devamı - Egeçep
Transkript
devamı - Egeçep
EGE ÇEVRE VE KÜLTÜR PLATFORMU 1. Allianoi Girişim Grubu, AYÇEP-Ayvalık Çevre Platformu, Ayvalık Çevre Koruma Derneği,Baz-Dur Platformu, Çağdaş Hukukçular Dermeği İzmir Şb, Çiğli-Harmandalı Çevre Platformu, DİSK-Emekli – Sen İzmir 4 Nolu Bornova Şubesi, DİSKEmekli-Sen İzmir 3 Nolu Buca Şubesi, EFESÇED-Efes Çevre, FOÇEP -Foça Çevre ve Kültür Platformu,Doğa ve Kültür Derneği, EGECEP Dernegi, Ege Doğa Derneği, Ege 78’liler Demokrasi ve Dayanışma Derneği, İzmir-Bergama, Eşme Elele Hareketi, Güzelbahçe Kültür, Çevre ve Güzelleştirme Derneği,Güzelhisar Ovası'nı Seviyoruz Çalışma Grubu,İzmir Veteriner Hekimler Odası, Karaburun Sivil İnisiyatif, Karaburun Yarımadası YG21, Karaburun Yerel Fok Komitesi, Karaot’lular Tohum Derneği, Kula-Sandal Köyü Katı Atık Girişimi,Küresel Isınma İzmir Çalışma Grubu, Menemen Emiralem Çevre Platformu, Özdere Çevre Koruma, Dayanışma Ve Geliştirme Derneği, Tehlikeli Gemi Sökümünü Önleme Girişimi, TMMOB Gıda Müh.Odası Ege Bölge Şb.,TMMOB Kimya Müh.Odası Ege Bölge Şb. TMMOB Ziraat Müh.Odası İzmir Şb, Turgutlu Bedensel Engelliler Dernegi, Turgutlu Toplumsal Dayanışma ve Kültür Merkezi Çevre Komisyonu, Uşak İnay Vicdan Hareketi, YADEM-Yağcılar-Demircili Derneği Bireysel Katılımlar İÇİNDEKİLER Sayfa 1. EGEÇEP Bileşenleri Listesi …………………………………………………….. 3 2. EGEÇEP’in Çalışma ilkeleri ve yapılanması ………………………………… .. 4 3. EGEÇEP Eş D.Sözcüsü’nün 6. Kurultay açış sunusu:Safları Sıklaştıralım . 5 4. TEHLİKELİ VE NUKLEER ATIKLAR …………………………………........... . . . 7 5. EGECEP Davaları Raporu ……………………………………………………… 17 6. ELELE HAREKETİ 2012 Çalışma Raporu ………………………………. … 23 7. Ayvalık Çevre Platformu Faaliyet Raporu ………………………………………35 8. GULDER 2012 Faaliyet Raporu ……………. ………………………………... 41 9. Karaburun YG-21/Kent Konseyi 2012 Faaliyet Raporu……………………… 43 10. Allianoi Girişim Grubu 2012 Calışma Raporu ……………… …… ………. 53 11.Sandal Kultur ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği F.Raporu ………… 56 12.TURGUTLU Toplum. Dayanışma ve Kültür Merkz. Ekoloji Komisyonu 2012 Çalışma Raporu………. ……………………………………………… . 57 13. Termik Santraller………………………………………………………………….. 59 14. Bir Fedainin İtiraflari ……………………………………………………………. 65 Hazırlayan: Mehmet ŞAHİN 1 1 İletişim Halit Ziya Bulvarı No:33 K:2/205 Konak / İZMİR; Telefaks: 0232. 483 83 49 e-posta: [email protected] , Web: www.egecep.org.tr EGE ÇEVRE VE KÜLTÜR PLATFORMU BİLEŞENLERİ 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. Allianoi Girişim Grubu, AYÇEP-Ayvalık Çevre Platformu Baz-Dur Platformu Çağdaş Hukukçular Dermeği İzmir Şb, Çine Doğa Sevenler Derneği DİSK-Emekli – Sen İzmir 4 Nolu Bornova Şubesi, DİSK-Emekli-Sen İzmir 3 Nolu Buca Şubesi, EFESÇED-Efes Çevre, Doğa ve Kültür Derneği, EGEÇEP Derneği, Ege 78’liler Demokrasi ve Dayanışma Derneği Ege Doğa Derneği, Ege Su Platformu FOÇEP -Foça Çevre ve Kültür Platformu GÜLDER-Güzelbahçe Kültür, Çevre ve Güzelleştirme Derneği, İzmir-Bergama Elele Hareketi, İzmir Veteriner Hekimler Odası , Karaburun Sivil İnisiyatif, Karaburun Yarımadası YG21, Karaburun Yerel Fok Komitesi, Karaot’lular Tohum Derneği, Konak Halkevi Kula-Sandal Köyü Katı Atık Girişimi Menemen Emiralem Çevre Platformu, Tehlikeli Gemi Sökümünü Önleme Girişimi, TMMOB Gıda Müh.Odası Ege Bölge Şb., TMMOB Kimya Müh.Odası Ege Bölge Şb. TMMOB Ziraat Müh.Odası İzmir Şb., Turgutlu Toplumsal Dayanışma ve Kültür Merkezi Çevre Komisyonu, Turgutlu Bedensel Engelliler Derneği Uşak İnay Vicdan Hareketi, YADEM-Yağcılar-Demircili Derneği Bireysel katılımlar 3 EGEÇEP’İN ÇALIŞMA İLKELERİ VE YAPILANMASI “EGEÇEP, doğal ve kültürel varlıkların, çevre sağlığı ve canlı yaşamının korunması konusunda çalışmalar yapan, sendika, dernek, meslek odası, sivil inisiyatif, platform ve diğer insan topluluklarının ve tek tek bireylerin çalışmalarını, sorunları ortaklaştırmak, güç birliğini sağlamak, bu oluşumların sözcülüğünü üstlenmek, gerekli yasal, bilimsel ve örgütsel destekleri sağlamak üzere çalışmalar yapar. EGEÇEP fonlardan para almaz. EGEÇEP anti-kapitalisttir; çevreyi kirletenlerin kapitalist şirketlerin olduğunu vurgular. Savaşlar insanlarla birlikte tüm canlıları yok edip doğanın dengesini bozmaktadır. EGEÇEP çevreyi kirleten ve yaşamı yok eden savaşa karşı ve barıştan yanadır. Faaliyetleri barışçıdır. EGEÇEP sürdürülebilir kalkınma değil, sürdürülebilir yaşamdan yanadır.” EGEÇEP, Çevre mücadelesini yaşam savunuculuğu olarak gören, Evren’deki canlı cansız tüm varlıkların kendi doğal denge ve döngüsü içinde birlikte yaşamasini ve kendi özgünlüğü ile korunmasını esas alan, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, sömürgeciliğin, cinsiyetciliğin ve ırkçılığın karşısında olan doğasever, özgürlükçü ve demokratik bir platformdur. EGECEP Yapılanması 3 Kuruldan Oluşmaktadır: 1.BİLEŞENLER KURULTAYI: En Üst Organ Ve Karar Organıdır. Olağanüstü durumlar dışında yılda bir kez toplanır. Tüm bileşenlerin, tüm üyelerinin katılımıyla yapılır. 2.TEMSİLCİLER MECLİSİ: Ayda bir kere toplanır. Bileşenin kendi temsilcileri toplanarak kararlar alır ve sorunları tartışıp, yetkileri dahilinde karara bağlar. Yapılacak işleri görüşür, yapılacak çalışmalar için yürütme kurulunu görevlendirir. Temsilci, alınan kararları kendi örgütüne aktararak çalışmaların, eylemlerin, iletişimin, sorunların ve çözüm önerilerinin ortaklaştırılmasını sağlar. 3.YÜRÜTME KURULU: Bireysel ve kurumsal katılımcılar arasından, bileşenler kurultayı tarafından belirlenen kişilerden oluşur. Bileşenler Kurultayı’nın ve Temsilciler Meclisi’nin almış olduğu kararların ve görevlerin yürütülmesini sağlar. Ayrıca, bilimsel ve eylemsel desteklerin örgütlenmesini sağlar. Bileşenlere teknik, hukuki konularda destek sağlamaya çalışır. Etkin koordinasyon, kolaylaştırıcılık ve sözcülük gibi görevleri vardır. Yürütme kurulu kendi arasında belli bir iş bölümü yapar.. DEĞERLENDİRME TOPLANTILARI: Yılda 3 defa yapılır ve Temsilciler meclisi tarafından belirlenen güncel bir konu ele alınıp panel/forumu içerecek şekilde düzenlenir. Sorunlar ve çözümler tartışılarak çalışmalar gözden geçirilir. Ele alınacak sorunların ve konuların ivediliğine ve önemine göre toplantı yeri İzmir içinde veya dışında olabilir. 4 EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü’nün 4. Bileşenler Kurultayı açış sunusu: SAFLARI SIKLAŞTIRALIM… EGEÇEP 5. Kurultayından günümüze 1 yılı daha geride bıraktı. “Bu bir yıl ülkemizde ekolojinin korunması ve yaşamın sürdürülmesi bakımından nasıl geçti” sorusunun çok net bir yanıtı var: Talan devam ediyor, direniş de! Küresel ısınmadan, nükleer kazalara, büyük yangı ve sel felaketlerinden, çöpler arasına sıkışmış, gıda güvenliğinin tehdit altında olduğu bir kır-kent yaşamına kadar ekolojik sorunların ana kaynağı dünya geneline egemen olan kapitalizmin ta kendisi. Bu gerçekliği kapitalistler bile itiraf etmek zorunda kalıyor ama iş çözüm üretmeye gelince sistemlerini her ne pahasına olursa olsun devam ettirmekten öte bir şey de yapmaya yanaşmıyorlar. EGEÇEP 2005 yılında doğal ve kültürel varlıkların, çevre sağlığı ve canlı yaşamının korunması için kısaca yaşam hakkı mücadelesi için kişi ve kuruluşların bir araya gelmesi ile kuruldu. Kamuoyu bilgilendirmelerimizde, eylemlerde, takip ettiğimiz hukuki süreçlerde çevre mücadelesinin bir yaşam mücadelesi olduğunu savunduk. Nedeni ne olursa olsun (ki büyük çoğunluğu emperyalist paylaşım çabalarının sonucudur) savaşların hem yaşam hakkına, hem de doğanın yıkımına yol açtığı ortada. Doğadaki tüm canlılar için yaşamın sürdürülmesi ve bunun için her türlü sömürünün son bulması ilkesini savunan EGEÇEP, net bir şekilde savaşlara karşıdır. Yakın dönemde Bosna'da, Irak'ta, Filistin'de yaşanan savaşlarda binlerce insanın öldüğü, sakat kaldığı, binlerce kadının tecavüze uğradığı, binlerce çocuğun kaybolduğu gerçeğini unutamayız. Bu nedenle aynı acı ve yıkımların yeniden yaşanmaması için, olası savaş risklerinin ortadan kaldırılması ve barış sürecinin derhal başlatılması gerekiyor… 10 yıllık AKP iktidarında, ülkemizde yaşanan çevre sorunları her geçen yıl biraz daha katlanarak büyüyor. Bu, dünyaya egemen olan kapitalizmin çevre kriziyle de doğru orantılı bir gelişme. Tüm kapitalistler gibi amaç kar, emeğin ve doğanın sömürüsü üzerine kurulu bir sistem değil mi? Hal böyle olunca tüm dünya ile birlikte “Emeğin ve doğanın sürdürülebilir sömürüsü”nün bile göz ardı edildiği bir süreci yaşıyoruz. Yaşam alanlarına sahip çıkan yöre halkının mücadelesi, baskılarla, gözaltılarla, davalarla engellenmeye çalışılmaktadır. Sinop Gerze de, Dersim de, Hopa da, Erzurum Tortum da yaşananlar bunlardan sadece birkaçı. Türkiye'nin üçüncü büyük kenti olan İzmir'in göbeğinde Gaziemir’de terk edilmiş bir kurşun fabrikası bahçesinde ülkemize girişi yasak olan nükleer yakıt çubuğu ortaya çıktı. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) 2007 yılından bu yana bildiği bu atıklarla ilgili hiçbir önlem almamış. Bu bile nasıl bir tehlike ve aymazlıkla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bugün bile nefes almak mümkün olmayan Aliağa'da bacası yükselen termik santrale, 6 termik santral daha eklenecek. Sadece Aliağa değil, Biga, Amasra, Yalova gibi ülkenin en güzel köşelerinde de termik santral kabusu devam ediyor. Ülkenin dört bir yanında, dereleri kurutma, ekolojiyi bozma, ormanları katletme pahasına yapılmak istenen HES’in sayısı 2000’leri geçiyor. HES'lerin bölgenin ekosisteminin bozacağı yönündeki halkın mücadelesine karşı sularımız, yaşam alanlarımız sermayeye peşkeş çekiliyor. Altın uğruna içme suyumuzun zehirlendiği Efemçukuru'ndaki hayvan ölümleri, Uşak Eşme'de kulaksız/çenesiz doğan kuzuların haberleri geliyor. Turgutlu Çaldağı’ndan, Kazdağları'na, İliç’den Ordu’ya kadar vahşi madencilik talanı tüm hızıyla sürüyor. Bu saldırılara, baskılara rağmen talana, ekolojik ve toplumsal yıkıma karşı direniş de büyüyor, büyüyecektir. Gerzelilerinin, Dersimlilerin, Karadeniz’deki HES karşıtlarının direnci “daha bayrakların derlenip dürülmediği”nin işaretleridir. EGEÇEP olarak, yaşam alanlarını koruma mücadelesinin bir parçası olmanın onurunu taşırken, tüm emek-demokrasi güçlerine ve yaşam savunucularına da “SAFLARI SIKLAŞTIRALIM” çağrısında bulunuyoruz… EEGECEP ES DONEM SOZCUSU BERRIN ESİN KAYA 5 6 TEHLİKELİ VE NÜKLEER ATIKLAR Kim. Müh. Ertuğrul BARKA Giriş Dünyada olduğu gibi ülkemizde de tehlikeli ve nükleer atıklar büyük bir sorun olarak ekosistemlerimizin içinde ve tüm canlı yaşamlarını olumsuz etkilemektedirler. Bilim olmaktan çıkarılmış ve kapitalizmin ideolojik propaganda aracı hâline getirilmiş ekonomi öğretilerinin ve 'kalkınmanın sürdürülmesi'ni esas alan politikaların sonucunda, tehlikeli ve nükleer atıkların üretiminin hızla arttığı istatistik verilerle de saptanmış gerçektir. Tehlikeli atıkları oluşturan üretim süreçleri sömürülerek geri bırakılmış ülkelere kaydırılırken, ekonomik kârlılık nedeniyle egemen ülkelerde gerçekleştirilen üretimler sonucu oluşanları da yine bu sömürülen geri bırakılmış ülkelere yollanmaktadır. Tehlikeli ve nükleer atıkların nasıl bir ekolojik yıkıma neden oldukları, yaşamı nasıl yok ettikleri bilinmektedir. Ancak bunların nasıl giderilecekleri ya bilinememekte ya da bilinse de bu yöntemler ekonomik bulunmamaktadır. İşte o zaman bu tür atıklardan kurtulmak için, en kolay ve ekonomik yol olan geri bıraktırılmış, üzerlerinde siyasal, ekonomik, askerî egemenlik sağlanmış ülkelere tehlikeli ve nükleer atıkları yasadışı yollarla göndermek seçilmektedir. Tehlikeli Atık Nedir? Patlayıcı, oksitleyici, çok kolay alevlenir, kolay alevlenir, alevlenir, çok toksik, toksik zararlı, aşındırıcı, tahriş edici, hassaslaştırıcı, kanserojenik, mutajenik, üreme sistemine toksik, çevre için tehlikeli özelliklerden herhangi birine veya birkaçına sahip olan kimyasallar tehlikeli özelliklere sahip kimyasallar olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama katı, sıvı, gaz fazındaki bütün atıklar için geçerlidir. Tehlikeli kimyasallarla kontamine olmuş he türlü madde ve malzemeler de tehlikeli atık olarak tanımlanır. Kimyasal maddelerin boş ambalajları da bu kapsam içindedir. Ancak, nükleer (araştırma, tıp ve teknoloji uygulamalarından çıkan radyoaktivite taşıyan) ve tıbbî (hastane, laboratuvar vb sağlık kuruluşlarınca ortaya çıkan patolojik/patolojik olmayan, enfekte kimyasal atıklar, kesici ve delici malzemeler vb. olan) atıklar ayrıca tanımlanmayı gerektirecek öneme sahiptirler. Tehlikeli Maddelerin Türkiye'deki Durumu Veysel Eroğlu, Çevre ve Orman Bakanı iken , CHP Adana Milletvekili Hulusi Güvel`in, tehlikeli katı atıklarla ilgili soru önergesini cevaplarken, “Türkiye`de resmi olarak atık envanterinin 2004 yılında TÜİK tarafından yapıldığını ve 2004 yılı TÜİK verilerine göre 1.12 milyon ton tehlikeli atık oluştuğunu ifade etti. Bakan Eroğlu, “...tehlikeli atıklar konusunda Bakanlığımızca oluşturulmuş bir veri tabanı bulunmamakla birlikte; 2009 yılından itibaren LIFE–HAWAMAN projesi kapsamında, elektronik beyan sistemi yardımıyla atık envanteri oluşturulacaktır.” dedi. Doğal olarak gazetelerin manşetinde bu açıklama şöyle yeraldı: “Türkiye tehlikeli atığını bile tespit edemiyor.” Bakanın açıklamasına göre, Türkiye'deki tehlikeli atık depolama, bertaraf, yakma tesisleri ve kapasiteleri de şöyledir: PETKİM (yakma) 17 bin 500 ton/yıl, TÜPRAŞ (yakma) 7 bin 750 ton/yıl, İZAYDAŞ (yakma) 35 bin ton/yıl, TOPLAM: 60.250 ton/yıl yakma kapasitesi İZAYDAŞ (depolama) 160.000 ton/yıl, ERDEMİR (depolama) 6.084 ton/yıl, İSKENDERUN (depolama) 11.000 ton/yıl. TOPLAM: 177.084 ton/yıl depolama kapasitesi. İnanılır bulunsun bulunmasın, Bakan'ın bu açıklaması bile Türkiye'nin nasıl bir tehlikeli atık cehennemi olduğunu göstermektedir. Doğal olarak devletin bu resmi tehlikeli atık miktarlarına, madenciliğin ve demir çelik fabrikalarının milyonlarca ve milyonlarca ton tehlikeli atığı dahil 7 değildir. Zamanın İzmir Çevre ve Orman İl Müdürü, sadece İzmir- Aliağa'da kurulu demir çelik fabrikalarının tehlikeli atık kapsamındaki ağır metallerden oluşan EAOT (Elektrikli Ark Ocağı Tozları) miktarının enaz 8-10 milyon ton olduğunu ve ne yapacaklarını bilemediğini açıklamıştı. Ülkemizdeki altın madenciliği nedeniyle de tehlikeli atık miktarına her yıl milyonlarca ton ağır metal eklenmektedir. Şimdi Aliağa'daki vadilerde, verimli tarım arazilerinde oluşan EAOT ile altın madenciliği yapılan bölgelerdeki pasa dağları, atık havuzu çamurları ve Karadeniz'de yüzen, Marmara Bölgesi ve İstanbul'da arazilerde gömülü bulunan tehlikeli atık dolu variller; İspanya'dan getirilerek tehlikeli atık kapsamında olan termik santral külleriyle birlikte İskenderun Körfezi'nde yedi yıl bekletildikten sonra batırılan Ulla isimli gemi de durumun ne kadar denetimsiz ve ölümcül olduğunu kanıtlamaktadır. Bu koşullardaki ülkemize gelen İtalyan sermayesine, Manisa ilimizin Kula-Sandal-GökçeörenEsenyurt bölgesinde 237 ha. Arazide tehlikeli atık bertaraf, geri kazanım, yakma, gömme tesisi izini, yöre halkının tüm direniş ve karşı çıkışına karşın,verilmiştir. İzmir ve Antalya gibi limanı olan illerimizi de kapsayan on iki ilimizin tehlikeli atıklarını bertaraf edecek İtalyanların ülkesindeki MAFYA, nükleer atık yüklü gemileri Sicilya açıklarında batırmış ve Greenpeace suçüstü yakalanmıştır. Atıkları Yakmanın sonuçları.. İster evsel, ister endüstriyel olsun çöpleri yakmanın çok tehlikeli, insan sağlığı, su temizliği, toprak ve hava kalitesi açısından telafisi mümkün olmayan sonuçları olacağı; baca gazı emisyonları içinde DİOKSİN ve FURAN gibi atıklar ortaya çıktığı biliniyor. ’Dioksin’’ veya ‘’dioksinler ve furanlar’’ terimleri genellikle 210 adet klorlu kirletici, poliklorlu dibenzo-p-dioksinler ve dibenzo furanlar’dan oluşan bir grup olduğu ve en toksik (zehirli) klorlu organik bileşikler olarak kabul edildikleri bilimsel araştırmalarda yer alıyor ve kalıcı organik kirletici sınıfı olarak tarif ediliyorlar. Aynı zamanda inatçı, kararlı yapıları nedeniyle doğada çok uzun süre boyunca kalıyorlar. Dioksinler ve furanlar çevrede çok uzun süre kalıcı olmalarının yanında yağda çözülmedikleri, bu nedenle insanların ve hayvanların vücutlarında birikerek çoğaldıklarını ve uzun yıllar boyunca vücuttan atılamadıklarını ifade ediyorlar. Uluslararası Kanser Araştırması Ajansı tarafından 1.Grupta (İnsanlarda kansere neden olduğu ispatlanmış) gösterilmektedir. Dioksin kanser yapmasının yanında, sinir, bağışıklık ve üreme sistemlerine (sperm sayısında azalma dahil) zarar verebilmekte, doğmamış bebeklerde bozuk oluşumlara, sakatlıklara sebep olabilmekte, endokrin sistemini bozabilmekte ve daha bir çok olumsuz etkiye neden olabilmektedir. Bir Diğer Tehlike Kül Atık yakma tesislerinde yakılan her üç ton atıktan yaklaşık bir ton kül oluştuğu belirlenmiştir. Bu tesislerden havaya karışan ağır metal ve KOK (Kalıcı organik kirleticiler) lar dan yüzlerce kat daha fazlası uçan küllerle çevreye yayılmaktadırlar. Ne kadar önlem alınırsa alınsın, kül boşaltım alanlarındaki küllerin rüzgar la birlikte çevreye yayılması engellenememektedir. Kül toplama alanlarının su geçirmez olduğu iddia edilen zemini göreceli bir koruma sağlamaktadır. Küller yok olmaz. İçerdiğindeki zehirli atıklar zamanla azalmaz ve aksine daha başka zehirli bileşikler oluşabilir. Kütahya’da yaşanan felakete benzer sonuçları bu sahalarda da yaşama olasılığımız çok yüksektir. Deprem ve sel dışında, yalnızca geçen zamanla bile kül toplama alanlarında sızıntıların oluşması kaçınılmaz bir sondur. Sızıntı yer altı sularını kirletir. Suyun doğal çevrimi kirliliği her alana yayar. Besinler kirlenir ve kirlilik sonunda insana kadar ulaşır. Küllerin çeşitli inşaat ve dolgu malzemesi olarak kullanılma düşüncesinin ne kadar büyük sorunlar yarattığı zamanla anlaşılmıştır. 1994-1999 yılları arasında İngiltere’nin Newcastle kasabasında asfaltta dolgu malzemesi olarak kullanılan küllerin etrafa zehirli maddeler sızdırdığı anlaşılması üzerine asfalt sökülmek zorunda kalınmıştır. 8 Bu Tesislere İlgi Neden? Bir düşünün bir tesis yapıyorsunuz, tesise getirilen atıkları yakmak için ücret alıyorsunuz ve ardından bu atıkları yakıp enerji üretiyorsunuz ne güzel bir döngü değil mi. Sermayenin arayıp ta bulamayacağı çok tatlı, bir sermaye birikim süreci. MEES (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) ’i hepimiz biliriz Türkiye’nin en güçlü işveren sendikası. Önerileri hükümetlerce emir telakki edilen, işçinin kanını emenlerin sendikası olan bu sendika Bursa’nın Yenişehir ilçesinde bu tesisi kurmak istemişti. Gelişen tepkiler sonucu şu an bu tesis ile ilgili bir çabası, en azından Yenişehir’de görülmüyor. Türkiye’nin önemli ve verimli topraklarına sahip bölgelerinden biri Yenişehir ovasıdır. Yılın dört mevsimi topraktan ürün alınabilen nadir yerlerden biridir. Peki MEES neden Yenişehir ovasını seçti bunu anlamamız gerekiyor. İlk olarak en önemli sanayi şehirlerinden biri olan Bursa’da yer alıyor olması, İstanbul’a yakın olması ve belkide en önemlisi Gemlik limanına yakınlığı bu seçimde rol oynayan etkenler. Verimli tarım alanı olması onu hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Bursa ve İstanbul tamam da Gemlik limanı ne oluyor diye düşünenler olabilir. Bunun nedeni Avrupa’nın tehlikeli çöplerinin liman yolu ile naklinin kolay olacağı gerçeği. MEES Yenişehir’de bölge insanını ikna çalışmaları sırasında vurguladığı bir yan vardı oda, ”Nükleer atıkların bile yakılabileceği ve bunun çevreye hiçbir zararının olmadığı” yalanı ile propaganda yapmasıdır. A.B. ülkelerinin ve Türkiye’nin de taraf olduğu “Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stockholm Sözleşmesi” gereği atık miktarlarında ki mevcut durumun değiştirilerek atık oranlarının daha aşağı seviyelere çekme kararı sonrasında bu tesis sahiplerinin bunu karşılamak yerine, Avrupa’nın bu tesislerin kapatılması yönünde uyguladığı teşviklerle tesisleri ülkemize kaydırmaya çalışmaktalar. Sözleşmede uygulanması uygun görülen en önemli sorun bu atıkların bertarafının yakılarak yapılmasının zararları yönünde hiçbir yaklaşım sunmamasıdır. Bu sözleşme sürdürülebilir yaşamın ihtiyacını tarif etmiyor, buna rağmen Türkiye’nin de taraf olduğu bu sözleşmeyi TBMM her nedense gündemine almamakta direniyor. Değindiğimiz gibi bu sözleşme yakma işleminin yasaklanmasına yönelik hiçbir önerme de bulunmuyor. Bazı kimyasalların ve tarım ilaçlarının yasaklanması bu sözleşmenin ana mantığı. Baca emisyon değerlerinin düşürülmesini uyguladığı politikalarla belirleyen A.B. ve ABD bu gibi tesislerden kurtuldukça bu değerleri aşağıya çekme eğilimindedir. Gerçekte yakma ile ortaya çıkan salınımların tamamen önlenmesi mümkün değildir. Nihai olarak bu dertlerden kurtulmak istemekteler, kurtulurken de oluşan maliyete katlanmak istememeleri ve bu yolla da kar etmek ana politikalarını oluşturmaktadır. Nükleer Atıklarımız! Türkiye bilinen ilk nükleer skandalıyla İkitelli'de tanıştı. TAEK 'a teslim edilmesi gereken Cd pilleri, hurdacılar tarafından gelişi güzel atıldıkları hurdalıktan alınmıştı. Ekmek parası peşinde koşan zavallı hurdacılar ne yazıkki radyoaktif ölümle buluşmuşlardı. İkinci olay ise İzmir'de yaşanmıştı hem de bir geridönüşüm firmasında. Geridönüşüm gibi denetlendiği (?) bilinen bir kuruluşta gizlice (!) nükleer enerji santrali atığı Europium depolanabiliyorsa daha başka yerlerde neler olmuyordur ki? İZMİR'DE RADYOAKTİF ATIK BULUNDU! Tesisin tam adı Aslan Avcı Döküm Sanayi ve Tic. A.Ş. İzmir ’deki fabrika, 30 yıldan fazla Gaziemir Aksoy Caddesi üzerinde, şehrin tam göbeğinde kurşun üretimi yaptı. Külçe kurşun elde etmek için ömrünü tamamlamış akü ve hurda kurşun kullanıldı. Fabrikanın 70 dönümden fazla arazisi var. Kaderine terk edilmiş makineler, depolar, asit havuzları... Fabrika 2 yıldır terk edilmiş halde. Burası, Türkiye ’nin bilinen ‘ilk’ nükleer çöplüğü ve belgelere göre, fabrikadaki ‘sadece görünen’ tehlikeli 9 atıkları bertarafın bedeli en az 12 milyon lira. İlk tespit Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından 3 Nisan 2007’de yapıldı. TAEK, fabrikada radyasyonlu cüruf (atık) gömülü alan tespit etti. 17 Haziran 2008’de Çevre ve Orman Müdürlüğü bir depoda 200 ton atık tespit etti. Atıkların bertarafa gönderilmesi istendi. Denetçiler, Temmuz 2008’de tekrar fabrikaya gittiğinde 180 ton tehlikeli atık daha buldu. TAEK: Karantinaya alın TAEK, 8 Eylül 2008’de Aslan Avcı’ya gönderilen yazıda, fabrikada mayıs, haziran, temmuz ve ağustos’ta yapılan ölçümlerde depolama sahasında, fırınlar bölgesinde, kapalı istif sahasında radyoaktif madde bulaşmış atık tespit edildiği belirtildi. Radyoaktif maddelerin potalarda eritildiği vurgulandı. Radyasyonlu atıkların bulunduğu yerin karantina altına alınması gerektiği anlatıldı. İzmir Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü yetkilileri 17 Eyül 2008’de fabrikaya yazı yazarak “9-10 Eylül 2008’de fabrikada 90x90x12 metrelik depolanmış atık sahasında radyasyon tespit edildi” dedi. Yazı, Büyükşehir Belediyesine, Gaziemir Kaymakamlığı’a Gaziemir Belediyesi’ne, Gaziemir Sağlık Grup Başkanlığı’na da gönderildi. Arazi TOKİ’ye satılacak TAEK, Kasım 2008’de fabrikaya çevre ve insan sağlığı açısından alınması gereken tedbirleri bir kez daha hatırlattı. Belge Çevre Bakanlığı ile valiliğe de gönderildir. Çevre Bakanlığı Aralık 2008 ile Eylül 2009’de yine fabrikayı denetledi. Aslan Avcı’nın iç yazışmaları da vahimdi. Teknik Müdür Özgür Yarcı’nın Genel Müdür Hadi Gedik’e gönderdiği mail’lerde radyasyon içeren tehlikeli atıkların İZAYDAŞ’a gönderilmesi durumunda maliyetin 12 milyon lira olacağını, eğer Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ne (CNAM) gönderilirse maliyetin daha da artacağını belirtiyordu. 2012’nin son ayı itibariyle fabrikanın durumunu tüm yetkili kurumların biliyor olmasına rağmen bugüne kadar radyoaktif çöple ilgili hiçbir işlem yapılmadı. Fabrikanın sahibi Hasan Avcı, 4-5 yıl önce öldü. Bölge sakinlerinin ifadelerine göre, arazi el altından satılmak isteniyor, iddiaya göre araziyi TOKİ alacak. Atıkların nereden geldiği belli değil İç yazışmalardan radyasyonlu atık numunelerinin TAEK’e bağlı CNAM’a gönderildiği anlaşılıyor. Burada yapılan incelemede radyasyon tespit edilen malzemelerin artık bir atık sınıfında değil, ‘radyoaktif kaynak’ olduğu ve malzemelerin Türkiye’de bulunmadığı belirleniyor. Radyasyonun ‘Europium 152’ adı verilen bir malzemeden bulaşmış olabileceğini tespit eden CNAM, bu malzemenin de ancak nükleer santrallerdeki nükleer çubuklardan bulaşabileceğini belirtiyor. Ayrıca Europuim 152 adı verilen malzemenin Türkiye’ye yasal girişinin olmadığı da açıkca ifade ediliyor. Aletler sinyal veriyor Fabrikada atıkların bulunduğu yerlerde radyasyon aletleri sinyal veriyor. Akü ve kurşun kalıntıları rüzgârla etrafa savruluyor. Toprağa gömülü atıkların bulunduğu bazı noktalardan da radyasyon sinyalleri alındı. Fabrika içinde görünen atıkların toplam miktarının 100 bin tonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Gömülü atığın miktarı ise bilinmiyor. Arazinin dışı tel örgülerle çevrilmiş ancak çoğu işlevsiz. Çocuklar fabrikanın yakınlarındaki okullarına gidebilmek için zehirli atıkların bulunduğu yoldan geçiyor. İçin için yanan topraktan çok ağır bir koku yükseliyor. 10 ÇMO'nun Konuyla İlgili Açiklamasi: ...İzmir İli Gaziemir İlçesi Akçay Caddesi üzerinde etrafı konut alanları, okul ve ticarethanelerle çevrili bir alanda uzun yıllardır (1950’lerden bu yana) faaliyet göstermiş olan; Aslan Avcı Döküm San. Ve Tic. A.Ş. tesis alanında, radyoaktif atıklar depolandığına dair, Radikal Gazetesinin haberi ile ortaya çıkan süreç, Odamızca da ciddiyetle takip edilmektedir. Türkiye’nin üçüncü büyük kentinde, şehrimizin göbeğinde yıllardır radyoaktif atıklarla birlikte yaşıyor olmamız, süreçten haberdar olan ilgili kurum ve kuruluşların gerekli sorumluluklarını yerine getirmemiş olmaları ve bu gerçeği bilmelerine rağmen bugüne kadar hiç bir işlem yapılmamış olması Ülkemizdeki çevre politikalarının, atık sorununun yönetilemediği gerçeğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. İşletmenin faaliyeti sonrası oluşan, Çevre ve Orman (Çevre ve Şehircilik) İl Müdürlüğü denetimleri ile tespit edilen, Türkiye’de bu konuda yetkili kurum olan TAEK tarafından durum tespitinin yapıldığı bilinen ve radyoaktivite içeren bu atıklara ilişkin olarak, bildirimlerin yapıldığı ancak geçen zaman içerisinde sürecin yürütülmediği görülmektedir. İncelemelerde malzemelerin ve cürufların Europium-152 ile bulaşmış olduğu ve bu maddenin nükleer reaktörlerde kullanıldığı anlaşılmıştır. Bu maddenin ülkemize nasıl girdiği ve radyoaktif malzeme bulaşmış atıkların külçe kurşun haline getirilerek nerelere satılmış olduğu belirsizdir. Ülkemize girişi yasak olan bu atığın kentimizin ortasında bir tesiste ortaya çıkması yasal olmayan yollarla yürütülen atık ticareti gerçeğini gündemimize getirmektedir. Bu konu hakkında Valilik, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Gaziemir Kaymakamlığı ve ilgili kamu kurumları bilgilendirilmiştir. Ancak hiçbir kamu kurumu bu konuda yetkili TAEK de dahil, atıkların güvenli bir şekilde bertarafına ilişkin bir önlem aldırmamıştır. Bu atıkların tespitine rağmen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı geri kazanım lisansını iptal etmiş midir? Bu tesis radyoaktif madde tespit edilmesinden sonra ne kadar süre çalışmıştır, çalışanlar bu maruziyetten ne ölçüde etkilenmiştir? Bu döküm fabrikasının yol açtığı radyoaktif atıkların bertarafında izlenmesi gerekli sürecin tamamlanmaması, TAEK’in radyoaktif atıklar konusunda yetkili tek kurum olmasına rağmen bertaraf konusunda yetersizliğini ortaya çıkmıştır. İşletmede ne kadar radyoaktif madde bulaşmış atık olduğu belirsizdir. Bu radyoaktif atıkların bertarafını sağlamayan ülkemizin Nükleer Santrale ne kadar hazır olduğu açıkça görülmektedir. Bu tesis kapanmış ve ismini değiştirerek Torbalı’ya taşınmıştır. Aynı olay Torbalı’da da yaşanacak mıdır? Gaziemir’den Torbalı’ya radyoaktif madde bulaşmış makineler götürülmüş müdür? Torbalı’da oluşan atıklar radyoaktivite içermekte midir? Tehlikeli atık niteliğinde olan bu atıklar nerede ve nasıl bertaraf edilmektedir? Belirsizdir. Türkiye’de benzer tesislerde radyoaktivite içeren atıklar işlenmiş midir? Bu da belirsizdir. Kaç adet akü ve kurşunlu atık geri kazanım tesisi vardır? Bunların atıkları nerelerde bertaraf edilmektedir? Bu tesislerin tümünde radyoaktivite ölçümü yapılmakta mıdır? Bu tesislerin atıklarında radyoaktivite ölçümü yapılmakta mıdır? Yakın bölgede yer alan su kuyularının radyoaktivite ölçümleri yapılmalı ve sonuçları kamuoyuna açıklanmalıdır Bölgede radyoaktivite başta olmak üzere kapsamlı bir çevresel durum değerlendirilmesi yapılmalı, atıklardan oluşan sızıntı sularının yer altı suyunu kirletme riski değerlendirilmelidir. Çevre Kanununun yayınlanmasının üzerinden 29 yıl geçmiştir.29 yıl öncesine göre ülkemizde çevre sorunları azalmamış aksine artmıştır. Bu gün ülkemizin havası, suyu ve toprağı 29 yıl öncesine göre daha kirlidir. Ülkemizdeki üretilen tehlikeli atık miktarı ve türleri hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Beyan sistemine dayalı bilgi sistemi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından açıklanan atık miktarlarının ne kadar doğru olduğu bilinmemektedir. Türkiye bir kez daha atık yönetimindeki yetersizliğini ortaya koymuştur. Bu durum ülkemizdeki sanayi atıkları, ve tehlikeli atıkların miktarındaki belirsizliği, izleme ve denetim süreçlerinin yetersizliği ortaya koymuştur Bakanlık tarafından yetkilendirilmiş, denetime tabii bir geri kazanım tesisinde bile bu olayın yaşanmış olması ve sürecin işleyişi ülkemizde diğer alanlarda neler yaşanıyor olabileceğini bizlere 11 düşündürmektedir. Bütün bunlar ülkemizde sürdürülmeye çalışılan “Çevre Politikalarının” başarısız olduğunu göstermektedir. Geçmiş yıllarda Tuzla’da, İkitellide, Karadeniz sahillerinde ortaya çıkan radyoaktif ve tehlikeli atıklar bugün İzmir’de ortaya çıkmıştır. Daha başka nerelerde ortaya çıkacağı sorusu belirsizdir… Ülkemiz atık çöplüğü değildir...” Hayır! Nükleer enerji santralli yapılmak istenen ülkemiz artık nükleer bir çöplük olarak ta kullanılacaktır; biz karşı çıkıp direnmezsek... EKLER: Ek : 1. 19/07/2009 (dha) ZEHİRLİ ATIKLARINI BREZİLYA'YA GÖNDEREN İNGİLTERE, BASKILAR KARŞISINDA YÜKÜNÜ GERİ ALMAK ZORUNDA KALDI. İNGİLTERE'NİN TOKSİT ATIKLARINI GÖNDERDİĞİ ÜLKELER ARASINDA TÜRKİYE'DE BULUNUYOR AYNUR TATTERSALL LONDRA - İngiltere gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Brezilya’ya yasadışı yollardan ihraç ettiği 80 konteyner (1400 ton) toksik içeren artığını, yetkililerin baskısı sonucu geri almak zorunda kaldı. Toksik içeren sanayi ve ev atıklarını iki kıta üzerinden gelişmekte olan ülkelere boşaltan İngiltere, uluslararası sözleşmeleri ihlal etmekle suçlanıyor. İngiliz Çevre Dairesi, İngiltere'den Brezilya'nın çeşitli limanlarına yasa dışı yollardan ihraç edilen 80 konteyner artığın toksik içerdiğini doğrularken, bu artıkların geri gönderilmesi içlemlerinin haftalarca sürebileceğini belirtti. Brazilya Çevre Ajansı Müfettişleri, İngiltere’den gönderilen konteynerlerde yaptıkları aramlarda, aralarında yüzlerce torba insan kanının da bulunduğu zehirli tıbbi atık ele geçirdiğini, diğer konteynerlede ise üzerinde Porketizce “Brezilyalı fakir çocuklara vermeden önce yıkayınız” yazılı kirli oyuncaklar bulunduğunu açıkladı. İngiltere’den gönderilen konteynerlerde toksik içeren artık tespit edilmesi üzerine hareke geçen Brezilyalı yetkililerin, zehirli artıkların geri gönderilmesi için başlattıkları girişimleri sonuç verdi. Toksik içeren sanayi ve ev atıklarını iki kıta üzerinden Türkiye, Gana, Brezilya, Azerbaycan, Libya, Vietnam ve Çin gibi gelişmekte olan ülkelere boşaltan İngiltere, Brezilya’ya yasadışı yollardan ihraç ettiği 80 konteyner zehirli artığını geri almak zorunda kaldı. İngiltere’nin saygın gazetelerinden The Times, iki kıta üzerinden gelişmekte olan ülkelere toksik içeren artık boşaltan İngiltere’nin, uluslarası sözleşmeleri ihlal etmekle suçlandığını yazdı. Gazetenin yayınladığı istatistiklere göre, İngiltere’nin en popüler çöp destinasyonları arasında Breziyla, Türkiye, Azerbeycan, Libya, Çin, Vietnam ve Gana yer alıyor. Türkiye, 2007 yılında 13 milyon ton atığını 75 ülkeye paylaştıran İngiltere’nin,204 milyon ton metal 260 ton plastik ve 13 ton kağıt atığını gönderdiği ülke olarak en popüler destinasyonu olarak belirtiliyor. Gazete, İngilizlerin belirtilen ülkelere gönderdiği atık maddeler arasında bulunan plastik ve kağıt kapsamında hangi tür maddelerin yer aldığını ise açık olarak belirtmezken, toksikli artıklar arasında şırınga, preverzatif ve çocuk bezi gibi artıkların bulunduğu kaydetti. BAKAN SORUŞTURMA EMRİ VERDİ İngiliz Çevre Bakanı Hilary Bann, bir İngiliz firması tarafından Brezilya’nın 3 ayrı deniz limanına gönderilen 80 nakliye konteynerinde 1.400 ton toksik içeren artık bulunması üzerine soruşturma emri verdi. İngiliz firması tarafından gönderilen konteynerlerde şırınga, prezervatif ve çocuk bezi gibi artıkların bulunduğu belirtiliyor. Savunma Bakanlığı’na ait bir bilgisayarı, Gana’nın varoş mahallelerinden biri olan Akra’da bulan The Times, bakanlık yetkililerinin bu konuda açıklama yapmakta zorlandıklarını iletti. Gazete, hurda elektronik aletleri ayıklamaya çalışan ve aralarında 5 yaşındaki küçük çocukların bulunduğu onlarca kişinin, potansiyel olarak öldürücü kimyasallara maruz kaldıklarını vurguladı. (dha) 12 Ek: 2. 15 EKİM 2009 Sapanca'ya 1 ton kimyasal atık! Sapanca ilçesine bağlı Yüzevler Mahallesi Şafak Evler mevkiinde Sarp Deresi kenarına dün akşam kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce kamyonla atık bırakıldığını görenler durumu jandarmaya bildirdi. İhbar üzerine olay yerine jandarma ile Çevre ve Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri de geldi. Yapılan ilk incelemede, bir bülümü çevreye de saçılan teneke kutuların içindeki kimyasal maddenin bir tona yakın olduğu ve yabancı kaynaklı olduğu saptandı. Sakarya Çevre ve Orman Müdürü Nurettin Taş, dere kenarında bulunan atıkların içeriğinin belirlenmesi için çalışmaların sürdüğünü ifade ederek, "Atıkların buraya bir kamyonla getirildiği anlaşıldı. O kamyon da araştırılıyor. Atıkları güvenli bir bölgeye götürdük. Numunelerin incelenmesinin ardından atıklar bertaraf edilecek" dedi. Ek: 3. 08/03/2010 Varilleri araziye bıraktı, kaçamadan yakalandı Kocaeli'nin Gebze ilçesinde, atık yağlardan arta kalan tortuların bulunduğu varilleri araziye bırakan sürücü, aracı çamura saplanınca yakalandı. Alınan bilgiye göre, biodizel yapımı için kullanılan atık yağların tortularının bulunduğu varilleri plakası açıklanmayan kamyonu ile Kadılı köyünde araziye bırakan sürücü B.Ş, kamyonun çamura saplanması sonucu jandarma ekiplerince yakalandı. Her birinde yaklaşık 100’er litre atık bulunan 7 varilden bazılarının, kamyonun kasasından atıldığı için patlayarak araziye yayıldığı belirlendi. Variller, İzmit Atık ve Atıkları Arıtma Yakma ve Değerlendirme AŞ’ye (İZAYDAŞ) götürüldü. Alınan numunelerde yağ tortusu dışında maddeye rastlanmadığı belirtildi. B.Ş’ye Çevre Kanununa muhalefet suçundan para cezası uygulandı.(aa) Ek: 4 TIR varilleri’ tehlike saçtı AYŞEGÜL AYDOĞAN ATAKAN, ŞAKİR AYDIN İstanbul 11.9.2009 Selin vurduğu İkitelli’deki TIR garajında araçlardan etrafa yayılan “eter sülfat” varilleri büyük tehlike saçtı İstanbul Tabipler Odası Genel Sekreteri Hüseyin Demirdizen, varillerle ilgili hiçbir inceleme yapılmadan enkazın kaldırılmasını eleştirdi. Varillerin üzerinde “eter sülfat” yazdığını vurgulayan Demirdizen, “Eter sülfat sulara karışabilir ve solunum yoluyla da insan sağlığına zarar verebilir. Bölgedeki suların analizleri yapılmalı” dedi. Demirdizen’in uyarılarına karşın alandaki onlarca iş makinesi savaş alanına dönen bölgede enkaz kaldırma çalışması yaptı. Vatandaşlar da uzmanların “tehlikeli” dediği varillerin yanı başında olup biteni izledi. Ek: 5 Zehirli atık raporu açıklandı İstanbul’un Tuzla ilçesinde çıkarılan tehlikeli atıkları araştırmak için kurulan Çalışma Komisyonu; hazırladığı raporu dün öğle saatlerinde Çevre Mühendisleri Odası’nda yaptığı basın açıklamasıyla 13 açıkladı. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, İstanbul Tabip Odası, Çevre İçin Hekimler Derneği, Tarım Orkam-Sen İstanbul Şubesi’nin de içerisinde yer aldığı Çalışma Komisyonu adına açıklama metnini omuyan Prof. Dr. İlhan Talınlı; tehlikeli atıkların kontrolsüzce çevreye atılmasının ve bunlara göz yumulmasının kabul edilemez bir şey olduğunu söyledi. “Kimyasalların yanı sıra, genellikle sanayide kullanılan ağır metaller ve nükleer maddelerden oluşan tehlikeli atıklar, başta insanlar olmak üzere, yeryüzündeki canlı yaşamını tehdit ediyor” diyen Tanıllı; Samsun’da karaya vuran ve Sinop’ta depolanan tehlikeli kimyasallar, İskenderun açıklarında batan Krom VI’dan zengin termik santral külü ve İkitelli’de hurdalığa atılmış olan nükleer atıkların verdiği zararlara dikkat çekti. Ülkemizin tehlikeli atık çöplüğü haline getirilmeye çalışıldığını aktaran Tanıllı; Tuzla örneğinin ne ilk, ne de son olacağını söyledi. İstanbul’da kayıtlı 12 bin, kayıtsızlarla birlikte ise 30 bin sanayi tesisi bulunduğunu belirten Talınlı, bunların 1-2 milyon ton tehlikeli atık ürettiğine dikkat çekerken, bu atıkların nerede ve nasıl depolandığının bilinmediğini söyledi. Tesisleri denetlemekle yükümlü olan kurumun, eleman ve ekipman yetersizliği nedeniyle, denetim işlevini yerine getiremediğini de ifade eden Talınlı; “Çevre ve Orman Bakanlığı, Tuzla Orhanlı olayında; yasa ve yönetmelikler çerçevesinde suçlu bulduğu kurum, kuruluş, firma ve kişiler hakkında, elindeki kanıtlar doğrultusunda suç duyurusunda bulunabilir veya gerekli cezalara çarptırabilecek iken, bu süreçleri işletmeyerek, ikinci kez görevi ihmal suçu işlemiştir” şeklinde konuştu. Talınlı, ayrıca Tuzla’daki toprağın ne kadar kirlendiğinin tespit edilerek, toprağın bölgeden kaldırılması gerektiğini söyledi. Basın açıklamasının ardından ise, komisyonun çalışmalarını genişleterek, tehlikeli atıklarla ilgili çalışma yürüteceği açıklandı. Tehlikeli atıklara karşı öneriler Komisyon hazırladığı raporda tehlikeli atıkların zararsız hale getilmesi için çeşitli öneriler de sundu. Bu önerilerden bazıları şöyle; Yurtdışından ülkemize atık girmesi önlenmelidir. Atıkların bertaraf edilmesinde yakma yönteminden vazgeçilmeli; İZAYDAŞ’ın atık yakma üniteleri kapatılmalı ve yeni atık yakma tesisleri açılmamalıdır. Tehlikeli atıklar, uluslararası standartlara uygun depolarda tutulmalı; tehlikeli atık miktarını düşürecek geri kazanım projelerine ağırlık verilmeli; insan sağlığı ve çevre için zararlı tehlikeli maddeler üretmeyen alternatif bertaraf yöntemleri kullanılmalıdır. 2001 yılında imzalan; en tehlikeli kimyasalların üretimi, satışı ve kullanımını durduran ve ülkemizin de imzaladığı Stockholm Konvansiyonu TBMM tarafından onaylanarak uygulamaya geçirilmelidir. Ek: 6 SENDİKA ORG Tuzla'da Çevre Faciası...Doğa ve İnsanlığa Karşı İşlenmiş Bir Suç - Dr.Ethem Torunoğlu 16 Nisan 2006 - Ethem Torunoğlu Kocaeli-İstanbul-Çorlu hattı boyunca, bir çok sanayi tesisinin, genelde çevresel etki değerlendirme sürecinden muaf tutularak ya da gecekondu/imar affı benzeri afların bu işletmelere ÇED affı şeklinde uygulanması sonucunda, faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Bu arada, ilgili Bakanlıkların, Belediyelerin ise bu tesislere, değişik zamanlarda ve değişik gerekçelerle ( istisna durumları dışarıda bırakırsak) taşıdıkları çevresel risklere rağmen işletme izinleri verdikleri de ortadadır. Bu son vakanın boyutları karşısında ( bilinmeyen miktarda tehlikeli atığın, bilinmeyen yerlere,alanlara gömülmüş olabileceği ihtimali! ) , Türkiye’nin içler acısı olan “ çevre fotoğrafı” da netlik kazanmaktadır… 14 Bhopal Faciasını Andıran Sağlık Etkileri Hindistan’ın Bhopal kentinde 3 Aralık 1984 yılında meydana gelen çevre felaketinde, Union Carbide Şirketi’ne ait kimya fabrikasından sızan 40 ton zehirli gaz, üç gün içinde 10 bin kişinin ölümüne neden olmuştu.Bu kaza sonrasında, binlerce insan da uzun yıllar çeşitli hastalıklarla karşı karşıya kaldı, doğal yaşam tamamen bozuldu… Yüzyılın felaketleri arasında gösterilen bu olay, tehlikeli kimyasalların yönetiminde ve atıkların kontrolünde çevresel risk kavramının önemini ortaya çıkarmıştır. Oysa ki, Türkiye’de 1999 yılında yaşanan Doğu Marmara Depremi sonrasında, sanayi tesislerinden kaynaklı oluşan kirlilik ve atıkların yarattığı riskler, örneğin Yalova’daki Aksa Fabrikası ile ilgili sorun, bugün unutulmuş görünmektedir. Bu tesislerin gerek üretim süreçlerinden, gerekse de atık ve emisyonlarından kaynaklı sorunlar, deprem sonrasında bölgede ikinci bir yıkım ve sorun oluşturmuştu. Marmara’daki potansiyel tehlikenin, bir kez daha unutulduğu ya da unutturulduğu açıktır…Bu unutma sürecini tamamlayan son olay ise 2005 yılında yaşanmış, Aksa Fabrikası’na yılın çevre başarı ödülü verilmiştir. ( 1999 yılında,Aksa Fabrikası deprem sonrasında, fabrikada meydana gelen hasar nedeni ile, tehlikeli atık ve kimyasal tanklardan kaynaklı sızıntılardan dolayı Yalova ‘da ciddi çevresel sorunlar yaratmıştı…) Türkiye, Bhopal faciasını, Marmara depremini ve buralardan çıkarılması gereken dersleri bir kenara bırakarak, bugün nükleer santral çılgınlığına yönelmiştir. Tuzla faciasının da kısa bir süre sonra unutulacağı ve sanayide kara düzenin, bir başka deyişle “kirletip ödeme” anlayışının devam edeceğini söylemek yanlış olmasa gerektir. ( TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeyi bekleyen Çevre Yasa tasarısında da yine cezalar ve kirletene yaptırım anlayışı egemendir, kirlilik önleme, kirlilik oluşmadan önleyici politikaları tesis etmek yönündeki yaklaşımlar ise yasanın ruhuna yine ”sirayet” edememiştir…) Tuzla’da Olası Sağlık Riskleri Tuzla’da Orhanlı Beldesi yakınlarında bulunan atık varillerin içinde fenol maddesinin bulunduğu belirtilmektedir. Bu madde, diğer kimyasallarla birlikte kanserojen bir özelliğe bürünebilmektedir. Ayrıca, bu maddenin ortamda yüksek oranlarda bulunması, tarım ürünleri ve hayvansal gıdalarla birlikte alınması ciddi sağlık riskleri de oluşturacaktır. Bu durumda, tehlikeli atıkların, tarım yapılan arazilere gömülmesi sonucunda, toprak ekosisteminde, yer altı ve yüzey sularında kimyasal kirlilik oluşacağı açıktır. Özellikle bu bölgede, seralarda ve bahçelerde, küçük ölçekli tarımsal faaliyetler sonucunda yetiştirilen meyve-sebzelerde halk sağlığına olumsuz ektiler yaratabilecek zararlar oluştuğu açıktır. Ayrıca, bölgede hayvancılık faaliyetlerinin de sürmesi nedeni ile, hayvansal ürün/gıdalarla (et,süt) birlikte zararlı atıkların ve kimyasalların insanlara taşınması olasılığı da bulunmaktadır. ... Atık miktarını dahi bilmeyen,takip edemeyen bir kurumun bu sorunu çözme konusunda göstereceği irade de, müteahhit Veli Göçer vakasındaki “duyarlılığa” benzeyecektir. Bugün, bilinebildiği kadarı ile,bir işletmenin,ya da bir dizi fabrika/işletmenin zararlı atıklarını toprağa gömerek işledikleri çevre suçu, doğa ve insana yönelik bir suç, ahlak dışı ve vicdansız bir tutum olarak belleklerimizde yer edinmiştir. 15 16 "EGEÇEP DAVALARI" RAPORU Efemçukuru Altın Madeni; Bilindiği gibi İzmir’in su havzası içinde yer alan Efemçukuru Köyü yöresinde Altın Madeni işletilmektedir. Bu işletmeye ilişkin olarak, şimdiye kadar “hem yörenin kayaç yapısı nedeniyle hem de işletmede yapılacak zenginleştirme işlemi sonucunda maden işletmesinin ağır metal kirliliği yaratacağı, böylelikle bölgenin yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının kirleneceği, yörenin bitki ve orman örtüsünün zarar göreceği, bölgede uygulanan ekolojik tarımın sona ereceği, kısaca ekolojik ve toplumsal yıkıma yol açacağı”na ilişkin pek çok bilimsel rapor sunulmuştur. Buna rağmen İzmir İl Özel idaresi tarafından 1 Haziran 2011 tarihinde verilen deneme izni ile maden işlemeye başlamış deneme izni süresinin 1 Haziran 2012'de dolması üzerine bu kez '24.05.2012 tarihli 49 sayılı 1.sınıf işyeri açma ve çalışma ruhsatı' verildi. Efemçukuru'nda tehlikeli süreç şimdiden başladı, geçtiğimiz günlerde Kavacık Köylüleri ‘balıkların, koyunların ve atların öldüğü, sıranın kendilerine geldiği’ni haykırarak maden önünde protesto gösterisi yaptılar. EGEÇEP'in bileşeni olan Elele Hareketi, İzmir’in sağlığını, geleceğini, yaşamını korumak için, yaklaşık on yıldan bu yana bu faaliyete karşı bilimsel, toplumsal ve hukuksal çalışmalar yapmaktadır. Bu kapsamda açılan EGEÇEP Derneği'nin de davacı olduğu deneme izninin iptali davası sonuçlandı. İzmir 1.İdare Mahkemesi'nin 23.11.2012 tarih ve 2011/1664 Esas, 2012/2171 sayılı kararı ile deneme izninin iptaline karar verildi. Kararda özetle; "... Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nin Sağlık Koruma Bandı kenar başlıklı 80. maddesinde; “Birinci sınıf gayrisıhhî müesseseler kapsamına giren maden üretim faaliyetleri ve/veya bu faaliyetlere dayalı olarak üretim yapılan tesislerin etrafında, sağlık koruma bandı konulması mecburidir. Sağlık koruma bandı mülkiyet sınırları dışında belirlenemez ve bu alan içinde mesken veya insan ikametine mahsus yapılaşmaya izin verilmez.Sağlık koruma bandı, inceleme kurulları tarafından tesislerin çevre ve toplum sağlığına yapacağı zararlı etkiler ve kirletici unsurlar dikkate alınarak belirlenir. Buna karşın dava konusu madencilik faaliyetine ilişkin ruhsat sahasında bulunan özel mülkiyete konu Ahmet Karaçam’a ait, henüz kamulaştırılmayan 101 ada 407 ve 408 parsel sayılı taşınmazların sağlık koruma bandı sınırı içerisinde kaldığı ve kamulaştırmamış olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, sağlık koruma bandı sınırı içerisinde bulunan özel mülkiyete konu taşınmazlar kamulaştırılmadan verilen dava konusu deneme izninde hukuka uyarlık görülmemiştir, bu nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline..." deniyor. Mahkemenin bu kararı, Anayasa'nın 138. maddesi, İdari yargılama Usulü Yasası'nın 28.maddesi gereğince en geç 30 gün içinde uygulanmalıydı. Deneme izninin iptal edilmesi aynı zamanda '24.05.2012 tarihli 49 sayılı 1.sınıf işyeri açma ve çalışma ruhsatının geri alınmasını gerektirmektedir. Çünkü, açılma ruhsatı da sağlık koruma bandı oluşturulmadan verilmiştir, aynı hukuka aykırılık devam etmektedir. 'İŞYERİ AÇMA VE ÇALIŞMA RUHSATLARINA İLİŞKİN YÖNETMELİK'in 21.maddesine göre birinci sınıf gayrisıhhî müesseselerin çalışmasını sağlayacak açılma ruhsatı verilebilmesi için 'deneme izni sonunda çalışmasında sakınca bulunmadığının' anlaşılması gerekir. Sakınca mahkeme kararı ile tescillenmiş deneme izni iptal edilmiştir. Buna karşın, İl Özel idaresi açılma ruhsatını geri almaya yanaşmıyor. Açılma ruhsatının iptali davası İzmir 3.İdare Mahkemesi'nin 2012/1659 E. sayılı dava dosyasında devam ediyor. 17 Bu arada deneme izninin iptalini sağlayan Ahmet Karaçam'ın acele kamulaştırma davalarından da söz etmekte yarar vardır Efemçukuru Köylülerinin arazileri madene satmamaları üzerine 3 Ocak 2008 tarihli Resmi Gazetede (http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/ 01/20080103.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/01/20080103.htm) “Bakanlar Kurulu’nun 2007/12974 sayılı kararı ile Efemçukuru Köyü sınırları içindeki Altın Madeni sahası içinde üretim faaliyetlerinde bulunulması, tesis kurulması ve sağlık koruma bandı oluşturulması amacıyla toplam 35 parselin Tüprag Metal Madencilik A.Ş. (ELDORADO GOLD) yararına acele kamulaştırılmasına karar verildiği” yayımlanmıştı. Kamulaştırılan 35 parselden 20 parsel için acele kamulaştırma davası açılmasına karşın, zamanla bu davalardan köylüler madenin mali ve diğerr baskıları ile vazgeçtiler. Sadece Ahmet Karaçam davasına devam etti Ahmet Karçam'ın devam ettirdiği iki davasında verilen son karar Danıştay İdari Dava daireleri Genel Kurulu kararıdır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 19.04.2012 tarih ve 2009/1934 Esas 2012/499 Karar sayılı kararında; ‘…Efemçukuru Altın Madeni işletmesinin bir an önce faaliyete geçmesi için acele kamulaştırma kararı verilemeyeceği, acele kamulaştırma yoluna gidilmezse kamunun uğraması muhtemel zararların da ortaya konması gerektiği…” vurgulanmış ve ‘Efemçukuru’nda acelecilik koşullunun gerçekleşmediği’ sonucuna varılmış ve davayı reddeden Danıştay 6.Dairesi kararının bozulmasına karar verdi. İdari Dava Daireleri Kurulu kararları bağlayıcı olduğundan, davayı gören Danıştay 6.Dairesi bozma kararı doğrultusunda acele kamulaştırma kararlarının iptaline karar verecektir. Dolayısıyla Efemçuku'ndaki acele kamulaştırmaların hukuka aykırı olduğu yargı kararı ile kanıtlanmıştır. Bu aşamadan sonra, sağlık koruma bandı oluşturulmayan, İzmir'in suyu için büyük risk oluşturan Efemçukuru Altın Madeni'nin hukuka aykırı biçimde çalışıp çalışmayacağına karar verilmesidir.Burada belirleyici olan İzmirlilerin tavrı olacaktır. Efemçukuru konusundaki tercih; ya İzmir’in suyunun korunmasından yana, ya da Altıncı Şirketin çıkarlarından yana olmaktır. Özet olarak; Efemçukuru'ndan çıkarılacak 27 ton altına karşılık İzmir'in geleceği yok olacaktır. Yöredeki kaya arsenikten zengin. Kazıldığında milyonlarca yıldır doğayla barışık yaşayan başta arsenik bütün ağır metaller hareketlenecek yer altı ve yer üstü sularına karışacaktır. Ayrıca kavurma (kalsinasyon) işlemi sırasında atmosfere salınacak gazlar asit yağmurlarıyla İzmir'e ve civarına yağacak, arsenik tuzlarını çözecek, sularımız arsenikli akacaktır. Kısaca tehlike çok büyüktür. Geliyorum diyen tehlikeye dur demek gerekmektedir. Yaşam savunucularına büyük iş düşmektedir. Bergama-Ovacık Altın Madeni İşletmesi ve Kozak Maden Ocakları Davaları Ülkemiz altın madenciliği ile Bergama-Ovacık Altın Madeni ile tanıştı. Ovacık Altın Madeni işletmesi aynı zamanda Türkiye çevre hareketinin dönüm noktasını oluşturdu. Bugün artık nerede olursa olsun, doğal ve kültürel varlıkların korunması mücadelesi yürüten her toplumsal hareket, Bergama Hareketi’nin deneyimlerinden esinleniyorlar. Toprağını, havasını, suyunu, kısaca yaşama hakkını korumak için Bergama köylülerinin ardından İnay köylüleri, Artvin’liler, Munzur’lular, derelerinin bekçiliği yapan Karadeniz köylüleri mücadeleye katıldı. Bergama Hareketi, İzmir-Bergama,Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere Elele Hareketi, Beyaz Adımlar Platformu, Troia-İda Platformu, Kaz Dağları’nı korumak için Çanakkale Çevre Platformu, Kazdağı Koruma Girişimi, EGEÇEP gibi yeni yeni dayanışma örgütlerinin oluşturulmasına öncülük etti. 18 Yaşamı savunan bu hareketlere karşın, mücadele alanlarında tam bir başarı sağlanamadı, sömürü her geçen gün yoğunlaşarak devam ediyor. Sistem, yeni yeni yasalarıyla, kurumlarıyla devamlılığını sağlamaya çalışıyor. Bergama Hareketi Bergama’nın Ovacık, Çamköy, Narlıca köylüleri 1980’li yılların sonundan itibaren altın madeni işletmesi ile tanıştılar. Eurogold Madencilik A.Ş. adındaki çokuluslu altıncı şirket, köylerinin arazisi içinde altın madeni işletmek için 16.08.1989 tarihinde arama izni, 12.02.1992 tarihinde de işletme izni almıştı. Bergama köylüleri önce çok sevindiler, köylerinin “taşı, toprağı altın”dı, altın demek zenginlik demekti. Bu sevinçleri uzun sürmedi, altının toprağın altından çıkarılmasının tehlikelerini öğrendiler. Bilim insanlarından altının çıkartılması için toprağın kazılmasından, işletmede uygulanacak siyanürün topraklarının, sularının, havalarının kirlenmesine yol açacağını öğrendiler. Sağlıklarını kaybetme, ürün yetiştirememe, yetiştirdiklerine de alıcı bulamama kaygıları onları örnek bir hareketinin neferleri yaptı. Köylülerin topraklarına, sularına, havalarına, yaşam alanlarına sahip çıkma eylemleri hiç şiddete başvurmayan, barışçıl yönüyle ülkede ve ülke dışında olumlanan toplumsal bir hareket halini aldı. Türkiye’de çevre hareketinin odak noktası Bergama, baş aktörleri de Bergama köylüleri olmuştu. Hareket özgün eylemleri ile kamuoyunun dikkatini çekmeyi başarmıştı. Bilim insanları, hareketin yapısını inceliyor, altın madeni işletmesinin yaratacağı risklere ilişkin kapsamlı çalışmalar yapıyorlardı. Çeşitli siyasi hareketler, sürecin içinden söz söylemeye başladılar. Artık “her yer Bergama, herkes Bergama’lıydı.” Bergama köylülerinin bu haklı hareketi, ülkenin her bölgesinden, çıkarsız yaklaşan her kesimden, hatta yurtdışından büyük destek aldı. Ardından Bergamalıları haklı bulan mahkeme kararları verildi. Mahkeme kararları uygulanmadı Bergama Hareketi'nin yürüttüğü hukuksal mücadeleyi ayrıntılı anlatmak, ayrı çalışmanın konusunu oluşturacak kadar uzundur. Konuyu mahkeme kararlarına boğmamak için özet olarak şunlar söylenebilir. Konuyla ilgili ilk karar, Danıştay 6. Dairesi’nin 13.05.1997 tarihli bozma kararı ve bu karara dayanılarak verilenn idare mahkemesi kararıydı. Kararda; “…doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liç yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır…”dendi ve Çevre Bakanlığı izni iptal edildi. Anayasa’nın koyduğu Hukuk Devleti, yargı kararlarının bağlayıcılığı gibi ilke ve kurallara göre bu mahkeme kararı üzerine Bergama-Ovacık Altın Madeni Kimya Tesisi ile ilgili tartışma 1997 yılında sona ermeli, işletme kapatılmalıydı. Ama öyle olmadı. Her seferinde, mahkeme kararlarının arkasından dolanıldı, olmadı Bakanlar Kurulu kararı çıkartıldı, bu kararın da iptal edilmesi üzerine, ABD Büyükelçisi’nin de ricası ile imar planları düzenlendi ve işletmenin açılması sağlandı. İmar planları da mahkemece iptal edildi, bu kez imar planı olmadan maden-kimya tesisine açılma ruhsatı verildi. Yaşananları şöyle özetleyebiliriz: Bergama-Ovacık Altın Madeni ile ilgili olarak 1997 yılından bu yana çok sayıda mahkeme kararı verildi, bu kararların hiç birisi uygulanmadı, uygulanmış gibi yapıldı. AİHM karar verdi, o da uygulanmadı. Eurogold, Normandy, Newmont, şimdi de Koza maden şirketleri faaliyetini sürdürüyor. Bu süreç içinde madencilik alanında yasalarda önemli değişiklikler yapıldı. Yasalarda yapılan değişiklikler Bergama sürecini de derinden etkiledi. Ardı ardına verilen mahkeme kararlarına 19 rağmen Bergama Ovacık Altın Madeninde değiştirilen yasalar ve yönetmeliklere dayanılarak yeni yeni izinler verildi, imar planı olmadan işletme ruhsatları yenilendi. Maden işletmesi hiçbir şey olmamış, hiçbir mahkeme kararı verilmemiş gibi çalışmasını sürdürdü, halen sürdürüyor. Ovacık'ta maden rezervinin azalması ya da çıkarma maliyetinin artması üzerine çevrede rezerv arayışına girişildi, Önce Balıkesir-Havran'dan, Gümüşhane'den kazılan toprak taşındı, ardından Kozak Yaylası'nda 4 ayrı yerde maden ocağı açılmasına girişildi. Şu anda bunlardan Çukuralan'da faaliyet sürdürülüyor, üstelik kapasitesi iki kez artırılarak.Çukuralan'dan getirilen cevher Ovacık Altın Madeni'nde işletiliyor. İşletmede birinci atık havuzu kapasitesi artırıldığı halde doldu, şimdi ikinci atık havuzu dolduruluyor. Halen davalar devam ediyor. Her ne kadar Çukuralan maden ocağı ve Ovacık altın madeni çalışmaya devam etse de EGEÇEP'in ve bileşeni olan ELELE hareketinin ısrarlı mücadelesi sayesinde, Kozak Yaylası'nda açılmak istenen Yerlitahtacı, Gelintepe ve Uyuzkaya maden ocakları ÇED İzinleri yürütmesi durduruldu ve iptal edildi. Bunu da bir kazanım olarak görmekte yarar vardır. Arapdağı Altın Madeni Davaları İzmir-Karşıyaka-Sancaklı Köyü, Altıntepe Mevkiinde bulunan Metro Altın İşlemeciliği San. Ve Tic. A.Ş. tarafından işletilmek üzere planlanan Altın-Gümüş Yer altı maden Ocağı İşletmesine verilen maden işletme ruhsatı ve açılma ruhsatı EGEÇEP'in açtığı davalar sonucunda iptal edildi ve Karşıyaka büyük bir tehlikeden kurtuldu. ÇED Yönetmeliği Davaları; ÇED yönetmeliğine ilişkin davalar muafiyetler de yoğunlaşmıştır. Özetlemek gerekirse; Türkiye'de Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) uygulaması 07.02.1993 tarihinde ÇED Yönetmeliği'nin ilk olarak yürüklüğe girmesiyle başlamıştır. Uygulamada bu tarih esas alınarak pek çok faaliyet ÇED kapsamı dışında tutulmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda 17 Temmuz 2008 tarihinde yürürlüğe giren ÇED geçici 3. maddesiyle de "... 7/2/1993 tarihli Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinden önce uygulama projeleri onaylanmış veya yetkili mercilerden izin, ruhsat veya onay ya da kamulaştırma kararı alınmış veya yatırım programına alınmış veya mevzi imar planları onaylanmış projelere veya bu tarihten önce üretim ve/veya işletmeye başladığı belgelenen projelere yönetmelik hükümlerinin uygulanmayacağı..." düzenlemesiyle, çevresel açıdan risk oluşturan pek çok faaliyet ÇED'den muaf tutulmuştur. Yönetmeliğin bu düzenlemesi hakkında Çevre Mühendisleri Odası ve EGEÇEP'in açtığı dava sonunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 7.10.2010 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu yürütmeyi durdurma kararı da pek çok faaliyetin ÇED kapsamı dışında tutulmasına engel olamamıştır. Danıştay kararından sonra yapılan 14.04.2011 tarihli değişiklikle de muafiyetler kaldırılmamış 2015 yılına kadar genişletilmiştir. Yönetmeliğin yeni düzenlemesi ile de 7/2/1993 tarihli ÇED Yönetmeliğinden önce üretime ve/veya işletmeye başladığı belgelenen projeler ile uygulama projeleri onaylanmış veya çevre mevzuatı ve ilgili diğer mevzuat uyarınca yetkili mercilerden izin, ruhsat veya onay ya da kamulaştırma kararı alınmış veya yatırım programına alınmış veya mevzi imar planları onaylanmış projelerden bir kısmı için 17.07.2013 tarihine kadar yatırıma başlanması halinde, diğer bir kısmı için de 17.07.2015 tarihine kadar yatırıma başlanması halinde ÇED'den muaf olacağı düzenlenmiştir. Bu değişikliğe ilişkin açtığımız dava devam etmektedir. İzmir – Gebze Otoyolu Genelgesi Davası; Bu arada Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu'nun yan ünitelerinin de ÇED kapsam dışı olduğuna dair Başbakanlık Genelgesi'nin iptali için açtığımız davada yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Bu karar sayesinde hiç olmazsa otoyolun malzeme ocakları, bağlantı yolları, enerji 20 nakil hatları, depo alanları, hazır beton tesisleri, asfalt plenti ile alt ve üst yapı imalatları için gereken üretim tesisleri v.b. çevresel etkileri olacak bir takım faaliyetleri ÇED kapsamı içine alınmıştır. Yukarıda sıralanan davaların yanı sıra Maden Yasası Uygulama Yönetmelikleri, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatları Yönetmeliği, KIşladağ Altın Madeni ile Çaldağı Nikel Madeni ile Kula- Sandal'da kurulu bulunan tehlikeli atık tesisine ilişkin davalar devam etmektedir. Av. Arif Ali CANGI EGEÇEP ÇALIŞMALARINDAN ÖRNEKLER: Barışın yolu doğanın korunmasından geçiyor Dikili’de …..Barış ve Nazım Hikmet Günleri kapsamında yapılan “Çevre ve Barış” konulu panelde, emeğin ve doğanın sömürüsünü önlemenin yanı sıra, tüm insanlığı yok oluşa sürükleyen çevre sorunlarının çözümü için emperyalist sistemin yıkılması gerektiğine vurgu yapıldı. Panelde yapılan konuşmalarda kalıcı barışa giden yolun yaşamın savunulması ve doğanın korunması için mücadeleden ayrı olmadığı dile getirildi. Dikili Ulu Çay Bahçesi’nde Av. Arif Ali Cangı yönetiminde gerçekleştirilen panele, Nuran Yüce, Serhat Resul, Dr. Oya Otyıldız, Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Av. Berrin Esin Kaya katıldı. Av. Arif Ali Cangı 2006 yılında Dikili’deki çevre ve altın paneline madencilerin saldırdığını anımsatarak, “Çevre ve barış deyince benim aklıma gelen ilk olay budur. Ekoloji mücadelesi birilerini çıkarına dokunduğu için barış alanları savaş alanına döndürülebiliyor” dedi. 21 POLİTİK SİSTEMLERİMİZİ DEĞİŞTİRMELİYİZ Panelde konuşan E.Ü. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa da, dünyada var olan sistemin devam etmesi halinde gücü olanların suya ve havaya sahip olacağını söyledi. Karababa, “Böyle bir dünyada barıştan söz etmek olası değil. Gücü olan suya ve havaya sahip olacak, olmayan ise aç kalıp ölecek. Politik sistemlerimizi değiştirmeliyiz. Politikacıları baskı altına almalıyız. Emperyalizm olduğu sürece iklim değişikliğini yok etmek imkansız. Göçü önlemek gerekiyor. Bunun kaynağı da iklim değişikliğini durdurmak gerek” diye konuştu. MEYDAN SAHİPSİZ DEĞİL Su Hakkı Kampanyası yöneticisi Nuran Yüce, doğanın haklarını savunmanın barış ve demokrasinin ayrılmaz bir unsuru olduğunu belirtirken, çevre sorununun yaşam hakkını, barışı ve demokrasiyi tehdit eder bir sorun haline geldiğini dile getirdi. Allianoi Girişim Grubu eski dönem sözcülerinden Dr. Oya Otyıldız, 2000 yıllık Allianoi antik kentinin Yortanlı Barajının suları altında kalmasını önlenemediklerini ama buna rağmen mücadeleyi bırakmadıklarını kaydetti. Otyıldız, “Alliaoni suya gömüldü diye mücadeleyi bırakmıyoruz, meydan sahipsiz değil” dedi. Hasankeyf Yaşatma Girişimi Sözcüsü Serhat Resul de, Hasankeyfin korunması için verilen mücadeleyi özetleyerek, yetkili kurumlara gelen kişilerin önceki dönemlerde verdikleri sözleri unuttuğunu kaydetti. Panelin son konuşmacısı olan EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Av. Berrin Esin Kaya da, yaşamın savunusu mücadelesinin hukuksal sürecinden örnekler verirken, mevzuat boşluklarının şirketler lehine kullanıldığı söyledi. Panel, izleyicilerin soru ve katkıları ile sona erdi. (Dikili/EVRENSEL) http://www.evrensel.net/news.php?id=35619 22 ELELE Hareketi Şubat 2012-Subat 2013 Çalışma Raporu İzmir-Bergama,Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere ELELE Hareketi 2012 yılı boyunca her ayın 2. Ve 4. Perşembesi rutin olarak toplandı. Yapılan etkinlikler: 22 Şubat 2012: Çamköy’de 5 Haziran 2005de Koza Altın çalışanları tarafından uğradığımız taşlı-yumurtalı saldırı davası ile ilgili olarak Akın İpek'in ifadesinin alındığı duruşmadaydık. Ankara’da Akın İpek’in sanık olarak ifadesi alındı, avukatlarımız kendisini çapraz sorguya aldılar. Duruşma 3 saat sürdü. 28 Şubat 2012 salı günü Kozak yaylasında keşifteydik. 5 davanın keşfi yapıldı: BergamaOvacık Altın Madeni eski Atık Deposu kapasite arttırımı ÇED iptali, Yerlitahtacı Altın Madeni ÇED olumlu işleminin iptali, Çukuralan Altın Madeni ÇED Olumlu işleminin iptali, Çukuralan Kapasite Artırımı Projesi ÇED Olumlu işleminin iptali ve Çukuralan altın madeni 2. kapasite arttırımı ÇED olumlu belgesi iptali. 9 Mart 2012 Cuma: Özer Akdemir'in Kuyudaki Taş/ Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği ve Muammer Sakaryalı'nın Kışladağ'dan Mektup Var/ Su Perisine Mektuplar kitaplarının tanıtım kokteyli ve imza günü İzmir Tabip Odası’nda yapıldı. Efemçukuru Kitapçığı” İzmir Milletvekillerine, parti il temsilciliklerine ve ilçe belediyelerine gönderilidi. 27. Mart. 2012 Salı: Efemçukuru Köylülerinin arazilerine yapılan acele kamulaştırma (zorla el konulması) davasında devam eden iki dosya var. Birinin duruşması bugün Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi'nde yapıldı, katıldık. Davalar devam ederken İzmir İl Özel İdaresi 1 Haziran 2011'de Altın Madenine deneme izni vermişti. Oysa henüz kamulaştırılamayan araziler madenin sağlık koruma bandı içinde yer almaktadır. Yani maden hukuksuz çalışıyor. Bu hukuksuzluğa karşı çıkmak ,İzmir'in suyuna sahip çıkmak için duruşmalara hep katıldık, davayı takip ettik. Arazisini satmayan tek kişi olan Ahmet Karaçam'ın yanında olduk. 30 Nisan 2012: 5 Haziran 2005de Dünya Çevre Günü saldırısı davasının duruşması için Bergama Asliye Ceza mahkemesi'ndeydik. 9. Mayıs. 2012 Çarşamba günü Menderes’de Efemçukuru Köylülerinin arazilerine yapılan acele kamulaştırma (zorla el konulması) davası duruşmasındaydık. 29 Mayıs Salı: saat 10.00da Menderes Adliyesi'nde Efemçukuru acele kamulaştırma davasının; saat 11.00de de İzmir 2. İdare Mahkemesinde Arapdağı altın madeni işletme ruhsatı iptali davasının duruşmalarındaydık. 30 Mayıs Çarşamba: İzmir 3. İdare Mahkemesinde Arapdağı GSM ruhsatı iptali davası duruşmasına katıldık. 4 Haziran 2012 Efemçukuru’nda Tüprag firmasının üretim süresini uzatmak ve üretim kapasitesini 8,5 milyon tona çıkarmak için köy kahvesinde yaptığı toplantıya, o sabah haber almamıza rağmen, bir grup arkadaşımız katılmış ve toplantının madencilerin istediği gibi olmamasını sağlamışlardır. 5 Haziran 2012: Koza altın şirketinin Dikili belediye başkanı Osman Özgüven aleyhine açtığı tazminat davası reddedilmişti, temyiz ettiler. Ankara'da Yargıtaydaki duruşmaya katıldık. Karar Yargıtayca onandı. 18.Haziran 2012: İzmir 1. İdare Mahkemesinde. Kozak Uyuzkaya ÇED Davasının duruşmasına katıldık. (Bu dava 18/06/2012 tarihinde sonuçlandı. Bergamalıların 23 davasında iptal kararı verilmiş, o yüzden bizim davamızda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş. Yani ÇED iptal edildi) 22 Haziran Cuma: Kozak yaylasının merkezi diyebileceğimiz Yukarıbey köyüne; Gelintepe mevkiine ÇED olumlu belgesinin iptali için açtığımız davanın keşfine gittik. 04Temmuz 2012: Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi'nde Efemçukuru Köylülerinin arazilerine zorla el konulması (acele kamulaştırma ) davası duruşmasına katıldık, davanın takipçisi olduğumuzu gösterdik. 5.09.2012 Çarşamba İzmir Tabip Odasında basın açıklaması yapıldı. Daha önce Danıştay 6.Dairesi Efemçukuru’nda acele kamulaştırmaların iptali istemimizi reddetmişti. Ancak şimdi Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 19.04.2012 tarihli kararı ile acele kamulaştırma kararlarının hukuka aykırı olduğundan davanın reddine dair daire kararının bozulmasına karar verildi. İdari Dava Daireleri Kurulu kararları bağlayıcı olduğundan, davayı gören Danıştay 6.Dairesi bozma kararı doğrultusunda acele kamulaştırma kararlarının iptaline karar verecektir. Bu gelişme, Efemçukuru Altın Madeni’ne verilen işletme izninin hukuka aykırı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Sağlık koruma bandı oluşturmak için acele kamulaştırılan taşınmazlara henüz el konulamadan işletme izni verilmesi özensizliktir, ciddiyetsizliktir, İzmir’in sağlığını göz göre göre tehlikeye atmaktır. Danıştay’ın bu kararı üzerine İzmir İl Özel İdaresi’nin öngörülen riskler yaşanmadan Efemçukuru Altın Madeni için verdiği açılma ruhsatını geri alması lazımdır. 7 Eylül 2012: Efemçukuru Altın Madeni için Tüprag Metal İşletmeleri A.Ş.ye İzmir İl Özel İdaresi tarafından verilen ' 1.sınıf işyeri açma ve çalışma ruhsatı' nın yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açtık. Davayı kamuoyuna duyurmak için basına açıklama yolladık. 10 Eylül 2012: Bergama - Çamköy' de uğradığımız " Taşlı Yumurtalı Saldırı " davasının duruşması Bergama Asliye Ceza Mahkemesinde görüldü, katıldık. 9 Ekim 2012 Salı ve 10 Ekim 2012 Çarşamba günleri Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi'nde yapılan Efemçukuru Köylülerinin arazilerine zorla el konulması (acele kamulaştırma ) davası duruşmasına katıldık. 15 Ekim 2012: Efemçukuru Altın Madeni Tüprag Metal Madencilik San. ve Tic.Ltd.Şti.ne verilen 1 Haziran 2011 tarihli bir yıl süreli deneme izninin iptali davasının duruşması yapıldıö duruşmaya katıldık. Deneme izni süresi doldu ve işletme halen deneme izni sonrasında verilen açılma ruhsatı ile çalışıyor. Avukatlarımızın söyledikleri:''Süresi dolmuş olsa da dava açıldığı gün itibariyle işlemin hukuka aykırılığının tespit edilmesi gerekmektedir. Sağlık koruma bandı içinde olduğu için kamulaştırılmasına karar verilen Ahmet Karaçam’ın arazileri kamulaştırılamadı, o yüzden işletme sağlık koruma bandı olmadan çalışıyor. EFEMÇUKURU ALTIN MADENİ, İzmir kentinin içme suyunun yaklaşık % 40’ını karşılayan Tahtalı Barajı koruma alanı sınırında, yaklaşık 200 bin kişinin içme suyunu karşılamak için planlanan ve yapımı için Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlıkları sürdürülen Çamlı Barajı’na su sağlayacak derelerin mutlak koruma alanı içinde yer almaktadır. İzmir’in arseniksiz tek su havzası olan bölge aynı zamanda orman alanları, ekolojik üzümleriyle, İzmir’in damı olarak nitelendirilmektedir. Yani Efemçukuru’nda yaşanacaklar İzmir kentini doğrudan etkileyecektir. Şimdiye kadar yapılan blimsel çalışmalar sonucunda, “yörenin kayaç yapısı ve işletmede yapılacak zenginleştirme işlemi sonucunda maden işletmesinin ağır metal kirliliği yaratacağı, böylelikle bölgenin yeraltı ve yerüstü su 24 kaynaklarını kirleneceği, yörenin bitki ve orman örtüsünün zarar göreceği, bölgede uygulanan ekolojik tarımın sona erdirileceği, kısaca ekolojik ve toplumsal yıkıma yol açacağı” kanıtlanmış durumdadır. Özet olarak; Efemçukuru'ndan çıkarılacak 27 ton altına karşılık İzmir'in geleceği yok olacaktır. Yöredeki kaya arsenikten zengin. Kazıldığında milyonlarca yıldır doğayla barışık yaşayan başta arsenik bütün ağır metaller hareketlenecek yer altı ve yer üstü sularına karışacaktır. Ayrıca kavurma (kalsinasyon) işlemi sırasında atmosfere salınacak gazlar asit yağmurlarıyla İzmir'e ve civarına yağacak, arsenik tuzlarını çözecek, sularımız arsenikli akacaktır. Kısaca tehlike çok büyüktür. Efemçukuru konusundaki tercih; ya İzmir’in suyunun korunmasından yana, ya da Altıncı Şirketin çıkarlarından yana olmaktır. Dava konusu işlemle, İzmir İl Özel İdaresi tercihini İzmir'in yaşamından, geleceğinden yana değil, Altıncı Şirketin çıkarlarından yana kullanmıştır.'' Dava sonuçlandı, deneme izni iptal edildi. 12-14 Ekim 2012de Ayvalık'ta yapılan Madra Dağı Çalıştayı'na katıldık, altın madenciliğine karşı deneyimlerimizi çalıştayda paylaştık 5 Kasım 2012 Yerlitahtacı Altın Madeni ÇED izninin yürütmesini durdurduk. Bu güzel kazanımı İzmir Tabip Odası'nda basın toplantısı yaparak kamuoyu ile paylaştık 30 KASIM CUMA: Efemçukuru ve civar köylerde altın işletmeciliği nedeniyle sularda kirlenmeler ve hayvanlarda ölü-sakat doğumlar başlamış. Efemçukuru ve Kavacık Köylülerinin bu durumu protesto için maden yakınlarında yaptıkları basın açıklamasına katılarak destek verdik. 17.Aralık 2012 Pazartesi: 5 Haziran 2005 Dünya Çevre Gününde Bergama/OvacıkÇamköy yolunda uğradığımız "yumurtalı-taşlı saldırı" davasının duruşması Bergama Asliye Ceza Mahkemesinde yapıldı, katıldık. 27 Aralık 2012: İzmir 4. İdare Mahkemesinde yapılan Ovacık Altın Madeni 1.atık havuzu kapasite artırımı, Kozak Çukuralan ve Yerlitahtacı maden ocaklarına verilen ÇED İzinlerinin iptali davalarının duruşmalarına katıldık. 21 Ocak 2013 Pazartesi: Bergama Ovacık altın madeni 2. atık depolama tesisi kapasite arttırımı davasının keşfine gittik. 23 Ocak Çarşamba: Menderes Asliye Hukuk Mahkemesinde Efemçukuru acele kamulaştırma davası duruşmasına katıldık. 29 Ocak 2013 Salı: Dikili Adliyesi'nde ''Panel Baskını'' davasının duruşmasına katıldık. 14-15 Şubat 2013de yapılacak EXPO 2020 Sağlık Sempozyumunda Koza Altın Şirketinin sponsor olduğunu öğrenince diğer sponsorlara ve destekçilere protesto faksları çekerek tepkimizi gösterdik; bu haklı tepkimiz kazandı ve Koza Altın sponsorluktan çıkarıldı. İzmir-Bergama,Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere ELELE Hareketi sekreteryasını yaklaşık 3 yıldır yürüten İzmir Tabip Odası yeni dönemde sözcülüğü bir başka meslek odasına devredecektir. İzmir-Bergama,Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere ELELE Hareketi Dönem Sözcüsü -Dr. Oya Otyıldız 25 İZMİR-BERGAMA, EŞME, SİVRİHİSAR HAVRAN / KÜÇÜKDERE ELELE HAREKETİ Prof.Dr.Nusret Fişek Cad. 1451 Sok. No:5 35220 AlsancakİZ Mİ R Tel: 232 463 11 33 Faks: 232 421 70 51 İl e ti şi m: e- p os ta :e l el e har e k e ti @ g ma il .c om Efemçukuru ‘Acele Kamulaştırma’sı Hukuka Aykırı 05.09.2012 Bilindiği gibi; İzmir’in su havzası içinde yer alan Efemçukuru Köyü yöresinde Altın Madeni işletilmektedir. Bu işletmeye ilişkin olarak, şimdiye kadar “hem yörenin kayaç yapısı nedeniyle hem de işletmede yapılacak zenginleştirme işlemi sonucunda maden işletmesinin ağır metal kirliliği yaratacağı, böylelikle bölgenin yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının kirleneceği, yörenin bitki ve orman örtüsünün zarar göreceği, bölgede uygulanan ekolojik tarımın sona ereceği, kısaca ekolojik ve toplumsal yıkıma yol açacağı”na ilişkin pek çok bilimsel rapor sunuldu, ancak buna rağmen işletme 1 Haziran 2011 tarihinden bu yana çalışıyor. Elele Hareketi, İzmir’in sağlığını, geleceğini, yaşamını korumak için, yaklaşık on yıldan bu yana bu faaliyete karşı bilimsel, toplumsal ve hukuksal çalışmalar yapmaktadır. Altın Madeni işletmesine verilen izinlerin hukuka aykırı olduğu itirazlarımızdan bir tanesi de madene ‘sağlık koruma bandı oluşturulmadan izin verildiği’dir. Zira sağlık koruma bandı içinde yer aldığı için kamulaştırılmasına karar verilen taşınmazların tamamına henüz el konulamamıştır. 26 Acele kamulaştırma sürecini özetleyecek olursak; 3 Ocak 2008 tarihli Resmi Gazetede “Bakanlar Kurulu’nun 2007/12974 sayılı kararı ile Efemçukuru Köyü sınırları içindeki Altın Madeni sahası içinde üretim faaliyetlerinde bulunulması, tesis kurulması ve sağlık koruma bandı oluşturulması amacıyla toplam 35 parselin Tüprag Metal Madencilik A.Ş. yararına acele kamulaştırılmasına karar verildiği” yer almıştı. (http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/01/ 20080103.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/01/20080103.htm ) Efemçukuru Köylüleri uzun süre buna direndi, ancak baskılar sonucunda kamulaştırılan parsellerin pek çoğu şirkete satıldı. Sadece Ahmet KARAÇAM, bütün baskılara direndi ve arazilerini satmadı, hukuka aykırı acele kamulaştırma kararını iptal ettirmek için davalarını ısrarla sürdürdü. Son olarak elimize yeni geçen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 19.04.2012 tarihli kararı ile söz konusu acele kamulaştırma kararlarının hukuka aykırı olduğundan davanın reddine dair daire kararının bozulmasına karar verilmiştir. Ahmet KARAÇAM’a ait iki ayrı parsel için yürütülen davada İdari Dava Daireleri Kurulu; ‘…işletmenin bir an önce faaliyete geçmesi için acele kamulaştırma kararı verilemeyeceği, acele kamulaştırma yoluna gidilmezse kamunun uğraması muhtemel zararların da ortaya konması gerektiği…” vurgulanmış ve ‘Efemçukuru’nda acelecilik koşullunun gerçekleşmediği’ sonucuna varılmıştır. İdari Dava Daireleri Kurulu kararları bağlayıcı olduğundan, davayı gören Danıştay 6.Dairesi bozma kararı doğrultusunda acele kamulaştırma kararlarının iptaline karar verecektir. Bu gelişme, Efemçukuru Altın Madeni’ne verilen işletme izninin hukuka aykırı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Sağlık koruma bandı oluşturmak için acele kamulaştırılan taşınmazlara henüz el konulamadan işletme izni verilmesi özensizliktir, ciddiyetsizliktir, İzmir’in sağlığını göz göre göre tehlikeye atmaktır. Danıştay’ın bu kararı üzerine İzmir İl Özel İdaresi’ni bir kez daha uyarıyoruz, öngörülen riskler yaşanmadan Efemçukuru Altın Madeni için verdiğiniz açılma ruhsatını geri alın. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bu kararı aynı zamanda kirletici faaliyetlerin önünü açmak için sıkça başvurulan acele kamulaştırmaların tamamının hukuka aykırı olduğunu göstermektedir. Danıştay İdari Dava Daireleri’nden aldığımız karar İzmir açısından önemli olduğu kadar, ülkemizin her yerinde arazileri zorla elinden alınmak istenen, yerinden edilmek istenen, buna karşı yaşam alanlarını korumak için direnenlere de güç verecektir. Bize bu hukuksal kazanımı sağlayan Ahmet Karaçam’a teşekkürlerimiz sunuyoruz. Tüm İzmirlilerin bu kazanımı büyütmelerini bekliyoruz. İzmir-Bergama,Eşme, Sivrihiasar, Havran/Küçükdere Elele Hareketi Dönem Sözcüsü Dr.Oya Otyıldız 27 KABUS DEVAM EDİYOR, DİRENİŞTE!... Özer AKDEMİR “2012 yılı ülkemizde ekolojinin korunması ve yaşamın sürdürülmesi göz önüne alınırsa nasıl geçti?” sorusunun çok net bir yanıtı var; Kabus devam ediyor, direnişte! Küresel ısınmadan, nükleer kazalar, büyük yangı ve sel felaketlerinden, çöpler arasına sıkışmış, gıda güvenliğinin tehdit altında olduğu bir kır-kent yaşamına kadar ekolojik sorunların ana kaynağı dünya geneline egemen olan Kapitalizm’in ta kendisi aslında. Bu gerçekliği Kapitalistler bile itiraf etmek zorunda kalıyorlar ama iş çözüm üretmeye gelince sistemlerini her ne pahasına olursa olsun devam ettirmekten öte bir şey de yapmaya yanaşmıyorlar. 10 yıllık AKP iktidarında, ülkemizde yaşanan çevre sorunları her geçen yıl biraz daha katlanarak büyüyor. Bu, dünyaya egemen olan Kapitalizmin çevre kriziyle de doğru orantılı bir gelişme. Tüm kapitalistler gibi amaç kar, emeğin ve doğanın sömürüsü üzerine kurulu bir sistem değil mi? Hal böyle olunca “emeğin ve doğanın sürdürülebilir sömürüsü”nün bile göz ardı edildiği bir süreci yaşıyoruz, tüm dünya ile birlikte. 2012 yılı, özellikle altın ve nikel işletmeciliği gibi vahşi madencilik faaliyetlerinin doğaya ve canlı yaşamına olumsuz etkilerinin giderek daha çok görüldüğü bir yıl oldu. İşte onlardan birkaçı: Foto: Bergama_kesif BERGAMA’DAN TARİHE SON NOTLAR BERGAMA’da bulunan Ovacık Altın Madeni’nin kapasite artırımı ile ilgili açılan davanın bilirkişi keşfi yapıldı. Madenle ilgili açılan son davanın bilirkişi keşfinde ‘tarihe son notlar’ düşüldü. Bergama altın madeni mücadelesindeki bu son notlar, onlarca yıldır süregelen hukuksuzlukların da son örneği oldu aynı zamanda. Bilirkişi keşfine alınmayan ve keşfin bitmesini atık barajının önünde bekleyen çevrecilerle siyanür barajına komşu Narlıca Köylüleri arasındaki diyaloglar ise Bergama Köylülerinin yaktığı ateşin, üzeri küllenmesine rağmen hala harlı olduğunu da ortaya koydu. 28 Foto: cukuralan DOĞANIN İMDAT ÇIĞLIĞI ÇUKURALAN köyü yakınlarındaki altın madeni bilirkişi keşfi sırasında çekilen fotoğraf, doğanın nasıl hoyratça yok edildiğini gösteriyor. “Ekolojik hassas bölge” denilen yerde binlerce ağacın kesilmesi sonrası ortaya çıkarılan bu fotoğraf, doğanın imdat çığlığı. Foto: cukur_tur ÖLÜM ÇUKURU BİR imdat çığlığı da Turgutlu Çaldağı’ndan. Dünya’da ilk kez denenen sülfürik asit liçi ile açık havada nikel madenciliği yapılan yer, dünyanın en verimli 7 ovasından birisi olarak gösterilen Gediz Havzası’nın ortasında. Madenin üretim sürecinde toplam kesilecek ağaç sayısı 2 milyonu buluyor. Oluşacak asit sisinin, dünyanın en büyük çekirdeksiz üzüm üreticisi Gediz Ovası’nı ve İzmir’i bir felakete sürükleyeceği uyarıları yine duymazdan geliniyor. 29 Foto: kazdagi MADENCİLER ÇED BİLE YAPAMADI KAZDAĞLARINA üşüşen onlarca altın madencileri Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) toplantılarını gerçekleştirirken bile bir hayli zorlandılar. Yukarıdaki fotoğrafta Çan’a bağlı Kızılelma köylüleri, topraklarında altın madeni istemedikleri için ÇED toplantısına da izin vermediler. Yüzlerce jandarmayı madencilerin toplantı yapabilmesi için köye yığan kaymakamına, valisine, şirket özel güvenlik görevlilerine rağmen. Kızılelmalı bir köylü, madencinin toplantı yapabilmesi için kendilerini iknaya gelen kaymakama tepki gösterdiği gerekçesiyle yargılanırken, Karaköylü üç genç ise maden sondajlarına müdahale ettikleri gerekçesiyle üç ay Kazdağlarındaki sondaj alanlarına çıkmamakla cezalandırıldı. 30 Foto: kisladag_kuzu, kuzu1 BİR AVUÇ ALTIN İÇİN BU fotoğraf Kanadalı TÜPRAG Şirketine ait Avrupa’nın en büyük altın madeni olan Kışladağ Altın madeni yakınlarındaki bir köyden geldi. Tek kulağı olmayan bir kuzu! Böyle sakat ve anomali doğumların onlarca olduğu ama madenci şirketin ekonomik olarak kendisine bağladığı köylerden şirket korkusu nedeniyle ses çıkmadığı söyleniyor. Benzer bir olay 2008 yıllında da basına yansımıştı. O yıl madene komşu İnay köyünde doğan kuzuların yüzde 80’e varan bir kısmı ölü ve sakat doğmuştu. ‘Avrupanın en büyük’ belası yaşamı zehirlemeye devam ediyor. 31 Foto: efemc_küpe KULAKLARA KÜPE OLSUN İZMİR Efemçukuru altın madeni yakınlarında Kışladağ’daki şirket, bu sefer İzmir’de kente içme suyu sağlayan barajların havzasında altın madenciliği yapıyor. Bir buçuk yıldır üretimde olan maden çalışabilsin diye 250-300 bin kişinin içme suyu ihtiyacını karşılaması planlanan Çamlı Barajı’na izin verilmedi. Yüzyıllardır alfons tipi kaliteli üzüm üretimiyle geçimlerini sağlayan Efemçukurlular, topraklarını madenci şirkete satmamak için direndi. İşin içine bakanlar kurulu girdi ve çıkardıkları “Acele kamulaştırma kararı” sonrası köylünün direnişini kırdı. Topraklarını satmamakta direnen ‘yalnız efe’ Ahmet Karaçam nedeniyle, maden sağlık koruma bandı oluşturamayınca, bu ayın sonlarında mahkeme madene verilen deneme iznini iptal etti. Yine Kavacık köylüleri, madenin dereye karışan zehri nedeniyle hayvanlarının ölmesi üzerine eylemdeydi. Madene izin verenlerin kulağına küpe olsun diye ölü keçilerin küpelerini gösterdiler… 32 VE DİĞERLERİ Bunu dışında, Gümüşhane’de altın madeni çevresindeki ağaçların kurumaya başladığı haberleri geliyor. Altın şirketi köyün mezarlarını bile kaldırarak siyanür barajı yapıyor. Erzincan İliç altın madeninden 200 metre aşağısında akan Fırat’a siyanür karışıyor. Havran’da zeytinlikler, Ordu’da fındık dalları ve dereler kan ağlıyor. Eskişehir Kaymaz’ı, Niğde Ulukışla’yı saymadık bile… 33 34 AYVALIK ÇEVRE PLATFORMU ( AYÇEP ) FAALİYET RAPORU Aralık 2012- Ocak 2013 Ortunç Davası (30 Kasım 2011) Ayışığı Manastırı Açılışı 13 Nisan 2012 “Akbank Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Üyesi Suzan Sabancı Dinçer tarafından restore ettirilen Ay Işığı Manastırı, 13 Nisan'da açılıyor. Seçkin konukların, 13 Nisan Cuma günü kendileri için hazırlanan tekneyle, restorasyonu sona eren Ay Işığı Manastırı'na götürülmesiyle başlayacak olan program, Suzan Sabancı Dinçer ve eşi Haluk Dinçer'in ev sahipliğinde düzenlenecek öğle yemeğiyle devam edecek. Manastırın bir bölümünün kültürel faaliyetlerde kullanılması planlanıyor. Ayışığı Açılışı Öncesi Toplantı Çağrısı Değerli Arkadaşlar; Ayvalık Adaları Tabiat Parkı, Türkiye'nin en büyük ve en güzel tabiat parklarından birisidir. Parkımız, doğal güzelliklerinin yanı sıra, aynı zamanda zengin bir tarihi mirası da içerisinde barındırmaktadır. Özellikle eski manastır ve kiliseler kültürel bir değer olarak bu mirasın bir parçasını oluşturmaktadır. Biz biliyoruz ki kültürel ve tarihi miras, özel kişi ve kurumların değil, tüm halkın mirası ve malıdır. Hiç kimse parasını bastırarak bir toplumun tarihi mirasını sahiplenemez, satın alamaz. Tabiat Parkımız içerisinde bulunan Ay Işığı Manastırı, Sabancılar tarafından satın alındıktan sonra, Tabiat Parkının birçok hükmü değiştirilerek park tahrip edilmiş, sadece halka açık müze olarak kullanılması gereken manastır, fonksiyon yüklenilerek Sabancıların kişisel kullanımına açılmıştır. Bu da yetmemiş, tamirat ve onarım yapılırken manastıra ekler yapılmış, patika dahi açılmasının yasak olduğu parkta doğa ciddi olarak tahrip edilmiştir. Yasal dayanak oluşturdukları 2009 Yılı Revizyon Planı için Danıştay 6. Dairesi tarafından “yürütmenin durdurulması kararı” verilmiş olmasına rağmen, Ay Işığı Manastırı müze dışında kullanıma açılmak istenmektedir. Bu yasalara aykırıdır. Bu haliyle manastır halkın kullanımına açık müze olabilir, başka bir amaçla kullanılamaz. Parkımız ve tarihimiz bir avuç rantiyecinin malı olmamalıdır. Bu nedenle, Sabancıların Ay Işığı Manastırı açılış törenine katılma çağrısını protesto ederek, birlikte yapacağımız çalışmaları görüşmek üzere hepinizi toplantıya bekliyoruz. AYVALIK ADALARI TABİAT PARKINI KORUMA PLATFORMU 12 Nisan 2012 günü Yapılan Basın Açıklaması Değerli Arkadaşlar, Sayın Basın Mensupları; Ülkemizin en güzel doğa parçalarından biri olan ve doğal güzelliklerinin yanı sıra içerisinde kültürel bir miras da taşıyan Ayvalık Adaları Tabiat Parkı ne yazık ki bir avuç rantiyecinin hırslarına kurban ediliyor. Tabiat Parkımız doğal ve kültürel değerleriyle kamu malı olma özelliğinden çıkartılarak, Sabancılar milli parkına dönüştürülmek isteniyor. Yakında satışı yapılacak 2 B arazilerinin de yeni sahipleri şimdiden belli oluyor. Tabiat Parkımız, 2004 yılında oluşturulan Plan Hükümleri çerçevesinde önemli bölümü Mutlak Koruma altına alınmış, 17.950 hektarı kaplayan ve ana kara parçası dışında 21 adayı içerisine alan Türkiye'nin en büyük tabiat parkıdır. İçerisinde endemik türler de olmak üzere 752 çeşit otsu bitki, 140 balık türü, 230 kuş türü barındıran nadir zengin ekosistemlerden birini oluşturmaktadır. Park oluşturduğu bu değerler nedeniyle birinci derecede Doğal SİT alanı ilan edilmiş bulunmaktadır. Parkımız aynı zamanda çok sayıda manastır ve kiliseyi de tarihi bir zenginlik olarak içerisinde bulundurmaktadır. 35 Kuzey Ege'nin bu nadir doğa parçası, son yıllarda bir avuç zenginin göz koyduğu ve yağmalamaya başladığı bir yer olarak göze batmaktadır. Park içerisinde bulunan iki adanın bir bölümünün dışında tamamının yerleşime kapalı olması, bozulmamış bir doğa ve kıyı şeridine sahip olmasıyla göz dolduran bu alan, birilerinin hırslarına kurban edilmek istenmektedir. Boşuna değil Sabancıların, Koçların, Acarların, Tabiat Parkında yer ve manastır alma yarışına girmeleri. Hem arazi hem tarihi eserleri mülkiyetine geçirenler, bununla da yetinmeyerek parkın koruyucu şemsiyesi olan 2004 Yılı Plan Hükümlerini de değiştirerek parkı babalarının çiftliği gibi kullanmaya başladılar. Bu da yetmiyormuş gibi halka ait olması gereken tarihi mirası satın alarak, kendi özel kullanımlarına açmaktadırlar. 2009 Yılı Plan Hükümleriyle: Satın aldıkları tarihi eserlere fonksiyon yükleme maddesi getirterek, Mutlak Koruma alanlarını yok ederek, kamuya ait arazileri kendi mülkiyetlerine geçirmek için yeni hükümler oluşturarak, yapılaşmayı önleyen kimi maddeleri yok ederek, amaçlarına ulaşmak istiyorlar. Hakkıbey Yarımadası ve Ay Işığı Manastırında bir sürü ruhsatsız ve yasal olmayan iş yaptılar. Bizzat restorasyonu yapan firma kendilerini şikâyet etmiştir. Manastırdaki çalışma bu nedenle bir süre mühürlenmişti. Sonunda ruhsatsız olduğu belirtilen bazı yapıların bir bölümü yıkılmak zorunda kaldı. Yapı kendi mimarlarının beyanıyla aslının dışında arka cepheden büyütülmüştür. Ayrıca tepe noktada bulunan bağımsız bölüm aslına aykırı olarak büyütülmüş, fazladan kullanım alanları yaratılmıştır. İstinat duvarları ve deniz kıyısına yapılan duvarlar ise kıyı ve doğayı ciddi olarak tahrip etmiştir. Ayrıca Ayvalık Belediyesi Sabancılara patika yolları dozerle genişleterek yeni yol açtığı için 650.000TL para cezası kesmiştir. 2009 Plan Hükümleriyle, halka ait olan ve sadece müze olarak kullanılması gereken manastırları, kendi özel mülkleri haline dönüştürdüler. Bir halkın kendisine ait olması gereken tarihi mirasını parayla satın almaları yetmiyormuş gibi, park içerisinde yeni yerleşim alanları ve ruhsatsız binalar yaparak parkın doğal dokusunu da tahrip ettiler. Bizim dışımızda kimse bunlara dur demedi. Herkes üç maymunu oynadı. Sanki kamu kuruluşları işbirliği etmişçesine sus pus oldular. Parkın iç işleyişini tamamen değiştiren 2009 Yılı Revizyon Planı için Danıştay 6. Dairesinde açmış olduğumuz dava devam etmektedir. Danıştay'ın 25.01.2011 tarihinde oy birliğiyle almış olduğu “yürütmenin durdurulması” kararı varken, hala Ay Işığı manastırının Sabancıların özel amaçları ve özel kullanımları doğrultusunda açılmak istenmesi hukukun ihlalidir. Eğer hukuk Sabancılar olunca gözardı edilecekse biz kime nasıl güveneceğiz? Yoksa hukuk önünde bazıları daha mı eşit? Yok, eğer hukuk herkes için geçerliyse Ay Işığı Manastırının sadece müze amaçlı olarak halkın kullanımına açılması gerekir. Parayı veren halkların tarihini ve mirasını satın alamaz. Bu topraklar üzerindeki tarih, halkın ortak tarihi ve mirasıdır. Mülkü de kamuya aittir. Kamu kuruluşları Sabancıların bu hukuk tanımaz tavırlarına engel olmalıdır. Aksi taktirde zenginin yaptığının yanına kar kaldığı bir hukuk dışılık kamu vicdanını yaralar. Bu da aynı zamanda hukuksuzluğa ortak olmak demektir. Bizler Ayvalık Adaları Tabiat Parkı Koruma Platformu'nu oluşturan sivil toplum örgütleri, grup, çevre ve tüzel kurumlar olarak Sabancıların bu hukuk tanımaz tavrını protesto ediyoruz. Park bizimdir ve bizim kalacaktır. Tarihimiz parayı bastıranın malı değil tüm dünya insanlarına ait bir mirastır ve bizler o mirasın sahipleriyiz. “Kendi özel mülkleridir ne karışırsınız?” diyenler için söyleyelim ki bizler Ay Işığı Manastırının tadilatına karşı değiliz. Ay Işığı Manastırının yasal durumu biline biline alınmıştır. Kimse Manastırı Sabancılara zorla satmadı. Aslına ve yasalara uyarak yapmak daha maliyetli geldiği için, 2004 planını 2009 yılında revize ettirerek kendileri için değişiklikler yaptılar. Manastıra özel fonksiyon yüklenmesine, hukuk dışı kullanımına ve tarihin özel mülkiyete geçirilmesinedir bizim karşı çıktığımız. Bir daha belirtelim ki Ay Işığı Manastırının açılmasına yasal dayanak gösterilen 2009 yılı Revizyon planı şu an yürürlükte değildir. Eğer Sabancılar tarihe bu kadar değer veriyorlarsa, Ay Işığı Manastırını tamamıyla müze olarak halkın kullanımına açsınlar. Taksimdeki AKM'ye reklamları için 40 milyon TL bağışlayanlar, Ay Işığı Manastırı için de bir küçük iyilikte bulunsunlar. Zaten hukuk da bunu 36 emrediyor. Aksi taktirde tarihimize ve parkımıza uzanan ellere karşı hukuk savaşımız sonuna kadar devam edecektir. Tabiat parkı bugün bizim, yarın da bizim olacak. Dedelerimizin toprağından, denizinden ve tarihinden elinizi çekin. AYVALIK ADALARI TABİAT PARKINI KORUMA PLATFORMU Sabancılar Hakkında Suç Duyurusu Basın açıklamasının ardından Ayvalık Adliye binasına giden platform yöneticileri, Ayışığı Manastırı'nın sahibesi Suzan Sabancı Dinçer hakkında, 'Türk Ceza Kanunu 184 ve diğer ilgili maddeleri ve mevcut mahkeme kararını ihlal suçunu işlemek' nedeniyle suç duyurusunda bulunuldu. Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Sisteminin Güçlendirilmesi projesi “Deniz Koruma Alanlarında Sürdürülebilir Turizm Eğitimi” 6 Kasım 2012 Türkiye’nin Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi, Küresel Çevre Fonu (GEF) mali desteğiyle, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü (TVKGM) ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Türkiye Temsilciliği (UNDP Türkiye) tarafından, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ortaklığında yürütülüyor. Proje, Datça-Bozburun ÖÇK Bölgesi, Fethiye – Göcek ÖÇK Bölgesi, Foça ÖÇK Bölgesi, Gökova ÖÇK Bölgesi, Köyçeğiz – Dalyan ÖÇK Bölgesi ile birlikte Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nda uygulanıyor. Proje kapsamında bu güne kadar Ayvalık’ta yapılan çalışmalar şöyle; Ayvalık Adaları Tabiat Parkı için ilk toplantı 23 Haziran 2010 tarihinde Haliç Park Otelde yapıldı. Proje'nin kapsamı ve içeriği hakkında bilgi verildi. İkinci toplantı,12 Nisan 2012 tarihinde yapıldı. Ayvalık Adaları Tabiat Parkı için Sürdürülebilir ve Çevre Dostu Ekonomik Faaliyetler belirlendi. Katılımcılar toplantıda, bölgede gerçekleştirilebilecek sürdürülebilir ekonomik faaliyetlere ilişkin istek ve tavsiyelerini sundular. Ayvalık Adaları Tabiat Parkında denizel ekosistem araştırmasının son arazi çalışması 13 Ekim 2012 tarihinde tamamlandı. WWF Türkiye ekibinin yürüttüğü çalışmada farklı noktalardan su örnekleri alarak ve dalışlar yaparak araştırma yapıldı. Denizel ekosistem araştırmasının bir parçasını da 30 kıyı balıkçısıyla yapılan anket çalışması oluşturdu. Araştırma ekibinin su altında çektiği görüntüler,önümüzdeki günlerde kısa film olarak hazırlanıp yayınlanacak. Ayvalık Adaları TabiatParkı içinhazırlanan EkonomikAnaliz Raporu Kasım ayında tamamlandı. Raporda, 43 milyon ABD dolartutarındaki yıllık ekonomik değerin yaklaşık 38 milyon dolarının turizm ve rekreasyon hizmetlerinden sağlandığı belirlendi. Raporda ayrıca balığın yaklaşık 216 bin 500 dolar ve deniz börülcesinin de yaklaşık 142 bin 500 dolarlık katkı yaptığı belirtildi. Proje kapsamında kamu kurum ve kuruluşları, özel sektör ve STK temsilcilerine yönelik olarak Nisan ayında Akyaka ve Göcek’te, 5 Kasım’da Foça’da yapılan “Proje Alanlarında Sürdürülebilir Turizm Eğitimi” bu gün Ayvalık Ticaret Odası toplantı salonunda yapıldı. Ayvalık Adaları Tabiat Parkını Koruma Platformu temsilcisi olarak Nebahat Dinler, AYÇEP adına Şükrü Kaygısız, Esnaf ve Turizm Güçbirliği Derneği adına Mehmet Cemil Tosunoğlu, Ayvalık Kuş Gözlem Topluluğu adına Kadri Kaya, Ayvalık Çevre Derneği adına Ayfer Özcan toplantıya katılanlar arasındaydık. Ben, Şükrü ve Mehmet Cemil bir gün once buluşarak Ayvalık Adaları Tabiat Parkında,Sürdürülebilir Turizm faaliyeti için görüş ve önerilerimizi bir rapor haline getirdik ve toplantıda yazılı olarak sunduk.Eğitmenin yaptığı sunumlardan sonra egzersiz çalışmaları yapıldı.Toplantının öğleden sonraki son bölümünde eğitmen bizim sunduğumuz rapor üzerinden 37 bir egzersiz planı hazırladı. Kalan arkadaşlarla forum şeklinde yürütülen bu egzersiz çalışmasında da son tespitlerimiz yapıldı ve toplantıyı sonlandırıldı. Sürdürülebilir Turizm faaliyeti için üç ana başlıkta sunduğumuz raporumuz şöyle; 1. TEMİZLİK • Deniz Temizliği § Tur teknelerinin sintineleri, katı ve sıvı atıklarının karada alınması ve ölçümlerinin yapılması, ÖÇK bölgesindeki Akıllı Kart sisteminin uygulanması § Gezi teknelerinin taşıma kapasitesinin belirlenmesi § Deniz yüzeyi temizliği için Göcek’te olduğu bir araç alınması § Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından İstanbul’da balıkçılarla başlatılan pilot uygulamaların Ayvalık’ta da hayata geçirilmesi • Kıyısal alanda katı ve sıvı atıkların kontrolü. Kanalizasyon Sisteminin sağlıklı hale gelmesi • Arıtmanın devreye girmesi(Hassas kıyı bölgesi olduğumuz için Biyolojik Arıtma) • Ayvalık iç denizinde sirkülasyonu engelleyen Cunda ile karayolu bağlantısı için çözüm üretilmesi. Menfez ilavesi, köprü yapımı gibi… • Ayvalık iç denizindeki taban çökeltisinin temizlenmesi, içdeniz ekosisteminin tekrar canlandırılması. Deniz Ticaret Odası, Dokuz Eylül Üniversitesi ile proje geliştirilmesi. • Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Milli Parklar Mühendisliği Birimi Ayvalık Bürosunun açılarak etkin hale getirilmesi 2. DOĞA o Tabiat Parkı alanında doğa tahribatının engellenmesi § Parkın içinde ve giriş- çıkışlarda kontrolün sağlanması § Hayvan otlatma § Kontrolsuz piknik § Kaçak avlanma § Manzara ve seyir teraslarının düzenlenmesi § Yürüyüş parkurlarının düzenlenmesi § Kuş gözlem alanlarının belirlenmesi § Tabiat Parkı Tanıtım Broşürü hazırlanması § Alan Kılavuzlarının istihdamı § Denizden ve karadan orman yangınlarına acil müdahale edilmesi. Deniz İtfaiyesi (deniz ambulansı) kurulması § Parkın zenginliklerinin tanıtımı. Endemik bitki türlerinin, mercanların ve diğer değerlerin sergilenebileceği bir Tabiat Müzesi kurulması § Küçük üreticiye ekonomik girdi getirecek organik tarım uygulamaları. Nergis, Salep, Kekik, Deniz Börülcesi gibi bölgeye ait bitkilerin çoğaltılması için proje geliştirilmesi § Kızıl mercan alanlarının tamamının tabiat parkı sınırları içine dahil edilmesi o RES( RES’e neden karşı olduğumuzu belirten platform metnimizin bir sayfalık maddeler bölümünü ek olarak sunduk) o Balıkçılık § Trolün kesinlikle yasaklanması § Gırgır teknelerinde ışık denetimi yapılması § Avlanmaya yasak bölgelerin denetlenmesi § Balık boylarının kontrolü. § Kamuoyu oluşturmak üzere kampanyalar düzenlenmesi § Küçük balıkçının avlandığı ürünü satabilmesi için mezat imkanı tanınması. § Turizm sezonu bittikten sonra tur teknelerinin kıyıyı küçük balıkçılara bırakması 3. MİMARİ DOKU o Tabiat parkı içerisindeki tarihsel ve kültürel mirasın( Manastır, Kilse, Şapel) kamu eliyle resterasyonunun yapılarak turizme kazandırılması o Bu yapılara sahip Güvercin Adası, Tımarhane Adası, Hasır Adası vb. gibi adaların taşımacılığını küçük balıkçıların yapması o Eski ve tarihi evlerin restore edilerek ev pansiyonculuğunun geliştirilmesini teşvik etmek üzere proje desteğinin sağlanması ve kolaylaştırılması 38 yışığı Manastırı Müze Olsun 19 Ekim 2012 Ayvalık Adaları Tabiat Parkın iç işleyişini tamamen değiştiren 2009 Yılı Revizyon Planı için Danıştay açtığımız davada, 6.Daire tarafından 25.01.2011tarihinde oy birliğiyle bilirkişi raporu gelinceye kadar yürütmenin durdurulması kararı verildi. O tarih itibariyle 2009 yılı Revizyon planı yürürlükte olmamasına rağmen Danıştay kararı hiçe sayılarak Ay Işığı manastırında çalışma devam ettirilerek 13 Nisan 2012 tarihinde Sabancıların özel kullanımları doğrultusunda açılışı yapıldı. Ayvalık Adaları Tabiat Parkını Koruma Platformu üyesi olan bizler de 13 Nisan günü yaptığımız basın açıklamasıyla Ay Işığı Manastırını tamamıyla müze olarak halkın kullanımına açılmasını istedik ve Ayvalık Savcılığına suç duyurunda bulunduk. 7 Temmuz 2012 Cuma günü saat 14.00 de Avukatımız Zehra Yetkin ve çevre dostlarımızla birlikte Ayvalık Adliyesindeydik… İlk duruşmamızda Ay Işığı manastırının kamuya açık müze olarak kullanılmasını istedik. Nitekim 09.05. 2012 günü Danıştay 2009 Yılı Revize Planının yürütmesini kesin olarak durdurmuştur. Yani Ayışığı Manastırı mola ve manzara noktası olarak tanımlanmış, mutlak koruma alanının içine alınmıştır. Fonksiyon yükleme kaldırılmış, sadece müze olarak kullanılmasına izin verilmiştir. Ayrıca bizlerin “bazı mülkiyet sahiplerinin kayrıldığı düşüncesi ortaya çıkmaktadır” savımızı Danıştay desteklemiştir. Yine Ayışığı Manastırı restore edilirken fazladan binalar ve taşkın inşaat yapıldığı Ayvalık Belediyesinden henüz iskan alınmadığı halde, manastırın özel davetlere ev sahipliği hepimiz tarafından bilinmektedir. 19 Ekim 2012 tarihinde katıldığımız ikinci duruşmada; 5271 sayılı CMK 237/1 maddesine istinaden, Müştekiler Nebahat Dinler, Cemil Tosunoğlu, Havva Taylan, Şükrü Kaygısız, GÜMÇED Güney Marmara Doğa ve Kültürl çevreyi Koruma Derneğinin olarak suçtan doğrudan zarar görmediklerinden katılan olarak dava ve duruşmalara kabulüne dair yapılan taleplerinin reddine, esas hükmünle birlikte bu kararın temyiz konusu yapılabileceğine karar verildi. Bizler bir kez daha tekrarlıyoruz; Ayışığı Manastırı müze olsun ve taşkın binalar yıkılsın… 5 haziran Çevre Günü etkinliklerinde 37 tekne ile denizde (Ayvalık –Cunda) Denizine ve Balığınına Sahip Çık eylemi düzenlendi Karahayıt köyünde Bifer madenciliğ e açılan dava için gerekli bilirkişi ücreti için kampanya başlatılarak dava için para mahkemeye yatırılmıştır. 6Kasım 2012 tarihinde Ayvalık Tabiat Adaları Parkında yapılacak RES(Rüzgar Enerji Santraları) lere karşı İmza kampanyası başlatılmış 3000 üzerinde imza toplanmıştır. 11 Ekim 13 Ekim 2012 tarihinde Kaz Dağları ve Marda Dağları Belediyeler Birligi İle Beraber Marda Çalıştayı Yapılarak Kozak Yaylası ve Marda Dağındaki sorunlar alınabilecek önlemlerin tartışıldı. 39 40 GÜZELBAHÇE KÜLTÜR ÇEVRE VE GÜZELLEŞTİRME DERNEĞİ Konu :2012 Yılı Faaliyetleri 08/02/2013 Güzelbahçe ilçesinde faaliyet sürdüren "GÜLDER" derneği geçen yıl yöresinde ve yöresinin dışında bulunan her türlü çevre problemine katkı koymaya çalışmıştır. Bu bilinçle; Bölgemizdeki Küçükkaya köyünde çevre kirliliği oluşturan çöp atıkların üstüne gidilmiş ve belediyemiz tarafından bu atıkların toplatılmasını sağlamıştır. Yöremizdeki çevre sorunları mahalle bazında incelenmiş ve sorunların çözümü için belediye ile işbirliği yapılmıştır. Aliağa'da termik santral kurulmasına karşı oluşturulan eyleme katılmış ve diğer tüm çevre dernekleriyle elele olduklarını göstermiştir. Çeşme Ildırı'da orman oluşturma çalışmalarına katılmış ve ağaç dikerek çevreye katlı sağlamıştır. Yerli tohumumuzun önenimi ve korunması gerektiğini bilerek Bornova, Karaot ve Seferihisar tohum takas şenliklerine katkı sağlamıştır. Efemçukuru ve civar köylerde altın işletmeciliği nedeniyle sularda kirlenmeler ve hayvanlarda ölü-sakat doğumlar nedeni ile Efemçukuru ve Kavacık Köylüleri ile bu durumu protesto için maden yakınlarında basın açıklamasına katılım sağlandı. Okullarda çevre nedir, nasıl korunur, çevreci örgüt ne demektir, ne işler yapar gibi konular anlatılarak çevre bilincini geliştirilmesi için seminerler verilmeye başlanmış ve bu projenin daha da yaygınlaştırılması için bir dizi yeni projeler hazırlanmıştır. Başta bölgenin en önemli sorunu olan "Efemçukuru altın madeni"konusunda yapılan her türlü eyleme katkı koymuş,Altın madeni işletmecilerine karşı açtığı davada üretici Ahmet Karaçam 'a destek olmuş, mahkemelerinde bulunmaya gayret etmiştir. Bu konuda elde tutulur bir başarı sağlanana kadar her türlü katkıyı koymaya devam edecektir. 41 Mavi kapakların ilçe bazında toplanmasını sağlayarak geri kazanıma katkıda bulunulmuş ve bu vesile ile alınan 4 adet tekerlekli sandalye dört değişik Aile hekimliği merkezlerine teslim edilmiştir. Böylece geri dönüşebilir atıkların toplanması sağlanmış ve yürüme zorluğu yaşayan hastalar için kolaylık sağlanmıştır. Çevre haftası kutlamalarında basın bildirisi sunarak çevremizdeki çevre sorunlarına dikkat çekilmiştir Yanlış ve gereksiz zirai ilaç kullanımını azaltmak amacıyla köylerde seminerler verilmesini sağlamıştır. Tarımın çevre sorunları yaratmadan, bilinçli ve doğal dengeyi koruyucu şekilde nasıl yapılacağı konusunda "bahçe kursları" düzenlenmiştir. EGEÇEP ÖRGÜTLENMESİ VE GELİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA "GÜLDER" ÖNERİLERİ EGEÇEP Ege Bölgesindeki tüm çevre derneklerinin buluştuğu en üst düzey çevre örgütüdür. Tüm bileşenleri bu platformun gücüne, birleştiriciliğine, katkı koyuculuğuna, her bölge sorununa eşit ağırlıklarda yaklaşıldığına inanmak zorundadır. Bölgesel etkinliği fazla olan dernekler Egeçep'in bir bileşeni olduğunu unutmadan, elele çalışmanın önemini unutmadan hareket etmesi gereklidir. Bunun acilen önüne geçilmesi için tedbirler alınmalıdır Bunun için; Toplantılar ayda 1 kez her bileşeni kapsayacak şekilde farklı bölgelerde yapılabilir. Farklı bölge insanlarının kaynaşması ve sadece kendi çevre sorunlarıyla ilgilenme mantığı böylelikle ortadan kaldırılabilir. Egeçep bünyesinde her toplantıda mutlaka her bölge temsilcisinin katılması sağlanmalı ve her yöreye sorumluluk yüklenmelidir. Egeçep sadece çevre sorunlarına katkı koyup ses duyuran değil, çevre sorunlarının oluşmasını engelleyen ve bileşenlerini denetleyen, eğiten ve sorumluluk veren bir yapıya bürünmelidir. -kendine ait bir gazetesi olması sağlanmalıdır -her bileşenin çalışanları, yaptıkları kurumsallıkları tanıtılmalı bileşenlerin kaynaşması sağlanmalıdır. Saygılarımızla GÜLDER Yönetim Kurulu GÜZELBAHÇE KÜLTÜR ÇEVRE VE GÜZELLEŞTİRME DERNEĞİ Mithatpaşa Caddesi 130 Sokak No:8 Güzelbahçe/İZMİR Tel.0232 234 65 74 Gsm: 05325823125 e-mail: [email protected] 42 KARABURUN KENT KONSEYİ KARABURUN YARIMADASI SORUNLARI Anadolu Egesinin en batı ucunda yeralan Karaburun Yarımadası, denize dik inen dağların ve çok sayıda kayalık koyların derin denizle çevrelendiği, doğal ve arkeolojik sit alanlarını da barındıran nadir güzellikte bir coğrafyaya sahiptir. Yarımada bu coğrafi yapısı nedeniyle, pek çok kıyı yerleşiminin maruz kaldığı yoğun yerleşim ve insan aktivitesinden daha az etkilenmiş, zengin eko sistemi ile doğası ve kültürel yaşamı göreceli olarak korunabilmiştir. Doğal yapısı ve ona hayat veren rüzgarlarıyla çok zengin bir ekosisteme sahip olan Yarımada, endemik bitkileri, nadir bitkileri, tıbbi amaçlı şifalı bitkileri de içeren zengin bir florayı ve gerek karada ve gerekse denizlerde çok çeşitli ve ender hayvan türleri ile önemli bir kuş popülasyonunu barındırmaktadır. Nesli tükenmekte olan ve uluslararası düzeyde koruma altına alınan akdeniz foklarının (Monachus monachus) üreme ve yaşam alanı olan Karaburun, yine ulusal / uluslararası ölçekte koruma altında olan ada martısı, yılan kartalı, küçük kerkenez, ada doğanı gibi kuş türlerine de sahiptir. Su samuru ve Karakulak da Yarımada’da yaşayan nesli tehlike altındaki türlerdendir. Bunlar Yarımadanın zenginliği olmalarının yanısıra, önce yörenin ve ülkemizin sonra dünyanın koruma ve yaşatma sorumluluğu altındadır. MÖ. 4000 yıllarına ait bulgulara göre, Anadolu’ nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Karaburun Yarımadası’nda, MÖ. 3000’li yıllardan itibaren sırasıyla Hititler, Yunanlılar, Persler, Romalılar ve Bizanslılar egemen olmuştur.1426 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından Osmanlı Devletine bağlanan Karaburun’un (eski adıyla Mimas), mitoloji de önemli yeri vardır. İlyada ve Odysseia’ nin yaratıcısı ünlü şair Homeros bu topraklarda doğmuş ve yaşamıştır. Homeros’un ünlü eseri “Odysseia”’ da rüzgarlı mimas olarak geçen “Mimas Dağı”, bugün Bozdağ diye adlandırdığımız dağdır. Karaburun’la özdeşleşen “nergis” çiçeği adını mitolojideki Narsisus’tan almıştır. Binlerce yıllık bu tarih ve kültür mirasını taşıyan Karaburun Yarımadası, çok yakın bir tarihe kadar ulaşılması zor olan bir yöre olarak kalmış olmasının da etkisiyle gelenek ve göreneklerini kısmen de olsa koruyabilmiştir. Karaburun Yarımadasındaki köylerde yöresel yemekleri, el sanatları, türküleri, beşikten-mezara pek çok geleneği ile yöreye özgü kültür halen sürdürülmektedir. Ekonomik faaliyetler açısından değerlendirildiğinde de, Karaburun’un en önemli sermayesinin yine korunmuş olan doğası olduğu görülmektedir. Yöre ekonomisi, küçük ölçekte yapılmakta olan tarım, hayvancılık, balıkçılık ve turizme dayanmaktadır. Yarımada’da yetişen tarımsal ürünleri, başta zeytin olmak üzere doğal yapısını ve farklı özelliklerini korumuştur. Zeytinde hurmayı, çiçekte nergis ve sümbülü, sebzede enginarı, meyvede mandalinayı kendine has özellikleriyle sadece bu Yarımadada bulmak mümkündür. 45-50 yıl öncesine kadar ihracata konu olan, son yıllarda yeniden canlanmaya başlayan üzüm yetiştiriciliği, doğal olarak yetişen fitoterapik bitkiler, sakız ve defne ağaçları bölgenin sahip olduğu katma değere dönüştürülebilecek önemli unsurlar arasındadır. Ayrıca, sanayi tesislerinin olmaması, küçük ölçekli üretim nedeniyle kimyasal gübrenin yaygın olarak kullanılmaması, Türkiye’de ve dünyada talebin hızla arttığı ancak arzın çok kısıtlı olduğu organik tarıma olanak sağlamaktadır. Karaburun’un simgesi haline gelen keçi, yüz yıllardır süregelen kırkım şenlikleri, yöreye özgü peynir çeşitleri ile Yarımada kültürel değerlerinin çok önemli bir parçasıdır. Keçi yetiştiriciliği halkın başlıca gelir kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Ülkemizde değeri henüz anlaşılmakta olan besin değeri yüksek doğal keçi sütü ve peynir üretimi Yarımadada mutlaka geliştirilmesi gereken bir sektördür. Kıyı ve deniz altı yapısı, yine koruma altında olan deniz çayırları (posidonia oceanica) Karaburun denizlerinde çok çeşitli türün varlığını sürdürmesine olanak sağlamaktadır. Kıyı balıkçılığı ve dalyan balıkçılığı da yöre halkının geçim kaynakları arasında yer almaktadır. Karaburun İlçesi, tarımsal ve hayvansal ürünleri ile kendiliğinden “doğal ürün” markası olmuştur. 43 Karaburun doğasından, tarihinden, kültüründen, iklimsel özelliğinden ve tertemiz denizinden kaynaklanan önemli bir turizm potansiyeline de sahiptir. Coğrafi yapısı ve korunmuş doğası, yürüyüş, dağcılık, bisiklet parkurları, mağaracılık, sualtı dalış ve yelkencilik gibi turizm amaçlı sportif faaliyet olanaklarına sahip olan Karaburun, eski taş evleri, çeşme, değirmen, camileri ve geleneklerini sürdüren köyleriyle kırsal turizm, eko ve agro turizm gibi alternatif turizm anlayışı içinde tanımlanabilecek, hemen her tür model için ideal özelliklere ve büyük bir potansiyele sahiptir. Yarımada, “Sıfır Yok Oluş Bölgesi” içinde ve “Başka Yerde Olmayanlar” sınıflandırmasında dünyada önemli bölgeler içinde yer almaktadır. “Başka Yerde Olmayan” sınıflandırması yapılmış alanlarda önemli (Endemik) bitki türleri vardır. Bu alanların Başka Yerde Olmayan hassas bir eko sistemi, bitki, hayvan türleri mevcuttur. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız, binlerce yıllık bir birikimin mirası olan doğal yapısı zengin flora-faunası, sosyo-kültürel dokusu ile Karaburun’un, ekonomiye katkı sağlayacağı düşünülen kısa vadeli yatırımlarla tahrip edilmesinin engellenmesi yalnızca yöre halkının değil başta karar vericiler olmak üzere herkesin sorumluluğudur. Karaburun Yarımadası, sahip olduğu varlıklarının yöre halkı için katma değere dönüştürülecek biçimde bir bütün olarak değerlendirilmesi ve eko sistemle uyumlu planlı bir gelişiminin sağlanması zorunlu olan nadir yerlerden biridir. Yereldeki tüm aktörler, sahip olduğumuz bu değerlerin bilincinde olarak, kırsal kalkınma, organik tarım, alternatif turizm, doğal yaşam eksenli gelişme hedefini benimsemiş ve bu doğrultuda yerel projeler üretirken, bölgenin değerlerini, gereksinimlerini ve hedeflerini, kısacası varlığını gözardı eden kararlar alınmakta ve uygulanmaktadır. . Bu çerçevede Karaburun Kent Konseyi olarak, Yarımada’nın maruz kaldığı pek çok çevre sorunu arasında, önce doğayı, buna bağlı olarak da sosyo- kültürel yaşamı hızla ve geri döndürülemez bir şekilde tahrip eden üç konuya acilen dikkat çekmek istiyoruz . 1-Balık Çiftlikleri: İlgili bakanlıklar ve devlet kurumlarının 10.03.2008'de onayladığı ''su ürünleri yetiştiriciliği için potansiyel alanlar'' protokolü ile Yarımada’da; Karaburun- Mordağan (4 nolu alan) Karaburun –Küçükbahçe kuzeyi (5 nolu alan) Karaburun-Küçükbahçe güneyi (6nolu alan) Su ürünleri yetiştiriciliği için potansiyel alan olarak belirlenmiştir. Yapılan ek protokolle, Balıklıova kuzeyi, Gerence körfezi ve Ildırı körfezi’nin de bu kapsama alınmasıyla Karaburun Yarımadası Ildırı’dan Balıklıova’ya kadar tüm cephelerinden balık çiftliklerinin kuşatmasına açılmıştır. Bugüne kadar, toplam 43.740 ton/yıl kapasiteli tesise izin verilmiştir. -Bu potansiyel yetiştiricilik alanları balık çiftliklerinin kurulmasının yasa ile yasaklanmış olduğu “hassas alan niteliğindeki kapalı koy ve körfez alanları”nı da kapsamaktadır. (1. derece arkeolojik sit alanı olan Ildırı, 1. derece doğal sit alanı olan Parlak köyü kıyısı gibi). -Akdeniz fokunun üreme ve yaşam alanı olan Karaburun Yarımadası kıyılarında balık çiftliği kurulması Akdeniz Foklarını koruma altına almayı ülke olarak taahhüt ettiğimiz uluslararası sözleşmelere de ( Bern ve Barcelona ) aykırıdır. -Yarımada koylarını kapatan balık çiftlikleri, bölgedeki kıyı balıkçılığını baltalamaktadır. Geniş alanlar kaplayan balık kafesleri, kıyı balıkçılarına ağ atacak yer bırakmamakta ve dalyan balıkçılığı da oluşan kirlilikten olumsuz etkilenmektedir. -Balık çiftlikleri, antibiyotik ve parazit ilaçları, yem ve balık artıkları, mazot, sintine suyu gibi atıkları, kıyılarda konumlanan destek birimleriyle, mavi bayraklı plajlara ve bakir koylara sahip olan Karaburun Yarımadası’nda denizi ve kıyıları hızla kirletmekte, görsel kirlilik yaratmakta, böylece eko ve agro turizm proje ve uygulamalarına ve tarımsal faaliyetlere zarar vermektedir. Yöre halkının Yarımada’da balık çiftliği kurulmasına karşı, hukuki girişimleri de kapsayan mücadelesi devam etmektedir. Bu kapsamda, Karaburun Kent Konseyi olarak Parlak Köyü bölgesinde kurulan balık çiftliği ile ilgili kararın iptali için Parlak köyü sakinlerinin açtığı davaya müdahil olarak katılıyoruz. 44 Yarımada, sosyal dokuya zarar veren, insan faktörünü ve doğayı göz ardı eden ve hukuka açıkça aykırı olduğunu düşündüğümüz “su ürünleri yetiştiriciliği potansiyel alanları” kapsamından ivedilikle çıkarılmalıdır. 2. Rüzgar Enerji Santralleri Yenilenebilir ve temiz enerji üreten RES’ler de sosyo kültürel doku, yerelin ekonomik ihtiyaçları, yaşamsal gereksinimleri, doğa, yaşamı paylaştığımız bitki ve hayvan toplulukları gözardı edilerek kuruluyor. Mordoğan’dan (Bitiktepe-Değirmen Dağı) başlayarak, Aşağı Ovacık-Baş Ovacık-YellicebelendağıYenicepınar, Yayla Köy-Tepeboz, Kargılık Tepeleri-Değirmen Tepe- Bozköy, Haseki, Sarpıncık-Kızılcadağ, Geriş Tepe, Bozalan Tepe, Oğlanbaşı Tepe, Bayırharman Tepe mevkii, Salman’a kadar uzanan bölgede ‘ÇED gerekli değildir’ raporu ile 6 firmaya üretim lisansı verilmiştir. Res amaçlı imar planı ve revizyonunun onaylanmasına ilişkin kararın iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle İzmir İl Özel İdaresi aleyhine açılan davanın bilirkişi heyeti raporunda da : - İmar planı ile öngörülen mekansal düzenlemenin yalnızca RES yatırımına endeksli tariflendiği, - Bölgesel özellikleri dikkate alan ve bütünleştiren bir strateji benimsenmediği, - Doğaya ve kırsala yönelik herhangi bir strateji geliştirilmemiş olduğu, - Çayır-mera alanların bütünlüklü korunması gerekliliğinin gözetilmediği vurgulanarak anılan imar planı ve revizyonunun şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olmadığı belirtilmiştir. RES’ler türbinlerin kapladığı alanların yanısıra, enterkonekte sisteme bağlantıları, yan yollar, türbinlerin trafo merkezine bağlanması için kurulan yer altı şebeke tesisleri, türbinler arası açılacak yollar, geçici inşaat alanları gibi unsurlar da eklendiğinde, bölgede doğal yaşamı ve yöre halkının varlığını sürdürmesini tehdit altına almaktadır. Yöre halkının iki önemli geçim kaynağı olan keçi yetiştiriciliği ve zeytincilik büyük zarar görmektedir. Binlerce keçi ve küçükbaş hayvanının otlama yeri olan meraları yok olmakta, sürülerin geçiş yolları kapatılmış durumdadır. Yarımada ada martısı, yılan kartalı, küçük kerkenez, ada doğanı gibi ulusal/uluslararası ölçekte koruma altında olan türleri de (204 çeşit) kapsayan, önemli bir kuş popülasyonuna sahiptir. Türbinlerin kanatları ve emniyet ışıkları bu popülasyon için ciddi yaşamsal risk oluşturmaktadır. RES uygulamaları ile ilgili olarak, insan sağlığı, sosyo ekonomik yapı, eko sistemin dengesi üzerindeki tüm bu olumsuz etkiler de dikkate alınarak ve mutlaka yerel aktörlerin de katılacağı, Yarımadanın tamamını kapsayan bütünsel bir çalışmanın yapılması zorunluluktur. 3- Maden Ocakları Çevre tahribatının geri döndürülemez olduğu diğer bir konu da sayıları giderek artan mermer ve taş ocaklarıdır. Bu konuda yaşadığımız en yakın örneklerden biri Kösedere köyünde köye 1200 m, köye içme suyu sağlayan depoya 300 m mesafede ve çalışma sahasının içinde binlerce zeytin ağacı bulunan 170 dönümlük bir alanı kapsayan mermer işletmesine enerji bakanlığı tarafından verilen izindir. Bu izin verilirken de 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı Hakkındaki Kanunun “… zeytinlik sahalarına en az 3 km mesafede toz ve duman çıkaran tesis kurulamayacağı”na ilişkin maddesi yok sayılmıştır. Bu konuda muhtarlığın da desteği ile açılan ve Karaburun Kent Konseyi’nin de müdahil olarak katıldığı dava sürmektedir. Kent Konseyi tarafından 30 Eylül 2012 tarihinde Kösedere Köyünde, başta ilçenin tüm köyleri olmak üzere geniş katılımlı bir protesto eylemi düzenlenmiştir. Yerel halk mitingde Kösedere Köyü özelinde Karaburun’da taş ocağı kurulmasına karşı kuvvetli bir irade beyan etmiştir. 1 Ekim 2012 tarihinde Eğlenhoca köyü sınırları içinde II.grup (doğaltaş-mermer) işletme ruhsatlı (İR:2005027 ruhsat no.lu) 99,52 hektarlık bir sahanın 15,33 hektarlık kısmının “yapı taşı ve kireçtaşı ocağı” olarak işletilmesi için valilikçe “ÇED gerekli değildir” kararı verilmiştir. Bununla ilgili Köy Muhtarlığı ve Eğlenhoca Köylüleri ilgili alanda taş ocağı işletmesi istemediklerini imza toplayarak ve dilekçe ile Karaburun Kaymakamlığı’na bildirmişlerdir. Bundan sonraki süreçte konu yargıya taşınacaktır. Bu ocaklar, Yarımada’nın endemik bitkiler, nadir bitkiler, tibbi amaçlı bitkiler bakımından sahip olduğu zengin flora (380 çeşit) ve biyoçeşitlilik ile bölge halkının başlıca tarımsal gelir kaynakları (zeytin, nergis, sümbül, enginar, mandalina...) ve dağlık habitat üstünde yıkıcı, bozucu etkiler yaratmaktadır. 45 Ayrıca doğanın bu şekilde tahrip edilmesi ile yaratılan çevre ve görüntü kirliliği bölgenin ekonomik kalkınmasında hedeflenen ve gelişmekte olan organik tarım ve alternatif turizm odaklı gelişimi de baltalamaktadır. Yarımada’da mermer ve taş ocağı işletmesi için verilen ruhsat ve izinler çok geç olmadan iptal edilmeli ve yenileri verilmemelidir. Yarımada’daki doğa yıkımını geri dönülmez bir noktaya gelmeden durdurmak amacıyla, çalışmalarımızı, korunan alanda yaşayan halkın varlığı ile çelişen katı korumacılık yaklaşımının alternatifi olarak oluşturulan, eko sistem ile biyolojik çeşitliliğin korunmasını, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığıyla birlikte ele alan temel bir yaklaşım olan Biyosfer Rezerv Alanları üzerinde yoğunlaştırdık. Biyosfer rezerv alanları esas olarak, yasal olarak koruma altına alınmış peyzajları, ekosistemleri ve türleri kapsayan, bilimsel araştırmalar ve izleme çalışmalarına ayrılmış, yöre halkının geleneksel kullanımları hariç insan faaliyetinin söz konusu olmadığı “çekirdek koruma” alanlarını, bozulmuş ekosistemlerin iyileştirilmesine dönük bilimsel çalışmalar ile eğitim, turizm ve rekreasyonel kullanımlara olanak sağlayan “tampon” bölgeleri ve yerleşme yerleri, turizm, tarım, balıkçılık faaliyetleri ve diğer kullanımların bulunduğu, “gelişme alanları” olmak üzere üçlü bir alan planlamasını ve yönetimini içermektedir. Karaburun Yarımadası, biyosfer rezerv alanlarının, insan müdahalesinden az etkilenmiş bir eko sisteme sahip olmak, biyoçeşitlilik açısından önem taşımak ve sürdürülebilir kalkınma çabalarına örnek olabilecek olanaklar sunmak olarak belirlenen üç ana kriterini tüm olumsuz gelişmelere rağmen hala karşılamaktadır. Kısa vadede maksimum kazanç sağlama anlayışıyla, doğal ve sosyal dokuyu yok etmekte olan yıkıcı girişimlere karşı mücadele verirken, ortak mirasımız olan Yarımada’nın, insanı ve doğal zenginlikleriyle birlikte korunması ve sürdürülebilir kalkınmasının sağlanmasının hepimizin görevi ve sorumluluğu olduğuna inanıyoruz. KARABURUN KENT KONSEYİ KARABURUN YARIMADASI BİYOSFER REZERV ALANI Anadolu Egesinin en batı ucunda yeralan, denize dik inen dağların ve çok sayıda kayalık koyların derin denizle çevrelendiği, doğal ve arkeolojik sit alanlarını da barındıran Karaburun Yarımadası, zengin bir karasal/denizsel biyoçeşitliliğe/ekosistemlere sahip ve insanının sosyo-kültürel yaşamını doğayla uyum içinde sürdürmeyi tercih ettiği nadir yerlerden biridir. MÖ. 4000 yıllarına ait bulgulara göre, Anadolu’ nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Karaburun Yarımadası’nda, MÖ. 3000’li yıllardan itibaren sırasıyla Hititler, Yunanlılar, Persler, Romalılar ve Bizanslılar egemen olmuştur.1426 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından Osmanlı Devletine bağlanan Karaburun’un (eski adıyla Mimas), mitoloji de önemli yeri vardır. İlyada ve Odysseia’ nin yaratıcısı ünlü şair Homeros bu topraklarda doğmuş ve yaşamıştır. Homeros’un ünlü eseri “Odysseia”’ da rüzgarlı mimas olarak geçen “Mimas Dağı”, bugün Bozdağ diye adlandırdığımız dağdır. Karaburun’la özdeşleşen “nergis” çiçeği adını mitolojideki Narsisus’tan almıştır. Yarımada halkı, bölgedeki varlığını sürdürebilmesinin yolunun doğa-insan uyumunun korunmasından ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımına dayalı, ekosistemle örtüşen, bütüncül bir değerlendirmeye dayalı planlı bir kalkınmadan geçtiğinin bilincindedir; bu nedenle kendi varlığı ile doğal yaşamı tehdit eden faaliyetlere ve yatırımlara karşı ortak bir kararlılık sergilemektedir. Dolayısıyla, Yarımada’daki doğa yıkımını geri döndürülemez bir noktaya gelmeden durdurmak amacıyla, çalışmalarımızı Biyosfer Rezerv Alanı modeli üstünde yoğunlaştırdık. Biyosfer Rezerv Alanı 46 Bu model UNESCO tarafından, yerelin katılımına ve insan faaliyetine izin vermeyen katı/merkezi korumacılık yaklaşımının alternatifi olarak oluşturulmuştur. Bu nedenle, Biyosfer Rezerv Alanı, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem ile sürdürülebilir sosyoekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin birbirlerini güçlendirerek birarada yaşamasına olanak sağlar; bir başka deyişle, doğal kaynakların korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını ifade eder. Biyosfer Rezervleri modelinin temeli 1968 yılında yapılan “Doğal Kaynakların Korunması ve Kullanılması” konulu UNESCO Hükümetler Arası Genel Konferansı’nda atılmıştır. Türkiye UNESCO MaB Programı’nın (İnsan ve Biyosfer) üyesidir. Biyosfer Rezervleri bu programın temel uygulama aracıdır. Biyosfer rezerv alanı, “doğal kaynakların ve biyo-çeşitliliğin korunması ile bunların sürdürülebilir bir şekilde kullanımını nasıl uyumlu hale getirebiliriz?” sorusuna verilen rasyonel bir yanıttır. Biyosfer rezervleri UNESCO’nun İnsan ve Biyosfer (MaB) programı çerçevesinde uluslararası düzeyde tanınan alanlardır. Bu alanlar, ilgili devletin talebi üzerine MaB programının Uluslararası Koordinasyon Komitesi tarafından belirlenir. Biyosfer rezerv kavramında ağırlığın bitki ve hayvanlara verildiği bir doğa koruma yaklaşımından çok bir ekosistem içinde insan rolünün ve insancıl yaklaşımın öne çıktığı bir doğa koruma tarzı önerilir. Biyosfer rezervinin temel ilkelerinden biri de, bu alanların insan merkezli işlevini daha fazla ön plana çıkarmak, kültürel ve biyolojik çeşitlilik arasında bağlantı kurmak ve sürdürülebilir kalkınma çabaları içinde geleneksel bilginin etkinliğini arttırmaktır. Korunan alanlar tek bir amaç için belirlenirken, biyosfer rezervleri çok amaçlıdır. Örneğin, korunan alanlarda temel amaç doğanın korunması iken, biyosfer rezervlerinde doğa korumaya ek olarak kalkınma ve lojistik destek de söz konusudur. İkinci önemli fark da şudur : Korunan alanlar yetki ve sınırları kesin olarak belirlenmiş yöneticiler aracılığıyla/merkezi otorite tarafından yönetilir; yani, alana ilişkin her tür müdahale ve/veya değişiklik kararı merkezden verilir. Oysa, biyosfer rezervleri tarafların katılımı ve koordinasyonu ile yönetilmektedir. “Taraflar” : Belirlendiği alanda biyosfer rezervini planlama ve yönetme mekanizması içinde yer almaları ve birlikte çalışmaları öngörülen yerel ve ulusal kamu kurum ve kuruluşları, mülk sahipleri, doğa koruma kuruluşları, bilim adamları, turizmciler, çiftçiler, balıkçılar, özel yatırımcılar…Biyosfer rezervinin en ayırdedici özelliği bu insani boyutudur. Böylesi bir yönetim anlayışı yörede yaşayanları bölgenin ekolojik ve kültürel değerlerini etkileyebilecek dış siyasal, ekonomik ve sosyal baskılar karşısında güçlü kılar. Biyosfer rezervlerinin, birbirini tamamlayan ve güçlendiren üç temel işlevi vardır : Koruma : Genetik kaynakların, türlerin, ekosistemlerin, peyzajların ve kültürel çeşitliliğin korunmasına katkıda bulunmak, Kalkınma : Sosyo-kültürel ve çevresel özelliklere saygılı sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı desteklemek, Lojistik : Yerel, ulusal ve küresel ölçekte doğa koruma ve kalkınma sorunlarına/çabalarına ilişkin bilimsel araştırma, izleme, eğitim ve bilgi değişimini desteklemek. 47 Biyosfer rezervi farklı kategorilerden korunan alanların (Milli Park, Dünya Miras Alanları, Özel Çevre Koruma Alanları gibi) birbirleriyle ilişkilendirilmeleri ve korunan alan yönetiminde doğa-insan ilişkisini rasyonel bir şekilde kurmak amacıyla bu alanların tamamını kapsayan bir şemsiye olarak da belirlenmektedir. Yarımada’da Doğal Sit Alanı, Yaban Hayatı Koruma Sahası ve Balıkçılığa Kapalı Alan yasal olarak koruma sağlamaktadır. Hali hazırda yasal açıdan koruma altında olan yerlerin biyosfer rezerv alanı olarak belirlenmesi tercih edilen bir yöntemdir. Doğal kaynaklardan yararlanma ve doğa koruma çalışmalarının birlikte yürütülebilmesi için biyosfer rezervleri mutlak koruma alanı, tampon alan ve gelişme/geçiş alanı olmak üzere üç temel alan uygulamasını öngörmektedir. Mutlak Koruma Alanı/Çekirdek Alan : Yasal olarak koruma altına alınmış/alınması gereken peyzajları, ekosistemleri ve türleri kapsar. Sadece bu alan ulusal mevzuat tarafından korunur. Mutlak koruma alanında bilimsel araştırmalar, izleme çalışmaları ve zorunlu hallerdeki yerel halkın geleneksel kullanımları hariç insan faaliyetleri söz konusu değildir. Tampon Alan; Mutlak koruma alanını çevreleyen ve sınırları açıkça belirlenmiş alanlardır. Bu alandaki faaliyetler koruma amaçlarıyla çelişmeyen ve doğa korumaya destek olan faaliyetler olmalıdır. Bu faaliyetler çoğunlukla bilimsel araştırmaları (doğal vejetasyon yapısının ortaya konulması, tarım alanları, ormancılık, balıkçılık, ürün kalitesinin artırılması, bozulmuş ekosistemlerin rehabilitasyonu gibi), eğitim, turizm ve rekreasyonel (doğa turizmi ve sporları, treking, jogging, terapötik rekreasyon, kuş gözlemciliği, fotoğrafçılık gibi) kullanımları da kapsar. Geçiş/Gelişme Alanı : Mutlak koruma ve tampon alanlarının dışarıya doğru uzantısı olup, tarımsal faaliyetler, yerleşme yerleri ve diğer kullanımların bulunduğu alanlardır. Yerel halk, koruma kurumları, bilim adamları, sivil toplum kuruluşları, kültürel gruplar, özel yatırımcıların vb bu alanın daha sürdürülebilir kullanımı ve yerel halkın kalkınmasına dönük yönetimi için birlikte çalışmaları gerekmektedir. Geçiş bölgesini gittikçe genişletmek ve biyosfer rezerv alanlarını sürdürülebilir bölgesel kalkınma çabalarında model alanlar olarak kullanmak temel ilkelerden biridir. Alan yönetim birimleri ihtiyaç duyduğunda bu alanlarda değişikliklere gidebilir. Biyosfer rezervi kavramının en güçlü olduğu yönlerinden biri de, çok çeşitli durumlarda uygulabilmesine olanak veren esnekliği ve yaratıcılığıdır. Özellikle biyo-çeşitlilik üzerine yapılmış araştırmalar göstermiştir ki; ülkemiz biyolojik çeşitlilik itibariyle Avrupa Kıtasından daha zengindir. Türkiye’deki bitki genetik çeşitliliği, dünya ılıman kuşağı kültür bitkilerinin en önemli gen kaynağını oluşturmaktadır BİYOSFER REZERV ALANI OLARAK KARABURUN YARIMADASI Sayın Sibel Sarıçam’ın 2007 yılında yaptığı ‘’İzmir İl Bütününde Biyosfer rezervalanları Araştırmaları/Karaburun Yarımadası Örneği’’ konulu doktora tezi çalışmasında, Karaburun Yarımadası’nın Doğu Akdeniz havzasında en az zarar gören alan olduğu, ancak bazı faaliyetlerin alanı tehdit etmekte olduğu, Yarımada’nın antropojenik etkilenmenin en az yaşandığı, doğal ve kültürel özelliklerini koruyabilen nadir alanlardan biri olduğu belirtilmiştir. Yarımada aynı zamanda, sürdürülebilir alan kullanım biçimlerinin ve aktivitelerinin yapılıp geliştirilebileceği bir potansiyele sahiptir. 48 Çalışmada; Karaburun Yarımadası’nın , insan müdahalesinden az etkilenmiş bir ekosisteme sahip olmak, biyoçeşitlilik açısından önem taşımak ve sürdürülebilir kalkınma çabalarına örnek olabilecek olanaklar sunmak olarak belirlenen biyosfer rezerv alanlarının bu üç ana kriterini tüm olumsuz gelişmelere rağmen hala karşılamakta olduğu sonucuna varılmıştır. Karaburun Yarımadası ve Karasal-Kıyısal-Denizsel Biyoçeşitlilik Karaburun Yarımadası kıyı, deniz, dağ, orman, sulak alan gibi farklı ekosistemlere sahip olması nedeniyle zengin ve önemli bir biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapmaktadır. Yarımada, “Sıfır Yok Oluş Bölgesi” içinde ve “Başka Yerde Olmayanlar” sınıflandırmasında dünyada önemli bölgeler içinde yer almaktadır. “Başka Yerde Olmayan” sınıflandırması yapılmış alanlarda önemli (endemik) bitki türleri vardır. Bu alanlarda Başka Yerde Olmayan hassas bir ekosistem, bitki, hayvan türleri mevcuttur. Fauna Nesli tükenmekte olan ve ulusal/uluslararası düzeyde koruma altına alınan Akdeniz foklarının (Monachus monachus) üreme ve yaşam alanı olan Karaburun Yarımadası, nesli tehlike altındaki Su samuru (Lutra lutra) ve Karakulak (Caracal caracal) gibi türleri de barındırmaktadır. Karaburun Yarımadası, biyolojik çeşitliliğin ve koruma önceliklerinin belirlenmesinde ve sağlıklı çevre tanımlamasında en önemli göstergelerden biri olarak değerlendirilen çok önemli bir kuş popülasyonuna sahiptir. (200’ün üzerinde türü bulunduğu tahmin edilmektedir.) Karaburun Yarımadası'nda üreme ve yaşama alanları bulunan Ada Martısı (Larus audouinii) nesli tükenmekte olanlar sınıflandırmasındadır ve küresel ölçekte koruma altındadır; Yılan Kartalı (Circaetus gallicus), Küçük Kerkenez (Falco naumanii), Ada Doğanı (Falco eleonorae) gibi yırtıcı kuşlar uluslararası ölçekte nadir/azalan kategorisindeki türler arasında sayılmaktadır. Bunlardan, Türkiye'de sadece Ege ve Akdeniz kıyılarında bulunan Ada Martısı popülasyonunun 20-50 çiftle sınırlı olduğu tahmin edilmektedir (BirdLife International, 2007). Bölge, bir kıtada veya kıtalar arasında uzanan yaşam birliklerine (biyomlara) bağımlı, genellikle kendilerine benzer ekolojik gereksinimleri olan bir dizi diğer canlıyla beraber yaşayan kuş türlerini de barındırmaktadır. Karakulaklı Kuyrukkakan (Oenanthe hispanica), Zeytin Mukallidi (Hippolais olivetorum), Küçüksıvacı (Sitta krueperi), Maskeli Örümcekkuşu (Lanius nubicus), Bıyıklı Ötleğen (Sylvia cantillans), Maskeli Ötleğen(Sylvia melavocephala), Kara Boğazlı Ötleğen (Sylvia rueppelli), Boz Kirazkuşu (Emberiza cineracea), Kızıl Kirazkuşu (Emberiza caesia) Yarımada’da varlığı bilinen biyoma bağlı türlere örnektir. Biyoma bağlı türlerin yaşam alanına yapılan bir müdahale, bu türlerin büyük kısmının toplu olarak yok olmasına neden olabilmektedir (Kılıç ve Eken, 2004). Dolayısıyla yaşam ortamlarının devamlılığını sağlamak gereklidir. Karaburun Yarımadası, Türkiye’nin de imzacısı olduğu Bern Sözleşmesi uyarınca yasal olarak koruma altına alınan yarasa türleri ve habitatları bakımından zengin bir bölgedir. Tek bir mağarada yaşayan bir yarasa kolonisi, gece boyunca tonlarca sivrisinek, güve ve benzeri böceği yiyerek bu canlıların popülasyonunun kontrolünde önemli bir rol üstlenirler; bitkilerde tozlanmaya yardımcı olmaları ve tohum yaymaları sebebiyle, geleneksel tarımsal faaliyetlerin doğal destekleyicisi olmanın yanısıra ekolojik dengenin korunmasında da önemli bir işlevleri vardır. 49 Flora Yarımada tehdit altında olan ve ekonomik açıdan değerli pek çok karasal bitki türüne de ev sahipliği yapmaktadır. Bunlar dört bölüme ayrılabilir : 1) Tıbbi Amaçlarla Kullanılabilecek Olan Cinsler Delphinium, Nigella, Papaver, Viola, Malva, Linum, Trigonella, Ferula, Quercus, Alkana, Hyascyamus, Origanum, Salvia, Satureja, Sideritis, Teucrium, Thymus, Verbascum, Rubia, Valeriana, Helichyrsum, Scolymus… 2) Süs Bitkileri Olarak Kullanılabilecek Cinsler Anemone, Delphinium, Viola, Dianthus, Cyclamen, Fritillaria, Muscari, Ornithgalum, Scilla, Tulipa… Globularia, Centaurea, Allium, 3) Endemikler Erodium absinthhoides ssp. Absinthoides, Minuartia anatolica var. Anatolica, Colutea melanocalyx ssp. Davisiana, Trigonella smyrnea, Aristolochia hirta, Campanula lyrata ssp.lyrata... 4) Endemik Olmayan Nadir Bitkiler Erysimum pusillum, Cyclamen hederifolium, Globularia alypum, Sideria sipylea, Stachys cretica ssp. Anatolica… Bu arada, İris Gölü sulak alanı ve çevresi hem kuşlar açısından zengin bir alan olup, hem de Avrupa ölçeğinde önemli türlerin gözlemlendiği bir alan olması dolayısıyla kuşların tercih ettiği bir yaşam ortamıdır. Alan aynı zamanda, Yarımada kapsamında sulak alan ekosistemini taşıyan önemli bir bölge olması yönünden ve sulak alan vejetasyonu açısından da önem kazanmaktadır. Denizsel flora bakımından ise Karaburun Yarımadası denizleri, besin zincirinin birinci halkasında yer alan önemli bir oksijen kaynağı olan Deniz Çayırlarına (Posidonia oceanica) ev sahipliği yapmaktadır. Akdeniz'in oksijen stoklarını sağlayan, 1m²’de 10-14 litre oksijen üreten Deniz Çayırları yavru balıkların gelişimini tamamladığı yerlerdir. Dolayısıyla özellikle kıyı balıkçılığı açısından yaşamsal öneme sahiptir. SONUÇ Yarımada halkının varlığına ve sosyo-ekonomik gelişimine yönelik beş temel risk vardır : 1) Gençlerin göç etmesi ve yaşlı nüfus, 2) Arazilerin el değiştirmesi, ikinci konut ve kıyı yapılaşması, 3) Balık çiftlikleri ve Taş-Mermer-Maden ocakları gibi kısa ömürlü tahripkar yatırımlar, 4) Yenilenebilir-temiz enerji üreten RES’lerin talancı-yayılmacı bir anlayışla kurulması, 5) Artan kontrolsuz su ürünleri avcılığı, 6) Çıkış yolu bulamaması ve umutsuzluk. Oysa, bölgemizin en önemli sermayesi yine korunmuş doğası, iklim şartları, doğal ürünleri ve elbette doğayla uyum içinde yaşayan insanlarıdır. Sanayi tesislerinin olmaması, küçük ölçekli tarımsal üretim nedeniyle kimyasal gübrenin yaygın olarak kullanılmaması, Türkiye’de ve dünyada talebin hızla arttığı ancak arzın çok kısıtlı olduğu organik tarıma olanak sağlamaktadır. 50 Bu nedenle, Karaburun İlçesi, tarımsal ve hayvansal ürünleri ile kendiliğinden “doğal ürün” markası olmuştur: Karaburun’un simgesi haline gelen keçi, yüz yıllardır süregelen kırkım şenlikleri, yöreye özgü peynir çeşitleri ile Yarımada kültürel değerlerinin çok önemli bir parçasıdır. Keçi yetiştiriciliği halkın başlıca gelir kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Ülkemizde değeri henüz anlaşılmakta olan besin değeri yüksek doğal keçi sütü ve peynir üretimi Yarımada’a mutlaka geliştirilmesi gereken bir sektördür. 45-50 yıl öncesine kadar ihracata konu olan ve geliştirilmeye çalışılan üzüm yetiştiriciliği, doğal olarak yetişen fitoterapik bitkiler ile sakız ve defne ağaçları, mandalina, nergis ve sümbül gibi ürünler; Karaburun’a has kefal türlerini de içeren kıyı ve dalyan (çökertme) balıkçılığı; enginar, işlem gerektirmeden yenen Hurma zeytini; jeomorfolojik-coğrafi yapısı ve korunmuş doğasının zengin olanaklar sunduğu yürüyüş, dağcılık, bisiklet, mağaracılık, sualtı dalış ve yelkencilik, kamping gibi turizm amaçlı sportif faaliyetler; eski taş evleri, çeşme, değirmen, camileri ve geleneklerini sürdüren köyleriyle kırsal turizm, eko ve agro turizm gibi alternatif turizm faaliyetleri; tel kırma, sepetçilik gibi geleneksel el sanatları; restore edilerek turizme açılması mümkün terkedilmiş Rum köyleri, vb Karaburun’un geliştirilmeyi bekleyen mevcut ve potansiyel sosyo-ekonomik ve kültürel varlıklarıdır. Yapılması gereken, yeni yasayla genişleyen Karaburun Belediye sınırlarını kapsayacak bütüncül bir plan çerçevesinde, mevcut ve potansiyel değerlerin koruma-kullanma dengesini gözeterek geliştirilmesi ve katma değerli ürünlere dönüştürülmesini sağlayacak projeler ile destek/teşvik mekanizmalarının oluşturulması ve hayata geçirilmesidir. Karaburun Kent Konseyi tüm bu nedenlerle Yarımada’nın: - Doğa-insan dengesinin sonunu getirecek kısa-orta ömürlü yatırım ve çıkarlara kurban edilmemesi, - Yukarıda belirttiğimiz riskleri durdurarak umutsuzluğu umuda çevirecek, ekosistemlerle uyumlu, güvenli ve mutlu bir geleceği inşa edebilmek için en etkili ve rasyonel modelin, koruma-kullanma dengesini en iyi şekilde kuran Biyosfer Rezervleri olduğu ve Yarımada’nın Biyosfer Rezerv Alanı ilan edilmesi gerektiği görüşündedir. 51 52 Allianoi Girisim Grubu 2012 Faaliyet Raporu Bilindigi gibi, Allianoi Girişim Grubu 2011 yılının başında büyük bir düs kırıklığıyla karşı karşıya kaldı: Allianoi bir karışımla örtülerek Yortanlı Barajı'nın sularına gömüldü. Yıllar boyunca, Avrupa Kültür Mirasını Koruma Kurumu Europa Nostra, Allianoi'u koruma mücadelemizi benimsemiş, desteklemiş ve hatta web sayfasında bir kampanya sürdürmüştü. Europa Nostra'nın Türkiye branşını kuran ve 2012'ye kadar başkanı olan Sn. Orhan Silier, Dr. Ahmet Yaraş'ı ve Grubumuzu Europa Nostra'nın yılda bir kere, Avrupa'nın her tarafında kültür mirasının korunmasına önemli katkıları olmuş gruplardan seçilenlere verilen Europa Nostra ödülüne aday gösterdi. Grubumuzda dönem sözcülüğü yapmış ve çalısmalarımızda yer almış olan arkadaşların katkısıyla, geçmis yılların toplantı tutanakları ve faaliyet raporları incelenerek Allianoi Girişim Grubu'nun tüm etkinliklerinin bir dökümü çıkarıldı, Türkiye'de süregiden çevre ve kültür mirası tahribatının ciddiyeti ve koruma çabalarının önemi de vurgulanarak, adaylığımız Europa Nostra'nın Hollanda'daki (the Hague) ofisine gönderildi. 2012 yılının Mart ayında, bu prestijli kurumun Özverili Hizmet ödülünü kazandığımızı öğrendik. Görkemli ödül töreni, Europa Nostra'nın yıllık Genel Kongresi'nde, 30 Mayıs 2012 de, Lizbon'da yapıldı. Allianoi mücadelesini temsilen törene Allianoi kazı heyetinin başkanı Dr. Ahmet 53 Yaraş ve Allianoi Girisim Grubu dönem sözcüsü Üstün B. Reinart katıldılar. (Europa Nostra kazanan kategoriden yalnız bir kişinin yolculuk masraflarını karşılayabiliyordu – Üstün B. Reinart, kendi masraflarını karşılamayı kabul etti.) Lizbon'daki ödül töreninin ertesi günü, ödül kazananlar bir sunumla Europa Nostra Genel Kongresine çalışmalarını anlattılar. Üstün B. Reinart'ın yaptığı, Allianoi Girisim Grubu'nun Allianoi'u koruma mücadelesini anlatan sunum büyük ilgi gördü. Bu ilginin bir neticesi olarak, Üstün B. Reinart, İsvec Europa Nostra ofisi tarafından, yılda bir kere 29 Kasım 2012'de yapılan Isveç toplantısına da, Allianoi mücadelesini ve Türkiye'de kültür mirasını koruma çalışmalarının önemini anlatan bir saatlik bir konusma yapmaya davet edildi. Stockholm Akdeniz Medeniyetleri Müzesi'nde yapılan konuşmaya 250 kişi katıldı (salon hınca hıc doluydu). Konusmadan sonra ceşitli mesleklerden İsveçli dostlar, bundan sonra her fırsatta ve mümkün olursa diplomatik ortamlarda Allianoi'un, Hasankeyf'in ve Anadolu'da tehdit altında olan diger kültür mirasının korunmasını gündeme getireceklerini söylediler. Eylül 2012'nin ilk günlerinde Dikili'de yer alan Çevre Sempozyumunda, 2008 – 2009 dönem sözcümüz Alime Mitap bir panele katılarak, Allianoi mücadelesini anlattı. 27-28 Eylül tarihlerinde, Allianoi Girisim Grubu'nun 2007– 2008 dönem sözcüsü avukat Hilal Küey de, Peyzaj Mimarları Odası'nın Ankara'da düzenlediği sempozyumun, "Tarihi Miras ve Turizm" başlıklı 5. oturumunda “Bir Serüven, Allianoi” başlıklı bir konuşma yaptı. 6 Ekim 2012'de, Europa Nostra'nın Türkiye ödül töreni, ITÜ Taşkışla Binası'nda, Mimarlık Fakültesi'nde yapıldı. Allianoi Kazı Heyeti başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş yarım saatlik kapsamlı bir sunumla Allianoi'un öyküsünü bir kez daha anlattı. 22 Kasım 2012'de, Üstün Reinart , Ürgüp'ün Mustafapaşa köyünde, Kapadokya Meslek Yüksekokulu Restorasyon ve Tasarım öğrencilerine bir konuşma yapmaya davet edildi. 50 kadar, konuyla çok ilgilenen ögrenci, sunumu dinlemekle kalmayıp, uzun ve yoğun bir karşılıklı konuşma seansına da katıldı. Allianoi suya gömüldü. Ancak hukuk mücadelesi sürüyor. 2012 yılında iki yeni dava daha açıldı: 36 sayılı İlke Kararının ve 26.01.2010 tarihinde Bakanlık üst düzey yetkililerinin katılımı ile İzmir 2 nolu Koruma Kurulunda gerçekleşen toplantının resmi tutanaklarının elde edilebilmesi için açılan iptal davaları. Biri Danıştay’da diğeri Ankara 7. Idare Mahkemesinde sürmekte. 36 sayılı İlke Kararında, bir önceki ilke kararı olan 765 sayılı ilke kararının yetersizliğinden sözedilerek yeni bir düzenleme getiriliyor. Bu arada, bakanlıkça bile yetersiz bulunan 765 sayılı İlke Kararı uyarınca Allianoi sulara gömülmüş, ne gam! Allianoi’da arkeolojik eserlere zarar verildiği gerekçesi ile, İzmir 2 nolu Kurul üyeleri haklarında kamu davası açmak üzere İzmir C. Savcılığının istediği iznin, Kültür ve Turizm Bakanlığınca kendisine verilmediğini söylemek belki de malumun ilanı olacak! 54 Türkiye'de tehdit altında olan çeşitli önemli alanlar var: Hasankeyf, Beşparmak dağları'ndaki kaya resimleri, Kyme antık kenti, Istanbul, vs vs. Allianoi için mücadele eden arkadaşlar önemli 'ilk' ler gerçekleştirdiler. Türkiye'de ilk defa kültür mirasını koruma mücadelesi bir halk hareketine dönüştürülebildi. Simdi, yeni ve mümkünse genç katılımcılarla kültür mirası mücadelesinin büyüyerek devam etmesi gerekiyor. Önceliklerin belirlenmesi, stratejiler kararlaştırılması ve bıkmadan, yorulmadan devam edilmesi, kültür mirasını koruma mücadelesinin yaşam savunmasının ve ekoloji mücadelesinin olmazsa olmaz bir parçası olarak görülmesi çok önemli. Hepimize kolay gelsin. Allianoi Girisim Grubu Dönem Sözcusu Ustun B.Reinart 55 SANDAL KÜLTÜR ve TABİAT VARLIKLARINI KORUMA DERNEĞİ Sandal,Gökçe Ören,Esen Yazı üçgeninde kurulmuş olan SÜREKO Katı Atık Bertaraf ve Geri Dönüşüm tesisi ile başlatılan mücadele daha önceki Genel kurullarda da zaman,zaman dile getirildi.Tesis sahibi Eyüp KAYA tarafından gerek EGEÇEP,gerekse Recep ERKOL hakkında yerel gazetede karalama kampanyası başlatılmış 4 EYLÜL 2011'de yerel halkın katılımıyla yapılan eyleme ve verilen mücadeleye gölge düşürme çabaları üzülerek söylemek gerekirse EGEÇEP'in ve Recep ERKOLU'un bu karalama kampanyası karşısında seyirci kalması sonucu yörede verilen mücadele ortada kalmıştır.Bu zamana kadar da yapılmaya çalışılanlar bir anlamda boşa gitmiştir.Yöre halkı adeta kaderine terk edilmiştir. Derdimiz elbetteki EGEÇEP'i eleştirmek değil,olamazda.Bu tür aksaklıkların EGEÇEP bünyesinde yeterince duyarlı hukukçunun olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.zira bu hukuk mücadelelerini yıllardır Av.Arif Ali CANGI ve Av.Esin Berrin KAYA arkadaşların götürüyor olması mücadele adına gurur vericidir.Çevremizde o kadar sorun var ki bu arkadaşların hepsine yetişebilmeleri mümkün değildir.EGEÇEP çevre sorunu yaşanan her yerde umut olarak görülmüş ve görülmeye devam edecektir.EGEÇEP çevre sorunu yaşanan yerlerde gerek bilimisel,gerekse hukuksal destekleri ile yöre halkının umudu olmuş olmaya da devam edecektir.EGEÇEP üstlendiği bu misyonu devam ettirmek ve daha üst seviyelere taşımak zorundadır.bunun için daha çok hukukçu nun,daha çok bilim adamı nın,daha çok akademisyen nin,daha çok duyarlı insanın EGEÇEP bünyesine katabilmenin çalışmalarını yapmalıdır.Eğer ki bu başarılırsa yeni katılan arkadaşlarla çalışma grupları oluşturulup gerek eylem ve etkinlikler,gerekse hukuksal mücadeleler planlaması yapılmalı sonuç alıncaya kadar da süreç takip edilmelidir.Bu faaliyetler peryodik olarak üç veya altı ay aralıklarla broşür yada dergi çıkararak yapılan eylemler-etkinlikler ve devam eden hukuk mücadeleleri bu yayın organlarında yayınlanmalıdır. EGEÇEP bileşenleri ve gönüllülerine ulaştırılmalı ki böylelikle bileşenlerle de koordine sağlanmış olacaktır.Gözü dönmüş kapitalistlerin yaşam alanlarımıza yaptıkları saldırılar karşısında planlı-proğramlı çalışmalar yaparak dik ve onurlu duruşunu daha üst seviyelere taşımak zorundadır. Havamızı, Suyumuzu,Toprağımızı sahip çıkmak için,onurlu bir yaşam için şimdi birleşme zamanıdır.Galiba tek şansımızda budur.Birleşmek,birleşmek,birleşmek!...... Bu onurlu mücadelemizde hepinize başarılar diliyorum. SANDAL KÜLTÜR ve TABİAT VARLIKLARINI KORUMA DERNEĞİ ADINA Recep Erkol 56 EGEÇEP 6.BİLEŞENLER KURULTAYI VE TURGUTLU TOPLUMSAL DAYANIŞMA VEKÜLTÜR MERKEZİ EKOLOJİ KOMİSYONU 2012 YILIÇALIŞMA RAPORU Çaldağında faaliyet göstermek isteyen Sardes şirketi, VTG Madencilik şirketine karanlık bir şekilde, kafalarda soru işareti bırakacak şekilde satıldı. VTG Madencilik şirketi Vuslat , Tekin ve Gökhan isimli üç ODTÜ mezunu kişilerin isimlerinin baş harflerinden oluşan, ayrıca Afrika’da da kömür madenciliği yapan bir şirket. Çaldağındaki Nikel madeni işletmeciliğini alan VTG, ismini değiştirerek Çaldağı Nikel Şirketi olarak faaliyete başladı. Önceki şirketlerin yabancı olmasından dolayı zorlanan şirket, Türk şirketi olması dolayısıyla yerli ve Türklük üzerinden daha kuvvetli bir şekilde atağa geçti. Propagandasını Türkiye’nin ulusal çıkarları üzerinden yoğunlaştırdı. AKP Manisa milletvekillerini ve AKPli belediye başkanını da arkasına alarak tüm alanlarda köyler de yoğun bir atağa geçti. Ayrıca ulusal TV kanallarında, günlük basın da ve yerel basında tüm insanları etkilemeye başladı. Bu arada Çaldağı Nikel Şirketine karşı mücadele eden kuruluşlarda ve TUR-ÇEP ‘te umursamazlık, yorgunluk , enerji düşüklüğü belirgin bir şekilde göze çarpıyordu. Bu süreçte yerel mücadele ve birlikte hareket edebilen kuruluşlar ve bireyler TUR-Çep'in duyarlı ve işlevli hale getirilmesi, düzenli olarak toplanan kuruluşların söz ve karar sahibi oldukları, alınan kararların uygulandığı ve denetlendiği bir işleyişin oluşturulmasının gerekli olduğuna inandık. Derneğimiz ekoloji komisyonu olarak sosyalistlerin etkin desteği ve bu konuda duyarlı kurumlar ve kişilerle TUR-ÇEP i daha etkin duruma getirdik.100 kişiyi aşkın katılımla Yürütme Kurulu da olmak üzere TUR-ÇEP daha enerjik,disiplinli,kolektif,sürekli ve sonuç alan bir çevre platformu haline geldi. Değişimle ilgili yaklaşık atı aydan beri, TUR-ÇEP gündemli bir şekilde alınan kararların uygulanıp denetlenmesi biçiminde her Salı düzenli olarak toplanmaktadır. Planlanmış olduğu düzenli çalışmalarla birlikte TUR-Çep e yeni katılımlar olmuş ayrıca bileşenler daha disiplinli ve daha katılımcı olmuşlardır.Ayrıca birlikte mücadele etmemiz hayati öneme sahip olan Gördes Nikel mücadelesini sürdüren Gördes ta dernek kurarak mücadele eden arkadaşlar da TUR-ÇEP e katılarak bileşen olmuşlardır.GEMA ve Manisa Ziraat Mühendisleri Odası da TUR-Çep e katılarak Çaldağı mücadelesini Manisa ve İzmir inde içine alacak şekilde büyümüştür. Ağırlıklı olarak köylü kadınların ve köylülerin katıldığı Balıkesir Balyadaki madene gidilerek madenin doğa ve insan üzerindeki zararları köylülere gösterildi. Derneğimiz tarafından kadın ve çocuklara etkileri bakımından Ege üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı öğretim elemanı Prof.Dr.Ali Osman Karababa nın ağır metallerin kanserojen etkileri ile ilgili çalışması bildiri haline getirilip on bin adet dağıtılmıştır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katıldığı Manisa CHP il kongresinde TUR-ÇEP pankartı açılmış,mesajımız iletilmiştir.T.B.M.M deki CHP ve MHP çevre komisyonlarına bilgilendirme yapıldı.Çal dağına TUR-ÇEP le birlikte gidilerek tehlikenin boyutu ve ağaç kesimi basına da yansıyacak şekilde protesto edildi. Bir çok ulusal TV kanallarında Çal dağı mücadelesi duyuruldu.Bu olay Türkiye ye mal edilmeye çalışıldı.Avukat Arif Ali Cangı nın ve bilim insanlarının katıldığı ‘’GDO ve Ekoloji’’ paneli düzenlendi.Halkların Demokratik Kongresinin (HDK) 57 düzenlediği ‘’Çaldağı,Suyun Ticarileştirilmesi ve Kapitalizmin ekoloji üzerindeki Etkileri’’ adlı panel düzenlenmiş bileşen olarak derneğimiz panele katkı sağlamıştır.İzmir kent Konseyine,TUR-ÇEP in Çal dağı sunumu yapılmış,Sunuma Tahir Öngür ve Ali Osman Karababa katılmış derneğimiz bu sunuma etkin katkı sağlamıştır.Akhisar daTUR-ÇEP in girişimiyle Tahir Ögür.Ali Osman Karababa ve İzmir Orman Mühendisleri Odası Başkanı Kenan Öztan ın da katıldığı panel düzenlenmiş,panel sonrası Akhisar da çevre platfomu çalışmalarına başlanılmıştır. Turgutlu da Tahir Öngür, Ali Osman Karababa, İsmail Duman,Kenan Öztan gibi katılımcılarla 600 kişinin katıldığı Panel düzenlenmiş. Bu panele derneğimiz bileşen olarak üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Panel sonrası Çaldağı mücadelesi ivme kazanmış Mart ayında da buna benzer Akhisar, Gördes, İzmir v.b. çevre örgütleriyle panel hazırlıklarına başlanmıştır. Şu anda TUR-ÇEP bileşenlerinin daha yığınsal ve aktif bir şekilde katılması için çalışmalar sürdürülmektedir. Köy gezileri yeniden başlatılacaktır. Derneğimiz; TUR-ÇEPin temel mücadelesi olan Nikel Madeni çıkarılmasına ek olarak Turgutlu nun Çöp, Baz istasyonları, suyun ticarileştirilmesi, Tuğla fabrikalarının yarattığı kirlilik, hava kirliliği v.b. çevre sorunları ile de mücadele edecektir. Şu anda Çal dağı mücadelemiz hassas bir durumdadır. Ağaçların kesilmeye başlanmasıyla birlikte kısa dönemli bir moralsizlik ve durgunluk yaşanmış, ağaçların kesilmesinin önlenememesi eleştiri konusu olmuştur.Derneğimiz TUR-ÇEP bileşeni olarak etkili mücadeleleri yapacak bir çalışma içerisinde olduğumuza inanıyoruz.Önümüzdeki günlerde çal dağının ’’İşgali’’ dahil olmak üzere etkili eylemlerin başlayacağına ve kazanacağımıza inancımız tamdır. Bileşeni olduğumuz EGEÇEP.in bugüne kadar yaptığı mücadele ve katkıları ortadadır. Çaldağı mücadelemiz yenilmemişse mücadele bugüne kadar gelmişse EGEÇEP’in katkılarıyla olmuştur. Önemli olan sermayenin yeni dönem de ekoloji alanlarına saldırılarına dur diyebilmektir. Kapitalizme karşı duran kurumları şimdiki durumdan daha ileriye taşımak, mücadeleyi yükseltmek esas görevimiz olmalıdır. EGECEP’in bileşeni olarak Yedinci Bileşenler kurultayını sosyalist selamlarımızla selamlıyoruz. Bu kurultayın kapitalizme karşı ekolojik alanda daha güçlü bir platform olması dileğiyle hepinize sevgiler saygılar. TURGUTLU TOPLUMSAL DAYANIŞMA VE KÜLTÜR MERKEZİ EKOLOJİ KOMİSYONU 58 TERMİK SANTRALLER Derleyen Erhan İÇÖZ Termik Santraller ve su Bir termik santralın kurulacağı yerin seçimi birçok etkene bağlıdır. Bunlardan başlıcaları, enerji kaynağının yakınlığı (maden ocakları,limanlar,rafineriler,vb.), yakıtın santrale getirilme yöntemleri (demiryolu,denizyolu,vb.) ve özellikle soğuk bir kaynağın varlığıdır. Sözgelimi, 600 megawattlık bir enerji grubunda soğutma için saniyede 22 metreküp (günde 5 milyon metreküp) su çekerek geri deşarj edecek ve denizin önceden saptanamayacak kadar ısınmasına, deniz ekosisteminin, balıkların yok olmasına neden olacaktır. Bu su miktarı, İzmir’e verilen toplam su miktarının üç katından fazladır. Bu nedenle, büyük santraller ancak büyük akarsuların üzerinde ya da deniz kıyısında kurulur. Bu nedenle, termik santrallerin yol açtığı ısı artışı, su bitkileri ve hayvanları için ciddi sorunlar yaratır. ÇED raporlarında, Deniz deşarjları, tekil difüzörlere göre yapılmakta, çok sayıdaki difüzörün birbirlerine etkileri hesaba katılmamaktadır. Diğer yandan, soğutmada kullanılan bu su, ortalama 8 derece ısınarak deniz ortamına verilecektir. Dolayısıyla çok ciddi ekolojik sorunlar yaratacak, başta planktonlar olmak üzere canlı türleri ya yok olacak ya da göç edeceklerdir. Bağlı olarak, bölge balıkçılığı ağır darbe alacaktır. Zemin Yapısı Açısından Ülkemizin % 92 si deprem riski altındadır ve sık sık depremler yaşanmaktadır. Termik ve nükleer santraller, son derece hassas dengelerle çalışan, oluşacak bir kaza sonucu çevreye onarılamayacak zararlar verecek tesislerdir. Bu nedenle her santral, potansiyel bir tehlikedir ve çok düşük bir risk de olsa yaratacağı sonuçlar açısından çok geniş kitlelere ve doğa parçasına zarar verecektir. Özellikle Batı Anadolu’da, binlerce fay hattının bulunduğu bilinmektedir. Tarihsel depremler, tehlikenin boyutlarını göstermektedir. Halk Sağlığı Açısından Termik santrallerin baca gazları, çok ciddi kanserojen etkisi olan, halk sağlığına olumsuz etkileri çok yüksek gazlardır. Her ne kadar filtre uygulanacağı söylense de bu filtrelerin tüm kirleticileri süzebildiği söylenemeyeceği gibi denetimi de oldukça zordur. Sonuçta, kanser, astım, erken ve sakat doğum, nefes darlığı, kalp hastalıkları daha da artacaktır. Termik Santrallerin Çevreye Kimyasal Etkileri Kükürt: Yakılan kömürün, ortalama % 6 sı oranında kükürt doğaya salınmaktadır. Asit Yağmuru: Termik Santrallerin Çevreye Etkilerinden önemli bir kısmı baca gazları ile oluşmaktadır. Baca gazları kükürt ve radyoaktif maddelerce zengindir. Bu da çeşitli baca gazları ile partiküllerin doğal ortama, istenmeyen madde olarak karışması sorununu yatmaktadır. Termik santralden çıkan yüz binlerce ton baca gazları (karbonmonoksit, karbondioksit, kükürtdioksit, azotoksit, metan gazı vd.), bölgeyi cehenneme çevirecek, tarımsal üretim önemli ölçüde azalacaktır. 59 Kömürün yakılması çok yüksek miktarlarda kükürt dioksit (SO2), azot oksitler (NOx), karbonmonoksit (CO), Ozon (O3), hidrokarbonlar, partiküler madde (PM) oluşturmaktadır. Kükürtdioksit (SO2) ve Azotoksit (NOx) gazları asit yağmurlarının oluşumundan birinci derecede sorumludurlar. Bacalardan atılan kükürt ve azot oksitler, hakim rüzgarlarla ortalama 2 - 7 gün içerisinde atmosfere taşınırlar. Bu zaman süresi içinde bu kirleticiler, atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek sülfürik asit ve nitrik asiti oluştururlar. Bunlar da yeryüzüne yağmur ve kar ile ulaşır. Böylece baca gazları ikinci kez ve daha geniş bir bölgeye etki etmiş olurlar. Bölgenin arazi yapısı ve hava koşullarına bağlı olarak, etki yüzlerce kilometreye kadar yayılabilmektedir. Asit yağmurunun toprağa düşmesi sonucu toprağın asiditesi artar ve bu kuvvetli asidik çözeltiler topraktaki Ca++ , Mg+ , K+ gibi minerallerin kaybına neden olur. Bu mineraller ağaçların büyümesi ve kendilerini yenilemeleri için yaşamsal öneme sahiptirler. Yanma gazları, karbondioksit (CO2), karbonmonoksit (CO), azot oksitler (NOx), uçucu organik bileşikler (VOC), kükürt dioksit (SO2), metan (CH4) v.b. gazlar ile tanesel madde içermektedir. Yakılan kömür, bu kirliliklerin yanı sıra kül ve külün içerdiği kadmiyum, civa, kurşun, arsenik v.b. ağır metallerin çevreye yayılarak kirletmesine sebep olmaktadır. Uçucu külleri tutmak için bacalarına takılan filtreler çoğu kez yetersiz kalır ve atmosferi kirletir, Aşırı çevre sorunlarına neden olduklarından tercih edilmemesi gerekir Küresel Isınma: En önemli sorunlardan birisi de ortaya çıkan karbondioksit (CO2) gazının "SERA ETKİSİ" olarak adlandırılan iklimsel sıcaklık artışlarına sebep olmasıdır. Küresel ısınma, dünyayı yok oluşa doğru götürürken, kömürün yakılmasıyla elektrik elde etmede ısrar etmek akıl dışı bir kâr hırsının ürünü olabilir yalnızca. Atık sular ve etkileri Termik santraller soğutma, buhar elde etme ve temizleme gibi çeşitli amaçlarla su kullanmakta ve tüm bu işlemler sonucunda tonlarca atık su Oluşturmaktadırlar (Su arıtma tesisi atık suları, su - buhar çevriminden kaynaklanan atık sular, cüruf teknesi taşıntı suları, luvo yıkama ve temizleme suları, yağlı sular, evsel atık sular ve yağmur suları, kömür stok sahası drenajları). Bu miktar ve özellikteki atıkların ne kadar işlemden geçirilirse geçirilsin, çevre kirliliğine yol açması kaçınılmazdır. Çünkü sonuç olarak bu sular ya toprağa ve yeraltı sularına ya da bir şekilde denize ulaşacaktır. Dolayısıyla da tüm bu alıcı ortamların kirlenmesi kaçınılmaz olacaktır. - Oluşacak kül dağından toprağa, suya ve çevreye kadmiyum, civa, kurşun, arsenik v.b. ağır metaller yayılarak onları kirletecektir. - Çeşitli araştırmacılarca dile getirildiği gibi, Termik santral küllerinin toplandığı alanda (kül depolarında) oluşan Radon gazı (Ra222), bu küllerin üzeri toprakla örtülse dahi toprağın gözeneklerinden geçerek havaya karışır. Ra222 3.8 günlük bir süre içinde Polonyum’a (Po210) ve aktif kurşuna (Pb210) dönüşebilmektedir. Bu nedenle kül yığınları çevreye radyoaktivite yayar. Aliağa Yöresi Bu bölgede, toplam 7 adet termik santral kurulacağı söylenmektedir. Örnek oluşturması açısından ENKA Termik Santrali verilerini değerlendirecek olursak: Enka Enerji’nin 3 Haziran günü Aliağa’da “Halk bilgilendirme toplatısı”nda dağıttığı broşürün 2. sayfasında yakılacak kömür miktarı “1 MWh için 328 kg.”, verilmiştir. Bunun anlamı şudur: Buna göre yakılacak kömür miktarı şöyle olacaktır: * 1 SAATTE 328x800= 262 TON (Saatte 13 kamyon!) 60 * 1 GÜNDE 24x262= 6288 TON (Günde 314 kamyon!) Trafiğe getireceği ek yük, egzoz gazı vb çevresel etkiler bölgenin kaldıracağı yükün üzerindedir. 49 yılda 11.400.000 TON’luk bir kül dağı oluşacak. - Ana atıklardan yüzbinlerce ton Kül ve Alçıtaşı’nın hammadde olarak Çimento ve Alçı fabrikalarına verileceği de tam bir aldatmacadır. Çimento’da kullanılan kül miktarı sadece %15’tir! Ayrıca; *Baca gazları sadece bu bölgeyi değil, İzmir’in büyük bölümünü etkileyecek. * Turizm büyük darbe alacak. * Yüzyıllardır bölgede yaşayan insanlar bir süre sonra göç edecek, tarihsel, sosyal, kültürel, geleneksel ilişkiler son bulacak, bölge halkının çocukluğunu geçirdiği ata yadigârı yerler tarumar edilecek, kısaca yöre insanları köklerinden koparılacaktır. ÇED Uluslararası Mevzuat ve Türkiye • Anayasa’nın 2. maddesine göre “T.C.Devleti, sosyal hukuk devleti”dir, 56.maddesine göre “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir”. 138. maddesine göre de; “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” Çevresel Etki Değerlendirilmesi olumlu kararı verilmesi halinde karar, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslar arası Sözleşmelere ve Taahhütlere aykırılık teşkil edecektir. Şöyle ki, 1972 Stockholm Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı 1981 yılında Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Sözleşmesi (Barselona) taraf olan Türkiye, 1988 yılında sözleşmenin eki niteliğindeki Akdeniz'de Özel Koruma Alanları Ve Biyolojik Çeşitlilik Protokolüne de katılmıştır. Sözleşmeye taraf olan ülkeler Akdeniz iklim özelliklerine göre biyoçeşitlilik taşıyan alanları tespit edip, bunların korunmasına ilişkin önlemler almayı, biyoçeşitliliğe zarar verecek işlemlerde bulunmamayı taahhüt etmişlerdir. 1992 - Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Zirvesi Sonuç Deklarasyonu; 1992 - BM-Rio-Gündem 21 Sözleşmesi 1992-BM-Rio-Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 1979-Avrupa Konseyi-Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma BERN Sözleşmesi ( 20/2/1984-18318) Uluslar arası sözleşmelere ve göre, yöre halkının istemediği bir tesis kurulamaz. Yukarıda sunulan Anayasanın 90.maddesine göre Türkiye'yi bağlayan çevre ve doğa koruma sözleşmelerinde böylesine doğayı etkileyecek büyük inşaat projeleri için ÇED yaptırma ve halkın onayını alma yükümlülüğü mevcuttur. Çevrenin, Canlı Yaşamı İçin Bir Bedeli Olduğu Yok Sayılıyor Çevre, piyasa ekonomisi kapsamına alınmadan korunamaz. Ama çevrenin bir değeri yok. Çevrenin parasal değeri dediğimiz zaman aklımıza gelen tek değer: Sıfır. Temiz hava alınıp satılmaz ama canlı 61 yaşamı için ne kadar değerli olduğu açıktır. Hava bedavadır. Kimse, bunun bir bedeli olabileceğini aklına getirmez. Bu nedenle hava, ekonomik bakımdan sanki değersizmiş sanılır. Çevrenin bir alım satım değeri yok. Suyun parasal değeri nedir? Sessizliğin? Toprağın? Bir parasal değeri olmadığı için de bütün çöpleri suya atmakta bir sakınca görmüyoruz. Havayı kirletiyoruz.Toprağın yok olmasına seyirciyiz. Neden? Çünkü hava, su, toprak, sessizlik için bir ödeme yapmıyoruz. Bir şeyin parasal değeri yoksa istismar edilir. Ama değeri varsa, korunur. UZMAN GÖRÜŞLERİ: Bülent İlhan GONCALOĞLU– Ferrııh ERTÜRK- Alpaslan EKDAL Yıldız Teknik Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Beşiktaş – İSTANBUL Hava Kirliliği • Termik santral reaktöründe toz halindeki linyit kömürünün yanması sonucu kömürde bulunan mineral maddeler yanmayıp uçucu kül olarak reaktörü terk etmektedir. • Bu esnada içerdikleri Co, Cd, Zn, Pb, Cu gibi metal bileşikleri de baca dumanındaki SO2 ve NOX gazlarının toksik etkisini arttırır ve asit yağmurlarına dönüşmesinde katalizör etkisinde bulunurlar. Toprak Kirliliği • Termik santrallerin bacasından çıkan duman bileşenlerinin zamanla yere çökmesi çevresindeki alanlarda toprak kirliliğine neden olabildiği gibi, yanma sonucu linyit kömüründe % 35-55 oranında bulunan küller de kül barajında toprak üzerinde depolanarak toprak kirliliği oluştururlar. • Ayrıca, kömürün çıkarılması sırasında büyük alanlardan toprağın alınarak kömür olmayan alanlara yığılması da yanlış arazi kullanımına neden olduğu için bir nevi toprak kirliliği sayılmaktadır Su Kirliliği • Termik santrallerin soğutma sularım deşarj ettikleri su ortamındaki normal sıcaklık derecesi zamanla yükselerek, termik santral kurulmadan önceki doğal halinden farklı yeni bir sıcaklık dengesi oluşur. Sıcaklık sulardaki canlılar ve canlı metabolizması üzerinde hızlandırıcı, katalizleyici, kısıtlayıcı, dondurucu ve öldürücü gibi çeşitli etkilerde bulunur. • Sıcaklık aynı zamanda sudaki çözünmüş oksijen konsantrasyonunun azalmasına neden olmaktadır. • Ayrıca santral bacasından çıkacak olan kirletici gazların oluşturacağı asit yağmurları da suların pH'ını değiştirebilmektedir. 62 Aliağa ölüm vadisi olabilir! Foça ve Aliağa yakınlarında yapılmak istenen termik santrallere karşı açılan davanın duruşmasında, termik santrallerin bölge açısından ekolojik bir felaket anlamına geldiğine vurgu yapıldı. İzmir 2. İdare Mahkemesi’nde gerçekleştirilen duruşmada Enka A.Ş tarafından yapılmak istenen ithal kömüre dayalı termik santrale karşı TMMOB ile aralarında EGEÇEP’in de bulundu çeşitli kurum ve kişiler tarafından açılan iki davanın birleştirilmesine karar verildi. Duruşmada davacıların avukatı avukat Arif Ali Cangı, termik santral yapılacak bölgeyi de kapsayan 1/25.000’lik imar kentsel planının Danıştay tarafından iptal edildiği bilgisini paylaşarak başladığı konuşmasında, özellikle nüfus artışı ile ilgili hatalara dikkat çeken iptal gerekçesinde yer alan “20 yıl içerisinde İzmir 19. yüzyıl İngiliz kentlerine benzer” ifadesinin son derece çarpıcı olduğunu söyledi. TERMİK SANTRAL GÜZELLEMESİ Termik santrallerle ilgili verilen bilirkişi raporunun “termik santral güzellemesi”nden başka anlamının olmadığını belirten Cangı, “Bu raporda Aliağa’nın kalkınma hızı yok. Bölge tamamen gözden çıkarılmış gibi. Bilimsel raporlarda bölgenin ‘yaşamsal anlamda riskli bölge’ olarak tanımlanmasına rağmen, 7 yeni termik santrale izin verilmesinin başka bir izahı yok. Bu santraller bölgeyi ölüm vadisi haline getirecek” diye konuştu. Çevre hukukunun bu tür davalarla şekillendiğini kaydeden Cangı, “burada hüküm veren hakimler yasalarla, yönetmeliklerle hatta anayasayla kendini bağlamamalı. Doğanın yasaları her şeyin üzerinde. Ekosistem bozulursa verdiğiniz kararların hiçbir anlamı kalmaz çünkü” dedi. Bilirkişi raporundaki eksiklikleri, hataları sıralayan Cangı, çok önemli konularla ilgili hiçbir şey söylemeyen, hep ÇED raporunu adres gösteren bilirkişi raporunun iptal edilerek yeni bir bilirkişi incelemesi istediklerini dile getirdi. ÇİFTÇİNİN GEÇİMLİĞİ YOK OLACAK TMMOB adına davaya katılan avukat Cemal Doğan termik santral bölgesindeki yer seçiminin yanlış olduğunu belirterek, “Mevcut sanayi kuruluşları nedeniyle kanserin en yoğun olarak görüldüğü yerlerden birisi bu bölge. Bu termik santrallere izin verilirse dünya birincisi oluruz” dedi. Duruşmada 63 söz alan Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz, bölgede yaptığı zemin araştırmalarında aktif fayların olduğunu belirlediklerini vurgulayarak, “İzmir’de 7’nin üzerinde deprem beklenen yerlerden birisi bu bölge” dedi. Bilirkişi raporunda bununla ilgili hiçbir değerlendirmenin olmadığının altını çizen İçöz, raporu yer bilimleri açısından bir facia olarak değerlendirdi. Ziraat Mühendisi Vezan Karabulut da duruşmada bölgenin tarımsal üretim açısından zengin bir yer olduğunu, termik santrallerle çiftçinin geçimliğinin de ellerinden alınacağını belirtti. Karabulut, asit yağmurlarına ve kesilen zeytin ağaçlarına da dikkat çekti. Bu eleştirilere karşı bakanlık ve şirket avukatları da aynı biçimde savunma yaparak, tüm risklerle ilgili ÇED raporunda değerlendirmelerin olduğunu, santralin en yeni teknoloji kullanılarak yapılacağını ileri sürdüler. Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in yanı sıra İzmir, Aliağa. Foça ve Dikili’den çok sayıda kurum temsilcisi ve yurttaşın izlediği davada karar ilerleyen günlerde mahkeme heyeti tarafından açıklanmak üzere sonlandırıldı.(İzmir/EVRENSEL) http://www.evrensel.net/news.php?id=31603 64 DOSYA Hazırlayan: Özer AKDEMİR 12.12.2012 BİR ‘FEDAİNİN’ İTİRAFLARI… Birinci gün fotoları: ersan var1, 2(İkinci atık havuzu ÇED toplantısında Hayri Öğüt’le birlikte. En sağda siyah takım elbiseli) ( (acik_ocak (Ovacık Altın madeni açık ocağı ya da halkın deyimiyle ‘cehennem çukuru’), panel_baskın(Var işe girdiği ilk gün Dikilideki panel baskını davasına götürülmüş. Fotoğraf 2006 yılındaki baskından). Hayri_panel (Ersan Var’ın hakkında önemli iddialarda bulunduğu Koza Altın Şirketi Genel Müdür Yardımcısı Hayrettin Öğüt, Dikili’deki Panelde meydana gelen olayların da içindeydi) GİRİŞ Bergama yakınlarındaki Ovacık Altın Madeni 1986 yılından beri hem yöre de hem ülke kamuoyunda tartışılan bir maden. Uluslar arası sermayenin ortaklığı ile Eurogold adıyla Çamköy, Ovacık, Narlıca köyleri ortasında yapılmak istenen siyanürle altın işletmeciliği, yöre halkının büyük direnişi sonrası uzun yıllar faaliyete geçemedi. Amerikan altın tekeli Newmont- Normandy 2004 yılında esas işi davetiyecilik olan, İpek Grubuna madenin %39’unu sattı. Koza Altın bu satışı sanki madenin tamamını almış gibi “%100 yüz Türk altın şirketi” reklamı ile halka duyurdu. Dünyanın en büyük altın tekellerinden Newmont’un bu hamlesi iktidara yakınlığı ile bilinen Koza grubunun siyasi gücünün ve yerli bir şirket görüntüsünün halkın tepkisini gidereceği hesabı olarak yorumlandı. Aradan geçen zaman içerisinde, Koza Altın şirketi Ovacık’taki madenin tamamına sahip olurken ülkenin birçok yerinde altın madenleri işletmeye başladı. Bergama’daki tesisi de cevher bitmiş olmasına rağmen, yakın yerlerdeki cevherin taşınarak siyanürle altının ayrıştırılma işleminin yapıldığı bir “siyanür üssü’ne çevirdi. Bu nedenle ikinci bir atık havuzu yapıldı. Havran’dan, Kozak Yaylasından cevherler kamyonlarla Bergama’ya taşındı. Madenin şu an Genel Müdür Yardımcısı koltuğunda oturan Hayrettin Öğüt, Eurogold zamanından günümüze madenin hep üst düzey yöneticilerinden birisi oldu. Yaptıkları, sözleri, 65 eylemleri hep tartışılan, dava konusu olan Öğüt, şu anda Koza Altın Şirketi Genel Müdür Yardımcısı koltuğunda oturuyor. 2008 yılından bu yana, 4 yıl 3 ay Hayri Öğüt’ün korumalığını ve kendi deyimiyle fedailiğini yapan Bergamalı Ersan Var, işinden ayrıldıktan sonra Öğüt ve madenle ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu. Ersan Var, Öğüt’ün talimatı ile kimlere baskı ve şiddet uyguladığının yanı sıra, çalıştığı süre boyunca madende tanık olduğu usulsüzlükleri gazetemize anlattı. İlk iş: Panel baskını davası Bergama’nın köklü bir ailesinden geldiğini söyleyen Ersan Var, eski Belediye Başkanlarından Raşit Ürper zamanında otoparkçılık yaparken o zamanlar madeni halkla ilişkiler müdürü Hayrettin Öğüt’ten iş teklifi almış. Otoparkçılık yaparken 2 bin lira aylık geliri olduğunu belirten Var, altın madeninde güvenlik ve şoför olarak işe başlamış. Var işe girdiği ilk gün 2006 yılında Dikili Festivali kapsamında gerçekleştirilen “Siyanürlü altın ve çevre paneli”ne maden çalışanları tarafından yapılan baskın ve sonrasında yaşanan olaylarla ilgili açılan davaya gitmiş. “İşe girmek için 15 kişi ile mülakatta iken Hayri Öğüt beni çağırdı, ‘Ersan kalk’ diye. Daha sınava bile girmemişken ilk gün 5060 kişi Osman Özgüven’in mahkemesine gittik. Panelde saldırı ile ilgili bir davaydı. O panel olayı nedeniyle bazı polis memurlarını bile başka yerlere dağıttırdılar. Taraf tuttular diye”. Eski müdürü yumurta yağmuruna tuttum Var, bir başka mahkeme çıkışında Hayri Öğüt’ün talimatı ile madenin eski kamu ilişkileri müdür Hasan Gökvardar’ın arabasını ve evini yumurta yağmuruna tutmuş. “Bir gün mahkemeye çıktık. Bana talimat verildi Hayri Öğüt tarafından ‘Bu adam canımı çok sıkıyor’ diye. Ben bu adamın arabasını yazlığının önünde yumurta yağmuruna tuttum. Belki 50 tane, evine, yazlığına falan yumurta attım”. Hasan Gökvardar, 10 yıl madende kamu işleri müdürlüğü yaptıktan sonra işten çıkarılmış, bunun üzerine madende dönen dolapları ve yapılan usulsüzlükleri basına anlatarak, maden karşıtlarını safına geçmişti. İşte başlıklar halinde madenin genel müdür yardımcısının korumalığını yapan Ersan Var’ın anlattıkları; 66 Denetlemeye gelen memurlara hediyeler götürdüm Madeni denetlemeye gelen devlet memurları (Özel İdare, DSİ, Üniversite, Çevre İl Müdürlüğü, emniyet vb)’nın hepsini ben şirketin özel arabasıyla İzmir’den odalarından alıyordum. Sabah, öğle, akşam yemekleri yediriliyor. Denetleme yapılıyormuş gibi numuneler hazırlanıp ellerine veriliyor. İşyerlerine, evlerine kadar dağıtılıyorlar. Ben bundan utanç duyuyorum. Ramazanda, yılbaşlarında bunların odalarına ben kendim çikolata dağıtıyorum. Bunların bir ramazan paketini alınca gözlerini parladığını hissediyorum ben. Ben bunları görev olarak yapıyorum. Gazeteciye gözdağı verdim Yerel gazetelerle her gün pazarlıklar yapılıyor. ‘Benim haberimi, adımı çıkarırsan üç bin tane gazete alırım’ gibi. Gazetelerin dağıtımı da bize ait. Ben dağıttım elimle birçok kez. Bergamalı gazeteci Ahmet Üneroğlu’nun önünü kestim. Konuşmalarından ve köşe yazılarından dolayı rahatsız oldu Hayri bey. Bununla ilgili bana talimat verdi. Gece 12 civarında vardiyam bitti. Denk geldi tesadüf. Şoföre sen yürü belli olmasın dedim. Ahmet abi altına işedi. Sabah Hayri beyi aradı telefonla. Hayri beyin ‘ben o eşek herife sorarım. Gerekli şeyleri yaparım’ dediğinde ben yanındaydım. Bununla ilgili üzüntülerimi anlatmakla bitmez. Ben bu işleri yaptım. Aldığım para 950 lira. Bana verilen vaatleri anlatsam dillere destan. Ayrıca AİHM’e dava açan üç köylünün davalarını geri aldırttım. Foto kodları: kozak_yayla, 1 (Altıncı şirket ‘ekolojik hassas bölge’ olarak tanımlanan Kozak Yaylası’nın altını üstüne getirdi), ilhan_cakir (Yukarıbey Köyü Muhtarı), ilhan_çakır (Yukarıbey Köyü muhtarı), kozaklı(Kozak Yaylasının en önemli geçim kaynağı künar da denilen çam fıstığı ) BİR ‘FEDAİ’NİN İTİRAFLARI - 2 KOZA’NIN KOZAK’TA YAPTIKLARI Koza Altın şirketinin Bergama Ovacık’taki tesislerinde 4 yıl üç ay özel koruma ve şoför olarak çalışan Ersan Var, şirketin Kozak Yaylasındaki madenleriyle ilgili de çok önemli iddialar ortaya attı. Kozak köylerinin muhtarlarını para ve değişik menfaatler karşılığı madenci şirketin yanına çektiklerini itiraf eden Var, karşı çıkanları ise tehdit ve güç kullanarak engellediklerini anlattı. İşte Var’ın itirafları ile Koza Şirketi’nin Kozak’ta yaptıkları: Orman katliamı yaptık 67 Kozak’ta kesilen ağacın haddi hesabı yok. Kesilen ağaç deli ağaç da değil. Tohumluk ağaçlar kesildi. Binlerce canlının yaşamasının önü tıkandı. Biz orada 9-10 ay katliam yaptık. Katliamı da oranın köylüsüne paraya ihtiyacı olan köylülere yaptırdık. Normalde o ağaçları kesen insanların hepsini hayvanları vardır ve oralarda hayvanlarını otlatmak için gezerler her gün. Çukuralan Köyünün muhtarı ve 5 azasının kaldırdıkları paranın haddi hesabı yok. Yevmiyelerini aldılar, araçlarını ve ağaç motorlarını, içindeki mazota kadar maden verdi. Ormana da bedelini ödedi, Koza Altın onlarında ağzına fermuar çekti. Kesilen ağaçları ster ster yapıp, bir muhtar 5 azaya bıraktı, hediye. Dere yataklarını bile değiştirdik Dere yataklarını bile değiştirdiler. Orada bir akarsu var, bende kayıtları da var. Çağlayan var mesela. Şu an gidelim avucumun içi gibi biliyorum oraları, yataklarını değiştirdiler. Akarsuların yolları, dengeleri değişti. Bakanlıktan mühendisler gelmişti maden akarsuların dengelerini bozuyor mu diye. Şimdi gidelim görelim dere yataklarını. Başbakana verilecek dosyayı ellerinden aldım Kozaklı Yukarıbey Köyünden İlhan Çakır muhtar ve çevre platformu Başbakan Tayyip Erdoğan geldiğinde (2009 Mart ayı olabilir) ona bir dosya vermek istedi. Hayri bey, talimat verdi bana, “ne yapıp edip o dosyayı verdirme. Al elinden. Ne gerekiyorsa yap” dedi. Şu an fıstık fabrikasında müdür olan Hasan Hüseyin Ateş vardı, Ayvatlar Muhtarı. Kürsüye yaklaştığında ellerinde dosyayı görünce muhtar İlhan Muhtarın ceketinden tutum. Dosyayı elinden kaptık. Boğazından itip, yumrukla yere düşürdüm. Bunların izledikleri politika Bergama esnafına, gencine hep zarar verici. Devlet bunlara yandaş gözüyle baktığı halde, bunların en çok korktuğu şey dava. Bana dava gelmesin, nasıl yapıyorsan yap diyorlar. Muhtarlara ‘danışmanlık’ ücreti veriliyor O zamanlar, çevre platformunda da görev alan Hasan Hüseyin muhtar şu an fıstık fabrikasında görev alıyor. Neler aldığını, ne kadar aldığını siz varın tahmin edin. Aylık geliri 20 bin lirayı buluyordur. Madenin yanında saf tutan 8 muhtarın çalışmadan “danışmanlık” adı altında para aldığını köylüler söylüyor. Kozak’ta ağaçları kurutuyorlar Madeni politikası Kozaktaki ağacın kuruması yönünde. O ağaçlar kuruyunca, köylü verim alamayınca onlara mahkum olacak. Ağaçları kendileri kurutuyor. Düşünebiliyor musunuz, altın çıkan yer Çukuralan, ağacın kuruduğu yer ayrı bir yer. Çamavlu köyünde bir maden buldular. Bunlar da aynı kişiler aslında ama bizimle ilgisi yok diyorlar. Ağaçları kuruyup, insanların muhtaç olmasını bekleyerek o yerleri o insanlardan almak istiyorlar. Politikaları bu. İlaç atıldığına inanıyorum. Bu insanların bu gücünü ben biliyorum. Tarihi mezarlar çıktı, tahrip ettiler Çukuralan da tarihi bir yer vardı. İnanın çıkan mezarları anlatsam, izin verilecek şey değildi yani. Mezarla, toplu mezarlar. Şimdi girsen bulamazsın. Kepçelerle yerle bir ettiler. Bir mağara var, yeryüzünden sondajı vuruyor 200 metre boşa gidiyor. 200 asır önceki adamlar bir maden yapmışlar 200-400 metre tünel kazmışlar, doğanın üstüne zarar vermemişler altını çıkarmışlar. Ovacıkta da daha eskiden maden vardı. 68 Foto: acik_ocak, ordek (Ovacık atık barajında yüzen ördekler), selim(Kozak Çevre Derneği eski başkanlarından Selim Demircan ÇED toplantısında konuşma yaparken, alkışlayanlar arasında Hayri Öğüt de vardı.), hayri3(Hayrettin Öğüt) BİR ‘FEDAİ’NİN İTİRAFLARI - 3 SADECE PARA DEĞİL ŞAHSİYETİMİ DE KAYBETTİM Koza Altın Şirketi Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt’ün 3 yıl 4 ay korumalığını ve şoförlüğünü yapan Ersan Var’ın, Ovacık Altın Madeninde ile ilgili anlatırken yıllardır birçok kişinin kafasına takılan bazı sorulara da yanıt niteliğinde. Var’ın tanıklıklarının yanı sıra kendisinin bizzat içinde yer aldığı bazı olaylardaki itirafları madenci şirketin yöntemleri ile ilgili ipuçları da veriyor. İki akrabayı birbirine vurdurttular Ben orada çalışırken, Koza’dan Pınarköy, Narlıca köylüleri olsun, birçok kişinin emekli olduğunu biliyorum. Pınarköy, Narlıca köylerinde dedeler ne derse o oluyor. Alevi köyleri. İnsanları birbirine kırdırdılar orda da. İki akrabayı birbirine vurdular. Öldüren kişi cezaevinden çıkınca madende işe aldılar. Bunların aldıkları maaşta çok gülünçtü. Her yağmurda siyanür havuzu sızdırıyor Her yağmurda siyanür havuzundan su akıyor. Çiçek ekilen yerlerden akan sular damar olup, aşağıya kadar iniyor. Aşağıdaki Total gazın oradaki ağaçlar su altında kalıyor. Kalan kısım komple kuruyor. Adam 1-2 senede zeytinleri yeniliyor mecburen. Açık ocağın eski hali tepelik bir yerdi. Şimdi dibini göremiyorsunuz. Buradan çıkarılan nebati toprakları ikinci atık havuzuna serdiler. Açık ocağı kapatma taahhütleri var aslında. Birinci atık ocağı kapatacak toprağın üzerine ağaçları diktiler. O topraklar tazen iyi topraklar, üstteki verimli topraklar. Normal tarlada bir yılda veriyorsa, orada da gübrelerle, uğraşmayla iki üç yılda veriyor. Köylerden ördek topluyorlar 69 Ördekler yüzdürülüyor siyanür havuzunda. Her ay ya da iki ayda bir ördek aldırılıyor, köylerden ördek toplatılıyor. Ördekler hemen havuzda ölmüyor. Ama bir zaman sonra ölüyor. Ördekler sürekli değişiyor. Havran belediye başkanına para dolu çanta verdim Havranda kapanışı verdik resmi olarak ama iki-üç ay daha cevher çıkardık. Ve hiçbir devlet memuru da gelip bunu denetlemedi. Son seçimlere yakın bir zamanda işçilerin parası verilecekti. O gün de bizim de madenle ilgili imzalarımız vardı. Zamana ihtiyaç olduğu için başkanın imza atması gerekiyordu. Başkan, personelin parası konusunda sıkıntıda olduğunu, seçime yakın bir zamanda paraya ihtiyaç duyduğunu söyledi. O tarihte 60 bin lira parayı çantayla bankaya götürüp yatırdım ben. İmzaya karşılık. CHP meclis üyesine bilgi karşılığı para veriyordum Dikili’de, CHP’nin güçlü isimlerinden birisi meclis üyesi Deynekçi Ali diye bilinen Ali Demirel özellikle Osman Özgüven’le ilgili bize bilgiler veriyordu. Bilgi, belgeler karşılığı para istiyordu bizden. Bu paranın miktarı değişiyordu; 3 bin, 5 bin, 10 bin, ihtiyacı ne ise. Telefon ediyordu. Belgeleri almam için Hayri bey beni gönderiyordu ya da bu kişi madene geliyordu. Bunun getirdiği bilgilerle hazırlanan Özgüvenle ilgili bir dosyayı İzmir Varyant’taki şimdi adını unuttuğum bir devlet birimine ben kendim götürdüm. Ayrıca Deynekçi Ali’ye verilecek paraları da zarfla ben götürüyordum. Ankara’ya her şeyi anlattım Akın beyin (Hamdi Akın İpek, Koza İpek Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ö. A) sağ kolu denilen adama bütün bilgiler verdim. Bir kuruş para da iş de istemiyorum dedim. Mandıradaki patlağı çıkardılar. Adamın işten çıkışını verdiler. Bu kişi nasıl çıktı, suçluyum diye mi? Mühendis Metin Tenekeci dava açınca Koza altın şirketi de dava açtı. İşten çıkarırken niye dava açmadılar peki. Öyle olsaydı Hayri beyin pislikleri ortaya çıkacaktı. Olcay denilen genç bir çocuk. Kozak’lı birisi. Zimmetine para aktarılıyor. Bu çocuk işe girdiğinde babasının, kendisinin dünya borçları vardı. Şimdi kooperatifte üç tane arabası var. Ben bu çocukla ilgili de Ankara’ya bilgi verdim, çocuğu işte çıkardılar. Üçüncü bilgiyi aktardım telefonlarıma çıkmıyor Ankara’daki. Ben de fıstık fabrikası ile ilgili, Hasan Hüseyin’le ilgili bilgileri, evrakları postalattım. Karakol komutanı bile fıstık topladı Çevre Platformunda bir Selim abi vardı. Hasan Hüseyin Ateş’le de (Ayvatlar köyü Muhtarı) Ö.A.) kanka bunlar. H. Hüseyin altın madeni ile anlaşınca yüz ton künar verdi fıstık fabrikasına. Bu parayı Selime veriyorlar. Selim piyasadan ucuz fıstık topluyor. Senin paranla topladığı malı, sana daha fazla fiyatla satıyor. Aldıkları künarların da içinde fıstık yok. Bunlar yılların adamları, bunu bilmeleri lazım. Tayini çıkan Jandarma karakol komutanı bile, fıstık topluyordu altın madenine. Selim’i böyle aldılar. Oradaki bütün olaylarda dik duruyordu. Baktım adam fıstık toplamaya başlamış. Sadece para değil, şahsiyetimi de kaybettim Bergama Belediyesinin toplantı salonunda esnaflarla yapılan toplantıyı çekmem için Hayri Öğüt talimat verdi. Git bunları çek, kim yanımızda kim değil görelim dedi. Beni tanıyan esnaf salona giremedi, dönmek zorunda kaldı. Orada birkaç kişi, çevre platformundan bana müdahale ettiler. Ben, muhtarlarla, gazetecilerle, istifa etmiş personelle ilgili fedailik, yaptım madene. Hayri bey, Hakan Hızlıer denen birisi madenden çıkışı verildikten sonra, kendisine ve ailesine rahatsızlık verdi diye beni üzerine saldı. 4 sene 3 ay bu insanları nasıl çektim diye kendime soruyorum. Benim kaybettiğim şey sadece para değil. Şahsiyetimi de kaybettim insanlara kötü davranmakla. Bütün bunlardan sonra bile şirketin Hayri Öğüt’den vazgeçebileceğini düşünmüyorum. Şirket öyle bir sorunlu ki, vazgeçemiyor. 70 Foto: Alparslan (Alparslan Karakaya), gazete_kupür1, 2 (Şirket bu haberimize 70 bin liralık dava açmıştı BİR ‘FEDAİ’NİN İTİRAFLARI - 4 SİYANÜR HAVUZU PATLAMIŞTI Altın madenine bir süre yemek sağlayan Bergamalı esnaf Alparslan Karakaya da madenle ve Şirketin Genel Müdürü Hayrettin Öğüt’le ilgili açıklamalarda bulundu. Karakaya’nın anlattıkları arasında altın madeniyle ilgili 10.02. 2009 tarihli gazetemiz manşetine çıkan madenle bir olayla ilgili tanıklığı da var. Altıncı şirket, bu haber nedeniyle gazetemiz, muhabirimiz ve haberde adı geçenler aleyhine toplam 70 bin liralık tazminat davası açmış, dava reddedilmişti. “Biz olmazsak aç kalırsınız” diyorlar Madene bir süre yemek veren bir işletmenin sahibi olan Karakaya, Bergama da Koza’nın mağdur ettiği esnafların miting yapacak kadar çok olduğunu söylüyor. Madenci şirketin Bergama esnafına “biz olmazsak aç kalırsınız” muamelesi yaptığını kaydeden Karakaya, “Biz bu şirketin bütün sıkıntısını çektik. Sanki doğduğumuz günden bu yana bize onlar bakıyormuş gibi muamele yapıyorlar. Bunların bakış açısı, “bu memleket bize muhtaç, biz olmazsak bunlar aç kalır”. Fahiş fatura kesmemi istedi Kozak’taki maden çalışmaları sürecinde oradaki işçilere yemek götürdüğünü aktaran Karakaya, şunları anlattı: “110 kilometre yolda 15 kişiye yemek götürdüm. Hayri Öğüt bana sen çek kahrı, orda 400 kişi olacak ilerde diye söz verdi. Bütün kahrını çektim, tam işler büyürken ufak tefek sebepleri gerekçe göstererek benimle çalışmayacaklarını söylediler” dedi. Karakaya’ya göre madenin başka bir yemek firması ile anlaşmasının arkasında yatan neden ise bambaşka; “Yukarıda 500 kişi olacak. 5-6 liraya yemek verecektik. Günlük 3 bin lira yapar. Aylık 90 bin lira yapar. Benim kesmem gereken fatura miktarı bu. Hayri Öğüt benden fahiş fatura kesmemi istedi. Fazla fatura kestirecek bana. Her ay farkını alacak benden. Bergama esnafıyla iş yapmamasının en büyük nedenlerinden birisi budur. Bir yerlerde söylenir, patlar diye burada iş yaptırmıyor. Koza mağduru esnaflar miting yapacak sayıda 71 O kadar çok ki mağdur esnaf. Ben problem çıkarsaydım istediğim gibi orda iş yapardım. Koza mağduru esnafları, insanları toplayalım diyeceksiniz, vallahi miting yapılır. Kullandılar bizi. Siyanür havuzu patlamıştı Karakaya’nın tanık olduğu bir olay, şirketin bunu haber yapan gazetemize dava açmasına neden olmuştu; “Yağmurun çok yağdığı bir sene, 2010 ya da 11 (2009 olacak, Ö.A). Bir arkadaşım bana gösterdi. Havuz patlamış yukarıdan, su aşağıya akıyor siyanür havuzundan. Havuz yarılmış böyle yol açmış. Asfalttan Dikiliye giderken görülüyor şaldır şaldır 4 yerden akarken. Eski havuz. Dikili yoluna doğru. Alttaki tarlaya doğru. Su öyle bir geliyor ki insanı götürür. Seçimlere müdahale ediyorlar Beş sene sonra biz Kozak’a hasret kalacağız. Bir iki senedir çam fıstığı olmuyor zaten doğru düzgün. Seneye hiç olmaz. Ticaret Odası seçimlerinde 300 kişiye karşı ‘ Biz olmasak aç kalırsınız’ dedi Hayri Öğüt. Salonu terk edip giden esnaflar oldu. Yerel seçimlere, il genel seçimlerine müdahil oldular. İnsanlar korktular, çekindiler. Adları geçenler ne diyorlar: Dosyamızda adı geçen ve haklarında çeşitli iddialar bulunan kişileri de arayarak yanıt hakları olduğunu anımsattık. Ersan Var’ın, Başbakan Erdoğan’a verilmek istenen dosyayı zorla elinden aldığını söyledikleri Yukarıbey Köyü Muhtarı İlhan Çakır iddiaları doğruladı. “5/6 kişi varlardı. Hayri de onların içindeydi zaten. Polis barikatının içinde Başbakanı beklerken biri aldı dosyayı, Hayri beye götürmüş. Bunlar dosyayı ‘Altın madenini istemiyoruz gibi bir dosya’ sanmışlar. Oysa dosya çamların kuruma meselesiyle ilgili bir dosyaydı.” Var’ın Hayri Öğüt’ün adına zimmetine para aktarıldığını ileri sürdüğü Olcay Atar ise iddiaları yalanladı. “Babamın üzerine iki tane kamyon vardı, emekli olunca benim üzerime geçti. Zimmet gibi bir şey kesinlikle söz konusu değil. Ayrıca işten çıkarıldığım da doğru değil. Ayvatlar Köyü Muhtarı Hasan Hüseyin Özel ise madenci şirkete ait fıstık fabrikası ve kooperatifte çalıştığını kabul ederken diğer iddiaları yalanladı. “Evet, madende çalışıyorum. Bordrolarımız belli. Denildiği kadar yok maaşım. Selim beyle ilgi iddialar da doğru değil”. Kozak Çevre Derneği eski başkanlarından Selim Demircan, altın şirketine ait fıstık fabrikasına ürün sattığını doğrularken, bu ürünün babasının adına olduğunu söylüyor. “Ayvatlar Köyü muhtarı H. Hüseyin önceden benim arkadaşım. H. Hüseyin’de madene karşı olan biriydi o zamanlar. Ben uzun zamandır kozalak işi yapıyorum. Sermayem de iyi durumda. Babamla ortak malımız vardı. Satışa çıkardık, 50 ton kadar bir şey. H. Hüseyin’de geldi, teklif verdi. İstediğim 2600 lira fiyatın, 100 lira aşağısına sattım ona kozalakları. Onun dışında benim kendisiyle herhangi bir parasal alışverişim olmadı.” Çukuralan Köyü muhtarı Sezai Akbulut, orman ağaçlarını kendilerini kestiğini kabul ediyor ancak, kesilen ağaçların parasının kendilerine bırakıldığı iddiasını ise yalanlıyor. “Ağaçları orman aldı. Maden bana mazot desteği verdi sadece. Biz kestik, köylüler kesti yevmiyeler alındı. Ne kadar kesim yapıldığını bilmiyorum.” Ersan’ Var’ın “evini ve arabasını yumurta yağmuruna tutum” diye itiraf ettiği madenin eski kamu ilişkileri müdürü Hasan Gökvardar da bu olayı doğruluyor; 2006 - 2009 yılları arasında bu türden olaylar yaşadım. Evim, arabam, taş ve yumurta yağmuruna tutuldu. Para karşılığı Hayri Öğüt’e bilgi-belge verdiği ileri sürülen CHP İl Genel Meclisi üyesi Ali Demirel Hayri Öğüt’ü Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın zamanından bu yana tanıdığını, zaman zaman madene giderek kendisini ziyaret ettiğini söylerken, para aldığı iddialarını ise reddetti. Öztürk, madende çalışması için birkaç kişinin adını verdiğini ama bunların da işe alınmadığını ileri sürdü. Demirel, Osman Özgüven’le ilgili de belge verdiği iddialarını da yalanladı. Hakkındaki iddialarla ilgili ulaştığımız Metin Tenekeci, “ben sizi arayacağım” demesine rağmen aramazken, dosyanın genelinde hakkında birçok iddialar bulunan altın madeninin genel müdür yardımcısı Hayrettin Öğüt, aramalarımıza ve mesajlarımıza yanıt vermedi. http://www.evrensel.net/news.php?id=44565 72 'Fedainin itirafları' yargıya taşınmalı DİKİLİ BELEDİYE BAŞKANI HABERİMİZLE İLGİLİ AÇIKLAMA YAPTI Özer Akdemir Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, gazetemizde geçtiğimiz hafta içinde yayınlanan “Bir fedainin itirafları” yazı dizisinde belediye başkanlığının düşmesine yol açan yargı sürecinde bir CHP İl Genel Meclisi üyesinin ve Koza Altın Şirketinin de parmağı olduğu iddiaları ile ilgili İsveç’ten açıklama gönderdi. Yıllarca altın madeni genel müdür yardımcısının fedailiğini ve korumalığını yapan Ersan Var’ın gazetemize yaptığı açıklamaların çok önemli olduğuna dikkat çeken Özgüven, bu açıklamalarla ilgili yargı sürecinin derhal başlatılarak kendilerine verilen ceza ile ilgili Yargıtay başsavcılığında olan itiraz başvurusunun dikkate alınmasını istedi. Osman Özgüven yazı dizimiz ve sonrasında yaşanan gelişmelerle ilgili şu görüşleri dile getirdi: PATRONLAR KABULLENEMEDİ “Evrensel Gazetesinde Özer Akdemir imzasıyla yayınlanan Ersan Var’ın itiraflarını okudum. Bugüne değin altın madeni çevresinde, patrona en yakın yerde bulunan, şoförlük, fedailik ve korumalık yapan söz konusu kişinin yaptığı açıklamalar benim, bizim için sürpriz olmadı. Zira baştan beri, siyanürlü altın çıkarımının çevreye, doğaya ve insana verdiği zararları gündeme getiren, demokratik bir biçimde bunu anlatmaya uğraşan, olaya duyarlı tüm insanlara karşı, bizlere karşı maden patronlarının masalarının nasıl davrandıklarını birebir ben de yaşadım. Gazetelerini Dikili’de bedava dağıttırıp itibarımızı zedelemeye çalıştılar. Değerli bilim insanlarının katılacağı ve tartışacağı panelimizi bastılar. Patronlar benim çevreye ve doğanın tahribine karşı insani bir sorumluluk içinde olmamı kabullenemedi. Bu konudaki muhalif duruşumdan hiç memnun olmadılar. Baskı, sindirme, itibarsızlaştırma, ‘barışma’ dahil her tür yolu denediler. Bu nedenle de Ersan’ın açıklamaları çok önemli. Bu iddiaların yargıya taşınması gerekiyor.” SOKAKTAKİ ÇIĞLIĞI DUYACAKLARDIR Kendisiyle birlikte yargılanıp ceza alan kişilerin ve ailelerinin düşürüldüğü zor durumu kabullenmekte zorlandığını belirten Özgüven, “Kimseyi sorunlarımla yormak istemem. Ama en azından şimdi cezaevinde olan arkadaşlarımdan, bir başka anlamda daha iyi ve rahat olduğumu da söyleyemem. Her şeye rağmen her yol sonlanmadı. Sokaktaki çığlığı er ya da geç soruna objektif bakan hukukçular duyacaktır” dedi. 73 KOMPLONUN NEDENİ TOPLUMSAL BELEDİYECİLİK Özgüven ‘komplo” olarak nitelediği dava sürecinin altında Dikili ve toplumsal belediyecilik anlayışının yattığını söyledi. “Genel çevre sorunlarında, Aliağa’da kurulmak istenen termik santraller meselesinde, altın madeni sorununda Dikili çıban başı olarak görüldü. Bir yandan iktidar kurumları ve sözcüleri, bir yandan politik mücadeleyi kişiselleştiren küçük siyasetçiler, diğer yandan en başta altın madeni patronu ve maşaları her tür yolu denedi” dedi. DAVA YENİDEN GÖRÜLMELİ Cezalarla ilgili Yargıtay Başsavcılığına yaptıkları itirazın sonucunu beklediklerine vurgu yapan Özgüven, gazetemizde çıkan itirafların davanın yeniden görülmesine neden olabilecek nitelikte olduğunu dile getirdi. Özgüven itiraflarda altın madenine para karşılığı bilgi belge sızdırdığı ileri sürülen CHP İl Genel Meclisi üyesi Ali Demirel’le ilgili ise “Partimiz durumu değerlendirmeli, kendisini dinlemeli, savunmasını almalı ve gereken kararı vermeli. Bizi ağır cezalara yollayan savcılar da herhalde bu açıklamaları duyuyor, izliyordur” dedi. (İzmir/EVRENSEL) evrensel.net - Bu sayfa kere görüntülendi.Güncelleme tarihi: 2012-12-25 09:37:52 74