küreselleşme karşısında

Transkript

küreselleşme karşısında
KÜRESELLEŞME KARŞISINDA
BAŞKENT ANKARA
Yrd. Doç. Dr. S. Zafer Şahin 25.12.2009 tarihinde gerçekleştirdiği konferans metnidir.
Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd.
Doç. Dr. S. Zafer Şahin: Konuşmama başlarken sizlere Yahya Kemal Beyatlı’nın bir meşhur
anekdotunu hatırlatarak başlamak istiyorum. Yahya Kemal Beyatlı’ya sormuşlar Ankara’nın
en çok nesini seversiniz diye. Kendisi İstanbul’a dönüşünü diye cevap vermiş. Bizler de
benzeri duygular içerisinde olabiliriz son günlerde. Şu sözü sıklıkla duyuyorum. Canım
Ankara’da ne var ki alışveriş merkezlerine gitmekten başka ne yapabiliyoruz ki sözünü
sıklıkla duyuyoruz. Bu söz bir yerde bilgisizlikten kaynaklanan ama temelinde de tam da
benim sunuşumun başlığıyla ilişkili olan bir sürecin parçası diye düşünüyorum. Bundan 70 yıl
kadar önce ise bir zaman makinesiyle Ankara’da ne var ki sorusunun cevabını çok daha
farklı şekillerde cevaplayan insanlarla karşılaşabilirdiniz. Tabii ki Cumhuriyetin ilk yıllarında
benzer soruya Yahya Kemal Beyatlı gibi cevap verenler çoğunluktaydı. Ancak geçen zaman
içerisinde Ankara bir proje halinde bir ulus devleti projesi halinde Türkiye Cumhuriyeti’nin
belki de en önemli ürünlerinden birisine dönüştü. Ama son yıllarda ne oldu da biz böyle
demeye başladık. Ankara’nın özgüven eksikliği kaynakları nelerdir? Neden Formula–1 pisti
nereye gelecek dendiğinde bütün kentler bize gelsin derken Ankaralılar bence İstanbul’a
gitmeli hayır hayır Bursa’ya gitmeli diyerek kendi üzerlerine hiç alınmadılar. Bu bunun gibi
örnekler neden bizim gündelik yaşantımızda yaşadığımız kente karşı böylesine bir
duyarsızlık ve özgüven eksikliği yaratıyor buna biraz cevap aramaya çalışacağım. Bence
bunun cevabı biraz küreselleşme sürecinde yatıyor. Sunuşumda önce size 20. yüzyılı bir
başkentler yüzyılı olarak tanımlayıp başkentler yüzyılı başkentler için ne anlama geliyordu
buna değinmeye çalışacağım. Arkasından son yirmi otuz yılda başkentlilerin yıldızı sönmeye
başladığında yükselen küresel ağa nedir nasıl bir yapıya sahiptir bunu anlatmaya
çalışacağım. Son olarak da bu küreselleşmenin yarattığı ağın başkent Ankara üzerindeki
etkisini özetlemeye çalışacağım. 20. yüzyıl diğer Tük tanımların yanı sıra başkentlerin yüzyılı
olarak da tanımlanabilir. 20. yüzyıl boyunca bütün dünyada başkentlerin sayısı ulus
devletlerin sayısına paralel olarak inanılmaz bir şekilde arttı. 1900’lülerin başında tüm
dünyada neredeyse yarıya yakını Latin Amerika’da bulunan kırk kadar ulus devlet başkent
bulunuyordu. 2000’lere gelindiğinde ise ulus devletlerin ve başkentlerin sayısı çoktan iki yüzü
aşmıştı. Bu süreç içinde başkentler ulus devlet idealleri ve ulus devletinin inşasının ayrılmaz
bir parçası haline geldi. Yeni kurulan ulus devletleri için çoğu zaman yeni bir başkent
kurmaktır ya da var olan başkenti bir şekilde dönüştürerek ulus devleti ideallerine uygun bir
hale getirmek rüştünü ispat etmekle aynı anlama geliyordu. Bu meydan okumayı gerçeğe
dönüştürmek için 20. yüzyılda birçok yeni başkent kuruldu. Var olan başkentler başka
kentlere taşındı ya da var olan başkentlerin dönüşümü için çeşitli programlar uygulandı.
Ekranda şuan 1960’dan bu yana Afrika, Asya ve
Latin
Amerika’da
kurulan
başkentlerin
bazılarından örnekler görüyorsunuz. Örneğin en
çarpıcılarından bir tanesi Brezilya’nın meşhur Rio
de Janerio’da başkentlikten emekli edip onun
yerine Brasilia isimli yeni bir başkent kurmasıdır.
Birçok ülkede benzer süreç yaşandı. Bunun tabii çeşitli sebepleri var. Günümüze
geldiğimizde dünyada çok farklı başkent türlerinin var olduğunu söyleyebiliriz. Bu alanda
çalışmalar yapan Hall yedi tür başkent ifade ediyor. Bunlardan birincisi çok İşlevli Başkentler
üst düzey ulusal işlevlerin tümünü ya da çoğunu barındıran başkentlerdir bunlar Londra,
Paris, Madrid, Stockholm, Moskova, Tokyo ve sayıları arttırılabilir. Küresel Başkentler var
bunlar başkent olmanın yanı sıra aynı zamanda siyaset ticaret ve diğer işlevlerde ulus ötesi
1
roller üstlenen başkentlerdir. Yine en çarpıcı örnekleri Londra ve Tokyo olarak sayılabilir.
Siyasi Başkentler vardır hükümetin merkezi olarak kurulan ancak eski başkentlerde kalan
işlevlerden yoksun başkentlerdir bunlar örneğin Bonn, Washington Ottawa, Canberra, Brazil,
Ankara gibi. Eski başkentler var hükümetin merkezi olma işlevini kaybeden ancak diğer
tarihsel misyon işlevlerini koruyan başkentler 1945’ten 94’e kadar Berlin, Philadelphia, Rio de
Janerio, İstanbul gibi. Eski imparatorluk başkentleri var bağlı bulundukları imparatorluk
ortadan kalktığı halde ulusal başkent olmaya devam eden ve eski imparatorluk toprakları
üzerinde etkisi devam eden başkentler gibi Londra, Madrid, Lizbon, Viyana bunlar arasında
sayılabilir. Bölgesel başkentler var özellikle federal ulus devletlerde önceleri de-facto başkent
kabul adilmiş olmalarına rağmen bu rolü kaybeden yine de bölgelerinde etkilerini devam
ettirmekte olan başkentler Milano, Turin, Stuttgart, Munich, Montreal, Toronto, Sydney,
Melbourne, gibi son olarak süper başkentler. Uluslararası kurum ve kuruluşlara ev sahipliği
yapan ama her zaman aynı zamanda ulus devlet başkenti olmayabilen bazı kentler var
Brüksel Strazburg, Cenevre, Roma, New Yok gibi. Bu farklı başkent türleri her zaman kesin
çizgilerle birbirinden ayrılmaya bilirler örneğin Londra hem birçok işlevli başkent, hem küresel
başkent, hem siyasi başkent, hem eski imparatorluk başkentidir. Bir başkenti bu farklı
tanımları karşılayacak bir tarihsel geçmişe sahip bulunması bu sunumda anlatılacak süreçleri
aslında çok yakından ilişkili. Başkentlerin siyasal rollerine baktığımızda bu anlamda 20.
yüzyılda başkentlerin hükümet merkezi işlevi derinden etkileyen üç önemli siyasal dönüşüm
yaşandığını görüyoruz. Bunlardan birincisi kara ve deniz imparatorluklarının dağılmasıdır
Almanya, Avusturya, Rusya, Osmanlı Birleşik Krallık Fransa ve Portekiz gibi. İkincisi federal
sistemler oluşumudur Avustralya, Güney Afrika, Almanya, İspanya ve Sovyetlerde olduğu
gibi ve var olan sistemlerin daha da adem-i merkezi yani daha yerelleşmiş de centralize hale
geldiği Fransa gibi örneklerdir. Üçüncüsü yeni ulus ötesi grupların oluşumudur, Birleşmiş
Milletler Avrupa Konseyi Avrupa Birliği Şanghay Antlaşması vs. Her üç dönüşümü
başkentlerin üzerindeki çarpıcı etkileri bulunmakta kimi başkentler bu üç dönüşümde farklı
biçimde etkilenirken örneğin Viyana, Berlin kimileri de bu siyasi dönüşümlerden çok fazla
etkilenmeden varlıklarını sürdürdüler Londra ve Paris gibi. Bazı kentler ise bu dönüşümler
sonucunda geçmişte olmadığı kadar önem kazandılar belli dönemlerde Brüksel Ankara
örnekler çoğaltılabilir ve çoğunlukla eski imparatorluk başkentleri siyasal süreçlerden çok
sosyo ekonomik süreçler baskın bir şekilde etkilemeye başladı örneğin sanayisizleşme ve
görülmektedir ki ani ve dramatik bir politik değişiklik bir başkentin rolü ve geleceğini etkileme
potansiyeline sahiptir. Bu olmazsa değişim genellikle yavaştır ve sosyo ekonomik unsurlar
tarafından belirlenir. Bazı küresel kentler siyasi imparatorluklar kaybedilse dahi eski
imparatorluk toprakları üzerindeki iktisadi kültürel yönden hegemonyalarını devam
ettirebilirler. Örneğin bugün bir Londra’ya gittiğinizde havaalanında sizi Hintliler karşılar
merkeze gidene kadar Çinlilerden ve siyahilerden başkasını pek göremezsiniz. Ancak
merkezde İngilizlerle ya da beyaz İngilizlerle karşılaşma olanağını bulursunuz. Başkentlerin
sosyo ekonomik hinterlandı ne kadar geniş, hegemonyaları ne kadar etkiliyse siyasal
değişimlerden de o kadar az etkilenirler. İktisadi rollerine baktığımızda tarihsel gelişime bir
kentin başkent ilan edilmesiyle o kentin çektiği iktisadi işlevleri arasında bir ilişki olmadığını
göstermektedir. Yani bir yeri başkent yapmak oranın aynı zamanda ekonomik başkent
olmasını sağlamanın bir garantisi değil. Avrupa başkentlerini çoğunlukla siyasal işlevlerle
iktisadi işlevlerin gelişimi birbirini desteklemiştir çoğunlukla. Çünkü o ekonomik ilişkiler ağ bu
politik kararlarla iç içe geçmiştir. Özellikle ihtisaslaşmış bir siyasal başkent olan uluslarda
genellikle diğer işlevler başka kentlerde yoğunlaşmaktadır New York, Washington ikilemi
Sydney, Melbourne ve Canberra üçlüsü gibi bu uluslarda başkent kurulu bir mekansal
kentsel tarihselliğin üzerine gelmiştir. Peki, başkentlerin yıldızı neden sönmeye başladı? Son
yirmi otuz yıldır siyasal teknolojik iktisadi ve mekansal unsurlar başkentlerin geleceğini
etkilemeye başlamıştır. Şimdi size affınıza sığınarak bu unsurları uzun bir liste halinde
aktarmak istiyorum. Siyasal unsurlara baktığımızda ulus devletlerin aşınmasını görüyoruz.
Geçmişle yeni bağlar kurmaya çalışan kimlik siyasetinin ve milliyetçiliğin yükselişine tanık
oluyoruz. ABD güdümlü yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Küresel ulus ötesi yeni
formasyonlar oluşuyor. Temsili demokrasileri krizin ve çoğunluk suntasına dönüşme eğilimi
var medya siyasi bir güç haline gelmekte.
2
Modernist düşüncenin yaygın eleştirisi siyasal bir söylem almakta bunu ulus devletleri
jakoben olarak tanımlanması Ankara’nın kurulması ve başkentte ilave edilmesinin tepeden
inmece bir karar olarak yorumlanması ile de ilişkilendirebilirsiniz. Katılımcı demokratik yapı
ve süreçlerin temsili demokrasiye alternatif olarak sunulduğunu görüyoruz. Kamusal alanın
genişleyerek sivil toplum örgütleri ve medyada işini aldığını görüyoruz. Pasif yurttaşlık
kavramı yerine aktif yurttaşlık kavramının önerildiğini görüyoruz. Gelişmiş ülkelerin nüfus
artışları sabit kalırken gelişmekte olan ülkelerin nüfuslarının artmaya devam ettiğine tanık
oluyoruz. Çevresel ve iklimsel sorunların siyasal süreçler halini aldığını görüyoruz. Ademi
merkezileşmenin yani yerelleşmenin ve desantralizasyonun yerel yönetimlerin güçlenmesinin
hakim paradigma haline geldiğini görüyoruz. Uluslararası terörizm hareketinin yükselmesine
yapısalcılık sonrası akımların da etkisiyle geleneksel siyasi grupların çözülme eğilimine
girmesine siyasette imaj karizma liderlik gibi unsurların daha etkin hale gelmesine tanık
oluyoruz. Yerel politikanın yükselişine tanık oluyoruz. Kurulu ağlara katılamayan kitlelerle
ağlarda benliği boşlukta hisseden kitlelerin birincil kimlikler etrafında toplanmasına tanık
oluyoruz. Bu ne demektir? Facebook kullanan kesimin kendini yalnız hissetmesi Facebook
kullanamayanların da zaten bu ağlara dahil olmaması ile kendisini yalnız hissetmesi
demektir. Teknolojik unsurlara baktığımızda sanayi toplumu idealinin gerçekliğinin enformatik
bilgi toplumu idealine dönüştüğünü görüyoruz. Teknolojik gelişmelerin zaman mekan
sıkışması ya da dürülmesi durumu yarattığını görüyoruz. Bilişim teknolojileri tahmin
edilmeyecek bir hızla gelişiyor. İnternet teknolojileri mobil ağların ve kullanıcı bazlı etkileşimi
iktisadi ve sosyal ağların var olan iktidar ilişkilerini ve yüz yüze sosyal etkileşimi derinden
etkilediğini beklenen aksine ulus devlet unsurunu aşındıracak etkilerin arttığını görüyoruz.
Enerji ve çevre teknolojileri yüksek katma değer üreten sektörler haline geldiğini görüyoruz.
Genetik biliminin yaşamın kodunu çözmesi ve yaşamın temel taşlarının düzenli bir haline
geldiğini görüyoruz. Gelişen yazılım sektörünün veri tabanları ve ağ çözümleri
küreleştirdiğine tanık oluyoruz. Teknolojik gelişmelerin temel mühendislik ve bilim dallarının
birbirine yakınlaştırdığını görüyoruz. Nanoteknolojicilerle genetik bilimciler birlikte çalışmaya
başlıyorlar. Teknolojinin kullanıcı odaklı hale gelmesi ve teknolojik gelişmenin tasarı
unsuruna bağımlı haline geldiğini görüyoruz. Ipod’u ve de Iphone’u oluşturan teknoloji çok
uzun bir süredir vardır. Ama Ipod’u Iphone’u tasarlayan insanlar tasarımı teknolojinin ele
geçirdiler. Fikri mülkiyet haklarının anonimleşerek ortadan kalktığını ya da korunması için
bariyer ve engellerin oluşturduğunu görüyoruz. İktisadi unsurlara bakarsak fordist üretim
biçimlerinden dikey örgütlenen devasal fabrikalardan yatay örgütlenen esnek üretim
biçimlerine geçildiğini görüyoruz. Sanayi üretiminin yerine hizmet sektörü ağırlıklı bir iktisadi
bir yapıya bıraktığını görüyoruz. Küresel sistemlerin üretim merkezlerinin batıdan doğuya
kaydığını görüyoruz. Neoliberal politikaların biçim değiştirmekle birlikte ağırlığını devam
ettirdiğini görüyoruz. Kumanda denetim işlevlerinin çok uluslu şirketler tarafından ciddi bir
şekilde etkilenmeye başladığını görüyoruz. Lojistik ve tedarik zincirlerinin inanılmaz bir
karmaşıklaştığına tanık oluyoruz. Emek, sermaye, hammadde, bilgi dörtlüsünün dolaşımı
önündeki tüm engellerin kalktığına tanık oluyoruz. Gündelik yaşamın dünyanın her noktasına
senkronize hale geldiğini görüyoruz. Finans piyasalarının reel sektör üzerindeki ezici
baskısına tanık oluyoruz. Yaşamın temel yapı taşları iktisadi süreçte dönüştürülerek
metalaştırıldığına mal ve sermaye halini getirildiğini görüyoruz. Küçük bir örnek vermek
gerekirse Hindistan’ın bir Basmati Pirinci vardır. Birçok uluslu şirket bu pirincin genetik
kodunu sadece içindeki bir molekülü değiştirerek tescilleştirebiliyor kendi adına. Bu artı bir
genetik kodun dahi ticaretleştiği anlamına geliyor. Doların küresel para birimi statüsünün
sarsıldığını görüyoruz. Dünya Bankası ve IMF yapısal uyum programlarının tek reçete
olmaktan çıktığını görüyoruz. Çok uluslu şirketlerin kendi yolsuzluk ve istismar düzenlerini
oluşturması ve kapitalist sistemin kırılganlaşmasına tanık oluyoruz. Enron skandalını
hatırlarsınız dev gibi şirketler ne iş yaptıklarını bilmeyen ama yüz binlerce dolar maaş alan
insanlarla dolu. Uzun bir dönemden sonra ilk defa farklı şekillerde ve sebeplerle tarımsal
ürün fiyatları artması ve gıda krizlerinin yaşanmasın tanık oluyoruz. Organik tarım bu
anlamda öne çıkmaya başlıyor. İşyeri konut ayrımının yeniden düzenlendiğini ev, ofis, tele
çalışma gibi yeni çalışma biçimlerinin ortaya çıktığına tanık oluyoruz.
3
Geleneksel meslek tanım ve formasyonları değişiyor. Yenilikçilik ve yaratıcılık öne çıkmaya
başlıyor. Mutlak başarı ve ürünün bir yaşam biçimi olduğunu yaymaya çalışan pazarlama
biçimleri ürünün yerini almaya başlıyor. Siz ürünü mü alıyorsunuz reklamı mı satın
alıyorsunuz aradaki fark belirsizleşmeye başlıyor. Yerel tüketim alışkanlıkları üretim teşvik
edilirken aynı zamanda alışveriş merkezleri gibi hizmet sektörünün yeni yüzleriyle yerel
farklılıkların ortadan kalkması ve tüm dünyanın aynılaşması sorunu yaşıyoruz. Herkes Mc
Donald’s yiyor herkes Levis giyiniyor. Kusura bakmayın sunuşun niteliği sebebiyle kısa kısa
reklamlar geçiyor gibi oluyor ara sıra ama bunun reklamla alakası yok. Ulusların mekansal
dizgelerinin ve sıra büyük düzenlerinin dengesizleşip etkisiz hale gelmesi; bu şu demek bazı
ülkelerde çok büyük kentler ve yanında küçük kentler vardır. O ülkenin bütün kaynaklarını o
büyük kentler kullanır ve tüketir. Burada diğer kentler eşitsiz gelişmeye maruz kalırlar bu da
yoğun bir şekilde yaşadığımız bir süreç. Eşitsiz gelişmenin uluslararası boyut kazanması
dünya kentlerinden oluşan bir küresel ağ düzenin oluşmaya başlaması, Güney Doğu
Asya’da, Hindistan’da orta büyüklükteki kentlerin sayılarında patlama yaşanması, dünya
nüfusunun kentlerde yaşayan kısmının kırda yaşayan kısmını aşması, Metropolitan alanların
yerini kent bölgelere bırakması; örneğin İstanbul Kent Bölgesi Tekirdağ Şarköy’den Gebze’ye
Tuzla’ya hatta Bursa’ya kadar uzanan kilometrelerce kesintisiz devam eden binalardan
oluşan üretim merkezlerinden oluşan devasal bir kentten bahsetmeye başlıyoruz artık.
Küresel sisteme eklemlenmede bulunan kentlerin ulus devletlerin biraz daha etkili hale
gelmeye başladığını görüyoruz. Ulusal kültürün yerini dünya kentlerini kozmopolit kültürü
almaya başlıyor. Yaratıcı endüstrilerin kentsel imge ve kültürü dönüştürdüğüne şahit
oluyoruz. Artık eğer sizin kültürünüzün unsurları turizmin reklam sektörünün başka
sektörlerin kullanımına açılabildiği ölçüde değerli kentlerin sanayisizleşme sonrası işsizlik ve
yoksulluk sorunlarını denetlemesine yaşamasına tanık oluyoruz. Eminem’in 8 Mil filmini
izlemişsinizdir. O film Detroit’in kapanan otomotiv fabrikalarını sonrasında yaşanan dramını
anlatır aslında. Rap müziğinin doğduğu yerin de Detroit olması boşuna değildir aslında.
Küresel sisteme eklemlenmede yarışmacı ve rekabet eden kentler kavramının öne çıktığını
görüyoruz. Kentlerin hizmet sektörü uluslararası sermaye destekli mega dönüşüm
projelerinin mekanı haline geldiğini ve dönüşümün bir ideoloji haline geldiğini görüyoruz.
Çölün ortasında Palmiye şeklinde adalar yapıp üzerinde dubleks villalar koymak kimsenin
sorgulamadığı doğrular olarak kabul edilmeye başlandı. Ama bundan elli yıl önce birisi böyle
bir şey yapsaydı çılgınlıkla ithame edilebilir. Marka değeri kültür varlıkları ve turizm
potansiyelinin kentsel öneminin ekonomide öne çıkmaya başladığını görüyoruz. Bölgesel
kalkınmanın ve kümelenme stratejilerinin önem kazanmaya başladığını görüyoruz. Kentleri
birbirine bağlayacak ulaşım olanaklarının teknolojilerin gelişmeye başladığını görüyoruz hızlı
tren uçak seferleri gibi. Kent merkezleri çöküyor alışveriş merkezleri yükseliyor. Banliyölerin
kentsel alan haline gelmeye başladığını görüyoruz Batıkent, Çayyolu artık biz de ilçe olmak
belediye olmak istiyoruz diyorlar. Kentlerin farklı sosyal kesimlerin yaşam alanı olarak
parçalanmaya başladığını görüyoruz. Bir yerde alışveriş merkezleri kullanan arabayla
seyahat eden belki sadece Çankaya ve Tunalı’ya bar ve eğlence ihtiyaçları için giden bir
kesim var bir yerde gecekondusundan çıkmadan yaşamı devam ettirip tamamlayan kesimler
var. Bu insanlar karşılaşmıyorlar kentlerde bu insanlar birbirlerini tanımıyorlar. Bu da hoşgörü
olmamasına insanların sosyal etkileşiminin ortadan kalkmasına birçok soruna sebep oluyor.
Kentlerde kutuplaşma ve gerilim artıyor. Kent yönetimleri tekelci kent patronları elinde
katılımcılıktan uzaklaşıyor. Bir temsiliyet vakumu oluşuyor hepinize söylüyorum. Oy verdikten
sonra sizin yaşamınızı etkileyen kararları alan yerel yöneticileri kararlara ne kadar müdahale
oluyorsunuz? Sabah kalkıyorsunuz her zaman kullandığınız yolun kazıldığını kullanılamaz
hale geldiğini görüyorsunuz. Size kimse haber veriyor mu? Vermiyor. Kentlerin birer
propaganda makinesi haline geldiğini görüyoruz. Birileri bana kentimle gurur duy diyor ama
gurur duyacak şeyler vermiyor. Kentsel hizmetlerde halkla ilişkilerin devasallığın ve dış
görünümün öne çıktığını görüyoruz. Bazen öyle hizmetlerle karşılaşıyorsunuz ki hizmetin de
kendisinin tanıtımı reklam panosu hizmeti kendisinden daha büyük. Sürdürülebilir kentsel
gelişme sorunlarını yaşıyoruz. Kentsel gelişme ile ekolojik uyum çatışmaya başladı. Kentler
büyükken etrafımızdaki su havzalarını kaynakları, canlı türlerini bitki varlığı tehdit etmeye
başlıyor.
4
Gelişmeleri düzenleyici bir kent yönetimi ve planlama paradigması geliştiremiyoruz bunlar
olurken. Bilimsel bütüncül modernist kent idealinin yerini projeci parçacı günü birlik politikaları
tercihleri yansıtan bir kent deneyimi almaya başladı. Evet, bu kadar uzun bir listeden sonra
şunu söyleyebiliriz. Artık çok aktörlü çok ölçekli çok ortaklı ve yatay örgütlenmeye dayanan
çoklu tercihlerin ve tarzların bir arada var olduğu çoklu bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Fakat
bu çok nokta nokta bir durumda oluşturabiliyor herkes için ve başkentliler için. Burada ilginç
bir oluşum şu başkentlerin yıldızı sönerken kurulan yenidünya kentleri ağında ilişkisellik artık
çok farklı unsurlar tarafından belirlenmeye başladı. Longborough Üniversitesi tarafından
kurulan Küreselleşme ve Dünya Kentleri araştırma ağı bu alanda çok önemli bazı
araştırmalar yapıyor. Bu araştırmalarda ilişkisellik için belirlenen ölçütler doğrultusunda
dünya kentleri ağa sınıflandırılıyor ve modellendiriliyor yaklaşık on yıldır. Burada hepsini
okumayacağım ama çok önemli ölçüt ve göstergelere ilişkin yüzlerce kriterden oluşan bir
indeks geliştirildi ve kentlerin birbirleri arasında nasıl ilişkilendiğini nasıl bir ağ oluşturduğu
modelleniyor ve bu modellerle yapılan analizler dünya kentlerinin oluşturduğu ağın zaman
geçtikçe daha sıkı bağlarla örüldüğünü ilişkiselliğin arttığını gösteriyor. Bu dönüşüm başta
İstanbul gibi kentlerin bu ağa eklemlenmesine sebep olurken bu kentlerin büyük bir kısmını
örneğin Ankara’yı dışarıda bırakıyor. Dışlanan kentler bu ağa ancak en yakınlarındaki dünya
kenti üzerinden bağlanabiliyorlar. Dünya kentleri üzerine yapılan bu analizler bu kentler için
ayrıca bir sınıflandırma kalıbı da üretmiş. Buna göre şöyle bir sınıflandırma yapılmış Alpha +
kentleri en üst düzey ilişkiselliğe sahip küresel sistemin merkezi konumundaki kentler Londra
ve New York eklemlenme kapasiteleriyle küresel sistemin artık merkezi bir yer Alpha++
kentleri Londra ve New York’a destekçi olan özellikle Pasifik Asya’nın ileri hizmet ihtiyaçlarını
karşılayan Shanghai, Hong Kong, Kuala Lumpur gibi kentlerdir. Alpha&Alpha – kentleri ana
ekonomik bölgeleri dünya ekonomisine bağlayan dünya kentleridir. Beta Kentler bölgelerin
uluslarına dünya ekonomisine bağlamada araçsal öneme sahip olan kentlerdir örneğin İzmir.
Gama kentler küçük bölge ve ulusların dünya ekonomisine bağlayan ya da ileri üretici
hizmetlerde gelişmemiş dünya kentleridir ve son olarak kendine yeten kentler dünya kenti
niteliği taşımayan yani bu ağa bağlanmayan bir şekilde ancak dünya kentlerine bağımlı
olmayacak düzeyde hizmetlere sahip olan kentlerdir. En yaygın rastlanan iki örnek küçük ve
orta büyüklükteki başkentler ve üretici bölgelerin geleneksel merkezleridir. Şimdi bu anlamda
2000–2004 ve 2008 senelerinde bu ağın konumuyla ilgili önemli bir modelleme çalışması
yapılmış. Buna göre 2000 yılında bu sınıflandırmaya göre İstanbul beta + bir dünya kenti
olarak gözüküyor. Fakat Ankara henüz resmin içinde yok.
Bunun bir dünya üzerindeki yayılımını görüyorsunuz.
Büyük ve turuncu renkli kentler bu sistemin artık odak
noktalarını oluşturuyorlar.
Gördüğünüz gibi üç önemli
küresel net ağda merkez var
Amerika’nın doğusu Avrupa ve
Güney Doğu Asya’da yeni
oluşmaya başlayan odaklar.
2004’e geldiğimizde İstanbul
biraz küme düşüyor ve beta + dan beta kenti konumuna geliniyor.
Fakat bu arada küresel ağda ilginç bir şey olmaya başlıyor. Kuzey
Amerika’nın batısındaki San Francisco, Los Angeles gibi kentlerde
bir gerileme küresel ağdaki konumda ortaya çıkmaya başlarken
Avrupa’nın küresel ağa dahil olan kentlerin etkisi artmaya ve Güney
Doğu Asya’daki kentlerin küresel ağdaki konumunun güçlenmeye
başladığını görüyoruz. 2008’e geldiğimizde İstanbul Alpha – kent bir
dünya kentidir küme yükselmiştir. Ankara kendine yeten şehirler arasında kendine bir yer
bulmuş. Fakat ne bu İstanbul’un ne de Ankara’nın daha önemli kentler haline geldiğini
göstermiyor. Çünkü diğer tüm kentlerin ilişkiselliği artmış.
5
Hatta bu kentten daha fazla artmış daha fazla ilişkisellik diğer kentlerle kurulan ilişki ve
işbirliği biten daha fazla arttığı için İstanbul ve Ankara’nın da önemi artmış gibi gözüküyor ve
bu resimde ilk defa kendi kendine yer bulmuş ve 2008’deki dünya kentleri ağının durumu
artık Amerika’da New York’un bulunduğu kısım dışında San Francisco ve Los Angeles yani
Amerika’nın batı kıyılarındaki kentler artık bu ağda yer almıyorlar. Avrupa’da çok daha yaygın
ve etki alanı geniş bir dünya kentleri ağı ortaya çıkmaya başlıyor ve biraz da haritanın
doğusuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Artık dünya kentlerinin en ağırlıklı olduğu yer aslında
Güney Doğu Asya olmaya başlıyor. Bu tabii üretim merkezlerinin oraya kaymasıyla doğrudan
ilişkili ve son on yılda başkentlik bir küresel ağa dahil olmada bir önemli unsur olma niteliğini
kaybetti. Kumanda ve denetim işlevleri öne çıkıyor daha ziyade dünyada dünya kentlerin de
ağırlık Kuzey Amerika’dan Avrupa ve Pasifik Asya’ya kaydı. Her dünya kentinin hinterlandı
bu ilişkisellikle oluşuyor artık ve tüm dünya kentleri arasındaki ilişkisellik arttı. Bu da tabii 20.
yüzyılın başkent olan kentleri için bu ağa nasıl eklemlendirecek kendine nasıl bir yer bulacak
sorununu ortaya çıkarmaya başladı. Yani eğer bir başkentseniz bir başkentsiniz ulusun
merkezisiniz. Ama eğer artık bir ulus devlet o kadar önemli değilse bu dünya kentlerinden
oluşan bir kent ağı varsa bu ağa nasıl katılacaksınız katılamıyorsanız size ne olacak çok
önemli bir soru haline gelmeye başladı.
Örneğin bu şema Londra kentinin etrafındaki
kentlerle nasıl bir hiyerarşik ilişki kurduğunu
gösteriyor ve gördüğünüz gibi İstanbul en dıştaki bu
dördüncü halkada yer alan kentler sınıfında yani
İstanbul eğer Londra üzerinden küresel ağa
bağlanmak istiyorsa önce Stockholm Düsseldorf ya
da Amsterdam gibi bir kentteki merkezle
ilişkilendirmek durumunda sonra belki Paris belki
Brüksel, Frankfurt ya da Milano gibi kentler merkezi
ilişkilendirmek onlar üzerinden Londra’ya bağlanma
durumunda. Çoğunlukla doğrudan Londra’ya erişme
girişimleri çok etkili olmuyor. Çünkü küresel
ekonomik sistemde çok uluslu şirketlerin artık böylesine bir mantık içerisinde işlediğini
görüyoruz. Peki, Ankara’ya ne oldu bu kadar uzun bir girişten sonra? Kuramcılar yaşadığımız
küreselleşme sürecinin bir ilk olmadığını daha öncede küreselleşme dalgalanmalarının
yaşandığını ve ama yaşadığımız küreselleşmenin de birçok anlamda kendi ilklerine sahip
olduğunu söylüyorlar ve her dalga tüm kentler üzerinde olduğu gibi Ankara üzerinde de
önemli etkiler yarattı. Tabii son küreselleşme dalgasının etkilerini daha iyi anlayabilmek için
bir önceki küreselleşme dalgalarıyla birlikte bir değerlendirme yapmakta fayda var birinci
dalga kuramcılara göre 1870 ve 1914’ler arasında başladı ve etkileri II. Dünya Savaşı’na
kadar sürdürüldü. Ulaşım maliyetlerinin düşmesi ve tarif günlük bariyerlerinin inmesiyle
başlayan bu süreç Ankara üzerinde bugün hala hissettiğimiz etkiler yarattı. Öncelikle
dalganın başlangıcı Ankara Ekonomisinin Anadolu’nun ticaret yolları üzerindeki konumunu
sarstı. En çarpıcı örneklerden biri şudur 1800’lerin ortalarında Ankara’dan alınarak Yeni
Zelanda’ya götürülen elli çift Tiftik Keçisinin sayısı yüzyılın sonunda beş milyonu aşmıştı.
Yani bir zamanlar Tiftik Keçisinden yün eğiren ondan dokuma yapan keçi etini kebap yapıp
yiyen Ankaralılar artık bundan mahrum olmaya başlamışlardır ve bunun etkileriyle dokuma
tezgahları durmuş Ankaralılar 1900’lerin başında orta büyüklükte Anadolu kasabasına
indirgenmiştir. Ama yine aynı dalganın etkisiyle Osmanlı Devleti yıkılınca Türkiye
Cumhuriyetinin Başkenti Ankara seçildi ve dalga bu kez Ankara kentiyle başkent haline
getiriliyor. Ankara ulus devletler projesini de yaratan dalganın etkisiyle bir Cumhuriyet
projesine dönüştü. Cumhuriyetin tüm ideallerinin simgelerini ve insan tipinin görünür hale
geldiği bir kent olarak imar edilmeye başlandı. Öncü ve örnek bir kent planlama süreci
gerçekleştirildi. Yaşamın her alanında atılımlar gerçekleştirildi. Tabii bunun ayrıntısına çok
girmek istemiyorum bu konumuz olmadığı için ama şöyle bir örnek verebilirim.
6
Burası Devlet Mahallesi’dir. Sizin Güvenpark olarak bildiğiniz
parkla başlayan ve Meclise kadar giden bir tasarımdır. Ama
tasarım çok ilginç bakın Güvenpark’ta Devlet Mahallesi’ne giden
vatandaşlar önce Milli Eğitim Bakanlığı’yla karşılaşırlar.
Arkasından Temyiz ve Yargıtay Kurumları’yla yani eğitim alan
sonra Yargıtay ve Yargı kuruluşlarıyla kendini güvende hisseden
Ankaralılar ekonominin ticaretini gümrüğün bulunduğu bakanlık
binalarının yanından geçerek yani hayatın ekonomik yanının
yanından geçerek en son olarak içişleri Jandarma ve emniyetin
bulunduğu güvenlik hissini yaşayarak son olarak halka açık
merdivenlerin bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ulaşırlar. Yani bu o dönemlerin
anlayışını yansıtan çok önemli bir tasarım unsurudur. Tabii bunu bugün biz şöyle hale
getirdik. Güvenpark’ı kestik dolmuş durağı yaptık. Bu maarif binaların bir kısmını kaldırdık.
Araya bir tane yol koyduk meclise insanlar ulaşamasın diye. Zaten o merdivenleri de
kullanmıyoruz işte Dikmen kapısından falan geçiyoruz yani bu idealler biraz değişti. Tabii
yeni kurulan başkent İstanbul, Ankara ikilemi üzerine kurulması bu ikilem Cumhuriyet tarihi
boyunca da farklı şekillerde kendisini gösterecek. İkilemin en önemli yansıması Ankara
kentinin yoksulluklarıyla ilgilidir yoksullukları. Konut ekonomik dinamizme istihdam gündelik
yaşam her zaman önemli olan sorun alanları ortaya çıkmıştır. Erken Cumhuriyet kadrosunun
burası çok ilginç önemli sayılabilecek bir kısmı Ankara’nın arazi rantının kullanıldığı bir kent
olması görüşündedir. Daha 1800’lülerin sonunda Türkiye’ye gelen Alman subayların harita
subaylarının Ankara’nın başkentliğinin tartışılmasına sebep olacak bir takım doneler ortaya
attığını görüyoruz bu dönemin gazetelerinde tartışılmış ve Cumhuriyetin kurulmasından
hemen önce eski İzmir mebusu İsmail Hakkı Bey ve Amerikan Chester isimli bir şirket yeni
hükümete bir developman arazi geliştirme şirketi kurulmasını, bu şirketin arazi rantları altyapı
imtiyazlarıyla donatılmasını ve Ankara’nın bu şekilde imar edilmesini önermişler. Yani
başkenti arazi rantı ve arazi spekülasyonuyla kurun demişler. Yani gördüğünüz gibi
Cumhuriyet daha kurulmadan bu tartışmalar yani Ankara’daki arazi spekülasyon meseleleri
tartışılmaya başlanmış. Ama Cumhuriyetin ileri görüşlü kadroları bu tür bir görüş yerine planlı
imarı ekonomik kalkınmayı ve kültürel gelişmeyi merkeze alan bir yaklaşımı tercih etmişler.
Ekonomik alanda Atatürk Orman Çiftliği modeli Maltepe Fabrikalar Bölgesi tabii siz şuan
Maltepe Fabrikalar Bölgesinde yeller esiyor. Ulaşım ve haberleşme yatırımları kültürel alanda
sergi yerleri Opera Binası ve parklar yeni kurulan başkentin modelini oluşturmuştur. Parklar
burada çok önemlidir. Eski Ankara fotoğraflarında görürsünüz o Güvenpark’ın halini şimdi de
sunum bittikten sonra da size bir video göstereceğiz orada da daha yakından izleme fırsatı
bulacaksınız. Parklar yeni kurulan Ankara’nın farklı kesimlerinin sosyalleşmesi için çok
önemli bir işlev yerine getirmişlerdir. Bu model planlı bir kentsel gelişmeyle yönlendirilmeye
çalışılmış. On yılda gelinen nokta Batılı ülkelerin basınında da izlendiği kadarıyla şaşırtıcı
bulunmuştur. Ancak arazi spekülasyonu Ankara üzerindeki gölgesi her zaman devam
edecektir. Cumhuriyet ilk kurulduğunda Ankara başkent olduğunda yabancı gazetecilerin bu
çölde ne yapacaklar nasıl başaracaklar mümkün değil şeklinde manşetler attığına tanık
oluyoruz. On yıl sonra Türkler bir mucizeyi başardı diye Times’ın kapağında bir habere
rastlamak mümkün. İkinci dalgaya geldiğimizde ulaşım ve tarih bariyerleri daha da inmesi tek
paraya geçilmesi ve gelişen iletişim olanaklarıyla birlikte Soğuk Savaş dönemi ikinci
küreselleşme dalgasını başlatır. Bu dalgada çok partili yaşama geçilerek liberal bir yaklaşımı
benimsenmesi İstanbul, Ankara ikilemini dengeyi İstanbul lehine değiştirmeye başlamış.
Hatta o derecedir ki dönemin Başbakanı Menderes imar hareketleriyle İstanbul’a dümdüz
eder. Gazetelerde şöyle yayınlanmaktadır Başvekil dün yurtdışından döndü. Zihnindeki imar
hareketlerini hemen uygulamaya koydu. Bu uygulamaya koymada İstanbul’un tarih
dokusunda dozerlerle geçilmektedir. Bu boşuna değildir çünkü İstanbul lehine denge
değişmeye başlamıştır. Ankara kimi zaman Türkiye’nin jeopolitik konumunun ve ithal ikameci
sermaye birikim merkezi olarak merkezi işlevini sürdürse de İstanbul sanayileşmenin ve
7
kültürel yaşamın başkenti olmaya başlar. Burada tabii yine ilginç bir örnek dönemin James
Bond filmlerinde Ankara’yı hep değinilen geçinilen casusların uğrak yeri olan bir yer olarak
sunulmasıdır. Bu da boşuna değildir, çünkü soğuk savaş döneminde bu anlamda simgesel
bir siyasal öneme sahiptir. Bu arada tabii Ankara Cumhuriyetin ilk yıllarını ulus devlet projesi
disiplininden kopar. Kırdan kente yoğun göçün de etkisiyle planlama çalışmaları var olmasına
rağmen plansız gelişen imar edilme rüyası kesintiye uğrayan bir kent haline gelir. 1980’lere
gelindiğinde Ankara’nın %60’ı gecekondulardan oluşan trafik, hava kirliliği, yoksulluk, işsizlik
sorunlarıyla karşı karşıya kalan başkentlik işlevlerinin dışında işlevleri gelişmeyen hükümetin
merkezi olmak dışında yerel olarak pek anlamı kalmayan bir kent haline geldiğini görüyoruz
ve yine 1980’lerin ortalarından itibaren de üçüncü dalganın başlamasıyla Ankara bambaşka
bir sürece girdi bunlara biraz sizler de tanık oluyorsunuz. Türkiye’de kabullenilen Neoliberal
politikaların özelleştirme serbestleştirme kuralsızlaştırma dalgası Ankara’yı ilk başlarda
olumlu etkilemiştir. Büyük altyapı yatırımlarına girişilmiş kent coğrafi olarak adem-i
merkezileştirilmeye çalışılmıştır. Çünkü Ankara’nın coğrafi yapısı bir çanak şeklindedir ve bu
çanağın üzerinde biriken hava kirliliği içinde sıkışan trafik gibi birçok sorunun çözülmesi pek
mümkün olmamaktadır. Ulaşım ve metro ve diğer yatırımlara hız verilir kentsel dönüşümün
ilk örnekleri görülmeye başlanır. Ancak tüm bunlar yine aynı politikaların sonuçları sebebiyle
etkisiz kalır ve beklenenden farklı sonuçlar üretir. Sosyal görüşün Ankara’yı ulus devletinin
başkentinden başka bir şeye dönüştürmeye başlar. Serbestleştirme Ankara’ya plansızlık
olarak yansır. 1990’na kadar tüm gelişimi bütünsel bir planla yönlendirilen Ankara 2007’ye
kadar geçen 17 yılı plansız geçirir. Parçacı uygulamalar mevzi planlar kenti denetleyemez bir
yayılma sürecine sokar. İmar afları ve gecekondu ıslah planları Ankara’nın %60’nı oluşturan
gecekondu sakinlerini de dönüştürür. Önce gecekondusunu verip daire alanlar sonra
kendileri müteahhit olur sermaye birikimi yapar yeni ve muhafazakar bir orta sınıf filizlenmeye
başlar. Bu yeni orta sınıf tüm siyasi dengeleri tüm alışılageldik ulus devlet kalıplarını
değiştirecek. Yeni değerler ve yeni yaşam biçimleri kente dayatmaya başlayacaktır. Çankaya
Keçiören ikiliği ikilemi biraz ortaya çıkmaya başlayacaktır. 1990’ların sonlarına gelindiğinde
kent daha da derin bir krizi yaşamaya başlar. Küresel sisteme eklemlenemeyen Ankara kenti
Anadolu’da kısılıp kalmış bir siyasal ağın parçası olmaktan öteye gidemez ve bu sisteme
eklenemeyen Ankara kenti İstanbul karşısında giderek etkisizleşir. Bu etkisizleşmenin
merkezi hükümet politikalarıyla derinleştirilir devlet kurumları İstanbul’a taşınmaya başlar.
Artık hükümetlerin politikası İstanbul dünya bilmem ne merkezi yapmakla ama onun ne
olduğunu henüz cevabını bilmiyoruz. Ankara giderek parçalanan bir kentsel ekonomik sosyal
ve siyasal yapıya dönüşmektedir. Kutuplaşma gerilim ve yarılma yaşanır, yoksulluk artar,
istihdam olanakları ve ekonomik çeşitlilik azalır. Hizmet sektörü ağırlık kazanırken kentin
ekonomik dinamikleri arsa ve konut spekülasyonu tarafından ağırlıklı olarak yönlendirilmeye
Ankaralılar rahat arayan topluma dönüşmeye başlarlar. Klasik bir Ankaralı tipi şöyledir. Bir
yerden kentin çeperinden bir yerden bir arsa bulup bir kooperatif bulup o şekilde geleceğini
teminata almaya çalışan karakterdir şey değildir yani para bulursa sanayi kurmaya işyeri
açmaya pek hevesli değildir. Ama bunu da tarihsel sebepleri var kent merkezi çöküntüleşip
alışveriş merkezleri denetimsiz bir şekilde yayılmaya başlar. Bu arada yarın mesela Kızılay
Forumu yapılacak. Bu forumun yapılmasının sebebi de işte tam da bu sorundur. Şimdi
Ankara’daki istihdamın sektörel dağılımına baktığımızda ilginç bir şey görüyoruz. Yıllara göre
imalat sanayinde kıpırdanma var gibi görünse de çalışan nüfusun %70’inden fazlası hizmet
sektöründe istihdam edilmektedir. Hizmet sektörünün başak alt dalı da inşaat sektörüdür.
Kentte ön plana çıkan müteahhitlik inşaat ve teknik hizmetlerin müşavirlik proje ve uygulama
işlerinin çok önemli bir özgünlük olarak Ankara’ya ilişkin bir desen olarak ortaya çıktığını
görüyoruz. Bu rakam diğer kentlerle karşılaşınca ne anlama geliyor İstanbul gibi bir kentte
bile hizmet sektörünü %40’larda kaldığını söylersem bu %70’in çok çarpıcı olduğunu
anlamak çok zor olmaz ve kentsel ekolojik yapı bozulmaya başlar kültürel miras unsurları yok
olur ve sahipsiz kalır kentte temsiliyet vakumları oluşur. Kentleri kent patronu ve enformel
siyasal ağları yönetmeye başlar. Cumhuriyetin değerleri aşınmaya ve yok olmaya başlar.
Havagazı fabrikası yıkılır Atatürk Orman Çiftliği’nin arazisini talan etmek için yasalar çıkartılır.
Ulus heykelini birileri altın sarısına boyar sonra kimse üstlenmez terör olayları gibi
Güvenpark dolmuş durağına dönüştürülür Atatürk Kültür Merkezi’nin ne olacağı belirsizleşir.
8
Kentsel yaşam ve mekan kalitesi düşer kimliksiz ve kişiliksiz yeni yerleşim bölgeleri
yaygınlaşır. Maalesef bizde bir tanesinin içindeyiz İncek bölgesinde. Kültürel yapıların sayısı
nüfus artışı oranına göre artmaz, Ankara’nın yetişmiş insan gücüne kültürel birikimi İstanbul’a
kayar. Yeni Sahne yıkılır. Keçiören gibi ilçelerde bir tek konser salonu bile bulunmaz. Turist
sayısı her geçen gün azalır 2008 yılı rakamlarına göre Ağrı’ya gelen turist sayısı Ankara’dan
fazladır. Ankara’da yaşayan kentlilerin kentin değerlerini yabancılaştığını görüyoruz hala bir
amblemi olmayan bir kentte yaşıyoruz. Kentsel büyük ulaşım ve altyapı yatırımlarının uzun
süredir tamamlanmaz. Bütünsel konforlu ve sağlıklı işler ucuz ve toplu taşım sistemi
bulunmaz. Kentsel borç yükü çok büyük miktarlara ulaşır. Kent merkezindeki değerli alanlar
bir türlü kentin kullanımına sunulamaz dev gibi AKM ve bir hipodrom alanı var bu kent bu
alana ne yapacağını hala karar veremiyorsunuz. Kişi başına yeşil alan miktarı artsa da hava
kirliliği otomobil kullanımına bağlı olarak tekrar artmaya başlar. Dahası kent yönetimleri sivil
toplum örgütleriyle kavgalı hale gelir. Sivil toplum örgütleriyle meslek odalarının önem
verişleri dikkate alınmaz. Hatta toplum gözünde küçük düşürülmeleri için özel çaba harcanır.
İşbirliğiyle eşgüdüm kültürü yok olur. Kent yönetimleriyle kentteki on iki üniversite arasında
ortak proje uygulama sayısı birkaç örnek dışında yok gibidir. Kavga ve kutuplaşma ortamı
siyasal ranta dönüştürülür ve böyle bir yönetim kültürü yerleşir. Kentsel karar alma
mekanizmalarında katılımcı yöntemler uygulanmaz. Karar almada çoğu zaman kent
yönetimlerinin teknik kararları uyarı dahil dikkate alınmaz. Uygulanan tek yöntem vardır indir
kaldır. Kent yönetimleri yaşanabilir kentlerin değil daha en ultra süper projelerin yönetimleri
haline gelmeye başlar. Tüm kent sokaklar metro vagonları billboardlar ve kentin tamamı her
santimetre karesi bir propaganda makinesi haline gelir. Kent sakinleri seçeneksiz,
seçeneklerden habersiz hale getirilir. Kent otomobil direksiyonundan alışveriş merkezi
içinden erzak ve kömür dağıtımı kamyonlarının kasalarından yönetilmeye başlar. Kent
mekansal bütünlüğünü kaybeder.
Şimdi birkaç tane yorumsuz şey göstermek istiyorum size.
Hıdırlık Tepenin üstüne muhteşem bir otel yapacağız.
Otelin üstüne de Airbus uçaklarının en büyüğünün maketini
koyacağız. Gece aydınlatılacağı için çok cazip olacak.
Karaca Ören’de bütün hayvanların kumaştan ya da
pelüşten yapılmış maketlerin bulunduğu otuz bin metre kare
bir orman alanı kuracağız maketler ses de çıkaracak. Buna
bir şey söylemiyorum. Gurur duymak istiyoruz evet
hakikaten ve artık bir başkentler çözülürken artık imar
edilen değil yani güzelleştirilen değil çözülen bir başkentte
yaşıyoruz maalesef. Çözülen sadece kentin sosyal ve
ekonomik yapısı değil bir ideal bir yaşam biçimi ve bir rüyadır aslında. Mekansal yapı birlikte
yaşama ve sosyalleşme azmi ulus devlet idealinin yansıttığı tüm değerler artık kentte
parçalanmış bir kent yaşamı yelpazesiyle birlikte var olmaktadır. Ankara artık planlı kentsel
gelişmeyle değil farklı kavşakların propaganda haline dönüştürülen kentlerin öncü ve örneği
haline gelmiştir. Çözülme üçüncü küreselleşme dalgasıyla başlamadıysa da derinleşmiş ve
çarpıcı boyutlara varmıştır. Çözülen tek bir kent değil bir unsur eşitsiz gelişmeye karşı ürettiği
çözümdür gerçekte. Çözülen dengeli yaşamlar süren bireylerin olgunlaştığı kamusal
mekanlardır. Çözülen yaşanabilir insanca ve çağdaş bir kent olma idealidir. Çözülen tüm bu
değişim karşısında suskun kalan ve seçenekler üretmeyen herkestir. Tabii bu elbette ki
dünyanın sonu değil yani Ankara ve Ankaralılar yaşamaya devam edeceklerdir her günkü
gibi. Trafik sıkışmaya devam edecek İstanbul’a taşınmalar artacak üniversite mezunlara
Ankara’da kayda değer bir şeyler bulamayacaklardır. İstanbul’da İstanbul medyasının çektiği
dizilerde daha çok Ankaralılar oynayacaktır. Çok uluslu şirketlerin İstanbul şubelerinde
Ankara’da okuyanlar çoğunlukta olacaklardır belki. Ancak bilinmelidir ki Ankara’dan çözülen
kazağın ipi İstanbul’dan yakalanamaz. Ankara’da bütünselliğin bilimselliğin sistematik ve
akılcı yaklaşımın ve toplumsallığın parçacılığa günü birlik çözümlere el yordamına ve
hummasız bireyciliğe karşıcılığı olduğunu görüyoruz. Aslında benim bu sunuşumda
9
Ankara’ya Ankara’nın değerlerine sahip çıkılmanın bir haykırışıdır. Sizlere de bu kadar yoğun
bir katılım gösterdiğiniz için bunun için teşekkür etmek istiyorum ve diyorum ki gelin
Ankara’ya ve değerlerine sahip çıkalım. Ankara’da gidecek görecek bir yer olmadığını
zannetsek dahi hala. Başkent çözülmeden diyorum. Çok teşekkür ediyorum ilginize.
10

Benzer belgeler

KÜRESELLEŞME KARŞISINDA BAŞKENT ANKARA

KÜRESELLEŞME KARŞISINDA BAŞKENT ANKARA 1. Fordist (dikey) üretim biçimlerinden yatay örgütlenen esnek (post-Fordist) üretim biçimlerine geçiş 2. Sanayi üretiminin yerini hizmet sektörü ağırlıklı bir iktisadi yapıya bırakması 3. Küresel ...

Detaylı