Kiracı

Transkript

Kiracı
Ayþe Kilimci
Kiracý
B
izim mahallede evini kiraya veren ilk komþu Sabriye Abla oldu. Eþrefpaþa'nýn Kale'ye
çýkan sýrtlarýnda, üstlenicinin yapý iþine ilk baþladýðý mahalle bizimkiydi… Birbirinin
týpkýsý on küçük ev, ilk kazmanýn vuruluþu üstünden, bir yýl geçmeden, rengârenk dýþ
boyalarýyla, süsüyle püsüyle sokaðýn bir yanýna, boydan boya kuruluverdi. Hepsinin minicik
iki oda, bir sofasý, banyo hacetinin de içinde görüldüðü mutfaðý, evin arkasýnda ufacýk bahçesi, bahçenin uzak bir köþesinde de tuvaleti vardý. Hamamlýk yoktu, üstlenici kendi acelesinden
mi yoksa bu iþ ek bir harcama gerektireceðinden mi, bilinmez evlerimize banyo koymamýþtý.
Hepimiz küçük bütçelere, hýsým akrabadan eklenen borçlarý katýp, güçlükle almýþtýk, evlerimizi. Çatýlarý örtülüp, bayraklarý dikildikten sonra, ön yüzleri elmas pembesi, fosforlu yeþil, turuncu rengi badanalarla boyandýðýnda, minik evler, sahiplerini andýrýr olmuþtu, niyeyse…
Zeynep Ablanýn evi týpký kendi gibi fazla süslü, þýngýrdaklý olmuþtu, Sabriye Ablanýnki de sahibi gibi aðýr usluydu. Kiremit kýrmýzýsý, serpme boyalýydý… Ýlk iki ev yani bizimkiyle Sabriye Ablanýnki, yerin kýrýlamayan, en usta taþ iþçisinin bile damarýna girip patlatamadýðý kayalýk zemini atýk toprakla doldurularak yapýlmýþtý. Sonradan üstlenici Arap Nuri iþin kolayýný
buldu. Temelin ortasýna ya da kýyý köþesine denk gelen kayalarý olduðu gibi býrakýp, evleri kocaman bir kömürlüðün üstüne çýktý. Böylelikle, üstleniciye dolgu masrafý çýkarmayarak daha
ucuz, sahipleri içinse bir evi ev yapan onca ayrýntýyý, gizi saklayan kömürlükleriyle daha bir
alýmlý oldu evler. Maltýzlar, mangallar, toplar, atlama ipleri, fazla eþya, ývýr zývýr, yerini buldu, küçümen evlere daha kolay sýðýþýldý. Tüm mahalleli, mülk sahibiydi, ilk gelen kiracý Sabriye Ablanýn evini tutanlar oldu, hepimizin kiracýsý gibiydi onlar. Mahalleye ilk geliþleri bugün
gibi aklýmda… Sabriye Ablamgilin Karþýyaka'ya taþýnmalarýnýn ardýndan, evin yeni sahipleri
bir at arabasýna yüklenen eþyalarýyla mahalle arasý sahnemize çýkageldiler… Orta yaþlý, ama,
camii yýkýlsa mihrap yerinde, etine dolgun, yüksek kaþlý, püskürtme benli bir haným, anneleri;
zayýf, düz saçlý, giyilmekten havlanmýþ kahverengi eski takým elbiseli, baþýnda yýpranmýþ fötr
14
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
KÝRACI
þapkasýyla, kamburu çýkmýþ babalarý; dünya güzeli iki de kýzlarý. Kýzlarý olduklarýný sanmýþtýk, çünkü öyle söylemiþlerdi… Çok eþyalarý yoktu, ne olsa kýrk kapýnýn ipini çeken kiracýydýlar… Denk edilmiþ pamuk yataklarý, arada ince yün mitiller de vardý, katlanmýþ masalarý, bir
gardýrop, katlanan polis iþi sandalyeler, tüpgazlý ocaklarý, üç tane de gazocak. Ýki tane de Singer dikiþ makinesi… Demirci kilimleri, tahta sedirleri, çiçekleri, sakýz sardunyalarýyla plastik
güller, hasýr çamaþýr sepetleri, týpký bizler gibi, çamaþýrý, öteberiyi içine koyduktan sonra, üstlerini bohçalarla örtüp, sedir altýna sürüyorlardý demek. Bizde olmayan þeyleri de vardý; siyah
kýlýfý içinde bir ud, fýrfýrlý torbasýnda bir mandolin… Nargileyi ben görmemiþim, görenler söyledi…
Bendeniz Muharrem, arzuhalci Muharrem, hürmet ederim hepinize… Ýzmir Adliyesi
önünde tezgâh açýp, çalýþýrým, daha doðrusu çalýþýrdým… Hay Allah, hâlâ tuhafýma gidiyor,
kendimi di'li geçmiþ zamanda anlatmasý. Dükkâným yok, hayýr, yoktu yani. Hepimiz, tüm
arzuhalciler seyyarýz; küçük bir daktilo, katlanýr tabure ve küçük masa, kâðýt, karbon, silgi ve
sabit kalemlerimizle, uçmasýn diye kâðýtlarýn üstüne koyduðumuz kayrak taþý ve kýþlarý küçük
bir þemsiye, tüm büro malzememiz budur iþte… Arkadaþlarýn hanýmlarý iki göz sefertasýna yemek koyup, somun ekmek ve suyla birlikte yanýna verir, ama bizim haným saðolsun, ben çýkarken derin uykularda olduðundan, ben öylece çýkar gelirim. Bazan bi kumru iþte, arasýna
peynir. Ondan zayýfým, hayli zayýf… Bu aralar yeni bir eve taþýndýk.
Þehrin yüksekçe bi semtinde, kabadayýsýyla ünlü bir yerde. Sokaðýn adý da hoþ Bülbül Çýkmazý sokak… Sokaðý söylemiyoruz, kýsaca Bülbül Çýkmazý diyoruz.
Daha önce oturduðumuz ev Tepecik'teydi, orasý af buyurun biraz, uygunsuz mu desem, nasýl desem, þeyceydi… Kýzlara uymadý, ya da kýzlar oraya uymadý… Aslýnda bana sorarsanýz, bize en uygun yer orasýydý, ama olmadý. Orada da Karga Çýkmazý'ndaydýk, ilginç deðil mi?… Daha serbestçe bir yer olsun, geç vakit sinemadan rahat dönelim dediler… Bizler, gelen gideni
çok, þen þakrak, hem söyleyen, hem de söyleten insanlarýz, severiz, seviliriz. Kapýmýzýn tokmaðý her daim dövülür. Tokmak her tak ettiðinde, camlarda komþularý görmek istemiyoruz, dedi
bizim ev külfeti… Haklýlar… Ýnsanlarýn birbirini sýr sýtýr eylediði, kaç-göçsüz bir yer olsun, dediler, þu, mahallenin namusu þeyinin olmadýðý bir yer… Memlekette mahallenin namusu þeysinin olmadýðý yer mi var? En namuslu geçineni en þeyi… Malumunuz, bizim ev külfetinin udu,
mandolini, nargilesi, renkli ampulleri, çiçek sularý, buhurdanlarý, evi çiçek bahçesine çeviren
konca gülleri, plastikten, sonra saten kýlýflý kocaman yer minderleri, kapýdaki köpeðimiz, sonra kýzlar, bizim kýzlar… Allah nazardan saklasýn, þýngýrdaklý, þarkýlý, edalý, biraz ilginç, göze gelir, nazar edilir bir aileyiz… Ne gülüyorsunuz Halikiya'ným? Bahçe komþusu olmamýz, birbirimiz hakkýnda bildiðimiz tüm sýrlarýmýz için kýkýrdamak hakkýný vermez ki size… Ayrýca bahusus sizin, bizimkilerin çalgý ve iþret hevesine yabancý olduðunuz da söylenemez…
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
15
AYÞE KÝLÝMCÝ
Farklý yýl ve biçimlerde de olsa, sizin dünyadaki uðraþýnýz da bu deðil miydi? Reca ederim,
yani… Ýnsan inciniyor, benim gibi konuya dolaylý yoldan katýlmýþ olsa bile…
‘Sabriye Ablagil o gül gibi üstlenici iþi gecekonduyu, ki evlerimize villa dense yakýþýr, süsleyip, püsleyip, onarýp, misliyle güzelleþtirdikten sonra kiraya vermekle, olmadýk marifet çýkardýlar… Kiraya verdiðin evi, yok say sen… Öyle deðil mi ama? Diyeceksin ki, evinin koca
siyah anahtarýný boynuna asalý kaç zaman oldu daha? Düne kadar sen de kiracý deðil miydin?
Öyle, ama asýl bizler biliriz, kiracýlýktan yeni kurtulanlar bilir, ister Tepecik isterse Eþrefpaþa'da olsun, senin olsun da isterse Fizan'da olsun, mülk evin deðerini… Çocuklarýn okulu için
gitmiþlerdir olsa olsa. Yoksa onlar da bizler gibi bu semtin insaný, öyle evim mülk diye afra
tafra yapacak, semt beðenmeyecek kiþiler deðiller… Herkes gibi buzcuda sýraya girip, getirip,
evde aþlama su yapar onlar da, her yýl evlerini badanalar, tahtalarý ovar, merdivenleri yýkarlar,
bayram sabahlarý. Mahalledeki komþularý imrendirecek külbastýyý getirip, yoksulun gözüne
sokarcasýna mangalda piþirmediler hiç, bak Allahlarý var… Aslýna bakarsan, kurbandan kurbana mangal yapan Bülbül Çýkmazý mahallesinde bu bir erdem deðil, zorunluluk, ama o da
ayrý konu…
Evlerimizi elimizin daraçlýðý azaldýkça, süsleyip püsledikçe, bakýp onardýkça, mahallemiz
iyiden iyiye þenlendi, güzelleþti… Kimimiz ön cephenin ince sývasý üstüne rengârenk cam kýrýklarýný yapýþtýrdý. Kimimiz, Aydýnlý Ýfakat Abla sözgelimi, cümle kapýsýnýn üstüne aðzýnda
zarf taþýyan taþtan kuþ kondurdu. Sonradan Almanya'ya giden kocasýna sitem üstüne sitem etti, ‘þu taþ güvercinden aldýðým mektup, senden aldýðýmdan daha çok vallahi…’ diye. Karslýlar
bacanýn üstüne rüzgâr gülü taktýlar. Ulalýlar merdivenlerini rengârenk mozaik döktürdüler,
pek güzel oldu. Harmandalýlar da, ‘þu Almanya sýramýz bir çýksýn, evin ön yüzüne boydan boya gökkuþaðý çizip, yedi renk boyayacaðýz’, diye and içtiler. Sonra sahiden sýralarý çýktý. Diðerleri gibi onlar da at satýn alanlarýn yaptýðý hesap, diþlerine dek bakýttýrýp, ilk göç edenlerden
oldular. Çizip boyadýklarý gökkuþaðýnýn renkleri solana dek, Bülbül Çýkmazý'na ayrý bir renk
kattý. Onlar da Ýfakat Ablanýn taþ güvercininden daha güçlü kanatlar takýnýp, pýrr diye uçup
gittiler Bülbül Çýkmazý'ndan… Evlerine taþýnanlar için gökkuþaðý pek bir anlam taþýmýyordu,
aslýnda Sabriye Ablanýn kiracýsýna daha yaraþýrdý o ev ya, neyse…
Sabriye Ablalar gitti, bunlar geldi, yerleþti. Bütün komþular toplanýp, hoþ geldine gittik, kiracýlara…
‘Bana ölümün böyle bir iþ olduðunu söylemiþ olsalardý, önceden ne korkardým ne de merak eder dururdum, dünya halinde yani… Öyle deðil mi Halikiya Haným, sizce de öyle deðil
mi? Sanki bir ayaðýný öteki ayaðýnýn üstüne atar gibi, ya da bir göz yumup, açar gibi bi iþ imiþ,
bilmezdim. Elbet bilemezdim, ben de neler diyorum… Bildikten sonra geri dönüþü yok…
16
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
KÝRACI
Ölümün asýl acýsýný çekenlere söylemek de yok… Herkesin kendi baþýna öðrendiði büyük gerçeklerdenmiþ, ölüm dedikleri… O gün de her günkü gibi yazýlarýmý, istidalarýmý yazdým…
Evinden çýkarýlmak istenen bir kadýncaðýzla, yetim aylýðý talep eden bir gencin istidalarýydý
bunlar. Kiracý kadýna içim sýzladý. Sonradan oncaðýzýn da bana içi sýzlamýþ, ertesi günü, öldüðüme… Þimdi, siz hayal âlemdekiler, gerçek âlemdekilerin size dair her þeyden haberdar olduðuna inanmayacaksýnýz, ama neylersiniz ki gerçek bu… Dünyaya konup göçmüþ tüm insanlar, ulu bir nehrin ayýrdýðý sahici âlemde, yýldýzlara yaslanýp siz ölümlüleri seyrediyor. Kendinize çekidüzen verin Allah aþkýna, sahici insanlar olun. Hayat bir kereliðine sunulan olaðanüstü bir armaðan. Güzelim dünyaya konarken, göçerken sevgi dolu olun, yaþamasýný bilin…
Ben bizim ev külfetinden sonra keyifle yaþamanýn ilmine az da olsa vardým… Ondan öncesi
bir çeki taþý gibi sürüklerdim hayatý… Ne kadar yanlýþ… Zaman dedikleri þeye de çok fazla
kulak asmayýn, naçizane tavsiyemdir size… Esasen her þeyler varken yok gibi… Bütün kâinat
bir yanýlsama… Zamansa dönüp duran, savrulan bir çark, ayný yerde döneniyor, akýp da gidivermiyor… Hep bir aradayýz aslýnda, biz sizi görüyoruz da, siz bizi fark etmiyorsunuz.
O gün içimde bir sýkýntý, bir sýkýntý… Çay içtim, sübye içtim, ne yaptýmsa geçmedi… Bari dedim, cumayý Hisar Camii'nde kýlayým. Vaiz dinleyeyim, Fethullah Efendinin cumasýnýn
üstüne vaaz yoktur. Dünyanýzdan kulaðýmda kalan son ses onun dura düþüne konuþmasý,
vaazýn orta yerinde aðlayývermesi… Tamam içi dolup taþýyor, duygusal adam, bilgili adam,
amenna, gene de bana ters gelen bir þeyler var. Cami çýkýþý yüzüme su serptim avuç avuç,
içimdeki sýkýntý azalacaðýna arttý. Fethullah Hocaefendiye yordum. Akþamý düþündüm, gene
bir sürü gelen var, bu sefer denizciler… Ýzmir limanýnda demirli yabancý bir geminin adamlarý, beþer beþer gelin demiþ bizimkiler, dikkat çekmesin… Gölgelerden yürüyerek Adliye'nin
önüne geldim, daktiloma kâðýdý taktýðýmý hatýrlýyorum, son olarak… Bir de havada patýr patýr kanat çalan bir güvercinin, mavi gökte usulca süzülerek yükseliþini… Benim ruh kuþum
muydu dersiniz? Sanmam… Size bir þey diyeyim mi, bakýn bir daha böyle bir þansýnýz olmaz,
her giden siz ölümlülere sýr vermez… Herkes kâinatý gördüðü kadar, aklý kadar yorumluyor,
Oysa asýl büyük giz, yaradýlýþ ve asýl âlem, bildiðimizden, bize söylenenlerden bambaþka…
Keþke yaradanla doðrudan görüþme, dertleþme fýrsatýmýz olsa idi… Keþke sonsuz evrendeki
öteki dünyalardan, öbür akýllý canlýlardan, yaþarken haberimiz olsa idi… Ne küçücük hendeklerde boðulduðumuzu, elimizdeki düðümü yok yere diþimize vurduðumuzu belki de anlardýk… Yahut, ne diyorum biliyor musunuz, þu bize baðýþlanan ömrün bir denemesi, yani taslaðý bir asýlý olsaydý. Ayný yanlýþlarý mý yapardýk, her yaþadýðýmýz hayattan daha akýllý, daha bilinçlenmiþ mi çýkardýk? Sanmýyorum… Halikiya Haným da öyle düþünüyor. Kleopatra'yý alýp
getirsek, on sefer getirsek dünyaya, hýrslarýndan, yanlýþlarýndan arýnýr mý dersiniz? Arýnmaz…
Hata insanoðluna mahsus, neylersiniz… Yaþamak, bizim evdeki kýzlarýn görüntüyü kurtarmak için, bazen de iki iþ arasý ruhlarý ferahlasýn diye makinede yaptýklarý kasnak nakýþýna
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
17
AYÞE KÝLÝMCÝ
benziyor. Ýnanýn böyle… Deseni eðri çizmek de kasnaðý doðru tutmak da, doðru yerde en gerçek renki bulup iþlemek de size kalmýþ… Kâinat da sizsiniz, kendi kendini her doðan günde
yeniden yaratan da, yok eden de…
Dediðim gibi iþte, güvercin havalandý, makineye taktýðým kâðýdý çevirmek için þaryo düðmesini döndürdüm, gerisini hatýrlamýyorum…
Demek elimde kâðýtlarýmla geldim, gerçek dünyaya, öyle mi Halikiya Haným… Siz neyle,
af buyurun? Altýn bir sikkeyle, öyle mi, maþallah maþallah, eh Efes tapýnaðýnda iþret böyle buyuruyor… Altýn sikkeden geçtim, sizi bir de azize ilan etmiþler…
Bakýn bu çok tuhaf, herkes bahçesine, gerçek ve sonsuz bahçesine, o son anda elinde ne
varsa, onunla geliyor… Sessiz, huzur dolu, yemyeþil bir yer sanýyorsunuz siz deðil mi, hayýr,
öyle deðil… Artýk orasý, sizin dünya halinizi kaydeden o hain kâtiplerin defterinize düþtüklerine baðlý… Kiminize sevahirli yerden, tüm kâinata hakim bir köþe kýsmet oluyor, kiminize,
ölümlerden ölüm… Bir öldük bir daha nesi demeyin, ölümlerden sonra da ölüm var… Nasýl
ki dünya âleminde de öyle idi…
Her sabah yeniden kurulur, her akþam silinirdi dünya…
Üstelik, yeni geleceklerden önce gidenler haberdar edildiðinden, karþýcý da çýkýlýyor… Son
ana dek imi timi gizli tutulduðundan, tüm âlem gelecek konuk için ayakta durup bekliyor…
Beni þu yan bahçenin sakini Halikiya Hanýmla kadý Muharrem Efendi karþýladý. Adaþ olduðumuza bakmayýn, beni sonsuz zamanlar boyunca yargýlayacak
Kadý Muharrem. Ýþte bundan korkuyorum. Halikiya Haným, bizim Kültürpark'taki arkeolojik zaman kadýnlarýnýn heykellerine benziyordu. Týpký onlar gibi giyinmiþti, bir an cansýz
olduðunu sandým… Esasen cansýzdý elbet, ama bunu yaþayanlara her iki âlemi de anlatabilen
kelimelerle söyleyebilmek pek zor… Ben ki cümle âlemin derdini iki sayfalýk arzuhalde özetleyebilen, az çok kaleminden kan damlayan etkili bir istidacýyým, arzuhallerimin açamadýðý
kapý yoktur, vallahi bu âlemde þaþtým kaldým… Dünyanýn iþlerine az buçuk aklým erer gibiydi, ama burada öyle büyük bir kasnakta öyle görkemli ve güç bir motifi nakýþlýyor ki cümle
zamanlarýn cümle insanlarý… Sanki arþ titriyor, sizlerin dengeniz bile buranýn dengesiyle var
oluyor… Halikiya Haným da eski zamanlarýn Efes'inde bizimkilerin yaptýðý iþi yapmakta
imiþ… Ne mutlu bana ki her iki örnek de son derece estetik, düzgün, hakkýyla, güzel yapýlmakta… Her iþin kabasý, kötüsü görmezden gelinebilir, ama bir bu iþ var ki, dünyalarýn bile
dengesi bu iþin güzelliðine baðlý… Dünyaya yeniden gelsem, ki böyle bir þey yok, inanmayýnýz, muhayyer ruha evveleski inanmaz idim, þimdi biliyorum, yok! Parmak iziniz de kaderiniz de gençliðiniz de tek, geri dönüþsüz, size baðýþlanmýþ en büyük armaðan… Araya vermeyin, aman diyeyim, tekrarý yok çünkü… Ölümse ne davetsiz misafir, biliyor olmalýsýnýz… Ýþte Halikiya Haným, azize ilan edilmiþ, gemiye bindirilmiþ, Afrodisyas'ta heykeli yapýlacakmýþ
ki, Aydýn denizinde gemi batmýþ, sizlere ömür… Þimdi yan yanayýz ve ben ona mesleðinin
18
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
KÝRACI
bizim ülkedeki gerçeklerini anlatýyorum, sonsuz zaman boyu da anlatacaðým… Kendisi müþterinin verdiði altýn sikkeyi atýp tutar, top gibi oynar, yerde çevirir, saçlarýný çözüp arasýna takar, bakýn saçlara da bir þey olmuyor, bilesiniz diye söylüyorum… Bendeniz de dünya deðiþtirirken elimdeki kâðýtlarý nereye saklayacaðýmý, saklayýp saklamamam gerektiðini baþtan bilemedim… Evirdim, çevirdim, yaðmur yaþ deðer de çürürse diye korktum. Hiçbir þey olmuyor. Bütün harabiyetler sizin dünyanýzda, anlayacaðýnýz…
Bir de ahlakçý zabit var, bilemiyorum hangi zamandan ve millettendir? O bizi epey üzecek
gibi görünüyor, özellikle Halikiya Hanýmla beni… Geldiðimden bu yana bana bir hoþ geliþ etmedi, ters ters bakýp duruyor… Sanki bütün bu olanlardan ve dünyanýn bu halinden ben sorumluyum… Doð, dediler, doðdum. Çalýþ dediler çalýþtým, mahsusçuktan baba bile oldum.
Tamam, bitti, öl artýk dediler, öldüm… Ben üstüme düþeni yaptým…
Baþtan hiçbir þey belli deðildi, sahiden de…
Bilseydik, anlasaydýk, gül gibi mahallemizin adýný yele verir miydik? Onlarý ilk ziyaretimizde baktýk, Sabriye Ablalar gidereyak bir hamam çevirmiþler. Küçük müçük, ama iþ görüyor.
Onlarýn yaptýðýný daha sonra anladýðýmýzda, hamam çoktan yýkýlmýþtý. Evi, kiracýnýn ardýndan
öylesine yýktý, yaptý, kazýdý ki Sabriye Ablalar, en sonunda mevlütçü Rýza'yý getirip, eve abdest
bile aldýrdýlar… Ben bu evde kýz evladý büyütemem, dedi durdu, ancak ev günahlarýndan arýnýnca kýzlarý getirdi…
Nakýþçýymýþlar. Kýzlar pek güzeldi Allah için. Birbirleriyle en ufak bir benzerlikleri yoktu.
Büyüðü kumraldý, kâküllerini oksijenle sarartmýþ… Dal gibiydi, ince uzun. Beline kalýn kemeri takar, tam kloþ etekliði köpük köpük dalgalanýrdý… Küçüðü kömür karasý saçlý, kara kaþlý,
ak tenliydi… Sanýrým kýnaya rastýk taþý katarak böyle parlak, gece siyahý saçlar elde etmiþti.
Bazan örüp iki yandan baþýna dolardý, taþlý tokalarla, bazen saç simidi koyardý tepesine, sara
sara saçý ona dolardý, kraliçe gibi olurdu. Yazlýk sinema dönüþleri bütün mahalle delikanlýlarý tüterdi, onlarýn ardýndan… Þimdi diz dövüyorlar arkalarýndan, ama ne çare… Zor zanaat,
onlara yasak… Öyle etmeseler hemen anlaþýlýrdý zaten. Ana baba ile hiçbir ortak yanlarý yoktu. Soylarý güzel demek, soya çekmiþler, bu boz renkli ana babaya deðil, demiþtik, baþka ne
diyelim? Ýlle söz etmek gerekirse belki nargileye, uda, mandoline, yerdeki parlak renkli koca
yastýklara söz etmek gerekirdi… Her yan yapma konca güllerle sardýrýlmýþtý, yavruaðzý ve beyaz renkliydiler. Baþoturaktaki plastik çiçekçiye özel ýsmarlanmýþ, taa Istanbul'larda yapýlmýþ… Gülabdanlýkta Süleyman Ferit'in pertevi, yasemini… Kendi yaptýklarý sakýz reçeliyle turunç tatlýsýný ikram ettiler komþulara, birkaç tur döndü tepsi, çay kaþýklarýný su dolu bardaklara býraktýk. Tepside köpük gibi iðneoyasý örtü seriliydi. Hoþgeldin oturmasýndan dönüþte,
kiracýlarýn güngörmüþ, köklü kömeçli kiþiler olduðu fikrinde birleþmiþtik, komþularla… Unutulan eski Ýzmir ikramlarýný bile onlarda görmüþtük, baksanýza… Buhurdanlýklar, gülabdan-
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
19
AYÞE KÝLÝMCÝ
lýklar, tavaný dolanan gonca güller, renkli tavan lambalarý hangimizin evinde vardý… Onlardan bir incelik kapacaðýmýz için, en çok da kýzlarýmýzýn çeyizi için nakýþ derdimizin sona erdiðini düþünerek, sevinmiþtik…
Ama gerçek, gözünü sevdiðimin gerçeði sarýmsak kokusu mübarek, sen sakladým san, o
hemen pat, fark ediliyor… Fark edilmese sevinecektik sanki…
Kiracýlarýn kokusu hemen çýktý. Önce kapýya bir it baðladýlar. Hayvan onca gelip gidene
havlamadý da hep mahalleliye havladý, hayret… Akþamlarý iti salýverdiler, Bülbül Çýkmazý'nýn
insanlarý ürktü… Dýmbýr dýmbýr çalýnan udun, mandolinin sesi, þarkýlar, kokular, rengârenk
ýþýklar, bizim mahallenin alýþýk olduðu iþlerden deðildi… Ardýndan kapýlarýnýn ipi sýkça çekilir oldu. Gelenler iþret adamlarýydý, besbelli… Kimi kutu yaptýrýp geldi, kimi eli çiçekli… Bir
baþçavuþ vardý, o hep et sardýrýrdý, gelirken. Kiracýlar da, komþular imrenir mi, caný çeker mi
diye düþünmeden mangalda piþirip durdu. Mahallelinin gözünü asýl açan da bu oldu zaten…
Deðil etin, kýrýntýyla baþ kýymasýnýn, mancanýn zor bulunduðu Bülbül Çýkmazý insanlarý, kasapta et sardýrýp da sonra adresi soran hovardalar sayesinde gerçeði yavaþ da olsa sezmeye baþladýlar. Bir ara, Ana Çocuk Saðlýðý'ndan gezici hemþireler geldi, bölge insanýný yazýyorlar, bunlarý kaydedecekler, ama ortalýk sakinleþmiyormuþ ki… Görevliler pattadanak gelince, evdeki
erkekleri telaþ içinde odalara týkmýþlar. Her odadan ayrý erkek baþý görünce görevliler huylanmýþ… Önceki evlerinde olduðu gibi mimlenecekleri, evin mühürleneceði korkusundan yürekleri aðzýna gelmiþ, kiracýlarýn…
‘Pardon’ demiþ gelenler, ‘sizi rahatsýz ettik galiba…’
‘Yok caným, ne demek’ demiþ anneleri, ‘aþkolsun, ilahi. Bizim küçük kýzý verdik de, onlar
niþan için memleketten gelen hýsýmlarýmýz…’
‘Öyle mi, hayýrlý olsun, kýzýmýz da pek güzelmiþ, Allah tamamýna erdirsin’ demiþ bunlar…
Sonradan en çok buna güldük, hemþirelere rast geldikçe.
Anneleri haným hatun görünürdü. Dökümlü entariler giyinir, krep baþörtüsü takýnýrdý, sürekli kayar düþerdi, altýndan tek aký olmayan bakýmlý saçlarý görünürdü. Alyansýnýn yanýnda
tektaþý parlardý. Ýki kere kabul günü oturmasýna geldiler, bir kere de kendi evlerinde mevlit
okuttular. Ne içindi, unuttum, sanýrým ferahlýk için. Bak, o zaman teyzemgilin komþusu Alev
de geldiydi, bar kýzý diye ardý sýra söz çýkarmýþlardý Alev'e. Bar kýzý mar kýzý, ama erkek gibi
namuslu kýzdý Alev. Ama belli ki bir yerlerden, belki de ayný yerden tanýþtýlar… O mevlidin
þerbetini unutmadýk hiç… Bademli, gülsulu, buz gibi soðutulmuþ, billur bardaklarda …
Yani, anlayacaðýnýz, görgülü, ince zevkleri olan kiþizade insanlardý… Ah, bir de namuslu
olsalardý ne vardý…
‘Namus namus dedikleri nedir Halikiya Haným? Ben sahici baba olsaydým, namuslu mu diyeceklerdi benden için? Hayattaki kaderim maaþlý babalýðý uygun gördü bana, neylersiniz?
20
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
KÝRACI
Bizim haným bana arzuhal yazdýrmak için gelmiþti, baskýn sonucu atýldýklarý çok sayýda evlerin birinden sonra… Sonra da hemen oracýkta aklýna gelen bir çözüm sundu hem bana yarayýþlý olacaktý bu çözüm, hem onlara… ‘Sana þu kadar maaþ Muharrem Efendi’ dedi. Akþamlarý bir ekmek bir baþ soðanla eve gel, ama gel. Bir erkek kapýmýzý çalsýn, dýþarýdakiler de o erkeði evimizin babasý bilsin… Bunun bize yararý çoktur. Gelenimize gidenimize karýþýlmaz,
hem senin de iþine yarar… Arada bir yazlýk sinemaya, çay bahçesine gideriz, kýzlarý alýp…
Kâðýt üstü bir de nikâh, ikimize… Ha, ne dersin?’
Ben halimden memnundum, onlarý da incitmedim, helali hoþ olsun. Cumartesileri çalýþtým, ara günler fazla mesai uydurdum, bazen memlekete gittim, evi uzun süre boþladým. Geç
gelip sabah erken çýktým, kimseyi rahatsýz etmedim. Sonra da, tam iþleri týkýrýndayken, nerdeyse para bile biriktirmiþlerken, tuttum, öldüm…
Ardýmdan çok sýkýntý çektiler… Ev sahibiyle mahkemelik oldular. Öte mahalleden kimileri, evin bu þekliyle kalmasý, konuk aðýrlamanýn devamýnda yarar gördü, kimi bunda mahalle
için bile yarayýþ gördü… Þimdi Kadý Muharrem ne diyecek bakalým, dünyalýlarýn bu görüþlerine? Mini mini bir hazhane iþte, mahalleliye baþka konularda yararý dokunabilir, nakýþ gibi,
ikram gibi, kimi inceliklerin öðretilmesi gibi… Zaten ben yaþarken mahkemeye vermiþler, haberimiz yokmuþ. Benim ardýmdan redd-i miras yaptý bizimkiler. Ev sahibinin avukatý bile
içinden demin dediðim gibi geçiriyordu… Kirayý ikiye katlasalar, meslekten kazandýklarýný
çoðaltsalar, ne ev sahibi üzülür ne ev külfeti ne Bülbül Çýkmazý sakinleri hatta ne de ahlak zabýtasý… Düþündü ama gene de bizimkilerin evden atýlmasý için elinden geleni yaptý… Apar
topar bir at arabasý getirip, evin eþyasýný yükleyip çekip gitmiþler Bülbül Çýkmazý'ndan…
Sonrasý hep bildiðiniz gibi, evin kiracýdan arýndýrýlmasý iþleri… Eve abdest aldýrýlmasý… O
duvarlarýn aðzý dili olsa da söylese, acaba bizim kýzlarýn udunun, þarkýlarýnýn sesini mi isterdi, bu yeni halleri mi?
Sonunda ben kiracýlýktan kurtuldum, anlayacaðýnýz… Þimdi kendi mülkümdeyim, bizimkileri görüyorum izliyorum, onlar hâlâ kiracý ve henüz bir baba edinemediler…
Siz ne diyorsunuz bu iþlere sevgili komþum Halikiya Haným?…’
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
21

Benzer belgeler