İran izlenimleri
Transkript
İran izlenimleri
iran İZLENİMLERİ Gezi Güncesi Osman Gerçek 2011 1 10 günlük iran gezi güncesi 2 Tahran’a Hareket Sınır komşumuz İran’a yapacağımız gezi netleşip pasaport işlemleri de hallolunca, gezi grubumuzla birlikte, Ankara Esenboğa Havalimanından 23.15’de hareket edecek Anadolujet uçağına binmek üzere, 15.30 civarlarında Kayseri’den, arkadaşımızın özel aracıyla yola çıktık. Arkadaşlarımızdan birinin eline geçmeyen pasaportunu, Ankara’da bulunan pasaport dairesinden alabilmek için dört koldan verdiğimiz diplomatik mücadele Kırşehir Şoförler Cemiyeti dinlenme tesislerine kadar devam etti. Havaalanı yolu üzerinde pasaportu alıp yemeğimizi yedikten sonra hava alanına geçtik. Vaktinde havalanan uçakla 3 saate yakın sürecek yolculuğumuz, İran’la aramızda olan 1.5 saatlik farktan dolayı, sabah saat 3 civarında yağmurlu ve bulutlu bir havada Tahran İmam Humeyni Havaalanında sona erdi. Kış ortasında Şubat ayı başındaki bu gezimizde Kayseri’ye göre biraz daha sıcak olan Tahran’ı beklediğimizden daha soğuk bulduk. Gezimiz boyunca bize refakat ve rehberlik edecek Agai Hüsrev ve Cafer isimli İran’da öğrenci olan Türkçe bilen bir genç karşıladı bizi havaalanında. Agai Hüsrev, Türkçesi zor anlaşılan bir Azeri Türk, Cafer ise orada okuyan Türkiyeli bir genç. Gezimizin ilk durağı olan Tahran’dan yaklaşık 120 km uzaklıkta bulunan Kum kentindeki otelimize yerleşmek üzere yeni küçük bir minibüsle yola çıktık. Kum’un merkezinde bulunan Fatımatu’z 3 Zehra otele sabah ezanlarıyla beraber ulaştık. Sabahın bu erken vaktinde, kadınlı erkekli grup grup insanların tatlı bir telaşla namazlarını kılmak üzere camiye koşturuyor olmalarından duyduğumuz memnuniyet ve taaccübü birbirimizden gizleyemedik. Küçük, temiz ve nezih otelimizde sabah namazı sonrası dinlenmeye çekildik, kahvaltıya kadar. Sade bir kahvaltıda yediğimiz yayvan, ince ve nohut büyüklüğünde gözenekli delikli ekmeğin nasıl bu hale geldiğinin fikir jimnastiği ile ilk günümüzün gezi programını yaptık. Aynı günlerde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İran ziyaretlerinde, Türkiye’nin İslam dünyasında yükseldiğine dikkat çeken Hamaney, “Bu yükselişin nedeni sultacı güçlere karşı bağımsızlığını koruması, Siyonist rejimlerle arasına mesafe koyması Filistin davasındaki duruşuna bağlıdır. Türkiye’nin bu politikasını doğru buluyorum. Bu hem kendisine hem de bölgeye fayda sağlayacaktır” dedi. 4 Dini kesimden insanların ve dini eğitimin en yaygın verildiği Kum Kentinde, dini çevrelerden etkili ve anlayıp, anlaşacağımız herhangi birisiyle görüşme talebimiz doğrultusunda Agai Turabi isimli bir Ayetullah’tan randevu ayarladı, rehberimiz. Muhterem, sayın, beyefendi anlamında, gıyabi olarak biri hakkında konuşurken mutlaka başına Aga(i) ifadesini ekliyorlar. Biz de gezimiz boyunca olduk olmadık yerde, birbirimizi böyle çağırıyorduk. Kum’un kenar mahallerinde, aşura veya bir başka olayın mateminden dolayı, evlerin çoğunun kapısında siyah bayrak ve flama takılı olan dar bir sokak içindeki evin üst katında mütebessim bir konukseverlikle karşıladı bizi Agai Turabi. Hal, hatır ve tanışma aşamasında Cumhurbaşkanının ve Davud el Kayseri’nin memleketinden olmanın övüncüyle takdim ettik kendimizi. Bizim seyahatimizin bittiği gün 100 kişilik işadamı heyeti ile İran’ı ziyaret edecek olan Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ü zaten tanımayan yok ve fakat Davut el Kayseri’nin, Fusus-u Hikem şarihi olduğunu kendilerinin eklemesi bize ayrı bir memnuniyet yaşattı. Ayetullah Murtaza Turabi, aslen Tebrizli, 1973’e kadar göç ettikleri Ağrı’da yaşamış elli beş yaşlarında bir Azeri Türk’ü. Türkçesi rahat anlaşılıyor ve Türkçe bir Kur’an-ı Kerim Meali hazırlayıp, Türkiye’de bastırmış. 5 İslam Cumhuriyeti’nin genel politikaları, mollalarla, yönetim arasındaki münasebet ve yetki meselesi, din devlet ilişkileri, ülkede çıkan aykırı, reformist, cılız seslerin daha çok makam ve idare tutkusuna dayandığı, reformistlerin homojen bir yapı olmadıkları, içlerinde çok farklı seslerin ve renklerin olduğunu, bunlarda İran milliyetçiliği damarının ağır bastığını, hatta seçimlerde ‘Ne Filistin, Ne Lübnan, Canım feda İran’ sloganı ile milli ve demokratik bir platform amaçladıklarını, bu slogan karşısında, ‘Hem Filistin, Hem Lübnan, Canım Feda İran’ sloganının Ahmedinejat taraftarlarınca baskın bir şekilde kullanıldığını, küresel dünyanın ekonomik düzeni içinde faizsiz bankacılık sisteminin sorunlarının tam anlamıyla aşılamadığı, mezhebi konuların İslam kardeşliğinin önüne geçirilmemesi gerektiğini, mezhebi ihtilafların bir realite olduğunu, Peygamber sonrası İslami yönetimde Hz. Ali’nin İslam’ın sulh ve selameti için sessiz kaldığını, İslam’ın selametini her şeyden üstün tutmak gerektiğini, İslam Cumhuriyetinin adaletli yönetim anlayışını yerleştirdiğini, kendi adamını kayırma ve rüşvet gibi olayların nerdeyse tamamen ortadan kalktığını, idari hizmetlerin adil ve eşit bir şekilde tabana yayıldığını, bazı konularda yönetimle bile zaman zaman tam bir mutabakat sağlamakta zorlandıklarını, Türkiye hükümeti ve Başbakanı Erdoğan’ın dış politikalarını beğendiğini ve ülkesi için bunun çok önemli bir fırsat olduğunun altını çizerek, sorulan sorulara sabır ve geniş yüreklilikle cevap veren Turabi, mütebessim ve sempatik konukseverliği ile bizi uğurladılar. Hz. Masume Türbe ve Camii Kum’da bulunan en önemli dini ve içtimai merkezlerden olan On iki İmam inancına göre İmamlardan sekizincisi İmam Rıza’nın kız kardeşi Fatıma Masume’nin türbesinin bulunduğu yer Kentin en önemli ziyaretgahı aynı zamanda. 6 Kerbela’da Evladı Rasul’e uygulanan soykırım’dan sonra kurtulanlar da rahat yüzü görmediler ömürleri boyunca. Birçoğunun ömrü hep, zindanlarda, sürgünlerde, göz hapsinde geçti. Uzun yıllar Medine’de yaşayan ve Halife Memnun’un maksatlı ve art niyetli çağrısına kulak vererek Merv’e doğru aylarca süren uzun bir yolculuğa çıkan İmam Rıza a.s. Merv’e yerleştikten sonra, kız kardeşi de ağabeyisini ziyaret maksadıyla bu uzun yolculuğa çıkar. Yolculuk esnasında yaşamış oldukları büyük acı ve sıkıntılardan dolayı hasta ve bitap düşen Fatımai Masume, Kum Kentinde 17 gün hasta yattıktan sonra, henüz 28 yaşında ve hiç evlenmemişken vefat eder. Daha sonraki dönemlerde meftun olduğu bu yer türbeye çevrilerek, korumaya alınır ve zaman içinde büyük yapı ve mescidlerin ilavesiyle bugün büyük bir kompleks haline dönüştürülür. Türbenin bulunduğu yerin tam üzerine yapılan altın rengi görkemli yüksek kubbenin çevresindeki üç büyük dikdörtgen avlu etrafına yapılan mescid ve külliye tarzı camii kompleksi, iç ve dış süslemesi bakımından da hayret uyandırıcı görkem, zerafet ve işçiliği bünyesinde barındırıyor. 7 Harem olarak isimlendirilen Hz. Masume’nin mezarının bulunduğu muhteşem bina, birbirine bitişik ve büyük kapılarla birbiriyle ilişkili üç avluyla çevrilidir. Bu avluların ikisi Hz. Masume’nin mezarlığına ait eski ve yeni avlular olup bunların etrafı medrese usulü hücrelerle çevrilidir. Hücrelerin ön cephesi çinilerle kaplıdır. Bu çinilerin üzerine Ehl-i Beyt’in methiyle ilgili çeşitli şiirler yazılıdır. Diğer avlu ise, Hz. Masume’nin mezarına bitişik olan Mescid-i A’zam aittir. Büyük avlunun ve Mescid-i Azam’ın avlusunun ortasında iki büyük havuz bulunmakta ve avluların diğer yerleri ise büyük düz siyah taşlarla döşenmiştir. Türbenin asıl bölümünün üzerinde altın kaplı büyük bir kubbe ve çini döşeli dört büyük minare bulunmaktadır. Kabri içine alan şebeke de altın kaplı büyük kubbenin altında yer almaktadır. Bu bölüme bitişik olan diğer üstü kapalı alanlar ziyaretçilerin çeşitli ibadi amellerini yerine getirebilmeleri için, gerekli sahayı sağlayan, Tabatabai, Mutahhari, Balaser ve A’zam mescitleridir. Binanın iç duvarlarının yukarı bölümlerinde ise çiniler üzerine yazılmış bir çok hat eserleri mevcuttur. Bunlarda genelde Kur’anı Kerim’den bazı sure, ayet ve Resulullah’ın Ehl-i beyt hakkındaki hadisleri yazılıdır. 8 Hz. Masume'nin kabrinin çevresindeki çinilerin üzerine yukarıdan aşağıya kadar, Kufi hattıyla Yasin, Tebareke, Gaşiye ve Kadir sureleri, mezarın mihrab şeklinde olan üst kısmının etrafında Ayet'el Kürsi yazılıdır. Resulullah a.s.’ın 33.kuşak torunlarından Seyyid Burhaneddin Hazretlerinin memleketi olan Kayseri’den Masume Annemizin türbesini ziyarete gelen bizler, dua ve niyazda bulunurken, türbe etrafındaki izdiham ve yakarışlar, ağıt ve gözyaşlarıyla altın kubbenin altında cam ve kristalize aynalara doğru yükseliyordu. Her yaş grubundan kadın erkek herkes tarafından ziyaret edilen bu mekanda gençlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Daha çok ibadi bir yaşam alanı olarak, gelenlerin namaz, dua ve sohbet edebilecekleri, Kur’an okuyup, hatta genç ve çocukların ders çalışabilecekleri, aile ve çocuklarıyla böyle bir manevi ortamda feyz alabilecekleri bir ortam olarak tasarlanmış. Altı bezli küçük bebeklerin, yürümeyi böyle bir atmosferde pekiştirip, özgürce, düşme riski taşımadan halılar üzerinde, sağa sola koşuşturmaları, bizim ülkemizde, görülebilir ve de kabullenilebilir davranışlardan değil. 9 Caminin mihrabındaki imamın namaz kıldırdığı yerin, kıble yönü oval bir seccade ebadında, seviye olarak yaklaşık yarım metre çukurda olmasının taaccübünü gezi rehberimiz gideriyor: Cemaatın önüne geçen insanların tevazusunu temsil ediyor. Kıble cenahı dışında, caminin diğer duvar ve bölmelerinde çok sayıda büyük ebatlı, dijital baskılı resim, poster ve ilanların gelişigüzel asılı bulunması, yine bizim hiç de alışık olmadığımız, garipsediğimiz uygulamalardan. Girişlerde bulunan ayakkabı emanet bölümlerinin dışında herkes ayakkabılarını kapıda bulunan naylon poşetlere koyarak, orada bulunduğu sürece yanında muhafaza edebiliyor. Mescidin sütun kenarlarına yapılmış olan kitaplıklarda çok sayıda Kuran-ı Kerim ve dua kitapları da bulunmakta. Bu mescid, orada yaşayan insanlar için gündelik uğrak yeri, dışarıdan gelenler içinse mutlaka uğranması gereken önemli bir ziyaret mekanı. HÜSEYNİYE Büyük Camii ve mescidlerin dışında, daha çok bölgesel olarak namaz, sohbet, irşad ve dini merasimlerin yapıldığı çok sayıda ibadethane vardır ki, bunlar ‘Hz. Hüseyin’e gözyaşı dökülen yer’ anlamında Hüseyni veya Hüseyniye olarak adlandırılmaktadır. Dini bilimler sahasında otorite sahibi olan Ayetullah’ların irşad 10 faaliyetlerini yürüttüğü bu mekanlar, bizim camilere benzer büyüklükte, binaların arasında dışarıdan bakıldığında cami özelliği taşımayan, fakat bünyesinde geniş namazgah ve toplantı salonuyla beraber, kütüphane, misafirhane, yemekhane gibi unsurları da barındıran bir dini mekan. Tefrişat ve yapı olarak gösterişten uzak olan bu ferah ve geniş mekanlar, merkezi büyük camilerden farklı olarak bir nevi vakıf mantığıyla çalışan sivil toplum ibadethaneleri. İran şehirlerinin genel görüntüsü içinde, bizde olduğu gibi çok sayıda minareli camileri gözlemlemek mümkün değil, fakat ara mahallelerde bu tarz çok sayıda Hüseyniye olduğu söyleniyor. Yabancı birinin bu mekanları bulabilmesi için epeyce efor sarf etmesi gerekir. AYETULLAH CAFER SUBHANİ’Yİ ZİYARET Aynı günün akşam namazına doğru İran’da çok az sayıdaki Ayetullah Uzma’lardan birisi olan Cafer Subhani’yi ziyarete gidiyoruz. Kum’un merkezinde bulunan iki katlı bir binanın ikinci katına çıkarken, hemen giriş katındaki Agai Subhani’nin onlarca kitabını yayınlayan ve satan kitabevinin vitrininden, kitapları gözümüze çarpıyor. Kendisi olmadığı için evde görevli olan birisi bizi karşılıyor. Yer döşeme şeklindeki ara duvarı açılmış iki büyük odanın yer halılarının üzerinde beklerken Aga’yı, görevli yaşlı amca, büyük bir zevk ve memnuniyetle misafirlere arı ve duru çayından ikram ediyor. Kıtlama şekerli çayları bizimki kadar demli içmiyorlar. İkram edilen çaylar hep açık ve poşet çay. Kıvamı ve koyuluğu da bizim ‘paşa çayı’ tabir ettiğimiz çay niteliğinde. Onlar nasıl isim veriyorlar bilmiyorum ama, bu çaya en iyi isim galiba ‘aga çayı’. Akşam trafiği yoğunluğundan dolayı geciken Agai Subhani, Agai Turabi ile beraber biraz gecikmeli olarak, silahlı korumalar eşliğinde geldiler. Seksenli yaşlarda, beyaz sakallı, beyaz tenli, biraz dolgun ve kısa boylu, gözlüklü, sempatik Ayetullah, geciktiği için özür dileyerek, gelişimizden memnuniyetini ifade etti. Azeri kökenli ve Azerice konuşan, konuştuğunun bir kısmı kolay anlaşılan Subhani, büyük odanın kenarında duran eski model bir 11 koltuk üzerine oturup, tanışma faslından sonra başlıyor sohbetine. İslamın vahdet anlayışı ve İslam kardeşliği konularındaki girişten sonra, İslam’ın mezhebi anlayışların üzerinde olduğunu, Mescid-i Haram ve Kabe örnekliği üzerinden açıklıyor: Kabe, Mescid-i Haram’da bulunuyor ve oranın bir parçası, fakat Kabe demek, Mescid-i Haram demek değildir. Mezhebi yaklaşımlara da bu şekilde bakmamız lazım. İslam, bizleri ip gibi hizaya çeker, hizaya dizer. İslam, bizi ip gibi hizaya dizemiyorsa, bizim anlayışımızda problem vardır. Türkiye Başbakanı Tayyib Erdoğan için, ‘Yahşi adam’ nitelemesinde bulunan Subhani, Türkiyede’ki bu hükümetin, bir fırsat olduğunu ve destek olunması gerektiğini ifade etti. Ve sohbetine altını çizerek, İran’ın meselesi İslam’dır, başkaca bir hedefi yoktur, sözleriyle son verdi. 12 TAHRAN’DA 2 MİLYON KİŞİYLE, SIFIR DERCEDE CUMA NAMAZI Cuma Namazını Tahran’da kılmak üzere, sabah kahvaltı sonrası, Kum’dan Tahran’a hareket ettik. Yabancı konuklar için ayrılan bölüme girebilmek için, mihmendarımız özel giriş kartlarımızı hazırladığı için kolayca girebileceğimizi zannediyorduk. Sabahın erken vakitlerinden itibaren, kadın-erkek neredeyse tüm insanlar, oluk oluk, Cuma’nın kılınacağı Tahran Üniversitesi bahçesine akın ediyordu. O gün Cuma namazını İran’ın dini Lideri İmam Hamaney kıldıracağı için, katılımın çok daha fazla olacağı tahmin ediliyordu. Soğuk-sıcak, yağmur-kar demeden İslam Devriminden bu yana 32 yıldır milyonlar mesabesinde kılınıyordu Cuma namazı. Hafta tatili olan bu günde Cuma kılmak üzere, belirlenen alana bağlı tüm cadde ve yollardan insan seli, alana en yakın yerde kılabilmek için tatlı bir telaş ve kararlılıkla, namazdan 2-3 saat öncesinden yerlerini almaya başlıyorlardı. Yabancı konuklar için ayrılan bölgeye ulaşabilmek için, farklı giriş yerlerinde dört kez arandık ve uzun kuyruklarda saatlerce bekledik. Mihmandarımız Agai Huseyn’in büyük ilgi ve gayretleri de girişimizi kolaylaştırmayınca, hiç tebessümün eksilmediği yüzü, mahcubiyetinden ve ezikliğinden dolayı gezi boyunca pek 13 gülmedi. Doğal izdihamdan dolayı bu tür beklemeleri olağan karşılamamıza rağmen, defalarca özür dilemek durumunda kaldı. Birkaç kez yaşadıkları acı tecrübelerden dolayı, haklı olarak girişlerde haddinden fazla tedbirli davranıyorlar. Alana en yakın son geçiş yerinde, ince bir aramayla üzerimizdeki tüm elektronik eşyaları, hatta flash bellek ve hap gibi ne varsa, oradaki duvarın üzerine bıraktık. O Kadar kalabalıkta pek ihtimal vermesek de görevliler, çıkarken eşyalarımızı buradan alabileceğimizi, bir şey olmayacağını söylediler. Sıfır dereceye yakın bir soğuk havada, beton üzerine halı serili alanda kendimize oturacak bir yer bulduğumuzda, üzeri kapatılmış yanları açık olan 10 bin metrekareye yakın bir alandan Amerika ve İsrail’e okunan mutad lanetler göğe yükseliyordu. Coşkulu kalabalığın soğuğa aldırmadan dalga dalga yayılan sloganları eşliğinde Cuma namazını beklerken, sloganların verdiği hararet olmasa, saf saf oturmuş yığınlar adeta birer buzdan heykele dönüşebilirdi. Görebilme imkanımız olmayan alana bağlı caddelerdeki saf tutmuş kalabalığı düşündüğümüzde, insanların sabır ve direncini, fedakarlıklarını ve en zor şartlarda bile katılımlarının önemini ve sürekliliğini takdir etmek gerekiyor. Bizim ülkemizde, bu kadar beklemeyle, aramayla, bu derece soğukta dışarıda beklemeyle insanlar cumaya gelme durumunda 14 kalsalar, herhalde imamlar yalnız kılarlardı, espirisini yapıyorduk, kendi aramızda. En çetin soğuklara ve kışlara aşina olan bizlerin, altımızda serili halının yavaş yavaş yok olup, adeta buz üzerinde oturduğumuz saniyeler saat olurken ve nefesimiz dondu donacakken, ‘Ey rehberi azade, amadeyiz amade’ coşkulu slogalarının eşliğinde kürsüye gelen İmam Hamaney, bir anda buzları eritivermişti. Bir saat Cuma namazından önce, bir saat de hutbede konuşan İmam Hamaney, konuşmasına başlayabilmek için dakikalarca sloganların sona ermesini bekledi. İlk konuşmasında, irfani çağrı ve telkinlerden sonra, ülkenin dünü ve bugünüyle ilgili kıyaslamalarda bulundu. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, 32 yılını dolduran İslam inkılabının mazlum sesinin her yerde yankılanmaya başladığını, Afrika’da Tunus, Mısır, Cezayir ve Ürdün’de bu sesin yükselmeye başladığını, inkılabın insanlığa ibret ve örnekliği olduğunu belirterek, kültürel yönelimlerini Batı’dan İslam’a çevirdiklerini, inkılabdan önce Amerika’ya gidip tensibini almadan kimsenin başbakan olamadığını, İstifalarda bile oradan onay alındığını, petrollerinin alınıp İran halkını aşağıladıklarından bahsetti. Hameney Mısır cumhurbaşkanını “namübarek” (mübarek olmayan) olarak isimlendirerek “Bu namübarek Mısır halkını zelil etmiştir. Mısır halkının isyanı, Mübarek’in, onları Amerika ve Batı karşısında düşürdüğü zilletedir. Tek neden sadece iktisadi nedenler değildir. Tunus’un firari başkanı Bin Ali de tamamıyla Amerika’ya bağlı biriydi ve hatta elimizde Amerikan casusluk teşkilatına (CIA) bağlı olduğunu gösteren raporlar var” dedi. Seyyit Ali Hamaney, “Elbette şurası da bir gerçektir ki Hüsnü Mübarek gibilerinin Amerika karşısındaki kişisel uşaklıkları Mısır’ın gelişmesi için tek bir adımın atılmasına bile neden olmamıştır. Mısır halkının %40’ından fazlası fakirlik sınırının altında yaşamaktadır ve bana ulaşan sağlam raporların 15 gösterdiğine göre Kahireli yüz binlerce yoksul başlarını sokacak yerleri olmadığından mezarlıklarda ikamet etmektedir. Bu sayının 2 ila 3 milyon civarında olduğunu da işittim. Mısırlılar böylesi zor şartlar altında yaşıyorlar. Amerikalılar Mübarek’e, sunduğu bu uşaklık hatırına bile değer vermediler, bugün de değer vermiyorlar. Ve Allah’ın izniyle Mısır’dan firar ettiğinin dakikasında, emin olun ki yüzüne kapanacak ilk kapı da Amerikalılarınki olacaktır. Tıpkı Bin Ali ve Pehlevi’ye yol vermedikleri gibi. Kalpleri Amerika ve ona itaat aşkıyla atan kişiler bu örnekleri görsünler. Onlar tıpkı Şeytan gibidirler. Amerikalılar bu hakir ve zayıf insanlar vesilesiyle kendi çıkarlarının peşine düşüyorlar. Elbette bugün Amerikalılar her zamankinden daha çok çaresizdirler ve siyonist İsrailliler Mısır konusunda onlardan daha çok çaresizler ve bir deva peşindeler. Elbette bu çareyi de bulamayacaklar. Bunlar halkı kandırmaya çalışıyor ve halk taraftarlığından söz ediyorlar. Amerikalılar Mübarek’e acele istifa etmesini söylediler. Tüm bu gidişatın sonucu Mısır halkına, nasıl davranıp ne yönde kararlar alacağına bağlıdır.” dedi. 16 1.6 milyarlık İslam alemi o gün yeryüzünün her noktasında kılmış oldukları Cuma Namazında, günlerdir Tahrir Meydanını dolduran milyonlara ve Mısır halkına dualar ederken, adeta tüm dünya kuyruğu titreyen Mübarek’in kaçış sesine kulak kesilmişti. İki rekat olarak kılınan Cuma Namazında birinci rekatta Cuma suresinin tamamı okunduktan sonra, ruku’dan önce, ikinci rekatta Kevser suresi okunduktan ve rukudan doğrulduktan sonra el açarak kunut duası okunuyor. İmam Hamaney’in kıldırdığı namazın kıraati, çok yüksek sesle ve teenni ile okunmuyor. Cuma sonrası, emanetlerimizi koymuş olduğumuz yerden sapasağlam almanın mutluluğu ile caddelerden akıp giden kalabalığın içine karıştık. Yolda bekleyen üstü açık alalade bir pikap aracın üzerine konmuş ses düzeneği ile harekete geçen bayraklı ve pankartlı kalabalık sloganlar eşliğinde caddelerden akıyordu. Tahran Ünivesitesi bahçesindeki namazdan sonra yürüyerek İnkılab Meydanına ulaştığımızda, bizi hazır bekleyen servisimizle öğle yemeği yemek üzere lokantaya ulaştığımızda saat üçe yaklaşıyordu. En az altı saattir sarfettiğimiz bir cehd ile milyonlarla beraber Cuma Namazı kılabilmenin manevi hazzı ile Kum’a dönerken, yol üzerinde Beheşti Zehra mezarlığının bitişiğinde bulunan İmam Humeyni Türbe ve Mescidine uğramamak olmazdı. İMAM HUMEYNİ’NİN TÜRBE VE MESCİDİ İslam İnkılabının 3 Haziran 1989 yılında 86 yaşında vefat eden önderi için Tahran yakınlarında, Kum yolu üzerinde büyükçe bir, türbe ve mescid inşa edilmiş. İran’da bulunan, dini yapılarda, türbe, mescid ve kabristan birbiriyle o kadar iç içe girmiş ki, bunları ayrı tasavvur etmek oldukça zor. Yapım ve inşaat olarak henüz bitmese de büyük ölçüde tamamlanmış olan türbenin üzerinde büyük, heybetli sivri bir kubbe bulunuyor. 17 İmam Humeyni türbesi, Tahran'ın güneyinde kentin banliyösü sayılabilecek bir yerde inşa edilmiş. Şia coğrafyasındaki büyük türbe mimari stilini yansıtan türbe, kare şeklindeki avlusu, kubbe ve süslemeleri devam eden minareleri, kabir kompleksinin dışında yine kare bir avlunun çevresinde sıralanan konaklama, sosyal tesisler ve diğer ünitelerle harem görüntüsü kazandırılmış durumda. Ayetullah Humeyni kabir kompleksinin içindeki camekanlı bölümde, oğlu Ahmet Humeyni ile birlikte yatıyor. 18 Devasa binanın içinde ve dışında İmam Humeyni’nin büyük ölçekli posterleri ve ona ait sözler bulunuyor. Yine içerisinde görkemli ve büyükçe bir kafes içinde korumaya alınmış mezarı ve kendi posterleriyle beraber, kendinden önce şehid edilmiş iki oğlu Ahmet ve Mustafa’nın posterleri de bulunuyor. Tüm türbelerde olduğu gibi burada da camdan korunaklı mezar kafesinin arasından insanlar içerisine paralar atıp, gözyaşları içinde dualar ediyorlar. Bu atılan himmet paraları, oranın hizmetinde kullanılıyormuş. Aynı zamanda o kabirde yatana yakınlığı, onun için fedakarlığı ve ziyaret edilmişliğinin de bir nişanesi olarak algılanıyor, bu atılan paralar. Caminin içinde oturan grup grup kalabalıklar, bu tür mekanlarda ne kadar çok vakit geçirirlerse o kadar feyzin, bereketin ve manevi hazzın artacağına inanıyorlar. İMAM HUMEYNİ’NİN KUM’DAKİ EVİ Kum kentinden ayrılmadan önce, burada bulunan İmam Humeyni’nin 1948’lerde kalmış olduğu, şu an müzeye çevrilen evi görmek üzere, kahvaltı sonrası otelden ayrıldık. Mahalle arasında tahta bir kapıdan girilen avlu içinde bir ev. Restore edilip, bir kısım eşyaları güncellenmesine rağmen sadeliğinden bir şey kaybetmemiş. Avlu ortasında elli santim derinliğinde minik bir havuzu olan ve avludan iki farklı kapı ile içerisine giriliyor. Birinci kapı yaşadığı eve, ikincisi merdivenle çıkılarak Hüseyniye olarak kullandığı mekana çıkıyor. 19 Burada bulunan görevliler, gelen ziyaretçilere bu ev ve İmam Humeyni hakkında bilgiler veriyorlar. Türkiye’den geldiğimizi söylediğimizde, Azeri bir yaşlı amca bizlerle konuşmak istiyor ve İmam’ın talebesi olduğunu, burada onu çok dinlediğini, İmam’ın hanımının da aslen Türk olduğunu ifade ediyor. Hiç duymadığımız bu bilgiyi de müzenin asıl sorumlusu olan görevli de doğruluyor. Biz de mübarek bir enişte’ye sahip olmanın memnuniyeti ile oradan, İsfehan’a yola çıkmak üzere ayrıldık. 20 Nısfu Cihan, Nakşı Cihan: İSFAHAN Haritaya göre Tahran’ın 120 km aşağısında Kum Kenti, Kum’un 300 km aşağısında da ‘Cihan’ın Yarısı veya Cihan’ın Nakşı’ olarak övülen İsfahan bulunuyor. Düz, verimsiz uçsuz bucaksız çorak arazi üzerine yapılmış, bazı yerde iki, bazı yerde 3 güzergahtan seyreden birbirine paralel duble yollardan birisi daha çok ağır araçlar için ayrılmış. Yolculuğumuz esnasında çok sayıda tır görmemize rağmen, bizim gibi özel aracıyla yolculuk edenler neredeyse yok gibiydi. Belki bu şehirlerarası ulaşımda, insanların daha çok tren ve uçağı tercih ediyor olmasından kaynaklanabilir. Ufukta görülen, güneye paralel uzanan küçük sıradağları aşarak İsfahan’a ulaştık. İran’ın üçüncü büyük kenti olan 1.7 milyon nüfuslu İsfahan, ülkenin ortasında bulunuyor ve denizden 1600 metre yükseklikte olup güneyi Zagros dağlarıyla çevrili. 21 Şehir merkezinde bizde olduğu gibi yüksek katlı binaları görmek pek mümkün değil. Yükseklikleri daha çok beş katı geçmiyor. Şehirde yüksek beton binaların soğukluğundan çok, çöl pasteli açık sarı, sıcak rengin baskınlığı, adeta insanın içini ısıtıyor. Bu özelliği ile Kahire’ye çok benziyor. Şehir merkezinin kurulduğu düz ovanın etrafının engin dağlarla çevrilmiş olması, Kayseri’yi andırıyor. Şehrin ortasından geçen nehrin hemen yanı başında bulunan Asuman Hotel’e yerleştikten sonra, öğle yemeği için otelin son katındaki restaurant bölümüne çıkıyoruz. Şehrin en yüksek binalarından biri olan kaldığımız otelin son katı döner restaurant olarak dizayn edilmiş. Şehri tüm manzarasıyla temaşa edebilmek için oldukça güzel bir fırsattı bizim için. Bizde olduğu gibi, şehrin genel görüntüsü içinde çok sayıda yüksek minareyi gözlemleyemiyoruz. Ancak şehrin çatısız açık renk damlı konutları içinde seçilebilen, kısa minareli, heybetli sivri kubbeli birkaç camiyi görebiliyoruz. Bu genel görünüm İran’ın diğer kentlerinde de pek farklı değil. ŞAH MEDRESESİ Şehri gezmeye, nehir üzerinde bulunan 33 kemerli iki katlı köprünün bulunduğu meydandan dik uzanan Ceharbeg Caddesi üzerinde bulunan Şah Medresesi ile başlıyoruz. Geniş, düzgün ve oldukça uzun olan bu cadde üzerinde iki katlı sivri tol kemerli boşluklu, mavi çinilerle süslenmiş uzun ve görkemli 22 duvarların ortasında bulunan büyük ve genişçe bir kapıdan giriyoruz. Hemen girişteki büyük tolun altında, neredeyse adam boyu, üzeri desenli, tas şeklinde içi çukur büyükçe bir oyma taş karşılıyor bizi. Bu oyma taşın benzerlerini bir çok yapının büyük kemerli girişlerinin altında da görmek mümkün. Medresenin dikdörtgen olan eyvanın ortasında ise büyük bir havuz bulunuyor. Kenarlarda ise iki kat üzerine sivri kemerlerle örülü ders yapılan mekanların girişi olan ahşap kapılar ve pencereler görülüyor. Kayseri’de bulunan Sahabiye Medresesi, bu medresenin küçük, çinisiz ve işçiliksiz bir maketi adeta. Şu an faal olan ve içinde ders yapılan üç binin üzerinde öğrencisi olan bu mekanın adı Şah Medresesi olarak biliniyor, fakat devrim sonrası İmam medresesine çevrilmiş olabilir. Medresenin hemen yanındaki Altın Pazarı isimli iki katlı uzun ve tol çarşı da görmeye değer yerlerden birisi olup, halen faal olarak alışverişin yapıldığı önemli mekanlardan biri. 23 DONDURULMUŞ HAYVANAT MÜZESİ Dondurulmak veya kurutulmak suretiyle içi boşaltılıp, doldurulmuş birçok cins hayvan türünün sergilendiği müze hayret uyandırıcı bir yoğunluk ve heybetiyle görenlerin merakını çekiyor. Bilinen hayvanların haricinde, hilkat garibesi birçok hayvan türü ve dondurulmuş insan cenini ile birçok kelebek, böcek ve bitki türünü bünyesinde barındıran bu müzenin girişinde büyük hayvan maketleri de bulunuyor. 24 KAYSERİ ÇARŞISI Uzunluğu yaklaşık 500 metre, eni 160 metre olan Meydan-ı İmam etrafına kurulu bulunan iki katlı içten ve dıştan çinili, kemer örmeli, büyük eyvanlı, yeşil kubbeli ve uzun kenarından birinde meydana hakim altı katlı ahşap direkli Ali-i Kapu sarayı veya medresesinin bulunduğu bu çarşı, Kayseri Çarşısı olarak adlandırılıyor. Dıştan kemerli bölmelerin içindeki dükkanlardan başka iç bölümdeki tol koridorun sağında ve solunda yüzlerce küçük alış veriş ve hediyelik el işçiliği eşya satan dükkanlar bulunuyor. Meydana bakan ve bu iç koridordaki dükkanları gezmek ve buradaki tüm birimleri görmek için, bir günden fazla bir zamanı buraya ayırmak gerekiyor. Detay işçiliği, çinileri, mimari büyüklüğü ve simetrik uyumluluğu ile dünyada benzeri olmayan Kayseri Çarşısı’nın orta yerindeki meydan da dünyada Çin’deki Tianemen meydanından sonra ikinci büyüklükte olduğu söyleniyor. Çarşının karşı köşesinde bulunan ve yapımına 1611 de başlanıp 25 senede biten İmam camii çok büyük kubbesi, zevkli çinileri, hünerli işçiliği ve uyumlu mimarisi ile bütün ziyaretçileri etkilemeye devam ediyor. 25 İsfahan’da bu Pazar 1602 yılında Şah Abbas zamanında inşa edildikten sonra, Kayseri’den gelen çok sayıda tüccarların bu pazarın ilklerinden olması hasebiyle, Kayseri Pazarı olarak anılmaktadır. Bu çarşının dış köşe ucunda ise kubbe, duvar ve tavan süslemelerindeki mozaik ve çini ustalığının en iyi işçiliklerinden birinin sergilendiği Şeyh Lütfullah Camii bulunuyor. 26 İSFAHAN KÖPRÜLERİ Şehri ikiye bölen Zayendeh Nehri üzerinde bulunan köprülerin en görkemli ve meşhur olanı Siosepol (33 sütunlu) köprüsüdür. Nehir suları üzerine 33 kaide ayaklı, sivri kemerli köprünün uzunluğu 300 metredir. 1602 yılında inşa edilen ve şehrin önemli simgelerinden birisi olan bu köprü iki kat üzerine, üst ortasında 14 metre genişliğinde araç trafiğine kapalı bir yol ve insanın geçebileceği kemerli dar bir koridor bulunmakta. Alt katın ortasında ise koridor yol bulunmakta. Bizim memlekette bulunan boz ve koyu gri taşların aksine, çöl kumu renkli örülmüş taşlar ve turuncunun koyusu aydınlatması ile doyumsuz ve tarifi imkansız güzellikteki büyüleyici bu eser, fotoğraf meraklılarına her açıdan farklı pozlar veriyor. Bu köprünün birkaç kilometre ilerisinde bulunan Hacc (Khauj) köprüsü de benzer bir mimaride inşa edilmiş. Özellikle ziyaretçilerin yoğun geldikleri saatlerde, sokak tiyatrosu takdim 27 eden orta oyunculara veya köprü altlarında şiir, mersiye okuyan şiir dostlarına rastlayabilirsiniz. CUMA MESCİDİ Mescid kelimesi daha ziyade, bizim ülkemizde Caminin küçüğü için kullanılır. İran’da her şehirde Cuma namazının kılındığı, merkezi büyük bir camii bulunuyor. Bizdeki Camii Kebir veya birçok şehirde bulunan Ulu Camii tanımlaması paralelinde, 28 İsfahan’da bulunan Selçuklular zamanında inşasına başlanan Cuma Camii de kademeli ve uyumlu olarak, 8 asır süren bir ilave ve genişletmeyle şu anki devasa büyüklüğüne kavuşmuş. Selçuklu Hanedanının kurucusu Tuğrul Bey’in, 11. Yüzyılda İsfahan’ı başkent yapmasından sonra, torunu Melikşah burada Mescid-i Cuma’nın inşasını başlatır. Moğolların saldırılarından dolayı şehir gerilese de Safevi Şahı I.Abbas zamanında 17. Yüzyılda kent yeniden gelişmeye başlar ve bu camiye birçok ilavelerle beraber birçok tarihi yapının inşasına başlanır. İsfahan’daki Mescidi Cuma, Selçuklu mimarisinde yeni gelişmelerin habercisi gibidir. Büyük bölümü Melikşah; zamanında (1072-1092) tamamlanan yapının mihrap önündeki büyük kubbesinden başka, açık avlunun kuzey kesiminde ikinci bir kubbesi vardı. Değişik zamanlarda, dört eyvanlı avlu ve iki büyük kubbeyle biçimlenen ilk plan aynı kalmak üzere çeşitli ekler yapıldı. Melikşah döneminde yapılan mihrap önü kubbesi 15 m çapındadır ve güneyde duvara, diğer yönlerde yonca planlı ayaklara oturur. Düşey silindirik payelerle desteklenen kubbe, güneydeki büyük eyvanla bir simetri ekseni oluşturur. Dışta 29 sekizgen kesitli bir kasnak üzerinde yükselen kubbenin tepe noktasında hafifçe sivrilmesi tipik Selçuklu üslubudur. İçte, kalın desteklerle kubbe arasındaki tonoz bingiler tuğla işçiliğinin zengin örneklerini verir. Caminin güney ucundaki ikinci kubbe, Kümbeti Haki (1088) adıyla bilinir. Mihrap, mihrap önü kubbesi ve eyvanlarla aynı eksen üzerinde bulunan bu kubbe, yapı elemanlarına katılan tuğla dekorasyonun en olgun örneğidir. Zeminden başlayarak destekler boyunca yivler ve kaval silmelerle yükselen hareket, sivri kemerli nişler ve tonoz bingilerle kubbeye ulaşır. Geometrik süsleme ve yazıtlarla zenginleşen tuğla örgü düşey çizgilerle dengelenmiştir. Alt ve üst yapı arasındaki birlik daha önce hiçbir İslam eserinde böylesine etkili bir görünüm kazanmamıştır. Sonraki gelişmelerde küçük değişikliklerle aynı örnekler tekrarlanırken, eyvanlı büyük açık avlu şeması İran’a özgü bir unsur olacaktır. 30 İSFAHAN’IN NAKIŞLARI 40 SÜTUN KÖŞKÜ Cehel Soton olarak bilinen, genişliğinin yaklaşık dört katı uzunluktaki bir havuzun ufkuna simetrik olarak, ön giriş terası 20 ahşap sütun üzerine inşa edilmiş bir saray. 67 bin metrekarelik 31 bir bahçenin ortasında bulunan, havuzun kıyısındaki görkemli ağaçların ve 20 ahşap sütunun havuzdaki yansıması ile beraber oluşturduğu görünümden dolayı 40 sütun adını almış. Ahşap dekorasyon ve mavi renk çini süslemelerin, cam ve aynayla oluşturmuş olduğu ahenk ve uyum, bir anda insanı masallar ülkesine götürüveriyor. Büyük bir kapı ile girilen salonun, tavana doğru uzanan duvarlarında, Safevi dönemine ait birçok resim ve süsleme sanatının örnekleri bulunuyor. Zevk-ü sefa minyatürlerinin yanı sıra Yavuz’la Şah İsmail savaşının ayrıntılı bir minyatürü de, renkleri ve ayrıntıları bakımından görenleri büyülüyor. Sarayın sağ ve sol bölmeleri, yine bu dönenme ait eski eserlerin sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş. En az 10 metre yüksekliğindeki tavanda kullanılan renkler ve ahşap işçiliği, her bir bölmede uygulanan birbiri ile uyumlu farklı 32 simetrik tasarımların armonisi ile birleşince baş döndürücü güzellikte bir eserin ihtişamı altında ezilmemek ne mümkün. ALLAME MECLİSİ’NİN TÜRBESİ Cuma Mescidi güzergahında bulunan kapalı çarşının içerisinde bulunuyor Allame Meclisi’nin türbesi. Din büyüğü, değerli alimler için mutlaka bu tarz özel mezarlıklar ve türbeler bulunuyor, İran’ın birçok yerinde. Kapalı mekanda bulunan, korunaklı gümüş kafes içinde bulunan mezarının dış bölümlerinde de yer döşemesinin arasına mermerleri ve yazıları konmuş birçok mezar bulunuyor. Yerle aynı seviyede olduğu için mezarları ayırt etmek pek mümkün değil. Bizim kapalı mekan türbelerden tek farkı yerle bütünleşik mezarlar. SALLANAN MİNARE İsfahan’ın biraz kenarında önü açık eyvanlı bir türbenin üst sağ ve soluna yapılan yaklaşık beş metrelik iki minare, mühendislik bir hatadan dolayı birinin belli bir yerde zıplamasıyla 33 sallanıyormuş. Mekan kapalı olduğu için bu olayı bizzat gözlemleme imkanımız olmadı fakat dışarıdan gördüğümüz bu mekan önemli tarihi eserlerden. Mutlaka görülmesi gereken, gerçekten de Cihan’ın nakşı denebilecek güzellikte ve sakinlikte bu şehri terk ederken, görmediğimiz, tanık olamadığımız daha ne güzelliklerinin olduğu endişesiyle başkent Tahran istikametinde yola koyulduk. 34 MUHALİFLER NE İSTİYORLAR? İlk önce İran’daki muhalifler, dünya medyasında bahsedildiği gibi rejim muhalifi, İslam İnkılabına muhalefet eden, rejimi değiştirmek ve yerine alternatif öneren bir grup değil. Hepsi de İslam İnkılabı ile yeni kurulan İslami rejimden yana tavır koyuyorlar. Hatta Musavi ve Ayetullah Kerrubi gibi muhalefetin önde gelen isimleri, İslam Devrimi Liderinin güvendiği ve en önemli görevleri emanet ettiği şahıslar. İran’daki bu muhalif yapılanma, nicelik ve söylem bakımından, ülkemizdeki hükümet muhaliflerinin yüzde biri kadar bile etkili değiller. Siyaset ve iktidar gücü elde edebilmek, makam ve riyaset sahibi olma arzusu, yönetime karşı böyle bir muhalif söylemi gerekli kılıyor. Muhalifler çatısı altında homojen bir anlayış ve görüş birliği de zaten yok. Muhalif söylem üretebilme kabiliyeti olan isim yapmış şahısların arkasına gizlenen, kendini ifade etmek isteyen farklı görüş ve düşüncede bir çok anlayış var. Yönetimin iç ve dış politikalarını, ekonomik programlarını beğenmeyenlerin yanı sıra milliyetçiliği savunanlar, daha rahat, daha sınır ve kural tanımaz yaşantı ve harcama arzusunda olanlar da muhalefet çatısı altında toplanıyorlar. 35 Muhalefetin belki de en bahtsız olduğu yanı, muhalif duruşun köşe taşlarının belirgin olmayışı. Böyle olunca da türü ve şekli, niteliği ve niceliği nasıl olursa olsun, ‘maksat muhalefet olsun’ anlayışı ile muhalif önderlerin taban tabana zıt olduğu düşünceler bile bunlara mal edilebiliyor. Mesala, yönetimin İran’ı aşan ümmetin değerleri bağlamında takip etmiş olduğu cihanşümul politikaları tenkit edip, ‘Ne Filistin, ne Lübnan, Canım Feda İran’ milliyetçi sloganını üretenler de daha milli ve milliyetçi politikalar izlenmesini isteyenler. Görünen fotoğrafa göre; İnkılabın öngördüğü İslami değerleri her şeyden üstün tutan ve canı pahasına savunan yüzde yirmilik bir kitlenin karşısında, aynı oranda bu değerlere saygı duyan ve fakat bu değerler etrafında bir yaşam tarzını tam olarak kabullenemeyen, kabullenmekte sıkıntı duyan bir kitle bulunuyor. Diğer kalanlar ise bu değerler etrafında yaşama gayret, çaba ve arzusu içinde olanlar. Dini değerleri yok ve hiçe sayan veyahut karşı duran ne bir söylem ne bir hareket söz konusu, İran’da. Uçakla dönüş yolculuğumuzda yaşadığımız bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum: Uçağın neredeyse yarısı kadın ve bunların büyük çoğunluğu da sureta örtüleriyle, yönetime karşı protest imaj veriyorlar. Uçaktan inişte, neredeyse tamamının başlarını örttükleri örtüleri buharlaşıverdi ve makyaj tonları koyulaşıp, boyunlarını rahatlattılar. Daha ilginci ise bu kesimin büyük çoğunluğu Ercan Havaalanına gitmek üzere olan Kıbrıs yolcuları olarak ayrıldılar. Görüntü ve tavırlarıyla belli bir düzeyin üzerinde zenginliğe sahip olanlar, memleketlerinde yeme imkanı ve ortamı bulamadıkları paracıklarını yemek üzere Kıbrıs’a gidiyorlardı. Kazanma ve zengin olmanın ötesinde, sahip oldukları maddi imkanlarını rahat ve hoyratça, kural tanımaz bir şekilde harcayabilecekleri, hayatlarını diledikleri gibi yaşayabilecekleri, ortam arama peşine düşen azınlıklar muhalefet etmesin de kim etsin? 36 ŞEHİD MEKANI: MEŞHED Tahran’dan Meşhed’e trenle gitmek üzere istasyona girdiğimizde, tam ortasında bulunan yaklaşık 3x5 metre ölçülerinde büyükçe bir açılmış Mushaf Kur’an-ı Kerim maketi karşılıyor bizi. Etkileyici bir tasarımı var. 900 km olan Tahran Meşhed arası, trenle yaklaşık 12 saatlik bir yolculuk. Tam hızlı olmasa da bu trenler bizim ülkemizde otobüslerden daha hızlılar. Bize ayrılmış yataklı kompartımanlarda yapacağımız gece yolculuğunda, sohbet ve muhabbet ortamı olmasa belki yolculuk biraz daha sıkıcı olabilirdi. Tren molaları namaza göre ayarlandığı için sabah namazı için yarım saatlik mola verildiğinde, kadın erkek neredeyse tüm yolcuları, tatlı ve heyecanlı bir telaş sarıveriyor. Abdest, namaz ve trene yetişebilme telaşıyla bir anda boşalan tren, aynı telaşla bir anda doluverdi. 37 İran’ın ikinci büyük kenti olan Meşhed, Afganistan sınırında olup, adeta ülkenin manevi başkenti. On iki İmam’dan sekizincisi olan İmam Rıza’nın burada şehid edilmesinden sonra, ‘şehid mekanı’ anlamında ismini alan şehir, bundan sonra gelişmeye başlar ve bugünkü halini alır. Şii inancına göre, Kerbela ve Necef’ten sonra İran sınırları içinde bulunan en önemli Hacc ve ziyaret yeri. Halife Memnun’un Meşhed’e daveti üzerine, Medine’den aylarca süren yolculukla buraya gelip yerleşen ve Memnun taraftarlarınca zehirlenen İmam Rıza’nın 817 yılında şehid edilmesinden sonra yapılan türbe ve etrafının itibarı artmış, bugünkü 75 hektarlık dev bir kompleks halini almış. Yurt içi ve yurt dışından yılda 20 – 25 milyon ziyaretçiyi ağırlayan, 2.5 milyonluk bir kent, Şehid İmam Rıza yurdu Meşhed. 16. Yüzyılda Safevi Devletinin kurulmasıyla önemi daha da artmış. Harem olarak vasıflandırılan bu kompleks içinde bulunan İmam Rıza a.s.’ın mübarek türbesinin orijinal hali, 9. Yüzyılda Harun Reşit tarafından yapıldı. Saldırılar sonucu zarar gören türbe ve çevresi 1009 yılında Gazneli Mahmud tarafından yeniden düzenlendikten sonra da Moğol saldırıları sonucu oldukça zarar gördü. Restore edilen türbeye 15. Yüzyılda Timur’un oğlu Şahruh zarar vermediği gibi saygılı davrandı. 18. Yüzyılda önemi daha artan türbe’ye Sünni olan Nadir Şah sahip çıkarak, düzenleme ve genişletme çalışmalarına ağırlık verdi. 42 metre çapında 7 metre yüksekliğinde olan türbenin kubbesi tamamen altın olup, içi tamamen hat sanatı ile Kuran Sureleri yazılmıştır. Türbe bölümünün iç çevresinde, gümüş kafes içinde bulunan asıl mezarın etrafında, mavi ton ağırlıklı çini duvarların yukarısında, ayna ve kristalize cam süsleme sanatının büyüleyici görkemi, ortamın manevi atmosferine zarar vermekten çok, ihtişamıyla büyüleyici bir tesir altına almak maksadıyla düşünülmüş olsa gerek. Esas binanın iki yanında bulunan komple çini süslemeli minareleri ve altın kubbe, İmam Rıza Caddesinin ufkunda heybetli ve ihtişamlı bir görüntü oluşturmaktadır. 38 Şehrin uçsuz bucaksız caddelerinin tamamının kesiştiği merkeze kurulan bu türbe etrafında şekillenmiş, adeta tüm şehir. Hem maddi, hem de manevi olarak şehrin kalbi konumunda olan bu yer, şehrin tamamını etkisi ve nüfuzu altına almış durumda. Yılın her vaktinde sürekli açık tutulan ve yoğun ziyaret edilen bu türbe özellikle İman Rıza’nın veladet ve şehadet yıldönümünde dolup taşıyor. Evladı Rasul İmam Rıza a.s.’a hakkıyla konuk olabilmek için, ziyaret duası, ziyaret namazı ve 39 veda duası gibi ziyaret adabına dair ritüelleri yerine getirmek, alabildiğince burada geçirilen zamanda, Kur’an, dua ve zikrle vakit geçirmek gerekiyor. Ülkemizdeki türbe muaşeretinden çok daha ağır bir ilgi ve ihtimamın gösterildiği türbedeki kafesli mezar bölümüne yaklaşabilmek, dokunabilmek ve dua edebilmek için ihtişamlı izdihama tahammül etmek gerekiyor. Yakarış, dua ve gözyaşı ile mezarda yatan muhteremin en yakınında bulunabilmek için yarışan insanları garipsesek de, duamız ve yakınlığımızı onlar kadar ifade edemesek de, Kabe’de bulunan Hacer’ül Esved bölümündeki izdihama yakın bir izdiham içinde sürüklendik dakikalarca. Bizim memleketimizde kapitalizmin tapınakları olarak inşa edilen dev ‘alış veriş ve yaşam merkezleri’ne nisbet bu yapı, orada yaşayanların ve gelen İmam Rıza dostlarının kompleks bir ibadi yaşam merkezi. Türbe etrafında oluşan bu yapı kapsamında, üç farklı çok katlı müze, dört katlı kütüphane, üç katlı yemekhane, tanıtım, yayın ve ağırlama bölümleri ile birbirine bağlantılı eyvanlardan ve sekiz avludan oluşan büyük bir camii bulunuyor. Anlayacağınız hayatın tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte düşünülmüş, tam bir yaşam kompleksi. 40 İMAM RIZA MÜZELERİ: 3 Katlı Merkez Müze’de, zaman içinde değiştirilen türbenin kafes ve örtülerinin yanı sıra, özel şahısların İmam Rıza hürmetine müzeye bağışlamış oldukları değerli antika eşyalar, para-pul kolleksiyonu, eski dönem savaş aletleri, tarihi ölçüm aletleri, astronomi aletleri, resimler ve tablolar gibi bir çok değerli eşyalar bulunuyor. Diğer bir bölümdeki ikinci müzenin birinci katında, eski İran halıları sergisiyle beraber, dokuma ve boyama resim örnekleri ve bir üst katta da yüzden fazla eski el yazması Kuran-ı Kerim’lerin sergilendiği bir salon bulunuyor. Çok güzel ve düzenli tefriş edilmiş müzede asıl sorumlu görevlinin yanı sıra çok sayıda gönüllü görevli, İmam Rıza hürmetine burada karşılıksız olarak görevlerini yerine getiriyorlar. İMAM RIZA YEMEKHANESİ: İmam Rıza hürmetine her gün başka ülkelerden ve şehirlerden gelen on binlerce misafire verilen yemeği yiyebilmek için gün evvelinden belgeleri ibraz edip yemek fişi almak gerekiyor. Üç katlı yemekhanede şifa niyetine verilen, pilav, kebap ve yoğurttan yiyebilmek veya bu yemeklerden bir bölümünü yakınlarına götürebilmek için insanlar büyük bedeller ödemeye bile hazırlar. Yemekten bir şekilde nasiplenebilmek için birçok insan yemekhane kapısında bekleşiyorlar. 41 Çok ferah ve temiz olan yemekhane ve buranın diğer giderleri, burada harcanmak üzere verilen himmet ve bağışlardan karşılanıyor. Normal zamanda günde 15 bin civarında insanın yemek yediği bu mekan, özel günlerde bu sayının birkaç katı insana da yemek verebiliyor. 42 İMAM RIZA KÜTÜPHANESİ: Mescit müctemilatında binlerce eserin bulunduğu dört katlı dev bir kütüphane de bulunuyor. Akademik araştırmaların yapıldığı özel bölümler yanı sıra, 72 farklı dilden kitapların bulunduğu kitaplar bilgisayar ortamında talep edilip ödünç alınabiliyor. Dergi ve gazete kütüphanesi, elektronik bilgisayar kütüphanesi, kitap okuma bölümleri gibi mekanlar kadınlara ve erkeklere iki ayrı bölümde hitap ediyor. Günlük ortalama 3 bin kişinin istifade ettiği kütüphanenin girişinde mermer üzerine ve mescidinin tavanında ahşap üzerine dekoratif bir şekilde Kur’an-Kerim’in isimlerinin yazılı olduğu bir anıt mevcut. 43 İMAM RIZA KONFERANS SALONU: Yine mescidin bir başka bölümünde 700 kişilik muazzam ve muntazam bir konferans salonu bulunuyor. Tefrişatı, tavan ve duvar süslemesi, doğal boyalarla özel desenlerden yapılmış bu konferans salonu da görmeye değer ince işçilikli, ahenkli bir tefrişat söz konusu. Uluslar arası toplantıların yapıldığı, anfi ve mikrofon sistemli koltuklu bu salonu gören, dünyanın birçok yerinden gelen katılımcılar, bunun gibi görkemli salonu dünyanın hiçbir yerinde görmediklerini ifade ediyorlarmış. Kütüphane gezimiz boyunca bize mihmandarlık eden Seyit isimli kütüphane görevlisi, hoş Azeri şivesi ile bizlere unutamayacağımız Şeyh Baha menkıbelerinden bir demet takdim etti, konferans salonunun arka koltuklarında… İMAM RIZA ÇARŞISI: imam Rıza Türbe ve Mescidinin ana giriş kapısının biraz karşısında bulunan kapalı çarşı, iki katta iki geniş koridor kenarına dizili yaklaşık iki bine yakın dükkandan oluşuyor. Belli aralıklarla alt ve üst kattaki koridorlardan birbirlerine geçişler yapılmış, tol bir çarşı. Çarşı gezintisi adımlarıyla tüm çarşıyı gezebilmek, takat dahilinde olmayıp, ağırlıklı çin malı hediyelik eşya, kıyafet, koku ve takıların bulunduğu bir mekan. 44 Tarihi Antik TUS Kenti Meşhed kenti yakınlarında bulunan ve tarihi buradan çok eski olan Tus Kenti’ni de mutlaka görmek gerekiyordu. Meşhed’in 30 kilometre yakınında bulunan küçük bir mahalle konumuna gelmiş Tus kenti, Meşhed’in gölgesinde kalmış bir kent. Yakın olmasına rağmen trafik yoğunluğundan ve yağmakta olan kardan dolayı bir saatte ancak ulaşabildik, Tus’a. Yerleşim yeri olarak Meşhed kent merkezine göre oldukça geri kalmış, mahzun bir kent. İran’ın en büyük şairlerinden Firdevsi’nin mezarı burada bulunuyor. ŞAİR FİRDEVSİ Tus da doğan, İranlı şair Firdevsi’nin mezarının bulunduğu yere şiirlerinin yazıldığı uzun dikdörtgen şeklinde büyükçe mermer bir anıt dikilmiş. Anıtın bulunduğu havuz’un ön tarafına ise Firdevsi’nin oturur vaziyette görkemli bir heykeli yapılmış. 45 Şehname isimli 60 bin beyitlik eserin sahibi olan Firdevsi (9341020), Gazneli Mahmud’un fikirlerine itibar ettiği bir danışmanıymış aynı zamanda. Her yazdığı beyit için devlet hazinesinden bir altın ödenek alan Firdevsi, Hz. Adem’den başlayan insanlık tarihini ağırlıklı İran tarihiyle harmanlayarak şiirleştirmiş. Daha sonraki dönemde Gazneli Sultan Mahmud ile arası açılınca, Gazne’den göç etmek durumunda kalmış ve Türkleri yeren ağır şiirlerini kaleme almış. Büyük bölümü 46 Türkçe’ye tercüme edilen, ağırlıklı İran efsanelerinin manzum destanı sayılan Şehname’nin son bölümleri henüz tercüme edilmemiş. Firdevsi’nin kabrinin bulunduğu bodrum kattaki mekanın etrafı müze şeklinde düzenlenerek, duvar kabartması şeklinde eski İran tarihi ile ilgili güncel figür çalışmalarıyla donatılmış. İran tarihinde, nam salmış Zaloğlu Rüstem hikayeleri dekortaif olarak duvarlara kabartma heykel şeklinde tasvir edilmiş. Tus Şehrinin bir özelliği de Huccet’ül İslam İmam Gazali (1048-1111)’nin doğduğu ve vefat ettiği şehir. Harun Reşit Medresesinin yakınında bulunan mezar yeri, sonraki Moğol saldırıları ile ve de ilgisizlikten tahrip olup, maalesef yok olmakla yüz yüze gelmiş.Bu tarihi kentte şair Firdevsi ve meşhur efsane kahramanı Zaloğlu Rüstem için görkemli mezar anıtı dikilirken, İmam Gazali’nin daha önce belli olan mezar yerinin neredeyse belli olmayacak düzeyde ilgisizlikten belirlenemeyişini mezhebi taassubdan başka bir şeyle açıklamak, ne yazık ki mümkün değil. Üstelik ‘hüccet’ül İslam’ nam-ı meşhurunu alıp, akademik bir titr olarak kullanmaya devam ederken, bu hal vefasızlıktan başka ne ile açıklanabilir? 47 İRAN’DA RESİM ve HEYKEL İran’da heykel geleneğine pek sıcak bakılmamasına rağmen, bu kural Şair Firdevsi için biraz çiğnenmiş. Ülkenin değişik yerlerinde Firdevsi’nin görkemli heykellerine pekala rastlanabiliyor. Tahran’da büyük bir meydanın ortasında büyük bir heykeli ve Firdevsi caddesi üzerinde de büstünü biraz garipseyerek temaşa ettik. Resim ve Grafik sanatlarda da oldukça ileri düzeyde sanatçıların bulunduğu İran’da, ülkemizdeki dindar kaygılar alabildiğine aşılmış durumda. Dev insan posterlerini ülkenin bir çok yerinde sıklıkla görebilmek mümkün. Hatta bu resimlerden camilerde de bulunmasına şaşmamak lazım, İran’da. Mesaj yüklü duvar resimleri aynı zamanda bir çok yerde çevre düzenlemesi çerçevesinde kentsel bütünlük gözetilerek uygulanmış. Bizde bulunan tüketim alışkanlığını teşvik edici görsel duvar resimlerinin yerini, İran’da şehid, şehadet ve velayet sevgisine özendirici nitelikte sanatsal resimler almış. Görsellik açısından profesyonel renk uyumu ve tasarımı gözetilen resimler bazen uygun yol güzergahlarında üç boyutlu olarak da uygulanmış. Basılı eserlerdeki grafik uygulamaları, totem ve yol tabelalarının estetiği yanında, belirli aralıkta ve büyüklükte dizilmesine de özen gösterilmiş. 48 HARUN REŞİT KÖŞKÜ Tahran yakınlarında bulunan antik Rey şehrinde doğup, Meşhed yakınlarındaki antik Tus şehrinde vefat eden Abbasi Halifesi Harun Reşit’in yaz aylarında yayla maksadıyla dinlenmek üzere yaptırmış olduğu kübik yapı, Tus şehrinin en önemli eserlerinden. Tus kentinden dönüşte, Meşhed’e girerken, biraz kenar bir mahallede bulunan İmam Rıza’nın kardeşleri Yasir ve Nasir’in türbelerini ziyaret ediyoruz. Sokak arası bir yerde olmasına rağmen tahminimizden çok bir ziyaretçi kalabalığı ile karşılaştık. 49 50 Tahran’da Müzeler Şairin ‘Bilmem bu şehrin müzelerini, meydanlarını bildiğim kadar’ dediği gibi başta Azadi, İnkılab ve Firdevsi olmak üzere meşhur meydanlarının yanı sıra meşhur müzeleri de olduğunu öğrendik Tahran’ın. Meşhed’den trenle sabah’a karşı Tahran’a gelip, İnkılab Otel’e yerleştik. ŞEHADET MÜZESİ Ufak bir dinlenme sonrası Tahran’ı gezdirecek, rehberimiz ve mihmandarımız Agai Halid’le birlikte ilk ziyaret durağımız Şehadet Müzesine gittik. Şehir Merkezinde, işlek bir cadde kenarında, dıştan bakıldığında dükkandan farksız, vitrinlerinde insan boyunda beyaz şehadet mesajı yüklü heykellerin bulunduğu, laleli giriş kapısından girdiğimizde, adeta bankadan farksız bir mekan. İki kat olarak düzenlenmiş müze, bodrumuyla beraber üç kattan oluşuyor. İnkılab şehidleri, Irak savaşı şehidleri, Halepçe ve Hacc şehidlerinin, eşya ve fotoğraflarından oluşan cam vitrinlerin dışında, şehid ve şehadet konusunda hazırlanmış büyük ebat resim tabloları, heykel ve 51 değişik sanatsal tasarımlardan, yüzlerce etkileyici bir mekan. eserle donatılmış Müzenin en ilgi çeken ve ziyaretçisi yoğun olan bölümü, Mavi Marmara Şehidleri için hazırlanmış, ikinci kattaki köşe. Kayserili Şehidimiz Furkan Doğan’la beraber, sekiz Türkiyeli Şehidin posterleri ile donatılmış bir köşe. Bu müzeyi görebilmek için, genç kız ve çocuklardan oluşan öğrenci grupları, öğretmenleri eşliğinde, adeta müzeye akın ediyordu. 52 Şehid ve Şehadet Bilinci Tarih bilinci oluşturmak ve bu bilincin devamlılığını sağlamak üzere, şehidlere verilen önemin dünyanın hiçbir yerinde burada verilen değer kadar olması mümkün değil. Şehid; Allah yolunda telef olmuş, yok olmuş, kaybedilmiş bir değer olarak değil, toplum için olabilecek en büyük kazanım olarak görülüyor. Böyle olunca da onunla ilgili, söylem, anı ve fotoğrafların değerine paha biçilemiyor. Şehid deyince adeta akan sular duruluyor. Bu sayede de Allah için feda edilen can’a duyulan özlem ve saygı, gıbta ile birleşince, onların örnekliği, önderliği ve daha ötesi, huzur-u ilahide şefaatinin hak olduğuna inanılıyor. Bu inanç bir yaşam biçimi haline gelmiş İran’da. Camilerinde sürekli şehidlerin resimlerini asıp, onlarla ilgili şehadet günü programları yapıp, hatırlayıp, hatırlatarak bu bilinci genç kuşaklara da tanıtmış ve aşılamış oluyorlar aynı zamanda. Ülkemizde şehid ve şehadet’e verilen değer, inanç açısından İran’dan farklı değil. Gel gör ki, pratikte, ülkemizde, en ulu hocalar, en derin müftüler, Şehid Furkan Doğan için bile, ‘Bize bir daha böyle şehidler gösterme, böyle acılar yaşatma Allah’ım!’ diye dua edebiliyorlar. İran’la bakış farkımız bu. Ülkemizde en bilinçli insanlar tarafından bile ‘kayıp’ telakki edilen değer, onlar için bir kazanım olabiliyor. Son yüzyıl içinde üç kıt’a da bir milyondan fazla sayıda verdiğimiz şehidler, nedense ne hatırlanır, ne de hatırlatılacak bir tanıtım yapılır. Neredeyse her ailede şehidi olamayan ocak olmamasına rağmen, bunların sadece isimlerini çocuklarına vermek dışında bir yad etme kültürü gelişmemiş ülkemizde. Ülkemizde şehid kavramı haddinden fazla sulandırıldığı için, hatta o isimler üzerinde, yakınlarının kendisine bir değer 53 atfetmesi bile ayıp karşılanır olmuş. Bu topraklar için can veren şehidlerin kanları, sadece bir edebiyat kültü olarak hatırlanmış, duygulu şiirlerin ötesine geçememiş. Oysa ülkemizde edebiyatını yaptığımız bu şehidler için şehadet müzeleri yapılacak olsa, her il ve ilçelerde dev merkezler oluşması gerekir. Bir ülkenin, vatanın, toprağın değeri, şehid ve şehadet inanç olgusunu aktualize ettiği müddetçe pekişir. Gözlemlediğim kadarıyla İran bu olguya hem inanmış, hem aktualize etmiş, hem de özendirilebilir bir sürekliliğe kavuşturmuş. İBRET MÜZESİ Başkent Tahran’ın merkezinde, Şah Rejimi tarafından 1934 yılında, Almanlar’a yaptırılan, dışarı yoldan bakıldığında, görkemli kalın duvarların arkasında bulunan, Şah’ın İşkencehanesi, İnkılab sonrasında aynı tefrişat, doku ve özellikleri korunarak İbret Müzesi’ne dönüştürülmüş. Mimari yapısı, kat ve hücre planı ile sistemli işkencelerin yapıldığı bu mekana gözleri kapalı olarak getirilen Şah rejiminin muhalifleri, akla hayale gelmeyen işkence yöntemleri ile sindirilmeye çalışılmış. 33 yıl önceki dekorasyon ve tarihi dokusu muhafaza edilerek ve bir çok bölümünde işkenceci Savak ajanları 54 ve işkence görenlerin mumya heykellerinin yapıldığı, insanın içini ürperten görüntüler, Şah’a karşı olan kin ve nefreti körükleyip pekiştirirken, İslam İnkılabı’nın gönüllerde nevş-ü nema bulmasını sağlıyor: Yani gerçekten bir İbret Müzesi. Duvarlarına sinmiş, işkencenin, acının, çığlıların ve feryatların tesiri o günkü gibi insanı etkiliyor adeta. Burada işkenceden geçirilmemiş, neredeyse kimse kalmamış. İşkenceler altında acı çeken ve can veren onbinlerce insanın resimleri ve isimleriyle donatılmış tüm duvarlar. Ali Hamaney’den, Rafsancani’ye; Ali Şeriati’den, Şeriatmadari’ye kadar bir çok ünlü ismin karanlık, izbe hücrelerindeki işkence görmüş mumya heykelleri ile ibret alınıp, tarihin yeniden tekerrür etmemesi için, adeta dualar ediliyor İslam İnkılabına. 55 MİLAD KULESİ: Tahran’ı tepeden izlemek Tahran’ın ortasında biraz yüksekçe bir tepe üzerine kurulu bulunan, oto yolların kavşağındaki bu yere Burcu Milad da deniyor. Dünyanın dördüncü büyük kulesiymiş, 435 metre yükseklikte. Uzaktan bakıldığında zaif ve naif bir yapı konumunda olan bu yer, yakından bakılıp incelendiğinde hiç de öyle değil. Tam bir kültür ve yaşam kompleksi şeklinde tasarlanmış, Restauranı dışında, toplantı salonu, sergi salonu ve her tür şenliğin yapılabileceği bir yer olarak düşünülmüş. Hızı oldukça yüksek olan 2 asansörler inilip çıkılıyor. Girişten itibaren tanıtım ve rehberlik hizmetini vermek üzere sonradan öğrendiği güzel Türkçesiyle konuşan, görevli bir bayan, toplantı salonunda bir brifingle tanıtıyor kuleyi bize ve ona göre de gezdiriyor. Hat sergisi bulunan büyük salonu gezdikten sonra, kulenin giriş katının hemen yanında, sesli müzikli, uçurtma şenliği benzeri bir etkinlikle, çocuklar, anne babalarıyla gönüllerince eğleniyorlar. Kuleye girebilmek için asansör girişinde bekleyenlerden, öne aldılar sıramızı, misafir olduğumuz için. İlk defa bu kadar hızlı bir asansörle yükselmenin şaşkınlığı içinde, sanki uçakla yükseliyormuşcasına, Tahran aşağıda küçülürken, kulenin yukarı gezinti bölümünde durdu asansör. Henüz şehrin ışıkları yanmak üzereyken, bir akşam üstü serinliğinde bir kulenin tepesinden baktık, dört bir yanımızdan Tahran’a. Bu esnada nedense şairden uyarlama bir şiir de geldi aklıma: ‘Bir de görmek isterdim, Nurettin’in gözüyle yirmibeş kilometreden, pırıl pırıl Tahran’ı’. 56 Bu kadar yüksekten bakıp da 15 milyonluk şehirde minareleri tek tek sayamamanın ezikliği ve mahcubiyetiyle, ‘mabedsiz Şehir’ Tahran’ı kulenin her açısından izledik, bir saate yakın. Birkaç milyonluk Cuma namazlarını bile açık alanlarda, caddelerde kıldıkları için, bu kadar kalabalığın sığabileceği kapalı mekan camiiler inşa etmek kolay olmasa gerek. Şehre yabancı olan biri, eğer dil bilmiyor ve rehberi yoksa, ne namaz kılabilecek bir cami, ne de abdest alabilecek bir mekan bulabilir. Çünkü buradaki aralarda bulanan camiler yapı olarak bizim camiler gibi ne yüksek minareli, nede görkemli inşa edilmiş. 57 58 TARİHİ REY KENTİ Başkent Tahran’ın 30 km yakınında bulunan ve başkentin gölgesinde kalan tarihi, antik Rey kenti, mahzun, mütevazi ve piri fani konukseverliği ile karşıladı bizi. Harzemşahlılar, Irak Selçukluları ve Osmanlılar döneminin en önemli tanıklarından olan Rey Kenti, özellikle Selçuklular Döneminde önemli tıp ve bilim şehirlerinden biriydi. Nizam'ul Mülk'ün emirleriyle eğitim için yapılan yeniliklerin başladığı ve en önemli gelişmelerin yaşandığı kenttir. Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucusu Tuğrul Bey 8 Ramazan 455 (5 Eylül 1063) yılında burada ölmüş ve yine burada gömülmüştür. Bu şehir, o zamanlarda, Hanefi, Şafii, İsmaili ve Şia görüş ve düşüncelerinin, ekolleştiği bir merkezdi aynı zamanda. Yüksek soğuk beton binaların girdabına girmeyen ve nezih tarihi dokusunu muhafaza eden bu kent, Irak - İran savaşında ağır tahribat gören yerlerden biri. 59 Bu kente girişimizin hemen sonrasında, yine İmam zadelerden hadis rivayet eden iki muhteremin türbesi etrafında şekillenen merkezle başlıyoruz, ziyaretimize. Hicri 3. asırda yaşamış İmamzade Tahir ve İmamzade Abdulazim’in kabirlerinin bulunduğu bu yer, minareli, altın kubbeli bir türbe etrafına, camii, hadis ilimleri merkezi, bilgi merkezi, medrese gibi mekanlar eklenerek büyük bir kompleks haline dönüştürülmüş. Bu tarz tüm ibadi ziyaret mekanlarında olduğu gibi, günün her saatinde yoğun bir ziyaretçi akınının olduğu bu yerin girişinde zemine neredeyse karo taşı gibi döşenmiş mezar taşları üzerine basmamak için oldukça fazla dikkat ve gayret sarfetmek gerekiyor. Türbe ziyareti sonrasında akşam namazını burada eda ettik. 60 Otele dönüşümüzden sonra otelin lobisinde Iğdırlı Agai Yusuf Hoca tarafından verilen Perşembe sohbeti de doğrusu unutulacak tarzda sohbetlerden değildi. Dinin, insanı ulaştırmak istediği hedef, Peygamberin getirmiş olduğu mesajı ile insanı taşımayı düşündüğü amaç çerçevesinde ‘Allah’ı tanımak’ ve O’nun istediği tarzda bir yaşam sürdürmenin ve kayıtsız şartsız teslimiyetin zorunluluğu üzerindeki irfani bir sohbet, herkes tarafından ilgiyle dinlendi. EZAN - NAMAZ Genel anlamda farzlar bakımından abdest ve namaz hususunda fazla bir fark yok gibi aramızda. İran’da ezan bizim ülkemizde olduğu gibi yüksek volum ile okunmuyor. Neredeyse bizdeki volumün yarısı. Eğer cami ve ibadi merkezlere yakın değilseniz, zaten ezanı işitme şansınız da bulunmuyor. Ezana ‘Eşhedü enne Aliyyun veliyullah’ ve ‘Hayya lel hayrul amel’ bölümleri ekleniyor. Görkemli mabed olaraka camiler bizdeki çoklukta ve sıklıkta olmadığı gibi, ibadi 61 merkezler dışında, minare ve camii görmenizde pek mümkün değil. Abdest alırken, ayak üzerine mesh verdikleri için, umumi yerlerde lavabo seviyesi oldukça yüksek ve bu yüzden, abdestte ayakları yıkaya bilmek için fazla bir efor sarfetmek gerekiyor. Elleri bağlamadan durdukları, farz namazlarının ikinci rekatında rukuya varmadan önce mutlaka ayakta elleri kavuşturup dua okuyorlar. Namazdan çıkışta selam verirken, sağa ve sola değil, karşıya salam veriyor, ellerini dizlerinin üzerinde hafif çırparak. Namaz sonrası yanındaki ile mushafalaşmak da ayrı güzellikte bir gelenek, İran’da. Camilerde, bizim en çok yadırgayabileceğimiz şeylerden biri de, İmam’ın sağ önündeki müezzin’in cemaata dönük vaziyette, cemaata uymadan emirkomuta ile namaz ritüellerinde cemaata yön vermesi. Açıktan kıraat olan vakitlerde, imam Kur’an’ı, bizde olduğu gibi çok yüksek ses ve teenni ile okumuyor. Yine namazda başlanan surenin tamamının okunması gerekiyor. Namaz de sert bir şey üzerine secde yapma gerekliliğinden dolayı, bazen sadece alınlarına, bazen de alın ve burunlarının altına gelecek şekilde ‘möhre’ ismini verdikleri toprak rengi yuvarlak sert taş koyuyorlar. Mescit girişlerinde bu taşları koydukları, duvara monteli mini bir tabla bulunduruyorlar. Namaz sonrası, Kabe-i Muazzama da olduğu gibi toplu tesbihat da yapılmıyor. Camilerde Kur’an ve dua kitaplarından çok sayıda bulunması ve kimsenin boş oturmadan, kitap okuyor olmaları da ülkemiz camilerinde pek alışık olmadığımız manzaralardan. İşyeri ve iş merkezlerinde mescid olarak ayrılan büyük bölümlerde, namazlar büyük ölçüde cemaatla kılınıyor. 62 BEHEŞTİ ZEHRA MEZARLIĞI Tahran’ın biraz kenarında, Kum Yolu üzerinde, İmam Hümeyni’nin kabrinin bulunduğu yerin bitişiğinde, uçsuz bucaksız düz bir alana kurulu bir mezarlık. Cenazelerin gömülü olduğu bu kabristanda, şehid mezarlılarının fark edilebilir ayrı bir önemi bulunuyor. Şehid mezarlarında bayrağın yanı sıra mezarın hemen başına konmuş olan camlı metal pano içinde şehidin fotoğrafları ve onunla ilgili hatıra veya yazılar bulunuyor. Beheşti Zehra mezarlığı içinde değişik zaman ve yerde şehid olanlar için ayrı mekanlar hazırlanmış olup, bunların hatırasını 63 yad etme maksadıyla anıtsal yapılar inşa edilmiş. İnkılab’da şehid olanların yanı sıra, Halepçe’de, Hacc’da, Basra Körfezindeki donanmada, suikastlarda şehid olanlar için ayrı görkemli mekanlar hazırlanmış. Beheşti, Recai ve Bouhoner için oluşturulmuş, cami benzeri büyükçe bir binada mermer sandukalar altında başka şehidlerinde mezarları bulunuyor. Genelde mezarlar üzerine konulan yazılı yatay mermerler, yerle aynı hizada veya çok az yükseklikte. Mezarlar, başına ve üzerine konulan karanfil ve değişik çiçeklerle sürekli bakımlı tutulmaktalar. Ülkemizde sadece bayram ve arefe günlerinde görmeye alışkın olduğumuz mezar ziyaret izdihamını, burada neredeyse her gün görmek mümkün. Ferdi olarak, ailesiyle veya gruplar halinde akın akın gelen kalabalıklar, dua ve gözyaşları içinde şehid mezarlarını 64 ziyaret ediyorlar. Bizde olduğu gibi burada da mezarlıklarda, şekerleme türü ikramları ziyaretçilere tutmak, bir gelenek. MERSİYE KÜLTÜRÜ ve MUSIKİ Ehl-i Beyt ve Evladı Resul’e reva görülen, acılar, kederler ve zulümleri hatırlama ekseninde zaman içinde oluşmuş bir ağıt, mersiye ve diyeşet kültürü hayatın içinde, hayatı şekillendiren ve yön veren bir kült haline gelmiş. Fars dilinin aruz vezni ile örtüşmesi ve elem verici hadiselerin aynı makamda teenni ile okunması, toplum üzerinde, hüzne dayalı bir kült ve mizac da oluşturuyor, aynı zamanda. Toplum olarak çok az gülüyorlar ve çok fazlaca hüzne ve eleme gark oluyorlar. Yıl içinde çok sayıda dini anma merasimi olması, mersiye kültürünü de paralel olarak beslemekte. Dini mersiyeler dışında, 30 yıl öncesinin devrim marşları ise hala güncelliğini korumakta. Sadık Ahangaran gibi özgün müzik tarzı söyleyen sanatçılar hala güncelliğini devam ettiriyor. Özellikle devrim sonrası, musıkide solo kadın sesine yer verilmemesi ve kişiyi yanlışa yönlendirme durumu söz konusu olan şarkılara kısıtlama getirilmesi, kendine özgü bir musiki geleneğinin de ortaya çıkmasına neden olmuş. Mersiyelerde söz konusu olan aşkın bir hüzün, şarkı ve diğer musıki türlerinde ezgin bir tarzda sinmiş durumda. Orkestra ve müzik aletlerinin farklılığı bakımından ortaya çıkan eserlerde, şark musıkisinin enginliğini ve ruhu dinlendiren dinginliğini hemen hissedebiliyorsunuz. 65 66 ABD BÜYÜKELÇİLİK BİNASI 1979 İslam Devrimi öncesi, bölgede ABD’nin en önemli müttefiklerinden İran Şahı, onların her türlü yapılanması için zemin hazırlıyordu. ABD’nin Ortadoğu ve bölge ülkelerinin istihbarat faaliyetini yürüttüğü bölge üssü de İran’dı. Devrim sonrasında bu özelliği ile bilinen Tahran’da bulunan ABD konsolosluğu, üniversite gençlerinden bir grup tarafından baskın düzenlenerek içinde bulunan görevliler rehin alınmıştı. Bu mekanın bir konsolosluk binası olmasının çok ötesinde CIA istihbarat üssü ‘fitne merkezi’ olarak faaliyet gösteren bir birim olduğunu bilen gençler, aylar süren eylemleriyle ABD’nin bölgede bulunan uzvunu adeta kırmışlardı. Olayın sekizinci gününde ‘mazlum düşürülmüş halklardan oldukları gerekçesiyle’ zenciler ve kadınlar serbest bırakılmışlardı. Bunu içine sindiremeyen Amerika, Mısır’dan kalkan 8 helikopter ile rehinelerini kurtarma amacına yönelik bir operasyon düzenlemişti. Ne var ki bu helikopterler çölde fırtınaya yakalanıp, paramparça olmuşlardı. 67 Tahran’ın merkezinde bulunun, o zaman baskına uğrayan ABD konsolosluk binası şu anda müze olarak kullanılıyor. Kalın ve yüksek duvarların arkasında bulunan binanın hemen girişinde, ABD’nin özgürlük anıtının ‘esaret anıtına’ uyarlanmış bir maketi dikkat çekiyor. Yine bahçesinde bulunan, uydu ile irtibat sağlayan vericiler ve çölde parçalanan helikopterlerin parçaları dikkat çekiyor. Giriş kapıları ve bölmeler arası geçişler o günün teknolojisinin çok üzerinde Amerikalı istihbarat uzmanlarınca, özel bir donanımla techiz edilmiş olup, bu binada ses geçirmeyen görüşme odalarının yanı sıra, insanın göz retinasına duyarlı olarak açılan zırhlı kapılar da bulunuyor. Adata 40 yıl öncesinin 68 Uzay 1999 filminin setini andıran teknolojik donanımlar o günkü haliyle hala muhafaza ediliyor. Dünyanın her yeriyle, canlı görüntülü iletişimi sağlayan cihazlar; yazı, ses, resim kayıt cihazları; görüntü, resim ve yazı gönderimini sağlayan cihazlar; uydu üzerinden iletişim sağlayan cihazlar, telefon dinleme cihazları ve kağıt öğütme makinaları gibi, o günün teknolojisinin fevkinde bir çok cihaz bulunuyor burada. İLETİŞİM ve MEDYA Ülke genelinde, eyaletlerde yayın yapan yerel kanallar hariç, yayın yapan 8 televizyon kanalı bulunuyor, İran’da. Bu yayınlar uydu üzerinden de izlenebiliyor. Haber ajansı olarak resmi İRNA ajansının dışında bir de Fars Haber Ajansı bulunuyor. Resmi devlet kanallarında, magazin haberciliği dışında daha çok, aktüel ve tarihi haber, teknoloji, eğitsel diziler ve filmler, belgesel ve her yaş grubuna yönelik eğitsel programlar yayınlanıyor. Özel yapım tarihi diziler, halk tarafından en çok takip edilen yayınlardanmış. Hz. Meryem ve Hz. Ali dizileri yayınlandığı akşamlarda adeta dışarıda kimseyi görmek mümkün olmuyormuş. O filmleri izlemek için halk televizyonları başına kilitleniyorlarmış. Uydu yayınlarını izlemek için mülki amirden izin almak gerekiyor ve internete de kısıtlamalı ulaşılabiliyor. 69 Fars Haber Ajansı Türkçe servisinden İsmail Bey’in daveti üzerine, ziyaret ediyoruz kendisini. İran’daki genel gidişat ve Devrim süreciyle ilgili bilgiler veriyor İsmail Bey. İmam Humeyni’yi ortaya çıkaran tarihi süreci ana hatlarıyla anlattıktan ve hemen zemin katta bulunan mescidinde kılınan namazdan sonra pilav ve kebap yemekten bıkmışlığımızı duyunca, bizi farklı bir yemek üzere Firdevsi meydanına yakın bir yerdeki özel bir restauranta götürüyor. İRAN’DA OBEZ YOK! Yedikleri yemekten mi, kullandıkları yağdan mı veya çok hareketli oldukları için mi bilinmez, gezimiz boyunca neredeyse şişman veya obez diyebileceğimiz bir Allah’ın kuluna rast gelmedik, desem abartmış olmam. Ağırlık ve hacımsal olarak, sanki ülkemiz halkının 1975’lerdeki zaif ve naif halini andırıyor. Belki günde iki öğün yiyor olmalarından veya akşam yemeğini daha erken bir vakitte yiyor olmalarından kaynaklanabilir ama bu husus obezite tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve bu uğurda ciddi paralar harcayan ülkeler için bir araştırma konusu. Lokantaların ortak menüsü, pirinç pilavı ve yanında et türü bir kebap. Pilav yağsız suda haşlanmış ve birbirine yapışmamış tane tane pirinçlerden yapılıp, üzerine biraz da sarı safranda pişirilmiş pirinç ekleniyor. 10 gr. lık küçük bir tereyağ ile servis ediliyor. Bu tereyağı açıp lezzetli pilava katmak gerekiyor. Porsiyon olarak bizim burada servis edilen pilavın iki katı fakat yağda pişmediği için bizim pilavdan daha hafif oluyor. Tuz oranı ise bizim damak tadımıza uygun. Genelde yanındaki içecekler, pepsi ve cocacola ama bunlar biraz İran’a özgü hale getirilmiş, Amerika ile irtibatlı olmayan kolalar. Kendi kolalarını üretip, bu markalarla tüketiyorlar. Bu markaların görsel reklamına ise hiç rastlamadık. Marketlerde 70 ise envai çeşit meyve aromalı alkolsüz içecekler bulunuyor. Hiçbir surette alkollü içecek üretmek ve tüketmek söz konusu değil, çünkü cezaları oldukça ağır. İsmail Bey’in götürdüğü lokanta yediğimiz yemeğin ise gerek yapılışı gerekse lezzeti oldukça farklı. Abguş adı verilen bu yemek, yirmi santim yüksekliğinde silindirik siyah bir çanak kap içerisinde kısık ateşli ocakta 4 saati geçen bir zamanda hazırlanıyormuş. İçine koyun eti ile beraber, tüm patates ve nohutla beraber baharatlar ve su ilave ediliyor. Oldukça sıcak, siyah çanak içinde servis edilen yemeği yemek ise ayrı bir uzmanlık konusu. Nasıl yendiğini İsmail Bey anlattı, bizde aynısını yaptık. İlk önce sıcak çanak lavaş tarzı ekmekle tutularak, elleri yakmadan, içindeki suyu ayrı bir tasa aktarılıp, içine ekmek katılarak yeniyor. Çanak havan içinde kalan susuz bölümü ayrı bir tas içine boşaltıldıktan ve kemikli bölümler ayrıldıktan sonra, metal havan döveci ile tüm malzemeler iyice ezilip, o şekilde yeniyor. Süper lezzetli ve oldukça farklı bir yemek. 71 İMAM HUMEYNİ’NİN EVİ Genelde varlıklı kesimden insanların oturduğu Kuzey Tahran’ın lüks binalarının biraz arkasında, eski mahalle arsından geçilen dar bir sokak içinde bulunan İslam Devrimi Önderi rahmetli İmam Humeyni’nin, saray yavrusu görkemli şatosunu görmek üzere gidenlerin yaşadığı hayal kırıklığını bizlerde yaşadık. Demir kapıdan girilen küçük bir avlunun solunda üç basamakla çıkılan tek katlı küçük bir ev, 2500 yıllık Şahlığı, İslam İnkılabı ile devirip, İslam Cumhuriyeti’ni kuran İmam’ın evi. Evin kapısı kapalı tutuluyor, galiba sonradan büyütülmüş pencereden görebiliyoruz, yaşadığı, misafirlerini konuk ettiği o mütevazi odasını. Burası ve yanına bulunan Cemerani Hüseyniyesi, Seyit İmam Cemarani’ye ait olup onun vefatından sonra İmam Humeyni tarafından kiralanmış. Eve küçük bir holden giriliyor ve iki odası, bir de küçük mutfağı bulunuyor. İmam’ın yaşadığı, yerli ve yabancı, gelen tüm konukları ağırladığı, kabul ettiği, devrim sonrası grup grup gelen kitlelere devrimin esaslarını anlattığı, hitab ettiği bu mekan, devrim önderinin 72 mütevaziliği, zühdü ve takvasının delili olarak müzeleştirilmiş. Aynı avlu içinden de girilebilen evinin karşısındaki Hüseyniye ise çok daha kalabalık gruplara hitap ettiği, yaklaşık 500 metrekarelik bir mescid. Bu mescidin ön tarafında iki metre yükseklikte bir hitabet ve selamlama yeri de bulunuyor. O günlerin fotoğraflarına yansıyan bu mekan hala canlılığını koruyor. Odasında rengi solmuş örtülü yeşil bir çekyat kanepe ve önünde üzeri minderli iki küçük ahşap tabure, kanepenin yanında üzerinde mikrofon olan bir sehpa, arkasında sekiz on kitabın olduğu bir raf ve yuvarlak ayna bulunuyor. Zeminde ise halının üzerinde bir terlik ve sol köşe tarafta oğlu Mustafa ile el yapımı bir tablo dikkatimizi çekiyor. Bu el yapımı tablonun ne olduğu ile ilgili evinin karşısında bulunan Hüseyniye’nin altındaki fotoğraf müzesinin sorumlusu şahıs merakımızı gideriyor. İmam Humeyni’nin Peygamberimiz için yazmış olduğu Nat’ı şerif’ten etkilenen bir ressam, bu şiirin tesiriyle görmüş olduğu rüyasında, gençlik dönemindeki 73 Resulullah’ı görür ve tasvir ederek resimleyip, İmam’a hediye eder. Bu hediye karşısında sükut etmek durumunda kalan İmam, resimle ilgili olumlu veya olumsuz herhangi bir şey söylemez. Vefatı sonrası evi, müze haline dönüştürülürken bu enteresan hediye de odanın zemininde bulunan halının köşesinde sergilenmek durumunda kalır. 74 DEVRİMİN 33.YIL KUTLAMALARI 1979 Yılında gerçekleşen İran İslam İnkılabı’nın bu yıl 33.yıl kutlamaları yapıldı. Devrimden bu yana her yıl 10 günlük bir kutlama çerçevesinde yapılan etkinliklerin finali diyebileceğimiz 22 Behmen (11 Şubat) günü, ülke genelinde tüm illerde büyük bir toplantı ve akabinde yürüyüş tertip ediliyor. Bu kutlamaların yapılacağı Cuma günü Tahran Azadi meydanında bulunan yabancı konuklar için ayrılan yerde toplantıyı izleyebilmek için önceden belgeleri ibraz ederek ziyaretçi belgesi almak gerekiyor. Meydan kalabalığına kalmamak ve belirlenen yerde yerimiz alabilmek için, saat sekiz gibi hareket etmek durumunda kaldık. Belirli bir noktaya kadar araçla gittik. Ondan sonrasını ise yürüyerek gitmek gerekiyor. Yol boyunca kara, yağmura ve soğuğa aldırmadan, Özgürlük Meydanına akın eden kalabalığa karışarak, yolun kıyısında açılan sergi ve ikram çadırlarının önünde yürüyoruz. Tören ve katılımcıları bizdeki resmi ve askeri törenlere hiç benzemiyor. Katılımcıları, organize edenleri halk olan bu kutlamada asayiş ve güvenliği sağlayanlar 75 dışında resmi bir görevli de yok. Adeta herkes, çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlısı genci tüm halk, meydana en yakın yerde yerini alabilmek için, tatlı bir telaşla ellerinde posterlerle koşturuyorlardı. Yol kenarları, fuar, panayır veya sergi tarzı reyonları ile katılımcılara poster ve basılı pankartlar vermek ve çay, pasta ikramında bulunmak üzere büyük bir şevkle çalışan çoğu bayan gönüllülerle doluydu.. Yarı açık başörtüleriyle İmam Hamaney’in posterlerini taşıyan bayanlar hiç de az değildi. Öğleye yakın bir zamanda Azadi meydanına çıkan büyük caddeler, ellerinde bayrakları, pankartları olan uçsuz bucaksız coşkulu kalabalıklarla dolmuştu. Şubatın soğuğuna inat, sloganlarıyla ve yüreklerinin sıcaklığıyla meydanları titreten kalabalık, 18. gününde Mısır’ın Tahrir Meydanındaki milyonlarca kardeşine selam göndermeyi unutmuyorlardı, sloganlarıyla. 11 Şubat’ta iki bayramı birden kutlamayı, nasib etmesi için Yüce Allah’a niyazda bulunan milyonlara icabet akşam saatlerinde gerçekleşecek, naMübarek zevat istifasını dünyaya ilan edecekti. 76 Cumhurbaşkanı Ahmedinejat’ın iki saate yakın konuşması sonrası dağılan coşkulu kalabalık Cuma namazını kılmak üzere harekete geçti. Cuma namazı sonrası aynı hareketlilikle yolları dolduran milyonlar, aşina oldukları nümayiş geleneği içinde, Amerika ve İsrail’e lanet, İnkılaba bağlılık sloganlarıyla yılmadan usanmadan, yeri göğü inleterek ilerlediler. Akşamki televizyon haberlerinde Tahran’da 3.5 milyon, ülke genelinde 30 milyon insanın törenlere katıldığından bahsediliyor, helikopterden çekilen görüntüler tekrar tekrar veriliyordu. Her hafta Cuma günleri ve her yılki devrim kutlamalarında, aynı kararlılık ve azim ile artan dozajda bu kalabalığın coşkusunu gördükten sonra, İslam Devriminin her geçen gün daha bir kökleştiğini söylemek ve bu hakikati teslim etmek gerekiyor. 77 İRAN’DA KADIN OLMAK İran’ın cadde ve açık alanlarında görsel fotoğraf açısından yoğun bir kadın kalabalığına rastlıyoruz. Bu kalabalık gözükmenin çok farklı nedenleri olabilir. Birincisi ‘çador’ adı verdikleri siyah örtünün görsel çokluk tesiri, ikincisi ülkemiz kadınlarına göre daha özgür/free davranmaları, üçüncüsü de aslında bilinenin çok tersi, kadının sosyal hayat içinde aktif rol üstleniyor olmaları. Taciz ve laf atma gibi suçlara verilen ağır cezalardan dolayı, günün her saati, gece yarısına kadar cadde ve sokaklarda kadınlar özgürce dolaşabiliyor, tek başlarına taksiye rahatça binebiliyorlar. Trafik ışığında durduğunuzda özellikle Tahran’da sürücülerin çoğunun ve Cuma, cami, türbe ve mescidlerde görünen kalabalığın çoğunluğunun kadın olması garipsenecek bir durum değil. Yaygın kullanılan motosikletleri kadınların sürmesi yasak ama terkisine binmesine müsaade ediliyor. Çekingen, ürkek, pısırık tanımlaması İran’lı kadınları kesinlikle tasvir etmiyor. Peygamber kızı Fatımi ve Peygamber torunu, 78 zalime meydan okuyan Zeynebi geleneğin bir nevi temsili ve sembolü olarak cesur ve kendinden emin tavırlarıyla, rüzgar gibi savrulan, bayrak gibi dalgalanan örtüleriyle yürürlerken, çekinen, ürken ve tırsıyan çoğu zaman erkekler oluyor. Dıştan bakıldığında erkek egemen bir toplum görüntüsü verse de tam aksini isbat edecek örnekler azımsanmayacak kadar çok, İran’da. Örtünme şekli dindarlık düzeyinin bir ölçütü olsa da, rejime sadakat ve bağlılığın kesin bir göstergesi değil. Yarı açık kadınların, rejime bağlılıklarını nümayişlerde ellerinde taşıdıkları Rehber Hamaney posterleriyle ilan etmelerine şaşmamak lazım. Az veya çok kafasını örtüsüyle herhangi bir şekilde örttüğü takdirde, sosyal hayatın her alanında aktif rol alabiliyor. Demografik özellikler bakımından; nüfus, doğurganlık oranı ve çocuk sayısı bakımından Türkiye’den pek farklı değil. Kamusal alanda çalışan kadın sayısı da azımsanmayacak ölçüde. Özellikle ilköğretim düzeyinde görev alan öğretmenlerin çoğu kadın. Okullarda, lise düzeyini bitiren bir gence temel İslami bilgiler ve ahlaki öğretiler, fen ilimleri yanında mutlaka veriliyor. Estetik geleneği olarak kadınların kaş aldırması çok sıradan olup, kaş kaldırtma ve burun estetiği de özellikle genç kuşak arasında rastlanabilir operasyonlardan. Boşanma oranlarının ülkemize göre oldukça düşük olduğu İran’da fıkhen kabul görse de mut’a nikahı, şartlarının ağırlığından dolayı pek kabul görmüyor. Çok eşlilik için ise mevcut eşin izin ve muvafakatı şart. Böyle olunca da çok eşlilik uygulanamıyor. Teşhir, tahrik, dekolte gibi kavramlar, tamamen sınır ötesine itilmiş olup, kadın veya erkek, sosyal hayat içinde bir insanın ‘günaha girmeden yaşayabileceği’ bir toplumsal dizayn, hukuki olarak kurumsallaştırılmış. 79 EKONOMİK DURUM Kişi başına milli gelirin 5 bin dolar civarında olan İran ekonomisinin %45’i petrol gelirlerine dayanıyor. Resmi yıllık ortalama büyüme oranı %6 civarında olup, özellikle son yıllarda ülkemizdeki oranlara yakın enflasyon oranının varlığından bahsediliyor. Ülkenin toplam dış borcu 21 milyar dolar civarında olup, toplam döviz rezervi 100 milyar doları aşmış bulunmaktadır. Petrol dışı ihracatı ise 22 milyar doları bulmuştur. İşsizlik oranını ise %10’larda. Devrim sonrasında tarıma yapılan teşviklerle, önemli gelişmeler kaydedilmiş olup, birçok çeşit tarım ve ziraat ürünün yanı sıra, özellikle pirinç üretimi noktasında kendine yeterliliği sağlamış durumdadır. Kırsaldan göçü önlemek ve tarımı daha da geliştirmek için ziraatçılıkla uğraşan tarım işçilerine devlet tarafından sosyal güvence hakkı tanınmaktadır. 80 Yine İslam Devrimi sonrasında, ülkeye uygulanan ekonomik ambargoya paralel olarak gelişen, otomotiv ve ilaç sanayi de neredeyse dışa bağımlılığı kalmayacak düzeye gelmiştir. Otomotivde ülke içinde %80 kendi markası olan araçlar kullanılmakta olup, bunun dışında yine İran’da üretilen Peugeot marka araçların birkaç modeli yaygın kullanılmaktadır. İthal araç sayısı ise yok denecek kadar azdır. İlaç sanayi’de ise milli üretimi %95’ler civarındadır. IMF tahminlerine göre dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında, Türkiye 16., İran ise 17. Sırada. Şimdiki hükümet daha önceki hükümetin pazar reform planlarını takip etmeye devam etmekte ve İran’ın petrole dayalı ekonomisini çeşitlendirmeye çalışacağını ifade etmektedir. Bunu devlet yatırımlarını otomotiv, imalat, uzay sanayileri, tüketici elektroniği, petrokimya ve nükleer teknoloji gibi alanlara yaparak gerçekleştirmeye çalışıyor. İran biyoteknoloji, nanoteknoloji ve ilaç sanayilerinde de açılımlar yapmaktadır. Dış tehditler ve uygulanan ekonomik ambargolarla, milli gelirinin azımsanmayacak bir bölümü savunma sanayi ve harcamalarına ayrılmakta. Trafik yoğunluğuna rağmen, trafik kazalarının oldukça az oluşu, can kaybı yanında ekonomik kaybı da azaltmakta. Tüketimi artırıcı ve özendirici reklam faaliyetleri ve büyük hipermarket tarzı mağazalar yaygın olmadığı için, barınma, giyinme ve yeme-içme bakımımdan toplum arasındaki makas oldukça azdır. Ortalama bir hayat tarzı kalın bir çizgi oluşturmaktadır. Yardımlaşma kültürü ve sadaka geleneği, çok sıklıkla her yere konan kilitli sandıklara atılan nakdi bağışlarla devam ettirilmektedir. Bu sandıklar belli bir kurumun yönetiminde olup, 81 ülkedeki veya ulaştırılmaktadır. başka ülkelerdeki ihtiyaç Bu nedenle de dilenci olmayan tek İslam ülkesidir. 82 sahiplerine