Panel Yayını: "Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü"

Transkript

Panel Yayını: "Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü"
HALKA ARZDA KURUMSAL
OTORİTELERİN ROLÜ
17 ARALIK 2010
Editör: Prof. Dr. Güler ARAS
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
HALKA ARZDA
KURUMSAL OTORİTELERİN ROLÜ
17 ARALIK 2010
Editör: Prof. Dr. Güler ARAS
Bu kitap TSPAKB’nin katkılarıyla yayınlanmıştır.
Yayın Adı
Editör
Hazırlayan
Metin Çözümlemeleri
Tasarım
Basıldığı Matbaa
Basım Yeri
Basım Tarihi
TSPAKB Yayın No
Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü
Prof. Dr. Güler Aras
Alparslan Budak
Arş. Gör. Özlem Kutlu, Gökhan Çalışır, Duygu Ersoy,
Ebru Yılmaz, Nur Hüzmeli, Fatih Ön, Fatih Akten,
Hüseyin Güler, Zeliha Kırımlı, Fatma Bulut, Aytül Işık,
Zöhre Türksel, Güvenç Atsüren, Ahmet Kar, Sultan
Dinçbakır
Cennet Türker
Paragraf Basım Sanayi A.Ş.
İstanbul
MAYIS 2011
55
SUNUŞ
Ü
lkemizde Sermaye Piyasasının arz tarafının geliştirilmesi amacıyla ilgili
tarafların anlaşması ile (SPK, İMKB, TSPAKB, TOBB) 2008 yılında imzalanan işbirliği protokolü çerçevesinde başlatılan Halka Arz Seferberliği ile firmaların sermaye piyasası yoluyla kaynak sağlamalarını yaygınlaştırmak ve
bu yolla aynı zamanda sermaye piyasasının da gelişimini sağlamak hedeflenmektedir. Hem piyasanın gelişmesine, hem de firmaların kaynak sağlayarak büyümelerine olanak sağlayacak bu çoklu faydaya ulaşabilmek için
bu süreçte çok sayıda toplantı, konferans, seminer düzenlenmiştir. YTÜ
İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi olarak biz de bir yıl boyunca düzenlediğimiz çeşitli etkinliklerle bu sürece katkı sağlayacak nitelikli bir tartışma
platformu oluşturmaya gayret ettik.
Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 2010 yılı içerisinde Halka Arz Seferberliği kapsamında üç ayrı toplantı düzenlemiştir.
Toplantılardan ilkinde “Şirketlerin Halka Arz Sürecinde Yeniden Yapılanma
Dinamikleri” ele alınmıştır. Bu ilk halka arz toplantısında öncelikle firmalar
kesimi ve onların halka arz konusundaki sorunları tartışılmıştır. Reel kesim
firma temsilcilerinin katıldığı bu toplantıda aynı zamanda halka arz ile ilgili
firmaların yaklaşımları ve ilgili kurumlar ve kuruluşlardan beklentileri ele
alınmıştır.
Halka arz toplantılarının devamı niteliğinde olan “Şirketlerin Halka Arzında
Aracılık Sürecinin Etkinliği” konulu ikinci panelde ise, aracı kurum yöneticileri biraraya gelerek halka arzda aracılık sisteminin etkinliğini tartışmışlar,
daha etkin bir aracılık sisteminin sağlanabilmesi için nelerin gerekli olduğunu ele almışlardır.
Bu yayının konusunu oluşturan 2010 yılındaki son halka arz toplantısında
konunun bütün kurumsal taraflarının yer aldığı bir konferans düzenlenmiştir. “Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü” konulu bu toplantı, aynı
zamanda daha önce gerçekleştirilen halka arz toplantılarının sonuçlarının
tartışılmasına olanak sağlayacak bir ortam sağlaması ve kurumların doğrudan yöneticilerinin katılması nedeniyle ayrıca önem taşımaktadır. Sermaye
Piyasası Kurulu Başkanı, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı, Takasbank Genel
Müdürü, Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürünün katılımıyla icra merciin-
1
de bulunan otoriteler biraraya gelerek, bütün sürecin değerlendirilmesine
ve sorunların ve görüşlerin doğrudan ele alınmasına olanak sağlanmıştır.
Bu toplantıların düzenlenmesinde önemli bir misyon üstlenen Yıldız Teknik
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi son derece genç bir fakülte.
İktisat, İşletme, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler olmak üzere üç ayrı
bölümde 2000’in üzerinde lisans öğrencisine eğitim ve öğretim vermekte
ve teknik bir üniversite içerisinde bulunması nedeniyle öğrencilerine disiplinlerarası çalışmalar yapmaya olanak sağlamaktadır. Fakültemiz verdiği
eğitimle lisansüstünde de en fazla tercih edilenler arasında yer alarak, eğitim ortamında son derece farklı ve seçkin bir yer edinmiştir. Bugün gerek
lisans gerekse lisansüstü bölümlerden mezun olan öğrencilerimiz kamu ve
özel sektörde aranan ve seçkin profesyoneller olarak başarılı bir profile sahiptir. Fakültemiz nitelikli eğitim öğretim faaliyetlerinin yanısıra düzenlediği
akademik toplantılarda gündemi etkileyen konuları ele almakta ve özgün
ve sonuç odaklı yaklaşımı ile önemli bir misyonu yerine getirmektedir. Aynı
zamanda sosyal sorumluluk projeleri ile Türkiye’deki kamu üniversiteleri
içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahip bulunmaktadır.
Bu yayın “Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü” konulu toplantıda yapılan sunumları ve tartışmaları ve ardından hazırlanan toplantı sonuç raporunu içermektedir. Amacımız, güncel konuların konunun ilgili otoriteleri
tarafından nitelikli bir şekilde tartışıldığı bir platform oluşturmak ve uygulanabilir somut sonuçlara ulaşmaktır. Bu yayın bu tür toplantıların sonuçlarının kalıcılığını sağlaması açısından ayrıca önem taşımaktadır.
Bu toplantının yayın haline gelmesindeki katkılarından dolayı Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği’ne teşekkür ederim.
Prof. Dr. Güler ARAS
Aralık 2010
2
İÇİNDEKİLER
Açılış Konuşmaları
Prof. Dr. Güler Aras
YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü Kurucu Eski Başkanı
Prof. Dr. Mehmet AHLATÇIOĞLU
YTÜ Rektör Yardımcısı
5
9
Panel: Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü
1. Bölüm
10
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Güler ARAS
YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
11
Prof.Dr. Vedat AKGİRAY
Sermaya Piyasası Kurulu Başkanı
Hüseyin ERKAN
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı
Nevzat ÖZTANGUT
Türkiye Sermaye Piyasaları Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı
12
17
27
Dr. Emin ÇATANA
Takasbank Genel Müdürü
28
Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN
Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü
31
İkinci Bölüm
35
Soru-Cevap
67
Toplantı Sonuç Raporu
76
3
AÇILIŞ
KONUŞMALARI
Prof. Dr. Güler ARAS
YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü Kurucu Eski Başkanı
Prof. Dr. Mehmet AHLATÇIOĞLU
YTÜ Rektör Yardımcısı
4
Prof. Dr. Güler ARAS
YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü
Kurucu Eski Başkanı
S
ayın rektör yardımcısı, sermaye piyasası kurumlarının değerli yöneticileri, meslektaşlarım, değerli konuklar, sevgili öğrenciler, öncelikle hepinize
hoş geldiniz diyorum.
Burada bulunan konukların bir kısmının daha önceki toplantılara katılmaları
nedeniyle bildikleri gibi, Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin 2010 yılı içerisinde yapmış olduğu halka arz toplantıların
üçüncüsünü düzenliyoruz. Haziran ayı içerisinde gerçekleştirdiğimiz ilk toplantıda konu başlığımız “Şirketlerin Halka Arz Sürecinde Yeniden Yapılanma
Dinamikleri” idi ve bu toplantıda katılımcılar tarafından firmaların halka
arzla ilgili sorunları ve halka arz karsısındaki yaklaşımları üzerinde duruldu.
İkinci toplantımız, geçtiğimiz ay gerçekleşti. Bu toplantıdaki konumuz ise
aracılık sisteminin etkinliğinin halka arz üzerindeki etkilerini incelemekti.
Bu toplantımıza aracı kurumların yöneticilerini davet ettik ve aracılık sistemindeki uygulamaları, sorunları, iyileştirici uygulamaları bizimle tartıştılar.
Bugünkü toplantımızda da sermaye piyasanın halka arzla ilgili kurumlarının
çok değerli yöneticilerini, başkanlarını konuk ediyoruz. Bugün ilgili kurumların halka arzda rollerinin ne olduğunu, gelecek için neleri öngördükleri ve
planlarına dair çalışmalarını ve görüşlerini bizlerle paylaşmalarını rica ettik.
Bizleri değerli zamanlarını ayırarak burada biraraya geldikleri için kendilerine çok teşekkür ediyorum. Bu topluluğu çok sık birarada görme fırsatımız
olmadığı için de bugün burada bulunan profesyonelleri, üniversitemiz akademisyenlerini ve öğrencilerimi çok şanslı addediyorum.
Halka arz, burada bulunan herkesin bildiği gibi, sermaye piyasası kanalıyla
özkaynak sağlamanın en etkin yolu. Tabi ki şirketler bu piyasaya gelirken bunun için uygun zamanın, zeminin, koşulların ve süreçlerin olmasına
5
dikkat ediyorlar. Bu sistemin sağlıklı işlemesi, sistemin sağlam temeller
üzerine yapılandırılmış olması, süreçlerin iyi tanımlanmış olması, dinamik
olması, sürekli iyileştirilmesi ve bu sistemin içerisindeki kurumların rollerini
gerektiği gibi yerine getirmesi ile olanaklıdır. Bu toplantının temel başlıklarından birisini bu konuda kurumlar tarafından nelerin yapıldığı ve öngörüldüğü oluşturacaktır.
Sizlere kısaca geçtiğimiz toplantılarda da ele alınan ve öne çıkan birkaç
noktayı aktarmak isterim:
Toplantılarda halka arzın firmalar boyutunu incelerken onların sermaye piyasasına başvurmak konusunda isteksiz olduğunu tespit ettik. Bu yeni bir
durum olmamakla birlikte toplantıların çıktılarından birisiydi. Bunun elbette pek çok sebebi var; ortaklık kültürünün gelişmemiş olması, kurumsallaşamama, yönetimin kontrolünün kaybedilmesi endişesi, küçük olmanın
getirdiği denetim ve gözetim otoritesinin kontrolünün dışında kalmak vb.
gibi. Bu sebepler çok çeşitli olmakla birlikte bunların sorun olmaktan kaldırılması ile ilgili çalışmaların yapılması beklentiler arasında yer almaktadır.
Bir diğer konu, işin yapılış süreciyle ilgili yani aracılık süreci ve sistemi ile
ilgiliydi. Burada aracılık sürecinde özellikle fiyatlama üzerinde çok durulan bir konu oldu. Aracıların aracı kurumların doğru fiyatlamasının, pazara
doğru fiyatla firmayı getirmesinin çok önemli olduğunu biliyoruz. Doğru
fiyat nedir? Fiyatlama nasıl yapılır? Aracı kurumların kendi aralarında rekabetin fiyatlama üzerinde bir etkisi var mıdır? Etkisi varsa bu ne şekilde
ortaya çıkmaktadır? Bugün ortaya çıkan bu sorular üzerinde durulmasını
da bekliyoruz.
Bir diğer konu ise, halka arz sonrasında her şey bitmiş olmuyor. Bunu
sürekli bir ilişki olması gerektiğini düşünüyoruz. Yani firma halka arz edildikten sonra da gerekli süreçlerden geçirilmeli, yatırımcılarla iletişimi izlenmelidir. Denetim ve gözetimin sürecinin işleyişinin sürekliliği gerekli.
Bunun yapılması son derece önemli. Zira düzenlediğimiz toplantılarımızda
en önemli çıktılardan bir diğeri de yatırımcı güveniydi. Daha doğru bir ifade
ile yeterli yatırımcı güveninin olmaması sonucu olarak sermaye piyasasına
küçük yatırımcının gelmediği belirtildi. Bu konu bütün toplantılarda en fazla
vurgulanan başlık oldu. Yatırımcı piyasanın talep tarafını oluşturduğu için,
firmaları pazara getirdiğiniz zaman gerekli fonunun, yani bu firmanın hisse
senedine yatırım yapacak yatırımcının olması gerekiyor. Yatırımcı güveninin
eksikliği, yatırımcının piyasaya, şirketlere yeterince güvenmemesi ve daha
önce yaşanmış olan olumsuz tecrübeler sermaye piyasasında halka arz
yönünün geliştirmesini başka bir ifade ile piyasanın gelişmesini, likiditenin
artmasını engelleyen başlıca faktörler arasında. Sanırım bugün bu toplan6
tıdaki konularımızdan birisi bu olacak.
Bir başka altı çizilen konu, aracı kuruluşların etkinliği ve aracı kuruluşlarda
yoğunlaşmanın sorunuydu. Halka arza aracılıkta çok az sayıda aracı kuruluşun bu işi lider olarak yürüttüğü, buna karşılık, çok sayıda aracı kuruluşun
bugün halka arzla ilgili yetki belgesine sahip olmadığını görüyoruz. Sadece
az sayıda büyük aracı kuruluşun halka arzda etkin olması ne kadar doğrudur ya da olması gereken için neler yapılmalıdır bugün onu da tartışacağız.
Toplantılarda ortaya çıkan bir diğer sonuç, yine piyasanın talep yönünde
kurumsal yatırımcılar boyutu oldu. Her ne kadar son yıllarda kurumsal yatırımcı olarak bireysel emeklilik fonları sisteme girmiş olsa da, yerli kurumsal yatırımcıların eksikliği piyasadaki pek çok sorunun sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Piyasalardaki aşırı volatilitenin nedenlerinden birisi, piyasanın
sığlığı, likitlerinin yetersiz olmasında yerli kurumsal yatırımcıların etkisinin
önemli olduğunu biliyoruz. Tabi ki onlarda pazara gelirken zamanlama,
fiyatlama ve vergi konularına çok önem veriyorlar. Bu konularla ilgili daha
iyileştirici ne yapılabilir? Neler yapmak gerekir? Yine bunları bu toplantıda
konuşmayı ümit ediyoruz.
Sonucu özetle şu şekilde bağlayabilirim. Toplantıların sonunda şöyle bir kanaat oluştu; Türkiye de aslında ekonomik durum finansal sistemin işleyişi,
şu anki mevcut kurumların işleyişi itibariyle son derece uygun bir ortam
var. Her anlamda; halka arzların artması ve piyasanın gelişmesi yönünde
önemli bir potansiyel var. Biz bu potansiyeli nasıl harekete geçirebiliriz
nasıl daha iyi kullanabiliriz? Nihai olarak ortaya çıkan noktalardan bir tanesi
de budur. Sanırım bugünkü toplantıda bu ve bunun dışındaki diğer konuların üzerinde durulacak. Burada bulunmasını arzu ettiğimiz Nazım EKREN
hocamız, bütçe görüşmeleri sebebiyle ayrılamadığı ve bugünkü toplantıya
katılamadığı için özürlerini bize bildirdi. Ben oturumu yönetirken bu konularda yönlendirici sorular sormaya özen göstereceğim. Sizlerden derlediğimiz çıktılar daha önceki katılımcılardan panelistlerden dinleyicilerin
sorularından görüşlerinden oluşan sonuçlardı. Açılış konuşmamda da bunlardan kapsamlı bahsetmemin nedeni, konu ile ilgili hafızanın devamını
sağlamak, bu toplantının diğerlerinin devamı bir toplantı olması nedeniyle
katılımcıların bu bilgi vermeyi yararlı görmem.
İzninizle çok kısaca Fakültemden bahsetmek istiyorum. İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, bu yıl yüzüncü yılımızı kutladığımız Üniversitemiz içerisinde yaklaşık 20 yıllık bir geçmişe sahip bir fakülte. Üç bölümümüz var;
İktisat, İşletme ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü. Şu anda
Türkiye de Türkçe eğitim yapan okullar arasında en yüksek puanla öğrenci alan bölümlere sahibiz. Bu anlamda potansiyeli yüksek, çok nitelikli,
7
öğrenmeye eğitim öğretime açık genç bir nesle hitap ediyoruz ve onlarla
gurur duyuyoruz. Elimizdeki potansiyel çok iyi, çok iyi öğrencilerimiz var
ve onlara eğitim ve öğretim verecek çok dinamik nitelikli bir eğitim öğretim kadromuz da bulunuyor. İkisini bir araya getirdiğiniz zaman çok güzel
sonuçlar alabiliyor olduğumuzu görüyoruz. Buna karşılık henüz daha genç
bir fakülte olmamız nedeniyle, öğrencilerimiz ve mezunlarımız henüz daha
kendilerini ifade edebilecekleri, potansiyellerini gösterebilecekleri konumlara yeni geliyor. Onların zaman içerisinde üniversitelerini fakültelerini çok
iyi şekilde temsil edeceklerinden eminim. Tabi sizlerden istediklerimiz de
bizi, öğrencilerimizi tanımanız, başarılarımızı izlemeniz ve onları desteklemeniz. Zira, öğrencilerimizin teminatı bizleriz. Onların eğitimleri sırasında
olduğu gibi, mezuniyetlerinin sonrasında, her şekilde destek vermeye çalışıyoruz. Bu anlamda da öğrencilerimizin mezuniyetleri sonrasında sizler
tarafından değerlendirilmesini arzu ediyoruz.
Konuşmamı tamamlarken, hepinize katılımınız için, çok değerli konuşmacılara zamanlarını ayırıp değerli görüş ve düşüncelerini bizlerle paylaşmaya
geldikleri için teşekkür ediyorum.
Konuşmamı başarılı bir toplantı olması dileğiyle tamamlıyorum. Katılımınız
için siz değerli konuklarımıza, sayın oturum başkanı ve panelistlere tekrar
teşekkür ederim.
8
Prof. Dr. Mehmet AHLATÇIOĞLU
YTÜ Rektör Yardımcısı
Saygıdeğer öğretim üyeleri, değerli konuklar, sevgili öğrenciler.
Üniversitemiz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından düzenlenen
halka arzda kurumsal otoritelerin rolü konulu panelin açılısında sizleri ağırlamaktan büyük memnuniyet ve onur duyuyoruz. Hepiniz hoş geldiniz.
Küreselleşme çerçevesinde ortaya çıkan gelişmeler şirketleri de değişmeye ve gelişmeye yönlendirmektedir. Bu durum ihtiyaçları ve sorunları da
çeşitlendirmekte ve yeni durumlar karşımıza çıkarmaktadır. Bu gerçekler
ışığında şirketlerin halka arzında kurumsal otoritelerin mevcut ihtiyaçları
karşılaması ve bilim dünyası ve sektör çalışanlarının birlikte yeni arayışlar
içerisinde olmasını gerekli kılmaktadır. Bu konuyla ilgili akademik dünya
ve sektör çalışanlarını bir araya getirmek ve mevcut sorunlara üniversite
çatısı altında ışık tutmak amacıyla düzenlenen bu panelde önerilecek yeni
yaklaşımların sermaye piyasamıza ve kurumlarına yeni bakış açıları kazandıracağına inancım tamdır. Panelin gerçekleşmesinde emeği geçen başta
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinin Dekanı Prof. Dr Güler Aras olmak
üzere panele büyük katkıda bulunacak, konularıyla ilgili güzide kurumların yöneticilerine teşekkür eder ve saygılar sunarım. Sayın dekanımızın da
söylediği gibi, üniversitemizin bu güzide topluluktan beklentileri de büyüktür. Üniversitemiz yüzüncü yaşına girmek üzeredir ve yüzlerce proje
hayata geçirilecektir. Dolayısıyla, kurumlarımızla ilgili alanlarda birçok proje
yapmak için elimizden gelen desteği vermeye hazırız ve kendilerinden de
beklentilerimiz bu yöndedir. Saygılar sunarım.
9
PANEL
1. BÖLÜM
Oturum Başkanı
Prof. Dr. Güler ARAS
YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Katılımcılar
Prof. Dr. Vedat Akgiray
Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı
Hüseyin Erkan
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı
Nevzat Öztangut
Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı
Dr. Emin Çatana
Takasbank Genel Müdürü
Doç. Dr. Yakup Ergincan
Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü
10
Prof. Dr. Güler ARAS
YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü
Kurucu Eski Başkanı
D
eğerli konuklar, halka arz seferberliğinin yapıldığı bu yıl içerisinde çok
sayıda etkinlik yapıldı, çok büyük tanıtım ve bilgilendirme toplantıları motivasyon toplantıları yapıldı bugüne kadar. Herhalde bu toplantı, içinde bulunduğumuz yıl içerisinde yapılan son toplantılardan birisini oluşturuyor.
Bu anlamda bu toplantı, hem bugüne kadar gelinen noktayı değerlendirmek, hem de bundan sonra neler yapılması gerektiği ve planlandığını
kurumların otoritelerinden birinci ağızdan duymak açısından bizim için
çok önemli. O nedenle toplantıda değerli konuşmacılardan birinci turda
kendilerinin konu ile ilgili görüşlerini bizlerle paylaşmalarını rica ediyorum.
Bu anlamda iki turlu bir toplantı düşündük. Birinci turda konuşmacılardan
kendi sunumlarını 10-15 dakikada tamamlamalarını bekliyorum. Ardından,
ikinci turda ise değerlendirmelerle birlikte ve önceki toplantılardan elde ettiğim sonuçlara göre derlediğim soruları da yönelterek kendilerine söz vereceğim. Ben izninizle ilk sözü, Sayın Prof. Dr. Vedat Akgiray’a bırakıyorum.
11
Prof. Dr. Vedat Akgiray
Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı
T
eşekkür ediyorum. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne teşekkür ediyorum bizi
buraya davet ettiği için. Herkese iyi günler diliyorum. Özellikle sevgili öğrencilere. Ben 1,5-2 yıl öncesine kadar hep sizlerle beraberdim. Aşağı yukarı 25 yıllık bir üniversite hocalığından sonra Sermaye Piyasası Kurulu
Başkanı oldum. İzin verirseniz ben bugün SPK Başkanı olarak değil serbest
atan bir akademisyen olarak konuşmak istiyorum. Dolayısıyla söyleyeceğim hiç bir şey SPK’nın resmi görüşü olmayacak. Amerikalılar böyle başlıyor. “SPK’dan hiç kimseyi bağlamaz sadece benim kişisel görüşlerim” diyeceğim ama karıştırabilirsiniz tabi ara sıra. Özellikle sevgili basın mensupları
arkada konuşlanmışlar. Ben, bugünü değerlendirirken geçmişten bir pencere açmakta fayda görüyorum. Özellikle gençler için çünkü umudumuz
hakikaten gençler ki benim kişisel umudum fazlasıyla gençler çünkü diğerlerinden umudu kestim biraz. Dolayısıyla, mesaj size anlamlı gelirse lütfen
değerlendirin. Geleceğinizi ona göre şekillendirin istiyoruz.
Ben 1980 senesinde üniversiteyi bitirdim. İşletme bölümünde okudum.
Matematikle ÇAP yaptım, yurt dışına gittim, diploma aldım, orada çalıştım, 5-6 sene sonra 90-91 yılında Türkiye’ye geldim. Üniversite’de hocalığa başladım, Boğaziçi Üniversitesinde. Sonra Ankara’ya geldim, Ankara’da
pek uyuşamadım deniz olmadığı için. Sonra İstanbul’a geri döndüm. Mezun olduğum okuluma döndüm. 20 yıla yakın, Boğaziçi üniversitesinde
finans, finansal ekonomi, biraz matematik, istatistik gibi dersler verdim.
Bir sürü öğrencim oldu, lisans düzeyinde binlerce, yüzlerce master tezi
ve doktora tezine danışmanlık yapmak- yüzlerce diyorum çünkü o kadar
çok bir yoğunluğumuz oldu- dolayısıyla bayağı bir genç gördüm. Sonra
onların ne olduklarını gördüm ileriki hayatlarında. Hep biz ülkemizde bu
dersi verirken önceki yıllarda bir kere bir Türkçe konuşma sıkıntısı çektik.
12
Birçok teknik terimin finans, ekonomi, matematik sahasında Türkçe karşılığını bulamadık, bulsak bile çok kişinin anlayamadığı bir Türkçe oluyordu.
Onu aştık sonra zamanla. Ülke olarak aştık fakat derslerimizde örnek üretirken hep ülkemizden örnekler verelim diye geçiyor insanın gönlünden.
Onu birçok zaman beceremedik, çünkü ülkemizde ya o tür piyasa yoktu
veya o finansal enstrüman yoktu ya da uygulama yoktu. Dolayısıyla hep
yurtdışından örnekler, sayısal örnekler bulmaya çalıştık. Bu da bazen bizi
eleştirmelerine yol açtı ama başka çaresi yoktu ve 1990 senesine kadar
çok çabayla bir şeyler çıkartalım ortaya diye uğraştık. Araştırma yapılsın
diye uğraştık fakat finans konusunda özellikle araştırma için dataya ihtiyaç
var ve Türkiye’de data bulamıyorduk. Bir sürü data var ama bölük pörçük,
bilimsel güvenilirliği eksik, “temiz data” finansal equal data bulamıyorduk.
Bulalım diye çabamız oldu, Güler hocamızın Yıldız Teknik Üniversitesi’nde
yaptığının benzeri bir enstitü kurduk, bir merkez de kurduk arkasından
fakat takdir edilmedi, olmadı. Bugün bile ülkemizde Amerika’daki gibi bir
data base yok. Sonra tekrar başlattık. Borsalar şöyle olsun, şu gelişsin diye
- tabi akademisyen olunca kolay, eleştirmek kolay çünkü hesap vermiyorsunuz kimseye. Yalandan kim ölür misali. Öğrenciler olunca bir iki slogan,
her şeyi eleştirdik sonra yavaş yavaş insanın heyecanı azalıyor. Başka şey
yapmaya başlıyor insan, kitap yazayım, felsefi doktor konularına gireyim
falan diye, yaş geçtikçe hep kaçtık kamu görevinden. Bir kaç kere imkan
çıktı benzer konumlarla ilgili. İki sene evvel yaşım otuzdu. Ömrün yarısı
geçti, bir fırsat geçti diye eleştiriyordum. Bakalım eleştirmekte haklı mısın
diye ve tekrar bir heyecanla yola çıktık, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı görevi verildi bize. Şimdi halka arzlarda kamu otoritesinin rolü gibi bir
başlığımız var.
Türkiye’de kamunun rolü çok büyük. Çünkü yakın yıllara kadar Türkiye
ekonomisi bir özel sektör ekonomisi değildi. Fakat artık öyle. Bugün ekonomimizin %80’den fazlası özel kesime ait. Devlet ufaldı. Devletin ekonomik
olarak ufaltması önemini azaltmıyor, tersine çok daha zor yapıyor ve artırıyor. Şöyle ki, para sizdeyken hani birisi demiş ya “kanunu başkası yapsın
parayı ben kontrol edeyim yeter” para devletteyken onu yönetmek kolay
ama servet, ekonomik güç özel kesime geçtiği zaman devletin işi daha zorlaşıyor. Düzenlemek, halkın korunmasını sağlamak görevi daha zor oluyor.
Çünkü para başka yerde. Siz kanun yapıyorsunuz ve kanun uyguluyorsunuz. Dolayısıyla kamunun rolü genellikle artmakta. İlk düşününce insana
öyle gelmiyor belki ama biraz detayına inince, ekonomideki payı küçülen
bir devletin yönetimi daha zordur diğerlerine göre. Matematik öyle söylüyor. SPK başkanı olduğumuzdan bu yana SPK kurulundaki ekiple beraber
hızlı bir şeyler yapalım dedik, çünkü gördük ki dünya bayağı değişti. Ben
13
sizler gibi öğrenciyken bir yöne bakıyorduk, para ve know-how oradaydı. Fakat artık iki yönlü dünya oldu. Batıdan doğuya doğru sadece servet
değil bilgi ve yetenek akışı da var artık. Özellikle Uzakdoğu ve Türkiye’de
ekonomik rakamlarla bakarsak, aşağı yukarı yirmi yıldır Türkiye’nin başına
kâbus gibi çökmüş olan bu yüksek reel faiz- bakın yıllardır Türkiye %3040 dolar bazında reel faizle yaşadı yıllarca, 1990’dan 2000’lerin ortalarına
kadar. Dünyada bunun başka örneği yok. Niye oldu sorusunu konuşuruz
ama mikrofon kapalıyken. Ama öyle oldu. Dolayısıyla o dönem de bitti gibi
anlaşılıyor.
Türkiye’de ekonomik rakamlarla bakarsak aşağı yukarı yirmi yıldır
Türkiye’nin başına kâbus gibi çökmüş olan bu yüksek reel faiz- bakın
yıllardır Türkiye %30-40 dolar bazında reel faizle yaşadı yıllarca 1990’dan
2000’lerin ortalarına kadar. Dünyada bunun başka örneği yok.
Türkiye ekonomisi sizler çoğunuz mezun olmadan artık bir trilyon dolarlık
GSMH’ya ulaşarak, dünyanın büyük ekonomilerinden bir tanesi olacak. Dolayısıyla şu anda bir şeyler yapma şansı var Türkiye’nin. O yüzden o azalan
heyecanımız tekrar bir yukarıya doğru momentum kazanmaya başladı diyerek kendimizi iyi hissediyoruz. Şimdi, sevgili gençler; finans derslerinde
okumuşsunuzdur. Bir şirketin finansal yapısından bahsederken optimal sermaye yapısı diye bir kavram vardır. Toplam kaynaklar içinde bilançonun size
göre sağ tarafında, (İngiltere’deyseniz öbür tarafı oluyor ama Türkiye’de
sağ tarafı oluyor) ne kadar borç olacak, ne kadar sermaye olacak? Sırf borç
olmaz. Sırf sermaye de akıllı olmayabilir. Çünkü bazen borç daha ucuz.
Bunu optimize etmek, en iyi borç-sermaye yapısını bulmak diye önemli bir
(hem teorik hem pratik) soru vardır finans derslerimizde. Sorunun cevabı çok net değildir. Çünkü zamanla değişir, koşullara göre değişir. Ama o
uğraş o çaba optimali bulma gayreti finansal yönetimin başında gelir. Bu
bir aile için de geçerli, kurum için de geçerli, bir ülke için de geçerlidir. Bu
küreselleşen dünyamızda dünya içinde bir problem oluyor esasında artık.
Bir şirket, bir kurum, bir ülke, bir bölge, bir kıta, bir aile (her neyse büyüklüğü o birimin.) gereğinden fazla borç taşıyorsa,- Borç ne demek? (Belli
bir vadesi olan anaparası olana faizi olan fix veya değişken neyse) geçici
kaynak demek. Eğer sizin operasyonel gelirleriniz, nakit durumunuz onları
zamanında karşılamaya izin vermezse batarsınız. Bu böyledir. Türkiye ve
dünyanın birçok ülkesi bu şekilde batmış milyonlarca firmayla meşhurdur.
Batarsınız. Buna finansal risk diyoruz, biliyorsunuz.
2007’den bu yana finansal riskin yönetimi bugün belki de tarihindeki en
önemli konumuna geldi.
14
İşletmenin diğer bir riski, satışla kârlılıkla ilgili operasyonel risk. Fakat finansal risk, bugün bu son kriz, hâlâ içinde yaşadığımız bu süreç 2007’den
beri süregelen, daha doğrusu daha eskiye gidiyor başlangıcı belki ama
medyada meşhur olan dönemi. Şöyle; teknoloji öyle bir hale geldi ki; - diyelim ki bir firmanın çok borcu var, gerekenden fazla. Vadesi geldi, banka
krediyi geri çağırdı veya ödeme vakti geldi faizi var, anaparası var- Bir şey
var ama zaman boyutu yoktur. Çünkü eskiden 12-20-30 sene önce olaylar daha yavaş oluyordu. Durgunluk daha yavaş oluyordu, iyileşme daha
yavaş gidiyordu. Ama bugün teknolojinin getirdiği yer, hem fiziksel hem
zihinsel teknolojinin bizi getirdiği yerde artık olaylar hızlı oluyor. Bir anda
piyasa gidiyor, bir anda defaultlar başlıyor. Dolayısıyla, “bir yanlışım var
düzelteyim”, “vaktim var 3 ay sonra bakarım”, deme şansı kalmadı kimsede
artık. Dolayısıyla, eğer çok borç yüzünden, çok yüksek kaldıraç yüzünden bir kurum riske girecekse bu risk çok hızlı bir risk artık. Düşünmeye
düzeltmeye vakti olmuyor. Amerika’da finans sektöründe, başta Lehman
Brothers olmak üzere başa gelenler bunun çok net bir kanıtı. Dolayısıyla,
dünya bundan sonra borç-sermaye dağılımını daha ciddi düşünmek zorunda ve uluslararası toplantılarda ortaya çıkan akıl da bunu söylüyor esasında. Ülkemize bunun yansıması biraz daha ciddi boyutta. Bizdeki finans dışı
firmalarımızda, yani sanayi ticaret vs. firmalarımızda borç sermaye oranı
dünya ortalamasının çok üstünde. Bakın dünya biraz sakat bir yapıda diyoruz, bizdeki borç sermaye yapısı çok daha fazla. Borcun türleri var. İllaki
banka kredisi ticari borç vs. vs. önemli değil. Borç. Yani vadesi olan bir
şey. Dolayısıyla bir tek bu korkudan bizim sermaye piyasalarımızı büyütme
ihtiyacımız çok aşikâr. Hızlı bir şekilde bizim sermaye tabanımızı hem büyütmemiz, hem yaymamız gerekiyor. Eğer bunu yapamazsak ekonomimiz
ne kadar hızlı büyürse büyüsün, sizler iş güç sahibi olduğunuzda çok daha
riskli bir yapı ile karşı karşıya kalacaksınız. Daha kırılgan, daha duyarlı. Her
an bir şey olacak gibi ve bu, olacak.
Dolayısıyla dünya bundan sonra borç-sermaye dağılımını daha ciddi düşünmek zorunda ve uluslararası toplantılarda ortaya çıkan akıl da bunu
söylüyor esasında. Ülkemize bunun yansıması biraz daha ciddi boyutta.
Bizdeki finans dışı firmalarımızda yani sanayi ticaret vs firmalarımızda
borç-sermaye oranı dünya ortalamasının çok üstünde.
Eskiden akademisyenken bunları söyleyince, “aferin hocaya ne akıllı adam!”
vs. diyorlardı ama kimse takmıyordu. Şimdi de pek takan yok ama en azından şimdi SPK Başkanı olunca böyle panellere çağırıyorlar, bir de kravatla
konuşuyoruz, havası daha iyi oluyor. Ama sizler umarım ki belki bir daha
düşünürsünüz. Belki yanılıyorum ama rakamlar bunu söylüyor. Dolayısıyla
15
şimdi konuyu halka arza bağlamak gerekiyor. Burada halka arzdan kastımız
şirketlerin sermaye ihracı. Yani ortak almaları. Hisse senedi çıkartarak, pay
senedi çıkartarak ortaklık kurmaları. Kredi ve borç verimi. Şu anda çok
basit bir bakkal hesabı şunu söylüyor: Dünya ortalamasında hisse senedi
borsanın (Sayın başkanımız da burada, rakamları daha iyi söyleyebilir) bir
ülkenin ekonomik büyüklüğüne oranı 1/1 gibidir. Kabaca söylüyorum. Yani
Türkiye’nin GSYİH 750 milyar dolar olacaksa bu sene, Borsanın da piyasa
değerinin aşağı yukarı, hisse senedi piyasasında 750 milyar dolar civarında
olması lazım. Biz şu anda 300 civarındayız Demek ki biz bunu 400-500
milyar dolarlık bir kaynak var diye hep söylüyorduk diğer toplantılarda.
Türkiye ekonomisinin İMKB’yi 2-3 misli büyütecek hazır derin gücü var. Kim
borsaya gelecek, bu para nerede, “talep tarafı zayıf” demek çok cahilce ve
yanlış bir laf oluyor. Bu var ama bunu anlatmak yapılmasını kolaylaştırmak
lazım. Dolayısıyla, burada tüm oyunculara bir görev düşüyor. İkinci turda
konumuza döneceğiz herhalde şimdi ben vakti fazla cömertçe kullanmayayım. Biz SPK olarak, sermaye piyasalarını düzenleyen ve denetleyen bir
kurum olarak, bizim burada katkımız ne olabilire izin verirseniz, o zaman
daha somut konuşabilirim. Böyle bir derdimiz var bunu ilk başta sizinle
paylaşmak istedik.
Teşekkür Ederim.
Türkiye’nin GSYİH 750 milyar dolar olacaksa bu sene Borsanın da piyasa değerinin, aşağı yukarı, hisse senedi piyasasında 750 milyar dolar
civarında olması lazım. Biz şu anda 300 civarındayız. Demek ki biz bunu
400-500 milyar dolarlık bir kaynak var.
Prof. Dr. Güler ARAS
Ben teşekkür ederim Hocam. Sayın Hocam sermaye piyasasını ve bu piyasaların şirketlere finansman sağlama anlamında gerçek fonksiyonlarını anlamamız açısından son derece bilgilendirici ve yararlı açıklamalar getirildi.
Şu anda gelinen noktada İMKB’nin bu konudaki yaklaşımını ve görüşlerini
almak üzere, sözü İMKB Başkanı Sayın Hüseyin Erkan’a bırakıyorum.
16
Hüseyin Erkan
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı
T
eşekkür ediyorum Sayın Başkan. Öncelikle Yıldız Teknik Üniversitesi’ne
böyle bir panel için ve bu konuyu özellikle son geçtiğimiz yılda bir konu haline getirip enine boyuna tartıştıkları için, bize de bugün bu fırsatı verdikleri
için teşekkür ediyorum.
Halka arz konusu Türkiye’mizin en önemli konularından bir tanesi. Sayın
Başkanımız, Sayın Hocamız burada tipik SEC başkanı gibi konuştular. Ben
de aynı şeyi söylemek isterdim ama tabi burada önemli olan kurumsal
olarak görüşlerimizin yanında şahsi olarak ayrıca vereceğim görüşler de
mutlaka olacaktır. Ama kurumsal olarak baktığımızda Türkiye’de sermaye
piyasamızı Sayın Hocamızın da dediği gibi, yeterince geliştiremedik. Çeşitli
sebepler olabilir. Sebepleri bahane etmekte doğru değil. Geçmişe bakmaktansa önümüze bakmak gerekir diye düşünüyorum ben. Geçmişte çok
dalgalı dönemler geçirdik. Siyasi istikrarın olmadığı, ekonomik dalgalanmalar, Türkiye’den kaynaklanan veya Türkiye’nin dışında gelişen ve kürsel ya
da bölgesel başka krizlerden etkilenmiş bir Türkiye olarak, Türkiye sermaye
piyasası olarak, bu dalgalanma süreci içerisinde geliştik. Ya da gelişmeye
çalışıyoruz. 25 yıllık bir geçmişimiz var. Bunun daha öncesi de var tabi ki.
Ben önceki Cumhuriyet döneminin daha öncesi ya da Osmanlı dönemine
pek girmek istemiyorum. Ama Türkiye’de hissedarlık kültürü yeni bir kültür
değil. Özel şirket sahibi olmak, şirketlerde hissedar olmak ve hissedar
olarak da ne gibi haklara sahip olduğumuz hakkında kültürümüz yeni bir
kültür değil. Osmanlı’ya kadar giden, hatta bunun ispatı olarak da Osmanlı
zamanında kurulan borsada veya borsalarda birçok özel şirketin hisse
senetlerinin ve tahvillerinin işlem gördüğünü biliyoruz. Cumhuriyet döneminde, özellikle 1985’te kurulan İMKB ile birlikte, eğer bu kültür ortada
17
olmamış olsaydı, İMKB’nin ilk kuruluş günü, daha doğrusu ilk işleme açılış
günü olan 3 Ocakta, (Kuruluş 26 Aralık 1985’dir ama ilk işleme başlama
3 Ocak 1986’dır) ilk iş gününde biz 40’a yakın hisse senediyle işleme
başlamışız. O zamanlar halka arz zorunluluğu yokken başlamışız. Uzun bir
dönem halka arz zorunluluğu daha sonradan getirilerek borsaya kota olma
ve işlem görme uygulaması yürütülmüş. Ancak borsanın ilk gününde 40’a
yakın, o zaman halka açık sayılan ve hisse senetleri el değiştiren, o zamanlar daha önceden 4. Vakıf Han’da çeşitli borsa simsarlarının zaman zaman
alıp sattıkları, insanların oda oda dolaşarak fiyat aldıkları bir borsa kültürü
de vardı. 40’a yakın hisse ile başlamışız. Sermaye Piyasası Kanunu o zaman demiş ki: 100’ün üzerindeki hissedara sahip şirketler halka açık sayılır
ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun kaydına girerler. Dolayısıyla bu prosedür
hemen bitirilmiş ve ilk günden itibaren 40’a yakın şirketle başlanılmış, hatta 1986 yılının sene sonunda 80 civarında şirketle bitirmişiz.
Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi yeni yaratılmış bir sermaye piyasamız
yok. Ciddi bir kültürümüz var aslında. Bu kültürün de etkisiyle ve yardımıyla biz şu anda rahatlıkla yatırımcı çekebiliyoruz.
Dolayısıyla, çeşitli Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi, yeni yaratılmış bir
sermaye piyasamız yok. Ciddi bir kültürümüz var aslında. Bu kültürün de
etkisiyle ve yardımıyla biz şu anda rahatlıkla yatırımcı çekebiliyoruz, yatırımcı tabanımızı genişletmeye çalışıyoruz. Hele hele 1989 ile başlayan ve
özellikle 1989’da TL’nin tamamen konvertibiliteye geçmesi 38 sayılı kararda TL’nin Kıymetini Koruma Kanunu ve 38 sayılı karar da; Yabancı Portföy
Yatırımcıları’nın Türkiye’ye girişinin önünün açılması. Biliyorsunuz eskiden
yabancı yatırımcılarda portföy yatırımı ya da doğrudan yatırım gibi bir farklılık yoktu. Her gelen yabancı sermaye izin almak zorundaydı, Türkiye’ye
girmek için. Çıkarken de yine izinle çıkıyorlardı. Ama 1988 ve 1989’dan
sonra alınan bu kararlarla ve ilk özelleştirmelerin de başlamasıyla birlikte devletimiz çok rahatlıkla kamu payı yüksek olan şirketlerdeki paylarını
yavaş yavaş özelleştirmeye ve sermaye piyasası üzerinden satmaya başladılar. Özelleştirme dediğimiz bu süreç içerisinde çok başarılı özelleştirme
örnekleri gördük. Şöyle kısa bir çalışma sonucunda baktığımızda, bu özelleştirmeler vasıtasıyla 25 sene içerisinde kaç yatırımcı gelmiş diye baktığımızda, rakam 700 binleri geçiyor. Şu anda zaten kayıtlı 1 milyon 100
bin civarında yatırımcımız var, demek ki bunun çok büyük bir çoğunluğu
özelleştirme yoluyla gelmiş.
18
Özelleştirme önemli. Eğer özelleştirme yapıyorsanız ve bu kadar yüksek
sayıda yatırımcıyı piyasaya getirebiliyorsanız, demek ki bir hissedarlık
kültürünün var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hissedarlık kültürü gerçekten önemli bir olgu.
Özelleştirme önemli. Eğer siz özelleştirme yapıyorsanız ve bu kadar yüksek
sayıda yatırımcıyı piyasaya getirebiliyorsanız, demek ki bir hissedarlık kültürünün var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hissedarlık kültürü gerçekten önemli bir olgu. Bunu bizim daha da işlememiz gerekir. Hissedar neyin
sahibi olduğunu biliyor. Şirketler ve şirket yönetimleri de özellikle halka
açıldıktan sonra bu süreç içerisinde yatırımcı haklarını koruma konusunda
bilgi sahibi oluyorlar, şeffaflaşıyorlar, kamuoyu ile bilgilerini paylaşıyorlar,
daha önce sadece 3-5 ortak arasında paylaşılan bilgiler artık halka açıldıktan sonra bütün halkla paylaşılmaya başlanıyor. Bunun getirdiği ciddi sorumluluklar var. Bu sorumlulukların takibi de kamu otoriterlerine bağlanmış
durumda. Tabi ki şirketlere böyle bir sorumluluk geliyor, yöneticilerin böyle
bir sorumluluğu var. Onlar eskiden daha kapalı olan şirketlerde mutlaka
ortaklar arasında şeffaf olup bilgi paylaşımına her zaman açıklardı. Ortaklar daha doğrusu halka açıldıktan sonra çok sayıda ortağa bu hizmeti
getirmek durumundalar. Bu da bir kültürel değişimdir. Dolayısıyla, bizim
onlara dediğimiz şudur: Siz kendi ortaklarınıza yani eski ortaklarınıza, aile
eşrafınıza, annenize, babanıza, kardeşinize, yeğeninize amcanıza ya da
şirkette hissesi olan bütün büyüklerinize ya da yakınlarınıza ne kadar şeffafsanız, ne kadar bilgi paylaşımı yapıyorsanız, halka açıldıktan sonra da
diğer ortaklarınızla aynı ölçüde şeffaflığı devam ettirmeniz ve aynı ölçüde,
aynı detayda bilgi paylaşmanız gerekir. Tek beklentimiz bu. Niye? Çünkü on
binlerce yatırımcı geliyor. Şirketin faaliyetleri ile ilgili bilgiye sahip olmaları
gerekir ki elde tutma ya da satma kararını verebilsinler. Ve şirketin gelişmesinden yararlansınlar. Veya eğer ki şirket kötüye gidiyorsa, bir şekilde
satmanın yoluna baksınlar. Bu hissedarın hakkıdır. Yönetimde sözünün de
geçmesi, sesinin olması, genel kurullara katılması ortaklık haklarını kullanması da tüm bu yatırımcıların hakkıdır diğer büyük ortaklar gibi hiç bir farkı
yok. Bu bir yükümlülük getiriyor ama bir disiplin de getiriyor, bir süreklilik
de getiriyor, şirketin sürdürülebilir olmasını da getiriyor. Bir yükümlülük
gibi gözüküyor bazen ancak baktığınızda bu adaletin yerine getirilmesi ya
da adil davranmanın ötesinde başka bir şey değil. Diğer ortaklarınıza nasıl
adilseniz, bütün küçük ortaklarınıza da aynı şekilde adil davranmanız gerekir. Burada kamu otoritesinin yaptığı da işte bu şeffaflığın, bu adaletin
sürdürülüp sürdürülmemesini incelemek, takip etmek. Halka arzlarda diğer
sorunlarda Sayın Başkanımızın da daha önceden söylediği gibi Türkiye ola19
rak sermaye piyasamızın büyüklüğü açısından baktığımızda yeterince büyük olmadığımızı çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Hakikaten olmamız gereken
ortalama seviyelerin 3’te 1’i civarındayız.
Diğer ortaklarınıza nasıl adilseniz, bütün küçük ortaklarınıza da aynı
şekilde adil davranmanız gerekir. Burada kamu otoritesinin yaptığı da
işte bu şeffaflığın, bu adaletin sürdürülüp sürdürülmemesini incelemek,
takip etmek.
Önümüzde hakikaten çok ciddi bir süreç var. Bu süreç içerisinde bu kaynak
nereden bulunacak dediğimizde Sayın Başkanımızın da dediği gibi, bu kaynak hem Türkiye’de var hem dışarıda Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen
yabancı yatırımcılarda var. Türkiye kendini ayrıştırmış, Türkiye bu süreç
içerisinde büyümüş, büyüme potansiyelini göstermiş, sekiz sene içerisinde
ekonomisini üç’e katlamış kişi başına düşen GSMH’yı dolayısıyla üç’e katlamış. Harcama gücünü arttırmış, tasarruflarını arttırmış, kendi ekonomisindeki özellikle kamu tarafında da çok büyük iyileştirmeler yapılmış, borçlanma gereği azalmış. Bütün bunlara baktığınızda, sekiz senede bu kadar
büyüme bu potansiyel, bu gelişme yapılabiliyorsa, bunun doğal devamı
olan sermaye piyasasının da gelişmesi ve sermaye piyasası yoluyla daha
fazla tasarrufların da sermaye piyasalarında değerlendirilme hususu otomatik olarak gelecektir. Şu anda yatırımcıların beklediği de bu. Daha fazla
şirket gelsin. Türkiye’ye inanıyoruz, büyümesine de inanıyoruz, buradan
pay almak istiyoruz, bu büyümeden biz de pay almak istiyoruz. Hem yerlisi
diyor bunu hem yabancısı. Dolayısıyla, yerli kurumsal yatırımcı tarafında
da ciddi bazı adımların atılması gerekir. Yerli kurumsal yatırımcı tarafının
geliştirilmesi ve daha büyük kitlelere kurumsal yatırımcılar vasıtasıyla bizim
ulaşabilmemiz mümkün olur. Ben şimdi burada kesmek istiyorum. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Güler ARAS
Çok teşekkür ediyorum Sayın Hüseyin Erkan.
Sayın Erkan, bize sermaye piyasamızın gelişim sürecinde etkili olan faktörleri ile bu süreçteki sorunlarımızı aktardı. Ayrıca halka açık firmaların
yatırımcılara karşı sorumluluklarını özellikle şeffaflık üzerinde durarak vurguladı ve kamu otoritesinin bunun sağlanmasındaki rolü üzerinde durdu.
Her iki başkan da aslında Türkiye’nin sermaye piyasasının gelişim potansiyelinin yüksek olduğunda hem fikirler. Fakat yeterince fon piyasaya gelme-
20
diğinden dolayı piyasa yeterince büyüyemiyor ve derinleşmiyor. Bu durum
bir yerlerde bir şeyler yapılması lazım geldiğini işaret ediyor. İkinci turda
ağırlıklı olarak, neden istediğimiz noktada değiliz ve neler yapılması gerekli, onu daha detaylı konuşabileceğiz.
Şimdi konunun aracı kurumlar boyutunu değerlendirmek için Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı Sayın Nevzat Öztangut’a
sözü veriyorum.
21
Nevzat ÖZTANGUT
Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği
Başkanı
Ç
ok teşekkürler Sayın Başkanım. Öncelikle herkesi saygıyla sevgiyle
selamlıyorum. Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı
olarak daha önce de Güler Hocamın daveti üzerine sizinle bu salonda beraber olmuştuk. Gerçekten sizlerle beraber olmak, sanırım masadaki bütün
başkanların ve genel müdürlerin ortak düşüncesi de budur, bize gerçekten mutluluk veriyor. Çünkü hakikaten sizler, sermaye piyasasıyla ilgili
arkadaşlar için, ki hepiniz burada bulunduğunuz için ilgilisiniz, geleceklerisiniz ve başta Güler Hocamın. Bir teknik üniversite içinde finansla ilgili
bir bölümden bahsetti ama şunu çok rahatlıkla size söyleyebilirim, birçok
üniversiteden, teknik olmayan birçok üniversiteden çok daha bu işe ilgili ve
bu toplantıları yapıyor. Hakikaten bu konuda kendi başarısını tebrik etmek
lazım ve katkıları için de teşekkür etmek lazım. Nazım Hocamız da bizi ne
zaman toplantılara çağırırsa, böyle konuşmalara çağırırsa memnuniyetle
katılırız. Buradan kendisine saygılarımızı sevgilerimizi söyleyelim.
Şimdi, “halka arzda kurumsal otoritelerinin rolü”. Önce başlangıçta, Sermaye Piyasası Kurulunu söylemek lazım. Çünkü 1982 yılında Sermaye
Piyasası Kurulu kurulduğu vakit, o zaman hisse senedi işini hiç yapmayan, tümüyle uykuda diyebileceğimiz bir borsamız vardı. Biz borsamızın
kuruluşunu 1985 diye tekrar anıyoruz. Demek ki SPK ondan da önce. Takasbank, MKK, Aracı Kuruluşları Birliği hatta Sermaye Piyasası Kurulu kurulduktan sonra hep bizler hayata geçtik. Ve Sermaye Piyasası Kuruluna
da kanun bir görev vermiş. Bu görev şu: tasarrufların menkul kıymetlere
yatırılarak halkın iktisadi kalkınmaya etkin ve yaygın bir şekilde katılmasını
sağlamak amacıyla sermaye piyasasının güven açıklık ve kararlılık içinde
çalışmasını, tasarruf sahiplerinin hak ve yararlarının korunmasını düzenle22
mek ve denetlemek. Kanuni bir laf ama şunu söylüyor: Tasarrufları, halkın
tasarruflarını menkul kıymetlere yatırmayı sağlamak ve bu şekilde ekonominin büyümesine yardımcı olmak ve bunu yaparken de güven, açıklık ve
kararlılık içinde yapacaksınız. Kararlılık sağlayacaksınız, tasarruf sahiplerinin hakkını koruyacaksınız. Burada eğer bu tanıma bakarsanız halka arzı
anlatıyor. Yani halka menkul kıymet arz edeceksiniz, bu menkul kıymetleri
şirketler çıkaracak, parayı şirketler kullanacak ve bir ekonomik büyüme
sağlayacaksınız. Demek ki sermaye piyasasının ilk ana noktası bu, halka
arz.
Bizim 145 tane aracı kuruluşumuz var. Bunun 133 tanesi aracı kurum
dersek bu 145 aracı kurumun sadece 57 tanesi halka arz yapmaya yetkili. Demek ki bu işi yapan aracı kurum sayısı da sınırlı.
O nedenle bugün konuştuğumuz şey aslında gerçekten çok önemli bir
konu. Bu çerçevede SPK önce İMKB’yi hayata geçirdi. Sonra Takasbank,
sonra arkasından MKK, sonra arkasından TSPAKB. Yani bütün ilgili organları
kurmaya başladı. Demek ki kamusal otoritenin ne önemi var derseniz bir
kere bakın piyasayı bizim gibi piyasa kurulmamış ülkeler açısından en
azından bazı ülkelerde daha sonra kamusal otoriteler kurulmuş filan. Bizim
ülkemizde bir kere piyasa kurulmuş. Böyle baktığınız zaman SPK’nın önemi
çok ve bu kamusal yetkiyi SPK daha sonra dağıtmış. İMKB’ye de kamusal
yetki vermiş ve dolaysıyla bizim için kamusal bir otorite. MKK, Takasbank
özel sektör niteliğinde kurulmuşlar ama kamusal hizmet veriyorlar, onlar da
kamusal otorite bizler açısından. Dolayısıyla onların varlıkları, önemleri çok
mühim. Bir sunu metnim vardı ama aslına bakarsanız görsellik sağlamak için
söyleyeceklerimiz böyle de devam edebilir. Şimdi genel olarak baktığımızda
Aracı Kuruluşları Birliği bu işlerin neresinde? Aracı Kuruluşları Birliği bu
anlattığım, deminki tanıtım içinde aracı kuruluşları kendine üye yapan, o
da yarı kurumsal bir otorite. Çünkü aracı kurumlar üzerinde bazı yaptırım
yetkileri olan bir kuruluş ve biz yönetim kurulu olarak aracı kurumlarda
çalışan insanlarız. Yedi yönetim kurulu üyesi, üç tane denetleme kurulu
üyesi hep aracı kurumların temsilcisiyiz ve buradan hiçbir menfaat
beklemeyen gönüllülük esasıyla çalışan bir yönetim kurulumuz var. Tabi
ki Aracı Kuruluşları Birliğinde bir profesyonel kadro da var. Onlar oranın
çalışanları. Demek ki Aracı Kuruluşları Birliğinin de böyle bir yapısı var.
Baktığımız zaman aracı kuruluşlar ne yapar bunu biliyorsunuz ama kısaca,
hisse senetlerinin veya menkul kıymetlerin alım satımına aracılık yapıyor,
halka arzlarda görev alıyor. Ama sermaye piyasasından da fon sağlamayı
sadece halka arz diye düşünmemek lazım. Halka arzda hisse senedi, tahvil
23
halka arzı yapıyoruz. Şirket satın alma ve birleşmeleri yapıyoruz. Finansal
ortaklıklara aracılık yapıyoruz. Özelleştirme projelerinde bulunuyoruz.
Proje finansmanı işlerinde aracılık yapıyoruz. Dolayısıyla böyle bir genel
yelpaze var. Başlangıçta Güler Hoca’nın söylediği şey doğrudur. Bizim 145
tane aracı kuruluşumuz var. Bunun 133 tanesi aracı kurum dersek bu 145
aracı kurumun, sadece 57 tanesi halka arz yapmaya yetkili. Demek ki bu işi
yapan aracı kurum sayısı da sınırlı. Konumuz olmadığı için neden böyledire
girmiyorum ama hocam başta bir pas attığı için ona bir cevap vereyim diye
söyledim. Notlarımın arasında da zaten varmış.
Şimdi konuya daha detaylı girersek; nedir yapılan iş, halka arzda ve bunun
neresinde kamusal otoriteye görevler düşüyor? Halka arzı daha spesifik
konuşursak; halka arz çok detaylı bir iş. Yani bugün işe başladığınız
zaman yarın halka arz yapamazsın. Halka arz için en az altı ay, dokuz
ay önceden buna karar vermelisiniz. Aracı kuruluşunuzla anlaşmanız ve
aracı kurumunuzun sizi hazırlamaya başlaması gerekir. Ne bu hazırlık.
Bir kere, o şirketimizin vergisel yükümlülük bakımından her türlü
yükümlülüğünü yerine getirmiş, doğru dürüst bir şirket olduğunu zaten
kabul ediyoruz. Ama bunun yanında bir kere muhasebe tablolarının,
finansal tablolarının uluslararası finansal muhasebe prensiplerine göre
düzenlenip düzenlenmemiş olduğu, şirketin içindeki birimlerin uygun olup
olmadığı, şeffaflığı bir mantalite olarak kabul edip etmediklerini; çünkü
artık bir ortak alıyoruz yani bu iş gidip para sağlamak değil. Artık şirkete
bir tane ortak alıyorsunuz. Dolayısıyla bu işler basit değil. Şimdi bir yanda
Sermaye Piyasası Kurulu ve İMKB diyor ki ben tasarruf sahiplerinin hak ve
yararlarını koruyacağım onun için şeffaflık isterim. Her türlü bilgiyi doğru
dürüst isterim çünkü onun vazifesi o. Aracı kuruluşun vazifesi de şirketle
SPK arasında bunların hazırlanmasına yardımcı olmak ve arkadaşlar, bir
izahname ortaya çıkar neticede. İşte şirketin büyüklüğüne göre o kalınlıkta
bir izahname, imzala imzala bitmez. Ama bunu böyle yapmak zorundalar.
Çünkü onun içindeki her bilginin doğruya yakın, en iyi edinilmiş bilgi olması
lazım ki kanun onlara o görevi vermiş. Çünkü tasarruf sahibi eğer bunu
okuyabilecek alt yapıya sahipse okuduğu zaman bunun doğruluğundan
emin olması lazım. Bu sürecin içinde denetçi var, hukukçu var, hep beraber
çalışıyoruz bu dokümanı hazırlamak için. Bu arada tabi işin içinde eğer
yabancı yatırımcılar da varsa bir yabancı yatırımcı konsorsiyum üyesi var,
yerli konsorsiyum üyeleri oluyor.
24
İMKB Başkanı, SPK Başkanı, Takasbank, MKK herkes çantayı eline alıyor. Dünyada da belki bir örneğini görmeyeceğiniz bir şey yapıyorlar.
Anadolu’yu, çanta elde dolaşıyorlar. Gelin bu piyasaya katkıda bulunun,
halka açılın. Biz size her türlü yardımda bulunmaya hazırız.
Tüm bunlar arasında sözleşmeler yapılıyor dolayısıyla SPK, İMKB bu süreç
içinde İMKB’yle konuşuyoruz. Acaba bir pazar açar mısınız? Onlar diyorlar
ki pazar açarız ama biz de bir bakalım. İşte Takasbank’a gidiyoruz, MKK’ya
gidiyoruz. Dolayısıyla bu sürecin içinde kamu kurumları, hem yöneten hem
yönlendiren. Ama iki taraftan da olaya bakan bir rolleri var. Nasıl iki taraftan
bakıyorlar. Biz istiyoruz ki onlardan, onlar tabi ki yasal görevlerini yapacaktır,
biz size sermaye piyasasına müşteri getirdik. Yani burayı büyütmek için biz
de bir aktivite içindeyiz, gelin siz de bize destek olun, beraber bu halka
arzı gerçekleştirelim. Onlar da bir taraftan bu gözle bakıyorlar. Nasıl onların
işlerini kolaylaştırırız? Nasıl onların süreleri için uyarız? Çünkü, yok işte
yılbaşı geliyor, yok öbür taraftan ara tatil var, işte Perşembe-Cuma şu
şirketin var, aman kurula önce girin sonra çıkın gibi biz onlara bir yandan
bastırıyoruz. Dolayısıyla onlar da bizim işimiz kolaylaştırmaya çalışıyorlar.
Bu tabi ki çok önemli bir zihniyet bir kamu kuruluşu açısından. Yani kamu
kuruluşu hem kamusal görevini yapacak, hem karşısındakini müşteri gibi
hissedip ona yardımcı olmaya çalışacak. Bu hakikaten bir kamu kurumu için
önemli bir zihniyet farkı ve biz tüm kurumlarda bu yaklaşımı görüyoruz ve
bundan memnunuz. Nereden bunu anlıyorsunuz derseniz; İMKB Başkanı,
SPK Başkanı, Takasbank, MKK herkes çantayı eline alıyor. Dünyada da
belki bir örneğini görmeyeceğiniz bir şey yapıyorlar. Anadolu’yu çanta elde
dolaşıyorlar. Gelin bu piyasaya katkıda bulunun, halka açılın. Biz size her
türlü yardımda bulunmaya hazırız, yetmiyor yine çantalar elde yurt dışına
gidiyoruz yabancı yatırımcılara. Şimdi bunlara baktığınız zaman, hakikaten
bu ne kadar kamu otoritesinin görevidir? Çok modern bir anlayışla
görevidir, evet. Biz de bunu görmekten çok mutluyuz. Çünkü artık modern
bir anlayışla, özellikle bu sektördeki kamu kurumunun yaklaşımı sadece
kanunda kendisine verilmiş görevi yapmak değil aynı zamanda yardımcı
olmak birlikte gerçekleştirmek ki biz bunu bugünkü yönetimlerden görmüş
olmaktan çok mutlu oluyoruz. Şimdilik benim söyleyeceklerim bu kadar.
Prof. Dr. Güler ARAS
Çok teşekkür ederim, Sayın Öztangut.
Nevzat Bey daha önceki toplantımızda da bize oturum başkanı olarak
25
katkıda bulundu ve çok değerli bilgiler verdi. Orada da aracılık sürecinin
etkinliği konusunda uzun tartışmıştık. Bugünde halka arzın aslında
kendilerinin başlattığı ve tamamladığı bir süreç olduğunu ve bu süreci de
etkin bir şekilde işletmek aslında çok da kolay olmadığını bir şekilde tekrar
kendisinden dinlemiş olduk.
Şimdi, ben sözü Sayın Emin Çatana’ya yönlendiriyorum. Kendisi sermaye
piyasalarında en kıdemli yönetici. Saklama hizmeti veren Takasbank’ın
başında birisi olarak, bu piyasayı en iyi bilen isimlerden. Söz sizin Sayın
Çatana.
26
Dr. Emin Çatana
Takasbank Genel Müdürü
T
eşekkür ederim. GGüler hocam, sevgili hocalarımız, değerli öğrenciler,
selam sabah işine fazla girmeyeceğim. Görüyorum, sıkılma emareleri
var. Salon iyice boşalmadan açıkçası size böyle lafı ağzımdan aldı Sayın
Başkan ben de o tarz bir şey söyleyerek başlamak istiyordum. Deminden beri düşünüyorum acaba aklıma bir fıkra gelir mi diye gelmedi. Fakat
anlaşılıyor ki bir şeyler hazırlayıp gelmek lazım. İlk işlerimden bir tanesi bu
olacak diye düşünüyorum. Ben müsaade ederseniz Nevzat Bey’in bıraktığı
yerden bir başlayarak, hiç olmazsa tonumu değiştirip biraz hızlanarak,
sizi sıkmadan biraz anekdot tadında bir küçük analiz yapmak istiyorum.
Umarım hoşunuza gider. Çünkü çok kimseden duyacağımız şeyler değil.
Şimdi Nevzat Bey dedi ki; bir izahname çıkıyor, ansiklopedi gibi. Bunu imzalamak bir sürü zahmet, dedi. Bir de onu okuyanı düşünmek lazım. Yani
yatırım yapmak için okuyanların durumunu düşünmek lazım, onların durumu daha fena! Herhalde diyorum, bu kadar çok şey yazdıklarına göre, iyi
bir şey satıyorlardır deyip alıyorlardır. Çünkü sonuç itibariyle o kadar yazıyı
okuyacak bir yatırımcının, bireysel yatırımcının, özellikle çok olduğunu
düşünmüyorum. Tabi bu işleri bunların yerine kurumsal yatırımcıların
görüyor olması lazım. Sonuç itibariyle kurumsal yatırımcıların var olmasının
önemli sebeplerinden bir tanesi de budur.
Açıkçası bireysel yatırımcının yerine okumak, araştırmak, incelemek, en
doğruyu seçmek. Süreç içerisinde şu imzaların çok olması, ciltler dolusu,
bunları kimsenin okuduğu yok esas itibariyle. Ama bir süreç yaşadık ki biz
o süreç içerisinde ben önce üzüntüyle sonra sevinçle şunu gördüm, bugün
geldiği nokta itibariyle Türkiye’nin sermaye piyasasındaki kurumsal otorite
birinci olarak bahsedilmesi gereken SPK, ondan sonra İMKB. Türkiye’de
27
sermaye piyasasının geliştirilmesi olarak genel çerçeve içerisinde anmamız
gereken bu konuda süreci azaltıcı, maliyetleri azaltıcı ve teşvik edici yönde
bir ivme ortaya koymuş durumdadırlar. Bu önceden böyle değildi. Şimdi
sermaye piyasasında halka arz dediğimiz zaman deminki jargonda birincil
piyasalardan bahsetmemiz gerekir, değil mi? Birincil ve ikincil piyasalar
tarih sahnesine şöyle bir cümle dünya genelinde baktığınız zaman, bu
bir matematik eşleniklik olgusu olarak, ikisinin birlikte gelişmesi gerekir.
Yani, eğer birincil piyasa yoksa ikincil piyasa yoktur. Çünkü, ortada enstrüman ve halka arz olmayınca neyin ikincil piyasasını oluşturacaksınız. Ama
eğer ortada likiditeyi oluşturacak bir ikincil piyasa yoksa birincil piyasaların
gelişmesini beklemek pek açıkçası akılcı olmaz. Çünkü insanlar ne zaman
geri döneceği belli olmayan, hatta geri dönüşü söz verilmeyen bir takım enstrümanlara yatırım yaparken bunun likiditesi var mı yok mu, icap ettiğinde
bunu nakde çevirebilir miyim diye bakar. İşte bu gelişmişlik ya da gelişme
süreci, olması gereken ve beklenendir. Ama Türkiye’de durum farklı.
Türkiye’nin sermaye piyasasındaki, kurumsal otorite birinci olarak bahsedilmesi gereken SPK, ondan sonra İMKB. Türkiye’de sermaye piyasasının
geliştirilmesi olarak genel çerçeve içerisinde anmamız gereken bu konuda süreci azaltıcı, maliyetleri azaltıcı ve teşvik edici yönde bir ivme ortaya
koymuş durumdadırlar.
Türkiye’de sermaye piyasası, Türk insanın ilginç yapısı, müteşebbis gücü,
gelenekleri görenekleri, inanışları itibarıyla bu durumun tersine bir gelişmişlik izledi. Bunda büyük ölçüde 1980 öncesi negatif faiz politikasının
rolü var. 60’lı yıllarda Türkiye’de ikincil piyasalar gelişmeden birincil piyasa
ihraçları oldu. Bu ihraçlar, hiç de azımsanmayacak kadar da çoktu. 1985
yılında borsanın kurulmasına karar verildiğinde, ben bu borsada hangi şirketleri işleme sokacağım diye bir endişesi yoktu. Çünkü, 40 şirket seçilip işleme açılabilmişti. Bu bardağın neresinden baktığınızla da alakalıdır.
Eğer siz bu 40 şirkete bakıp, ancak 40 şirketi işleme açabildik yönüyle
de bakabilirsiniz ama yeniden ikincil piyasaların kuruluyor olması yönüyle
bakarsanız, 40 tane şirket bulduk bu yönde diye bakarsanız çok önemlidir. Yani elimizde önemli bir varlık vardı. Müteşebbis sermaye, sermayenin
çevriminin getirdiği imkânlardan kolaylıklardan mahrum kalıyor. Finansal
piyasa; mudiler, bankacılık sistemi ve şirketler üçgeni üstüne dönüyor. Bir
de mudilerin sermayesi açıkçası negatif faizle istismar edildiğini dikkate
aldığınızda ki o yıllarda devletin borçlanması da yok, devlet 1980’den sonra borçlanmaya başladı ve pozitif faiz uygulamasına geçildi. Sonuçta tasarruf sahibinin tasarrufunun istismarını esas alan banka-şirketler kesimi
ilişkisinden söz ediyoruz. İşte sermaye piyasaları bunu ortadan kaldıran
28
başlıca unsur, başlıca nimet, başlıca mücevherdir. Türkiye’de sermaye piyasalarının gelişimine işte bu ortam üzerinde başlandı. Tabi bunda uzun
süre negatif faiz veren rekabetsiz bankacılık sisteminin de etkisini göz ardı
etmemek lazım. İlk yıllarda, ben 1986 senesini hatırlıyorum, açılan 40 şirket, fakat halka açıklık miktarı azdı. O yüzden o yıllarda piyasa yapıcılığı
denilen rolü şirketi kuran sağlıyordu. O zaman şirketlerin ortakları daha
çok bölgesel. O yüzden şirkete yatırım yapacak kişi şirketin kurucusunu tanıyorsa, o bölgede oturuyorsa ve saygıdeğer biriyse, onun yatırımını doğru
yöneteceğine geçmişine de bakarak kolaylıkla da ortak oluyorlardı. Zaten
aralarında ahbap çavuş ilişkisi de vardı. Herkes birbirini tanıyordu. 60’lı
yıllarda özellikle 70’li yıllarda gelişen işçi şirketlerinde ihraç ettiğimiz işçilerin birikimlerini Türkiye’ye getirip şirket ortaklılıklarında kullanan ki dikkat
edin bunlar hep bulundukları yerlerdeki şirketlere ortak olmuşlardır. Ayrıca,
iştirak ettikleri şirketler hep tanıdıkları kişilerin müteşebbis oldukları şirketlerdir. Böyle başladı ve bu global açıdan da bu ilişki hala devam etmektedir.
Örneğin, uluslararası bir sermaye yatırım yapacaksa öncelikle o şirketin
itibarını dikkate alıyorlar.
Sonuçta tasarruf sahibinin tasarrufunun istismarını esas alan bankaşirketler kesimi ilişkisinden söz ediyoruz. İşte sermaye piyasaları bunu
ortadan kaldıran başlıca unsur, başlıca nimet, başlıca mücevherdir.
Türkiye’de sermaye piyasalarının gelişimine işte bu ortam üzerinde başlandı.
İlk yıllara geri dönecek olursak, o yıllarda halka açıklık az bugünkü
ölçeklerde değil. O zamanki Borsa Başkanı Muharrem Karslı ile beraber
şirketlerin patronlarını dolaşıp adeta onlara yalvarıyorduk. Lütfen biraz
hisse senetlerinizi satın diye. Bir hatıra aklıma geldi. Bir büyük şirketin
kurucu patronlarından biri bana “ağam, ben bir şirketimden bir kere dayak
yedim, kur garantisinden kur garantisizliğine geçiş dönemindeki olaydan
bahsediyor, genel kurula gittiğimde yediğim küfrün haddi hesabı yoktu.
Ben halka açmam bir daha şirketimi.” dedi. Ama aynı insan sonra borsadaki
devrimi görünce holdingini bile borsaya açtı. Böyle dönemlerden geçtik.
Türk Ticaret Kanununda tarif edilen bugün olmayan birçok enstrüman o
gün vardı. Örneğin kara iştirakli tahviller, hisse senedine dönüştürülebilir
tahviller. Ben çok iyi hatırlıyorum Tofaş 1968-1969 senesinde hisse
senedine dönüştürülebilir tahvil çıkardı. Tahvillerin anapara ve faiz
ödemeleri sonunda insanlar ya paralarını geri aldılar ya Tofaş’tan araba
aldılar ya da hisse senedi aldılar. Çok güzel bir uygulamaydı. Maalesef
bunları devam ettiremedik, çünkü derin bir sessizlik dönemine girdik. O
zaman düzenlemesizlik vardı, sonra düzenlemelilik haline geldi. Bankerlik
29
hadisesi arkasından sermaye piyasası kuruldu. Bundan sonra herkes ince
eleyip sık dokumaya başladı. O zaman ilk iş olarak Sermaye Piyasası Kurulu
halka arz envanteri çıkarmak oldu. O zamana kadar halka arz olunmuş
şirketlerin hisse senedi ve tahvillerin envanterini çıkardı ki bunun önemli
kısmı kendinin önemli gelir kaynağı olan payda alma ücretlerinin olduğunu
zannediyorum. Hamiline, nama yazılı hisse senetleri, dönüştürülebilir
tahviller, gelir ortaklığı senetleri kara iştirakli tahviller hepsi o dönemde
vardı ve uygulamaları da vardı. Ama bugün çok daha ihtiyatlı gidiyoruz ve
çok da ivmeli gidiyoruz. Tasarruf eksiğini hep bahane olarak söylüyoruz
ki açıkçası bu kolay bir bahane. Eğer bankacılık kesimi Türkiye’den fon
toplayabiliyorsa denk bütçede tasarruf açığından bahsetmek mümkün değil.
Tasarruf açığı ne zaman ortaya çıktı? Türkiye enflasyonla büyüme kararı
verilip Türkiye ciddi bir sistem, yapı değişikliğine gittiği zaman ortaya çıktı.
Evet, bugün Türkiye’de tasarruf açığı vardır ve dış tasarruflara muhtacız.
Çünkü artık global ekonominin ve liberal ekonominin bir parçasıyız. Çok
ciddi bir şekilde büyük bir parçası olmaya gidiyoruz. Bugün 750 milyar
$’lık GSMH şanssız bir şekilde faizlerin düşürülüp doların yükselmesi ile
daha düşük tecelli edecek, fakat biz onu referans alalım. Aslında halka
arzda aracı kurumların etkinliğine teknik olarak da girecektim fakat sizleri
uyandırmak için böyle bir yol seçtim. Öbür turda bahsederim.
Ama bugün çok daha ihtiyatlı gidiyoruz ve çok da ivmeli gidiyoruz. Tasarruf eksiğini hep bahane olarak söylüyoruz ki, açıkçası bu kolay bir bahane. Eğer bankacılık kesimi Türkiye’den fon toplayabiliyorsa denk bütçede
tasarruf açığından bahsetmek mümkün değil.
Prof. Dr. Güler ARAS
Çok teşekkür ederim Sayın Çatana son derece değerli bilgiler için.
Sermaye piyasasının nereden nereye geldiğini ve Türkiye piyasasının gerçeklerini ve gelişim sürecini çok güzel özetlediniz.
Zaman geçirmeden sözü Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü Sayın Doç.
Dr. Yakup Ergincan’a bırakıyorum.
30
Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN
Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü
Katılımcılara teşekkür ediyorum.
Öncelikle SPK ya da İMKB’yi tanımayan yoktur fakat Takasbank’ı ya da
MKK’yı tanıyan azdır. MKK’nın ne iş yaptığını, halka arzla ilişkisini kısaca
bahsetmek istiyorum. Borsalarda işlemler yapıldıktan sonra, el değişmelerinin hak sahibi bazında yerine getirilmesi söz konusudur. Bugün 1,5-2 milyar $ işlem hacmine sahip bir borsada, her gün binlerce hisse senedi alıp
satıyor. İşlem gününün sonunda bu satışların ardından hem paranın, hem
hisse senedinin el değiştirmesi lazım. Bunun yerine getirildiği kurumlardan
bir tanesi MKK, diğeri Takasbank’tır. Yaptığı işlemleri özetlemek gerekirse, Sermaye Piyasası Kanunu 10/a maddesinde şöyle bir görev verilmiş
MKK’ya: Türkiye’deki sermaye piyasası araçlarını hak sahibi bazında, üye
bazında kayden izleyeceksiniz. Artık sizin kuruluşunuzun hemen sonrasında Türkiye’de hisse senetleri, tahviller ve aklınıza gelen her türlü sermaye
piyasası aracı fiziken yaşayamayacak. Onun yerine elektronik kayıtlar söz
konusu olacak. Bunun geçmişine baktığımızda, 1995 yılında Takasbank’ın
başlattığı müşteri bazında saklama ve müşteri isminde saklama aşamalarından sonra bu sistem karşılığında hisse senedi basılıp Takasbank’ın
depolarına teslim edilen ve hak sahiplerinin elektronik olarak yaratıldığı
bir sistemdi. Kanunun amir hükmü uyarınca Kasım 2005’ten itibaren artık
herhangi bir sermaye piyasası aracını temsilen fiziki senet basılmıyor. Sermaye artırımları tamamıyla elektronik ortamdadır. Kâğıt ortadan kalkmış
durumdadır. Türkiye özelinde biz nasıl bir model uyguluyoruz?
Bizim uyguladığımız model, gelişmiş Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi ülkelerin yaptığı üye bazında sistem yerine, Kuzey Avrupa ülkeleri ve Yunanistan
gibi müşteri bazındaki sistemi seçtik. Örnek vermek gerekirse x aracı ku31
rumunda 1000 tane müşteri var. Bu 1000 tane müşterinin kimler olduğu,
kimlik bilgileri ve ne kadar portföyü olduğu tamamen MKK’nin kayıtları
esas alınarak ortaya konmuş durumdadır. Bunu nasıl sağlıyoruz? Öncelikle
fiziki sistem ortadan kalkıp, kaydi sisteme geçildiği için hisse senetleri teslim alınıyor. Bunun karşılığında elektronik menkul kıymet ya da elektronik
olarak hisse senedi yaratılıyor ve bütün işlemler tamamen bu elektronik
veri tabanına göre yürütülüyor. Herhangi bir şekilde fiziki bir kâğıdın olması
mümkün değil. Tabi bu çok büyük bir yük. Dediğim gibi Amerika, İngiltere,
Kıta Avrupa’sı çoğunlukla müşteri bazında değil, üye bazında bir sistemi
tercih etmiş. Aracı kurumunun altındaki 1000 tane müşterinin bütün kıymetleri tek bir hesabın içine doldurulmuş durumda, kimin kağıdı kime ait
bilgisi sadece aracı kurumdan elde ediliyor. Ama Türkiye’nin seçtiği model,
95 yılında uygulamaya koyduğu model bunun daha ayrıntılısı, yani aslında kapalı devre bir sistem fiziki hisse senedi tevdi ettiğiniz zaman o yok
oluyor ve onun yerine elektronik kıymet yaratılıyor. Elektronik kıymetlerin
anlık olarak kimlere ait olduğu bilgisi tutuluyor. Bütün işlemler, yani fiziki
sistemde yapılan her türlü işlem, virman yapılması, sermaye artırımı, alım
satım işlemleri hepsinin elektronik olarak yapıldığını düşünün. Kapalı devre
bir sistem olduğu için de bu kıymetler aslında bir alıcıdan satıcıya yatırımcı
bazında hareket ediyor. Sürekli olarak bu işlemlerin yapılması için sistem
güncelleniyor. Bunu nasıl sağlıyoruz? Bütün aracı kurumlar ve bankalar
bizim üyemiz. Bütün işlemleri bizim sistem üzerinden, elektronik olarak
yapıyorlar. Hak sahibi bazlı kayıtları oluşturuyorlar.
Merkez Bankası şöyle bir karar alsa, dese ki; artık banknot basmayacağım ben, parayı da kaydi olarak basacağız ve bu bir tek kurumda izlenecek kimde, nerede, ne kadar para var bilgisi tamamen elektronik olarak
bilinecek, işte ona benzer bir sistem aslında. Birçok ülke bunu kurmak
istemiyor nedeni de maliyetli olduğuna inanıyorlar ve işleyen sistemleri
değiştirme konusunda ciddi rezistans var.
Şimdi Güler Hocamın dediği gibi, 2. turda Türkiye’deki halka arza ilişkin
sorunların çözüm önerilerinden bahsederken kurulan yapıyı biraz daha
teknik olarak söylemek lazım. Bugün itibariyle Merkezi Kayıt Kuruluşunun
kayıtlarında yaklaşık 500 milyarlık bir elektronik kıymet söz konusu yani
400 küsur milyar 470 milyarlık hisse senedi, varantlar, özel sektör tahvilleri, borsa yatırım fonları ve yatırım fonu katılma belgeleri tamamen kaydi
sistemde izleniyor. Şu an bakiyeli hesaplara baktığımız zaman 1 milyon
30 bin civarında hisse senedi bakiyeli yatımcımız var, 3 milyon civarında
yatırım fonu katılma belgesi sahibi yatımcımız var. Toplamda 32 milyon
hesap açılmış durumda merkezi kayıt sisteminde ve bu yaklaşık 17 milyon
32
yatırımcıya ait. Şimdi devasa bir sistem aslında bu. Devasa sistemin de
tabi riskleri var, çünkü siz hak sahibi bazında izliyorsunuz. O hak sahibinin
kimlik bilgisini, adres bilgisini tutuyorsunuz. Hangi tür hisse senedine veya
hangi tür sermaye piyasası aracına sahip olduğunu anlık olarak izleyebilir
bir durumdasınız. Tabi bu ciddi bir bilgi ve bu bilginin doğru düzgün korunması için sistemin ayakta tutulması gerekiyor. Bu süreçte mülkiyet değişimleri bu sistem üzerinden söz konusu olduğu için borsada işlem oluştuktan
sonra Takasbank’taki ya da MKK’daki herhangi bir sistem arızası aslında
bu işlemlerin takasının yapılmasını imkânsız hale getiriyor. Dünya aslında
bu süreçlerden geçmiş e-mobilize sistemden sonra Takasbank modelinde
olduğu gibi kaydi sisteme geçen ülkeler var, geçmekte olan ülkeler var.
Takasbank ve MKK’nın ortak çalışmasıyla bu geçiş çok hissedilmeden oldu.
25 Kasım 2005 Cuma akşamı aslında Takasbank’ın sistemi devredeyken
hafta sonu yapılan geçişler sonrası 28 Kasım 2005 Pazartesi günü Merkezi
Kayıt Kuruluşu üzerinden bu işlemler yapılmaya başlandı. Tabi halka açık
hisse senetlerinin halka açık kısmı değil, hisse senetlerinin hem halka açık
hem de kapalı paylarının hak sahibi bazında izlendiği bir sistem olduğu için
tabi rakamlar çok büyük, devasa. Belki şöyle kafanızda canlandırabiliriz
Merkez Bankası şöyle bir karar alsa, dese ki; artık banknot basmayacağım
ben, parayı da kaydi olarak basacağız ve bu bir tek kurumda izlenecek.
Kimde, nerde, ne kadar para var bilgisi tamamen elektronik olarak bilinecek. İşte ona benzer bir sistem aslında bakarsanız. Birçok ülke bunu
kurmak istemiyor nedeni de maliyeti olduğuna inanıyorlar ve işleyen sistemleri değiştirme konusunda ciddi rezistans var.
Türkiye örneği 1995 yılında Takasbank’la başlayan, 2010 yılına geldiğimizde Merkezi Kayıt Kuruluşunda olan müşteri bazında sistem dediğimiz
bu sistem, aslında dünya çapında bir başarı örneğidir ve bir çok ülke
örnek alıyor bizden.
Türkiye örneği 1995 yılında Takasbank’la başlayan 2010 yılına geldiğimizde Merkezi Kayıt Kuruluşunda olan müşteri bazında sistem dediğimiz bu
sistem aslında dünya çapında bir başarı örneğidir ve bir çok ülke örnek
alıyor bizden. 2008 krizinde Lehman Brothers örneğinde olduğu gibi, bir
kurumun dünyadaki başka ülkelerde yarattığı riski ölçebilmek, bulabilmek
bile aylarca sürdü. O sırada Türkiye’de kurulan sistemle siz, bırakın bir
kurumun pozisyonun ne olduğunun, risklerinin ne olduğunun, ne kadar
kıymetinin teminatta olduğunu ya da rehinde olduğunu, müşteri bazında
izleyebiliyor durumdasınız bu riskleri anlık olarak. Tabi Sermaye Piyasası
Kurulunun, kuruluşumuzdan beri çok ciddi şekilde desteği oldu. 99 yılındaki kanununda bunu koymak, o dönem için 11 yıl önce çok ciddi, ileriye
33
dönük bir vizyon aslına bakarsanız. Bunun getirdiği tabi külfetler var. Günde 2,5 milyona yakın işlem elektronik olarak dönüyor. Yani bahsettiğimiz
rakamlar, 500 milyarlık bir portföy tutuyorsunuz. Bunu ayakta tutma, canlı
tutmak, tabi kesintisiz tutma çok ciddi bir yük ama biz bunu başarıyoruz.
2005 yılından itibaren Takasbank’la başlayan bu süreçte bu iki kurum da
aslına bakarsanız bunu ayakta tutmayı başarır durumda.
Hocam dilerseniz 2. kısımda hani böyle bir sistem var bu bir külfet ama
bunun nimetleri neler? Halka arza etkileri neler olabilir? Belki o konuda
konuşmakta fayda var. Evet, bir de onu söylemek lazım bu geçiş, fiziki sistemden kaydi sisteme veya üye bazında sistemden müşteri bazına sisteme
geçiş, bu 15 yıl önce başlayan ve hukuken de kaydi sistem adını aldığı 5
yıl öncesine döndüğümüzde aslında dünyada ilk ve tek diyebiliriz buna. Bu
sistemleri örnek almak için yurtdışından birçok ülkenin yetkilileri geliyorlar.
Nasıl bunu kurabiliriz diye ama bir şekilde çekiniyorlar. Türkiye bu kararı
çok ciddi bir biçimde hızlı bir biçimde almış çekinmemiş. Şimdiye kadar da
başarılı gittiğini söyleyebiliriz. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Güler ARAS
Ben teşekkür ederim Sayın Ergincan.
Bize hem MKK’nın görevlerini özetlediniz hem de kaydi sisteme geçmenin
yararlarını daha iyi anlamış olduk. Özellikle kaydi sisteme geçmenin getirdiği maliyet avantajları da çok önemli. O yüzden bunu gerçekleştirmiş
olmanız da sevindirici.
34
PANEL
2. BÖLÜM
35
Prof. Dr. Güler ARAS
YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü
Kurucu Eski Başkan
Ş
imdi ikinci tur konuşmaları başlatmak istiyorum. Bu turda daha önceki
halka arz toplantılarından derlediğim soruları sizlere yöneltmek istiyorum
izninizle. Hocam, sizin ikinci turdaki sorularınızı topluca yöneltmek istiyorum.
Piyasanın gelişmesi için uygun koşullar var, fon var. Ancak biz neden bir
türlü sistemi etkin bir şekilde çalıştırmakta başarılı olamıyoruz? Ana hatları
ile onu sizden rica edelim. İkinci husus, Avrupa ile, dünya ile bizim piyasamız arasında aynı olmayan ya da bizim uyum sağlayamadığımız noktalar
var mı? Yani mesafe almamız, ulaşmamız gereken ya da onların önünde
olduğumuz yönler nelerdir? Yatırım için güvenin çok önemli olduğunu vurguladık daha önceki oturumlarda. Gerçekten çok fazla vurgulandı. Daha
önce yaşanmış olan hadiseler çok önemli. Yatırımcı güvenini sağlamak,
arttırmak için herhangi bir projeniz var mı? Fiyatlama, TSPAKB Başkanına
da soracağım ama, çok önemli dedik. Fiyatlama ile ilgili bazı söylentiler
yayılıyor. Örneğin, fiyatlamaların yatırımcıyı yanlış etkilediği, yönlendirdiği
yönünde bir sürü haber duyuyoruz piyasada. SPK olarak bu konuda ne
düşünüyorsunuz? Başka bir soru ise, bu haberler doğru mudur? Bunlara
ilişkin herhangi bir çalışmanız var mı? Bir diğer konu, KOBİ’ler hep konuşulan bir konu. Yeni şirketler Pazarı KOBİ’ler için önemli. KOBİ’lerle ilgili
bir çalışma var mı? Bakanlıktan bu konularla ilgili bir desteğimiz var mı?
Bir diğer soru, portföy yönetimi ne kadar etkin Türkiye’de? Bunu hep merak ediyoruz. Tamam, yatırımcı güvenmiyor, kendi başına işlem yapamıyor
ama yatırım fonları, kurumsal yatırımcılar bu işi iyi yapabiliyor mu? Bunlar
yeterince iyi denetleniyor mu? Yatırımcının fonlarının iyi yönetildiğine dair
onlara ne kadar güvenmeli? Başka bir soru ise, nitelikli yatırımcı konusunda bir çalışmanız var mı?
Bu soruların kısa sürede yanıtlanmasının olanaksız olduğunun fakındayım.
Ancak önemli gördüğünüz noktaları ve buradan iletmek istediğiniz mesajlarınızı aktarmanızı rica ediyorum.
36
Prof. Dr. Vedat Akgiray
Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı
Z
or soru yoktur çünkü, ben bütün öğrencilik hayatım boyunca kopya
çekerek mezun oldum. Dolayısıyla birkaç şey söyleyeyim hepsini bağlayan,
belki de fazla konuşma gibi olmasın. Halka arzlar niye ilgi çekmiyor diye
bir soru değil de sanki öyle bir yorum var gibi. Var hakikaten. Hatta bu
Halka Arz Seferberliği diye adlandırılan çaba fiyasko oldu diye söyleyenler de var tabi ama hiç doğru değil. Bakın bu öyle bir şey ki, yani biraz
ticaretle uğraşanlar, tanıyanlar bilirler. Bir şirkete ortak almak, genelde bir
şeyi satmak, müşteri bulmak gerektirir. Şimdi benim bir şirketim var, halka
açılmak istiyorum, çok doğru sebeplerle “ey ahali, bende böyle bir şirket
var. Gelin size şöyle parlak hisselerimi satıyorum, şu kadar lira” diyeceğim.
Hurra herkes gelecek, böyle bir şey yok. Ya öyle yapılırsa? Tekleye tekleye, 20 yılda 50 tane halka arz olur. Burada yapılması gereken şey şu bir
kere. Türkiye’de uzun vadeli fon, kaynak ihtiyacı var mı? Var. Hisse senedinin vadesi ne? Teorik olarak sonsuz veya ölene kadar, daha uzunu yok.
Ben ölene kadarsa uzun vadedir. O şirket batmayana kadar. Uzun vadeli
kaynağa ihtiyacım var, işte kaynak, bu bir. İkincisi, siz tasarruf eksikliği
açığından bahsettiniz doğru, Türkiye’nin tasarruf açığı var. Tasarruf az ama
matematikçiler varsa aranızda bilirler. Bir hız denen bir şey var, bir ivme
denen bir şey var, mesafeyi ölçerken dikkatli olmak lazım. Tasarrufları bir
an arttırmakla bugün diyelim Türkiye’de 10 birim tasarruf var ve bunu 15
yaptık akşamdan sabaha %50 arttı. Bu bir artış yolu. Başka bir yolu da
bunun finans anlamı daha fazla, tasarrufun vadesini uzatmak. Artırmakla
eş değer, çünkü hep olan şey daha çok var demektir. Yani matematik de
bunu söylüyor.
37
Halka arzda belki biz çok yanlış yaptık bu sene sağa sola giderek, gidin
halka açılın sanki mal satarmış gibi. Tabi o da yapılaması gereken bir şey
bilinirlik olsun diye, ama asıl mesele o değil. Asıl mesele ülke politikası
olarak bunun resmini doğru çizmek.
Dolayısıyla, Türkiye’nin uzun vadeli tasarruf yapma ihtiyacı var mı? O da
var. Uzun vadeli tasarruf akıllı bir şey mi? Çok akıllı bir şey. Bakın Çin’de
tasarruf fazlası vardı çünkü yatırım yapacak yer yoktu. Çünkü Çin’de emeklilik, SSK diye bir kurum yok! Yeni yeni kurmaya başlıyorlar. Çin’in parası
dünyaya aktı, Amerika’ya hazine kağıtlarına falan, dünya bu hale geldi.
Dolayısıyla tasarruf açığı, tasarruf fazlasından daha iyi, iyi bir tüccar için,
iyi bir ekonomi yönetimi için. Çünkü tasarruf açığı ile yatırım becermek,
başkasının parasıyla iş yapmakla eş değer OPM (Other People’s Money).
İşte sermaye piyasaları bu yüzden var. Dolayısıyla yatırım yapan firmalarımızın kişilerimizin uzun vadeli fona ihtiyacı var, tasarruf sahiplerimizin,
ailelerimizin, hanelerimizin uzun vadeli tasarruflara geleceği planlamalarına ihtiyacımız var. İkisi örtüşüyor ve bu kaynak, bu para var Türkiye de.
Bunu söylemek lazım, yoksa halka arzda belki biz çok yanlış yaptık bu
sene sağa sola giderek. “Gidin halka açılın”, sanki mal satarmış gibi. Tabi o
da yapılması gereken bir şey bilinirlik olsun diye ama asıl mesele o değil.
Asıl mesele, ülke politikası olarak bunun resmini doğru çizmek. Bu bilince,
şimdi finansal okuryazarlık yapacağız o daha akademik bir içerikli bir şey,
konuşursak fon yönetimi portföy yönetimi kendiliğinden bir ihtiyaç olarak
ortaya çıkacaktır. Bakın Türkiye’ye yabancı sermaye geliyor ve artarak geliyor. Sıcak para soğuk para ılık para tartışmaları var bir yanda. Türkiye’ye
gelebilen Yeni Zelanda parası kısa vade tasarruf parası olabilir mi? Mümkün değil, ya Yeni Zelanda uzak olduğu için o örneği verdim, okyanusun
öteki tarafında, o tasarrufların vadesi 15 gün olsa Türkiye’ye gelir mi? Gelemez! Demek ki başka yerdeki uzun vadeli tasarruflar bizim ihtiyacımızı
giderebiliyor. Aynı şeyi biz yaparsak iki çarpı haline gelebilir. Özetle hadise
bu kurumları satmak, enstrümanları satmak, bir fikri satmak değil. Ülkenin
bu toplumsal ihtiyacını masanın üstüne doğru dürüst koyup yatırımcıları,
tasarruf sahiplerini bu bilgiye, bu bilince ulaştırmak. Tüm mesele bu aslında. Bunu yapmak lazım. Belki bundan sonraki çabalarımızda bu boyutta
uygulamak lazım. Çünkü diyorsunuz, firmalara anlatıyorsunuz, iyi de Başkanım ben halka açılacağım şimdi maliye gelecek, SPK da başımızın derdi,
üç kuruş para için değer mi falan, onu inandırmak zor işte. Burada şirket
yok diye konuşuyorum rahat rahat. Yapmak değil, yapılması lazım, yapılacak ama asıl bu politikayı, ulusal politikamızı bir şekilde halkın anlayacağı
bir dille sunmak lazım belki bundan sonra. Bunu becerebilirsek o soruların
38
cevabı otomatikman hayata geçmiş olacak zaten.
Bir şey daha söyleyeyim, sıcak para konusu. Yatırım-tasarruf diyoruz, sıcak
para diye konuşuyor herkes. Sıcak para ne diye sorunca, cevap veren pek
yok. Sıcak paranın en iyi cevabı şu; kısa vadeli spekülatif sermaye giriş
çıkışları sıcak. Kötü bir şey mi? Çok kötü bir şey, mahvediyor bizi diye
şikâyetçi oluyor bazı kesimler. Bakın kapayın sıcak soğuk her türlü parayı
istemiyoruz, bize gelmesin, gitmesin. O zaman problem yok değil mi? Sıfır
para! Sıfır olması mı daha iyi, 10 lira gelse 3 ay dursa 10 lira gitse, hani
sıcak hızlı geldi gitti. Bu mu daha iyi? Düşünün ya hiç paranız yok. Birisi
geliyor diyor ki ben size 10 lira vereceğim 3 ay sende dursun. Sonra alıp giderim, belli olmaz. Sıcak. Kısa vadeli, bir aylık, üç ay, dört aylık, sen akıllı ol
o parayı iyi değerlendir, üç ayda giderse gitsin, kimin umurunda? Gelirken
TL’yi değerlendiriyor, doları düşürüyor, çıkarken tersini yapacak, kur riski.
Son derdimizde bu olsun. Değerleniyor, geri geliyor aynı yere geliyor. Kötü
bir şey var mı burada? Sen bunu yönetemiyorsan orda senin beceriksizliğin
vardır. Sıcak para diye magazin yapma demek geliyor.
Kurumları satmak, enstrümanları satmak, bir fikri satmak değil ülkenin
bu toplumsal ihtiyacını masanın üstüne doğru dürüst koyup yatırımcıları,
tasarruf sahiplerini bu bilgiye bu bilince ulaştırmak. Tüm mesele bu aslında. Bunu yapmak lazım. Belki bundan sonraki çabalarımızda bu boyutta
uygulamak lazım.
Prof. Dr. Güler ARAS
Teşekkür ediyorum hocam. İzninizle Sayın Hüseyin Erkan’ın sorularına geçiyorum. Size de izninizle aynı şekilde birden fazla soru yönelteceğim. Aslında uzun bir liste var. Bunlar yine diğer oturumlarda ortaya çıkan, merak
edilen konular.
Birincisi, gerçekten çok çaba sarf edilen Halka Arz Seferberliği sürecinde
beklediklerinizi gerçekleştirebildiniz mi? Daha başarılı bir sonuç bekleyen
bir kesim olabilir, elbette daha iyisi bekleniyor olabilir. Ben süreçten pek çok
çıktı elde edildiğini düşünüyorum. Sizce halka arz seferberliği süresindeki
gözlemlerinizden yola çıkarak en fazla problem olarak gözüken noktalar
nedir? Şirketlerin halka açılmak için en temel problem olarak gördüğünüz
noktalar nedir, neler yapılmasını bekliyorsunuz? Çalışmalar sonrasında eminim bir sonuç alınmış olması gerekiyor. İkinci nokta, halka arz seferberliği
kapsamında bireysel emeklilik fonlarının kurumsal yatırımcı olarak bu sisteme katkıda bulunmasına yönelik herhangi bir çaba, uygulama ya da bir
39
proje var mı? Zira bunlar ileride en önemli kurumsal yatırımcı olmaya aday
kurumlar. Bir diğer konu değerleme konusundaki problemleri bertaraf etmeye ilişkin sizin İMKB olarak bir projeniz var mı? Bunu bütün katılımcılara
bir şekilde yönelteceğim sanırım. Bir diğer konu ise, sizin İMKB olarak
ortak platform oluşturmak gibi hedefleriniz var, bildiğim kadarıyla. Kardeş
ülkelerle ortak platform oluşturma ve bu platform üzerinde işlemlerin yürütülmesi yönünde. Bu konudaki çalışmalar nedir? Bir diğer konu, FEAS 15.
Yılını kutladı, oldukça iyi gidiyor gördüğüm kadarıyla. FEAS’la ilgili önerileriniz nelerdir? Bu önemsediğimiz konulardan bir tanesi. Bir diğer konu,
dünya borsaları sürekli birleşme entegre olma yolundayken bizde yeni borsalar, farklı borsalar var. İleride böyle bir tek borsa projesi var mı? Bu belki
diğer katılımcılar için de yöneltilebilecek bir soru. Bir araya gelme, birleşme
eğilimi var mı? Bir diğer soru, yine halka arzda biz pazarlama mı yapıyoruz tanıtım mı yapıyoruz? Yani pazarlamaysa bu, yapılmalı mı bu şekilde?
Yoksa tanıtım, stratejik bir pazarlama metodu uygulanarak yatırımcıyı farklı
yöntemlerle metotlarla doğru ve etkin bir bilgilendirme yöntemleri mi bulunmalı? Yine bu aracı kurumları da ilgilendiren konu. Bir diğer sorunumuz,
yatırımcı güvenini artırmak, kazanmak için İMKB’nin ayrıca planladığı bir
çalışma olduğunu biliyorum. Gelecek yılın yatırımcı seferberliği yılı olarak
düşünüldüğünü biliyorum. Muhtemelen bizim fakültemizin de gelecek yıl
etkinliklerinin başlığı yatırımcı seferberliği olacak ve sizlerle umarım tekrar
bir arada olacağız. Bu konuda yatırımcı güvenini artırmaya yönelik olarak
ne tür çalışmalar planlanıyor? Daha çok merak edilen konu var ama son
bir soru var, onu da ekleyeyim. DO&CO, yabancı bir şirket olarak piyasaya
geldi. Buna benzer şirketlerin halka arzı ile ilgili özel projeleriniz ya da
çabalarınız var mı? Bunlar piyasaya ne getirecek? Çifte kotasyon konusuna, bilmiyorum girmek ister misiniz? Bunun için hedefler nelerdir? Bunlar
merak ettiğimiz konular. Sizden de bu soruların genel bir değerlendirmesini
ve yine önemli gördüğünüz konulardaki yanıtlarınızı almayı rica ediyorum.
40
Hüseyin Erkan
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı
B
en yazmaktan yoruldum valla ama yavaş yavaş cevaplamaya çalışayım.
Şimdi halka arz ile ilgili olarama yavaş yavaş cevaplamaya çalışayım. Şimdi
halka arz ile ilgili olarak bir sürü soru var ama halka arz bir gecelik yapılan
bir şey değil, bir yıllık yapılan bir şey de değil. Halka arz gerçekten bir
süreçtir. Halka arz dediğimiz zaman dev şirketler bu sene güllük gülistanlık
hep beraber buyurun halka arz edelim gelecek sene de bakalım görelim,
olmaz. Halka arz dediğimiz olay, farkındalığın artırılması demektir. Yani
bu bir kampanya ise, bu bir tanıtım süreci ise ve şirketlerle bu diyalogun
başlatılması ise, bu bir süreçtir ve bitmeyen bir süreçtir. Yani biz bunu
başlattığımıza inanıyoruz. Sermaye Piyasası Kurulumuzun da önderliğinde
bu konuda gerçekten çok ciddi bazı adımlar attık. Hep beraber, halka arz
farkındalığının ve şirketlere sermaye piyasalarının faydalarını anlatabilecek
imkânları birlikte geliştirdik. Halka arz dediğimiz konu ise bir süreç. Bugün az
olur, yarın daha fazla olur. Bu zaman içinde göreceğimiz bir şeydir. Çok basiti
halka arz konusunu biz iki senedir konuşuyoruz protokol imzalamamızın
üzerinden iki seneye yakın bir vakit geçti. İlk toplantımızı 6-7 Mayısta yaptık
zirvemizi özellikle. 6-7 Mayısa kadar, 2009 yılında bir tane halka arzımız var.
2010 yılı Mayıs zirvesine kadar 4 tane halka arzımız var. Ne yaptık bu sene
23 şirketi halka arz ettik. Demek ki ilk 4 ayda 4 tane şirket geldi, ondan
sonraki aylarda da neredeyse 19 şirket gelmiş. Bu demektir ki hakikaten
bir farkındalık eksikliği var. Yani şirketlerle bir şekilde bunların konuşulması,
şirketlere anlatılması, büyük ortaklara halka arz nedir, sermaye piyasası
ne getiriyor, bırakın onu şirketinizin geleceği ile ilgili bir stratejiniz var mı
sorusunu sormayı gerektirdi. Yani bu şirketler bizim gidip bu şirketlere
söylediğimiz çok klasik ve bence çok önemli bir kavram var. O da, diyoruz
ki şirketin sahibine, “ey büyük ortak, senin şirketin benim ülkemin milli
41
servetidir” diyoruz. Bu güzel bir kavram bunu sahiplenmelerini çok istiyorum
ben şirketlerin. Hakikaten eğer bir şirket sahibi kendi şirketini bir milli
servet olarak görürse oradaki sorumluluklarını da çok iyi anlar. Yani o milli
serveti sıfırdan belli bir büyüklüğe getirdi ise, yüzlerce insana maaş ödüyor
ise, onların ekmeğini masaya koyuyorsa, devlete vergi ödeyip de devletin
sosyal hizmetleri insanlara getirmesine yardımcı oluyorsa, bunun devamını
sağlaması da onun için bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu hissediyor
musunuz? Yarın bir gün siz olmayacaksınız, yarın bir gün çocuğunuzda mı
illaki devam etmek zorunda? Onları da yetiştirin, tabi ki sürekliliği sağlatın
tabi, ama zorlayamazsınız, mecbur tutamazsınız. Çocuklarımız aynı işlerle
devam etmek istemeyebilirler. Eczacı olmak ister, doktor olmak ister,
sporcu olmak ister, sanatçı olmak ister, durduramazsınız. Ama çocuklarınız
ya da en yakın akrabalarınız ilgilenmiyor diye bu güzelim milli servetin
ortadan kaybolması yazık değil mi? Dolayısıyla, şirketlere sürdürülebilirliğin
önemini özellikle göstermeye çalışıyoruz. Yani bu şirket iki, üç, beş, on
jenerasyon devam etsin, sadece sizin ailenizde saklı kalmasın, yüzlerce
binlerce ortağı olsun, tüm Türkiye’nin yatırımcıları bundan faydalansın,
sizde tabiki bundan nemalanın, size güvenerek yatırım yapan insanlar da
bundan nemalansın bizim konuşmamız bu şekilde. Yani bu, bir farkındalık
artırmak, iki şirketlerin geleceğine ilişkin olarak da stratejilerini yapmaları
konusunda onları uyandırmak. Yaptığımız çalışmalar kurulumuzla beraber
bunlardır. Dolayısıyla bunlar tabi ki bir pazarlama değil, tabi ki sadece
bir tanıtım değil. Bu bir silkelenmedir. Hepimizin silkelenmesi gerekiyor.
Hakikaten uyanmamız gerekiyor. Dünyada bunu başaran ülkeler, gelişmişlik
seviyesine gelen ülkeler.
Asgari 150 seneye uzanan bir sermaye piyasası tarihimiz var. Ha kopukluklar olmuş, biz bunu kullanamamışız. Biz de diyoruz ki, çok ciddi bir imkandır bu sermayenin tabana yayılması, servetin paylaşılması ve ülkenin
kalkınması için. Bunu özellikle söylüyoruz.
Birçok ülkede, biliyorsunuz gelişmiş ülkelerde sermaye piyasası
tarihi yüzlerce yıla sarkıyor. Türkiye’de yok mu? 25 yıl diyoruz ama
Türkiye’de sermaye piyasası yeni değil aslına bakarsanız. Ama biz bunu
kullanamamışız. Asgari 150 seneye uzanan bir sermaye piyasası tarihimiz
var. Ha kopukluklar olmuş, biz bunu kullanamamışız. Biz de diyoruz ki çok
ciddi bir imkandır bu sermayenin tabana yayılması, servetin paylaşılması
ve ülkenin kalkınması için. Bunu özellikle söylüyoruz. Bu, dediğim gibi
bir süreçtir yani uzun sürecek bir süreçtir, hiçbir zaman bitmeyecek bir
süreçtir. Burda en fazla gördüğümüz problemler,ü evet şirketlerimizin
sahipleri tabi ki daha kısa vadeli olarak olaylara bakıyorlar, tabi ki ben
42
yönetimdeki kontrolümü kaybetmeyeyim diyorlar. Biz de diyoruz ki, biz
halka arz edin dediğimiz zaman yüzde yüz satın demiyoruz. Keşke %100
halka açık şirketlerimiz olsa. Daha kurumsallaşmış olurlar. O da ayrı bir
mesele ama böyle bir şart yok. Daha çok azınlık hissesi satıyorlar. Azınlık
hissesi alanlar da, “ben onu kontrol edeyim, sen ey yönetim kurulu başkanı
in aşağı ben geleyim”, demek için gelmiyor ki. Portföy yatırımcısı o şirketi
o büyüklüğe getirmiş olan o yatırımcının, o girişimcinin peşinden gelir. Ona
güvenerek o yatırımı yapıyor ve ondan da devamını bekliyor. Dolayısıyla,
portföy yatırımcısının peşinde olduğu şey kontrol değil. Portföy yatırımcısı
süreklilik ister ve kazançtan da belli bir temettü ister. Başka bir şeye de
karışmaz. Dolayısıyla, bunları anlatmamız lazım.
Eğer kurumsal yatırımcı hala hisse senedine yatırım yapmıyorsa bu ortamda, onların da o zaman yeteneklerini sorgulamak lazım. Biz değil,
sizler, yatırımcılar olarak sorgulamanız lazım.
Şeffaflık konusu var. Eskiden olduğu gibi artık vergiler çok yüksek değil.
Şirketlerin önünde şeffaflık çok da büyük engel değil artık. Anadolu’da
şirketleri geziyoruz. İşte eskiden derlerdi, benim rakibim merdiven altı
üretim yapıyor, ben bütün bilançolarımı şeffaflaştıracağım, herkes benim ne
yaptığımı görecek, maliyetlerimi görecek, ben onlarla nasıl rekabet ederim?
Eskiden bu deniliyordu. Bu kalktı ortadan artık. Anadolu’da dolaşıyoruz,
şirketlerle görüşüyoruz. Doğru, merdiven altı hâlâ var, kayıt dışı ekonomi
hâlâ yaygın. Fakat şirketler, bu sorumluluğu hisseden şirketlerin neredeyse
hiçbiri artık bu konuyu problem etmiyor. Zaten caydırıcı olmaktan çıkmış
vergi seviyeleri, kurumlar vergisi %20’lere inmiş. Hatırlarsanız % 50’lerin
üzerinde kurumlar vergisi olduğu dönemleri yaşadık. % 20’lerle de yani
dünyada sayılı düşük kurumlar vergisi ülkeler arasına girdik biz. Bu artık
caydırıcı değil. Bireysel emeklilik fonlarının daha fazla katılımı. Tabi kurumsal
yatırımcılara oturup da siz işinizi nasıl daha iyi yaparsınız öğretmek bizim
görevimiz değil. Kurumsal yatırımcı eğer bu işte varsa rekabetçi ortam
içerisinde nasıl o fonları iyi yönettiğini de ispat etmesi ve göstermesi
lazım ki, o da uzun vadeli olarak piyasada olsun. Kurumlar olarak biz bu
altyapıları, bu piyasaları onların varlığı, onların yatırımları için açmışız. Eğer
kurumsal yatırımcı hala hisse senedine yatırım yapmıyorsa bu ortamda,
onların da o zaman yeteneklerini sorgulamak lazım. Biz değil, sizler,
yatırımcılar olarak sorgulamanız lazım. Sizlerin fonlarını yönetiyorlar. Ey
idareci, ey fon yöneticisi, ben paramı koymuşum sana nedir bana verdiğin
getiri, diye sormanız lazım. Bu sizin en doğal hakkınız. Biz Borsa olarak veya
Sermaye Piyasası Kurulu olarak kulağından tutup da herhangi bir kurumsal
yatırımcı, fon yöneticisini eğitecek değiliz. Burada üniversitelerimiz var,
43
çeşitli kurumlarımız var. Bu konularda deneyim elde ediyorlar, çalışıyorlar,
bankalarımız var, aracı kurumlarımız var. Bunların hepsi birer okul. Bunların
yaratmış olduğu ortamlar ve tecrübelerle kurumsal yatırımcı, fon yöneticileri
yetişiyorlar. Dolayısıyla gördüğümüz kadarıyla bireysel emeklilikler daha
uzun yatırım araçları olduğu için bu fonlar, aslında hisse senedine yatırım
yapmak, onlar açısından daha avantajlı. Türkiye’de bireysel emekliliğin
tarihi daha çok genç, çok kısa. Toplanmış olan toplam bireysel emeklilik
fonlarındaki miktar ne kadar? 10 milyar doların altında herhalde şu an. 8
milyar dolar civarında bir rakam. Yani 12 milyar TL civarında bir rakam.
Bunun çok az bir kısmı hisse senedine yatırım yapmış. Ama yatırım
fonlarıyla karşılaştırdığımız zaman, aslında emeklilik fonlarının hisse senedi
muhteviyatı diğerlerine göre daha yüksek. Dolayısıyla, onlar da yavaş
yavaş artık hisse senetlerine yatırım yapmaya başlamışlar. Çünkü o ekstra
gelirleri, o uzun vadede ancak hisse senedi yatırımlarıyla kazanabilirler.
Onlar da bunun farkında. Ama daha fonların büyüklükleri maalesef küçük.
Henüz o kritik büyüklüklere ulaşmış değiller. Bu da bir süreçtir, çok hızlı
gelişiyor ama bu da bir süreçtir. Evet, geç kalındı fakat sermaye piyasamız
doğru yönde ilerliyor. Gerekli kurumları da oluşturulmuş. Bu konuyla ilgili
olarak ortam da şu anda uygun olduğu için, insanlar artık çok daha yaratıcı
formüllerle ve yönetim uygulamalarıyla önümüze çıkmak durumundalar.
Çünkü rekabetçi ortam bunu gerektiriyor.
Değerleme konusunda bazı problemler yaşanıyor, doğru. Ne Sermaye
Piyasası Kurulumuz ne de İMKB, değerleme konusuna karışmıyoruz.
Değerleme, tamamen aracı kurumlarla şirket sahipleri arasında yapılan
çalışma sonucunda ortaya çıkıyor. Aracı kurumun görevi en uygun satış
fiyatını şirketle oturup kararlaştırmak. Bunu da sadece üç dört tane
formülle ortaya çıkartıp, “işte bizim düşüncemiz, sizin şirketinizin değeri
budur” demek değil tabii ki. Aracı kurumların en büyük görevi, piyasanın
nabzını yoklamak, piyasa şartları neyi gerektiriyor, nasıl bir değeri, nasıl bir
fiyatı ancak alınabilir kılıyor, bunu şirketle paylaşmak. Bu önemli bir olay.
Dolayısıyla biz burada, ne SPK ne de biz diyemeyiz ki, “ey şirket sahibi, biz
size şöyle bir değer biçiyoruz”. Biz diyemeyiz, biz fiyat belirleyici olamayız.
Fiyatı belirleyen, arz taleptir. Aracı kurum ve şirket sahibidir. Bunlar bir
araya gelerek, piyasanın nabzını yoklayarak ve yerli ya da yabancı
yatırımcının verebileceği fiyatı iyi tahmin edip ondan sonra piyasaya
gelmektir. Burada hakikaten aracı kurumlarımıza ve şirket sahiplerimize
çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Tek seferde en yüksek fiyattan satıp,
ne olursa olsun demek yanlıştır. Şirketlerimiz için kazan-kazan formülü
önemlidir. Hem şirket sahipleri kazanacaklar belli bir fon elde edecekler,
hem de uzun vadede bu imkanı açacaklar ve ikinci bir halka arzla, ikinci bir
44
sermaye artışında çok rahatlıkla kendilerine fon sağlayabilirler. Yatırımcının
da beklediği uzun vadede iyi bir temettü performansı. İyi bir temettü
performansı olan şirketin değeri de ona göre çok daha iyi yerlere gelebiliyor
ve volatilite, dalgalanmalar yaşamıyor.
Ortak platform konusunda evet çalışmalarımız sürüyor. İlk başta tabi ki
Türkiye’de bu bölünmüş yapıyı bir şekilde bir araya getirecek ortak emir
dağılım platformunu ortaya çıkarmak, bu emir dağılım platformunu bizim
merkezi takas kuruluşumuz ve merkezi saklama kuruluşumuz olan MKK
ile entegre edip tüm kayıtların orada tutulmalarını ve tüm takasın oradan
geçmesini sağlamak, netleştirmeleri sağlayabilmek piyasalar arası, tek bir
noktadan erişimle bütün piyasalara erişimi sağlayabilmek ve bunu da çevre
ülkelerle birleştirip dünyanın büyük borsalarıyla görüştürebilmek. Asıl
İstanbul Finans Merkezi projesini ortaya çıkaracak olan proje bu. Bunun
üzerine bütün kurumlar olarak yoğunlaşmış durumdayız. Sermaye Piyasası
Kurulumuz da bu konuda bize önderlik ediyorlar, bu konuda çok büyük
destek veriyorlar. Dolayısıyla, bu artık Türkiye’nin bir projesi haline geldi.
İMKB’nin tek başına projesi değil, bu Türkiye’nin projesi.
FEAS’ın 15. yılını kutladık, 33. üyemizi bu sene aldık. 15 yıl önce 12
kurucu borsa ile başlamıştık. Şu anda 30-31 ülkeden 33 tane borsa üye.
Geçtiğimiz 2-3 yıl öncesinde yeni bir politika değişikliği yapmıştık. Sadece
borsalar değil, borsalarla entegre olan takas ve saklama kuruluşlarını ve
özellikle aracı kuruluş birliklerini de üye yapma yolunda karar almıştık. Bu
konuda da iyi bir başlangıç yaptık ve geçtiğimiz 2-3 sene içerisinde de 12
tane bu tip ilgili kuruluşlar da üyemiz oldu. Bu büyüklükle, Dünya Borsalar
Federasyonu’ndan sonra en büyük federasyon aslında ve en güncel
projelerinden bir tanesi ortak endeksler. Çıkarttığımız üç tane endeksimiz
var. Bir ana endeks, bir de onun altında bölgesel iki tane endeksimiz var.
Bunlara ilaveten şimdi yatırım yapılabilir daha küçük kapsamlı, ancak yatırım
yapılabilir endeksler çıkartmak. Yani bölgesel borsa yatırım fonlarının ortaya
çıkmasını destekleyici ürünler geliştirmek en başta yapacağımız çalışmalar
arasında.
Bölgesel borsa yatırım fonlarının ortaya çıkmasını destekleyici ürünler
geliştirmek, en başta yapacağımız çalışmalar arasında.
Borsa birleşmeleri dünyada oluyor, doğru. Kıtalararası birleşmeler de oluyor.
Borsa birleşmeleri dünyada oluyor, doğru. Kıtalararası birleşmeler de
oluyor. Bugün New York Borsası artık Amerika’nın borsası değil Avrupa’nın
da borsası haline geldi. Bunun ötesine dünyanın başka ülkelerinde de
45
yatırımlarını yapıyor. Katar’a da yatırımı var. Geldiler Ortadoğu’ya da girdiler.
Nasdaq da aynı şekilde, Dubai’ye girdi. Onlar da İsveçli firmayı aldılar.
Dolayısıyla, hepsi kıtalararası birleşerek global piyasalar haline gelmeye
başladılar. İMKB olarak da bölgenin aşağı yukarı en büyük borsasıyız. Biz
de bu çalışmalar içerisinde mutlaka yerimizi almayı planlıyoruz. Zaten
ortak olduğumuz başka borsalarımız var. Önümüzdeki dönemde bazı başka
borsalarla da ortak olma gibi planlarımız var, bunları düşünüyoruz. Sorular
çok da o yüzden maalesef kısa kısa cevaplamaya çalışıyorum. Bu ortak
platform dolayısıyla da en azından emirlerin dağılımı konusunda ortak
bir çalışma yapıp, Türkiye’deki borsaların da tek bir platform üzerinde
yatırımcıya imkân sunmasını sağlamaya çalışıyoruz hep birlikte. Yatırımcı
güveni için tabi ki bir yatırımcı seferberliği planımız var. Bütün burada oturan
kurumlar olarak hepimizin belli çalışmaları var. Bazı anketler yapıldı. Aracı
Kuruluşlar Birliğimiz güzel bir anket yaptı. Onları değerlendiriyoruz kendi
aramızda. Kendi komitelerimizi oluşturduk, bu komitelerle ve çalışmalarıyla
beraber bir yatırımcı seferberliği planı önümüze koyacağız. Önümüzdeki
1-2 ayki çalışmamız da bunları gerektiriyor. Ama tabi ki yani gizli bir
formül değil. Önemli olan büyük kitleleri çekebilmemiz. Zor olan yatırımcı
seferberliğidir. Halka arz, nispeten daha kolaydır. Şirketlere gidiyorsunuz,
sayısı bellidir. Ama burada sayısı belli olmayan, 72 milyon nüfusumuz var.
Bunların arasında milyonlarca insanı borsaya çekmek tabi ki daha zor
bir olaydır. Sermaye piyasamıza onları çekebilmek için eğitim şart. Sayın
Başkanımızın da burada söylediği gibi, finansal okuryazarlık konusu çok
önemli bir konu. Sermaye Piyasası Kurulumuz bu konuda çok ciddi bazı
çalışmalar yapıyor. Eğitim kurumlarımızı kullanacağız, medyayı yoğunlukla
kullanacağız. Yatırımcı seferberliğinin ilk adımı mutlaka eğitimden geçiyor,
bilgilendirmeden geçiyor. Eğitim derken, seneler sürecek eğitimlerden tabi
ki bahsetmiyoruz. Yatırımcının bilinçlendirilmesi, daha iyi bilgilendirilmesi
ve yatırım yaparken nelere dikkat etmesi hususunda bilgilendirilmesi,
haklarının ne olduğu hakkında bilgilendirilmesi gibi hususları dikkate
alacağız. Ne kadar fazla yatırımcıya, ne kadar fazla kişiye, nerelerden
ulaşabilirsek bunları değerlendireceğiz. Medyamızı, digiboardları, yazılı
medyayı, toplantıları, eğitim kurumlarımızı, üniversitelerimizi kullanıp
milyonlarca insana böyle ulaşmayı düşünüyoruz.
DO&CO gibi yabancı şirketlerin Türkiye’de işlem görmesi konusu yıllardır
üzerinde çalıştığımız, hatta bir zamanlar hatırlarsanız belki, 1996 yılında
açmış olduğumuz uluslararası bir pazarımız vardı. Bir serbest bölge içinde
faaliyet gösteriyordu. Orada, çevredeki ülkelerin borsaları daha yeni
yeni yapılanmaya başlamışlardı. Biz de bu altyapımızla onlara hizmet
verebilecek bir imkanı yaratmıştık. Bir halka arzımız, bir şirketimiz oraya
46
geldi Kazakistan’dan. En yüksek işlem hacmi orada oldu. Londra, Frankfurt,
İstanbul gibi ve Kazakistan gibi 3-4 yerde birden işlem görüyordu. En fazla
işlemler bizde oluyordu. Bir süre sonra, tabi ki hem politik dalgalanmalar,
hem de tercih nedeniyle böyle bir serbest bölgenin devamının doğru olmadığı
düşünüldü ve kapatıldı. Şimdi yaptığımız da yabancı şirketleri doğrudan
kendi ulusal şirketimiz içerisine almak. DO&CO güzel bir örnekti. Viyana’da
işlem görüyor, yeterli işlem hacmine sahip değil. Faaliyetlerinin ciddi bir
kısmı Türkiye’de gerçekleşiyor. Türk yatırımcısı, Türk vatandaşı bunları çok
daha yakından tanıyor. Burada çok güzel bir halka arz gerçekleştirdiler.
Başarılı bir halka arz oldu. Kendileri de gayet memnun. Bunu gören birçok
yabancı şirket de hakikaten Türkiye’yi alternatif bir halka arz platformu
olarak düşünmeye başladı. Bazı şirketlerle görüşmelerimiz de sürüyor bu
konuda. Ama bu konuda tabi uzun bir süreç yine önümüzde var.
Prof. Dr. Güler ARAS
Teşekkür ediyorum. Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı Sayın Nevzat
Öztangut’la ikinci tura başlarken önemli olduğunu düşündüğüm bir soruyla
başlıyorum izninizle.
Çok sayıda birlik var biliyorsunuz. Aslında bunlar birlikte ortak amaca hizmet ediyor. Birleşmeyi düşünmüyor musunuz? Başka bir şekilde sorarsam,
birleşmenin gerekli olduğunu düşünüyor musunuz? İkinci bir soru tekrar
edeceğim ama, halka arzlarla ilgili aracı kurumların yeterince etkili olduğunu ve etkin değerleme yaptığını düşünüyor musunuz? Bunu biz daha
önceki toplantımızda konuştuk, biliyorsunuz. Ama bu toplantıya katılanlar
için bu toplantının teması çerçevesinde tekrar sizden bir değerlendirme
rica edeceğim. Değerleme, fiyatlama konusunda aracı kurumlar üzerine
düşeni yeterince yapabilecek altyapıya sahip mi? Yatırımcının bilgilendirilmesi konusu da Aracı Kuruluşları Birliği’nin, aynı zamanda, sanırım üzerine
düşen görevler var, bir projeniz var mı bu konuda?
Bir de benim merak ettiğim bir soru var; aracı kurumların işlevi halka arzı
başlatıp, halka arzın sonunda piyasaya şirketi getirip bitirmek değil bildiğim
kadarıyla. Bundan sonraki süreçte halka arz edilmiş olan şirketin sürekliliği
anlamında, yatırımcı ilişkileri, şirketlerin finansal durumu vb. herhangi bir
misyon üstleniyor mu aracı kurumlar? Sanırım sizin sorularınız bu kadar.
Teşekkür ediyorum.
47
Nevzat ÖZTANGUT
Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği
Başkanı
Ş
imdi bu birlik birleşmesi, zamanlı ve ilginç bir soru, teşekkür ederim.
Bizim sektörümüzde, bir kaç tane birlik ama daha çok dernek var. Birlik,
Aracı Kuruluşlar Birliği var, Bankalar Birliği var, Değerleme Uzmanları Birliği var, denetçilerin veya mali müşavirlerin kendilerine ait bir birlikleri ve
odaları var. Ama bunun yanında, Kurumsal Yatırımcılar Derneği, kurumsal
yönetimle ilgili dernek, hatta kurumsal yönetimle ilgili halka açık şirketlerin
iki tane derneği var. Tabi, dernek ne demek? Dernek, gönüllü olarak, isteyen herkes bir araya gelip, istediği konuda dernek kurabilir. Bu derneklerin
de o mesleği veya o işi temsil kabiliyeti sınırlıdır. Ama birlik, kanunla kurulmuş bir şeydir. Bizim yapımızda üyeliği zorunlu olan bir şeydir. Dolayısıyla,
Türk sermaye piyasasında iş yapan bütün aracı kurumların ve bankaların
üye olması zorunludur örneğin bizim derneğe. Velev ki üye değilse veya
kurulduktan sonra üyeliğe başvurmamışsa, sektörde faaliyet sürdüremez.
Şimdi böyle baktığınız zaman, dernekler birleşir mi, şey, birlikler. Birleşecek
çok fazla birlik yok. Ama birlik olma yolunda olan dernekler var. Bunlar da
bizle çok ilgili. Bunların bir kısmının birleşmesinde fayda var. Çünkü mesleği daha bütüncül olarak temsil etmek bakımından. Yani isimle söylersek;
Kurumsal Yatırımcılar Derneği, aracılıkla, bizimle ilgili bir iş yapıyorlar. Zaten bizim üyelerimiz de kurumsal yatırımcılık veya kurumsal yatırımcılara
yönelik yönetim işi yapıyor. Dolayısıyla bu dernekler, bir dernekle birleşebilir veya onlar birlik kurmaz bizimle yeni birlikte birlik olurlar. Ama öyle
işler var ki, yaptıkları iş aracılık işi değil ama aracılığa destek veren bir iş.
Mesela, değerleme yapıyorlar, denetleme yapıyorlar. Şimdi, aracılıkla ilgili,
bunlar aracılığa destek veren işler ama bunun gibi hukukçularında barosu
var. O da aracılığa destek veriyorlar. Şimdi bunları da birleştireceğiz diye
uğraşamayız, yani öyle bir çaba göstermiyor olmamız lazım. Dolayısıyla
48
mesleği tam olarak daha iyi tanımlayan kuruluşlar, birlikler birleşebilir. Biz
bu konuda, bu masada oturan kişiler, başkanlar hem de SPK Başkanıyla
daha önce de görüşmeler yaptık. Biz buna sıcak bakarız, faydalı olduğunu
da düşünürüz. Memleketin yararına ne olacaksa, onu yapmak her zaman
daha faydalıdır.
Ama birlik olma yolunda olan dernekler var. Bunlar da bizle çok ilgili.
Bunların bir kısmının birleşmesinde fayda var. Çünkü mesleği daha bütüncül olarak temsil etmek bakımından. Yani isimle söylersek; Kurumsal
Yatırımcılar Derneği, aracılıkla, bizimle ilgili bir iş yapıyorlar. Zaten bizim
üyelerimiz de kurumsal yatırımcılık veya kurumsal yatırımcılara yönelik
yönetim işi yapıyor. Dolayısıyla bu dernekler, bir dernekle birleşebilir veya
onlar birlik kurmaz bizimle yeni birlikte birlik olurlar.
Şimdi bu değerleme ve fiyat. Halka arza gelen şirketin, birincil önceliği
foŞimdi bu değerleme ve fiyat. Halka arza gelen şirketin, birincil önceliği
fon sağlamak. Daha sonraki işler, yani daha sonraki amaçlar, hakikaten
daha sonraki amaçlar. Niye, nedir bunlar? İşte, şirket kurumsallaşacak,
şirketi daha iyi tanıyacak falan gibi, biz hep bazı yan faydalar sağlıyoruz
ama birinci fayda buradan fon sağlamak. O zaman şirket, sağlayacağı fonu
en ucuz maliyetle sağlamaya çalışıyor. Bu ne demek, size örnek vereyim.
Şirketi en iyi değerleme ölçüleriyle bütün dünyada kabul görmüş ölçülerle,
üç beş tane değerleme formülü, esası kullanarak değerlersiniz; bunu dünyanın her yerinde böyle yapıyorlar ve soruya cevaben aracı kurumlarımız
da bunu yapacak yeterli altyapıda. Zaten yeterli altyapıda değilse, halka
arz gibi işler büyük işler. Şimdi baktığınız zaman, ben size 57 tane şirketin
halka arz yetkisi var dedim ama liderlik yapanlar 5 – 10 içinde. Diğerlerinin
bu yetkisi var ama konsorsiyuma satıcı olarak girmek maksadıyla daha çok
varlar. Dolayısıyla lider, halka arzın işini de alan ve değerlemeyi de yapan
az sayıda aracı kurum aslına bakarsanız ve bunlarında alt yapıları gayet yeterli ve uluslararası ölçüde; bundan hiç şüpheniz olmasın. Şimdi, değerlemeyi yapıyorsunuz, üç beş tane kriter kullanarak veya değerleme metodu
kullanarak yapıyorsunuz. Bu değerleme metotlarının hepsinden ayrı ayrı
sonuçlar çıkar. İşte, bir şirketin değerini 450 milyon dolar da bulabilirsiniz,
560 milyon dolar da bulabilirsiniz. Diyelim ki, bunun “Fair Value” dediğimiz
500 milyon dolarda tamam dediniz. %30’unu halka açıyorsunuz, demek ki
150 milyon dolar gibi bir para bekliyor şirket. Fakat diyorsunuz ki şirkete,
bu 500 milyon dolar ama buna biraz iskonto vermek lazım; çünkü alanında
kazanması lazım, aksi takdirde niye yatırımcı sen bizden çok para temin
etmeye çalışıyorsun ama yatırımcı da kar edecek, niye alsın senin şirketini,
biraz iskonto ver, madem bu 500 milyon dolar gelecek bu şirkete. Peki, 500
49
milyon dolardan 150 milyon dolar %30 halka açtığımızı var sayarsak, 150
bekliyordu, biz ona dedik ki %15 iskonto ver. Ne oldu şirketin değeri; 425
milyon dolar oldu. %30’u halka açıyorsa, beklediği 150 milyon dolar artık
gerçekleşmiyor, 127,5 milyon dolar gerçekleşecek. Arada 22,5 milyon dolar
fark var. O zaman bir daha konuşalım şu işi; 22,5 milyon dolar, biraz fazla
oldu. İşte o noktada diyoruz ki, siz tanınacaksınız, kurumsallaşacaksınız.
İyi de, bunun maliyeti benim için 22,5 milyon dolar mı? Bu noktada işte
pazarlıklar başlıyor. Biz diyoruz ki aracı kurumlar olarak, bizim iki tane şapkamız var; size buradan fon sağlayacağız ama bizim bir sürü müşterimiz
var bize inanmış güvenmiş. Biz onlara pahalı mal satmak istemeyiz, çünkü
o müşterilerimizi kaybetmek istemeyiz. Zarar etmemeleri lazım. Onun için,
kusura bakmayın, bunun fiyatını 425 milyon dolardan açacaksın. Ayrıca,
analistler var, bir sürü yurt içinde analistler var; şirketi tanıtacağız. Onlar
eğer sizin şirketinize pahalı alınmaz bu der ise, kusura bakmayın yapamayız. Dünyanın birçok ülkesinde sizin gibi şirket var, sizin işinizi yapan. Bakın
işte onun fiyat/kazanç oranı bu, net aktifine göre değerlenmiş oranı bu.
Senden niye alsın, yatırımcı gider oradan alır. Dolayısıyla, pahalı satamazsın. Bir de eğer bunun yurt dışı satış boyutu varsa, zaten yurt dışına bunu
hiç pahalıya satamazsın. Onun için, bu 127,5 milyon dolardır.
Aynı zamanda, yatırımcının doğru hisse senedini almak gibi bir gayesi
olması lazım. İyi değerlendirmesi lazım, değerlendirmelere bakması lazım, aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım, başka aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım. Çünkü başka aracı kurumlar, yapılan işi
değerlendiriyorlar.
Bu her zaman böyle mi oluyor? Bir bakıyorsunuz halka arzı yapıyorsunuz;
zarar. Kendi aramızda bile konuşuyoruz bunun fiyatı pahalı oldu, onun için
satılmadı. Burada, denge işi aracı durumda; aracı kurumun gerçekleştirmesi gereken bir iş. Ama aynı zamanda, yatırımcının doğru hisse senedini
almak gibi bir gayesi olması lazım. İyi değerlendirmesi lazım, değerlendirmelere bakması lazım, aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım,
başka aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım. Çünkü başka aracı
kurumlar, yapılan işi değerlendiriyorlar. Onlara sorması lazım. Bu çok yönlü
bir iş. Burada dengeyi bulmak gerçekten çok önemli, çünkü çok zor. Aracı
kurumlara çok iş düşüyor, ama bir o kadar da yatırımcılara da iş düşüyor.
Her zaman en doğruyu aracı kurumlar yapıyor diye bir iddiam yok. Çünkü
bu bir sınav. O sınav, borsada alım-satım günü olduğunda zaten meydana
çıkıyor doğrusu yanlışı, olağan üstü bir koşul yoksa. Tüketicinin de, yatırımcının da kimi zaman satıcıyı ödüllendirmesi, kimi zaman cezalandırması gerekiyor. Bu iş belki biraz da yatırımcının daha çok bilinçlenmesinden
50
geçiyor, ama bu hakikaten doğru fiyatı bulmak da zorlu bir süreç. Halka
arzı yaptıktan sonra tabii ki bu, daha sonra bizim şirketlerle devam ediyor
ilişkimiz, ama bu önceki kadar sıkı bir ilişki değil.
Son olarak, yatırımcıyı bilgilendirme konusundaki projeden bahsedeyim.
Benden önceki konuşmaların söylediği gibi, Aracı Kuruluşlar Birliği bir anket çalışması yaptı. Ama bu çalışmayı biz, bütün kurumlarla ortak yaptık.
Herkesin katkısıyla, desteğiyle ortak bir ürün ortaya çıkardık ve tüm Türkiye çapında yapılan bu çalışmada, neden ilgi az, güveniyorlar mı, güvenmiyorlar mı, güvenmiyorlarsa neden, Şimdi onu değerlendiriyoruz. Çok
kısa zaman içinde bütün bu kuruluşların her birisinin tabii ki kendine ait
misyonları, işlevi, yatırımcıyı bilgilendirme görevleri var. Ama aynı zamanda
biz hep birlikte bu projeyi de geliştirmeye çalışıyoruz ve çok yakın zamanda
bunun sonuçlarını göreceğiz. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Güler ARAS
Çok teşekkür ederim soruların yanıtları için.
Sayın Emin ÇATANA ikinci tur için size yönlendirecek sorularım şöyle. Ben
hatırlıyorum ki, yatırımcıyı en fazla rahatlatan ve güven yaratan uygulamalardan birisi geçmiş tarihlerde, özellikle bu aracı kurumların iflaslarından
sonra, Takasbank’da müşteri adına saklama sistemine geçilmesi ve yatırımcıların kendi hesaplarına gerektiği blokaj koyabilme haklarının bulunmasıydı. Bence bu bir devrim niteliğinde, çok önemli bir değişimdi, sermaye piyasasının gelişmesi, yatırımcının güveninin artırılması anlamında.
Bundan sonraki aşamalarda siz görevinizin bir kısmını, MKK’ya devrettiniz.
Öncelikle şunu sormak istiyorum; böyle bir uygulama sizi istediğiniz bir
şey miydi? Yani MKK ve Takasbank sistemin varlığı sistemin sağlıklı işleyişi
açısından daha mı iyi oldu?
İkinci konu da şöyle, sanki Takasbank tüm kurumlarla uyumlu ve sağlıklı
ilişkiler içerisinde görülüyor. Sanki onlarla iletişimi sağlama konusunda bir
misyonunuz var gibi bir görüntü var, bu doğru bir algılama mı? Kurumların
koordinasyonu konusunda bir misyon üstleniyor mu Takasbank? Bunun
için ayrıca bir proje var mı? Ya da buna ihtiyaç duyuluyor mu sizce? Dünya
borsaları ve bizi takas sistemi ve süre açısından karşılaştırırsak, özellikle
takas süresi anlamında bizim çok iyi durumda olduğumuzu biliyoruz. Biz
şu an T+2 ve çoğu ülkeden çok daha kısa bir takas süresi uyguluyoruz.
Bunun dışında dünya ile bizim aramızda farklıklar var mı? Bu konularda
bizleri bilgilendirmenizi ve görüşlerinizi rica ediyorum.
51
Dr. Emin Çatana
Takasbank Genel Müdürü
T
eşekkür ederim. Şahsım adına imtiyaz sayıyorum bu soruları. Ben müsaadenizle bir de şu halka arzla ilgili bugünkü panelin konusuyla ilgili birkaç
bir şey söyleyeceğim, müsaade ederseniz. Kısaca cevap vereyim öncelikle
sorduğunuz sorulara. İlk sorunuz müşteri ismine saklama, müşteri adına
saklama ve blokaj koymanın bir devrim niteliğinde olduğunu söylediniz
evet, o yapıldığı yıllar itibariyle evet, bir devrimdi doğru söylüyorsunuz.
Bunun bir örneği yok dünyada bunun bir küçük de bir hikayesi var. Kaydileştirme, yani uluslararası jargondaki adıyla dematerilisation ilk defa, yanlış hatırlamıyorsam 1996 yılında bir kararnameyle hukuk sistemine girdi,
fakat o kararname iptal edildi. O süreçte aslında biz bunu pratik olarak
yapmaya hazırdık, bunun hikâyesi şudur. O zaman hani bunu bir kanunla,
kanun gücü kararnameyle yapalım denildiği zaman sistem içerisinde köklü
bir değişiklik yapıyorsunuz ve o köklü değişiklik, yapacağınız köklü değişikliğin sadece getireceği yüklerin farkındalığını yaratıyorsunuz. Şimdi bu
tabii bir sürü rezistansa sebep oluyor ve o rezistanslar daha çok bankacılık
sistemi içerisinde zor üretti ve bu kararname iptal edildi. O günkü koşullar
itibariyle, zararının faydasından çok olduğu kanaatine varıldı ve Danıştay o
kararnameyi iptal etti.
O zaman bu aslında yapılması zaruri bir şeydi, çünkü mülkiyetlerin o zaman itibariyle aynı zamanda saklama yetkisine sahip ama sermaye yapısı
güçlü olmayan aracı kuruluşların kriz zamanlarında, trendin terse döndüğü
zamanlarda geçici olarak müşteri emanetlerine müracaat etmek gibi birkaç
vaka ortaya çıkmıştı. Bunların bu sorunlar tabii aracı kuruluşların, adı geçen aracı kuruluşların ya da ismini vermediğimiz aracı kuruluşların iflası ile
sonuçlanan ve sonuçta da esas itibariyle sermaye piyasasının temel, top52
lam zararı olarak yatırımcıların varlıklarının yok olmasıyla sonuçlanınca tabi
o süreçteki bir şeyler yapma ihtiyacından doğdu bu. Biz o zaman mevcut
var olan mevzuat dalına gidelim dedik, Sermaye Piyasası Kurulunun aracı
kuruluşlarını saklama yetkisi üzerine bir hakkı, yetkisi vardı. Bu yetkiye
dayanarak Sermaye Piyasası Kurulu bir karar aldı dedi ki, aracı kuruluşlar
müşterilerinin hesaplarının aynısını Takasbank’taki saklama hesaplarının
altında alt hesap olarak saklatmak durumundadırlar, hesap açmak durumundadırlar dedi ve bu karar çıkınca biz bunun üzerine bir sistem kurduk,
oluşturduk ve bugün dematerilisationa bir günde geçişin altyapısıdır bu.
Aslında bunun hikâyesini kendisi açısından belki Yakup Bey’in de biraz bahsetmesinde yarar var ama hakikaten o gün için bir devrim niteliğinde bir
şeydi ve biz o zaman telefonla hani bu call center gibi bir yapıyla ama otomatik bir yapıyla insanlara şu imkanı verdik. İşte telefon sesi takip ettiriyor
onu takip ediyorsunuz, isterseniz kıymetlerinize bloke koyabiliyorsunuz,
isterseniz ekstre alabiliyorsunuz, isterseniz durumu öğrenmekle yetinebiliyorsunuz ve bloke koyabiliyorsunuz. Bloke koymak ne demek? Artık bu
kıymetler üzerindeki Takasbank’taki herhangi bir hareketi yapamaz hale
geliyor aracı kurum. Ne zaman ki tekrar aktive etmek istersiniz o zaman
blokajı çözme hakkınız var ve blokajı çözüp tekrar işlemlerinize devam
edebiliyorsunuz.
Bugün bu yetenekleri, bu hizmetleri, servisleri fazlasıyla veriyor, eksiğiyle
değil, fazlasıyla veriyor Merkezi Kayıt Kuruluşu. Ondan da belki kendisi
bahseder ve biz Merkezi Kayıt Kuruluşu ile birdik yani o zaman neticede biz
kayıt kurumu gibi davranıyorduk. Şimdi ayrıldık ve fonksiyonumuzu MKK’ya
devrettik. Mutlu muyuz bundan? Şimdi mutlu olmasak ne yazar diyeceğim,
ayrıldık bir kere! Şimdi kimi çevreler bu ayrılığın lüzumsuz, gereksiz olduğunu düşünüyor olabilirler. Pragmatik bakarsanız, böyle bir görüntü olabilir
fakat esas sistemik bakmak lazım. Yani, ikisinin bir arada olması nasıl bir
sistemiklik yaratıyor, ona bakarak karar vermek lazım. Biz bankayız, bizim tek fonksiyonumuz saklama değil aynı zamanda sermaye piyasasının
finansmanı. Burada bu finansmanı yaparken, ister istemez finansal piyasaların içerisinde oyuncu durumunda da oluyorsunuz, dolayısıyla rekabeti
bozucu bir pozisyonda olmamanız lazım, bir. İkincisi, eğer bu saklama,
yani kayıt merkezi olma fonksiyonu, durumu bu tür kredi riski alan bir
kurum bünyesinde kalmaya devam ettiği ölçüde, iki şeyle beraberdir. Bunu
yalnızca kayıt sistemi olarak düşünmemek lazım. Bunun yanında bir de
Yatırımcıları Koruma Fonu’nun sorumluluğu var. Bir de hepsinden daha
da önemlisi, tedrici tasfiye yetkisi var. Tedrici tasfiye ne demek, durumu
kötüye giden Sermaye Piyasası Kurulunca mali bünyesi bozulmuş olan bir
aracı kuruluşun tedrici tasfiyesine Sermaye Piyasası Kurulu karar veriyor.
53
Bu kararı verdikten sonra artık Merkezi Saklama Kuruluşu yani Merkezi Kayıt Kuruluşu o Yatırımcıları Koruma Fonunun karar organı yerine geçerek,
ki yasa böyle diyor, tedrici tasfiye yapar durumda oluyor. Bunun tercümesi
nedir? Kim alacaklı, kim alacaklı değil, tabiri caizse bu şey tabirle racon kesiyor, yani kimin alacaklı olup, kimin alacaklı olmadığını (tek itirazları yargı
yoluna bırakmak suretiyle) karar verme yetkisine sahip ve kendi yolunda
tasfiyeye devam edebiliyor. Şimdi bu iki unsur kredi riski taşıyan bir kurumla bir arada olmaz, temel gerekçesi budur. Dolayısıyla bu ayrılık açıkçası
o gün olmasaydı, bugün zorunlu bir ayrılık olacaktı. Esas bence sorun,
bu soruyu, mutlu musunuz sorusunu Yakup Bey’e sormanız lazım. Tedrici
tasfiye ve Yatırımcıları Koruma Fonu ile mutlu musunuz diye bir sorun, ben
sizin yerinize sormuş olayım, o hazırlansın cevap versin ona.
Biz bankayız, bizim tek fonksiyonumuz saklama değil, aynı zamanda sermaye piyasasının finansmanı. Burada bu finansmanı yaparken, ister istemez finansal piyasaların içerisinde oyuncu durumunda da oluyorsunuz.
Dolayısıyla rekabeti bozucu bir pozisyonda olmamanız lazım.
Şimdi, Takasbank sanki bütün kurumlarla iyi iletişim içerisinde, teşekkür
ederim böyle görünüyorsak, biz iyi iletişimler içerisindeyiz, mecburuz biz
hizmetçiyiz. Herkese iyi hizmet etmek durumundayız; yatırımcılara, doğrudan ve dolaylı olarak Borsa’ya, Sermaye Piyasası Kurulu’na, efendim zaman zaman iştirakimiz olmasına rağmen bizden daha güçlü bir yasal yapıya sahip Merkezi Kayıt Kuruluşu’na, aracı kuruluşlara, Merkez Bankası’na,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’na yani yedi tane oldu mu,
tam yedi kocalı Hürmüz’e getirmeye çalışıyordum da. Yani herkese karşı iyi
olmak durumundayız, iyi iletişimimiz var, bunu bir teknolojik baza getirecekseniz esas benim gururumu okşayacak şey odur.
Biz, çok üstün bir teknoloji kuruluşuyuz. Biz bugün itibariyle sermaye piyasasına verdiğimiz hizmetleri, ki bugün sermaye piyasasının, bizim sermaye
piyasamızın likiditesinin arkasında bulunan hizmetler ve sebeplerdir bunlar,
bu konuda hiç mütevazı değilim. Dünyada bizim kalitemizle veren başka
bir kurum yok, bunu tabi Merkezi Kayıt Kuruluşu ile beraber ayrıldıktan
sonra vermek gibi bir zaruret olduğundan, biz çok sıkı bir ilişki içerinde
doğrudan iletişimle yapıyoruz bu işi. Yani bizim vereceğimiz hiçbir servis
yoktur ki Merkezi Kayıt Kuruluşu ile Borsa’yla ya da sektör oyuncularıyla,
Aracı Kuruluşları Birliğiyle, Sermaye Piyasası Kurulu ile iletişim içerisinde
yapmayalım, çünkü yapamayız başka türlü. Karar vericiler, birçok şeyde
parçalı, ama birçok şeyde bütün olarak bizim dışımızda karar vericiler oluyor. Sonuç itibariyle biz herkesle iyi iletişim içerisinde olmak durumun54
dayız. Bir tek belki bu, teknolojik üstünlüğümüzün getirdiği bir avantaj
sayesinde açıkçası teknolojik oluşumlar, teknoloji platformu, bu daha yeni
anons ettiğimiz ama hizmete herhalde bir iki ay sonra sokacağımız, biz
hazırız ama sektörün hazır olmasını bekliyoruz. Ulusal ve Uluslararası Fon
Platformu gibi dünyada çok az örneği olan ya da olmayan teknolojik araçları, uygulamaları devreye sokabildiğimiz için, böylesi platformlar ve network hizmeti verdiğimiz için hem Borsa’lara hem Merkezi Kayıt Kuruluşu’na
özellikle mesela Vadeli İşlemler Borsası’nın bütün sistemlerini biz host ediyoruz. Bizde çalışıyor sistemleri. Network’ü biziz, bugün Borsa’nın ikinci
network’ü bizde, dolayısıyla oldukça kuvvetli bir teknolojik altyapımız var
bunu da hiç öyle zayıflatmak gibi bir niyetimiz yok. En üst düzeye çıkaracağız, uluslararası farkındalık da var bir de bir teknoloji platformu projemiz
de var inşallah dağınık durumda olan bütün piyasaları, Sayın Başkan biraz
önce bahsetti bir başka yönüyle. Bir platformda şey yaparak, tek noktadan
Türkiye’nin bütün piyasalarına erişebilirlik koyacağız ki Dünya’da başka bir
örneği olacağı da çok yakın bir gelecekte gözükmüyor açıkçası. Belki böyle
bir misyon edindik biz teknolojik açıdan bunu, yoksa hani kurumsal bir
ukalalığımız yok bu manada.
Biz çok üstün bir teknoloji kuruluşuyuz, biz bugün itibariyle sermaye
piyasasına verdiğimiz hizmetleri ki bugün sermaye piyasasının, bizim sermaye piyasamızın likiditesinin arkasında bulunan hizmetler ve sebeplerdir bunlar. Dünyada bizim kalitemizde veren başka bir kurum yok.
Teknolojik altyapımız çok güçlü. Ayrıca teknoloji platformu projemiz var.
Bir platformda tek noktadan Türkiye’nin bütün piyasalarına erişebilirlik
sağlayacağız ki Dünya’da başka bir örneği olacağı da çok yakın bir gelecekte gözükmüyor.
Patron biz değiliz, biz hizmetkar olarak yapıyoruz bunu, takdimini sayın
başkanlar yapıyorlar.
T+2 meselesi, biz Türkiye’deki bütün menkul kıymetlerin takasını T+0’da
yapabilecek durumdayız. Bu hem bizim yeteneğimiz, hem bağlantımız itibariyle Merkezi Kayıt Kuruluşu’nun yeteneğidir. Bunu belki dünyada yapabilecekler vardır ama hazır, ha dedikleri zaman bir iki parametre değişikliğiyle
iki günün içerisinde, biz bu aynı gün içerisinde bütün piyasaların takasını
yapabilecek durumdayız. Bunu yapmak bizim için faydalı mı? Şimdi, zaman
farklarının olduğu, farklı zaman dilimlerinde sermaye birikimlerinin olduğu
bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada yaşama durumumuzu göz ardı ederek,
saat farklarını hiçe sayıp, Türkiye’ye akan ve Türkiye’den akan sermaye
55
hareketlerini imkansız kılmak gibi bir şey olur bu. Yani T+2 de yapmak,
T+3 yapmak zarureti bizden kaynaklanan değil, hani biraz önce söyledik
ya, dış tasarruflara muhtaç bir ülkeysek eğer bugün itibariyle, bu dış tasarrufların gelişini teknik olarak, kesintiye uğratacak hiçbir uygulamanın hiçbir
tedbirin içerisinde olamayız ve olmamamız gerekir.
Ben ikiye indirgedim bu kurumsal otoritelerin etkisini. Bir tanesi doğru
fiyat, diğeri doğru ve zamanında bilgi.
Bir de müsaade ederseniz bu sorduğunuz soruların dışında halka arzda şu
fiyat meselesi, ben ikiye indirgedim şu epeyce bir çalışmıştım söylemeden
edemeyeceğim, yazık olacak. Ben ikiye indirgedim bu kurumsal otoritelerin
etkisini. Bir tanesi doğru fiyat, bir tanesi doğru ve zamanında bilgi ikiye indirgediğimizde. Şimdi doğru fiyat, göreceli bir şey. Daha çok emirle oluşur.
Daha çok arz ve taleple oluşur ama daha çok enstrüman da gerekir. Daha
çok arz ve talebi aynı enstrümanla kısıtlı sayıdaki enstrümanlar üzerinde akümüle ederseniz o menkul kıymetlerin fiyatında aşırı dalgalanmalara
yine sebep olursunuz. Yani arz ve talebin eksikliğinden kaynaklanan durum, fonksiyon bu sefer tersine çalışıyor. Demek ki daha çok enstrüman da
gerekiyor ki bir risk diversification olsun, risk dağılımı, risk çeşitlendirmesi
olsun, aynı zamanda bu diversification yatırımlar için de olabilsin. Şimdi
burada ikinci şey de doğru ve zamanında bilgilendirme. Bilginin çokluğundan ziyade, etkin ve rafine bilginin olması, yani bilgi kirliliği ve bilginin
spekülasyonuna engel olmak gerekiyor. Çünkü bilginin spekülasyonu, bilginin kirliliği spekülasyon yaratabiliyor. Söz gelimi şöyle; siz her şeyi söylemek durumunda bırakırsanız insanları, mesela somutlaştırmak gerekirse,
işte biz falanca şirket Borsa’da işlem gören, efendim falanca uluslararası
şirkete satma girişimi görüşmesine başladık. Ya bu adam hakikaten satmak için mi görüşüyor, yoksa kahve içmeye mi gitti, yoksa kadınlar günü
mü yapıyorlar aralarında, ne bunu bilemezsiniz. Sonra, bir yazı daha gelir,
efendim görüşmeleri yaptık ama bir sonuç çıkmadı ya da birleşiyoruz, birleşme görüşmelerine başladık. Şimdi bunlar ve buna benzer bir sürü bilgi
kirliliği ya da zorunlu bilgi vermekten kaynaklanan bilginin spekülasyonu,
bilginin manipülasyonu haline dönüşür ve o zaman da doğru bilgilendirme
olmadığı için fiyatlandırmadaki anormal kısa vadeli hareketlere engel olamıyorsunuz, arkasından manipülasyon incelemeleri çıkıyor. Bir de bilginin
en çok kesime ve en kısa zamanda ulaşması önemli. Buradaki adaletin
temel yani bilginin dağılımındaki adaletin temel ihtiyacı bu.
56
Halka arza müdahale doğru değil. Evet, liberal ekonomilerde bunu bir
konsept olarak söyleyebilirsiniz. Ama siz zaten bir nebze fiyata müdahale
ediyorsunuz.
Şimdi burada sorumluluk tabii ki sadece aracı kurumlara, Sermaye Piyasası Kuruluna ya da borsaya düşmüyor. Borsa segmentasyon yapar,
fiyata müdahale etmez. Ama o şirketi öyle bir segmente eder ki, öyle
bir pazara koyar ki, o pazar zaten herkese o fiyatın açıkçası doğru olmadığını izah eder. Sermaye Piyasası Kurulu zaten kayda alırken bütün bu
incelemeleri yapıyor.
Şimdi bu iki konuda halka arzda fiyata müdahale konusu gündeme geliyor,
şimdi Sayın Başkan da söyledi. Sayın SPK Başkanı da söyledi, halka arza
müdahale doğru değil. Evet, liberal ekonomilerde bunu bir konsept olarak
söyleyebilirsiniz. Ama siz zaten bir nebze fiyata müdahale ediyorsunuz.
Ben açıkçası bu görüşü çok paylaşmıyorum. Yani bunu da ilk defa söylemiyorum, belki bu Hüseyin Bey’e biraz ters gelecek ama, ben zaten müdahale edildiğini düşünüyorum. Fiyata nasıl müdahale edilir? Şimdi, bir fiyatla
halka arza çıktığında bir fiyat belirliyor ihraççı, büyük ortak bunun sahibi,
o kadar değer veriyor ki, şirketini hiçbir yere koyamıyor. Tamam, diyelim
ki, iyi niyetten bu şirketi hiçbir yere koyamıyorsun, ama sonucunda bütün
kârı, bütün parayı sen alacaksan eğer, o zaman karşı tarafta bir beklenti oluşmazsa bir talep bulamazsın. Zira senin yaptığın mevcut değerleme
yöntemleri belli, eğer piyasaya söylemediğin bir şey varsa, namütenahi
değeri oluşturabilecek bir şey varsa, o zaman zaten suç işliyorsun. Yani,
beklenti fiyatını oluşturacak ya da fiyatın arkasındaki beklentiyi oluşturacak
şeyi söylemiyorsan, zaten suç işliyorsun. Eğer, her şey açıksa, ortadaysa
o zaman fiyatın kabul görmüyorsa, çünkü fiyat öğrenme fiyat anlama tekniklerini ihraççılar kadar, patronlar kadar aracılar da biliyor, efendim, yatırımcılar da biliyor, kurumsal yatırımcılar da biliyor. Herkesin, bu teknikleri
uygulayarak doğru fiyata ulaşması mümkün, o zaman yani ya hayalcilik
peşinde ya da iyi niyetli olmayan davranışlar peşinde olmamak gerekir.
Fiyatı doğru tespit edip, siz kazanacaksınız, başkasının da kazanmasına izin
vereceksiniz. Çünkü beklentiyle oluşan fiyat, beklenti yoksa eğer, oluşmuyor demektir. Sonuçta iş, manipülasyona dönüyor.
Şimdi burada tabii aracı kurumlara, sadece Sermaye Piyasası Kurulu’na ya
da Borsaya düşmüyor. Borsa ne yapar? Segmentasyon yapar, fiyata müdahale etmez. Ama o şirketi öyle bir segmente eder ki, öyle bir pazara koyar
ki, o pazar zaten herkese o fiyatın açıkçası doğru olmadığını izah eder. Sermaye Piyasası Kurulu zaten kayda alırken bütün bu incelemeleri yapıyor.
57
Sonuçta halka arzını vermek ya da vermemek, koşullu vermek ya da belli
kesime satılabilir vermek… Mesela nitelikli yatırımcı sorusu oldu, bilmiyorum ona cevap verildi mi, nitelikli yatırımcı, her şeyi ölçmeye muktedir
olan yatırımcıdır. Bireysel yatırımcıdan çok daha fazla donanıma sahip olan
yatırımcıdır. Dersin ki, nitelikli yatırımcıya satabilirsin ancak. İşte bunlar
fiyata doğrudan, hayır senin fiyatın doğru değildir, bu fiyata satma 3 lira, 5
lira eksiğine sat demek yerine geçen çok daha etkili uygulamalardır bana
göre. Bir de aracı kuruluşlara düşen bir şey var, kendisine geldiği zaman
pazarlık etmek, fiyatın yanlış olduğunu kendileri de gördüklerini söylüyorlar. Bu tecrübeleri var, Sayın Başkan da bahsetti ondan, o zaman şunu
diyebilmelidirler: ”Arkadaş ben senin satışına aracılık etmem, bu benim
sicilimle alakalı bir şeydir”, der ve bunu noktalar ve buradaki üstüne düşen
görevi de yapmış olmak ister. Ben burada keseyim, Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Güler ARAS
Ben teşekkür ederim Sayın Emin ÇATANA. Son konuşmacımızın sorularını
yönelterek, son turdaki konuşmasını yön vermeye çalışacağım. Birincisi,
Emin Bey’in sorularının sizinle ilgili olanlarına sanırım yanıtlarını vereceksiniz ama benim sorum şu; sermaye piyasası araçlarının tamamının
kaydileştirilmesi planlanıyor mu Merkezi Kayıt Kuruluşu tarafından? Tahvil
bono için herhangi bir plan var mı, ne düşünülüyor bu konuda? Özellikle
elektronik oy kullanma konusunda bir hazırlık süreci olduğunu biliyorum,
bu yeni Türk Ticaret Kanunu’nda da var, henüz yasalaşmadı ama bununla
ilgili çalışmalar ne durumda? Bu konuda bilgi verebilirseniz sevinirim.
Esnek ve bürokrasinin azaldığı bir sistemi bize öngörüyor aslında MKK,
gördüğüm kadarıyla, sanki ihraççı bütün süreci kendi başına yürütebiliyor. Sermaye Piyasası Kurulundan izin alıp size kayıt olduktan sonra, bütün
ihraç sürecini baştan sona kendi başına otomatik olarak yürütebiliyor
ve işlemler de otomatik olarak sisteme yansıyor gibi bir görüntü var,
bilmiyorum yanılıyor muyum? MKK sonrası fiziki olarak ayrıca menkul
kıymetlerin basılması gerekmiyor. Hâlâ menkul kıymetlerin bir yerlerde
fiziki olarak saklanması düşünülür mü bilmiyorum. Bunun çok önemli bir
maliyet avantajı sağladığını düşünüyorum. Son soru da şu, Yatırımcı Koruma Fonunun merkezi kayıt sisteminin oluşturulması sonrasında, yatırım
ortamının iyileştirilmesine sizin katkınız ne oldu? MKK’nın bunlarla ilgili ne
tür projeleri var?
58
Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN
Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü
H
ocam teşekkür ediyorum. Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce doçentlik jürisinde sınava girdiğim zaman, sınav bittiğinde şöyle düşünmüş-
tüm, hiçbir şekilde artık bana soru sorulmayacak diye ama ne yazık ki, bu
sorulardan kurtulamıyoruz herhalde öyle gözüküyor. Şimdi önce Hocam,
şeyden istiyorsanız başlayayım, Emin Bey’e sordunuz ama bizi ilgilendiren
konularla ilgili konuşayım. Çünkü bayağı bir soru var, çok hızlı cevap vermeye çalışacağım, zaman kısıtımız olduğunu da biliyorum.
T+2, Emin Bey’in söylediği gibi, bu tamamen yurtdışının tercihi halinde
gelişti, yabancı kurumların işlem kalıpları, araya koydukları çeşitli kurumlar
ve zaman farkları, küreselleşen dünyada Türkiye’yi T+2 ye götürdü. Normalde, çok kısa bir zamanda, belki 1 günle ölçülebilecek zamanda T+0’a
geçilebilir, eğer böyle bir talep gelirse. Mesela Emin Bey’in bahsetmediği
beraber işlettiğimiz, Emin Bey’in başında bulunduğu Takasbank’ın işlettiği
Ödünç Pay Senedi Piyasası. Burada hem işlemler hem de takas real timeonline olarak aynı gün yapılıyor. Yani tahvil bono piyasası öyle, birlikte
kurduğumuz Fon Dağıtım Platformu öyle, bunlar anlık olarak işlemin ve
takasın yapıldığı sistemler ki, bunlar dünyada benzeri az olan uygulamalar,
o yüzden çok bir sorun değil.
Çok kısa, sizin sorunuzdan önce, birkaç tespitim var bu halka arza ilişkin bu
paneli belki ilgilendirdiğini düşündüğüm için. Normalde talep ve arz tarafını
beraber düşünmek lazım, talep tarafında Aracı Kuruluşları Birliğinin önderliğinde yapılan bir anket var. Anketin sonuçlarında da görüldüğü üzere dört
beş tane ana unsur var talep tarafının azalmasına sebep olan Türkiye’nin
geçmişine baktığımızda. Bunlar tabii manipülasyon denilen iddialar, hani
59
İMKB’de çok fazla manipülasyon çok yoğun yapılıyor denilince, insanlar
psikolojik olarak orada ciddi suçlar işleniyor, ben oraya girmem diyorlar. Bu
bir kaygı ama çok abartılmış bir kaygı. Bu çeşitli istatistiklerle ispatlanmış
durumda zaten. Batan aracı kurumlar dediğimiz, yaklaşık 25’ e yakın aracı
kurum 50.000 yatırımcısına zarar vererek yaklaşık 150 milyon dolarlık bir
zarara sebep oldu. Bu 15 yıllık süreçte bu yatırımcılar ve bu yatırımcıların
etrafında etkilenen insanlarla birlikte, bu yatırımcıların piyasaya bakış açısı
negatif gelişmişti. Şimdi bunların her birinin kendimizde cevapları olduğu
için tek tek saymak istiyorum. Batan şirketler tamamen finansal kararlarla
veya ekonomik sebepler yüzünden batan şirketlerde kayıp olan yatırımcılar söz konusu oldu, bunlar bayağı bir küskün bir grubu oluşturdu. Bir de
hiçbir günahı olmadığı halde, ilgili banka battığı için iştiraklerinin tahtası
kapandığından mağdur olan yatırımcılar var. Bunları topladığımız zaman
yüz binlerce insan var.
Tabi bunların her birinin o zamanki şartları düşünüldüğü zaman çeşitli sebepleri vardı ama bundan sonra bunların olmaması ya da az olması için neler yapmak lazım, onlardan biraz bahsetmek gerekiyor. Zaten, sorularınızdan bir tanesi o olduğu için, ben direkt sorularınıza geçiyorum. Genel yapıyı bir daha söylemek lazım. Bizde yerli yatırımcı sayısı çok az, 1.030.000
yatırımcı çok az bir yatırımcı. Bir de rakamlara baktığımız zaman bunun
500.000 tanesinin portföyünün büyüklüğü 1000 liranın altında, 650.000
tanesinin portföyünün büyüklüğü 5000 liranın altında, 750.000 tanesinin
portföyünün büyüklüğü 10.000 liranın altında. Yani 10.000 liranın üstünde
portföy büyüklüğüne sahip 63.000 tane yatırımcısı var Türkiye’nin ve bunların bir çoğu da yabancı. Biz kurumsal yatırımcı eksikliğimizi her panelde,
her platformda söylemeye çalışıyoruz. Aslında biz yabancılara outsource
etmişiz, %30’lardan başlayan bir yabancı ağırlığı, şu anda %66’larda, bu
kriz öncesi Ekim 2007’ de %72’ye çıkmıştı. İşte bu adamlar, bu ülkeye
yatırım yapıyor, fakat bizim kendi insanımız bu ülkeye yatırım yapmıyor.
Çok ilginçtir bu. Bunun çeşitli sebepleri var. Demin de söylediğim sebepler
bunun başlıcaları, ama bunları yavaş yavaş ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Çünkü bu insanlar, yabancılar, uzun yıllar boyunca bu ülkeye inanıp yatırım
yaptılar ve ağırlıklarını arttırdılar ve ciddi getiriler elde ettiler. Aynı bakış
açısıyla bizim yerli yatırımcımız bunu yapmış olsaydı, şu anda çok zengin
insanlarımız vardı ama biz bir şekilde korktuk, ürktük. Bu olaylar da tabii
bunu tetikledi, belki ekonomik kriz, beklentiler, siyasi istikrarsızlık, bunların
hepsine eklenmişti eski zamanlarda.
60
%30’lardan başlayan bir yabancı ağırlığı, şu anda %66’larda, bu kriz
öncesi Ekim 2007’ de %72’ye çıkmıştı. İşte bu adamlar, bu ülkeye yatırım
yapıyor, fakat bizim kendi insanımız bu ülkeye yatırım yapmıyor.
Şimdi sermaye piyasası araçları, evet Kanunun 10/a maddesi şunu söylüyor: sermaye piyasası araçlarının kaydileştirilmesi MKK’ ya verilmiş, ama
burada kritik husus şu, Sermaye Piyasası Kurulu hangi sermaye piyasası
aracının kaydileştirileceğine karar veriyor. Bu da 2004’ ün Ekim ayındaydı,
SPK hisse senedinden başlayarak kaydileştirmeye başlayın dedi ve ardından yatırım fonu katılma belgeleri. Biz Nisan 2005’te Türkiye’de ilk yatırım fonu katılma belgesini kaydileştirdik, Kasım 2005’te hisse senetlerinin
kaydi sisteme alınmasıyla, hisse senetleri kaydileştirme sürecini başlatmış
olduk. Daha sonra, deminki konuşmada söylediğim gibi borsa yatırım fonları, özel sektör tahvilleri devreye girdi. Yani, Sermaye Piyasası Kanunu’nda
tanımlanmış, mevzuatta tanımlanmış hangi sermaye piyasası aracı varsa,
bu kaydileştirilebilir. Çünkü kurulan sistem ve işleyiş mekanizmasına baktığımız zaman, şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz; bizim için artık bu
bir elektronik kıymetten öte bir şey değil. Adı ne olursa olsun, biz her şeyi
kaydileştirebiliriz. Yani, (itinayla kaydileştirme yapılır), diyebiliriz, her konuda. Fakat bunun için yetkili organın karar vermesi gerekiyor. Mesela devlet
iç borçlanma senetleri. Yıllar önce alt yapısı hazırlandı fakat bir şekilde
bankalar kesiminin belli itirazları vardı, Merkezi Kayıt Kuruluşu’nun müşteri
bazında DİBS dediğimiz hazine bonosu devlet tahvili kaydileştirilmesini istemiyorlardı. Çeşitli sebepleri ve gerekçeleri vardı. Birincisi, hacizdi. Mesela MKK olarak, biz yılda bir milyon tane haciz bildirimi işleyen bir kurumuz.
Yani, bu şu demek; 200 iş günü olsa, günde 5.000 tane evrak geliyor ve
basılı evrak bilgisayar sisteminde scan ediliyor oradan OCR’lanıyor, orada
kişinin ismi ve TC kimlik numarası sistemde taranıyor. Tarandıktan sonra
sistemde bunun borcu alacağı varsa, o ana göre haciz blokajına atılıyor, ilgili kuruma haber veriliyor, geri dönüş yapılıyor filan derken, ciddi bir işleyiş
var burada ama çok da ön plana alınan bir işleyiş değil, çok da anlattığımız
bir süreç değil dışarıda, fakat gerçek bu. Biz Türkiye’de şu anda ikinci posta
işleme şirketi gibi çalışıyoruz! Bu haciz bildirim üzerine, özellikle kriz zamanında bayağı yüksekti. Şu anda aylık olarak düşüşler var, orada da rahatlama oldu açıkçası. Ama MKK‘nın haciz yapmasını, işin esasına bakarsak,
istemiyordu bankalar ve DİBS’e geçişinde bankalar bir itirazda bulundular.
Yoksa teknik olarak bunun diğer sermaye piyasası araçlarının kaydileştirilmesinden hiçbir farkı yok, özellikle kurulan modelde Merkez Bankası, banka portföylerinin saklamacısı olacakken, biz bankaların yatırımcılara sattığı
kıymetlerin müşteri bazında izlendiği bir yer olacaktık. Ama şu anda geçişe
61
ilişkin bir karar verilmiş değil. Eğer karar verilirse, birkaç aylık deneme ve
test sürecinden sonra geçilebilir çünkü bayağı bir zaman geçti biz bu hazırlığı bitireli, onun üzerinden biz bir sürü yazılımımızda değişiklikler yaptık,
uygulamalar değişti, onların hepsini gözden geçirmek lazım.
Kurulan sistem ve işleyiş mekanizmasına baktığımız zaman, şöyle bir
durumla karşı karşıya kalıyoruz, bizim için artık bu bir elektronik kıymetten
öte bir şey değil. Adı ne olursa olsun, biz her şeyi kaydileştirebiliriz.
Elektronik Genel Kurulla ilgili kısa bir bilgi vereyim. Türk Ticaret Kanunu’nun
ilgili maddelerinde, elektronik genel kurula imkan veren maddeler vardı.
Fakat tasarı bu şekilde yasalaşmadığı için bayağı bir zaman kaybettik. Şöyle bir örnek vermek gerekirse, 2003-2004 yılında Türkiye’de elektronik genel kurulu yaparsa MKK yapar dediğimiz zamanlarda bizim TKK’mız buna
müsait değildi. Fakat Danimarka’nın MKK’sı 2003 yılında, o ülkede ticaret
kanunu değişti ve EGK’ya izin verildi. 2009’da Danimarka’nın MKK’sı dünyada ilk EGK’yı ben yaptım deyip havasını attı açıkçası, fakat biz bu fırsatı
kaçırdık. Tabi 5 milyon nüfuslu bir ülke, 3 milyon tane yatırımcısı var, çok
yabancı yatırımcıların göz önünde bulunan bir ülke değil ama Türkiye öyle
değil. Türkiye son zamanlarda çok ciddi boyutlarda bir ilerleme sağladığı
için, Türkiye’de yapılacak bir EGK, çok ciddi bir şeyi ifade ediyor. Bizim
buradaki amacımız şu, MKK’da hak sahibi bazında, anlık olarak kimlerin
mülkiyet, hisse senedine sahip olduğunu biliyorsanız, siz şirketlerin ortakların kimler olduğunu biliyorsunuz demektir. O yüzden de şirketlerin anlık
olarak ortaklık bilgisini tutan, mülkiyet bilgisini tutan ve Kanun’un 10/a
maddesi uyarınca bunu ciddi bir şekilde hukuki altyapısına sahip olan bir
kurum olarak biz elektronik genel kurulun özellikle borsada işlem gören
şirketler için Merkezi Kayıt Kuruluşu merkezinde yapılmasını düşündük.
Buna ilişkin olarak çalışmamızı başlattık. Nasıl bir şeyler hayal ediyoruz?
Danimarka’nın yaptığı gibi değil. Danimarka fiziki sistemden önce, birkaç
gün önce elektronik olarak oyları toplayıp daha sonra fiziki genel kurula elektronik olarak toplanmış oyları getirip toplu halde genel kurul yapıyor fakat bizim amacımız o değil. Biz başlangıçta öyle yapsak bile mutlak
suretle “real time-online” yani genel kurulun İngilizce çevirisiyle beraber
naklen yayınlandığı, MKK’nın portalında ve mobil uygulamalar ile elektronik
olarak imzalı bir şekilde oyların real time-online verildiği gündemin tek tek
değiştiği anda oylamanın da anlık olarak yapılabildiği bir dünya kurmaya
çalışıyoruz bizim tarafta. Bunlar çok zorlu şeyler, denenmiş şeyler değil,
hele yurtdışında yabancı şirketlerin tek tek yaptığı bir süreci siz 325 şirket
için mart ayında başlayıp haziran ayında sona eren genel kurullarda tüm
şirketler için yapacaksınız. Bir milyon tane hisse senedi yatırımcısı teorik
62
olarak katılabileceğine göre bir şey yapmanız lazım tabi pratikte bu kadar
olmuyor ama bir yatırımcının yabancı da olsa yerli de olsa düşünün yurtdışında herhangi bir şekilde buraya fiziken gelmesine gerek olmaksızın internetten MKK sistemi üzerinden elektronik olarak genel kurula katılmasından
bahsediyoruz. Bu anlamda çok önem verdiğimiz bir proje.
Şimdi, Emin Bey’in anlattığı sistem, yatırımcı blokajı sisteminin üstüne ne
kondu ondan bahsedelim. 95 yılında geçiş yapıldı müşteri numarasına. Hatırladığım kadarıyla, 97 yılında müşteri ismine döndü. 99 yılında yatırımcı blokajını getirildi. Şimdi bazı şeyler anlatılmayınca çok net bilinmiyor.
Bunda Emin Bey’in de bizim de ciddi kusurlarımız var, yani her ortamda
bunu aslında anlatmak lazım. Şöyle bir sistem düşünün, aracı kurumlarda
müşteri bazında ne varsa aynısı sizde yaratılıyor ve TC kimlik numarası ve
Takasbank’tayken nüfus cüzdanı fotokopisi. Bizim sistemde ise TC kimlik
numarası, ad-soyad bilgisi ile elektronik olarak bağlantı yapılıp o kişinin
tüm kimlik bilgileri alındıktan sonra aracı kuruma soruluyor, bu mudur bu
kişi diye. Budur dediği anda hesabı açılıp elektronik kıymet onun hesabında yaratılıyor ve hemen akabinde bir sicil şifre üretiliyor. Takasbank’ta da
öyleydi, bizde de öyle. Yatırımcı o şifreyi aldığı zaman, artık şuna sahip.
MKK sistemine veya Takasbank sistemine bağlanıp telefon bankacılığı gibi
bir sistemden faydalanarak internetten veya call center’dan kendi hesabındaki kıymetlerin dağılımını görebiliyor. Bu şu demek, nerde hesabınız olursa olsun, kaç tane kurumda hesabınız olursa olsun, biz sizi tek kişi olarak
görüyoruz. Tüzel kişi de olsanız, gerçek kişi de ve tek bir yerden bu bilgilere sahip olabiliyorsunuz. Ne yapmanız lazım? Şifrenizle sisteme bağlanıp
bakiyelerinizi kontrol etmeniz lazım. Burada teorik olarak şunu düşünün.
Bir banka veya aracı kurum size ekstra bir belge gönderebilir, ama teorik
olarak o aracı kurum sizin kıymetlerinizi suiistimal etmişse, sizin haberiniz
olmadan satmışsa, size hala o kıymetlerin olduğuna dair bir bilgi gönderecek. Oysa Takasbank ve MKK gibi kapalı sistemlerde fiziki müdehaleye
izin verilmeyen sistemlerde o pay eğer bir işleme tabi olmuşsa, hareket
etmesi gerekecekse, MKK sisteminden hareket etmek zorunda. Hareket
ettiği anda artık yer değiştirdiği için siz sisteme bağlanıp baktığınızda bunu
görebiliyorsunuz. Biz ne yaptık? Bu koruma tedbirlerine rağmen bizim yatırımcımızın ne yazık ki bir hastalığı var. Bir elmayı alırken manavdan 8 tane
elma düşmüşse 2 kiloya, 1 tane elma çürükse bütün elmaları manavın
suratına atıp gideriz. Oysa, biz trilyonlarca liramızı bu sistemde veriyoruz
ve kontrol mekanizması olan bir sürü kolaylıklar sağlanmışken, bunlardan
faydalanmıyoruz. Burada yatırımcının doğru düzgün bilgilendirilmemesi,
bu tür servislerden haberdar olmaması gibi hepimize düşen paylar var
ama bu saatten sonra, özellikle 2011 yılındaki yatırımcı seferberliğinde biz
63
bu tür koruma tedbirlerini anlatmak istiyoruz.
Biz ne getirdik yeni olarak? Takasbank’ın alo takas sisteminde 1 milyon yatırımcıdan 2000 tanesi aramış, şifresini kullanmış, bakiyesine bakmış veya
yatırımcı blokajı koymuş. Biz dedik ki, bu adamlar bunu kullanmıyorsa,
başka şeyler getirmemiz lazım. Bizim getirdiğimiz yenilik Emin Bey’in bahsettiği, İkaz adını verdiğimiz bir sistem getirdik. Nasıl olsa bizde insanların
adresleri var, e-mailleri ve smsleri var. Biz onlara şöyle bir kolaylık getirdik.
Dedik ki, sistemimize bağlanın, eğer MKK hesabınızda bir hareket olduğunda anında farkına varmak istiyorsanız, bu İkaz dediğimiz sisteme üye
olun ve size sms ile, e-mail ile anında bilgi geçsin. Öyleyse yanınızda cep
telefonunuzu bulundurduğunuz anda aracı kurumun sizin haberiniz olmadığında sizin hisse senetlerinizi veya tahvillerinizi bir yere satması mümkün
değil. Sizin talimatınız dışında işlem yapamaz. Çünkü yaptığı anda benim
sistemde hareket doğuracağı için, siz de hemen uyanacağınız için, artık
suiistimalin o boyutlara ulaşması mümkün olamayacak. Fakat seçimlik olan
bu tür hizmetlerin kullanımı çok düşük oluyor. SPK’nın önünde bekleyen
konu, bunun zorunlu hale gelmesi. Yatırımcılar belli işlemlerden başlayarak
İkaz’a eğer abone olmamışlarsa, MKK sisteminde o işleri yapamaz hale gelecekler. Kademe kademe sisteme bu yedirilecek. Böyle olursa eğer, bu işin
sonu nereye gidecek? Sonuçta sizin haberiniz olmadan bir kıymet hareket
edemeyeceği için, suiistimal olmayacağından belki bir noktada Yatırımcıları
Koruma Fonu denilen o oluşumun varlığı bile tartışılabilir hale gelebilecek.
Merkezi Kayıt Kuruluşu hem kaydileştirme fonksiyonunu yerine getiriyor,
hem de Yatırımcıları Koruma Fonu’nu temsil ve idare etme yetkisi verilmiş.
Yatırımcıları Koruma Fonu, aslında TMSF’nin aracı kurumlar için olanı. Türkiye’de bu da kanunla, Emin Bey’in söylediği gibi, Merkezi Kayıt
Kuruluşu’na görev verilmiş. Yani Merkezi Kayıt Kuruluşu hem kaydileştirme
fonksiyonuna sahip, hem de Yatırımcıları Koruma Fonu’nu temsil ve idare
etme yetkisi verilmiş. Ne yapıyor? Bir aracı kurum battığı zaman, o aracı kurumdan hisse senedi alacaklısı olan yatırımcılara 59.194 TL’ye kadar
anında parayı veriyor. Fondan karşılıyor. Bu fon, aracı kurumlar ve bankaların çeşitli yıllarda yatırdıkları ödentilerden veriliyor. İlk başlangıç tutarında
10 milyon TL İMKB vermiş. Şu anda 200 milyon TL ye yakın bir fon birikmiş
durumda. Dünya ortalamalarının üstünde bir oran bu. Normalde Avrupa
Birliği 20.000 Euro veriyor bir aracı kurum batarsa. Bizde 30.000 Euro ama
Emin Bey’in de söylediği tasfiye de var burada. MKK olarak biz Yatırımcıları Koruma Fonu ilave ediyoruz. Önce canı yanan yatırımcıya 59.194 TL
parası veriliyor. Sen bir çekil git diyoruz ondan sonra, o aracı kurumla ilgili
64
tasfiye süreci başlıyor. Tasfiye süreci aslında İcra Hukukuna tabi olmaksızın
çok hızlı bir şekilde aracı kurumun tasfiyesini yapmaya yönelik. Normalde
15 yıldır süren davalar var hala aracı kurumlarda. 94 yılında batan aracı
kurumların davaları hâlâ sürüyor. Bizde ise Yatırımcıları Koruma Fonu yönetmeliklerle beraber çok pratik bir hale gelmiş durumda, 3,5 ay içinde en
geç 59.194 TL’lik tutarı veriyoruz. Ondan sonra tasfiye devam ediyor, herhangi bir varlığı varsa nakde çevriliyor ve yatırımcılara dağıtıyoruz. Yaklaşık
%99’a varan oranda yatırımcının zararını karşılamış oluyoruz. Bu da ciddi
bir güvenlik mekanizması.
Fiziki bir kıymetin olmamasının artısı eksisi nedir diye sordunuz. Bazı ülkelerde fiziki sistem ve kaydi sistem beraber yaşıyor. Bizde, fiziki sistem
öldü. Yani bir hisse senedi artık fiziken basılamaz. Böyle olunca her şeyin
elektronik ortamda saklandığı devasa sistemi düşünün. 500 milyar TL’lik
bir büyüklük, 1 Milyon hisse senedi yatırımcısı. Ellerinde herhangi bir belge
yok. Eskiden sertifika vardı. Herhangi bir şekilde hak iddia ettikleri zaman
o sertifikayı götürüp oy kullanırlardı, temettüsünü alırlardı. Şimdi böyle bir
şey yok. Artık her şey elektronik. O yüzden bu tür güvenlik ve bilgilendirme mekanizmaları çok önemli. İnsanların portföyünde hangi kıymetleri
olduğunu görmesi, bilmesi, gerektiğinde bunu bloke edebilmesi çok önemli
ama bu bizim için bir risk. Nasıl bir risk? Bilgi güvenliği çok önemli burada.
İnsanların adlarının, soyadlarının, adreslerinin, kimlik bilgilerinin, zenginliklerinin kaydını tutuyoruz anlık olarak, bu yüzden bilgi güvenliği siber
saldırılara karşı koruma, bunlar çok önemli faktörler.
Biz şöyle bir portal kuruyoruz. Ortaklarla şirketleri kurumsal yönetim
portalı adını verdiğimiz bu portalda bir araya getireceğiz ve bunlar
birbirleriyle bizim portal üzerinden haberleşebilir durumda olacaklar.
Birbirlerine mesaj ve duyuru geçebilir olacaklar. Yatırımcı toplantıları
yapacaklar ve bu yatırımcı toplantıları aslında elektronik genel kurulların
bir altyapısını oluşturacak bizim için. Belli duyurular sms ve e-mail ile
o insanlara geçecek. Her şirketin burada yatırımcılara hitap etmek için
koyacağı reklamlar, duyurular olabilecek ve biz bu insanları bu portalda
bir araya getireceğiz.
Bunlar ciddi zamanımızı alıyor ve ciddi bir emek harcıyoruz teknolojik olarak. Bu külfetin bir nimeti var tabi ki, bir tarafta 325 tane borsa şirketi
hisse senedinden örnek vereyim. 325 şirket bir anda 1 milyon tane hisse
senedi yatırımcısı, yani şirketler ve ortakları. Biz şöyle bir portal kuruyoruz.
Çok büyük bir aksilik olmazsa, 1 Mayıs tarihi itibariyle devreye alacağız. Bu
65
ortaklarla şirketleri “Kurumsal Yönetim Portalı” adını verdiğimiz bu portalda
bir araya getireceğiz ve bunlar birbirleriyle bizim portal üzerinden haberleşebilir durumda olacaklar. Birbirlerine mesaj ve duyuru geçebilir olacaklar.
Yatırımcı toplantıları yapacaklar ve bu yatırımcı toplantıları aslında elektronik genel kurulların bir altyapısını oluşturacak bizim için. Belli duyurular
sms ve e-mail ile o insanlara geçecek. Her şirketin burada yatırımcılara hitap etmek için koyacağı reklamlar, duyurular olabilecek ve biz bu insanları
bu portalda bir araya getireceğiz. Bu da nimetlerinden bir tanesi. Burada
böyle 500 milyarlık bir servet, 2 milyona yakın hesap, 17 milyon yatırımcı,
bunların bilgilerinin güvenliğinin sağlanması. Bunlar çok ciddi külfetler ama
bu tür nimetlere yarayan projelerde sistematik riski ciddi biçimde azaltacağını düşünüyoruz. E-Yönet gibi bu kurumsal yönetimin Türkiye’de geliştiğini düşünüyoruz. Böyle nimetlere de yatırım yapmamızı sağlıyor aslında bu
altyapı. Artısı ve eksisi, bu şekilde özetlenebilir. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Güler ARAS
Çok teşekkür ederim. Oturumumuzun 2. bölümünü de bu şekilde tamamlamış olduk. Panelistlere, çok sayıda ve kapsamlı sorulara yanıtlarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Sizlere konu çerçevesinde oldukça fazla soru
yönelttim, ancak izninizle salondan da bir kaç soru alalım.
66
Soru ve Cevap
SORU 1
Sorum özellikle Hüseyin Bey ve Nevzat Bey’lere olacak. Şirket ismi verebilir miyim? Öncelikle onu sorayım örnekleme açısından. Yoksa kapalı mı
geçelim? Kapalı geçelim. Özel sektöre ait bir gayrimenkul yatırım ortaklığı,
yakın zamanda halka açıldı. Başarılı olacak gibi gözüküyordu. Biliyorum,
yani fiyatlara müdahale edemeyiz dediniz Hüseyin Bey. Arz ve talep vardır
dediniz. Dikkatimi çeken şu oldu. Ortada %25’e yakın bir alt üst fiyat marjı
var. Bu çok ciddi bir rakam. Yani 7.6, 5.5 arada ciddi bir kazanç var. Ciddi
bir kayıp var ve bana hiçbir şekilde sorulmuyor. Ben sadece talepte bulunuyorum. Diyor ki, ben sana 7.6 ile 5.5 arasında bir fiyatla mal vereceğim.
Sonuçlar açıklandı, 7.3 tavana yakın bir fiyat talep karşılama oranı %80.
67
Arkadaş talebin çok yüksek ise, niçin bana %80’ini verebildin? Neredeyse
istediğimin hepsini verdin. Talebin düşükse, niçin fiyatı bu kadar tavana
yakın belirledin? Ben buna bir müdahale olması gerektiğini düşünüyorum.
Yani burada bir eksiklik var ve dedim ki bu hisse kesinlikle prim yapmaz,
kendi tecrübelerime dayanarak ve ilk günden düşer ve ilk günden 50, 100
geri gitmeye başlar başlamaz, biz de geri verdik. Bakın şu anda şirket
o kadar tamahkâr davranmasaydı, sanırım 6 küsurlarda bir fiyat belirlemiş olsaydı, elinde tutan yatırımcı bugün %18 zararı sineye çekmeyecekti.
Buna bir müdahale olabilir mi, bilmiyorum. Bunun yanı sıra bir karşı örnek
vereyim. Çok başarılı bir örnek, yatırımcıya adeta bir torpil yapan. Bir büyük kamu kuruluşunun gayrimenkul yatırım ortaklığı muazzam bir başarı
gösterdi. Bugün en yüksek işlem hacimleri ile hemen hemen borsada işlem
görüyor. Talebi yüksekti. Ona göre dörtte biri kadar hisse alabildi yatırımcı,
biz de öyle tabi. Ve ona baktığımız zaman da fiyat oldukça müsamahalı
yatırımcı lehine çıktı ve yatırımcı bunun semeresini aldı daha ilk günden itibaren. Özellikle birinci şirketi kastederek soruyorum, burada bir müdahale
şansı olamaz mı? Çünkü yatırımcı bana kalırsa burada yüksek fiyatla malı
almak durumunda kaldı. Çok teşekkür ederim.
Hüseyin ERKAN
Çok güzel iki tane örnek verdiniz. Doğru, biri kötü bir halka arz örneği, maalesef. Bir tanesi de gayet güzel bir halka arz örneği. Müdahale ediyor muyuz? Ne buna mevzuat izin veriyor, ne de biz kurumlar olarak SPK ve İMKB
olarak böyle bir müdahaleyi yapmak istemeyiz. Dolayısıyla, dediğim gibi
bu konu tamamen arz ve talebe bağlı. Aracı kurum ve şirket ortaklarının
arasında yapılmış olan çalışma sonucu, piyasanın verdiği bir geri dönüşle
elde edilen bir fiyat. Tabi burada hisse senedi yatırımcısı hiçbir yere sormadan, hiçbir bilgi almadan ya da hiçbir yere danışmadan yatırım yapmalı mı
hususu aslında birazcık da gündeme geliyor. Bizlerin hepimizin tavsiyesi,
bir yatırımcı hisse senedi alırken ya ikincil piyasada ya da ilk halka arz edilirken mutlaka ve mutlaka o şirketle ilgili piyasadan yani aracı kurumundan
veya bir başka aracı kurumdan, mutlaka bilgi almalı. Bu eşten dosttan
değil. Bu işi bilen profesyonellere danışmalı mutlaka. Bizim müdahalemiz
mümkün değil. Biz müdahale edemeyiz. Biz fiyatın doğru olup olmadığı
konusunda hiçbir fikre sahip değiliz. İMKB olarak, SPK olarak müdahaleci
olamayız fiyata. Olduğumuz anda, fiyatı biz belirlemiş oluruz. Olduğumuz
anda biz sanki fiyatı garanti etmiş gibi oluruz. Böyle bir şey dünyanın hiçbir
tarafında yok. Yani hiçbir borsa ya da sermaye piyasası kurulu kalkıp da
bu iyi fiyattır ya da bu kötü fiyattır. Ya da, kardeşim siz asgari olarak şu
fiyattan çıkarsanız biz izin veririz, diyemez. Bunu dediği anda, o zaman
68
aracı kurumların ne işi var? Aracı kurumlar ve şirketler birlikte bu konuyu
değerlendirmek durumundalar. Evet, buna benzer başka maalesef örneklerimiz de var. Sadece bu değil, haklısınız. Burada hakikaten herkese ciddi
bir görev düşüyor. Şirketten gelen bütün bilgileri biz zamanında ve anında
duyuruyoruz. Hem izahnamesi var, hem fiyatla ilgili konu var. Fiyat aralığının geniş olması da yine İMKB’nin dışında gelişen bir durum. Sermaye
Piyasası Kurulu’muz tarafından, tamamen iyi niyetli olarak belirlenmiş bir
kuraldır. Onun da sebebi şu; halka arz süreci başladığı andan bitişine kadar
belli bir süreç geçiyor. Bu süreç içerisinde dünyadaki çalkantılardan dolayı
veya Türkiye içerisinde de olabilir bu, farklı olayların olması, talebi arttırıcı
veya eksiltici bazı olayların da olmasını gündeme getiriyor. Bu süreç içerisinde halka arz açıklanırken böyle bir kısıtlayıcı fiyat marjıyla değil, biraz
daha geniş bir fiyat marjıyla çıkmanın avantajları olduğu için buna izin
verildi. Yani, atıyorum, sadece yüzde 5’lik ya da yüzde 10’luk bir fiyat marjıyla asgari ya da maksimuma çıkmış olsaydınız işte ve bu tam zamanında
bir şirketimiz olduğu gibi bir “şişman parmak” olayına denk gelmiş olsaydı,
ne yapacaktınız o zaman? Fiyat geri çekilmiş, fiyatı asgarinin altına indiremiyorsunuz, o zaman halka arzdan mı vazgeçeceksiniz veya izahname
değişikliğine gitmeniz lazım. Aylarca süren yeni bir prosedür devreye giriyor. Dolayısıyla o fiyat marjının genişliği, bu yüzden verilmiştir. Ama tabi bu
demek değildir ki; fiyat marjı çok geniş, ben en tepeden satarım. Bu değil
tabi. Ama bu karşılıklı yapılan pazarlık, aracı kuruluşlar ve şirket arasında
yapılan pazarlık, ve piyasanın da nabzını yoklayarak yapılan bir çalışmadır.
Yani o fiyata piyasaya satabileceğini düşünen aracı kurum fiyatı belirliyor.
Geçtiğimiz günlerde yine başka bir tane yaşandı mesela. Fiyatı piyasaya
satabileceğini düşündü aracı kurum. Sattığını söyledi, geldi piyasaya, bakıyoruz ondan sonrada piyasada tekrar geri dönüşler olmaya başladı. Şimdi
bu başarılı bir halka arz mıdır, değildir. O açıdan herkesin çok dikkatli olması lazım. Ama buralarda kamu otoritesi olarak ne Sermaye Piyasası Kurulu,
ne de İMKB olarak biz fiyata müdahale edemiyoruz, etmek de doğru değil.
Dünyada da yoktur bu. O yüzden, hakikaten çok sıkı takip etmek, iyi takip etmek gerekiyor. Emin değilseniz mesela, bir şüpheniz varsa, bekleyin
ikinci el piyasadan alın. Gelsin piyasaya çıksın, ondan sonra isterseniz alın.
Ama bazen de ilk başta almak tabiki avantajlı olabiliyor. Bunu dediğim gibi,
aracı kurumunuzla veya bu işin profesyonelleriyle danışarak yapmak lazım.
Nevzat ÖZTANGUT
Şimdi haklısınız, hep bu örnekleri yaşıyoruz ama bunlar da realiteler. Hani
bunları savunmak için söylemiyorum. Fakat ben az önce kendi konuşmamı
yaparken size rakamsal örnekler verdim. Bence şuradan başlayalım. Birin69
cisi, halka arzdan hisse senedi alan yatırımcının, bunu yarın satacağım diye
almıyor olması lazım. Burası para piyasası değil. Yatırımcının repo yapar
gibi, bugün hisse senedini aldım yarın bunun tahtası açıldığı zaman işte
yüzde 5 yaparsa satayım beklentisiyle almıyor olması lazım. Ama tabi ki
amacımız para kazanmak, para kaybetmek değil. Aldığımız zaman da en
azından aldığımızın altına da gelsin istemeyiz. O zaman bu sizin verdiğiniz
örnekten konuşursak eğer, size konuşma sırasında örnek verdim, dedim
ki işte 500 milyon dolarlık şirket, yüzde 15 iskonto yaptığımız zaman 425
milyon dolara gelir. O zaman bu fiyat makuldür. Burada bir iskonto vardır.
Şimdi bunları örneğimize uygularsak eğer, taban fiyattan alırsak, çok iyi.
Yani, ucuz almanın bir sakıncası yok. Ama yatırımcının para kazanmak ihtiyacı olduğuna göre ve birinci amacımız da bu olduğuna göre ve haklı bir
gerekçe olduğuna göre, taban fiyatının nerde olduğuna iyi bakıyor olmamız lazım. Eğer taban fiyat sizin için pahalı bir fiyatsa ki kendi örneğinizde
6 lira olsaydı daha iyi olurdu dediniz. Sizin taleple işiniz yok. Talebin kaç
misli geldiğiyle de işiniz yok. Siz bu şirketin fiyatı iyi midir, değil midir,
pahalı mıdır, değil midir? Tutun ki on kat talep geldi, tutun ki bir kat talep
geldi. Eğer bu şirketin fiyatı iyiyse iyidir. Ve dünya ölçeğinde Başkanın dediği gibi, başka ülkelerdeki fiyatlarla da mukayese ettiğimize göre iyiyse
iyidir, değilse değildir. Eğer 7.6 lira pahalıysa sizin öngörünüze göre, acaba
oradan mı alırız aşağıdan mı alırız diye bir şey düşünmüyor olmanız lazım.
Çünkü, zaten eğer talep kötü geldiyse, fiyat tavanın biraz altında oluşmaya
başladıysa ya da orta yerde oluşmaya başladıysa, zaten orada tehlike var.
O halka arz, başarısız halka arz. Sizin daima şunu öngörü yapmanız lazım,
tavan fiyat ucuz fiyat mıdır? Ben çok iyi bir halka arzsa bu, beş misli talep
geldiyse, kuşkusuz ki bana taban fiyattan verecekler bunu. Yarın da satmayı düşünmediğime göre, ki düşünmüyor olmak lazım, tavan fiyat iyi fiyat
mıdır? Dolayısıyla benim öngörüme göre, taban fiyatın zaten yatırımcıya
para kazandıracak iskontolu bir fiyat olması gerekir. Eğer değilse, o zaman
sıkıntı var. O zaman değilse, demek ki o %15 iskontoları, %10 iskontoları vermemişler demektir. Şirketin değeri iskontosuz fiyattan daha yüksek
fiyatlıdır. O zaman zaten sizin o halka arza girmiyor olmanız lazım. Bunun
için de yatırım danışmanlarından öneri almanız lazım. Onlar fiyat değerlemesi yapıyorlar. Halka arz bir günlük şey değil, ama mutlaka tavan fiyatın
nerde olduğuna, sizin için cazip olup olmadığına bakın. İyi halka arz, zaten
tavan fiyattan satılır. Zaten tavan fiyattan satılıyorsa o aldığınız fiyat sizin
için iyi midir, değil midir, tabanı boş verin. Tabanı zaten alırsak ne mutlu.
Ama zaten o da çok iyi halka arz değil, hiç gördünüz mü taban fiyattan
halka arz yapıldığını? Demek ki felaket bir talep var orada şirkete atfedilen
değer bu örnekte olsaydı 5.5 lira, felaket! Dolayısıyla tavan nerede, tavanı
değerlendirin.
70
Dr. Emin ÇATANA
Şimdi ben biraz tersten yaklaşacağım hadiseye. Sakın alınmayın, şahsınızla
ilgili değil de bir Nasrettin hoca fıkrası vardır, çok bilinir. Hani, Nasrettin
hocanın evine hırsız girmiş. Bütün komşuları toplanmış. Ya bu kapıyla yatılır mı, hiç mi duymadın gürültüyü, insan köpek bağlamaz mı kapıya falan
gibi herkes bir şey söylüyor. Haklısınız komşular, ben çok kabahatliyim ama
hırsızın hiç mi kabahati yok demiş Hoca. Yani şimdi yatırımcının halka arza
bir iştahı var. Çünkü ön kabulle şunu görüyor ki borsa yükseliyor, trend
yükselme trendi ve mutlaka alma iştahıyla hareket ediyor. Çünkü %80 talebin karşılandığını söylüyorsunuz ve diyorsunuz ki aracı kuruma; ya aşağı
yukarı tamamını da verdin bu fiyatı niye daha aşağılarda oluşmasına imkân
verecek bir tavsiyede bulunmadın diyor ihraççıya, değil mi? Nedir ilk başta
ihraççı şirketine, yani büyük ortak şirketine, namütenahi değer atfeder. Bir
kere gayrimenkul yatırım ortaklıklarını şöyle bir ayırıp bir kenara koyalım
diğer şirketlerden. Bunların potansiyel güçlerini bilemezsiniz. O arsaların,
o ellerindeki gayrimenkul varlıkların nereye gideceğini. Dolayısıyla, halka
arzın iyi ya da kötü olduğu, açıkçası bana göre ikincil piyasadaki işleme
başladıktan sonra oluşan fiyatla çok bir ilişki kurmanın doğru olduğunu
düşünmüyorum. Kimdir o ikincil piyasada fiyatı düşük oluşturarak hayal
kırıklığı yaratan kesim? Yine halka arzdan alanlar değil mi? Hemen satıyorlar. Hemen satarak paraya geçmek istiyorlar. E şimdi ortada durum belli,
koşullar var, sinyaller var. Şimdi herkesin yatırımcı olduğu varsayımıyla hareket ediyorum. Yani insanları satmaya sevk edecek, tetiklemeleri yapan
spekülasyon gruplarını kastetmiyorum. Eğer bunlar varsa ve eğer bunların
farkında isek, zaten onların peşine takılmamamız lazım. Onların istekleri de
peşlerine birilerinin takılmasıyla, onların sırtından para kazanmaktır. Hisse
senedi çok kısa vadeli bir yatırım aracı değildir. Bir de gayrimenkul yatırım
ortaklığı olması sebebiyle, farklı bakmak lazım. Şimdi iyi örnek kamu yatırım ortaklığı. O kamu yatırım ortaklığının çok enteresan bir yetkisi var. Bu
imar durumu yapma yetkisine sahip bir kesimin şeysi. Onun aldığı arsalar
bugün kıymetsizken, yarın çok kıymetli olabilir. Bu beklentiyi bilenler, ona
çok büyük bir iştahla saldırdılar. Bu ikisinin arasında fark var ama yine söylüyorum gayrimenkul yatırım ortaklığı için bu şeyi, bu tahlili yapmak çok
doğru olmayabilir. Hani bekleyen derviş sabrede sabrede ölmüş değil de
bekleye bekleye muradına da erebilir. Dolayısıyla, sadece kusuru fiyatı şunlar bunlar belirlesin. İMKB ne yapabilirdi? Farklı segmente edebilirdi, ama
neye yarardı? Şu an itibari ile Sermaye Piyasası Kurulu diyelim fiyatı daha
ucuza yapabilirdi, ama ya o fiyat öyle değilse? Ya doğru fiyat daha yukarılarda teşkil edecekse? Mesela Nisan, Mayıs ayında bu kağıdın fiyatı 8.00071
9.000 olsa bugünkü eleştirinizi yapacak mısınız? Diyeyim ve bitireyim.
Prof. Dr. Güler ARAS
Teşekkür ediyorum.
SORU 2
Saygı değer hocalarım, değerli katılımcılar hoş geldiniz. Değerli bilgileriniz için çok teşekkür ediyoruz. Sayın Hüseyin Erkan, sorum size olacak.
Mali istikrar için bir tehlike yaratan döviz portföyüne geçebilmek adına
mali istikrarın önüne geçmek için, aynı zamanda da zor tasarruf yapıp
bu tasarrufunu borsada kullanmak için güvenli bir liman olması açısından
TOBIN Vergisi için ne düşünüyorsunuz? Şöyle ki, Vedat Bey bu konuda
fikrini belirtti ama dedi ki, bir duvar çekelim, ne içeri ne dışarı sıcak para.
Fakat böyle siyah beyaz mıdır? Sizin için durum böyle midir? O noktada çok
merak ediyorum. Bir de, çok yakın zaman içerisinde gayrimenkul ortaklıklarının halka arza gerçekleştirildi ve bu noktada Maliye Bakanlığının vergi
ile ilgili bir avantajı vardı. Acaba diğer sektörlerde de bu uygulanabilir mi?
Bu şekilde olacak sorularım. Çok teşekkür ediyorum.
Hüseyin ERKAN
TOBIN Vergisi gibi vergilerin de dünyada çok başarılı olmadığını görüyoruz.
Sermaye hareketlerini ne kadar kısıtlarsan, o kadar çok kalıcı zararı oluyor.
Çok uzun vadeli düşünüp, Vedat Bey’in dediği gibi, bu işin nasıl daha iyi yönetileceği hususuna kafa yormak lazım. Yani TOBIN Vergisi gelen sermayeye açıksanız, ben vergi düşerim derseniz zaten o sermaye gelmez. Buna
isterseniz sıcak para deyin isterseniz bugün dışarıdan gelen sıcak para,
yarın da sizin paranız olabilir, bu parayı siz de dışarıda değerlendirmek isteyebilirsiniz. Tasarrufları yüksek bir ülke olarak düşünün Türkiye’yi. Yarın bir
gün, biz de bunu yapmak isteyebiliriz. Dolayısıyla, sermaye hareketlerinin
önüne çekilecek setler her zaman kalıcı zararlar bırakır. Bunun yerine çok
daha akılcı yollarla bunu yönetebilmek lazım. Yani belki geçmişte olduğu
kadar bizi etkilemiyor, çünkü elimizde Merkez Bankasının çok yüksek döviz
rezervi var. Yani bugüne kadar TC tarihinde görülmemiş yükseklikte. Bu
döviz rezervinin bulunması herhangi bir şekilde giriş ve çıkışlarda kan pompası vazifesi görüyor ve bir güvence veriyor. Hatta bunu arttırmak yolunda
bazı düşünceleri de var diye görüyorum. O açıdan daha akılcı yöntemlerle
bunu idare etmek lazım.
Bunun haricinde, ikinci sorduğunuz, gayrimenkul yatırım ortaklıklarının bu
72
vergi teşviki sermaye piyasasına geldiği zaman, halka açık şirketlere de
belli bir oranda vergi teşviki verilebilir mi? Hani ben taraftarı olabilirim fakat sadece vergi teşviki ile şirketlerin piyasalara gelmeleri de yanlış. Geçici
bir süre ile verilebilir veya küçük orta ölçekli şirketlere verilebilir. Onları
sermaye piyasasına kazandırmak amacı ile, mesela belli bir vergi indirimi
kısa vadeli olmak kaydıyla verilebilir. Ama teşvikler eğer çok iyi taahhüt
edilmemiş ve süreleri belli olarak çıkarılmamışsa, çoğu zaman istismara
yol açıyor ve etkili olmuyor maalesef. Ama gelişen şirketler piyasasında biz
küçük ve orta ölçekli şirketlere yönelik olarak çalışmalar yapıyoruz. Onların
kaydileştirilmesi amacı ile, kayda girmiş ekonomiyi büyütmek amacı ile 3-5
sene süre ile vergi teşviki düşünülebilir. Ama büyük şirketlerde buna çok
gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü vergi teşvikine dayanarak sermaye piyasasına gelmek amaç olmamalı. Sermaye piyasası şirketin sürdürülebilirliğini açan ve şirkete bir sürü avantajlar tanıyan bir yer. Bunu o
çerçevede değerlendirip gelmelerinde fayda var diye düşünüyorum.
Prof. Dr. Güler ARAS
Son bir soru daha alalım isterseniz. Öğrencilerimizden olsun bu sefer isterseniz.
SORU 3
Öncelikle ben hoş geldiniz demek istiyorum hepinize. Ben işletme bölümü
4. sınıf öğrencisiyim. Sayın Yakup Ergincan’a bir sorum olacaktı. Bu bilgiler
konusunu açıklarken, iki farklı sistem olduğunu söylemiştiniz. Birincisi, AB
üyeleri, Amerika ve İngiltere’nin de kullanmış olduğu üye bazlı sistem ve
diğeri de Kuzey Afrika ülkeleri ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu müşteri
bazlı sistem. Bu farklılık neye göre şekilleniyor? Ben bunu öğrenmek istiyorum. Teşekkürler.
Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN
Farklılık şöyle teşkil etti. Uzun yıllardan beri olan piyasalar, Avrupa, AmeriFarklılık şöyle teşkil etti. Uzun yıllardan beri olan piyasalar, Avrupa, Amerika ve İngiltere’nin piyasalarında müşteri bazında sisteme geçmeye neden
olacak gelişmeler yaşanmadı. Bizim ülkelerdeki kadar büyük olmadı. Bir
tarihi geçmişe baktığınız zaman, 90-2005, 15 sene için 25 aracı kurum,
50.000 yatırımcı, 150 milyon Dolarlık zarar söz konusu ve sürekli olarak
bu yatırımcıların haberi olmaksızın, ilk finansal krize girdiklerinde, ilk el
attıkları kıymetler, emanete bıraktıkları hisse senetleri ve paraları oluyordu.
73
Özellikle Türkiye’de geçiş, Emin Bey’in de bahsettiği gibi, 94 krizinden sonra aracı kurumlar ciddi bir darbe yedi. 25 kurum kapatıldı. İflas etti ve çok
ciddi boyutu o dönem olmuştur. O dönemin SPK Başkanı Ali İhsan Karacan,
bu sisteme geçilerek müşteri bazında sistem ile koruma tedbirleri getirerek
bu batışların önüne geçilebileceğini veya en azından erken fark edilebileceğini öngörerek, TR için bu modelin daha uygun olduğunu öngördü. Fakat
biz 95 yılında, yatırımcıya çok net anlatamadığımız için kullanım oranları
düşük olduğundan, 95’ten 2010’a kadar da bazı aracı kurumlar zor duruma
düştü veya müşterinin bıraktığı emanetlere el attılar. Bu anlatım net yapılabilseydi, ikaz zorunlu olsaydı, zaten aracı kurum böyle bir duruma düştüğü
zaman müşterinin malına habersiz el atmayacaktı. Fakat yatırımcı bunu
kullanmayınca, bunu bilen bazı kurumlar işe yeltendi açıkçası. Bu, 2008
krizine kadar devam etti.
Biz zorunlu olarak geçtiğimiz sistemin koruyucu olması, mülkiyetleri koruyucu olması açısından tercih ettik. Fakat 2008 yılına kadar bunu dünyaya
anlatamadık. Özellikle, Amerika ve İngiltere, sistemler çalışıyor diye tamir etmediler. Aslında çok düşük maliyetler. Aslında 2004 krizi, dünyada
böyle sistemler gerekir mi tartışmasını başlattı. Çünkü daha üye bazında
bile o kurumun dünya çapında yarattığı riski bilemezken, biz ülke olarak
hem üye, hem yatırımcı olarak o kişilerin pozisyonlarını, risk durumlarını
anında görüp gerekli tedbiri alabilecek duruma geldik. Eğer tüm dünyada
tüm ülkeler aynı anda hak sahibi bazında, müşteri bazında kaydi sisteme
girseler bu işlerin merkezi bir yönden müşteri bazında dahi risk izlemesi
yapılabilir. Bir aracı kurumun müşterisi olan A kişisinin çeşitli pozisyonlardan dolayı yarattığı riskin teminatının ne olması gerektiğine varıncaya
kadar, belli bazı tedbirlerle, bir müşteri zor duruma düştüğü için o aracı
kurumun zor duruma düşmesinin önüne geçilebilir. Çünkü bizim bu batan
25 aracı kurumda şu örnekler de oldu. Kredi verdiği yatırımcı finansal kriz
yüzünden kredi borcunu ödeyemediği için, aracı kurum battı. Oysa, o yatırımcısının dünyanın her yerinde hangi pozisyonları aldığını bilseydi, belki o
adama kredi vermeyecekti veya açtığı kredi daha düşük olup teminatı daha
yüksek olacaktı. Herhangi bir riskle karsılaşmayacaktı. Türkiye örneği bu
anlamda doğru düzgün kullanılsa, çok iyi bir örnek. Hazır zaten bu maliyet
katlanılmış durumda. Özellikle 2008’den sonra geriye dönüşün olmaması
kanaatindeyim. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Güler ARAS
Teşekkür ederim.
74
Bütün panelistlere verdikleri değerli bilgiler için çok teşekkür ederek oturumu kapatıyorum. Sizlere de bu saate kadar bizleri dinlediğiniz ve sorularınızla olan katkılarınız için çok teşekkür ediyorum.
75
Toplantı Sonuç Raporu
H
alka arz ile ilgili toplantıların üçüncüsünü oluşturan bu toplantıda, sermaye piyasasının temel kurumlarının yöneticileri tarafından halka arzın
bütün yönleri ile ilgili görüş ve düşünceler ortaya konulmuştur. Toplantıda
ele alınan konuları ve ulaşılan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür:
•
Önceki iki halka arz toplantısında ulaşılan sonuçlar bu toplantının doğal olarak çıkış noktasını oluşturmuştur. Ortak kanaat, Türkiye’de son
derece elverişli bir yatırım ortamının bulunması gerektiği ve piyasaya
yönelebilecek fon birikiminin mevcut olmasıdır.
•
Bu çerçevede, halka arz edilebilecek çok sayıda firma olduğu, yani
piyasanın arz yönünde önemli bir potansiyel bulunduğu, ancak bu potansiyelin harekete geçirilmesi için gerekli çabanın sarf edilmesi gerektiği yönünde görüş birliği oluşmuştur.
•
Burada öne çıkan bir diğer nokta ise, halka arz ile ilgili potansiyel
firmaların bilgilendirilmesinin önemli olduğu, ancak zorlayıcı unsurlara yer verilmemesi gerektiği şeklinde olmuştur. Halka arz konusunda
firmaların motivasyonunu sağlamak ve bilgilendirmek yönündeki çabaların belirli bir strateji ve politika çerçevesinde yapılması gerektiği
vurgulanmıştır.
•
Firmaların sermaye ihtiyacının karşılanmasında en uygun kaynağın
sermaye piyasası kanalı olacağı, dünyada firmaların finansal kaldıraç
derecesini daha ciddi düşünmek zorunda kaldığı, ülkemize ise, bunun
yansımasının biraz daha ciddi boyutta olduğu vurgulanarak, Türkiye’de
sanayi ve ticaret firmalarında borç/sermaye oranının dünya ortalamasının çok üstünde olduğu, bu oranın ancak sermaye tabanı genişletilerek sağlıklı bir yapıya kavuşturulabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle
sermaye ihtiyacının karşılanacağı en uygun kaynağın sermaye piyasası
olacağı ifade edilmiştir.
•
Aracılık sürecinin etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli aracılık altyapısının var olduğu, ancak piyasanın halka arza ilişkin verdiği hizmetlerde kendi standartlarını gözden geçirmeye ihtiyacı bulunduğu
belirtilmiştir.
76
•
Fiyatlama, önceki her iki toplantıda en çok öne çıkan konulardan birisi
olmuş, bu toplantının da ana tartışma konularının başında yer almıştır.
SPK ve İMKB’nin fiyatlamaya müdahalesinin mümkün olmadığı, aracılık
sisteminin piyasanın gelişmesini teminen doğru fiyatı tüm tarafların
yararına olacak şekilde belirlemesi gerektiği vurgulanmıştır.
•
Hissedarlık kültürünün önemli bir olgu olduğu ifade edilerek, bunun
gelişmesi için pay sahiplerinin bilinçlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yatırımcının doğru hisse senedini almayı amaçlaması ve farklı
aracı kurumların tavsiyelerini dikkate alması gerekli olduğu konusunda
fikirbirliği oluşmuştur.
•
Kurumların amacının finansal enstrümanları ya da bir fikri satmak olmadığı, ülkenin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği, yatırımcıları ve tasarruf sahiplerini bu bilince ulaştırmak için stratejik davranılması gerektiği ifade edilmiştir.
•
Sermaye piyasasında küçük ortaklara da büyük ortaklar gibi adil davranılması gerektiği vurgulanan bir başka nokta olmuş, kamu otoritesinin görevinin burada ihtiyaç duyulan şeffaflığın sağlanması olması
gerektiği belirtilmiştir.
•
Kurumsal yatırımcının hala hisse senedine yatırım yapmamasının
önemli bir sorun olduğu, bu sebeple kurumsal yatırımcıların yeteneklerini sadece kurumların değil, yatırımcıların da sorgulamaları gerektiği
ifade edilmiştir. Bu anlamda, kurumsal yatırımcıların piyasadaki varlıklarının önemli olduğu belirtilmiştir.
•
SPK, İMKB, TSPAKB, Takasbank ve MKK’nın yatırımcıları ve halka
açılacak firmaları piyasaya çekebilmek amacıyla birlikte Anadolu’yu
dolaştıkları, firmaları halka açılarak aynı zamanda piyasaya katkıda
bulunmaya davet ettikleri, bu süreçte gerekli yardım ve desteğin ilgili kurumlar tarafından sağlanacağı konusunda onları ikna için çaba
sarfettikleri belirterek, aynı şekilde yurt dışı ziyaretlerde de yabancı
yatırımcının ve fonların Türkiye’ye gelmesi konusunda ciddi çaba sarf
edildiği ifade edilmiştir.
•
Halka arz konusunda, başta SPK ve İMKB olmak üzere, kurumsal otoritelerin Türkiye’de sermaye piyasasının geliştirilmesi yönünde yoğun
çabalar gösterdiği, bu çerçevede başta halka arz sürecinin kısaltılması,
maliyetlerin azaltılması ve teşvik edici yönde diğer tedbirlerin alınması
konusunda inisiyatif üstlendikleri ortaya konulmuştur.
77
•
Sermaye piyasası kurumlarının teknolojik altyapısının son derece güçlü
olduğu, gerek işlem sürecinde, gerekse takas, saklama ve kayıt altına
alma konusunda son derece ileri düzeyde olunduğu ve bu nitelikte
hizmet veren dünyada sayılı piyasalar arasında yer aldığımız ifade edilmiştir. Uygulamaya geçilmek üzere olan teknoloji platformu projesi ile
de, tek bir platform üzerinde Türkiye’nin bütün piyasalarına erişebilirlik
sağlanmasının amaçlandığı belirtilmiştir.
•
Yatırımcıları Koruma Fonu ve Tedrici Tasfiye düzenlemeleri bakımından
Türkiye’nin bugün Avrupa ülkelerinden daha ileri durumda olduğunu,
ancak bazı ilave tedbirlerin uygulamaya alınmasıyla, geçmişteki mağduriyetlerin tekrarının fiilen imkansız hale geleceği belirtilmiştir.
•
Piyasada yabancı ağırlığının önemli oranda olduğu hatırlatılarak, yerli
yatırımcının kendi ülkesinde yatırım yapmadığı üzerinde durulmuş, bireysel yatırımcıların piyasaya gelmeme nedenleri arasında en öncelikli
nedenin güven eksikliği olduğu paylaşılmıştır. Bu nedenle, tüm kurumlar tarafından sarfedilen çabaların merkezinde, yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesi olduğu ifade edilmiştir.
•
Bölgesel borsalarla işbirliğine önem verildiği ve bu çerçevede bölgesel
yatırım fonlarının kazanılmasına yönelik olarak ortak endeks ve ürünler
geliştirilmek suretiyle çalışmalar yapıldığı ifade edilmiştir.
•
Sonuç olarak, bütün sermaye piyasası kurumlarının ve otoritelerinin
aslında aynı ortak amaca hizmet ettikleri ortaya çıkmıştır. Bu amaç;
şirketlerin ve yatırımcıların bu piyasada daha aktif olarak yer almaları
ve sermaye piyasasının sağlıklı gelişimine uzun vadeli hedefleri dikkate
alarak sürekli ve sürdürülebilir katkı sağlamalarıdır.
Prof. Dr. Güler ARAS
78
TÜRKİYE SERMAYE PİYASASI ARACI KURULUŞLARI BİRLİĞİ
Büyükdere Caddesi No:173
1. Levent Plaza A Blok Kat:4
1. Levent 34394 İstanbul
Telefon: 212- 280 85 67
Faks: 212-280 85 89
www.tspakb.org.tr
[email protected]
ISBN-978-975-6483-33-6

Benzer belgeler