Özgünlük, Aşağılık Duygusu ve Türkçe`miz

Transkript

Özgünlük, Aşağılık Duygusu ve Türkçe`miz
Özgünlük, Aşağılık Duygusu
ve
Türkçe’miz
Prof. Dr. Mustafa TEMİZ
Giriş
"Türk milletinin dili Türkçe’dir. Türk dili dünyâda en güzel, en zengin ve en
kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu
yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazînedir.
Çünkü Türk milleti geçirdiği nihâyetsiz felâketler içinde ahlâkının, ananelerinin,
hâtıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin
dili sâyesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir,
zihnidir."
"Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bâriz vasıflarından birisi dildir.
Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe
konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına , câmiasına
mensûbiyetini iddiâ ederse buna inanmak doğru olmaz1."
Atatürk’ün bu sözlerinden Türkçe’yi önemsemeyen ya da Türkçe bilim dili
olamaz diyerek onu küçümseyenlerin, onu sevmeyenlerin hangi sıfatlarla
anılabileceklerine de işâret etmektedir. Çünkü, memleketimizde Türkçe’miz, bu
gibi kimselerin aşağılık duygularına kurban edilmektedir.
Özgünlük Nedir?
Belki dikkatlerinizi çekmiştir, herhangi bir açık oturum tartışmasına
katılanların her birinin fikri diğerlerinden farklıdır. Başka bir ifâdeyle, bu
fikirlerin her biri özgün (orijinal) fikirlerdir. Tartışma bu özgün fikirlerin
çarpıştırılmasına dayanır. Amaç gerçek fikrin ortaya çıkmasıdır. Çünkü,
kıvılcımın çarpışan çelik kılıçlardan çıkması gibi, gerçekler de tartışılan özgün
fikirlerden ortaya çıkar.
Bir an için, tartışmaya katılanların hep aynı fikirde olduklarını düşününüz.
Bu demektir ki, tartışmaya katılanların her birinin kendilerine mahsus, değişik
özgün fikirleri yoktur. Böyle bir durumda hiç tartışma olur mu? Aynı fikirde
olanlar neyi tartışacaklardır ki? O zaman bir kişi çağrılır, konuşturulur, iş biter.

1
Hars kültür demektir.
Türk Dil Kurumu, Atatürk'ün Sözü, Alındığı İnternet Elektronik Adresi,
http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4DE731F422390043, En
Son Erişim Târihi: 08.12.2011.
2
Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Bir toplumun fertleri arasında fikir
ayrılıkları yoksa, iki durum söz konusu olur: Birincisi, o toplumun çoğunluğu
gerçeğe yaklaşmış ve huzûru bulmuştur. Böyle bir toplumun gerek refah ve
gerekse insânî değerleri yeteri kadar yerleşmiş olup insanlar hayatlarından
memnun ve mutludurlar. Osmanlı’nın yükselme devrinin bu durumda olduğu
söylenebilir.
Bu seviyeye gelmiş bir toplum, böyle uzun süre devam edemez. Dünyâda
böyle hiç bir derdi olmayan ve uzun süre yaşayan bir toplumu bulmak mümkün
değildir. Târih göstermiştir ki, refâha ve huzurâ kavuşan toplumlar, değişen
dünyâ gerçeklerini tartışıp irdelemeyi terk ederek eğlence, uyuşukluk ve rahatlık
rehâvetine daldıkları için kısa zamanda yıkılmışlardır. Osmanlı Devleti, bunun
tipik bir örneğidir; kendi idâresindeki milletlere her ne kadar uzun yıllar rahatlık
sunmuş ise de, bu refâh ve huzur içinde, son yüz yıllarında dünyâda bilim ve
teknikteki gelişmeleri tâkip edip incelemeyi, tartışmayı ve gerekli tedbirleri
almayı ihmal etmiş, bu yüzden de yıkılmıştır. Halbuki, bizim kültürümüz aslında
hep hareketli ve özgün fikirlere dayandırılmıştır. Kültürümüzde bu özelliklerin
terk edilmesi, çöküşün başlangıcı sayılır.
İkinci durumda, söz konusu toplum huzursuzdur. Bu huzursuzluk, gerek
refah ve gerekse insânî değerlerin yetersizliğinden kaynaklanır. Bu da fikir
ayrılıklarının çokluğunu doğurur. Böyle bir toplum, çeşitli özgün fikirleri
tartışmazsa gerçeklere, refâha ve huzurâ yaklaşamaz, belki de yıkılır. Nitekim,
eski Rusya’nın yıkılmasının temel nedenlerinden birisi, komünizmin sıkı baskısı
altında, özgür fikirlerin ifâde edilememesidir.
Günümüzde huzurlu bir toplum hemen hemen yok gibidir, bu yüzden her gün
her konuda yüzlerce tartışmanın yapıldığına şâhit oluyoruz. Bu tartışmalarda,
işte bu anlatılan sebepler yüzünden özgün düşüncelerin önemi çok büyüktür.
Özgünlüğe bugün orijinallik deniyor.
Günümüzde her sahâda orijinallik aranıyor. Değişik fikri, değişik işi, değişik
davranışı olmayan hissedilmiyor, duyulmuyor artık... Bunların varlıklarıyla
yoklukları bir gibi… Her ne olursa olsun, sonuç şudur ki, orijinalliğin sürdüğü
her iş, fikir, topluluk ya da devlet dâimâ varlığını ve önemini sürdürmektedir.

14.05.2009 târihinde akşam haberlerinde doğuda Atatürk’ün büstünü boynuzu ile kıran bir ineğin orijinallik
kazanmasıyla fiyatının 3 katına çıktığı ve kendisine duyulan ilginin arttığı bildiriliyordu.
3
Harsımızın (Kültürümüzün) Esâsı Özgünlüktür
Bizim kültürümüzün her bir öğesi, inceleyiniz, kendine has ve orijinaldir.
Buna İslâm’ın esaslarından başlayabilirsiniz. İslâm’da her bir esas orijinal olarak
tesis edilmiştir. Örneğin, bir gün bir Yahûdi cemaati Peygamberimiz, (S.A.V.)
Efendimiz’e gelmiş, biz dinimiz [Musâ’nın, (A.S.), getirdiği din] gereğince her
yıl Muharrem ayının 10. günü oruç tutarız demişler. Bunun üzerine
Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz onlara, “Musâ (A.S.)® benim kardeşimdir,
ben sizden ona daha çok yakınım. Onun sünnetini sürdürmek sizden daha çok
bana lâyıktır.”cevâbını vermiştir.
Musâ’nın (A.S.) sünnetini yaşatmak için Muharrem ayında oruç tutmaya
başlayan Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz, ümmetinin Yahûdi’lere
benzememesi için Müslümanlar’a ancak Muharrem ayının sâdece 10. günü
değil, (özgünlük-orijinallik için) 9, 10 ve 11. günlerinde oruçlu olmalarını
tavsiye etmiştir.
Tek tanrılı dinlerin her birinde namaz ibâdeti vardır. Musâ’nın, (A.S.),
şerîatinde günde 50 vakit namaz kılmak şarttı. Onlar ‘kâdede’ el parmaklarını
yan yana birleştirdikleri için yine Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz, özgünlük
(orijinallik) için Müslümanlar!a ‘kâdede’ el parmaklarını açmalarını söylemiştir.
Orijinallik kültürümüzün esaslarından biri olduğu için, buna Peygamberimiz
(S.A.V.) Efendimiz’den sonra da uyulmuştur. Bir gün Hz. Ömer, tıraş olmuş bir
çocuk görmüş… Bu tıraş, “alabuluz” adını taşıyan ve o devirde Hıristiyan âdeti
olan bir tıraş şekli olduğu için, Hz. Ömer, çocuğun babasını hemen çağırtarak
ona şu emri vermiştir: “Çocuğun başını hemen sıfıra vurdur, yoksa onun
kellesini vururum!.“ Şüphesiz Hz. Ömer’in bu titizliği bir Müslüman’ın
başkalarına benzememesi, orijinal olması, gerektiğinden gelen bir ciddiyetti.
Daha sonraki devirlerde kurulan Türk ve İslâm devletlerinde, özellikle örnek
vermek gerekirse, Osmanlı devletinde sanat ve mîmârisinden tutun da askerî,
sosyal ve idârî sistemine kadar her şeyi özel ve orijinaldi. Mîmar Sinan’ın
eserlerini bir düşününüz!.. Dünyânın onlar hakkındaki hayranlıkları hâlâ devam
etmektedir. ABD'deki Harvard Üniversitesi'nden Peter Lu ile Princeton
Üniversitesi'nden Paul Steinhardt adlı araştırmacılar, Batı'nın 30 yıl önce
keşfettiği geometrik bir sistemin, Bursa’nın Yeşil Câmisi gibi pek çok câmi ve
medreselerde, İslâm bilim adamları tarafından zamânımızdan 500 yıl önce
kullanıldığını ortaya çıkarmışlardır. Bunlar birer orijinallik değil de nedir?

®
S.A.V. kısaltması, ‘Sallalâhü Aleyhi ve Selem-Allah’ın (CC) rahmeti onun üzerine olsun’ demektir.
A.S. kısaltması, “Aleyhisselâm-Selâm üzerine olsun.” demektir.
4
İşte günümüzde insanlık gele gele bu orijinallikte karar kılmıştır. Günümüzde
özgün olmayan hiçbir yazınızı hiçbir dergide bastıramazsınız. Özgün olmayan
hiçbir işiniz takdir toplayamaz. Özgün olmayan hiçbir fikriniz için dinleyici
bulamazsınız. Özgünlük (orijinallik), geleceği deşeleyen bir burgu gibi
olmuştur.
Özgün (orijinal) olursanız ilerler, özgün olursanız yükselir, özgün olursanız
dâimâ zirvede ve gündemde kalırsınız. Bu yüzdendir ki, kültürümüzün kaynağı
olan dinimiz, her nerede ve her ne işte olunursa olunsun, dâimâ bir numaralı
olmayı, güdülen değil güden, idâre edilen değil idâre eden, emir alan değil emir
veren, kaybeden değil kazanan olmayı emretmektedir.
Zillet ve Aşağılık Duygusu
Eğer bir numaralı pozisyonda başka milletlerin insanları varsa, orada ikinci
pozisyonda bulunan Müslümanlar’ın hallerini dinimiz “zillet” olarak
vasıflandırmaktadır.
Zillet durumuna düşen milletlerin çoğu bireylerinde, zamanla içinde
bulundukları duruma genellikle bir alışkanlık ve uyum meydana gelir. Bu
duruma gelmiş bir insanda tepkiler artık sönmüştür. Bu durum zamanla
“nötr”ün de ilerisine gidebilir. Böyle durumlardaki insanların çoğu, içinde
bulundukları durumları methetmeye, durumlarını korumak için birinci
pozisyondaki insanlara yaranma yolları aramaya, sözün kısası, yağcılık yapmaya
başlarlar. Sonunda kendi özgün fikir ve değerleri yerine başkasının fikir ve
değerleri yerleşir. Bunun daha ilerisi olarak onlar öyle bir duruma gelirler ki,
kendi özgün fikir ve değerlerinden bahsetmek için cesâretleri kalmamıştır.
Çünkü, bütün varlıklarında artık başkasının özgün fikir ve değerleri vardır. O
derece ki, artık bundan sonra o kişiler, başkalarının bu kültür hegemonyası
altında kendi özgün fikir ve değerlerinden utanır durumda, buna karşılık
başkasının özgün fikir ve değerlerini baş tacı etme durumundadırlar. Böyle
kişilerin içinde bulundukları ruh hallerine aşağılık duygusu (kompleksi)
denmektedir. Başkalarında bulunan, sâhip olamadığımız kaynak ve değerleri
övüp, sâhip olduklarımızı görmezden gelmek ya da geçmişini bilmeden hep
birilerinden medet ummak da aşağılık duygusudur.
Bundan sonra aşağılık duygusu içindeki kişilerden artık kendi kültür
değerlerinin bugünkü modern dünyâda yeri olmadığını yaymaktan başka bir şey
beklenemez. Yaşayış, inanış, âdet ve konuşmaları başta olmak üzere, onlar her
şeylerini dışarıdan ithal edilmiş değerlere benzetmeye çalışırlar. Günümüzde
memleketimizde aydın geçinen bir takım insanların içinde bulundukları durum
bundan farksız değildir.
5
Aşağılık duygusu memleketimizde o seviyeye ulaşmıştır ki, şu vatan içinde
kendini yetiştiren kişi hiç görülmüyor da, yurt dışında bulunan bir kişi, isterse
orada hiçbir şey yapmasın, yurda döndüğünde el üstü tutularak önü hemen
açılıveriyor. Burada bu dertten yakınanlardan birinin duyguları nasıl tezâhür
etmiş bir bakınız:
“Ben 33 yıl eğitim alanında çalışmışım, ortaya iyi ya da kötü 23 tâne kitap
çıkarmışım, hâlâ görmezlikten geliniyorum. Şimdi bizim yörede bir laf vardır.
Evden yetişen danadan öküz olmaz derler. Teşbihte hatâ olmasın da, evden
yetişenden bir şey olmayacaksa, hep başkalarından bir beklenti içerisinde mi
olacaksın?2”.
Aşağılık Duygusu ve Türkçe’miz
Günümüzde ortaya çıkan bu kültür ve kimlik bunalımı bilhassâ Türkçe’mizin
içine düştüğü durumda açık olarak görülmektedir. Bu durum normal değildir:
“Avrupası olsun, Asyası, Güney Amerikası olsun, yabancıların oyunlarına
gelmemiş hiçbir ülkede yabancı dil öğretiyoruz diye ülkenin dilini kaldırıp atıp
da okullarda çeşitli dersleri yabancı bir dilde yapmak şeklinde bir yabancı dil
öğretme yöntemi yoktur. Her yerde bu yabancı dil eğitimi yerine yabancı dille
eğitim bir ülkeye, bir ulusa yapılabilecek en büyük hâinlik, en büyük alçaklık ve
bir insanlık suçu olan "kültürel soykırım" sayılır. Dolayısıyla her bağımsız, her
şerefli ülkede yabancı dille eğitim o ülkenin anayasasına aykırıdır, bu konuda
hiçbir tâviz verilmez. Türkiye'de 1954'e kadar İngilizce ile eğitim yapan hiçbir
Türk okulu yoktu. Zâten bu her devirdeki anayasalarımıza, Atatürk'ün "tevhid-i
tedrisat" kânununa, Lozan'a tamâmıyla aykırıydı; hâlen de öyledir. Atatürk
eğitim dilinin tümüyle Türkçe olması üzerinde ısrarla durmuş, eğitimin "milli
eğitim" olmasının baş şartını buna bağlamıştır3,4.”
Düşmanlarımız, bizi bozmak için ilk planda seçtikleri Türkçe’mizi yok etme
çabalarını hâlâ hızla sürdürmektedirler. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, İngilizce’nin
Türkçe’ye etkisi ile ilgili olarak:
“Eski, yeni her türlü güzel Türkçe'si dururken İngilizce bozuntusu bir lâf
paralamanın kökeninde yabancı dille (genelde şimdi "Tarzanca") eğitim yatıyor.
Bu sömürge, bu misyoner okulu türü eğitim çocuklara aşağılık duygusu
2
Kurt, İ., Yozgat Gündem Dergisi, Afşin Selim'in Röportajı, Alındığı İnternet Elektronik Adresi,
http://www.ihsankurt.net/Roportajlar/roportaj.asp, En Son Erişim Târihi: 08.12.2011.
3
Karabulut, E., İngilizce Öğrenmenin Yolu, Alındığı İnternet Elektronik Adresi,
http://www.emrekarabulut.net/ingilizce-ogrenmenin-yolu/, En Son Erişim Târihi: 08.12.2011.
4
Sinanoğlu O., Bilim ve Teknik, Sayı 59, Ekim- 1972)
6
aşılarken, bir yandan da düşünme kâbiliyetini köreltmekte, ulusal bilinci de
yıpratmaktadır.” demektedir5.
Bu duruma nasıl düştük?
Milletimizin bu duruma getirilişi 100-150 yıldır süregelen sinsi planların
sonucudur. Bunu bir vesika ile örnekleyerek geçelim:
Batılı’lar, bizim can damarımızı keşfederek bizi ilkesiz bir millet hâline
getirmek için gereken tedbirleri almada hiç gecikmediler.
Atatürk, “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin
olması, millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir6." diyor.
Bizi maddî ve mânevî her sahâda başarıdan başarıya ulaştıran can
damarımızın (orijinalliğimizin) kendimize has karakter ve ruh yapımız yâni
özgün millî hislerimiz olduğunu, dolayısıyla kısacası dünyâda orijinal bir millet
olduğumuzu sonunda anladılar. Arkamızı yere getirmek için, bizi bu
hasletlerimizden uzaklaştırmaları gerekiyordu. Ne yapmalıydılar? Şimdi bunları
onların ağızlarından dinleyelim:
19. yüzyılın ilk yarılarında Patrik Grigoryas, Rus Çarı Birinci Aleksandr’a
yazdığı mektupta fikirlerini ve yapılacakları aynen şöyle anlatıyordu7:
“Türk’leri maddeten ezmek ve yıkmak gayrı mümkündür. Çünkü Türk’ler, çok
sabırlı ve mukâvemetli insanlardır. Gâyet mağrurdurlar ve izzet-i nefis
sâhibidirler. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, kadere rızâ
göstermelerinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan îtaat
duygularından gelmektedir.”
“Türkler’de evvelâ îtaat duygusunu kırmak, mânevî bağlarını kesretmek,
dinî metânetlerini zaafa uğratmak icâbeder.”
5
Aröz, Y., Anafilya, Oktay Sinanoğlu’nun Dilimiz Üzerine Düşündürdükleri, Alındığı İnternet Elektronik
Adresi, http://www.anafilya.org/go.php?go=7d643a0120a42, En Son Erişim Târihi: 08.12.2011.
6
Kahraman, B., Ülkemizce eğitim dili TÜRKÇE olmalıdır; çünkü, Alındığı İnternet Elektronik Adresi,
http://www.beycan.net/bloglar/83/%C3%BClkemizce-e%C4%9Fitim-dili-t%C3%BCrk%C3%A7eolmal%C4%B1d%C4%B1r-%C3%A7%C3%BCnk%C3%BC/index.html, En Son Erişim Târihi: 08.12.2011.
7
Taşyürek, M.,Türkleri maddeten ezmek güçtür, Zaman G., 10 Ocak 1993; Târih Konuşuyor, Aylık Dergi, 1964,
Sayı 1, sayfa 70.

Aslında onların “izzet-i nefis sâhibidirler” dedikleri husûsun aslı şudur:”Türkler, nefislerini öldürerek izzetli
bir güce ulaşmışlardır.” Batılılar’ın ruhî konulardaki anlayışları yetersiz olmakla berâber, temelde, Türk’leri bu
ruh gücünden ayırma metotlarında isâbet etmişlerdir.

kesretme=çoğaltmak, böylece ayrılık tohumlarını atarak ‘parçala parçala yut’ adı verilen İngiliz
Sömürgeciliği’ine hazırlık yapmak.
7
“Bunun da en kısa yolu, An’anât-ı Milliye ve mâneviyelerine (Millî örf, âdet
ve mâneviyatlarına) uymayan hâricî fikir ve hareketlere onları alıştırmaktır.
Türkler, hâricî muâveneti (dış yardımı) reddederler. Haysiyet hisleri buna
mânidir. Velev ki, muvakkat (geçici) bir zaman için zâhirî kuvvet ve kudret verse
de, Türk’leri hâricî muâvenete (dış yardıma) alıştırmalıdır.”
“Mâneviyatları sarsıldığı gün, Türk’leri kendilerinden şeklen çok kudretli,
kalabalık ve zâhiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri
sarsılacak ve maddî vâsıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu
sebeple, Osmanlı Devleti’ni tasfiye için mücerret olarak harp meydanlarındaki
zaferler kâfî değildir ve hattâ sâdece bu yolda yürümek, Türk’lerin haysiyet ve
vakârını tahrik edeceğinden, hakîkatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.
Yapılacak olan, Türk’lere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahrîbatı
tamamlamaktır.”
Patrik Grigoryas’ın ileri sürdüğü Türkler’i yok etme fikirleri incelenirse
görülür ki, bunların esâsı Türk’leri orijinalliklerinden uzaklaştırarak îmansız bir
sürü hâline getirmek ve Allah’a (C.C.) olan saygı, güven ve bağlılıklarını
dünyâlık menfaatlere yönlendirmektir. Başka bir ifâdeyle, Batılılar’dan istemeyi
Allah’tan (C.C.) istemeye tercih eder duruma getirmektir. Bu da orijinalliğin
(özgünlüğün) yok olmasıdır.
Dininden, îmânından ve millî geleneklerinden yoksun olan bir topluluk bütün
gücünü kaybetmiş, şahsiyetsiz bir hâle gelmiş olur. Böyle bir toplumun gücü
olmadığı gibi, cesâret ve şecaati de kalmaz, kontrol edilebilir güdümlü bir sürü
durumuna düşer. Çünkü, dini, îmânı ve öz güveni yok olmuş, Allah, (C.C.),
korkusu kalmamıştır; fakat ‘düşen yapraktan’ korkar bir hâle gelmiştir. İşte bu
durum Peygamberimiz (S.A.V) Efendimiz’in yüz yıllar öncesinden adını “zillet”
olarak koyduğu durumun tâ kendisidir.
Aşağılık Duygusu Aşılamak Bir Sömürgecilik Metodudur
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu örnek veriyor8:
“Roma'da, İngilizler'in yaptığından sonra, Fransız’lar aynısını Cezâyir ve
Tunus'ta yaptı. Bugün Tunus'ta Arapça kalmamış… Hava alanında adama
soruyorum: "Nerelisin?". Tipinden anladım tabiî adamın Cezâyir’li Arap
olduğunu… Diyor ki: "Ben Parizyen, Parisli'yim, Fransızım, kem küm..." Güyâ
Fransızca konuşuyor, tarzan Fransızca’sı... Biz de diyoruz ki, Fransız mı
görmedik, adama bak ya!.. Kendini Fransız zannediyor. Vay anasına!.. Niye?
8
Sinanoğlu O., Türkiye’nin Temel Sorunu, Alındığı İnternet Elektronik Adresi,
http://turksiyer.com/tuerk-siyasi-tarihi/57-turkiye-uzerine/1359-turkiyenin-temel-sorunu.html, En Son Erişim
Târihi: 08.12.2011.
8
Çünkü Fransız’lar orada Arapça eğitimi yasaklamışlar, hepsi ana okulundan
îtibâren, yâni Osmanlılar'dan koptuklarından beri, Fransızca eğitime
zorlanmış... Bu medenî geçinen, insan hakları savunucusu Fransız’lar yapıyor
bunu...”
“Osmanlı yaptı mı böyle bir şey?! Çekildi...Hepsi kendi dilinde duruyor.
Fransız’lar oraya gider gitmez, tak!.. Hemen, kendi dili yerine Fransızca...
Antakya'yı aldıkları zaman da öyle yaptılar. Atatürk orayı tekrar aldı ve eğitimi
tekrar Türkçe yaptı... Dikkat edin!.. İngilizce yapmadı. [İnsaf] İşte bu
Fransız’lar böyle yapmış Cezâyir'de, Tunus'ta Arapça kalmamış... Bitmiş...
Gazeteler Fransızca, TV Fransızca, millet Fransızca konuşuyor, çat pat, bozuk
bir şekilde... Maalesef şimdi bu aşağılık duygusu (kompleksi) buralara kadar
gelmeye başladı, hızla...”
Dilinden ayrılan toplumlarda çözülme devam eder. Bu, dinin ve târih
şuurunun yok olmasına ve daha ötelere kadar uzar. Dil bir milletin hayâtında bir
kilit rolü oynar. Onun için “Türkçe’miz sözümüzün bayrağıdır.”
Türkçe’miz Aşağılık
Duygusuna Fedâ Edilmiştir
Türkçe’mizin başına gelenler, 27 Aralık 1949’da Türkiye ve ABD
hükümetleri arasında ikili anlaşmayla kurulan ve imzalanan “Eğitim
Komisyonu”© ile başlamıştır. O gün, Milli Eğitim Bakanlığı’nda 4 Türk, 4
Amerikalı 8 kişiden oluşan ve başkanı ABD büyükelçisi olan ve Türk milli
eğitimine yön verecek olan bu heyetin MEB’da bugüne kadar varlığını devam
ettirdiği söylenmektedir9.
Öz yurdumuzda bile Türk milletine resmen “aşağılık duygusu” yerleştirmek
için her yol denenmektedir. Türk milletinin büyük üzüntü duyarak topyekün
kınadığı Dink cinâyetini de bunun için bir biçilmiş kaftan saydılar ve “tam
zamanı” diyerek öyle bir rüzgar estirmeye başladılar ki, çoğu vatandaşımız
kolayca bu tuzağa yakalanıverdi. Çünkü, yakalanmaya hazır hâle getirmek için
üzerinde yıllarca çalışılmıştı/çalışılıyordu.
Bu tuzağa yakalananların hallerinin aşağılık duygusu olduğunu Oktay Akbal
1 Şubat 2007 Cumhûriyet Gazetesi’nde açık bir şekilde yazmıştır. Akbal, Dink
cinâyeti münâsebetiyle aşağılık duygusuna kapılanları kast ederek:
©
Fulbright komisyonu, ilkokuldan İmam Hatip’e kadar, tüm eğitim müfredâtını belirleyebiliyor. Yarısı
ABD’lilerden oluşan komisyona ABD’nin Türkiye büyükelçisi başkanlık ediyor.
9
Anonim, Türkiye Eğitim Sistemi`nde Büyük Skandal!, Alındığı İnternet Elektronik Adresi,
http://www.dogruhaber.com.tr/Haber/Turkiye-Egitim-Sisteminde-Buyuk-Skandal-18845.html, En Son Erişim
Târihi: 08.12.2011.
9
“Bir süredir özellikle aydın kesimde, daha açığı entel diye adlandırılan
kişilerde Türk’e, Türk’lüğe, Türk târihine, Türk kültürüne karşı bir horlama, bir
küçültme tutumu var! Nerdeyse Türk doğduklarına pişmanlık!.. Varsa yoksa
Avrupalı, Amerikalı gibi olmak, onlar gibi düşünmek, duymak, yaşamak!..
Küreselleşme dediler, dünyâ küçüldü, artık ulus diye bir şey kalmadı, ne demek
ulusal, ne demek ulusalcılık!.. Milliyetçilik eşittir faşistlik, eşittir ilkellik, eşittir
bilgisizlik deyip durdular!..” dedikten sonra kararını veriyor:
“Buna verilecek tek ad, aşağılık duygusudur!..”
Akbal, Dink cinâyeti münâsebetiyle Türk’ü, Türklüğü horlayanlardan utanç
duyduğunu belirterek şu soruyu soruyor:
“Aşağılık duygusunu zırh gibi kendine yapıştıranları bilmem nasıl
kurtaracağız, Türk’lüklerini nasıl öğreteceğiz, bilmem?”
Aşağılık ve kimlik bunalımı içindeki insanlarımızın kafalarını tamâmen
yıkamak için estirdikleri rüzgarı aşağıdaki yazı güzel bir şekilde açıklamaktadır:
Şöyle konuşuyor Batılı benliğimiz10
‘Müslüman kalabilirsin ya da başka bir dinde; ama beni yakalamak için
değişmelisin dostum. Dilini değiştirmelisin önce... Yüksek ortamlarda benim
dilimi kullanmalısın. Benim dilimi ikinci dil ya da yabancı dil olarak öğrenmen
yetmez. Kendi dilin yabancı kalmalı, hattâ neredeyse etnik bir dil; benim dilim
ise yüksek ortamlarda anadil olmalı…”
“Nedir bu yüksek ortamlar? En başta yüksekokullar, sonra liseler,
ortaokullar, ilkokullar, hattâ anaokulları… Kendi dilinle konuşmak sende
aşağılık duygusu yaratmalı…’‘Örneğin marketing (pazarlamanın yüksek olanı)
alanında benim sözcüklerimle cümleler kurmalısın. Kendi dilinle ifâde etmeye
çalış!.. Bak, ne kadar da bayağı kalıyor. Global dünyânın bir parçası olarak
kendini hissetmek istiyorsan, benim yaptığımı iyi yapmalısın.’
‘Gazetelerinin, televizyonlarının isimleri bile benim dilimde olacak (Eskiden
beri olanlar kalsın). Edirne'den Sibirya'ya kadar bütün Türk’ler, gökteki yıldıza
"yıldız" der, ya da "cıldız". Biliyorum binlerce yıldır bu böyleydi. Ama artık
"star" demelisin. Unut artık "yıldız"ı!.. Senin yıldızın geçmişte değil, Doğu'da
hiç değil, bizim tarafta… Zâten bu konuları da sana ben öğretmiyor muyum?
Hangi ülkede Orta Asya ile ilgili daha çok araştırma yapılıyor sanıyorsun;
10
Özcan Yüksek, Atlas dergisi - Şubat 2002, Misyon, Alındığı İnternet Elektronik Adresi,
http://www.ihsankaraman.com/misyon.html, En Son Erişim Târihi: 08.12.2011.
08.12.2011.
10
sende mi bende mi? Bırak sözcükleri, harfleri bile istediğim gibi okuyacaksın.
Kendi harfini benim okuduğum gibi söyle!.. "Entivi" de meselâ... Diğer türlü
söylemeyi dene, bak, sen de gördün; ne kadar da bayağı, köylü, doğulu bir
"sound" değil mi? Hem sen değil misin modern olmak isteyen? Kendini ve
kültürünü, dilini, geleneklerini, geçmişini aşağıda hissetmezsen (açıkça değil
tabiî, içinde, sâdece içinde) bu metamorfozu gerçekleştiremezsin
dostum.."Paşa"ya "Pasha" Leyla"ya da "Laila" diyeceksin ve yazacaksın!..
Biraz oryantalist ;ama "daha Batılı gözüyle bir Doğulu şıklık!" Sen bakma
"köşk" sözcüğüne, biz artık ona "kiosk" diyoruz, sen de öyle söyle.”
“Hah şöyle!.. Ne diyoruz, concept yaratmalıyız. Yaratıcı ol, kendine
"creative" de; Fabrikayı Ümrâniye'de kur, markanı İtalyanca'dan al!... Yoksa
malını satamazsın!.. Türk olduğu anlaşılırsa ya da Türk gibi gözükürse kimse
evine sokmaz. Sen ona, Türk olmayan bir isim bul en iyisi… Kimse de sana
kızamaz. "Trend" böyle… Tavuk bile satamazsın!.. Neden Mudurnu "Chicken"
oldu sanıyorsun? İnsanlar tavuk değil "chicken" yemek istiyor. Ne zamandır
radyolar; "Good morning Türkiye" diye sesleniyor. Bizi uyandırmak için olsa
gerek…’
Milletimizin fertlerine gizlice bunları söyleten etken aşağılık duygusundan
başkası değildir. Nitekim, bu gerçeği gören Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, bunu
eserlerinde bugün insanlarımızın çoğunun içine düşmüş olduğu en kötü durum
olarak vurgulamaktadır. Bunun bir sonucu olarak eserlerinde bugün
Türkiyemiz’de Batılı’ların emelleri için çalışan köşe başlarını tutmuş 200 000
hâinden bahsedilmektedir.
Bugün için “İngilizce ile eğitim” anaokullarına kadar inmiş durumdadır. Bâzı
gizli cemiyetler, yanlarına bizim sahte aydınları da alarak, yabancı dille eğitim
emellerinde şimdilik başarılı olmuşlardır. Yapılan bu sahte eğitimle, daha
gelişim çağında olan ve doğru dürüst Türkçe’yi bilmeyen çocuklarımıza,
İngilizce dayatılmış ve dayatılmaktadır. Türkçe düşünmeye yönlendirilmesi
gerekirken çocuklar, İngilizce düşünmeye zorlanmıştır/zorlanmaktadır. Okuma
ve yazmanın ilk başında bulunan bu çocuklar, dünyâyı daha yeni yeni
öğrenmeye, kavramlarla daha yeni yeni karşılaşmaya başlarlarken
beyinlerindeki hayâlî kahramanlar da “Ahmet, Mehmet, Ayşe” yerine “Mr.
Brown, Mr. John, Mrs. Janeth” şeklinde kültür dışı isimlerle şekillenmeye
başlamaktadır.
Beyinlerinin ve idraklerinin rûhî ortamlarında kimliklerini ilkin kendi kültür
bazlarına oturtacak çağdaki bu çocuklara, bilinç altında yabancı kültür kalıntıları
şırınga edilerek onların daha bu yaşlarında “ben kimim sorgulamasına” yol açan
bir kimlik bunalımına ilişkin karmaşaya itilmeleri ve çocukların kendi
kendilerine yabancılaştırılmaları geleceğimiz için ne dehşet verici bir şeydir!..
11
“Kendine ve kendi kültürüne yabancılaşan bu çocuklar” ülkesine, kültürüne,
âilesine yabancı olmayacak mı? O zaman ey veli!.. Senin çocuğun artık bundan
sonra hep dış kültürler için çalışacak, onun sana, vatanına bir faydası
olmayacaktır. Bunların bugün binlerce örnekleri yok değildir.
Ya yurdumun dükkanına, şirketine, caddesine, sokağına hanına, hamamına,
uçağına verilen ya da yazılan şu İngilizce yazılar? Aşağılık duygusunun bu
derecesine pes doğrusu!.. Uçak meydanlarına vardığımda benim en üzgün
olduğum günler oluyor, bu yüzden... Uçağından, hangarından tutun da eşya
taşıyıcısına kadar her şeyin üzerinde İngilizce yazılar… Ne hâle düştük… Ne
duygusuz, ne düşüncesiz bir millet olduk? Benim lisanım, benim Türkçem bu
kadar da mı değersiz? Bu ne duyarsızlık? Bu ne vicdansızlık? Buna dur diyecek
biri çıkmayacak mı?