Egzotik Ama Bir O Kadar da Garip

Transkript

Egzotik Ama Bir O Kadar da Garip
Egzotik Ama Bir O Kadar da Garip!
48 Saatte Suriye
“Bab-el Havva”ya yani Havalı Kapıyı geçtiğimizde artık beklemenin bittiğini düşünerek
rahatlamıştım.
Cilvegözü sınır kapısından Suriye’ye geçerken, Türk, özellikle de Suriye gümrüğünde 3 saate
kadar varabilen bekleme süresinin yarattığı bezginlik, yerini Suriye’yi görme heyecanına
bırakıvermişti.
Yanılmışım. Hem de Nasıl!
Amacımız bizim Cilvegözü dediğimiz gümrük kapısının, Suriye’deki karşılığı “Bab-el
Havva”dan en fazla 1-2 kilometre uzaktaki küçük yerleşim yerinde yeniden durdu. Şoför ve
muavin bazı insanlarla Arapça tartışmaya başladı ve bu onlarca dakika sürdü.
Sıkıldım… Araçtan indim ve onları izlemeye başladım.
Rehberimiz “Bari 30-40 litre al, ileride mazot bulamayabiliriz” dediğinde de konuyu
anladım.
ON KURUŞA MAZOT
Suriye’ye düzenlenen turların otobüsleri, sıfır yakıtla Suriye’ye girip, litresi 10-15 kuruş olan
mazotla, altı tamamen yedek depo ile dolu olan arabalarını lepeleb dolduruyorlar ve
Suriye’den çıkarken de tam dolu depoyla Türkiye’ye giriyorlardı.
Türkiye’de mazotun yaklaşık 300 kuruş olduğunu, ayrıca otobüslerin altının tamamen yedek
depo olduğunu düşünürseniz, tur organizasyonunu kullanarak elde edilen kazanç hakkında
fikir sahibi olabilirsiniz. Asıl kazanç kaçak petrol ticaretinden oluştuğu için de Suriye’ye
yapılan 2 günlük, 5 yıldızlı otelde konaklamak; içki hariç her şey dahil turlar 110-120 dolara
yapılabiliyor.
Şoförümüzün Suriyelilerle yaptığı tartışmanın da böylece mazot pazarlığı olduğunu anlıyoruz.
Suriye mazot sıkıntısı çektiği için satışları kısıtlamış, onun için Suriyeli satıcı da alışılanın
üzerinde bir para istiyor, bizim şoför de haklarını arayarak (!) itiraz ediyor. Rehber ise ileride
mazot bulamayacağımız uyarısıyla hiç olmazsa 40 litre al önerinde bulunuyordu.
İşte böyle bir havayla başladı Suriye gezimiz ve biz çöle doğru Palmira Antik Kenti’ni
görmek üzere yola çıktık.
Zannederim şoförümüz Palmira civarında ucuz petrol bulacağını umuyordu ve bu yüzden
deposu boştu.
PALMİRA KRALİÇESİ ZENNUBE
Palmira, ülkemizde pavyon dansözlerinin adını sıkça kullandığı Zennube’nin şehir devleti
olarak biliniyor. Yaklaşık 2500 yıl önce kurulan Palmira, Roma’ya karşı ayaklanmış. Bu
ayaklanmanın cezasını da şiddetle görmüş. Acımasız Roma şehri yerle bir ettikten sonra
kraliçeyi de esir edip, Roma’ya götürmüşler. Zennube’nin bundan sonra Roma saraylarında
dans ederek zenginleri eğlendirdiği hiyake ediliyor. Bu efsaneyi dinledikten sonra da, bizde
dansözlere Zennube ismi verme geleneğinin nereden geldiğini anlıyoruz.
Roma Zennube’nin Palmira’sını yok etmiş ama, hemen arkasından kendi Palmira’sını
yaratmış. Ve yeni Palmira o kadar görkemli olmuş ki günümüzde dahi bu görkemden bir şey
kaybetmemiş. Tapınağı, sütunlu caddesi, zafer kapısı, amfi tiyatrosu ve kalesiyle dünyanın
görülmeye değer önemli yerlerinden biri bence Palmira…
ÇÖLÜN ORTASINDA YAKITSIZ KALMAK
Sabahın erken saatlerinde, çölün kızıl sıcaklığı toprağı yakmadan ayrılıyoruz Zennube’nin
ülkesinden. Hepimiz böyle görkemli bir uygarlığı tanımaktan mutlu ve Şam’ı görecek
olmaktan heyecanlıyız. Mutluluğumuzu hiçbir şey engelleyemez artık.
Heyhat! Nasılda bir gaflet içindeyiz… Bölgedeki petrol yokluğu nedeniyle tüm akaryakıt
istasyonları kapalı ve otobüsümüzde mazot yok!
Üstelik çölün ortasındayız. Aynı fantastik çölde kalmış kervan öykülü filmlerdeki gibi bir
durum.
Uzun uğraşlardan sonra çöldeki magnezyum fabrikasının işçilerinden karaborsa 50 litre mazot
bulabiliyoruz.
Şoför “Bu bizi Şam’a götürür” diye hepimizi rahatlatıyor(!)
Ve şoför haklı çıkıyor. Tam Şam’a giriyoruz ki, stop! Mazot bitti… Ama şoför hala kaygısız,
“Ne yapalım hiçbir yerde yok! Buluruz inşallah” gibisinden temennici pozisyonda hala…
Temennisi fırçayı yiyene kadar devam ediyor, başta ben olmak üzere yolculardan fırçayı
yiyince de bastırıyor parayı, buluyor galon galon mazotu. Para deyince bir şey sanmayın!
Litreye ödediği 30 kuruştan fazla değil.
Gezimiz olumsuz başlamasına rağmen, Şam’ın otantik dokusu içinde kaybolarak, kendimizi
arıttığımızı söyleyebilirim.
Osmanlı Valilerinden birinin yaptırdığı Azem Sarayı’nın büyüsü, tapınaktan kiliseye,
kiliseden de camiye çevrilmiş Emevi Cami’nin görkemi, Hamidiye isimli Osmanlı kapalı
çarşısının egzotik kalabalığı, Seyide Zeynep Türbesi’nin mistik havası kültürel hazinemizi
besleyen öğeler oluyor. Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in mezarını da ziyarete gidiyoruz
ama geç kaldığımız için giremiyoruz.
5 yıldızlı otel ve 10 bin kişiye aynı anda hizmet verebilen görkemli restoran gezi boyunca tur
şirketinin bize yaşattığı lüksler arasında sayılabilir.
UNUTULAN DİL; ARAMİCE
Sabah erkenden Malula’ya doğru yola çıkıyoruz. Malula hala Aramice’nin konuşulduğu
küçük bir hıristiyan kasabası. Bu arada Suriye’de % 20 civarında hıristiyanın yaşadığını da
yazmalıyım.
Bir söylentiye göre Hz. İsa’da burada bir müddet yaşamış. Ancak ziyaret ettiğimiz antik
kilisenin görevlisi bunu reddedip, aslında burada St. Paul’un müridi Aya Thekla’nın
yaşadığını söylüyor. Ama Silifke’deki Aya Thekla’ya atfedilen yaşam alanını bildiğim için
buna da ihtiyatla bakmadan edemiyorum.
Sonra Suriye’nin üçüncü büyük kenti Humus’a doğru yola çıkıyoruz. Malula’daki antik
kilisenin hediyelik eşya bölümünde aldığım ev yapımı şarabı deneyerek aldığımız yolun
tadına doyamadığımı söylemeliyim.
Humus’un yakınındaki Hama Kenti’nde Asi Irmağı’nın üzerine kurulu Roma döneminden
kalma su değirmenleri özellikle görülmeye değer. Bir şehir efsanesine göre değirmen döner
iken çıkardığı seslerden esinlenerek, bir müzik makamı bulunmuş. Bu efsane doğrumudur
bilmem ama, değirmenlerin bir ritmik melodi çıkarak döndüğünü de söylemeliyim.
Humus’dan Halep’e doğru yola çıkıyoruz.
ALTI YÜZ YILLIK TÜRK KENTİ
Halep…
4 milyon nüfusla Suriye’nin 2. büyük kenti. Ama daha önemlisi farklı kültürlerin buluşmasını
sağlayan bir mozaik. Süryani-Ermeni kiliseleriyle, Sünni-nüsayri camilerinin yan yana
yükseldiği bir karışım demek daha doğru olur.
Fantastik mimari yapısıyla dikkati çeken Halep Kalesi, yanı başındaki kapalı çarşı ile birlikte
bin bir gece masallarından çıkmış gibi bir his yaratıyor. “Ben Osmanlıyım” diye haykırıyor
adeta. Fiyatların ucuz olduğu çarşıda alışveriş yapmak da zevk veriyor insana. En az iki
insandan birinin Türkçe konuştuğunu düşünürseniz, kendinizi bir güneydoğu kentinde
hissediyorsunuz. Yani Halep de en az bir Urfa kadar Türk.
Bu sözümü çok görmeyin. 600 yıl Türk kalmış bir kent, takdir edersiniz ki 80 yılda bu
özelliğini kaybedemez.
Ve yolculuğun sonuna geliyoruz. 50 km ötedeki sınıra doğru yolculuk başlıyor.
Bu kez “Bab-el Havva”yı kolay geçince seviniyoruz.
Ama ne kadar erken sevindiğimizi Türk gümrüğüne gelince hemen anlayıveriyoruz.
Türk gümrüğü otobüsümüzü bir kenara çekip, 4 saat boyunca didik didik arandıktan sonra,
sıkı durun gereğinden çok fazla mazotu Türkiye’ye soktuğu için otobüs şoförüne ceza kes
iyor.
Ve aklınıza “Hani Suriye’de petrol yoktu!” sorusu takılarak Adana’ya dönüyoruz.