Untitled - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi AKADEMİK BLOG SİSTEMİ

Transkript

Untitled - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi AKADEMİK BLOG SİSTEMİ
BİLİM HAKEM KURULU
Ünvan
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Prof.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Ad - Soyad
Ali ACAR
Şahin AKINCI
Serdar ALTINOK
Aliye Mavili AKTAŞ
Tahir AKGEMCİ
N. Ata ATABEY
Coşkun ATAYETER
Kemalettin CONKAR
M. Sami DENKER
Yılmaz GÖBENEZ
Orhan GÖKÇE
Sıtkı GÖZLÜ
H. Kürşat GÜLEŞ
Vasfi HAFTACI
Ahmet KALENDER
Fehmi KARASİOĞLU
Osman OKKA
Adem ÖĞÜT
Seval Kardeş SELİMOĞLU
Halim SÖZBİLİR
Haluk Hadi SÜMER
M. Şerif ŞİMŞEK
Mahmut TEKİN
Çağatay ÜNÜSAN
Emine YENİTERZİ
Muhittin ACAR
Ali ALAGÖZ
Mikail ALTAN
Hüseyin ALTUNBAŞ
Veysel BAŞPINAR
Üniversite
Selçuk
Selçuk
Gazi
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Karamanoğlu Mehmetbey
Kocatepe
Dumlupınar
Marmara
Selçuk
İTÜ
Selçuk
Kocaeli
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Anadolu
Kocatepe
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Hacettepe
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Ankara
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yrd.Doç.Dr.
Yunus CERAN
Akif ÇUKURÇAYIR
Rıfat İRAZ
Süleyman KARAÇOR
Zeynep KARAÇOR
Abdullah KOÇAK
Veysel KULA
Abitter ÖZULUCAN
Raif PARLAKKAYA
Ali ŞAHİN
Salim ŞENGEL
Nurhan ÜNÜSAN
Doğan UYSAL
Muammer ZERENLER
Özdemir KOÇAK
İsa ALTINIŞIK
Ömer BAKAN
Aykut BEDÜK
Melek Acar BOYACIOĞLU
M. Nejat Özüpek
Fatma TAŞ
Semra TUNÇ
Baki YILMAZ
Niğde
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Kocatepe
Niğde
Selçuk
Selçuk
Bilecik
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
øÇøNDEKøLER
Konya’ Da Özel Hastane Yöneticilerinin Müúteri Odaklı Pazarlamaya
Bakıú Açıları Ve Karlılı÷a Etkileri Üzerine Bir Araútırma
Yrd.Doç.Dr. F. Atıl BøLGE, Ö÷r. Gör. M. Erhan SUMMAK
Ö÷r. Gör. Selçuk KARAYEL..................................................................1
Kurumsal Yönetiúim ølkeleri Iúı÷ında Kriz Yönetimi Açısından Krizi
Fırsata Çevirme: Türk Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama
Dr. A. Aslan ùENDOöDU...................................................................... 15
Türk Borçlar Kanunu Tasarısının Kira Sözleúmesinin Sona Ermesine
øliúkin Hükümleri
Yrd.Doç.Dr. Ayúe ARAT........................................................................ 27
Anonim Ortaklıklarda Birleúme Süreci Ve Muhasebeleútirme
Yöntemlerinde Meydana Gelen Geliúmeler
Aziz KAöITCI ........................................................................................ 35
Bddt’nin (Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri) Bankacılık Sektörüne
Etkileri
Yrd.Doç.Dr. Mustafa AY, Yrd.Doç.Dr., Baki YILMAZ........................ 51
øúletmelerin Rekabet Avantajı Sa÷lamasında Bilgi Yönetiminin Rolü
Ercan ÇøÇEK........................................................................................... 67
Çalıúanlarda Kariyer Tatmini Ve Örgütsel Ba÷lılık øliúkisi
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin øLERø, Yrd.Doç.Dr. Abdullah KARAMAN,
Gülsüm ENGøZ ...................................................................................... 78
Veri Zarflama Analizi Ve Hastane Etkinli÷inin Ölçülmesinde Kullanımı
Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK .................................................................... 97
Türk Sa÷lık Sektörü Ve Üniversite Hastaneleri
Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK .................................................................. 119
The Role Of Health Related Factors On Consumer Attitudes Towards
Organic Products In Turkey
Yrd. Doç. Dr. Eyyup YARAù, Yrd. Doç. Dr. Tülay YENøÇERø,
Dr. Bahar YAùøN ................................................................................. 147
Türkiye’ De Tekstil-Hazır Giyim Sektörleri Ve Rekabet Gücü
FatihMANGIR, Ahmet AY.................................................................. 175
Uluslararası Sermaye Hareketleri Ve Finansal Liberalizasyonun Etkileri
Fatih MANGIR, M. Levent YILMAZ ................................................. 191
2000-2001 Finansal Krizlerin Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde
Faaliyet Gösteren Firmaların østihdamına Olan Etkileri
Fatih Mehmet ÖCAL............................................................................ 213
Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların
Sahiplerinin Sosyo-Kültürel Açıdan øncelenmesi/2008
Fatih Mehmet ÖCAL............................................................................ 231
Kurum øçi øletiúim Düzeyinin Belirlenmesine Yönelik Bir Alan
Araútırması
(Konya Mali Müúavirlik Büroları Örne÷i)
E. Fazıl ÇÖLLÜ, M.Erhan SUMMAK ................................................ 249
Küçük AsyaFatih Mehmet Berk............................................................ 263
E-Devlet Uygulamalarının Hizmet Kalitesine Etkileri
Dr. H. AIpay Karasoy .......................................................................... 279
Türkiye’de Dolaylı Ve Dolaysız Vergiler Ve Ekonomiye Etkileri
Yrd. Doç. Dr. Haldun SOYDAL, Arú. Gör. M. Levent YILMAZ ...... 295
Çevre Muhasebesi Ve Çevre Maliyetlerinin Üretim Maliyetlerine Etkileri
Yasemin SOYLU, Hüseyin øLERø....................................................... 309
Küresel Kamusal Mallar Ve Finansmanı Global Publıc Goods And
Fınancıng
øsa ALTINIùIK, Hasan Sencer PEKER ............................................... 323
Kobiler’in Avrupa Birli÷ine Giriú Sürecinde Tutundurma Faaliyetleri Ve
øhracata Olan Etkisi
Denizli Metal Eúya Ve Teçhizat Sanayinde Bir Araútırma
Yrd.Doç.Dr.Duygu KOÇOöLU .......................................................... 333
Kobiler øçin Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Ve Kapsamlı
Uluslar Arası Muhasebe Ve Finansal Raporlama Standartlarından
Farklılıkları
Doç.Dr.Raif PARLAKKAYA.............................................................. 343
Küresel Mali Kriz Ve Türkiye
Lale Alkıno÷lu KARAMIZRAK.......................................................... 361
Pazarlamanın Postmodern Yönelimi Ve Küreselleúme Ekseninde øúletme
Yapılarındaki Dönüúüm
Doç.Dr.Muammer ZERENLER, Ö÷r.Gör.Dr.Derya ÖZøLHAN,
Ö÷r.Gör.øbrahim AKGÖBEK .............................................................. 391
Bankacılık Sektöründe Veri Zarflama Analizi Yöntemini Kullanarak
Verimlilik Araútırması
Murat Bay............................................................................................. 409
Hemúirelerin Tıbbi Hata Yapmaya E÷ilimlerinin Ve Hasta Bakımında
Gösterdikleri Özenin Belirlenmesi
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZATA ............................................................... 417
Postmodern Açıdan Kamu Yönetiminde Küçülme (Downsizing) Olgusu
Ö÷r.Gör. Mürúit IùIK, Dr.Yunus Emre ÖZTÜRK............................... 431
Müúteri Sadakat Programları Ve Muhasebe Uygulamaları
Doç. Dr. Raif PARLAKKAYA............................................................ 455
Koúu Bandı Üretim Teorisi ve Ekolojik Modenleúme Teorisi Arasındaki
Temel Tartıúmalar
Yrd. Doç. Dr. Nahide KONAK ........................................................... 469
Halkla øliúkiler Açısından Belediyelerin Kamu Beklentilerini Ö÷renme
Yöntemleri
M. Nejat ÖZÜPEK ............................................................................... 489
Halkla øliúkiler Ve Propaganda øliúkisi Üzerine Kuramsal Bir
De÷erlendirme
Özlem GÜLLÜOöLU.......................................................................... 505
Giriúimci Özellikler Ve Giriúimcilik Türü Tercihi Üzerinde Ebeveyn
Etkisi: Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Araútırması
Prof. Dr. Hasan øBøCøOöLU, Yrd. Doç. Dr. Kürúat ÖZDAùLI, Arú. Gör.
Ali Murat ALPARSLAN...................................................................... 521
Enverî Ve Dîvânı
Ömer SAVRAN ................................................................................... 539
Sources of Knowledge and Other Factors that Generate Multifactor
Productivity Improvements: Evolving Debate in Different Theories of
Productivity
Yavuz YILDIRIM ................................................................................ 547
Yabancı Dil Ö÷retim Yöntemlerinde Sözsüz øletiúim Ve Beden Dili
Fatih Mehmet Berk............................................................................... 575
KONYA’ DA ÖZEL HASTANE YÖNETøCøLERøNøN
MÜùTERø ODAKLI PAZARLAMAYA BAKIù AÇILARI ve
KARLILIöA ETKøLERø ÜZERøNE BøR ARAùTIRMA
Yrd.Doç.Dr. F. Atıl BøLGE
[email protected]
Selçuk Üniversitesi – Turizm øúletmecili÷i ve Otelcilik YO
Ö÷r. Gör. M. Erhan SUMMAK
[email protected]
Selçuk Üniversitesi – Sosyal Bilimler MYO
Ö÷r. Gör. Selçuk KARAYEL
[email protected]
Selçuk Üniversitesi – Sosyal Bilimler MYO
ÖZET
Bu çalıúmanın hedefi; Konya ilinde faaliyette bulunan özel hastanelerin,
pazarlama stratejilerini rasyonel ve optimal bir úekilde kullanıp kullanmadıkları
hakkında fikir sahibi olmaktır. Bu araútırmada, ayrıca, baúarılı olan hastane
yöneticilerinin hedeflerini yükseltmelerine, yeterince baúarılı olamayanların ise,
do÷ru stratejiler belirlemesine yardımcı olmak hedeflenmiútir. Bu nedenle
Konya ilinde yer alan özel hastane yöneticilerine anket çalıúması uygulanmıútır.
Ulaúılan sonuçlar, hastane yöneticilerinin müúteri odaklı pazarlama
faaliyetlerine bakıú açılarının ne oldu÷u konusunda, önemli bilgileri
içermektedir.
Anahtar Kelimeler: Müúteri Odaklılık, Kârlılık, Modern Pazarlama
PERSPECTIVES of PRIVATE HOSPITAL MANAGERS ABOUT
CUSTOMER FOCUSED MARKETING AND A RESEARCH ON
THE EFFECTS OF PROFITABILIT
ABSTRACT
The aim of this study is to determine whether the private hospitals
operating in Konya province use marketing strategies rationally and optimally
or not. Moreover this study aims to increase the objectives of successful
managers or to help the managers which are not successful enough about
determining the right strategies. A questionnaire is applied to the private
hospitals in Konya. The results of research revealed important findings
regarding to the perspectives of private hospital managers about customer
focused marketing.
Keywords: Customer focused, Profitability, Modern Marketing
1
1. GøRøù
Müúteri odaklılık, müúteri memnuniyeti gibi ifadeler, son yıllarda,
sürekli telaffuz edilen söylemler halini almıútır. Bunun nedeni, dünyanın
neresinde olursa olsun her iúletmenin kâr elde etmek zorunda olması ve bu
zorunlulu÷u yerine getirmenin her geçen gün daha da çetin bir hal almasıdır.
øúletmeler mutlaka kâr elde ederek ticari faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Bu
durum, ilk iúletme anlayıúından günümüze kadar de÷iúmemiútir ama
günümüzün kâr elde edebilme úartları, o günlerdekinden çok farklılaúmıútır.
Günümüz úartlarının en önemli özelli÷i, rekabet etmek ve nihai hedef
olan kârlılı÷ı yakalamak için, baúta belirtti÷imiz müúteri odaklılık ve müúteri
memnuniyeti kavramlarını iúletme kültürü haline getirebilmektir. Bu kültüre
sahip olmak için ise, insan kaynakları ile teknolojinin yönetimle senkronize bir
úekilde ve belirlenen hedefler do÷rultusunda çalıúması gerekmektedir. O halde
hangi iú kârlı, bu iú nasıl yapılacak, bu iúi kimler yapacak, bu kiúiler iúletmeye
nasıl kazandırılacak, iú ile çalıúan nasıl uyumlu hale getirilecek, gelir
sa÷layacak olan do÷ru pazarlama stratejileri nelerdir gibi iúletme için hayati
önem taúıyan soruların cevaplarını bulmak, yönetimlere düúmektedir.
Bu nedenle de çalıúmada, iúletmelerin pazarlama faaliyetleri
de÷erlendirilirken, yöneticilerin bakıú açısından hareket edilmiútir. Tüm
iúletmelerde gelir elde etme sorunu aynı iken, çözüm noktasında sektörlere göre
bazı farklılıklar olabilmektedir. Bu çalıúmada son yıllarda büyük bir büyüme
ivmesi kazanan hastane hizmetleri sektörü ele alınmıútır.
Bu sektör Turizm – Perakendecilik – Lojistik sektörleri gibi hızla
büyümeye baúlayan ve hizmet a÷ırlıklı bir sektördür. Ayrıca insan sa÷lı÷ına
hitap etmesi ve müúteri kesiminin “hasta” oldu÷u dikkate alınırsa, memnun
etmek ve memnuniyeti süreklileútirmenin zor oldu÷u bir sektördür. Turizm ve
Perakendecilik sektörlerinde ki gibi e÷lenceli yanları yoktur. Sadece iyileúmeyi
ve kesin sonuç almayı bekleyen hastalardan oluúan müúteri portföyü
bulunmaktadır. Üstelikte kamu hastaneleri ile mücadele etmek de zordur, çünkü
özel hastane masrafları ile kamu hastanelerinin masrafları arasında önemli
farklar olabilmektedir.
Bütün bu durumlar, bu sektörde yer alacak tüm giriúimcilere ve
yöneticilerine önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu yükümlülüklerin
baúında ise, pazarlama stratejilerinin rasyonel ve optimal kullanılması
gelmektedir. Bu araútırma ile özel hastane yöneticilerinin, sorumluluklarını
nasıl yerine getirdikleri ve kurumlarına kâr sa÷lamada ne ölçüde baúarılı
oldukları incelenmiútir. Araútırma, baúarılı olanlara mevcut durumlarını daha da
yükseltme, yeterli olmayanlara ise yeni hedefler belirleme konusunda yardımcı
olma açılarından önemli katkılar sa÷layacaktır.
2
2. MÜSTERø ODAKLI PAZARLAMA
Pazarlama bölümü ve pazarlama faaliyetleri, iúletmelerin kârlılık elde
etmelerinde, lokomotif bir görev üstlenmiú durumdadır. Tüm iúletme çalıúanları
ile yöneticileri, günümüzün küreselleúen rekabet ortamında, geleneksel
anlayıúları terk etmek ve müúteri odaklılık gibi ifadeleri sadece söylemde de÷il
uygulamaya dahil etmek zorundadırlar. Pazarlama, iúletmenin kârlılı÷ını
sa÷layıcı dinamik bir fonksiyona sahip bölüm olmakla beraber, iúletmede yer
alan di÷er bölümlerin deste÷ine ihtiyacı vardır. O halde günümüzün rekabet
úartları ve bu úartlarda gelir elde etmeye çalıúan pazarlamanın rasyonel
stratejileri nelerdir?
Bu iki sorunun net cevabı úudur; Müúteri odaklı kültürle oluúturulan
pazarlama stratejileri. Günümüzün rekabet úartları müúteri odaklılı÷ı
gerektirirken, müúteri odaklı pazarlama stratejileri de kârlılık için çözümler
üretmektedir. Pazarlama bilimin de çok önemli bir yere sahip olan Philip
KOTLER’ e göre pazarlama; Ürün satmak de÷il, müúterileriyle karúılıklı uzun
vadeli ve kazançlı bir iliúki kurmaktır (Kotler, 2005:XI). Pazarlama,
karúılanmamıú ihtiyaç ve istekleri saptar. Tespit edilen pazarın ve kâr
potansiyelinin boyutlarını belirler, ölçer ve hesaplar. ùirketin en iyi hizmeti
hangi kesimlere verdi÷ini netleútirerek en uygun ürün ve hizmetleri tasarlar ve
piyasaya sunar (Kotler, 2006: 12). Müúteri odaklı pazarlama, piyasanın ana
sorununa odaklanır. Bunlarda iúletmenin iç müúterileri olarak adlandırılan,
iúletme çalıúanları ve iúletme dıúı müúterileridir. Esas meselede budur. ùirketler,
müúterileri ve çalıúanları konusunu her zaman akıllarında tutmalıdırlar, çünkü
onlar tatmin olmazlarsa úirketin kapanması bile söz konusu olabilir (Kotler, On
Ölümcül Pazarlama Günahı, 2005: 29).
Müúteri odaklı pazarlama, aynı zamanda, pazarlama elemanına ve
yöneticisine de bazı görev ve sorumluluklar yüklemiútir. Pazarlama
faaliyetlerini yerine getirecek olanların sorumluluklarını úu úekilde
sıralayabiliriz; Yasalara uymak, müúteriler baúta olmak üzere tüm muhataplara
etik davranmak, pazarın istek ve ihtiyaçlarını dikkate almak, talep oluúturacak
ürün ve hizmetleri araútırıp – sunmak, kendisinin – müúterisinin – yöneticisinin
ve iúletmesinin sürekli geliúimini sa÷lamaktır (Babacan, 2009:3).
Hizmet sektöründe, çalıúanların (iç müúterilerin) aracılı÷ı ile müúteri
memnuniyetini yakalamak daha ön planda oldu÷u için, hizmet beklentisi
hastane sektöründe çok daha fazla ön plana çıkmaktadır. Hastanelerde, hasta
durumunda olan müúterinin, hizmet beklentisi ise kolaylıkla karúılanamayacak
hizmet türüdür. Müúteri, hastaneyi baúka bir iúletmeye kolaylıkla tercih edebilir.
Bu durum müúteri odaklılı÷ın hastane için önemini artırmaktadır. O halde
müúteri odaklı pazarlama için, sadece rekabete ve rakibi geçmeye de÷il,
rekabetüstü olmaya odaklanmak gerecektir.
3
ùu an yaúamakta oldu÷umuz rekabet úartlarında, pazarlamanın en
önemli iúlevi, müúterinin, ürün veya hizmeti satınalmaya ikna edilmesi ve
süreklili÷inin sa÷lanması olmalıdır. Bu iúlevleri yerine getirebilmek için
pazarlama faaliyetlerinin, bu do÷rultuda oluúturulacak sisteme, stratejiye ve
vizyona ihtiyacı vardır. Kârlı olan müúterilerin belirlenmesi ve pazarlama
stratejilerinin bu kesim üzerine yo÷unlaútırılması gerekmektedir. Müúteri
sadakatini sa÷lamak ana hedeftir. Bu geliúmeler dikkate alındı÷ında,
iúletmelerin belirlemek zorunda oldukları stratejilerin, bilimsel temelli
pazarlama faaliyetlerini kapsamasına dikkat etmek oldu÷u anlaúılmaktadır.
Bilimsel temelli pazarlama faaliyetleri, müúteri odaklı pazarlama
úeklinde ifade edilmektedir. Bu pazarlama stratejisinde; hedef müúteriye ait
veriler toplanmalı, analiz edilmeli ve piyasada, teknolojide, müúteri taleplerinde
meydana gelebilecek de÷iúikliklere karúı esnek politikalar oluúturulmalıdır. O
zaman pazarlama stratejilerinin baúlangıç noktası; pazara sunulacak olan
faydaların neler olması gerekti÷ini belirlemektir. Müúteri odaklı olan stratejiler
oluúturulmaz ise, pazarlama ve dolayısı ile iúletme faaliyetlerinden sonuç
alabilmek mümkün de÷ildir (Kırım, 2001: 5-6).
Müúteri odaklı pazarlama yönetimini zorunlu hale getiren iú
dünyasındaki geliúimlere baktı÷ımızda, karúımıza úu sorunlar çıkmaktadır;
Müúteri beklentilerinde yaúanan farklılıklar, ürün ve hizmetlere olan doyma
noktasına çabuk ulaúma ve yeni ürün yada daha fazla ve iyi hizmet beklentisi,
rakip iúletme sayısındaki artıú ve sonuç olarak yo÷un rekabet ile kâr marjlarının
giderek azalması durumlarıdır.
Hastaneler gibi hizmet sektörlerinin durumu, ürün a÷ırlıklı sektörlerden
farklı de÷ildir. Hatta hizmet sektöründe, hizmet memnuniyetini sa÷layabilmek
giderek daha da güç hale gelmektedir. Ürün hatalarından geri dönmek mümkün
iken, hizmet hatalarından geri dönmek kolay olmamaktadır. Tüketiciler
iúletmelere ürün de meydana gelecek sorunları yeniden telafi etme úansını
verirken, hizmet hatalarını telafi etme úansını pek vermemektedirler. Hizmet
aksamalarında ki genel tüketici tercihi, iúletmenin rakibi olan di÷er iúletmeye
geçmek úeklinde olmaktadır. Tüketici yeni iúletmesinde, hizmet aksaması
oluncaya kadar kalmaktadır. Yeni tercih etti÷i iúletmede de hizmet aksaması
olursa, ya daha baúka iúletmeye veya önceki vazgeçti÷i iúletmeye geri
dönebilmektedir.
De÷iúkenli÷in çok fazla oldu÷u ve sadakati sa÷lamanın zorlaútı÷ı bu
rekabet ortamında, iúletmelere sunulabilecek öncelikli reçete, müúteri odaklı
pazarlama olmakla beraber, bu politikanın baúarılı olabilmesi için, baúta
yöneticiler olmak üzere tüm iúletme çalıúanlarının bu politikaya destek vermesi
ve bu politikayı geliútirecek çalıúmalarda bulunması hayati önem taúımaktadır.
Müúteri odaklı pazarlama stratejilerinden önce, bu stratejileri uygulama niyeti,
iúletmenin her kademesinde mevcut olmalıdır. Bu nedenledir ki bu araútırma
konusunu, yöneticilerin müúteri odaklı pazarlama stratejilerine bakıú açılarına
4
ayırdık. Yönetim ve çalıúanların inanmadıkları politikaları baúarı ile uygulayıp
sonuç almaları, bu politikaları uygularken karúılaúacakları sorunlara direnmeleri
ve sabretmeleri mümkün de÷ildir.
Bu bakıú açısı ise, iúletmenin vizyonu olmalıdır. Bakıú açısındaki
de÷iúiklik do÷ru hedef belirlemeyi, hedefin do÷ru belirlenmesi do÷ru
politikaların ortaya konmasını, do÷ru politikalar ise esas ulaúılmak istenen
kârlılık hedefini berberinde getirecektir. Ancak buraya kadar bahsetti÷imiz
müúteri odaklı pazarlama anlayıúı, iúletmenin yönetim anlayıúı ile uyum içinde
olmalı ve iúletme yönetimi hedefleri ile pazarlama hedefleri birbirlerine paralel
olmalıdır. Yönetim ve çalıúanlar tarafından yeterince desteklenmeyen müúteri
odaklı pazarlamanın baúarılı olabilmesi mümkün de÷ildir.
3. KARLILIK HEDEFLø YÖNETøM ANLAYIùI
Müúteri odaklı pazarlama stratejilerinin uygulanmasının önündeki
önemli engellerinden birisi, yönetim anlayıúının kârlılık hedefli olmamasıdır.
ølk bakıúta ifade de yanlıúlık var düúüncesi hakim olabilir ancak müúteriye
koúulsuz odaklanmayan pazarlamanın yönetim ile uyumsuzlukları var ise,
yönetimin kârlılık hedefinden söz etmek mümkün de÷ildir. Hedef bir kerelik
satıúlar de÷il, kârlı olan tüm süreçlerde ve müúterilerde süreklili÷i sa÷lamaktır.
Tepe yönetimler; lider yönetim olmadı÷ı ya da bu konuda öncü adımları
kendisi atmadı÷ı ve di÷er alt kademe yöneticilere yetki devri vermedi÷i,
inisiyatif kullanma alanı bırakmadı÷ı için müúteri odaklı faaliyetleri ya yerine
getirememekte ya da gecikmektedirler (Bilge, 2010:70). Bahsedilen de÷iúimleri
sıralayacak olursak úu konular karúımıza çıkmaktadır (Altunıúık, ùuayib, 2001:
71); Talebin oluúmasını belirlemek yerine talep oluúturmak, küreselleúme,
rekabet yapısında de÷iúim (küresel rekabet ve rekabetüstü olunmasının
gereklili÷i), yavaúlayan pazar büyüme oranları, moda etkisi, mikro pazarların
oluúumu, teknolojik de÷iúim hızı, ürünler arası farklılıkların azalması, ürünlerin
harcı-alem (sıradan) ürün olması (ürünlerin geniúletilmiú ürün haline
gelmemesi), marka isminin yanı sıra hangi faydayı müúteriye sundu÷unun daha
önemli hale gelmesi, da÷ıtım kanallarında yaúanan hızlı de÷iúim, de÷iúen
müúteri trendleri (Çok tarzlı yaúam, müúteri bilincinin artması, müúteri
beklentilerinde artıú, zaman yönetiminin önemini artırması, azalan müúteri
sadakati, ma÷aza markalarının ve markasız ürünlerin yükseliúi).
Yukarıda belirtilen úartlardan dolayı, iúletmeler, stratejilerini de÷iúen
pazar koúullarına uyarlamalıdırlar. Bu nedenle iúletmeler aúa÷ıdaki úu hususlara
önemle dikkat etmelidirler; Tüm faaliyetlerdeki odak noktası; müúteri olmalıdır.
Ürün ya da hizmetin sundu÷u fayda ve de÷er, pazara sunulmalıdır. øúletmede
pazarlama birimi ile di÷er birimler arası koordinasyon sa÷lanmalı ve tüm
iúletme ortak vizyon etrafında hareket edebilmelidir. Pazarlama faaliyetlerinde
bilimsel metotlardan ve biliúim teknolojisinden faydalanılmalıdır. øç müúteriler
(çalıúanlar) yönetime ortak edilmelidir.
5
Pazar koúullarının de÷iúim hızına uyum sa÷lamak zorunda olan
iúletmeler, stratejilerini ve yönetim anlayıúlarını, modern pazarlamanın
politikası olan müúteri odaklılık etrafında oluúturmak ve pazarlama biriminin
öncülü÷ünde hareket etmek zorundadırlar. Bu anlayıú, yönetimler tarafından,
iúletmenin tüm çalıúanlarına “kurum kültürü” olarak yerleútirilmelidir. Kurum
kültürü, kurum içerisinde geliúen davranıúlar, gelenekler, kurallar toplamıdır.
Ulusal veya küresel tüm iúletmelerin pazarlama açısından temel gayesi;
ürettikleri ürün ya da hizmetlerin satın alınmasını teúvik edecek müúteri odaklı
“kurum imajı” nı gerçekleútirmektir.
øúletmelerin küresel rekabet ortamında müúteri odaklı pazarlama
stratejilerinde
baúarı
sa÷layabilmeleri
“ö÷renen
organizasyonları”
oluúturabilmelerine ba÷lıdır. Ö÷renen organizasyonlar, neyi nasıl yapacaklarını
bilen ve ö÷rendiklerini tüm kuruma ve kuruma yeni katılanlara aktaran
organizasyonlardır. Hedefini ve belirlenen hedefe nasıl varılaca÷ını do÷ru tespit
eden kuruluú, ö÷renen organizasyondur. Müúteri odaklılık; pazar, rakipler,
ekonomi, siyasi kararlar ve etkileri ile tedarikçi ve aracı kuruluúlardan do÷ru –
zamanlı bilgilerin elde edilmesini ve bu bilgilerin, iúletme içinde, ilgili kiúilerle
paylaúılarak pazarlama stratejisine dönüútürülmesini gerektirmektedir. Bu
nedenlerdi ki, kâr hedefli iúletme ö÷renen organizasyon olmak zorundadır.
Bu gaye ile kâr hedefli yönetimler bilginin elde edilmesi, elde edilen
bilginin paylaúılması ve tüm kurumca onaylanıp kurum kültürü haline
getirilmesi konusunda gerekli sistemi kurmalıdırlar. Bireysel ö÷renme ve
geliúmenin ö÷renen organizasyon kurmada ilk adım oldu÷u tüm organizasyona
aktarılmalıdır. Günümüz iúletmelerindeki en önemli sorun; müúteri odaklılık,
müúteri memnuniyeti, kurumsallaúma ve sürekliliklerinin sa÷lanması ile kalite
gibi konularda, tüm çalıúanların, bakıú açısını de÷iútirme konusundaki
yetersizliklerdir. Yukarıda belirtilen konularda nelerin yapılaca÷ı belli olmasına
ra÷men, yönetimler ve çalıúanlar bu konularda yeterince hassas olmaz ve
üzerlerine düúen sorumluluklarını yerine getirmezler ise, rekabette ticari
hayatlarını sürdürebilmeleri mümkün gözükmemektedir.
6
4. ARAùTIRMA SONUÇLARININ DEöERLENDøRøLMESø
Araútırma sonuçlarının de÷erlendirilmesinde, araútırma konusu için
sorulan soru ve de÷erlendirilmesi yapılmıútır.
1. Kurumdaki göreviniz nedir?
a. ( ) Baúhekim
b. ( ) Baúhekim Yardımcısı
c. ( ) Müdür
d. ( ) Müdür Yardımcısı
e. ( ) Di÷er
Sıklık
% Yüzde
Müdür
3
60,0
Halkla øliúkiler Sorumlusu
2
40,0
Toplam
5
100,0
Araútırmaya katılanların % 60’ ı Müdür düzeyinde iken, % 40’ı Halkla
øliúkiler düzeyinde yetkili kiúilerdir.
2. Kaç yıldır yöneticilik yapıyorsunuz?
a. ( ) 1 - 3 Yıl
b. ( ) 4 - 6 Yıl
c. ( ) 7 - 10 Yıl
Sıklık
% Yüzde
1 - 3 Yıl
1
20,0
4 - 6 Yıl
3
60,0
7 - 10 Yıl
1
20,0
Toplam
5
100,0
Araútırmaya katılanların % 60’ ı 4 ila 6 yıllık sürelerde yöneticilik
yaptıklarını belirtmiúlerdir.
3. Kurumunuzun mülkiyeti
a. ( ) Sa÷lık Bakanlı÷ı Hastanesi
b. ( ) Özel Hastane
c. ( ) Üniversite Hastanesi
d. ( ) Kâr Amaçsız Hastane
2
Sıklık
5
% Yüzde
100,0
Araútırmanın tamamı Özel statüde olan hastanelerde yapılmıútır.
4. Müúterilerin ( hastaların ) sizi tercih etme nedeni sizce
aúa÷ıdakilerden hangisidir? (Birden fazla úıkkı iúaretleyebilirsiniz)
a. ( ) Mecburiyet
b. ( ) Fiyat
c. ( ) Hastanemizin merkezi konumu d. ( ) Pazarlama faaliyetleri
e. ( ) Müúterilerle olan iletiúim
f. ( ) Hizmetlerimizdeki çeúitlilik
g. ( ) Hizmet sunumundaki kalite
7
Sıklık
5
% Yüzde
100,0
Araútırma kapsamında yer alan tüm hastane yöneticileri, hastalarının
kendilerini tercih etme nedeni olarak, müúteri iletiúimini belirtmiúlerdir.
5. Aúa÷ıdakilerden hangisi hastanenizin faaliyet türünü belirler?
a. ( ) Özel Dal
b. ( ) Genel Hastane
7
c. ( ) Özel Dal + E÷itim ve Araútırma Hastanesi
d. ( ) Genel + E÷itim ve Araútırma Hastanesi
Sıklık
% Yüzde
1
1
20,0
2
4
80,0
Toplam
5
100,0
1
2
3
4
5
6
7
8
Pazarlama faaliyetleri, hizmet kalitesini artırmaya yönelik
faaliyetlerdir.
Pazarlama konusuna önem vermeyen hastanelerin,
gelecekte rekabet edebilmeleri zorlaúacaktır.
Pazarlama faaliyetleri, rekabet avantajı sa÷lar.
Pazarlama faaliyetleri, hizmet sektöründe daha çok
uygulama alanı bulur.
Sa÷lık hizmetlerinde kalitenin artması için, kurumlar arası
rekabet oluúmalıdır.
Hastane, hizmet sundu÷u kiúilerin isteklerine karúı daha
duyarlı olmak zorundadır.
Pazarlama faaliyetleri, kaynakların do÷ru ve etkin
kullanılmasını sa÷lar.
Pazarlama faaliyetleri, para israfıdır.
13
Pazarlama, tüketiciyi herhangi bir mal veya hizmeti tercih
etmeye zorlamaktadır.
Pazarlama, tüketiciyi yönlendirir.
Pazarlama, sa÷lık hizmetlerinin kalitesini düúürür.
Pazarlama, sa÷lık kuruluúlarının birbiriyle gereksiz yere
yarıúmasına neden olur.
Pazarlama, sa÷lık hizmetlerinde gereksiz talep yaratır.
14
Pazarlama, sa÷lık hizmetleri alanında uygulanamaz
9
10
11
12
8
Katılmıyorum
Kararsızım
Kesinlikle Katılıyorum
Katılıyorum
Aúa÷ıda verilen ifadelere iliúkin görüúünüzü “Kesinlikle
Katılmıyorum”, “Katılmıyorum”, “Kararsızım”, “Kesinlikle
Katılıyorum”, “Katılıyorum” seçeneklerinden en uygun
gördü÷ünüzün karúısındaki kutucu÷a ( X ) iúareti koyarak
belirtiniz. Katkılarınız için úimdiden teúekkür ederiz.
Kesinlikle Katılmıyorum
Araútırma konusu olan hastanelerin % 80’ i Genel Hastane
statüsündedir.
PAZARLAMA FAALøYETLERøNE BAKIù
1
2
3
4
5
Araútırmaya katılan yöneticilerin yukarıdaki sorulara verdikleri
cevaplara baktı÷ımızda úu sonuçlar elde edilmiútir: Yöneticiler, pazarlama
faaliyetlerini, hizmet kalitesini artırmaya yönelik faaliyetler olarak
de÷erlendirmiúlerdir. Pazarlamaya önem vermeyen hastanelerin gelecekte
rekabet edemeyeceklerini ve pazarlamanın rekabet avantajı sa÷layaca÷ını
belirtmiúlerdir. Yöneticiler pazarlama faaliyetlerinin hizmet sektöründe daha
çok uygulama alanı bulaca÷ına ve kalitenin artması için rekabetin de artmasının
gereklili÷ine inanmakta ayrıca hastanelerin, müúteri isteklerine karúı duyarlı
olmalarının önemini vurgulamaktadırlar. Yöneticiler, pazarlama faaliyetlerini
israf gibi görmemekte, hatta, kaynakları etkin kullanma aracı olarak
düúünmektedirler.
Yöneticiler,
pazarlamanın
sa÷lık
sektöründe
uygulanabilece÷i ve rekabeti geliútirerek müúterilere daha iyi hizmet dönüúü
sa÷layaca÷ı konusunda hemfikirdirler.
PAZARLAMA FAALøYETLERøNøN ETKøNLøöø
1. Hastanenin, sa÷lık hizmetleri pazarı hakkındaki düúünceleri nasıldır?
( ) a. Yönetim, hasta ihtiyaçlarını temel alarak hizmet sunmayı
düúünmektedir.
( ) b.Yönetim, geniú hastane hizmetleriyle, en iyi hizmeti sunmaya
çalıúmaktadır.
( ) c. Yönetim, finansal geri dönüú sa÷layacak hizmetleri sunmayı
düúünmektedir.
Yöneticiler % 60 oranında C úıkkını iúaretleyerek, finansal geri
dönüúü olan hizmetleri tercih ettiklerini belirtmiúlerdir.
2.Hastanenin, tanıtım ve toplum e÷itimi programlarındaki durumu
nedir?
( ) a. Bu alandaki aktiviteleri sınırlıdır.
( ) b. Hastanenin birkaç programı vardır. Ancak, koordinasyon sınırlı
düzeydedir.
( ) c. Hastane, görevli bir kiúinin rehberli÷i altında, bilgilendirme ve
sosyal yardım hizmetleri konusunda gayret eden, iyi koordine edilmiú bir
programa sahiptir.
Yöneticilerden alınan cevapların %40’ı (a) úıkkına, %40’ı (c)
úıkkına aittir. Bu sonuçlardan, araútırmaya katılan hastanelerin sadece %
40’ının etkin tanıtım ve toplum e÷itim programı uyguladı÷ı, dolayısıyla,
bu önemli konuda önemli çalıúmaların yapılmadı÷ı anlaúılmaktadır.
3. Hastane, hekimleri etkilemeyi ve kurumda tutmayı nasıl
baúarmaktadır?
( ) a. Hekim ihtiyacı tespiti ve atamaları Sa÷lık Bakanlı÷ı tarafından
yapılmaktadır.
( ) b.Hekimleri iúe almada sorumluluk, mevcut hekimlere bırakılmıútır.
( ) c. Yüksek ücretler veya en son teknoloji gibi özendirici araçlar
kullanılmaktadır.
9
Elde sonuçların %60’ı (c) úıkkına iúaret etmektedir. Günümüz
rekabet úartlarına uygun olarak yüksek ücretler ve teknolojik cazibe,
doktorları özel hastanelerde çalıúmaya teúvik etmede araç olarak
kullanılmaktadır.
4. Pazarlama fonksiyonlarını yürüten pazarlama sorumlusu var mıdır?
( ) a. Hayır, böyle bir kiúi yoktur.
( ) b.Evet, fakat bu kiúinin planlama, karar verme sürecinde sınırlı
katılımı vardır.
( ) c. Evet, bu kiúi hem pazarlama hizmetlerinin sunumuna hem de
hastane politikasının belirlenmesine katılmaktadır.
Bu soruya verilen cevapların %60’nın (c) úıkkına ait oldu÷u
dikkate alındı÷ında, artık hastanelerde, pazarlama çalıúmaları yapan
yönetici ve çalıúanların olması, pazarlamaya olan bakıú açısının olumlu
yönde de÷iúmeye baúladı÷ını göstermektedir. Bu durum ise, rekabetin
yo÷unlaútı÷ını ve pazarlamanın öneminin iúletmeler açısından arttı÷ını
ortaya koymaktadır.
5. Pazarlama odaklı fonksiyonların (halkla iliúkiler, reklam, tanıtım
gibi) hastane içinde koordinasyonu ne boyuttadır?
( ) a. Çok iyi de÷ildir. Bazen bu fonksiyonlar arasında düúük üretkenli÷e
neden olan çatıúmalar olmaktadır.
( ) b. Orta. Fonksiyonlar arasındaki birliktelik tatmin edici düzeyde
de÷ildir.
( ) c. Çok iyi. Bu fonksiyonlar arasında etkili koordinasyon ve kontrol
vardır.
Ankete verilen cevapların %60’ı orta, %20’si çok iyi olarak
iúaretlenmiútir. Bu durumda Konya bölgesindeki hastanelerin ço÷unlu÷u,
pazarlama fonksiyonlarının koordinasyonunda, ciddi geliúmeler sa÷lama
noktasında adımlar atmıúlardır.
6. Hizmetleri ve teknolojileri de÷erlendirmek için formel bir prosedür
var mı?
( ) a. Formel bir prosedür yok.
( ) b. Prosedür var, fakat, pazarlamaya ait önemli girdileri
kapsamamaktadır.
( ) c. Prosedür iyi geliútirilmiútir ve pazarlamaya ait önemli girdileri
kapsamaktadır.
Araútırmaya katılan iúletmelerden sadece %40’nın formel prosedürleri
bulunmaktadır. Pazarlama girdilerini kapsamayan prosedürleri bulunan
iúletmelerin oranı da %40 dır. Formel prosedürleri olmayan iúletme oranı ise,
%20 oranındadır.
Formel yapının oluúturulma düzeyinin tüm hastanelerde yer almadı÷ı
anlaúılmaktadır. Yöneticiler, pazarlama girdilerinin, hizmet iyileútirici çabalar
açısından önemli oldu÷una inanmak zorundadırlar. Gelir getirici pazarlama
girdileri, maliyet olarak de÷erlendirilmemelidir.
10
7. Hastane yönetimi, hasta memnuniyeti konularında araútırmalar
yapmakta mıdır?
( ) a. Çok nadir veya asla.
( ) b. Bazen, fakat resmi temele dayanmamaktadır.
( ) c. Evet, resmi temele dayanan ve sistematik bir úekilde.
øúletmelerin tamamı, bu soruya, sistematik úekilde yapılan hasta
memnuniyeti yapılmaktadır cevabı vermiúlerdir. Bu durum, pazarlama
fonksiyonlarının sa÷lıklı bir úekilde yapılmasını sa÷lamak açısından oldukça
önemlidir.
8. Hastane, de÷iúik tedavi yöntemlerine olan taleplere ait bilgiler toplar
mı?
( ) a. Nadir veya asla
( ) b. Bazen
( ) c. Evet, sistematik ve sürekli toplanmaktadır.
Verilen cevapların %40’ının (c) úıkkına, %40’ının ise (b) úıkkına ait
olması hastanelerin, de÷iúik tedavi yöntemlerine ait bilgilerinin toplanması
konusunda yeterli düzeyde olmadıklarını göstermektedir. Ancak, araútırmaya
konu olan hastanelerin ço÷unlu÷unun (%80) bu konuda giriúimde bulunması
önemli bir konudur.
9. Hastaneniz, de÷iúen úartlara uyum sa÷layan bir bilgi sistemine sahip
midir?
( ) a. Bilgi sınırlıdır ve bilgi sistemi belirli bir temele dayanmamaktadır.
( ) b.Yeterli kayıtlar vardır. Kayıtlar rutin olarak güncellenmektedir.
( ) c. Bilgi sistemi, sistematik, güncel ve analiz edilebilirdir.
Verilen cevaplara göre, hastanelerin sadece %20’ sinin bilgi
sistemi güncel, sistematik ve analiz edilebilir durumdadır. Bu durum,
ciddi bir úekilde üzerinde durulması gereken konudur.
10. Hastane, hasta hizmetlerini düzenli olarak de÷erlendirmekte ve
izlemekte midir?
( ) a. Hastane, farklı hizmetlerin uygulanabilirli÷ini
de÷erlendirmemektedir.
( ) b. Hastane, mevcut hizmetleri belirli zamanlarda
de÷erlendirmektedir.
( ) c. Hastane, düzenli ve sistematik olarak mevcut hizmetleri
de÷erlendirmektedir.
Hastanelerin tamamı, hastalarına sundukları hizmetleri, düzenli olarak
de÷erlendiklerini belirtmiúlerdir. Bu durum, bir önceki soruda belirtilen bilgi
sistemi için önemli bir veri kayna÷ı teúkil etmektedir.
11. Hastane, yıllık olarak, pazarlama planı ve stratejik pazar planlaması
yapar mı?
( ) a. Stratejik pazar planlaması, sadece sorunlu durumlarda
yapılmaktadır.
( ) b. Stratejik pazar planlaması, düzenli fakat bazı yetersizlikleri vardır.
11
( ) c. Stratejik pazar planlaması düzenli olarak ve çok iyi bir úekilde
yapılmaktadır.
Bu soruya verilen cevapların da÷ılımına bakıldı÷ında %60 (b), %40 (c)
úeklinde cevaplar bulunmaktadır. Hastanelerin tamamı stratejik pazar
planlaması yapmaya baúlamıúlardır. Ancak, bu durum, modern pazarlama
açısından olması gereken düzeyde de÷ildir.
12. Hastane yönetimi, farklı hizmetlerin kârlılık ve maliyetlerini biliyor
mu?
( ) a. Böyle bilgilere ulaúılamıyor.
( ) b. Sınırlı düzeyde bilgiye ulaúılabiliyor.
( ) c. Hastane yönetimi, farklı hizmetlerin kârlılık ve maliyetlerini
bilmektedir.
Hastane yönetimlerinin tamamı, hizmetlerinin maliyetini ve kâr
düzeyini bilmektedir. Bu durum maliyet ve kârlılık analizinin yapıldı÷ının
göstergesi olmakla beraber, maliyet azaltıcı ve kârlılık artırıcı çalıúmalarla
desteklenirse stratejik pazar planlamasının hedefine ulaúması açısından da adım
atılmıú olur.
13. Pazarlama kaynakları, günlük olarak etkili bir úekilde kullanılmakta
mıdır?
( ) a. Kaynaklar yeterli úekilde kullanılmamaktadır.
( ) b. Kaynaklar yeterlidir ancak rakiplerle kıyaslandı÷ında yeterli
derecede de÷ildir.
( ) c. Kaynaklardan etkili úekilde yararlanılmaktadır.
Soruya verilen cevapların da÷ılımında %60 (b) %40 (c) úıklarının yer
alması, hastanelerin sahip oldukları kaynakları, rasyonel ve optimal bir úekilde
kullanmaya baúladıkları sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
14. Yönetim, pazarlama harcamalarının sonuçlarını incelemekte midir?
( ) a. Hayır.
( ) b. Sınırlı düzeyde.
( ) c. Evet.
Bu sonuçların %40’ı (b), %60’ı (c) ait oldu÷una göre, yönetimlerin,
pazarlama çalıúmalarına ayırdıkları gelirin sonuçlarını takip etme gereklili÷inin
öneminde oldukları anlaúılmaktadır.
5. SONUÇ
Araútırmaya katılan hastanelerdeki yöneticilerin, yöneticilik yaptıkları
yıllara bakıldı÷ında, yöneticilik sürelerinin çok fazla olmadı÷ı anlaúılmaktadır.
Ancak müúteri odaklı pazarlama stratejileri, maliyet ve kârlılık analizleri,
stratejik pazarlama planı gibi konularda, düúünce bazında, önemli sayılabilecek
adımlar atmaya çalıútıkları gözlemlenmiútir. Yöneticiler, pazarlama
faaliyetlerini, hizmet kalitesini artırmada önemli bir araç olarak görmektedirler.
Ayrıca pazarlama stratejilerini, hastane kaynaklarının do÷ru kullanımı ve
çalıúanlar ile hasta (müúteri) memnuniyetini sa÷lama konusunda, iúletmelerinin,
“olmazsa olmaz” úartı úeklinde yorumlamaktadırlar. Yöneticiler, finansal geri
12
dönüúü olan hizmetleri tercih ettiklerini ve bu geri dönüúünde müúteri odaklı
pazarlama stratejileri ile mümkün olabilece÷ini belirterek, pazarlama
çalıúmalarına verdikleri önemi ortaya koymuúlardır. Yöneticiler, bazı
eksikliklere ra÷men, bilgiye ulaúma ve bu bilgiyi pazarlama stratejisine
dönüútürme konusunda da aúamalar kaydettiklerini beyan etmiúlerdir. Sonuç
olarak; Yo÷un rekabet ortamında, ticari faaliyeti sürdürmenin ve dolayısı ile kâr
elde etmenin en önemli aracı olan pazarlama faaliyetleri konusunda,
hastanelerin ciddi yatırımlar yapmaya baúladı÷ı ve bu stratejileri uygulamaya
geçirme konusunda oldukça istekli oldukları anlaúılmaktadır. Buradan da
hastane yöneticilerinin müúteri odaklı pazarlamaya bakıú açılarının,
hedefledikleri kârlılı÷ı getirecek düzeyde olumlu oldu÷u anlaúılmaktadır.
6. KAYNAKÇA
ALTUNIùIK Remzi, ÖZDEMøR
Pazarlama”, De÷iúim Yayınları, Sakarya.
ùuayip,
(2001),
“Modern
BABACAN, Muazzez, (2009), “Pazarlama Mevzuatı”, Detay
Yayıncılık, Ankara.
BøLGE, F. Atıl, (2010), “Müúteri øliúkileri Yönetimi”, Gazi
Kitabevi, Ankara.
KIRIM, Arman, (2001), “Strateji ve Birebir Pazarlama”, Sistem
Yayıncılık, østanbul.
KOTLER, Philip, (2005), “A’ dan Z’ ye Pazarlama”, Mediacat
Yayınları, østanbul.
KOTLER, Philip, (2006), “Günümüzde Pazarlamanın Temelleri”,
(Çev:Ümit ùENSOY), Optimist Yayınları, østanbul.
KOTLER, Philip, (2005), “On Ölümcül Pazarlama Günahı”,
(Çev:Banu ADIYAMAN), Mediacat Yayınları, østanbul.
13
14
KURUMSAL YÖNETøùøM øLKELERø IùIöINDA KRøZ
YÖNETøMø AÇISINDAN KRøZø FIRSATA ÇEVøRME: TÜRK
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BøR UYGULAMA
Dr. A. Aslan ùENDOöDU1
Selçuk Üniversitesi,
Sosyal Bilimler M.Y.O.
[email protected]
ÖZET
Kriz, tehdit ve fırsat boyutları olan bir kavram olup, kurumsal
yönetiúimin temel ilkelerini uygulayan örgüt yönetimleri, kriz dönemlerinde
krizi fırsata çevirme baúarısı elde edebilmektedir. Krize en duyarlı sektörlerin
baúında gelen bankacılık sektörü bu özelli÷i nedeniyle uygulama alanı olarak
seçilmiútir. Araútırmanın temel amacı; “Türkiye’de Faaliyet Gösteren
Bankaların Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata
Çevirme Yaklaúımları”nı ölçmektir. Bu ba÷lamda, görgül araútırma ile elde
edilen verileri, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren banka yöneticileri
açısından aydınlatıcı bulgulara dönüútürmek ve yararlı önerilerde bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Kurumsal Yönetiúim, Kriz Yönetimi, Krizi
Fırsata Çevirme.
Converting the Crisis into an Opportunity in the Light of
Corporate Governance Principles for the Crisis Management: A Case
Study at the Turkish Bank Business
ABSTRACT
The crisis is a kind of term that covers menace and opportunity
dimensions and the corporate management that use the basic principles of the
corporate governance can get the ability of converting the crisis into an
opportunity. The banking business is chosen as it is the most vulnerable sector
during those periods. The main aim of the study is; “Evaluating the approach of
the ability of converting the crisis into the opportunities of the Turkish Banks
within the principles of corporate governance applications”. In this sense, the
data obtained through the empirical research will help the executive staff of the
bank management and put forward useful suggestions and provide enlightening
scientific findings for them.
Key words: Corporate Governance, Crisis Managent, Converting the
Crisis into an Opportunity.
1
A. Aslan ùendo÷du, Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Basel II
Kriterleri Açısından Türk Bankacılık Sektöründe Kriz Yönetimi Yaklaúımları:
Kuramsal ve Görgül Bir Araútırma adlı Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü øúletme Anabilim Dalı, Konya, 2009, özetidir.
15
GøRøù
Kurumsal yönetiúimin tarihsel süreçteki izlerine bakıldı÷ında 1929
Dünya Ekonomik Buhranına kadar ulaúmakla birlikte, esas çalıúmalar 1990’lar
ve yo÷un olarak ta yüzyılın sonlarındadır. ABD enerji devi Enron, Arthur
Andersen skandallarına ilaveten, WorldCom, Global Crossing skandalları ve
Avrupa’da yaúanan Parmalat (øtalya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki
Yanguangxia úirketlerinin yaúamıú oldu÷u benzeri finansal fiyasko ve
skandallar sonrasında, OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası örgütlerce
yapılandırılan tavsiye kararları ıúı÷ında ulusal seviyede çok çeúitli hukuki
düzenlemeler yapılmıútır. Nihayetinde, OECD, 1999 yılında “Kurumsal
Yönetiúim ølkeleri”ni yayınlayarak, kavramı bir disiplin haline getirmiútir.
Kriz yönetiminde odaklanılması gereken temel önceliklerinden birisi,
kriz belirtilerinin ortaya çıkması ya da sezilmesi durumlarında kriz ortamını
bütünüyle engelleyebilmek olmalıdır. Bir iúletmenin temel önceli÷i, kriz
ortamına hiç girmemek olmalıdır. Ancak, bütün çabalara karúın kriz ortamına
girilmiúse, bu durumda kriz ortamından en az kayıpla çıkmak ve krizi fırsata
çevirmek için gerekli faaliyetlerde bulunması gerekmektedir.
Kurumsal yönetiúim ve kriz yönetimi temeline inildi÷inde, türbülanslı
dönemlerin yerine istikrara kavuúmaya yönelik çabalar paydası altında
birleúmektedir. Bu ba÷lamda çalıúmanın temel amacı, Türk Bankacılık
Sektöründe, kurumsal yönetiúim ve kriz yönetiminde, krizi fırsata çevirme
ba÷ıntısını kuramsal boyutta inceleyerek, görgül yaklaúımla elde edilen verileri,
aydınlatıcı bulgulara dönüútürmek, banka yöneticilerine ve konunun ilgililerine
yararlı öneriler halinde sunmaktır.
1. BÖLÜM KURUMSAL YÖNETøùøM
Kurumsal yönetiúim, bir örgütün nasıl yönetilmesi gerekti÷i ile
ilgilidir. Bu açıdan bakıldı÷ında, kurumsal yönetiúimin asıl ilgilendi÷i, üst
yöneticilerin çalıúmalarında denetim ve sivil toplum örgütlerine hesap
verebilirli÷idir (Finlay, 2000: 560). Kurumsal yönetiúim, yönetim kuruluna
atıfta bulunur. Yönetimsel yanıt vermeyi sa÷lamak için kurumsal yatırımcı ve
iútirakçiler firma stratejisini izlerler (Wright vd., 1998: 73).
Yönetiúim yönetimden farklı olarak; yönetim, iletiúim ve etkileúim
kavramlarının birleúiminden oluúmuútur ve birlikte yönetmek anlamına
gelmektedir. Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya baúlanan “yönetiúim
(governance)” kavramı, yöneticiler ile yönetilenler arasındaki iletiúimin
(http://www.ruveyda.com/yonetisim.htm), önemini ortaya çıkarması açısından
büyük de÷er taúımaktadır.
Ararat vd. (2003)’e göre; daha az geliúmiú piyasalardaki kurumlar
zayıftır ve sahiplik tek elde yo÷unlaúmıútır. Aytaç vd. (2000) tarafından
Türkiye’de yapılan araútırmada; incelenen 203 firmanın % 45’inde oy hakkının
% 50’nin üzerindeki oranının bir hissedarın kontrolünde oldu÷u tespit
edilmiútir. Benzer úekilde Yurto÷lu (2000) tarafından Türkiye’de yapılan
16
araútırmada incelenen 257 úirketin 99 tanesinde en az % 50 hisseye sahip olan
bir hissedarın varlı÷ı tespit edilmiútir. 227 úirkette ise 5 ya da daha az hissedarın
en az % 50 hisseye sahip oldu÷u belirlenmiútir (Ararat vd., 2003: 59).
Çalıúmalardan çıkan sonuç ise, úirketlerin büyük ölçüde aile úirketi úeklinde bir
yapılanma gösterdikleri ve zayıf kurumsallaúmaya sahip oldukları úeklindedir.
Kurumsal yönetiúimin öneminin artmasına neden olan baúlıca
geliúmeler, özel sektörün öne çıkan iúlevi, ülkelerin ekonomik olarak
birbirlerine olan ba÷ımlılıklarının artması ve dünya çapında yaúanan krizler ile
úirket skandalları olarak kabul görmektedir (Atamer, 2006: 9).
ABD’de yaúanan Enron, Arthur Andersen skandallarına ilaveten,
WorldCom, Global Crossing skandalları ve Avrupa’da yaúanan Parmalat
(øtalya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia úirketlerinin yaúamıú
oldu÷u benzeri finansal fiyasko ve skandallar sonrasında, OECD, IMF, IOSCO
gibi uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ıúı÷ında ulusal
seviyede çok çeúitli hukuki düzenlemeler yapılmıútır. Benzeri fiyaskoların
tekerrürünü önleme amaçlı ve ma÷durların zararını giderici (Kayacan, 2005: 3),
kötüye kullanan taraflara yaptırım uygulayıcı önemli adımlar atılmıútır.
Kurumsal yönetiúim alanındaki son yıllardaki modern geliúim
do÷rultusunda, OECD ülkelerinde konuyla ilgili olarak úu temel ilke
belirlenmiútir: “Kurumsal yönetiúim yapısı, ilgililerin haklarını mevzuatta
öngörüldü÷ü úekilde tanımalı, zenginlik ve iú alanları yaratılmasında örgütler ile
ilgililer arasında etkin bir iúbirli÷ini ve mali yönden güçlü iúletmelerin ayakta
kalmasını teúvik etmelidir” (Colley vd., 2004: 79). Bu ba÷lamda, kurumsal
yönetiúimin ilkeleri dört baúlıkta toplanmıútır:
- ùeffaflık ølkesi (Transparency Principle),
- Hesap Verebilirlik ølkesi (Accountability Principle),
- Adillik ølkesi (Fairness Principle),
- Sorumluluk ølkesi (Responsibility Principle).
OECD Kurumsal Yönetiúim ølkelerini TÜSøAD 2000 yılında,
Türkçe’ye çevirerek, “Kurumsal Yönetim ølkeleri” adı altında kitap olarak
yayınlamıútır. SPK’da bu ilkeleri 2003’de web sitesinden Türkçe ve øngilizce
olarak yayınlamıú ve bu ilkelerin uygulanmasının Türk sermaye piyasalarına,
iúletmelerine ve tasarruf sahiplerine önemli katkılar sa÷layaca÷ını duyurmuútur
(Berghe vd., 2002: 146). SPK Kurumsal Yönetiúim hedeflerini aúa÷ıdaki
úekilde sıralanmıútır (Kayacan, 2006: 61):
- Hissedar haklarının güçlendirilmesi,
- Finansal raporlama sürecinde úeffaflı÷ın artırılması,
- Muhasebe yeknesaklarının geliútirilmesi,
- Yaptırımların ve bunların icrasının geliútirilmesi,
- Yönetim kurullarının ba÷ımsızlı÷ı,
- ùirketler ve iflas hukukunun güçlendirilmesi,
- Rekabetin teúvik edilmesi,
- Haksız kazancın önüne geçilmesi.
17
Öte yandan, son yıllardaki kurum skandalları sonucu yeni bir dizi yasa
ve düzenlemeler yapılmıútır. Bunların en ünlüsü 2002 yılında yürürlü÷ü
konulan Sarbanes-Oxley kanunlarıdır. Bu kanun, ABD’de son 50 yılın en
radikal de÷iúikliklerini içermekte, úirketlerin kurumsal yönetiúim ve
denetimindeki zayıflıkları rapor etmede çok serttir ve en a÷ır cezaları
içermektedir (http://216.239.59.104/search?q=cache:2vpRO3TasFsJ:iibf.ogu).
Sarbanes Oxley kanunu Amerika’da úeffaflı÷ı teúvik etmek için çok geniú ve
kapsamlı olarak tasarlanmıútır (Bessire, 2005: 426). Sarbanes Oxley kanunu, iú
devamlılı÷ı ve risk yönetimi planı üzerinde durmakta, bu alandaki en iyi
uygulamaların kurumlara adapte edilmesi gerekti÷ini vurgulamaktadır (Jackson,
2005: 138). Sarbanes-Oxley Kanunu’nun yürürlü÷e girmesi ile birincil amaç
ABD’de yaúanan úirket ve muhasebe skandallarının ardından kamuoyunun
güveninin tekrar kazanılmasıdır (Gökalp, 2005: 108-109).
Türkiye’de kurumsal yönetiúimin karmaúıklı÷ını daha iyi anlayabilmek
için, kamu ve özel sektörün her ikisinde de profesyonel yöneticilerin ortaya
çıkıúına bakmak gerekir. Her iki sektörde de bürokratik giriúimci ve bürokratik
yönetici ile birlikte sanayinin geliúimine ba÷lı olarak özellikle de devlet
ba÷lamında politik sermayenin önemi artmıútır. øú dünyasında elit kesimde
süreklilik ve de÷iúim, politik-ekonomik çevredeki de÷iúikliklerle yakın iliúki
içerisinde oldu÷u görülmektedir (Yamak, 2006: 215-216). Bu ba÷lamda,
sa÷lıklı bir yapının ortaya çıkması güç görünmektedir.
2. BÖLÜM KRøZ YÖNETøMø VE KRøZø FIRSATA
ÇEVøRME
Kriz kavramı, çeúitli biçimlerde tanımlanmıútır. Mindszenthy, Watson
ve Koch (1988)’e göre; “bir kriz herhangi bir tehdit ya da kaos yaratıcı bir olay
ve genellikle bir úeyden acı çekme úeklinde olabilir”. Barton (1993) ise krizi,
“kriz esasında, potansiyel negatif sonuçlara sahip tahmin edilemeyen olaydır”
(Reid, 2000: 1), úeklinde tanımlamaktadır.
Kriz, Yunanca’da “karar” anlamına gelen “krisis” kavramından
gelmektedir. Bu özel bir karar anını de÷il, bir sürecin içinde bir durumdan
di÷erine geçiú baúlarken ortaya çıkan bir “kararsızlık” anını ifade etmektedir
(Tutar, 2004: 13). Krizin olası üç sonucu úunlardır (Fearn, 1996: 63):
1. øúletmedeki yıkımın, davaların ve kilit yönetime yönelik olası
suçlamaların iúteki yangına yol açması.
2. øúletmenin varlı÷ını devam ettirmesi adına belki büyük ölçüde
finansal pozisyona ba÷lı olarak, halkın gözünde imaj ve saygı kaybetmesi.
3. øúletmenin çok zor koúullarda, kamuoyundaki savaúı kazanması ve
belki de öncekinden daha iyi konuma gelmesi.
Çince’de kriz tehdit ve fırsat kavramlarını bünyesinde barındırmaktadır.
Bu ba÷lamda, kriz iyi yönetilebilirse fırsata dönüúebilir ve kriz öncesinden daha
güçlü bir konuma gelinebilir.
18
Sanayi-ötesi ça÷da, kriz olgusu sosyo-ekonomik yaúamın ayrılmaz bir
parçası olarak de÷erlendirilmesi ve kriz sürecine karúı reaktif de÷il, proaktif bir
örgütsel davranıú sergilemelidir (Ö÷üt, 2003: 285).
Kriz yönetimi, olası kriz durumuna karúılık, kriz sinyallerinin
yakalanarak de÷erlendirilmesi ve örgütün kriz durumunu en az kayıpla
atlatabilmesi için gerekli önlemlerin alınması ve uygulanması sürecidir. Kriz
yönetiminin temel amacı, örgütü, kriz durumuna karúı hazırlamaktır (Can, 1999:
318).
Etkin yönetici kriz durumunda etkileme gücünü de kullanarak (Çoro÷lu,
2003: 26), çalıúanlarına krizden çıkma konusunda yol gösterici olmalıdır.
Karizmatik liderli÷in ortaya çıkması için bir ön úart de÷ilse de, kriz bunun
ortaya çıkmasına katkıda bulunur (Hurst, 2000: 174). Bu ba÷lamda, kriz
yönetiminde lider ve ekibinin baúarısının, krizi fırsata çevirmede etkili olaca÷ı
ifade edilebilir.
3. BÖLÜM TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE
KRøZLER VE FIRSAT BOYUTU
Türk Bankacılık Sektörü, 1990’lar ve 2000’lerin baúında ekonomi ve
siyaset alanındaki kırılgan yapıya paralel olarak krizlere açık bir yapı
sergilemiútir. Yaúanılan ilk ciddi kriz Nisan 1994 Krizi olmakla birlikte, yıkıcı
etkileri açısında birbiri ardına gelen Kasım 2000 ve özellikle de ùubat 2001
krizleri onarılması çok güç yaralar açmıútır.
5 Nisan 1994 krizi ile Kasım 2000 ve ùubat 2001 krizlerinde de Dünya
Bankası’ndan büyük montanlı krediler alınmıútır (Kavalsky, 2006: 7-8). Bu
ba÷lamda, Türk Bankacılı÷ı’nda her kriz döneminde alınan bu tür dıú kaynaklı
kredilerin, anapara yanında faiz yükünün de a÷ır oldu÷u göz önüne alınırsa bir
çeúit borç ba÷ımlılı÷ı yarattı÷ı söylenebilir. Yaúanılan Kasım 2000 ve ùubat
2001 krizleri öncesinde, kurumsal yönetiúimin –úeffaflık, adillik, hesap
verebilirlik ve sorumluluk– temel ilkelerinin, hiçe sayıldı÷ı görülmektedir.
Krizlerin bir yönünün de fırsat boyutu oldu÷u göz önüne alınırsa, Türk
Bankacılık Sektörü’nün bu açıdan 2000-2001 dönemini takip eden zaman
diliminde baúarılı bir sınav verdi÷i söylenebilir. BDDK’nın kurulması ve aktif
bir biçimde sektörü disipline etmesiyle baúlayan süreçte, 1 Kasım 2005
tarihinde yürürlü÷e giren 5411 Sayılı Bankalar Kanunu reform niteli÷inde pek
çok maddeyi içermektedir. Bunların baúında, sektöre yeni giriúlerin önünü
tıkayan, güçlü sermaye yapılanmasını úart koúan ve banka birleúmelerini teúvik
ederek bankaların ekonomik açıdan sa÷lamlaúmasını sa÷layan sermaye
boyutuna getirilen nakden ödenmiú sermayesinin asgari 30 Milyon TL (5411
Sayılı Bankalar Kanunu madde 7/f) olması gelmektedir. Ayrıca, kurumsal
yönetiúim, etik ilkeler ve denetim sistemine getirilen yeniliklerde sistemi
sa÷lamlaútırma yönünde önemli adımlar olmuútur.
2008’in ortalarından itibaren úiddetini artıran Küresel Kriz’in ABD
ortaya çıkıúının temel nedenlerinin baúında gösterilen mortgage kredisi için bir
19
karúılaútırma yapılırsa, Türkiye’de mortgage kredi kullanıcı sayısı 70 milyonluk
nüfus içinde sadece 500 bin civarındadır. Kredi dönüúünde sorun yaúansa bile
bunlar hiçbir bankayı zora sokacak ölçekte görünmemektedir (Ekinci,
http://www.ekonews.com/index ). Ayrıca riskli açılımlara imkan veren türev
piyasaların geliúmemiú olması bir bakıma avantaj olarak de÷erlendirilebilir. Bu
ba÷lamda, bankacılık sektörümüzü bekleyen zorluk, konut kredisi kaynaklı ve
türev piyasa açılımlı olmasa da dünya ile etkileúimli olma ve ekonomik
resesyon kaynaklı olacaktır.
Kriz boyutundaki ö÷renme ve de÷erlendirme kapsamında, hiçbir zaman
krizin tamamen atlatıldı÷ı veya bir daha söz konusu olmayaca÷ı fikrine
ulaúılmaması, olası geliúmelere karúı tedbirin elden bırakılmaması (Çelik, 1995:
109), ba÷lamında, krize karúı gerekli tedbirlerin alınması gerekti÷i söylenebilir.
Bu konuda TCMB, BDDK ve SPK’nın küresel krizin etkilerini azaltmaya
yönelik önlem paketlerinin açıklanmasının, küresel krize karúı duyarlılık
açısından memnuniyet verici oldu÷u de÷erlendirmesi yapılabilir.
4. BÖLÜM GÖRGÜL ARAùTIRMA
4.1. Araútırmanın Amacı ve Kısıtları
Araútırmanın temel amacı; “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların
Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme
Yaklaúımları”nı ölçmektir. Bu ba÷lamda, görgül araútırma ile elde edilen
verileri, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren banka yöneticileri ve
konunun ilgilileri için yararlı ve aydınlatıcı bulgulara dönüútürmektir.
Araútırmanın kısıtları; Görgül araútırmanın hazırlanması ve evrenin
belirlenmesi sürecinde, 31 Mart 2009 tarihi itibariyle, Türkiye’de faal olan tüm
bankalar ve tüm katılım bankalarının genel müdürlük üst düzey yöneticileri esas
alınmıútır. Bu ba÷lamda, Türkiye Bankalar Birli÷i’ne kayıtlı 45 banka ve
Katılım Bankaları Birli÷i’ne kayıtlı 4 bankanın genel müdürlük üst düzey
yöneticileri (Genel Müdür, Genel Müdür Yrd., Daire Búk/Birim Md., Yön. Kur.
Búk., Yön. Kur. Búk. Yrd., Yön. Kur. Üyesi) uygulama alanı olarak baz
alınmıútır. Araútırma evreninde bulunan bütün bankaların üst düzey
yöneticilerinin hepsine birden ulaúmak mümkün olmadı÷ından, her bankayı
temsil eden bir üst düzey yönetici ve bu üst düzey yöneticilerin toplamı,
araútırmanın örneklemi olarak belirlenmiútir.
Kurumsal Yönetiúim ve Kriz Yönetiminin bankanın üst düzey
yönetimince ele alınması ve uygulamanın tepe yönetimini öncelikli olarak
ilgilendirdi÷i göz önüne alınırsa sınırlamanın anlamlı oldu÷u öngörülmektedir.
4.2. Araútırmanın Modeli
Kurumsal yönetiúimin gereklerini tam olarak uygulayan bankaların,
müúterileri nezdinde güven ve saygınlı÷ı yanı sıra, olası krizlere karúı direncinin
artaca÷ı ve krizi fırsata çevirebilece÷i, bu ba÷lamda, küresel rekabet ortamında
yabancı bankaların sektöre katılımlarını artırmaları da göz önüne alındı÷ında bu
durumun stratejik rekabet üstünlü÷ü sa÷layaca÷ı varsayılmaktadır.
20
Sebep-sonuç iliúkisini ortaya koyan modelde, kurumsal yönetiúim
uygulamaları ile krizi fırsata çevirme arasındaki iliúki ölçülmüútür.
Araútırmanın ba÷ımsız de÷iúkeni “Kurumsal Yönetiúim”, ba÷ımlı de÷iúkeni ise
“Krizi Fırsata Çevirme”dir. Araútırmanın modeli aúa÷ıda yer almaktadır.
ùekil 1. Kurumsal Yönetiúim ve Krizi Fırsata Çevirme øliúkisi
YÖNETøùøM
ùeffaflık
(+)
Hesap
(+)
Adillik
(+)
Sorumluluk
KRøZø FIRSATA
ÇEVøRME
(+)
Araútırmada, kurumsal yönetiúim (úeffaflık, hesap verebilirlik, adillik,
sorumluluk) ve krizi fırsata çevirme arasındaki iliúkiye bakılmıútır.
4.3. Araútırmanın Metodolojisi
Araútırma evreni, Türkiye Bankalar Birli÷i’nin Mart 2009 verilerine göre,
Türkiye’de faaliyet gösteren 45 banka ve Katılım Bankaları Birli÷i’ne ba÷lı 4
katılım bankasının tümüdür. Ulaúılabilir bir sayı (49) olmasından dolayı
örneklem olarak evrenin tamamına ulaúılması hedeflenmiútir. Bunun için anket
formu yöntemi ile eriúimden yararlanılmıútır.
Araútırma için kullanılan anket formu üç bölümden oluúmaktadır. Birinci
bölümde; demografik özelliklere iliúkin 4 soru, ikinci bölümde; bankaya iliúkin
4 soru sorulmuútur. Üçüncü bölüm araútırmanın amacına yönelik 43 sorudan
oluúmaktadır.
Araútırma soruları, a÷ırlıklı olarak Likert tipi önem derecelendirme
sorularından oluúmakta olup, bunun yanı sıra çoktan seçmeli ve sabit seçenekli
sorularda yer almaktadır. Derecelendirme soruları, kurum üst düzey
yöneticilerinin ilgili yargıya atfettikleri göreceli de÷erlerin belirlenmesi
amacıyla hazırlanmıútır.
4.4. Araútırmanın Hipotezleri
Araútırmanın ba÷ımsız de÷iúkeni “Kurumsal Yönetiúim” ile ba÷ımlı
de÷iúkeni “Krizi Fırsata Çevirme” arasındaki iliúkileri analiz etmek amacıyla
aúa÷ıdaki hipotezler belirlenmiútir:
21
H1: Yönetiúim faaliyetlerinden úeffaflık uygulamaları ile bankaların krizi
fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki vardır.
H2: Yönetiúim faaliyetlerinden hesap verilebilirlik uygulamaları ile
bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki
vardır.
H3: Yönetiúim faaliyetlerinden adillik uygulamaları ile bankaların krizi
fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki vardır.
H4: Yönetiúim faaliyetlerinden sorumluluk uygulamaları ile bankaların
krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki vardır.
4.5. Araútırma Bulguları
4.5.1. Örneklemin Özellikleri
Araútırmaya katılan üst düzey yöneticilerin demografik özelliklerine
bakıldı÷ında, tamamının üniversite (% 61,8) ve yükseklisans/doktora (% 38,2)
mezunu oldu÷u, erkek egemen toplum özelli÷ini yansıttı÷ı (erkek % 94,1, kadın
% 5,9) ve a÷ırlıklı yaú ortalamasının 40-49 aralı÷ında (% 50) oldu÷u
görülmektedir.
4.5.2. Araútırma Sonuçları
Kurumsal yönetiúimin alt boyutları olan úeffaflık, hesap verilebilirlik,
adillik ve sorumluluk ile krizi fırsata çevirme faaliyetlerine iliúkin ortalama,
standart sapma, de÷iúkenler arasındaki korelasyon katsayıları ve cronbach’s
alpha de÷erleri Tablo 1’de verilmiútir.
Tablo 1. Tanımlayıcı østatistikler, De÷iúkenler Arasındaki
Korelasyonlar ve Cronbach Alfa De÷erleri
1.ùeffaflık
2. Hesap verebilirlik
3.Adillik
4. Sorumluluk
5.Krizi Fırsata
Çevirme Faaliyetleri
Aritmetik
Ortalama
Standart
Sapma
1
4,4338
0,5341
(0,71)
4,3897
0,6803
0,76**
(0,90)
4,6544
0,5331
0,47**
0,74**
(0,90)
4,4632
0,5440
0,29
0,46**
0,75**
(0,85)
3,9044
0,5936
0,28
0,26
0,19
0,39*
2
3
4
5
(0,75)
** Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır (2-tailed).
* Korelasyon 0.05 düzeyinde anlamlıdır (2-tailed).
Tablo 1.’de görüldü÷ü üzere pearson korelasyon analizi sonucunda
yönetiúim faaliyetlerinin alt boyutu olan sorumluluk ilkesi ile krizi fırsata
çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir iliúki oldu÷u tespit
edilmiútir (r=0.39, p<0.05). Bu ba÷lamda, H4 hipotezi kabul edilmiútir. Yani
bankaların sorumluluk ilkesi uygulamaları arttıkça krizi fırsata çevirme
faaliyetlerinin de artaca÷ı ifade edilebilir. H4 hipotezinin kabul edilmesine
gerekçe olarak, bankaların sorumluluk ilkesi gere÷i, krizi fırsata çevirme
22
faaliyetlerine önem verdi÷i ve bu alana odaklandı÷ı, üst düzey yöneticilerin
sorumluluktan kaçmadı÷ı ve proaktif bir yaklaúım sergiledi÷i ifade edilebilir.
Ancak, yönetiúim faaliyetlerinin di÷er alt boyutları olan úeffaflık, hesap
verilebilirlik ve adillik ilkeleri ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında
anlamlı bir korelasyon tespit edilememiútir. Bu sonuca göre H1, H2 ve H3
reddedilmiútir.
Kurumsal Yönetiúim faaliyetlerinin krizi fırsata çevirme faaliyetleri
üzerindeki etki düzeyini belirlemek amacıyla, basit regresyon analizi
uygulanmıútır.
Tablo. 2. Regresyon Analizi Sonucu
Adjusted
Ba÷ımsız
F
Beta
S. E.
R2
R2
De÷iúken
Yönetiúim
0,111
0,083
4,006 0,334 0,208
Faaliyetleri
p<0,05; Ba÷ımlı de÷iúken: Krizi fırsata çevirme uygulamaları
t
value
Sig.
2,002
0,05
Kurumsal Yönetiúim faaliyetlerinin krizi fırsata çevirme uygulamalarını
etkiledi÷i (p=0,05), belirlilik (determinasyon) katsayısı (düzeltilmiú R2) 0,083
olarak hesaplanmıú olup, krizi fırsata çevirme uygulamalarındaki de÷iúimin
% 8,3’nün kurumsal yönetiúim faaliyetleri tarafından açıklandı÷ı ifade
edilebilir. Beta katsayısının (β=0,334) pozitif de÷er alması iliúkinin pozitif
yönlü oldu÷unu göstermektedir.
SONUÇ
“Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kurumsal Yönetiúim
Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme Yaklaúımları”nı ölçmeyi
amaçlayan bu çalıúmada, banka ve katılım bankası toplamı 49 genel
müdürlükten 41 tanesine ulaúılmıú olup, toplam içerisinde % 84’lük orana
karúılık gelmektedir. Bu iúletmelerden, 32’si banka, 2’si katılım bankası olmak
üzere, 34 tanesinden dönüúüm gerçekleúmiú olup, dönüúüm gerçekleúme oranı
% 83’tür. Bu oran anlatım sonuçlarının sa÷lıklı de÷erlendirilmesi bakımından
anlamlı ve tatmin edicidir.
Kurumsal yönetiúim ile krizi fırsata çevirme arasındaki iliúki
analizlerinden, Korelasyon analizi sonucunda yönetiúim faaliyetlerinin alt
boyutu olan sorumluluk ilkesi ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında
pozitif yönlü ve anlamlı bir iliúki oldu÷u tespit edilmiútir (r=0.39, p<0.05). Bu
ba÷lamda, H4 hipotezi kabul edilmiútir.
Bankaların sorumluluk ilkesi uygulamaları arttıkça krizi fırsata çevirme
faaliyetlerinin de artaca÷ı ifade edilebilir. Bu ba÷lamda, H4 hipotezi kabul
edilmesine gerekçe olarak, bankaların sorumluluk ilkesi gere÷i, krizi fırsata
çevirme faaliyetlerine çok fazla önem verdi÷i ve bu alana odaklandı÷ı
söylenebilir. Ayrıca, üst düzey yöneticilerin reaktif de÷il, proaktif bir yaklaúım
içerisinde oldu÷u ifade edilebilir.
23
Sorumluluk ilkesi oldukça geniú kapsamlı olup tüm pay sahipleri ve
paydaúları kapsamaktadır. Bir güven müessesesi oldu÷u bilinen bankaların,
sa÷lam banka imajının gere÷i olarak tüm kesimlere karúı sorumluluklarını tam
ve hatasız yerine getirmesi zorunludur. Sorumluluk ilkesinin gereklerinin yerine
getirilmesi her zaman önemli olmasına karúın, kriz dönemlerinde bu ilke bir kat
daha önem kazanmaktadır. Bu ba÷lamda, sorumluluk ilkesini tam olarak
uygulayan bankaların krizi fırsata çevirme açısından rekabet avantajı
sa÷layaca÷ı söylenebilir.
Ancak, yönetiúim faaliyetlerinin di÷er alt boyutları olan úeffaflık, hesap
verilebilirlik ve adillik ilkeleri ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında
anlamlı bir korelasyon tespit edilememiútir. Bu sonuca göre H1, H2 ve H3
reddedilmiútir.
Tadesse (2004), uygulamalı araútırmalarında, bankacılık krizlerinde
úeffaflı÷ın daha da azaldı÷ının altını çizmektedir (Diamond, 2001: 37-71). Nier
(2005) ise, daha fazla bilgilerini paylaúan, úeffaflı÷ı fazla bankaların, krize
düúüldü÷ünde daha az riske maruz kalaca÷ını vurgulamaktadır (Nier, 2005:
342-354).
Bauer vd. (2008), Japon firmalarında yaptıkları araútırmada, yönetim
kurulunun hesap verebilirli÷i ile kurum performansı arasında anlamlı bir iliúki
tespit edememiútir (Bauer vd., 2008: 236-251).
Araútırmanın sonuçları ıúı÷ında, banka yöneticilerine de birtakım
önerilerde bulunmanın yararlı olaca÷ı düúünülmektedir. Bu öneriler úöyle
sıralanabilir:
- Araútırma konusu, bankalarda hep üst düzey yönetici ekip içerisinde
çalıúma konusu yapılmakta, orta düzey yöneticiler ise konunun
dıúında kalmaktadır. Bunun yerine beyin fırtınası yöntemiyle
konunun uzmanı orta düzey yöneticilerden de yararlanılmasının
olası çözüm yollarına hız kataca÷ı düúünülmektedir.
- Konunun önemi açısından, çözüm yollarının bir parçası olmak
üzere tüm banka çalıúanları da kapsam içerisinde de÷erlendirilebilir.
Bazen hiç beklenmedik çözümler, hiç beklenmedik kiúilerden
çıkabilir. Bu açıdan çözüme yönelik de÷erli fikirlerin
ödüllendirilece÷i, bu yolla sinerji sa÷layacak bir atmosferin
oluúturulması için tüm çalıúanlar yüreklendirilip, teúvik edilebilir.
Bu yolla, konunun çözümünün sadece üst yönetimden beklenmesi
yerine, konu hakkında düúüncesi olan herkesten yararlanılacak bir
ortam tesis edilmesi aynı zamanda di÷er çalıúanlarda kendisine
de÷er verildi÷i hissini uyandıracak ve iúgören sadakatini
artıracaktır.
- Kar odaklı bir yönetim anlayıúı iúletmelerin ço÷unda egemen
anlayıú olarak kabul görmektedir. Kurumsal yönetiúimin temel
ilkeleri ıúı÷ında bankaların tüm pay sahipleri ve paydaúları da
içerisine alacak, empatik bir yaklaúım sergilemesinin, banka
açısından yararlı olaca÷ı düúünülmektedir.
24
KAYNAKÇA
Ararat, Melsa, Mehmet U÷ur; “Corporate Governance in Turkey: an Overview
and Some Policy Recommendations”, Corporate Governance Journal,
Vol: 3, No: 1, 2003.
Atamer, Melis; “Halka Açık Anonim ùirketlerde Kurumsal Yönetim ve
Do÷rudan Yabancı Yatırımlar Açısından De÷erlendirilmesi”, Hazine
Müsteúarlı÷ı Uzmanlık Tezi, Ankara, ùubat 2006.
Bauer, Rob, Bart Frijns, Roger Otten, Alireza Tourani; “The Impact of
Corporate Governance on Corporate Performance: Evidence from Japan”,
Pacific-Basin Finance Journal, Vol: 16, 2008.
Berghe, Lutgart Van den, Christoph Van der Elst, Steven Carchon, Abigail
Levrau; Corporate Governance in a Globalising World : Convergence
or Divergence?-A European Perspective-, Kluwer Academic
Publishers, New York, USA, 2002.
Bessire, Dominique; “Transparency: a Two-Way Mirror”, International
Journal of Social Economics, Vol: 32, No: 5, 2005.
Can, Halil; Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999.
Colley, John L., Jacqueline L. Doyle, George W. Logan, Wallace Stettinius;
What Is Corporate Governance?, McGraw-Hill Companies, New York,
USA, 2004.
Çelik, Adnan; øúletmelerde Kriz Yönetimine øliúkin Teorik ve Uygulamalı
Bir Çalıúma, Yayınlanmamıú Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü øúletme Anabilim Dalı, Konya, 1995.
Çoro÷lu, Coúkun; øú Dünyasında Gelece÷in Yönetimi, Alfa Basım Yayım,
østanbul, 2003.
Diamond, Douglas W., Raghuram G. Rajah; “Banks Short Term Dept and
Financial Crises: Theory, Policy Implications and Applications”,
Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, Vol: 54, 2001.
Ekinci, øbrahim; “Global Kriz Türkiye’yi Nasıl Etkiler?”, 01 Ekim 2008,
http://www.ekonews.com/index.
Fearn, Kathleen; Crisis Communications, Lawrence Erlbaum Associates Inc.,
New Jersey, 1996.
Finlay, Paul; Strategic Management, Pearson Education Limited, London,
2000.
Gökalp, Füsun; “Genel Hatlarıyla Sarbanes-Oxley Kanunu ve Türkiye’deki
ùirketlere Etkisi”, Analiz Muhasebe-Finansman Araútırma ve
Uygulama Dergisi, Cilt: 5, Yıl: 14, Sayı: 14, Ekim 2005.
http://216.239.59.104/search?q=cache:2vpRO3TasFsJ:iibf.ogu.edu.tr/kongre/bil
diriler
http://www.ruveyda.com/yonetisim.htm
Hurst, David K.; Kriz ve Yenilenme, (Çev: E. Gürdemir), Alfa Basım Yayım,
østanbul, 2000.
25
Jackson, Peggy M., Sarbanes Oxley for Nonprofits: A Guide to Building
Competitive Advantage, John Wiley&Sons Inc., USA, 2005.
Kavalsky, Basil G.; World Bank in Turkey 1993-2004: An IEG Country
Assistance Evaluation, World Bank Publications, Washington, 2006.
Kayacan, Murad; “Kurumsal Yönetim ølkeleri ve Ulusal Finansal Raporlama
Standartları Açısından Geliúmeler”, øzmir Serbest Muhasebeci ve Mali
Müúavirler Odası 10. Türkiye Muhasebe Standartları Sempozyumu,
Girne-Kıbrıs, 06-10 Aralık 2006.
Kayacan, Murad; “The Impacts of Globalization and New Corporate Agenda:
Global Integrity Issue”, Istanbul Commerce University International
Conference Series as of May 25-29th, 2005.
Nier, Erlend W.; “Bank Stability and Transparency”, Journal of Financial
Stability, Vol: 1, 2005.
Ö÷üt, Adem; “Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi øúletmelerinde Kriz Yönetimi
Yaklaúımları: Tekstil Sektörü Örne÷i”, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 9, 2003.
Reid, Janine L.; Crisis Management, John Wiley&Sons Inc., Kanada, 2000.
ùendo÷du, A. Aslan; Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Basel
II Kriterleri Açısından Türk Bankacılık Sektöründe Kriz Yönetimi
Yaklaúımları: Kuramsal ve Görgül Bir Araútırma, Yayınlanmamıú
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü øúletme
Anabilim Dalı, Konya, 2009.
Tutar, Hasan; Kriz ve Stres Yönetimi, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004.
Wright, Peter, Mark J. Kroll, John Parnell; Stategic Management, Prentice
Hall, New Jersey, 1998.
Yamak, Sibel; “Changing Institutional Environment and Business Elites in
Turkey”, Society and Business Review Journal, Vol: 1, No: 3, 2006.
5411 Sayılı Bankalar Kanunu.
26
TÜRK BORÇLAR KANUNU TASARISININ KøRA
SÖZLEùMESøNøN SONA ERMESøNE øLøùKøN HÜKÜMLERø
Yrd.Doç.Dr. Ayúe ARAT*
**
THE PROVISIONS OF TURKISH DRAFT LAW OF
OBLIGATIONS RELATED TO EXPIRATION OF LEASE
CONTRACT
ÖZET
Kira sözleúmeleri, ülkemizde her zaman güncelli÷ini koruyan bir
konudur. ùehirleúme ile artan konut ihtiyacı, kira sözleúmelerinden kaynaklanan
problemlerin artmasına yol açmıútır.Bu sebeple hukukumuzda kira konusunda
pek çok düzenleme yapılmıútır. Yapılan düzenlemeler genellikle kiracıyı
korumaya yönelik olsa da, ço÷u zaman tatmin edici bulunmamaktadır. Kira
sözleúmelerinden kaynaklanan ihtilaflar hukukumuzda, Borçlar Kanunu, 6570
sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun ve Yargıtay içtihatları ile oluúan
uygulamalar çerçevesinde çözüme kavuúturulmaktadır.
Borçlar Kanunu Tasarısı, kira sözleúmeleri konusunda çeúitli
de÷iúiklikler içermektedir. Söz konusu de÷iúiklikler kapsam itibariyle son
derece geniú oldu÷undan çalıúmamız sadece kira sözleúmesinin sona ermeye
iliúkin hükümleriyle sınırlandırılmıútır. Bu çerçevede sona erme hükümleri,
mevcut kanunlar ve tasarıdaki hükümlerle karúılaútırılarak de÷erlendirilmiútir.
Anahtar kelimeler; Kira sözleúmesi, kira sözleúmesinin sona ermesi,
Borçlar Kanunu Tasarısı’nda kira sözleúmesinin sona ermesi.
*
**
Selçuk Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Ö÷retim Üyesi
Bu makalenin bir kısmı, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunlar Derne÷i
tarafından 09.05.2009 tarihinde düzenlenen Borçlar Kanunu Tasarısı Paneli’nde
bildiri olarak sunulmuútur.
27
ABSTRACT
Lease contracts is always an issue that keeps up to date in our country
Housing demand, increasing with urbanization, has led to increase in the
problems caused by lease contracts. For this reason many regulations have been
made in our law on rent. Although the regulations are intended to protect the
tenants, they are not satisfactory most of the time. In our law, disputes caused
by lease contracts are solved within applications of Debts Act, Law on the
Lease of Real Property No. 6570 and the Supreme Court case law.
Draft Law of Obligations includes several changes in lease contracts.
As the scope of changes in question is extremely broad, our study is limited to
only the provisions relating to expiration. In this context, provisions on
expiration were evaluated by comparing with the provisions of existing laws
and the draft.
Key Words: Lease contract, expiration of lease contract , expiration of
lease contract in Draft Law of Obligations.
I.GENEL DEöERLENDøRME
Yaklaúık 8 yıllık bir çalıúmanın ürünü olan Türk Borçlar Kanunu
Tasarısı (TBKT), TBMM. Genel Kurulu’na gelmiútir. Kanun yürürlü÷e
girdi÷inde Borçlar Hukuku alanında önemli de÷iúiklikler gerçekleúmiú
olacaktır. Bu tür de÷iúikliklerin mevcut olanı daha ileri götürmek adına
yapıldı÷ı bir gerçektir. Ancak Tasarı’nın tümüne yönelik olarak yapılan,
kullanılan dil ve madde numaralarının de÷iútirilmesi konusundaki eleútirilere
katılmamak mümkün de÷ildir. Yerleúmiú hukuk terimlerinin ve madde
numaralarının de÷iútirilmesi, bu zamana kadar oluúmuú bulunan hukukî
birikimin gelecek kuúaklara aktarılması bakımından kopukluk do÷uracaktır. Bu
yönde yapılan eleútiriler yerinde ve haklıdır.
Tasarı kira sözleúmesi konusunda pek çok de÷iúiklik içermektedir.
Ancak konunun uzun ve ayrıntılı olması bir sınırlama yapma gere÷ini
do÷urmuútur. Bu sebeple çalıúmada sadece kira sözleúmesinin sona ermesi
üzerinde ana hatlarıyla bilgi verilmiú, mevcut düzenlemelerle Tasarı’nın
getirdi÷i düzenlemeler karúılaútırılarak de÷erlendirilmiútir.
II. KøRA SÖZLEùMESø
Mevcut Kanunumuz kira sözleúmesini, BK. m. 248-298 arasında, iki
fasıl halinde adi kira ve hasılat kirası olarak
düzenlemiútir. Ayrıca
hukukumuzda belediye sınırları içinde veya iskele, liman ya da istasyonlarda
bulunan üstü örtülü (musakkaf) taúınmazların kiralanmasında 6570 sayılı
Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun (GKHK.) uygulanmaktadır. O halde
üzerinde bina bulunmayan taúınmazlarla, belediye teúkilatı bulunmayan
28
yerlerdeki taúınmazların kiralanması Borçlar Kanunu hükümlerine, bunların
dıúında kalan üstü örtülü taúınmazların kirası GKHK.’na tabidir1.
Tasarı, Borçlar Kanunu’ndan ayrı, özel bir kanunla düzenlenmiú olan bu
konuyu içeri÷ine dahil etmiútir. Gerçekten de Tasarı’da Ayrım korunmuú ama
düzenleme genel kanun içerisine yerleútirilmiútir. Tasarı’ya göre kira sözleúmesi
genel hükümler, konut ve çatılı iúyeri kiraları ve ürün kirası olmak üzere üç fasıl
(ayırım) halinde düzenlenmiútir. Genel hükümler bölümünün oluúturulması
yerinde olmuútur. Di÷er kiralarla ilgili hüküm bulunmayan hallerde, genel
hükümlerin uygulanması mümkündür2. Tasarı ile 6570 sayılı Kanunda
öngörülen belediye sınırları içinde olup olmama ayrımı kalkmıú, tüm konut ve
çatılı iúyerleri için aynı hükümlerin uygulanması sa÷lanmıútır (BKT. m. 338).
Ancak 6570 sayılı Kanunla getirilen özel düzenlemenin genel kanun içerisinde
yer alması eleútirilmiútir. Ekonomik ve sosyal sebeplerle sık sık de÷iúikli÷e
u÷rayan böyle bir konunun, genel kanun içerisinde yer almasının do÷ru
olmayaca÷ı
ifade edilmektedir3. Öte yandan 6570 sayılı Kanun’daki
düzenlemelerin büyük ço÷unlu÷unun Tasarı metnine dâhil edilmesine ra÷men,
söz konusu kanunun yürürlükten kaldırıldı÷ının açıkça belirtilmemesi de
eleútirilmekteydi. Bu eleútiri kanunkoyucu tarafından dikkate alınmıú ve Türk
Borçlar Kanunun Yürürlü÷ü ve Uygulama ùekli Hakkındaki Kanun Tasarısı m.
15 ile 6570 sayılı Kanunun yürürlükten kaldırıldı÷ı hükmüne yer verilmiútir.
Tasarı kira sözleúmesinin taraflarını tanımlayan kavramlarda de÷iúiklik
yapmıútır. Buna göre mevcut kanunda yer alan kiracı-kiralayan kavramları
yerine Tasarı’da kiracı-kiraya veren kavramları kullanılmaktadır. Ayrıca
Borçlar Kanunu’ndaki kira tanımı de÷iútirilerek, sadece kullanmayı de÷il,
kullanmayla birlikte yararlanmayı da içine alacak biçimde geniúletilmiútir.
Burada, ürün kirasını da kapsayan bir tanım yapılmaya çalıúılmıútır. Ancak
kullandırma akitlerinden olan kiranın, yararlanmayı da zaten içinde taúıyaca÷ı,
bunun da malumun ilanından öte bir úey olamayaca÷ı ifade edilmektedir4.
III. KøRA SÖZLEùMESøNøN SONA ERMESø
Kira sözleúmesinin sona ermesi bakımından, Tasarı’nın a÷ırlıklı olarak
kiracıyı koruyan hükümler taúıdı÷ı görülmektedir. Örne÷in m. 342 (kira
bedelinin belirlenmesi dıúında kiracı aleyhine de÷iúiklik yapılamaması ), m. 345
(kira ve yan giderler dıúında kiracıya bir yük getirilememesi, cezai úart
konulamaması) ve m. 353 (kira sözleúmesine iliúkin hükümlerin kiracı aleyhine
de÷iútirilememesi) böyledir. Kira sözleúmesinde korunması gereken, di÷er tüm
1
2
3
4
Aral, 218; Zevkliler, 178; Akıncı, 118.
Akıncı, Tasarı, 1; Acar, 3686. Genel Hükümler’in di÷er kira sözleúmelerinde de
uygulanması gerekti÷i ancak Tasarı’da bu konuya iliúkin bir düzenleme
bulunmamasını eleútiren görüú için bkz. Baúpınar, 1.
Do÷anay, 1.
Yavuz, 52.
29
sözleúmelerde oldu÷u gibi menfaatler dengesidir5. Yoksa taraflardan biri
de÷ildir. Kiracı lehine oluúan aúırı korumacı bu tavrın eúitlik ilkesine ve
sözleúme serbestisi ilkesine aykırı oldu÷u, Tasarı’da kiralayanın durumunun da
iyileútirilmesi gerekti÷i görüúü doktrinde hâkimdir6.
Borçlar Kanunu’nda adi kiraya iliúkin olan, Tasarı’da genel hükümler
baúlı÷ı altında düzenlenmiú bulunan sona erme sebepleri úöyledir: Genel
hükümlere göre kira sözleúmesi süreli sözleúmelerde sürenin geçmesi
durumunda; belirsiz süreli sözleúmelerde ise fesih bildirimi ile ya da ola÷anüstü
fesih imkânı do÷uran önemli sebeplerin varlı÷ı halinde (kiracının iflâsı veya
ölümü gibi) sona erer (m. 326, 327).
Borçlar Kanunu’nda sona erme sebepleri arasında yer alan kiracının
temerrüdü, Tasarı’da kiracının borçları baúlı÷ı altında düzenlenmiútir. Kiraya
verene, sadece kira borcunun de÷il, kiralananın kullanımı ile ilgili yan
giderlerin ödememesi durumunda kiracıya en az 10 gün süre tanıyarak (bu süre
konut ve iú yerlerinde 30 gündür) bir yazılı bildirimle sözleúmenin feshedilmesi
imkânı tanınmıútır. Bu süre mevcut kanunda kira borcunun ödenmemesi
durumunda 60 gündür (BK. m. 288). Yargıtay’ın uygulaması yakıt gideri
dıúındaki yan giderler için kiracının temerrüde düúmeyece÷i yönündedir7. Tasarı
yan giderleri m. 340’da ısıtma, aydınlatma, su gibi kullanım giderleri olarak
tanımlamıú, ayrıca m. 316’da ola÷an kullanım için gerekli temizlik ve bakım
giderlerini de kiracıya yüklemiútir. Kapıcı aidatları da bu kapsamda
de÷erlendirilebilir. Dolayısıyla Tasarı’ya göre bunların ödenmemesi durumunda
da kiracı temerrüde düúmüú olacaktır.
Kiracının iflâsı BK. m. 290’da kira sözleúmesini sona erdiren bir
sebeptir. E÷er kiracı teminat verirse, kiralayan kira senesinin sonuna kadar
sözleúmeyi sürdürmekle yükümlüdür. Tasarı’nın düzenlemesi ise (m. 331)
kiralayanı, kiracıdan ya da iflâs masasından teminat isteme yükümüne sokmuú,
e÷er verilmezse sözleúmenin feshedilebilece÷i düzenlenmiútir. Bununla birlikte
Tasarı’da teminat verilirse sözleúmenin ne kadar sürece÷ine ise açıklık
getirilmemiútir. Yani kiralayanın durumu a÷ırlaútırılmıútır.
Kiracının ölümü halinde ise BK. m. 291 hem kiracı hem kiralayana
sözleúmeyi sona erdirme imkânı tanırken, Tasarı m. 332 kiralayana bu hakkı
vermemiútir.
IV. KONUT VE ÇATILI øù YERø KøRALARI
BAKIMINDAN SÖZLEùMENøN SONA ERMESø
Tasarı’nın konut ve çatılı iú yeri kiraları bakımından sözleúmenin sona
ermesine iliúkin hükümleri, 6570 sayılı Kanun’da yer alan hükümlerle hemen
hemen aynı olmakla birlikte, bazı de÷iúiklikler ve eklemeler yapılmıútır.
Tasarı’da konut ve iú yeri kiralarının sona ermesi konusunun m. 346-355
5
6
7
Baúpınar, 2.
Yavuz, 58; Kaplan, 28; Arpacı, 3678; Baúpınar, 2.
YHGK. 6.3.1963, E. 6-13,K. 23 (Ankara Barosu Dergisi 1963, S. 2, s.233 vd.).
30
arasında, bir sistematik altında ele alınması isabetli olmuútur. Bu düzenlemelere
göre sona erme bildirim yoluyla veya dava yoluyla gerçekleúebilir. Bildirim
yoluyla sona erme m. 346’da düzenlenmiútir. Böylece bu konuda tahliye davası
açma yönündeki uygulamadan kurtulma amaçlanmıútır8.
Belirsiz süreli kira sözleúmesinde kiracıya her zaman, kiraya verene ise
kiranın baúlangıcından 15 yıl geçtikten sonra, fesih bildirimlerine uymak
úartıyla sözleúmeyi sona erdirebilme imkânı tanımıútır (m. 346). 15 yıllık bir üst
sınır getirilmesi yerinde olmuútur. Zira tahliye sebepleri gerçekleúmedi÷i
takdirde kiraya verenin sözleúmeyle sonsuza kadar ba÷lı olması mülkiyet
hakkının özüne dokunan bir nitelik kazanabilir9. Dolayısıyla kira sözleúmesine
üst sınırla ilgili süre konulması isabetli bir düzenlemedir. Ancak iúyeri kiraları
için ayrı düúünmek gerekti÷i özellikle kiralanan yeniden kiraya verilecekse
sözleúmenin sona ermesi için haklı bir sebebin aranmasının do÷ru olaca÷ı
görüúü de ileri sürülmektedir10. Ayrıca doktrinde 15 yıllık süreyi çok uzun bulan
ve en fazla 10 yıl olması gerekti÷ini ifade eden görüúler de vardır11. Tasarı
yürürlü÷e girdi÷inde, bu 15 yıllık süreden hemen yararlanmak isteyen
kiralayanları engellemek amacıyla kanun koyucu, Borçlar Kanunun Yürürlü÷ü
ve Uygulama ùekli Hakkındaki Kanun Tasarısı m. 9 ile bu imkânın, yeni
Borçlar Kanunu’nun yürürlü÷e girdi÷i tarihten baúlayarak beú yıl geçmedikçe
kullanılamayaca÷ı belirtilmiútir.
Tasarının 346. maddesinde genel hükümlere atıf yapılarak tarafların bu
hükümler çerçevesinde de haklarını kullanabilecekleri düzenlenmiútir. Örne÷in,
önemli sebeplerin varlı÷ı (m. 330) ya da kiracının iflası (m. 331) burada da fesih
imkânı verebilir.
Tasarı m. 348, aile konutunu düzenleyen MK. m. 194 ile paraleldir.
Buna göre aile konutu olarak kiralanan taúınmazda, kiracının eúinin açık rızası
olmadan sözleúmeyi feshedemeyece÷i düzenlenmiútir. Kiraya verene bildirimde
bulunarak kira sözleúmesinin tarafı sıfatı kazanan eúe de ayrıca feshin
bildirilmesi gerekir.
Konut ve çatılı iúyeri kiralarında fesih bildiriminin yazılı yapılması
gereklili÷i açıkça düzenlemeye kavuúturulmuútur (m. 347).
Dava yoluyla sona ermeye iliúkin hükümler kiraya veren ve kiracı
bakımından ayrı ayrı düzenlenmiútir. Bu hükümler 6570 sayılı Kanun m. 7’de
alt alta sıralanmıú olan hükümlerin sistemli biçimde bir araya getirilmiú halidir.
Tasarı m. 349’a göre, kiraya verenin ihtiyacı ve taúınmazın yeniden inúa
ve imarı durumunda, fesih dönem ve sürelerine uyularak, belirlenen tarihten
baúlamak üzere bir ay içinde dava açmak suretiyle kira sözleúmesi sona
erdirilebilir.
8
9
10
11
Acar, 3689.
Akıncı, Tasarı, 5.
Akıncı, Tasarı, 5. Konut ve iúyeri kiralarının ayrı hükümlere tabi tutulması
gerekti÷i de doktrinde savunulmaktadır. Arpacı, 3678; Yavuz, 58.
Hatemi, 3684; Acar, 3691.
31
Kiraya verenin ihtiyacının kapsamı Tasarı ile geniúletilmiútir. 6570
sayılı Kanun kiraya verenin kendisi, eúi veya çocukları için bu imkânı
tanımaktadır. Tasarı da ise kiraya verenin kendisi, eúi, alt soyu, üst soyu ve
kanun gere÷i bakmakla yükümlü oldu÷u kiúilerin ev ihtiyacı için tahliye davası
açılabilece÷ini düzenlenmektedir (m. 349/1). Bu olumlu bir geliúmedir. Zira
toplumumuzda güçlü olan aile ba÷ları, gerek anne babanın gerekse torunların
ihtiyaçlarını kollamayı gerektirmektedir12. Bu imkân mevcut kiraya verene
tanındı÷ı gibi taúınmazı sonradan iktisap eden yeni malike de tanımıútır
(m. 350).
Tasarı m. 351, kiracıdan kaynaklanan tahliye davası sebeplerini 3 farklı
ihtimal bakımından ayrı ayrı düzenlemiútir.
Kiracının tahliye taahhüdünde bulunması birinci fıkrada yer almaktadır.
Tahliye taahhüdü, 6570 sayılı Kanun’da da yer almaktadır. Ancak uygulamanın
kiracı aleyhine oluúması üzerine Yargıtay kira sözleúmesinin yapıldı÷ı sırada
verilen taahhütleri geçerli kabul etmemektedir13. Tasarı’da bu durum göz önüne
alınmıú ve taahhüdün “kiralananın teslim edilmesinden sonra” verilirse geçerli
olaca÷ı belirtilmiútir (m. 351/I).
øki haklı ihtarla tahliye, 351. maddenin ikinci fıkrasında yer almaktadır.
Tasarı, mevcut hükümlere göre aranan (6570 sayılı Kanun, m. 7/e), kira
sözleúmesinin sona ermesini beklemeden de “ihtarların yapıldı÷ı kira yılının
bitiminden baúlayarak 1 ay” içinde dava açılabilece÷ini düzenlemiútir.
Böylelikle sürekli olarak borcunu ihlâl eden kiracının korunmaması
sa÷lanmıútır14.
Kiracının veya eúinin aynı yerde konutu bulunması sebebiyle tahliye
351. maddenin üçüncüsü fıkrasında düzenlenmiútir. 6570 sayılı Kanun (m.
7/son) bu konudaki düzenlemesinde aynı úehir veya belediye sınırları içinde
bulunan konuttan bahsederken, Tasarı aynı ilçe ya da belde belediye
sınırlarından bahsetmektedir. Mevcut düzenlemedeki belediye kavramından
büyükúehir belediyesinin anlaúılabilece÷i bununda kiracı aleyhine sonuçlar
do÷uraca÷ı gerçe÷i karúısında bu düzenleme isabetli olmuútur15.
øhtiyaç sebebiyle tahliye edilen kiralanan, haklı sebep olmadan üç yıl
geçmedikçe eski kiracıdan baúkasına kiralanamaz kuralı korunmakla birlikte
(m. 354), 6570 sayılı Kanun’da yer alan cezai hükümler kaldırılmıú (m. 16),
yerine tazminat yükümlülü÷ü getirilmiútir. Bir özel hukuk iliúkisinde cezai
müeyyidelerin bulunması yerinde olmadı÷ından, müeyyidenin tazminata
dönüútürülmesi isabetli olmuútur16.
Tasarı m. 355’de kiracının ölümü, tekrar konut ve iúyeri kiraları için
düzenlenmiútir. Ölen kiracının ortakları, mirasçıları ve kiracı ile birlikte
12
13
14
15
16
Akıncı, Tasarı, 5; Acar, 3690.
YHGK. 21.11.1962, E. 87, K. 66 (Ankara Barosu Dergisi 1963, S. 2, s.257).
Akıncı, Tasarı, 5.
Arpacı, 3681.
Akıncı, Tasarı, 5.
32
oturanlar, sözleúme ve kanun hükümlerine uydukları sürece kira sözleúmesini
sürdürebilirler. Tek baúına ölümün gerçekleúmesi kiraya veren bakımından bir
tahliye sebebi teúkil etmemektedir.
V. SONUÇ
Türk Borçlar Kanunu Tasarısı., uzun çalıúmaların ürünüdür. Bu çalıúma
süresi boyunca Tasarı tartıúılmıú, eleútirilmiú, eleútirilerin bir kısmı dikkate
alınarak çeúitli de÷iúiklikler yapılmıútır.
Tasarı’nın geneli hakkında, aslında çok fazla de÷iúiklik getirmedi÷i,
dilinin ve madde numaralarının de÷iútirilmesinin do÷ru olmadı÷ı yönünde
çeúitli görüúler ortaya konulmuútur. Bu eleútiriler haklıdır. Ancak Tasarı’nın
kanunlaúmasıyla birlikte tüm bu tartıúmalar geride kalacaktır.
Kira hukuku bakımından Tasarı’nın en büyük özelli÷i mevcut ikili
sistemi (BK. ve 6570 sayılı GKHK.) tek kanun çatısı altında toplamasıdır. Öte
yandan sözleúmenin zayıf tarafı olarak görülen kiracı yine korunmuú,
kiralayanın durumu de÷iúmemiútir. Belirsiz süreli kira sözleúmelerinde
kiralayana, kira süresinin baúlangıcından itibaren 15 yıl sonra sözleúmeyi
feshedebilme imkanı tanınması; ihtiyaç sebebiyle tahliyede 6570 sayılı Kanun
ihtiyacı olan kiúileri sadece kendisi, eúi, çocukları kabul ederken, Tasarı’nın bu
hükmü üst soy ve kanunen bakmakla yükümlü olunan kiúileri de içine alacak
úekilde geniúletmesi, kira sözleúmesinin sona ermesi konusunda getirilen
düzenlemelerin baúlıcaları olarak sayılabilir.
KAYNAKÇA
Acar, F.: Kira Sözleúmesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu
Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim
2005 (s. 3685-3691).
Akıncı, ù.: Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın Kira Sözleúmesine øliúkin
Hükümlerinin De÷erlendirilmesi, 16.02.2007 tarihinde Kayseri Barosu ve
Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Türk
Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu”nda bildiri
olarak sunulmuútur, (http://www.sahinakinci.com/tebligler).
Akıncı, ù.: Karúılaútırmalı Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Türk-Kazak
Hukuku, Konya 2004.
Aral, F.: Borçlar Hukuku Özel Borç øliúkileri, Ankara 2000.
Arpacı, A.: Kira Sözleúmesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu
Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim
2005 (s. 3677-3681).
Baúpınar, V.: Hukuk Tekni÷i Açısından Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın
De÷erlendirilmesi, 16.02.2007 tarihinde Kayseri Barosu ve Erciyes
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Türk Borçlar
33
Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu”nda bildiri olarak
sunulmuútur, (http://veyselbaspinar.com/index.php/oezgecmi).
Do÷anay,
ø.:
Yeni
Türk
Borçlar
Kanunu
Tasarısı,
(http://wwwhaberinyeri.net/Makaleler/Yeni-Turk-Borclar-KanunuTasarisi_12273.html)
Hatemi, H.: Kira Sözleúmesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu
Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim
2005 (s. 3682-3685).
Kaplan, ø.: Borçlar Kanunu Tasarısı Hakkındaki Görüúlerim, Terazi Hukuk
Dergisi, Eylül 2008, Sayı: 25.
Yavuz, N.: Türk Borçlar Kanunu Tasarısı Hakkında Genel De÷erlendirme ve
Öneriler, Terazi Hukuk Dergisi, Nisan 2008, Sayı: 20.
Zevkliler, A.: Borçlar Hukuku Özel Borç øliúkileri, Ankara 2004.
34
ANONøM ORTAKLIKLARDA BøRLEùME SÜRECø VE
MUHASEBELEùTøRME YÖNTEMLERøNDE MEYDANA
GELEN GELøùMELER
Aziz KAöITCI*
ÖZET
Dünya ekonomisinde yaúanan hızlı küreselleúmenin sonucu olarak artan rekabet
karúısında úirketlerin ayakta kalabilmesi için etkin maliyet yönetimi ve
uluslararası arenada rekabet edebilecek faaliyet büyüklü÷üne ulaúmaları
gerekmektedir. Ekonomik büyümenin do÷al bir ürünü olan iúletme birleúmeleri
hem uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek faaliyet büyüklü÷üne ulaúmayı
hem de ölçek ekonomisinden faydalanarak maliyetlerin aúa÷ıya çekilmesini
sa÷lar. Çalıúmada Anonim Ortaklıklar da birleúme sürecinde ortaya çıkan özel
durumlar ve uluslararası muhasebe standartlarında meydana gelen de÷iúiklikler
ele alınmıútır.
Anahtar Kelimeler: Birleúme, Devralma, TFRS 3
CORPORATE MERGING PROCESS AND DEVELOPMENTS IN
ACCOUNTING METHODS
ABSTRACT
As a result of fast globalization and fierce competition corporations need to
meet the requirements related to efficiency of cost management and optimum
corporation size. Mergers and acquisitions which are the natural results of
economic growth give the opportunity to compete in international environment
and decreasing costs by the use of economies of scale. In this study special
conditions for corporate that occurs in merger and changes in international
financial reporting standards for merging issues has been investigated.
Key words: Mergers, Acquisitions, IFRS 3
Bu makale Anonim Ortaklıklarda Birleúme Süreci ve Muhasebeleútirme
Yöntemlerinde Meydana Gelen Geliúmeler isimli yüksek lisans tezinin
özetidir.
1. GøRøù
Son yıllarda teknolojide yaúanan geliúmeler, üretim sistemlerinin kolaylıkla
ülkeler arasında transferi ve benzeri sebeplerden ekonominin arz yönü talep
yönüne göre daha hızlı büyümüútür. Arzın talepten daha hızlı büyümesi yo÷un
bir rekabeti de beraberinde getirmiútir. Artan rekabetin fiyatlar üzerindeki
olumsuz etkileri iúletmelerin büyümesini de olumsuz yönde etkilemiútir.
*
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO, Ö÷retim Görevlisi
35
øúletmeler yo÷un rekabet altında fiyatlarını artıramazlar. Bu durumda yapılması
gereken maliyetlerin azaltılarak karlılı÷ın artıúını sa÷layabilmektir. Ayrıca yeni
pazarlara girilmesi de karlılık üzerinde olumlu etkiler yaratabilecektir.
Maliyetlerin azaltılması ve yeni pazarlara girmek yeni yatırımları da zorunlu
kılabilir. Bunun da iúletmeler için ek bir mali külfet do÷uraca÷ı son derece
açıktır. øúletme birleúmeleri ile ölçek ekonomilerinden yararlanılarak
maliyetlerin aúa÷ıya çekilmesi ve yeni pazarlara açılmak daha kolay
olabilmektedir. Ayrıca uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek büyüklü÷e
ulaúmakta mümkün olabilir.
øúletme birleúmeleri uzun bir süreçtir. Birleúme görüúmelerini birleúmenin
gerçekleúti÷i ülkede ki yasal düzenlemeler úekillendirecektir. Dolayısıyla
iúletmelerin büyürken dıúsal büyüme yollarından olan iúletme birleúmelerini
seçmeleri ülkedeki iúletme birleúmeleri ile ilgili uygulanmakta olan yasal
düzenlemelere sıkı sıkıya ba÷lıdır. Yasal düzenlemeler iúletme birleúmeleri için
kimi zaman teúvik edici kimi zamanda yasal bir set olabilmektedir.
Birleúme iúlemlerini etkileyen önemli konulardan biriside uygulanacak
muhasebe yöntemidir. Seçilen muhasebeleútirme yöntemi birleúme iúlemi
sonucunda ulaúılacak yeni sermayenin da÷ılımını ve birleúme iúleminin
vergilendirilmesi gibi bir çok konuyu da önemli ölçüde etkileyecektir.
Ülkemizde son yıllarda yakalanan hızlı ekonomik büyüme ve Avrupa Birli÷i
yolunda alınan mesafeler iúletme birleúmelerini de olumlu yönde
etkilemektedir. Türkiye de büyük ölçekli birleúmelerin baú aktörleri anonim
ortaklıklardır. Bu çalıúmanın amacı da anonim ortaklıklarda birleúmeye iliúkin
vergisel konular ve birleúme iúlemlerinde uygulanmakta olan Uluslararası
Muhasebe Standartlarında meydana gelen geliúmeler ve birleúme iúlemlerinin
Tek Düzen Hesap Planında muhasebeleútirilmesidir.
2. ANONøM ORTAKLIKLARIN BøRLEùMELERøNDE ÖZELLøK
ARZEDEN KONULAR
øúletme birleúmeleri hukuk, vergi, muhasebe ve finans alanlarını kapsayan özel
bir konudur. Bu bölümde iúletme birleúmelerinde karúı karúıya kalınan özel
durumlar ele alınacaktır.
2.1. Anonim Ortaklıkların Birleúmelerinde De÷er Tespiti
ùirket birleúmelerinde de÷er tespiti, de÷iútirme biriminin (birleúme oranı)
hesaplanması, devrolan ortaklı÷ın pay sahiplerine verilecek yeni ortaklı÷ın hisse
senetlerinin miktarı açısından son derece önemli bir konudur. De÷iútirme birimi
devrolan ve devralan úirketlerin cari de÷erleri kıyaslanarak tespit edilir. Bu
úirketlerin cari de÷erleriyle neyin kastedildi÷i ve nasıl hesaplanaca÷ının ortaya
konması gerekir. Uygulamada úirket de÷erlerinin tespitinde kullanılan birçok
36
yöntem vardır.1 Ancak úirket birleúme ve devralmalarında kullanılan de÷erleme
yöntemleri üç baúlık altında sıralanabilir.
a) øskonto Edilmiú Nakit Akımlar Yöntemi
b) Borsa Fiyatları Yöntemi
c) Özsermaye Yöntemi
2.1.1. øskonto Edilmiú Nakit Akımlar Yöntemi
øskonto Modeli de÷erlemesi yapılacak varlıktan elde edilmesi beklenen nakit
akıúlarının úimdiki de÷erlerine dayanmaktadır. Model, bir varlı÷a yatırım yapan
yatırımcının bu varlıktan elde edece÷i gelirlere dayandı÷ı varsayımı üzerine
kurulmuútur. 2 Bu yöntemde, úirketin aktif ve pasif yapısının tek tek
de÷erlerinin toplamı bir kenara bırakılarak, úirket faaliyet sonuçları baz
alınmaktadır. Faaliyet sonuçlarının yanlıú öngörülmesi halinde sonuç yanlıú
olur. Bu yöntemde ileriye yönelik projeksiyonların do÷ru yapılması, sa÷lıklı
sonuç vermesinin kaçınılmazlı÷ını ortaya koyar. Gelece÷e yönelik öngörüler
kiúisel yargılara göre farklılaúabilece÷inden, birleúmeye taraf olanlar arasında
mutabakat güçlü÷ü yaratır. Sermaye Piyasası Kurulu, özellikle yöntemin
sübjektifli÷i nedeniyle bu de÷erleme yöntemine sıcak bakmamaktadır. Buna
göre yapılan bir uygulamaya da bu güne kadar izin verilmemiútir.3
2.1.2. Borsa Fiyatları Yöntemi
Hisse senetleri Borsa’da iúlem gören halka açık anonim ortaklıkların borsa
fiyatları baz alınarak de÷iútirme biriminin tespit edilebilmesi hususu, Sermaye
Piyasası Kurulu’nun 106/1273 sayılı toplantısında görüúülmüú; hisse senetleri
borsada iúlem gören úirketlerin borsa fiyatları esas alınarak de÷iútirme biriminin
tespit edilebilmesi için gerekli koúulları aúa÷ıdaki gibi belirlenmiútir.4
- Birleúmeye taraf olan úirketlerin son bir yıldaki halka açıklık oranlarının en az
%15 olması ve hisse senetlerinin borsada iúlem görmesi, (Tebli÷de bu oran %25
olarak yeniden düzenlenmiútir.)
- Birleúme sözleúmesinin onaylanaca÷ı genel kurul toplantısından önce, borsa
fiyatı üzerinden hesaplanan de÷iútirme biriminin yer aldı÷ı Kurulca belirlenecek
standartlar Seri 1, No: 26 Tebli÷inin 24. maddesine göre belirtilecek gazetelerde
yayınlanarak tasarruf sahiplerine duyurulması,
1
TARAKÇI Hızır, Kurumlarda Sona Erme, Polaris Yayınları, østanbul 2003, s. 210
KARAN Mehmet Baha, YATIRIM Analizi ve Portföy Yönetimi, Gazi Kitabevi,
Ankara 2001, s. 333
3
TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 228
4
TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 228
2
37
2.1.3. Özsermaye Yöntemi
Özsermaye yönteminde, úirket de÷eri olarak her úirketin özsermaye tutarı
dikkate alınır. Söz konusu özsermaye kayıtlı de÷erlere göre tespit ediliyorsa
defter de÷erlerine göre özsermayenin tespiti söz konusu olur. E÷er her bir
úirketin bilanço kalemlerinin cari de÷erleri bilirkiúiler vasıtasıyla tespit edilirse
düzeltilmiú defter de÷erlerine göre (cari) özsermayenin tespiti söz konusu olur.
Halka Açık Anonim Ortaklıklar da Cari özsermayelerin esas alınması halinde,
de÷erlemeye konu gayrimenkullerin Kurulca listeye alınan ekspertiz úirketleri
tarafından de÷erlenece÷i bahsi geçen tebli÷in 7. maddesinde belirtilmektedir.
Sermaye Piyasası Kurulu, hem kayıtlı özsermaye hem de cari özsermayelerin
de÷iútirme biriminin hesaplanmasında dikkate alınmasını kabul etmektedir. 5
2.2. De÷iútirme
Hesaplanması
Birimi
ve
Artırılacak
Sermaye
Tutarının
Birleúmenin gerçekleútirilmesinde en önemli hususlardan biri de÷iútirme
biriminin tespitidir. Çünkü birleúmede devrolan ortaklı÷ın, devralan ortaklı÷a
intikal edecek malvarlı÷ı karúılı÷ında, bunların pay sahiplerine tesbit edilen
de÷iútirme birimine göre devralan ortaklı÷ın payları verilir. Bunun gibi yeni
kuruluúta da birleúmeye katılan ortaklıkların malvarlıklarının de÷erine göre yeni
kurulacak ortaklıkta sermayeye katılırlar.6 Devralma yoluyla birleúme ve yeni
kuruluú úeklinde ki birleúmeler için de÷iútirme birimi ve artırılacak sermaye
tutarı ayrı ayrı hesaplanacaktır.
2.2.1. Ortaklık Devralma Yoluyla Birleúme Sonrasında Ulaúılacak
Sermaye Tutarı
Sermaye Piyasası Kurulunun yayınlamıú oldu÷u Seri:1 No:31 “Birleúme
øúlemlerine øliúkin Esaslar Tebli÷i”nin 17. maddesinde ortaklık devralma
yoluyla birleúme sonrasında ulaúılacak sermaye tutarının hesaplanıú úekli
verilmiútir. Maddeye göre; Özkaynak veya rayiç de÷er yöntemlerinin
kullanılması durumunda, ortaklık devralma yoluyla birleúme iúlemi sonrasında
ulaúılacak sermaye artırımının tutarı úu úekilde hesaplanır.
5
TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 229
AKAY Hüseyin, øúletme Birleúmeleri ve Muhasebesi, Yaylım Matbaası, østanbul
1997, s.101
6
38
Konuyu bir örnek yardımıyla açıklayalım. Pınar A.ù’i Turkuaz A.ù.’ine
devrolacaktır. Tarafların ödenmiú sermayesi ve özsermayeleri aúa÷ıdaki gibidir.
TL
Ödenmiú Sermaye
Özsermaye
Devralan Turkuaz A.ù.
175.000
1.540.000
Devrolan Pınar A.ù.
250.000
1.200.000
2.2.2. Yeni Ortaklık Kurulması Yoluyla Birleúme Sonrasında
Ulaúılacak Sermaye Tutarı
Yeni kuruluú suretiyle gerçekleútirilen birleúmelerde ise devrolan úirketlerin
özsermaye toplamları kadar yeni kurulan ortaklı÷ın sermayesi oluúturulacaktır
ve bu sermaye toplamı karúılı÷ında çıkarılan hisse senetleri, özsermayeleri
oranında devrolan ortaklıklara karúı birleúmenin karúı edinimi olarak
verilecektir. Ayrıca de÷iútirme biriminin hesaplanmasına gerek yoktur.7
2.3. Birleúme Primi
Birleúme primi çıkarma primine (emisyon primine) karúılıktır. Birleúilen
ortaklık bakımından, birleúme bir sermaye artırımı olarak kendini gösterir. E÷er
ortaklı÷ın gizli veya muhasebede kayda geçmiú yedek akçeleri bulunuyorsa,
katılan ortaklık kendisine teslim edilecek payların nominal de÷erinden üstün
de÷erde bir net aktifi devroldu÷u ortaklı÷a verecektir. Aradaki fark, devrolunan
ortaklıkta birleúme primini oluúturur.8 Birleúme primini bir örnek yardımıyla
açıklayalım. Turkuaz A.ù.’i, Pınar A.ù.’ini devralacaktır. Ödenmiú sermaye ve
özsermaye bilgileri aúa÷ıdaki úekildedir.
7
8
AKAY Hüseyin, a.g.e., s.101
ÖNGEN Safiye, Vergi Muhasebesi, Yaklaúım Yayıncılık, Ankara 2000, s. 866
39
TL
Ödenmiú Sermaye
Özsermaye
Devralan Turkuaz A.ù.
250.000
1.800.000
Devrolan Pınar A.ù.
1.250.000
1.250.000
Buna göre birleúme oranı %59,01 olacak, birleúme sonrası ulaúılacak sermaye
ise 423.611 TL olacaktır. Devralan Turkuaz A.ù.’nin yapması gereken sermaye
artırım tutarı ise 173.611 TL olacaktır. Bu durumda Devralan Turkuaz A.ù.’nin
varlıklarında 1.250.000 TL’lik bir artıú olurken, pasifte (sermaye hesabında)
sadece 173.611 TL’lik bir artıú meydana gelecektir. Bu durumda 1.076.389
TL’lik fark birleúme primi olarak do÷acaktır.
Birleúme primi, emisyon primi olarak kabul edilir ve anonim úirketlerde
kurumlar vergisine tabi tutulmaz. K.V.K.’nun 8. maddesinin 5 numaralı bendine
göre, kurumların rüçhan hakkı kuponlarının satıúından elde ettikleri kazançlar
ile anonim úirketlerin kuruluúlarında veya sermayelerini artırdıkları sırada
çıkardıkları hisse senetlerinin itibari de÷erlerinin üzerinde elden
çıkarılmasından sa÷lanan kazançlar, kurumlar vergisinden istisna edilmiútir.9
Kurumlar vergisinden istisna edilen bu kazaçların ortaklara da÷ıtılması
durumunda G.V.K.’nun 94/6b-i ve 6b-ii maddeleri uyarınca tevkifata tabi
tutulacaktır. Vergilendirmemenin sürmesi bunların da÷ıtılmaması haline
ba÷lıdır. E÷er, bunlar sermayeye eklenirse, bu iúlem kar da÷ıtımı
sayılmadı÷ından tevkifat söz konusu olmaz.10
E÷er devralan kurumun ödenmiú sermayesi özsermaye toplamına eúitse bu
durumda birleúme primi de do÷mayacaktı. Yani yukarda ki örne÷imizde
devralan Pınar A.ù.’i olsaydı birleúme primi do÷mayacaktı. Çünkü Pınar
A.ù.’nin ödenmiú sermayesi ve özsermayesi birbirine eúittir. Örne÷imizi buna
göre yeniden uyarlarsak, yani devralan Pınar A.ù.’i olursa:
TL
Ödenmiú Sermaye
Özsermaye
Devralan Pınar A.ù.
1.250.000
1.250.000
Devrolan Turkuaz A.ù.
250.000
1.800.000
Bu durumda birleúme oranı %40,98 olacak, birleúme sonrası ulaúılacak
sermayede 3.050.000 TL olacaktır. Devralan Pınar A.ù.’inin yapması gereken
sermaye artırım tutarı 1.800.000 TL’dir. Pınar A.ù.’i 1.800.000 TL’lik sermaye
artıúı karúılı÷ında, varlıklarında da 1.800.000 TL’lik bir artıú ortaya çıkaca÷ı
için birleúme primi do÷mayacaktır.
2.4. Devredilen Sabit Kıymetlere øliúkin Amortisman
Kurumların, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 37,38 ve 39. maddelerine göre
birleúmelerinde ve devirlerinde devreden úirket tüm aktif ve pasifiyle kül
halinde di÷er bir úirkete devrolaca÷ından, devrolunan úirketin birleúme tarihine
9
ULUSOY Metin, Birleúme, Devir, Bölünme, Hisse De÷iúimi ve øútirak Yoluyla
ùirketlerin Yeniden Yapılandırılması, Yaklaúım Yayıncılık, Ankara 2004, s. 64
10
TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 386
40
kadar olan dönem için, devralan úirketin ise birleúme tarihinden sonraki dönem
için amortisman hesaplamaları gerekmektedir.11
Kurumların, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 36. maddesine göre birleúme ve
devirlerinde münfesih úirketten, devralan úirkete intikal eden duran varlıkların
toplam de÷eri özsermayeyi oluúturmaktadır. Özsermayenin hesaplanması ise
K.V.K. ve Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre yapılması gerekti÷inden duran
varlıkların amortismanlar düúüldükten sonraki de÷erinin esas alınması gerekir.
Çünkü duran varlıklar bu de÷er üzerinden devredilecek ve devralan úirket
tarafından devralınan yeni de÷er üzerinden amortisman ayrılacaktır.12 Ancak bu
tür birleúmelerde amortismana tabi bu iktisadi kıymetlerin yeniden de÷erlemeye
tutulabilmesi Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298/12 maddesi hükmü
gere÷ince devir alınan yıl içinde mümkün bulunmamaktadır.13
2.5. Birleúme ve Devir Halinde Yenileme Fonu
Devrolan kurumun, devir öncesinde amortismana tabi iktisadi kıymetlerinin
satıúından sa÷ladı÷ı kazancı V.U.K.’nun 328. maddesi uyarınca yenileme
hesabına almıú olması ve bu fonun, yenilemeye konu sabit kıymetin itfası
tamamlanmadan önce devrin gerçekleúmesi halinde devrolunan úirketin
varlı÷ında devam ediyormuúçasına iúleme tabi tutulmalıdır.14 Devralan kurum
bilançosunda yer alacak de÷er artıú fonu, bu kurum tarafından sermayeye ilave
dıúında herhangi bir suretle bilançoda yazılı baúka bir hesaba nakledilmesi,
geçmiú yıl zararlarına mahsup edilmesi veya iúletmeden çekilmesi halinde, bu
iúlemin yapıldı÷ı dönemin kazancı sayılarak vergilendirilir.15
2.6. Birleúme ve Devir Durumunda Yatırım øndirimi Uygulaması
Devir, birleúme ya da nev’i de÷iúikli÷i durumlarında, sadece yatırım konusu
aktif kıymetler devredilmemekte, söz konusu ortaklı÷ın tüm mal varlı÷ı yeni
úirkete devrolunmakta ya da úirket nev’i de÷iútirmek suretiyle ticari yaúama
devam etmektedir. Bu durumu dikkate alan idare, 187 seri no’lu Gelir Vergisi
Genel Tebli÷inin VI-B bölümünde konuyu aúa÷ıdaki úekilde açıklamıútır.16
11
ARPACI Altar Ömer, “Kurumların Avantajlı Birleúme ùekli: Devir Müessesi, Vergi
Sorunları Dergisi, Maliye Gelirler Kontrolörleri Derne÷i Aylık Yayını”, Sayı 178,
Temmuz 2003, s. 67-68
12
UFUK Mehmet Tahif, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Düzenlenen Devir øle ølgili
Sorunlar”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası yayınları, Yıl.21, Sayı 469, 15 Mart
2000, s.31
13
ARPACI Altar Ömer, a.g.m., s. 68
14
ARPACI Altar Ömer, a.g.m., s. 68
15
UFUK Mehmet Tahif, a.g.m., s. 31
16
KAPLAN Mürsel Ali, “Birleúme, Devir Ya Da Nev’i De÷iúikli÷i Hallerinde Yatırım
øndiriminden Yararlanmak Mümkün Müdür”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası
Yayınları, Yıl.22, Sayı 486, 1 Aralık 2000, s.31
41
“Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 36,37,38. maddelerinde belirtilen birleúme,
devir veya nev’i de÷iúikliklerinde, münfesih kurumun vergilendirme ile ilgili
bütün yükümlülükleri hukuken yeni úirkete geçmektedir. Bu nedenle münfesih
kurumdan, di÷er bir ifade ile yatırım indirimine konu aktif de÷erleri devir eden
konumundaki kurumdan, evvelce uygulanan yatırım indirimi dolayısıyla
zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler geri alınmayacaktır. Yeni úirket ise
yatırım indiriminden yararlanma úartlarını taúıması kaydıyla kalan yatırım
indiriminden yararlanmaya devam edecektir.”
3.
ULUSLARARASI
MUHASEBE
øùLETME BøRLEùMELERø
STANDARTLARINDA
Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi, IAS 22 numaralı øúletme
Birleúmelerini düzenleyen Uluslararası Finansal Raporlama Standardını 31 Mart
2004 tarihinden itibaren yine iúletme birleúmelerini düzenleyen IFRS 3 ile
de÷iútirmiútir. IAS 22’de øúletme Birleúmelerinin muhasebeleútirilmesinde iki
tane temel yöntem bulunmaktaydı. Bunlar Satın Alma (øktisap) Yöntemi ve
Menfaatlerin Birleútirilmesi Yöntemidir.
3.1. Satın Alma Yöntemi
Satın Alma Yöntemi(Purchase Method of Accounting); bir iúletmenin (iktisap
eden), aktiflerin transferi, bir borç taahhüdüne girilmesi veya hisse ihracı
karúılı÷ında, di÷er bir iúletmenin ( iktisap edilen) net varlıkları ve faaliyetleri
üzerinde kontrol elde etmesiyle oluúan bir iúletme birleúmesidir.17 Birleúme
sonucunda, bir iúletme, di÷er iúletme veya iúletmeleri kontrolü altına
alabiliyorsa bu tür birleúmeler satın alma türü birleúmeler olarak nitelendirilir.
Bu tür birleúmelerin özelli÷i, kontrolü ele geçiren bir iúletmenin, bir baúka ifade
ile alıcı iúletmenin belirlenebilmesidir.18
Satın alma muhasebesinde, aúa÷ıdaki basamaklar takip edilir:19
1- øktisap edenin Belirlenmesi: Tüm iúletme birleúmeleri, satın alma yöntemi ile
muhasebeleútirilmek zorunda oldu÷undan tüm birleúmelerde iktisap edenin
tarafın belirlenmesi gerekir. øktisap eden taraf, di÷er tarafın kontrolünü ele
geçirmiú olan taraftır. Bazı durumlarda bunu belirlemek zor olabilir. Bu
durumlarda; (i) makul de÷eri belirgin biçimde daha yüksek olan tarafın, (ii)
tarafların nakit veya di÷er varlıklar karúılı÷ında hisse senedi aldıkları
17
ATAMAN AKGÜL Baúak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları,
Türkmen Kitabevi, østanbul 2004, s. 116
18
KARAPINAR Aydın, “ùirket Birleúmeleri ve Uluslararası Muhasebe Standartlarına
Göre De÷erlendirilmesi, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi”, Yıl:3, Sayı:8, Ocak
2003, s. 87
19
ARIKAN Özlem, “Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarında Yapılan Son
De÷iúikliklerle øúletme Birleúmelerinin Finansal Raporlanması”, Muhasebe ve
Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:4 Sayı:13, Eylül 2004, s. 67
42
durumlarda, nakit veya di÷er varlıkları alan tarafın, (iii) taraflardan birinin
yönetiminin, birleúik iúletmenin yönetiminin seçiminde kontrol gücüne sahipse
bu iúletmenin, iktisap eden taraf oldu÷u kabul edilir. Bir iúletme birleúmesi, yeni
bir iúletmenin kurularak birleúen iúletme ortaklarına ihraç etti÷i hisse
senetlerinin verilmesi yoluyla gerçekleútirilmiúse, bu durumda da birleúen
iúletmelerden biri iktisap eden olarak belirlenmelidir.
2- øktisabın Maliyetinin Belirlenmesi: øktisap, maliyet de÷eri üzerinden
muhasebeleútirilir. Maliyet, iktisap eden tarafından ihraç edilen hisse senetleri,
elden çıkarılan varlıklar, kabul edilen yükümlülüklerin makul de÷erleri ile
do÷rudan birleúme iúlemi için katlanılan giderlerdir. øktisabın maliyeti
belirlenirken, iktisap eden tarafından çıkarılan hisse senetleri makul de÷erleri ile
de÷erlenir ve bu hisse senetlerinin de÷iúim tarihindeki piyasa fiyatı makul de÷er
olarak esas alınır. Ancak piyasanın dar olması nedeniyle piyasa fiyatının
güvenilir bir gösterge olmadı÷ı veya hisse senetlerinin düzenli olarak iúlem
gördü÷ü bir piyasanın olmadı÷ı durumlarda, ihraç edilen hisse senetlerinin
makul de÷eri, iktisapçı iúletmenin veya iktisap edilen iúletmelerin makul de÷eri
(bunlardan hangisi daha net saptanabiliyorsa) esas alınarak tahmin edilir.
3- øktisap tarihi itibariyle, iktisap maliyetinin, iktisap edilen iúletmenin
tanımlanabilir varlık ve borçlarına da÷ıtılması: øktisap edilen iúletmenin varlık
ve borçları, mali tablolara makul de÷erleri üzerinden alınır.
øktisap edenin belirledi÷i satın alma fiyatı elde edilen varlıklara da÷ıtılır. Elde
edilen varlıkların makul de÷erinin üstündeki fazlalık ise úerefiye olarak
muhasebeleútirilir.20
3.2. Menfaatlerin Birleútirilmesi Yöntemi
Menfaatlerin birleútirilmesi yönteminde varlıklar, borçlar ve birleúmeye taraf
úirketlerin faaliyet sonuçları hiçbir düzeltme yapılmadan kayıtlı de÷erleriyle
toplanır.21 Menfaatlerin birleútirilmesi yönteminin amacı, birleúen iúletmelerin,
úimdi müútereken sahip olunmakla birlikte sanki aynı iúletmeler eskiden oldu÷u
üzere devam ediyormuú gibi muhasebeleútirilmesidir. Çıkarların havuzlanması
yöntemi, iktisapta ortaya çıkan herhangi bir peútamallı÷ı kabul etmez ve
yalnızca, satın alma bedelinin nakit veya di÷er varlıkların ödenmesi halinde
de÷il, ilke olarak oy haklı adi hisse senetlerinin mübadelesiyle oluútu÷u
durumlarda kullanılır. Menfaatlerin birleúmesi yönteminde, birleútirilen
varlıklar, borçlar ve ihtiyatlar mevcut kayıtlı de÷erleriyle kaydedilirler.22
Ödenmiú sermaye olarak kaydedilmiú tutar ve ilave nakit veya di÷er varlıklar
biçimindeki herhangi bir ek bedel toplamı ile iktisap edilen sermayenin
20
EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., Principles of Financial
Management, Printice Hall, 1998, s. 735
21
EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., a.g.e., s. 735
22
DURMUù Ahmet Hayri, Uluslararası Muhasebe Standartları (1-31), Türkiye
Muhasebe Uzmanları Derne÷i Yayını No:7, østanbul 1992, s. 176-177
43
arasındaki fark, özsermayede ayarlama yapılmak suretiyle muhasebeleútirilir.
Menfaatlerin birleúmesinde, özü itibariyle herhangi bir iktisap meydana
gelmemekte, iúletme birleúmesi öncesinde mevcut risk ve menfaatlerin birleúme
sonrasında da müúterek olarak paylaúımı devam etmektedir. Bu yöntemde bir
úerefiye veya negatif úerefiye oluúmaz.23
Menfaatlerin birleúmesi yönteminin uygulanabilmesi için;24
- Birleúen iúletmelerin oy hakkına sahip hisse senetlerinin tamamı veya
tamamına yakın kısmının el de÷iútirmiú olması ( bir baúka deyiúle bir
iúletmenin, bir di÷er iúletmenin hisse senetlerinin tümü veya tümüne yakın bir
bölümü için hisse senedi ihraç etmiú olması),
- Bir iúletmenin makul de÷erinin di÷er bir iúletmenin makul de÷erinden önemli
ölçüde farlılık göstermemesi ve
- Birleúmeye konu iúletmelerin hissedarlarının birleúmeden sonra yeni iúletmede
birleúme öncesiyle aynı oranda oy hakkına sahip olmaları gerekmekteydi.
Menfaatlerin birleúmesi yöntemi ve satın alma yönteminin karúılaútırması
yapılacak olursa;25
TABLO 1: Satın Alma ve Menfaatlerin Birleútirilmesi Yöntemlerinin
Karúılaútırılması
Satın Alma Yöntemi
1- Elde edilen Varlıklar ve borçlar
makul de÷erleriyle kaydedilir. Net
varlıkların makul de÷eri üzerindeki
miktar úerefiye olarak kaydedilir.
2- Elde edilen firmanın ertelenmiú
kazançları tanınmaz. Yani elde edilen
firmada ertelenmiú kazançların bir
parçası olmaz.
3- Özsermaye hisselerin makul de÷eriyle
kaydedilir.
Menfaatlerin Birleúmesi Yöntemi
1- Varlıklar ve borçlar birleúme öncesi
defter de÷eri ile kayıt altına alınır, defter
de÷erinden fazla bir maliyet olmadı÷ı
için úerefiye ortaya çıkmaz.
2- Elde edilen firmanın ertelenmiú
kazançları elde eden firmanın ertelenmiú
kazançlarına eklenir. Yasal sermayenin
korunması için bazı düzeltmeler
yapılabilir.
3- Özsermaye hisseleri elde edilen
iúletmenin defter de÷eriyle kaydedilir.
3.3. IFRS 3 øle Getirilen Yenilikler
Uluslararası Muhasebe Standartlarında daha önceden IAS 22 ile düzenlenen
iúletme birleúmeleri 31 Mart 2004 tarihinden itibaren kaldırılmıú ve yerine IFRS
3 getirilmiútir. øúletme birleúmelerini düzenleyen IFRS 3 ile birlikte aynı
zamanda Varlıklardaki De÷er Düúüúlü÷ünü düzenleyen IAS 36 ve Maddi
23
ATAMAN AKGÜL Baúak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları,
Türkmen Kitabevi, østanbul 2004, s. 122
24
ARIKAN Özlem, a.g.m., s. 66
25
JETER Debra, CHANEY Paul, Advenced Accounting, John Wiley Sons. Inc., 2000, s. 27
44
Olmayan Duran Varlıkları Düzenleyen IAS 38’de de revizyona gidilmiútir.
IFRS 3’teki belirgin de÷iúiklikleri;26
TABLO 2: IFRS 3 ile Getirilen Yenilikler
ùerefiye
øúletme Birleúmelerinin Muhasebeleútirilmesinde
Tek Geçerli Yöntem Satın Alma Yöntemi olarak
belirlendi. Menfaatlerin Birleúmesi Yöntemi
yasaklandı.
Edinilen bütün tanımlanabilir varlıklar, borçlar ve
durumsal yükümlülükler makul de÷erinin
%100’ü olarak ölçülür.
Amortismana tabi tutulmaz, ancak de÷er
kayıplarına karúı yıllık olarak test edilir.
Negatif ùerefiye
Yeniden Yapılandırma
Maliyetleri
Kar veya Zarar olarak anında muhasebeleútirilir.
Edinme tarihinde bir yükümlülü÷ün varlı÷ı
ölçüsünde kabul edilir.
Muhasebe Metodu
Edinilen Borçlar ve Varlıklar
22 numaralı standart uyarınca; bir tarafın di÷erinin kontrolünü ele geçirdi÷i
iktisaplarda, satın alma muhasebesi; kontrolü ele geçiren tarafın belli olmadı÷ı
“gerçek birleúmelerde” hakların birleútirilmesi yöntemi kullanılıyordu.
Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu aúa÷ıdaki nedenlerle hakların
birleútirilmesi yöntemini yürürlükten kaldırmıútır:27
- Menfaatlerin muhasebeleútirilmesinde, varlık ve yükümlülükler kayıtlı
de÷erleriyle mali tablolara alınırlar. Bu uygulamanın altında yatan mantık,
ortakların malvarlıksal haklarının tümüyle yada büyük oranda devam
ettirmeleri, gerçekte bir iktisap iúlemini bulunmaması, birleúmenin amacının
birleúmeye taraf iúletmelerin ticari çıkarlarının birleútirilmesinden ibaret
olmasıdır. Bu tür birleúmeler sonucunda, ortakların malvarlıksal haklarının
devam etti÷i do÷ru olmakla birlikte, bu hakların birleúme iúlemi sonrasında
de÷iúti÷i çünkü ortakların ortakların artık birleúik iúletmenin net varlı÷ı
üzerinden hak sahibi olaca÷ı hususu gözden kaçırılmamalıdır. Menfaatlerin
birleútirilmesinde, varlık ve yükümlülüklerin tümü, defter de÷eri üzerinden mali
tablolara alındı÷ı ve varlık ve yükümlülüklerin makul de÷eri hesaba katılmadı÷ı
için, mali tablo kullanıcıları, birleúmenin yarataca÷ı nakit akıúlarının
zamanlaması ve büyüklü÷ünü kestirmekte zorlanacaklardır.
- øúletme birleúmelerinde satın alma yönteminin kullanılabilmesi için kontrolü
ele geçiren tarafın belirli olması gerekmektedir. Menfaatlerin birleúmesi
yönteminin taraftarları, bazı durumlarda bu tespiti yapmanın oldukça güç
oldu÷unu; böylesi durumlar oldukça ender görülmekle birlikte; bu durumlarda
iktisapçıyı belirlemenin, rasgele bir seçim yapmak anlamına gelebilece÷ini
savunmaktadır. Ancak, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu,
26
27
http://www.iasplus.com/standard/ifrs03.htm
ARIKAN Özlem, a.g.m., s. 75
45
menfaatlerin birleútirilmesi yönteminin, hiçbir koúulda satın alma yönteminden
daha iyi bir sonuç vermeyece÷i sonucuna ulaúmıútır.
- 22 numaralı standart uyarınca birleúme iúlemlerinde menfaatlerin
birleútirilmesi ve satın alma yöntemi adı altında iki ayrı muhasebeleútirme
yönteminin kullanılması, mali tabloların karúılaútırılabilir olma özelli÷ini
azaltıyordu. Kullanılmasına izin verilen iki yöntemin birbirinden oldukça farklı
sonuçlar yaratması, benzer iúlemlerin, arzu edilen muhasebe sonuçlarına
ulaúmak için farklı úekilde yapılandırılmasına yol açıyordu.
øúletme birleúmelerinin muhasebeleútirilmesinde menfaatlerin birleútirilmesi
yönteminin kullanılması durumunda úerefiyenin ortaya çıkmayaca÷ını daha
önceden belirtmiútik. Maddi olmayan duran varlıklar arasında yer alan úerefiye;
úirketlerin satın alınmasında, ödenen bedel ile satın alınan úirketin rayiç bedel
üzerinden hesaplanan net varlıkları arasındaki farktır.28 Edinim tarihinde yatırım
maliyetinin, edinilen iúletmenin makul de÷ere göre de÷erlenmiú varlık ve
yükümlülükleri üzerinde, edinilen iúletmenin payını aúan kısmı pozitif úerefiye
olarak konsolide bilançoda raporlanır. Edinilen iúletmenin makul de÷ere göre
de÷erlenmiú varlık ve yükümlülükleri üzerinde edinen iúletmenin payının,
yatırım maliyetini aúan kısmı ise negatif úerefiye olarak ifade edilir.29 IAS 22’de
satın alma yönteminin uygulanması sonucu ortaya çıkan úerefiyenin yararlı
ömrü üzerinde sistematik bir temele göre itfa edilmesi gerekti÷i
belirtilmekteydi. IFRS 3’te dikkat çeken bir di÷er nokta ise úerefiye ile ilgili
yapılan düzenlemedir. IFRS 3 ile birlikte revizyona u÷rayan IAS 38’de, maddi
olmayan duran varlıkların faydalı ömrü belirli ve belirsiz olmak üzere ikiye
ayrılmıú ve itfası buna göre düzenlenmiútir. Standardın önceki versiyonunda,
maddi olmayan duran varlı÷ın ömrü, belli istisnalar haricinde her zaman belirli
kabul edilmekte ve bu ömrün 20 yılı aúamayaca÷ı belirtilmekteydi. Bu
düzenlemeye yeni versiyonda son verilmiú ve faydalı ömrü belirsiz kabul eden
varlıkların itfa edilmeyece÷i belirtilmiútir. Bilindi÷i üzere, standartlarda
úerefiye,
- øúletme içerisinde üretilen úerefiye
- øúletme Birleúmelerinde elde edilen úerefiye olmak üzere iki úekilde
açıklanmaktadır. Bunlardan iúletme içerisinde üretilen úerefiye 38 no’lu
standartta açıklanmakta olup, iúletme tarafından kontrol edilememesi ve
maliyeti güvenli olarak ölçülememesi nedeniyle varlık olarak kabul
edilmemekte iken, iúletme birleúmelerinden elde edilen úerefiye ise varlık
28
AKIùIK Orhan, “Bir Maddi Olmayan Duran Varlıklar Kalemi: ùerefiye; Amerikan,
Uluslararası ve Türk Muhasebe Standartları øçindeki Yeri”, Muhasebe ve Denetime
Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:9, Mayıs 2003, s. 87
29
POROY ARSOY Aylin, “Ba÷lı Ortaklıkların Bilançolarının Makul De÷erle
De÷erlenmesi ve ùerefiyenin Hesaplanması”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi,
Yıl:3, Sayı:10, Eylül 2003, s. 131
46
olarak kabul edilmektedir. Ancak, IFRS 3’de iúletme birleúmelerinden edinilen
úerefiyenin itfa edilmeyece÷i bunu yerine en az yılda bir kez de÷er düúüklü÷ü
testine tabi tutulaca÷ı açıklanmıútır.30
SONUÇ
øúletme birleúmeleri ekonomik konjonktürde ki geliúimin do÷al bir sonucudur.
Ekonomide yaúanan hızlı büyümeler úirketleri agresif büyüme politikalarına
iter. Bu güne kadar Türkiye ekonomisinde daha çok zorda olan iúletmelerin
kurtarılmasında kullanılan iúletme birleúmeleri, ekonomide yaúanan olumlu
geliúmeler neticesinde hızla gündeme oturmuútur. Günümüz ekonomisinde
artan rekabet koúulları ile baú edebilmek için iúletmelerin gerekli büyüklü÷e
sahip olmaları gereklidir. øúletmeler birleúme yöntemiyle rekabet edebilecek
büyüklü÷e ulaúabilir ve ölçek ekonomisinin faydalarından yaralanarak
maliyetlerini aúa÷ıya çekebilirler. Aynı zamanda iúletme birleúmeleri yeni
pazarlara girme konusunda da büyük avantaj sa÷layacaktır. Günümüz
ekonomisinde giderek artması beklenen iúletme birleúmeleri uygulama
açısından bir çok kanunla düzenlenmektedir.
Birleúme iúlemi Ticaret Kanunumuzda ve Vergi Kanunlarımızda düzenlemesine
ra÷men birleúme iúlemlerinin muhasebeleútirilmesini düzenleyen herhangi bir
düzenleme yoktur. Bu nedenle birleúme iúlemlerinin Uluslararası Muhasebe
Standartlarında yer alan kriterlerde göz önünde bulundurularak düzenlenmesi
gerekmektedir. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu tarafından
yasaklanan Menfaatlerin Birleúmesi yöntemi Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 37.
maddesinde geçen ‘Devir” hali ile örtüúmektedir. Dolayısıyla iúletme
birleúmelerinin muhasebeleútirilmesine iliúkin yasal düzenlemeler yapılırken bu
durum göz önünde bulundurulmalıdır. Menfaatlerin birleúmesi yöntemi
sonuçları bakımıyla birleúen iúletmelerin ortakları açısından sakıncalı olmakla
beraber, Kurumlar Vergisi Kanunu’na göre vergisiz birleúmenin úartlarındandır.
Uluslararası Muhasebe Standartlarının øúletme Birleúmelerini düzenleyen IAS
22’nin yerine getirilen IFRS 3 ile birlikte IAS 28’de de revizyona gidilmiú ve
bunun sonucunda úerefiyenin amortismanı kaldırılmıú, bunun yerine de÷er
düúüklü÷ü testi getirilmiútir. Ancak Tek Düzen Hesap Planı’nda Maddi
Olmayan Duran Varlıklar da meydana gelen de÷er düúüklü÷üne karúı bir hesap
bulunmamakla beraber vergi kanunlarımızda da bu tür bir uygulama yoktur.
Tek Düzen Hesap Planında Maddi Olmayan Duran Varlıklar kaleminde
açılacak “266 Maddi Olmayan Duran Varlıklar De÷er Düúüú Karúılı÷ı” hesabı
ile “ùerefiye” de meydana gelen de÷er düúüklüklerinin gösterilebilmesi için
gereklidir.
30
ATAMAN AKGÜL Baúak, “Maddi Olmayan Duran Varlıkların øtfasına øliúkin IAS
38 øle IFRS 3 Standardında Yer Alan Düzenlemeler ve Türk Vergi Mevzuatıyla
Karúılaútırılması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, MUFAD Yayınları, Sayı:25, Ocak
2005, Ocak 2005, s. 45
47
KAYNAKÇA
AKAY Hüseyin, øúletme Birleúmeleri ve Muhasebesi, Yaylım Matbaası,
østanbul 1997
AKIùIK Orhan, “Bir Maddi Olmayan Duran Varlıklar Kalemi: ùerefiye;
Amerikan, Uluslararası ve Türk Muhasebe Standartları øçindeki Yeri”,
Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:9, Mayıs 2003
ARIKAN Özlem, “Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarında Yapılan
Son De÷iúikliklerle øúletme Birleúmelerinin Finansal Raporlanması”,
Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:4 Sayı:13, Eylül 2004
ARPACI Altar Ömer, “Kurumların Avantajlı Birleúme ùekli: Devir Müessesi”,
Vergi Sorunları Dergisi, Maliye Gelirler Kontrolörleri Derne÷i Aylık
Yayını, Sayı 178, Temmuz 2003
ATAMAN AKGÜL Baúak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe
Standartları, Türkmen Kitabevi, østanbul 2004
ATAMAN AKGÜL Baúak, “Maddi Olmayan Duran Varlıkların øtfasına øliúkin
IAS 38 øle IFRS 3 Standardında Yer Alan Düzenlemeler ve Türk Vergi
Mevzuatıyla Karúılaútırılması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi,
MUFAD Yayınları, Sayı:25, Ocak 2005, Ocak 2005
DURMUù Ahmet Hayri, Uluslararası Muhasebe Standartları (1-31), Türkiye
Muhasebe Uzmanları Derne÷i Yayını No:7, østanbul 1992
EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., Principles of
Financial Management, Printice Hall, 1998
http://www.iasplus.com/standard/ifrs03.html
JETER Debra, CHANEY Paul, Advenced Accounting, John Wiley Sons. Inc.,
2000
KAPLAN Mürsel Ali, “Birleúme, Devir Ya Da Nev’i De÷iúikli÷i Hallerinde
Yatırım øndiriminden Yararlanmak Mümkün Müdür, Maliye Postası
Dergisi, Maliye Postası Yayınları, Yıl.22, Sayı 486, 1 Aralık 2000
KARAN Mehmet Baha, Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, Gazi Kitabevi,
Ankara 2001
KARAPINAR Aydın, “ùirket Birleúmeleri ve Uluslararası Muhasebe
Standartlarına Göre De÷erlendirilmesi”, Muhasebe ve Denetime Bakıú
Dergisi, Yıl:3, Sayı:8, Ocak 2003
ÖNGEN Safiye, Vergi Muhasebesi, Yaklaúım Yayıncılık, Ankara 2000
POROY ARSOY Aylin, “Ba÷lı Ortaklıkların Bilançolarının Makul De÷erle
De÷erlenmesi ve ùerefiyenin Hesaplanması”, Muhasebe ve Denetime
Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:10, Eylül 2003
48
TARAKÇI Hızır, Kurumlarda Sona Erme, Polaris Yayınları, østanbul 2003
UFUK Mehmet Tahif, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Düzenlenen Devir øle
ølgili Sorunlar”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası yayınları, Yıl.21,
Sayı 469, 15 Mart 2000
ULUSOY Metin, Birleúme, Devir, Bölünme, Hisse De÷iúimi ve øútirak
Yoluyla ùirketlerin Yeniden Yapılandırılması, Yaklaúım Yayıncılık,
Ankara 2004
49
50
BDDT’NøN (BøLGøSAYAR DESTEKLø DENETøM
TEKNøKLERø) BANKACILIK SEKTÖRÜNE ETKøLERø*
Yrd.Doç.Dr. Mustafa AY*
Yrd.Doç.Dr. Baki YILMAZ*
ÖZET
Günümüzde teknoloji alanında yaúanan de÷iúim ve geliúimler,
denetimde de yansımasını bulmuú ve etkin, sa÷lıklı denetim için yo÷un
bilgisayar kullanımını beraberinde getirmiútir. Denetimde bilgisayardan
yararlanma süreci, denetime uygun hazırlanmıú programlara, geleneksel úekilde
elde edilen denetim verilerinin girilmesi ve istenilen çıktıların alınması úeklinde
olmaktadır.
Bu ba÷lamda BDDT (Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri),
denetçinin önceden elle yaptı÷ı yo÷un ve yorucu çalıúmaların ço÷unu hızlı ve
etkili bir úekilde yapmasına olanak vererek, denetime ayrılan zaman ve
maliyetten tasarruf eden önemli bir sistem olarak ortaya çıkmaktadır.
BDDT’ler, Türkiye’de de ba÷ımsız denetim kuruluúlarınca, profesyonel
iúletmelerde oluúturulan iç denetim sistemlerinde ve ayrıca bankacılık
sektöründe de yo÷un bir úekilde kullanılmaya baúlanmıútır.
Bu çalıúma ile, ülkemiz bankacılık sektöründe; BDDT uygulamaları ve
etkinli÷i incelenmektedir.
ABSTRACT
Today changes and developments lived in technology area have found
their reflection on the audit as well and brought along intensive computer use
for accurate control. Process of benefiting from computer in the audit occurs by
entering the control data got conventionally to the programs prepared in
accordance with the control and by taking desired outputs.
In this context, CAAT (Computer Aided Audit Techniques) provide
most of intensive and tiring studies made manually by the controller to be done
fast and effectively and so come out as an important system saving from time
and cost assigned for the control.
*
Bu makale, 09-10 Haziran 2005’de Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Okulu, Uluslararası
Finans Sempozyumunda Bildiri Olarak Sunulmuútur.
* Selçuk Üniversitesi, Cihanbeyli Meslek Yüksek Okulu Ö÷retim Üyesi
* Selçuk Üniversitesi, øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Ö÷retim Üyesi
51
In Turkey, CAATs have started to be used in independent audit
institutions, internal audit systems formed in professional enterprises and also in
the banking sector intensively.
With this study, CAAT applications and activity in the banking
system of our country are examined.
GøRøù
Dünyada küreselleúmenin hız kazandı÷ı bir dönemde teknolojik
geliúmeler bir çok iúletme uygulamasını etkilemektedir. Özellikle son on yılda
bilgisayar teknolojisinde yaúanan geliúme hızı, di÷er teknolojik geliúmeleri
gölgede bırakmıútır. Bilgisayar teknolojisinde yaúanan bu hızlı geliúme ve
de÷iúimlerle birlikte bilgisayarların kullanım alanları ve kullanım sıklı÷ı da
artmıútır. øúletmeler her geçen gün bilgisayarları biraz daha fazla kullanır hale
gelmiúlerdir. Bu da elle yapılan (manuel) iúlemleri, kayıtları ve dolayısı ile
ka÷ıdı daha az kullanılır hale getirmiútir. Manuel olarak uzun sürede ve oldukça
zahmetli yapılan iúlemler bilgisayarlar aracılı÷ıyla birkaç tuúla ve daha az hata
oranı ile gerçekleúebilmektedir. Özellikle; hemen hemen ka÷ıtsız bir ortamda
çalıúılması, geliúmiú bilgisayar sistemlerinin son derecede büyük sayılardaki
ticari iúlemler ve kayıtları iúleyebilmesi özellikleri göz önüne alındı÷ında, klasik
ele dayalı metotlarla yapılan muhasebe ve denetimin yerini her geçen gün biraz
daha bilgisayar destekli muhasebe ve denetime bırakmasının kaçınılmaz oldu÷u
rahatlıkla görülmektedir (Selditz, 1999:s.106). Örne÷in, bilgisayar
teknolojisinin muhasebe ve denetim alanında etkin bir úekilde kullanılması
geliúmelerini yakından takip eden AICPA (American Institute of Certified
Public Accountants) ve CICA (Chartered Accountants Of Canada) gibi
profesyonel meslek örgütleri denetim standartlarını bu geliúmelere paralel
olarak güncellemektedirler (Williamson, 1997:s.69).
Türkiye’de de birçok kamu ve özel sektör iúletmesi yanında özellikle
finans sektöründe, teknolojideki bu geliúmelere paralel olarak bilgisayar
kullanımı konusunda hızlı bir dönüúüm süreci yaúanmakta ve artık iúletmelerde,
faaliyetlerin
büyük
bir
kısmı
gerçekleútirilirken
bilgisayarlardan
yararlanılmaktadır. Bu geliúim, iúlemlerin daha hızlı ve etkin bir úekilde
yapılmasına olanak vermektedir. Ancak, iúletmelerde bilgisayarların daha
yo÷un kullanılması úeklindeki geliúmeler bazı olumsuzlukları da ortaya
çıkarabilmektedir (Özbilgin, 2003:s.123). Örne÷in, önceden yazılı olarak
gerçekleútirilen iúlemlerin sanal ortama taúındıktan sonra izlenme, kontrol altına
alınma ve denetlenmesi ile ilgili bazı güçlükler ortaya çıkmaktadır. Aynı
zamanda sistemlerin daha karmaúık bir yapıya dönüúmesi, iúletmelerin bilgi
teknolojileri ile ilgili risklerinin türleri ve bunların içerikleri üzerinde olumsuz
etkiler do÷urmakta, yeni risk faktörleri oluúturmaktadır.
Yaúanan bu geliúmeler, sadece bu sistemlerden elde edilen verilerin
de÷il, aynı zamanda bu verileri üreten sistemlerin de önemli oldu÷unu
52
göstermiútir. Dolayısıyla, iúlemlerini böyle sanal ortamda gerçekleútirmeye
baúlayan kuruluúların denetiminde elde edilen verilerin daha anlamlı olabilmesi
için, bu verileri oluúturan bilgisayar sistemlerinin ve bu sistemler üzerindeki
iúlem ve uygulamaların düzgün ve güvenilir bir úekilde çalıúması
gerekmektedir.
Bu gereklilik denetim objesinin de÷iúmesine ba÷lı olarak denetim süreci
ve denetim tekniklerinin de de÷iúmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıútır. øúte bu
duruma uyum sa÷lamak için, geliútirilen yeni denetim yöntemlerinden
(Dunmore, 1989:s.45) bir tanesi de BDDT’lerdir. Gerek Dünyada ve gerekse
ülkemizde iúletmelerdeki bir çok uygulamanın artık bilgisayarlarla yapıldı÷ı
hepimizin malumudur. Bu durum iúletmelerle ilgili olarak kullanılan veri
tabanının artık büyük bir kısmının digital ortamlarda bulunması sonucunu
ortaya çıkarmıútır. Bu durum kendili÷inden denetim uygulamalarının da aynı
veri tabanını kullanmasını zorunlu kıldı÷ından BDDT’lerin önemi artmaktadır.
Nitekim 2001 yılında A.B.D. de yaúanan “Enron Skandalı” ve Türkiye’de 2003
yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından T. ømar Bankası
T.A.ù.’e ait bankacılık iúlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin
kaldırılması ve bu bankanın Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna intikaline sebep
olan “çifte kayıt olayı” BDDT’yi her kesim için daha da güncel ve tartıúılması
gereken bir kavram haline getirmiútir. Bu ba÷lamda bu çalıúmamızda
bankacılık sektöründe BDDT’lerin kullanım düzeyi ve etkinli÷i
araútırılmaktadır.
1.BøLGøSAYAR DESTEKLø DENETøM TEKNøKLERø (BDDT)
Bugünün iú dünyasında elektronik formatlardaki bilgilerin artıúı elle
denetimi yetersiz bırakmıútır. Güçlü yazılım uygulamaları sayesinde giderek
elle denetimden çok daha ayrıntılı ve hızlı bir denetim anlayıúı
yaygınlaúmaktadır (Lanza, 1998:s.26). Bu çerçevede ortaya çıkan BDDT’leri;
denetimi yapılan organizasyonun ve dolayısıyla
bilgisayarlı muhasebe
sisteminin güvenilirli÷inin, bilgisayar imkanları kullanılarak denetlenmesi
süreci olarak tanımlanabilir (Aksoy, 2002:s.796). Denetimi yapan denetçi
açısından ele alındı÷ında ise BDDT, denetlemede verimlili÷i artıran araç ve
teknikler olmanın yanı sıra denetçilerin kiúisel verimlili÷ini artıran teknikler
olarak da tanımlanmaktadır (Ünlüsoy, 2002:s.28). BDDT’ler uygulamada, çok
çeúitli bilgisayar programları ile gerçekleútirilmektedir.
Bugün piyasada, sadece veri örneklemesi yapan basit programlar
yanında, son derece karmaúık hesaplamalar ve çeúitli analizler yapan ve çok
de÷iúik dosyalarda birbirinden farklı, fakat birbiriyle iliúkilendirilebilen bilgileri
çeúitli úekillerde karúılaútırabilen son derece geliúmiú program paketleri
mevcuttur (Glover, Romney, 1998:s.48).
BDDT’nin uygulanması ile ilgili geldi÷imiz aúama bilhassa son 40-50
yıllık geliúmenin bir sonucudur. BDDT’ler 1960’lardan bu yana sürekli
53
geliúmektedir. 1960’lı yıllarda ICL1900 gibi bilgisayarların ortaya çıkmasıyla
çok sayıda bilginin elektronik ortamda saklanması mümkün hale gelmiútir. Yine
o yıllarda büyük dosyaların hızla incelenmesi olanaklı hale gelmiútir. Bu
geliúim kiúisel bilgisayarların veri ve dosya incelemesine yönelik baúlıca araç
haline gelmesi biçiminde sürmüútür. Bu dönemde denetim alanında IDEA ve
ACL gibi birçok yazılımlar geliútirilmiútir (INTOSAI, 1996:s.3). Bu geliúim
günümüzde de devam etmekte, denetim ihtiyaçlarına yönelik bir çok teknolojik
araç ve yazılım geliútirilmektedir.
BDDT’ler genel amaçlı üretilmiú çeúitli paket programların
kullanımıyla, denetim faaliyetinde önemli ölçüde otomasyonu gerçekleútirerek
denetçilere önemli ölçüde avantajlar sa÷lamaktadır. Bu avantajlar úöyle
sıralanabilir (Salamasick, Fraczkwski, 1995:s.20):
•
Koordinasyon: Otomasyon kavramı bilginin elektronik transferini
beraberinde getirmektedir. Bu da elektronik ortamda saklanan ve
da÷ıtılan verilerin denetçilere istedikleri anda ulaúmasını sa÷layarak
zaman ve maliyet tasarrufu sa÷lamaktadır.
•
Standardizasyon: Programlara yerleútirilen standart denetim úablonları
her denetim için bir kılavuz görevi yapmaktadır. BDDT programları
standart denetim úablonları sayesinde denetçilere standart bir denetim
metodolojisi sunarken, farklı durumlar için esneklik sa÷lamaktadır.
•
Rahatlık ve Kolaylık: Otomasyonun denetçilere sa÷ladı÷ı en önemli
avantaj denetim çalıúmasının birçok aúamasında sa÷ladı÷ı rahatlık ve
kolaylıktır.
•
Gözetim ve Kontrol: BDDT sayesinde de÷iúik co÷rafi bölgelerde
oluúturulan veriler anında denetçiler tarafından incelenebilecektir.
•
øletiúim ømkanları: Elektronik posta yoluyla denetçilere geniú iletiúim
olanakları sa÷lanmıútır.
BDDT ve metodolojisi, IIA (The Institute Of Internal Auditors)’nın
bu alanda oluúturdu÷u “…verilere do÷rudan eriúim, tüm veriye eriúim, her
formattaki veriye eriúim, orijinal verinin de÷iútirilememesi, denetim izi, sürekli
denetim ve kontrol…” gibi bazı standartlara da konu olmuútur
(www.komtas.com/tr).
Bu konuda Ryan Kastner, 5 Ekim 1999’da The ønternal Auditor’de
yayınlanan Automating Bank Audits adlı makalesinde, bankanın denetçileri
COBOL ile hazırlanmıú anabilgisayar sistemlerinde muhafaza edilen dosyaları
ACL programı aracılı÷ıyla herhangi bir yazılım ve donanım bilgisine ihtiyaç
duymadan kendi bilgisayarlarında inceleyebilecekleri Windows ortamına
aktarmaktadırlar. Daha önceden sekiz saat gibi uzun süren veri araútırması,
transferi, tanımlanması ve sınıflandırılması iúlemleri yaklaúık on dakikada
gerçekleútirilebilmektedir. Bu úekilde bilgiler denetçilerin incelemesine hazır
54
hale geldikten sonra ACL programındaki 1000’den fazla komutu olan testlerden
denetçinin iste÷ine göre seçilenler iúleme konulmakta ve sonuçları
raporlanmaktadır. ACL programının kullanılmasıyla test etme hazırlıkları
seksen saatten yaklaúık bir saate inerken test edilecek alanları 40’dan 180’e
çıkartır, örne÷ini vererek, ba÷ımsız denetim firmaları tarafından en yaygın
olarak kullanılan ACL programı yardımıyla First National Bank of Omaha iç
denetim birimi denetim çalıúmalarında çok rahatladı÷ını ifade etmektedir.
BDDT’lerin uygulaması satın alınan veya kurum içindeki birimler
tarafından geliútirilen yazılımlarla gerçekleútirilir. Genellikle, sistem analizine
yönelik BDDT’ler için gerekli programlar kurumca yazılır, dosya incelemesine
yönelik BDDT’ler için gerekli programlar ise dıúarıdan hazır olarak satın alınır
(INTOSAI, 1996:s.6).
2.TÜRKøYE’DE FAALøYETTE BULUNAN BANKALARDA
BDDT’LERøN KULLANIM DÜZEYø VE ETKøNLøöø ÜZERøNE
BøR DEöERLENDøRME
Çalıúmanın bu bölümünde Türkiye’de faaliyette bulunan bankalarda
BDDT’lerin kullanım düzeyi ve etkinli÷i üzerine yapılan araútırmanın amacı ve
yöntemi hakkında bilgi verilerek araútırma bulguları sunulacaktır.
2.1.Araútırmanın Amacı
Hızla geliúen biliúim teknolojisiyle birlikte bankacılık sektöründe son
yıllarda internet bankacılı÷ı, telefon bankacılı÷ı ve bunun gibi birçok yenilik
yaúanmaktadır. Bu yeniliklere paralel olarak iúlemlere iliúkin
denetim
teknikleri de geliúerek BDDT’lerin Türkiye’deki bankalarda önemi giderek
artmaktadır. Araútırmada temel amaç bu tekniklerin Türkiye’de bankalarda
kullanım düzeyi ve etkinli÷inin de÷erlendirilmesidir. Bu ba÷lamda araútırmanın
alt amaçları, araútırma kapsamındaki bankalar için aúa÷ıdaki úekilde
saptanmıútır:
•
Biliúim teknolojileri denetim biriminin oluúturulup oluúturulmadı÷ı.
•
BDDT’lerin kullanılıp kullanılmadı÷ı.
•
BDDT’lerin nasıl oluúturuldu÷u.
•
Denetim iúlemlerinin nasıl yürütüldü÷ü.
•
BDDT’lerin kullanımında karúılaúılan sorunların önem dereceleri.
•
Kullanılan BDDT’lerin faktörlere göre memnuniyet dereceleri.
•
BDDT’lerin kullanılmasından sonra denetçilerin çalıúma koúullarındaki
de÷iúiklikler.
•
Bankadaki hangi faaliyetlerde BDDT’lerin kullanıldı÷ı ve kullanım
düzeyi.
55
•
BDDT’lerin kullanım amacı ve bu amaçlara ulaúma düzeyi.
•
BDDT’lerin kullanımı sonucunda, geleneksel denetim süreciyle
kıyaslandı÷ında yaúanan de÷iúimler.
2.2.Araútırmanın Yöntemi ve Örnekleme
Araútırmayla ilgili verilerin toplanmasında anket yönteminden
yararlanılmıútır. Araútırma Türkiye Bankalar Birli÷ine kayıtlı bulunan
(http://www.tbb.org.tr/asp/bankalar1.asp) kamusal sermayeli ticaret bankaları (3
adet), özel sermayeli ticaret bankaları (19 adet), Tasarruf Mevduat Sigorta
Fonu’na devredilen bankalar (1adet), Türkiye’de kurulmuú yabancı bankalar (5
adet), Türkiye’de úube açan yabancı bankalar (7 adet), kamusal sermayeli
mevduat kabul etmeyen bankalar (3 adet), özel sermayeli mevduat kabul
etmeyen bankalar (8 adet), yabancı sermayeli mevduat kabul etmeyen bankalar
(2 adet); olmak üzere 48 adet banka ile sınırlandırılmıútır. Bu ba÷lamda
araútırma 48 banka üzerinde gerçekleútirilmiútir. Yapılan anket çalıúması
sonucunda 11 Mayıs 2005 tarihi itibarı ile de÷erlendirmeye uygun 20 adet anket
formu elde edilmiútir. Bu sayı %42’lik bir geri dönüú oranına karúılık
gelmektedir. Araútırmanın gerçekleútirilmesi açısından yeterli kabul edilmiútir.
2.3.Araútırma Bulguları ve De÷erlendirilmesi
Araútırmaya katılan bankalarda Biliúim Teknolojileri Denetim
Biriminin oluúturulup oluúturulmadı÷ına iliúkin bilgiler Tablo-1’de görüldü÷ü
gibidir.
Tablo-1’de 20 bankadan alınan bilgilere göre 18 bankanın bünyesinde
Biliúim Teknolojileri Denetim Birimi oluúturdu÷u 2’sinin ise oluúturmadı÷ı
saptanmıútır.
Tablo-1.Bankalardaki Biliúim Teknolojileri Denetim Biriminin Varlı÷ı
Seçenek
Sayı
18
2
20
Evet
Hayır
Toplam
Yüzde
90,0
10,0
100,0
Tablo-1 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankalarda biliúim
teknolojileri denetim birimi oluúturanların oranının %90 oldu÷u buna karúılık
oluúturulmama oranının ise %10 oldu÷u saptanmıútır.
Araútırmaya katılan bankalarda oluúturulan biliúim teknolojileri denetim
biriminin kaç yıldır faaliyette bulundu÷una iliúkin bilgiler Tablo-2’de
görülmektedir. Buna göre Biliúim Teknolojileri Denetim Birimi oluúturan 18
bankanın 2’sinde bu birimin henüz kuruldu÷u, 8’inde 1-4 yıldır, 5’inde 4-7
yıldır, 2’sinde 7-10 yıldır, 1’inde de 10 yılı aúkın süredir faaliyet gösterdi÷i
anlaúılmaktadır.
56
Tablo-2.Bankalardaki Biliúim Teknolojileri Denetim Birimlerinin Faaliyet Süreleri
Seçenek
1 yıldan az
1-4 yıl
4-7 yıl
7-10 yıl
10 yıl ve üzeri
Toplam
Sayı
2
8
5
2
1
18
Yüzde
11,1
44,4
27,8
11,1
5,6
100,0
Tablo-2 incelendi÷inde %44,4’lük oranla bankalardaki biliúim
teknolojileri denetim birimlerinin 1-4 yıldan beri faaliyette oldu÷u
görülmektedir. Bu durumda;Türkiye’de bankaların önemli bir kısmında biliúim
teknolojileri denetim biriminin yeni oldu÷u söylenebilir. Oransal da÷ılımlara
büyüklük sırasıyla baktı÷ımızda %27,8 oranıyla 4-7 yıl, %11,1’lik oranıyla 1
yıldan az, yine %11,1’lik oranıyla 7-10 yıl, %5,6’lık oranıyla 10 yıl ve üzeri
seçene÷inin iúaretlendi÷i saptanmıútır.
Araútırmanın amacına yönelik en önemli sorulardan bir di÷eri de
bankaların BDDT’leri kullanıp kullanmadıklarıdır. Tablo-3’de bu soruya
anketimize katılan 20 bankanın tümünün de “Evet” cevabını verdi÷i
görülmektedir.
Tablo-3.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanım Oranları
Seçenek
Evet
Hayır
Sayı
20
-
Yüzde
100,0
-
Tablo-3 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların % 100 oranında
BDDT’leri kullandı÷ı görülmektedir. Buda Türkiye’de bankaların bilgisayara
dayalı denetim teknik ve araçlarının geliúimi karúısında duyarsız kalmadı÷ı ve
kendi kurumlarını bu yenilikler çerçevesinde geliútirdiklerini açıkça
göstermektedir.
Araútırmaya katılan bankaların hepsinin kullandı÷ı BDDT’lerin kaç
yıldan beri kullanıldı÷ının belirlenmesine yönelik bilgiler Tablo-4’de
görülmektedir. Burada 6 bankanın 1 yıldan daha kısa süredir, 9 bankanın 1-4
yıldır, 4 bankanın 4-7 yıldır ve 1 bankanın da 10 yıldan daha uzun süredir
BDDT kullandı÷ını göstermektedir.
Tablo-4.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanım Süreleri
Seçenek
1 yıldan az
1-4 yıl
4-7 yıl
7-10 yıl
10 yıl ve üzeri
Toplam
Sayı
6
9
4
1
20
57
Yüzde
30,0
45,0
20,0
5,0
100,0
Tablo-4 incelendi÷inde bankalarda BDDT’leri 1-4 yıldan beri
kullananların oranının %45 oldu÷u görülmektedir. Buna göre Türkiye’deki
bankaların önemli bir kısmında BDDT uygulamalarının yeni ve geliúmekte
oldu÷u söylenebilir. Nitekim bankaların %30’unun 1 yıldan daha kısa bir
süredir BDDT’leri kullanması bu görüúü güçlendirmektedir. Bankaların
%20’lik kısmı 4-7 yıl ve %5 lik kısmında ise 10 yıl ve daha uzun süredir
BDDT’lerin kullanıldı÷ı görülmektedir.
Araútırmaya katılan bankalarda oluúturulan BDDT’lerin nasıl
oluútu÷una dair bilgiler Tablo-5’de görüldü÷ü gibidir. Bu tabloda 11 bankada
BDDT uygulamaları için kullanılan programların bir kısmının dıúarıdan satın
alındı÷ı di÷er kısmın ise kurum içinde geliútirildi÷i, 5 bankada BDDT için
kullanılan programların tamamının kurum içinde yapıldı÷ı, 4 bankada ise
tamamının dıúarıdan satın alındı÷ı görülmektedir.
Tablo-5.Bankalarda kullanılan BDDT’lerin Kurulma ùekli
Seçenek
Her iki seçene÷ide kullanarak oluúturuldu
Kuruluúumuzda oluúturulan yazılım birimi tarafından
oluúturuldu
Bankacılık denetimi ile ilgili programlar satın alarak
oluúturuldu
Toplam
Sayı
11
5
Yüzde
55,0
25,0
4
20,0
20
100,0
Tablo-5 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların %55’inin
BDDT’leri kendi kuruluúlarındaki yazılım birimi ve bankacılık faaliyetleri için
özel olarak üretilen denetim programlarını satın alarak birlikte oluúturduklarını,
%25’lik kısmının BDDT’leri kendi yazılım birimi tarafından oluúturdu÷unu,
%20’lik kısmının ise, özel olarak hazırlanan paket programlardan
faydalandıkları anlaúılmaktadır. Bu sonuç bize bankaların büyük bir kısmının
yazılım ve denetim konularında uzman personel istihdam ettiklerini
göstermektedir.
Araútırmaya katılan bankaların denetimle ilgili iúlemleri nasıl
yürüttükleri, yapılan iúlemlerin elle (manuel) mi yoksa bilgi teknolojileri
yardımıyla mı yapıldı÷ı sorularına verdikleri cevaplara iliúkin sonuçlar Tablo6’da gösterilmiútir.
Tablo-6 ya göre, 8 bankada iúlemler hem elle hem de bilgisayarlarla, 7
bankada iúlemler tamamen bilgisayarlarla, 3 bankada bilgisayarlar olmasına
ra÷men elle, 2 bankada ise yeterli bilgi iúlem teknolojisi olmadı÷ından elle
yürütüldü÷ü anlaúılmaktadır.
58
Tablo-6.Bankalarda Denetim øúlemlerinin Yürütülme ùekli
Seçenek
øúlemler hem bilgi teknolojileriyle hem de elle yürütülmektedir
øúlemler tamamen bilgi teknolojileriyle yürütülmektedir
Bilgi teknolojileri yeterli fakat iúlemler elle yürütülmektedir
Bilgi teknolojileri iúlemlerin yürütülmesi açısından yetersiz, bu
yüzden iúlemler elle yürütülmektedir
Di÷er
Toplam
Sayı
8
7
3
2
Yüzde
40,0
35,0
15,0
10,0
20
100,0
Tablo-6 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların % 40’ında
iúlemleri tamamen bilgi teknolojisiyle yapılamadı÷ı, denetim iúlemlerinin bir
kısmının elle yürütüldü÷ü; %35’lik oranında ise denetim iúlemlerini tamamen
bilgi teknolojileriyle yürüttü÷ü; %15’lik kısmında ise bilgi teknolojilerinin
yeterli fakat denetim iúlemlerinin elle yapıldı÷ı; %10’da bilgi teknolojilerinin
yetersiz bu yüzden iúlemlerin elle yürütüldü÷ü görülmektedir. Teknolojinin
hızla ilerledi÷i gerçe÷i göz önünde bulundurulursa yakın gelecekte bankaların
denetimle ilgili iúlemlerini tamamen bilgi teknolojilerinden faydalanarak
yapaca÷ı söylenebilir.
Araútırmaya katılan bankalara BDDT’lerin kullanımında karúılaúılan
sorunların önem dereceleri sorulmuútur. Tablo-7’de sorunların beúli likert
ölçe÷ine göre de÷erlendirilmesi istenmiútir.Tablo 7 de kullanılan ölçekte 0 hiç
önemli de÷il ve 4 çok yüksek derecede önemli kabul edilerek 0 ve 4 aralı÷ında
bankaların BDDT kullanımında karúılaútı÷ı sorunlara verdi÷i önem
belirlenmeye çalıúılmıútır.
Tablo-7.Bankacılıkta BDDT’lerin Kullanımında Karúılaúılan Sorunların Önem
Dereceleri
Sorunlar
Hackerlar
Güvenilirlik
Virüsler
Maliyetlerin yüksek oluúu
Programlarla ilgili teknik destek yetersizli÷i
Personelin programla ilgili e÷itim eksikli÷i
Mevcut programların ihtiyaçları karúılayamaması
Uzman personel yetersizli÷i
Ortalama Standart Sapma
3,05
1,00
2,90
0,85
2,85
0,93
2,75
0,91
2,65
1,09
2,55
1,36
2,40
1,10
2,25
1,07
Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç önemli de÷il ve 4=çok yüksek derecede önemli
anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=12,943; p=0,074).
Tablo-7’deki sorunların önem derecelerini dikkate aldı÷ımızda
hackerlar 3,05 ortama ile karúılaúılan sorunlarla ilgili ilk sırayı, güvenilirlik 2,90
ortalama ile ikinci sırayı, virüsler 2,85 ortalama ile üçüncü sırayı almaktadır.
Bu sıralamaya dayanarak bankaların karúılaútı÷ı en önemli sorunların
güvenlikle ilgili oldu÷u söylenebilir. Daha sonra sırasıyla, 2,75 ortalamayla
59
maliyetlerin yüksek oluúu, 2,65 ortalama ile programlarla ilgili teknik destek
yetersizli÷i, 2,55 ortalama ile personelin programla ilgili e÷itim eksikli÷i, 2,40
ortalama ile mevcut programların ihtiyaçları karúılayamaması, 2,25 ortlama ile
uzman personel yetersizli÷i gibi sorunlar gelmektedir. Yine bu sıralamaya
dayanarak araútırmaya katılan bankaların uzman personel sıkıntısının di÷er
sorunlarla karúılaútırıldı÷ında en düúük seviyede kaldı÷ı görülmektedir.
Araútırmaya katılan bankalara BDDT’lerin kullanımındaki faktörlere
göre memnuniyeti sorulmuútur. Tablo-8’deki faktörler beúli likert ölçe÷i
úeklinde sorulmuútur. Ölçekte 0 hiç memnun de÷ilim ve 4 çok yüksek derecede
memnunum anlamındadır.
Tablo-8.Bankalarda BDDT’lerin Kullanımıyla ølgili Faktörlerin Memnuniyet
Dereceleri
Faktörler
Programların güvenilirli÷i
Programların maliyeti
Programların etkinli÷i
Programların geliúen teknoloji karúısındaki
yenilenebilirli÷i
Programların e÷itim hizmetleri
Programların teknik servis deste÷i
Ortalama Standart Sapma
3,20
0,52
2,90
0,72
2,90
0,72
2,75
2,70
2,65
0,72
0,80
0,81
Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç memnun de÷ilim ve 4=çok yüksek derecede
memnunum anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=10,584;
p=0,060)
Tablo-8 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların 3,20 ortalama ile
programların güvenli÷inden, 2,90 ortalama ile programların maliyetinden, yine
2,90 ortalama ile programların etkinli÷inden memnun oldukları anlaúılmaktadır.
Araútırmaya katılan bankaların faktörlere göre ortalama memnuniyet dereceleri,
programların geliúen teknoloji karúısındaki yenilenebilirli÷i 2,75, programların
e÷itim hizmetleri 2,70, programların teknik servis deste÷i 2,65 olarak
belirlenmiútir.
Araútırmaya katılan bankaların BDDT’lerin kullanmasından sonra
çalıúma koúullarında ve ortamlarında yaúanan de÷iúikliklerin faktörlere göre
de÷erlendirilmesi yapılmıú sonuçlar Tablo-9’da gösterilmiútir. Tablo-9’da
faktörlerle ilgili beúli likert ölçe÷i kullanılarak, ölçekte 0 çok azaldı ve 4 çok
arttı úeklinde anlamlandırılmıútır
60
Tablo-9.Bankalarda BDDT’lerin Kullanılmasıyla Çalıúma Koúullarındaki
Yaúanan De÷iúim
Faktörler
øú hızı
Etkinlik
Koordinasyon
Motivasyon
Verimlilik
Bilgi ve tecrübe
øú yükü
Ortalama Standart Sapma
3,15
0,59
3,15
0,49
3,05
0,60
2,95
0,83
2,90
0,45
2,90
0,72
1,30
0,80
Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=çok azaldı ve 4= çok arttı anlamındadır; (iii)
Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=48,484; p<0,001) sonuçlar
istatistiksel bakımdan anlamlıdır.
Tablo-9’da görüldü÷ü gibi araútırmaya katılan bankalarda BDDT’lerin
kullanılmasından sonra çalıúma koúullarında yaúanan olumlu de÷iúimleri
faktörler bazında de÷erlendirdi÷imizde denetim hızının ortalama 3,15 ve
denetim etkinli÷inin de yine ortalama 3,15 olarak çok yükse bir úekilde
gerçekleúti÷ini söyleyebiliriz. Benzer úekilde ortalama de÷erlerle koordinasyon
3,05, motivasyon 2,95, verimlilik 2,90, bilgi ve tecrübe 2,90 olarak olumlu
de÷iúime u÷ramıútır. øú yükünün 1,30 ortalama oranıyla di÷er faktörlere göre
düúük olması anlamlıdır. Bu durum bankalarda BDDT’lerin kullanılmasıyla iú
yükünün azaldı÷ı anlamında yorumlanabilir.
Tablo-10’da bankacılık faaliyetlerinde BDDT’lerin kullanım düzeyi
belirlenmiútir. Tablo-10’da da faaliyetler beúli likert ölçe÷i úeklinde
sorulmuútur. Ölçekte 0 hiç kullanılmıyor ve 4 çok yüksek derecede kullanılıyor
anlamındadır.
Tablo-10.BDDT’’lerin Bankacılık Faaliyetlerindeki Kullanım Düzeyi
Faaliyetler
ATM sistemi
Internet/Intranet kullanımı
Internet bankacılı÷ı sistemi
Network (A÷) sistemi
Kredi sistemi
E-posta haberleúme sistemi
EFT sistemi
Bireysel bankacılık sistemi
Ça÷rı merkezi sistemi
Ana bankacılık sistemi
POS sistemi
Ortalama
3,22
3,17
3,11
3,11
3,00
2,94
2,89
2,89
2,78
2,72
2,56
Standart Sapma
0,88
0,71
0,83
0,83
0,59
0,87
0,96
0,90
0,94
0,83
0,98
Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç kullanılmıyor ve 4=çok yüksek derecede kullanılıyor
anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=18,419; p<0,05) sonuçlar
istatistiksel bakımdan anlamlıdır.
61
Tablo-10’da bankacılık faaliyetleri ile ilgili BDDT’lerin kullanım
düzeyleri oldukça yüksek oldu÷u görülmektedir. 3,22 ortalama ile ATM sistemi
kullanım düzeyi en yüksek faaliyettir. Bunun dıúında kalan faaliyetlerin
kullanım düzeyi sırasıyla Internet/Intranet kullanımı ortalama 3,17, Internet
bankacılı÷ı sistemi ortalama 3,11, Network (A÷) sistemi ortalama 3,11, kredi
sistemi ortalama 3,00, e-posta haberleúme sistemi ortalama 2,94, EFT sistemi
ortalama 2,89, bireysel bankacılık sistemi ortalama 2,89, ça÷rı merkezi sistemi
ortalama 2,78, ana bankacılık sistemi ortalama 2,72, POS sistemi ortalama 2,56;
olarak saptanmıútır.
Tablo-11 ve Tablo-12’de sırasıyla araútırmaya katılan bankaların
BDDT’leri kullanmadaki amaçları ve bu amaçlara ulaúma düzeyleri
gösterilmektedir. Tablo-11’deki ölçekte 0 hiç önemli de÷il ve 4 son derecede
önemli anlamındadır. Tablo-12’deki ölçekte ise 0 hiç ulaúılmadı ve 4 çok
yüksek düzeyde ulaúıldı anlamındadır.
Tablo-11.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanılmasındaki Amaçların Önem Düzeyi
Amaçlar
Bankanın güvenilirli÷ini artırmak
Denetimin etkinli÷ini artırmak
Kurum içi hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak
øúlemlerdeki hileleri tespit edebilmek
Personelin denetimini sa÷lamak
øúlemlerdeki hataları tespit edebilmek
Di÷er bankalarla rekabette üstünlük sa÷lamak
Kaliteyi yükseltmek
Kurumda optimal veri akıúını ve koordinasyonu
sa÷lamak
øúgücünden tasarruf etmek
Kurum dıúı hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak
Denetim süresini kısaltmak
Denetim maliyetlerini azaltmak
Bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak
Ortalama Standart Sapma
3,39
0,50
3,28
0,57
3,22
0,73
3,22
0,55
3,11
0,58
3,11
0,58
3,11
0,68
3,06
0,80
3,06
3,06
3,00
3,00
2,94
2,83
0,73
0,54
0,69
0,84
0,73
0,38
Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç önemli de÷il ve 4= son derecede önemli
anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=13,188; p=0,433).
Tablo-11’e incelendi÷inde, araútırmaya katılan bankalar, BDDT’leri
kullanmak istemelerindeki belirtti÷imiz amaçları yüksek düzeyde önemli
bulmuúlardır. En önemli gördükleri amaçtan en az önemli gördükleri amaca
do÷ru bir sıralama yapıldı÷ında; bankanın güvenilirli÷ini artırmak ortalama
3,39, denetimin etkinli÷ini artırmak ortalama 3,28, kurum içi hızlı ve güvenilir
veri alıúveriúi sa÷lamak ortalama 3,22, øúlemlerdeki hileleri tespit edebilmek
ortalama 3,22, personelin denetimini sa÷lamak ortalama 3,11, øúlemlerdeki
hataları tespit edebilmek ortalama 3,11, di÷er bankalarla rekabette üstünlük
sa÷lamak ortalama 3,11, kaliteyi yükseltmek ortalama 3,06, kurumda optimal
62
veri akıúını ve koordinasyonu sa÷lamak ortalama 3,06, iúgücünden tasarruf
etmek ortalama 3,06, kurum dıúı hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak
ortalama 3,00, denetim süresini kısaltmak ortalama 3,00, denetim maliyetlerini
azaltmak ortalama 2,94, bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak ortalama 2,83 úeklinde
saptanmıútır.
Tablo-12.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanılmasındaki Amaçlara Ulaúma Düzeyi
Amaçlar
øúlemlerdeki hileleri tespit edebilmek
Di÷er bankalarla rekabette üstünlük sa÷lamak
Denetimin etkinli÷ini artırmak
Bankanın güvenilirli÷ini artırmak
Kurum içi hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak
Denetim süresini kısaltmak
Kurumda optimal veri akıúını ve koordinasyonu
sa÷lamak
øúgücünden tasarruf etmek
øúlemlerdeki hataları tespit edebilmek
Denetim maliyetlerini azaltmak
Kurum dıúı hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi
sa÷lamak
Personelin denetimini sa÷lamak
Bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak
Kaliteyi yükseltmek
Ortalama
3,06
3,06
3,00
3,00
2,94
2,94
Standart
Sapma
0,64
0,64
0,69
0,69
0,73
0,73
2,89
2,89
2,89
2,72
0,83
0,68
0,76
0,57
2,61
2,56
2,50
2,44
0,85
0,62
0,71
0,70
Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç ulaúılmadı ve 4=çok yüksek düzeyde ulaúıldı
anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=23,926; p<0,05)
sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlıdır.
Tablo-11 ve Tablo-12 aslında birbirleriyle yakından ilgili ve birbirlerini
açıklayan tablolardır. Daha açık bir ifadeyle Tablo-11’de belirtilen BDDT’lerin
kullanılmasındaki amaçlara ne kadar ulaúıldı÷ı Tablo-12’de gösterilmektedir.
Buna göre bankalardaki BDDT’lerin kullanılmasındaki amaçlara
ulaúma düzeyi en yüksekten en küçü÷e do÷ru sırasıyla, iúlemlerdeki hileleri
tespit edebilmek ortalama 3,06, di÷er bankalarla rekabette üstünlük sa÷lamak
ortalama 3,06, denetimin etkinli÷ini artırmak ortalama 3,00, bankanın
güvenilirli÷ini artırmak ortalama 3,00, kurum içi hızlı ve güvenilir veri
alıúveriúi sa÷lamak ortalama 2,94, denetim süresini kısaltmak ortalama 2,94,
kurumda optimal veri akıúını ve koordinasyonu sa÷lamak ortalama 2,89,
iúgücünden tasarruf etmek ortalama 2,89, iúlemlerdeki hataları tespit edebilmek
ortalama 2,89, denetim maliyetlerini azaltmak ortalama 2,72, kurum dıúı hızlı
ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak ortalama 2,61, personelin denetimini
sa÷lamak ortalama 2,56, bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak ortalama 2,50, kaliteyi
63
yükseltmek ortalama 2,44 úeklinde saptanmıútır. Bu durum belirtilen amaçlara
genelde ulaúıldı÷ını göstermektedir.
Tablo-13’de araútırmaya katılan bankalara geleneksel denetim süreciyle
kıyaslandı÷ında BDDT’lerin ne tür de÷iúimlere yol açtı÷ını tespit edebilmek
için görüúleri beúli likert ölçe÷ine göre sorulmuútur. Ölçekte 0 kesinlikle
katılmıyorum ve 4 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.
Tablo-13.BDDT’lerin, Geleneksel Denetim Süreciyle Kıyaslandı÷ında Yaúanan
De÷iúim
Görüúler
Ortalama
Denetimin koordinasyonu ve verimlili÷i artmıútır.
3,15
Denetim sürecinde verilerdeki hatalar tespit
3,15
edilmektedir.
Denetimde etkinlik artmıútır.
3,05
Denetim hizmetinin kalitesi artmıútır.
3,00
Denetim sürecinde verilerde hileler tespit edilmektedir.
3,00
Denetim süresi azalmıútır.
2,95
Uzman personel gereksinimi artmıútır.
2,70
Denetim maliyeti azalmıútır.
2,70
Standart
Sapma
0,59
0,67
0,76
0,56
0,65
0,69
0,86
0,66
Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiçbir zaman ve 4= her zaman anlamındadır; (iii)
Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=9,333; p=0,230).
Tablo-13’e incelendi÷inde araútırmaya katılan bankalar için tespit
edilen BDDT öncesi ve sonrası yaúanan de÷iúimlerden en yüksek düzeyde
kabul göreni, denetim koordinasyonun ve verimlili÷inin artması ortalama 3,15,
denetim sürecinde verilerdeki hataların tespit edilmesi ortalama 3,15, denetim
etkinli÷inin artması ortalama 3,05, denetim hizmetinin kalitesinin artması
ortalama 3,00, denetim sürecinde verilerde hilelerin tespit edilmesi ortalama
3,00, denetim süresinin azalması ortalama 2,95, uzman personel gereksiniminin
artması ortalama 2,70, denetim maliyetinin azalması ortalama 2,70 úeklinde
saptanmıútır. Bu sonuçlar BDDT’lerin kullanılmasıyla geleneksel denetim
sürecinde önemli bir de÷iúiklik meydana geldi÷ini açık olarak göstermektedir.
SONUÇ
Bilgisayar destekli denetim dünyada yaúanan teknolojik geliúmelere
paralel olarak Türk bankacılık sistemini de etkilemiú ve bankalarda kullanılan
geleneksel denetim usul ve mekanizmalarını de÷iúime zorlayarak BDDT’leri
daha önemli ve güncel hale getirmiútir. Bu ba÷lamda araútırmaya katılan
bankaların verileriyle yapılan incelemelerin sonuçları aúa÷ıda sıralanmıútır.
•
Türkiye’deki bankalar açısından BDDT’lerin oluúum süreci yeni
olmasına ra÷men bankaların büyük bir kısmında benimsendi÷i
görülmektedir.
64
•
Türkiye’deki bankalarda BDDT’lerle ilgili bilgisayar yazılım birimi ve
uzman personel bulundu÷u saptanmıútır.
•
Türkiye’deki bankaların denetimle ilgili iúlemlerin büyük bir kısmının
bilgi teknolojilerinden faydalanılarak yapıldı÷ı, fakat bir kısmının ise
halen elle yapıldı÷ı anlaúılmaktadır.
•
BDDT’lerin kullanımında karúılaúılan en önemli sorunların güvenlikle
ilgili sorunlar oldu÷u saptanmıútır.
•
BDDT’lerin kullanılmasıyla birlikte bankalarda çalıúma koúullarında
olumlu de÷iúimler yaúanmıútır.
•
Bankacılık faaliyetlerinin tamamında BDDT’lerin kullanım oranının
yüksek oldu÷u saptanmıútır.
Bu ba÷lamda araútırmaya katılan bankalarda BDDT’lerin yüksek
oranlarda kullanıldı÷ı ve bu kullanım neticesinde bankacılık denetiminin
etkinli÷inin arttı÷ı saptanmıútır. BDDT’lerin daha etkin uygulanması için hem
dünyada hem de Türkiye’de bankalarda çalıúmalar yapıldı÷ı ve yeni programlar
ve teknolojik araçları geliútirme çabalarının oldu÷u anlaúılmaktadır.
Genel olarak de÷erlendirildi÷inde yapılan çalıúmanın asıl önemli
sonucu “bankalarda bilgi teknolojilerini kullanma bilincinin üst düzeyde
geliúmiú oldu÷u” gerçe÷inin saptanmasıdır.
Sonuçta bankalarla ilgili olarak BDDT’nin geliútirilmesi çabalarının
kurumsallaútırılması gereklili÷i ortaya çıkmaktadır. Çünkü böyle bir çaba
özellikle bankacılık alanında yapılan iúlemlerin kalitesini artırarak, bankalarda,
bir yandan denetim iúlemlerinin standardizasyonuna katkı sa÷larken di÷er
yandan da sektörde hilenin önlenmesi, rekabet üstünlü÷ü, etkinlik, veri
alıúveriúi, zaman maliyeti, koordinasyon, iúgücü tasarrufu, iúlem hatalarının
azaltılması, denetim maliyeti, hız, kalite ve nihayet güvenilirlik vb. gibi
avantajları direkt olarak sa÷layacaktır.
KAYNAKÇA
Aksoy Tamer, Tüm Yönleriyle Denetim, AB ile Uyum Sürecinde Denetimde
Yeni Bir Paradigma,Yetkin Basımevi, Ankara: 2002.
Dunmore David B., “Farewell to the Information Systems Audit Profession”,
The Internal Auditor, Vol:46, Issue:1, Feb, 1989.
Glover Steven M., Romney, Marshall B., “The Next Generation Software”, The
Internal Auditor, Vol:55, Issue:4, Aug, 1998.
INTOSAI EDP Committee, CAATS Student Notes, Sep, 1996.
Kastner Ryan, “Automating Bank Audits”, The Internal Auditor, Vol:41,
Issue:5, Oct, 1999.
65
Lanza Richard B., “Take My Manuel Audit, Please”, Journal of Accountancy,
Vol:185, Issue:6, Jun, 1998.
Özbilgin øzzet Gökhan, “Bilgi Teknolojileri Denetimi ve Uluslararası
Standartlar”, Sayıútay Dergisi, Sayı:49, Nisan/Hazian, 2003.
Salamasick Mark, Frackwski Wayne, “Using Groupware for Auidit
Automation”, The Internal Auditor, Vol:52, Issue:2, Apr, 1995.
Selditz Jane, “Taking Advantage Of Technology”, The Secured Lender,
Vol:55, Issue:7, Nov/Dec, 1999.
Ünlüsoy Emre, “BDD Bir Tercih De÷il Zorunluluk”, Active Prodactive,
Mart/Nisan, 2002.
Williamson Louise A., “The Implications of Electronic Evidence”, Journal of
Accountancy, Vol:183, Issue:2, Feb, 1997.
www.komtas.com/tr
www.tbb.org.tr
66
øùLETMELERøN REKABET AVANTAJI SAöLAMASINDA
BøLGø YÖNETøMøNøN ROLÜ
Ercan ÇøÇEK*
Özet
Dünyanın giderek daha da küresel bir yapıya kavuúması, hızlı
teknolojik geliúmeler, müúteri beklentilerinin hızla geliúmesi ve de÷iúmesi
iúletmeleri, çok etkin biçimde yeniden yapılanmaya zorunlu kılmıútır. Bu
ba÷lamda, bilgi, bilgi yönetimi, bilgi teknolojileri kavramları iúletmeler
tarafından daha yo÷un olarak ele alınmaya baúlanmıú ve pek çok iúletme bu
kavramların yönetiminde baúarılı olmak için yeniden yapılanma sürecine
girmiútir. Bilgi yönetimi, iúletmelerin önüne rekabetçi üstünlük elde etme
konusunda önemli veriler sunmaktadır. Bu çalıúma, bilgi yönetiminin
iúletmelere rekabetçi üstünlük elde etme konusundaki önemini incelemeyi
amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Bilgi, bilgi yönetimi, rekabetçi üstünlük.
The Role of Information Management to Gain Competitive Advantage in
Business
Abstract
Increasingly globalization of world, rapid advances in technology,
improving and changing customer expectations enforce businesses to
restructure themselves. In this context, businesses deal with information,
information management, information technologies concepts more and many
businesses enter the restructuring process in order to be successful in
management of the concepts. Information management provides some
important data to businesses to gain competitive advantage. The purpose of
this study is to examine the importance of information management to gain
competitive advantage.
Keywords: Information, information management, competitive advantage.
1.Giriú
øúletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri ve rekabetçi konumlarını
koruyabilmeleri için rakip iúletmelerden farklı ve etkili yönetim stratejilerini
uygulamaları gerekmektedir. Bu durumun geçekleútirilebilmesi için günümüzde
iúletmeler yönetim süreçlerinde, bilgi ve bilgiye dayalı sistemlere a÷ırlık
vermektedirler.
*
Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Erdemli Uygulamalı Teknoloji ve øúletmecilik
Yüksekokulu, øúletme Bilgi Yönetimi Bölümü.
67
Bilgi ve bilginin yönetimi, iúletmelerin gelece÷i açısından büyük önem
taúımaktadır. Günümüzde çok sayıda iúletme, örgütsel ö÷renme ve bilgi
yönetimi konularında önemli atılımlarda bulunmaktadırlar. Bilgi yönetimi
konusunu, pek çok iúletme yalnızca teknoloji boyutu ile ele almakta ve bu
úekilde uygulamaktadır. Bazı iúletmeler ise, bilgi yönetimi konusunu, toplam
kalite yönetimi, de÷iúim mühendisli÷i ve ö÷renen organizasyonlar temelinde
de÷erlendirmektedirler. Yukarıda adı geçen yaklaúımların her birinin bilgi
yönetiminde önemli bir yeri bulunmaktadır. Ancak, hiçbiri bilgi yönetimini tek
baúına açıklayamamaktadır. Bilgi yönetimi; ö÷renme, organizasyon, bilgi
teknolojileri, insan, süreçler, kurumsal kültür ve bilgi unsurlarından oluúan bir
bütündür. Bilgi yönetimini, do÷ru bir úekilde anlayabilmek ve yorumlayabilmek
için, yukarıda sayılan tüm unsurları birlikte
ele alıp de÷erlendirmek
gerekmektedir.
Bilgi kavramını, temel stratejik bir de÷er olarak kabul etmek pek çok
büyük iúletmenin baúarısının altında yatan temel anlayıútır. Baúarılı iúletmeler,
bilgileri etkili ve verimli úekilde yaratma, yerini saptama, eriúme ve paylaúma
gereklili÷ini ve bu bilgileri sorun ve fırsatlara yansıtma ihtiyacını uzun zaman
önce fark etmiúlerdir. Bu çerçevede, gerekli yer ve zamanlarda kullanılmayan
bilgi yararsızdır. Yeri saptanabilecek ve önemli bir kararın verilmesinde
kullanılacak küçük ölçekli bir bilgi belki de kullanılmayan büyük miktarlardaki
bilgiden daha yararlı ve önemlidir (Tiwana, 2003).
2. Bilgi Yönetimi Kavramı
Günümüzde bilgiyi yaratmak, elde tutmak, paylaúmak ve kullanmak
için geliútirilmiú yeni yaklaúımlar bulunmaktadır. Bu yaklaúımlar; iúletmelerin
örgütsel yapı ve iúleyiúleri ile müúterilere yaklaúım tarzlarında oldukça önemli
dönüúümlere neden olmaktadırlar. Bu de÷iúimi gören ve bu de÷iúim yapısına
uygun adımlar atan, daha açık bir ifade ile bilgi yönetimi konusunda gerekli
yatırımları zaman kaybetmeden hayata geçiren iúletmelerin oldukça önemli bir
rekabet üstünlü÷ü sa÷ladıkları kabul edilen bir gerçektir. Günümüzde,
iúletmelerin sahip oldukları insan kaynakları, bilgi teknolojileri ve müúteri
sermayesi, iúletmelerin piyasadaki de÷erini ve rekabetçi üstünlüklerini
belirleyen temel faktörler olarak de÷erlendirilmektedir.
Yirminci yüzyılda en büyük zenginlik kayna÷ına ulaúan ülkeler, petrol
kaynaklarına sahip olan ülkeler ve en büyük organizasyonlar, petrol üreten,
iúleyen ve ticaretini yapan iúletmeler olmuútur. Yirmibirinci yüzyılda ise, bu
durum, temel bir paradigma de÷iúimine u÷ramıútır. øçinde bulundu÷umuz
yüzyılda, artık en çok bilgi kaynaklarına sahip olan, bilgiyi üreten ve bilginin
ticaretini yapan iúletmeler en büyük zenginlik kayna÷ına sahip olacaklardır
(Barutçugil, 2002).
Bilgi yönetimi, bir bilgi ça÷ı kavramıdır. Bilgi yönetimi kavramı, bilgi
toplumunun ekonomi alanındaki dönüúüm sürecini baúlatan yeni ekonominin ve
68
küreselleúmeyi iú dünyasına taúıyan e-iú olgusunun bir sonucu olarak ortaya
çıkmıútır. 1990’ların ortalarından bu yana bilgi ve iletiúim teknolojileri ile bilgi
a÷larının ekonomi alanında yaygınlaúması yeni ekonominin ortaya çıkmasına, iú
dünyasında bir dizi de÷iúikli÷in yaúanmasına, yeni kavram ve iúlemlerin
do÷masına yol açmıútır. Bilgi ve iletiúim teknolojilerinin günümüzde oldukça
yaygın kullanılması sonucunda, bilgi kavramı üretimin temel de÷iúkeni,
tedarik-üretim-dönüúüm ve pazarlama iúlemlerinin en hızlı biçimde yapılmasına
yarayan bir araç iúlevi görmüútür. Bunun sonucunda geliútirilen bilgi sistemleri,
ortaya çıkan tüm veri ve bilgilerin, a÷ sistemleri aracılı÷ı ile paylaúılmasını
sa÷layarak, küreselleúmenin geliúmesine çok önemli katkılar sa÷lamıútır (Çapar,
2006).
Bilgi yönetimi, en açık tanımı ile; bilgiyi yaratmak, paylaúmak ve
geliútirmek için kullanılacak yeni yöntem ve süreçler olarak tanımlanmaktadır.
Bilgi yönetimi, örgütsel amaçların elde edilebilmesi için bireylere, takımlara ve
bütün örgüte, bilginin bir bütün ve sistematik olarak yaratılması, paylaúılması
ve uygulanması için yeni olanaklar sa÷layan yeni bir bilim dalıdır (Barutçugil,
2002).
Bilgi yönetimine ait bir di÷er tanım ise úu úekilde verilebilir: bilgi
yönetimi; rekabet üstünlü÷ünü artırmak için, bilgiyi yaratma, elde etme ve
harekete geçirmeye yönelik stratejiler ve süreçler bütünü olarak ifade edilebilir.
Bilgi yönetimi ayrıca, içsel ve dıúsal olarak paylaúılacak bilginin, kimlerle ne
úekilde ve nasıl paylaúılaca÷ını ve daha sonra nasıl kullanılaca÷ını da
içermelidir (Özgener, 2002).
Bilgi yönetimi kavramını bir baúka açıdan úu úekilde tanımlamak
mümkündür, bilgi yönetimi, bilgi ve iletiúim teknolojilerinin veri ve bilgi iúleme
kapasitesi ile beúeri sermayenin yenilikçi ve yaratıcı kapasitesini birleútiren ve
beúeri sermayenin yaratıcı gücünden en üst düzeyde yararlanmayı hedefleyen
örgütsel bir süreçtir ( Aktan ve Vural, 2005).
Bilgi yönetimi, bir iúletmenin bilgi varlıklarının (veri tabanları,
dokümanlar, politikalar, prosedürler, bilgi türleri) tanımlanması, ele geçirilmesi,
de÷erlendirilmesi, eriúilmesi ve paylaúılması ile ilgili faaliyetler bilgi
yönetiminin temel çalıúma alanına girmektedir. Bu model, ancak iúletme içinde
iyi iúleyen bir iletiúim sistemi ile kurulabilir. Bu nedenle, bilgi yönetiminde
iletiúim boyutu oldukça büyük önem taúıyan bir konudur (Sa÷san, 2006).
3. Bilgi Yönetiminin øúletmeler Açısından Önemi
Küresel iúletmelerin birço÷unun, küresel kaynakları etkin biçimde
kullanabilmeleri için tedarikçileri ile bu bilgileri paylaúmaları gerekmektedir.
Küresel kaynak kullanımında kritik baúarı faktörleri için, merkezi tedarik yapısı,
tedarikçilerle kurulan küresel ba÷lantılar, bilgi ve veri teknolojilerinin
uygunlu÷u gibi unsurlar büyük önem taúımaktadır (Trent vd, 2003). Tedarik
zinciri yönetiminde baúarılı olabilmek için, süreçlerin yenilenmesi ve iç ve dıú
69
fonksiyonlar arasındaki ba÷lantının kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu
durumun hayata geçirilebilmesi için, iúletmelerde bilgi sistemlerinin etkin bir
úekilde uygulanması gerekmektedir. Organizasyonlar arası bilgi sistemlerinin
etkin biçimde kullanılabilmesi için, bilgi teknolojisi kaynakları, iletiúim a÷ları,
bilgi teknolojisi donanımını, veri transferi için standartlar ile yetenekli ve
deneyimli insan kaynaklarının bir arada olması gerekmektedir (Williamson vd.,
2004).
Bilgi yönetiminin temel görevlerinden biri, çeúitli düzeylerde üretilen,
yayılan ve paylaúılan bilginin örgüt için bir varlık oluúturmasına olanak
sa÷layacak her türlü çalıúmanın yapılmasını incelemek ve araútırmaktır. Daha
açık bir ifade ile örgütsel bilgi yönetiminin görevi, gerek kurum içerisinde
gerekse de kurumun çevresinde meydana gelen her türlü bilgi eylemlerinin
yerine getirilmesi için gerekli iú stratejilerini oluúturarak mevcut altyapıyı
sa÷layacak faaliyetleri gerçekleútirmektir (Sa÷san, 2006).
Bilgi yönetiminin bir di÷er amacı da, örgütsel amaca hizmet eden her
türden bilgiyi elde etme, açı÷a çıkarma, ayıklama, geliútirme, yaygınlaútırma,
denetleme etkinlikleri olarak ifade edilebilir. Etkili bir bilgi yönetimi,
örgütlerde de÷er yaratmanın yanı sıra, örgütsel kademelerin azaltılmasına, iú
süreçlerinin yeniden tasarlanmasına ve süreç performansının kontrol edilmesine
olanak sa÷lamaktadır (Yeniçeri ve ønce, 2005).
Bilgi kavramı günümüzde en temel stratejik de÷er olarak ifade
edilmekte ve rekabet üstünlü÷ü elde etme ve bu yapıyı sürdürme konusunda en
önemli unsur olarak ele alınmaktadır. Örgütlerin bu yapıyı koruyup
geliútirebilmeleri için, stratejik bilgi yönetiminden etkili bir biçimde
yararlanmaları gerekmektedir. Stratejik bilgi yönetiminde her türlü bilgi,
stratejik bir de÷ere sahip de÷ildir. Açık, kolay ifade edilebilir, kodlanabilir ve
kolaylıkla aktarılabilen bilgi, stratejik bilgi olarak de÷erlendirilmemektedir. Bu
türden bilgiler kolaylıkla elde edilebilir ve de÷iútirilebilir. Stratejik bilgiyi, di÷er
bilgi türlerinden ayıran temel unsurlar; de÷erli olması, rakipler arasında kıt
olması, kolay taklit edilememesi, aynı derecede önemli ikamelerinin olmaması,
iúletmeye özgü olması, aktarımının kolay olmaması ve temel yetenekler
oluúturma becerisine sahip olması úeklinde ifade edilebilir (Barca, 2002).
4. Bilgi Yönetiminin øúletmelerin Rekabetçi Üstünlük Elde
Etme Konusundaki Önemi
Giderek küreselleúen ve belirsizliklerin arttı÷ı bir dünyada rekabette
önde olmanın temel anahtarı bilgi kavramında yer almaktadır. Pazar
ortamındaki de÷iúiklikler, teknolojilerin giderek daha kısa zamanda eskimesi,
rakip iúletmelerin sayısının dünya genelinde hızla artması, yeni ürün ve
hizmetlerin çok kısa zaman içinde eskimesi, günümüz iú dünyasının temel
özelliklerini yansıtmaktadır. Bu çerçevede, rekabette öne geçmek için bilgiyi
yaratmak, varolan bilgileri yorumlamaktan çok daha önem kazanmaktadır. Yeni
70
ekonomide yeni bilgiler üretmenin temel kayna÷ı iúletme çalıúanlarıdır. Bu
ba÷lamda, bilgi yaratan iúletmenin temel yaklaúımı, bireysel bilgiyi, iúletmenin
bütününe yayabilecek bir sistem geliútirmek olmalıdır (Nonaka, 1998).
Bilgi kavramı, sahibi oldu÷u iúletmeye sürdürülebilir bir rekabet
avantajı sa÷lamaktadır. Kullanıldıkça azalan maddi varlıkların tersine, bilgi
kullanıldıkça artar ve var olan düúüncenin yanında yeni düúüncelerin ortaya
çıkmasına olanak sa÷lar. Genel olarak bilgi paylaúımında bulunan herhangi bir
kayıp yaúamazken, bilgi sa÷layan önemli avantajlar elde etmektedir (Odabaú ,
2008).
Çalıúan bireylerin sahip oldukları bilgiler ve bunların toplamından
oluúan iúletmenin ortak bilgisi, herhangi bir iúletmenin geliútirebilece÷i gerçek
rekabet üstünlü÷üdür. Geçti÷imiz yıllarda özel amaçlı donanımlar ve di÷er
görünür
varlıklar,
rekabetçi
üstünlü÷ün
temel
kayna÷ı
olarak
de÷erlendirilmekteydi. Günümüzde ise, bu varlıklar dünyanın herhangi bir
yerinden hızla ve kolay bir biçimde kopyalanabilmekte ve yeniden
üretilebilmektedir. Kolay ve hızlı kopyalanamayan ve bu nedenle gerçek
farklılık yaratan varlıklar, sadece iúletmenin kendine özgü varolan bilgi
kaynaklarıdır ( Barutçugil, 2002).
Günümüzde iúletmeler, varlıklarını sürdürebilmek ve sürdürülebilir
rekabet avantajı elde edebilmek için bütün süreçlerini bilgi yönetimi ekseninde
yeniden yapılandırma ihtiyacı duymaktadırlar. Bilgi yönetiminde baúarılı olmak
için günümüz iúletmeleri arasında, bilgiyi üretme, elde etme ve transfer etmede
bir yetkinlik geliútirme konusunda çok yo÷un bir rekabet yaúanmaktadır. Aynı
zamanda yeni bilgiyi rekabet avantajı yaratmaya dönüútürebilmek için
iúletmeler davranıúlarını, yapılarını, uygulamalarını sürekli de÷iútirmekte,
yenilemekte ya da gözden geçirmektedirler. Bu ba÷lamda, iúletmelerin temel
hedefleri ise bilgi temelli varlıklar / entelektüel sermayeyi dönüútürülebilecek
oluúumları belirlemek, geliútirmek ve korumaktır (Barca, 2002).
øçinde bulundu÷umuz dönemde iúletmeler, küresel faaliyetlerinde yeni
zorlukların arttı÷ını kabul etmelidirler. Bu çerçevede ortaya çıkan en önemli
zorluklardan biri, iúletme bölümlerinin uzaklı÷ından kaynaklanan iletiúim ve
koordinasyon zorluklarıdır. Günümüzde pek çok endüstri küresel rekabet
olgusuyla karúı karúıyadır ve rakip iúletmeler dünyanın her yerinde eú zamanlı
olarak tepki verebilmektedirler (Czinkota vd.,1998).
Etkin bir bilgi yönetimi, genel bir iúletme stratejisi ile ilgilidir. Bir
baúka ifade ile, iúletmenin bilgi yönetimi giriúimleri iúletme stratejisi ile
ba÷lantılıdır. Buradaki amaç, bilginin etkin kullanımının iyi tanımlanmıú bir
iúletme stratejisini nasıl destekleyece÷i veya sa÷layaca÷ının belirlenmesidir
(øpçio÷lu ve Erdo÷an, 2004).
Bilginin etkili bir biçimde yönetilebilmesi ve kullanılabilmesi,
günümüzde iúletmeler açısından en önemli rekabet avantajı durumuna gelmiútir.
71
Bunun sonucunda, pek çok sektörde, en iyi bilgi birikimine sahip olan ya da
bunu en etkili biçimde kullanan iúletmelerin baúarıya ulaútı÷ı görülmektedir. Bu
ba÷lamda, baúarılı iúletmeleri di÷er iúletmelerden ayıran temel farklardan biri
bilgi kavramı ile entelektüel sermaye kavramına vermiú oldukları önemden
kaynaklanmaktadır. Entelektüel sermaye, bir iúletmedeki insanlar tarafından
bilinen ve o iúletmeye rekabet avantajı kazandıran bütün unsurların toplamını
ifade eden bir kavramdır. Entelektüel sermaye kavramının, aynı zamanda maddi
olmayan, soyut bir niteli÷i de bulunmaktadır. Burada ifade edilmek istenen úey,
çalıúan personelin sahip oldu÷u bilgi birikimidir. Entelektüel sermaye kavramını
daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse, entelektüel sermaye, zenginlik
yaratmak üzere uygulamaya aktarılan entelektüel malzemeyi ifade etmektedir.
Bir baúka ifade ile, bilgi, entelektüel mülkiyet ve deneyimden oluúan bir bütünü
ifade etmektedir. Sonuç olarak entelektüel sermaye, bütünsel beyin gücünü
ortaya çıkaran bir kavramdır (Stewart, 1997).
Küresel piyasalarda, etkili bir úekilde bilgiyi kullanmak için tedarikçi
iúletmelerle kurulan
iliúkilerin çok etkili olması gerekmektedir. Tedarikçi
iúletmeler, kendileri ile çalıúan iúletmelere yeni iú yöntemleri ve yeni
teknolojiler uygulamalarına olanak sa÷larlar. Buna karúılık, iúletmeler de bilgiyi
hızlı biçimde de÷erlendirerek, yeni fikirler, yeni bakıú açıları geliútirerek
tedarikçilerine yenilik kazandırırlar. Tedarikçilerin de etkili teknik çabaları,
iúletmelere geliúmesi için fırsat verir. Tedarikçi iúletmeler, ayrıca bilgi akıúı
konusunda, bir iúletmeden di÷erine bilgi aktarma konusunda önemli bir
fonksiyon olarak görev alırlar (Rugman ve Hodgetts ,2000).
øúletmeler günümüzde, bilgi sistemleri aracılı÷ı ile, müúterilerle olan
iliúkilerden iú süreçlerine, pazara girme stratejilerinden performans ölçümüne
kadar her alanda teknolojiden yararlanmakta ve bu úekilde kendi bilgi yönetimi
sistemlerinin oluúmasına katkıda bulunmaktadırlar. Günümüzde, iúletme
faaliyetlerinin daha çok bilgi temeline oturması, iúletmeler arası rekabetin de
yeni bir yapıya dönüúmesine yol açmıútır. Bunun sonucunda, bir iúletmenin
bilgi yönetimi stratejisi, aynı zamanda o iúletmenin rekabet stratejisini de
yansıtmaktadır (Yeniçeri ve ønce., 2005).
Yönetim sistemleri modeli,
yönetim fonksiyonlarının dıúarıya
taúınması ve dıú çevreyle ba÷lantı kurulabilmesi için, etkili iletiúime ihtiyaç
oldu÷unu göstermiútir. Yönetim bilgi sistemleri, bu iletiúim kanalını daha etkin
yönetmeyi mümkün hale getirmiútir (Weihrich vd., 1993). Rakip iúletmelere
kıyasla, üstün bir iú performansına sahip bir iúletmenin rekabet avantajı var
oldu÷u söylenebilir. Sürdürülebilir rekabet avantajı, iúletmenin mevcut ve
gelecekteki rakiplerinin taklit çabalarına karúın, farklı kalmayı baúarabilen bir
de÷er yaratma stratejisi uygulaması durumudur (Krogh v.d., 2002).
72
5. Bilgi Yönetimi Sürecinin Temel Unsurları
Kurumsal olarak bilginin amacı, gelecekte ortaya çıkacak ya da içinde
bulunulan durumla ilgili oluúacak bir karmaúıklı÷ı en aza indirgemek ya da
ortadan kaldırmaktır. Bu çerçevede, bilgi yönetiminin amacı ise, sözü edilen
durumlarda karar almayı gerektirecek bilgiyi sa÷lamaktır. Her sistemin oldu÷u
gibi bilgi yönetimi sisteminde de bir takım unsurlar bulunmaktadır (Anameriç,
2005).
Hemen her sistemi oluúturan unsurlar gibi bilgi yönetimi sistemi de
personel, bütçe, teknoloji, kültürel altyapı, yasal düzenlemeler ve standartlar
gibi önemli unsurlardan oluúmaktadır. Söz konusu unsurlar, bilgi yönetimi
sisteminin tasarımı, kuruluúu, uygulanması ve yenilenmesi evrelerinin her
aúamasında yer alması gereken unsurlardır (Odabaú, 2005).
Sistemin Temel
unsurları
-Personel
-Yasal düzenlemeler
-Bütçe
Bilgi
Sa÷lama
Bilgi Yönetimi
Birimi
-Bilgi yönetimi
ilkeleri
-Bilgi yönetimi
sorumluları
Bilgisayar ve øletiúim Teknolojileri
Bilgi
Paylaúımı
-
øletiúim kanalları
Web hizmetleri
Network a÷ı
Veritabanı
Yazılım ve donanım
Nitelik Geliútirme
-Zaman Yönetimi
-Kalite Yönetimi
-Sürekli E÷itim
Bilgi
Kullanımı
øúletme Kültürü
-øúletmenin yönetim
türü
-ødeal yönetim türü
-Standartlar ve
iúbirli÷i
ùekil 1. Bilgi Yönetimi Sistemi
Bilgi yönetimi, insan, teknoloji, örgütsel kültür ve süreçlerden oluúan
bir bütünü temsil eden bir kavramdır. Bilgi yönetimin baúarılı bir biçimde
uygulanabilmesi için, adı geçen bu unsurların uyumlu ve ba÷lantılı bir úekilde
bütünleútirilmesi gerekmektedir (Özgener, 2002).
a. Bilgi Çalıúanları: Baúarılı örgütler, günümüzde yalnızca tesislere,
donanıma ve yeni teknolojilere yatırım yaparak amaçlarını tam olarak
gerçekleútiremezler. Bu unsurlara ek olarak en önemli varlıklarını oluúturan
çalıúanlarına da yatırım yapmak durumundadırlar. Çalıúanların bireyler olarak
73
sahip oldukları bilgiler ve bunların toplamından oluúan örgütün ortak bilgisi, bir
iúletmenin geliútirebilece÷i temel rekabetçi üstünlü÷üdür (Barutçugil,2002).
b. Teknoloji: Teknoloji, yeni bilginin yaratılmasında rol oynayan kritik
unsurlardan birini oluúturmaktadır. Burada önem taúıyan esas konu, amaca
uygun teknolojilerin seçilmesi durumudur. Etkili bir bilgi yönetimin önemli bir
unsurunu oluúturan teknoloji; iú istihbaratı, iúbirli÷i, bilgi keúfi, bilgi haritalama
bilgi teknolojileri, bilgi depolama, bilgi transferi ve güvenlik gibi konuları
kapsamaktadır.
c. Örgütsel Kültür: Bilgi yönetimin baúarısında en önemli faktör,
örgütsel kültürdür. Örgütsel kültür, bir iúletmede oluúan inançlar, gelenekler,
de÷er sistemleri, davranıú normları ve iú yapma biçimlerini kapsayan bir bütün
olarak tanımlanabilir. øúletmelerde bilgiyi etkin bir biçimde yönetmek için
örgüt kültürünü úekillendirme büyük önem taúımaktadır. Bunun için bireyler
arası iletiúimi ve iúbirli÷ini güçlendirmek ve etkili motivasyon sistemleri
geliútirmek gerekmektedir.
d. Süreçler: Örgütsel yapı, esnek bir biçimde tasarlanmalıdır. Bilgi,
hem iúletme içinde oluúturulan ve hem de iúletme dıúından elde edilen bir
kavramdır. Bu ba÷lamda, iúletme açısından önem taúıyan esas konu, hem
içerideki bilginin ve hem de dıúarıdaki bilginin etkili bir biçimde yönetilmesi
konusudur. Süreçler, iúletmenin di÷er sistemleri ile uyumlu ve iúletme kültürünü
destekleyen standartlardır ve bu süreçler sürekli olarak gözden geçirilmeli ve
etkili biçimde yönetilmelidir (Barutçugil, 2002).
6. Bilgi
Avantajlar
Yönetiminin
øúletmelere
Sa÷layaca÷ı
Temel
øúletmeler ve yöneticiler, karúı karúıya kalacakları fırsat ve tehditleri
ö÷renmek ve analiz etmek için bilgi yönetimine dayalı sistemlerden
yararlanmaktadırlar. øúletmeler bilgiyi geliútirerek, koruyarak, yenileyerek ve
iúleyerek performanslarını ve dolayısı ile rekabet güçlerini artırabilmektedirler.
øúletmelerin rekabet güçleri büyük ölçüde biriktirdikleri bilginin miktarına,
özgünlüne, ticarileútirilebilir olup olmadı÷ına ve kalitesine ba÷lıdır. Rekabetin
gittikçe úiddetlendi÷i, teknolojik de÷iúimler ve yeniliklerin sürekli arttı÷ı bir
dünyada, sahip olunan rekabet gücünü korumak, yeni ortama ve yeni rekabet
düzeyine uygun bilgileri derlemeye, iúlemeye, geliútirmeye kısaca güçlü bir
bilgi yönetim stratejisine sahip olmaya ba÷lıdır (Vural,2005).
Bilgi yönetiminin iúletmelere sa÷layaca÷ı temel avantajları úu úekilde
özetlemek mümkündür (Tiwana, 2003):
-
Bilgi yönetimi, iúletmelerin ürün ve hizmetlerine katma de÷er kazandırır.
-
Bilgi yönetimi, iúletme içi ve dıúı bilgi akıúına hız ve etkinlik kazandırır.
-
Bilgi yönetimi yenilikçi ve yaratıcı uygulamalara hız kazandırır.
74
-
Bilgi yönetimi, fiziksel malvarlı÷ının aksine, artan ölçülerde getiri sa÷lar.
-
Kullanılan her varlık zamanla de÷er kaybeder, oysa bilgi kullanıldıkça
de÷er kazanan bir kavramdır.
-
Bilgi yönetimi gereksiz iú tekrarlarını önler ve hataların tekrarlanmasını
engeller.
-
Bilgi yönetimi, iúletmede bilgi kaybını önler.
-
Bilgi yönetimi, düúünsel iúbirli÷ini teúvik eder.
-
Bilgi yönetimi, iúletmenin gelece÷ini öngörme yetene÷ini artırır.
-
Bilgi yönetimi, iúletmelere süreç yeterlili÷i kazandırır.
øçinde bulundu÷umuz dönemde iúletmeler, varlıklarını sürdürebilmek
ve sürdürülebilir rekabet avantajı elde edebilmek için bütün süreçlerini, ‘bilgi
yönetimi’ ekseninde yeniden yapılandırma ihtiyacı duymaktadırlar. Bilgi
yönetiminde etkili olmak için, günümüz iúletmeleri arasında, bilgiyi üretme,
elde etme ve transfer etmede bir yetkinlik geliútirme konusunda çok yo÷un bir
rekabet yaúanmaktadır. Aynı zamanda yeni bilgiyi rekabet avantajı yaratmaya
dönüútürebilmek için iúletmeler davranıúlarını, yapılarını, uygulamalarını
sürekli de÷iútirmekte, yenilemekte ya da gözden geçirmektedirler. Bu ba÷lamda
iúletmelerin temel hedefleri ise ‘bilgi temelli varlıklar/entelektüel sermaye’
dönüútürülebilecek oluúumları belirlemek, geliútirmek ve korumaktır (Geyik ve
Barca, 2002).
7. Sonuç ve De÷erlendirme
Günümüzde pek çok iúletme, gelecekte baúarının anahtarının çalıúan
personelinde ve onların amaçlarını elde etmek için, kullandıkları bilgide
oldu÷unu keúfetmiútir. Bilgiyi üretmek ve etkin biçimde kullanmak iúletmeler
için temel bir rekabet avantajı haline dönüúmüútür.
Küreselleúme, giderek artan rekabet ve de÷iúimin adete sabit bir de÷er
haline dönüútü÷ü bu ortam, iúletmeleri daha dinamik bir yapıya dönüúmeye
zorlamaktadır. Hızla de÷iúen ve geliúen bu rekabet ortamında iúletmelerin
baúarılı olmalarında en temel faktörlerden biri, etkili bir bilgi yönetimi
stratejisini hayata geçirmektir.
Günümüzde bilgiyi etkin bir úekilde kullanan iúletmeler rekabet
açısından ön planda yer almaktadır. øúletmelerin bilgiyi elde etmek, bilgiyi
geliútirmek ve bilgiyi paylaúmak ve de÷erlemek anlamında yaptıkları faaliyetler
bilgiyi yönetmek adına yapılan faaliyetlerdir. øúletmelerde kullanılan bilgi
yönetimi, verimlilik alanında oldu÷u kadar etkinlik ve yenilik yapma
süreçlerine de katkıları olan rekabetçi bir kavramdır.
øúletmeler verimlilik ve yenilik yapma süreçlerinde bilgiyi anahtar
faktör olarak görmektedirler. Stratejik bilgiyi elde etmek ve yönetmek
75
belirsizli÷in hakim oldu÷u iú dünyasında rekabet için vazgeçilmez bir unsurdur.
øúletmeler rekabet alanında,
bilgiyi en önemli girdi ve çıktı olarak
görmektedirler.
Bilginin stratejik temel bir faktör oldu÷u günümüz iú dünyasında,
iúletmelerin rekabet gücünü korumak ve artırmak için sahip oldukları
entelektüel sermaye varlıklarının kalitesini artırmaları gerekmektedir.
Entelektüel sermaye bir iúletmenin sahip oldu÷u ve sadece o iúletmeye ait olan
bir de÷er kayna÷ıdır.
Bilgi patlamasının yaúandı÷ı bu dönemde, iúletmeler açısından önem
taúıyan husus, bilgi yönetiminde yararlı olan bilgi ve veriler ile yararsız
olanların birbirinden
ayırt edilmesi konusudur. Bilgi karmaúasına yol
açmayacak úekilde bu bilgilerin düzenlemesi ve kullanılması gerekmektedir.
Sonuç olarak, bilgiyi stratejik bir de÷er kayna÷ı olarak gören iúletme
yöneticileri, bu konuda bir örgüt kültürü oluúturarak, bir bilgi vizyonu
geliútirmeleri ve bu vizyonu çalıúanları ile paylaúmaları gerekmektedir. Rekabet
dünyasında baúarı için en temel koúullardan biri bu amacın gerçekleútirilmesine
ba÷lıdır.
KAYNAKÇA
Anameriç, H., (2005), “ Bilgi Sistemleri ve Yönetimde Bilgi Sistemleri
Kullanımı”, Bilgi Ça÷ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi
Kitabevi, Konya.
Aktan, V. ve Vural, ø.Y.,(2005), “ Bilgi Ça÷ında Bilginin Yönetimi”, Bilgi Ça÷ı
Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya.
Barca, M.,(2002), “Yeni Ekonomide Bilgi Yönetiminin Stratejik Önemi”,
1.Ulusal, Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Bildiriler Kitabı,
Kocaeli, s.519.
Barutçugil, ø.,(2002), Bilgi Yönetimi, Kariyer Yayınları, østanbul.
Çapar,
B.,
“Bilgi
Yönetimi:
Nasıl
Bir
bilgiyonetimi.org/cm/pages, (04.08.2006).
ønsangücü?”,
www.
Czinkota, M. R., Ronkainen,I. A., Moffett, M. H, . Moynihan, E. O, (1998),
Global Business, The Dryden Pres, USA.
Geyik, M. ve Barca, M. (2004), “Etkin Bilgi Üretimi øçin Örgütler Nasıl
Tasarlanmalıdır?”, 3.Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi,
Eskiúehir,s.519.
øpçio÷lu, ø., Erdo÷an, Z.,(2004), “øúletmelerde Liderlik ve Bilgi Yönetimi
Arasındaki øliúkinin øncelenmesine Yönelik Bir Araútırma”,
3.Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Eskiúehir.
76
Krogh, G. V., øchijo, K., Nokana, ø., (2002), Bilginin Üretimi, Çev. Günhan
Günay, Rota Yayın Yapım Tanıtım, østanbul.
Nonaka, I.,(1998), “The Knowledge-Creating Company”, HBR on Knowledge
Management, 1998,s.26.
Odabaú, H.,(2008), “Bilgi Yönetimi ve Yüksek Ö÷renim Kurumlarında
Kurumsal Açık Eriúim”,13.Türkiye’de ønternet Konferansı, ODTÜ,
Ankara.
Odabaú, H.,(2005), “Bilgi Yönetimi Sitemi”, Bilgi Ça÷ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi
Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya.
Özgener, ù., (2002), “Global Ölçekte De÷er Yaratan Bilgi Yönetimi
Stratejileri”, 1.Ulusal, Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Bildiriler
Kitabı, Kocaeli,s.485.
Rugman, A. M., Hodgetts, R. M.,(2000), ønternational Business A Strategic
Management Approach, Pearson Education Limited, Mcgraw-Hill,
Second Edition.
Sa÷san , M., “Bilgi Yönetiminin Kavramsal Çerçevesi ve Baúkent Üniversitesi
øletiúim Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi”, www.bilgi yönetimi org.,
(06.08.2006).
Stewart, T. A., (1997), Entelektüel Sermaye, Çev.Nurettin Elhüseyni, BZD
Yayıncılık, østanbul.
Tiwana, A.,(2003), Bilginin Yönetimi, Çev. Elif Özsayar, Rota Yayın Yapım
Tanıtım, østanbul.
Trent, R. j., Monczka, R. M.,(2003), ønternational Purchasing And Global
Sourcing- What Are The Differences?,Journal Of Supply Chain
Management; Fall.
Weihrich, H., Koontz, H.,(1993), Management A Global Perspective, Mc GrawHill.
Williamson, E. W., Harrison, D. K., Jordan, M., (2004), ønformation Systems
Development Within Supply Chain Management, ønternational Journal
Of ønformation Management 24.
Vural, ø.Y., (2005), “Bilgi Yönetimi Entelektüel Sermaye ve Yenilikçilik” Bilgi
Ça÷ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya.
Yeniçeri, Ö., ønce, M.,(2005), Bilgi Yönetim Stratejileri ve Giriúimcilik, IQ
Kültür Sanat Yayıncılık, østanbul.
77
ÇALIùANLARDA KARøYER TATMøNø VE ÖRGÜTSEL
BAöLILIK øLøùKøSø*
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin øLERø**
Yrd.Doç.Dr. Abdullah KARAMAN***
Gülsüm ENGøZ****
Özet
Örgütlerde, verimlili÷i etkileyen en büyük faktörün insan oldu÷unun
anlaúılması üzerine, insanın motivasyonuna yönelik yaklaúımlar her geçen gün
artmakta ve yenilenmektedir. øúte bu yaklaúımlardan en güncel ve uygulamada
en popüler olanlardan bir tanesi de kariyer planlaması ve yönetimidir. ønsanlar,
günümüzde iúletmeler tarafından ilk etapta ücret ve sosyal imkânlardan ziyade,
kariyerlerinin geliúimlerini sa÷layacak bir pozisyon ve buna uygun bir ortam
talep etmektedir.
Kariyerle ilgili kazançlar, bireylerin kariyer hedeflerine ulaúmasına ve
farklı kariyer yolları izlemesine olanak sa÷lamanın yanı sıra ilginç ve harekete
geçirici görevleri, daha iyi ücret, terfi veya benzeri ödülleri içermektedir.
Kariyer planları ve hedefler, çalıúanları geliúimleri için motive eder ve
çalıúanların gelecekteki pozisyonlara hazırlanmalarının yanı sıra bulundukları
pozisyonlarda da maksimum performans ile çalıúmalarını sa÷lar. Bireysel
kariyer planları ve kurumun çalıúanlarına gösterdi÷i ilgi kuruma ba÷lılı÷ı artırır.
Bu çalıúma da çalıúanlarda kariyer yönetimi, örgütsel ba÷lılık ve
kariyer yönetiminin örgütsel ba÷lılı÷a etkisi konuları incelenmiútir. Çalıúma
kapsamında sa÷lık sektöründe örnek olay çalıúması yapılmıú ve kariyer
yönetiminin örgütsel ba÷lılı÷a etkisi analiz edilmiútir
Anahtar Kelimeler: Kariyer Yönetimi, Örgütsel Ba÷lılık
Abstract
After the realization that human is the most effective factor on
efficiency of organizations, various approaches are developed day by day and
also renewed. Here is just one of these recent and popular approaches, called as
carreer planing and management. Nowadays, people demand a position which
will provide a career development and a proper enviroment for this position,
prior to salary and social security.
*
Bu makale T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü øúletme Anabilim
Dalında hazırlanan aynı baúlıklı yüksek lisans tezinden üretilmiúitr.
**
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö÷retim Üyesi
***
Selçuk Üniversitesi Turizm øúletmecili÷i ve Otelcilik Yüksekokul Ö÷retim Üyesi
****
Selçuk Üniversitesi øúletme Anabilim Dalı Yönetim Organizasyon Bilim Dalı
Yüksek Lisans ö÷rencisi
78
Beside making one to reach the career targets and allow different
career paths, career acquisitions consist of motivating jobs, better wages,
promoting or similar awards. Career plans and aims, make employees to
perform with their maksimum capacity beside motivating employee to develop
and preparefor future positions. Self career planning and care of the
organisation to the employee, increase the commitment to organisation.
In this work, organisational commitment, career management and the
effect of career management to organisational commitment were analyzed. With
this scope, example event (case) studied in health sector and the effect of career
management to organisational commitment was analyzed.
Key Words: Career Management, Organizational Commitment
GøRøù
Günümüzde iúletmelerin çevresi daha hızlı de÷iúmekte, yaúanan
küreselleúme bu de÷iúimin ivmesini arttırmaktadır. De÷iúime do÷ru yanıtları
vermek, uyum kabiliyetini geliútirmek ve de÷iúimi yöneterek geliúmek bu gün
daha hassas analizleri, çalıúmaları gerektirmektedir. De÷iúim sadece çevrenin
makro ve fiziksel unsurlarında olmamakta, sosyal yapı, ihtiyaçlar, iliúkiler,
kuramlar da de÷iúmekte ve elbette geliúmektedir. 2000’li yılların insan
ihtiyaçlarının, 1940 veya 1970’lerinkilerle aynı oldu÷unu asla düúünemeyiz.
Gelir düzeyi farklılaúan bireyin harcamaları, e÷itim düzeyi yükselen kiúinin
beklentileri, tatmin úekli, hayatı algılayıúı farklılaúmaktadır. Bu de÷iúim
insanların örgütlerle olan iliúkilerini de de÷iútirmektedir.
Bu gün organizasyondaki birey, baúarılı olmanın temel anahtarıdır. Bir
maliyet unsuru de÷il, entelektüel birikim ve sermayedir; geliútirilmesi gereken
örgütün en önemli unsurudur. Örgütteki insanın örgüte olan katkısını en üst
düzeye çıkarmak günümüz modern yönetim anlayıúının temel çalıúma
konularından biridir. Bireyin amaçlarının örgüt amaçlarıyla uyumlaútırılması,
gerekti÷inde davranıúlarının düzenlenmesi, örgüt kültürünün benimsetilmesi,
çatıúmaların yönetilmesi, örgütün geliútirilmesi, örgütteki insanın örgüte olan
katkısının arttırılması ile iliúkilidir.
1. Kariyer Kavramı Ve Kariyerle ølgili Temel Konular
Kariyer, kiúinin yaúamı boyunca edindi÷i iúe iliúkin deneyim ve
faaliyetlerle ilgili olarak algıladı÷ı tutum ve davranıú dizisidir (Halil, 1994:306).
Bir baúka tanıma göre kariyer, bir insanın çalıúabilece÷i yıllar boyunca
herhangi bir iú alanında adım adım ve sürekli olarak ilerlemesi, deney ve
yetenek kazanması anlamına gelir (Tortop, 1992:92).
Kariyer ile ilgili tüm tanımları inceledi÷imizde ortak noktalarının,
çalıúan kiúinin baúarı derecesini simgeleyen iúle igili pozisyonlarda ilerlemesi
79
ve örgüt basamaklarından yukarıya do÷ru çıkarak yükselmesini temel alan bir
kavram oldu÷u görülmektedir (Aytaç, 1997, 17).
Kariyer kavramının özelliklerini úöyle sıralayabiliriz;
9 Kariyer kavramı, yalnızca yüksek statüdeki ya da hızlı ilerleme
olanakları bulunan iúleri yapan bireylerle ilgili de÷ildir. Daha esnek
bir anlam taúımaktadır. Organizasyondaki yöneticilerin kariyeri
olabilece÷i gibi bir sekreterin hatta odacının da kariyerinin
olabilece÷i söylenebilir.
9 Kariyer kavramı, sadece dikey hareketlerle ilgilenmez. Yani
örgütteki hiyerarúik yükselmenin yanında yatay olarak úu anda
yaptıkları iúten memnun olan, yükselmek istemeyen personeli de
kapsar.
9 Kariyer kavramı, bir örgütte iúe alma ve / veya alınma ile eú anlamlı
de÷ildir. Birden fazla örgütü ve birden fazla faaliyeti kapsayabilir.
9 Bugün artık kariyer beklentileri, farklı yaúlarda olan çalıúanlar için
farklı anlamlar taúıyabilmektedir. Örne÷in, 25 yaúındaki insanların
kariyer beklentileri ile 45 yaúındaki insanların kariyer beklentileri
farklıdır, çünkü ihtiyaçları aynı de÷ildir.
Örgütsel kariyer yönetimi ise , iú gören ihtiyaçlarını tatmin etmek ve
kariyer hedeflerine ulaúmak için gerekenleri planlama, stratejileri saptama ve
bunları uygulama sürecidir (Aldemir, Ataol ve Budak, 1998:216).
Kariyer hem bireyin hem örgütün, kiúinin iú yaúamındaki önemini
vurgulamaktadır. Bireyin ihtiyaçlarını karúılama iste÷i, kariyerin kapsamını
belirler, her ne kadar bu kapsam kiúiden kiúiye de÷iúse de genelde belli
ihtiyaçların giderilmesini içermektedir (Aytaç, 1997:1).
Kurum açısından, personeli kariyer planlamaları için motive etmekteki
baúarısızlık; boú pozisyonların tamamlanmasında ki zorluk, daha düúük
personel, dada az ba÷lılık, e÷itim ve geliútirme programlarına ayrılan fonların
dikkatsiz ve özensiz kullanımı ile sonuçlanabilir. Birey açısından ise kariyer
yönetimi, yetersiz yönetim úeklinde hayal kırıklı÷ı, kurum içinde bireyin
kendisini yetersiz hissetmesi ve uygun görevlendirme yapılmadı÷ında kurum içi
ve dıúı birleúmeler, yeniden yapılanmalar, küçülmeler gibi nedenlerle iú
de÷iúikli÷ine sebep olabilmektedir (Neo, 1999:329).
Kariyerin önemini anlamada 3 temel neden bulunur (Argüden,
1998:39):
•
Kariyerin yönünü belirlemede proaktif bir yaklaúım kullanılması,
80
•
Bireyler hayat dönemlerinde çeúitli kariyer aúamalarından
geçeceklerinden dolayı yöneticiler çalıúanların ve meslektaúlarının
deneyimlerini anlamalıdırlar.
•
Kariyer yönetimi karlı bir iútir ve insanı do÷ru yerde kullanarak iyi
bir yatırım yapar.
Örgütsel kariyer yönetiminde temel amaç, örgütün etkinlik ve
verimlili÷inin arttırılması yanında bireylerin örgüt içinde geliúim ve
ilerlemelerini sa÷layarak gelecekte ihtiyaç duyaca÷ı vasıflı eleman gücünü
úimdiden úekillendirmeyi de sa÷lamak olarak ifade edilebilir(Argüden,
1998:39).
Kariyer yönetiminin
sıralanabilir(Erdöl, 2000:51):
örgüte
olan
faydaları
aúa÷ıdaki
gibi
ƒ
ùirketin gelece÷i için çalıúanların becerilerini ve mevcut amaçlarını
stoklamak,
ƒ
Gelecekteki insan kaynakları ihtiyacını daha iyi analiz etmek,
karúılamak,
ƒ
Bireysel düzeydeki de÷iúmeyi daha iyi anlayabilmek için örgütsel
de÷iúmeyi kolaylaútırmak,
ƒ
Bireysel geliúim planları kanalı ile bireysel de÷iúmeyi ve geliúmeyi
kolaylaútırmak,
ƒ
Çalıúanların gerçekçi olmayan ve gizli beklentilerini açı÷a çıkarmak,
ƒ
ùirketin gelecekteki hedefleri ile çalıúanların bireysel hedeflerini
uyumlaútırmak,
ƒ
Çalıúanların beklentilerini anlayarak nitelikli iúgücünün dıúa transfer
olmasını engellemek.
2.Örgütsel Ba÷lılık
Örgütsel ba÷lılık kavramı: “Örgüt amaçları ile bireyin amaçlarının
gittikçe daha çok bütünleúmesi ve uygun duruma gelme süreci” olarak
tanımlanmıútır (Hall, 1970:176).
Örgütsel ba÷lılık, bir kimsenin, örgütünün amaç ve de÷erlerine taraflı
ve etkili ba÷lılı÷ı olarak tanımlanmaktadır. Bu ba÷lılık, araçsal bir de÷erden öte,
kiúinin, rolünü salt örgütün iyili÷i için, örgütün amaç ve de÷erleriyle iliúkili
olarak yapmasıdır. Ba÷lılık duyan iú görenler, örgütün amaç ve de÷erlerine
güçlü bir biçimde inanır, emir ve beklentilere gönüllüce uyar. Bu üyeler ayrıca,
amaçların istenen úekilde gerçekleúmesi için asgari beklentilerin çok üstünde
çaba ortaya koyar ve örgütte kalmada kararlılık gösterir. Ba÷lılık gösteren iú
görenler içsel olarak güdülenirler (Balay, 2000:3).
81
Her organizasyon üyelerini örgütsel ba÷lılı÷ını artırmak ister.
Araútırmalara örgütsel ba÷lılı÷ı yüksek çalıúanların görevlerini yerine getirmede
daha çok çaba gösterdi÷ini ortaya koymaktadır. Buna ek olarak örgütsel
ba÷lılı÷ı yüksek çalıúanların örgütte daha uzun süre kaldıkları ve örgüt ile
olumlu iliúkilerinin oldu÷u ifade etmektedir. Buna ba÷lı olarak yüksek
performanslı, e÷itimli bir iú görenin uzun süre örgüte katkısının devam etmesi
verimlilik artıúı sa÷lar, çünkü örgütsel ba÷lılı÷ı yüksek çalıúan örgüte kalır,
örgütsel amaçların gerçekleúmesi için çaba harcar ve ayrılmayı düúünmez
(Keleú, 2006:46).
Örgütsel ba÷lılık kriterleri tamamen aynı olmamakla beraber, kiúilerin
ba÷lılıklarını de÷erlendirmede genel bir fikir vermektedir. Çalıúanların örgütsel
ba÷lılıklarını
göstermede
kullanılabilecek
göstergeler
úu
úekilde
gruplandırılabilir(øbicio÷lu, 2000:14):
1. Örgütün Amaç ve De÷erlerini Kabul Etme ve ønanma Derecesi
2. Fedakarlık ve Extra Katkı Derecesi
3. Örgütsel Üyeli÷i Devam Ettirme øste÷i
4. Örgütsel Kimli÷i øle Kimliklenme
5. øçselleútirme
2.1. Örgütsel Ba÷lılı÷ın Sonuçları
Ba÷lılı÷ın sonuçları, ba÷lılı÷ın derecesi ile ilgili olarak olumlu ya da
olumsuz olabilir. Örgütsel amaçlar kabul edilebilir olmadı÷ında üyelerin yüksek
düzeydeki ba÷lılı÷ı örgütün da÷ılmasını hızlandırabilirken, amaçlar makul ve
kabul edilebilir oldu÷unda yüksek düzeyde bir ba÷lılı÷ın etkili davranıúlarla
sonuçlanması ihtimali vardır. Örgütsel ba÷lılı÷ın sonuçlarına iliúkin olarak,
davranıúsal sonuçların ba÷lılıkla en güçlü iliúkiler içinde oldu÷u bulunmuútur.
Bunlardan özellikle iú doyumu, güdülenme, katılım ve örgütte kalma arzusu
örgütsel ba÷lılıkla olumlu, iú de÷iútirme ve devamsızlık ise ba÷lılıkla olumlu, iú
de÷iútirme ve devamsızlık ise ba÷lılıkla olumsuz iliúkili bulunmuútur.
Performans ile örgütsel ba÷lılık arasındaki iliúki genel olarak karıúık ve ılımlı
bulunmasına karúın; ba÷lılı÷ın belli yerel odaklarının (denetçiler ve çalıúma
grupları gibi), rol davranıúına iliúkin normları belirlemesi nedeniyle, performans
ile iliúkisinin anlamlı düzeyde yüksek oldu÷u ileri sürülmüútür. (Balay,
2000:83-85)
Örgütsel ba÷lılık düzeyleri ile bu düzeylerin bireye ve örgüte yönelik
olumlu ve olumsuz sonuçları irdelenmiútir. Bu ba÷lamda düúük, ılımlı ve
yüksek örgütsel ba÷lılıktan söz edilebilir:
82
2.1.1. Düúük Örgütsel Ba÷lılık
Bu ba÷lılık düzeyinde birey, kendisini örgüte ba÷layan güçlü tutum ve
e÷ilimlerden yoksundur. Düúük örgütsel ba÷lılı÷ın bireye ve örgüte dönük
önemli sonuçları vardır.
Düúük örgütsel ba÷lılık söylenti, itiraz ve úikâyetlerle sonuçlandı÷ından
örgütün adına zararlar gelmekte, müúterilerin güveni kaybolmakta, yeni
durumlara uyum sa÷layamamakta ve gelir kayıpları meydana gelmektedir.
Örgütte yayılan informal zararlı iletiúim, örgütün otorite yapısını tehdit etmekte
ve üst yönetimin meúrulu÷unu sorgulanır hale getirmektedir(Randall, 1987,
463).
2.1.2. Ilımlı Örgütsel Ba÷lılık
Örgüte ılımlı düzeyde ba÷lılık, her zaman olumlu sonuçlar
do÷urmayabilir. Üst yönetim ve iúverenlerine yeterince önem vermeyen bu
bireyler, örgütün üst kademelerine geldiklerinde kimisi ba÷lılıkları kapsamında,
kendilerini kolaylıkla baúaramayacakları bir uzlaúma zorunlulu÷u içinde
bulurlar. Bu ba÷lılık düzeyinde çalıúanların yaratıcılık, yardımseverlik, fikir
önerme, irade ve fedakarlık gibi üyelik davranıúları önemlidir. Çünkü, bu
davranıúlar örgütü beklenmeyen durumlardan koruyabilecek esneklili÷i sa÷lar.
Ancak, bu düzeydeki çalıúanlar topluma sorumluluk ile örgüte sadakat arasında
bir bocalama ya da çatıúma yaúarlar. Bu da kararsızlı÷a ve örgütün verimsiz
iúleyiúine yol açabilir (Randall, 1987, 465).
2.1.3. Yüksek Örgütsel Ba÷lılık
Örgütle olan bütünleúme burada tamdır. Çalıúanlar örgütle uyum
halindedirler. Örgütsel ba÷lılı÷ın yüksek düzeyde olmasının, örgütler tarafından
istenen en önemli etmenlerden biri oldu÷u söylenebilir. Adil ödüllendirme, iú
görenlerin güçlendirilmesi ve aynı zamanda yapılan iúlerin entegrasyonu, bir
baúka deyiúle, çalıúanlar arasında iú birli÷inin yaygınlaúması ve yönetim ile
astlar arasında güvenilir bir iliúkinin oluúması gibi olumlu uygulamalar,
çalıúanların örgütsel ba÷lılıklarının yüksek olmasını sa÷layacaktır. Bu
uygulamaların sonucunda ise, verimlili÷in artması ve kaliteli üretimin
gerçekleúmesi, bir taraftan çalıúanların çalıútıkları iúletmeye olumlu sonuçlar
yaratırken, di÷er taraftan da, çalıúanlar tarafından olumsuz sonuçlar
yaratabilirler. Baúka bir deyiúle kendisini iúine adayan çalıúanlar, ailesine ve
kendisine zaman ayıramayacaklardır (Karatepe, Halıcı, 1998:45).
Yüksek düzeyde ba÷lılık, örgüt içinde pek çok olumlu sonuçlar ortaya
çıkarır; her úeyden önce çalıúanın örgütüne yüksek düzeyde ba÷lılı÷ı, örgüte
güven duygusu verir. Bu güven verici iú gücü, örgüt amaçlarını isteyerek kabul
eder ve en verimli bir úekilde ürün ortaya çıkarır(Randall, 1987, 465).
Yüksek düzeyde ba÷lılı÷a sahip çalıúanlardan oluúan örgütlerde
bireyler, örgüt dıúında daha aktif olabilirler. Yüksek ba÷lılı÷a sahip çalıúanların,
83
örgütlerini örgüt dıúındaki insanlara olumlu açılardan belirtmeleri daha
muhtemeldir. Bu çalıúanlar böylece, yüksek kaliteli iú görenlerin örgütte iúe
alınmasını sa÷layabilirler.
Yüksek düzeyde ba÷ımlı çalıúanlar, örgütteki politikaların de÷iúen
úartlara göre yeniden gözden geçirilmesini sa÷lamak ve geçmiú uygulamalara
göre de÷iúiklikleri gerektiren stratejik fırsatların farkına varmada çok baúarılı
olmayabilirler(Mowday, 1982:142) .
3. Araútırmanın Amacı
Günümüz iú hayatında yaúanan de÷iúim ve geliúmeler bir taraftan
örgütlerin yapı ve iúlevlerini etkilerken di÷er taraftan da özellikle nitelikli
personelin organizasyondan beklentilerinde önemli geliúmelere neden olmuútur.
Bu kapsamda organizasyona önemli kazanımlar sa÷layan nitelikli personelin
örgütte tutulması ve tatmin edilmesi önemli hale gelmiútir. Söz konusu gerek
nitelikli personelin beklentilerinin en üst düzeyde gerçekleútirilmesi ve gerekse
örgütte tutulabilmesi bir bakıma çalıúanların sahip oldu÷u bilgi, yetenek, beceri
ve güdülerinin geliútirilmesi ve organizasyon içindeki ilerleyiúlerinin
planlanmasıyla mümkün olabilecektir. Bu kapsamda, yirmi birinci yüzyıla
girerken iúletmelerin yeniden yapılanma ve yönetimi konularında önemli
de÷iúikliklerin olması iú yaúamında bireysel düzeyde kariyer planlaması ve
geliúiminden çok, örgütsel düzeyde etkili kariyer yönetimine geçiúi zorunlu hale
getirmiútir. Bütün bu de÷iúimler, insan kaynakları uygulamaları çerçevesinde
örgüt ve personelin gelecekteki konum ve iúlevlerini de etkileyebilecektir. Bu
ba÷lamda bu çalıúma ile insan kaynakları uygulamaları kapsamında örgütlerde
etkin bir kariyer yönetiminin gerçekleútirilmesinin örgütsel ba÷lılı÷a etkisinin
araútırılması amaçlanmıútır.
4. Araútırmanın Kapsamı Ve Kullanılan Yöntem
Bu araútırma ampirik bir çalıúma niteli÷inde oldu÷undan, uygulamalı
araútırmalarda kullanılan araçlardan ilki olan anket yöntemi kullanılmıútır.
Anket formunun hazırlanmasında gerek bu konuda daha önceden yapılmıú
teorik çalıúmalardan gerekse çalıúmanın teorik kısmında yer alan konulardan
hipotezlere uygun olarak test etmeye layık görülen kısımların soru haline
dönüútürülmesinden yararlanılmıútır. Anket formu otuz sorudan oluúturulmuú
ve Meyer-Allen tarafından geliútirilen 5 noktalı Likert tipi ölçek olan üç
bileúenli “örgütsel ba÷lılık modeli” ölçe÷i kullanılmıútır. Bilindi÷i üzere Likert
Sistemi ‘Kesinlikle katılmıyorum’, ‘Katılmıyorum’, ‘Fikrim yok’,
‘Katılıyorum’,‘Tamamen katılıyorum’ úeklinde beúli cevap tekni÷i içeren bir
sistemdir.
Anket formu sa÷lık sektöründe faaliyet gösteren iúletmede çalıúanlara
uygulanmıútır. Araútırmada elde edilen veriler SPSS programında
de÷erlendirilmiútir. Ankette kariyer yönetimi ve örgütsel ba÷lılı÷ı ölçen sorulara
84
verilen cevaplar de÷erlendirilmiú ve daha sonra hipotezler sınanmaya
çalıúılmıútır.
Araútırmamızda ankete sorularından elde edilen verileri de÷erlendirmek
için iki ayrı grubun belli bir de÷iúkene ait ortalamalarını karúılaútırmak
amacıyla Mann Witney U Testi kullanılmıútır. Ayrı uygulama yöntemlerinin
her birinin örnekleme yoluyla seçimi ayrı gruplara uygulanması sonucunda, bu
yöntemlerden hangisinin etkili oldu÷unu anlamak, baúka bir de÷iúkenle
yöntemler arasında etkililik yönünden bir farkolup olmadı÷ını belirlemek için
Anova Testi kullanılmıútır.
4.1.Araútırmanın Sınırlılıkları
Her alanda meydana gelen de÷iúimin çalıúanları da etkiledi÷i, iú
görenlerin bir iúe sahip olmanın yanı sıra iú doyumuna sebep olan kendini
gerçekleútirme ve sorumluluk alarak kendini gerçekleútirme çabası içinde
oldukları, iúletme içinde ilerleme olanaklarını kullanarak üst pozisyona
yükselmek için çeúitli faaliyetler içinde oldukları, kariyer planlaması yapılan
iúletmelerde sadakatlerinin arttı÷ı, kariyerlerinin geri kalan kısmını kariyer
planlaması yapılan iúletmede geçirmek istedikleri, kendilerini ilerleme
olanakları gösterilen iúletmeye ait hissettikleri varsayılmıútır.
4.2.Ana Kütle Ve Örneklem
Araútırmamız sa÷lık sektöründe Ankara’da hizmet veren Özel
Kavaklıdere Umut Hastanesi’nde yapılmıútır. Hastanede çalıúan 184 kiúiden,
100 çalıúan kiúiye ulaúılarak, çalıúanlarda kariyer tatmininin örgütsel ba÷lılı÷a
etkisini ölçen anket çalıúması yapılmıútır.
5. Araútırma Bulgularının Analizi Ve Bulguların
De÷erlendirilmesi
ølk olarak anket sorularına verilen cevaplar SPSS programı yardımıyla
Güvenilirlik Testi yapılarak, Ölçe÷in Güvenilirli÷ini belirlemek amacıyla
yapılan güvenilirlik analizi sonucunda Cronbach's Alpha 0,848 (%84,8) olarak
bulunmuútur. Ölçek yüksek düzeyde güvenilirdir. Araútırmada kullanılan
ölçekler sırası ile incelendi÷inde ölçeklerin güvenirlilik katsayıları aúa÷ıdaki
úekilde bulunmuútur.
Tablo- 5.1.: Araútırmada Kullanılan Ölçeklerin Güvenilirlik Katsayıları
Ölçek
Madde
sayısı
10
7
8
Kariyer yönetimi
Kariyer planlama ve geliútirme
Örgütsel ba÷lılık
85
Cronbach alpha de÷eri
0,85
0,81
0,78
5.2. Demografik Bilgiler
Araútırmaya katılanların demo÷rafik bilgileri Aúa÷ıda Tablo 4.1.1’de
görüldü÷ü gibidir.
Tablo- 5.2.1.: Araútırmaya Katılanların Demo÷rafik Da÷ılımları
Kadın
Erkek
Toplam
Sayı
56
44
100
Yüzde
56,0
44,0
100,0
Yaú
18-30
31-44
45 ve üzeri
Toplam
E÷itim
ølkö÷retim Mezunu
Lise Mezunu
Üniversite Mezunu
Yüksek Lisans
Doktora
Toplam
Çalıúma Süresi
1 yıldan az
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
16 yıl ve üzeri
Toplam
37
57
6
100
Sayı
5
58
24
9
4
100
Sayı
7
30
39
21
3
100
37,0
57,0
6,0
100,0
Yüzde
5,0
58,0
24,0
9,0
4,0
100,0
Yüzde
7,0
30,0
39,0
21,0
3,0
100,0
Cinsiyet
Tablo- 5.2.1’de görüldü÷ü gibi araútırmaya katılanların %56’sı kadın ve
%44’ü erkek úeklindedir. Araútırmaya katılanların %37’sini 18-30 yaú
aralı÷ındaki kiúiler %57’sini 31-44 yaú, %6 sı ise 45 yaú ve üzeri kiúilerden
oluúmaktadır. E÷itim düzeyleri ise % 5 i ilkö÷retim, %58’i lise, %24’ü
üniversite, % 9’u yüksek lisans ve % 4’ü doktora mezunudur. Araútırmaya
katılanların çalıúma süreleri ise % 7’si 1 yıldan az, %30’u 1-5 yıl aralı÷ında, %
39’u 6-10 yıl arasında, % 21’i 11-15 yıl aralı÷ında, %3’ü 16 yıl ve üzeri
iúletmede çalıúmıú kiúilerdir.
5.3. Kariyer Yönetimine øliúkin Bilgiler
øúletme çalıúanlarının kariyer yönetimi uygulamalarına iliúkin
de÷erlendirmelerini tespit etmek amacıyla aúa÷ıda Tablo 5.3.1.’deki faktörler
beúli likert ölçe÷i úeklinde sorulmuútur. Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5
86
kesinlikle katılıyorum anlamındadır. Sonuçlar Tablo 5.3.1.’de görüldü÷ü
gibidir.
Tablo- 5.3.1.: Araútırmaya Katılanların Kariyer Yönetimine øliúkin
Tutumları
Kariyer Yönetimi iliúkin ifadeler
9
_
X
4,40
Std.
Sap.
0,72
Kendimi bu iúletmenin bir parçası olarak görüyorum
øúyerimde kariyer yönetimi yapılmakta, bu da iúletmeye
4,32
0,68
8
karúı sadakatimi artırmaktadır.
øúletmede çalıúanlara yönelik kariyer planlama ve
4,11
0,58
5
geliútirmesi uygulaması vardır.
10 ølerleme ve terfi olanakları memnun edicidir.
4,11
0,75
Açık pozisyonlara personel seçiminde bireyin kariyer
3,98
0,72
6
hedefleri dikkate alınmaktadır
øúletmenizde çalıúanların performansının de÷erlendirilmesine
3,88
0,83
2
çok önem verilmekte, çok zaman ve çaba harcanmaktadır.
øúletmede kariyer planlama ve geliútirmeye ba÷lı olarak en
7
3,82
0,82
yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi söyleyebilirim.
1 øúe en uygun insanı seçmeye iúletmede önem verilmektedir.
3,71
1,06
Terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre
3,51
0,83
3
yapılmaktadır.
Çalıúanlar arasında maaú farklılıkları bireylerin iúletmeye
4
3,44
0,73
katkıları arasındaki farklılıkları çoklukla yansıtmaktadır.
Notlar: (i) n=100, (ii) ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle
katılıyorum anlamındadır. (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre
(Ȥ2=453,405; p<0,001) sonuçlar istatistiksel bakımdan anlamlıdır.
Çalıúanların kariyer yönetimine iliúkin tutumları incelendi÷inde en
önemli konu (4,40) ortalama ile çalıúanların kendisini iúletmenin bir parçası
olarak görmeleridir. Çalıúanlar kendilerini iúletmenin bir parçası olarak
görmeleri iúletmede çalıúanlara uygulanan kariyer yönetiminin etkisini bize
göstermektedir. øúletmede kariyer planlama sürecinin etkili bir úekilde sürdü÷ü
ve kariyer yönetimi uygulanarak kiúilerin iúletmeyi benimsediklerini bize
göstermektedir. Çalıúanların kariyer yönetimine tutumları incelendi÷inde ikinci
önemli konunun (4,32) ortalama ile iúletmede kariyer yönetimi uygulamasının
çalıúanların iúletmeye olan sadakatlerini artırmasıdır. Kariyer yönetimi
yapılması çalıúanların iúletmeye ba÷lamakta ve iúletmede çalıúanların daha
verimli çalıúmasında rol oynamaktadır. Di÷er maddelere bakacak olursak,
Çalıúanlara yönelik kariyer planlama ve geliútirmesi uygulaması vardır (4,11);
ilerleme ve terfi olanakları memnun edicidir (4,11); açık pozisyonlara personel
seçiminde bireyin kariyer hedefleri dikkate alınmaktadır (3,98); iúletmenizde
çalıúanların performansının de÷erlendirilmesine çok önem verilmekte, çok
zaman ve çaba harcanmaktadır (3,88); iúletmede kariyer planlama ve
geliútirmeye ba÷lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi
87
söyleyebilirim (3,82); iúe en uygun insanı seçmeye iúletmede önem
verilmektedir (3,71); terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre
yapılmaktadır (3,51) ve çalıúanlar arasında maaú farklılıkları bireylerin
iúletmeye katkıları arasındaki farklılıkları çoklukla yansıtmaktadır (3,44)
úeklinde sıralanmaktadır.
Araútırmaya katılanların kariyer yönetimine iliúkin tutumlarında
cinsiyete göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo
5.3.2’deki gibidir.
Araútırmaya katılanların kariyer yönetimine iliúkin tutumlarında yaú
gruplarına göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda
Tablo 5.3.3’deki gibidir.
Tablo- 5.3.2.: Araútırmaya Katılanların Yaú Gruplarına Göre Kariyer
Yönetimine øliúkin Tutumları
Yaú Grupları
øfadeler
Terfiler ve maaú artırımları
performans de÷erlemeye göre
yapılmaktadır.
18-30
(n=37)
31-44
(n=57)
45 ve
üzeri
(n=6)
Anova
Testi
_
X
S.S.
_
X
S.S.
_
X
S.S.
F
p
3,51
0,87
3,60
0,75
2,67
1,03
3,541
<,05
øúletmede kariyer planlama ve
geliútirmeye ba÷lı olarak en
3,51 0,80 4,00 0,78 4,00 0,89 4,369 <,05
yüksek terfi pozisyonuna
gelebilece÷imi söyleyebilirim.
Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum
anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını
göstermektedir.
Tablo 5.3.2. incelendi÷inde “terfiler ve maaú artırımları performans
de÷erlemeye göre yapılmaktadır” ve “iúletmede kariyer planlama ve
geliútirmeye ba÷lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi
söyleyebilirim” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir
fark elde edilmiútir.
Araútırmaya katılanların kariyer yönetimine iliúkin tutumlarında e÷itim
düzeylerine göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda
Tablo 5.3.3.’deki gibidir.
88
Tablo-5.3.3.: Araútırmaya Katılanların E÷itim Düzeylerine Göre
Kariyer Yönetimine øliúkin Tutumları
E÷itim Düzeyi
Yüksek
LisansDoktora
(n=13)
_
S.S.
X
Anova
Testi
F
p
0,96
3,85
0,69
4,886
<,05
0,46
4,69
0,48
8,578
<,05
ølkö÷retimLise
(n=63)
Üniversite
(n=24)
_
X
S.S.
_
X
S.S.
Terfiler
ve
maaú
artırımları
performans
de÷erlemeye
göre
yapılmaktadır.
3,32
0,76
3,83
øúletmede
çalıúanlara
yönelik kariyer planlama
ve
geliútirmesi
uygulaması vardır.
4,02
0,58
4,04
øfadeler
øúletmede
kariyer
planlama ve geliútirmeye
ba÷lı olarak en yüksek
3,83 0,77 3,54 0,93 4,31 0,63 3,887 <,05
terfi
pozisyonuna
gelebilece÷imi
söyleyebilirim.
Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum
anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını
göstermektedir.
Tablo-5.3.3.incelendi÷inde “terfiler ve maaú artırımları performans
de÷erlemeye göre yapılmaktadır”, “iúletmede çalıúanlara yönelik kariyer
planlama ve geliútirmesi uygulaması vardır” ve “iúletmede kariyer planlama ve
geliútirmeye ba÷lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi
söyleyebilirim” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir
fark görülmektedir.
5.4. Örgütsel Ba÷lılı÷a øliúkin Bilgiler
øúletme çalıúanlarının örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin de÷erlendirmelerini
tespit etmek amacıyla aúa÷ıda Tablo- 5.4.1.’deki faktörler beúli likert ölçe÷i
úeklinde sorulmuútur. Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle
katılıyorum anlamındadır. Sonuçlar Tablo- 5.4.1’de görüldü÷ü gibidir.
89
Tablo- 5.4.1.: Araútırmaya Katılanların Örgütsel Ba÷lılık Düzeyleri
Örgütsel Ba÷lılık ifadeleri
23
18
22
19
21
25
24
20
Kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer
planının uyum içerisinde olması önemlidir.
øúletmede yaptı÷ım iú tatmin edicidir.
Kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin verilmesi gereklidir.
øúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir ve sonuçları hakkında
bilgi verilir.
Kariyer planlaması yapmak çalıúanın iúletmeden ayrılmamasında
etkilidir.
Bu iú yerine çok úey borçluyum.
Bir iúletmeden di÷erine geçmeyi uygun bulmuyorum.
Bir insanın iúyerine her zaman sadakat göstermesi gerekti÷ine
inanmıyorum.
_
X
Std.
Sap.
4,43
0,67
4,33
4,31
0,73
0,68
4,01
0,59
4,00
0,85
3,74
3,67
0,84
1,04
2,00
1,06
Çalıúanların örgütsel ba÷lılık düzeyleri incelendi÷inde en önemli konu
(4,43) ile kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer planının
uyum içerisinde olması önemlidir konusu gelmektedir. Çalıúanların
geleceklerini yönelik kariyerleri ile verecekleri kararları kurumun kendilerine
sa÷ladıkları kariyer olanakları ile örtüúmesi örgütsel ba÷lılık düzeyini de
artıracak ve kurumdan ayrılma oranı azalacaktır. Çalıúanların iúletmede
yaptıkları iúlerden (4,33) ile tatmin oldukları görülmektedir. øúinden memnun ve
tatmin olan bir çalıúanın örgütsel ba÷lılık düzeyi artacaktır. Bu iúletmede aynı
zamanda kiúilerin yaptıkları iúleri severek yaptıklarını göstermektedir. Daha
sonra önemli madde olarak (4,31) ile kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin
önemli oldu÷u konusudur. øúletmede yapılan kariyer yönetimini çalıúanların
benimsemesi için öncelikle yapılan iúin içeri÷ini bilmeleri ve bu konuda bilinçli
olması gerekir. Kariyer yönetimi benimseyen çalıúanların kurumdaki
pozisyonları ve kiúisel olarak kariyer planları ile ilgili daha sa÷lıklı kararlar
vermelerine olanak sa÷lanır.Kariyer planlaması yapmak çalıúanın iúten
ayrılmamamsında etkilidir (4,00)’dır. Küresel rekabet ve bilgi ça÷ını
yaúadı÷ımız günümüzde çalıúanlar daha iú olanakları ve kariyer hedeflerini
gerçekleútirebilecekleri iúletmeleri seçmektedir. Dolayısıyla kariyer planlaması
yapmak çalıúanların örgütsel ba÷lılı÷ını artıracaktır. Bu iú yerine çok úey
borçluyum ( 3,74); Bir iúletmeden di÷erine geçmeyi uygun bulmuyorum (3,67);
Bir insanın iúyerine her zaman sadakat göstermesi gerekti÷ine inanmıyorum
(2,00) ortalama ile sıralanmaktadır.
Araútırmaya katılanların örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin tutumlarında
cinsiyete göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo5.4.2.’deki gibidir.
90
Tablo-5.4.2.: Araútırmaya Katılanların Cinsiyetlerine Göre Örgütsel
Ba÷lılıklarına øliúkin Tutumları
øfadeler
Cinsiyet
Kadın
(n=56)
_
Std.
X Sap.
øúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir ve
sonuçları hakkında bilgi verilir.
Kariyer planlaması yapmak çalıúanın
iúletmeden ayrılmamasında etkilidir.
Kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin
verilmesi gereklidir.
Kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla
kurumun kariyer planının uyum içerisinde
olması önemlidir.
Bu iú yerine çok úey borçluyum.
Erkek
(n=44)
_
Std.
X
Sap
Mann-Whitney
U Testi
Z
p
3,89 0,56
4,16
0,61
-2,463
<,05
3,80 0,84
4,25
0,81
-2,843
<,05
4,16 0,73
4,50
0,55
-2,301
<,05
4,30 0,74
4,59
0,54
-1,999
<,05
3,61 0,82
3,91
0,83
-2,101
<,05
Not: (i) n=100 (ii) parantez içindeki rakamlar her bir gruba giren kiúi sayısını
göstermektedir.
Tablo-5.4.2. incelendi÷inde “iúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir
ve sonuçları hakkında bilgi verilir”, “kariyer planlaması yapmak çalıúanın
iúletmeden ayrılmamasında etkilidir”, “kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin
verilmesi gereklidir”, “kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun
kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir” ve “bu iú yerine çok úey
borçluyum” maddelerinde cinsiyete göre istatistiksel bakımdan anlamlı bir
farklılık oldu÷u ve erkek katılımcıların ba÷lılık düzeylerinin bayanlara göre
daha yüksek oldu÷u görülmektedir.
Araútırmaya katılanların örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin tutumlarında yaú
gruplarına göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda
Tablo- 5.4.3. ’deki gibidir.
Tablo-5.4.3.: Araútırmaya Katılanların Yaú Gruplarına Göre Örgütsel
Ba÷lılıklarına øliúkin Tutumları
Yaú Grupları
øfade
Bir insanın iúyerine her zaman
sadakat göstermesi gerekti÷ine
inanmıyorum.
18-30
(n=37)
_
S.S.
X
1,95
0,91
31-44
(n=57)
_
S.S.
X
1,88
1,02
45 ve üzeri
(n=6)
_
S.S.
X
3,50
1,38
Anova
Testi
F
p
7,194
<,05
Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum
anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını
göstermektedir.
91
Tablo 5.4.3. incelendi÷inde “bir insanın iúyerine her zaman sadakat
göstermesi gerekti÷ine inanmıyorum” maddesinde gruplar arasında istatistiksel
bakımdan anlamlı bir fark vardır.
Araútırmaya katılanların örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin tutumlarında
e÷itim düzeylerine göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar
aúa÷ıda Tablo- 5.4.4. ’deki gibidir.
Tablo- 5.4.4.: Araútırmaya Katılanların E÷itim Düzeylerine Göre
Örgütsel Ba÷lılıklarına øliúkin Tutumları
E÷itim Düzeyi
øfade
ølkö÷retimLise
(n=63)
_
X
S.S.
Üniversite
(n=24)
_
X
S.S.
Yüksek
LisansDoktora
(n=13)
_
S.S.
X
Anova
Testi
F
P
øúimdeki baúarı durumum
de÷erlendirilir ve
3,92 0,58 4,04 0,62 4,38 0,51 3,494 <,05
sonuçları hakkında bilgi
verilir.
Kariyer planlaması
yapmak çalıúanın
3,87 0,89 4,42 0,58 3,85 0,90 4,004 <,05
iúletmeden
ayrılmamasında etkilidir.
Kariyer yönetimi için
kariyer e÷itiminin
4,17 0,71 4,46 0,59 4,69 0,48 4,157 <,05
verilmesi gereklidir.
Kariyer geliúiminde
kiúisel kariyer planıyla
kurumun kariyer planının
4,32 0,67 4,58 0,72 4,69 0,48 2,59 <,05
uyum içerisinde olması
önemlidir.
Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum
anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını
göstermektedir.
Tablo 5.4.4. incelendi÷inde “iúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir
ve sonuçları hakkında bilgi verilir”, “kariyer planlaması yapmak çalıúanın
iúletmeden ayrılmamasında etkilidir”, “kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin
verilmesi gereklidir” ve “kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun
kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir” maddelerinde gruplar
arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark oldu÷u görülmektedir.
92
SONUÇ VE ÖNERøLER
Üçüncü dalga toplumu, Enformasyon toplumu veya Hizmetler Sınıfı
Toplumu gibi de÷iúik kavramlarla isimlendirilen bilgi toplumunda örgütlerin en
önemli sermayelerinin insan unsuru oldu÷u anlaúılmıútır. ønsan sermayesinin bu
kadar önemli hale gelmesi, örgüt ve çalıúanların iúbirli÷i ve sadakatine dayanan
örgütsel ba÷lılı÷a duyulan ihtiyacı artırmaktadır.
Günümüzde örgütlerin yapı ve süreçlerini derinden etkileyen
küreselleúme, iúletmelerin ve bireylerin ayakta kalabilmeleri için her alanda
rekabetçi konuma gelmelerini bir zorunluluk haline getirmiútir. Bu küresel
rekabet ortamında iúletmelerin baúarılı olabilmesi ve örgütsel verimlili÷i
arttırabilmeleri sadece yapı-süreç ve teknolojik de÷iúikliklerle de÷il, aynı
zamanda ve en önemlisi insan kayna÷ını e÷itmek, geliútirmek ve gelece÷e
hazırlamakla mümkün olabilecektir. Fakat, günümüzün belirsiz, sınırları
kalkmıú ve sürekli de÷iúen dünyasında gerek iúletmelerin ve gerekse bireylerin
her alanda oldu÷u gibi kariyer planlama ve geliútirme konusunda da
beklentilerinin sürekli de÷iúmesine neden olabilmektedir. Bu kapsamda
küreselleúen iú hayatında yeniden úekillenen farklı kariyer yolları ve
yaklaúımları örgütlerin ve bireylerin gelece÷e yönelik karar ve beklentilerini
yönlendirmede önemli açılımlar sa÷layabilece÷i ifade edilebilir
Örgüt ve çalıúanlar arasındaki iliúkinin oda÷ını örgütsel ba÷lılık
oluúturmaktadır. Örgütlerin günümüzde içerisinde bulundu÷u úiddetli rekabet,
küçülerek büyüme, úirket evlilikleri gibi durumlarda baúarılı olabilmeleri için
örgütsel ba÷lılık, örgüt yönetimlerine çeúitli avantajlar sa÷lamaktadır.
Çalıúanların hedef ve de÷erleriyle örgütün hedef ve de÷erlerinin bütünleúmesi,
örgüt yararına gönüllü olarak fazladan çaba sarf etme ve örgüt üyeli÷inin
devamını isteme anlamına gelen ba÷lılık pek çok problemi kendili÷inden
çözüme kavuúturacak ve örgütlerin rekabet ortamında bir adım öne çıkmalarına
neden olacaktır.
Örgütsel ba÷lılı÷ın sa÷lanılmasında yöneticilerin dikkate alması
gereken yönetsel önlemler úunlar olabilir.
• Yönetim politika ve uygulamalarında adaletli olunması ve hiçbir çalıúanın
hakkının yenilmemesine dikkat edilmelidir. Yapılan araútırmalar göstermektedir
ki yersiz, yetersiz ve yanlıú uygulamalar çalıúanların örgütlerine ba÷lılık
göstermemelerinin temel nedenini teúkil etmektedir.
• Çalıúanların beklentileri belirlenerek, bunları tatmin etmeye yönelik
giriúimlerde bulunulmadır. Böylece çalıúanlar iúleri sayesinde tatmin
olduklarından iúletmeye karúı verimliliklerini artıracaklardır.
• Örgütte çalıúanların amaçları arasında uyumun adil bir úekilde
gerçekleútirilmelidir. Bu sayede örgüt içinde amaç çatıúması yaúanmayacak ve
verimli bir çalıúma ortamı sa÷lanacaktır.
93
• Mutlaka baúarılı çalıúanları ödüllendiren bir ödül sistemi tesis edilmelidir. Bu
sayede çalıúmalarının karúılı÷ını adaletli olarak elde eden çalıúanlar iúletmeye
karúı güven duyacaklardır.
• Çalıúanların performans de÷erlendirmeleri zamanında yapılmalı ve çalıúanlara
ildirilmelidir. Bu sayede çalıúanlar verimlerinin farkında olup buna göre
kendilerini geliútireceklerdir.
• Görev ve rol tanımları rol çatıúmasına yol açmadan örgüte ba÷lılık duygusu
oluúturacak biçimde açık ve anlaúılır biçimde ortaya konulmalıdır. Böylelikle
çalıúanlar ilerleyecekleri konumlardan haberdar olduklarından performansları
artacaktır.
• Çalıúanların önemli kararlarda fikirleri alınmalı, onlara da söz hakkı
tanınmalıdır. Kararlarına önem verildi÷i çalıúan, kendini iúletmenin bir parçası
hissedecektir.
• Her bir çalıúana birey olarak de÷er verildi÷i hissi kazandırılmalıdır. Bu sayede
çalıúan-iúletme ba÷lılı÷ı sa÷lanacaktır.
• Çalıúanlara yaptıkları iúin örgüt için ne denli önemli oldu÷u bilinci
kazandırılmalıdır. Böylece çalıúan kendine de÷er verildi÷ini görüp iúletmesine
daha sıkı ba÷lanacaktır.
• Çalıúanların bilgi ve becerilerinin geliútirilmeli ve bilgi ve becerilerine uygun
iúlerde çalıútırılmalıdır. Böylece çalıúan ile yaptı÷ı iú arasında uyum sa÷lanacak,
çalıúan yaptı÷ı iúten tatmin olacaktır.
• Görev ve sorumlulu÷a denk yetkiler verilmelidir. Aksi takdirde sadece görev
verilip sorumluluk verilmedi÷inde çalıúan yapmasını istenen iúi gerekli verimde
yapmayacaktır.
• Çalıúanlara görevlerinin yerine getirilmesinde gerekli özerkli÷in verilmesi
gerekmektedir.
Kariyerin do÷ası ve biçimi hızla de÷iúen ve geliúen insan kaynakları
uygulamaları çerçevesinde sürekli de÷iúmekte, evrim geçirmekte ve kariyer
geliúimi bugün çok daha önemli bir hale gelmektedir. Bu anlamda iúletmelerin
insan kaynaklarına yatırım anlamında kabul edilen yeni kariyer yaklaúımlarını
yakından takip etmeleri ve bu yaklaúımları çalıúanların iú tatminini arttıracak
úekilde örgüt yapılarıyla bütünleútirerek uygulamaları etkin ve rekabetçi bir
örgüt yaratabilme yönünde seçilebilecek en iyi yol olarak gözükmektedir
Sonuç olarak, yo÷un rekabetin yaúandı÷ı dünya pazarlarında örgütlerin
ayakta durabilmeleri ve rekabet edebilmeleri için sahip oldukları en önemli
sermaye olan insan kayna÷ını etkin ve verimli biçimde kullanmaları
gerekmektedir. Ekonomik ve siyasi istikrarsızlı÷ın bir gelenek haline dönüútü÷ü
ülkemizde sık sık yaúanılan krizlerin neden oldu÷u pek çok örgütsel
94
problemden en az zararla kurtulabilmekte örgütsel ba÷lılık örgüt yönetimlerine
önemli açılımlar sunabilmektedir.
KAYNAKÇA
Aldemir C. A. Ataol ve G. Budak, Personel Yönetimi, 3.b., Barıú Yayıncılık,
øzmir, 1998
Argüden M., Örgütsel Kariyer Yönetimi ve Yapı Kredi Bankası
Uygulaması, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstistüsü Yüksek Lisans Tezi, 1998
Aytaç
Serpil, Çalıúma Yaúamında Kariyer Yönetimi Planlaması
Geliútirilmesi Sorunları, 1. Baskı, Epsilon Yayıncılık, østanbul 1997
Balay Refik, Yönetici ve Ö÷retmenlerde Örgütsel Ba÷lılık, Nobel Yayın
Da÷ıtım, Ankara, Kasım 2000
Can Halil, Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, 3. Baskı, Ankara,
1994
Erdöl C., Kariyer Planlama Sistemi, Kariyer Yönetimi, Kariyer Geliútirme,
Kariyer Sorunları ve Koçluk Uygulamaları, Gebze øleri Teknoloji
Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Gebze, 2000
Hall, Douglas T.; Benjamin Schneider ve H. T. Nygren. “ Personal Factors in
Organizational Identification”. Administrative Science Quarterly, Vol.:
15, Issue: 2, (Jun, 1970)
øbicio÷lu H., Örgütsel Ba÷lılıkta Paradigmatik Uyumun Yeri, Dokuz Eylül
Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:15, Sayı: 1,
2000
Karatepe O. ve Halıcı A., øú Tatmininin Örgütsel Ba÷lılık Üzerindeki
Etkilerine Yönelik Ampirik Bir De÷erlendirme, 6. Ulusal Yönetim
Kongresi,1998
Keleú, Hatice, Necla Çelik , øú Tatmininin Örgütsel Ba÷lılık Üzerindeki
Etkisine øliúkin ølaç Üretim ve Da÷ıtım Firmalarında Yapılan Bir
Araútırma, Konya, 2006
Mowday, Richard T.; Lyman W. Porter ve Richard M. Steers. EmployeeOrganization Linkages : The Psychology of Commitment,
Absenteeism, and Turnover. New York: Academic Press, 1982
Noe,Raymond A., ønsan Kaynaklarının E÷itim ve Geliúimi, Çeviren
Prof.Dr.Canan Çetin, østanbul: Beta Basım Yayın Da÷ıtım, 1999
Nelson Debra ve J. Quick, Organizational Behaviour, New York: West
Publishing Company,1997
95
Randall, D.M., Commitment And Organization: The Organization Nan
Revisited, Academy Management Reviev, 1987
Tortop Nuri, Personel Yönetimi, TODAøE, Devlet østatistik Enstitüsü
Matbaası, 1992
96
VERø ZARFLAMA ANALøZø VE HASTANE ETKøNLøöøNøN
ÖLÇÜLMESøNDE KULLANIMI
Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK1
ÖZET
Veri Zarflama Analizi (VZA), son yıllarda yönetim bilimlerinde çok yaygın
olarak kullanılan bir metottur. Veri Zarflama Analizi do÷rusal programlamanın
özel bir uygulama úekli olup, aynı amaç ve hedeflere sahip iúletmelerin göreceli
olarak verimlili÷ini ölçmede kullanılmaktadır. VZA matematiksel programlama
tekniklerini kullanarak çok sayıda girdi ve çok sayıda çıktıyı de÷erlendirir ve
benzer karar verme birimlerinin (Decision Making Unit - DMU) etkinlik
(efficiency) analizini yapar. VZA’nın en önemli avantajı, klasik etkinlik
yaklaúımlarından farklı olarak girdi ve çıktıların a÷ırlıklarının analizci tarafından
belirlenmesidir. Bu çalıúma, özellikle son yıllarda ilgili literatürde kullanımı
artan veri zarflama analizinin hastanelerin göreli etkinlik ölçümünde nasıl
kullanıldı÷ı ile ilgili betimleyici ve sorgulayıcı bir bakıú açısıyla bilgi vermeyi
amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Veri Zarflama Analizi, Hastane Etkinli÷i
DATA ENVELOPMENT ANALYSøS AND USøNG HOSPøTAL
EFFøCøENCY
ABSTRACT
Data Envelopment Analysis (DEA) has become one of the most widely used
methods in management science. Data envelopment analysis (DEA) is an
application of linear programming that has been used to measure the relative
efficiency of operating units with the same goals and obfectives. DEA uses
mathematical programming techniques to evaluate multi input-multi output data
and finds the relative efficiency scores of similar Decision Making Units
(DMUs). On the contrary to classical efficiency approaches, the most important
feature of DEA is that the determination of weights for inputs and outputs by
the analyzer is not required.
Keywords: Data Envelopment Analysis, Hospital Efficiency
GøRøù
Günümüzde iúletmelerin gerek duydu÷u kaynaklar giderek azalmakta;
kıt kaynakların etkin úekilde kullanımının önemi ise giderek artmaktadır.
Dolayısıyla ekonomik büyüme ve kalkınmanın temel hedefi, etkinli÷in
arttırılmasıdır.
øúletmelerin
kaynaklarını
etkin
úekilde
kullanıp
kullanmadıklarının ölçümü, aynı sektörde faaliyet gösteren ve benzer üretim
1
Ö÷r.Gör. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
97
faktörleri kullanarak, benzer ürünler üreten iúletmelerle karúılaútırılmaları yolu
ile gerçekleútirilebilir. Bu noktada birden çok girdi-çıktının oldu÷u ve girdiçıktıların farklı ölçü birimlerine sahip oldu÷u durumlarda, iúletmelerin göreli
etkinli÷ini ölçmeyi amaçlayan veri zarflama analizi (VZA) yöneticilere önemli
bir yardımcı araç sunmaktadır. Do÷rusal programlama tabanlı bir teknik olan
VZA'da temel varsayım, tüm iúletmelerin benzer stratejik hedeflere sahip
olması ve aynı tür girdi kullanıp aynı tür çıktı üretmesidir.
VZA, analitik bir fonksiyonel yapıya gerek duymaması, çoklu girdi ve
çoklu çıktıyı aynı anda de÷erlendirebilmesi, etkin ve etkin olmayan karar verme
birimlerini birbirinden ayırarak etkin birimler içinden referans noktaları
oluúturması, girdi ve çıktıların ortak bir birimle ifade edilemedi÷i durumlarda
dahi kullanılabilmesi gibi özelliklerinden dolayı ön plana çıkarılmakta,
uygulama alanını geniúletmektedir. Bu nedenle VZA, hastaneler, okullar, sa÷lık
birimleri, bankalar, pazar araútırması, tarım, ulaútırma, kamu idaresi gibi birçok
farklı kuruluúun etkinli÷inin de÷erlendirilmesinde baúarı ile uygulanmaktadır.
VERøMLøLøK ETKøNLøK VE ETKøLøLøK KAVRAMLARI
Verimlilik (productivity), bir üretim ya da hizmet sürecinin belli bir
dönem sonunda üretilmiú olan ürün ve hizmetlerle (çıktı), bu üretimi
gerçekleútirmek amacıyla kullanılan üretim kaynaklarının (girdi) birbirine
oranlanması ile elde edilen bir katsayıdır. “Verimlilik = Çıktı / Girdi” formülü
ile ifade edilmektedir.
Tek girdi - tek çıktı durumu dikkate alındı÷ında, herhangi bir karar
verme biriminin (KVB)2 verimlili÷i, çıktının girdiye oranı olarak
tanımlanmaktadır. Baúka bir deyiúle, (0,0) noktasından baúlayan ve karar verme
birimini temsil eden noktadan geçen do÷runun e÷imi, bu karar verme birimi için
verimlilik de÷erini vermektedir (Tarım, 2001: 11). Aúa÷ıdaki úekilde tek girdi tek çıktı durumu için gözlenen çeúitli karar verme birimleri verilmiútir.
2
KVB, bir takım girdileri bir takım çıktılara dönüútürmekten sorumlu iúletme veya
ekonomik kuruluúlar, departmanlar, hükümet programları vb. olarak tanımlanır. Kısaca
"karar birimi" olarak da nitelendirilir. (KVB - Decision Making Units" ya da "DMU's)
98
ùekil 1. Verimlilik
Kaynak: Tarım, 2001: 11
Bu karar verme birimleri içerisinde en yüksek verimlili÷e F karar verme
biriminin sahip oldu÷u görülmektedir. Bunun nedeni ise, di÷er karar verme
birimlerine nazaran daha az kaynak (girdi) kullanmasına karúın daha çok ürün
ya da hizmet (çıktı) üretmesidir. Bu karar verme biriminden geçen ve e÷imi
verimlilik düzeyini gösteren do÷ru kesiksiz çizgi ile gösterilmiútir. Gözlemler
arasında en düúük verimlili÷e A karar verme birimi sahiptir. B ve C karar verme
birimleri birbirinden çok farklı ölçekte çalıúmalarına ra÷men aynı verimlilik
düzey indedirler. Benzer úekilde, D ve E karar verme birimleri de aynı
verimlilik düzeyinde olup, verimlilik de÷eri F'den küçük, di÷erlerinden
büyüktür.
Etkinlik (eficiency) kavramı verimlilik formülünün paydası yani
girdilerle ilgilidir. Etkinlik, girdi unsurlarının ya da üretim kayna÷ının fiili
kullanım durumunun belli teknikler ile saptanmıú standartlara kıyaslaması ile
bulunan bir gösterge olarak kabul edilebilir. “Etkinlik = Fiili de÷er / Standart
De÷er” formülü ile ifade edilmektedir (Pilyavsky ve Staat, 2008: 146).
øúletme yönetiminde "Teknik Etkinlik, Fiyat Etkinli÷i ve Ölçek
Etkinli÷i" olmak üzere, üç türlü etkinlik kavramının öne çıktı÷ı görülmektedir.
Bu kavramlar Farrel’in 1957 tarihinde yazmıú oldu÷u "The Measurement of
Productivite Efîciency" adlı makalesinde yer almaktadır. Farrell'e göre, bir
iúletmenin elinde bulundurdu÷u girdi bileúimini en uygun biçimde kullanarak
mümkün olan en çok çıktıyı üretmedeki baúarısı "Teknik Etkinlik"; girdi ve
çıktı fiyatlarını göz önüne alarak en uygun girdi karmasını seçmedeki baúarısı
"Fiyat Etkinli÷i"; uygun ölçekte üretim yapmadaki baúarısı ise "Ölçek
Etkinli÷i" olarak tanımlanmaktadır. Bu bileúenlerin hepsi birden bir iúletmenin
"Genel Ekonomik Etkinli÷ini" belirlemektedir (Yolalan, 1993).
Etkililik (effectiveness) kavramı ise verimlilik formülünün payı yani
çıktılarla ilgilidir. Etkililik, bir karar biriminin daha önceden belirlenen
99
amaçlara ne derecede ulaútı÷ını gösteren bir orandır. Gerçekleúen çıktıların
planlanan çıktılara oranlanmasıyla ifade edilmektedir. Dolayısıyla etkililik
çıktılarla ilgili bir kavram iken etkinlik eldeki kaynakların kullanımıyla
(girdilerle) ilgili bir kavramdır (Yavuz, 2003: 2).
ETKøNLøK ÖLÇÜM YÖNTEMLERø
Etkinlik konusunda birçok çalıúma yapılmıú ve bu çalıúmalar içinde
birçok model önerilmiútir. En çok kullanılan etkinlik ölçüm yöntemleri üç ana
baúlık altında toplanmaktadır ( Bozda÷ vd., :2001:1):
• Oran Analizi
• Parametrik Yöntemler
• Parametrik Olmayan Yöntemler
Parametrik ve parametrik olmayan yöntemleri, "sınır yaklaúımı"
(frontier approach) adı altında tek bir grupta toplamak da mümkün olabilir.
Etkinli÷in ölçümü için yukarıda sıralanan yöntemlerden en basit olanı oran
analizidir. Bu yaklaúımda her bir oran etkinlikle ilgili boyutlardan sadece bir
tanesini göz önüne alırken di÷erlerini göz ardı etmektedir, dolayısıyla oran
analizi tek boyutlu bir yöntemdir. Bu durumda, ele alınan tek boyutun
etkinli÷inin iúletmenin etkinli÷i olarak de÷erlendirmek de sakıncalı bir
yaklaúımdır. Zira oran analizi sonucunda bulunan oranların bazıları, iúletmenin
son derece baúarılı oldu÷u görünümünü verirken, bazıları da iúletmenin son
derece baúarısız oldu÷u sonucunu vermektedir. Çoklu girdi ve çoklu çıktısı olan
üretim ya da hizmet sistemlerinde oran analizini kullanmak anlamlı
olmamaktadır.
Etkinlik ölçüm yöntemlerinden ikinci grup ise parametrik
yöntemlerdir. Bu yöntemlerde, etkinlik ölçümü gerçekleútirilecek olan endüstri
dalına iliúkin üretim fonksiyonunun analitik bir yapıya sahip oldu÷u varsayımı
yapılır ve bu fonksiyonun parametrelerinin belirlenmesine çalıúılır. CobbDouglas tipi üretim fonksiyonuna iliúkin parametrelerin belirlenmesi bu tür
yöntemlere örnek olarak gösterilebilir. Parametreli yöntemlerde genel olarak
regresyon analizleri ile tahmin yapılırken, üretim fonksiyonu ço÷unlukla tek
çıktı ile birçok girdiyi iliúkilendirerek tanımlamaktadır. Regresyon analizi,
bilinen bulgulardan bilinmeyen gelecekteki olaylarla ilgili tahminler
yapılmasına imkân verir. Regresyon, de÷iúkenler arasındaki iliúkiyi ve do÷rusal
do÷ru kavramını kullanarak, bir tahmin eúitli÷i geliútirir. Bu yöntemle bir
de÷iúkenin skorları bilindi÷inde, di÷er de÷iúkenin skorları tahmin edilebilir.
Regresyon analizi, birçok girdi ile çıktıyı içerebildi÷inden oran analizinden
daha üstün ve kapsamlıdır. Etkinlik analizinde, regresyon analizi, girdi
düzeylerinin bir fonksiyonu olarak karar verme biriminin çıktı düzeyinin
belirlenmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Regresyon analizi ile etkinlik
ölçümü, regresyon do÷rusuna göre yapılmaktadır. Regresyon do÷rusunun
100
üzerinde kalan noktalar etkin, do÷ru altında veya do÷ru üstünde kalan noktalar
etkinsiz olarak nitelendirilebilir. Etkinlik ölçümünde regresyon analizinin bazı
dezavantajları söz konusudur. Bunlardan biri en iyi performansa göre etkinlik
analizi yerine ortalama performansa göre etkinlik analizi yapmaktadır. Di÷er bir
sakıncası ise birden çok girdi de÷iúkenine karúılık tek çıktının analizini
yapmakta; çoklu girdi ve çoklu çıktı arasındaki iliúkiyi açıklamada yetersiz
kalmaktadır (Özata, 2004: 91).
Parametrik yöntemlere alternatif olarak geliútirilen, parametrik
olmayan yöntemler ise, do÷rusal programlama tabanlıdır ve parametrik
yöntemlerde oldu÷u gibi etkinlik sınırını belirleyip, birimlerin bu sınıra olan
uzaklı÷ını ölçmeyi hedeflemektedir. Ancak parametrik yöntemlerden farklı
olarak, üretim fonksiyonunun yapısı ile ilgili herhangi bir varsayımda
bulunmamaktadır. Çünkü bu yöntemlere etkinlik sınırı, varsayılan bir durum
de÷il, gözlenen birimler tarafından oluúturulmaktadır. Parametrik olmayan
yöntemlerde, birbirinden ba÷ımsız birden fazla girdi ve çıktı modelde yer
almakta, ancak bunlar tek bir etkinlik ölçüsüne indirgenerek, her boyutun aynı
anda ölçülmesine olanak tanımaktadır. Bu çalıúmanın konusu olan VZA, karar
verme birimlerinin göreli etkinliklerinin ölçülmesi amacı ile kullanılan
parametresiz bir etkinlik yöntemidir. VZA'nın regresyon analizinden en önemli
farkı, regresyon analizinin ortalamayı göstermesine karúın, VZA'nın en iyi
performansla ilgilenip, sınır do÷rusundan sapmalarla bütün performansları
de÷erlendirmesidir (Yolalan, 1993: 86).
VERø ZARFLAMA ANALøZø
Günümüzde üretim ve hizmet süreçlerinde bir tane girdi ile bir tane
çıktının elde edildi÷i süreçler yok denecek kadar azdır. Ço÷unlukla çok sayıda
girdi kullanılarak çok sayıda çıktı elde edilir. Bu tür süreçlerde tek bir girdiye
ya da çıktıya odaklanarak baúarılı ve baúarısız uygulamaları seçmek do÷ru
sonuçlar vermeyecektir. O halde baúarılı ve baúarısız uygulamaları seçerken
ölçülebilen tüm girdileri ve çıktıları göz önünde bulunduran ve bunların
etkilerini ölçümlemeye dâhil edebilecek bir yöntem kullanmak gerekmektedir.
Dolayısıyla; yukarıda belirtildi÷i gibi, parametrik olmayan bir yöntem olan Veri
Zarflama Analizi (Data Envelopment Analysis) ile çoklu girdi ve çoklu çıktısı
olan karar verme birimlerinin göreli etkinli÷i ölçülebilmektedir. Elde edilen
etkinlik de÷eri ile karar verme birimi, kendi üretim yapısı hakkında detaylı bilgi
edinirken, aynı zamanda sektöründe yer alan ve incelemeye alınan di÷er karar
verme birimleri ile kendi durumunu karúılaútırabilmektedir. Karar verme
birimleri arasındaki karúılaútırma, girdilerin çıktılara dönüútürülmesi sürecine
göre yapılmaktadır. Bu amaçla, Veri Zarflama Analizi, gözlenen ya da
incelemeye alınan karar verme birimleri içinde en az girdi bileúimini kullanarak
en çok çıktı bileúimini üreten "en iyi" karar verme birimlerini belirlemektedir.
Belirlenen bu "en iyi" karar verme birimleri etkinlik sınırını oluútururken,
herhangi bir karar verme biriminin etkinli÷i bu sınıra olan uzaklı÷ına göre
101
ölçülmektedir. En iyi gözlemlerin oluúturdu÷u sınır "referans" olarak alınır ve
di÷er karar verme birimlerinin bu sınıra olan radyal uzaklıkları (ya da etkinlik
düzeyleri) ölçülerek etkin olup olmadıklarına karar verilir.
Yukarıda verilen açıklamaları biraz detaylandırırsak; etkinli÷i ölçülecek
karar birimine ait girdi ve çıktıları içeren bir veri seti oldu÷unda, VZA
yardımıyla referans grupların bütün birimlerine dayanarak do÷rusal
programlama yardımıyla bir “kuramsal etkinlik sınırı” oluúturulmaktadır. Bu
durumda kuramsal birime ait çıktı, referans grubundaki bütün çıktıların a÷ırlıklı
ortalamaları yardımıyla hesaplanmaktadır. Kuramsal birime ait girdi ise, yine
bütün referans grubundaki girdilerin a÷ırlıklı ortalamaları ile belirlenmektedir.
Do÷rusal programlama modelindeki kısıtlar, kuramsal birim çıktılarının,
incelenen birim çıktılarından büyük veya eúit olmasını gerektirmektedir.
Kuramsal birimin girdilerinin, incelenen birimin girdilerinden daha düúük
olması, kuramsal birimin aynı veya daha fazla çıktıyı daha düúük girdi
kullanarak elde etti÷ini göstermektedir. Bu durumda kuramsal birimin incelenen
birimden daha etkin oldu÷u yorumu yapılmaktadır (Özata. 2004: 93).
ùekil 2. VZA’ da Etkinlik Sınırı
Kaynak: Özata. 2004: 93
ùekil 2’de görüldü÷ü gibi VZA, en yüksek performans gösteren karar
birimlerinin etkinlik düzeylerini bir sınır olarak belirlemekte ve en yüksek
performansı gösteren karar birimlerini ölçü olarak kabul ederek di÷er karar
birimlerini bu ölçüye göre kıyaslamaktadır. En iyi performans en az girdi ile en
yüksek çıktının elde edilmesiyle sa÷lanmaktadır. Bu durumda olan karar
birimlerinin etkinlik düzeyi 1’e (%100) eúit kabul edilmekte ve etkin
sayılmaktadır. Sınır çizgisinin altında kalanların, yani etkinlik düzeyi 1’den
küçük olanların ise, etkin olmadı÷ı sonucuna varılmaktadır. Karar birimlerinin
etkinlik düzeyi 0’dan küçük, 1’den büyük olamamaktadır.
102
. ølgili Literatür
Farrell, 1957 yılında yayımlanan, "The Measurement of Productive
Efficiency" adlı çalıúmasıyla günümüzde yaygın olarak kullanılmakta olan
VZA’nın teorik öncülü÷ünü yapmıútır. Farrell'ın bu çalıúması üretim etkinli÷ini
açıklamaya yöneliktir. Etkinlik ölçümünde dönüm noktası olan bu çalıúmasında
Farrell, bu alanda kullanılan emek verimlili÷i endeksi, sermaye verimlili÷i gibi
önceki yöntemlerin, tutarlı ölçümler ortaya koymasına ra÷men, bu yöntemlerin
birden fazla girdinin, tatmin edici bir toplam etkinlik ölçütüne ulaúmak için, bir
arada ölçülmesinde baúarısız oldu÷unu vurgulamıútır. Bu sebepten verimlili÷in
ölçülmesi için, daha iyi yöntem ve modellerin geliútirilmesine ihtiyaç oldu÷unu
ifade etmiútir. Farrell, çok girdili modellerin toplam etkinlik ölçütüne ulaúmak
için aktivite bazlı bir yöntem önerisinde bulunmuútur. Bu ba÷lamda, ortaya
koydu÷u ölçütler, kendi ifadesiyle “Atölyeden, ekonominin tümüne”, üretim
yapan her organizasyona uygulanabilmektedir (Farrell, 1957; 254). Süreç
içerisinde, Farrell "verimlili÷i", "etkinlik" kavramına taúımıútır.
Veri Zarflama Analizinin (VZA) (Data Envelopment Analysis) ilk
uygulaması, W.W.Cooper'ın danıúmanlı÷ında Edwardo Rhodes'in Carnegie
Mellon Üniversitesindeki "Kent ve Kamu" konulu doktora tezi araútırmasına
yardım etmek amacıyla okullar üzerinde gerçekleútirilmiútir. Edwardo Rhodes
bu çalıúmasında "Program Follow Through”u de÷erlendirmiútir. Bu program
dezavantajlı ö÷renciler (ço÷unlukla siyahlar ve Latin Amerikalı ö÷renciler) için
e÷itim programıdır ve federal hükümetten destek sa÷lanarak ABD'deki kamu
okullarına uygulanmıútır. Analiz, Program Follow Through'a katılmıú ve
katılmamıú okul gruplarının performansını karúılaútırmayı içermektedir. Veri
olarak, yapılan sosyal testlerin sonucundaki ölçümler alınmıútır. Rhodes, yaptı÷ı
bu çalıúmada, önce regresyon ve korelâsyon tekniklerini denemiú, ancak elde
etti÷i sonuçları tatmin edici bulmayınca, farklı teknikler araútırma yoluna
gitmiútir. Araútırmalar esnasında, Rhodes, Farrell'in makalesini fark ederek
üzerinde çalıútıkları kesirli programlama modelini, VZA olarak isimlendirilen
lineer programlama modeline uyarlamıútır. Dolayısıyla çok boyutlu ve
parametrik olmayan ölçüm tekni÷i olarak VZA, ilk kez literatürde bugünkü
anlamı ile A. Charnes, W.W. Cooper ve E.Rhodes (CCR Modeli, 1978)
tarafından European Journal of Operational Research dergisinde yayınlanan
makalelerinde kullanılmıú ve daha sonra yönetim biliminde, kamu sektörü karar
alma birimlerinin karúılaútırılmalı teknik verimliliklerinin analizinde yeni bir
araç olarak benimsenmiútir (Cooper, 2005:5). Rhodes'in Ölçekten Sabit Getiri
varsayımı (CRS- Constant to Return Scale) altında geliútirdikleri ilk model
(CCR) daha sonra Banker, Charnes ve Cooper (1984) tarafından Ölçekten
De÷iúken Getiri (VRS- Variable Return to Scale) formunda da düzenlenerek,
etkinlik ölçümüne yeni bir boyut kazandırılmıútır. VZA'nın bu formu ise BCC
modeli olarak anılmaktadır. CCR ve BCC modellerinin ortaya çıkması ile
birlikte VZA'nın teorik geliúimine katkıda bulunacak çalıúmalar hız kazanmaya
baúlamıútır (Phillips,2005: 319).
103
. Amaçları
VZA yönteminin kullanılabilmesi için, öncelikle aynı kararların
uygulandı÷ı ve benzer örgütsel yapıya sahip olan karar verme birimlerinin
seçilmesi zorunludur. Karar verme birimlerinin etkinli÷inin ölçülebilmesi için,
bu birimlere ait girdi ve çıktı de÷iúkenleri belirlenmelidir. VZA modelinin
ayrıútırma yetene÷inin çok olabilmesi için, girdi ve çıktı sayısının çok olması
arzulanır. Bu nedenle, mümkün oldu÷unca çok sayıda girdi ve çıktı elemanı
seçilmelidir. Ancak seçilen girdi ve çıktı elemanlarının her karar birimi için
kullanılıyor olması gerekmektedir. Veri Zarflama Analizinin uygulamadaki
amaçlarını úu úekilde sıralayabiliriz (Atan vd, 2002):
• Karúılaútırılan birimlerin her biri için girdi-çıktı boyutlarından herhangi
birinde göreli etkinsizli÷in kaynaklarının ve miktarlarının belirlenmesi,
• Etkinli÷e göre birimlerin sınıflandırılması,
• Karúılaútırılan birimlerin yönetimlerinin de÷erlendirilmesi,
• Birimlerin kontrolleri dıúındaki program ve politikaların verimliliklerini
de÷erlendirmek ve program etkinsizli÷i ile yönetsel etkinsizlikleri ayırt etmek,
• De÷erlendirme altındaki birimler için kaynakların yeniden atanması amacıyla
niceliksel bir temel oluúturması. Bu yeniden atama politikalarının genel amacı,
sınırlı kaynakları istenilen çıktıları üretmekte daha etkin kullanılabilecek
birimler arasında de÷iútirmektir.
• Birimler arasındaki karúılaútırma ile do÷rudan do÷ruya iliúkili olmayan
amaçlar için etkin birimlerin yada etkin girdi-çıktı iliúkilerinin belirlenmesi,
• Spesifik girdi-çıktı iliúkileri için yürürlükteki standartların gerçekleúen
performansa göre incelenmesi ve gözden geçirilmesi,
• Önceki çalıúmadaki sonuçlarının karúılaútırılması
. Kuramsal Temel
Aúa÷ıdaki úekilden hareketle, VZA’nın kuramsal temeli grafiksel olarak
açıklanmaya çalıúılacaktır. ùekil 3’te tek girdi kullanarak tek çıktı üreten A, B,
C, D, E, F, G, H, I karar birimlerinin (KB) üretim süreci incelenmektedir(Özata.
2004: 94).
ùekilde A, B, C karar birimleri en yüksek verimlilik düzeyine sahip
olup, üzerilerinde bulundukları do÷runun e÷imi verimlilik düzeylerini
göstermektedir. Bu karar birimlerinin bulundu÷u ölçek büyüklü÷ü Banker
(1984) tarafından en verimli ölçek büyüklü÷ü olarak tanımlanmıútır. Optimum
ölçekte üretim yapabilme baúarısı ise ölçek etkinli÷i olarak adlandırılmaktadır.
Bu durumda A, B ve C karar birimlerinin ölçek etkin oldukları söylenebilir.
104
ùekil 3. VZA’nın Grafiksel Gösterimi
Kaynak: Özata, 2004: 94
Karar birimlerinin herhangi bir israfta bulunmadan üretim
gerçekleútirmeleri teknik etkinlik olarak ifade edilmektedir. Di÷er bir ifadeyle
teknik etkinlik, girdi bileúiminin en verimli úekilde kullanılarak mümkün olan
maksimum çıktıyı üretme baúarısıdır (Tarım, 2001:14). Teknik etkin karar
birimlerinin oluúturdu÷u sınır üretim sınırı (üretim fonksiyonu) olarak
adlandırılmaktadır. Bu sınır ise: D, E, C, F karar birimleri tarafından
oluúturulmuútur.
E karar birimi teknik etkinlik sınırı üzerinde bulunmakla birlikte en
optimum ölçek büyüklü÷ü üzerinde yer almamaktadır. Bu durumda E karar
biriminin teknik verimlilik sınırından ayrılmamak kaydıyla C karar birimini
örnek olarak hareket etmesi durumunda verimlili÷i artarak optimum ölçek
büyüklü÷ünü yakalamaktadır. Bu durum ölçekten artan getiri olarak
adlandırılmaktadır. Aynı úekilde F karar biriminin C karar birimini örnek alarak
ölçe÷ini küçültmesi durumunda verimlilik düzeyi artacaktır. Bu durum ise
ölçekten azalan getiri olarak adlandırılmaktadır. Ölçekten artan ve azalan
getirinin birlikte olması durumu Banker, Charnes, Cooper tarafından ölçekten
de÷iúken getiri
(Variable Return to Scale- VRS) olarak
adlandırılmaktadır(Özata. 2004: 94).
Ölçekten sabit getiri varsayımı (Constant to Return Scale- CRS) altında
bir karar biriminin hem teknik etkinli÷i, hem de ölçek etkinli÷ini yakalaması
durumu toplam etkinlik olarak adlandırmaktadır. Bu durumda:
Toplam etkinlik= Teknik Etkinlik* Ölçek etkinli÷i
olarak formülize edilebilir. ùekilde bu tam toplam etkinli÷e ulaúan tek
karar birimi ise C olarak gözükmektedir.
105
G, H, I karar birimleri ise, kullandıkları girdilerle daha fazla çıktı elde
etmeleri gerekirken, daha az çıktı ürettiklerinden kaynak israfında bulunmuúlar
ve etkinlik sınırının altında kalmıúlardır. Örnek olarak bu karar birimlerinden
H’nin durumu incelenecek olursa:
H karar biriminin teknik etkin duruma gelebilmesi için ya kullandı÷ı
girdiyi azaltması ya da çıktısını artırması gerekmektedir. H karar birimi girdi
yönelimli hareket etti÷inde yani çıktılarını sabit tutmak úartıyla, girdilerini
azaltmak için harekete geçerek D karar birimini örnek alması durumunda, D
karar biriminin kullandı÷ı girdi düzeyine ulaúacak ve böylece teknik etkinlik
sınırına gelecektir. Ölçe÷e göre sabit getiri varsayımı altında ölçek etkin
olabilmesi için ise aynı úekilde A karar biriminin kullandı÷ı girdi seviyesine
kadar hareket etmesi gerekecek ve bu noktaya ulaúması durumunda ise ölçek
etkin konuma gelecektir.
H karar birimi çıktı yönelimli hareket etti÷inde, yani girdilerini sabit
tutmak úartıyla, çıktılarını artırmak için harekete geçerek E karar birimini örnek
alması durumunda ise, önce E karar biriminin üretti÷i çıktı düzeyine ulaúacak
ve böylece teknik etkinlik sınırına gelecektir. Ölçe÷e göre sabit getiri varsayımı
altında ölçek etkin olabilmesi için ise aynı úekilde B karar biriminin üretti÷i
çıktı seviyesine kadar hareket etmesi gerekecek ve bu noktaya ulaúması
durumunda ise ölçek etkin konuma gelecektir. Tam ölçek etkin ve tam teknik
etkin olması durumunda ise toplam etkin olabilecektir (Özata. 2004: 94).
. VZA Modelleri ve Matematiksel Gösterimi
VZA’nın toplam faktör verimlili÷i esasına dayandı÷ı yukarıda
belirtmiúti. m adet girdi kullanarak, s adet çıktı üreten bir karar birimi (k) için
toplam faktör verimlili÷i úu úekilde formüle edilebilir:
s
¦u
rk
Yrk
ik
X ik
r =1
m
¦v
i =1
Yukarıdaki formülde:
Yrk
r= 1,...,s
Xik
i= 1,...,m karar biriminin kullandı÷ı girdi miktarını,
urk
r= 1,...,s
vik
i= 1,...,m karar biriminin girdilere verdi÷i a÷ırlık katsayısını simgelemektedir.
karar biriminin üretti÷i çıktı miktarını,
karar biriminin çıktılara verdi÷i a÷ırlık katsayısını,
Yukarıda verilen formül yardımıyla elde edilen toplam girdi ve toplam
çıktı de÷erleri sanal de÷erler olup, tüm girdi ve çıktıların tek bir de÷er
yardımıyla gösterilmesine imkân sa÷lamaktadır. Ancak, burada dikkat edilmesi
106
gereken husus girdi ve çıktılara verilecek faktör a÷ırlıklarının nasıl
belirlenece÷idir.
Faktör fiyatlarının bilindi÷i ve kârlılı÷ın nihai amaç oldu÷u durumda
faktör a÷ırlıkları olarak faktör fiyatları kullanılabilir. Ancak kamu kesiminde
oldu÷u gibi, çeúitli ürünlerin ve hizmetlerin fiyatlarının kesin olarak
belirlenemedi÷i veya kârlılı÷ın tek amaç olmadı÷ı durumlarda a÷ırlık tahsisi
için bir yönteme gereksinim vardır. VZA bu tür bir iúlevi görmektedir (Tarım,
2001: 49). Bunun için VZA karar birimlerinin kullandı÷ı ve üretti÷i çıktılara
sanal faktör a÷ırlıkları atamakta ve bu faktörler yardımıyla etkinlik skorlarının
0-1 aralı÷ında oluúmasını sa÷layarak, göreli etkinli÷in ölçümünü
gerçekleútirmektedir. Etkinlik skorlarının 0-1 aralı÷ında oluúması úu kısıtlar
yardımıyla sa÷lanmaktadır: Hiçbir karar biriminin (j) etkinlik skorunun 1 (%
100) üzerinde yer almamasını sa÷layan kısıt:
s
¦u
rk
Yrj
r =1
m
¦v
≤ 1; J = 1,......., n
ik
X ij
i =1
b) Kullanılacak girdi ve çıktı a÷ırlıklarının negatif olamamasını
sa÷layan kısıt:
urk ≥ 0 : r= 1,...s
vik ≥ 0 : i= 1,...m
Bu eúitsizlikler setini do÷rusal programlama formuna çevirip Simpleks
ya da benzeri algoritmalarla çözüme ulaúmak için maksimizasyon formundaki
amaç fonksiyonunun paydasının 1'e eúitlenip bir kısıt haline getirilmesi
yeterlidir. Charnes ve ark., (1978) tarafından geliútirilen ve geliútiren kiúilerin
soyadlarının baú harfleriyle CCR olarak adlandırılan model aúa÷ıda verilmiútir.
Bu model ölçe÷e göre sabit getiri (CRS) varsayımı altında geliútirilmiútir
(Ulucan, 2000).
CCR VZA Modeli
107
Kısıtlar:
urk ≥ 0 : r= 1,...,s
vik ≥ 0 : i= 1,...,m
Yukarıdaki model n adet organizasyonel karar birimi için her birinin
kendi parametreleri ile hazırlanıp n kere çözülmelidir. Özellikle etkin referans
setlerinin belirlenmesinde destek sa÷layan dual model ise aúa÷ıda gösterilmiútir.
Dual CRR VZA Modeli
min wk = qk
Kısıtlar:
Bu modeldeki λ dual de÷iúkeni etkin referans setlerini belirlemede
kullanılmaktadır. k organizasyonel karar-biriminin primal modelinde pozitif
de÷erler verilen tüm λkj dual de÷iúkenlerin karúılık geldikleri karar-birimleri
etkindir. Bu karar-birimlerinin oluúturdu÷u sete karar-birimi k’nın “referans
seti,” adı verilir. Genellikle, e÷er k verimli ise, o zaman referans setindeki tek
karar birimi kendisi olacaktır ve dual de÷iúken λkk’nin de÷eri 1.0' a eúit
bulunacaktır. Etkin olmayan karar birimleri için referans seti, etkinli÷in yakalanabilmesi
için çıktıların hangi oranda arttırılması (ya da girdilerin hangi oranda azaltılması)
sorusunun cevabını da sa÷lamaktadır.
Charnes ve ark., (1978) tarafından geliútirilen ve yukarıda matematiksel
formu verilen CCR modelleri, karar birimlerinin toplam etkinlik skorlarını
hesaplamaktadır. Toplam etkinlik skoru, teknik etkinlik ve ölçek etkinli÷i
de÷erlerinin çarpımıdır. Teknik etkinlik skorlarını elde etmek için Banker ve
ark., (1984) aúa÷ıda matematiksel formu verilen ve geliútiren kiúilerin baú
108
harfleriyle BCC olarak adlandırılan modeli geliútirmiúlerdir. BCC modeli,
ölçe÷e göre de÷iúken getiri (VRS) varsayımını içermektedir (Ulucan, 2000).
BCC VZA Modeli
s
max hk = Σ urk Yrk - µo
r=1
Kısıtlar
Dual BCC VZA Modeli
Kısıtlar
109
.Güçlü ve Zayıf Yönleri
VZA’nın her analiz sisteminde oldu÷u gibi bazı güçlü ve zayıf yönleri
vardır. VZA dikkatli bir úekilde uyarlanıp do÷ru kullanıldı÷ında birçok güçlü
yön ortaya çıkmaktadır. Bunları úu úekilde özetleyebiliriz:
• Geleneksel etkinlik ölçümlerinin ço÷u süreçleri esas almakta ve girdiler ile
çıktılar arasında açık bir fonksiyonel iliúkinin formülasyonuna ihtiyaç
duymaktadır. VZA ise parametrik yöntemlerde oldu÷u gibi girdi ve çıktı
arasında fonksiyonel bir ba÷ıntıya ihtiyaç duymaz.
• Homojen olan birimler kendi aralarında kıyaslanabilir.
• Analizde, girdi ve çıktılar için sadece miktar bilgisine ihtiyaç duyulmakta
fiyat bilgisi istememektedir. Fiyat bilgisine ihtiyaç duyulmaması, ço÷u zaman
fiyat kullanımının zor veya imkânsız oldu÷u kar amacı gütmeyen kuruluúlar için
performans de÷erlendirmesinde kullanılmasını sa÷lamaktadır (Odec, 2000:
504).
• Karar verme birimleri direkt olarak di÷er bir karar verme birimi ile ya da bu
birimlerin de÷iúik kombinasyonları ile karúılaútırılabilinir.
• Çok sayıda girdi ve çıktıya sahip karar verme birimleri etkinlik ölçümünde
kullanılabilir. Ayrıca, analizde yer alan etkin ve etkin olmayan KVB’ler
belirledi÷i gibi, etkin olmayan KVB’lerin, etkinsizlik kaynak miktarlarının da
tanımlanmasını, bu birimlerin etkin rol modellerinin belirlenmesini ve etkinli÷in
sa÷lanabilmesi için alternatif yolları da önermektedir
Aynı úekilde her yöntemde oldu÷u gibi VZA’da de bazı zayıf yönler ya
da yöneteme özgü bazı sınırlılıklar bulunmaktadır. Bunları da úu úekilde
özetleyebiliriz:
• VZA, göreli erkinli÷i ölçer, mutlak etkinli÷i ölçmez. Baúka bir deyiúle; analiz
ile etkin bulunan KVB'ler, kendi baúlarına de÷erlendirildi÷inde gerçekten etkin
olup olmadıkları hakkında yorum yapmak güçtür (Colbert, 2000:657).
• VZA genel olarak fiziksel girdi ve çıktı ölçüleri ile test edildi÷inden teknik
girdi ve çıktı verimlili÷i ile sınırlıdır. Yöntemin yetenekleri çıktı ve girdilere
göreli fiyatlar ve ya öncelikli a÷ırlıklar atanarak güçlendirilebilir.
• VZA'da gözlem kümesinde bulunan aúırı derecede büyük ya da küçük girdi ve
çıktı de÷erlerine sahip olan bazı karar birimleri, etkinlik sınırının
belirlenmesinde problem yaratabilmektedirler.
• VZA, veri hatalarına karúı oldukça duyarlıdır. Bu nedenle, etkinlik ölçümünde
kullanılan parametrik yöntemlerde oldu÷u gibi girdi ve çıktı verilerinin
olabilecek hatalardan arındırılması için özen gösterilmelidir.
110
. Uygulama Aúamaları
VZA yönteminin di÷er yöntemlerde oldu÷u gibi bazı aúamalardan
geçerek uygulanmaktadır. VZA’nın uygulama aúamalarını úu úekilde
sıralayabiliriz:
• Uygulama yapılacak karar birimlerinin seçimi: VZA'da ilk aúama,
birbirleriyle karúılaútırmalı etkinlik ölçümü yapılacak olan karar birimlerinin
seçimini içerir. Bu birimlerin üretim teknolojisi açısından birbirlerine benzer
olmaları, di÷er bir deyiúle gözlem kümesinin homojen olması elde edilecek
sonuçların anlamlı olması açısından önemlidir. Bir grubun homojen olması
demek, o grubu oluúturan karar birimlerinin aynı girdi-çıktı karmalarına sahip
olmaları ve dıúsal etkenlerin birbirinden çok farklı olmadı÷ı anlamına gelir.
Gözlem kümesinin içerdi÷i karar birimi sayısının belirli bir de÷erin üstünde
olması ile türetilecek etkinlik ölçütlerinin birbirlerinden farklı olması olana÷ı
sa÷lanır. Aksi takdirde herhangi bir girdi-çıktı oranında avantajlı olan karar
birimi tüm a÷ırlıkları kendi açısından en çoklar ve etkinlik sınırına eriúir.
Bununla birlikte karar birimi sayısının artması da kümenin homojenli÷ini
bozarak gereksiz faktörlerin modele dahil olmasına sebep olmaktadır. Bu
nedenle, etkinlik ölçümünün anlamlı olması için gözlem kümesinin seçiminde
çok titiz davranılması gerekmektedir (Yolalan, 1993: 89)
• Uygulamada kullanılacak girdi ve çıktı de÷iúkenlerinin belirlenmesi:
VZA'da kullanılan girdi ve çıktılar çalıúmadaki karar birimleri konusundaki
karúılaútırmanın temelini oluúturduklarından, büyük bir dikkatle seçilmelidir.
Her ne kadar fonksiyonel bir varsayım bulunmasa da üretim sürecine nedensel
olarak ba÷lı girdi ve çıktıların belirlenmesi gereklidir. Aynı karar birimi için
farklı girdi ve çıktı grupları farklı etkinlik de÷erleri alabilir. Veri Zarflama
Analizi'nde yaúanabilecek sıkıntılardan daha önceden de yer verildi÷i gibi, e÷er
modelde önemli bir de÷iúken göz ardı edilirse, dıúarıda bırakılan bu de÷iúkeni
etkin kullanmakta olan karar birimlerinin etkinli÷i düúük çıkacaktır.
Literatürdeki uygulamalarda modele yeni girdi ve çıktılar eklenmesiyle daha
önce etkinsiz görünen karar birimlerinin sınır üzerinde yer alabildi÷i
görülmüútür. Ancak çok fazla girdi ve çıktı eklenmesi çözüm de÷ildir, zira sayı
arttıkça VZA’nın ayrıúma yetene÷i düúmektedir. Ayrıca girdi ve çıktı
sayılarının artıúı karar birimlerinin sayısında da artıú gerektirir. Sonuçta bir
VZA çalıúmasına dahil edilecek girdi ve çıktı sayısı olabildi÷ince küçük olmalı,
ancak çalıúmada incelenen karar birimlerinin gerçekleútirdi÷i üretimi de do÷ru
olarak yansıtabilmelidir.
• Verilerin Elde Edilebilirli÷i ve Güvenilirli÷i: VZA için girdi ve çıktılar
tanımlandıktan sonra tüm karar verme birimleri için bu girdi ve çıktı verilerinin
elde edilmesi gereklidir. Herhangi bir birim için gerekli velilerin elde
edilememesi durumunda söz konusu birim çalıúmadan çıkarılır. VZA'nın göreli
do÷ası sebebiyle bir birimin çıkarılması kalan birimlerin göreli verimliliklerinin
oldu÷undan yüksek görünmesine neden olabilir. Ayrıca verilerin elde edilmesi
111
kadar güvenilirlikleri de önemlidir. Do÷ru olmayan veriler ait oldukları birimin
etkinlik de÷erini etkilemelerinin yanında, göreli verimlilikleri nedeniyle tüm
birimlerin etkinlik de÷erlerim tartıúmalı hale getirir(Yavuz. 2001:50).
• Uygulanacak VZA yönteminin belirlenmesi: Amaca yönelik olarak girdi
veya çıktı yönelimli bir uygulama yapılabilir.
• Uygulamanın yapılması: Do÷rusal programların çözümünde bilgisayardan
yararlanılmaktadır. Modelleri çözmek için do÷rusal programlama paket
programlarından herhangi biri kullanılabilir. Ancak; son yıllarda piyasaya
sürülen ve Windows altında çalıúabilen Özel VZA programları da
bulunmaktadır (Warwick Windows DEA. IDE. EMS. Frontier Analyst, BYUDEA. Pioneer. SAS/DEA vb.). Bunların Özellikle raporlama ve sunum
olanakları açısından oldukça geliúmiú oldu÷u söylenebilir
• Sonuçların alınması: Etkin olan ve etkin olmayan karar birimlerinin
belirlenmesi,
• Etkin Olmayan Karar Verme Birimleri øçin Hedef Belirlenmesi: VZA
yönteminin uygulanmasından elde edilen en büyük fayda, etkin olmayan karar
verme birimlerine performanslarını iyileútirebilmeleri için, elde edilebilir
hedefler konulmasıdır. Söz konusu hedefler, genel olarak, etkin olmayan karar
verme birimlerinin referans kümesinde bulunan etkin birimlerin a÷ırlıklı
ortalamasıdır. Hesaplamalarla elde edilen sonuçlar, etkin birimlerin elde
edilebilir bir teknoloji kullandıkları kabulünü içerdi÷inden, etkinsiz birim için
de ulaúılabilir oldukları kabul edilmektedir. Ancak; pratikte bu her zaman
mümkün olmaz. Etkinsiz birimlerde fiziksel kısıtlar olabilir ya da kontrol
edilemeyen girdiler olabilir. Hedeflere do÷ru giriúilen iyileútirme çabaları
sonuçsuz kalabilir (Yavuz, 2001: 53).
• Etkin olmayan karar birimlerinin etkin çalıúabilmeleri için referans
alacakları karar birimlerinin belirlenmesi.
HASTANE ETKøNLøöøNøN ÖLÇÜLMESøNDE VZA
KULLANIMI
Hastaneler, hastane departmanları ve tıbbi bakım merkezlerinin etkinlik
ölçümleri klasik olarak oran analizleri, farklı ekonometrik yöntemler ile
ölçülmektedir. Bu birimlerdeki etkinsizliklerin tahmini ve tanımlanması için
uzun yıllar regresyon analizinin kullanıldı÷ı görülmektedir (Giokas:2002:261268). Ancak hastaneler, hastane departmanları, tıbbi bakım merkezleri
etkinliklerinin de÷erlendirilmesinde, VZA'nın di÷er yöntemler ile
kıyaslandı÷ında daha iyi sonuçlar verdi÷i Sherman (1984) ve Ehreth'in (1994)
yaptı÷ı çalıúmalarda gösterilmiútir. Dolayısıyla VZA yöntemiyle ilgili
literatürde, hastane etkinli÷inin ölçümüne yönelik birçok araútırma
bulunmaktadır. Bu araútırmalar içerisinden konuyla ilgili olan ve bu çalıúmanın
oluúturulmasında faydalanılanlar kısaca aúa÷ıda özetlenmiútir.
112
Hastane etkinli÷inin ölçülmesinde, VZA'nın kullanıldı÷ı ilk uygulama
1981'de H. David Sherman'ın doktora tezi ile baúlamaktadır (O'Neill vd.
2007:162). Sherman, 15 hastanenin cerrahi ve muayene bölümlerini
de÷erlendirilmesinde VZA'yı kullanırken daha sonra, asistanı Jon Chilingerian
ile birlikte, VZA'dan elde etti÷i sonuçları di÷er istatistik modellerle de
karúılaútırmıútır (Celini vd., 2000: 409). Ayrıca 1984’te, tıbbi bakım ve cerrahi
bölümlerinin performanslarının de÷erlendirildi÷i bir di÷er makale, yine
Sherman tarafından yayınlanmıútır (Sherman, 1984: 922-938).
Grosskopf ve Valdmanis (1987) tarafından yapılmıú bir çalıúmada
kamuya ait hastanelerde etkinlik düzeyi ile mülkiyet biçimi arasındaki iliúki
belirlenmeye çalıúılmıútır. Bu amaçla çalıúmaya dahil edilen hastaneler,
mülkiyetlerine göre kar amacı olmayan hastaneler ve kamu hastaneleri olmak
üzere göre iki bölüme ayrılmıú ve her bir karar biriminin etkinli÷i, kendi
grubunun etkinlik sınırına göre hesaplanmıútır. De÷erlendirmeye alınan 82
hastane için kullanılan girdiler: Hekim sayısı, di÷er sa÷lık personeli sayısı,
poliklinik oda sayısı ve net duran varlıklar olarak; çıktılar ise: Ayaktan tedavi
edilen hasta sayısı, yatan hasta sayısı, ameliyat sayısı, acil serviste bakım
verilen hasta sayısı olarak sıralanmıútır. Çalıúma bulgularına göre kamu
hastaneleri kar amacı olmayan hastanelere göre daha etkin çalıúmaktadır.
Chilingerian (1995) tarafından bir hastanedeki 36 hekimin altı aylık
çalıúmaları de÷erlendirilerek etkinlik düzeyleri belirlenmiútir. Çalıúmada VZA
ve tobit regresyon analizi kullanılarak iki kademeli uygulama yapılmıú ve
çalıúma sonucunda hekimlerden 24'ünün etkin çalıúmadı÷ı tespit edilmiútir.
Athanassopoulos ve Gounaris (2001) tarafından Yunanistan'daki
kamuya ait 98 hastanenin etkinlikleri de÷erlendirilmiú ve araútırma kapsamına
alınan hastanelerin önemli ölçüde etkinlik sının altında çalıútıkları tespit
edilmiútir. Gruca ve Nath (2001) VZA yöntemini kullanarak Ontario'daki kamu
hastanelerinde mülkiyet yapısı, büyüklük ve yerleúim yerinin teknik etkinlik
üzerine etkisini araútırmıútır. Araútırmada girdi de÷iúkeni olarak: Hemúire
sayısı, yardımcı hizmetli sayısı, yönetim hizmetleri çalıúan sayısı, toplam yatak
sayısı, tıbbi, cerrahi malzemeler ve ilaçların parasal tutan; çıktı de÷iúkeni olarak
ise: Yatan hasta sayısı, poliklinik hasta sayısı, uzun süreli bakım sayısı
alınmıútır. Araútırma sonucuna göre hastanelerin mülkiyet yapısı, büyüklük ve
yerleúim yeri ile teknik etkinlik düzeyi arasında iliúki oldu÷u anlaúılmıútır.
O'Neill vd. (2007) hastane etkinli÷inin VZA ile ölçülmesi konusuyla
ilgili olarak VZA’nın ilk uygulandı÷ı 1984 yılından itibaren ortaya konulan
çalıúmaları toparlayarak taksonomi (sınıflandırma) yapmıútır.
113
ùekil 4. Hastanelerde VZA ile Etkinlik Ölçümü Çalıúmalarının Yıla ve
Ülkelere Göre Durumu
Kaynak: O'Neill vd., 2007:162
Bu çalıúmaya göre yukarıdaki úekilde de görülece÷i üzere hastanelerde
VZA ile etkinlik ölçümünün ilk olarak yapıldı÷ı 1984 yılından 1991 yılına
kadar yapılan 30 yayın ABD’deki hastanelerde gerçekleútirilmiútir. Özellikle
1998 yılından itibaren Avrupa’da VZA çalıúmaları hastane etkinli÷inin
ölçülmesinde giderek kullanımı artmıútır. Ayrıca 1997 yılından itibaren di÷er
ülkelerde de hastane etkinli÷inin VZA ile ölçülmesi çalıúmaları yapılmaya
baúlanmıútır. Bunlar içerisinde literatürde en önemlileri olarak Kanada (Gruca,
2001; Quellette vd. 2004), Kenya (Kirigia, 2002), Tayvan (Chang, 1998) ve
Türkiye’de (Kavuncubasi vd.,1997; ùahin vd, 2000; Özata, 2004) yapılan
çalıúmaları sıralayabiliriz.
SONUÇ
Geride kalan yüzyılın ilk çeyre÷inde; hastanelerin sistemdeki iúlevlerinde
meydana gelen önemli de÷iúiklikler, bugüne kıyasla çok daha düúük
maliyetlerle çalıúabilen hastanelerin, birçok toplumda sa÷lık sorunlarına köklü
çözümler getirilebilecek kuruluúlar olarak görülmelerinde etkili olmuú ve bunun
sonucu olarak da hastaneler kısa bir sürede sa÷lık sisteminin odak noktası
olmuúlardır. Ancak geliúmede sınır tanımayan tıp bilimi ve buna ba÷lı olarak
baú döndürücü bir hızla geliúen tıbbi teknoloji, toplumların refah düzeylerinin
yükselmesine ba÷lı olarak bireylerin hastane hizmetlerini daha sık kullanmaları
ve daha kaliteli hizmet isteminde bulunmaları sonucunda 1960'lı yıllardan
itibaren hastanelerin sundukları hizmetlerin maliyetleri yalnızca bireylerin
finansal güçlerini de÷il, birçok toplumda sa÷lık sigortası sistemlerini, hatta
hizmetlerin kamu tarafından finanse edildi÷i toplumlarda kamunun ödeme
114
gücünü bile zorlamaya baúlamıútır. Bunun sonucu olarak, karúılarında
bireylerden çok daha güçlü olan tüketici örgütlerini, sa÷lık sigortalarını ve
devleti bulan hastaneler, giderlerini kabul edilebilir ölçülerde tutabilmek
amacıyla bilimsel ilkeler içinde yönetilmek zorunda kalmıúlar, birçok toplumda
da buna zorlanmıúlardır.
Sosyal nitelikleri a÷ır basan hastanelerin, ekonomik iúletmelerin yönetiminde
oldu÷u gibi, iúletme biliminin ilkeleri içinde yönetilmeyecekleri görüúü, uzun
yıllar boyunca toplumların sa÷lık gibi oldukça hassas oldu÷u bir konuda geniú
taraftar toplamıútır ve bu görüú günümüzde de belli ölçüde kabul görmektedir.
ùüphesiz ki, bedensel veya ruhsal açılardan arındırılmıú bir bedenin maliyetinin
ne oldu÷u ya da ne olması gerekti÷i, üzerinde tartıúılmayacak kadar önemli bir
konudur. Ancak, mevcut koúullar altında ele alındı÷ında, ülkemiz de dâhil
olmak üzere, birçok toplumda sa÷lık hizmetleri, özellikle de hastanelerin
sundukları tedavi edici sa÷lık hizmetleri, bir pazarı olan ve bu pazarda belli bir
fiyata satın alınan hizmetler niteli÷indedir. Bu niteli÷inden ötürü, hastane
hizmetleri her úeyden önce ekonomik bir maldır ve bu hizmetleri ortaya koyan
hastanelerin de ekonomik ilkeler içinde yöneltilmeleri bir gerekliliktir. Bunun
yanı sıra, hastaneler birçok yönleriyle baúka ekonomik iúletmelerin niteliklerine
sahiptirler. Öte yandan, günümüzde birçok toplumun sa÷lık sistemi içinde tek
baúına bir sektör durumunda olan hastaneler, toplumun tüm bireylerine hizmet
sunan; milli gelirin önemli sayılabilecek bir bölümünün harcamasını
gerçekleútiren, çok de÷iúik ö÷reti gruplarından önemli ölçüde iúgücünü istihdam
eden; yönetim açısından birçok karmaúık sorunları bulunan; sosyal güvenlik,
sa÷lık sigortası ve e÷itim gibi baúka sistemlerle çok önemli ve yakın iliúkileri
bulunan kurumlardır.
Organizasyonların kaynaklarını etkin úekilde kullanıp kullanmadıklarının
ölçümü, aynı sektörde faaliyet gösteren ve benzer üretim faktörleri kullanarak,
benzer ürünler üreten organizasyonlarla karúılaútırılmaları yolu ile
gerçekleútirilebilir. Bu noktada birden çok girdi-çıktının oldu÷u ve girdiçıktıların farklı ölçü birimlerine sahip oldu÷u durumlarda, iúletmelerin göreli
etkinli÷ini ölçmeyi amaçlayan veri zarflama analizi (VZA) yöneticilere önemli
bir yardımcı araç sunmaktadır. Do÷rusal programlama tabanlı bir teknik olan
VZA'da temel varsayım, tüm iúletmelerin benzer stratejik hedeflere sahip
olması ve aynı tür girdi kullanıp aynı tür çıktı üretmesidir. Buradan hareketle
kullandıkları teknoloji, hukuki ve yönetimsel yapı, büyüklük ve dıú çevre
koúulları gibi birbirleriyle benzer özellikler taúıyan üniversite hastanelerinin
etkinliklerinin ölçülmesinde VZA tekini÷i, net ve mantıklı sonuçların
alınmasında gerekli bir yöntemdir.
115
KAYNAKÇA
Atan, M., Göksel, A. ve Karpat, G.(2002) “Ankara'daki Anadolu Liselerin
Toplam Etkinli÷inin Veri Zarflama Analizi (VZA) ile Saptanması”, XI.
E÷itim Bilimleri Kongresi, KKTC Yakın Do÷u Üniversitesi, Kıbrıs .2326 Ekim.
Athanassopoulos A, Gounaris C. (2001) “Assessing the technical and allocative
efficiency of hospital Operations in Greece and its resource allocation
implications.” European Journal of Operational Research;133:416-31.
Banker, R., Charnes, A., Cooper, W. W. (1984) “Some Models for Estimating
Technical and Scale Ineffıciencies in Data Envelopement Analaysis”,
Management science, Vol; 30 (9), pp 1078-1092.
Bozda÷, Nihat; Atlan, ùenol, Atan, Murat (2001) ; “Toplam Etkinlik Ölçümü:
Türkiye'deki Özel ve Kamu Bankaları için Bir Uygulama”,
http://idari.cu.edu.tr/sempozyum/bil54.htm. (e.t.: 03.04.2009)
Celini Roberto; Pignataro, Giacomo; Rizzo, ølde (2000) "Competition and
Efficiency in Health Çare: An Analysis of the Italian Case",
International Tax and Public Finance, Vol: 7, Number: 4-5, p. 507.
Chang H.H.(1998) “Determinants of hospital efficiency: the case of central
government-owned hospitals in Taiwan”. Omega;26: 307–17.
Charnes, A., Cooper, W.W. and Rhodcs, E. (1978) “Measuring the Effıciency
of Decision Making Units”, European Journal of Operational
Research, Vol: 2, pp 429-444.
Chilingerian, J.A. (1995) “Evaluating Physician Effîciency in Hospitals: A
Multivariate Analysis of Best Practices” European Joumal of
Operational Research, Vol: 80 (3), pp 548-574.
Colbert Amy. Reuven R. Levary, Michael C. Shaner, (2000) "Determining the
Relative Effıciency of MBA Programs Using DEA". European Journal
of Operaıional Research, Vol: 125. Issue: 3,. pp. 656— 669.
Ehreth J.L. (1994) “Development and Evaluation of Hospital Performance
Measures for Policy Analysis”, Medical Care, Vol: 32, No: 6, , pp. 568587.
Farrell, M.J. (1957) “The Measurement of Productivite Efficiency”, Europen
Journal of Operational Research, Vol: 13, pp. 253-281.
Giokas D. (2002) “The Use of Goal Programming, Regression Analysis, and
Data Envelopment Analysis for Estimating Efficient Marginal Cost of
Hospital Services”, Journal of Multi-Criteria Decision Analysis, Vol:
11, Issue: 4-5, pp. 261-268.
116
Grosskopf S, Margaritis D, Valdmanis V. (2004) “Competitive effects on
teaching hospitals.” European Journal of Operational
Research;154:515-25.
Grosskopf S, Valdmanis V. (1987) “Measuring hospital performance. A nonparametric approach” Journal of Health Economics;6:89–107.
Gruca TS, Nath D. (2001) “The technical efficiency of hospitals under a single
payer system: the case of Ontario community hospitals.” Health Care
Management Science;4:91-101.
Kavuncubasi S, Ersoy K, , Ozcan YA, Harris II JM. (1997) “Technical
efficiency of Turkish hospitals: DEA approach”. Journal of Medical
Systems;21:67–74
Kirigia JM, Emrouznejad A, Sambo LG. (2002) “Measurement of technical
efficiency of public hospitals in Kenya: using data envelopment analysis”.
Journal of Medical Systems;26:39–45.
Odeck, J (2000).: “Assessing the Relative Efficiency and Productivity Growth
of Vehicle Inspection Services: An Application of DEA and Malmquist
Indices”, European Journal of Operational Research, Vol: 126,
Number: 3, pp. 501-514.
O'Neill, Liam; Rauner, Marion; Kurt Heidenberger, Markus Kraus,(2007) "A
Cross-National Comparison and Taxonomy of DEA-based Hospital
Effıciency Studies", Socio-Economic Planning Sciences, 42, pp.158–189
Özata Musa (2004). Sa÷lık Biliúim Sistemlerinin Hastane Etkinli÷ini
Artırılmasında Yeri ve Önemi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doktora Tezi. Konya.
Phillips, Fred (2005), “25 Years of Data Envelopment Analysis”, International
Journal of Information Technology & Decision Making, Vol: 4, No: 3,
p. 319.
Pilyavsky Anatoly, Stat, Matthias (2008) “Efficiency and Productivity Change
in Ukrainian Health Care”. Journal of Productivity Analysis, Norwell:
Apr. Vol. 29, Iss. 2; p. 143
Quellette P, Vierstraete V. (2004) “Technological change and efficiency in the
presence of quasi-fixed inputs: a DEA application to the hospital sector”.
European Journal of Operational Research;154:755–63.
Sherman, H.D.( 1984) "Hospital Efficiency Measurement and Evaluation",
Medical Care, Vol: 22, No: 10, pp. 922-938.
ùahin I, Ozcan YA.(2000) “Public sector hospitals efficiency for provincial
markets in Turkey”. Journal of Medical Systems;24:307–20.
117
Tarım, A. (2001) VZA-Matenıatiksel Programlama Tabanlı Göreli Etkinlik
Ölçümü Yaklaúımı , Sayıútay Yayınları; s. 11
Ulucan, A. (2000) “ùirket Performanslarının Ölçülmesinde Veri Zarflama
Analizi Yaklaúımı: Genel ve Sektörel Bazda De÷erlendirmeler”,
Hacettepe Üniversitesi iktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Dergisi,
Vol: 18, s. 405–418.
Yavuz ø. (2001), Sa÷lık Sektöründe Etkinlik Ölçümü Veri Zarflama
Analizine Dayalı Bir Uygulama, MPM Yayınları, Ankara No:654.
Yavuz, ø. (2003). Verimlilik ve Etkinlik ölçümüne Yeni Yaklaúımlar ve
øllere Göre ømalat Sanayinde Etkinlik Karúılaútırmaları, MPM
Yayınları,.No: 667,Ankara
Yolalan, R. (1993) øúletmeler Arası Göreli Etkinlik Ölçümü, MPM Yayınları,
No: 483,Ankara.
118
TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜ VE ÜNøVERSøTE
HASTANELERø
Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK1
ÖZET
Sa÷lıkla ilgili araútırma ve uygulama merkezleri olarak e÷itim
hastaneleri kapsamında yer alan üniversite hastaneleri üstlendikleri tıp ve di÷er
sa÷lık disiplinlerinin e÷itimi, sa÷lıkla ilgili araútırmalar ve daha çok ilerlemiú ve
ciddi sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile Türk Toplumunun sa÷lık
düzeyinin yükseltilmesinde önemli rol oynarlar. Dolayısıyla günümüzde
üniversite hastaneleri yataklı sa÷lık hizmetlerinin verildi÷i kurumlar olmaktan
çıkarak, ileri düzeyde özellik arz eden teúhis ve tedavi hizmetlerinin verildi÷i
kurumlar haline gelmiútir. Bu çalıúmanın amacı sa÷lık hizmetleri sistemi, Türk
Sa÷lık Sektörü ve üniversite hastanelerinin genel durumunu betimleyici ve
sorgulayıcı bir yöntemle ortaya koymaktır.
Anahtar Kelimeler: Türk Sa÷lık Sektörü, Üniversite Hastaneleri
TURKISH HEALTH SECTOR AND UNIVERSITY HOSPITALS
ABSTRACT
As being health research and application centers university hospitals are
evaluated within education hospitals and they play an important role regarding to
the medical and other health discipline educations, health care researches and
progressed diseases cares in order to heighten the health level of turkish citizens.
As a result university hospitals are leaving their classical role of treatment and
changing to advanced diagnosis and treatment establishments. The aim of this study is to
put forth the health services system, Turkish health services and general state of
university hospitals in consideration in a descriptive and interrogative manner.
Key words: Turkısh Health Sector, Unıversıty Hospıtals
GøRøù
Toplumlarda bireyi yüksek düzeyde sa÷lıklı kılma ve güçlerini en yüksek
düzeyde kullanmalarını sa÷lama görevi sa÷lık hizmetlerinin sorumlulu÷una
bırakılmıútır. Bu görev, sa÷lı÷ın korunması, hastalıkların önlenmesi, hastalı÷ın
teúhis ye tedavisi ile rehabilitasyonla ilgili fonksiyonları kapsamaktadır. Sa÷lık
hizmetleri tarafından yürütülen bu fonksiyonların her birine verilen önem
ülkelerin sa÷lık bakım politikaları do÷rultusunda de÷iúmektedir.
1
Ö÷r.Gör. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
119
Hizmet sunumunun ikinci ve üçüncü basama÷ını oluúturan hastanelerin temel
örgütlenme amacı, bireylerin özel sa÷lık sorunları ve gereksinimlerine yönelik
kiúisel bakım ve tedavilerini gerçekleútirmektir. Bu amaç son derece dinamik ve
de÷iúken kurumlar olarak hastaneleri, di÷er endüstri kurumlarından farklı
kılmaktadır. Günümüzde, sermaye, teknoloji, mal ve hizmet piyasalarında
oldu÷u gibi, Türk Sa÷lık Sektörü de ciddi bir de÷iúim süreci içerisine girmiútir.
Özellikle son yirmi yılda sa÷lık sistemlerinde önemli de÷iúimler yaúanmıútır.
Sa÷lık sistemlerindeki de÷iúimler sa÷lık hizmetleri arz ve talep modellerini
de÷iútirmiú ve hastanelerin rolleri bundan etkilenmiútir. Sosyal nitelikleri a÷ır
basan hastanelerin, ekonomik iúletmelerin yönetiminde oldu÷u gibi, iúletme
biliminin ilkeleri içinde yönetilmeyecekleri görüúü, uzun yıllar boyunca
toplumların sa÷lık gibi oldukça hassas oldu÷u bir konuda geniú taraftar
toplamıútır ve bu görüú günümüzde de belli ölçüde kabul görmektedir. ùüphesiz
ki, bedensel veya ruhsal açılardan arındırılmıú bir bedenin maliyetinin ne
oldu÷u ya da ne olması gerekti÷i, üzerinde tartıúılmayacak kadar önemli bir
konudur. Ancak, mevcut koúullar altında ele alındı÷ında, ülkemiz de dâhil
olmak üzere, birçok toplumda sa÷lık hizmetleri, özellikle de hastanelerin
sundukları tedavi edici sa÷lık hizmetleri, bir pazarı olan ve bu pazarda belli bir
fiyata satın alınan hizmetler niteli÷indedir. Bu niteli÷inden ötürü, hastane
hizmetleri her úeyden önce ekonomik bir maldır ve bu hizmetleri ortaya koyan
hastanelerin de ekonomik ilkeler içinde yöneltilmeleri bir gerekliliktir. Bunun
yanı sıra, hastaneler birçok yönleriyle baúka ekonomik iúletmelerin niteliklerine
sahiptirler. Öte yandan, günümüzde birçok toplumun sa÷lık sistemi içinde tek
baúına bir sektör durumunda olan hastaneler, toplumun tüm bireylerine hizmet
sunan; milli gelirin önemli sayılabilecek bir bölümünün harcamasını
gerçekleútiren, çok de÷iúik ö÷reti gruplarından önemli ölçüde iúgücünü istihdam
eden; yönetim açısından birçok karmaúık sorunları bulunan; sosyal güvenlik,
sa÷lık sigortası ve e÷itim gibi baúka sistemlerle çok önemli ve yakın iliúkileri
bulunan kurumlardır.
Ayrıca amaçlarını, sosyal, ekonomik, e÷itsel ve mesleksel özellikleri açısından,
birbirinden farklı disiplinlerin ortak hizmetleri ile yürütme sorumlulu÷u da
üniversite hastanelerine organizasyon açısından çok karmaúık bir özellik
kazandırmaktadır. Bu özellik, hastaneleri toplumların de÷iúen ve geliúen sa÷lık
bakım gereksinimlerini yeterli düzeyde karúılayabilmek için iúleyiú ve yönetim
açısından örgütsel modellerini sık sık gözden geçirmek zorunda bırakmaktadır.
1.SAöLIK HøZMETLERø SøSTEMø
1948 yılında kabul edilen ønsan Hakları Evrensel Bildirgesi, sa÷lık hakkını
"Herkesin gerek kendisi gerek ailesi için, yiyecek, giyim, konut, tıbbi bakım,
gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sa÷lı÷ını ve refahını sa÷layacak
uygun bir yaúama düzeyine ve iúsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaúlılık ya da
geçim olanaklarından iradesi dıúında yoksun bırakacak di÷er hallerde güvenli÷e
hakkı vardır " biçiminde tanımlamıútır (Tümerdem,1992:6). Ayrıca, her bireye
120
“sa÷lık hakkı” talebini karúılama görevi Anayasanın 56. maddesine göre devlete
verilmiútir.
Dolayısıyla bireylerin ve toplumların sa÷lıklarını korumak, hastalandıklarında
tedavilerini yapmak, tam olarak iyileúmeyip sakat kalanların baúkalarına
ba÷ımlı olmadan yaúayabilmeleri için rehabilitasyon yapmak ve toplumların
sa÷lık düzeyini yükseltebilmek için yapılan planlı çalıúmaların tümüne “sa÷lık
hizmetleri” denilmektedir. Sa÷lık hizmetleri kiúinin sa÷lı÷ını korumak, daha
iyiye götürmek ve hastalandı÷ı zaman onu yeniden sa÷lı÷ına kavuúturmak için
yapılması gereken tüm hizmetleri kapsar. Dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllar
sadece hastalıkların tedavisi úeklinde anlaúılmıú, ancak giderek çeúitli
hastalıklar ve mikroplarla mücadele, çevre sa÷lı÷ı ve hijyen konusundaki
geliúmeler ya da hastalıkların bulaúma süreci ve süresi konusundaki bilgilerin
artması gibi nedenlerle sa÷lık hizmetlerinin farklı alanlarda yo÷unlaútı÷ı
gözlenmiútir. Birey sa÷lı÷ının toplum sa÷lı÷ı ile sıkı iliúki içinde oldu÷u
anlaúılarak geniú halk kitleleri tarafından tedavi edici hizmetlerin yanı sıra
koruyucu sa÷lık hizmetlerine de daha fazla önem verilmeye baúlanmıútır. Bu
alanda, hem kamu kuruluúlarının hem de üçüncü sektöre ait sa÷lık kurumlarının
birçok ülkede toplum sa÷lı÷ına önemli katkıları olmaktadır. Aslında, toplumun
tüm üyelerinin gelirlerine bakılmaksızın sa÷lık hizmetlerinden yararlandırılması
temel insan haklarından olan “yaúama hakkı”nın bir parçası olarak ele
alınmalıdır (Fiúek 1983:6).
Sa÷lık hizmetlerinin temel amacı; kiúilerin hasta olmamalarını sa÷lamak,
kiúileri hastalıklardan korumaktır. Ancak, her türlü çabaya karúın herkesi, her
hastalıktan korumak mümkün olmaz, bazıları hastalanır. øúte o zaman, sa÷lık
hizmetlerinin ikinci amacı olan; hastaların tedavisi söz konusu olur. Ayrıca
bugünkü bilgilerle ve var olan yöntemlerle her hasta tam olarak tedavi
edilemez; bazıları ölür, bazıları ise sakat kalır. Sa÷lık hizmetlerinin üçüncü
amacı; sakatların baúkalarına ba÷ımlı olmadan, kendi kendilerine yeter biçimde
yaúamalarını sa÷lamak, yani rehabilite etmektir (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2002:5).
Buradan hareketle sa÷lık hizmetlerinin kategorizasyonu konusunda en yaygın
olarak kabul edilen yaklaúım, hizmetleri, koruyucu sa÷lık hizmetleri, tedavi
edici sa÷lık hizmetleri ve rehabilitasyon hizmetleri olarak üç baúlık altında
incelemektir. Sınıflamada koruyucu sa÷lık hizmetleri olarak adlandırılan
hizmetler, insanların hasta olmasını önleyecek bir takım tedbirlerle, tehlike
meydana gelmeden tehlikenin kendisine karúı bir mücadeledir. Tedavi edici
sa÷lık hizmetleri hastalık, sakatlık gibi tehlikelere u÷rayanları tehlikenin
zararlarından kurtarıcı bir hizmettir. Sosyal Devlet ilkesinin bir gere÷i olarak,
devletin temel görevlerinden birisi de vatandaúlarına koruyucu, tedavi edici,
önleyici, rehabilite edici sa÷lık hizmetlerini sunmak ve bu yolla insanların
sa÷lıklı olarak geçirecekleri zamanı uzatmaktır.
121
2.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNÜN ÖRGÜTLENMESø
Sa÷lık hizmetleri sunumu, sa÷lık sektöründe yer alan tüm kurum ve kuruluúların
ortak katılımını gerektirmekte ve bu durum sa÷lık sektörü olarak adlandırılan
yapının ortaya çıkmasını sa÷lamaktadır. Sa÷lık sektörü; sa÷lık elde etmek ve
toplumu sa÷lıklı kılmak amacını gerçekleútirmek üzere çok geniú bir alanı
kapsayan sa÷lıkla ilgili mal ve hizmet türündeki ürünü arz etmek ve talep etmek
üzere kurulan sistem ve alt sistemler ile bunların içinde yer alan kurum, kuruluú,
statü, ürün vb. unsurların tümünü belirtmek için kullanılan genel ve kapsayıcı
bir kavramdır (Sargutan, 1999).
Türkiye’de sa÷lık sektörü 1961 tarih ve 224 sayılı "Sa÷lık Hizmetlerinin
Sosyalleútirilmesi" hakkındaki kanunun öngördü÷ü biçimde, kademeli hizmet
anlayıúı çerçevesinde örgütlenmiútir. Türk sa÷lık sektörünün oldukça karmaúık
bir yapısı vardır. Türk sa÷lık sektöründeki aktörlerden bazıları kamu, yarı-kamu
ve özel kurumlar ile dernek-vakıfların açtı÷ı kurumlardır. Tablo 1.'de do÷rudan
ya da dolaylı olarak sa÷lık sektöründe yer alan kurumlar, sa÷lık hizmetleri
sunumu, sa÷lık hizmetleri finansmanı ile ilgili olup olmamalarına ya da sa÷lık
hizmetlerinin sunumunda idari karar alma yetkisine sahip olup olmamalarına
göre gruplara ayrılmıútır.
Tablo 1. øúlevlerine Göre Türk Sa÷lık Sektöründe Yer Alan Kurum ve
Kuruluúlar
POLøTøKA OLUùTURMA
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Devlet Planlama Teúkilatı
Sa÷lık Bakanlı÷ı
Yüksek Ö÷retim Kurumu
Anayasa Mahkemesi
øDARø KARAR ALMA
Sa÷lık Bakanlı÷ı
øl Sa÷lık Müdürlükleri
SAöLIK HøZMETLERø
FøNANSMANI
Maliye Bakanlı÷ı
Sosyal Güvenlik Kurumu ( SSK
Ba÷-Kur, Emekli Sandı÷ı )
Özel Sigorta ùirketleri
Kendi kendini finanse eden kurumlar
Uluslararası Ajanslar
SAöLIK HøZMETLERø SUNUMU
Kamu:
Sa÷lık Bakanlı÷ı
Üniversite Hastaneleri
Savunma Bakanlı÷ı
Özel:
Özel Hastaneler
Vakıf Hastaneleri
Azınlık Hastaneleri
Özel Çalıúan Pratisyen/Uzman
Hekimler
Ayakta Tedavi Klinikleri
Laboratuarlar ve Tanı Merkezleri
Eczaneler
Tıbbi Cihaz ve Malzeme Satıcıları
Sivil Toplum Örgütleri:
Kızılay
Vakıflar, Dernekler
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 102
122
Türk Sa÷lık Sektöründe politika belirleyici kurumlar olarak TBMM, DPT,
Sa÷lık Bakanlı÷ı (SB), YÖK ve Anayasa Mahkemesi sıralanmaktadır. ødari
karar alma yetkisi bulunan kurumlar ise Sa÷lık Bakanlı÷ı ve il sa÷lık
müdürlükleridir. Türkiye’deki sa÷lık hizmetlerinin finansmanını sa÷layan
kuruluúlar olarak ise Maliye Bakanlı÷ı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), özel
sigorta úirketleri sıralanmaktadır. Sa÷lıkta Dönüúüm Programı (SDP)
kapsamında Sosyal Güvenlik Kurumu özerk bir kurum olarak, Emekli Sandı÷ı,
SSK ve Ba÷-Kur’un (2008 yılından itibaren Yeúil Kart bütçe olarak bu kapsama
alınmıútır) bu kurum çatısı altında birleútirilmesine karar verilmiútir. Türk
Sa÷lık Sektöründe hizmet sunucusu olarak Sa÷lık Bakanlı÷ı’na ba÷lı hastaneler,
üniversite hastaneleri ve özel sektöre ba÷lı hastaneler önemli rol oynamaktadır
(Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 103).
3.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNÜN FøNANSMANI
Türk Sa÷lık Sektörü (TSS), günümüze gelinceye kadar önemli dönüúümler
geçirmektedir. Özellikle sa÷lık finansmanı ve hizmet sunumu sistemlerinde
parçalanmayı ve duplikasyonu (tekrarlama) engellemek; sa÷lık sigortasına ve
sa÷lık hizmetlerine genel eriúimi sa÷lamak için kurumsal ve yapısal reformlar
SDP kapsamına alınarak 2003 yılından baúlayarak uygulanmaktadır. 2003
yılından önce TSS'de, sa÷lık hizmetlerini finanse eden ve sunan çeúitli kamu
kurumları bulunmaktaydı. Bunların bazıları arasında hiyerarúik; bazıları
arasında ise sözleúmeye dayalı iliúkiler söz konusuydu. Bunlar toplumun farklı
kesimlerine hizmet vermekteydi, bu da kapsamda boúluklar do÷urmaktaydı.
Sosyal güvenlik kurumları; kayıtlı sektörde maaúlı çalıúanları, serbest
çalıúanları, çalıúan veya emekli devlet memurlarını kapsıyordu. Hükümet tarafından finanse edilen bir program (Yeúil Kart programı) da, düúük gelirli
sigortasızları kapsıyordu.
Türkiye’de 2003 yılına kadar sa÷lık sektörünün finansmanın büyük bir kısmı,
(yaklaúık %60 ila %70’i) kamu kaynaklarından, kalan kısmı ise özel
kaynaklardan elde edilmekteydi. Türkiye’de sa÷lık alanında yapılan kamu
harcamaları; SB, Hudut ve Sahiller Sa÷lık Genel Müdürlü÷ü, üniversiteler,
Sosyal Yardımlaúma ve Dayanıúmayı Teúvik Fonu, Di÷er Bakanlıklar ve
kurumlar, yerel yönetimler, devlet teúebbüsleri, devlet memurları ve sosyal
güvenlik kurumlarınca üstlenilen harcamaları içermekteydi. Özel harcamalar;
cepten yapılan ödemeleri, úirketler ve bireyler tarafından finanse edilen
politikalara yönelik özel sa÷lık sigortası ödemelerini kapsamaktaydı. ùekil 1’de
2003 yılına kadar Türk sa÷lık sektöründeki fon akıúı düzenlemeleri
gösterilmektedir.
123
ùekil 1. 2003 Yılına Kadar Türk Sa÷lık Sektörünün Finansman Yapısı
Kaynak: OECD, 2009: 21
2003 yılına kadar, kamu sa÷lık finansmanı ile ilgili düzenlemelerin özünde
1946 yılında kurulan, 1960'lar ve 1970'ler boyunca önemli ölçüde geliúen bir
sosyal güvenlik sistemi vardı. Bu sistemde, üç ayrı sa÷lık sigorta fonu
bulunmaktaydı: (i) Kamu ve özel sektördeki mavi yakalı iúçiler için Sosyal
Sigortalar Kurumu yani SSK (ii) Esnaf ve Sanatkârlar ve Di÷er Ba÷ımsız Çalıúanlar için Sosyal Sigortalar Kurumu yani Ba÷-Kur (iii) Devlet Memurları
Emeklilik Fonu yani Emekli Sandı÷ı. Çalıúan devlet memurları Emekli
Sandı÷ına dâhil edilmemiúti ve harcamaları do÷rudan devlet bütçesinden
karúılanmaktaydı. 1992 yılında Hükümet, "Yeúil Kart" uygulamasını baúlattı
(Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 103).
2003 yılından sonra Türk Sa÷lık Sektörünün finansman sisteminde meydana
gelen de÷iúiklikler SDP kapsamında yürütülmüútür. SDP, Türk sa÷lık
sektörünün uzun zamandan beri var olan sorunlarını ele almak için
tasarlanmıútır, bu sorunlar: i) Di÷er OECD ve orta gelirli ülkelere kıyasla geri
kalmıú olan sa÷lık sonuçları ii) Sa÷lık hizmetlerine eriúimdeki
hakkaniyetsizlikler iii) Sa÷lık hizmetleri finansmanı ve sunumunda verimsizli÷e
yol açan ve mali sürdürülebilirli÷i zayıflatan parçalı yapı iv) Düúük hizmet
kalitesi ile hastalara sınırlı cevap verebilirliktir (OECD, 2009: 36).
124
ùekil 2. Türk Sa÷lık Sektörünün Finansmanı 2008 (GSS Yasasının Kabulünden
Sonra)
Kaynak: OECD, 2009: 48
SDP kapsamında öngörülen kurumsal ve organizasyonel de÷iúiklikler ùekil 1.
ve ùekil 2. kıyaslandı÷ında ortaya çıkmaktadır. SDP kapsamında SSK, Ba÷Kur, Emekli Sandı÷ı ve Yeúil Kart programlarını tek bir úemsiye (SGK) altında
birleútirecek tek bir satın alıcı bünyesinde GSS’nin kurulması 2008 yılında
çıkarılan yasa ile hayata geçmiú bulunmaktadır. Finansman açısından, sosyal
güvenlik yasasının GSS ile ilgili bölümleri, TBMM’den ancak Nisan 2008’de
geçebilmiútir. Yeúil Kart uygulaması, henüz SGK tarafından bütünüyle
benimsenmemiútir; ancak bunun 2009 itibarıyla baúarılabilmesi için planlar
yapılmıútır. Yeúil Kart almaya hak kazanmak için tanımlanan gelir düzeyinin
fazlasına sahip birçok Türk vatandaúı kayıt dıúı sektörde çalıúmakta ve
birço÷unun sosyal güvenlik kaydı bulunmamakta ya da sa÷lık sigortası için
prim ödemesi yapmamaktadır. Yeúil Kart almaya hakkı olanlar ve önceden
sigortası olmayanlar için SGK’nin nasıl para ve mal varlı÷ı soruúturması
yapaca÷ına iliúkin yeni prosedürler henüz belirlenmemiútir (OECD, 2009: 39).
125
2003’ten beri SDP’nin uygulanması, sa÷lık sisteminde bazı önemli
de÷iúikliklere yol açmıútır. Türkiye’deki devlet hastanelerinin ço÷unlu÷u, daha
önceden Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından yönetilenler de dâhil olmak üzere,
artık tek bir çatı (Sa÷lık Bakanlı÷ı) altında entegre edilmiútir. Böylelikle
prensipte sa÷lık hizmetleri satın alıcısı ile hizmet sunucusu birbirinden
ayrılmıútır. Bu reformların sonucu olarak, çeúitli sosyal güvenlik kurumları artık
tek bir kurum altında, yani SGK bünyesinde birleúmiútir. Bu kurumlar, ortaklaúa
yararlanılan veri tabanları ile talep ve kullanım yönetim sistemlerini
paylaúmaktadır.
4.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNÜN MEVCUT DURUMU
Bir ülkedeki sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında en
önemli veriler olarak toplam sa÷lık harcaması, kiúi baúına düúen sa÷lık
personeli sayısı ve memnuniyet durumu sayılabilir. Dolayısıyla Türk Sa÷lık
Sektörünün mevcut durumu, hem tıbbi hem de tıbbi olmayan etkenlerce
belirlenmektedir. Halk sa÷lı÷ı için çok sayıda belirleyici oldu÷unu belirten geniú
bir literatür bulunmaktadır. Örne÷in, Gottret ve Schieber (2006) literatürü
araútırarak devletin sa÷lık harcamaları ile sa÷lık sonuçları üzerindeki di÷er kesit
unsurları arasındaki iliúkinin yeni kanıtlar ortaya koymuúlardır. Hükümetin
sa÷lık harcamalarındaki artıúların, 5 yaú altı ölüm oranının azaltılması üzerinde,
e÷itim, yol ve temizlik alanındaki hükümet harcamalarındaki benzer artıúlardan
daha büyük ve net bir etkisi oldu÷unu tespit etmiúlerdir. Jamison (2006) ise
geliúmekte olan ve geliúmiú ülkelerdeki sa÷lık sonuçlarının geliúimini etkileyen
kilit unsur olarak sa÷lık harcamalarını göstermiúlerdir. Dolayısıyla Türkiye’deki
sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında en önemli veri
olarak “toplam sa÷lık harcaması” gösterilebilir.
Toplam Sa÷lık Harcaması (TSH) OECD sa÷lık hesapları sistemine göre sa÷lık
için yapılan cari harcama ve yatırım harcamasının toplamından oluúmaktadır.
Cari sa÷lık harcaması ise; tüm tedavi, rehabilitasyon, koruyucu ve halk sa÷lı÷ı,
yardımcı tıbbi hizmetler ile bu hizmetlerin yönetimi ve topluma sunulması için
gerekli ilaç, tıbbi sarf ve tedavi malzemeleri, sa÷lık personeli maaú ve ücretleri
için yapılan harcamaları kapsamaktadır.
126
ùekil 3. Cari Sa÷lık Harcaması, Toplam Sa÷lık Harcaması ve
GSYøH’nın Yıllar øtibariyle De÷iúimi, 1999-2006, Türkiye
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 102
ùekil 3.’de Cari Sa÷lık Harcamasının, Toplam Sa÷lık Harcamasının ve
GSYøH’nın 1999–2006 yılları itibari ile de÷iúimi görülmektedir Grafik
incelendi÷inde yapılan sa÷lık harcaması ile GSYøH’nın de÷iúiminin birbirine
paralel oldu÷u görülecektir.
127
Tablo 2. Toplam Sa÷lık Harcamasının Finansman Kurumlarına Göre
Da÷ılımı, 1999–2006, Türkiye
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 102
Türkiye Toplam Sa÷lık Harcaması (TSH) 2000 yılı için 8.248 milyon YTL olup
kiúi baúına yapılan sa÷lık harcaması yaklaúık olarak 122,3 YTL ya da ilgili yılın
ortalama dolar kuruna göre yaklaúık 195 ABD$’dır. Bu de÷er, Satın Alma Gücü
Paritesi (SGP)’ne göre 463 ABD$’dır. Tablo 2.’de 1999-2006 yıllarını kapsayan
ilgili de÷erler görülmektedir.
Türkiye’deki sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında bir
di÷er kriter ise kiúi baúına düúen hekim sayısı gösterilebilir. Özellikle
vatandaúların sa÷lık hizmetlerine eriúimlerinde hakkaniyetin sa÷lanması
açısından kiúi baúına düúen hekim sayısının artırılması gerekmektedir. Zaruri
128
sa÷lık hizmetlerine eriúimde makul bir eúitli÷in yakalanması (yani “eúit ihtiyaç
için eúit tedavi” olması) birçok ülkede baúlı baúına önemli bir hedef olarak
görülmektedir. Bunun ayrıca, bir ulusun ortalama sa÷lık durumu üzerinde de
kayda de÷er sonuçları kesinlikle olacaktır. Müdahale olmaksızın, bütün ülkeler,
“ters hizmet kuralı” deneyimini (sa÷lık hizmetlerine eriúim e÷iliminin sa÷lık
hizmetlerine duyulan ihtiyaç ile ters orantılı olması) yaúamaktadır. Çünkü düúük
gelirliler, genellikle kötü sa÷lık durumu ile iliúkilendirilmektedir. Daha iyi bir
ortalama sa÷lık durumunun sa÷lanması için, bir ülkedeki sa÷lık harcamalarının
da÷ılımının de÷iútirilerek zengin lehine de÷il fakir lehine yapılması genel sa÷lık
harcamalarının artırılması kadar etkili olabilir. SDP kapsamında hekimlerin
co÷rafi da÷ılımı, çok daha eúit hale gelmiútir. SB, 2003 ve 2007 yılları arasında
yeni atanan sa÷lık personeli sayısının kayda de÷er úekilde artırdı÷ını
bildirmiútir.
ùekil 4. Nüfus Baúına Düúen Hekim Sayısı, Türkiye ve Di÷er OECD Ülkeleri
Kaynak: OECD, 2009: 67
129
Yeni personelin 16.000’i kiúi baúına düúen sa÷lık personeli açısından sıkıntılı
bölgelerde görevlendirilmiútir. ùekil 4’e göre, 2006 yılında Türkiye’de 1000
nüfusta 1,6 olan hekim yo÷unlu÷u, di÷er OECD ülkelerinden daha düúüktür.
Türkiye’deki hekim yo÷unlu÷u, 2006 yılında OECD ortalamasının yarısı
civarındadır. Türkiye’deki hekimlerin %50’sinden biraz fazlası uzman olup
yaklaúık %20’si de uzman olmaya çalıúan asistan pozisyonundadır ve sadece
%30’u pratisyen hekim olarak çalıúmaktadır. ùekil 4.’ten de görülece÷i üzere
hekim yo÷unlu÷u açısından Türkiye OECD ortalamasının çok altında yer
almaktadır. Bu durum hizmetlerdeki hakkaniyet düzeyinin azalmasına yol
açmaktadır. Türkiye’de özellikle bu sorunun çözümlenmesinde üniversite
hastaneleri kilit role sahip bulunmaktadır.
Türkiye’deki sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında son
olarak de÷erlendirilebilecek di÷er önemli kriter ise “hasta memnuniyeti”dir.
Sa÷lık hizmetleri memnuniyetinin ölçülmesi yöntemi, Türkiye'nin yanı sıra bazı
Avrupa ülkelerinde de kullanılmaktadır. Böylece beklentilerin tüm ülkede aynı
úekilde oldu÷u varsayılarak uluslararası kıyaslama yapmak mümkün hale
gelmektedir.
Tablo 3. Türkiye’deki Sa÷lık Hizmetlerinden Hastaların Memnuniyet
Düzeyleri
Kaynak: OECD, 2009: 82
Türkiye'de yapılan araútırmada, araútırmaya katılmaya gönüllü olan 42 hekim
muayene mahallinden 33 tanesi seçilmiútir. Her bir muayene mahallinde,
130
birbirini izleyen en az 30 yetiúkin hastaya anket soruları sorulmuútur. Cevap
verme oranı %77 olmuútur. Tablo 3. de Türkiye’deki ve (ortalama olarak) 10
Avrupa ülkesinden oluúan bir gruptaki sa÷lık hizmetlerine iliúkin 23 soruya
“iyi” ya da “mükemmel” cevaplarını veren hastaların oranlarını göstermektedir.
ùekil 5. Türkiye'de Genel Olarak Sa÷lık Hizmetlerinden Memnun Olanların
Oranı ve 2003-2007 Yılları Arasındaki De÷iúim
Kaynak: TUøK, 2008: 38
Türkiye østatistik Kurumu (TUøK), 2008 yılında 2878 örnek hanede, 6465
kiúiyle yüz yüze gerçekleútirdi÷i “yaúam memnuniyeti araútırması” sonuçlarına
göre Türkiye’de genel olarak sa÷lık hizmetlerinden memnun olanların oranının
2003- 2007 yılları arasındaki de÷iúimi úekil 5.’te gösterilmiútir. TÜøK
tarafından yayımlanan ve Türk vatandaúlarının sa÷lık hizmetlerinden genel
memnuniyet oranının SDP’nin baúlatılmasından hemen önce 2003 yılında
%39,5 iken; 2005’te %55,2’ye ve 2007 yılında %66,5’e yükseldi÷ini gösteren
yaúam memnuniyeti anketi sonuçlarına dikkat çekmiútir. Bu oranlara
bakıldı÷ında özellikle SDP’den sonra sa÷lık hizmetlerinden memnuniyetin
arttı÷ını söyleyebiliriz (TUøK, 2008:42).
5.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNDEKø HASTANELER
Türkiye’de sa÷lık hizmetleri arzı, kamu ve özel hizmet sunucular tarafından
sa÷lanmaktadır. Bu kapsamda en önemli kamu hizmet sunucusu Sa÷lık
Bakanlı÷ına ba÷lı hastaneler ve üniversite hastaneleridir. Ancak SSK
hastanelerinin, bazı kamu kuruluúları ve belediye hastanelerinin sundukları
sa÷lık hizmetinin SB’ye devredilesi ile birlikte SB hastaneleri en büyük sa÷lık
hizmet sunucu birimler haline gelmiúlerdir. Üniversite hastaneleri
gerçekleútirilen son de÷iúiklikten sonra SB’den sonra en önemli hizmet
sunucusu konumundadır.
131
Türkiye’de 2007 yılı itibari ile 170.291 yatak kapasiteli 1202 adet hastane
bulunmaktadır. Bu hastanelerin 807’si SB’ye, 56’sı Üniversitelere, 305’i özel
mülkiyete, 6’sı belediyelere, 19’u dernek ve vakıflara, 3’ü yabancılara ve 5’i ise
azınlıklara aittir.
Tablo 4. Türkiye’deki Hastanelerin Kurumlara Göre Da÷ılımı
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008’den alınan verilere göre oluúturulmuútur.
Sa÷lık Bakanlı÷ı birinci ve ikinci basamak sa÷lık hizmetlerinin temel tedarikçisi
ve koruyucu hizmetlerin de tek tedarikçisidir. Sa÷lık Bakanlı÷ı, birinci, ikinci,
ihtisaslaúmıú yataklı ve ayakta tedavi kurumları ile çok geniú bir a÷ dâhilinde
hizmet vermektedir. Kamu sektöründeki bu geniú a÷, özel sektörde hem ayakta
hem de yataklı tedavi hizmeti veren daha az sayıdaki özel kurumla
tamamlanmaktadır.
2004-2005 yılları arasında hastanelerin ayakta tedavi hizmeti veren bölümlerine baúvuru
sayısı % 22,5 civarında artarken, 2005-2006 yılları arasında %16,1’lik bir artıú söz
konusudur. Hastane bazında ayakta tedavi kurumlarına baúvuru sayısı tablo 5.’de
belirtilmiútir.
132
Tablo 1. Türkiye’deki Hastanelere Baúvuran Hastaların Kurumlara Göre
Poliklinik Durumu, 2002-2006
2
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlü÷ü, 2006
Sa÷lık Bakanlı÷ı’nın sa÷lık ocakları tarafından tanı ve tedavi için daha üst
kurumlara sevk edilen hastaların sayısı, Sa÷lık Bakanlı÷ının ayakta tedavi
kurumlarına giden hastaların % 9’una eúittir. Bu da do÷rudan hastanelerin
ayakta tedavi imkânlarına baúvuran insanların büyük bir kısmının birinci
basamak sa÷lık kurumundaki hekimin tavsiyesini almadan kendi kararına göre
hareket etti÷ini göstermektedir. Sa÷lık harcamalarında artıúa ve gereksiz iú yükü
oluúturarak hakkaniyete ters düúen bu durumun, aile hekimli÷i modeli ile
aúılması düúünülmektedir(www.saglik.gov.tr).
Tablo 1.’ten görülece÷i üzere SB hastanelerinin 2005 yılındaki poliklinik sayısı
% 80,5 artmıú bulunmaktadır. Bu durumun en önemli nedeni; SSK
hastanelerinin SB’ye devredilmesi ile 2004 yılından sonraki veriler SB
hastanelerine aktarılmasından kaynaklanmaktadır.
6.TÜRKøYE’DEKø ÜNøVERSøTE HASTANELERø
Sa÷lık sistemi içerisinde do÷rudan hasta tedavisi ve bakımını amaçlayan
hastanelerin önemli bir bölümü de e÷itim ve araútırma kurumları olarak faaliyet
göstermektedir. Bu kurumlar hasta tedavisi hizmetleri yanı sıra, çeúitli sa÷lık
disiplinlerinin e÷itimi ve tıbbi araútırma faaliyetlerini de üstlenmektedir.
2
Özel Hastanelerin 2002–2006 yılları arasındaki artıú oranı dikkat çekicidir. Bunun en önemli nedeni olarak
SDP kapsamında gerçekleútirilen yeni düzenlemelerdir. Bu durum aynı zamanda SB’nın sa÷lıkla ilgili
politikalarında liberalleúme e÷ilimini de göstermektedir. Bu e÷ilimin gittikçe hız kazanması son yıllarda
hastane süreçlerindeki DKK uygulamalarının sayısını ve kapsamını artırmaktadır.
133
Sa÷lıkla ilgili araútırma ve uygulama merkezleri olarak e÷itim hastaneleri
kapsamında yer alan üniversite hastaneleri ise üstlendikleri tıp ve di÷er sa÷lık
disiplinlerinin e÷itimi, sa÷lıkla ilgili araútırmalar ve daha çok ilerlemiú ve ciddi
sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile toplumların sa÷lık düzeyinin
yükseltilmesinde önemli rol oynamaktadırlar.
Mezuniyet öncesi ve sonrası tıp e÷itimi, sürekli tıp e÷itimi, tıbbi araútırmalar,
akademisyen yetiútirme-geliútirme ve muhtelif sa÷lık hizmetleri gibi altı önemli
misyonu birlikte taúıma görevi üniversite hastanelerinin sorumlulu÷unu di÷er
hastane türlerine göre arttırmaktadır. Bu sorumlulu÷u yerine getirmede temel
ilke, söz konusu altı misyon arasında birinin di÷erine üstünlük kurmasına fırsat
vermeyecek bir dengenin oluúturulmasıdır.
ùekil 6. Türkiye’deki Üniversite, E÷itim ve Hizmet Hastanelerinin
Sorumluluk Yükü
Kaynak: Üniversite Hastaneleri Birli÷i; 2009: 9
Di÷er sa÷lık kuruluúlarından farklı olarak e÷itim, araútırma ve hasta bakımı
iúlevlerinin aynı yapı içerisinde örgütlenmesinin sa÷lanması son derece önemli
çabaları gerektirmektedir. Ayrıca sa÷lık bilimlerinde bilimsel bilginin artması,
teknolojik ilerlemeler ve farklı alanlarda uzmanlaúmanın getirdi÷i sorunlar
üniversite hastanelerini daha kompleks bir çevre içerisinde mücadele etmeye
itmektedir. Böylesi bir durumla mücadele etmek zorunda kalan üniversite
hastanelerinin daha esnek bir organizasyon yapısına sahip olması
gerekmektedir.
6.1. Türk Sa÷lık Sistemi øçerisinde Üniversite Hastanelerinin Yeri
Türk Sa÷lık Sisteminde Üniversite hastaneleri, üçüncü basamak sa÷lık kurulusu
olarak tanımlanmıúlardır. Sa÷lık Bakanlı÷ına ba÷lı e÷itim hastaneleri ile birlikte
ülkemizin en ileri düzeyde sa÷lık hizmeti sunan sa÷lık kuruluúlarıdır.
SB 2008 verilerine göre Türkiye’de toplam 56 adet üniversite hastanesi
bulunmaktadır. Hastane yataklarının %14.8’ini Üniversite hastaneleri, %67’sini
134
SB Hastaneleri, %10’unu özel ve vakıf hastaneleri oluúturmaktadır. Üniversite
Hastaneleri toplam hastane sayısının %4.2’si iken yatak oranı %14.8’dir. Bu
Üniversite Hastanelerinin genellikle daha yüksek yatak sayısına (ort. 536) sahip
oldu÷unu göstermektedir (bknz. Tablo 5.).
ùekil 7. Türkiye’deki Üniversite Hastanelerinin Di÷er Kurum Hastanelerine
Göre Durumu
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008:11
Özel hastanelerde kurum baúı ortalama yatak 49, SB Hastanelerinde 159 dur.
Kurum Baúına muayene edilen hasta sayısı (*1000/Yıl) Üniversite
Hastanelerinde 268 iken SB Hastanelerinde 1.548 olmuútur. Üniversite
Hastaneleri poliklinik hizmetinin % 6’sını karúılamaktadır. Buna karúılık
Üniversite Hastaneleri yatan hastaların %14 üne hizmet vermektedir.
ùekil 8. Türkiye'deki Hastanelerde Muayene Edilen Hastaların
Kurumlara Göre Da÷ılımı (Bin Kiúi), 2002-2007
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008: 15
135
Üniversite hastanelerinin Türk Sa÷lık Sistemi içerisinde önemini artıran bir
di÷er durum ise sa÷lık insan gücünün sa÷landı÷ı temel kaynak olmasıdır.
Toplumun sa÷lık düzeyinin yükseltilmesi ve sa÷lıklı bir hayatın devam
ettirilmesinde sa÷lık çalıúanlarının büyük önemi vardır. Bu nedenle sa÷lık
alanında çalıúan sa÷lık personelinin sayısı ve e÷itimi önem taúımaktadır. Bu
ba÷lamda Türkiye’deki üniversite hastaneleri sa÷lık insan gücünün
yetiútirilmesinde ve sektöre arz edilmesinde en önemli kurumdur. Sa÷lık
hizmetlerinin yürütülebilmesi için sa÷lık personelinin yeterli sayıda ve ça÷daú
normlara göre yetiútirilmesi ve ülke çapında dengeli bir da÷ılım ve plan
yapılması önemlidir. Ülkemizdeki tıp fakültesi sayısı 1986 -1987 ö÷retim
yılında 21 iken, 2006-2007 ö÷retim yılında bu sayı 47'ye, bu fakültelerdeki
ö÷renci sayısı ise aynı dönemde 29.759'dan ancak 33.537'ye ulaúmıútır. Yani,
fiziki altyapı ve e÷itim kadrosu artarken ö÷renci sayısı göreceli olarak
azalmıútır. Ö÷retim üyesi sayısı ise bu dönemde 2007'den 8512'ye yükselmiútir.
Ö÷renci sayısı/ ö÷retim üyesi sayısı oranı da 14.8'den 3.9'a düúmüútür. Bu oran
bazı Avrupa ülkelerinin ö÷renci sayısı/ ö÷retim üyesi sayısı oranı ile
karúılaútırıldı÷ında ülkemizde ö÷retim üyesi baúına düúen ö÷renci sayısının
düúük oldu÷u görülmektedir (Bknz. ùekil 9.). Dolayısıyla Türkiye’de daha
fazla tıp ö÷rencisi yetiútirecek sayıda tıp fakültesi ve ö÷retim üyesi
bulunmaktadır. (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008b: 7).
ùekil 9. Bazı AB Ülkelerinde ve Türkiye'de Ö÷retim Üyesi Baúına
Düúen Ö÷renci Oranları
Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008b: 31
Zira; Türkiye’de 100.000 kiúiye düúen aktif çalıúan uzman hekim sayısı (73,04)
Dünya Sa÷lık Örgütünce tanımlanan Avrupa Bölgesi (272,06) ülkeleri ve 27
AB üyesi ülke ortalamasından (220,09) oldukça düúüktür. Bu durumda
Türkiye’deki tıp ö÷rencilerinin sayılarının artırılarak; orta vadede, ö÷retim üyesi
baúına düúen ö÷renci oranının AB ülkelerinin ortalamasına çıkarılması
gerekmektedir (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008b: 32).
136
Üniversite hastanelerinin Türk Sa÷lık Sistemi içerisindeki konumunun ortaya
konulmasında son olarak vatandaúların üniversite hastanelerinden aldıkları
sa÷lık hizmetlerindeki memnuniyet düzeyine de de÷inmek faydalı olacaktır.
ùekil 10. Üniversite Hastaneleri ve Di÷er Hastane Hizmetlerinden Memnuniyet
Düzeyleri 2003-2007
Kaynak: TUøK, 2008: 41
TÜøK’in 2003 yılında yaptı÷ı Yaúam Memnuniyeti Araútırması’na göre, ankete
cevap verenlerin %41’i SB hastanelerinden memnunken, üniversite
hastanelerinden memnun olanların oranı %47 ve özel hastanelerden memnun
olanların oranı da %49’da bulunmaktaydı. 2007’de yapılan araútırmaya göre ise
SB hastanelerinden memnuniyet %67, üniversite hastanelerinden memnuniyet
%69 ve özel hastanelerden memnuniyet %61 olmuútur. Memnuniyet kamu
hastaneleri için 26 puan yükselirken, üniversite hastaneleri için 22 ve özel
hastaneler için 12 puan artmıútır (TUøK, 2008: 38).
6.2. Üniversite Hastanelerinin Kuruluú Amaçları ve Kuruluú Prosedürü
Hasta tedavisinde ileri ve uzmanlaúmıú personeli içeren üniversite hastaneleri,
ba÷lı bulundukları üniversite ile birlikte hasta tedavisi, sa÷lık personeli e÷itimi
ve sa÷lıkla ilgili araútırmaların yanı sıra, toplum sa÷lı÷ını geliútirmeyi de
amaçlamaktadırlar. Baúlangıçta tıp ö÷rencilerinin uygulama merkezleri olarak
hizmet veren üniversite hastaneleri, sa÷lık bilimlerindeki geliúmeler do÷rultusunda, giderek di÷er sa÷lık profesyonellerinin e÷itimleri için de uygun ortamı
oluúturma amacını üstlenmiúlerdir (Martin vd., 2008: 50).
Dolayısıyla üniversite hastaneleri, e÷itim-ö÷retim faaliyetlerine uygulama alanı
oluúturmak ve topluma sa÷lık hizmeti sunmak temel amaçlarıyla kurulurlar.
Selçuk Üniversitesi Sa÷lık Araútırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeli÷i
madde 5’te üniversite hastanelerinin amacı úu úekilde belirtilmiútir: "Merkezin
amacı; Tıp Fakültesi ile Üniversiteye ba÷lı Hemúirelik Yüksekokulu, Sa÷lık
Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sa÷lık Bilimleri Enstitüsünün e÷itim-ö÷retim
137
ve araútırma faaliyetlerinin ve muayene, teúhis ve tedavi için Merkeze baúvuran
hastaların ayakta veya yataklı tetkik ve tedavilerinin en iyi úekilde
gerçekleútirilmesini sa÷lamaktır (Selçuk Üniversitesi: 2006: 1).” Di÷er
üniversite hastanelerinde de bu hedefler do÷rultusunda kuruluú
gerçekleúmektedir. Üniversitelere ait tıp fakülteleri baúta olmak üzere, sa÷lık
hizmetleriyle ilgili tüm alanlarda üniversiteye ait di÷er fakülte, yüksekokul,
enstitü gibi birimlerle iúbirli÷i yaparak sa÷lıkla ilgili araútırmalar yapıp kaliteli
ve dengeli bir sa÷lık hizmeti sunumu gerçekleútirme gayreti içerisinde
bulunmaları yönetmelikte vurgulanmaktadır.
Bu ba÷lamda üniversite hastanelerinin iki temel amacı bulunmaktadır. Bunlar,
e÷itim ve sa÷lık hizmeti sunumudur. E÷itim hizmetlerini, baúta tıp fakültesi
ö÷rencilerinin ile uzmanlık e÷itimi alan araútırma görevlisi hekimlere ve di÷er
sa÷lık personeline araútırma ve uygulama olana÷ı sa÷layan bir kurum olma,
topluma sa÷lık hizmeti sunma iúlevlerini ise; tıp fakültesi ö÷retim üyelerinin
birebir denetim ve gözetiminde teúhis ve tedavi hizmeti vererek
gerçekleútirirler. Bu esas amaçlar altında kuruluú amaçlarını úu baúlıklar altında
sıralayabiliriz:
• Sa÷lıklı yaúam ve kaliteli tedavi hizmeti konusunda inceleme,
araútırma ve uy sulamalarda bulunmak,
• Kamu kurum ve kuruluúlarıyla kuruluú amaçlarıyla ilgili iúbirli÷i
yapmak,
• Toplumu sa÷lıklı yaúam konusunda bilinçlendirmek,
• Hastane amaçları do÷rultusunda kamu ve özel sektör kuruluúlarına
projeler hazırlamak, e÷itim programları düzenlemek, bilimsel
mütalaada bulunmak,
• Toplumu sa÷lıklı yaúam konusunda bilinçlendirmek üzere kitap, dergi,
broúür basımları yapmak, yazılı ve görsel basın organlarında program
düzenlemek.
• Hastane yönetim kurulunun kararlaútıraca÷ı di÷er faaliyetlerde
bulunmak
Türkiye’deki üniversite hastanelerinin kuruluú prosedürüne bakacak olursak;
üniversite araútırma hastaneleri, yasal mevzuatımızda "hastane'" olarak de÷il
araútırma ve uygulama merkezi olarak yer buldu÷undan, üniversiteler araútırma
ve uygulama hastanesi kurarlarken, araútırma merkezi kuruluúunda ki süreci
takip etmektedirler. Yüksek ö÷retim Kurumu, bu merkezlerin kurulmasına bir
takım kriterler aramıú ve bunu 22.2.2000 tarih ve 11 oturum ve 2000.11.500
sayılı Yürütme kurulu kararında açıkça sıralamıútır. Buna göre bir araútırma ve
uygulama merkezi kurmak isteyen herhangi bir üniversite bir takım úartları
138
taúımak durumundadırlar. Bu úartlara sahip olan üniversiteler bu hastanelerin
kurulmasında úu yolu izlemektedir :
1. Merkezin kuruluú, çalıúma usul ve iúlemlerini belirten yönetmelik
tasla÷ının hazırlanması,
2. Yönetmeli÷in üniversite senatosunca kabulü,
3. Onay için tasla÷ın Yüksek Ö÷retim Kuruluna gönderilmesi,
4. Yüksek Ö÷retim Kurulunca onaylanan tasla÷ın
yayınlanmak üzere Baúbakanlı÷a gönderilmesi,
resmi
gazetede
5. Resmi gazetede Yayınlanması
Yönetmeli÷in resmi gazetede yayınlandı÷ı günden itibaren üniversite
hastanesinin kuruluú prosedürü tamamlanmıú kabul edilerek faaliyete
baúlatılmaktadır.
6.3. Üniversite Hastanelerinin Yasal Dayana÷ı
2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunu’nda üniversite hastanelerine iliúkin bir
düzenleme getirilmemiútir. Baúka temel bir düzenleme de bulunmadı÷ından;
üniversite hastanelerinin kuruluúu, 2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunun 3.
maddesinde “Uygulama ve Araútırma Merkezi” olarak tanımlanmıútır. Bu
tanımda uygulama ve araútırma merkezi; “Yüksekö÷retim kurumlarında e÷itim
ö÷retimin desteklenmesi amacıyla çeúitli alanların uygulama ihtiyacı ve bazı
meslek dallarının hazırlık ve destek faaliyetleri için e÷itim - ö÷retim, uygulama
ve araútırmaların sürdürüldü÷ü bir yüksekö÷retim kurumu” úeklinde
tanımlanarak yetersiz ve sorunlu yasal bir dayanak elde etmiútir.
Üniversite hastanelerinin yasal dayanak ve iúleyiúi düzenleyen ortak herhangi
bir düzenlemenin bulunmayıúı sa÷lık sisteminde büyük bir eksiklik ve yasal bir
boúluk oluúturmaktadır. Bazı üniversite hastaneleri hiçbir yasal dayana÷ı
olmadı÷ı halde, kendi hastanelerinde uygulanmak üzere yönetmelikler
çıkarmıúlardır. Ancak, yasaya dayanmayan yönetmeliklerin uygulamadaki
geçerlili÷i ve yasallı÷ı ise tartıúmalıdır. Tüm bunların sonucunda da, bu
hastanelere yönelik özel bir yasanın bulunmaması sebebiyle, üniversite
hastanelerinde uygulamalar açısından bir uyum söz konusu olmamakta, her
hastane, bir di÷erinden farklılık göstermektedir.
2009 tarihinde Hacettepe Üniversitesinde yapılan Üniversite Hastaneleri Birli÷i
toplantısında bu sorun dile getirilerek ortak bir çalıúma ile bütün üniversite
hastanelerini kapsayacak yeni bir yasal düzenlemenin yapılması gere÷i üzerinde
durulmuútur (Üniversite Hastaneleri Birli÷i; 2009: 17).
Ayrıca üniversiteler finansal konularda da çeúitli mali hükümlerin yer aldı÷ı
kanunlar kapsamında faaliyet göstermektedirler. Örne÷in alım, satım ve finans
kaynaklarını usulüne uygun kullanımı 2886 sayılı Devlet øhale Kanununa göre
139
yapılmaktadır. 1050 sayılı Muhasebeyi Umumiye Kanunu ve Sayıútay Denetim
Kanunları alımlarının ne úekilde yapılaca÷ı ile ilgili hükümleri içermektedir.
Üniversite hastanelerinin hasta bakım ve tedavisi ile ilgili etik konularında
Sa÷lık Mevzuatı hükümlerine baúvurulmakta, do÷rudan etkili olmadı÷ı halde
hemúire ve di÷er sa÷lık disiplinlerinin görev ve yetkileri ile ilgili konularda
Sa÷lık Bakanlı÷ı Yataklı Tedavi Kurumları iúletme Yönetmeli÷i geçerli
sayılmaktadır. Uzmanlıkla ilgili konular ise Tababet Uzmanlık Tüzü÷üne göre
yürütülmekte ve ö÷renci e÷itim ve ö÷retimi ile ilgili yönetmeliklerin
oluúturulması ise ilgili Yüksekö÷retim Kurumlarının yetkili organlarına
bırakılmaktadır.
6.4. Üniversite Hastanelerinin Yönetsel Yapısı
2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunu’nda üniversite hastanelerinin yapılanması
ve örgütlenmesi konusuna iliúkin bir düzenleme getirilmemiútir. Türkiye'de
üniversite hastaneleri “araútırma ve uygulama merkezi” adı altında direkt olarak
Üniversite Rektörlerine ba÷lı olarak faaliyet göstermektedirler. Dolayısıyla
üniversite tüzel kiúili÷ini temsil eden Rektör aynı zamanda üniversite
hastanesinin tepe yöneticisi durumundadır. Türkiye’deki kamu hastaneleri için
genel itibariyle yönetimde üst yetkili, asıl mesle÷i hekimlik olan baúhekimdir.
Ancak 2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunun araútırma ve uygulama merkezi ile
ilgili kısmında
“baúhekimlik” unvanı yer almamaktadır. Üniversite
hastanelerinin tamamında SB hastane yapılanması taklit edilerek, yönetsel
yapılarına bu pozisyon uyarlanmıútır.
Üniversite hastanelerinin yönetsel yapısının oluúturulmasında gerek kuruluú
aúamasında gerekse faaliyet aúamalarında bir takım kurum ve birimler etkide
bulunmaktadırlar. Bunların baúında YÖK gelmektedir. Ayrıca üniversite
rektörü, üniversite senatosu, üniversite yönetim kurulu ve tıp fakültesi yönetimi
üniversite hastanelerinin yönetsel yapısına etkide bulunan di÷er kurum ve
birimlerdir. Türkiye’de üniversite hastanelerinin yönetsel yapısı ile ilgili olarak,
2547 sayılı kanuna dayalı oluúan yönetim organları aúa÷ıda sıralanmıútır.
6.4.1. Üst Kuruluúlar
Yüksek ö÷retim üst kuruluúları, yüksek ö÷retim kurulu, yüksekö÷retim
denetleme kurulu ve üniversitelerarası kuruldan oluúmaktadır. Bu kurullarda
yasada belirlenen amaç, hedef ve ilkeler do÷rultusunda yüksek ö÷retim
kurumlarının kurulması e÷itim ö÷retim faaliyetlerinin uygulanmasına yönelik
kısa ve uzun vadeli planların yapılması ve faaliyetlerin ana amaç ve ilkelere
uygunlu÷unun denetlenmesi gibi üst düzeyde kararlar alınmaktadır. YÖK
yönetimsel anlamda üniversite hastanelerinin en üst kuruluúlarıdır.
6.4.2. Üniversite Yönetim Organları
Üniversite hastaneleri araútırma ve uygulama merkezleri olarak do÷rudan
üniversite rektörlü÷üne ba÷lı faaliyet gösteren kurumlardır. Üniversite
140
organlarının üniversite hastaneleri ile ba÷lantıları söz konusudur. Bu organlar,
yasada rektör, senato ve üniversite yönetim kurulu olarak belirlenmiútir.
6.4.2.1. Rektör
Üniversite tüzel kiúili÷inin temsilcisi olan rektör aynı zamanda üniversite
hastanelerinin de tepe yöneticisi konumundadır. Rektör, üniversitelere ba÷lı tüm
birimlerde e÷itim-ö÷retim, bilimsel araútırma ve yayın faaliyetlerinin yanı sıra,
yatırım programları, bütçe ve kadro ihtiyaçlarının planlanması ve üniversite
görevli tüm personelin atanma, görevlendirilme ve denetimlerinde yetkili en üst
düzey organdır.
Üniversite hastanelerinin tıp fakültesi ile ba÷lantısı rektörün fakülte dekanına
devretti÷i yetki ile sınırlıdır. Rektör tıp fakültesi dekanından baúka,
görevlendirece÷i herhangi bir ö÷retim üyesini de hastane yönetiminde yetkili
kılabilir. Nitekim bu tıp fakülteleri içinde yer almalarına karúın di÷er araútırma
ve uygulama merkezleri, rektörün bu merkezlere atadı÷ı müdürler tarafından
yönetilmekte ve tıp fakültesi yönetimi ile yasal anlamda iliúkileri olmamaktadır.
6.4.2.2. Senato
Senatonun üniversite hastanelerinin yönetim ve kararlar üzerinde etkisi ile ilgili
do÷rudan bir görevi yasada yer almamakla birlikte, rektörün onayından sonra
resmi gazetede yayınlanarak yürürlü÷e girecek olan tüm birimlerle ilgili
yönetmeliklerin hazırlanması görevi üniversite hastaneleri açısından önemli
sayılmaktadır. Nitekim hastane ile ilgili yönetmeliklerin tümü senatodan
geçtikten sonra yürürlü÷e konmuútur. Senatoda hastaneyi temsilen tıp fakültesi
dekanı bulunmaktadır.
6.4.2.3. Üniversite Yönetim Kurulu
Rektörün baúkanlı÷ında dekanlardan ve üniversiteye ba÷lı, de÷iúik ö÷retim
birim ve alanlarını temsil edecek úekilde senato tarafından dört yıl süre için
seçilecek üç profesörden oluúur. Üniversite yönetim kurulu idari faaliyetlerde
rektöre yardımcı organ olup, yüksek ö÷retim üst kuruluúları ile senato
kararlarının uygulanması, üniversiteye ba÷lı birimlerin önerileri do÷rultusunda
yatırım programları ve bütçe tasarısı tasla÷ının hazırlanarak rektöre sunulması
ve üniversite yönetimi ile ilgili rektörün getirece÷i konularda karar alınması gibi
iúlevleri yerine getirmektedir.
Üniversite yönetim kurulunun yatırım ve bütçe hazırlanması gibi görevleri
üniversite hastanelerini geniú kapasiteli kurumlar olarak daha fazla
ilgilendirmektedir. Di÷er e÷itim kurumlarının e÷itim ve bilimsel araútırmalara
yönelik yatırım programları, hasta bakım hizmetlerinin yer aldı÷ı yataklı tedavi
kurumları ile ilgili faaliyetlerden dolayı üniversite hastanelerinde çok daha
önemli yer tutmaktadır.
141
6.4.3. Fakülte Yönetim Organları
Üniversite hastanelerini, tıp fakültelerinden ba÷ımsız düúünmek mümkün
de÷ildir. Hastanelerde görev yapan tıp hekimi ö÷retim üyeleri, ö÷retim
görevlileri ve araútırma görevlisi asistanlar Tıp fakültesinin personeli ve
mensuplarıdır. Hastanelerin tepe yönetici durumunda olan baúhekim, aynı
zamanda tıp fakültesinin bir ö÷retim üyesidir. Tıp fakültesi dekanları, fakülte
kurulu ve fakülte yönetim kurulu aracılı÷ıyla hastane yönetimi ile ilgili kararlar
alıp uygulamaya konulmasını sa÷lar.
Yüksekö÷retim Kurumları Yasasında dekan, fakülte kurulu ve fakülte yönetim
kurulu olarak belirlenen fakülte yönetim organları tıp fakültesi içinde yer alan
üniversite hastanelerinin yönetiminde de de÷iúik düzeylerde etkili olmaktadır.
Tıp fakültesinin e÷itim ö÷retim ve di÷er akademik faaliyetleri yanı sıra, hastane
hizmetlerinin yönetimi ile ilgili kararların da büyük bir kısmı bu organlar
tarafından alınmaktadır.
6.4.4. Üniversite ødari Organları
Yüksek Ö÷retim Kurumları yasasına göre üniversitelerin idari organizasyonları
içinde yer alan birimler úunlardır ( Resmi Gazete, 1983:7).
• Genel sekreterlik
• Yapı øúleri ve Teknik Daire Baúkanlı÷ı
• Personel Daire Baúkanlı÷ı
• Ö÷renci øúleri Daire Baúkanlı÷ı
• Sa÷lık, Kültür ve Spor Daire Baúkanlı÷ı
• Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Baúkanlı÷ı
• Bilgi øúlem Daire Baúkanlı÷ı
• Hukuk Müúavirli÷i
• Üniversite Hastanesi Baúmüdürlü÷ü
Rektörlük bünyesinde yer alan bu idari organlar rektörlü÷e ba÷lı fakülte, yüksek
okul, enstitü ve araútırma merkezlerinde oluúturulan benzer birimlerle ba÷lantılı
olarak fonksiyonlarını yürütürler.
Üniversite hastaneleri, aynı zaman da ait oldukları üniversitelerin bir alt birimi
olduklarından üniversitenin idari organlarından, bu organların görev alanlarına
giren konularda destek alırlar. Örne÷in hastane kadrosunda görevli bir
hemúirenin sicil iúlemlerini personel dairesi baúkanlı÷ı yürütür. Hastanenin
devletçe karúılanacak ödeme ve bütçe planlamasını strateji dairesi baúkanlı÷ı,
biliúim hizmetleri sunumunu bilgi iúlem dairesi baúkanlı÷ı yapar. ødari
örgütlenme, genel sekreter baúta olmak üzere, daire baúkanları, úube müdürleri,
142
müdür yardımcıları, úefler, memurlar úeklindedir. Merkezdeki bu örgütlenmenin
yanında üniversite hastaneleri baúmüdürü idari anlamda genel sekretere ba÷lı
olarak görevini hastane içerisinde yürütür.
SONUÇ
Türkiye’de sa÷lık hizmetleri arzı, kamu ve özel hizmet sunucular tarafından
sa÷lanmaktadır. Bu kapsamda en önemli kamu hizmet sunucusu Sa÷lık
Bakanlı÷ına ba÷lı hastaneler ve üniversite hastaneleridir. Ancak SSK
hastanelerinin, bazı kamu kuruluúları ve belediye hastanelerinin sundukları
sa÷lık hizmetinin SB’ye devredilesi ile birlikte B hastaneleri en büyük sa÷lık
hizmet sunucu birimler haline gelmiúlerdir. Üniversite hastaneleri
gerçekleútirilen son de÷iúiklikten sonra SB’den sonra en önemli hizmet
sunucusu konumundadır.
Türk Sa÷lık Sektörü içerisinde üniversite hastaneleri, üçüncü basamak sa÷lık
kurulusu olarak tanımlanmıúlardır. Sa÷lık Bakanlı÷ına ba÷lı e÷itim hastaneleri
ile birlikte ülkemizin en ileri düzeyde sa÷lık hizmeti sunan sa÷lık kuruluúlarıdır.
B 2008 verilerine göre Türkiye’de toplam 56 adet üniversite hastanesi
bulunmaktadır. Hastane yataklarının %14.8’ini Üniversite hastaneleri, %67’sini
SB Hastaneleri, %10’unu özel ve vakıf hastaneleri oluúturmaktadır. Üniversite
Hastaneleri toplam hastane sayısının % 4.2’si iken yatak oranı %14.8’dir. Bu
Üniversite Hastanelerinin genellikle daha yüksek yatak sayısına (ort. 536) sahip
oldu÷unu göstermektedir.
Türk Sa÷lık Sektörü içerisinde do÷rudan hasta tedavisi ve bakımını amaçlayan
hastanelerin önemli bir bölümü e÷itim ve araútırma kurumları olarak faaliyet
göstermektedir. Bu kurumlar hasta tedavisi hizmetleri yanı sıra, çeúitli sa÷lık
disiplinlerinin e÷itimi ve tıbbi araútırma faaliyetlerini de üstlenmektedir.
Sa÷lıkla ilgili araútırma ve uygulama merkezleri olarak e÷itim hastaneleri
kapsamında yer alan üniversite hastaneleri üstlendikleri tıp ve di÷er sa÷lık
disiplinlerinin e÷itimi, sa÷lıkla ilgili araútırmalar ve daha çok ilerlemiú ve ciddi
sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile toplumun sa÷lık düzeyinin
yükseltilmesinde önemli rol oynamaktadırlar.
Di÷er sa÷lık kuruluúlarından farklı olarak e÷itim, araútırma ve hasta bakımı
iúlevlerinin aynı yapı içerisinde örgütlenmesinin sa÷lanması son derece önemli
çabaları gerektirmektedir. Üniversite hastaneleri di÷er iúletmeler gibi çevreden
bazı girdileri almakta, bunları bir süreçten geçirmekte ve nihai olarak bir çıktı
ortaya koymaktadır. Ancak bu hastaneler, di÷er iúletmelerden bazı açılardan
farklılık göstermektedir. Bu farklılıklardan en önemlisi daha karmaúık yapıda
olmalarıdır. Karmaúık olmalarının baúlıca nedeni hastaneleri etkileyen
etmenlerin yani dıú çevrenin ve ürün yelpazesinin karmaúıklı÷ıdır. Baúka bir
ifadeyle, hastaneleri etkileyen çevre oldukça karmaúık, girdiler fazla ve süreç
aúamasındaki iúlevler oldukça girifttir. Karmaúıklı÷ın bir baúka nedeni ise her
143
hasta için farklı bir uygulama gerektirebilece÷i varsayımı ve sonuçta hizmet
süreci baúlı baúına de÷iúmesi dolayısıyla da hizmetin ortaya çıkması için
gereken çıktıların çeúitlenmesidir. Bunun sonucunda hastanelerin çevrelerinden
aldıkları girdi sayısı iyice artmakta ve çevreye ba÷ımlılıkları oldukça yüksek
düzeye çıkmaktadır. Ayrıca sa÷lık bilimlerinde bilimsel bilginin artması,
teknolojik ilerlemeler ve farklı alanlarda uzmanlaúmanın getirdi÷i sorunlar
üniversite hastanelerini daha kompleks bir çevre içerisinde mücadele etmeye
itmektedir. Günümüzün küresel pazarında yaúam mücadelesi veren di÷er
organizasyonlar da oldu÷u gibi üniversite hastaneleri de ayakta kalabilmek için
ve rekabet güçlerini koruyup güçlendirebilmek için birçok yeni stratejiyi
uygulamak durumunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla böylesi bir durumla
mücadele etmek zorunda kalan üniversite hastanelerinin farklı alternatif
organizasyon modellerine ve daha esnek bir organizasyon yapısına sahip olması
gerekmektedir. Ayrıca günümüzde hastane organizasyonları, sürekli de÷iúen ve
dalgalanan çevrede maliyetleri düúürmek, buna paralel olarak hasta bakım
kalitesini artırabilme sorunuyla karúı karúıyadırlar.
KAYNAKÇA
Fiúek N. (1983) Halk Sa÷lı÷ına Giriú, HU ve DSÖ Hizmet Araútırma
ve Araútırıcı Yetiútirme Merkez Yayını,s.6.
Hayran, O. (1997) Hastane Yöneticili÷i, Nobel Tıp Kitapları, østanbul.
Jamison, D. (2006), Investing in Health, in D. Jamison et al. (eds.), “Disease
Control Priorities in Developing Countries”, Second Edition, World
bank and Oxford University Press, Washington, D.C. and New York,
pp. 3-34.
Kavuncubaúı, ù. (2000), Hastane Sa÷lık Kurumları Yönetimi. Siyasal
Kitapevi, Ankara
Kısa, A. (2002). Sa÷lık Kurumları Yönetimi, Anadolu Üniversitesi Yayınları,
Eskiúehir.
Sa÷lık Bakanlı÷ı (2008), Yataklı Tedavi Kurumları østatistik Yıllı÷ı 2007,
Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlü÷ü Yayını, Ankara
Sa÷lık Bakanlı÷ı (2008b), Türkiye Sa÷lık ønsangücü Durum Raporu, Yayın
no:759, Ankara
Sa÷lık Bakanlı÷ı (2002), Aday Memur Hazırlayıcı Ders Notları, Ankara
Sa÷lık Bakanlı÷ı (2007a), Türkiyede Sa÷lı÷a Bakıú 2007, Hıfzısıhha Mektebi
Müdürlü÷ü, Ankara
Sargutan, E. (1999) Türk Sa÷lık Sektörünün Yapısı, Sa÷lık-øú Yayınları,
Ankara.
144
Selçuk Üniversitesi, (2006) Selçuk Üniversitesi Sa÷lık Araútırma Ve
Uygulama Merkezi Yönetmeli÷i
Tümerdem Y. (1992). Halk Sa÷lı÷ı I (Toplum Hekimli÷i). Üniversite Yayın No
: 3625, Fak. Yayın No : 182. østanbul,; 11-6.
Martin, Melisa; McFadden,Alex Sandra Wolfskill (2008) “Redeploying your
workforce the West Virginia University Hospitals success story”
Healthcare Financial Management, Westchester: Dec. Vol. 62, Iss.
12; p. 48 (5 pages)
Özyurt, Öz can (2004), Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde 20012002 Yıllarında Verilen Hizmetlerin De÷erlendirilmesi, Erciyes
Üniversitesi Sa÷lık Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamıú Yüksel
Lisans Tezi, Kayseri
OECD, (2009) Sa÷lık Sistemi øncelemeleri Türkiye,
www.sourceoecd.org/socialissues/9789264051089 (e.t.:09.01.2009)
TUøK, (2008) Yaúam Memnuniyeti Araútırması 2003-2007,
http://www.tuik.gov.tr/Kitap.do?metod=AnaKategori&KT_ID=1&KI
TAP_ADI=Sosyal+G%FCvenlik+ve+Sa%3Fl%3Fk (e.t.:13.04.2009)
Üniversite Hastaneleri Birli÷i (2009) Üniversite Hastaneleri Birli÷i Toplantısı
Raporu, www.stip.selcuk.edu.tr/uhb_rapor.pdf (e.t.:13.04.2009)
145
146
THE ROLE OF HEALTH RELATED FACTORS ON CONSUMER
ATTITUDES TOWARDS ORGANIC PRODUCTS IN TURKEY
Yrd. Doç. Dr. Eyyup YARAù*
Yrd. Doç. Dr. Tülay YENøÇERø**
Dr. Bahar YAùøN***
ABSTRACT
This study attempted to gain knowledge about the role of health-related factors
on attitudes towards organic products among Turkish consumers. A selfadministered questionnaire was conducted on a representative sample of 347
Turkish adults. The relations between health-related factors and attitudes
towards organic food consumption were studied by estimating a structural
equation model. Three of the five hypotheses of the research were supported
empirically. According to research results, health consciousness, self efficacy
and preventive health behaviors affect attitude towards organic products
positively.
Keywords: Organic products, health consciousness, preventive health
behaviors, self efficacy, health knowledge, structural equation modeling.
TÜRK TÜKETICILERIN ORGANIK ÜRÜNLERE KARùI
TUTUMLARINDA SAöLIKLA ILIùKILI FAKTÖRLERIN ROLÜ
ÖZET
Bu çalıúmada, Türk tüketicilerin organik ürünlere karúı tutumlarında
sa÷lıkla ilgili faktörlerin rolü hakkında bilgi edinilmeye çalıúılmıútır. Bu
amaçla 347 kiúilik bir örnek üzerinde, bir anket vasıtasıyla uygulama
yapılmıútır. Sa÷lıkla ilgili faktörler ile organik ürünler arasındaki iliúki
yapısal eúitlik modeli aracılı÷ıyla incelenmiútir. Beú araútırma
hipotezinden üçü istatistiki bakımından anlamlı bulunmuútur. Araútırma
sonuçlarına göre, organik ürünlere iliúkin tutumlar üzerinde sa÷lık
*
Aksaray Üniversitesi, øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi, øúletme Bölümü,
AKSARAY, [email protected]
**
Aksaray Üniversitesi, øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi, øúletme Bölümü,
AKSARAY, [email protected]
***
østanbul Universitesi, Iúletme Fakületesi, Pazarlama Anabilim Dalı, øSTANBUL,
[email protected]
147
bilinci, öz etkinlik, koruyucu sa÷lık davranıúlarının pozitif yönde bir
etkisi oldu÷u görülmüútür.
Anahtar sözcükler: organik ürünler, sa÷lık bilinci, koruyucu sa÷lık
davranıúları, öz etki, sa÷lık bilgisi, yapısal eúitlik modeli.
INTRODUCTION
Organic food market has grown substantially over recent years across the
globe and the market for organic food is described as promising due to
consumers’ increasing awareness of health related issues (Michaelidou
and Hassan, 2008; Lockie et al., 2004; Padel and Foster, 2005; Gifford
and Bernard, 2006; Honkanen et al, 2006; Baker et al., 2004; Soler et al.,
2002; Beharrel and McFie, 1991; Oude Ophius, 1991; Collins et
al.,1992; Swanson and Lewis, 1993; Byrne et al., 1994). Consequently,
investigating drivers or motives for organic food consumption has
become an important marketing research issue in recent years
(Michaelidou and Hassan, 2008; Squires et al., 2001; Baker et al., 2004).
Many surveys of consumer attitudes and characteristics have been
conducted to identify the reasons for this increased trend (Magkos et al,
2006; Thompson, 1998). Several reasons have been proposed within the
literature for this movement towards organic products (Michaelidou and
Hassan, 2008). The preference for organic food has been associated with
multiple factors (Magkos et al, 2006). Many people buy organic food
mainly due to their increased concern towards personal health (Özçelik
and Uçar, 2008; Michaelidou and Hassan, 2008; Tregear et al., 1994;
Wandel and Bugge, 1997; Grankvist and Biel, 2001; Magnusson et al.,
2001, 2003; Lockie et al., 2002). Consumers perceive organic products
as a healthier alternative to conventional foods in that they contain more
nutrients which enhance personal well-being (Michaelidou and Hassan,
2008; Tregear et al., 1994; Magnusson et al., 2001; Baker et al., 2004;
Lockie et al., 2004; Lea and Worsley, 2005; Padel and Foster, 2005;
Williams and Hammit, 2001). Organic products are also considered safer,
better in taste and more enjoyable than conventional products
(Schifferstein and Oude Ophuis, 1998; Padel and Foster, 2005; Roddy et
al., 1996; Zanoli and Naspetti, 2002; Fotopoulos et al., 2003; Baker et
al., 2004). Previous studies indicate health to be the predominant motive
for purchasing organic food and shaping attitude (Schifferstein and Oude
Ophuis, 1998). The quality or safety of conventional food products;
environmental considerations and animal welfare and personal values
have also been found to motivate the purchase of organic products
(Williams and Hammit, 2001; Makatouni, 2002; Baker et al., 2004;
148
Gifford and Bernard, 2006; Sparks and Shepherd, 1992; Grunert and
Juhl, 1995; Schifferstein and Oude Ophuis, 1998; Laroche et al., 2001;
Vindigni et al., 2002; Lockie et al., 2004; Magnusson et al., 2003;
Dreezens et al., 2005; Lea and Worsley, 2005; Michaelidou and Hassan,
2008).
There are also some research studies that has focused on examining the
effects of motives, beliefs and values on attitudes towards organic
products, purchase intentions and/or purchase frequency but results of
these studies are reporting mixed results (e.g. Magnusson et al., 2003,
2001; Padel and Foster, 2005; Honkanen et al., 2006). For instance,
Magnusson et al. (2003) in comparison to environmental motives, found
health to be the stronger predictor of attitude and purchase intention
towards organic foods. In contrast, Honkanen et al. (2006) found that
environmental and animal motives have a strong influence on attitude.
Tarkiainen and Sundqvist (2005) also refute health as a predictor of
attitude towards organic foods although previous studies indicate health
to be the predominant motive for purchasing organic food and shaping
attitude (Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). Further, Baker et al.
(2004) found discrepancies in the motives explaining attitude towards
organic foods between UK and German consumers (Michaelidou and
Hassan, 2008). In addition to these conflicting findings, other specific
motives such as health knowledge, self efficacy, preventive health
behaviors and their role as predictors of attitude and intention has not
been explored in the context of organic purchases.
These gaps in the literature highlight that our understanding of the role of
motives that underlie attitude towards organic products is still
underdeveloped (Michaelidou and Hassan, 2008; Newsom et al., 2005).
This study contributes to understanding the motives behind the purchase
of organic products by clarifying the roles of health knowledge, health
consciousness, self efficacy and preventive health behaviors in predicting
attitude. In particular, this study focuses on health consciousness in an
attempt to clarify its value in predicting attitude towards organic
products, given the conflicting findings reported in the literature (e.g.
Magnusson et al., 2003; Tarkiainen and Sundqvist, 2005). Concurrently,
it is attempted to clarify the role of health knowledge, self efficacy and
preventive health behaviors in shaping attitude, which have been omitted
in the context of organic food purchase. Therefore, in this study health
knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health
149
behaviors are modeled simultaneously together with an attitude
relationship.
LITERATURE REVIEW
Organic farming and organic food
Organic farming is a potential way to lower input costs, decrease reliance
on nonrenewable resources, attain high-value markets and premium
prices, and enhance farm income. Organic farming systems exclude the
use of synthetic (man-made) chemicals in crop production and prohibit
the use of antibiotics and hormones in livestock production. Organic
agriculture is defined as an ecological production management system
that promotes and enhances biodiversity, biological cycles and soil
biological activity. It is based on minimal use of off-farm inputs and on
management practices that restore, maintain and enhance ecological
harmony (Beaudreault, 2009).
Organic agriculture is produced with an objective to produce healthy and
quality foods without using synthetic chemical products (Gracia and
Magistris, 2007). In organic farming, each stage of the process, from
production to consumption, is supervised and certified. The aim of
organic farming is to provide the maximum level of protection for the
environment, plants, animals and human health without polluting the soil
and water resources or the quality of air (Özçelik and Uçar, 2008). Thus,
organic agriculture not only preserves the environment but it also
improves public health, bringing significant benefits both to the economy
as well as to the social cohesion of rural areas (Gracia and Magistris,
2007).
In December 2000, the National Organic Standards Board of the U.S.
Department of Agriculture (USDA) established a national standard for
the term "organic." Organic food, defined by how it cannot be made
rather than how it can be made, must be produced without the use of
sewer-sludge fertilizers, most synthetic fertilizers and pesticides, genetic
engineering (biotechnology), growth hormones, irradiation and
antibiotics. Organic products are obtained by processes friendly to the
environment, by cultivation techniques that consider both the attributes
of the final product and the production methods (Chinnici et al., 2002).
Thus, increasing demand for organic food is expected to continue in the
future (Tsakiridou et al., 2008).
150
The physical distribution of organic products
Organic products may be purchased from many different retail outlets.
These range from permanent physical retail outlets such as supermarkets
and health food shops, to temporary retail outlets such as a weekend
market. Virtual markets such as home delivery may include Internetbased purchases. Hence, great diversity exists in the distribution of
organic products (Pearson and Henryks, 2008).
All stages in the supply chain must ensure that the product passes along
them without artificial chemicals being used in order to maintain the
certified organic status. For a short supply chain, maintaining the organic
status is relatively easy to ensure, such as the producer selling directly to
the customer at a weekend market. However, a longer supply chain, such
as a producer-wholesaler-manufacturer-retailer-customer, is more
difficult. Hence, it is not surprising that the longer supply chain has only
recently
evolved
in
the
industry
(Pearson
and
Henryks, 2008).
Reasons for buying organic food
A review of the literature on organic food consumption shows that
several attempts have been made to examine consumers' perception of
organic food, factors that have facilitated or prevented the organic food
choice, consumers' attitudes, as well as reasons for purchase/nonpurchase (Essoussi and Zahaf, 2008).
There are number of reasons that consumer choose to purchase organic food
products, as well as some barriers. Reasons of buying could be grouped
according to general and commodity-specific concerns (Yiridoe et al., 2005).
Examples of general concern included food safety, human health,
environmental impact, whereas commodity attributes included taste, freshness
and packaging (Yiridoe et al., 2005). Surveys have identified additional positive
attributes that consumer associate with organic food products which include
improved taste (Davies et al., 1995), being better for environment (Lea and
Worsley, 2005), and being better for wildlife (Goldman and Clancy, 1991). The
order, or priority, for these reasons varies. For instance, health is very important
to customers who purchase organic products because of their own medical
problems. On a broader level, other individuals may purchase organic food as a
way of enabling them to support a food production system that is more
sustainable in its impact on the natural environment (Pearson and Henryks,
2008).
Conversely, the main reasons that prevent consumers from buying organic food
included expensiveness, limited availability, unsatisfactory quality, satisfaction
151
with current purchases, lack of trust, limited choice, lack of perceived value and
lack of misunderstanding of organic ways of production (Essoussi and Zahaf,
2008; Fotopoulos and Krystallis, 2002; Wier and Calverly, 2002; Larue et al.,
2004; Verdurme et al., 2002; Worner and Meier-Ploeger, 1999). Overall, the
most important reason for purchasing and consuming organic food appears to be
health concerns (Hutchins and Greenhalgh, 1997; Squires et al., 2001), whereas
research conducted on consumers' environmental concerns as a reason for
consuming organic food are mixed (Essoussi and Zahaf, 2008; Kristensen and
Grunert, 1991).
Consumer attitudes to organic food have also been explored in a small number
of qualitative studies (Torjusen et al., 2001). Consumers do not always buy
sustainable products as consequences of environmental concern or to benefit the
community or due to personal beliefs but mainly to give priority to health, to be
part of the social group, to distinguish from others and to accomplish the need
to try out new technologies (Vermeir and Verbeke, 2004).
The Organic consumer
Research on consumer preferences and demand for organics is increasingly
attracting academic interest (Tsakiridou et al., 2008). In the majority of studies,
many consumers denote that they have a preference for and an interest in
organically produced foods (Misra et al., 1991; Wandel and Bugge, 1997;
Wilkins and Hillers, 1994). Although the concept of “organic food” seems to be
well known to many consumers (Roddy et al., 1996; Von Alvensleben, 1998),
the proportion of consumers who purchase organic foods on a regular basis is
low (Grunert, 1993; Wandel and Bugge, 1997; Roddy et al., 1996; Fotopoulos
and Krystallis, 2002).
In relation to growth potential of consumer demand and its limits, many surveys
have identified and ranked motivations for buying organic food and have
generally painted a positive picture of robust demand, confirming the growth
witnessed in the value of the retail market throughout the 1990s and into the
twenty-first century (Padel and Foster, 2005). However, the observable slow
down in market growth may indicate a discrepancy between an evident
willingness to buy, captured by these surveys, and actual purchasing behaviour
(Makatouni, 2002). Researchers also talk about differences between the
perceived organic consumer and the actual organic consumer (Padel and Foster,
2005). On this basis, it is necessary to be cautious of the very positive
conclusions that some studies reach.
When the customer profile of the outlets for organic food is examined, it is
registered that they consist of people with higher education and income level,
most in their middle ages or above (Özçelik and Uçar, 2008; Kaya, 2003).
However, the consumption of organic food is comparatively low (Kihlberg and
Risvik, 2007). The main reasons for the comparatively low consumption of
152
organic products are the income levels of consumers, wrong or inadequate
knowledge, too high prices of organic products and the lack of consumer
consciousness and marketing infrastructure (Davies et al., 1995; Roddy et al.,
1996; Kaya, 2003; Shepherd et al., 2005; Kihlberg and Risvik, 2007). The high
prices of organic products mainly arise from the expensive production
processes. In a piece of research, one-third of the participants stated that they
would buy organic foods if their prices were lower (Davies et al., 1995).
Consumers who have knowledge of organic food, are aware of its benefits and
think that organic food is healthier and tend to buy organic food more
frequently (Özçelik and Uçar, 2008; Gil et al., 2000).
The organic food market in Turkey
In Turkey organic farming activities started in 1985 by exporting to
European importers. Organic production areas are especially in Aegean
Region (39%) followed by Black Sea region (18%), Mediterranean
region (13%), Middle Anatolia region (13%), East Anatolia region
(13%), Marmara region (3%) and South East Anatolia region (1%).
In Turkish organic market, food and cosmetic products are heavily
produced. The size of domestic market is five million dollars and 65% of
the market consists of food products. The most popular organic food
products are dried fruits and grains. Consumption of organic legumes is
consisting almost half of the total organic products. Organic food
consumption statistics of domestic market are shown in Table 1.
Recently, products like tea, hazelnut, marmalade and tomato paste are
also supplied to the market.
Table 1: Organic Food Consumption in Turkey
Years
2002
2003
2004
2005
2006
Quantity (ton)
4.990,31
15.274,85
12.082,22
29.454,17
66.265,99
Organic products are especially sold in super and hypermarkets (65%)
and in specialized organic food shops (35%) in Turkey. Although the
share of organic products is increasing in the market in recent years it is
only 1-2% of the total market.
153
RESEARCH OBJECTIVES
The healthcare process has changed irrevocably in recent years with the
emergence of the “healthcare consumer” (Reeder, 1972) who, rather than
being passive, has taken a more active role in his/her own healthcare
(Gould, 1988). This paper examines self efficacy-exercising and diet,
health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive
health behaviors as health-related factors and their role on attitudes
towards organic products among Turkish consumers and identifies which
factors affect consumers' attitudes towards organics.
The ultimate goal was to better understand the structural relations
between consumers’ health-related motivations and attitudes towards
organic food products so that organic producers could formulate
proposals for better promotion and marketing of organic products and
develop more effective strategic marketing planning. Besides organic
producers, researchers who are interested in organic consumption will
also benefit from the study. Some of the health-related factors examined
in this study have been omitted in previous organic consumption studies.
Understanding the role of these new factors on consumer attitudes are
also thought to provide insights to researchers in understanding consumer
behavior.
RESEARCH HYPOTHESIS
Individual-level trait factors often play a critical role in explaining
consumer behavior beyond traditional demographic factors (DuttaBergman, 2003; Dutta-Bergman and Wells 2002). Especially in the
context of multiple health behaviors such as healthy eating, exercising
and abstaining from alcohol, self-efficacy has emerged to be an important
determinant of behavior. Self-efficacy is strongly correlated with healthoriented lifestyle decisions such as food consumption, dietary behavior
and other health outcomes (Dutta and Youn 1999; Moorman and
Matulich 1993; Swenson and Wells 1995). In the context of this study it
is believed that attitudes towards organic products may be formed as a
result of health-oriented lifestyle such as exercising and diet. Therefore,
it is hypothesized:
H1: Self-efficacy-exercising and diet will positively affect attitude
towards organic products.
Health knowledge refers to the individual’s storehouse of information
about preventive healthcare behaviors (Jayanti and Burns, 1998).
154
Johnson and Johnson (1985) showed that health knowledge influences
choice of healthy foods and nutritious eating, whereas Boeckner, Kochn
and Rockwell (1990) found a positive correlation between health
knowledge and improved dietary habits. It is generally believed that
knowledge facilitates information search, and highly knowledgeable
consumers acquire and retain more information compared the people
with less knowledge (Jayanti and Burns, 1998). In this study it is
predicted that health knowledge will be an important predictor of attitude
towards organic products, and hypothesized that:
H2: Health knowledge will positively affect attitude towards organic
products.
Health consciousness is an indicator of the consumer’s intrinsic
motivation to maintain good health, reflecting enduring involvement in
health (Dutta-Bergman, 2003; MacInnis et al., 1991). Health
consciousness refers to the degree to which health concerns are
integrated into a person’s daily activities (Jayanti and Burns, 1998).
Health consciousness also assesses the readiness to undertake health
actions (Michaelidou and Hassan, 2008; Becker et al., 1977). Healthconscious consumers are aware and concerned about their state of wellbeing and are motivated to improve and/or maintain their health and
quality of life, as well as preventing ill health by engaging in healthy
behaviors and being self-conscious regarding health (Gould, 1988; Plank
and Gould, 1990; Kraft and Goodell, 1993; Newsom et al., 2005). Such
individuals tend to be aware of, and involved with, nutrition and physical
fitness (Kraft and Goodell, 1993). Previous research has identified
interest in health as a primary motive for the purchase of organic food
(Grankvist and Biel, 2001; Lockie et al., 2002). In addition, health
consciousness has been found to predict attitude, intention and purchase
of organic foods (Magnusson et al., 2003, 2001). Furthermore, as organic
product buyers are more aware that food intake does affect their health,
they appreciate healthy and natural foods and are more willing to choose
healthier foods to improve their health (Michaelidou and Hassan, 2008;
Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). Although the relationship between
health consciousness and attitude has not been uniformly supported in all
studies (Tarkiainen and Sundqvist, 2005), it is hypothesized that:
155
H3: Health consciousness will positively affect attitude towards
organic products.
Self-efficacy is often referred to as an indicator of personality strength
(Dutta-Bergman, 2003) and as a belief that target behaviors which
mitigate health threats can be successfully implemented (Jayanti and
Burns, 1998). It reflects the extent of confidence consumers have in their
ability to make health choices and decide on actions (Dutta-Bergman,
2003; Bandura, 1977; Scheufele and Shah 2000). It is argued that
consumers that have a high level of self-efficacy are more likely to take
charge of their health (Dutta-Bergman, 2003; DeVito et al., 1982). In the
context of this study it is believed that attitudes towards organic products
may be an expression of self efficacy. Therefore, it is hypothesized:
H4: Self-efficacy will positively affect attitude towards organic
products.
Preventive health behaviors refers to behaviors that will prolong one’s
healthy life or practices that otherwise lessen the effects of infectious
disease, chronic illness or debilitating ailments (Jayanti and Burns,
1998). Whether an individual engages in a specific preventive healthcare
practice depends on a variety of factors that encompass social influences,
family support or urging, commercial messages, recommendations of
physicians and other healthcare spokespersons, habit, self-confidence,
beliefs and values, situational factors, financial considerations, emotional
factors, physical barriers, and even misperceptions (Jayanti and Burns,
1998). In this study it is predicted that preventive health behaviors will
likely be an important predictor of attitude towards organic products, and
hypothesized that:
H5: Preventive health behaviors will positively affect attitude
towards organic products.
The aforementioned hypotheses are graphically represented via the
research model
(Figure 1). This model depicts Self EfficacyExercising and Diet, Health Knowledge, Health Consciousness, Self
Efficacy and Preventive Health Behaviors as antecedents of consumer
attitudes towards organic products.
156
1
e10
SEED2
Self Efficacy
Exercising and Diet
1
1
e9
SEED1
1
e3
HK2
1
e2
Health
Knowledge
HK3
1
e1
1
HK4
e18
1
1
e6
e5
HC3
1
Attitudes towards
Organic Products
Health
Consciousness
HC4
1
1
e4
HC5
1
ATOP3
e8
1
SE3
ATOP4
ATOP1
1
1
1
e16
e15
e19
Self Efficacy
1
1
e7
SE4
1
e12
PHB12
Preventive
Health
1
1
e11
PHB13
Behaviors
Figure 1: Research Model
MEASUREMENT
Multiple items were used to measure each of the constructs. Self
efficacy-exercising and diet scale had two items and it was adapted from
Jayanti and Burns (1993). Health consciousness was measured with a
three item scale developed by Kraft and Goodell (1993). Self efficacy
scale (two items) was adapted from Jayanti and Burns (1993). Health
knowledge scale had three items and it was a modified version of a
similar scale used by Brucks (1985). Preventive health behaviors scale
(two items) was adapted from Jayanti and Burns (1993) who modified
the scale originally developed by Moorman and Matulich (1993).
Consumer attitudes towards organic products were measured with three
item scale developed by Shepherd, Magnusson and Sjöden (2005).
All of the items utilized five-point Likert scale response categories,
ranging from “strongly disagree (1)” to “strongly agree (5)” to
157
accompany statements regarding self efficacy-exercising and diet, health
knowledge, health consciousness, self efficacy, preventive health
behaviors and attitudes towards organic products. Based on previous
studies in the area of organic food consumption and health (Kraft and
Goodell,1993; Jayanti and Burns, 1998; Chinnici et al., 2002; Radman,
2005; Brucks, 1985) the questionnaire was designed in five distinct
sections elaborating with:
1. Self efficacy- exercising and diet, health knowledge, health
consciousness, self efficacy and preventive health behaviors as
predictors of attitudes towards organic products (Kraft and
Goodell,1993; Jayanti and Burns, 1998; Brucks, 1985; Moorman and
Matulich,1993).
2. Consumers' attitudes towards organic products (Shepherd et al.,
2005).
3. Consumers' buying behavior towards organic products (Chinnici et
al., 2002; Radman, 2005).
4. Food choice factors (Lennernas et al., 1997; Wandel and Bugge,
1997; Verbeke, 2001).
5. The demographic characteristics of the respondents (Age, education,
occupation, family size, income, marital status, gender).
SAMPLING AND DATA COLLECTION
This study was conducted in Turkey. Beginning from the mid-1980s,
Turkish society has witnessed a rapid transformation in many aspects,
due to economic restructuring. The structural reform in the economy, that
placed an emphasis on a liberal, market-oriented, and outward-looking
development strategy, resulted in the rise of corporate power and the
introduction of foreign capital through partnerships with Turkish firms,
which made possible the large investments required to meet new
consumer demand.
In 2007 Turkey’s estimated GDP of US$663.4 billion (at the official
exchange rate) showed a real increase of 5 percent over the previous
year. The World Bank forecasted an increase of 5.8 percent in 2008.
Between 2002 and 2007, the growth rate has been consistently between 5
and 6 percent. Turkey is self-sufficient in most foods, although some
agricultural commodities are imported. A relatively large percentage of
158
Turkey’s land is devoted to agriculture, but the productivity of
agricultural lands varies greatly. The rate for 2007 was 8.5 percent.
Data for this study is obtained from consumers living in Aksaray.
Aksaray with 186.645 population is geographically located in the middle
of Turkey. Cultural, economic and income indicators of Aksaray is
similar to Turkey’s general profile. In order to reach a sample that
consists of people from different age and income groups in Aksaray,
random sampling method was applied. The survey lasted from January to
March, 2009 and was conducted at various locations in Aksaray. Face-toface interviews were conducted based on a prepared questionnaire and
respondents were required to be above 15 years. In the survey,
respondents were asked to indicate whether they had purchased organic
food products over the past six months. Furthermore, socio-demographic
and attitudinal responses were also recorded. A total of 400 respondents
were surveyed; 347 were subsequently retained in the final analysis after
deleting those with incomplete or suspect relevant information. The
socio-demographic characteristics of the respondents are given in Table
2.
Table 2: The Socio-Demographic Characteristics of the Respondents
Age
n
% Income Level
n
%
78
22.5
212
61.1
15-25
170
49.0 Low
26-35
103
29.7 Medium
36-45
49
14.1 High
57
16.4
46-+
25
7.2 Total
347
100.0
Total
347 100.0
159
Occupation
Civil servant
House wife
Student
Merchant
Labor
Retired
Entrepreneur
Total
Education
High School and
lower
University and
over
n
%
Family Size
(Person)
n
%
112
32.3 1
5
1.4
31
8.9 2
23
6.6
133
38.3 3
51
14.7
6
1.7 4
101
29.1
15
4.3 5
76
21.9
6
1.7 6
52
15.0
23
6.6 7
24
6.9
15
4.4
347
100.0
347 100.0 8+
Total
n
% Gender
n
%
205
59.0 Female
206
59.4
142
41.0 Male
141
40.6
347 100.0 Total
347
100.0
Total
Overall, 347 complete and usable questionnaires were obtained. As seen
in Table 2, the sample comprises 206 (59%) women and 141 men (41%).
The respondents’ age ranged from 15 to over 46 years. Most of the
respondents were between the age categories of 15-25 and followed by
the age category of 26-35. Students (38%) were in majority in the
sample, followed by civil servants (32%). The sample was represented by
medium income level (61%). High school and lower grade respondents
comprised the 59% and university and over grade respondents comprised
the 41% of the sample. Family size was mostly (29%) 4 people.
The sampling of 347 respondents allowed access to respondents with a
broad range of income, age, and respondents’ employment roles ranged
from civil servants to entrepreneurs.
Demographic characteristics of the sample are overlapping with previous
researches. A study conducted by the Food Marketing Institute (2001)
160
found that organic shoppers are more likely to be females and the largest
percentages of these shoppers were between the ages of 25–39
(Beaudreault, 2009).
RESEARCH FINDINGS
Before the hypotheses were tested, the validity and the reliability of the
scales used in the study were tested. The reliability of the scales was
tested through internal consistency, by using Cronbach’s alpha which is a
commonly used measure of reliability. In addition to the internal
reliability, construct validity was also evaluated in order to identify
whether the indicators “accurately” measure what they are supposed to
measure or not (Churchill, 1996: 404). The test of the construct validity
was done through factor analysis. In marketing the factor analysis is used
for decreasing item numbers, developing scales and transforming data
(Kinnear and Taylor, 1996: 626).
The summary of the reliability and the validity analyses’ results are seen
in Table 2. For the reliability of the scales, “Cronbach Į”, the internal
consistency coefficient, was calculated, and the Į value was found for
Self Efficacy- Exercising and Diet scale to be 0.620, for Health
Knowledge scale to be 0.778, for Health Consciousness scale to be 0.713,
for Self Efficacy scale to be 0.664, for Preventive Health Behavior scale
to be 0.595 and for consumer attitudes towards organic products scale to
be 0.749. Accordingly, it was agreed that all the scales used in this study
were valid and reliable.
Table 3: The Results of Validity and Reliability Analyses
Number of
Variable
Alfa Coefficients
(Reliability
Analysis)
Self Efficacy- Exercising
and Diet
Health Knowledge
2
.620
Total Variance
(ValidityFactor
Analysis)
72.528
3
.778
69.451
Health Consciousness
3
.713
63.774
Self Efficacy
2
.664
74.868
Preventive Health Behaviors
2
.595
71.316
Consumer Attitudes towards
Organic Products
3
.749
66.954
Scales
The factor analysis conducted for the validity of health-related factors resulted
in five factors. The loading values of the first factor, which was examined under
the title of Self Efficacy-Exercising and Diet, were between 0.617 and 0.731.
161
The second factor was examined under the title of Health Knowledge, and its
loading values were between 0.711 and 0.777. The loading values of the third
factor, which was examined under the title of Health Consciousness, were
between 0.599 and 0.757. The fourth factor was examined under the title of Self
Efficacy and its loading values were between 0.666 and 0.746. Finally, the
loading values of the fifth factor, preventive health behaviors, changed between
0.578 and 0.737.
The factor analysis conducted for the validity of consumer attitudes towards
organic products scales resulted in one factor. The loading values of the factor
were between 0.549 and 0.814.
After determining the reliability and the validity of the scales used in the
research, structural equation modeling was used to test the research hypotheses
which is a combination of factor analysis and multiple regression analysis.
Structural equation modeling techniques are distinguished by two
characteristics: (1) estimation of multiple and interrelated dependence
relationships and (2) the ability to represent unobserved concepts in these
relationships and account for measurement error in the estimation process (Hair
et al.,: 1998: 584). In this research, the research hypotheses were tested by using
AMOS 6.0.
The evaluation criteria and values related with the fitness of the data and
the model are given in Table 4 in details.
Table 4: Fit Measures
Fit Measures
Discrepancy (χ2)
Degrees of freedom
P
Discrepancy / df (χ2/df)
Goodness of Fit Index
Adjusted GFI
Normed Fit Index
Relative Fit Index
Incremental Fit Index
Tucker-Lewis Index
Comparative Fit Index
RMSEA
Hoelter .05 Index
Hoelter .01 Index
Measurement Model
188.437
75
0.000
2.512
.932
.891
.871
.819
.918
.882
.916
.066
177
196
162
Ideal Model
0.000
0
1.000
1.000
1.000
1.000
CMIN
DF
P
CMINDF
GFI
AGFI
NFI
RFI
IFI
TLI
CFI
RMSEA
HFIVE
HONE
As can be seen from Table 4, in evaluating the goodness of fit between
the model and the data, the first measure is the likelihood ratio chi-square
statistics. This value has a statistical significance (p=0.000). Another
criterion in the evaluation of the data and the model is fitness of fit value
(GFI) which was found 0.932 in this study. The closeness of this value to
the one (1) represents the validity of the model. So as it can be seen, the
fitness of the model and the data through that value is adequate. In
addition to that, the other criteria NFI (0.87), RFI (0.819), IFI (0.918),
TLI (0.882) and CFI (0.916) also indicate the fitness. Besides, the
RMSEA value of the model is 0.066. This falls well within the
recommended levels of 0.05 and 0.08 (Garretson et al., 2002: 96, Hu and
Bentler, 1999).
At last, in order to determine the required minimum sample size to test
the research hypotheses at the stated level of confidence interval, Hoelter
.05 and Hoelter .01 indexes were used. To test the hypotheses at 95%
confidence interval level and 0.05 significance level, the required
minimum sample size was determined as 177 and to test the hypotheses
at 99% confidence interval level and 0.01 significance level, the required
minimum sample size was determined as 196. As it can be seen from the
Table 4, the sample size is much higher than the required minimum
sample sizes by Hoelter .05 and Hoelter .01 indexes.
Table 5 includes the regression coefficients related with the testing of
research hypotheses. The third hypothesis of the research “H3: Health
consciousness will positively affect attitude towards organic products” is
accepted at the significance level of Į= 0.01; the fourth hypothesis of the
research “H4: Self-efficacy will positively affect attitude towards organic
products” is accepted at the significance level of Į= 0.05 and the fifth
hypothesis of the research “H5: Preventive health behaviors will
positively affect attitude towards organic products” is accepted at the
significance level of Į= 0.10. Besides, the first hypothesis of the research
“H1: Self Efficacy-Exercising and Diet will positively affect attitude
towards organic products” and the second hypothesis of the research “H2:
Health knowledge will positively affect attitude towards organic
products” are rejected. Overall, these results suggest that health
consciousness, self-efficacy and preventive health behaviors are very
important factors in shaping attitude towards organic products, on the
other hand, self efficacy-exercising and diet and health knowledge
doesn’t play a role in shaping consumer attitudes towards organics.
163
Table 5: Regression Weights
Consumer
Attitudes
towards
Organic
Products
Consumer
Attitudes
towards
Organic
Products
Consumer
Attitudes
towards
Organic
Products
Consumer
Attitudes
towards
Organic
Products
Consumer
Attitudes
towards
Organic
Products
Estimate
Std.
Error
T
value
-.085
.074
-1.154
.24
8
H1 is
rejected.
P
Std.
Regressi
on
Weights
-0.093
<--
Self EfficacyExercising
and Diet
<--
Health
Knowledge
.048
.079
.609
.54
3
H2 is
rejected.
0.045
<--
Health
Consciousnes
s
.664
.101
6.582
.00
0
H3 is
accepted
.
0.580
<--
Self Efficacy
.203
.086
2.370
.01
8
H4 is
accepted
.
0.180
<--
Preventive
Health
Behavior
.119
.064
1.863
.06
2
H5 is
accepted
.
0.153
Extant research highlights health consciousness as the most important
motive for explaining attitude, intention and behavior towards organic
foods (Tregear et al., 1994; Wandel and Bugge, 1997; Zanoli and
Naspetti, 2002; Magnusson et al., 2003; Baker et al., 2004; Padel and
Foster, 2005). Similar to this stream of research, findings in this study
indicate health consciousness to be the most important motive shaping
attitude towards organic products in relation to other motives, namely
self-efficacy and preventive health behaviors. These findings may
suggest that respondents are conscious and alert to changes about their
health, as well as responsible for the state of their health, so they
associate more health benefits (e.g. health preservation, health
improvement) with organic products.
On the other hand self efficacy and preventive health behaviors are also
found to be the following important predictors of attitude. This indicates
that respondents’ favorable attitude towards organic products are
critically results of their strong personality that they are confident to
164
make health choices and take charge of their health by behaving in a way
that prolong their healthy life.
The covariance values among the self efficacy-exercising and diet, health
knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health
behavior are illustrated in Table 6.
Table 6: Covariance Values
Estim
ate
Health Knowledge
<-->
Health
Consciousness
Self Efficacy
<-->
0.249
Stand
ard
Error
0.064
0.197
0.061
3.219
0.001*
0.177
0.064
2.741
0.006*
0.388
0.102
3.809
0.000*
0.289
0.050
5.725
0.000*
0.005*
tvalue
P
3.868
0.000*
Preventive Health
Beh
Health Knowledge
<-->
Self Efficacy-Exercising and
Diet
Self Efficacy-Exercising and
Diet
Self Efficacy-Exercising and
Diet
Self Efficacy-Exercising and
Diet
Health Consciousness
Health Knowledge
<-->
Self Efficacy
0.139
0.049
2.839
Health Knowledge
<-->
Preventive Health Behaviors
0.129
0.072
1.798
Health
Consciousness
Health
Consciousness
Self Efficacy
<-->
Self Efficacy
0.175
0.049
3.562
0.000*
<-->
Preventive Health Behaviors
0.112
0.070
1.607
0.108
<-->
Preventive Health Behaviors
0.264
0.079
3.353
0.000*
<-->
<-->
0.072*
*
* p < 0.01
** p < 0.10
As it can be seen from the Table 6, at the significance level of Į: 0.01,
there are statistically significant and positive relationships between
Health Knowledge and Self Efficacy-Exercising and Diet; Health
Consciousness and Self Efficacy-Exercising and Diet; Self Efficacy and
Self Efficacy-Exercising and Diet; Preventive Health Behaviors and Self
Efficacy-Exercising and Diet; Health Knowledge and Health
Consciousness; Health Knowledge and Self Efficacy;
Health
Consciousness and Self Efficacy; Self Efficacy and Preventive Health
Behaviors. And also, there are statistically significant and positive
relationships between Health Knowledge and Preventive Health Behavior
at the significance level of Į: 0.10. Besides, no significant relationship
between Health Consciousness and Preventive Health Behaviors are
observed.
165
CONCLUSION
Recently, consumers, due to health concerns, environmental
consciousness, social status consideration and other reasons, are
interested in organic farming products (Özçelik and Uçar, 2008).
This paper contributes to knowledge by first studying multiple healthrelated factors, namely self efficacy-exercising and diet, health
knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health
behaviors in the context of organic production, and second, by
simultaneously modeling these factors as predictors of attitude towards
organic products. The findings reported in this study are important in
further understanding of the role of health-related factors in shaping
attitudes towards organic products. Findings of the study indicated that
health consciousness, followed by self efficacy and preventive health
behaviors, is the most important predictor of attitude towards organic
products. This finding provides some support for previous research
(Magnusson et al., 2003) which indicates that health consciousness is a
motive for shaping attitude towards organic products, and at the same
time contradicts Tarkiainen and Sundqvist (2005), who refute health as a
predictor of attitude towards organic foods.
Research results also showed that, besides health consciousness,
individuals seem to be driven also by other motives, including self
efficacy and preventive health behaviors, in shaping their attitudes
towards organic products. This indicates that respondents’ favorable
attitudes towards organic products are critically results of their strong
personality that they are confident to make health choices and take
charge of their health by behaving in a way that prolong their healthy
life.
LIMITATIONS AND IMPLICATIONS
Like many other empirical studies this research might also have some
limitations in reference to sampling, data collection and generalization of
the findings. The samples drawn for the study may not be enough to
generalize the study results.
This research has made it possible to improve the understanding of
Turkish consumers’ attitudes and the factors that have influence in
forming their attitudes towards organic products. Results of the study is
of value to companies in the organic market as it provides reference
framework that should be used for the marketing planning of organic
166
food products to launch specific promotional campaigns as well as to
introduce adequate marketing policies.
REFERENCES
Baker, S., Thompson K.E.&Engelken J. (2004), Mapping the Values
Driving Organic food choice, European Journal of Marketing, 38
(8), 995–1012.
Bandura, A. (1977), Self-Efficacy: Toward a Unifying Theory of
Behavioral Change, Psychological Review, 84, 191-215.
Beaudreault, A.R. (2009), Natural: Influences of Students' Organic Food
Perceptions, Journal of Food Products Marketing, 15, 379–391.
Becker, M.H., Maiman, L.A., Kirscht, J.P., Haefner, D.P. & Drachman,
R.H. (1977), The Health Belief Model and Prediction of Dietary
Compliance: a Field Experiment, Journal of Health and Social
Behaviour, 18, 348–366.
Beharrel, B.&McFie, J.H. (1991), Consumer Attitudes to Organic Foods,
British Food Journal, 93(2), 25-30.
Boeckner, L.S., Kohn, H.&Rockwell, S.K. (1990), A Risk-Reduction Nutrition
Course for Adults, Journal of the American Dietetic Association, 90(2),
260-263.
Brucks, M. (1985), The Effects of Product Class Knowledge on Information
Search Behavior, Journal of Consumer Research, 12(1), 1-16.
Byrne, P.J., Bacon, J.R. & Toensmeyer, U.C. (1994), Pesticide Residue
Concerns and Shopping Location Likelihood,
Agribusiness,
10(6), 491 – 501.
Chinnici, G., D'Amico, M.&Pecorino, B. (2002), A Multivariate Statistical
Analysis on the Consumers of Organic Products, British Food Journal,
104(3/4/5), 187-199.
Churchill A. G. (1996), Basic Marketing Research Third Edition, The
Dryden Press, Harcourt Brace College Publishers.
Collins, J.K., Cuperus, G.W., Cartwright, B., Stark, J.A. & Ebro, L.L.
(1992), Consumer Attitudes on Pesticide Treatment Histories of
Fresh Produce, Journal of Sustainable Agriculture, Vol. 3, No. 1,
81-98.
167
Davies, A., Titterington, A.J. &Cocharane, C. (1995), Who Buys Organic
Foods? A Profile of the Purchasers of Organic Food in Northern Ireland,
British Food Journal, Vol. 97, No. 10, 17-23.
DeVito, A. J., Bogdanowicz, J. & Reznikoff, M. (1982), Actual and
Intended Health-Related Information Seeking and Health Locus of
Control, Journal of Personality Assessment, Vol. 46 No. 1, 63-69.
Dreezens, E., Martijn, C., Tenbult, P., Kok, G.& De Vries, N.K. (2005),
Food and Values: an Examination of Values Underlying Attitudes
towards Genetically Modified-and Organically-Grown Food
Products”, Appetite, Vol.44, 115–122.
Dutta, M. J. & Youn, S. (1999), Profiling Healthy Eating Consumers: a
Psychographic Approach to Social Marketing, Social Marketing
Quarterly, Vol. 5 No. 4, 5-21.
Dutta-Bergman, M.J. &Wells, W. D. (2002), The Values and Lifestyles
of Idiocentrics and Allocentrics in an Individualist Culture, Journal
of Consumer Psychology, Vol. 12, No. 4, 42-54.
Dutta-Bergman, M.J. (2003), Developing a Profile of Consumer
Intention to Seek out Health Information beyond the Doctor,
Health Marketing Quarterly, Vol. 21, No. 1/2, 91-112.
ESSOUSSI, L.H. &ZAHAF, M. (2008), DECISION MAKING PROCESS OF
COMMUNITY
ORGANIC
FOOD
CONSUMERS:
AN
EXPLORATORY STUDY, JOURNAL OF CONSUMER MARKETING,
VOL. 25, NO. 2, 95-104.
Fotopoulos, C., & Krystallis, A. (2002), Purchasing Motives and Profile of
Greek Organic Consumer: a Countrywide Survey, British Food Journal,
Vol. 104 No. 9, 730-764.
Fotopoulos, C., Krystallis, A. & Ness, M. (2003), Wine Poduced by
Organic Grapes in Greece: Using Means-end Chains Analysis to
Reveal Organic Buyers Purchasing Motives in Comparison with
the Nonbuyer, Food Quality and Preference, Vol. 14, 549–566.
Garretson, J., Dan, F. & Scot, B. (2002), Antecedents of Private Label
Attitude and National Brand Promotion Attitude: Similarities and
Differences, Journal of Retailing, Vol. 78, 91-99.
Gifford, K. &Bernard, J.C. (2006), Influencing Consumer Purchase
Likelihood of Organic Food, International Journal of Consumer
Studies, Vol. 30, 155–165.
168
Gil, J.M., Gracia, A. & Sánchez, M. (2000), Market Segmentation and
Willingness to Pay for Organic Products in Spain, International Food and
Agribusiness Management Review, Vol. 3, 207-226.
Goldman, B.J.& Clancy, K.C. (1991), A Survey of Organic Produce
Purchases and Related Attitudes of Food Cooperative Shoppers,
American Journal of Alternative Agriculture, Vol. 6, 89-95.
Gould, S.J. (1988), Consumer Attitudes toward Health and Health Care:
a Differential Perspective, The Journal of Consumer Affairs, Vol.
22 No. 1, 96-118.
Gracia, A. & Magistris, T. (2007), Organic Food Product Purchase
Behaviour: a Pilot Study for Urban Consumers in the South of
Italy, Spanish Journal of Agricultural Research Vol. 5 No. 4, 439451.
Grankvist, G. & Biel, A. (2001), The Importance of Belief and Purchase
Criteria in the Choice of Eco-labelled Food Products, Journal of
Environmental Psychology, Vol. 21, 405–410.
Grunert, G.K. (1993), Green Consumerism in Denmark: Some Evidence from
the EKO Foods Project, Der Markt, Vol. 32 No.3, 140-51.
Grunert, S.C. & Juhl, H.J. (1995), Values, Environmental Attitudes and
Buying Organic Foods, Journal of Economic Psychology, Vol. 16,
36–62.
Hair, J., Anderson, R., Tatham R.& Black, W. (1998), Multivariate Data
Analysis with Readings, Fifth Edition, Prentice- Hall International,
Inc.
Honkanen, P. Verplanken, B.& Olsen, S.O. (2006), Ethical Values and
Motives Driving Organic Food Choice, Journal of Consumer
Behaviour, Vol. 5, 420–431.
Hu, L.& Bentler, P.M. (1999), Cutoff Criteria for Fit Indexes in
Covariance Structure Analysis: Conventional Criteria versus New
Alternatives, Structural Equation Modeling, Vol. 6 No.1, 1-55.
Hutchins, R.K.&Greenhalgh, L.A. (1997), Organic Confusion: Sustaining
Competitive Advantage, British Food Journal, Vol. 99, No. 9, 336-338.
Jayanti, R.K. & Burns, A.C. (1998), The Antecedents of Preventive
Health Care Behavior: an Empirical Study, Academy of Marketing
Science Journal, Vol. 26 No. 1, 6-15.
169
Johnson, D.W.&Johnson, R.T. (1985), Nutrition Education: a Model for
Effectiveness, a Synthesis of Research, Journal of Nutrition Education,
Vol. 17, 1-44.
Kaya, H.G. (2003), Dünya'da ve Türkiye'de Organik Tarımsal Ürün Ticareti ve
Tüketici
Reaksiyonları,
available
at:
http://www.bahce.biz./organik/organik_ticareti.htm (accessed 28 June
2008).
Kihlberg, I. & Risvik, E. (2007), Consumer of Organic Foods-Value Segments
and Liking of Bread", Food Quality and Preference, Vol. 18, No.3, 47181.
Kinnear, T.&Taylor, J. (1996), Marketing Research An Applied
Approach Fifth Edition, McGraw-Hill, Inc.
Kraft, F.B. & Goodell, P.W. (1993), Identifying the Health Conscious
Consumer, Journal of Health Care Marketing, Vol. 13, No. 3, 18–
25.
Kristensen, K. & Grunert, S.C. (1991), The Effect of Ecological Consciousness
on the Demand for Organic Foods", in Bradley, F. (Ed.), Marketing
thought around the world, Proceedings of European Marketing Academy
Conference, 1991, Dublin, 299-318.
Laroche, M., Bergeron, J. & Barbaro-Forleo, G. (2001), Targeting
Consumers who are Willing to Pay more for Environmentally
Friendly Products, Journal of Consumer Marketing, Vol. 18, 503–
520.
Larue, B., West, G., Gendron, C.&Lambert, R. (2004), Consumer Response to
Functional Foods Produced by Conventional, Organic or Genetic
Manipulation, Agribusiness, Vol. 20, No. 2, 155-66.
Lea, E.& Worsley, T, (2005), Australians’ Organic Food Beliefs,
Demographics and Values, British Food Journal, Vol.11 No. 107,
855-869.
Lennernas, M., Fjellström, C., Becker, W., Giachetti, I., Schmitt, A.,
Remaut de Winter, A.M.&Kearney, M. (1997), Influences on Food
Choice Perceived to be Important by Nationally-Representative
Samples of Adults in the European Union, European Journal of
Clinical Nutrition, Vol. 51 No. 2, 8-15.
Lockie, S., Lyons, K., Lawrence, G. & Grice, J. (2004), Choosing
Organics: a Path Analysis of Factors Underlying the Selection of
170
Organic Food among Australian Consumers, Appetite, Vol. 43,
135–146.
Lockie, S., Lyons, K., Lawrence, G.&Mummery, K. (2002), Eating
Green: Motivations behind Organic Food consumption in Australia,
Sociologia Ruralis, Vol. 42, 23–40.
MacInnis, D. J., Moorman, C. & Jaworski, B. J. (1991), Enhancing and
Measuring Consumers’ Motivation, Opportunity, and Ability to
Process Brand Information from Ads, Journal of Marketing, Vol.
55, No. 4, 32-53.
Magkos, F., Arvaniti, F. & Zampelas, A. (2006), Organic Food: Buying
more Safety or just Peace of Mind? A Critical Review of the
Literature, Critical Reviews in Food Science and Nutrition, Vol.
46, No. 1, 23-56.
Magnusson, M.K., Avrola, A., Hursti Koivisto, U.K., Aberg, L.& Sjoden,
P.O. (2001), Attitudes towards Organic foods among Swedish
Consumers, British Food Journal, 103, 209–226.
Magnusson, M.K., Avrola, A., Hursti Koivisto, U.K., Aberg, L. &
Sjoden, P.O. (2003), “Choice of Organic Foods is Related to
Perceived Consequences for Human Health and to Environmentally
Friendly Behavior, Appetite, Vol. 40, 109–117.
Makatouni, A. (2002), What Motivates Consumers to Buy Organic Food
in the UK? Results from a Qualitative Study, British Food Journal,
Vol. 104, 345–352.
Michaelidou, N.&Hassan, L.M. (2008), The Role of Health
Consciousness, Food Safety Concern and Ethical Identity on
Attitudes and Intentions towards Organic Food”, International
Journal of Consumer Studies, Vol. 32, 163–170.
Misra, S., Huang, C.L.& Ott, S. (1991), Georgia Consumers' Preference for
Organically Grown Fresh Produce, Journal of Agribusiness, Vol. 9, No.
2, 53-65.
Moorman, C. & Matulich, E. (1993), A Model of Consumers’ Preventive
Health Behaviors: the Role of Health Motivation and Health
Ability, Journal of Consumer Research, Vol. 20, No. 2, 208-229.
Newsom, J.T., McFarland, B.H., Kaplan, M.S., Huguet, N.&Zani, B.
(2005), The Health Consciousness Myth: Implications of the Near
171
Independence of Major Health Behaviours in the North American
Population, Social Science and Medicine, Vol. 60, 433–437.
ÖZÇELIK, A.Ö.&UÇAR, A. (2008), TURKISH ACADEMIC STAFFS'
PERCEPTION OF ORGANIC FOODS, BRITISH FOOD JOURNAL,
VOL. 110 NO. 9, 948-960.
Padel, S.&Foster, C. (2005), Exploring the Gap between Attitudes and
Behaviour: Understanding why Consumers Buy or do not Buy
Organic Food, British Food Journal, Vol. 107, 606–626.
Pearson, D.&Henryks, J. (2008), Marketing Organic Products: Exploring
some of the Pervasive Issues,
Journal of Food Products
Marketing, Vol. 14, No. 4, 95-108.
Plank, R.E. & Gould, S.J. (1990), Health Consciousness, Scientific
Orientation and Wellness; an Examination of the Determinants of
Wellness Attitudes and Behaviours, Health Marketing Quarterly,
Vol. 7, 65–83.
Radman, M. (2005), Consumer Consumption and Perception of Organic
Products in Croatia” British Food Journal, Vol. 107 No. 4/5, 263273.
Reeder L.G. (1972), The Patient-Client as a Consumer: Some
Observations on the Changing Professional-Client Relationship,
Journal of Health and Social Behavior, Vol. 13, No. 4, 406-412.
Roddy, G., Cowan, C.A.& Hutchinson, G. (1996), Consumer Attitudes and
Behaviour to Organic Foods in Ireland, Journal of International
Consumer Marketing, Vol. 9, No. 2, 41-63.
Scheufele, D. A.,& Shah, D. V. (2000), Personality Strength and Social
Capital: the Role of Dispositional and Informational Variables in
the Production of Civic Participation”, Communication Research,
Vol. 27, No. 2, 107-131.
Schifferstein, H.N.J. & Oude Ophuis, P.A.M. (1998), Health-Related
Determinants of Organic Food Consumption in the Netherlands,
Food Quality and Preference, Vol. 9, 119–133.
Shepherd, R., Magnusson, M.&Sjödën, P.O. (2005), Determinants of Consumer
Behavior Related to Organic Foods, Ambio, Vol. 34, No. 4/5, 352-359.
Soler, F., Gil, J.M. &Sanchez, M. (2002), Consumers' Acceptability of
Organic Food in Spain, British Food Journal, Vol. 104, No. 8/9,
670-687.
172
Sparks, P.& Shepherd, R. (1992), Self Identity and the Theory of Planned
Behaviour: Assessing the Role of Identification with Green
Consumerism, Social Psychology Quarterly, Vol. 55, 388–399.
Squires, L., Juric, B. & Cornwell, T.B. (2001), Level of Market Development
and Intensity of Organic Food Consumption: Cross-Cultural Study of
Danish and New Zealand Consumers, Journal of Consumer Marketing,
Vol. 18, No. 4/5, 392-409.
Swanson, R.B.&Lewis, C.E. (1993), Alaskan Direct-Market Consumers:
Perception of Organic Produce, Family and Consumer Sciences
Research Journal, Vol. 22, No. 2, 138-155.
Swenson, M. R.&Wells, W. D. (1995), Target Marketing for Health
Communication, Social Marketing Quarterly, Vol. 2, No. 1, 5-9.
Tarkiainen, A.& Sundqvist, S. (2005), Subjective Norms, Attitudes and
Intentions of Finnish Consumers in Buying Organic Food, British
Food Journal, Vol. 107, 808–822.
THOMPSON, G.D. (1998), CONSUMER DEMAND FOR ORGANIC
FOODS: WHAT WE KNOW AND WHAT WE NEED TO KNOW,
AMERICAN JOURNAL OF AGRICULTURAL ECONOMICS, VOL. 80,
1113-1118.
Torjusen, H., Lieblein, G. Wandel M. & Francis, C.A. (2001), Food
System Orientation and Quality Perception among Consumers and
Producers of Organic Food in Hedmark County, Norway, Food
Quality and Preference, Vol. 12, 207–216.
Tregear, A., Dent, J.B.& McGregor, M.J. (1994), The Demand for
Organically-Grown Produce, British Food Journal, Vol. 96, 21–26.
TSAKIRIDOU, E., BOUTSOUKI, C., ZOTOS, Y. & MATTAS, K. (2008),
ATTITUDES
AND
BEHAVIOUR
TOWARDS
ORGANIC
PRODUCTS: AN EXPLORATORY STUDY, INTERNATIONAL
JOURNAL OF RETAIL & DISTRIBUTION MANAGEMENT, VOL. 36,
NO. 2, 158-175.
Verbeke, W. (2001), Beliefs, Attitude and Behaviour towards Fresh Meat
Revisited after the Belgian Dioxin Crisis, Food Quality and
Preference, Vol.12, No. 8, 489-498.
Verdurme, A., Gellynck, X. &Viaene, J. (2002), Are Organic Food Consumers
Opposed to GM Food Consumers?", British Food Journal, Vol. 104,
No. 8, 610-23.
173
Vermeir, I.&Verbeke, W. (2004), Sustainable Food Consumption:
Exploring the Consumer Attitude-Behavior Gap”, Working Paper
[04/268], Ghent University, Faculty of Economics and Business
Administration, Belgium, October 2004.
Vindigni, G., Janssen, M.A.&Jager, W. (2002), Organic Food
Consumption: a Multi-Theoretical Framework of Consumer
Decision Making, British Food Journal, Vol. 104, 624–642.
Von Alvensleben, R. (1998), Ecological Aspects of Food Demand: the Case of
Organic Food in Germany, AIR-CAT 4th Plenary Meeting: Health,
Ecological and Safety Aspects in Food Choice, Vol. 4, No.1, 68-79.
Wandel, M.& Bugge, A. (1997), Environmental Concern in Consumer
Evaluation of Food Quality, Food Quality and Preference, Vol. 8, No. 1,
19-26.
Wier, M.& Calverly, C. (2002), Market Potential for Organic Foods in Europe,
British Food Journal, Vol. 104, No. 1, 45-62.
Wilkins, J.L.&Hillers, V.N. (1994), Influences of Pesticide Residue and
Environmental Concerns on Organic Food Preference among Food
Cooperative Members and Non-members in Washington State, Journal of
Nutrition Education, Vol. 26 No. 1, 26-33.
Williams, P.R.D.& Hammitt, J.K. (2001), Perceived Risks of
Conventional and Organic Produce: Pesticides, Pathogens and
Natural Toxins, Risk Analysis, Vol. 21, 319–330.
Worner, F. & Meier-Ploeger, A. (1999), What the Consumer Says, Ecology and
Farming, Vol. 20 No.January-April, 14-15.
Yiridoe, E.K., Bonti-Ankomah, S.&Martin, R.C. (2005), Comparison of
Consumers Perceptions and Preferences toward Organic versus
Conventionally Produced Foods: a Review and Update of the
Literature, Renewable Agriculture and Food System, Vol. 20, 193205.
Zanoli, R.&Naspetti, S. (2002), Consumer Motivations in the Purchase of
Organic Food: a Means-end Approach, British Food Journal, Vol.
104, pp. 643–653.
174
TÜRKøYE’ DE TEKSTøL-HAZIR GøYøM SEKTÖRLERø VE
REKABET GÜCÜ
FatihMANGIR1
Ahmet AY2
ÖZET
Tekstil ve hazır giyim sektörü dünya ekonomilerinin geliúim ve kalkınma
sürecinde en önemli ve en eski sanayii dallarından biridir. Emek yo÷un üretim
teknolojisine dayandı÷ı için geliúmekte olan ülkelerde rekabet avantajları
do÷muú bu yüzden dünya da kısıtlayıcı tedbirlerin çok sık uygulandı÷ı sektör
olmuútur. Eme÷in bol oldu÷u ülkelerinin sa÷ladı÷ı maliyet avantajı, bu sektörde
küresel rekabetin daha yo÷un yaúanmasına neden olmuútur. Avrupa’nın en
büyük üretim kapasitesi ile yirmi yıldır ülke ihracatının lokomotifi olan Türk
Tekstil (ve Hazır Giyim / Konfeksiyon) Sanayi sa÷ladı÷ı milli hasıla ve yarattı÷ı
istihdam bakımından ülke ekonomisinin temel direklerindendir. Böylesi bir
ortamda bu payın koruyabilmesi için sektörde önceliklerin ve mevcut durumun
iyi bir úekilde tespit edilmesi ve rekabet süreci içinde kalite ve teknoloji
avantajların etkin kullanabilmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Rekabet gücü, Tekstil, Hazır Giyim
TEXTILE AND CLOTHING INDUSTRIES IN TURKEY AND
POWER OF COMPETITION
ABSTRACT
The Textiles and clothing industries are the oldest and most essential industry of
the world economies’ developing and growth process. Since textile and clothing
industries depend on product of labor, the developing countries have gained
competition advantages but this also led to increasing restrictions have been
applied in this sector. The cost advantages for the labor abundant countries have
caused intensive global competition in this sector. Being the locomotive sectors
of export and creating value and employment for national income, textile and
clothing sectors are the main pillar of Turkish economy and own to the largest
share of production capacity in European Union. In order to save this share in
this situation, priorities and current profile of the sector has to be underlined and
quality and technological advantages should be assessed efficiently.
Key Words: Competition, Textile, Clothing Industry
1. GøRøù
Tekstil ve hazır giyim sanayi, ülke ekonomilerinin büyüme
stratejilerinde önemli bir yere sahip sektörleridir. Küreselleúmeyle birlikte
ekonomiler büyümelerin de yer alan sektörlerde de÷iúen kompozisyon, ortaya
1
2
Dr. Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü, [email protected]
Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü,[email protected]
175
tekstil ve hazır giyim sanayilerinin liderli÷ini koymuútur. Türkiye ekonomisi ve
sanayisi içinde önemli bir yere sahip olan bu sektörün de÷iúen dünya rekabet
úartlarına uyum sa÷lamaya çalıúmaktadır. 1990’lı yıllarda Gümrük birline giriú,
2001 yılında yaúanılan ekonomik kriz ve 2008 yılına kadar korunma önlemi
kapsamında büyük üretim ve ihracat potansiyeline sahip olan Çin’e karúı
uygulanacak kotaların tamamen kalkması Türk tekstil ve hazır giyim sektörü
için önemli kilometre taúları olmuútur. Türkiye’ye yaúanılan ve yaúanılacak
ekonomik geliúmelere karúı ihracatta önemli bir ekonomi olmak için sahip
oldu÷u avantajları do÷ru kullanmalıdır. Sektörün sorunları ve mevcut rekabetin
anlaúılması için Türk ihracatındaki tekstil ve hazır giyim sektörünün analizinin
yapılması gereklidir.
Tablo 1. Türk Tekstil ve Hazır giyim Kronolojisi
Yıl
Kilit Geliúmeler
1923
Yeni Türkiye Cumhuriyeti: 8 fabrika ve KøT sisteminin getirilmesi
1933
Sümerbank’ın kurulması
1960
Sanayileúmenin baúlaması
1970
Küresel tekstil ve hazır giyim sanayi geliúmiú ülkelerden geliúmekte olanlara
kaymaya baúlaması
1974
Çok Elyaflılar Anlaúması (MFA)
1980
øhracata dayalı büyüme stratejileri\ihracat oranında artıú.
1981
Tekstil ve hazır giyim üretiminin çeúitli úehirlerde yaygınlaúması.
1982
Tekstil ve hazır giyim üretiminin østanbul ve çevresinde yaygınlaúması
1984
AB’nin Türkiye’ ye miktar kısıtlaması uygulaması.
1985
Tekstil ve hazır giyim sanayinde özel sektör yatırımlarının artması.
1990
Yıllık %12.2 oranında büyüme ile en hızlı büyüyen sektör.
1994
Türk ekonomisinde ekonomik kriz.
1995
Sümerbank’ın özelleútirilmesi.
1995
Sektörün mikrodan mezo ve makro organizasyonlara geçiúi
1995
Tekstil ve Giyim Anlaúması (ATC)
1996
Gümrük Birli÷i Anlaúması
1996
Türk tekstil ve hazır giyim firmalarının toplam sayısının 15.000’i geçmesi
1999
Sanayinin toplam ihracatta en yüksek paya eriúmesi
2000
Türk ekonomisinde ekonomik kriz
2001
Sektördeki oyuncuların karlılı÷ının azalması
2005
Dünya hazır giyim tüketiminin 930 milyar ABD dolarını geçmesi
2006
2007
Dünya hazır giyim ihracatının 1 milyar ABD dolarını geçmesi
Tekstil ve hazır giyim sektörünün ihracat hacminde en yüksek noktaya ulaúması
Kaynak: Eraslan vd. , 2008
176
1. Tekstil ve Hazır Giyim Sektörünün Türkiye øhracatındaki Yeri
Türkiye ekonomisinde dıúa açılma süreciyle birlikte ekonomide dıúa
kapalı ithal ikamecilik politikası yerini ihracata dönük stratejik uygulamalara
bırakmıú ve bu uygulamalarla birlikte ihracat ve ithalat miktarlarında artıú
kaydedilmiútir. Özellikle øhracat ekonominin dıúa açılabilmesi ve dünya
ekonomileri ile entegre olabilmesi için baúlatılan teúvik uygulamalarının
sonucunda ( ekonomik kriz dönemleri hariç) iyi bir performans göstermiútir.
1980’de 2,9 Milyar dolar olan ihracat hacmi yaklaúık 4,5 kat artmıú ve 1990
yılında 13 Milyar dolar Seviyelerine gelmiú; Ancak, Çeúitli iç ve dıú faktörlerin
olumsuz etkisiyle 1990–1993 döneminde artıú hızı yavaúlamıú, anılan dönem
boyunca ancak 15 Milyar dolar düzeyine gelebilmiútir (ùenol, 2007: 2).
Tablo 2. Türkiye’nin Dıú Ticaret Veri ve Göstergeleri (1980–2001) (Milyon
Dolar)
Yıllar
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
øhracat
2.910
4.703
5.746
5.728
7.134
7.958
7.457
10.190
11.668
11.625
12.959
13.593
14.715
15.349
18.106
21.637
23.224
26.246
26.974
26.588
27.774
31.186
Dıú Ticaret
Açı÷ı
-4.999
-4.230
-3.097
-3.507
-3.623
-3.385
-3.648
-3.968
-2.273
-4.167
-9.343
-7.454
-8.156
-14.080
-5.160
-14.072
-20.402
-22.412
-18.947
-14.103
-26.728
-9.320
øthalat
7.909
8.993
8.843
9.235
10.757
11.343
11.105
14.158
14.335
15.792
22.302
21.047
22.871
29.429
23.270
35.709
43.627
48.657
45.921
40.691
54.502
40.506
øhracatın øthalatı
Karúılama Oranı %
36.8
52.6
65.0
62.0
66.3
70.2
67.1
72.0
81.0
73.6
58.1
64.9
64.4
52.2
77.8
60.6
53.2
53.9
58.7
65.3
50.9
77.0
Kaynak: øSO, Türkiye Ekonomisi 2002, ISSN 1303–4030, s. 106.
1980 yılındaki Türkiye ve dünya sektörsel ihracat yapısı
incelendi÷inde, ihracat içersinde iki ürün grubunun ön plana çıktı÷ı
gözlemlenmektedir. Türkiye’nin ihracatında en büyük payı %65’lik oranla alan
tarım ürünlerini %12 oranıyla tekstil ürünleri takip etmektedir.
Ancak daha sonraki dönemlerde ihracatta tarımın payı azalırken tekstil
sektörünün payı artıú göstermiútir. Bunun nedenleri olarak, Avrupa Birli÷i ile 1
Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birli÷i’nin gerçekleútirilmesi sonucunda Avrupa
177
Kömür Çelik Toplulu÷u ile toplulu÷un yetki alanına giren ürünleri kapsayan serbest
dolaúım baúlanması, sanayi ürünleri ithalatından alınan vergi ve fonların azaltılması,
ithalatta gözetim ve korunma önlemlerine, kota uygulamalarına, dahil de ve hariçte
iúleme rejimine, haksız ticari uygulamalarına gidilmesi, tekstil ithalatına iliúkin
düzenlemelerim yapılması gösterilebilir (Karluk, 2002:339). Yapılan bu
uygulamalardan sonra tekstil ve hazır giyim sektörünün ihracattaki payı 2000’li
yıllarda % 37’lere yükselmiútir.
Tablo 3. 1980, 1990, 1999 ve 2000 Yılı Dünya ve Türkiye øhracatının
Sektörel Da÷ılımı (Yüzde Paylar)
Kaynak: http://www.dtm.gov.tr/ead/strateji/Strateji.doc
Günümüzde, tekstil ve hazır giyim sektörü, gayri safi yurt içi hasıla,
imalat sanayi ve toplam sanayi üretimindeki pay, ihracat, ekonomiye sa÷ladı÷ı net
döviz girdisi, istihdam, yatırımlar, dıúa açıklık ve makro-ekonomik büyüklükler
açısından düúünüldü÷ünde Türkiye’nin en önemli sektörlerinden biri
konumundadır. øhracatta sektörünün önemli bir kısmını oluúturan tekstil sektöründe
de artıú devam etmiú, 1998 yılında 2,631 milyar $ olan tekstil ihracatı 2007 sonuna
gelindi÷inde 9,5 milyar dolara seviyesine çıkmıútır. Gerçekleúen bu artıúa ra÷men,
tekstil artıú hızı ihracat artıú hızının gerisinde kalmıútır. ùöyle ki tekstil ihracatının
genel ihracat içersindeki payı 1998 yılında %9,4 iken bu oran 2007 yılında %6,2’ye
düúmüútür (ITKIB, 2006). Türkiye’nin tekstil ihracatı 2008 yılında 6.8 milyar dolar
olarak gerçekleúmiútir (øTKøB,2008).
Tablo 4. Tekstil Sektörü øhracatı
Tekstil Sektörü Toplam øhracatı (milyar $)
Yüzde De÷iúim (%)
Kaynak: DTM (2007)
178
2003
5,6
2004
6,8
2005
7,4
2006
8,0
2007
9,5
25%
22%
9%
8%
17%
Ancak düúüúe ra÷men, son yıllarda dünya hazır giyim sektöründe
yaúanan durgunluk, petrol fiyatlarındaki artıúlar yeni rekabet ortamından
kaynaklanan zorluklar ve ana pazarımız olan AB ekonomisinde görülen durgunluk
dikkate alındı÷ında, tekstil ihracatında görülen performans olumludur.
Ancak, yaúanan devalüasyon dikkate alındı÷ında çok tatmin edici oldu÷u
söylenemez. 2001 yılında yaúanılan kriz ve devalüasyonun olumsuz etkisi sonrası
hazırgiyim ve konfeksiyon ihracatındaki artıú %2,1 olarak gerçekleúmiútir.
Tekstil sektörü ihracatında en önemli payı tutan Hazır giyim ve
konfeksiyon mamullerinde ise, 2006 yılı ilk çeyre÷inde 3,3 milyar dolar de÷erinde
ihracat gerçekleúirken 2007 yılında gerçekleúen hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı
3,7 milyar $ olup tekstil sektörünün yaklaúık yarısı bu mamullerden oluúmuútur.
Tablo 5. Genel øhracat Performansı øçinde Hazır Giyim ve Konfeksiyon
øhracatının Payı
Türkiye Genel
øhracatı
Hazır Giyim ve
Konfeksiyon
øhracatı
Hazır Giyim ve
Konfeksiyon
øhracatının Payı
Sanayi Ürünleri
Hazır giyim
Konfeksiyon
øhracatının Sanayi
Ürünleri
øhracatındaki Payı
Ocak-Mart 2006
18.503.534
Ocak- Mart 2007
23.155.998
De÷iúim (%)
25.1
3.307.874
3.720.704
12.5
17.9
16.1
15.879.524
20.059.002
20.8
18.5
26.3
Kaynak: DTM (2007)
Hazır giyim ve konfeksiyon ihracatında görülen artıúa ra÷men Türkiye
genel ihracatındaki pay 2006 yılı ile karúılaútırıldı÷ında % 17.9’dan % 16.1”e
gerilemiú yine sanayi ürünleri ihracat payı içersinde 2006 yılında 20.8 olan a÷ırlı÷ı
2007 yılında %18.5 olarak gerçekleúmiútir. 2008 yılı ihracat istatistiklerine göre
Türkiye’den gerçekleútirilen hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı 15.7 milyar
dolardır (øTKøB, 2008). 2009 Haziran-Ocak ayı dönemi içersinde ise 6.2 milyar
dolar hazır giyim ihracatı gerçekleúmiútir (øTKøB, 2009)
Sektörde yaúanan geliúmelerin daha iyi anlaúılması için Türkiye’nin
tekstil ihracatında önemli yer tutan ülkelerle yapılan ticaretin incelenmekte fayda
bulunmaktadır. Avrupa birli÷i ülkeleri Türkiye’nin uzun yıllardır bir numaralı
tekstil ihracat pazarıdır (Oran, 2004). ITKIB 2007 raporuna göre, AB–27 ülke
grubuna 2007 yılında, 3,5 milyar dolarlık tekstil ihracatı gerçekleútirilmiútir.
179
2006 yılına kadar Avrupa birli÷i ülkelerinde en çok øtalya ile ihracat
yapılırken 2006 ve 2007 yıllarında Almanya bu ülkenin önüne geçerek 863.888.732
milyon $ bir ihracat hacmi yakalanmıútır. Bu ülkeyi daha sonra Rusya, øtalya ve
A.B.D ülkeleri takip etmektedir.
Tablo 6. Baúlıca ülke Grupları ile Tekstil øhracatı
Ülkeler
2006
814.287.756
Almanya
569.464.514
Rusya
federasyonu
660.595.533
øtalya
595.407.085
A.B.D.
363.757.505
Romanya
422.530.333
øngiltere
323.609.201
Fransa
262.416.784
Polonya
267.307.237
øspanya
261.102.959
Bulgaristan
3.526.566.572
Di÷erleri
8.067.045.479
Toplam
Kaynak: DTM (2007)
2007
863.888.732
762.295.452
Pay (2007) %
9
8
752.311.469
621.428.424
456.998.864
442.217.379
375.147.337
345.412.348
305.229.480
264.563.175
4.274.890.108
9.464.382.768
8
7
5
5
4
4
3
3
45
100
2007 yılında ülkemiz 8,73 Milyar Dolar tekstil ihracatı ile dünya
ihracatının yüzde 3,7’sini karúılamaktadır (Uzuno÷lu ve Ünal, 2008:3).
2008 yılında tekstil sektöründe baúlıca ülke grupları arasında Ab-27 ve
di÷er Asya ülkeleri hariç di÷er tüm ülke gruplarında artıú kaydedildi÷i
görülmektedir. Ancak yine de AB-27 ülke grubu ile 3.4 milyar dolarlık bir ihracat
gerçekleúmiú böylece AB’nin toplam tekstil ihracatındaki payı %49,6 olarak
gerçekleúmiútir (øTKøB,2008)
Türk hazır giyim sektörü, dünya piyasalarının en önemli
tedarikçilerinden biridir. Hazır giyim sektörü için 1996 yılı baúı AB ile GB’ye
geçiú, yeni bir geliúim noktası olmuútur. GB’ne girmenin hazır giyim sektörü
üzerinde kapasite artıúı ve teknolojik geliúim ve makine yatırımlarının artıúı gibi
olumlu etkileri olmuútur. Bu dönem hızlı sanayileúmeyi ve üretim teknolojisin de
uluslararası standartları yakalamayı da beraberinde getirerek Türkiye ekonomisini
bu sektörde iddaalı hale getirmiútir.
2007 yılında ülkemizin dünya hazır giyim ihracatındaki payı yüzde 4,1
olup, yapılan ihracatın de÷eri 14 Milyar Dolar’dır.
180
Tablo 7. Türkiye øhracat Payları
2007 (Milyar Dolar)
Çin
,Avrupa Birli÷i (27)
Hong Kong
Türkiye
Bangladeú
Hindistan
Vietnam
Endonezya
Meksika
A.B.D.
115,2
103,4
28,8
14
10,1
9,7
7,2
5,9
5,1
4,3
Dünya øhracatında Payı
(%)
33,4
29,9
8,3
4,1
2,9
2,8
2,1
1,7
1,5
1,2
Kaynak: øTKøB (2008)
Dünya hazır giyim ihracatında AB, Çin, Hong Kong, Türkiye,
Meksika, Hindistan ve ABD ilk sıralarda bulunmaktadır. Çin, AB bir bütün
olarak ele alındı÷ında bile, hazır giyim ihracatında 1. sıraya yükselmiútir.
Türkiye ise 2007 yılı göstergelerine göre Hong Kong’tan sonra gelmektedir.
Bunun en önemli nedeni olarak tekstil ve hazır giyim sektöründe kullanılan
emek ücretleri ve üretim maliyetleri gösterilmektedir.
Ülkeler bazında 2007 yılı örme hazır giyim ithalatında A.B.D. (%26),
Almanya (%8), øngiltere (%7), Japonya (%7), Hong Kong (%6), Fransa (%6),
øtalya (%5), øspanya (%4), Belçika (%3), Hollanda (%2) ve Kanada’nın (%2) ilk
sıralarda oldu÷u görülmektedir. Örülmemiú hazır giyim ithalatında da benzer
úekilde A.B.D. (%23), Almanya (%9), øngiltere (%7), Japonya (%7), Fransa
(%6), Hong Kong (%5), øtalya (%5), øspanya (%4), Belçika (%3), Hollanda (%2)
ve Kanada (%2) ilk sıralarda yer almıútır. 2007 yılı itibarıyla dünya toplam hazır
giyim ithalatının %76’sını (247 milyar dolar) AB(27), A.B.D. ve Japonya
gerçekleútirmiútir (Sevim,2009:16): .
Hazır giyim sektörü ihracatında payının azalmasına ra÷men Almanya
en çok miktarda ticaret yapılan ülke olma sırasını korumaktadır. Almanya’nın
payı 1996’da %47,3’ten 2008’de %24,5’e kadar gerilemiútir. Türkiye 2008 yılı
hazır giyim ihracatının %75’ini ilk 10’da yer alan Almanya (%24,5), øngiltere
(%14,7), Fransa (%7,1), Hollanda (%7,0), øspanya (%6,8), øtalya (%5,5), Danimarka
(%3,5), A.B.D. (%2,2), øsveç (%1,9) ve Belçika’ya (%1,8) gerçekleútirmiútir
(øTKøB, 2008).
2. Tekstil ve Hazır Giyim øhracatın Baúlıca Sorunları
Tekstil ve hazır giyim sektörünün baúarılı olabilmesi ve sa÷lıklı bir
yapıya kavuúması için bu sektöre ait sorunların iyi analiz edilmesi, çözüm
önerilerinin tespitinde önemli bir adım olacaktır.
181
Tekstil ve hazır giyim sektörünün iç ve dıú faktörlerden kaynaklanan
sorunlarını øGøAD úu úekilde özetlemektedir (øGøAD, 2009):
9 Bilhassa Gümrük Birli÷i sonrasında yapılan aúırı yatırımın neden
oldu÷u kapasite fazlalı÷ı,
9 Firmaların öz sermayelerinin yetersizli÷i,
9 Finansmanın ise kısa vadeli ve pahalı olması,
9 Sanayide kullanılan enerjinin rakip ülkelerden pahalı olması,
9 øúçili÷in giderek pahalı hale gelmesi,
9 Pamuk baúta olmak üzere istikrarlı hammadde fiyatlarının oluúamaması,
9 Yurt dıúı pazarlarda da÷ıtım kanallarına sahip olamama,
9 Hem tekstil, hem de hazır giyimde moda ve marka oluúturma
konusundaki baúarısızlık,
9 Ar-Ge ye yeterince önem verilmemesi,
9 Teknik ve kalifiye eleman gere÷i için e÷itim konusunda sektörün
büyümesine paralel bir geliúme olmaması,
9 Sektörde kayıt dıúılı÷ın artması ve bunun da haksız rekabete yol açması,
Bu sorunlardan hareketle Tekstil ve hazır giyim sektöründe
genel olarak yapısal, maliyet ve finansman, Ar&Ge, marka ve pazarlama,
kotaların kalmasıyla yaúanılan Çin faktörü ana baúlıklarında toparlanabilir.
2.1. Maliyet ve Finansman Sorunları
Maliyetlerle ilgili ilk temel sorun ihracatçıların iç piyasadan tedarik
ettikleri hammadde mal ve hizmetlerin fiyatları devamlı artmaktadır. Maliyetler
artarken, döviz kurlarının düúmesi ihracatçıları zor durumda bırakmaktadır. En
son tespitlere göre, hazır giyim sektörünün toplam maliyetinin % 54'ünü ham
madde maliyetleri oluúturmakladır. Bu durumda, dövizde yaúanan
dalgalanmalar sektördeki fiyat istikrarına etkilemekte ve hammadde
fiyatlarındaki yüksek artıúlara neden olmaktadır. Bu yüzden hammadde ve ara
malı konusunda yaúanan güçlükler, sektörün maliyetlerini arttırmakta,
ithalatçılara sabit fiyat garantisi vermelerini engellemekte ve vaatlerin
zamanında yerine getirilmesini güçleútirmektedir.
Bunun yanında, sektörün ikinci önemli maliyet kalemi, iúçilik
giderleridir. Türkiye kesintilerin net ücrete oranı açısından Avrupa ülkeleri
içinde en yüksek orana sahiptir. Asgari ücret üzerinden yapılan hesaplamaya
göre çalıúanın iúverene maliyeti içinde, SSK iúci ve iúveren payı, gelir vergisi
stopajı ve di÷er kesintilerin oranı % 4’dir (TøM, 2007). Bu oran ørlanda’da %9,
Lüksemburg’da %9, øngiltere’de %18,2, Portekiz de ise %23,4’tür
182
(ADSøAD,2008). Maliyetlerin üreticilere olan yükünün yüksekli÷i sektörü kayıt
dıúına çalıúmaya itmektedir.
ùekil 1. Bazı Ülkelerde østihdam Üzerindeki Yükler (Kesintilerin Net
Ücrete Oranı %)
Kaynak: OECD Labour Statistics,2008
Bu sorunlar dıúında, sektör için son derce önemli boyutlara ulaúan
di÷er sorunlar, girdi niteli÷indeki enerji kullanım maliyetlerinin, dünya fiyatlarının
üzerinde olması ve taúıma maliyetlerinin yüksekli÷idir. Sektörün ( özellikle
iplik, kumaú ve terbiye açısından) temel maliyet kalemleri içerisinde yer alan
enerji, özellikle elektrik fiyatlarının dünya fiyatlarının çok üzerinde seyretmesi
Türk mallarının yabancı pazarlarda rekabet avantajını törpüleyen bir unsur
durumundadır (øTKøB,2008).
183
Tablo 8. Sektörel Stratejiler; Üretimde Rekabet Koúullarının Rakip ve
Çevre Ülkelerle Eúitlenmesi
ÜLKELER
KURUMLAR
VERGøSø
ORANI %
øSTøHDAM
YÜKLERø
ÇIPLAK
ÜCRETøN
YÜZDESø
ROMANYA
ARNAVUTLUK
MISIR
ÖZBEKøSTAN
POLONYA
ÇøN
HøNDøSTAN
BANGLADEù
TUNUS
VøETNAM
ENDONEZYA
TÜRKøYE
16.0
23.0
20.0
15.0+8.0
19.0
33.0
33.7
37.5
35.0
28.0
10.0-30.0
30.0(1)
21.0
30.7
25.0
31.0
41.9
35.0
16.8
0.0
21.8
17.0
10.0
42.8
ORTALAMA
øùGÜCÜ
MALøYETø
ÇIPLAK
ÜCRET
DOLAR\SAAT
1.60
1.10
0.85
0.60
3.80
0.60
0.67
0.28
2.05
0.28
0.55
2.88
ENERJø
FøYATLARI
SANAYø
KøLOVAT
SAAT\DOLAR
0.96
0.65
0.21
0.25
0.70
0.55
0.80
0.40
0.45
0.35
0.40
1.07
Kaynak: TGSD (2008), Ufuk 2015 (2009), www.tgsd.org.tr
Ayrıca sektör, finansman ve kredi maliyetleri nedeniyle önemli sorunlar
yaúamaktadır. Buna karúılık, enflasyon oranının yüksek olması ve döviz kurları
artıú oranının üzerinde gerçekleúmesi, iúletme sermayesinin yeni yatırımlara
dönüútürülmesini engellemektedir (WTO, 2001).
2.2. Nitelikli øú Gücü Sorunları
Hazır giyim sektöründe, üretim ve kalite kontrol birimlerinde özellikle,
teknik lise mezunu nitelikli ara eleman ve tekniker ihtiyacı yüksektir. Buna
ra÷men bu ihtiyaç karúılanamamaktadır. øú gücünün vasıfsız olması, üretim
verimlili÷ini düúürmekte, maliyetleri yükseltmektedir.
Bu durumun giderilebilmesinde, mesleki ve teknik e÷itim veren liselerin
e÷itim programlarının geliútirilmesi ve okul-sanayi iúbirli÷i içerisinde ö÷rencilere
deneyim kazandırılması, önemli rol oynayacaktır.
Yine sektör, moda özelli÷i taúıyan ürünlerin yaratılmasında çok önemli
olan stilist, modelist ve desenci açısından yetersizdir. Son yıllarda bu konuya önem
verilerek, eleman yetiútirecek kursların sayısı artmasına ra÷men, Türk hazır giyim
sektörünün ihtiyacının çok daha kısa sürede giderilmesi gerekmektedir.
2.3. Araútırma/Geliútirme-Kalite-Verimlilik Sorunları
Küreselleúen dünya da ekonomik sektörler de rekabet edebilmek için
ARGEyapmak bir zorunluluktur. Özellikle teknoloji de ayakta kalabilecek, etkin
ve etkili üretime katkıda bulunabilecek AR-GE çalıúmaları rekabet gücünü
artırıcı bir özellik taúımaktadır. Bu ba÷lamda teknoloji üretimi için bir úey
yapmayan ülkeler üretimde taklit etme yoluna gitmektedirler. Çünkü teknoloji
184
üreten ülkeler çeúitli kanunlarla korunmakta ve böylece teknoloji satabilen büyük
firmalar yaratabilmektedirler.
Dünya ekonomilerinde üretimde kaliteyi yükseltebilmek adına AR-GE
çalıúmalarına a÷ırlık verilmekte, üretimde araútırma merkezlerinin sayısı artmakta
ve çeúitli laboratuarlar oluúturularak sektörler geliútirilmeye çalıúılmaktadır.
Türk tekstil ve hazır-giyim sanayinin dünyadaki konumu kaliteli ancak
yüksek fiyatlı olmayan ürün kategorisindedir. Sanayinin Uzakdo÷u’da
gerçekleútirilen düúük fiyatlı büyük üretimle rekabet etmesi imkânsızdır. Sanayinin
rekabet gücü kaliteli ve farklı ürün üretebilme kabiliyeti ile ba÷lantılıdır. Farklı
ürün üretebilmesi için ise tekstil iúleme ve boyama süreçleri Ar-Ge’ye
yönlendirilecek kaynak ve vasıflı iúgücüne ihtiyaç duymaktadır (Erarslan vd.,
2008: 295). Bu nedenle sektörün Ar-Ge odaklı stratejiler geliútirmesi büyük bir
ihtiyaçtır.
AR-GE uygulamaları Çin gibi ülkelerden daha fazla olsa da
yaygınlaútırılması hususunda dikkat edilmesi gereken genel hususlar aúa÷ıda
özetlenmiútir:
9 Firmalar da AR-GE bilincinin oturması için gerekli yatırımlarda
bulunmak,
9 ùirketler de Ar&Ge ve teknolojik geliúmeleri izleyen birimlerin tam
anlamıyla oluúturulması ve KOBø mantı÷ıyla hareket etmekten kaçınmak,
9 AR-GE uygulamalarının
oluúturulması,
baúlatılması
için
gerekli
projelerinin
9 AR-GE teúvik mevzuatının tam olarak anlaúılması, toplumda Araútırma ve
Geliútirme kavramlarının anlaúılması,
9 AR-GE projelerinin iyi yönetilmesi ve seçilmesi. Projelerin uzun süreli
tutulması,
9 Ulusal bir dokümantasyon sistemi oluúturmak ve yönlendirici bir
organizasyonların artması,
9 Profesyonel danıúman ve danıúmanlık úirketlerinin kullanılması.
Di÷er úirketlerle iletiúimin geliútirilmesi ve dolayısıyla Ar-Ge uygulamalarında
bulunulan firma örneklerinden yararlanması
2.4. Yatırım-Teknoloji Sorunları
Sektörde, yatırım yerleri daha ziyade büyük yerleúim merkezlerinde
yo÷unlaúmıútır. øúgücü, enerji, vs, gibi faktörler dikkate alındı÷ında bu bölgelerin
yatırım yeri olarak de÷erlendirilmesi rantabl olmamaktadır. Dolayısıyla bu
bölgelerde yeni iúletmelerin kurulması ve salt kapasite artırıcı yatırımlar teúvik
edilmemelidir. Bunun yerine; kaliteli yeni ürün tipleri geliútirilip, üretim ve
185
verimlili÷i artıran, esneklik kazandıran, küçük partileri iúleyebilen, özel niú
ürünleri üreten, baúta yüksek performanslı teknik tekstiller olmak üzere bilgi
yo÷un ürünleri üreten, enerji, su, kimyasal madde ve hammadde kullanımında
tasarruf, geri kazanım ve tekrar kullanım sa÷layan, çevre dostu üretimi
destekleyen, Ar- Ge, Ür-Ge ve yenilikçilik yeteneklerini geliútiren, yeniden
yapılanma, yerleúim, yurtiçi ve yurtdıúı úirket evlilikleri sonucu gerekli olacaktır.
2.5. Çin Faktörü
1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Tekstil ve Giyim Eúyası
Antlaúması'yla 10 yıllık bir geçiú süresi vermiú ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)
2005 yılının baúlamasıyla birlikte dünya ekonomisine serbesti getirme
konusunda çalıúmalarını tamamlayarak tekstil kotalarının dünya çapında
kaldırılmasını gerçekleútirmiútir. Kotalarının kalkması tüm ülkeleri özellikle
geliúmekte olan ülkeleri etkileyecektir. Çünkü 2003 yılında tek baúına dünya
tekstil ihracatı toplamı olan 400 milyar dolarlık ihracatı yapan A.B.D bu
miktarın yarısını ithal etmiútir (E÷ilmez, 2005). Ve kotalar kaldırılırsa A.B:D
bile tek baúına büyük bir Pazar olacaktır. Kotaların kaldırılmasından en fazla
olumlu etkiyi sa÷laması beklenen ülke Çin olup, en büyük üretim avantajı olan
ucuz emek ile rekabette di÷er ülkeler büyük bir üstünlük sa÷layacaktır. Kısa
vade de bu ucuz iúgücü kayna÷ı ile üretim maliyetlerini düúürecek olan “Çok
Uluslu ùirketler” daha sonra, bir milyarı aúan bu pazarın gelir düzeyinin de
artması ile birlikte bu piyasalara ürünlerini satmaya baúlayacaklardır (Ekúio÷lu,
2004).
Çin üzerinde kotaların kaldırılmasının Türkiye gibi ülkelerde ilk etkisi
tekstil ürünleri ihracatında düúüú ve bunun sonucunda reel ücretlerin
gerilemesidir.
DPT’nin raporuna göre, kotaların tamamen kalkmasıyla tekstilde
önümüzdeki 10 yılda ciddi bir küçülme gerçekleúecek ve 600 bin kiúinin de
iúsiz kalaca÷ı belirtilmektedir (DPT, 2007).
Çin faktörü 2005 yılından itibaren etkisini hissettirecekken Türk
Malalarının uluslar arası piyasalarda avantaj elde edebilmek için sermaye yo÷un
ürünlerin üretimine geçerek, Çin’ de kaliteli üretim yaparak maliyetleri
azaltmak ve en önemlisi de Markalaúma mantı÷ını oturtmaktır (Ekúio÷lu, 2004).
Tablo 9. Türkiye’nin Üretim Maliyetleri Rekabeti
TÜRKøYE
ÇøN
HøNDøSTAN øTALYA POLONYA
FAS
TUNUS MEKSøKA
30
5
10
100–150
100
30–40
50
60–80
500
300–400
300–399
600
700
450
250
400–499
03.A÷u
02.Oca
02.A÷u
01.Haz
01.May
Oca.54
01.Eyl
01.A÷u
Arsa Fiyatı
Dolar/m2
ønúaat maliyeti
Dolar/m2
Elektrik
Cent/kwh
186
Su
Cent/m3
95
45
60
30-90
85
60
70
80
1600
2200
2000
1100
1000
1900
2000
1400
ùub.14
0.61
0.6
16.65
ùub.52
Oca.92
Oca.89
Oca.51
51-53
33-35
33-35
127
56–58
40-43
40-43
38–39
++
++++
++++
Farklı
++
+++
+++
+++
Nakliye
Dolar/ton
øúçi Ücreti
Dolar/saat
Maliyet
ABD=100
Maliyet
Rekabet
ürün
Edebilirlik
grubu
Kaynak: Türkiye Giyim Sanayicileri Derne÷i, Türk Hazır Giyim Sektörü Ufuk
2010 Yol Haritası Global Hedefler Ve Politikalar, Ocak-2004
Türkiye Giyim Sanayicileri Derne÷i tarafından yapılan kıyaslama
analizinde Türkiye’nin ÇøN’e karúı en zayıf durumda oldu÷u kriter “Üretim
Maliyetleri” dir. Bu durum Çin’le olan rekabet ortamında sanayicimizin en zor
durumda oldu÷u kriter olmakla beraber hükümet düzeyinde makro
de÷iúiklikler-sanayici lehine- yapılmadı÷ı sürece, Türk sanayicisinin dünya
ülkeleriyle rekabet edebilme úansı kalmamaktadır.
2.6. Hukuksal Sorunlar
øhracat øle ilgili gümrük, kambiyo, banka, sigorta, taúımacılık iúlemlerindeki
bürokrasi tüm firmaları oldu÷u gibi hazır giyim ihracatçılarını da olumsuz
etkilemektedir. Ayrıca kota uygulamasını getirmiú oldu÷u, kota tahsisindeki ve
kotalı ürün ihracatındaki ilave iúlemler, hazır giyim ve tekstil sektörü ihracatını
güçleútirmektedir. Gerek genel ihracat, gerekse kotalı ihracat iúlemlerinin
azaltılması konusunda, henüz bir baúarıya ulaúılamamıútır.
Kota, anti-damping soruúturmaları ve vergileri gibi korumacı politikalar,
tekstil ve hazır giyim sektörünü, gerek ihracat hacmi olarak ve gerekse ihracat
bürokrasisi nedeniyle kısıtlamaktadır. Bununla birlikte kotaların, katma de÷eri
yüksek hazır giyim ürünlerinin ihracatını artmasına ve kota kapsamı dıúına
çıkabilmek için, az da olsa ürün çeúitlemesi yapılmasına yol açtı÷ını da belirtmek
gerekmektedir. Di÷er yandan kota uygulaması, sektörün geliúme açısını
belirsizleútirmekte, yatırım politikaları belirlenmesini zorlaútırmaktadır. Ancak
kota uygulayan AB ülkeleri ve ABD'nin bir geçiú süresi içerisinde kotaların
kaldırılması konusundaki tavırları olumludur. Bununla birlikte, bu ülkelerin, kota
uygulaması dıúında, geliúmekte olan ülkelere gönüllü ihracat kısıtlamaları gibi
di÷er ticareti sınırlayıcı önlemleri empoze etmeye ve anti-damping
soruúturmalarını sıkça gündeme getirmeye yönelik e÷ilim taúıdıkları
anlaúılmaktadır (Satıcı, 2002).
187
GENEL DEöERLENDøRME VE SONUÇ
øhracata dayalı ekonomik büyüme stratejisini uygulamaya
baúlamasıyla ihracatın en önemli sektörü haline gelen tekstil ve hazır giyim
sektörü oldukça önemli bilgi ve tecrübeler elde etmiútir. Ancak uzun süreler
fason üretim ile ihracat yapması kendine has moda yaratmaması, ürünün de÷erinin
ve satıú fiyatının düúük olmasına neden olmuútur.
Tekstil ve hazır giyim sektörü, ürün geliútirme, tasarım, üretim, yan
sanayi, lojistik, finansman, toptan a÷ı ve perakendede tam entegrasyon
sa÷layabildi÷i için global perakende sektörünün de÷iúim ve trendlerine uyum
kabiliyeti olumlu olmuú ancak, tüm güçlü yönlerine ra÷men pazarlama, yurt dıúı
tanıtım ve marka bilincinin tam oturmaması ile uzun süreli teknoloji, AR&GE ve
e÷itim politikası eksikli÷i sektör için büyük problem olmuútur.
Türk hazır giyim sektörünün de, kota kısıtlamalarının kaldırılması ile
birlikte daha da úiddeti artacak olan bu rekabette varlı÷ını sürdürebilmesi,
kendi markasını yaratmasına ba÷lıdır. Bunun için sektör, önce marka
yaratmanın gereklerini yerine getirmelidir.
Türk tekstil ve hazır giyim sanayii yapısı gözden geçirildi÷inde,
dünyadaki yeni rekabet ortamında önemli oranda pazar kaybedildi÷i, üretim,
karlılık, firma sayısı ve istihdamda gerileme yaúandı÷ı bir durum söz
konusudur. Tüm bu geliúmelere yaúanılan son küresel krizde eklendi÷inde,
tekstil ve hazır giyim sanayinin toplam istihdam ve firma sayısı kan kaybetmeye
devam etmektedir. Sonuç olarak sektör küresel anlamda sürdürülebilir bir
rekabet gücüne sahip olması için sektörel uzmanlaúma ve hızlı teslim gibi çeúitli
alanlarda sahip oldu÷u rekabet gücünü ve geliúme potansiyelini sürdürmelidir.
Ve bu avantajlarını maliyet, kalite ve çeúitlili÷i ile en etkin úekilde birleútirmeli
ve AB pazarında sahip oldu÷u payı sürekli kılarken yeni pazarlarda niú ürünler
ile yükselen bir büyüme e÷ilimi elde etmesi hedeflenmelidir. Bunu
baúardı÷ında, rekabet etti÷i ülkelere karúı üretim miktarı ve istihdamı azalsa da
ihracat ve yaratılan katma de÷er sürdürülebilecektir.
KAYNAKÇA
ADSøAD (2008), Tekstil Sektöründe Sorunlar Ve Çözüm önerileri Raporu,
www.adsiad.org.tr/ozeldosyalar/tekstil_sorunlar.doc (23.09.2009)
DPT (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı: Tekstil, Deri ve Giyim Sanayii Özel
øhtisas Komisyonu Raporu
Ekúio÷lu Onur Ozan (2004), “Çin’ e karúı Markalaúma ve yeni yüzyılda
rekabet”, Ekonomik Ve Sosyal Kalkınma Hareketi, http://kalkinma.org/
Erarslan ø. Hakkı, Bakan øsmail ve Kuyucu Helvacıo÷lu Aslı Deniz (2008),“
Türk Tekstil Ve Hazır giyim Sektörünün Uluslararası Rekabetçilik
188
Düzeyinin Analizi”, østanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi Yıl:7 Sayı:13 Bahar 2008 s.265-300
øGøAD (2009), Tekstil Sektörü De÷erlendirme Raporu, www.igiad.com
øSO, Türkiye Ekonomisi 2002, ISSN 1303–4030, s. 106.
øTKøB (2007), Yeni Rekabet Ortamında Türk Tekstil Ve Hazırgiyim Sektörü,
http://www.itkib.org.tr (12.08.2009)
øTKøB (2008), Tekstil, Konfeksiyon, Deri Ve Halı øhracatında Sorunlar Ve
Çözüm Önerileri, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009)
øTKøB (2008), Türkiye'de Ve Dünya'da Teknik Tekstiller Üzerine Genel Ve
Güncel Bilgiler, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009)
Karluk Rıdvan (1996); Uluslararası Ekonomi, Teori ve Politikalar, Beta
Yayınevi, østanbul.
OECD Labour Statistics,2008
Satıcı O÷uz (2002), T.M.M.O.B. 10. Yıl Paneli
Sevim Ümit (2009), Hazır Giyim, Dıú Ticaret Müsteúarlı÷ı, øGEM Yayınları
ùenol Çoúkun (2007), “Türkiye’nin øhracatı Üzerine Bir De÷erlendirme”,
Gümrük Dünyası Dergisi, Sayı 52
TGSD (2008), Ufuk 2015 (2009), www.tgsd.org.tr (15.07.2009)
TøM (2007), “øhracatın Sorunları Ve Çözüm Önerileri”, http://www.tim.org.tr
(15.07.2009)
Türkiye Giyim Sanayicileri Derne÷i, Türk Hazır Giyim Sektörü Ufuk 2010 Yol
Haritası Global Hedefler Ve Politikalar, Ocak-2004
Uzuno÷lu Hande ve Ünal ølknur (2008),” Türk Hazır Giyim ve Tekstil
Sektörünün 2008 Yılı Rekabet Durumu”, AR&GE Bülten Kasım
WTO (2001) International Trade Slalistics, Hazır Giyim Sektörünün Dünyadaki
Gücü
189
190
ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERø VE FøNANSAL
LøBERALøZASYONUN ETKøLERø
Fatih MANGIR1
M. Levent YILMAZ2
ÖZET
Neo-klasik teori tarafından desteklenen liberalizasyon uygulamaları,
geliúmekte olan ülkelerde 1970’li yıllar sonrası hız kazanmıútır. Küreselleúme
ile birlikte uluslararası sermaye hareketleri daha verimli/karlı alanlara do÷ru
hareket etmekte, böylece yatırımcılar sürekli kar peúinde koúmakta geliúmekte
olan ülkelerde tüketim ve yatırım imkânlarını arttırarak büyümelerini
sürdürmeye çalıúmaktadırlar. Ancak daha sonra ortaya çıkan finansal krizlerle
birlikte, ekonomi literatüründeki önemli tartıúmalardan biri, uluslararası finansal
liberalizasyon uygulamaları sonrası “göreceli yoksul ülke ya da bölgelerin,
geliúmiú ülke büyüme oranına sahip olup olmayaca÷ı”dır. Neo-klasik büyüme
modeline göre ekonomiler, baúlangıç de÷erlerinden ba÷ımsız olarak ortak bir
dura÷an-durum dengesine yakınsarlar.
Geliúmekte olan ülkelerin geliúmiú ülkelere göre daha hızlı büyüyece÷i
anlamına gelen yakınsama teorisi birçok ampirik çalıúmanın da temel konusu
olmuútur.
Finansal liberalizasyon ve uluslararası sermaye hareketlerinin
geliúmekte olan ülkeler de tüketim ve gelir yakınsaması, ulusal yatırım ve
büyüme,
makro ekonomik politika baúarısı, makro ekonomik politika
hedeflemeleri ve bankacılık sistemi üzerine potansiyeler faydaları olabildi÷i
gibi, uluslararası sermaye hareketleri kırılganlı÷ı, sistematik riskler (Asimetrik
Enformasyon, Ahlaki Tehlike, Buluúma Etkisi), yabancı banka riskleri gibi
potansiyel maliyetleri de bulunmaktadır. Bu çalıúmada uluslararası sermaye
hareketleri ve finansal liberalizasyon süreci açıklandıktan sonra geliúmekte olan
ülkelere olan potansiyel fayda ve maliyetleri analiz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Finansal Liberalizasyon, Geliúmekte Olan Ülkeler,
Uluslararası Sermaye
INTERNATIONAL CAPITAL MOVEMENTS AND EFFECTS OF
FINANCIAL LIBERALIZATION
ABSTRACT
Liberalization applications supported by neo-classical theory have gained
momentum after 1907s in developing countries. Together with globalization of
international capital flows move to more efficient / profitable areas, so
1
2
Dr. Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü, [email protected]
Arú. Gör. Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü, [email protected]
191
investors have been working to seek to profit consistently in developing
countries by increasing consumption and investmen opportunities to continue
growth. But then with the resulting financial crisis, one of the most important
discussions in the economy literature are, after the international financial
liberalization applications “ whether relatively poor cities or countries having
growht rate as developed countries or not”. Economies, according to the neoclassical model, will converge regardless of the initial value to a common
stationary-state equilibrium.
In developing countries, financial liberization and international stock
movements has also potential costs like consuming and incoming convegency,
national investment and growth, macro economic political achievement, macro
economic political aims, stock movement vulnerability and systematical risks
(asymmetrical information, moralistic danger, invention, meeting effect) and
foreign bank risks. In this project after international stock movements and
financial liberization process is announced, potential benefits and costs to
developing countries will be analized.
Key Words: Financial Liberalization, Developing Countries, International
Capital
GøRøù
økinci Dünya Savası ertesinde uluslararası finans sistemi, 1944 yılında Bretton
Woods Anlaúmasıyla temeli atılan altın para standardı sisteminin 1971’de terk
edilmesiyle, 1973’te yerini serbest para sistemine bırakmıú ve büyük de÷iúime
u÷ramıútır.
1980’lerde uluslararası ölçekte kapitalist ekonomini de petrol krizlerine ba÷lı
olarak meydana gelen kriz tıkanıklı÷ına çözüm olarak Neo-liberal politikalar
geliútirilmiútir. Çok kapsamlı bir araútırma konusu olan neo-liberalizmin iktisat
politikaları bakımından iki temel önermesi úöyle sıralanabilir: piyasaların
deregülasyonu ve özelleútirme.
Küresel ekonomik sistemde yaúanan bu önemli de÷iúim, finansal piyasalar da
finansal entegrasyonu da hızlandırmıú, finansal liberalizasyon ve uluslararası
sermaye hareketlili÷i olgularına iliúkin zengin bir literatürün oluúmasına neden
olmuútur.
Neo-liberal sürecin temel belirleyicileri serbest piyasaya, liberalleúmeye a÷ırlık
veren bir ekonomik model oluúudur. Dıú ticaret, sermaye hesapları, finansal
piyasaların liberalleúmesi ve devletin ekonomideki rolünün minimize edilmesi
gibi konular 1980’lerin baúında IMF ve dünya bankası gibi kuruluúlarca
gündeme getirilmiútir.
øthal ikameci politikalar uygulayan Brezilya (1964–67), Türkiye (1978–80),
Meksika (1982) gibi ülkelerde önemli krizler yaúanmıú büyümelerinde
tıkanmalar görülmüútür. Neo-liberal politikalar ıúı÷ında uygulamalar özellikle
192
Asya ülkelerinde baúarı göstermiú ve finansal liberalisazyon uygulamaları hız
kazanmıútır.
Ancak son 20 yılda uluslar arası sermaye hareketlerine açılan ülkelerde yeniden
krizler görülmüú bu yüzden bu uygulamalar üzerinde ciddi eleútiriler yapılmaya
baúlamıútır.
1. Finansal Liberalizasyon ve Uluslararası Sermaye Hareketlerinin
Faydaları & Maliyetleri
Pratikte finansal liberalizasyon, sermaye hareketlerinin ülkeler arasında
serbestçe dolaúımını engelleyen unsurların ortadan kaldırılması olarak
tanımlanmaktadır. Böylece ulusal ekonomilerde yerli ve yabancı sermaye
arasındaki ayrımcılık ortadan kalkacak ve yabancı sermayeyi çekmek için
uygulamalar baúlayacaktır (Le, 2000: 3). Bu amaçla özellikle geliúmekte olan
ülkeler, finansal piyasalarda fiyat ve miktar kontrollerinin kaldırılmasına ya da
azaltılmasına gidilerek finansal serbestleúmeye gitmektedirler (Parasız, 1998:
243).
Neo-klasik teori tarafından desteklenen liberalizasyon uygulamaları, geliúmekte
olan ülkelerde 1970 sonrası hız kazanmıútır(Bini: 2005). Küreselleúme ile
birlikte uluslararası sermaye hareketleri daha verimli/karlı alanlara do÷ru
hareket etmekte böylece yatırımcılar sürekli kar peúinde koúmakta geliúmekte
olan ülkelerde tüketim ve yatırım imkanlarını arttırarak büyümelerini
sürdürmeye çalıúmaktadırlar. Ancak daha sonra ortaya çıkan finansal krizlerle
birlikte, ekonomi literatüründeki önemli tartıúmalardan biri, uluslararası finansal
liberalizasyon uygulamaları sonrası “göreceli yoksul ülke ya da bölgelerin,
geliúmiú ülke büyüme oranına sahip olup olmayaca÷ı”dır. Neo klasik büyüme
modeline göre ekonomiler, baúlangıç de÷erlerinden ba÷ımsız olarak ortak bir
dura÷an-durum dengesine yakınsarlar.
Bu de÷er bir dura÷an-durum büyüme oranıdır. Bunu sa÷layacak olan da,
fiziksel sermayenin azalan getiriyle çalıúıyor olmasıdır(ùanlı:1996).
ùekil 1. Geliúmekte Olan Ülkelere Sermaye Akıúı
Kaynak: Bismut, Claude (2006), ““Long-Run Growth and International Saving
Flows” www.oecd.org/dataoecd/58/37/35936369.ppt (12.12.2006).
193
Neoklasik teorinin söyledi÷i gibi, úekil 1’ dede görüldü÷ü üzere sermaye
hareketleri fazlası geliúmiú ülkelerden geliúmekte olan ülkelere do÷ru
sıfırlanıncaya kadar hareket etmektedir. Geliúmekte olan ülkelerin geliúmiú
ülkelere göre daha hızlı büyüyece÷i anlamına gelen yakınsama teorisi birçok
ampirik çalıúmanın da temel konusu olmuútur. Steve Dowric ve Duc-Tho N
guyen (1989) OECD ülkeleri arasında pozitif bir yakınsama ve Baro, Sala-i
Martin (1991,1992b) ise A.B.D, Avrupa Bölgesi ve Japonya için yakınsama
oranını %2 civarında hesaplamıúlardır. Buna karúı Romer (1987) ve Rebelo
(1981) ise geliúmekte olan ülkelerde yakınsama izine rastlamadıklarını
belirtmiúlerdir(Robert: 1992).
Sermaye piyasası liberalizasyonu ve büyüme iliúkisi üzerine yapılan
araútırmalarda ise Bekaert, Harvey ve Lundblad (2003) sermaye piyasasının
liberalizasyonun sermayenin maliyetini azalttı÷ını, yatırım artıúına yol açtı÷ını
ve büyümeyi arttırdı÷ını göstermiúlerdir(Bekaert, Geert: 2003) ( kriz dönemleri
hariç). Chari ve Henry (2004)’ nin yaptı÷ı çalıúmalar ise, firmaların hisse
senetlerini dıú dünyaya açarak daha likit olmalarının daha çok yatırımcıyı
ülkeye çekmelerine neden oldu÷u yönündedir(Anusha, Peter: 2994).
Uluslararası finansal liberalizasyonun faydaları ve maliyetleri bireysel
yatırımcılar
( uluslararası risk farklılaútırılması gibi) ve liberalizasyon
sürecini baúlatan ülkeler açısından farklılık göstermektedir.
1.1. Potansiyel Faydalar
Finansal liberalizasyonun potansiyel faydaları úöyle sıralanmaktadır: Tüketim
Ve Gelir Yakınsaması, Ulusal yatırım ve büyüme, Makro Ekonomik Politika
Baúarısı, Makro Ekonomik Politika Hedeflemeleri ve Bankacılık sistemi üzerine
potansiyeler faydalar(Baele, Lieven:2004).
1.1.1. Tüketimin ve Gelir Yakınsaması
Uluslararası sermaye hareketlerinin pozitif faydaları de÷erlendirmesinde ilk
incelenecek madde azgeliúmiú ülkelerin finans piyasalarını dıú dünyaya
açmaları sonrası artan uluslararası sermaye hareketlerinin tüketimi arttıraca÷ı ve
geliúmiú ülkelerle olan gelir farklılıklarını kapatacakları yönündedir. Yakınsama
teorisi içersinde geçen ve neo-klasik söylemce de desteklenen dönemler arası
tüketim yaklaúımı “bireyler neden tüketimlerini dönemler arası ikame eder?”
sorusuna verilecek cevapla daha net anlaúılabilir. Dönemler arası modelde cari
iúlemler dengesinin üretim, yatırım ve kamu harcamalarıyla ilgili geçici bir úok
sonucu tüketimde ortaya çıkabilecek dalgalanmaları gideren (tampon) bir iúlevi
oldu÷u kabul edilir. Uluslararası sermaye giriúleri sonrası, artan cari açıkla
birlikte, bireylerin zaman içerisinde özel nihai tüketim malı harcamaları ve
yatırım harcamaları artacaktır.
Bunun nedeni, finansal liberalizasyon sonrası sermaye piyasası ve banka
sektörü aracılı÷ıyla hane halkının kullanaca÷ı kredi üzerindeki kısıtın kalkması
194
ve depozito oranlarının artması beklentisi içinde olan özel ve kamu kesimi
tüketim harcamalarını arttırmasıdır. Yine yüksek faiz oranlarına ba÷lı gelen
uluslararası sermaye kredi olanaklarını artırıp özellikle dayanıklı tüketim
mallarına olan talebi arttıracaktır. Aynı zamanda geliúmekte olan ülkelerde
yüksek kamu harcamaları ve bütçe açı÷ı ve enflasyon ulusal tasarrufu emip cari
açıkla birlikte tüketim patlamasına yol açmaktadır. Aron ve Muellbauer’in
yaptıkları çalıúmalara göre, øngiltere’de ve øskandinavya bölgesinde 1980’lerde
ve Meksika’da 1990’lı yıllarda milli gelire göre tüketim artıúları
görülmektedir(Aron, Janine ve Muellbauer, John: 2000). Bu durum hayat
döngüsü hipotezince de desteklenmektedir, gelecekteki gelir akımlarının yüksek
tahmin edilmesi, cari dönem tüketim ve yatırım harcamaları uluslararası
sermaye
giriúlerinin
kredi
hacmini
arttırması
nedeniyle
artmaktadır(Heffernan:1987).
Tablo 1. Dünya Genelinde Tüketim (%GSYøH)
Avrupa
Yüksek Gelirli Ülkeler
Orta Gelirli Ülkeler
Düúük Gelirli Ülkeler
1983
79.9
70
80
88
1993
77
67
79,9
87
2003
75
68
75
82
Kaynak: Dünya Bankası (2005), http://www.worldbank.org (12.12.2006).
Tablo 1 bu süreci daha net olarak görmemizi sa÷lamaktadır. Dünya genelinde
uluslararası sermaye hareketlerinin hızla artıúına ba÷lı olarak kamu ve özel
sektöre ba÷lı tüketim harcamalarının GSYøH’ya oranları yüksek seviyelerde
seyretmiútir. 2003
yılında Avrupa ülkelerinin tüketim harcamaları
GSYøH’larının %79.9’unu oluútururken bu oran geliúmekte olan ülkelerde
%82’yi bulmuútur. Tüketim artıúlarının di÷er bir nedeni geliúmekte olan
ülkelerin uluslararası sermaye hareketleriyle birlikte yakalamıú oldukları yüksek
büyüme oranlarıdır. Geliúmekte olan ülkeler 1960-1973 döneminde toplam
küresel büyümenin yüzde 15’ini sa÷lamıú iken, bu oran 1973-2001 döneminde
yüzde 22, 2001-2005 döneminde ise yüzde 37’yi bulmuútur(Dünya
Bankası:2005).
Artan büyümeye ba÷lı olarak geliúmekte olan ülkelerde kiúi baúına düúen
GSYøH oranları da bir artıú sa÷lanmıútır.
195
Tablo 2. Çeúitli Ülkeler ve Türkiye’de Kiúi Baúına Düúen GSYøH (18202003, 1990 Doları Baz Alınarak)
Ülkeler
Türkiye
Brezilya
Yunanistan
1820
643
646
641
1870
825
713
880
1913
1213
811
1592
1923
712
1046
1988
1950
1623
1672
1915
1973
3477
3882
7655
2003
6731
5563
13677
Endonezya
Kore Cum.
Meksika
øspanya
øsveç
ABD
Dünya Ortalaması
612
600
759
1008
1198
1257
667
654
604
674
1207
1662
2445
873
904
869
1732
2056
3096
5301
1526
949
1131
1884
2290
3047
6164
840
854
2365
2189
6739
9561
2113
1504
2824
4853
7661
13494
16689
4091
3555
15732
7137
17021
21555
29037
6516
Kaynak: Maddison, Angus (2007) “World Population, GDP and Per Capita
GDP, 1-2003 AD” http://www.ggdc.net/maddison (12.12.2007)
Geliúmekte olan ülkeler uluslararası sermaye hareketlerini teúvik ederek
ekonomik büyümelerini arttırmakta ve yine toplam olarak küresel gelirden artan
paylar almaktadır. Birçok geliúmekte olan ülkede artan liberalizasyon süreciyle
birlikte kiúi baúına düúen GSYøH oranları dünya ortalamasına yaklaúmaktadır.
1.1.2. Ulusal Yatırım ve Büyüme
Ekonomik büyüme için yatırım yapılması bir zorunluluktur. Finansal
liberalizasyon teorisinin en önemli varsayımı yabancı sermaye hareketlerinin
tasarrufları ve yatırımı arttıraca÷ı yönündedir. Cari açık sadece ihracat ve ithalat
arasındaki farka de÷il aynı zamanda yatırım ve tasarruf arasındaki farkı da ifade
etmektedir. Bu yüzden cari hesap dengesinin sa÷lanmamasının arkasında yatan
di÷er bir nedende yatırım tasarruf eúitli÷inin sa÷lanamamasıdır.
Felstein (1992)’e göre, kısa dönemde yabancı sermaye hareketleri ulusal yatırım
ve tasarruf arasındaki fark iken, uzun dönemde cari açık dengesizli÷i
yatırımdaki de÷iúikliklerden kaynaklanmaktadır(Feldstein, Martin:1992). Bu
nedenden dolayı, geliúmekte olan ülkeler için sermaye hareketleri ulusal
yatırımlar için yabancı finansman olanakları sa÷layacaktır.
Bu fırsatı yakalayabilmek için ulusal rekabet gücünü artıracak bir yatırım
programına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu programda, gerek yerli gerek yabancı
sermayenin hissetti÷i güvensizli÷in giderilerek yeniden güven kazanmak
fevkalade önem taúımaktadır. 1994’de, GATT’ın DTÖ’ ye dönmesiyle, yatırım
koúullarına daha teknik standartlar getirilmiú banka hizmetlerinden mülkiyet
haklarına kadar her úey küreselleúmenin do÷rultusunda yeniden düzenlenmiútir.
196
ùekil 1. Liberalizasyon Yatırım øliúkisi
Finansal
Liberalizas
Sermayenin
maliyeti
Büyüme
fırsatları
Finansal Kısıtları
kalkması
Finansal
kalkınma
Yatır
ım
Yatırımın
etkinli÷i
Büyü
me
Kaynak: Bekaert, Geert, v.d. (2005), “Financial Liberalization and the Real
Economy”,
www.cass.city.ac.uk/
conferences/emg_
finance/Papers/
Bekaert_ Geert.ppt (29.11.2006).
Gerekli altyapı çalıúmaları ve hukuki düzenlemeler sonrası ülkeye gelen
yabancı sermaye yatırımları yeni istihdamlar yaratacak aynı zamanda yatırım ve
tüketim
harcamalarıyla
birlikte
ekonomik
büyümede
artıú
sa÷lanacaktır(Globalization101.org: 2007). Bu yüzden finansal liberalizasyon
sürecinde özelleútirme, vergi politikaları, sermaye hesabı liberalizasyonu, çok
uluslu úirketlere uygun kanuni ve yapısal düzenlemeler belirlenen ilk hedefler
olmaktadır( Dünya Bankası:2007). Yabancı sermaye hareketlerinin ülkede
yatırım miktarına olan etkisi mikro (endüstri içi) ve makro (endüstriler arası)
seviyede gerçekleúecektir. Bununla birlikte yabancı sermayenin yatırımlara olan
etkisi ülkede uygulanan döviz kuru, faiz ve enflasyon uygulamalarındaki ve
buna ba÷lı sermaye hareketlerinin ülkeye giriú ve çıkıúlarına göre de
de÷iúebilmektedir.
Finansal liberalizasyon sonrası dünya ekonomileriyle liberalizasyon çabaları
ülkelerin yatırım ve büyümeleri, ulusal tasarrufun artıúı, sermayenin maliyetinin
azalması ve teknolojinin transferi úeklinde do÷rudan gerçekleúece÷i gibi,
üretimde uzmanlaúma ve risk paylaúımı gibi dolaylı yollardan
gerçekleúebilir(Eswar, Kenneth, Shang-Jin ve Kose, Ayhan: 2003). Bu
potansiyel faydaların etkisi Uluslararası do÷rudan yatırımların kapasite arttırıcı
etkisi daha kesin, kısa süreli sermaye hareketlerinde ise kısıtlıdır. DYY,
sermayenin yeni türden girdileri teknolojik getirisi ve uzmanlaúma sayesinde
beúeri sermayenin nitelik kazanmasını sa÷layacaktır. Böylece maliyetlerde
azalacak ve ulusal yatırımların da teúvik edilmesi söz konusu olacaktır.
197
Finansal liberalizasyonun uygulamalarının hız kazandı÷ı dönemlerde
geliúmekte olan ülkelerde yatırım ve dıú ticaret hacimlerinde artıú
gözlemlenirken, finansal baskılama uygulanan dönemlerde ülkedeki yatırım
miktarları ve dıú ticaret hacminde bir azalıú söz konusudur. Buna göre
liberalizasyonun baúlangıç aúamaları olan 1980–82 dönemi ihracat oranı %32,7
olup, yatırımların hız kazandı÷ı dönem 1996-97 yılları arasında gerçekleúen
ihracat %34,0 olarak gerçekleúmiútir. Yine geliúmekte olan ülkelerde net dıú
ticarette artıúa ba÷lı olarak 1996-1997 yılları arasında % 43,2 oranında
do÷rudan yabancı yatırım giriúleri görülmüútür.
Tablo 3. Ticaret ve Uluslararası Sermaye Akımlarında Geliúmekte Olan
Ülkelerin Rolü
øhracat (Dünya%)
øthalat (Dünya %)
Toplam (Milyar$)ª
Do÷rudan Yatırım (Dünya %)
Portfolyo Yatırımı (Dünya%)
Toplam (Milyar$)ª
1980–82
32.7
30.4
1,856
32.7
7.7
107
1987–90
27.2
25.4
2,864
14,3
3.1
355
1996–97
34.0
34.3
5,459
43,2
13.3
1,319
a – Geliúmekte olan ve sanayi ülkeleri toplamı
Kaynak: Stallings, Barbara (2001),” Globalization and Liberalization: The
Impact on Developing Countries”, www.eclac.cl/.../publicaciones/ xml/4/9074/
P9074. xml&xsl= /de/tpl-i/p9f.xsl&base= /tpl/ imprimir.xsl (22.08.05).
1.1.3. Makro Ekonomik Politika Hedeflemeleri
Uluslararası finansal liberalizasyonla birlikte ülke ekonomisinde uluslararası
sermaye hareketlerini, yeni fonlar yaratarak yurtiçi tasarrufları ve yatırımların
arttırabilirken, di÷er taraftan uluslararası sermaye hareketlerinin hız kazandı÷ı
dönemlerde makro ekonomik dengesizlikler ortaya çıktı÷ında finansal krizler
görülebilmektedir.
Bu yüzden, finansal liberalizasyon sürecinde makro ekonomik politikalar
oluúturulurken dikkat edilmesi gereken noktalar, sermaye hareketlerinin kırılgan
yapısı, reel faiz ayarlamaları bu ayarlamaların arkasında yatan enflasyon
beklentisinin kırılması, optimum döviz kuru politikası, kamu harcamalarının
azaltılması, sa÷lıklı bir banka sektörü, sürdürülebilir cari hesap dengesi gibi
alanları kapsamaktadır(Montiel, Peter ve Servén, Luis: 2004). Geliúmekte olan
ülkelerde uluslararası sermaye hareketleri ve büyüme arasındaki iliúki Grafik
3’te görülmektedir. Makro ekonomik istikrarın sa÷landı÷ı yıllarda uluslararası
sermaye hareketlerinde artıú görülürken büyümenin azaldı÷ı daralma
dönemlerinde uluslararası sermaye hareketleri azalmıútır.
198
Grafik 2. Geliúmekte Olan Ülkelerde Sermaye Hareketi ve Büyüme
Arasındaki øliúki
90
80
70
60
50
40
30
20
10
0
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
Net Sermaye Hareketleri
1998
1999
2000
2001
GSMH
Kaynak: Birleúmiú Milletler (2003), “Macroeconomic Stability in developing
s.3
Countries”,
www.un.org/esa/desa/ousg/presentations/200203_macro.pdf,
(23.05.2005).
Uygulanan politikaların baúarısı sermaye hareketlerinin yatırımlarla olan
ba÷lantısıyla yakından ilgilidir. Yatırımlara yönelmeyen, spekülatif amaçlarla
yönetilen uluslararası sermaye hareketleri makro ekonomik bir istikrarsızlık söz
konusu oldu÷unda ülkeyi terk edebilecektir.
Krizlerle karúılaúılmaması için kısa dönem politika önceli÷i, makroekonomik
dengenin ve mali piyasanın bütünlü÷ünün sa÷lanması olmalıdır. Böyle bir
ekonomik arayıú içinde,
açık ekonomilerde sermaye akıúının devamı
makroekonomik ve finansal istikrarı verimli kaynakların da÷ılımı ve yüksek
büyüme oranlarının sa÷lanması ile gerçekleútirecektir. Yabancı sermaye
akımlarının büyümeye yansıması, makroekonomik istikrarın sa÷lanması, düúük
enflasyon , bütçe açı÷ının kapatılması, cari açı÷ın risk taúımamasının yanında
istihdam, e÷itim ve refah artıúı gibi alanları da kapsamaktadır. Bunu sa÷lamak
devletin oldu÷u kadar özel sektöründe çaba göstermesi gereken bir durum olup
ülkenin borç sistemi yakından takip edilmeli ve derin bir finans yapısı için
yapısal önlemler alınmalıdır.
1.1.4. Bankacılık Sistemi Üzerine Etkisi
Finansal serbestleúme sonrası sermaye hareketlerinin di÷er bir önemli etkisi de
bankacılık ve mali kurumlar üzerinde meydana getirdi÷i de÷iúikliklerdir.
Liberalizasyon uygulamalarının banka sektörü üzerindeki etkisi oldukça
önemlidir. ølk olarak, finansal baskılama döneminde negatif reel faizlerden
dolayı finans dıúı kesimlere paralarını yatıran yatırımcılar bu dönemden sonra
uygulanan pozitif reel faizle birlikte piyasa iúlem hacimlerini arttıracaktır.
økinci olarak, finansal liberalizasyon aynı zamana banka sisteminin etkinli÷ini
arttırarak, finansal istikrarın sa÷lanmasına neden olacaktır (Agenor, Richard:
2001). Di÷er bir etki ise finansal liberalizasyon uygulamaları para basma
199
yetkisini elinde bulunduran Merkez Bankası üzerinde siyasi baskı ve
müdahalelerinin kaldırılması sa÷layacak uygulamaları zorunlu kılmaktadır.
Aynı zamanda, finansal liberalizasyon bankaların borç verme gücünü iyileútirip
rekabet gücünü de arkasına alarak dünya çapında bir standarda gitmelerini
sa÷layacaktır(Hübler, Olaf: 2007). Bu geliúmelere paralel olarak,
serbestleútirme sonrası bankaların kredi olanakları iyileúecek, böylece kredi
arayan firmalar ve KOBø’lerinde talep ettikleri kredilerin maliyetlerinin
azalması sa÷lanacaktır(Maurice, Obstfeld ve Kenneth, Rogoff: 1996).
Ancak bu olumlu geliúmelerin gerçekleúmesi için, uluslararası finansal
liberalizasyon sürecinde serbestleúmeye baúlamasıyla birlikte bankacılık
sisteminin iyi bir úekilde regüle edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde, ülkedeki
özel sektörün özellikle bankaların büyük açık pozisyon riskini taúımaları söz
konusu olabilecektir. Açık pozisyon, bir bilançoda finansal varlı÷ın pasif tarafta
yani borç olarak bulunması anlamına gelmektedir(Somça÷, Selim: 2006). Banka
krizlerinde temel neden, açık ekonomi uygulamalarından dolayı artan açık
pozisyonlara sahip banka mevduatlarına verilen devlet güvencesi, sıkı
regülasyonların olmaması, ahlaki tehlike ve asimetrik enformasyondur(Philip:
2005).
Aynı zamanda, uluslararası finansal liberalizasyon süreci sonrası bankacılık
sistemi içersinde iúlem maliyetlerinin düúecek, yatırımlara ayrılan krediler
artacak ve reel sektöre kaynak aktarımı etkinleúecektir. Liberalizasyon
süreciyle birlikte sisteme yabancı bankaların girmesiyle rekabet artacak, bu da
ulusal piyasada finansal hizmetlerin daha nitelikli yapılmasını sa÷layacaktır.
Tablo 7’de açıkça görüldü÷ü üzere birkaç ülke hariç geliúmekte olan ülkelerde
uygulanan liberalizasyon politikaları uygulamaları sonrası bankaların
aktiflerinin artmasıyla özel sektöre açılan kredilerin arttı÷ı görülmektedir.
Pek çok ülkede bu oran giderek yükselmiú ve % 100’leri aúmıútır. Çin ve
Tayland’da bu oran % 100’ün üzerine çıkarken, Kore ve Malezya’da % 90
civarındadır.
Tablo 4. Geliúmekte Olan Ülkelerde Özel Sektöre Açılan Krediler (%GSYøH)
1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003
0.5
0.54
0.6
0.66
0.72
0.79
0.84
0.92
0.94
Kore
0.87
0.93
1.01
1.13
1.21
1.25
1.25
1.36
1.48
Çin
0.98
1
1.21
1.15
1.08
0.85
0.74
0.81
0.79
Tayland
0.49
0.53
0.54
0.56
0.59
0.61
0.63
0.61
0.61
ùili
0.29
0.18
0.25
0.23
0.19
0.17
0.15
0.17
0.15
Meksika
0.55
0.61
0.53
0.2
0.21
0.21
0.22
0.24
Endonezya 0.53
0.83
0.92
1.02
1.05
1
0.94
1.01
0.99
0.97
Malezya
0.33
0.28
0.29
0.3
0.29
0.28
0.29
0.28
0.28
Brezilya
0.38
0.49
0.56
0.48
0.42
0.39
0.36
0.33
0.31
Filipinler
0.18
0.21
0.25
0.22
0.21
0.22
0.22
0.14
0.16
Türkiye
Kaynak: O÷uz, Esen (2005), “ Bankacılık Krizleri, Yeniden Yapılandırma Programları
ve Türk Bankacılık Sektörü”, Siyasal, Yıl:1, Sayı:1, Bahar 2005.
200
Geliúmekte olan ülkelerde fonların toplanması ve da÷ıtılmasında bankacılık
sitemi etkin bir rol oynamaktadır. Ancak, ekonominin geliúme süreci
tamamlandıkça bankacılık sistemi yerini, sermaye piyasası kurumlarına
bırakmaktadır. Bu nedenle, kalkınmasını sa÷lamıú olan geliúmiú ülkelerde,
bankacılık sisteminin sistemdeki payı % 90’lardan % 40’lara kadar
düúmektedir(Oksa, Suna: 2003). Bunun temel nedeni sistemin güçlü bankaları
ayakta tutması, zayıf ve iyi yönetilmeyen bankaları ise krizlerde ortadan
kaldırması olarak gösterilmektedir.
1.1.2. Potansiyel Maliyetler
Finansal liberalizasyon sonrası ülke deneyimleri, uluslararası finansal
liberalizasyonun faydaları oldu÷u gibi maliyetlerinin de oldu÷unu
göstermektedir. Ülkeler açısından maliyetlere yol açan faktörler, uluslararası
sermaye hareketleri kırılganlı÷ı, Sistematik Riskler (Asimetrik Enformasyon,
Ahlaki Tehlike, Buluúma Etkisi), Yabancı banka riskleridir.
1.2.1. Uluslararası Sermaye Hareketleri Kırılganlı÷ı
1990’lar boyunca, 50’nin üzerinde ülke serbest piyasa koúullarına dayanan
uygulamalarla ekonomilerini yabancı sermaye hareketlerine açmıúlardır. Bu
ülkeler küresel finans sistemine ekonomilerini ve piyasalarını uyarlamak ve
büyümelerini sürdürebilmek için gerekli yatırım ve tasarruf miktarını
destekleyecek yabancı sermaye ihtiyacı duymaktaydılar.
Bu ülkelerin para ve maliye politikaları ülke ekonomisine gelen uluslararası
sermaye giriúine ba÷lı olarak, dıú dünyaya ba÷ımlı hale gelmektedir. Uygulanan
döviz kuru sistemine paralel ulusal paranın de÷er kazanması, talep artıúının
tetikledi÷i enflasyon oranları, reel döviz kuru de÷erlenmesi, ödemeler dengesi
açıkları ve bütçe açıkları gibi ekonomik göstergelerde uluslararası sermaye
hareketlerinin geliúmekte olan ülkelere giriúini olumsuz etkileyecektir(Agenor:
2001).
Do÷u Asya ve Latin Amerika ülkelerinde benzer sorunlar görüldü÷ü için
finansal Liberalizasyon uygulamalarında krizlerle karúılaúmıúlardır(Birleúmiú
Milletler:2003).
Ülkenin böyle bir sorunla karúılaúmasının temel nedeni ülkedeki finansal
piyasanın derin olmaması ve bankaların bilançolarında görülen kur riskidir.
Geliúmekte olan ülkelerde sermaye akımlarının önündeki iki temel kısıt,
yatırımcıların daha güvenli ve az risksiz geliúmiú ülkeleri tercih etmeleri ve
geliúmekte olan ülkelerde yabancı yatırımı özendirici kurumsal yapılanmanın
olmamasıdır(Cesar, Tamayo: 2006).
Uluslararası sermaye hareketlerinin az geliúmiú ülkelerde seyri, ülkenin sahip
oldu÷u makroekonomik politikaların baúarısına göre de÷iúmektedir(Kletzer,
Kenneth ve Kohli, Renu: 2001). Bu yüzden, birçok geliúmekte olan ülke için
sermaye piyasasına eriúim devamlılık arz etmemektedir. Yani ülkeler iyi
201
zamanlarında piyasadan borçlanabilirken ekonomik durumların kötüye gitti÷i
zamanlarda kredi kısıtlamalarıyla karúılaúmıúlardır. Uluslararası sermaye
hareketleri makro ekonomik politikalara, bankacılık sistemine ve beklenmedik
politik ve ekonomik geliúmelere karúı duyarlıdır. Aúırı sermaye giriúi karúısında
de÷er kazanmıú yerli para uluslararası sermayenin bu duyarlılı÷ına ba÷lı olarak
kaçması sonucunda de÷er kaybına u÷ramakta ve finansal krizlerin habercisi
olabilmektedir(Durusoy, Serap: 2007). Yaúanılan krizler sonrası ülkeler, kısa
süreli sermaye hareketlerine karúı kırılganlıklarını azaltmaya çalıúmıúlar ve
zaman zaman olumlu ekonomik performanslar yakalamıúlardır.
Shibuya geliúmekte olan ülkelerde sermaye hareketlerinin makroekonomik
etkilerini Nash dengesi3 modelini kullanarak açıklamaya çalıúmıútır. Bu
modelde, uluslararası sermaye hareketleri ülke ekonomisinde Pareto4 düúük
sermaye dengesi ya da Pareto yüksek sermaye dengesi durumlarında
incelenmektedir. Böylece ekonomide Pareto düúük sermaye dengesi durumunda
sermaye kaçıúları,
Pareto yüksek sermaye dengesinde ise refah
görülecektir(Shibuya Hiroshi: 2001). Makroekonomik politikaların a) döviz
kuru sistemleri, b) verimli yatırım alanları, c) dünya faiz oranı, d) döviz kuru
riski, e) uluslararası yatırımcıların davranıúlarını göz önünde bulundurarak
yönlendirmesi böylece risk faktörünü ortadan kaldırması gerekmektedir. Tüm
bu maddeler aynı zamanda bir ülkenin ödemeler dengesini etkileyen
unsurlardır(Ural, Mert: 2007). Çünkü ekonominin dıúa açılmasıyla birlikte
gelen uluslararası sermaye hareketleri e÷er spekülatif amaçlı kullanılıp reel
sektöre aktarılmazsa ülkenin ihracat kapasitesi zayıflar ve ülke belli bir süre
sonra dıú açıklarla karúılaúabilinir.
Geliúmekte olan ülkelerde uluslararası sermayenin kırılganlı÷ını arttıran yol
önemli bir neden de, kriz öncesi kamu veya özel sektörde dövize ba÷lı kısa
dönemli borç miktarının yüksek olmasıdır.
1995 yılında Meksika’da, 1998 yılında Rusya, 1999 yılında Brezilya’da bu borç
a÷ırlıklı olarak devlete, 1997 yılında Endenozya, Kore ve Tayland’da ise özel
sektöre aittir. Ancak her durumda da kısa süreli borç ve nispi olarak kıt
uluslararası likit varlıklar sermayenin tersine dönmesine yol açmıútır(Rodrik
Dani ve Velasco Andrés: 1999).
3
Nash dengesinde hiçbir oyuncu, di÷erlerinin davranıúı veri iken, kendi davranıúını
de÷iútirerek daha iyi bir konuma gelemez. Ancak Nash (ya da cournot) dengesi, her
zaman pareto optimum koúulunu sa÷layan bir denge de÷ildir. Yani baúkaları davranıúını
de÷iútirmezken, bir oyuncu davranıúını de÷iútirerek avantaj sa÷layamaz ama kimi
zaman ortaklaúa ve aynı anda bir davranıú de÷iúikli÷i ile birden fazla oyuncu daha iyi
bir konuma gelebilir.
4
Ekonomik yapıdaki kusurlar nedeniyle Pareto- etkin dengeden sapmalar uygulanan
politika güçlü ve istikrarlı oldu÷u sürece sermayenin Pareto-etkin dengeye ulaútırdı÷ı
düúünülmektedir.
202
2005 yılında geliúmekte olan ülkelere yönelik özel sermaye hareketleri 647
milyar $’a ulaúmıú ve bu ülkelerin GSYøH’larının % 5.7 sine yaklaúmıútır
(Dünya Bankası: 2007).
Tablo 5. Geliúmekte Olan Ülkelerde Kısa Süreli Borçlar (1998 - 2005,
Milyar $)
Toplam
Do÷u Asya ve Pasifik
Avrupa ve Orta Asya
Latin Amerika ve
Karayipler
Orta Do÷u ve Kuzey
Afrika
Güney Asya
1998
-65.3
-44.7
6.1
1999
-17.3
-13.3
0.5
2000
-6.3
-9.9
8.4
2001
-23.7
1.7
-5.9
2002
0.5
6.8
4.7
2003
55.0
18.5
31.0
2004
68.4
32.6
19.9
2005
67.7
39.5
23.0
-28.3
-4.9
-0.9
-14.6
-10.5
2.6
7.3
-2.8
-28.3
-4.9
-0.9
-14.6
-10.5
2.6
7.3
-2.8
-1.3
0.1
-0.9
-0.9
1.8
0.7
2.6
1.6
Kaynak: Dünya Bankası (2007), “Financial Flows to Developing Countries:
Recent
Trends
and
Prospects”,
http://siteresources.worldbank.org/INTGDF2007/Resources/37630691179948748801/GDF07_Chap2.pdf (22.08.2007)
Tablo5’den görüldü÷ü üzere kısa süreli borçlar 2001 sonrası artıú göstererek
2005’da 67.7 milyar $ yükselmiútir. Kısa süreli hareketlerin en yo÷un oldu÷u
bölge 39.5 milyar $ ile Do÷u Asya ve Pasifik ülkeleridir. Uluslararası sermaye
hareketlerinin kırılganlı÷ına ba÷lı olarak, 1976–2002 yılları arasında 38 ülke en
az bir dönem kısa süreli borçlanmanın yol açtı÷ı krizler ve ciddi ekonomik
resesyonlarla karúılaúmıútır. Tablo 9’da görüldü÷ü üzere yaúanılan krizler
sonrası, 1998 yılında yükselen piyasalarda yüzde 7,6 oranında bir üretim kaybı
yaúanmıútır.
203
Tablo 6. Finansal Krizlerin Maliyetleri
Para Krizleri
Sanayileúmiú
Yükselen
Piyasalar
Bankacılık
Krizleri
Sanayileúmiú
Yükselen
Piyasalar
Para
ve
Bankacılık
Krizleri
Saniyeleúmiú
Yükselen
Piyasalar
Kriz
Sayısı
Ortalama
øyileúme
Zaman
1,6
1,9
Kriz Baúına
Düúen
Kümülatif
Üretim
Kaybı
4,3
3,1
61
55
Üretim Kaybı
Bulunan Kriz
Baúına Düúen
Kümülatif
Üretim Kaybı
7,1
5,6
158
42
116
1,5
4,8
64
7,6
54
3,1
11,6
82
14,2
12
4,1
10,2
67
15,2
42
2,8
12,1
86
14,0
32
3,2
14,4
78
18,5
6
5,8
17,6
100
17,6
26
2,6
13,6
73
18,8
Üretim
Kaybı
Olan
Krizler
Kaynak: IMF (1998)’den aktaran Kabaú, Tolga (2004), Geliúmekte Olan
Ülkelerde Finansal Krizleri Belirleyen Faktörler ve Uluslararası Finans
Sistemi,s.15, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü
Açık bir ekonomide makro ekonomik politika uygulanmalarında sermaye
hareketlerinin neden oldu÷u sorunlar çözülerek iç denge ile dıú dengenin
kurulmasını sa÷lamak amaçlanmaktadır. øç denge, düúük enflasyon ve iúsizlik
oranları içinde ekonominin düzenli biçimde büyümesi olarak tanımlanabilir. Dıú
denge ise dıú ödemeler bilançosunda bir açık veya fazlanın önlenmesini ya da
dıúarıdan sa÷lanan gelirin dıúarıya yapılan ödemelere eúitlenmesini ifade
etmektedir.
Makro ekonomik politikalar hazırlanırken dıú dengenin sa÷lanması için dıú borç
kompozisyonun da kısa vadeli sermaye hareketleri içerdi÷i risk yüzünden dikkat
edilmesi gereken bir husustur. Çünkü, dıú dünyaya açık bir ekonomide hem iç
hem de dıú dengelerinin sa÷lanması zor bir görevdir. Bu zor görevi
kolaylaútıran ö÷eler ise kamu açıklarını kalıcı bir biçimde azaltarak iúlevsel bir
bütçe yapısına ulaúmak, kamu borç stokunu sürdürülebilir bir düzeye indirmek
ve böylece sürdürülebilir bir büyüme ortamının oluúmasına katkıda bulunmak
ve enflasyonla mücadeleyi desteklemek olmaktır. Para politikası ise spekülatif
hareketlerden uzak ve ba÷ımsız bir Merkez bankası tarafından yürütülmelidir.
Böylece uluslararası sermaye hareketlerinin kırılgan yapısı minimuma
indirilebilecektir.
204
1.2.3. Sistematik Riskler (Asimetrik Enformasyon, Ahlaki Tehlike,
Bulaúma Etkisi)
Piyasaya sürülen malın kalitesinin tam olarak bilindi÷i piyasalarda, alıcı ve
satıcı arasında herhangi bir maliyet kaybı söz konusu olmayacaktır. Ancak alıcı
ve satıcı malın alımı ve satımında di÷erinden farklı bilgilere sahipse, bu onun
yaptı÷ı iúlemden zarar etmesi anlamına gelecektir. Piyasa aksaklı÷ının sonucu,
karúı tarafın eylemini ve malın kalitesini tam olarak bilmemek, böylece zarar
etmek olgusu, asimetrik enformasyon (limon problemi)5 olarak
tanımlanmaktadır (Narayanan, Kahmi:2004).
Asimetrik bilgi sorunu, finansal istikrarsızlı÷ında temel nedenlerinden biri
olarak kabul edilmektedir. Finansal istikrar iki temel koúula ba÷lıdır: (i) finansal
sistemde temel kurumların istikrarlı oluúu, yani dıú yardım veya müdahale
olmadan sözleúmelerden do÷an yükümlülüklerini yerine getirmelerine imkan
verecek tam güvenin söz konusu olması, (ii) temel piyasaların istikrarlı oluúu,
yani piyasa katılımcılarının piyasadaki arz-talep dengesini yansıtan fiyatlar
üzerinden güvenle iúlem yapması ve temel göstergelerde köklü bir de÷iúiklik
olmadı÷ı durumlarda kısa dönemde fiyatlarda önemli dalgalanmaların
olmaması(Aras ve Müslümov:2004).Finansal pazarlarda güven eksikli÷i yani
katılımcıların bilgi düzeyinin farklı olması ile sözleúmelerin kontrol ve
uygulanma süreçlerinin maliyetli olması, asimetrik bilgi sorununu ortaya
çıkarmakta ve finansal pazar ve kurumların iúlevlerini yerine getirmelerini
engellemektedir.
Asimetrik bilgi sorunu, ters seçim (adverse selection), ahlâkî tehlike (moral
hazard) ve temsilcilik sorunu (agency problem) úeklinde de kendini
göstermektedir (Ricardo: 2003).
Ahlâkî tehlike olarak ifade edilen sorun, bir sözleúmeden sonra oluúan, kredi
alan ve verenin bakıú açısına göre ahlâkî olmayan (arzu edilmeyen)
faaliyetlerde bulunarak, kredi verenin çıkarını zedeleme tehlikesine neden olan
asimetrik bilgi sorunudur. Bu arzu edilmeyen faaliyetler veya davranıúlar,
kredinin geri ödenmeme riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Ahlâkî tehlike söz
konusu ise, kredi alan yüksek riskli projelere yatırım yapmakta, yüksek getiri
kazanırsa bundan kazançlı çıkmakta, sermayeyi kaybederse kaybın önemli
kısmı kredi verene yüklenmektedir. Bu durumda, finansal sistem ödünç
verece÷i kayna÷ı kaybetmektense, çok az sayıda güvenilir müúteriye kredi
5
Akerlof’un klasik “limon” problemi 1970’de yayınladı÷ı makalesinde ikinci el araba
piyasası örne÷inden geliútirilmiútir. Bu örnekte, Akerlof, ikinci el araba piyasasında,
satıcıların satılan ürün hakkında yeterli bilgiye sahip oldu÷u halde, alıcı bilgisinin
yetersiz oldu÷unu, yani alıcı ve satıcı arasındaki iliúkide asimetrik bilgi sorununun
bulundu÷unu ifade etmektedir. Bu durumda, bu pazarda aldanabilece÷ini düúünen
alıcıların ürüne de÷erinin altında fiyat vermesi veya pazardan çekilmesi sonucu ikinci el
piyasasının çökmesi söz konusu olabilecektir. Bkz Akerlof (1970).
205
açmayı tercih etmekte; bu da finansal sistemin etkin çalıúmasını engelleyerek
piyasa dengesinin birinci en iyi durumundan sapmasına yol açmaktadır.
Böyle durumlarda kredi ödünç almaya istekli olanların riski en yüksek
yatırımcılar olması (ters seçim sorunu) veya kredi alan yatırımcıların, kredi
veren açısından kabul edilemeyecek yüksek riskli projelere yatırım yapması
(ahlâkî tehlike sorunu) kuvvetle muhtemeldir. Bu durum ise genel olarak,
kredilerin geri ödenmeme riskini aúırı yükseltecek ve nihai olarak, finansal
istikrarsızlı÷a yol açacaktır. Böylesi bir kriz durumunda fon yöneticilerinin,
satmanın rasyonel temelleri olmadı÷ını müúterisine anlatması zordur
(temsilcilik sorunu).
Ahlaki tehlike konusunda, özellikle liberal karúıtı görüú IMF’nin iki yolla ahlaki
tehlike yarattı÷ını ileri sürmektedirler. Birincisi, hükümetleri uyguladıkları kötü
politikaların sonuçlarına katlanmaktan kurtararak, onları hatalarını tekrara
teúvik etmiútir. økincisi ise, ihtiyatsız yatırımcıları da kurtararak, onların
umursamazlıklarını ödüllendirmiútir (Özbilen, 2000b).
Geliúmekte olan ülkelerin uyguladıkları liberal politikalar ulusal para biriminde
spekülatif baskılara yol açabilecek, böylece kısa dönem kırılganlıklara neden
olabilecektir. Kısa dönem sermaye hareketlerinin tersine dönmesi borç
alanların likitide problemi yaúamalarına yol açarak borç maliyetlerini
yükseltecektir. Ülkenin rezervlerindeki kısa dönem sermayenin artması ülke
riskinin de artması demektir. Kısa dönem borç miktarının artması aynı zamanda
banka ve sistematik finansal krizlerinde habercisi niteli÷indedir. Yine sermaye
hareketlerinin kırılganlı÷ı Do÷u Asya krizlerinde oldu÷u gibi sürü psikolojisi ve
bulaúma (contagion) gibi sistem úoklarına yol açacaktır.
1990’lı yılların finansal krizlerinin temel özelli÷i krizin bulaúıcı etkisinin
olmasıdır. Meksika 1994 devalüasyonu di÷er Latin Amerika ülkelerini ( Tekila
etkisi), Tayland 1997 parasal krizi Do÷u Asya ülkelerini etkilemiú 1998 Rusya
Krizi ise Brezilya’da real’in devalüasyonu ile sona ermiútir (Boschi ve Goenka,
2004).
Hızlı hareket eden ve yüksek hacimde iúlem gören sermaye piyasalarına sahip
günümüz küresel dünyasında sabit döviz kuru ve düúük enflasyonu simgeleyen
politikalar, geliúmekte olan ülkelere önemli derecede yüksek kar kovalayan
uluslararası sermaye hareketi çekmiúlerdir.
1.2.4. Yabancı Banka Riskleri
Finansal hizmetlerde yaúanan küresel geliúmeler geliúmiú ülkelerdeki bankalar
için özellikle sermaye piyasalarından ve banka dıúı kesimlerden gelen çok ciddi
bir rekabet baskısı yaratmıútır. Geliúmiú ülkeler açısından finansal hizmetler
sektörüne yönelik geliúmeler (Bankacılar Dergisi: 2005) :Küresel rekabet,
Banka dıúı sektörlerden gelen baskı, Geleneksel hizmetlerin kar marjlarının
206
düúmesi, Sınır ötesi faaliyetlerin cazip hale gelmesi, Operasyon giderlerinin
düúürülmesi amacıyla ölçek ekonomisi arayıúı úeklinde olmuútur.
Geliúmekte olan ülkelerde küreselleúme sonrası yaúanan en önemli geliúme ise
yabancı bankaların sayısının artmasıdır. 1995 yılında Do÷u Asya ve Pasifik
ülkelerinde 103 olan yabancı banka sayısı 2006 yılına gelindi÷inde 165, Latin
Amerika’da 253’ten 284’e, Güney Asya’da ise 8’den 16’ya yükselmiútir.
Bu artıúın ço÷u úubeleúme úeklinde gerçekleúti÷i gibi, katılımlar ve do÷rudan
yabancı yatırım úeklinde de
olmuútur. Yabancı bankaların en büyük
dezavantajı, ev sahibi ülke tarafından bankaya devlet deste÷i
verilmemesidir(Lee Hwok-Aun: 2004).
Tablo 7. Toplam Banka Sektöründe Yabancı Bankaların Sayısı
Do÷u Asya ve Pasifik
Latin Amerika
Orta Do÷u ve Kuzey Afrika
Güney Asya
Toplam Yabancı Banka Sayısı
1995
2006
103
165
253
284
36
57
8
16
Kaynak: Dünya Bankası (2006), http://www.worldbank.org (21.02.2007).
Yabancı bankaların ölçek ekonomilerini ve rekabeti arttırmak, risk da÷ılımını
düzenlemek gibi avantajları söz konusudur. Yabancı bankalar özel sektöre
açılan kredilerin artmasını sa÷layarak ülke ekonomisinin büyümesine katkıda
bulunabilirler.
Yapılan çalıúmalarda yabancı bankaların ekonomideki varlıkları oranında
istikrarı sa÷ladıkları belirtilmektedir. Yabancı bankalar kredi politikalarında
daha tutucu davrandıkları için krizlerden çok etkilenmemektedirler. Arjantin ve
Meksika’da 1994–1999 yıllarını inceleyen araútırmalarda yabancı bankaların
daha az de÷iúken ve daha güçlü bir kredi portföyüne sahip oldukları ortaya
konulmuútur (Erdönmez, 2004).
Ancak, yabancı bankaların finansal sisteme giriúinin birçok faydaları olmakla
birlikte, maliyetleri de söz konusu olabilmektedir. Yabancı bankalar küçük
ölçekli ( ticaret dıúı mallar üreten) firmalara krediler açacak ve bununla birlikte
ticari mal üreten büyük firmalara da ulusal bankalardan daha çok kredi
vereceklerdir(Detragiache, 2006). E÷er yabancı bankalar büyük ölçekli
firmalarda yo÷unlaúırsa, finansal sektörün verimlilik ilkesine katkıları daha az
olacaktır. Daha önemlisi küçük ölçekli firmalara açılan yüksek miktarda
krediler, çıktı, istihdam ve gelir da÷ılımı üzerinde ters etkiler yaratabilecektir.
økinci olarak, düúük maliyetli operasyonları gerçekleútiren yabancı bankalar
ulusal bankaların rekabette kalabilmeleri için birleúmelerine yol açabilecek, bu
durumda “kaybetmek için çok büyük ” (literatürde too big to fail) olarak bilinen
probleme neden olabilecektir. Çünkü bu bankalar devletin kendilerinin iflas
207
etmesine engel olaca÷ını düúünerek, daha çok risk alacaklardır ( ihtiyari tedbir),
(Huberto M. ve Malek: 2005).
GENEL DEöERLENDøRME VE SONUÇ
Uluslararası sermaye hareketlerinin kullanılmasındaki temel argüman,
sermayenin ucuz ve bol oldu÷u bölgelerden kıt ve pahallı oldu÷u bölgelere
do÷ru hareket etmek istedi÷idir. Buna paralel olarak, geliúmekte olan ülkelere
yönelik sermaye hareketleri uluslararası finans sisteminin geliúimiyle birlikte
miktar olarak de÷iúiklikler göstermektedir.
1980’li yıllarıyla birlikte geliúmekte olan ülkelerde hız kazanan finansal
liberalizasyon ekonomilerde uluslar arası sermaye hareketlerinin hacimsel
artıúını ve hızını arttırmıútır. 1. ve 2. Dünya Savaúı yılları arasında uluslar arası
para sisteminde yaúanan geliúmeler, daha sonrasında Bretton Woods sisteminin
yıkılması ve 1973 petrol krizi yaúanması geliúmekte olan ülkelerde meydana
gelen borç sorununa çözüm olabilmek için IMF gibi uluslararası finansal
kurumlar öncülü÷ünde finansal liberalizasyon politikaları uygulamalarının hız
kazandı÷ı dönemler olmuútur.
Finansal liberalizasyon, finans piyasasında ki faiz oranları üzerindeki
kontrollerinin kaldırılması ve uluslararası sermaye hareketlerinin
serbestleútirilmesini amaçlayan politikalardan oluúmaktadır.
Literatür de uluslararası sermaye yatırımlarının etkileri üzerine görüúler
tartıúmalıdır. Uluslar arası sermaye hareketlerinin yatırım aracı olarak
kullanılmasından çok faiz ve kur üzerinden rant elde etme amaçlı kullanıldı÷ı
dolayısıyla ülkelere faydadan çok zarar getirdi÷i iddiası tartıúmanın bir
yönüyken di÷er bir yönü uluslar arası sermayenin geliúmekte olan ülkelerde
tasarruf açı÷ını azalttı÷ı yatırımları arttırdı÷ı dolayısıyla büyümeye yardımcı
oldu÷u yönündedir.
Geliúmekte olan ülkeler finansal liberalisazyon uygulamaları ile bir yandan
büyümelerinin devamı için tasarruf sa÷larken makroekonomik istikrarsızlık ve
sermaye hareketlerinin ani giriú çıkıúlarının arttırdı÷ı krizler yaúamıúlardır. Kriz
yaúanılan 1990’lı yılların ortak noktası tüm ülkelerde finansal serbestleúme
politikalarına ba÷lı uygulamaların gerçekleúmesidir.
Bu yüzden geliúmekte olan ülkeler, kısa süreli sermaye hareketlerinden çok
uzun vadede ve yatırıma yönelik do÷rudan yabancı yatırımları ülkelerine
çekmeye çalıúmaktadırlar. Ani giriú çıkıúlarla, ülke ekonomisinde
makroekonomik de÷iúkenleri daha çok etkileyen portföy yatırımlarının tersine,
do÷rudan yabancı yatırımlarının ülke ekonomisine katkılarının daha olumlu
oldu÷u kabul edilmektedir. Uluslararası sermaye hareketlerinin geliúmekte olan
ülkelerdeki ekonomik etkileri genel olarak, yatırım, rekabet gücü ve parasal
göstergeler, arz ve talep dengeleri, ödemeler dengesi, mali sektör ve fiyatlar
üzerindedir.
208
Yaúanan krizler, geliúmiú ülkelerde de dahil olmak üzere birçok ülkede ve
uluslararası finans çevrelerinde, sermaye hareketlerinin serbestli÷ini savunan
politikaların sorgulanmasına ve alternatif politika uygulamalarının gereklili÷ini
ve önemini vurgulayan görüúlerin ortaya çıkmasına neden olsa da küresel finans
sistemin entegrasyonu hızla devam etmektedir.
KAYNAKÇA
Agenor, Pierre Richard, 2001. “Benefits and Costs of International Financial
Integration: Theory and Facts”,World Bank Working Paper., s.14
Ateú ùanlı (1996), “Ekonomik Büyüme Yaklaúımlar ve Yakınsama Sorunu”,
idari. cu.edu.tr /sanli/ sanli1.pdf, s.15, (22.02.2007).
Aras Güler ve Müslümov (2004), “Kredi Piyasalarinda Asimetrik Bilgi Ve
Bankacılık
Sistemi
Üzerindeki
Etkileri,
“www3.dogus.edu.tr/amuslumov/research/Article/Muslumov%20%20 Asimmetry % 20-%20IF%20-%202004.pdf (14.02.2006).
Arestis Philip (2005), “Financial Liberalisation And The Relationship Between
Finance
And
Growth,”
www.landecon.cam.ac.uk/research/reuag/ccepp/pdf/wp0505.pdf, s.11,
(19.09.2006).
Aron,
Janine ve Muellbauer, John (2000),”Financial Liberalization,
Consumption
and
Debt
in
South
Africa.”
http://www.csae.ox.ac.uk/workingpapers/pdfs/20-22text.pdf,s.1,
(01.11.2006).
Bankacılar Dergisi (2005), “Türkiye’de Yabancı Bankalar”, www.tbb.org.tr
/turkce/dergi/ dergi52/ 1-yabancibankalar.pdf, s.4, (02.10.2006).
Baro, Robert J, vd. (1992), “Capital Mobility in Neoclassical Models of
Growth” ideas.repec.org/p/nbr/nberwo/4206.html,s.103, (08.12.2006).
Bebczuk Ricardo (2003), “Asymmetric Information in Financial Markets
Introduction and Application”, www.ecampus.com/book/0521797322 67k, s.7, (17.02.2007).
Baele, Lieven vd. (2004), “Measuring Financial Integration in the Euro Area”,
www.ecb.int/pub/pdf/scpops/ecbocp14.pdf, s.2, (09.01.2007).
Bekaert, Geert vd. (2003)” Liquidity and Expected Returns: Lessons from
Emerging
Markets”,
http://www.kelley.iu.edu/clundbla/liquidity_Sept_8_2003.pdf
(23.11.2006).
Blecker, Robert A. (2001), “Fınancıal Globalızatıon, Exchange Rates, And
Internatıonal
Trade”,
209
http://www.peri.umass.edu/fileadmin/pdf/financial/fin_Blecker.pdf, s.
7, (03.07.2006).
Boschi Melisso ve Goenka, Aditya (2004),” International capital flows and
transmission
of
financial
crises.”,
www.eea-esem.com/EEAESEM/2006/Prog/print_day.asp?day=3 - 287k, s.1, (18.12.2006).
Cesar, E. Tamayo (2006), “Capital Flows, Exchange Rates And Growth:
Evidence From Developing Countries”, http://www. banrep.gov.co
/documentos/
conferencias/
medellin/2006/
CapitalFlows.pdf,
(07.03.2007)
Chari Anusha ve Henry Peter (2004),” Capital Account Liberalization, Risk
Sharing and Asset Prices" NBER, June
Detragiache, Enrica vd. (2006),” Foreign Banks in Poor Countries: Theory and
Evidence”, http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2006/wp0618.pdf,
s.4, (14.01.2007).
Durusoy, Serap (2007), “Finansal Liberalleúmenin Sorgulanmasının
Nedenleri “,http:
//www.
dtm.
gov.tr/
dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/finans.doc
(07.03.2007).
Dünya Bankası (2007),”The Globalization of Corporate Finance in Developing
Countries”,
siteresources.worldbank.org/INTGDF2007/Resources/3763069117994
8748801/GDF07_Chap3.pdf (03.01.2007).
Erdönmez, Pelin Ataman (2004),”Finansal Krizler Sonrası Geliúmekte Olan
Ülkelerde Yabancı Bankalar”, Bankacılar Dergisi, Sayı 51,s.23
Ennis Huberto M. ve H. S Malek. (2005),” Bank Risk of Failure and the TooBig-to-Fail Policy”, http://www. richmondfed.org /publications/
economic_
research/
economic_
quarterly/
pdfs/spring2005/ennismalek.pdf , s.1, (09.10.2006).
Globalization101.org (2007), “Investment and Globalization”, http://
www.globalization 101. org/ uploads /File/Investment/invall.pdf,
(23.04.2007).
Horowıtz Shale (2005), “Domestic Bank-Centered’ Financial Liberalization:
Origin,
Crisis,
and
Response”,
journals.cambridge.org/production/action/cjoGetFulltext?fulltextid=
301971, s.112, (20.06.2006).
Feldstein, Martin. 1992. “The Budget and Trade Deficits Aren’t Really Twins.”
National Bureau of Economic Research Working Paper No. 3966.,s.6,
http://www.nber.org/papers/w3966.pdf (05.12.2005).
210
Heffernan,1987:120’den aktaran Aklan Adanur Nejla (2001),” Para økamesi
Süreci
Ve
Türkiye
Örne÷i”,
http://www.bayar.edu.tr/~iibf/dergi/pdf/C8S12001/NAA.PDF
(02.12.2006).
Hübler, Olaf (2007), “ Financial Liberalization in Emerging Markets:
ideas.repec.org/p/han/dpaper/dp-364.html, (19.02.2007).
Lee Hwok-Aun (2004) “ Regulating multinational bank entry and participation
in less developed countries: Where do we draw the line(s)?”,
www.people.
umass.edu/.../econ721/Student%20Postings/Term%20papers,%20fall
,%202004/HALee.termpaper.721.doc, (04.07.2007).
Kletzer, Kenneth ve Kohli, Renu (2001),” Financial Repression And Exchange
Rate Management In Developing Countries: Theory And Empirical
Support From India”, http://www. icrier.org/ pdf/ken1.pdf,
(10.12.2006)
Maurice, Obstfeld ve Kenneth, Rogoff (1996), Foundations of International
Macroeconomics, Cambridge, M assachusetts: The M IT Press,
Montiel, Peter ve Servén, Luis (2004),” Macroeconomic Stability in Developing
Countries:
How
Much
Is
Enough?”,
ideas.repec.org/p/wbk/wbrwps/3456.html (08.08.2005).
Narayanan, Kahmi (2004) “Asymmetric Information in Economic Analysis”,
http://www.hss.iitb.ac.in/courses/hs613kn1.pdf ( 30.03.2005).
Oksa, Suna (2003), “ Finansal Piyasalarda Yeni Yasal Düzenlemeler
(Reregülation)
øhtiyacı
ve
Türk
Finans
Sistemi”,
http://bsy.marmara.edu.tr/TR/makaleler/finansal.htm (10.09.2004).
Özbilen, ùevki (2000b),” Küresel Mali Kriz Ve Imf Politikalarinin Ulusal Mali
Sisteme
Etkileri”,
http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/sevki1.pdf, (22.12.2006).
Prasad Eswar, Rogoff Kenneth, Wei Shang-Jin ve Kose,M. Ayhan (2003),”
Effects of Financial Globalization on Developing Countries: Some
Empirical
Evidence” www.imf.org/
external
/
np/
res/
docs/2003/031703.pdf, (22.02.2006).
Shibuya Hiroshi, (2001),” Economic Takeoff and Capital Flight”,
www.esri.go.jp/jp/archive/e_dis/e_dis010/e_dis008a.pdf, (02.05.2005).
Smaghi Lorenzo Bini (2005), “Financial globalization and integration: What’s
next? A forward-looking perspective”, http:// www. ecb.int
/press/key/date/ 2006/html/sp060718_1.en.html, (04. 11. 2006).
211
Somça÷, Selim (2006), Türkiye'nin Ekonomik Krizi / Oluúumu ve Çıkıú
Yolu, 2006 Yayınevi, østanbul,
Rodrik Dani ve Velasco Andrés (1999),” Short-Term Capital Flows”
papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=194648
31k,
(19.05.2005).
Ural, Mert (2007),” Dıú Denge,øç Denge ve Döviz Kuru Sistemleri”, Ve Ab øle
Müzakereler” www.deu.edu.tr/userweb/aylin.duygulu/dosyalar/m.ppt,
(10.12.2007).
212
2000-2001 FøNANSAL KRøZLERøN KONYA ORGANøZE SANAYø
BÖLGELERø’NDE FAALøYET GÖSTEREN FøRMALARIN
øSTøHDAMINA OLAN ETKøLERø
Fatih Mehmet ÖCAL*
ÖZET
Bu çalıúmada, beklenilenden daha büyük boyutlarda ülkemiz
ekonomisinin daralmasına neden olan, enflasyonu düúürme ve kamu açıklarını
kapatma yolunda uyguladı÷ı program sırasında karúılaútı÷ı ve ancak yüksek
bedeller ödeyerek atlatabildi÷i 2000 Kasım ve 2001 ùubat finansal krizlerin,
Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde (KOSB) faaliyet gösteren firmaların
istihdam seviyelerinde ne gibi bir etkiler meydana getirdi÷i, anket uygulaması
yöntemi uygulanarak analiz edilmiútir. Analizlerde MS Office Excel programı
ile Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal Bilimler için
østatistik Paketi) sürümü kullanılmıú, bir temel oluúturması amacıyla konu ile
ilgili öncelikle temel bilgiler verilmiú, daha sonra yapılan anket uygulaması
sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında konu de÷erlendirilmiútir.
Analiz sonucu 2000 Kasım ve 2001 ùubat finansal krizleri nedeniyle
Konya’daki OSB’inde faaliyet gösteren firmaların %61,9’unun personel
çıkararak istihdam düzeyinin azalması, firmaların iktisadi kriz ve
dalgalanmalara karúı sa÷lam bir iktisadi alt yapılarının olmadı÷ını, iktisadi
refleks göstermede ve kurumsallaúma sürecinde eterli düzeye ulaúamadıklarını
göstermektedir. %40 gibi oldukça yüksek bir firma sahibi kesimin personel
çıkarma nedenleri olarak ilk önce iktisadi krizleri göstermesi, firmaların iktisadi
açıdan yeterli sermaye birikimi oluúturamadıklarını, ekonomik krizler
karúısında direnecek mali gücü oluúturmada ve krizi baúarılı bir úekilde
yönetemediklerini ortaya koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Organize Sanayi
Sanayileúme, Kriz Yönetimi, Kurumsallaúma.
Bölgesi,
øktisadi
Kriz,
THE EFFECTS OF THE FINANCIAL CRISES IN THE YEARS
OF 2000 AND 2001 ON THE PROCESS OF EMPLOYMENT OF
THE FIRMS IN KONYA ORGANIZE INDUSTRIAL
TERRITORIES
$%675$&7
In this study, the financial crises of November in 2000 and February in
2001- which caused larger shrinkage in our national economy than expected and
which is overcome only with great difficulty inspite of the applied economic
program to decrease the inflation and to meet the public deficit- and what kind
of effects these crises do have on the employment rates of the active firms in
Konya Organize Industrial Territories (KOIT) are analyzed through survey
213
method.In the analysis, MS Office Excel program and Statistical Package for
Social Sciences 11.0 type (SPSS–Sosyal Bilimler için østatistik Paketi) are used
and in order to make the subject matter clear, the general and basic information
of the matter is given at first and then the survey results are evaluated according
to the datas at hand.
The results of the analysis showed that because of the the financial crises
of November in 2000 and February in 2001, nearly %62 of all the active firms
in the OIT reduced their employment rates by dismissals, and that the firms
have no reliable substructures against economic crisis or economic fluctuations,
and that they could not reach the required level in the process of becoming an
institution, in preventing economic crises nor in reacting against the crises. Such
a high rate as %40 of these firms claimed the economic crises to be the first
reason for their dismissals and this proves that the firms could not make
accumulation of capital, and that they could not create economic power to stand
against the crises, and that they could not manage the economic crises
succesfully.
Key Words: Organize Industrial Territory,
Industrialisation, Crisis Management, Institutionalisation.
Economic
Crisis,
GøRøù
Sanayileúebilme iste÷i, tarihin her döneminde tüm ülkelerin baúarmak için
sürekli u÷raútı÷ı ve ulaúmak istedi÷i bir amaç olmuútur. Günümüzde oldu÷u gibi
içinde bulundukları zamana göre sanayileúmede öne geçen ülkeler iktisadi,
sosyal ve kültürel politikalar baúta olmak üzere her türlü bölgesel ve evrensel
ölçekli dünya politikalarının oluúturulmasında ve uygulamasında, devamlı
baúrolü oynamıúlardır. øçinde bulundu÷umuz XXI. yüzyılda dünya
politikalarına yön vermede etkin olan ülkelerin Amerika Birleúik Devletleri,
Japonya, Almanya, øngiltere, Fransa, øtalya, Rusya gibi geliúmiú ve
sanayileúmiú ülkeler olması, sanayileúmesini tamamlayamamıú ülkelerin ise geri
planda kalmaları tesadüf de÷ildir. Ülkelerin geliúip kalkınmasıyla
sanayileúmenin aynı anlama geldi÷i günümüzde gelece÷in, sanayileúme sürecini
tamamlayıp bilgi toplumu düzeyi eúi÷ini geçmeyi baúarabilen ülkelerin olaca÷ı
kesindir. Türkiye dünya politikalarında söz sahibi olabilme iddiasında ise,
yapısal nitelikteki toplumsal, siyasi ve iktisadi sorunlarını bir an önce
çözmekten, sanayileúme sürecini tamamlayarak bilgi toplumuna ulaúmaktan
baúka çaresi bulunmamaktadır.
Kısa sürede sanayileúme sürecini tamamlamak için bir dengeli
sanayileúme modeli olan ve dünyada ilk önce 1896 yılında øngiltere’de
(Manchester), daha sonra ABD, øtalya, Kanada, Çin, Hindistan ve sanayicinin
üretime baúlayıncaya kadar yapaca÷ı giderlerden kurtularak bu yolla üretimde
kullanabilece÷i sermayelerinin azalmasının önlenmesi, belli bir bölgenin
tamamına sanayicinin kullanaca÷ı hizmetlerin götürülerek düúük bir maliyetle
214
tüm sanayicilerin bu hizmetlerden yararlanmasının sa÷lanması, úehirlerin geliúi
güzel yerlerinde küçüklü büyüklü imalat yapan birimlerin ortaya çıkıp úehir
planlaması ve çevre düzenini bozarak hava kirlili÷ine yol açmasının önlenmesi
amacıyla 1961 yılında Bursa’da pilot bir OSB kurulması teklifi ile ülkemizde
görülen OSB ile sanayileúme uygulaması, Konya’da 1970 yılında Konya
I.OSB’nin kurulmasıyla baúladı. Günümüzde Konya’da I. Organize Sanayi
Bölgesi ile birlikte 2006 yılında II. ve III. OSB’nin birleúmesiyle oluúan KOSB
bulunmakta ve IV.OSB’nin kurulması çalıúmaları tamamlanmak üzeredir.
1.SANAYø ve ORGANøZE SANAYø BÖLGELERø KAVRAMI
1.1. Kavram Olarak Sanayileúme ve Sanayileúme Süreci
Ekonominin temel sektörlerinden olan sanayi sektörü, hammaddelerin
ürünlere dönüútürülme süreci demek olan sınai faaliyetleri içerir. Üretim
faktörlerinden emek ile sermayeyi kullanarak hammadde ve yarı mamül
maddelerden mamül elde edilmesi süreci úeklinde dar anlamda imalatçılık,
müteúebbisin kurdu÷u mal ve hizmet üreten, gelir getiren faktörlerin
birleútirilmesi úeklinde geniú anlamda tanımlanabilen sanayi kavramı (Karluk,
2005, s, 205), dar kapsamlı olarak imalat sanayi, geniú kapsamlı olarak da
madencilik ve enerji sektörlerini kapsamaktadır (Kepenek ve Yentürk, 1994,
s.344). Avustralya’lı øktisatçı Colin Clark ise sanayileúmenin tanımını dar
anlamda ülke ekonomisinde sanayi sektörünün tarım ve hizmetler sektörüne
oranla geniúlemesi ve üretimde makinalaúmanın yo÷un olarak kullanılması,
geniú anlamda ise yeni üretim tekniklerinin uygulanarak ürün kalitesinin
yükseltilmesi, üretimin azalan maliyetlerle sa÷lanması yanı sıra toplumdaki
iktisadi, sosyal ve toplumsal tüm de÷iúmeler biçiminde yapmıútır. Artık
günümüzde geliúmiú ülkeler denilince ilerlemiú ülkeler (Karluk, 1995, s. 67),
anlamına gelen sanayileúme aynı zamanda kar üreten, ortak bir üretim sürecini
paylaúan otomobil endüstrisi gibi herhangi bir meslek, iú, ticaret grubu ve
önemli miktarda sermaye yatırımı içeren, üretime odaklanmıú bir ekonomi
üretim alanıdır (Industry, 2007). Sanayileúmiú ülke tek baúına ihraç ürünlerinin
%80-90’lık kısmının sanayi ürünleri olan ülke de demek de÷ildir. Aynı
zamanda ihraç edilen ürünlerin yüksek teknoloji içeren ürünler olması, söz
konusu ülkenin sanayileúmiú bir ülke oldu÷unu açık olarak gösterir (Eren, 1989,
s. 181). Günümüz ekonomileri, sanayi sektörünün geliúme hızının tarım
sektörüne göre oldukça yüksek olmasından dolayı, sanayi sektörüne ve
sanayileúmeye yönelik kalkınma yolunu seçmiúlerdir (Ersoy, 1981, s. 63).
Tarımın önemli ölçüde iklim koúullarına ba÷lı olması, tarım ürünlerinin
ekonomik de÷erinin sanayi ürünlerine göre göreceli olarak düúük olması
ülkelerin sanayileúme çabalarını hızlandırmıútır (Eren, 1989, s. 180). Bunun
yanı sıra uygulamaya konulan sanayi politikaları baúta olmak üzere büyümek ve
kalkınmak isteyen tüm ülkelerin tarım, vergi, gelir, yatırım, para, döviz
politikaları gibi akla gelebilecek uygulamaya konulan tüm iktisadi
politikalarının aynı özellikler taúımadı÷ı, herhangi bir ülkede baúarılı sonuçlar
215
vermiú bir sanayileúme politikasının her zaman mutlak baúarılı sonuçlar
verece÷i anlamına gelmedi÷i de geçmiúte yaúanan örneklerle ortaya çıkmıútır.
Yeni kalkınma yolundaki bir çok ülke 1950’li yıllarda, sanayileúmeyle
kalkınmayı eú anlamlı kabul ederek sanayileúmeye öncelik vererek geliúmiú
Avrupa ülkeleriyle Amerika Birleúik Devletleri’ni örnek almıúlar ve aynı
zamanda da büyük bir hataya düúmüúlerdir. Çünkü sanayileúmek isteyen
ülkelerin, örnek aldıkları Amerika Birleúik Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki
gibi ne önceden geliúmiú bir tarım sektörleri ne tarım yapacak geniú toprakları
ve ne de geliúmiú denilebilecek nitelikte ulusal ve uluslararası ticari ve mali
sektörleri vardı. Yani geliúmiú ülkelerde sanayileúme için gerekli ve mevcut
olan özel tasarruf, giriúimcilik zihniyetiyle (Hiç, 1991, s. 71), sanayi
yatırımlarını çalıútırabilecek ve geliútirebilecek sınai kalifiye iúgücü ve sınai
altyapı geliúmekte olan ülkelerde olmadı÷ı için, bir çok ülke sanayi atılımını
gerçekleútirememiútir. Toplumların kendine özgü özelliklerini dikkate almayan
sanayileúme politikalarının, ülkelerin geliúmesini sa÷laması bir yana
kaynakların boú yere kullanılmasına yol açarak ülke insanının düúük refah
seviyesi içinde yaúamalarına neden olmakta, baúta sanayileúme olmak üzere
tüm iktisat politikalarını kendi toplum yapılarıyla uyumlu bir úekilde
uygulamaya koyan ülkeler ise hem refah içinde yaúamakta hem de dünyada
meydana gelen tüm olaylarda söz sahibi olmakta, saygın ülkeler olarak
nitelendirilmektedir. øktisadi ve sosyal açıdan hızlı bir geliúme göstermenin
sanayileúme sürecinde baúarının yakalanmasıyla mümkün oldu÷u gerçe÷inden
yola çıkarak günümüzde sanayileúme, özellikle geliúmekte olan ülkelerin
baúarmaları gereken tek hedefi durumuna gelmiútir (Dülgero÷lu, 1993, s. 2).
1.2. Kavram Olarak Organize Sanayi Bölgeleri
Organize Sanayi Bölgeleri için yapılan baúlıca tanımlar úunlardır;
- (Genel) Organize Sanayi Bölgeleri, elektrik, su, kanalizasyon, banka,
kantin, sa÷lık kurumu ve benzeri imkanlarla donatılmıú uygun bir alanda, teknik
ve genel hizmetlerin de sa÷landı÷ı, ekonomik bir ölçek içinde gruplanmıú
fabrika yerleúim birimleridir (Özdemir, 1990, s. 8).
- (Birleúmiú Milletler) Birbirleriyle iúbirli÷i halinde üretim yapan orta ve
küçük boy iúletmelerin, planlı bir alanda ve ortak altyapı hizmetlerinden
yararlanacak úekilde, standart fabrika binaları içinde toplanmalarıdır (øktisadi
Araútırmalar Vakfı, 1995, s. 43).
- (VI. Beú Yıllık Kalkınma Planı) A÷ır sanayi kompleksleri dıúında,
küçük ve orta ölçekli sanayi türlerinin, belirli bir plan dahilinde yerleútirilmeleri
için sınırları tasdikli çıplak arazi parçalarının gerekli alt yapı hizmetleriyle ve
ihtiyaca göre belirlenecek sosyal kurumlarla donatıldıktan sonra, planlı bir
úekilde ve belirli standartlar dahilinde sanayi için tahsis edilmiú ve iúletilebilir
duruma getirilmiú bölgelerdir (østanbul Sanayi Odası, 1995, s. 43).
216
- (Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı) Karma ekonomi úartları altında, küçük ve
orta ölçekli sanayilerin geliútirilmesi için gerekli olan planlı yerleúme
alanlarının, alt yapı ve ortak hizmet ihtiyaçlarının inúa edilerek sa÷lanması
yoluyla belli standartlarda geliútirilmesi ve organize edilmesidir. Bu tanımda
geçmekte olan “karma ekonomi úartları” ifadesinden kamu ve özel sektör
kuruluúlarının Organize Sanayi Bölgeleri’nde birlikte sınai üretim
faaliyetlerinde bulunabilecekleri anlamı çıksa da, uygulamada Organize Sanayi
Bölgeleri’nde özel sektör sanayi kuruluúlarının yer aldı÷ı görülmektedir
(Özdemir, 1990, s. 15).
- (Organize Sanayi Bölgeleri, 4562 Sayılı Kanun) Sanayinin uygun
görülen alanlarda yapılanmasını sa÷lamak, kentleúmeyi yönlendirmek, çevre
sorunlarını önlemek, bilgi ve biliúim teknolojilerinden yararlanmak, imalat
sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerleútirilmeleri ve geliútirilmeleri
amacıyla, sınırları tasdikli arazi parçalarının gerekli altyapı hizmetleriyle ve
ihtiyaca göre tayin edilecek sosyal tesisler ve teknoparklar ile donatılıp planlı
bir úekilde ve belirli sistemler dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle
oluúturulan ve bu kanun hükümlerine göre iúletilen mal ve hizmet üretim
bölgeleridir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2007, s. 7).
1.3. OSB’lerin Baúlıca Hedefleri
Organize Sanayi Bölgeleri’nin balıca kuruluú hedeflerini;
- Sanayinin disipline edilmesi,
- ùehirlerin planlı geliúmesine katkıda bulunması,
- Sanayileúmenin az geliúmiú bölgelere kaydırılarak yaygınlaútırılması,
- Tarım alanlarının sanayi bölgeleri olarak kullanılmasının önlenmesi,
- Sa÷lıklı, ucuz, güvenilir altyapı ve sosyal tesisler kurulması,
- Müúterek arıtma tesisleri kurularak çevre kirlili÷inin önlenmesi,
- OSB’in devlet gözetiminde, kendi organları tarafından yönetilmelerinin
sa÷lanması (Organize sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) úeklinde sıralamak
mümkündür.
1.4. Dünya’da Organize Sanayi Bölgeleri Uygulamaları
Sanayi devriminin oluúturdu÷u iktisadi ve sosyal geliúmelerin dünyayı
etkilemesi sonucu, özellikle Batı Avrupa Ülkeleri ve ABD’de XIX. yüzyılın
sonlarına do÷ru sanayi, ticaret, konut gibi temel sektörlerin geliúmesine ba÷lı
olarak ilk olarak 1896 yılında øngiltere’de, 1899’da ABD’de, 1904 yılında
øtalya’da uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri, 1950’li yıllardan
sonra geliúmekte olan ülkelerde geniú uygulama alanı bulmuútur (Ardo÷an ve
Di÷erleri, 1983, s. 9-15). Ülkeler çalıúma úartlarını iyileútirmek ve özellikle
yabancı firmaların kendi ülkelerine yatırım yapmalarını teúvik etmek, istihdam
217
seviyesini yükseltmek amacıyla kendi ülkelerindeki OSB’nde yatırım
yapmalarını sa÷lamak için adeta bir yarıú içerisine girmiúler ve tüm imkanlarını
seferber etmiúlerdir. Ülkelerin OSB’lere yatırım yapılması ve çalıúma úartlarını
iyileútirmek amacıyla sa÷ladıkları hizmet ve teúvikler toplu olarak;
- Arazilerin istimlak edilmesi ve gerekli alt yapı ve hizmetlerinin
verilmesi,
- Üretim vergisi ve yerel vergilerden 10 yıl muafiyet, 99 yıl kiralama,
- Fabrika inúa maliyetlerinin yarısının karúılanması,
- Gelir vergisinden 5 yıl muafiyet sa÷lanması,
- ølk kurulma aúamasında yatırımcıların fikrini alarak elektrik, su, nakliye,
fabrika kurulumu ve vergilerde indirim yapılması,
- Telekomünikasyon, güvenlik sistemleri, ticari bankalar, postane,
hastane, okullarla alıúveriú merkezlerinin sanayicinin hizmetine sunulması,
- Yabancı yatırımcıları teúvik etmek amacıyla vergi avantajları
sa÷lanması, vize ve çalıúma izni alma gibi iúlemlerini kolaylaútırılması,
- Yol, alt yapı, çevre düzenlemesi, do÷al gaz gibi yatırımları firmaların
kullanımına sunulması,
- Rahat bir ortamda çalıúabilmeleri için TV odaları, mutfak, banyo,
çamaúırhane ve yatakhanelerin iúçilerin kullanımına sunulması,
- Kalifiye iúgücünün temini için yatırımcılara ve ö÷rencilere Teknik
E÷itim Merkezi tarafından mekanik elektrik bakımı, bilgisayar gibi teknik
alanlarda de÷iúik sürelerde e÷itim verilmesi ve yapılan sınavda baúarılı
olunması koúulu aranması,
- Elektronik donanım, iletiúim olanakları yanı sıra iúçilerin sosyal
ihtiyaçlarını karúılamaları için park, kantin, sa÷lık ve bankacılık hizmetlerinin
sa÷lanması,
- Organize Sanayi Bölgeleri’ne kolayca ulaúılmasının teminiyle OSB ve
firmalarla ilgili genel ve güncel bilgilerin internet aracılı÷ıyla ilgililerin
kullanımına sunulması,
- Hükümetler tarafından Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyetler için
önemli miktarlarda kaynak aktarılması,
- OSB’lerde rant gelirlerinin önlenmesi için firmaların arsa satıúı
yapıldıktan sonraki ilk 6 ay içerisinde, fabrika binalarının yapımını
tamamlamayanların ve ilk 1 ay içinde fabrikanın % 25’ini yapmayanların satıú
sözleúmelerinin iptal edilmesi ve satıú sırasında toplam bedelin % 25’inin
alınması (Öcal, 2008, s. 71) úeklinde sıralanabilir.
218
Dünyanın farklı co÷rafyalarındaki çeúitli ülkelerin Organize Sanayi
Bölgeleri’nin geliútirilmesi ve yabancı yatırımcıları kendi ülkelerindeki
Organize Sanayi Bölgeleri’nde yatırım yapmaları için sa÷ladıkları vergi baúta
olmak üzere bir çok muafiyet ve teúviklerin yanı sıra, Organize Sanayi
Bölgeleri’nde çalıúan iúgücü için rahat bir çalıúma ortamı hazırlamaları ve
e÷itimleri için devletlerin bütçelerinden aktardıkları büyük miktardaki
kaynaklar, OSB’in geliúiminin ülke ekonomilerinin geliúmesinde ne denli
katkılarda bulundu÷unu net bir úekilde göstermektedir.
1.5. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri Uygulamaları
Sürekli kısıtlı iktisadi ve teknik olanaklar içinde, yetersiz alt yapı, fabrika
binalarının inúa edilmesi, kalifiye eleman konusundaki yetersizlikler gibi bir
çok olumsuz faktörlerle baúa çıkmaya çalıúan Türk sanayisi ve sanayicisi için,
planlı ve programlı bir sınai kalkınma fikrinin önem kazanmasıyla 1961 yılında
dönemin hükümeti tarafından hazırlanan bir raporla, Organize Sanayi
Bölgeleri’nin sanayinin geliúmesine olumlu katkılarda bulunaca÷ına iúaret
edilerek, Bursa’da pilot bir OSB kurulmasını teklif edilmesiyle (Özdemir, 1990,
s. 14) ülkemiz gündemine giren OSB’in planlı bir teúvik çerçevesinde ele alınıp
de÷erlendirilmesi, ancak Kalkınma Planları’ndan sonra oldu (Yücel, 1987, s.
20). Bursa OSB’nde alt yapı yatırımlarının tamamlanmasıyla birlikte birkaç yıl
gibi çok kısa süre içinde %70 oranında dolulu÷a ulaúması OSB’nin kurulmasına
yönelik e÷ilimleri güçlendirdi ve 1964 yılından itibaren Konya, Manisa, Bartın
ve Ankara OSB’nin kurulması planlanarak Türkiye’de OSB’in
yaygınlaúmasının önü açıldı. Böylece 1983 yılı sonuna kadar geçen yaklaúık 22
yıllık sürede Konya, Bursa, Manisa, Gaziantep, Eskiúehir ve Erzurum olmak
üzere 6 adet OSB, 1983-1988 yılları arasında da Bilecik, Bursa-ønegöl,
Tekirda÷-Çerkezköy ve Eskiúehir OSB’in yapımı tamamlandı (Özdemir, 1990,
s. 15). Günümüz itibariyle 257 OSB 67,048,98 ha. (Organize Sanayi Bölgeleri
Üst Kurulu, 2009) alanda faaliyetlerini sürdürmesine ra÷men 25 OSB’nin yer
seçimi, 28 OSB’nin kamulaútırma, 19 OSB’nin planlama, 51 OSB’nin altyapı
inúaat aúamasında iken ancak 134’ünün iúletme aúamasında olması ülkemizin
OSB’in sürecinde daha çok yol alması gerekti÷ini ortay koymaktadır ve kiúi
baúına düúen OSB alanının sadece 9.5 m². (Organize Sanayi Bölgeleri Üst
Kurulu, 2009) olması da yukarıdaki görüúümüzü do÷rulamaktadır.
1.6.Ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluú Süreci
Ülkemizde 15.04.2000 tarih ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri
Kanunu ile bu Kanuna göre hazırlanan 01.04.2002 tarih ve 24713 sayılı Resmi
Gazete' de yayımlanan Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeli÷i’ne
göre yapılmakta olan OSB’lerin kuruluú aúaması süreci, maddeler halinde ana
hatlarıyla sıralanmıútır.
- OSB' ler; kurulması öngörülen yerde varsa sanayi odası, yoksa ticaret ve
sanayi odası, o da yoksa ticaret odasından en az biri ile talepleri halinde il özel
219
idaresi veya OSB’nin içinde bulunaca÷ı il, ilçe veya belde belediyesinin,
büyükúehirlerde ayrıca büyükúehir belediyesinin temsilcilerince imzalı ve
valinin olumlu görüúünü muhtevi kuruluú protokolünün Bakanlıkça
onaylanması ve sicile kaydı ile tüzel kiúilik kazanır (4562 S.K.Md.4/9).
- Kurulması düúünülen OSB' de, kurucu olmak isteyen kurum/kuruluú
temsilcileri, gerekçeli rapor hazırlayarak müúterek bir dilekçe ekinde Valili÷e
sunarlar. Söz konusu baúvurunun Valilik tarafından uygun bulunması halinde,
talep Vali tarafından Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı'na müracaatta bulunur. Söz
konusu raporda, kuruluú yeri olarak belirlenen alternatif alanlarla ilgili de bilgi
verilir.
- Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı uzmanlarınca 17.01.2008 Tarih ve 26759
Sayılı Resmi Gazete' de yayımlanan OSB Yer Seçimi Yönetmeli÷i gere÷ince,
teklif edilen OSB mahallinde etüt çalıúmaları yapılır. Ancak öneri alanların
bulunması halinde yine aynı Yönetmelik gere÷i, söz konusu alan için il özel
idaresinin, belediye sınırları veya mücavir alan sınırları içerisinde olması
halinde ilgili belediyenin olumlu görüúünün alınması gerekmektedir.
- Etüt çalıúmalarını müteakip Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı
koordinatörlü÷ünde 9 ayrı Kurum ve Kuruluú temsilcilerinden oluúan Yer
Seçimi Komisyonuna bilgi verilerek toplantıya davet edilir.
- Müteúebbis Teúekkül olmak isteyen Kurum ve Kuruluúlar ile
koordinasyon halinde önerilen il veya ilçede toplanan Yer Seçme Komisyonu;
öncelikle salon toplantısında bilgilendirilir ve daha sonra alternatif alanlarda
inceleme yapılır.
- Yer Seçimi Yönetmeli÷i OSB yer seçme kararının "Oy Birli÷i" ile
alınması hükmüne amirdir. Oy birli÷i kararı alınabilmesi için Kurum/Kuruluú
temsilcilerinin ek bilgi talepleri karúılanır ve oy birli÷i sa÷lanan alan OSB yeri
olarak seçilmiú olur. Oy birli÷i kararı sa÷lanamayan alanlarda OSB kuruluú
iúlemleri yapılamaz.
- Yer Seçme Komisyonu'nun oy birli÷i kararı ile uygun bulunan alanın,
öncelikle jeolojik ve jeoteknik etüdün yapılması, jeolojik etüdün uygun olması
halinde øhtisas OSB'ler için ÇED olumlu belgesinin alınması ve daha sonra
arazide mera var ise meralık vasfının kaldırılması çalıúmaları Müteúebbis
Teúekkül olmak isteyen Kurum ve Kuruluúlar tarafından yaptırılarak Sanayi ve
Ticaret Bakanlı÷ı'na sunulur.
- Tüm çalıúmaların olumlu olması halinde Sanayi ve Ticaret
Bakanlı÷ı’nca yer seçimi kesinleútirilen OSB, Yatırım Programına teklif edilir.
Kredi talebi olmayan OSB’lerin Yatırım Programında yer almadan da yer
seçimi iúlemleri devam edebilir.
- Yer Seçimi kesinleúen OSB’nin planlara iúlenmesi için (Belediye
sınırları dahilinde) ilgili belediyeye, (Belediye sınırları haricinde) Bayındırlık ve
220
øskan Müdürlü÷ü’ne; Kamu Yararı Kararı talebi, Kamulaútırma, proje ve altyapı
çalıúmalarına baúlanması için ise ilgili Valili÷e, Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nca
bildirilir.
Bu aúamada Müteúebbis Teúekkül olmak isteyen Kurum ve Kuruluúlar
"Kuruluú Protokolü" gere÷ince kurum temsilcilerini tespit ederek Müteúebbis
Teúekkül ve di÷er organlar oluúturularak Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’ndan Sicil
Numarası alınarak OSB Tüzel Kiúili÷i oluúturulur.
- 4562 sayılı Kanun'un 5 inci maddesine göre Kamulaútırma yetkisi olan
OSB Tüzel Kiúili÷i, OSB alanında kamulaútırma yapabilir. Kamulaútırma/Satın
alma yöntemleri ile mülkiyetinin tamamı OSB Tüzel Kiúili÷ine geçen alan
üzerinde yapılacak imar ve parselasyon planları, Sanayi ve Ticaret
Bakanlı÷ı’nın onayına sunularak øl ødare Kurulu Kararı ile ømar Planı
kesinleúerek yürürlü÷e girer. Onaylı OSB ømar Planları ilgili kurumlara bilgi
için Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı tarafından gönderilir.
- Bundan sonra Kanun ve Yönetmelik hükümlerine göre altyapı ve arsa
tahsis iúlemleri gerçekleútirilir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009).
2. KONYA’DA FAALøYET
SANAYø BÖLGELERø
GÖSTEREN
ORGANøZE
2.1. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ne Genel Bakıú
Konya Belediyesi tarafından (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, 1987, s.
1) Sanayi ve Teknoloji Bakanlı÷ı (Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı) ile birlikte alt
yapı ve üst yapı çalıúmalarının 1966 yılında baúladı÷ı (Küçükúenel, 1993, s.1)
ve 150 hektar alan üzerinde 1967-70 yılları arasında tamamlanarak hizmete
giren Konya I. Organize Sanayi Bölgesi (Vural, 1993, s. 1) ile baúlayan
Konya’daki OSB uygulamaları, I. OSB’inde otomotiv yan sanayi, tarım
makinaları, döküm, ka÷ıt, ambalaj, sulama sistemleri, inúaat malzemeleri,
de÷irmen makinaları gibi sektörlerde üretim faaliyetlerini sürdüren firmaların
(Ceylan, 2007) kısa süre içinde sanayicilerin ihtiyaçlarını karúılamada yetersiz
kalması üzerine, 15.07.1976 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararıyla II.OSB
(Vural, 1993, s. 1), II.OSB’nin tevsi alanı olarak Bakanlar Kurulu’nun 17 Mayıs
1996 tarihli kararıyla ve Konya Sanayi Odası, Büyükúehir Belediyesi ve øl
Tüzel Kiúili÷i tarafından eúit hisseli olarak III.OSB kurulmuú, 20 Aralık 2005
tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nın aldı÷ı kararla Konya II. ve III.
Organize Sanayi Bölgesi Konya II. Organize Sanayi Bölgesi olarak birleúmiú ve
6 Mayıs 2006 Genel Kurul kararıyla da Bölge “Konya Organize Sanayi Bölgesi
(KOS)” adını almıútır (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü, 2006, s. 1).
Halen sanayicilerin üretimlerini karúılamada bu bölgelerin de kısa süre içinde
yetersiz kalaca÷ının anlaúılması üzerine IV.OSB’nin kurulması çalıúmalarına
baúlanılmıútır ve önemli mesafeler alınmıútır. Konya’da OSB’lerde 2006 yılı
sonu itibariyle 390, 2007 yılı Mayıs ayı itibariyle ise toplam 430 firmanın
faaliyetini sürdürmesi, 14-15 bin kiúi istihdam edilmesi, ülke ekonomisine 500
221
milyon Euro girdi sa÷laması (Türkyılmaz, 2007, s. 26) ve Konya’daki
OSB’lerin ülke ekonomisine önemli iktisadi katkılar yaptı÷ı kabul edilmekle
birlikte, Konya’daki OSB’deki tüm tesislerin faaliyete geçti÷inde 50 bin kiúiye
istihdam sa÷layabilecek kapasitesinin oldu÷unun belirtilmesi (Büyükhelvacıgil,
2007), Konya’daki OSB’lerinin geliúimlerinin yeterli düzeyde olmadı÷ını ve
çok çalıúılması gerekti÷ini açıkça göstermektedir.
2.2. 2000-2001 Finansal Krizlerinin Konya Organize Sanayi
Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların østihdam Seviyesine
Olan Etkileri
Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren 381 firmanın
örneklem kitlesi olarak seçildi÷i ve ülkemizin yaúadı÷ı 2000 Kasım ve 2001
ùubat finansal krizlerinin firmaların istihdam düzeylerine olan etkilerinin ortaya
çıkarılmasının amaçlandı÷ı bu çalıúmada, anket uygulaması sonucu elde edilen
verilerin analizi yapılmıútır.
Ekonometrik çalıúmalarda sürekli kullanılan veri türleri, de÷iúkenlerin
geçen belli bir zaman dilimindeki de÷iúikleri gösteren zaman serisi ve zaman
içinde gün, hafta, ay gibi belli bir andaki tüketici, hane halkı, firma sahibi gibi
tekil birimlerle ilgili verileri gösteren yatay kesit verileridir (Uygur, 2001, s.
102). Bu iki veri tipi uygulamalarda ayrı ayrı oldu÷u gibi genel olarak birlikte
kullanılmaktadır ve bu araútırmada karma, panel veriler olarak tanımlanan veri
türü kullanılmıútır.
Yapılan alan araútırmalarının amacı, örneklem kitleye sorulan sorulara
verilen yanıtların analizi yapılarak bilimsel do÷rulara ulaúmaktır. Firmaların
mümkün olan en yüksek oranda yanıtlayabilecekleri soruların yer almasına özen
gösterilerek hazırlanan bu anket uygulaması, OSB’inde faaliyet gösteren firma
sahiplerine ve yetkililerine çalıúmanın ne amaçla yapıldı÷ı, kapsamı ve önemi
anlatılarak teslim edilmiú, acele edilmeden ve itinayla doldurulması için de bir
ay sonra teslim alınmaya baúlanaca÷ı yani postayla gönderilme durumunun söz
konusu olmadı÷ı, ayrıca anket formlarının doldurulması sırasında
karúılaúılabilecek sorunların giderilmesini için zaman zaman gelinece÷i
belirtilerek, anket formlarının do÷ru ve gerçek bilgilerle olarak doldurulmasının
sa÷lanması amaçlanmıú ve anket formları kontrol edilerek teslim alınmıútır.
Anket formlarından elde edilen veriler önce MS Office Excel programına
aktarılmıú, sonra Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal
Bilimler øçin østatistik Paketi) sürümü kullanılarak analiz yapılmıútır. Ayrıca
sosyal bilimlerde araútırmalarda devamlı kullanılan SPSS programının yanı sıra
verilerin analiz, grafik ve tablo oluúturulmasında MS Office Excel programı
kullanılmıútır.
222
2.3. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki Firmaların
Da÷ılımı ve Anket Formlarının Geri Alımının De÷erlendirilmesi
Firma yetkililerine, yapılan çalıúmanın önemi, amacı ile ilgili olarak
gerekli ön açıklamalar ve bilgiler aktarılıp teslim edildikten sonra, firma
yetkilileri tarafından doldurulup teslim edilen veya ankete olumsuz yaklaúan
firmaların sayısı ve oranı ile ilgili bilgiler Tablo 1’de gösterilmiútir.
Tablo 1. Osb’lerde Faal Olan Firmalar Ve Anket Formlarının Da÷ılımı
Organize Sanayi
Bölgeleri
I. OSB
II. OSB
III. OSB
Toplam
Faal Firma Sayısı
150
168
63
381
%
27,6
48,4
24,0
100,0
Alınan Form
Sayısı
70
123
61
254
Alınan Anket
Formu ( %)
46,7
73,2
96,8
66,7
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir.
Tablo 1.’de görüldü÷ü gibi, 2007 yılı itibariyle OSB’lerde faaliyetteki
firma sayısı 381, firmalarca doldurulup geri alınan anket formu sayısı 254, geri
alma oranı ise %66,7’dir. Anket formlarının geri alınma sayıları ve oranları her
bir Organize Sanayi Bölgesi için ayrı ayrı incelendi÷inde, I. OSB’nde faaliyet
gösteren firmalardan alınan anket formu oranı %46,7 ile en düúükken, II.
OSB’nde %73,2 ve III. OSB’nde %96,8’dir. I. OSB’nde faaliyet gösteren firma
sahiplerinin ankete II. ve III. OSB’ndeki firma sahiplerine göre daha az ilgi
göstermeleri, kuruluú yılları itibariyle di÷er OSB’lerdeki firmalara göre daha
eski olmasına ba÷lı olarak, firma sahiplerinin kendi iú konularında tecrübeli
olmalarına ra÷men dünyanın hızla geliúen iktisadi de÷iúimlerine uyum
gösterememeleri, yaúça ilerlemiú olmalarının verdi÷i alıúkanlıklarından kolayca
vazgeçememeleri nedeniyle yönetimlerini genç kuúaklara ve profesyonel
yöneticilere devretme bilincinin oluúmaması, anket ve istatistiki çalıúmalara
fazla ra÷bet etmemeleriyle açıklanabilir.
2.4. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren
Firmaların østihdam Açısından De÷erlendirilmesi
Konya’daki OSB’lerdeki faaliyette gösteren firmaların ülkemizin yaúadı÷ı
2000 ve 2001 finansal krizlerinin istihdam düzeyine olan etkileri ve yapılan
anket uygulaması sonucu elde edilen veriler aúa÷ıda de÷erlendirilmiútir.
223
Tablo 2. Firmaların Çalıúan Personel Sayısı Bakımından Da÷ılımı
Pers. Say.
2007
1990
%
1995
%
2000
%
2005
%
%
1-9
10
15,6
25
18,9
24
15,2
39
16,5
29
11,4
10 - 19
18
28,2
38
28,8
46
29,1
54
22,9
66
26,0
20 - 29
9
14,1
16
12,2
25
15,9
40
16,9
37
14,6
30 - 39
7
10,9
11
8,4
7
4,4
19
8,1
24
9,5
40 - 49
8
12,4
13
9,8
22
13,9
27
11,5
31
12,2
50 +
12
18,8
29
21,9
34
21,5
57
24,1
67
26,3
Toplam
64
100
132
100
158
100
236
100 254
100
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir.
Konya OSB’nde faaliyet gösteren firmalar çalıúan personel açısından
incelendi÷inde, 1990 ve 2000 yılında 10-19 kiúi çalıútıran firma oranı sırasıyla
%28,2 ve %29,1 yine ilk sırada yer alırken, 2005 ve 2007 yıllarında 50 ve üzeri
personel çalıútıran firmaların oranı sırasıyla % 24,1 ve % 26,3 ile ilk sıraya
yükselmiútir. Verilerin incelenmesinde görülece÷i gibi, 50 ve üzeri personel
çalıútıran firmaların oranının 16 yıllık sürede %18,8’den % 26’3’e yükselmesi
ve 2005, 2006 yıllarında en fazla personel çalıútırılan grubu oluúturması,
OSB’lerde faaliyet gösteren firmaların 8-10 kiúilik küçük atölye konumundan
kurtulmaya baúladı÷ını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim 1990 yılında
1-9 kiúi çalıútıran firmaların oranının %15,6’dan 2007 yılında %11,4’e düúmesi
bu görüúü desteklemektedir. Konya genelinde sanayi istihdam oranı’nın %9,1
ile Türkiye ortalaması olan %13.6’nın altında olması (Türkiye østatistik
Kurumu, 2006, s. 6) ve yine aynı úekilde tam kapasiteye ulaútı÷ında 50 bin
kiúiye istihdam sa÷layaca÷ı belirtilen OSB’lerde halen yaklaúık 20 bin kiúinin
istihdam edilmesi (%13.3) (Türkyılmaz, 2007, s. 26) Konya’da bulunan
OSB’lerin belli bir aúama kaydetmesine ra÷men, olması gereken seviyenin
oldukça altında oldu÷unu göstermektedir.
Tablo 3. Firmaların Personel Çıkarmaları Bakımından Da÷ılımı
Personel Çıkması
Firma Sayısı
%
Evet
157
61,9
Hayır
97
38,1
Toplam
254
100,0
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir.
Konya OSB’nde faaliyet gösteren firmaların %61,9 gibi yüksek bir
kesiminin nedenleri çeúitli olmak üzere personel çıkarmaları, firmaların ortaya
çıkan ekonomik kriz ve dalgalanmalara karúı sa÷lam bir mali altyapılarının
olmadı÷ını, esnek bir üretim ve yönetim düzeni kuramadıklarını, karúılaútıkları
iktisadi krizlere karúı hemen bir iktisadi savunma sistemi ve kurumsal bir yapı
oluúturamadıklarını ortaya koymaktadır.
224
Tablo 4. Firmalarda Personel Çıkarılma Nedenleri Bakımından Da÷ılımı
Personel Çıkma Nedeni
Ekonomik Kriz
Disiplinsizlik
Kalifiye Olunmaması
Kendi øste÷i
Toplam
Firma Sayısı
63
29
22
43
157
%
40,2
18,4
14,1
27,3
100
%
24,9
11,4
8,7
16,9
254
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir.
Konya OSB’nde faaliyet gösteren ve personel çıkaran firmaların %40,2
ile en fazla personel çıkarma nedeni olarak ekonomik krizleri göstermeleri,
firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi oluúturamadıklarını,
ekonomik krizler karúısında direnecek mali gücü oluúturmada ve kriz ortamının
yönetiminde
baúarılı
olamadıklarını
ve
kurumsallaúma
sürecini
tamamlayamadıklarını göstermektedir. Personel çıkarma nedeni olarak ikinci
sırada %27,3 ile kendi iste÷iyle çıkma gelmektedir ki bu durumda ekonomik
krizlere ba÷lı olarak çalıúma ortamının bozularak çalıúanların maaúlarının
bekledikleri düzeyde artırılmamasına ve çalıúanların “firma çıkarmadan
kendimiz çıkalım” mantı÷ıyla hareket etmeleriyle açıklanabilir.
Tablo 5. Firmaların Çıkarılan Personel Sayıları Bakımından Da÷ılımı
P. Say.
1–9
10 – 19
20 – 29
30 - 39
40 - 49
50 +
Toplam
G.Topl.
1990
8
1
9
64
%
12,6
1,6
14,2
1995
20
1
21
132
%
15,1
0,8
2000
25
9
%
15,8
5,8
0,6
0,6
15,9
1
1
36
158
22,8
2005
45
8
3
3
1
1
61
236
%
19,0
3,4
1,3
1,3
0,4
0,4
25,8
2007
51
13
2
2
2
2
72
254
%
20,1
5,1
0,8
0,8
0,8
0,8
28,4
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir.
Konya’da ki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar personel çıkarmaları
bakımından incelendi÷inde firmaların %61,9’unun çeúitli nedenlerle personel
çıkardıkları, %38,1’inin ise personel çıkarmadıkları görülmektedir. Genel tablo
bu úekilde olmakla birlikte 1990-2007 dönemi 1990-2000 ve 2001-2006 olarak
ikiye bölünüp incelendi÷inde, 1990-2000 yıllarını kapsayan 11 yıllık sürede
personel çıkaran firmaların toplam oranı %52,9 iken, 2001-2007 döneminde
personel çıkaran firmaların toplam oranının ise %54,2 ile 1990-2000
döneminden fazla olması, ülkemizin yaúadı÷ı iki ekonomik krize ba÷lı olarak
talebin ve piyasaların daralması, küreselleúen dünyada rekabet koúullarının çok
daha a÷ırlaúmasına ba÷lı olarak kalifiye iúgücünün gereklili÷i ve firmaların
talep etti÷i özellikleri taúıyan elemanların nitelikleri ile mevcut elemanların
niteliklerinin e÷itim politikalarının sanayinin ihtiyaçlarıyla paralel bir yapıda
olmaması ve teknik eleman yetiútirmede ülke olarak baúarılı olamamamız ile
açıklanabilir. Bir yanda çok miktarda boú, e÷itimsiz ve üstelik genç nüfus
225
varken di÷er yanda firmaların kalifiye eleman sıkıntısı çekmesi, ülkemizin en
baúta e÷itim ve nitelikli personel yetiútirme konularında baúarısız oldu÷unu ve
bir an önce sanayi firmalarının talepleriyle uyuúan e÷itim politikalarının
sanayicilerle iúbirli÷i yaparak uygulamaya konmasını gerektirmektedir. Aksi
halde tüm ülkelerin kıyasıya rekabet içinde oldu÷u günümüz dünyasında,
ülkemizin oldu÷u gibi Konya’daki sanayi firmalarının ayakta kalabilmesi
mümkün de÷ildir. 1990 yılından 2007 yılına kadar geçen sürede personel
çıkaran firmaların büyük bir ço÷unlu÷unun 1-9 kiúi çalıútıran firmalar olması ve
personel çıkaran firmaların oranının günümüze do÷ru artıú göstermesi, özelikle
küçük ölçekli firmaların piyasa koúullarına uyum sa÷lamada baúarılı
olamadıklarını da ortaya koymaktadır ki bu durum ayrıca firmaların
sermayelerini birleútirerek daha büyük ölçekli firmalar tesis etme aúamasına
geçmeleri gere÷ini de net bir úekilde göstermektedir.
SONUÇ
Sanayileúmeyi bir an önce baúarmak amacıyla bir model olarak dünyada
ilk olarak 1896 yılında øngiltere’de (Manchester), daha sonra ABD, øtalya,
Kanada gibi geliúmiú ülkelerle birlikte 1950’li yıllardan itibaren Çin, Hindistan,
Tayland, Singapur gibi ülkeler olmak üzere geliúmekte olan ülkelerde geniú
uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri yoluyla sanayileúme süreci
ülkemizde 1961 yılında Bursa’da baúladı ve alt yapı, üst yapı, fabrika binası
inúası, su, elektrik gibi olanakların düúük maliyetli ve uygun ödeme koúulları ile
sanayicilerin kullanımına sunulması sonucu Organize Sanayi Bölgeleri’nin
sayısı kısa zamanda artarak günümüzde 257’ye ulaútı. Organize Sanayi
Bölgeleri’nin sayısının hızla artmasına ra÷men ülkemiz ekonomisine olan
katkısının yeterli düzeyde olmadı÷ı ve Organize Sanayi Bölgeleri’nin
sorunlarının çözümü için devlet, sanayici ve sivil toplum örgütlerinin el ele
vermesi gerekmektedir.
Teúebbüsüne 1966 yılında baúlanan ve 150 hektar alan üzerinde 19671970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi
Bölgesi’nin kurulmasıyla ilk uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri
sürecinde, úu an Konya’da 3 Organize Sanayi Bölgesi’nde yaklaúık 500
firmanın faaliyette bulunması, 20 bin civarındaki kiúiye istihdam sa÷laması ve
yıllık 500 milyon Euro úehir ve ülke ekonomisine katkı sa÷laması Konya’lı
sanayicilerin Organize Sanayi Bölgeleri’nin önemini ve iúlevini kavradıklarını
göstermesi bakımından sevindirici olmakla birlikte, bir an önce arsa tahsisleri
ve inúa halindeki fabrika binalarının tamamlanarak üretime geçmeleri
durumunda ülke ekonomisine çok daha fazla katkı yapaca÷ı açıktır. Yeter ki
úehrin yetkili tüm kamu, sivil kurum ve kuruluúlarının yöneticileri, Konya’nın
ortak menfaatleri paydasında buluúabilsin.
Ülkemizin yaúadı÷ı 2000 Kasım ve 2001 ùubat finansal krizleri karúısında
Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların, istihdam
226
düzeylerindeki de÷iúimin ortaya konulmasına yönelik yapılan anket uygulaması
sonucu elde edilen sonuçlar maddeler halinde sıralanmıútır;
Konya OSB’nde faaliyet gösteren her 5 firmadan 3’ünün (%61,9)
personel çıkarmaları, firmaların ortaya çıkan ekonomik kriz ve dalgalanmalara
karúı sa÷lam bir mali altyapılarının olmadı÷ını, esnek bir üretim ve yönetim
düzeni kuramadıklarını, karúılaútıkları iktisadi krizlere karúı hemen bir iktisadi
savunma sistemi ve kurumsal bir yapı oluúturamadıklarını ortaya koymaktadır.
Konya OSB’nde faaliyet gösteren 10-19 kiúi çalıútıran firmaların oranı
sırasıyla 1990 ve 2000 yılında %28,2 ve %29,1 ile ilk sırada iken, 2005 ve 2007
yıllarında 50 ve üzeri personel çalıútıran firmaların oranının sırasıyla % 24,1 ve
% 26,3 ile ilk sıraya yükselmesi ve en fazla personel çalıútırılan grubu
oluúturması, firmaların 8-10 kiúilik küçük atölye aúamasından orta ölçekli
imalathaneler konumuna geçmesi önemli bir geliúmedir. Nitekim 1990 yılında
1-9 kiúi çalıútıran firmaların oranının %15,6’dan 2007 yılında %11,4’e düúmesi
bu görüúü desteklemektedir.
Konya OSB’nde faaliyet gösteren ve personel çıkaran firmaların %40,2
ile en fazla personel çıkarma nedeni olarak ekonomik krizleri göstermeleri,
firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi oluúturamadıklarını,
ekonomik krizler karúısında güçlü bir mali yapılarının olmadı÷ını ve kriz
yönetiminde yeterli düzeyde baúarılı olamadıklarını ve kurumsallaúma sürecini
tamamlayamadıklarını göstermektedir. Personel çıkma nedeni olarak ikinci
sırada %27,3 ile kendi iste÷iyle çıkmanın gelmesi, ekonomik krizlere ba÷lı
olarak çalıúma ortamının bozularak çalıúanların maaúlarının bekledikleri
düzeyde artırılmamasına ve çalıúanların “firma çıkarmadan kendimiz çıkalım”
mantı÷ıyla hareket etmeleriyle açıklanabilir.
Konya’da ki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar personel çıkarmaları
bakımından incelendi÷inde firmaların %61,9’unun çeúitli nedenlerle personel
çıkardıkları, %38,1’inin ise personel çıkarmadıkları görülmektedir. Genel
durum böyle olmakla birlikte 1990-2006 dönemi 1990-2000 ve 2001-2006
olarak ikiye ayrılarak incelendi÷inde, 1990-2000 yıllarını kapsayan 11 yıllık
sürede personel çıkaran firmaların toplam oranı %52,9 iken, 2001-2006 yıllarını
kapsayan 6 yıllık dönemde personel çıkaran firmaların toplam oranının ise
%54,2 ile 1990-2000 döneminden fazla olması, ülkemizin yaúadı÷ı iki
ekonomik krize ba÷lı olarak talebin ve piyasaların daralması, küreselleúen
dünyada rekabet koúullarının çok daha a÷ırlaúmasına ba÷lı olarak kalifiye
iúgücünün gereklili÷i ve firmaların talep etti÷i özellikleri taúıyan elemanların
nitelikleri ile mevcut elemanların niteliklerinin e÷itim politikalarının sanayinin
ihtiyaçlarıyla paralel bir yapı sergilememesi ve teknik eleman yetiútirmede ülke
olarak baúarı sa÷layamadı÷ımızın göstergesidir. Bir yanda çok sayıda boú,
e÷itimsiz ve üstelik genç nüfusa sahipken di÷er yanda firmaların kalifiye
eleman sıkıntısı çekmesi, ülkemizin en baúta e÷itim ve nitelikli personel
yetiútirme konularında yetersiz kaldı÷ını ve bir an önce sanayi firmalarının
227
talepleriyle uyumlu e÷itim politikalarının sanayicilerle iúbirli÷i yaparak
uygulamaya konmasını gerektirmektedir. Aksi halde tüm ülkelerin kıran kırana
rekabet içinde oldu÷u günümüzde, ülkemizin oldu÷u gibi Konya’daki sanayi
firmalarının orta ve uzun dönemde ayakta kalabilmeleri mümkün de÷ildir.
1990 yılından 2007 yılına kadar geçen sürede personel çıkaran firmaların
büyük bir ço÷unlu÷unun 1-9 kiúi çalıútıran firmalar olması ve personel çıkaran
firmaların oranının günümüze do÷ru artan bir seyir göstermesi, özelikle küçük
ölçekli firmaların piyasa koúullarına ve olası iktisadi krizlere gereken iktisadi
tepkiyi gösteremediklerini ortaya koymaktadır ki bu durum ayrıca firmaların
sermayelerini birleútirmelerinin gereklili÷ini ortaya koymaktadır.
KAYNAKÇA
Ardo÷an, Leman ve Di÷erleri. (1983). Türkiye’de Dünya’da Sanayi Bölgeleri
ve Uygulamaları, Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i (TOBB)
Yayınları No:311, Geliúim Matbaası.
Büyükhelvacıgil, Tahir. (2007). Konya: Mülakat.
Ceylan, Ali. (2008). Konya: Mülakat.
Dülgero÷lu, Ercan. (1993). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri. Ankara:
Makine Mühendisleri Odası Yayını.
Eren, Aslan. (1989). Türkiye’nin Ekonomik Yapısının Analizi. Mu÷la: Bilgehan
Basımevi.
Ersoy, Turan. (1981). østihdam Sorunu ve øúsizli÷in Azalması. Ankara: DPT
Yayını.
Hiç, Süreyya. (1991). Türkiye Ekonomisi 1, 2. Baskı. østanbul: Menteú
Kitabevi.
“Industry”, (2007).
22.01.2007.
http://en.wikipedia.org/wiki/Industry,
Eriúim
Tarihi:
øktisadi Araútırmalar Vakfı (øAV), (1995). Adana Ekonomisinin Geliúmesi
Organize Sanayi Bölgesinin Geliúmedeki Yeri ve Önemi, østanbul: øAV
Yayını.
Organize Sanayi Bölgelerine ølgi Artıyor, (Haziran-1995). østanbul Sanayi
Odası, Sayı: 351, 43.
Karluk, Rıdvan. (2005). Cumhuriyetin ølanından Günümüze Türkiye
Ekonomisinde Yapısal Dönüúüm, Gözden Geçirilmiú 10. Baskı, østanbul:
Beta Yayınları.
Karluk, Rıdvan. (1995). Türkiye Ekonomisi Tarihsel Geliúim–Yapısal De÷iúim,
økinci Baskı, Eskiúehir: Beta Yayınları.
228
Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan. Türkiye Ekonomisi, (1994). Geliútirilmiú
6. Basım, østanbul: Remzi Kitabevi.
(KOSB) Konya Organize Sanayi Bölgesi, (2006). Konya Organize Sanayi
Bölge Müdürlü÷ü, Konya.
Küçükúenel, Tevfik. (1993). II. Organize Sanayi Bölgesi, Konya Sanayi Odası
Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, 1.
(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, (2007). Türkiye’de Organize
Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluúu ve Geliúimi Raporu, Ankara: OSBÜK.
(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, (2007). Türkiye’de Organize
Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluúu ve Geliúimi Raporu, Ankara: OSBÜK.
Öcal, Fatih Mehmet. (2008). Organize Sanayilerinin Bölgesel Etkileri ve Konya
Sanayisi, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Konya.
Özdemir, Mahmut. (1990). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri, Ankara: MN Ofset.
(TÜøK) Türkiye østatistik Kurumu, (Kasım 2006). Bölgesel Göstergeler Konya–
Karaman TR 52, Yayın No:3031, Ankara: TÜøK Matbaası, 6.
(TOBB) Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i. (1987). Konya Organize Sanayi
Bölgesi Projesi, Ankara: TOBB Yayını.
Türkyılmaz, Vahit. (A÷ustos 2007). We will be industrial capital of Turkey,
Yıl:3, Sayı: 28, 26.
Uygur, Ercan. (2001). Ekonometri Yöntem ve Uygulama, Ankara, ømaj
Yayıncılık.
Vural, Atilla. (01.12.1993). Konya økinci Organize Sanayi Bölgesi, Konya:
OSBÜK.
Vural, Atilla, (18.10.1993). Konya økinci Organize Sanayi Bölgesi, Konya:
OSBÜK.
Yücel, Asuman. (Mayıs 1987). Türkiye’de Arazi Kullanımı ve Sanayi Yer
Seçiminde Kamu Sektörü–Özel Sektör øliúkileri Organize Sanayi
Bölgeleri, Ankara: DPT Yayınları, 20.
Elektronik Kaynaklar
http://www.osbuk.org/index.php?page=content/osbuygulama&id=1
Tarihi: 10.06.2009)
(Eriúim
http://www.osbuk.org/doc/osb_fiziki_durum_nisan.xls
15.06.2009)
Tarihi:
229
(Eriúim
http://www.osbuk.org/doc/osb_alan_olculeri_nisan.xls
15.06.2009)
(Eriúim
Tarihi:
http://www.osbuk.org/index.php?page=content/osbuygulama&id=1
Tarihi: 15.06.2009)
(Eriúim
230
KONYA ORGANøZE SANAYø BÖLGELERø’NDE
FAALøYET GÖSTEREN FøRMALARIN SAHøPLERøNøN
SOSYO-KÜLTÜREL AÇIDAN øNCELENMESø/2008
Fatih Mehmet ÖCAL*
Yrd. Doç. Dr., ùırnak Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi
ÖZET
Bu çalıúmada öncelikle sanayi, sanayileúme, Organize Sanayi Bölgeleri
kavramı ile iúlevi, hedefi ve önemi üzerinde durulmuú, dünyada ve ülkemizde
Organize Sanayi Bölgeleri’nin geliúim süreci genel hatlarıyla anlatılmıútır. Daha
sonra Konya ili merkezinde kurulu bulunan Organize Sanayi Bölgeleri’nde
faaliyet gösteren firmaların geliúim süreci, sektörel da÷ılımı, içinde bulundu÷u
sorunlar ve çözüm önerileri ile ilgili bilgiler verilmiú, son olarak ise Organize
Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların sahiplerinin sosyo-kültürel
durumları, yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında
de÷erlendirilmiútir.
Anahtar Kelimeler: Organize Sanayi Bölgesi, Sanayi, Sanayileúme,
Meslek, E÷itim Düzeyi, Yabancı Dil, Memleket.
The Investigation About Socio-Culturally of the Lords of the Firms that
Has Been Working in the Organise Industry Zones in Konya/2008
ABSTRACT
Firstly it was touched on their terms, aims and the importance of industry,
industrialization, Organize Industry Zones; and it was told the process of the
organise Industry Zones in Turkey and the world generally, Then it was
informed about the process, sectorial distribution, their problems and solutions
of the firms that has been working in Organise Industry Zones that was
founded in the city centre of Konya. At finally, It was evaluated that the sociocultural conditions of the lords of the firms by means of the results of a
questionaire.
Keywords: Organise Industry Zone, Industry, Industrialisation, Job,
Education Level, Foreign Language, Country.
GøRøù
Her ülkeyi do÷rudan veya dolaylı ama bir úekilde etkileyen sanayileúme
olgusu, ülkelerin gündeminde devamlı yer almıú, sanayileúme yolunda hemen
ilerleyip geliúmiú ülkeler sınıfına yükselebilmek, tüm ülkeler için baúlıca hedef
olmuútur. Sanayi ønkılabı öncesine kadar uzanan ülkemizdeki sanayileúme
çabaları, günümüze kadar devamlı olarak sürdürülmeye çalıúılmıútır. Ülkelerin
geliúip kalkınmasıyla sanayileúmenin aynı anlama geldi÷i içinde bulundu÷umuz
231
ça÷da, dünya ülkeleri arasında saygın bir yer edinebilmek, dünya politikalarında
söz sahibi ve etkin ülkelerden biri olma iddiasında olan ülkemiz, sanayileúme
sürecini bir an önce tamamlayıp dünya üzerindeki tüm politikaların
belirlenmesinde baúrolü oynayan, sanayileúme sürecini tamamlayıp bilgi
toplumu sürecini yakalamıú ülkelerle aynı kulvarda koúmak ve o ülkelerle
yarıúmak zorundadır.
Kısa sürede sanayileúme sürecini tamamlamak için bir dengeli
sanayileúme modeli olan ve ilk önce 1896 yılında Manchester’da daha sonra
ABD, øtalya, Kanada, Çin ve Hindistan ülkelerde örnekleri görülen Organize
Sanayi Bölgeleri (OSB) modeli ile sanayileúme süreci ülkemizde, 1961 yılında
Bursa’da pilot bir OSB kurulması teklifi ile baúladı. Küçük ölçekli sanayi
yapısından orta ölçekli sanayi yapısına geçiúin 1960’lı yılların ortalarından
itibaren oluúmaya baúladı÷ı Konya’da, ülke genelinde OSB’nin kavram olarak
bile ne oldu÷u tam bilinmiyorken OSB kurma teúebbüsüne Konya Belediyesi
tarafından baúlandı. Teúebbüsüne 1966 yılında baúlanan ve 150 hektar alan
üzerinde 1967-1970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I.
OSB’nin sanayi firmalarının ihtiyaçlarını karúılayamaması üzerine 6 yıl gibi
kısa süre sonra, 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı II. OSB kuruldu.
Firmaların üretim kapasitelerinin artması ve daha geniú alanlarda üretim yapma
ihtiyacının ortaya nedeniyle 1996 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla III. OSB,
Konya II. OSB tevsi alanı olarak kurulmuú, 2005 yılında Sanayi ve Ticaret
Bakanlı÷ı ve 6 Mayıs 2006’da Genel Kurul kararı ile Konya II. ve III. OSB
birleútirilerek, “Konya Organize Sanayi Bölgesi (KOS)” adını almıútır.
Konya’da kurulan OSB’lerde faaliyette bulunan firmalara yönelik 2007
yılında anket uygulaması yöntemi uygulanarak yapılan bu çalıúmayla, firma
sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının ortaya konulması hedeflenmiútir. Bir
temel oluúturması amacıyla konu ile ilgili öncelikle temel bilgiler verilmiú, daha
sonra yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında, durum
de÷erlendirmesi yapılmıútır.
1. SANAYø VE ORGANøZE SANAYø BÖLGELERø
1.1.Sanayi ve Sanayileúme
Sanayi, genel olarak hammaddelerin ürüne dönüútürülme süreci demek
olan sınai faaliyetleri içerir. Dar anlamda üretim faktörlerinden emek ve
sermaye kullanarak hammadde ve yarı mamül maddelerden mamül (nihai ürün)
elde edilmesi süreci úeklinde bir nevi imalatçılık olarak tanımlanan sanayi
kavramı, geniú anlamda müteúebbisin kurdu÷u mal ve hizmet üreten, gelir
getiren faktörlerin birleútirilmesi demektir (Karluk, 2005:205). Avustralya’lı
øktisatçı Colin Clark tarafından sanayileúme dar anlamda ülke ekonomisinde
sanayi sektörünün tarım ve hizmetler sektörüne oranla geniúlemesi ve üretimde
makinalaúmanın yo÷un olarak kullanılması, geniú anlamda ise yeni üretim
tekniklerinin uygulanarak ürün kalitesinin yükseltilmesi, üretimin azalan
232
maliyetlerle sa÷lanması yanı sıra toplumdaki iktisadi, sosyal ve toplumsal tüm
de÷iúmeler biçiminde tanımlamıútır (Karluk, 1995:67). Artık günümüzde
geliúmiú ülkeler denilince sanayileúme bakımından ilerlemiú ülkeler anlaúılması,
ekonomik geliúmeyle sanayileúme arasındaki ba÷ın ne kadar güçlü oldu÷unu
açık bir úekilde göstermektedir.
Ülke ekonomilerinin geliúmesi ve ekonomide sanayi sektörünün
a÷ırlı÷ının artması demek olan sanayileúme, sadece toplam üretim içindeki
sanayi ürünleri payının artması anlamına gelmez. Bunun yanında, yapılan
toplam ihracat içinde sanayi ürünlerinin oranının artması, sermayenin teknoloji
seviyesinin geliúmesi, buna ba÷lı olarak imalat sanayi üretiminin ve teknolojik
iúgücü verimlili÷inin artmasının sa÷lanması oranında (Eren, 1989:181)
sanayileúmeden söz edilir.
1.2. Sanayileúmenin Önemi
Günümüz dünyasında hemen tüm ülkeler, kıran kırana bir úekilde
sanayileúme ve geliúme mücadelesi içindedirler. Bazı ülkeler sanayileúme süreci
içinde yer alarak geliúmiúler, yeterli düzeyde baúarılı olamayan ülkeler ise
kendilerini ister istemez de olsa sanayileúme mücadelesinin ortasında
bulmuúlardır. Çünkü içinde bulundu÷umuz yüzyıl içinde iktisadi geliúmiúlik,
sosyal refah, siyasi istikrar ve dünya ülkeleri arasında saygın bir konumda
olmanın yolunun ancak sanayileúmeyle mümkün oldu÷u, sanayileúmenin de
toplumun büyük ço÷unlu÷unun deste÷ini almıú, güçlü, kararlı sanayi
politikaların uygulanmaya konmasıyla ancak sa÷lanabilece÷i genel kabul
görmüú bir olgudur (Özdemir, 1990:4). Günümüzde ülkeler, tarım sektörünün
geliúme hızının sanayi sektörüne (Ersoy, 1981:63) ve tarım ürünlerinin
ekonomik de÷erinin sanayi ürünlerine göre göreceli olarak düúük olmasının
yanı sıra, tarımın büyük ölçüde iklim koúullarına ba÷lı olarak yapılması sonucu,
tüm ülkelerde sanayileúmeye do÷ru bir geliúme gözlemlenmiútir (Eren,
1989:180). øktisadi ve sosyal açıdan hızlı bir geliúme göstermenin sanayileúme
sürecinde baúarının yakalanmasıyla mümkün oldu÷u gerçe÷inden yola çıkarak,
günümüzde özellikle geliúmekte olan ülkeler için sanayileúme, haklı olarak
baúarmaları gereken birinci amaçları haline gelmiútir (Dülgero÷lu, 1993:2).
Baúta sanayileúme olmak üzere tüm iktisat politikalarını kendi toplum
yapılarına paralel olarak uygulamaya koyan ülkeler, hem refah içinde
yaúamakta hem de dünyada meydana gelen tüm geliúmelerde etkin ve
belirleyici rol üstlenebilmektedirler.
1.3. Organize Sanayi Bölgeleri Tanımı ve Unsurları
Çeúitli ülkelerde farklı biçimlerde tanımlanan OSB genel olarak, elektrik,
su, kanalizasyon, banka, kantin, sa÷lık kurumu ve benzeri imkanlarla donatılmıú
uygun bir alanda, teknik ve genel hizmetlerin de sa÷landı÷ı, ekonomik bir ölçek
içinde gruplanmıú fabrika yerleúim birimleri (Özdemir, 1990:8) olarak
233
tanımlanmaktadır. Aúa÷ıda Organize Sanayi Bölgeleri’nin çeúitli tanımları
sıralanmıútır.
Birleúmiú Milletler; Birbirleriyle iúbirli÷i halinde üretim yapan orta ve
küçük boy iúletmelerin, planlı bir alanda ve ortak altyapı hizmetlerinden
yararlanacak úekilde, standart fabrika binaları içinde toplanmalarıdır (øktisadi
Araútırmalar Vakfı, 1995:43).
VI. Beú Yıllık Kalkınma Planı çalıúmaları kapsamında; Organize Sanayi
Bölgeleri, a÷ır sanayi kompleksleri dıúında, küçük ve orta ölçekli sanayi
türlerinin, belirli bir plan dahilinde yerleútirilmeleri için sınırları tasdikli çıplak
arazi parçalarının gerekli alt yapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre belirlenecek
sosyal kurumlarla donatıldıktan sonra, planlı bir úekilde ve belirli standartlar
dahilinde sanayi için tahsis edilmiú ve iúletilebilir duruma getirilmiú bölgelerdir
(østanbul Sanayi Odası, 1995:43).
Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı; Karma ekonomi úartları altında, küçük ve
orta ölçekli sanayilerin geliútirilmesi için gerekli olan planlı yerleúme
alanlarının, alt yapı ve ortak hizmet ihtiyaçlarının inúa edilerek sa÷lanması
yoluyla belli standartlarda geliútirilmesi ve organize edilmesidir (Özdemir,
1990:15).
4562 sayılı kanunun 15.04.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak
yürürlü÷e giren úekliyle; Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını
sa÷lamak, kentleúmeyi yönlendirmek, çevre sorunlarını önlemek, bilgi ve
biliúim teknolojilerinden yararlanmak, imalat sanayi türlerinin belirli bir plan
dahilinde yerleútirilmeleri ve geliútirilmeleri amacıyla, sınırları tasdikli arazi
parçalarının gerekli altyapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre tayin edilecek sosyal
tesisler ve teknoparklar ile donatılıp planlı bir úekilde ve belirli sistemler
dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle oluúturulan ve bu kanun hükümlerine
göre iúletilen mal ve hizmet üretim bölgeleridir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst
Kurulu, 2007:7).
Tüm bu tanımları dikkate alarak Organize Sanayi Bölgeleri’nin unsurları
(Çezik ve Eraydın, 1982:2)
- Organize Sanayi Bölgeleri’nde sınai üretimde bulunan iúletmelerin
birbirleriyle uyumlu olarak faaliyet göstermeleri, iúletmelerin birbirlerinin
tamamlayıcısı konumunda olmaları veya aynı üretim dalında faaliyette
bulunmaları,
- Organize Sanayi Bölgeleri’ne faaliyet gösteren firmaların küçük ve orta
ölçekli iúletmeler olmaları,
- Sınai üretim faaliyetinde bulunan iúletmelerin planlı, programlı bir
úekilde bir bölgede toplanmalarının sa÷lanarak úehirlerin çeúitli yerlerinde geliúi
güzel bir úekilde ortaya çıkması muhtemel düzensiz yapılaúma ve úehirleúmenin
önüne geçilmesi,
234
- Sanayi iúletmelerinin belirli bir bölgede úehir merkezinden uzakta
üretim faaliyetinde bulunmaları sa÷lanarak, yerleúim birimlerinin hava
kirlili÷inin olumsuz etkilerinden zarar görmemelerinin sa÷lanması,
- Firmaların ulaúım, su, kanalizasyon, sosyal tesisler gibi ortak alt yapı
hizmetlerinin Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki iúletmelerin kullanımına
sunulması ve bu sanayi kuruluúlarının düúük maliyetle yararlanmalarının
sa÷lanması úeklindesıralanabilir.
1.4. Organize Sanayi Bölgeleri’nin Önemi ve øúlevi
Organize Sanayi Bölgeleri’nin ilk ortaya çıkıúından günümüze kadar
geçen yüzyılı aúkın sürede sanayinin geliúmesini sa÷layan, verimlili÷ini artıran,
ürünün kalitesini yükselten, maliyetleri düúüren bir sanayileúme modeli
olmuútur. Organize Sanayi Bölgeleri bir çok geliúmiú ülkede, sanayileúmenin
kalabalık úehir merkezlerinden daha uygun alanlara yönelmesini sa÷lamak
amacıyla uygulandı÷ı bir devlet politikası niteli÷ine dönüúmüútür (Ardo÷an ve
Di÷erleri, 1983:11). Hızlı ve yo÷un de÷iúim geçiren yerleúim merkezlerinde
úehirleúmeyi yönlendirmek ve sınai faaliyetlerin düzenli bir úekilde geliúmesini
sa÷lamak amacıyla Organize Sanayi Bölgeleri önemli bir görevi yerine
getirmektedir. Çünkü sanayileúme açısından geliúmiú bölgelerin, önemli bir
çekim gücüne sahip oldukları bilinmektedir. Sanayi kuruluúlarının da÷ınık ve
birbirinden kopuk olmasının úehir planlaması açısından birtakım sorunlara
neden oldu÷u açıktır. ùehirleúme ve sanayileúme iliúkilerini düzenlemek
açısından önemli etkileri olan Organize Sanayi Bölgeleri, sanayi birimlerinin
çevrede meydana getirece÷i olumsuz etkilerin denetimini yapmak, sanayi
kuruluúlarının topluca bulundu÷u yerlerde daha kolay ve ucuz üretim
yapmalarını sa÷lamak, daha düúük maliyetle altyapı hizmetlerinden
yararlanmak bakımından önemli olanaklar sunmaktadır (Çezik ve Eraydın,
1982:53).
Organize Sanayi Bölgeleri sanayinin kurulup geliúmesi için gerekli fiziki
ihtiyaçlarını karúılanmasını sa÷lamasının yanı sıra, gelece÷in müteúebbislerinin
yetiúmelerini sa÷lamak için de adeta pratik e÷itim olanakları sunmaktadır
(Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983:11). Müteúebbisler yatırım yapacakları sınai
kuruluúların düúük maliyetlerle sahibi olabilmekte, en baúta katlanmak zorunda
oldukları arsa, altyapı, su, kanalizasyon, elektrik, çevre düzenlemesi gibi bir çok
yatırımı ya hazır bulmakta ya da düúük maliyetlerle kullanabilmekte, firma
faaliyete baúladıktan sonra da kullandı÷ı enerji, su, yakıt gibi hizmetlerden yine
uygun ekonomik koúullarda faydalanabilmekte, bu durum da müteúebbislerin
yatırım yapma isteklerini olumlu yönde etkilemektedir. Ayrıca sınai
kuruluúların faaliyette bulundukları sektörler açısından birbirlerini tamamlar
nitelikte olmaları ve belli bir bölgede toplanmaları, hem iúletmeler arası bilgi
akımını kolaylaútırmakta hem de devlet tarafından yapılan hizmetlerden daha
uygun ekonomik koúullarda faydalanılmasını sa÷layarak, firmaların yatırım
yapma isteklerini olumlu yönde etkilemektedir.
235
Ülkelerin kalkınıp geliúmesi, refah seviyelerinin artması, toplum
ihtiyaçlarını giderecek üretim araçlarının ve buna ba÷lı olarak üretim
miktarlarının artmasıyla gerçekleúir. Küçük sanayi iúletmelerinin, toplumların
sürekli artan ve de÷iúen ihtiyaçlarını karúılamada tam olarak baúarılı oldu÷u
söylenemese de, geliúmekte olan ülke ekonomilerinin yükünü çekme
fonksiyonu büyük oranda küçük ve orta boy iúletmelere dayandı÷ı için, bu
ülkelerin refah seviyelerinin yükselmesi söz konusu iúletmelerin geliúmiúlik
düzeylerine ba÷lıdır. Bu noktada orta ve küçük ölçekli sanayi kuruluúlarının
teúvik edilip geliúmesi için Organize Sanayi Bölgeleri uygun ortamlar
hazırlamaktadır (Özdemir, 1990:13). Organize Sanayi Bölgeleri bir çok ülkede
teúvik tedbirleri olarak kullanılmıú, dengeli ekonomik büyüme ve bölgelerarası
geliúme farklılıklarının giderilmesi amacıyla kalkınmada geri kalmıú bölgelerin
sanayilerinin geliútirilmesi amacıyla fiziki teúvik tedbirleri olarak kullanılmıútır
(øktisadi Araútırmalar Vakfı, 1995:44). Bu úekilde Organize Sanayi Bölgeleri
uygulamalarıyla bir yandan düzenli, planlı bir sanayileúme ve úehirleúme
sa÷lanırken, di÷er yandan sanayi kuruluúlarının üretim faaliyetinde bulunmaları
için her türlü ihtiyaçlarının uygun ekonomik maliyetlerle karúılandı÷ı belli bir
üretim bölgesinde toplanmasının ortaya çıkardı÷ı Dıúsal Ekonomiler’den de
yararlanma olana÷ına sahip olmaktadırlar (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i,
1988:60).
Tüm bu açıklamalardan anlaúılaca÷ı gibi temel olarak Organize Sanayi
Bölgeleri, planlı kentleúmeye katkı yapması, sanayileúmenin az geliúmiú
bölgelere kaydırılarak bölgesel dengeli geliúmeye yardımcı olması, tarım
alanlarının sınai üretim faalieyetleri için kullanılmasının önlenmesi, bölgede
faaliyet gösteren firmaların genelde birbirini tamamlayacak sektörlerden
oluúarak dıúsal ekonomiler oluúturması ve bu durumdan tüm firmaların
yararlanması bakımlarından oldukça önemli iúlevler yaptı÷ı ortadadır.
1.5. Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluú øúlemleri Süreci
Organize Sanayi Bölgeleri’nin kuruluú iúlemleri, inúaat yapım süreci ve
iúletmesinin hangi yetkili kurum ve kuruluúlar tarafından yapılaca÷ı konusu
ülkelere göre de÷iúiklikler göstermektedir. Örne÷in Organize Sanayi
Bölgeleri’nin kurulup iúletilmeleri øngiltere’de devlete ba÷lı kamu kurumlar,
Hollanda, Belçika, øtalya ve Fransa’da Mahalli ødarelerle, Sanayi ve Ticaret
Odaları’nın birlikte kurdukları teúekküllerin yetki ve sorumlulukları altında
gerçekleútirilmektedir. Ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin ilk kuruluú
aúamasından en son iúletmeye geçiú aúamasına kadar en yetkili kamu kuruluúu
Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’dır (Ardo÷an ve Di÷erleri; 1983:20).
1.6. Dünya’da ve Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin
Geliúimi
Sanayi devriminin oluúturdu÷u iktisadi ve sosyal geliúmelerin dünyayı
etkilemesi, XIX. yüzyılın sonlarına do÷ru özellikle Batı Avrupa Ülkeleri ve
236
ABD’de sanayi, ticaret, konut gibi temel sektörlerde önemli de÷iúikliklere
neden oldu. Bu sektörlerin geliúmesine ba÷lı olarak artan talep karúısında
topraklar çeúitli ve ayrıntılı planlarla alt parçalara bölünerek bu sektörlerin
faaliyet alanları olarak kullanılmaya baúlandı(Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983:9-15).
Güneyde Mersey Nehri, kuzeyde Irwell Nehri, kuzey ve batısında
Manchester Liman Kanalı ile çevrili olan ve øngiltere’nin liman kenti olan
Manchester’da 1896 yılında kurulan ilk olarak kurulan Trafford Park Organize
Sanayi Bölgesi (Trafford Park, 2007), daha sonra 1899’da ABD’de, 1904
yılında da øtalya’da uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri, 1950’li
yıllardan sonra geliúmekte olan ülkelerde geniú uygulama alanı bulmuútur
(Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983:9-15).
Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarına, ülkemizde planlı kalkınma
dönemleriyle birlikte baúlanmıútır. Türk sanayinin geliúmesinde takip edilecek
yolun planlama ile sa÷lanaca÷ı görüúü benimsenince, sanayileúmenin Organize
Sanayi Bölgeleri aracılı÷ıyla teúvik edilmesi uygulamasına Bursa Sanayi
Odası’nın giriúimiyle pilot bölge olarak seçilerek 1961 yılında altyapı inúaatı
çalıúmalarına giriúilmesi ve Dünya Bankası’ndan alınan krediyle 1966 yılında
iúletmeye açılan Bursa Organize Sanayi Bölgesi ile baúlandı (Türkiye Odalar
ve Borsalar Birli÷i, 1988:57). Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nde alt yapı
yatırımlarının tamamlanmasıyla birlikte birkaç yıl gibi çok kısa süre içinde %70
oranında dolulu÷a ulaúması Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulmasına yönelik
e÷ilimleri güçlendirdi ve 1964 yılından itibaren Konya, Manisa, Bartın ve
Ankara Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulması planlanarak Türkiye’de
Organize Sanayi Bölgeleri’nin yaygınlaúmasının önü açıldı. Organize Sanayi
Bölgeleri’nin geliúim seyrine 1962-1994 dönemi itibariyle bakıldı÷ında, bu
dönemde 120 adet OSB’nin yapımına baúlanmıú, bunlardan 8432 ha. (8.432.000
m2) büyüklü÷ünde 35 adet Organize Sanayi Bölgesi’nin altyapı yatırımları
tamamlanıp hizmete açılmıú, 29 tanesi kamulaútırma, 17 tanesi yeni proje
aúamasında olup, bu Organize Sanayi Bölgeleri’nden østanbul–Tuzla Deri
tamamlanıp, Manisa, øzmir–Menemen Deri, øzmir–Atatürk, Tekirda÷–
Çerkezköy olmak üzere 5 tanesinin de Atık Su Arıtma Tesislerinin inúaatı
tamamlanmıútır (øktisadi Araútırmalar Vakfı, 1995:47-58). 32 yıllık sürede
OSB’lerin ülkemiz sanayisinin geliúmesine yaptı÷ı katkının yeterlili÷i
tartıúılmakla birlikte, OSB’lerin sanayiye olumlu katkılarda bulundu÷u açıktır.
1995-2007 dönemi sonu itibariyle geçen 13 yıllık sürede kullanıma açılan
Organize Sanayi Bölgeleri’nin sayısının 85’e ve kapladı÷ı alanın ise 15.417
hektara (ha) ulaúması, (Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı, 2008) ayrıca 2008 yılında
11 OSB projesinin tamamlanmasının planlanması, ülke olarak Organize Sanayi
Bölgeleri yoluyla sanayileúme sürecinde belli bir aúama kaydetti÷ini göstermiú
olmakla birlikte, tamamlanmıú OSB’lerde parsellerin %88’inin tahsisinin
yapılmasına ra÷men ancak %59’luk kısmında (Devlet Planlama Teúkilatı,
2007:164) 257 OSB 67,048,98 hektar alanda üretim faaliyetlerinin devam
237
etmesi ve kiúi baúına düúen OSB alanının 9.5 m² olması (Organize Sanayi
Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) OSB’lerin son on yıllık dönemde önemli bir
geliúme içinde oldu÷unu göstermekle birlikte sorunların tamamen çözümü için,
daha çok mesafe alınması gerekti÷ini net olarak ortaya koymaktadır.
1.7. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ne Genel Bakıú
Ekonomisi öncelikle tarıma dayanan, daha sonra tarımda kullanılan
tarımsal araçları kendi bünyesinde üretip tarımsal sanayi de öne çıkan,
sanayileúme çabalarının 1950 yıllarında baúladı÷ı, devlet yardımlarından pek
yararlanmadı÷ı için KOBø’lerin yo÷un oldu÷u, 15’i ilçelerde 21’i merkezde
olmak üzere toplam 36 sanayi sitesinin kuruldu÷u bir kent olan Konya’da
(Küçükdere, 1996:28), Organize Sanayi Bölgesi kurma teúebbüsü Konya
Belediyesi ile baúlamıútır (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, 1987:1).
Teúebbüsüne 1966 yılında baúlanan ve 150 hektar alan üzerinde 1967-1970
yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi
Bölgesi’nde 1993 yılı sonu itibariyle toplam 72 adet sanayi iúletmesinde
yaklaúık 4000 kiúiye istihdam sa÷lanırken a÷ırlıklı olarak tarım makinaları ve
otomotiv yan sanayi üretimiyle u÷raúan iúletmelerin yanı sıra mermer,
alüminyum tüp, inúaat malzemeleri firmaları da yer almaktadır (Vural, 1993:1).
1999 yılında faaliyette olan firma sayısı 87’ye yükselmiú, 26 firma ile otomotiv
yan sanayi imalatıyla u÷raúan firmalar ilk sırada, 17 firma ile tarım makinaları
imalatıyla u÷raúan firmalar ikinci sırada yer almıútır (Sanayi ve Ticaret øl
Müdürlü÷ü, 1999:30). Konya I. OSB’de 2008 yılı Temmuz sonu ilk itibariyle
150 firma faaliyetini sürdürürken, istihdam edilen kiúi sayısı 3323’tür. (Ceylan,
2008).
Konya I. Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyetlerini sürdüren firmaların
ihtiyaçları karúılamada yetersiz kalması üzerine, Bakanlar Kurulu’nca
15.07.1976 tarihinde uygun görülerek 23 Temmuz 1976 tarih ve 15655 sayılı
Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla kurulan II. Organize Sanayi Bölgesi’nde,
(Vural, 1993:1) hızla kuruluú, altyapı, arsa tahsisi ve üst yapı çalıúmalarına
baúlanmıútır. II. Organize Sanayi Bölgesi’nde 1994 yılında tahsisi yapılan
sanayi parseli 246, üretime baúlayan firma sayısı 74, inúaat çalıúmaları devam
eden firma sayısı 137 ve proje aúamasındaki firma sayısı 14 iken, (Sanayi ve
Ticaret øl Müdürlü÷ü, 1995:43). 2006 yılında 5200 olan istihdam sayısı, (Sanayi
ve Ticaret Bakanlı÷ı, 2006:8) Konya II. Organize Sanayi Bölgesi tevsii alanı
olarak Bakanlar Kurulu’nun 17 Mayıs 1996 tarihli kararı ve 22639 mükerrer
sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla kurulan Konya'da III. Organize Sanayi
Bölgesi, (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü, 2006:2) 20 Aralık 2005
tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nın aldı÷ı karar do÷rultusunda Konya II.
ve III. Organize Sanayi Bölgeleri olarak birleútirilmiú ve daha sonra 6 Mayıs
2006 Genel Kurul kararıyla adı tanımlanan “Konya Organize Sanayi
Bölgesi’nde (KOS)”, (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü, 2006:1) Gıda,
Dokuma, Giyim, Orman, Basım, Rezerve Kauçuk, Lastik, Plastik, Kimya,
238
Demir, Çelik, Demir Dıúı Metaller, Madeni Eúya, ønúaat, Tarım Alet ve
Makinaları gibi çeúitli sektörlerde istihdam edilen personel sayısı yaklaúık
15.000 kiúiye yükselmiú ve ülke ekonomisine 500 milyon Euro katkı
yapmaktadır (Türkyılmaz, 2007:26) ve 2009 ilk altı aylık aylık dönem itibariyle
304 firma faaliyetine devam etmektedir (Konya OSB Fabrika øsimleri, 2009).
2. KONYA OSB’øNDE FAALøYET GÖSTEREN
FøRMALARIN SAHøPLERøNøN SOSYO-KÜLTÜREL
AÇIDAN øNCELENMESø
Bu çalıúmada, Dünyada 18. yüzyılın sonlarında, ülkemizde ise 1961
yılından itibaren uygulamaları görülen ve sanayileúme sürecini hızlandırmak
amacıyla yeni bir model olarak ortaya çıkan Organize Sanayi Bölgeleri
uygulamalarının özelde de Konya’daki OSB’lerde faaliyet gösteren firma
sahiplerine yönelik anket uygulaması yöntemi ve elde edilen veriler ıúı÷ında
sosyo-kültürel yapısının ortaya konulması amaçlanmıútır.
2.1. Anketin Kapsamı ve Örneklem Kitlesi
Konya ili merkezinde OSB’lerindeki faaliyet gösteren firmaların
sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının ortaya çıkarılması amaçlanan anket
uygulaması yöntemi ile firma sahiplerine konu ile ilgili çeúitli sorular
yöneltilmiútir.
Konya’da 2006 yılı sonu – 2007 yılı ilk altı aylık dönemi itibariyle I.,II.
ve III. Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren faaliyet gösteren 381
sanayi firmasının örneklem kitlesi olarak seçildi÷i bu çalıúmada, Konya’daki
OSB’lerinde faaliyet gösteren firma sahiplerinin sosyo-kültürel yapıları
incelenmiútir.
2.2. Araútırmanın Yöntemi
Ekonometrik çalıúmalarda sürekli kullanılan veri türleri, zaman serisi ve
yatay kesit verileridir. Zaman serisi verileri, de÷iúkenlerin geçen belli bir zaman
dilimindeki de÷iúikleri gösterirken, yatay kesit verileri zaman içinde gün, hafta,
ay gibi belli bir andaki tüketici, hane halkı, firma sahibi gibi tekil birimlerle
ilgili verilerin gözlenen de÷erlerini ifade eder (Uygur, 2001:102). Bu iki veri
tipi uygulamalarda ayrı ayrı olarak kullanılırken, bir çok çalıúmada birlikte
kullanılmaktadır ki bu araútırmada da karma, panel veriler olarak tanımlanan
veri türü kullanılmıútır.
Yapılan alan araútırmalarının amacı, örneklem kitleye sorulan sorulara
verilen yanıtlar ıúı÷ında analiz, karúılaútırma ve yorumlar yapılabilecek
sonuçlara ulaúabilmektir. Anket uygulaması yöntemi, sosyal bilimlerde yo÷un
bir úekilde kullanılan veri ve bilgi toplama yöntemlerindendir. Bu çalıúmada
anket yöntemi uygulanarak firmalardan mümkün olan en yüksek oranda
yanıtlayabilecekleri soruların yer almasına özen gösterilerek oluúturulan bu
239
anket formu, 2006 yılı Kasım ayından itibaren OSB’inde faaliyet gösteren firma
sahiplerine ve yetkililerine, çalıúmanın ne amaçla yapıldı÷ı, kapsamı ve önemi
anlatılmıú, acele edilmeden ve itinayla doldurulması için de 2007 yılının ùubat
ayından itibaren teslim alınmak için gelinece÷i yani postayla gönderilme
durumunun söz konusu olmadı÷ı, ayrıca 2007 yılı Ocak ve ùubat ayları
içerisinde anket formlarının doldurulmasıyla ilgili olası karúılaúılabilecek
soruların giderilmesi amacıyla zaman zaman gelinece÷i belirtilerek, anket
formlarının do÷ru olarak doldurulmasının sa÷lanması amaçlanmıútır.
2.3. Verilerin Toplanması, Düzenlenmesi ve Analizi
2006 yılı Kasım ayından itibaren Konya’daki OSB’lerinde faaliyet
gösteren firmalara verilen anket formlarının toplanmasına 2007 yılında
baúlanmıú, anket formlarının doldurulması kontrol edilerek teslim alınmıú,
henüz doldurulmayan, eksik doldurulan anket formlarının doldurulmayan
kısımlarının nasıl doldurulaca÷ı anlatıldıktan sonra, sa÷lıklı ve do÷ru
doldurulmasını temin için belirli aralıklarla tekrar gelinece÷i belirtilmiú, anket
formlarının doldurulması aúamasında düzenli olarak kontrolü yapılarak
mümkün oldu÷unca tam, do÷ru ve ciddi bir úekilde doldurulması temin
edilmeye çalıúılarak, anket formlarının teslim alınması iúlemi 2007 yılı ikinci
yarısında tamamlanmıútır.
Anket formlarını geri alma iúlemi sırasında firma yetkililerinin anketleri
doldurma ve gerekli hassasiyeti gösterme konusunda pek de istekli oldu÷u
söylenemez. Faal firma sayısı 381 olmasına ra÷men kaybolma, unutma, nerede
oldu÷unu bulamama gibi nedenlerden dolayı bir firmaya ortalama en az 4 anket
formu ve toplamda da 1250 anket formunun verilmesi bunun en büyük ispatıdır
ki “neredeyse zorlaya zorlaya anket formlarının doldurtulmasının sa÷landı÷ını
söylemek” hiç de abartılı olmayacaktır. Her úeye ra÷men anket formlarının
firmalara 2006 yılı Kasım ayı itibariyle teslim edilip 2007 yılı ortasında 381
firmanın 254’ünden yani %67’sinden alınması sa÷lanmıú, ancak di÷er firma
yetkililerine 4-5 defa anket formu verilmesine ra÷men kendileri ve firmalarıyla
ilgili kesinlikle bilgi vermek istemedikleri için, di÷er firmaların anket
uygulamasına katılımlarının sa÷lanması mümkün olmamıútır.
Anket formlarından elde edilen veriler önce MS Office Excel programına
aktarılmıú, sonra Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal
Bilimler için østatistik Paketi) sürümü kullanılarak analiz yapılmıútır. Ayrıca
sosyal bilimlerde araútırmalarda devamlı kullanılan SPSS programının yanı sıra
verilerin analiz, grafik ve tablo oluúturulmasında MS Office Excel programı
kullanılmıútır.
240
2.4. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren
Firmaların Da÷ılımı ve Uygulanan Anket Formlarının Geri Alımının
De÷erlendirilmesi
Firma yetkililerine, yapılan çalıúmanın önemi, amacı ile ilgili olarak
gerekli ön açıklamalar ve bilgiler aktarılıp teslim edildikten sonra, firma
yetkilileri tarafından doldurulup teslim edilen veya ankete olumsuz yaklaúan
firmaların sayısı ve oranı ile ilgili bilgiler Tablo 1’de gösterilmiútir.
Tablo 1. Osb’lerde Faal Olan Firmalar Ve Anket Formlarının Da÷ılımı
Organize Sanayi
Bölgeleri
I. OSB
II. OSB
III. OSB
Toplam
Faal Firma Sayısı
150
168
63
381
%
27,6
48,4
24,0
100,0
Alınan Form
Sayısı
70
123
61
254
Alınan Anket
Formu ( %)
46,7
73,2
96,8
66,7
*Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
Yukarıdaki Tablo 1.’de görüldü÷ü gibi, 2007 yılı itibariyle OSB’lerde
faaliyet gösteren toplam firma sayısı 381, firmalardan doldurulup geri alınan
anket formu sayısı 254, geri alma oranı ise %66,7’dir. Anket formlarının geri
alınma sayıları ve oranları her bir Organize Sanayi Bölgesi için ayrı ayrı
incelendi÷inde, I. OSB’nde faaliyet gösteren firmalardan alınan anket formu
oranı %46,7 ile en düúükken, II. OSB’nde %73,2 ve III. OSB’nde %96,8’dir. I.
OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin ankete II. ve III. OSB’ndeki firma
sahiplerine göre daha az ilgi göstermeleri, kuruluú yılları itibariyle di÷er
OSB’lerdeki firmalara göre daha eski olmasına ba÷lı olarak, yılların
kazandırdı÷ı alıúkanlıklarından kolayca vazgeçememeleri nedeniyle, firma
sahiplerinin firma faaliyetlerinde yetki ve sorumlulukları tam olarak çocuklarına
devredemediklerinden ve kendi iú konularında tecrübeli olmalarına ra÷men
anket, istatistik bilgilerine dayalı çalıúmalara fazla ilgi göstermek istememeleri
ile açıklanabilir.
2.5. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren
Firmaların Sahiplerinin Çeúitli Sosyo-Kültürel Açılardan øncelenmesi
Konya’daki OSB’lerdeki faaliyette gösteren firma sahiplerinin sosyokültürel durumlarının ortaya konulmasına yönelik yapılan anket uygulaması
sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında yapılan yorumlar, aúa÷ıda belirtilmiútir.
2.5.1. Firma Sahiplerinin Yaú Gruplarına Göre Da÷ılımı
Konya’daki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalarınn sahipleri yaúları
açısından incelendi÷inde, yo÷unlu÷u %35 ile 40-49 yaú grubu oluúturmaktadır.
Bu veri Konya’daki OSB’lerde faal olan firmaların sahiplerinin, firma
yönetimlerini genç kuúaklara devretmede pek baúarılı olmadıklarını, firma
241
yönetimlerindeki etkinli÷in orta ve üstü yaú gruplarında oldu÷unu
göstermektedir. Nitekim firma sahiplerinin %7,1 ile en düúük oranı 20-29 yaú
grubunu oluúturması ve % 12,6 olan 60 yaú üzeri grubun bile oldukça gerisinde
kalması, arkadan gelen genç firma sahibi ve yönetici kuúak yetiútirme
konusunda, Konya’daki OSB’inde faaliyet gösteren firmaların gerekli de÷iúimi
gösteremedi÷ini ortaya koymaktadır.
Tablo 2. Firma Sahiplerinin Yaú Gruplarına Göre Da÷ılımı
Firma Sahiplerinin Yaúları
Firma Sayıları
%
20 – 29
18
7,1
30 – 39
45
17,7
40 – 49
89
35,0
50 – 59
70
27,6
60 +
32
12,6
Toplam
254
100
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
2.5.2. Firma Sahiplerinin Yaúları øtibariyle Organize Sanayi
Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmalar Bakımından Da÷ılımı
Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri yaúları açısından ve her OSB
için ayrı ayrı incelendi÷inde, 60 yaú ve üzeri firma sahiplerinin en yo÷un oldu÷u
OSB’nin %15,7 ile I.OSB’nde faaliyet gösteren firmalar olması, firma
sahiplerinin firma yönetiminde genç kuúaklara yetki ve sorumluluk devretme
konusunda yeterli düzeyde cesareti gösteremediklerini ve yönetimde kontrolü
ellerinde tutmak istediklerini ortaya koymaktadır. II. OSB’inde 60 ve üzeri yaú
grubunun sahibi oldu÷u firmaların oranının % 8,9 ile en düúük oranı
oluúturması, aynı zamanda genç yaú grubu olarak nitelenebilecek 30-39 yaú
grubu firma sahiplerinin %20,3 ile en yo÷un II.OSB olması, yetki ve
sorumluluk devri konusunda daha geliúmiú bir düúünce yapısında olduklarını
göstermektedir. Genç firma sahiplerinin oran olarak III. OSB için düúük olması,
özellikle I.OSB’deki firmaların üretim taleplerini karúılamada yetersiz
kalmasına ba÷lı olarak faaliyetlerini, daha geniú alt yapı ve üst yapı olanaklarına
sahip III.OSB’nde devam ettirmek istemeleriyle açıklanabilir.
Tablo 3. Firma Sahiplerinin Yaúları øtibariyle Organize Sanayi Bölgeleri’nde
Faaliyet Gösteren Firmalar Bakımından Da÷ılımı
OSB
Yaú
20 – 29
30 – 39
40 – 49
50 – 59
60 +
Toplam
I. OSB
5
11
24
19
11
70
II. OSB
9
25
43
35
11
123
III. OSB
4
8
20
20
9
61
Toplam
254
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
242
2.5.3. Firma Sahipleri’nin Memleketlerine Göre Da÷ılımı
Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri memleketleri açısından
incelendi÷inde firma sahiplerinin %87,4’ünün Konya’lı olması, Konyalılar’ın
kendi memleketlerinde yatırım yaptıklerını göstermesi bakımından olumlu
olarak yorumlanabilirse de, baúta tüm kamu ve sivil toplum kuruluúlarının
yöneticileri olmak üzere tüm kurumların, Konya’nın avantajlı oldukları konuları
ulusal gündeme taúımada, Konya’nın tanıtımını yapmada ve Konya dıúında
faaliyet gösteren ulusal firmalarla yabancı firmaların yatırımlarını Konya’ya
çekebilme açısından baúarılı olamadıklarını, ortak akıl birlikteli÷ini
sa÷layamadıklarını göstermektedir.
Tablo 4. Firma Sahipleri’nin Memleketlerine Göre Da÷ılımı
Memleket
Firma Sayısı
%
Konya
222
87,4
Konya Dıúı
32
12,6
Toplam
254
100,0
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
2.5.4. Firma Sahipleri’nin Babalarının Mesleklerine Göre Da÷ılımı
Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri baba meslekleri açısından
incelendi÷inde %33,9 gibi yüksek bir oranın babalarının mesleklerini devam
ettirdikleri, bunu %25,2 ile babaları çiftçi olanlar takip ederken, %8,2 ile
babaları iúçi olanlar en az sanayici grubu oluúturmaktadır. Bu verilerden firma
sahiplerinin çocuklarının babalarının yaptıkları mesleklerden önemli ölçüde
etkilendiklerini, ikinci en yüksek oran olan babaları çiftçi olan firma sahipleri
ise miras yoluyla tarlaların bölünerek küçülmesine ba÷lı olarak çiftçilikten elde
edilen gelirin göreceli olarak düúmesi ve teknolojiye dayalı sanayi üretimi
katma de÷erinin tarım üretimine göre yüksek olmasının görülmesi ile
açıklanabilir.
Tablo 5. Firma Sahipleri’nin Babalarının Mesleklerine Göre Da÷ılımı
Baba Meslekleri
Firma Sayıları
%
Çiftçi
64
25,2
øúçi
21
8,2
Memur
36
14,1
Tüccar
47
18,6
Sanayici
86
33,9
Toplam
254
100,0
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
243
2.5.5. Firma Sahiplerinin Firmalarını Kurma Çeúidine Göre
Da÷ılımı
Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %33,9’u baba
mesle÷ini devam ettirirken, çıraklıktan yetiúerek firmalarını bu duruma
getirenlerin oranı %31,4, ortaklık yaparak firmamızı kurduk yanıtı verenler ise
%28,4 olmuútur. E÷itimini alarak firmayı kurduk úeklinde yanıtlayanların % 6,3
gibi en düúük oranı teúkil etmesi, bilgiye sahip olma, ona ulaúma ve takip
etmenin uluslararası bazda daha önem kazandı÷ı günümüzde firmaların kısa,
orta ve uzun vadede geliúmelere uyum sa÷lama bakımından olumsuz olarak
etkilenebilece÷ini ve sınai geliúmeyle paralel bir ülke e÷itim politikamızın artık
olması gerekti÷ini göstermesi bakımından önemlidir.
Tablo 6. Firma Sahiplerinin Firmalarını Kurma Çeúidine Göre Da÷ılımı
øúin Kurulma Çeúitleri
Firma Sayısı
%
Baba Mesle÷i
86
33,9
Ortaklık Yaptım
72
28,4
E÷itimini Aldım
16
6,3
Çıraklıktan Bu Duruma Getirdim
80
31,4
Toplam
254
100,0
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
2.5.6. Firma Sahiplerinin E÷itim Düzeylerine Göre Da÷ılımı
Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %42,9’unun lisan
üstü ve üniversite mezunu olması olumlu bir sonuçken, ilkö÷retim mezunlarının
% 32,3 ile ikinci sırada yer alması ve Meslek Yüksek Okulu, genel lise ve
teknik lise mezunu firma sahipleri oranının toplamının ancak %24,8 olması ve
ilk ö÷retim mezunlarının altında kalması, belli bir süre ve seviyede e÷itim
almalarına ra÷men kendi iúlerini yeterince kuracak düzeye gelmediklerini, bu
durumun ise alınan e÷itimin uygulamaya yönelik olmadı÷ını, çalıúma hayatına
ilkokuldan sonra baúlayan kiúilerin piyasanın içinde bir nevi yo÷rulduklarından
dolayı, iú hayatında daha baúarılı olduklarını göstermektedir. Bu sonucun aynı
zamanda e÷itim politikalarının teorik ve demode olmuúluktan kurtarılıp, zaman
geçirilmeden bir an önce uygulamaya yönelik uyarlanmasının gereklili÷ini de
ortaya koymaktadır.
Tablo 7. Firma Sahiplerinin E÷itim Düzeylerine Göre Da÷ılımı
E÷itim Düzeyleri
Firma Sayısı
%
Lisans Üstü
17
6,7
Lisans
92
36,2
MYO
8
3,1
Meslek / Teknik Lise
23
9,1
Genel Lise
32
12,6
ølk Ö÷retim
82
32,3
Toplam
254
100,0
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
244
2.5.7. Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre
Da÷ılımı
Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %39,4 gibi yüksek
kabul edilebilecek bir oranda kendileri için yeterli düzeyde en az bir yabancı dili
bilmeleri, dünyanın neredeyse herkes için avuç içi kadar küçüldü÷ü, tüm
ülkelerin birbiriyle ticari iliúki ve kıyasıya rekabet içinde oldu÷u günümüzde,
OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar açısından sevindirici bir geliúme olmasının
yanı sıra, karúılıklı iletiúimin ve geliúiminin hızlanmasının sa÷lanması
bakımından da önemli avantajlar sa÷layacaktır.
Tablo 8. Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre Da÷ılımı
Yabancı Dil
Firma Sayısı
%
Biliyor
100
39,4
Bilmiyor
154
60,6
Toplam
254
100
* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir.
SONUÇ
Sanayileúmeyi hızla gerçekleútirmede bir model olan, dünyada ilk olarak
1896 yılında øngiltere’de, Bursa’da pilot bölge uygulaması ile 1961 yılında
ülkemizde, I. Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulması ile 1966 yılında Konya’da
baúlayan Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarının, ülkemiz ve Konya
sanayine önemli katkıları oldu÷u kabul edilen bir gerçekse de, olması gereken
katkıyı yapmadı÷ı da kabul edilen bir di÷er gerçektir ki Organize Sanayi
Bölgeleri’nin ve bu bölgelerde faaliyet gösteren firrmaların sorunlarının
çözümlenmesi için baúta ilgili kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri olmak
üzere tüm kesimlerin gayretleri, bu konuda alınması gereken uzun bir yol
oldu÷unu da açıkça göstermektedir.
Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların
sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının anlaúılması amacına yönelik yapılan
anket uygulamasından elde edilen çıkarımlar úu úekilde sıralanabilir;
- Firma yönetimlerinde genç kuúaklara yetki ve sorumluk devretme
konusunda baúarılı olamamıúlardır.
- Firma sahiplerin çok büyük oranda Konyalı olması, kendi
memleketlerinde yatırım yapmaları bakımından olumlu olarak yorumlanmakla
birlikte, aynı zamanda baúta sivil toplum kuruluúları ve yöneticileri olmak üzere
tüm kurumların, Konya’nın tanıtımını yapamadıkların, Konya’nın avantajlı
oldukları konuları ulusal gündeme taúıyamadıklarını ve buna ba÷lı olarak ulusal
ve uluslararası firmaların yatırımlarını Konya’ya çekebilme açısından baúarılı
olamadıklarını göstermektedir.
- Firma sahiplerinin önemli bir kesimin baba mesleklerini sürdürmesi,
e÷itimini alarak firma kuranların oranının çok düúük olması, firma sahiplerinin
245
geliúen dünya koúullarına ba÷lı yeni iú kollarına atılmadıklarını, babalarından
ö÷rendiklerini devam ettirme yolunu seçtiklerini ortaya göstermektedir.
- Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin yaklaúık yarıya
yakınının lisan üstü ve lisans mezunu olması olumlu bir durumken, ilkö÷retim
mezunlarının ikinci sırada yer alması ve Meslek Yüksek Okulu, genel lise ile
teknik lise mezunu firma sahipleri oranının toplamının ilk ö÷retim mezunlarının
altında kalması, alınan e÷itimin ülke koúullarıyla uyuúmadı÷ını ve uygulamaya
yönelik olmadı÷ını, çalıúma hayatına ilkokuldan sonra baúlayan kiúilerin
piyasanın içinde bir nevi yo÷rulduklarından dolayı, iú hayatında daha baúarılı
olduklarını göstermektedir. Bu sonucun aynı zamanda e÷itim politikalarının
teorik ve demode olmuúluktan kurtarılıp, zaman geçirilmeden bir an önce
uygulamaya yönelik uyarlanmasının gereklili÷ini de ortaya koymaktadır.
- Firma sahiplerinin yaklaúık %40’ının kendilerini ifade edebilecek
düzeyde en az bir yabancı dil bilmesi, dünyanın neredeyse herkes için adeta
avuç içi kadar küçüldü÷ü, tüm ülkelerin birbiriyle ticari iliúki ve kıyasıya
rekabet içinde oldu÷u günümüzde, OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar
açısından sevindirici bir geliúmedir.
KAYNAKÇA
Ardo÷an, Leman ve Di÷erleri. (1983). Türkiye’de Dünya’da Sanayi Bölgeleri
ve Uygulamaları, Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i (TOBB) Yayınları
No:311. Ankara: Geliúim Matbaası.
Çezik, Asuman ve Eraydın, Ayda. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri
(1961–1981). (1982). Ankara: DPT Yayınları. No:1839.
(DPT) Devlet Planlama Teúkilatı. (2007). 2008 Yılı Programı Bakanlar Kurulu
Kararı, Ankara: DPT.
Eren, Aslan. (1989). Türkiye’nin Ekonomik Yapısının Analizi, Mu÷la:
Bilgehan Basımevi.
Ersoy, Turan. (1981). østihdam Sorunu ve øúsizli÷in Azalması, Ankara: DPT.
Ceylan, Ali. (2008).
A÷ustos 2008.
“I. Organize Sanayi Bölgesi”. Mülakat. Konya,: 14
Dülgero÷lu, Ercan. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri, (1993). Ankara:
Makine Mühendisleri Odası Yayını.
øktisadi Araútırmalar Vakfı (øAV). (1995). Adana Ekonomisinin Geliúmesi
Organize Sanayi Bölgesinin Geliúmedeki Yeri ve Önemi, østanbul: øAV
Yayını.
østanbul Sanayi Odası (øSO), (1995). Organize Sanayi Bölgelerine ølgi Artıyor,
Sayı: 351. Haziran-1995. østanbul: øSO Yayını.
246
Karluk, Rıdvan. Cumhuriyetin ølanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde
Yapısal Dönüúüm. (2005). Gözden Geçirilmiú 10. Baskı. østanbul: Beta
Yayınları.
Karluk, Rıdvan. Türkiye Ekonomisi Tarihsel Geliúim–Yapısal De÷iúim. (1995).
økinci Baskı, Eskiúehir: Beta Yayınları.
Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü. (2006). Konya Organize Sanayi
Bölgesi. Brifing. Konya.
“Konya OSB Fabrika øsimleri”. http://www.kosb.gov.tr/tr/default.asp. Eriúim
Tarihi: 01.07.2009.
Küçükdere, Mustafa. “Tarihi Baúkentten Sınai Baúkente Do÷ru”. (A÷ustos
1996). Sayı:13. Konya: Konya Sanayi Odası Dergisi.
(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, OSB’lerin Fiziki Durumu
http://www.osbuk.org/doc/osb_fiziki_durum_nisan.xls. Eriúim Tarihi:
06.06.2009.
Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu (OSBÜK). (2007). Türkiye’de Organize
Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluúu ve Geliúimi Raporu. Ankara.
(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, OSB Alan Ölçülerine Göre
øllerin Sıralaması. http://www.osbuk.org/doc/osb_alan_olculeri_nisan.xls,
Eriúim Tarihi: 06.06.2009.
Özdemir, Mahmut. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri. (1990). Ankara: MN Ofset.
Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı, Organize Sanayi Bölgeleri Geliúim Grafi÷i.
http://www.sanayi. gov.tr/webedit/gozlem.aspx?sayfaNo=1530. Eriúim
Tarihi: 05.08.2008.
Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı Strateji Geliútirme Baúkanlı÷ı. (Nisan 2006). øllerin
Sanayi ve Ticaret Durum Raporu. Konya.
Sanayi ve Ticaret øl Müdürlü÷ü, 1999 Yılı Konya øl’inin Yıllık Ekonomik ve
Ticaret Durumu Hakkında Rapor, (2000). Konya.
Sanayi ve Ticaret øl Müdürlü÷ü, 1994 Yılı Konya øl’inin Yıllık Ekonomik ve
Ticaret Durumu Hakkında Rapor.(1995). Konya.
“Trafford Park”, www.msim.org.uk, Eriúim Tarihi: 14.05.2007
(TOBB) Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, Orta Anadolu Bölgesi Ekonomik
Raporu. (1988). Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i Genel Yayını
No: 56.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, Konya Organize Sanayi Bölgesi Projesi,
(1987). Ankara: TOBB Yayını.
247
Türkyılmaz, Vahit. “We will be industrial capital of Turkey”. (A÷ustos 2007).
Ankara: Yıl:3. Sayı 28. Society of Europen Journalists TRUE. Umut
Basım Sanayi.
Uygur, Ercan. Ekonometri Yöntem ve Uygulama, (2001). Ankara: ømaj
Yayıncılık.
Vural, Atilla. “Konya økinci Organize Sanayi Bölgesi”. (01.12.1993) Konya:
Brifing.
Vural, Atilla. “Konya II. Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü”. (18.10.1993).
Brifing. Konya.
248
KURUM øÇø øLETøùøM DÜZEYøNøN
BELøRLENMESøNE YÖNELøK BøR ALAN ARAùTIRMASI
(KONYA MALø MÜùAVøRLøK BÜROLARI ÖRNEöø)
∗
∗∗
E. Fazıl ÇÖLLÜ
M.Erhan SUMMAK
ÖZET
Bu araútırma yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi iletiúim düzeyini
belirlemek amacıyla yapılmıútır. Birlikte çalıúan insan etkileúim kurmak zorundadır;
iúgörenler ihtiyaçlarını, düúüncelerini, planlarını, uzmanlıklarını birbirlerine aktarmak
zorundadırlar. øletiúim bu ba÷lamda bilginin paylaúıldı÷ı, etkinliklerin koordine edildi÷i
ve daha iyi kararlar alma anlamına gelmektedir
øletiúim, kurumsal yapı, amaç ya da iúlevleri ne kadar farklı olursa olsun bütün
örgütlerde iúlevleri, grupları ve bireyleri tek bir amaçta toplayan bir araç olacaktır.
Bunun bir sonucu olarak etkili kurum içi iletiúim; resmi kurumlar, özel sektör ve sivil
toplum kuruluúları için çok önemli bir faktördür.
øyi iúleyen bir muhasebe ve denetleme düzenini kurmadan, iktisadi olarak
kalkınmıú ve istikrarlı bir seviyeye yükselmiú bir ülke düúünülemez. Bu ba÷lamda
yeminli mali müúavirlik ülkemizin ekonomik açıdan kalkınması açısından önemli
katkıları olan meslek dalıdır. Yeminli mali müúavirlik bürolarında verilen hizmetin
etkinli÷i ve verimlili÷ini etkileyen unsurlardan biri de kurum içi iletiúimin etkin bir
úekilde iúleyiúidir.
A RESEARCH TO DETERMINE INTRA-ORGANIZATION
COMMUNICATION
(THE CASE OF KONYA PUBLøC ACCOUNTANT OFFøCES)
ABSTRACT
This study is carried out in order to determine the intra-organization
communication level. People working together have to communicate. Employees need
to communicate their needs, thoughts, plans and experiences to each other. At this point
communication means the sharing of knowledge, coordination of activities and making
sound decisions.
Communication is a medium that incorporates the functions, groups and events
at a common point. As a result of this fact efficient intra-organization communication is
an important factor for public sector, private sector and non governmental
organizations.
It is impossible to think about reaching to a developed and stable level without
constructing an effective and sound working accounting and supervision department.
With this respect public accountant professionals are
important regarding to the development and stability of our country. One of the
important factors affecting the services being served in public accountant offices is the
efficient flow of intra-organizational communication.
∗
Ö÷retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler M.Y.O. Konya. e-mail: [email protected]
Ö÷retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler M.Y.O. Konya. e-mail: [email protected]
∗∗
249
1. Giriú
Örgütsel iletiúim; kurum içinde kurum üyelerinin birbirleriyle mesaj ve
anlam paylaúma süreçleri olarak nitelendirilebilirken, kurum dıúında ise daha
çok kurumun tüzel kiúili÷iyle zaman zaman da yine üyeleriyle dıú çevre
arasında mesaj ve anlam paylaúma süreci olarak tanımlanabilir.
Araútırmalar etkili iletiúim sistemiyle örgütsel performans arasında iliúki
oldu÷unu ortaya koymuútur. Daha iyi bilgilendirilmiú çalıúanların daha iyi
çalıúanlar olacaklarına inanılmaktadır. Kurum içi iletiúimin iyi iúledi÷i
iúyerlerinde çalıúan verimlili÷i yüksektir ve iú gücü devri de düúüktür. Yeminli
mali müúavirlik bürolarında kurumsal iletiúim verimlilik açısından önem arz
etmektedir.
Kalkınma çabası içerisinde bulunan ülkelerin, di÷er ileri ülkelerde oldu÷u
gibi mali müúavirlik mesle÷ine gereken önemi vermeleri zorunludur. Çünkü
gerek kaynakların belirlenmesinde güvenilir bilgilerin sa÷lanması, gerekse ülke
çapında denetim fonksiyonunun yaygınlaútırılmasında bu mesle÷e büyük ihtiyaç
vardır.
2. Yeminli Mali Müúavirlik Mesle÷i
Çok iyi bir iúletme iktisadı bilgisi bulunan, mali hukuk ve muhasebe
kültürüne dayanarak; iúletmelerin muhasebe, hesap, istatistik, bütçe ve her türlü
mali konuların planlaması ve bu alanlardaki problemlerin çözümü ile u÷raúan
mali müúaviri; genel olarak, iúletmelerin ekonomik, mali ve hukuki durumları
ile vergiye iliúkin iúlemlerini herúeyden önce muhasebe kurallarına, gerçeklere
ve yasalara uygunluk açısından inceleyerek, gerekti÷inde bu konulardaki
tarafsız görüúünü ilgililer yararına sunan uzman kiúidir. (Uçar, M., 1996: 120),
Yeminli mali müúavirlik mesle÷inin konusu, 3568 Sayılı yasaya göre,
gerçek ve tüzel kiúilerin veya bunların teúebbüs ve iúletmelerinin mali
tablolarının ve beyannamelerinin mevzuat hükümleri, muhasebe prensipleri ve
muhasebe standartlarına uygunlu÷unu ve hesapların denetim standartlarına göre
incelenmesi ve tasdik edilmesidir. Yeminli mali müúavirler ile sözleúme
yapanların ise defter ve belgeleri, kamu idaresinin yetkili memurlarınca
incelenmiú sayılır. Bu açıdan yeminli mali müúaviri, tasdik konusuyla sınırlı
kalmak üzere vergi inceleme yetkisi verilmiú yarı kamu elemanı olarak ta
tanımlamak mümkündür. (Canikli, N., 1996: 57)
Vergilerin zamanında ve gerçek kâr oranında devlet bütçesine
kazandırılmasında yeminli mali müúavirlik mesle÷inin ülke ekonomisine katkısı
büyüktür. Ülkemizde muhasebe ve denetleme mesle÷i yasal bir çerçeve
içerisine oturtulmasıyla yolsuzlukların önüne geçilebilecektir.
Ba÷ımsız muhasebe ve denetleme mesle÷i, serbest piyasanın vazgeçilmez
bir kurumudur.1
Ba÷ımsız muhasebe ve denetleme mesle÷i serbest piyasa ekonomisinin
emniyetini sa÷layan bir subab iúlevini görür ve güvencesidir. (Yazıcı, M., 1987:
10)
250
3. Kurumsal øletiúim
Örgüt, toplumsal gereksinimlerin bir bölümünü karúılamak üzere önceden
belirlenmiú amaçları gerçekleútirecek görev ve rolleri yapmak için güçlerin,
eylemlerini eúgüdümleyen iú görenlerden oluúan toplumsal, açık bir sistemdir
(Geçikli, 2004: 108). Dolayısıyla açık sistemin bir gere÷i olarak kurumsal
iletiúim ön plana çıkmaktadır.
øletiúim sistemine ihtiyaç duyulmayan hiçbir sosyal oluúum ve is
düúünülemez. øletiúim sistemini sa÷lıklı bir biçimde yapılandıramayan hiçbir
kurumun yasaması pek mümkün görünmemektedir. Çünkü açık sistem olan
kurumların dıú çevrelerinden sürekli girdi almaları ve aynı çevreye çıktı
vermeleri gerekmektedir. Bu da çevreyle etkileúim kurarak mümkün olabilir.
Buradan yola çıkarak kurumlarda etkin bir yönetimin ancak iyi bir iletiúim
a÷ıyla mümkün olaca÷ı söylenebilir. Bunun da ötesinde iletiúim, kurum
faaliyetlerinin temelini oluúturmaktadır (Gökçe, 2001: 138, 139).
øletiúimin olmadı÷ı yerde örgütler olmaz çünkü bütün toplumsal
etkileúimlerin içinde iletiúim vardır. øletiúim örüntüleri sayesinde, örgüt içindeki
faaliyetlerin daha sa÷lıklı ve sistemli bir úekilde yürütülmesi hedeflenir. Fakat
bazı durumlar bu iletiúim sistemlerini engelleyici hatta bozucu durumlar ortaya
çıkarabilir(Ertürk, 2006:45).
Kurum üyeleri arasında olması gereken etkileúimi saptayan ö÷e örgütsel
iletiúimdir. Çevresinden etkilenen ve aynı úekilde çevresini etkileyen karmaúık
bir açık sistem meydana getiren örgütsel iletiúim; iletilerin akısını, amacını,
yönünü ve araçlarını da içermektedir. Bunun yanı sıra örgütsel iletiúim;
insanları, onların tutumlarını, duygularını, iliúkilerini ve becerilerini de
içermektedir (Vural, 2003: 140).
Çok farklı görüúler olmasına ra÷men birkaç ortak nokta pek çok anlayıúın
içinden tespit edilebilir:
ƒ Örgütsel iletiúim; içsel ve dıúsal çevrenin her ikisi tarafından da
etkilenen ve bu çevrelerin her ikisini de etkileyen birden çok ö÷eden
oluúan açık bir sistemde ortaya çıkar.
ƒ Örgütsel iletiúim mesajları ve onların akıúını, amacını, yönünü ve
aracını içerir.
ƒ Örgütsel iletiúim insanları ve onların tutumlarını, duygularını,
iliúkilerini ve becerilerini kapsar. Bu iúlevsel model örgütsel iletiúimin
tanımının oluúmasına önderlik eder:
ƒ Örgütsel iletiúim; çevresel belirsizli÷in üstesinden gelmek için
birbirine ba÷lı iliúkiler a÷ı içerisinde mesajların oluúturulması ve
de÷iútirilmesi sürecidir.
ƒ Örgütsel iletiúimin bu algılaması yedi anahtar kavramı içerir: süreç,
mesaj, a÷, karúılıklı ba÷lılık, iliúki, çevre ve belirsizlik (Goldhaber,
1990: 16).
Örgütsel iletiúim; kurumda meydana gelen, kurumla ilintili ve kurumun
yaptı÷ı øletiúim demektir. Kurumda olan iletiúim dendi÷inde, örgütsel iletiúim
kurum içi iliúkileri ifade eder. Kurumun yaptı÷ı iletiúim anlamında ise kurumun
251
dıú çevresiyle yaptı÷ı iletiúimi, planlanmıú iliúkiyi, örne÷in kurumun yaptı÷ı
propaganda ya da halkla iliúkiler çalıúmalarını kapsar (Erdo÷an, 2005: 260).
Bütün kurumların baúarıya ulaúması için çalıúanlar arasındaki etkili
iletiúim büyük öneme sahiptir. øster büyük ya da küçük olsun bir kurumun kendi
içinde bölümler arasında ya da dıú dünyayla yaptı÷ı bilgi paylaúımı kurumu
birbirine ba÷layan bir yapıútırıcıdır. øster üst düzey bir yönetici olsun ya da alt
düzey bir çalıúan kurumun bir üyesinde di÷erlerinin iúlerini yapmak için ihtiyaç
duydukları bilgiler olacaktır. Aynı zamanda di÷erleri de o kurum üyesi için
büyük önem taúıyan bilgilere sahip olacaktır. ((Bovée ve Thill, 2000: 7).
Kurumlar; kurumsal iletiúim açısından hedef kitlelerini temel olarak
kurum içindekiler ve dıúındakiler olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. Kurum
içindekiler kurumun üyeleri ya da çalıúanlardan oluúmaktadır. Bu kimseler
kurumu hem içeriden hem de dıúarıdan gözlemleme olana÷ına sahip oldukları
için kurum açısından önemli bir etkinli÷e sahiptirler. Çünkü kurum içi iletiúimin
muhatabı olan bu gruplarda kurumla ilgili olarak olumlu bir görüú oluútu÷unda,
bu durum onların yakın çevrelerini dolayısıyla da kurumun dıú çevresindeki
kitleyi etkileyecektir. (Okay, 1999: 177)
4. Kurum øçi øletiúim
Kurum içi iletiúim, kiúi ve grupların ötesinde, kurumun isleyiúi ve
amaçların gerçekleútirilmesi ile de yakından ilgilidir, kurumun isleyiúini ve
amaçlarını gerçekleútirmek için kurumu oluúturan çeúitli bölümler arasında ve
kurum ile çevresi arasında devamlı bir bilgi ve düúünce alıúveriúi sa÷layan
toplumsal bir süreçtir (Güney, 2001: 199-200)
Günümüzde artık, örgütler insan odaklı bir yönetim anlayıúını
benimsemiú ve bu da beraberinde iletiúim olgusunun öne çıkmasına neden
olmuútur. Örgüt ve birey üzerinde önemli etkileri olan iletiúim, yöneticilerin
baúarısı ve örgütün etkinli÷inde de büyük rol oynayan bir süreçtir ve bu sürecin
etkin bir úekilde yönetilmesi gerekmektedir.
ønsan iliúkileri kuramcıları için kurumsal iletiúim, iúgörenlere yalnızca
yukarıdan aúa÷ıya, ise iliúkin bilgi ve emir verme iúleviyle sınırlı de÷ildir. Di÷er
bir deyiúle iletiúim yalnızca karúılıklı bilgi alıúveriúini sa÷layan bir araç
olmayıp, iúgörenlerin is doyumunu ve moralini de önemli ölçüde etkileyen ve
verimlili÷i artıran bir öneme sahiptir.(Gürgen, 1997: 48)
Kurum üyelerinin hizmet verdikleri kuruluútan maddi beklentileri kadar
manevi (saygınlık, statü kazanma, saygı görmek gibi sosyal; is doyumu elde
etmek, takdir edilmek gibi psikolojik) beklentileri de vardır. Ço÷unlukla
iúgörenlerle kurum arasında maddi beklentilerle ilgili yazılı bir anlaúma söz
konusu olup, manevi beklentiler bunun dıúında kalır, oysa iúgörenlerin kuruma
ba÷lılıklarını, dolayısıyla iú verimini maddi faktörler kadar manevi unsurlar da
etkiler. (Pelteko÷lu, 2001: 336)
Bütün örgütsel çevrelerde iki temel iletiúim a÷ı vardır. Bunlar biçimsel ve
biçimsel olmayan iletiúim a÷larıdır (Richmond vd., 2005: 27). Biçimsel ve
biçimsel olmayan iletiúim kanalları kurumdan kuruma farklılık gösterir (Ewald
252
ve Burnett, 1997: 41). Bir kurumun iç ve dıú iletiúim a÷ları ba÷lamında biçimsel
(resmi) ve biçimsel olmayan (gayr-ı resmi) iletiúim kanalları mesajın nereden
gönderildi÷ine göre tanımlanır. Biçimsel kanallar; mektuplar, raporlar, kısa
notlar, öneriler, konuúmalar ve sözlü sunumları kapsar. Biçimsel olmayan
iletiúim kanalları ise ofis dedikodusu, bireysel temaslar, arkadaúlıklar gibi
kanalları içerir. (Erdo÷an, 2005: 269)
Biçimsel kanaldaki iletiúimin yönü iletiúim akıúı olarak bilinir (Boone vd,
1997: 20). øletiúim kurumda üç yönde akar: dikey, yatay ve çapraz (Kutaniú,
2003: 134). Dikey iletiúim kurumdaki farklı hiyerarúik düzeydeki çalıúanlar
arasında gerçekleúen iletiúimi içerir (Kreps, 1989: 203; Richmond vd, 2005:
28). Dikey iletiúim, yöneticiler ve çalıúanlar arasında aúa÷ı ve yukarı do÷ru
iletiúime odaklanır (Richmond vd., 2005: 28; Lahif ve Penrose 1997: 26). Yatay
iletiúim ise kurumda aynı düzeydeki çalıúanlar arasında gerçekleúen iletiúimdir.
Bir kurumda eúit düzeyde ya da çok yakın düzeylerde çalıúanlar arasındaki
iletiúime odaklanır. Kurumun tamamına yayılan bir iletiúimdir (Richmond vd.,
2005: 28; Lahif ve Penrose 1997: 26). Çapraz iletiúim ise farklı çalıúma
birimlerindeki birbirinin astı ya da üstü olmayan çalıúanlar arasındaki bilgi
alıúveriúidir (Ober, 2001: 13).
5. Kurum øçi øletiúimin øúlevleri
øletiúim kurumlarda pek çok iúlevleri yerine getirir. Örgütsel ba÷lamda
iletiúim altı iúlevi yerine getirir. Bu iúlevler; bilgi verme, düzenleme,
bütünleú(tir)me, yönetim, ikna etme ve sosyalleútirmedir (Richmond vd., 2005:
25) :
ƒ øletiúimin bilgi verme iúlevi: Bu iúlev, kiúiye dönük, yansız ve
açıklayıcıdır. Çalıúanların islerini etkili bir úekilde yapabilmeleri için
onların ihtiyaç duydukları bilgiyi sa÷lama iúlevini yerine getirir.
ønsanlar isleriyle ilgili süreç ya da politika de÷iúikliklerinden haberdar
edilmek ihtiyacı duyarlar. Bazen bu iúlev yüksek çalıúma düzeyindeki
insanlar tarafından düúük çalıúma düzeyindeki insanlara ya da tersi
biçiminde mesaj gönderimi seklinde gerçekleútirilir. Di÷er zamanlarda
ise, insanların bilgi ihtiyacı onları bilgi ihtiyacı duyan ve onu
gidermek isteyen di÷er insanlarla temasta bulunmaya zorlar.
ƒ øletiúimin düzenleme iúlevi: Bu iúlev, iletiúimin kurumda düzenleyici
politikaları yönetmesi ya da mesajların kurumun devamlılı÷ını
sa÷lamasıdır. Örne÷in bir çalıúan bazı kural ya da düzenlemeleri ihlal
etti÷i ve bunu tekrar yapmaması yönünde yönetici tarafından
bilgilendirilebilir. øletiúimin düzenleyici iúlevi genellikle pek hös
de÷ildir ancak kurumun düzenleyici operasyonları için gereklidir.
ƒ øletiúimin bütünleútirici iúlevi: Ortak bir hedefe do÷ru görevlerin es
güdümüne, is bölümüne, grup es güdümüne ya da is birimlerinin
birleútirilmesine odaklanır. Di÷er bir deyiúle iletiúim insanları birlikte
çalıúmaya yönlendirir ve görevlerin es güdümünü sa÷lar böylece "sol
el sa÷ elin ne yaptı÷ını bilir". Bu iúlev insanları birlikte çalıútıran ve
253
islerin daha sorunsuzca yürümesini sa÷layan bir yaklaúımdır. Örne÷in
danıúmanlar çalıúanların birbirlerinin islerinin aynını yaptıklarını
göreceklerdir. Oysa ki daha fazla birleútirici iletiúim olsaydı biri bir isi
yaparken di÷eri de onunla ilgili di÷er bir isi yapacaktı.
ƒ øletiúimin yönetim iúlevi: Üç amacı yerine getirmeye çalıúır. øletiúim;
(a) personelin neye ihtiyaç duydu÷una, (b) onları daha iyi duruma
getirecek bilgiyi ö÷renmeye ve (c) personelle iliúkiler geliútirmeye
odaklanır. E÷er birisi bireyler arası iliúki hedefini ve anlaúılmıú hedefi
bilirse o, çalıúanları nasıl yönetece÷ine iliúkin daha iyi bir sansa sahip
olabilir.
ƒ øletiúimin ikna edici iúlevi: Yönetim iúlevinin bir sonucudur. Burada
yönetici çalıúana özel bir úey yaptırmak için onu etkileme çabası
içerisindedir. Aslında bir emir aynı iúlevi yerine getirebilir, bu
yaklaúım üstler ve astlar arasında daha iyi iliúkiler kurar.
ƒ Sosyalleútirme iúlevi: Di÷er iúlevler açıkça görünmesine ve nadiren
yöneticiler ve çalıúanlar tarafından ihmal edilse de sosyalleútirme
iúlevi sıkça görmezden gelinir. Bu belki de iletiúimin en önemli
iúlevidir. Bir kurumda iletiúimin sosyalleútirme iúlevi birisinin o
kurumda iyi bir úekilde yaúayıp yaúamadı÷ına bakılarak anlaúılabilir.
Sosyalleútirme herkesle arkadaú olma anlamını taúımaz. Bu iúlev
kurumda iletiúim a÷larıyla bütünleúme anlamına gelir. Bu iúlev kimin
kimle ne konuúması gerekti÷ini ayrıca ne konuúmaması gerekti÷ini de
belirtir. Belirli özel úartlarda ne söylenmesi ve ne söylenmemesi
gerekti÷ini de ortaya koyar. Bir çalıúanın di÷er çalıúanlara nasıl hitap
etmesi (bayan, doktor) gerekti÷ini belirtir. Kurumun resmi olmayan
kurallarını belirtir.
254
KURUM øÇø øLETøùøM DÜZEYøNøN
BELøRLENMESøNE YÖNELøK BøR ALAN ARAùTIRMASI
(KONYA MALø MÜùAVøRLøK BÜROLARI ÖRNEöø)
SORU 4
Tablo 1: øúyeri içindeki bütün kiúiler ve bölümlerin birbirleriyle
koordineli ve iúbirli÷i içinde çalıúması.
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
0
0
Katılmıyorum
Kararsızım
0
4
0
12,1
Kesinlikle Katılıyorum
14
42,4
Katılıyorum
15
45,5
Toplam
33
100,0
Tablo 1’e göre “øúyeri içindeki bütün kiúiler ve bölümler birbirleriyle
koordineli ve iúbirli÷i içinde çalıúmaktadır.” úeklindeki yargı cümlesine ankete
katılanların %42,4’i “Kesinlikle katılıyorum”, %45,5’i “Katılıyorum”, úeklinde
cevap vererek, önemli bir kısmı iúyerinde koordineli bir çalıúmanın yapıldı÷ını
ifade etmektedirler. Bu sonuç araútırmamızın yapıldı÷ı iúyerlerinde kurum içi
iletiúimin iyi iúledi÷inin bir göstergesi olarak anlaúılabilir.
SORU 30
Tablo 2: øúyerinin vizyonu, misyonu ve hedeflerinin çalıúanlara
aktarılması.
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
2
6,1
Katılmıyorum
Kararsızım
1
6
3,0
18,2
Kesinlikle Katılıyorum
7
21,2
Katılıyorum
17
51,5
Toplam
33
100,0
Tablo 2’e göre, “øúyerimizin vizyonu, misyonu ve hedefleri bize
anlatılmaktadır” úeklindeki yargı cümlesine ankete katılanların %21,2’si
“Kesinlikle katılıyorum”, %51,5’i “Katılıyorum”, %18,2 “Kararsızım” úeklinde
255
cevap vermek suretiyle önemli bir kısmı iúyerinin vizyon ve misyonunun
kendilerine anlatıldı÷ını ifade etmektedirler. Misyon ve vizyonun çalıúanlar
tarafından bilinmesi kurum içi iletiúimin etkin bir úekilde yürütülmesinin bir
sonucu olarak anlaúılabilir.
SORU 33
Tablo 3: øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúmesinin, karar
alma sürecinin hızına etkisi.
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
2
6,1
Katılmıyorum
2
6,1
Kararsızım
1
3,0
Kesinlikle Katılıyorum
14
42,4
Katılıyorum
Toplam
14
33
42,4
100,0
Tablo 3’e göre, “øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúti÷i için
çalıúmalarla ilgili karar alma süreci hızlıdır.” øfadesine ankete katılanların
toplamda %84,8 oranında “Kesinlikle katılıyorum”, “Katılıyorum” úeklinde
cevap vererek øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúmesinden dolayı,
karar alma sürecinin hızlı iúledi÷ini ifade etmektedirler. Bir kurumda kararların
yerinde ve hızlı bir úekilde alınabilmesi, kurum içi iletiúimin etkin ve
zamanında yapılabilmesine ba÷lıdır.
SORU 38
Tablo 4: øúyeri içerisinde günlük kısa bilgi akıúını sa÷layan toplantıların
düzenli olarak yapılması
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
3
9,1
Katılmıyorum
4
12,1
Kararsızım
12
36,4
Kesinlikle Katılıyorum
Katılıyorum
3
11
9,1
33,3
Toplam
33
100,0
Tablo 4’e göre, “øúyeri içerisinde günlük kısa bilgi akıúını sa÷layan
toplantılar düzenli olarak yapılır.” ùeklindeki yargı cümlesine ankete
256
katılanların toplam olarak %21,2’i “Kesinlikle Katılmıyorum” ve
“Katılmıyorum” demekte %42,4’ü ise “Kesinlikle katılıyorum” ve
“Katılıyorum” demektedir. Bu oranlara göre yeminli mali müúavirlik
bürolarında “toplantı” çok sık baúvurulan bir kurum içi iletiúim yöntemi
olmadı÷ı sonucuna ulaúılabilir.
SORU 39
Tablo 5: øúyerinde sözel iletiúim
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
2
6,1
Katılmıyorum
1
3,0
Kararsızım
0
0
Kesinlikle Katılıyorum
12
36,4
Katılıyorum
Toplam
18
33
54,5
100,0
Tablo 5’e göre, “øúyerinde iletiúim genellikle yüz yüze görüúmelerle sözel
olarak yapılır.” Yargı cümlesine ankete katılanların toplam olarak
90,9’u“Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” úeklinde cevaplamıúlardır.
Sözel iletiúimin bu derece yo÷un olması, yeminli mali müúavir bürolarında
kurum içi formel ve informel iletiúimin çok önemli bir oranda yüz yüze
görüúmelerle sözel olarak gerçekleútirildi÷ini göstermektedir. Sözel iletiúim
bürolarda, en basit hızlı ve geri bildirim alması en kolay iletiúim yöntemidir.
SORU 40
Tablo 6: øúyeri içerisinde iletiúim aracı olarak biliúim sistemleri düzenli
olarak kullanımı
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
1
3,0
Katılmıyorum
5
15,2
Kararsızım
2
6,1
Kesinlikle Katılıyorum
Katılıyorum
15
10
45,5
30,3
Toplam
33
100,0
257
Tablo 6’ya göre, øúyeri içerisinde iletiúim aracı olarak biliúim sistemleri
(internet, ıntranet, mail) düzenli olarak kullanılır. øfadesine ankete katılanların
toplam olarak, %84,9’u “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir.
Bu sonuca göre yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi iletiúim aracı
olarak biliúim sistemlerinin (internet, ıntranet, mail) oldukça yo÷un olarak
kullanıldı÷ı sonucuna ulaúılabilir. Bu durum da yeminli mali müúavir
bürolarında teknolojik geliúmeye ayak uyduruldu÷unun bir göstergesi olarak
algılanabilir.
SORU 41
Tablo 7: Personelin görevleriyle ilgili konularda yöneticileriyle
görüúebilmesi.
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
1
3,0
Katılmıyorum
1
3,0
Kararsızım
3
9,1
Kesinlikle Katılıyorum
Katılıyorum
12
16
36,4
48,5
Toplam
33
100,0
Tablo 7’e göre, “Personel görevleriyle ilgili konularda yöneticileriyle
kolaylıkla görüúebilir.” øfadesine ankete katılanların toplam olarak % 84,9’u
“Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir. Bu oran yeminli mali
müúavir bürolarında çalıúanların görevleriyle ilgili konularda yöneticilerle
kolayca görüúebildiklerini göstermektedir. Oranın yüksekli÷i kurum içi
iletiúimde aúa÷ı ve yukarı do÷ru iletiúim kanallarının etkin bir úekilde
iúledi÷inin bir göstergesi sayılabilir.
SORU 45
Tablo 8: øúyerindeki hiyerarúik yapı
Frekans
%
Kesinlikle Katılmıyorum
Katılmıyorum
4
1
12,1
3,0
Kararsızım
3
9,1
Kesinlikle Katılıyorum
13
39,4
Katılıyorum
Toplam
12
33
36,4
100,0
258
Tablo 8’e göre, “øúyerinde kim kimden emir alabilir, kim kime emir
verebilir (hiyerarúik yapı) açıkça bellidir.” Yargı cümlesine ankete katılanların
%75,8’i “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” úeklinde cevap vermiútir.
Bu yüksek oranlı cevaptan, yeminli mali müúavir bürolarında hiyerarúik yapının
dolayısıyla da kurum içi formel iletiúim kanallarının iúin gereklerine uygun
olarak oluútu÷u görülmüútür.
6. Sonuç:
øúyeri içindeki bütün kiúiler ve bölümlerin birbirleriyle koordineli ve
iúbirli÷i içinde çalıúması konusunda ankete katılanların toplam olarak %87,9’u
koordineli ve iúbirli÷i içinde çalıútıkları yönünde olumlu olarak cevap
vermiúlerdir. Bir örgütte koordinasyonun sa÷lanmıú olması o örgütte kurum içi
iletiúim mekanizmalarının oluútu÷unun ve iúledi÷inin bir göstergesi olarak
kabul edilebilir.
øúyerinin vizyonu, misyonu ve hedeflerinin çalıúanlara aktarılması
konusunda ankete katılanların %72,7’si olumlu sayılabilecek yönde cevap
vermiúlerdir., “Kararsızım” diyenler %18,2, katılmayanlar toplam olarak %9,2
gibi düúük oranlarda ortaya çıkmıútır. øúyerinin vizyon ve misyonunun
iúgörenlere aktarılmıú olması kurum içi iletiúimin iyi iúledi÷inin daha önemlisi
etkin ve verimli olarak gerçekleútirildi÷inin bir delili olarak kabul edilebilir.
øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúmesinin, karar alma
sürecinin hızına etkisi konusunda ise ankete katılanların toplamda %84,8
oranında olumlu yönde karúılık vermiúlerdir. Bir kurumda kararların yerinde ve
hızlı bir úekilde alınabilmesi, kurum içi iletiúimin etkin ve zamanında
yapılabilmesine ba÷lıdır. Yüksek oranda alınan bu olumlu cevap çalıúanların
iletiúim zamanında gerçekleúmesiyle karar alma sürecinin hızı arasındaki
iliúkiyi kavramıú olmalarını göstermesi açısından da dikkat çekicidir.
Kurum içi iletiúimin kurum içinde günlük kısa bilgi akıúını sa÷layan
toplantılar úeklinde yapıldı÷ını söyleyen %42,4’lük cevaba karúılık %21,2’lik
bir oranda toplantı yapılmadı÷ı yönünde cevap alınmıútır. Bu cevaplardan bir
büro içerisinde icra edilen yeminli mali müúavirlik bürolarında iúin do÷ası
gere÷i “toplantı”nın çok sık baúvurulan bir kurum içi iletiúim yöntemi olmadı÷ı
sonucuna ulaúılabilir. Çünkü tablo 5’tende anlaúılabilece÷i gibi, personel zaten
ço÷unlukla yüz yüze iliúki ve iletiúim içindedir.
Ankete katılanların toplam olarak 90,9’u iúyerinde iletiúimin sözel orak
yapıldı÷ını ifade etmiúlerdir. Yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi
iletiúimde, sözel iletiúim yönteminin, yüksek oranda kullanılmasının sebebi
di÷er sorulara verilen cevaplardan da anlaúılabilece÷i gibi iúin bir büroda
gerçekleútirilmesinden kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak di÷er faktörler, sözel
iletiúimin di÷er iletiúim türlerine göre taúıdı÷ı kolaylık ve hızlılık gibi
üstünlüklerdir.
øúyeri içerisinde iletiúim aracı olarak biliúim sistemleri (internet, ıntranet,
mail, vb.) düzenli olarak kullanıldı÷ına ankete katılanların toplam olarak,
259
%84,9’u katılmaktadırlar. Yeminli mali müúavir bürolarında bilgi iúlem araçları
zaten iúin bir gere÷i olarak zorunlu olarak yo÷un bir úekilde kullanılmaktadır.
Bu teknolojik sistemler aynı zamanda kurum içi iletiúimin gerçekleútirilmesinde
aynı yo÷unlukla kullanılmaktadır.
Yeminli mali müúavir bürolarında çalıúanların, %84,9’luk gibi yüksek bir
kısmı yöneticilerin iletiúime açık olduklarını ifade etmiúlerdir. Yöneticilerle
rahat iletiúim kurabilmek çalıúanların verimlili÷ini, iú tatminini ve örgütsel
ba÷lılı÷ını olumlu yönde etkileyecektir.
øúyerindeki hiyerarúik yapının oluúum düzeyini ölçmeyi amaçlayan
soruya ankete katılanların %75,8’i hiyerarúik yapının varlı÷ı kabul eden
úeklinde cevap vermiútir. Hiyerarúik yapının iúin gereklerine göre oluútu÷u
iúyerlerinde aynı zamanda örgütsel statü ve roller buna ek olarak formel iletiúim
kanalları da belirlenmiú demektir. Böylece kurumda etkinlik ve verimlilik
sa÷lanmıú olur.
Bu sonuçlara ıúı÷ında, Konya’daki yeminli mali müúavir bürolarında
kurum içi iletiúim seviyesinin yeterli bir seviyede oldu÷unu ve yönetici ve
çalıúanların kurum içi iletiúimin gere÷ini ve önemini kavramıú olduklarını ifade
edebiliriz.
7. Kaynakça
Bovee, C. L., Thill, J. V. (2000). Business Communication Today, New Jersey:
Prentice Hall.
Gecikli, F.(2004) "Örgütsel øletiúimin Yöneticiler Açısından De÷erlendirilmesi
ve Örgütsel øletiúim Yönetimi”, østanbul Üniversitesi øletiúim Fakültesi
Dergisi, No: 20, Sayfa: 107-116, østanbul.
Gökçe, O. (2001). “Örgütte ønsan øliúkileri”, Davranıú Bilimleri. Editörler:
Gökçe O., N., Atabey, A. Konya.
Ertürk, Y.Dilek. (2007), “Etkin Örgütsel øletiúim øçin Örgütsel Davranıúın
Analizi”, (Editör:Yıldız Dilek Ertürk), Halkla iliúkiler Alanına Örgütsel
Davranıú Yansımaları, Nobel Yayın Da÷ıtım, Ankara.
Vural, Z. B. A. (2003). Kurum Kültürü ve Örgütsel øletiúim, østanbul: øletiúim
Yayınları.
Goldhaber, G. M. (1990). Organizational Communication. Dubuque, IA: Wm.
C. Brown.
Erdo÷an, ø. (2005). øletiúimi Anlamak, Geliútirilmiú 2. Baskı, Erk Yayınları,
Ankara.
Ewald, H. R., Burnett, R. E. (1997). Business Communication, New Jersey:
Prentice Hall.
Bovee, C. L., Thill, J. V. (2000). Business Communication Today, New Jersey:
Prentice Hall.
Okay, A. (1999). Kurum Kimli÷i. Ankara: Media Cat Yayınları.
Güney, (2001). “Bireylerarası øletiúim”, Yönetim ve Organizasyon, Editör:
Salih Güney, Ankara: Nobel Yayın Da÷ıtım.
Haluk Gürgen, Örgütlerde øletiúim Kalitesi, østanbul: Der Yayınları1997,
260
Filiz Balta Pelteko÷lu, Halkla øliúkiler Nedir, østanbul: Beta Basım Yayım
Da÷ıtım, Geniúletilmiú 2. baskı, 2001,
Richmond, V. P., McCroskey, J. C., McCroskey, L. L. (2005). Organizational
Communication For Survival, Pearson Education, Inc.
Kreps, G. L. (1989). Organizational Communication Theory and Practice.
Londra: Longman.
Lahiff, J. M., Penrose, J. M. (1997). Business Communication, New Jersey:
Prentice Hall.
Ober, S. (2001). Contemporary Business Communication, Houghton Mifflin
Company.
Uçar, M., (1996), "Türkiye'de Yeminli Mali Müúavirlik Mesle÷i", Yaklaúım
Dergisi. Yıl 4. Sayı 39. Mart s. 120.
Canikli, N., (1996), "Yeminli Mali Müúavirlik Müessesesi. Tam Tasdik
Uygulaması. 19 ve 20 Numaralı Tebli÷ler". Yaklaúım Dergisi. Yıl 4.
Sayı 39. Mart . s. 57.
Yazıcı, M., (1987), “Yeminli Mali Müúavirlik ve Muhasebecilik (Görüúler ve
de÷erlendirmeler)” Türkiye Ticaret Sanayi. Deniz Ticaret Odaları ve
Ticaret Borsaları Birli÷i. Yayın No: Genel 26 A.P.K. 7, Ankara, s. 1012
261
262
KÜÇÜK ASYA*
Fatih Mehmet Berk**
Anadolu yarımadası, Küçük Asya (Asia Minor) olarak bilinmesine
ra÷men, sahip oldu÷u co÷rafi ve iklimsel birliktelikten dolayı Roma
ømparatorlu÷u bünyesinde birçok devleti ve vilayeti bünyesinde barındırmıútır.
Bundan dolayı da ele alınırken, birçok kayna÷a sahip, köprü vazifesi gören,
önemli yolları bünyesinde barındıran, stratejik konumu olan bir ülke olarak
de÷erlendirmek daha do÷ru olacaktır. Küçük Asya, merkezi yükseklikte ve
içinden nehirlerin geçerek denize ulaútı÷ı ve geçerken de geçti÷i vadileri verimli
kıldı÷ı, kurak platosu olan bir yarımadadır. Özellikle batı sahilleri, ola÷anüstü
iklimi ve zengin topraklarıyla ilk ça÷lardan itibaren medeniyetin ve tarımsal
zenginli÷in beúi÷i olmuútur. Buna ilave olarak, yüzünü batı ülkelerine dönmüú
olan Ege adaları ile do÷u topraklarında yeúermiú, derin bir mazisi olan Babil ve
Pers gibi. medeniyetler arasında do÷al bir köprü vazifesi görür. Küçük Asya,
merkezi bir nokta olan Konstantinople’e alternatifli olarak kuzey ve güney
olmak üzere iki noktadan ulaúmayı sa÷layan yollara sahiptir. Bu gerçek,
arazilerin verimlili÷i ve mineral zenginli÷i ile de birleúince bu topraklara bu
ayrıcalı÷ı kazandırmıú ve daha sonraki yıllarda Roma ømparatorlu÷u’nun en
zengin bölgelerinden birisi olmuútur.
Küçük Asya’ın herhangi bir bölümünü Romalılar iúgal etmeden önce,
Romalı tüccarlar ve ticari gemiler Yunan ve Kyklad Ada’larında (Ege Adaları)
geniú bir faaliyet alanı bulmuú ve bu bölge, antik dünyanın en iúlek
limanlarından birisi olan Delos baúta olmak üzere tüccarlarla dolup taúmıútır.
Çılgın bir kralın, krallı÷ını Romalılara bırakması ve Küçük Asya eyaletinin
ortaya çıkmasıyla birlikte, tüccarlar, satıcılar ve ticaretle u÷raúan birçok sınıf
kendi iú alanlarına uygun olabilecek verimli arazi bulmak için Küçük Asya’ya
akın etmiúler ve aúamalı olarak kuzeye ve güneye yayılarak etkinliklerini
artırmıúlardır. Bazı tarihçiler, Roma’nın siyasetinin úekillenmesinde ticari
faktörlerin etkin oldu÷unu söylerler. øúadamlarının sayısının artmasıyla birlikte,
bunların güvenli÷ini sa÷lama gereksinimi do÷muú ve muhtemelen de bunların
úikâyetleri ve talepleri do÷rultusunda M.Ö. I. yüzyılın ilk çeyre÷inde Ege
Denizi’nde vuku bulan korsan olaylarını bastırmak için farklı çabalara
giriúilmiútir.
*
øngilizce’den çevirisini yaptı÷ımız Küçük Asya adlı bölüm, Cambridge University
Press tarafından 1924’te basılan, M. P. Charlesworth’ın “Trade-Routes and Commerce
of the Roman Empire” adlı eserin 77 ve 96 sayfaları arasındaki “Asia Minor” adlı
beúinci bölümdür.
**
Okt., Fatih Mehmet Berk, Selcuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
Ö÷retim Elemanı[email protected]
263
Yazılı kaynaklar, ticarette düzenli bir artıúın varlı÷ını teyit eder.
Kendini kurtarıcı olarak ilan eden, Pontus kralı Mithradates’in kendi eyaletinde
øtalyan vatandaúlarını katletme emri vermesiyle, bu rakam ürkütücü oranda
80.000’lere ulaúır. Buna ra÷men, Mithradates yenildi÷i zaman, karúı konulamaz
olan Pompeius’un orduları tarafından Mithradates’in bölgesinde yeni eyaletler
oluúturulmuú ve øtalyanlar yeniden akın etmeye baúlamıúlardır. O dönemin ileri
gelenlerinden birisinin ifadesine göre, bizim dönemizden önceki I. yüzyılda
refahın en zirve noktasına ulaútılar. Aslında Pompeius’un ordunun baúında
olması kesinlikle Roma’daki etkin olan zengin sınıfın desteklemesine
dayanıyordu ve Pompeius önceden oldu÷u gibi, úimdi de bu zengin sınıftan
gelecek olan yeni imkânlara güveniyordu. Bu imkânlar, sadece yeni kurulan
eyaletlerde de÷il, fakir yerli krallara ödünç para verilerek karlı bir iúin yapıldı÷ı
birçok vassal krallıklarda1da görülür. Fakat bu amaçla kurulan krallıklar,
amaçlarına uygun olarak çok az hizmet ederler. Sınırların güvenli÷i, entrika
úüphelerinden ve önemsiz çekiúmelerden geçilmedi÷i için imparatorlar, bu
krallıklardan tamamen kurtulmak amacıyla nüfuz alanları eyalet statülerine
devrederler. Bu, kraliyete verilen vergilerden kurtulma anlamına geldi÷i için,
eyaletlere büyük bir avantaj sa÷lar. Fakat bu krallıkların güvenli÷i, do÷u
sınırları ile Roma arası iletiúim ile sa÷landı÷ından dolayı yapılacak daha çok úey
vardır.
Anadolu yarımadası, Do÷u’da Asya kıtasından Armenia’nın yüksek ve
çetin arazileriyle ayrılır ve tepelik olan Kappadokia ve Kommagene
krallıklarını, Euphrates’in (Fırat) sularının uç kısmının kesiúti÷i Halys
(Kızılırmak) ve Lykos (Çürüksu) nehirlerinin kaynaklarını ba÷rında besler.
Güneye do÷ru gittikçe daha çok da÷lık olmasına karúın, Kilikia ve Suriye’nin
meúhur “Kapılarıyla” di÷er taraflara rahat bir úekilde geçilir. Tüm eriúim a÷ları,
açık bırakılan kuzey ve güney’in iki belirgin rotasını takip etmek zorundadır.
Kuzeyde Halys ve Sangarius (Sakarya) gibi iki büyük nehir verimli arazilerin
arasından akar ve ticari rotanın ana hatlarını çizer. Di÷er önemli nehirler ise
Ege’ye akan Hermus (Gediz), Kaikus (Bakırçay) ve Kayster (K.Menderes)’dir.
ønsanlar, bu nehirler aracılı÷ıyla Phrygia ve Galatia’dan sahil kesimine
inebilmektedirler. Tatta gölü(Tuz gölü) ve etrafındaki tuzlu ovalarıyla birlikte
so÷uk ve çıplak bir arazi yapısına sahip olan Lykaonia ve Sarus (Seyhan Nehri)
ve Kilikya nehirlerinin derin geçitlerinden geçip denize ulaútı÷ı, güneydeki
Taurus (Toros) Sırada÷ları, önemli ölçüde iletiúimi engellemektedir. Roma
1
Client Kingdom olarak ifade edilen bu kelime bir devletin baúka bir devlete askeri
iúgal, ekonomik ba÷ımlılık ya da resmi antlaúmalar yoluyla ba÷ımlı hale gelmesidir.
(ç.n.)
264
döneminde Asya,2 sadece bu÷day ve meyve gibi ürünlerinin tarımsal zenginli÷i
ile de÷il, aynı zamanda koyun ve sı÷ırları, orman ürünleri ve maden kaynakları
ile de tanınıyordu. Tüm bu kaynaklar, geçmiú zamanlarda daha da çoktu.
Anadolu’yu çok iyi bilen co÷rafyacı Strabon’a göre, önceki zamanlarda
geliúmiú olup, son zamanlarda geçmiúteki süksesini kaybeden, terk edilmiú
madenleri ve iúyerleri olan pek çok úehir vardı. Anadolu, tek bir ülke hâkimiyeti
bünyesinde kendi kendine yetebilen bir ülkedir ve erken dönem kaynaklardan
ö÷rendi÷imize göre imparatorlu÷un merkezi Halys’in kuzeyinde Pteria3 úehri
civarında yo÷unlaúmıútır. Bu hesaba göre, Melitene’ den (Malatya) kuzeye
Mazaka’ ya (Kayseri) do÷ru hareket eden ve Halys vadisine do÷ru yönelen ve
Pteria’ya ulaúan kuzey yolu daha sık kullanılmıútır. Bu yol, buradan
güneybatıya yönelir ve Sangarious vadisi boyunca dönerek da÷lar üzerinden
Hermus vadisine ve ilerleyen yıllarda Lydia krallı÷ının merkezi olacak olan
Sardis’e ulaúır. Fakat Lydia’nın yıkılmasıyla birlikte Miletus ve Ephesus
úehirleri daha da bir önem kazanır ve yol Maeander vadisi üzerinden Laodikea
4
ve Apamea (Dinar), Synnada (ùuhut) ve Pessinus’u5 geçip Ankyra’ya ve
Melitene’ye ulaúır. Herodotos’un “Kral Yolu” diye tanımladı÷ı yol, bu yoldur.
Bu ana artere ilaveten, Bosphorus’ tan (østanbul Bo÷azı) karúı tarafa yapılan
ticaret, tüm zamanlarda önemini korudu÷u için Ankyra’dan çıkan ve Sangarius
üzerinden Bosphorus’a ulaúan yol, her zaman önemini muhafaza etmiútir. Bir
di÷er çok eski ve sık kullanılan ara yol ise kuzey sahilinden baúlar, Sinope ve
Amaseia (Amasya) üzerinden Mazaka’ya ve daha sonra ise Tyana (Kemerhisar)
ve Kilikya Kapıları’ndan Tarsus’a ulaúır. Anadolu’nun bu bölümünde pek çok
dini merkez vardır ve bu yerler birçok kez yıllık toplantılara ve fuarlara ev
sahipli÷i yapmıú, do÷al ticaret merkezleridir. Büyük øskender’in Anadolu’yu
fethi ve Helenistik krallıkların ço÷almasıyla birlikte yeni bir rota oluúmuútur;
kuzey yolu önemini kaybetmiú ve Küçük Asya’nın güney bölümü Seleucid
ømparatorlu÷u’nun bir parçası haline gelmiú ve bundan dolayı Apamea’daki
eski yoldan baúlayan Antiokheia6 ve Laodikeia Katakekaumene (Ladik) gibi
Seleucid kentleri geçip Ikonium’a(Konya) ulaúan ve daha sonra eski kuzey
yolunun Kilikya Kapılarıyla kesiúip, Tarsus’a ulaútı÷ı yer olan Tyana’ya do÷ru
kum çölüne yönelen ve Suriye’deki Antiokheia ve Euphrates’e kadar ulaúan bir
yol oluúmuútur. Oluúan bu yol, tüm yollar içinde en önemli yol olma özelli÷ini
kazanmıútır.
2
Metinde birçok yerde geçen Asia kelimesi, Asia Minor’ın kısaltılmıú úekli olup, Küçük
Asya olarak tanımladı÷ımız Anadolu’yu ifade eder.(ç.n.)
3
Yozgat’ın Sorgun ilçesi yakınlarında ùahmuratlı Köyü’nde ki antik kent.(ç.n.)
4
Lykos ırma÷ının güneyinde, Denizli øli'nin 6 km. kuzeyinde yer alan antik kent.(ç.n.)
5
Ana tanrıça Kybele'ye ithafen Sivrihisar ølçesi'nin Ballıhisar Köyü'nde kurulmuú antik
bir kent.(ç.n.)
6
Yalvaç, Büyük øskender’in Komutanlarından Seleukos tarafından kurulan bir Pisidia
kenti. (ç.n.)
265
Romalıların Asya’yı kontrol altına almaya baúlayıp, yavaú yavaú yeni
eyaletler eklemeye baúlaması, var olan yollara yo÷un bir trafi÷in de
eklenmesiyle birlikte, Romalılar do÷u ve batı arasında gidip gelmeye baúladılar.
Prokonsül Manlius Aquillius, Ephesus’tan baúlayıp Tralles(Aydın) üzerinden
Laodikea ve Apamea’ya ulaúan Kral Yolu’nu geliútirir ve tamir ettirir. Ayrıca
Antonius, Servilius Isaurikus ve Sulla gibi komutanların Kilikya’daki baúarısız
seferlerine neden olan korsan ve hırsızlara karúı önlemler alınır. Pompeius,
Pontus Kralı Mithridates'i Pontus’un kuzeybatı bölgesinde kovalarken
Kafkaslar’a sızar ve Hindistan’dan Oxus7 vadisine do÷ru akan ticareti ö÷rendi÷i
Hazar Denizi’ni keúfeder. Armenia’ın yüksek bölgelerinden baúlayan, Lykus
vadisi ve Halys vadisi boyunca uzanan ve Komana’daki büyük dini merkeze
kadar ulaúan eski bir yol vardır. Burada, Mithradates, Pontus’dan baúlayıp
Amaseia’ya kadar uzanan ticaret yolunu korumak için, kurmuú oldu÷u
kurumların beú tanesini buraya inúa etti. Güneyde, Cicero’nun eyaletini ziyaret
etmek için kullandı÷ı Helenistik bir yol vardır; bu yol Tralles ve Laodikea
boyunca uzanır, Apamea ve Philomelium’u (Akúehir) geçerek ordusunun kamp
yaptı÷ı Ikonium’a (Konya) varır. Daha sonra ise Laranda (Karaman) ve
Kybistra (Konya-Ere÷li) üzerinden, meúhur kapılardan geçerek Tarsus’a varır.
Cicero’nun hedeflerinden birisi de Pindenissus’un8 çete liderlerini ele geçirmek
ve tepelik olan bu iç bölgede giderek daha da kötüleúen ve birbirini takip eden
iç savaú sorunlarını çözmekti. Antony (Marcus Antonius), Amyntas adında
Galatia’lı bir hükümdara ülkeyi sükûnete erdirmesi konusunda yetki vermesine
ra÷men, ülkeyi barıú ve refaha erdirmek Augustus’a nasip oldu. Pisidia ve
Isauria’nın birçok yerine Galatia ve güney kesimi korumak amacıyla koloni ve
garnizonlar oluúturuldu ve bu yerleúim yerlerinin birbirleriyle ve denizle
iletiúimini sa÷lamak amacıyla askeri yol a÷ları kuruldu. Strabon, Selge
civarında inúa edilen köprülerden bahseder ve muhtemelen de St. Paul, bu
yollardan seyahat etmiú olmalıdır; Ikonium, Lystra ve Laranda ile birleúir ve
Augustus’un mil taúlarının da úahit olarak karúımıza çıktı÷ı bu yollarda,
Side’nin deniz limanları ve Apamea, Selge9 ve Kremna 10 ile birleúir. O andan
itibaren, ülke iyi yönetildi÷i için Likyalılar’ın veya Homonadalıların11 ve
Kliataelilerin nadir isyanları, geçici rahatsızlıktan öteye gitmeyen sorunlar
oldular. Yol sorununda gözlemledi÷imiz durum ise, askeri birliklerin, Kuzey
Suriye’den hareket etmesinin kolay olması ve Ephesus’tan hareket eden
birisinin Orontes (Asi) nehri üzerindeki Seleukia’ya Kıbrıs üzerinden daha hızlı
gitmesiydi. Nasıl ki bu olay, kara yolunun önemini azalttıysa, sınırların vassal
hükümdarlar (Client Princes) tarafından yönetilen tampon devletler ile
7
Ceyhun veya Amuderya nehri olarak ta bilinen Orta Asya’nın en uzun nehri. (ç.n.)
Cicero’nun Kilikia valili÷i sırasında fethetti÷i özgür Kilikia’lıların bir kenti
9
Antalya’nın do÷usunda antik bir Pisidia kentidir. (ç.n.)
10
Burdur'a 45 km. uzaklıkta bulunan Bucak ilçesinin 25 km. do÷usundaki Çamlık
Köyü'ndeki antik kent. (ç.n.)
11
Pisidia ile Isauria arasında, Seydiúehir yöresinde bir ilk ça÷ kenti. (ç.n.)
8
266
korunmaya devam edilmesi, bu devletlerin muteberli÷ini aynı oranda
azaltmıútır. Fakat yerel hükümdarlarla yaúanan ve birkaç yıl süren sorunlar,
Parthia’nın büyüyen gücü, Kafkasya bölgesinden gelen ticaretin artan hacmi,
düzenli bir úekilde korunması gereken sınır ihtiyacını ortaya çıkardı. Bundan
dolayı da Flavian Hanedanına mensup Roma ømparatorları, Euphrates’e kadar
olan tüm geçitleri Roma garnizonları ile denetlemek için krallıklarını eyaletlere
dönüútürmeye karar verdiler. Pontus ve Lesser Armenia (Küçük Ermenistan)
direkt olarak Roma hâkimiyeti altına girdiler ve Kilikia’nın iç bölgeleri eyaletin
geri kalan bölgeleriyle ve Kappadokia ile birleútiler; Satala12 ve Melitene’de
güçlü bir garnizon kuruldu ve bu kurulan iki garnizon Vespasian tarafından
yaptırılan bir yolla birbirine ba÷landı. Samosata (Adıyaman-Samsat) ve
Zeugma’daki geçitlere hâkim olmakla birlikte ve bu üst bölgenin kontrolünü ele
geçirmek, tüm Euphrates’in Roma hâkimiyeti altına girmesi demekti. Kuzey
yollarının tüm düzeni ilk kez Flavian Hanedanlı÷ı zamanında oldu: Domitian’ın
Asya’nın tüm yollarını tamir edip düzenlemesine ra÷men, Vespasian adı bu
bölgede daha çok geçer; Domitian’a ait bir yazıt, O’nun Galatia, Kappadokia,
Pontus, Pisidia, Paphlagonia, Lykaonia ve Armenia Minor’ın tüm yollarını
yeniden düzenledi÷ini kanıtlar. Nerva ve daha sonra gelen komutanlar süregelen
iúlere devam ettiler ve Pannonia13 temel askeri merkez oldu÷u için özellikle de
Kuzey Yoluna daha fazla önem verdiler ve bu úekilde do÷u sınırlarına en kısa
yoldan takviye gönderme úansına sahip oldular. Nerva, iki güzide úehir olan
Tavium14 ve Amaseia (Amasya) arasında bir yol inúa etti ve Halys üzerindeki
bu tarihlerde yapılan bir köprü bu yolun önemini göstermektedir. Lykaonia’da
Derbe ve Lystra arasındaki yolun Titus tarafndan onarıldı÷ını görüyoruz.
Hadrianus’un da yolların bakımına önem verdi÷i yaptı÷ı hizmetlerden
anlaúılmaktadır; Apollonia ve Ikonium yakınlarında ve ayrıca Gangra (Çankırı),
Tavium15 ve Juliopolis’ten16 Ankyra’ya ulaúan yollarda Hadrianus dönemine ait
mil taúlarının izlerini görürüz. Bu úehirlerden Tavium ve Juliopolis kentleri,
Byzantium ve Pannonia’ya yönelen iki ana yolun çıktı÷ı noktadır. Bu yüzden
sınır güvenlili÷ine olan gereksinim, eski ihmal edilen kuzey yolunu tekrar
gündeme taúımıútır.
Artık, bu çok sık kullanılan yolların kabataslak bir planını ortaya
koyabiliriz; fakat unutulmamalıdır ki yolları eksiksiz anlatmak imkânsızdır ve
12
Gümüúhane'nin Kelkit ilçesine ba÷lı Sadak köyü sınırları içinde bulunan antik
kent.(ç.n)
13
Pannonia Kuzey ve Do÷usundan Tuna, Batısından Noricum ve daha yukarıda øtalya,
Güneyinden Dalmaçya ve daha aúa÷ıda Moesia eyaletleriyle çevrili olan Roma
ømparatorlu÷u eyaleti. (ç.n)
14
Yozgat'ın 30 km batısındaki Büyüknefes köyünde yeralan bir Galat kenti.(ç.n.)
15
Bir Galat kenti olan Tavium, Yozgat'ın 30 km batısındaki Büyüknefes köyünde yer
alır. (ç.n)
16
Juliopolis, eski Gordio Koume’ye verilen isimdir. Son Bizans devrinde ismi tekrar
de÷iútirilmiú ve Basileon olmuútur.(ç.n)
267
birçok küçük yol göz ardı edilmek zorunda kalınmıútır. Bizim asıl amacımız,
ticaret a÷ında yaygın olarak kullanılanları vurgulamaktır. Güneyden
baúladı÷ımız zaman, do÷u’ya hareket eden her úeyin Ephesus’tan baúladı÷ını
görürüz. Ephesus’un büyük limanı ve iskelesi sevkiyat için geniú bir alana
sahipti ve karayolu ile gelen ticari ürünler Ephesus’ta toplandı÷ı için Asya’nın
en büyük ve en zengin pazarıydı. Ephesus’tan baúlayan yol “zengin insanlarla
dolu olan” Tralles’i geçip, Maeander vadisinden halkına geçim kayna÷ı olan,
yumuúak boyalı yünü ile meúhur Laodikea’ya ve Asya’nın ikinci büyük pazarı
olan ve øtalya’dan ürünlerin geldi÷i Apamea’ya, oradan da bir Roma kolonisi
olan Pisidia’daki Antiocheia’ya geliyordu. Philomelium’dan güneye dönüp, iri
yünlü koyunları ve yaban eúekleri için güzel meralara sahip olan Lykaonia
ovalarında zikzak çizip Ikonium’a ulaúıp, Laranda ve Kilikya Kapıları
üzerinden Tarsus’u geçip, Suriye’deki Antiocheia’ya veya da÷ların karúı
tarafındaki Zeugma’daki Euphrates’e ulaúıyordu. Tüm bu ayrıntılardan
anlaúılıyor ki, tüm güney yolu ticaret için zengin kaynaklarla dolu úehirlerden
geçiyordu. Merkez yol olarak adlandırabilece÷imiz bir sonraki yol, Hermus
vadisine kadar uzanıp mükemmel ve zengin bir topra÷ı olan Sardis’i geçip, bir
tarım úehri olan Philadelphia (Alaúehir) üzerinden mermer madenleriyle meúhur
ve Roma’ya büyük oranda mermer ihraç eden Synnada’ya ulaúır. Yol buradan
tüm Galatia’nın en önemli ticari kenti olan Sangarius nehri üzerindeki
Pessinus’a do÷ru kuzeydo÷u’ya yönelir. Buradan geliúmekte olan iki úehir
Ankyra ve Tavium’a yönelir ve yolların ikiye bölündü÷ü úehirleúmiú olan bu
bölgenin kavúa÷ında bir kol güneye, Melitene’ye, di÷eri ise kuzeye, Armenia ve
Armenia’nın ilerisinden gelen ticaretin odak noktaları olan Nikapolis ve
Satala’ya yönelir. Son olarak Nikomedia’dan baúlayan ve hemen çatallaúan ve
aúa÷ı kolunun ticaretin yo÷un olarak yaúadı÷ı ve Plinius’un tüccarları
koruması için imparatordan burada bir bölük kurmasını talep etti÷i úehir olan
Juliopolis’i geçip, Ankyra’daki merkez yol ile buluúur. Di÷er üst kol ise,
Klaudiopolis ve Krateia’yı (Gerede) geçip Pontus’un önemli úehirlerinden olan
Amaseia’ya ulaúır ve böylece etrafındaki úehirlere göre bir üretim merkezi olan,
at ve kereste ticaretinin yo÷un olarak yaúandı÷ı bir úehir olan Sinope’ye
yakınlaúır. Sinope’deki ticaret, Nikopolis ve Satala üzerinden Armenia
ticaretinin yo÷un oldu÷u Komana’ya gelir. Bu yollar, ana do÷u ve batı yolları
olup, buna ilaveten bunlarla ba÷lantılı olan ara yollar da vardır. Örne÷in, Sinope
ve Tarsus arasındaki yol eski bir yoldur ve bu sıra dıúı haline Asya önemli
ölçüde daraldı÷ı zaman dönüúmüútür. Bu güzergâh üzerinde Ameseia ilk önemli
duraktı; buradan Tavium’a do÷ru uzanan bir sol kol ile dini bir merkez olan
Komana ve Megalopolis üzerinden geçen muhtemelen de daha eski olan bir sa÷
kol uzanır. Muhakkak ki di÷er önemli úehirler olan Ephesus, Sardis, Smyrna,
Thyateira (Akhisar) ve Pergamum arasında iletiúimi sa÷layan yollar vardı.
Pisidia’daki tüm Augustus kolonileri birbiriyle ba÷lantılıydı. Klaudius’un,
Ikonium ve çevre illere olan ilgisi bu bölgedeki iletiúimi daha da artırmıútır.
268
Tüm bu var olan karayollarına ilaveten, deniz yolunun kara yoluna göre
daha uygun ve ucuz oldu÷unu göz önüne almalıyız. Anadolu yarımadasında pek
çok ulaúıma elveriúli nehirler vardır ve sahilleri limanlarla donatılmıútır. Sadece
Yunan kolonileri ve kurumları yoktur, aynı zamanda úehirler Makedon,
Seleucid ømparatorlukları ve Pergamum Kralllı÷ı tarafından ya inúa edilmiú ya
da yeniden düzenlenmiútir. Örne÷in Pergamum Krallı÷ı, var olan ticari merkezi
yeniden düzenlemiútir. Sadece önemli olanları de÷erlendirdi÷imiz zaman kuzey
sahilinde Trapezus (Trabzon), Pharnakia (Giresun) ve Sinope limanları vardır.
Tüm bölgede kereste ticareti (ship- timber) yaygındır ve orman ürünleri, balık,
tahıl ve yün bol oranda ihraç edilmiútir. Batıya do÷ru karúımıza úimúir kerestesi
ile meúhur olan Amastris (Amasra)ve güzel bir limanı olan Herakleia
(Karadeniz Ere÷li) çıkar. Sangarius nehri ile Bithynia’ya kadar nehir üzerinden
ulaúım sa÷lanabilir. Batı sahilinde birçok liman ve geliúmiú úehir vardır: Parion
(Biga-Kemer köyü), Lampsakus (Lâpseki), Kyzicus17, Adramyttion (Edremit),
Pitane (Çandarlı-çift limanlı bir kent), Mitylene, Antissa (Midilli Adası’nda bir
kent), Myrina (Kalabaksaray), Elaia (Bergama-Zeytinda÷) ve di÷er üç büyük
úehir Khios (Sakız Adası), Ephesus ve Smyrna. Bunlardan Ephesus (Efes) ve
Smyrna (øzmir) Asya’nın en önemli úehirleridir ve Roma’nın imparatorluk
döneminde geniú refah seviyesine ulaúmıúlardır. Güney sahilinde Myra, Attaleia
(Antalya), Side, Kelenderis ve Tarsus gibi limanlar ve sayısız küçük kentler
vardır. Tüm bunlara ilaveten büyük ada úehri ve kalabalık nüfuslu Rhodes
(Rodos) adası ihtiúamını hiç kaybetmemiútir. Bu sahil kentleri arasında sürekli
bir trafik akıúı olmuútur. Küçük ticari gemiler, Kilikia bölgesinin Korykia18
safranını, Pamphylia bölgesinin reçineli sakızlarını, Ephesus’un istiridyelerini,
Miletus’un yünlerini, Byzantium’un tuna balı÷ını (tunny), Pontus’un kereste,
balmumu ve alüminyum sülfatını (alum), øtalya ve Ege adalarının úaraplarını
do÷u ve batı arasında taúıyıp durdular. Bahsedilen özellikleri, Strabon’un direk
geçiúi karúılaútırdı÷ı deniz yolculu÷unda uzaklıkları ölçerken ve ʌȜȠȣȢ ʌĮȡĮ
ȖȘν ve Byzantium’un güneyinden, Sestsos19 ve Abydos’u20 geçip, Karia
sahiline inen deniz yolculu÷undan bahsederken de anlıyoruz. Asya’nın güney
ve batı sahili Mısır’dan Roma’ya uzanan yol üzerindedir ve üstelik gemiler
meltem rüzgârının direkt yol alıúı engelledi÷i aylarda bu sahil boyunca yol
alırlar. Bu hat, Mısır ve Suriye’den baúlayıp Kilikia, Pamphylia ve Lykia
17
Kyzikos antik kenti, Balıkesir øli Erdek ølçesi sınırları içinde, antik dönemde
Arktonnessos (Ayı Adası) ya da Arkton Oros (Ayılar Da÷ı) olarak anılan Kapıda÷ı
Yarımadası’nın ana kara ile birleúti÷i kısta÷ın güney ucuna yakın kısımda, ErdekBandırma karayolu üzerinde, Erdek’ten 8 km. do÷uda yer almaktadır. .(ç.n.)
18
Silifke’ye 22 km uzaklıkta olan Cennet obru÷unu çevreleyen ilkça÷ ve erken ortaça÷
kenti.(ç.n.)
19
Eceabat'a 4 km uzaklıkta, Yalova köyündedir. Akbaú limanının güneyinde kurulan
antik bir kent(ç.n.)
20
Çanakkale Bo÷azı’nın Anadolu yakasında, Nara Burnu üzerinde önemli bir ilk ça÷
kenti.(ç.n)
269
sahilleri geçip ya Ege Adalar’ı üzerinden Philippi’ye ve böylece Egnetia Yol’u
(Via Egnetia) karadan kullanılarak geçilir ya da Krete ve Kythera üzerinden
Adriatik’e ulaúılır. St. Paul, Romalı bir komutanın gözetimi altında
Kaesarea’dan21 Ephesus’a do÷ru giderken kuzeye do÷ru gitmekte olan bir
Adramyttion gemisine binip Myra’ya u÷ramıú, oradan da bir Alexandria
teknesine geçip, Krete üzerinden øtalya’ya hareket etmiútir. Kral Herod,
Karadeniz’deki Romalı General Agrippa22 ile buluúmak için Palestine’den deniz
yoluyla hareket ederek Rodos, Kos ve Lesbos (Midilli Adası) adaları üzerinden
Mytilene ve Byzantium’a varmıútır. Bu ziyaretlerin tam tersi istikamette seyahat
edenlere dair de birçok örnekler vardır: Pompeius Pharsalia’dan baúlayan
seferinde Lesbos’a u÷ramıú ve daha sonra sahile paralel olarak devam eden
yolculu÷unda Ephesus ve Kolophon’u geçmiú Rodos üzerinden Pamphylia
sahilleri boyunca ilerleyerek küçük bir kent olan Kelenderis’e gelmiútir. Burada
bir savaú konseyine katıldıktan sonra tekrar denize açılmıú, Kıbrıs’ın do÷u
köúesini dolaútıktan sonra kestirmeden do÷rudan Mısır’a ulaúmıútır. Benzer
úekilde batıdan yola çıkan Antipater ve Piso, güney sahilleri boyunca yol
aldıktan sonra Suriye’deki Seleucia’ya varmadan önce Kelenderis’te mola
vermiúlerdir. Bu yolun kullanıldı÷ına dair en bariz kanıt Yeni Ahit’in “Elçilerin
iúleri” bölümünde geçer. Çünkü bu bölüm, ola÷an deniz yolculuklarından ve
sade vatandaúın ve tüccarların karúılaúabilece÷i durumlardan bahseder. Herod
ve imparatorlu÷a ait elçilerin, hem deniz sevkiyatı hem de bu bölgenin
ticaretiyle ilgili anlataca÷ı çok úey vardır. Çünkü her ikisi de onların gözetimi
altındadır. Sahilden batıya do÷ru akan bu deniz trafi÷inde, Kilikia’lı bir halk
olan Klitaelilerin isyanlarından en fazla etkilenenler, tüccarlar ve gemi sahipleri
olmuútur. Fakat bu zor co÷rafi bölgede tüm olanlara ra÷men, ticaret geliúmiútir.
Roma’dan gelen haberlerin eyaletlere iletilmesi ve buralarda
anlaúılmasında zaman çok önemli bir faktördür ve bundan dolayı da kesin bir
rakam vermek imkânsızdır. Cicero zamanında bir mektubun en hızlı ulaúma
süresi 47 gün olarak varsayılıyordu; Kybistra’da Cicero’ya bir mektup tam 50
günde ulaúmıútır. Fakat úartların geliúmesiyle birlikte ilerleyen yıllarda
ømparatorlukta bu zaman dilimi giderek azalmıú ve en az 1/5 oranına
düúmüútür. Bundan dolayı da Gaius Caesar’ın Limyra’daki23 ölüm haberi
Pisae’de 36 gün sonra duyulmuútur. Kıú mevsimi haberleúme alanında pek fazla
engel teúkil etmedi÷i için, Makedonya üzerinden geçen karayolu, özellikle de
imparatorlu÷a ait kurye ve postacılar tarafından sürekli kullanılmıútır. Bu
hizmetler için seçme askerler ve yaya haberciler görevlendirilmiútir. Bu
imkânlardan sıradan tüccarlar yararlanamamıútır ve sahilden yürüttükleri daha
yavaú olan güzergâhla yetinmek zorunda bırakılmıúlardır. Karadan yapılan
seyahatlerde Ephesus’ten Tralles’e yapılan seyahat 1 gün sürerken Laodikea’ya
21
øsrail’de antik bir liman kenti(ç.n.)
Agrippa Marcus Vipanius, Romalı general ve siyaset adamı (M.Ö.63–12). (ç.n.)
23
Finike'nin 9 km kuzey do÷usunda bulunan antik Likya úehirlerinden birisidir. (ç.n.)
22
270
yapılan seyahate 2 gün daha eklemek gerekiyordu. 4 ve ya 5 gün eklendi÷inde
Philomelium gözüktükten sonra 3 gün içinde de Ikonium’a ulaúılıyordu.
Ikonium’dan Mazaka ve Melite’ne üzerinden Euphrates’e ulaúmak için 18 gün
eklemek gerekiyordu. Bir kiúinin bahsedilen bu tüm yolculu÷u
tamamlayabilmesi için gerek at sırtında gerekse araba ile 30 güne ihtiyacı vardı.
Bu yolculuk, yaya olarak yapılırsa bu süre 35 gün sürüyordu. østisnai bir süratle
imparatorlu÷a ait hızlı kuryeler bu güzergâhı 21 günde tamamlayabiliyorlardı.
Zeugma’ya güney yolunu takip ederek yapılan yolculuk daha uzun sürüyordu.
Sagalassus’tan (Burdur-A÷lasun) Apamea’ya yapılan yolculu÷un tam bir gün
sürdü÷ünü biliyoruz. Strabon, Mazaka’dan Kilikia Kapı’larına kadar sürecek
olan süreyi 6 gün olarak tahmin eder. Fakat bunun ötesinde Sinope’den Phasis’e
olan deniz yolculu÷u 3 tam gün sürer ve bu konuda ki bilgi tam olarak de÷ildir.
Deniz yolculu÷unda geminin sınıfı ve birçok limana u÷rama gereklili÷i ve hava
úartları, süreyi uzatan nedenler arasındadır. Örne÷in, kuzeye do÷ru seyahat
ederken, Plinius’un da her zaman úikâyet etti÷i Troad rüzgârları gemileri uzunca
bir süre bekletmek zorunda bırakıyordu. Tüm bu olumsuzluklara ra÷men, ne
deniz yolculu÷unun yo÷un olmayıúından, ne gemi sayısının azlı÷ından ve ne de
yo÷un olmayan deniz trafi÷inden bahsedemeyiz. Phrygia’da Hierapolis’teki
mezar taúında yazan bir yazıta göre, bir tüccar Cape Malea’yı (Malea Burnu) 72
kez geçmiútir. Bu durum istisnai bir durum olmayıp, bunun gibi nice örnekler
vardır.
Eyaletlerin kaynaklarına döndü÷ümüz zaman iki baúlık altında
incelememiz gerekir; maden kaynakları ve tarım ürünleri. Antik ça÷larda
Asya’nın batı kesimi krallarına zenginlik sa÷lamakla meúhurdu. Paktolos
Çayı’nın kumlarının altınla dolu oldu÷u söyleniyordu ve Lydia kralının zengin
hazinesi deyim haline dönüúmüútü. Hemen hemen antik ça÷ dünyasının ihtiyaç
duydu÷u her tür maden Asya’nın birçok bölgesinde bulunuyordu. Bulunan bazı
maden damarlarının ve ocaklarının bugün tükenmiú oldu÷u bir gerçek olmasına
ra÷men hala devam eden birçok maden oca÷ı vardır. Vassal krallıklarda maden
oca÷ı iúletmecili÷i imparatorlara aitti. Strabon, Kral Archelaus’un maden
mühendislerinin onikse benzer bir taúı keúfettiklerini ve kontrolünün
imparatorlara ait oldu÷unu belirtir. Bu konuda elimizde yeterli bilgi olmamasına
ra÷men, imparatorlu÷un ikinci yüzyılına kadar, maden iúletmecili÷i
imparatorluk bünyesinde pek yaygın de÷ildi. Anakaraya yakın ve sürekli
iletiúim halinde oldukları ve bizim çalıúmamızın bir bölümünü de kapsadı÷ı için
Kıbrıs’tan baúlamak daha uygun olacaktır. Bakırın ilk olarak Kıbrıs’ta
bulundu÷u ve adını buradan aldı÷ı söylenir. Eski zamanlarda burada bakırla
ilgili yapılan çalıúmalara ve buradan pek çok bölgeye gönderildi÷ine dair yeterli
kanıt vardır. Amathus, Soli ve Kurion’da bakır madenleri vardır ve
Tamassos’taki ocak Strabon’a göre bitip tükenmez derecede zengindir. Bakırın
yanında belli oranda gümüú, kurúun ve üstübeç (beyaz kurúun-white lead)
Kıbrıs’ta bulunmuútur. Adadaki temel endüstri bakıra dayanmaktadır ve bu
endüstri de kereste endüstrisinden büyük ölçüde faydalanmaktadır. Kıbrıs’ta
271
yo÷un olarak iúleyen atölye örneklerine ve onların ürettikleri yan ürünlere dair
pek çok kaynak vardır. ùunu unutmamakta fayda vardır ki Kıbrıs, Akdeniz’de
bakır madeninin bulundu÷u en önemli yerlerden birisidir. Nasıl ki, Romalılar,
kalayın kayna÷ı olan hem Gallaecia hem de Cornwall’i kontrol altında tutup
tekel oluúturdularsa, Akdenizde’de Kıbrıs, tunç üretiminin yapıldı÷ı nadir
yerlerden birisi konumuna geçip, tekel oluúturmuútu. Bu maden ve kurúun her
ikisinin de bulunmadı÷ı bir yer olan Hindistan’a bolca gönderiliyordu ve bu
úekilde Roma do÷udan elde etti÷i de÷erli taúlar ve baharatları ödeyebiliyordu.
Aslında, böyle kar getiren bir yerde, Caesar’ın Herod’a Kıbrıs’taki maden
ocaklarının gelirinin yarısını vermesi, asil bir davranıú olarak addedilebilirdi.
Kıbrıs’ta bulunan di÷er de÷erli taúlar, kıymet arz edecek durumda de÷illerdi.
Anakaraya geçecek olursak bizim inceledi÷imiz Roma dönemine ait
bölgelerde altın madenine dair bir iz yoktur. Bölgedeki madenler oldukça çok
kullanılmıútır, öte taraftan Armenia’da Kaballa yakınlarında altın madeni ve
Kolchis’te Suani’de altın ve gümüú oldu÷una dair söylentiler, bu bölgeye olan
ilginin sadece sınır bölgesi oluúturmak olmadı÷ını, aynı zamanda yeni zenginlik
yaratacak madenler aramak ve Hazar’dan Hindistan’a uzanan meúhur yola
hâkim olmak oldu÷unu göstermektedir. Önceki zamanlarda Pharnakia civarında
gümüú madenleri var iken, Strabon döneminde bu kaynaklar tükenmiú sadece
demir kalmıútı ve bu yüzden tüccarların do÷al yönelimi de keúfedilmemiú, bakir
topraklar olan, yüksek arazi yapısına sahip kuzeydo÷uya do÷ru yönelmek
olmuútu. Bu olayları zihnimizde canlandırdı÷ımız zaman Nero’nun Kafkasya
seferini daha iyi anlayabiliriz. Mysia’da Kisthene civarında bakır madeni
bulunmuú fakat Strabo’nun ifadelerine göre kayda de÷er bir önem arz
etmemiútir. Demir, Kappadokia’da Kerasus nehri civarında hala tedarik
edilebilir durumdadır ve Pharnakia’nın yüksek yerlerinde, Andeira’da demir
kayna÷ı vardır. Demiri madenini bakırla kapalı eritme sonucu elde edilen
“oreichalcos” adıyla bilinen ürün, imparatorluk bünyesinde yüksek fiyata alıcı
bulmuútur. Kibyra (Burdur-Gölhisar) ve çevresi, demiri dövme iúi ile ünlüdür.
Kilikia’da Zephyrium (Mersin) civarında kurúun sülfat bulunmuú, tıbbi ve di÷er
amaçlara hizmet etmek amacıyla ihraç edilmiútir. Pompeiopolis yakınlarında
kırmızı arsenik sülfat (kırmızı zırnık) çıkartılmıú olup, Strabon, burada çalıúan
iúçilerin acınası durumunu ilginç bir úekilde tasvir etmiútir. øú o derece
tehlikeliydi ki, sadece köleli÷e mahkûm edilen suçlular burada çalıúıyordu.
Atmosfer aúırı derecede zehirleyici idi ve iú temposunun a÷ırlı÷ından dolayı
200’ün üzerinde iúçi hastalık ya da ölüm sebebiyle ayrılmak zorunda kalıyor ve
madendeki verimlili÷in azalmasına neden oluyorlardı. Bu ifadeler, Diodorus’un
benzer hikâyeleriyle karúılaútırıldı÷ı zaman oldukça ö÷retici olabilir.
øspanya’nın Lex Metalli Vipascensis adındaki bir maden toplulu÷u örnek olarak
incelendi÷i zaman, Flavian Hanedanlı÷ı ve sonrasındaki dönemde daha insancıl
bir politika izlendi÷i görülür.
Kappodokia’da ki Argeus Da÷ı hem kendisi ve hem de etrafındaki
komúuları için taú sa÷layan bir da÷dır. Komúusu Mazaka’nın birçok binasında
272
bu taúlarla inúa edilmiútir. Phrygia’da Synnada beyaz mermeri ile meúhurdur ve
belli bir süre burada mermer çıkartılmıútır. Strabon’a göre, Romalıların kontrolü
altındaki bu ocaklardan önceki dönemlere oranla daha büyük bloklar kesilmiú
ve çıkartılan bu tüm sütunlar, denize olan uzaklı÷ına ra÷men Ephesus’a, oradan
da Roma’ya gönderilmiútir. O döneme ait birçok úiirde, bu olaya duyulan
övgüleri gözlemleyebiliriz. Ariusia adasında da mermer bulunmuútur fakat
Prokonnesus’da (Marmara Adası) bulunan mermer oldukça de÷erlidir.
Prokonnesus yakınlarındaki Kyzicus (Balıkhisar), büyük oranda buradan gelen
mermerler ile inúa edilmiútir. Marmara Adası’ndaki mermerler, sadece
çevresine ihraç edilmekle kalmayıp, Kuzey Gaul’e de gönderilmiú ve hatta
burada bulunan bir villa da Marmara Adası’ndan gelen mermerlerin izine
rastlanmıútır. Karia’da mermer ocakları vardır ve buranın halkının mermer
kesmeyi icat etti÷ine dair bir efsane vardır. Galatia’nın sınırlarındaki
Kappadokia’da oniks taúına ilaveten Archelaus’un madencileri yüzeyi fildiúine
benzeyen hançer kabzaları ve süsleme de kullanılan bir beyaz taú buldular.
Kappadokia’da ayrıca çok de÷erli addedilen, bazen “Sinopik toprak” diye
adlandırılan kırmızı bir toprak türü bulunmuútur. Sinopik, adını ihraç edildi÷i
liman úehri Sinope’tan almıútır. Daha sonraları ise, Ephesus yolu kullanılmaya
baúlandıktan sonra daha çok yere ihraç edilmeye baúlanmıú ve iyileútirici
özellikleriyle ün salmıútır. Ayrıca, bu topra÷ın daha düúük kalite de olanı
Pontus’da bulunmuútur. Mat oldu÷u için øspanyollar tarafından pek tutulmayan
“Specularis lapis” adıyla da bilinen bir mika taúı da çokça bulunmuútur. Aynı
kentte Nero zamanında kristalize edilmiú alçı taúına benzeyen “Phengites”
denilen yarı saydam bir taú bulunmuútur. Domitian, bu taúı bir revakın
duvarlarında kullanmıútır. øspanya/Sisapo’da ki kırmızı kurúun ile
kıyaslanmasına ra÷men, Ephesus yakınlarındaki kırmızı kurúun, imparatorlu÷un
en iyi kırmızı kurúunudur. Kolchis’ten ihraç edilen ise, di÷er madenlerle
karıútırılması sonucu kalitesini kaybetmiútir. Bile÷i taúı (whetstone), Kilikia’dan
etrafa yayılmıútır ve Anadolu’nun bazı bölgelerinde, bu bahsetmiú oldu÷umuz
taúlardan daha az de÷erde olan taú izlerine de rastlanmıútır.
Topra÷ın altında yatan zenginliklere ilaveten, Asya’nın tarımsal
zenginli÷i muazzamdır. Karadeniz’in güney sahili boyunca Pontus ve
Bithynia’da, kereste ticaretinde önemli rol oynayan, ayrıca bazı türleriyle
mobilya sektöründe zenginlerin evlerinde masa olarak karúımıza çıkan meúe,
aka÷aç, köknar ve karaçam a÷açlarıyla dolu geniú ormanları görebiliriz.
Güneyde de, bir zamanlar Kilikyalı korsanların denizde dolaútıkları, küçük
fener gemileri için uygun olan, gemi keresteleri mevcuttur. Hatta “phaselus”
adını verdikleri bir tekne, adını Likya sahilindeki bir kentten alır. Balmumu,
Kytorus ve Amastris civarından gelir ve Strabon, Euxine’nin (Karadeniz)
ormanlık olan yüksek yamaçlarında yaúar. Pitya kentinde çam a÷açlarını
görebiliriz. Ida Da÷ı (Kaz Da÷ı) eteklerinde çok fazla a÷aç kesimi yapılmıútır.
Mykale Da÷ı’n da (Dilek Da÷ı) ormanlık alanlar vardır. Argaeus Da÷ı (Erciyes
Da÷ı) etrafındaki bazı bölgeler istisna tutulmak úartıyla, ormanlık alanların
273
olmadı÷ı bölgeler, Kappadoika ve Lykaonia vadileridir. Anadolu
Yarımadası’nın iklimi, zeytin ekimi için oldukça uygundur. Yunanlılar, Batı
Anadolu’ya gelmeden önce, buranın nehir vadilerini, zeytinin ana vatanı olarak
nitelendirmek do÷ru olmaz. Ayrıca, Melitene’de, Phanaroea civarında, Pisidia
bölgesinde Side ve Aspendus’un yüksek tepelerinde de zeytin yetiútirilmiútir.
Selge’den ihraç edilmeye baúlayınca, buradaki üretim daha da artmıútır. Son
olarak Synnada vadisinde de zeytin yetiútirildi÷ini görüyoruz. Elimizde
Kyklades üzerinden Roma’ya giden zeytin tüccarlarına veya “oleari” ile
u÷raúanlara ait kayıtlar vardır.
Hemen hemen her bölgenin kendine ait bir úarabı vardır. En meúhurları
ise güneybatı sahilinin ve bu sahile yakın olan adaların úaraplarıdır. Küçük bir
ada olan Arisua’nın en iyi úarabı üretti÷i söylenir. Metropolis, Tmolos, Knidos24
ve Smryna’nın úarapları hep takdir edilmiútir. Samos Adası’nda hiç úarap
üretilmemesi oldukça úaúırtıcıdır, Ephesus’a ait úarap gibi be÷enilmez ve
Strabon’a göre Mesogis úarabı baú a÷rısı yaptı÷ı için Plinius tarafından küstahça
reddedilmiútir. Fakat Philadelphia civarında tarımsal bir kent olan Mysia’da ve
Sardis’in verimli topraklarında üzüm asmaları yetiútirilmiú ve Priapus ve
Lampsakus’un üzüm ba÷ları ön plana çıkmıútır. Pisidia’da Ambleda25 úarabı
hastalara iyi geldi÷i için birçok yere ihraç edilmiútir ve Laodikea
Katakekaumene’nin a÷açsız ovaları en güzel úarapları insanların hizmetine
sunmuútur. Sinope ve Themiskyra’nın (Samsun- Terme) etrafındaki Pontus’un
tüm kuzey alanı meyve yetiútiricili÷i için oldukça geniú bir alandır ve üzüm
asmaları da bu yetiúen ürünler arasındadır ve hatta Phanaroea ve Melitene gibi
daha do÷u noktalarda bile izlerine rastlanmıútır.
Muhtemelen Anadolu’nun tüm bölgeleri içinde en de÷erli olan bölgesi
Sinope ve Trapezus gibi önemli limanları olan Pontus’tur. Sinope, yüzyıllardır
ticaret merkezi olmasıyla ün salmıútır. Kıyı boyunca var olan birçok su ürünü
zenginli÷ini bünyesine katmıú, birçok lezzetli ürünün yanı sıra, Byzantium’da
oldu÷u gibi, tuna balı÷ından burada da lakerda yapılmıútır. Kereste ihtiyacını
karúılayan a÷açların yanı sıra üzüm asmaları ve zeytin bolca üretilmiú olup,
üzüm, elma, armut ve kiraz gibi pek çok meyve a÷acı da bu bölge de
yetiútirilmiútir. Hatta kiraz fideleri damak zevkine düúkün olan Lucullus
tarafından yetiútirilmek üzere øtalya’ya götürülmüútür. Fındık ve benzeri türdeki
olanlar o derece çok yetiútirildi ki bazı durumlarda yoldan geçen yolcular
rahatlıkla toplayabiliyorlardı. Aslında deniz kenarının verimli arazileri her
zaman iúgalciler için cazibe merkezi olmuú ve yo÷unlukla karúılaútı÷ımız savaú
ve göçlerin ana nedeni olmuútur. Sinope’nin etrafında Kappodokika ve
24
Knidos önce bugünkü Datça ilçe merkezinin 1,5 km kuzeydo÷usunda Dalacak burnu
üzerindeki Burgaz mevkiinde kurulmuútu. Sonra Yarımadanın batı ucundaki Tekir
Burnu üzerine taúındı. (ç.n.)
25
Anadolu’da Beyúehir gölü ile Seydiúehir arasındaki Kızılca’nın güneyinde yer alan
Asar da÷ında bir úehir. (ç.n.)
274
Pontus’un geri kalan bölgelerinde eúine rastlanmayan yumuúak bir yüne sahip
olan koyunlar, büyük baú hayvanlar, kazlar ve ördekler oldukça meúhurdur.
Arıcılık, burada yaygın olarak uygulanmıú ve Pontik balmumu bu bölgeden
farklı amaçlar için ihraç edilmiútir. øspanya’da bazı kabilelerin haraç olarak
koküs vermesi gibi, bu bölgede komúu bir kabile, haraçlarının bir kısmını
balmumu olarak ödemiútir. Tıbbi amaçlı kullanılan reçine bitkileri, sakız
a÷açları, sümbül ya÷ı bu bölgede yetiútirilmiútir. Sonuç olarak özetleyecek
olursak, bu bölgede yetiúen ürünlere ilave olarak, bu bölge ticari bir merkez
oldu÷undan dolayı Armenia ve Kolkhis’ten gelen ürünler ya deniz yoluyla ya da
kara yoluyla bu bölgeden geçmiútir. Kilikia’nın güneyi bir zamanlar korsanlara
gemileri için kereste sa÷layacak derecede zengin ormanlara sahipti. Günümüzde
ise yaban domuzu ve geyik avı için avcılara mükemmel bir alan
oluúturmaktadır. Fakat bu bölgenin en önemli ürünü, Korykus Da÷ı civarında
yetiúen, Roma ve øtalya’ya sadece çeúni ve tıbbi amaçlı de÷il aynı zamanda
parfüm yapımı için gönderilen safrandır. Pek çok çeúit mısır ve kızıl bu÷day
burada kendileri için uygun topraklar bulmuúlardır. øncir, zeytin, hurma ve
üzüm asması burada oldukça verimli bir úekilde yetiútirilmiú ve Kilikya lahanası
çok meúhur oldu÷u için, tohumu øtalya’ya götürülmüútür. Kayalıklı ve girintili
çıkıntılı bir sahile sahip olan bu bölgede, birçok ticari gemi, buranın limanlarına
giriú çıkıú yapmıú ve ço÷unlukla bölgenin reçine bitkilerinden elde edilen
merhem ve sakız türü ürünleri taúımıúlardır. Pisidia ve Kilikia bölgesinde
yetiúen süsen çiçe÷inden elde edilen sakız, kara buhur, mor renk elde etmede
kullanılan koküs ve Phaselis’te üretilen gül parfümü ihraç edilen ürünlerden
birkaçıdır. Selge’nin etrafındaki bölge verimli arazileriyle meúhurdur. Zeytini
oldukça iyidir. Süsen çiçe÷inden elde edilen merhemden oldukça övgüyle
bahsedilir. Buranın tepelik arazileri keçi üretimine uygundur ve keçi kılından
çorap, tayt, çok sıcak tutan “kilikium” adı verilen ve Augustus zamanında çokça
øtalya’ya ihraç edilen kıúlık palto vb. ürünler elde edilmiútir. Tarsus, çadır
üretimi ile meúhurdur. Hatırlanaca÷ı üzere St. Paul profesyonel bir çadır
imalatçısıydı.
øçinde barındırdı÷ı medeniyetinin geçmiúi, geçmiúte ve günümüzde
geliúen birçok úehre sahip olması, tarımsal zenginli÷i, sanayisi ve zengin
nüfusuyla ününe ün katan, Asya’nın bir eyaleti olarak bilinen Anadolu, Roma
ømparatorlu÷u’nun en önemli alanlarından birisidir. Anadolu’nun birkaç úehri
Roma ømparatorlu÷u’nun kült merkezi olmakla onur duymuúlar ve bu bereketli
topraklar “Anadolu’nun baúrahibi olma unvanını” almak için birbirleriyle
rekabet ederek her biri kendi adayını çıkarmıútır. Deniz sahilleri deniz ürünleri
açısından hayli zengindir. Linon’dan gelen kabuklu deniz ürünleri dünyanın en
lezzetlileridir. Ephesus’un istiridyesi gurmelerin gözünde hayli de÷erlidir.
Anadolu’nun sahilleri “purple fishery” olarak adlandırdı÷ımız kraliyet için
önem arz eden erguvan rengini elde etmede kullanılan deniz ürünleri ile de
ünlüdür. Sardis civarındaki ovalar oldukça bereketli olup, Strabon sık sık
buranın topraklarının bereketlili÷ine vurgu yapar. Ayrıca, bu bölgenin ovaları
275
ve bayırları hayvancılık için otlatmaya uygundur. Milesia koyunlarının yünü
hep talep edilen bir yün türü olmuútur. Laodikea yünü en iyi olarak ortaya
çıkmasından sonra kalite olarak üçüncü sıraya düúmüútür. Bu úehir, adını yünlü
elbise üretimiyle duyurmasından sonra North Gallia dokumacılarıyla yarıúır
hale gelmiútir ve buradan gelen dokuma tezgâhları sayesinde Nervian cloak
(kaban) diye adlandırdı÷ımız giysileri taklit etmeye baúlamıúlardır. Nerenin
yünü iyiyse bilin ki mutlaka oranın kumaú boyama sektörü de oldukça
geliúmiútir ve bundan dolayı da yünü rafine etmek için belli kökler kullanılır ve
koküs boyası uygulanır. Hierapolis’in suyu, murex (dikenli salyongoz) ve koküs
gibi kökboyaları yüne katıldı÷ında eúit parlaklık sa÷lama da oldukça etkindir.
St. Paul’un Yunanistan’de tanıútı÷ı Lydia adındaki bir kadın, Thyateira’ya bir
“erguvan satıcısı” (purple seller) olarak geldi÷i zaman, Thyateira kenti, kraliyet
için asil bir renk olan mor renkli ürünleri satan meúhur bir kent oldu. Plinius, en
iyi yermantarlarının Asya’dan özellikle Mytilene ve Lampsakus26 civarındaki
bölgeden geldi÷ini ifade eder. Bu bölge ayrıca bünyesinde reçine taúıyan
a÷açlarla da dolu olup, Pergamum kralları bu tür a÷açları burada yetiútirmek
için çaba sarf etmiúlerdir. Bu yüzden bu bölgenin sarısabır (aloe) ve elmalarına
de÷er verilmiú tonlarca incir ve di÷er meyveler kurutularak ve konserve edilerek
øtalya’ya ihraç edilmiútir.
Son olarak Anadolu’nun de÷iúken popülâsyonu hakkında bir úeyler
söyleyebiliriz. Sahil kesiminde oturan halkın alıúılmadık derecede ticarete ilgisi
vardı ve Roma ømparatorlu÷u bünyesinde bu özelli÷ini uygulamak için
ola÷anüstü bir imkâna sahip oldu. Kıvrak zekâları, uyumlu karakterleri, iyi
e÷itimleri ve düzgün konuúmaları ile hızlı bir úekilde kozmopolit bir toplulu÷a
sahip olan Roma’ya ayak uydurdular. Doktorları emsalsizdir; bir doktor isminin
azat edilmiú Yunanlı bir köleden olması oldukça úaúırtıcıdır. Onların nitelikleri
onların yüksek mevkilerde görev almasına neden olmuútur. Yunanlı doktorların
sadece imparatorlu÷a ait mahkemelerde veya Erken Dönem ømparatorlu÷un
vazgeçilmez azatlı kölelerinde görebilmemiz bu gerçe÷in farkına varabilmemiz
için yeterlidir. Josephus’a göre, Anadolu’da özellikle øonia bölgesinde, önemli
oranda Yahudi yerleúimi vardır. Bu gözlemi, Yeni Ahit’in Resullerin øúleri adlı
bölümde, ticari amaç için yola çıkan Thyateira’lı Lydia ve Pontus’lu Aquila’nın
seyahatlerinde, u÷radıkları her úehirde sinagog ile karúılaúmalarından
anlayabiliyoruz. Zengin úehirlerle dolu, bu tür geliúmiú bir bölgede, esnaf
loncaları yerel politikada önemli rol oynar. Buna en güzel örnek gümüúçü olan
Demetrius ve arkadaúlarının çıkardı÷ı kargaúadır. Hatzfeld’in ola÷anüstü
makalesinde, bizim dönemimizin birinci yüzyılında Anadolu’da ikamet eden
øtalyan tüccarlar ya yerel rakipleriyle girdikleri rekabetin getirdi÷i stresten
dolayı çekip gitmiúler ya da birleúmek zorunda kalmıúlardır. Fakat bu ticaretin
azaldı÷ı anlamına gelmemelidir. Plinius, Bithynia’ya gitti÷i zaman burada
26
Çanakkale Bo÷azı’nın Marmara Denizi yanındaki giriúinde, Anadolu kıyısında ilk ça÷
kenti.(ç.n.)
276
görmüú oldu÷u ekonomik çöküntünün nedenlerini, bölgenin dengesizli÷inden
ziyade Bithynia’ya da ki yetkililerin duyarsız ve savurgan harcamalarına
ba÷lamıútır. Birinci yüzyılın sonlarına do÷ru Roma ømparatorlu÷u’nun
do÷usunda tedrici bir de÷iúiklik gözlemlendi. øtalyanların yerine büyük çapta
yerel tüccarlar ticarete el atmaya ve hatta øtalya’da ve Roma’da yerleúmeye
baúladılar. Sahip oldukları kayda de÷er adaptasyon becerileri ve kendi ırklarını
ön plana çıkarmama gayretleri, øtalyanlara göre daha iyi oldu÷u için baúarılı
olmaları insanları úaúırtmamalıdır. Hiciv yazarları bunların her yerde olmalarını
sert bir úekilde dile getirmiúlerdir. Bu gelen rüzgârla birlikte, yanlarında kuru
erik, incir ve mürdüm eri÷i (damson) getirmiúler ve yerleútikleri yerde
geliúmiúlerdir. Hatta baúkentin ötesine de uzanarak, kuzeybatının vadilerine
do÷ru mücevherat, süs eúyaları, kaliteli iúçilik ve lüks tüketim araçlarıyla
birlikte yönelmiúler. Moguntiakum’da, Nikomedia’dan getirilmiú Bithynia
eserlerine rastlayabiliriz. Bithynialılara ait izlere bazı yazıtlarda da rastlanır.
Burdigala’ya döndü÷ümüz zaman, Helvetiiler arasında Lydialılara ait bir
kuyumcuya rastlayabilirken, ülkenin di÷er bölgelerinden Kappadokialılar ve
Karialılara ait olanlara da rastlayabiliriz. Hatta Britanya’ya kadar uzanmıúlardır
ve Lindum’da Asyalı Yunanlılara ait bir yazıt ele geçmiútir. Her úehirde
doktorlarını görebiliriz. Gidiúat tersine dönmeye baúladı÷ı zaman, artık eyaletler
Romalılar tarafından sömürülmeyecek duruma gelmiú fakat Roma
ømparatorlu÷u, nasıl sömürgecilik yapıldı÷ını bu halklara ö÷retti÷i için, onlar,
artık Roma’yı sömürmeye baúlayacaktı. Ele geçirilen Yunanistan, kendisini
fethedenin edebiyatından daha fazla fatihini tutsak aldı.
277
278
E-DEVLET UYGULAMALARININ HøZMET KALøTESøNE
ETKøLERø
Dr. H. AIpay Karasoy
ÖZET
Ülkemizde üzerinde yeni yeni durulmaya baúlanan e-devlet, verimlili÷i
artırmak amacıyla ve ça÷daú toplum olmanın bir gere÷i olarak ortaya çıkmıútır.
Bu anlamda yönetenlerle yönetilenler arasındaki her türlü ödev ve
yükümlülüklerin karúılıklı olarak “dijital ortamda” sürekli ve güvenli bîr
biçimde gerçekleútirilmesi anlamına gelmektedir. Küreselleúme, dünya
ülkelerinin birçok alanda birbirine ba÷ımlı hale gelmelerini ifade etmektedir.
Böylelikle dünyada siyasal sınırlar ortadan kalkmıú ve dünya küresel bir köy
haline gelmiútir. Bu yapıda devletler, etkinliklerini artırmak için, biliúim
teknolojilerinin alt yapılarından yararlanarak, hizmetlerim elektronik ortamda
sürdürmeye baúlamıútır. Bu uygulamaların tamamı E-Devlet kavramıyla
anılmaktadır.
Internet kullanımı hayatımızda birçok kolaylıklar sa÷lamasının yanında
bir takım sorunlara da yol açmıútır. Internet kullanımının yaygınlaúması edevlet uygulamasına geçiúi de hızlandırmıútır. Günümüz kamu yönetiminin
vazgeçilmezi haline gelen e-devlet birçok kamu hizmetinin görülmesinde hız ve
etkinlik sa÷lamıútır. Bu çalıúmada, internetin Türkiye’de geliúimi ve bunun
sonucu olarak ortaya çıkan e- devletin geliúimi ele alınıp incelenecektir.
Anahtar kelimeler: ønternet, E-devlet, kalite
THE EFFECTS OF E-GOVERNMENT SERVICE QUALITY APPS
ABSTRACT
E- Government which has recently been signifıcant in our country
eınerged as a must of being a modern society and to increase effîciency. in that
manner, it means the realization of mutual duties and responsibilities between
people who govern and those who are governed in the “digital space”.
However, it seems that, the concept of e-government that we deiined in a
general manner is discussed in various places where different aspects of it are
emphasized. Globalization, become dependent each other of world countries in
many areas is stated. In this way political boundaries have disappeared and the
world has become a global village. These states taking advantage of their
information technology infrastructure and has begun to pursue their services on
electronic context for increase their effectiveness. All of these applications be
called with E-Government concept.
279
Beside the facilities,the internet usage,also gives rise to some kinds of
problems in our lifes.Becoming prevalent of the internet usage also hastaned the
transition to e-state pracîices.the e-state practices which are today indispensable
for public adminirastions,bring ınomentum and effıciency. In this paper the
emergence, development in Turkey and the problems of the internet will be
analized.
Key words: Internet, E-goverment, Qality
1- GøRøù
Ça÷ımız koúullarında devletlerin yapısı hizmet devletinden çok refah
devletine dönüúmektedir. Bu ba÷lamda, devletin esas unsurunu teúkil eden
bireyler ve kurumlar için en etkin hizmet úekli - vakit nakittir ilkesinden
hareketle - hızlı ve etkin bir biçimde istenileni yerine getirmektir. Bunu
yapabilmek için devletler ve kurumlar, teknolojik geliúmeleri sürekli takip
ederek bürokrasi basamaklarını mümkün olan en alt seviyeye indirgemeye
çalıúmaktadırlar. Etkin ve hızlı karar alabilen ve bunları uygulamada baúarı
sa÷layan toplumlar önemli yerlere gelmiúlerdir.
Günümüzde organizasyonların baúarılı olmalarının en önemli koúulu,
sunulan ürün ve hizmetin hedef kitleye, en düúük maliyetle, hızlı ve kaliteli bir
úekilde sunulmasına ba÷lı oldu÷u büyük ço÷unluk tarafından kabul
edilmektedir. Kalite-Maliyet-Terinin üçlüsü hayatın her alanında karar verme
aúamasında karúımıza çıkmaktadır. Kamu yönetiminde yeni yeni uygulanmaya
baúlanan E-Devlet uygulamaları ile devletin hedef kitlesine sundu÷u
hizmetlerde bilginin en bilinen paylaúımı olan internet tabanlı biliúim
teknolojilerinden faydalanılmakta, bürokratik engeller azaltılarak kalite-maliyettermin üçlüsü en iyi úekilde birleútirilmektedir
Bu çalıúmada E-Devlet sistemi, bu sistemin ortaya çıkıúı, iúlevleri,
uygulama aúamaları ve karúılaúılan sorunlar ile E-Devlet yardımıyla
hizmetlerde kalitenin nasıl yükseltilebilece÷i konularına açıklık getirilmeye
çalıúılmıútır. E-Devletin özelliklerinden yola çıkarak Türk kamu yönetimi
hizmetleri üzerine etkileri ve E-Devlet uygulamaları, dünyadan örneklerle
kıyaslanmıútır. E-Devletin önündeki engeller ve E-Devlet uygulamalarının
temel bileúenlerinden olan,
internet ve di÷er teknolojilerin kullanımı
anlatılmıútır.
2- E-DEVLET’øN ORTAYA ÇIKIùI VE øùLEVLERø
2.1. E-DEVLET’øN ORTAYA ÇIKIùI
Elektronik devlet, birey ve kurumların herkesin ulaúabildi÷i veya kısıtlı
sayıda kullanıcı tarafından ulaúılabilen kapalı a÷ ortamlarında yazı, ses ve
görüntü gibi sayısal bilgilerin iúlenmesi, eriúilebilmesi, saklanması temeline
dayanan ve bir de÷er yaratmayı amaçlayan kamu hizmetlerinin tümüdür.
280
E-Devlet, kamu kurumlarının biliúim teknolojileri (en yaygım örnek
olarak, interneti, mobil iletiúim vb.) kullanarak vatandaúlar, iúletmeler ve di÷er
devlet birimleri arasındaki iliúkilerini devam ettirmesidir. (Erdal,2002:165-180)
Kamu yönetimine ait verilere ulaúmada vatandaúlara, örgütlere ve Örgüt
çalıúanlarına kısaca tüm kuruluúlara kamu hizmetlerinin sunulmasında biliúim
teknolojilerinin ve özellikle de internet uygulamalarının kullanılması E-Devlet
olarak tanımlanabilir. (Stowers, 2003)
Bilgi ve iletiúim teknolojisindeki hızlı geliúmeler, devletin elektronik
hizmetleri kullanmasının baúlıca sebeplerindendir. Buradan hareketle E-Devleti,
bilgi iletiúim teknolojilerinin kamusal faaliyetleri desteklemesi amacıyla
kullanmaktır úeklinde de tanımlayabiliriz. (Saga,2003)E-Devletin bugünkü
konuma gelmesi bir süreç içinde olmuútur. Bu süreci üç dönem halinde
inceleyebiliriz: (Leigh ve Atkinson,2003)
Dönem 1: ønternetin Bilgi Paylaúımı Amacıyla Kullanılması(1993
1998): Bu dönemde bilgi sunma amacıyla ortaya çıkan E-Devlet tam olarak
vatandaúlara interaktif bir hizmet sunmamıútır.
Dönem 2: Online Olarak øúlem Yapılması ve Hizmet Sunulması(1998 2001): Kamu yönetimine ait siteler doksanlı yılların sonlarından itibaren bilgi
sa÷layıcı konumundan iúlemsel modele do÷ru geçiú yapmaya baúlamıúlardır.
Elektronik posta ile bilgi gönderimi online iúlem tamamlamaları çeúitli
vergileri, sigorta primlerinin belgelerini internet yoluyla elde edebilme bu
dönemin önemli hizmetlerindendir.
Dönem 3: Web Sitelerinin Bütünleúmesi (2001 - 2004): Bu dönemde
kamu kuruluúları, kendilerinin üretmedikleri hizmetlerde dâhil olmak üzere web
siteleri vasıtasıyla vatandaúlara geniú kapsamlı hizmet vermeye baúlamıúlardır.
281
ùekil 1: Bilgi Ça÷ında øliúkilerin Yeni Açılımı
Kaynak: E-Governance - an ÎT Enablerd Theme Of
Governance, www.adb.org/Documents, s:2 Eriúim: 20.01.2003
E-Devlet; kamu hizmetlerinin eriúim ve yaygınlı÷ını, hizmet üretim ve
yönetim sürecine vatandaúların katılımını artırmak, devlet kurumlarının daha
rasyonel ve verimli iúlemesini sa÷lamak gibi üç amaca hizmet eder. ønternet ve
hizmetlerinin yaygınlaúması sayesinde kamu kurumlarında çalıúanların ve
çalıúmaların verimlili÷i büyük ölçüde artarken, devlet-vatandaú iliúkisinin
boyutu da de÷iúmektedir.
E-Devlet uygulamalarıyla, devlet daha etkin çalıúacaktır. Yeni iletiúim
araçları ile çalıúanların iletiúimini ve bilgilerin paylaúım imkânlarını
güçlendirecektir. Uzaktan ö÷renme gibi teknolojik araçlar ile yer ve zamandan
ba÷ımsız iletiúim kurulabilecektir. Ayrıca, veri görselleútirmesi, veri
entegrasyonu ve dijital kütüphane teknolojileri gibi bilgi yönetimi araçları,
bilginin kullanımı ve yaygınlaútırılmasına olumlu katkılarda bulunacaktır. Veri
ambarları gibi teknolojiler, farklı kaynaklardan bilgiyi bir araya getirecek,
bunun yanı sıra veri yönetimi ve bilgi arama araçları, birçok konuda planlama
ve de÷erlendirme amaçlı olarak kullanılabilecektir. (Bilen ve ùanver,2002:101118)
2.2. E-DEVLET UYGULAMASININ øùLEVLERø
Devletlerin, yapıları ve do÷aları gere÷i kapalı bir sisteme sahip
oldukları görülmüútür. Bu yapılarından dolayı denetimci ve bilgiyi paylaúmayan
mekanizmalardır. øçe kapanık bu sistem, vatandaúlar tarafından çeúitli vasıtaları
yardımıyla kırılmaya çalıúılmıútır. E-Devlet uygulamasının en önemli iúlevi
282
devleti açık hale getirmesi bir anlamda saydamlaútırmasıdır. E-Devlet, bu iúlevi
nedeniyle vatandaúına olabildi÷ince yakın, olabildi÷ince saydam ve
olabildi÷ince etkin hizmet sunan devlet olarak tanımlanmaktadır. Bilgiye eriúme
hakkı, ça÷daú devletlerde tüm bireylerin hakkı olarak kabul görmekte ve
devletin dünü, bugünü ve yarını ile ilgili bilgi edinme olanakları, kendilerine
sunulmaktadır. østenilen bilgiye, istenilen zamanda, do÷ru bir úekilde ulaúmayı
sa÷lamaktadır.
E-Devletin iúlevlerinden biri de iúlem maliyetlerini ve sürelerini
azaltmasıdır. Devlet yerine getirmesi gereken faaliyetleri E-Devlet
uygulamasıyla, daha ucuza, daha kaliteli ve daha kısa sürede yapabilecektir.
Giderek bürokratikleúen devlet kurumları, yükü taúıyamaz duruma gelmektedir.
Kâ÷ıda dayalı iúlemler, iúlem süresini uzatmakta, ayrıca iúlem maliyetlerini bir
hayli artırmaktadır. E-Devlet uygulamaları, bu maliyetleri ve süreleri azaltacak,
etkinlik ve verimlili÷i arttıracak aynı zamanda vatandaú oturdu÷u yerden her
türlü iúini halledebilecektir.
E-Devlet her düzeyde vatandaúın yönetime katılımını sa÷layacaktır.
Biliúim kültürünün yaygınlaúması ile katılımcılık kültürü de geliúecektir.
(Yücetürk,2002:145-164)
E-Devlet doküman yönetimine de kolaylık getirecektir. Bugün birçok
geliúmiú ülkede hızla kâ÷ıtsız ofis ortamı çalıúmaları sürdürülmektedir.
Türkiye’de arúivler kâ÷ıtlarla doludur ve bu arúivler gün geçtikçe dolmaktadır.
E-Devlet
uygulaması
ile
bu
yüklerden
kurtulmak
mümkündür.(Yücetürk,2002:145-164)
E-Devlet uygulamasının baúarısı, telekomünikasyon altyapısı, yasaldüzenleyici ortam, mali kaynaklar ve kamu organizasyonlarının bilgi
teknolojileri ile olan iliúkileri gibi alanlardaki geliúmelere ba÷lıdır
(www.sayıútay.gov.tr):
Telekomünikasyon altyapısı: Dijital a÷ úebekeleri olmadan E-Devlete
girmek mümkün de÷ildir. Ülkenin fiziksel koúullan ve telekomünikasyon alt
yapısı bilinerek E-Devlet çalıúmaları úekillendirilebilir.
Yasal ve düzenleyici çevre: Telekomünikasyon altyapısının E-Devlete
uygun olarak geliútirilmesi veya yeniden yapılandırılması çok büyük yatırımlar
gerektirir. Oysa birçok ülkenin bu maliyeti karúılayabilecek gücü yoktur. Bu
yüzden özel yatırımlar teúvik edilmeli ve kanuni düzenlemelerle internet servis
sa÷layıcıların arasındaki rekabet yükseltilmelidir. Mali kaynaklar: Kamu
kurumları kamusal hizmetleri çevrimiçi sa÷larsa, bunun için hazine tarafından
desteklenmeleri gerekir. E-Hizmet tesliminin bedeli tamamen karúılanamaz ise,
kamu kurumları hizmetleri sunmak için fiyat talep edecekler ya da hizmetin
teslimi özel sektörce yerine getirilecektir.
283
Kamu organizasyonlarının bilgi teknolojileri ile iliúkisi: Devlet
kurumlarının bilgi teknolojileri ile olan ba÷lantısı bilinirse E-Devleti ve
etkinli÷ini anlamak daha kolay olacaktır. Kamusal organizasyonların etkinli÷i,
yönetim kalitesi ve üyelerin performansına ba÷lıdır.
3- E-DEVLETøN YAPISI ve AùAMALARI
E-Devletin kamu idari birimleri arsındaki iliúkileri ve çalıúanları
arasındaki iliúkileri ile vatandaúlar ve özel iúletmeler arasındaki iúlemlerden
oluúan bir yapısı vardır.
ùekil 2: Vatandaú - Devlet- øúletme øliúkisi
Kaynak: E-Governance - an ÎT enablerd Theme Of Governance,
www.adb.org/Documents, s:6 Eriúim: 20.01.2003
E- Devletin aúamalarını sıralayacak olursak(larrain, 2003:14);
- Vatandaú ve iúletmelerin internet ortamından yararlı bilgilere
ulaúması,
- øç finans yönetim sistemlerinin bütünleútirilmesi,
- Direkt iletiúim için gerekli yapılanma (firmalar, devlet ve vatandaú
arasında)
- Elektronik hizmetlerin sa÷lanması,
- Devletin, geniú portallar oluúturma sıralanabilir.
Tüm dünyada oldu÷u gibi Türkiye’de de bütün kurumlar ça÷ın
gerektirdi÷i hız ve etkilili÷e ulaúabilmek için bilgi teknolojilerine büyük
yatırımlar yapmaktadırlar. Türkiye’de yapılan bu yatırımlar sadece kamu
kurumlarının hızlı ve etkili kamu hizmet sa÷lamalarının bir sonucu de÷il aynı
zamanda Avrupa Birli÷i ile olan uyum çabalarının bir sonucudur. Türk kamu
yönetiminde hem merkezi yönetimler düzeyinde hem de yerel yönetimler
284
düzeyinde
e-devlet ve e- bürokrasi uygulamaları mevcuttur (Leblebici
vd.2003:501-512)
4- E-DEVLET UYGULAMALARININ SORUNLARI
E-Devlet uygulamalarını e-iú uygulamalarından ayıran en önemli faktör
uygulamanın çok yönlülü÷ü ve çeúitli÷idir. Bir devlet uygulaması hem
vatandaúları, hem úirketleri hem de birçok kamu kurumunu aynı anda içine
alabilmektedir. 20 ülkede yapılan bir araútırmada E-Devlet uygulamalarında
karúılaúılan sorunların birbirleriyle paralellik gösterdi÷i tespit edilmiútir
(Jupp,2000:l) Bu sorunların baúında E-Devlet uygulamasına nereden
baúlanaca÷ı ve nasıl baúlanaca÷ı gelmektedir.
E-Devlet uygulamalarında karúılaúılan sorunları; politik sorunlar, sosyal
sorunlar, ekonomik sorunlar ve teknolojik sorunlar olmak üzere 4 ana baúlıkta
toplayabiliriz. (Backus,2001:3). Bunları açıklayacak olursak:
Politik Sorunlar: geliúmekte olan ülkelerde E-Devlet uygulamaları
demokratikleúme reformları ile birlikte uygulanmaktadır. Internet bu konuda
itici bir güç ve modernleúme simgesidir. Ancak geliúmekte olan ülkelerin kısıtlı
bütçeleri internetle ilgili kanuni düzenlemelerinin olmayıúı, bir problem
çıktı÷ında bunu devlette bir üst düzey birimin sahiplenmeyiúi, karar verme
mekanizmasının iúlemez derecede yavaú olması ve seçimlere dayalı kısa vadeli
hükümet stratejileri bu ülkelerin E-Devlet uygulamalarının önündeki politik
engeller olarak sayılabilir.
Sosyal Sorunlar: E-Devlet uygulamaları için yetiúmiú insan gücü
gerekmektedir. Geliúmekte olan ülkeler, bu konuda insanları yetiútirmek
isteyecek ama geliúmiú ülkelere göre çok yetersiz kalacaktır. Ayrıca, nitelikli
insanları devlet kurumlarında tutmak için, özel kurumlarla rekabet edilmesi
zorunda kalınacaktır. Ayrıca geliúmekte olan ülkelerdeki di÷er sorunları, beyin
göçü, de÷iúime tepki, kiúilik haklarının çi÷nenmesi úeklinde sıralayabiliriz.
Ekonomik Sorunlar: Özel kurumlar, ister yerli ister yabancı olsun,
yaptıkları yatırımları de÷erlendirmek isteyecek bunun sonucunda, hükümetin
esnekli÷ini önleyecektir. Ancak bütçeler kontrol edilmezse, bu yolsuzluklara
yol açacaktır.
Teknolojik Sorunlar: Yetiúmiú iú gücünün bulunması zorlu÷u, yüksek
maliyetlerde bilgi eriúim, lisanssız yazılımlar, verilerin karmaúıklı÷ı gibi birçok
sorun vardır.
5- HøZMET KALøTESø VE E-DEVLET øLøùKøSø
Kalite kavramı, kiúiden kiúiye ve kuruluútan kuruluúa, de÷iúen amaçlara
göre, zaman ve mekan farklılıkları da göz önünde tutularak, farklı biçimlerde
tanımlanmıútır. Kalite konusunda herkesin kabul etti÷i ortak tanımları úöyle
sıralayabiliriz;
285
−
Juran’a göre kalite, kusursuzluktur, ürün ve hizmetlerin kullanıma
olan uygunluk derecesidir, müúteri tatminini sa÷lamak amacıyla
ürün ve hizmetlerin müúteri gereksinimlerine uyum koúullarını
tanımlayan özelliktir. (Juran,1988: 22)
−
Crosby’e göre kalite, üretilen ürünün belirtimlerini karúılaması
gerekti÷ini ortaya koyar ve bir ürün veya hizmete ait yerine
getirilmesi gereken asgari karakteristikleri belirtir. (Crosby,
1979:26)
−
Taguchi’ye göre kalite, üretilmiú olan ürün ve hizmetlerin
da÷ıtımdan sonra toplumda neden oldu÷u minimum zarardır
(Bozkurt, 1998: 13)
−
Ishikawa’ya göre ise kalite kontrolü uygulamak, en ekonomik ve
kullanıúlı ve tüketiciyi daima tatmin eden kaliteli ürünü geliútirmek,
tasarımını yapmak ve üretmek ,satıú sonrası hizmetleri vermektir.
(Tekin:1999:64)
−
Yine benzer úekilde kalite, bir ürün yada hizmetin, önceden
belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karúılama kabiliyetine
dayanan özelliklerin toplamıdır.(Efıl,1998:6).
Bu tanımlar incelendi÷inde, kalite ile ilgili dört temel faktörün öne
çıktı÷ı görülmektedir. Bu faktörler;
•
Ürün ve Hizmet: Ürün bir mamul veya hizmet olabilir ve bir
sürecin amacına ve türüne göre, elde edilen temel çıktıdır.
•
Ürün ve Hizmet Özelli÷i: Ürün veya hizmetlerin müúteri
beklentilerini karúılayabilme özelli÷idir. Hizmet sunumu veya
mamul üretimi yapılırken verilmesi gereken tüm özelliklerdir.
•
Müúteri: Ürün veya hizmet, tüketen veya kullananların tamamıdır.
•
Uygunluk: Ürün ve hizmetlerin, Müúteri tatmini sa÷layacak
niteliklere ve gerekliliklere olan ulaúma derecesidir.
Hizmet kalitesi ise; müúteri beklentileriyle gerçekleúen hizmet
performansının karúılaútırılmasıdır(Diken: 1998,97). Hizmet kalitesi için net bir
tanım yapmak ve kaliteyi ölçmek oldukça zor bir iútir, zira üretilen hizmetlerin
kalitesinin nasıl oldu÷u üreticilerden çok o hizmeti alan tüketiciler tarafından
belirlenir ve üretilen hizmet tüketicinin beklentilerine cevap verdi÷i ölçüde
be÷eni kazanır(Karahan:2000:116)
Günümüzde birçok geliúmiú ya da geliúmemiú ülke de, hantal bir
úekilde büyüyen devlet, kronikleúen kamu açıkları ve ekonomik
istikrarsızlıklarla, vatandaúların beklentileri arasında güç bir seçim yapmak
durumunda kalmıútır. Özellikle geliúmekte olan ülkelerde, sosyal devlet anlayıúı
286
do÷rultusunda hükümetlerin etkin olamamaları e÷itim, sa÷lık ve altyapı gibi
temel kamu hizmetlerini yerine getirememeleri veya yerine getirmek için yeterli
sayıda ve yeterli donanıma sahip personeli istihdam edememelerinin olumsuz
etkileri görülmektedir. Bu durum, devletçe sa÷lanan hizmetlerin birço÷unun
etkin olmamasına ve sosyal amaçlar açısından baúarısızlı÷a, üretimin özel
sektöre kıyasla daha kalitesiz, daha pahalı yapılmasına ve devlet yapısında
politik yozlaúmalara yol açmaktadır. Devlet hizmetlerinde etkinli÷i ve kaliteyi
artırabilmenin yolu, kırtasiyecili÷i azaltmaktan ve hizmet kalitesini
yönetmekten geçer. Toplam Kalite Yönetimi ise, bu yönetim için en etkili
araçların baúında gelmektedir. (Gökbunar ve Kovancılar,1998,251-266)
TKY uygulamaları ile kamu yönteminde, maliyeti yüksek ve
vatandaúları memnun etmeyen hizmetlerin iyileútirilmesi yoluyla hem bütçe
hedeflerinin yakalanması hem de hizmet üretim maliyetlerinin düúürülmesi
sa÷lanabilmektedir. Ayrıca, hizmet sunulan müúteri kitlesinin tanımlanması ve
kuruma vatandaú yönelimli bir hizmet anlayıúının kazandırılması ile kıt olan
kaynakların do÷ru alanlara yönlendirilmesini mümkün kılmaktadır. Tanı
katılım, performans ölçümü gibi toplam kalite uygulamaları sayesinde,
personelin kuruma ve vatandaúlara, hizmet konusundaki genel anlamdaki
kayıtsızlı÷ı azaltılabilmektedir. (Tak,2002:143-159).
TKY’nin temel araçlarından olan “sıfır hata, müúteri odaklı yönetim,
önce insan anlayıúı ve sürekli geliútirmeye dayalı kalite” anlayıúını kamu
yönetiminde uygulanabilirli÷ini oluúturabilecek araçlardan biri de E-Devlet
uygulamalarıdır. E-Devlet uygulamaları sayesinde hem kırtasiyecili÷in önüne
geçilebilecek hem de teknolojik imkânlardan faydalanılarak daha kısa sürede
daha fazla iú yapılabilecektir. Yine bu uygulamalar sayesinde yapılan hataların
anında kontrolü mümkün olabilecektir.
Biliúim ve iletiúim teknolojilerinin geliúimi özelliklede internet adı
verilen küresel iletiúim a÷ı, yönetiúim sürecini geliútirecek, kamu yönetimini
etkili ve verimli kılacak, katılımcı ve etkin demokrasiye yeni imkânlar sunacak
bir modelin ortaya çıkmasına yol açmıútır. Bu modelin adı “e- devlet”tir(www.
stradigma.com).
Devlet, milletin; sa÷lık, güvenlik, e÷itim, savunma, haberleúme gibi
temel gereksinimlerini karúılamak üzere mal ve hizmetleri üretir. Ekonomik
kalkınma ve toplumsal refahın atmasıyla birlikte, toplumun, devletin yerine
getirdi÷i hizmetlerin kalitesine olan beklentisi artmaktadır. Vatandaúlar,
hükümetlerden çalıúmalarında úeffaf olmalarını, kamuda kendilerine daha fazla
söz hakkı tanınmasını ve ödedikleri vergilerin iyi de÷erlendirilmesini
istemektedirler. Fakat bunun için daha fazla vergi vermeyi de
kabullenmemektedirler. Hükümetler, iúleri daha az maliyetle daha kaliteli
yapmak zorundadırlar.(Gökbunar ve Kovancılar, 1998,251-266) Di÷er yandan,
devletin vatandaúlarının beklentilerine olan d uyarsızlı÷ı, hizmeti erin
kalitesinde düúüúe yol açmaktadır. Daha kaliteli hizmet sunmanın yolu Toplam
287
Kalite Yönetimi Uygulamalarından geçmekte iken, daha hızlı ve daha az
maliyetle hizmet sunmanın yolu ise E-Devlet Uygulamalarından geçmektedir.
Bu uygulamalar sayesinde kalitenin yanı sıra hizmetlerde esnekli÷i ve etkinli÷i
de sa÷lamak mümkün olabilecektir.
Bir yönetiúim modeli olarak e-devletin nihai hedefi, “e-demokrasi”
olarak konumlanmaktadır. Bu ba÷lamda, e-devlet anlayıúı birer “müúteri”
olarak görülen yurttaúlara, etkili, verimli ve düúük maliyetli süreçlerle “kaliteli
hizmet” sunmak birinci hedef olmaktadır. Bunun yanı sıra etkin bir yönetiúim
süreci olmasının zorunlu sonucu olarak, “her bir yurttaúa demokratik sürece
katılmak için güçlendirilmiú fırsatlar sunmak ve hükümetin temsil etti÷i halkın
görüú, bilgi ve deneyimlerine ulaúması” için en iyi yol olarak görülmektedir
(www.stradigma.com).
6- TÜRKøYE’DE E-DEVLET UYGULAMALARI
Türk Telekom’un yapmıú oldu÷u araútırmaya göre,Türkiye de internet
ba÷lantısına sahip kiúi sayısı 4-5 milyon gibi bir rakamla
sınırlıdır.(www.genbilim.com, 27.01.2009). Bu rakamlar yetmiú milyon nüfuslu
bir ülkede son derece komik rakamlardır.Bu rakamların geliútirilmesi E-devlet
uygulamaları bakımından son derece önemlidir.Ülkemizde E-Devletle ilgili
faaliyetlerden bazıları úöyledir: (Cevdet vd,119-130)
−
Emekli Sa÷lık Projesi (www.em.ekli.gov.tr) : Sa÷lık iúlemleri
otomasyon altına alınacak, harcamalara denetim getirilecek ve
kiúisel bazda izleme yapılacaktır. Bu sistemle %35, günlük iúlem
tutan ise 2 Trilyon’dur.
−
Gelirler Genel Müdürlü÷ü Bilgi øúlem Projeleri (VEDOP: Vergi
Daireleri Tam Otomasyon Projesi, (www.gelirler.gov.tr): 21 ilde
153 vergi dairesi elektronik ortamda hizmet vermekte ve vergi
gelirlerinin %80’i bu illerden sa÷lanmaktadır.
−
MOTOP (Nakil Vasıtaları Vergi Daireleri Otomasyon Projesi):
Mükellef bilgileri, vergi ve trafik cezalarının izlenmesini
sa÷lamaktadır.
−
Maliye Bakanlı÷ı Web Tabanlı Saymanlık Otomasyon Projesi
(say2000i): Kamu harcamalarının etkin denetimini sa÷lamak
amacıyla 3 Mart 1999’da baúlatılmıútır.
−
Çiftçi Kayıt Sistemi ve Tanm-net Projesi: Tarım üretiminin
denetimini sa÷lamak amacıyla kurulmuútur ve 10 milyon dolann
üzerinde bir proje bedeli vardır.
−
Tapu Kadastro Bilgi Sistemi (TAKBøS): Arazi envanterinin
bilinmesi amacıyla kurulmuútur.
288
Tüm bu çalıúmalara karúın Türkiye E-Devlet ve internet kullanımı
sıralamasında son sıralarda yer almaktadır. Türkiye zaman kaybetmeden Bilgi
Toplumu Bakanlı÷ı kurarak bu faaliyetlerin etkin ve tek elden kontrolünü
sa÷lamalıdır.
Yukarıda sözü edilen projelerden VEDOP, Biliúim Zirvesi 2002 de
“Devletten Bireye kategorisinde” büyük ödüle layık görülmüútür. Bugüne kadar
83 milyon dolar harcanan projenin ikinci aúamasına yakın tarihlerde
geçilecektir. Bu uygulamayla vergi toplama oranının %95’lere ulaúaca÷ı
öngörülmektedir. (BT Haber,2002:8)
Türkiye’nin bugüne kadar ki en büyük çaplı E-Devlet uygulaması ise
kısaca MERNøS olarak ifade edilen Merkezi Nüfus ødare Sistemi’dir. ølk
aúaması baúladıktan 30 yıl sonra tamamlanan çalıúmada, hayatta olan ve
olmayan herkese birer kimlik numarası verilmiútir. Projenin esas amacı, nüfus
iúlemlerinin bilgisayarda yapılması, merkezi veritabanının oluúturulması, kimlik
numarası verilmesi, taklit edilemeyecek kimlik kartları oluúturmak, her türlü
istatistiksel verinin hızlı ve güvenli biçimde elde edilmesidir.
Projeye kapsamında halen Ankara ve ilçelerinde, nüfusa yapılan
baúvurularda, kayıtlı oldu÷u yere bakılmaksızın, vatandaúların iúlemleri
gerçekleútiriliyor. 2003 - 2004 yılında ise, veritabanını kamu kurum ve
kuruluúlarına açmak, teknolojik geliúmelere uyumu sa÷lamak ve yeni nüfus
cüzdanı projesinin baúlatılması amaçlanıyor. (Bt Haber,2003:6)
7- E-DEVLET UYGULAMALARININ TÜRK
YÖNETøMøNøN HøZMET KALøTESøNE ETKøLERø
KAMU
Türkiye’nin E-Devlet yapılanması dünya sürecine tam anlamıyla hazır
de÷ildir. Ülkemiz E-Devlet konusunda mesafe kat etmiútir. Ancak bunun yeterli
oldu÷unu söyleyemeyiz ve aynı zamanda bunun tabana yayılması da
gerekmektedir.
E-Devlet kullanımının artması için kiúisel bilgisayar sahipli÷i ve
internet kullanımının da artması gerekmektedir. TNS(2001) tarafından yapılan
ve 36 ülkeyi kapsayan “Global E-Ticaret Raporu’nda” araútırma yapılan
ülkelerde
ortalama
olarak
toplam
nüfusun
%
31’i
internet
kullanmaktadır.(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144) Bu araútırmada Türkiye’de
internet kullanımı 2000 yılında %18 iken 2001’de % 16ya düúmüútür. Online
alıú veriú ortalama % 15 iken Türkiye’de % l ile en düúük seviyededir.
Ülkemizde belediyelerin web sayfalarını konu alan bir araútırma yapılmıú ve
bunun sonuçlarına göre web sayfalarında sadece yörelerin tarihi ve turistik
güzelliklerinin tanıtıldı÷ı görülmüútür. Buna karúın E-Devlet uygulamalarının
yönetimsel bilgi ve hizmetler ile geri bildirim özelliklerine göre tasarlanmıú sayfaların
az sayıda belediye web sayfasında bulundu÷u tespit edilmiútir. Bunun en büyük
289
sebebinin belediyelerdeki yetiúmiú personel eksikli÷i ve halkımızın bu yönde bir
hizmet talebinin olmayıúından kaynaklandı÷ı tespit edilmiútir.
Günümüzde, dünya ülkelerinde özel sektörün oldu÷u kadar, devletle
ilgili iúlemlerin ço÷u da elektronik ortamlarda gerçekleútirilmektedir. Memur ve
iúçi alımı, vergi ödemek, vergi iadelerini almak, emeklilik formları doldurmak,
evlilik iúlemleri bunun en açık örnekleridir.
Türkiye’de özel sektör ve vatandaú, bürokratik yapının a÷ırlı÷ı yüzünden
kararlarında isteksizlik göstermektedir. Yapılan bir araútırmadan elde edilen
bulgulara göre Türkiye, dünyada bürokratik iúlemlerin yo÷unlu÷u bakımından
13’üncü ülke konumundadır. Türkiye’de yapılan bir yatırımı tamamlamak için 172
adet imzaya ihtiyaç duyulmaktadır. øúletmelerin faaliyet süreleri toplamının yüzde
20’si bürokrasi tarafından heba edilmektedir. Bu bürokratik yapı zaman kaybı,
iúlem kaybı, kaynak kaybı, moral kaybı anlamına gelmektedir.Türkiye’de resmi bir
rakam olmamasına ra÷men, bürokrasinin maliyetinin çok önemli boyutlara
ulaútı÷ı bir gerçektir. Bu bürokrasinin sonucunda ise etkinlik oranı düúmektedir.
Kamu tarafından yapılan yazıúmalarda harcanan, ka÷ıt, mürekkep, zarf, dosya,
moral ve zaman kaybı dikkate alındı÷ında müthiú bir israfın oldu÷u
anlaúılmaktadır.(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144)
Devleti, hantal yapısından ve etkinsizlikten kurtarmak için, küçük,
dinamik ve güçlü kurumlarla çalıúabilen bir yapıya kavuúturmak gerekmektedir.
E-Devlet uygulamalarının bürokrasi kaynaklı engelleri ortadan kaldıraca÷ı ve
devletin daha etkin bir iúleyiúe kavuúturaca÷ı muhtemeldir. Devletler sadece
internet teknolojisinden yararlanmakla kalmayıp, aynı zamanda internet
ekonomisinde yol gösterici olmaları gerekmektedir(Ulusoy ve Karakurt,
2002:131-144).
E-Devlet hükümetin kamu hizmetleri yapısını de÷iútirmek ve
modernleútirmek için kullandı÷ı bir araç olarak algılanmalıdır. E- Devlet,halka
daha iyi hizmet sunmak için geliútirilen iletiúim kanallarının tümü olarak
algılanmalıdır.E-Devlet kamu hizmetlerindeki sorunları mucizevî bir úekilde
çözen donanım/yazılım ürünlerinin tümü ya da kamu hizmetindeki elektronik ve
teknolojik hedefleri yakalamak de÷ildir.E- devlet kamu hizmetlerinin halka
odaklanmasıdır(www.genbilim.com).
SONUÇ
Küreselleúme günümüzün en önemli kavramlarından biri olarak
karúımıza çıkmaktadır. Küreselleúme, dünya ülkelerinin birçok alanda birbirine
ba÷ımlı hale gelmelerini ifade etmektedir. Böylelikle dünyada siyasal sınırlar
ortadan kalkmıú ve dünya küresel bir köy haline gelmiútir. Bu yapıda devletler,
etkinliklerini artırmak için, biliúim teknolojilerinin alt yapılarından
yararlanarak, hizmetlerim elektronik ortamda sürdürmeye baúlamıútır. Bu
uygulamaların tamamı E-Devlet kavramıyla anılmaktadır.
290
Türkiye’de internete dayalı uygulamaların geliúmemesinin en önemli
nedenleri, yasal düzenlemelerin yetersiz oluúu, eriúimin yavaú oluúu ve verimli
olmayıúı, yetiúmiú insan yetersizli÷i olarak gösterilebilir. Ülkemizde internet
kullanım oranını artırmak için bu sorunlar giderilmelidir. Ayrıca internet
kullanmayı bilmeyen vatandaúlar için kurslar açılmalı broúürler bastırılmalı ve
bu konuda e÷itilmeleri sa÷lanmalıdır.
E-Devlet aracılı÷ıyla yönetimler, daha hızlı, daha verimli ve daha etkin
hizmet sunarak ülkeler arasında, hizmet düzeyinde rekabet etmektedirler.
Vatandaúlar ise, bu sayede resmi evraklarla, bürokratik yapı ve bürokratik
iúlemler ile daha az u÷raúarak, yönetiúim kavramına uygun olarak aktif bir
úekilde karar alma mekanizmalarında yer almaktadırlar.
Ülkemizi uygarlık alanında ileri seviyelere taúımak için, güncel
donanımlara sahip, bilgiyi uluslar arası kullanım standartlarına göre elde eden,
iúleyen, saklayabilen bir yönetim sistemi yaratarak evrensel düzeylere ulaútıran
ve eksikliklerini gideren uygulamalar yürürlü÷e konmalıdır. Bu amaçla
dünyadaki teknolojik geliúim ve de÷iúimlere ayak uyduran yönetim modelleri
benimsenmelidir.
KAYNAKLAR
BACKUS, Michiel, “E-govarnence in Developing Countries”, International
Instute for Communication and Development Research Brief, No: l
March 2001
BøLEN, Mahmut, Cahit ùanver, “Geniúleyen Devletin Bunalımı ve E-Devlet”,
1.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs
2002,Hereke - øzmit
BOZKURT, Rıdvan, Kalite øyileútirme Araç ve Yöntemleri, MPM Yayını,
No:630, Ankara, 199 8
CROSBY, Philiph, Quality is Free, Mc-Graw Hill Company, New York 1979
DøKEN, Ahmet, Sanayi ve Hizmet øúletmelerinde Toplam Kalite Yönetimi,
Konya Ticaret Odası Kültür ve E÷itim Yayınlan Yayın no:8, Konya
1998
EFøL, øsmail, Toplam Kalite Yönetimi ve Toplam Kaliteye Ulaúmada
Önemli Bir Araç ISO 9000 Kalite Güvencesi Sistemi, 3. baskı,
VipaúYayın Sıra No:l, Ceylan Matbaacılık,Bursa ùubat 1998
E-Governance - an IT Enablerd Theme Of
www.adb.org/Docunıents, 7.9.2000, Eriúim: 20.01.2003
Governance,
En øyi E- Devlet Projesi:VEDOP, BTHaber, sayı 387, 16-22 Eylül 2002
ERDAL, Murat, , “Elektronik Bilgi Ça÷ında Kamu Yönetimi Ve Bir Yerel
Yönetim Uygulaması : østanbul Büyük ùehir Belediyesi”, l.Ulusal
291
Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002,Hereke øzmit
GÖKBUNAR, Ramazan, Birol Kovancılar, “Sosyal Refah Devleti ve De÷iúim”,
Süleyman Demirci Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi
Dergisi,Y. 1998, S. 3(Güz)
JUPP, Vivienne, “Implementing E-government Rhetoric and Reality” ,
Accenture Issue, No:2 June 2000.
JURAN, J.M (1988), Quality Control Handbook, 4th Edition, Mc-Graw Hill
Int.Edition, New York
KARAHAN, Kasım,Hizmet Pazarlaması, Beta Basım Yayım, østanbul 2000
LEBLEBøCø, Do÷an N., Mustafa Kemal Öktem, Mehmet Devrim Aydın,
“Türkiye’de Kamu Kesiminde Bilgi Teknolojileri Uygulamaları ve EBürokrasi: Örgütsel Dönüúüm Üzerine Etkiler”, Kamu Yönetiminde
Kalite 3.Ulusal Kongresi, Todaie l. Baskı, Kasım 2003
LARRAIN, Claudia Orrego., E-Goverment in Developing Countries:
Achievments and Prospects, The Transition to E-government: The
Compherensive
Strategy
of
Chile,
wwwl.worldbank.org/publicsector/egov/orregp_keynote.pdf
Eriúim
Tarihi: 20.01.2003
LEIGH, Andrew, Robert D. Atkinson, Breaaking Down Bureaucratic
Barries: The Next
Phase of Digital Govenment, Progresive Policy ønstute, Technology and New
Economy
Project,November
2001,
www.ppionline.org/documents/digigov_JSlovOl,pdf Eriúim Tarihi:
20.01.2003
SAöA, Kenji, Vision and Strategy for e-Government, Digital Oppurtunity
Forum Session 3, Tokyo, JAPAN, 6 November, 2001.
vvww.glocom.ac.jp/dotforce/dof/handouts
19.01.2003
final/Sa÷a
final.pdf,
Eriúim
:
STOWERS, Genie N,L., Commerce Comes To Government On The
Desktop: E-Commerce Applicatiosøn The Public Sector, The Price
Waterhouse Coopers Endowment for the Business of Government,
February 2001
www.endownrnent.pcwglobal.CQm/pdfs/stowerrepoerts.pdf.
25.01.2003
Eriúim
Tarihi:
Otuz Yıllık RüyarMERNøS, BTHaber-Dosya, sayı 405, 27 Ocak - 2 ùubat
2003.
292
TAK, Bilçin, “Kamu Kuruluúlarında Müúteri Odaklı Yönetim Anlayıúına Geçiú
Aracı Olarak Vatandaú Tatmin Araútırmaları ve Bursa Halkına Yönelik
Görgül Bir Çalıúma” Uluda÷ Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler
Fakültesi Dergisi, Cilt XXI, Sayı 2, 2002.
TEKøN, Mahmut, Üretim Yönetimi (Cilt II), An Ofset, 4.Baskı, Konya :1999
ULUSOY, Ahmet, Birol KARAKURT , Türkiye’nin E-Devlete Geçiú
Zorunlulu÷u, 1. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11
Mayıs 2002,Hereke - øzmit.
YÜCETÜRK, E. Elif, “Türk Kamu Yönetiminde E-Devlet Uygulamaları Ve
Tabana Yayılabilme Yetene÷i Bakımından Bir De÷erlendirme : Bolu
Örne÷i”, 1. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs
2002, Hereke - øzmit
www.stradigma.com/turkce/haziran2003/print_09html eriúim tarihi 27.01.2009
www.genbilim.com.Eriúim tarihi,27.01.2009
http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der61m6.pdf
293
294
TÜRKøYE’DE DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERGøLER ve
EKONOMøYE ETKøLERø
Yrd. Doç. Dr. Haldun SOYDAL Selçuk Üniversitesi øøBF øktisat Bölümü
Arú. Gör. M. Levent YILMAZ Selçuk Üniversitesi øøBF øktisat Bölümü
ÖZET
Türkiye’de son dönemlerde vergi politikaları üzerinde önemli çalıúmalar
yapılmıú ve özellikle verginin tahsili ve denetimi noktasında önemli adımlar
atılmıútır. 2008 yılı içerisinde yaúanan ve etkilerinin henüz giderilmeye
çalıúıldı÷ı Küresel Finans Krizi döneminde hükümetlerin önemli bir gelir
kayna÷ı olan vergi, ülkemizde de etkin bir politika aracı olarak kullanılmıútır.
Ancak tüm bu yeni düzenlemelere ve de÷iúikliklere ra÷men, Türkiye’de halen
verginin adaletli tahsili noktasında büyük bir dengesizlik yaúanmakta ve toplam
tahsil edilen vergiler içerisinde dolaylı vergilerin oranı yüksek seyrine devam
etmektedir. Çalıúmamızda Türkiye’deki dolaylı vergi ve dolaysız vergiler ile
ilgili bilgiler verilmiú ve son dönemlerde gerçekleúen oranlar ıúı÷ında vergi
politikası eleútirisi yapılmıútır.
Anahtar Kelimeler: Vergi, Dolaylı Vergi, Dolaysız Vergi, Kayıt Dıúı Ekonomi
THE DIRECT AND INDIRECT TAXES IN TURKEY AND THEIR
IMPACTS ON ECONOMY
ABSRACT
In recent periods significant studies about the tax policies were done
and took important steps especially at the point of taxgathering and tax
audit. The tax, that is an important revenue force in terms of the
governments in the period of Global Financial Crisis which is lived in
year 2008 and have been still tring to abrogate its effects, is also used
as an active policy tool.However, although these whole arrangements and
changes; in Turkey, it is still lived that a disequilibrium about the
informed equity of taxation and the indirect taxes continues its high share
in the total collected taxes. In our study, the informations about the
indirect taxes and direct taxes in Turkey and criticisms have been made
in the light of recently actualed rates.
Keywords: Tax, Indirect Tax, Direct Tax, Informal Economy
1. GøRøù
Devletin yüklendi÷i fonksiyonları gerçekleútirmek amacıyla anayasal
sınırlar içerisinde baúvurdu÷u ve de÷erlendirdi÷i çeúitli kaynaklardan elde etti÷i
gelirlerin tümüne kamu gelirleri denilmektedir. Kamu gelirleri içerisinde %7090 gibi önemli bir paya sahip olan vergiler; devletin, gerçek ve tüzel kiúilerden
295
ödeme güçlerine göre ve herhangi bir hizmete karúılık olmaksızın, cebri olarak
aldı÷ı parasal bir yükümlülüklerdir1.
Temel makro ekonomik hedeflere ulaúma yolunda kullanılan belki de en
etkin enstrümanlardan birisi olan vergiler, dönem dönem sosyal, siyasi veya
idari amaçlar ile düzenlenmekte bunun sonucunda da özellikle dolaylı vergilerin
toplam vergi gelirleri içerisindeki payını artırmaktadır. Günümüz Türk Vergi
Sistemi’nde yapılan de÷iúiklikler ve yenilik çabalarına ra÷men halen dolaylı
vergilerin toplam vergiler içerisinde payı yüksek oranda seyretmektir. Bu
bakımdan her ne kadar vergi denetim ve tahsilât faaliyetlerine büyük önem
verilse de sistemin kendi içerisindeki tutarsızlık tahsilât oranlarına da
yansımakta, bunun sonucunda da hükümetler tahsilâtının nispeten daha kolay
oldu÷u dolaylı vergileri ana gelir kayna÷ı olarak kullanmaktadır.
Vergilerin ekonomik etkilerinin analizi, literatürde, daha çok vergi
indirimleri üzerinde yo÷unlaúmaktadır. Arz yönlü iktisat politikası olarak
adlandırılan bu sürecin temel karakterleri Haldun-Laffer etkisi ile
açıklanmaktadır. Buna göre, vergi indirimlerinden beklenen sonuç, ekonomik
birimlerin kararlarını etkileyerek, özellikle toplam üretim ve vergi gelirlerinde
artıú sa÷lamaktır2.
Küresel kriz sürecinde etkin bir politika aracı olarak kullanılan vergiler,
ülkemizde de bazı sektörlerde olumlu sonuçlar do÷urmuútur. Örne÷in dünya
ülkelerinin geri kalanında büyük sıkıntı yaúayan beyaz eúya ve otomotiv sektörü
üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi ile beraber bu sektörlerin ayakta kaldı÷ı
gözlemlenmiútir.
Küresel kriz süresince iúsizlikle mücadelede önemli bir enstrüman olarak
kullanılan vergi teúvikleri sayesinde iúsizli÷in daha da yüksek rakamlara
çıkmasının önlendi÷i tespit edilmiútir.
Emek arzı her úeyden önce ücretin bir fonksiyonudur. Bu nedenle,
vergilerin emek arzı üzerindeki etkilerinin analizinde ilk akla gelen, do÷rudan
ücretleri hedef alan vergilerdir. Oysa emek gelirlerini reel olarak azaltan her
türlü verginin emek arzı üzerinde benzer sonuçları görülebilir. Emek üzerinden
alınan vergilerin artması, emek gelirlerinde azalıú anlamına gelmektedir. Bu
durum, çalıúanların boú zaman tercihini olumsuz yönde etkileyerek daha fazla
çalıúmayı ön plana çıkardı÷ı gibi, kiúilerin tasarruflarını ve tüketimlerini kısarak
artan vergileri ödeme yolunu tercih etmelerine neden olmaktadır. Gelir etkisi
olarak da adlandırılan bu olgunun karúı cephesinde ise, artan vergiler nedeniyle
çalıúanların daha az vergi ödemek için daha az çalıúmayı tercih etmesi veya boú
1
2
Ramazan Arma÷an, Türkiye’de Gelir Ve Kurumlar Vergisi Oranlarında øndirimin Vergi
Gelirleri Üzerine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi øøBF Dergisi, Yıl 2007, C 12, S 3,
s. 228.
Mehmet Durukaya, Servet Ceylan, Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi, Yıl,
2006, Sayı 150, s. 80.
296
zamanın maliyetinin düúmesine ba÷lı olarak iúgücü arzının daraltılması ile
ortaya çıkan ikame etkisi yer almaktadır. Çalıúanların gelir gruplarına göre
farklılıklar gösterebilir. Bu etkiler düúük gelir grubundaki bireyler söz konusu
oldu÷unda gelir etkisi a÷ırlık kazanırken, yüksek gelir grubuna girenler için ise
ikame etkisi önem kazanmaktadır3.
Türkiye’de son dönemde vergi politikalarında önemli de÷iúiklikler yapılmıú
vergi denetimi, matrahların belirlenmesi, vergi yükü ve vergi adaleti gibi birçok
alanda yeniliklere gidilmiútir. Maliye politikalarının uygulanmasında önemli bir
araç olan vergi; resesyonun giderilmesinde uygulanan çeúitli alanlardaki
indirimlerle etkin bir úekilde kullanmıú ve baúarı sa÷lanmıútır. Türkiye
ekonomisi dünya ekonomileri içerisinde ilk 20 büyük ekonomiden birisi
olmuútur. Bu nedenle vergi politikalarının regüle edilmesi, etkinli÷inin
artırılması, bölgeler arası geliúmiúlik farklılıklarının kaldırılması, gelir da÷ılımı
adaletinin optimal düzeye çekilmesi ve toplumsal refahın artırılması gibi birçok
sosyo-ekonomik alanda da vergi önemli bir parametre olarak kendini
göstermektedir.
2. DOLAYLI ve DOLAYSIZ VERGø KAVRAMLARI
Serbest ticarete dayanan kapitalist toplumların geliúmesi ile vergi gelirleri
kamu ekonomisi için önem kazanmaya baúlamıútır. Tarım ekonomilerinde
tarımsal ürünlerden alınan vergiler a÷ırlık taúırken, sanayileúme sürecinde farklı
dönemlerde farklı vergilerin önem kazandı÷ı söylenebilir4.
Ülkelerin geliúmiúlik düzeylerinin de bir göstergesi niteli÷inde olan vergi
sistemleri ülkeden ülkeye göre farklılık gösterebilmektedir. Buna göre
sanayileúmenin baúlangıcında dolaylı vergiler1, ileri aúamasında ise dolaysız
vergiler ön plana çıkarken dolaysız vergiler kapsamında gelir ve kurumlar
vergisinin en büyük gelir kayna÷ı olarak geliúti÷i görülmektedir. Toplumların
geliúmesine ba÷lı olarak götürü vergilerden gerçek iúlemlere dayanan vergilere,
nesnel vergilerden paralı vergilere do÷ru bir geliúme görülmektedir5.
Vergi sistemi nüfusun farklı gruplarının yaúam standartlarını farklı úekilde
etkiler. Bu yüzden do÷rudan ve dolaylı verginin etkileri yaúam standardı
üzerindeki etkileri ekonomide önemli bir konudur6. Maliye Bakanlı÷ı Gelirler
Genel Müdürlü÷ü tasnifi do÷rultusunda Türk Vergi Sistemi’ndeki vergiler, önce
dolaysız ve dolaylı vergiler olmak üzere iki ana baúlık altında toplanmıútır7. Son
3
A. Nemli, Kamu Maliyesine Giriú, Filiz Kitabevi, østanbul, 1990, s. 160.
Mehmet Sena EKøCø, Vergi Gelirlerini Etkileyen Ekonomik Ve Sosyal Faktörler, Elektronik
Sosyal Bilimler Dergisi, Güz 2009, C.8, S.30, s.202.
5
Kenan Buluto÷lu, Kamu Ekonomisine Giriú, Batı Türkeli Yayıncılık, østanbul, 2004, s. 344.
6
Jorgen Aasness, Andreas Benedictow, Mohamed F. Hussein, Distributional Efficiency of Direct
and Indirect Taxes, Economic Research Programme on Taxation, 2002, s. 4
7
Hüseyin ùen, Olivera - Tanzi Etkisi: Türkiye Üzerine Ampirik Bir Çalıúma, Maliye Dergisi Sayı
143, 2003, s.10.
4
297
yıllarda devlet gelirleri arasında en büyü kalemi dolaylı vergi gelirleri
oluúturmaktadır8.
Dolaylı ve dolaysız vergi ayrımı verginin iktisadi mükellef ile vergi idaresi
arasına baúka birilerinin girip girmemesine göre yapılan bir ayrımdır9. Vergi,
asıl mükellef olarak düúünülmüú olan kiúinin iktisadi unsurlarından do÷rudan
alınıyorsa ve aktarılamıyorsa dolaysız yapıdadır. Gelir, kurumlar, emlak
vergileri bu gruba örnek olarak gösterilebilir. Mükelleflerin, vergi yüklerini
baúkalarına devretmesi yani yansıtmaları halinde vergi dolaylıdır. Dolaysız
vergilerde mükellef vergiyi sonuçta, kural olarak kendi mal varlı÷ından ödemek
durumunda kalmakta, yasalar önünde vergi mükellefi olarak kabul edilen kiúi
ile vergi sonucu malvarlı÷ı azalan kiúi aynı olmaktadır. Oysa dolaylı vergilerde
vergi mükellefi vergiyi genellikle ödedikten sonra, fiyat mekanizması içerisinde
baúkalarına aktarmaktadır. Buna göre mükelleflerin vergi yüklerini baúkalarına
devredemedi÷i vergiler dolaysız, baúkalarına çeúitli yollarla devredebildi÷i
vergiler ise dolaylı olarak nitelendirilmektedir. Dolaylı vergilere; üretim, toptan
satıú, perakende satıú aúamalarında alınan bazı üretim ve tüketim vergileri örnek
gösterilebilir10.
Dolaylı vergiler; üretim ve ithalatla ba÷lantılı vergiler olup, üretim birimleri
üzerinden alınan vergileri, KDV, ithalde alınan vergiler, ulaútırma ve sigorta
gibi hizmetler, finansal iúlemler ve sermaye iúlemleri üzerinden alınan di÷er
spesifik vergileri ve üretimden alınan sair vergileri kapsar11.
Buna karúılık ‘dolaysız vergiler’ gelir ve kurumlar vergileri, servet
üzerinden alınan vergiler, sosyal güvenlik primleri bunlar iúverenlerle iúçilerin
primlerini, kendi hesabına çalıúanların ve bir iúverene tabi olmaksızın
çalıúanların primlerini kapsar12. Dolaysız vergilendirme, uzun zamandır yurt
içindeki belirli sektörlerdeki mal ve hizmet üretimini desteklemek amaçlı olarak
kullanılmaktadır. Dolaysız vergilendirmedeki en sık kullanılan önlemler ise
kurumlar vergisi oranının düúürülmesi ve vergi tatilleri, hiç olmazsa, belirli bir
süre düúük tutulan vergilerdir. Bunlar belirli bir sektöre uygulanabilir. Di÷erleri
ise hızlandırılmıú amortisman ve yatırım indirimleridir13.
Türkiye ekonomisinde üzerinde durulması gereken önemli bir nokta dolaylı
vergilerin yüksekli÷idir. Aslında Türkiye ekonomisi, ekonomik büyüklü÷üne
8
Halil Nadaro÷lu, Kamu Maliyesi Teorisi 5. Baskı, Kan Da÷ıtımcılık ve Yayıncılık østanbul,
1983, s. 233.
9
Metin Erdem, Do÷an ùenyüz, øsmail Tatlıo÷lu, Kamu Maliyesi, Ekin Køtabevi. 3. Basım, Bursa,
2003, s. 91.
10
Abdurrahman Akdo÷an, Kamu Maliyesi, Geniúletilmiú 11. Baskı, Gazi Køtabevi, Ankara, 2006,
s.283.
11
Biltekin Özdemir, Vergi Sistemlerinde Dolaysız Vergilerden Dolaylı Vergilere Kayıú ya da
Tüketim Vergilerinin Artan A÷ırlı÷ı, Maliye Dergisi, Sayı 157, Temmuz-Aralık 2009, s.
12
A.g.m. s.12
13
Michael Daly, The WTO and Direct Taxaition, WTO Discussion Paper No 9, Switzerland, June
2005, s.14.
298
göre geliúmiú ülke standartları baz alındı÷ında toplam vergi kapasitesi olması
gerekenden düúüktür. Fakat dolaylı vergi oranları bu ülkelerle
karúılaútırıldı÷ında oldukça yüksektir. Bu yüksek oran, kiúilerin reel gelirlerini
kısarak refahını düúürmekte, ortalama tasarruf e÷ilimlerini yetersizleútirmekte
dolaylı olarak toplam talebi etkilemekte tüketimi düúürmektedir.
Türkiye’de dolaylı ve dolaysız vergilerin geliúimi incelendi÷inde, özellikle
1980 sonrasında toplam vergi gelirleri içindeki dolaylı ve dolaysız vergi
kompozisyonunda büyük ve hızlı bir de÷iúim göze çarpmaktadır. Grafik 1’de
1980-2006 döneminin baúındaki dolaylı vergi oranı %35’ler civarında iken,
2006 yılına gelindi÷inde bu oran %65-70’lere yükselmiútir. Dolaysız vergiler
bakımından ise dolaylı vergilerin geliúiminin tam tersi bir durum
gerçekleúmiútir14.
Grafik 1. Dolaylı ve Dolaysız Vergilerin Geliúimi
Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı÷ı Gelir ødaresi Baúkanlı÷ı Verileri
Vergi gelirlerinin da÷ılımı ile ilgili olarak aúa÷ıdaki grafikte detaylı
bilgi verilmiútir. Grafikte dolaylı vergilerin artmasında etkili olan KDV, ÖTV
gibi mal ve hizmetlerden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içinde önemli
paya sahip oldu÷u görülmektedir15.
14
Ferimah Yılmaz, Nuray Tezcan, Vergi Hasılatı Ve Sabit Sermaye Yatırımlarının Ekonomik
Büyümeye Olan Etkisi: Ekonometrik Bir ønceleme, 8. Türkiye Ekonometri ve østatistik
Kongresi 24-25 Mayıs 2007– ønönü Üniversitesi Malatya, s. 3.
15
A.g.e. s. 4.
299
Grafik 2. Toplam Vergi Gelirlerinin Da÷ılımı
Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı÷ı Gelir ødaresi Baúkanlı÷ı Verileri
Dolaysız vergilerde vergi mükellefleri ile vergi idaresi karúı karúıya
gelmekte ve temel olarak mükellefin beyanı esas tutulmaktadır. Dolayısıyla,
matrahın tespitinde yolsuzlu÷un yo÷un olarak yaúanması beklenebilir. Çünkü bu
vergilerde matrahın hesaplanması genelde sübjektif unsurları gerektirmektedir.
Ancak dolaylı vergiler bünyesinde bir muameleyi gerektirdi÷i için temel olarak
satıú üzerinden alınmakta olup, bu vergilerde mükellefler ile idare çok sık karúı
karúıya gelmemektedir16.
Tablo 1.’de de görüldü÷ü üzere ülkemizde dolaylı vergilerin GSMH
içindeki payı dolaysız vergilere oranla daha yüksek bir úekilde seyretmektedir.
Grafik 3’te ise dolaylı ve dolaysız vergilere iliúkin oranlar gösterilmektedir.
Yıllar itibari ile dolaylı vergilerin GSMH içindeki oranı düúmüú olsa da OECD
ülkeleri ile kıyaslandı÷ında halen çok yüksek oranlarda seyretmektedir.
Tablo 1. Yıllar øtibariyle Dolaylı-Dolaysız Vergilerin Geliúimi (Milyon TL)
YILLAR
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
16
DOLAYSIZ V.
15.829
26.526
35.869
50.365
62.574
72.268
87.003
99.836
DOLAYLI V.
17.584
24.048
39.604
56.515
67.011
80.463
94.222
100.989
TOPLAM V.
33.413
50.574
75.473
106.880
129.586
152.731
181.225
200.825
GSMH
125.596
176.484
275.032
356.681
428.932
486.401
575.784
646.893
Muhlis Ba÷digen, Gökhan Dökmen, Yolsuzlu÷un Kamu Gelir Ve Giderleri Üzerine Etkisi,
ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi,Cilt 2, Sayı 3, 2006, s.63-64.
300
Grafik 3. Yıllar øtibariyle Dolaylı-Dolaysız Vergilerin Toplam Vergiler
øçindeki Payı
Grafik 3’te görüldü÷ü gibi toplam vergiler içerisinde dolaylı vergilerin
payı yıllar geçtikçe oransal olarak azalırken, dolaysız vergilerin payı
artmaktadır. Bu ülkemizin vergi adaletinin sa÷lanması noktasında dikkat çekici
bir geliúme olarak de÷erlendirilebilir. Tablo 2’de ise yıllar itibari ile vergilerin
toplam tahsilat/toplam tahakkuk oranları görülmektedir. Tablo 2 ve Grafik 3
beraber de÷erlendirildi÷inde toplam vergilerin içerisindeki dolaylı vergilerin
oransal düúüúünün tahsilat oranlarını artırıcı bir etkisi oldu÷unu söylemek yanlıú
olmayacaktır.
Tablo 2. Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilat Oranları
Toplam Tahsilat / Toplam Tahakkuk, 2000-2009
YILLAR
2000
ORAN (%)
90,5
2001
90,3
2002
91,4
2003
92,5
2004
93,0
2005
92,0
2006
92,2
2007
91,1
2008
89,7
2009
87,4
Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı÷ı Gelir ødaresi Baúkanlı÷ı Verileri
301
3. KAYITDIùI
ETKøLERø
EKONOMø
ve
VERGø
GELøRLERøNE
Kayıt dıúı ekonomi, GSMH hesaplarını elde etmede kullanılan bilinen
istatistik yöntemlerine göre tahmin edilemeyen ve gelir yaratıcı ekonomik
faaliyetlerin tümüdür17.
Kayıt dıúı ekonominin, mali, ekonomik, politik, sosyal, psikolojik ve hukuki
birçok sebebi bulunmaktadır. Bu çerçevede, ülkenin ekonomik sistemi ve
yapısal özelliklerinin kayıt dıúılı÷ı oluúturmada rol oynadı÷ı görülmektedir.
Özellikle, istihdam açısından bakıldı÷ında, ekonomide küçük iúletmelerin
yaygınlı÷ı ile tarım ve hizmetler sektörüne dayalı faaliyetlerin a÷ırlıkta olması
kayıt dıúılı÷a yol açan önemli etkenlerdir. Ekonominin azgeliúmiúli÷i, yüksek
enflasyon, ekonomi politikaları, istikrarsızlık, krizler, kayıtlı ekonomide
istihdam ve gelir imkânlarının kısıtlı ve yüksek maliyetli olması, kayıt dıúılı÷ı
etkileyen unsurlar olarak karúımıza çıkmaktadır18.
Türkiye ekonomisinde kayıt dıúılık büyük bir problem olarak karúımıza
çıkmaktadır. Bazı tahminlere göre 1993 itibariyle gayri safi milli hasılanın
yaklaúık olarak %35'i kadar bir kayıt dıúı ekonomi bulunmaktadır. 1990'ların
ortalarında yapılan SSK denetimlerinde kayıt dıúında çalıútırılan iúçi oranı %2535 arasında de÷iúmektedir. Di÷er bir hesaplamaya göre sanayi ve hizmetler
sektörlerinde kayıt dıúı çalıúanların toplam çalıúanlara oranı %30'lara
yaklaúırken, buna tarım kesimi de katıldı÷ı zaman bu oran %50'lere
ulaúmaktadır19.
Kayıt altına alınmaya ciddi çaba gösterilse de yine de ülke ekonomimizde
yüksek oranda kayıt dıúılık mevcuttur. Vergi altına alınamayan bu alanla
birlikte adaletli bir úekilde vergi alınması da sa÷lanamadı÷ından, hükümetler
dolaylı vergi üzerinden devletin maliye dengesini tutturmaya çalıúmakta ancak
yine de refahın kaybını engellemekte zorlanmaktadırlar. Ayrıca makro
ekonomik açıdan Türkiye ekonomisinde tam istihdam seviyesinde ciddi
sapmalar olması özellikle yüzde 15’e varan iúsizlik düzeyi, sermaye yetersizli÷i
gibi üretim faktörlerinin etkin bir úekilde optimal kullanımının sa÷lanamaması
da devletin önemli ölçüde vergi kaybına u÷ramasına yol açmaktadır. 2008
yılından bu yana kürsel piyasalarda etkisini hissettiren resesyonla birlikte her ne
kadar Türkiye ekonomisinde para piyasalarında ciddi bir ekonomik tahribat
görülmese de sanayi üretim endeksindeki kapasite kullanım oranlarındaki düúüú
iúyerin kapanma oranlarındaki yükseliú, iç ve dıú talebe ba÷lı toplam arzdaki
17
T. Derdiyok, Türkiye’nin Kayıt dıúı Ekonomisinin Tahmini, Türkiye øktisat, Mayıs, TOBB
Yayını, Sayı 13, s. 54.
18
Vuslat Us, Kayıt dıúı Ekonomi Tahmini Yöntem Önerisi: Türkiye Örne÷i, Türkiye Ekonomi
Kurumu, Tartıúma Metni 2004/17, Haziran 2004, s. 10
19
Osman Altu÷, Kayıtdıúı Ekonomi, Cem Ofset A.ù., østanbul,1994, s.360
302
daralma reel sektör açısından resesyonun etkilerini hissettirdi÷ini göstermiú ve
dolayısıyla da bu makro ekonomik sonuç olarak vergi gelirlerini daraltmıútır.
ønsanlar vergiden kaçarken yalnızca kamu finansmanının istikrarını
baltalamakla kalmaz, aynı zamanda vergi sisteminin adaletini de bozmuú olurlar
ve vergilerini ödeyenler üzerinde daha fazla yük olmasına sebep olurlar.
Böylece çalıúmayı ve tasarruf teúvik eden ve kamu hizmetlerinin yerine
getirilmesi için gereken yatırım artıúlarının karúılanması için gereken gelirin
yaratılması için modern ve adil bir vergi sistemi geliútirilmeli ve devlet vergi
suiistimalinin önüne geçmelidir20.
Vergiden sakınma ve vergi kaçınmanın da içerisinde bulundu÷u kayıt
dıúı ekonomik faaliyetler aúa÷ıdaki tabloda gösterilmiútir.
Tablo 3. Kayıt Dıúı Ekonomik Faaliyetlerin Sınıflandırması
*Kayıt altına alınmamıú olmak dıúında
Kaynak: F. Schneider-D.H. Enste(2000), Shadow Economies: Size causes and Consequances,
Journal of Economic Literature, 38,1, s.79.
Tablo 3’te de görüldü÷ü üzere özellikle kayıt altına alınmadı÷ı sürece
vergi kaçırmanın ve vergiden sakınmanın suç unsuru bile oluúturmadı÷ı
ekonomik sistemde, vergi gelirlerinin kayıt dıúı ekonomik faaliyetler düúece÷i
açıkça görülmektedir.
4. DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERGøLERøN EKONOMøYE
ETKøLERø
Geliúmiú veya geliúmekte olan ekonomilerde uygulanan iktisat
politikalarının temelinde yer alan “büyüme” olgusu, belirli bir dönemde ortaya
çıkan üretim ve gelir artıúıyla açıklanmaktadır. Reel GSMH’deki artıú olarak da
20
The Public Enquiry Unit HM Treasury, Tackling Indirect Tax Fraud, November United
Kingdom, 2001, s.1
303
adlandırılan büyüme sürecine, klasik, neo-klasik ve modern büyüme teorileri
farklı de÷iúkenlerle ıúık tutmuúlardır. Bu teorilerde nüfus, ücretler, faiz oranı,
tasarruf düzeyi, teknoloji, do÷al kaynaklar, verimlilik, sermaye birikimi ve
e÷itim gibi unsurlar temel belirleyiciler içinde analize katılmakla birlikte, daha
çok fiziki ve beúeri sermaye yatırımlarının artırılması çabalarına yer
verilmektedir. Devletin maliye politikası aracılı÷ı ile ekonomik büyüme
hedefine ulaúabilmesi için, harcama seçene÷inin yanında vergi politikası da
belirleyici olabilmektedir. Özellikle tasarruf düzeyi düúük geliúmekte olan
ekonomilerde vergiler, halkın kamu harcamalarına katılımını sa÷layan etkili bir
mali araç olarak kullanılmaktadır. Bu ba÷lamda, ekonomik büyüme ile vergi
gelirleri arasındaki iliúkinin belirlenmesi, vergi politikasının biçimlenmesi
açısından önemli sinyaller verecektir21.
Yüksek vergilemenin, tasarruf ve yatırım dürtülerini bozarak büyüme
oranlarında bir düúüúe sebep olabilmesine ra÷men, devletin belirli vergi
politikaları, altyapıyı iyileútirme amaçlı devlet yatırımlarının özel sektör
yatırımlarını artırması yolu ile ekonomik büyümeyi artırabilir22.
Türkiye Ekonomisi 2009 yılında yüzde 6 oranında küçülerek dünya ülkeleri
arasında, resesyondan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almıútır. Dünyada
yaúanan küresel mali krizin neticesinde yaúanan bu resesyonla beraber
ülkemizde de toplam talep düzeyi sürekli düúmüú, bunun neticesinde sanayi
üretim endeksi ve kapasite kullanım oranlarında aúa÷ı yönlü bir seyir
gerçekleúmiútir.
Toplam talepteki bu sürekli düúüúün istihdam rakamlarına da olumsuz
yansımasının ardından, toplam talebi teúvik edici yönde uygulanan vergi
politikaları neticesinde özellikle otomotiv ve beyaz eúya üzerindeki ÖTV (Özel
Tüketim Vergisi)’nin geçici olarak kaldırılması bu sektörlerin ve buna ba÷lı
di÷er sektörlerin ayakta kalmasını sa÷lamıútır. Bütün bu alınan önlemler ve
uygulanan politikaların temel amacı ekonomik dengenin sa÷lanmaya
çalıúılmasıdır.
Ekonomik dengede ise esas amaç; fiyat dengesinin korunması ve
ekonominin tam istihdam düzeyinde süreklili÷in korunmasıdır. Esas amaç bu
olmakla birlikte, ekonomide dengesizlik ortaya çıktı÷ı hatta üstesinden
gelinmesi çok güç sorunlar haline dönüútü÷ü ço÷unlukla görülmektedir. Cari
fiyat düzeyinde toplam talebin toplam arzdan fazla oldu÷u yani enflasyonist bir
ortamda, talep fazlasını emici veya arzı arttırıcı yönde vergi uygulamaları önem
kazanırken, cari fiyat düzeyinde toplam arzın toplam talepten fazla oldu÷u yani
21
22
Mehmet Durkaya, Servet Ceylan, Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi Sayı
150, Ocak Haziran 2006, s. 80.
Yeúim Kuútepeli, Mustafa Bilman, A Preliminary Analysis On The Long-Run Relationship
Between Taxation And Growth In Turkey, Dokuz Eylül University Faculty Of Business
Department Of Economics, Discussion Paper No 08/02, Aprili 2008, s. 2.
304
deflasyonist bir ortamda ise, talebi arttırıcı ve talep yetersizli÷ini giderici vergi
uygulamalarına a÷ırlık verilmesi gerekmektedir23.
Ekonomide durgunluk paralelinde istihdam ve gelir düzeyinin düúmesi,
vergi gelirlerinin de azalmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte enflasyondaki
uygulamanın tersine, vergi yükünü azaltıcı uygulamalara giriúilmesi talep
düzeyinin yükseltilmesi yönünde katkıda bulunacaktır24. Böylesi bir durumda
özel sektör üretim kararlarını piyasa fiyatlarına göre vermektedir ve devlet
gümrük, üretim vergisi veya teúvik uygulamamalıdır çünkü üretimde etkinli÷i
düúürmektedirler25.
IMF ile yeni bir Stand-By anlaúmasının reddedilmesi, sürekli artan iúsizlik
rakamları, toplam talepteki düúüú, azalan kapasite kullanım oranları, düúen
sanayi üretim endeksi gibi pek çok olumsuz parametre ile hareket etmek
durumunda olan Türkiye ekonomisinin her zamankinden daha fazla mali
disipline ihtiyacı oldu÷u açıktır.
Tablo 4. Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH øçindeki Payı
Toplam Vergi Gelirlerinin
GSYH øçindeki Payı
(Piyasa Fiyatlarıyla%)
Danimarka
øsveç
Belçika
Norveç
Fransa
øtalya
Finlandiya
Avusturya
øzlanda
Macaristan
Hollanda
Çek Cumhuriyeti
øspanya
Lüksemburg
Portekiz
23
2007
48,7
48,3
43,9
43,6
43,5
43,5
43,0
42,3
40,9
39,5
37,5
37,4
37,2
36,5
36,4
Akdo÷an, a.g.e., s.467.
John F. Due’den aktaran, Akdo÷an a.g.e., s. 471.
25
Emmanuel Saez, Direct or indirect tax instruments for redistribution:short-run versus long-run,
Journal of Public Economics 88, 2004, s. 505.
24
305
Almanya
øngiltere
Yeni Zellanda
Polonya
Kanada
Yunanistan
Avusturalya
ørlanda
Slovak Cumhuriyeti
øsviçre
Japonya
ABD
Kore
Türkiye
Meksika
36,2
36,1
35,7
34,9
33,3
32,0
30,8
30,8
29,4
28,9
28,3
28,3
26,5
23,7
18,0
OECD Toplam
OECD Amerika
OECD Pasifik
OECD Avrupa
AB 19
AB 15
35,8
26,7
30,0
38,0
38,6
39,8
Kaynak: OECD, Revenue Statistics of OECD Member Countries,Paris,2009
IMF’nin kredi deste÷i olmadan gelir ve gider hesaplarına iliúkin
dengede zorlanması muhtemel görünen Türkiye Ekonomisinde gelir
kalemlerinin en baúında gelenlerden vergi büyük önem taúımaktadır. Bu
bakımdan Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH øçindeki Payı (Tablo 4)açısından
OECD ülkeleri içerisinde son sıralarda bulunan ülkemizin vergi gelirlerini
artırıcı politikalara ihtiyaç duyaca÷ı bir gerçektir.
5. SONUÇ
Resesyonun etkilerini üzerinden atmaya çalıúan ve IMF olmadan yoluna
devam kararı alan Türkiye ekonomisinin her zamankinden daha fazla mali
disipline ihtiyaç duyaca÷ı önemli bir gerçektir. Bu bakımdan gelir gider
dengesinin sa÷lanması noktasında önemli bir kaynak olan verginin önemi her
geçen gün artmaktadır. Türkiye ekonomisinde son dönemlerde toplam vergiler
içerisinde dolaylı vergilerin payı bir düúüú gösteriyor olsa da; bu oran halen
OECD ülkelerinin çok üzerinde seyretmektedir.
Çalıúmamızda da belirtti÷imiz üzere son 10 yıllık veriler ıúı÷ında toplam
vergilerin içerisinde dolaylı vergilerin oransal payının düúmesinin tahakkuk
eden vergilerin tahsilatına etkisi oldu÷u sonucuna varılmıútır. Ayrıca bu oranın
306
artmasında etkin bir vergi denetiminin yapıldı÷ı düúünüldü÷ünde, vergi
gelirlerinin artırılması ve vergi adaletinin sa÷lanması noktasında dolaylı
vergilerin payının düúürülmesi gerekmektedir.
Vergi gelirlerini etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesi de kayıt dıúı
ekonominin varlı÷ıdır. Ülkemizdeki kayıtdıúı ekonomik faaliyetler neticesinde
çok ciddi oranlarda vergi kaybı yaúanmakta, bu da vergi koyucuları dolaylı
vergi üzerinden gelir elde etmeye zorlamaktadır. Bu bakımdan etkin bir
kayıtdıúı ekonomi ile mücadelenin dolaylı vergileri düúürece÷i ve vergi adaleti
sa÷layaca÷ını söylemek yanlıú olmayacaktır.
6. KULLANILAN KAYNAKLAR
AASNESS, Jorgen; BENEDøCTOW, Andreas; HUSSEøN, Mohamed F.;
Distributional Efficiency of Direct and Indirect Taxes, Economic Research
Programme on Taxation, 2002.
AKDOöAN, Abdurrahman; Kamu Maliyesi, Geniúletilmiú 11. Baskı, Gazi
Kitabevi, Ankara, 2006.
ALTUö, Osman, Kayıtdıúı Ekonomi, Cem Ofset A.ù., østanbul,1994.
ARMAöAN, Ramazan; Türkiye’de Gelir Ve Kurumlar Vergisi Oranlarında
øndirimin Vergi Gelirleri Üzerine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi
øøBF Dergisi, Yıl 2007, C 12, S 3.
BAöDøGEN, Muhlis; Dökmen, Gökhan; Yolsuzlu÷un Kamu Gelir Ve Giderleri
Üzerine Etkisi, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi,Cilt 2, Sayı 3, 2006.
BULUTOöLU, Kenan; Kamu Ekonomisine Giriú, Batı Türkeli Yayıncılık,
østanbul, 2004.
DALY Michael; The WTO and Direct Taxaition, WTO Discussion Paper No 9,
Switzerland, June 2005.
DERDøYOK, T.; Türkiye’nin Kayıt dıúı Ekonomisinin Tahmini, Türkiye
øktisat, Mayıs, TOBB Yayını, Sayı 13.
DURKAYA, Mehmet; CEYLAN, Servet; Vergi Gelirleri ve Ekonomik
Büyüme, Maliye Dergisi Sayı 150, Ocak Haziran 2006.
DURUKAYA, Mehmet; CEYLAN, Servet; Vergi Gelirleri ve Ekonomik
Büyüme, Maliye Dergisi, Yıl, 2006, Sayı 150.
EKøCø, Mehmet Sena; Vergi Gelirlerini Etkileyen Ekonomik Ve Sosyal
Faktörler, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Güz 2009, C.8.
ERDEM, Metin; ùENYÜZ, Do÷an; TATLIOöLU, øsmail; Kamu Maliyesi,
Ekin Kitabevi. 3. Basım, Bursa, 2003.
307
KUùTEPELø, Yeúim; BøLMAN, Mustafa; A Preliminary Analysis On The
Long-Run Relationship Between Taxation And Growth In Turkey, Dokuz
Eylül University Faculty Of Business Department Of Economics,
Discussion Paper No 08/02, Aprili 2008.
NADAROöLU, Halil; Kamu Maliyesi Teorisi 5. Baskı, Kan Da÷ıtımcılık ve
Yayıncılık østanbul, 1983.
NEMLø, A., Kamu Maliyesine Giriú, Filiz Kitabevi, østanbul, 1990.
OECD, Revenue Statistics of OECD Member Countries,Paris,2009
ÖZDEMøR, Biltekin; Vergi Sistemlerinde Dolaysız Vergilerden Dolaylı
Vergilere Kayıú ya da Tüketim Vergilerinin Artan A÷ırlı÷ı, Maliye Dergisi,
Sayı 157, Temmuz-Aralık 2009.
SAEZ, Emmanuel; Direct or indirect tax instruments for redistribution:short-run
versus long-run, Journal of Public Economics 88, 2004.
SCHNEøDER F,. - ENSTE D.H. (2000), Shadow Economies: Size causes and
Consequances, Journal of Economic Literature, 38,1.
ùEN, Hüseyin; Olivera - Tanzi Etkisi: Türkiye Üzerine Ampirik Bir Çalıúma,
Maliye Dergisi Sayı 143, 2003.
The Public Enquiry Unit HM Treasury, Tackling Indirect Tax Fraud, November
United Kingdom, 2001.
US, Vuslat; Kayıt dıúı Ekonomi Tahmini Yöntem Önerisi: Türkiye Örne÷i,
Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartıúma Metni 2004/17, Haziran 2004.
YILMAZ, Ferimah; TEZCAN, Nuray; Vergi Hasılatı Ve Sabit Sermaye
Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye Olan Etkisi: Ekonometrik Bir
ønceleme, 8. Türkiye Ekonometri ve østatistik Kongresi 24-25 Mayıs 2007–
ønönü Üniversitesi Malatya.
308
ÇEVRE MUHASEBESø VE ÇEVRE MALøYETLERøNøN ÜRETøM
MALøYETLERøNE ETKøLERø
Yasemin SOYLU*
Hüseyin øLERø**
ÖZET
Çevre yalnızca insanların içinde yaúadı÷ı ve hayatlarını devam ettirmeleri için
onlara kaynak sunan bir ortam de÷il aynı zamanda iúletmelere de ekonomik
kaynak sa÷layan bir sistemdir.
Üretim, çevreden elde edilen kaynaklar ile gerçekleútirilmektedir. Bu durumda
kaynakların tükenmesi ve çevrenin kirlenmesi toplum sa÷lı÷ının bozulmasının
yanı sıra iúletmeler için de yeni kaynak bulunamaması anlamına gelmektedir.
øúletmeler çevre dostu ürünler üreterek, zararlı atıkların en aza indirgenmesine
çalıúarak, geri dönüúüm sa÷layarak çevrenin kirlenmesini ve çevresel sorunların
ortaya çıkmasını engelleyebilecektir. Tüm bu konularda do÷ru kararlar
alınabilmesi için iúletmeler çevresel maliyetleri bilmeye ihtiyaç duyar. øúte bu
nedenle çevresel maliyetlerin tam ayırımının yapılması gerekir. Geleneksel
muhasebe sisteminde, çevresel maliyetler genel giderler grubu içerisinde
sayılarak ayrıntılı bilgi sa÷lama konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle
çevre muhasebesinin geliútirilmesinin önemi daha da artmıútır. Bu çalıúmanın
amacı, çevresel maliyetleri tanımlamak, sınıflandırmak ve çevresel muhasebe
sistemini oluúturmaktır.
Anahtar Kelimeler: øúletme, Çevresel Maliyetler, Çevre Muhasebesi.
ENVIRONMENTAL ACCOUNTING AND ENVIRONMENTAL
EFFECTS OF COST TO THE PRODUCTION COST
ABSTRACT
Environment is not only a resource for people to continue their lives and the
place they live in, but also an economic resource for managements.
Production is carried out with resources obtained from the environment. So,
depletion of resources and environmental pollution causes community health
impairment as well as breakdown of finding new resources for companies.
Companies can avoid environmental pollution and decrease enviromental
problems by producing environmentally friendly products, working to minimize
hazardous waste and recycling. To take right decisions in all these issues,
*
Ö÷retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Akörem Ali Rıza Ercan MYO
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO
**
309
companies need to know environmental costs. For this reason, the full
environmental costs of separation should be done. In the traditional accounting
system, environmental costs, considered in the group of overhead costs, is
inadequate in providing detailed information. Therefore, the importance of the
development of environmental accounting has increased even more.The purpose
of this study is to identify the environmental costs, classify them and create
environmental accounting system.
Key Words: Companies, Environmental Costs, Environmental Accounting.
ÇEVRE MUHASEBESø KAVRAMI
Çevre muhasebesi Devlet østatistik Enstitüsü (DøE) tarafından “Ekonomi ve
çevre arasındaki etkileúimi açıklamak amacıyla çevrenin durumu, geliúimi
hakkında
makro
seviyede
bilgi
üretmektir”
úeklinde
tanımlanmıútır(DøE,1994:3).1
‘Literatürde yeúil muhasebe olarak da adlandırılan çevre muhasebesi en geniú
úekilde çevresel kaynakların kullanımı ve bu kaynakların kullanımı sonunda
do÷acak etkilerin muhasebesi’ olarak ifade edilmektedir( Kırlıo÷lu ve Can,
1998: 54).2
Baúka bir ifade ile çevre muhasebesi; ‘çeúitli muhasebe uygulamalarındaki bilgi
ve çevresel maliyetlerin birleútirilmesini ifade eden genel bir terimdir’. Çevre
muhasebesinin literatürdeki farklı tanımları aúa÷ıda verilmiútir(Kurúunel
vd.,2006:83):3
Çevre muhasebesini finansal muhasebede ölçümlenme iúlevlerinin örne÷in,
finansal raporlama ve iúletme içi ve iúletme dıúı çevre faktörlerinin dikkatle
uygulanması úeklinde tanımlamıútır.
Çevre muhasebesi, uygulanmakta olan muhasebe sisteminde, özellikle maliyet
ve kar analizlerinde çevre faktörlerinin planlanıp uygulanmasıdır.
Çevre muhasebesi, çevre ile ilgili mali nitelikli olayların muhasebeleútirilmesi
ve mali tablolarda gösterilmesidir.
Yukarıdaki tanımlamalar çerçevesinde ‘çevre muhasebesi, muhasebe tanımına
da uygun olarak, çevresel kaynakların oluúumunu, bu kaynakların kullanılıú
biçimini, iúletmelerin faaliyetleri sonucunda bu kaynaklarda meydana gelen
artıú ve azalıúları ve iúletmelerin çevresel açıdan durumunu açıklayan bilgileri
1
DøE, 1994. Su østatistikleri ve Do÷al Kaynaklar Muhasebesi, Ankara, Sf..3.
2
Kırlıo÷lu Hilmi, Can Ahmet (1998). Çevre Muhasebesi (1. Baskı). Adapazarı. De÷iúim
Yayınları. Sf. 54.
3
Kurúunel Fahri, Büyükúalvarcı Ahmet, Alkan Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının
Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görüúleri: Konya øli Üzerine Bir Araútırma. Selçuk Üniversitesi
Karaman ø.ø.B.F. Dergisi. Sayı 11. Sf. 83.
310
üreten ve bunları ilgili kiúi ve kuruluúlara ileten bir bilgi sistemi olarak
tanımlanabilir’. Bu tanım kayıt düzenine yapılmaya çalıúıldı÷ında ise çevre
muhasebesi, mali nitelikteki çevresel iúlemlerin ve olayların para ile ifade
edilmiú úekilde kaydedilmesi, sınıflandırılması, özetlenerek rapor edilmesi ve
sonuçlarının yorumlanması úeklinde olabilir.( Melek, 2001:25).4
Çevre Muhasebesinin Amaçları
Yönetimde yeni anlayıú ve yaklaúımlar, bilgi iúlem teknolojisindeki geliúmeler,
iúletmelerin büyümeleri, karar verme süreci, planlama ve kontrol iúlevlerinin
yerine getirilmesi için gerekli olan bilgilerin toplanması, biriktirilmesi ve
iúlenmesi iúlemlerine yeni boyutlar getirmiútir. Bugün iúletme yönetiminin bilgi
gereksinimi artık geleneksel muhasebe bilgilerinden elde edilen bilgilerle sınırlı
kalmamakta, iúletme faaliyetleri itibariyle çok çeúitli bilgilere gerek
duyulmaktadır. Muhasebe bilgi sistemi bunların tamamını sa÷lamamakla
birlikte bugün için bu bilgilerin büyük bir bölümünü verebilecek kapsamdadır(
Haftacı ve Soylu,2008:94).5
Di÷er taraftan pek çok bilim dalı gibi muhasebe bilimi de ‘sosyal sorumluluk’
gere÷i iúletmenin çevreye verdi÷i zararları kamuoyuna bildirmek amacıyla
çevreye yönelik çalıúmalar yapmaya baúlamıútır. Muhasebe bilimi bu amaçla,
do÷al kaynak olarak giren ve atık olarak çıkan de÷erlerin fiziksel akıúlarını
sayısallaútırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla çevre muhasebesinin temel
amacının bilgi üretmek oldu÷u söylenebilir.
‘Çevre muhasebesinin, bütün muhasebe sistemleri gibi aúa÷ıda sıralanan
amaçları taúıdı÷ı da bir gerçektir’(Kurúunel vd.,2006:84).6
Ɣ Kaynak envanterinin belli bir zamanda ne düzeyde oldu÷unu gösteren ve
bunun profilini veren bilânço hazırlamak,
Ɣ Belli bir zaman dilimi içerisinde kaynak stokunun ne kadarının kullanıldı÷ını,
stoka ne kadar geldi÷ini, onlara ne ilave edildi÷ini ve ne kadarının úekil
de÷iútirdi÷ini belirlemek, hesaplarını hazırlamak,
Ɣ Duran varlıklarla dönen varlıkların tutarlı olmasını sa÷lamak ve böylece her
bilânçonun, bir önceki yılın bilânçosunun üstüne bu yılın dönen varlık
hesaplarının eklenmesi úeklinde oldu÷unu göstermektir.
4
Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine
Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens.
Hatay. Sf 25.
5
Haftacı Vasfi, Soylu Kamuran (2008). Çevresel Bilgilerin Muhasebesi Ve Raporlanması. Kocaeli
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15. Sf. 94.
6
Kurúunel Fahri, Büyükúalvarcı Ahmet, Alkan Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının
Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görüúleri: Konya øli Üzerine Bir Araútırma. Selçuk Üniversitesi
Karaman ø.ø.B.F. Dergisi. Sayı 11. Sf.84.
311
Ayrıca( Ya÷lı,2006:4.5-1)7;
Ɣ Geleneksel muhasebe uygulamalarının olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak,
Ɣ Geleneksel muhasebe sistemi içinde, çevresel maliyet ve gelirleri ayrı olarak
tanımlamak,
Ɣ øúletmelerin hem iç hem de dıú çıkar grupları için, yeni performans ölçüm
raporları, formları geliútirmek,
Ɣ Yönetim kararlarından daha fazla çevresel yararlılık elde edebilmek için yeni
finansal ve finansal olmayan muhasebe bilgi ve kontrol sistemleri oluúturmak.
Görüldü÷ü gibi çevre muhasebesinin amaçları makro ve mikro düzeyde
algılanabilmektedir. Çevre muhasebesinin makro açıdan amacı, çevresel
kaynakların parasal de÷erlerini belirleyerek onları milli gelir hesaplarına
göstermek ve böylece ekonomik verilerle çevresel verileri aynı çatı altında
toplamaktır. Mikro açıdan amacı ise, çevresel konulara iúletme düzeyinde mali
nitelik kazandırarak onları mali tablolarda göstermek ve böylece çevrenin
muhasebe sistemi içine yerleútirilmesini ve yönetsel kararlara katkıda
bulunmasını sa÷lamaktır( Melek, 2001:26).8
ÇEVRESEL MALøYETLER
Çevresel maliyetlerin tanımına yönelik farklı görüúler bulunmaktadır. Çevresel
maliyetleri, çevresel koruma amaçlarına hizmet eden maliyetler olarak
tanımlamaktadır. Daha geniú bir tanımla çevresel maliyetlerin içerisine sadece
çevresel koruma maliyetleri de÷il aynı zamanda iúletmenin çevresel
performansına yönelik di÷er maliyet kalemlerini de katabiliriz.
Sonuç olarak iúletmelerin içinde bulundukları çevre için yapmıú oldukları her
türlü faaliyet, çevresel maliyetlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Çevresel maliyetler ortaya çıkma biçimlerine göre farklılık göstermektedirler.
Çevresel maliyetlerin bir kısmı çevreyi korumak amacıyla gerçekleútirilen
faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkmakta, bazı çevresel maliyetler ise çevresel
kaynakların kullanımları sonucunda oluúmaktadır. Di÷er çevresel maliyetler de
iúletmelerin sebep oldu÷u çevresel kirlilikler nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
Çevresel maliyet, iúletmelerin faaliyetlerini yürütürken çevreyi korumak ve
çevre kirlili÷ini önlemek amacıyla katlandıkları maliyetlerin tümüne denir.
7
8
Ya÷lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans
Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu÷la. Modul 4.5-1.
Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri
Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf
26.
312
Çevresel maliyet bilgilerine ihtiyacın nedenleri ise úöyle sıralanabilir(
Ya÷lı,2006: 27);9
Ɣ Yönetim stratejilerinde, mamul çeúitlili÷i ve fiyatlanması,
Ɣ Üretim girdilerinin seçilmesi,
Ɣ Kirlili÷i önleme
de÷erlendirilmesinde,
projelerinin
ve
atık
yönetimi
seçeneklerinin
Ɣ øúletme içi ve iúletme dıúı tarafların bilgilendirme sürecinde çevresel
maliyetlerin önemli rolü vardır.
Bazı firmalar belirsiz alandaki maliyetlerin ayırımını yapmak için aúa÷ıdaki
yaklaúımları kullanmaktadırlar(Gül,2005: 39).10
Ɣ Bir maliyetin çevresel olarak sadece bir amaç için kabul edilmesi,
Ɣ Bir faaliyetin maliyetinin kısmen çevresel olarak kabul edilmesi
Ɣ øúletmenin bir maliyetin % 50’den fazlasının çevresel oldu÷una karar
verdi÷inde muhasebe amaçları için bu maliyetin çevresel olarak kabul
edilmesidir.
Baúlıca çevresel maliyet örnekleri úunlardır( Melek,2001: 39-40);11
Ɣ Üretim sürecinde çeúitli kimyasal maddeler kullanan bir iúletmede ortaya
çıkacak olan yüksek depolama maliyetleri,
Ɣ Çeúitli mamullerin üretimi esnasında çevreye bırakılan tehlikeli veya zararlı
atıkların yarataca÷ı kirlili÷i temizlemek için katlanılan harcamalar,
Ɣ Kirlilik önleme programları ve geri dönüúüm sa÷lanabilmesi çerçevesinde
yapılacak yatırım harcamaları,
Ɣ Çalıúanların çevre e÷itimleri, yasal düzenlemelere uygunluk çevreye yönelik
ar-ge faaliyetleri için yapılan harcamalar,
Ɣ øúletmenin çevreye verdi÷i hasarlar sonucu insanlara veya di÷er kurumlara
ödemek zorunda kalaca÷ı ceza ve tazminat harcamaları.
9
Ya÷lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans
Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu÷la.
10
Gül Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geliútirilmesi Ve Bir
Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir.Sf
39.
11
Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine
Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens.
Hatay. Sf. 39-40.
313
Son yıllarda sanayi iúletmelerinin faaliyetlerini çevresel açıdan izlemesi, analiz
etmesi ve raporlamasını zorunlu kılacak düzenlemeler yapılmaya baúlanması ile
birlikte iúletmelerin, çevresel maliyetlerini tanımlamaları, sınıflandırmaları ve
muhasebe kayıtlarında ayrıntılı olarak izlemeyip raporlamaları gerekmektedir(
Çoúkun ve Karaca,2008:.61)12
Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılması
Çevresel maliyetler terimi temelde iki ana baúlık altında incelenmektedir;
bunlardan ilki iúletmenin faaliyet sonucunu direkt olarak etkileyen
maliyetlerdir. Bu maliyetler özel maliyet úeklinde ifade edilmektedir. økincisi
ise bireylerle, toplumla ve çevre ile ilgili olup da iúletmenin sorumlu
tutulmadı÷ı maliyetlerdir. Bu maliyetler ise sosyal maliyetler úeklinde ifade
edilmektedir( Özbirecikli, 2003:50).13
Sosyal Maliyetler
Sosyal maliyetler, bir iúletmenin parasal açıdan sorumlu tutulmadı÷ı, çevre ve
toplum üzerindeki etkilerinin sonucunda oluúan maliyetlerdir. Sosyal maliyetler,
dıúsal maliyetler úeklinde de ifade edilmektedirler. Bu maliyetler, iúletmenin
faaliyet sonuçlarını direkt olarak etkilemezler. Örne÷in bir úirket zararlı
atıklarını bir nehre boúaltarak bu nehirden yarar sa÷lar. Ancak, burada ortaya
çıkan olumsuz etkilere bu nehrin suyunu kullanmaya ihtiyacı olan balıkçı, çiftçi,
yöre halkı ve di÷er úirketler maruz kalır. Burada nehri kirleten firmalar, di÷er
kullanıcıların u÷radı÷ı zararı karúılamaz. øúte bu karúılanmayan zarar úirket için
sosyal maliyet olmakla birlikte, úirket bu maliyetten sorumlu tutulmamakta ve
kısa vade de etkilenmemektedir( Ya÷lı,2006:55).14
Sosyal yapıdaki çevresel maliyetler ortaya çıkma úekillerine göre farklılık
gösteririler. Bazı çevresel maliyetler daha çok çevreyi koruma amacına yönelik
faaliyetler sonucunda ortaya çıkarken, bazıları çevresel kaynaklardaki
kullanımlar sonucunda ortaya çıkabilmektedir. Di÷er çevresel maliyetler ise
daha çok iúletmenin sebep oldu÷u çevresel kirlilikler yüzünden ortaya
çıkmaktadır( Aslan,1995:42). 15
12
Coúkun Ali, Karaca Nurcan (2008). Kobilerde Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılmasına
Yönelik Bir Öneri; Metal øúleme Sektöründen Bir Uygulama. Ekoloji Dergisi, Sayı 18. S.f. 61.
13
Özbirecikli Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı).
østanbul. Detay Yayıncılık.Sf. 50.
14
Ya÷lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans
Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu÷la.S.f. 55.
15
Aslan Ümmühan, Çevre Muhasebesi Ve Nuh Çimento A.ù.’Nde Çevre Muhasebesi Üzerine
Pilot Bir Çalıúma, Yüseklisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Eskiúehir, 1995, Sf.42.
314
Sosyal maliyetlerin türleri úöyle sıralanabilir;
1. Azaltma Maliyeti
2. Kullanma Maliyeti
3. Zarar Maliyeti
Özel Maliyetler
Özel maliyetler, ‘iúletmelerin faaliyet kar ya da zararlarını direkt olarak
etkileyen maliyetlerdir.’ Yani iúletmelerin çevreye zarar vermemek, verilen
zararı en aza indirgemek ve çevreye verilen bu zararları tazmin etmek için
katlandıkları maliyetler özel maliyetler olarak tanımlanır. O halde iúletmelerin
çevre için ödedikleri her türlü bedelin parasal ifadesi özel maliyet olarak kabul
edilmektedir( Gül,2005:42).16
Özel maliyetlerin türleri ise úöyle sıralanabilir;
1. Öncül Maliyetler
2. Yasal Düzenlemelerden Kaynaklanan Maliyetler
3. øste÷e Ba÷lı Maliyetler
4. Sonlanma Maliyetleri
5. ømaj Ve øliúkisel Maliyetler
6. Gizli Maliyetler
Çevre muhasebesi terminolojisinde çevresel maliyetin muhasebe sistemine dâhil
edildi÷ini vurgulamak için tam, toplam, gerçek ve yaúam döngüsü terimleri
kullanılmaktadır. Bunun nedeni ise geleneksel yaklaúımların önemli çevresel
maliyetleri göz ardı etmesi nedeni ile faaliyet alanının eksik olmasıdır. Daha
sa÷lıklı yönetsel kararların alınması açısından, genelde dikkate alınmayan ya da
tümü genel üretim maliyeti hesabında toplanan çevresel maliyet kalemlerinin
neler oldu÷unun belirlenmesi gerekmektedir( Gül,2005:43).17
Çevresel Maliyetlerin Fonksiyonel Açıdan Da÷ılımı
Çevresel maliyetlerin iúletmenin tüm iúlevleri ile yakından ilgili oldu÷u
bilinmektedir. øúletmede çevresel sorunların önlenmesi sadece yönetim
departmanının sorunu de÷il tüm departmanların ve çalıúanların
sorumlulu÷undadır. øúletmelerde oluúabilen çevresel maliyetler genellikle
üretimle direkt olarak iliúkilendirilememektedir. Bu açıdan çevresel maliyetler
16
17
Gül Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geliútirilmesi Ve Bir
Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir.Sf
42.
Aynı. Sf. 43.
315
üretim giderlerine endirekt olup genel üretim giderleri içerisinde yer alır.
øúletmelerde ortaya çıkabilecek çevresel maliyetler sadece üretim faaliyetlerine
de÷il, iúletmenin di÷er fonksiyonel faaliyetlerine de payları oranında
yüklenmelidir. Çünkü çevresel sorunlara yalnızca üretim faaliyetlerindeki
hatalar de÷il, genel yönetim, ar-ge, pazarlama ve finansman faaliyetlerindeki
hatalar da sebep olabilmektedir. Dolayısıyla çevresel maliyetleri oluúturan
giderler, stok ve dönem (faaliyet) gideri olarak iki kısımda ele alınabilir. Sonuç
olarak çevresel maliyetler bir iúletmenin bütün fonksiyonlarında ortaya
çıkabilece÷inden dolayı fonksiyonel gider esasına göre da÷ılımı yapılabilir.
Tablo 1.’de çevresel maliyetlerin fonksiyonel gider esasına göre tasnifi
görülmektedir(Altınbay,2007:8). 18
Tablo 1. Çevresel maliyetlerin fonksiyonel gider esasına göre tasnifi
(Altınbay,2007:8)
Çevresel Maliyetlerin Fonksiyonel Da÷ılımı
Finansman
Giderleri
Genel
Yönetim
Giderleri
Dönem (Faaliyet) Giderleri
Pazarlama
Giderleri
Genel
Üretim
Giderleri
Üretim
Giderleri
Ar-Ge
Giderleri
Çevresel
maliyetler
Azaltma
Maliyetleri
Kullanma
Maliyetleri
Zarar
Maliyetleri
TOPLAM
Çevresel maliyetlerin gider türleri itibariyle de da÷ılımı yapılabilir. Tablo 2’de
çevresel maliyetlerin gider türlerine göre tasnifi görülmektedir.
18
Altınbay Ali(2007). Çevresel Maliyetlerin Raporlanması. Akademik Bakıú Dergisi, Sayı 11. Sf.
8.
316
Tablo 2. Çevresel Maliyetlerin Gider Türlerine Göre Tasnifi (Kıro÷lu ve
Can,1998:122)
TOPLAM
Finansman
Gid.
Amort. Gid.
Ver. Resim ve
Harçlar
Dıú. Sa÷. Fay.
Ve Hiz.
øúcilik
Giderleri
Çevresel Maliyetlerin Gider Türlerine Göre Da÷ılımı
Ham Mad. ve
Malz. Gideri
Çevresel
Maliyetler
Azaltma
Mal.
Kullanma
Mal.
Zarar Mal.
TOPLAM
Stok Maliyet Giderleri
Stoklar, iúletmenin satmak, üretimde kullanmak veya tüketmek amacıyla
edindi÷i, ilk madde ve malzeme, yarı mamul, mamul, ticari mallar ile üretim
sürecinde meydana gelen yan ürün, artık ve atıklar gibi bir yıldan az bir sürede
kullanılacak olan veya bir yıl içerisinde nakde çevrilebilece÷i düúünülen
varlıklardan oluúur.
‘øúletmeler hammadde satın alma faaliyetlerinde mamullerin çevresel
özelliklerini de dikkate almaya baúlamıúlardır. øúletmeler özellikle kimyasal
malzeme kullanımlarını tekrar gözden geçirerek, var olan kimyasal
malzemelerin sayılarını ve miktarlarını azaltmaya veya çevreye daha az zararlı
kimyasal malzemeler kullanmaya e÷ilim göstermektedirler. Satın aldıkları
stokların çevresel özelli÷i nedeniyle katlandıkları ek maliyetler varsa iúletmeler
bunları çeúitli úekillerde izleyebilirler’( Haftacı ve Soylu, 1998:97).19
Edinilen stokların maliyetleri ile üretim giderleri ve genel üretim giderleri bu
grupta yer alır.
Üretim giderleri; üretim iúletmelerinin mamul üretmek için yaptıkları giderlere
üretim gideri (maliyet gideri) adı verilir. Üretim giderinin en belirgin özelli÷i
üretim için mal ve hizmet tüketimidir. Üretim giderleri, üretilen ürünlerin
satıúıyla iúletmeye gelir olarak geri dönmektedir. Ürünler satılmadıkları sürece
iúletmenin aktifleri içersinde yer almaya devam ederler. Bu giderler, üretilen
19
Haftacı Vasfi, Soylu Kamuran (2008). Çevresel Bilgilerin Muhasebesi Ve Raporlanması.
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15. Sf.97.
317
mamullerin maliyetine yüklenerek, bilânçoda mamul stokların gelir tablosunda
satılan mamullerin maliyetinin belirlenmesini sa÷lar.
Gelen üretim giderleri; direkt hammadde ve direkt iúçilik giderleri dıúında kalan
ve üretimle ilgili olan di÷er tüm maliyet giderleridir. Bu giderler üretilen
mamullerle do÷rudan ba÷lantısı kurulamayan ancak üretim için gerekli olan
giderleridir.
Dönem Giderleri
Bu giderler, iúletmenin alıú ve üretim dıúı fonksiyonlarıyla ilgili olan ve bu
nedenle satın alınan malzeme ve malların veya üretilen mamullerin maliyetine
eklenmeksizin do÷rudan do÷ruya gider tablosuna yansıtılan giderleridir. Genel
yönetim giderleri, Ar-Ge giderleri, pazarlama satıú ve da÷ıtım giderleri bu
grupta yer alır( Melek,2001:44).20
Genel yönetim giderleri; bir iúletmenin yönetim fonksiyonları, iúletme
politikasının tayini, organizasyon ve kadro kuruluúu, büro hizmetleri, kamu
iliúkileri, güvenlik, hukuk iúleri, personel iúleri, kredi ve tahsilâtı da kapsayan
muhasebe ve mali iúler servislerin giderleri ile di÷er gider gruplarında hiç
birisine girmeyen giderlerden oluúur( Atabey vd.,2007:494).21
Araútırma ve geliútirme giderleri; çevreye daha yararlı ürünlerin tasarımı için
araútırma geliútirme maliyetleri, çevresel performansı iyileútirmek için yapılan
tasarın ve araútırma geliútirme maliyetleri, úirketin da÷ıtım ve satıú sisteminin
çevresel dostlu÷unun iyileútirilmesi ile ilgili araútırma geliútirme maliyetleri ve
bunların yapılmasıyla ilgili iúçilik maliyetlerini kapsamaktadır( Çetin
vd.,2004:68).22
Pazarlama satıú ve da÷ıtım giderleri; Talep oluúturmak, sipariú almak veya
malın müúteriye ulaútırılıp teslim edilmesi için katlanılan maliyetlerdir.
Çevresel harcamalar farklı úirketlerde bu kategorilerden herhangi birinde veya
birkaçında sınıflandırılabilir. Ancak çevresel maliyetlerin yönetsel kararlarda
daha etkin bir úekilde dikkate alınabilmesi için ayrıntılı bir maliyet ayırımı
çerçevesi kullanılması gerekir( Özbirecikli,2003:20).23 Çünkü çevresel
maliyetlerin hangi departmanda ortaya çıktı÷ının bilinmesi kadar hangi alt
20
Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine
Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens.
Hatay. Sf. 44.
21
Atabey Ata, Parlakkaya Raif ,Alagöz Ali(Eylül 2007). Genel Muhasebe Dönem Sonu øúlemleri.
Konya. Atlas Kitabevi. Sf 494.
22
Çetin Tansel, Özcan Murat, Yücel Rahmi (2004). Çevre Muhasebesine Genel Bakıú. SÜ. øøBF
Sosyal Ve Ekonomik Araútırmalar Dergisi. Yıl 4. Sayı 7. Sf.68.
23
Özbirecikli Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı).
østanbul. Detay Yayıncılık.Sf 20.
318
unsurlardan kaynaklandı÷ının bilinmesi de, özellikle gerekli önlemlerin
alınabilinmesi açısından, önem taúır( Melek, 2001:46).24
ÇEVRESEL MALøYET MUHASEBESø
‘Çevresel maliyet muhasebesi, mevcut maliyet muhasebesi iúlemlerinde ek
çevresel maliyet bilgilerinin ve yerleúmiú çevresel maliyetlerin fark edilmesi ve
uygun ürün ve süreçlere da÷ıtılmasını ifade eder. Geleneksel maliyet
muhasebesi sisteminde çevresel maliyetler di÷er genel üretim giderleri gibi
geliúi güzel iúlemden geçirilip; örne÷in, dıúa yayılan gazlar, elden çıkarılan
atıklar ve atık su maliyetleri ilk ortaya çıktı÷ı yere bakılmaksızın, toplanıp geliúi
güzel çeúitli maliyet merkezlerine da÷ıtılmaktadırlar. Hatta, üretim süreçlerinde
ortaya çıkan emisyon, atık ve israf edilen malzeme maliyetleri gizli olmaları
veya kaydedilememeleri nedeniyle göz önüne alınmamaktadırlar. Çevresel
maliyet muhasebesi sistemi, sistematik neden ve etki sonuç analizlerine
dayanan akımla ilgili maliyet muhasebesi sistemi olması nedeniyle çıktıyla ilgili
katı atık, suya atık ve emisyon gibi maliyetler, onlara neden olan girdilere do÷ru
olarak yüklenmektedir’( Çelik,2006:156).25
Çevresel maliyetlerin maliyet merkezlerine geliúi güzel yüklenmesi,
iúletmelerin çevresel etkilerini ve onların maliyetlerini azaltmak gibi, maliyet
merkezleri için herhangi bir özendirme içermemektedir. Çevresel maliyetlerin
oluúumuna neden olanların do÷ru olarak saptanması ve yüklenmesi di÷er
alanlarda da maliyetlerin azaltılmasına yardımcı olabilir. Atıkların çoklu÷u, iú
süreçlerindeki verimsizli÷in bir göstergesidir. Örne÷in, bozuk üretim yalnızca
atıkların atılma maliyetini de÷il, aynı anda bozuk mallara giden ek malzeme,
iúçilik ve genel giderler nedeniyle üretim maliyetlerindeki yükselmelere de
neden olmaktadır( Çelik,2007:156).26
‘Çevresel maliyet muhasebesi, üretim girdileri, üretim süreçleri, etkileri ve
ürünleri gerçek maliyetleri ile de÷erlendiren bir iç fiyatlama sistemine katkıda
bulunmaktadır. Bu yöntem, çevresel yönetim sistemi, malzeme ve enerji
akımlarının gözetimi, kontrolü ve planlaması konularında kararlar almak için
bilgi yaratmaktadır. Bu nedenle çevresel maliyet muhasebesi daha düúük
maliyetlerle yasal uyumu sa÷lamak için uygun bir araçtır. Maliyet verilerini
kullanan planlamanın tüm bölümlerindeki çevresel faktörleri bir araya
getirmektedir.
Bunun
yanında
çevresel
veriler,
iú
süreçlerinin
anlaúılabilirlili÷inin geliúmesine yardımcı olmaktadır. Örne÷in, çıktı akımları ile
ilgili verilere sahip iúletmeler atık akımlarının hacmine ve onlarla ilgili
24
Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine
Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens.
Hatay. Sf. 46.
25
Çelik Muhsin(2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. Mufad. Sayı 33. Sf. 156.
26
Aynı. Sf. 156.
319
maliyetlere úaúırmamaktadırlar. Bu bilgi önlemler bulmaya yardımcı
olabilmekte
ve
çevresel
koruma
için
iúletmenin
davranıúlarını
de÷iútirebilmektedir’( Çelik,2007:157).27
‘Bunu baúarmak için çevresel maliyet muhasebesi sistemini yaygınlaútırmak
gerekir. Ek bilginin yararları, ona ulaúma maliyetlerinden daha yüksekse iúletme
böyle bir maliyete katlanacaktır. Bu neden geleneksel ve çevreci maliyet
muhasebesi sistemlerinin birleútirilmesini haklı çıkaracaktır. Böyle bir sistemi
uygulamak için maliyet bölümü sorumlularının çevresel maliyetlerin neden ve
etkileriyle ilgili çok bilgiye sahip olmaları gerekmez. Çevresel etkilerin
maliyetlerini içeren iç fiyatlar, aslında iúletmelerin çevreyle ilgili maliyetlerini
içselleútirmelerini özendirir’( Çelik,2007:157).28
SONUÇ
Toplumsal, sosyal ve ekonomik bir de÷iúikli÷in içinde iúletmelerin
faaliyetlerinin de akıúı de÷iúmiú ve çevreci bir özellik almaya baúlamıútır.
1970’lere gelinceye kadar çevre konusunda ciddi çalıúmalar yapılmamıútır.
Ancak çevresel sorunların boyutları sanayileúme, teknolojinin ilerlemesi, üretim
süreçlerinin, tüketici zevk ve ihtiyaçlarının de÷iúmesiyle gün geçtikçe artmıútır.
Girdilerini çevresel faktörlerden sa÷layan iúletmeler bu durum karúısında,
özellikle geliúmiú ülkelerde, çevre – muhasebe – iúletme iliúkilerinde farklı
yaklaúımlar ortaya koymaya baúlamıútır.
Yaúanan de÷iúimin büyüklü÷ü gerçekleútirilen çevreci faaliyetlerin
kaydedilmesi, denetlenmesi, raporlanması ve de÷erlendirilmesi açısından bir
karmaúaya yol açmaktadır. Bu sorunların en aza indirilebilmesi için muhasebe
uygulamalarının çevreci amaca yönelik olarak yeniden yapılandırılması
gerekmektedir. Bu nedenle çevre muhasebesi kavramı ortaya çıkmıútır.
øúletmeler çevresel sorunları önleyebilmek için daha öncede bir takım faaliyetler
yapmaktaydı ancak, bu önlemlere iliúkin giderler, di÷er giderler arasında yer
alarak çevresel maliyetlerin kesin olarak belirlenmesine ve bu maliyetlerin
raporlanması sonucunda alınacak olan kararların do÷ruluk payının etkinli÷inin
azalmasına yol açıyordu. Çevrenin önemi arttıkça bu tür giderlerin de çevresel
maliyetler adı altında ele alınması daha anlamlı bilgilerin ortaya konulmasına
yardımcı olacaktır.
Çevre muhasebesi, bir úirketin tüm faaliyetlerinin evresel olarak
sınıflandırılması, envanterinin tutulması, envanterdeki de÷iúimlerin izlenmesi,
bu de÷iúimlerin parasal veya fiziksel boyutlarının ortaya konulması ve bunun,
úirket bilânçosuyla bütünleútirilip úirketin gerek karlılı÷ının ortaya konulması
yönündeki düzenlemeler olarak tanımlanabilinir.
27
Çelik Muhsin(2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. Mufad. Sayı 33. Sf. 157.
28
Aynı. Sf. 157.
320
Geleneksel maliyet muhasebesi çerçevesinde, çevre ile ilgili maliyet kalemleri
genel giderler hesabında görünmekte, dolayısıyla, çevre dostu bir süreç ya da
ürün için, seçenekler arasında do÷ru karar vermekte zorlanılmaktadır. Çevre
maliyetlerinin de dikkate alındı÷ı maliyetleme yaklaúımı daha do÷ru ve sa÷lıklı
kararlar alınmasına yardımcı olacaktır. Beklide yüksek çevre maliyetleri nedeni
ile baúka bir mamul üretimine geçme gibi iúletme açısından çok önemli
kararların alınması da gerekebilecektir. Bunun içinde iúletmelerde çevre
maliyetinin de belirlenerek maliyet muhasebesi bilgi sistemine dâhil edilmesi
zorunluluk haline gelmiútir.
KAYNAKÇA
AKDOöAN, Nalan ve SEVøLENGÜL, Orhan (2007). Tek Düzen Muhasebe
Sistemi Uygulaması, (12. Baskı). Ankara. Gazi Kitabevi.
AKÜN, Lerzan (1999). “Çevre Muhasebesi: Genel Bir Bakıú”. Muhasebe
Bilim Dünyası Dergisi, MODAV. Sayı 1.
ALAGÖZ, Ali ve YILMAZ, Baki (2001). “Çevre Muhasebesi ve Çevresel
Maliyetler”. Selçuk Üniversitesi ø.ø.B.F. Sosyal Ve Ekonomik
Araútırma Dergisi. Sayı 1-2.
ALTINBAY, Ali (2006). “Çevresel Maliyetlerin Raporlanması”. Akademik
Bakıú Dergisi, Sayı 11.
ASLAN, Ümmühan (1995). Çevre Muhasebesi Ve Nuh Çimento A.ù.’De
Çevre Muhasebesi Üzerine Pilot Bir Çalıúma. Yayınlanmamıú Yüksek
Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir.
ATABEY, Ata, PARLAKKAYA, Raif ve ALAGÖZ, Ali (Eylül 2007). Genel
Muhasebe Dönem Sonu øúlemleri. Konya. Atlas Kitabevi.
COùKUN, Ali ve KARACA, Nurcan (2008). “Kobilerde Çevresel Maliyetlerin
Sınıflandırılmasına Yönelik Bir Öneri; Metal øúleme Sektöründen Bir
Uygulama”. Ekoloji Dergisi, Sayı 18.
ÇELøK, Muhsin (2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. MUFAD. Sayı.33.
ÇETøN, Tansel, ÖZCAN, Ayúe ve RAHMø, Yücel (2004). “Çevre
Muhasebesine Genel Bakıú”. Selçuk Üniversitesi øøBF Dergisi, Sayı 7.
DøE (Türkiye østatistik Kurumu). (1994). Su østatistikleri ve Do÷al Kaynaklar
Muhasebesi, Ankara.
GÜL, Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin
Geliútirilmesi Ve Bir Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir.
HAFTACI, Vasfi ve SOYLU, Kamuran (2007). Çevre Kirlenmesi Ve Çevre
Koruma Ba÷lamında Çevre Muhasebesinin Önemi. MUFAD. Sayı 33
321
HAFTACI, Vasfi ve SOYLU, Kamuran (2008). “Çevresel Bilgilerin
Muhasebesi ve Raporlanması”. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi. Sayı 15.
KIRLIOöLU, Hilmi ve CAN, A. Vecdi (2006). Çevresel Muhasebede
Kavramsal Tartıúmaların Geliúimi ve Analizi. Mufad. Sayı. 32.
KIRLIOöLU, Hilmi ve CAN, Ahmet (1998). Çevre Muhasebesi (1. Baskı).
Adapazarı. De÷iúim Yayınları.
KURùUNEL, Fahri, BÜYÜKùALVARCI, Ahmet ve ALKAN Alper (2006).
Muhasebe Meslek Mensuplarının Çevre Muhasebesi Hakkındaki
Görüúleri: Konya øli Üzerine Bir Araútırma. Selçuk Üniversitesi
Karaman ø.ø.B.F. Dergisi. Sayı 11.
MELEK, Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin
Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans
Tezi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Hatay.
ÖZBøRECøKLø, Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama
Alanları (5. Baskı). østanbul. Detay Yayıncılık.
ÖZBøRECøKLø, Mehmet ve MELEK, Zeynep (2002). Çevre Muhasebesi Ve
Çevresel Maliyetlerin Maliyet Muhasebesine Etkileri ve Bir
Araútırma. Mufad. Sayı 14.
YAöLI, Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri
Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü. Mu÷la.
322
KÜRESEL KAMUSAL MALLAR VE FøNANSMANI
GLOBAL PUBLIC GOODS AND FINANCING
øsa ALTINIùIK*
Hasan Sencer PEKER**
ÖZET
Küresel kamusal mallar genelde önemsenmeyen ancak aynı derecede
önemli bir kavramdır. Yaúamın devamı, iklim de÷iúikli÷inin, savaúların,
hastalıkların engellenmesi, bütünleúmenin, serbest ticaretin insan haklarının
geliúmesi için gerekli her türlü mal ve hizmet, hayati önem taúımaktadır.
Küresel kamusal mallar, küreselleúmenin de bir sonucu olarak,
devletlerin beraber, koordineli bir úekilde faaliyet göstermesi içe üretilen bir
niteli÷e sahiptirler. Bu tür üretim gerektirmesinin sebebi, piyasada üretilmesi
için gerekli özelliklere sahip olmamasıdır. Bu yüzden do÷rudan devletler
tarafından sa÷lanmalıdır ve kar olgusunun çok ötesindedirler.
Anahtar Kelimeler: Kamusal Mal, Küresel Kamusal Mal, Küresel
Kamusal Malların Finansmanı
ABSTRACT
Global public good is a concept that is generally ignored despite its
importance. The goods and services necessary for maintaining the life; stopping
climate change, wars, diseases; integration, trade and human rights are crucially
important.
Global public goods must be produced cooperatively so that states can
operate in a coordinative way as a result of globalization. The need of this
production is that global public goods do not have the features to be produced in
the market. Therefore, these goods are supplied by the states and they are far
beyond the profit.
Keywords: Public Good, Global Public Good, Financing of Global
Public Goods.
GøRøù
Ticaret, güvenlik, salgın hastalıkların yayılması, çevre, finans ve ticaret
alanlarındaki çok taraflı sorunların çözülmesi için küreselleúme ile birlikte ortak
eylemler gerektirmektedir. Faaliyetteki kurumların bu konular hakkındaki
düzenlemelerinin yetersiz oldu÷u ve geliúen ortamda kendilerini
yenileyemedikleri görülmektedir.
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Kadınhanı Faik øçil MYO.
Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, øktisat Bilim Dalı, Doktora Ö÷rencisi.
**
323
Küresel Kamusal Mallar için bir uluslararası görev gücü
oluúturulmuútur. Temel amacı, finans ile ilgili öngörüler ve yoksullu÷un
azaltılmasına, uluslararası kamusal mallar perspektifinden bakmaktadır. Bu
görev gücüne göre küresel kamusal mallar úu úekildedir: bulaúıcı hastalıkların
ortaya çıkmasının ve yayılmasının önlenmesi, iklim de÷iúikli÷inin önlenmesi,
uluslararası finansal istikrarın sa÷lanması, uluslararası ticaret sisteminin
güçlendirilmesi, güvenlik ve barıúın sa÷lanması ve bilgi üretilmesi úeklindedir.
Küresel kamusal malların birçok tanımı vardır ancak genel olarak bu tanımlar
ve sınıflandırmalar, yukarıda sayılanlar etrafında oluúturulmaktadır.
1.KÜRESEL KAMUSAL MAL
Küresel Kamusal Mal (KKM), birkaç tanımı olan bir kavramdır.
Küresel Kamusal Mal kavramı ekonomi biliminde uzun zamandır yer alıyor
olsa da, Samuelson (1954), daha özenli ve dikkatli bir yaklaúım geliútirmiútir.
Bu yaklaúımın iki temel noktası vardır. Bunlar rekabete dâhil olmaması ve
dıúlanamaz olmasıdır. Rekabete dâhil olmaması, bir malın bir kiúi tarafından
tüketilmesinin, di÷erlerinin bu malı tüketmesini engellememesidir. Dıúlanamaz
olması ise, bu malın tüketimine engel olmamasıdır (Sankar, 2008: 2)
Dünya Bankası Geliúim Komitesi (2000)’ne göre KKM, geliúmiú ve
geliúmekte olan ülkeler tarafından ortaklaúa çabalarla yürütülen geliúim ve
yoksullu÷un azaltılması için gerekli olan sınır ötesi dıúsallıklarla birlikte mallar,
hizmetler, politikalar ve kuralları sistemidir. Bu tanıma göre rekabete dahil
olmama ve dıúlanamaz olma ilkelerinden bahsetmemektedir ancak yoksullu÷un
azaltılmasına yönelik projeler ile ilgili çalıúmalara ıúık tutabilmektedir (Binger,
2003).
Birleúmiú Milletler Kalkınma Programı (2003), iki farklı tanım
yapmıútır:
1) Dıúlanamaz olma ve rekabete dahil olmama özelliklerine sahip
potansiyel kamusal özelliklere sahip mallar,
2) Belirli bir eriúim sınırı olmayan ve herkesin tüketimine açık olan
mallar, küresel kamusal mal sayılmaktadır (Kaul ve Di÷erleri, 2003)
Bu tanımlardan yola çıkarak, aúa÷ıdaki mal ve hizmetleri küresel kamusal
mal sınıflandırmasına alabiliriz:
•
•
•
•
•
•
Temel e÷itim ve sa÷lık gibi bütün insanların temel insanlık onurları,
Milli egemenli÷e saygı,
Küresel Kamu Sa÷lı÷ı,
Küresel Güvenlik,
Küresel Barıú,
Sınırlar arası taúıma ve iletiúim sistemleri.
324
Küresel Kamusal Malların Sınıflandırılması
Tek
Nesil
Bölgesel
Küresel
Çok
Nesil
Bölgesel
Tam Kamusal
-Orman
yangınları
önlenmesi
-Kirli
su
kaynaklarının
temizlenmesi
-Hayvan
hastalıklarının
kontrolü
-Taúkınların
önlenmesi
Okyanus
kirli÷inin
önlenmesi
-Hava tahminleri
-Gözlem
istasyonları
Sulak Alanların
korunması
-Göllerin
temizlenmesi
-Toksik atıkların
temizlenmesi
-Kurúun
emisyonunun
azaltılması
-Ozon
tabakasının
korunması
-Küresel
ısınmanın
önlenmesi
-Hastalıkların
yok edilmesi
-Bilgi
oluúturulması
Yarı Kamusal
Su yolları
-Nehirler
-Otoyollar
-Yerel parklar
Klüp
-Ortak
pazarlar
-Kriz
yönetim
gücü
Enformasyon
a÷ları
(network)
Ba÷lı Ürün
-Barıúı koruma
-Askeri güçler
-Tıbbi yardım
-Teknik yardım
Elektromanyetik
dalgalar
-Uydu yayınları
-Posta hizmeti
-Hastalıkların
kontrolü
-Asit
ya÷murlarının
azaltılması
-Balıkçılı÷ın
korunması
-Av alanlarının
korunması
-Uçucu organik
bileúiklerin
emisyonunun
azaltılması
Antibiyotiklerin
aúırı kullanımı
-Okyanus
balıkçılı÷ı
-Antartikanın
korunması
-Kanallar
-Hava
koridorları
-ønternet
-Denizyolları
-Yabancı
yatırımlar
-Felaket
yardımları
Uyuúturucuların
yasaklanması
-Barıúı koruma
-Taúkınların
kontrolü
-NATO
-Kültürel
normlar
-Milli
parklar
-Sulama
sistemleri
-Göller
-ùehirler
-Uluslararası
parklar
-Kutup
daireleri
-Resifler
-Tropik
ormanların
korunması
-Uzay
kolonileri
-Birleúmiú
Milletler
-Fakirli÷in
azaltılması
Kaynak:Sandler, Todd, “Intergenerational Public Goods”(Ed. By Kaul,
Inge&Isabella Grunberg&Stern A.) Global Public Goods:International
Cooperation in the 21 st Century, Newyork, 1999, s.24-25.
2.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN SUNULMASI
Küresel kamusal malların sunulma süreci oldukça karmaúıktır. (Kaul
vd., 2003:5) Küresel kamusal malların toplam sunum düzeyi farklı yöntemlerle
de÷erlendirilmekte ve bu yöntemlerde, tek tek bireylerin (ülkelerin) katkılarının
nasıl oluútu÷u esas alınmaktadır. (Kanbur ve Sandler, 1999:65)
325
2.1.Toplama Tekni÷i
Toplam küresel kamusal mal üretimi, mala yönelik olarak tüm
katılımcıların katkılarının toplamına eúittir. Herhangi bir aktörün yaptı÷ı katkı,
küresel kamusal malın üretiminde aynı miktarda etkiye sahiptir. Toplama
tekni÷i ile üretilen bölgesel kamusal mallarda, iúbirli÷i problemi ortaya
çıkabilmektedir. Bunun sebebi, ülkelerin bölgesel kamu malı üretimini gönüllü
olarak yapmasına ba÷lı olarak, bir ülke tarafından sa÷lanan bir birimlik
katkının, toplam üretim düzeyinde aynı miktarda artıú sa÷laması, sonuçta bir
ülkenin katkısının tam bir ikamesi haline gelmesidir. Bu durumda, ülkeler tam
olarak bedavacı bir davranıú sergilemektedirler. Ayrıca, bir ülkenin bölgesel
kamu malından sa÷ladı÷ı fayda, üretim için katlanmak zorunda oldu÷u
maliyetten yüksek ise, o ülke iúbirli÷ine yanaúmamaktadır. Bütün bu
davranıúlar, finansman belirsizliklerine ve bölgesel iúbirli÷inin sa÷lanmamasına
yol açarak bölgesel kamusal malların yetersiz sunumuna sebep olmaktadır.
(Çelebi ve Yalçın, 2008:10)
2.2.En øyi Vuruú Tekni÷i
Bu teknolojide sunulan kamu malının miktarı, bu malı en yüksek
düzeyde üreten ülkenin sunum düzeyine eúittir. Örne÷in, bilimsel
araútırmalarda, toplam hizmet düzeyini belirleyen unsur, bu hizmeti en yüksek
düzeyde sunan ülkenin sunum miktarı olacaktır. “Kalkınma yardımları
ba÷lamında, hizmetlerin “en iyi vuruú” özelli÷ine göre davranmak ço÷u zaman
úu anlama gelmektedir. Bu hizmetlerin yapılması için geliúmiú ülkelerden
geliúmekte olan ülkelere do÷ru kaynak aktarmaya gerek yoktur, geliúmiú ülkeler
bu hizmetleri kendi ülkelerinde sundukları zaman faydaları nasıl olsa
yayılacaktır.” (Kirmano÷lu vd., 2006:30)
2.3.En Zayıf Halka Tekni÷i
Bu sunum tekni÷inde, kamu malının sunum miktarını belirleyen unsur,
en zayıf halka yani en az katkıyı yapan ülkedir. Örne÷in, bir salgın hastalık
durumunda, bütün ülkeler ne kadar önlem alırlarsa alsınlar, e÷er bir ülke önlem
almada zayıf kalırsa, di÷erlerinin aldıkları önlemler etkisiz kalır. O halde,
kalkınma yardımlarının en zayıf halkaya yönelmesi, küresel kamusal mal
sunumunu artıracaktır. (Susam, 2008:283)
3.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN SINIFLANDIRILMASI
Küresel kamusal mal kavramı oldukça geniú oldu÷undan, yönetilmesi,
finansmanı, faydalanılmasının kolaylaútırılması ve görev da÷ılımı yapılabilmesi
için çeúitli sınıflara ayrılırlar. Sektöre, faydasına, eriúilebilirli÷ine, teknolojiye
ve ekonomik kapsamına göre sınıflandırılabilirler.
326
3.1.Sektörel Sınıflandırma
Sektöre göre sınıflandırma, çevresel, sosyal, sa÷lık, barıú ve güvenlik,
ekonomik ve kurumsal olarak sınıflandırılabilir. Çevre grubunun özünde,
çevreden faydalanılması, zarar görme riskinin düúürülmesi gibi faydalar yer
almaktadır. Hastalıkların engellenmesi, yenilerinin ortaya çıkmasının önüne
geçilmesi ve var olanlar ortadan kaldırılması ve durdurulması, küresel fayda
sa÷layan bir maldır (Morissey ve Di÷erleri, 2002).
3.2.Fayda Çeúidi
Küresel kamusal mallar için üç farklı fayda alt grubu vardır. Bunlar
risklerin azaltılması, kapasitenin arttırılması ve faydanın do÷rudan sa÷lanması
úeklindedir. Bunlar basitçe belirli bir kamusal malın ulusal, bölgesel veya
uluslararası olup olmamasına ba÷lıdır. E÷er fayda riskin azaltılması veya
do÷rudan fayda elde edilmesi ise, bu kamusal mal, küreseldir çünkü herkes
faydalanabilir. E÷er fayda kapasitenin arttırılması ise bu durumda küresellikte
bahsedilmeyebilir. Örnek verecek olursak, denizlerin ve okyanusların
kirlenmesi uluslararası bir zarardır ve bu yüzden kirlili÷in azaltılması,
uluslararası bir faydadır. Tabii burada kayna÷ı kimlerin kullandı÷ına ba÷lı
olarak, ulusal veya bölgesel bir faydadan da bahsedilebilir (Binger, 2003: 10).
3.3.Kamusallık Boyutu
Kamusallık boyutuna göre yapılan sınıflandırma, Saf Kamusal Mallar,
Saf Olmayan Kamusal Mallar, østisnalara Sahip Olan Kamsal Mallar ve Ortak
Mallardır.
Saf Kamusal Mallar, rekabete açık de÷ildirler ve dıúlanamazlar. Salgın
hastalıkların önlenmesi, küresel ısınmanın durdurulması gibi hizmetler, saf
kamusal mallardır çünkü bundan faydalanan belirli bir bölge veya birey yoktur.
Bütün dünya küresel ısınmadan veya bunun durdurulmasından olumlu veya
olumsuz etkilenmektedir.
Saf Olmayan Kamusal Malların faydaları kısmen rekabetçi, kısmen
dıúlanabilir olabilir. Balıkçılık, rekabetçili÷e örnek olarak verilebilir. Bir
balıkçının elde etti÷i, fayda, di÷erininkini potansiyel olarak azaltabilir.
østisnalara Sahip Olan Kamusal Mallarda, fayda, ödeme yapmayanlar
tarafından elde edilir. Bir ülke, herhangi bir maliyete katlanmadı÷ı bir
faaliyetten fayda elde edebilir.
Ortak Ürünler, çeúitli kamusallık derecesine sahip bir veya birkaç çıktı
olabilir. Ya÷mur ormanları toplumsal ürünlerdir ve bütün dünya bundan
faydalanmaktadır.
327
3.4.Toplam Teknoloji
Kamusal mal tedarikinin niteliklerine bakmak için, faydanın rekabet
dıúı ve dıúlanamaz olmasından daha fazlasının dikkate alınması gerekmektedir.
Buradaki üçüncü özellik, toplam üretim teknolojisidir.
3.5. Faaliyet Ekonomisi ve Yetki Devri
øki veya daha fazla KKM aynı birime fayda sa÷layabilir ve bu mal için
maliyet paylaúılabilir. Az kullanılan altyapılar, faaliyet ekonomisinin birincil
kayna÷ıdır. Bir kurumun altyapısı tam kapasitesine ulaúırken KKM elde etme
kapasitesini arttırmanın mı yoksa belirli kurumları yetkilendirmenin mi daha
ekonomik olaca÷ına karar vermelidir (Jayarman, Kanbur, 1999: 420).
4.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN FøNANSMANI
Ülkeler temelde milli çıkarları do÷rultusunda faaliyetlerini belirlerler ve
bunun yanında pozitif bir dıúsallık olarak küresel kamusal mal üretebilirler. Bir
ülkenin sa÷lıklı ve e÷itimli bireyler yetiútirmesi küresel iúgücünü, sa÷lıklı
bireyler yetiútirmesi, küresel sa÷lı÷ı, kendi ülkesinin refahını arttırmaya
çalıúması, küresel refahı arttırmaktadır. Bütün bunlar, devletin görevi veya en
azından deste÷i altında gerçekleúmedir. Bunun için ise o ülkenin yeterli finansal
kaynaklara sahip olması gereklili÷i kaçınılmazdır çünkü görünüúte ve kısa
vadede gelir sa÷layan bir üretim faaliyeti de÷ildir (Göker, 2009:9).
Küresel kamusal mallar ile ilgili en önemli problemlerden birisi bu
malların kim tarafından nasıl finanse edilece÷idir. Bu malların bölünemez,
rekabet dıúı ve dıúlanamaz olmalarından dolayı, maliyet üstelenenlerle
kullananlar farklı kesimler olmaktadır.
4.1.Dıúsallıkların øçselleútirilmesi
Bu tür malların üretim ve tüketim faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan
faydanın ve maliyetin, bu malları üreten ve tüketenler arasında paylaútırılması
en önemli finansman yöntemlerindendir (Tekin, Vural, 2006).
Bu finansman yönteminde, faydanın ortaya çıkarılması sürecinde ortaya
çıkan maliyetlerin kullanıcılara yüklenmesi söz konusudur. Buradaki yaklaúım,
elde edilen faydaya göre kullanıcıya bedel yükleme ve bu sayede etkin bir
kullanım sa÷lamaktır. Uluslararası haberleúme uyduları için devletlerin
ödedikleri bedeller örnek olarak verilebilir (Yalçın, 2009: 297).
Dıúsallıkların içselleútirilmesi uygulamalarına örnekler úu úekildedir:
• Karbon vergileri
• Uçuú vergileri
• Para transferi vergileri
• Elektronik posta ve internet kullanım vergileri
• Dünya ticaret vergisi
• Uluslararası silah ticareti vergisi
328
4.2.Pazar Oluúturulması ve Güçlendirilmesi
Çevre ekonomistleri kontrol edici önlemler ile piyasaya ba÷lı teúvikleri
ayırmaktadırlar. Son zamanlarda, piyasa teúviklerinin önemi, çevre politikaları
açısından artmaktadır ve kontrol mekanizmalarına göre etkili oldukları da
görülmektedir (Binger, 2003: 19).
•
•
Kira, satıú ve ticaret izinleri
Emisyon ticareti sistemi
4.3.Uluslararası Kamusal Kaynaklar
Uluslararası kamusal kaynaklar, uluslar arası finans kurumları ve
devletlerarası kurumlardan oluúmaktadır.
•
•
Uluslar arası Finansal Kurumlar
Devletlerarası Kurumlar
4.4.Ulusal Kamusal Kaynaklar
Geliúmekte olan ülkelerin küresel kamusal malların finansmanın ne kadar
harcadı÷ı tam olarak bilinmemektedir Ancak birçok geliúmekte olan ülke,
iúbirli÷i programlarına do÷rudan finansman sa÷lamaktadır. Kamusal mallara
yapılan ulusal harcamaların 6 trilyon Amerikan Doları oldu÷u ve bunun 5
trilyon ABD dolarının geliúmiú ülkeler, 1 trilyon dolarının ise geliúmekte olan
ülkelerce gerçekleútirildi÷i tahmin edilmektedir (Kaul ve di÷erleri, 2003).
Ulusal kamusal kaynaklardan faydalanan kurumlar:
•
•
•
Resmi Geliúim Yardımı,
Borç Erteleme ve Sürdürülebilir Geliúim Borçları
Amacından Sapmıú Desteklerin Azaltılması ve Kaldırılması
4.5.Özel Sektör Kaynakları
Do÷rudan yabancı yatırımların ve di÷er uzun vadeli hareketlerin, teknoloji
transferi, istihdam yaratılması, ulusal kapasitenin arttırılması, üretimin
çeúitlendirilmesi, iúlevsel altyapı ve giriúim potansiyelinin arttırılması üzerinde
güçlü bir etkileri vardır. Yani bu tür hareketlerin arttırılmasına yönelik önlemler
uygun bir çalıúma içinde desteklenmektedir.
4.6.Ortaklık Kaynakları
Küresel kamusal malların ortaya koyulmasındaki yöntemlerden birisi,
devletlerin, uluslar arası kuruluúların, vakıfların ve çok uluslu úirketlerin
ortaklıklarıdır. Günümüzde en sık baúvurulan kaynaklardan birisidir. Küresel
Çevre Fonu, AIDS ile Mücadele Giriúimi, Birleúmiú Milletler Sıtma ve
Tüberküloz Giriúimi gibi uluslar arası kuruluúlar, devletler ve özel giriúimlerce
oluúturulmuútur (Yalçın, 2009: 298).
329
SONUÇ
Küreselleúme ile birlikte ele alınan konular artık yerel olmaktan
çıkmıútır. Küreselleúme ile birlikte küresel ve bölgesel kamusal mallar önemli
bir yer teúkil etmiútir. Küresel kamu mallarının etkileri küresel çapta hissedilir.
Yaúanan de÷iúimin temelinde negatif dıúsallıkların devletlerin sınırlarını aúması
ve aynı co÷rafyayı paylaúan di÷er ülkeleri ve dünyanın bütününü etkilemesidir.
Negatif dıúsallık yayan malların baúında bulaúıcı hastalıklar, do÷al
afetler, orman yangınları, deniz, göl ve nehirlerin kirlenmesi gelmektedir. Bu
tür mallar yo÷un negatif dıúsallıklar yayarlar ve ülke sınırlarını aúarak bölgesel
problemlere yol açarlar.
Küresel kamu malları konusu beraberinde bu malların kim tarafından
sunulaca÷ı problemini de beraberinde getirmektedir. Bu ba÷lamda, küresel
çevre problemlerinin çözümü ulus devletlerin kapasitesini aúmakta ve
uluslararası kuruluúların bu sürece daha etkin bir úekilde dahil olmasını gerekli
kılmaktadır. Bu malları ulusal konulardan soyutlamak mümkün de÷ildir.
Örne÷in salgın hastalıklar, iklim de÷iúmeleri, ozon tabakasının delinmesi,
denizlerin kirlenmesi gibi tüm dünyayı etkileyen global hareketlerdir. Küresel
kamusal mallarla ilgili yaúanan problemleri sadece geliúmekte olan ülkelerin
problemleri olarak sınırlamak mümkün de÷ildir. Küresel refahın sa÷lanması
açısından alınacak ortak tedbirler çok büyük önem arz etmektedir.
Alınacak tedbirlerin maliyetlerinin yüksek olması açısından, bazı
problemler karúımıza çıkmakta ve alınan tedbirlerin etkinli÷inin azalmasına
sebep olmaktadır. Bu problemlerden bir tanesi, çevre koruma amaçlı
politikalarının ülke ekonomileri üzerinde oluúturdu÷u maliyet ve rekabet
baskılarıdır. Bir di÷er problem ise, çevre politikalarını uygulayacak ülkelerin
üstlenecekleri maliyetlere katlanmalarına ba÷lıdır. Konu küresel kamu malı
perspektifinden baktı÷ımızda çevre tahribatının önlenmesinde ve çevrenin
sürdürülebilirli÷inin sa÷lanmasında ülkelerin tekil çabalarının hiçbir önemi
kalmamıútır. Bu sebeple, konunun uluslararası düzeyde ele alınarak yeni
politikalar geliútirilmesi ve bu politikaların aynı duyarlılıkla uygulanması
dünyamızın gelece÷i açısından ve gelecek nesillere iyi bir miras bırakılması
açısından çok önemlidir.
KAYNAKÇA
Binger, A, (2003), “Global Public Goods and Potential Mechanisms for
Financing Availability”, Geliúim Politikası Komitesi 5. Seans, Nisan
7-11.
Çelebi,
Kemal, Yalçın Zafer, (2008) “Kamusal Mallar Teorisinin
De÷iúimi:Bölgesel Kamusal Mallar”, Celal Bayar Üniversitesi ø.ø.B.F.
Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt:15, Sayı:2.
330
Göker, Z, (2007), “Küresel Kamusal Bir Mal: Finansal østikrar” Akdeniz
ø.ø.B.F. dergisi (17), Antalya.
Jayarman, R., R. Kanbur, (1999), “International Public Goods and the Case for
Foreign Aid”, Global Public Goods: International Cooperation in the
21st Centry (New York: Oxford University Press).
Kanbur, R., T. Sandler, (1999) “The Future of Development Assistance:
Common Pools and Interneational Public Goods”, ODC Policy Essay
No:25, May.
Kaul, I., P. Conceiau, K.L. Goulven, R.U. Mendoza, (2003), “Providing Global
Public Goods: Managing Globalisation, Oxford University Press.
Kirmano÷lu Hülya, Yılmaz Binhan Elif, Susam Nazan, (2006) “Maliye
Teorisi’nin Çıkmazı:Küresel Kamusal Mallar (Kalkınma Yardımları
øçinde Küresel Kamusal Malların Finansmanı), Maliye Dergisi,
Sayı:150, Ocak_Haziran.
Morissey, O., Velde, D., A. Hewitt (2002), “Defining International Public
Goods: Conceptual Issues”, Overseas Development Institute, London.
Sankar, U, (2008), “Global Public Goods”, Madras School of Economics
Working Paper 28/2008, Chennai, India.
Susam Nazan, (2008) “Kamu Maliyesinde Sınır Ötesi Bir Kavram:Küresel
Kamusal Mallar”, Erzincan Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi,
Cilt:12, S:1-2.
Tekin, A., Vural, ø.Y., (2006), “Global Kamusal Malların Finansman Aracı
Olarak Global Vergi Önerileri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 12, Konya.
Yalçın, A. Z., (2009), “Küresel Çevre Politikalarının Küresel Kamusal Mallar
Perspektifinden De÷erlendirilmesi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12, Sayı 21, Balıkesir.
331
332
KOBøLER’øN AVRUPA BøRLøöøNE GøRøù SÜRECøNDE
TUTUNDURMA FAALøYETLERø VE øHRACATA OLAN ETKøSø
DENøZLø METAL EùYA ve TEÇHøZAT SANAYøNDE BøR
ARAùTIRMA
Yrd.Doç.Dr.Duygu KOÇOöLU
PAÜ. øøBF.Ö÷retim Üyesi
ÖZET
Avrupa Birli÷ine giriú süreci ile birlikte KOBø’lere iliúkin yeni düzenlemeler,
KOBø’lere daha fazla önem verilmesine neden olmuútur. Avrupa Birli÷i,
KOBø’lerin rekabet ortamını de÷iútirecektir. Küresel pazarlarda rekabet
edebilmek, KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerine daha fazla önem vermelerine ve
dolayısıyla uygun tutundurma araçları kullanmalarına ba÷lıdır. Bu çalıúmanın
amacı, KOBø’lerin tutundurmaya verdi÷i önemi tespit etmek ve tutundurmanın
ihracata olan etkisini ortaya koymaktır.
Anahtar kelimeler: Avrupa birli÷i, KOBø, Tutundurma
IN THE WAY OF THE EU THE øMPACT OF PROMOTøONAL
ACTøVøTøES ON EXPORT: AN EXAMøNATøON OF DENøZLø METAL
GOODS AND EQUøPMENT øNDUSTRY
ABSTRACT
New regulations concerning’s have attached more importance to SME’s øn the
process of the European Union. The EU will intense competitive environment
of SME’s. To be competitive relies on marketing strategies that in fact refera
using appropriate promotional tools. The aim of this article is to explore relative
importance of promotion that SME’s attach and to discover impact of
promotion to export.
Keywords: European Union, SME, promotion
Giriú
Ülkemizde imalat sanayinde faaliyet gösteren iúletmelerin büyük
ço÷unlu÷unu meydana getiren KOBø’ler üretimde önemli bir paya sahiptir.
Avrupa Birli÷i’nin özellikle KOBø’lerin rekabet ortamını de÷iútirece÷i kesindir.
Pazardaki rekabet koúullarının de÷iúmesi ile birlikte iúletmeler bu de÷iúimi
yakalayabilmek için pazar çevresini ve çevre faktörlerinin geliúimini yakından
takip etmelidir. De÷iúen iç ve dıú pazar çevresini sürekli inceleme altında
bulundurmak, pazarda ortaya çıkabilecek fırsatları de÷erlendirebilmek,
pazarlama faaliyetlerinin ve buna ba÷lı olarak tutundurma çalıúmalarının ne
kadar etkili ve verimli úekilde yerine getirilebildi÷ine ba÷lıdır.
333
Avrupa Birli÷ine Giriú Sürecinde KOBø’ler
AB, küçük ve orta ölçekli iúletmeleri, ülke sanayisinin büyümesi ve
geliúmesi açısından önemli bir unsur olarak görmekte ve onlar için destek
programları hazırlamaktadır. Türkiye AB’ye girmese bile AB’ye giriú süreci, bu
iúletmelerin ülkenin ekonomik ve sosyal anlamda geliúmesi ve kalkınması için
son derece önemli oldu÷unu göstermiú, dıú pazarlara açılmanın KOBø’lerin
ayakta kalabilmesi ve devamlılı÷ını sa÷laması bakımından gereklili÷ini ortaya
çıkarmıútır.
Dıú pazara açılma iúletmelerin yerel pazarlardaki rekabet gücünü
artırmaktadır. Bunun en büyük nedeni, iúletmenin dıúta oluúan yeniliklere uyum
sa÷laması ve iç pazara sundu÷u yeniliklerle rakiplerine karúı üstünlük
yaratmasıdır. Baúka bir ifade ile dıú piyasalara çıkmak, dinamik bir rekabet
ortamı ile karúılaúan iúletmeyi ve ürünlerini daha ça÷daú ve verimli hale
getirecek ve bu da iç pazardaki baúarısına etki edecektir. (Tümer, 2000, s.383).
Dıúa açılma küçük ve orta ölçekli iúletmelerin ça÷daú pazarlama anlayıúını
benimsemelerine neden olacak, farklı tüketici gruplarına farklı pazarlama
karması oluúturmaları yönünde zorlayıcı bir faktör teúkil edecektir.
Küçük ve orta ölçekli iúletmelerin ülke ekonomisindeki yeri, Gümrük
Birli÷i’ne girilmesi ve ardından AB’ne tam entegrasyon çabalarının hızlanması
sonucunda, daha da önemli hale gelmiútir. AB’nin bu iúletmelere yönelik
geliútirdi÷i destekleyici politikalar, küçük ve orta ölçekli iúletme kavramının
daha fazla gündeme gelmesine sebep olmuútur. Özellikle, AB’ne tam
entegrasyonu hedefleyen Türkiye’de, büyük sanayi iúletmelerinin vazgeçilmez
bir destekleyicisi ve tamamlayıcısı olan küçük ve orta ölçekli iúletmelerin, bu
koúullar çerçevesinde kendilerini yeniden de÷erlendirmeleri ve rekabet
koúullarını gözden geçirmeleri gerekmektedir ( Tenekecio÷lu vd.,2002, s.3 )
KOBø’lerin Türkiye’de büyük ölçüde fason üretime yöneldikleri, kendi
markalarını yaratmakta ve kendi ürünlerini pazarlamakta güçlük çektikleri
görülmektedir. Ülke imajının ve markanın olmaması bu iúletmelerin rekabet
gücünün büyük ölçüde zayıflamasına neden olmuútur. Bu açıdan bakıldı÷ında,
küreselleúme sürecinde Türkiye’ye biçilen rol, büyük ölçüde ucuz, fason üretim
yapılan ülke konumudur. Firmaların kendi markasını yaratmadı÷ı ve kaliteli
üretime önem vermedi÷i sürece bu geliúmeler karúısında rekabet avantajı
yakalaması olanaksızdır. (Aras ve Müslümov, 2002, s.3) AB’ye uyum süreci ile
baúlayan KOBø’lere iliúkin yeni düzenlemeler iúletmelerin rekabet
edebilirliklerini güçlendirmeye yönelik olmakla birlikte bu iúletmeleri fason
üretimden kurtarıp kurtarmayaca÷ı belirsiz görünmektedir.
Zamanında kısa vadeli karları yeterli görmeleri KOBø’leri fason üretim
yapmaya mahkûm etmiútir. Yüksek maliyetleri dolayısıyla kaçındıkları
pazarlama faaliyetlerini üretim öncesine taúımadıkları için marka yaratmada
sıkıntı yaúamıúlardır. Üretimin verimlili÷ine ayrılan kaynaklar KOBø’lerin üst
334
yönetimi tarafından destek görürken, pazarlamaya yaptıkları yatırımlar sürekli
büyüteç altında tutulmuútur. Kriz dönemlerinde iúten ilk çıkardıkları genellikle
pazarlama elemanları olurken, ilk önce vazgeçtikleri faaliyet ise reklam
kampanyaları olmuútur. Pazarlama harcamalarını, çok kısa bir sürede geriye
dönmesi gereken harcamalar olarak görmüúler, uzun vadeli bir yatırım olarak
de÷erlendirmemiúlerdir (Ener, 2002, s.233)
KOBø’lerde pazarlama iúletme sahip ve yöneticilerinin çalıúma úekilleri
bakımından geliúigüzel ve informeldir. KOBø yöneticileri genellikle günlük
ortaya çıkan fırsat ve durumlara göre karar almaları ve bu kararların rastgele,
belirsiz görünen kararlar olması nedeniyle, iúletmenin önde gelenleri ve
çalıúanları tarafından hiç de yol gösterici olmadı÷ı söylenebilir. Bu tür
sınırlamalar KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerinin niteli÷ini etkilemektedir.
Pazarlama literatüründe yer alan geleneksel pazarlama niteliklerini
gösterememekte bunun yerine pazarlama faaliyetlerini günlük alınan kararların
ortaya çıkardı÷ı sınırlamalar belirlemektedir. Bu nedenle KOBø’lerde pazarlama
faaliyetlerinin tamamıyla geliúigüzel, informel, yapısal olmayan ve anlık geliúen
faaliyetler oldu÷unu söylemek mümkündür (Gilmore vd, 2001, s.6).
Karúılaútıkları finansal sorunlar, fason üretime odaklanmaları ve
dolayısıyla marka imajı oluúturma konusundaki yetersizlikleri ve ihmalleri,
KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerini düzenli olarak ve profesyonel anlamda
yerine getirmelerine engel teúkil etmiútir. Büyük iúletmelerin yeterli sermayeye
ve geniú teknolojik olanaklara sahip olmaları nedeniyle pek çok üstünlü÷ü
olmasına ra÷men küçük ve orta ölçekli iúletmelerin küçük olmanın pek çok
avantajı da bulunmaktadır.
Küçük ve orta ölçekli iúletmelere sahip olmanın avantajlarından bazıları
úunlardır (Bayrak, 2007);
-
müúteri taleplerinde
etkilenirler,
meydana
gelen
dalgalanmalardan
az
-
esnek üretim yapmaları nedeniyle pazarda meydana gelen de÷iúime
kolay uyum sa÷larlar
-
pazara mal sunma ve pazar için yeni mal ve hizmet geliútirmeye
yatkındır
-
pazarın sınırlı oldu÷u durumlar için daha uygun koúullar
taúımaktadırlar
KOBø’lerin yukarıda belirtilen özelliklerinin onlar için rekabet avantajı
yaratabilmesi, pazarlama faaliyetlerini üretimden önce baúlaması gereken bir
faaliyet olarak görmelerine ve kendileri için uygun tutundurma stratejileri
belirleme ve kullanma yetene÷ine ba÷lıdır. De÷iúen Pazar koúullarına karúı daha
esnek olabilmeleri, günümüz pazarlama anlayıúının gereklerini yerine
getirebilme imkanı yaratmaktadır.
335
KOBø’lerin Tutundurma Faaliyetleri
Rekabet koúullarında ve iúletmenin pazar çevresinde yaúana de÷iúimler,
KOBø’lere yeni fırsatlar yaratırken büyük firmalardan gelebilecek tehdit
unsurunu da arttırmaktadır.. Bu tehdit unsurlarından bir tanesi de firmalar
arasındaki tutundurma savaúıdır. Ça÷daú pazarlama anlayıúı çerçevesinde,
pazarlama karmasını oluútururken belirlemek zorunda oldukları önemli
stratejilerden olan tutundurma, küçük ve orta ölçekli iúletmeler açısından
rekabeti yönlendiren bir unsur haline gelmiútir
Bir iúletmenin baúarılı olabilmesi için hedef pazardaki alıcı veya
tüketicilerini rakiplerinden daha iyi tatmin etmesi gerekir. Bu ça÷daú veya
modern pazarlamanın gere÷idir. O halde pazarlama stratejileri yalnızca alıcı
veya tüketicilerin ihtiyaçlarına de÷il aynı zamanda aynı pazara seslenen
rakiplerin stratejilerine de adapte edilmelidir. Güçlü bir rekabet avantajı elde
edebilmesi için pazarlamacıların, kendi pazarlama karmalarını rakiplerinkinden
daha iyi olacak úekilde oluúturmaları gerekir (Tek, 1999, s.102).
Küçük ve orta ölçekli iúletmeler, son derece kaliteli üretim yapsalar
bile, bunları tüketiciye duyurup tanıtımını yapmadıkları sürece üstün nitelikli
ürünlere sahip olmak hiçbir anlam ifade etmez. Bu gün iúletmelerin en uygun
fiyatlarla ve en iyi da÷ıtım stratejileri kullanarak hedef pazarlarına ulaúmaları
yeterli de÷ildir. Aynı zamanda ürünün varlı÷ından tüketiciyi haberdar edecek,
ürünü benimsetecek ve onları satın alamaya ikna edecek etkili tutundurma
metodları kullanmaları gerekmektedir.
Mucuk’a göre (2006, s.173),“Tutundurma, iúletmelerin üretti÷i mal ve
hizmetlerin varlı÷ını tüketicilere duyuran, iúletmelerin yaúamasını, geliúmesini
sa÷layan stratejik pazarlama aracıdır”. Tek (1999, s.708), tutundurmayı; bir
ürün veya hizmetin, o ürünü kapsayan tüm pazarlama karmasının satıúlarının
artırılması ve çeúitli pazarlama araçlarının gerçekleútirilmesi için, do÷rudan
(yüz yüze), kiúisel veya kiúisel olamayan dolaylı yöntemler, teknikler, araçlar,
süreçler ve personel kullanılarak alıcılara ve di÷er muhataplara çeúitli iletiúimler
geliútirme, yayma ve bu muhataplardan tüm pazarlama çabalarını geliútirici
bilgi toplama etkinlikleri olarak tanımlamaktadır.
Tutundurma çalıúmaları, genellikle pazarı oluúturan veya pazara etkide
bulunan kiúi ve gruplara yöneliktir. Bu açıdan iúletmenin dıúa dönük iletiúimini
oluúturur. Dıúa dönük olma özelli÷i tutundurma çalıúmalarının esnek ve sürekli
de÷iúken olmasını gerektirir. Çünkü, sürekli de÷iúen dıú çevre koúullarının
yakından takip etme ve belirleme tutundurma çalıúmalarının baúarısını
sa÷layacaktır (Odabaúı, 1995). Pazarlama karmasının temel unsurlarından olan
tutundurma çalıúmaları, iúletmelerin tüketici ile arasındaki mesafeyi kapatan,
pazarlamanın sadece ihtiyaç karúılayan de÷il aynı zamanda ihtiyaç yaratan bir
faaliyet olmasında önemli payı olan bir rekabet aracıdır.
336
Borden 1984 yılında, küçük iúletmelerin, büyük iúletmelerin çalıúma
yöntemlerini uygulayamayaca÷ını, aynı ürünü satsalar bile onların pazarlama
stratejilerinin büyüklere göre önemli ölçüde farklı olaca÷ını ifade etmiútir.
Ayrıca, kaynakları sınırlı olan bu firmaların, büyük iúletmeler tarafından
uygulanan ulusal da÷ıtıma teúebbüs etmektense, bölgesel nitelikli faaliyetler
göstermeyi ve büyüklere cazip gelmeyecek kadar küçük potansiyeli olan
ürünleri üretmeyi ve satmayı tercih ettiklerini belirtmiútir. Bu gün KOBø’ler,
hedef Pazar seçiminde, büyüklerden farklı bir strateji belirlemek durumunda
olmasına ra÷men, büyük iúletmeleri kendilerine örnek alarak iúletme
organizasyonunda ayrı pazarlama departmanı oluúturmaları ve kendilerine
uygun pazarlama stratejileri geliútirmeleri gerekmektedir.
Araútırmanın Amacı ve Metodolojisi
Küresel pazarlara eriúebilme, KOBø’ler için yeni fırsatlar yaratırken
büyük firmalardan gelebilecek tehdit unsurunu da artıraca÷ı kesindir. Bu tehdidi
ortadan kaldırabilmenin ve rekabet gücü elde edebilmenin yollarından bir tanesi
de KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerine daha fazla önem vermelerine ba÷lıdır.
Araútırmanın amacı, Avrupa Birli÷i’ne giriú sürecinde KOBø’lerin
tutundurmaya verdikleri önemi tespit edip, tutundurma faaliyetlerinin
iúletmelerin dıú pazar bilgi düzeyini ve dolayısıyla ihracatı nasıl etkiledi÷ini
ortaya koymaktır.
Araútırma, Denizli ili Metal Eúya Makine ve Teçhizat Sanayi iúletmeleri
ile sınırlandırılmıútır. Ekonomisi a÷ırlıklı olarak tekstile dayalı olarak geliúen
Denizli, bugün ülkemizin önemli sanayi kentlerinden birisidir. Denizli
sanayinde dokuma, giyim eúyası ve deri sanayi sektöründen sonra tesis sayısı
bakımından en önemli yeri metal eúya, makine ve teçhizat sanayi almaktadır.
Bu sektör, tesislerin kuruluúları açısından yeni olmakla birlikte, günümüzde çok
hızlı geliúmesiyle dikkat çekmektedir. Denizli'de metal eúya, makine ve teçhizat
sanayinin ortaya çıkıúı ve geliúimi gözönüne alındı÷ında, bu sektörün özellikle
1970'li yıllardan itibaren kurulmaya baúladı÷ı ve 20-28 yıllık bir geçmiúi oldu÷u
görülür. (http://www.dso.org.tr/) Avrupa Birli÷ine sürecinin bu iúletmelerin
pazarlama yapılarında köklü de÷imler yaúataca÷ı ve bu sektöre yeni bir açılım
kazandıraca÷ı düúünülmektedir.
Avrupa Birli÷i KOBø tanımlamasına göre “250’den az iúçi çalıútıran
iúletmeler KOBø olarak de÷erlendirilmektedir. 10’dan az iúçi çalıútıran
iúletmeler ise çok küçük iúletme grubuna dahil edilmektedir” Denizli Metal eúya
sanayinde bu tanımlamaya uyan 42 firma bulunmaktadır Araútırmanın
kapsamına Denizli Metal Eúya Sanayi iúletmelerinin tamamı alınmıú,
araútırmada anket metodu kullanılmıútır. Bu firmaların tamamına birebir
görüúme yoluyla anket uygulanmıútır. Elde edilen verilerin analizi sosyal
bilimciler tarafından en fazla kullanılan analiz programı olan SPSS ile
gerçekleútirilmiútir.
337
Araútırmanın Bulguları
Denizli ili Metal Eúya ve Teçhizat Sanayinde yer alan 42 iúletmenin
ancak %57‘si tutundurma faaliyetlerinde bulunurken %43' (Tablo 1). Bu
iúletmeler tutundurma faaliyeti olarak en fazla %79 oranında firma broúürlerini
kullanmaktadır. Yurtiçi fuarlara katılım %58 oranıyla ikinci sırada yer
almaktadır. Ürün numuneleri da÷ıtarak ve basın yayın yoluyla reklam yaparak
tutundurma çalıúmalarında bulunanların oranı ise %46 dır. (Tablo 2). Araútırma
kapsamındaki bu iúletmeler yurt içi fuarlara daha fazla oranda katılırken yurtdıúı
fuarlara gereken önemi göstermektedirler.
Tablo 1: øúletmelerin tutundurma faaliyetlerinde bulunma durumu
Tutundurma faaliyeti
Tutundurma faaliyetlerinde bulunanlar
Tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanlar
Toplam
øúletme sayısı
24
18
42
%
57
43
100
øúletme sayısı
19
14
11
11
8
4
4
%
79
58
46
46
33
17
17
Tablo 2: øúletmelerin tutundurma faaliyetleri
Tutundurma faaliyetleri
Firma broúürleri
Yurtiçi ticari fuarlar
Ürün numuneleri da÷ıtmak
Basın yayın yoluyla reklam
Yurtdıúı ticari fuarlar
Toptancı ve perakendecilere satıú özendirme
Di÷er
Araútırma kapsamındaki iúletmelerin ihracat rakamlarına bakıldı÷ında
% 55’inin ihracat yaptı÷ı görülmektedir (Tablo 3). Bunlar arasında AB
ülkelerine ihracat yapanların oranı ise %48’dir. øhracat yapan firmaların büyük
ço÷unlu÷u % 70 gibi bir oranla ürünlerini pazarlarken tutundurma
faaliyetlerinde bulunmaktadır. øhracat yapmayan ülkelerin ise ancak %42’si
tutundurma çalıúmaları yapmaktadır.(Tablo 4). Bir baúka ifade ile tutundurma
faaliyetinde bulunan iúletmelerin ço÷unlu÷u ihracat yapmaktadır.
Tablo 3: øúletmelerin ihracatta bulunma oranları
øhracat oranları
øhracat yapanlar
øhracat yapmayanlar
Toplam
øúletme sayısı
23
19
42
338
%
55
45
100
Tablo 4: Tutundurma faaliyetlerinde bulunan iúletmelerin ihracat oranları
Tutundurma faaliyetleri
ve ihracat oranları
Tutundurma faaliyetlerinde
bulunanlar
Tutundurma faaliyetlerinde
bulunmayanlar
Toplam
øhracat yapanlar
øúletme sayısı
%
16
70
øhracat yapmayanlar
øúletme sayısı
%
8
42
7
30
11
58
23
100
19
100
øúletmelerin % 71 ‘i, dıú pazarlar konusundaki bilgi düzeyinin AB üyesi
ülkelerdeki iú yerleri ile rekabet edebilmek için yeterli olmadı÷ını belirtmiútir
(Tablo5). Tutundurma faaliyetlerinde bulunan firmaların %38’i, dıú pazarlar
konusundaki bilgi düzeyinin AB üyesi ülkelerdeki iú yerleri ile rekabet
edebilecek düzeyde oldu÷unu belirtirken (Tablo 6), tutundurma faaliyetlerinde
bulunmayanların ancak %18’i dıú pazar konusundaki bilgi düzeyinin yeterli
oldu÷unu ifade etmektedir. Di÷er taraftan AB ülkelerine ihracaat yapan
firmaların %64’ünün dıú pazar konusundaki bilgilerinin yeterli oldu÷u ve
%72’sinin tutundurma faaliyetinde bulundu÷u ortaya çıkmaktadır (Tablo 7).
Tablo 5: øúletmelerin dıú pazar bilgi düzeyi
Dıú Pazar bilgi düzeyi
Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olan
Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olmayan
Toplam
øúletme sayısı
12
30
42
%
29
71
100
Tablo 6 Tutundurma faaliyetlerinde bulunan firmaların dıú pazar bilgi
düzeyi
Tutundurma faaliyetleri
ve dıú pazar bilgi düzeyi
Tutundurma faaliyetlerinde
bulunanlar
Tutundurma faaliyetlerinde
bulunmayanlar
Dıú pazar konusunda
bilgi sahibi olan
n
%
9
38
3
18
339
Dıú pazar konusunda
bilgi sahibi olmayan
n
%
15
62
14
82
Tablo 7: AB ülkelerine ihracat yapan firmaların dıú pazar bilgi düzeyi
øhracat yapan firmaların dıú pazar
bilgi düzeyi
AB
ülkelerine
ihracaat
yapmayanlar
AB ülkelerine ihracaat yapanlar
Dıú pazar konusunda
bilgi sahibi olan
n
%
5
17
Dıú pazar konusunda
bilgi sahibi olmayan
n
%
25
83
7
5
64
36
Sonuç
Denizli ili Metal Eúya ve Teçhizat sanayi sektöründe faaliyet gösteren
iúletmelerin ço÷unun tutundurma faaliyetlerinde bulundukları sonucu ortaya
çıksa da hiçbir úekilde tutundurma faaliyetlerinde bulunmayan iúletmeler de
azımsanacak oranda de÷ildir. Söz konusu bu iúletmeler için tutundurmaya
gereken önemi vermedikleri ve metal eúya sanayinde ürün tanıtımında çok
önemli bir satıú geliútirme aracı olan yurtdıúı fuarlara katılım oranın da düúük
oldu÷u tespit edilmiútir. AB’ye giriú sürecinde bu sektörde AB ülkelerine
ihracat yapan firmaların ise tutundurma faaliyetlerine daha fazla önem verdi÷i
ve dıú pazar konusundaki bilgi düzeylerinin ihracat yapmayan firmalara göre
daha yüksek oldu÷u görülmüútür. Araútırma, dıú pazar bilgi düzeyi yeterli olan
firmaların tutundurma faaliyetlerine önem verdi÷i sonucunu ortaya
koymaktadır.
øúletmelerin tutundurma faaliyetlerinde bulunmaları, onların yurtdıúı
pazarlara açılmalarını kolaylaútırmakta ve dolayısıyla dıú pazar bilgi düzeyinin
aratmasına neden olmaktadır. Baúka bir açıdan bakılarak de÷erlendirme
yapılacak olursa bu iúletmelerin ihracat yapmaları, onları tutundurma
çalıúmaları yapmaya zorunlu kıldı÷ı söylenebilir. Yapısı itibari ile son derece
farklı alt sektörden oluúan ve çok çeúitte ürünün üretimini gerçekleútiren bu
sektörün pazarlama faaliyetleri konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu
firmaların mamul geliútirme ve yurtdıúı fuarlara katılmaları konusunda gerekli
teúviklerin yapılması Metal Eúya Ana Sanayinin geliúimi açısından son derece
önemlidir.
KOBø’lerin, AB ülkelerinin pazar ve rekabet koúulları konusunda bilgi
düzeyleri arttırılmalı ve bu pazarlar için etkili pazarlama stratejileri
oluúturulmalıdır. Ülkemizde ihracatın geliútirilmesi ve iúletmelerin dıú pazarda
AB ülkeleri ile rekabet edebilir düzeye gelmesi için, iúletmelerin pazarlamaya
gereken önemi vermeleri ve ürünlerini, firmalarını ve hizmetlerini uygun
tutundurma araçları kullanarak tanıtmaları gerekmektedir.
Ülkemiz ekonomisine önemli katkısı olan ve büyük oranda istihdam
yaratan KOBø’ler, faaliyetlerini sürdürürken pazarlama açısından pek çok
sorunla karúı karúıya kalmaktadırlar. Avrupa Birli÷i’nin bu sorunların bir
kısmını çözerken bir kısmını da artıraca÷ı düúünülmektedir.
340
Avrupa Birli÷ine giriú sürecinin, günümüz iúletmelerinin uluslararası
rekabete ve uluslararası pazarlama faaliyetlerine bakıú açısını de÷iútirece÷i
kesindir. Ancak bu geliúimin sadece dıúarıdan gelecek desteklere ba÷lı olarak
gerçekleúece÷ine inandırılmaları son derece yanlıútır. KOBø’lerin kendi
dinamikleri ile de küresel pazarlarda etkili olabilecekleri gerçe÷i sıklıkla
vurgulanmalıdır.
øúletmelerin; üretim sürecinde oldu÷u kadar, pazarlama sürecinde de
yönlendirilmesi ve desteklenmesi, di÷er ülke firmalarıyla eúit koúullarda rekabet
úansını yakalamaları ve ülkemiz gibi dıúa dönük, ihracata dayalı kalkınma
stratejisini benimseyen ülkelerin baúarıya ulaúması açısından bir zorunluluk
olarak görülmektedir.
Kaynaklar
ARAS, Güler (2002), Alövsat Müslümov “Küresellesme Sürecınde Türkıye
Ekonomısınde Kobı'lerın Yerı : Fınansman,Ekonomık Sorunları Ve
Çözüm Önerılerı”, "Küçük ve Medium Ölçekli Enterprises. 21Yüzyıl:
Sorunlar, Fırsatlar ve Çözümler " KONFERANS, 3-4 Ocak
http://www.emu.edu.tr/smeconf/turkcepdf/bildiri_33.pdf,
BAYRAK, Sabahat Kök (2007), “Küçük ve Orta Ölçekli øúletmeler ve Kadın
Giriúimcili÷i” Denizli Ticaret Odası Ekonomik Araútırma Serisi Yayın
No:1, Mart,
BORDEN Neøl H (1984), “The Concept of the Marketing Mix ”Journal of
Advertising Research Classics, Volume II, September,
ENER, Neriman (2002), “Küçük ve Orta Büyüklükteki (KOBø) øúletmeler øçin
Pazarlama Verimlili÷ini Artırma Stratejileri”Review of Social, Economic
& Business Studies, Vol.2, Güz, 232-241,
GøLMORE, Audrey, David Carson and Ken Grant (2001),“SME marketing in
practice ”, Marketing Intelligence &Planning, 19/1 [2001] 6±11,
MUCUK, øsmet (2006), Pazarlama ølkeleri. østanbul: Türkmen Kitabevi,
ODABAùI, Yavuz. (1995), Pazarlama øletiúimi, Anadolu Üniversitesi
Yayınları, No.851, øúletme Fakültesi Yayınları; No 1, Eskiúehir,
TEK, Ömer Baybars, (2000), Pazarlama ølkeleri. Global Yönetimsel Yaklaúım
Türkiye Uygulamaları.8.b.østanbul: Beta Basım Yayım Da÷ıtım,
TENEKECøOöLU, Birol; ÇALIK, Nuri; ERSOY, N. Figen (2002), Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(2):119-146,
TÜMER, Mustafa (2000), “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ømalat Sanayinde
Faaliyet Gösteren Kobilerde øhracat Pazarlamasına Yönelik Sorunların
Analizi ve Çözüm Önerileri” Krizden Çıkıúta Kobilerin Yeniden
341
Yapılanması ve 2000’li Yıllar øçin De÷iúim Stratejileri, Çukurova
Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi, Adana 2000,
http://www.dso.org.tr
342
KOBøLER øÇøN ULUSLARARASI FøNANSAL RAPORLAMA
STANDARTLARI ve KAPSAMLI ULUSLAR ARASI MUHASEBE
VE FøNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARINDAN
FARKLILIKLARI
Doç.Dr.Raif PARLAKKAYA*
ÖZET
Uluslar arası Muhasebe Standartları Kurulu 9 Temmuz 2009 tarihinde
“Kobiler øçin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamıútır. Kobi’ler için UFRS
kamuya hesap verme yükümlülü÷ü bulunmayan ve dıúsal kullanıcılar için genel
amaçlı finansal tabloları yayınlayan iúletmelerin finansal raporlama ihtiyaçlarını
karúılamak için düzenlenmiútir. Bu standartlar hazırlanırken kapsamlı
“Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası Finansal
Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmıú ve kobiler için kapsamlı
UFRS’lere dayanan basite indirgenmiú, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti
oluúturmak amaçlanmıútır. Bu çalıúmanın amacı Kobi UFRS’nin kapsamını
açıklamak ve kapsamlı UFRS’den farklılıklarını ortaya koymaktır.
Anahtar Kelimeler: Kobi, UFRS, Kobi UFRS.
INTERNATIONAL FINANCIAL REPORTING STANDARDS FOR
SMEs and DIFFERENCES FROM FULL SET OF
INTERNATIONAL ACCOUNTING AND FINANCIAL
REPORTING STANDARDS
ABSTRACT
In July 2009 the International Accounting Standards Board (IASB) published the
International Financial Reporting Standard (IFRS) for Small and Medium-sized Entities
(SMEs). The IFRS for SMEs is intended to apply to the general purpose financial
statements for external users of entities that do not have public accountability. The
standards are developed based on International Accounting Standards (IAS) and
International Financial Reporting Standards (IFRS), and intended to create a set of
accounting principles that are grounded on full IFRSs but that have been simplified to
the extent suitable for SMEs. The aim of this study to explain the contents of IFRS for
SMEs and analysing the difference from full set of IAS/IFRS’s.
Key Words: SMEs, IFRS, IFRS for SMEs
GøRøù
Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu–UMSK (International Accounting
Standard Board-IASB) Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmeler (Kobi)’e iliúkin
*
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö÷retim Üyesi.
343
finansal raporlama standardı oluúturulması çalıúmalarını tamamlayarak ùubat
2007’de “Kobiler øçin Uluslarararası Finansal Raporlama Standartları – Kobi
UFRS” tasla÷ını hazırlamıútır. Söz konusu tasla÷a iliúkin görüú ve öneriler
dikkate alınarak 9 Temmuz 2009 tarihinde “Kobiler øçin UFRS (IFRS for
SMEs)” yayınlamıútır.
Kobi’ler için UFRS kamuya hesap verme yükümlülü÷ü bulunmayan ve dıúsal
kullanıcılar için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan iúletmelerin finansal
raporlama ihtiyaçlarını karúılamak için düzenlenmiútir. Bu standartlar
hazırlanırken kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve
“Uluslararası Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmıú ve
fayda-maliyet analizleri çerçevesinde de÷iúiklikler ve basitleútirmeler yapılarak,
UFRS’lere dayanan basite indirgenmiú, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti
oluúturmak amaçlanmıútır(Denetim net, 2008). Kobi UFRS, kapsamlı
UFRS’nin kolaylaútırılmıú bir versiyonudur. Kobi UFRS ile kobilerde halka
açık úirketler gibi UFRS uygulamasının sa÷ladı÷ı avantajlardan
yararlanabileceklerdir.
Bu çalıúmanın amacı, Kobilere iliúkin finansal raporlama standartlarının
kapsamını ve kapsamlı finansal raporlama standartlarından farklılıklarını ortaya
koymaktır.
1.KÜÇÜK VE ORTA BÜYÜKLÜKTEKø øùLETMELER
øúletmeler çeúitli kriterlere göre sınıflandırılmaktadır. Bu kriterlerden biri de
ölçek ya da büyüklüktür. Büyüklü÷üne göre iúletmeler; küçük, orta ve büyük
iúletmeler olarak sınıflandırılabilir. Küçük ve orta büyüklükteki iúletmeler
“Kobi” sembolü ile ifade edilmekte ve önemleri, fonksiyonları ve sorunları
açısından
bir
bütünlük
içinde
ortaya
konulmaya
çalıúılmaktadır(www.ekodialog.com)
"Küçük ve orta büyüklükteki iúletmeler" ana tanımı içinde, kobilere iliúkin
çeúitli tanımlar bulunmaktadır. Kobi tanımlarında genellikle 3 ölçüt ön plana
çıkmaktadır: Söz konusu ölçütler; firmanın çalıútırdı÷ı personel ya da iúçi sayısı,
bilanço de÷erleri ve ba÷ımsızlık ölçütleridir. Ba÷ımsızlık ölçütünden kasıt, bir
firmanın sermayesi ve hissesinin %25 ten fazlasının bir büyük sermaye grubuna
ait olmamasıdır. Buna göre bir firmanın kobi olabilmesi için, hisse payı içinde
büyük sermayenin payının %25´ten az olması gerekir. Kobi tanımları ülkeden
ülkeye de÷iúebilmekte, hatta aynı ülke içinde farklı kurumlar tarafından farklı
tanımlamalar yapılmaktadır. Burada sadece AB ve Türkiye’de kabul gören kobi
tanımları verilmekle yetinilecektir.
Avrupa Birli÷inde 1998 öncesinde Kobiler 250 den fazla çalıúanı olmayan,
yıllık cirosu 27 milyon ECU’yu ya da toplam bilanço de÷eri 10 milyon ECU’yu
aúmayan, ortaklık paylarının yüzde 25’inden fazlası bir úirketler gurubuna,
kamu yatırım úirketleri, risk sermaye úirketleri ya da kurumsal yatırımcılar
dıúındaki KOBø tanımına girmeyen firmalara ait olmayan úirketler úeklinde
344
tanımlanırken, 1998 yılından sonra ise orta ve küçük ölçekli iúletmeler için
ayrım yapılmıú, AB Komisyonunda oluúan sınıflandırmalara göre; 50-250 arası
kiúi çalıútıran, bilanço toplamı 5-27 milyon Euro arası, yıllık ciro miktarı 7-40
milyon Euro arası olanlar orta ölçekli, bu de÷erin altındakiler küçük ölçekli
iúletme olarak tanımlanmıútır(www.kobiklinik.com)
Türkiye’de, çeúitli kurumlarca yapılan farklı Kobi tanımlarını ortadan kaldırmak
ve AB ile iliúkilerde oluúturdu÷u sıkıntıların giderilmesi amacıyla bir
yönetmelikle kobi tanımı yapılmıútır. Söz konusu kobi tanımının yer aldı÷ı
“Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve
Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” Bakanlar Kurulu’nun 2005/9617 sayılı
kararı ile kabul edilmiú ve 18 Kasım 2005 tarihinde Resmi Gazete’de
yayımlanmıútır. Bu yönetmelik ile Türkiye’nin KOBø tanımı AB ile
uyumlaútırılmıú, iúletmelerin ba÷ımsızlı÷ına iliúkin olarak AB kriterleri
benimsenmiútir. Bu yönetmeli÷e göre; iúletme “yasal statüsü ne olursa olsun, bir
veya birden çok gerçek veya tüzel kiúiye ait olup, bir ekonomik faaliyette
bulunan birimler” úeklinde tanımlanırken, KOBø’ler ise úu úekilde
tanımlanmaktadır:
a)Mikro iúletme: 10 kiúiden az yıllık çalıúan istihdam eden ve yıllık net satıú
hasılatı ya da finansal bilançosu 1 milyon TL’yi aúmayan çok küçük ölçekli
iúletmeler,
b)Küçük iúletme: 50 kiúiden az yıllık çalıúan istihdam eden ve yıllık net satıú
hasılatı ya da finansal bilançosu 5 milyon TL’yi aúmayan iúletmeler,
c)Orta büyüklükteki iúletme: 250 kiúiden az yıllık çalıúan istihdam eden ve
yıllık net satıú hasılatı ya da finansal bilançosu 25 milyon TL’yi aúmayan
iúletmeler.
Yönetmeli÷e göre KOBø'ler, di÷er iúletmeler ile olan sermaye veya oy hakkı
iliúkilerine göre; ba÷ımsız iúletmeler, ortak iúletmeler ve ba÷lı iúletmeler olmak
üzere üçe ayrılmaktadır. Bu tanımla getirilen ba÷ımsızlık ilkesi ise yönetmelikte
úu úekilde tanımlanmaktadır:
Gerçek veya tüzel kiúilerin sahip oldu÷u ve bu Yönetmeli÷e göre ortak veya
ba÷lı iúletme sayılmayan bir iúletme;
a)Baúka bir iúletmenin % 25 veya daha fazlasına sahip de÷ilse,
b)Herhangi bir tüzel kiúi veya kamu kurum ve kuruluúu veya birkaç ba÷lı
iúletme tek baúına veya müútereken bu iúletmenin % 25 veya daha fazla
hissesine sahip de÷ilse,
c)Konsolide edilmiú hesaplar düzenlemiyorsa ve konsolide hesaplar düzenleyen
baúka bir iúletmenin hesaplarında yer almıyorsa ve bu nedenle ba÷lı bir iúletme
de÷ilse, ba÷ımsız iúletme kabul edilmektedir.
345
Dünyadaki iúletmelerin çok büyük bir ço÷unlu÷unu oluúturan kobilerin
uygulamakta oldu÷u farklı ulusal muhasebe sistemleri, bu iúletmelerin finansal
tablolarının karúılaútırabilirli÷ini zorlaútırmaktadır. Öte yandan, küreselleúme ve
sermaye piyasalarındaki geliúmeler, beraberinde daha úeffaf ve daha nitelikli
bilgi ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Gerek finansal tabloların
karúılaútırılabilirli÷inin sa÷lanması, gerekse daha úeffaf ve daha nitelikli
finansal bilgi sa÷lanabilmesi için muhasebe/finansal raporlama standartlarının
kobi’ler için de standartlaútırılması gerekir. Kapsamlı UMS/UFRS halka açık
úirketler için düúünüldü÷ünden, bu standartların kobi’lere uygulanması pratik
de÷ildir. Bu nedenle UMSK tarafından Kobi’ler için kapsamlı UFRS’nin
kolaylaútırılmıú bir versiyonu olan “Kobi Uluslar arası Finansal Raporlama
Standartları” oluúturulmuútur.
2.
KOBø
ULUSLARARASI
STANDARTLARI
FøNANSAL
RAPORLAMA
Gerek ülkemizde gerekse dünyada halka açık olmayan úirketler halka açık
úirketlerden çok fazladır. Kapsamlı UFRS seti halka açık úirketler için
düúünülmüútür. Halka açık olmayan úirketler giderek artan oranda küresel
ortamda üretim ve/veya ticaret yapmakta ve uluslar arası kaynaklardan
yararlanmaktadır. Halka açık olmayan úirketlerin ulusal mevzuatlarına göre
finansal tablolar hazırlamaktadırlar. Ulusal mevzuata göre hazırlanan finansal
tablolar, küresel ortamda yapılan faaliyetler ve finans kaynaklarına eriúime
uygun de÷ildir. Bu nedenle söz konusu iúletmeler farklı kriterlere göre
düzenlenen çok sayıda finansal tablo hazırlamak durumunda kalmaktadırlar. Bu
durum, halka açık úirketlerde oldu÷u gibi, kobiler içinde uluslar arası bir dil
olarak kabul edilecek “Kobi Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (Kobi
UFRS)” gereklili÷ini ortaya çıkarmıútır. Bu ihtiyacı karúılamak için Uluslararası
Muhasebe Standartları Kurulu – UMSK (IASB) Kobi UFRS’nı oluúturmuú ve
yayınlamıútır(IASB, 2009).
Kobi UFRS’ler kapsamlı UMS/UFRS’den ba÷ımsız olup, tek baúına yeten ve
hüküm ifade eden bir yapıya sahip oldu÷undan, kapsamlı UMS/UFRS’lerin
kabul edilmedi÷i ülkeler tarafından da uygulanabilir. Kobi UFRS’leri hangi
iúletmelerin kullanaca÷ı ilgili ülkelerin kararına bırakılmıútır.
2.1.Kobi UFRS’lerin Temel Özellikleri
Kobi UFRS’nin temel özellikleri úu úekilde sıralanabilir(Deloitte, 2009):
a)Varlıklar, borçlar, gelirler ve giderlerin tanımlanması ve ölçüm ilkelerinin
birço÷u basitleútirilmiútir.
b)Kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan bazı konular Kobi UFRS’lerle iliúkili
olmadı÷ından kapsam dıúı bırakılmıútır.
346
c)Yapılması gerekli finansal tablo açıklamaları ciddi anlamda azaltılmıútır.
Kapsamlı UFRS’de 3000 civarında tablo açıklamaları yer alırken, Kobi
UFRS’de 300 civarında tablo açıklaması olabilecektir.
d)Kapsamlı UMS/UFRS’nin alternatif uygulama seçene÷i sundu÷u bir takım
konularda daha basit seçenek imkanları sa÷lanmıútır.
e)Kapsamlı UMS/UFRS’de standart olarak numaralandırma yapılırken, Kobi
UFRS’de düzenleme konu bazında yapılmıútır.
KOBø’ler için UFRS, kapsamlı UFRS’lerin % 10’u kadardır. Kapsamlı UFRS
2800 sayfa iken, Kobi UFRS 230 sayfadan daha azdır.
2.2.Kobi UFRS’lerin Sa÷layaca÷ı Avantajlar
KOBø’ler için UFRS uygulamasının iúletmelere sa÷layaca÷ı avantajlar úu
úekilde sıralanabilir (Grand Thorton, 2009):
a)ҏKüresel düzeyde finans kaynaklarına ulaúmak mümkün olabilecektir.
b)Kaliteli ve karúılaútırılabilirlik niteliklerine sahip raporlama yapılabilecektir.
c)Uluslararası ticareti kolaylaútıracaktır.
d)Kobi finansal tablo kullanıcıların gerekliliklerine odaklı finansal tablolar
hazırlanabilecektir.
e)Denetim kolaylı÷ı ve verimlilik sa÷lanacaktır.
f)Kobi UFRS’lerin her yıl yerine üç yılda bir gözden geçirilmesi
öngörüldü÷ünden uygulamada istikrar sa÷lanacaktır.
g)Kapsamlı UMS/UFRS’nin uygulandı÷ı iúletmelerde, kobi UFRS iúin
a÷ırlı÷ını hafifleútirecektir.
h)Gelecekte halka açılmayı hedefleyen úirketler için kapsamlı UMS/UFRS’ye
geçiúin ilk adımını oluúturabilecektir.
2.3.Kobi Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarının Kapsamı
(IASB, 2009; PWC,2009a;PWC, 2009b;
IASB tarafından yayınlanan “KOBø’ler øçin Finansal Raporlama Standardı” 35
bölümden oluúmaktadır(IASB, 2009). Kapsamlı UMS/UFRS’de standart kodu
ile numaralandırılan standartlar Kobi UFRS’de bölüm kodları ile yer
almaktadır. Her bölüm bir veya duruma göre birkaç standardı kapsayacak
úekilde oluúturulmuútur.
347
Bölüm
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Kobi UFRS Bölüm Baúlıkları
Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmeler
Kavramlar ve Genel ølkeler
Finansal Tabloların Sunuluúu
Finansal Durum Tablosu
Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu
Öz Kaynak De÷iúim Tablosu ve Da÷ıtılmamıú Karlar Tablosu
Nakit Akıú Tablosu
Finansal Tablo Dipnotları
Konsolide ve Bireysel Finansal Tablolar
Muhasebe Politikaları, Tahminler ve Hatalar
Temel Finansal Araçlar
Di÷er Finansal Araçlarla ølgili Hususlar
Stoklar
øútiraklerdeki Yatırımlar
øú Ortaklıklarındaki Yatırımlar
Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller
Maddi Duran Varlıklar (Gayrimenkul, makine ve ekipman)
ùerefiye Dıúında Maddi Olmayan Duran Varlıklar
øúletme Birleúmeleri ve ùerefiye
Kiralamalar
Karúılıklar, Koúullu Borçlar ve Koúullu Varlıklar
Borçlar ve Öz Kaynaklar
Hasılat
Devlet Teúvikleri
Borçlanma Maliyetleri
Hisse Bazlı Ödemeler
Varlıklarda De÷er Düúüklü÷ü
Çalıúanlara Sa÷lanan Faydalar
Gelir Vergileri
Yabancı Para Çevrim øúleri
Yüksek Enflasyon Dönemlerinde Finansal Raporlama
Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar
øliúkili Taraf Açıklamaları
Özellikli Faaliyetler
Kobiler için UFRS’ye Geçiú
1.Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmeler : Dıú kullanıcılar için genel amaçlı
finansal tablolar hazırlayan ve kamuya açıklama sorumlulu÷u olmayan bir
348
iúletme KOBø’ler için UFRS’yi kullanabilir. Kamusal pazarda herhangi bir
senet ihraç etmek amacıyla finansal tablolarını sermaye piyasaları kuruluna ya
da di÷er düzenleyici kuruluúlara sunuyorsa ya da ücüncü úahıslardan geniú bir
muhatap kitle için varlıkları yediemin kapsamında saklıyorsa, bu iúletme
“kamuya açıklama yapma (hesap verme) sorumlulu÷u taúıyan bir iúletmedir.
Bankalar, sigorta úirketleri, aracı kuruluúlar, emeklilik fonları yediemin sıfatıyla
geniú bir muhatap kitle adına varlıkları muhafaza eden iúletmelerdir. E÷er, bir
UFRS iúletmesinin ba÷lı ortaklı÷ı, kapsamlı UFRS’nin kayıt ve ölçüm ilkelerini
kullanıyorsa, açıklamalarında da kapsamlı UFRS’yi kullanacaktır. Standarttaki
küçük ve orta ölçekli iúletme ifadesi, herhangi bir büyüklük kriteri ile ilgili
de÷ildir.
2.Kavramlar Ve Genel ølkeler: Bu kısımda; kobi finansal tablolarının amacı
ve niteliksel özellikleri, varlık, yükümlülük, özkaynak, gelir ve gider tanımları,
finansal durum, performans, toplam kapsamlı gelir, gelir ve giderler, temel
muhasebeleútirme (kayıt) kavramı, de÷erleme ölçüleri, kar-zarar ve toplam
kapsamlı gelir kavramları, varlık-yükümlülük ile gelir-giderlerin netleútirilmesi
ile ilgili açıklamalar yer almaktadır.
3.Finansal Tabloların Sunumu: Finansal tablolar seti, Kobi UFRS’de de
kapsamlı UMS/UFRS’de oldu÷u gibi, finansal durum tablosu (bilanço), ya tek
kapsamlı gelir tablosu ya da gelir tablosu ve kapsamlı gelir tablosu olmak üzere
iki tablo, nakit akıú tablosu, özkaynak de÷iúim tablosu ve notlardan oluúur.
Kapsamlı UFRS dönem baúı ve dönem sonu arasında öz kaynak kalemlerinin
güncellenmesini sunan, öz kaynak de÷iúim tablosunun düzenlenmesini ister.
Kobiler için UFRS’de aynı durum geçerlidir. Bununla birlikte e÷er sadece,
dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri, muhasebe politikasındaki
de÷iúimler ve önceki dönem hatalarının düzeltilmesinin sonucu olarak öz
kaynaklarda de÷iúme oluyorsa, kapsamlı gelir tablosu ve öz kaynaklarda
de÷iúim tablosu yerine birleúik gelir ve da÷ıtılmamıú kazançlar tablosu
sunulabilir.
4.Finansal Durum Tablosu: Halen bilanço olarak ifade edilen finansal durum
tablosunu oluúturan kalemler sıralanmıútır. Cari/cari olmayan yaklaúımı gerekli
de÷ildir. E÷er, likidite yaklaúımı ihtiyaca daha uygun bilgi üretecekse, cari/cari
olmayan ayrımı yapılabilir. Finansal durum tablosu veya notlarda sunulması
istenen bazı kalemler sıralanmıútır. Finansal durum tablosu kalemlerinin
yerleúim düzeni (sıralanması), úekil ve baúlıklarla ilgili kesin bir hüküm yoktur.
5.Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu: Tek tablo yaklaúımı ya da iki
tablo yaklaúımı benimsenmiútir. Ya tek olarak kapsamlı gelir tablosu ya da gelir
tablosu ve kapsamlı gelir tablosu olmak üzere iki tablo düzenlenecektir.
6.Özkaynak De÷iúim Tablosu ve Kapsamlı Gelir ve Da÷ıtılmamıú Karlar
Tablosu: Özkaynak de÷iúim tablosunun kapsamına yer verilmektedir. Bu
standartta, e÷er sadece dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri,
349
muhasebe politikasındaki de÷iúimler ve önceki dönem hatalarının
düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de÷iúme oluyorsa, kapsamlı gelir
tablosu ve öz kaynaklarda de÷iúim tablosu yerine birleúik gelir ve da÷ıtılmamıú
kazançlar tablosu sunulabilir.
7.Nakit Akıú Tablosu: Bir iúletmenin bir döneme iliúkin nakit ve nakit
benzerlerindeki de÷iúmeler hakkında bilgi sunar.
8.Finansal Tablo Dipnotları: Yönetimce yapılan tahminler ve bu tahminlere
iliúkin belirsizliklerin kilit kaynaklarını kapsayan önemli muhasebe
politikalarının özeti, finansal tablolardaki kalemler için destekleyici
(kanıtlayıcı) bilgiler ve di÷er açıklamalar yer alır.
9.Konsolide ve Bireysel Finansal Tablolar: Konsolide finansal tablolar ve
bireysel finansal tabloların düzenlenmesine iliúkin hükümler yer almaktadır.
10.Muhasebe Politikaları, Tahminler ve Hatalar: Muhasebe politikalarındaki
de÷iúmeler, muhasebe tahminlerindeki de÷iúmeler ve geçmiú dönem hatalarının
düzeltilmesi konuları ele alınmaktadır.
11.Temel Finansal Araçlar ve 12. Ek Finansal Araçlar: Kobi UFRS
iúletmelere 11 ve 12. bölümler yerine UMS 39 uygulamasını seçmek konusunda
seçim hakkı tanımıútır. Temel finansal araçlar bölümünde; temel finansal
araçlar; nakit, vadesiz ve vadeli mevduat, kredi borçları ve alacakları, bir kredi
almak için verilen taahhütlerden ve imtiyazlı hisse senedine çevrilemeyen
yatırımlar ile satıú opsiyonu olmayan imtiyazlı ve adi hisse senetleri ile özel
sektör tahvili, bono ve benzeri borçlanma araçları yatırımlarından oluúmaktadır.
Temel finansal araçlar ve finansal yükümlülükler, yapılan iúlem bir finansman
iúlemi olmadı÷ı sürece baúlangıç olarak iúlem fiyatından (kar ve zarar yoluyla
GUD’de ölçülen finansal varlık ve yükümlülüklerin baúlangıç ölçümü hariç
iúlem maliyetlerini kapsayan) de÷erlenir. Bir finansman iúlemi örne÷in, e÷er
ödeme normal ticari vadenin ötesine ertelenirse veya piyasa faiz oranından
farklı bir orandan finanse edilirse mal veya hizmet satıúlarıyla iliúkilendirilerek
tanımlanabilir. E÷er yapılan iúlem bir finansman iúlemiyse, finansal varlık veya
yükümlülük benzer bir borçlanma aracının piyasa faiz oranında iskonto edilen
gelecek ödemelerin úimdiki de÷eri üzerinden ölçülür. Sonraki dönemlerdeki
ölçümlerde, borç senetleri etkin faiz yöntemiyle hesaplanan amorti edilmiú
maliyetinden ölçülür. Cari varlık veya cari yükümlülük olarak sınıflandırılan
borç senetleri, e÷er iúlem bir finansman iúlemi de÷ilse, bir düzenleme
yapılmadıkça, alınması veya ödenmesi beklenen nakit veya di÷er karúılı÷ın
iskonto edilmemiú tutarında ölçülür. Halka açık úirketlerin dönüútürülemeyen
imtiyazlı hisseler ve satıú opsiyonu olmayan adi veya imtiyazlı hisselerdeki
yatırımlardaki de÷er de÷iúiklikleri kar/zarara yansıtılan gerçe÷e uygun de÷er
üzerinden; bu úekildeki di÷er tüm yatırımlar hisselerin gerçe÷e uygun de÷eri
güvenilir bir úekilde ölçülebiliyorsa, gerçe÷e uygun de÷erinden; yoksa
maliyetinden toplam de÷er düúüklü÷ü çıkarılarak ölçülür. Maliyetinden ve
350
amorti edilmiú maliyetinden gösterilen finansal araçlara iliúkin de÷er düúüklü÷ü
oluútu÷una yönelik tarafsız bir göstergenin bulunması durumunda ilgili de÷er
düúüklü÷ü zararı tutarı gelir tablosuna yansıtılır.
Temel finansal araçlar içinde yer almayan finansal araçlar, gerçe÷e uygun
de÷erden ölçülür ve gerçe÷e uygun de÷er farkı kar zarara yansıtılır. Bunlar;
dönüútürülemeyen imtiyazlı hisseler ve satıú opsiyonu olmayan adi veya
imtiyazlı hisseler ile opsiyon, futures, swap ve di÷er türevlerden oluúur. 12.
bölüm riskten korunma muhasebesi ile ilgili düzenlemeleri de kapsamaktadır.
13.Stoklar: Stoklara iliúkin muhasebeleútirme ilkelerini kapsar.
14.øútiraklerdeki Yatırımlar ve 15. øú Ortaklıklarındaki Yatırımlar: Kobi
UFRS’de bir iúletme, iútiraklerdeki veya müúterek kontrol edilen iúletmelerdeki
yatırımları ile iú ortaklıklarındaki yatırımları muhasebeleútirmede maliyet
modeli (maliyet bedelinden birikmiú de÷er düúüklü÷ü zararları düúüldükten
sonra kalan tutar), özkaynak yöntemi ve gerçe÷e uygun de÷er farkı kar zarara
yansıtılmak üzere gerçe÷e uygun de÷er modelinden biri ile de÷erlenir.
øútiraklerdeki yatırımlar her zaman cari olmayan (duran) varlık olarak
sınıflandırılır.
16.Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller: Aúırı çaba ve maliyet gerektirmeden
gerçe÷e uygun de÷erle güvenilir bir úekilde ölçülebilmesi halinde yatırımın
de÷eri, gerçe÷e uygun de÷erden muhasebeleútirilir. Aksi durumda, maliyet eksi
amortisman ve de÷er düúüklü÷ü esasına göre ölçülür.
17.Gayrimenkul, Makine ve Ekipman: Yeniden de÷erleme modeline izin
verilmez, varlıklar maliyet modeliyle yani, maliyet eksi amortisman ve de÷er
düúüklü÷ü yöntemiyle de÷erlenir.
18.ùerefiye Dıúındaki Maddi Olmayan Duran Varlıklar: Maddi olmayan
duran varlıklar maliyet bedeli ile ölçülür. Yeniden de÷erleme modeli
uygulanmaz. Araútırma ve geliútirme giderleri tümüyle gider yazılır. Tüm
maddi olmayan duran varlıkların sınırlı ömre sahip oldukları ve amorti
edilecekleri kabul edilir. Sınırlı ve sınırsız ömre sahip maddi olmayan duran
varlıklar arasında ayrım yoktur. Bu maddi olmayan duran varlıklar, sadece
de÷er düúüklü÷üne iliúkin bir gösterge olması halinde de÷er düúüklü÷ü testine
tabi tutulur.
19.øúletme Birleúmeleri ve ùerefiye: Müúterek kontrol altındaki iúletme
birleúmeleri Kobi UFRS kapsamında de÷ildir. øúletme birleúmeleri satın alma
yöntemine göre muhasebeleútirilir. Satın alma maliyetine iúlem maliyetleri de
dahil edilir. ùerefiye, amortismana tabi tutulur. ùerefiyenin yararlı ömrünün
belirlenemedi÷i durumlarda yararlı ömür 10 yıl olarak alınır. Yönetimin
tanımlanabilir kalemleri ölçümlemesi ve iúletme birleúmesinin maliyetini
yeniden de÷erlendirmesinden sonra negatif úerefiye ortaya çıkması halinde,
negatif úerefiye derhal gelir tablosuna kaydedilir.
351
20.Kiralama: Faaliyet ve finansal kiralama düzenlemelerini kapsar.
21.Karúılıklar, Koúullu Borçlar ve Koúullu Varlıklar: Karúılıklar, koúullu
borçlar ve koúullu varlıkların muhasebeleútirme ilkelerini kapsar.
22.Yükümlülükler (Borçlar) ve Özkaynaklar: Bir aracın öz kaynak veya
yükümlülük olarak sınıflandırılmasını kapsar. Finansal araçların özkaynak
olarak sınıflandırılma kriterleri ve muhasebeleútirme ilkeleri yer almaktadır.
23.Gelirler: Mal ve hizmet satıúlarından sa÷lanan gelirler ile inúaat
sözleúmelerinden sa÷lanan gelirlere iliúkin muhasebeleútirme ilkelerini
düzenlemektedir.
24.Devlet Teúvikleri: Bu standart vergi indirimi úeklindeki teúviklere
uygulanmaz. Devlet teúviklerine iliúkin muhasebe uygulamaları yer almaktadır.
Tüm teúvikler varlı÷ın alındı÷ı veya alınabilece÷i gerçe÷e uygun de÷erinden
ölçülür. Teúvikler gelecekteki performans úartlarına bakılmaksızın alınabilir
oldu÷unda gelir tablosunda muhasebeleútirilir. E÷er bir performans úartı varsa,
teúvikler sadece úartlar karúılandı÷ı zaman gelir tablosunda muhasebeleútirilir.
25.Borçlanma Maliyetleri: Borçlanma maliyetleri bir iúletmenin finansal
borçlarından veya finansal kiralama borçlarından kaynaklanan faiz ve di÷er
maliyetlerdir. Tüm borçlanma maliyetleri gerçekleúti÷inde gider kaydedilir,
aktifleútirilmez.
26.Hisse Bazlı Ödemeler: Temel ilke tüm hisse bazlı ödemeler
muhasebeleútirilmelidir. øúletme hisse bazlı iúlemlerden elde etti÷i ürün veya
aldı÷ı hizmeti ürünün veya hizmetin alındı÷ı tarihte muhasebeleútirir. Hisse
bazlı ödemeler; özkaynaktan karúılanan, nakit olarak ödenen ve nakit
alternatifine sahip hisseye dayalı ödeme úeklinde olabilir. Öz kaynaktan karúılan
hisse bazlı ödeme iúlemlerinde; çalıúanlar dıúındaki kiúilerle olan iúlemler
güvenilir bir úekilde ölçülebilmesi halinde gerçe÷e uygun de÷erle ölçülür.
Alınan mal ve hizmetlerin gerçe÷e uygun de÷erinin güvenilir bir úekilde
ölçülebildi÷i hallerde veya iúgörenlerle yapılan iúlemlerde verilen öz kaynak
aracı gerçe÷e uygun de÷erine atfen ölçülür. Özkaynaktan karúılanan hisse bazlı
ödemeler sonraki dönemlerde piyasa dıúı devir ve birleúme durumları dıúında
takip eden dönemlerde ölçüme tabi de÷ildir. Nakit olarak ödenen hisse bazlı
ödeme iúlemleri borcun gerçe÷e uygun de÷eriyle ölçülür. Gerçe÷e uygun de÷er
de÷iúiklikleri gelir tablosunda muhasebeleútirilir.
27.Varlıklarda De÷er Düúüklü÷ü: Stoklar, kayıtlı de÷erin satıú fiyatından
tahmini tamamlanma maliyeti ve satıú giderleri düúüldükten sonra bulunan tutar
(net gerçekleúebilir de÷er) ile karúılaútırılarak de÷er düúüklü÷ü testine tabi
tutulur. De÷er düúüklü÷ü olması halinde hesaplanan de÷er düúüklü÷ü gelir
tablosunda muhasebeleútirilir. øzleyen dönemlerde de de÷er düúüklü÷ü testi
yapılır. Sonuca göre gelir tablosu ile iliúkilendirilir. Di÷er varlıklar için, kayıtlı
de÷erin geri kazanılabilir de÷erden yüksek olması halinde de÷er düúüklü÷ü söz
352
konusudur. De÷er düúüklü÷ü gelir tablosunda muhasebeleútirilir. De÷er
düúüklü÷ünün ortadan kalkması halinde, de÷er düúüklü÷ü karúılı÷ı iptal edilir.
Geri kazanılabilir de÷er, gerçe÷e uygun de÷er eksi satıú maliyetleri ve kullanım
de÷erinden büyük olanıdır.
28.Çalıúanlara Sa÷lanan Faydalar: Çalıúanlara sa÷lanan kısa vadeli faydalar,
iúten ayrılma sonrası sa÷lanan faydalar, çalıúanlara sa÷lanan di÷er uzun vadeli
faydalar ve iúten çıkarma tazminatlarına iliúkin muhasebeleútirme esasları yer
almaktadır. Yatırım esaslı emeklilik planı içerisinde ödenecek primler vadesi
geldi÷i dönemde giderlere atılır. Maaú esaslı emeklilik planları hususunda
planın net varlıklar için, bir kurum sorumluluklarını tanımlar. Dönem içinde
maliyette olan de÷iúiklik, dönem içinde planın maliyeti olarak sayılır.
øúletmeler, aktüeryal kazanç veya kayıpları kar ve zarara veya di÷er kapsamlı
gelire yansıtabilir.
29.Gelir Vergileri: Cari vergiler ve ertelenmiú vergilerin muhasebeleútirme
esaslarını ortaya koymaktadır. Ödenmesi gereken cari vergiler ödenmiú vergileri
aúıyorsa bu durumda bir vergi yükümlülü÷ünün muhasebeleútirilmesi gerekir.
Cari ödenmiú vergiler, cari ödenmesi gereken vergileri aúıyorsa veya iúletmenin
önceki yıldan gelen zararı bulunuyorsa ve bu cari yılda cari vergiyi telafi etmek
için kullanılabiliyorsa cari vergi varlı÷ı söz konusudur. Cari ve önceki dönemler
için cari vergi varlı÷ı ve yükümlülükler gerçek miktarından ölçülür. Bu ölçüm
vergi otoritelerince yapılması muhtemel incelemelerin etkilerini de
kapsamalıdır. E÷er bir varlık veya yükümlülü÷ün, onun defter de÷erini
karúılayacak, vergilenebilir karı etkilemesi bekleniyorsa bu durumda ertelenmiú
vergi varlı÷ı veya yükümlülü÷ü kaydedilir.
30.Yabancı Para Çevrim øúlemleri: Yabancı para çevrim iúlemleri ile ilgili
muhasebe uygulamasını gösterir. Yabancı paralı iúlemler raporlayan kurumun
fonksiyonel parasına çevrilir. Yabancı para iúlemleri iúlem tarihindeki kurdan
fonksiyonel para birimine çevrilir. Kurda önemli dalgalanmalar olmaması
halinde ortalama kur kullanılabilir. Raporlama tarihinde yabancı paralı parasal
kalemler kapanıú (dönem sonu) kurundan çevrilir, tarihi maliyetle de÷erlenen
parasal olmayan kalemler iúlem tarihindeki kurdan çevrilir. Gerçe÷e uygun
de÷erden ölçülen yabancı para cinsinden parasal olmayan kalemler, gerçe÷e
uygun de÷erlerinin belirlendi÷i tarihteki döviz kurları kullanılarak çevrilmelidir.
Parasal ve parasal olmayan kalemlerin çevriminden kaynaklanan kar veya
zararlar, kar zararda, kapsamlı gelir veya özkaynaklarda raporlanır. Raporlayan
iúletmenin yurtdıúındaki iúletmesindeki net yatırımının bir parçasını oluúturan
parasal bir kalemden kaynaklanan kur farkları hariç olmak üzere, kur farkları
oluútukları dönemde iúletmenin kar veya zararı olarak gelir tablosunda
raporlanır. Raporlayan iúletmenin yurtdıúındaki iúletmesindeki net yatırımının
bir parçasını oluúturan parasal bir kalemden kaynaklanan kur farkları ise net
yatırımın elden çıkarılmasına kadar özkaynaklarda ayrı bir hesap olarak
353
muhasebeleútirilir ve net yatırımın elden çıkarılmasında oluúan kar veya zararın
bir parçası olarak gelir tablosunda raporlanır.
31.Yüksek Enflasyon: Bir iúletmenin fonksiyonel parası yüksek enflasyonlu
bir ekonominin para birimi ise genel fiyat düzeyine göre düzeltilmiú finansal
tablolar hazırlanır. Kobiler için finansal raporlama standartları yüksek enflasyon
göstergelerini sunar, fakat bunlar kesin de÷ildir.
32.Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar: Bu bölüm raporlama tarihinden
sonraki düzeltme gerektiren ve düzeltme gerektirmeyen olaylara iliúkin
muhasebe uygulamalarını açıklar.
33.øliúkili Taraf Açıklamaları: øliúkili taraflarla yapılan iúlemlerin kamuya
açıklanmasını düzenler.
34.Özellikli Faaliyetler: Bu bölüm tarımsal faaliyetler, maden kaynaklarının
araútırılması ve de÷erlendirilmesi ve hizmet imtiyaz sözleúmelerini
kapsamaktadır.
a)Tarımsal faaliyetler, bir biyolojik varlık sınıfının gerçe÷e uygun de÷eri aúırı
bir maliyet ve çaba gerektirmeden belirlenebiliyorsa gerçe÷e uygun de÷er farkı
kar zarara yansıtılan gerçe÷e uygun de÷erde ölçüm yapılır. E÷er gerçe÷e uygun
de÷er kolaylıkla belirlenemiyorsa, biyolojik varlıkların maliyetinden birikmiú
amortisman ve de÷er düúüklü÷ü tutarı düúüldükten sonraki de÷erle ölçüm
yapılır. Hasat döneminde, tarımsal ürün gerçe÷e uygun de÷erden satıú maliyeti
düúülmek suretiyle ölçülür. Hasat sonrası, bir stok olarak iúlem görür.
b)Maden Kaynaklarının Araútırılması
muhasebeleútirme ilkelerini gösterir.
ve
De÷erlendirilmesine
iliúkin
c)Hizmet ømtiyaz Sözleúmeleri: Hizmet imtiyaz sözleúmelerinin nasıl
muhasebeleútirilece÷ine iliúkin bir rehber sa÷lar. øúletmeci, hizmet imtiyaz
sözleúmelerini ya bir finansal varlık veya imtiyazı veren (hükümet) tarafından
bir ödeme garantisi verilip verilmedi÷ine ba÷lı olarak maddi olmayan duran
varlık olarak muhasebeleútirir. øúletmeci, koúulsuz ve sözleúmeye ba÷lı olarak,
sözleúmenin di÷er tarafından veya tarafın yetkilendirmesi ile nakit veya finansal
varlık elde etme hakkı oldu÷unda, söz konusu hizmet sözleúmesine dayalı
olarak finansal varlık olarak muhasebeleútirir. øúletmeci söz konusu kamu
hizmetini kullananlara ilgili hizmetin bedelini yükleme lisansına sahipse, bu
sözleúme bir maddi olmayan duran varlık olarak muhasebeleútirilir.
35.Kobiler øçin UFRS’ye Geçiú: Kobiler için UFRS’yi ilk kez uygulayacak
olan iúletmeler, önceki muhasebe çerçevelerin kapsamlı UMS/UFRS veya genel
kabul görmüú muhasebe ilkelerinin di÷er bir seti olmasına bakılmaksızın ilk
yıllık finansal tablolarını Kobiler için UFRS’ye uygun olarak düzenleyip
sunarlar. Finansal tablolarını Kobiler için UFRS standartlarına göre ilk kez
düzenleyecek iúletmeler, geriye dönük olarak raporlama tarihi itibariyle
354
yürürlükte olan tüm standartları uygulamak zorundadır.
uygulama için zorunlu, seçimlik ve genel muafiyetler vardır.
Geriye yönelik
a)Zorunlu Muafiyetler: Kobi UFRS’yi ilk kez uygulayan iúletmeler aúa÷ıdaki
iúlemlerin herhangi biri için önceki dönemde kullandı÷ı muhasebe uygulamasını
de÷iútirmez. Bu muafiyetler úunlardır: Finansal varlık ve yükümlülüklerin
bilanço dıúı bırakılması, hedge (riskten korunma) muhasebesi, tahminler,
durdurulan faaliyetler, kontrol gücü olmayan paylar (azınlık payları).
Kapsamlı UFRS, kobiler için UFRS’deki istisnalara ek olarak satıú amacıyla
elde tutulan varlıklar olarak sınıflandırılan varlıklara iliúkin zorunlu muafiyete
sahiptir.
b)Seçimlik Muafiyetler: Geçmiúe yönelik uygulamaların gereklili÷ine yönelik
olarak muafiyetler úunlardır: iúletme birleúmeleri, hisse bazlı ödeme iúlemleri,
maddi duran varlıklar, yatırım amaçlı gayrimenkuller ve maddi olmayan duran
varlıkların gerçe÷e uygun de÷erlerinin veya yeniden de÷erlenmiú tutarlarının
tahmini maliyet olarak de÷erlenmesi, kümülatif yabancı para çevrim farkları,
bireysel finansal tablolar, birleúik finansal araçlar, ertelenen gelir vergisi, TFRS
Yorum 12 (imtiyazlı hizmet anlaúmaları)’ye göre muhasebeleútirilen bir
finansal varlık veya maddi olmayan duran varlıklar, maden kaynaklarının
araútırılması ve de÷erlendirilmesi faaliyetleri, bir kiralamayı kapsayan
düzenlemeler, maddi duran varlıkların maliyetine dahil edilen faaliyete son
verme yükümlülükleri. Kobi’ler için UFRS’deki muafiyetlerin ço÷u kapsamlı
UMS/UFRS’de de geçerlidir. Borçlanma maliyetleri ve kiralamalar gibi ek
muafiyetler vardır.
c)Genel Muafiyetler: Makul her türlü çabanın gösterilmesine ra÷men
uygulanabilirli÷in olmaması durumunda genel muafiyet geçerlidir. Genel
muafiyetlerin kapsamlı UFRS’de de uygulanabilirli÷i yoktur.
3.KOBø
UFRS
KARùILAùTIRILMASI
KAPSAMLI
øLE
UFRS’NøN
Kobiler için UFRS, kapsamlı UFRS’nin temeli üzerine kurulmuú olan bir
standart setidir. Kobi UFRS’de kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan bazı
standartlar yer almazken, bazıları da basitleútirilmiú ve seçenekleri azaltılmıú
úekilde yer almaktadır.
3.1.Kobiler øçin UFRS’de Yer Almayan Standartlar
Kapsamlı UFRS’ yer alan aúa÷ıdaki standartlar, Kobilerle ilgisiz oldu÷u için,
Kobi UFRS’ de yer almamaktadır.
-UFRS 4 Sigorta Sözleúmeleri
-UFRS 5 Satıú Amaçlı Elde Tutulan Duran Varlıklar ve Durdurulan Faaliyetler
-UFRS 8 Faaliyet Bölümleri
355
-UMS 33 Hisse Baúına Kazanç
-UMS 34 Ara Dönem Finansal Raporlama
3.2.Kobi UFRS ve Kapsamlı UMS/UFRS’lerin Kapsam Bakımından
Karúılaútırılması
Kobi UFRS standartlarından 25 bölüm kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan
standartlardan oluúurken, Bölüm 35 özellikli faaliyetler, 23 Gelir standartları
kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan ikiúer standardı kapsamaktadır. Özellikli
faaliyetler; tarım, maden kaynaklarının araútırlaması ve de÷erlendirilmesi
standartlarını kapsarken, hizmet imtiyaz sözleúmelerini de kapsamaktadır. Gelir
standardı ise kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 18 Hasılat ve UMS 11 ønúaat
Sözleúmeleri standartlarını kapsamaktadır. Bölüm 2 kavramlar ve genel ilkeler
kapsamlı UMS/UFRS’deki kavramsal çerçeve ve UMS 1 Finansal Tabloların
Sunuluúu standardı ile ilgilidir. Bölüm 3 Finansal Tabloların Sunuluúu, Bölüm 4
Finansal Durum Tablosu, Bölüm 5 Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu,
Bölüm 6 Özkaynak De÷iúim Tablosu ve Da÷ıtılmamıú Karlar Tablosu, Bölüm 8
Finansal Tablo Dipnotları ve Bölüm 22’nin bir kısmı kapsamlı UMS/UFRS’de
UMS 1 Finansal Tabloların Sunuluúu ile ilgilidir. Bölüm 11 Temel Finansal
Araçlar, Bölüm 12 Di÷er Finansal Araçlarla ølgili Hususlar ve Bölüm 22’nin bir
kısmı kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 32, UMS 39 ve TFRS 7 Finansal Araçlar
standartları ile ilgilidir.
3.3.Kobi UFRS’lerin Kapsamlı UMS/UFRS øle Karúılaútırılması
(PWC, 2009a;PWC, 2009b;Grant Thornton, 2009;Deloitte,
2009;TMSK, 2009)
Bu kısımda kobi UFRS’ler ile kapsamlı UMS/UFRS’ler arasındaki farklılıklar
belirlenmeye çalıúılmaktadır. Sadece farklılık bulunan standartlara yer
verilmiútir.
1.Finansal Tabloların Sunuluúu ve Özkaynak De÷iúim Tablosu ile Gelir ve
Da÷ıtılmamıú Karlar Tablosu: Özkaynak de÷iúim tablosu ile ilgili bir farklılık
bulunmaktadır. E÷er sadece, dönem süresince kar veya zararlar, temettü
ödemeleri, muhasebe politikasındaki de÷iúimler ve önceki dönem hatalarının
düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de÷iúme oluyorsa, kapsamlı gelir
tablosu ve öz kaynaklarda de÷iúim tablosu yerine birleúik gelir ve da÷ıtılmamıú
kazançlar tablosu sunulabilir.
2.Finansal Tablo Dipnotları: Kapsamlı UMS/UFRS’lerde 3000 civarında
finansal tablo açıklaması olabilecekken, Kobi UFRS’de 300 civarında finansal
tablo açıklaması olabilecektir.
3.Finansal Araçlar: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS 39’da finansal araçlar 4
ayrı de÷erleme kategorisine ayrılmıútır. Bunlar; GUD Farkı Kar-Zarara
356
Yansıtılan Finansal Araçlar, Vadeye Kadar Elde Tutulacak Yatırımlar, Kredi ve
Alacaklar, Satılmaya Hazır Finansal Varlıklar.
b)Kobi UFRS: Finansal araçlarla ilgili 2 kategori vardır. Birinci kısım, basit
borç ve alacaklar ve di÷er temel finansal araçlar içindir, di÷er kısım ise, daha
kompleks finansal araçlar içindir. Kobi UFRS’de finansal araçlarla ilgili
sınıflandırmada, kapsamlı UFRS’de yer alan vadeye kadar elde tutulacak
yatırımlar ve satılmaya hazır finansal varlıklar yer almamaktadır. Temel
finansal araçların ço÷u amorti edilmiú maliyet ile ölçülürken, karmaúık finansal
araçlar genellikle gerçe÷e uygun de÷erle ölçülerek gerçe÷e uygun de÷er farkları
kar veya zarara yansıtılmaktadır.
Riskten korunma (hedging) modelleri kapsamlı UFRS ve kobi UFRS’de farklı
de÷ildir. Bununla birlikte, Kobi UFRS’de, örne÷in sınırlı sayıda risk ve hedging
enstrümanına izin verilmesi gibi bazıları daha kısıtlayıcı olan birçok
detaylandırılmıú uygulama farklılıkları bulunmaktadır.
4.øútirakler ve øú Ortaklıklarındaki Yatırımlar: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de,
iútiraklerdeki yatırımlarda kapsamlı UFRS’de özkaynak yöntemi kullanılarak
muhasebeleútirilir. Bireysel finansal tablolar hariç maliyet veya gerçe÷e uygun
de÷er modellerine izin verilmez. øú ortaklıklarındaki yatırımlarda ya oransal
konsolidasyon ya da özkaynak yöntemine izin verilir. Maliyet ve gerçe÷e uygun
de÷er modeline izin verilmez.
b)Kobi UFRS’de bir iúletme iútiraklerdeki veya müúterek kontrol edilen
iúletmelerdeki
yatırımlarını
iú
ortaklıklarındaki
yatırımlarını
muhasebeleútirmede aúa÷ıdaki modellerin birini kullanır: Maliyet modeli
(maliyet bedelinden birikmiú de÷er düúüklü÷ü zararları düúüldükten sonra kalan
tutar), özkaynak yöntemi, gerçe÷e uygun de÷er farkı kar zarara yansıtılmak
üzere gerçe÷e uygun de÷er modeli.
5. Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS – 40
Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller standardı gerçe÷e uygun de÷er ve maliyet
metodu arasında seçim hakkı verir.
b)Kobi UFRS: E÷er gerçe÷e uygun de÷er ek(aúırı) çaba ve maliyet
gerektirmeden (kolayca) hesaplanabiliyorsa gerçe÷e uygun de÷er yöntemi
seçilir.
6.Maddi ve Maddi Olmayan Duran Varlıklar ve ùerefiye: a)Kapsamlı
UMS/UFRS’de maddi ve maddi olmayan duran varlıklar için maliyet modeli ve
yeniden de÷erleme modeli arasında muhasebe politikası seçim hakkı vardır.
ùerefiye ve sınırsız ömre sahip di÷er maddi olmayan duran varlıklar de÷er
düúüklü÷ü için de÷erlendirmeye tabi tutulur, amortisman konusu yapılmaz.
Araútırma ve geliútirme giderlerinden, geliútirme giderleri aktifleútirilir.
b)Kobi UFRS: Sadece maliyet modeline izin verilir. Araútırma ve geliútirme
giderlerinin tamamı dönem gideri yazılır. ùerefiye dahil tüm maddi olmayan
357
duran varlıkların sınırlı bir ömre sahip oldu÷u kabul edilir ve amortismana tabi
tutulur.
7.øúletme Birleúmeleri: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de iúlem maliyetleri hariç
tutulur. ùarta ba÷lı yükümlülükler ödeme olasılı÷ına bakılmaksızın kaydedilir.
b)Kobi UFRS’de ise iúlem maliyetleri elde etme maliyetlerine dahil edilir. E÷er,
iúletmenin ödeme yapması muhtemelse ve bu yükümlülü÷ün gerçe÷e uygun
de÷eri güvenilir bir úekilde ölçülebiliyorsa elde etme maliyetlerinin bir parçası
olarak kaydedilir.
8.Hasılat: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS 18 Hasılat standardını kapsar.
b)Kobi UFRS: UMS 18 kapsamındaki hasılat yanında UMS 11 kapsamındaki
inúaat sözleúmelerini de kapsar.
9.Devlet Teúvikleri:a)Kapsamlı UFRS: Devlet teúvikleri öz kaynaklarda ya da
gelir olarak muhasebeleútirilir.
b)Kobi UFRS: Devlet teúviklerinin muhasebeleútirilmesinde öz kaynak
yaklaúımı kullanılmaz.
10.Borçlanma Maliyetleri: a)Kapsamlı UFRS: Özellikli varlıklar için
borçlanma maliyetleri aktifleútirilirken, di÷er borçlanma maliyetleri dönem
gideri yazılır.
b)Kobi UFRS: Kobi UFRS’de borçlanma maliyetlerinin tümü dönem gideri
yazılır.
SONUÇ
Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu 2007 yılında yayınladı÷ı tasla÷a
iliúkin de÷erlendirmeleri dikkate alarak Kobi’ler için UFRS’leri hazırlamıú ve
söz konusu tasla÷a iliúkin görüú ve öneriler dikkate alınarak 9 Temmuz 2009
tarihinde “Kobiler øçin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamıútır. Kobi’ler için
UFRS kamuya hesap verme yükümlülü÷ü bulunmayan ve dıúsal kullanıcılar
için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan iúletmelerin finansal raporlama
ihtiyaçlarını karúılamak için düzenlenmiútir. Bu standartlar hazırlanırken
kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası
Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmıú ve fayda-maliyet
analizleri çerçevesinde de÷iúiklikler ve basitleútirmeler yapılarak, UFRS’lere
dayanan basite indirgenmiú, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti oluúturmak
amaçlanmıútır. Kobi UFRS, kapsamlı UFRS’nin kolaylaútırılmıú bir
versiyonudur. Kobi UFRS ile kobilerde halka açık úirketler gibi UFRS
uygulamasının sa÷ladı÷ı avantajlardan yararlanabileceklerdir.
KAYNAKÇA
358
Deloitte, (2007), Taslak KOBø Muhasebe Standartları’nın Uluslararası
Finansal Raporlama Standartları’ndan (UFRS) Farklı Olan Yanları
Nelerdir? Bülten No: 14, www.denetimnet.net
Deloitte, (2009), Simplified Financial Reporting – IASB provides relief for
SMEs, IAS Plus Update, www.deloitte.com
Ekodialog.com, “Büyüklüklerine Göre øúletmeler”,
http://www.ekodialog.com/isletme_ekonomisi/isletme_ekonomisi_siniflandiril
masi_2.html
Grant Thorton (2009), The IFRS For Small and Medium-Sized Entities,
IFRS
New
Special
Edition,
www.gtturkey.com/UD_OBJS/PDF/IFRS/200909_KO_OLCEKLI_ISLE
TMELER.pdf
IASB,
(2009),
IFRS
for
http://www.iasplus.com/standard/ifrsforsmes.htm
SMEs,
Kobiklinik.com,
Kobi
http://www.kobiklinik.com/tr/makale.asp?ID=196
Nedir?
PWC, (2009a), Küçük ve Orta Ölçekli ùirketler øçin UFRS Kılavuzu –
2009, Pricewaterhouse Coopers Denetim ve Danıúmanlık Hizmetleri.
PWC, (2009b), IFRS for SMEs IFRS Swiss GAAP FER Similarities and
Differences, Pricewaterhouse.
Resmi Gazete, (2005), “Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmelerin Tanımı,
Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” 18 Kasım 2005.
TMSK, (2009), IASB, Kobi Muhasebe Standartlarını (IFRS for SMEs)
Yayınlamıútır, www.tmsk.org.tr
359
360
KÜRESEL MALø KRøZ VE TÜRKøYE
Lale Alkıno÷lu KARAMIZRAK1
ÖZET
Dünya ekonomisi küreselleúme sürecinde mal ve finans piyasalarında
serbestleúme yaúamıú, böylelikle ülkelerin piyasaları arasındaki sınırlamalar
azalmıútır. øletiúimdeki hızlı geliúmeler finans sektöründe paralel etkilere yol
açmıútır. Finansal liberalizasyon politikaları 1980’li yıllardan sonra yo÷unluk
kazanmıú; bu geliúmeler ülke ekonomilerini birbirinden etkilenen kırılgan bir
yapıya sokmuútur. ABD’de konut sektöründe baúlayan ve Avrupa ülkelerine de
sıçrayan küresel mali krizden Türkiye ekonomisinin de etkilenmesi olasıdır.
Ancak, 2001 yılında yaúanan finansal kriz sonrasında bankacılık kesimindeki
yeniden yapılanmanın Türk ekonomisindeki kırılganlı÷ı önemli ölçüde
azaltması nedeniyle, ulusal ekonominin bu krizden daha az hasarla çıkaca÷ı
beklenebilir.
Anahtar Kelimeler: Mali Kriz, Liberalleúme, Küreselleúme, Kırılganlık
GLOBAL FINANCIAL CRISIS AND TURKEY
ABSTRACT
World economy has experienced liberalization in goods’ and finance
markets in the globalization process, with lower limitations between countries’
markets. Fast developments in the communication field led to a parallel growth
in the financial sector. Financial liberalization policies have increased following
the 80’s, resulting in fragile national economies affecting each other. Turkish
economy will certainly be affected by the global financial crisis that started in
the housing sector in the USA, which spread to Europe. Still, it might be
expected that the Turkish economy will go through this crisis with less damage,
due to the reorganization in the banking system that has considerably decreased
economic fragility, following the 2001 financial crisis.
Key Words: Financial Crisis, Liberalization, Globalization, Fragility
1. Giriú
Dünya ekonomisi XX. yüzyılın son çeyre÷inde geleneksel siyasi blokların
ortadan kalktı÷ı, liberalizmin güçlendi÷i, teknolojik geliúmelerin hızlı de÷iúime
olanak sundu÷u bir dönem geçirdi. øletiúim ve ulaútırma teknolojilerindeki hızlı
geliúme dünyayı ekonomik, siyasal ve kültürel bir küreselleúmeye do÷ru itti.
Böylece ülke piyasaları arasındaki sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalktı.
Küreselleúme süreci içinde finans sektörü de önemli de÷iúimler geçirerek
dünya ekonomisinde sınırların ötesinde etkin bir yer edindi. Pek çok ülke 80’li
1
Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi ø.ø.B.F. øktisat Bölümü, øZMøR
361
yılların baúlarından itibaren mali piyasalara iliúkin baskılama içeren yasaları
yürürlükten kaldırdı veya düzenledi. Bu geliúmeler, ülkelerin birbirlerinden kısa
sürede önemli ölçüde etkilenebilir ekonomilere sahip olmalarına yol açmıútır.
Bu çalıúma, önceki küresel krizlerle birlikte ABD’de ortaya çıkan son finansal
krizi irdelemeye ve Türkiye ekonomisine olası etkilerini öngörmeye yöneliktir.
2. Finansal Liberalizasyon
Bu kavram; 1970’li yılların ortalarından itibaren geliúmekte olan ülkelerin
ekonomik kalkınmasını sa÷lamak ve büyümelerini gerçekleútirmek için R.I. Mc
Kinnon ve E. Shaw tarafından etkili bir yöntem olarak ortaya atılıp
tanımlanmıútır. Küreselleúme politikaları çerçevesinde kavram; 1980’lerde
Malezya, Filipinler ve Endonezya gibi Do÷u ve Güney Do÷u Asya ülkelerinde
uygulama alanı bulmuú; 1990’lı yıllarda ise Türkiye’de uygulanmıútır.
Finansal liberalizasyon yaklaúımı, literatüre “finansal baskılama” ve
“finansal derinleúme” gibi terimleri de kazandırmıútır. Fiyat denetimleri, vb.
yöntemlerle bir ülkede finans piyasalarının etkin bir úekilde çalıúmasına izin
verilmiyorsa, o ülkenin finans sistemi baskılanmıú olur. Bunun sonucunda
negatif ya da çok düúük reel faizden dolayı tasarruf araçlarının çeúitlenmesi ve
etkin kullanımı engellenmiú olacaktır. Bu da ülke dıúına kaçan sermayeye, ya da
tasarruf sahiplerinin kaynaklarını verimsiz alanlarda kullanmalarına neden
olacaktır (Atamtürk, 2003: 43; Karabulut, 2003: 77).
Finansal baskılama ile devlet çok düúük faiz oranları üzerinden borçlanır
ve finansmanını sa÷lar. Kamu bankalarının bankacılık sisteminde büyük paya
sahip olması da bu durumu destekler. Mc Kinnon ve Shaw yaklaúımına göre;
finansal baskılamaya neden olan unsurların kaldırılmasıyla deregülasyon
sa÷lanacak, böylece finansal derinlik artacaktır. Hem ülkeye fonların girmesi,
hem de artan tasarrufların verimli yatırımlara yönelmesi mümkün olacaktır.
Finansal liberalizasyon; iç ve dıú liberalizasyon olmak üzere iki aúamada
yapılabilir. øç piyasalardaki faiz tavanlarının, giriú kısıtlamalarının ve likidite
güçlüklerinin kaldırılması iç liberalizasyon olarak tanımlanırken; sermaye
hareketlerinin önündeki engellerin kalkması ve yerli paranın konvertibilitesinin
sa÷lanması ise dıú finansal liberalizasyondur. Dıú finansal liberalizasyon, kısa
vadeli sermaye hareketlerini arttıran, do÷rudan yabancı sermaye yatırımlarını
geliútiren bir uygulamadır. Finansal liberalizasyon sonucunda gelen fonlar etkin
yatırımlara yönelecek, sistem istikrarlı hale gelecektir (Karabulut, 2003: 77-78).
Küreselleúme ve finansal liberalizasyonla klasik bankacılık dönemi sona
erdi ve bankalar portföy yönetimi ile ürün ihracatında uzmanlaúarak finans
piyasasının geliúmesinin temel unsuru olmaya baúladılar. Co÷rafi sınırların
aúılması, bankaların özel alanlarının dıúında her türlü iúleme katılabilir olmaları,
finansal iúlem komisyonlarında her türlü yönetimsel müdahale ve sınırlamaların
kaldırılması, yeni finansal düzenin ya da küreselleúmesinin temel unsurlarını
oluúturdu. Finans sektöründe 1980’lerin baúından itibaren yaúanan bu de÷iúim,
362
önceki dönemlerden farklı olarak, ekonomik yapıların ekonomik iliúkilerce
belirlendi÷i yeni bir düzen getirmiútir.
Devletlerin bütçe açıkları nedeniyle giderek artan finansman ihtiyaçları ve
tasarrufçuların sosyo-ekonomik nedenle de÷iúen tutumu, yeniden yapılanmaya
çalıúan úirketlerin davranıúlarıyla birleúince, uluslararası finans piyasaları
güçlenerek türev piyasalarında da çok hızlı bir geliúme ortaya çıktı. Finans
sisteminin serbestleúmesi ve küreselleúme yeni finans araçlarını gündeme
getirip uygulanmakta olanlara da yeni fonksiyonlar yükledi. Bu fonksiyonlar;
riskleri önlemek, ekonomi aktörlerinin döviz kurları, faiz ve mal fiyatlarında
oluúan dalgalanmalardan koruma amaçlarını taúır (Odabaúı, 1999: 38).
Finansal liberalizasyon politikalarının temel amacı ekonomik büyümeyi
hızlandırmaktır. Öncelikle faiz oranlarının yükseltilmesiyle tasarruflar ve ödünç
verilebilir fonlar artar, bunları takiben de yatırımlar artar. Yatırım finansmanı
için iç ve dıú kredi bulma imkanları da geniúler. Finans aracıları, yatırım
projelerini finanse ederek ekonomik büyümeye hız katarlar (Coúkun, 2001: 39).
Finansal liberalizasyonun ekonomik büyümeyi hızlandırdı÷ı görüúü
yaygın olmakla birlikte, riskli sermaye akımlarının krizlere neden olabilece÷i
yönünde de görüúler vardır. Finansal liberalizasyonun ardından gelen hızlı
büyüme süreci, ekonomiyi krize de açık hale getirir. Zira finansal liberalizasyon
sonrası finansal baskının gevúetilmesi; piyasa aktörlerinin kredi riski almalarına
neden olarak ekonomiyi daha kırılgan ve krize e÷ilimli bir yapıya sokar
(Westermann ve Martinez, 2003: 2-5).
Finansal liberalizasyon ve finansal kriz iliúkisini inceleyen bir araútırmaya
göre; liberalizasyon sonrası incelenen 35 ülkeden 24’ünde kriz yaúandı÷ı; yo÷un
kriz yaúayan 14 ülkeden dokuzunda net özel sermaye giriúinin eúik düzeyi
(GSMH’nin %3’ü) aúmasını izleyen 2-4 yıl içinde ekonomik kriz gerçekleúti÷i
gözlenmiútir. Tablo 1’de finansal liberalizasyon sonrası bu dokuz ülkede ortaya
çıkan kriz dönemleri verilmektedir. Sermaye giriúlerinde kısa vadeli sermaye
akımlarının payı arttıkça ekonomik kırılganlık artmaktadır (Yay, 2003: 31).
Tablo 1: Finansal Liberalizasyon ve Kriz øliúkileri
Ülke
Brezilya
Arjantin
Malezya
ùili
Kolombiya
Türkiye
Meksika
Güney Kore
Zambiya
Liberalizasyon Yılı
1975
1977
1980
1980
1980
1987
1989
1991
1992
Kriz Dönemleri
1985, 1994
1980, 1989, 1994, 2001
1985, 1997
1981
1982
1994, 2001
1992, 1994
1997
1995
Kaynak: G. Karabulut, “Finansal Liberalizasyon-øktisadi Kriz øliúkisi”. øktisat Dergisi, Haziran 2003, s. 77-81.
363
Özellikle geliúmekte olan ülkelerde finansal liberalizasyon kısa vadeli
sermaye hareketlerini arttırmıútır. “Sıcak para” olarak da tanımlanan ve son
yıllarda yaúanan pek çok krizden sorumlu tutulan sermaye hareketleri;
spekülatif, kısa dönemli, yüksek risk taúıyan akımlardır. Bu sıcak para akımları,
ulusal piyasalarda yüksek reel faize yönelirken döviz rezervini arttırarak ulusal
paraları aúırı de÷erlendirir. Aúırı de÷erleme ithalatı ucuzlatıp ihracatı gerileterek
cari iúlemler açı÷ını büyütür. Kısa vadeli sermaye hareketleri; ulusal ekonomiyi
dıúa ba÷ımlı yapay büyümeye sokarken, döviz kurlarındaki dalgalanmalara
karúı daha kırılgan hale getirerek ekonomik krize ortam hazırlamaktadır.
Finansal küreselleúme, finans sektöründeki istikrarsızlı÷ın reel ekonomiye
de taúınarak kısa sürede ekonomik kriz yaratıp ülkeler arasında yaygınlaúmasına
yol açabilir. Ulusal ekonomilerin önceki dengesizliklerinden do÷an finansman
açı÷ını karúılama fonksiyonu olan sermaye hareketleri giderek bu iúlevi terk
etmiú, arbitraj kazancı peúindeki spekülatif para hareketlerine dönüúmüútür.
Finansal liberalizasyon sonrası sermaye hareketleri incelendi÷inde; ülkelerin
borçlanmalarının resmi kanallardan uluslararası özel finans piyasalarına
yöneldi÷i görülür. Bu durum, geliúmekte olan ülkelere yönelik sermaye
hareketlerinin bileúimini etkileyerek kısa vadeli sermaye ve portföy yatırımı
oranlarını hızla büyütmüú, ekonomik istikrarsızlı÷ı besleyen bir yapıya neden
olmuútur. Kısa vadeli sermaye hareketleri makro ekonomik politikalara,
bankacılık sistemine ve beklenmedik geliúmelere karúı aúırı duyarlılık gösterir.
Bu duyarlılık, finansal krizleri yaratan ortamı da beraberinde getirmektedir.
IMF ve UNCTAC kaynaklı verilere göre; ulusal finans piyasalarının
spekülatif saldırılara daha açık hale gelmesi, merkez bankalarının daha yüksek
rezerv oluúturmasına neden olmakta, bu da ülkede reel yatırımlara ayrılan
kaynakları giderek daraltmaktadır. Geliúmekte olan ülkeler yüksek reel faizle
sa÷layabildikleri sermaye giriúlerinin yaklaúık 1/3’ünü rezerv tutmakta, yatırım
finansmanına katkıda bulunamamaktadır (Yeldan, 2002: 7).
3. Finansal Kriz Yaúayan Ülke Örnekleri
3.1. Meksika Krizi
Olumlu konjonktürün etkisiyle 1980’lerin sonunda ülkeye yönelen kısa
vadeli sermaye hareketleri, toplam talebin artmasına, gayrimenkul ve hisse
senedi fiyatlarının yükselmesine neden olmuútur. Özel sektöre açılan kredilerin
arttırılması, çıpaya dayalı döviz kuru politikasının sürdürülmesi, ABD’de faiz
oranlarının yükselmesi ve politik istikrarsızlık Meksika ekonomisine duyulan
güvenin sarsılmasına yol açmıútır. Bankacılık sisteminde etkin bir düzenleme ve
denetleme mekanizmasının bulunmaması bu durumu körüklemiútir.
Aralık 1994’de aylık cari iúlemler açı÷ı 2.2 milyar USD’a, GSMH’nin
%8’ine ulaúmıútır (Kozano÷lu, 1995: 58). Bu dönemde para birimi büyük çöküú
yaúamıú ve 20 Aralık 1994’de peso devalüe edilmek zorunda kalmıútır. Uluslar
arası rezervler iki günde 5 milyar USD erimiú, peso dalgalanmaya bırakılmıútır.
364
Bu durum faiz oranlarının aúırı yükselmesine yol açmıú, banka portföyleri hızla
bozulmuútur. Uluslar arası yatırımcı fonları hızla çekerek krize neden olmuútur.
Meksika ekonomisinden 1995’de 3.4 milyar USD portföy yatırımı çıkmıú,
1993 yılında 25 milyar USD olan merkez bankası rezervleri 1994’de 6 milyara
gerilemiútir. Hükümeti dolara endeksli kısa vadeli borçlarını ödeyemeyece÷i
noktaya getiren kriz, di÷er Latin Amerika ülkelerine de sirayet etmiútir. ABD 20
milyar USD’si döviz istikrar fonundan olmak üzere 50 milyar USD’lik yardım
paketiyle Meksika’nın bu sorununa çözüm getirdi. Kriz sonrasında Meksika
ekonomisi % 6 küçüldü. Ülkenin kendini yeniden toparlaması 1996 yılını buldu.
3.2. Asya Krizi
Asya ülkelerinde ulusal para birimlerinin reel olarak de÷erlenmesi, kısa
vadeli borçların artması ve cari iúlemler dengesinin bozulmasıyla döviz
piyasasında dengesizlik oluúmuútur. Bu süreçte Asya ülkelerinde dövize yönelik
spekülatif hareketler artmıú; istikrarsız geliúmeler 1997 yılında döviz krizine
neden olmuútur. Kısa vadeli sermaye özel sektörün getiri oranlarını yükselterek
aúırı yatırıma ve borçlanmaya neden olmuú ve varlık fiyatları normalden fazla
artmıútır. Bölge ekonomilerinin krize girmelerinde, bu ülkelerin ba÷landı÷ı
doların yene karúı de÷er kazanması da önemli rol oynamıútır (Gerek, 1999: 76).
Tayland’da temmuz ayında döviz kurunun çökmesi ve devalüasyon
yapılması ile ortaya çıkan kriz, birbirleriyle çok sıkı iliúkideki Asya ülkelerini
de etkilemiú, bu ülkeler hızla durgunlu÷a girmiútir. Krizin nedenleri arasında en
önemlisi, bölge ülkelerinin sa÷lam bir mali sisteme sahip olmamalarıydı. Bu
durum, mali sistemlerin genelde dıúa kapalı olmasından ve bankaların yanlıú
borçlanma ve kredi politikalarından kaynaklanmıútı. Bu kırılgan yapının
anlaúılması ile piyasadan çıkıúları durdurmak imkansız hale gelmiútir.
IMF ve bölge ülkeleri Tayland’ın iste÷i üzerine finans sistemini A÷ustos
1997’de desteklediler. Ancak IMF kriz çıktıktan sonra müdahale etti÷i için
krizin bölge ülkelerine sıçramasına engel olamadı. Malezya, Endonezya ve G.
Kore paraları % 40 kadar de÷er kaybetti. Japonya ve Hong Kong borsaları
önemli düúüúler yaúadı. G. Kore úirketlerinin üçte biri iflasın eúi÷ine geldi.
Asya krizi her yönüyle mali kriz olma özelli÷ini taúımaktadır. Çünkü
krize giren tüm bölge ülkelerinde ekonomilerin küçülmesine, borsaların
çökmesine, uluslar arası alanda kredi akıúının azalmasına, ulusal ve uluslar arası
düzeyde ticaret hacminin düúmesine neden olmuútur. Güneydo÷u Asya’da
baúlayan kriz 1998 yılında Rusya’ya sıçrayarak küresel bir nitelik kazanmıútır.
3.3. Rusya Krizi
Serbest piyasa ekonomisine geçiú sürecinde önemli ekonomik reformlar
yapan Rusya Federasyonu, ekonomik sistemde sa÷lıklı bir yapı
oluúturamamıútı. Rusya’da kayıt dıúı ekonominin büyüklü÷ü, bütçe gelirlerinin
düúüklü÷ü ve finansal yapının zayıf oluúu sorunların en baúında gelmekteydi.
365
Asya krizinin Rusya üzerindeki ilk etkisi ülkeden yo÷un sermaye çıkıúları oldu.
Hammadde fiyatlarındaki düúüúler cari iúlemler açı÷ının büyümesine yol açtı.
IMF Rusya’ya 22.6 milyar USD’lik mali destek sa÷layarak; bütçe
açıklarını azaltıcı önlemler almak, merkez bankası ulusal rezervlerini arttırmak,
kısa vadeli iç borç vade yapısını uzatmak úeklindeki ekonomik programı
onayladı. IMF’den gelen bu fon devalüe olmuú rublenin desteklenmesinde
kullanıldı. Yine de Rusya ekonomisinde düzelme olmamıú, dıú yatırımcı kriz
endiúesi ile kredilerini çekmiútir. Altın-döviz rezervi Temmuz 1998’de 19
milyar USD’den A÷ustos ayında 15 milyar USD’ye gerilemiú, döviz
hareketlerine sınırlama getirilerek moratoryum ilan edilmiútir. Ruble %33
oranında de÷er kaybetmiú, Moskova borsası büyük düúüúler yaúamıútır.
A÷ustos 1998’de baúlayan kriz, 1999’un ikinci yarısında petrol ve maden
fiyatlarının yükselmesinin etkisiyle ihraç gelirlerinin artması, mevduatlara
garanti getirilmesiyle etkisini azaltmıútır. Döviz rezervleri Haziran 1999’daki
11 milyar USD’den Nisan 2002’de 38 milyar USD’ye çıkmıútır. østikrarlı döviz
kuru politikası, para arzının kontrolü ve artan enerji fiyatları ekonominin parasal
temelini sa÷lamlaútırmıú, enflasyonla mücadelede baúarı nedeni olmuútur.
3.4. ABD Krizi
ABD’nin yaúadı÷ı mali kriz konut sektöründen kaynaklanmıútır. 2001
yılında uygulanan gevúek para politikası, varlık fiyatlarının yanı sıra konut
fiyatlarını da úiúirmiútir. Düúük gelir düzeyine sahip olanlar, faizlerin düúük,
vadelerin ise uzun olması nedeniyle yo÷un bir konut talebinde bulunmuúlardır.
Fiyatlar sürekli arttı÷ı için, ne konut alanlar, ne de konuta ipotek koyan mali
kurumlar zarar görmemiútir. Bu kurumlar ellerindeki ipotekleri mali teminata
çevirerek satmıú; bunu alan bankalar ise “hedge” fonlara ya da baúka alanlara
yatırım yapmıúlardır. Zamanla konut talebi düúünce ve sıkı para politikası
uygulanınca konut fiyatları düúmüú, ipotek teminatları hızla de÷er kaybetmiútir.
Böylece yatırım bankaları sıkıntıya düúmüúlerdir. Bu duruma esasında, finans
sisteminin yüksek riskli ka÷ıtları düúük riskli ka÷ıtlarla harmanlayıp yeni
türevler yaratması ve bunları düúük riskli, yüksek getirili ka÷ıt gibi yatırımcılara
sunması yol açmıútır. øçinden çıkılamayan risk yuma÷ı bu úekilde oluúmuútur.
Dünyanın en büyük konut kredisi finansman kuruluúu Bear Stearns
çökünce, 29 milyar USD’ye devletin güdümüne alınmıú, Fannie Mae ve Freddie
Mac isimli konut finansman úirketleri devletleútirilmiú, Lehman Brothers
úirketinin batmasına ise göz yumulmuútur. Merill Lynch’i Bank of America
satın almıú; bankacılık sektörünün iki büyük yatırım banksı olan Goldman
Sachs ile Morgan Stanley mevduat bankası haline gelmiúlerdir.
ABD’de asıl sorun, yatırım bankalarının elindeki “toksik varlıklar”
denilen alıcısı kalmamıú “mortgage” ka÷ıtlarının menkul kıymet olarak sisteme
girmiú olmasıdır. ABD’den Avrupa’ya yayılan finansal çöküúün temel nedeni,
ABD’de konut balonunun patlamasıyla baúlayan süreçte tüm finans kurum ve
366
sistemine güvenin sarsılmasıdır. Bunalımın yaygınlaúmasında, birbirine
güvenemeyen ve bankalar arası piyasayı kilitleyen finans kuruluúları önemli rol
oynamıútır. ABD ve AB’deki güven kaybının boyutları finans sistemiyle sınırlı
kalmayacaktır. Toplum bankalara ve mali sisteme güvenini kaybetmiútir. Finans
sisteminde çalıúanların astronomik ücretlerine tepkili olanlar geleceklerinin
güvencede oldu÷una inanmamaktadır. Topluma yerleúen güven bunalımını
aúmak uzun bir süreç gerektirir. Güven krizi piyasalara ödeme krizi olarak
yansımaktadır.
ABD’de likidite sıkıntısı yaúanması, dolar faizinin çok yükseklere
çıkmasına neden olmuútur. Dünyanın her yerinde dolara olan talep de bir
nedendir. FED’in likiditeyi piyasa ve kurumlara yaygın úekilde da÷ıtması
gerekecektir. Hacizli ipotek alacaklarından kurtulan banka ve yatırım kurumları
yeni finansman imkanları bulup piyasaya yeni kredi imkanı sunabilecektir. Bu
kurtarma planına göre, iflas etmiú ya da zordaki mali kurumların üst düzey
yöneticileriyle iúten çıkarılan di÷er yöneticilerine sınırlı bir kıdem tazminatı
verilecektir. Hükümet, kurtarma paketi içinde yardımda bulundu÷u úirketlerden
hisse senedi satın alarak vergi mükelleflerine bu úirketlerin gelecekteki karlarını
paylaúma imkanı sa÷layaca÷ını ifade etmektedir. Bu paketten de anlaúılaca÷ı
gibi, ABD’de mali kesimin tek ve en büyük yetkilisi devlet olmuútur.
Avrupa ülkelerinde finans kesiminin yaúayaca÷ı krizin boyutları henüz
tahminden öteye geçememekte ise de, AB’nin kurumsal yapısında finans
sistemini destekleyecek bir organın bulunmaması krizin bedelinin a÷ır
olaca÷ının düúünülmesine yol açmaktadır.
4. Küresel Mali Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri
Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrası aldı÷ı önlemlerle bankacılık
sistemini daha sa÷lıklı bir yapıya kavuúturdu. Mali kesimde eskisi kadar büyük
özkaynak ve kur riski sorunu bulunmamaktadır. Ayrıca Türk bankalarında ABD
ve Avrupa bankalarının baúına dert olan “toksik madde” tanımlı ka÷ıtlardan da
yoktur. Ancak ABD ve AB’de finans sisteminden reel ekonomiye yansımaya
baúlayan krizin ekonomimizi etkilememesi mümkün görünmemektedir.
Gerçekten bazı yabancı derecelendirme kuruluúları ve uluslar arası
araútırma birimlerinin raporlarında Türkiye ekonomisi bu küresel mali krizden
en fazla etkilenecek ülkeler arasında gösterilmektedir. Financial Times 15 Nisan
tarihli sayısında ülkelerin dıú kaynak ba÷ımlılı÷ı ile çektikleri dıú kayna÷ın geri
kaçma olasılı÷ı dikkate alınarak Türkiye; Romanya, Baltık ülkeleri, Güney
Afrika ve øzlanda ile birlikte riski en yüksek ülkeler olarak belirlenmiútir.
Türkiye’nin dıú kayna÷a ihtiyaç fazlalı÷ı, dıú açık risk yüksekli÷i ve ülkeye
gelen sermaye akımlarının oynaklı÷ı nedeniyle; krizden olumsuz etkilenecek
ülkelerin baúında geldi÷i ifade edilmektedir (Milliyet, 20.4.2008).
Düúük kur-yüksek faiz politikasının izlenmesi ile devletin aracı oldu÷u
garantili bir rant ekonomisi yaratıldı. Önceleri ülke vatandaúlarının yararlandı÷ı
367
bu durumdan yabancılar da yararlanıp büyük kar transferleri yapmaya
baúladılar. Ayrıca sermaye akımlarını hızlandıran küreselleúme, fonların ve
petrol fiyatlarının artmasıyla biriken petro-dolarların Türkiye’ye gelmesinde
etkin bir rol oynadı. Böylece Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrasında uluslar
arası piyasalardan kaynaklanan finansal geniúleme ve ucuz kredi imkanına
kavuútu. Bunun sonucunda ise 2002’yi takiben küresel finans piyasalarına dıú
borç miktarı giderek yükseldi. Toplam dıú borç tutarı 2003 baúında 129.6 milyar
USD’den 2006 Haziran’ında 284.4 milyar USD’ye yükseldi. Bu süreçte biriken
154.8 milyar USD’lik net dıú borcun ana kayna÷ı özel sektör borçlanmasıdır.
Türkiye son küresel krizi yüksek cari açık ve dıú borçla karúılamaktadır.
Milli gelirin %5’ini aúan ve süreklilik gösteren dıú açıklar ülke ekonomisi
açısından riskli görünmektedir. Oysa Türkiye ekonomisi 2005’den bu yana milli
gelirin %5’ini aúan cari açık sorunuyla yaúamaktadır. Cari açı÷ı finanse etmekte
ülke öncelikle kısa vadeli sermaye akımı kaynaklı sıcak paraya güvenmektedir.
Ancak 2007 yılında 59 milyar USD’ye yakın döviz, temelde sermaye
akımı olarak ülkeye geldi. Bunun 22 milyar USD’si do÷rudan yabancı sermaye,
32 milyar USD’si de özel sektörün kullandı÷ı kredidir. Son yaúanan krizle
dünya kredi sistemi daralmaya baúladı÷ı ve iç piyasalarda yavaúladı÷ı için kredi
kullanımı azalacaktır. O zaman dıú açı÷ın finansmanı Türkiye için daha büyük
sorunlar getirecektir. Bankaların yurt dıúına yapacakları borç ödemeleri
artacaktır. Bankalar 2007 yılında dıú piyasadan net 0.8 milyar USD sa÷lamıúken
2008 yılında 2.5 milyar USD ödeyeceklerdir. Özel kesim daha önce 30.5 milyar
USD kredi bulmuúken úimdi 20 milyar USD bulabilece÷i bile tartıúılmaktadır.
Özel kesim ve devletin elindeki tüm de÷erli yatırımlar yabancılara
satılarak dıú açık kapatılmaktaydı, ama bu yöntemin sürdürülebilir ve istikrarlı
olmaması kriz sonrası dıú açıkların kapatılmasını yavaúlatacaktır.
Türkiye ekonomisinde son dönemde bir iç talep daralması yaúanmakta
iken küresel mali kriz bu durgunlu÷u daha da arttıracaktır. Kriz nedeniyle dıú
talebin azalması ülkemizin ihracat potansiyelini düúürecektir. Önümüzdeki yıl
%3’lük büyüme hedefine ulaúmamız bu koúullarda pek mümkün
görünmemektedir. Büyümenin yavaúlaması ithalatı da yavaúlatacaktır. Kriz
öncesinde bile ithalatta belirgin bir düúüú gözlenmektedir. Aúa÷ıdaki tablodan
anlaúılaca÷ı gibi, yatırım malları ithalatı düúerken, ara mallarda artıú olmakta,
ancak bu artıú enerji fiyatlarındaki artıútan kaynaklanmaktadır.
Tablo 2: Türkiye’nin øthalat Da÷ılımı (% olarak)
Yatırım Malı
Ara Malı
Tüketim Malı
2007
19.9
22.6
33.4
2008/3
21.8
27.4
31.0
2008/4
17.1
41.6
10.9
Kaynak: TÜøK, Dıú Ticaret østatistikleri, 2008
368
2008/5
7.4
34.8
25.6
2008/6
11.5
43.1
34.3
2008/7
9.6
41.8
23.0
2008/8
-0.7
40.4
15.8
Son dönemde tüketim malları ithalatında da bir düúüú gözlenmekte olup,
bunun krizle daha da düúece÷i beklenmektedir. Türkiye ekonomisinin
öngörülen %3’lük orandan daha az büyüyece÷i ve küresel kriz nedeniyle dıú
talebin de daralaca÷ı göz önüne alınırsa; dıú açı÷ımızın temel kayna÷ı olan
ithalat daralacak ve dıú açık biraz küçülecektir. Ancak dıú talebin daralmasının
ithalatı düúürmesinin yanı sıra ihracata da olumsuz etkisi olacaktır.
Küresel mali kriz sonucu kredi imkanlarının azalması banka ve úirketlerin
borçlanmasını zorlaútıraca÷ı için ekonomide durgunluk yaúanması olasıdır. E÷er
durgunluk çok artarsa, kredi ödeme sorunları likidite sorunlarına neden olabilir.
Özel kesimin aúırı dıú borçları, bunların çevrilmesinde yaúanacak en ufak
sorunda bankaları da etkileyecektir. Ayrıca bankaların da dıúarıya büyük
borçlarının olması sorunları daha da büyütebilecektir.
5. Sonuç ve Öneriler
Türkiye ekonomisi krizler konusunda oldukça deneyim kazanmıútır.
Krizleri önlemede etkin olunamasa da, kriz sonrasında elde edilen bilgiler
ekonomiyi daha kötüye gitmekten alıkoyabilmektedir.
Yaúanan küresel mali krizin sadece finans sistemiyle sınırlı
olmayaca÷ının, reel sektörü de etkileyece÷i gerçe÷inin unutulmaması gerekir.
Bu süreç ulusal üretimde önemli ölçüde gerileme ve istihdam düzeyinde düúüúle
birlikte ekonomide durgunluk yaúanmasına neden olacaktır. Küresel krizi geçici
bir konjonktürsel olgu olarak görmek, reel sektörde ciddi sorunlara yol açabilir.
IMF tarafından yayınlanan 2006 Dünya Ekonomik Görünümü raporunda
finansal krizin reel sektör üzerindeki olası etkilerinin de÷erlendirmesi yapılarak,
“finansal gerilimlerin reel ekonomiyi sert bir úekilde vurmasının beklendi÷i,
ticari ve yatırım bankalarında meydana gelen ve gerilim yaratan finansal
krizlerin ekonomilerde ciddi yavaúlamalara yol açabilece÷i” uyarısı yapılmıútır.
Bu nedenle Türk ekonomisinde reel sektörü destekleyici önlemlerde,
ulusal sanayinin güçlendirilmesi, dıúa ba÷ımlı üretim yapısını yaratan
koúullardan kurtularak ba÷ımlılı÷ı azaltan sektörlerin teúvik edilmesi
gerekmektedir. Ayrıca istihdam sorununun çözümünde iç talebe yönelik
üretimin özellikle emek-yo÷un sektörlerle arttırılması önem kazanmaktadır.
øç ve dıú piyasalarda yaúanan talep daralması nedeniyle, üreten ve ihracat
yapan úirketlerin kredi ihtiyaçlarını karúılamak amacıyla MB’nin bankalara
deste÷ini arttırması gerekir.
Halen bankacılık sistemimizde mevduata devlet güvencesi 50000 YTL ile
sınırlıdır. Panik havasından etkilenmemek için henüz bankalara ve piyasalara
olan güven erozyona u÷ramamıúken bu limit yükseltilmelidir. Pek çok ülke
mevduata %100 garanti vermektedir. Bankalar arası faiz yarıúına neden
olabilece÷i için, bu durum üzerinde dikkatle düúünmeyi gerektirir. Zorda olan
bankalar “%100 güvence var” diyerek mevduat toplayabilir. Faizler ortalamanın
369
çok üzerine çıkıp daha büyük sorunlara yol açabilir. Banka sisteminin sa÷lam
oldu÷una dair inancın desteklenmesi için en azından üst limitler yükseltilebilir.
Türk döviz piyasası oldukça sı÷ görünmekte, döviz alım satımında
yaúanan de÷iúiklikler fiyatları hemen etkilemektedir. Bunu önlemek için MB
bankalara teminat karúılı÷ı döviz kredisi vermelidir. Bu tür bir borçlanma
imkanı piyasaların sı÷lı÷ını ortadan kaldırabilir. Küçük miktarlarda alım
satımlar sonucunda MB fiyatların istikrarlı olmasını sa÷layabilir.
Son öneri olarak, piyasalarda güveni arttırmak için IMF ile bir destek
anlaúmasının yapılması da piyasaları rahatlatan bir unsur olarak görülmelidir.
Bütün dünyada piyasaların daralaca÷ı, her ülkenin kendi úirketlerini
korumak için önlemler alaca÷ı yeni bir süreç oluúmaktadır. Devletin ekonomiye
müdahalesinin her alanda daha fazla hissedilece÷i ve belirleyici olaca÷ı bu
süreçte Türkiye ekonomisi de yerini alacaktır.
KAYNAKÇA
ATAMTÜRK, Burak (2003), “Finansal Liberalizasyonun Etkileri”, øktisat
Dergisi, 438 (Haziran), 42-46.
COùKUN, M. Necat (2001), “Geliúmekte Olan Ülkelerde Bankacılık Krizleri”,
Gazi Üniversitesi ø.ø.B.F. Dergisi, 3 (2), 39-50.
GEREK, S. (1999). Finansal Küreselleúme ve Türkiye, Eskiúehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları, 1095.
KARABULUT, G. (2003), “Finansal Liberalizasyon øktisadi Kriz øliúkisi”,
øktisat Dergisi, 438 (Haziran), 77-80.
KOZANOöLU, Hayri (1995), “Meksika’da Kriz”, Birikim Dergisi, 75
(Temmuz), 55-64.
ODABAùI, Harun (1999), “Para Sihirbazları”, Aksiyon Dergisi, 227 (10 Nisan),
32-38.
WESTERMANN, F. ve MARTINEZ, L. (2003), “Liberalization, Growth and
Financial Crisis Lessons from Mexico and the Developing World”,
http://www.econ.umn.edu/~tkehoe/classes/TornellWestermannMartinez.
pdf (Aralık 2003), 2.
YAY, Turan. (2003), “Geliúmekte Olan Ülkelerin Finansal Entegrasyonu
Üzerine bir De÷erlendirme”, øktisat Dergisi, 438 (Haziran), 16-33.
YELDAN, E. (2002), “østikrar Kim øçin? Kriz ødaresi Üzerine
De÷erlendirmeler”, Birikim Dergisi, 163-164 (Kasım-Aralık), 107-119.
370
Avrupa Birli÷i’nin Yeni Üyesi: Bulgaristan*
The new member of the European Union: Bulgaria
Özet
20 yıl öncesine kadar Sovyet etkisi altında olan Bulgaristan, Sovyetler
Birli÷inin da÷ılmasıyla önemli ilerlemeler kaydetti. Bu çalıúmada ilerlemeler
belirli baúlıklar üzerinden gidilerek detaylandırıldı. ølk olarak tarihsel geliúim
süreci de÷erlendirilirken, ikinci bölümde Siyasi yapısı ele alındı. Son olarak
,Türkiye- Bulgaristan iliúkileri incelendi ve iliúkilerin gelece÷ine yönelik
çözüm önerileri geliútirildi.
Anahtar Kelimeler: Bulgaristan, Türkiye, Bulgaristan Tarihi
Abstact
Bulgaria which was under the Soviets influence untill the last 20 years, has
realized tremendous progress after the breakdown of the Soviet Union. The
developments achieved by Bulgaria are analyzed in detail in this article. The
firs section evaluates the historical development, while the second, focuses
on the political structure of it. Finally, in the last section, Turkey-Bulgaria
relations are discussed and some suggestions are developed for furthering
mutual relations.
Key Words: Bulgarian, Turkey, History of Bulgarian
Giriú
Westphalia ile baúlayan modern devlet anlayıúı øspanya Veraset savaúlarıyla
do÷rulansa da asıl modern anlamda Devletlerin çıkıú sürecini oluúturacak
olan olay Fransız Devrimi olmuútur. øhtilal ile birlikte hızla yayılan ve
etrafında önemli kitleler toplamayı baúaran çeúitli kavramlar birçok ulusun
kaderini etkilemeye baúlamıú veya gelece÷ini úekillendirecek düúünsel alt
yapıyı oluúturmuútur. 18 yy. da ortaya çıkan de÷iúim ve dönüúüm çok uluslu
devletlerin neredeyse kâbusu durumuna gelmiú ve bu kâbusu kısa sürede
yaúamaya baúlayan devletlerden biride Osmanlı imparatorlu÷u olmuútur.
Osmanlı, 18. yy dan baúlayarak bundan sonraki dönemde ekonomik, siyasal,
askeri sorunlarının yanında artık bu kavramlara da çözüm üretme
zorunlulu÷u hissetmeye baúlamıútır. Özelikle Milliyetçilik, üzerinde
durulması gereken ve Osmanlıyı yoran bir kavram olmuútur. Bulgaristan da
bu kavramın yükseliúiyle ba÷ımsızlı÷ını ve yeniden yapılanmasını
tamamlayan ve Osmanlı egemenli÷i altında yok edilmeden 600 yıl yaúayan
ve bugün Avrupa’yla 18 yıllık bir iúbirli÷i olmasına ra÷men kısa sürede AB
üyeli÷ine alınacak geliúmeleri kat etmiú olan bir Balkan ülkesidir. Avrupa’yla
*
Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY, Selçuk Üniversitesi/ Uluslararası iliúkiler Bölümü
Ö÷retim Üyesi
371
iliúkileri 1990 yılında baúlayan Bulgaristan’ın tarihinde önemli dönüm
noktaları vardır. ølki østanbul’u ele geçirme düúüncesiyle yakınlaútı÷ı Bizans
ve bu yakınlaúma sonucu yaúadı÷ı dini ve sosyal de÷iúim bir di÷eri de
Osmanlı demir yollarıyla batıyla iliúki kurmayı ve ticaret yapmayı ö÷renen ve
daha sonra Batı deste÷iyle Osmanlıya karúı ba÷ımsızlık savaúının verildi÷i
Osmanlı hâkimiyetinde ki dönem. Ve son olarak da bu ba÷ımsızlık savaúının
getirdi÷i kibirlilik ve ekonomik sıkıntılar sonucunda giriúilen iki dünya savaúı
ve ikinci dünya savaúı sonrasında Sovyet hâkimiyetin de geçen elli yıl ve
ardından üye olunan Avrupa Birli÷iyle batılılaúma süreci. Bu dönemler
Bulgaristan tarihinin ve bugünkü kültürün, Sosyal yapının, kimli÷in, belki de
biraz Avrupalı olma arayıúının kısaca özetidir aslında. Bu makalenin ilk
bölümünde daha çok bu iki dönem ele alınarak Bulgaristan anlaúılmaya
çalıúılırken daha sonraki bölümlerdeyse Sosyal yapısı, Ekonomisi, Siyasal
yapısı ve son olarak ta daha çok krizli dönemlerle hatırlanan Bulgaristan Türkiye iliúkileri ele alınacaktır.
1. Bulgaristan'ın Tarihi
1.1. Bulgarların Kökeni
Bugün ki Bulgaristan topraklarına, M.Ö. 30’larda Traklar denilen bir kavim
ve bir süre sonra da Romalılar hakim olmuútur. Altıncı yüzyılda Slavlar her
tarafı yakıp yıkarak hakimiyeti ele geçirmiúlerdir. M.S. 680 yıllarında
Karadeniz’in kuzeyinden Bulgar Türklerinin gelmesi ile Bulgar tarihi
baúlamıútır. Bulgaristan, do÷uda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde
Yunanistan ve Türkiye batıda Sırbistan ve Makedonya Cumhuriyeti ile
çevrilidir. Avrupa Birli÷inin iki yeni üyesinden birisi olan Bulgaristan
Güneydo÷u Avrupa’da yer alan bir ulus devlettir. Türkçe karúılı÷ı karıúık
millet anlamına gelen Bulgarların Türk soyundan geldikleri kabul
edilmektedir. Bu konuyu ilk olarak Herman. Vambery meydana çıkarmıútır.1
Bulgaristan'ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır.
Milatla birlikte ülke önce Roma ømparatorlu÷u, sonraysa Bizans
ømparatorlu÷u egemenli÷ine girer. M.S. 6. yüzyılda Slavlar ile birlikte Türk
kökenli bir kavim olan Bulgarlar bu alana yerleúir2. 630'da Göktürk devleti
yıkılınca Türk birli÷i da÷ılıp, ülke, Çin 'in etkisi altına girmiúti. Avarlar ise
ülkenin batı bölgelerinde hâkimiyetini kurduktan sonra, østanbul'u
1
Herman, Vambery, Das Türkenvolk in seinen ethnologischen und
ethnographischen Beziehungen, Leipzig, Adamant Media Corparation, 2006. daha
fazla bilgi için bkz. Ahmet Cafero÷lu, Eski Uygur Türkçesi Sözlü÷ü, østanbul, Türk
Dil Kurumu yayınlarıl, 1968. Yine bkz. Halil Akman; Paylaúılamayan Balkanlar,
østanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık 2006, s. 113
2
http://www.bilgidenizi.net/ulkeler/19483-bulgaristan-ve-bulgaristan-tarihi.html
(17.08.2008)
372
kuúatırlarken liderleri ölünce “Bulgar” isimli ilk devletin kurulmasına imkan
oluúmuútur3.
1.2 Birinci Bulgar Devleti
ølk Bulgaristan devletinin kuruluúu 7. yüzyılın 2. yarısında ortaya çıkmıútır4.
Özellikle ilk Bulgarlar içerisinde On- O÷uzların ço÷unlu÷u oluúturdu÷u
bilinmektedir. Bu devletin kurucusu ve önemli liderleri Kurt’tur. Kurt’un
kurdu÷u devlet beylik sistemindeydi. Kurt’un kardeúi olan Asparuh ise “Tuna
Bulgar Devletini” kurmuú ve kardeúi Kurt’Asparuh’u bey olarak kabul
etmiútir. (681)194 Tuna Bulgar Devleti öncesinde beylik il (devlet)in bir alt
rütbesiydi5. Asparuh adamlarıyla Tuna’ya ilerleyince Bizans ømparatoru 4.
Constantine (668-685) ile karúılaútı fakat mücadelelerden sonra Bizanslılar
Bulgar Devletini tanıyıp, yıllık vergi ödemeyi kabul etmiúlerdir6. Bulgarlar,
bölgede guruplar halinde yaúayan Slavlarla karıúarak Bizans’a karúı Slav
nüfuslarını tampon Bölge olarak kullandılar ve aynı zamanda kültürlerinde
de÷iúiklik yaúandı. Bulgarlar, ilk dönemlerde Bizans’la iyi iliúkiler
geliútirmiúlerdir. Zaman zaman Bulgarların Arapların østanbul’u fethetmek
için yaptı÷ı saldırılarda Bizans’ı desteklemiúlerdir. Bulgarların Slav
kabileleriyle karúılaúması sonrasında kültürel ve sosyal yaúantılarındaki
de÷iúiklikler bundan sonrasındaki hayatlarında Hıristiyanlı÷ın kabulüyle
yaúanacak olan köklü de÷iúikliliklerin baúlangıcını oluúturmaktaydı. Boris
Mikhail (852-889), Boris Han döneminde 864 yılında Hıristiyanlı÷ın kabul
ettirler. østanbul’un daha kolay fethedilebilece÷i düúüncesiyle Katoliklerin
merkezi olan Roma yerine Ortodoks olan østanbul’a ba÷lanılması Bulgarlar
içerisindeki Slav sayısının artmasına ve Bulgarların hızla benliklerini yitirip
Slavlaúmasına neden olmuútur. Boris’in ortanca o÷lu Olan Simeon (893927)7 döneminde en güçlü dönemini yaúayan Bulgarlar Simeon’un ölümü
sonrasında Tahtı devralan II. Boris döneminde Rusların istilası sonucunda
zayıflamaya ve Bizans’ın saldırısıyla da÷ılmaya baúladılar. Daha sonra bu
da÷ılma sonucunda kısa sürelide olsa Batı Bulgarlar olarak tekrar kurulan
devlet Bizans Kıralı II Basileios’un saldırıları sonucu 1014 yılında tamamen
yıkılmıútır.
1.3 økinci Bulgar Devleti
Birinci Bulgar Devletinin Bizans saldırıları sonucu yıkılmasının ardından
Bulgarlar, 1186 yılına kadar Bizans hâkimiyeti altında kaldılar. Özellikle
3
Halil, Akman, Paylaúılamayan Balkanlar, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,østanbul, 2006,
s. 113
4
Maria, Todorova, Balkanlar’ı Tahayyül Etmek, østanbul, øletiúim Yayınları, 2003; s. 64
5
Halil, Akman, s. 113
6
A. g. e. , s. 113
7
Constantin Jos. Jirecek, Geschichte der Bulgaren ;Hildesheim, Georg Olms Verlag,
1977, s. 161
373
Bizans’ın Anadolu da ki Türk beyliklerle u÷raútı÷ı dönemde Tırnova beyleri
olan øvan ve Petır kardeúlerin halkı kıúkırtması sonucu çıkardıkları isyanlar
sonuç vermiú ve Kuzey Bulgaristan ba÷ımsızlı÷ını kazanmıútır. Kaloyan
döneminde dönemin en geçerli akçesi olan Kilisenin gücünü ön plana
çıkartarak 1204 yılında Bulgaristan Kilisesinin Roma kilisesiyle
birleúmesiyle birlikte Bulgarların da siyasi nüfuzu artmaya baúladı. Bunun
sonucunda Krallık tacı giyen Kaloyan aynı zamanda birçok Avrupa devleti
tarafından da tanınmaya baúlanmıútır. II Johannes Asen8 döneminde en
yüksek devrini yaúayan II Bulgar Devleti hem topraklarını geniúletmiú
bununla birlikte gelen zenginlikle fen edebiyat gibi çeúitli alanlarda
geliúmiúlik dönemini yaúamıúlardır. Daha sonraki süreçte Mo÷ol saldırıları
tüm Dünyayı oldu÷u gibi Bulgarları da etkilemiú ve bunun yanında güçlü
yöneticilerinde yönetime gelmemesiyle II Bulgar devleti zayıflamaya
baúlamıútır. Timur saldırıları öncesinde Altın ordular yönetimi altında belirli
bir dönem varlıklarını sürdürmüúler ve Timur’un Altın ordulara saldırmaları
sonucu kazan hanlı÷ı hâkimiyetine girerek varlıklarını sürdürmeye
çalıúmıúlardır. Bulgar devletini asıl yıkan güç Dönemin üstün ve düzenli
ordusuna sahip ve Cihad anlayıúıyla seferlerini sürdüren Osmanlı
ømparatorlu÷unun 1393 yılında baúkent Tırnova’yı9 ele geçirmesiyle II
Bulgar devleti son bulmuútur.
1.4 Osmanlı Döneminde Bulgarlar
Osmanlı ømparatorlu÷u’nun kendi içerisinde merkezi otoriteyi kurup yeniçeri
gibi döneminin modern askeri yapılanmasını sa÷lamasının ardından
Hıristiyan bir kültüre sahip olan ve Çeúitli siyasi iç çekiúmelerle ve “veba”
gibi çeúitli hastalıklarla u÷raúan Batı Avrupa’ya10 yayılma düúüncesi
dönemin en mantıklı savaú stratejisiydi. Bulgaristan Topraklarındaki
fetihlerin baúlangıcı Osmanlıda ki birçok Padiúahta oldu÷u gibi hem bir
devlet adamı aynı zamanda bir dini lider olan I Murat’la baúlamaktadır. I
Murat 1363’te Filibe11’yi alarak balkanlarda sürecek olan fetihlerin
baúlangıcını yapmıú ve daha sonra Yıldırım Beyazıt 1392 de Baúkent
Tırnova, Silistre gibi önemli yerleri Osmanlı topraklarına katmıútır. Bu
fetihlerin baúlamasıyla birlikte Balkanlara da Anadolu’ya giden önemli yol
çevrelerine güvenli÷i sa÷lamak ve Fethedilen yerleri Müslümanlaútırmak gibi
çeúitli düúüncelerle bölgeye birçok Türkmen aileler göç ettirilerek
8
Constantin Jos. Jirecek, s. 248
Emrullah Güney, Türkiye’nin Komúuları; Ülkeler Co÷rafyası-Jeopolitik, Diyarbakır,
Çantay Kitapevi, 2003, s. 317
10
Oral Sander, Siyasi Tarih ølkça÷dan günümüze, østanbul, ømge kitapevi, 2006, s. 62
11
Turan Gökce, “XVII yy. Filibe ùehrinin Demografik Geliúimi” Osmangazi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13
Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs,
2005, s. 49
9
374
yerleútirilmiútir. Bu göç süreci I dünya savaúına kadar ilk dönemlerdeki gibi
yo÷un olmasa da devam etmiútir. 1371 de Sırpların yenilgiye u÷ratılmasıyla
1386’da Sofya, Ohri Sırbistan’ın fethi için stratejik öneme sahip olan Niú ele
geçirilmiú ve sonra olarak ta 1389 yılında Sırbistan fethedilmiútir.
Sırbistan’ın fethedilmesi sonrasında Osmanlı ømparatorlu÷unun fetihleri
devam etmiú yine bu dönemde Selanik gibi önemli bölgeler de fethedilmiútir.
Osmanlı imparatorlu÷u, 1448 yılındaki II Kosova zaferiyle Bulgaristan da
500 yıl sürecek olan hâkimiyetini perçinleútirmiútir. Fatih Sultan Mehmet’le
gelen østanbul’un fethi Osmanlı imparatorlu÷unun Balkanlara olan
hâkimiyetini güçlendirmiú ve aynı zamanda uzatmıútır.
Osmanlı ømparatorlu÷unun güçlü oldu÷u dönemlerinde Bulgarların
yapılarında ve bölgelerinde ortaya çıkan ciddi isyanlar veya ayaklanmalar
görmüyoruz. Ancak Fransız ihtilal ile birlikte di÷er çok uluslu devletlerde
oldu÷u gibi Osmanlı devletinde de çeúitli gurupların isyanlar çıkarmaya
baúladıklarını görüyoruz. Bu isyanların nedenleri arasında, Fransız ihtilal inin
getirdi÷i Milliyetçilik, Özgürlük, Ba÷ımsızlık kavramlarıyla birlikte, Osmanlı
devletinde savaú kayıpları, ekonomik yetersizlikler, sosyal sorunlar, merkezi
otoritenin zayıflaması gibi Osmanlı devletini çöküúe götüren birçok nedenleri
de ekleyebiliriz.
Bunların yanın da Osmanlı imparatorlu÷u üzerindeki emellerini
gerçekleútirmek isteyen ve “Böl, Parçala, Yut Politikası” geliútiren
devletlerin uyguladı÷ı politikalarda Osmanlının çöküú sürecine girmesinde
etkili olmuútur. Bu devletlerden beklide en önemlisi Rusya’dır. 19 yy.
baúlarındaki Rusya’nın Politika de÷iúikli÷i Osmanlı içerisinde ki azınlıkların
isyanlarını artırmıútır. Çünkü Rusya, 19 yy. itibaren Osmanlıyı parçalama
hedefleri üzerine politikalar geliútirmeye baúlamıú ve bunlardan en önemlisi
“Panslavizm” politikası olmuú dur. Rusya, “Panslavizm” politikasıyla
Osmanlı hâkimiyetinin oldu÷u Balkanlardaki Slav halkları harekete
geçirmeye baúladı. Panslavizm’in en etkili uygulanaca÷ı yer Osmanlı
hakimiyeti altında bulunan Bulgarlar olacaktır12. Önce Bulgar Kilisesinin
Rum kilisesinden ayrılmasını sa÷layan, sonra Bulgarcayı yeniden
canlandırma çalıúmalarına hız veren Rusya, sonunda ulusal bir hareket
baúlatmayı baúardı13. Bu süreçte, Osmanlının merkezine yakınlı÷ı nedeniyle
pek fazla siyasi sorunlarla karúılaúılmayan Bulgaristan da ayaklanmalar
baúladı. Zamanla Yunanistan, Sırbistan ve Romanya gibi devletlerin
ba÷ımsızlıklarını kazanmalarıyla veya özerk olmalarıyla østanbul’a yakın
olan Bulgar toprakları üzerinde Osmanlı tarım üretimini artırmaya baúlamıú
ve Tarımın geliúmeye baúlamasıyla zenginleúen úehirlerde buna ba÷lı olarak
12
Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Do÷u;
øletiúim yayıncılık, Ekim 2004, s.60
13
Stefanos Yerasimos, s. 60
375
hafif sanayide geliúmeye ve geniúlemeye baúlamıútır14. Bu geliúimde, Bulgar
isyanlarına önemli ekonomik destek sa÷lamıútır. Sırbistan, Yunanistan ve
Romanya’ya kıyasla Bulgaristan milli uyanıúı sosyolojik açıdan daha klasik
bir úekilde ilerlemekteydi15. Yeni Bulgar Burjivazisi okulları, kültür
derneklerini ve her türlü sosyal hizmeti finanse etmek için kendi kurumlarını,
özellikle de esnaf birliklerini kullanıyordu 16.
Bulgaristan’ın bu planlı ve dıúarıdan özellikle Rusya destekli isyanları
sonucunda Osmanlı devleti “Çorbacı Nizamnamesi”17 gibi birçok kanuni
tedbirler almaya ve bu bölgede isyanları durduracak üstün yetkilerle
donatılmıú görevliler getirmeye baúlamıútır. Bunlardan biriside Mithat
Paúadır. Mithat Paúa, bölgede güvenli÷i sa÷lamak için çeúitli tedbirler almaya
baúladı. Rum ve Bulgarlar arasında çıkan çatıúmaları destekleyerek böl yönet
politikasını uygulamaya ve Ortodoks din adamlarının halk üzerinde etkisini
azaltmaya ve yine Ay yıldızlı Türk bayra÷ına haç ilave ettirerek bölgedeki
halka daha yakın davranmaya ve birlik mesajı vermeye çalıútıysa da bu
önlemlerinde pekte baúarı sa÷layamadı. Bulgar Devrimci Merkez Komitesi,
imparatorlu÷un sendeledi÷ini ve zulüm altındaki Bulgarların artık ölüm
darbesi indirebileceklerine inandılar18. Bulgar ihtilal merkez komitesinin 20
Nisan 1875'te Koprivútitsa ve Panagyuviste'de baúlattıkları büyük isyan
bastırıldıysa da bu süreç Bulgar milliyetçili÷inin uyanıúına ve Bulgaristan’ın
ba÷ımsızlı÷ına giden yolunda baúlangıcı olacaktır. Bu isyanlar esnasında
Avrupa basınında -özellikle øngiliz basını- ortaya atılan Osmanlı aleyhi
iddialar ve yazılar kısa sürede Avrupa halkını Osmanlı ve Müslüman karúıtı
yapacaktır ki Osmanlının yıkılıú sürecinde Osmanlıyı destekleyen Avrupa
devleti kalmayacak ve bundan sonraki süreçte Avrupa devletleri Bulgar
ba÷ımsızlı÷ını destekleyen tutum içine gireceklerdir.
1.5 Bulgaristan Ba÷ımsızlı÷ı ve Bugünkü konumu
1877–1878 Osmanlı-Rus savaúından sonra 3 Mart 1878’de imzalanan
Ayastefanos Antlaúması; sınırları kuzeyde tuna nehri do÷uda Karadeniz,
güneyde Ege denizi ve batıda Arnavutlu÷a dayanan özerk bir Bulgaristan’ın
kurulmasını öngörmekteydi19. Ayestefanos antlaúması güç dengelerini Rusya
tarafına bozulması nedeniyle di÷er büyük devletlerin baskısı sonucu
14
Misha Glenny, Balkanlar 1804-1999, Milliyetçilik, Savaú ve Büyük Güçler, østanbul,
Sabah Kitapçılık, Ocak 2001, s. 110
15
Misha Glenny, s.110
16
Misha Glenny, s.110
17
A.g. e. y.
18
A.g. e. y.
19
Yusuf Sarınay, “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba÷ımsızlı÷ını Tanıması ve
Türk-Bulgar iliúkilerinin Geliúmesi ( 1908-1914)”, Osmangazi Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005,
Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs 2005, s. 133
376
uygulanamamıútır. Balkanlar ile Tuna arasında küçük bir Bulgar Devleti
kurulma kararı 13 Temmuz 187820 tarihli Berlin Antlaúması ile
gerçekleúecektir. Genel olarak Berlin Kongresi ve Antlaúması Osmanlı
Devletinin da÷ılma ve parçalanma merhalelerinden en önemlisidir21. Ancak
bu Antlaúma ile Bulgaristan’ın sınırları daraltılmıú, Do÷u Rumeli Vilayeti
Osmanlıya ba÷lı özerk bir bölge haline getirilmiú, Makedonya ise büyük
devletlerin himayesinde reformlar yapmak úartıyla Osmanlı devletine iade
edilmiútir22. Bir süre sonra Rusya'nın mevcut Bulgar Prensli÷inin idari ve
içiúlerine do÷rudan karıúması, Osmanlı hükümeti ile Avusturya ve øngiltere
hükümetleri, Prensli÷i Rusya'nın tahakkümüne bırakmak istememelerinden
bu hususta büyük devletlerin nüfuz mücadeleleri baúladı23. Rusya ve
Avusturya nüfuz mücadelesi sonucunda Bulgaristan, Makedonya meselesini24
milletlerarası bir mesele haline getirdi. 1903'te baúlayan ayaklanma, Osmanlı
Devleti ile Bulgaristan'ın arasını iyice açtı25. Daha sonra Rus çarının ye÷eni
olan Aleksandır Bulgar Prensi oldu ve tamamen Rusya yanlısı bir Politika
izledi. Bulgar Prensli÷i üzerindeki nüfuz mücadelesi daha sonra gelecek olan
Prensler üzerinde de sürdürülmüútür. 1908’de ilan edilen II. Meúrutiyet bir
süre için Osmanlılara Özgürlük getirdiyse de yarattı÷ı karıúıklık devleti daha
da zaafa düúürdü26. Osmanlının bu durumundan ilk yararlananlar
Avusturyalılar ile Bulgarlar oldu.
Avusturya Bosna- Hersek ’i ilhak ederken, Bulgaristan da krallık ilan
edilerek Osmanlılarla nominal düzeyde kalmıú tek ba÷ını da
kopardı27.Avusturya 'ya ile dostluk kuran Bulgar prensi Ferdinand,
Avusturya'nın Bosna-Hersek' i ilhakından bir gün önce, 5 Ekim 1908'de
Do÷u Rumeli'yi de kapsayarak biçimde Bulgaristan'ın ba÷ımsızlı÷ını ilan
ederek, "Çar" unvanı aldı28. Osmanlı devleti Bulgaristan’ın ba÷ımsızlı÷ını iki
úart dâhilinde kabul etti bunlardan birincisi Osmanlı Devleti 100 milyon mark
karúılı÷ında Rumeli-i ùarki eyaletini Bulgaristan'a bıraktı (Nisan 1909) 29.
20
Norbert Randow , Die Neuere Bulgarische Geschichte im Spiegel der Literatur , s.2;
bkz. http://www.deutsch-bulgarische-gesellschaft-hamburg.de/publikation/randow.pdf
(27.11.2008)
21
Fahri Armano÷lı, Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1973, s.
267-278. Daha fazla bilgi için bkz. Yusuf, Sarınay; s.133
22
Yusuf, Sarınay; s.133
23
http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Bulgaristan (11.07.2008)
24
Kemali, Syabaúılı, Gencer Özcan; Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, østanbul, Ba÷lam
Yayınları, Mart, 1997, s. 23
25
Halil, Akman; s. 116
26
Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar iliúkileri 1983-1989, Cilt I, 1983-1985, Ankara, ASAM
Yayınları, 2000, s.23
27
A.g. e. s.23
28
Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1998, s. 76. Daha fazla Bilgi için bkz. Halil, Akman; s.76
29
Halil, Akman; s.76
377
økincisi Bulgaristan Topraklarında kalan Müslüman halkın haklarının
korunması talepleriyle Osmanlı devleti Bulgaristan’ın ba÷ımsızlı÷ını kabul
etti.
Bunun ardından gelen iki safhalı Balkan Savaúları Osmanlı devletini
balkanlardan daha fazla koparacaktır. Balkan Savaúlarına giden süreçte
Osmanlı devleti içerisinde yönetimi devralan Jön-Türkler II meúrutiyetin
ilanını gerçekleútirmiú ve bununla anayasa ile hakları ve eúitli÷i belirlenen
unsurları “ittihad-ı anasır” politikası çerçevesinde birleútirerek Osmanlı
devletini da÷ılma tehlikesinden kurtarmayı ve di÷er devletlerin azınlık
hakları bahanesiyle Osmanlının iç iúlerine karıúılmasını engellemeyi
amaçlamaktaydılar30. Ancak bu geliúmeler istendi÷i gibi gerçekleúmeyecek
tam aksine Osmanlı içerisindeki azınlıklar daha fazla özgürlük hatta
Ba÷ımsız devlet kurma talebinde bulunmaya baúlayacaktır. Osmanlı devleti
istemedi÷i úekilde biranda kendi içerisinde yeni karıúıklarla karúı karúıya
kalmaya baúlamıútır. Bunun dıúında Rusya’nın Balkan devletlerini Osmanlıya
karúı kıúkırtması da Osmanlının aleyhine yaúanan bir di÷er geliúme olacaktır.
Bunların Sonucunda Osmanlı devletine Balkan devletlerinin ( Bulgaristan,
Sırbistan, Karada÷, Yunanistan) saldırmasıyla I Balkan Savaúı31 baúlamıútır. I
Balkan savaúı sonucunda Osmanlı devleti 30 Mayıs 1913 tarihinde imzalana
Londra Antlaúmasıyla Midye-Enez hattının do÷usuna çekilmeyi kabul
etmiútir. Savaú sonucunda Savaútan galip çıkan balkan devletleri özellikle
Makedonya’nın paylaúımında büyü sorun yaúadılar bunun sonucunda kendi
aralarında II Balkan savaúı patlak verdi durumdan yararlanan Osmanlı devleti
Midye-Enez hattını aúarak Edirne’yi ve Meriç nehrine kadar olan kısmı
tekrardan aldı. Bunun sonucunda Bulgaristan’ın Osmanlı ile imzaladı÷ı
østanbul Antlaúmasıyla (29 Eylül 1913) Edirne ve Dedea÷aç’ı Osmanlı
devletine bırakmıú oldu.
I Dünya Savaúı döneminde Bulgaristan büyük Bulgaristan hedeflerine
ulaúmak amacıyla savaúın baúladı÷ı ilk dönemde tarafsız kaldıysa da Kral
Ferdinand 1915 yılında Sırbistan’a saldırmasıyla fiilen Almanya’nın yanında
savaúa girmiú oldu. Cephede yaúanan kayıplar ve savaúın getirdi÷i ekonomik
sorunlar Halkın savaúa verdi÷i deste÷i kısa sürede azalttı ve yönetime karúı
duyulan öfke Kral Ferdinand’ın görevi o÷lu III. Boris’e bırakılmasıyla 27
Aralık 1919 Neuily Anlaúmasıyla Bulgaristan hem toprak kaybına hem de
a÷ır tazminat ödemeye mahkûm edilmiútir. Bulgaristan’ın I Dünya Savaúı
yenilgisi ve Neuily Antlaúmasıyla ödemeye mahkûm edildi÷i a÷ır tazminatlar
bundan sonra yaúanacak olan II Dünya savaúına dâhil olmasına neden
olacaktır. Savaú sonucunda yaúanan Ekonomik kriz ve iç istikrarsızlıklar
Bulgaristan’ın II Dünya savaúı öncesinde çeúitli darbelerle karúı karúıya
30
Yusuf, Sarınay; s.134
Richard C. Hall, Balkan Savaúları 1912- 1913, I. Dünya Savaúı’nın Provası, østanbul,
Homer kitapevi, 2003, s. 30
31
378
kalmasına ve 1935 yılında Kral III Boris’in tüm yetkileri elinde toplayarak
totaliter bir yönetim úekliyle yönetilmesine kadar varacaktır.
Bulgaristan, I. Dünya savaúındaki a÷ır yenilgisini unutmak ve “Büyük
Bulgaristan” ideallerine ulaúmak amacıyla 1938 yılında imzaladı÷ı Balkan
Atantı antlaúmasıyla tekrardan ordu kurma hakkını elde edip hızla
silahlanmaya ve I Dünya savaúında yanında yer aldı÷ı Almanya’ya tekrardan
yaklaúmaya baúladı. Daha sonra 1940 yılında güney Dobruca’ya
saldırmasıyla Almanya’nın yanında savaúa dâhil oldu. Almanya’nın SSCB
saldırmasına ra÷men II Dünya Savaúında daha stratejik bir dıú politika
izleyen Bulgaristan SSCB ye karúı savaúa dâhil olmamıú ve savaú esnasında
da SSCB ile iliúkileri sıcak tutma yolunu denemiútir. 1944 yılında SSCB
Bulgaristan’ı iúgal ederek bundan sonraki Bulgaristan Siyasal hayatına
damgasını vuracak olan “Komünist Rejimi” seçmiú oldu. Sovyetler Birli÷inin
da÷ılmasını izleyen tarihlerde Bulgaristan da Artık Komünist Rejim
geçerlili÷ini yitirmeye baúladı ve 1989 yılında 35 yıldır Cumhurbaúkanlı÷ı
yapan Jivkov 10 Kasım 1989 yılında istifa ederek Bulgaristan demokratik
dönem olarak adlandırılan ve bugüne kadar gelen dönem baúlamıútır.
1.3 Siyasi Yapı
Bulgaristan, Sovyetler Birli÷inin da÷ılmasının ardından gelen de÷iúim
sürecinde yaúanan sıkıntıları Avrupa Birli÷ine endekslenerek atmaya çalıúsa da
siyasi sorunları halen kendi içerisinde kendine özgü sorunları taúımaktadır. Bu
sorunlar kendi içinde yürütme, yasama, yargı erklerinin her birinde daha net
hissedilmektedir. Bulgaristan bu üç gücün ayrılı÷ı temeline dayanan
parlamenter cumhuriyettir.
Cumhurbaúkanı ve Yasama
Yasama gücü dört yıllık genel seçimlerle yenilenen Meclis’in elinde olup,
Yetki ve gücünü anayasadan alıp yasalar ve önergeler üzerine görüúmeler
yaparak çeúitli yasal düzenlemeler gerçekleútiren Ulusal Meclis Sofya'da
toplanır32.Cumhurbaúkanı devletin basıdır ve orduların baúkomutanlı÷ı, Milli
Güvenlik Konsey Baúkanlı÷ı gibi genel yetkilere sahip olup,
Cumhurbaúkanının sorumluluk ve yetkileri arasında atamalarda bulunmak,
rütbe ve nisan takmak; kentlere, köylere ve co÷rafi yerlere isim vermek,
meclisten geçen yasaları resmi gazetede yayımlatmak ve söz konusu yasalara
iliúkin erteleme, veto etme gibi giriúimlerde bulunmak ve cumhurbaúkanı halk
tarafından do÷rudan seçim ve genel oy ile beú yılda bir ve üst üste en fazla iki
kez seçilir33. Cumhurbaúkanı: Georgi Parvanov (22 Ocak 2002'den beri)
32
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/infoCountryPage/setimes/resource_c
entre/countries/bulgaria?country=Bulgaria (11.11.2008)
33
A.g. y.
379
Yürütme
Yürütme bütün parlamenter sistemlerde oldu÷u gibi Bakanlar Kurulu
tarafından gerçekleútirilir. Meclis kabineyi kurmakla görevli baúbakanı dört
yıllık bir dönem için seçer ve Baúbakan Ulusal Meclis'e kabinede de÷iúiklik
yapılmasını teklif edebilir, bunun yanında Bakanlar Kurulu, bulundukları
yönetim birimlerde (bölgelerde) yürütme erkini temsil eden bölgesel valileri
atayabilir, Bakanlar Kurulu bütün bakanlardan ve bakanlarla es düzeyde
yetkiye sahip komitelerin baúkanlarından oluúmakta ve Ülkedeki en yüksek
yürütme organı oluúunun yanı sıra bakanlar kurulu yasama ile ilgili çeúitli
islerin - kararnameler, yönetmelikler, düzenlemeler, önergeler ve
talimatnameler - uyarlanması ile yürütülmesinden, yasa taslakları hazırlayıp
bunların meclise gönderilmesinden ve onaylanan yasaların yürürlü÷e
konmasından sorumludur34. Baúbakan: Sergey Staniúev ( Haziran 2005'den
beri)
Yargi
Geliúmekte olan ülkelerin en fazla sıkıntıyla karúılaútı÷ı konulardan birisidir
yargı. Özellikle yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri, demokrasinin tam olarak
iúletilememesi ve son olarak birçok do÷u Avrupa ülkesinde olan ama
Bulgaristan da daha fazla hissedilen rüúvet Bulgaristan yargısını ve siyasi ve
sosyal yapısını çürüten önemli konulardandır. Yargı erki, üyeleri üç temel yargı
kurulusunu - Hakimler Kurulu, Savcılık Dairesi ve Soruúturma Dairesi - temsil
eden Yüksek Yargı Konseyi'nin denetiminde olup, Yüksek Yargı Konseyi bu
üç kurulusun baúkanlarını atar ve Ayrıca hakim ve savcıları atamakla ve
denetlemekle yükümlü olan bu kurul Yüksek Temyiz Mahkemesi'ne, Yüksek
Divan'a baúkan ataması ve Baúsavcıyı seçmesi için Cumhurbaúkanı’na teklifte
bulunur35. Yüksek Yargı Konseyi - eski yargı üyeleri ile Ulusal Meclis'ten
belirli bir kota dahilinde seçilen üyeler ile yargı temsilcileri/yargıçlar, savcılar
ve sorgu yargıçları gibi - de÷iúik niteliklere sahip üyelerden meydana gelir36.
1.4 Dıú Politika ve Türkiye ile iliúkileri
Bulgaristan’ın ilk dönemlerde ki Osmanlı politikası ba÷ımsızlı÷ını kazanan
di÷er birçok devletlerde oldu÷u gibi Osmanlı Toprakları üzerinde geniúleme
idealleri üzerine kurulmuútur. Geniúleme emelleri iki Balkan savaúında
gerçekleútirilmeye çalıúıldıysa da baúarılı olunamamıú ve Bu baúarısızlık
Bulgaristan için I dünya savaúına giden süreci baúlatmıútır. Osmanlı gibi
Bulgaristan da Kısa Sürede dönemin önemli gücü haline gelmeyi baúaran II:
Wilhem önderli÷indeki Almanya’nın yanında savaúa dahil olmuútur. I Dünya
Savaúı, Osmanlı ve Bulgaristan’ı Müttefiklik çatısı altında birleútirirken yine
34
A.g. y.
A.g. y.
36
A.g. y.
35
380
savaú sonunda müttefikler için úartları a÷ır olan antlaúmalar imzalattırılmıútır.
Osmanlı devleti ile Sevr Barıú antlaúması hazırlanırken, müttefiki Bulgaristan
içinde Neully Barıú antlaúması imzalattırılmıútır.
I Dünya savaúı gibi a÷ır kayıplarla atlatılan bir dönemin ardından Türkiye
içerisinde giriúilen ba÷ımsızlık mücadelesi bölge ülkeleri için kaygıyla
karúılanırken Bulgaristan Kurutuluú savaúının verildi÷i dönemlerde daha çok
Türkiye yanında yer almıútır. Birincisi, Türk milli mücadelesinde Türkiye ile
savaúan Yunanistan’ın yenilmesi durumunda Bulgaristan’ın Do÷u Trakya’da
bazı bölgeleri topraklarına katma ihtimali olabilece÷i düúüncesiyle
desteklemiútir37. økincisi ise, Bulgaristan’da Türklere karsı oluúan olumlu
havada Sofya Askeri Ataúemiliterligi (Askeri Ataúeli÷i) esnasında Mustafa
Kemalin, Bulgar halkını tanımıú, Bulgaristan’da birçok yakın dost edinmiú ve
buradaki Türklerin örgütlenmelerini sa÷lamıú olması da etkili olmuú yine
Mustafa Kemal buradan yayınladı÷ı raporlarla Bulgaristan’ın Osmanlı
Devleti’ne ve di÷er Balkan Devletlerine karsı tutumunu ve Birinci Dünya
Savasındaki politikasını da Osmanlı Hükümetine aktarmıútır38. Cumhuriyet’in
ilanından sonra Türkiye ile Bulgaristan 18 Ekim 1925’de Dostluk Anlaúması
imzalamıútır39. Bulgaristan bu dönemde sınırlarını geniúletmek, Arnavutluk ve
Makedonya ile birlikte Yunanistan’daki ve Romanya’daki Arnavut ve
Makedonların ba÷ımsızlı÷ını sa÷lamak yönündeki politikasını ortaya koymuútur
ve iliúkiler bir süre sonra tekrar bozulmuútur40. Türkiye Yunanistan arasındaki
iliúkilerin bozulmasıyla birlikte Türkiye’nin Bölgede yalnız kalmama arayıúları
baúlamıútır. Ve bunun sonucunda Bulgaristan’la 1929 yılında Tarafsızlık
Antlaúması imzalanmıútır.
Birinci Dünya savaúının getirdi÷i büyük kayıplar bundan sonraki dönemlerde
savaúların engellenmesi için devletleri ideolojik arayıúlara itmiútir. Bunlardan
en önemlisi I. Dünya savaúı sonucunda ön plana çıkan Wilson ilkeleri
do÷rultusunda úekillenen idealizmdir. Bu teorik altyapı devletleri yakınlaútırmıú
ve ortak hareket etme arayıúlarına itmiútir. Bunlardan biriside Balkan Paktı
olmuú ve Balkan Konferanslarıyla birlikte balkan devletlerini bir çatı altında
birleútirme düúüncesi hız kazanmıútır. Balkan Paktı daha iki savaú arası
dönemde sol çevreler tarafından ortaya atılmıú41 ve Bulgaristan’ın Revizyonist
Politikaları nedeniyle dahil olmadı÷ı Balkan Paktı Türkiye, Yunanistan,
Yugoslavya ve Romanya arasında 1934 yılında imzalanmıútır. Bulgaristan’ın bu
Pakta dahil olmamamsının nedenlerinden birisi 1933 yılında Türkiye ile
37
Mehmet Savcı, Balkan Konferansları Ba÷lamında Türkiye Bulgaristan øliúkileri
østanbul Üniversitesi, Atatürk ilke ve ønkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi
(yayınlanmamıú) s. 8
38
Mehmet, Savcı, s. 8
39
A.g. e, s.8
40
A.g. e. s.8
381
Yunanistan arasında Samimi Anlaúma Misakı’nın imzalanmasıdır. Bu antlaúma
Bulgaristan’ın iki Balkan devletinin yakınlaúmasının dostane olmadı÷ının ve bu
Pakta dahil ola bilmesi için sınırların de÷iúmesi gerekti÷i düúüncesidir. Bunun
dıúında Bulgaristan’ında bu ittifak içene çekme baúarısı gerçekleútirilemese de
Türkiye Bulgaristan arasında 21 Aralık 1934 yılında bir ticari antlaúma
imzalanmıútır.
1938 yılına gelindi÷inde Avrupa’nın Baúat devletlerinden olan Sovyetler Birli÷i
Fransa ile birlikte Balkan devletleri arasındaki iúbirli÷ini güçlendirmeye,
Bulgaristan ve Almanya’nın revizyonist blo÷una kaymaması için Balkan
Paktına katılımını istemiútir42. Bulgaristan uzun süre buna yanaúmadıysa da
sonunda Koseivanof 31 Temmuz 1938’de Balkan Paktı devletleriyle
ba÷ıtlandı43. Ancak bu antlaúmada Bulgaristan’ın Almanya etkisi altına
girmesini44 engelleyememiútir. 1939’dan baúlayarak Bulgaristan içerisindeki
yabancı yatırımcıların büyük ço÷unlu÷u Alman olmuú ve ticaretin büyük kısmı
da Almanya ile yapılır hale gelmiútir. Bundan sonraki dönemde Balkan Paktı da
geçerli÷ini yitirmeye ve ayrılıklar yaúanmaya baúlayacaktır. Bulgaristan’ın iki
savaú arası dönemde yaúadı÷ı geliúmeler bundan sonraki geliúmelerini de
etkilemiútir.
Özellikle Modernleúme Projesinde yaúanan baúarısızlıkların milliyetçi
argümanlar arkasında gizlenmesi ve her iki dünya savaúında askeri maceralara
giriúmek de, Bulgaristan ekonomisine ola÷an üstü mali kayıplar yaúattı÷ı kadar,
siyasal iktidarların kurumsallaúmasını engelleyen bir faktör olmuútur45. økinci
dünya savaúının baúlamasıyla Bulgaristan 1 Mart 1941 yılında Almanya
yanında savaúa katıldı ancak Bulgaristan Türkiye arasında ùubat 1941 yılında
saldırmazlık antlaúması imzalandı. Türkiye’nin amacı Almanya ya karúı batı
sınırlarını güvence altına almaktı. Ancak Bulgaristan’ın mihver devletler
yanında savaúa girmesi bu güvenlik anlayıúını tamamen ortadan kaldırmıútır. Bu
tarihten itibaren Bulgaristan Türkiye arasında ki Antlaúmazlık dönemleri
baúlamıútır. Özellikle 1945 yılında Sovyetler Birli÷inin Bulgaristan’a savaú ilan
ederek 1945 sonlarında Sofya ya girmesiyle etkisini artıran Komünist sistem
41
Baskın Oran, Türk Dıú Politikası, Kurtuluú Savaúından Bugüne Olgular,
Belgeler,Yorumlar, østanbul, øletiúim yayınları, 2006, s. 177
42
Sibel, Turan; “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba÷ımsızlı÷ını Tanıması ve TürkBulgar iliúkilerinin Geliúmesi” (1908-1914), Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve
Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs 2005, s. 301
43
A.g. e. s. 301
44
http://www.government.bg/cgi-bin/e-cms/vis/vis.pl?s=001&p=0159&n=2&g=
(18.01.2008)
45
Nurcan Özgür- Baklacıo÷lu, AB Üyesi Bulgaristan’da Süreklilik ve De÷iúim,
Avrasya Dosyası; Cilt/Vol. 14, Sayı/No 1, 2008, s. 197. Bkz.
http://www.asam.org.tr/temp/temp813.pdf (19.01.2009)
382
yanlıları Eylül 194646 da gerçekleútirilen Halk oylaması sonucu Çar Simon yurt
dıúı etmiú ve aynı zamanda Monarúi kaldırılmıútır. Bununla birlikte Komünist
rejim Bulgaristan’ı tamamen etki altına almaya baúlamıútır. Komünist yönetim
döneminde, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki iliúkilerin bozulmasın da
Sovyetler Birli÷inin Dostluk ve saldırmazlık paktını feshetmesi, bunun
üzerinden bazı toprak taleplerinde bulunması ve Türk azınlıkların yaúamaya
baúladı÷ı sorunlar etkili olmuútur. So÷uk Savaú sürecince, Bulgaristan da ki
Türk azınlıkların sorunları iki devlet arasındaki iliúkilerin bozulmasında baúrol
oynuyor gibi gözükse de asıl baúrolü bu iliúkiyi yöneten Sovyetler birli÷inin
Türkiye ile yaúadı÷ı hem ødeolojik çatıúması hem de Türkiye toprakları
üzerindeki emelleri oynamıútır. Toplamda Bulgaristan da yaúayan Türk
azınlıklar Osmanlı döneminden itibaren hukuksal koruma altına alınmıú
olunmalarına ra÷men 20 yy da her bir vicdanı sızlatacak düzeye gelmesi
engellenemeyecektir.
Bulgaristan, Temmuz 1878’de Berlin antlaúmasıyla padiúah’a ba÷lı bir prenslik
olarak kuruldu÷unda, antlaúmanın 4. Maddesinde “Bulgarlarla Türklerin karıúık
oldu÷u yerlerde Türklerin hukuk ve çıkarlarının korunaca÷ı yazılı olup yine Bu
antlaúmanın 5. ve 12. Maddesinde de Türk azınlı÷ın durumuyla ilgili bazı
düzenlemeler vardır47. Bulgaristan da yaúayan Türk azınlıkla ilgili
düzenlemelerin 19 yy dayanmasına ra÷men en fazla baskı altında kalan
azınlıkta Bulgar Türkleri olmuútur. 1950’de Bulgar hükümeti gerek kolektif
çiftlikler kurmasından kaynaklanan nedenler, gerekse Batı yanlısı Demokrat
Parti hükümeti Kore’ye asker gönderme kararından dolayı Türkiye’yi zor
durumda bırakmayı istemesi gibi nedenlerle 250.000 Türk’ü Türkiye’ye göç
etmeye zorlamıú ve 1951 sonuna dek Türkiye’ye 154.000 Bulgaristan türkü
giriú yapmıútır48. Türkiye’nin iddialarına göre Bulgaristan hükümeti bu
Türklerin arasında 60.000 kadar Çingene ve bazı komünist casuslar sokmuú ve
Türkiye sonunda sınırı kapatmak zorunda kalmıú ve 2 Aralık 1950’de iki devlet
arasında bir anlaúma imzalamıútır49. Bu anlaúmanın 1. Maddesine göre,
“Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek isteyenlere (…) ancak Türk giriú vizesi
verildikten sonra Bulgar çıkıú vizesi verilecektir. 3. Maddesine göre, “Türk giriú
vizesini hamil olmadıkları halde göçmenler arasına karıúarak Türk topraklarına
girenler bulunursa, Türk hudut makamları tarafından geri çevrilecektir50.
Bulgaristan, Devlet baúkanı Todor Jivkov’un 1968 ùubatında gerçekleútirdi÷i
Türkiye ziyaretinde 1952 yılında gerçekleúen göç nedeniyle parçalanan ailelerin
birleútirilmesi amacıyla göç anlaúması paraf edilmiútir. Bu antlaúma sonrasında
46
http://www.laender-lexikon.de/Bulgarien_(Geschichte) (21.01.2009)
Baskın Oran, s. 177
48
ølhan Uzgel, “Balkanlarla øliúkiler”, Der. Baskın Oran, Türk Dıú Politikası, Kurtuluú
Savaúından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, østanbul, øletiúim yayınları, 2006, s.
177
49
A.g. e. s. 177
50
ølhan Uzgel, s. 177
47
383
parçalanmıú aileler bir araya gelme imkânı bulmuú ve yine Türkiye 130.000 e
yakın göç almıútır. 1970’lerde ilk olarak Bulgaristan da yaúayan Pomaklar51
üzerinde uygulanmaya baúlanan ancak uluslararası arena da pek yankı
bulmayan isim de÷iútirtme baskısı 1980’lere gelindi÷inde Türkler üzerinde de
uygulanmaya baúlanmasıyla birlikte Türkiye- Bulgaristan arasında zaten iyi
olmayan iliúkiler kopma noktasına gelecektir. Yaúlanan Bulgar nüfusu karúında
sürekli artan Türk azınlıkların nüfusu Bulgar yönetimini kaygılandırma
noktasına gelmiú ve Türkiye’nin ilerleyen dönemlerde Bulgaristan içerisindeki
Türk azınlıkları iddia ederek Bulgaristan’a da Kıbrıs benzeri bir operasyon
gerçekleútire bilece÷i endiúesini do÷urmuútur. Jivkov yönetimindeki Komünist
Partisinin (BKP) “Yeniden Do÷uú Hareketini” yani ülke içerisindeki
azınlıkların asimile edilerek veya topluca göç ettirilerek azaltılması politikası
1984’ten baúlayarak Bulgaristan da yaúayan Türk kökenli azınlıklar üzerinde
uygulanmaya baúlanmıútır. Bu hareket çerçevesinde Bulgaristan da yaúayan
Türk azınlıkların isimlerinin zorla de÷iútirildi÷i, Türkçe konuúma yasa÷ının
getirildi÷i, sünnet olmalarının dahi yasaklandı÷ı ve buna karúı duranların
öldürüldü÷ü, geçmiúlerini unutmaları için mezarlarının ortadan kaldırıldı÷ı bir
dönem yaúanmaya baúlanmıútır. Bulgaristan da hızla ciddi boyutlara ulaúmaya
baúlayan bu sorun kendi içerisinde siyasi çalkantılarla u÷raúan Türkiye
tarafından baúlangıçta yeteri kadar tepkiyle karúılanmamıútır.
Batı medyasının Bulgaristan’ın Türklere karúı uyguladı÷ı politikalarına olan
tepkisi biranda konuyu uluslar arası arenada yankılandırmaya baúlamıútır.
Türkiye de 12 Eylül darbesi sonrası yönetimi devralan Özal hükümeti Ekonomi
Politikalarına verdi÷i öncelik nedeniyle daha ılımlı bir politika geliútirme
yoluna gitmiútir. Ne var ki Todor Jivkov yönetimindeki Bulgaristan’ın Türk
azınlı÷a karúı uyguladı÷ı baskıların artmasıyla birlikte Türk hükümeti de sert
tavır takınmak zorunda kalmıútır. Jivkov un 1989 yılında Türkleri tekrardan bir
göçe zorlamasıyla birlikte Türkiye yine binlerce göçmen Türk Bulgar sınırına
akın etmiútir. Türkiye deki söylemlerin birço÷u Bulgaristan’daki Türk
azınlıkların hepsini kabul edebilecekleri yönündeyken ve Özal hükümeti de,
Bulgaristan’dan gelecek olan tüm göçmenleri almayı hedeflerken kısa sürede
göç edenlerin sayısının 310.000 bulması nedeniyle hükümet sınırı tekrardan
kapatmak zorunda kalmıútır. Göç esnasında, Binlerce aile parçalanırken
binlerce kiúide malını ve canını kaybetmiútir. Ancak Göç kabul edilmesi
Bulgaristan’da ki sorunun tam olarak çözümü olmadı÷ı gibi Kabul edilen yeni
göçmenlerin de ülke içerisinde özellikle göçmenlerin yerleútirildi÷i bölgelerde
çeúitli sıkıntılar ortaya çıkmaya baúlamıútır.
51
Genel olarak Müslüman Bulgarlar olarak bilinirler. Pomak teriminin Bulgarca
“pomagam” (yardım etmek) kelimesinden türedi÷i varsayılır. Osmanlı döneminde gönül
rızasıyla Müslümanlı÷ı kabul etmiú bir toplum olan Pomaklar di÷er Bulgarlardan din ve
kültürel olarak ayrılırlar. Osmanlı ümmet sistemi içinde Boúnaklar ve Müslüman
Makedonlar (Torbeú) gibi kendilerini Türk bilmiúler ve tanımlamıúlardır.
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Pomaklar 17.01.2009)
384
Bu sorunun çözümünü gerçekleútirecek olan de÷iúimse tüm dünya dengesini
etkileyecek olan Sovyetler Birli÷inin da÷ılması olacaktır. Sovyetler Birli÷inin
da÷ılmasıyla birçok balkan devletinde oldu÷u gibi Bulgaristan da bir geçiú
aúamasına girecektir, bu aúama Ekonomik, Siyasi, Kültürel gibi geniú bir
çerçevede meydana geldi÷inden ülkeler kendilerini yenilemede yeni ittifaklara,
yeni politikalara gereksinim duymuúlardır. Bulgaristan’ın Türk azınlı÷a karúı
uygulamıú oldu÷u göç politikası so÷uk savaú sonrasında de÷iúim içinde olan
Bulgaristan’ın önüne üç önemli sorun çıkaracaktır. ølki, So÷uk savaú sonrası
dönemde Bulgaristan Batı’ya eklenmeye çalıútı÷ı durumda, bu insanlık ayıbı
Bulgaristan’ın önüne çıkan sorun olacaktı. økincisi, Do÷u blokunun
da÷ılmasıyla birlikte, Bulgaristan bölgesel düzeyde iliúkilerini yeniden
düzenlemek durumunda kalacaktı ki, bu noktada Türkiye faktörü önemliydi.
Üçüncüsü, “yeniden do÷uú hareketi” yetiúmiú insan gücü açısından
Bulgaristan’a pahalıya mal oldu. Bu hareket sonucunda Bulgaristan da bulunan
Türk azınlık Türkiye’ye göç etmeye çalıútı. Fırsatını bulan Bulgarlarda Batıya
göç etti52.
Bu sıkıntıların yanında Bulgaristan’ın kendi yapısından kaynaklanan sorunlarda
Geçiú aúamasının her yönüyle Bulgaristan için zor aúılmasına neden olmuútur.
Bir türlü gerçekleútirilmemiú olan orta sınıf, yaúanan Kentli-Köylü çekiúmesi,
sınıf bilincinin oluúmaması, siyasetin belirli zümrenin elinde toplanması
bunlarında daha çok so÷uk savaú döneminde Komünist Parti içerinde yer
almaları gibi nedenlerle Bulgaristan da Siyasetin genele yayılmasını
engellemiútir. Bu nedenle de So÷uk savaúın ortadan kalkmasıyla birlikte ülke
içerisinde siyasi sıkıntılar daha sert yaúanmaya baúlanmıú ve Di÷er do÷u Bloku
ülkelerde oldu÷u gibi Bulgaristan’da da 1990 baúlarında çok partili hayata
geçilmiú ve eski komünist parti Bulgaristan sosyalist partisi adını almıútır53.
Bulgaristan’daki muhalif güçler ise demokratik güçler birli÷i adındaki hareketi
partileútirerek siyasal sistem içinde yer aldırlar54. Türk azınlıksa 1984 sonunda
uygulanan baskı kampanyasına karúı Milli Kurtuluú Hareketi adı altında direniú
baúlatan Türkler, bu ülkede sosyalist rejimin yıkılmasından sonra Ocak 1990’a
Ahmet Do÷an’ın önderli÷inde söz konusu örgütü Hak ve Özgürlükler
Hareketine (HÖH) önceleri hareket olarak kurulan bu Örgüt 1990’da siyasi
Parti oldu55. 1989 yılında Todor Jivkov yönetimi düútü ve 10. 17 Haziran 1990
yılında ilk serbest seçim gerçekleúti yeni kurulan yönetimin uluslar arası alanda
kısa sürede gerçekleútirmesi gereken Özgürlük, Demokrasi,ønsan Hakları gibi
52
Mustafa Türkeú, Türkiye’nin Komúuları, østanbul, ømge Kitapevi, , 2002, s.317
Baskın Oran, s. 482. Daha fazla bilgi için bkz. Ekaterin, Nikova, Changing Bulgaria
in The Cahnging Balkans, s.199, (Der. Günay Göksu Özdo÷an, Kamali, Saybaúılı,
Balkans Amirror Of The New International Order, østanbul, Eren yayıncılık, 1995.
54
A.g. e. s. 485
55
A.g. e s. 485
53
385
konular bulunmaktaydı56. Bulgaristan Siyasi hayatın yanında 1990’ların
sonrasında ekonomik alanda da bir geçiú dönemi yaúanamaya baúlanmıútır.
1930’lu yıllarda Almanya’nın Bulgaristan üzerinde kurudu÷u ekonomik ve
siyasi kontrol, hammadde ve tarım ürünleri ihracatı ile sınai malları ithalatına
dayalı bir ekonomik yapıyı yerleútirmiútir. Bu yapı Komünist yönetimler
tarafından sınai kalkınma politikalarıyla büyük ölçüde dönüútürülmüú olsa da,
1990’lardan sonra komünist endüstrinin çöküúü, Bulgaristan ekonomisini
1930’ların koúullarına geri çevirmiútir57.
Siyaset ve Ekonomi Bulgaristan’ın geçiú döneminde çözüm bulmasını
gerektiren iki önemli konu olmuútur. Siyasete çözüm batı devletlerine yönelerek
ve batı kuruluúlarına NATO, AB gibi örgütlere üye olmayı hedefleyerek ve
komúu ülkelerle özellikle Türkiye ile daha ılımlı politikalar ve Türk azınlıkların
haklarını gözetmeyi taahhüt ederek sürdürmeye çalıúmıútır. Hak ve Özgürlükler
Hareketinin Bulgaristan siyasi hayatında boy göstermeye baúlamasıyla birlikte
de Bulgaristan içerisinde ki Türk azınlıklar daha çok hak elde etmeye
baúladılar.. Bunlar arasında Türk isimlerini kullanma, göç nedeniyle ayrıldıkları
yurtlarına geri dönme, Türkçe gazete çıkartma gibi daha birçok hak yer
almaktadır. HÖH’ ün uyguladı÷ı ılımlı politika Bulgaristan da Türklerin
entegrasyon sürecini hızlandırmıú ve oluúan olumlu hava Türkiye - Bulgaristan
iliúkilerini Yeni dönemde pozitif olarak etkilemiútir.
Bulgaristan’ın So÷uk savaú sonrasında NATO ya girme iste÷i ve bunu
Türkiye’nin desteklemesiyle birlikte iliúkiler en iyi dönemlerini yaúamaya
baúlamıútır. 2004 yılında gerçekleútirilen NATO üyeli÷i sonrasında hedeflenen
AB üyeli÷i de 2007 Oca÷ında gerçekleúmiútir. Türkiye’nin AB üyeli÷ine destek
verdi÷ini açıklayan Bulgaristan’ın önemi Türkiye açısından artmıútır. Ekonomik
alanda ise 1990’ların baúında yaúanan sıkıntı ülkeyi 1996 krizine götürse de bu
krizden siyasi olarak yakınlaútı÷ı batı Avrupa ülkelerinden aldı÷ı destekle çıkma
imkânı elde etmiútir. Bugün gelinen noktada Bulgaristan ekonomisinde çeúitli
eksiklikler olsa da AB üyeli÷i Bulgar ekonomisi ve yabancı yatırımcıların
çekilmesi için büyük kazanım olmuútur. Yine Türkiye Bulgaristan arasındaki
ılımlı süre. øki ülke arasındaki ticari iliúkilere de yansımıútır. 30 Haziran 2005
itibariyle Türkiye’de 95 adet Bulgaristan menseli firma faaliyet göstermektedir.
Söz konusu firmaların 67 adedi 17 Haziran 2003 tarihinden sonra kurulan
úirketlerdir. Pristo Oil’in yatırımı, Bulgaristan’ın yurtdıúında gerçekleútirdi÷i en
büyük özel giriúimlerden birini teúkil etmesi bakımında önem taúımaktadır58.
Bulgaristan Yabancı Yatırım Ajansı verilerine göre Türkiye Bulgaristan’da 16.
56
Heinz-Günther Borck, 1200 Jahredeutsch-Bulgarische Beziehungen – ein Überblick,
bkz. http://www.obere-meerbach.de/Bulgarien.pdf 16.01.2009
57
Nurcan Özgür Baklacıo÷lu, s. 198
58
Dıú ekonomik iliúkiler kurulu, Bulgaristan ülke Bülteni bkz.
http://www.deik.org.tr/Pages/TR/IK_BultenDetay.aspx?bDetId=20&IKID=68
(12.12.2008)
386
Yabancı yatırımcı ülke konumundadır. 2006 yılsonu itibariyle Bulgaristan’daki
do÷rudan Türk yatırımları 128 milyon dolara ulaúmıútır ve bu rakam yabancı
ortaklı Türk yatırımları ile yaklaúık 250 milyon dolara çıkmaktadır59.
Bulgaristan’ın Sovyetler Birli÷i sonrasında kat etti÷i yol gerçekten takdir
edilmesi gereken bir süreç olmuútur. Hem dıú politikada Batı Avrupa merkezli
bir politika izlenmiú hem Ekonomik sorunun çözümü bu ülkelerle
gerçekleútirilmeye çalıúılmıútır. Bulgaristan ilk dönemlerde sıkıntılar yaúasa da
daha sonraki dönemlerde rotasını do÷ru yöne çevirmiú ve 1995 yılında AB
üyeli÷ine yapılan baúvuru bunun en iyi göstergesidir. Demokrasinin iúlerli÷ini
kısa sürede sa÷lamaya çalıúmıúlar ve en önemlisi ülke içinde en fazla sıkıntıyı
çeken Türkleri yine kendileri kısa sürede adapte etmeyi baúarmıúlardır. AB
üyeli÷i sonrası birçok Bulgar göçmeni Türk Bulgaristan’a geri dönmüú hatta
göç esnasında bıraktıkları evlere tekrardan sahip olabilir konuma gelmiútir. Her
iki ülke arasında gelinen nokta iliúkilerin artık daha fazla iú birli÷i çerçevesinde
ilerlemektedir. Özellikle Bulgaristan’ın AB üyesi olması ve AB’ye açılan kapı
konumunda olması sebebiyle Türkiye ile sınır güvenli÷i konuları son
dönemlerde gündemde olan açılımlardır.
Sonuç
Bulgaristan geçiú aúamasının ilk yıllarını rotasını belirlemek için harcarken bu
rotayı belirleyen ve Bulgaristan’ın yönünü Avrupa’ya döndüren olay 1996
ekonomik krizidir. Kriz Bulgaristan, Sosyal hayatı, Ekonomisi, Siyaseti için bir
dönüm noktasıdır. Geçiú noktasının nasıl sonlandırılaca÷ı ve Hedeflenen
sistemin ne oldu÷u bu kriz döneminde belirginleúmiútir. 1995 yılında
gerçekleútirilen AB’ye üyelik baúvurusu ve 1996 ekonomik kriziyle para
biriminin Alman Markına ba÷lanması AB üyeli÷inin önemini artırmıú ve
gelecekteki hedefin Avrupa Birli÷ine üyeli÷in gerçekleúme aúaması olmuútur.
1997 yılında yapılan genel seçimleri Kostov yönetimindeki “Maviler”
kazanırken yeni yönetimin ana hedefi AB üyeli÷i olmuútur. AB üyeli÷inin ilk
adımlarının hızlı bir úekilde atılmasına ve AB ye önem verilmesine Kostov
hükümetinin uzun dönem hükümette kalması olmuútur., Kopenhag Siyasi
kriterlerin gerçekleútirilmesi için bir çok yasa de÷iútirilirken, Ekonomide de
hızla sayısız Özelleútirme gerçekleútirilmiútir. Ancak bu süreç aynı zamanda
sıkıntılı geçmiútir. Kostov hükümetinin birçok ihaleye fesat karıútırdıkları ve
yolsuzluk yaptıkları iddiası birçok bakanın görevden alınmasıyla sonlamıú ve
yerlerine siyaset dıúından Profesyoneller getirilmiútir. Daha sonraki dönemlerde
Kostov yönetimine yönelik iddialar devam etmiú ve bu süreç Çar Simeon II
dönemini baúlatmıú ve aynı zamanda koalisyon orta÷ı olan HÖH partisini
hükümete taúımıútır. Bu koalisyon hükümetinin en önemli katkısı Bulgaristan’ı
NATO üyeli÷ine taúımıú olması ve AB ile iliúkileri düzenli olarak sürdürmesi
olmuútur. Daha sonra gerçekleútirilen 2005 seçimlerinde ATAKA partisiyle
yükselen milliyetçili÷e ra÷men Simeon II hareketinin ve HÖH partisinin
59
A.g. y.
387
destekledi÷i Staniúev baúbakanlı÷ındaki “Birleúik sol” hükümeti görevi
devralmıú ve Bulgaristan’ı AB üyeli÷ine taúımıútır. Genel hatlarıyla Bulgaristan
dıú politikası güvenlik konularında daha çok NATO merkezli ABD ile birlikte
hareket etme yolunu seçerken sosyal, siyasal konularda AB yörüngesinden de
çıkmamaya dikkat etmektedir. AB üyeli÷inden sonra Bulgaristan artık AB’nin
güvenlik kapısı konumuna gelmiútir. Buda gümrük kapılarında daha fazla
denetimi gerektirirken bu denetim aúaması yolsuzlu÷un önemli bir sorun teúkil
etti÷i Bulgaristan da ne derece sa÷lıklı gerçekleútirildi÷i de düúündürücüdür bir
boyuttur. Bulgaristan’ın AB üyesi bir ülke olmasına ra÷men birçok alanda hala
AB seviyesine ulaúması zaman alaca÷ı kanısındayım. Özellikle ABD’nin Irak
harekatına verilen koúulsuz destek ne kadar AB yaklaúılsa da bir o kadar ABD
çizgisinden çıkmama politikasını göstermektedir. Özellikle son seçimlerde
yükselen milliyetçi ATAKA patisinin oylarını artırması geçmiú dönemlerde acı
hatıraları olan Ülkedeki azınlıkları kaygılandırmıútır. Bu süreçte ülkede hala
So÷uk savaú döneminden kalan siyaset kalıplarının varlı÷ı kendini
hissettirmektedir. Bütün bu sorunların çözülme süreci Bulgaristan’ın bundan
sonraki dönemlerde gerçekleútirmek için çaba harcayaca÷ı ev ödevleri gibi
gözükmektedir.
Kaynakça
Ahmet Cafero÷lu, “Eski Uygur Türkçesi Sözlü÷ü”, østanbul, Türk Dil Kurumu
yayınlarıl, 1968.
Dıú
ekonomik iliúkiler kurulu, “Bulgaristan ülke Bülteni” bkz.
http://www.deik.org.tr/Pages/TR/IK_BultenDetay.aspx?bDetId=20&IKI
D=68 (12.12.2008)
Ekaterin, Nikova, “Changing Bulgaria in The Cahnging Balkans” ,(Der. Günay
Göksu Özdo÷an, Kamali, Saybaúılı, Balkans Amirror Of The New
International Order, Eren yayıncılık, østanbul, 1995.
Emrullah Güney; “Türkiye’nin Komúuları”; Ülkeler Co÷rafyası-Jeopolitik,
Diyarbakır, Çantay Kitapevi, 2003.
E. Burç Yıldız, “Bulgaristan Ekonomisi Büyümeye Devam Ediyor”
www.izto.org.tr/NR/rdonlyres/33AC7FBD-DEAA-488C-A2A95869BFCC7608/10266/bulgaristan.pdf (09.12.2008)
Fahri Armano÷lı, “Siyasi Tarih (1789-1960)”, Ankara, Türk Dil Kurumu
Yayınları 1973.
Constantin Jos. Jirecek; “Gescichte der Bulgaren” ;Hildesheim, Georg Olms
Yayınları, 1977.
Halil,
Akman;
“Paylaúılamayan
Yayıncılık,østanbul, 2006
388
Balkanlar”,
IQ
Kültür
Sanat
Herman, Vambery, “Das Türkenvolk in seinen ethnologischen und
ethnographischen Beziehungen” , Leipzig, Adamant Media Corparation,
2006.
Heinz-Günther Borck, “1200 Jahredeutsch-bulgarische Beziehungen – ein
Überblick”,
bkz.
http://www.obere-meerbach.de/Bulgarien.pdf
16.01.2009
Kemali, Syabaúılı, Gencer Özcan; Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, østanbul,
Ba÷lam Yayınları, Mart, 1997.
Maria, Todorova; Balkanlar’ı Tahayyül Etmek, østanbul, øletiúim Yayınları,
2003.
Mehmet Savcı, “Balkan Konferansları Ba÷lamında Türkiye Bulgaristan
øliúkileri” østanbul Üniversitesi, Atatürk ilke ve ønkılap Tarihi Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi (yayınlanmamıú)
Misha Glenny; “Balkanlar 1804-1999, Milliyetçilik, Savaú ve Büyük Güçler”,
østanbul, Sabah Kitapçılık, Ocak 2001.
Mustafa Türkeú, “Türkiye’nin Komúuları”, østanbul, ømge Kitapevi, 2002.
Nurcan Özgür- Baklacıo÷lu; “AB Üyesi Bulgaristan’da Süreklilik ve De÷iúim”,
Avrasya Dosyası; Cilt/Vol. 14, Sayı/No 1, 2008. Bkz.
http://www.asam.org.tr/temp/temp813.pdf (19.01.2009)
Norbert Randow , “Die Neuere Bulgarische Geschichte im Spiegel der
Literatur”
,
bkz.
http://www.deutsch-bulgarische-gesellschafthamburg.de/publikation/randow.pdf (27.11.2008)
Oran
Baskın, “Türk Dıú Politikası, Kurtuluú Savaúından Bugüne
Olgular,Belgeler,Yorumlar Cilt 1: 1919-1980” , østanbul, øletiúim
yayınları, 12. Baskı, Ekim 2006.
Oral Sander; “Siyasi Tarih” ølkça÷dan günümüze, østanbul, ømge kitapevi,
2006.
Ömer E., Lütem, “Türk-Bulgar iliúkileri 1983-1989, Cilt I, 1983-1985”, Ankara,
ASAM yayınları, 2000.
Ömer Turan, “The Turkish Minority in Bulgaria”, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1998.
Richard C. Hall, “Balkan Savaúları 1912- 1913, I. Dünya Savaúı’nın Provası”,
østanbul, Homer kitapevi, 2003.
Sibel Turan; “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba÷ımsızlı÷ını Tanıması ve
Türk-Bulgar iliúkilerinin Geliúmesi” (1908-1914), Osmangazi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası
389
Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi TürkBulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs 2005.
Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve OrtaDo÷u” øletiúim yayıncılık, Ekim 2004.
Turan Gökce, “XVII yy. Filibe ùehrinin Demografik Geliúimi” Osmangazi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası
Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi TürkBulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs, 2005.
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/infoCountryPage/setimes/reso
urce_centre/countries/bulgaria?country=Bulgaria (11.11.2008)
http://www.government.bg/cgi-bin/e-cms/vis/vis.pl?s=001&p=0159&n=2&g=
(18.01.2008)
http://www.laender-lexikon.de/Bulgarien_(Geschichte) (21.01.2009)
http://www.bilgidenizi.net/ulkeler/19483-bulgaristan-ve-bulgaristan-tarihi.html
(17.08.2008)
390
PAZARLAMANIN POSTMODERN YÖNELøMø VE
KÜRESELLEùME EKSENøNDE øùLETME YAPILARINDAKø
DÖNÜùÜM
Doç.Dr.Muammer ZERENLER
Selçuk Üniversitesi øøBF øúletme Bölümü
Ö÷r.Gör.Dr.Derya ÖZøLHAN
Karamano÷lu Mehmetbey Üniversitesi Ermenek MYO øúletme Yönetimi
Ö÷r.Gör.øbrahim AKGÖBEK
Karamano÷lu Mehmetbey Üniversitesi Ermenek MYO Muh.ve Vergi Uyg.
Özet
Düúünsel, kültürel ve somut nitelikleri açısından bir dönemin sona
ererek yeni bir dönemin baúlangıcı olan postmodernizmi de beraberinde getiren
küreselleúme olgusu, sanattan bilime kadar çok geniú bir mesafede etkili
olmaktadır. Postmodernizmin pazarlama faaliyetlerindeki yansıması ve
küreselleúmenin tüm dünyayı tek bir pazar yeri haline getiren gerçekli÷i iúletme
yapılarının da de÷iúmesine neden olmuú, yerelden çokulusluya do÷ru bir
geliúimi gerekli kılmıútır. Bu çalıúmada öncelikle pazarlamanın ne üretirsem
satarım anlayıúından bugünkü postmodern boyutuna gelene dek geçirdi÷i
dönüúüm küreselleúme ve teknolojinin itme, pazarın çekme gücü ba÷lamında
incelenmiú, ardından bu süreçte iúletme yapılarındaki dönüúümün incelenmesi
ile çalıúma sonlandırılmıútır.
Anahtar kelimeler: Postmodern Pazarlama, Küreselleúme, Çokuluslu ùirketler
TRANSFORMATION IN BUSINESS STRUCTURES IN THE AXIS
OF GLOBALIZATION AND POSTMODERN TENDENCY OF
MARKETING
Abstract
The phenomenon of globalization has brought about the postmodernism
which is the starting point of a new period in terms of intellectual, cultural and
concrete characteristics. It has also become effective in a wide range from art to
science. The reflection of postmodernism on the activities of marketing and the
reality of globalization which has transformed the whole world to a single
market, has led to the change of the business structures and that has required a
development from localness towards multinationalism. In this study, firstly, the
transformation of marketing from the comprehension of ‘I can sell whatever I
produce’ toward postmodern dimension has been examined and then, it has
been finished with the examination of transformation in business structures in
this process.
Keywords: Postmodern Marketing, Globalization, Multi National Enterprises
391
1.Giriú
Günümüzde iú dünyasının dinamikleri, küreselleúmenin dünyayı
tek bir pazaryeri ve din, dil, milliyet farkı gözetmeksizin dünyanın her
köúesinde yaúayan insanları bu pazarın alıcıları olarak gören argümanı
çerçevesinde yeniden úekillenmektedir. Pazarların globalizasyonu,
geçmiúte birbirinden ayrı faaliyet gösteren ulusal pazarların, tek bir
büyük pazar úeklinde entegrasyonu olarak açıklanabilir. Pazarların
küreselleúmesinin ardında yatan dinamik, klasik ekonominin kurallarını
de÷iútiren ve “bilgi ekonomisi” ya da “yeni ekonomi” olarak adlandırılan
trendde bilgi- iletiúim teknolojilerinin üstlendi÷i roldür.
Gerek küreselleúme- teknoloji- rekabet sarmalının, gerekse
küresel pazarın karakteristikleri toplumsal postmodernizmin geliúmesine
neden olmuú, müúteri profilinde de yansımalarını gösteren bu yeni dünya
düzeni pazarlama faaliyetlerinde de köklü de÷iúimlere yol açmıútır.
Ulusal ekonomilerin küresel pazarlara eklemlenmesi ile farklı ülkelerde
yaúayan farklı kültürdeki insanların ekonomik, politik ve kültürel
iliúkilerinin artması sonucu úekillenen bu düzen, iúletme yapılarında da
yerelden küresele do÷ru bir oluúumu beraberinde getirmiútir.
Bu çerçevede çalıúmanın temel amacı, küreselleúme ekseninde
postmodernizm felsefesinin ortaya çıkıúına paralel olarak yaúanan
de÷iúimleri özellikle teknolojinin itme- pazarın çekme gücü ba÷lamında
açıklamak ve bu de÷iúim kapsamında çokuluslu úirketlerin dünya
ekonomisinde edindikleri konumsal üstünlü÷ü inceleyerek bu konuda
Türkçe literatüre katkıda bulunmaktır.
2.Literatür øncelemesi
2.1. Küreselleúme ve Postmodernizm
Küreselleúme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre,
hemen hemen yeryüzünün her alanındaki de÷iúimi ifade etmek için
kullanılan sihirli bir sözcük haline gelmiú; ünlü sosyolog Peter Berger’in
deyimiyle Alman kömür endüstrisindeki gerilemeden, Japon gençlerinin
cinsel alıúkanlıklarını açıklamaya kadar kullanılan “kliúe” ye
dönüúmüútür (Bozkurt, 2000). Ve kliúeler, ça÷ın yaúanmıú
deneyimlerinin unsurlarını yakalarlar. Bu açıdan küreselleúme (Held ve
di÷., 2006: 161); “iktisadi ve teknolojik güçlerin, paylaúılan sosyal alan
olarak dünyanın hızla úekillendirildi÷i ve dünyanın bir bölgesindeki
geliúmelerin kürenin di÷er tarafındaki birey ve toplulukların yaúamları
için büyük ve derin sonuçlar yarataca÷ı yaygın görüúünü”
yansıtmaktadır.
392
1970’lerden itibaren gündeme getirilen “yeni dünya düzeni” ve
daha sonra bu düzenin ideolojik uzantısı olarak 1990’larda dünya
kamuoyuna sunulan küreselleúme akımı, dünyanın ve ülkelerin
gündemini yo÷un bir úekilde iúgal eden en yaygın moda akımı haline
gelmiútir (Riúvano÷lu, 2005: 459). Olumlu ya da olumsuz, sayısız
söyleme konu olmaya devam eden küreselleúme olgusu; yandaú ve karúıt
gözetmeksizin, dünya üzerindeki tüm bireyleri ve kurumları kaçınılmaz
biçimde etkilemektedir. Özellikle teknolojinin hızlı geliúimi, taúıma
maliyetlerinin azalması ve ticari engellerin aúılması; üretim faktörlerinin
serbest dolaúımına zemin hazırlayan liberal ekonomiyi tetikleyerek,
dünya yüzeyindeki toplumların birbirine benzemesine yol açmıú, ve bu
karúılıklı etkileúim süreci “dünyanın global bir köy halini alması” gibi
ifade biçimleriyle tanımlanan “küreselleúme” kavramını ortaya
çıkarmıútır. Literatürdeki pek çok tanımına göz gezdirildi÷inde
küreselleúme, aúa÷ıdaki anlamları yüklenmektedir:
Küreselleúmenin uluslar arası iliúkiler ile iliúkilendirilen tanımı,
farklı ülkelerin ulusal sınırlarının çözülmesiyle beraber sosyal, siyasal,
kültürel ve ekonomik iliúkilerinin ve ba÷ımlılıklarının artması sonucu
toplumların giderek birbirlerine benzedikleri görüúlerine atıf
yapmaktadır. Bu ba÷lamda Giddens (Giddens, 2006: 204),
küreselleúmeyi, “yerel oluúumların kilometrelerce uzaktaki olaylarca
úekillendirilmesi ya da tersi biçimde, uzak yerellikleri birbirine ba÷layan
dünya çapındaki toplumsal iliúkilerin yo÷unlaúması” olarak
tanımlamaktadır.
Dıúa açık ulusal ekonomilerin dünya ölçe÷inde bütünleúmesi ve
karúılıklı iliúkilerin artması noktasında küreselleúme, “liberalleúme”
kavramı ile iliúkilendirilmektedir. Adam Smith’in, orijinal ifadesiyle
“laissez faire, laissez aller, laissez passer (Smith, 2009)” yani; “bırakınız
yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler” mottosu ile vurguladı÷ı
serbest dıú ticaretin gereklili÷i ve devletin “görünmez el” aracılı÷ı ile
rolünü azalttı÷ı piyasa ekonomisi ile tabir edilen liberalizmin temel
prensibi, Hayek (Yayla, 1998: 17) tarafından úu úekilde ifade
edilmektedir: “øúlerin idaresinde spontane içtimai kuvvetlere kabil oldu÷u
kadar yer verilmeli ve zorlayıcı, tazyik edici tedbirlerden kabil oldu÷u
kadar kaçınılmalıdır”. Bireysel özgürlüklerin ekonomik iliúkilere de
temel teúkil etti÷i liberalizmin serbest piyasa ekonomisi, Marx ve Engels’
in (Dicken ve di÷., 2005: 283) “kapitalizmin tek bir dünya pazarı
oluúturmaya” do÷ru olan yönelimiyle ba÷daútırıldı÷ında da karúımıza,
küreselleúme kavramının kapitalizmle iliúkilendirilen boyutunu
393
çıkarmaktadır. Bu anlamda küreselleúme; “ulusal ekonomilerin dünya
pazarıyla eklemlenmesi ve iktisadi karar süreçlerinin giderek dünya
kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamikleriyle belirlenmesi”
(Yeldan, 2001: 13) olarak tanımlanmaktadır. Giddens’ın tarifiyle “uzak
yerellikleri birbirine ba÷layan” bir olgu olarak küreselleúme, Smith’in
liberal ekonomiye temel oluúturan tezi ile ekonomik eksende
bütünleútirildi÷inde, Rugman’ın (Rugman, 2004: 22) ifadesiyle
“do÷rudan yabancı yatırım yapan çokuluslu giriúimlerin faaliyetleri ve
ulusal sınırların ötesinde de÷er yaratmak amacıyla iú a÷larının ortaya
çıkması” olarak da tanımlanabilir.
Küreselleúme tanımlarından anlaúılaca÷ı üzere bugün, sanayi
yapıları, iú yapma ve rekabet biçimleri, piyasaya sürülen ürünler, 15 yıl
önce oldu÷undan çok daha farklı bir boyut kazanmıútır (Kırım, 1998: 12).
20. Yüzyılın ilk yarısında küreselleúme olgusuna paralel olarak
dünyamızda büyük de÷iúimler, sosyal, siyasal, ekonomik dönüúümler ve
devrimler yaúanmıú, ikinci yarısında ise, devrimlerin ço÷unun yok
oluúunu hazırlayan de÷iúimler ivme kazanmıú, yeni geliúmeler ve
yaklaúımlar oluúarak günümüzü etki altına almıútır (Odabaúı, 2004: 11).
“Postmodernizm; tüketici ile iletiúimin ön planda oldu÷u ve
teknoloji hakimiyetindeki toplumların konumunun irdelendi÷i, modernist
anlayıúı eleútiren bir kuramdır.”. Postmodern ya da endüstri sonrası
dönem, teknolojide büyük atılımların oldu÷u ve üretimin sınırsız hale
geldi÷i dönemdir. Kol gücü yerine beyin gücünün, bilgisayar
teknolojisinin ve baskın piyasa kurallarının mutlak hakimiyetinin oldu÷u
bir dönemi ifade etmektedir. Büro çalıúanları hem sayısal olarak, hem de
kazanç olarak fabrika iúçilerinin önüne geçmekte, bilgi üreten ve da÷ıtan
iú alanları bu dönemde geliúmekte ve büyümektedir (Odabaúı, 2004: 2122).
Postmodernizmin ortaya çıkıúı, modernizmden postmodernizme
yönelme, kapitalist süreç ele alındı÷ında iki farklı dönemi temsil eden
Fordist üretim biçiminden, post-Fordist üretim biçimine geçiúle
ba÷lantılıdır. Modernist üretim ve yönetim tarzı iki önemli kurumu
gerçekleútirmiútir. Bunlardan birincisi “bir úey; parçalarının toplamıdır”
düúüncesi ile “yürüyen bantlarda yapılan kitle üretimi”, di÷eri ise;
“hiyerarúi, düzen oluúturmanın ana ilkesidir” diyen “bürokratik
örgütlenme” úeklidir. Bu iki önemli oluúum, büyük miktarlarda ürün
üretmeyi ve merkezi otoriteye ba÷lı, onun tarafından yönetilen ve kontrol
edilen çok sayıda çalıúan insan varlı÷ını gerçekleútirmiútir(Odabaúı,
2004: 24).
394
Modernizmin üretim biçimi olan Fordist üretim; 1900’lü yılların
baúında Henry Ford tarafından ilk seri üretim otomobil olan T-Model’in
üretilmesiyle baúlamıútır. Aynı tip üründen büyük miktarlarda üreterek
birim baúına sabit maliyetleri düúüren ve bu úekilde verimlili÷i
sa÷layarak otomobilin fiyatını düúük tutan seri üretim sayesinde, yaygın
bir tüketici kitlesi bu ürünü alabilir hale gelmiútir (Kırım, 1998: 12).
Ancak Fordizm, 1970’ li yıllarda kitle üretiminde ortaya çıkan sorunlar
ve arz-talep piyasasında ki istikrarın bozulması sonucu kriz baskısı altına
girmiútir (Odabaúı, 2004: 26). Batı toplumu “bireyselli÷i” keúfetmiú,
sonuçta her birey kendi farklılı÷ını yaúama arzusu geliútirmeye
baúlamıútır.
Bir taraftan küçük ve istikrarlı olmayan ve sürekli de÷iúen tüketici
tercihleri artarken, di÷er taraftan esnek üretime, uzmanlı÷ın egemen
oldu÷u yeni iú tanımlarına ve endüstriyel iliúkilerin do÷masına baskı
yapmaya baúlamıútır. Yaúanan krizler ve karúılaúılan ekonomik
darbo÷azlardan kurtulabilmek için yeni arayıúların içerisine girilmiútir.
Fordizm’ in tarihsel iúlevini bitirmesi ve yeni bir üretim sistemi
arayıúının ortaya çıkması, Japon araba üretimindeki sistemin etkinli÷i ve
baúarısı ile daha da a÷ırlık kazanmıútır (Odabaúı, 2004: 27). Herkese ayrı
özellikte araba üretme ve bunu seri olarak yapabilme Toyota’nın
buluúuydu. Böylece müúteri beklentilerindeki bu farklılaúma tüm
dünyada yeni bir üretim ve yönetim anlayıúını baúlatmıútır. Hem büyük
miktarlarda üretilen hem de çok farklı model ve çeúit sunulan bu üretim
sisteminin adı “mass customization- ısmarlama seri üretim” dir (Kırım,
1998: 13).
Fordizm’in karúıtı olarak post-Fordizm’in belirgin özellikleri
arasında úunlar gösterilebilir (Odabaúı, 2004: 27-46):
Esnek uzmanlıklar ve pazar niúleri
Biliúim teknolojilerinin yaygınlaúması
Örgütsel kültür, tam zamanında üretim, toplam kalite
uygulamaları
• Esnek üretim sistemlerinin varlı÷ı
Böylelikle postmodernizm dönemini pazarlama açısından úu
úekilde özetleyebiliriz:
• Postmodernizm, genel anlamıyla tüketim kültürünü ön plana
çıkarır. Modernizm ise üretim kültürünü temel alır.
• Postmodernizmde tüketici bilinçli, iletiúim kuran, etkileúimi
seven karakteristik özelliklere sahiptir.
•
•
•
395
Postmodernizmde marka ve firma ba÷lılı÷ı kalıcı de÷ildir ve
de÷iúir. Müúteri ihtiyaçları anında çeúitli kanallardan
cevaplanabilir.
2.2. Teknolojinin øtme- Pazarın Çekme Gücü Ba÷lamında
Yaúanan De÷iúimler
ønsanlı÷ın do÷uúundan günümüze kadar geçen tarihsel süreç bilgi
ve teknoloji kavramlarının geliúimi do÷rultusunda úekillenmiú ve ilk
ticaretten bu yana varolan üretici- tüketici iliúkileri de toplumların
geçirmiú oldu÷u bu sosyo-ekonomik dönüúümlerden etkilenerek
günümüzdeki halini almıútır. Bilgi kullanımının etki alanı toplayıcıgöçebe toplumlardan bugün küresel bilgi toplumuna gelene dek hızla
artmıú, teknolojik geliúmeler ve pazar yapısındaki de÷iúimin karúılıklı
etkileúimi de bugünkü küresel rekabetin itici güçleri olmuútur.
•
En genel biçimiyle “üretim faaliyeti” olarak adlandırılan insanın
yeryüzündeki varoluú mücadelesi, baúlangıçta do÷rudan do÷adan elde
edilen araçlarla sürdürülürken, insan kullandı÷ı araçları kendisi yapmaya
baúlamıú ve bu süreç giderek daha karmaúık bir hal almıútır (Taúkın ve
di÷., 2003: 16). Ateúin bulunması, taúın kesme fonksiyonunun
anlaúılması, tekerle÷in icadı vb modern insana çok basit gelen teknolojik
bilginin üretimi ve üretim sürecinde kullanımı, kümülatif olarak sosyoekonomik dönüúümler eúli÷inde geliúmiútir. Bu sosyo-ekonomik geliúme
evrelerini, Friedrich List, toplayıcılık, avcılık ve balıkçılık, çiftçilik,
ticaret, küçük sanayi ve endüstri biçiminde ortaya koyarken, K. Marx,
ilkel
komünizm-kölelik
ça÷ı-feodalizm-kapitalizm-sosyalizm
ve
komünizm sürecinden söz etmektedir. Saptamaları ve yöntemi kalkınma
teorisi ba÷lamında çok tartıúılan Rostow, tarihsel veriler kullanarak, her
toplumun birbirini izleyen úu beú aúamadan geçece÷ini ileri sürmektedir:
geleneksel toplum, kalkıúa hazırlık evresi, kalkıú, olgunlu÷a geçiú dönemi
ve nihayet yüksek tüketim aúaması (Orhan ve di÷., 2006).
Sovyet Ekonomist Nikolai Kondratieff tarafından 1922’de ortaya
atılan uzun dalga kuramı, sanayi devriminin gerçekleúti÷i 18.yüzyılın
sonlarından kitle üretimi dönemi olan 1980’li yıllara kadar, her biri
ortalama 45-60 yıl süren dört dönemden bahsedilmektedir (Fekete,
2006). Günümüzde ise kitle üretimi döneminden çok daha farklı
özelliklere sahip, bilgi teknolojileri eksenli yeni bir paradigma olan
“Beúinci Dalga” hüküm sürmektedir. Kondratiev’in uzun dalga
modelindeki toplumsal dönüúümler, her dönemin teknolojik geliúmeleri
ba÷lamında úekil 1.1. yardımı ile açıklanabilir.
396
Uzun Dalga Kuramı’na göre, Birinci dalga öncesinde insanlı÷ın
büyük bölümü, göçebe topluluklar halinde yaúamakta; avlanma, do÷ada
hazır besin maddelerini toplama, hayvancılık türü faaliyetlerle
geçinmekteydiler. On bin yıl kadar önce gerçekleúen avcılıktoplayıcılıktan yerleúik tarıma geçiú, daha sonraki maddi geliúime
kaynaklık edecek bilgi birikimi yanında sosyo-ekonomik geliúimi
hızlandırmıútır (Orhan ve di÷., 2006). ølk dalga tüm hızıyla devam
ederken baúlayan Sanayi Devrimi, Avrupa, Kuzey Amerika ve
Uzakdo÷u’nun bir kısmında sanayileúme sürecini baúlatmıú, pek çok
tarım ülkesi hızla çelik, otomobil, dokuma fabrikaları ve demiryolları
kurma çabası içine girmiúlerdir (Akın, 2001: 18). 1700’den baúlayarak
çok hızlı bir úekilde teknolojinin icadı, 1750-1800 yılları arasında øngiliz
Kraliyeti tarafından bilginin aletlere, ürünlere ve süreçlere uygulanmasını
teúvik etmek için mucitlere ödül olarak geliútirilen patentlerin verilmeye
baúlanması, bugün Sanayi Devrimi dedi÷imiz sürecin, yani toplum ve
uygarlık teknolojisini tüm dünyaya yayma sonucunda yer alan de÷iúimin
ana unsurlarıdır (Drucker, 1993: 45-47).
ùekil 1.1. Kondratiev’in Uzun Dalga Modeli
P: Prosperity (refah)
R: Recession (durgunluk)
D: Depression (bunalım)
?
E: improvement (geliúme)
Erken Mekanizasyon
Su gücü
Pamuk, dokuma
P
R
D
Elektrikli
makineler
kimya
Bilgi Teknolojisi
E
1.Kondratieff
1800
Tren yolu
Demir-ç elik
Kitle(Fordist)
Üretim
Petrokimya
Otomobil
uçak
2.Kondratieff
3.Kondratieff
4.Kondratieff
1850
1900
1950
5.Kondratieff
1990
Kaynaklar:“Kondratiev Wave”, http://en.wikipedia.org/wiki/Kondratiev_wave, Eriúim
Tarihi:21.12.06, Güleú, Bülbül, a.g.e., ss.153-154, L.Douglas Kiel, Euel Eliot, “Long-
397
Wave Economic Cycles, Techno-Economic Paradigms, And The Pattern Of Reform
in American Public Administration”, Administration&Society, Vol.30, No:6, January
1999, 616-639’ dan düzenlenmiútir.
Sanayi Devrimi, üretimin birincil enstrümanları olarak
makineleúme ve mekanizasyonla el araçlarının yerini doldurmuútur (Pine
ve di÷., 1993: 9). II. Dalganın, sanayileúmeyi en üst noktaya taúıdı÷ı
1950’lerde, önce ABD’de güç toplayan, zamanla di÷er sanayileúmiú
ülkelere yayılan ve her úeyi etkisi altına alan bir Üçüncü Dalga
baúlamıútır.
Sanayi toplumunda, emek, sermaye, do÷al kaynaklar ile kitle
üretimi ve tam zamanlı çalıúma esas iken üçüncü dalga sosyo-ekonomik
yapısında bilgi, imaj, kültür yanında, esnek teknoloji/istihdam, sürekli
yenilik ve ürün esnekli÷i sonucunda artan bireyselleúme, “bilgi iúçili÷i”
ve yaratıcı emek önem kazanmaktadır (Orhan ve di÷., 2006). Ancak
emek ile kastedilen kol eme÷i de÷il, bilgi, ender bulunan üretim faktörü
ve kurumsal baúarı için en önemli unsur olarak sermayenin yerini almıútır
(Geus, 1999: 36). 1960’lı yıllardan itibaren bazı sosyal bilimciler ABD
ve Japonya gibi ileri düzeyde sanayileúmiú ülkelerde toplumun temel
niteliklerinde köklü de÷iúim e÷ilimleri gözlemlemiú, bu yeni toplumu
tanımlamak için post-modern toplum, sanayi-sonrası toplum, kapitalistötesi toplum, teknokratik ça÷, bilgi toplumu, biliúim toplumu, hizmet
toplumu gibi çok sayıda adlandırma önerisi geliútirilmiú; yeni yüzyıla
girerken, özellikle biliúim ve iletiúim teknolojilerindeki hızlı geliúme,
digital ekonomi ve tekonomi nitelemelerini haklılaútırsa da “yeni
ekonomi” kavramı genel kabul görmüútür (Akın, 2001: 20). Bilgi
olgusunun üretim süreci ile etkileúimi incelendi÷inde, yeni ekonomilerin
geliúiminde oynadı÷ı önemli rol açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu úekilde
yüksek refah artıúı sa÷layan yeni ekonomilerin dinamiklerini açıklayan
önemli bir analitik çerçeveye ulaúılabilir (Karahan, 2006: 92).
Bugün içinde yaúadı÷ımız bilgi tabanlı beúinci dalgada,
küreselleúme ve teknolojik geliúmeler ekseninde, üretim ve tüketim süreç
ve kültüründe meydana gelen de÷iúim karúısında tasarımcılar, sıklıkla
pazar gücüne yanıt vermek için ürünler için yeni fikirler üretirler. Bu,
“tüketicinin- pazarın çekme gücü” olarak adlandırılır. Pazar etkisinin bazı
örnekleri úunlardır (www.bbc.co.uk):
•
Yeni ya da geliútirilmiú ürünler için tüketicilerden gelen
talep
•
Di÷er üreticiler tarafından ortaya konulan rakip ürünler
398
•
Üreticilerin kendi pazar paylarını arttırma iste÷i
Ürünler, üretim tekniklerinde meydana gelen de÷iúimlerden
dolayı da yeniden tasarımlanabilir. Buna da “teknolojinin itme kuvveti”
adı verilmektedir. Teknolojik de÷iúimler üreticilere daha ucuza ya da
daha etkin üretme úansı verir, bu da üretim maliyetlerini azaltabilir.
Ancak, teknolojik geliúmelerde gerek teknolojinin itme, gerekse pazarın
çekme gücü yaklaúımlarının tek baúına yetersiz kaldıklarını ve teknolojik
geliúmenin esas itibariyle zaman ve performans unsurların etkileúiminin
sonucunda ortaya çıktı÷ını söylemek mümkündür (Tekin ve di÷., 2003:
84). Teknolojik de÷iúim uzun vadede ticari baúarı veya baúarısızlı÷ın
temel faktörüdür. Yeni teknolojiler yeni piyasalar meydana getirir veya
mevcut pazarlardaki teknolojileri ve bu teknolojiler kapsamındaki ürün,
hizmet ve üretim süreçlerini ikame ederler. øúletmelerde stratejik
teknoloji yönetiminin iki temel ekonomik hedefi; yeni pazarlar
oluúturmak veya mevcut pazarlarda hâkim konuma gelerek bu durumu
sürdürmektir (ùimúek ve di÷., 2003: 98).
2.3. Üretim ve Pazarların Küreselleúmesi
Ekonomik küreselleúmenin tanımında da belirtildi÷i gibi, uluslar
arası ticaret iliúkilerinin artması, ülkeler arası karúılıklı benzerli÷e neden
olmakta, tüketici ihtiyaç, tercih ve be÷enileri de birbirine yaklaúmaktadır.
Bu da çok uluslu úirketlerin yarattıkları küresel markalar ve yaygın
üretim a÷ı sayesinde gerçekleúmektedir. Naomi Klein, bu durumu No
Logo’da úu sözlerle aktarmaktadır (Klein, 2002: 19): “Küresel logo ve
ürün a÷ı hakkındaki raporlar, en uzak ya÷mur ormanlarında yaúayan
kabile üyelerinin diz üstü bilgisayarlarının tuúlarına bastıkları, Sicilyalı
büyükannelerin elektronik iú yaptıkları ve küresel gençli÷in Levi’s web
sitesinden alıntıyla “dünya çapında tarz kültürü”nü paylaútıkları
inanılmaz bir yer olan küresel köyün coúkulu pazarlama dilinde ifade
edilir ”.
øki dünya savaúı ve 1930 bunalımı ile kesintiye u÷rayan ekonomik
bütünleúme süreci, 1945’ ten sonra hem sanayileúmiú ülkelerde, hem de
ba÷ımsızlı÷ına kavuúup yeniden geliúmekte olan ülkeler adını alan eski
sömürge ülkelerinde, iktisadi faaliyetin düzenli ve hızlı arttı÷ı bir
ortamda yeniden canlanmıú ve ekonomisi görece iyi olan ülkelerde çok
uluslu úirketlerin oluúmasını teúvik etmiútir (Adda, 2002: 85). Küresel
rekabet, uluslar arası pazarlara tek ve büyük bir fabrikadan ulaúmak
yerine, daha dinamik ve daha esnek bir úekilde çokuluslu ve çok fabrikalı
bir yapılanma aracılı÷ıyla uluslar arası olarak yapılmaktadır (tekin ve
di÷., 2004: 49-52). Çokuluslu úirketlerin hızla ço÷alması ve do÷rudan
399
yabancı yatırımların artmasında, ekonomik küreselleúmenin finans
piyasalarında yarattı÷ı de÷iúim de etken olmuútur. Küresel üretim,
sermaye hareketlerinin serbestleúmesi yönünde baskı yaparken, bir
yandan da geliúmiú ülkelerin finans kurumları fon arz ve talebi
iúlemlerini sınır ötesi alanlara taúımıútır (Küçükahmeto÷lu, 2005: 15).
1983’de Levitt’in “The Globalization of Markets” baúlıklı
makalesiyle küreselleúme literatürüne eklenen pazarların küreselleúmesi
kavramı, küreselleúmeyi “global” ve “çok uluslu” úirket ayrımına
dayandırmaktadır. Levitt’e göre çok uluslu úirketler, ürünlerini ve
hizmetlerini farklı maliyetlerle, pazarladı÷ı ülkenin koúullarına göre
ayarlarken, global úirket, dünyayı tek bir pazar gibi düúünüp düúük
maliyetlerle üretimi gerçekleútirmektedir. Global pazarın ana özelli÷i,
tüm dünya tüketicilerinin istek ve be÷enilerinin takip edilerek, dünya
vitrinlerinde dünya markalarının ortaya çıkmasına olanak sa÷lamaktır
(Küçük, 2000: 2).
2.4. øúletme Yapılarındaki Dönüúüm: Çokuluslu ùirketlerin
Ortaya Çıkıúı
Küresel rekabette, úirket birleúmelerinin, iúletmeler arasındaki ileri
düzeyde iúbirliklerinin ve ortak giriúimlerin, iç pazar - dıú pazar
kavramını de÷iútirmesinin bir sonucu olarak günümüzde iúletmeler,
sadece iç pazara yönelik faaliyette bulunsalar dahi, bu pazarlarda uluslar
arası pazarlara yönelik faaliyet gösteren iúletmelerle de rekabet
etmektedirler (Tekin ve di÷., 2004: 49-52).
Tanık olunan yo÷un rekabet, küreselleúme ve entegrasyon için itici
bir güç özelli÷i taúımaktadır. Rekabet baskısı altındaki úirketler, ölçek
ekonomilerine ulaúarak maliyetleri düúürmeye yada ortaklıklar,
iúbirlikleri ve birleúmeler yoluyla stratejik dünya pazarlarına girmeye
çalıúmaktadırlar (Aydemir, 1998: 45). Küreselleúme, sadece rekabet
biçimleri, dinami÷i ve stratejilerinin uzamsal ve zamansal ufuklarını
de÷iútirmekle kalmamıú, hakim úirket örgütlenmesi biçimini, teknolojik,
örgütsel ve di÷er dönüúümlere ba÷lı olarak farklılaútırmıútır (Dicken ve
di÷., 2005: 267-300 ). ùirket yapılarında meydana gelen de÷iúimin en
önemlisi úirketlerin zaman içinde yerel úirket, ulusal úirket, uluslar arası
úirket olmanın da ötesine geçip ulusötesi úirket (transnational company)
haline gelmeleridir. Hem küreselleúme sürecini hızlandıran, hem de
küreselleúmeyi etkileyen faktörlere müdahale ederek bu sürece yön veren
aktörlerden biri olan çokuluslu iúletmeler Duming’e göre; “do÷rudan
do÷ruya yurtdıúında yatırımda bulunan ve birden fazla ülkede katma
de÷er yaratan faaliyetleri yürüten veya bu faaliyetler üzerinde kontrol
400
hakkı bulunan giriúimlerdir”. øúletmelerin çok uluslu iúletme aúamasına
gelene kadar geçirdikleri uluslar arasılaúma sürecindeki di÷er aúamalar
ise úu úekilde ifade edilebilir (Bolat ve di÷., 2005: 53):
•
Ulusal øúletmeler (National Companies): Uluslar
arasılaúmanın temelini oluúturan ulusal iúletmeler, tek bir ülke
sınırları içinde faaliyet gösteren iúletmelerdir. Gerek sermaye,
gerekse yönetim yapısı olarak kendilerini uluslar arası piyasada
rekabet edebilecek yeterlikte bulmadıkları için iç piyasada
faaliyet gösterirler.
•
Uluslar arası øúletmeler (International Companies):
Genellikle kendi ülkesi dıúında bir ya da daha fazla ülkede
faaliyet gösteren iúletmelerdir.
•
Çokuluslu øúletmeler (Multinational Companies): øki
veya daha fazla ülkede mülkiyeti kısmen veya tamamen kendine
ait olarak üretim ve pazarlama faaliyetleri yürüten, kendisine ait
iúletme stratejileri olan ve bu stratejileri tüm ba÷lı kuruluúları ve
úubelerinde uygulayan iúletmelerdir (Mutlu, 1999: 10).
•
Küresel øúletmeler (Global Companies): Çok uluslu
iúletmelerin
küresel
iúletmeye
dönüúmesi
olarak
adlandırılabilecek bu aúamada, çok uluslu iúletmelerin yönetim
ve örgüt yapısı, üretim ve pazarlama faaliyetleri birleúmekte ve
tüm dünyadaki faaliyetlerde küresel stratejiler uygulanmaya
baúlanmaktadır (Bolat ve di÷., 2005: 57). Nestle çokuluslu bir
iúletmenin küresel hale dönüúmesine örnek olarak verilebilir.
Nestle’ nin merkezi øsviçre'de Veney’ dir ancak, úirketin
faaliyeti her gün tüm dünyada devam eder. Yüzlerce çeúit ürüne
sahip olan Nestle’ nin 71 ülkede 494 fabrikası ve 210.000
çalıúanı bulunmaktadır. Satıúların ve kârların %40'ı Avrupa’dan,
%35'i Güney ve Kuzey Amerika'dan ve %20 'si di÷er
bölgelerden sa÷lanmaktadır (Akın, 2006).
•
Ulus Ötesi/ Ulus Aúırı øúletmeler (Transnational
Companies): Bu modeli uygulayan iúletmelerde, eme÷in ucuz
oldu÷u ülkelerde emek yo÷un ürünlerin üretildi÷i küresel ölçekli
üretim tesisleri, kalifiye iúgücünün a÷ırlıkta oldu÷u ülkelerde
ise, sermaye ya da ileri teknoloji ürünlerin üretildi÷i tesisler
kurulmaktadır. Caterpillar Tractor, düúük maliyeti bir rekabet
unsuru olarak de÷erlendiren rakipleriyle mücadele edebilmek
401
için, faktör maliyeti/beceri karmasının en uygun oldu÷u
bölgelerde, küresel üretimi merkezileútirme yoluyla daha fazla
ölçek ekonomileri elde etmeye çalıúan bir ulus ötesi iúletmedir
(Bolat ve di÷., 2005: 58-59).
•
Uluslar Üstü øúletmeler (Supranational Companies):
Uluslar arası bir anlaúma ile kurulan, uluslar arası bir organ
tarafından tescil ve kontrol edilmek ve bu organa vergi ödemek
suretiyle varlı÷ını sürdüren, gerekti÷inde hukuki olarak
milliyetini ortadan kaldıran iúletmelerdir (Mutlu, 1999: 10).
•
Çokuluslu Teúebbüs (Multinational Enterprise):
Piyasaların devletlerden daha güçlü oldu÷unu savunan hiper
küreselleúme okuluna göre çok uluslu úirketler (ÇUù), úartlarda
meydana gelen farklılıklara göre üretimi bütün dünya ölçe÷inde
de÷iútirebilen küresel úirketlerdir (Perraton ve di÷, 2006: 1-24).
øúletmeleri
yeniden
yapılandıran
dinamiklerin
baúında;
küreselleúmenin, üretimin ucuz bölgelere taúınmasına, aúırı rekabetin
aynı müúterinin peúinde daha çok tedarikçinin bulunmasına ve internet
teknolojisinin, tüketicinin fiyatları karúılaútırarak en ucuz teklife
yönelmesine imkan sa÷laması sonucu fiyat-karlılık dengesini bozması
gelmektedir (Kotler, 2006: 12). Küresel bazda bir müteúebbisli÷in ortaya
çıkması, úirketlerin üretim faaliyetleri ve satıúlarını da küresel hale
getirmiútir. Örne÷in “Ford Motor’un 6 kıta ve 26 ülkede üretim
faaliyetinde bulundu÷u, ABD’deki üretiminin %30’undan fazlasını
Kuzey Amerika dıúında sattı÷ı, hazır gıda úirketi Bestfood’un kazancının
%65’inin ABD dıúındaki ülkelerden geldi÷i ve úirketin Knorr ve
Hellmans markalarıyla dünya pazarlarının %70’inde sektöründe ilk iki
sırada oldu÷u” bilinmektedir (Yılmaz, 2004: 82).
Rekabet ortamının karmaúıklı÷ı ve çok yönlülü÷ünde baúarı elde
etmek, etkin ve radikal stratejiler gerektirmektedir. Küresel ve bölgesel
pazarlarda rekabet eden firmalar, firmaya özgü avantajlar yaratarak;
sadece o firmanın sahip olabilece÷i, rakip firmaların taklit etme,
kıyaslama gibi yollardan elde etmeleri zor olan veya kısa dönemde
imkansız olan özellikler ve yetenekler kazanarak rekabet edebilirler
(Ninjbat, 2004). Kotler, kalite, hız, güvenlik, hizmet, dizayn, güvenilirlik
üstünlükleriyle birlikte düúük maliyet ve düúük fiyat yetene÷inin eúsiz bir
kombinasyonundan inúa edilebilen bir rekabet avantajına sahip olmayı,
bıçaklı bir savaúta tabanca sahibi olmaya benzetmektedir (Kotler, 2003:
22).
402
Aslında oldukça eski bir tarihi olan uluslar arası ticari giriúimler,
Onyedi ve Onsekizinci yüzyıllarda büyük ticari firmaların ortaya çıkıúı
ile yo÷unlaúmıútır (Günsoy, 2006: 141). Ondokuzuncu yüzyılın sonuna
gelindi÷inde ABD’de iç savaúın bitmesi ekonomik faaliyetleri
hızlandırmıú, teknolojik geliúmelerle birlikte sanayi úirketlerinin
büyümeleri, bazı Amerikalı üreticileri, Kanada, Güney Amerika ve
Avrupa’ya yatırım yapmaya teúvik etmiútir. Örne÷in, Singer, 1855’de bir
Fransız úirketine yeni dikiú makinesi üretme lisansını vermiú, 1867
yılında da Glasgow’da ilk yurtdıúı fabrikasını kurmuútur (Arıkan, 2006:
13).
Do÷rudan yabancı yatırımlara giriúen ve üretim faaliyetlerini
birden çok ülkede gerçekleútirme yoluyla günümüz küreselleúmesinin
odak noktasında bulunan çokuluslu úirketlerin geliúimi Dunning
tarafından úöyle açıklanmaktadır (Baúo÷lu ve di÷., 2001: 11-12):
i.
“Merkantilist Kapitalizm ve Sömürgecilik (1500-1800):
Sömürge ve koloni toplumlarda, do÷al kaynakların devletçe
desteklenen ayrıcalıklı firmalar tarafından sömürüldü÷ü dönem
ii.
Giriúimci ve Finansal Kapitalizm (1800-1875): Üretici ve
tüketici piyasalar üzerinde henüz olgunlaúmamıú düzeyde
kontrolle, finansal yatırımların yapıldı÷ı ve altyapıların
kuruldu÷u dönem
iii. Uluslar arası Kapitalizm (1875-1945): Do÷al kaynak ve
Pazar arayan yatırımlarda ve ABD kökenli kartellerin sayısında
artıúın oldu÷u dönem
iv. Çokuluslu Kapitalizm (1945-1960): Dolaysız yabancı
yatırımlarda ABD üstünlü÷ünün sürdü÷ü ve tek tek çokuluslu
úirketlerin ölçe÷inin büyüdü÷ü dönem
v.
Kapitalizmin Küreselleúmesi (1960- ): Mekansal
optimizasyonun ön planda tutulmasıyla kar olanaklarının
arttırılması çabaları gözlenmiútir. Bu dönemin genel özellikleri
úu úekilde sıralanabilir:
-
Avrupa ve Japon menúeli sermayenin dolaysız yabancı
yatırımlardaki payı artmıú,
-
Ortak giriúim (joint venture) ve úirket birleúmeleri
(mergers and acquisitions) sayısında artıú yaúanmıú,
403
-
Geliúmekte olan ülkeler, bakir yerel pazarlar ve
potansiyel ortaklıklar olarak görülmeye baúlanmıú,
-
Maliyet avantajlarının
faaliyetleri özendirmiú,
-
Çokuluslu úirketlerde bölgeselleúme e÷imli gözlenmiú,
-
Ve son yıllarda, firmalar arası hisse de÷iúimi, teknoloji
transferi, üretim lisansları, imalat parçalarının
üretiminde iúbölümü ve pazar paylaúımını içeren
birleúme anlaúmaları gözlenmektedir.”
sınırına
gelinmesi,
bu
Birleúme ve devralmaların (mergers and acquisitions - M&A),
geçti÷imiz on yılda küresel iú yapma biçimleri arasında oldukça baskın
hale geldi÷i görülmektedir. Özellikle 1998’den, Exxon ve Mobil gibi
büyük birleúmelerden sonra, birleúme ve devralmaların de÷eri dünya
çapında artmaya baúlamıútır (Bilgin ve di÷., 2004: 432).
Çokuluslu úirketlerin dünya ekonomisi üzerindeki etkisinin hızla
artması, pek çok yönden ekonomik küreselleúmenin temel aktörleri
oldu÷unu kanıtlamaktadır (Arıkan, 2006: 16). Dünyanın en büyük
úirketlerinin büyüklü÷ünü, dünyanın en büyük ülke ekonomilerinin
büyüklü÷ü ile karúılaútıran ve bunun için, ilkinin satıúlarını, ikincisinin
GSYH’sı ile kıyaslayan UNCTAD’a göre, dünyanın en büyük 100
ekonomisinden 51’i ulusötesi úirketlerdir (Petras ve di÷., 2006: 50). Yine
UNCTAD’ın 2004 yılı Dünya Yatırım Raporundan hareketle (UNCTAD,
2006), ilk üç sırasını General Electric, Vodafone Group ve Ford Motor
Company’nin paylaútı÷ı “dünyanın en büyük 100 ulus-ötesi úirketleri”
listesinde 31.sırada bulunan en büyük perakende úirketi Wal-Mart,
1.800.000 çalıúanı ile küçük bir ülke nüfusu kadar (örne÷in 2004 itibarı
ile AB üyesi olan Estonya nüfusu 1.6 Milyon’dur.) istihdam
yaratmaktadır. C.Fischman ise, geliúmekte olan ülkeler arasında en iyi
performansı sergileyen 73 Milyon nüfuslu Türkiye’nin milli geliri 343
Milyar Dolar’ken, 1.800.000 çalıúan nüfusuna sahip Wal-Mart’ın 2006
yılı cirosunun 312,4 Milyar Dolar oldu÷unu belirtmektedir (Gözütok,
2007: 148).
Liberal ekonomik görüú perspektifinden bakılırsa, çokuluslu
úirketlerin, uluslar arası faktör transferi ile dünya ekonomisinin da÷ıtım
etkinli÷ini iyileútirmede hayli etkili oldu÷u söylenebilir. Ayrıca, tüm
dünyadaki toplam ar-ge harcamalarının büyük kısmından sorumlu
404
olmaları nedeniyle çokuluslu úirketler, dünya ekonomisindeki de÷iúimin
öncüleri olarak karúımıza çıkmaktadırlar (Arıkan, 2006: 21).
3.Sonuç
Küreselleúme olgusunun ekonomik faaliyetlere olan yansımasının
bir sonucu olarak günümüzde özellikle iúbirlikçi rekabet e÷iliminin
arttı÷ı gözlemlenmektedir. Her iúletmenin kendi pazarında üretim ve
pazarlama yaptı÷ı dönem, küreselleúme- teknoloji- rekabet sarmalının
tüketici lehine etkileúiminin bir gere÷i olarak tüm dünyanın tek bir
pazaryeri haline dönüútü÷ü bir döneme yerini bırakmıú ve bu dönüúüm
süreci iúletmelerin de birtakım dönüúümler geçirmelerini zorunlu
kılmıútır.
Modern pazarlamanın temel kategorilerinin sorunsallaútırılması
ve bu kategorilerin iúletildi÷i ilkelerin yerinden edilmesi ile sonuçlanan
eleútirel bir bakıú açısı olan postmodernist felsefe, tüketici profilinde de
radikal de÷iúime neden olmuútur. Bu de÷iúim, iúletmelerin de yerelden
küresele do÷ru dönüúüm geçirmelerini gerektirmiútir. Tüm dünyanın bir
pazaryeri olması argümanı üreticileri harekete geçirmiú ve böylelikle
gerek üretim ve gerekse pazarlama faaliyetlerinde sınırların eridi÷i bir
döneme girilmiútir.
Bilgisayar ve iletiúim teknolojilerindeki geliúmelerle, finans
piyasalarında öncelikle maliyetlerde düúme gerçekleúmiú ve böylece
yatırımcıların daha önce hem zaman hem de co÷rafya olarak
birbirlerinden kopuk faaliyet gösteren piyasalarda bütünleúmesine olanak
sa÷lanmıútır. Geçmiúte birbirinden ayrı faaliyet gösteren ulusal
pazarların, tek bir büyük pazar úeklinde entegrasyonu olan küresel
pazarların ardında yatan dinamik, klasik ekonominin kurallarını
de÷iútiren ve “bilgi ekonomisi” ya da “yeni ekonomi” olarak adlandırılan
trendde bilgi- iletiúim teknolojilerinin üstlendi÷i roldür.
Sahip oldukları büyük bütçeler ve geniú yatırım potansiyelleri
nedeniyle do÷rudan yabancı yatırımın en güçlü kayna÷ı olan çok uluslu
úirketlerin dünya devletlerinin ekonomileri ve sosyal politikaları
üzerindeki etkisi gitgide artmıú ve günümüzde bazı devlet bütçelerinden
daha büyük finansal kayna÷a sahip úirketler rekabetin belirleyicisi haline
gelmiúlerdir.
405
KAYNAKÇA
ADDA, J. (2005), Ekonominin Küreselleúmesi, Çev.Sevgi øneci, øletiúim
Yayınları, østanbul
AKIN, H.B. (2001), Yeni Ekonomi, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya
ARIKAN, D. (2006), Türkiye’de Do÷rudan Yabancı Sermaye Yatırımları,
Arıkan Basım Yayım, østanbul
AYDEMøR, M. (1998), “Küreselleúme, Rekabet ve Sınır ötesi Birleúmeler:
Daimler-Benz ve Chrysler Örne÷i”, Süleyman Demirel Üniversitesi øøBF
Dergisi, Sayı:3 (Güz)
BøLGøN, Z. ve ERDOöMUù, ø.E. (2004), “Birleúme ve Devralmalarda Uluslar
arası Boyut ve Pazarlama Yansımaları”, ùirket Birleúmeleri, Editörler:
Haluk Sümer, Helmut Pernsteiner, Alfa Yayıncılık, østanbul
BOLAT, T., SEYMEN O.A. (2005), “Çok uluslu øúletmelerin Kavramsal
Açıdan øncelenmesi”, Küreselleúme ve Çokuluslu øúletmecilik, Nobel
Yayıncılık, Ankara
BOZKURT, V. (2000), "Küreselleúme / Kavram, Geliúim ve Yaklaúımlar", øúgüç, http://www.isguc.org/vbozkurt1.htm, Cilt:2, Sayı:1
DICKEN, P., KELLY, P., OLDS, K., YEUNG, H. (2005), “Küreselleúme ve
Mantıksızlıkları Üzerine Düúünceler”, Çev.Ahmet Murat Aytaç, Bob
Jessop , Hegemonya, Post –Fordizm ve Küreselleúme Ekseninde
Kapitalist Devlet, Der.: Betül Yarar, Alev Özkazanç, øletiúim Yayınları,
østanbul
FEKETE, A. E., “Causes and Consequences of Kondratiev’s Long Wave
Cycle”, Financial Sense Online,
http://www.financialsense.com/editorials/fekete/2005/0124.html, Eriúim
Tarihi: 21.12.06
GEUS, A. (1999), Yaúayan ùirket, Rota Yayınları, Çev.Ahmet Ünver, østanbul
GIDDENS, A. (2006), “Modernitenin Küreselleúmesi”, Küreselleúme
Okumaları, Ed.: Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara
GÖZÜTOK, N. (2007), “Ekosistem Liderleri”, Capital, Yıl:15, Sayı:2007/4
HELD, D. (2006), “Küresel Dönüúümler, Siyaset, Ekonomi ve Kültür”,
Küreselleúme Okumaları, Ed.: Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara
KARAHAN, Ö. (2006), “Üretim Faktörü Olarak Bilgi”, Bilgi Ekonomisi,
Ed.Nihal Kargı, Ekin Kitabevi
KIRIM, A. (1998), Yeni Dünyada Strateji ve Yönetim, Sistem Yayıncılık,
østanbul
406
KLEIN, N. (2002), No Logo, Üçüncü Basım, Çev.Nalan Uysal, Bilgi Yayınevi,
Ankara.
KOTLER, P. (2006), Günümüzde Pazarlamanın Temelleri, Çev.Ümit
ùensoy, Optimist Yayınları, østanbul
KÜÇÜK, E. (2000), “Küreselleúen Dünya ve Türkiye”, LøRA, Sayı : 14,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bülteni
MUTLU, E.C. (1999), Uluslar arası øúletmecilik, Beta Yayınları, østanbul
NINJBAT, U. (2004), “Küresel ve Bölgesel Pazarlarda Rekabet Stratejisi
Olarak Firmaya Özgü Avantajların Yaratılması”, øGEME’den Bakıú,
Yıl:8, Sayı:28
ODABAùI, Y. (2004), Postmodern Pazarlama, Mediacat Kitapları, østanbul
ORHAN, A. ve BAYRAKTUTAN, Y., “Bilgi Kaynaklı Global-Sosyal
Ekonomik
Dönüúümün
Parasal
Yansımaları:
Plastik
Para”,
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=148,
Eriúim
Tarihi: 21.12.06
PERRATON, J., GOLDBLATT, D., HELD, D., CGREW, A. (2006),
“Küreselleúen Bir Dünyada Ekonomik Aktivite”, Küreselleúme
Okumaları, Ed.Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara
PINE, J. ve GILMORE, J.H. (1999), øú Hayatı Bir Tiyatro, Çev.Levent
Cinemre, Harward Business School Press, Boyner Holding Yayınları,
østanbul
PINE, J., DAVIS, S. (1993), Mass Customization: The New Frontier in
Business Competition, Harward Business School Press
RøùVANOöLU, M. (2005), Küresel ùirketler ømparatorlu÷u, Do÷u
Kütüphanesi, østanbul
RUGMAN, A. (2004), Globalleúmenin Sonu: Radikal Bir Globalleúme
Analizi, MediaCat Kitapları, østanbul
ùøMùEK, ù. ve AKIN, H.B. (2003), Teknoloji Yönetimi ve Örgütsel De÷iúim,
Çizgi Kitabevi, Konya
TAùKIN, H. ve ADALI, M.R. (2003), Teknolojik Zeka ve Rekabet
Stratejileri, De÷iúim Yayınları, østanbul
TEKøN, M. ve ÖMÜRBEK, N. (2004), Küresel Rekabet Ortamında
Teknolojik øúbirli÷i ve Otomotiv Sektörü Uygulamaları, Ankara
UNCTAD, (2006), “World Investment Report 2006, United Nations”,
NewYork and Geneva, http://www.unctad.org/en/docs/wir2006_en.pdf
YAYLA, A. (1998), Liberalizm, Liberte Yayınları:17, 2.Baskı, Ankara
407
YELDAN, E. (2001), Küreselleúme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, øletiúim
Yayınları, østanbul
http://tr.wikipedia.org/
http://www.bbc.co.uk/
408
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE VERø ZARFLAMA ANALøZø YÖNTEMøNø
KULLANARAK VERøMLøLøK ARAùTIRMASI
Murat Bay∗
Karamano÷lu Mehmetbey Üniversitesi ø.ø.B.F., øúletme Bölümü, Araútırma Görevlisi,
[email protected]
ÖZET
Türkiye’de bankacılık sektörü 2008 küresel finans krizinden etkilenmiútir. Bu olumsuz etki
bireysel kredilerde oldu÷u gibi mevduat yapısında, aynı zamanda aktiflerin içindeki menkul kıymet
kaleminde gerçekleúmiútir. Makro ekonomik daralmanın yaúandı÷ı 2009 yılında kamuya düúen
görevlerden birisi piyasanın ihtiyacı olan para ve teúvik politikalarını hayata geçirmektir. Araútırma
konusu Türkiye’de faaliyet gösteren mevduat bankaları üzerinedir. Araútırmaya alınan 11 mevduat
bankası Türk bankacılık sektörünün, mevduat açısından %91.2, krediler açısından %89, aktif
büyüklü÷ü açısından %90.1’ini temsil etmektedir. Araútırmada önce bankaların etkinlik de÷erleri
hesaplanmıú sonra risk analizi yapılmıútır. 2006-2007 yıllarında takipteki kredileri artan bankaların
etkinlik de÷erleri azalmıútır. Dolayısıyla etkinlikleri azalan bu bankaların verdikleri kredi
miktarları azalmıútır.
Anahtar kelimeler: Bankacılık Sektörü, Etkinlik, Risk
THE PRODUCTIVITY RESEARCH IN BANKING SECTOR BY DATA
ENVELOPE ANALYSIS METHOD
ABSTRACT
The banking sector in Turkey has been affected by the global finance crisis of 2008. This
negative effect has been recognized in personal loans, as well as the deposit structure and the
securities included in the assets. In the year 2009, when economic contraction is now underway,
what the public sector should do is to put into practice the monetary and incentive policies which
the market requires. The research of this paper focuses on deposit banks. The 11 deposit banks
selected for the study represent the 91.2% of the banking sector in terms of deposits, 89% in terms
of loans and 90.1% in terms of size of assets. In the study, first the efficiency values of the selected
banks were calculated and then the risk analysis was performed. It was observed that in the period
of 2006-2007, the banks whose non-performing loans increased had a decrease in their efficiency
values. Consequently, the amount of loans they provided also decreased.
Key Words: Banking Sector, Efficiency, Risk
1. Giriú
Günümüzde Türk bankacılık sektörü; banka sayısı, istihdam, hizmet çeúitlili÷i, teknolojik
altyapı konularında ilerleme kaydetmiútir. Bu ilerlemede, bankaların verimlilik ölçütlerine göre
çalıúmaları etkili olmuútur. Türkiye’nin geçmiú yıllarda yaúadı÷ı bankacılık krizleri de sektörü
tecrübeli hale getirmiútir. Bankacılık sektöründe verimlili÷e etki eden baúlıca faktörler; yabancı
sermaye yapısı, risk, enflasyon, Basel II standartları, performans ve biliúim sistemleridir.
Hizmet iúletmesi olan bankalar, Biliúim Sistemlerini örgütlerinde uygulayarak faaliyetlerini
verimli hale getirmiútir. Biliúim Sistemlerinin bankacılık sektörüne getirdi÷i yenilikler ve bu
yeniliklerin örgütsel yapı ve yönetime etkileri farklı olmuútur (FETTAHLIOöLU, 2007:
www.girisim.com.tr). Bankacılık sektöründeki de÷iúim, mikro ve makro çevre unsurları ile beraber
de÷erlendirilmektedir. Yeni iú biçimleri ve stratejiler bankaların teknolojik altyapıları sayesinde
∗
Bu Makale 14.05.2009 Tarihinde Savunması Yapılan “Bankacılık Sektöründe Veri Zarflama Analizi
Yöntemini Kullanarak Verimlilik Araútırması” øsimli Tezin Özetidir.
409
hayata geçmiútir. Sektöre giriú úekilleri; Yeni kurulan ulusal bankalar, bir holding veya grup çatısı
altına girerek ulusal planda faaliyete geçen eski mahalli bankalar, úube açarak, ortaklık kurarak ve
yerli bankaları satın alarak ülkeye giren yabancı bankalar olarak sayılabilmektedir. Çıkıúlar ise
genellikle sermaye yeterliliklerini kaybettikleri için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) el
koyması veya devir ve birleúmeler úeklinde olmuútur (ùAHøN, 2007: ss.454-455). Küresel
ekonomik koúullar, yaúan finansal krizin reel kesime yansıması ve kredi sıkıúıklı÷ının
derinleúmesiyle bozulmaya devam etmektedir. Bu durum en son ekonomik göstergelere ve
uluslararası kuruluúların en son tahminlerine de belirgin bir biçimde yansımıú, finansal
piyasalardaki geliúmeler ekonomik görünümün ana belirleyicisi haline gelmiútir. IMF 2009 yılı
dünya hasılası tahminini % 2.2’ ye Dünya Bankası ise % 1’e çekmiútir. OECD tahminini ise söz
konusu ekonomik alan için % 1.6 olarak güncellemiútir. Tüm bu tahminlere bakıldı÷ında 2009 yılı
büyüme öngörülerindeki aúa÷ı do÷ru e÷im dikkat çekicidir (BDDK, 2008: s.5).
2. Bankacılık Sektöründe Verimlilik
Bankacılık sektöründe verimlili÷i a) øúlevsel verimlilik, b) Finansal verimlilik olarak iki
açıdan irdelenebilmektedir. Bankacılık sektörünün iúlevsel etkinli÷i úu sorunlara verilecek cevaplar
ortaya koymaktadır: sektörün aktarımına aracılık etti÷i fonun büyüklü÷ü nedir? Bankacılık sektörü,
bu aktarma iúlevini yerine getirirken ödünç verenler ve ödünç alanların tercih ve ihtiyaçlarına
cevap verecek büyüklükte ve nitelikte fon transferini gerçekleútirmekte midir? øúlevsel etkinlik
kavramı aktarılan fonların tahsisi hususunu da kapsamaktadır. Kaynaklar etkin kullanım alanlarına
tahsis ediliyor mu? Fon arz eden ve fon talep edenlere sunulan finansal hizmetlerin ve ürünlerin
kalitesi nasıldır? Bankacılık sektörü de÷iúen finansal ortama makul bir maliyet karúılı÷ında cevap
verme esnekli÷ine sahip midir? Bu sorulara verilecek cevaplar bankacılık sektörünün verimlili÷ini
de÷erlendirme imkânı vermektedir. Bankaların finansal verimlilikleri, sermaye yeterlilik oranı,
kârlılık oranları ve risk pozisyonu; aktif –pasif yapısı olarak de÷erlendirilebilmektedir. Kârlılık
analizi bankacılık sektörünün geçmiúteki performansını ve verimlili÷ini gösterece÷i gibi
gelecekteki kaynak yaratma gücünü de ortaya koyacaktır. Banka sisteminin finansal verimlili÷i,
ödünç alma ve ödünç verme faiz oranları arasındaki açıklı÷ın darlı÷ı ile de
de÷erlendirilebilmektedir. Bankacılık sisteminin iúlevsel verimlili÷i tüketicilerin ihtiyaçlarına
uygun, farklılaútırılmıú, yeni finansal hizmetleri sunmalarını ve finansal piyasalara ihtiyaçlardaki ve
teknolojik geliúmelerdeki hızlı de÷iúmelere uyum esnekli÷ini de kapsamaktadır (ùAHøN, 2007:
ss.497-501). Operasyonel risk açısından 2007 Haziran ayı itibariyle hesaplanmaya baúlayan
operasyonel riske esas tutarın 46.820 milyon YTL olarak belirlendi÷i ve piyasa riskine esas tutarı
geçerek kredi riskine esas tutardan sonra en yüksek sermaye gereklili÷i getiren risk türü oldu÷u
görülmektedir. Bu de÷erler Basel II standartlarına uygun olan de÷erlerdir. Operasyonel riski
azaltmanın en önemli yolu ise daha çok biliúim sistemlerinden yararlanma ve daha az
insangücünden faydalanarak iúlemleri otomatikleútirmekten geçmektedir(BDDK, 2007:ss.5-45).
Mart 2007 döneminde % 22,2 olarak gerçekleúen Sermaye Yeterlilik Rasyosu (SYR), Haziran 2007
dönemi itibariyle % 18,7 olarak gerçekleúmiútir.
Tablo 1. Özkaynak, Risk A÷ırlıklı Varlıklar ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu
Özkaynak (Milyar YTL)
Mar.07
Mevduat
Kalkınma ve
YB
Katılım
Toplam
Haz.07
Risk A÷ırlıklı
Varlıklar (Milyar YTL)
Mar.07
Haz.07
Mar.07
SYR (%)
Haz.07
55,6
8,0
57,6
8,0
273,9
9,5
337,0
11,7
20,3
84,2
1,6
65,2
2,0
67,6
10,0
293,3
12,7
361,4
16,6
16,1
22,2
18,7
Kaynak: (BDDK, 2007: s. 140)
410
17,1
68,0
Bankacılık sektörü toplam özkaynakları, Haziran 2007 döneminde 3 milyar YTL artarak
67,6 milyar YTL olmuútur. Bu durum Tablo 1’de gösterilmiútir. Tablodaki veriler ıúı÷ında
bankacılık sektörü Basel II standartlarına uygun bir yapıdadır.
3. Bankacılık Sektörünün Performansı ve Kârlılı÷ı
Bankacılıkta, performans’ı ölçmek için; Ayarlanmıú Net Faiz Sınırı, Aktif Kârlılı÷ı ve
Özsermaye Kârlılı÷ı kullanılmaktadır. Ayarlanmıú net faiz sınırı bankaların ortalama faiz-kazanç
aktiflerine oranlanan faiz gelirleri (vergiden muaf menkul kıymet kazançları ve batık kredi
pozisyonları için ayarlama yapılmıú) ve faiz maliyetleri arasındaki farktan oluúmaktadır. Aktif
kârlılı÷ı veya net gelirin ortalama aktiflere oranı, bir banka yönetiminin firmaların aktiflerini
kullanarak nasıl kâr elde edebileceklerini gösterir. Bunun tersine, özsermaye kârlılı÷ı veya net
gelirin ortalama özsermayeye oranı ise, bir bankanın ortaklarının yatırımlarının defter de÷eri
üzerinde kurumun ne kadar kazandı÷ını belirtir. Analistler ortakların kârlılı÷ının incelenmesi
istendi÷inde özsermaye kârlılı÷ını dikkate alırken, kârlılık karúılaútırması yapılması sırasında
(özsermaye oranlarındaki farklılıklar göz ardı edildi÷inden) aktif kârlılı÷ını göz önüne
almaktadırlar (ULUDAö, 1999: s.228). Kârlılı÷ımızı maksimize etmek için fon akıú oranını ve
elde tutaca÷ımız sermaye oranı ayarlamak bununla birlikte kaynak ve likiditemizi, özsermaye ve
ödeyebilme gücü oranlarını baz alarak dengelemek gerekmektedir (KOHN, 1991: ss.91-101).
Sektörde kârlılı÷ın sa÷lanamaması halinde, sektörün sermaye yapısı tekrar bozularak sistematik
risk yaratması söz konusu olabilecektir (TÜSøAD, 2002: s.54) Aúa÷ıdaki grafik 1’de sektörün vergi
öncesi kârdan hesaplanan aktif ve özkaynak kârlılı÷ı görülmektedir.
Özkaynak
kârlılı÷ı
Aktif kârlılı÷ı
Grafik 1. Sektörün Vergi Öncesi Kârdan Hesaplanan Aktif ve Özkaynak Kârlılı÷ı
Kaynak: (BDDK, 2007: s.144)
Sektörün kârlılık performansı dönem kârı yerine, vergi öncesi kâr alınarak incelendi÷inde,
Haziran 2006 döneminde 6,7 milyar YTL seviyesinde gerçekleúen bankacılık sektörü vergi öncesi
kârı, %44,6 oranında artarak, Haziran 2007 döneminde 9,8 milyar YTL’ye yükselmiútir. Sektörün
vergi öncesi aktif ve özkaynak kârlılı÷ı ise sırasıyla %3,5 ve %28,6 seviyesinde gerçekleúmiútir
Büyük ve küçük ölçekli bankalara göre kârlılık aúa÷ıda Tablo 2’de görülmektedir.
411
Tablo 2. Kârlılı÷a øliúkin Göstergeler
%
Büyük Ölçekli Küçük ve Orta Ölçekli
2006/6 2007/6 2006/6 2007/6
Sermaye
Özkaynak/Toplam Varlıklar
Özkaynak/Krediler
Özkaynak/Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlanmalar
øçsel Sermaye Devinim Hızı [ROE* (1-Kâr Da÷ıtım Rasyosu)]
Varlık Kalitesi
TGA/Krediler
Karúılıklar/Brüt Krediler
Karúılıklar/Net Faiz Gelirleri
Karúılıklar/TGA
Likidite
Interbank Rasyosu
Krediler/Varlıklar
Krediler/ Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlar
Likit Varlıklar/Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlar
Bankacılık Faaliyetlerine øliúkin Rasyolar
Net Faiz Marjı
Di÷er Gelirler/Varlıklar
Faiz Dıúı Giderler/Varlıklar
Maliyet/Gelir Rasyosu (øúletme Giderleri/Toplam Gelirler)
Maliyet/Aktif Rasyosu
ROE: Özkaynak kârlılı÷ı , TGA: Tahsili Gecikmiú Alacaklar
Kaynak: (BDDK, 2007: s.146)
9,4
23,5
11,1
3,9
10,9
25,8
13,3
1,1
16,1
31,5
21,4
2,6
17,8
31,5
24,5
2,3
4,2
3,8
28,6
92,3
4,2
3,7
25,5
90,4
3,1
2,6
20,6
86,4
2,7
2,2
18,6
85,1
33,4
39,9
47,4
9,5
46,8
42,2
51,5
11,9
35,6
51,2
67,9
17,2
59,4
56,7
77,9
17,1
2,0
1,6
2,0
28,6
2,0
2,1
1,6
1,6
20,9
1,6
2,4
2,5
3,2
43,2
3,4
2,9
1,6
2,6
33,4
2,9
Tablo 2’de Tahsili Gecikmiú Alacaklar (TGA)’nın toplam kredilere oranı büyük ölçekli
bankalarda Haziran 2006 ve 2007’de % 4,2 olarak gerçekleúirken, küçük ve orta ölçekli bankalarda
%3,1 ve %2,7 düzeyinde kalmıútır. Ancak, büyük ölçekli bankalar karúılık seviyelerini de yüksek
tutarak oluúabilecek ilave zararları da telafi etmektedirler. Karúılıkların brüt kredilere oranı büyük
ölçekli bankalarda di÷er bankalara oranla Haziran 2006 ve 2007 döneminde sırasıyla 1,2 ve 1,5
puan daha yukarıda iken karúılıkların TGA’ya oranı di÷er bankalardaki oranın 5,9 ve 5,3 puan
üzerindedir. Likidite riski açısından ele alınırsa, ønterbank rasyosu (bankalararası piyasalardan
alacaklar/bankalara borçlar) küçük ve orta ölçekli bankalarda % 59,4 iken büyük ölçekli bankalarda
bu oran % 46,8’dir ve oransal olarak borç verici konumundadırlar. Ancak, küçük ve orta ölçekliler
di÷er bankalara kıyasla topladıkları fonların daha büyük bir kısmını kredilere yöneltmektedirler ve
büyük ölçekli bankalara kıyasla daha yüksek oranda likit varlık tutmaktadırlar.
Tablo 3. Kârlılık-Risk A÷ırlıklı Varlıklar-Özkaynaklar-Sermaye Yeterlili÷i
%
Özkaynaklar
Ana Sermaye
Net dönem kârı ile geçmiú yıllar kârı
Net dönem zararı ile geçmiú yıllar zararı toplamının yedek
akçelerle karúılanamayan kısmı (-)
Di÷er
Katkı Sermaye
Satılmaya hazır menkul de÷erler ile iútirak ve ba÷lı ortaklıklara
iliúkin de÷er artıú fonlarının yüzde 45’i
Di÷er
Sermayeden øndirilen De÷.
Risk A÷.Var. Top. (RAVT)
SYR (Sermaye Yeterlili÷i Rasyosu)
Kaynak: (BDDK, 2007: s. 148)
412
2006/06
2006/12
2007/03
2007/06
-2,00
-0,16
-0,84
0,06
5,00
2,56
2,61
-0,21
6,32
3,81
5,49
-3,9
5,69
3,55
0,79
0,15
0,62
-1,42
-2,06
0,16
-0,01
0,46
2,23
0,29
0,50
2,61
0,42
0,44
0,64
-0,42
-2,95
18,56
-0,48
2,45
-1,24
22,32
-0,21
2,22
-2,44
22,43
-0,02
1,72
-5,47
18,78
Tablo 3’de özkaynakların ve riskli aktiflerin geliúimi sektörel bazda incelenmiútir.
Özkaynak kaleminin ve riskli aktiflerin artıú e÷iliminin devam etti÷i görülmektedir.
Özkaynaklardaki artıúın temelini ana sermaye kalemindeki artıú oluúturmaktadır. Özkaynaklar %
5,69, riskli aktifler ise % 5,47 oranında artmıútır. Özkaynaklardaki artıú oranı riskli aktifleri
karúılayacak düzeyde gerçekleúmiútir. Bankacılık sektörünün performansı; ekonominin gidiúatı, fon
talebi ve bankaların cevap verebilme oranları, yeni sermaye gerekleri ve kredi kalitesi ile ilgilidir.
Ayrıca bilançonun aktif yapısı, net faiz gelirleri, faiz dıúı gelirler, pay sahipleri, özkaynaklar
performansını etkilemektedir (KOLB, 1992: ss.199-209).
Bankacılık sektöründe yönetim
de÷iúikliklerinin kârlılı÷a etkisini 1980-97 yılları arasında araútıran bir çalıúmada özkaynak ve
kârlılık oranlarına göre de÷erlendirmeye tabi tutulmuú ve anlamlı bir etkisi olmadı÷ı ortaya
çıkmıútır (AKAN, 1998: ss.51-55).
VZA yönteminin temel amacı, gözlemlenen temel karar verme birimlerinin bu sınır üzerine
izdüúümlerini belirlemektir. Etkin sınır üzerinde yer almayan karar verme birimleri, etkin sınır
üzerinde yer alan, girdiler ve çıktılar açısından kendilerine en yakın olan karar verme birimlerine
ya da bu karar verme birimlerinin oluúturdu÷u kuramsal birime benzetilmek suretiyle etkin hale
getirilebilirler (ALTUN, 2006: s.14).
En iyi performans en az girdi ile en yüksek çıktının elde edilmesiyle sa÷lanmaktadır. Bu
durumda olan karar birimlerinin etkinlik düzeyi 1’e (% 100) eúit kabul edilmekte ve etkin
sayılmaktadır. Sınır çizgisinin altında kalanların, yani etkinlik düzeyi 1’den küçük olanların ise,
etkin olmadı÷ı sonucuna varılmaktadır. Karar birimlerinin etkinlik düzeyi 0’dan küçük, 1’den
büyük olamamaktadır (ÖZATA, 2004: s.90-92).
Verimlilik = çıktı / girdi
Verimlilik =
u1i .kâr + u 2i .kredi + u 3i .mevduat
v1i .aktif + v 2i .gider + v3i .bilisim teknolojileri harcaması
Formülündeki u1,2,3i ve v1,2,3i a÷ırlıkları banka i için CCR-DEA modeli kısıtları altında
bulunmuú ve maksimum etkinlik skorları hesaplanmıútır. Etkinlik skorlarının hesap edilmesi için
Banixia Frontier Analayst VZA paket programından faydalanılmıútır. Araútırmanın birinci
aúamasında bankalara ait girdi ve çıktı verileri paket programa girilmiú ve program yardımıyla
bankaların göreli etkinlik skorları, etkin olarak kullanılmayan girdi ve çıktı miktarları
belirlenmiútir. Araútırmanın ikinci aúamasında ise 2003- 2007 dönemleri arasındaki risk alma
de÷erleri hesaplanmıútır. Risk faktörü etkin bankalarda da ortaya çıkabilece÷inden araútırmaya risk
unsuru dahil edilmiútir.
Tablo 4’de görüldü÷ü gibi bankaların kredi miktarı ve etkinlik de÷erleri birlikte
de÷erlendirilerek Oyakbank, Finansbank, Ziraat Bankası’nın risk alma ölçüleri sıfır bulunmuútur.
Araútırmada risk ölçümü için önce 2003 yılı baz alınmıú ve 2003-2007 döneminde analize
konu olan bankaların risk alma ölçüleri aúa÷ıdaki formül (ARAS ve KURT, 2002: s.453) ile
hesaplanmıútır;
Ry (Qyf,2003, Qyf,2007)= y1f,2007/y1f,2003 (1-șf,2007/șyf,2003)
Ry (Qyf,2003, Qyf,2007): 2003 ve 2007 yıllarında banka f’in risk alma derecesi.
y1f,2007/y1f,2003 : 2003 ve 2007 yıllarında banka f’in kredi seviyeleri.
șf,2007, șyf,2003 : 2003 ve 2007 yılları için veri zarflama analizi (DEA) kullanılarak
hesaplanan banka etkinlik ölçüsünün tersi.
413
414
-0,01010101
0
0,06
-0,075268817
-0,213333333
0,02247191
0
-0,112359551
0,02
0,04
0
-0,0462
0
0,34059
-0,38
-0,9151
0,0818
0
-0,3563
0,1439
0,31534
0
5,67647049
3,903365113
4,574973774
1
1
1,0101
ș 2007
6,139830751
3,640288582
1
0,96
0,98
3,929115154
7,883590391
7,19494113
1,112359551 3,170625033
1
0,97752809
1
1
1
1,1236
1
1,1236
1,213333333 4,289520297 1,33333
1,075268817 5,048476388 1,07527
0,94
1
1,01010101
Risk Alma Ölçüsü (%) 1-(ș2007/ș2003) ș2007/ș2003 y2007/y2003
1
1,04167
1,02041
1,0101
1
1,14943
1,0989
1
1,06383
1
1
ș 2003
1
1
1
0,89
1
0,89
0,75
0,93
1
1
0,99
DENøZ BANK
HALK BANKASI
FORTøS BANK
FøNANS BANK
YAPI KREDø
øù BANKASI
VAKIFLAR
GARANTø
OYAK BANK
AKBANK
BANKA ADI
21.604.000 5.498.439 ZøRAAT BANKASI
11.974.551 1.518.921
0,96
1
18.121.078 2.518.586
16.167.212 2.633.169
1
0,98
29.088.312 7.990.661
0,87
2.036.067
36.800.215 8.579.098
0,91
6.455.605
23.803.132 4.714.914
1
0,99
39.002.024 6.870.823
0,94
2.180.610
8.511.717
1
y2003
(Bin tl)
39.882.128 8.717.455
y2007
1
e2007 e2003
Tablo 4. 2003- 2007 Döneminde Bankaların Risk Alma Ölçüleri (%)
4. SONUÇ
Bankacılık sektöründe rekabetin giderek artması ve harcamaların
yükselmesi, bu sektörü oluúturan bankaları, kaynaklarını daha verimli úekilde
kullanmaya zorlamaktadır. Çok uluslu bankalar ve di÷er finansal kurumların
büyümesi küresel finansın da büyümesini mümkün kılmıú, fakat milli otoriteler
için de önemli düzenleyici kurallar ortaya koymalarını gerekli hale getirmiútir.
Uluslar arası iúlemleri düzenleyen küresel sistem, çok taraflı anlaúmaların milli
yükümlülükleri açık bir úekilde belirledi÷i ve sınırlarını çizdi÷i bir ortamda,
merkez bankaları ve di÷er finansal otoriteler arasındaki iúbirli÷ini geliútirmiútir.
Yeni (finansal) araçların keúfedilmesi düzenleme yapmayı daha da
zorlaútırmıútır. 2008 yılında ortaya çıkan krizin etkenlerinden biriside vadeli
iúlemler piyasası ve yeni finansal araçların reel ekonominin dıúında büyüyerek
geliúmesidir. 2003- 2007 yılları arasında etkinlik verilerini de kullanarak
yapılan risk araútırmasında Oyakbank, Finansbank ve Ziraat Bankasının risk
alma ölçüleri sıfır bulunmuútur.
KAYNAKLAR
AKAN M., (1998), “Bankacılık Sektöründe Yönetim De÷iúikliklerinin Kârlılı÷a
Etkisi”, Active Bankacılık ve Finans Makaleleri-1, Denizbank
ALTUN D., (2006), Türk Telekomünikasyon A.ù. øl Telekom Müdürlüklerinin
Veri Zarflama Analizi øle Etkinlik Ölçümü, Ankara
ARAS G., KURT T., (17-19 Ekim 2002), “Türk Bankacılık Sisteminde 19922000 Döneminde Veri Zarflama Analizi –DEA- øle Etkinlik Ölçümü”, 2.
Ulusal Orta Anadolu Kongresi, Ni÷de
FETTAHLIOöLU Ö.O., FETTAHLIOöLU H. S., (2007), “Biliúim
Sistemlerinin Bankacılık Sektörü Üzerindeki Etkileri 2”, Banka ve Para
Teknolojileri Dergisi, Sayı 15, www.girisim.com.tr, (1.11.2007)
Finansal Piyasalar Raporu (Eylül 2008), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu, Sayı 11
Finansal Piyasalar Raporu (Haziran 2007), Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu, Sayı 6
KOHN M., (1991), Money, Banking and Financial Markets, Dryden Pres, USA
KOLB R. W., (1992), The Commercial Bank Management Reader, Kolb
Publishing Company, USA
ÖZATA M., (2004), Sa÷lık Biliúim Sistemlerinin Hastane Etkinli÷inin
Arttırılmasındaki Yeri ve Önemi, Doktora Tezi, Konya
ùAHøN H., (2007), Türkiye Ekonomisi, Ezgi Kitabevi, Bursa
415
TÜSøAD, (2002), Bankacılık Sektörünün Maliyetlerine øliúkin Politika Önerileri
ULUDAö ø., (1999), Finansal Hizmetler Ekonomisi, Beta Yayınevi, østanbul
416
HEMùøRELERøN TIBBø HATA YAPMAYA EöøLøMLERøNøN ve
HASTA BAKIMINDA GÖSTERDøKLERø ÖZENøN
BELøRLENMESø
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZATA1
ÖZET
Tıbbi hatalar hem geliúmiú hem de geliúmekte olan ülkelerde hasta
güvenli÷ini tehdit eden ve çözülmesi gereken öncelikli sorunlar arasında
gösterilmektedir. Çünkü dünyada her yıl milyonlarca insan, tıbbi hataların
olumsuz sonuçları ile karúı karúıya kalmaktadır. Hemúirelerin tıbbi hata
yapmaya e÷ilim düzeylerinin saptanmasını ve hasta bakımı sırasında
sergiledikleri özenin belirlenmesini hedefleyen çalıúma, bu alanda
gerçekleútirilen ilk çalıúma olması açısından büyük önem taúımaktadır.
Araútırma Konya’da faaliyet gösteren kamuya ait iki e÷itim hastanesinde
yapılmıútır. Örneklem oluúturulmasında basit rastgele örneklem tekni÷inden
faydalanılmıú ve çalıúmaya katılmayı kabul eden 171 hemúire ile yüz yüze anket
tekni÷i kullanılarak gerçekleútirilmiútir. Verilerin toplanmasında Özata ve
Altunkan (2010) tarafından geliútirilen “Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i’nden”
faydalanılmıútır. Ölçek 49 soru ve 5 alt boyuttan oluúmaktadır. Elde edilen
veriler SPSS 16.0 programında de÷erlendirilmiú, veriler üzerinde tanımlayıcı
istatistikler, korelasyon analizi, ba÷ımsız gruplar arası t testi ve tek yönlü
varyans analizi testleri uygulanmıútır. Elde edilen bulgular incelendi÷inde genel
olarak hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilimlerinin düúük oldu÷u ve hasta
bakımında gerekli özeni gösterdikleri sonucuna ulaúılmaktadır. Ayrıca
meslekten memnuniyet düzeyi açısından iletiúim ve ilaç-transfüzyon
uygulamaları puanlarının farklılık gösterdi÷i saptanmıútır.
Anahtar Kelimeler: Hemúireler, Tıbbi Hata, Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i
DETERMINATION OF TENDENCY
TO MAKE MEDICAL ERRORS OF NURSES AND THEIR
ATTENTION IN PATIENT CARE
ABSTRACT
Medical Errors, in both developed and developing countries, threaten the
patient safety and should be resolved as one of the prior issues. Because
millions of people worldwide confronted with negative results of medical errors
each year. This study, aiming to determine the tendency to make medical errors
of nurses and their attention in patient care, is the first study conducted in this
area is of great importance. Research is made in two teaching hospitals publicly
1
Selçuk Üniversitesi Sa÷lık
[email protected]
Bilimleri
Fakültesi,
417
Sa÷lık
Yönetimi
Bölümü
owned in Konya. Simple Random technique is used in developing sample and
face to face interwievs technique is carried out with 171 nurses who agreed to
participate in the study. In data collection, the ‘Medical Error Tendency Scale’
developed by Özata and Altunkan (2010) is used. Scale consists of 49
questions and 5 sub-dimensions. The data is evaluated in SPSS 16.00
programme and descriptive statistics, correlation analysis, t test between groups
an done-way variance analysis are applied. When the findings rewieved it is
concluded that tendency to make medical errors of nurses is generally low and
required patient care is done with attention. Also, in terms of job satisfaction,
drug- transfusion practises scores differ.
Key Words: Nursing, Malpractice, Malpractice Trend Scale
1.GøRøù
Tıbbi hata kavramını, ABD merkezli Ulusal Hasta Güvenli÷i Vakfı
“hastaya sunulan sa÷lık hizmeti sırasında bir aksamanın neden oldu÷u, kasıtsız,
beklenilmeyen sonuçlar olarak” tanımlamaktadır (NPSF, 2003; Akalın,
2007:33). Bakanlar Kurulu tarafından 2002 tarihinde kabul edilen, ancak
yasalaúamayan Tıbbi Hizmetlerin Uygulamasından Do÷an Sorumluluk Kanunu
Tasarısı’nın 3.maddesinde ise “sa÷lık personelinin kasıt, kusur, ihmal
neticesinde standart uygulamayı yapmaması; bilgi veya beceri eksikli÷i ile
yanlıú ya da eksik teúhiste bulunması; yanlıú tedavi uygulaması veya hastaya
tedavi vermemesi ile oluúan ve zarar meydana getiren eylemleri” tıbbi hata
olarak nitelendirilmiútir (http://88.248.138.72/intranet/.pdf, 2009: 1).
Tıbbi hatalar hem geliúmiú hem de geliúmekte olan ülkelerde hasta
güvenli÷ini tehdit eden ve çözülmesi gereken öncelikli sorunlar arasında
gösterilmektedir. Çünkü dünyada her yıl milyonlarca insan tıbbi hataların
olumsuz sonuçları ile karúı karúıya kalmaktadır. Örne÷in ABD’de yapılan bir
araútırmada, araútırmaya katılan hastanelerin % 65’inde ölüm ya da ciddi zarar
ile sonuçlanan olayların yaúandı÷ı saptanmıútır (Lamb vd., 2003: 73). ABD’de
yaklaúık 5 bin hastanedeki 40 milyondan fazla kayıtın incelendi÷i hasta
güvenli÷i çalıúmasına göre, 3 yıllık sürede 1.16 milyon hasta güvenli÷i ihlali
meydana gelmiú ve bu hatalardan 247 bin 662’si ölümle sonuçlanmıútır
(www.nlm.nih.gov/medlineplus, 2010). Dünya Sa÷lık Örgütü’nün (WHO)
verdi÷i rakamlara göre, uluslararası araútırmalarda yatan hastalara iliúkin
geçmiúe dair kayıtlar karúılaútırmalı olarak incelendi÷inde; hasta güvenli÷i ihlali
olayı ortalaması %8.9 olup, bu olayların %3.4’ü önlenebilir niteliktedir (eHealth
for Safety Report, 2007: 12).
Leape vd. (1991: 377) sa÷lık kuruluúlarında en sık karúılaúılan tıbbi
hataların sırasıyla; ilaç hataları (% 19), cerrahi yara enfeksiyonları (% 14), tanı
hataları (% 8), tedavi hataları (% 8), prosedürle iliúkili hatalar (% 7) ve
düúmeler (% 3) oldu÷unu belirtmektedir. Cerrahi hatalar tüm hataların
neredeyse yarısını (% 48) oluúturmaktadır. Aynı çalıúmada tıbbi hataların en sık
418
ameliyathanede (% 41) ve daha sonra hasta odasında (% 27) yaúandı÷ı
saptanmıútır. Bu birimleri acil, do÷um odası ve yo÷un bakım ünitesi
izlemektedir (Filiz, 2009: 3) Kore’de 99 hastanede yapılan bir araútırmada
hastanelerin 97’sinde transfüzyon hataları, 95’inde yanlıú ilaç uygulaması,
95’inde düúme, 91’inde cerrahi hata, 82’sinde anestezi hatası ve 77’sinde ise
enfeksiyon bulaúma hatası görüldü÷ü belirlenmiútir (Kima ve Bates, 2006: 148).
Sa÷lık bakımı hekim, hemúire, ebe, sa÷lık teknisyeni gibi birçok sa÷lık
çalıúanını içine alan geniú bir ekip tarafından verilir. Hemúireler, sa÷lık ekibi
içerisinde hastaların her türlü problemlerinde ilk baúvurdukları ve yerine
getirdikleri görevler nedeniyle, hasta bakımında kilit rol oynayan sa÷lık
personelidir (Bilazer vd., 2008: 33). Bu özellikleri nedeniyle de tıbbi hataların
ortaya çıkmasında ve önlenmesinde önemli rol oynarlar. Örne÷in Ertem vd.
(2009:1) tıbbi hata yapanların %65.2’sini hekimlerin, %12.2’sini ise
hemúirelerin oluúturdu÷unu saptamıútır. 2002 yılında yapılan baúka bir
araútırmada hekimlerin %53’ü, halkın ise % 65’i hemúire eksikli÷inin tıbbi
hataların en önemli sebepleri arasında yer aldı÷ını belirtmiútir (eHealth for
Safety Report, 2007: 20). Tombe (2007) günlük hasta baúı hemúire bakım
saatinde 0.25’lik ilave artıú ile ölüm oranında %20 azalma sa÷landı÷ını
belirtmektedir. Wolf vd., (1999) cerrahi müdahale sonrası hasta baúına sa÷lanan
günlük tam hemúire bakım saati ile idrar yolu enfeksiyonları, pnömoni, tromboz
ve akci÷er rahatsızlıkları riski arasında iliúki oldu÷unu saptamıú, etkili
hemúirelik bakımı ile hasta güvenli÷ini tehdit edebilecek birçok
komplikasyonun önlenebilece÷ini ortaya koymuútur (Çırpı vd., 2009: 31).
Sezgin (2007: 10) hemúirelerin en çok ilaç hatası yaptıklarını ve bu
hataların yanlıú ilaç, yanlıú uygulama yolu, yanlıú doz, yanlıú hasta, yanlıú
uygulama zamanına iliúkin hatalar oldu÷unu belirtmektedir. Alparslan ve
Erdemir (1997: 41-51) tarafından yapılan bir baúka çalıúmada hemúireler
tarafından yapılan hatalar; yanlıú zamanda ilaç uygulama (%40), ilacı hasta
yanında bırakma (%19), iki geçimsiz antibiyoti÷i bir arada verme (%18), yanlıú
dozda ilaç verme (%17,4), yanlıú yoldan ilaç verme (%2,4), doktor tarafından
istemi yapılmıú ilacı vermeme (%1,6), ilacın yanlıúlıkla baúka hastaya verilmesi
(%1), istemi yapılmayan ilacın verilmesi (%0,5) ve yapılan ilacın yanlıúlıkla
tekrar yapılması (%0,1) olarak saptanmıútır.
Hasta güvenli÷i sa÷lık hizmetlerinin kiúilere verece÷i zararı önlemek
amacıyla sa÷lık kuruluúları ve bu kuruluúlardaki çalıúanlar tarafından alınan
önlemlerin tamamı olarak tanımlanabilir (Yıldırım, 2008: 45). Hasta güvenli÷i
hasta bakımının temeli ve kalite yönetiminin en önemli bileúenidir. Bu alanda
alınacak önlemler performans geliútirme, çevre güvenli÷i ve risk yönetimi,
enfeksiyon kontrolü, ilaçların güvenli kullanımı, ekipman güvenli÷i, güvenli
klinik uygulamalar ve güvenli hasta bakımı gibi çok geniú bir konular silsilesini
kapsar. Bu konu sa÷lık sistemi içerisindeki hemen hemen tüm kurum ve
aktörleri içine alarak ve tümünün katılımı ile uzun dönemde potansiyel risklerin
419
ortadan kaldırılmasını gerektirir. Hasta güvenli÷ini geliútirmenin temel hareket
noktası, yanlıú uygulamalar ve yan etkilerle ilgili karúılaútırılabilir bilgilerin
toplanması ve gelecekte bu bu tip hataların ortaya çıkmaması için bilgilerden
faydalanılabilmesinin ö÷renilmesidir (WHO, 2004: 10). Bu hedef do÷rultusunda
sa÷lık bakımında çok büyük bir rol üstlenen hemúirelerin tıbbi hataya e÷ilim
durumlarının ve hasta bakımında gösterdikleri özenin belirlenmesi, hataların
ortaya çıkamadan önlenmesi ve hasta güvenli÷inin sa÷lanması açısından çok
büyük bir önem taúımaktadır.
2. YÖNTEM
Hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilim düzeylerinin saptanmasını ve
hasta bakımı sırasında gösterdikleri özenin belirlenmesini hedefleyen bu
çalıúma, 10.01.2010-28.01.2010 tarihleri arasında Konya’da faaliyet gösteren
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi ve Sa÷lık Bakanlı÷ı Konya
E÷itim ve Araútırma hastanelerinde gerçekleútirilmiútir. Örneklem
oluúturulmasında basit rastgele örneklem tekni÷inden faydalanılmıú ve
çalıúmaya katılmayı kabul eden 171 hemúireden, yüz yüze anket tekni÷i
kullanılarak veriler toplanmıútır. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan
(2010) tarafından geliútirilerek, geçerlilik ve güvenirlili÷i test edilen “Tıbbi
Hataya E÷ilim Ölçe÷inden” faydalanılmıútır. Araútırmacılar tarafından ölçe÷in
Cronbach Alpha güvenilirlik katsayısı (0,954) olarak hesaplanmıútır. Bu
çalıúmada ise ölçe÷in tümü ve alt boyutları ile ilgili elde edilen Cronbach Alpha
de÷erleri Tablo 1’de gösterilmektedir.
Tablo 1. Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷inin Cronbach Alpha Katsayı De÷erleri
Ölçek Baúlıkları
ølaç ve Transfüzyon Uygulamaları
Enfeksiyonların Önlenmesi
Düúmelerin Önlenmesi
Hasta izlemi ve Malz-Cihaz Güven.
øletiúim
Genel
Madde
Sayısı
18
12
5
9
5
49
Min
.
1
1
1
1
1
Ma
ks.
5
5
5
5
5
Cronbach
Alfa
,969
,938
,888
,899
,856
,978
Tablo 1’de görüldü÷ü gibi ölçekte hemúirelerin hasta bakımında günlük
rutin olarak yerine getirdikleri faaliyetleri içeren 49 soru yer almaktadır.
Sorulara verilen cevaplar 5’li likert tarzda derecelendirilmiútir. Katılımcılar
maddeleri; “1- hiç, 2- çok nadir, 3- zaman zaman, 4-genellikle ve 5- her zaman”
úıklarından birini iúaretleyerek cevaplandırmaktadır. Sorulara verilen cevapların
toplam puanların artması durumunda hemúirelerin tıbbi hata yapmaya
e÷ilimlerinin azaldı÷ı ve iúlerini daha özenli yaptıkları kanaatine ulaúılmaktadır.
Elde edilen veriler SPSS 16.0 programında de÷erlendirilmiú, veriler üzerinde
tanımlayıcı istatistikler, korelasyon analizi, ba÷ımsız gruplar arası t testi ve tek
yönlü varyans analizi testleri uygulanmıútır.
420
3.BULGULAR
Araútırma
sunulmaktadır.
sonucunda
elde
edilen
bulgular
aúa÷ıda
tablolarda
Tablo 2. Araútırma Kapsamındaki Hemúirelere Ait Sosyo-Demografik
Özellikler
Sosyo-Demografik
Özellikler
Medeni Durum
Bekar
Evli
Görev Yaptı÷ı Hast.
Konya E÷t ve Araú.Hast.
Meram Tıp Fak.Hast.
Sayı
%
55
116
32,2
67,8
95
76
55,6
44,4
Yaú (Ort= 30,2)
20-24
25-29
30-34
35-39
40-44
Kadro Durumu
657'ye Tabi Kadrolu
4B Sözleúmeli
ùirket Elemanı
23
52
62
30
4
13,5
30,4
36,3
17,5
2,3
49
90
32
28,7
52,6
18,7
Bakılan Hasta Sayısı
6-11
12-17
18-23
24-29
30-35
44
64
39
16
8
25,7
37,4
22,8
9,4
4,7
Sosyo-Demografik
Özellikler
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Görev Yaptı÷ı Klinik
Cerrahi Klinikler
Dahili Klinikler
Ort. Çalıúma Süresi
40-44
45-49
50-54
55-59
60-65
Ö÷renim Düzeyi
Sa÷lık Meslek Lisesi
Önlisans
Lisans
Yüksek lisans
Mesleki Memnuniyet
Hiç Memnun De÷ilim
Memnun De÷ilim
Kararsızım
Memnunum
Çok Memnunum
Sayı
%
24
147
14,0
86,0
68
103
39,8
60,2
30
104
12
10
15
17,5
60,8
7,0
5,8
8,8
33
74
59
5
19,3
43,3
34,5
2,9
10
15
87
46
13
5,8
8,8
50,9
26,9
7,6
Tablo 2’de görüldü÷ü gibi araútırmaya S.Ü. Meram Tıp Fakültesi
Hastanesi’nden 95 (%55,6) ve Sa÷lık Bakanlı÷ı Meram E÷itim Araútırma
Hastanesi’nden 76 (%44,4) olmak üzere toplam 171 hemúire katılmıútır.
Katılımcıların 68’i (39,8) cerrahi kliniklerde, 103’ü (%60,2) dahili kliniklerde
görev yapmakta olup; 24’ü (%14) erkek, 147’si (%86) kadın; 55’i bekar
(%32,2) ve 116’sı (%67,8) ise evlidir. Yaú da÷ılım aralı÷ı 20-44 arasında
de÷iúmektedir (X=30,21±4,9). Kadro durumu açısından 49’u (%28,7) kadrolu
devlet memuru, 90’ı (%52,6) 4B sözleúmeli ve 32’si (% 18,7) úirket elemanı
olarak görev yapmaktadır. Haftalık ortalama çalıúma süreleri 47,56±5,8 saat
olup, günlük ortalama 16 hastaya bakım vermektedirler.
421
Araútırmada kullanılan “Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i” 49 soru ve 5 alt
boyut içermekte olup alt boyutlara iliúkin olarak elde edilen tanımlayıcı
istatistikler aúa÷ıda tablolarda gösterilmektedir.
Tablo 3. ølaç ve Transfüzyon Uygulamalarına øliúkin Tanımlayıcı østatistikler
Min. Maks.
IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do÷ru bölgeden
yapmaya dikkat ederim
ølacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim
Hastaya do÷ru ilacı yaptı÷ımdan emin olurum
Hastaya do÷ru mayinin verilmesine dikkat ederim
Mayinin hastaya uygun yoldan gönderilmesine dikkat
ederim
Okunuú ve görünüú benzerli÷i olan ilaçlara dikkat
ederim
ølacın hazırlanmasını ve uygulanması esnasında
steriliteye önem veririm
Mayileri uygun araçlarla göndermeye dikkat ederim
ølaç dozunun do÷ru olup olmadı÷ını kontrol ederim
ølacı do÷ru hastaya yaptı÷ımdan emin olurum
Hastaya fazla sıvı yüklenmesine dikkat ederim
Mayi miktarının do÷ru hesaplanmasına dikkat ederim
Takılacak mayinin sterilitesini kontrol ederim
ølaçların tam saatinde yapılmasına dikkat ederim
ølaç/ilaç etkileúimine dikkat ederim
ølacın miadının dolup dolmadı÷ına bakarım
ølaç yapıldıktan sonra hastayı yeterince izlerim
ølaçların yan etkilerini bilirim ve ona göre uygulama
yaparım
Arit.
Ort
Std.
Sap.
2
5
4,40
,771
3
3
3
5
5
5
4,37
4,36
4,35
,727
,741
,763
2
5
4,35
,777
3
5
4,33
,736
3
5
4,32
,749
1
2
2
2
2
3
2
2
2
2
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
4,32
4,32
4,30
4,27
4,27
4,26
4,22
4,22
4,19
4,13
,786
,755
,766
,752
,742
,746
,726
,788
,804
,801
3
5
4,11
,744
Genel Ortalama: 4,28
Ölçe÷in “ølaç ve Transfüzyon Uygulamaları” alt boyutunda 18 soru yer
almaktadır. Hemúirelerin sorulara verdikleri cevaplar incelendi÷inde en yüksek
puanın “IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do÷ru bölgeden yapmaya dikkat
ederim” sorusuna verildi÷i (ort= 4,40) görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla;
“ølacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim (ort= 4,37)”, “Hastaya do÷ru
ilacı yaptı÷ımdan emin olurum (ort= 4,36)”, “Hastaya do÷ru mayinin
verilmesine dikkat ederim (ort= 4,35)”, “Mayinin hastaya uygun yoldan
gönderilmesine dikkat ederim (ort= 4,35)”, “Okunuú ve görünüú benzerli÷i olan
ilaçlara dikkat ederim (ort=4,33)” ve “ølacın hazırlanmasını ve uygulanması
422
esnasında steriliteye önem veririm (ort= 4,32)” cevapları yer almaktadır. En
düúük puanların ise; “ølaç/ilaç etkileúimine dikkat ederim (ort=4,22)”, “ølacın
miadının dolup dolmadı÷ına bakarım (ort=4,19)”, “ølaç yapıldıktan sonra
hastayı yeterince izlerim (ort=4,13)” ve “ølaçların yan etkilerini bilirim ve ona
göre uygulama yaparım (ort= 4,11)” sorularına verildi÷i görülmektedir.
Tablo 4. Enfeksiyonlarının Önlenmesine øliúkin Tanımlayıcı østatistikler
Min. Maks. Ort
ønfüze edilen sıvıların hazırlanmasını ve uygulanmasında
kontamine olmamasına dikkat ederim
Hastaya uygulanan invazif giriúimlerde asepsi kurallarına
dikkat ederim
IV kateterlerin kalma süresinin 72-96 saat olmasına
dikkat ederim
ønfüzyon sıvılarını hastaya takmadan önce çatlakyırtık/delik yönünden kontrol ederim
Çalıútı÷ım serviste kirli malzemelerin uygun kutu ve
torbalara atılmasına dikkat ederim
Hastaya kullandı÷ım tüm aletlerin sterilizasyon ve
dezenfeksiyonun uygun úekilde yapılmasını sa÷larım
Kateter takılı hastaları her gün kontrol ederim
Kullandı÷ım malzemenin güvenli÷inden úüphe
duydu÷umda kullanmamaya dikkat ederim
Üriner kateterizasyonda kapalı drenaj sisteminin
bozulmamasına dikkat ederim
Serum úiúeleri ve setlerini 24 saatte bir de÷iútiririm
Yatak yaralarının önlenmesine dikkat ederim
Enfekte hastaların izolasyonunu sa÷larım
Std. Sp.
3
5
4,34
,679
3
5
4,26
,706
3
5
4,25
,702
2
5
4,25
,693
1
5
4,23
,736
1
5
4,15
,764
1
5
4,15
,831
1
5
4,13
,774
1
5
4,12
,791
1
2
1
5
4,09
,883
5
4,05
,713
5
4,05
,900
Genel Ortalama: 4,17
Hemúirelerin üzerinde en fazla durması gereken konuların baúında
enfeksiyonların önlenmesi konusu gelmektedir. Bu ba÷lamda ölçe÷in
“Enfeksiyonlarının Önlenmesi” alt baúlı÷ı altında yer alan sorulara verilen
cevaplar incelendi÷inde en yüksek puanın “ønfüze edilen sıvıların
hazırlanmasını ve uygulanmasında kontamine olmamasına dikkat ederim
(ort=4,34)” cevabına verildi÷i görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla; “Hastaya
uygulanan invazif giriúimlerde asepsi kurallarına dikkat ederim (ort=4,26)”, “IV
kateterlerin kalma süresinin 72-96 saat olmasına dikkat ederim (ort=4,25)”,
“ønfüzyon sıvılarını hastaya takmadan önce çatlak-yırtık/delik yönünden kontrol
ederim (ort=4,25)” ve “Çalıútı÷ım serviste kirli malzemelerin uygun kutu ve
torbalara atılmasına dikkat ederim (ort=4,23) cevapları izlemektedir. En düúük
puan alan cevaplar ise; “Serum úiúeleri ve setlerini 24 saat’te bir de÷iútirim
423
(ort=4,09)”, “Yatak yaralarının önlenmesine dikkat ederim (ort=4,05) ve “
Enfekte hastaların izolasyonunu sa÷larım (ort=4,05)” cevaplarıdır.
Tablo 5. Hasta øzlemi ve Malzeme-Cihaz Güvenli÷i Uygulamalarına øliúkin
Tanımlayıcı østatistikler.
Yaptı÷ım tüm izlemleri zaman belirtilerek kaydederim
Hastanın bakım ve bakım sonuçları ile bilgileri vardiya
de÷iúiminde ve vardiya arasında paylaúılmasına dikkat
ederim
Hasta izleme sıklı÷ını doktor isteminde belirtilen
úekilde yaparım
Hasta yo÷unlu÷u oldu÷u zamanlarda da hasta izlemini
gerekti÷i gibi yapmaya çalıúırım
Hastanın aldı÷ı ve çıkardı÷ı sıvının takibini yaparım
Cihazların nasıl kullanılaca÷ını bilirim veya ö÷renmeye
çalıúırım
Tüm sarf malzemelerin son kullanma tarihlerini kontrol
ederim
Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın
düzenli bakımının yapılmasını sa÷larım
Serviste tüm cihazları çalıúır durumda olması için her
gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim
Min.
2
Arit.
Maks. Ort
5
4,27
Std.
Sap.
,720
3
5
4,23
,722
3
5
4,18
,725
2
5
4,11
,720
1
5
4,09
,835
2
5
4,08
,767
1
5
3,93
,892
1
5
3,81
,914
1
5
3,77
,921
Genel Ortalama: 4,05
Ölçe÷in “Hasta øzlemi ve Malzeme-Cihaz Güvenli÷i” alt boyutunda yer
alan cevaplar incelendi÷inde en yüksek puanı “Yaptı÷ım tüm izlemleri zaman
belirtilerek kaydederim (ort=4,27)” cevabının aldı÷ı görülmektedir. Bu cevabı
sırasıyla; “Hastanın bakım ve bakım sonuçları ile ilgili izlemlerimi ve bilgileri
vardiya de÷iúiminde ve vardiya arasında paylaúılmasına dikkat ederim
(ort=4,23)”, “Hasta izleme sıklı÷ını doktor isteminde belirtilen úekilde yaparım
(ort=4,18)”, “Hasta yo÷unlu÷u oldu÷u zamanlarda da hasta izlemini gerekti÷i
gibi yapmaya çalıúırım (ort=4,11)” ve “Hastanın aldı÷ı ve çıkardı÷ı sıvının
takibini yaparım (ort=4,09)” cevapları yer almaktadır. En düúük puan alan
cevaplar ise sırasıyla; “Tüm sarf malzemelerin son kullanma tarihlerini kontrol
ederim (ort=3,93)”, “Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın düzenli
bakımının yapılmasını sa÷larım (ort=3,81)” ve “Serviste tüm cihazları çalıúır
durumda olması için her gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim
(ort=3,77 )” uygulamalardır.
424
Tablo 6. Düúmelerin Önlenmesi Uygulamalarına øliúkin Tanımlayıcı
østatistikler
Min.
Hasta nakillerinde gerekli tedbirlerin
alınmasını sa÷larım
Yatak kenarlarında parmaklıklarınsınırlayıcıların olmasına ve kapalı durmasına
dikkat ederim
Hasta için gerekli olan araç/gereçlerin hasta
yata÷ına yakın yerleútirilmesine dikkat ederim
Hasta ilk kez aya÷a kalktı÷ında gerekli destek
ve yardımı sa÷larım
Hasta ve yakınlarına düúme nedenleri ve
alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm
Maks. Arit. Ort
Std. Sap.
1
5
4,11
,843
1
5
3,95
,883
1
5
3,92
,875
1
5
3,84
,893
1
5
3,73
,957
Genel Ortalama: 3,91
Ölçe÷in “Düúmelerin Önlenmesi” alt boyutunda” 5 soru yer almakta
olup, sorulara verilen cevaplar incelendi÷inde en yüksek puanın “Hasta
nakillerinde gerekli tedbirlerin alınmasını sa÷larım (ort=4,11)” cevabına
verildi÷i görülmektedir. Bu cevabın altında ise; “Yatak kenarlarında
parmaklıkların-sınırlayıcıların olmasına ve kapalı durmasına dikkat ederim
(ort=3,95)”, “Hasta için gerekli olan araç/gereçlerin hasta yata÷ına yakın
yerleútirilmesine dikkat ederim (ort=3,92)”, “Hasta ilk kez aya÷a kalktı÷ında
gerekli destek ve yardımı sa÷larım (ort=3,84)” ve “Hasta ve yakınlarına düúme
nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm (ort=3,73)” cevapları
yer almaktadır.
Tablo 7. øletiúim Uygulamalarına øliúkin Tanımlayıcı østatistikler
Arit. Std.
Min. Maks. Ort Sapma
Açık olmayan, sorun oluúturacak istemleri hekime
do÷rulatırım
Serviste çift order (doktor istemi+hemúire gözlem formu)
kontrolü uygulamasına dikkat ederim
Hastanın tedavisi ve bakımı ile ilgili tüm bilgileri hemúire
gözlem formuna kaydederim
Sözlü/telefon ile aldı÷ım doktor istemini hemen hemúire
gözlem formuna kaydederim
Hastanın bakımına iliúkin bilgileri, hastayla beraber yatak
baúında teslim ederim
2
5
4,22
,771
2
5
4,14
,792
1
5
4,11
,857
1
5
4,03
,884
1
5
3,86
,984
Genel Ortalama: 4,07
425
Ölçe÷in “øletiúim” alt boyutu beú sorudan oluúmaktadır. Cevapların
aldı÷ı ortalama puanlar incelendi÷inde sırasıyla “Açık olmayan sorun
oluúturacak istemleri hekime do÷rulatırım (ort=4,22)”, “Serviste çift order
(doktor istemi+hemúire gözlem formu) kontrolü uygulamasına dikkat ederim
(ort=4,14)”, “Hastanın tedavisi ve bakımı ile ilgili tüm bilgileri hemúire gözlem
formuna kaydederim (ort= 4,11)”, “Sözlü/telefon ile aldı÷ım doktor istemini
hemen hemúire gözlem formuna kaydederim (ort=4,03)” ve “Hastanın bakımına
iliúkin bilgileri, hastayla beraber yatak baúında teslim ederim (ort=3,86)”
úeklinde bir sıralamanın oluútu÷u görülmüútür.
Çalıúmada son olarak ölçe÷in alt boyut puanlarının toplamı ile sosyodemografik de÷iúenler arasında herhangi bir istatistiksel iliúki olup olmadı÷ının
belirlenmesi amacıyla istatistiki analizler yapılmıútır. Yapılan korelasyon
analizi sonucunda yaú, haftalık çalıúma süresi ve günlük ortalama bakılan hasta
sayısı ile ölçe÷in alt boyutlarının toplam puanları arasında anlamlı bir iliúki
olmadı÷ı anlaúılmıútır (p>0,05). Ba÷ımsız gruplar arası t testi sonucunda ise;
cinsiyet, medeni durum, görev yapılan hastane ve görev yapılan klinik açısından
toplam puanlar arasında herhangi bir anlamlı fark olmadı÷ı belirlenmiútir
(p>0,05). Aynı úekilde yapılan tek yönlü varyans analizi sonucunda ö÷renim
düzeyi, kadro durumu ve çalıúma úekli açısından farkın istatistiksel açıdan
anlamlı olmadı÷ı anlaúılmıútır (p>0,05). Tek anlamlı farkın ise “meslekten
memnuniyet düzeyi” ile “ilaç- transfüzyon uygulamaları” ve “iletiúim” puanları
arasında oldu÷u görülmüútür. Tukey HSD testi sonucuna göre ise aradaki fark
meslekten hiç memnun olmayanlar ile çok memnun olanlar arasındaki farktan
kaynaklanmaktadır. Bulgular Tablo 8’de gösterilmektedir.
Tablo 8. Meslekten Memnuniyet düzeyi øle Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i Alt
Boyutları Arasındaki Farkın Saptanması (Tek Yönlü Varyans Analizi Testi)
Ölçek Alt Boyutları
Toplam Puanları
ølaç ve transfüzyon
uygulamaları
Farklılı÷ın kaynaklandı÷ı gruplar
(Tukey HSD)
F
p
2,864
,025
Hiç memnun olmayanÇok memnun olan
4,127
,003
Hiç memnun olmayançok memnun olan
Hasta izlemi ve
malzeme güvenli÷i
2,341
,057
-
Düúmeler
1,716
,149
-
Hastane enfeksiyonları
2,037
,091
-
øletiúim
426
4. SONUÇ
Sa÷lık hizmetleri sisteminin temel amacı farklı nitelikteki sa÷lık
hizmetini, ihtiyaç duyulan zamanda, en düúük maliyetle, istenilen kalitede ve en
düúük hata ile topluma sunabilmektir (Kohn vd., 2000; Filiz; 2009:1). Hizmet
sunumu farklı kurum ve kuruluúlar tarafından, çok geniú bir sa÷lık ekibinin
katılımı ile karmaúık bir ortamda gerçekleútirilmektedir. Karmaúıklık ise tıbbi
hata yapma olasılı÷ını arttırmakta ve sa÷lık kurumlarında hasta güvenli÷i
sorunlarının yaúanmasına yol açmaktadır. Hasta güvenli÷i ihlalleri ölüm,
yaralanma, tedavi süresinin uzaması, hastanın hayat kalitesinin düúmesi, sa÷lık
harcamalarının artması, kaynakların etkin kullanılamaması ve verilen hizmetin
kalitesinin düúmesi gibi birçok sonucun ortaya çıkmasına yol açtı÷ından,
üzerinde durulması gereken en önemli sorunlardan biri olarak görülmektedir.
Hasta güvenli÷i çalıúmaları; hataları önlemek, görünebilir yapmak ve
meydana geldi÷inde etkilerini azaltmak úeklinde üç temel bileúeni içermektedir.
Bunları sa÷layabilmek ise a) hatalardan ders alarak eksiklikleri gidermeyi, daha
iyi bir raporlama sistemi oluúturmayı, hataların sebeplerini araútırmayı ve
verilerin paylaúılmasını; b) yanlıú uygulamalara yol açan sistemdeki
problemlerin ortaya çıkarılmasını; c) sa÷lık sektörü içindeki ve dıúındaki
mevcut var olan bilgi kaynaklarının tanımlanmasını ve d) sa÷lık bakım
sisteminin geliútirilmesini gerekli kılmaktadır (WHO, 2004: 9). Ayrıca hasta
güvenli÷i kurumsal kültürün en önemli parçalarından biri olmalıdır. Bunu
sa÷layabilmek için, sa÷lık kuruluúları yüksek riskli aktiviteleri belirlemeli, tıbbi
hataların korkusuzca ve çekinmeden bildirilebildi÷i ve cezalandırılmadı÷ı bir
kültür yaratmalıdır. Riskin erken aúamada tespit edilmesi, hastaların zarar
görmesinin önlenmesinde son derece önemli olup, hastalar ile sa÷lık personeli
arasında güven, dürüstlük, birlik ve beraberli÷e dayalı, açık bir iletiúimin
kurulması büyük bir önem taúımaktadır. Bu ba÷lamda hasta ile do÷rudan iliúki
içerisinde olan hemúirelerin taúıdı÷ı misyon, hasta güvenli÷i uygulamalarının en
önemli parçasını oluúturmaktadır (Çırpı vd., 2009: 27). Ayrıca hasta bakımında
görev alan hekim ve hemúireler baúta olmak üzere, tüm sa÷lık personelinin
yaptıkları iúlerde en sık tekrar ettikleri hataların ortaya çıkarılması ve iúlerini
yaparken gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi hasta
güvenli÷inin geliútirilmesi açısından vazgeçilmez unsurlardan sayılmaktadır.
Hemúirelerin tıbbi hataya e÷ilim düzeylerinin belirlenmesi ve hasta
bakımı sırasında yaptıkları faaliyetlerde gerekli özeni gösterip
göstermediklerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleútirilen bu çalıúma,
Konya’da faaliyet gösteren S.Ü Meram Tıp Fakültesi Hastanesi ve Sa÷lık
Bakanlı÷ı Konya E÷itim ve Araútırma Hastanelerinde görev yapan hemúireler
üzerinde gerçekleútirilmiútir. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan (2010)
tarafından geliútirilerek, geçerlilik ve güvenilirlik analizi yapılan “Hemúirelikte
Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷inden” faydalanılmıútır. Ölçe÷in Cronbach Alpha
katsayısının 0,978 olması nedeniyle mükemmel düzeyde güvenilir oldu÷u
427
sonucuna ulaúılmıútır. Ölçek 5 alt boyuttan meydana gelmekte ve bu alt
boyutlarda hemúirelerin hasta bakımında rutin olarak yerine getirdikleri
iúlemlerle ilgili bilgileri içeren 49 soru yer almaktadır. Sorulara verilen cevaplar
1-5 aralı÷ında de÷iúen bir aralıkta de÷erlendirilmekte ve puan ortalaması
arttıkça hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilimlerinin azaldı÷ı ve iúlerini daha
özenli olarak yerine getirdikleri kanaatine varılmaktadır.
Bu bilgilerden hareketle elde edilen bulguları de÷erlendirdi÷imizde tüm
sorulara verilen cevapların ortalama puanı 4,15 olarak hesaplanmıútır. Alt
boyutlar açısından incelendi÷inde ise en yüksek puan ortalamasının ilaç ve
transfüzyon ile ilgili sorulara (4,28), en düúük puan ortalamasının ise
düúmelerin önlenmesi baúlı÷ı altında yer alan sorulara verildi÷i (3,91)
görülmüútür. Aynı úekilde enfeksiyonların önlenmesi; 4.17, hasta izlemi ve
malzeme-cihaz güvenli÷i 4.05 ve iletiúim 4,05 puan ortalaması almıútır.
Cevaplar ölçek alt boyutlarından ba÷ımsız olarak de÷erlendirildi÷inde ise
“IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do÷ru bölgeden yapmaya dikkat ederim
(4,40)”, “ølacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim (4,37)” ve “Hastaya
do÷ru ilacı yaptı÷ımdan emin olurum (4,36)” cevaplarının en yüksek puan
ortalamasına sahip oldu÷u görülmüútür. En az puan alan cevaplar ise; “Hasta ve
yakınlarına düúme nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm
(3,73)”, “Serviste tüm cihazları çalıúır durumda olması için her gün kontrol eder
ve bozuk olanları rapor ederim (3,77)”, “Hasta ilk kez aya÷a kalktı÷ında gerekli
destek ve yardımı sa÷larım (3,84)”, “Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve
ekipmanın düzenli bakımının yapılmasını sa÷larım (3,81)” ve “Hastanın
bakımına iliúkin bilgileri, hastayla beraber yatak baúında teslim ederim (3,86)”
cevaplarıdır.
Sorulara verilen cevaplar incelendi÷inde genel olarak araútırma yapılan
hastanelerdeki hemúirelerin, tıbbi hata yapmaya e÷ilimlerinin düúük oldu÷u ve
hasta bakımında gerekli özeni gösterdikleri sonucuna ulaúılmaktadır. Ancak
ülkemizde hasta güvenli÷i kültürünün oluúmaması nedeniyle hemúirelerin genel
olarak sorulara olumlu yönde cevaplar verebilece÷i ve hatalarını gizlemeye
çalıúacakları da akıldan çıkarılmamalıdır. Çünkü hemúirelerin yöneticilerinin
tepkisinden korkma, suçlanma, cezalandırılma korkusu gibi sebeplerle hatalarını
gizleme e÷iliminde oldukları belirtilmektedir (Mayo ve Duncan 2004: 209;
Filiz, 2009: 7). Araútırma sonuçlarına göre sosyo-demografik faktörler
açısından sadece meslekten memnuniyet düzeyi ile iletiúim ve ilaç-transfüzyon
uygulamaları açısından farkın anlamlı oldu÷u ve bu farkın meslekten hiç
memnun olmayanlarla, çok memnun olanlar arasındaki farktan kaynaklandı÷ı
belirlenmiútir.
428
KAYNAKÇA
AKALIN, Erdal (2007), “Klinik Araútırmalar ve Hasta Güvenli÷i”, øKU, Sayı
17: 32-35. http://www.akademika.org/iku-dergisi/pdf/pdf_IKU_142.pdf
ALPARSLAN, Özgür ve ERDEMøR, Firdevs (1997), “Pediatri servislerinde
kullanılan antibiyotiklerin sulandırılması, saklanması ve hastaya verilmesi
konusunda hemúirelerin bilgi ve uygulamalarının belirlenmesi”, C.Ü.
Hemúirelik Yüksekokulu Dergisi, 1(1):41-52.
BøLAZER, Fatma Nur; KONCA, Gül Esin ve UöUR, Sevinç, (2008),
“Türkiye’de Hemúirenin Çalıúma Koúulları”, Türk Hemúireler Derne÷i
Yayınları.
http://www.turkhemsirelerdernegi.org.tr/menu/yayinlar/turkiyedehemsirelerin-calisma-kosullari.aspx
ÇIRPI, Fatma; DOöAN, Yeliz; MERøH, Meryem; KOCABEY, Yaúar (2009),
“Hasta Güvenli÷ine Yönelik Hemúirelik Uygulamalarının Ve Hemúirelerin
Bu Konudaki Görüúlerinin Belirlenmesi”, Maltepe Üniversitesi
Hemúirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Cilt:2,Sayı:3:27-34.
eHealth for Safety (2007) Impact of ICT on Patient Safety and Risk
Management, eHealth for Safety Report, October. WHO.
ERTEM, Gül; OKSEL, Esra ve AKBIYIK, Ayúe (2009), “Hatalı Tıbbi
Uygulamalar (Malpraktis) ile ølgili Retrospektif Bir ønceleme”, Dirim Tıp
Gazetesi, Yıl: 84 sayı: 1 (1-10).
FøLøZ, Emel (2009), “Hastanede Hasta Güvenli÷i Kültürü Algılamasının Ve
Sa÷lık Çalıúanları øle Toplumun Hasta Güvenli÷i Hakkındaki Tutumunun
Belirlenmesi,” Selçuk Üniversitesi Sa÷lık Bilimleri Enstitüsü
Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi. Konya.
http://88.248.138.72/intranet/.\kanun\kotuuygulama.pdf
KIMA, Jeongeun ve BATES, David W (2006), “Results of a survey on medical
error reporting systems in Korean hospitals”, International Journal of
Medical Informatics, 75: 148-155.
KOHN, Linda T; CORRIGAN, Jannet M. ve DONALDSON Molla S. (2000),
“To err is human: Building a safer health system”. Institute of Medicine.
Washington, DC: National Academy Pres; 2000.
LAMB, Rae M.; STUDDERT, David M.; BOHMER, Richard MJ, et al (2003).
Hospital disclosure practices:Results of a national survey, Health Afairs,
22(2):73-83.
LEAPE LL, BRENNAN TA, LAIRD N, et al.(2001), “The Nature of Adverse
Events in Hospitalized Patients”. Results of the Harvard Medical Practice
Study II. N Engl J Med ;324:377-84.
429
MAYO, Ann M. ve DUNCAN, Denisse (2004). “Nurse perceptions of
medication errors what we need to know for patient safety”. Journal Of
Nursing Care Quality. 2004;19: 209-217.
NPSF (2003)National Patient Safety Foundation, July 2003,www.npsf.org/
ÖZATA, Musa ve ALTUNKAN, Handan (2010), “Hemúirelikte Tıbbi Hataya
E÷ilim Ölçe÷inin Geliútirilmesi, Geçerlilik ve Güvenilirlik Analizinin
Yapılması”, II.Uluslararası Sa÷lıkta Performans ve Kalite Kongresi
Bildiriler Kitabı, Antalya.
SEZGøN, Burcu (2007), “Kalite Belgesi Alan Hastanelerde Çalıúma Ortamı
ve Hemúirelik Uygulamalarının Hasta ve Hemúire Güvenli÷i Açısından
De÷erlendirilmesi”, østanbul, Sa÷lık Bilimler Enstitüsü, Hemúirelikte
Yönetim Anabilim Dalı, Yayınlanmamıú Doktora Tezi.
TOMBE D. (2007), “Hasta Güvenli÷ini Sa÷lamanın Karmaúıklı÷ı
Karmaúıklı÷ın ønsan Ve Sistem Boyutları”, 1. Hasta Güvenli÷i Kongresi
(Kongre Kitabı). Antalya 28-31 Mart, 24-28.
WOLF ZR, GOLDRICK T, FLYNN ER, WARWICK F (1999), “Factors
Associated With A Perceived Harmful Out-Come From Medication Errors
A Pilot Study”. The Journal Of Continuing Education In Nursing, 27(2):
65-73.
WHO (2004), “World Alliance For Patıent Safety Forward Programme 2005”
WHO, October.
YILDIRIM, Özlem (2008), “Sa÷lık Kuruluúlarında ønsan Faktörü
Mühendisli÷inin Önemi ve Hasta Güvenli÷i Alanında Uygulama
Örnekleri”, Marmara Üniv. Sa÷lık Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamıú
Doktora Tezi.
430
POSTMODERN AÇIDAN KAMU YÖNETøMøNDE
KÜÇÜLME (DOWNSøZøNG) OLGUSU
Mürúit IùIK∗
Dr.Yunus Emre ÖZTÜRK∗
ÖZET
Yüzyılımızın sonuna do÷ru hızlanan geliúmeler sonucunda modernlik
yerini postmodernli÷e bırakmıú ve Postmodern anlayıú kamu yönetiminde
bürokrasinin karúısına sivil toplum örgütlerini çıkarmaya çalıúmıú, devletin
yetki ve görevlerinin sivil toplum örgütlerine ve özel sektöre aktarılması
gerekti÷ini vurgularken, piyasanın ve sivil toplumun geliútirilmesini
önemsemiútir.
Kamu sektöründeki örgütsel küçülme (Downsizing) stratejisi
sanayileúmiú ve geliúmiú ülkelerin ekonomik reform programlarında hızla
artarak kullanılan bir uygulamadır.Küçülme stratejileri olarak Devletin gelir ve
gider kalemlerinde ,personel istihdamı konusunda ,örgütsel yapı olarak ve
merkezi yetkiler açısından küçülmesi öngörülmüútür.
Anahtar Kelimeler
Kamu Yönetimi, Modernizm, Postmodernizm, Küçülme
ABSTRACT
As a result of fast paced developments at the end of this century post
modernity replaced modernity and postmodern understanding attempted to
confront the bureaucracy with non-governmental organizations. While this
approach is emphasizing the necessity of transferring governmental
authorizations and assignments to non governmental organizations and private
sector, simultaneously overrates the development of non governmental
community and markets (private sector).
Downsizing strategy of public sector is an application which is recently
used widespread in the economic reform plans of developed countries.
Downsizing of personnel employment, organizational structure and central
authorizations are predicted among the revenue and expense items of
government.
Keywords
Public Administration, Modernism, Post-modernism, Downsizing
∗
∗
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö÷retim Görevlisi
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö÷retim Görevlisi
431
GøRøù
20.Yüzyılın sonlarına do÷ru, ekonomik, sosyal, siyasal, sanat, mimari
v.b. pek çok alanda meydana gelen de÷iúimler modern durumun artık sona
erdi÷i, bu yeni durumun modernizmi aúan bir aúama oldu÷u ve bu yeni
durumunda postmodernizm (ya da post modern durum) oldu÷u yönünde
görüúlerin dile getirildi÷i bir döneme girilmiútir. Bu görüúe göre artık mevcut
olan toplumsal iliúkiler, yaúam biçimleri, üretim biçimi, tüketim anlayıúı, siyaset
ve yönetim anlayıúı, sanat ve estetik anlayıúı, yerini bambaúka bir anlayıúa
bırakmaktadır. Akılcılı÷a ve aydınlanma anlayıúına dayanan Modern düúünce
biçimi, bu dönemde postmodern düúünce biçiminin hedefi haline gelmiútir.
Post-modern devlet anlayıúı bürokrasinin, ölçek ekonomilerinin,
uzmanlaúmanın, merkeziyetçili÷in, hiyerarúinin, kimlik belirlemelerinin ve
dolayısıyla modern devlet yapısının reddiyesidir. Amaç, katılıkları kırmak ve
sürekli de÷iúen dünyaya ayak uydurmaktır. Bunun temel yolunun ise, yönetimin
halka açılması olarak gösterilmiútir.
Postmodern dönem aynı zamanda refah devleti kavramının, yani
Keynes kaynaklı sosyal ekonomi politikalarının devletlerin belini büktü÷ü ve
yerini neo-liberal politikalara bıraktı÷ı bir zaman dilimidir.
Refah devletine, görev alanının çok geniúledi÷i, kamu harcamalarının
kontrol edilemez düzeyde arttı÷ı, kamu istihdamının çok fazla oldu÷u, aúırı
merkeziyetçi bir yapıya büründü÷ü gibi konularda eleútiriler yöneltilmiútir. Bu
yüzden devletin, ekonomiden ve sosyal alandan çekilerek asli görevlerine
dönmesi ve küçültülmesi istenmiútir.
Sosyal refah devleti, do÷rudan üretimde bulunması, ekonomiye
müdahale etmesi, sosyal harcamalarda bulunması ve düzenleyicili÷i ile öne
çıkmıú bir kapitalist devlet biçimidir. Kapitalist sistemin yeniden
yapılanmasında bu devlet biçiminin engelleyici oldu÷u düúünüldü÷ünden,
yerine bir baúka devlet formunun getirilmesi uygun görülmüútür. Bunun için
deregülasyon, liberalizasyon, özelleútirme, yerelleúme politikaları uygulanarak
devletin küçültülmesi yönünde adımlar atılmıútır. Bu çerçevede devlet baútan
aúa÷ı reform sürecine tabi tutulmuútur.
Bu çalıúmamızda devletin; parasal açıdan, örgütsel açıdan, merkezi
yetkileri açısından ve personel açısından küçülme stratejileri ve bunların
postmodern anlayıú açısından de÷erlendirilmesi yapılmaya çalıúılmıútır.
1.KAMU YÖNETøMøNDE POSTMODERN ALGI
20.yüzyılın sonlarına do÷ru pek çok alanda yeni bir dönemin
baúladı÷ına dair görüúler dile getirilmeye baúlandı. Bu yeni dönem ekonomik,
sosyal, siyasal, sanat, mimari v.b. pek çok alanı kapsamaktaydı. Bu ortaya çıkan
yeni durum, postmodernizm (ya da post modern durum) olarak ifade edildi, yeni
432
durumun esas ifade etti÷i úey; içinde yaúanılan modern durumun artık sona
erdi÷i, bu yeni durumun modernizmi aúan bir aúama oldu÷u gerçe÷idir.
Modern dönemde mevcut olan toplumsal iliúkiler, yaúam biçimleri,
üretim biçimi, tüketim anlayıúı, siyaset ve yönetim anlayıúı, sanat ve estetik
anlayıúı, artık yerini bambaúka bir anlayıúa bırakmıútır. Modern dönemde
akılcılı÷a ve aydınlanma anlayıúına dayanan düúünce biçimi, bu anlayıúı
eleútiren bir düúünce biçiminin (postmodern düúünce) hedefi olmuútur.
1.1. Moderniteden Postmoderniteye Geçiú
Son 15–20 yıl içerisinde postmodernizm konusunda birçok eser ve
kitaplar yazıldıysa da, pek çok toplantı düzenlenmiú olsa da, tüm bu u÷raúılara
ra÷men, herkesin üzerinde uzlaúı sa÷layabildi÷i kesin ve bütüncül bir
“postmodernizm” tanımına ulaúmak úu ana dek mümkün olamamıútır.1
Postmodernizmi tanımlama güçlü÷ünün yanında, onun kökenlerinin
nereye kadar dayandı÷ı soruları da gündeme gelmiútir. Bu nedenle, bazıları
nihilist bir (hiççilik) anlayıúı ça÷rıútırdı÷ı için Nietzsche’ye dayandırırken, daha
uzaklara gidenler de olmuútur. Nasıl ki, modernli÷in kökenleri çok derinlere
Augistin’e ya da Eflatun’a ba÷lanabiliyorsa, postmodernizm de sofistlere kadar
götürülebilmektedir. Modernlik; gerçe÷i aramak demek, kimsenin karúı
koyamayaca÷ı kesin ve mutlak do÷ruya ulaúma çabası demektir. Modern
düúüncenin temsilcileri, böyle bir gerçekli÷in varoldu÷unu kabul ederek bunu
aramaya koyulmuúlardır. Buna karúın postmodernistler böyle bir gerçekli÷in (ya
da do÷rulu÷un) varolmayaca÷ı görüúünü söylemek suretiyle sofistlere
yaklaúmaktadırlar.2 Önce estetik alanda görülen postmodernite teması, ilerleyen
süreçte kapsamını geniúleterek, kültürel, felsefi ve pratik dünyamızın yeni bir
düúünce anlayıúı haline gelmeyi baúarabilmiútir.3
ølk defa Arnold Toynbee tarafından 1939’da yayınlanan bir eserinde
kullanıldı÷ı sanılan Postmodernizm terimi, birazda konunun gerçek anlamda
tartıúılma eksikli÷inden dolayı, bir yandan son derece karmaúık ve zor felsefi
anlamlar ile dile getirilirken di÷er yandan ça÷daú kültürde yer alan nihilist ve
sinik bir e÷ilimi oluúturan son derece basit ifadelerle tanımlanmaktadır. Ayrıca
postmodernizmi do÷ası gere÷i tanımlamakta pek do÷al sayılmamaktadır.
Nitekim ùaylan, postmodernin, kavram olarak estetik anlayıú ve ölçüsünden
toplum düzeni ya da iúleyiúine, toplumla ilgili kuramsal çözümlemelere ve bilim
felsefesine kadar uzanan çok geniú bir alanda ortaya çıkan yeni yaklaúım ya da
tartıúma biçimlerini kapsamasından dolayı tanımlanmasının güç oldu÷unu4 ifade
1
2
3
4
Gencay ùAYLAN, Postmodernizm, ømge Kitabevi, Ankara, 2002, s.28.
Ömür SEZGøN, (Tarihsiz), Siyasi Düúünceler Tarihi Ders Notları, Bilgi Fotokopi, Ankara.
Ernesto LACLAU, Postmodernist Burjuva Liberalizmi øçinde (Çev. Yavuz Alagon),
Sarmal Yayınevi, østanbul, 1995, s.81.
Gencay ùAYLAN, Ça÷daú Düúünce Akımları: Postmodernizm, (Ders Notları), TODAøE
Yayınları, Ankara, 1996, s.6.
433
etmektedir. Postmodernizmin tabiatı itibariyle sa÷cı ya da solcu olmamasından
dolayı ondan yararlananlar, onunla birlikte bilinçsiz olarak siyasi bir ideolojiye
ba÷lanmıú olmamaktadırlar. Ama bunun çok rahatlatıcı bir úey olarak da
görmemek gerekir. Bu siyasi tarafsızlık anlamına gelmez. Sadece,
postmodernizmin her türlü siyasi yönelime uyabilecek kadar soyut ve bulanık
bir úey oldu÷unu da gösteriyor olabilir5
Modernlikten kesin olarak farklı anlamlar ifade etti÷i kabul edilen
postmodernizmin nasıl bir ideoloji oldu÷u konusunda da uzlaúma
sa÷lanamamaktadır. Habermas postmodernizmi “insanı özgürleútirici de÷er ve
kuramları geçersiz kılmaya çalıúan, tutucu bir ideoloji” olarak
de÷erlendirmektedir.6 Buna karúın Eaglaton bu konuda kesin karar vermekte
biraz zorlanmaktadır. Eaglaton’a göre postmodernizm bünyesinde çeliúkileri
barındıran bir ideolojidir, “hem özgürlükçü, hem otoriter, hem hedonistik, hem
baskıcı, hem çok katlı hem de yekpare olmak, ileri kapitalist toplumların çarpıcı
bir görünümüdür” demektedir. Ancak bu açıklamalara karúın, Habermas’ın
tutucu bir ideoloji olarak nitelendirdi÷i postmodernizme Eaglaton son kertede,
radikal bir ideoloji olarak bakmakta ve dolayısıyla Habermas’tan ayrılmaktadır.
Çünkü ona göre postmodernizm “mutlak de÷erlere, metafizik temeller ihtiyaç
duyan bir sisteme meydan okudu÷u için radikaldir”.7 Aslında her iki düúünür de
düúüncelerinde haksız sayılmamaktadırlar. Bu de÷erlendirmelerden yola
çıkılarak ya da bir baúka ifade ile anlatılmak istenirse; postmodern söylem;
içinde ortaya çıkan bu ikileme dayanarak, “tutucu” ve “radikal, ilerici” türünden
bir yargıya ulaúmanın fazla da anlamlı oldu÷unu söylemek gerçekten zordur.
Öte yandan, postmodernizm tartıúılırken postmodernizm’in “post”
ekinden kaynaklandı÷ını göz önünde tutmak, bu ideolojiyi anlamamız
konusunda bize yardımcı olacaktır, “post” ekinden kaynaklanmıú olması onun
bir sonralık, bir baúkaldırı boyutu taúıdı÷ına iúaret etmektedir.8
Postmodernizm, modernizmi pek çok noktada eleútirmektedir. Modern
akıl evrenselli÷i, birlik-bütünlü÷ü, aynı kuralların her yerde geçerli oldu÷u
görüúünü savunmaktaydı. Bunun tam aksine postmodernizm ise her durumun
farklı oldu÷unu ve özel bir biçimde anlaúılması gerekti÷ini savunmaktadır. Her
biri kendi ne ait bir mantı÷a sahip oldu÷u için, bütün paradigmaların
(birbirlerine karúı hiyerarúik üstünlük anlamında) aynı oldu÷unu kabul eden
postmodern bir anlayıúta evrensel akla yer tanınmamaktadır. Bunlara ek olarak
yine modernizmin bir ürünü olan akıl ve rasyonelite, postmodernizmin
5
6
7
8
Pauline Marie ROSENAU, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çeviren: Tuncay
Birkan),
Bilim ve Sanat / Ark Yayınları, Ankara. 1998, s.265.
ùAYLAN, Ça÷daú Düúünce Akımları: Postmodernizm a.g.e, s.28.
Terry EAGLATON, Postmodernizmin Yanılsamaları, Ayrıntı Yayınları, (Çev. Mehmet
Küçük), østanbul, 1999, s.155–156.
Francois LYOTARD,/ Jurgen HABERMAS,/ Fredrick JAMESON, Postmodernizm, Kıyı
Yayınları, (Çev. Nemci Zeka), østanbul, 1990, s.10.
434
duyguya, iç bakıú ve sezgiye, özerkli÷e, yaratıcılı÷a, hayal gücüne duydu÷u
güvenle hiç de anlaúabilecek bir yapıda de÷ildir.9 Modernlikten postmodernli÷e
geçiú; büyük, merkezi, tek do÷rulu siyaset, üretim ve ideolojiden, küçük ölçekli,
merkezsizleúmiú, pek çok do÷ruları olan, belirginliklerin yitirilmiú oldu÷u bir
alana geçiú olarak kabul edilmektedir. Modernlik kesinli÷in ve zorunlulu÷un bir
alanı olarak tanımlanırken, postmodernlik sonsuzlaútırılmıú tüketici tercihi
anlamında özgürlü÷ün ve bulanıklı÷ın bir alanı olarak tanımlanmaktadır.10
Yüzyılımızın sonuna do÷ru hızlanan geliúmeler sonucunda modernlik
yerini postmodernli÷e bırakırken kesinlik ve onu elinde tutan merkez çözüldü.
Modern dönemde desteklenen kollektif-milliyetçi, dini, ideolojik kimliklerin
yanı sıra evrenselci bilim, do÷ru, estetik, hakikat iddiaları güç yitirdi. øktidar,
toplum içinde çok sayıda alana yayılarak a÷sal bir nitelik kazandı. Merkezi
büyük ölçekli fordist üretim yerini küçük ölçekli üretime bıraktı.
Merkezsizleúmiú üretim, iúçi sınıfının kollektif bütünlü÷ünü parçalarken birçok
yeni meslek grubu ve sosyal hareket yaratıyordu.11
1.2. Postmodern Kamu Yönetimi
Post-modern kamu yönetimine bilimsel baúlangıç olarak veya milat olarak
1887 yılında Wodroow Wilson tarafından yayımlanan makale gösterilmektedir. Bu
makaleye göre, “Post-modern kamu yönetimi anlayıúı, ne yönetim-siyaset ayrımını,
ne bilimsel yönetimi ne de bürokrasiyi savunur. Postmodernlere göre, bu tip
yöntemler tarihin derinliklerine gömülmeye mahkûmdur, zira günümüz koúullarıyla
uyumları söz konusu olamaz. Yurttaúın yönetime aktif katılımını savunan
postmodern görüú, yönetim-siyaset ayrımına iyi gözle bakmaz. Onlara göre, bu
ayrım kalkmalı ve yönetim, yurttaúların istemleri do÷rultusunda, onların katılımıyla
iúlemelidir 12
Bilimsel yönetim anlayıúına göre, yönetimin tek görevi yurttaúların
istemlerini karúılamak de÷ildir, ayrıca onlar için neyin iyi oldu÷una da karar
vermektir. øúte postmodernlerin karúı oldu÷u nokta da budur. Post-modernlerin asıl
istedikleri, modernizmin tüm günahlarının sorumlulu÷unu üzerine attıkları
bürokrasinin ortadan kaldırılması, baúka bir ifadeyle bürokrasisiz bir yönetimdir
(administration without bureaucracy). Bunun sa÷lanması için de en temel araçlar
özelleútirme ve sivil toplum örgütleridir.13
9
10
11
12
13
Do÷an BIÇKI, “Modernizm ve Postmodernizm,” 2004, http://www.isguc.org/arcview,
(12.04.2009), s.1.
Metin ÇABUKLU, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset, Kanat Yayınları, østanbul, 2004,
s.9.
ÇABUKLU, s.7.
Hasan Engin ùENER, “Bilim Kuramı Bakımından Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,”
(1999/2000 Ö÷retim Yılı -Yayımlanmamıú- Kamu Yönetimi Bölümü Bitirme Tezi), Ankara,
Haziran, 2000, s.12.
Hüseyin ùEYHANLIOöLU, Postmodern Kamu Yönetiminde E-Devlet, http://www.icisleri
gov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/Huseyin_Seyhan_81–106. doc (21,04,2009).
435
Post-modern kamu yönetiminde yurttaúa ve yurttaú giriúimlerine de önem
verilmiú ve bunun sonucunda postmodern kamu yönetiminde bürokrasinin karúısına
sivil toplum örgütleri çıkarılmaya çalıúılmıútır. Bu kuruluúların en önemli özellikleri
kâr amacı gütmemeleri ve siyasal partilerin dıúında yer almalarıdır. Yurttaú üzerinde
odaklanan postmodern kamu yönetimi politikası, yurttaúlara ulaúmak için en uygun
yollardan birisi olarak yerel yönetimleri görür.
Yurttaúlık bilincinin geliúmesini amaçlayan bu geliúmelerle yurttaúlar yerel
hizmetlerin sunumunda artık yalnızca paralarının nasıl harcandı÷ı ile
ilgilenmemekte; aynı zamanda hizmetlerin hangi kaynaklardan borçlanma ya da öz
kaynaklara finanse edildi÷i konusunda da duyarlı davranmaktadır.
Post-modernizm, modernli÷in temel belirleyicilerinin yani akılcılı÷ın,
bürokrasinin,
uzmanlaúmanın,
merkeziyetçili÷in,
hiyerarúinin,
kimlik
belirlemelerinin ve dolayısıyla modern devlet yapısının reddiyesidir. Post-modern
devlet anlayıúı ise “Devleti arka plana itip bireyi öne çıkararak belirsizli÷i,
parçalılı÷ı, kültürel ço÷ulculu÷u savunmaktadır.”Amaç, katılıkları kırmak ve sürekli
de÷iúen dünyaya ayak uydurmaktır. Bunun temel yolunun ise, yönetimin halka
açılması olarak sunumu söz konusudur. Bu nedenledir ki postmodern kamu
yönetimi, temsili demokrasinin krizi ve radikal demokrasi anlayıúlarının kamu
yönetimindeki yansımalarıdır.14
Postmodern dönem aynı zamanda refah devleti kavramının, yani
Keynes kaynaklı sosyal ekonomi politikalarının devletlerin belini büktü÷ü ve
yerini Milton Friedman’ın vahúi kapitalizmine bıraktı÷ı bir zaman dilimidir.
Yani sadece cebinde parası olanların e÷itim ve sa÷lık imkanlarına sahip
olabildi÷i sistem kendine postmodern dönemde yaúam alanı bulmuútur.15
Kamu yönetiminin kendisini kuúatan genel siyasal ve toplumsal yapı ile
olan bütünlü÷ü çerçevesinde, düúünce ve kültür alanında, bilim ve teknolojide,
ekonomide, siyasette, iú örgütlenmesinde ve çalıúma iliúkilerinde sanayi ötesi
döneme geçiú sürecinin temel dinamikleriyle beslenen kavramlar, kurumlar,
yapılar ve süreçler “postmodern kamu yönetimi”nin 16 oluúumunu
úekillendirmiútir. De÷iúim, genel olarak toplumsal yapıda, siyasal de÷er
yargılarında, siyasal yapı ve süreçlerde, devlet olgusunun niteli÷inde ve
vatandaúların siyasal istek ve beklentileriyle ilgili alanlarda yo÷unlaúmaktadır.
Yönetimin özündeki “iúbölümü,” “otorite” ve “hiyerarúi” olgularının
baúlıca iki farklı düzeyde, “genel siyasal iradeyi yansıtan ve toplumsal yaúayıúın
üst yapısal çerçevesini çizen” devlet düzeyinde ve “mikro ekonomik iradeyi
14
15
16
ùEYHANLIOöLU, http://www.icisleri.gov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/
Huseyin Seyhan81–106.doc (21.04.2009).
http://osman.borutecene.com/postmodern-kelimesi-bir-terim-olarak-neyi-tanimlarne-anlama-gelir-ne-demektir/ (27,04,2009).
Turgay ERGUN, “Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” Amme ødaresi Dergisi, Cilt 30, Sayı
4, Aralık l997, ss.3–15.
436
yansıtan” ve ekonominin temel birimlerinin iúleyiúini 17 düzenleyen iúletme
düzeyinde ele alınması söz konusu olabilmektedir. Gerek iúletme yönetimi,
gerek kamu yönetimi alanında küreselleúme ile birlikte demokratikleúmeye,
esnekli÷e, katılımcılı÷a, bireyin etkinli÷ine ve yeteneklerinin ön plana
çıkarılmasına yönelik de÷iúim hareketinin, etkisini en çok geleneksel bürokratik
örgütlenme alanında ve hiyerarúinin temel unsuru olan hiyerarúi üzerinde
hissettirdi÷i açıktır.18 Do÷al ve evrensel bir olgu olan hiyerarúinin, iúbölümü ve
otorite düzeninin bulundu÷u tüm örgütlerde yer almakla birlikte daha çok
bürokrasi ile birlikte düúünülmesi gerekir. Öte yandan bürokrasinin esas olarak
biçimselli÷e, katı ve yazılı kurallara, merkeziyetçi bir yönetim ve denetim
yapısına dayalı olması ve katılıma yer vermemesi; demokratik ilkelere ve
küresel geliúmenin yönetim alanına hakim kıldı÷ı esneklik yaklaúımlarına ters
düúmekte, dolayısıyla bürokratik yapılanmanın özünü oluúturan hiyerarúi ile
yükselen küresel yönetim de÷erleri arasında temel bir çeliúki ve uzlaúmazlı÷ın
varlı÷ı dikkati çekmektedir.19
Bu ba÷lamda, bilgi ça÷ının gereklerine uygun olarak hiyerarúinin
olabildi÷ince azaltıldı÷ı bir iúletmede ya da kamu örgütünde, Weberci
bürokratik yönetim modeline has merkeziyetçi iúbölümü, otorite ve denetim
yapısı çözülürken,20 “hiyerarúik sorumluluk” anlayıúının getirdi÷i örgüt
merkezli ve biçimsel kuralların gereklerinin karúılanmasıyla yetinen bir
yapıdan yönetimdeki demokratik süreç ve mekanizmaların önem kazanaca÷ı
birey merkezli ve sonuçlara
yönelik yapılanmaya do÷ru gidiú süreci
hızlanmaktadır.21
2. KAMU YÖNETøMøNDE KÜÇÜLME OLGUSU
Günümüzde en büyük dönüúümün devlet anlayıúı ya da ekonomide
olmayıp, özellikle kapitalist toplumların sanayi toplumundan bilgi toplumuna
geçmesiyle yaúandı÷ı ifade edilmekte ve bu dönüúümün de tek yönlü sebebe
ba÷lanmayarak sürekli ö÷renime yöneliú, bilginin ekonominin anamalı olması
ve endüstriyel organizasyonların bilgiye dayalı kuruluúlara dönüúmesi vb.
niteliklere
sahip oldu÷u savunulmaktadır Bilgi toplumuna geçiú bilgi
teknolojilerinin geliúmesi ve yaygın olarak kullanılmasıyla gerçekleúmiú, bu
teknolojilerin örgütlerde
kullanılması; örgütün yapısını, yapılan iúlerin
kapsamını, çalıúanların iúlevlerini ve sahip olması gereken niteliklerini etkilemiú
ve etkilemeye devam etmektedir. Bu etki örgütün içinde bulundu÷u ülke
17
18
19
20
21
Kurthan FøùEK, Yönetim, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara,1979. s.64.
Kernaghan KENNETH, “The Postbureaucratic Organization and Public Service,”
International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000, ss.91-93.
Namık Kemal ÖZTÜRK, “Hiyerarúi ve Demokrasi økilemi”, Türk ødare Dergisi, Yıl 69,
Mart l997, Sayı 414, ss.103–105.
Van Wart MONTGOMERY, Changing Public Sector Values, New York:Garland Publishing ,
Inc., 1998, s.289.
Barbara S. ROMZEK, “Dynamics of Public Sector Accountability in an Era of Reform,”
International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000, ss.92–93.
437
koúullarına, kültürel özelliklerine ve kullanılan faaliyet alanlarına göre
farklılaúmaktadır. 22
Ulusal ve küresel çapta faaliyet gösteren özel ve kamusal
organizasyonlar bilgi ça÷ı organizasyon modellerinin etkisi altında kalmakta bu
ba÷lamda da eskiye oranla daha fazla dıúa dönük olma zorunlulu÷uyla karúı
karúıya gelmektedir23 Bu zorunluluk da tüm örgütlerde meydana gelen yapısal
dönüúümü hızlandırmaktadır.
Kamu hizmetlerindeki artıú, çeúitlenme ve hizmetten yararlananların
artması; de÷iúen gereksinimler ve kamu hizmeti tercihleri; teknoloji ve di÷er
nedenlerle yönetsel yeniden yapılanma her dönemde gündemde olmuú, sosyal
ve ekonomik reform programlarında yer almıútır. Bu yeniden yapılanma, yeni
kamu iúletmecili÷i olarak tanımlanmakta, küreselleúme, bilgi teknolojisi,
ekonomik ve siyasal liberalleúme, dıú yatırımlar, dijitalleúen ekonomiler ve daha
birçok geliúme, sosyal güçlenmeyi getirerek yöneten-yönetilen arasındaki
de÷iúen iliúkinin yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.24
Bu yaklaúımla bürokrasinin verimsiz yapısı nedeniyle ortaya çıkan
sorunlar özel sektör politika ve uygulamalarıyla giderilmek istenmektedir. Özel
sektörde uygulanan toplam kalite yönetimi yaklaúımı, yalın organizasyon
yaklaúımı, küçülme yaklaúımı gibi yönetim yaklaúımları da bu kapsamda ele
alınarak kamu sektöründe uygulanmak istenmektedir. Kamu sektöründe
yaúanan sorunların özellikle bu sektörün hantal yapısından kaynaklandı÷ı
düúüncesi bu yaklaúımların di÷erlerine oranla daha fazla uygulanmak
istemesinin ve gündemde olmasının en önemli sebebidir.
Bu hantal yapıdan kurtulabilmek, güçlü ve özgür bir birey, özgür bir piyasa
ve sınırlandırılmıú bir devletin oluúturulabilmesi için refah devleti anlayıúı úu
açılardan eleútirilmektedir:25
• Devletin ekonomik yaúama do÷rudan (üretici olarak) ya da dolaylı
(piyasaları düzenleyici olarak) müdahalesi kamu tekellerine yol açarak bireysel
giriúim özgürlü÷ünü sınırlandırmakta, özel giriúimler için haksız rekabet
yaratmaktadır.
• Kamu niteli÷i gere÷i verimsiz ve pahalı çalıúmakta ve kaynak israfına
yol açmaktadır. Temel politika araçları olarak piyasanın koúulsuz egemenli÷i,
minimal, gece bekçisi, regüle edici, katalizör gibi adlarla tanımlanan aslî
fonksiyonlarına çekilmiú bir devlet, özelleútirme ve deregülasyon (merkezi
gücün yerel birimlere da÷ıtımı) öngörülmektedir.
22
23
24
25
Adem ÖöÜT, Bilgi Ça÷ında Yönetim, 1. Basım, Ankara, Nobel Yayınları, 2001, s.90.
ÖöÜT,s.91.
Hamit PALABIYIK, “Yönetimden Yönetiúime Geçiú ve Ötesi Üzerine Kavramsal
Açıklamalar”, Amme ødaresi Dergisi, 37/1 Mart, 2004, s. 71.
Seziye SEZEN, Türkiye’de Plânlama, TODAIE Yayınları, Yayın No: 293, Ankara, 1999,
s.55.
438
• Ayrıca refah devletinin sosyal harcamalarının haksız gelir transferine
yol açtı÷ını savunmaktadır. Çünkü zaten piyasa sisteminde var olan rekabet ve
uyum, toplumsal refahı kendili÷inden düzenleyecek öz güçlere sahiptir26
Tüm dünyada iú örgütlenmesinde ve kamu kesiminde Fordist ve
bürokratik ilkeleri reddeden ve bunları aúma iddiasında olan bilgi ça÷ı yönetim
anlayıúının yükselmesine ba÷lı olarak ortaya çıkan postmodern anlayıú kamu
yönetimi üzerindeki etkilerini birçok bakımdan göstermektedir27
2.1. Küçülme (Downsizing) Kavramı ve Geliúimi
Organizasyonel küçülme stratejisi 1990’ların baúından itibaren
iúletmelerin çok yo÷un olarak kullandı÷ı stratejiler arasında yerini almıútır.
Küçülme, “iúletmelerin kademe azaltma, faaliyet alanı daraltma ve bazı
faaliyetlerde taúeron kullanma úeklinde gerçekleúmekte ve iúletmelerin iúgücü
miktarında, boyutunda, çalıúma yöntem ve süreçlerinde bir de÷iúiklik ve
geliúmeyi içeren, rekabet avantajı ve müúteri tatmini sa÷lamak için izlenen bir
strateji” olarak karúımıza çıkmaktadır.28
øúletmeler, örgütsel küçülme stratejisini, maliyetleri azaltmak, kararları
hızlandırmak, çevreye daha çabuk cevap vermek, müúteri ihtiyaçlarına
odaklanmak, kiúisel sorumlulukları daha çabuk izlemek gibi hedeflere ulaúmak
için uygulamak istemektedirler. Kısaca bu stratejiyle küçülerek büyüme
hedeflenmektedir.
Örgütsel küçülme stratejisini sadece iúletmeler kullanmamakta kamu
sektöründe yaúanan sorunlar da bu kurumları küçülmeye yöneltmektedir.
Özellikle kamu sektörünün hantal bir yapıya sahip oldu÷u düúüncesi bu
stratejinin kamu kurumları için de uygun bir strateji olarak kabul edilmesine
sebep olmaktadır. Ancak kamu sektöründe küçülme stratejisi özel sektöre
oranla daha zor gerçekleúmekte, küçülme sonucu yaúanacak sorunlar daha fazla
hissedilmekte ve daha büyük tartıúmalara sebep olmaktadır.
Kamu sektöründe örgütsel küçülme ülkelerin yapısal reform
programları veya kalkınma planları çerçevesinde gerçekleútirilmek
istenmektedir. 1980’li yıllarda ABD baúlayan kamu kurumlarında örgütsel
küçülme farklı yıllarda Ekvator(Merkez bankası), Çin, Japonya(demir yolları)
gibi ülkelerin bazı kamu kurumlarında uygulanmıú ve zaman içerisinde
hedeflere ulaúılmıútır. Geliúmekte olan birçok ülkede kamu sektörünü
26
27
28
Birgül Ayman GÜLER, Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi-Yapısal Uyarlama Politikaları,
TODAøE Yayınları, Ankara. 1996, s.51.
Ulvi SARAN, “Küresel De÷iúim Dinamiklerinin Kamu Yönetimi Alanındaki Etkileri”, Türk
ødare Dergisi, Yıl: 73, Sayı: 433, Ankara, 2001 s.42.
Cemal ZEHøR, Akgün A. EKBER, Hatice TAù “Türk Kamu Bankalarında Örgütsel Küçülme
Uygulamalarının Çalıúanlar Üzerine Etkilerine Yönelik Bir Saha Araútırması”, 11. Yönetim
ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Afyon, 2003, s.646.
439
küçültmek veya kamunun úiúkin ama verimsiz yapısını daraltmak bir öncelik
haline gelmiútir29
Kamu sektörünü de÷iúime götüren nedenler aúa÷ıdaki gibi sıralanmakta;
yukarıda ifade edilen geliúmelerin bir sonucu olarak birçok geliúmekte olan
ülkede kamu yönetiminde yapısal de÷iúimin gerekçeleri Küresel rekabet ortamı,
Teknolojik geliúmeler, Yenilik eksikli÷i, Kamusal tekellerin kaldırılması,
Yönetimsel zayıflıklar, Bilgi ça÷ı iúçilerine ihtiyaç duyulması, Modernleúme
süreci ve Maliyetleri kısma olarak kabul edilmektedir30
2.2. Kamu Yönetiminde Küçülme (Downsizing) Stratejileri
Kamu sektörü iúletmeleri bütün dünyada ekonomik hayatın önemli bir
bölümünü oluúturmaktadır. Özellikle geliúmekte olan ülkelerde kamu
iúletmeleri
bir
istihdam
kayna÷ı
olarak
iktidarlar
tarafından
kullanılmaktadır.21.yüzyıla girerken kamu iúletmeleri artan uluslararası rekabet
ve globalleúme nedeniyle kendilerini yeniden yapılandırmak zorunda
kalmıúlardır. Son yıllarda geliúen iletiúim teknolojileri ve kaliteli iúgörenlerin
sayısındaki artıú nedeniyle kamu iúletmeleri maliyetlerini düúürmek için
yeniden yapılanma sürecine girmiúlerdir.31
Kamu sektöründeki örgütsel küçülme stratejisi (Downsizing)
sanayileúmiú ve geliúmiú ülkelerin ekonomik reform programlarında hızla
artarak kullanılan bir uygulamadır. Kamu sektöründe örgütsel küçülme
ekonomik politikaların nihai amacı de÷ildir fakat ekonomik reformlar toplu
halde iúten çıkarmayı gerektirebilir.32
Bu ba÷lamda, kamusal arz hizmet sunum yönteminin, özel arz
yöntemine dönüútürülmesi de özelleútirmenin özel bir türü olan kamu kesiminin
küçültülmesini ifade eder. Üretim araçları mülkiyetinden ba÷ımsız olarak,
hizmet sunum yöntemi de÷iútirilerek bedelsiz kamusal arzın, fiyat karúılı÷ı özel
arza dönüútürülmesi de kamu kesiminin küçültülmesini açıklar.33 Örnek verecek
olursak, daha önceden devlet tarafından ücretsiz sunulan e÷itim ve sa÷lık
hizmetleri, uygulanan politikalarla fiyat karúılı÷ı olarak özel kesim tarafından
sunulmaktadır. Böylece devletin sunmuú oldu÷u hizmet, hem özel kesime
gördürülür olmuú hem de vatandaúlara fiyat karúılı÷ı sunulmaya baúlanmıútır.
29
30
31
32
33
United Nations Development Programme “Public Sektör Downsizing Early Retirment
Schemes &Voluntery Severance Pay”,1999, http://www.surfas.org/Papers/downsize.pdf
(20.04.2009).
ZEHøR, EKBER, TAù, s.647.
Thomas D.LYNCH, Peter L.Cruise, “Can The Public Sector Leviathan Be Formed? Right
Sizing Possibilities For The Twenty-First Century” , Management, Vol 2, No 3,1999, ss.149161.
Martin RAMA,”Public Sector Downsizing:An Introduction”,The World Economic
Review, Vol 13, No 1,Jan.1999 s.1.
øzzettin ÖNDER,. “Özelleútirme”, 93–94 Petrol-øú, 1995, s.653.
440
Di÷er bir deyiúle, özelleútirme kavramı da e÷itim, sa÷lık ve di÷er sosyal
hizmetlerin, özel sektörce sunumuna ba÷lı olarak refah devletinin küçültülmesi
anlamına34 gelmektedir.
Bununla birlikte, kamu kesiminin yürüttü÷ü bazı faaliyetleri
durdurması, yaptı÷ı bazı harcamaları kısması da devletin küçültülmesi35
anlamına gelir. Çünkü devletin do÷rudan mal ve hizmet üretiminden çekilmesi
söz konusu olabilece÷i gibi, daha önceden harcama yaptı÷ı alanlara harcama
yapmayarak, kamu harcamalarının oranını azaltmakta ve buralarda oluúacak
hizmet boúluklarının özel sektör tarafından üstlenilmesine zemin
hazırlamaktadır. Aslında devletin yaptı÷ı úey, kendi görev tanımlamasını
de÷iútirmektir.
Bunların dıúında, devletin küçültülmesini iyi iúlemeyen, pahalı kamu
hizmeti sunan, hantal ve yozlaúmıú bir kamu yönetiminden iyi iúleyen, daha
etkili, daha verimli, daha hızlı ve daha ucuz kamu hizmeti sunan bir kamu
yönetimine geçiú36 olarak bakanlar da vardır. Bu tarz yaklaúımın temelinde
yatan ise, sosyal refah devletinin iúleyiúinden duyulan rahatsızlıktır. E÷er,
sosyal refah devleti küçültülürse devletin daha iyi iúleyece÷i, ayrıca etkili,
verimli, hızlı ve ucuz kamu hizmeti sunumu gerçekleúece÷i önkabullerine
dayanmaktadır. Ama geçen zaman, bu önkabullerin do÷ru olmadı÷ını
göstermiútir.
Devletin küçültülmesi politikalarının, hizmet etkinli÷inin artırılması
amacı, kamu yönetiminin belirlenen niteliklere uygun hale getirilmesini, görece
apolitik ve bilimsel bir uyarlamayı gerektirir gibi görünmektedir. Fakat, sözü
geçen politikaların ilk iki amacının çok daha köklü bir de÷iúimi, bir politik
tercih de÷iúimi getirdi÷i söylenebilir.37
Devletin küçültülmesinden yana olan politikaların yönetsel boyutları
belirlenirken, devletin rolünün yeniden tanımlanması, kamu kesiminin
daraltılması ve hizmet etkinli÷inin artırılması ile ilgili üç temel amaç ön plana
çıkmaktadır.38
Bu ba÷lamda belirtilen amaçlara ulaúabilmek için devletin parasal
açıdan, personel istihdamı açısından, örgütsel açıdan ve yetkilerinin
sınırlandırılması açısından küçültülmesi konuları ele alınacaktır.
34
35
36
37
38
John DODGSON, “Özelleútirme”, (Çev. Zeynep Bilgin), Liberalizm, Refah Devleti,
Eleútiriler, østanbul, Ba÷lam Yayıncılık, 1993, s. 262.
øzzettin ÖNDER, “Özelleútirmeye Genel Yaklaúım”, Dünyada ve Türkiye’de Özelleútirme,
Ankara: Türkiye Maden øúçileri Sendikası Yayını, 1994, s. 20.
Burhan AYKAÇ, “21.Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni E÷ilimler”, G.Ü. ø.ø.B.F Dergisi
Özel Sayı, 2002, s. 15.
Birkan Uysal SEZER, "Büyük Devlet-Küçük Devlet Tartıúması", Amme ødaresi Dergisi,
C.25, S.4, Aralık 1992, s. 5.
TODAøE, Kamu Yönetimi Araútırması, Genel Rapor, Ankara, TODAøE Yayını, 1991, s.4.
441
2.2.1. Parasal Olarak Devletin Küçülmesi
Parasal olarak devletin küçülmesi devletin gelirleri ve giderleri
açısından küçülmesi anlamı gelmekte olup konu bu iki açıdan incelenecektir
2.2.1.1. Gelirler Açısından Devletin Küçülmesi
Devletler kamu harcamaları için gerekli olan kayna÷ı vergi toplayarak
ve di÷er bazı yollarla karúılamaya çalıúırlar. Bunların içinde vergi gelirleri di÷er
gelirlerden daha önemlidir. Devletin küçültülmesi için, sadece kamu
harcamalarının azaltılması de÷il vergilerin de düúürülmesi önerilmektedir.
Verginin ne kadar ve hangi unsurlardan alınaca÷ı uzun dönemde
harcamalar tarafından belirlense de, iktisat politikası aracı olarak da
kullanılmaktadırlar. Vergi oranlarını düúürerek devleti küçültmeye çalıúmanın
bazı riskleri vardır. Çünkü harcamalar aynı oranda azaltılamadı÷ında, mevcut
harcamaları karúılayabilmek için borçlanma ve para basmanın riskleri
üstlenilmek zorunda kalınabilir. Bu riskleri ortadan kaldırmanın mümkün
olmaması durumunda, bütün gelir gider dengesinin bozulması söz konusu
olacaktır.
Vergi oranlarının düúürülmesindeki asıl amaç, sermaye sınıfı üzerindeki
vergi yükünün hafifletilmek istenmesidir. Sermaye sınıfı derken sadece yerli
sermaye sınıfını de÷il, küreselleúme ile birlikte önemi artan uluslararası
sermaye sınıfı anlatılmak istenmektedir. Devlet mal ve hizmet üretiminden
çekilecek, yatırım harcamalarını azaltacak politikalar uygulamaya baúladı÷ına
göre, bu alandaki boúlu÷u yerli ve yabancı ayrımı kalmayan uluslararası
sermaye ile kapatmayı düúünmektedir.
Ancak uluslararası sermaye, yatırım yapaca÷ı yerlerde vergi oranlarının
düúük olmasını istemektedir. Bu sebeple, bu yatırımları kendi ülkelerine
çekmek niyetinde olan yerel devletler, vergi oranlarını düúürmek zorunda
kalmıúlardır. Uluslararası sermaye, gitti÷i ülkelerde yüksek karlar elde etmeyi
hedeflerken, o ülkelerin altyapı ve di÷er sosyal harcamalarına katılmak
istememektedir.
Devletin, sermayenin hareketlili÷inden dolayı kazanç ve servete
müdahale olana÷ının zayıflaması ve rekabetin úiddetlenmesiyle, tahsil etti÷i
vergi miktarı azalmaktadır. Sermaye sınıfından alınamayan do÷rudan vergiler
yerine, dolaylı vergilerle sıradan vatandaúlardan daha fazla vergi toplanması
yoluna gidilmiútir.
Sonuç olarak, vergi yükünü düúürmek için adımlar atılmasına ra÷men,
vergi gelirlerinde de bir düúüú gerçekleútirilmemiútir. Di÷er bir ifadeyle, vergi
bakımından devlet küçültülememiútir. Ama do÷rudan vergi dolaylı vergi ayrımı
yapılacak olursa, do÷rudan alınan vergiler bakımından devlet küçülmüú, dolaylı
vergiler bakımından ise büyümüútür denilebilir.
442
2.2.1.2. Giderler Açısından Devletin Küçülmesi
Kamu harcamalarının devletin küçültülmesinde önemli bir yeri vardır.
Kamu harcamalarını verimsiz kabul eden ekonomik yaklaúımların etkisiyle,
tüm uluslararası kuruluúlar, yeni kalkınma kurumlarının da etkisiyle, kamu
harcamaları içinde “insan sermayesine” yönelik harcamalarla, di÷er harcamaları
ayırmanın do÷ru olaca÷ı fikrinde birleúmiúlerdir. Sadece sa÷lık ve e÷itimin
de÷il, konut, úehircilik ve kültürün de insan sermayesinin de÷erlenmesine
yönelik harcamalar olarak algılandı÷ı bu yeni yaklaúım, devletin küçültülmesini
de÷il, devletin varlık biçiminin de÷iútirilmesini önermektedir.39 Daha öncesinde,
belirtilen bu yapısal uyarlama politikalarında devleti küçültmek, altyapı
finansmanı ve yatırımlarında devletin geriye çekilmesi ve açılan alana piyasa
mekanizmalarının yerleúmesi anlamına gelmekteydi.40
Giderler bakımından devletin küçültülmesi, kamu harcamalarının
sınırlandırılması, kısılması anlamına gelir. Devletin küçültülmesi politikalarının
uygulandı÷ı bir ülkede, normal koúullarda toplam devlet harcamalarının Gayri
Safi Yurt øçi Hâsılaya oranının düúüú göstermesi gerekmektedir. Ayrıca, kamu
tüketim harcamaları oranında da aúa÷ıya do÷ru bir e÷ilim yaúanması gerekir.
Çünkü, devletin hizmetlerini yerine getirebilmek için istihdam etti÷i personeline
ödenen ücretler, ayni ve sosyal yardımlar ile bu hizmeti üretmek için di÷er
sektörlerden satın alınan mal ve hizmetlere iliúkin harcamalar, devlete ait
binaların amortisman de÷erleri bu hesaplamanın içindedir.
Devletin küçültülmesi için bütçe harcamalarının azaltılması
gerekmektedir. Çünkü bütçe kalemleri içinde bulunan cari, yatırım ve transfer
harcamalarının giderek arttı÷ı bu yüzden devletin büyüdü÷ü iddia edilmektedir.
Onun için bütçedeki bu kalemlerin sınırlandırılması gerekmektedir. Personel
ücretlerinin sabit tutulması, enflasyon oranında ücretlerin artırılmaması ve yeni
istihdam yaratılmaması cari harcamalar içinde yer alan personel harcamalarını
azaltacaktır.
Devletin altyapı ve üretime yönelik yeni yatırımlar yapmaması, yatırım
harcamalarını düúürecektir. Yatırım harcamalarının düúürülmesi, kamu
harcamalarının azaltılmasında önemli bir etkendir.
Transfer harcamaları devletin yeniden da÷ıtım iúleviyle ilgili oldu÷u
için önem taúımaktadır. Neoliberal politikalar daha çok sosyal güvenlik
transferlerinin azaltılarak kamu harcamalarının aúa÷ıya çekilmesini tavsiye
etmektedirler. Böylece sosyal refah devletinin yeniden da÷ıtım mekanizması,
emekçi sınıfların aleyhine bozulmak istenmektedir.
39
40
Ahmet øNSEL, Neo-Liberalizm, Hegemonyanın Yeni Dili, østanbul: Birikim Yayınları,
2004, ss. 209–210.
Birgül A GÜLER. Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara,
TODAøE, Yayın No: 266, 1996, s.155.
443
Yukarıda sözü edilen kalemlerin bütçe harcamaları içindeki oranları
düúürülerek, devlet harcamalar bakımından küçültülebilir. Ancak kamu
harcamalarını çok fazla aúa÷ıya çekmenin mümkün olmadı÷ı bilinmektedir.
Bütün çabalara ra÷men, hala devlet en büyük harcamacı olarak gözükmektedir.
Devlet, yapmıú oldu÷u harcamalarla aynı zamanda sermaye sınıfını
desteklemektedir. Ayrıca, borçlanma politikalarıyla sermaye sınıfına faiz
karúılı÷ında transferlerde bulunmaktadır. Sadece topluma do÷rudan mal ve
hizmet üretiminde bulunmak için kamu harcamaları yapmamaktadır.
Görüldü÷ü gibi harcamaların sınırlandırılmasından ziyade yönünün
de÷iúmesi söz konusu olmaktadır. Bu sebeple, devletin harcamalar bakımından
küçültülmesi hedeflenmiú olsa bile, bunu isteyenlerin taleplerini bile
karúılayabilmek için devletin yine harcamalarını artırması gerekecektir. Bunun
sebebini, kapitalist sistemin çeliúkilerinde aramak en do÷rusu olacaktır.
2.2.2. Personel østihdamı Açısından Devletin Küçülmesi
Kamu personeli, do÷rudan vatandaúlarla sıcak temas kuran, onların
gereksinimlerini karúılamakla görevlendirilmiú devlet denilen büyük
örgütlenmenin ete kemi÷e bürünmüú her türlü eylemi yapmakta kullandı÷ı eli
aya÷ıdır. Bu kimselerin sayısını azaltarak, devlet küçültülebilir. Nasıl ki devlet,
mal ve hizmet sunarken aksamalara neden olmamak için yeni personel
gereksinimi duyar ve ek bir istihdam sa÷larsa, sunmuú oldu÷u mal ve hizmet
üretiminden çekilmesi durumunda da personel sayısını azaltmak zorunda
kalabilir.
Devletlerin uygulamıú oldu÷u istihdam politikaları, bu sayının
artmasında ve azalmasında belirleyicidir. Örne÷in, sosyal refah devleti,
do÷rudan mal ve hizmet üretiminde bulunan bir devlet oldu÷u için ciddi sayıda
kamu personeline sahipti. Ama uygulanan devletin küçültülmesi ve özelleútirme
politikaları, kamu personel sayısını azaltarak tasarruf sa÷lamayı
amaçladı÷ından, bu sayı aúa÷ı çekilmek istenmektedir.
Kamu personelinin azaltılması ile devletin önemli miktarda tasarruf
edece÷i varsayılmaktadır. Sosyal refah devleti uygulamaları ile hem gelir olarak
hem de çalıúma koúulları bakımından daha iyi olanaklar elde eden kamu
emekçileri, sendikal örgütlenme haklarını da kullanarak daha iyi yaúam
koúullarına kavuúma yolunda önemli mesafeler katetmiúlerdi. Devlet, ilke
olarak, bu iú için ne kadar personel gerekiyorsa o kadar kiúiyle belirlenen
hizmeti sunmaktaydı.
Ancak devletin küçültülmesini savunanlar, devletin istihdam etti÷i
personel sayısının gere÷inden fazla oldu÷u ve bu yüzden devletin hem pahalı
hem de verimli hizmet sunamadı÷ını iddia etmiúlerdi. Özelleútirmeler
yapılması, emekli olanların ve ölenlerin yerine aynı sayıda yenilerinin
alınmaması, yeni kadroların sınırlı tutulması sonucu kamudaki personel sayısı
444
artıúı yavaúlatılmıútır. Sonuç olarak, personel sayısını azaltacak politikalar
uygulayarak devletin küçültülmesi mümkündür.
2.2.3. Örgüt Olarak Devletin Küçülmesi
Devletin do÷rudan mal ve hizmet üretiminden çekildi÷i alanlarda,
devlet örgütlenmesi de bir yandan tasfiye edilmektedir. Çünkü önceden devletin
bizzat kendi personeli ve araç-gereçlerini kullanarak yaptı÷ı bir kamu hizmeti,
günümüzde imtiyaz ya da ihale gibi yöntemler41 kullanılarak özel sektöre
yaptırıldı÷ı için, bir anda o hizmeti gören devlet kurumu atıl pozisyona
düúmektedir.
“Hantal Devlet” yakıútırmalarının temelinde, gereksiz oldu÷u düúünülen
kamu birimlerinin devletin hareket kabiliyetini azalttı÷ı yönündeki eleútirileri
vardır. Bu sebeple gereksiz birimlerin kapatılması istenmektedir. Böylece hem
harcamalardan tasarruf edilece÷i hem de kamunun yönetiminin daha rahat
gerçekleútirilece÷i hesap edilmektedir.
Artık devletin sundu÷u birçok hizmet özel sektör eliyle
gerçekleútirildi÷i için, bu faaliyet alanlarında yeni yeni özel sektör kuruluúları
do÷maya baúlamıútır. Devlet bizzat hizmet ve mal üretiminden geri çekilirken,
di÷er bir ifadeyle küçülürken, özel sektörün büyüdü÷ü görülmektedir. Devletin
yaptı÷ı iúi yapan birden fazla sayıda özel sektör kuruluúu, ihale gibi yöntemlerle
bu hizmetlerin sunumunu gerçekleútirmektedirler. Özel sektör firmaları kendi
personelleri ve araçlarını kullanarak, daha önceden kamunun yerine getirdi÷i
hizmetleri, sunmaktadırlar.
Devletin bir giriúimci olarak ekonomik hayata katılması sonucu ortaya
çıkan Hizmet Yerinden Yönetim Kuruluúlarının kurulmasıyla, nasıl genel devlet
örgütü büyümüúse, bunların kapatılmasıyla da devlet küçültülebilir. Özellikle
bunlardan, iktisadi kamu kurumları önemli yer tutmaktadır.
Devletin piyasa mallarının üretiminden çekilmesi, Kamu øktisadi
Teúebbüs’lerin özelleútirilmesi veya kapatılması anlamına gelmektedir. Böylece
özel sektöre, yeni karlılık alanları açılmıú olmaktadır. Önce birço÷u yerli
sermayeye satılırken, ilerleyen zaman içerisinde onların uluslararası sermayeye
hisselerini devrettikleri bilinmektedir. Bu süreç dünyada da çok farklı
iúlememiútir.42
Sonuç olarak, hizmet yerinden yönetim kuruluúlarının yani kamu
iktisadi teúebbüslerinin özelleútirilmeleri ya da kapatılmalarıyla birlikte, genel
olarak devlet küçültülmüútür denebilir.
41
42
Nihat FALAY, “Özelleútirme Yöntemleri ve Sorunları”, Özelleútirme Tartıúmaları, Ba÷lam
Yayıncılık, østanbul, 1994, ss. 21–30.
Cevat KARATAù ve Ziya ÖNøù, Dünyada Özelleútirme ve Türkiye, østanbul, TÜSES,
1994, s.12.
445
2.2.4. Merkezi Yetkileri Bakımından Devletin Küçülmesi
Kamu yönetiminde merkezi örgütün hiyerarúi ve vesayet iliúkisi
içerisinde oldukları birimlerin sayısının azalmasıyla, kullandıkları yetkiler de
azalmaktadır. Bunun sonucu merkezi devlet, bir takım yetkileri bakımından
küçülmüútür denilebilir.
Devletin piyasaları düzenlemek için yaptı÷ı bir takım müdahaleleri
vardır. Toplu sözleúme düzenini úekillendirir; en büyük iúveren oldu÷u için
ücret düzeyine müdahale eder, faize, döviz kuruna, destekleme politikaları ile
de tarıma müdahale eder; üretim ve pazarlama standartlarına, sübvansiyon ya da
cezalandırma politikaları ile fiyatlara müdahalelerde bulunur. Ayrıca ekonomik
yaúamı etkileyen kuralları meydana getirmeye yönelik rekabet yasası, borçlar
yasası, ticaret yasası, tüketiciyi koruma yasası gibi yasal kurumsal
düzenlemeleri de devlet yapar.
Düzenleme yetkisini elinde bulunduran devlet, bu yetkileri arttıkça,
aynı zamanda yetkileri bakımından da büyümektedir. Devletçilik ya da karma
ekonomik düzenin uygulandı÷ı ülkelerde bu durum gayet normalken, serbest
piyasa ekonomisi koúullarında normal de÷ildir. Serbest piyasa ekonomisini öne
çıkaran neoliberal politikalar, devletin müdahale ve düzenleme kapasitesinin
gevúetilmesini talep etmiúlerdir. Böylece, devletin müdahalesi olmadan serbest
piyasa ekonomisi, iúleyiúini sürdürecek ve devlet yetkileri açıúından
sınırlandırılmıú olacaktır. Sözü edilen durumu anlatan deregülasyon kavramıdır.
Bu kavram, devletin merkezi ya da yerel kurumu tarafından kullanılan bir
yetkinin, özel sektöre ya da sivil toplum kuruluúuna devredilmesini anlatırken,
aynı zamanda, devletin tekelci yetkilerinin devletin elinden alınıp özel sektöre
bırakılmasını da kapsamaktadır.43 Sonuç olarak deregülasyon devleti yetkisi
bakımından küçültmüútür.
Piyasa adına, piyasa için, toplumu piyasa gibi organize eden her karar,
yasa, yönetmelik, genelge, üst kurul talimatı regülasyon düzenlemesi olarak
nitelenmektedir. Regülasyon düzenlemeleri sayesinde, Türkiye’de üst
kurullaúma yaygınlaútırılmıú ve üst kurullardaki bürokrasinin kendi baúına
kullandı÷ı kamu iktidarı, en azından teoride halk adına kullandı÷ı iktidarı, özel
sektör ve sermaye tabanlı sivil toplum kuruluúları ile paylaúılmıútır.44
Görüldü÷ü gibi, regülasyon düzenlemeleriyle devlet küçültülmüútür. Di÷er bir
ifadeyle, kamu iktidarının kullanımına bir sınırlama getirilmiútir.
Yerelleúme ile merkezi yönetimden, özelleútirme ve özel sektörleúme
ile her düzeydeki devletten kurtulma ve kamu gücünü devlet dıúına taúımak
43
44
Birgül Ayman GÜLER, “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın Ulusal ve Uluslararası
Boyutları” , Kamu Yönetimi 1. Ulusal Kurultayı, 18-19 Aralık 2003, ønönü Üniversitesi
Malatya, ùubat 2004, s. 145.
Birgül A. GÜLER, “Devlet Reformu Sorunu”, Liberal Reformlar ve Devlet, KøGEM
Sempozyum Bildirileri 18-19 Nisan 2003, Ankara, 2004. ss. 362–363.
446
mümkündür. Yeni sa÷, tek tek ülkelerde ve genel olarak dünyada toplumsal ve
kamusal olan hiçbir alanın kalmamasını ve tüm yaúamın, kapitalist üretim
iliúkilerinin egemenli÷ine terk edilmesini istemektedir.45
Yerel yönetimlerin yatırım kapasitesinin artması sonucu, yerel yönetim
yatırım alanı dıú mali sermayeye açılmıútır. Yerel yönetimlerde finansman
boyutunda gerçekleúen durum devletin küçülmesi, devletin geriye
çekilmesinden baúka bir úey de÷ildir. Kamu sektörünün geri çekilmesi sonucu,
özel sektöre daha fazla hareket alanı tanıma olana÷ı yerel yönetimler düzeyinde
de yaúanmıútır. Kısacası, bir yandan kamu, özel sektör lehine geriye çekilmiú,
di÷er yandan belediyeler ve öteki kamu kurumları iúlerini özel sektöre
açmıúlardır.46
Devlet eliyle devletin küçültülmesinin beklenen sonuçları arasında,
kamu örgütlerinin sayı ve çeúitlerinin azaltılması, paralel olarak da buralarda
çalıúan personelin sayısında düúme olması, sonuçta da bütçe kaynaklarından bu
amaçla ayrılan payın azaltılması yer almaktadır.47
2.3. Kamu Yönetiminde Küçülmenin (Downsizing);
2.3.1. Faydaları
Kamu örgütlerinin küçültülmesi, bu çerçevede, tek otorite altında tek
merkezden yönetilen örgütün parçalarına ayrılması, her bir parçanın kendi
içinde hizmetin bir bölümünü yüklenmesi, kullanabilecekleri ba÷ımsız
bütçelerinin olması, iúlevsel etkinlik, verimlilik ve ekonomi sa÷lanması
açısından gerekli görülmektedir. Bürokratik örgütlenmelerde örgütün
parçalarına ayrılması, geleneksel yönetim-örgüt ilkelerinin belirtti÷inin aksine,
aynı iúleri yapan birden fazla birimin oluúturulması, bu birimlerin birbirleriyle
ve özel sektör kuruluúlarıyla rekabete açılması ba÷lamında önem
kazanmaktadır.48
Kamu örgütlerinin küçültülmesine yönelik olarak kamu-özel sektör
iúbirli÷i kurumsallaútırmaya çalıúılmakta, sözleúme mekanizmasının geliútirilip
genelleútirilmesi benimsenmektedir. Bu úekliyle kamu örgütü ya da biriminin
temel iúlevi sözleúmeye konu olan amacın tanımlanması, standartlaútırılması ve
de÷erlendirme ölçütlerinin geliútirilmesi ve denetlenmesi gibi iúlevler olmakta,
do÷rudan hizmet-mal üretimine girilmesi mümkün oldu÷unca istenmemektedir.
Bu durum, iúgörenler ve yöneticiler için yeni uzmanlık bilgi ve becerilerinin
45
46
47
48
Birgül A GÜLER. Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara,
TODAøE, Yayın No: 266, 1996, s. 78.
Birgül Ayman GÜLER, “Küreselleúme Döneminde Yerel Yönetimler”, Sivil Toplum øçin
Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Kitaplı÷ı Seminerleri, østanbul: Dünya Yerel Yönetimler
ve Demokrasi Akademisi (WALD) Yayını, 1999, ss. 147–148.
Halevy-Etzioni EVA, Bureaucracy and Democracy, London, 1985, ss. 138–140.
A.ùinasi AKSOY. “Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi”, Türkiye’de Kamu Yönetimi, Yargı
Yayınevi, Ankara, 2003. s. 557.
447
gereklili÷ini ortaya çıkarmaktadır. Sözleúme hazırlama, uygulama, pazarlık
süreçlerinin düzenlenmesi, yürütülmesi ile rekabet ortamında çalıúabilme gibi
beceriler ve yetenekler önem kazanmaya baúlamıútır.49
Devletin küçülmesi olarak ifade edilen, devletin belli baúlı ekonomik
faaliyetlerden geri çekilmesi ve topluma daha fazla tercih ve özgürlük tanımak
anlamında özelleútirme gerçekten devletin küçültülmesinde çok önemli bir
araçtır. Aynı zamanda birden fazla iúlev gören bir araçtır. Bir yandan
özelleútirmeyle Kamu øktisadi Teúebbüsleri satılırken devlet üretimden
çekilmekte, di÷er yandan özelleútirilen kuruluúlardan personel çıkarılmasıyla
personel sayısı azalmakta, ayrıca sayı olarak bu kuruluúların azalmasıyla örgüt
olarak devlet küçülmekte, bütçeden bunlara ayrılan transferler azaltılarak kamu
harcamalarından tasarruf edilmektedir.
Devletin personel açısından küçülmesi çalıúanlar arsında rekabetin
geliúmesini, çalıúanların yeteneklerinin etkin bir úekilde kullanımının
gerçekleúmesini ve kariyer geliúim imkânlarının ortaya çıkmasını sa÷laması
açısından önem arzetmektedir.
Devlet bütçesinin küçülmesi;50
• Kamu finansmanına katılım açısından sermayeye ek yükler
gelmesinin önlenmesi
• Küçültülen bütçenin ortaya çıkarabilece÷i kaynak fazlasının do÷rudan
veya dolaylı olarak sermayenin daha fazla yönlendirebilece÷i bir biçimde
kullanımı
• Devletin çekildi÷i sosyal hizmet alanının sermayeye sundu÷u yeni
de÷erlenme olanaklarının kullanılması yani sermayenin e÷itim, sa÷lık ve sosyal
sigortacılık gibi alanlara daha fazla girebilmesinin koúullarının yaratılması gibi
sonuçları olabilecektir.
2.3.2. Riskleri
Devleti küçültme politikalarıyla, devlet, sırtındaki yüklerden
kurtarılmaya çalıúılırken, toplumdaki eúitsizlikler daha da derinleúebilir.
Libertarian anlayıúa geri dönüú, devleti bir anda sadece güvenlik ve adaleti
sa÷layan bir kurum olmaya itmiú, sosyal devlet anlayıúı sıfırlanıp ve toplumda
eúitsizlikler daha da artabilir.51
ønsan kaynakları açısından örgütsel küçülme stratejisi uygulamaları
sırasında elde edilen bilgilere göre kamu sektöründeki yüksek kalitedeki emek
49
50
51
AKSOY, s. 558.
O÷uz OYAN, ”Bütçelerin De÷iúen Yapısı” http://e-kutuphane.egitimsen.org.tr/pdf/ 1640.pdf
(20.04.2009) s.1.
Nevzat SAYGILIOöLU ve Selçuk ARI, Etkin Devlet, Kurumsal Bir Tasarı ve Politika
Önerisi, 1.basım, østanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2003, s.43.
448
gücüne sahip olanlar, özel sektörde daha çok iú fırsatlarına sahip iken yüksek
kalitede emek gücüne sahip olmayanlar ise, yeni iúler bulmakta
zorlanmaktadırlar. Bu nedenle downsizing uygulamasında genellikle kamu
kesimi yüksek kalitedeki iúgücünü özel sektöre kaptırabilmektedir. Böyle bir
durum ise, kamu iúletmelerinde örgütsel küçülmeden beklenen sonuçların
alınmasını engelleyebilece÷i gibi daha da baúarısız olmasına neden olabilir.52
Yapılan araútırmalar sonucunda küçülmenin insan kaynakları açısından
di÷er olumsuz sonuçları; personelde yaratıcılı÷ın kaybedilmesi, de÷iúime
direncin artması, düúük moral seviyesinin oluúması, çalıúanların stres ve
kaygılarının artması, örgüte olan güven ve ba÷lılı÷ın azalması, örgüt içinde
çatıúmalar artması, örgütsel hafıza kaybına sebep olunması, performansın
azalması, çalıúmaya devam edenlerde suçluluk duygusu oluúması úeklinde
ortaya çıkmıútır.53
Finansal ve maliyet açısından ise; yeniden yapılanma sürecinde rekabet
gücünün zayıflamasına, plansız örgütsel küçülme örgütün sorunlar yaúamasına,
personel sayısında azalma nedeniyle verimlilik ve performans azalmasına ve
müúterilerle olan iliúkiler bozulmasına yol açtı÷ı belirlenmiútir.54
3. SONUÇ
Devletin küçültülmesi, aslında bütün devlet yapısının baútan aúa÷ıya
yeniden yapılandırılması anlamına gelmektedir. Devletin asli görevlerine
çekilmesi, yalnızca iç güvenlik, dıú güvenlik ve adalet hizmetlerinin sunumunu
üstlenmesi, daha öncesinde yaptı÷ı bir çok görevi terk etmesi, personel sayısını,
harcamalarını azaltması ve örgüt yapısını daraltması sonucunu do÷urur.
Dolayısıyla, devletin daha öncesinde yaptı÷ı birçok hizmetin sunumunu devlet
dıúı kuruluúların üstlenmesi söz konusu olmaktadır. Toplum tarafından
gereksinim duyulan bu hizmetler hala önemini korumaktadır. Bu yüzden
hizmetlerin bir úeklide birileri tarafından sunulması gerekmektedir. Bu sunum
ya devlet eliyle ya da devlet dıúı örgütler eliyle gerçekleútirilecektir. Devletin
hizmet sunumuna yaklaúımı ile özel sektörün bu sunuma yaklaúımı farklılık
arzetmektedir. Çünkü devlet hizmet sunarken öncelik kamu yararına verilmekte
iken, özel sektör hizmet sunarken kar amacı taúımaktadır. Baúta e÷itim, sa÷lık,
enerji, haberleúme, altyapı vs. olmak üzere, bu hizmetleri sunumundan elde
edilecek karın miktarı ulusal ve uluslararası sermayenin dikkatini çekecek kadar
büyüktür. Ama sosyal refah devletinin belirtilen bu sektörlerde ve daha birçok
sektörde tekel konumunda olması ve bu hizmetleri do÷rudan kendisinin
52
53
54
Doh-Sin JEAN, Jean-Jacques LAFFONT, “The Efficient mechanism For Dowsizing the
public Sector”, The World Economic Review, Vol 13, No 1 jan 1999,s.67.
Sevcan GÜLEÇ, “Küçülen Devlette Yaúanan Örgütsel Davranıú Sorunları (Karaman Köy
Hizmetlerinde Bir Uygulama)” 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Osmangazi
Üniversitesi, Eskiúehir,2004, s.702.
GÜLEÇ, s.702.
449
sunması, sermaye sınıfını zor durumda bırakmıútır. O yüzden sosyal refah
devletinin artık küçültülmesi gerekti÷i ileri sürülmüútür.
Her ne kadar sosyal refah devleti küçültülmeye çalıúılsa da yerine
getirilmek istenen devlet biçiminin de düzenleyici bir tarafının oldu÷u
söylenebilir. Devletin üretim ve ticaretin yanında, do÷rudan hizmet
sunumundan çekildi÷i ve daha ziyade temel politikalar ve stratejik konularla
ilgilendi÷i görülmektedir. Genel olarak devletin sorumlulu÷unda olan politika
tespiti ile anayasal bir yetkinin ya da kamu gücünün kullanılmasını gerektiren
düzenleme yapılması ve hizmet sunum iúleri bakanlıklara bırakılmalıdır.
Devletin mal ve hizmetlerin do÷rudan üreticisi olma rolünden geri
çekiliúinin çeliúkilerinden biri, kendisinden ayırdı÷ı iúlevler üzerinde denetimi
devam ettirmek için, düzenleme aygıtının geniúlemesi olmuútur. Geniú anlamda
düzenleme, piyasa aktörlerinin davranıúını idari veya yasal olarak denetlemek
üzere, devletin tüm müdahalede bulunma úekilleri olarak tanımlanabilir. Devlet
piyasa ekonomisinin iúlemesi için mülkiyetin, sözleúmenin, alıúveriúin ve
zararın genel çerçevesini kurar. Yasal parayı piyasaya arz eder, paranın ödünç
verebilece÷i faiz oranlarını denetler, iúyerlerinin açılıú saatlerini belirler,
iúçilerin çalıúma yaúına ve belirli grupların çalıúabilece÷i saatlere sınır koyar.
østihdamın belirli biçimlerini kayıt altına alır, kaydolmamıú kiúilerin çalıúmasına
yasak getirir. Tüketicilerin korunması için yasalar çıkarır, mali kurumların kredi
sunumunu kontrol altında tutar, besin maddelerinin kalitesini korur, çevre
kirlili÷ini denetim altında tutar.
Devlet eliyle devletin küçültülmesinin beklenen sonuçları arasında,
kamu örgütlerinin sayı ve çeúitlerinin azaltılması, paralel olarak da buralarda
çalıúan personelin sayısında düúme olması, sonuçta da bütçe kaynaklarından bu
amaçla ayrılan payın azaltılması yer almaktadır.
Bu durum mevcut bazı
örgütleri ortadan kaldırsa bile, yeni iúlevlerle yenilerinin oluúmasını kaçınılmaz
kılmaktadır. Makro düzeyde, personelin niteli÷inin de÷iúti÷i gözlenmektedir.
Bu politikaların uygulanması, bazı örgütleri devreden çıkarmaktadır ve burada
çalıúanların bir kısmının di÷er kamu örgütlerine aktarılarak muhafaza edilmesi,
bir kısmının ise özel yönetimce görevden uzaklaútırılması söz konusu
olmaktadır. Uygulamalar, geleneksel kamu örgütlerinin yanında uzmanların
a÷ırlıklı olarak istihdam edildi÷i yeni örgütlerin kurulmasını gerekli
kılmaktadır.
Devletin çözülmesi sürecinde deregülasyondan sonra en etkili araç
özelleútirme olmuútur. Do÷rudan satıú baúta olmak üzere, ihale, imtiyaz
sözleúmeleri, hisse devri gibi birçok yöntem, özelleútirme kapsamında
kullanılmıútır. Fakat geliúmiú dünyanın büyük bölümünde devlet, en büyük ve
en belirleyici ekonomik aktör olmayı sürdürmektedir. Devletin küçültülmesinin
bir sınırı oldu÷u unutulmamalıdır. Rakamlara bakıldı÷ında, böyle bir yaklaúımın
öncü ülkelerinde bile, kamudaki iúgücü azalmasının %10’u geçmedi÷i, yalnızca
kamudaki büyümenin durduruldu÷u; merkezi idarede aúırı azalmalar olmuú olsa
450
da, bunların yerel idarelerde görülen artıúlarla dengelendi÷i gözlenmektedir. Bu
nedenle, devletin ekonomik hayattaki vazgeçilmez yeri ve rolü sürmektedir.
Postmodern anlayıú kamu yönetiminde bürokrasinin karúısına sivil
toplum örgütlerini çıkarmaya çalıúmıú, devletin yetki ve görevlerinin sivil
toplum örgütlerine ve özel sektöre aktarılması gerekti÷ini vurgularken,
piyasanın ve sivil toplumun geliútirilmesini önemsemiúti. Ancak Dünya
Bankasının raporuna göre; geliúmekte olan ülkelerde devletin, mülkiyet hakları,
yol, sa÷lık ve e÷itim gibi temel kamu hizmetlerini bile gerçekleútiremedi÷i,
eksikliklerin büyük krizlere yol açtı÷ı,
anlaúılmaktadır. Bu ülkelerde bir
yandan kiúiler ve úirketler vergi ödemekten kaçınırken di÷er yandan bozulan
kamu hizmetlerine tepki göstermekteler, bu durum hizmetlerin daha da
bozulmasına yol açmaktadır. Verilen sözlerin uzun vadede yerine
getirilememesi, kimi yerlerde devletin çökmesine neden olurken, merkezi
planlamanın tasfiyesi ise yeni sorunları beslemiútir. Durum o kadar
kötüleúmiútir ki, ortaya çıkan ara dönemde, vatandaúların, hukuk ve düzen gibi
temel kamu hizmetlerinden bile mahrum kaldıkları ifade edilmektedir.
Özellikle geliúmekte olan ülkelerde yerel yönetimlerin altyapı
konusunda önemli eksiklikleri vardır. Ama birço÷u yeterli gelir kaynaklarına
sahip olmadıkları için, bu hizmetleri yerine getirme iúini uzun zamana
yaymaktadır. Uluslararası kredi kuruluúları burada devreye girerek, ellerindeki
sermayeyi yerel yönetimlere borç verebilecek bir ortamın yaratılması için çaba
göstermektedirler. Çünkü uluslar arası sermaye için yerel yönetimler cazip
yatırım alanlarına sahiptir. Dolayısıyla, özelleútirmeyle merkezin bir takım
yetkilerinin önce yerel yönetimlere ardından da özel sermayeye aktarılması söz
konusu olmaktadır. Bütün bu geliúmelerin yönetilebilmesi açısından yerel
yönetimler en uygun ölçe÷i oluúturmaktadır. Burada küreselleúme, özelleútirme
ve yerelleúme iliúkisi bütün çıplaklı÷ıyla ortaya serilmektedir.
øster kamu sektöründe isterse özel sektör de olsun küçülmenin en büyük
etkisi istihdam alanında yaúanacaktır. Çalıúanların erken emekli edilmesi veya
iúten çıkarma tazminatları verilmesi gibi yaklaúımlarla gerçekleútirilmek
istenmekte ancak küçülmenin beraberinde getirdi÷i bir çok soruna sebep
olmaktadır. Çalıúanlar alınan bu karardan do÷rudan etkilenecek ve gerek geride
kalan çalıúanlar gerekse iúten ayrılan çalıúanlar önemli örgütsel sorunların
yaúanmasına sebep olacaktır. Bu sorunların daha az yaúanması ve etkisinin en
az düzeyde hissedilmesi için planlı çalıúmalar yapılmalı, kararlarla ilgili gerekli
bilgilendirme ve úeffaflık sa÷lanmalıdır.
Devletin görevlerinin sınırlanması, onun birçok görevini terk etmesi
anlamına gelir. Görevleri azalan devlet, personel sayısı ve örgüt yapısı
açısından negatif yönlü bir de÷iúim geçirir. Bu de÷iúim personel ve örgüt
bakımından yalnızca niceliksel bir de÷iúimi de÷il, niteliksel bir de÷iúimi de
beraberinde getirir. Devletin küçültülmesi politikası devletin iúlevini
451
de÷iútirerek
görülebilir.
“postmodern devlet” yaratma politikasının bir parçası olarak
KAYNAKÇA
AKSOY, A.ùinasi,“Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi”, Türkiye’de Kamu
Yönetimi, Yargı Yayınevi, Ankara, 2003.
AYKAÇ, Burhan “21.Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni E÷ilimler”, G.Ü.
ø.ø.B.F Dergisi, Özel Sayı, 2002.
BIÇKI,
Do÷an
“Modernizm
ve
Postmodernizm,”
http://www.isguc.org/arcview, (12.04.2009).
2004,
ÇABUKLU, Metin, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset, Kanat Yayınları,
østanbul, 2004.
DODGSON John, “Özelleútirme”, (Çev. Zeynep Bilgin), Liberalizm, Refah
Devleti, Eleútiriler, Ba÷lam Yayıncılık, østanbul 1993.
EAGLATON, Terry Postmodernizmin Yanılsamaları, Ayrıntı Yayınları,
(Çev. Mehmet Küçük), østanbul, 1999.
ERGUN, Turgay, “Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” Amme ødaresi
Dergisi, Cilt 30, Sayı: 4, Aralık l997.
EVA Halevy-Etzioni, Bureaucracy and Democracy, London, 1985.
FALAY, Nihat “Özelleútirme Yöntemleri ve Sorunları”, Özelleútirme
Tartıúmaları, Ba÷lam Yayıncılık, østanbul, 1994.
FøùEK, Kurthan Yönetim, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara,1979.
GÜLEÇ, Sevcan Küçülen Devlette Yaúanan Örgütsel Davranıú Sorunları
(Karaman Köy Hizmetlerinde Bir Uygulama) 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi
ve Yönetim Kongresi, Osmangazi Üniversitesi, Eskiúehir,2004.
GÜLER, Birgül A Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama
Politikaları, Ankara, TODAøE, Yayın No: 266.
GÜLER, Birgül Ayman “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın Ulusal ve
Uluslar arası Boyutları” , Kamu Yönetimi 1. Ulusal Kurultayı, 18–19
Aralık 2003, ønönü Üniversitesi Malatya, ùubat 2004.
GÜLER, Birgül A. “Devlet Reformu Sorunu”, Liberal Reformlar ve Devlet,
KøGEM Sempozyum Bildirileri 18–19 Nisan 2003, Ankara, 2004.
GÜLER, Birgül A. Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama
Politikaları, Ankara, TODAøE, Yayın No: 266, 1996.
GÜLER, Birgül Ayman “Küreselleúme Döneminde Yerel Yönetimler”, Sivil
Toplum øçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Kitaplı÷ı
452
Seminerleri, østanbul: Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi
Akademisi (WALD) Yayını, 1999.
GÜLER, Birgül Ayman Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi-Yapısal Uyarlama
Politikaları, TODAøE Yayınları, Ankara. 1996.
øNSEL, Ahmet Neo-Liberalizm, Hegemonyanın Yeni Dili, østanbul: Birikim
Yayınları, 2004.
JEAN, Doh-Sin Jean- LAFFONT, Jacques “The Efficient mechanism For
Dowsizing the public Sector”, The World Economic Review, Vol 13,
No 1 jan 1999.
KARATAù Cevat ve Ziya ÖNøù, Dünyada Özelleútirme ve Türkiye, østanbul,
TÜSES, 1994.
KENNETH, Kernaghan “The Postbureaucratic Organization and Public
Service,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66,
No.1, March 2000.
LYOTARD, Francois / Jurgen HABERMAS,/ Fredrick JAMESON,
Postmodernizm, Kıyı Yayınları, (Çev. Nemci Zeka), østanbul, 1990.
LACLAU, Ernesto Postmodernist Burjuva Liberalizmi øçinde (Çev. Yavuz
Alagon), Sarmal Yayınevi, østanbul, 1995.
LYNCH, Thomas D. Peter L.Cruise, “Can The Public Sector Leviathan Be
Formed? Right Sizing Possibilities For The Twenty-First Century” ,
Management, Vol 2, No 3,1999.
MONTGOMERY,Van, Wart Changing Public
York:Garland Publishing , Inc., 1998.
Sector
Values,
New
OYAN, O÷uz”Bütçelerin De÷iúen Yapısı” http://e-kutuphane.egitimsen. org.tr/
pdf/ 1640.pdf (20.04.2009).
ÖöÜT, Âdem, Bilgi Ça÷ında Yönetim, 1. Basım, Ankara, Nobel Yayınları,
2001.
ÖNDER, øzzettin. “Özelleútirme”, 93–94 Petrol-øú, 1995.
ÖNDER, øzzettin “Özelleútirmeye Genel Yaklaúım”, Dünyada ve Türkiye’de
Özelleútirme, Ankara: Türkiye Maden øúçileri Sendikası Yayını, 1994.
ÖZTÜRK, Namık Kemal “Hiyerarúi ve Demokrasi økilemi”, Türk ødare
Dergisi, Yıl 69, Mart l997, Sayı:414.
PALABIYIK, Hamit “Yönetimden Yönetiúime Geçiú ve Ötesi Üzerine
Kavramsal Açıklamalar, Amme ødaresi Dergisi, 37/1 Mart, 2004.
RAMA, Martin”Public Sector Downsizing:An Introduction”,The World
Economic Review,Vol 13, No 1,Jan.1999.
453
ROMZEK, Barbara S. “Dynamics of Public Sector Accountability in an Era of
Reform,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66,
No.1, March 2000.
ROSENAU Pauline Marie, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çeviren:
Tuncay Birkan), Bilim ve Sanat /Ark Yayınları, Ankara. 1998.
SARAN, Ulvi “Küresel De÷iúim Dinamiklerinin Kamu Yönetimi Alanındaki
Etkileri”, Türk ødare Dergisi, Yıl: 73, Sayı: 433, Ankara.2001.
SAYGILIOöLU Nevzat ve ARI Selçuk, Etkin Devlet, Kurumsal Bir Tasarı
ve Politika Önerisi, 1.basım, østanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları,
2003.
SEZEN, Seziye Türkiye’de Plânlama, TODAIE Yayınları, Yayın No: 293,
Ankara, 1999.
SEZER, Birkan Uysal "Büyük Devlet-Küçük Devlet Tartıúması", Amme
ødaresi Dergisi, C.25, S.4, Aralık 1992 .
SEZGøN, Ömür, (Tarihsiz), Siyasi Düúünceler Tarihi Ders Notları, Bilgi
Fotokopi, Ankara .
ùAYLAN, Gencay, Postmodernizm, ømge Kitabevi, Ankara, 2002.
ùAYLAN, Gencay Ça÷daú Düúünce Akımları: Postmodernizm, (Ders
Notları), TODAøE Yayınları, Ankara, 1996.
ùENER, Hasan Engin “Bilim Kuramı Bakımından Postmodernizm ve Kamu
Yönetimi,” (1999/2000 Ö÷retim Yılı -Yayımlanmamıú- Kamu Yönetimi
Bölümü Bitirme Tezi), Ankara, Haziran. 2000.
ùEYHANLIOöLU, Hüseyin “Postmodern Kamu Yönetiminde E-Devlet”,
http://www.icislerigov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/
Huseyin_Seyhan81-106. doc (21,04,2009).
TODAøE, Kamu Yönetimi Araútırması, Genel Rapor, Ankara, TODAøE
Yayını, 1991.
United Nations Development Programme “Public Sektör Downsizing Early
Retirment
Schemes
&Voluntery
Severance
Pay”,1999,
http://www.surfas.org/ Papers/downsize.pdf (20.04.2009).
ZEHøR, Cemal Akgün A. EKBER, Hatice TAù “Türk Kamu Bankalarında
Örgütsel Küçülme Uygulamalarının Çalıúanlar Üzerine Etkilerine
Yönelik Bir Saha Araútırması”, 11. Yönetim ve Organizasyon
Kongresi Bildiriler Kitabı, Afyon, 2003.
http://osman.borutecene.com/postmodern-kelimesi-bir-terim-olarak-neyi-tanim
lar-ne-anlama-gelir-ne-demektir/ (27.04.2009).
454
MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARI ve MUHASEBE
UYGULAMALARI
Doç. Dr. Raif PARLAKKAYA*
ÖZET
Müúteri sadakat programları son yıllarda oldukça yaygınlaúmıútır. Birçok
iúletme müúterilerinin ba÷lılıklarını sa÷lamak ve satıú hacimlerini artırmak için
müúteri sadakat programları uygulamaktadır. Türkiye Muhasebe Standartları
Kurulu (TMSK) “Türkiye Finansal Raporlama Standartları (TFRS) Yorum - 13
Müúteri Sadakat Programları”nı yayınlamıútır. Bu yorum müúterilerine
sadakatlerini ödüllendirmek için puan veya seyahat mili gibi mal veya hizmet
sa÷layan iúletmeler tarafından yapılacak muhasebe uygulamasını
göstermektedir. Bu çalıúma, TFRS Yorum 13’e göre,
müúteri sadakat
programlarının muhasebe uygulamasını açıklamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Müúteri Sadakati, Müúteri Sadakat Programları, TMS 18
Hasılat, TFRS Yorum 13.
ABSTRACT
Accounting For The Customer Loyalty Programmes
Customer loyalty programmes have grown more widespread in recent years.
Many entities use customer loyalty programmes to retain their customers and
increase sales volumes. Turkish Accounting Standards Board issued Turkish
Financial Reporting Standards(TFRS) Interpretation - 13 Customer Loyalty
Programmes that addresses accounting by entities that grant loyalty awards
credits (such as points or travel miles) to customers who provide goods or
services. This study explains the recognition of customer loyalty programmes
according to IFRIC 13.
Keywords: Customer Loyalty, Customer Loyalty Programmes, TMS 18
Revenue, TFRS Interpretation 13.
GøRøù
Günümüzde gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde piyasaya katılan firma
sayısının giderek artmasıyla arz eksi÷i olan ekonomilerden arz fazlası olan
ekonomilere do÷ru bir kayıú gerçekleúmiútir. Bu durum pazarlama anlayıúını
de÷iútirmiú, firmaya dönük anlayıútan tüketiciye dönük anlayıúa yönelmeyi
sa÷lamıútır. Baúlangıçta üretim ve satıúa dönük olan pazarlama, giderek
topluma, pazara, tüketiciye dönük hale gelmiútir. Bu süreçte, iúletmelerin
pazarlama departmanları devreye girmekte ve modern dünyanın mevcut
úartlarında rekabet üstünlü÷ü elde edebilmek için çeúitli arayıúlar içerisinde
*
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö÷retim Üyesi
455
sürekli yeni stratejiler geliútirmeye çalıúmaktadır. øúletmeler öncelikle mevcut
müúterilerini elde tutarak, yeni müúteriler kazanmak ve bu müúterilerin
iúletmeye ba÷lılı÷ını yani sadakatini sa÷lamak durumundadır. Bu amaçla
iúletmeler müúteri sadakati programları oluúturmaktadırlar. Müúteri sadakat
programları, iúletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri, pazardan daha fazla pay
alabilmeleri ve buna ba÷lı olarak karlılıklarını artırabilmeleri için müúteri
sadakati oluúturmayı amaçlamaktadır.
Müúteri memnuniyetini sa÷lama sürecinde yapılan ve “müúteri sadakat
programları” olarak adlandırılan bu faaliyetlerin iúletmelere bir maliyeti vardır.
Söz konusu maliyetlerin iúletmenin muhasebe sistemi içerisinde ne úekilde yer
alması gerekti÷i konusunda tartıúmalar bulunmaktadır. Muhasebe ve finansal
raporlamada uluslararası uyumu hedefleyen Uluslararası Muhasebe/Finansal
Raporlama Standartları ortak bir uygulamanın varlı÷ını gerekli kılmaktadır.
Ancak mevcut uygulamalarda birçok farklı görüú ve fikir ayrılıklarının
bulunması farklı uygulamalara sebep olmakta, bunun sonucunda finansal
raporların güvenilirli÷i ve karúılaútırılabilirli÷i konusunda tereddütler
oluúmaktadır. IASB ve buna paralel olarak TMSK yayınladı÷ı yorumlarla bu
tereddütleri ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla IASB (TFRS)
Yorum 13 bu konuda ortak bir muhasebe ve raporlama sürecine hizmet etmek
için hazırlanmıú olup, müúteri sadakat programlarının muhasebeleútirilmesine
iliúkin bir rehber niteli÷indedir.
Bu çalıúmanın amacı, müúteri sadakat programlarının TFRS Yorum - 13
kapsamında muhasebeleútirme uygulamasını ortaya koymaktır. Bu amaçla
öncelikle müúteri sadakat programları ile ilgili genel bilgiler verilmiú, daha
sonra söz konusu programların muhasebe uygulaması örnekler yardımıyla
açıklanmaya çalıúılmıútır.
1.MÜùTERø
SADAKATø
PROGRAMLARI
VE
MÜùTERø
SADAKAT
Müúteri sadakati müúterinin bir iúletmeye ya da bir markaya ba÷lılı÷ıdır.
Müúteri sadakati için müúteri memnuniyeti sa÷lamaya yönelik çeúitli çalıúmalar
yapılmaktadır. øúletmeler öncelikle mevcut müúterilerini elde tutarak, yeni
müúteriler kazanmak ve bu müúterilerin iúletmeye ba÷lılı÷ını yani sadakatini
sa÷lamak durumundadırlar. Bu amaçla iúletmeler müúteri sadakati programları
oluúturmaktadırlar.
Müúteri sadakat programları iúletmelerin mallarını ya da hizmetlerini satın
almaları için müúterilerini teúvik etmek amacıyla kullanılır(TMSK,
2009a:1045). Müúteri sadakat programları ile, çevresindeki çok sayıdaki
seçenekleri de÷erlendirmeyip iúletmeyi ve iúletmenin ürün ya da markalarını
tercih eden müúterilerin bu ba÷lılıkları ödüllendirilmektedir(Yurdakul, 2007).
Müúteri sadakat programları, iúletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri,
pazardan daha fazla pay alabilmeleri ve buna ba÷lı olarak karlılıklarını
456
artırabilmeleri için müúteri sadakati oluúturmayı amaçlamaktadır. Müúteri
sadakati için uygulanan programlar, genellikle bedava veya indirimli olarak mal
veya hizmet sa÷lamak úeklinde olmaktadır.
Müúteri sadakat programları çeúitli úekillerde yürütülmektedir. øúletmeler,
müúteri sadakat programlarından daha fazla yarar elde etmek için puan
kazanılması veya kazanılan puanların kullanılmasında çeúitli kriterler
getirebilmektedirler. Örne÷in, müúterilerin hediye puanları kullanmadan önce
belli bir asgari miktarı ya da de÷eri biriktirmeleri gerekebilir. Hediye puanlar,
harcamalara ya da harcama gruplarına veya belli bir dönemde sürekli müúteri
olunmasına ba÷lı olabilir.
Müúteri sadakat programları kapsamında, bir çok úekli olmakla birlikte
genellikle 4 tip puan kullanma úekli kullanılmaktadır(PWC, 2007):
a)Hediye puanlar aynı ma÷azada indirimli mal veya hizmet alımı sa÷lamak
úeklinde olabilir.
b)Hediye puan sahipleri, indirimli mal veya hizmetler için aynı zincir içindeki
ma÷azalarda kullanabilir.
c)Bir iúletmeden yapılan alıúveriú bir baúka iúletmeden indirimli veya bedava
olarak mal ya da hizmet alımına iliúkin puan sa÷layabilir (örne÷in, bir
ma÷azadan alıú veriú yaparak uçuú mili kazanılması gibi) .
d)Mal veya hizmetlerin türü nedeniyle verilen hediyeler üçüncü taraf
organizasyonlarca sa÷lanabilir.
2.MÜùTERø
SADAKATø
MUHASEBELEùTøRøLMESø
PROGRAMLARININ
Müúteri sadakat programlarının muhasebeleútirilmesinde farklı uygulamalar
bulunmaktadır. Birçok iúletme, puanlar kullanıldı÷ı zaman verilen hediyenin
maliyetini pazarlama gideri olarak muhasebeleútirmektedir. Önceleri, müúteri
sadakati programlarının muhasebeleútirilmesinde TMS-18 Hasılat standardı
uygulanırken, meydana gelen problemler bu konuda özel bir yorumun
yayınlanmasını gerekli kılmıú, bunun sonucunda TFRS Yorum 13
yayınlanmıútır. Tablo 1 müúteri sadakat programlarının mevcut uygulama ve
TFRS Yorum 13’e göre muhasebeleútirilmesini karúılaútırmalı olarak
göstermektedir(PWC, 2007).
457
Tablo 1: Müúteri Sadakat Programlarının Mevcut Uygulama ve
TFRS Yorum 13’e Göre Muhasebeleútirilmesi
Gelir Tablosu
Sınıflandırması
Bilanço
Sınıflandırması
Ölçüm
Hediyelerin
Kaydı
Mevcut Uygulama
Satıú gelirinden düúülür ya da
pazarlama gideri yazılır.
Tahakkuk/Karúılık
øúletme için yükümlülü÷ün yerine
getirilmesindeki ilgili maliyet
de÷eri
Hibe
edildi÷inde
ya
da
karúılandı÷ında
TFRS Yorum 13
Satıú gelirinden düúülür
Ertelenmiú Gelir
Gerçe÷e Uygun De÷er
Hibe edildi÷inde
3. MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARININ TMS-18 HASILAT
STANDARDINA GÖRE MUHASEBELEùTøRøLMESø
TMS-18 Hasılat standardı, mal satıúları, hizmet sunumları ve iúletme
varlıklarının baúkaları tarafından kullanılmasından sa÷lanan faiz, isim hakkı ve
temettüler
gibi
iúlem
ve
olaylardan
kaynaklanan
hasılatın
muhasebeleútirilmesini düzenler. Standardın 7. paragrafında hasılat, “ortakların
özsermayeye katkıları dıúında, özkaynakta artıúla sonuçlanan ve iúletmenin
dönem içindeki ola÷an faaliyetlerinden elde edilen brüt ekonomik fayda
tutarıdır” úeklinde tanımlanmaktadır(TMSK, 2009b:4189). Standardın 9.
paragrafında ise hasılatın ölçümü ile ilgili kural yer almakta olup, “hasılatın
alınan veya alınacak olan bedelin gerçe÷e uy÷un de÷eri ile ölçülece÷i” fade
edilmektedir(TMSK, 2009b:419). Gerçe÷e uygun de÷er ise, karúılıklı pazarlık
ortamında bilgili ve istekli gruplar arasında bir varlı÷ın el de÷iútirmesi ya da bir
borcun ödenmesi durumunda ortaya çıkması gereken tutardır.
TMS 18, hasılatın ne zaman muhasebeleútirilece÷i ile ilgili olarak, “hasılat,
gelecekteki ekonomik faydaların iúletmeye girmelerinin olası oldukları ve söz
konusu faydalar güvenilir olarak ölçülebildikleri durumlarda muhasebeleútirilir”
demek suretiyle, söz konusu kriterlerin karúılandı÷ı ve bunun sonucunda
hasılatın muhasebeleútirildi÷i durumları açıklamaktadır(TMSK, 2009b:417).
Müúteri sadakat programları gelir sa÷lamaya yönelik oldu÷undan TMS-18
kapsamına girmektedir. TMS-18’de müúteri sadakat programlarının
muhasebeleútirilmesinde iki yol bulunmaktadır. Bunlar, TMS -18’in 13 ve 19.
paragraflarında yer alan uygulamalardır. 13. paragrafta yer alan uygulama
“muhasebeleútirme ilkeleri genellikle her bir iúleme ayrı uygulanır fakat, bazı
durumlarda muhasebeleútirme ilkelerini özünü yansıtabilmek amacıyla, tek bir
iúlemin ayrıútırılabilir kısımlarına ayrı ayrı uygulamak gerekebilir. Örne÷in, bir
ürünün satıú fiyatı ayrıútırılabilir nitelikteki satıú sonrası servis tutarını da
içeriyorsa, bu tutarın hasılat olarak muhasebeleútirilmesi ertelenerek, servis
hizmetinin verildi÷i dönem boyunca hasılat olarak finansal tablolara yansıtılır”
458
úeklindedir. Buna göre, satıú fiyatının satıú sonrası servisi kapsaması ve müúteri
sadakat programı uygulanması halinde, bu durum gerçekleúmiú olacaktır.
Örne÷in, 100 TL’lik mal alımı halinde müúterinin 1 TL’lik puan kazandı÷ı bir
iúletmede, 1 TL satıú iúleminden ayrı olarak, puan kullanıldı÷ı zaman gelir
olarak muhasebeleútirilmelidir. Bu durumda satıú tarihinde muhasebeleútirilecek
olan hasılat 99 TL’dir.
Paragraf 19 aynı iúlemden kaynaklanan hasılat ve maliyetlerin aynı zamanda
muhasebeleútirmesini ister. Paragraf 19’da “aynı iúlem veya olayla ilgili hasılat
ve giderler, hasılat ve giderin eúleútirilmesi kapsamında, eú zamanlı olarak
muhasebeleútirilir. Malların tesliminden sonra ortaya çıkacak garanti masrafları
ve di÷er maliyetler dahil olmak üzere giderlerin, hasılatın kayda alınması için
gerekli di÷er koúullar sa÷landı÷ında, normal koúullarda güvenilir biçimde
ölçülebildi÷i kabul edilir. Ancak, giderler güvenilir biçimde ölçülemiyorsa
hasılat finansal tablolara yansıtılmaz; böyle durumlarda mal satıúıyla ilgili daha
önce alınmıú bedel yükümlülük olarak muhasebeleútirilir” denmektedir. Puanlar
kullanıldı÷ı zaman ve bedava mallar müúterilere verildi÷i zaman bu gider
ço÷unlukla bir pazarlama maliyeti olarak muhasebeleútirilir. Bu yaklaúımda
müúteri sadakat programları satıúı artırmak için yapılır, bu yüzden bu giderler
bir pazarlama gideri olarak kabul edilir. Yukarıda verilen örne÷e paragraf 19’un
uygulanması halinde 100 TL’lik satıú tutarının tamamı hasılat olarak
muhasebeleútirilir.
Müúteri sadakat programlarının muhasebe uygulamasında iúletmeler arasında
farklılıklar ortaya çıkması, bu konuya özel bir yorum olan TFRS Yorum 13’ün
yayınlanmasını zorunlu kılmıútır.
4. MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARININ TFRS YORUM 13
MÜùTERø
SADAKAT
PROGRAMLARINA
GÖRE
MUHASEBELEùTøRøLMESø
Bu yorum, müúterilerine hediye puan veren bir iúletme tarafından uygulanması
gereken muhasebeleútirme yöntemini açıklamaktadır. TFRS Yorum 13 müúteri
sadakat hediye puanlarına sadece aúa÷ıdaki durumlarda uygulanır (TMSK,
2009a:1045):
a)Bir iúletmenin müúterilerine hediye puanları satıú iúleminin bir parçası olarak
vermesi örne÷in mal satıúı, hizmet sa÷lanması ya da iúletme varlıklarının
müúteri tarafından kullanılması,
b)Müúteri hediye puanlarının gerekli di÷er úartları yerine getirmesi koúuluyla,
müúterilerin bu hediye puanları gelecekte bedelsiz ya da iskontolu ürün veya
hizmet elde etmede kullanabilmesi.
459
4.1.Muhasebeleútirme Yöntemi
TFRS Yorum 13’e göre; Bir iúletmenin gelecekte bedelsiz ya da iskontolu mal
ve hizmet sa÷lama yükümlülü÷ü iki úekilde muhasebeleútirilebilir:
a)Satıú iúlemlerinden alınan ya da alınacak olan bedelin bir kısmının hediye
puanlara da÷ıtılarak hâsılatın muhasebeleútirilmesinin ertelenmesi (TMS 18’in
13. paragrafının uygulanması) veya
b)Hediyelerin temin edilmesi için katlanılacak olan maliyetlere karúılık
ayrılması (TMS 18’in 19.paragrafının uygulanması)
TFRS Yorum 13 müúteri sadakat programlarının birinci seçenek, yani TMS
18’in 13. paragrafına göre muhasebeleútirilmesi yolunu seçmiútir. Buna göre,
hediye puanlar, kazanıldı÷ı ilk satıú iúleminin ya da iúlemlerinin ayrı olarak
tanımlanabilen bir bileúeni olarak muhasebeleútirilir. ølk satıú iúlemi ile ilgili
olarak alınan ya da alınacak bedelin gerçe÷e uygun de÷eri, hediye puanlar ile
satıúın di÷er bileúenleri arasında da÷ıtılır. Örne÷in, satıú sonrası garanti hizmeti
verilen bir ürünün satıúında hediye puan kazanılması da söz konusu ise bu
durumda satıú geliri; mal satıú bedeli, garanti karúılı÷ı ve hediye puan arasında
da÷ıtılır. Hediye puanlara da÷ıtılan bedel, gerçe÷e uygun de÷erleri esas alınarak
ölçülür. Hediye puanların gerçe÷e uygun de÷eri, bu puanların ayrı olarak
satılabildi÷i tutardır.
4.2.Hediyelerin Temini
TFRS Yorum 13 hediyelerin iúletmenin kendisi ya da üçüncü kiúiler tarafından
temin edilmesine iliúkin izlenecek yolu iki ayrı paragrafta ele almıútır(TMSK;
2009b: 1046-1047).
a)Hediyelerin øúletmenin Kendisi Tarafından Temini: Verdikleri hediyeleri
kendileri temin eden iúletmeler, hediye puanlar kullanıldı÷ında ve hediye temin
etme yükümlülükleri yerine getirildi÷inde hediye puanlara da÷ıtılan bedeli
hâsılat olarak muhasebeleútirirler. Hâsılat tutarı, kullanılan hediye puanların,
toplam olarak kullanılması beklenen hediye puanlarına oranı dikkate alınarak
muhasebeleútirilir.
b)Hediyelerin Üçüncü Taraflarca Temini: Hediyelerin üçüncü taraflarca
temin edilmesi halinde, hediye puanlara da÷ıtılan bedeli, örne÷in iúlemde asıl
taraf olarak, kendi hesabına mı yoksa üçüncü tarafın acentası olarak üçüncü
taraf adına mı tahsil etti÷i de÷erlendirilir. Bedelin üçüncü taraf adına tahsil
edilmesi ya da iúletmenin kendi adına tahsil etmesi halinde muhasebeleútirme
farklı olacaktır.
(i)Bedelin üçüncü taraf adına tahsil edilmesi halinde, iúletme hasılatın kendi
hesabında tutulacak kısmına iliúkin tutarı hasılat olarak kaydeder. Bu tutar,
hediye puanlara da÷ıtılan bedel ile hediyeyi temin eden üçüncü taraflara
ödenecek tutar arasındaki fark kadardır. øúletme, üçüncü tarafların hediyeleri
460
temin etmek zorunda oldu÷u ve bunu yapmakla tahsilatı yapmaya hak
kazandıkları zaman, bu net tutarı hâsılat olarak muhasebeleútirir. Bu olaylar,
hediye puanlar verilir verilmez meydana gelebilir. Alternatif olarak, müúterinin
hediyeleri iúletmenin kendisinden ya da üçüncü bir taraftan talep etmeyi
seçebilmesi durumunda bu olaylar sadece, müúterinin hediyeyi üçüncü taraftan
talep etmesi halinde meydana gelebilir.
(ii)Bedelin iúletmenin kendi adına tahsil edilmesi halinde, iúletme hâsılatını
hediye puanlara da÷ıtılan brüt bedel olarak ölçer ve hediyeleri temin etme
yükümlülü÷ünü yerine getirdi÷inde bu tutarı hâsılat olarak muhasebeleútirebilir.
Hediye puanların kazanılması ile puanların kullanılması arasında geçen
zamanda hediye olarak verilecek de÷erlerde bir artıú olması halinde hediye
puanlar için ertelenen hasılat maliyeti karúılamayabilir. Hediyelerin temin
edilmesi için katlanılacak olan kaçınılmaz maliyetlerin, ilk satıú zamanında
hâsılat olarak muhasebeleútirilmeyen ve hediye puanlara da÷ıtılan bedel ile
müúterinin hediye puanları kullandı÷ı zamanda elde edilecek olan ek bedelin
toplamını aúması bekleniyorsa, iúletme ekonomik olarak dezavantajlı
sözleúmeye taraf oldu÷undan, bu fark TMS 37 Standardı uyarınca, borç olarak
muhasebeleútirilir. Böyle bir borcu muhasebeleútirme gere÷i, iúletmenin
kullanılacak olan hediye puan sayısına iliúkin beklentilerini yeniden gözden
geçirmesi durumunda oldu÷u gibi, hediye puanları temin etmek için
katlanılacak maliyetlerin artması durumunda ortaya çıkabilir. Ücretsiz indirim
kuponları TFRS Yorum 13’ün kapsamında de÷ildir.
5. MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARINA øLøùKøN ÖRNEK
UYGULAMALAR
Bu kısımda, hediyelerin iúletme tarafından sa÷lanması, hediyelerin gerçe÷e
uygun de÷erinin belirlenmesi, hediyelerin iúletme tarafından sa÷lanması ve
hediyelerin üçüncü taraflarca sa÷lanmasına iliúkin örnekler yer almaktadır.
5.1.Hediyelerin øúletme Tarafından Sa÷lanması
Örnek 1: (Johansson and Ringius, 2007) Bir bakkaliye perakendecisi bir müúteri
sadakat programı oluúturuyor. Sadakat programında üyeler bakkaliyede belirli
bir miktar harcama yaptıkları zaman sadakat puanı veriyorlar. Program üyeleri
puanlarını di÷er bakkallarda da kullanabiliyor. Puanların geçerlilik süresi sınırlı
de÷ildir. Bir dönemde, iúletme 100 puan veriyor. Yönetim bu 100 puanın 80
puanının kullanılmasını bekliyor. Yönetim her hediye puanın gerçe÷e uygun
de÷erini 1 TL olarak tahmin ediyor ve 100 TL’lik geliri erteliyor.
482 / 382 ERTELENMøù GELøRLER HS.
100
461
1.Yıl: Birinci yılın sonunda, 40 puan bakkaliye malzemesi úeklinde kullanılıyor.
Kullanılan puan kullanılması beklenen puanların yarısı oldu÷undan iúletme,
((40 / 80 ) x 100 TL ) 50 TL gelir kayder.
________________________

Benzer belgeler