya
ulaştırılmaktadır.
başka
ülkelerdeki
ihtiyaç
Bu nedenle de dilenci olmayan tek İslam ülkesidir.
82
sahiplerine

Benzer belgeler