Prof. Dr. Gülnaz Aslan-- Deşifre Benim tüm söylemek istediklerimi

Transkript

Prof. Dr. Gülnaz Aslan-- Deşifre Benim tüm söylemek istediklerimi
Prof. Dr. Gülnaz Aslan-- Deşifre
Benim tüm söylemek istediklerimi daha doğrusu düşündüklerimi Zafer o kadar
güzel anlattı ki sevgili Mehmet’in özellikleriyle ilgili… Benim artık Mehmet’i
anlatmama gerek yok. Sadece Mehmet ile ilgili anılarımdan bahsedeyim.
Mehmet ile ben 1968 yılında Hacettepe’ye asistan olarak başladığımda
tanıştım. Tanışmadan 5-10 gün önce idi. Yeni başladım ortalıklarda
dolaşıyorum, bir odadayım. Odada bir asistan, bir kıdemli asistan, anestezi
veriyor. Kıdemli asistan geldi, kıdemsiz asistanı çıkarmak istedi, “hadi sen git bir
kahve al, çay iç” dedi. O da çok çalışkan bir arkadaş, “hayır, ben bu vakayı
bitirmek istiyorum” dedi. “çık kardeşim, çık işte” dedi. “Ben bu vakayı bitirmek
istiyorum” dedi. Bu sefer o kıdemli asistan, “Haberal’laşma çık diyorum” dedi.
Ben anlamadım, Haberal’ın adını duymamışım daha. O anda soramadım,
çıktıktan sonra o kıdemsiz arkadaşa “ne demek?”dedim. Bir de yeni dönmüşüm
mecburi hizmetten, İngilizce tabirler duymamışım daha önce. “Haberallaşma ne
demek” dedim. “bir arkadaş var, genel cerrahide çok çalışkan, yani onu demek
istedi, Haberal gibi oldun sende demek istedi” dedi. Bu sayede Haberal’ın ismini
öğrendim.
Sonra Karadenizli olduğunu öğrendim, bende Karadenizliyim, Ankara’ya geldim,
çok yabancıyım, hiç bilmediğim bir üniversite, Hacettepe benim ilk gördüğüm
çok modern bir hastane. Mehmet’i tanıdım ve Mehmet aileden biri gibi hoşuma
gitti, çok yakınlık duydum ve arkadaşlığımız başladı. Ondan sonrada Mehmet
beni kime tanıştırsa “İşte şu kadar yıllık arkadaşım, 10 yıllık, 20 yıllık,30 yıllık, 40
yıllık” işte şimdi 45 yıllık arkadaş olduk.
Mehmet ile ilgili anılarım çok. Anestezi rotasyonu yapar cerrahlar hep. Bize
anesteziye geldi Mehmet, ben asistanım, O da 2 ay süreyle rotasyonu yapıyor.
Anesteziyle ilgili bir şeyler öğreniyor. Bize gelen her cerrahi daldan gelir onlara
biz “yaylacı” deriz. Yani çalışmazlar, nasılsa kendi branşları değil, fırsattan
istifade biraz gezerler, nöbetlerden kaçarlar falan. Mehmet geldi başladı
anestezi rotasyonuna. Herkesin düşüncesini bildiği için gece nöbetlerde
sekretere tembih etmiş, “vaka çıkınca bana haber ver en önce” diye. Çünkü
biliyor, biz onu kaldırmayacağız, bir işe yaramaz diye. Bir gece yine böyle bir
vaka çıktı, acil vaka. İndik baktık tabi yine Mehmet başında. Hepimizden önce O
geliyor, rotasyon asistanı göya… Septik şokta bir hasta. Ben kıdemsizim, çok
yeniyim. Kıdemli bir asistan var, uzman yok o zaman yalnızca kıdemli asistan
veriyor anesteziyi. Bir şeyler yapıyor falan Mehmet dedi ki “buna kortizon
verelim”. Şimdi, biz ne kortizonu dedik, “Kardeşim kortizon ver, çek çek” dedi.
Niye vereyim diye bir tartışma… Hemen geldi kendi aldı, dinlemedi 500
miligram kortizonu verdi. Bu biraz kıdemli asistanımız buna alındı. Fakat
Mehmet Bey’i bildiği için, çok çalışkan, bunun bir bildiği var diyor. Bizde kaldık
arada. Neyse, ertesi gün “ben şikayet edeceğim Mehmet’i” dedi. Ben de
şikayet edeceksin ama belki doğrudur yaptığı, bir onu öğrensen dedim. “Yok,
yok ben şikayet etmeyeyim de Özdemir Bey (bizim şefimiz) Özdemir Abi’ye
söyleyeyim, verdi doğru mu ben bilmiyorum” dedi. Özdemir Bey’e anlattı,
Özdemir Bey de şimdiki gibi internete girip hemen bakamıyor, taradı ve çağırdı
bizi ve dedi ki; “Mehmet’in yaptığı doğru. Anesteziyi de idare etmeye başladı
artık” dedi.
Bir gün yine nöbetteyiz, beraberiz rotasyonda. Bende kıdemsizim ama biraz
cesurum herhalde, kıdemli arkadaşı ben seni uyandırmam, yat dedim. Bu küçük
bir vaka alıyoruz. “Sen kalkma,yatma ben alırım” dedim. Mehmet de yanımda
O’na da güveniyorum. Uyuttum hastayı, solunum yoluna bir tüp koyacağız
oradan havalandıracağız. Ben ilaçları verdim, baktım havalandıramıyorum
hastayı. Önce maskeyle nefes aldıracağız hastaya. Bir türlü
havalandıramıyorum, telaşlandım, böyle çırpınıyorum, ne yapacağız, diye. “ya
bırak bana” dedi, itti, aldı, hastayı havalandırdı. “ben niye havalandıramadım”
dedim. “sen çok heyecanlandın ondan,sen entübasyonu yap” dedi bana, yaptım
ve gerçekten o anda hastayı belki hipoksi olacak, anoksi olacak, hastayı kurtardı
diyorum ben ona. Sen kurtardım diyorum. Her girdiği yerde, her bulunduğu
yerde yararlı oluyordu.
Mehmet Bey’i burada tanıyan çok var, Onu kafeteryada gören yoktur. Çünkü
orada boş muhabbetler olur sadece. Katiyen, O’nu sadece ameliyathanede ya
da koridordan geçerken görürdük. Onun dışında olmaz. Öyle bir şey söylendiği
zamanda “zaman çok kıymetli, zaman canlıdır kardeşim, canlıdır” dedi. Ne
demek canlıdır? “Zaman öldürülmez canlıdır çünkü canlı işte canı var
zamanın”dedi. Onu hiç unutmuyorum.
Mehmet Bey muayenehane açtı, hep birlikte part time a ayrıldık. Yıllarca, hala
sürüyor, part time, full time meseleleri. Yine o dönemde biz, bir şeye kızdık,
idareye. Cerrahlar muayenehane açalım dedi, bende Mehmet’e hadi sende gel
dedim, o da tamam dedi. Muayenehane açtık. Burada bir şey söylemek
istiyorum, en dürüst bildiğimiz, en iddialı hocalarımız ben hepsiyle çalıştım.
Hiçbiri için söyleyemeyeceğim şey Mehmet için vari… Tek bir hastası olmadı ki,
O’na makbuz vermesin. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Yıllarca ben serbest
çalıştım, beraber. Ve ben açıkça söyleyeyim, hiç hoşuma gitmezdi, makbuz
yazmazdık yani vergi kaçırırdık. Mehmet Bey, bir hasta, çok yakından tanıdığım,
dedim ki; benim hastam yani çok yakınım, ne vereceksin makbuzu” dedim. Ama
“beni hiç kimse vazgeçiremez” dedi, verdi makbuzu. Bunu ben tanıdığım hiçbir
cerrah, böyle bir özellik görmedim Mehmet Bey’den başka.
Serbest çalışıyoruz yine bir gün, muayenehanesinden geldi, ameliyatlarını yaptı,
çıkıyoruz dedi ki bana, o arada da bu hastaneye başlamış durumda. “hastaneyi
görmek ister misin?” dedi. Ben dışarıdan gördüm dedim, içini gör, dedi. Bitti mi
dedim, “bitti” dedi. Geldik. Ne bitmesi, aynı bana göre,4 duvar... Dedi ki;
ameliyathaneye inelim bak orayı göstereyim, dedi. Tahta merdivenler güç, bela
indik. 4 duvar başka hiçbir şey yok. Birisi de geldi ışık tutuyor. Bu bitmiş hali
ameliyathanenin, O’nun gözüyle öyle. O yüreğiyle görüyor, ben gözümle
baktığım için bir şey göremiyorum. Bana anlatıyor; bak burası birinci
ameliyathane, burası ikinci, burası sekreterlik, burası ayılma odası, lamba
şurada, bak görüyorsun değil mi lambayı, şu bu… Hiçbir şey görmüyorum.
“hı,hı” dedim. Çıktık, “çok güzel oluyor, değil mi?” dedi. “Kaç oda?” dedim. “Ya
görmedin mi kaç oda” dedi. Dedim; görmedim ben oda falan. “E, ne boşuna
sana saatimi verdim burada” dedi. Çok ilginç, öyle bir heyecanlı bakıyor,
anlatıyor ki her şeyi sanki her şey bitmiş, yerleşmiş, masalar, sanki tümüyle bir
ameliyathane.
7 gün 24 saat çok doğru Mehmet için, bunu herkes bilir. Bir gün ben saat 12 gibi
evdeyim. Telefon… Açtım telefonu, “nerdesin” dedi, evdeyim dedim. “Bu saatte
ne arıyorsun evde”… Sanki gündüz ortası, gecenin 12’si… Nerede olayım
Mehmet dedim… “gelsene buraya” dedi… Ne var peki? İşte bir hasta gelmiş,
gecenin 12’si, neredesin diye bana kızıyor. Çünkü kendi 24 saat burada.
Yine bir gece ameliyattan çıktık, gece 2.30 falan. Sabah 7.30’da başlamışız,
olmuş gecenin 2.30’u.. Ben perişanım, yorgunluktan öleceğim, tam arabaya
bineceğim, Mehmet de arabasına binmek üzere geldi, Bırakayım istersen, dedi.
Ben hiçbir zaman bırak demem, o gün o kadar yorgunum ki, ne kadar iyi olur,
araba kullanacak halim yok dedim. Adalet, arabayı kullanıyor, biz arkadayız, ben
dakika geçmeden uyuyakaldım. Baktım Mehmet sesleniyor; “Gülnaz, Gülnaz
kampüsün girişindeki havuzu, fıskiyeyi gördün mü?” Yok görmedim dedim.
“Adalet, çek” dedi. Mehmet ben sonra görürüm dedim, yarın gider görürüm…
“Olur mu ya, ne kadar ilgisizsin, çek çek” dedi. Gecenin 2.30’unda yorgunluktan
ölüyorum ben, O değil… Ameliyatları yapan O çünkü. Gittik, fıskiyenin etrafında
dolaştık, bana hiçbir şey ifade etmiyor, O heyecan içinde anlattı, bak burada
çiçekler olacak falan… Sonra beni eve bıraktı.
Yine bir gün, hiç unutmuyorum, Gökhan var mıydı? Sen de olmuş olabilirsin. 2
böbrek, 1 karaciğer nakli yaptık. Yine gece 02.00 falan. Pardon, 1 karaciğer, 1
böbrek bitti. Küçük ameliyathane, sadece 3 odamız var. Küçük odada da son
böbrek nakline geçti hemen Mehmet. O arada diğer böbrek bitti, Hamdi Bey
vardı ekipte, Hamdi Karakayalı. O da o ameliyattan çıktı. Tabii çok yorgun, 2
büyük ameliyat, yavaş yavaş geldi odaya. Mehmet Bey baktı, “Kardeşim boş boş
niye geziyorsun?” dedi. Yani ne boş gezmesi, azcık yavaş girdi. O kalmıştır bizde,
birini görünce “hadi boş, boş gezme” deriz.
Mehmet Bey’i çok anlattı Zafer. Olağanüstü iyi yürekli bir insan ayrıca. Her
şeyiyle iyi. Bir gece yağmurdan hastanenin bir yerlerinde su akmış,
ameliyathaneyi de su basmış, beni de aradılar. Gecenin bir saatinde yapacağım
bir şey yok ama geldim ameliyathaneden sorumlu olarak bakayım diye. Geldim,
ameliyathaneye girdim, orada çalışıyor birileri. Dediler ki Mehmet Bey de arka
tarafta. Gittim, o zaman daha bu blok yok. Sadece orada bir villa var. Villa bizim
değil, bizimle bir ilgisi yok. Komşu. Onun bahçesine de sular yığılmış, bir baktım
Mehmet, ayağında çizmeler, kova kova bahçeden su alıp dışarı atıyor. Ağzım
açık kaldı, ya sanane… Mehmet ne yapıyorsun dedim. E suyu boşaltıyorum,
dedi. O arada birkaç kişi de Mehmet Bey’e yardım ediyor. Bakım onarımın şefi
geldi o zamanki. grandtualet giyinmiş, o da seyrediyor. Ben azcık dürttüm onu
gir demek istiyorum. Mehmet bey dedi ki ,sen niye bakıyorsun burada böyle
duracağına evine git dedi. Girdi. Soyundu, giyindi yardıma girdi.
Mehmet Bey kendine hiç zaman ayırmaz. Sık sık bir tatil yap derdik. Cumartesi
Pazar her gün çalışıyor. Yıllık izin falan öyle bir şeyin mevhumu yok. Bir
arkadaşım çok güzel bir şey söyledi, Mehmet duyuyorsa kızar bana şimdi,
köylülerin tatili olmaz, cumartesi Pazar tatil yapar mı köylü dedi. Mehmet Bey
de Haçapit Köyü’nden gelmiş, çünkü orada da hakkaten tatiller, yaz tatillerinde
de çalışıyordu. Yaz gidip gördük Haçapit’i. O’nun nereden nereye gittiğini,
yaylaya nasıl çıktığını katırlarla. Gözümüzün önüne geldi, adeta o anı yaşadık
onunla birlikte.
Tatili hiç yoktu. Bir tek kaçta çıkarsa çıksın ameliyattan gidip yüzer gelirdi.
Mesela karaciğerden çıktı, yüzmeye gidecek ama tekrar gelecek yine. Giderken
de hasta daha yeni çıktığı için, onu bir süre takip edeceğiz hepimiz, yüzmeye
gidiyorum demezdi biz anlardık, “Ben şimdi geliyorum” derdi. “Ben şimdi
geliyorum” demek buradan sakın ayrılmayın ha! Öyle demez ama “Ben şimdi
geliyorum ha”…
Rengin burada mı? Bir gün yine Rengin başhekim, tabii o her gece 12’ye kadar
burada. Yine vakadan çıktık, bende yorgunum, hemen gitmiyoruz, hastanın
stabilleşmesini bekliyoruz. Mehmet geldi, “Ben gidiyorum, hemen geleceğim”
dedi. Biz anladık, o bir yüzüp gelecek, yarım saat sürer. Rengin de bana dedi ki,
gel bizde gidelim bir yerlere, alışveriş merkezine. Biz gittik, acele de ediyoruz,
Mehmet Bey bizden önce gelmesin diye. Geldik baktık ki merdivenlere doğru
gidiyor. Biz hızlıca koşup gittik, yetiştik O’na. Beraber çıktık yoğun bakıma
hastaların yanına. Şimdi ikimizin de kafasında aynı şey var, vicdan azabı
duyuyoruz, O gitti biz de gittik diye, o arada Mehmet Bey galoşlardan falan
bahsediyor. “Bu galoşları giymeden sakın girmeyin yoğun bakıma” yoğun
bakıma şöyle girilir, böyle girilir, enfeksiyon falan derken Ben de dedim ki
ameliyathanede hastanede giyilen ayakkabılarla yoğun bakıma girilebilmeliyiz
galoşsuz ama hastanede giyilen ayakkabılarla…! Tabii dedim “şimdi alışverişe
gidip gelip de buraya girilmez”… Boş bulundum. Onu anlamadı tabii Mehmet
Bey.
Bir gün yine Rengin ile… Rengin, kızma bana. Mehmet Bey Kızılcahamam’da. Bir
bayram tatili, 2. Günü. Bende hastalara bakmak için geldim hastaneye, Rengin
gel öğlen yemeğini Sheraton’da yiyelim, ben ısmarlayayım dedi. Olur dedim,
gittik. Yemeklerimizi ısmarladık güzelce. Bekliyoruz. Tam o arada Rengin,
telefonda biriyle konuştu. Kalk gidiyoruz, dedi. Ne oldu dedim “kalk, kalk” dedi.
Birden o kalkınca bende kalktım mecburen. Arabaya doğru gidiyoruz. Ne oldu
dedim, Mehmet Bey yola çıkmış geliyor dedi. Ne olacak çıksın gelsin bir yemek
dedim, olmaz olmaz dedi doğru Mehmet Bey’den önce geldik hastaneye. İşte
böyle de korkarız yani Mehmet Bey’den… Yemeği ısmarladık gelmedi, bende
dedim ki “garsonlar demiştir ki bunlar kaçakçı mıdır nedir?” Polisler geldi iptal
bile edemeden fırladık kalktık geldik.
Almanya’dan gece yarısı bir telefon geldi. Almanya’dan sık sık böyle gelirdi. Hep
dışarıdan geliyor böbrek, çünkü kadavra hiç yok neredeyse Türkiye’de. Neyse,
Almanya’dan telefon geldi, böbrek geliyor diye. Hemen kabul edildi. Mehmet
Bey de yurt dışına bir yere gidiyor. Biz hemen ona haber verdik. Pardon, böbrek
geliyor, almayalım dedik. Yurtdışına gidiyorsun, ekip olmadan olmaz. “Yok,ben
dönüyorum” dedi. Ve çok önemli bir toplantıydı. O toplantıdan vazgeçti, döndü
geldi. Böbreği bekliyoruz, böbrek de geldi. Böbreği taşıyan da tanımadığımız bir
insan. Biz başka uçakla gelecek diye bekliyoruz. Özet olarak, Türk böbrek için
Almanya’ya gitmiş, böbrek bekliyor, derken bir tane çıkmış fakat bu böbrek
sırada o olduğu halde başka bir kişiye verilsin istenmiş. Israrla benim sıram
diyince kabul etmişler, yapalım demişler, bu sefer de parası yok adamın. Olmaz
o zaman başkasına takacağız demişler. Adam da dişli çıkmış. Adama sen nereye
gidiyorsun demişler. Oradaki doktor demiş ki, bir şartla böbreği veririm, böbreği
alıp oradan bize getiriyor, bir şartla veririm bu böbreği hiç yaptığımız bir şey
değil, “Mehmet Haberal yaparsa” Onun üzerine hastanın yakını bize telefon
ediyor. Hasta böbreği ile beraber buraya geliyor. Mehmet Bey böyle
uluslararası tanınmış hekim. Bu çok yıllar önceydi zaten son zamanları
söylemeye gerek yok.
Mehmet Bey için çalışmak bir ibadettir. Çalışmak her şeyin üstünde. Çalışan
insan O’nun için çok kıymetlidir.
Bir gün senatoda anlatıyor. Patalya’da diyor, o arada inşaat var, ben çalışıyorum
diyor, orada da gazetecilerin toplantısı varmış. Gece saat 2 falan Mehmet
işçilerle falan çalışıyor. Sabaha kadar iş bitecek… Gürültü oluyor demirler
çekilirken falan, “şikayet etmiş beyefendiler” diyor. Burada uyuyamıyoruz,
rahatsız oluyoruz diyorlar. “Ya ben çalışıyorum, Ben çalışıyorum, onlar rahatsız
oluyor”. Senatodan da kimse demiyor ki, haklılar yani, gece, onlar için 24 saat
değil ki gün, 7 gün değil ki hafta. Onlar dinlenmeye gelmiş. Dedim ki, onlar
dinlenmeye gelmiş Mehmet haklılar. “İşte bu kafa” dedi bana.
Ben söylemedim ama, 24 saat çalışılır ne olacak, bir tatil yerinde bile dinlenmeyi
aklı almıyor hiç.
Tüm bu anormal çalışkanlığına rağmen bir kişi hastalandığında ona kıyamaz. Git
sen yat, dinlen, iyileşmeden gelme, böyle idi. Bir gün, bizim anestezideki
arkadaşlardan biri futbol oynarken kolunu sakatlamış, kolu sargılı, yoğun
bakımdayız, geldi “Bu arkadaşa ne oldu” dedi. Kolunu zedelemiş biraz dedim,
niye burada duruyor evine gitsin o zaman dedi. Bir şey olmaz futbol oynarken
olmuş, çalışırım ben diyor, çalışır dedim. “Futbol bilmiyorsa niye oynuyor?”dedi.
Genç çocuk spor yapıyor, sende yüzüyorsun ama dedim. “Ama ben boğulup
gelmiyorum” dedi.
Kendine ayırdığı zaman bu yüzme saatleriydi. Ben sık sık söylerdim tamam söz
gidiyorum bu sene,10 gün çoluk çocuk gideceğiz derdi, yok. Bir seferinde
çocuklardan biri bana anlattı. Eve gidip bir gün demiş ki; hadi çocuklar sizi
bugün gezdireyim. Şaştık kaldık dediler babam bizimle gezmeye gidecek…
atlayın arabaya demiş, kampüse götürmüş. İnşaatı gezdirmeye. Bize orayı
gezdirdi, döndük diyor.
Mehmet Bey, çok büyük bir başarı bu full time, yok yarım gün mü, part time mı
devamlı değişiyor. Ama Mehmet Bey’in burada Başladığı gün, 85 yılından bu
zamana, eğitim hastanesi oldu, üniversite hastanesi oldu daima full time idi. Bir
gün tereddüt geçirmedi. Buranın tüm doktorları kadrolu, full time,
muayenehane açmadan çalışıyor. Ben hep derim ki acaba Sağlık Bakanı bir
merak etmez mi ya da bunun farkında mı? Çünkü Türkiye’de başka hiçbir
üniversite hastanesi hiçbir vakıf hastanesi, hiçbir özel hastane yoktur ki bu bizim
sistemi işletsin ya da işletebilsin. Bu çok dikkat edilmesi ya da örnek alınması
gereken bir sistem Mehmet Bey’in kurduğu…
Mehmet Bey ile ilgili aslında söylenecek çok şey var. Bizimde burada
toplanışımızın nedeni herhalde bunları anlatmak değil, Mehmet Bey’e yapılan
haksızlığı hep birlikte, bir araya gelip, kahreden bir olay, bunu paylaşmak , belki
azıcık üzüntümüzü azaltmak paylaşarak. Ama bu kadar arkadaşım bu şekilde
konuşarak aynı şeyi söylemek istedi. Sizlerle hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz,
aynı şeyi söylüyoruz.
Ne Göndereyim Mehmet’e… Bütün hukukçuların Kafka’nın Davası’nı
okumalarını istiyorum. Mehmet Bey ile çok yakın ilişkili o roman. Akıl almaz bir
haksızlık. Mehmet bize, ülkesine helal etmeyecek verdiklerini gerçekten… Hakkı
var, hepimize hakkı var, ülkeye de hakkı var, herkese hakkı var. Bu hakkı helal
etmesin bize. Hak etmiyoruz çünkü…

Benzer belgeler