46.sayıya ulaşmak için tıklayınız
Transkript
46.sayıya ulaşmak için tıklayınız
CMYK CMYK Kent A? İşçisi Yalnız Değildir! Halkın Kurtuluş Partisi’nden... Kent AŞ İşçileri, 31 Nisan’dan bu yana işlerine geri dönme mücadelesi vererek her türlü baskıya karşı direnmektedir. Halkın Kurtuluş Partisi, Kent AŞ İşçisinin bu onurlu ve haklı mücadelesinde her zaman yanlarında oldu. Kurtuluş Partililer, İzmir’den Ankara’ya yürüyüşlerinde de eylemlerinde de Direnen Kent AŞ İşçilerinin yanındaydı. Ankara’da Abdi İpekçi Parkı’nda faşistlerin saldırısına uğrayan Kent AŞ İşçilerini mücadelelerinde, direnişlerinde hiçbir baskı yıldıramaz. Zafer Direnen Kent AŞ İşçisinin Olacak! Migros’ta İşçi Kıyımına karşı mücadele başladı Anayasal haklarını kullanarak sendikalaşan bu nedenle de işten atılan Migros deposunda çalışan işçiler mücadele başlattı. Migros Genel Müdürlüğü önünde 22 Ekim’de DİSK Nakliyat İş Sendikası öncülüğünde bir basın açıklaması ve eylem yapıldı. İşçiler adına konuşan Murat Boz, işverenin haksız uygulamalarına karşı çıkıp sendikalaştıkları için işten atıldıklarını ve sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi. Ardından konuşan DİSK akliyat İş Sendikası Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, “Onlar öyle istiyorlar ki işçi hakkını aramasın, anayasal hakkını kullanmasın, biz işçiyi köle gibi çalıştıralım. Bu duruma DİSK ve Nakliyat İş Sendikası olarak karşı duracağız” dedi. www.kurtulusyolu.org ISS 1305-8975 Hikmet Kıvılcımlı Savaşmaya Kurtuluş Partisi saflarında devam ediyor! YIL: 4 • SAYI: 46 29 EKİM 2009 K 15 GÜNLÜK SİYASİ GAZETE FİYATI: 50 Ykr urtuluş Partililer, nın afişleriyle donattıkları Kurtuluş Partili Düşünce Oğulları ve Kızları Bedence Aramızdan Ayrılışının 38’inci bedence aramızdan Topkapı Mezarlığı’nın yaYıldönümünde Türkiye Devriminin Önderi ve Dünya Halklarının Yol Göstericisi Hikmet ayrılışının 38’inci nında. Göğüslerinde Kıvılyıldönümünde Kıvılcımlı cımlı Usta’nın resmi meKıvılcımlı Ustalarını Andılar Usta’ya olan görevlerini zarlığa aktılar düzenli sırabir kez daha büyük bir lar halinde, gürce haykırımu çalışanıyla, aydınıyla, esnafıyla… Yeterli, tatciddiyetle, inançla, saygı, sevgi, özlemle ve coşkuyla minkâr bir artış mı? Asla değil! lan sloganlar eşliğinde… “Hikmet Kıvılcımlı yerine getirdiler. Her yıl bir veya iki Direnişle geliyorlardı Usta’la- Ölümsüzdür!”, “Kıvılcımlı Yaşıyor! Kurtuluş Sayıları artıyordu yıldan yıla, O’na verdikleri sö- rına. Bu yıl da Arçelik Direnişçileriyle gelmişlerdi. Partisinde Savaşıyor!”, “İşgal! Grev! Direniş! Yazün gereği… Azar azar da olsa, beşer beşer, onar Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın ve Parti Pankartının şasın Kurtuluş Partimiz!”, “İşçilerin Partisi! Kuronar, yirmişer yirmişer de olsa… 210 kişiydiler bu ardında Kızıl önlükleri, Parti Bayraklarıyla saf tuttu- tuluş Partisi! Köylülerin Partisi! Kurtuluş Partisi! yıl… Başta İşçi Sınıfımız gelmek üzere genciyle, ka- lar Topkapı surlarının dışında, duvarlarını Usta’ları- Gençliğin Partisi! Kurtuluş Partisi! Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi!”, “Davamız Halkın Kurtuluş Davasıdır!”, “Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız!”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği!”, “Kahrolsun Emperyalizm! Yaşasın Sosyalizm!”… Parti Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı Yoldaş’ın sloganlar eşliğinde yaptığı konuşmanın ardından, Kıvılcımlı’nın öğrencisi Yapı İşçileri Sendikası Genel Başkanı yiğit, fedakâr, militan Devrimci Sendikacı İsmet Demir Abinin mezarına geçildi. Birleşik Metal-İş, Nakliyat-İş, Tümka-İş ve Oleyis’in çeşitli örgütlenmelerinde ve mücadelelerinde görev almış Barış Aşan’ın, İsmet Abinin mücadelesi ve yaşamını anlatan konuşmasının ardından gene düzenli kortej halinde Topkapı Surlarına kadar yürünerek anma sonlandırıldı. İstanbul’daki mezarbaşı anmasını böyle gerçekleştiren Kıvılcımlı Usta’nın savaşçıları, başta Ankara ve İzmir olmak üzere bulundukları her yerde eylemlerle Usta’larını andılar... Sancaktepe’de yıkıma geçit yok! Tayyipgiller’in İSKİ’si suç işliyor S ancaktepe, yaklaşık 1-1.5 yıl önce, Kartal ilçesine bağlı olan Samandıra’nın ve Ümraniye ilçesine bağlı olan Yenidoğan ve Sarıgazi beldelerinin birleştirilmesiyle ilçe olmuştur. Üç belde belediyesi de fesih edilip Tayipgiller’in, halk düşmanı planlarını daha kolay gerçekleştirebilmek için son yerel seçimler öncesi kurduğu, kuruluşu mahkemelik olmuş ilçelerden biridir Sancaktepe. İlçe Merkezi olarak da daha önceki Sarıgazi Beldesi yapılmıştır. Bölge, ilçe olduktan sonra güvenliği de jandarmadan alınarak; içinde Fethullah Gülen İblisinin ciddi bir şekilde örgütlendiği polis teşkilatına devredilmiştir. Geçtiğimiz aylarda İstanbul Silivri’de yaşanan sel felaketini bahane eden İSKİ, dere yataklarında olduğu bahanesiyle Sancaktepe İlçesi’nde iki mahallede yıkım kararları almıştır. Sancaktepe’nin Akpınar ve Osmangazi mahallerinde yaklaşık 230 eve yıkım kararı verilmiştir. Karar bildirimi yapılan ev sahiplerinden bazıları Eylül ayı içerisinde Belediye yetkilileri ve bazı milletvekilleri ile görüşmüşler, tabiî ki bir çözüm bulamamışlardır... Kurtuluş Partisi Sancaktepe İlçe Örgütü olarak, yıkım kararlarını duyduktan sonra Ekim ayı başlarında belediye ile görüşmenin birine dâhil olduk, durumu analiz edip bir an önce fiili mücadele verilmesi gerektiği kanısına varıp, derhal bu tepkinin içinde olup bu tepkiyi Devamı sayfa 13’te İsyan bayrağıdır Che... Kdor Petofi ile selamlayalım Kahraman Gerilla Che Yoldaş’ı: endisi de savaş alanlarında yiğitçe ölen Yurtsever Macar Şair San- Bir düşünce kafamı kurcalayıp duruyor; Yatakta, baş yastıkta mı ölmek? Gizli bir kurdun için için kemirdiği Bir çiçek gibi sessizce mi solmak? Bomboş bir odada bırakılmış mum örneği Yavaş yavaş eriyerek mi tükenip sönmek? Hayır, böyle hiçbir ölüm verme bana tanrım Ölümüm birdenbire olsun benim, yalvarırım. Yıldırımdan yada azgın fırtınalardan Devrilen bir ağaç gibi, kocaman. Yeri göğü sarsarak, doruktan koyağa Gök gürültüleriyle yuvarlanan bir kaya. Boyunduruktan bıkmış tutsak uluslar bir gün Uyanıp savaş alanına koştuğunda Gözleri alev alev, ellerinde bayraklar Ve bu bayraklarda şu kutsal parola: DÜNYA ÖZGÜRLÜĞÜ, HERKESE VE HER YERDE Haykırınca bu sözü çınlayan sesleriyle Haykırınca her yerde, doğudan batıya Zalimlere karşı açılan son savaşta Ölmek isterim ben, orada, en ön safta. Sulasın genç yüreğim o zaman işte Bu savaş alanının toprağını kanıyla! Devamı sayfa 14’te Başyazı Devamı sayfa 4’te Kürt Sorunu’nda akla kara gibi birbirine zıt iki ayrı çözüm B ildiğimiz gibi, en azından biz ger- den yok olacaktır. Ancak ondan sonra çek devrimcilerin çok iyi bildiği gi- ekonomik olaylar toplumun tümünün yabi, günümüz toplumunda egemen rarına ya da zararına olacaktır. Yani yarar, olan üretim yordamında dolaysızca rol zarar toplumun tümünü kapsayacaktır. oynayan iki sosyal sınıf vardır: Burjuvazi Çünkü toplumda durumları ve çıkarları ve İşçi Sınıfı birbirine uzlaşmaz bir biçimde zıt olan sıÜretimden tüketime dek tüm ekono- nıflar bulunmayacaktır. Toplumu homomik olaylar bu iki sınıfın arasındaki uz- jen bir halk oluşturacaktır. laşmaz mücadele Ekonominin yotarafından belirleğunlaşmış bir ifadesi nir. Bu süreçte olan ya da sınıflar burjuvazi artıdearasında savaş değer sömürüsünümek olan siyasette de kârını, vurgununu, durum aynıdır. Dintalanını artırmak de, felsefede, sanatta, ister. İşçi Sınıfı da kültürde de gerçeklik işgücünü biraz dabudur. Bu alanlardaki ha yükseğe-pahaher olay, her gelişim, lıya satabilmek, oluşum da sınıflar dolayısıyla da yaarasındaki mücadele Colin Powell rattığı değerden tarafından belirlenir. biraz daha pay Bir sınıfın yararına alabilmek için mücadele eder. Ekonomik diğerinin zararına olarak gelişir, oluşur… olayların yönünü-seyrini bu mücadelede- Dolayısıyla her sorunun iki farklı ana çöki güçler dengesi tayin eder-belirler. züm yolu, gelişim seyri olur. Bir sınıfın yararına olan, öbür sınıfın Günümüzde burjuva sınıfı, Finanszararına olur. Bu mücadele sınıflar var ol- Kapitalistler biçimine girmiştir-dönüşdukça olacaktır. Başka türlü dersek, ileri- müştür. Her ülkenin üç-beş yüz Finansde sınıflar ortadan kalkınca -ki bu İşçi Sı- Kapitalisti-Parababası, o ülkenin tümüynıfının iktidarının sonunda varılacak niDevamı sayfa 6’da hai hedeftir- bu mücadele de kendiliğin- 2 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Kurtuluş Partisi’nden Dünya Halkları emperyalist haydutları bozguna uğrattığı gün, bütün kötülükler son bulacaktır Dünyadaki bütün kötülüklerin anası AB-D Emperyalistleridir E mperyalist 7 düvele bir meydan okumaydı Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mız. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde Türk ve Kürt Halkı zaferle sonuçlandırdı Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızı. Dünyada Ulusal Kurtuluş Mücadelesi veren tüm halklara örnek oldu bu zafer. Fidel, Ho Şi Minh, Mao, Nasır bir gecede alaşağı ederek, Türkiye tarihindeki en ilerici Anayasa olan 1961 Anayasası’nı yaptı ve uygulamaya koydu. Bu Anayasa, sınırlı bir özgürlük ortamı getirdi Türkiye’ye. Sosyalizm yasak olmaktan çıkartıldı; İşçi Sınıfımıza, Grev ve Toplusözleşme hakkı verildi. Hak arama yollarının üzerinde bulunan büyük-aşılmaz engellerin bir bölümü böylece örnek aldı, dünya halklarının ulusal kurtuluş mücadelelerine ışık oldu bizim Kurtuluş Savaşı’mız. Emperyalistler için halkların kurtuluşu kendilerinin ölümü demekti. Ve yerli yabancı Parababaları kendi ölümlerini geciktirmek için var güçleriyle çalışmalarına başladılar. Yok edilmesi gerekiyordu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın halk yararına olan bütün kazanımları. Çalışmaları sonuç verdi. Demokrat Parti İktidarı ile Finans-Kapitalistler kayıtsız şartsız iktidara geldiler. Bu Emperyalist uşağı İktidar, Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın, halklarımızın dişiyle tırnağıyla elde ettiği bütün kazanımlarını hiç tereddüt etmeden bir bir sattı emperyalistlere. Kan dökmüştük bu kazanımlar uğruna. Ellerini kollarını sallaya sallaya, kovuldukları güzel ülkemize geri dönüyorlar, kaybettiklerini geri almaya başlıyorlardı, emperyalist çakallar ve yerli ortakları olan insan sefaletleri. Türkiye’yi, Kore Savaşı’na sokarak masum halk çocuklarımızı, ABD ve AB (AB-D) Emperyalistlerinin adi çıkarları uğruna öldürttüler önce. Türkiye’yi, ABD’nin komuta ettiği saldırgan bir emperyalist savaş örgütü olan NATO’ya soktular sonrasında. Amaç belliydi: Ülkemizi, AB-D’nin gönlünce talan yaptığı bir çiftlik haline getirmek. Ülke genelinde de İstibdat dönemlerini aratmazca zorbalık yaptılar, üniversiteleri kurşunlattılar, sokak ortasında cinayetler işlettiler, halk çocuklarını öldürttüler. Ve tarih 27 Mayıs 1960. Demokrat Parti İktidarının ihanetlerine daha fazla dayanamayan Devrimci Gelenekli Asker ve Sivil Gençliğimiz el ele Politik bir Devrim gerçekleştirdi. Hain-satılmış DP İktidarı’nı bir vuruşta- kaldırılmış oldu. Ancak, kısa süre sonra iktidarı yeniden ele geçiren Finans Kapitalistler, 27 Mayıs Politik Devrimi’nin Halkımıza verdiği sınırlı özgürlüğü, kısıtlı da olsa demokratik hakları geri almak için “Finans-Kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü”ne doğru var güçleriyle çalışmaya başladılar. Planlar hazırlandı emperyalist başkentlerde. ABD ve CIA’nın güdümündeki Kontrgerilla’nın özel örgütü olan MHP eliyle yetiştirdiği faşist kadrolar kullanıldı devrimcilere ve halka karşı. Hitler’in NAZİ propaganda yöntemleri kullanıldı… Bu aşağılık psikolojik harekât sonunda halklarımız kandırıldı. 12 Mart 1971’de faşist generaller çıkageldiler, faşist darbeleriyle birlikte. Ama yetmedi 12 Mart Faşizmi 27 Mayıs Politik Devrimi’nin kazanımlarını ortadan kaldırmaya. Bir 10 yıl daha geçmesi gerekiyordu yarım kalan işlerini tamamlamak için. 12 Eylül 1980’de; “Anarşiye son verme, huzur ortamını yeniden tesis etme” şeklindeki demagojik kandırmacayla, NATO’cu, ABD’ci faşist generaller yine çıkageldiler… Halklar için cehennem, kendileri için cennet yaratmaya ant içmişlerdi yerli ve yabancı Parababaları. Sermayenin emekçi kitlelere karşı en azgın saldırısı demek olan faşizmlerle kendi ömürlerini uzatmaya çalışıyorlardı. Ve azgınca saldırdılar, “Henze’nin Oğlanları”: 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 230 bin kişi yargılandı, binlerce devrimci-yurtsever insan işkence tezgâhlarından geçti, 18 devrimci idam edildi. Ve halk kitleleri o güne dek görülmedik bir biçimde (oranda) işsizliğe, yoksulluğa, açlığı mahkûm edildi. Ankara lar’dan, bilcümle devlet yöneticilerine, genelkurmay başkanlarına kadar gerçek Ergenekoncular değil mi? Kim bunlardan hesap soruyor?.. Binlerce Kürt kardeşimizi kim katletti? Kim yerinden yurdundan etti? Mehmet Ağar: “Bin operasyon yaptım. Yine yaparım” dedi. Kim bu Kontrgerilla şefinden hesap soruyor? Halklarımızı sahte “Ergenekon Davası”yla aldatmak, kandırmak; böylece yurtsever, antiemperyalist, laik güçleri yıldırmak, sindirmek, tasfiye etmek istiyorlar. Gün onların günü… Onlar gülüyorlar ve bayram ediyorlar şimdi. Tıpkı birinci Sevr’de güldükleri ve bayram ettikleri gibi. Ama bu devran böyle devam etmez. Birinci Milli Kurtuluş’ta olduğu gibi, AB-D Emperyalistlerinin ve yerli ortaklarının iğrenç hevesleri kursaklarında bırakılacaktır… Halkımızla, onun bir parçası olan Bilim İnsanlarımızla, Aydınlarımızla, Ordu Gençliği’mizle ve bin yıldan beri birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimizle omuz omuza vererek, AB-D uşağı bu hainler cephesini yenilgiye uğratacağız; tıpkı Birinci Ulusal Kurtuluş’ta olduğu gibi. Devrimci Demokratik Halk İktidarını kurup Birinci Ulusal Kurtuluş Mücadelesini mantıkî sonucuna ulaştıracağız. İşte o zaman gerçek suçlulardan, suçlarının hesabını soracağız. Eninde sonunda kazanan biz olacağız! Çünkü Halklar Yenilmez! İşçi Sınıfının ve tüm emekçilerin en amansız düşmanı olan 12 Eylül Faşist Darbesiyle, tüm Halk Örgütleri kapatıldı, yasaklandı. 27 Mayıs Anayasası tümden ortadan kaldırıldı. CIA ve AB-D’nin uzmanları eliyle yeni bir anayasa taslağı hazırlandı. Bunu, 12 Eylül Faşist Cuntası’nın topladığı sözde Meclis onayladı. Sonra da halka zorla onaylattırıldı. 27 yıldan beri Türkiye, bu AB-D ürünü Faşist Darbe Anayasası’yla yönetilmektedir… 7 yıldan beri de AB-D, Türkiye’yi bu Faşist Darbe Anayasası’nın ürünü olan Tayyipgiller maşasıyla-kuklasıyla yönetmektedir. Onlara da bu hizmetleri karşılığında bir “Ilımlı İslam Devleti” kuruverecektir. “Ilımlı İslam”ı yani “Siyasal İslam”ı yaratan ve Türkiye’nin başına bela eden de ABD’dir. Onların “Yeşil Kuşak Projesi”dir. Tayyipgiller, A. Menderes’lerin, C. Bayar’ların devamcılarıdırlar. Ülkemizi ve Halkımızı Ortaçağın karanlıklarına sürüklemek, Yerli-Yabancı Parababaları için sağmal sürü haline getirilmiş, meczuplaştırılmış bir halk yaratmak için son sürat yol alıyorlar. AB-D Emperyalistleri, AKP eliyle Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran ve 27 Mayıs Politik Devrimi’ni gerçekleştiren Ordu Gençliği’nin Devrimci Geleneğini ortadan kaldırmak için “Ergenekon” maskeli bir saldırı yürütmekte bugünlerde. Oysa 1952’de NATO’ya girmemizle birlikte CIA tarafından kurdurulan Gerçek Ergenekon, halklarımıza kan kusturmaktadır. Maraş’tan Çorum’a, İstanbul Üniversitesi’nden 7 TİP’li genç devrimcinin katledilmesine, Balgat’a, 1 Mayıs 1977’ye, Gazi, Ümraniye ve Sivas’a kadar, daha adını sayamadığımız onlarca katliamı bu örgüt gerçekleştirdi. Yurtsever, antiemperyalist savcılar- Fidel, Che, Camilo ve Raul’un Yolunda Kübalı Beş Kahraman Onur Timsali Oldular Evet, bugün 12 Eylül. Bu tarih ABD’nin bir başka alçaklığına daha tekabül ediyor. Kübalı beş Kahraman, Gerardo Hernández Nordelo, Ramón Labañino Salazar, Antonio Guerrero Rodríguez, Fernando González Llort ve René González Sehwerert, haksız mahkumiyetlerinin onbirinci yıllarını geride bırakacaklar. Kübalı 5 Kahraman tutuklan- dan aydınlara kadar yüzlerce insanı katletti bu canavarlar. Nerede onlardan hesap soran? Mahirler’i, Denizler’i kim katletti? Kim astırdı? Türkeşler’den, Demireller’den, Evrenler’den, Özallar’dan, Çillerler’den, Ağar- dıkları andan itibaren ve 17 ay boyunca, sadece hapishane içerisinde işlenen ağır suçlardan ötürü tehlikeli addedilen mahkûm muamelesi görmüşlerdir. Amerikan hapishanelerinin kendi kuralları bile ihlal edilerek, azami altmış günle sınırlandırılmış tek kişilik hücre cezası 5 kahramanları tüm dış dünyadan so- İzmir yutlamak için 11 yıldır devam etmektedir. Gerardo ve Rene Yoldaşların eşlerinin ziyaret talepleri, 11 yıldır “adaletli ABD Mahkemeleri” tarafından düzenli olarak reddedilmektedir. ABD Emperyalistleri, 50 yıldan beri yiğit Küba Halkına ve önderlerine karşı onlarca aşağılık saldırıda bulundular. Küba’nın gemilerini batırdılar, uçaklarını düşürdüler. Binlerce masum Küba insanının kanına girdiler. Milyarlarca dolarlık Küba malını tahrip ettiler. ABD Emperyalistleri, Küba’ya yönelik terör saldırılarının hemen tümünde, kukla olarak, ABD’nin Miami şehrinde ve civarında üslenmiş olan hainleri, insanlıklarını-ruhlarını emperyalistlere satan insan sefaletlerini kullandı. 12 Eylül 1998’de Miami’de tutuklanan Beş Kübalı Yurtsever, işte bu vatan hainlerinin alçakça saldırılarını, daha hazırlık aşamasındayken öğrenip, Küba’ya bildiriyorlar, Küba Halkının ve Hükümetinin önlem almasını sağlıyorlardı. Bu Beş Yurtseverin çalışması sayesinde, ABD’nin emrindeki hainler aracılığıyla tertiplediği onlarca terör saldırısı boşa çıkarılmıştı. Bu kahramanlar, ABD Halkına ve ülkesine hiçbir zaman en küçük bir zarar vermemiştir. Zaten böyle bir amaçları hiç yoktur. Onların bütün çabaları, vatanları Küba’ya ve yiğit halkına zarar verilmesini önlemek, etkisiz hale getirmekti. Gerçeğin böyle olmasına ve bunun ABD yasalarında bile suç kapsamına girmemesine rağmen, ABD emperyalistleri, Kübalı Beş Kahramanı 11 yıldır zindanlarında tutmaktadır. Tutmaya da devam edeceğini belirtmektedir. 15 Haziran 2009 günü Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi, davayı yeniden gözden geçirmeme kararı almıştır. Savcılar, Obama Yönetiminin talebi doğrultusunda tercihini kullanmış ve hiç bir özel gerekçe göstermeksizin savunma makamı tarafından ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere, birçok ülkeden yüzlerce parlamenterin, adli derneklerin, yasama organlarının, insan hakları savunucularının, akademisyenlerin, din adamlarının ve tüm kıtalardan milyonlarca insanı temsilen diğer birçok kişinin yanı sıra Nobel Ödülüne layık görülmüş 10 insanın imzalayarak desteklediği 12 sayfalık çok sağlam argümanları tamamıyla yok saymıştır. Siyahî Maskeli Obama’nın gerçek karanlık yüzünü de Dünya görmüş oldu böylece. 5 Kübalı Yurtsever insanlığın unutmayacağı kahramanlar arasında artık. Ve tüm dünya halkları, Halkı için hayatlarını feda eden 5 Kahraman’ın, Vatanlarına özgür bir şekilde, dönmelerini sağlayıncaya kadar durmadan dinlenmeden mücadele edecektir. Bu mücadele AB-D Emperyalizmi Yenilene ve Halklar Kazanana Kadar Devam Edecektir! Dünya Halkları zafer kazanacak, ABD çakalları yenilecektir! Fidel Yoldaş’ın dediği gibi, bu çakal sürüsü, ürnberg benzeri bir mahkemede yargılanacak ve insanlığa karşı işlediği suçların hesabını verecektir… Bundan kimsenin kuşkusu olmasın! 12 Eylül 2009 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi Selam Olsun Bizden Önce Geçene! Selam Olsun Savaşırken Düşene! Mahmut Çal 1960-1978 İbrahim uzun 1957-1978 Sadi Okçuoğlu 1960-1978 Engin Yüzbaşıoğlu 1963-1979 Yol ver ölüm Çök yıkıl ey mezar Bak Devrim dev gibi dimdik İnsan ateştir, yanarken yakar Bomba patlarsa açılır gedik Hasan Semerci 01.01. 1961-2006 Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: M. Cihan Çakır Yönetim Yeri: İnkilap Cad. İncebağ Mah. ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah. Otohan No: 35/129 Fatih-İSTANBUL Telefaks: (0212) 512 43 95 Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30 internet: www.kurtulusyolu.org e-posta: [email protected] 3 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Ataması yapılmayan öğretmenler ve Türkiye’de eğitim sorunları Y eni bir eğitim-öğretim yılı daha başladı. Başladı başlamasına ancak geçmiş yıllardan kalan sorunlar artarak devam etmekte. Bu sorunları hemen birkaç başlıkla inceleyecek olursak; ilk olarak eğitimin öznesi olan öğrenci ile ilgili problemlerle başlayabiliriz, bu problemin devamında ise eğitimin temel bileşenlerinden olan öğretmen sorununu ele alabiliriz. Ayrıca bu temel sorunlar yanında bina, araçgereç, yardımcı personel, mali kaynak vb. sorunlar devam edip gitmektedir. 2009-2010 eğitim-öğretim döneminde yaklaşık 15 milyon öğrenci ders başı yaptı. (Tablo I) men sayısı (kadrolu + sözleşmeli) 196.713’tür. Ortaöğretimdeki rakamlara göre derslik başına düşen öğrenci sayısı 35 olarak hesaplanmaktadır. Ancak büyükşehirlerde, özellikle emekçi ailelerin yaşadığı semtlerdeki sınıf mevcutları bu rakamın çok üzerindedir. Kaldı ki ortaöğretimde de ikili eğitim uygulaması artarak devam etmektedir.(www.egitimsen.org’dan yararlanılmıştır.) Tayyipgiller’in her fırsatta bütçeden en yüksek payın eğitime ayırdığını söylemesine karşın, 2009 bütçesiyle milli gelirden eğitime ayırdığı pay, GSMH’sının % 2.80’i olan Türkiye, 30 Tablo I: Öğretim Yılı ve Eğitim Seviyesine Göre "et Okullaşma Oranları (%) İLKÖĞRETİM Öğretim Yılı Toplam Erkek 2001-2002 92,40 96,20 2006-2007 90,13 92,25 2005-2006 2007-2008 2008-2009 89,77 97,37 96,49 92,29 98,53 96,99 ORTAÖĞRETİM Kadın Toplam Erkek 88,45 48,11 53,01 56,51 60,71 87,16 56,63 96,14 58,56 87,93 95,97 58,52 İlköğretim zorunlu olmasına karşın ilköğretim okul çağı nüfusunun yaklaşık % 5’i eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Yine ortaöğretim okul çağı nüfusunun % 42’si ortaöğretime devam etmemekte ya da edememektedir. İlköğretime kaydı yapılan çocukların bir kısmı 8 yılı tamamlayamadan okulu terk etmektedir. Yapılan araştırmalara göre, 1999–2005 yılları arasında toplam 436 bin 614 çocuk ilköğretim diplomasına sahip olmadan hayata atılmış durumdadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2008 verilerine göre, 6 yaş ve üstü Türkiye nüfusunu oluşturan 64 milyon 241 bin 226 kişinin 4 milyon 930 bin 12’si hâlâ okuma yazma bilmemektedir. Bu sayı, okuma yazma öğrenecek yaştakilerin % 7,68’ine denk gelmektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin içinde kadınların oranı % 79,98’dir. Derslik, okul ve öğretmen sayısı yetersiz Türkiye’de toplam öğrencilerin % 75’i ilköğretimde bulunmaktadır. İlköğretimdeki duruma son yedi yılda yaşanan rakamsal değişiklikler ışığında baktığımızda tablonun hiç de iç açıcı olmadığını görmek mümkündür. (Tablo II) YÜKSEK ÖĞRETİM Kadın Toplam Erkek Kadın 61,13 60,17 60,63 42,97 12,98 13,75 12,17 52,16 20,14 21,56 18,66 51,95 55,81 56,30 18,85 21,06 - 20,22 17,41 22,37 16,69 - - OECD ülkesi içinde eğitime en az pay ayıran ülke konumundadır. OECD ülkeleri ortalamasında eğitime GSYİH’nın % 6,3’ü oranında pay ayrıldığı bilinmektedir. Bırakınız OECD ülkelerini, kişi başına milli gelirin 90 dolar olduğu Mozambik bile eğitime yüzde 6’lık pay ayırıyor. Milli geliri 2 bin doları aşan Türkiye’de eğitime ayrılan payın milli gelire oranı yüzde ise sadece % 2.80. BM İnsani Kalkınmışlık Raporu’na göre, ilk kulvardaki ülkelerde eğitime ayrılan kamu harcamalarının ülke zenginliğine oranı % 8’lere çıkmakta (İzlanda ve Norveç); bu oran Küba’da % 10’u bulmaktadır. Bütçeden eğitime ayrılan pay ise ortalama % 13 ile % 16 arasında değişmekte; Yeni Zelanda ve Hong Kong’ta % 20’li sayılara ulaşmaktadır. Türkiye’nin eğitim alanındaki geriliği Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından hazırlanan İnsani Kalkınmışlık Raporu’nda da tescil edilmektedir. En son 2007 yılında açıklanan rapor uyarınca Türkiye 177 ülke içinde 84’üncü sırada yer almış ve Uruguay, Tonga, Libya, Trinidad-Tobago, Panama, Arnavutluk, Kazakistan, Kolombiya, Ermenistan gibi ülkelerin gerisinde kalmıştır. Ne var ki, toplam en- Tablo II: 2009 Yılında Okul, Derslik, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları Eğitim Kademesi Okulöncesi İlköğretim Ortaöğretim Toplam Okul Sayısı (Resmi-Özel) 23.653 Derslik Sayısı Öğrenci Sayısı (Resmi-Özel) (Resmi-Özel) 39.481 804.765 Öğretmen Sayısı Kadrolu Sözleşmeli 33.978 28.848 33.769 320.393 10.709.920 419.340 66.097 468.916 15.351.849 641.443 8.675 109.042 3.837.164 193.255 18.785* 3.458 56.221 *Kaynak: Milli Eğitim İstatistikleri, 2008–2009. Okul Öncesinde okul sayısı 23.653, derslik sayısı 39.481, öğrenci sayısı 804.765, öğretmen sayısı ise 47.633’tür. Türkiye’de okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı 2000-2001 öğretim yılında % 10 seviyesine henüz yaklaşırken, bu oran Gürcistan’da % 22, Fas’ta % 34, Litvanya’da % 49, Letonya’da % 56, Bulgaristan’da % 61, Meksika’da % 70, Yunanistan’da % 73, Belçika’da % 95 ve Fransa’da % 100 seviyesindedir (Kaytaz, 2005). Milli Eğitim Bakanlığının istatistiklerine göre 2000-2001 öğretim yılında % 9,4 olarak gerçekleşen okul öncesi eğitimde okullaşma oranı, 2004-2005 öğretim yılına kadar sırasıyla % 10,5, % 11,7, % 13,2 ve % 15,8 düzeyinde gerçekleşmiştir. İlköğretimde okul sayısı 33.769, derslik sayısı 320.393, öğrenci sayısı 10.709.920 öğretmen sayısı ise toplamda (kadrolu + sözleşmeli) 453.318’dir. İlköğretim rakamlarına bakıldığında derslik başına 34 öğrenci düşüyormuş gibi görünmektedir. Ancak gerçekler belirtilen rakamlardan tamamen farklıdır. İkili eğitim sorunu hâlâ çözülmemiştir ve özellikle bazı büyükşehirlerde ilköğretim okullarında derslik başına 45–50 öğrenci düşen okullar bulunduğu bilinmektedir. Özellikle yoksul emekçi ailelerin yaşadığı yerlerdeki okullarda hem altyapı ve fiziki donanım, hem de ders basına düşen öğrenci sayısı açısından ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. İlköğretimde öğrencilerin 24 kişilik sınıflarda normal (tekli) eğitim görebilmeleri için gerekli olan derslik sayısı 125 bin 853’tür. İlköğretimde 320.393+125.853 yani toplam 446.164 derslik olmalıdır. Ortaöğretimde okul sayısı 8.675, derslik sayısı 109.042, öğrenci sayısı 3.837.164, öğret- deks değerine göre 847üncü sıradaki Türkiye’nin gerisinde kalan pek çok ülke, ortaöğretim okullaşma oranı söz konusu olduğunda ülkemizi geçmektedir. Sözgelimi, genel endekse göre, 122’nci sırada yer alan Tacikistan, 117’nci sıradaki Bolivya, 116’ncı sırada yer alan Kırgızistan, 114’üncü sıradaki Moğolistan ve 112’nci sırada yer alan Mısır gibi ülkeler ortaöğretim okullaşma oranında ülkemizi geride bırakmaktadır (UNDP, 2007). Bütçeden eğitime ayrılan payın düşmesi demek Parababaları hükümetlerinin okullara yeteri kadar ödenek göndermemesi demektir. Okullara para gönderilmeyince, okulların ihtiyaçları velilerden alınan katkı payları ile karşılanmakta hatta katkı payı veremeyen velilere okullarda temizlik, boya, badana işleri yaptırılmaktadır. Bu konu ile ilgili öğrenci ve velilerin okul temizlerken çekilen resimleri medyada bolca yer almaktadır. Dolayısıyla bütçeden eğitime yeteri kadar pay ayrılmayınca öğrenciler çok sağlıksız binalarda eğitim-öğretim görmek zorunda bırakılmaktadır. Bu sağlıksız, yıkık dökük binalarda eğitim-öğretim yapan öğrenciler ve öğretmenler deprem riski ile de karşı karşıya kalmaktadır. Yine 1999 17 Ağustos depremi sonrası hasar gören okullarda gerekli çalışmalar yapılmadığı için Marmara Bölgesi’nde on binlerce öğrenci ve öğretmen rastlantısal bir yaşama terk edilmiştir. Eğitimli olmak işsizlik sorununu çözemiyor Toplumumuzun kanayan en büyük yarası işsizlik ve pahalılıktır. Parababaları hükümetleri tarafından, halkımız yıllardır işsizlik ve pahalılık cehenneminde yakılmaktadır. Buna son yıllarda diplomalı işsizler de eklenmiştir; diplomalı işsizlik çığ gibi büyümekte. Dolayısıyla eğitimli olmak da işsizlik sorununu çözememektedir. Olay o kadar trajik boyutlara ulaşmıştır ki 24-25 Ekim’de İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir Plancısı Kurultayı yapılıyor. İş-Kur’a göre bu kesimden kayıtlı işsiz sayısı 14 bin. TMMOB’a göre ise 90 bini işsiz ya da mesleği dışında çalışıyor. Diplomalı işsizlikte ne yazık ki başı öğretmenler çekiyor. Bilindiği gibi lisans eğitimini tamamlayarak öğretmen olan on binlerce öğretmenin ataması yapılmamaktadır. En son KPSS sınavına 243 bin öğretmen başvuruda bulunmuş ve bunların ancak 15 bininin ataması yapılmıştır. Kaldı ki bunun da önemli bir kısmı (7 bini) sözleşmeli olarak atanmıştır. Bu durumda yaklaşık 230 bin öğretmen atama beklemektedir. ABD-AB Emperyalistleri yerli uşakları Tayyipgiller’le bir taraftan ülkemizi kerte kerte Yeni Sevr batağına sürüklemektedir. Diğer yandan ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yağmalayarak halkımıza sürekli kriz hali yaşatmakta ve öğretmenlerimizi işsizliğe, okullarımızı öğretmensizliğe mahkûm etmektedir. Son yıllarda öğretmenlerin atamasını engellemek amacıyla önlerine KPSS barajı çıkarıldı. KPSS barajının çökmesini ise bu sene yaşanan şu olay bize göstermiştir. Fizik Öğretmeni Nazım Öztunalı girmiş olduğu KPSS’den 100 üzerinden tam 99.6 puan aldı. Sınavda 1’inci oldu ancak atanamıyor. Çünkü bu yıl Fizik öğretmeni ataması yapılmıyor. Dolayısıyla Nazım öğretmenin KPSS’de birinci olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. İşte yaşanan bu kriz ve işsizliğe dayanamayan öğretmenlerimiz canlarına kıymaktadır. 2001’den bu güne 10’un üzerinde öğretmen işsizlik nedeniyle intihar etmiştir. En son İstanbul’da yaşanan olay yüreğinde insan sevgisi taşıyan tüm yürekleri yakmıştır. Gazetedeki başlık: “İşsiz öğretmenin hazin sonu. İşsizlik bir öğretmenin hayatına mal oldu. 3 yıl önce Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesini bitiren 27 yaşındaki İsmail Kızılok İstanbul’da öğretmenlik yapabilmek için başvuruda bulundu. İlk yıl Esenler’de, ikinci yıl ise Bağcılar’da bir okulda ücretli öğretmenlik yaptı. Bu yıl da ücretli öğretmenlik için başvuru yapan Kızılok, bir hafta önce olumsuz cevap aldı. Sürekli iş arayan fakat bulamayan Kızılok, bunalıma girdi. Ağabeyini arayarak “Benim cenazemi hastaneden alın” diyerek veda etti. Geçen yıl annesini kaybeden Kızılok, annesinin ölüm yıldönümünde Bayrampaşa’daki bir elektrik direğine çıkarak ölüme atladı.” (Takvim, 15.10.2009) İsmail öğretmenin katili başta ABD-AB Emperyalizmi ve onların yerli uşakları Ortaçağcı Tayyipgiller’dir. Neden mi? Sendikaların açıkladıkları rakamlara göre bugün itibari ile Türkiye’de yaklaşık 200 bin öğretmen açığı vardır. Hatta Tayyipgiller’in Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü bir soruya karşılık “Türkiye’de 140 bin öğretmen açığı bulunmaktadır” diyerek durumu açık etmiş ve suçüstü yakalanmıştır. Evet, İsmail Kızılok’un katili bu açıklamayı yapan Personel Genel Müdürü’dür. Maliye bize bütçeden ödenek vermiyor diyen Milli Eğitim Bakanı’dır katil, Milli Eğitime Bütçe vermeyen Maliye Bakanı’dır katil, eğitime yeteri kadar bütçe ayırmayan ve bu bütçeye TBMM’de el kaldıran milletvekilleridir katiller. Ülkemizi Yeni Sevr batağına sürükleyen Ortaçağcı Tayyipgiller’dir katil! AYÖP’ün mücadelesini destekliyoruz Ülkemizin aydınları olan öğretmenlerimiz bu hayâsızca gidişe karşı “BIÇAK KEMİĞE DAYA"DI… ELİMİZİ TAŞI" ALTI"A KOYUYORUZ!”diyerek bayrak açtılar. Bu bayrak kendiliğinden ortaya çıkan ve günden güne gelişerek, büyüyerek hedefine yürüyen ATAMASI YAPILMAYA" ÖĞRETME"LER PLATFORMU (AYÖP)’tür. AYÖP’ü ortaya çıkaran ve ona güç katan herkesi kutluyoruz. AYÖP günden güne yayılarak tüm Türkiye’yi sarmakta başta 250 bin ataması yapılmayan öğretmen olmak üzere tüm halkımıza “ÖRGÜTSÜZ HALK KÖLE HALKTIR! ÖRGÜTLÜ HALK YE"İLMEZ!” mesajını vermektedir. AYÖP yaptığı duyuru ile en temel taleplerini şöyle sıralamıştı: “1. Açıkta bulunan tüm öğretmenlerin ataması yapılarak öğretmen yetiştiren fakültelere, ihtiyaca göre öğretmen adayı alımı ya- pılması. “2. Ücretli öğretmenliğin koşulsuz kaldırılarak tüm öğretmenlerin kadrolu hale getirilmesi. “3. KPSS yerine daha güvenilir bir sistemle öğretmen atamaları yapılması… “Bu isteklerimiz yerine getirilemeyecek istekler değildir. Her biri makul ve haklı taleplerdir. Bunların en kısa süre zarfı içinde yerine getirilinceye kadar sesimiz her geçen gün iyice yükselerek çıkacaktır. Tüm halkımızın bu haklı mücadelemizde yanımızda olmasını istiyoruz. Herkes bilmeli ki bu sorun ülke sorunudur ve çözümsüzlük sonucunda tüm ülke bireyleri bu sorundan nasibini alacaktır.”(AYÖP Basın Bildirisi’nden) AYÖP, bu haklı isteklerinin karşılanması için yurt genelinde onlarca basın açıklaması, eylem ve etkinlik gerçekleştirdi. Bu süreçte kendi içerisinde yoğun tartışmalar da yaşadı, bizce bu tartışmalar olması gereken tartışmalardır. Tartışmaların horoz dövüşüne kaymasına izin verilmemelidir, tartışmalar somut, kişisellikten uzak ve olaylar-olgular temelinde olmalıdır. Bu arada arkadaşlarımıza dostça bir uyarı yapmayı da kendimize görev sayıyoruz. Platform’un belirlenen amacına ulaşması için biricik kural Demokratik Merkeziyetçilik olmalıdır. Tartışmalar-öneriler aşağıdan yukarı yapılmalı, tüm süreç tamamlandıktan sonra alınan kararlar yukarıdan aşağıya uygulanmalıdır. Bu onurlu ve haklı mücadeleyi inmelendirecek ve sekteye uğratacak diğer önemli bir tehlike de otorite megalomanlığı ve otorite düşmanlığıdır. Bu ne demektir? Kendisini tüm otoritelerin üstünde tek otorite görmek veya kendinden başka hiçbir otoriteyi tanımamaktır. Bu uyarımız tüm İl Platformları’na olduğu gibi, en çok da “ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLER PLATFORMU MERKEZİ KOORDİNE BİRİMİ”nedir. Bu birime büyük sorumluluklar düşmektedir. Halkın Kurtuluş Partili Eğitim Emekçileri olarak AYÖP’ün yanındayız. Tüm eylem ve etkinliklerine katılarak bu haklı mücadelede yanı başlarında olacağız. Sözü Halkın Kurtuluş Partisi Programı’ndan bir alıntı ile kapatalım: “Bugün, lise ve üniversite giriş sınavlarında on binlerce gencimiz sıfır çekmektedir. Birleştirilmiş sınıflarda, 60-70-80 kişilik sınıflarda, şu anki eğitim anlayışına göre bile ortalama 100(bu gün bu açık ikiye katlanarak 200 bine çıkmıştır) bin kişilik öğretmen açığıyla yapılan eğitimden, elbette ki başka sonuç beklenmemelidir. IMF emrettiği için devlet; öğretmen, doktor, hemşire alama- maktadır. On binlerce öğretmen, mühendis, hemşire ve sağlık teknisyeniyse işsizlikten kırılmaktadır. Psikolojik hastalıklara yakalanmaktadır. Yani beden ve ruh sağlıklarını yitirmektedir. Oysa imkân verilse, çocuklarımız, gençlerimiz, yetişkinlerimiz, bilimde-teknik yaratıcılıkta dünyanın en ileri ülkeleriyle (onların insanlarıyla) yarışırlar. Geçenlerde bir Bilim Kadınımız (Prof. Dr. Gülsün Sağlamer): “İmkân verilsin, dünyanın en iyi üniversiteleriyle yarışalım. Ben üniversitelerimize böyle bir imkân verecek başbakanlar, hükümetler istiyorum, arıyorum” diyordu. “İşte Kurtuluş Partisi, tam da böyle bilim insanları arıyor-istiyor. Eğitimin her kademesinde dünyanın en iyileriyle yarışacak, bilim insanları, eğitimciler arıyor… “Askerlikte olduğu gibi ekonomide de, başarı için en etkili eleman; bilimli-bilinçlikararlı insandır. Bilimin son sözüyle (verileriyle) üretilmiş tekniği-teknolojiyi çok iyi kullanabilen insanların her basamağında çalıştırıldığı bir ekonomi, dünyanın en kaliteli mallarını en bol miktarda ve en ucuza üretebilir. O zaman dünya pazarlarında herkes, sizin ürünlerinizi arar-ister-alır, tüketir. Bu, sizin ekonomik ve siyasi sisteminize de güven ve saygı duyurur ya da doğurur. Ülke içindeyse insanlarınız rahat ve mutlu yaşar. “(…) Parababaları ve onların emrindeki siyasiler de bir an önce alacakları tatlı komisyon karşılığında ülkeyi, AB’ye peşkeş çekerek (vatanı ve halkı satarak), kendilerini kurtarmak istiyorlar… Yaptıkları ihanetlerin, vurgunların, ülkemizi içine iteledikleri bataklığın hesabının sorulmasından kurtulmak istiyorlar. Yerli Parababalarının bu paniğini anlayan yabancı (Batılı) Parababaları da, işi ağırdan alarak, isteklerinin tümünü eksiksiz elde etmek istiyorlar. Bunları bir anda-seferde öne sürerlerse, infial uyandıracağını bildikleri için de işi zamana yayıyorlar. Satılmış medyanın dönekler ordusundan oluşan yazar-çizer-yorumcularıyla, yerli-yabancı Parababalarının aylıklı hizmetkârlarına dönüşmüş profesörler, uzmanlar, durup dinlenmeden, yapılan ihaneti Halkımıza “ilerleme, medeniyet ve barış projesine ortak olma” diye yutturmak için çalışıyorlar. “Kurtuluş Partisi, Halkımızla beraber ABD ve AB Emperyalistlerinin “Bu Hayâsızca Akın”ını durduracak, kuşatmayı yaracak, ülkemizi bağımsızlığa, halkımızı mutluluğa ulaştıracaktır.” Kurtuluş Partili Eğitim Emekçileri 4 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Başbakan Tayyip’in ciğeri beş para etmez korumalarının Partimize alçakça saldırılarını kınıyoruz! Başbakanın 30 Eylül’de İzmir’e gelişinde, Başbakanlık korumalarının, Partimiz Merkez Komite Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak’a ve İzmir İl Yöneticimiz Av. Burak Çelebican’a ait Halkın Avukatlık Bürosu’nu basmaları üzerine, İl Başkanımız Av. Tacettin Çolak ve Yönetim Kurulu Üyemiz Av. Burak Çelebican tarafından, 01 Eylül günü Kurtuluş Partisi İl Binasında bir Basın toplantısı düzenlenerek, Tayyipgiller’in saldırısı hakkında bilgi verildi. Partimiz Merkez Komite Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak’a ve İzmir İl Yöneticimiz Av. Burak Çelebican’a yapılan saldırı, Kurtuluş Partililer tarafından bulundukları her yerde eylemlerle protesto edildi. Yöneticilerimiz, 05 Ekim tarihinde de İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundular. “Başbakan Erdoğan ile korumalardan İsmail Dalkıran, Refik Farsakoğlu ve resimlerinden tanıyabileceğimiz diğer koruma memurları hakkında ‘kasten adam yaralama, konut dokunulmazlığını ihlal, iş ve çalışma özgürlüğünü ihlal, hakaret ve 1136 Sayılı Avukatlık Yasası’nın 587’nci maddesini ihlal’den yargılanmaları talebiyle suç duyurusunda bulunuyoruz.” diyerek, dilekçeyi Cumhuriyet Başsavcılığına verdiler. Partimiz Merkez Komite Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak’ın, 01 Eylül tarihinde Partimiz İl Binası’nda yaptığı Basın Açıklamasını aynen yayımlıyoruz: Basın Açıklaması Ülkemizi Yeni Sevr’e Götürmekle ve yabancı emperyalistlere “pazarlamakla mükellef” Başbakan Tayyip; gittiği her yerde, halka işkence çektirmesine itiraz edenlere ve kendisinin ihanetlerini yüzüne vuranlara karşı yaptığı acımasız saldırılarına bir yenisini daha ekledi T ayyipgiller Hükümetinin halka yaptığı ekonomik ve siyasi zulümler yetmiyormuş gibi, bir de gittikleri yerlerde yaşamı felç ederek, insanların kendi işyerine girmesini dahi engelleyerek yeni işkenceler yapmaktalar. Bu saldırılarına bir yenisini de dün (30/09/2009 günü) eklediler. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Parti İl merkezimizin yanındaki AKP İzmir İl Binası’na gelişi nedeniyle çok yoğun bir güvenlik önlemi ile karşılaşıldı. Daha sabah saatlerinden itibaren Cadde esnafının faaliyetleri durdurulmuş, (lokantacıların masaları toplatılmış) işyerlerine giren çıkan kişiler aramadan geçirilmiştir. Bu güvenlik önlemleri Tayyip Erdoğan’ın gelişi ile birlikte en üst boyuta çıkartılarak, kendisi il binasında iken tüm gi- Ankara rişler engellenmiştir. Bu arada müvekkillerimiz ve partimize gelen üyelerimiz de aramadan geçirilerek ancak içeri girebilmişlerdir. Dahası eşim bile T. Erdoğan’ın il binasında bulunduğu anda büroya girememiştir. Eşimin içeri alınmadığını bildirmesi üzerine büromun penceresine çıkarak, aşağıda engelleme yapan polislere doğru; “sabahtan beri zaten müvekkillerimiz aramadan geçirilerek büromuza ancak girebildikleri yetmiyormuş gibi, bir de eşimi büroma bırakmıyorsunuz, bırakım eşim gelsin” diye seslendim ve aynı konuşmamın devamında; “Başbakan’ın halktan korktuğunu, sabahtan beri caddede uygulanan ablukayla insanlara adeta işkence yapıldığını” da belirttim. Eşimin büroya germesi ile birlikte onlarca polis ve Başbakanlık koruması büroma doluştular. Korumalardan özellikle esmer tenli ve tıknaz olanla, uzun boylu ve kumral olan başta olmak üzere tamamı büro içinde ortağım Av. Burak Çelebican ve bana ana avrat küfürler savurarak önce ortağımı yaka paça derdest ederek gözaltına aldılar. Daha sonra, korumaların yaptıklarının çalışma özgürlüğünün ve konut dokunulmazlığının ihlali olduğunu, avukatlık bürosuna böyle saldırıda bulunamayacaklarını ve bir avukatın böyle haksız ve hukuksuz bir şekilde gözaltına alınamayacağını söyledim. Daha da saldırgan bir şekilde, kollarımdan, boynumdan bastırılarak ve ellerim kelepçelenerek iş hanının merdivenlerinden kapı çıkışına kadar götürüldüm. Basın mensuplarının olayı görüntülemelerini engelle- mek için de iş hanının dışına çıkartılmayarak, kapı arkasında ellerim kelepçeli olarak ve onlarca korumanın hakaret ve küfürleri arasında 25-30 dakikaya yakın bekletildim. Bu arada Başbakanlık Korumalarının amiri ya da müdürü olduğu anlaşılan bir kişi daha gelmiş, o da şahsıma hakaretlerde bulunmuştur. Korumaların şahsıma yönelik bu acımasız saldırısına müdahale etmek isteyen Partimizin Karşıyaka İlçe Sekreteri gözaltına alınmıştır. Sonuçta vücudumun çeşitli yerlerinde yaralar oluşmuştur. Başbakanlık korumalarının yaptığı bu saldırılar, iş hanında bulunan komşularımın ve büromdaki müvekkillerimin gözü önünde yapıldığı gibi, İzmir Emniyet Müdürü, Güvenlik Şube Müdürü ve diğer polis memurları da tanık olmuşlardır. Kendi halkından bu kadar korkan ve onlarca koruma ordusuyla gittiği her yerde halkı terörize eden bir Başbakanın, sivil bir faşist diktatörlük özlemi içinde olduğu artık çok daha iyi görülmelidir. Toplumumuzu Ortaçağın karanlığına götürmek isteyen ve AB giriş sevdalarıyla ülkemizi Yeni Sevr bataklığına götürmek isteyen, kendi deyimi ile “ülkemizi pazarlamakla mükellef olan” Tayyipgiller’e karşı Halkın Kurtuluş Partisi olarak kararlı bir mücadele vermekteyiz. Bu saldırıların asıl nedeni ise, Parti İl merkezimizin pencerelerine astığımız; “AB YOLU SEVR’E ÇIKAR SAVUALAR YA GAFİL YA HAİ!”, “YEİ SEVR’E KARŞI YAŞASI İKİCİ KURTULUŞ SAVAŞIMIZ” içerikli pankartlardır. Bu pankartlara karşı duyulan hazımsızlık bu saldırı ile dışa vurulmuştur. Saldırganlar hakkında gerekli suç duyurusunda bulunulacaktır. 01/10/2009 İstanbul Avukat Tacettin ÇOLAK Halkın Kurtuluş Partisi İzmir İl Başkanı Baştarafı sayfa 1’de Hikmet Kıvılcımlı Savaşmaya Kurtuluş Partisi saflarında devam ediyor! *** Diğer anmalar üzerine birkaç söz: Kurtuluş Partililer Mezarlıktan çıktıklarında iki grupla karşılaştı. Onlar da sözde, Kıvılcımlı’yı anmaya gelmişlerdi. Bunların ilki hemen Mezarlığın kapısında bekleyenler Vedat Türkali’nin çağrısıyla bir araya gelen, ESP’inden EHP’sine kadar Usta’ya günde beş öğün küfreden Sevrci Soytarılar ve kimi döküntü, kimi paçavralardan oluşan bir güruhtu. Çağrıyı yapan Vedat Türkali kimdi? Abdulkadir Pirhasan olan ismini, ilk TKP döneklerinden ihbarcı Vedat Nedim Tör’ü çağrıştırması için onun önismini alarak değiştiren; 1960 sonrası süreçte, sadece Sosyalist Gazetesi’ne, o da bir kez, Yılmaz Güney’in “Umut” Filmi Üzerine olan yazısını vermek için on dakikalığına uğrayan; hiçbir edebi değeri olmayan romanlarında “kahramanları”nı hep kendisi gibi zaaflı, tutarsız ve “Tek Başına” “komünist”lerin oluşturduğu, mücadele tarihini çarpıtan yarı porno kitaplarıyla sanatçı olarak “ün” yapan bir mücadele kaçkını. Peki çağrıyı yaptıran kim? Sosyal İnsan Yayınları. O da, Vedat Türkali gibi mücadele kaçkını döküntülerden derleşik, kimi vicdan rahatlamak için, kimi arpalık için bir araya geliveren, bugün var yarın yok bir dükkâncık… Devrimci ortama turist Vedat, anma sonrası yaptıkları salon toplantısında bizzat kendisinin anlattığına göre; turistliği nedeniyle belki o güne kadar bihaber olduğu ve orada karşılaştığı Halkın Kurtuluş Partisi’nin sayı, disiplin ve coşku üstünlüğünden etkilenerek ve onca siyaseti, onca kişiyi bir araya getirmelerine rağmen Kurtuluş Partisi kadar olamamalarının rahatsızlığıyla soruyor: “Bu arkadaşları niye çağırmadık?” “Gelmezlerdi” diye cevaplıyor Sosyal İnsancılar. “Niye?”sini Vedat da sormuyor, Sosyal İnsancılar da açıklamıyor. Döküntülerle bir araya gelmeyeceğimizi biri önsezileriyle diğeri de pratikçe bildiği için konuyu hiç deşmiyorlar. Bu kadar Kıvılcımlı düşmanını ve döküntüyü bir araya getiren neydi peki? Gerçekten Kıvılcımlı’yı anmak mı, Kurtuluş Partisine düşmanlıkları mı? Akılları sıra Kurtuluş Partisi’ne gösteri yapacaklardı… Tersi oldu… Hevesleri kursaklarında kaldı. Diğer grup ise SODAP’tı. Onlar da önce diğerleriyle beraberdi. Yola beraber çıkmışlardı. Ama sonra kıvırttı: Vedat’a çağrıyı yaptıran “Sosyal İnsancılar”ın şefiyle çağrıya olumlu yanıt verenlerden Sahte Yeni TKP “ulusalcı”ymış. Bunları zaten bilmiyor muydun? Bütün bunları bile bile önce onlarla bir araya geliyorsun sonra da mız çıkartıyorsun. Neden? Ne güzel hep bir hallı Turhallı bir araya gelivermiştiniz işte. Onların arasında eriyip giderek, meydanın gerçek sahiplerine, Kurtuluş Partisi’ne kalmasından korktunuz değil mi? Korkunun ecele faydası olmaz, iş olaca- İzmir ğına varır. Tüm Türkiye’den toplayabildiğin 186 kişilik sayını 500’e uçursan da sitende, bu kaçınılmaz akıbetten kaçamazsın. Atmasyonla kendini de değil, birkaç samimi saf taraftarını kandırarak uzatmalara oynarsın ancak. Bütün Sevrci Soytarı Sahte Sollar gibi siz de sözde öncü bellediğiniz Devrimciye ihanet içindesiniz. Nasıl Mahir’lerin, Deniz’lerin ardılları öncülerinin bütün teorik mirasını inkâr ediyorsa siz de tıpkı onlar gi- Ankara bi, Hikmet Kıvılcımlı’nın o yüce, o bilimsel, o Marksizme-Leninizme katkı yapan Teorisini inkâr ediyorsunuz. Hem de Kıvılcımlı’nın Mezarı başında tıpkı onlar gibi “Darbeciler Halka Hesap Verecek” diye bağırıyorsunuz. Hangi “darbeci”ler? Tefeci-Bezirgânlığın temsilcisi, Amerikan uşağı Menderesleri sallandırarak Politik bir Devrim yapan 27 Mayısçılar mı? Afganistan’a sosyalizmi getirmeye çalışan genç subaylar mı? Portekiz’de Faşist Salazar diktatörlüğünü devirerek sadece Portekiz’i değil, Portekiz’in Afrika’daki sömürgelerini de özgürleştiren genç yüzbaşılar mı? Çavez mi? Hangi “darbeci”ler halka hesap verecek? Evet, Kenan Evren gibi faşist darbeciler elbette halka hesap verecektir. Ölüsü veya dirisi… O’nu biz yargılayacağız; yani İşçi Sınıfı iktidarı. Burjuvaziden böyle bir şey beklemek budalalığın da ötesinde, burjuvazinin kuyruğuna takılmak olur. Tıpkı bugün Sevrci Soytarı Sahte Sol’un, Yeni Sevrci bir kuşatma olan anti-“darbeci”lik görüntüsü altında antiamerikancıları, antiemperyalistleri yargılayan AB-D Emperyalistlerinin ve onların yerli uşağı yeşil kuşakçı tıpkı Menderesler gibi Tefeci-Bezirgânların temsilcisi Tayyipgiller’in yedeğinde seyretmeleri gibi… Bu yüzden bugün faşist darbecilerin kılına bile dokunulmayan anti-“darbeci”lik yapmak bilerek veya bilmeyerek Emperyalistlerin ve Şeriatçıların yedeğine düşmek demektir. 27 Mayısçıları, bu faşist darbecilerle aynı kefeye koymak demektir. 27 Mayıs’a Politik bir Devrim diyen Kıvılcımlı Usta’ya, Mahirler’e, Denizler’e karşı çıkmak demektir. Ve bu yüzden bunların, ne SODAP’ın ne de diğerlerinin Hikmet Kıvılcımlı Usta’yı anmaya, O’nun kemiklerini sızlatmaya hakları yoktur. 20.10.2009 İstanbul Gebze Kirazpınar Mahallesi Halkı, evlerini yıktırmamaya kararlı 2 5 Ekim Pazar günü saat 12.00’da Gebze Kirazpınar Halkı olarak, “Kentsel Dönüşüm Proje”lerine karşı yaklaşık 1000 kişiyle, muhtarlık binası önünde basına açık halk toplantısı yapılmıştır. Basına açık halk toplantısında halkın davetiyle gelen DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Halkın Kurtuluş Partisi Gebze ve Kartal İlçe yöneticileri ve Sancaktepe/Akpınar Mahallesi’nde benzer bir sorunla karşı karşıya kalan mahalle halkından Durmuş Pala ve temsilciler de dayanışma ve destek de bulunarak birer konuşma yapmışlardır. Gebze Kirazpınar Mahalesi’nde, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Gebze Belediyesi ve TOKİ’nin imarlı tapulu şahıs arsa ve evlerini kentsel dönüşüm adı altında rantçılara peşkeş çekmektedir. Mahalle halkına sormadan, irademiz dışın- da, zorbalıkla ve baskıyla, bir oldubittiye getirilerek evlerimizi yıkılmak ve tüm haklarımız gasp edilmek isteniyor. Yasal olarak tüm halkın katılımıyla Gebze Belediyesi ve bölge idare mahkemelerine avukatlar aracılığıyla itirazlar yapılmıştır. Bizlerin iradesi dışında; tamamen keyfi bir şekilde tüm itirazlarımızı bildirmemize rağmen Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker ‘6 yıllık özlemini gerçekleştireceğini söyleyerek’ yıllarca binbir zorlukla yaptığımız evlerimizi başımıza yıkmak ve bizleri mağdur etmek istemektedir. Buna karşı mahalle halkı olarak; muhtarlıkla birlikte mücadele etmeye ka- rarlılığındayız. Bu kanunsuzluğa hem yasal itirazlarımızla ve mahalle halkımızın birlik beraberliğiyle karşı çıkacak ve mahallemizde dönen her türlü rant oyununu bozacak ve evlerimizi ne pahasına olursa olsun yıktırmayacağız. Gebze/ Kirazpınar Halkı 5 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Kurtuluş Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı’nın Mezarbaşı Konuşması: “Hikmet Kıvılcımlı, devrimin iliklerine işlediği adamdır” B Yoldaşlar, ugün burada, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı, Bedence Aramızdan Ayrılışının 38’inci yılında Anmak için toplanmış bulunuyoruz. Gerçek TKP’nin Kurucusu, Merkez Komite Üyesi, İlk Türkiye Genç Komünistler Birliği Başkanı Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı için, TKP’nin Merkez Yayın Organı “OrakÇekiç” şöyle yazıyordu 1935 yılındaki Aralık sayısında: “Hikmet Kıvılcımlı, Devrimin iliklerine işlediği adamdır.” Evet, gerçekten de Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı, “Devrimin iliklerine işlediği”, adamdır. Ve biz Kurtuluş Partililer, O’nun bayrağını şerefle taşımaktan gurur duyuyoruz! O’nun; devamcısı, savunucusu, geliştiricisi olmaktan onur duyuyoruz! Ne mutlu bize! Yoldaşlar, 1990’lı yıllarda, Marksizm-Leninizmin ilkelerini uygulamayan Sosyalist Kamp’ın acıklı yıkılışından sonra, ABD Emperyalistleri, kendi aşağılık çıkarları için, “Yeni Dünya Düzeni” kurmaya çalışıyordu. Halkların kararlı mücadelesi sonucu bunu başaramadılar. Özellikle “Latin Amerika’dan Esen Sol Rüzgârlar”, bu gerici gidişi durdurdu. 2000’li yıllarda, ABD Emperyalizminin akıl hocaları Zbigniev Brzezinzski ve George Friedman, henüz başlangıcında bulunduğumuz 21’inci Yüzyılı, “ABD’nin Yüzyılı”, “ABD Çağı” olarak adlandırıyorlar. ABD’nin yeni Başkanı Obama da, akıl hocalarının emrine uygun olarak, “Yeni bir Çağ” başlatmaktan söz ediyor konuşmalarında. Bunu da başaramayacaklar. Bundan da adımız gibi eminiz. Çünkü, Tarih sahnesinde son sözü her zaman Halklar söyler! Yoldaşlar, İşte bu “Yeni Çağ”ın mali kurallarını oluşturmak, yeni düzenlemeler yapmak için IMFDünya Bankası toplandı. Hem de bizim ülkemizde. Tayyipgiller İktidarı ve Parababaları, IMF-Dünya Bankası toplantılarının ülkemizde (hem de ikinci kez) gerçekleştirilmesini, çok büyük bir övünçmüş gibi, söyleyip duruyorlar. Oysa bu toplantılarda, halkların yararına bir tek karar alınmaz. Aksine, halkları nasıl daha ince yöntemlerle sömüreceklerini araştırıp, bunun yollarını bulurlar ve uygulamaya sokarlar. Bugün de olan budur. İşte bu toplantıları, en barışçıl yöntemlerle protesto eden, başta İşçi Sınıfımız olmak üzere tüm çalışanlarımıza ve gençliğimize, vahşice saldırdı Parababaları polisleri. Onlarca insanımızı yaraladı, yüzlercesini gözaltına aldı. İstanbul’u “gaza” buladı. “Yeni Çağ” anlayışına uygun olarak “Yeni gaz bombaları” (tabiî çok daha etkili olanlarını) kullandı. Devir, “Yeni” devri çünkü… Yoldaşlar, ABD’den başlayarak tüm dünyaya yayılan finans krizini dünya halklarının üzerine yıkmak için her türlü çabayı sergileyen Uluslararası Emperyalistler, bunda da, halkların örgütsüz olmasından dolayı, şu an için, başarılı oluyorlar. Krizin sonucunda dünya çapında yeni milyonlarca işsiz, evsiz ve aç var. Krizi bahane ederek, ücretleri dondurdular, sıfır sözleşmelere imza atmaya zorladılar İşçi Sınıflarını, ya da kazanılmış haklarını dahi gasp ettiler. Bu politikalar bizim ülkemizde de aynen uygulandı. Birçok toplusözleşmede, “ya işsizlik ya kazanılmış hakların geri alınması da dâhil sıfır ücret artışı”, dayatmasıyla İşçi Sınıfımızı, İşsizlik ve Pahalılık cehenneminde yakmaya devam ettiler. Tayyipgiller İktidarı, İşçi Sınıfımızın alın terleriyle kurulmuş olan “İşsizlik Fonu”nda biriken paraları yeyim etti, üç-beş Parababasına peşkeş çekti. Şimdi de, İşçilerimizin yıllarca kan ve ter içinde çalışarak hak ettikleri ve aldıklarında bir parça da olsa rahatlamalarını sağlayan “Kıdem Tazminatı”nı ortadan kaldırmak, yerli-yabancı Parababalarının kârlarına kârlar katmak istiyorlar. Köylümüz zaten, IMF-Dünya Bankası politikaları-emirleri sonucu yokluğun ve yoksulluğun en uç noktasında. Kamu Çalışanlarımıza 2010 yılı için yüzde 2,5+2,5 ücret artışını reva gören Tayyipgiller İktidarı, sadece elektriğe bir yılda yüzde 50 zam yaptı. Suya, ulaşıma, doğalgaza vb.lerine yapılanlar bir yana… Yoldaşlar, Yerli-yabancı Parababaları, “Ergenekon Davası” adı altında, başta Ordu Gençliği’mizi, Bilim İnsanlarımızı, Namuslu Aydınları, Yurtsever, Antiemperyalist, Laik güçleri yıldırmak, sindirmek, tasfiye etmek istiyorlar. AB-D Emperyalistleri, Mustafa Kemal Önderliğindeki Birinci Kuvayimilliyecilerin direnmesi ve yenmesi sonucu, 1920’li yıllar- da hayata geçiremedikleri Sevr’i, şartlar olgunlaştı sanarak “Yeni Sevr” olarak hayata geçirmek istiyorlar. “Ergenekon Davası”nı bu amaç için kullanıyorlar. Ama fena halde yanılıyorlar! Tarihte zaferle sonuçlanmış ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren Türk ve Kürt Halkı, Ulusal ve Sosyal Kurtuluşunu da mutlaka başaracaktır. Emperyalistler ve Tayyipgiller erken bayram etmesinler! Kurtuluş Partisi ve İşçi Sınıfı önderliğindeki İkinci Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanacaktır. Yoldaşlar, Aydın Gençliğimizin harçlarına yüksek oranlı zamlar yapmaktan geri durmayan Tayyipgiller, diğer yandan da, ilkokul çağından itibaren verdikleri Kur’an Kursları, açtıkları İHL’ler yetmiyormuş gibi, Üniversiteye gelene kadar Tarikatların, Cemaatlerin, İblis Fethullah’ın “Işık Evleri”nin örümcek ağlarına düşmemiş gençlerimizi, Devlet Yurtları kurmayarak, Tarikat-Cemaaat-“Işık Evleri”ne mahkûm ediyor. O ana kadar kafadan gayri müsellah kılınmamış gençlerimizi, üniversitede yakalıyor, örümcek ağlarına takıyor, zehirliyor, vatanına düşman hale getiriyor. İşte bunu; “e Cemaat Yurdu e Tarikat Evi”, “Yurtkur Uyuma Yurt Kur” şiarıyla protesto eden, eylemler gerçekleştiren, İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüş gerçekleştiren Kurtuluş Partisi Gençliği’ne de en vahşice yöntemlerle saldırıyor. Çünkü biliyor ki, Kurtuluş Partisi Gençliği; bu ülkenin en ayık, en bilinçli, en kararlı, en militan gençliğidir. Kurtuluş Partisi Gençliği; Ustası Hikmet Kıvılcımlı’nın söylediği gibi: “Hiçbir zulmün sindiremeyeceği MODER İŞÇİ SIIFI gibi bir yenilmez devrimci özgücün müttefikidir.” Ve üstelik Kurtuluş Partisi Gençliği’nin: “tükenmez “GEÇ TÜRKLER” devrimci geleneği vardır.” O yüzden de Kurtuluş Partisi Gençliği; “Yıldırılamaz!” Şan olsun Kurtuluş Partisi Gençliği’ne! Şan olsun Yıldırılamaz Gençliğimize! Yoldaşlar, Aynı şekilde, Proletarya Sosyalizminin, Partimizin ideolojisini benimseyen İşçi Sınıfı Önderlerinin yönetiminde bulunan ve Devrimci Sınıf Sendikacılığını hayata geçiren Nakliyat-İş Sendikası sayesinde, İşçi Sınıfımız sürekli olarak yeni mücadele araçları yeni kazanımlar, yeni zaferler elde ediyor. Şu ana kadar 10 binden fazla işçimizi örgütleyen Nakliyat-İş Sendikası, her gün yeni örgütlenmeler gerçekleştiriyor. En son olarak, geçtiğimiz yıl sendikal nedenlerle işten atılan ve kışın karına, soğuğuna rağmen aylarca militanca mücadele ederek Direniş gerçekleştiren Arçelik İşçilerinin mahkeme kararıyla işe iadesini kabul etmeyen Türkiye’nin en büyük Parababası Koç’a karşı, Direnişi yeniden başlatıyor. Arçelik’in Sütlüce’deki merkezi önünde Direniş Bayrağı dalgalandırıyor. “Örgütlenemez!” denen 6 bin İzmirİzelman İşçisini bir ayda örgütleyen, “Bitti!” denilen “Meha Direnişi”ni zaferle sonuçlandıran akliyat-İş Sendikası, şu ana kadar yenilmedi Parababalarınca, bundan sonra da asla yenilmeyecek! İşçi Sınıfımıza yeni yeni zaferler armağan edecek. Bundan da adımız gibi eminiz. Şan olsun Türkiye İşçi Sınıfına! Şan olsun akliyat-İş Sendikası’na! Şan olsun onun Önderlerine! Yoldaşlar, “Devrimin iliklerine işlediği” “adam gibi adam” olmak ne demektir? Bu sözler öylesine derin ve büyük anlamlarla yüklüdür ki, bir devrimcide olması gerekenleri ifade eder. Artıdeğer sömürüsüne dayanan ve insanın insanı hayvan yerine koyduğu düzen olan Kapitalizmi aydınlatan ve İnsanlığın kurtuluş davasının yolunu bilince çıkaran Bilimsel Sosyalizmin Kurucusu Mark-Engels insandan bayrağı devralan ve Kapitalizmin son aşaması, geberen kapitalizm olan Emperyalizmi açığa çıkaran ve Dünyanın ilk başarılı Sosyal Devrimini, Büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Lenin’den sonra, O’nun bıraktığı yerden bayrağı devralan ve Antika Tarihin yüzündeki peçeyi kaldırarak Ustalık mertebesine erişen Hikmet Kıvılcımlı’nın bizlere bıraktığı eşsiz mirası esnemeden, bükülmeden, çelişkiye düşmeden savunmak, savaştırmak ve başarıya ulaştırmak azmiyle dolu olmak demektir. Hikmet Kıvılcımlı; düşmanlarına karşı bir kaya gibi sertti. Halkına ve halklara, yoldaşlarına karşı ise bir selvi gibi esnekti. Halkların başdüşmanı ABD ve AB Emperyalistlerine karşı nasıl kin ve hınçla doluysa, İşçi Sınıfı ve halkların mücadelesine de o denli inanç yüklüydü. Yoldaşlar, Hikmet Kıvılcımlı; ABD ve AB Emperyalistlerinin, Uluslararası Finans-Kapitalistlerin; dünya halklarına uyguladığı canavarlığın, vahşetin, zulmün, insanlık dışı uygulamaların, katliamların cepheden karşısındaydı. Bu yüzden de ömrünün 22,5 yılını Parababalarının zindanlarında geçirdi. Hem de hiçbir yılgınlığa düşmeksizin, Hem de; TKP’nin 1929 Tevkifatı’nda 4,5 yıl ceza veren Mahkeme Heyetine: “4,5 yıl Kızıl bir profesör olmak için yeterli bir süredir” diye meydan okuyarak… Yoldaşlar, Hikmet Kıvılcımlı, Bilimsel Sosyalizmin doğruluğundan ve onun bir bilim olduğundan hiçbir zaman tereddüde düşmedi. Bilimsel Sosyalizmin yani Diyalektik Materyalizmin; donmuş, ölü formüllerden ibaret olmadığını, aksine sürekli yenilenmesi, geliştirilmesi gerektiğini öğrendi Ustalardan ve bunu bizzat uyguladı. Bu bakış açısıyla, Türkiye Devrimi’nin bütün temel meselelerini çözümlediği gibi (Osmanlı Tarihi, Devrim Tahlili, Sınıflar, Örgüt, Politika, Din, Kültür vb.), Türkiye’nin içinden çıkageldiği Antika Tarihi de apaçık bir biçimde gözler önüne serdi “Tarih Devrim Sosyalizm” adlı anıt eseriyle ve anlaşılmamış, karanlıkta kalmış hiçbir noktasını bırakmadı Tarihin ve Doğu toplumlarının gelişiminin. “Tarih Devrim Sosyalizm” eserinden sonra Antika Tarih, capcanlı gerçekli- ğiyle elle tutulurcasına aydınlandı… Türkiye’nin, şu anda da en önemli siyasi sorunu olan Kürt Sorunu’nu dâhiyane bir biçimde çözüme kavuşturdu “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” adlı anıt eseriyle. Sadece Türkiye Devrimi’nin sorunlarını değil, Dünya Devrimi’nin sorunlarını da ele aldı, inceledi ve geliştirdi. Diyalektik Materyalizmi, Lenin’den sonra en yaratıcı bir biçimde O kullandı ve teorik olarak da “Diyalektik Materyalizm” adlı anıt eseriyle de O geliştirdi. Kısacası O; Doğanın, Toplumun ve Tarihin hangi noktasına el attıysa Bilimsel Sosyalizmin ışığıyla aydınlattı ve bizlere de projektör görevi gören bir miras olarak bıraktı. Yoldaşlar, Hikmet Kıvılcımlı sadece bir Teori adamı mıydı? Asla! O; hiçbir zaman bir kütüphane müdavimi olmadı. O, Marks-Engels ve Lenin Ustalardan öğrendiği Teoriyi, en yaratıcı bir biçimde Pratiğe uyguladı, Eyleme geçirdi. Daha ilk adımında; 17 yaşında, elde silah, Birinci Kuvayimilliye’ye katıldı Ege’de Yörük Ali Efe’nin çetesinde ve Yunan maskeli emperyalizme karşı savaşırken Köyceğiz Kuvayimilliye Komutanı oldu. Ulusal Kurtuluş Savaşı’na elde silah katılan Usta’mız, Sosyal Devrime de “aynı yürek ferahlığı”yla atıldı. Ve Gerçek TKP’nin, başta da belirttiğimiz gibi, Merkez Komite Üyesi oldu, İlk Türkiye Genç Komünistler Birliği Başkanı oldu. TKP’nin Merkez Yayın Organı’nı çıkardı yoldaşlarıyla beraber. “Aydınlık Fevkalade Gençlik Nüshası”ndan, “Bursalı Yoldaş”a, “Orak Çekiç”ten “Kızıl İstanbul”a, TKP’nin legal-illegal bütün yayınlarının ya başında bulundu ya bizzat çıkardı. İstanbul’dan İzmir’e, Bursa’dan Adana’ya, Eskişehir’den Kürdistan’a bütün topraklarını adım adım gezdi ülkemizin, halklarımızı örgütledi İşçi Sınıfımızdan Köylümüze, Gençliğimizden Aydınlarımıza, Kadınlarımıza kadar… Yoldaşlar, Nasıl yürek ferahlığıyla yazdıysa eserlerini, örgütlediyse insanlarını, en azgın işkencelerini de, onlarca yıl süren mahpusluklarını da, aynı yürek ferahlığı, aynı sarsılmaz çelikten inancıyla karşıladı. Ve hapishaneleri, mahkeme heyetine de söylediği gibi üniversitelere çevirdi. Yılmadı, yıldırılamadı! Son soluğuna dek devrimci inancını, devrimci namusunu, devrimci onurunu korudu. Bir kez bile sırlarını ele vermedi Partisinin ve Yoldaşlarının. Hep alın açıklığıyla, dimdik ve düşmanlarını yenmiş olarak onuruyla çıktı işkence tezgâhlarından. “Ulan Doktor, sen ne biçim adamsın” dedirtti işkenceci cellâtlarına… Ama O; Partisi’nin, “Orak Çekiç”in dediği adamdı: “Devrimin iliklerine işlediği adam”dı. Yenilir miydi hiç?.. Yoldaşlar, 17’sinde neyse 70’inde de oydu! “Sırım gibi bir delikanlıyken” nasıl savaş- tıysa yerli-yabancı Parababalarına karşı, 70’inde de aynı inanç, aynı kararlılık ve aynı yiğitlikle savaştı. Nerede bir İşçi Sınıfı eylemi varsa, nerede bir Gençlik mücadelesi varsa, nerede bir Köylü işgali varsa Hikmet Kıvılcımlı’da hep oradaydı. En öndeydi… Doğanın bedenine yerleştirdiği kanserle savaşırken 70’inde, geçirdiği 12 ameliyattan fırsat buldukça, İşçi Sınıfının, Aydın Gençliğin, Köylünün, Kamu Çalışanlarının bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi için Konferanslar verdi Edirne’den İstanbul’a, Ankara’dan İzmir’e… Yoldaşlar, Az sonra, burada, Usta’mızın Mezarbaşında bir “Anma” daha yapılacak. Peki, bu “Anma”yı kimler gerçekleştirecek? Türkiye Halklarının kurtuluşunun yolunu AB’de bulan Özgürlükçü Sol’culardan, Kürt Halkının kurtuluşunu ABD’ye, AB’ye havale edenlerden, Sosyalizm ve Örgüt kaçkını kişilerden oluşan bir kuru kalabalık… Sosyalizm düşmanı Ufuk Uras’ından Troçkist Nail Satlıgan’ına, Sınıflarüstü İnsan Hakları anlayışının teorisyeni Akın Birdal’ından Hikmet Kıvılcımlı’ya “Deccal” diyen ESP’sine, ABD’nin “umut kaynağı”, “demokrasi gücü”, AB’ci bir kalabalık… Ortaçağcı Tayyipgiller’le içli dışlı olmuş, hemhal olmuş, Türban taraftarı Laiklik karşıtı, Mustafa Kemal ve Birinci Kuvayimilliyecilere düşman, Yurtseverlere, Antiemperyalistlere düşman bir kalabalık… Uğurlar olsun!.. Yoldaşlar, Bu “Anma”yı gerçekleştireceklerin, Hikmet Kıvılcımlı’yla, O’nun 50 yıllık Sosyalizm Davasıyla, Teorisi ve Pratiğiyle en ufak bir ilgileri yoktur. Bunların bir kısmı, Hikmet Kıvılcımlı’nın Teorik emeklerinden parsa vurmayı birincil amaç bellemiş kişilerden derleşiktir. Hikmet Kıvılcımlı’nın Teorik ve Pratik varlığı, onların yokluğu demektir. Kurtuluş Partisi’nin, Kurtuluş Partililerin varlığı, onların yokluğu demektir. Yoldaşlar, Biz, Hikmet Kıvılcımlı’nın mirasını devraldık. O’nun mirası; “trajedisi”dir. O trajediyi şimdi biz yaşıyoruz. Ama zafer bizimdir yoldaşlar! Biz, bu ülkenin topraklarını kanlarımızla suladık. Şehit kanları döktük bu topraklar için… Biz; Hikmet Kıvılcımlı gibi “Devrimin iliklerine işlediği bir adam”ın savunucularıyız! Biz; Hikmet Kıvılcımlı’nın “düşünce oğulları, düşünce kızları”yız! Kim yenebilir bizi? Kim mücadele azmimizi, savaş kararlılığımızı, Sosyalizm davasına, İnsanlığın kurtuluş davasına olan inancımızı küçültebilir? Yerli-yabancı Parababaları (Finans-Kapitalistler) ve onların Antika müttefiki Ortaçağı Tefeci-Bezirgânlar mı? Onların siyasi plandaki temsilcileri Tayyipgiller mi? Sevrci Soytarı Sahte Solcular mı? Kim yenebilir bizi? Kim?.. Yoldaşlar, Varsın, onlar birleşik bir halde Usta’mıza saldırsınlar. Sosyalizm davasına saldırsınlar. Marksizm-Leninizme saldırsınlar… Biz Kurtuluş Partililer; Antiemperyalist, Antifeodal, Antişovenist Demokratik Halk Devrimi Mücadelemizi başarıya ulaştıracak, Edirne’den Çin’e Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’ni kuracağız! Çünkü biz Yenilmeziz! Çünkü biz; Halkız, Haklıyız, Kazanacağız! Şan Olsun Hikmet Kıvılcımlı’ya! Şan Olsun Kurtuluş Partisi’ne! 6 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Başyazı Kürt Sorunu’nda akla kara gibi birbirine zıt iki ayrı çözüm Baştarafı sayfa 1’de le kaderini elinde tutar duruma gelmiştir. Tabiî bu üç-beş yüz Parababası da dünyadaki en güçlü Finans-Kapitalistlerin yani büyük emperyalistlerin yönetimi-denetimi altındadır. Yani dünyayı AB-D (ABD-AB) Emperyalistleri yönetmektedir. Tabiî bu haydutlar sürüsü, dünya halklarını sömürüp soymakta; dünyanın doğal zenginliklerini ve pazarlarını ele geçirmiş bulunmaktadır. İşte bu çakallar örgütü, bu alçakça sömürü, soygun ve talanlarını sürdürebilmek, güvence altında tutabilmek için, bizim gibi geri ülkelerin, kendilerinin uşağı (ve tabiî çıkar ortağı, işbirlikçisi de) durumundaki Finans-Kapitalistlerini ve satılmış siyasilerini kullanarak- bunlar aracılığıyla, o ülkelerin ekonomilerini, siyasetlerini, kültürlerini velhasıl tüm sosyal olaylarını yönetmektedir. Türkiye’yi de ne acıdır ki, 1945’ten, özellikle de 1950’den sonra bütünüyle ABD Emperyalistleri yönetmektedir. Ekonomiyi IMF ve Dünya Bankası, Orduyu NATO, işbirlikçi siyasileri ABD, MİT’i, Polis Teşkilatı’nı CIA, kültürünü, sanatını, medyasını yine AB-D Emperyalistlerinin bu konularla uğraşan kurumları-örgütleri yönetmektedir. Gelelim Kürt Sorunu’na: Kürt Sorunu, on yıllardır hep söylediğimiz gibi Türkiye’nin en önemli siyasi sorundur. Türk Burjuvazisi, bu sorunu doğası gereği çözemez. Zaten dünyada da durum böyledir. Hiçbir egemen sömürücü sınıf, kendi sömürü alanı içindeki böyle bir ulusal sorunu çözmez. Sınıf çıkarları buna elvermez. Bugüne dek görülen ve sayısı 19’u bulan belli başlı Kürt İsyanları da sorunu çözecek eylem gücünü ortaya koyamamıştır. Bu nedenle Kürt Sorunu bu zamana kadar çözülememiştir. Fakat çözülememiş olması onun önemini hafifletmemiştir, tersine ağırlaştırmıştır. AB-D Emperyalistleri, dünyanın her bölgesine çeşitli bahaneler yaratarak el atmayı ve oralardaki sömürü çarklarını, siyasi ilişkiler ve askercil güçleriyle güvence altında tutmayı pek isterler. Tabiî siyasi ilişkileri kurabilmek ve askercil güçlerini orada bulundurabilmek için o bölgelerdeki yerel güçlerle sıkı bağlar kurmak yani oralarda kendilerine bağımlı yerel güçler bulmaları gerekir. Bunu başarabilmek için de oralardaki, böyle çözüm bekleyen sorunlara el atmak ve sureti haktan görünerek, arabulucu, zayıfın, mazlumun koruyucusu rollerine bürünmeyi pek severler. Yani “Kırmızı Başlıklı Kız” masalındaki Kurt rolünü çok beceriklice oynarlar… Çünkü İblisçe niyetlerini gerçekleştirebilmeleri için böyle rollere girmeleri gerekir. Bu haydutlar sürüsünün (AB-D’nin), bu çakal devletler birliğinin, bu rollerini oynayabilmeleri için kullandıkları kavramların başında, “Özgürlük, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü” gibi dünya halklarınca saygı gören kavramlar gelir. Bu kavramların en büyük katilleri olan bu alçaklar sürüsü, tam İblis rolü oynayarak; bunların savunucusu maskesini takınır. AB-D Emperyalistleri işte bu oyunlarından birini daha oynamaktadırlar, Kürt Sorunu’na el atarak… AB-D Emperyalistleri, bu sorunu ellerine almakla birden çok kazanç elde edeceklerdir. Birincisi: Kendilerine bağımlı-uyduları durumunda bir kukla Kürt Devleti oluşturacaklardır. İkincisi: AB-D Emperyalistleri, daha önceki yazı ve konuşmalarımızda ortaya koyduğumuz belgelerle de kanıtladığımız gibi, dünyayı “bin ülkeli bir dünya” ya da “minik şehir devletlerinden (devletçiklerden) oluşmuş bir dünya” haline getirmek istemektedirler. Bunu projelendirmiş bulunmaktadırlar. Yine kanıtlarıyla ortaya konduğu gibi bu proje uyarınca, Ortadoğu ve Asya’da 22 devletin sınırlarını yeniden belirlemek istemektedir AB-D Emperyalistleri, BOP ya da “Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” kapsamında… Zaten Bush’un Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice’ın da, İsrail’in Lübnan işgali sırasında söylediği; “Yeni bir Ortadoğu’nun zamanı geldi” sözü, onla- rın bu niyetinin açık, kesin ve resmi ifadesidir. Yine bilindiği gibi, ABD Ordu Dergisi’nde yayımlanan ve NATO kolejlerinde ders olarak işlenen “Harita” da; bu parçalanışlardan ya da oluşturulan bu yeni haritadan Türkiye’nin de payına düşen darbeyi alacağı aynı kesinlikte ve resmiyette ortaya konmuş bulunmaktadır. Yani Türkiye, en az üç parçaya bölünmektedir bu projede. AB-D Emperyalistleri, Kürt Meselesi’ni kullanarak bu amaçlarına da ulaşmak istemektedirler. AB-D’nin, dikkat edersek, bu meseleyle birlikte (aynı parallelikte) eline aldığı bir mesele daha vardır: Ermeni Meselesi… Bu Mesele, Ekim Devrimi’nin önderleriyle, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları tarafından, bundan doksan yıl kadar önce, her iki halkın da yararına olacak şekilde çözülmüştü. Halklar arasındaki düşmanlık da sona erdirilmişti. Fakat emperyalistler ve bugünkü Burjuva Ermenistan bu Mesele’yi yeniden yaratmış bulunmaktadır. Çünkü onlar, halklar arasında düşmanlığın olmamasından rahatsız olurlar. Bir bahane yaratıp halkları yeniden birbirine düşürürler ve araya düşmanlık sokarlar. Çıkarları onu gerektirir. İşte bu sebepten AB-D Emperyalistleri, bizim yerli uşaklara bir de “Ermeni Açılımı” yaptırtmaktadırlar. AB-D Emperyalist Haydut Devletleri, bu “Açılım”ı yaptırtmakla üç yönlü kazanç elde edeceklerdir. 1- Türkiye’nin Yeni Sevr’e götürülüşünde yol almış olacaklardır. 2- Şu anda, bugünün Emperyalist Rusya’sıyla da sıcak ilişkiler içinde bulunan Ermenistan’ı, Rusya’dan biraz daha uzaklaştırmış ve kendi saflarına daha da yakınlaştırmış olacaklardır. AB-D, Ermenistan’ı da Gürcistan gibi kendi saflarına kesince dahil etmek istemektedir. Giderek de Ermenistan’ı, Kürdistan’dan sonra ya da onun ardından veya onunla aynı süreçte üçüncü bir İsrail yapmak-İsrail’e dönüştürmek iste- B. Obama-A. Türk mektedir. 3- AB-D Emperyalistleri, hizmetkarları Tayyipgiller’e bu “Açılım”ı yaptırtmakla Türkiye’yle başta Azerbaycan olmak üzere diğer Türk Cumhuriyetleri arasındaki gönül bağına korkunç bir darbe indirmiş oldular. Bu darbenin yarattığı onarılması zor tahribatı, görmek isteyen, gerçeğe saygısı olan herkes görmüş bulunmaktadır. Bildiğimiz gibi 150 yıldan beri AB-D Emperyalistlerinin Türklerle ilgili olarak en istemedikleri, gerçekleşmesinden korktukları, bu nedenle de bütün güçleriyle, en aşağılık planlarla engellemeye çalıştıkları şey, Anadolu Türkleriyle, Ortadoğu ve Orta Asya Türklerinin tek siyasi yapı ya da ülke olarak birleşmesidir. Emperyalistlerin bu niyetlerini ortaya koyan belgeleri daha önceki yazılarımızda aktardığımız için burada onların varlığından söz etmekle yetineceğiz. AB-D Emperyalistleri, bunlarla yetinmemektedir, bilindiği gibi: Kıbrıs’ın da Rumlara, sonunda da Yunanistan’a, devrini istemektedir, Türkiye’den, daha doğrusu satılmış Parababalarından ve onların hizmetindeki siyasilerden. Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik (Evrensel) olduğunu ve bu statünün Türkiye tarafından da tanınmasını istemektedir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istemektedir. Ve Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın Önderi Mustafa Kemal’e sövmenin, her türden hakaret etmenin serbest bırakılmasını istemektedirler yine son AB “İlerleme Rapor”larında. Ve de “Ergenekon Davası” adı altında; Antiemperyalist, Laik, Mustafa Kemalci, Yurtsever güçlere karşı başlatılan şeytani saldırının bütün şiddetiyle sürdürülmesini istemektedirler. Bütün bu talepler, Türkiye’yi çözmeyi ve Mütareke günlerine döndürmeyi yani Yeni Sevr’i kabul ettirmeyi, uygulamayı amaçlamaktadır. Batılı sömürgenler, 1071’den bu yana hep aynı amaç peşinde koşmuşlardır: Türkleri geldikleri yere-Asya’ya geri döndürmek… Özellikle Osmanlı’nın 600 yıl Avrupa’da kalmasını hazmedemediler. O nedenle Batılı Parababalarındaki Türk düşmanlığı asla son bulmaz… Çanakkale’de ve Birinci Milli Kurtuluş’ta uğradıkları hüsranın ne yapıp edip intikamını almak ve Türkiye’yi Yeni Sevr’e götürmek istiyorlar. “İlerleme Raporları”yla bizim satılmış siyasilere, hep aynı şeyi dayatıyorlar. Yeni Sevr’e giden yolun taşlarını döşetiyorlar. Birinci Kuvayimilliye’ymiş, Mustafa Kemal’miş, O’nun Tam Bağımsızlık ilkesiymiş, Yurtseverlikmiş, Laiklikmiş, bunlara boş verin, diyorlar. Globalleşme çağında bunların modası geçti, diyorlar… Siz bizim “Raporlarda” belirttiğimiz ev ödevlerini yapmaya bakın, diyorlar. Ve bu arada da Ren Geyikleri (Lost Lagendijk-Olli Rehn) ikide birde Türkiye’ye gelip bizim satılmışları yerinde denetliyor ve onların kulaklarını çekiyor… Özetlersek, Yeni Sevr’e giden yolun üzerindeki bütün kaleleri yıkmalarını, bütün engelleri kaldırmalarını ve yolun çerden çöpten temizleyip tertemiz etmelerini istiyorlar bizim yerli hain siyasilerden. O siyasilerin bugünkü ekibi olan Tayipgiller’den. Lost Lagendijk “Kürt Açılımı” da işte bu kapsamdaki AB-D taleplerindendir. Bu “Açılımı”n arkasında AB-D’nin olduğunu, bu işte görev alan DTP’li Sakık açık olarak ifade etmiştir: “Sıkılan yumruklar açılmıştır. Kürt açılımı sürecinde uluslararası dinamiklerin katkısı yadsınamaz. Dilerdik ki, bu açılım tümüyle iç dinamiklerle olsun. Ama ne yapalım ki, bu da bizim gerçekliğimiz.” (Hürriyet, 8 Ağustos 2009) Yine aynı tarihli Akşam gazetesinde, ABD Ankara Büyükelçisi James J. Jeffrey’in “Utku Çakıröz’e verdiği röportaj da yer alıyordu. Başlık, J. Jeffrey’in “Sorunsuz Türkiye dünyayı etkiler” cümlesiydi. Şöyle diyordu ABD Büyükelçisi, Utku Çakıröz’ün, “Kürt açılımında ABD’nin katkısı oldu mu?” şeklindeki sorusuna karşılık olarak: “Bu kesinlikle bir Amerikan planı değil. Tabii ki kendi fikirlerimiz var yıllar boyunca bunu Türk hükümetleriyle paylaştık” (agy) ABD Elçisi tabiî, “bu Amerikan planıdır” demeyecek. Öyle bir şey demesi için ABD emperyalizminin temsilcisi olmaması ve namuslu olması gerekir. Fakat ikinci cümlede gerçeği yani planın ABD’nin önerdiği daha doğrusu emrettiği şeylerden oluştuğunu dolambaçlı biçimde de olsa itiraf ediyor. Kaldı ki B. Obama, Türkiye ziyaretinde bu yöndeki emirleri verdi. Bunlar basında da yer aldı. Tabiî AB-D Emperyalistleri, bu planların ardındaki nihaî hedeflerini söylemeyeceklerdir. Yeni Sevr olan bu alçakça niyetlerini hep özenle gizleyeceklerdir. Böyle yapmazlarsa oyunlarını sürdüremezler. Oyunlarının doğası nihai sonucun gizlenmesini gerektirir… Kaldı ki, planın içeriği tüm ayrıntılarıyla “ABD düşünce kuruluşları” ve oradaki CIA ideologları tarafından çok önceden açıklanmıştır. Yalçın Doğan bunu aktardı: “erede çatışma orada David “OTUZDA fazla gezisi var Türkiye’ye. 1991’den bu yana. Ve elbette ve pek tabii ki, Güneydoğuya da. “Profesör David L. Phillips Türkiye’ye geldiği zaman, Ankara kendisine kucak açıyor. Örneğin, 2007’de geldiğinde, randevularını Dışişleri Bakanlığı ayarlıyor. Kendi ifadesiyle, bu randevular sonucu yaptığı görüşmelere güvenlik elemanları ile istihbaratçılar dahil. “Özel işi, çatışmalarda uzlaşma formülü bulmak. Çeşitli Amerikan üniversitelerinde bu konuda (conflict resolution) dersler veriyor. Birleşmiş Milletler ve ABD Dışişleri Bakanlığında danışmanlık yürütüyor. orveç’te Barış Araştırma Enstitüsü ya da insan hakları vakıflarında görev üstleniyor. “Çatışma mı var, bu profesör hemen orada bitiyor. Örneğin Türkiye ile Ermenistan arasında İsviçre’de yapılan görüşmelere de katılıyor, Kuzey Kore-Güney Kore Uzlaşma Komitesine de. “HAİ ŞU RAPOR “David L. Phillips Kürt sorunu ile ilgili şu tartışmalı raporu yazan kişi. “Hani, MHP’nin AKP’yi suçladığı rapor, “Kürt açılımında Amerikan parmağı var” iddiasını ortaya atmasına neden olan raporun sahibi. Hani, o suçlamalar nedeniyle, Tayyip Erdoğan’ın Devlet Bahçeli’yi mahkemeye vermesine neden olan rapor. “Phillips Amerikan yönetimleriyle sıkı işbirliği içinde. Üstlendiği görevlerde oynadığı rol, o işbirliği ve destek sayesinde. Yoksa, tek başına akademisyen oluşu, yetmeyebilir. “Phillips Türkiye’ye boşuna gelmiyor. Yirmi yıldır Kürt sorunu üzerinde çalışıyor. Türkiye, Kürtler, bölge ve PKK üzerine. “Washington’daki son toplantı sonrasında hazırlanan rapor, bu çalışmaların ürünü. orveç de katılıyor o toplantıya. “2007 RAPORU “David L. Phillips’in son günlerde tartışılan raporu dışında, bir de şu ana kadar Türkiye’de bilinmeyen bir başka raporu daha var. “15 Ekim 2007 tarihini taşıyan rapor “PKK’nın Silahtan Arındırılması, Eylemine Son Vermesi ve Sisteme Dahil Edilmesi” başlığını taşıyor. (Disarming, Demobilizing and Reintegrating The Kurdistan Worker’s Party). “Dipnotlarıyla birlikte, 38 sayfalık rapor, ilginç biçimde günümüzde tartışılan önerileri içeriyor. “Örneğin, PKK’lıların Mahmur Kampına taşınması. Bu taşınma ve ateşkeste Barzani ile Talabani’nin önemli rolü olabileceği belirtiliyor. “AF ŞART “Raporun en iddialı bölümlerinden biri şu: “Sorunu savaşarak çözmek mümkün değil. Önce PKK, barışı isteğini bildirecek, ardından Türkiye PKK’ya af ilan edecek. Af olmadan, Türkiye’nin PKK sorununu David L. Phillips çözmesi mümkün değil. Türkiye’nin genel af konusunda geleneği var, ama iş PKK’ya gelince, anlaşmazlık çıkıyor. “(...) Türkiye PKK ile görüşmeyi reddediyor. Bu durumda bir arabulucu gerek. DTP bu arabulucu rolünü üstlenebilir”. (Anılan rapor, s.8). “Benzer biçimde Amerika’nın da rol oynayabileceği ve Türkiye ile ilişkilerini arttırması gerektiği vurgulanıyor. “Phillips’e göre, PKK’nın yıllık geliri bir ara 500 milyon dolar. 2005’te 150 milyon dolar. (s.12). “Derin devlet analizlerinden toprak reformuna, köye dönüş programından ekonomik yatırımlara, Kuzey Irak yönetimi ile iyi ilişkiler kurmaktan Kürtlere kültürel haklar tanınmasına kadar, günümüzde tartışılan ne varsa, Phillips’te o var. Aslında, bunların hiç biri yeni değil. “Bu raporun tarihi 2007.” (Hürriyet, 2 Eylül 2009) Görüldüğü gibi ABD’li ideolog, bu “Açılım”ın içeriğini 2 yıl önceden netçe belirlemiş. Ve planın uygulanma vakti şimdi gelmiş… Aslında bu içerik, çok önceleri, İkinci Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali günlerinde, o zaman ABD Dışişleri Bakanı olan Colin Powell 2 Nisan 2003’te Türkiye’ye geldiğinde, o zaman Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’le yaptıkları bir gizli anlaşmada kayıt altına alınmıştı. Colin Powell geçenlerde de Türkiye’ye geldi ve yaptığı konuşmalarda, “Kürt Açılımı”nı savundu. ABD eski Dışişleri Bakanı’dır Colin Powell. Yine bildiğimiz gibi ABD’de eski başkanlar, dışişleri, savunma bakanları ve diğer önemli bakan ve bürokratlar, resmi görevleri sona erip emekli olduktan sonra da görev yapmaya devam ederler. CIA’nın, Pentagon’un emrinde illegal görevlerini sürdürürler. C. Powell da bu türden görevlilerdendir. Şimdi konuya ilişkin haberi okuyalım: “Türkiye İş Kadınları Derneği (TİKAD) tarafından düzenlenen “Anneler Teröre Karşı” konferansında bir konuşma yapan Powell, bir soru üzerine Türkiye’nin terörle mücadelesi ve yürütülen “Demokratik Açılım” sürecinin bölge açısından sonuçlarına ilişkin görüşlerini de aktardı. “(…) “Bunun uzun zaman alacağını dile getiren Powell, Türk Hükümetine ve sürece katılan herkese destek verdiğini vurguladı. “Powell, “Doğru araç kombinasyonları kullanılırsa başarılı olacağını düşünüyorum. Eğer başarılı olursa sadece dünyanın bu kısmına değil tamamına etki edecektir. Dünya çapında ekonomik durumu olumlu etkileyecektir. Kaynak dağılımı da bu şekilde etkilenecektir. Bu işin tarihi boyutu da var. Umalım ki başarılı olsun” değerlendirmesinde bulundu.” (CNN TÜRK. COM) Görüldüğü gibi ABD, başkanından, uzmanlarına ve eski bakanlarına kadar açıktan bu “Açılım”ın içindedir. Daha doğrusu bir numaralı organizatörüdür. AB sözcülerinin de sürecin içinde olduklarını her gün medyadan izlemekteyiz. Colin Powell aynı konuşmasında “Ermeni Açılımı”nı da desteklediğini açıkça belirtir: “Powell, Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokolle bölgede son yıllarda yaşanan çatışmaların da çözüleceğini düşündüğünü ifade etti.” (agy) Bu gerçeği, Parababaları düzeninin ve Tayyipgillerin, son yıllarda medyadaki en paçavra hizmetkârlarından Star Gazetesi yazarı Şamil Tayyar bile açıkça itiraf ediyor. Şöyle diyor 03.08.2009 tarihli Star’daki yazısında: “2011 yılı sonuna kadar Irak’tan çekilmeyi planlayan ABD, Kuzey Irak’taki Kürt Devleti’ne hayat vermek ve o bölgedeki petrolün kontrolünü sağlamak için Türkiye’ye her zamankinden daha muhtaç durumda. ABD’nin abucco’ya desteği, Avrupa’yı da bir yönüyle sürece dahil etme planının parçasıdır. Bölgedeki diğer güçlü aktörler Rusya ve İran ise ABD için en büyük tehdittir. “Yıllardır PKK kartını “diplomatik enstrüman” olarak kullanan ABD, artık bölgenin terörden arındırılmasını, küresel hesapları adına daha uygun buluyor. Abdullah “Öcalan’ın teslimi de Talabani ve Barzani’nin önünü açma projesiydi. “Şimdi kartlar yeniden dağıtılıyor. Her ülkenin hesabı olabilir, önemli olan Türkiye’nin hesabı. Yeni bölgesel düzende nasıl konuşlanmak istiyor? Buna karar verecek. Gelişmeler, kararını verdiği yönünde.” (agy) ABD, 2011’de Irak’tan çekilecek. Irak’ta istediği gibi bir zafer kazanamayacağını kesince anladı. Rezil olmadan çekilmenin derdinde. Obama’yla birlikte ağırlık verdiği bölge Orta Asya. Orada hakimiyet kurabilmek için de öncelikle Taliban’ı ve El Kaide’yi etkisizleştirmesi gerektiğini düşünmekte. O nedenle de bu İslami güçlerle savaşa ağırlık vermektedir. Bu nedenle Irak’tan paçasını kurtarmak istemektedir. Bunu yaparken de öncelikle Irak’ta yarattığı Amerikancı kukla Kürt Devleti’nin geleceğini güvenceye almayı düşünmektedir. Bunun için de Türkiye’yle bu devletin arasındaki sorunları çözmeyi ve Türkiye’yi bu kukla devletin müttefiki yapmayı amaçlamaktadır. Türkiye yıllar önce böyle bir devletin varlığını kabul etmem, bunu savaş nedeni sayarım, diyordu. AB-D, Türkiye’ye süreç içinde kerte kerte bu devleti yedirdi-hazmettirdi… Gelinen aşamada ABD, bu konuda, amacına tam anlamıyla ulaşmış bulunmaktadır. ABD, Irak’tan çekildikten sonra, ortalama 18 yıldır, koruyucu kalkanlığını yaptığı PKK, o kalkandan yoksun kalacaktır. Bu da PKK’nin savaş gücünün büyük ölçüde yitirilmesine yol açacaktır. İşte bu nedenden dolayı ABD, PKK’yi de dönüştürmek ve doğacak yeni duruma adaptasyonunu sağlamak istemektedir. Bu da PKK’yi savaştan uzaklaştırmak ve mücadelesini siyasal zemine kaydırmakla mümkün olacaktır. PKK’nin silahlı savaşı durdurduktan sonra, 7 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 çok etkili bir siyasi güç olabilmesi için de bugünden bazı siyasi, kültürel kazanımlar elde etmesi gerekmektedir. Şimdi AB-D tarafından hazırlanan ve Tayyipgiller tarafından sahnelenen “Kürt Açılımı”, “Demokrasi Açılımı”, “Milli Birlik Projesi” gibi adlarla sahnelenen oyun AB-D’nin bu yukarıda andığımız hedeflerine ulaşmasını amaçlamaktadır. Unutmayalım ki bugünkü silahlı mücadele yürüten PKK gibi, yarın silah kullanmadan siyasi mücadele yapan PKK de Amerikancı ve AB’ci olacaktır. PKK, artık tam anlamıyla burjuva anlayışa sahip AB-D’ci bir harekettir… Hatırlayalım A. Öcalan, ABD’nin kucağında dincilik oynayan Fethullah Gülen’e övgüler düzebilmektedir. Yani PKK antiemperyalist olmadığı gibi, antifeodal da değildir… Zaten ABD’nin hizmetine-emrine silahlı gerillalarını vermeyi teklif eden, Obama’ya kutlama mesajları gönderen, ABD’nin soruna daha aktif olarak katılmasını talep eden de onlardır. Bildiğimiz gibi DTP de aynı çizgide-anlayıştadır… ABD bir yandan böyle projeler üretir ve uygulatırken diğer yandan da Kandil’deki PKK yöneticilerini Murat Karayılan başta olmak üzere uyuşturucu kaçakçılığını yöneten şebeke lideri olarak suçlamaktadır. Böylece süreç içinde PKK’yi, bugünkü önderlerinden ayırmayı ve Barzani önderliği altında yeniden biçimlendirmeyi amaçladığının bir işaretini daha vermiş olmaktadır. Zaten 1999’da, A. Öcalan’ı Kenya’da yakalayıp Türkiye’ye teslim etmesi de, yukarıda Şamil Tayyar’ın da işaret ettiği gibi Talabani ve Barzani’nin, önünün açılmasını sağlamayı amaçlıyordu. Hep söylediğimiz gibi, ABD’nin gönlünde yatan Kürt önderi Mesut Barzani’dir. İleride yaratmayı hedeflediği, Türkiye Kürdistanı’nı da içine alan Amerikancı, İsrail benzeri bir Kürt Devleti’nin başına M. Barzani’yi getirmeyi düşünmektedir. Tabiî Barzani’nin yanına Türkiye’den Osman Baydemir benzeri birkaç kişiyi de dahil edebilir… Bu tür açılımların biri veya birkaçıyla Kürt Sorunu çözülmez. Böylelerinin belki onuyla belki de çok daha fazlasıyla bir yere varılabilir: Bu burjuva çözümdür… Ve kesinkes Türkiye’nin parçalanmasını beraberinde getirir. Tabiî en az üç parçaya… Dikkat edersek AB-D Emperyalistleri, “Kürt Açılımı”yla “Ermeni Açılımı”nı atbaşı beraber uygulatıyor Tayyipgiller Hükümetine… İşin bu şekilde sonuçlanması, hiç kuşkunuz olmasın, yine hep söylediğimiz gibi S. Sakık-A. Gül Türk, Kürt ve Ermeni Halklarının kanlı boğazlaşmasını da beraberinde getirecektir… Fakat yine hep söylediğimiz gibi AB-D hep böyle sonuçlar görmek ister. Böylesi cehennemler onlara bayram ettirir… Devrimci Çözüm Burjuva çözüm Amerikancı, burjuva düzenini savunan PKK, DTP ve AKP tarafından savunulmakta ve yürütülmektedir. Yarın iktidara başka bir burjuva partisi gelse o da AKP gibi sürecin uygulayıcılarından olacaktır. Bilindiği gibi AB-D Emperyalistleri, Türkiye’de her istedikleri burjuva partisini iktidara taşıyabilir ve orada ona istediğini yaptırabilir. Yapmayan iktidardan tekerlenir… Hatırlayalım ki, geçen seçim meydanlarında elinde urganla dolaşan, kürsülerde bağıran Devlet Bahçeli, Tayyipgiller öncesinde, hükümeti oluşturan koalisyon ortaklarındandı ve bu hükümet, A. Öcalan’ın idam kararını kaldıran hükümettir. Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP, bu karara Meclis’te, tabanından çekindiği için oy vermemiştir. Fakat idam kararının kaldırılmasına da içeren Anayasa Değişikliği Paketi Meclis Adalet Komisyonu’nda görüşülürken orada yer alan 5 MHP Milletvekili çekimser oy kullanarak idam kararını kaldıran yasa tasarısının Meclis’e gitmesini sağlamıştır. Biraz açalım: Bu Anayasa Değişiklik Paketi, Adalet Komisyonu’na geldiğinde, AKP Milletvekili Ramazan Toprak, idam cezasının kaldırılmasını içeren teklifin paketten çıkarılmasını yani idam cezasının kaldırılmamasını önermiştir. Bu öneri Komisyon’da tartışılmış ve 7’ye karşı 10 oyla reddedilmiştir. Böylece de idamın kaldırılmasını içeren tasarı Meclis’e gönderilmiştir. Eğer bu oylamada çekimser oy kullanan 5 MHP Milletvekili AKP önerisinin kabulüne dair oy kullansalardı 10’a karşı 12 oyla idam cezasını kaldırmayı içeren teklif paketten çıkarılacak, böylece de konuya ilişkin Anayasa Değişikliği yapılamayacaktı. İdam cezası sürecekti. AKP Milletvekilleri, Komisyon tartışmaları sırasında verilen arada, Devlet Bahçeli’nin MHP Milletvekillerini odasına çağırdığını ve onlarla 1 saat 15 dakika görüşerek onlara idamın kaldırılmasını içeren yasa tasarısı lehinde oy kullanmalarını kabul ettirdiğini söylemişlerdir. MHP Milletvekillerinin, Bahçeli’nin odasından çıktıktan sonra yüzleri kıpkırmızı bir halde Komisyona girdiklerini ve idamın kaldırılmasını sağlayacak yönde daha doğrusu çekimser kalarak idamın kaldırılmasını içeren yasa teklifinin Meclis’e gitmesini sağlama yönünde oy kullandıklarını söylemişlerdir. Ayrıca da idam kararının kaldırılmasından önce, 12 Ocak 2000 tarihinde başbakanlıkta Bülent Ecevit’in başbakanlığı altında koalisyonu oluşturan ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yedi saat süren bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantıda konu, idam cezasına mahkûm olan A. Öcalan’ın Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne; Halkların Kurtuluş Mücadelesinde Düşenler Ölümsüzdürler! Yoldaşlar; Fidel, Raul, Che ve Camilo Yoldaşlar’ın en yakın Küba, “Devrimin komutan”larından Juan Almeida mücadele arkadaşlarından, “Devrimin Komutanı” unvaBosque’yi yitirdi. nına sahip Juan Almeida Bosque Yoldaş, 82 yıllık yaşaYalnızca Küba mı? mında karartmadı sol memesinin altındaki cevahiri. O Fidel Yoldaş’ın deyimiyle “insanlığın tek bir aile” cevahir ki, her zaman insanlığın tek bir sosyalist aile olmaolması mücadelesi veren tüm devrimciler büyük bir komu- sı için çarptı. O cevahir ki, hep yoldaşları için, halklar için tanını yitirdi. O yüzden acınız büyük, o yüzden acımız çarptı. Ve o cevahir ki insanlığın başına gelen bütün kötübüyük. lüklerin anası ABD ve AB Emperyalistlerine karşı kinle Ama biz devrimciler biliriz ki; İnsanlığın kurtuluş doldu. O cevahir, insanlık düşmanlarının yok olması için mücadelesinde düşenler sadece bedence aramızdan ayrılır- çarptı. O cevahir artık çarpmıyor. Ama o cevahir arkasında lar. İnsanlığın kurtuluş mücadelesine tüm yaşamlarını ada- milyonlarca çarpan cevahir bırakarak ayrıldı aramızdan. yanlar, insanlığın gönlünde ölümsüzleşirler. Bedence ara- Ne mutlu Almeida Yoldaş’a. mızdan ayrıldıklarında bile insanlığa yol göstermeye, ışık Almeida Yoldaş, 1953 yılında Batista diktatörlüğüne olmaya devam ederler. karşı Moncada Kışlası baskınına katılarak, ülkede silahlı Köle sahiplerine başkaldıran ve mücadeleyi başlatan Fidel Yoldaş’ın egemenlere başkaldırının simgesi silah arkadaşlarındandı. Saldırıya haline gelen Spartaküs’ün unutulkatılan 173 kişiden 72’si çıkan çatışmadığı gibi; mada şehit oldu. Bu yıldırmadı İnsanlığın Kurtuluş Biliminin Almeida Yoldaş’ı, aynı kararlılıkla Kurucuları Marks-Engels Ustalar; onurlu mücadelesine devam etti. Bilimi ete kemiğe büründüren Tarihe kahraman olarak geçen tüm Devrimler Kartalı Lenin Usta; devrimcilerin yaptığı gibi… Türkiye Marks Usta’nın vasiyetine uyaDevriminin Önderi Hikmet Kıvılrak Bilimsel Sosyalizmi, üzerinde cımlı’nın “Görev yapmada vuryaşadığımız ülke koşullarına uyarlamak da vardır, vurulmak da... yan Türkiye Devrimi’nin Önderi Hepsi vız geldi ve de gelmelidir.” Kıvılcımlı Usta’nın unutulmadığı dediği ve gösterdiği gibi, vurmayı da gibi; vurulmayı da göze alarak atıldı AB-D Emperyalistlerine karşı mücadeleye. Yılmadı. Geri durmadı. nerede bir mücadele yükseliyorsa Hep en önlerde yer aldı. Taviz verorada olan Kahraman Gerilla Che medi, uğruna yaşamını adadığı SosGuevara’nın unutulmadığı gibi; yalizm Mücadelesinden. Kübalı eski gerilla ve ülkenin en Bütün insanlar insan olarak güçlü devrimci kişiliklerinden doğar, ancak insan olarak ölmezler. Juan Almeida Bosque Yoldaş Wilma Espin Yoldaş’ın unutulmadıBir kısmı kendi bencil çıkarları için, ğı gibi, Almeida Yoldaş da unutulmayacak… mal-mülk, şan-şöhret için insancıl değerlerden uzaklaşırKübalı Yoldaşlar, Juan Almeida Bosque Yoldaş’ın “ile- lar. Sonuçta insanlıktan çıkmış, adeta hayvanlaşmış olarak lebet halkının yüreğinde ve zihninde yaşayacağı”nı ölürler. açıkladılar. Bazıları da Almeida Yoldaş gibi son nefeslerine kadar Sadece kendi halkının mı? insanlığın kurtuluşu, insancıl değerlerin yüceltilmesi için Hayır. Almeida Yoldaş; anısıyla, mücadelesiyle ve mücadele ederler. Yani insan olarak geldikleri dünyadan onurlu yaşamıyla tüm halklara yol göstermeye, insanlığın insan olarak giderler sonsuzluğa. kurtuluş yoluna ışık olmaya, o yolları aydınlatmaya devam İnsanlığın kurtuluş mücadelesinde düşenler ölümsüzedecek. dürler. Bu nedenle, Küba Devrimi’nin Komutanlarından Komünist Şairimiz azım Hikmet bir şiirinde: Almeida Yoldaş ölümsüzdür! Küba Halkının ve Dünya Halklarının kavgasında, yüreYani içerde on yıl, on beş yıl, ğinde sonsuza kadar yaşayacaktır! Daha da fazla hatta Tüm gerçek devrimcilerin başı sağ olsun. Geçirilmez değil, 14 Ağustos 2009 Geçirilir, Kararmasın yeter ki Halkın Kurtuluş Partisi Sol memenin altındaki cevahir!” der. Merkez Komitesi idamının engellenmesiydi. Bu üç Koalisyon lideri tartışma sonunda, ABD’ye verdikleri A. Öcalan’ı idam etmeyecekleri yönündeki sözlerini bir mutabakat metniyle imza altına almışlar ve karara dönüştürmüşlerdir. Böylece de idam kararını Meclis’e göndermeyerek Başbakanlıkta bekletmeye almışlardır. Tabiî bu arada da idam cezasının kaldırılması yönünde Anayasa değişikliği yapma hazırlıklarına başlamışlardır. Onu da sonuçlandırarak idam cezasını tümden kaldırmışlardır. Yani Devlet Bahçeli de Koalisyon ortağı olarak iktidarda olduğu dönemde ABD’nin emirlerini iktisadi planda olduğu gibi siyasi planda da harfiyen yerine getirmiştir. Demek istediğimiz, Parababaları partilerinin tümü ABD uşağıdır, ABD hizmetindedir, ABD’nin bir dediğini iki edemezler. Bir yanlış anlamaya yer vermemek için konunun şu yönüne de değinmemiz gerekir: Bizim yukarıdaki anlatımımızdan siyasi konularda idam cezasına taraftar olduğumuz gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Biz, Parti Programı’mızda da belirttiğimiz gibi, idam cezasını yalnızca ağır cinsel suçlarda savunmaktayız. Onun dışındaki alanlarda işlenen suçlarda idam cezasına karşıyız. Yukarıda Abdullah Öcalan’ın idam cezasının kaldırılması konusunda MHP’nin tutumunu göz önüne sermek; onun ne denli ABD uşağı olduğunu ve ABD’nin emirleri dışında davranamayacağını göstermek istedik. Yoksa A. Öcalan’ın idamından yanaymışız gibi bir anlam kesinlikle çıkarılmamalıdır. Bizim devrimci çözümümüz, biz gerçek devrimcilerin, gerçek devrimci bir Kürt Hareketiyle kardeşçe ittifakının yürüteceği Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişovenist bir mücadelenin yani Demokratik Halk Devriminin zafer kazanmasıyla oluşacak Demokratik Halk İktidarı tarafından gerçekleştirilecektir. Bu Halkların kardeşliği, eşitliği, özgürlüğü ve Kürt Halkının gönüllü birliği üzerinde inşa edilecektir. Bunun adı yine hep söylediğimiz gibi: Edirne’den Çin sınırına dek uzanan geniş bir coğrafya- D. Bahçeli yı kapsayan Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti olacaktır. ABD, AB ve Rus Emperyalistlerinin saldırganlıklarına ve bölgeye hakim olma isteklerine, planlarına karşı, aşılmaz, sarsılmaz bir set, bir kale oluşturacaktır. Tüm emperyalist güçleri bu devasa alandan kovacaktır… Doğal coğrafyaya dayanan Yeni Sosyalist Sovyetler Birliği oluşturulacaktır, nihayetinde bu çözüm… Tabiî ilk aşamada böyle bir büyük birlik olamayacaktır. Ama onun çekirdeğini meydana getirecektir. Yani ilkin Anadolu ve Kürdistan’da kurulacaktır, bu Demokratik Halk İktidarı… Oradan da Asya’ya yayılarak ve Türk Cumhuriyetleri’nin tamamını kapsayarak Çin sınırına dayanacaktır… Bu bizim devrimci ideolojimizdir. Bu anlayışımızı, bazıları, çok uzak bir hedef, hatta bir hayal olarak niteleyebilirler… Olabilir… Bu bizim devrimci hedefimizdir. Fakat gerçeklere ve Marksist-Leninist prensiplere dayanan bir hayalimizdir. Kahraman Gerilla Che diyor ki; “Herkesin özgürlüğü hayallerinin büyüklüğü kadardır!” CHE de tüm Latin Amerika Halklarının birliğini önüne hedef olarak koymuştu… CHE’nin hayalini de bugün Fidel, Chavez, Morales önderliğinde savaşan Latin Amerika Halkları savunuyor… Biz inanıyoruz ki CHE’nin hayali de gerçek olacaktır. Tabiî bizimki de… Arçelik’te mücadele: Yeniden! Kazanana kadar! Baştarafı sayfa 20’de IMF ve DB talimatlarını birebir uygulayan AKP iktidarını protesto ettiler. “IMF-Dünya Bankası Defol, Bu Ülke Bu Halk Satılık Değil” diye haykırdılar. Sütlüce’de bulunan Arçelik Genel Müdürlüğü önünde 14 Ekim’de, E 5 Karayolu güzergâhı üzerinden Boğaz Köprüsü geçilerek, Nakkaştepe’deki Koç Holding önüne kadar bir yürüyüş olacaktı. Ama işçilerin sayısının 10 katı polis ablukası yürüyüşe izin vermedi. Nakkaştepe’de Direnişçileri bir polis ordusu bekliyordu. Burada bir basın açıklaması yapıldı. Dönüş yolunda, Boğaz Köprüsüne çıkan işçiler, “Gün Gelecek Koç Holding İşçiye Hesap Verecek” sloganını haykırdılar. Direnişçi İşçiler Sınıf dayanış- masını da unutmadılar. The Plaza Oteli’nde, OLEYİS Sendikasına üye oldukları için işten atılan, işçi kardeşlerinin mücadelelerine destek verdiler. Arçelik ve Koç Holding şunu çok iyi bilmelidir ki, ya mahkeme kararına uyacak, işçileri işe başlamasına evet diyecek; ya da 4 ay boşta geçen süre, 12 ay sendikal tazminat olmak üzere 16 ay ücret tutarında tazminat ödemeyi kabul edecek. Arçelik’in başka bir yolu yoktur. Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanın söylediği gibi, “Onların bankalarda milyon dolarları olabilir. Karşımıza topla, tüfekle, polisi, panzeriyle gaz ile çıkabilirler. Ama biz de İşçi Sınıfıyız, bizimde örgütlü gücümüz var. Biz kazanacağız.” Arçelik İşçisi, mücadelesini, önderleri öncülüğünde zaferle taçlandıracaklardır. İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız! Kurtuluş Partili İşçiler IMF-DB, İşsizlik Pahalılık Zam Zulüm Demektir! 6 Ekim Salı günü, IMF ve DB’nin Türkiye’ye gelişi nedeniyle Türkiye çapında düzenlenen ortak basın açıklaması, Konya’da; DİSK-KESK Şubeler Platformu’nca Zafer Meydanı’nda gerçekleştirildi. Basın açıklamasına DİSK bağlı sendikalardan Nakliyat-İş Sendikası’nın katılımı çok yoğundu. Eyleme; DİSK’e bağlı Sosyal-İş, Emekli-Sen, KESK’e bağlı sendikalardan Eğitim-Sen, Kültür Sanat-Sen, BES, SES katıldı. Kurtuluş Partisi olarak yo- ğun bir katılım gerçekleştirdiğimiz eylemde, ÖDP ve Halkevleri’nin de temsilci düzeyinde katıldığı basın açıklamasını DİSK adına, Konya İl Temsilcisi ve akliyat-İş Sendikası Bölge Temsilcisi Ali Özçelik gerçekleştirdi. Özçelik konuşmasına; “Bu çağrıyı ülkemizde milyonlarca işçi ve emekçiyi bağrında bulunduran emek ve meslek örgütleri adına; emekten ve ülkesinin geleceğinden, bağımsızlıktan, sosyal adaletten, özgürlüklerden yana ilerici, devrimci, demokrat, sosyalist milyonlar adına yapıyorum” diye başladı. “IMF ve Dünya Bankası, emperyalist zengin ülkelerin az gelişmiş, gelişmekte olan ülkeleri bir sömürü aracıdır. Bu nedenle IMF ve Dünya Bankası lağvedilmeli, bugüne kadar ülkeleri sömürerek elde edilen kazançları halklara geri ödemelidir. Bizden aldıklarını geri istiyoruz.” dedi. Konya’dan Kurtuluş Partililer 8 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Cumhuriyet Gazetesi’ne Açık Mektup G Cumhuriyet Gazetesi Yönetimine! azetenizde, Tarhan Temur imzalı, “Parlamento Dışı Sol ve Kürt Açılımı” başlıklı bir seri yazı yayımlandı. Yazarınız, bu bağlamda, hiçbir eylem gücü olmayan sözde sol gruplara ve hatta “çantadaki” partilere bile başvurmakta, onların görüşlerine yer vermektedir. Tabiî bu tür her durumda olduğu gibi bu sefer de, biz, atlanmakta, görmezlikten gelinmekte ve yok sayılmaktayız. Bu tutumunuz bizim için artık sıradan olaylardan sayılmaktadır. Ve hiçbir şaşırtıcı tarafı bulunmamaktadır. Çünkü sosyalizm döneği yönetiminiz ve yazarçizer kadrolarınız bizi düşman bellemektedir. Burada, yüreği insan ve yurt sevgisiyle dolu gerçek Mustafa Kemalci, laik, namuslu aydın Oktay Akbal’ı sizlerden ayırdığımızı ve O’na her zaman sevgi ve saygı duyduğumuzu özellikle belirtmek isteriz… Başta duayeniniz İlhan Selçuk bize düşmandır. Sebebi mi? İ. Selçuk, 12 Mart 1971 öncesi YÖN’cüydü. Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı, Bu dergi (YÖN) çevresinin savunduğu görüşlerin tümünün küçükburjuva hayal dünyası ürünü, hiçbir bilimcil özelliği olmayan, pratik geçerliliği sıfır olan sayıklamalardan derleşik olduğunu matematiksel bir kesinlikle ortaya koyuverdi, “27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi” adlı eserinde. Eser Ant Yayınları’ndan çıktı. Sol ortam okudu. Ve tabiî bu çevrenin ne denli boş ve kof olduğunu görüverdi… Bu zavallılar, kendi yetersizliklerini gösteren Hikmet Kıvılcımlı’ya teşekkür edecekleri yerde, küçükburjuva gururları yüzünden bitmez bir biçimde kin bağladılar. İyi mi ettiler? Kesinlikle hayır… Böylece de en büyük kötülüğü kendilerine ettiler: Kendilerini boş ve kof yaşamaya mahkûm ettiler. Ve öyle de yaşadılar. İlhan Selçuk, 80’ini çoktan devirdi. Uzun yıllar dileriz. Fakat 40 yıl önceki kofluğunu, zavallılığını aynen koruyor. Bir arpa boyu yol almış-gelişmiş değil… 1999 seçimleri sonrasında, ABD malı, Kontrgerilla’nın özel örgütü faşist MHP’nin zaferini (yüzde 17 oy alarak, DSP’nin ardından en çok oy alan ikinci parti olmasını), “erde Hareket Orda Bereket” başlıklı köşe yazısıyla açıktan kutlamıştır, selamlamıştır, İlhan Selçuk… Hem de bu partinin faşist tetikçileri tarafından, 12 Eylül 1980 öncesi alçakça katledilen, Bedrettin Cömert, Ümit Kaftancıoğlu, Muammer Aksoy, Cavit Orhan Tütengil gibi bu gazetenin yazarları olan namuslu, yurtsever, antiemperyalist aydınların anılarını ve vatan topraklarını sulayan kanlarını hiçe sayarak. Her türden siyasi namusu ve ahlâkı ayaklar altına alarak… Bu devrim şehitlerine ihanet ederek… İ. Selçuk’un bu faşist partiyi desteklemesi o günden sonra hep sürmüştür bildiğimiz gibi… Yine aynı İlhan Selçuk, bir-iki yıl kadar önce, AB-D Emperyalistlerinin ve uşakları, işbirlikçileri, ortakları olan yerli FinansKapitalistlerin (Parababalarının) bile, kullanım süresi dolduğu için hurdaya çıkardıkları, ölüsü kokmuş Süleyman Demirel’i laik cephenin başına geçmeye çağırdı. Tabiî laik güçleri de S. Demirel’in önderliği altında bir araya gelmeye çağırdı. O Demirel ki: “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” der, 12 Eylül öncesinde; Abdi İpekçi’ye bir söyleşisinde. “En çok İmam Hatip Okulunu ben açtım. Doktor, mühendis, avukat bu okullardan yetişse, önce dinini öğrense fena mı olur?” der yine bir söyleşisinde. Yine 12 Eylül öncesindeki bir konuşmasında, sanki dine yasak, dindarlara baskı varmış gibi, “Bu ülkede herkes göğsünü gere gere ben Müslümanım diyebilmedir!” diyerek en aşağılık biçimde din sömürüsü yapar. Din alıp satar. Yerli-yabancı Parababalarının en kaşar siyasi hizmetkârıdır S. Demirel; “Dün dündür, bugün bugündür!” diyerek, her türden ilkeden, ahlâkî siyasi değerden yoksun olduğunu özdeyişlendirir. 1972 baharında, Denizler’in idamının Meclis’ten geçmesi için Adalet Partisi (AP) grubunun başında, kan teri dökerek çalışan ve o çabasını, yani Denizler’in idamını bugün de açıktan savunan Demirel’dir, o Demirel. İşte duayeniniz-akıldaneniz İlhan Selçuk bu Demirel’den medet ummaktadır! İnsan, insanın midesini bulandıran insan sefaleti böyle bir adamı (Adam diyoruz da bu lafın gelişidir) nasıl savunur? Savunabilmesi için bilmem ki ne olmalı?.. Herhalde İ. Selçuk olmalı… İ. Selçuk, bu ilkesiz, bilinçten ve mantıktan yoksun davranışlarından dolayı, hatırlanacağı gibi Taha Akyol ve benzerleri gibi, AB-D hizmetkârı-Yeni Sevrci Cephenin yazarlarınca alaya alınmıştı. Hatta, bugünün Ali Kemalleri olan o sinsi, ne yaptığını çok iyi bilen hainlerin bile acıma duygularını uyandırmıştı. Bu durumlara düşmesine üzüldük, gibi ifadeler belirtmişlerdir… Böylesine kafa karışıklığı içinde bulunan, bilimden bilinçten yoksun, uzun yazarlık yıllarını tırışkadan nağmeler okuyarak geçiren birinin, Önderimiz Kıvılcımlı’yı ve bizi anlaması tabiî ki mümkün değildir… Bu nedenle İ. Selçuk ve diğer kıdemli yöneticileriniz bize karşıdır. Hatta bize düşmandır. Tarhan Temur benzeri kadrolarınızsa silme döneklerden oluşmaktadır. Böyle Marksizm dönekleri, dönemeçlerinden hemen sonra soluğu Cumhuriyet’te alıyordu eskiden… Şimdi Aydın Doğan Medyası gibi Parababaları medyasına da doğrudan geçebilmektedirler. Sevgili Şairimiz Can Yücel, ünlü “Dönmeyenler” adlı şiirinde bunları “Aydın Doğan Solcuları” diye niteler. Eskiden böyle değildi. Döneklerin ilk Ilımlı İslam’ın Kıbrıs Çıkarması K ıbrıs üzerine AB-D Emperyalizminin emelleri hepimizce biliniyor. Amaç; Kıbrıs adasını AB’ye bağlı, Akdeniz’deki çıkarlarını koruyacakları bir üs; Ortadoğu’ya gereken müdahaleleri yapabilecekleri bir stratejik mevzi yapmaktır. Bunu başarabilmenin yolu ise adaya her yönüyle hâkim olmaktır. Bunun bir yolu da “Büyük Ortadoğu Projesi”nin ideolojik silahı olan “Ilımlı İslam”ı, Kıbrıs Türk Halkına kabul ettirmektir. Bu konudaki girişimlerinden bir tanesi ve en günceli Kur’an Kurslarının okullara yerleştirilmesidir. Bu girişime, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS) şiddetle karşı çıkmış ve çeşitli eylemlerle bu çalışmayı durdurmuştur. Kurslar da camilerde verilmeye başlanmıştır. Buna tahammül edemeyen Şeriatçı odaklar, 25 Ağustos 2009 tarihinde Lefkoşa’da eylem yapmıştır. 26 Ağustos tarihli Milliyet gazetesinin “KKTC’de yüksek gerilim” başlıklı haberine göre: “Çoğunluğunu Türkiye’den gelenlerin oluşturduğu Demokratik Haklar ve İnançlar Platformu, okullarda kurslara karşı çıkan KTÖS’ı kınamak ve “dini özgürlükleri” savunmak amacıyla dün Lefkoşa’da eylem yaptı. Yaklaşık 400 kişinin katıldığı eylemde, öğretmenler sendikası, “sarhoşlar” olarak nitelendi. “Eylemciler tekbir getirerek KTÖS binası önünde siyah çelenk bıraktı. Sendikada bulunan öğretmenler, tekbir seslerine Grup Yorum’un “Çav Bella” şarkısıyla karşılık verdi. Sendikadaki bir müzik setinden “Çav Bella” şarkısı yüksek sesle çalındı. KTÖS daha sonra platform eylemcilerinin bıraktığı siyah çelengi alarak Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği önüne bıraktı. Sendikacılar, çelenk için “gerçek sahibi Ak Par- durağı Cumhuriyet’ti. Orada yuvalarını yapınırlar, iyice palazlanırlar sonrada da, “biz artık kıdemli dönekler olduk; bizi görün, sermayenin hizmetine hazırız. Bizde hizmette sınır yoktur” anlamında mesajlar göndermeye başlarlardı, Parababaları medyasına… Tabiî onlar da hemen görür ve bu sefaletlerin transferini yapardı. Bu nedenden biz Cumhuriyet’e DÜÇ diyoruz. Bu bir zamanların halkımıza çok yararlı kamu kuruluşu, “DÜÇ–Devlet Üretme Çiftliği” değildir. Bu DÜÇ, Dönek Üretme Çiftliği’dir. Şu anda satılmış medyanın köşe başlarında bulunan hemen tüm yazarçizerler bu çiftlikten yetişmedir. CIA’nın, Pentagon’un sesi, şimdinin “Taraf”çısı Yasemin Çongar, yine “Taraf”çı Belgeli Murat, Cengiz Çandar, Hadi Uluengin, Ali Kırca, Şahin Alpay, uri Çolakoğlu, Ufuk Güldemir, Aydın Engin, Oral Çalışlar, Salih Memecan, Oral Tan ve Hasan Cemal bu konuda ilk akla geliveren ünlü döneklerdir, ünlü ABD uşaklarıdır. Günümüzün ünlü Ali Kemalleridir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece eski dönek yöneticiler değil, şu anki, yuvasını yapınan tıfıl dönekler de bize düşmandır. Adam dönmüş. Yüreği ve fedakârlığı yetmediğinden ideolojisinden vazgeçmiş, devrimci kavgada havlu atmış. Yani insanlığına elveda demiş. Fakat Hikmet Kıvılcımlı’ya, O’nun ve Yoldaşlarının 1920’lerde yükselttiği Marksizm-Leninizm bayrağı altında önderlerimize yaraşır bir şekilde dövüşen bize olan düşmanlığı, küçükburjuva kini baki kalmış. Onda bir değişme olmamış. O yüzden yalnız tepeden değil alt düzeyden de bize sansür uygulanmaktadır, Cumhuriyet’te… Yani üst ve alt düzeyler, tencere-kapak gibi birbirine uygundur. Küçükburjuva, her şeye gelir de tutarlı düşünce ve davranışa gelemez. Onun düşünce ve davranış dünyası gelgitlerle, çelişkilerle doludur. Bu nedenle de, İşçi Sınıfı Biliminin ışığında şaşmaz adımlarla ilerleyen bizler, onlar için tahammül edilmez, birlikte asla yürünmez insanlarız… Çünkü bizim yanımızda boşluğunuz- kofluğunuz, yüreksizliğiniz, çapsızlığınız her an ortaya çıkar. Yüzünüze tokat gibi çarpar. İşte o nedenden bizden uzak durur, hatta nefret edersiniz… Doğada olsun toplumda olsun; her canlı benzerini arar, bulur ve onun yanında vakit geçirir… Hayyam, ünlü dörtlüğünde bu gerçeği çok çarpıcı şekilde dile getirir. Dünya üç-beş bilgisizin elinde Onlarca her bilgi kendilerinde Üzülme, eşek eşeği beğenir Keramet var sana kötü demelerinde İşte bu gerçek ışığında sizin de benzerlerinizi Sevrci Soytarı Sahte Sol’u ve Yeni Sahte TKP’yi arayıp bulmanız, biziyse es geçmeniz-görmezlikten gelmeniz anlamlıdır, doğanıza uygundur. Bunu umursadığımız filan yok. Sizlerden, bizi de görün gibi bir talebimiz de yok. Buna asla tenezzül etmeyiz. Usta’mıza (Kıvılcımlı’ya), Finans-Kapital basını ve sizin gibi sahte Mustafa Ke- ti’ye iade edildi” dedi. “Eyleme katılan Fazıl Paşa Camii Derneği Başkanı Abdurrahman Ömeroğlu, KTÖS’ü “Kur’an’ı öğrenmeyi engellemekle” suçladı. KTÖS’ün Müslümanlığından şüphe duyduklarını söyleyen Ömeroğlu, “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmazlar” diye konuştu. Din Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere de, “Kuran kitabımızdır, okunacak, okutulacaktır” ifadesini kullandı. “Ak Parti’ye yüklenen KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil ise Ak Parti’nin “Kuzey Kıbrıs’a şeriat düzeni getirmeye çalıştığını” bildirdi. Elcil, “Ak Parti’ye sesleniyorum, Kuzey Kıbrıs’tan elini çek” dedi. Türkiye’deki Fethullah Gülen anlayışının Kıbrıs’a taşınmaya çalıştığını öne süren Elcil, “Türkiye’yi geri taşıyorlar, bizi de geri taşımak istiyorlar. Sonuna kadar direneceğiz. Kubilay’a yapılanların tekrar yaşanmasına izin vermeyeceğiz.”şeklinde konuştu.” (Milliyet, 26 Ağustos 2009) Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde oynanmak istenen oyun çok açık. O kadar pervasızlar ki, Bilimsel, Laik Eğitimi savunarak örnek bir davranış sergileyen KTÖS’ün önünde eylem yapıyorlar. Fazıl Paşa Camii Derneği Başkanı “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmazlar” demiş. Biz bu cümleyi çok iyi biliriz. “Yaşasın Sivas Kıyamımız” sloganları atarak tekbir sesleriyle Sivas’ta 37 malciler, sağlığında da ölümünden sonra da hep en iblisçe sansür uygulamıştır. Aynı namussuzca davranışa bizim de uğramamız işin doğası gereğidir. Biz bunları kanıksadık. Biz kendi mücadelemizle kitlelere ulaşıyoruz, sesimizi duyuruyoruz, ideolojimizi anlatıyoruz. Sonuçta siz de Finans-Kapital medyası da aynı yolun yolcususunuz. Hepiniz ABD’cisiniz. Parababaları düzeninden yanasınız. O yüzden bize düşmanlığınız temel bir görüş ayrılığına, bir ideolojik farklılığa da dayanıyor. Bunlar hep normal… Fakat siz, her yıl, basından sansürün kaldırılışının bilmem kaçıncı yıldönümünü kutluyorsunuz. Devletten geri kalmayan bir biçimde sansür uygularken bunu nasıl utanmadan yapabiliyorsunuz? Burjuva anlamda bile basın ahlâk ilkelerine uyamıyorsunuz. Bu nedenle de ahlâksızsınız, namussuzsunuz… Dolayısıyla da zavallısınız. Acınacak durumdasınız… Ömrünüz kabuk kemirmekle geçecek. Öze ulaşamayacaksınız. Dünyanın, Türkiye’nin gerçeklerini, sorunlarını, ilişki ve çelişkilerini, çözüm yollarını hiç öğrenemeyeceksiniz. Hiçbir konuda, gerçeğe uygun, doğru, tutarlı bir görüş ortaya koyamadan saçmalayıp duracaksınız. Yani bir baltaya sap olmadan gelip geçeceksiniz… Bizse her konuda bilimin sesini duyuracağız. Türkiye’nin her sorununa, halkamızın yararına, gerçekçi, tutarlı, uygulanabilir ve önü sonu belli, somut, açık çözümler ortaya koymaya devam edeceğiz. Türkiye Halklarının kurtuluşu-Demokratik Halk Devriminin zaferi, bizim gösterdiğimiz ve yürüdüğümüz yoldan gidilerek gerçekleşecektir. Bu kesindir… Kürt Sorunu’nu Önderimiz Kıvılcımlı 1933’te Elazığ zindanında, teorik planda kesin bir biçimde çözmüştür. Türk ve Kürt Halkının çıkarlarına uygun tek çözüm budur. Halkların kardeşliğini esas alan çözüm de budur. Biz, Usta’mızın 1933’te “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” adlı eserinde ortaya koyduğu bu teorik çözümü, o günden bu yana değişen dünyanın ve Türkiye’nin şartlarına uygun olarak geliştirdik. Usta, 1933’te Sovyetler Birliği’nin varlığında “Anadolu ve Kürdistan Halk Cumhuriyeti” biçiminde formüle ediyordu bu çözümü. Bugün Sovyetler Birliği yok. Sosyalist Kamp yok… Dünya’nın bu yeni şartlarında biz, Edirne’den Çin Sınırına kadar uzanan Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti olarak formülleştiriyoruz çözümümüzü. Doğal coğrafyaya dayanan Yeni bir dev Sosyalist Federasyon-Yeni bir büyük Sovyetler Birliği (tabiî Türk ve Kürt Halkından oluşacak) öneriyoruz, hedefliyoruz. Bu çözümün gerçekleşmesi, hem Kürt Sorunu’nu gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde çözecek, hem AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu ve Asya’dan kovulmasını sağlayacak, hem de Mustafa Kemal’in 1933’ün 29 Ekim’i gecesinde, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl kutlamaları kapsamında, Ziraat Bankası Genel Merkezi’nde, Genel Müdürün odasında, bir grup genç idealiste hitaben yaptığı konuşmada, Türk Milleti için öngördüğü hedefin hayat bulmasını sağlamış olacaktır. canı diri diri yakanları tahrik edenler de gazetelerde “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız” diyorlardı. Evet, Fethullahçılar için sıra Kıbrıs’a geldi. Ilımlı İslam’ı hâkim kılıp; Tayyipgiller’in gölgesinde Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ele geçirip, AB-D Emperyalizmine tam anlamıyla uşaklık edecek yönetimin kurulmasının ideolojik altyapısını oluşturmaktır amaçları. Yalnız bu kez yanılıyorlar. Gördüğümüz gibi, oradaki Aydın kesim, Laiklik konusunda çok net tavır alıyor. Türkiye’de KESK ve Eğitim Sen’de göremediğimiz net tavır, KTÖS’te var. İşte sendikal anlayış bu olmalıdır. Eğitim Sen, bu sendikanın Bilimsel, Demokratik, Laik bakış açısını ve bu ilkeleri militanca savunmasını örnek almalıdır. Kurtuluş Partisi’nin savunduğu bakış açısıyla KTÖS’ün Şeriata ve iktidara bakış açısı örtüşmektedir. KTÖS, haklı olarak “Türkiye’yi geri taşıyorlar, bizi de geri taşımak istiyorlar. Sonuna kadar direneceğiz. Kubilay’a yapılanların tekrar yaşanmasına asla izin vermeyeceğiz.”, diyor. Evet, ne orada, ne de Türkiye’de Şeriatın egemen olmasına izin verilmemelidir. Şeriat odağı oluşu Anayasa Mahkemesi’nce Tabiî bunları bir Devrimci Halk iktidarı yapabilecektir. Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişovenist Demokratik Halk Devriminin zaferinden sonra kurulacak, İşçi Sınıfının önderliğindeki Demokratik Halk İktidarı yapacaktır bu görevi… Bu, Kürt Sorunu’nun Devrimci çözümüdür. Bu sorunun bir de gerici, burjuva, AB-D’ci çözümü vardır. O da şu anda bir bölümü Irak’ta AB-D tarafından ortaya çıkarılmış olan; gerisi de yine AB-D Emperyalistlerinin dayatmasıyla, Tayyipgiller’e emretmesiyle Türkiye’de “Açılım”, saçılım yaygaralarıyla adım adım kotarılmaya çalışılan çözümdür. Bu iki çözüm birbirinin tam karşıtıdır. Akla kara gibi birbirine zıttır. Biri devrimci, diğeriyse gerici-burjuva, AB-D Emperyalistlerinin emrettiği çözümdür. Bizim devrimci çözümümüz Antiemperyalisttir, Antifeodaldir, AntişovenistirHalkların kardeşliğini esas alır. Dünya halklarının başdüşmanı AB-D Emperyalistlerini ve yerli işbirlikçilerini en büyük düşman beller; onlarla savaşı esas alır. Onları bölgeden kovmayı hedefler. AB-D’nin Tayyipgiller maşasını kullanarak yaymaya çalıştığı çözümse, Halkların düşmanlığını esas alır. Çözümünü, Hakların -Türk, Kürt ve Ermeni Halklarının- birbirini boğazlaması üzerine inşa eder. Türkiye’de de, Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da yaptığını yapmayı planlar. Amacı budur. Tarihin apaçık bir şekilde gösterdiği gibi, AB-D Emperyalistleri nereye gitmişlerse, onlarla birlikte oraya ölüm cellâdı da gitmiştir. Onlar, dünyada hiçbir meseleyi halkların yararına çözmemişlerdir. Bu nedenle AB-D’ci çözüm, Türkiye’yi Yeni Sevr’e götürmeyi amaçlar. Ve de Ortadoğu’da yeni İsrailler oluşturmayı-yaratmayı amaçlar. Bu nettir. Biz gerçek devrimciler olarak tabiî ki gerici çözümün karşıtı, devrimci çözümünse savunucusuyuz… Yine gerçek devrimciler olarak, her sorunda olduğu gibi Kürt Sorunu’nda da İşçi Sınıfı Hareketinin uluslararası çıkarlarını ve Dünya Halklarının çıkarlarını hesaba katarak-gözeterek çözüm ortaya koyuyoruz. Hayat diyalektiktir. Dünya Halklarının çıkarları diyalektik bir bağla birbirine bağlıdır. Bu nedenle hiçbir sosyal ya da ulusal sorun, tek başına ele alınarak doğru, halkların yararına bir çözüme kavuşturulamaz. Devrimci açıdan daima genel, bütüne ait çıkarlar, Proletarya Hareketinin uluslararası çıkarları göz önüne alınarak çözümler ortaya konur. Devrimci anlayışımız bunu emreder. Ve biz gerçek devrimciyiz… Bütün bunları siz “Cumhuriyet”çileri düzeltmek umuduyla yazmadık. Siz döneksiniz. Döneklerse, insanlıklarından vazgeçmiş yaratıklardır. İflah olmanız ancak Allah’ın yardımına kalmıştır… Biz sadece size bir ayna tutmak istedik… Görün kendinizi!.. Bizse doksan yıldır (bize uygulanan sansür konusunda) değişen bir şey yok diyoruz ve geçiyoruz… 05.10.2009 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi tescilli AKP İktidarı, Şeriatın yaygınlaşması için elinden geleni fazlasıyla yapacaktır. İnsanları “ Demokratik Açılım“ diyerek oyalarken saman altından su yürüten Tayyipgiller, halk düşmanı tavırlarını, yandaşlarıyla Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne taşımışlardır. Ama hüsrana uğrayacaklardır. Aydın, Laik kesimler bu gidişe izin vermeyeceklerdir. Topraklarımızda Şeriata karşı net mücadele verdiğimiz gibi, kardeş Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de Şeriatçılara karşı mücadeleye sonuna kadar destek olacağız. KTÖS’ün Onurlu Mücadelesi Bizim de Mücadelemizdir! Şeriata Karşı Ya Birleşmek Ya Ölüm! İzmir’den Bir Yoldaş CMYK CMYK Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor Kurtuluş Partisi Gençliği Yaz Kampı… Hepimizin Bir Ortak Adı Vardı: Kurtuluş Partisi Gençliği! K urtuluş Partisi Gençliği olarak, ilk kez tüm illerdeki genç yoldaşlarımızın katılımıyla Gençlik Kampı düzenledik. Kamp’ımızı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Balıkesir-Gönen’deki “Kemal Türkler Eğitim ve Tatil Sitesi” kampında 15-20 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirdik. Evet, Kamp’ımızın amacı hem bedenimizi hem de zihnimizi eğitmekti. Bunu başardık hem de fazlasıyla... Kamp sonuna kadar her sabah bu böyle devam etti. Kimse programın en ufak bir parçasını bile geri plana atmıyordu, hepsi görevdi ve en iyi şekilde yapılmalıydı. Hep beraber yediğimiz sabah, öğle, akşam yemeklerinin tadı bir başkaydı yoldaşlarla oturulan sofralarda. Yaptığımız seminer ve eğitim çalışmaları ile artık zihnimizi de eğitmeye başladık. Öncelikle konular, hazırlanan arkadaşlar tarafından Nasıl mı? Kamp programımızda ilk olarak tanışma etkinliğimiz vardı. Komitemizin başkanlığında programımıza başladık. Tüm yoldaşlar kendini, nereden katıldığını anlattıkça içimizde ifadesi zor bir heyecan oluştu. Çünkü Türkiye’nin her bir köşesinden yoldaşlarımız vardı. Yani Türkiye’nin dört bir yanında Ustamız Hikmet Kıvılcımlı’nın yiğit, fedakâr, cefakâr öğrencileri vardı. Çoğu yoldaşımızla daha önce tanışmamıştık ama dünya da hiçbir şeyde tadı olmayan bir farklılık vardı. Tanımıyorduk ama hepimiz ortak bir amaç için mücadele ediyorduk. Hepimizin tek bir adı vardı aslında: KURTULUŞ PARTİSİ GEÇLİĞİ. Bu gerçekten insanın bütün bedenini saran muhteşem bir duyguydu. Bu güzel sohbetin ardından müzik programımıza geçtik. Hep bir ağızdan aynı türküleri söylüyor, aynı halayları çekiyorduk ve hepimizin gözünde aynı heyecan vardı. Sabah 07:00’da kalktığımızda tüm yoldaşlarımız sabah sporu için hazırdı. Evet gözlerde uyku ama yüreklerde görev bilinci vardı. sunuluyor daha sonra tüm dinleyici arkadaşların katılımıyla sorular sorulup, bu soruların üzerinden tartışılıyordu. İlk konumuz; “Devrimci Önder edir?” idi. Evet Partiliydik, devrimciydik ama nasıl bir devrimci önder olabilirdik? İlk olarak bu konunun işlenmesi gerçekten iyi oldu. Çünkü doğru önderlik bizler için çok önemli. Bu hayatın her alanında gerekiyor. İkinci konumuz; “Gençlik Örgütlenmesi” idi. Okullarımızda, işyerlerimizde vb. mücadele alanlarımızda yapacağımız sıkı örgütlenmenin nasıl olması gerektiği konusunda sunucu arkadaşımız bilgi verdi. Ardından söz alan yoldaşlarımız, pratik deneyimlerini aktardılar, yeni biçimler üzerinde tartışmalar yürüttük. Üçüncü konumuz ise; “İşçi Sınıfı ve Gençlik” idi. Devrimci Sendikal Mücadelenin Önderi DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun anlatımı ile İşçi Sınıfı ve gençliğin ayrılamayacağını, bir kez daha çıkarttık bilincimize. Zaten bu konuya Kurtuluş Partisi Gençliği olarak yabancı değildik. Hangi işyerinde işgal, grev, direniş varsa orada Kurtuluş Partisi vardı. Dördüncü konumuz; “Türkiye Devrim Hareketinin Tarihi”ydi. Bu konuda Yoldaşımız Avukat Ayhan Erkan’ın geçmişten günümüze Tarihimize ışık tutan sunumuyla, Partimizin gerçekten İşçi Sınıfı Tarihini temsil ettiği ve ayakları ülkemiz topraklarına basan tek Hareket olduğumuz bir kez daha beyinlerimize kazındı. Beşinci konumuz ise; “AB-D, Şeriat ve Türkiye” idi. Ülkemizin nasıl adım adım Ortaçağ karanlığına götürülmek istenildiği, Şeriatın ne olduğu örnekleriyle anlatıldı, Türkiye ve Halklarımız açısından tarihten bugüne işlendi ve tartışıldı. Son konumuz; “Yeni Sevr’e Sürüklenen Türkiye” idi. Başkanlık Kurulu adına Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı, çok doyurucu ve bilgilendirici bir sunumla aydınlattı bizleri. ABD Emperyalizminin ülkemizi üç parçaya bölme planlarının Yeni Sevr olduğunu ve bunu önlemenin yolunun örgütlü mücadeleden geçtiğini bilincimize çıkardık. Yoldaşımız Kamp’ımızı değerlendirerek, çok önemli bir etkinlik gerçekleştirildiğini ve bu vesileyle gençlik örgütlenmesinin daha da gelişmesi dileğiyle konuşmasını bitirdi. Evet, Kurtuluş Partisi Gençliği olarak yine kendimize yakışır bir etkinlik sergiledik ve Kamp’ımızı başarıyla sonlandırdık. Yoldaşlardan ayrılmak hiçbirimiz için kolay değildi. Çünkü dört gün aynı sofrada oturduk, aynı şarkıları söyledik, aynı halayları çektik ve en önemlisi hep bir ağızdan ‘’Kurtuluş Partisi Gençliğiyiz’’ dedik. Artık Kamp’a gelmeden önce ki Ayşe, Ahmet, Fatma değildik! Yüreklerimizi ve bilinçlerimizi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın teorisiyle doldurmuştuk, artık bu teoriyi pratiğe dökme zamanıydı ve “YURTKUR Uyuma Yurt Kur” adlı eylemimizle de ilk KIVILCIM’ı çaktık! Kurtuluş Partisi Gençliği 9 Gericiliğe ve Ortaçağcılara Bir Meydan Okuma YURTKUR Kampanyamız hangi siyasal gerekçelerle yapıldı? Ne kazandırdı? Taksim K ampanya bildirimiz, dışarıdan bakan “herkes” için “YURT” talebinin ne kadar haklı bir talep olduğunu, rakamların diline başvurarak, olabildiğince açık biçimde ortaya koyuyor. Üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı ve her yıl üniversitelerin örgün öğretim yapan fakülteyüksek okullarına kayıt yaptıran öğrenci sayısı toplanıp-çıkartıldığında, var olan Devlet Yurtları’nın ihtiyacı karşılamaktan çok uzak olduğunu, veresiye defteri tutabilecek kadar matematik bilen “herkes” görebiliyor. Bildirimizde de netçe koyulduğu gibi; 27 Mayıs 1960 Politik Devrimi’nin kazanımlarından olan YURTKUR’un kuruluş gerekçesi: “Yüksek öğrenim öğrencilerinin çağdaş ve güvenilir barınma, beslenme, kredi-burs hizmetleriyle öğrenimlerine, sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerle kişisel gelişmelerine sosyal devlet yaklaşımıyla katkıda bulunmaktır.” cümlesiyle ortaya koyulmuştur. 1961 Anayasası’nda devlet olmanın en temel görevinden bahsedilmiştir ve görev, öğrencilerin eğitim ihtiyaçlarından biri olan barınma ihtiyacını da kapsamaktadır. Buraya kadar mesele, vatandaşımızın da alışkın olduğu üzere; işte “iktidarlar görevini yapmamıştır”, “sorun ihmal edilmiştir”, “vurdumduymazlık” gibi yorumlarla geçiştirilebilecekmiş gibi görünüyor. Kampanya yürüyüşümüzün Taksim Meydanı’ndan başlayıp 3 gün süren, 5 ili kapsayan ve Ankara’da YURTKUR Müdürlüğü önünde 44 arkadaşımızın gözaltına alınmasıyla hayli de olaylı biçimde biten bir eylem programının olmasına rağmen basında çok az yer bulabilmiştir. Ama bu yazıda vurgulamak istediğimiz nokta, konuya duyarlı görünen Cumhuriyet Gazetesi dâhil haber yapan tüm basın organlarının (polisin kendi haber sitesi dışında) “görmezden geldiği” kampanyanın içeriği ve önemi, 20 metrelik dev pankartta yazdığımız temel sloganında yatmaktadır: “e Cemaat Yurdu, e Tarikat Evi! İnsanca Yaşanılacak Yurtlar İstiyoruz!” Kampanyamızı bu temel slogan etrafında örgütledik 1 yıl boyunca. Ve öyle sanıyoruz ki bu slogan, sorunun önceki paragraflarda belirttiğimiz gibi bir matematik sorunu olmadığını ortaya koyuyor. Daha da doğrusu matematik problemiymiş gibi görünen meselenin nedenini ortaya koyuyor. Rakamlar ancak, AB-D’de dikilen “Siyasal İslam Çuvalı”nın Türkiye Halklarının başına geçirilebilmesi için meczuplaştırılmış, vatan-millet kavramlarından arındırılmış Yargıç, Savcı, Polis, Mühendis, Doktor, Öğretmen vb. müritler yaratma projesinin en önemli ayaklarından olan Fethullah Gülen ve bilumum cemaat-tarikat “YURTLARI-EVLERİ” karşıdevrimci planının boyutunu göstermeye yarıyorsa anlamlıdır bizce. Çünkü sorun TC “sosyal” devletinin görevini yerine getirmemesinden ötürü ortaya çıkan salt bir barınma sorunu değildir artık. Kampanyamızın da en önemli görevi işte budur. Biliyoruz ki çok küçük bir kesim dışında üniversiteyi kazanan her öğrenci ve ailesi, “barınma” sorunuyla mutlaka yüzleşiyor. Hatta çoğunlukla üniversite tercihlerini etkileyecek kadar önceden çalıyor kapısını insanlarımızın. “Barınma sorunu vardır ve bunun sorumlusu YURTKUR’dur” demek malumun ilamından başka pek bir şey ifade etmeyecektir onlar için. Parti Gençliğimizin kampanya sürecinde dağıttığı on binlerce bildiri, binlerce afiş ile yerine getirmiş olduğu görev eşsizdir. Çünkü başlangıçta sadece üniversite öğrencileri gibi toplumun “seçilmiş” çok özel ve küçük bir bölümünün sorununun, içine itildiğimiz ve AB-D Emperyalistlerinin yıllardır ördüğü “Yeni Sevr” sürecine hizmet eden planın sonucu olduğunu gösterebilmiştir. Partimizin buradaki başarısı; çok somut ve yaşayanlar için hayli de yakıcı olan bir konudan yola çıkmış olmakla kalmayıp, siyasi kimliğimizi gizlemek bir yana, mümkün olduğunca vurgulayarak, sorunu yaşayan kitle başta gelmek üzere, kamuoyunu bu haince plana karşı örgütlenmeyetepki göstermeye cesurca çağırmış olmasındadır. Yurt sorununun arkasında yatan nedenleri tüm gerçekliği ile en başından beri gerek yazılı olarak bildirilerimizle, gerekse görsel olarak afiş ve pullarımızla ortaya koymuş olmamız, dostlarda coşku ve başta Tayyipgiller’in Fethullahçı polis ve valilikleri olmak üzere de şiddetli tepki ile karşılık bulmuştur. Bunu en somut olarak kampanya afişlerimizin İstanbul, Bursa, İzmir gibi illerde yasaklanmasıyla gördük. Vurduğumuz yerden ses gelmesi de bizi ayrıca onurlandırmıştır. Yasaklama kararlarına karşı verdiğimiz mücadele de Türkiye Devrim Tarihine kazanımla sonuçlanmış hukuk mücade- Elbette bu demek değildir ki, öğrenci gençliğin barınma sorununun diğer bileşenlerini yok sayacağız, görmezden geleceğiz. Kurtuluş Partisi Gençliği’nin ve öncüllerinin bu konudaki Tarihi, nice somut kazanımlarla sonuçlanan mücadelelerle doludur. Gençliğimiz, kampanya dâhilinde sadece elden değil, Partimizin logosunun bulunduğu “www.yurtistiyoruz.org” adresi üzerinden de elektronik olarak imza toplamıştır. Halkımızın üzerinde yürütülen onca psikolojik harekâta rağmen binlerce insanımız, Kampanyamızın olanca açık siyasal içeriğine ve Partimizin açık imzasına olumsuz anlamda takılmaksızın, bu internet sitesinden imzaları ile destek vermiştir. Bu da gösteriyor ki, inanmaktan hiç vazgeçmediğimiz halkımıza beslediğimiz güven boşuna değildir. Kampanyamızın bir kazanımı da muhalif olanın “Ergenekoncu” ilan edildiği 1,5 yıllık süreç içinde, Tayyipgiller’e karşı açıktan ve en sert biçimde mücadele edenlerin olduğunu kitlelere göstermiş ama aynı zamanda da biz Kurtuluş Partililere de meşru bir zemin üzerinden halkla cesurca iletişime geçme olanağı sunmuş olmasıdır. Parti Gençliğimiz, üniversite kayıtları sırasında, daha öğrenciler otobüslerinden iner-inmez otogarlarda başlayan Ortaçağcı propagandaya karşı en önemli sesi, bu kampanya ile yükseltmiştir. Ama bu ses olması gereken gücünden oldukça zayıftır ve sanıyoruz ki mücadelenin içerisinde olan bütün genç yoldaşlarımız, siyasi mücadelede tümenlerin konuştuğunu açık şekilde görmüştür. Bunun yakıcılığını hissediyorsak eğer, içinde bulunduğumuz konağın en önemli Parti gör- lesi örneği olarak hediye edilmiştir. Öğrenci gençliğin barınma sorunuyla ilgili vermiş olduğu mücadele, sorunun geldiği yeni boyutuyla ilk defa bizim kampanyamızla olması gereken siyasal temele oturmuştur. “YURTKUR UYUMA YURT KUR” kampanyamızdan sonra yapılacak her türlü mücadele eğer gerçek bir mücadele olmak istiyorsa, önceki cümlelerimizde de değindiğimiz temelden yola çıkmak zorundadır ve öyle de olacaktır. Kampanyamız; öğrenci gençlik hareketinin en önemli mücadele alanlarından biri olan “yurt mücadelesi”nde, bugünün gerçekliği içerisinde tutulması gereken ana halkayı göstermiş bulunmaktadır. evi olan örgütlenmenin önemini de bir kez daha ve daha somutça kavramışız demektir. Bu da biz Kurtuluş Partisi Gençliği için kampanyamızın en önemli kazanımlarından biri olur. Ankara Eylemimizden önceki gece yaptığımız toplantıdaki son sözlerimize atıfta bulunarak bitirelim yazımızı, o günkü ruhu canlı tutmak adına… Yarınlar e Getirecek; Tam Olarak Bilmiyoruz… Ama Şunu Biliyoruz: Mutlaka Bizim Zaferimizi Getirecek… Kurtuluş Partisi Gençliği CMYK CMYK 10 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor Eylem Günlüğü... K İstanbul Dolmabahçe Yürüyüşü urtuluş Partisi Gençliği; “e Tarikat Evi e Cemaat Yurdu, YURTKUR Uyuma Yurt Kur”, “Har(a)ç’lara Hayır” diyerek Paralı Eğitime ve Ortaçağcı İrticacılara karşı, 1 yıldır Yürüttüğü Kampanyayı Türkiye çapında yaptığı bir yürüyüş ve eylemlerle sona erdirdi. Ramazan ayının ortasında yapılan bu yürüyüş açıkça Gericilere, Şeriatçılara bir meydan okumaydı. Dostların daha da bir güvenini pekiştiren, düşmanın daha da kinlenmesine neden olan bu Kampanyayı Kurtuluş Partisi Gençliği başarılı bir şekilde yürüttü ve alnının akıyla sonlandırdı. Bu yazıda Gençliğimizin yürüttüğü bu kampanyayı adım adım ele alacağız. propagandasını yaptık. Gerektiğinde ev ev dolaşarak binlerce imza topladık. Bir yandan da “www.yurtistiyoruz.org” adıyla İnternet sitesi kurduk ve açık Parti imzamızla imzalar toplayarak, Kampanya’mızı burada da sürdürdük. Ajitasyon-Propaganda: İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Tekirdağ, Kayseri, Konya, Eskişehir, Bursa, Muğla, Antalya, Gebze, İskenderun, Samandağ, Nazilli gibi il ve ilçelerimizde Kampanya boyunca afiş, bildiri, çıkartma, yazılama ve imza toplama eylemleri yapıldı. Üzerinde Tayyip maskeli Fethullah resmi bulunan Afişimiz, Ortaçağcıları ve kamunun hemen her alanına yerleşmiş Fethullahçıları rahatsız etmiş olacak ki, yapıştırılmak üzere bildirim yapılan bir iki il, ilçe dışında bütün il ve ilçelerde “yasaklandı”. Bunun üzerine yasak kararının kaldırılması için İzmir İdare Mahkemesi’nde açtığımız İptal davasını kazandık. Hukuk alanında da bir zafer kazandık. Tabiî bu süreç Kampanya’mızı duyurmamızı engelleyemedi. Afiş ve çıkartmalarımızla yine de duyurduk kendimizi. Yine yukarıda saydığımız il ve ilçelerimizin büyük çoğunluğunda stantlar açarak hem Kampanya’mızı anlattık hem de Parti’mizin Bağış kampanyası: Bir de bağış kampanyası başlattık. Başta Genç Yoldaşlarımız gelmek üzere analarımız, babalarımız, işçi gençliğimiz ve kamu emekçilerimiz büyük fedakarlıklarla bağışlarını yaparak mali yönden yürüyüşü kotarmamızı sağladılar. Yürüyüş öncesi çalışmalar B ir yıllık çalışmanın ürünü olan ve birçok il ve ilçede sürdürülen “YURTKUR Uyuma Yurt Kur” Kampanyamız; 7 Eylül’de İstanbul’dan başlayıp İzmit, Bursa, Eskişehir ve Ankara’da gerçekleştirdiğimiz yürüyüşler, bu illerde yapılan basın açıklamaları, ardından 9 Eylül günü Ankara’da YURTKUR önünde yapılan ve toplanan imzaların teslimi, 44 Yoldaşımızın gözaltına alındığı militanca bir eylemle son buldu. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere, birçok il ve ilçede açılan stantlarda ve internet üzerinden on bine yakın imza toplanmış, binlerce afiş asılmış, bildiri dağıtılmış ve basın açıklamaları gerçekleştirilmiştir. Son yıllarda gerçekleştirilen en uzun soluklu gençlik mücadelesi sayılabilecek Kampanyamız, tüm güncelliğine, yakıcılığına, meşruluğuna ve haklılığına rağmen, medyadan hak ettiği ilgiyi bulamadı. Kampanyamız, Üniversite Gençliğinin çok önemli bir sorununu gözler önüne sermesi ve Ortaçağcılara havale edilen barınma sorununu gündeme taşımasına rağmen, basında bir yıl içerisinde ancak birkaç defa yer alabilmiştir. Basında yer alan bu haberler de; daha önce gazetemizde de yayımlanan; kampanyamız çerçevesinde, YURTKUR binasında Milli Eğitim Eski Bakanı Hüseyin Çelik’e yönelik Yoldaşlarımızın yaptığı protesto eylemi, bu protestonun arkasından, yoldaşlarımıza gelen yurttan atma ve burs kesme cezaları ve 9 Eylül günü Teknik hazırlıklar: Yürüyüş günü yaklaşırken tatlı bir telaş aldı hepimizi. Bir yandan teknik hazırlıklarımızı yaparken, diğer yandan kamuoyu ve basına ulaşıp Kampanya’mızı duyurmak için çalışıyorduk. Kurumlarla, aydın ve sanatçılarla görüşüyor, pankartlarımızı, dövizlerimizi, tişörtlerimizi hazırlıyorduk. Yürüyüşün başlayacağı İstanbul İl Binası, gece yarılarına kadar genç yoldaşlar tarafından dolduruluyordu. Yürüyüşümüz İstanbul: Taksim Meydanı’nda bir basın açıklaması ile başladı yürüyüş. Açıklamaya DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Dokuma-İş Sendikası Genel Başkanı Ramazan Kap, Eğitim-Sen, Belediye-İş Üyeleri, Partimizin Başkanlık Kurulu Üyeleri Serdar Çıngı ve Gürdal Çıngı ve bizleri uğurlamaya gelen analarımız, babalarımız, Kurtuluş Partililer gelmişti. Genç arkadaşlarımızın yaptığı basın açıklamasının ardından, üzerinde taleplerimizin ve sloganlarımızın yazılı olduğu 20 metrelik dev pankartımızla, kızıl bayraklarımızla, dövizlerimizle, sloganlarımızla, coşkulu bir şekilde Dolmabahçe’ye doğru yürüyüşe geçtik. Dolmabahçe yürüyüşümüzü 68 Gençliği’nin ABD’nin 6’ncı Filo’sunu denize Bursa döktüğü noktada, Yürüyüş Marşı’mızla, halaylarımızla, Partimiz Genel Sekreteri Ali Serdar Çıngı’nın yaptığı coşku ve heyecan dolu konuşmayla, tüm devrimci önderlerimize mücadele ve zafer sözü vererek noktaladık. Orada analarımız, babalarımız ve yoldaşlarımızla vedalaşarak otobüsümüze binip Kocaeli’ye doğru yola çıktık. Bu sırada görevli yoldaşlarımız tarafından Boğaziçi Köprüsü’ne; “e Tarikat Evi e Cemaat Yurdu, YURTKUR Uyuma Yurt Kur, Kurtuluş Partisi Gençliği” yazılı pankartımız asıldı. Köprü için epey uzun bir süre orada asılı kaldı. Arkadaşlarımız bu sırada sloganlarla Parti’mizin ve Kampanya’mızın propagandasını yaptılar ve başarılı bir şekilde eylemi sonlandırdılar. Kocaeli: İstanbul’dan gelen yoldaşları, Kocaeli ve Gebze bölgemizden yoldaşlar karşıladılar ve saat 16.00 sıralarında Yürüyüşümüz, Kocaeli Yürüyüş Yolu’nda başladı. Bu sırada Halkın yoğun ilgisiyle karşılaştık. Tabiî rahatsız olan Ortaçağcılar da vardı. Sabri Yalın Parkı’nda basın açıklamasını Ko- Kocaeli caelili genç yoldaşlarımız yaptılar ve yarım saat süren bir Oturma Eylemi yaparak halaylarla bitirdik basın açıklamamızı. Eylemin ardından yoldaşlarımız bizleri Seka Park’a götürdüler ve hep beraber simitlerimizi yedik burada. Gece ise Gebze İlçe örgütümüzde konakladık. Kampanya’mıza Şahkulu Dergahı tarafından bağışlanan, bir ablamızın yaptığı kavurmalı pilavımızı yedikten sonra değerlendirme toplantısı yaptık. Şarkılarla, türkülerle sonlandırdık o günümüzü ve Parti’mizin sıcak kucağına bıraktık kendimizi. Kuştüyü yatakta yatar gibi uyuduk o gece, sandalyelerin, betonun üstünde… Bir görevi yerine getirmenin huzuruyla… ri. Kızılay Hastanesi önünden başlayan Yürüyüşümüzü Osmangazi Parkı’nda yaptığımız basın açıklaması ve halaylarımızla noktaladık. Yo l d a ş l a r ı m ı z Parti binamızda karnımızı güzelce doyurduktan sonra Eskişehir’e uğurladılar bizi… Eskişehir: Arabamızın lastiği patladı ama belirlediğimiz saatte ucu ucuna yetiştik Eskişehir’e. Sakarya Irmağı’nın en büyük kolu olan Porsuk Çayı kenarındaki Adalar Boyu, Yürüyüş yaparak Migros önünde açıklamamızı yaparak, halaylarımızı çektik. Öğrencilerin, ailelerin ve yerel basının yoğun ilgisiyle karşılaştık orada da. Ankara’ya doğru yola çıktık sonra. Eskişehir Ankara: Bu sefer Genel Merkez’imiz kucak açtı bize. O gece orada konakladık ve ertesi gün saat 12.00’da Demirtepe Köprüsü’nden Yüksel Caddesi’ne doğru Yürüyüşümüz başladı. K ı z ı l a y Bulvarı’na geldiğimiz zaman polis barikatıyla karşılaştık. Burada “Öğrenciye Değil Tarikata Barikat”, “Öğrenciyiz Haklıyız Kazanacağız” sloganlarıyla engellemeyi protesto ettik ve Yüksel Caddesi’ne gittik. Burada basın açıklamamızı yaptıktan sonra YURTKUR’a doğru yürüyüşe geçtik. YURTKUR önüne geldiğimizde, önce açıklamamızı yaptık ve “siz yapmıyorsanız biz yapıyoruz yurdumuzu” diyerek, temsili bir temel atma töreni düzenledik. Bu törenin ardından görevli arkadaşlarımız topladığımız imzaları YURTKUR’a teslim etmek için binaya girdiler. Bursa: Sabah erkenden uyandık o gün. Hep beraber kahvaltımızı yaptıktan sonra düştük Bursa yoluna. Feribotta da açtık pankartlarımızı. Eylem yerine çevirdik orayı da. Kaptan ve güvenlik görevlileri müdahale etmek istediler ama izin vermedik, indirmedik pankartımızı. İndiğimizde jandarma karşıladı bizi. Kampanya’mızı, amacımızı anlattık ve kısa bir tartışmanın ardından jandarmayı gerileterek, otobüsümüze binip yolumuza devam ettik. Bursa’da yoldaşlarımız karşıladılar bizle- Neden sansüre uğradık? YURTKUR önünde yaşanan gözaltılardan kaynaklı haberlerdir. Kampanyamızın içeriğine, önemine yönelik haber sayısı, birkaç gazete yazısıyla sınırlı kalmış, YURTKUR Kampanyası, özüne uygun olarak kamuoyuna duyurulmamıştır, Parababaları medyası tarafından. Özellikle, Üniversite Gençliği açısından bu kadar açık ve çözülmesi acil bir soruna yönelik gerçekleştirilen Kampanyamızı basının görmezden gelişi ilk bakışta anlaşılmaz gibi görünse de, aslında neden ya da nedenler, bizce son derece basittir. Birincisi; Tarikatlara ve Cemaatlere havale edilen Yurtlar, ülkemiz üzerinde oynanan oyunların önemli bir parçası olan “Ilımlı İslam” projesinin; gençliği afyonlama uğraşında kullandığı en etkili araçtır. İşte Kurtuluş Partisi Gençliği’nin “YURTKUR Uyuma Yurt Kur” Kampan- yası da, Aydın Gençliğe yapılan saldırının en önemli ayaklarından birine net, cepheden bir tavır almadır. Bu Kampanya, yurt sorununu kitlelere taşıma, bunu bilinçlere çıkarma ve Devletin, Aydın Gençliğin barınma sorununu çözmekle görevli Kurumuna Kamu Yurdu Kurma görevini yapmadığı için hesap sorma amacını gütmektedir. Tabiî ki bu da Ortaçağcı Şeriatçı güçleri, onların hükümeti Tayyipgiller’i ve Parababaları medyası rahatsız etmektedir. Özellikle Partimizin Türban meselesindeki tutumuna, dinci basının saldırılarını hatırlarsak, bu konuda da neden bizi görmezden geldiklerini daha net kavrarız. Bu kadar açık bir sorunu dile getirdiğimiz için bizi eleştiremezlerdi, bırakalım manşetleri, gazetelerinin iç sayfalarına bile taşıyamazlardı, çünkü bu onları vururdu. Bunu yapmaktansa, tüm olanaklarıyla yapılan çalışmayı görmezlikten gelmek, gizlemek onlar için en iyi yöntem olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Eğer namuslu, dürüst gazetecilik, kamuoyunu ilgilendiren çok önemli bir olayı, “5 N 1 K”ya göre haber yapmaksa ve 1 yılı aşkın süren YURTKUR Kampanyamız gazetecilik açısından haber niteliği taşımıyorsa, bunun arkasında yatan gerçek, bu sorunun gündeme taşınmaması noktasında yukarılardan bir yerlerden gelen emirlerdir. İkincisi; Kampanyamız son yıllarda Aydın Gençliğin uzun erimli, yaygın ve bedel ödenen çalışmalarındandır. Biz Proletarya Sosyalistleri için, bu alışılmış bir durumdur. Biliriz ki, bedel ödenmeden sonuç alınamaz. Bedel ödemekten korkmadığımız, vurmayı da vurulmayı da göze aldığımız için, Kıvılcımlı Usta’nın düşünce oğulları ve kızları olarak, Proletarya Sosyalizmi mücadelesinde gönül rahatlığıyla, ikirciğe düşmeden, kararlı bir biçimde yol alıyoruz. Bu mücadeleyi hedefine İmzalar teslim edildikten sonra arkadaşlarımız bina kapısında, üzerinde “e Tarikat Evi, e Cemaat Yurdu, Yurt Kur Uyuma YURTKUR! Kurtuluş Partisi Gençliği” yazan pankartı açarak slogan atmaya başladılar. Coşku ve heyecan hat safhaya çıkmıştı. Bu sırada dışarıda hazır bekleyen arkadaşlar bahçe demirlerinden atlamaya başladılar ve YURTKUR binasına yöneldiler. Yürüyüşten beri kalabalık bir şekilde bizi izleyen polis ve özel güvenlik neye uğradığını şaşırmıştı. Hemen bina önünde ve dışarıdaki arkadaşlarımıza saldırmaya başladılar. Ancak hem bina kapısındaki hem de bahçe kapısındaki arkadaşlarımız uzun süre slogan atarak ve çatışarak direndiler. Bu arbede sırasında arkadaşlarımızdan olduğu gibi polisten de yaralananlar oldu. Polis 44 arkadaşımızı gözaltına alarak binaya girmemize engel oldu. Gözaltı sırasında da arkadaşlarımız onurlu duruşlarından taviz vermediler ve coşku, heyecan burada da devam etti. Partili Avukatlarımızın da müdahalesi ile gözaltılar aynı gece peyderpey serbest bırakıldı. Bırakıldıktan sonra yoldaşlar Parti’ye dönmeye başladılar… Her gelen mutluydu. Ne gözaltı, ne polis saldırısı yıldıramamıştı gençliğimizi! Gözler ışıl ışıldı ve zafer pırıltıları vardı bakışlarda. Herkes geldikten sonra yaptığımız değerlendirme toplantısıyla o geceyi de mücadele, kavga ve mutlak zafer sözü vererek bitirdik… Kurtuluş Partisi Gençliği Ankara ulaştırmak için yaptığımız bütün çalışmaları, sağcısı da solcusu da görmezden gelmekte. Bu da bize Usta’mızdan kalan bir miras. Usta’mızın adlandırmasıyla: “Susuş Kumkuması”. Ona da alıştık… Üçüncüsü; Belki en hayati olan durum ise bizim haberimizi (onların bakış açısıyla; “reklâmımızı”) yapmak, bizi kitlelere tanıtmak AB-D Emperyalistleri ve onların yerli uşakları için ölüm korkusuydu. Bu niceliğimizle yaptıklarımızı bilenler, niteliğimize uygun nicelikle buluştuğumuzda neler yapabileceğimizi çok iyi biliyorlar. Her zaman söylediğimiz gibi milyonları, yüz binleri değil, binleri Parti Bayrağımız etrafında kenetlediğimiz gün, halklarımız için alın yazısı olmayan bu köhne düzeni sarsacağımızı çok iyi biliyor düşman. Er ya da geç dost da öğrenecek… İnanıyoruz ki, bizim bilimli, bilinçli, inançlı ve kararlı duruşumuz, bu ablukayı da yıkacaktır. Marksizm-Leninizmin 20’nci Yüzyıldaki geliştiricisi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan devraldığımız ideolojimiz, er geç geniş halk kitleleriyle buluşacaktır. Bundan korkanların tüm çabaları boşadır. Sesimize milyonların sesini kattığımız gün yırtacağız bu sessizliği. Çıkaracağız halkımızı karanlıktan aydınlığa. İşte o zaman görmeyen gözler görecek, duymayan kulaklar duyacak!.. Kurtuluş Partisi Gençliği CMYK CMYK 11 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor Kurtuluş Partisi Gençliği: Emin olun biz kazanacağız! Gelecek bizim, gelecek güzel günlerin0 Y eni eğitim öğretim yılına Kurtuluş Partisi Gençliği çok hızlı, atak ve coşkulu başladı. İki önemli eylem gerçekleştirdi Gençliğimiz bu yaz. 15- 20 Ağustos tarihleri arasında yaptığımız Yaz Kampı ve 1 yıldır yürüttüğümüz “YURTKUR Uyuma Yurt Kur Kampanyası”nı sonlandırdığımız 7–8–9 Eylül Ankara Yürüyüşü. Gençlik Kampı’nda disipliniyle, yaratıcılığı, duruşu ile; Ortaçağcılara meydan okuyan Kampanya yürüyüşünde yiğitliği, cesareti, direngenliği ile bir kez daha dosta da düşmana da gösterdi kendisini. Kampımız0 Aslında Eğitim Kampı olan Yaz Kampı boyunca, yoğun bir eğitim çalışması, sportif ve kültürel faaliyetler yapıldı. Kuracağımız Sosyalist ailemizin nasıl olacağının bir örneği yaşandı hep beraber. Bir yandan; Usta’mızın bir taş değirmene benzettiği ve “eğer içine buğday atmazsak bir süre sonra kendi kendini öğütmeye başlar” dediği beynimizi, teorik eğitimle geliştirdik. Diğer yandan; yine Usta’mızın “beden tembelliği ruh tembelliği getirir” diyerek önemini vurguladığı bedensel faaliyetlerle hem bedenimizi hem ruhumuzu geliştirecek faaliyetlerde bulunduk. Yoldaşlarımızın yaratıcılıklarını, yeteneklerini konuşturdukları müzik, tiyatro gibi etkinliklerle de çok güzel zaman geçirdik. Programımızı aksatmadan uyguladığımız Kamp’tan daha da kardeşleşerek, yoldaşlaşarak, kavga ve mücadele azmimizi bileyerek ayrıldık. Ve Tarihin omuzlarımıza yüklediği görevi an geçirmeksizin yerine getirmemiz gerektiğinin bilinciyle… Kampanyamız0 “e Tarikat Evi, e Cemaat Yurdu” diyerek yürüttüğümüz Yurt Kampanyası’nın birincil hedefi; halkımızın çaresizlikten başvurduğu, binlerce öğrenciyi ve veliyi ağlarına düşüren Ortaçağcılardı elbette. Ramazan ayının ortasıydı. Özellikle Ortaçağcı Şeriatçıların daha da saldırganlaştığı günlerde; aslında Ortaçağcılara bir meydan okumaydı eylemimiz. Onları doğrudan hedef alan ve tam alınlarının ortasından vuran bir eylemdi Kampanya’mız. Diğer hedefimiz ise; “Har(a)ç Zamlarına, Özel Yurtlara, Paralı Eğitime Hayır” diyerek; eğitimin özelleştirilmesi, paralı hale getirilmesiydi. 3 günlük Programını harfiyen uygulayan Gençliğimiz, 4 ayrı ilde basın açıklamaları ile gerçekleştirdiği bu yürüyüşü, YURTKUR önünde, 44 gözaltının da yaşandığı bir eylemle, sonuçlandırdı. Yürüyüş boyunca ve gözaltı boyunca yiğit, kararlı, onurlu bir duruş sergiledi ve Parti’mize, Ustalarımıza, Halklarımıza layık olduğunu bir kez daha gösterdi. Ancak bu her iki etkinlikten çıkardığımız önemli bir ders var tabiî ki. Bizler Proletarya Devrimcileriyiz. Ve en önemli özelliklerimizden olan; “iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diyerek yapmamız gereken özeleştiriyi de yapmamız gerekiyor. Bu Kamp ve Kampanya etkinliklerimizi yüzlerle, binlerle yapamadık ne yazık ki. Nicelik olarak henüz gereken sayıda değiliz ve bugünün görevi olan örgütlenme görevimizi yeterince yerine getiremiyoruz. Her iki etkinliğimizin değerlendirme toplantılarında da bunu vurguladık; var olan niteliğimizi buna layık nicelikle taçlandırmak zorundayız! Ülkemiz açısından, Sevr bataklığına ve Ortaçağa sürüklenişimizin daha da hızlandığı günlerden geçiyoruz. Siyasi bakımdan AB-D ve onların yerli uşakları Tayyipgiller, bu amaçları doğrultusunda hızla ilerliyor, “açılımlar” ile halkımızın gözünü boyarken, ekonomik olarak da kriz bahanesi ile yüz binlerce insanımızı daha işsizlik, pahalılık, açlık ve yoksulluk cehennemine atıyor ve her geçen gün acılar daha da artıyor. AB-D’nin “açılımlar”ı; halkları birbirine düşürme, dünyada bin devletli eyalet sistemi kurmaya yönelik ve korkarız ki, biz bir an önce çoğalıp bu gidişi durduramazsak daha çok kan dökülecek, çok acılar çekilecek... Bu gidişe dur demeden oturmak, bir an boşluğa düşmek, tembellik yapmak, haklı gerekçeler bularak görevlerden uzak durmak bize yakışmaz. Küçükburjuva alışkanlıklarımızdan kurtulmak, daha çok yorulmak, daha az uyumak, daha çok okumak zorundayız. Çok fazla haklı gerekçe bulabiliriz ama “Gemileri Yakmadan” bu yolda başarılı olamayız. İyi birer devrimci önder olmak zorundayız. Okulumuzda, mahallemizde, işyerimizde örnek ve önder olmalıyız. Ne kadar sansüre uğratılsak da, yaptıklarımız görmezden gelinmeye çalışılsa da, bunu aşmanın tek yolu ÇOĞALMAKTIR… İşte günümüz koşullarında Gençliğimize, Kurtuluş Partisi Gençliği’ne düşen bu: ÖRGÜTLEMEK, ÇOĞALMAK, BÜYÜMEK ve DEVRİMİ GERÇEKLEŞTİRMEK… Ülkemizin gerçek devrimcileri olarak Teorimizin hakkını vermek zorundayız ve bunu gerçekleştirebiliriz. Bu yürek, bu inanç, bu kararlılık ve cesaret bizde var... Emin olun gelecek bizim ellerimizde Emin olun gelecek güzel günlerin Güzel günleri getirecek çocuklar, güzel günleri… Kurtuluş Partisi Gençliği Uyan YURTKUR Biz Geldik! Bir yıldır süre gelen “e Cemaat Yurdu, e Tarikat Evi YURTKUR Uyuma Öğrenciye Yurt Kur” adlı Kampanyamızın son ve en önemli bölümü olan, bir nevi Türkiye yürüyüşü niteliğindeki Yürüyüşümüz, bizim için 6 Eylül sabahı Parti binasından çıktığımız an başlamıştı. Konya’dan İstanbul’a kadarki yolculuğumuz süresince Tarihin bizlere yüklediği bu şanlı görevin hep bilincindeydik. Ve bizim için nihayet mücadele günü gelmişti. 7 Eylül sabahı, Kurtuluş Partisi Gençliği olarak İstanbul-Taksim’deydik. Taksim’deki basın açıklamamızdan sonra, Türkiye’nin dört bir yanından gelen yoldaşlarla, Denizler’in Amerikan 6’ncı Filosu’nu denize döktüğü yer olan Dolmabahçe’ye yürüdük. Yürüdük… Çünkü biliyorduk ki, bizler Denizler’in gerçek takipçileriydik. Onlardan devraldığımız mücadele bayrağıyla; Ortaçağcı Şeriatçıların ve Parababalarının bizlere dayattığı özel yurtlara ve tarikat evlerine karşı hakkımız olan kamu yurtları için çıkmıştık yola. İstanbul’da başlayan Yürüyüşümüzde Kocaeli, Bursa ve Eskişehir güzergâhını takip ettik. Üç gün süren Yürüyüşümüzde çoğuyla ilk kez tanıştığımız yoldaşların, bizleri; “Şeriatın kalesi Konya’dan Ortaçağcı Şeriatçılara ve Parababalarına karşı yürüme- ye gelen yoldaşlar” olarak selamlaması bizleri çok sevindirmiş ve mücadele aşkımızı daha da kamçılamıştı. Asıl bizi en çok sevindirense Yürüyüşümüz boyunca halkımızdan aldığımız olumlu tepkiler oldu. Ve en sonunda Ankara’daydık0 Ankara’ya kadarki geçen sürede Parababalarının her türlü susturma hareketine karşı sesimiz hep gür çıktı. Maltepe’den başlayan Yürüyüşümüzde de bu susturma hareketi sadece medyayla sınırlı kalmamış, Parababalarının kolluk güçleri de yolumuzu barikatlarla tıkamaya çalışmıştır. Ama bizi bu haklı mücadelemizden kimse vazgeçiremezdi. Polisin her türlü engellemelerine rağmen, YURTKUR Genel Müdürlüğünün önüne gelmiştik. Burada her şeyin maksimum seviyede olması, yani sesimizin çıkabildiği kadar çok çıkması, karalığımızın daha da katlanması gerekiyordu. Bu durum Parababalarını öyle rahatsız etmişti ki, YURTKUR binasının önünde açtığımız pankart sonrası, polis tüm gücüyle üzerimize saldırdı. Ancak bu saldırıya karşı Kurtuluş Partisi Gençliği yiğitçe direndi ve çatıştı. Saldırı sonrası arkadaşlarımızın birçoğu gözaltına alındı. Biz, Konya Kurtuluş Partisi Gençliğinden de gözaltına alınanlar oldu. Özellikle ilk defa gözaltına alınan arkadaşlar için bu durum büyük bir tecrübe niteliğindeydi. Gözaltı süresi boyunca da polisin her türlü hakaret ve tahriklerle bizleri yıldırma çalışmaları devam etti. Ancak Hikmet Kıvılcımlı gibi büyük bir Usta’nın öğrencileri olarak, haklı davamızın güveniyle başımız hep dikti hiçbir şey bizleri yıldıramazdı. Bu Yürüyüşümüz, Konya Kurtuluş Partisi Gençliği olarak bize çok şeyler kattı. Yoldaşça dayanışmanın ve kollektif hareketin en güzelini bu Yürüyüş boyunca yaşadık. Özellikle birlikten kuvvet doğduğunu ve “Gerçek devrimcinin sözleriyle değil eylemleriyle devrimci olduğunu” bir kez daha anladık. Konya Kurtuluş Partisi Gençliği olarak şunu herkesin bilmesini isteriz ki; bu Yürüyüş boyunca edindiğimiz tecrübelerle mücadelemiz her alanda devam edecektir. Söz veriyoruz ki, bunu dosta da düşmana da göstereceğiz. YURTKUR Uyuma Öğrenciye Yurt Kur! Şeriat’a Karşı Ya Birleşmek Ya Ölüm! Halkız, Haklıyız… Kazanacağız! Konya’dan Kurtuluş Partisi Gençliği B 5eriatçılar her gün bir yurt kuruyor, sağır sultan bile duyuyor, YURTKUR hâlâ uyuyor0 Bu nasıl oluyor? iz üniversiteli olma yolundaki liseliler, bu yıl yine, her yıl olduğu gibi, çarpık, ezberci eğitim sistemi ve günaşırı değiştirilen sınav sistemiyle boğuşmaya mecbur bırakılan; herhangi bir matematik işlemi ya da tarihteki bir savaşı, ülkemizin ve halklarımızın AB-D Emperyalistleri ve onların yerli yabancı Parababası uşakları tarafından sömürülmesinden daha önemli gören; iki soru daha fazla yaparsam burun farkıyla alırım bu yarışı, düşüncesiyle hayattan soyutlanan yarış atları olmak zorunda bırakılıyoruz... Peki, ama hepsi bu kadar mı? Değil elbette. Üniversite sınavına hazırlık aşamasında çekilenler ya da sınavı kazanamayanların içine sürüklendiği psikolojik bunalım bir kenarda dursun, üniversiteyi kazanmanın verdiği sevinç ve heyecanla, üniversiteye yapılan yolculuğa gelelim. Daha garajda otobüsten iner inmez, karşımıza cellât gibi dikilen ve cinsiyetimize göre cinsiyeti değişen çember sakallı ağabeyler ya da tesettüre bürünmüş ablalar, fiziksel özelliklerini bir kenara bırakırsak Şeriatçı kargalar. Çoğumuzun, başındaki örtüye güvenip içindekini insan sandığı ama insanlığını Ortaçağcı zihniyetin kapıp kaçtığı, tüm zihnini insanların dini inançlarını istismar ederek, onları laikliğe, cumhuriyete düşman; Şeriatçı zih- lanmış örümcek kafalılar. Bizleri utanmadan, hem de alenen cemaat yurtlarına, tarikat evlerine yerleştirebileceklerini ve orada her türlü imkânımızın olacağını söyleyerek mürit kapmaya çalışan laiklik düşmanı, irticacı nemrutlar... Bu teklife yanaşmadığımızı, reddedip yolumuza baktığımızı varsayalım. 1999–2008 yılları arasında özel yurtlar yatak kapasitelerini % 111,4 artırırken devlet yurtlarındaki artış % 15,2 olmuştur. Böylelikle 2008 yılında kayıtlı olan özel yurtların sayısı 3126 iken devlet yurtlarının sayısı 219’da kalmıştır. Ve son olarak yeni yapılan 17 yurt daha. 2.5 milyon öğrenciden yalnızca 200 bininin kalabildiği bu devlet Yağmur, çamur, fırtına0 Geliyoruz Ankara0 İstanbul, sonra Kocaeli, Bursa, Eskişehir ve Ankara... Gittiğimiz her yerde aynıydı coşkumuz, heyecanımız ve Şeriatçılara, gericiliğe olan kinimiz. Mahirler’in, Denizler’in, Kıvılcımlı Usta’nın nasıldıysa coşkusu, heyecanı ve emperyalizme, yerli uşaklarına olan kini; aynıydı bizimki de... Öğrenciye Değil Tarikata Barikat0 Şeriatçı zihniyetin yurtlarına karşı yürüyorduk, karşımıza Şeriatçı zihniyetin polisi dikiliyordu. “Öğrenciye Değil Tarikata Barikat” diye haykırıyorduk her seferinde daha coşkulu, daha heyecanlı ve öfkeli... Yağmur, çamur, fırtına0 İşte geldik YURTKUR’a0 Boğaziçi Köprüsü niyete Fethullahlara, Humeynilere, Tayyipgiller’e, kısacası AB-D Emperyalizmine kul köle yapmaya odak- Yürüyüş Halayı İstanbul’dan çıkıyoruz Ankara’ya yürüyoruz Tarikat yurduna karşı Kamu yurdu istiyoruz Yürü gel Aydın Gençlik Beri gel İşçi Gençlik Bu haklı davamıza Sen de gel katıl gençlik Eylem günü geldi çattı Tayyipgil’in benzi attı Bu eylemde kararlıyız Çektiğimiz artık yetti Yürü gel Aydın Gençlik Beri gel İşçi Gençlik Bu haklı davamıza Sen de gel katıl gençlik Bu zinciri kıracağız Yarınlara varacağız Bizi soyan fırsatçıdan Elbet hesap soracağız Yürü gel Aydın Gençlik Beri gel İşçi Gençlik Bu haklı davamıza Sen de gel katıl gençlik Not: “Grev Halayı”ndan uyarlanmıştır. yurtlarında kalma ihtimalimiz % 10 bile değilken, orta halli bir halk çocuğunun bu teklifi reddetmesi, ona göre büyük bir şansı elinin tersiyle itmesidir. O zaman ya bu teklifi kabul edip cemaat yurtlarında Şeriat müridi olma yolunda heba olacaksın; ya devlet yurdu ihtimalini zorlayıp avucunu yalayacaksın Paran varsa ev tutup kendi hayatını kuracaksın (yani açlığın, sefaletin, zammın, pahalılığın ne olduğunu iliklerinde hissedeceksin); ya da YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın dediği gibi “paran yoksa okumayacaksın”... İşte bahse konu Tayyipgiller’in taptıkları Tanrı da tam burada kendisini gösteriyor: PARA… Dini bütün imajlarında, halkların gözünü boyayan Tayyipgiller’in Tanrısı darphanelerde üretiliyor yani. YURTKUR Uyuma Öğrenciye Yurt Kur0 İşte biz Kurtuluş Partisi Gençliği – Halk Kurtuluşçu Liseliler olarak, bunun hesabını sormak için çıktık yola: 7 Eylül’de İstanbul’dan Ankara’ya yürüdük. 2008 yılında, “YURTKUR Uyuma Öğrenciye Yurt Kur” diyerek başlattığımız, afişlerle dört bir yanı süsleyip, stantlarda, etkinliklerde, bulunduğumuz her yerde dile getirdiğimiz bu sorunu bilince çıkarmak için topladığımız imzaları teslim etmek ve tüm bu haksızlıkların hesabını sormak için yürüdük... Coşkuluyduk Denizler kadar; coşkuluyduk Mahirler kadar... Ve heyecanlıydık; Halklarımızı böylesine yakan bir sorunu dile getirmenin heyecanı vardı hepimizde... Ve YURTKUR’a vardık. Hesap sormaya gelmiştik. Binlerce, milyonlarca genci Şeriatçı kargaların, tarikatların, cemaatlerin kucağına attığı için hesap soracaktık YURTKUR’dan. Polisiyle geldi üstümüze Tayyipgiller. Biz 70 kişiydik onlar 270… Gözaltına aldılar, yıldırmaya çalıştılar. Ama biz Yıldırılamaz Gençliğiz, tüm ezilen halkların şiarını dile getiriyoruz. Kıvılcımlı Usta’nın öğrencileriyiz biz. Deniz Yoldaş’ı, Mahir Yoldaş’ı Üç Şehitler’imizi, Kıvılcımlı Usta’mızı nasıl yıldıramadıysa baskılar, bizi de yıldıramadı. Çünkü bizler Kıvılcımlı Usta’nın dediği gibi: “yenilmez bir özgücün”; paranın padişahlığını, yobazın karanlığını ve yabancının roketini yenecek olan İşçi Sınıfının müttefiki Aydın Gençleriz. Ve biz biliyoruz ki, Tarihin çarkı insanlıktan ve bizden yana dönmektedir. Emperyalistler, işbirlikçiler Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızda nasıl Türk ve Kürt Halklarının ortak mücadelesiyle topraklarımızdan kovuldularsa, 6’ncı Filo nasıl denize döküldüyse, İkinci Kurtuluş Savaşı’mız sonunda da, bir daha gelmemek üzere Tarihin çöplüğüne atılacaklardır. Bizler Halk Kurtuluşçu Liseliler olarak, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan, Denizler’den, Mahirler’den, Erdal Erenler’den, Üç Şehitler’imizden, Cheler’den, Fideller’den, Ho Amcalar’dan aldığımız Antiemperyalist, Antişovenist ve Antifeodalist mücadele bayrağını, Sosyalizm bayrağını bulunduğumuz her yerde kanımızın son damlasına kadar dalgalandıracağız. Andımızdır! YURTKUR Uyuma Öğrenciye Yurt Kur! e Cemaat Yurdu e Tarikat Evi İnsanca Barınmak istiyoruz! Şeriat Ortaçağdır! Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın 2. Kurtuluş Savaşı’mız! Yaşasın Halkların Kardeşliği – Biji Bratiya Gelan! İzmir’den Halk Kurtuluşçu Liseliler CMYK CMYK 12 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor Baştarafı sayfa 20’de YURTKUR, öğrencilerin barınma sorunları için gerekli ve yeterli yatırımı yapmayarak öğrencileri cemaat yurtlarına muhtaç bıraktı. YURTKUR 2007-2008 yılında her on üniversite öğrencisinden sadece birine yurt imkânı sağlamıştır. Bu yıl üniversitelerin kontenjanları % 25 arttırılarak fecaat daha da büyütülmüştür. Ayrıca her türlü mali olanağa sahip cemaat yurtlarının önünü açmak için 2004 yılında yapılan yasa değişikliği ile “faaliyetine dini alet etmesi.” yurtların kapatılma gerekçeleri arasından çıkarılmaya çalışılmıştır. YURTKUR “kredi isteyen hiçbir öğrenciyi geri çevirmiyoruz” diyerek övünmektedir. Ancak öğrenciler okul hayatı boyunca aldığı krediyi, aldığı sürenin yarı zamanında ödemekle mükellef tutulmaktadırlar. Diplomalı işsiz yetiştiren üniversitelerimizden mezun olan öğrenciler beyaz eşya endeksi üzerinden faizlendirilen ve milyarları aşan bu borçları ödeyemediklerinden, icralık duruma gelmişlerdir. Yusuf Ziya’nın YÖK’ü Tayyipgiller, Ilımlı İslam projesinde hızla yol aldıkları son süreçte YÖK’ün üzerinde önemle durmuştur. Tayyipgiller, türban çıkışıyla birlikte, akademik kariyeri; vahiyler, cami sayıları üzerine yapılmış araştırmalarıyla şekillenmiş Ortaçağcı Yusuf Ziya’yı YÖK Başkanlığına atamış, Yusuf Ziya da hızla çalışmalarına başlamıştır. Hatırlayacağımız gibi ilk icraatları, türbanın üniversitelere sokulması ve İmam Hatiplerin önünü açmak için hazırladığı katsayı oyunu olmuştu. “Fırsat eşitliği” masum yalanıyla sınav sistemi değiştirilerek bu amaca da en sonunda ulaşmışlardır. Ve tabiî üniversiteleri “pazarlamakla mükellef” olduğunu da unutmayan Yusuf Ziya; “Amaç, sadece belli sayıda insanı üniversiteye taşımak olabilir. Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir” demekteydi başkanlığa atandığı ilk günlerinde. Ardından geçen süre zarfında işler usulünce görüldü. Rektör atamaları ve Üniversiteler Arası Kurul’da görev değişikliği ile Tayyipgiller’in ilerleyişine direnç noktası oluş- Kurtuluş Partisi Gençliği’nin YÖK Bildirisi: Üniversitelerimiz ve Aydın Gençliğimiz Gerici Eğitim Kıskacındadır turan önemli mevzileri ele geçirmeye devam ettiler. Bugün ise YÖK’ün niteliğini, Temmuz 2009’da istifa eden muhalif YÖK Üyesi Bülent Serim’in istifa metnindeki ifadelerinden çıkartabiliriz: “İstifa kararımda, YÖK Başkanvekili’nin ‘Kur’an kursları cemaat ve tarikatlara bırakılmalıdır’ yolundaki ifadesi ve YÖK Başkanı’nın basına yaptığı ‘yeni sınav sisteminde farklı katsayı uygulaması kaldırılacak’ açıklaması son noktayı koymuştur. “Yükseköğretim Genel Kurulu, artık konulara yalnızca siyasal iktidar gibi bakmakla kalmamakta, anayasal konumunu bir yana bırakarak, iktidardaki partinin programını ve ideolojisini gerçekleştirmeye çalışan bir kurul durumuna getirilmiş bulunmaktadır.” Bugün Üniversiteler, geçenlerde haber konusu olduğu üzere; bir hayvanat bahçesinde çocuğunun beğendiği tavşana isim bulma işini dahi danışmanının müdahalesi olmadan yapamayan bir insan sefaletine, Yusuf Ziya Özcan’a bırakılmıştır. Demokratik Halk Üniversiteleri İçin Mücadeleden Başka Çıkar Yol Yoktur “Yıldırılamaz Gençlik!” İşte bugün üniversitelerimiz bir yandan ticarileştirilme diğer yandan da gericileştirilme saldırıları ile karşı karşıyadır. Tayyipgiller, Üniversitelerimizi; Parababaları için hem para basan birer holding hem de Ilımlı İslam projesi için “mücahit”lerin yetiştiği arka bahçelerine çevirmek istemektedirler. Bu yolda gençlerimizi her türlü ahlâki ve kültürel yozlaşmaya da tabi tutmakta, uyuşturucu-futbol ve hatta fuhuş bataklığına çekmeye de çalışmaktadırlar. Fakat Aydın Gençliğimiz kendisine biçilen bu deli göm- Sevinçliydik, gururluyduk, mutluyduk/ K urtuluş Partisi Gençliği olarak, bir yıldan beri sürdürdüğümüz “YURTKUR Uyuma Yurt Kur” Kampanya’mızı geçen hafta (7-8-9 Eylül tarihlerinde) İstanbul’dan Ankara’ya yürüyerek görkemli bir şekilde sonlandırdık. Bu süreçte yaşadıklarımızı kısaca sizlere aktarmak istiyorum. Bir yıl önce Kampanya’mızı başlatmamızın ardından çalışmalara başladık. Afişler yaptık, stantlar kurduk, halkımızı bilgilendirdik, imzalar topladık, toplantılar düzenledik. Bu süreçten sonra sıra eylemimize, yürüyüşümüze geldi. Gerekli hazırlıkları yapmak için Partimizde hummalı çalışmalar başladı. Pankartlar, dövizler, tişörtler hazırladık. Halka ulaşmak amacıyla medyayla iletişime geçtik. Artık eylemimize bir gün kalmıştı, tüm yoldaşlar çok heyecanlıydı. Sabah yine Parti’mize gittik çünkü diğer şehirlerden yoldaşlar gelecekti. Onlarla tekrar görüşmek, hasret gidermek, duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak, yeni yoldaşlarla tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Yoldaşlarımız geldiğinde coşkumuz, heyecanımız bir kat daha arttı. Günlerce çalışıp bedenen yorulmamıza rağmen, gençliğin devrimci coşkusuyla hiçbirimiz durmuyorduk, çalışmalarımız hızla devam ediyordu. Diğer şehirlerden gelen yoldaşlarımızla birlikte bir ekip kurarak, Taksim’e bildiri dağıtımına çıktık. İstiklâl Caddesi’nin başından Galatasaray’a kadar bildiri dağıtarak, sesli ajitasyon yaparak yürüdük. Kurtuluş Partisi Gençliği’nin gücünü dosta da düşmana da bir kez daha gösterdik. Halkımızla buluştuk, imzalar topladık, sloganlarımızla sarstık Taksim’i. Parti’mize geri döndük. Yarın yürüyüşümüzü başlatacaktık, diğer şehirlerden gelen yoldaşlarımızla birlikte evlerimize dağıldık. Sabah erkenden kalktık. İşte eylem günü gelmişti... Parti’mize vardığımızda yoldaşlarımızın sayısının arttığını, yeni yoldaşlarımızın bizlere katıldığını gördük. Sevinçli, coşkulu, heyecanlıydık. Bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Parti’miz Genel Sekreteri Serdar Çıngı ve Genel Saymanı Gürdal Çıngı’nın yaptığı konuşmalar, devrimci ateşimizi bir kat daha büyüttü. Yürüyüş’ümüze –1 Mayıs’ta tüm devrimci gücümüzle, irademizle, kavgamızla fethettiğimizşanlı Taksim Meydanı’ndan başladık. 20 metrelik dev pankartımızla, sloganlarımızla basın açıklamamızı gerçekleştirdik. Açıklamamızın ardından Dolmabahçe’ye çok görkemli bir yürüyüş gerçekleştirdik. Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in ve Parti’mizin Genel Başkanı Nurullah Ankut Yoldaş’ımızın da içinde bulunduğu 68 Devrimci Gençliği’nin, Amerikan Emperyalizminin 6. Filosu’nu denize döktüğü yere geldik. Devrimci kararlılığımız bir kat daha arttı. Yürüyüş Halayımızla onları selamladık. Eylemimizin bu ilk etabında halkımızın büyük desteğini aldık, insanların heyecanımıza ortak olması, bize destek vermesi haklılığımızı bir kez daha ortaya çıkardı. Otobüsle Kocaeli’ne giderken, devrimci coşkumuz azalmadan devam etti. Türkülerle, halaylarla, marşlarla devam ettik yola. Kocaeli’ne vardığımızda yoldaşlarımız bizi karşıladı. Bize küçük bir sürpriz yapıp meşhur pişmaniyelerinden getirmişlerdi. Yeni yoldaşlarla tanıştıktan sonra yürüyüşümüze başladık. Yürüyüş’ümüz çok ilgi gördü, burada bu denli büyük, görkemli ve coşkulu eylemlerin olmadığını söylediler bizlere. İstanbul’dan aldığımız rüzgârı buraya da taşımıştık. Basın açıklamamızı yaptık, halayımızı çektik. Gebze Parti binamıza gidecek, burada konaklayacaktık. Gebze’ye giderken İzmit’in adını çok duyduğumuz Seka Park’ında mola verdik, burada da türkülerimizi söyledik hep birlikte. Parti binamıza vardık. Biraz yorulmuştuk, dinlenirken, eylemimizi değerlendirdik. Kolektif bir biçimde yemeğimizi yedik. Değerlendirme toplantımızı yaptık. Ertesi sabah erkenden Bursa’ya doğru yola çıktık. Feribotla karşıya geçiyorduk ki, devrimci pratiğimiz burada da kendisini gösterdi. O kadar coşkuluyduk ki, halkımıza sesimizi duyurabileceğimiz bir yer olduğu için, pankartlarımızı feribotun üst katında açtık, burayı kızıllaştırdık. Özel güvenliğin ve jandarmanın engellemelerine rağmen yolculuğumuza devam ettik. Bursa’daki eylemimiz de çok görkemliydi. Dev pankartımızla, sloganlarımızla ve devrimci disiplinimizle halkımızı etkiledik. Partiye döndük, hep beraber Bursa’nın Cantık’ını yedik. Bir sonraki durağımız Eskişehir idi. Tren garından, Porsuk Çayı’nın kenarından Adalar-Migrosa kadar yürüdük. Bir üniversite şehri olan Eskişehir’de yaptığı- leğini parçalayacaktır. Ülkemizde de gençlik hemen her toplumsal hareketliliğin ön saflarında yer almayı bilmiştir. Her fırsatta tertipledikleri sivil-resmi faşist saldırılara, okuldan atmalara-uzaklaştırmalara göğüs gererek, Halklarımıza yeniden dayatılmaya çalışan Yeni Sevr’e karşı İkinci Kurtuluş Savaşı’mızda da yerini alacaktır. Türkiye Aydın Gençliğinin önünde 1945’ten beri iki seçenek vardır; Deniz Gezmiş’in de savunduğu bu doğruları, Mahir Çayan 1970’lerde şu cümlelerle ortaya koyar: “(…) Aydınlar iki alternatifle karşı karşıyadır. “Ya, Türkiye’nin bugünkü içler acısı durumu, mevcut düzeni, ülkenin “değişmez kaderi” olarak, olduğu gibi kabullenip, “böyle gelmiş böyle gider” “bana ne, ben kendi çıkarıma bakar hayatımı yaşarım” diyerek bu düzenin bir unsuru olacaklardır. “(…) “Bunlar için tek bir yüce yasa vardır. O da, kendi çıkarları ve kendi esenlikleridir. Bunlar hayâsızca, bir ulus için kutsal ne varsa, onu emperyalist pazarlarda açık artırmaya çıkarmış vatan hainleridir. Ve bunu da ağızlarından hiç eksik etmedikleri vatan-millet adına yaparlar! “Gelelim ikinci alternatife: Bu alternatif, 20’nci Yüzyılın ikinci yarısı da dahil olmak üzere, her tarihî dönemde, ulusun tam bağımsız olarak yaşayabileceğine inananların, emperyalist boyunduruk altında yaşamaktansa ölmeyi yeğ tutanların alternatifidir. Bu ikinci yol, hayatı da dâhil olmak üzere her şeyini ortaya koyarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolasını kendisine şiar edip, “Tam Bağımsız Türkiye” için bitmemiş olan Anadolu ihtilali için savaşanların yoludur. mız basın açıklaması gençler tarafından büyük ilgi gördü. Ankara’ya vardık. Yarın eylemimizin son ve en önemli günüydü. Kızılay’dan YURTKUR’a yürüyecek, topladığımız imzaları verecek ve burada eylememizi gerçekleştirecektik. Sabah olduğunda yoldaşlarımın heyecanını her davranışlarında görebiliyordum. Onlar eyleme giderken, ben sağlık sorunum sebebiyle Parti’de görevli olarak bırakıldım. Bu heyecanı yoldaşlarımla birlikte yaşayamayacağım, onlarla yan yana, omuz omuza kavgaya giremeyeceğim için çok üzgündüm. Parti’de beklerken, yaptığımız eylemler medyada yer almış mı diye baktım. Ancak Usta’mıza ve onun öğrencileri olan biz gerçek devrimcilere uygulanan sansür devam ediyordu. Zil çaldı, liseli yoldaşlar geldi. Diğer yoldaşların polisle çatışarak gözaltına alındıklarını söylediler. Fotoğraf ve video çeken arkadaşlar görüntüleri bilgisayara aktardı. İzlediğimde yoldaşların kararlılığını, direngenliğini, en kısası devrimciliklerini gördüğümde duygulandım, gözlerim doldu. Korkusuzca, sonunu düşünmeden, Ustamızın dediği gibi “zümrüt bir denize dalar gibi” dalmışlardı kavgaya. En ufak bir geri çekilme belirtisi göstermeden direnmişlerdi. Orada olamadığımız, şimdi onlarla birlikte olamadığımız için ne kadar üzgündük… Yoldaşların dönmesini beklerken, biz de Parti’deki yoldaşlarla kaynaştık. Kendilerini ilk kez görmeme rağmen sanki yıllardır arkadaşmışız gibi sohbet ediyorduk. İşte eylem pratiğinin biz devrimcileri nasıl kaynaştırdığının bir örneği… Akşam olunca arkadaşlarımız kafileler halinde geldiler. Yorulmuşlardı, açlardı, canları acıyordu belki, ancak devrimci heyecanlarını hiç yitirmemişlerdi. Bu eylem ve gözaltı çelik iradelerine sanki bir kez daha su vermiş, daha da sağlamlaştırmıştı onları. Sohbetlerimizde yaşananları anlattılar bizlere. Bazen öfkelendik, hesabını sormak için söz verdik; bazen de hep beraber güldük, eğlendik… Değerlendirme Toplantımızı yaptık. Eylemimiz tüm baskılara rağmen başarıyla sonuçlanmıştı. Ustalarımıza ve Parti’mize yakışanı yapmıştık, sevinçliydik, mutluyduk, gururluyduk. Ama bir yandan da öfkeliydik, bütün bu olanların hesabını sormak için, halklarımızı bu kahrolası düzenden kurtarıp, tüm insanlığın kardeşçe, eşit, özgür yaşayacağı sosyalizmi kurmak için bir kez daha söz verdik hep birlikte… 16 Eylül 2009 İstanbul Kurtuluş Partisi Gençliği’nden Bir Yoldaş E “Evet, bütün Türkiyeli aydınlar, bu iki alternatiften birisini seçmek zorundadırlar. “Birinci alternatifte, rahat bir yaşantı, bu düzenin nimetleri vardır. “İkincisinde ise, çeşitli zorluklar, kan, işkence ve ölüm vardır. “Biz, yurtsever kişiler olarak, ikinci yolu seçtik. “Seçtiğimiz yol, Gazi Mustafa Kemal’in açtığı yoldur. “O’nun başlattığı Anadolu ihtilalinin yoludur. “Parolamız, “Ya İstiklal Ya ölüm!” “Hedefimiz, “İstiklal-i Tam Türkiye”dir.”(THK-C Savunması) Sözlerimizi, Türkiye Devriminin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın Gençliğin karakterini ve görevini en açık biçimde ortay koyduğu Parababaları düzenine meydan okuyan şu cümlelerle bitirelim: “Aydın genç Antika çağın ezik, cahil köylüsü değildir. Aydın genç, hiçbir zulmün sindiremeyeceği modern İşçi Sınıfı gibi bir yenilmez devrimci özgücün müttefikidir. Üstelik gençliğimizin tükenmez “Genç Türkler” devrimci geleneği vardır. Yıldırılamaz gençlik.” Yılmadığımızı, Yılmayacağımızı göstereceğiz. Üniversitelerimizin holdinglere, kampuslarımızın modern tekkelere dönüştürülmesine izin vermeyeceğiz. Demokratik, Laik ve Anadilde Eğitim veren, tamamen parasız bir yüksek öğretim için Demokratik Halk Üniversiteleri şarttır. Gel bu mücadelede seninle de yollarımızı birleştirelim. AB-D Emperyalistlerinin 12 Eylül ile gençliğimize giydirmeye çalıştığı, bugün Tayyigiller’in çekiştirdiği deli gömleğini parçalayalım. YÖK’ü Tarihe Gömelim! Yaşasın Demokratik-Laik-Anadilde Eğitim Mücadelemiz! Yaşasın Demokratik Halk Üniversiteleri Mücadelemiz! Kurtuluş Partisi Gençliği Eşit, Parasız, Demokratik, Laik, Bilimsel ve Anadilde Eğitim İstiyoruz! Başucumuzdaki Cellât: Eğitim Sistemi/ zbere dayalı bir eğitim sistemi, sorgulamayan, araştırmayan öğrenciler, “bitse de gitsek” gözüyle bakılan dersler, sınavlara hazırlanmakla boşa geçen ömürler, sınav stresi üniversite telaşı kayıt parası har(a)ç parası, KPSS, ÖSS, SBS vb. vb… Tamamen verimsiz, içi boş bu eğitim sisteminde boğulup çürüyüp giden, sorunlardan, sorunlarından uzak bir gençlik yaratma çabaları… İşte kısaca ülkemizdeki gençlerin durumu budur. Ve bizler yani Halk Kurtuluşçu Liseliler, bu duruma sessiz kalamayız, kalamazdık, kalmadık ve kalmayacağız da. Bozuk, çürük eğitim sistemine karşı öfkemizi haykırdık. Gençliğin yıldırılamaz olduğunu, kinini, öfkesini içinde tutamayacağını dosta düşmana gösterdik. Öğrencilere, velilere, halkımıza seslendik… GEÇLİK GELECEK, GELECEK SOSYALİZM! 28 Eylül pazartesi günü Karşıyaka Çarşı girişinde yaklaşık 50 kişiyle bir basın açıklaması yaptık. “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” dedik. “Herkese Eşit, Parasız, Demokratik, Laik, Bilimsel Ve Anadilde Eğitim İstiyoruz” dedik. Öğrenci, işçi, köylü, Kürt, Türk, asker, sivil tüm halklarımızı Halk Kurtuluş Cephesinde örgütlenmeye, kör dövüşü değil, bilinçli mücadeleye çağırdık. Emperya- lizme, Şeriata, Faşizme karşı, tüm kararlılığımızla, heyecanımızla attık sloganlarımızı. Uyumadığımızı, uyutamadıklarını anlattık. Kurtuluş Partili İşçiler de katılmışlardı eylemimize. “İşçi Gençlik El Ele Halk Kurtuluş Cephesine” diye haykırdık hep birlikte çağrımızı. Halk Kurtuluşçu Liseliler olarak, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan, Denizler’den, Mahirler’den aldığımız İkinci Kurtuluş Savaşı bayrağını kanımızın son damlasına kadar dalgalandıracağımızı gösterdik tüm İzmir Halkına. Ve eylemimizi “Gün Doğdu” Marşı eşliğinde sonlandırırken tüm inancımız gözlerimizdeki parıltılardan belliydi. Belki bu eylem bir ilkti Halk Kurtuluşçu Liseliler için. Ve aynı zamanda bir başlangıç… Çünkü biz dünyanın neresinden olursa olsun hiçbir haksızlığa, zulme sessiz kalamayız ve kalmayacağız. Çünkü biz biliyoruz ki nerede bir Kurtuluş Partili varsa sosyalizmin bayrağı orada en yüksekte dalgalanıyor. İnsanlığın kurtuluş mücadelesi orada canlanıyor. Ve öyle olacak. Bizler Halk Kurtuluşçu Liseliler olarak; nerede, ne şartlarda bulunursak bulunalım Emperyalizme, Faşizme, Şeriata karşı tüm kinimizi haykıracağız. İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı başarıya ulaştırıncaya dek mücadele edeceğiz… ADIMIZDIR! Halk Kurtuluşçu Liseliler 13 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 olacağı sokaklar başta olmak üzere, mahalleliyi slogan ve alkışlarımızla uyandırdık. Sabah 07:00 civarı, mahalle girişinde, yıkım makinelerinin önünde yer alan tam donanımlı 1000 - 1200 kişi civarındaki polisle, mahalle halkı olarak karşı karşıya geldik. Polis hiçbir uyarı yapmadan çok yoğun bir gaz bombası ile saldırdı. Mahalle halkı da savunmaya geçti. Ancak kitle dağıtıldı ve evlerinin çatılarında direnmeye devam etti. Bazı evlerde çok çetin direnişler gerçekleştirildi… Bir evin üstünden arı kovanları atıldı polisin üzerine. Ancak sayıca bizden fazla olan güvenlik güçlerinin vahşice saldırıları sonucu, yıkım engellenemedi ne yazık ki… 25 ev yıkıldı, yıkacaklarının az bir kısmıydı bu sayı. Direniş devam ederken öğlen civarı terk etti mahalleyi Parababalarının uşağı Tayyipgiller’in yıkım ekipleri… Osmangazi Mahallesi’ndeki bu direniş sonucu yıkım geçici süreliğine durmuştur ama yıkım kararı iki mahalle için de hâlâ yürürlüktedir. Akpınar Mahallesi’nde de, bizim önderliğimizde, mahalle halkının katılımıyla toplantılar gerçekleşti, bir Komite kuruldu. Sancaktepe Belediyesi önünde mitinge dönüşen, Osmangazi Mahallesi Halkının da son anda katılımıyla yaklaşık 400 kişilik bir eylem gerçekleştirdik, Komite olarak. Akpınar Mahallesi’nde gece nöbetleri başladı. Yani yıkıma karşı örgütlülük artarak sürüyor Akpınar Mahallesi’nde. Yıkım kararı verilen evlerin büyük bir çoğunluğu, ev sahiplerinin tapulu arsaları üzerine inşa edilmiştir ve yine birçoğunun dere ile arasında sokaklar, tapulu, arsalar evler bulunmaktadır. Bu, aradaki evlerin yıllardır vergileri ödenmekte, su, doğalgaz, elektrik, telefon abonelikleri bulunmaktadır. Eğer yıkım kararı alınan evler dere yatağındaysa belediyeler ve ilgili diğer kurumlar suç işlemişlerdir yıllardır, değilse şimdi evleri yıkan İSKİ suç işlemektedir. Oysa Devlet dar gelirlinin konut ihtiyacını karşılayıcı tedbirler almakla yükümlüyken; tersine Tayyipgiller İktidarı, halkımızın evlerini başlarına yıkmaktadırlar. 27 Mayıs Politik Devrimi’nin yürürlüğe koyduğu, Türkiye’nin en demokratik anayasası olan 1961 Anayasası’nda barınma ile ilgili olarak: “VII. Sağlık Hakkı “Madde 49- Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbî bakım görmesini sağlamakla ödevlidir. “Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri alır” ibareli madde yer alır. Gördüğümüz gibi, 27 Mayıs Anayasası, ne kadar açık ve netçe Sosyal Devlet’in bu konudaki görevini tanımlamış. Parababalarının yaptırdığı 12 Eylül 1980 Faşist Darbesi ise 1982 Anayasası’nı hazırlamıştır bildiğimiz gibi. 1982 Anayasası ile 1961 Anayasası’nda yer alan devletin halka karşı yükümlülükleri ve işçilerin hak arama, örgütlenme özgürlükleri iğdiş edilmiştir. Tüm bu kısırlığına rağmen kırıntı düzeyinde de olsa: “B. Konut hakkı “MADDE 57.– Devlet, şehirlerin özel- ugünlerde İstanbul’un Sancaktepe ilçesinde büyük bir hareketlilik var. Çünkü AKP İktidarı, emekçilerin, yoksulların evini yıkmak için yine harekete geçti. Sancaktepe İlçesindeki Osmangazi ve Akpınar Mahallelerinde; seçim döneminde yapılan evleri dere yatağında kurulduğu gerekçesiyle yıkmak istiyor. Ama İlçe halkı; genç, yaşlı, çocuk, kadın herkes evlerinin yıkılmaması için harekete geçmiş durumda. Osmangazi ve Akpınar halkı AKP’ye tepkili, öfkeli... Sancaktepe halkı evlerini yıktırmamaya kararlı. Yıkıma karşı bir araya gelen Mahalle halkı gösterdiği direnişle AKP’ye geri adım attırdı. Kurtuluş Yolu Gazetesi olarak Akpınar ve Osmangazi halkıyla görüştük. İlk durağımız Akpınar Mahallesi’ydi. Mahalle’ye girer girmez elimizde fotoğraf makinesini gören Akpınar’lı kadınlar çevremizi sardı. Konuştukça kalabalık büyüyor. Herkes derdini dökmek istiyor… K.Y.: Yıkılması planlanan evler arasındaki sizinki var mı? Müjde: Evet, evimizi yıkıp oraları satmak istiyorlar. Buranın su havzasıyla ilgisi yok, yıllardır burada yaşıyoruz. Başka yerlerde villalar var, oraları yıkmaya gücü yetmiyor. Buraya geliyorlar. Akife: Derenin kirliliği sorundu, temizlemediler. Gelip temizlesinler. Başka bir sorumuz yok bizim dereyle. Çekmeköy’deki evler su havzasında. AKP’nin yandaşları olduğu için ses çıkarılmıyor. ,runlu altyapı hizmetleri getirildi değil mi mahalleye? Gülhanım: Bankalardan para çektik, çoluk çocuğumuzun rızkını kesip oraya yatırdık. Evde elektriğimiz, doğalgazımız var. Bir sorun yoktu. Şimdi mi sorun çıktı?.. Yaşadıklarını, AKP’nin kendilerine yaptığı haksızlığı, zulmü anlatmak için yarışıyorlardı. Binbir emekle, fedakarlıkla yaptıkları, yıkılması planlanan evlerini göstermek istiyorlardı, beraber evleri dolaştık. Mahalleyi dolaşırken bize katılan mahallelinin sayısı giderek artıyordu. Anneleri babaları gibi, evlerini yıkacak olan AKP’ye tepki gösteren çocuklar da attıkları sloganlarla bize eşlik ediyorlardı. Mahalleliyle birlikte muhtardan hesap sormak üzere muhtarlığa gittik. Muhtarı bulamayan kadınlar, muhtardan mutlaka hesap soracaklarını evlerini yıktırmayacaklarını ifade ederek buradan ayrıldılar. Akpınar’da yıkıma karşı kurulan Komitenin üyeleriyle evlerinde görüştük. Ardından yıkımın yapıldığı Osmangazi’deydik. Mahalleliyle sokakları, yıkılan evler dolaştık. Yıkıntılar içinde hala duran eşyalar, halkımıza yapılan acımazlığı gösteriyordu. Mahalle’ye, hüzün ve öfke hakimdi. AKP’ye ve kendilerini hazine arazisi işgal etmiş gibi gösteren parababaları medyasına öfkeliydi mahalle halkı... Ve dolu gözlerle evlerinin yıkılışını anlattılar. Mahallede gösterilen direniş soncunda evleri yıkılmayanlar ise mücadelelerini sürdürmeye kararlı. Gıyaseddin: Yaklaşık 10-15 yıldır burada oturmaktayım. Burada, başta hata Belediye’nin. Önceden su havzası veya dere yatağıdır diye uyarması, izin vermemesi gerekirdi. Sonunda Seçim zamanı Belediye geldiğinde, temel atılırken, kolay gelsin demiştir. İnsanlar kendine göre ev yaptı. Şimdi İSKİ burası su havzasıdır, diyor. İnsanların evlerine suyu İSKİ götürdü ama, her şey bitmiş, şimdi boşaltın diyor. Belki buraları satılmıştır da. Kimi insanların evinde yiyecek yemeği yoktu; ama barınabilmek için bir yuva yaptı, borçlanarak. Ama onların evini yıkanların da evi yıkılsın! Ne diyebilirim başka... K.Y.: Başka bir yer gösterildi mi size? Akife: Hayır göstermediler. Evler yıkılacak denildi. K.Y.: e yapacaksınız peki şimdi? Gülhanım: Hakkımızı savunacağız, savaş çıkacak… Ne olacak?.. Müjde: Ne gerekiyorsa yapacağız. 18 milyar Belediye’ye verdik. Plan, proje çizildi, doğalgaz geldi. Şimdi evi yıkacağız. K.Y.: e zaman bildirim geldi? Kim?Bir hafta önce. Müjde: Komşum var, sırf kira vermemek için, kapısız eve gelip yerleşti. Betonların üzerinde oturuyorlar, sırf kira vermemek için. Şimdi evinizi yıkacağız diyorlar. Bu adalet mi şimdi? Nasıl zulüm bu? Gidin bakın lütfen. Gülhanım: Şu anki Belediye Başkanı gelip konuştu. Ben seçilirsem kesinlikle yıkım olmayacak dedi. Bizzat şu karşıdaki evde konuştu. Müjde: Tapularımızı gösterelim size. K.Y.: e düşünüyorsunuz AKP hakkında şimdi? Müjde: 18 yaşında özürlü bir çocuğum var. Bakıma muhtaç… Ölüm bizden uzak değil sonuçta. Bir geleceği olması için evi onun adına yaptık. Şimdi ev yıkılıyor? Ne olacak şimdi?.. AKP’ye oy verdik. Üstelik üyeydim. Yalvarıyorlardı. Kapı kapı dolaşıyorlardı. Geleceğiniz olacağız diye. Hani nerde gelecek? Şimdi yoklar, çıkmıyorlar karşımıza. Fatma: Biz de oy verdik. Ama zehir olsun… Akife: Sırtımızdan gelip koltuğa yerleştiler.. Şimdi de evimizi başımıza yıkmak istiyorlar. Gerçek yüzlerini gösterdiler. Cennet: Evlerimizi ne zorluklarla yaptık. Hala bir sürü borcumuz var. Kredi çektik. Ne olacağız biz, sokakta mı kalacağız? Hırsızlık mı yapacağız? Makbule: Oturduğum evi yıkacaklar. Nerede ev bulacağım? Kiracıyım ben. Nereden ev bulacağım bu kışta? Akife: Neden zamanında bizi uyarmadılar? Bankadan para çektik bu evleri yapmak için. Yıkım olacaksa bizi neden uyarmadılar, neden elektrik, doğalgaz verdiler evlere, kaldırımlar yapıldı? Bu sırada mahalleli çocuklar sarıyorlar etrafımızı. Çocuklar: Okulumuzu yıkıyorlar! Okulsuz kalacağız… Öbür, uzaktaki okula gideceğiz. Evimizi de yıkıyorlar. Akife: Benim kızım üniversiteyi kazandı bu yıl, ama gönderemedik. Biz çocuklarımızı Amerikalarda okutamıyoruz tabii. Yıldız: Eşim hasta, çalışmıyor. Gecekondu da oturuyorum. Yıkılacak ev şimdi. Ne yapayım ben şimdi? Kaldım ortada. Gelin halime bakın… Akife: Biz bu evleri yaparken Belediye görüyordu. Gittik 3 milyar para verdik Belediye’ye, istediler. Zabıtalar da 5 milyar para yediler. Şimdi yıkılacak deniliyor. Neden o zaman bir şey söylemediler bize? Borçlandık… Perihan: Kızımın evini yıkacaklar yavrum. K.Y.: Şu yeni apartman mı? Perihan: Evet. Her şeyi bitti, yepyeni. Bu zalim bizden oyları topladı. Dedi yapın.. Yaparken kolay gelsin dediler. Oy aldı kendini başa çıkardı. Ben Başbakan’a seslenirim: Biz yabancı ülkeden gelmedik, biz bu ülkenin insanıyız… K.Y.:Siz mi eviniz tamamlanmadan oturuyorsunuz? Ayten: Evet. Zorunluluktan. Böyle adalet olur mu? Yaptırmasalardı bu evleri. İnsanlar varını yoğunu buralara yatırdı. Baştarafı sayfa 1’de olup bu tepkiyi örgütlü mücadeleye dönüştürmek için kafa yorup davranışa geçtik. Bu hareketin içinde yerimizi aldık. Her iki mahallede de toplantılara katıldık; mücadelenin şekli ve seyri ile ilgili, yapılan saldırıyı kimlerin yaptığına ilişkin görüşlerimizi anlattık. Yıkımlar, 13 Ekim sabahı Osmangazi Mahallesi’nden başlayacaktı. 12 Ekim akşamı Akpınar Mahallesi’nde evi yıkılacak olan yaklaşık 150 kişi, bizim öneri ve ikna çabalarımızla, önderliğimizde disiplinli bir şekilde Osmangazi Mahallesi’ne destek vermek için bir yürüyüş gerçekleştirdi. Osmangazi Mahallesi Halkı (yaklaşık 100 kişi), bizi coşkulu bir şekilde karşıladı. Mahallede, özellikle yıkımın olacağı sokaklarda, birleşen kitle tarafından sloganlar atılarak yüründü. Yürüyüş, bilgilendirme, değerlendirme toplantısı yapmak üzere bir köy derneğinin önünde bitirilecekti ki; tüm çabalarımıza rağmen kitle içine sızan sivil polisler, karanlığı ve kitlenin birbirini tanımayışını fırsata çevirerek, kitleyi geriye resmi polislerin üzerine yönlendirdiler ve ellerindeki pet şişeyi resmi polislere fırlattılar. Ardından, aralarında Sevrci Solcuların da bulunduğu gençler durur mu? Onlar da bir şeyler atarak, polisin saldırmasının önünü açtılar, sağ olsunlar!.. Ardından polis, kitleyi biber gazı ile dağıtmaya çalıştı. Bir kısmı dağılan kitle, başka bir yerde yeniden toplanmış ve yine bizim de yönlendirmelerimizle sabaha kadar mahallede yaklaşık 150 – 200 kişi olarak nöbet tutmuştur. Saat 04.00 civarı yıkımın “Bu halk adam olmaz” diyenlere Sancaktepe Halkından tokat gibi cevap!.. B Akpınar Mahallesi halkı AKP’ye tepkili... Akpınar Mahalle Halkı sokaklardaydı. Sokakta bekleşen kadınlarla görüşüyoruz. *** Akpınar Mahallesi’nde yıkıma karşı kurulan Komite anlatıyor: “Ölüm pahasına evlerimizi yıktırmayacağız” K.Y.: Sancaktepe’de yıkılacağı bildirilen evler ne zaman yapıldı? İsmail: Seçim döneminde yapıldı. Partiler, Belediye yapım sırasında desteklediler. İktidara gelince yıkım olmayacak denildi. Halk da buna dayanarak gücüne göre 1 kat 2 kat evler yaptı. Yapılan yerler tapuludur. Basında çıkıyor ki; ge- liklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” der 1982 Anayasası. Yani Tayyipgiller, 1982 Anayasası’nın bile gerisindedirler... Yıkım kararı olan evler yapılırken, Büyükşehir Belediye Başkanından belde belediyesi zabıtasına kadar hepsi, evlerin bir tuğlasının dahi yıkılmayacağını sözlü beyan etmişlerdir. Halkımızı oy davarı olarak gören bu satılmışlar cephesinin halkımıza verdiği söz, oy sandıkları açılana kadardır. Seçim bittikten sonra kimseye bir tuğla dahi koydurmamışlardır. Yani onların tabiriyle koyun sütten kesilmiştir bir sonraki seçime kadar… Bu zulmü halkımıza yapan Tayyipgiller İktidarı, Mahkemenin yıkım kararı olduğu halde Acarkent’e dokun(a)mamaktadırlar. Peki, bu zulmü halkımıza neden yapar Tayyipgiller? Çünkü onları, yerli ve yabancı Parababaları, Uluslararası Finans-Kapitalistler iktidara getirmiştir. Tıpkı 1950’de Demokrat Parti’yi, Adnan Menderes İktidarını ve ondan günümüze kadar tüm partileri iktidara getirdiği gibi, Tayyipgiller’i de başta ABDAB Parababaları olmak üzere, Uluslararası Finans-Kapitalistler iktidara getirmiştir. Bir atasözümüz “Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar” der. Ne güzel de der atasözlerimiz, nasıl da özetler yerli satılmışlığı, Tayyipgiller’i… Tayyipgiller, yedi yıldır yerli yabancı Parababalarına peşkeş çekmiştir, harcı Kuvayimilliye şehitlerimizin kanıyla karılan Kamu İktisadi Teşekkül(KİT)lerimizi; Sümerbank’ı, Şeker Fabrikalarımızı, Tigem Arazilerimizi, Tüpraş’ımızı, Petkim’imizi ve adını sayamadığımız birçok değerimizi… Şimdi de gözlerini mahallerimize dikti Parababaları. Ormana yakın, sessiz sakin, ulaşımı kolay (otoyollara yakın) mahallelerimizi kentsel dönüşüm aldatmacasıyla çeşitli bahanelerle yıktırıp veya öldü fiyatına istimlâk ile boşaltıp villalarıyla, lüks siteleriyle buraları işgal edecekler… Parababaları erken bayram etmektedirler. Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda halkımız yedi düvele meydan okumuş, emperyalistlerin hepsini inlerine geri göndermiştir. Biz Kurtuluş Partililer, halkımızı doğru önderlikle buluşturup, tez zamanda saflarımıza katıp, Parababalarının yerlisini de yabancısını da ve satılmışlar cephesinin tamamını bir daha dönmemecesine topraklarımızdan atarak, İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı zafere ulaştırıp onların yarattığı bu talan, soygun düzeninden halkımızı kurtarıp, insanın insanı sömürmediği, insanın hayvan yerine konmadığı, sosyalizme kavuşturacağız.19.10.2009 Buna inancımız tamdır. Gün gelecek Tayyipgiller’den hesap sorulacak! Yaşasın yıkımlara karşı örgütlü mücadelemiz! Yaşasın Osmangazi ve Akpınar mahallesinin yıkımlara karşı mücadelesi! cekondu ve su havzasıdır. Bunlar doğru değil. Ben de yaptım tek katlı. Benim bu yerim yıkıldıktan sonra ne olacak? Tapu var bizde. Zabıtası da geldi rüşvetini aldı. O zaman da çevik kuvvet vardı, AKP vardı. O zaman neredeydi? Bunu yapmadı, şimdi yıkıyor. K.Y.: Mahalle halkına ne zaman tebligat geldi? İsmail: Kimisine yıkımdan üç gün önce. Kimisine bir hafta önce geldi. Hatta evi yıkılıp da teblİgatın gelmediği ev de oldu. Boşaltın, yıkacağız deniliyor. K.Y.: Bunun üzerine ne yaptınız? asıl bir araya geldiniz? İsmail: Mahalle halkı olarak Osmangazi’ye destek olmak için gittik. Komite oluşturduk. Hakkımızı savunmak zorundayız. Eylemimizi yaptık. Halk desteğiyle komite oluşturduk. Yarın, ya da 6 ay sonra yıkılacakmış gibi her an hazırlıklıyız. Başka yapacak bir şeyimiz yok. Sonuna kadar sahip çıkacağız. Arsa olarak ne yapılacak? İSKİ verecek mi parası? Vermeyecek tabii. halkımızı. Zamanımız çok dardı, çünkü sabah yıkım ekibi gelecekti. Mahallemizin bir örgütlülüğü yoktu, herkes kendi başına hareket ederdi. Biz de 100-150 kişiyle toplantı yaptık. Yıkıma karşı Direniş Komitesi oluşturduk. Halkın Kurtuluş Partisi İstanbul İl Başkanı Av. Pınar Akbina, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve Kurtuluş Partisi Sancaktepe İlçe Başkanı Deniz arkadaş gelmişti. Bizim de mahalle halkı olarak ilk sınavımızdı. Ali Başkan bir konuşma yaparak bizi cesaretlendirdi: “Sizin burada bir suçunuz yok, burada her türlü direniş hak” dedi. Bize güzel bir şekilde yol gösterdi, silkelendik adata. Pınar Hanım da bize hukuki olarak bilgi verdi. Ancak hukukun da parababaları hukuku olduğunu ve fiili mücadelenin belirleyici olduğunu, “örgütsüz halkın köle halk olduğunu, örgütlü halkın yenilmeyeceğini” söyleyerek istersek bunu başarabileceğimizi söyledi. Uzun bir toplantıydı, ama insanlar gözünü kırpmadı. Tabii gece 12’de bir araya gelerek sokaklara döküldük. Sivil polisler dolaşıyordu Mahalle’de. Her türlü hazırlığı yaptık, yıkıma karşı tetikteydik. Polis bunu gördü, yıkım ekipleri gelmedi sabah. Zaten ilk gece Osmangazi’deydik. İkinci gece Akpınar’daydık. Sabah 7’den itibaren hızlı bir şekilde halkı Sancaktepe’de yapacağımız basın açıklamasına çağırdık. Mahalle’yi dolaştık. Genç, yaşlı, çocuk hep beraber Mahalle’yi dolaştık. Halk hareketi böyle oluyor galiba. Aslında burası alışkın değil böyle şeylere... Gazete dağıtıldığında bile normalde insanlar yan gözle bakarlar. Ama şimdi halk sokakta, yürüyor. Bu yıkıma izin vermeyeceğimizi ortaya koyuyor. Komitede bir abi söyledi, insan kızını oğlunu kaybettiğinde evim yıkıldı der, diye anlattı. Evin önemi ortada. Halk kendi kendine organize olarak Sancaktepe’ye gitti. Belediye önünde basın açıklaması yaptık. Halkımızın tek derdi evlerini yıktırmamak. Niye dere yatağına yaptın diyorlar. Sen niye yaptırdın? Ben kendi kendimi yöneteceksem niye seni seçtim? Niye senin adın devlet?.. Bir aile çocuğu dünyaya getirdiğinde diyebilir mi git diye? O çocuğu büyütecek elbet. Ama onlar ne yapıyorlar? Sefalet ücretini reva görüyorlar. Asgari ücret veriyor bize… Bir yandan kendine villalar yapacak, gemicikler alacak… Yine Sancaktepe Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi İSKİ’ye yönlendiriyor. Biz masumuz, biz yıkmıyoruz, İSKİ yıkıyor diyorlar. Bizi aptal mı sanıyorlar? Bunlar ayrı gayrı kurumlar mı sanki? Eski İSKİ müdürü şu anda AKP’nin bakanı. İsmail K.Y.: e yapılacak peki? Arsaların satılacağını düşünüyoruz. Yarın öbür gün eski evler de yıkılacak. Ve bir süre sonra birileri gelip villaları yapacak. Derenin bir taşkınlığı olmadı bugün kadar.. Amaç, rant tabii... Durmuş: Burada bir haftadır yıkım tartışması vardı. Halk bireysel hareket etti. Hemen İSKİ’ye başvuru yaptılar. Baktı ki olacak gibi değil… Biz burada hızlı bir şekilde harekete geçip Akpınar Halkı olarak yaklaşık 100-150 kişi Osmangazi’ye gittik. Oradaki halk işin ciddiyetinde değildi. Çünkü oranın halkının büyük bir kısmı AKP’ye oy vermişti. Oy verdiği Partinin evlerini başlarına yıkacağını düşünmemişti. Halk sokağa çıktı. Yaklaşık 500-1000 kişi oldu, polis, gaz bombalarıyla saldırdı. Sabaha kadar beklendi. Sayı düştü bu arada. Yıkım ekipleri geldi, yıkmaya başladı. İlk şoktan sonra Osmangazi büyük direniş gösterdi. yıkım yarıda kesildi. Biz de Akpınar Mahallesi olarak bir bildiri bastırıp megafonla halkı aydınlattık; uyardık Sancaktepe’den Halkın Kurtuluş Partililer Devamı sayfa 19’da 14 Baştarafı sayfa 1’de En ön safta atıldı İnsanlığın kurtuluş mücadelesine, en ön safta da aramızdan ayrıldı, Büyük Komutan Che. Keyfine gücü yettiği için, 42 yıldır İnsanlığın gönlünde taht kurdu, Kahraman Gerilla Che Yoldaş. Kendi canını başkalarından tatlı görmediği için Küba Devrimi’ni gerçekleştiren önder kadroda yer aldı; yetinmedi bununla, dünya halklarına mütevazı yardımlarını sundu; Kongo, Guatemala ve görev başında düştüğü Bolivya’da... Bedence aramızdan ayrılmasından 42 yıl geçti, ama insanlığın kurtuluş mücadelesinde mütevazı yardımları devam etmekte. Nerede zulme karşı bir başkaldırı varsa Che Yoldaş orada. Irak’ta ABD Emperyalizmine karşı direnişte, Venezüella’da Başkan Chavez’in yanında, işsizliğin, pahalılığın yaratıcısı AB-D Emperyalistlerine karşı yükselen mücadelede, işçi direnişlerinde, grevlerinde hep en önde Che. Unutturulamadı, tişörtlere, kolyelere indirgemek istediler, devrimci özünü boşaltmak istediler, başaramadılar. Başaramayacaklar da. Onurdan taviz vermeyen, rahat bir yaşamı değil, halkların kurtuluşu uğruna kendi bedenini vakfeden, ölmeyi göze alan bir insan nasıl unutturulabilir. Ne güzel söylemiş Sandor Petofi: Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 İsyan Bayrağıdır Che... Erkeksen, erkek gibi ol İnandığın şeyi açıkça Söyle hiç çekinmeden Canının pahasına da olsa. Söyleyeceğini söylememektense Vazgeç, daha iyi, yaşamaktan Ölüm bir şey değil eğer Olmamışsan onurundan. (...) Erkeksen, erkek gibi ol Yiğit, güçlü, onurlu Bir şey yapamaz o zaman sana e tanrı, ne kişioğlu, Ve ol tıpkı bir koca çınar Ki devirebilir belki Esen kudurgan fırtınalar Ama bükemez belini! Yaşarken de bükemediler Che’nin belini, fiziki olarak yok olduktan sonra da. Che, 9 Ekim’de katledildi. Katledilişinin 42’nci yılında, 17 Ekim’de, Kurtuluş Partililer, Kahraman Gerilla’yı, onurun günümüzdeki temsilcisi Küba Halkının Temsilcileri; Küba Büyükelçisi Jorge Quesada Concepcion ve Birinci Kâtipleri Ernesto Morejòn Rodrìguez Yoldaş’la beraber, Latin Amerika’dan sol rüzgârları estiren Venezüella Hal- Venezüella Büyükelçisi Raúl José Betancourt Seeland Yoldaş’ın Konuşması: Che: başkaldırı, eylem, savaş... Ö ncelikle hepinizi Sayın Devlet Başkanımız Hugo Chavez adına, Ankara’daki Türkiye’deki Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Büyükelçiliği adına, Bolivarcı Hükümet ve 2 Şubat 1999 yılında Başkanımızı büyük bir çoğunlukla seçen Cesur Venezüella Halkı adına tekrar tekrar selamlamayı bir borç biliyorum. Aynı şekilde bugün bizleri, Küba Büyükelçisi, Ekselansları Jorge Quesada Concepcion ve Birinci Kâtipleri, Başkâtipleri Ernesto Morejòn Rodrìguez Yoldaş’la beraber Che’ye adanmış olan bu Konferansa davet ettikleri için sayın avukat dostumuz Sait Kıran’ın ve tüm diğer Parti üyelerinin şahsında, Halkın Kurtuluş Partisi’ne bir kere daha teşekkür etmek istiyorum. Konuşmama, Komutan Ernesto Che Guevara’nın 11 Aralık 1964 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısında söylediği şu sözlerle başlamak istiyorum: “Ben Arjantin’de doğdum, bu kimse tarafından bilinmeyen bir sır değil. Ben aynı zamanda hem Kübalı hem de Arjantinliyim ve bundan Latin Amerika’nın diğer üstün beyefendileri lütfen alınmasın. Çünkü ben Latin Amerika’da var olan herhangi bir ülkenin vatandaşıyım. Bu ülkelerden herhangi biri için gerekli olduğu zaman, hayatımı kimseden hiçbir şey talep etmeksizin, şart koşmaksızın ve kimseyi sömürmeksizin feda etmeye hazırım.” “Pelao”, Tete”, “Tito”, “Doktor”, “Keskin Nişancı”, “Ramon”, “Tatu”, “Chang-cho”, “Sacamulon”, “Ernesto”, “CHE” yani savaş, büyük adam, hayalci, şair ve daha birçok isimle anılan ve bizim tanıdığımız, Gerilla, Siyasetçi, Yazar ve Doktor, Kübalı-Arjantinli devrim ve direnişin simgesi ERNESTO GUEVARA böyle söylemiştir. Hayatını özgürlük ve adalet için feda eden Kahraman Gerilla’nın Bolivya’da düşüşünün 42’inci yıldönümünde, dünyanın birçok yerinde anma törenleri düzenlenmiştir. 8 Ekim 1967 günü Bolivya Ordusu tarafından yararlanarak ve ertesi gün, CIA ajanı Felix Ismael Rodriguez tarafından, o dönem Bolivya Devlet Başkanı Rene Borrientos Ortunio’nun talimatlarıyla 9 Ekim’de katledilmiştir. Daha çok “El Che Guevara” ya da sadece “El Che” olarak tanınan Ernesto Guevara, 14 Haziran 1928’de Rosario-Arjantin’de doğar. 1953–59 yıllarında kardeş ülkede yeni bir siyasi rejim başlatacak ve başarıya 1 Ocak 1959’da ulaşacak olan Küba Devrimi’ne liderlik eden komutanlar ve fikir adamlarından biridir. Guevara, o tarihten başlayarak 1965’e kadar Küba devlet yapılanmasına katılmış, ekonomi başta olmak üzere idari ve devlet kademelerinde önemli üst düzey görevler üstlenmiştir. Milli Merkez Bankası Başkanlığı, Endüstri Bakanlığı yanı sıra, diplomasi alanında birçok uluslararası misyondan sorumlu olmuştur. Silahlı direnişi tüm Üçüncü Dünya’ya yayma gerekliliğini savunan ve buna inanan El Che Guevara, Latin Amerika’nın birçok ülkesinde gerilla direniş gruplarının kurulmasına destek vermiştir. 1965–1967 yıllarında Kongo ve Bolivya’da bizzat çarpışmış, savaştığı son ülke olan Bolivya’da yakalanmış, CIA ve Bolivya Ordusu işbirliği ile 9 Ekim 1967 günü talihsizce katledilmiştir. El Che Guevara, “Guevaracılık” olarak tanınan bir dizi fikir geliştirmiştir. Düşünce yapısının temelini Antiemperyalizm, Marksizm ve Komünizm oluşturmakta, devrim yapmanın ve sosyalist bir toplum kurmanın, toplumu oluşturan kimliğe dayanması gerektiğine inanmaktadır. Guevara, silahlı direnişte büyük rol oynamıştır. Kendi kişisel deneyiminin yanı sıra, Foquismo yani gerilla savaşı olarak adlandırılan teoriyi geliştirmiştir. O’na göre devrim yapmak için uygun şartlar mevcutsa, küçük bir gerilla topluluğu sübjektif şartlarını oluşturabilir ve halk arasında örgütlenebilir. Che, gerilla, köylü ve tarım reformunun arasında sıkı bir bağ olduğuna inanıyordu. Bu durum onu fazlasıyla endüstriyel İşçi Sınıfına önem veren Avrupalı ya da Sovyet Sosyalizm fikirlerinden uzaklaştırmakta daha çok Maoculuğa yaklaştırıyordu. Kendisinin “Gerilla Savaşı” adlı kitabında Küba gerilla savaşında kullanılan taktik ve stratejilerine yer verilmektedir. Che, hem devrimde gerilla hem de sosyalist toplumda vatandaş olarak kişisel ahlâkı esas tutardı. Bu olguyu “Yeni Sosyalist İnsan” kavramı altında geliştirdi. Bunu kişisel etik ile hareket eden ve dayanışma ile ortak iyilik sağlayan ve bunu yaparken de maddesel olana ihtiyaç duymayan bir birey kurumu olarak görüyordu. Bu bağlamda Guevara, “Yeni İnsanı” yaratmakta temel faaliyet olarak gördüğü gönüllü çalışmayı temel değerlerin ötesinde görüyordu. Che Guevara’nın Bolivya’da öldüğü haberini, hayatını adadığı devrimin ve halkın resmi sözcüsü olan Komutan Fidel Castro verirken yaptığı konuşmasında, Kahraman Kumandan Guevara’nın aramızdan sadece fiziksel olarak ayrıldığını açıklamaktaydı. Che’nin anısı, hayatını ve ölümünü anıyor, özgürlük için verdiği savaşın yeni kuşaklarla bir kere daha yenilendiğini ifade etmek istiyoruz. Che Guevara, tüm Latin Amerika Devrimi’nin bilincidir. Varlığına ve liderliğine en çok ihtiyaç duyduğumuz anlarda hayatını feda etmiş olması, düşünceleri, fikirleri düşmanlarını bile, uğrunda saygın ve cesurca ölmeyi bilen bu adama hayran bırakmıştır. Che’nin doğmadığı topraklarda çarpışarak ölmesi, yani verilen gerçek sözü en enerjik, katı ve ısrarcı biçimde tutması, hem devrimde hem de silahlı direnişte, başta Arjantinli-Kübalı Che yoldaşları olmak üzere Latin Amerikalı yoldaş- Sait Yoldaş’ın Açılış konuşması kının temsilcisi, Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti Büyükelçisi Raúl José Betancourt Seeland ile birlikte andı. Anma’da Sait Kıran Yoldaş kısa bir Açış Konuşması yaptı. Ardından Che nezdinde tüm Devrim Şehitleri için saygı duruşunda bulunuludu.Che’nin ve Küba Devrimi’nin Önderlerinin mücadelesinin görsel gösterimi, ardından Küba Büyükelçisi ve Venezüella Büyükelçisi Yoldaşların konuşmaları ve Kurtuluş Partisi Ankara İl Başkanı Sait Kıran Yoldaş’ın konuşmasıyla etkinliğimiz sona erdi. Emperyalizme karşı duyduğu kinle ve kendisinden aldığımız Enternasyonalist devrimci coşkuyla andık Yoldaş Che’yi. Biz biliyoruz bu topraklarda Demokratik Halk Devrimini gerçekleştirme görevi bizim omuzlarımızda. Dost düşman herkes bilmekte, AB-D Emperyalistlerine, onların yerli ortaklarına, Şeriatçılara karşı en kararlı, tutarlı mücadeleyi bizim verdiğimizi. Dolayısıyla bizim mücadelemiz, onur mücadelesi... O yüzden coşkuyla dolduruyor yüreklerimizi, Che’nin, Fidel’in, Camilo’nun ve Raul’un yoldaşlarıyla, Chavez’in yoldaşlarıyla birlikte olmak... Kıvılcımlı Usta’nın devamcıları olarak bu topraklarda Devrimci Mücadelemiz başarıya ulaşacak. Taviz vermeyeceğiz ideolojimizden, mücadelemizden. Eninde sonunda: lara adanmıştır. Bir kez daha Che’de; başkaldırıyı, eylemi ve direnişi görüyoruz. Ölümünde tüm güçlerin, korkaklıkların ve korkuların üstesinden gelmeyi bilmiş bir devrimcinin tanımını görüyoruz. Muhtaç ve sömürülen insanların bilincinde, Che’nin varlığının yaşadığını; işgalci ordulara, vatansız oligarşilere ve Yanki Emperyalizmine karşı bir an dahi düşünmeden başlayacak savaşta onun gücünü görüyoruz. Che’den ve onun çok yakın zamandaki ölümünün ardından kendimizi samimi ve dikkatli bir şekilde sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Acaba devrim yapmak için devrimci olmanın gereklerini tam anlamıyla yerine getiriyor muyuz? Che’den ve binlerce kez devrime adanmış hayatından sonra, etini ve kemiğini fikirleri için ölüme vermesinden sonra, önümüzde Che’nin cömertliği ve saldırganlığı bir arada yer almakta. Onun için kumandanın şu cümlelerini asla ve asla unutmayalım. “Devrim öyle bir şeydir ki ruhunuzda yaşatırsınız. Dilinizde sakız edip ondan kâr kazanmazsınız. Tüm dünyaca tanınan Che Guevara cümlelerinden sekiz tane alıntı yaptım. Onları okuyayım: “Diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmeyi yeğlerim.” “Gerçekçi olalım ve imkânsızı başaralım.” “İnsanlar ölür ama düşünceleri asla.” “İnsanların hayatları boyunca ulaşabilecekleri en üst düzey devrimci olmaktır.” “Devrimcilik eğitilerek yeni insanın yaratılmasında kullanılacak bir olgudur.” “Her gün insanlar saçlarını düzeltirler peki neden kalplerini düzeltmezler.” “Eğer gün savaşmak günüyse gelecek bizimdir.” “Daima dünyanın herhangi bir yerinde herhangi birine yapılan haksızlığı derin bir şekilde hissetmeye yetkin olunuz bu devrimcinin en güzel vasfıdır.” Ve son olarak Amerika Birleşik Devletleri tarafından 50 yılı aşkın zamandır devam ettirilmekte olan ekonomik, ticari ve mali ablukanın bir an önce kaldırılmasını istiyoruz. Çünkü insanlık tarihinde, orada yaşayan halklara böylesine adaletsiz, böylesine acımasız böylesine kötü davranan başka bir ülke daha olmamıştır. Bakalım hatırlıyor musunuz? Geçenlerde Sait Bey ile toplandığımızda bir slogan söylemiştim ben size: Son olarak sizlerin huzurunda, Venezüella Bolivar Cumhuriyeti ve onun lideri Başkan Hugo Chavez Frias’a, Venezüella oligarşisi tarafından -ki zaten bildiğiniz gibi muhalefet, tüm basın-yayın organlarının % 90’ından fazlasına hâkim- yapılmakta olan medya kampanyasına bir kere daha itiraz etmek istiyorum. Sizlerin de bildiği gibi, geçtiğimiz 4 Eylül 2009 tarihinde, dünyanın 25’ten fazla ülkesinde Başkan Chavez’e karşı bir yürüyüş düzenlendi. Aynı zamanda Chavez yanlıları da 50’den fazla ülkede bunun tam aksi Başkanımıza destek olmak amacıyla yürüyüşler düzenlediler. Ve şunu söylemek istiyorum ki, biz Chavez yanlıları bu yürüyüşlerden galip çıktık. Aynı şekilde, Latin Amerika’nın kalbinde bıçak yarası olarak ABD tarafından kurulan Kolombiya’daki askeri üslerden de bahsetmek istiyorum. Buradaki üsler, sadece Venezüella Bolivar Cumhuriyeti’ne değil, özellikle Latin Amerika’da gelişmekte olan halklar için tamamen bir tehdit oluşturmaktadır. Aynı şekilde bu sahneden sesimi, Bolivar’ın ve Chavez’in topraklarından gelen biri olarak, bir kez daha Florida-Amerika Birleşik Devletleri’nde 11 seneden beri haksız bir şekilde tutuklu bulunan 5 Kübalı Kahraman için yükseltmek istiyorum. Martin’in evlatları olan; Gerardo Hernández, Antonio Guerrero, Ramón Labañino, René González ve Fernando González. Biz aynı şekilde tüm Venezüellalılar, Küba Milli topraklarında gereksiz yere bulunan Guantanamo Askeri Üssü’nün de bir an önce kapatılmasını istiyoruz. Halk bakacak, görecek, anlayacak, Acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim, Kim işi oluruna bırakmış, Kim günü gün eden, Kim şarlatan, Kim korkak! (Sandor Petofi) İşte o zaman zafere giden yolu kat etmeye başlayacağız. Er veya geç halkımızı örgütleyip gerçek özgürlüğe kavuşturacağız. Aşağıda bu Anma’mızda yapılan konuşmaları sırasıyla sunuyoruz. Ankara’dan Kurtuluş Partililer Yoldaşlar, bugün 9 Ekim 1967’de bayrağı altında doğmadığı, mensubu olmadığı bir halkın kurtuluşu için mücadele ederken katledilen, bu uğurda kanını döken Kahraman Gerilla Che Guevara’nın 42’nci ölüm yıldönümü anma toplantısı için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bu toplantımıza 1959’dan bu yana tam 50 yıldır ABD Emperyalizminin burnu dibinde sosyalizmin bayraktarlığını yapan, onurun, cesaretin, kararlılığın, Küba Halkının temsilcisi Büyükelçi Jorge Quesada Concepcion Yoldaş aramızda, kendisine hoş geldin diyoruz. Yine Latin Amerika’dan esen sol rüzgârların temsilcisi ABD’nin kâbusu Hugo Chavez Yoldaş’ın temsilcisi Bolivarcı Venezüella Büyükelçisi Raúl Betancourt Seeland Yoldaş aramızda, hoş geldin diyoruz. Küba Büyükelçiliği Birinci Sekreteri Luis Ernesto Morejòn Rodrìguez Yoldaş da aramızda, ona da hoş geldin diyoruz. Şimdi sizleri, Kahraman Gerilla Che Guevara’nın anısına tüm Devrim Şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum. Selam Olsun Bizden Önce Geçene Selam Olsun Savaşırken Düşene UH! AH! CHAVEZ O SE VA! Yaşasın Türkiye! Yaşasın Sosyalist Küba! Yaşasın Sosyalist Venezüella! Her Zaman Seni Hatırlayacağız Kumandan Che Guevara! Zafere Kadar Daima! Küba Büyükelçisi Jorge Quesada Concepcion’ın konuşması Halkların her zaferinde Che yeniden doğar B Sevgili dostlar, ugün buluşmamızın nedeni, sadece Küba Halkı için değil, bütün Dünyanın devrimcileri, Dünyanın herhangi bir yerinde yapılan adaletsizliği kendisine yapılmış gibi hissedenler için çok büyük bir önem taşımaktadır. En büyük kaygısı “Yeni İnsan”ı oluşturmak olan, derin bilgili ve yalın adamın ölümünün 42’nci yıldönümünü anmaktayız. O, doktor ve entelektüel devrimci olan Ernesto Guevara de la Serna, Komutan Che Guevara olarak tanınmaktaydı. 8 Ekim’de savaşta yaralandığı, hem Küba hem de Dünya için bir yas günü olarak tarihe geçen 9 Ekim 1967’de katledildiğini söylemektedirler. Görevlerini yaptıkları sırada ölen bütün devrimciler gibi, o zaman Che için yeni bir yaşam başlamıştır. O gün Che, çocukların gözlerinde, şiirlerde, şarkılarda da yeniden doğdu; iyi bir insan ve iyi bir savaşçı örneği oldu; özgürlük için gerçekleştirilen her etkinlikte yeniden yaşadı; mermer ve bronz her anıtında, gençler ve işçilerin taleplerinde ve protestolarında giydikleri tişörtlerde de taşıdıkları bayraklarda da çoğaldı. Che hakkında konuşmak kolay değildir. Çok doğal bir şekilde devrimci olarak sahip olduğu her şeyi sunan, insanoğlunun gelebileceği en yüksek seviyeye ulaşmanın tek yolunun özgürlük için mücadele etmek olduğunu söyleyen o adama saygılarımızı sunuyoruz. Kübalılar için Che, emperyalizme karşı günlük mücadelede yer almaktadır. Bireysel yararları düşünmeksizin işimizi ortaklaşa yapmak üzere kendi yarattığı gönüllü işte, çocukların selam vererek “Che gibi olacağız!” diyen yeminlerde yenilenmiş Che’yi de görüyoruz. Güney Amerika’yı motosikletle dolaştığı zamanlarda hastalıkları ve fakirliği tanıdığı yerlerde, günümüzde okuma yazma kampanyaları ve hastaların görme yetisini geri kazanmasını sağlayan “Mucize Operasyonu” ile Che yeniden canlanıyor. Geçmişin bağlarından kurtulmak ve daha iyi bir geleceklerinin olması için ayaklanarak çaba gösteren Güney Amerika Halklarının her zaferinde Che yeniden doğar. Che’nin düşünceleri -ki kararlı bir şekilde savunduğu Latin Amerika ülkelerinin birliği dü- şüncesi- bugün kıtanın bütünleşmesine kuşkusuz büyük katkısı olan Amerikalar için Bolivarcı Alternatif (ALBA) düşüncesinde yer almaktadır. Che, fiziksel olarak artık olmamakla birlikte, uğruna savaştığı düşünceler ve prensipler her zamankinden daha fazla devam etmektedir. Küba milli kahramanı Jose Marti’nin dediği gibi “hayatta işini iyi yaptığın sürece ölüm gerçek değildir.” Kübalıların, daha adaletli bir toplum inşa etmeye yönelik sürekli çabası, Che Guevara’ya olan saygımızı göstermemizin en iyi yoludur. En büyük vatan olan insanlık birlikteliği için yaptığımız tüm çalışmalarda Che bize daima eşlik edecektir. Eşitsizlik ve otoritenin mevcut olduğu günümüz uluslararası toplumlarda adalet için mücadele eden bütün insanlarda da Che’nin düşünleri yer almaktadır. Che’yi tüketim nesnesi, yüzeysel anı, ticari marka haline getirmek istediler. Belki de bu istek, daima baskıya ve emperyalizme karşı olan Che’nin düşüncesini güçsüz kılmak amacıyla bulabildikleri tek yöntemdir. Geçen yıllarda yenilgiler ve yaptığımız hatalara rağmen devrimciler, ilerici erkek ve kadınlar ayağa kalkıp savaşa devam edebildik. Che, kişisel örneğinle bize, Kübalılara, şu garip ve coşku verici drama olan sosyalizmin inşa edilmesinde hem bir birey hem de topluluğun üyesi olarak insanoğlunun baş aktör olduğunu öğrettin. Aynı zamanda bu eserin daha tamamlanmamış olduğunu da öğrettin. Che, şairin dediği gibi “yaşamış olan yaşar”. Senin varlığın devam edecek. Sosyalist devrimin tamamlanmasında her zamankinden daha da parlayan halk komutanı yıldızınla, zaferlere ulaşarak, kol kola yanımızda devam edeceksin. Zafere Kadar Daima! 15 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 Tüm dünyada Che Ruhu yeniden diriliyor Sait Yoldaş’ın Konuşması Raul Yoldaş, her zaman olduğu gibi kendi de coştu, bizleri de coşturdu. Yoldaşlar, insanlar doğar büyür ölür. Ölümün biçimini seçme şansımız yok, ama şunu seçme şansımız var; insan olarak doğduktan sonra, yaşam boyu yaptığımız eylemlerimizle, ölürken insan olarak kalmak elimizde. Che Yoldaş, bugün dünyanın dört bir tarafında anılıyorsa, mücadele alanlarında halkların gönlünde Kahraman Gerilla olarak yaşamaya devam ediyorsa, insan olarak geldiği dünyada yaşamı boyunca yürüttüğü mücadelesi ve ölümü anındaki kararlı davranışı ile insan gibi gitmeyi bildiği içindir. Che Yoldaş, insanlığın kurtuluşu için Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın deyişi ile; insanlığından başka her şeyini verebilmiş bir insandır. Kelimenin tam anlamı ile; insan gibi insandır. Yoldaşlar kısaca hayatını anlattılar. Arjantin’de doğup büyüyor, ülkesi orası, fakat bir gezginci olarak, aydın küçükburjuva kökenli bir gezginci olarak dolaştığı Anavatanı Latin Amerika’nın durumunu görünce, halkların nasıl yoksulluk içerisinde yaşadığını, emperyalistler tarafından ve onların ortakları yerli satılmışlar tarafından nasıl ezildiğini, baskı gördüğünü, deyim yerindeyse hayvan yerine konulduğunu gördükten sonra, büyük bir dönüşüm geçirmiş ve o günden sonra nerede olursa olsun bir baskı varsa, bir sömürü varsa, onu ortadan kaldırmak için elinden gelen her çabayı göstermiştir. Önce Guatemala’da yurtsever Jacobo Arbenz Guzman yönetimindeki iktidarı desteklemek için mücadele etmiş, ABD destekli bir faşist darbe ile Jacobo Arbenz Hükümeti devrildikten sonra, mülteci olarak Meksika’ya gitmiş, orada Kübalı devrimcilerle, önce Raul, arkasından Fidel Yoldaş’la görüşüp tanıştıktan sonra, kendi deyimi ile; bir gecede Fidel’in Küba Halkının kurtuluşu için yaratmak istediği mücadelenin gerçekten başarı şansını görmüş, başarıya ulaşacağına ikna olmuş ve yine hep kendisinin söylediği gibi; bayrağı altında doğmadığı, mensubu olmadığı, Küba Halkının kurtuluşu için ölümü göze alarak mücadeleye atılmıştır. Bildiğiniz gibi “Che” lakabı, Kübalılar tarafından konmuş bir lakap, aslında bir isim değil. Normalde bir yabancı olarak ve doktor olarak yardım etmek amacıyla katıldığı Küba devrim sürecinde kararlı, fedakâr, cesur davranışı ile bileğinin hakkına Küba Devrimi’nin ikinci önderi olmuş ve hiç kimse Che’nin, Küba devrimindeki rolünü yadsımayı düşünmemiş bugüne kadar. Çünkü Che, Devrimde her zaman en önde davranmıştır, görevlere her zaman en önde atılmıştır, ölümü hiçe saymıştır. 9 Ekim 1967’de katledildikten sonra, Fidel Yoldaş yaptığı anma konuşmasında; “Che’nin bugün ölmesi değil, bugüne kadar ölmemesi bir mucizeydi” diyor. Çünkü nerede bir görev varsa, nerede bir devrimci cesaret isteyen görev varsa, Che her zaman en önde. Onun için, meşhur Tricontinental toplantısına gönderdiği mesajda da belirttiği gibi, “devrim uğruna halkların kurtuluşu uğruna mücadelede ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi anlayışı” ile davranmıştır. Bütün ömrü boyunca, devrimden sonra da Yoldaşlar anlattılar- Küba’da sosyalizmin inşası için de gerçekten en büyük katkıları yine Che Yoldaş sunmuştur. Ekonomik yönden Küba Devrimi’nin siyasi rotasının, Marksist-Leninist rotasının sağlıklı bir biçimde çizilmesine, yine ABD Emperyalizmine ve onların ortakları Avrupa Birliği Emperyalistlerine karşı her zaman en kararlı mücadeleyi Che Yoldaş yürütmüştür. Sosyalizmin inşası aşamasında da görevlerini yeterince yaptığına, sosyalizmin Küba’da oturduğuna, yerleştiğine ikna olduğu andan itibaren de, daha önce Fidel Yoldaş’a Küba Devrimi için yola çıkmadan önce belirttiği gibi, “buradaki işim bitti dünyanın başka halklarının da benim mütevazı yardımlarıma ihtiyaçları var” diyor. Böylesine de alçakgönüllü ve Küba’daki her türlü olanaklarını, Küba vatandaşlığı dahil her türlü kazanımlarını bir tarafa itiyor ve önce Latin Amerika’dan çok uzak bir köşeye, Afrika’da yine Emperyalistlerin katlettiği bir devrimci, yurtsever olan Lumumba’nın ve Kongo Halkının mücadelesini desteklemek için, Lumumba’nın katliamının öcünü almak için Kongo’ya gidiyor. Yanında, tamamen gönüllü olarak, Che ile birlikte savaşmak üzere giden Kübalı Yoldaşlarıyla birlikte, büyük bir çoğunluğu da -Kongo bildiğiniz gibi Afrika ülkesi olduğu için- Che dahil üç savaşçının dışındakinin tamamı siyahî. Kongo’da yerel koşullara adapte olabilme açısından belli bir süre mücadele ediliyor, ama maalesef mücadele orada başarıya ulaşılamıyor. Che Yoldaş’ın, Kongo savaşındaki anılarını içeren “Afrika Rüyası” kitabını incelerseniz göreceksiniz, yenilgi kaçınılmaz, ölüm kaçınılmaz, Kongo’da mücadele o aşamaya geliyor. Fakat Che Yoldaş bunu bile bile son ana kadar Kongo’dan ayrılmamaya kararlı. Yine aynı anlayışta, “ölüm burada gelecekse, bizi bulacaksa hoş geldi sefa geldi” anlayışında. Ama Kongo Liderlerinin talebi üzerine, “gidin biz mücadeleye farklı koşullarda devam edeceğiz, buradan ayrılacağız” söylemleri üzerine, en son terk eden de Che Yoldaş olmak üzere, Kübalı Devrimciler Kongo’daki mücadeleyi bırakıyorlar. Kongo’daki mücadeleden sonra, Che, belli süre çeşitli sosyalist ülkelerde bu süreci değerlendiriyor, yeni mücadele toprakları bulmak için araştırmaya gidiyor. Fidel Yoldaşın da, elbette Küba Devrimci Önderliğinin de desteği var fiili olarak… Ve o dönemde mücadeleye en uygun ülke olarak Bolivya’yı tespit ediyorlar. Bolivya’da, Che Yoldaş, yine en başta da kendisi mücadeleye giriyor, mücadele yürütüyor. Eşitsiz bir mücadele, işte toplam 50 civarında Kübalı ve Bolivyalı gerillaya karşı, 4.700 (CIA tarafından özel eğitim verilmiş, gerillaya karşı mücadele etmek üzere özel eğitim verilmiş), faşist kontrgerillacı askere karşı uzun süre mücadele veriyor. Fakat bu eşitsiz mücadelede, maalesef Che Yoldaş, yine son ana kadar kararlı mücadelesine rağmen, kitapları okursanız göreceksiniz, yakalandığı anda elindeki silahı parçalanmış durumda, çatışma anında karşıdan gelen bir mermi namlusunu dağıttığı için parçalanmış durumda, belinde bir tabancası var, onun şarjörü bitmiş durumda. Bu durumda Che Yoldaş yakalanıyor, yoksa son ana kadar yine kararlıca mücadele etmek taraftarı, bu halde yakalanıyor, bacağından kurşunla vurularak sağ yakalanıyor 8 Ekim 1967 günü. Daha önceki Anmalarımızda Genel Başkan’ımız da anlattı, ölümün kaçınılmaz olduğu ortada. CIA tarafından 1960’lı yıllarda; Fidel, Che ve Raul hakkında kesin idam kararı alınmış durumda. Bunların yaşaması, devrim mücadelesinde önemli kazanımlar sağlayacaktır, mutlaka öldürülmelilerdir, diye. Daha 1960 yılında CIA tarafından, ABD Emperyalizmi tarafından alınmış kararın gereği olarak, bu karar doğrultusunda Faşist Barientos’un askerleri tarafından, o dönem Bolivya Ordusu’nda çavuş olarak görev yapan Mario Terán tarafından öldürülüyor. O anda bile, bizim sinevizyonda da Yoldaşlar belirtmişti arkadaşlar, Che yaralı, eli arkadan bağlı, uzun süreli açlık ve hastalık durumu nedeni ile fiziksel anlamda gerçek anlamda çökmüş durumda, fakat buna rağmen, faşist cellât, Kahraman Gerilla’ya, Che’ye karşı elinde silah girmesine rağmen cesaret edip tetiği çekemiyor. Önce sarhoş ediyorlar, birkaç içki içiriyorlar o şekilde girebiliyor. Yine bir iki silah sıktıktan sonra, Che’yi yaralayan fakat öldürücü olmayan yerlere silah sıkınca, Che’nin söylediği, “Korkak, öldüreceğin alt tarafı bir insan” diyor Che Yoldaş. Böylesine kararlı davranıyor ve ondan sonra katlediliyor. Şimdi bazı insanlar, öldükten sonra birkaç yıl içerisinde unutulurlar. En son belki ailesinden, eşinden, dostundan birkaç kişinin yüreğinde, bilincinde yaşarlar. Onlar öldükten sonra da unutulur giderler. Fakat Che Yoldaş gibi, insanlığın kurtuluşu davasında düşenler ilelebet yaşarlar, ölümsüzdürler, sadece bedenen aramızdan ayrılırlar. Bunu biz ajitasyon olsun diye söylemiyoruz. Fiziki olarak her insan ölümü tadacak. Fakat halkların gönlünde, halkların bilincinde yaşadığı sürece, onların mücadelesine yol gösterdiği sürece ölmezler. Marks-Engels, Lenin, Hikmet Kıvılcımlı Ustalar, Che Guevara Yoldaş, bu nitelikte ölümsüz insanlar. Ne mutlu onlara! Kahraman Gerilla, Büyük Kumandan Che olduğu dönemde de, her zaman, her türlü devrimci görevi, gözünü kırpmadan en önde gönüllü olarak üstlenmiştir. Bolivya’da gerillanın altyapısını oluşturmak için çalıştıkları dönemde siperler kazıyorlar, hem çeşitli alet edevatları gizlemek anlamında, hem de silahları olası bir çatışmada kullanmak amacıyla çeşitli siperler, kendi deyimleriyle mağaralar kazıyorlar. Burada, Che Yoldaş dünya çapında büyük bir gerilla kumandanı olarak tanındığı dönemde de, Bolivya’da mücadeleye yeni katılmış Yoldaşlarıyla birlikte aynı siperleri birlikte kazmakta, aynı görevleri, aynı nöbetleri birlikte tutmakta… Bu nedenle Che, tüm insanlığın bilincinde yüreğinde, mücadelesinde yaşamaya devam ediyor. Yine Che Yoldaş, Marksizm-Leninizmin en önemli ilkelerinden biri olan ve bürokratik sosyalist ülkelerin yıkılışının en temel sebeplerinden biri olan, her türlü bürokratik ayrıcalığa karşı tüm yaşamı boyunca kararlı bir davranış sergiliyor. Devrim sürecinde de, iktidara geldikten sonra da, kendisine verilmek istenen her türlü ayrıcalığa da kararlıca karşı çıkıyor. Devrim önderlerinin, Küba devletinde görev alan unsurların her türlü ayrıcalıklarını da kararlı biçimde teşhir ediyor. Bunların ortadan kaldırılması için mücadele ediyor. Küçük bir örnek sunmak istiyorum. Eşi Almedia’dan dört çocuğu var biliyorsunuz. Che Yoldaş, deyim yerindeyse 24 saat görev başında olduğu için, bütün çocukların bakımı, evin işleri Almedia Yoldaş’ın üstüne kalıyor. Bir Pazar alışverişi yapılacak. Che Yoldaş’a tahsis edilen aracı kullanıyor, pazardan yapılan alışverişi alıp gelecek. Che Yoldaş bunu görüyor, gideceği anda fark ediyor ve Almedia Yoldaş’ı araçtan indiriyor ve “Bu araç benim değil, senin de değil. Bu Küba Halkının. Ancak görev sırasında kullanılabilir, başka şekilde kullanılamaz” diyor. Eşini, o anda, insanların gözünün önünde, bir anlamda rencide ederek, araçtan indiriyor ve sıradan vatandaşlar gibi, onlar hangi olanaklarla gidiyorlarsa, hangi araçlarla gidiyorlarsa onlarla pazara gönderiyor. Böylesine kararlı bir Yoldaş… Yine Che Yoldaş, ömrü boyunca astım hastası biliyorsunuz, gerçekten büyük ve kronik bir hastalıktan muzdarip. Küba Devrimi’nden sonra, iktidara geldikten sonra, yine bu hastalığı depreşiyor ve doktorların önerisiyle bir bölgede dinlenmesi gerekiyor. Orada kendisine devlet tarafından tahsis edilen, tamamen doktorların, iklimi itibari ile önerdikleri bir bölgede, karşıdevrimci, o zamanın zengin sermayedarlarından birinin, devlet tarafından el konulan bir villası var. İyileşene kadar, belli bir süre, Che Yoldaş orada ikamet edecek. Che Yoldaş’ın bu konudaki duyarlılıklarını bildikleri için de Küba gazetecilerinden birisi bunu eleştiriyor. “Kumandan Che de villaya taşındı” biçiminde bir haber yapıyor. Ve Che Yoldaş, anında bu gerekçeyi söylüyor: “Tamamen doktorların önerisiyle ve sadece tedavim süresince oradayım. Onun dışında orada kalmayacağım, bunu bütün Küba Halkına taahhüt ediyorum, duyuruyorum.” diyor. Bütün yaşantısı boyunca Che Yoldaş bu nitelikte davranıyor. Yine Che Yoldaş’ın devrimci mirasında en büyük özelliklerinden birisi de, bizim de hep sahip çıktığımız, savunduğumuz; Latin Amerika Halklarının Birliğini savunuyor. Geçmişte sömürgeciler tarafından, günümüzde emperyalistler tarafından bölünen Latin Amerika Halklarının, gerçekte dil, kültür, toprak, tarih ve ekonomik çıkar birliği yani ulusal şekillenme için gereken bütün özelliklere sahip olan Latin Amerika Halkının birliği doğrultusunda mücadele ediyor ve bunu da sadece sözde yapmıyor. İşte Küba Devrimi’nde, Guatemala Devrimi’nde, yine Bolivya mücadelesinde gösterdiği gibi, bu halkların kurtuluş mücadelesinde fiilen yer alarak bunu kanıtlıyor. Küba önderliği de, başta Fidel Yoldaş olmak üzere, Che Yoldaş’ın, bu Latin Amerika Halkları birliği projesini sonuna kadar destekliyorlar, sonuna kadar da savunucusudurlar. Ne mutlu bize ki, bugün Venezüella, Bolivya, Küba Halklarının önderliğinde de bu doğrultuda adımlar atılıyor. Yoldaşlar anlattılar, ALBA diye nitelendirilen Bolivarcı Alterna- tif… Latin Amerika Halklarına yönelik bu ALBA projesinin temel amaçlarından birisi de, Latin Amerika Halklarının birliği doğrultusunda davranmaktır, yani bunu amaçlıyor. Che Yoldaş’ın bu mücadelesini de hem biz kararlıca savunuyoruz, hem Latin Amerika Halkları bu bakış açısını sonunda kadar takip ediyor. Yine Che Yoldaş, ölümü ile de kanıtladığı gibi, en önemli özelliklerinden birisi de arkadaşlar, dünyanın herhangi bir halkı için; bunu Kongo’da ispatladı, Kongo’da ölebilirdi, Küba’da ölebilirdi, Guatemala’da ölebilirdi, Bolivya’da ölüm kendisini yakaladı, bu ülkelerde de yakalanabilirdi, herhangi bir halkın kurtuluşu için gözünü kırpmadan ölümü göze alabiliyor. Yani Enternasyonalizmi sadece söylemde bırakmıyor, kanıyla ispatlıyor. Enternasyonalistlerin mücadelesinde dökülen kanlar, dünya halklarının kardeşleşmesi, Fidel Yoldaş’ın da dediği gibi, “tüm dünyanın tek bir sosyalist aile olması” için dökülen bu kanlar, er geç sonuca ulaşacak, meyvelerini verecek. Che Yoldaş, bu noktada da gerçekten örnek bir devrimci. Che Yoldaş’ı örnek alan Kübalı Yoldaşlar, Angola’da, Mozambik’te geçmişte fiili silahlı mücadeleler içerisinde bulundular. Angola Halkının kurtuluşunda (bir dönem 30 bin civarında) fiilen Güney Afrikalı faşist ordu tarafından desteklenen gericilere karşı mücadele ettiler. Angola Halkının kurtuluşunun sağlanmasında Küba’nın çok büyük rolü var ve Kübalı Yoldaşlar da bu mücadeleyi Che Yoldaş’tan örnek alarak davrandılar ve 1991’e kadar da Angola’da Kübalı Askerler enternasyonalist görevlerini devam ettiriyorlardı. Bugün farklı bir biçimde, Venezüella’da, Latin Amerika’nın bütün ülkelerinde doktorlar, eğitim emekçileri olarak yine Kübalı Devrimciler, Che Yoldaş’ı örnek alarak görev başındalar. Halkların kurtuluşu için, halklara yardım için her türlü fedakârlığı, her türlü çabayı gösteriyorlar, ne mutlu onlara… Konuşmam içerisinde geçirdim ama bir kez daha göze batırmak istiyorum, değerli arkadaşlar. Che Yoldaş, her gerçek devrimci gibi aynı zamanda alabildiğine alçakgönüllü, ne ise o, yapısı neyse, düşüncesi neyse, kişiliği neyse, kendini olduğu gibi ortaya koyuyor, herhangi bir süslemeye, insanların gözüne kül serpmeye yeltenmiyor, böyle bir şeye ihtiyaç da duymuyor ve alabildiğine alçakgönüllü dediğim gibi… Sıradan bir devrim eriyken de, Küba Devrimi’nin iki numaralı önderiyken de, tüm dünya çapında tanınan kumandan Che Guevara iken de alçakgönüllülüğünden hiçbir şey yitirmiyor. Bu noktada da her gün, her an kendini, deyim yerindeyse, bir bıçak gibi biliyor. Bütün Yoldaşlarımızın, bütün gerçek devrimcilerin Che Yoldaş’ın bu özelliğini de örnek alması gerekir. Latin Amerikalı Yoldaşların bir deyimi var, değerli arkadaşlar; “her yüzyılda bir Bolivar Ruhu yeniden dirilir” derler. Şimdi hepimiz yaşayarak gördük ki, tüm dünyada Che Yoldaş, Che Ruhu yeniden diriliyor, kendine en kararlı düşman olanlar bile Che Yoldaş’ın yiğitliğini, insanlığını, insanseverliğini, vatanseverliğini, halkların kurtuluşu için, insanlığın kurtuluşu için kararlıca mücadelesini inkâr edemiyorlar. Bizler, Che Yoldaş’ın bu mücadelesini, bu ruhunu paylaşıyoruz ve inanıyoruz ki, Che Yoldaş’ı en iyi anmanın yolu, Che Yoldaş’ı gerçek anlamda anmanın yolu, ülkemizde ki devrimci mücadelemizde yaşatmaktır. Bugüne kadar yaşattık, bundan sonra da yaşatacağız. Che gibi savaşacağız ve ülkemizi de Che Yoldaş’ın Küba’da ve diğer ülkelerde, özellikle Vietnam’da belirttiği gibi, kurtuluşu için her türlü çabayı göstereceğiz ve kazanacağız. Son kez diyoruz ki, Che Yoldaş’ın sloganı ile: Hasta La Victoria Siempre, Venceremos! Zafere Kadar Daima, Kazanacağız! Köroğlu Devrimci Mücadelemizde Yaşıyor! 2 4 Temmuz’da bedence aramızdan ayrılan Köroğlu Yoldaş’ı, Parti binamızda, çalışmalarına bizzat ailesinin de katıldığı bir etkinlikle andık. Yoldaşlarının KÖROĞLU olarak bildiği, sevenlerinin “YAŞAYAN TAŞ” adını verdiği Mehmet Köroğlu Yoldaş’ın anması sırasında duygusal anlar yaşandı. Düzenlenen etkinliğe Partili yoldaşlarının yanı sıra ailesi, İskenderunlu birçok sanatçı arkadaşı (Alâeddin Eroğlu, Mete Baçkır, Rıfat Üstündağ, Selahattin Deniz), Karikatürist Ağabeyi Muhittin Köroğlu, mahallelerden arkadaşları, komşuları, onu tanıyan İskenderunlular katıldı. Program, karikatür ve fotoğraf sanatçısı Ağabeyi Muhittin Köroğlu’nun konuşmasıyla başladı. Ağabeyi, 1954 yılında Suriye’den Türkiye’ye göç ettiklerini söyleyerek “yalnız ikimizdik, şimdi tek kaldım”, dedi. Muhittin Ağabey, Köroğlu Yoldaş’ın taş işçiliğinden bir örnek Köroğlu’nun ömrü boyunca, inandığı devrimci mücadele için yaşadığını belirtti. Köroğlu’nun bulunduğu her alanda Partisinin görüşlerini dövüştürdüğünü ve tüm hayatını, bu uğurda saygın bir şekilde mücadeleye adadığını ve kardeşinin mücadele ettiği Parti’nin, Türkiye’de, toplumu gerçek insanlığa götürecek tek Parti olduğunu söyledi. Daha sonra, Köroğlu’yla çocukluktan beri birlikte başlayan arkadaşlığı; mücadele arkadaşlığı ve yoldaşlık olarak devam eden, Köroğlu’nun Başkan olduğu dönemde İlçe Sekre- teri olan ve Köroğlu’ndan sonra bayrağı İlçe Başkanı olarak devralan Ali Görülmez Yoldaş’ımız söz aldı. A. Görülmez Yoldaş, Köroğlu’nun bıkmadan, usanmadan ömrünü devrimci mücadeleyle geçirdiğini söyledi. “İşçi Sınıfının mücadelesinde İsmet Demir Abi’yle birlikte, Filtre İşçilerinin örgütlenme mücadelesinde, Burjuva İnsan Hakları anlayışına karşı İşçi Sınıfından yana İnsan Hakları mücadelesinde ve daha sayamadığım birçok mücadelelerde hep en ön saftaydı. Mücadele sürecinde, şu anda aramızda bulunan birçok genç arkadaşı ve sayısız insanı Partiye kazandırmış bir yoldaşımızdı. İnsan örgütleyici yanı yüksek bir yoldaşımdı. Haklı mücadelesi mutlaka zafer kazanacak!”, sözleriyle konuşmasını bitirdi. İskenderun İHD Başkanı Sadullah Çağlar, Köroğlu’nun insan hakları konusunda verdiği çabayı anlattı ve “Köroğlu’nun insan hakları ve toplumsal mücadelede inanılmaz belirleyiciliği vardı. Huzurunda saygıyla eğiliyoruz.” diye konuştu. Gene en yakın arkadaşlarından Münir Tümkaya da, taş işçiliği yaptığı sırada Köroğlu’yla beraber çalıştıklarını ve insan hakları mücadelesinde de beraber olduklarını söyledi. Köroğlu’nun maddiyata önem vermediğini belirten Tümkaya, “Köroğlu hayata veda ederken savunduğu insancıl değerleri, mücadelesi, anılarından başka bir şey bırakmamıştır.” diyerek, Köroğlu’nun kendi yazdığı bir dörtlüğünü okudu: Hem varım, Hem yokum, Hem tekim, Hem çokum, Haksızsam beni yakın Köroğlu Yoldaş’ı Anma Programı, üç ayrı sinevizyon programının sunumuyla devam etti. Ağabeyi Muhittin Köroğlu’nun ve yeğeni- nin hazırladığı sinevizyonlardan ilki; “Yaşayan Taş”, ikincisi; “Emperyalizm ve Irak Savaşı”, üçüncüsü; “Köroğlu’nun hayatı ve devrimci mücadelesi” konularını ele aldı. Sinevizyon programından sonra müzik dinletisi yapıldı. Ardından, Köroğlu’nun taş işçiliğine getirdiği farklı tarzdan örnekler, diğer eserleri ve sanatçı dostlarının eserlerinin sergilendiği sergi gezildi. Program bitiminde, programa katılan konuşmacılara, sanatçılara Parti Tüzüğü’müz ve Usta’mızın broşürleri dağıtıldı. Ayrıca etkinliğin düzenlendiği süreçte Kurtuluş Partisi Gençliği’mizin “e Cemaat Yurdu e Tarikat Evi, YURTKUR Uyuma Yurt Kur” İmza Kampanyası için imzalar toplandı ve katılan tüm konuklara kampanyanın broşürleri dağıtıldı. O gün Köroğlu bedenen yanımızda yoktu ama inandığı insanlık davası her alanda devam ediyordu ve haklı mücadelesi zafer kazanıncaya dek devam edecek. Ant olsun! Köroğlu Yoldaş Ölümsüzdür! Devrim Şehitleri Ölümsüzdür! İskenderun’dan Kurtuluş Partililer 16 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 15-16 Haziran Geleneği Sürüyor Direnişçi Grevci İşgalci İşçiler Konuşuyor Kurtuluş Partisi Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’nin yıldönümünü özüne uygun olarak, 13 Haziran 2009 tarihinde, Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde kutladı. Bu sefer söz sırası İşçi Sınıfımızdaydı. İşgalleren, Grevlerden ve Direnişlerden gelen İşçilerin ve Önderlerinin etkinlikte yaptıkları konuşmaların İşçi Arkadaşlara ait olan bölümünün bir kısmını geçen sayımızda yayımlamıştık. Bu sayımızda da kalan İşçi Arkadaşların konuşmalarını yayımlıyoruz. DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun ve Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş’ın konuşmasını da gelecek sayımızda yayımlayacağız. kan ve Ayhan Bey’ler geldiler, Avukat arkadaşımız. Polisle müzakerelerde bulundular. Polis dedi: “Kesinlikle işbaşı yapamazsınız”. Biraz uzun oluyor ama kusura bakmayın… Ondan sonra polisin gerçek yüzünü biz anladık. Sendika masası polisleri vardı. İlk başta bize, sendikalar masası polisiyiz, dediler. Biz de iyi bir şey zannettik: Sendika masası poliazlı Yoldaş: Arçelik Direnişçisi arkadaş- Cola’yı “Boykot” kampanyası yürüttüler. Tür- si! Ama gerçek yüzü; bizden bilgileri alıp işlara teşekkür ediyoruz. kiye ve dünyanın pek çok yerindeki İşçi SınıŞimdi söz eylemlerde, grevlerde, direniş- fından ve halklardan destek aldılar. Dünya ba- verene aktarmak ve işverenin lehinde koz olalerde omuz omuza mücadele ettiğimiz, Parti- sınında geniş yer buldular. Coca-Cola Direniş- rak kullanmak istemesiydi. Tabiî ki bütün arabaları dışarı çıkarmamak mizin dostu, DİSK Genel-İş Sendikası Anado- çilerini desteğe, dünyanın değişik bölgelerinamacıyla biz kapının önünü kestik. Polis yığılu Yakası Bölge Başkanı Veysel Demir’de. den sendikacılar geldiler. Çünkü Coca-Cola nın bizi kordon altına almasından sonra, saat İşçileri, dünyanın en büyük hayduduna baş DİSK Genel-İş Sendikası Anadolu Ya- kaldırmışlardı. Nakliyat-İş önderliğinde 160 1,5-2 gibi bütün arabaları çıkardılar. 20 Mayıs kası Başkanı Veysel Demir: gün süren ve ABD Emperyalizmine karşı mü- 2005’ten sonra yani bu 160 günlük sürede, Valla buraya gelirken tedirgin geliyordum, cadeleye dönüşen Direnişi başarıyla sonlan- hiçbir Coca-Cola arabası fabrikaya giremedi. Ve bizim yasal hiçbir dayanağımız olmadışu elimdeki kâğıdı da koyuyorum, gönlüm- dırdılar. Şimdi söz Coca-Cola İşçilerinden, ğı halde! Bu yasal bir grev de değildi, sadece den, kalbimden geçenleri sizinle paylaşmak Direnişçilerinden Erol Türedi’de. direnişti! istiyorum. (Alkışlar… Slogan: Yaşasın Coca-Cola Bizim bilek gücümüzle, Nakliyat-İş’in ve Ayrıca bu gece Kurtuluş Partisi Genel Baş- Direnişimiz…) İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği kanı’na, Sayın Genel Başkanım, NakliyatErol Türedi: Çok teşekkür ediyorum. Sağ (İPSD)’nin bize vermiş olduğu destekle, bunu İş’in Genel Başkanı’na, Sayın Genel Başkaolun… devamlı yürüttük. Ve 6 ay boyunca bu süreç nım ve Yöneticilerim, 15-16 Haziran’ın devam etti. 20 Temmuz’a kadar da bayağı sevgili, direnişçi dostla39’uncu yılının, herkese baskı gördük polisten. İşte çadırımızı yıktılar. rım, emekçi dostlarım, kutlu ve mutlu olmasını di- Biz tekrar yaptık. Onuncu defa yıkıldı, on bikardeşlerim ve yoldaşlaliyorum. rinci defa yaptık… rım, hepinize iyi akşamVallahi o kadar çok şey Ondan sonra 20 Temmuz’da, saat dokuz lar diliyorum. yaşadık ki, nereden başla- buçuk, on gibi, Yenibosna’daki diğer arkadaşsam bilemiyorum... Arkadaşlar, lar geldiler. Arabadan iner inmez Ali Rıza İlk önce, 13 Mayıs Başkan bize dedi ki: “Hadi içeri giriyoruz”. Benim gibi insanların 2005’de bir toplantımızda aslında az konuşması laSaat dokuz kırk beş, on araları biz fabrikabiz sendikaya üye olmaya ya işgal etmiş bulunduk. zım. Siz konuştunuz. Bir karar verdik. Ancak Türkitürkü var ya: “Diyorlar ki (Alkışlar… Slogan: Yaşasın Coca-Cola ye toplumunun bir önyaryağın var helva misaİşgalimiz…) gısı vardı: Sendikaya güli”… Onun gibi, burada 13 Mayıs’la 19 Mayıs, bizim işten atılmavenmeme, sendika faalida; devrimi de ihtilali de mız süresince ve Mayıs, Haziran, Temmuz iki yetleri hakkında fazla fikir gerçekleştiren, sosyalizbuçuk aylık bir süreç içinde sendikaya olan edinmememiz hakkında. mi de kuran, üreten sizgüvenimiz de zaten çok çok arttı. Deniz Gezmiş yoldaşların lersiniz. Neden arttı? asılmasından sonra bir Bundan önceki konuVeysel Demir Çünkü Türkiye’de sendikalar faciası yaşakampanya başladı. Yani şan arkadaşlarımız, 15nıyor. İnsanların sendikalara güveni yok. Sibunlarla ilgili, insanların 16 Haziran’lardan örnek yasi partilere zaten hiç yok… alarak, yeni yeni 15-16 Haziran’lar yaratmış- Sosyalizme, İşçi Sınıfına fazla özen göstermeNakliyat-İş’le tanışmamızdan çok kısa bir mesi… televole kültürü… İşte futbol ve diğer lardır. süre sonra o İşgali gerçekleştirdik. 20 TemVe benden önce konuşan tüm arkadaşları- masallarla uyutulmasını istediler. Ve bu çok muz İşgali, o kadar enteresan bir işgal ki… mın eylemlerinde de sürekli yanlarında olma- başarılı oldu. Yani ben de solcu bir aileden geliyorum, 13 Mayıs’ta tanışmamızdan sonra, 18 Maya çalışmışımdır. annem babam hâlâ sol görüşlü. Ailede hâlâ sol Bir daha söylüyorum, inanın o eylemlere yıs ya da 19 Mayıs’ta tam hatırlamıyorum, bagörüşlü insanlar var. Ama insanları o kadar giderken de sevinç ve mutluluk gözyaşlarımı yağı süre geçti 2005’den beri, Barış Arkadaşısindirmişler ki, insanlar korkuyorlar. Yani mızla Dudulu 12’nci Noter’e gittik. gizli gizli döküyordum. Çünkü başkaları kötü İlk tanışmamız hatta Barış arkadaşımızla kendi siyasi ve politik görüşlerini söylemekniyetle düşünmesin diye... ten çekiniyorlar. Çekinmemesi gerek. Çünkü Bostancı’da… Hangi sendika idi Başkanım? Niye? biz kimliğimizi belli edeceğiz. Yani ben İstanAli Rıza Başkan: Birleşik Metal-İş. O insanların kararlı mücadelesini; ArçeErol Türedi: Birleşik Metal İş’te tanıştık. bul’da bütün gün dolaşıyorum işim icabı... lik’in, Coca-Cola’nın, Üniversitedeki ve diğer İETT şoförleri hâlâ kocaman kocaman sakallı, ismini sayamayacağım, bölgemdeki tüm işçi- Oradan otobüse atladık 12’nci Noter’e gittik hacı sakallı insanlar var. Biz de kendi kimliğilerin gözlerinden görüyordum birlikteliği, Dudullu’ya. O arada ben babaannemi öldürdüm(!) İş- mizi belli etmek zorundayız. mutluluğu… Onların o birlikteliği, benim gibi 20 Temmuz İşgali’ni 10 dakikalık bir süreç yerine dedim ki, benim babaannem öldü, ben hasbel kader DİSK Genel İş’e Bölge Başkanı gibi hatırlıyorum. Yani hayal gibi bir şey çünOrdu’ya gidiyorum memlekete… Bütün arkaolmamı sağlayan arkadaşlar olarak, bana gükü... İnsanın hayal dünyası tabiî ki sınırsız ven verdiniz. İnanın o hızla o işyerlerine gide- daşları telefonla tek tek çağırdık. Bir günde ama… hepsini örgütledik. Yani Anadolu Yakası’nda rek, teke tek sizlerin direniş mücadelesini anO arada Recep Başkan da vardı. Allah rahlatarak, ben de kendi bölgemdeki arkadaşları- 60 kişi idik. 60 kişilik grubu bir günde örgütmet eylesin, şu anda aramızda yoklar kendileledik. Bir günde sendikalı yaptık. Bu süreçten mı motive ettim. ri… Nasıl mı ettim? Devrim şehidi olarak anabiliriz kendiKırk üç gün kırk gece süren Kocaeli-Salerini. raybahçe’deki Direnişe, sizlerin Direnişi ör(Slogan: Recep Yoldaş ölümsüznek oldu. dür…) Gene Dilovası’ndaki Genel-İş İşçilerinin mücadelesine, siz Arçelik’teki, siz 20 Temmuz İşgali’ni belki günlerce Tersane’deki ve diğer bölgelerdeki işçilerin anlatsam bitmez, ama kısa kesmek zorunDirenişleri birer örnek oldu. dayım… Demin benden öndeki arkadaşların dediği İşgal olduktan sonra kapılar… Belki gibi, yaprakların kıpırdamadığı bu dönemde, sinevizyon gösterisinde görmüşsünüzdür, grevlerin alt üst olduğu bu dönemde, Kartal yani iki dakikalık bir olay. İçeri girildi. Belediyesi’nde Grev ve Direniş yaparak; greBiz sadece içeri girip çıkacağımızı bilivin üçüncü günü, pazar yerlerini toplamayayorduk, yani bu işi, bu olayı yaşamadığırak, halkla birlikte hiç kimseyi içeri sokmayamız için, başımızdan geçmediği için… rak hizmeti durduran Belediye İşçileri de siz Saat 10.00 gibi içeri girdik, akşam 9’a kaNakliyat-İş üyelerini örnek alarak, destek aladar, polis bizi; kalkanlarıyla, gazlarıyla, Yiğit Coca-Cola İşgalcileri-Direnişçileri... rak devam etmiştir… hiçbir şeyle çıkartamadı... Ama en son kırılma noktası, yani artık sonra, bütün arkadaşlarımızı sendikalı yaptıkSevgili arkadaşlar, bu, Portakal Gazı mı diyorlar? O nefesini ketan 6 gün sonra, 5 işçi arkadaşımızı, için de Karşımızdaki düşman ne kadar büyük siyor insanların… Bir de bunu atmak (Avruben de dâhil olmak üzere, 19 Mayıs’ta kapının olursa olsun, onlar kâğıttan kaplandır. Asıl pa’yı, ben Avrupa’yı benimsemiyorum, AB önüne koydular. güç, asıl büyük Proletaryadır, İşçi Sınıfıdır. Bize ilk başta söylenen; verilen işi yapma- ve ABD’yi), AB uyum yasalarına göre, ABD Çünkü dünyaları yaratan biziz. Fabrikaları yamak, kılık kıyafeti gerektiğince giymemek, iş- uyum yasalarına göre kapalı ortamlarda bu pan, üreten biziz, idare eden biziz. te sakal traşı bilmem ne gibi mazeretlerle, 5 gazı atmak yasak. Bu halde bize gaz attılar. O Tek bir noksanlığımız var; siyasal olarak kişiyi işten attılar. O gün bütün arkadaşlarımı- halde çıkarttılar Vatan Emniyet Müdürlüğüne yan yana gelmiyoruz. za telefon açtığımızda, hepsi ama gayrisiz ya- götürdüler. 8-10 arkadaşımız vardı gözaltına Ben şunu açık yüreklilikle söylüyorum. Şu alındık. Bu sürede sabaha kadar bize su bile ni bütün hepsi geldiler ve işi bıraktılar. anda Türkiye’de olumlu tavrıyla sosyalizme Bizi içeri almayan müdür bize yalvardığın- vermediler. Su verdiler, bardak vermediler… ve devrime en yakın tek parti varsa, benim da ben dedim ki: “Artık iş işten geçti. Biz Enteresan, sanki biz vatan hainiyiz gibi… Sakalbimce elbette ki Halkın Kurtuluş sendikalıyız. Sendika muhatap olmadığı dece anayasanın bize vermiş olduğu 51’inci Partisi’dir. O yüzden hepinizi kutluyor ve saymaddenin… 51’inci madde der ki: işyerinde sürece biz işbaşı yapmayacağız.” gılarımla selamlıyorum. Hoşça kalın. Ertesi gün işe geldiğimizde, saat sekizde dahi işini aksatmayacak şekilde anayasal hak(Alkışlar… Slogan: İşçilerin Birliği Ser- işbaşı yapacağız, Ümraniye Emniyet Müdür- kını, sendikalaşma ve örgütlenme hakkını kulmayeyi Yenecek…) lüğü kapının önüne polislerini yığmış yüz ki- lanabilirsin, der. Ama bu halde dahi, kullanamadığımız halde, bu şeylere maruz kaldık, bu azlı Yoldaş: Veysel Demir Başkan’ımıza şi… Biz tabiî polisi iyi olarak biliyoruz. gibi tepkilere... teşekkür ediyoruz. Nasıl biliyoruz? İşte bir gün nezarette kalmıştık. Rahmetli Ve dünyanın başhaydudu ve en büyük emPolis sevecendir, bize tanıtıldığı gibi, yani Recep Başkan’ımız da vardı, 8-9 arkadaşımız, peryalist gücü ABD Emperyalizminin en televizyonlarla olsun, dizilerle olsun… önemli simgelerinde biri olan Coca-Cola şirBiz işbaşı yapmak için işyerine geldik ama Ali Rıza Başkan’ımız… Ertesi gün Ümraniye Adliyesine getirdiler. ketinin çalışanları, 19 Mayıs 2005 günü Nak- işbaşına izin vermediler. liyat-İş önderliğinde Direnişe geçtiler. Dediler ki: “Siz artık Coca-Cola’nın işçi- Tekrar işlem falan yaptılar, serbest bıraktılar. Duduluyla geri döndük biz, çadırımıza... Bü19 Mayıs tarihinin, Türkiye Halkları için si değilsiniz”. önemli bir yeri vardı. Türkiye’de, emperyalizBizim yaka kartlarımız, kendi gömlekleri- tün arkadaşlarımız da bize destek verdiler, Yeme karşı Birinci Kurtuluş Savaşı’nın başladı- miz, yani Coca-Cola’nın verdiği üniformalar- nibosna’daki arkadaşlarımız da. Bu arada geldiğimizde çadırımız komple ğı tarihti. Tesadüf bu ki, 86 yıl sonra Coca-Co- la: “Biz işbaşı yapmak istiyoruz”, dedik. yıkılmıştı. Çok iyi hatırlıyorum: la İşçileri, ABD Emperyalizminin en büyük “Hayır”, dediler. Polis dedi ki: 10 defa yıktık bu çadırı. temsilcisine karşı direnişe başladılar. CocaOndan sonra saat sekiz gibi, Ali Rıza BaşErdal Başkanımız dedi ki: 10 defa da yık- sanız 11’inci defa bu çadırı Allahına kadar yapacağız! Ve kaç defa yıktılarsa kararlı bir şekilde o kadar da çadırımızı yaptık. Yani Partili arkadaşlarımız, Halkın Kurtuluş Partili arkadaşlarımız hiçbir zaman desteğini bizden esirgemediler. Bu konuda onlara çok minnettarız. Ha üzüldüğüm nokta şu anda Cola Cola’dan bir tane Direnişçi arkadaşımız yok. Yani bu direnişi Coca Cola olsun, Pirelli olsun, Kocaeli Üniversitesi olsun, bu direnişleri devamlı bizim büyütmemiz lazım. Belki eksikliğimiz bu. Yani ben buraya geldiğimde dahi eşimden tepki alabiliyorum. Ve diğer arkadaşlarımın da tepki aldıklarını biliyorum. Yani ilk başta kendi evimizi değiştirmemiz lazım. Öyle düşünüyorum. Çünkü ilk başta kendi evimizi, çoluğumuzu çocuğumuzu düzelterek, daha sonra topluma bunları yaymamız lazım. Yani bir eksikliğimiz de o. Misal bir basın açıklaması düzenliyoruz. 150-200 kişiyiz. Bunu 200 bin kişi yaptığımızda, insanlara veya çevreye veya topluma, basına daha değişik aksettirebiliriz. Çünkü toplum gücü seviyor. Mesela Ekim Devrimi’ni düşünelim. Çok az bir sempatizanı vardı ama güçlü olduktan sonra halk, insanlar peşinde oldu. Yani bu konuda kendi çevremize, en yakınımıza, eşimize, babamıza, ağabeyimize, kardeşimize, bunlara telkinde bulunmamız lazım. Daha sonra komşularımıza, daha sonra da daha uzak insanlara, çevremizdeki iş arkadaşlarımıza, topluma duyurmamız lazım diye düşünüyorum. Eksik kalan bir şey varsa kusura bakmayın… Çok çok teşekkür ediyorum. Çok sağ olun. (Alkışlar… Slogan: Yaşasın Coca-Cola Direnişimiz…) azlı Yoldaş: Efendiler, beyzadeler de bakalım vurun bizi. Ne soran var. Ne bir eden devam edin kırın bizi başımıza mühür basın Boynumuza ferman asın rahatınız bozulmasın yad ellere sürün bizi. Dert üstüne dert alırız sanmayın böyle kalırız. Elbet bir gün uyanırız. Siz o zaman görün bizi. Aramızdan ayrılan Aşık İhsani’yi ve geçtiğimiz günlerde ölüm yıldönümü olan azım Hikmet’i saygıyla anıyoruz. Aşık İhsani’nin son dörtlüğünde söylediğini hayata geçirenler var aramızda. Kriz bahanesiyle işten atılarak, hiçbir haklarını alamadan kapı önüne konulduklarında, örgütlülük ve sendika konusunda hiçbir şey bilmiyorlardı. Kurtuluş Partilileri Rozi Direnişi’nden tanıyan arkadaşlardan birinin aracılığı ile Kurtuluş Partilileri yardıma çağırdılar. Sonra İşçi Sınıfının mücadele ve örgütlü bilincini kazanarak, İşgal ve Direnişe geçen; kışın karına, soğuğuna aldırış etmeden her türlü baskı ve zulme rağmen Ünsa’nın önünü Direniş alanına çevirerek mücadelelerini zaferle sonuçlandıran, İşçi Sınıfının tarihine adlarını onurlu bir şekilde; Ünsa işgalcileri ve Direnişçileri olarak yazdıran Ünsa Direnişçilerinden Mustafa Yılmazer ve Murat Yoldaş’ımız sizlere seslenecekler. Slogan: Yaşasın Ünsa Zaferimiz…) Ünsa Direnişçilerinden Mustafa Yılmazer: Hepiniz hoş geldiniz. Öncelikle 15-16 Haziran devrimci arkadaşlarımızı saygıyla anıyorum. Biz Ünsa Çuval Fabrikası’nda çalışıyorduk. Yedi yılımızı verdik. Gece gündüz hepimiz çalıştık. Biz taşeron firmada çalışıyorduk. Ünsa, tek taraflı bizim sözleşmemizi fesh etti. Barış Başkan sağ olsun, bizim ustabaşımızla daha önce tanışıyorlarmış, onun sayesinde Ali Rıza Başkan Bey’e ulaştık. Ali Rıza Başkan Beyin hiç unutmayacağım, ömrüm boyunca unutmayacağım bir lafı vardı: “Zor oyunu bozar” dedi bize. “Siz varsanız biz de varız” dedi bize. Biz söz verdik. Ali Rıza Bey’in önderliğinde devam ettik. Ünsa’nın yönetimi önce bizi tanımıyordu. Ata Baykal diye bir hissedar var. Canlı yayın araçları geldi, televizyonları çağırdık, Show tv geldi. Ben dedim: bu hammaddeleri çekin (bizim tazminatlarımızı vermeme taraftarıydı), hammaddeleri çekin dediğimiz zaman, yok dedi biz sizi tanımıyoruz dedi. Siz Doğa Tekstil’in elemanısınız. Oysa Ünsa’ya çalıştığımıza dair sertifikamız var elimizde… Ali Rıza Başkan, yönetimle görüşmeye başladı. Yok dedi biz sizi tanımıyoruz. Böylece grevimiz başladı. 39 gün boyunca. Kar, fırtına demeden… Az önce orada bir arkadaşımız dedi: “Ali Rıza Başkan’ın parmağı yok.” Ama mangal gibi yüreği var! Allah onu bizim başımızdan eksik etmesin. Yiğit Ünsa Direnişçileri... (Alkışlar…) Önce hiç bizi tanımayan adam, patronumuz kaçıyor. Bayram öncesi, Kurban Bayramı, Aralığın dördünde, Erdal Başkan’ımız taşeron patronunun yakasından tuttu: “Söke söke bütün elemanların maaşını, tazminatını vermek zorundasın”, dedi. Adam kaçıp bizim maaşımıza el koyacak ya… Onu da yapamadı tabiî. Erdal Başkanı’da buradan tebrik ediyorum o açıdan… Yılbaşında biz orayı İşgal ettik. Barış Başkan’ımız öndeydi. Güvenlikçiler dedi: “Giremezsiniz.” Girdik içeri… Tabiî sanki biz Yunanistan’dan gelmişiz. Robokoplar geldi önümüze coplarıyla. Biz kol kola girdik, kenetlendik. Özgürlük ve bu mücadele, yürekle olan bir şey… Biz daha önce hiçbir şey bilmiyorduk. Bize ustabaşı sayılı mal veriyordu, işte sen beş bin tane fazla vereceksin. Diğer arkadaşını geçeceksin… Biz mücadele neymiş, birlik beraberlik neymiş, onu bilmiyorduk. Sadece ekmek paramız için çalışıyorduk. DİSK bize sahip çıktı Allah razı olsun. Taksim’e gittik. Orada eylem yaptık. Baktı bu Ünsa, olacak gibi değil, işlerini kaybetmeye başladı. Geri adım atmak zorunda kaldı. 39 gün boyunca… Biz yılbaşını karakolda geçirdik. Sendikadan arkadaşlarımız vardı. Hakan Başkan burada mı? Göremiyorum. Hakan Başkan: Buradayım, burada… Mustafa Yılmazer: Bizi odadan çıkardılar. Sendikacılar, görevliler çıksın, dediler. İki tane istihbarat yüzbaşı geldi içeri, dediler: “Bu DİSK sizi terör örgütlerine mensup etmek istiyor”. Önce sendikacı arkadaşlar dışarı çıksın… Ben dedim: “Sen necisin? Önce kendini tanıt bize”. Kimliğini gösterdi: “Ben dedi istihbarat yüzbaşı”. Ben: “Olabilir” dedim. “Kim olursan ol…” Bana dedi ki: “Seni nezarete alırım”. Ben: “Kelepçeler kol saatimiz, karakollar meskenimiz. Gel gidelim karakola” dedim. Yılbaşına, on ikiye çeyrek vardı, biz oradaydık. Bir de işi uzatmak için şey yaptılar, hastaneye, yok rapor almaya falan… Neyse öylece gittik… Yılbaşından sonra biz yine Pazartesi geldik. Ata Baykal bize söz verdi: “Gelin kendi listemde olanların tazminatlarını dağıtacağım”. Pazartesi oluyor, görüşme talep ediyoruz, olmuyor. Salı, olmuyor… Çarşamba oldu, güvenlikçiler bizi muhatap etmiyor. Ustabaşımız: Arkadaşlar giriyor muyuz içeriye? Giriyoruz. Tabiî güvenlikçiye bir tane çaktım, o, hatırlamıyorum, diyor Bir yumruk yediğimi hatırlıyorum, diyor… Güvenlikçiler, sanki mal kaçırıyoruz, kapıya durmuş: Giremezsin. Sen de işçisin biz de işçiyiz kardeşim. Kaçıl, dayak yeme. Yok… Buna tekmeyi vurduk, cama yapıştırdık, girdik içeri. Barış Başkan’ımız vardı, Ali Rıza Başkan’ımız vardı. Baktı olmayacak, bizi bu sefer tanımaya başladı. Dediler: “Tazminatlarınızı vereceğiz. Bu kadar… Mahkeme olaylarına gitmeyin”. Baktık geri adım atıyor bunlar. Biz yine tabiî grevimize devam ettik. Sonra hissedarlardan Reşit Gediz… Bunun hiçbir şeyden haberi yok tabiî. Para vermemek için bunlara haber vermiyor. En son fabrikaya geldi. 700 milyonluk jipi var. Zırhlı, diyorlar. Tabiî bize zırhı falan hiçbir şey sökmedi. Adamın üstüne saldırdık. Kapısını falan tekmeledik. Adam baktı olacak gibi değil, bizim tazminatlarımızı vermek zorunda kaldı. Yani bu İşçi Sınıfı birbirine kenetlenmediği sürece, Türkiye’de bu sömürü her hal devam edecek. Buna hiç kuşkum yok. Ama biz İşçi Sınıfı birbirimize kenetlenirsek, önümüzde aşamayacağımız hiçbir engel yoktur. Bunu ben böyle biliyorum. 33 yaşındayım. Bu yaşıma kadar birlik beraberlik nedir bilmiyordum. İşçi Sınıfı anlamında söylüyorum. Ama bundan sonra bize bir adım gelse, biz on adım gitmek zorundayız. Bunu da İşçi Sınıfı bu şekilde bilmek zorunda… Sözü fazla uzatmak istemiyorum. Bu sıcak havada ben de terledim. Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar… Slogan: Yaşasın Ünsa Zaferimiz…) 17 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 15-16 Haziran Geleneği Sürüyor Direnişçi Grevci İşgalci İşçiler Konuşuyor Ünsa Direnişçilerinden Murat: Öncelikle herkese iyi akşamlar. Ben Halkın Kurtuluş Partisi’yle tanıştığım için çok mutluyum. Ünsa Direnişi sayesinde Kurtuluş Partisi ile tanıştım. Partimizin sayesinde zafer kazandık. İyi ki Direnişe çıkmışım. İyi ki Partimizle tanışmışım. Ne mutlu İşçi Sınıfımıza, ne mutlu Partimize… Halkız Haklıyız Kazanacağız! (Slogan: Halkız Haklıyız Kazanacağız… Alkışlar….) azlı Yoldaş: Bizler dünyanın en haklı davası, İşçi Sınıfı davası veren işçileriz. Bir araya geldiğimizde, örgütlendiğimizde, mücadele ettiğimizde; patronların baskısı da, zulmü de bizlere vız gelir, diyerek 4 Mart’ta LC Waikiki-Meha Tekstil’de Direnişe geçen İstanbul’un pek çok yerindeki LC Waikiki mağazalarının önünü eylem alanına döndüren, LC Waikiki patronuna korku, işçi kardeşlerine ise umut olarak Direnişlerini zaferle sonuçlandıran, LC Waikiki-Meha Direnişçilerinden Şahin Aslan ve Cemal Dokuyucu sizlere hitap edecek… (Alkışlar… Slogan: Direne Direne Kazandık…) LC Waikiki-Meha Direnişçilerinden Şahin Aslan: Öncelikle Merhaba Arkadaşlar. Ben de, diğer arkadaşlarım gibi, 15-16 Haziran devrimci işçi arkadaşları sizlerin de huzurunda bir kez daha anmak istiyorum. Ve Halkın Kurtuluş Partisi olarak, böyle hassas bir konuya da bu kadar dört elle sarıldığından dolayı teşekkür ediyorum. Özellikle değerli Başkan ve üyelerine… Şimdi biz LC Waikiki-Meha İşçileri olarak, 4 Mart’ta patron tarafından hiçbir haklarımız verilmeden işten atıldık. Ve bu süreç daha öncesinden başlamıştı. Yaklaşık, atılmadan üç ay öncesinden, patron krizi bahane edip bazı haklarımızı elimizden almaya kalkıştı. Öncelikle maaşlarımızdan yüzde 30 indirim talep etti. Kabul etmedik. Daha sonra sigortaları düşürmeye kalkıştı. Bunu da kabul etmedik. Ve en son bize (imalat şefleri olarak, bir arkadaş daha var), niye bunları düşünüyorsunuz? dedi. Bunları atarız, dışarıdan yeni işçi alırız, daha ucuza çalıştırırız. Ve sigorta yapmayız 2010 kadar. Bu şekilde krizden çok güçlü bir şekilde çıkarız, dedi. Bunların hepsini bir bütün olarak kabul etmediğimizden dolayı başladı maaşları yarım yarım ödemeye. Sanki krizdeymiş gibi, zarar ediyormuş gibi, maaşları yarım yarım ödemeye başladı. Asgari geçim indirimlerini ödememeye başladı bize. Farklı farklı nedenlerden dolayı zorluklar çıkarmaya başladı. Şimdi aradan üç ay geçince, ister istemez çalışan arkadaşlar da mağdur durumda kaldılar. Ve ne zaman ödeyeceğine dair bilgi istediler. Patrondan toplantı talep ettiler. Patron toplantıya çıktı: “Ben zarar ediyorum, krizden dolayı zarar ediyorum. İyi ki böyle bir toplantı istediniz. Siz bana yardımcı oldunuz. Ben zaten kapatmayı düşünüyordum. Ama size nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Bu konuda bana yardımcı oldunuz” dedi. Daha sonra toplantıda zarar ettiğini, kapatması gerektiğini, yoksa bu şartlarda çalışamayacağını anlatmaya başlayınca, işçi arkadaşlar da doğal olarak işlerinden olmamak için, bazı fedakârlıklar yapmaya başladılar. Neydi bunlar? Geçmişe dönük üç aylık mesailerini istemediler, altı aylık vergi iadelerini istemediler, ileriye dönük üç ay daha mesaili çalışıp parasını istemediler, asgari geçim indirimlerini istemediler. Yani toplamda altı ay mesaisiz çalışmış olacaklardı patrona, dokuz ay da asgari geçim indirimini almayacaklardı. Bu şekilde bir anlaşma sağlandı. Ertesi gün, bunun yetmeyeceğini söyledi patron. Sigortalarının da düşmesi gerektiğini söyleyince arkadaşlar burada tepki koydular. Ve daha sonra ikinci bir toplantı istendi. Ve biz bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. Sigortalarımız düşerse, biz yarın öbür gün çoluk çocuk hastalanırsa nereye gideceğiz? Bizlerin özel hastanelere gitmek gibi bir lüksümüz yok, denildi. Patron: O zaman kusura bakmayın, ben kapatıyorum. Herkes başının çaresine baksın, dedi açıkçası. Bu noktada arkadaşlar: haklarımız ne olacak? dediler. Tamam, sen kapatıyorsun, ama haklarımızı vermeden kapatamazsın, haklarımızı almadan buradan çıkmayacağız, dendi. Tazminatın bir hak olmadığını, işçilere karşı söyledi. Bunun üzerine işçilerden bazı arkadaşlarımız buna itiraz ettiler: Kesinlikle biz haklarımızı almadan buradan çıkmayacağız, dediler. Daha sonra polis çağırdı. Polis zoruyla arkadaşlarımız dışarı çıkarıldı. Ve biz imalat şefleri olarak, dışarıdaki arkadaşlarımızın halini kameradan, bizim kendi yazıhanemizde kameradan seyrediyoruz. Ve durumlar içler acısı… Hiç kimse ne yapacağını bilmiyor, herkes bir tarafa koşturup duruyor… Çünkü hiçbir hakkı verilmedi. Şubat maaşları verilmedi, içerideki alacakların hiçbiri ödenmedi ve birden bire işyerleri kapanınca, herkes çaresiz bir durumda, dışarıda dolanıp duruyordu… Ve biz bu şekilde burada kalamayacağımıza karar verdik diğer arkadaşımla birlikte. Biz de karar verdik, indik, arkadaşların yanına indik. Ve ondan sonra ne yapacağımıza karar vermeye başlarken, arkadaşlarımız toplandı etrafımıza, işte sizler şeflerimiz olarak bizim öncülüğümüzü yaparsanız, biz sonuna kadar arkanızdayız, haklarımızı alana kadar direniriz, dediler. O dakikadan itibaren bizim Direnişimiz başlamış oldu. O gün ihtar çektik. Gittik noterden ihtar çektik. Akşam geldik, arkadaşın çadırı vardı, iki kişilik çadır, hemen o akşam o çadırı oraya kurduk. Ertesi gün Bölge Çalışmaya gittik, şikâyette bulunduk. Daha sonra tekrar noteri alıp getirdik, tespit tutanağı tutturduk: Biz işe geldik ama patronun bizi işe almadığına dair tespit tutanağımızı tutturduk. Ve bu süreç devam etti. Yaklaşık beşinci gün müydü, altıncı gün müydü tam hatırlamıyorum, biz LC Waikiki Şirinevler Mağazası’nın önünde bir eylem yaptık. Burada amacımız, LC Waikiki ile Meha arasındaki ilişkiyi kesmekti aslında. Tamamen amacımız buna yönelikti. Daha sonra Gaziosmanpaşa’daki LC Waikiki önüne gittik orada bir eylem yaptık. Üçüncüsünde alışveriş yaparak bir eylem yaptık. İçeri girdik alışveriş yaptık, kasadan geçirdik, yaklaşık 7-8 bin liralık bir mal geçirdik kasadan, faturasını da kestirdik. Daha sonra arkadaşlardan birinin maaş kartını, tabiî boş maaş kartından birini uzattık kasiyere. Kasiyer: bu kart boş, dedi. İkinciyi verdik, ikincisi de boş, dedi. Biz, dedik, LC Waikiki-Meha İşçileriyiz, bizim paramızı vermediği için size verecek paramız yok. Kusura bakmayın, biz bu malları almıyoruz, dedik ve çıktık mağazadan. Ve daha sonra bir akşam Ali Rıza Başkan çadıra geldi. Durumdan haberdar olmuş. Geldi: böyle böyle arkadaşlar, durumunuzu öğrendim. Nedir, ne değildir? Bana bir açıklayın, dedi durumu. Ne yapabiliriz bir karar verelim… Oturduk konuştuk. Açıkçası, arkadaşlarımız pek de sıcak bakmıyorlardı. Yani diğer sendikaların yapmış olduğu hatalardan dolayı sendikaya çok sıcak da bakmıyorlardı. Ama zaman içerisin- de yavaş yavaş alıştılar. Başkan; ikinci gün müydü makinelerin gittiği, üçüncü gün müydü, geldikten sonra, tam hatırlamıyorum? Makineler gidecek, biz bunu hissediyoruz, orayı da biraz kalabalık tutmaya çalışıyoruz. Çünkü hileli bir haciz var. Bayağı da faaliyet içersinde patron, bunun farkındayız… Kalabalık tutarak bu makinelerin gitmesini engellemeye çalışacağız. O gün tabiî götüremediler. Bizim kalabalık olduğumuzu anlayınca, vazgeçtiler bunlar. Ertesi gün sabah, bizim çadırda nöbetçi kalan arkadaşlarımız var, 4-5 kişi her gün kalıyorlar orada, sabah yedi sularında telefon ettiler arkadaşlarımız bize: burası polis doldu, bir şeyler oluyor, acilen gelin… Tabiî gittiğimizde yaklaşık 8-10 araba polis dolmuştu bizden önce. Biz, tamam, dedik; bugün makineler gidecek… Ama bizler ne yapabiliriz?.. Bu sürede toplayabileceğimiz kadar çevreden bize destek olabilecek insanları oraya toplamaya çalıştık. Daha sonra Başkanlar geldi, ekibiyle beraber. Velhasıl oraya gelen kamyonlar vardı. Nakliyeciler vardı. İlk, nakliyecilere zor kullanarak, deyim yerindeyse, geri püskürttük. Adamlar korkudan çekip gittiler. Ama daha sonra tekrar iki tane daha nakliye kamyonu çağırıldı. Polis yardımıyla kamyonlar içeriye alındı, makineler yüklendi, çıkışta engel olmaya çalıştık. Ama polisin copuyla, biber gazıyla karşı karşıya kaldık. Bir şekilde makineler çıkarıldı oradan. Ve ondan sonra bizde bir burukluk başladı. Arkadaşlar dedi ki; makineler gitti, bizler boş fabrikayı ne diye bekliyoruz, çadırı kaldıralım. Oylamaya sunduk, yaklaşık yüzde 80’i, çadırın kalkmasından yanaydı. Öyle bir karar alındı sonuçta ve neticede çadırı hafta sonuna kadar tutup, hafta sonu kaldırmayı düşünüyorduk. Salı günü karar aldık, Çarşamba günü Waikiki’den bize haber geldi. Gelin, dedi: size 75 bin lira gibi bir rakam ayırdık, bunu size verelim. Maaşlarınızı verelim, kalan, 52 bin lira tutuyor maaşlar, kalan 23 bin liralık gibi bir rakamı da kaymakamlık üzerinden size yardım olarak verelim. Biz tam kendi aramızda konuşurken, bunun hesaplarını çıkarırken, Başkan aradı tekrar, gelin görüşelim, dedi. Ne oluyor ne bitiyor? diye. Gittik tekrar, Nakliyat-İş’in binasında konuştuk Başkanla, bunun sonuçlarını söyledik. Başkan dedik; böyle böyle bir durum var . Waikiki 75 bin lira gibi bir rakam teklif ediyor, siz ne diyorsunuz buna? Tabiî Başkan’ın surat ifadesi değişti o andan itibaren… Yani dedi ki: bu iyiye işaret, bunun devamını getireceğiz. Biz bunu arkadaşlarla oturup toplantı yapalım, konuşalım, ama bunun devamı gelecektir yani 75’i veren 500’ü de verir, dedi. Tamamen size kalmış, bizlere kalmış, dedi. Toplantı yaptık arkadaşlarımızla, durumu anlattık. Arkadaşlarımızın yaklaşık yüzde 100’ü devam kararı aldı. Çadırı kaldırmaktan vazgeçtik. O süreçten sonra biz tamamen Waikiki’ye yöneldik. Başkan’ın her Direnişte olduğu gibi, burada da bir sloganı vardı. İlk dikkatimi çeken oydu: “Yağma Yok!” dedi gelir gelmez. “Böyle bir durum var”, dedik; “Yağma yok!” dedi. (Alkışlar… Slogan: Yağma Yok Direniş Var…) Daha sonra eylemlerimiz devam etti. Tabiî ki en büyük destekçilerimizden biri, Halkın Kurtuluş Partisi. Bizi hiç yalnız bırakmadılar. Buradan kendilerine teşekkür ediyorum. Direnişimiz Meha değil de, o süreçten sonra LC Waikiki-Meha Giyim olarak değiş- ti. Bizim Sloganlarımız da değişti, taşıdığımız pankartlarımız da değişti, tamamen Waikiki’ye yöneldik. Yani Başkan’ımızın da dediği gibi: “Meha’yı unutun, tamamen Waikiki’ye yönelin” diye bizi ikaz etti. Bundan sonraki eylemler o şekilde oldu. Daha sonra Waikik’nin birkaç mağazasının… hatta ilk yaptığımız şey, Mecidiyeköy Mağazası’nın önünde bir Direniş yaptık, Oturma eylemi yaptık daha doğrusu. Süleyman Çelebi’nin de katılımı ile oturma eylemi yaptık… Ve bu süre içerisinde Waikiki, bire bir arkadaşlarımıza mektup göndererek, bazı tekliflerde bulunmaya başladı. Aynı mektuptan Sayın Çelebi’ye de göndermişti. Biz bunu kesinlikle kabul etmiyoruz, dedik. Daha sonra, Mecidiyeköy eyleminden sonra, Waikiki ile telefon görüşmesi yapıldı. Waikiki birinci toplantıyı istedi. Gelin, dedi, konuşalım. Ve gittiğimizde Waikiki’nin sahibi Mustafa Küçük bizi karşıladı, oturduk. Bizler gittik, Ali Rıza Başkan vardı, Çelebi Başkan vardı. Oturup konuştuğumuzda, Mustafa Küçük tir tir titriyordu açıkçası... Bunu biz, göz- le görülür bir şekilde fark ettik. Önce hastalık var zannettik, yani tanımadığımız için, rahatsız zannettik. Ama daha sonradan ortama alışınca biraz, düzeldi, adamın titremesi falan geçti… Daha sonra oturduk konuştuk. Ya, biz size 75 bin lira değil de, 150 bin lira ayırmıştık. Size 75 bin lira demiştik… Peki, ödemeyi nasıl yapacaksınız? dedik. Ödemeyi yine kaymakamlık üzerinden, yani hayır kurumları üzerinden yapmayı düşünüyoruz, dedi. Başka türlü size bu parayı ödeyemeyiz, dedi. Biz de dedik ki; biz sadaka istemiyoruz. Kazanılmış haklarımız var, bunları istiyoruz. O zaman bir yol bulun. Eğer varsa, bizim burada sorumluluğumuz varsa, ödeyebileceğimiz bir yol varsa bunu bulun ve biz bu şekilde ödeyelim. Çünkü sizin bizimle ilgimiz yok. Başından beri söylüyoruz. Meha ile bizim herhangi bir ilgimiz yok. Biz fason iş veriyoruz. Yaptığınız işlerin parasını patronunuza ödedik. Bizim sizinle herhangi bir ilgimiz yok. Ama bulun bunun yolunu, bulursanız bunu bu şekilde ödeyelim. Daha doğrusu Başkana böyle bir şey sundu. Varsa bunun yolu, bir ilişkimiz varsa bunu ispatlayın, dedi. Biz size ödeyelim… 4857 sayılı İş Yasasındaki ilgili maddeleri göstererek tekrar toplantı yaptık. Fazla da uzatmayayım, bununla karşılarına çıktığımız zaman, bunlar da avukatlarını getirmişlerdi, tabiî çeşitli bahanelerle bunu da savsaklamaya çalıştılar. İşte tamam, o maddede öyle diyor ama; başka bir madde de, başka bir şey yazıyor, gibisine... Kabullenmediler. Daha sonra biz dedik ki, eylemlere devam edeceğiz. Hakkımızı alana kadar inatla devam edeceğiz. Ve bu eylemler bir süre sürdü. Yani şöyle söyleyeyim, yaklaşık iki günde bir eyleme gidiyorduk biz. Ve gittiğimiz zaman da 2-3 mağaza dolaşıp öyle geliyorduk. Belli bir süre sonra baktık ki, alıştılar eylemlere… Yani gidiyoruz, mağazanın önünde oturma eylemi yapıyoruz veya içerideki müşteriye dışarıdan megafonla seslenerek sorunumuzu anlatıyorduk, içerideki müşteri aldığı malları geri bırakıp çıkıyor ama buna alışıldığını gördük. Dedik ki, ne yaparız burada? O zaman eylemleri biraz sertleştirelim. Ne yapalım? dedik. Başkan: İçeri gireceğiz, dedi. Mağazanın içine gireceğiz… Mağazaların içerisine gireceğiz dediğinde, biraz tedirgin olduk açıkçası. Bu herhangi bir suç teşkil eder mi, etmez mi? diye tereddütte bulunduk. Hayır dedi, Başkan. Biz girelim, onlar da bırakmasınlar. Ve biz Kartal’da, E-5 üzerinde Waikiki’nin bir mağazası var, geldik oraya. İşte Pınar Hanım filan, gayet kalabalığız, direk önlüklerimizi giydik ve mağazanın içine girdik biz. Alışveriş yapan müşterilere bildiri dağıtıyoruz. Bir bir ellerine tutuşturuyoruz, durumumuzu anlatıyoruz. Orada bir gerginlik yaşandı, güvenlikle, çalışan personelle birlikte… Fazla uzatmayayım, oradan çıktık. Ve Kurtköy’de, Viaport Alışveriş Merkezi var. Burada oturanlar daha iyi bilir, büyük bir alışveriş merkezi, oraya geçtik biz. Oraya geçtiğimiz zaman, belli ki haber almış oradaki güvenlik, biz tabiî içeri girdikten sonra önlüklerimiz giydiğimiz için fark edemediler herhalde, Waikiki mağazasına yaklaşık 15-20 metre kala biz önlüklerimizi giydik üzerimize ve güvenlik etrafımızı çevirdi. Güvenliğin ilk müdahalesiyle Başkan karşı karşıya kaldı. Daha sonra hepimiz dâhil olduk buna. Orada bir arbede yaşandı. Coplar moplar, bir taraftan köpekler, onlarla geliyorlar insanların üzerine… Bizde yüzde 80’i bayan… Erkek olarak 10-12 kişi var mıyız yok muyuz?.. Ona rağmen biz mücadelemize devam ettik. Ve onlar bize vurdu, biz onlara vurduk. Güvenliğin birinin burnunu kırdık o arada… (Alkışlar…) Bu yaklaşık yarım saat, kırk beş dakika kadar sürdü. Jandarma çağırdılar. Jandarma komutanı geldi, vuran arkadaşımızı almaya kalktı. Başkan, tabiî her zaman olduğu gibi en ön saflarda, başçavuşun karşısına dikildi: Sen ne alıyorsun, kimi alıyorsun? diye. Arkadaşımızı vermedik orada. Daha sonra anlattık durumu, ondan sonra bizi karakola götürdüler, ifademizi almak için karakola götürdüler. Güvenlik amiri geldi karakola daha sonradan: Kusura bakmayın, bizim arkadaşlar yanlış yapmış, biz sizden şikâyetçi değiliz, siz de bizden olmayın, olayı bitirelim… Tamam, dedik, biz buraya kavga etmeye gelmedik. Ama sizin arkadaşlardan bize tepki olunca, biz de mecburen karşılık verdik… Orada bir Tutanak tutuldu Ayhan Abi ile birlikte, Karakol komutanı ile tutanak tutuldu. Biz oradan çıkıp Maltepe Mağazası’na gittik. Orada yine biz mağazanın önünde bildiri dağıtıyoruz, slogan atıyoruz… Yine güvenlikle bir tartışmamız oldu. Sivil polis vardı. Ayhan Abi, onunla bayağı bir tartışmaya girdi. Daha sonra polis çağrıldı, yine yunuslar geldi. Üç yıldızlı bir komiser geldi. Her nedense, o da durumu anladı galiba, pek ses çıkarmadı. O günü de öyle tamamladık. Pazardı o gün. Pazartesi Waikiki bizi çağırdı: Gelin, dedi, anlaşalım. Daha sonra Başkan’ımızla gittik, oturduk. Önce yüzde 50 dediler, daha sonra yüzde 65 ile bu işi bağladık. Ben fazla uzatmak istemiyorum. Arkadaşım da konuşacak daha… Hepinize teşekkür ediyorum. LC Waikiki’den Cemal: Merhaba arkadaşlar, Özellikle Şahin Usta bana bir şey bırakmadı. Zaten geciktik de… Özellikle 15-16 Haziran’ı, tüm insanların bize bıraktığı bu mirası bizler de inşallah devam ettireceğiz. Diğer yandan özellikle Nakliyat-İş Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve yöneticilerine, Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanına ve yöneticilerine çok teşekkür ediyorum. Onlar bu konuda gerçekten hep bizim yanımızda oldular. Bize destek oldular. Bundan dolayı da kendilerine teşekkür ediyorum. Meha’ya gelince, dediğim gibi pek bir şey kalmadı. Bizler de 75 gün sonunda bunu başardık. Ve özellikle İşçi Sınıfının, emekçilerin neler yapabileceklerini biz bu Direniş’te çok iyi öğrendik ki, eğer birlikte olursak, birlikte hareket edersek, hiçbir engel önümüzde durmaz, tanımayız! Teşekkür ederim. (Alkışlar… Slogan: Yaşasın LC Waikiki Zaferimiz…) azlı Yoldaş: Şimdi sizleri Grup Göç’ün hazırladığı müzik etkinliğiyle baş başa bırakıyoruz. Ama bunun öncesinde, hepinizi etkinliğimize katıldığınız için, bizlere destek verdiğiniz için teşekkür ediyoruz. Bir sonraki yıl esas hedefimiz büyük sokak eylemleriyle yeni 15-16 Haziran Direnişleri yaratmak olmalı. Buradan alacağımız, işçi arkadaşlarımızın bize vermiş olduğu ders: birlikte, örgütlü mücadele ettiğimiz zaman, bir olduğumuz zaman aşamayacağımız hiçbir engelin olmadığı. Buradan da bu dersi çıkartmış oluyoruz. Tarihte her zaman direnenler kazanamazlar. Ama kazananlar her zaman direnenler olmuştur. Bu nedenle Direne Direne Kazanacağız! Tekrar teşekkür ederiz. (Alkışlar… Slogan: Halkız Haklıyız Kazanacağız…) 18 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 “Açildum, açildum, açilamadum%” Baştarafı sayfa 20’de gizlendi. Halkın tepkisi önlendi. ABD isteyecek de TayyipGül duracak! Mümkün mü? Bugüne kadarki en Amerikancı iktidar olarak görevlerini yerine getirdikleri anlaşılıyor. David Phillips Kongre’deki konuşmasında şöyle açığa vuruyor bunu: “Ben Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkileri normalleştirme açısından 23 isan’da duyurulan ‘çerçeve anlaşmaya’ ve ‘yol haritasına’ olumlu bakıyorum. Bu potansiyel olarak tarihsel bir dönüm noktasıdır. Ancak, ilerlemenin ölçüsü sözler değil eylemlerdir.” (agy) Demek ki, Türkiye’nin Ermenistan ile imzaladığı bir “çerçeve anlaşma” ve “yol haritası” var ortada. O kadar önemli ki bu imza, emperyalistlerce “tarihsel dönüm noktası” olarak değerlendirilebiliyor. İyi de, kimin haberi var bu imzadan? Belli ki gizli tutuluyor. Çünkü Türkiye halkına ihanet, yaptıkları. Alıştıra alıştıra, sindire sindire, yandaş medya gücünü ve psikolojik savaş yöntemlerini kullanarak bu ihaneti duyurmak durumundalar. Ancak yukarıda da görüldüğü gibi, emperyalizm söz ile yetinmiyor, davranış bekliyor. Aslında bunun hazırlığı bir yıl öncesine kadar uzanıyor. Gül’ün futbol maçı izleme bahanesiyle sinsi gülücükler saçarak Ermenistan’a gidişi de bu çerçevede düşünülmeli. David açıklamaya devam ediyor: “ABD ve İsviçre otoritelerinin aracılığıyla Türk ve Ermeni yetkilileri arasında nihai bir metin imzalandı. Resmi olarak metin iki protokol içeriyor: Birisi (karşılıklı) tanınma, diğeri normalleşme üzerine. Üçüncü bir doküman, iki uluslu bir komisyon ile bir dizi alt komisyon kurulması üzerine ve anlaşmanın imzalanmasından sonra hayata geçirilmesi için bir program belirliyor. “Tam metin Türkiye ve Ermenistan’ın isteği doğrultusunda henüz açıklanmadı. (Çünkü) açıklanması spekülasyonu ve muhalefeti şiddetlendirir. İmzaların atılması olsun, daha sonra uygulamaya geçiş olsun, sıkıntılı bir süreç olacaktır. Son noktayı koymak için bir program yok. (İş) ne kadar uzarsa, o kadar zorlaşacaktır.” (agy) Görüldüğü gibi, imzalar atılmış ama iş TayyipGül’ün isteğiyle gizli tutuluyor. Ne var ki, emperyalizmin acelesi var. Bir an önce iş yoluna girsin istiyor. Bu nedenle süreci hızlandırmak gerek… Bir taraftan gizli tutup, bir taraftan da hızlı davranmak, en azından görünürde, çelişkiler doğuruyor, kaçınılmaz olarak. David Phillips, ABD’nin HasGül’ü ile Tayyip arasındaki çelişkiyi aktarıyor: HasGül “hemen” derken, Tayyip gelecek tepkileri göz önüne alarak olabildiğince sinsice, halkı uyutmak peşinde. “AKP Hükümetinin agorno-Karabağ konusunda herhangi bir gelişme olmadan yola devam etmesi mümkün müdür? Geçen hafta Cuma günü (8 Mayıs) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, normalleşmenin ‘önşartsız olarak’ yürüyeceğini söyledi. Ertesi gün Başbakan Tayyip Erdoğan ise TRT Türk’te yaptığı söyleşide “Ermenistan agorno-Karabağ’daki işgali kaldırırsa sınırın açılabileceğini” belirtti.” (agy) Buradan sanki Hasgül ile Tayyip arasında bir çelişki varmış gibi görünebilir. Arada bir çelişki yoktur, çünkü Tayyip de aynı görüştedir özünde. Sadece tepkileri zamana yaymak, halkımızı alıştırabilmek için işler daha gizli yürüsün istiyor. David Phillips’in konuşmasında bu apaçık görülüyor. Yukarıdaki cümlelerini “Türk yetkililer 7 isan’da İstanbul’da yapılan görüşmede Başkan Obama’ya agorno Karabağ sorununun resmi bir önşart olmadığını söylediler. Ancak, bu pratik olarak taviz verilmeyecek bir mesele”, şeklinde sürdürüyor David Phillips. (agy) Türk yetkililer kim? Tabiî ki TayyipGül. Obama’ya yalakalıkta birinciler. Elin emperyalist ajanı bile durumun taviz verilemeyecek boyutta olduğunu, ama bizim TayyipGül’ün sınırın açılması için Karabağ sorununun çözülmesini önşart olarak görmediğini söyleyiveriyor. İhanet böylesine büyük! İhanette de birinciler. Ve TayyipGül’ün Nisan ayının başında imzaladığı protokol, basına ancak 1 Eylül’de duyuruldu. Protokolde 2 ay içinde sınırın açılması karara bağlanmış durumda. David Phillips’in belirttiği gibi Karabağ’daki işgalin kaldırılması gibi bir “önşart” yok. Şimdi imzalanan bu protokolün TayyipGül tarafından bir an önce Meclis’e onaylatılması gerekiyor. Ancak bu gelişmeler “Kürt Açılımı”nın boğuntusuna geldi. Böylece gerçekler halktan David Phillips, konuşmasında imzalanan anlaşma daha sonra Meclis’ten geçer mi, tartışması yapıyor. AKP’nin 338 sandalyeye sahip olduğunu ama sayıca güçlü olmasına rağmen geçmişte yeterli sayıya ulaşamadığını belirtiyor. (Irak’ın işgali öncesinde ABD’nin Türkiye topraklarını kullanması için kotarılmaya çalışılan Tezkereyi ima ediyor olsa gerek.) Dolayısıyla dikkatli davranılması gerektiğine dikkati çekiyor David Phillips. Anlaşmanın duyurulmamasının bir nedeni de, hemen bir gün sonra Ermeni Soykırımını Anma Günü oluşu ve Türkiye’ye gelecek olan Obama’da “soykırım” suçlaması konusunda bir görüş değişikliğine (zayıflamaya) yol açılmaması. David Phillips açık açık anlatıyor: “ isanın 2’sinde imzalanan bir anlaşmanın duyurulması neden geciktirildi? Ermeni Soykırımını Anma Günü’nden bir gün önce anlaşmanın duyurulması, Başkan Obama’yı 1915 – 1923 Olaylarını “Soykırım” olarak adlandırmaktan caydırıcı nitelikte sinik bir girişim olacaktı.” (Buradan Kurtuluş Savaşı’mızın da soykırım ile suçlandığını görüyoruz. – K. Y.)” (agy) Demek ki, anlaşmanın duyurulmamasının bir nedeni de ABD yönetiminin “Soykırım vardır” görüşünde bir zayıflamaya yol açılmaması. Bu, resmi olmasa da ABD Emperyalizminin tarihte yaşanan olayları “Soykırım” olarak değerlendirdiğinin göstergesi. Obama zaten seçim konuşmalarında “Tehcir” olayını “Soykırım” olarak değerlendirmiş, hatırlanacağı gibi, Türkiye’deki konuşmasında da “Sözlerim kayıt altındadır” diyerek, soykırım tanımlamasında değişiklik olmadığını vurgulamıştı. David Phillips de soykırım suçlamasından yana. Açıkça savunuyor soykırım suçlamasını: “ ormalleşme, özünde ileriye dönük bir süreç. Ancak, 1915–1923 arasında Anadolu Ermenilerinin başına gelenleri dürüstçe teslim etmeden uzlaşma olamaz. (Anlaşmada) önerilen tarih komisyonunun (bu konuda) uzlaşmayı teşvik edeceğine inanmıyorum” (agy) David Phillips’in sözlerinden, “Soykırım” suçlamasının sabit olduğunu, kurulacak olan Tarih Komisyonu’nun “hikâye” olduğunu, soykırım görüşünü değiştiremeyeceğini veya tarafların soykırımın olmadığı yönünde uzlaşmasına da yol açmayacağını anlıyoruz. Burada TayyipGül’ün ihaneti bir kez daha ortaya çıkıyor. Soykırım konusundaki görüşlerini bildiği halde emperyalistlerle düşüp kalkıyorlar. David Phillips’in söylediklerini izlemeye devam edelim. “TARC, tarihçilerin masaya tarafların varolan durumlarını ortaya koyan belgeler yığını koyabileceği sonucuna vardı. Bunun yerine ‘Yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkan olaylara yönelik Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Üzerine Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun uygulanabilirliği’ni esas alan bağımsız hukuk kurulunun vereceği yasal analiz seçeneğini araştırdı. “Bu analiz şöyle diyordu: ‘Uluslararası hukuk, antlaşmaların geriye dönük uygulanmasını önlüyor. Doğrusu, Soykırım Konvansiyonu devletlerin imzaları üzerinde ileriye dönük yükümlülüklerin yürürlüğe konulmasını amaçlamıştır. Bu yüzden, Konvansiyonun kapsadığı herhangi bir birey ya da devlete karşı olaylardan kaynaklanan hiçbir hukuki veya mali iddia başarılı olamayabilir.’ Bu analiz uluslararası hukukta başka yerde konulmuş olan haklara gönderme yapmamıştır. “Analiz ayrıca soykırım suçunun dört elemanı olduğunu ortaya koydu: (i) Suçu işleyenin bir ya da daha fazla kişiyi öldürmesi; (ii) bu kişi ya da kişilerin özel bir ulusa, ırka ya da dini gruba mensup olması; (iii) suçu işleyenin bu grubu kısmen ya da tamamen yok etmeye niyet etmesi; (iv) yapılan davranışın (daha önce) bu gruba karşı yapılmış belirgin davranış kalıbı içinde yer alması. Bu kriterlerden ‘niyet’ Ermeni Olayları göz önüne alındığında tek tartışmalı noktadır. Analiz şu sonuca varıyor: ‘Azınlık Ermenilerin tehciri kararını alan Osmanlı yöneticilerinden en azından bazıları, bu tehcir sonucunda Doğu Anadolu’daki Ermenilerin kısmen veya tamamen imha olacağını biliyorlardı ya da aslında, bu amaca yönelik ve bilerek bu eylemi yapmışlardı, bu yüzden gerekli soykırım niyetini taşıyordu.” (agy) İhanet büyük! TayyipGül gizliden imzayı basmış bile! Ya “Soykırım” suçlaması? Görüldüğü gibi, emperyalizm hukuken de işi bağlamış… Sözde “bağımsız” hukukçular “Tehcir”in soykırım anlamına geldiğini vurguluyor. Tehcir sırasında tek bir insan bile ölse ve bu olasılık önceden biliniyorsa, bu soykırım anlamına gelir demek istiyorlar. İş bitmiş! Daha ne görüşülecek ki? TayyipGül Karabağ’daki işgalin kaldırılması önşartını kaldırmış olmakla yetinmiyor, “Soykırım” suçlamasını da kabul etmiş oluyor böylece. Yazık ki, ne kadar… Ve yol haritası David Phillips, yapılan işlerin niteliğini vurgulayarak, bundan sonra yapılacakları sayıyor: “TARC buzları kırdı ve sayısız ortaklaşa çalışmayı tetikledi. Temas kurma, iletişim ve işbirliği Türk ve Ermeni sivil toplum temsilcileri arasındaki uzlaşmayı geliştirmek için kritik önemdedir. İkinci aşamada sivil toplum (kuruluşları) için, görüşlerini karar otoritelerine aktarmak ve kamuoyu oluşturmak amacıyla karşılıklı anlayışın gelişmesine yönelik bir ortam sağlanacaktır. İkinci aşama ilerlemeyi bir resmi uzlaşma noktasına taşıyabilir. Aynı zamanda, görüşmeler iyi gitmediğinde güven (kararlılık) sağlayacaktır.” (agy) Anlaşıldığı kadarıyla hedef, emperyalizmin hep yapageldiği gibi, sivil toplum kuruluşları ağı yaratarak emperyalist planı yönünde kamuoyu oluşturmak. Şimdi, David Phillips’in aktardığı kadarıyla TARC tarafından önerilenlere bakalım: * “Diplomatik ilişkileri hızlandırmak, müzakereler için yeni taslaklar hazırlamak, yeni antlaşmalar düzenleyerek ilişkileri sağlamlaştırmak. * “Sınırın her iki yanındaki halkların ekonomik koşullarını iyileştirmek, engelsiz nakliyat ve ticaret için Türkiye – Ermenistan sınırını açmak (İşte kısa vadede Vehbi’nin kerrakesi! – K. Y.) * “Güvenliği/antiterörizmi ve Türkiye ve Ermenistan arasında güveni güçlendirmek. * “Eğitim, bilim, kültür ve turizm odaklı sivil toplum programlarını destekleyen resmi açıklamalar yapmak. * “İnsani afet yardımı ve sağlık alanında işbirliği için kalıcı mekanizmalar geliştirmek. * “Dini bölgelerin restorasyonu ve dinci kuruluşların (vakıfların) haklarını ve çalışmasını destekleyerek dinci görüşü güçlendirmek (Akdamar Kilisesi restorasyonu ve açılış törenlerini hatırlayalım! – K. Y.) * “Türk ve Ermeni halklarına hükümetlerinin geçmişteki zorlukları aşmak için çalıştığını gösteren aşamalar geliştirmek.” (agy) Görüldüğü gibi, dinci vakıfları, sivil toplum kuruluşlarını teşvik ederek bir örgüt ağı yaratmak; masum görünüşlü eğitim, kültür, din, hayır, sağlık vb. amaçlı sivil ağlarla halkları uyutmak amaçları. Bu konuda elinizde hazır imkân var, kullanın demeye gelen sözler de sarfediyor David Phillips. Şöyle diyor: “Bir etnik Ermeni gazetesi olan Agos’un, görüşleri nedeniyle suikasta uğrayan editörü Hrant Dink’in anılması yoluyla, onun çalışmalarını genişletmek ikinci aşama çalışmalarını destekleyecektir. Önde gelen Türk ve Ermeni gruplarını alınan dersler ve ilerleme konusunda tartıştırmak üzere toplantılar düzenlemek de yararlı olacaktır.” (agy) Buradan da iki temel gerçeği netçe görüyoruz. Birincisi, Hrant Dink’in kime hizmet ettiği: Emperyalizme hizmet ettiği, “Hrant Dink’in çalışmalarını genişletmek” hedefi ile kanıtlanıyor. İkinci olarak, Hrant Dink’i kimin öldürdüğü de az çok ortaya çıkıyor: CIA güdümlü Kontrgerilla. Belki kanıtlayamayız ama olayın sonuçları bunu gösteriyor. Suikastı yapan, MHP’nin yerine göz dikmiş başka bir Kontrgerilla Partisi diyebileceğimiz Büyük Birlik Partisi kökenli. Ayrıca, Hrant Dink’in ölüsü, “Ermeni Soykırımı” oyununa daha büyük hizmette bulunuyor. Kahraman yapılması bir yana, anma toplantılarıyla, yapılan haksız uygulamadan kaynağını alan duygu sömürüsüyle, soykırım iddialarının ve “Ermeni Meselesi”nin sürekli gündemde kalması sağlanıyor. Ermeni milliyetçiliğini güçlendiriyor. Sözde Türk aydınlarının Ermeni Soykırımı Oyununa kapılması sağlanıyor. Basında son gelişmeler bunu doğruluyor. Milliyet Gazetesi’nin 14 Eylül tarihli sayısında manşette verilen haber başlığı şöyle: “Ermeni halkı ‘barış’a hazır.” Bu yazı, aslında İpek Yezdani tarafından Ermenistan’da yapılan söyleşilerin derlendiği bir yazı dizisi. Ge- ne birinci sayfada yer alan bir haber ise Devrim Sevimay’ın Hrant Dink’in kızı Delal Dink ile yaptığı söyleşiyi aktarıyor. Başlığı: “Sınır açılırsa babam o kaldırımdan kalkar.” Aynı gazetede Derya Sazak ise, Hrant Dink Vakfı’nın öncülüğünde düzenlenen ve Milliyet Okur Temsilcisi’nin de katıldığı atölye çalışmasını anlatıyor. Başlık: “ efret’e hayır!” Aynı sayıda diğer bir haber ise Cenk Başlamış tarafından yapılmış. Protokolün Meclis’ten geçmesi için zamanın daraldığını belirtiyor. Yazının başlığı: “Kritik 4 hafta.” Burada kısa vadede yapılmak istenen, protokolün, Tayyip’in dediğinin tersine, herhangi bir önşart olmaksızın hızla Meclis’ten geçirilmesi. Yani sınırın bir an önce açılması. Bütün güç bu noktaya yığılmış durumda. Hrant Dink’in kızı bile sınır açıldığında babasının yattığı yerden kalkacağını söyleyerek bunu doğruluyor. Uzun vadede yapılmak istenen ise emperyalizmin stratejik hedefinin hayata geçirilmesi. Açıkçası önce dünyada, hatta Türkiye’de soykırım suçlamasının kabul edilmesi, bunun toprak talebi ve ardından Büyük Ermenistan ile sonuçlanması. Bu süreçte Ermeni Sorunu’nun sürekli gündemde tutulması, “sivil” örgüt ağlarıyla halkımızın kafasının bulandırılması, projelerle yeni yandaşların bulunması ve beslenmesi amaçlanıyor. Milliyet’te yukarıda sözünü ettiğimiz yazılar bunları doğruluyor. İpek Yezdani’nin yazı dizisinde, Ermenistan’da iktidarda olan Cumhuriyetçi Parti’nin parlamentodaki Grup Temsilcisi ve Sekreteri Eduard Şarmazanov’un söyledikleri aktarılıyor. Ne soykırım iddiasından vazgeçilmiş, ne de toprak talebinden… Şöyle deniyor: “Soykırım bir gerçektir ve tartışılamaz. Hiç kimse bu gerçeği sorgulayamaz. Soykırım dünya insanlarına karşı yapılmış bir suçtur. “Komisyonda soykırım konusu tartışılamaz. Zaten protokolde ‘Tarih Komisyonu kurulacak’ diye bir laf yok, ‘Hükümetler arası komisyon kurulacak’ lafı var.” “Diplomatik ilişkiler kurulduğunda tabiî ki Türkiye’yle ortak sınırlar da tanınacak. Ama Muş, Van, Ağrı Ermeniler için her zaman Batı Ermenistan’dır, nasıl ki hiçbir Yunan için Konstantinopolis İstanbul olamazsa, hiçbir Ermeni için de Batı Ermenistan, Doğu Anadolu olamaz. Ağrı Dağı bizim için her zaman Ararat olarak kalacak.” (Milliyet, 14 Eylül 2009) Devrim Sevimay ise “Project Democracy” oyununu doğrulayan bilgiler aktarıyor Hrant Dink’in kızından. “Delal Dink ‘15 Eylül (yarın) babamın doğum günü. Hrant Dink Vakfı olarak her 15 Eylül’de Uluslararası Hrant Dink ödülü vereceğiz’ dedi ve kimlere verileceğini açıkladı” dedikten sonra, şu soru ve cevap geliyor: “- Hrant Dink Vakfı’nın diğer çalışmaları nasıl gidiyor; iyi ki bu vakfı kurmuşuz diyor musunuz? (Devrim Sevimay soruyor – K. Y.) “DD (Delal Dink, Hrant Dink’in kızı cevaplıyor – K. Y.): Hem de çok diyoruz, çünkü babam hep bir sürü projelerden bahsediyordu, “Şunları şunları yapmamız lazım” diye onun sürekli bir söylemi vardı. Şimdi buradaki projelerle babamın bu isteğinin yerine geldiğini hissediyorum ben. Mesela “Vicdan filmleri”ne başlandı, tam babamın düşüncelerine uygun bir proje. “Bir de tabii şu var: 19 Ocak’tan sonra sürekli insanlar bize gelip “Birlikte bir şeyler yapalım” diyorlardı. İşte bu vakıf insanlara bunun alanını açtı. Şimdi kim hangi konuda, bir şey yapmak lazım, dese buraya geliyor. Giderek “Bir şey yapmak lazım” diyenlerin merkezi oluyor vakıf. Bunu görmek çok güzel.” (Milliyet, 14 Eylül 2009) Demek ki, vakıflarla, projelerle Ermeni Sorunu hep gündemde tutulacak, Hrant Dink’in ölüsü böyle kullanılıyor, kullanılacak. Türkiye’de veya dünyada ünlü, hatta halkların sempati beslediği kişilere ödüller verilerek Hrant Dink üzerinden duygu sömürüsü ve soykırım propagandası yapılacak. Bunlar, Hrant Dink’in katliamının CIA güdümlü kontrgerilla tarafından yapıldığını doğruluyor. Bu süreç sonunda belki öyle bir noktaya gelinecek ki, bugün Ermeni Soykırımı iddiasına karşı çıkanlar bile, bir süre sonra “Bu Ermeniler de çok çekmiş, biz de az yapmamışız. Hrant Dink’i bile öldürdük”, Sarkisyan-Gül diyerek “Ermeniler’in hakkını vermeli” düşüncesine gelebilecektir. Tabii TayyipGül’ün aracılık ettiği bu oyun sürdürülebilirse… Tabiî ki ABD başrolde Evet. Genel olarak bütün emperyalist oyunlarında ABD Emperyalizminin yeri vardır. Burada da böyle olduğu açık. Bundan sonrasında da ABD Emperyalizmi işin içinde olacak. David Phillips bunu belirtiyor: “ ormalleşme süreci ABD’nin işin içinde olmasını gerekli kılıyor. Anlaşmanın uygulanması diplomaside ustalık ve ince ayar gerektiriyor. Bir ‘Türk–Ermeni ormalleşme Koordinatörü’ durumu ve aracılık sürecini geliştirebilir. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Bürosu’na bu iş için tam zamanlı çalışan birisi gerekli. “(…) Kongre, Türk ve Ermeni grupların birlikte proje finanse etmesi için özel bir proje fonu oluşturmalıdır. Bu fon şeffaflık ve objektiflik açısından bir ABD kuruluşu tarafından yönetilmelidir. ( ot: Bu işin içinde daha önce de yer alan Amerikan Üniversitesi’nin Küresel Barış Merkezi ve/veya Atlantik Konseyi uygun koordinatörlerdir.)” (agy) Oyun açık: “Project Democracy”. Yani ABD’nin finanse ettiği projelerle ABD hizmetine girmeye teşne satılıkları bulup, halkı emperyalizmin güdümüne sokmak. Halk için hiçbir işe yaramayan, ama emperyalizme hizmet eden, sözde kâr amacı gütmeyen dernekler, vakıflar, başka “hayır kurumları” şeklinde sivil ağlar örmek. Bu sivil ağlar yardımıyla insanlarımızı örgütlemek, kafalarını çelmek. İpler tabiî ki ABD’nin elinde olacak. Normaldir. Parayı veren düdüğü de çalar. (Şimdi bizim Sivil Toplum Çakalları para sesini duyup, ellerini ovuşturuyordur.) Sonuç: sen bu yaylalarda yaylayamazsun! Gördük ki, TayyipGül’ün “Ermeni Açılımı” ABD kaynaklıdır. ABD Emperyalizminin çizdiği yolda ilerlemektedir TayyipGül. Üstelik bunu mümkün olduğunca gizli yürütmektedirler. Ancak ABD Emperyalizminin gerek Güney Kafkasya’daki, gerekse Ortadoğu’daki hedefleri açısından acelesi vardır. Acele etmesinin bir nedeni de, bugüne kadarki en satılık, en Amerikancı hükümet olan TayyipGül iktidarının yıpranmasıdır. Bunlara yaptıramazsam iş bozulur, başka satılık iktidar bulamayabilirim endişesindedir ABD Emperyalizmi. Öte yandan oynanan oyunun altyapısı yoktur. Türkiye’de bir “Ermeni Meselesi” yoktur çünkü. Ermeni Meselesi, Ekim Devrimi sayesinde çözülmüştür. Soykırım safsatası da bir emperyalist oyunudur. Bu oyunun da içyüzü ortaya çıkmıştır. Ancak, gene de TayyipGül gibi emperyalist uşakları tarafından yönetildiği sürece Türkiye için tehlike büyüktür. Gene de, emperyalistlerin olanca desteğine rağmen TayyipGül iktidarı için artık deniz bitiyor. Yalanlarla işi götürmeleri zorlaşıyor. TayyipGül’ün, zayıfladığı ölçüde emperyalizmin açık oyuncağı olduğu daha net ortaya çıkıyor. Dolayısıyla emperyalist oyununun tutmayacağı açık. Emperyalizmin korkusu da bu… Yazımızda başlık olarak bir Karadeniz türküsünü kullandık. Bu türkü şöyle der: Sen bu yaylalari yaylayamazsun Derindur golleri boylayamaszun Oy ellerin kinalidur oynayamazsun TayyipGül’ün açılamadığı, açılımı yüzüne gözüne bulaştırdığı ortada; bu yaylalarda yaylayamayacağı da kesin… 14 Eylül 2009 19 Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009 “Bu halk adam olmaz” diyenlere Sancaktepe Halkından tokat gibi cevap!.. Baştarafı sayfa 13’te Mahkeme kararıyla yıkılması kesinleşmiş Acarkent var. Binlerce villa var orada. Orman katledilerek yapılan evler… Ama dokunulmuyor oraya… Yıkamıyor… Bu mahallelere halk mı elektrik, su doğalgaz hizmetini götürdü, yollar yaptı, belediye otobüs götürdü oraya? Niye yaptınız bunları? Bunlar olmasaydı insanlar gelir miydi oraya? İnsanları aldatıyorlar, kandırıyorlar. K.Y.: Yıkımlar ertelendi deniliyor. Peki bundan sonra ne yapacaksınız? Öner: Bir adamın oğlu ölmüş, ağlıyor, sızlıyor. Ne oldu diye sorarlar. Evim yıkıldı diyor. Acısını bu şekilde belirtiyor. Bugün bizim evimiz yıkılıyorsa bundan daha zor, kötü bir şey görmüyoruz. Biz evimizi bu nedenle ölüm pahasına yıktırmayacağız. Siz gelmeden gençler İSKİ’nin bir aracını dereye yuvarlayacaklardı; izin vermedik. Mahalle’nin herkesin haberi olsun, beraber davranalım diye buna müsaade ettik; ama İGDAŞ da Tayyip de giremeyecek. Yıkım yapacak hiç kimseyi sokmayacağız Mahalle’ye. kımların geçici süre durdurulduğunu söyledi o gün gelip. Ama biz bunu kabul etmiyoruz. Buralar peşkeş çekilecek biliyoruz. AKP şimdi mesaj çekiyor halka, yıkımlar durduruldu diye. CHP hiç ortada yokken mesaj çekiyor, CHP meclis üyesinin baskısıyla yıkımlar durduruldu diye.. Doğru değil bu. Halk durdurdu, halkın önderleri, Komite durdurdu.. Kimin emeği varsa, halkımıza gençlerimize teşekkür ediyoruz. AKP kesin bu evleri yıkamayacak. Halkın Kurtuluş Partisi tam kadro buradaydı. Her şey ortada. Halk da bunu biliyor. Halkın Kurtuluş Partisi’nin tüm olanaklarıyla desteği ile ve devrimci demokrat dostlarımızla değişik bölgelerdeki duyarlı gençler yıktırmadılar. Gidecek başka yer yok. Bu Mahalle’ye, İstanbul’a, bu Ülkeye sahip çıkacağız. Durmuş Öner Bunun ötesi yok. Ben 56 yaşında bir insanım. Bundan sonra nerde yaşarım ne yaparım? TOKİ’nin doğalgazını ödeyemem ki. onun altından çıkamam. Kimsenin arazisini alıp ya da orman yakarak yerleşmedik bu araziye. Ne ağa ne paşa oğluyuz. Zar zor başımızı sokacak bir ev kurduk. Kimsenin başımıza yıkmasına izin vermeyeceğiz. Gidecek başka yerimiz de yok. Köyümüzde zaten bütün olanaklarımız elimizden alındı. Çiftçilik yapacak bütün olanaklar elimizden alındı. Başka gidecek yerimiz olmadığı için ölüm kalım savaşı da olsa verip sonuna kadar gideceğiz. Ev kadar kutsal bir şey göremiyorum. Hiç kimse bizi başta uyarmadı. Zabıta’sı, Belediye’si ayrı paramızı almıştır. Arazilerimizi yandaşlarına peşkeş çekmelerine izin vermeyeceğiz. Akın: Bize verilen sözler var. Elimizde tapular var. Devletin kendisiyle çelişkisi var. Tapu veriliyor, sonra İSKİ çıkıyor buralar benim diye sahip çıkıyor. Belediye yetkilileri oy bahanesiyle gelip ev yapabilirsiniz, kimse size dokunamaz diye konuşuyor. Herkes birikimlerini ortaya koyarak, borçlanarak bu evleri yaptı. Sonuçta insan emeği çok zor. Verilmiş sözler var; ne kadar doğru bilmiyoruz. İSKİ’nin sanki hiçbir kurumla ilgisi yokmuş gibi lanse ediliyor. Bu doğru değil sonuçta. O da devletin bir kurumu. Şu anki başarı; yıkımların ertelenmesi, eylemlerin başarısıdır. Devam etmeyi planlıyoruz. Evlerimizi korumaya devam edeceğiz, canımız pahasına da olsa... Haydar: Söylentileri ciddiye aldık. Şu an diyorlar ki yıkımlar iptal edildi, ertelendi diye. Kesinlikle böyle bir şey yok. Bu yıkımlar gene devam edecek. Ve bu yıkımlar devam ettiği sürece biz direneceğiz. Evimizi yapmak için nasıl bir mücadele vermişsek yıkılmaması için de her türlü mücadeleyi vereceğiz. Evimizi yıkarlarsa da hukuksal olarak mücadeleye devam edeceğiz. Ölümüne… Üç ayda yaptığım evi 10 dakikada hiç kimseye yıktırmam. 20 yıllık bir emeğim var. 20 yıldır kazanmış olduğum parayla, bankadan çektiğim krediyle yaptım evimi. Ne İsmail Erdem, ne Kadir Topbaş, ne de Tayyip Erdoğan yıkabilir evimi. Durmuş: Bu evlerin nasıl yapıldığı ortada.. Krizden dolayı insanlarımız zaten perişan… Borçlanarak ev yapmış. Haydar Şimdi evini yıkacağım diyor. Böyle bir vicdansızlık olmaz ki… Koskoca evleri yıkıp çöpe atıyorsun. Bu da milli servet değil mi? Bunu Mahalle halkı fark etti. Belediye Başkan Yardımcısı yı- *** Yıkımın başladığı, ancak direniş sonucu durdurulduğu Osmangazi’ye gidiyoruz. Bir esnafın dükkanına giriyoruz… K.Y.: Öncelikle geçmiş olsun. Medyada yıkım, dere yatağına kurulan kaçak gecekonduların yıkımı ve halkın arı kovanları ile saldırması şeklinde yansıtıldı. Sizden, Mahalle halkından olayı dinlemek istiyoruz... Erdal: Bizim medya grupları yerlerimizi başkalarına peşkeş çekmeye çalışıyor. Burada bizim evlerimiz tapulu. Tapusuz yer yok. Medya grupları diyor ki orman arazisi, hazine arazisi. Yok böyle bir şey. Burada evler imarlı, tapulu. Bir hata varsa ortada, bunun sorumlusu AKP’dir. Seçimi kazanmak için yaptırdı.. Kimse gecekondu diye bahsetmesin. Burada 5-6 katlı apartmanlar var. Bu yetkililer bugüne kadar nerdeydi? O günlerde devletin zabıtası, polisi yok muydu? Hepsi vardı tabii. Bunun bedeli bu olmamalı. Bu insanların canı yanmamalı. Paşa: Ben 25 senedir burada oturu- Akın yorum. Benim evim hem imarlı, hem tapulu. Oylarını artırmak için inşaat ettirdiler, serbest bıraktılar. Yalan söylüyorlar. Yok hazine arazisiymiş! Aslı yok, yalan söylüyorlar. Bunların Allah dediğine inanmıyorum. Tayyip duysun sesimizi. Biz Türk vatandaşı değil miyiz? Bu bayrağın altında yaşamıyor muyuz, askere gitmiyor muyuz? Kendi oğlunu göndermiyor ama bizi gönderip birbirimize kırdırıyor. Benim işyerime, işçilerime gaz bombaları attılar, etkisiz hale getirdiler. Hastanelere taşıdım. Nerede bunların inançları? İnanmıyorum onlara. K.Y.: Yıkıma tekrar gelecekler herhalde.. e yapacaksınız? Erdal: Bu sadece Osmangazi, Akpınar olayı değil artık. Bütün Sancaktepe’nin olayı. Gelip Akpınar’a mı girdiler; tek bir insan kalmayacak burada. Bu insanları öldürerek ancak bu evleri yıkabilirler. Filistin belki bizim mahalleden daha düzenlidir şimdi. Yıkılan evlerin yıkıntılarını siz kaldırın diyorlar. Hem evleri yıkılıyor, hem de üstüne cezalandırılıyor insanlarımız. Paşa: Evimi yıktırmam asla... Bütün halkın meselesi bu artık... Oradan ayrılarak küçük bir tekstil atölyesine giriyoruz. İşçiler çalışıyorlar. K.Y.: Bu bina da o gün yıkılmaya çalışıldı. Sizler de içindeydiniz... eler yaşadınız o gün? Ünzile: Bizim o gün işlerimiz acildi, sabaha kadar çalıştık. Çatışmalar oluyordu dışarıda. Kızlar bayılmaya başladı. Hiçbir uyarı olmadı. Bizim binamıza müdahale olunca ben de arı kovanlarını attım. Polis içeri girdi. Bizi zorla dışarıyı çıkardılar. Kız kardeşimi elinden tutup aşağıya attılar. Diyalize giren kardeşim vardı, onu da kolundan tutarak zorla dışarı çıkarmaya çalışmışlar. Kolumdan böyle tutmayın rahatsızım, deyince, senin rahatsızlığın bizi alakadar etmez, umurumuzda değil demişler. Hatta yeğenim buradaydı. İki gün önce Bakırköy’den çıktı sinir hastası olduğu için. O da o sırada uyuyordu. Ne oluyor diye polise yürüyünce tartaklayıp tuvalete kapatmışlar. Düşmüş, bayılmış orada. Hakkımızı savunmak zorundayız. Polisle karşı karşıya gelmek istemezdik. Ama getirdiler. Bu durumda biz de hakkımızı savunacağız. Mecbur kalınca insan kendini savunur. Benim babamı tartaklayarak aldılar. Ben niye alıyorsunuz deyince yürü lan diyorlar bana. Küfür ediyorlar. Ben nasıl güveneyim devlete şimdi. Aşırı tepkiliyim onlara. Sen gel bana kadar gaz bombası at… Gelip, niye o arı kovanlarını attın diyorlar. Belki orada ölecektim ben. Tehlikeliyse evlerimiz, niye su, elektrik, doğalgaz verdi. Eskiden köy gibiydi. Ama böyle bir semt yapıldı, yıllarca bir şey denmedi. Şimdi tehlikeli deniyor. Aynur: Çalışırken birden gaz bombası atıldı, gözlerimiz yandı. Yukarı çıktık, açık havaya çıkmak istedik. Oradan seslendik, atmayın dedik. Ekmek parası için çalışıyoruz, niye böyle zulm ediyorlar bize? Seçim döneminde hayırlı olsun dediler. Belediye uyuyordu o dönem, İSKİ de mi uyuyordu? Dozeri o dönem vuramıyorlar mıydı? Benim çocuğum psikolojik tedavi görüyor. Evde uyuyordu, gördüklerinden psikolojisi tamamen bozuldu. Gördüklerinden mahvoldu. Biz burada ekmek parası için uğraşıyoruz, burası yıkıldığında Tayyip Bey mi verecek bize? Bunu sormak istiyorum. Filiz: Bizi polisle karşı karşıya getiren belediyedir. Yoksa biz niye kalkıp Paşa polisle mücadeleye girelim. Psikolojimiz bozuldu, hiç uyarı olmadan içeri girdiler. Çoğu arkadaşımız bayıldı. İşyerinden çıkıp sokakları dolaşırken Evi yıkılan bir mahalleliyle karşılaşıyoruz… K.Y.: Geçmiş olsun... Turgut: Teşekkür ederim. Gördüğünüz gibi burası, mahallemiz Filistin gibi. Bizim devletimiz de İsrail gibi. Buraya bomba attı. Ne güzel mahallemiz vardı. Şimdiki haline bir bakın ne durumda. Ne hale getirdiler. 40 saatten fazla süre ayaktaydık. Çoluk çocuğu, eşimi gönderdim evden etkilenmesinler diye. Eşim görmedi yıkımı. Kendine gelemedi daha. Hastanede, serumlarla ayakta. Çok perişan olduk. Allah da onları perişan etsin! Ne diyebilirim ki… Olan garibana oluyor. Bakın derede su var mı? Önce orayı ıslah etsinler, bizimle uğraşacaklarına... Oradan ayrılırken yıkılmış bir evin hemen yanındaki gecekondudan bir teyze çıkıyor. K.Y.: Yıkılan bu ev sizin mi? Dudu: Hayır kızımın ev. Bunu yapmamaları lazım.. Yazık!.. K.Y.: Yıkıntıda eşyalar gördük. İçerde eşyalar varken mi yıkıldı? Dudu: Evet kızım. Daha önce de evleri yıkılmıştı Okmeydanı’nda. Burada ev yaptı kızım. Tapuluydu. Kızımla hastaneye gittik. Şimdi rahatsız zaten... Yazık değil mi?... Bu devlet halkını, bizi sevmiyormuş. Biz de artık sevmiyoruz. O sırada Dudu Teyze’nin kızı geliyor hastaneden. K.Y.: Geçmiş olsun. Rahatsızsınız galiba? Sizi zorlamayalım konuşmak için... Gülcan: Evi gördünüz değil mi?.. İki çocukla ortada kaldım. Tapumuz var elimizde… Evimizi yıktılar. Yazık değil mi? Ben çocuğumu Anaokuldan aldım şimdi, gönderemiyorum. En azından izin verselerdi de evden bir eşyalarımı alabilseydim… Kolumdan tutup dışarı attılar… Polisler buzdolabını, çamaşır makinesini ve iki çekyatı bir kenara çekmişler. Onun dışındaki eşyalar içerde. Allah razı olsun komşular almışlar bu eşyalarımızı, bir kenara koymuşlar… Onlar da kalıyoruz şimdi… Ne yapabilirim, nerede gideyim şimdi ben?.. Siz söyleyin…Resmen sokaktayım şimdi... Hastayım… Her gün iğne vurulmaya gidiyorum… Emperyalistler, “Geldikleri Gibi Gidecekler”! Baştarafı sayfa 20’de Kurtuluş Partisi olarak bayraklarımızla, dövizlerimizle, sloganlarımızla biz de oradaydık. Enternasyonal Marşı’yla başlayan miting, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun DİSK, KESK, TMMOB ve TTB adına yaptığı coşkulu bir konuşmasıyla başladı. Küçükosmanoğlu, IMF ve DB toplantılarını protesto etmek için Türkiye’nin dört bir yanında toplanıldığını vurguladı. IMF ve DB’nin, emperyalist bir suç örgütü olduğunu, gittiği bütün ülkelere açlık, yoksulluk, işsizlik ve pahalılıktan başka bir şey götürmediğini ifade etti. “Emperyalizmin kriziyle beraber kapitalizminin çürümüşlüğü bir kez görülmüştür. İnsanlık, emperyalistkapitalist sisteme teslim olamaz” diyen Küçükosmanoğlu, IMF ve DB’ye karşı mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceğini ifade etti. Kartal Halk Kürsüsü’nün kurulduğu mitingde emekçiler adına direnişlerden ve değişik kesimlerden temsilciler konuşmalar yaptılar. Direnişte olan Nakliyat-İş üyesi Arçelik İşçileri adına bir işçi, Sabiha Gökçen Havaalanı İşçilerinden Hava-iş üyesi bir işçi, Tersanelerde çalışan Limter-İş üyesi bir işçi, Direnişte olan Birleşik Metal-iş üyesi Sinter Metal İşçisi, Emekli-sen üyesi bir emekçi, Dev Sağlık-iş üyesi Entes Direnişçisi bir işçi, Ataması Yapılmayan Öğretmenler adına Ercan Berk ve Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Onur Hamzaoğlu birer konuşma yaptılar. İşçiler, IMF’nin politikalarını koşulsuz bir şekilde uygulayan AKP’yi eleştirdi. IMF politikaları doğrultusunda bugün işsiz kaldıklarını vurguladılar. IMF’nin işsizlik, yoksulluktan başka bir şey getirmediğini dile getirdiler. Emperyalizmle mücadelenin tek yolunun örgütlenmek olduğunu ifade ettiler. Konuşmalar sırasında alana giren DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu Genel Sekreteri Jyrki Rainada da birer konuşma yaptılar. Grup Havazamir ve Halk ozanı Naki Yoksuni’nin müzik dinletisi ile miting sona erdi. Kitle aynı akşam, Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde yapılacak olan Sinter İşçileriyle Dayanışma Gecesi’ne katılmak üzere, Bankalar Caddesi’nden Kültür kilde saldırdı. Birçok Demokratik Halk Örgütünün katıldığı protesto eyleminde okunan basın açıklamasının hemen ardından, hiçbir uyarı yapılmadan gaz bombalarının atılmasıyla saldırı başladı. Saldırı sırasında İstiklal Caddesi’nde esnaf olan bir vatandaşımız geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti. Çok sayıda insan yaralanandı ve gözaltına alındı. Atılan gaz bombası o kadar fazlaydı ki beyaz bir sis dalgası tüm meydanı sardı, göz gözü görmez oldu. Bu gazlardan da Merkezi’ne kadar yürüyüş yaptı. 4 Ekim günü, Taksim’de, saat 13:00’da yoğun yağmur altında bir basın açıklaması gerçekleştirdik. “IMF-Dünya Bankası Defol, Bu Ülke Bu Halk Satılık Değil”, “Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Sosyalizm”, “Emperyalistler, İşbirlikçiler Geldikleri Gibi Gidecekler”, “Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşı’mız”, “IMF İşsizlik Pahalılık Zam Zulüm Demektir” sloganlarının atıldığı eylemde, IMF ve Dünya Bankası’nı temsil eden bir kukla yakıldı. 6 Ekim Günü; yine aynı bileşimle Partimizin de içerisinde bulunduğu Taksim Meydanı’nda eylem yapan topluluğa, güvenlik güçleri azgınca ve insanlık dışı bir şe- çok sayıda insan zehirlendi. IMF-DB ve yerli yabancı Parababaları, Dünya Halklarına uygulayacakları saldırı, soygun, zulüm politikalarını belirlerken toplantılarında, köpeksiz köyde değneksiz gezelim, bize kimse karşı çıkmasın, diyorlar. Karşı çıkanlara da İstanbul’da olduğu gibi vahşice saldırıyorlar güvenlik güçleriyle. Ama bütün bu saldırılar boşa çıkartılacaktır. ABD’sinden, AB’sine, Japonya’sına bilumum emperyalistler, er ya da geç, Tarihin çöplüğüne gönderileceklerdir. Bundan adımız gibi eminiz. İstanbul’dan Kurtuluş Partililer Gebze Kirazpınar Mahalle Halkı: “Kentsel (Rantsal) Dönüşüm İstemiyoruz” G ebze Halkın Kurtuluş Partisi yöneticileri ve üyeleri olarak, belirli süreden beri üyelerimizin de bulunduğu Gebze Kirazpınar Mahallesi’nde, TOKİ ve Gebze Belediyesi tarafından ortaklaşa bir biçimde, uygulanmaya çalışılan Kentsel (Rantsal) Dönüşüm Projesine karşı örgütlenme çalışması yapmaktadır. Binlerce kişinin yaşadığı Kirazpınar Mahallesi, yoksul bir işçiemekçi mahallesidir. TOKİ ve Gebze Belediyesi, 2000 konutun bulunduğu binlerce dönüm araziyi Kentsel Dönüşüm adı altında, Parababaları düzenin inşaat sermayedarlarının yağmalamasına açmak istemektedir. Bunu yaparken de mevcut burjuva hukuk kurallarını ve kanunları hiçe sayarak yapmaktadır. Kirazpınar Mahallesi’nde 17 Kasım’da ihalesi yapılacak olan Kentsel (Rantsal) Dönüşüm Projesine karşı, 27 Ekim günü kadınlar, çocuklar, yaşlılar yani tüm mahalle halkıyla muhtarlık önünde toplanarak, yaklaşık 750 kişiyle ana caddede, 2 km yolu “Kentsel (Rantsal) Dönüşüm İstemiyoruz, Kirazpınar Halkı” pankartını açarak dövizlerimizle ve coşkulu sloganlarımızla Gebze Belediyesi önüne yürüyüş yaptık. Başta mahalledeki kadınlar olmak üzere tüm mahalle halkı öfkelerini, kinlerini, isyanlarını haykırdılar. “Kentsel Dönüşüm İstemiyoruz”, “Rantçılara Değil Halka Hizmet”, “Halkız Haklıyız Kazanacağız”, “Örgütsüz Halk Köle Halktır Örgütlü Halk Yenil- mez”, “Direne Direne Kazanacağız” dediler. Mahalle halkı, örgütlü olduğunda gücünün farkına vararak neler yapabileceğini gördü. Parababaları düzeni, Gebze Belediyesinin önünde çevik kuvveti çıkardı, mahalle halkının karşısına. Belediye önünde kısa bir açıklamanın ardından, heyet oluşturularak Belediye Başkan Yardımcısıyla görüşüldü. 17 Kasım’da yapı- kulu bir konuşma yaptı. DİSK olarak, Kirazpınar Mahalle Halkına yapılan bu kanunsuzluğa ve binbir zorlukla yaptıkları evlerinin farklı oyunlarla gasp edilerek rantçılara peşkeş çekilmesine karşı yanlarında olacaklarını ifade etti. Küçükosmanoğlu’nun konuşmasından sonra coşkulu sloganlar ve alkışlarla kısa bir oturma eylemi yapıldı. Dayanışmada bulunan lacak ihalenin iptal edilmesi, aksi takdirde mücadelenin daha da büyütülerek yürütüleceği iletildi. Bunun üzerine 29 Ekim günü il dışında olduğunu söyledikleri Belediye Başkanı Adnan Köşker ile görüşmek için randevu verdiler. Ardından basına ve kamuoyuna gelişmeler hakkında mahalle adına Ersin Boz bir basın açıklaması yaptı. Ayrıca DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoglu kısa ve coş- Adem Yavuz ve Cumhuriyet Mahallesi Halkı adına da birer konuşma yapıldı. Basın açıklamasında Birleşik Metal-İş ve Nakliyat-İş Sendikaları Gebze Şube yöneticilerine dayanışmalarından dolayı teşekkür edildi. Oturma eyleminin ardından mahalle halkı, sloganlarla mahalleye geri döndü. Gebze/Kirazpınar’dan Kurtuluş Partililer CMYK CMYK “Açildum, açildum, açilamadum ” Kurtuluş Partisi Gençliği’nin YÖK Bildirisi: Üniversitelerimiz ve Aydın Gençliğimiz Gerici Eğitim Kıskacındadır 2 7 Mayıs 1960 Politik Devrimi’nin kazanımları sayesinde yükselen devrimci mücadelenin önünü kesmek için Parababaları, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Faşist Darbelerini gerçekleştirmiş; 12 Eylül ile kurulan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) eliyle de faşizmin karanlığı üniversiteler üzerine çökmüş, sayısız devrimci-ilerici öğrenci ve öğretim görevlisi üniversitelerden uzaklaştırılmıştır. YÖK, bir yandan üniversitelerin kapısını sermayeye açmış, eğitimi hızla ticarileştirmiş, diğer yandan da öğretim müfredatını bilimsellikten uzak, ezberci ve Türk-İslam sentezci bir mantıkla oluşturmuştur. Öğretim elemanlarımızın çoğu gerici, şovenist ya da ümmetçi kadrolardan oluşturulmuştur. İlköğretimden liseye, toplumun her alanında değişik biçimlerde, Ortaçağcı eğitimden geçirilen genç insanlarımız, insanlığın ve halkımızın ilerlemesi yönünde bir tavır ortaya koyacak aydınlar olmak yerine, kendi kendilerine kelepçe vurmak için “Türban Eylemleri” yapan genç kızlarımıza ve onların destekçisi olan, mantıklı düşünmekten yoksun, meczuplaştırılmış müritlere dönüştürülmüşlerdir. Devamı sayfa 12’de Halkların Düşmanı IMF ve Dünya Bankası Yıllık Toplantılarını bu yıl ülkemizde yaptılar: Emperyalistler, “Geldikleri Gibi Gidecekler”! G ittiği bütün ülkelere açlık, yoksulluk, işsizlik ve pahalılıktan başka bir şey getirmeyen AB-D Emperyalistlerinin ekonomik örgütü Uluslar arası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB)’nin yıllık toplantıları, bu yıl, 6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da yapıldı. 3 yıl süren bir Kurtuluş Savaşı vererek ülkemizden defettiğimiz emperyalistler, ne yazık ki, özellikle de para gücünü kullanarak, Vatanımızı yeniden yarısömürge hale getirdiler. Ancak yetmiyor bu sömürü onlara. Bizleri ve Dünya Halklarını iyiden iyiye tam bağımlı hale getirmek istiyorlar ve bu amaçları için 2 gün boyunca toplantılar yaptılar. Tabiî bu toplantılar boyunca sürekli protestolar yapıldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Beyoğlu, Sarıyer ve Kartal’da IMF-DB toplantıları süresince meydanlara, IMF-DB politikalarının protesto edildiği Halk Kürsüleri kuruldu. Biz Halkın Kurtuluş Partililer; IMF-DB toplantılarını hem Parti olarak yaptığımız eylemlerle protesto ettik, hem de ortak eylemlere katıldık. Ya p t ı ğ ı m ı z afişlerle iki kurumun da insanlık halk düşmanı politikalarını teşhir ettik. 1 Ekim’de; DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla IMF ve Dünya Bankası’na karşı oluşturulan eylem takvimine uygun olarak bir yürüyüş gerçekleştirdik. Tünel’den Taksim Meydanı’na doğru yapılan yürüyüşte, emperya- İSK Nakliyat-İş Sendikası, 2007 yılında 350 işçinin çalıştığı Arçelik’in alt işvereni-taşeron Yıldıran İnşaat Yükleme Boşaltma Tic. Ltd. Şti.’de örgütlenmiş ve toplu iş sözleşmesi imzalamıştır. Arçelik, DİSK Nakliyat-İş Sendikası’nın Toplu İş Sözleşmesi yaptığı Yıldıran İnşaat Yükleme Boşaltma Tic. Ltd. Şti’nin ihalesini 31.12.2007 tarihi ile fesh etmiştir. Koç Holding’e bağlı Arçelik’in, işçi ve sendika düşmanı tavrına karşı Nakliyat-İş Sendikası öncülüğünde aylarca militanca direnmişlerdir. Gün oldu Arçelik Genel müdürlüğü, gün oldu Nakkaştepe Koç Holding önünde sabahladılar. Taksim Meydanı’nı, Yapı Kredi Bankası’nı, Migros’u, Tansaş’ı, Koçtaş’ı, TÜSİAD’ı direniş alanına çevirdiler. Arçelik Direnişçileri, IMF ve Dünya Bankasının direktifi ile AKP tarafından çıkarılan Ge- nel Sağlık Sigortası ve Sosyal Güvenlik Yasalarına karşı, alanlarda diğer işçi kardeşleri ile birlikte mücadele ettiler. Tabiî, Türkiye’nin en büyük Parababasına karşı mücadele veriliyordu. Baskılar da o kadar büyük oldu. Gittikleri her yerde polis ordusuyla karşılaştılar. Panzerlerle, köpeklerle geldiler, gözaltına aldılar. Ama vız geldi onlara. Türkiye’nin en büyük Parababası Koç Holding’e dersini verdiler. Ama ne Nakliyat-İş Sendikası ne de Arçelik İşçisi için mücadele bitmedi. 213 gün süren Arçelik Direnişçileri, “Koç Holding yeniden görüşeceğiz” diyerek Üsküdar İş Mahkemesi’ne açılan işe iade davalarının sonucunu beklemeye başladı. Üsküdar İş Mahkemesi’nde açılan işe iade davalarından, örnek olarak seçilen bir işçinin davası, geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Mahkeme kararı, Yargıtay tarafından da onaylandı. İş Mahkemesi, işten çıkarmaların haksız olduğuna karar vererek işe iade kararı verdi. Yerel Mahkeme, Yargıtay kararını emsal göstererek diğer tüm davalarda da işe iade kararı verdi. Mahkeme kararının Yargıtay’da sonuçlanması bekleniyor. Mahkeme, işçilerin dört ay boşta geçen sürelerin ödenmesine ve işten çıkartılmanın sendikal ne- Devamı sayfa 18’de listlere olan öfkemizi haykırdık. 3 Ekim günü; saat 16.00’da aynı bileşim Kartal Meydanı’nda miting düzenledi. Arçelik’te mücadele: Yeniden! Kazanana kadar! D Açılım: “Açılma işi” anlamına gelir “OTUZDA fazla gezisi var Türkiama aynı zamanda bir olumluluk, en azın- ye’ye. 1991’den bu yana. Ve elbette ve dan yenilik gibi gizli bir anlam da içerir. pek tabii ki, Güneydoğu’ya da. Kapalı kalan bir şeyin açılması, genel ola“Profesör David L. Phillips Türkirak bir olumluluktur. Özellikle de tabu ha- ye’ye geldiği zaman, Ankara kendisine line gelen bazı şeylerin açılması. Açılım kucak açıyor. Örneğin, 2007’de geldiğinsözü, günümüzde yön değiştirme, yeni bir de, randevularını Dışişleri Bakanlığı yola girme anlamında da kullanılıyor. Kürt ayarlıyor. Kendi ifadesiyle”ın özünü de Sorunu için olsun, Ermeni Sorunu için bu amaç oluşturuyor., bu randevular soolsun bu böyle… Açılma işleminin niteliği nucu yaptığı görüşmelere güvenlik eleönemlidir. Neyin, nasıl açıldığına göre de- manları ile istihbaratçılar dahil. “Özel işi, çatışmalarda uzlaşma forğişir açılma işinin özü. Daha önceki bir yazımızda, TayyipGül siyasetinin “Aç, Aç, mülü bulmak. Çeşitli Amerikan üniverAç!”tan ibaret olduğunu, bunun “Halkımı- sitelerinde bu konuda (conflict resolutizın sahip olduğu her değeri parababala- on [çatışma çözümlenmesi – Kurtuluş Yorının sömürüsüne, emperyalist sömürü- lu]) dersler veriyor. Birleşmiş Milletler ye açma çabası” anlamına geldiğini belirt- ve ABD Dışişleri Bakanlığında danışmiştik (Kurtuluş Yolu, 5 Haziran 2007, sa- manlık yürütüyor. orveç’te Barış Araşyı: 26). İşte bugünkü sözde “Demokratik tırma Enstitüsü ya da insan hakları vakıflarında göAçılım” girişimleri rev üstleniyor. de bu çabaların baş“Çatışma ka ve daha cüretkâr mı var, bu probir yönünü oluştufesör hemen ruyor. orada bitiyor. Aslında “DemoÖ r n e ğ i n kratik Açılım” safTürkiye ile Ersatasının ipliği pamenistan arazara çoktan çıktı. sında İsviçre’de TayyipGül’ün, emyapılan görüşperyalizmin Ortamelere de katıdoğu siyasetini harlıyor, Kuzey fi harfine uyguladıKore-Güney ğı biliniyor. Bu yaKore Uzlaşma zımızda, “Ermeni Komitesine de.” Açılımı” hainliği(Yalçın Doğan, nin emperyalist Nerede Çatışma ürünü olduğunu bir Orada David, kez daha kanıtlamaHürriyet, 2 Eyya çalışacağız. David L. Philips lül 2009) David L. PhilŞimdi, David Phillips’in ABD Senatolips adı bu sıra basında çok duyuldu. Özellikle AKP’nin “Kürt Açılımı” konusunda su’ndaki ifadesine bakalım. Söylenenler yapmaya çalıştıklarının daha önce David önemli, çünkü TayyipGül’ün “Ermeni AçıPhillips tarafından yazılıp çizildiği vurgu- lımı” sürecini ve nedenlerini ortaya koyulandı. Bu zat, sadece Kürt Sorunu’nda de- yor. Konuşmasında David Phillips, Ermeğil, Ermeni Sorunu’nda da boylu boyunca nistan’ın iyi ilişkiler içinde olduğu ülkeleişin içinde. Amerikan Senatosu Dış İlişki- rin sadece ABD ve Rusya olduğunu vurguler Komisyonu, Avrupa Alt Komitesi’nde ladıktan sonra, ABD Dışişleri Bakanı Hi14 Mayıs 2009 tarihinde yaptığı konuşma- lary Clinton’ın sözlerine atıfta bulunuyor. Clinton ise, “Obama Yönetimi ABD–Erda kendisini şöyle tanıtıyor hazret: “Dışişleri Bölümü Avrupa meni ilişkilerini geliştirmeye, derinleştirBürosu’nun kıdemli bir danışmanı ola- meye, sürekli gelişme ve nefes almasına rak, Kıbrıs’ta, Türkiye – Yunanistan yardım amacıyla Ermenistan ile birlikte ilişkilerinde, Türkiye’nin Irak Kürtleri çalışmaya kararlıdır”, diyor. Buradan, Ermenistan’ın coğrafi konuile ilişkilerinde ve Türkiye’de insan hakları alanında çalıştım. Ayrıca, 2001–2004 mu ve tarihsel bağlantılar nedeniyle Rusya arasında Türk–Ermeni Uzlaştırma Ko- ile de iyi ilişkiler içinde olduğunu, ama misyonu’nda (Turkish-Armenian Re- ABD’nin Ermenistan’ı tamamen kendi güconciliation Commission: TARC) görev dümüne sokmak istediğini, denize açılımı yaptım.” (Atlantik Konseyi web sitesi: olmayan, komşuları ile arası bozuk Ermenistan’ın “nefes almasını” sağlayarak tüwww.acus.org) Görüldüğü gibi bu zat, Kürt Sorunu, Er- müyle kendi güdümüne almak istediğini çımeni Sorunu, Kıbrıs Sorunu gibi Türki- karmak güç değil. Böylece bölgede, İsrail ye’nin emperyalizm tarafından en çok deşi- gibi yayılmacı, ABD uşağı devletçik yaralen yaraları alanında geziniyor. Üstelik yıl- tarak uzun vadeli emperyalist planlarına lardan beri… Hürriyet’te Yalçın Doğan, hazırlamak peşinde ABD. İşte “açılım ”ın hazretin Türkiye’de nasıl önemli bir zat özünü de bu amaç oluşturuyor. olarak kabul gördüğünü, TayyipGül tarafından nasıl el üstünde tutulduğunu yazdı: Devamı sayfa 19’da denden kaynaklandığı gerekçesiyle işçilerin işe iadesine, işe başlatılmaması durumunda 12 ay ücret tutarında sendikal tazminat olmak üzere toplam 16 aylık ücret ödenmesine karar verdi. Kendisini hukukun üstünde gören Koç Holding ve Arçelik, hukuka, mahkeme kararlarına uymayarak işe iade kararı verilen işçileri işbaşı yaptırmaya yanaşmadı. Arçelik ve Koç Holding, Yargıtay Kararının sonucunu beklemek istemesi yargıya müdahale edebileceği kaygısını doğurmuştur. Tıpkı, gazete ve televizyon kanallarının, Koç Holding’in “reklam baskısından” dolayı Arçelik Direnişine yer vermemesi gibi. Direnişçi Arçelik İşçileri, DİSK Nakliyat-İş Sendikası öncülüğünde Koç Holding’e bağlı tüm şirketleri, örneği daha önce görülmeyen bir mücadeleyle kaldığı yerden başlayarak tekrar eylem alanına çevirmeye başladı. Arçelik Genel Müdürlüğü önünde başlayan direniş, gün geçtikçe yayılıyor. Arçelik Direnişçi İşçileri, gittikleri her yere zam, zulüm, yoksulluk götüren IMF-DB’nin İstanbul toplantısına karşı işçi kardeşleriyle birlikte alanlardaydı. 6 Ekim günü çevik kuvvetin panzerlerle, gazla saldırdığı ve savaş alanına çevirdiği Taksim eylemindeydiler. Yılmadı onlar… Aynı gün, polis ablukasında olan Taksim’de, Koç Holding’e bağlı Yapı Kredi Bankası önünde yapılan basın açıklaması ve oturma eyleminde mücadeledeki kararlılıklarını gösterdiler. Türkiye’nin en büyük Parababasına bir kez daha gösterdiler. Ayrıca IMF protestolarında kitleye azgınca saldıran polisi ve Devamı sayfa 7’de ÇI I K R O Y