çevre - SBArD

Transkript

çevre - SBArD
ÇEVRE: YÜZYILIN PROBLEMİ VE OSMANLI DEVLETİ’NDE
ÇEVRE BİLİNCİ
Nejdet GÖK
Özet / Abstract
Artık günümüzde, doğayı bilinçsizce kullanma anlayışı geçerliliğini yitirmiş, yeni ve çok boyutlu
bir yaklaşım başlamıştır. İnsanı ve yaşadığı çevreyi yeni baştan gözden geçirip, yeni bir zihniyet ve hayat
tarzı geliştirmek zorunlu hale gelmiştir. Çevre bilinci ve kavramı bu düşüncenin sonucudur. Günümüzde
insan ile evren arasında bir barış ve uzlaşma kaçınılmaz hale gelmiştir. İnsan dünyayı bilinçsizce kullanan
ve hükmeden bir despot değil, Yüce Yaratıcının kurduğu düzene saygılı, fitne ve fesattan uzak, çevresiyle
barışık, emri altındaki tüm varlıklara şefkat içerisinde davranan bir naip, bir vekil olmak zorundadır.
Anahtar Kelimeler: Çevre, Osmanlı, çevre nizamnamesi, berat, ihtisab, Kyoto Protokolü
ENVIRONMENT: THE PROBLEM OF THE CENTURY AND ENVIRONMENTAL
CONSCIOUSNESS IN THE OTTOMAN EMPIRE
The way of thinking that condones reckless use of the environment is no longer possible and has
been replaced by a new and multidimensional approach. Today, looking at humankind and the
environment in a new light as well as developing a new way of thinking and a new way of life are
indispensable. Environmental consciousness is a result of this new way of thinking, and it requires a
harmonious state of reconciliation between human beings and the universe. Human beings have to be
regents on the Earth who respect the order designed by the Almighty Creator, abstain from mischief and
malice, live in peace with their environment, and approach the creation submitted to their use with mercy
not tyrants that control and misuse the world heedlessly.
Key Words: Environment, Ottoman, environmental regulations, berat/barat, ihtisab, Koyoto
Protocol
Giriş
Yılllar önce bir düşünür şöyle demiş: Zavallı insan, para kazanmak için
gençliğinde sağlığını, bunu geri alabilmek için de yaşlılığında parasını feda eder. Bir
çıkmaz ve gariplik içerisinde bocalar durur. Ben de izninizle bu güzel sözü çevre
sorunlarına uygulayarak şöyle demek istiyorum;
Zavallı tek boyutlu çağdaş insan, teknolojide son zirveye ulaşmak için önce
dünyasını ve çevresini feda eder, sonra da eski dünyasını geri alabilmek için tüm
teknolojisini seferber etmeye çalışır.
On yıl kadar önce, mütevazı bir üye ve gönüllüsü olduğum TEMA Vakfı
tarafından “Osmanlı ve Çevre Bilinci” konusunda 6 Haziran 2000 tarihinde vakfın İç
Anadolu Bölge ve Ankara Gönüllü Temsilciliği’nde verdiğim bu konferansın, özellikle

Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
yetkililer tarafından konuyla ilgili bir dergide yayınlanması önerisi üzerine, konuşmayı
daha da genişleterek bir makale haline getirmiş, ancak daha da geliştirme düşüncesi ve
araya giren başka çalışmalar nedeniyle bugüne kadar yayınlatmamıştım. Umarım her
geçen gün büyüyerek artan çevre sorunlarıyla yakından ilgilenen, küresel ısınma,
tükenen sular ve altımızdan kayan topraklarla yaklaşan tehlikeyi iliklerinde hisseden,
“başka dünyamız yok” ve “çevre felaketleri sınır tanımaz” şuur ve idrakine sahip
insanımıza yararlı olur ve çevre konusuna tarihsel açıdan değişik bir bakış açısı
kazandırır.
Maalesef çevre sorunları alınan önlemlerle azalması gerekirken, her geçen gün
daha da artmakta, içinden çıkılması zor bir hale dönüşmektedir. Ülkemiz açısından
zihnimizi şöyle bir yokladığımızda, başta kuraklık problemi olmak üzere bir dizi sorunu
bir çırpıda sıralamak hiç de zor değildir. Geçtiğimiz günlerde (10 Şubat 2009)
gazetelere yansıyan haberler ülkemizin orta yerinde Konya’nın Karapınar ilçesinde
çevre felaketinin ulaştığı ürkütücü boyutları göstermesi açısından dikkat çekicidir. Buna
göre bu ilçede son 2 yılda 10 ayrı bölgede, küresel ısınma ve yeraltı sularının bilinçsizce
tüketimi sonucu derinlikleri seksen metreye kadar ulaşan obruklar oluşmuş, ilçe
merkezini tehdit eder hale gelmiştir. Başta Tuz Gölü ve Beyşehir Gölü olmak üzere,
ülkemizdeki birçok göl iyice küçülmüş, şekilleri değişmiş, birçoğu da küresel ısınmanın
etkisiyle tamamen kurumuştur. Bunların hala haritalarda, değişen bir şey veya bir çevre
felaketi yokmuş gibi, yıllar önceki şekliyle yer alması ise, son yıllarda tüm dünyada
çevre konusuna verilen önemin aksine, bize özgü bir aymazlık ve umursamazlık
anlayışıdır.
Oysa başta büyük şehirler olmak üzere, insanımızın ve gelecek nesillerin en
büyük problemi, sanılanın aksine, siyasi veya idari bir kısım sorunlar değil, içme suyu
da dâhil olmak üzere, günlük yaşamda kullanılması gereken su ihtiyacının kısa veya
uzun vadede nasıl karşılanması gerektiğidir. Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın
birçok köşesinde devam eden savaş ve rekabetlerin asıl nedeni de, sadece petrol vs.
yeraltı veya yerüstü zenginliklerine değil, özellikle tatlı su kaynaklarına hâkim olabilme
arzu ve planlarıdır.
Orman vasfını kaybeden arazilerin yerleşime açılması ile ilgili kanunla
çevrecilerin tepki ve endişesini uyandırmış olsa bile mevcut hükümetin, özellikle son
yıllarda çevre konusuna alışılmışın dışında, farklı ve olumlu bir zihniyetle yaklaştığı bir
gerçektir. Aşağıda ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız Kyoto Protokolü’nün
imzalanması ve 140 ülkenin katılacağı 5. Dünya Su Formu’na ev sahipliği yapması bu
yeni anlayışın bir sonucu olarak algılanmalıdır.
Zaten gerekli tedbirler acilen alınmaz ve sadece bir kısım toplantı ve
sözleşmelerle sorunlar ötelenmeye çalışılırsa, ABD eski başkanlarından J. Carter’ın
danışmanı Zbigniew Brezinski’nin Kontrolden Çıkmış Dünya1 adlı kitabında “mega
ölümler yüzyılı”, Barbara Tuchman’nın tanımıyla “Bozulma, kirlenme, çürüme ve
parçalanmalar asrı”2 olarak adlandırılan 20. yüzyılın vahşetini gölgede bırakacak bir
felaket asrıyla karşı karşıya olacağımız artık her düşünen kafanın kabul edebileceği bir
1
2
2
Zbigniew Brezezinsky, Kontrolden Çıkmış Dünya, II. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
1996, s. 6-16.
İ. Özdemir, Çevre ve Din, Kültür Bakanlığı, 1997, s. 3.
Nejdet GÖK
gerçek haline gelmiştir. Bölgesel bile olsa, patlak veren her çatışma veya savaş,
kullanılan kimyasal silahlar nedeniyle çok geçmeden, tüm dünyayı ilgilendiren bir çevre
felaketinin tohumlarını atmaktadır.
Gelişmekte olan 100 ülke çölleşme tehdidi ile karşı karşıyadır. Sorun
yeryüzünde bir milyar insanın geleceğini ve gıda güvenliğini tehlikeye sokuyor. B.M.
Çevre Programı (UNEP) çölleşmenin yıllık maliyetini 42 milyar dolar olarak
hesaplıyor. Bu parasal değerin ötesinde, toplumları bekleyen en büyük tehlike; açlık,
yoksulluk, göç, hastalık ve eğitimsizliktir3.
2000 yılı başkanlık seçimlerinden sonra, tüm çalışmalarını küresel ısınma, ona
bağlı iklim değişiklikleri ve çevre felaketleri üzerinde odaklaştıran, Nobel ödüllü eski
ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, iklim değişikliğinin en kötü tahminlerden bile çok
daha hızlı gerçekleştiğini, hazırladığı belgesel4, film vs. medya imkânlarıyla duyurmaya
çalışıyor. Ona göre iklim krizi BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'nin
(IPCC) tahminlerinin ötesinde çok daha ciddi olup, Kuzey Kutbu'ndaki buz tepelerinin
önümüzdeki 5 yıl içinde tümüyle gözden kaybolması ihtimal dâhilindedir. Ancak
gelişmiş ülkeler de dâhil, sorumluluk mevkiinde bulunanlarla birlikte dünya halkları bu
yakın tehlikeyi gereğince anlamaktan ve idrak etmekten uzak bulunmaktadır5.
Anlaşılan o ki, yaşlı dünyamız ve insanlık bu güne kadar karşılaşmadığı, yaşamı
bütünüyle sona erdirebilecek, korkunç ve dehşetli bir tehlike ile karşı karşıyadır.
Biz bu yazımızda öncelikle çevre ve çevresel sorun ve felaketler, her geçen gün
üzerimize kâbus gibi çöken küresel ısınma ve iklim değişikliklerini önlemek için
alınması gerekli tedbirler, bu amaçla oluşturulan kurum ve kuruluşlar üzerinde ana
hatlarıyla bilgi verdikten sonra, dar anlamda “Türk ve Osmanlı”, geniş anlamda “İslam
inanç ve kültürü”nde çevre anlayışı ve çevrenin korunması amacıyla verilen ferman ve
beratlar, hazırlanan genelge ve nizamnameler üzerinde duracağız.
Çevre Nedir?
İnsanın dışındaki her şey çevredir. Bu cümle “çevre”nin en kısa ve özlü
tanımıdır. Tüm canlı cansız her şey, yakından başlayarak en uzağa kadar çevre kavramı
içerisinde ele alınır.
3
4
5
Ayrıntılar için bkz. Dünyanın Durumu-2007, haz. Worldwatch Enstitüsü, TEMA, s. 3-27 vd.
2008 yılı Mayıs ayında Milli Eğitim Bakanlığı ve İstanbul ve Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz
Bölgeleri (İMEAK) Deniz Ticaret Odası arasında Eğitim’de işbirliği alanında imzalanan protokol,
çevre gönüllüleri için bir moral kaynağı olmuştur. Protokol törenine Milli Eğitim Bakanı H. Çelik ile
Çevre ve Orman Bakanı V. Eroğlu da katılmış, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore’un, 2006 Amerikan
Akademi’de ‘En İyi Belgesel Ödülü’nü kazanan “Uygunsuz Gerçek” (An Inconvenient Truth) isimli
belgeselin 40 bin CD’sini okullara dağıtılması ve telif masraflarının İMEAK DTO tarafından
ödenmesi kararlaştırılmıştır. Ancak üzücü olan nokta; bu derece önemli bir meselenin yine klasik
sorun çözme mantalitesi içerisinde ders programı çerçevesinde düşünülüp, sadece öğrencilerin
muhatap alınmasıdır. Oysa bu belgesel başta siyasi irade ve TBMM olmak üzere tüm kurum ve
kuruluşlara izlettirilmesi ve sık sık hatırlatılması gereken bir yapım olarak değerlendirilmeliydi.
KüreseL ısınma, iklim değişiklikleri ve diğer çevre sorunlarına çözüm ve çalışmalara destek için;
http://www.climatecrisis.net/ adresi ve Türkiye’de son aylarda alınan bir dizi karar ve faaliyet için
Çevre Bakanlığı’nın http://www.cevreorman.gov.tr/ adresine bakılabilir.
3
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
Artık dünya geç kalmış olmakla birlikte, İnsanlığın ortak problemi olan çevre
konusunun hayati önemini fark etmeye, canlılar ve çevre arasındaki çok boyutlu
ilişkinin şuuru içinde, devekuşu mantığını terk ederek gerçeklerle yüzleşme cesareti
göstermeye, çeşitli kurum ve kuruluşlarla sorunları ele almaya, bu amaçla devasa
bütçeler ayırmaya başlamışlardır. Artık en küçük yerleşim birimlerinden, büyük
kentlere kadar sıkı bir denetim ağı kurulmuştur. Evlerdeki atık maddeler, çöpler, çöp
kutularından itibaren ayrıştırılarak düzenli bir şekilde toplanıp, işleme tesislerine
gönderilip, geri dönüşümlü hale getiriliyor ve yeniden kullanım için hazırlanıyorlar.
Doğaya ve canlı organizmalara zararlı maddelere karşı kıyasıya bir savaş veriliyor.
Çevre problemini, insanoğlunun yaratılıp yeryüzünde yaşamaya başlamasından
sonra ikinci derecede önemli bir olay olarak gören bilim adamları, Yüce Yaratıcının her
şeyi bir “mizan” ve “denge” içerisinde yaratmış olduğunu, ekolojik denge ile yaşamı
birbirine raptederek, canlı ve cansız, mikro ile makro alem arasında karmaşık, çok
boyutlu ancak muntazam bir ilişki kurmuş olduğunun şuuru içerisinde kısa ve uzun
vadeli planlar yapmakta, uluslararası konferans ve toplantılarda tartışmaktadırlar.
Çevre Sorunlarına Yeni Yaklaşımlar
1970 ‘li yıllar çevre açısından bir uyanış ve sorunların farkına varma yılları
olmuştur. Oysa yüzyılın başlarında böyle bir tablonun çıkacağı asla tahmin
edilememişti. Bilim ve teknolojiye aşırı güven, her türlü problemin onunla halledileceği,
yoksulluğun ortadan kalkacağı, doğal felaketlerin önleneceği, insanların daha mutlu ve
refah içerisinde olacakları gibi düşünceler yüzünden 20. yüzyıl insanları karşılaşacakları
sorunlar konusunda tabir yerindeyse gafil avlandılar.
Geç kalınmış olmakla birlikte, özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde gelişen
teknolojinin toplum üzerindeki dolaylı ve direkt etkileri üzerinde çalışmalara
başlanmıştır. Bu amaçla “Tecnolocy Assesment” (Teknoloji Değerlendirmesi) adı
verilen gelecek tahminleri yapılmaya çalışılmaktadır. Ancak, yapılan tüm teknolojik
değerlendirmeler, teknolojinin yalnızca ekonomi ve çevre üzerindeki etkileri üzerinde
odaklaşırken son yıllarda bunun ciddi bir yanlış olduğunun farkına varılmış, olaylara
sosyolojik açıdan da bakılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda: Gelenek, görenek, etik,
ahlak, inanç, din vs. de mercek altına alınmıştır.
Çevre açısından örnek vermek gerekirse, bunun en somut örneklerinden biri,
dünyanın en büyük çevre kuruluşlarından biri olan “World Wild Fund” (Dünya Yaban
Hayatı Vakfı) nın düzenlediği uluslararası konferanstır. Tüm büyük din mensuplarının
davet edildiği bu toplantıda, çevre-din ilişkisi derinlemesine ele alınmış, tartışılmıştır.
Sunulan tebliğler, İslâm ve Çevre, Yahudilik ve Çevre, Hıristiyanlık ve Çevre, Budizm
ve Çevre adı altında kitap olarak yayınlanmıştır6.
Artık günümüzde, doğanın tükenmezliğine dayanan eski düşünceler değer ve
geçerliliğini yitirmiş, yeni arayışlar başlamıştır. Doğa ve yaşamı yeniden değerlendirip,
buna göre yeni bir hayat tarzı geliştirmek zorunlu hale gelmiştir. Çevre bilinci ve
6
4
Özellikle “İslâm ve Çevre” konusunda iki önemli esere dikkat çekmek gerekir: Bunlardan birincisi
İbrahim Özdemir’in 1997 yılında Çevre Bakanlığı’nca yayınlanmış Çevre ve Din adlı kitabıdır. Diğeri
ise; Tema Vakfı yayınlarından çıkan Turhan Günay’ın “İslâm ve Kuran’da Ağaç, Yeşil ve Toprak”,
İstanbul 1995 adlı çalışmasıdır.
Nejdet GÖK
kavramı bu düşüncenin sonucudur. Yerküre üzerinde yaşayan canlılarla, doğa arasında
yeni bir uzlaşma kaçınılmaz hale gelmiştir. Aşağıda ele aldığımız, Şubat 2009 yılı
başlarında Türkiye’nin de imza attığı Kyoto Protokolü son dönemdeki bu yeni yaklaşım
ve çabaların somut bir sonucudur.
Kyoto Protokolü ve Dünya Su Formu Toplantıları
Küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin oluşturacağı çevre felaketi ile ilgili
tezler ciddi anlamda 1988 yılında ABD’de yapılan toplantıdan sonra yankı bulmuştur.
İklim uzmanı James Hansen, 1988’de katıldığı bir toplantıda sera gazlarının etkilerinden
bahsederken, kuraklıkların, sellerin ve daha farklı doğal olayların artma ihtimallerini
ortaya koydu. Bu bilimsel tespitleri dikkate alan BM ilk adım olarak, “Uluslararası
İklim Değişimi Paneli” ni (IPCC) gerçekleştirdi. Dünyanın farklı ülkelerinden yaklaşık
2000 bilim adamının katıldığı IPCC, 1990 yılında, küresel ısınmaya “insanın yaptığı
etkinin” henüz ispatlanamadığını bildiren bir rapor yayınladı. İki yıl sonra 1992’de,
Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde UNCED (Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Konferansı) toplandı ve 160’tan fazla ülkenin katılımı ile “İklim Değişimi Çerçeve
Konvansiyonu” imzalandı.
1995 yılının sonlarına doğru IPCC nihayet ikinci raporunu açıklamıştır.
Bu raporda, yaklaşık 2000 bilim adamından gelen verilere dayanılarak, iklim
değişiminin doğal nedenlerden dolayı değil, “insan etkilerinden” kaynaklı olduğu
açığa kavuşmuştur. Daha açık deyişle; sanayileşmiş ülkelerin çevreye yaydığı
veya attığı kimyasal atıkların çevre felaketlerini doğurduğu böylece kanıtlanmış
oldu.
Tüm bu çalışmalar sonucunda küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin
doğurduğu sorunlar ve çözüm yolları amacıyla Birleşmiş Milletler öncülüğünde
hazırlanan anlaşma Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde görüşülmüş, 16 Mart
1998’de imzaya açılmış, 15 Mart 1999’da son halini almıştır. Rusya’nın 18 Kasım 2004
yılında katılımıyla birlikte, 16 Şubat 2005 de yürürlüğe girmiştir. Aralık 2006 tarihinde
toplam 169 ülkenin imza attığı protokolü Türkiye de 5 Şubat 2009 tarihinde kabul
etmiştir. Türkiye’nin, Kyoto Protokolü’ne katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin
kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşmıştır.
Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan
diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla
haklarını arttırmaya söz vermişler, daha büyük çevresel sorunlarla karşılaşmamak için
ortak hareket etme kararı almışlardır.
Kyoto Protokolü’nün imzalanması dışında, çevre konusuyla alakalı, yüzyılın en
önemli toplantılarından biri de kuşkusuz 16-22 Mart 2009 tarihinde İstanbul’da 5’incisi
düzenlenecek olan “Dünya Su Formu” dur. Aralarında birçok devlet başkanı ve
başbakanın da yer alacağı toplam 140 ülke temsilcilerinin katılacağı toplantı,
Türkiye’nin bugüne kadar düzenleyeceği uluslararası en büyük organizasyon olacaktır.
Böylece; küresel ısınmayla birlikte tüm dünyada en önemli sorun haline gelen su
sıkıntısına çözümler aranacaktır.
Cumhurbaşkanı A.Gül, Başbakan R.T.Erdoğan ve Çevre ve Orman Bakanı
V.Eroğlu'nun da katılacağı bu form için 3 yıldır hummalı çalışmalar sürdüren Türkiye
5
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
umarız toplantı sonunda da çevre sorunlarına karşı gösterdiği yeni yaklaşımları ısrarla
sürdürür, öncelikle biz çevrecilerin gönlüne su serper.
Çevresel Diplomasi Merkezi (Center for Environmental Diplomacy) (CED)
Çevre felaketinin bu ürkütücü boyutlarından dolayıdır ki, dünya su formunda
olduğu gibi, birbirinin can düşmanı olan toplum ve milletler bile, yaşadıkları coğrafyayı
ve çevreyi koruyabilmek için işbirliği yapmak zorunda kalmaktadırlar.
Bu birlikteliğin en çarpıcı örneklerinden biri merkezi Washington DC de
bulunan Çevresel Diplomasi Merkezi (Center for Environmental Diplomacy) (CED)
adlı kuruluş olup, İsrail, Filistin, Ürdün ve Japonya’daki sivil toplum kuruluşlarınca
desteklenmektedir. Birbirleriyle savaşan bu devletler bile ortak amaçları olan Batı Şeria
ve Ürdün Vadisi'ndeki kirlenme ve çevresel felakete bir çözüm bulmak amacıyla bir
araya gelmişler, başta gençler olmak üzere toplumları bilinçlendirmek ve eğitmek planı
çerçevesinde, aynı çatı altında karar almanın zorunluluğuna inanmışlar, “çevre
sorunlarının sınır tanımadığı” gerçeğini slogan haline getirmişlerdir7.
Her ne kadar, bazılarına göre; 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla,
soğuk savaş dönemi sona ermekle kalmamış, 8 Haziran 1914’te Arşidük Ferdinand’ın
suikasta uğramasıyla başlayan global çatışma döneminin de sonuna ulaşılmış, böylece
20.yy. sona ermiş ve fiilen 21.yy.a girildiği8 iddia edilse bile, artık bu hükümleri altüst
eden yepyeni bir yüzyıl ve yeni bir anlayışla karşı karşıyayız. Zihniyetler bir an önce
değişmez, çevresel felaketlere acil çözümler bulunamazsa, zaten yeni bir global çatışma
veya dünya savaşına da çok gerek kalmayacak, insanlık bindiği dünya gemisini
açgözlülüğü ve doymak bilmez hırsları yüzünden kendisi batıracaktır.
Günümüzün Belli Başlı Çevre Sorunları
1. Hava kirliliği ve sanayi atıkları
2. Suların kirlenmesi, buzulların erimesi.
3. Toprak kirlenmesi ve erozyon
4. Ormanların Yok Olması
5. Asit Yağmurları
6. Atıklar
a. Endüstriyel atıklar
b. Motor kirliliği
c. Döküntü artıkları
d. Tarımsal atıklar veya kirlilik
e. Nükleer atıklar
f. Isı kirliliği veya enerji istasyonlarının atıkları
g. Gürültü kirliliği
h. Gıda kirliliği (gıdalarda kullanılan sentetik vs. zararlı maddeler)
7. Sigara (çevreye verdiği zarar dışında) her yıl iki milyondan fazla insanın
ölümüne sebep olmaktadır.
7
8
6
Fazla bilgi için bkz.: http://cedsite.org/index.html
Robeter L. Barthley, “Batı Kendisine Güvenmelidir”, The Wall Street Editörü, Türkiye Günlüğü, Güz
1993, S. 24, s. 68-70; İbrahim Özdemir, Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara 1997, s. 4.
Nejdet GÖK
8. Tüm bu sorunların ortaya çıkardığı küresel ısınma ve iklim değişiklikleri.
Osmanlıda Çevre Bilinci ve Kültürünün Temelleri
Osmanlıda çevre bilincinin kaynağı öncelikle, daha önceki Türk-İslâm devletleri
geleneğinin de temellerini oluşturan dini ve örfî kültürdür.
Bu kültüre göre ferdin çevresiyle ilişkisi belirli ahlaki kurallara göre
düzenlenmektedir. İnsanların yaratılması ile birlikte onlara belirli sorumluluklar
yüklenmiştir. Yaratıcının yeryüzündeki halifesi olan insanoğlu başıboş bırakılmamış, en
yakın aile çevresinden başlayarak kademe kademe maddi ve manevi çevresinden
sorumlu tutulmuştur.
Bu kültüre göre; insanlığın babası Âdem topraktan yaratılmıştır. Bu nedenle
toprak kutsaldır. Her şeyden kıymetlidir. Bu inanca göre; “Yeryüzü büyük bir
ibadethane (mescid)” kabul edilmiş, suyun olmadığı yerde toprakla temizlik yapılması
emredilmiştir. Bu kültürde toprak yüze, başa hatta dudağa sürülür. Bu sebepten toprak,
insanlığın “anavatanı”dır. “topraktan yaratıldı insan yine toprağa dönecek” inancı bu
kültür insanlarını şekillendiren ana temadır. Bu kültürde Peygamber en sevdiği
insanlardan biri olan Hz.Ali’ye “Ebu Türab!” (toprak babası) diye hitap ederek iltifat ve
övgüde bulunur. Bu anlayışta; beddualarda bile toprak zikredilir: “toprak başa gele”
(mezara giresin veya alnın secde görsün) denir.
Bu kültürde “Cennet” ebedî yurttur. Ve: “bitki ve ağaçları ile toprağı örten
bahçe” demektir9. “Ravza-i cennet” şeklinde Cennet’le birlikte kullanılan “ravza” da
“bol su kaynaklarına sahip olan yeşil bahçe”dir. “Allah’tan korkan ve ona karşı saygılı
olanlar güvenli bir makamda, cennetlerde ve pınar başlarında olacaklardır.” (ed-Duhan
44/51-52). Bir cennet çeşidi veya cennetin bir parçası olan “Firdevs” de; “içinde üzüm
bağları bulunan bahçe” demektir.
Sevgilisinin aşkı ile yanan şair bu durumda da aslını unutmaz şöyle der: “destbûsî arzusuyla ölürsem dostlar kûze eylen toprağım verin ânınla yâre su” (el öpme
arzusuyla ölürsem dostlar, toprağımdan testi yapın onunla yâre su verin.) (Fuzûlî) Bu
kültürde “temizlik imanın yarısı”dır. En güzel kasideye “su kasidesi” denir. En güzel
iltifat sözünde minnet duyduğu insana “su gibi aziz ol!” denir. Bu zihniyette: “yaş ağaca
balta vuran el onmaz (iflah olmaz)!”, pâdişâh fermanı ile “yaş dal kesenin başı da
kesilir”
İbadete başlanırken ilk okunan âyet “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun”
(Alemler: karada, havada, denizde ve evrende yaşayan tüm yaratıklar ve dünyalarıdır.)
dur ki, bununla günde en az kırk defa başka dünyalarla temasa geçilir ve bu dünyaların
yaratıcısı hatırlanır.
9
Yahudi inancındaki Cennet tasvirleri ile İslâmî tasvirler arasında paralellikler vardır. İslâm inancında
“Adn Cenneti” olarak isimlendirilen Cennet Yahudilik’te “Eden Bahçesi” olarak nitelendirilir.
Tekvin’in 2. ve 3. bablarında Eden bahçesi hakkında bilgiler verilir: Rab, Adem’i yarattı ve Eden’de
yaptığı bahçeye koydu.. Diğer ağaçlar arasında bahçenin orta yerinde hayat ağacı ile, iyilik ve
kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi.. Bu bahçeyi sulamak için Eden’den bir ırmak çıkardı, dört kola
ayırdı; Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat. Âdem ve O’nun kaburga kemiğinden yaratılan Havva kendilerine
yasaklanan ağacın meyvesini, yılanın Havva’yı, onun da Âdem’i kandırması sonucu yedikleri,
dolayısıyla Rabb’ın emrine uymadıkları için Aden veya Eden bahçesinden çıkarıldılar. Ayrıntılı bilgi
için bkz. M. Süreyya Şahin, “Cennet”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, s. 375.
7
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
İslâmî düşünce ve kültürde sorumluluk sadece insanlarla sınırlı kalmamış,
hayvanlar, bitkiler ve tabiatı da içine almıştır. “Kıyametin kopacağını bilseniz bile
elinizdeki fidanı dikin”, “Bütün yaratıklar Allah’a muhtaçtır ve mahlukat arasında en
hayırlı olanı Allah’ın yarattıklarına en faydalı olanıdır” Daha ilginç ve dikkat çekici bir
başka hadiste; Hz.Peygamber kendisinin ağaçlar, hayvanlar ve tüm tabiat varlıklarından
da sorumlu olduğunu şu cümlelerle ifade etmiştir: Allah’ın sizi cezalandırmamasının tek
sebebi; “şu yaşlanmış ihtiyarlar, süt emen bebekler ve çiftliğinizde otlayan
hayvanlardır.”
Temizlik
“Avlularınızı ve meydanlarınızı temiz tutun”10,“Kim Müslümanların gelip
geçtiği yerden onları rahatsız eden bir şeyi kaldırıp atarsa Allah ona sevap yazar. Allah
kime sevap yazarsa o sayede onu cennete koyar”, “Laneti gerektiren iki hareketten
sakının” buyurmuşlar, “O iki şey nedir?”; diye sorulunca da “insanların gelip geçtiği
yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır”11 diye cevap vermişlerdir. “Allah
temizdir temizliği sever; kerim ve cömerttir, kerem ve cömertliği sever. Öyle ise
avlularınızı ve boş sahalarınızı temiz tutun. Yahudilere de benzemeyin. Onlar çöplerini
evlerde biriktirirler.”12
Müslümanların temizlik konusundaki dikkatlerine işaret eden ünlü Osmanlı
tarihçisi M. d’Ohson şöyle der:
“Dünyanın bütün milletleri içinde temizliğe İslâm camiasındaki Osmanlı
Türkleriyle İranlılar kadar dikkat eden tek bir millet yoktur. (...) İşte bundan dolayı
bütün vücutları yıkayabilmek üzere birçok hamamlar yapmak mecburiyetinde
kalmışlardır. Türkiye’nin belli başlı şehirlerinin hepsinde birçok hamam vardır ve hatta
bunların çoğu Roma İmparatorlarının eski ılıcalarından aşağı değildir13.
Vücut ve elbise temizliği erkek ve kadın Müslümanlar için zaruri bir
fazilettir.(...) haftada bir yıkanmak.(...) tavsiye olunmuştur. Bundan dolayıdır ki, kadın
olsun, erkek olsun, bütün Müslüman Türklerin gerek kendi zevklerini tatmin etmek,
gerek dinin taharet ve nezafet ahkâmına riayet etmiş olmak için hemen her gün
yıkanmak ve gusletmek hususunda gösterdikleri takayyüd ve itina misli görülmemiş
derecededir. Bununla beraber daha sık elbise çamaşır değiştirdikleri ve yakalık ve
kolluk takılmayan elbiselerini terden muhafaza edecek parçalar ilave ettikleri takdirde
temizliğe daha iyi riayet etmiş olacaklarını da teslim etmek lazımdır. Bu noksanı telafi
etmek isteyen zenginler elbiselerini fazla eskitmemeye dikkat ederler; diğerleri de
yıkanması mümkün olan kumaşlardan elbise yaparlar”14.
10
11
12
13
14
8
Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/224.
Müslim, 1/93
Tirmizi, Ede nr. 2779, C. 5, s. 111-112.
İ.H.Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlakı, Danişmend, s. 116
M.d’Ohson, Tableau General de I’Empire Othoman, Paris 1791, s. 276-77; Danişmend, s. 121-122.
İslâm’ın kişisel temizliğe verdiği önem için bkz. İbrahim Ünal, Çevre, İslâm ve İnsan, Gençlik
Yayınları, İstanbul 1994, s. 29; İ. Özdemir, a.g.e, s. 145 vd.
Nejdet GÖK
Temiz Hava
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.
Allah, belki pişmanlık duyup dönerler diye, yaptıklarının bir kısmının cezasını onlara
dünyada tattıracak” (30/Rum, 41) (ekolojik dengeyi bozmaları sebebiyle bu hallere
düşecekler demektir.) İnşaallah “belki pişmanlık duyar dönerler diye”...
Suların Temizliği ve Korunması
“Bizim diri ve canlı olan her şeyi sudan yaratıp meydana getirdiğimizi görüp
anlamıyorlar mı?” (25/Furkan, 54)
Hz. Peygamber; akmakta olan bir akarsu kenarında bile olsa lüzumsuz derecede
fazla su tüketimini yasaklamıştır. Sahabeden “Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber (s.a.v)
çıkageldi. Onun çok su kullanarak abdest aldığını görünce: “Bu israf da ne?” diye
müdahalede bulundu.
Sa’d’ın; “Abdestte de israf olur mu?” diye sorması üzerine, Rasulullah gereksiz
sarfiyatı yasaklayan şu veciz cümleyi söylemiştir: “Evet, akmakta olan bir nehir
kenarında olsanız bile”15 israf olur.
Ağaç ve Orman Sevgisi
“Ağaç” kelimesi Kur’an’da 26 defa, bağ ve bahçe anlamına gelen “cennet”
kelimesi ise 146 defa tekrar edilmektedir. 40’tan fazla yerde de bizzat ağaç çeşitlerinin
adı belirtilmektedir. (hurma, üzüm, zeytin, nar, sidre) 16.
Hz. Peygamber’in çevre ve tabiat konusundaki tutum ve davranışları, verdiği
talimatlar Alman çevreci R. Bahro’nun da dikkatini çekmiştir:
“Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile, onu dikecek
kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin.” (el-Münavî, Feyzü’l-Kadir, 3/30)
Hz. Ebubekir komutanlarına şu talimatı veriyor ki, bunlar Osmanlı’da dâhil tüm
İslâm devletlerinin titizlikle uyguladıkları kurallardır:
Davanıza ihanet etmeyin. Savaşta bile olsanız insaftan ayrılmayın. Çocukları,
yaşlıları ve kadınları öldürmeyin ve zulmetmeyin.
Hurma ve diğer meyve ağaçlarını, koyun, keçi ve diğer hayvanları yemenin
dışında bir başka amaçla kesmeyin, telef etmeyin.
Kiliselerinde ibadete çekilenlere rastlarsanız onları ibadetleriyle baş başa
bırakın. Size yiyecek, içecek ikram ederlerse Bismillah demeden yemeyin, içmeyin... 17
Çevre İle İlgili Uygulamalardan Örnekler
İslâm devletleri teşkilat geleneğinde, belediye ile ilgili işler, günümüzden daha
geniş kapsamda, ihtisab veya hisbe teşkilatları bünyesinde ele alınmıştır.
Hesap sorma, mesuliyet, “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” vazifesi
(iyiliği emretmek, kötülü yasaklamak) anlamına gelen ihtisab; aynı zamanda ihtisab
dairesinin aldığı vergi, belediye işlerinden sorumlu memurun işi ve dairesidir18.
15
16
17
18
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 22; İbn Mâce, Taharet: 48, no: 425, I. 147.
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Turhan Günay, a.g.e., s. 21-29 ve 114.
İbnü’l-Esîr, “el-Kâmil fi’t-Tarîh”, II, s. 139’dan naklen DGBİT, C. II, s. 33-34.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, haz. Heyet. İstanbul 1981, C. I, s. 898.
9
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
Daha önceki İslâm devletleri geleneğine uygun olarak İhtisab teşkilatı; Osmanlı
Devleti’nde de yerini almıştır. Kadı tayin edilen her yere muhtesib, Osmanlıdaki adıyla
“İhtisab Ağası” veya “İhtisab Emini” günümüz diliyle belediye başkanı tayin edilmiştir.
İhtisab ağasının bu görevi ifa etmesi için de emri altında görev yapan “Kol Oğlanları”
adıyla, bir tür zabıta memurları vardır.
Muhtesib’in esas olarak; İktisadi ve sosyal, adlî ve de dinî hayatla ilgili olmak
üzere üç tür görevi vardır:
(1267/1850) de Zabtiye Nezareti’ne bağlanan İhtisab Nezareti; (1271/1854)
yılında tamamen ilga edilmiş ve yerine İstanbul ve ona bağlı semtlerde “Şehremâneti”
adıyla yeni bir teşkilat kurulmuştur. Bu teşkilat batıdaki belediye teşkilatlarının acemice
yapılmış bir kopyasıdır. Her ne kadar “şehremini” unvanına Fatih Kanunnamesi’nde
rastlanıyorsa da bunlar sadece şehrin su ve bina işlerinden sorumlu kişilerdir19.
Sultan Abdülmecid Han batılı anlamda Belediye Teşkilatını kuran padişahtır.
1854’de Salih Paşa ilk Belediye Başkanı olarak göreve başlamıştır. Daha sonraki
yıllarda Belediye Başkanlığına dönen teşkilatla ilgili çok sayıda düzenleme yapılmıştır.
Bu durum Cumhuriyet Devri’nde de devam etmiştir.
Bilinen en eski ihtisab kanunları II. Bayezid devrine aittir. Bu kanunnamelerde
fiyat kontrolleri ve esnafın uyması gereken kuralların dışında temizlik konusu üzerinde
de büyük bir titizlikle durulmuştur. Bu konuda ilgili esnafın uygulamakla sorumlu
olduğu temizlik kuralları teker teker belirtilmiştir. Dikkat çekici bir nokta da
hayvanlarla ilgilidir. Şöyle ki; yük taşımakta kullanılan hayvanlara en fazla ne kadar
yük yükleneceği kurala bağlanarak hayvan hakları da kanun altına alınmıştır20.
Subaşı
Türklerde eski bir devlet görevi olan subaşılık Osmanlı Devleti’nde de karşımıza
çıkar. Ancak Osmanlı da daha dar çerçeveli bir fonksiyonları olan subaşılar; yerleşim
yerlerinde, emniyet ve asayişi temin ve maddi ve manevi temizlik işlerini yürütmekle
görevlendirilmiş memurlardır. Köy ve kasabalarda olanlarına il subaşısı, diğer büyük
merkezlerde olanlara ise şehir subaşısı denmiştir.
Bu memurlar günümüzdeki zabıta emniyet görevlileri ve kısmen de
belediyecilerin işlerini üzerlerine almışlardı. Kadıların emri altında görevlerini yürüten
bu memurların halk içinde de oldukça itibarlı bir konumları vardı.
Osman Bey’in ilk tayin ettiği memurlardan birinin subaşı olması, devletin
kurulduğu ilk yıllardan beri, beledi hizmet ve görevlere verdiği önem ve titizliği
göstermektedir.
19
20
10
İhtisab Teşkilatı ile ilgili fazla bilgi için bkz. Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-i Belediyye, C. I, s.
335-358, 360-361 vd.; Mehmet Galib, “İhtisab Ağalığı”, TOEM, nr. IX, s. 569-584., nr. X, s. 640648.; Ziya Kazıcı, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987, İstanbul 1987, 73-207; ODT, ed.
E. İhsanoğlu, C. II, s. 565-566; A. Akgündüz- S. Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, s. 348-350.
Ömer Lütfi Barkan , “XV. Asrın sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit
ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar. I. Kânunnâme-i İhtisâb-ı İstanbul –el-Mahrûse”, Tarih
Vesikaları, 1/5 (1942), 326 vd.; II/7, 15 vd.; II/9, 168 vd. Osmanlı Devleti Tarihi, ed. E. İhsanoğlu,
Zaman, İstanbul 1999, C. II, s. 564
Nejdet GÖK
Çevre İle İlgili İlk Berat ve Fermanlar
Osmanlı hükümdarlarının ihtisab ve hisbe anlayışına paralel olarak, çevre
konusunda dikkat çeken önemli düzenlemelerden bir kısmı da Fatih Sultan Mehmet
(1451-1481) döneminde gerçekleştirilmiştir. Haliç’in çerçöp vs. atıklarla dolmaması
için alınan önlemler çerçevesinde, Kâğıthane deresi havzasında hayvan otlatılması, bina
yapılması ve tarla açılması ve ağaç kesimi yasaklanmış, erozyona karşı da
ağaçlandırmalar yapılmıştır. Yine Fatih’in vasiyetnamesinde çevre ve tabiatın
korunmasına yönelik bir dizi tedbirler sıralandığını görüyoruz21.
Kanuni Sultan Süleyman da şehrin düzen ve asayişini sadece şehir subaşısına
bırakmamış özel olarak bir “çöplük subaşısı” görevlendirmiştir. Eline de –bugünkü
tabirle- bir çevre nizamnamesi veya beratı vermiştir. Bunlardan ilki 1539 tarihlidir.
Edirne’nin mahalleleri, sokakları ve çarşılarının temizliği konusunda verilen bu
yasakname, berat veya nişân-ı hümâyûn özetle:
Sokakların, ev ve dükkân önlerinin temiz tutulması, çöp veya benzeri atıklara
engel olunması, dinlemeyen ve itiraz edenlerin ayrım gözetilmeksizin cezalandırılması,
kervansaray, han, hamam vs. sosyal tesislerin atıklarına ayrıca dikkat olunması,
yerleşim yerlerinden uzak, halka zarar vermeyen boş yerlere nakledilmesi, insanların
gelip geçtiği yerlere tuvalet yapılmaması, çamaşır suları vb. pis ve kirli su ve kanların
sokaklara akıtılmaması, boyacıların, aşçıların, semercilerin atıklarının ve gübrelerinin
belirlenmiş boş yerlere atılması, hayvanların dükkânlarda değil belli yerlerde
beslenmesi, kabir vs. boş çukurların kapatılması, hayvanların mezarlara girip
dolaşmasının engellenmesi, öküz vs. hayvanların ev önlerinde ve avlularda
bağlanmaması, özellikle ölü hayvan leşlerinin halkı rahatsız edecek yerlere
konulmaması, bu hükme itiraz eden veya dinlemeyenlerin, bıraktığı leşin başının
boyunlarına takılarak, ibret amacıyla teşhir olunması gibi devrin belli başlı çevre
sorunlarına temas olunmuş, pratik çözümler getirilmiştir.
Şehir kadısı ve subaşısı da bu yasakların uygulanması konusunda görevlendirilen
bu çöplük subaşısına yardımcı olmakla mükellef kılınmışlardır. (Safer, 946/1539) 22.
Bu yasaknameyi irdelemekle Osmanlının son dönemlerinde, devlet
teşkilatındaki köklü değişikliklere paralel olarak, yeni yapılanma çerçevesinde
oluşturulan belediye teşkilatları ve yayınladıkları nizamnameleri kıyaslama imkânı
bulmuş oluyoruz.
Çevre İle İlgili Diğer Nizamnameler veya Genelgeler
Osmanlı Devleti’nde bu konuyla ilgili özellikle 19. yüzyılda birçok nizamname
hazırlandığını görüyoruz. Çağına göre oldukça ileri sayılabilecek bu kuralların bugün
bile maalesef çoğunu gerçekleştiremediğimizi üzüntüyle müşahede ediyoruz.
XIX. yüzyılda Osmanlı şehirleri; özellikle de dış dünya ile bağlantılı olan liman
şehirleri önemli bünye değişiklikleri geçirmiştir. Belediye hizmetleri de bu değişimden
21
22
Konuyla ilgili ayrıntılar için bkz. İbrahim Özdemir, “Osmanlı Toplumunda Çevre Anlayışı”,
http://www.ibrahimozdemir.com/Makaleler/Osmanl%C4%B1ToplumundaCevre.pdf
Bâyezid kütp. Veliyyüddîn Ef., nr. 1970, vrk. 101/a-102/b, 125/b-127/a’dan naklen Akgündüz,
Osmanlı Kanunnâmeleri, C. IV, s. 540-543; Pakalın, TDT, III, s. 259-261; Cin-Akgündüz, Türk
Hukuk Tarihi, C. I, s. 234.
11
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
payını almıştır. Yüzyılın ticarî faaliyetlerine uygun bir ulaşım ve hizmetler bütününe
sahip olabilmek için yeni bir teşkilatlanma zorunluydu. Bu liman şehirlerinde tüccar
gemileri için karantina ve konaklama tesisleri kurmak, uygun sağlık şartlarını temin
etmek ve düzenli bir şehir ulaşım ağı kurmak başta gelen görevlerdendi. Daha sonraki
dönemde, benzeri modern hizmetleri yerine getirecek teşkilatın adı ise şehremaneti, son
dönemlerde de belediye olmuştur.
Bununla beraber, modern belediyelere, geleneksel hizmet ve teşkilatlarla destek
olunmuştur. Mahalle ve cemaat toplulukları, kendi semtlerindeki belediye ve bazı
kolluk görevlerine eskisi gibi devam etmişlerdir.
13 Haziran 1854’de Kırım Savaşı nedeniyle çeşitli ülkelerin askerlerinin
İstanbul’da toplanmaları, başkentte ciddi düzensizlik ve temizlik problemini ortaya
çıkarmış ve bu zaruret, “İstanbul Şehremaneti” (İstanbul Belediyesi)nin kurulmasına
neden olmuştur23.
Galata ve Beyoğlu’nun belediye hizmetlerini yerine getirmesi için Altıncı Dairei Belediyye, Paris örneği izlenerek kurulmuştur. 1868’de bu örneğe bakılarak tüm
İstanbul 14 belediye dairesine ayrılmıştır. Sonraki yıllarda diğer şehirlerde de modern
belediye teşkilatları kurulmaya başlanmıştır.
Biz burada belediye teşkilatının kuruluşu ve teşkilatlanması ile ilgili detayları
konunun uzmanlarına bırakıp çevre ile ilgili bazı çarpıcı ve ilginç maddeleri, yapılan
yeni düzenleme ve imar faaliyetlerini başlıklar halinde aktarıyoruz24:
1. Dar sokakların mümkün mertebe genişletilmesi ve yeni açılacak yolların daha
geniş yapılması.
2. Belediye zabıta teşkilatında yeni düzenlemeler.
3. Mahallelerdeki temizlik işlerini düzenlemek ve çöpleri toplamak üzere çöplük
subaşısı ve çöplerdeki kıymetli maddeleri bulup çıkarmak için arayıcı esnafı teşkilatı.
Subaşılar, sokaklarda yığılan süprüntüleri yıllık muayyen bir meblağ karşılığında
“arayıcı” denilen esnafa ihale ederlerdi. Bundan dolayı kendilerine “çöplük subaşısı”
adı verilmiştir. Bunun yerine “mezbele subaşısı” veya “tahir subaşı” da denilmiştir.
4. Sokak kaldırımlarının düzenlenmesi.
5. Sokakların aydınlatılması faaliyetleri.
6. Su yolları ve su kanallarının temizlenmesi ve düzenlenmesi.
7. Petrol, ispirto ve benzin gibi yanıcı maddelerin konulacağı depoların şehir
dışında, halk için tehlike arzetmeyen yerlerde yapılması, tespit olunan miktardan fazla
depolanmaması. (28 mayıs 1331/1915 tarihli tezkire.)
8. Camî, türbe, çeşme, sebil ve muvakkıthâne gibi “mebâni-i nefîse” (pek
beğenilen, güzel binalar) ye ilan yapıştırılmasının yasaklanması. (4 Mart 1331/1915)
9. Cami yakınlarındaki tuvaletlerin tamir ve temizlenmesi için bütçe ayrılması.
23
24
12
Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye C. I’de klasik devir şehir idaresi konusunda geniş
malumat verir. Osmanlı belediyeleri konusunda geniş bilgi için bkz. İ. Ortaylı, Tanzimat’tan Sonra
Mahallî İdareler, Ankara 1974; ve İstanbul 1984; aynı yazar “Tanzimat Devri ve Sonrası Sosyal
Hayat” Osmanlı Devleti Tarihi, ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul 1999, C. 1. s. 315.
Osman Nuri, a.g.e., haz. Heyet, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 1999, C. I-VIII, dağınık
olarak.
Nejdet GÖK
10. Eski milli anıt ve eserlerin korunması için özen gösterilmesi ile ilgili
Dahiliye Nezareti’nin tezkiresi. (22 Mart 1333/1917) “her biri birer hazine hükmünde
olan tahripleri medenî ülkelerde vahşet kabül edilen, eski eserler ve ulusal
abidelerimizin en güzel şekilde korunması pek ziyade dikkat ve itina gösterilmesi ve
‘âsâr-ı atîka ve muhafaza-i âbidât nizamnameleri’ hükümlerine tamamen uyulması
lazım geldiği...”
11. Yapılacak tamirat ve inşaatların yeni nizamnameye uygun olarak yapılması
gerektiği. (25 Mart 1294/1878)
12. Yeni harita ve planlar hazırlanması.
13. Yangın mahallerinin düzenlenmesi ve geliştirilmesi, yangın mahalleri
haritalarının düzenlenmesi.
14. Sokak ve caddelerin tamir ve bakımı.
15. Mahalle aralarında bulunan bostan ve bahçe yerlerinin parsellenip, bina inşa
edilerek, halkın gezip dolaştığı, nefes aldığı bu yerlerin yok edilmesine engel olunması.
(1905 ve 1911 tarihli Şûrâ-yı Devlet kararları)
16. Çayır vs. yeşil alanların korunması.
17. Şehrin imarı ve güzelleştirilmesi için nizamname hazırlanması.
18. Fırın dükkanlarının çevre binalara zarar vermeyecek şekilde yapılması.
19. Ev planlarının, inşaattan önce sağlığa uygunluğunun tedkik olunmasının
gerekliliği.
20. Parke taşları döşenmesi, ve parkelerde uyulması gerekli olan standard.
21. Keresteciler sitesi gibi halkı rahatsız edici biçimde yerleşim merkezlerine
yakın, işyerleri ve imalathanelerin şehir dışına nakledilmesi.
22. Havanın temizliğini bozan, kömür, paçavra, kemik vb. yakıtların iş
yerlerinde vs. yerlerde kullanılmasına engel olunması. (11 Şubat 1302/1886 tarihli Şurâyı Devlet kararı)
23. 1278/1862 tarihli nizamname kuralları haricinde yeni buharlı fabrika
inşasına müsaade edilmemesi, mevcut olanların bacalarına havayı kirletmeyecek
filtrelerin takılması. (1303/1893 tarihli karar)
24. Üsküdar’daki vakıf değirmenine dumanın zararlı bir biçimde dağılmasını
engelleyen aletin takılması.
25. Denize akıtılan lağımlarla ilgili kararlar ve yeni düzenlemeler.
26. Kar kuyularının temizliği ve kar depolanmasında dikkat edilmesi gereken
kurallar.
27. Sokakların deniz suyuyla yıkanması ve temizlenmesi.
28. Sakkarin maddesinin sıhhat için zararlı olduğundan gümrüklerden kontrollü
olarak geçirilmesi.
29. Şehrin güzelleştirilmesi ve yeşillendirilmesi için alınan tedbirler, bahçıvan ve
çiçekçiler için çıkarılan nizamnameler ve benzerleri.
Sonuç ve Değerlendirme
Çevre sorunları, kuraklık ve onun doğal sonucu olan kıtlık ve felaketler insanlık
tarihi kadar eskidir. Dünyanın birçok bölgesinde zaman zaman yaşanan çevresel
13
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
problemler, uygarlıkların da sonunu getirmiş, yıkılmaz sanılan medeniyetler, doğa
dengesinin bozulması sonucunda tarihin yaprakları arasında kaybolup gitmiştir.
Oysa Yukarı İndüs Vadisi’de eski bir Hind-Pakistan uygarlığı olan “İndus
Uygarlığı”, Mezopotamya’daki Sümer, Akad ve Babil uygarlıkları, Nil boylarında
doğup batmış Firavunlar Dönemi uygarlıklarının yok oluşlarının temelinde; sosyoekonomik baskılar nedeniyle, doğanın bilinçsiz bir biçimde, aşırı ve tek taraflı
kullanılması sonucu bozulan ekosistemler ve onun neticesinde oluşan kuraklık ve
çölleşmenin yattığı artık çocukların bile bildiği gerçeklerdir.
Türk toplum ve medeniyetinin temeli, tabir yerinde ise kaderi, çevre sorunlarıyla
doğrudan alakalıdır. Ortaya çıkan kuraklık ve kıtlık, kısacası olumsuz çevre problemleri
Türk ulusunun inanç ve değerlerini derinden etkilemiş, her şeyden daha üstün ve kutsal
kabül ettikleri vatan topraklarını bırakarak, anayurtları olan Türkistan’a göç etmek
zorunda kalmışlardır. Türklerin bu zorunlu göçü yalnızca Türk tarihini değil, aynı
zamanda dünya tarihini de temelden etkileyen önemli olaylar arasında kabul edilir.
Çevre problemlerinin doğurduğu etkiler sadece Türk–İslâm devletlerinin değil
tüm İslâm ülkelerinin hayatında da silinmez izler bırakmıştır. Tarihçi Dephanol bunu
“İslamın trajedisi, kurak coğrafyasındadır.”25 sözüyle vecizeleştirmiştir. Bu yüzdendir
ki göçebelik ve onun gereği olan seyyar yaşam tarzı İslam toplumlarının değişmez
kaderi olmuştur.
Uygarlığımızı kurtarmak için her birimize düşen önemli görevler vardır. Albert
Einstein: “Dünya, kötülükler yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey
yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.” diyor26.
Yazımı TEMA vakfı kurucu başkanı Sayın Hayrettin Karaca’nın (Erozyon
Dede) nin, 5 Haziran 1998 de, Dünya Çevre Günü’nde vermiş olduğu konferanstan
aldığım şu sözlerle tamamlamak istiyorum:
“Çevre sorunlarının en üst düzeye çıktığı bugünlerde çareler aradığımız olayın
temeline inmedikçe, olayın sebebini teşhis etmedikçe başarıya ulaşma şansımızın
olmayacağı bir gerçektir. Nerden çıktı bu kirlilik? Neden bugün yaşanmaz bir dünyaya
hızla gidiyoruz? Bunun temelinde sınırsız, koşulsuz tüketim toplumunun getirdiği
sonuçları yaşıyoruz. O halde tüketerek değil, paylaşarak ve koruyarak yaratabileceğimiz
bir dünyaya ihtiyacımız var. …A.B.D. başkan yardımcısı (o tarihte) Al Gore,
Amerika’da bir çocuk doğduğunda 30 Hindistanlı çocuğun doğduğuna eş değerde doğal
varlıkları tüketir. Acaba yoksul ülkelerde nüfus artışı mı daha tehlikeli? Yoksa gelişmiş
ülkelerde mi? Gelin matematiksel bir sonuca varalım. Amerikan nüfusu 270-280
milyon. Demek ki, Amerikalı toplum Hindistanlıya nazaran dünyayı 8 kere daha fazla
kirletmeye devam ediyor. İşin temelinde bu var. Yeni bir yaşam düzenine ihtiyaç var.”27
Kaynaklar
25
26
27
14
Bkz. X de Dephanol, “Geographical Setting”, Ed. P.M. Holt, The Cambridge History of İslâm, C. 2B,
s. 468’den naklen, T. Akyol, Osmanlıda ve İran’da Mezhep ve Devlet, Milliyet Yayınları, İstanbul
1999, s. 211.
Brown, Lester R., Plan B 3.0, Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 2008, s. 5.
Çevre ve İnsan, Çevre Bakanlığı Yayın Organı, s. 44, (Mayıs/1999), s. 11.
Nejdet GÖK
Akgündüz, Ahmet – Sait Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV, İstanbul 2000.
Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri, C. IV, İstanbul 1998.
Albayrak, Sadık. 41 Orijinal Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre,
İGDAŞ, İstanbul 1997.
Barkan, Ömer Lütfi, “XV. Asrın sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek
Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar. I.
Kânunnâme-i İhtisâb-ı İstanbul –el-Mahrûse”, Tarih Vesikaları, 1/5 (1942), 326
vd.; II/7, 15 vd.; II/9, 168 vd.
Barthley, Robeter L., “Batı Kendisine Güvenmelidir”, The Wall Street Editörü, Türkiye
Günlüğü, Güz 1993.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Müzehheb Fermanlar Kataloğu.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Nişan (Tahvil)Kalemi Defterleri (nr. 980-986-989).
Binark, İsmet. “Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki Belgeler Işığında Türklerde
Çevrecilik Anlayışı”, Yeni Türkiye, Ankara 1995.
Brezezinsky, Zbigniew, Kontrolden Çıkmış Dünya, (2. Baskı), Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 1996.
Brown, Lester R., Plan B 3.0, Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 2008.
Cin Halil- A. Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, Konya 1989.
Çepel, Necmettin, Çevre Koruma ve Ekoloji Terimleri Sözlüğü (Türkçe-Almancaİngilizce),Tema Yayınları, İstanbul 1995.
d’Ohson, M., Tableau General de I’Empire Othoman, Paris 1791.
Danişmend, İ. H., Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlakı.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, (ed. Hakkı Dursun Yıldız), Çağ Yayınları,
İstanbul 1988.
Dünyanın Durumu (2000-2008 yılı raporları) (haz. Worldwatch Enstitüsü Uzmanları),
Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 2000-2008.
Ergin, Osman Nuri, Mecelle-i Umûr-i Belediyye, haz. Heyet, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, İstanbul 1999.
Fermanlar, Haz. Heyet, TİKA Yayınları, Tiran 2005.
Gök, Nejdet, Beylikler Döneminden İtibaren Osmanlı Diplomatikasında Berat
Formu,(Yayınlanmamış doktora tezi), Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 1997.
Gökyiğit, A. Nihat, Toprağın Başı Dertte, Tema Yayınları, İstanbul 2002.
Günay, Turhan, “İslâm ve Kuran’da Ağaç, Yeşil ve Toprak”, Tema Vakfı Yayınları,
İstanbul 1995.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarîh, C. 1, çev. Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul
1989.
Kazıcı, Ziya, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987.
Lean, Geoffrey, Gerçekçi Yaklaşım “Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması”nın Basit Metni,
çev. Yaman Köseoğlu, Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 1995.
Mehmet Galib, “İhtisab Ağalığı”, TOEM, nr. IX, sh. (569-584).
Ortaylı, İlber, “Tanzimat Devri ve Sonrası Sosyal Hayat” Osmanlı Devleti Tarihi, ed.
Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul 1999.
15
SBArD
Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16
Ortaylı, İlber, Tanzimat’tan Sonra Mahallî İdareler, TODAİE Yayınları, Ankara 1974.
Osmanlı Devleti Tarihi, ed. E. İhsanoğlu, Zaman, C. II, İstanbul 1999.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Haz. Heyet, İstanbul 1981.
Özdemir, İbrahim, Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara 1997.
Özdemir, İbrahim. Yalnız Gezegen, Kaynak Yayınları, İstanbul 2001.
Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-III, MEB, İstanbul
1993.
Sahih-i Buhari, Muhtasar-ı Tecrîd-i Sarih, çev. Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner
Yayınları, Konya 2007.
Şahin, M. Süreyya, “Cennet”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul 2000.
Ünal, İbrahim, Çevre, İslâm ve İnsan, Gençlik Yayınları, İstanbul 1994.
Zeydan, Corci, İslam Uygarlıkları Tarihi I, çev. Nejdet Gök, İletişim Yayınları, İstanbul
2004.
16