2023 vizyonu`nda bilim sanayi teknoloji politikaları ve girişimcilik
Transkript
2023 vizyonu`nda bilim sanayi teknoloji politikaları ve girişimcilik
BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKAN YARDIMCISI PROF. DR. DAVUT KAVRANOĞLU “2023 VİZYONU’NDA BİLİM SANAYİ TEKNOLOJİ POLİTİKALARI VE GİRİŞİMCİLİK” 2 NİSAN 2015 “2023 VİZYONU’NDA BİLİM, SANAYİ TEKNOLOJİ POLİTİKALARI VE GİRİŞİMCİLİK” BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKAN YARDIMCISI DAVUT KAVRANOĞLU’NUN ÜNİVERSİTEMİZ FEN - EDEBİYAT FAKÜLTESİ KONFERANS SALONU’NDA VERMİŞ OLDUĞU 2 NİSAN 2015 TARİHLİ KONFERANSININ TAM KONUŞMA METNİDİR. 2 Prof. Dr. Tamer UÇAR Rektör Bozok Üniversitesi kuruluşunun 9. yılında genç ve dinamik bir üniversite olmasına rağmen 25 yıldır eğitim veren fakülte ve meslek yüksekokullarını bünyesinde barındıran köklü ve akademik gelenekleri olan bir üniversitedir. Bilim, sanayi ve teknoloji odaklı bir çok eğitim semineri ve konferansa ev sahipliği yapan üniversitemiz, pek çok başarılı ve duayen ismi öğrenci ve akademisyenlerimizle buluşturmuştur. Bu vesile ile güncel bilgi ve yeniliklerin paylaşılması, öğrencilerimizin alanında uzman kişiler ile etkileşimde bulunması, girişimciliğe yönelik fikirlerini gerçekleştirebilme yollarını öğrenme imkanı sağlanmıştır. Üniversitemiz Genç Girişimciler Kulübü’nün organize ettiği “2023 Vizyonunda Bilim, Sanayi ve Teknoloji ve Girişimcilik” konferansı vesilesi ile üniversitemize teşrif eden Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Davut Kavranoğlu’na verdiği değerli katkılardan dolayı teşekkür ederim. 3 Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Davut Kavranoğlu Sayın Valim, Sayın Rektörüm, Hoca Arkadaşlarım, Çok Değerli Öğrenciler, Değerli Hazirun; Bugün burada Anadolu’nun bağrında Yozgat’ımızda Bozok Üniversitesi’nde sizlerle “Bilim ve Teknoloji Türkiye’nin Kalkınma Vizyonu 2023 Hedefleri, Girişimcilik” konusunda sohbet edebilme imkânı sağladığı için üniversitemiz ev bu girişimde bulunan Bozok Üniversitesi Genç Girişimciler Kulübü Başkanı Mustafa İlhan’a teşekkür ederim. Mustafa beni davet etti, ben de söz verdim ve bugün buradayım. Aranızda olmaktan son derece mutluyum. Bir bilim yuvasında bir aradayız, bugün artık kalkınma, gelişme deyince aklımıza gelen, gelmesi gereken ilk şey bilim ve teknolojidir. Ben Rize’nin bir köyünde doğup büyüyen bir çocuğum. Biz çay tarımı ile uğraşırdık. 4 Komşu illerimizde fındık tarımı vardı. Trabzon’da, Giresun’da fındığın çapalaması ile uğraşırlar, toplama ve kurutması ile uğraşırlar. Ondan sonra 10 ay yapacak bir şey yok. Kadınlar ev işleri ile uğraşır erkekler kahvede oturur. Yılda 10 ay kahveden oturan, gezen, iki ay çalışan bir yapı ile biz kişi başına milli geliri 25 bin, 50 bin dolara getiremeyiz. Bunun için sanayileşmek gerekiyor. Sanayileşmek demek, bilim demek, teknoloji demektir. Burada aranızda yetişen, ömrünü uzun yıllar teknolojik girişimcilik ve sanayicilik yapmış ve bu faaliyetlerin Türkiye’de, Amerika’da ve dünyanın başka ülkelerinde sürdürmüş bir dostunuz öğrencilerimizin hocası olarak bulunuyorum. Sevgili Gençler, Değerli Hocalarım; Bilgi sahibi olmak ve tarihin her dönemine baktığımızda denklemleri kuran, denklemleri değiştiren belirleyici rol oynamıştır. Tarihe baktığımızda hangi toplum ve hangi ülke bilim adamına, bilim peşinde koşan öğrencilere ve bilime önem vermişse onlar öne geçmiş, hâkim konuma gelmişlerdir. Bilimi ihmal edenler ise güçlü olsalar bile daha sonra geri düşmüşlerdir. Çünkü bilim statikliği kabul etmez. Biz bunu yaptık. Bundan sonra bilimle uğraşmamıza gerek yok, dünyaca durdukça bu geldiğimiz bilim seviyesi bizi idare eder diye bir şey bilimde yok. Bilimde her gün daha iyiye, daha ileriye gitmek zorundasınız. Zaten bizim dinimizde de biliyorsunuz “İki günü bir olan kayıptadır” diye Hadis-i Şerif vardır. Bu bilimde de her şeyde öyledir. Daima daha iyiye, daha güzele doğru çalışmak zorundayız. Tarihçi değilim, elektronik mühendisiyim ama tarihe çok meraklıyım, tarihi anlamak gerekir ki tarihten ders alıp aynı hataları mühendis olarak da yönetici olarak ta yapmayalım. Dolayısıyla tarihi anlamak ve ona göre pozisyonumuzu belirlemek hepimiz için gerekli olan bir konudur. 5 Bizim iftihar ettiğimiz Osmanlı 1400-1600 seneleri arasında dünyadaki tek süper güç konumundaydı. Dünyada hiçbir rakibi olmayan, istediği ülkeye sefer açıp orayı fetheden, başka ülkede yanlış bir şey gördüğü zaman onu durdurma ve tek süper güç konumunda olan bir ülkeydi. Fatih İstanbul’u fethederken mesela topları döktürmek için Hıristiyan bir Macar Urban adında bir usta; tabi bilim adamı diyeceğiz ona, top konusunda en iyi bilgiye sahip olan bir bilim adamını kullandı. Venedikli âlimlerden ders aldı. “İlim Çin’de ise Alın Gelin” Bilim hakkında dünyanın her tarafında “İlim Çin’de ise alın gelin” diye Hadis-i Şerifimiz vardır. Bilim konusuna gelince din, dil, ırk, kim olduğuna bakmadan kimde bilgi varsa onun çırağı olmak lazım, ondan öğrenmek lazım. Bilime bu önemi verdiği için Osmanlı çok güçlü. İstanbul’u aldı ve 1600’lere kadar da dünyanın hâkimi konumunda oldu. Daha sonra çeşitli sebepler ile bu gücünü ve imparatorluğunu kaybetmiş bir milletiz biz. Bu acıyı yaşamamızın bazı sebeplerinden bahsetmeyeceğim. Bunun ana sebeplerinden birisinin Osmanlı’da gücün verdiği aşırı güven ile başlangıçta bilime ve âlime verilen önemin azalmasıdır. Gücün verdiği rehavet ve kibir bize çok pahalıya mal olmuştur. Bunun en müşahhas örneklerinden biri de 1450’lerde icat edilen matbaanın ülkemize tam 275 sene sonra 1726 yıllarında gelmesidir. Bazıları sanki din âlimleri, din karşı çıktı diye matbaa Türkiye’ye getirilmedi diyor. Hayri İnalcık hoca, tarih hocamız diyor ki; “Bunun sebebi sendikalardır.” O zamanki sahaflar el yazısıyla Ayasofya Camii’nin etrafında yerleşmiş bulunan binlerce sahaf matbaa gelince biz işimizi kaybedeceğiz diye mesleklerini korumak amaçlı yaptı ve matbaanın gelişini Türkiye’ye 275 yıl geciktirdiler. 6 Matbaanın icadından önce Batı’da okuma yazma oranı %1 ‘in altındaydı. Batı ülkeleri Almanya, İngiltere, Fransa en karanlık dönemlerini yaşıyordu. Matbaanın icadı ve kullanılmasıyla dini kitaplarını basmaya başladılar. İncil ve romanlar basmaya başladılar. En önemlisi bilim, matematik, fen kitapları basmaya başladılar ve bilgi tabana yayılmaya başladı. Kitaplar olunca, okuyacak malzeme olunca, herkes okuma yazma öğrenmeye başladı ve Batı hızla bilimde ilerlemeye başladı. Biz ise bu arada hala eski dönemimize devam ediyoruz. 1700’lerde buhar makinesi icat edildi. Bunun sonucu olarak 1800’lerde dünyada birinci endüstri dönemi başladı ve Batı bilimde hızla ilerlemeye başladı. Biz hala eski dönemimize devam ediyoruz. Yapılan vahim ihmal ve neticesini fark eden Osmanlı 1800’lerden sonra II. Mahmut tarafından ihmalimizi telafi gayretlerine girişilip Batı’ya birçok öğrenci gönderildi. Maalesef eldeki açığımızı kapatmaktan ziyade Batı kültür ve medeniyetini bir paket çözümü olarak alma gayretleri ve Batı hayranlığının ortaya çıktığını görüyoruz. Batıya ilim tahsili için gönderilen birçok öğrencimiz orada kendi kültürleri dinleri ve devletlerine düşman unsurları haline gelerek geri dönüp örgütlendiklerini tarihi inceleyince görüyoruz. Fen bilimlerindeki gelişmelerin sebebini kavrayamamış, bizim bilimsel eksiklerimizi kültürel değerlerimizin bir kabahati ve kusuru olarak görmüşler. Hâlbuki bununla bir alakası yok. Bakarsak 1400-1600’lerde biz ne giyiyorsak, ne yiyorsak, dinimiz ne ise daha sonrada aynıydık. Batı’nın da aynıydı, 1400-1600’lerde ne giyiniyorlarsa, dinleri ne ise gelişmiş oldukları zaman da aynıydı. Bir değişme yok. Aradaki fark bilime verilen önemdeki farktı ve bilimde ileriye gitmekte gösterilen farktı. 7 Bunun özeti şudur; Tarih boyunca bilime önem veren toplumlar güçlü ve müreffeh olup diğerlerini yönetti. Arzu ettiğimiz gelişmiş, kalkınmış, demokratik, müreffeh, güçlü Türkiye hedefimize varmak için sadece mühendislik, fen bilimlerindeki başarılarımızla değil; bir bütün olarak fen, mühendislik ve beşeri bilimlerin hepsinde ilerlemekle mümkün olacaktır. Bizim mühendislik, tıp ve fen bilimlerinde göstereceğimiz başarı kadar sosyolojide, ekonomi biliminde, edebiyatta, tarihte, felsefede, ilahiyatta, müzikte göstereceğimiz başarılar önemlidir. Bizim gelişmiş ülke tanımlamamızda her sahada aydın, müreffeh ve bilge insanların özenle yetiştirilmesi ve etkinliği vardır. Bu özellikler ancak sosyal bilimler konusunda da güçlü bilim insanlarına ve üniversitelere sahip olmakla mümkündür. Değerli Dostlar; Benim bir rüyam var, biz 2050 senesine kadar Mars’a bir uzay aracı göndersek. Oradan taş, toprak numuneleri alsak. Ne varsa numuneleri alıp dünyaya geri dönse. Derler ki ya bu taş, toprak bizim ne işimize yarayacak. Sadece bakmak haricinde hiçbir işimize yaramayacaktır büyük ihtimalle. Ama böyle hedeflere kaldıraç hedefler denir. Böyle bir hedefe ulaşan bir ülke bilimin her dalında sosyal bilimlerde, fen bilimlerinde bütün problemlerini çözmüş olmuş demektir. Yani 2050 yılında nasıl bir kalkınmışlık seviyesine varalım diye bir milyon sayfalık bir kalkınma raporu yazsak da bunu ifade etmenin iki cümleyle söylenebilecek en güzel yolu budur. 2050’ye kadar Mars’a gidip gelebilen, dünyanın en iyi ülkelerinden birisi olma çözümünden başka bir şey yoktur. Biz artık böyle büyük hedefler düşünen bir ülke haline geliyoruz inşallah. 8 Şimdi bilimdeki gelişmelerin nasıl sonuçları olduğunu bilhassa bugünkü şeylerden birkaç örnek vermek istiyorum. Geçen hafta Sayın Bakanımızla Amerika’daydık. Bir hafta oralarda incelemeler yaptık. Benim mezun olduğum okulu da gezdik. Silikon Vadisi’ndeki yerleri de gezdik ve tekrar görüşümüzü ve ufkumuzu tazeledik. “Her İnsanın Kendi Hücresinden Kendisi İçin Yedek Parça Üretilebilecek” Baktığımızda görüyoruz ki dünyada bilimdeki gelişmeler gittikçe hızlanıyor ve bu bilimsel gelişmelerin belirleyici etkisi gittikçe artıyor. Mesela gen teknolojilerinde 1993 yılı ile 2003 yılları arasında yapılan 2 milyar dolara mal olan Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın başlattığı bir devrimci proje vardı. Bu proje ile insan genomunun dizilenmesi tamamlandı. Bunun sonucu olarak artık günümüzde tıp, biyoloji ve sağlıkla ilgili her şeye bakış temelden değişiyor. Bir insanın genomunun dizilenmesi o 1993-2003 yılları arasında 2 milyar dolara mal oldu. Şimdiler de bu birkaç bin dolara düştü ve 10 sene sonra bu insan genomunun dizilenmesinin 100 doların altına düşmesi bekleniyor. Bu şimdi şu demektir şimdi nasıl gidip kan tahlili idrar tahlili yaptırıyoruz hastaneye gittiğimizde rutin olarak artık bundan sonra herkesin genom tahlili yapılacak ve ona göre insanlara ne ilaç kullanacağı, hastalığının ne olduğu, ileride hangi hastalığa yakalanabileceği söylenecek. Organ nakli diye bir şeye gerek kalmayacak çünkü her insanın kendi hücresinden kendisi için yedek parça üretilebilecek. Yani gerektiğinde sizin hücrenizden sizin için böbrek yapılabilecek. Belki kalp yapılabilecek. Göz yapılabilecek. 9 Hali hazırda damar, kıkırdak, kulak yapılmaya başlandı. İnsanlar doğmadan önce ana karnında iken alınacak bir damla su ile doğacak olan o çocuğun belki yüz şeklinin ne olacağı bile belirlenebilecek. Bunlar hoşumuza gitmeyebilir; ama bizim hoşumuza gitse de gitmese de bunlar oluyor ve olacak. Biz de Türkiye olarak Türk bilim dünyası olarak bunları iyi anlamamız gerekir ve bunun bir parçası olmamız gerekir. Çocuk doğduğunda bir kullanma kılavuzu verilecek tabiri caiz ise. Yani sende şöyle şöyle diyabet var, yüksek tansiyon olabilir. Onun için şunlara şunlara dikkat et güzel bir hayat yaşa veya belki ona göre bir tedavi uygulanır. Dolayısıyla tıp ve tedavi tanımı bile temelden değişiyor. “Günümüzde Orduların Savaşma Kabiliyeti ve Gücü Asker Sayısı İle Değil Teknolojik Seviyeyle Belirleniyor” Askeri teknolojilere baktığımız zaman artık günümüzde orduların savaşma kabiliyeti ve gücü, asker sayısı ile değil gittikçe sahip oldukları teknolojik seviyeyle belirleniyor. Gelişmiş füze teknolojileri ile 10 binlerce kilometre ötelerdeki hedefleri santimetre hassasiyeti ile vurabiliyorsunuz. İnsansız hava araçları ile çok uzaklardaki hedefleri takip ve imha edebiliyorsunuz. Edebiliyorlar, biz henüz edemiyoruz ama biz de çalışıyoruz. Kurulan füze savunma sistemleri ile topraklarınıza düşen düşman füze uçaklarından korunabiliyorsunuz. Siber saldırı ile düşman ülke veya kurumları çökertebiliyorsunuz. Eğer bu konuda bir ihmaliniz olursa da siz savunmasız durumda kalabiliyorsunuz. Biz mesela iki gün önce olan elektrik kesintisinin “acaba bir siber saldırı mıdır, değil midir” diye halihazırda araştırıyoruz. Yani siz sisteminizi gayet güzel kurabilirsiniz. Her şey yolundadır ama düşman devletlerin, terörist gurupların, hackerlerin, kötü niyetli insanların insafına terk edemezsiniz bunu. Dolayısıyla internet üzerinden veya kontaklık olarak yönetilen böyle sistemlerin nasıl savunulacağını da, yani siber savunmaya da çok çok önem vermemiz gerekiyor. 10 Bu konuda da biz bir vizyon ortaya koyuyoruz hükümet olarak, Genel Kurmay Başkanlığımız çalışıyor ve yeni bir yapılanmaya da gidiyoruz. Ama bunlar ihmal edilmesi mümkün olmayan şeyler. Yani, biz bu halimizle kalalım desek de kalamayız, çünkü tedbir almadığımız takdirde bedeli çok ağır olur. Yazılım ve teknoloji şirketlerine baktığımız zaman 20 yıl önce üçüncü Dünya şirketi olan Samsung’un sadece elektronik şirketi bugün yılda 220 milyar dolar satış yapıyor, Samsung şirketinin şu andaki pazar değeri, dün gece baktım 186 milyar dolar. 50-100 kişinin çalıştığı, hepimizin kullandığı 19 milyar dolar değerinde WhatsApp diye bir şirket var. Bizim Tüpraş vs. gibi koca koca sanayi tesislerimiz onlar kadar etmiyor. Instegram diye benim pek tasvip etmediğim bir şirket dün akşam itibari ile 25 milyar dolar değerinde, twitter 2 milyar dolar, facebook 173 milyar dolar, Google 370 milyar dolar ve bunların hepsi yazılım şirketleri. Apple 700 milyar dolar, dünyanın 20. büyük ülkesinin GSMH’ sına eşit. Yani bir şirket Suudi Arabistan’dan az daha küçük. Bir yıllık ürettiği mallar karşılığında oluşturduğu değer, Suudi Arabistan devletinin petrol üretiminden her şeyiyle o ürettiğinden daha fazlasını veriyor. “Dünyada Hard Disk, Ram Ayrımı Kalmayacak” Bugünlerde hafıza teknolojileri dediğimiz story ve memory. Memory demek daha hızlı yazılıp okunan şey demek, story de hard disk gibi manyetik teyp gibi okunması yazması daha uzun zaman alan şey. Bunlarda bir devrim yaşanıyor. Memdüsner diye yeni bir teknoloji çıkıyor. Biz de, bilhassa benim bu konuya ilişkin oluşturduğum bir grup yakından bakıyor. Yani milisaniyeler mertebesinde okunup yazabilen hard disk veya dakikalar içinde okunup yazılabilen nano saniyeleri seviyesinde bir manyetik teyp. İran da aynı şeye geliyor. 11 Artık önümüzdeki 5-10 yıl içinde dünyada hard disk, ram, ayrımı kalmayacak, hepsinde nano seviyede yazılabilen aynı şey kullanılacak. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bilgisayar sisteminin temelden değişmesi demektir. Son 4-5 yılda Bulut diye bir şey çıktı ortaya, o bulutun yeniden değişmesi demek. Müthiş bir şey. Bilgisayar mühendisliği ve elektronik mühendisliği, öğrencilerimiz ve hocalarımızın bunun üzerinde durması gerekiyor. Bu konuda ayrıca bir çalışma da başlatacağız. Artık bilgisayarlar aynı enerji ile 800 kat iş yapabilir duruma gelecek. Data merkezlerine de gerek kalmayacak. Çünkü bütün baz istasyonları o kadar yüksek kapasiteye sahip olabilecek ki, bir sürü datanın dünyanın her yerinde saklandığı, bulut dediğimiz sadece neyin, nerede olduğu bilgisinin saklandığı bir hale geliyor, yani dünyaya bir daha dönüşü yok. Biz daha ilk dönüşümü yakalayamamışken, şimdi dünya bir daha dönüşüyor. “Bilime Önem Vermediğimiz Zaman Hiçbir Hedefe Ulaşmamız Mümkün Değil” Dolayısı ile bilim ve üniversiteler artık toplumumuzun en önemli unsuru haline geliyor. Yani ekonomi demek bilim demek, kalkınma demek bilim demek, savunma demek bilim demek. Ben son 4 senedir bunun altını ısrarla çiziyorum. Bilime önem vermediğiniz zaman hiçbir hedefimize ulaşmamız mümkün değil. Bu kapsamda yakında Türkiye’de yarı iletken fabrikası kuracağız. O konuda Bakanımız ve Milli Savunma Bakanımız bir karar verdi. Türkiye artık dünyada çip üreten ülkelerden birisi haline gelecek. Çip üretimi başlı başına karlı bir iş değil. Çünkü çok rekabet var. Ama böyle bir çip üretimi fabrikasının Türkiye’de katalizör vazifesi görerek Türk bilim dünyasının ve Türk sanayisinin dönüşmesine önemli etkileri bulunacağına bekliyoruz. Yani bunun etrafında oluşacak ekosistem birçok araştırma, geliştirme ve tasarım şirketinin Türkiye’nin yeni ekonomiye geçmesinde büyük faydası olacağını planlıyoruz. 12 “Türkiye Cumhuriyeti Koca Bir İmparatorluğun Külleri Üzerine Kuruldu” Bu konular saymakla bitmez. Bu gelişmeleri mutlaka takip etmemiz gerekiyor. Ama bu yetmez. Bunları geliştiren bilime, teknolojik gelişmelere katkıda bulunan bir konuma gelmemiz şart. Bugün ben sizleri tarihi bir perspektiften bakarak; bizim durumumuz nedir, neler yapmamız gerekiyor, bilgi ve görüşlerimizi paylaşıyorum. Şimdi bakarsak, biraz önce bahsettiğim gibi Osmanlı’nın çok çeşitli sebeplerden, ama o sebeplerin içerisinde bilimin ihmalin ne kadar katkısı olduğunun altını çizerek bir tespit yaptım. İşte Türkiye Cumhuriyeti kaybettiğimiz koca bir imparatorluğun külleri üzerine kuruldu. Çok derin kültürel, ekonomik ve sosyal trajedileri yaşaya yaşaya bugüne kadar geldik. Bunların detaylı değerlendirmesine girmeyeceğim. Bununla birlikte nereden nereye geldiğimizi ortaya koyacak birkaç bilgiyi bilhassa gençlerimizle paylaşmak istiyorum. Balkan Savaşı, birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile uzun yıllar süren bir mücadele sonunda 10 milyon km2 olan koca imparatorluğu ve 5 milyonu aşkın genç ve tahsilli nüfusunu kaybetmiş bir millet olarak kurduğumuz yeni Türkiye Cumhuriyeti 1930’larda bir basmayı üretmekten, bir çiviyi üretmekten, iğneyi üretmekten dahi aciz bir duruma düşmüştü. Milletimizin elinde sermaye de yoktu, çalışacak insan da yoktu. Girişimciler ve özel sektör eliyle bir hamle yapılması mümkün değildi. 1930’larda devlet eliyle Nazilli Basma Fabrikası, demir çelik tesisleri, şeker fabrikaları ve diğer sanayi tesisleri kuruldu. Tekstilde de kalkınmak için Sümerbank kuruldu. 1963’te TÜBİTAK kurulduğunda Türkiye’nin toplam ihracatı 350 milyon dolardı. 60’lı yılların sonunda biz ilkokula giderken Amerika’dan Marshall yardımıyla gönderilen süt tozu ve un şeklinde yardımları alan bir ülkeydik. 13 Her öğlen Rize’deki bizim okulun bahçesinde kazan kaynatılırdı, orada süt tozundan süt yapılırdı, fırında da ekmek yapılır bize verilirdi. Lezzetliydi değil mi? Tabi bizim de ineğimiz vardı ama annem ineğin sütünden tereyağı yapardı. Kışın onu yerdik. İneğimiz olduğu halde süt içme lüksümüz yoktu. Bizim Karadeniz’deki inekler 3 litre, 5 litre süt verirdi. Şimdiki gibi öyle 20 kilo süt veren inekler yoktu. Bu hatırayı geçenlerde Güney Koreli Bilim Bakanı ile birlikte bulunduğumuz bir toplantıda anlattığımda Güney Koreli Bakan; “Bizde de öyleydi.” Yani Amerika ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi ekonomisini canlandırmak için bu Keynezyen yaklaşımı benimsemiştir. Bol bol alt yapı yatırımı yapıyor, kendi sanayisine sipariş veriyor. Üretilen o süt tozu, yağ, un onları ne yapacak; onları da bağış olarak dünyanın her tarafına gönderip kendi ülkesine arkadaş kazandırıyor, yardım etmiş oluyor ama bu arada kendi sanayisini de güçlendirmiş oluyor. “Dünyada ABD ve İngiltere’den Sonra Enfazla Yardım Yapan 3. Ülkeyiz” Bakarsak 40-50 sene önce 1 milyar dolar bile ihracat yapmayan, tarıma dayalı bir toplum olan ve gıda yardımı alan bir ülkeydik. Şükürler olsun geçen yıl biz dünyaya 3,5 milyar dolar insani yardım yaptık. Dünyada Amerika ve İngiltere’den sonra en fazla yardım yapan 3. ülkeyiz. Ama nüfusa oranla en fazla yardım yapan ülke durumuna geldik. Son 3 yılda Suriye’den gelen misafirlerimiz için 5 milyar dolar harcama yaptık. Dünya bize 200 milyon dolar bile katkıda bulunmadı. 1982’de Türkiye’nin yaptığı ihracat 2 milyar dolar seviyesine gelmiştir. Ekonomisinin tamamı neredeyse tarıma, krom madenine dayalı vs. dayanan kapalı bir ekonomiydi. 14 1980 ortalarına kadar Türkiye kapalı ekonomi altında yani seyahat etmenin izne tabi olduğu döviz alıp satmanın yasak olduğu, sınırların ardında korumaya alınmış ama bu koruma sonucunda aslında tahrip edilmekte olan bir ekonomiye sahipti. 1985’te Amerika’ya mastır, doktora yapmaya giderken 600 doları almak için Ankara’da Merkez Bankası’nda bir dolu bürokratla uğraşmış ve bir sürü imza toplamıştım. 1980’lerde yine bizim İstanbul Bostancı’daki evimizin 358 ile başlayan telefonu satarak Bostancı’da bir daire daha alabiliyorduk. Hatırlar mısınız, 20-30 yıl önce insanlar telefon sırası bekliyordu. “Özal Türkiye’ye, Türk İnsanına Güvendi” Rahmetli Özal’ın başbakan olmasıyla Türkiye’de işler hızla değişmeye başladı. Daha 90’lara varmadan Türkiye’de müracaat eden herkese kısa zamanda istediği kadar telefon hattı bağlanmaya başladı. O zaman babam 5 tane telefon almıştı. Tabi zamanla kullanılmayınca hepsini kapattırdı. Bu hep böyle olmuştur. Kıbrıs Harekâtı yapıldığında ben köydeydim. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma bilgilerle insanlar kıtlık olacak diye çuval çuval un alıyordu. Çünkü İkinci Dünya Harbi’nde çok büyük kıtlıklar yaşanmıştır. Açlıkla çok büyük mücadele etmişler. Bu sebeple telefonu bir kez bulmuşken stoklamışlar. Özal’la birlikte daha 90’lara varılmadan isteyen herkesin evine telefon bağlanmaya başlandı. Özal Türkiye’ye Türk insanına güvendi ve önümüzü açtı. Bizleri eğitim için yurt dışına gönderdi, iş adamlarını yanına alıp yurtdışına ihracat yapmaya, iş yapmaya götürdü. İnsanımıza dünyadan korkmamayı, dünyaya açılmayı öğretti. Yani Özal bir paradigma değişikliği yaptı. Bu hızlı kalkınma dönemi Özal ölünce bir duraklama dönemine girmişti. 15 Ama 2001 ekonomik yıkımından sonra Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki yeni hükümet Türkiye’de işleri hızla değiştirdi. Son 12 yılda gerçekten Türkiye dünyaya parmak ısırtan bir gelişme sağladı. Kişi başına milli gelirimiz 3 bin dolardan 10-11 bin dolar seviyesine geldi. İhracatımız 35 milyar dolardan 160 milyar dolar seviyesine geldi. Tam zamanlı araştırmacımız 30 bin civarındaydı şimdi 110 bin tam zamanlı araştırmacımız var. Üniversite sayımızı ikiye katladık. Bugün itibari ile dün gece Sayın Milli Eğitim Bakanımıza sordum. 183 tane üniversitemiz var. Anadolu’nun her yerinde en az bir tane üniversitemiz var. “Türkiye Hızlı Trene Kavuştu” Türkiye hızlı trene kavuştu. Ankara-İstanbul arasında, Ankara-Konya arasında hızlı tren var. Yolda gelirken gördüm şimdi Sivas hızlı treni yapılıyor. İnşallah Anadolu’nun her tarafı hızlı tren hatları bağlanıyor. Türk Hava Yolları gerçekten dünyanın en beğenilen hava yollarıdır. Bunu her gittiğim yabancı ülkede de görüyorum, Türk Hava Yolları her zaman dolu. Bu kaliteden ileri gelen bir şeydir. Bunu başarabileceğimizi ben bile düşünmezdim. Çünkü 1985’ten bu yana iş seyahatlerimden dolayı hava yolu seyahati yapıyorum. Türk Hava Yolları gerçekten en kötülerinden biri idi. Hostesler asık bir suratla yarı pişmiş pişmemiş yumurtayı getirip atardı. Şimdi Türk Hava Yolları hizmet anlayışıyla gerçekten parmak ısırtıyor. Türkiye sağlıkta büyük bir dönüşüm yaşadı. Demokratikleşme konusunda çok büyük yollar kat ettik. Ben bu arada başörtülü öğrencilerimizi görüyorum. Benim eşim başörtüsü yüzünden üniversiteden atılan birisiydi. 1986 yılında okuyamadı. Çok acılar çektik, gereksiz acılar... 16 Bizim milletimizin başı açık, kapalı hepsi bizim yavrumuz, hepsi bizim bacımız ama maalesef bazı bozuk zihniyetler Türkiye ‘ye çok gereksiz bir enerji kaybettirdi. Şimdi hepiniz üniversitemizde el ele, gönül gönüle bilimle uğraşıyorsunuz. Kimsenin kimseye hazımsızlığı yok. Artık kamuda da başörtüsü serbest. Kürtçe televizyon var. Türkiye bölünmedi Türkiye bölünmez bu millet binlerce yıldır konuşuyor kimseye zararı olmamış ve olmaz. “Dünyanın En Büyük 10 Ekonomisi’nden Birisi Olacağız” Son 12 yılda sağlanan bu başarılar toplum olarak bize yeni bir özgüven verdi. İnandık ki 12 yılda bu kadar büyük bir ilerleme sağlayan Türkiye çok daha fazlasını yapabilir. Tarihte uzun dönem üstlendiği güçlü, müreffeh, lider ülke konumunu tekrar yakalayabilir. Bu özgüvenimizi 2023 vizyonu adı altında isimlendirdik. Yani çok detayı var. Kimi örtülü vizyonun bu paketin altına atılarak 2023 vizyonu oldu. 2023’te Türkiye 500 milyar dolar ihracat yapacak hedefini koyduk. Kişi başına milli gelirimiz bugün 10 bin 400 dolar, yeni açıklandı. 2023’te 25 bin dolar olacak. Tam zamanlı araştırmacı sayımız bugün bulunduğu 110 bin seviyelerinden 300 bin tam zamanlı araştırmacı hedeflemekteyiz. Tabi bu arada üniversitelerimize ve gençlerimize iş düşüyor. Araştırma geliştirmeye ayrılan kaynak 2002 yılında yüzde 0,45 iken bugün yüzde 0,95 seviyesine geldi. 2002’de Türkiye araştırma ve geliştirmeye 1 milyar dolar harcıyordu, bugün 8 milyar dolar harcıyor. Ve 2023 yılında gayri safi milli hâsılatımızın yani 2 trilyon doların yüzde 3’ünü, 60 milyar doları araştırma ve geliştirmeye harcayacağız. Dolayısıyla Türkiye çok büyük hedeflere sahiptir. Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacağız. Peki, bu hedeflere nasıl varacağız? Türkiye 2002’ye kadar belli bir sistem veya sistemsizlik içerisinde geldi. 2002’den beri bir şeyleri doğru yaptık buraya kadar geldik. Ama açık söylemek lazım bu yol ve yöntemlerle yol bitti. 17 Artık deniz bitti derler bizim Rize’de. Buradan öteye gitmek için yeni yol ve yöntemler gerekli. 2002’den beri biraz önce anlattığım büyük başarılar sağladığımız yol ve yöntemler buradan daha ileri gitmemize yetmez. Bu uzaya uzay aracı gönderilirken kullanılan roketlerin birçok safhası vardır. Mesela ilk atmosferin bir yerine gelene kadar bir roket ateşlenir, sonra o bırakılır, atmosferin boşluğuna düşerken yanar, ikincisi ateşlenir, onunla gidilir, sonra üçüncüsü bu şekilde yol alınır. Biz birinci roketi ateşleyerek 2015’e kadar geldik. Türkiye’yi saygı duyulan bir orta gelir ülkesi haline getirdik. Çok kötü bir durumdan bugüne geldik. Ama bu bize yetmez, bu yöntemler ve içinde bulunduğumuz paradigma ile buradan ileriye de gitmemiz mümkün değil. Bizim yeni bir şeyler yapmamız lazım. Artık ekonomik sistemimizi, yükseköğretim sistemimizi, bürokratik sistemimizi, milli eğitim sistemimizi daha verimli bir ülke için daha kalkınmış bir ülke için değiştirmemiz gerekiyor. Tabi bunun temelinde de anayasayı değiştirmemiz gerekiyor. Yani 1980 darbecilerinin bize miras bıraktığı ve ne kadar tamir edilse de bir türlü iyileşmeyen ve Türkiye’ye dar gelen anayasayı değiştirmemiz gerek ama anayasayı değiştiremezsek bile yasal değişikler yapacağımız gerçek. Bu 7 Haziran seçimlerinden sonra Sayın Başbakanımız da söylüyor, artık biz bir paradigma değişikliği manasına gelen sistemli değişiklikler yapmaya başlıyoruz. Bunlardan en önemlisi de yükseköğretim sisteminin deforme edilmesidir. Yani biz var olan yükseköğretim sistemi içinde Nobel ödüllü bir sürü bilim adamı yetiştirsek bile mumlarımızı söndürüp akşam beşi bekleyen kişiler haline getiririz. Ama bu sistem altında bile çok gayretli başarılar gösteriliyor. Bunu da gerçekten çok takdir ediyoruz. Ama varabileceğimiz hedeflere bu sistem altında varamayız. 18 Yani dünyanın en iyi yerini gören gözler, böyle bir durumu görünce diyor ki böyle olmaz, orda ısrar etmemek lazım, yani buna sahip de çıkmamak lazım, gerçekten bu yüzden öğrenim düzeni bozuk bir sistem, Türkiye’nin geleceğine mal oluyor. Bizim neden bir Almanya olmayalım, bizim böyle bir hedefimizin olması lazım. Geçenler de kamuya ait çok büyük bir teknoloji şirketimizi ziyaret etmiştim. Yaptıkları sunumda bir yere geldiler dediler ki “Bizim şirketimizin 14 tane patenti var”, o arada bir durun dedim, 14 tane patenti bugün mü aldınız? “Yok” dedi, “Kuruluşumuzdan beri 14 tane patenti var.” Yani böyle bir şey olur mu? 14 tane patentimiz var diye övünmek için söyleniyor. Benim yine öyle bir arkadaşlarım var ki bir tanesinin 134 tane patenti var, başka bir tanesinin 140 tane patenti var, bakarsanız sağın solun bir yılda aldığı patent bizim bütün Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih boyunca aldığı patentten fazla. Bu refah kazara olan bir şey değil. Şunu diyemeyiz o zaman; biz faiz oranlarını ayarlayalım, Üniversite de açalım, hocalarımız var başına oturtalım. İşte ondan sonra kendiliğinden artık bir şeyler olur, Teknopark da açalım kendi kendine ve artık düzen içinde Samsunglar, Facebooklar, WhatsApplar çıkartacağımız bir ekonomiye sahip olalım, bu mümkün değil. Yani çok detayları var, anlatmaya kalksak 3 saat bitmez bu toplantıda. Diyelim portakal ağacı için gerekli sıcaklığı, yağmuru, nem durumunu, rüzgâr durumunu bir şekilde oluşturdunuz, kendi kendine orda portakal ağacı ya da has yer elması biter mi? Ne biter orada? Orda öylece ısırgan otu biter, sonra diken biter değil mi? Yani ot biter, sarmaşık biter ama en iyi ihtimalle de yabani elma biter, hani kışın birisi çekirdeği getirir daha erik kadar olan yabani elma biter. Amasya elması nasıl olur? 19 Fidanı dikeceksiniz sonra onu aşılayacaksınız, yabani otları temizleyeceksiniz, yanına sopa dikip onu bağlayacaksınız, yani mühendislik işidir. Bu böyle kazara ortaya çıkmış bir şirket değil, bütün bu büyük teknoloji şirketleri kazara ortaya çıkıyor değil. Birçok Türkiye işi işsize karıştı çok güzel şirketler kurmuşlar ve çok büyük şirketlerin yöresi olarak çalışıyorlar. Yani bizim insanımız çok zeki her yerde gittiği yerde fark yaratıyor, bir fark oluşturuyor ama Türkiye’de düzenimiz eski defterden aldığımız düzen bizim elimizi ayağımızı bağlıyor. Bizim eskiden beri gelen düzenimiz, biz öyle istemiyoruz ama öyle isteyenler var veya öyle düşünenler ola biliyor. “İhracatımızın % 95’i Sanayi Ürünüdür” Biz eski düzenin başına iyi genel müdürler, daire başkanları, bakan yardımcıları koyalım problem malum olmuş oldu. Yani 1956 model Chevrolet taksiyi al, ki o zaman çok güzeldi değil mi? En iyi araba oydu, onu güzel cilalayalım yağlayalım 2015’te de o günkü gibi gitmeye başlar, öyle bir şey yok. Sizin bugünün içeriğine göre yeni araba yapmanız lazım eski arabayı tamir ederek, değiştirerek, modifiye ederek yeni arabaya veya arabayı uçağa çeviremezsiniz. Dolayısıyla Sayın Başbakanımızın, Sayın Cumhurbaşkanımızın da ısrarla belirttiği gibi 7 Haziran seçimlerinden sonra artık bu restorasyon döneminden sonra Türkiye’nin yeni hamle dönemine geçeceğiz, referandumla değişikliklerini yapacağız. Örnek vereyim, 1960’larda hatta 1980’lerde tarıma dayalı olarak vardık, şimdi ise sanayiye dayalı olduk. Bizim ihracatımızın % 95’i sanayi ürünüdür. Bizim ihraç ettiğimiz ürünlerim kilogramı 1,46 dolar değerinde, yani üretip ihracat ettiğimiz ürünleri tarttığımızda gelir bu. Almanya’nın 4,1 dolar, Japonya’nın 3,5 dolar, Güney Kore’nin 3 dolar. 20 Dolayısıyla bizim yaptığımız işlerde sanayileşmeyi öğrenmeye başlamışız ama henüz daha yüksek katlar dönemini sanayi devrimini üretmeyi öğrenememişiz. Mesela bizim makine sektörümüz, makine üretiyor ve ihracat ediyor. Makine sektöründe ihracat fiyatımızın kilogramı ortalama olarak 10 dolar, Almanya’nın ise 100 dolardır. İlginç bir tesadüf; bizim yıllık ihracat miktarımız 150-160 milyar dolar Almanya’nınki de 1,5-1,6 trilyon arasında aradaki fark nedir? Kilogram olarak belki Almanya bizden daha az ihracat yapıyor, ama Almanın yaptığı iş daha çok para ediyor. Almanya’ya ödeniyor o para, daha çok işimizi görüyor diye değil mi? Daha hassas, daha kullanışlı. Daha ince işler yapar, daha hızlı, daha çok üreten makine, daha çok maliyeti düşen, düşüren makineler üretimi yapıyor. Dolayısıyla bunu nasıl yapacağız, bizim sanayimiz kendi kendine bunu yapabilir mi? Yapamaz. “Teknoparkları Sanayicimiz, Hocalarımız ve Öğrenciler Faydalansın Diye Açtık” Hocalarımız bizim ekonomimizin daha entellektüel parçası olduğunda, Üniversite ve sanayi birlikte olduğunda yapabileceğiz. Biz bunun için Teknoparkları açtık. Teknoparkları niçin açtık? Teknoparklarda sanayici ile hocamız, öğrencilerimiz orada şirket açabilsinler, birçok vergi masrafı ve avantajlardan faydalansınlar, orada döner sermaye aracılığı ile gelir elde edebilsin diye. Yükseköğrenim düzeninin elimizi ayağımızı bağladığı durumdan nefes alma kapısı olarak düşünelim ve uygulayalım. Dolayısıyla bizim bazı şeyleri temelden değiştirmemiz gerekiyor. Gelişmiş ülkeler Ar- Ge’ye yüzde 53 ayırıyor. Güney Kore yüzde 4 ayırıyor. Biz ayırdığımız parayı verecek yeterli proje bulamıyoruz. Bizim problemimiz o, biz şimdi gayri mili hasılanın yüzden 0,95 ‘ini ayırıyoruz araştırma geliştirme için neden ikisini ayırmıyoruz. 21 Çünkü parayı verecek proje bulamıyoruz. Biz 550 tane tekno-girişim desteği vermek istiyoruz. Üniversiteden yeni mezun olan öğrencimiz güzel bir teknoloji projesi varsa bunu belirli bir formata göre yazıp Bakanlığımıza gönderiyor, o inceleniyor bir işe yarayacağına dair ümit veren projelere 3 bin lira bağış yapılıyor. Biz geçen yıl 270 proje bulabildik. 550’nin yarısından az, geri kalan ne oldu bütçeye geri gitti veya yol köprü yapıldı başka şeylere harcandı. TÜBİTAK’a devlet olarak ayırdığımız araştırma geliştirme fonlarını verecek yeteri kadar akademik ve sanayi projesi bulamıyoruz. Bu demek biliyor musunuz? Arkadaşlar bizim insanlarımız proje geliştiremez demek değil bu, bizim sistemimizde önemli arızalar var. Normal kalkınmış bir ülkede siz böyle bir destek programıyla çıktığınızda 550 işe 55 bin tane iyi proje gelir. Çünkü karşılıksız para verilecek ama biz 550 tane bulamıyoruz. Bunun için biraz önce dediğim gibi Yükseköğrenim sistemimizin değişiminin bir gün bile gecikmesi memleket için çok büyük zarar. Yine bunu söylüyorum kim hoşlanmazsa hoşlanmasın ama bunu yapmak zorundayız. Bunu geciktirdiğimiz her gün bizi bir hafta geri bırakır. Türkiye’nin vefa meselesi bu, dolayısıyla Bakanlık olarak girişimciliği desteklemek bizim öncelikli işimiz. Sayın Bakanımız, Sayın Başbakanımız, Sayın Cumhurbaşkanımız girişimlerin desteklenmesine çok büyük önem veriyor. Bilimle, araştırma ve girişimcilik ile ilgili herhangi bir proje olduğu zaman bir istenirse 1,5 verin diyorlar. Para ayırmakla ilgili bir problemimiz yok ama neyimiz var? Girişimcilik kültürümüz yok, girişimcinin bir şey araştırıp bulduktan sonra onu satacağı uygun ortam yok, gelişmesini sağlayacağı uygun ortam yok, onun için bunları yapmamız gerekiyor. Burada nutuk atmayı bırakayım sizlerden gelen soruları yanıtlayım. 22 SORU - CEVAP Soru: Şunu baştan söylemek istiyorum ki hükümetimiz Cumhuriyet tarihinde rekor düzeyde Ar-Ge desteği vermiştir. Bunu kabullenmek ve takdir etmek lazım, özellikle belirtmek istiyorum. Yalnız iki konuda benim özel isteğim olacak. Ben genel cerrahi okudum, üniversitede yardımcı doçentim. Proje müdürümüz sayesinde Teknopark’ta bir şirket kurup Ar-Ge desteğimizi aldık, sağ olsun yardımları da oldu. Yalnız benim gördüğüm iki tane önemli husus var; bunlardan bir tanesi üniversitelerde bu akademik personelin yükseltilmesinde Ar-Ge, innovasyon, tasarımcılık, girişimcilik konusunda gayret eden personelin bu işleri yapması aslında üniversitede kariyer alması bir engeldir. Cevap: Onu değiştiriyoruz şimdi. Şu an mecliste bir kanun teklifimiz var. Soru: Sadece yayın şartı var. Cevap: İşte onu değiştiriyoruz anladım sorunu. Şu anda mecliste bir kanun teklifimiz var, burada iki şey var. Son zamanlarda yaptıkları bu ticarileşme faaliyetleri, patentleri bunlarda yükselmeleri için kriter olacak. Şirket açmışlar mı, girişim yapmışlar mı? Soru: Benim Türk patenti almış sekiz tane belgem var. Komisyonda bu kariyer bir şey ifade etmiyor. Cevap: İşte size değişikliği için lazım. 23 Soru: İkincisi de hocam 550 projede 275 bulabildik dediniz. Orada 275 olmasının bir sebebini söyleyeyim, ben TÜBİTAK’ta üç kez 1512 yüz bin liralık hibe desteği ile başvurdum. Üçünde de reddedildim ve projemi maalesef üzülerek söylüyorum Alman bir firmaya devrettim yani patentinin devrini yaptım. Bunun sebebi ne biliyor musunuz? Bunun sebebi sistem değil, bunun sebebi jüri üyelerinin vasıfsız olması. Şöyle söyleyeyim; TÜBİTAK’ta ben doktorum cerrahım. Projemi sunduğum üyelerden doktor yok, yani cerrah yok. İkincisi TEB’de girişimcilik sermaye desteği sunduğum jüri üyelerinde de yani girişimcilik yapmış, bu konuda deneyimi olmuş kişi yok. Yani şunu demek istiyorum TÜBİTAK ve bu destek veren kurumlardaki jüri üyelerinin konunun uzmanı olması gerekiyor. Cevap: Bu problemin farkındayız, bunun için yurtdışından bile bazen jüri üyesi almak gerekiyor. Bu problemlerin farkındayız, bu tarz problemler bize çok aksediliyor. Soru: Sayın Bakanım hoşgeldiniz. Teknoloji ve sosyal medya alanlarından, yazılımlardan bahsettiniz. Ben şu soruyu sormak istiyorum. Türkiye kendi yazılımlarını, kendi programlarını ne zaman gerçekleştirebilecek? Bakanlığımızın bu konuda devam ettirdiği çalışmalar var mıdır? Ve üniversitelerde teorik eğitimlerden uygulamalı eğitimlere ne zaman geçilebilecek? Ben mühendislik fakültesi öğrencisiyim derslerin çoğu teorik olarak geçiyor, böyle bir eğitim sistemiyle devam edilirse Türkiye yeni şeyler keşfedemez Ar-Ge’sini geliştiremez, mühendislere, düşünceye darbe yapılırsa hiçbir şey yapılamaz çünkü öğrencilere imkân verilmiyor. 24 Sadece sunulanı tekrar bize vereceksin, sınavlar buna yönelik eğitim sistemimizde büyük bir sorun var. Sorunlar ne zaman düzeltilecek Sayın Bakanım? Özellikle yazılımlarla ilgili devam eden çalışma… Cevap: Bakanlık olarak biz mi yazılım yapalım? Bu yanlış, siz yapacaksınız, siz girişimciler... Bize diyeceksiniz ki Sayın Bakanım benim şöyle bir yazılım fikrim var, ona yönelik de şu şu engel var, bu engeli kaldırın lütfen. O zaman ben şu yazılımı yapacağım diyeceksiniz. Yani o devlet eliyle bir şeyler yapılıp edilmesinden vazgeçmemiz lazım. Biz devlet olarak TÜBİTAK üzerinde, KOSGEB üzerinde, Bakanlığımız üzerinde bir şeyler yapacak olan girişimcilerin bugünkü toplantımızda zaten ev sahibi Bozok Üniversitesi Genç Girişimciler Kulübü, yani girişimciler Türkiye’yi, 2023 Türkiye’sini oluşturacaklar. Biz devlet olarak onların önünü açmış olacağız. Onlara dur demeye çalışan bürokratlara hop bakalım sen şöyle dur diyeceğiz. Uluslararası olarak nasıl iş yapmaları gerekiyorsa önlerini açacağız. Mesela teknoloji ve bilişim sermayesi desteği verdiğimiz başarılı olanları bir yıldan sonra bir ay süreyle Silikon Vadisi’ne gönderdik, bazıları da başka eyaletlere gitti. Gitsinler, dünyadaki kendi akranları, kendileri gibi girişimciler nasıl bir ekol sistemi içinde olaylara nasıl bakıyor, bunları görsünler diye yaptık. Şimdi devlete düşen ağabeylik yapmak, önünü açmak, uzaktan bir haksızlığa uğramasına mani olmak. Onun haricinde devlet yazılım yaptığında yazılım çalışmaz emin ol. Yani devlet eliyle mesela TÜBİTAK eliyle, savunma sanayi şirketleri eliyle kalkınmaya inanmayan bir insanım ben. Bunlar Türkiye’nin kazanımlarıdır ama ben Türk girişimcisine inanan bir insanım. Daha doğrusu dünyada hep öyle oluyor zaten aksi bir örnek yok. Yani Sümerbank 25 Soru: 2009 yılında KOSGEB’in girişimcilik desteği ile başladık biz yolumuza, 2010 yılında Çorum’a bağlıydık, o zaman burada müdürlük yoktu. Ar-Ge projesi ile devam ettik ve bir ödül aldık, üstün başarı ödülü derken burada bir müdürlük açıldı. Endüstriyel projemizi sunduk, proje kabul edildi. Daha sonra yenilenme istedik, o zaman da Türkiye’nin en hızlı büyüyen şirket adı bazında adaydık biz. Bizim projemiz revizyon beklerken iptal oldu ve ağırlıklı jürimiz de bu Üniversitemizden gelen hocalarımızdı. Şimdi burada birçok büyük problem var, çünkü ben kurumlara, kalkınma ajanslarına, kırsal kalkınmaya, KOSGEB’e değerli Sanayi Bakanımızla proje hazırlıyoruz. Kurumlar arasında görüş anlayış ve yaklaşım arasında uçurumlar var. Bir kurum sizi çok ciddi derecede motive edip desteklerken, başka bir kurumdaki arkadaşlar kafasına göre onay veriyor. Yani buradaki üniversitedeki arkadaşlar bize güvenmediler, inanmadılar. Biz yenilenme beklerken projemizi iptal ettiler. Ne hikmettir ki biz Türkiye’de en hızlı büyüyen şirketler arasında 45. olduk. İzmir İktisat Kongresi’nde kalkınma alanında üstün başarı ile ödüllendirildik. Üzerine de basa basa söylendi. Yozgat’taki fabrikamız merkez diye. Buna rağmen biz maalesef lokalde bunlarla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla lütfen sizden endüstriyel olarak bir ricamız var. Jüriye katılan hocalarımızın, jüriye katılan resmi görevdeki arkadaşlarımızın mutlaka ilgilenmesi gerekiyor. Bununla ilgili sizin projeniz iptal oldu ama niye iptal oldu gibi bizden görüş istenmesi gerekiyor. Ben bunu KOSGEB’e yazılı olarak da iki sefer gönderdiğim halde bana hiçbir şekilde dönüş olmadı bu noktada. Dediğim gibi birinci sıkıntı bu. İkinci sıkıntı ise şu; biz KOSGEB’te Ar-Ge projesi yaptık. Bu Ar-Ge projesiyle ilgi endüstriyel girişimi sadece KOSGEB’e vermek zorunda kaldık. KOSGEB’teki destek oranı % 50’ye yakın oranda iken biz daha bu projeyi veremedik. Çünkü siz Ar-Ge projenizi KOSGEB’te yaptınız dediler. 26 Şimdi bu tarz farklı grupların da tek çatı altında belki birleşmesi gerektiği düşüncesi içerisindeyim. Bir tarafta limit sınırlaması var iken öbür tarafta herhangi bir limit sınırlaması yok. Diğer üniversiteli arkadaşımın yaklaşımına gelince; bizim bu bölgedeki sanayiciler olarak en büyük problemimiz nitelikli eleman problemidir. Defalarca burada Üniversite de, oturumlarda da daha önce de söyledim. Ben sanayiciyim elektronik, makine, diğer mühendislik alanındaki arkadaşlar bana gelebilirler. Onlar makinelerle ilgilenirken basitten ileriye doğru makine grupları var. Ben de inşaat yüksek mühendisiyim, gelsinler, makineci arkadaşlarımız var bütün masraflarını ben karşılayayım. Somut bir ödev çıksın, somut tezler olsun, hocalarım bu tezlere göre arkadaşları mezun etsin. Eğer arkadaşlarımız da isterlerse benimle parttime ister sanayide isterse de piyasada çalışabilirler. Buradaki en büyük handikaplardan biri ülke genelinde de vardır. Hep laftadır Üniversite ve sanayici işbirliği, fakat birliği yapan bir elin parmak sayısını ya geçmiştir ya geçememiştir. Teknopark açıldı, çok güzel oldu, ofisimizi de tuttuk oradan. Yalnız Teknopark’ın çok büyük bir sıkıntısı var. Ben Sorgun Ticaret Odası’na kayıtlı iken, gazeteye ilan verip Yozgat Ticaret Odası’na kayıt olacaksınız. Bununla ilgili yaklaşık 4 milyar civarında bir para harcadım ve bu 1 yıllık bir sözleşmedir. Projeniz biter ya devam edersiniz Teknoparkla ya da etmezsiniz. Yani bir tarafta yönlendirme var, bir tarafta da bu işin maddi yükü var. Bu konular genel olarak gözden geçirilmeli diye düşünüyorum, teşekkür ediyorum. Cevap: Şimdi Mesut Bey ne diyor duyuyor musunuz? Diyor ki, bir kurumunuz öyle diyor, bir kurumunuz böyle diyor. Benim yaptığım projeyi bozuyor diyor, işte problem bu sistem değişikliği, yani siyasi bir blok olması lazım. 27 Soru: Mevzuatın, yasanın değiştirilmesi, yönetim kanunuyla ilgili konuşma metnini, geçmiş 5-6 yılı bu noktada kayıtlı olarak düşünüyorum, çok yavaş gidiyor. Şimdi bundan sonra 7 Haziran’ı bekle, bu mevzuda özellikle Yükseköğretim kanunu tamamen ortadan kalkmalı, kurumsal özerlikten ziyade akademik özgürlüğün bireysel özgürlüğü hâkim kılması gerekiyor. Burada konuşanların birçoğuna katılıyorum. Aksi halde bizim 2023 vizyonuna, 300.000 tam zamanlı araştırmacı imkânına ulaşma imkânımız yok bu sistemde. Diğer taraftan Üniversite giriş sınavında 150.000 civarında hiç soru yapamamış çocuklar, bu 150.000 kişi Hollanda’nın çocuğu olsa, Danimarka’nın, Norveç’in olsa onlardan neler üreteceklerini hayal edebiliyor musunuz? İşin garip tarafı onların da çocuğu yok. Bu yavaş gidişi neye bağlıyorsunuz? Cevap: Yani çok geç kaldık, en iyi zaman 20 sene önceydi ama ikinci en iyi zaman şimdi. Ben bu konuyla ilgili gece gündüz çalıştığımızı size söylemeliyim. Öğrenci Soru: Biz yerli araçtan bahsettik, üretimden bahsettik, bizler de Üniversitemiz adına elektrikli araç üretiyoruz. 2014’te TÜBİTAK yarışlarında 48 üniversite içerisinde 8. olduk. Ders çalışmamıza devam ediyoruz, % 100 elektrikli aracımızı üretmek istiyoruz. Bu sene de yeni bir tasarımımız var, bu gibi çalışmalar için nereden destek bulabiliriz? TÜBİTAK destekliyor bu tür şeyleri biliyorsunuz, geçen sene bize destek oldu bu konuda. Fakat TÜBİTAK bu tarz çalışmalar için sadece bir seferlik destekte bulunuyor, bu yüzden geliştirme istediğimiz zaman… Bakan Yardımcısı Soru: Sizin bu yarışlara katılmanız için ne kadar bir desteğe ihtiyacınız oluyor? 28 Öğrenci Cevap: Yaklaşık 70-80 bin lirayı buluyor. Çünkü Ar-Ge çalışması için sürekli olarak motor tasarımlarını incelememiz gerekiyor, bataryalar çok pahalı 70-80 lirayı buluyor. Bakan Yardımcısı Cevap: İş dünyamız da buna sponsor olsun, bizler de Ankara’dan yardımcı olalım. TÜBİTAK’a da yol açalım, Üniversitelerin döner sermayesinden vs. bulabilirsin. Çocukları motive eden bu tür araç yarışları bütün dünyada mutlaka yapılır. Güneşle çalışan araç, elektrikli araç, rüzgârlı araç, beyin yapılır. Yozgatlıların geliri olmaz, Mesut Bey sen arkadaşlarla burada iletişime geç ne yapılabilir, sponsor üzerinden yarıştıralım. Evet, tekrar sizlerle beraber olduğumdan dolayı memnun oldum. Sizlerden iyi haberi bekliyorum, bir ihtiyacınız olursa bize mail yoluyla bilgi verirsiniz. Soru: Katma değeri yüksek olan ürünlerin yurt dışından özellikle alınan ürünleri belirlemişler. Proje dışına çıkmaktansa çoğu alanda açığımız var, sizi ciddi anlamda davet ediyoruz her türlü desteği veriyoruz diye. Çalışmanız var mı az önce Türk Hava Yolları’ndan bahsettik, hızlı tenden bahsettik. Hızlı trenin çalışmaları var ama hızlı treni dışarıdan alıyoruz. İkisinin birden yapılması gerekmez mi? Türk Hava Yolları’ndan bahsediyoruz, ancak uçak yapamıyoruz. Bakanlıktan bizim beklentimiz Türkiye’nin katma değer açığı hangi alanda var, onları duyurun kamuoyuna ve bu alanda girişimci bekleyin, yoksa proje yapmakla bir şey çıkmıyor ve sizler de görüyorsunuz bunu. Cevap: Aynen katılıyoruz size, biz de öyle yapıyoruz zaten, şimdiye kadarki yaklaşım öyleydi. 29