Tavır Dergisi 135. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız

Transkript

Tavır Dergisi 135. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
01 merhaba_sablon 12/13/13 12:23 PM Page 9
Merhaba
Sahibi
Tavır Yayınları adına
Bahar Kurt
Genel Yayın Yönetmeni
Gamze Keşkek
Sorumlu Yazıişleri Müdürü
Yeliz Yılmaz
Yayın Danışmanı
Veysel Şahin
Yazışma Adresi
İstanbul
Mahmut Şevket Paşa Mah.
Mektep Sk. No: 4-B
Okmeydanı - Şişli - İstanbul
Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49
e-posta: [email protected]
[email protected]
www.tavirdergisi.org
Ankara
İdilcan Kültür Merkezi
General Zeki Doğan Mh.
İmam Alim Sultan Cad.
No: 12/19 Mamak
Tel: 0 312 391 37 75
Hesap no (TL)
1042-0596147
Gamze Mimaroğlu
İş Bankası Parmakkapı/İST
Hesap No (EURO)
1042-0129062
Gamze Mimaroğlu
İş Bankası Parmakkapı/İST
Fiyatı (DÖVİZ)
Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro
Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro
İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin
Posta Çeki Hesap No
Selma Altın
515 72 82
Baskı
Ezgi Matbaa
Sanayi C. Altay Sk. No: 10
Çobançeşme/İstanbul
Tel: (0 212) 452 23 02
Yayın Türü: Yerel Süreli
Recep Tayyip Erdoğan Gezi hıncıyla saldırmaya devam ediyor halkın her kesimine. Son söz faşizme bırakılamaz diyoruz bu sayımızda, tarihin en güzel yerinde
daima direnenlerin son sözü söylediğine olan inancımızla... Muktedir, sanatçıları hedef koyuyor önüne “ya padişahım çok yaşa” ya da ödenek yok, gözaltı var,
sansür ve yasak var... Aydın sanatçılar ise yüzünü halka dönmelidir diyoruz, bu halk
deryadır , yalnız koymaz yüzünü kendine döneni...
Dergimiz sayfalarından Hasan Ferit bakıyor bize, yozlaşmaya karşı bir bayrak olmanın onuruyla... Mektuplarla, maillerle onlarca yazı geliyor Hasan Ferit’e dair, halk
unutmuyor yiğidini... Cümle olup dolanıyor dillere, türkü olup söyleniyor Hasan
Ferit ve öfke olup yemin kasesine doluyor zalimden hesap sorma inancıyla...
Ve Berkin, sesleniyor şairlerimiz Berkin’e uyuduğun günler yaşadığın günleri aştı,
gayrı yeter uyan diye...
24-25-26 Aralık’ta Silivri’de bir tarihe tanık olacağız... Devrimci avukatlar 18 Ocak’tan
bu yana ilk defa hakim karşısına çıkacak... Yargılayanın ve yargılananın tarih sahnesinde bir kez daha yerini netleştireceği bu üç gün de bizler de avukatlarımızın
yanında, savunmayı savunacağız... Avukatlarımızın kendilerini yargılamaya çalışan bozuk çarkın tekerini, yargılamayı devralarak nasıl patlatacağına tanık olacağız...
Yeni yıla; biz de tutsaklıklarla giriyoruz. Veysel, Gamze ve Ayfer hala içeride. 14
Ocak’ta Ayfer’in, 21 Ocak’ta Veysel’in mahkemelerinde olacağız, bir kez daha sanık sandalyelerinden devrimci sanatın engellenemeyeceğini haykıracağız...
Halkımızın onurunun, inancının ezilmediği, emeğinin ve değerlerinin “içine tükürülmediği” yıllarda yaşamanın inancıyla yeni bir yıl diliyoruz. Kendi emeğimizle.. Ödenmiş bedellerle biraraya getirdiğimiz deneyimlerimizle.. Paylaştığımız acılar ve bundan kaynaklı birleştirdiğimiz gücümüzle.. Ve bizi yok sayanlardan, ezmeye çalışanlardan hesap soracağız...
Bir dahaki sayımızda buluşmak dileğiyle...
Dostlukla..
02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:23 PM Page 30
3
5
6
8
11
14
17
19
20
22
23
24
25
26
28
30
GÜNCEL
deniz korcan
sanatçıdır deyin insan olduğu için
GÜNCEL
şengül ince
ahmet kaya yaşasaydı
MAKALE
hüsnü yıldız
sanat sanatçı ve şarlatan
MAKALE
murat erdem
geleceğin mimarları
MAKALE
berdan çınar
yozlaşmaya karşı hasan ferit olmak
DENEME
emre yüksel
armutlu’da çocuk olmak
DENEME
deniz ekin
ölümü anlatmak ali’ye
MEKTUP
gökhan aktaş
kurtulursam sorarım size
RÖPORTAJ
tavır
sapanlı teyze’yle hapishanede röportaj
MASAL
zerrin ege
iki inatçı keçi
AYIN FOTOĞRAFI
fosem
ŞİİR
ibrahim karaca
sen uyurken
ŞİİR
galip doğan
uyan
DENEME
ümit ilter
halkın elleri’ne dair
DENEME
ümit zafer
adalet isterken
ANI
selçuk kozağaçlı
devrimcilerin avukatlığından devrimci avukatlığa
34
36
37
38
40
42
44
46
49
50
51
54
56
59
60
62
ŞİİR
seven koştu
ali sinan çağlar
KELİMELERİN DİLİ
tavır
aktivist
ÖYKÜ
hülya ergün
işçinin elleri
İZLENİM
fosem
kazova direnişi film festivali
MAKALE
metin büyükeroğlu
hakikat savaşçısı
ŞİİR
bakırköy hapishanesi
veda
ÖYKÜ
zafer sayar
gavur ökkeş
RÖPORTAJ
tavır
genaral giap’la röportaj
DENEME
ümit ilter
o bir oyuncu
AÇIKLAMA
idil tiyatro atölyesi
akp faşizmi karşısında aydın sanatçılar yalnız değildir
BİYOGRAFİ
mehmet esatoğlu
bilge bir ırgat’ın hikayesi: haşmet zeybek
TİYATRO
hasan bakır
yolcu
TELEVİZYON
levent karakaya
o ses türkiye’de hasan doğru’nun gösterdikleri
KİTAP
uğur çetin
grev
SİNEMA
eda çalışkan
birinci sınıf
HABER
3-4 sanatcidir deyin_sablon 12/13/13 12:23 PM Page 3
güncel
güncel
sanatçıdır deyin, insan olduğu için*
deniz korcan
Buyurdu padişah ve başka bir operasyon başladı. "Kızlı-Erkekli"nin hemen ertesiydi. Gezi Sendromu'nu atlatamamış,
atlatacağı da yoktu.
Uyuşturucu operasyonu kapsamında
gözaltına almadıklarını başka bir biçimde sindirmeliydi. Çok geçmedi "Redhack Operasyonu 14 gözaltı" diye verdi gazeteler. Hem zaten "Ahmet Kaya'ya
çatal fırlatanların hepsi Gezi Parkı'ndaydı" buyurarak bir süre önce bir taşla iki
kuş vurmanın derdindeydi. En erkek haliyle haykırdı televizyondan "Ulan hepiniz oradaydınız be!"
Ahmet Kaya'ya utanmadan övgüler
düzüyor, sanki aynı saftaymış gibi dav-
ranıyor hiçbir vakit bu utanmazca oyunu
oynamaktan vazgeçmiyordu. Neşet Ertaş
onundu, Ahmet Kaya onundu. Gerekirse
Grup Yorum'un şiirini bile okurdu, hoşuna giderse.
Öyle ya kendisi zamanında Dostoyevski
bile okumuş, Marksizmi de bilirdi, o bir zamanlar genç olmuştu. Zamane gençleri
böyle şeylere özenebilirler, öldürdüğü
gençlerden sözetmiyordu ama...
Padişah kimin adını ağzına alsa onun
başına bir iş geliyordu. Öğretmenler
günü vesilesiyle yine döktürüyordu "hayatta üç kişinin elini öpeceksiniz, bir annenin, iki babanın, üç öğretmeninin" o bu
cümleleri sarfederken öğretmenler Anka-
ra'da gazlı-tazyikli su yiyor, coplanıyordu. Hatta birinin bacağı kırılıyordu.
Bir hafta önce de "sanatçı lazımsa biz yetiştiririz" diyerek Kürt halkının çok değer verdiği Şivan Perver'i koluna takıp,
mafyacı türkücü ile birlikte Diyarbakır'da
Kürtçe söyletiyordu. Sanatçı olacaksa
böyle olmalıydı insan, işbirlikçilerle kolkola...
Kısa bir hafıza turu yapalım bakalım yakın zamanda neler oldu?
Halk ayaklanmasından sonra bu direnişe katılan sanatçılar tek tek listeye alınıp hedef haline getirildi. Mehmet Ali
Alabora direkt hedef gösterildi. "Katli vaARALIK 2013 | TAVIR | 3
3-4 sanatcidir deyin_sablon 12/13/13 12:23 PM Page 4
ciptir" denildi.
Pek çok sanatçının konseri iptal edildi,
televizyon programları yayından kaldırıldı. Hiç birşey olmasa vergi denetimine tabi tutuldu.
Devlet ve Şehir Tiyatroları uzun süredir
hedefteydi. Önce İBŞT'yi yönetmelik
değişiklikleriyle denetim altına almaya
çalışma, sonra Devlet Tiyatroları'nı Kültür Müdürlüklerine bağlayarak özelleştirme hedefleri için
yasa tasarısı hazılama ilk adım,
ikinci adım oyuncu seçimini
ve alımını denetleme, yandaş yazarların eserlerine öncelik tanıma... Hatta bunlar
yetmedi zatın biri, bu zat DT
Genel Müdürü Mustafa
Kurt'tu, "DT'de türbanlı oyuncu yok, olması için engel yok"
dedi. Eski DT Genel Müdürü
Bozkurt Kuruç ise "DT bu
güne kadar kimsenin özel yaşamına, bu türbanlı mı, değil
mi diye bakmadı. Sahnede
rol gereği eğer başörtüsü,
türbanın kullanılması gerekiyorsa yer aldı. Çünkü DT
bir insan laboratuvarı. Ancak
türbanlı oyuncu her rolde oynamaz. Türbanlı oyuncu Sheakspeare'nin eserlerinde nasıl oynayacak?" dedi.
Biz cevaplayalım. Oynamayacak. Çünkü Sheakspeare'nin eserlerinin olmayacağı
bir repertuvar hayal ediyorlar. Gerçi
Necip Fazıl'ın suyunun suyunu sıksan o
kadar eser çıkmaz ama bir çaresini bulurlar. (Hatta en son üstadları Necip
Fazıl'ı bile sansürlediler**)
Yeni iktidar tiyatronun gücünün farkında! Yeni iktidar kendine doğrultulmuş
bu silah karşısında korkuyor!
Gezi'nin intikam operasyonları devam
ediyor. En son Kültür ve Turizm Bakan-
4 | TAVIR | ARALIK 2013
lığı'ndan destek almak için başvuran 15
tiyatro veto yedi.
Bu tiyatrolardan bazıları şunlar:
Dostlar Tiyatrosu (Genco Erkal) Ortaoyuncular (Ferhan Şensoy), Ankara Sanat Tiyatrosu, Kumbaracı 50 ve Kürtçe oyunlar oynayan DESTAR Tiyatro. Bahane hazır "Gezi'ye destek verdiniz!" diyelim ki öyle, sanata devletin desteği bu tip siyasi kararlarla alınamaz. Pek çok tiyatro yazarı, in-
Erdoğan'ın ağzından burnundan zift çıkan bir halinin resmedildiği esere müdahale edildi ve eser sergiden kaldırıldı! Bu alandaki örgütsüzlük ise olası bir
direnişinin önüne geçti.
Faşizmin bu saldırıları karşısında tek çözüm örgütlülüktür. Geçtiğimiz günlerde Sanat Meclisi, 1. Sanat Buluşması düzenledi. "Her Yer Taksim, Her Yer Direniş"
teması ile gerçekleşen Sanat Buluşması'na 60 bin kişi katıldı. Fotoğraf sergileri açıldı, heykeller sergilendi. Tiyatro oyunları oynandı. Film gösterimleri yapıldı, danslar sergilendi, sahneye çıkan pek çok sanatçı
direniş vurgusu yaptı. Örgütlülüğün güzel bir örneği sergilendi. Ve
AKP hiç bir esere ve sanatçıya müdahale etmeye cesaret edemedi.
Bunun en önemli sebebi bu etkinliğin halka hitap etmesi, halkın
içinde yapılmasıydı.
Bugün AKP'nin hedefinde olan
sanatçıların ayağı yoksul mahallelerin çamuruna bulandıkça,
AKP'nin korkusu büyüyecektir.
Üç bin yıldan beri baskı altındadır
sanat. Üç bin yıldan bu yana ezilenlerin karşısında ve dimdik durmaktadır.
Sanat ezilenin ilk çığlığı ile doğmuştur ve ezilenden yanadır. Sanat
devrimcidir bu sebeple. AKP'nin
hayalini kurduğu bir sanat ise
mümkün değildir.
sanı bu kararının siyasi bir karar olduğunu dile getirip eleştirdi.
Ancak güçlü bir direniş gerekmektedir.
Çünkü baskılar en açık faşist haliyle uygulanıyor bugün. Geçenlerde "23. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı ARTDT'de müdahale var mı?" isimli bir sergi açıldı. Ali
Şimşek küratörlüğündeki sergide her disiplinden sanatçıların eserleriyle "direniş"
yorumlanıyordu. Ancak sergiye ismiyle
münhasır "müdahale" gecikmedi. Tayyip
Sanatçı yüzünü halka döndükçe güçlenecektir. Brecht'in 1930'larda yazdığı
Gündelik Tiyatro Üzerine isimli şiirini bugün bir kez daha okumakta fayda var.
*B. Brecht Gündelik Tiyatro Üzerine
**Para adlı oyunda yer alan "Meyhane"
sahnesi bkz. Cumhuriyet 23 Kasım 2013
syf:17
5 ahmet kaya_sablon 12/13/13 12:24 PM Page 5
tartı!ma
tartı!ma
ahmet kaya yaşasaydı
şengül ince
Sanatçı Ahmet Kaya bugünlerde sık
sık haberlere konu ediliyor. Ahmet Kaya'nın ölümünün onuncu yılında pek
çok düzen sanatçısı ve politikacısının
katıldığı bir anma gecesi yapıldı.
Aynı günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan meclisteki grup toplantısında;
"Ödül töreninde Ahmet Kaya'ya saldırdılar. Kimler saldırdı? Gezi Parkı'nda bize saldıranlar kimse, onlar saldırdı. Şimdi diyorlar ki 'Ben o sırada tuvaletteydim, ben o sırada dışarıdaydım. Ulan hepiniz oradaydınız be!
Kamera kayıtlarında hepinizi görüyoruz. Yalancının mumu yatsıya kadar
yanar" demişti.
Tayyip Erdoğan bunları, 12 Şubat
1999'da Magazin Gazetecileri Derneği'nin gecesinde Ahmet Kaya'ya yapılan protestoyu hatırlatarak söyledi.
Ardından düzen sanatçıları sıraya girip, kendilerini aklamak için adeta
birbirleriyle yarıştılar.
Kadir İnanır “Barış için çalışmalıyız.”
derken, Berna Laçin “O geceye sonradan katıldım.” dedi. Ece Erken, Şenay
Düdek, Ebru Gündeş, Reha Muhtar...
diye devam ediyor günah çıkarma sırası. Ve nihayet günlerce zorlama haberlerle, anma gecesine katılıp katılmayacağı tartıştırılan Serdar Ortaç
çıktı sahneye..
1999'daki gecede Ahmet Kaya'ya çatal
fırlatan Serdar Ortaç: “Özür dilerim”
dedi. Ortaç; “Yıllardır yok saydığımız insanları kabul edebilir bir aşamaya geldik. Ben bazıları gibi Başbakan söyledi
diye samimiyetsizlik yapıp özür dilemedim. Asker kaçağı olarak 6 ay hapis
yatmıştım. Mamak Cezaevinde yan koğuşlarda bir sürü Kürt vardı. Yeni öğrendim daha anneannem Urfa Siverekli'ymiş... Aradı, bana 'ben Urfalıyım sen
nasıl böyle şeylere alet olursun' dedi...
Neyse orada Kürtler vardı yan koğuşta.
Sürekli Ahmet Kaya şarkıları gelirdi.
Sürekli söylerdik. Hatta Ahmet Kaya'nın
şarkılarını söylerken bir de onun Kürtçe'sini öğretirlerdi bana. Ben de bilmediğim halde Kürtçe'yi öğrenmeye falan
çalışırdım" dedi. Hızını alamayan Serdar Ortaç, bir albümünde Kürtçe'den
Türkçe'ye çevirdiği bir şarkı olduğunu
belirti. Son olarak da katıldığı tv programında Ahmet Kaya'nın, ‘Kafama Sıkar
Giderim' isimli şarkısını söyledi.
Serdar Ortaç, yıllarca her gittiği yerde
Ahmet Kaya'ya karşı gösterdiği terbiyesiz, alçakça tavra karşılık olarak protesto edildi. Üniversitelerde konser veremez oldu. Defalarca programını yarıda
kesip bulunduğu yeri terk etmek zorunda kaldı. En son olarak, kendi yaptığı
gibi, insanlar da onu çatal fırlatarak
protesto etmeye başladılar. Bugün Ortaç'ı bütün kibirliliğine ve devletin ar-
kasında olduğu güvencesine rağmen
özür dilemek zorunda bırakan işte bu
halkın güçlenmesi ve blilinçlenmesidir. Çatışmasız ortam ya da barış sürecinde Kürtçenin tanınır olması ile
birlikte Ahmet Kaya'ya suç olarak yöneltilen pek çok durumun suç sayılmaktan çıkarılması değildir.
Yaşananlar açıktır. Ahmet Kaya, bugün
dünyada olmadığından kendini savunma imkanı yoktur. Ona zulmedenler, yapılan zulme alkış tutanlar,
bugün onun üzerinden kendilerine
prestij sağlamaya çalışıyorlar. Herkes
Ahmet Kaya ile ilgili konuşarak süreçten pay kapmaya, kendini göstermeye çalışıyor.
Gelinen aşamada, Ahmet Kaya'nın
eşi Gülten Kaya da dahil olmak üzere,
kim ne derse desin; Ahmet Kaya vatanından uzakta sürgünde ölmüştür.
Onlarca baskı, saldırı yaşamıştır. Ve
bunları yüzü halkına dönük bir sanatçı olduğu için yaşamıştır. Onu öldüren faşizmdir. Bugün, düzen pespaye
kültürünün ürünü sanatçıları aracılığı ile Ahmet Kaya'yı kendine aitmiş
gibi göstermeye çalışsa da, Ahmet Kaya'nın yüzü halka dönüktür. Ürettikleri halkındır, bizimdir. Onu ve ürettiklerini doğru, hak ettiği biçimde savunacak, sahiplenecek olan da devrimciler ve devrimci sanattır. !
ARALIK 2013 | TAVIR | 5
6-7 sarlatan_29-30 ellerimi tut 12/13/13 5:55 PM Page 6
güncel
güncel
akp’nin sanatçı oyunları
hüsnü yıldız
“37 yıllık memleket hasretinden sonra
ülkemize dönen Şivan Perver'le..” Böyle yazıyor Muammer Güler, Şivan Perwer’le çektirdiği fotoğrafı twitter hesabından paylaşırken.
“Kaynaşmamızı hazmedemeyen fitneci derinler Fırat ile Tuna'nın buluştuğu
Diyarbakır'da dibi boyluyor. Kardeşliğimiz onlardan çok daha derin!” diye ekliyor Egemen Bağış...
İktidar ve BDP tarafından o kadar çok laf
edildi ki buralara sığdırmak imkansız
olacağından biz bu bölüme son noktayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
sözlerini hatırlayarak koyalım. ‘’Ah Ahh!
Şimdi o da burada olsaydı’’ -Ahmet Kaya’yı kasdediyor.Padişah fermanıyla yönetilen ülkenin
veziri azamları böyle buyururken oluşan
6 | TAVIR | ARAlIK 2013
sinir sıkışmasına da haliyle aracılar gerekmekteydi. Şivan Perwer’i ve İbrahim
Tatlıses’i de böyle kullandı iktidar.
Kendi ülkesine çok uzun yıllardan beri
gelemeyen Şivan’ın gelişi böyle olmamılıydı.
Şivan Perwer’in durumu ise daha ağır.
Cigerxwin’in şiiri Herne Peş’i (İleri)
1970’lerde besteleyip sosyalist devrim mücadelesi çağrısı yaptı, o yıllardan
bugüne Kürt halkının sesi soluğu oldu.
Şimdiye kadar oluşturulmuş değerlere
karşı bazı hatalar yapsa da Kürt halkı
onu yine bağrına basmasını bilmişti. Fakat bu son durumu, artık hiç bir şekilde açıklayamaz. Bir zamanlar “Ben şarkılarımın halkımla, onun gerçekliği,
durumu ve çektiği acılar ve sefalet ve
yaşanan işgalle ilgili bir mesaj taşımasını istiyorum. Kürt müziğine bir çehre
kazandırmak bir kişilik vermek zorundayım. Ben halkıma müziğimle hizmet etmek istiyorum.” demekten bugüne...
İbrahim Tatlıses’i ise okurlarımıza anlatmaya gerek yok diye düşünüyoruz.
Verdiği bir konserde “Babam Türk, annem ise Kürt. Ben Türküm, Türk oğlu
Türküm” diyor ve ekliyor yeni bir çocuğu olursa adını Barış koyacağını... Böylece Kürt’lerin gururunu okşadığını sanıyor. Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın, alevileri onore etmek için torununa Ali ismini vereceğini açıklaması gibi. Peki şimdiye kadar nerdeydin diye sorar bu
halk sana.
Sonuç olarak, Diyarbakır’da başrollerini Recep Tayyip Erdoğan, Şivan Perwer
ve İbrahim Tatlıses’in çektiği bir komedi oynandı. Oynanan bu komedi bizleri düşündürürken güldürmekte ve ba-
6-7 sarlatan_29-30 ellerimi tut 12/13/13 5:55 PM Page 7
zen de hayrete düşürmektedir. Günlerce televizyon ve gazetelerde yer bulan
bu buluşmada söylenen hiçbir şey
yoktur. Hatta Şivan Perwer ve İbrahim
Tatlıses düeti diye şişirilerek günlerce
reklamı yapılan, sahne programı dahi
şarkı türkü değil, bir komedi oyununun
ortaklığının ispatı olmuştur.
O gün kurulan o sahnede, Kürdistan ve
Türkiye halklarına bir zulüm uygulanmıştır. Bu zulmün bir yanı da kültüreldir. Bu hem Kürt halkına, kendi kültürüne ve diline karşı bir zulüm hem de
o kültüre ve dile uzak bırakılmış Türk
halkına da hakarettir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın sahnesinde,
sanatçılık adı altında temsilci sıfatıyla
orada bulunan bu iki isim sanatçılık
yapmamıştır, halkın sanatçılığını hiç
yapmamıştır. Çünkü halk böyle demiyor, böyle düşünmüyor.
Yapılan bu şey, olsa olsa “padişahım çok
yaşa” demektir. Buyrulan fermanlar al-
kışlanmış, Kürt halkının da alkışlaması istenmiştir.... Recep Tayyip Erdoğan, Şivan
Perwer’i kendisiyle aynı sahneye çıkararak Kürt halkına, tek doğrunun kendi
doğruları olduğunu ispat etmeye çalışmıştır...
Padişah buyurmuştur ki tek doğru kendisinindir ve her türlü sanatçı, her türlü
şaklabanlıkla kendi yanında yer alacak,
el etek öpecek, padişahım çok yaşa diyecektir...
Bunu da Kürdistan ve Türkiye halkları
böyle kabul edecek, alkış tutacaktır!
Padişah yanılıyor! Kürdistan ve Türkiye
halkları, yaratılan değerlerin, dilin, kültürün gerçek sahipleri sanatçı kisvesi altındaki hiçbir zata kimliğini ve benliğini teslim etmeyecektir...
Kürt halkı, direnenler, ezilenler, bedel
ödemiş olanlar, acılarının üzerinde tepinmez. Ve yaşadıklarını unutmaz. O nedenle hiçbir oyununun bu hafızayı silmeye
gücü de yetmez.
Sahte barış çağrıları yıllardır yapılıyor
bu ülkede. Faşizmin barışı olmaz. Sen
barış yaparsın, yaptığını sanırsın, o ise
seni nasıl yokedeceğini, çürüteceğini
hesaplar. Emperyalizm çağında, Amerika gibi emperyalist devletlerden ne
de onların işbirlikçisi AKP gibi iktidarlardan bize sağlıklı, güvenli, bizim yararımıza hiçbir sonuç çıkmaz. Bunu
beklemek zaman kaybetmektir. Ona
karşı savaşmaktan kaçmaktır.
Pes etmeyenler de olacak. Mücadele
sürecek. Ta ki Türk, Arap, Ermeni, Laz,
Çerkes, Alevi, Sünni Anadolu halklarının birlikte mücadelesiyle işbirlikçiler
kovulana dek, bağımsızlığımızı kazanana dek. İşte o zaman en güzel “barış”ları
biz kazanmış olacağız. Halkımıza mutlu günleri o zaman armağan etmiş
olacağız. q
ARAlIK 2013 | TAVIR | 7
8-10 gelecegin mimarlari_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:25 PM Page 8
deneme
deneme
geleceğin mimarları
murat erdem
Yaklaşık 80 yıl önce, 1934’te Bolşevik
önderlerden Andrey Aleksandroviç
JDANOV Sovyet edebiyatçılarına, yazarlarına seslenir; “Sovyet edebiyatı kahramanlarımızı yansıtmayı bilmelidir,
yarınlarımıza bakmayı bilmelidir. Bu,
onun hayalci olmasını getirmez, çünkü yarınlarımız bilinçli ve yöntemli bir
çalışmayla bugünden yaratılmaktadır.”
Hiç şüphesiz o gün yarınlara bakanlar
böyle bir dünya tablosu görmüyorlardı. Sosyalist inşaanın zaferine, devrimlerin dünyaya yayılacağına, sosyalizmin bir üst aşamasına yani komünizme geçileceğine inanıyorlardı. Bu inançla anlattılar devrimin, sosyalizmin
kahramanlarını, bu inanç ve sorumlulukla savaştılar burjuva kültürüne karşı.
Ne zamanki Jdanov’un altını çizdiği bilinçli ve yöntemli çalışmayı, savaşmayı zayıflattılar, bıraktılar işte o zaman yenilgi ve yıkım kaçınılmaz oldu. Çünkü
bilinçli ve yöntemli çalışma MarksizmLeninizm'i her alana uygulamaktır. Evet
her alana! Ve ML der ki; hayatta her şey
yaşanan sınıf savaşına göre şekillenir.
Bu savaşta kapitalizmin, emperyalizmin
kültürüyle, sosyalizmin kültürü arasın-
8 | TAVIR | ARALIK 2013
daki çelişki, uzlaşmaz bir çelişkidir.
Her an ve her yerde bu uzlaşmaz çelişkiye dayalı savaş sürer. Gerektiği gibi savaşmayan, “barış içinde bir arada yaşayalım” diyen, ağır darbeler, yenilgiler
alır.
Mesela yalnız kapitalist, emperyalist
kültürle savaşacak da değildir, daha
köklü, daha büyük bir görevi vardır
devrimcilerin, devrimci sanatçıların.
“Kapitalizmin insanların bilincindeki kalıntılarını yok etmek, burjuvazinin proleterya üzerindeki her türlü etkisine,
gevşekliğe, zayıflığa, tembelliğe, küçük
burjuva disiplinsizliğine ve bireyciliğine, aç gözlülüğe ve kolektif mülkiyet
konusundaki sorumsuzluğa karşı mücadele etmek demektir.”
İşte görev budur. Bilincimizdeki, halkın
bilincindeki kapitalizme ait kalıntıları
yok etmek!
Artık bu görev devrimcilerin, devrimci savaşçıların görevidir. O büyük mirasa, o kahramanlara sahip çıkıyor ve onların canını, kanını, sonsuz emeğini kattıkları o yarınları ve bilinçli ve yöntem-
li şekilde inşa etmeye devam ediyoruz.
Bugün çok daha büyük bir saldırı altında olduğumuz kadar, çok daha büyük
bir mirasa, inanca, bilince sahip olduğumuz da bir gerçektir. O günlerde Stalin’e, Jdanov’a saldıranlar “katı”, “slogancı”, “müdahaleci" diyenler bugün devrimci harekete, devrimci sanata saldırıyor. Yine sanatın, sanatçının “bağımsız”, “tarafsız” olması gerektiği tartışmaları yapılıyor.
80 yıl değil 800 yıl da geçse bu konulara dair cevabımız değişmeyecektir.
Jdanov; “Bence, edebiyatımızın taraf
tutma özelliğinden söz eden her kalın
kafalı burjuvaya, her dar kafalıya, her
burjuva yazarına Sovyet yazarı şöyle cevap vermelidir.” diyor. Biz de diyoruz ki
o onuru biz sahipleniyor, biz yaşıyoruz
ML’in bayrağı elimizden, Lenin’in sözleri dilimizden düşmeyecek: “Hem toplumda yaşayıp, hem de ondan bağımsız olmak mümkün değildir. Burjuva yazarının, sanatçısının ya da aktörünün
özgürlüğü, yalnızca maskelenip -belki de iki yüzlü bir biçimde maskelenmiş- bir bağımlılıktır; para babalarına,
rüşvete, harçlıklara olan bir bağımlılıktır”
8-10 gelecegin mimarlari_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:25 PM Page 9
tür ve ahlakın önemini anlatmıyor.
Anlatılan aynı zamanda Sovyetler Birliği'ndeki karşı devrimin, yozlaşmanın, kapitalizme dönüşün de nedenleridir. Ya da Küba’yı ayakta tutan, halklar için bir umut haline getiren gerçek…
Jdanov müzik ve felsefe konularında
da ML politikayı, “bilinçli ve yöntemli
çalışma”yı anlatıyor. Diyor ki; “Halk,
bir müzik eserini halkımızın ve çağımızın ruhunu derinlemesine yansıtıp
yansıtmadığına ve geniş kitleler tarafından anlaşılabilme derecesine bakarak değerlendiriyor”
Grup Yorum’un yüzbinlerle kurduğu
umut korosu, Grup Yorum'un müziğini yaratan bir gerçektir. Müziğimizle hayatı, müziğimizle sınıf kavgasını; müziğimizle umudu, yarınları anlatıyoruz.
“Halk türküleri, hiçbir şekilde tek tek bireylerin yaratıcılığının eseri değil, bütün halkı, yapay müziğin bütün süslerinin arınmış olan besteleridir. Bu çiçekler, toprağı yararak gün ışığına çıkarlar ve en ufak bir yazarlık ya da bestecilik hakkı talep etmeden serpilip gelirler” (Serov'un Güney Rus Türküleri
Makalesi)
Maskelerini indirdiğimiz için saldırıyorlar, riyakarlıklarını yüzlerine vurduğumuz için tahammülsüzler, sansürcüler.
Yarının mimarı olmak için yalnızca
inançlı, iddialı olmak yetmez, bedelleri göze almak da yetmez. Mimarlık
ustalık ister. Stalin’in istediği gibi, insan
ruhunun mimarı olunmadan yarınların da mimarı olunamaz. Biz insan ruhunu devrimci değerlerle, sosyalist
kültürle şekillendirmenin Mahirler’i
olacağız. Yeni insanı yaratacağız, feda
ruhunu büyüteceğiz. Düzene ait ne
varsa kopacak, koparacak, yok edeceğiz. Her şeyden önce ustalarımızdan,
tarihten öğreneceğiz.
İşte Che zaferin, geleceği kazanmanın,
yarınların mimarı olmanın yolunu yöntemini anlatıyor: “Komünist ahlak anlayışı olmadan, ekonomik bir sosyalizm
beni ilgilendirmiyor" Evet; yoksulluğa
karşı savaşıyoruz. Marks, ekonomik olgular kadar, bunların insan zihnine aktarılmasıyla da ilgilenmişti. Komünizm,
bilinç olgusunu dikkate almazsa devrimci bir ahlak anlayışı olmaktan çıkar ve ancak bir bölüşüm yöntemi olabilir.”
Che yalnız “yeni insan”ın, sosyalist kül-
Türküleri sahiplenmeye, türküler söylemeye, türkülerden öğrenmeye, türkülerle direnmeye devam ediyoruz. Yarınların mimarı olmak, önce temeli
sağlam kurmaktır. Biz halkın değerleriyle, halkın kültürüyle, halkın türküleriyle atıyoruz temelimizi. Biliyoruz ki temel sağlam olmadığında yozlaşmaya
karşı direnilemez.
Temel sağlam olduğu kadar yozlaşmaya, yani düzenin ideolojik, kültürel
saldırılarına karşı asla uzlaşmadan,
boşluk bırakmadan savaşmak gerekir.
Hiç unutmamalıyız ki asıl büyük savaş
beyinlerdedir. Beynimizi, bilincimizi
ele geçirmek için onlar da bilinçli ve
yöntemli çalışırlar. Sovyetler Birliği'nde
karşı devrim böyle örgütlenmiştir.
ARALIK 2013 | TAVIR | 9
8-10 gelecegin mimarlari_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:25 PM Page 10
bilir ?” Hiciv adı altında; mizah, eğlence adı altında halkın değerlerine, sosyalist değerlere saldırılmakta ve alay
edilmektedir. 80 yıl boyunca ve 80 yıl
sonra burjuvazi aynı saldırıları sürdürmüştür ve sürdürmektedir. Bugün
halkın değerlerine, devrimci değerlere en sinsi, en rezil saldırılar mizah adı
altında yapılmaktadır. Burjuvazi çizgi
filmlerde dahil her türlü aracı kullanıyor. Her türlü çürüme, ahlaksızlık, yozJdanovlar’dan, tarihten öğrenmeli ve luk, komedi, eğlence denerek yayılıyor,
hepsinden önemlisi bugün ki ideolo- meşrulaştırılıyor.
jik, kültürel savaş gerçeğini kavramalıyız. Hayata, sanata karşı ML bir bakış ol- Yozlaştırma, halkın kültürünü, değermadan saldırıları görmek de mümkün lerini çürütme ve halkı teslim alma saldeğildir. Bu saldırılara cevap vermek, al- dırısı çok ciddi ele alınmak zorundadır.
ternatif üretmekte.
Bir mevzideki savaşta bedeller ödedik,
şehitler verdik. Latin Amerika’da, MekÖrneğin; Jdanov Leningrad’da yayım- sika’da emperyalizmin uyguladığı polanan Zvezda Dergisi'ndeki “Bir maymu- litika çok açıktır. Yozlaşma saldırısı, çenun serüvenleri” yazılarını değerlendi- teler halka ve devrime ait ne varsa yok
rir ve der ki “Yöneticilerimiz, Lenin- etmek istemektedir. Binlerce insan
grad halkı, kendi dergisinde böylesine katlediliyor, yüzbinlercesi yozlaşma
iğrençliği ve saçmalığı nasıl hoş göre- bataklığında boğulup, kökleştiriliyor.
Önce ideolojik ve kültürel saldırıyla
Sovyet insanının bilincini ele geçirmiş, uğruna milyonlarca şehit verilen
sosyalizme, değerlere, kültüre düşman haline getirmişlerdir. Sonrasını
da tüm dünya halkları biliyor. Emperyalizmi, faşizmi milyonlarca şehitle,
nice kahramanlık destanlarıyla yenen
bir halka kendi yarattığı sosyalizmi
yıktırmışlardır.
10 | TAVIR | ARALIK 2013
Jdanov’un 80 yıl önce sorduğu soru bugünde geçerlidir: “Yoz ve aşağılık burjuva ideolojisine karşı mücadeleye önderlik etme görevi bizde değilse, kime
düşmektedir? Bir ideolojiye karşı ezici
darbeleri biz indirmezsek kim indirecektir?”
Biz cevabımızı Hasan Feritlerle, İdillerle, Grup Yorum ile verdik, veriyoruz. Biz
geleceğin mimarlarıyız. İnsan ruhunun, yeni insanın mimarlarıyız. Lenin
gibi, Stalin gibi, Jdanov gibi, Che gibi,
Dayı'mız gibi savaşacağız emperyalizme, faşizme, burjuva ideolojisine, kültürüne karşı. Ancak inancını ve onurunu yitirenler şehitleri unutur. Bizim
inancımız, savaş gerekçemiz, öğretmenimiz, komutanımızdır şehitler. Onlar geleceğimizdir… !
ALINTILAR:
A.A Jdanov Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine- Kaynak Yayınları
Che, Ekonomik Yazılar Yar Yayınları
11-13 yozlasmaya karsi_sablon 12/13/13 12:25 PM Page 11
güncel
güncel
yozlaşmaya karşı hasan ferit olmak
berdan çınar
“…Halka ve devrimcilere
Saldırmanın hesabını vereceksiniz!
Gülsuyu devrimcilerin mahallesidir.
Çetelere ve yozlaşmaya izin
vermeyeceğiz...”
Hasan Ferit Gedik
Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve
manevi değerler ile bunları yaratmada,
sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine
egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.
TDK sözlükte ‘kültür’ün anlamını böyle
ifadelendirmiş. Yani insanı insan yapan
değerlerin bütünü demek yanlış olmaz kültür için. Ki yaşamlarımızdan
bildiğimiz doğru da budur.
Yaşadığımız dünyaya iki ayrı kültür hakimdir. Biri halk kültürüdür… Diğeri
de egemenlerin, yani burjuvazinin, yani
halk düşmanlarının kültürüdür. Bu iki
kültür mütemadiyen cevapsız bir çatışma içindedir. Halk ve burjuvazi dediğimiz olgular aynı zamanda iki farklı sınıfı ifade eder. Ezenler ve ezilenler… Burjuvazi ve proleterya...
Burjuvazi halkı her zaman kendine düşman görmüştür. Çünkü bu halkı iliklerine kadar sömüren onlardır. Ezen, horlayan, yok sayan onlardır. Yoksulluğu, açlığı, halka reva gören, yaşatan onlardır.
Bu nedenle halkın öfkesini ve bir gün
"gecekondulardan gelip gırtlaklarını
keseceklerini" iyi bilirler. Bundan dolayı da halkı sömürürken aynı zamanda da
yozlaştırırlar. Değerlerinden, kültüründen uzaklaştırmak için her türlü aracı seferber ederler. Çünkü halk kültüründe
egemenlere tarihsel bir kin vardır. Pir Sultanlar, Şeyh Bedreddin’ler, Köroğlular ve
onlarca ayaklanma vardır. Tarihsel düşmanlığın nedenleri bunlardır.
Burjuvazi bir halkı teslim almanın öncelikli yolunun kültürel olarak teslim olmaktan
geçtiğini düşünür. Bu nedenle de halk kültürüne yönelik saldırılarını hiç kesmez.
Çünkü insan aynı zamanda kültür demektir. Kültürel olarak teslim alınmış, yozlaştırılmış insan da insanlıktan çıkmış demektir. Dolayısıyla çürümüş düzenleri
için tehlike olmaktan da çıkar. Ki yozlaştırmadaki asıl amaç da budur.
Hasan Ferit’i bu yozlaştırmanın, yozlaşmanın sonucu olarak şehit verdik. Daha önce
de bu mücadelede şehit düşenler oldu,
bundan sonra da olacaktır. Ama kesin olan
Hasan Ferit’in dediğidir: “Gülsuyu (ve diğer mahallelerimiz) devrimcilerin mahallesidir, çetelere ve yozlaşmaya izin vermeyeceğiz.” Çünkü biz devrimciyiz ve mahallelerimize ölümüne sahip çıkarız.
Halk düşmanları bu halkın Hasan Ferit gibi
binlerce gözü kara delikanlısı olduğunu iyi
bilirler. Bu gençler, devrimcileşmesin, hayat denilen kavganın parçası olmasın
diye de gençlerimize, mahallelerimize
özel olarak yönelinir. Mahallelerimizi kuşatıp içten içe çürütmeyi hedeflerler. Ağlarına düşürdüğümüz gençlerimiz de yok
değildir. Ancak bir bütün olarak bunu ba-
şaramamışlardır, başaramayacaklardır.
Devrimcilerin yoğun olduğu mahallelere egemenler bir yozlaştırma politikalarıyla, bir de baskı ve zulümle uğruyor bugün. Hizmet de yoktu devlet. Elektrikten
suya, yolundan kanalizasyona, ulaşımdan sağlığa… yok sayılmanın her türlü
yansımasını görmek yaşamak mümkündür. Ancak işin içinde yozlaştırma
olunca akan sular durur. Uyuşturucu satanlar, torbacılar ortalıkta cirit atarken
polis ortalıkta görülmez. Fuhuş, ahlaksızlık ayyuka çıkar polis oralı olmaz.
Hırsızlık, geceyi bırakalım gündüz gözüyle yapılır haldedir, kimsenin umrunda olmaz. Çünkü bunların hepsi polisin denetimi, himayesi ve ortaklığıyla olur.
Mahalle halkı, devrimciler bu pisliğe
müdahale ettiğinde ise karşısına dikilir
devlet-i alinin kolluğu. Derdi asayişi
sağlamak falan değil; çeteleri halktan korumaktır… Peki bu nasıl olur? Gözaltına
alarak, tutuklayarak ya da TOMA’sı, gazıyla saldırarak. Mahalle halkına devrimcilere reva görülen budur. Çeteciler,
uyuşturucu satıcıları ise karakollarının ön
kapısından girip arka kapısından çıkartılır.
Halkın evlatları devrimci olmasın da ne
olsursa olsun tek dertleri budur. Yoksulluğun, yoksunluğun ağırlığını iliklerine
kadar yaşayan bir gencin kolay para kazanma yollarını seçmesi de o denli ko-
ARALIK 2013 | TAVIR | 11
11-13 yozlasmaya karsi_sablon 12/13/13 12:25 PM Page 12
lay olur. Ki bu “nimet”i devlet kendi
eliyle sunar gençlerimize. Onları devrimin dışına düşürmek için her şeyi yapar.
Tabii tek bu değil… Mahallelerimize
göz koymuştur burjuvazi. Bizleri, görüntü kirliliği olarak gördükleri evlerimizi,
şehrin dışına atmak için her yolu denerler, deniyorlar. Bir sabah ansızın dozerlerle yıkım ekipleriyle kapılarımıza dikilmeleri sorunlarını çözmüyor. Çünkü direnişle karşılaşıyorlar. Bu nedenle insanlarımızı yozlaştırıp, düşkünleştirip, çeteleriyle, polisiyle korkutup kaçırtmayı
hedefliyorlar…
Mahallelerimizi elimizden almak istiyorlar. Eskiden deniz kenarlarına yerleşirler şehrin tepelerini bize reva görürlerdi. Şimdi denizin gazabından, dep-
12 | TAVIR | ARALIK 2013
remden korkup, bizim zemini sağlam
mahallelerimize göz dikiyorlar. Sadece bu
değil… Gülsuyu’nun, Armutlu’nun manzaralarını bize layık görmüyorlar. Oralar onlara, onların villalarına layık. Peki o mahallelerin asıl sahipleri bizler ne olacağız, halk
nereye gidecek ? Halka reva görülen şehir kenarları.. Ne biz ne evlerimiz onların
göz zevkini bozmayacak. Çünkü bizim gecekondularımız onlar için “ucube”. Hasan amca, Ayşe teyze, Ali çocuk onlar için
insan değil bir köle.
Mahallelerimiz peşkeş çekmek istiyorlar.
Ama evlerimizi yıkamıyorlar. Hele bir yıksınlar… Yerli yabancı emlak tekelleri, akbabalar gibi üşüşüp yağmalayacaklar. Ve
yıkabilmenin en iyi yolu halkı yozlaştırmak,
örgütsüzleştirmek, birbirinden uzaklaştırmak, parçalara ayırmak... Halkı, düşünme-
yen sorgulamayan kendi gücüne güvensiz, korkak, pısırık, hakkını aramayan bireyler haline getirmek istiyorlar. Onlar
için tek çare budur. Çünkü Hüsnü İşeri’leri, Hasan Ferit’leri vardır bu halkın. Onların varlığı demek muktedir zevat’ın da
yokluğu demektir.
Mahallelerimize mafya artığı çeteleri
soktular. Esnaflardan haraç alan, genç
kızlarımızı taciz eden, bu hırsız, arsız, soysuzlarla halkı sindirmeye çalışıyorlar.
Okulların önü torbacı kaynıyor. Esnaf kazandığı üç kuruşu çetelere haraç vermekten kan ağlıyor. Polisin olanlara
göz yumması, çetelere arka çıkması
korkutuyor halkı. Devletin kendisinin pisliğin başını tuttuğunu gören halk sesini kesiyor.
11-13 yozlasmaya karsi_sablon 12/13/13 12:26 PM Page 13
onların korkulu rüyası olmuştur. Hasan
Ferit mahallesine, değerlerine sahip
çıkmıştır…
Egemenler, yozlaştırma-yozlaşma silahını her zaman halkı çürütmek için kullandılar. Devrimcilerin olduğu mahallelerde kullanmaya çalıştıklarında da halkın
barikatına çarpıp durdular, durduruldular. "Yoksuluz ama onursuz değiliz" diyerek halkımız devrimcilerin öncülüğünde değerlerini korumuş, uyuşturucuya,
fuhuşa, hırsızlığa, arsızlığa göz yummamıştır. Yaşadıkları mahalleler onların
kültürlerinin değerlerinin bir parçasıdır.
O kondular alınterinin, emeğin, dayanışmanın, paylaşmanın ürünüdür. Her karışında emek vardır. Hasan Ferit o emeğe sahip çıkmanın adıdır.
“Devlet destekli çeteler halka saldırmaktan vazgeçmeyecek. Çetelere karşı on yıllardır verdiğimiz mücadeleyi
bugün de veriyor, bedel ödüyoruz”(Hasan Ferit Gedik)
Evet bedel ödüyoruz. Çünkü biz Cepheliyiz. Biz Hasan Ferit’iz… Hasan Ferit’in
yoldaşıyız.
Hasan Ferit de bu halkın yiğit bir evladıdır. Ve şimdi Hasan Ferit olma zamanıdır…
Biliyorsunuz yarın çetelerle birlikte, mahallelerimizi terk etmemiz için doğrudan
kapımıza dayanacaklar. Ama onları
buna pişman edecek, Hasan Ferit’çe
direneceğiz. Kanımızın son damlasına
kadar mahallelerimizi korumaya devam edeceğiz.
Hasan Ferit’in bir sözü ile başladık yazımıza. İşte o sözde bizim kültürümüzün
yansımasıdır. Çünkü mahallelerimizde
kültürümüzün bir parçasıdır. Ki Hasan
Ferit’in büyüdüğü Armutlu bu kültürle
yoğrulmuş bir mahalledir. Direnişle
doğmuştur o mahalle ve Hasan Ferit ai-
lemizinin direnişlerle büyümüş gözü kara
çocuğudur. Doğup büyüdüğü mahallede defalarca tanık olmuştur saldırılara. Zulmün en koyusunu yaşamıştır. Ama direnişlerin de en büyük ve görkemlisini görmüştür.
Yoksuldur ama yozlaşmamıştır Hasan Ferit. Aksine yozlaşma batağındaki arkadaşlarını o bataktan kurtarmak için elinden
geleni yapmıştır. Muktedirler yıkmak için
giremedikleri Armutlu’ya da, yozlaştırarak
girmeye çalışmıştır. Gençlerden etkilenenler de olmuştur. Hasan Ferit’lerde uyuşturucu çetelerine karşı mücadele etmiş,
Biz Cepheliyiz.
Yedi düvel tanır bizi
Biz bu halkın en soylu
sıra neferiyiz.
Cümle alem bilir bizi.
Çürümenin,değersizleşmenin, yozlaşmanın ortasına
Açılmış bir karanfiliz hepimiz.
Hasan Ferit bayrak oldu elimizde
Hesabı dağ oldu yüreğimizde
Kavgası türkü oldu dilimizde
Hasan Feritçe çarpar yüreklerimiz.
Bekleyin geleceğiz
Vura öle, öle vura
Bu ülkeyi çakallardan temizleyeceğiz…
q
ARALIK 2013 | TAVIR | 13
14-16 armutlu'da cocuk olmak_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:26 PM Page 14
deneme
deneme
armutlu’da çocuk olmak
emre yüksel
Annem babam yıllar önce köyden İstanbul’a göç etmişler. Devrimci abilerim ablalarım Armutlu’da halka ev yeri
veriyorlarmış. Hem de bir kuruş almadan. Bizimkiler de öyle taşınmışlar.
Sonra ben doğmuşum. Hem de öyle
güzel bir yerde doğmuşumki şimdi
kendimi dünyanın en şanslıları arasında görüyorum. Niye mi?
Çünkü çok güzel bir mahallemiz var.
Hele insanları daha bir güzel... Babam
evde haberleri izlerken benim de gördüğüm olaylar olurdu hep. Hırsızlık,
cinnet getiren aileler, komşusunu doğrayan aileler… Bunlardan hemen hemen hiç birisi olmazdı bizim mahallemizde. Hırsızlığa karşı binbir türlü önlemden bahseder durur haberler.
Amam bizim mahallede bırak önlem
almayı herkes camını penceresini açık
bırakıp uyur neredeyse. Çocuk yaşımda da olsam mahallemizin diğer yer-
14 | TAVIR | ARALIK 2013
lerden farklı olduğunu anlayabiliyordum. Bu yüzden çok seviyordum mahallemizi.
Mahallemizin her yanında barikatlar
vardı. Devrimci abilerim ablamlarım
gece gündüz bu barikatlarda nöbet tutarlardı. Bende annem izin verdikçe
yanlarına gider sohbet ederdim onlarla. Ki asla çocuk diye beni dışladıkları
olmazdı. Akşamları ateş yakıp, türkü
söyleyip halay çekiyorlardı. Bazen annem babam da onlarla birlikte barikatlarda sabahlıyorlardı.
Babam akşam haberlerini mutlaka izlerdi. Ara sıra bizim mahallemizde ilgili haberler çıkıyordu. Haberlerde
mahallemizin terörist yuvası olduğundan ve bu teröristlerden mahallenin mutlaka temizlenmesi gerektiğinden bahsederlerdi. Ne zaman böyle haberler çıksa babam polise de,
devlete de küfürü basar dururdu. An-
nemde “çocuğun yanında ne küfür
ediyorsun” diye babam çıkışırdı.
Tabi bizim mahallemize niye “ terör yuvası” diyorlardı ben tam anlayamıyordum. Acaba barikatlarda bekleyen
abilerime mi diyorlardı “terörist” diye.
Yok onlar niye terörist olsun ki. Hem
okulda zaten öğretmemişlermiydi terörist; halka zarar veren, katliam yapan
kötü insanlardı.O yüzden benim devrimci abilerim ablalarım olamazdı.
Evimizin hemen yakınında birkaç odalı küçük bir gecekonduda Arzu abla
vardı. Arzu abla ölüm orucundaydı.
Gerçi niye ölüm orucu yapıyor bunu da
bilmiyordum. Okuldan gelip fırsat
buldukça Arzu ablanın yanına gider
sohbet ederdim. Hiç küçüğüm diye ilgilenmemezlik etmezdi, ben yanından
ayrılana kadar sohbet ederdik. Ölüm
orucunun ne olduğunu, neden başla-
14-16 armutlu'da cocuk olmak_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:26 PM Page 15
dığını sorardım. Arzu abla da uzun
uzun anlatırdı. Ben pek bir şey anlamıyordum ama abla o kadar güzel, o kadar candan anlatıyordu ki en son anlamasam da “anladım abla” deyip ayrılıyordum yanından.
Haberlerde yine ölüm oruçlarıyla ve
tabi bizim mahallemizle ilgil haberler
vardı. Her zaman ki gibi aynı şeyleri
söyleyip duruyorlardı. Tabi babam da
aynı küfürleri etmeye devam ediyordu.
Başka bir gün yine okuldan geldikten
sonra Arzu ablamın yanına gidip sordum. Abla da yine bıkmadan üşenmeden anlattı bana, devrimciliği, neden
ölüm orucu yaptıklarını, mahallemizi
neden karaladıklarını... Mahallemizdeki bütün devrimci abi ablalarımı seviyordum. Ama Arzu ablayı daha çok seviyordum. Belki ölüm orucunda olduğu içindir bilmiyorum. Küçük yaşta da
olsam her sorduğuma hep cevap veriyor, anlatıyordu. Hiç ayrılmak istemiyordum ablamın yanından. Çünkü biliyordum ki ölüm orucunda olduğu sürece mutlaka bir gün ayrılacaktı bizden. Bu aklıma geldikçe bazen gözlerim doluyor sımsıkı sarılasım geliyordu. Abla neden ölüm orucunda olduklarını anlatırken “sizin için” derdi. Gözlerinin içi parıldayarak, içindeki insan sevgisini, coşkusunu etrafa yayarak “senin için, sizin için ölüyoruz”
demişti. Daha fazlasını da anlatmıştı.
Ablamın anlattığı herşey öylece aklımda kalırdı. Arzu ablanın yanında içim
hep sevinç ve coşku dolardı.
Bir gün eve gittiğimde babamın ölüm
oruçları için yapılan bir eylemde gözaltına alındığını öğrendim. Babamın
gözaltına alınması anneme çok doğal
geliyordu. Sanki hiç bir şey olmamış
gibi barikatlarda nöbet tutanlara yemek hazırlıyordu. Annemle birlikte, yemekler hazırlanınca barikatlarda bekleyen abi ablalara götürdük. Ateşin etrafında toplanmış türküler söylüyorlar-
dı. Bir süre bizde katıldık sonra oradan
ayrılıp eve geçtik.
O gün 5 Kasım 2001’di.
O gecenin sabahında canımdan çok
sevdiğim Arzu ablamın ve yine mahallemizi koruyan Sultan ablanın, Barış
abinin katledileceğini bilemezdim.
Eve geçtikten kısa bir süre sonra annemle birbirimize sarılmış uyuyorduk. Sabaha karşı birden bir çok yerden slogan
sesleri gelmeye başladı. Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan annem hızlıca üstünü başını giyinmeye başladı.
Bende anneme uyup giysilerimi giydim.
Dışarıdan sesler gelmeye devam ediyordu hala. Annem “Korkma oğlum” diye
güç vermeye çalışıyordu bana. En son
annem “Oğlum sen beni burada bekle.
Kimseye de kapıyı açma. Korkma sakın.
Hemen gelirim.” deyip kapıyı da üzerime kilitleyip gitti.
Dışarıda daha tam olarak ne olduğunu
bile anlayamadan evde bir başıma kalmıştım. Aklıma Arzu ablam geldi. Keşke şimdi onun yanında olsaydım. Bana
cesaret veriridi. Yanına gitsem mi diye
düşünürken aklıma annemin tembihleri gelince vazgeçtim. Barikatlardaki
abilerim şimdi ne yapıyorlardı acaba?
Dışarıda ne oluyordu?
“Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz”
“Katil Polis Mahalleden Defol!” diye
slogan sesleri geliyordu dışarıdan...
İyi ama neden?
Böyle düşüne düşüne saatler geçti aradan. Silah sesleri ve slogan sesleri hiç eksilmiyordu.
Annem neredeydi, niye gelmemişti ki?
O nasıldı acaba?
Camdan dışarıya baktığımda devrimci
abileri gördüm önce taş, molotof ellerindeki herşeyi bir yere fırlatıyorlardı. Bir
zaman sonra abilerin olduğu yere eli
yüzü maskeli acayip adamlar geldi. Galiba bunlar polisti. Üzerlerine taş yağıyordu. Onlar da silahlarıyla ateş ediyorlardı. Silaha karşı taş ne yapabilirdi ki…
Ama öyle de olsa gerçekten yiğit abi
ablarımdı hepsi. Barikatların başında
öyle heybetli duruyorlardı ki… Aklıma
o onlar gelince birkaç saate kalmaz bu
acayip adamları kovalarlar mahallemizden diye düşünüyordum.
O acayip kılıklı adamlar bir anda bizim
evin oraya doğru yöneldiler. Camdan
geri çekilip evin bir köşesine geçtim.
Kapıyı tekmelemeye başladılar. “Aç
kapıyı aç” diye bağırmaya başladılar.
O an öyle korkmuştum ki hiç sesimi
bile çıkarmamıştım. Hem annem de
kapıyı hiç kimseye açma demişti zaten.
Bende hiç açmadım. Orda öylece annemin gelmesini bekledim. Aradan ne
kadar zaman geçti bilmiyorum annem
geldi sonra. Onca olaydan sonra annemi görünce boynuna sarıldım sımsıkı.
Annemin gözlerinden yaşlar akıyordu.
“Ne oldu anne niye ağlıyorsun “ dedikçe bana daha çok sarılıyor ağlamaya
devam ediyordu. “Katiller” diyordu
ara sıra “Katiller en yiğit insanlarımızı
katlettiler” diyordu. Bunları öyle öfkeli söylemişti ki annem ne dediğini
tam anlayamamıştım bile. Sonra Arzu
ablamın şehit düştüğünü söyledi annem, o küçücük gecekondusunda dumandan boğarak katletmişler ablamı.
Onunla birlikte Barış Kaş, Bülent Durgaç abiyi ve Sultan Yıldız ablayı da katletmişlerdi.
Hiç duymadığım kadar öfke duymuştum o zaman polise karşı. Günlerdir
haberlerde "terörist" dedikleri bizi
canlarından çok seven devrimci abilerim ablalarımdı demek. Mahallemizi onlardan temizleyeceklerdi demek.
Artık öyle öfke doluydum ki o katillere karşı, onları her gördüğümde bir karış suda boğasım geliyordu.
O günden sonra mahallemiz çok daha
farklı olmaya başladı. Komşularımız-
ARALIK 2013 | TAVIR | 15
14-16 armutlu'da cocuk olmak_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:26 PM Page 16
dan birinin evinine önüne karakol
yapmışlardı. Her gün sokaklarımızda
polisler dolaşıyordu artık. Herkese küfür, hakaret edip duruyorlardı. Canları sıkıldıkça birilerini gözaltına alıyorlardı. Esrar satanlar, hırsızlık yapanlar
çoğalmaya başladı. Oysa bu katiller
gelmeden önce biz sokaklarımızda
güle oynaya dolaşırdık. Kimse bize ne
küfür ne de hakaret ederdi.
Babamı da tutuklamı şlardı zaten. Nedeni hapishanedeki tutsaklara destek verme, ölüm orucu yapanlara sahip çıkmakmış. Babamı da çok iyi anlıyordum şimdi.
Katil polisler barikatları kaldırmışlardı.
Barikatların başında bekleyen onlarca
abi ablayı gözaltına almışlardı. Hatta
yaptıkları katliam yetmeyip bir hafta
16 | TAVIR | ARALIK 2013
sonra 13 Kasım’da yine operasyon rikatın küçük gerilları gibi biz de Aryapmışlardı mahallemize. Binlerce po- mutlu’nun küçük generalleri olacalisle terör estiyorlardı her yanda. Ama ğız. Katil sürüsüne mahallemizi dar
ne korku salabilmişlerdi yüreğimize, ne edeceğiz. Senin o hep anlattığın, ande yılgınlık. Tam tersine öfke doluyduk. latırken gözlerinin içinin parıldadığı zuEn sevdiğimiz o dünyanın en güzel, en lümsüz, sömürüsüz yarınların, çocukiyi insanlarını katledenlerden nefret ların aç olmadığı doya doya yaşadığı
ediyorduk. Bu katiller mahallemizden yarınları biz yaratacağız.
defolup gitmedikleri sürece bu öfkeBiliyorum ne senin ne de Armutlu’mumiz hiç dinmeyecek.
za kanları akan yiğit şehitlerimizin
Arzu abla “haksızlığa, zulme karşı di- gözleri arkada değil. Bize öğrettiklerirenmenin, mücadele etmenin yaşı- nizle, aşıladığınız inancınızla sizin öfnın olmadığını” söylerdi. O zamanlar keniz hırsınızla zulmü yere çalacak, biz
söylediklerini anlamasam da “anla- kazanacağız.
dım” deyip yanından giderdim. O katliam günü gerçekten anladım ki bu ka- Halkımızın küçük generalleri olarak Hatillere öfke duymak, mücadele etmek san Ferit’çe büyüyüp o günü size armaiçin yaşın önemi yok. Sen rahat uyu ğan edeceğiz. !
abla gözün arkada kalmasın. Tıpkı ba-
17-18 olumu anlatmak ali'ye_sablon 12/13/13 12:27 PM Page 17
deneme
deneme
ölümü anlatmak ali’ye
deniz ekin
Ve öldü Hasan Ferit, 21’inde altı
kurşun bedeninde, uzandı boylu
boyunca caddeye… Ölür mü yiğit olanlar diye sorar türküler,
bakidir cevabı.
Ferit, Küçük Armutlu’da doğdu
büyüdü ve dahi 5 Kasım 2001’de
girdiklerinde polisler mahalleye,
Ferit daha on yaşındaydı… Ferit,
barikatlardan tanıyordu devrimcileri ve anlamaya çalışıyordu
ölüm orucu kervanına katılıp gidenleri. Yıllar sonra bir gün Küçük
Armutlu’nun dik bayırlarından
çıkarken bir an iç çekip “biz çok
şey gördük, yaşadık” diyecekti...
O çocuk yaşında görmüştü, Şenay
Ana'yı, Gülsüman Ana'yı tanımıştı, Barış abinin çocuksu yanlarına
gülmüştü çocuk haliyle Ve Ferit
yanı başından uğurlamıştı göçüp gidenleri, çocuk yaşında büyük bir onurla. Bu onurun ne olduğunu kavrıyordu Ferit.
Çok şehit verdi Küçük Armutlu ve
o cemevinin bahçesinden çok
tabut çıktı alkışlarla, sloganlarla.
Aynı cemevinin bahçesinde çok
da şenlik oldu aslında ve dahi bu
Eylül’ün 15’inde Ferit sunuyordu,
Armutlu Güz Şenliği’ni, yorgunluktan kendini koltuğa öylece
bıraktığı bir anda kafasını çevirip
ARALIK 2013 | TAVIR | 17
17-18 olumu anlatmak ali'ye_sablon 12/13/13 12:27 PM Page 18
bakmıştı İbrahim Çuhadar’a ve gülerek takılmıştım ona “Sen miydin
Çuhadar’la o kadar uğraşan, bak ne
zaman kafanı çevirsen duvardan
sana bakıyor” diye. Verdiği cevaptan emin değilim, muhtemelen her
zamankinden bir “ya bırah ya” demiştir. Eylül’ün 30’undan bu yana
hangi duvara çevirsem kafamı Ferit’i görüyorum, Ferit bakıyor gözlerimin ta içine… Bir selam çakıyorum, yürümeye devam ediyorum.
Gözümün önüne geliyor Ferit’li
anılar, Küçük Armutlu sokakları,
sesi silinmemiş zihnimden kulağımda çınlıyor hemen… Ve düşünüyorum, koskoca halimle ben tam
kavrayamadıysam daha Ali’ye anlatabilmişler midir ölümü. Canının
içi Ferit abisinin şehit olmasını kavrayabilmiş midir?
18 | TAVIR | ARALIK 2013
Ali daha beş altı yaşında bir çocuktur,
annesi evlere temizliğe gider, akşamları cem evi bahçesinde sıcak
bir çay eşliğinde yapılan sohbetlerde etrafta koşuşturur ablasıyla birlikte ve Ferit “kardeşim” der hep onun
için, Ferit’in kucağında uyur ya da bir
yerde kıvrılıp uyuduysa da yine yeri
Ferit’in kucağıdır, bırakmaz Ferit onu
hiç...
Hasan Ferit şehit düştüğünden bu
yana Ali soruyor onu, nerede olduğunu, neden öldüğünü, geri gelip gelemeyeceğini... Ve ekliyor Ali, top
oynayacaklarını... Ferit top oynayacaktı daha Ali’yle...
Ali büyüyecekti Ferit’in öğrettikleriyle, birlikte şarkılar türküler söyleyecekler, yoksulluğu içtikleri sıcak bir
çay bir parça simitle alt edecekler...
Edeceklerdi..
İşte Ferit’ten geriye kalanlardır tüm
bunlar ve Ferit’ten geriye kalandır
Ali’nin çocuk yaşı… Ali büyüyecektir elbet ve nasıl ki barikatların
ardında, ölüm orucu kervanlarıyla
büyümüştü Hasan Ferit, öyle büyüyecektir Ali, görecek eşitsizliği, görecek zorbalığı, zulmü görecek
Ali…
Ali hesap soracak, canının içi abisini kendinden ayıranlardan, genç
ömrümüzü topraklara düşürenlerden, Ali hesap soracak bu düzeni
yaratıp, yaşatanlardan… q
19 gokhan aktas mektup_sablon 12/13/13 12:28 PM Page 19
mektup
mektup
“kurtulursam sorarım size”
gökhan aktaş
Gülsuyu'nda yürümek demek, her sabah İstanbul'a
adımlarınla bir "merhaba"
çakmak demektir. Ya da
"buradayım" deyip komutanına tekmil vermektir. Ben
vurulduktan sonra hepinizin desteği beni ayakta tuttu. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. İnsan ne zaman güçlü, ne zaman zayıf?
İnsan güçlü çünkü yalnız
değil, insan zayıf çünkü yalnız. Evet sadece ben yalnız
değildim. Siz benim ben
sizin yanınızdaydım. Ben
bir hapishane odasından
elimi uzatıyordum ve tuttuğum koca bir ağaç dalıydı.
Kökleri Bedreddinlere, Mahirlere, Denizlere varan bu
dalları bu yüzden bırakmadım, bırakamazdım.
Arjanti'de"merhaba" aslında iyi güvenilir, dost olana söylenir o yüzden bütün hepinize merhaba...
Gülsuyu mahallesi, İstanbul gibi bir
şehir içinde, nehirler geçen ona can
katan hayat katan bir su yolu gibidir.
Ben Gülsuyu'nda çok yürüdüm, çok
yoruldum ama Gülsuyu'nda hiç vurulmadım. Belki Gülsuyu'nda yürümekten vazgeçseydim, vurulmaktan da kurtulurdum.
Benim sağlığımı soran herkese diyorum ki;
Katillere, tetik çekenlere
söylensin İnce Memedin
dediği gibi, "Kurtulursam Sorarım
Size" !
Ama;
ARALIK 2013 | TAVIR | 19
20-21 sapanli teyze_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:51 PM Page 20
deneme
deneme
tavır dergisi
hapishanede
sapanlı teyzeyle
röportaj yaptı
tavır
1.Öncelikle geçmiş olsun… Gezi Direnişi ile başlayan halk ayaklanması sırasında elinizde sapanla çekilmiş
fotoğraftan sonra sizi bütün ülke tanıdı. Gezi Direnişi, halk ayaklanması size neler kattı?
Emine Cansever: Gezi Direnişi halkın
bir volkan gibi patlayarak, giderek yayılmasıydı. Acaba ne zaman başkaldıracak diye kendi kendime sorguluyordum halkı. Çünkü ülkemizde işsizlik, işten atılmalar çoğaldı. Eğitim, sağlık ve mahallelerde yaşam tamamen
yozlaştı. Açlık, çocuk ölümleri çoğaldı.
Acaba bu zulme ve yoksulluğa karşı
duruşun ne zaman olacağını görür
müyüm diye kendi kendime sorardım. Sonra Gezi Parkı'nda ağaç sökülmüş, eylem yapılıyor. Sonra da bu eylem dalga dalga yayılmaya başladı. İşte
o zaman bu bir ağaç sökülmesi değil
bu halkın zulme adaletsizliğe, yoksul20 | TAVIR | ARALIK 2013
luğa başkaldırısıydı. Çünkü bizler ülkemizi seviyorduk, halkı seviyorduk, çocukları seviyorduk. Bu ülke bir avuç hırsızın, hayırsızın eline teslim edilmeyecek kadar değerliydi bizim için. İşte
halk, işte gençlik, işte emekli tüm insanlar dur demeliydi, bunca yapılan
zulüm ve adaletsizliğe. İşte o zaman,
işte bu halkın adaleti halk isyanda, halk
ayakta.
Bunları gördükten sonra mücadele
yeni başlıyor tabi, devrim olana kadar
devam…
2.Çok coşkulu,yerinde duramayan
bir haliniz var. Hep mi böyleydiniz, yoksa devrimci olduğunuz için
mi?
Emine Cansever: Coşkunun, umudun olmadığı zaman kendimi çıplak
hissederim. Çünkü ülkemizin hayat
şartları ağır olduğundan bunları ancak
coşkumuz olduğunda aşarız. Devrimci olduktan sonra bu coşku daha da
arttı.
3.Sizin yaşıtlarınız emekli olup to-
20-21 sapanli teyze_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:51 PM Page 21
runlarına bakıyor siz ise hala devrimcilik yapıyorsunuz. Neden devrimciliği tercih ettiniz?
7.CHP’li vekiller sizi ziyaret etmiş
neler konuştunuz? Onlara neler dediniz?
Gülsuyu benim için emek alınteri mücadele demektir. Gülsuyu denince
ben bunları hissediyorum.
Emine Cansever: Adeletin olmadığı
bir ülkede yaşamak kişinin mücadele
yaşına bakmaz. Bu ülkede en çok
emekliler can çekişiyor. Aldığımız
maaş açlık sınırının altında. Yokluk,
yoksulluklarla savaşıyoruz. Gelecek
korkusu, yarın ne yiyeceğim korkusunun olduğu bir ülkede devrimci mücadelenin de yaşı olmaz.
Emine Cansever: CHP’li vekiller geldiğinde beni kütüphaneye aldılar. Sonra
vekillerle sohbetimiz başladı. Nereli olduğum, nerede yaşadığımla ilgili sorular soruldu. Sonra onlara mahkemede
ilgili sorunları anlattım. İtirazımda velayetim altında olan kardeşimden dolayı tahliye talebinde bulunduğumu ama
gelen cevapta kardeşimin sokakta kaldığını ispat edersem o zaman tahliye
edileceğimi söylediklerini anlattım.
Sonra aklıma bir haber geldi. Geçmiş
günlerden bir gün haberlerde Başbakan’a elli metre kala bir şahsın kuru sıkı
tabancayla ateş ettiğini sonra bu olayın
ardından ateş eden şahsın akli dengesi bozuk deyip serbest bırakıldığını
ama benim bir sapan attığımdan dolayı tutuklandığımı bunun nedenlerini
Başbakan’a sormalarını söyledim. Benim
için ne yapmayı düşündüklerini sordum
koğuşta. Avukat, öğretmen, öğrenci,
memur, tiyatrocu, işçi, emekçi bir eksiğimiz bir bayan vekil eksik olduğunu
söyledim. Sonra benim için eğer yapacaksınız kaç adet bayan vekil varsa eline birer sapan alıp Başbakan’a doğrultmalarını istedim. Sonra da başka arkadaşlarla görüşmek istediklerinden görüşümüz sona erdi.
9.Şu kelimeler sizin için ne ifade ediyor? Bize Gülsuyu’nu anlatır mısınız?
4.Devrimciliğin de bir bedeli vardır.
Siz şimdi bu bedeli ödüyorsunuz.
Hapishanede tutsaksınız. Ancak
sizi hala çok enerjik, coşkulu ve
moralli görüyoruz. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Emine Cansever: Hayatta bedeli olmayan bir yaşam şekli yoktur. Devrimcilik de büyük bedeli olan bir mücadeledir. Devrimcilik yürekliliktir. Dik durmaktır ve bunun yanı sıra enerjik coşkulu ve moralli olursak karşımızda
dağ olsa yıkılır.
5.Hapishaneyi nasıl buldunuz?
Emine Cansever: Hapishaneye geldiğimde mahalleme gelmiş gibi hissettim. Tek sorun gökyüzünü dikdörtgen
görüyoruz.
6.Hapishanede neler yapıyorsunuz? Bir gününüz nasıl geçiyor?
Zaman nasıl geçiyor?
Emine Cansever: Hapishanede zaman
kavramını unutuyorsun. Bir gününüz
kitap okumak, örgü, boncuk işleri yaparak geçiyor, akşamları sohbet ediyoruz. Gelen mektuplarımı okuyorum,
onlara cevap yazıyorum. Hakimin dediği gibi “bu davanın en meşhur kişisi” benim. Meşhur ve meşru olduğumdan dolayı hayranlarım çoğaldı,
gelen mektuplarım da çoğaldı. Onlara cevap vermeye çalışıyorum.
8.Gülsuyu sizin için ne ifade ediyor?
Bize Gülsuyu’nu anlatır mısınız?
Emine Cansever: Gülsuyu’na geldiğimde gecekondumuzda yaşamaya
başladığımızda kapılar açık yatardık. Akşam oldu mu komşular bir araya gelip
sofra kurup hem yer hem sohbet ederdik. Gülsuyu dendiğinde örnek bir mahalle gösterilirdi. Çıkar ilişkisi olmadan, dayanışma içerisinde yaşardık. Ta
ki bu uyuşturucu çeteleri mahallemize
gelene kadar. Mahallemizde uyuşturucu kullanma yaşı 13’e düştü. Fuhuş,
hırsızlık alabildiğince çoğaldı. Yani yozlaşma mahalleye bela olana kadar. Ama
Emine Cansever: Vatan: Sevdiğim, yaşadığım, uğruna ölümü göze aldığım
ülkemdir. Devrim: Amacım insanların
korkusuz, özgürce yaşaması için yapılması gereken. Faşizm: Faşizm deyince örneği benim gibi halkını, çocukları, gençleri, işçileri, işsizleri, ülkesini seven insanları yaşlı genç demeden
baskı yapan canavardır. Medya: Burjuva medya en namussuz olanıdır. Gülsuyu’nda Hasan Ferit öldürüldüğünde,
Gökhan’ın yaralanması mahallemizdeki uyuşturucu çetelerini yazacağına
hemen beni sanki Gülsuyu’nda oturmuyormuşum gibi manşet yaparak
“marjinal teyze eli sopalı Gülsuyu’nda
iş başında” diye manşet attılar. Röportaj yaparken de çeteler bizi hedef haline getirmesin diye sözde yüzlerimizi kapatmamızı isteyerek röportaj
yaptılar. Sonra da devlete servis yaptılar. Bundan dolayı halkın yanında
Adaletten yana olan derginize bu röportajı veriyorum.
10.Dışardakiler sizi çok merak ediyor. Dergimiz aracılığıyla göndermek istediğiniz mesaj var mı?
Emine Cansever: Dışardaki dostlar
beni merak etmesinler. Ben burada da
dostların yanındayım. Özgür tutsağım. Çıktığımda yine kaldığım yerden
mücadeleye devam edeceğim. Kucaklar dolusu sevgilerimle.
HALKIZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ. DEVRİMCİ MÜCADELEDEN EMEKLİ OLUNMAZ.
Bir ülkede adaletin terazisi bozulmuşsa işte o zaman halkın adaleti devreye girer. q
ARALIK 2013 | TAVIR | 21
22 iki inatci keci_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:28 PM Page 22
deneme
deneme
iki inatçı keçi
zerrin ege
İki inatçı keçinin bir köprüde karşılaşması ve sonrasında yaşanılanları bilirsiniz.
Çocukluğumuzun masalı. Hatta çocuk
şarkılarının en çok sevileni ve söyleneni.
dardır ki ancak bir keçi geçebilir. İşte bu
daracık yolun üstünde karşılıklı duran,
boynuzları birbirine çatışmış iki keçi
ayaklar gergin, kafalar tas, sakallar ürpermiş.
“Bir köprüde karşılaştı iki inatçı keçi, hah
hah hay, hah hah hay, hah hah hah hah
hah, hay hay… Keçilerin inatçısı suya düşer boğulur. Hah hah hay… İnsanların
inatçısına kim bilir ne olur, hah hah
hay…”
Bu iki keçinin masalı bize, inatçılığın kötülüğünü öğretmek için anlatılırdı. İnatçılığın dik kafalılığın sonu işte böyle
ölümdür derlerdi.
Fakat yine de bu iki inatçı keçi de hoşumuza giden bir şey olurdu. Bu yollardan
Gözümüzde canlanan tablo ise şöyledir: geri dönmemek uğruna ölümü göze
Bir akarsu üzerine kurulmuş sırat köprü- alan iki dik kafalı keçinin inatlarına, kasü misali asma köprü… Köprü, o kadar rarlılıklarına karşı saygı duyardık. Çün-
22 | TAVIR | ARALIK 2013
kü aslında bu iki inatçı keçi ucunda yenilmek, düşmek, ölmek de olsa yol terk
edilmez diye fısıldardı kulağımıza…
Öyleyse biz de çocuklarımıza, öncelikle iki keçinin bize fısıldadıklarını anlatalım. Sarp, dolambaçlı, engellerle dolu da
olsa, yol terk edilmez, hep ileri yürünür… q
23 ayin fotografi_sablon 12/13/13 12:29 PM Page 23
ayın fotoğrafı
ayın fotoğrafı
fosem
ARALIK 2013 | TAVIR | 23
24 karaca siir_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:29 PM Page 24
şiir
şiir
sen uyurken
ibrahim karaca
Sen uyurken bazen
Uzak, derin denizlere bakıyorum
Kabuğundan sıyırdığım kalbimi
Sulara bırakıyorum
Bütün kıyılarım dövülüyor sen uyurken
Ezelden öfkeli dizeler geliyor aklıma
Dudağıma bir damla tatlı su değmez artık
Yüzümde kırmızı kurdela gibi kuruyor
kanım
Hayat beni suçüstü yakalıyor
Sokağı tekmeliyor üç beş kafadar
Kim polis kim hırsız belirsiz, eski bir
oyun artığı
Oysa denize dik çıkan yollarda sağnak
var
Bir ablanın yalancısıyım
Şiir yakıp fırlatıyor çocuklar
Tütün içiyor avluda bir devrimci
Ölümsüzlük damıtıyor yıldızlardan
Ne kadar da bildik, nasıl tanıdık
Avucunda öç ustası bir serinlik
24 | TAVIR | ARALIK 2013
Dinle Berkin, rüzgarın dediklerini
Yol ver gitsin başındaki şaşkın melek
Akşamın rengi yorulur mu hiç
Alnına gelir elbet yine o kızıllık, ama
uyan
Sen uyurken yürek durulur mu
25 uyan_sablon 12/13/13 12:30 PM Page 25
şiir
şiir
uyan
galip doğan
Uyan artık
Yeni bir gün doğdu
Erken çıktığın sokaklar aydınlanıyor
Nicedir bu uyku hallerin
Gökkuşağı renginde çığlık oluyor
Yerinde duramaz akşamların vardı
Ayışığı altında herkes esmer olurdu
Geçmişe dair söylemler sunardı köşebaşları
Bakardık haylaz çocuklara gelip geçerken
Ekilecek mevsim değil
Hasat vakti geldi bugün
Bir adım ötede düşman
Uyan
Bu topraklar senden ötürü
Doğuracak özgürlüğü
ARALIK 2013 | TAVIR | 25
26-27 halkin elleri_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:32 PM Page 26
güncel
güncel
halkın ellerine dair
ümit ilter
Halkın Elleri, umutludur.
Düşleri gerçek yapmanın ustasıdır. Hayatının mayasında taşır ve asla kaybetmez ekmeğe, adalete ve özgürlüğe
dair umudunu. Ki hayat denilen bu kavgada, tarih yazan Halkın Elleri’dir daima…
Halkın Elleri, emekçidir.
Emeğinin örs ve çekici arasında, şekil
verir zamana. Taşı yontar, buğdayı alınteriyle sular, demiri çelik eyler, elbise diker dünyaya ve hayatı yaratırken, kendisine Büyük İnsanlık der…
vip değer verdiklerin uğruna bedelleri göze almaktır. Ki korkunun yenilmesidir sözkonusu olan. Ve halkın elleri;
acısından, derdinden, hasretinden cüret imal etmenin sırrına sahiptir…
Halkın Elleri, fedakardır.
Fedakarlık, bencilliğin panzehiridir. Ve
ancak, halkın harcında bulunur bu nitelik. Hayata bakarken sömürüyü değil, paylaşmayı esas alanların yakışığıdır fedakarlık. Ben değil, biz diyebilmenin güzelliğidir…
Halkın Elleri, savaşçıdır.
Kim kırdı kölelik zincirini… Dehak’ı
Halkın Elleri, onurludur.
Zora, zorbalığa karşı sıkılıp yumruk kim yere çaldı? Bolu Beyi’nden hesap
olur ve iner tepesine zalimin. Ezdirmez soran kimdi? Bizden başka kim diyor
haysiyetini ve ister emeğinin karşılığı- “Kurtuluşa Kadar Savaş” diye…
nı. Vermezler ve dahası, üstüne yürürler. Halkın Elleri, alçak kılıçlardan Halkın Elleri, serüvencidir.
“Ve serüvenciler düşer yollara…” Yarıdaha keskindir her zaman…
na ulaşmanın tarihsel serüvenidir bu.
Ve geleceği fethetmenin serüvenine,
Halkın Elleri, cüretlidir.
Cüret, gözükaralıktır. Gözükaralık, se- tarih tanıktır, sadece halk atılır…
26 | TAVIR | ARAlIK 2013
Halkın Elleri, canlıdır.
Dokunduğu yere can taşır. Alınteri ile
suladığı hayat bahçesinden sevinç biçer. Halay kurar, horon vurur. Ocakları tüttürür, bebekleri güldürür. Hayatı
solduran burjuvazi ise dokunduğu her
yeri çürütür…
Halkın Elleri, ateşlidir.
Karanlığı yenmiş, ufkunu aydınlatmasını bilmiştir. Halk düşmanları karanlığa mahkum edemezler artık hayatı. Bir
Fidan çıkar ve tutuşturur zamanı…
Halkın Elleri, hakikatlidir.
Serttir, nasırlıdır, kesilmiştir kaç yerinden, ezilmiştir her yerinden, yanıktır,
kızgındır. Ve bir kez öğrenirse kendi kaderini yazmanın tarihsel bilgisini, "ayaklar" baş olacak ve taçlı başlar ezilecektir. İşte budur halkın kadim hakikati…
Halkın Elleri, vefakardır.
Kırk yıl hatırı kalacak olan o acı kahveleri dayanışmanın ocağında pişiren
26-27 halkin elleri_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:32 PM Page 28
tir…
halkın ta kendisidir. Hakkını helal etsin
diye, hayata sunulan armağandır vefa.
Sevginin eylemidir ve hayatı paylaşmanın erdemidir…
Halkın Elleri, güçlüdür.
“Artık Yeter !” dediği yerde, bir avuç zalim haramiyi kulağından tutup çarpar yere. Firavun’u, sultanı, burjuvayı,
elinin tersiyle devirir yere. Adına “Devrim” der artık hayatın. Ki devrim, kitlelerin eseridir. İşte bu yüzden, halkın ellerinin kuvveti, kitleselliğinden ve devrimci şiddetinden gelir…
Halkın Elleri, yıkıcıdır.
Açlık ordusunun ekmeğe, halkın adalete, hayatın özgürlüğe kavuşmasının
önünde engel olan her kim ve ne varsa, yıkıp geçer. Yıkıcılığı işte bu sebeptendir. Engel tanımaz. Durdurulamaz.
Kıyameti olur kapitalizmin ve bir güzel
kurar yeniden hayatı…
Halkın Elleri, sevdalıdır.
Ferhat ile Şirin’in elleridir bunlar. Demirden dağları deler. Ve hasretin ağırlığı, ancak bu ellere gül kadar narin gelir. Sevdasını değişmez dünya malına. Uğruna
ölümlere gidip gelir ve o büyük sevdasının zaferi, gelecektir…
Halkın Elleri, direngendir.
O eller, Engin Çeber’in elleridir. Zalim karşısında yumruk olmasını bilir. Değil zulüm, ölüm bile çözemez bu yumruğu.
Eğmez başını ve elde bayrak, dilde türkü olur…
Halkın Elleri, yaratıcıdır.
Yaratılacak olan yarındır. Yarın; kavganın
eseri, devrimin zaferidir. Yarın, sosyalizmdir. Sosyalizm, zulüm ve sömürüye son
verilmesidir. Ve yarın, halkın ellerinde şekillenecektir. Ki ekmeğin pişkin ve bol,
adaletin tam, özgürlüğün gerçek olmasının yaratıcılığına, ancak, halk sahip-
Halkın Elleri, düşleri gerçek yapmanın
Mahir’idir…
SONUÇ YERİNE: Bu yazıyı yazan Özgür
Tutsaklar, olagelen tarzda bir albüm
değerledirmesi yapmadıklarının farkındadırlar. Zira, Özgür Tutsaklar, 19-22
Aralık 2000 tarihli ve faşizmin adına
“Hayata Dönüş” dediği katliam operasyonundan bu yana albüm dinleme
imkanına sahip değiller.
Bize türkülerimizi yasakladılar. Ve dolayısıyla da, o tarihten bu yana üretilen Grup YORUM albümlerini ve şimdi Halkın Elleri’ni yüreğimizle dinliyoruz…
Kısaca, bu koşullarda böyle olur Özgür
Tutsaklar’ın albüm değerlendirmesi.
Grup YORUM’a selam olsun, Halkın
Elleri’ne SELAM…q
ARAlIK 2013 | TAVIR | 27
28-29 adalet isterken_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:33 PM Page 28
güncel
güncel
adalet isterken
ümit zafer
“Adalet isterken bir başka adaletsizliğin Sevgili Barkın Timtik, yukarıdaki soruyu
kurbanı olunan bu düzenin adı ne ?”
sorduğunda dışarıdaydı. Şimdi, içerde…
Onu tutukladılar. Meslektaşları Ebru TimÇok uzak sayılmaz, 2009 tarihli bir yazı- tik, Naciye Demir, Şükriye Erdem, Betül
sında soruyordu bu soruları sevgili avu- Kozağaçlı, Günay Dağ, Güçlü Sevimli, Taykatımız Barkın Timtik. (Tavır-Eylül 2009 lan Tanay, Selçuk Kozağaçlı ile birlikte, duSyf:6)
varların ardına koydular. Hapsettiler.
“Adalet nedir?” sorusuna cevap aramaya Neden mi?
çağırıyordu bizi.
"Suç"ları büyük…
Ve konunun kapısını, Karl Marks’tan yap- Çünkü, yukarıdaki sorunun doğru cevatığı bir alıntıyla -anahtar mı demeli- açı- bını verdiler ve doğru davranmaktan vazyordu.
geçmediler. Ve sevgili avukatımız Barkın
Timtik, sormaya devam ediyor: “Adalet
Şöyle demiş Marks: “… Burjuva düzenin isterken bir başka adaletsizliğin kurbanı
uygarlık ve adaleti, bu düzenin köleleri ne olunan bu düzenin adı ne?”
zaman efendilerine karşı başkaldırırsa,
kendi korkunç yüzlerini açıkça gösterir- BÜYÜK İNSANLIK
ler. O zaman bu uygarlık ve adalet, mas- Adalet istemek, suçtur bu köhne zakesiz yabanıllık ve yasasız öç alma olarak manda. Büyük suçtur hem de. Adalet isereklerini açığa vurur."
temek, adaletsizliğe baş kaldırmaktır
çünkü. Ve baş kaldırmak, adaletsizliğin
Sevgili avukatımız Barkın Timtik, bilinci- iktidar tahtı yerinden oynatır, sarsar,
mizin elinden tutup halk düşmanlarının dengesizleştirir ve en nihayetinde yıkar.
maskesiz yabanıllık ve yasasız öç alma ör- Evet, adaletsizliğin iktidar olduğu bir
neklerini gösterdikten sonra, soruyordu: düzende adalet istemek, hayli “yıkıcı” bir
“… Adalet isterken bir başka adaletsizli- faaliyettir. Öyledir ve adaletsizlğin çarkığin kurbanı olunan bu düzenin adı ne? na çomak sokup sultasını yıkmak, "büyük
insanlık" faaliyetidir.
Gördüğümüz neyin tablosudur?”
28 | TAVIR | ARALIK 2013
Sevgili avukatlarımızın gerçek ‘suç’u işte
budur: büyük insanlık…
Büyük insanlık, haksızlığa boyun eğmez…
Büyük insanlık, zulme karşı direnir…
Büyük insanlık, zalimden hesap sorar…
Adalet istemek, adaletsizliğin karşısına
geçmektir. Ve elbette, adaletsizlik bir
sonuçtur. Sömürü ve zulmün sonucu.
Emperyalist kapitalizmin hayatın her
anına sinen, sıradanlaşan alçaklığının
sonucu. Faşizmin halkla ilişki kurma biçiminin sonucudur adaletsizlik.
Ve bakın, Sevgili avukatımız Barkın Timtik ne diyor: “Sınıflı toplumlar eşitsizlik
üzerine kuruludur. Eşitsizliğin olduğu
yerde de adaletten bahsedilemez. Ama
hukuktan mutlaka bahsedilmelidir. Daha
net bir ifadeyle hukuk eşitsizliğin olduğu yerde vardır. Hukuk egemenlerin yasallaşmış iradesidir. Esasında ezenlerin,
egemenlerin çıkarları için vardır ama
herkes içinmiş yanılsaması yaratır. Çünkü hukuk, eşitsizlikleri görünmez kılan bir
perde işlevi görür. Adalet ise kazanmak
zorunda olduğumuz bir idealdir. Ezi-
28-29 adalet isterken_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:33 PM Page 28
lenlerin özgürlük mücadeleleri adaletli
bir toplum düzenini kurmak üzerine
şekillenir.”
“Adalet” diyor, büyük insanlık; “Kazanmak
zorunda olduğumuz bir idealdir”
Söz konusu olan, "büyük insanlık" idealidir.
Bir diğer ifadeyle, insanlığı tarihin her basamağında “büyük” kılan, işte bu ideale
sahip olmasıdır.
Sahip olması ve asla vazgeçmemesidir.
Kim görmüş, "büyük insanlığın" adalet
özleminden vazgeçtiği bir dönemi?
Ateşi bile, tanrıların keyfine bırakmayıp
adaletli kullanım için yeryüzüne indiren,
suretine Prometheus adını veren bir
"büyük insanlık"tır bizimkisi.
YENİLGİ İTİRAFI
Sevgili avukatımız Barkın Timtik ve diğer
meslektaşları, 18 Ocak 2013’ten bu yana
hapishanedeler. Onlara, adalet idealinden, özleminden, mücadelesinden vazgeçmeleri dayatılıyor. Bu dayatmanın
kendisi bir yenilgi itirafıdır. Adaletsizliğe
sebep olan egemenlerin yenilgisidir bu.
Çünkü, devrimci avukatları dışarıda yenememişlerdir. Haksızlığın, zulmün, adaletsizliğin üstüne yürümelerini engelleyememişlerdir.
Ve şimdi, onları içerde tutarak demiş oluyorlar ki; "Çıkın aradan da, Engin Çeber’i
ağız tadıyla öldürelim…”
HERKESİN HAK ETTİĞİNE KAVUŞMASI...
“Adalet nedir?” sorusuna, o yazısında bir
cevap veriyordu elbette sevgili Barkın
Timtik.
Evet, başlarken sorulan sorunun cevabı için
sıra gelmiştir. Ve şimdi, söz "savunma"nın.
Bakın, ne diyor Avukat Barkın Timtik: “…
Öyle cafcaflı sözler etmeye gerek yok.
"Adalet nedir?” sorusunun yanıtı basittir.
Adalet, toplumsal eşitliğin olduğu bir
toplumsal yapıda herkesin hak ettiğine kavuşmasıdır…”
Herkesin hak ettiğine kavuşması…
Halk için güzeldir, zaten olması gerekendir.
Herkesin hak ettiğine kavuşması, burjuvazi için kıyamettir!
ÖZGÜRLÜĞÜN SEVDALISI OLMAK
Büyük insanlığı susturamazlar. Yürüyüşünü durduramazlar.
Çünkü…
Bakın, Sevgili avukatımız Barkın Timtik ne
diyor: “…Özgürlüğün sevdalısı değilsek
bu dünyada bir hiçiz."* İşte bu sözü her
adaletsizlikte kalbimizde atıyor. Çünkü
"Özgürlük adaletten başka bir şey değildir" diyen Voltaire’e hak veriyoruz. Özgürlük sevdası içimizde. Adaletse yüreğimizde bir harlanıp bir dinen ama daima yanan bir özlem…
Onun için, bir kez daha ve yeniden o sese
ses katıyoruz; adaletin olduğu bir düzen
istiyoruz. "ADALET İSTİYORUZ!
Büyük insanlığın bu seslenişini duymak, çoğaltmak ve paylaşmak için, adaletten yana herkesi 23-24-25 Aralık 2013
tarihindeki duruşmalarına çağırıyoruz.
SONUÇ YERİNE…
Büyük insanlık soruyor: Adalet isterken
bir başka adaletsizliğin kurbanı olunan
bu düzenin adı ne?
Ve halk cevaplıyor: Faşizme Karşı Omuz
Omuza!
*Frantz Fanan !
ARALIK 2013 | TAVIR | 28
30-33 selcuk abi_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:33 PM Page 30
deneme
deneme
devrimcilerin avukatlığından
devrimci avukatlığa
selçuk kozağaçlı
1989 sonbaharında üniversite için Ankara'ya gittim. Liseden sonra okumaya
devam edebilmiş memur çocukları için
“yetişkin yaşamı” genellikle böyle başlar.
Aslında 17 yaş, aileden bağımsız kararlar verebilmek için geç sayılabilir ama yetişkin kabul edilmek için de erkendir. Elbette yoksulluk veya ailenin yükünü
daha erken omuzlara yükleyen zamansız ölümler, kayıplar, göç, sürgün, savaş
ve hatta aile geleneği gibi yetişkinliği
genç yaşlara çeken etkenler vardır. Yoksul değildik; ilk gençliğim herhangi bir
felakete maruz kalmadan gelip geçti.
Deneyimlerimiz mücadeleye erken atılmak için bir diğer yolun, hangi sınıftan
gelirseniz gelin, liseli(veya mahalleli)
gençlik hareketlerinden veya konsomol siyasetinden geçtiğini göstermiştir.
Ben 12- 17 yaş arasını üç ayrı kentin kaymakam lojmanlarında geçirdim. Babamın mesleği erken yaşta çalışmamı gerektirmediği gibi “liseli gençlik” siyasetine de el vermiyordu.
başladığımda çok sonraları kurabilecektim.
Bugün hala mücadeleye bana kıyasla
daha erken yaşlarda atılan veya gençlik hareketinden gelen yoldaşlarım; anmalarda, mitinglerde, bazı şarkı ve
marşları, hatta sloganları ilk defa duymama çok gülerler. Yine bazı teorik kalıpları hiç duymamış olmama şaşırırlar.
Gençlerin öğrenme tarzındaki coşkulu,
akılda iz bırakan, didaktik yollar, tekrarlar, kalıplar, marşlar, sloganlar, alıntılar
bende eksik kalmıştır. Bu aynı zamanda
bir coşku eksiği midir? Hayır. Yıllar içerisinde artan bir devrimci romantizm ve
coşku ile mücadeleyi fark ediyorum. Demek ki yetişkinler de bu açığı kapatabiliyor.
Çok huzurlu ve dengeli bir evde büyüdüm. Gülmek ve ağlamak gibi hata
yapmak da serbestti. Tayin ile gidilen
uzak taşra kasabalarına; iki çocuk ve çelik kütüphane raflarıyla birkaç bin kitabı taşımaktan yorulmayan, kimsenin
kimseye sesini yükseltmediği ve akSosyalizmi üniversitede öğrendim ve be- şam yemeklerinde çocuklarla sohbet
nimsedim. Elbette devrimciler de ora- edilen bir çekirdek aileydi.
daydı ama devrimcilikle gerçek ve yakın
bir ilgiyi ancak avukatlıklarını yapmaya Dengeli orta sınıf aileler potansiyel
30 | TAVIR | ARALIK 2013
devrimciler için ilginç bir çelişki barındırırlar. Bir yandan sınıfınızla bağlarınızı koparabilmenizi engelleyecek ölçüde bir güven duygusu yaratıp olumlu
gelecek beklentisi oluşturarak sizi siyasal açıdan pasifize ederken, diğer yandan da eğer şanslıysanız devrimci siyasal bilince zemin olabilecek entelektüel birikimi ve adalet duygusu başta olmak üzere ahlaki altyapıyı oluşturmanızı sağlarlar. Ben şanslıydım. Kemal Tahir'i,
Aziz Nesin'i, Yaşar Kemal'i, Hasan İzzettin Dinamo'yu henüz evdeyken tanıyıp
neredeyse bütün kitaplarını okumuştum. Karl Marks'ın biyografisini (biraz da
kapağındaki kocaman sakallı adam fotoğrafının merakından) okumuş, Nazım'ın “Salkımsöğüt” şiirini ezberlemiştim. Ama yanıltıcı olmamak için hemen eklemeliyim ki; Peyami Safa'yı,
Ziya Gökalp'i , Türkeş'in “Dokuz Işık”ını,
Said- i Nursi'nin bazı risalelerini de aynı
dönemde okudum ve Necip Fazıl'ın
“Kaldırımlar” şiirini ezberlemiştim. Bu iki
şiire Faruk Nafız'ın “Han Duvarları” ile Orhan Veli'den “İstanbul'u Dinliyorum”
eklenince kırk yaşıma kadar üzerine
iki şiir ekleyemediğim dört şiirlik ezber
listemin de o yaşlarda oluştuğunu anlıyorum. Ne kadar zayıf bir liste. Şimdi
bu açığı özen ve ısrarla kapatmaya ça-
30-33 selcuk abi_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:33 PM Page 31
Burjuva çocukları (ve belki onlara öykünen üst orta sınıfların çocukları) açısından aynı yaşlar için öngörülen çok dilli “sanatsal/kültürel” eğitim ile benim çocukluk ve ilk gençlik hallerimin önemli farkları vardı. Bir spor dalının -en
azından hobi olarak- sahiplendirilmesi, bir müzik enstürmanının öğretilmesi ve anadil dışında bir veya daha çok dilde edebiyat okumaları temelinde bir
eğitimdir bu. Özel okul, dar cemaat, kalıcı ev/semt ve sık tatil/seyahat ile beslenen bir yerleşiklik algısından bahsediyorum ki bende asla gelişmedi.
Sınıfsal ayrıcalığın önce kültürel ayrıcalığa sonra da kültürel ve siyasal hegemonya taşıyıcılığına dönüştürülmesinin
tarifi Platon'dan bu yana aynıdır; müzik,
beden eğitimi ve edebiyat. Elbette emperyalist çağ için bu zararlı etki, üst kültürün etkisi de tartışmasızdır ancak
hegemonik sonuç doğurur.
lışıyorum.
Babam çok sinirlendiği veya üzüldüğü
zaman sitem etmek için yahut çok neşeli olduğu zamanlarda bize takılmak
dışında tanrıdan söz etmez, dini bir davranış sergilemezdi. Annem gündelik
yaşamında gayet "modern" tarzda olmakla beraber sık dua eder, ramazan
geldiğinde namaz kılar ve oruç tutardı.
Hala da öyleler.
Bana da okulda, evde ve sokakta genel
geçer olmakla birlikte sünni-hanefi
mezhebi uyarınca din terbiyesi verildi.
13- 14 yaşlarında kendi insiyatifimle düzenli namaz kılmaya ve kur'an ezberlemeye başladım. Minareden ezan okumaya
vardırdığım bu dönemsel ısrarın sağladığı birikimin o yaşlar için göz kamaştırıcı
otorite olduğuna inanıyordum.
Ancak, “kariyer planım” tutmadı! Babamın
sadece hafızlıkla kalmayıp eski yazı da
okuyabildiğini, o zamana kadar ilgilenmediğim bazı raflarında otuz ciltlik hadis
şaheseri Sahih- i Buhari'nin yanı sıra fıkıh,
kelam ve *siyer kitaplarının da bulunduğunu öğrendim.
Ailem elinden geleni yapmakla birlikte devlet okulları, zorunlu tayinler ve
hatta ekonomik nedenlerle bende yukarı sınıfa doğru bir zihinsel/fiziksel
hareketin gelişmediğini düşünür ve
tüm o koşulları minnetle anarım. Üniversiteye de torbamda bunlarla gittim ve orada sosyalizm fikri ile tanıştım.
90'lı yılların -o gerçekten inanılmaz- hemen başı ve birinci yarısında ülke; üzerine faşist cunta tarafından serpilen
ölü toprağını silkelemeye başlamıştı. Heyecanlanmamak mümkün değildi.
Devrek'ten otobana kadar madencilerle birlikte yürüdüm, binlerce kamu
emekçisi ile birlikte Kızılay'a çıktım, yemekhane boykotlarına katıldım. Öğrenci derneği üyesi, yöneticisi oldum; o zamanlar heterojen bir kitle örgütü olan
Halkevleri’nde çalıştım ve yöneticilik
yaptım. Tazyikli suyu, copu ve okul çatışmalarını öğrendim. Bazen o yıllarda
birlikte olduğumuz arkadaşlar “çok hareketliydin hep önlerde koşturuyordun” dedilerse de sınıfsal köklerimin
beni biraz uzamasına izin verdikten
ARALIK 2013 | TAVIR | 31
30-33 selcuk abi_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:33 PM Page 30
sonra yumuşakça geri çeken lastiksi
bağlarla sarmış olduğu anlaşıldı. Daha
cüretkar, bedel ödemeye hazır bir mücadelenin yürütüldüğünü fark etmemek
mümkün değildi. Çünkü aynı yıllar daha
uzun süre kenardan seyredeceğim bir
başka fedayı; 90'ların asıl dehşetini ve
umudunu gözlerimizin önüne sermişti.
Devrimciler sistemi sarsan eylemleri ile
ülkenin gündemini sallıyor, sokakta,ev
baskınlarında katlediliyorlardı. Merhabalaştığım, göz aşinası olduğum yüzlerce öğrenci gerillaya katılmak için okullarını ve Ankara'yı terk ediyorlardı. İnsanlar bedel ödüyor ve geri adım atmıyordu.
En yakın arkadaşlarımdan işkence görenler, okullarını, evlerini, kız arkadaşlarını bırakıp devrimcilik yapmayı tercih
edenler vardı. Çok azıyla yeniden buluşabildim zaten çok azı döndü, bir kısmını hapishanelerde yıllar sonra gördüm
ve çoğunluğu da katledildiler.
32 | TAVIR | ARALIK 2013
Bütün sevgim ve hayranlığıma rağmen
onlarla gitmemiştim. Ve daha da önemlisi peki şimdi ne yapacaktım? Birikimim
benden bir “solcu” avukat çıkarırdı. Yani
siyasi ceza davası avukatı, dernek üyesi, hatta devrim mücadelesinin avukatı olabilirdim. Öyle de başladım mesleğe. Yıl 1996 idi ve hapishaneler kaynıyordu. ÇHD üyesiydim. Altyapım beni
getirebileceği en ileri noktaya getirip bırakmıştı.
97 kışında ilk siyasi davama girmiş, baharda ilk idam cezamı yemiş, yazıp çizmeye başlamıştım ve evlenmek üzereydim. Aslında hiç farkında olmadan – evlilik de dahil olmak üzere- beni “devrimcilerin avukatı” olmaktan “devrimci avukat” olmaya götüren süreç başlamıştı.
Daha iyi anlaşılması için köşe taşlarından söz etmeliyim ;
İlki 96 ölüm oruçlarında artık bir avukatlık bürosunda çalışıyor olmama ve ÇHD
üyeliğime rağmen kendimi direnişe
çok uzak ve çaresiz hissetmeye devam
ediyordum.
Sonraları o yaz için çok benzer duygular yaşamış pratisyen hekimler tanıdım ve onların da 96 direnişini yaşamalarının dönüm noktalarından birisi olarak tarif ettiklerine şahit oldum. Yalnız
değildik. İkinci köşe taşı, o zor yıllardaki tarzı, cesareti ve fedakarlığı ile hepimizin sevgisini kazanmış iki kuruma, Ankara Halkın Hukuk Bürosu ve Ankara Tutuklu
Aileleriyle
Yardımlaşma
Derneği(TİYAD)' ne yapılan saldırı ve
baskınlardı. HHB ve TAYAD'ın saldırıya
cevap verme geleneğinden, tarzından
çok da haberli değildik. Daha öğrenmeyi bitiremeden koşturmaya başladık.
Bunlar meslek yaşantımızda ilk polis baskınları ve saldırılarıydı.
Ve üçüncüsü; hayatımızın ilk hapishanesine, ilk siyasi koğuşumuza, ilk göz ağrımıza hunharca saldırdılar. Katliam ve
30-33 selcuk abi_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:33 PM Page 31
onurlu direniş, 99 olmuştu, evliydim ve
başımıza gelene inanamıyordum; arkadaşlarımızı gözümüzün önünde öldürmüşlerdi. Benimki türünden bir güven
ve sevgi içerisinde büyümüş “küçük
burjuvaların” hele bir de duygusal açıdan hiç hırpalanmadan, ilk aşkıyla evlenmeyi başarmışsa, “kin”; “nefret”; “intikam” gibi keskin, hatta “sonsuz bağlılık”; “yemin” gibi güçlü duygular yaşaması zordur. Aslında bizler tüm duygularımızın (belki aşk hariç) radikal olarak
keskinleşip bize zarar vermesini engelleyecek bir “duygu ahlakı” ile yetiştirildik. “Evet yaşamda kötü giden bir
sürü şey var ama sorumlusu biz değiliz.
Açlık, yoksulluk, savaşlar.. Tabi ki üzülüyoruz. Asla biz o zalimlerden olmamalıyız. Eleştirelim, ama şu anda, burada
yapabilecek çok fazla şey yok. Akılsızca
heyecanlanıp, kendimize, bizi sevip,
ihtiyaç duyanlara zarar vermemeliyiz..”
Bu sınıfsal kökenimizin ve evcilleştirip
bize geri verdikleri duygusal yaşamımızın nasihatiydi.
götürür ve onların arasında düşünmeme
bile gerek kalmaksızın hatırlarım; yorulamayız, karamsarlığa kapılamayız ve
asla vazgeçemeyiz.
sizm’i; ilk duyduğum günden bu yana
değişmeyen bir inanç ve bağlılıkla yaşamı onun aracılığı ile anlamaya çalışıyorum.
Yenilmek değil ama vazgeçmek sadece
geleceğimizi değil, geçmişimizi de karartır. Düşman sadece henüz doğmamış çocuklarımızı değil, artık hiç yaşlanmayan
ölülerimizi de rahat bırakmaz. Gündüz
veya gece, uykuda veya uyanık yanlarından döndüğümde arınmış, bilenmiş ve
küçük sorunumu aşmış olarak yeniden
mücadeleye sarılırım.
Bunları cebimde ve aklımda getirmiştim. Ama bir yandan da yenilenerek dönüşüyorum. Devrimci Avukatlık bir yaşam biçimi olarak devrimcilikten farklı düşünülemez.
Daha sonra onlarca feda eylemcisinin,
gerillanın, ölüm orucu direnişçisinin
cenazelerini teslim aldım, yıkanmalarında ve definlerinde hazır bulundum
ama Ulucanlar hamamındaki işkence ve
Adli Tıp morgunun görüntüsü beni hiç
terk etmedi.
Devrimci olmadan aşık olmuştum. Yirmi
uzun yıl boyunca yanı başında yaşadığım
bu kadın da aynı ateş çemberinden geçti, belki de daha doğrusu beni geçirdi.
96'da akademide kalmak veya memur olmak yerine avukatlığı seçmemi sağlayarak yaşamıma bir rota çizdi. Kör bir gecede -hayatımızda ilk defa- basılıp saldırıya uğramış bir kuruma girmeye çalışırken
beni asansörde duvara yaslayıp; “eğer birisi kendini gözaltına aldıracaksa şimdi
ben aldırıyorum, sen dışarıda daha çok
işe yararsın o yüzden koruma reflekslerini kaldır!” diye uyararak önüme geçip sıradan bir kadın-erkek ilişkisine hapsolmamamızı sağladı. Nihayet o karanlık Ankara Eylül'ünde morgun önünde verdiği üç
ultimatomla beni bugüne kadar sapmayacağım hizaya soktu; “Bir; yüzünden o ağlamaklı ifadeyi sil, öldürenler karşımızda, onları memnun etme! İki, gömleğini pantolonuna sok, kendine çeki
düzen ver, arkadaşlarımızın ailelerinin bizden başka güveneceği insan yok, güven
ver! Üç; bunu yapanları ve yaptıranları yaşadığımız sürece birbirimize hiç unutturmayalım, nefretimiz azalmasın ve hesabını soralım!”. Bu sağduyulu kadınla evli
olmak ve onunla birlikte devrimcileşmek
de bir başka şansım ve dinginliğim.
Ne zaman yorulsam, bunalsam, aksaklıklara ve hatalara kızsam, ümidim azalsa; hafızam beni kolumdan tutup on
devrimcinin yanyana çıplak uzanıp yattığı yirmibeş metrekarelik soğuk odaya
Bugün artık gönül rahatlığı ile kendime
“Devrimci Avukat” diyorum. Geldiğim
yolu hatırlayarak önüme bakıyorum.
Hala çocukluğumdaki gibi günde en az
200 sayfa kitap okuyorum. Hala Mark-
Bana artık küfür gibi geliyordu. Bende
sınıf kini yaratan ve katledilen yoldaşlarımıza sonsuz bir bağlılık doğuran Ulucanlar Direnişi'dir. Sınıfımla aramdaki lastiksi bağı nihayet ve tamamen kopararak Devrimci Avukat olabilmemi sağlayanın da bu olduğuna inanıyorum. Ne
olmuştu? Dostlarımızı sistemli bir işkenceden geçirip neredeyse parçalayarak
öldürmüşlerdi! Hepsini kendi ellerimizle kefenledik ve gömdük.
Artık sadece dünyayı anlamaya çalışmakla yetinmiyorum. Dünyayı değiştirmek istiyorum ve değiştirmek zorunda
olduğumuzu da biliyorum. Artık bunun
tek bir yolu olduğunu biliyor ve inanıyorum; önümüze konan tüm barikatlara yüklenmek ve engelleri yıkmak!
Adliyede, karakolda, hapishanede, sokakta, çalışırken yaratabildiğim bütün
değerlerin, gelecekte bize emek veren,
dönüştüren ve değiştiren mücadele
ve devrimciler tarafından yaratıldığını
fark ediyorum. Alıcı gözüyle bakan
herkes de fark edebilir; senin dosyan, senin davan, senin paran, senin evin, büron, geleceğin, borcun, alacağın yok, BİZ
VARIZ!
Deneyimin, itibarın, sana duyulan saygı ve kendine duyduğun öz saygı, devrim için mücadele ederken yaşamlarını feda etmiş dostların tarafından yaratılmıştır. Artık ne kadar özenle bir taraflara kaydetmiş olursan ol, benim gibi
şefkatle hatırla, sev ya da nefret et kişisel tarihin bitiyor!
Bir derece üste çıkıyorsun; kolektif hatıraya, sınıf savaşımının devindirdiği
gerçek tarihe! Artık devrimci avukat olduğunda fark edeceksin ki; direnirlerken dövüşerek ölmüş müvekkillerinin
resimlerini asabildiğin her duvar büro,
şarkılarını söyleyebildiğin her pencere
ev olur. Özgürleşirsin; artık DEVRİMCİ
AVUKAT'SIN..
*Siyer: Peygamberlerin hayat hikayesi.
q
EKİM 2013 | TAVIR | 33
34-35 bellek_29-30 ellerimi tut 12/13/13 5:53 PM Page 34
şiir
şiir
seven koştu
ali sinan çağlar
Güneşli
sevinçli günler için
geceden geçtik
Gecelerden
acı dolu
kan dolu
verdiğimiz can
dolu
gecelerden
Duvarların ardında
zulmün ağzında
şafağı unutmadık
yürüdük
öldük, öldürüldük
yürüdük
Duvarlar soğuk
zulüm kırmızı kandı
Şafak gelmeden
gecenin içinden
namlular
bombalar geldi
Coşkulu
tutkulu
kocaman sevdayla
Alev alev yanan
insandı
Işığı şafağa gönderip
tutuştular bir
közde
34 | TAVIR | ARAlIk 2013
34-35 bellek_29-30 ellerimi tut 12/13/13 5:53 PM Page 35
Toprağı
insanı seven
koştu
şarkılar söyledi
ateşe sarılı gövdesiyle
zulmü yendi
girdi toprağın rahmine
Ölenler
çatlamaya hazır filizdiler
Kentlere vardılar
ellerinde bahar
ellerinde umutla
Sevdalıydılar
sakin
içten
coşkuluydular
28 can
boy boy fidandılar
Diktik onları
Anadolu’nun kavruk bağrına
Kanımız karıştı kanlarına
Zafer dedik adlarına
Umuttu
umut fidanıydı onlar
Yeminlerinde şahlandı kavga
köklerine
yanan yüreklerimizi kattık
büyüyor sevda sevda
dal dal
Bütün aylar
bütün zamanlar
yengiler
yenilgilerle yandı
Tarihin akışında
yalnız hakikatimiz çağladı
Geldiğinde zamanı
yiğit verip selamını
sarının sevincinde
dokuyacak
kırmızı sevdasını
Berrak
taze sesler haykıracak
Ölümü yenenlerin
Zulmü ezenlerin destanını q
ARAlIk 2013 | TAVIR | 35
36 kelimelerin dili_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:34 PM Page 36
kelimelerin dili
kelimelerin dili
aktivist
leyla güney
olarak nitelendirilen insanların yaptıkla- sif, hedefsiz mücadele yöntemleriyle inrına baktığımızda bilinen anlamda bir sanlık mücadelesi verilemez. Milyonlarca
protestodan, muhaliflikten de söz edile- insan açlık, susuzlukla boğuşurken, daha
mez. Genelde "sivil itaatsizlik" adıyla vb. fazla kar elde edebilmek adına, ceninden
tarzlar protesto yöntemleri olarak göste- makyaj malzemesi elde eden bir sistemrilir ve bu tarz davranışlara da çok büyük den bahsediyoruz. Kapitalizmin ahlakı da
anlamlar yüklenir. Gerçekte ise etliye süt- yoktur, insafı da yoktur. En tanınmış “aklüye dokunmayan, bir şeyler yapıyor gö- tivist” gruplara bakalım; Greenpeace hanrünerek vicdanını rahatlatan bir tarzdır. Bu gi doğa katliamının önüne geçebildi?
tarz kendini düzene kabul ettirme çaba- Emperyalistler karlarından bir kuruş zarar
Son yıllarda moda olan, daha doğru de- sının sonucudur ve demokrasi mücade- etmemek için fabrikalara filtre bile takmıyimle emperyalizmin moda haline getir- lesini geliştirmek bir yana, yıllardır kan can yorlar. Fabrikalardan salınan zehirli gazlar
diği “aktivistlik”in sözlük anlamını bir ke- bedeli kazanılan hakların da içini boşaltır. ozon tabakasını deliyor, doğayı katlediyor.
Bu katliamın önüne geçebiliyorlar mı? Ya
nara bırakıp hayattaki karşılığına bakacak
Kendine devrimciyim, sosyalistim diyen da feminist gruplar kadınlara yönelik söolursak eğer;
örgütlerin ve tek tek insanların “aktivist” mürünün, şiddetin önüne geçebildi mi?
Birincisi; bu kavram yıllardır devrimcilerin kelimesini kullanması ise tam bir sorum- Geçemedi ve kapitalizm var olduğu sürekullandığı ve halk tarafından da benimse- suzluktur. “Eylem”, “eylemci” gibi kelime- ce insanlığın hiçbir sorunu nihai olarak çönen “eylemci” kelimesinin yerine konan bir ler halka öcü gibi gösteriliyor. Ancak bu zülmeyecek. Kapitalizmin insana, doğakavramdır. Yanlış anlaşılmasın, “eylemci” ile ülkede işçiler, öğrenciler, memurlar tüm ya, hayvanlara verdiği zararı engelleme“aktivist” aynı anlama geldiği için değil, bi- haklarını faşizme karşı verilen dişe diş mü- nin yolu bu insanlıkdışı düzene karşı mülinçli bir şekilde “eylemci”nin yerine geti- cadeleyle, militan eylem tarzıyla kazandı- cadele etmektir. İnsanlık için nasıl mücarilen bir kavramdır. Çünkü “eylemci” mi- lar.“Eylemci”yerine“aktivist”kelimesini kul- dele edileceğini de ülkemiz ve dünya devlitanlığı ifade eder, eylem yaparken sonuç lanmak, ödenen bedellere saygısızlıktır, de- rimcileri on yıllardır verdikleri pratikle
alma iddiasıyla çıkılır yola. “Aktivist” ise em- mokrasi mücadelesini geriletmektir. "Ey- gösterdiler ve göstermeye devam ediyorperyalizmin modası olan “sivil toplumcu- lemci"ye "aktivist" de, başkaldırıya "sivil ita- lar.
luğun” tarzıdır. Emperyalizm diyor ki “Eğer atsizlik" de... Hak almak için eylem yapılır,
bu düzenden rahatsızsanız ve ille de bu ra- aktivite değil. Eylem yapana da “eylemci” Sonuç olarak; “aktivistlik” yöntem olarak
hatsızlığı dile getireceksiniz, buyrun benim denir. Emperyalizme şirin görünmek adı- doğru değildir ve devrimcilerin siyasi litesize sunduğum modelde muhalefet ya- na “eylemci”yerine “aktivist”kelimesini kul- ratürlerine almaması gereken bir kavramdır. “Aktivistlik”e özenilmemelidir. Halk
pın“. Ve emperyalizm bununla da yetinme- lanmak bilinçli bir tercihtir.
kendi meşruluğuyla hareket eder, kendi
yerek, kendi “aktivist”lerini yaratır. Angeİkincisi;
“eylem”i
aşırı
bulup,
kendini
aktiyöntemlerini
kullanır. Devrimcilerin yönlina Jolie gibilerini insan hakları aktivisti
vist olarak tanımlayan ve bu doğrultuda teminin gücü de halkın meşruluğundan
diye önümüze çıkarır.
sonuç alacağını düşünenlerin içinde bu- gelir. Bu barbar sistemi yenmek için halk“Aktivist” kelimesinin kelime anlamına lunduğu açmazdır. Çünkü vahşi kapita- ların acılarının hesabını soran, meşruluk
ilişkin kısa bir araştırma yaptığınızda kar- lizm insanlığı yok ediyor. Kapitalizmin temelinde yürütülen bir mücadele gereşınıza çoğunlukla “protestocu, muhalif”ke- insanlıkdışılığı karşısında “sivil itaatsizlik”, kir. !
limeleri çıkıyor. Fakat günümüzde aktivist bohem yaşam, komün oluşturma gibi paİnsan hakları aktivisti, hayvan hakları aktivisti, kadın hakları aktivisti, çevre aktivisti… diye uzayıp gidiyor liste. Yani insanı,
insan yaşamını ilgilendiren pek çok konuda “aktivistlik” yapıyor birileri. Kökeni İngilizce olan bu kelime aktivite etmekten geliyor. Önüne getirilen konu neyse, o konu
hakkında aktivite eden kişi de aktivist oluyor.
36 | TAVIR | ARALIK 2013
37 iscinin elleri_sablon 12/13/13 12:34 PM Page 37
deneme
deneme
işçinin elleri
hülya ergün
Direnişlerle doludur insanlık tarihi.
Memuru, öğrencisi, işçisi… Ezilen sömürülen her kesim direniş tarihine bir
halka olmuştur. İşçiler ise bu tarihin
en önemli halkalarındandır. Grevlerle, boykotlarla; dünyada ve ülkemizde işçi direnişleri, tarihte yerlerini almışlardır.
Bir işçi gelir oturur fabrikanın önünde.
“Hakkımı istiyorum, alacağım” der. Saatler saatleri kovalar günlere evrilir.
Görenler şaşkın gözlerle bakar, anlamaya çalışırlar. Kimi gider konuşur. Anlatır
derdini. Haktan, adaletten emekten
bahsedilir. Işık yanar insanların içinde
umut olur. Bu direnişe davettir.
Üreten ellerdir hayatı güzelleştiren.
Dökülen alınteridir, emektir. Tozlu
havasız gürültülü fabrikalarına yetişmek için günün ilk ışıklarıyla düşerler yollara. Fabrikaya gelen, giyer önlüğünü, geçer bir makinenin başına.
Kafasını kaldırmadan çalışır. Yanındakiyle bile konuşmaz. İş başındayken
konuşamazsın, yasaktır. Saatlerce çalışırsın, emeğinin karşılığını alamazsın. Hakkını aramak için sendikalı
olursun eylemlere katılırsın. Bunu
yapınca da işte o zaman işten atılırsın.
Ya işini kaybetmemek için hakkını
aramayan, sessiz kalan, boyun eğen
biri olursun ya da hakkını aramak, almak için direnirsin.
Kurulur çadırlar bir bir fabrikaların önlerine. Belki tek başına belki 20 kişi.
Ama direniş ekmek ve hak içindir.
Yıllardır egemenler, işçilerin örgütlenmesinden korkmuşlardır. Egemenler
işten atmakla tehdit ederler. Verdiğimiz emeği bize karşı silah olarak kullanırlar. Kimi işçiler direnişin yolunu
seçerler. Emeğinin hakkını almak için,
iş hakkını almak için tek başına da olsa
direnirler.
Dalga dalga yayılır sesler. Sokaklarda işçiler, işçilerin ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlar: "İşçiyiz Haklıyız Kazacağız" direnirler günlerce. Direnişler
umut olur. Kulaktan kulağa yayılan işçi
direnişleri diğer fabrikalarda, atölyelerde, şantiyelerde bulur yankısını. Artar,
büyür, gürleşir sesler. Eller birleşir. Halka genişler artık.
Elbette bu durumdan rahatsız olanlar
olur. Tahammül edemezler işçilerin direnişine. Cop, gaz bombası, tazyikli su,
gözaltılar… saldırırlar. Sanarlar ki saldırınca vazgeçerler, korkarlar ve susup
otururlar yerlerine. Tarihte işçi direnişleri, grevleri katliamlarla bastırılmıştır.
1888’de Londra’da bir kibrit fabrikasında çalışan yaşları 15-20 arasında kadınlar çalışma koşulları için eylem yaparlar. 700 kadın yaptıkları bu eylemle direnişin ilk halkası olurlar.
Yine Ocak 1905’te Rusya’da işçiler
Çar’a taleplerini içeren dilekçeyi vermek için Kışlık Saray’a yürürler. Yürüyen işçiler kurşuna dizilir.
Tarihimiz belli. Tarihimizden aldığımız
güçle direnişlerimizi büyüteceğiz.
Önümüzde nice örneklerimiz var. 1516 Haziran’dan, Maden İşçileri’nden,
Tekel İşçileri direnişine… Türkan Albayrak, Cansel Malatyalı, Darkmen,
Rosateks, Bedaş, Akçay işçi direnişleri zaferle sonuçlandı.
Ve bugün işçiler direnişleriyle umut olmaya devam ediyorlar. Kazova Direnişi çok yakın bir zamanda zaferle sonuçlandı. Kazova işçileri tarihi bir
adım attılar. İşgal ettikleri fabrikada
üretime geçtiler. Evet, üreten bizsek,
yöneten de biz olacağız diyerek fabrikalarına, haklarına, işlerine sahip
çıktılar.
Birkez daha gördük ki direnilmeden
hak el de edilmiyor, kazanılmıyor.
Adım adım büyüteceğiz direnişleri.
Belki uzun sürecek, belki zor olacak,
belki de çok bedeller ödeyeceğiz.
Ama hasretini duyduğumuz, düşlerini kurduğumuz o güne ermenin inancını ve umudunu yitirmeden mücadeleye devam edeceğiz. Umut olmaya,
umudu büyütmeye devam edeceğiz.
Yöneten biz olana dek…!
ARALIK 2013 | TAVIR | 37
38-39 kazova direnisi_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:35 PM Page 38
izlenim
izlenim
kazova fabrikası’nda film festivali
fosem
fabrika önündeki eylemlerine, patron
makineleri, malları kaçırmasın diye kurdukları direniş çadırına, ardından fabrika
işgaline, müzik dinletilerine, bayramlaşmalara, düğüne, dayanışmaya ve bir defileye bile tanıklık etti. Şimdi sıra Kazova
İşçileri gibi direnen ve kazanan dünyanın
farklı yerlerindeki işçilerin direnişlerinin
Fabrikanın bulunduğu İyiniyet Sokak Ka- anlatıldığı filmlerin, belgesellerin göstezova işçileri direnmeye başladığı günden rileceği Film Festivali'ndeydi. Bir dayanışberi birçok olaya tanıklık etti. İşçilerin maya bir ilke daha tanıklık edecekti bu so-
1-2-3 Kasım 2013 tarihlerinde bir film festivali gerçekleştirildi. Bu Festivalin ne
özel bir salonu ne özel koltukları ne özel
konukları ne de kırmızı halıları vardı. Bu
Festivalin alanı Direnen Kazova İşçileri’nin işgal ettikleri ve üretime geçtikleri
Kazova Tekstil Fabrikası’ydı.
38 | TAVIR | ARALIK 2013
kak, şimdi sinemayı çağırıyorduk. Direnen
Kazova İşçileri, Devrimci İşçi Hareketi, Ötekiler Kültür Sanat Derneği ve İdil Kültür
Merkezi- Fosem’ den oluşan Kazova Direnişi Kültür Sanat Komitesi ve yönetmen
Okşan Dede’nin emeğiyle şekillendi ve
festivalde Direnen Kazova İşçileri sinemayla ve sinema severlerle buluşturuldu.
1 Kasım Cuma günü saat 19.00’da Şişli Camii önünden itibaren Bomonti’nin ara sokakları “Direne Direne Kazanacağız” sloganı ve Sambistanbul Ritm Grubu'nun ritimleriyle inledi. Ellerindeki Kazova Direnişi Direniş Günleri Film Festivali pankartıyla Kazova Direnişçileri, sokaktan geçenleri kendi festivallerine davet ediyordu.
Camlardan bakanlar, balkonlardan alkış
tutanlar herkes bu festivalin diğerlerinden
çok farklı olduğunu anlıyordu. Fabrika
önüne gelindiğinde sokak boydan boya
kapatılmış. Sokağın bir girişine büyük bir
perde asılmış, diğer girişine ise ateşler yakılmıştı. Festival açılış konuşmasıyla başladı; Direnen Kazova işçileri, DİH ve Kültür Sanat Komitesi'nin konuşmalarının ardından Sambistanbul Ritim Grubu'nun
ritimleriyle programa devam edildi. Festival Özlem Sarıyıldız, Fatih Aydın ve Fosem’in Kazova Direnişi'ni anlatan hazırlık
38-39 kazova direnisi_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:35 PM Page 39
aşamasındaki belgesellerin kolâjlarının
gösterimiyle başladı. İlk gün programı ise
Ken Loach'un Ekmek ve Gül filminin
gösterimleriyle son buldu. Festivalin 2.
gün programı ise Özlem Sarıyıldız’ın
“Tuz, Su, Un” adlı belgeseliyle başladı. Bu
belgesel Türkiye'de ilk defa Kazova Direniş Günleri Film Festivali'nde gösterildi ve
yönetmeni Özlem Sarıyıldız da gösterim
esnasında oradaydı, işçilerle birlikte izledi. Tuz, Su, Un belgeseli 90'lı yılların Arjantin'indeki eylemlilikleri ve oradaki kadınların aktif rolünü anlatıyordu. Bu belgeselin ardından Türkiye'de çekilen ilk işçi
filmi olma özelliğini taşıyan 1974 yapımı,
Ertem Gönenç imzalı “Karanlıkta Uyananlar” filmi gösterildi. Bu film esnasında özellikle Kazova işçilerinin ilgisi görülmeye değerdi.. Daha sonra festival değerlendirmesinde bu filmi, kendi tarihlerine çok
benzettiklerini ve bu yüzden çok heye-
canlandıklarını ifade edeceklerdi.
çekleştirildi.
Festivalde bir çok belgesel ve film gösterildi. Bunlardan biri de Elio Petri’nin “ İşçi Sınıfı Cennete Gider” filmiydi. Ayrıca son gün
Gezi Ayaklanması'nı konu alan kurgu-video
ve belgesel gösterimleriyle başladı. Son
gün yine Türkiye'de ilk defa Hülya Öztürk’ün “Baş Aşağı Tango” belgeseli gösterildi. Bu belgeselin ardından “Brukmanlı Kadınlar” filmi izlendi. Bu filme de işçilerin ilgisi çok yoğundu. Festivalin son gösterimi
Fatih Pınar’ın Kazova Direniş Belgeseli’yle
yapıldı. Kendi süreçlerini de ilk defa izleyen
Kazova işçileri belgesel boyunca neler
başarıp, nasıl yollardan geçtiklerini ve nasıl zafere ulaştıklarını fark ettikçe heyecanlandı ve duygulandı. Festival Grup Yorum’un türküleriyle son buldu. Festivaldeki gündüz gösterimleri fabrika içinde yapılırken akşam gösterimleri ise sokakta ger-
Festivalde film gösterimlerinin dışında
tango gösterisi, ateş başı sohbetler, müzik dinletileri de oldu. Festival, hedeflendiği gibi direniş filmlerini işçilerle, halkla buluştururken sinemacıları ve sinema
severleri de Kazova İşçileri’yle buluşturdu. İşçiler izledikleri filmlerde, belgesellerde kendilerinden bir şeyler buldu ve
bir kez daha gördüler ki birlik olmak, mücadele etmek, direnmekten başka bir yol
yok. Haklarını savunmak ve elde etmek
için başka bir yol yok. Üç gün süren festival hepimize öğretti ki ne kültür ne sanat emperyalizmin tekelinde değildir,
emeğimizle, örgütlü gücümüzle sanatı da
sanatçıyı da emperyalizmin tekelinden
kurtarıp fabrikalarımıza, üretim alanlarımıza taşıyabiliriz. !
ARALIK 2013 | TAVIR | 39
40-41 hakikat yasiyor_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:34 PM Page 40
makale
makale
hakikat yaşıyor
metin büyükeroğlu
Anadolu birçok savaş gördü. Beylerin, paşaların zulmüne karşı ayaklanan halkların öfkesine tanık oldu. Bu
ayaklanmaların en görkemlilerinden
biri de Bedreddin Ayaklanması'dır.
Ayaklanmanın ayırt edici özelliği sadece bir beye ya da paşaya değil; düzene karşı olmasıdır.
“Bir zorbayı defedip bir başka zorbayı getirmek değil, amacımız zorbalığı ortadan kaldırmak”
Aslolan zorbalığı ortadan kaldırmaksa bunun için bir alternatif de zorunludur. Osmanlı’nın düzeni sömürü,
yağma ve talan düzenidir. Bir yanda
çalışmadan her türden sefatahi süren
küçük bir azınlık, diğer yanda gece
gündüz çalıştığı halde aç açıkta olan
milyonlar. Sorunun temelinde böyle
bir çelişki vardır. Zorbalığı ortadan
kaldırmalıyız diyen Bedreddin yiğitlerinin alternatifi ise "yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep
beraber" üretilen ve paylaşılan bir
düzendir.
Böyle bir hedefe ulaşmak için Bedreddin yiğitleri mücadeleye girişir.
40 | TAVIR | ARALIK 2013
Börklüce Mustafa (Dede Sultan) ve
Torlak Kemal öncülüğünde Aydın
ve Manisa yöresinde halk örgütlenmeye başlanır. Dede Sultan da Torlak Kemal de Bedreddin’in dervişleridir. Bedreddin gibi bir bilgenin yanında bilimin ve bilginin ışığıyla aydınlanmış ve halkı da aydınlatmak
için çalışmaya başlamışlardır. Onla-
rın dervişliği; mütevaziliği ve kurmaylığı, düşmana olan nefreti ve
adaletsizliğe karşı öfkeyi, sömürüsüz
bir ülkeye inancı ve halka olan güveni kuşanmaktır. Bu özellikleri yaşamlarının her anında taşıyor olmaları halkın da onlara inanmasının, güvenmesinin, onların yürüdüğü yolda
gönüllü olarak yürümelerinin de nedeni olmuştur.
Dervişler halka, din, dil, millet, mezhep farklılığı gütmeden sömürüyü ve
zulmü anlatır. Gözetilen tek fark sömürücülerle sömürülenler farkıdır.
Eğer sözlerimiz yüreğinize düştüyse,
eğer düşüncelerimiz size yakın geldiyse bilesiniz ki hangi inançta olduğunuz bizim için hiç önemli değidir.
İster Hristiyan olun, ister Yahudi, ister Müslüman…" Ey her şeyini kaybetmiş olanlar atın üzerinizdeki ölü
toprağını ve ayağa kalkın. Çünkü
artık hakikatin zamanı gelmiştir”
Her şeyini kaybetmiş olanların gözleri kara olur. Ve o gözler bir kez hakikati gördü mü hiçbir güç hakikate
yürüyüşü durduramaz. Zalimlerin
40-41 hakikat yasiyor_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:34 PM Page 41
Dede Sultan ve Torlak Kemal halkın
bilincine hakikati götürürken yüreklere de sevgiyi ilmik ilmik işlerler.
Birlikte üretmenin ve paylaşmanın
güzelliğini bir bahçıvan gibi tohum
tohum eker.
kuşları, yolcuların durup soluklandığı serin gölgesi, derinlere inip toprağa sımsıkı tutunan köklerinin güvenilirliğiyle tohumda gördüğü ağacı söze
döker. Ama bir de bahçıvan vardır. Ve
ondan beklenenler bambaşkadır. Tohumun nereye, ne zaman, nasıl ekileceğini şairin tohumda gördüğü şeklin
-o ulu ağacın- oluşabilmesi için ne zaman nelerin yapılması gerektiğini bilmek gibi… Biz bu işte daha çok bahçıvana benzeriz. Hayatı yüreğimizde
doğan gerçeğe uygun bir biçimde
kurabilmek için nasıl, nerede, ne zaman, kaç vakitte neyden önce, sonra
gibi sayısız soruya yanıt bulmamız
gerekir, yani akla gereksinmemiz vardır.”
“Şairi büyük kılan nedir? Şair, örneğin tohumdaki ağacı görür ve onu
söze döker. Gökyüzüne dayanan dal
ve yaprakları, üzerinde cıvıldayan
Hayatın ve halkın dervişleri aklı cüretle birleştirerek savaşı örgütler. Bir
lokma bir hırka sadelikleriyle, "yarin
yanağından gayrı her yerde her şey-
asıl korkusu da budur zaten. Çapulcu, ayak takımı diye aşağıladıkları
halkın, hakikati görüp üzerlerine
yürüyüşü en büyük kabusudur zorbaların. Bunu engellemek için de
her şeyi yaparlar. Tıpkı bugünün
egemenlerinin yalan ve demagojiyle halkı aldatmaya, baskı ve zorla
korkutmaya çalıştıkları gibi. Fakat ne
yaparlarsa yapsınlar, halkın coşkun
akan selini engelleyemezler.
de hep beraber" diyen bilinçleriyle
halka örnek olurlar. Bu pratik halkın
güvenini hızla kazanmalarını sağlar.
Vakit eriştiğinde on bin aklibaslı
Dede Sultan ve Torlak Kemal önderliğinde ayaklanır. Osmanlı'ya
“gayrı yeter gün yiğitlik günüdür” deyip kavgaya girişirler.
Sonuç hakikat savaşçılarının yenilmesi, binlercesinin boyunlarının vurulmasıdır. Torlak Kemal’in kale burçlarına asılması, Dede Sultan’ın çarmıha gerilip işkence edilerek katledilmesidir. Hakikat savaşçıları biner
biner öldürülmüştür ama bu hakikatin yaşamasına engel olmamıştır!..
Bugün Alişanlar, Muharremler, Hasan
Ferit’ler hakikat bayrağını onurla
dalgalandırmaktadır. !
ARALIK 2013 | TAVIR | 41
42-43 veda_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:35 PM Page 42
!iir
!iir
veda
bakırköy hapishanesi
Ben içerdeyken
Dışarıda
Durmak bilmez akışıyla
Değişen, dövüşen bir hayat vardı.
Zaman çatlatırken toprağı
Filiz filiz
Eski toprak bir çınar, göçtü aramızdan
“Belki bahar ülkesine açılan kapıdır
ölüm”
Diyerek
Ölüme inanmadan hem de
Göçtü aramızdan
Ben içerdeyken
Bir öğlen vakti
Bir çınar yıkıldı yere masasından
Durdu zaman
Durdu kalbi
Bir öğlen vakti
Başında
İnce ince
Ağır ağır
Süzülüydü kan
Bir çınar
Bir usta
-ki ustalığı hiç kabul etmedi:
“Bizim meslekte ustalık yok, usta olmayacaksın hep arayacaksın, genç olacaksın…”
Kapadı gözlerini
Kapandı çetin bakış
Gözleri…
Selanik göçmeni
Bir bürokratın oğluydu
Böyle doğdu
-büyüdü-
42 | TAVIR | ARALIK 2013
Kendisinden istenen
Bürokratın oğlu olarak yaşayıp
Bürokrat olarak ölmekti
Daha başından reddetti
Yumuşak, rahat koltuğunda
İhtiyarlamayı
Çiçeksiz…
Doğasız…
Kitapsız…
İnançsız yaşamayı…
Kelamsız, inançsız göçüp gitmeyi
Başından reddetti
İşte bu yüzden,
Hukukla başlayan serüveni kısa sürdü
Sonrası filoloji, felsefe, sanat tarihi
Sonrası yaşamdı..
İlk işini hiç unutmadı
Hayatında,
İETT’de ışık kontrolörlüğü yaptı,
İşi, yanmayan lambalara bakmaktı
“Bu yüzden hep yukarılara bakarak”
Dolaşırdı…
Gözleri yukarıya
Gözleri ileriye
Hedefe kilitliydi
Sonrası tiyatro, sinema, şiir
Sonrası,
Usta Yılmaz Güney’le yol arkadaşlığı
Harcını onunla kardı
“Umut” ve “Sürü”
Taktığı iki kanattı
Her oyunda
Her filmde
Adım adım büyüdü
Her sahnesi bir insandı;
İnancı insanaydı
Her filminde bir kahraman;
Kahramanları halktı
Ve
Çıkarıp fötür şapkasını
Çok sevdiği bu yola ömrünü koydu
Gözleri Anadolu kokuluydu.
Sonrası baskı
Yasak günler
İngilizce, İtalyanca, Fransızca
Birçok dilde oynadı
Memleketinden, insanlardan uzakta.
Ölümsüzlüğüyle Çirkin Kral
Hep yanındaydı
Yolundaydı
Sırdaşı
Yoldaşıydı
Ona oynadı biraz da
Ona güldü
Ona döktü içini
Hep onunlaydı
Sonrası ülkesine dönüş
Koca bir ömürdü geride kalan
Sonrası mı?
Pişman olmak mı?
Asla.
Bir daha hayata gelse
Bir daha böyle yaşardı
Yine de çokça
Düştü
Kalktı
İnandı
İnançsızlaştı
42-43 veda_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:35 PM Page 43
Nedendir derseniz
Cevabı insan olmakta
Baştan aşağıya
Bir de derim ki
Ah keşke
Toprağı kızıla boyayanların yanında
Katılsaydı kavgaya
Aksaydı coşkun nehirde kol kola
Saflar net
Kızgın demir kadar
Yakıcıdır gerçekler
Saflar bir cephede savaşmak ister
İsteyecek
Ben içerdeyken
Bir öğlen vakti
Bir çınar göçtü
“Elveda, elveda güzel İstanbul” diyerek
Ölüme inanmadan hem de
Aylardan Eylül
Yapraklar daha kaç kez sararacaktı
Daha kaç güzü böyle selamlayacaktı
Sonra memleketimin şairlerinden
Ezbere bildiği şiirler okuyacaktı
Ben içerdeyken
Bir öğlen vakti
Bir çınar göçtü
Kulaklarımda gür sesi
Şiirler okuyordu son kez
-memleketimin şairlerindenSesi yenilmezdi
Sesi yalansız
“Geçit yok emperyalizme” derken
Bağdatlı bebelerin acılarıyla bilenmişti
Çelik nefesi
Tek kelimeyle güzel insan bu insan
Büyük oyuncuydu
Vasiyeti,
Mezarında iki şişe şarap
Sevdiği filmleri, bitiremediği kitaplarıydı.
Ben içerdeyken
Eski toprak bir çınar göçtü aramızdan
“Belki bahar ülkesine açılan kapıdır
ölüm” diyerek,
Ölüme inanmadan hem de… !
EK!M 2013 | TAVIR | 43
44-45 gavur_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:36 PM Page 44
öykü
öykü
gavur ökkeş
zafer sayar
Yağmur ılık bir rüzgar gibi içimi ürperterek çiseliyordu. Gökyüzünün ufku giderek siliniyor, gözbebeklerim daha uzağı
görebilme umuduyla büyüyordu. Uzaklardan vahşi hayvanların sesi duyuluyor,
orman sanki canlanmış gibi üstüme üstüme geliyordu. İçime düşen korkuyu damarlarımdaki akyuvarlar vücudumun
en ücra köşesine kadar taşıyorlardı. Bedenim elimdeki tüfeğin ağırlığı altında
eziliyordu.
ne de kasabadan bir Allahın kulu gelemezdi köyümüze..
ğil çorba kaynatmaya bulgur, pezi* yapmak için un bile kalmamıştı evimizde.
Komşulardan yardım isteyecek olsak,
Anadolu’da herkesin bir lakabı vardır. Ona onların durumu bizden bin beterdi. Bada Gavur Ökkeş derlerdi. Yiğit namıyla bam çaresiz, varmıştı Gavur'un kapısına.
anılır derler ya Ökkeş ağa da gavurluğuy- Gavur zaten dünden hazır bekliyordu. Kıtla nam salmıştı. Gavur kısa boylu tıknaz lık çıksın, köylü bir bir eline düşsün istibir adamdı. Saçları biraz kırlaşmış, ön ta- yordu. Kış boyu bu anı kolluyordu. Bir çuraftan dökülmeye başlamıştı. Çirkin gö- val un sırtlanıp gelmişti babam. Tabi o da
beği vücuduna sonradan eklenmiş gibi diğer köylüler gibi boş kağıda parmak
duruyordu. Ama Gavur göbeğinden basmıştı. Yazın tarladan çıkacak arpayı samemnundu ve gösterişli buluyordu. Yö- tıp ağaya borcumuzu ödeyecektik. ArpaAyağıma takılan çalı ve dikenler yürüyü- renin ağalarına has lengeli fötür şapka- yı biçmemize birkaç gün vardı ki bütün
şümü zorlaştırıyor, bileklerimde kesikler sını yanından hiç ayırmazdı. Bir şeylere tarla yandı. Kim yaktı, nasıl yandı hiç anaçıyorlardı. Kesiklerden akan kan yerçe- karar vermeye çalıştığında şapkasını eli- layamadık. Bu yangın elbette en çok ağakimine karşı koyamıyor, aşağıya doğru bi- ne alır, ileri geri çevirip bir süre inceler, ona nın işine yaradı. Babamın parmak bastıraz ilerleyip hemen pıhtılaşıyordu. Pan- bakarak derin düşüncelere dalardı. Bu an- ğı boş kağıdı istediği gibi doldurmuş, tartolonumun dizden altı çoktan yırtık pır- lar genellikle çok uzun sürmezdi. Kafasın- layı kendi üzerine almıştı. Hem de bir çutık olmuştu.
da hangi tilkiler dolaşıyor kimse anlamaz- val una karşılık, çukur tarla. Tek tarlamız
dı. Kendinden beklenilmeyen bir davra- böyle gitmişti elimizden. Babam gururHava iyice kararmıştı. Hiçbir şey göremi- nışı sergilediği hiç görülmüş şey değildi. lu adamdı. Hazmedemedi bunu. Baltayor, yönümü el yordamıyla bulmaya ça- Gavur karşısındakini ezmek, aşağıla- yı kaptığı gibi dayandı Gavur'un kapısılışıyordum. Belki durup sabahı bekleme- mak, onu küçük düşürmek için her yolu na. "Geri ver tarlamı" diyecekti. Diyemeliydim. Ama böyle bir şey düşünüle- denerdi. İnsan olma özelliklerini çok- di. Oracıkta beş kurşun sıktılar babama,
mezdi bile. Sabah çok geç olurdu. Gün ışı- tan kaybetmiş, gözünü para hırsı bürüm- ben daha beş yaşındaydım.
madan her şey bitmeliydi. Çocukluğu- üştü. Fakat kafası hinliğe çok iyi çalışan
mun ve babamın acıs alınmalı ruhum hu- biriydi. Bir yolunu mutlaka bulur, karşı- Güneş kendini gösterip de karlar erimezura kavuşmalıydı.
sındakini kandırmayı elinde avucunda ne ye başladığında candarmalar geldi köye.
varsa almayı başarırdı.
İlk başta babamın katillerini hapse götüBizim oralarda dağlar sıra sıra bembeyaz
recekler sandıydık ya hiç öyle olmadı. Gapamuk gibi uzanıyordu. Zirvelerinde ka- Gavur'un köylüye etmediği zulüm kalma- vur konağında ağırladı candarmaları.
yaların sivri uçları parıldardı. Yükseklerden mıştı. Köylüyü kendine borçlandırır. Bu- Sabaha kadar yemeli içmeli alem yaptıinildikçe uçsuz bucaksız insan eli değme- nun karşılığında da boş bir kağıda par- lar. Ertesi gün birbirlerine sarılıp kırk yılmiş bakır orman başlıyordu. Her türden mak bastırırdı. Sonra da türlü oyunlarla lık dost gibi vedalaştılar. Ağa savcıya özel
vahşi hayvanı barındıran ormanlar, içine tarlaları, hayvanları… ne varsa alırdı. hediyelerini göndermeyi de ihmal etmegirenin bir daha kolay kolay çıkamadığı Köylüler ise saf temiz insanlardı. Bilmez di. Korkudan köyde hiç kimse sesini bile
ormanlar. Bu yüzden cesaret edip de kim- aklı ermezdi böyle hileye hayınlığa söz, çıkaramadı.
senin içine giremediği ormanlar... Kar baş- senetti köylüme.
ladı mı yağmaya, durmazdı ta ki yaz ayGavur dokuz yaşımda çobanı etti beni.
larına dek. Ne biz gidebilirdik kasabaya Babamı da böyle kandırmıştı Gavur. De- Başka çaremizde yoktu. Yanına çoban
44 | TAVIR | ARALIK 2013
44-45 gavur_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:36 PM Page 45
durmasam anamla açlıktan ölürdük herhal. On yaşımda ırgat oldum, tarlalarda
çalıştım. On beşimde silah tutuşturdu elime. Aynı gün, babam gibi kendisine karşı gelen bir köylüyü vurmamı istedi. Yapamadım. Korktum. Daha fazla dayanamadım Gavur'un zulmüne kaçıp dağlara sığındım.
Aylar oldu köyden kaçalı. Aylarca dağlarda aç perişan gezdim. Dağlar yeni evim
oldular. Yiyecek bir şey bulursam yedim.
Bulamazsam aç kaldım. Emme şikayetçi de olmadım. Kimseye minnet etmedim ya yetiyordu bana. Ah bir de anam
köyde yalnız olmasa. Düşünmesi bile deli
ediyor beni. Gavur bana olan hıncını kesin anamdan çıkarıyordu. Dövmüş,
sövmüştür. Kış olsun, aç kalsın mecbur
kapıma düşsün diye bekliyordu. Bir tilki kurnazlığıyla yapmıştır planını ve kurmuştur tuzağını. Tek ihtiyacı olan şey zamandır. Zamanla anam aç kalacak mecbur düşecek gavurun kapısına. O zamna her istediğini yapacak gavur. Kesinlikle buna fırsat vermemeliyim. Bu gece
bitmeli her şey. Gavur yarın güneşin
doğuşunu görememeli.
Uzaklardan köyün ışıkları görülmeye başlamıştı. İçimdeki korku, yerini kin ve nefrete terk etmişti. Gavur Ökkeş’in azraili
olma isteği adımlarımı hızlandırıyordu. Karanlığın derinliklerinden gelen köpek ulumaları köye yaklaştığımı müjdeliyordu
bana. Köyün eski yıkık dökük evleri arasında sessizce ilerleyerek Gavur'un konağına yaklaştım. Kapıda silahlı adamları bekliyordu. Adamlara fark ettirmeden samanlığa yöneldim. Burada önceden belirlediğim hepek** vardı. Samanlıktaki
hepekten doğru konağın içine girebildim.
Parmak uçlarımda yürüyerek Gavur'un
odasını bulup içeriye girdim. Yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Tüfeğimle dürterek
uyandırdım.
Hortlak görmüş gibi korkuyla fırladı yatağından. Bağırıp adamlarını çağırmaya
yeltendi fakat sözcükler yol bulup da diline gelemedi bir türlü. Dili boğazına kaçmış gibi öylece kalakaldı. Değil tüfeğimden çıkacak kurşunla, tükürüğümle bile
geberecek gibiydi. Korku bütün bedeni-
ni sarmıştı. Dizlerinin titremesinden
ayakta bile zor duruyordu. Bakışlarını yalvarırcasına gözlerimde gezdirdi. Bu bakışlar içimde ufak da olsa acıma duygusu uyandırdı. Gözleri masum görünüyordu. Bir süre ne yapacağıma karar veremeden öylece kaldım. Çocukluğum geldi. Anam geldi. Artık Gavur'un gözleri sadece et ve kemikten ibaretti benim için.
Hırsla sıktım tüfeğimin kabzasını ve birden dokunuverdim tetiğe. Korkunç bir
gürültü koptu. "Gıhh" bile demeye fırsat
bulamadan bir yaprak gibi sallana sallana yere yığıldı. Gavur'un görebildiği
son şey benim kurşunumdu.
İçime huzur doldu ve yüzümde hoş bir
tebessüm oluştu. Kimselere görünmeden girdiğim gibi çıktım konaktan. Vardım anamın yanına, elini öpüp helallik
aldım. Ve yönümü döndüm yeni evime,
dağlara, dağlara doğru…
*Pezi: Bir çeşit çörek
**Hepek: Eskiden bazı evlerde bulunan
samanlıkla ev arasındaki kestirme gizli
geçit. !
ARALIK 2013 | TAVIR | 45
46-48 giap_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:37 PM Page 46
röportaj
röportaj
general giap’la röportaj
tavır
Sanatçılar ölümlü, sanat ise ölümsüzdür. süz olanla yenmek, modern olanı ilkel
Ki sanatçılar da, sanatlarının içinde olanla yenmek, saldırgan emperyalistölümsüzleşerek yaşarlar.
lerin modern olgularını, halkın yurtseverliği ve devrimi tam olarak gerçekleşİşte bu gerçeklik ' Halk Savaşının Aske- tirmek azmiyle yenmek olan bir askeri
ri Sanatı ' için de geçerlidir. Ki dünya sanattır. (Syf:182)
halklarının ve Vietnam halkının sevgili
komutanı olarak (4 Eylül 2013) ölümsüz- Tavır: Sevgili General Giap, Vietnam Halk
leşen General Vo Nguyen Giap, artık halk Kurtuluş Savaşı, askeri açıdan, hangi gersavaşının askeri sanatı içinde yaşayacak- çekliği ispatlamış bulunmaktadır?
tır.
General Giap: Askeri açıdan Vietnam
“ … Onun en büyük savaş dehası, em- Halk Kurtuluş Savaşı ispatlamış bulunperyalizmin en güçlü, en gelişmiş tek- maktadır ki; yetersiz bir şekilde donatınolojiye sahip silahlarıyla donatılmış lan, fakat haklı bir dava için çarpışan bir
500 bin kişilik Amerikan ordusu ve 900 ordu, gerekli şartlarda birleşmiş olarak,
bin kişilik işbirlikçi orduya karşı 7'den uygun strateji ve taktiklerle, saldıran em70'e Güney ve Kuzey Vietnam halkından peryalizm modern bir ordusunu yeniloluşan 30 milyon kişilik halk ordusunu giye uğratabilir. (Syf: 79)
oluşturmasıydı.
Tavır: Sevgili General Giap, Dien Bien
General Giap 30 yılı aşkın süren diren- Phu taarruzunuzla emperyalistlerin 'imme savaşında ne Japon emperyalistle- kansız saydığı bir zafer' kazandınız ve
rine, ne Fransızlara, ne Amerikan emper- 16.500 Fransız askerini yok ettiniz. O halyalizmine ne de işbirlikçilerine savaşın de soralım, Dien Bien Phu zaferi, ne tür
başından itibaren hiç şans tanımadı. Halk bir askeri çizginin başarısıydı?
savaşının kesin zaferine inanıyordu.”
(Yürüyüş Syf:50 Sayı:386)
General Giap: Dien Bien Phu harekatının ve genel olarak kış 1953, ilkbahar
' Halk savaşının askeri sanatı ' nı yaratan, 1954 harekatının stratejik yöntemi, Viişte bu inançtır.
etnam'daki devrimci savaşın genel şartlarına uygulanan Marksist-Leninist devVe biz, General Giap'a bin selam vermek rimci askeri çizginin bir başarısıydı. (Syf:
için, ' Halk Savaşının Askeri Sanatı ' kita- 136)
bı üzerinden, kendisiyle gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi paylaşacağız sizlerle.
Tavır: Sevgili General Giap, emperyalistler Dien Bien Phu'ya saldıracağınızı
Tavır: Sevgili General Giap, ' Halk Sava- bekliyorlar mıydı sizce?
şının Askeri Sanatı ' deyince, ne anlaşılmalıdır?
General Giap: Fransız ve Amerakan yetkilileri, Dien Bien Phu müstahkem mevGeneral Giap: Bu, niteliği maddi gücü kinin zaptedilemez olduğuna inanımoral güçle yenmek, güçlü olanı güç- yorlardı. Dien Bien Phu'ya karşı bir sal46 | TAVIR | ARALIK 2013
dırının intihar demek olacağına ve saldıranın yenilgisinin mutlak olduğu kanaatindeydiler. Düşman son ana kadar
saldırıyı beklemiyordu. (Syf:151)
Tavır: Sevgili General Giap, zaferi tarihe kanlarıyla yazan savaşçılarınız nasıl
savaştılar?
General Giap: Biri düştüğünde, ardından gelenler dünyada hiçbir kuvvetin
durduramayacağı bir sel gibi akıp gittiler. En hayranlık verici kahramanlıklarına geri kaymasını önlemek için kendisini bir topun tekerlerinin altına atan To
Vinh Dien; bir düşman topçu yuvasını
vücudu ile susturan Phan Dinh Giot, ' savaşma ve kazanma azmi ' bayrağını
Him Lam tepesine diken manga ve
düşman karagahını ele geçiren manga
tarafından gösterilen, kollektif bir kahramanlığa tanık olduk. (Syf:157- 158)
Tavır: Sevgili General Giap, savaşçılar bu
kollektif kahmanlık niteliğine nasıl sahip oldular?
General Giap: Savaşçılarımızın yukarıda anlatılan savaşma ve kazanma azmi,
ordumuzun devrimci niteliğinden ve
Partimizin büyük bir dikkatle sürdürdüğü eğitimden ileri geliyordu. (Syf:159)
Tavır: Sevgili General Giap, eğitim deyince, mücadelenizin ilk zamanlarında
Ho Amca'nın verdiği eğitim çalışması
üzerinizde nasıl bir etki bırakmıştı?
General Giap: Bu küçük eğitim kursundaki çalışma tarzı, üzerimde büyük bir
etki yaptı ve bütün direniş savaşındaki
askeri çalışmalarımda bana yol gösterdi. Bu çalışma stili aynı zamanda, sade-
46-48 giap_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:37 PM Page 47
Tavır: Sevgili General Giap, devrimci
şiddet hakkında ne dersiniz?
ce anlaşılması kolay kelimelerle yapılan
ve kitlelerin arzusuna uygun bir çizgide bulunan bir eğitim kursu ile kitlelerin ruhunu canlandırılabileceğini bana
gösterdi. (Syf:23-24)
Tavır: Sevgili General Giap, söz Ho
Amca'dan açılmışken Ho Amca'yı nasıl
tanımlarsınız?
General Giap: O, önünde hiçbir şeyin
duramadığı ve kitleleri seferber etmede büyük bir güce sahip olan muazzam
bir enerjinin somutlaşmış haliydi. (Syf:
56)
Tavır: Sevgili General Giap, mücadelenin ilk zamanlarında geceleri çok soğuk
olduğu için uyuyamadığınızda Ho
Amca, sizlere neleri, nasıl anlatıyordu?
General Giap: Geceleri çok soğuk oluyordu. Bu nedenle ısınabilmek için şafak vaktine kadar ateş yakıp etrafında
oturmak zorunda idik. Bu saatlerde
Amca bize, hayatları savaş ve devrimle dolu olan, dünya halklarını anlatırdı.
Ülkemizdeki savaşın dört veya beş yıl
içinde tayin edici bir safhaya geleceğini ne o zaman devrimimiz için çok elverişli bir zamanın gelmiş olacağına dair
tahminde bulunurdu. Geceleri ateşin etrafında toplandığımızda, bunları bize
tıpkı halk hikayeleri gibi tekrar tekrar an-
latırdı. (Syf:27)
Tavır: Sevgili General Giap, emperyalistlerin ve vatan hainlerinin hiçbir zaman anlayamayacağı gerçek nedir?
General Giap: Emperyalistler ve vatan
hainleri bir ulusun bir halkın gücünü
hiçbir zaman anlayamazlar. Bu kuvvet dev
bir kuvvettir. Herhangi bir güçlüğü yenebilir, herhangi bir düşmanı alt edebilir.
(Syf:161)
Tavır: Sevgili General Giap, Partinizin
askeri çizgisi hangi olgunun tipik bir örneğidir?
General Giap: Partimizin askeri çizgisinin başarısı, somut şartlarımızda, Marksist-Leninist devrimci savaşta, devrimci
silahlı kuvvetlerin ve devrimci üslerin inşasında yaratıcı bir şekilde uygulanmasının tipik bir örneğiydi. (Syf:169)
Tavır: Sevgili General Giap, Partinizin
askeri çizgisinin ana kavramı nedir?
General Giap: Halk savaşı Partimizin
askeri çizgisinin ana kavramıdır; Bu kavram halk savaşının devrimci ve haklı niteliğini kitlelerin tayin edici rolünü daima savunur. Bu, Partimizin sınıfsal bakış
açısının ve kitlelere dayanmasının bir
ifadesidir. (Syf: 171)
General Giap: Sınıf mücadelesinde ve
proleterya diktatörlüğünde, MarksistLeninist doktrine sadık kalan Partimiz,
daima bu devrimci şiddet kavramı ile
yoğrulmuştur… Düşmanı yenilgiye uğratmak, halk iktidarını kurabilmek ve
devrimi zafere ulaştırabilmek için tek
doğru yolun devrimci şiddet olduğunu
açık bir şekilde göstermiştir… Bütün
ulusal kurtuluş devrimlerinde, tamamen
halkçı karaktere sahip bütün devrimlerde, şiddet evrensel ve objektif bir kanundur.. Engels'in dediği gibi “Bütün
devrimler, hangi biçimde olurlarsa olsunlar, şiddetin bir biçimidirler.” (Syf:
171-172)
Tavır: Sevgili General Giap, pratiğiniz
teoriye nasıl bir katkıda bulunmuştur?
General Giap: … devrimci mücadelemizin pratiği, devrimci mücadele konusundaki Marksist-Leninist teoriye yeni
bir katkıda bulunmuştur. Bu katkı, bazen siyasi mücadele, bazen uzun süreli devrimci savaş, bazen bütün halkın
ayaklanması şeklini alan, bazen de bütün bunların hepsini kapsayan devrimci mücadeledir; yani siyasi mücadele ile silahlı mücadelenin diyalektik
birleşimidir. (Syf:175-176)
Tavır: Sevgili General Giap, halk düşmanları maddi açıdan üstün durumdayken halk cephesinin ne yapması gerekir?
General Giap: Bizim askeri teorimize
göre, biz düşmandan siyasi doruk, düşman da bizden maddi olarak üstün
bir durumdayken, halk savaşında zaferi sağlamak için, yaygın bir gerilla savaşını geliştirmek gerekir. (Syf:184)
Tavır: Sevgili General Giap, halk düşmanları karşısında, halk, hangi niteliklere sahip olursa güçlü olur?
ARALIK 2013 | TAVIR | 47
46-48 giap_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:37 PM Page 48
General Giap: Yurtseverlik, ulusal gurur,
emekçi kitleler arasında sınıfsal dayanışma, karşılıklı sevgi ve karşılıklı yardım,
sonuna kadar yani devrimin yüksek
ideallerinin zafere ulaşmasına kadar
savaşmak… (Syf: 272)
bedeller, o bedelleri ödeyen halka nasıl bir etkide bulundu?
General Giap: Binlerce köy düşman tarafından yakıldı. Yüz binlerce insan hapislere atıldı, işkence gördü ve hapishanelerde, toplama kamplarında öldüTavır: Sevgili General Giap, emperyalist rüldü. Fakat acılar ve kayıplar halkımıdüşmanı yenmek için silahınız nedir? zın savaşçı karakterini, yurtseverliğini
azaltamadı. Tersine, şiddetli siyasi müGeneral Giap: … bizim silahımız yenil- cadelelerinde, yurttaşlarımız çelikleştimez halk savaşıdır ve biz bu silahı kul- ler. (Syf: 194)
lanmada zengin deneyler edindik. Bugünlerde, askeri meselelerde, halk sava- Tavır: Sevgili General Giap, halk savaşının atom silahlarından daha büyük bir şında halk düşmanlarına duyulan nefret nasıl bir güçtür?
keşif olduğu söylenebilir. (Syf: 291)
Tavır: Sevgili General Giap, Amerikan as- General Giap: Savaşta, çarpışma ruhu
ve nefret muazzam bir güçtür. Bu nekerlerinin gerçeği nedir?
denledir ki; ABD'nin jet helikopterleri,
General Giap: Göğüs göğüse savaşmak- suda giden arabaları, son derece seri hatan korkan, ağır bir baskı karşısında fif makineli tüfekleri, alev püskürtücüyaralıları savaş alanında bırakan, geri çe- leri, otomatik mayınları, zehirli kimyevi
kilirken silahlarını ve malzemelerini fır- maddeleri, batmaz çıkartma gemileri ve
latıp atan, cangılın güneşinden, rüz- diğer modern silahları kukla orduyu ard
gardan, malaryadan ve özellikle Kurtu- arda başarısızlığa uğratmaktan kurtaraluş birliklerinden hatta ihtiyar kadınlar mamıştır. (Syf:215)
ve çocuklar da dahil olmak üzere, sıradan Vietnamlılardan korkan… Amerikan Tavır: Sevgili General Giap, devrimci
askerlerinin; içinde bulundukları moral mücadelenin bir alanı olarak sanat hakçöküntüsünden henüz söz etmemiş kında ne dersiniz?
bulunuyoruz. (Syf: 303)
General Giap: Kitle çizgisindeki sağlıkTavır: Sevgili General Giap, Amerikan or- lı yurtsever sanat ve edebiyat, halkın
dusunun hava üstünlüğünü nasıl yerle mücadele için seferber edilmesine katkıda bulunmaktadır. (Syf: 230)
bir ettiniz?
General Giap: Kuzey Vietnam'daki ordu
ve halk, çoğu son model 3200'den fazla ABD uçağını düşürdüler, çok sayıda
Amerikan baş pilotu öldürüldü veya
esir edildi. Yine, bit çok düşman gemisi ya batırıldı ya da alevler içinde bırakıldı. Zenginliği ve silahlarıyla övünmeyi
alışkanlık haline getirmiş olan ve zalimliği dillere destan olan baş emperyalist,
ABD emperyalizminin sözde hava üstünlüğü, Vietnam halkının sersemletici darbelerine hedef oldu. (Syf: 344)
Tavır: Sevgili General Giap, yeni-sömürgecilik hakkında ne dersiniz?
General Giap: Emperyalizmin amaçları esas olarak hep aynı kalır. Zayıf ulusların köleleştirilmesi, pazar ve hammadelerin gasp edilmesi boyun eğdirdikleri insanların acıması bir şekilde baskı
altına alınıp sömürülmesi. Başlıca metod değişik biçimler altında, şiddettir.
Eski- tip sömürgecilikten sadece bu
husus da ayrılır. Eski- tip sömürgecelik
ise: köleleştirmeyi ve şiddet kullanmaTavır: Sevgili General Giap, ödenen yı bağımsızlık ve demokrasi yaftaları ve
48 | TAVIR | ARALIK 2013
her alanda yardım ve ya ittifak politikası ile kamufle edilmiş olan kukla yönetim ve kukla ordu vasıtasıyla daha hileli ve dolaylı yoldan gerçekleştirir. Yeni sömürgecilik daha hilekar ve daha tehlikelidir. (Syf:247-248)
Tavır: Sevgili Genaral Giap Vietnam
halk savaşının zaferi, dünya halklarına
hangi mesajı vermiş, hangi örneği somutlaştırmıştır?
Genaral Giap: Vietnam savaş alanında
bizim zafer kazanmış ve ABD emperyalistlerinin yenilmiş olması gerçeği ispatlamıştır ki çağımızda doğru bir çizgiyi izleyerek, bağımsızlık ve özgürlük için direniş savaşı vermek üzere silahlı bir şekilde ayaklanan, savaşmaya kararlı, nasıl savaşılacağını da bilen bir ulus bir saldırganı, hatta ABD emperyalizmini bile
yenilgiye uğratabilir. (Syf: 345)
Tavır: Sevgili General Giap, Ho Amca'nın mücadelenin ilk günlerinden itibaren verdiği öğütlerin mayasına yaygın olarak ne vardı?
Genaral Giap: Zamanında verdiği her
öğüdün özel bir anlamı vardır. Fakat, yıllar önce veya Dien Bien Phu zaferi sırasındaki öğretileri içinde yaygın tek bir
şey vardır. Bu da: zafere kadar mücadelede kararlılık, soğukkanlılık, metanet,
sadelik, azim ve sebat, partinin bütün
çalışan sınıfın ve halkımızın yüce ruhunu yükseltmektir. (Syf: 57)
Tavır: Sevgili General Giap barış konusunda ne dersiniz?
General Giap: Başkanımız Ho Chi
Minh'in dediği gibi gerçek bir bağımsızlık olmadan, gerçek bir barış da olamaz.
(Syf: 384)
KAYNAK: Halk Savaşının Askeri SanatıVo Nauyen Cigru Yöntem Yayınları Mart
1976 !
49 o bir oyuncu_sablon 12/13/13 12:37 PM Page 49
deneme
deneme
o bir oyuncu
ümit ilter
“Esaret bağlarında gül olmaktansa,
Özgürlük dağlarında diken olurum.” *
O, bir oyuncu. Ve devrimci bir oyuncu olduğu için, zamanın harcına oyunuyla
devrim katmaktan “suçlu” şimdi. Yargılıyorlar onu bu sebepten…
O, bir oyuncu. Ve geçenlerde, götürdüler mahkemeye. Ve bakın, gerisini nasıl
anlatıyor kendisi: “… Ben ‘savunma’
okumadım, oynadım. Hakimlere ve savcıya baştan söyledim: Gerçekleri o bilgisayar ekranında değil, benim yüzümde bulabilirsiniz. Yüzüme bakın, dedim.
Savunma boyunca tek çıt çıkmadı salondan. Antik Yunan’dan girip İdil’in gözlerinden çıktım…”
O, bir oyuncu. Devrimci bir sanatçı. Tiyatro emekçisi... Halka, hakikatleri,
estetik biçimde anlatmanın sanatçısı
olmaktan dolayı hapsettiler onu…
O, bir oyuncu. Ve şimdi, içerde. Dört
duvar arasında. Ve fakat, duyduk ki,
dört duvarlara replik yazıp rol vermiş.
“Uslu” durmuyormuş yani, hapishanede bile…
O, bir oyuncu. Parmaklıklara, dikenli
tellere ve süngülere, ustası Brecht’in
yabancılaştırma yöntemini pratik olarak gösteriyormuş. Onu seyreden parmaklıkların, oyunundan etkilenip firar
ettiği söyleniyor hapishaneden…
O, bir oyuncu. Halkın sanat yapma ve sanattan yararlanma hakkını savunduğu
için atılmışken içeri, yine de dışarı çıkmayı başarıyor. Ve diyor ki: “Çok ama çok
mutluyum, böyle bir savunma yapabildiğim için…”
O, bir oyuncu. Ve mutluluğunu, sanatını faşizme karşı her koşulda silah gibi
kullandıkça, yaratıyor. Ve yaratıcılığını,
kelepçeler bile engelleyemiyor. Sanatını mutluluğa, mutluluğunu silaha çeviriyor…
O, bir oyuncu. Halka gerçekleri oyunlarıyla aktardığı için tutup attılar onu içeri. Ne değişti? Sadece sahnesi. Ve bakın,
gerisini anlatıyor halkın tutsak sanatçısı: “Artık sahneye uzun bir süre çıkamam.
Artık sahnem Çağlayan Adalet Sarayı. Seyircilerimde 23. Ağır Ceza Mahkemesi
yargıçları…”
O, bir oyuncu. Anti-Faşist bir sanatçı.
Faşizm ondan korkuyor. O da faşizmin
devrimci sanattan korktuğunu biliyor. Ve o korkuyu büyütmek için mahkeme kürsüsünü hayat denilen kavganın sahnesine çeviriyor: “… Hakimlere "Burası tiyatro sahnesi değil!" uyarısını bugün yapmayın. ‘Çünkü bir sanatçıyı yargılıyorsunuz’ dedim.”
O, bir oyuncu. Victor Jara nasıl şarkısıyla, Pir Sultan nasıl deyişleriyle direndiyse… Bizim sanatçımız da, Hacivat ile
Karagöz misali, oyunuyla savunuyor
savunmaya değer her şeyi. Ve tiyatro
salonuna çevirdiği mahkeme salonunda yargılıyor faşizmi. Ki halkın
akışı ile halk düşmanlarının dış gıcırtısını duyuyor…
O, bir oyuncu. O’nun adı, Gamze Keşkek. O, şimdi, Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde bir Özgür Tutsak. Yeni oyununa hazırlanıyor, dört duvar arasına
hapsedilmeyen yaratıcılığıyla. Ve üstüne yürüyor faşizmin, devrimci sanatçı olmanın coşkusuyla…
Ne mutlu halka, işte böyle sanatçıları var…
Ne mutlu Gamze’ye, devrimci sanat
yapmasını sağlayan o muazzam halk
sevgisi var yüreğinde ve yaratıcılığının
mayasında… !
*Yılmaz Güney
ARALIK 2013 | TAVIR | 49
50 idil tiyatro aciklama_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:38 PM Page 50
açıklama
açıklama
akp’nin saldırıları karşısında aydın
sanatçılar yalnız değildir
idil tiyatro atölyesi
31 Mayıs’ta Gezi Parkı eylemleriyle başlayan halk ayaklanmasında, aydın sanatçı tavrıyla yer alan sanatçıları AKP iktidarı “kara liste”ye ekleyerek işinden etti,
konserleri yasakladı, dizileri, programları yayından kaldırdı. Bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın emriyle onlarca sanatçı
işsiz kaldı.
tiği paraları, kendi gibi düşünenlere
pay etmektedir. “Padişahım çok yaşa” denildiğinde, üç kuruş sadaka dağıtan
AKP iktidarına çok yaşa demeyen aydın
sanatçılar, ödeneklerden men edilerek
cezalandırılmak istenmektedir. Bütün faşist iktidarlar bilmelidir ki halkın yanın-
tirebilmek için yüzünü tamamen halka
dönmeli, halkın gücüne güvenmelidir.
Bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından,
el etek öpmediği için cezalandırılmak
istenen bir diğer sanatçı ise Müjdat
Gezen’dir. Müjdat Gezen’e “AKP’ye oy verenleri aptal olmakla itham etme” gerekçesiyle dava açılmış ve dava aralarında başbakan yardımcısı Bekir
Bozdağ ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın da olduğu 15 kişiye 60 bin lira tazminat cezasıyla
sonuçlanmıştır. Halkın her kesimini aptal yerine koyan bizzat AKP
iktidarıdır, Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu ceza üzerine basın
toplantısı düzenleyen ve mizahi
bir dille, “ben de bu cezayı ödeyecek göz var mı?” diye soran Müjdat Gezen haklıdır ve ona hakkını teslim edecek olan yine halktır.
Adaletin, hukukun muktedirin
elinde olduğu bir süreçte, aydın
sanatçı yüzünü halka dönmek ve
halka güvenmek zorundadır. Bu
artık aydın sanatçı için tarihsel
bir sorumluluktur.
da üreten, yüzünü halka dönmüş sanatçılar hiçbir zaman yalnız kalmamış, halk
daima onları sahiplenmiştir. Faşist AKP
iktidarı tarafından saldırıya uğrayan,
kara listelere yazılan, sanatçılar tarih karAKP iktidarı, halkı adeta soyarak elde et- şısındaki aydın misyonlarını yerine ge-
Bizler, faşist AKP iktidarının saldırdığı, cezalandırmak, sindirmek istediği sanatçıların yanında olduğumuzu ve bu saldırılar karşısında asla yalnız olmadıklarını ilan ediyoruz. q
AKP iktidarı, Goebbels’in politikalarının devamcılığını üstlenerek, bütün kiniyle halkın her kesimine, sanatın tüm disiplinlerine,
halkın yanında yer almış bütün aydın sanatçılara saldırmaya devam
ediyor. Son olarak, tiyatro sanatçıları Genco Erkal, Ferhan Şensoy ve
Levent Kırca’nın tiyatroları, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
özel tiyatrolara sanat sezonu başında yapılan destek yardımından men edildi. Destek kurulu jürisindeki bakanlık yetkililerinin,
“Genco Erkal, Ferhan Şensoy ve Levent Kırca’nın gerek Gezi Eylemleri sırasında, gerekse diğer tartışmalarda hükümeti ve bizi eleştiriyorlar, yardım yaptığımız zaman
tabana, (AKP tabanı) bu durumu anlatamıyoruz, kamuoyuna açıklamada zor
duruma düşüyoruz” dedikleri ortaya
çıktı.
50 | TAVIR | ARALIK 2013
51-53 hasmet zeybek_sablon 12/13/13 12:38 PM Page 51
biyografi
biyografi
bilge bir ırgatın sahne serüveni
mehmet esatoğlu
60’lı yıllar ülkemizde sanat cephesinde Anadolu’nun sesinin yükseldiği
bir dönem. Başta Çukurova olmak
üzere ülkenin dört bir yanından yazarlar, oyuncular, ressamlar, heykeltıraşlar ürünleriyle, oyunlarıyla çıkıyorlar
ortaya.
Oyuncu, yazar, araştırmacı Haşmet
Zeybek de bu dönem Anadolu’nun yetiştirdiği evlatlarından biri.
Çukurova 60’lı yıllarda bir altüst oluş
yaşıyor. Kürt illerinden göç alıyor. Tarlalarda pamuk işçiliğinden fabrikalara emek alanında büyük bir hareketlenme yaşanıyor.
Gençler iş ve öğrenim konularında büyük bir çıkmaz içinde. Göçün yığılmasıyla işsizlik büyük bir sorun olarak
Adana’dan başlayarak tüm Çukurova’yı
sarıyor.
Haşmet Zeybek Çukurova’dan bakıyor
dünyanın haline. Sevmiyor yaşanan
keşmekeşi. Yılmaz Güney’in “Umut” filmindeki gibi bir atmosfer egemen
ortalığa. Bir lokma için çırpınan, çırpındıkça batan insanlar var yanında yöresinde.
Tarsus Lisesi’nde Haşmet’in sıra arkadaşı ateş gibi gençler var. Bir ayakları lisede öbür ayakları halkevinde. Lisede yazılan oyun metinleri halkevi sahnesinde
perde açıyor. Tarsus’un yoksul insanları evlatlarının yazıp çizdiklerini, oynadıklarını heyecanla izliyorlar.
Genç liseli Haşmet “Kalem Tutan Eli Öp”
oyunu ile parlak bir ışık yakıyor sahneden. Liseli bir gencin ilk oyunu bu. Ama
yürünecek uzun ince bir yolu da aydınlatmakta bir yanda. Haşmet’in yanında
yöresinde “haydi devam” diyen, destek
veren eli öpülesi öğretmenleri var.
Genç Haşmet, Tarsus ve Adana civarında ne yana baksa pamuk tarlalarını görüyor. Tarlaların kenarında çadırlarda
yaşayan insanları izliyor. Onu kahreden yanlardan biri de bu çaresiz insanların seçim zamanlarında kendilerine bu
hayatı uygun görenlerin peşinden koşmaları ve onlara oy vermeleri. Öncele-
ri Irgatlarla konuşup tartışan Haşmet
süreç içinde onlara kendi durumlarını anlatan bir oyun yazmaya karar
veriyor. Oyunun adı; “Irgat”.
“Irgat” ilk gösterimini Haşmet Zeybek’in “Tarsus Meydan Oyuncuları”
topluluğunda yapıyor. Önceleri halkevi sahnesinde başlayan oyun giderek
Tarsus sokaklarına yayılıyor. Tarsus
esnafı, gençleri hep birlikte yan yana
oyun oynuyorlar. Halk üzerinde oynanan çirkinlikleri sergiliyorlar. Gözaltına alınıp karakollara düşüyorlar.
Haşmet Zeybek’in bu çabası yönetmen
Muhsin Ertuğrul’un dikkatini çekiyor.
Zeybek bir söyleşisinde o günleri şöyle anlatıyor:
“O aralar Tarsus Halkevi’nde oyunlar
yapıyoruz, bir de o zamanın meşhur
141.-142. maddesi var. O maddelerden
mahkemeye veriliyoruz. Yaşımız küçük
diye kurtuluyoruz ama bu durum buralara- büyük kentlere- çok yansıyor.
Muhsin Bey bunları okurmuş gazetelerden. Ben ODTÜ’ye gelir gelmez,
ARALIK 2013 | TAVIR | 51
51-53 hasmet zeybek_sablon 12/13/13 12:38 PM Page 52
canıyla yanıp tutuşan gençlerle doludur. Nejat Uygur da oradadır. Ali Özgentürk, Zeki Göker, Cengiz Sezici, Ender Yiğit, Nurhan Tekerek ve daha bir
dolu genç o topraktan yetişerek ülke
sanatına katkılar sunacaklardır.
Zeybek’in o yıllarda bir gün yolu İstanbul’a düşüyor. O günleri şöyle anımsıyor Zeybek : “68’in Eylül’ünde, Robert
Kolej’in kültür haftasına geldim. Üçüncü haftasıydı, o zamanlar Faruk Pekin
fikir klübü başkanıydı. Robert’te oyun
oynadığımız gün Ayla ve Beklan’la
tanıştım, 1968’de. Ertesi gün Ayla bizi
evine çağırdı, ekibimizle beraber gittik. O sırada, ya Muhsin Bey, ya Beklan
Bey, ya da Ayla Hanımdı, “size burs verelim, iki kişiye, yani sizin ekipten iki
kişiyi eğitelim” dediler.”
*LCC’de Zeybek’in eğitmenleri yazar
Haldun Taner, yönetmen Beklan Algan
ve oyuncu Ayla Algan’dır. Ancak onlar
dışında bir dolu eğitmen de kadroda
yer almaktadır. Gövde eğitiminden
adab-ı muaşeret, konuşma eğitimine
dek her konuda yerli ve yabancı eğitmenler öğrencileri eğitmektedir.
İstanbul’da yeni tiyatro bilgileriyle
buluşan Zeybek, Irgat oyununu İstanbul’da da oynamak istiyor. Oyunun
İstanbul ekibine Ayla Algan ve LCC’den
kadın oyuncular da katılıyor.
Ergin Orbey’e, Adalet Ağaoğlu’na “Bu
çocukları Ankara’da tutun, Ankara’da
gösteri yapsınlar, ben geliyorum” diye
haber yolluyor. Ankara Sanat Tiyatrosu’na geliyor. Herkeste büyük bir telaş
var. Ben de o zamanlar lise öğrencisiyim. “Muhsin Bey’i nereden tanıyorsun?” diye soruyorlar, oysa tanımıyorum.”
52 | TAVIR | ARALIK!2013
Muhsin Ertuğrul’un büyük önerilerinden
biri de bölge tiyatroları kurulmasıydı.
Haşmet Zeybek’in Tarsus’taki çabası Ertuğrul’u çok heyecanlandırıyor.
Ankara’da Tarsus Meydan Oyuncuları’nı izliyor Ertuğrul. Oradaki aydınlara
Anadolu’daki büyük potansiyeli anlatıyor. Gerçekten de Tarsus az ilerisinde
Adana oyuncu olma, sanatçı olma heye-
O günlerde Dev-Genç ve devrimciler
ülke çapında yaygınlaşan köylü eylemlerine destek veriyorlar. Zeybek ve
ekibinden de Tekirdağ’da toprakları
için direnen köylülere destek için “Irgat” oyununu sergilemelerini istiyorlar.
“Irgat” ı oynayacak ekip toprak işgali
yapılan Tekirdağ’ın Değirmenköy’üne
varıyor. Ancak köylüler “tiyatro” adını
duyunca çıplak kadın oynatan bir çadır tiyatrosu geldiğini sanarak gösteriyi izlemeyi reddediyorlar. Ayla Algan
kahveye gidip köylülere yapılacak
51-53 hasmet zeybek_sablon 12/13/13 12:38 PM Page 53
olanın “müsamere” olduğunu söylemesiyle ikna olup oyunu izlemeye
geliyorlar.
“Bu gösterimlerden sonra ekip gitti
ben LCC’de kaldım. Bana bir oda verdi Beklan. Ama odanın her tarafı aynalı. Şimdi ben birinci gün, ikinci gün, “artist olacağız kendimizi görelim” diye
aynalara bakıyorum. Bir gün dayanamadım “Hoca” dedim, Muhsin Bey
hocama “Kendimden sıkıldım.”“Niye?”
diye sordu Muhsin Bey o zaman. “Her
taraf aynalı.”“Yahu sen nerede kalıyorsun?” Meğer, makyaj odaları boşmuş,
benim yatağımı oraya yapmışlar.” diye
o günleri anımsayan Zeybek bir süre
başta Beklan Algan olmak üzere eğitmenlerin evlerinde kalıyor. İlerleyen
günlerde ise İstanbul’da Ulvi Uraz Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu İşçi Kolu’nda çalışmaya başlayarak ayakta
kalmaya çalışıyor.
Dostlar Tiyatrosu İşçi Kolu ülkemizde
“işçi tiyatrosu” olarak kurulan üçüncü
topluluk. Özgentürklerin “Devrim
İçin Hareket Tiyatrosu” ve Mehmet
Ulusoy’un “İşçinin Tiyatrosu” deneylerinin ardından kurulan bu topluluk tiyatro tarihimize çok önemli bir yapıt
da armağan ediyor.
Çorum’un Alpagut ilçesinde bir maden ocağında işçiler grev yapıyorlar.
Grevle sorunları çözemeyince maden
ocağını kendileri işletmeye girişiyorlar. Tam işler yolunda giderken Jandarma maden ocağını basıyor ve işçileri
gözaltına alıyor.
Dostlar Tiyatrosu İşçi Kolu bu olayı
oyunlaştırmak istiyor. Haşmet Zeybek Çorum’a giderek işçilerle buluşuyor ve onlardan olayların gelişimini
öğreniyor.
Yazar, yönetmen Mehmet Akan’ın yol
göstericiliğinde “Alpagut Olayı” oyunu yazılıyor. Akan oyunu köy seyirlik
ögeler ve dansların içiçe geçtiği bir reji
ile sahneliyor. “Alpagut Olayı” uzun yıl-
lar Dostlar Tiyatrosu’nda perde açan bir
oyun oluyor.
Haşmet Zeybek’in eğitim gördüğü okullardan biride Ulvi Uraz’dır. Uraz da gerek oyunculuk eğitiminde gerekse sahnelemelerinde ülke tiyatrosunu ve onun
estetiğini kendine temel almış bir ustaydı. Zeybek çıktığı Anadolu turnesinde
Uraz’a hem kılavuzluk ediyor hem de
ondan sahneye dair çok önemli dersler
alıyor.
70’li yılların ilk yarısında Haşmet Zeybek’i bu kez Gazete Tiyatrosu sahnesinde görüyoruz. Her gün gazetelerde çıkan haberlerle yenilenen bir metinle
perde açıyor. Batıda bir dolu örnekleri
olan Gazete Tiyatrosu’nun ilk ve son uygulayıcısı Haşmet Zeybek ve arkadaşları oluyor.
1974 yılında Muhsin Ertuğrul yeniden
İstanbul Şehir Tiyatrolarının başına geçtiğinde kuruma çocuklarını çağırıyor. Bu
çocuklardan biri de Haşmet Zeybek.
Şehir Tiyatrolarına yapılan çağrı Zeybek’i
önce mutlu etmiyor. Durumu şöyle değerlendiriyor: “74 yılında, Muhsin Bey
Şehir Tiyatrosu’na geldiğinde, “Yahu
Hoca biz gericileştik mi de sen bizi buraya çağırıyorsun?” dedik. Şehir Tiyatrosu ve Devlet Tiyatrosu, resmi ideolojinin
bir tiyatrosuydu. Mesela biz 1975 yılında Nazım Hikmet oynadık, ben o zamanlar Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri’ydim. Aziz Nesin de başkandı.
Gecesini yaptık diye 8 yılla yargılandık.
Şimdi Devlet Tiyatrosu’nda oynuyor,
yani özel tiyatroların o dönemde üretken oyunları da şu an -benim “Alpagut
Olayı” hariç- hepsi resmi ideolojinin
oyunları oldu.”
70’li yılların ikinci yarısına Şehir Tiyatroları Deneme Sahnesi’nde başladı Haşmet Zeybek. Zeynep Oral’ın “Adsız
Oyun” unda küçük roller oynadı. Oyunda onlarca amatör oyuncu yer alıyordu.
Zeybek genç oyuncuların bir anda idolü oldu. Prova saatleri dışında uzun tiyatro sohbetleri yapmaya koyuldular. Bu
sohbetlerin ardından Zeybek, genç
oyuncuların Şehir Tiyatrosu dışında
grev alanlarında oynayabilecekleri
“Grev Ya Da Referandum” adlı bir oyunu kaleme aldı. Oyun o günlerde Enka
Grevi’nden başlayarak İstanbul’daki
bir dolu işçi eylemine konuk oldu.
Şehir Tiyatrolarına gelirken Zeybek’in
koltuğunun altında bir de oyunu “Düğün Ya Da Davul” var. Hamit Akınlı’nın
yönetimiyle Bayrampaşa Tiyatrosu’nda
büyük bir coşku ile sahneleniyor oyun.
Düğün Ya Da Davul oyunu çok neşeli bir köy seyirliktir. 40 sene her sergilenişinde ülke yöneticilerini yerinden
zıplatan bir soruyu da ortaya atıyor
oyun. Bu ülkede başbakan en çok neden korkar. Oyuncular cevabı neşeyle patlatırlar “Amerika’dan”.
70’lerde yazılmış oyun 2007 yılında Rize’de sahnelenirken valiyi yerinden
zıplatınca “Düğün Ya Da Davul”un
hala gündemde olduğu bir kez daha
ortaya çıktı
Zeybek Tahsildar Oyunu, Uygarlık
Çöplüğü, Ayrangeven, Evrensel Pezevenk Para, Köroğlu, Theodora, Yaradılış Efsanesi, Kerem ile Aslı, Zilli Şıh, Gılgamış…gibi bir dolu oyunlar üretti.
Halkalı Köle, Çark, Şaşkın Ördek ve Aptal Kahraman gibi senaryoları var.
Piyasaya düşmek yerine sürekli bir
yeninin peşinden koştu. Bu topraktan
aldı sanatına kattı. Yeni biçimler ve denemeler yaptı. Yaptıkları boşa gitti
diyenlere en iyi yanıtı şu günlerde
grevdeyken fabrikayı ele geçirerek
üretime geçen ve ürettiklerini satarak
yaşamaya çalışan Kazova işçileri veriyorlar.
*LCC: Lisan ve Kültür Merkezi Milli
Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak Mesut
Üstünel tarafından 1961 yılında kurulmuş. Tiyatro dışında sanatın diğer
alanlarında da eğitim veren bir kurum.
!
ARALIK 2013 | TAVIR | 53
54-55 yolcu_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:53 PM Page 54
tiyatro
tiyatro
yolcu
hasan bakır
lerden birleri. İstasyon şefi bir gözünü dünya savaşında kaybetmiş ve
seferberlik zamanı da bu küçük istasyonda kalakalmış. Yaşça kendisinden genç olan makasçı da savaş zamanı sakat kaldığı için kurtuluş savaşına çağırılmamış. Yoksulluğu ve kimsesizliği kendine en fazla dert edinen
istasyon şefinin karısı da zaaflı ve
zayıf bir kişiliği temsil ediyor. Beklide
yoksulluk nedeniyle yozlaşan kimseleri imgeliyor.
İstasyon şefi, karısı ve makasçı… Bir
de fırtınada devrilip kar altında kalmış
bir telgraf direği. Telgraf direği bu küçük istasyondan dünyaya açılan tek
pencere. Sene 1921…
riyle mücadele eden insanların hikayesi. Hikayenin bize sunduğu resim;
kurtuluş savaşının yoğun bir şekilde
yaşandığı günleri, vatan savunması
için ödenen bedelleri ve açlık boyutlarına ulaşan yoksulluğu etkili bir biNazım Hikmetin yazdığı “Yolcu” isim- çimde tasvir ediyor.
li oyun Anadolu’da ücra bir köşede
kalmış bir tren istasyonunda geçi- Hikayenin karakterleri çok tanıdık.
yor. Dünyadan ve gündemden yalıtıl- Hayatlar çok tanıdık. Hayatla bağları
mış, yoksulluk ve yıpranan ilişkile- bir telgraf teline bağlı bu insanlar biz-
54 | TAVIR | ARAlIK 2013
Bu küçük istasyonda dünyalar da küçük. Kavgalar da, sevgiler de… Yanıp
kavrulan toprakların ne külü düşüyor
bu istasyona ne dumanı siniyor. Kahramanlarımızın yoğun kardan dolayı
trenlerin de artık durmadığı bu istasyonda ne ilerleyen düşmandan haberdarlar ne de düşmanı durdurmak
için tarih yazan bir halk direnişinin
adım adım büyüdüğünden. Hatta
öyleki yanı başlarına kadar sokulan
hain çakallardan bile bihaberler. İstasyon çevresinde dolaşan çakalların
başında düşmanla işbirliği yapan
Bakkal Mehmet’tir…
Dünyadan kopma hali iyice kendi
54-55 yolcu_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:53 PM Page 55
dünyalarına hapsetmiştir istasyon
ahalisini. İstasyon şefi ile karısı arasında pek bir bağ da kalmamıştır. Şef karısının aklından geçenlerinde farkındadır. Makasçı gence karşı hissettiklerinin de… Sonuç: kavga, huzursuzluk, mutsuzluk… Tecride uğramanın doğal halleri. Burada tecrit
eden doğa, kış koşulları, devrilen telgraf direği. Oyunun ilk bölümleri
mutsuz insanların özlemlerini, acılarını, çelişkilerini anlatıyor. Savaşa dair
bildikleri ise işgal altındaki şehirlerin
mutlaka kurtulacağı. Onların savaşları daha çok yoksulluk ve soğukla alakalı. Henüz vatan savunması gündemlerinde değil. Ama düşman sokulmuştur çoktan yamaçlarına.
Ve bir akşam vakti karanlığın ve ayın
parlattığı karların içinden “atlı” gelir.
Tepeden tırnağa silahlıdır atlı. Tüm
cephanesi beyninde ve yüreğindedir
atlının. Oysa elinde süngülü tüfeğinden başka bir şey yoktur. Üstü başı
da yarım yamalaktır. Ama onun cesareti düşman saldırısına da soğuğa da
karşı koymaktadır.
Atlının bir gece vakti köyüne giderken
uğramak zorunda kaldığı istasyon, bu
olağanüstü misafirle birlikte sarsılıp
gerçeklerin şiddetiyle kendine gelir. Atlının enerjisi, coşkusu anında onlara da
tesir eder. O ana kadar süren kavgaları, nefretleri anlamsızlaşır. Herkes bir
hesaplaşmaya girer kendi içinde. Atlının anlattıkları, hak çocuklarının çektiği acılar, ödenen bedeller onların
yüreklerinin en ince yerini titretir. Atlı
anlattıkça nekadar yabancılaştıklarını
hissederler aslında. Mesele sadece bir
telgraf direği midir? Mesele sakat kaldıkarı için cephede olamamak mıdır?
Mesele aslında beyinlerdeki cephede
savaşın çoktan bitmiş olmasıdır. Artık
burada farklı bir savaşın daha bireysel
savaşların varlığını sürdürmesidir. Bu
anlamda atlı tam bir kurtarıcıdır. Atlı
onları kendine getirdiği gibi düşüncelerini de etkilemiştir.İşbirlikçi hain Bakkal Mehmet çetesiyle birlikte baskına
geldiği vakit artık sahnede bir vatan savunması vardır. Silahlar vatan için pat-
lar. Bağımsızlık için patlar. Namlular
işgalci emperyalizme doğrulmuştur.
İşbirlikçilere karşı, yoksulluğa karşı,
soğuğa karşı, kendi kafalarındaki
düşmana karşı doğrulmuştur namlular.
Yolcu, defalarca sahnelenmiş bir
oyun. Belli bir dönemi anlatıyor olmasına rağmen güncelliğini yitirmiyor.
Topla tüfekle olmasa da sürüyor işgaller hala. Bu kez sahneleyen Yıldırım
Fikret Urağ. Bu sezon şehir tiyatrolarında sahnelenen oyunda İstasyon şefini Bahtiyar Engin canlandırıyor. Karısı ise Aslıhan Kandemir. Oyunun
girişinde eski bir Bilecik türküsü seslendiren Mehmet Avdan Makasçı rolünde. Ve oyunun ikinci yarısına coşkulu bir şekilde giren atlı rolünde ise
Gün Koper var.
Yolcu, Kasım ayı içerisinde Kadıköy ve
Üsküdar’da sahnelendi. Aralık ayında da Kağıthane Sadabad ve Üsküdar
Kerem Yılmazer sahnelerinde izlenebilecek. q
ARAlIK 2013 | TAVIR | 55
56-58 bizim hasan_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:39 PM Page 56
televizyon
televizyon
o ses türkiye’de hasan doğru’nun
gösterdikleri
levent karakaya
İnternetten haberleri okurken bir haber
ilgimi çekiyor: “O Ses Türkiye” yarışmasındaki opera söyleyen Hasan Doğru nasıl şaşırttı diyor haberde. Aynı haber
daha başka birçok yerde: "O Ses – Lokantacı Hasan”, “Hasan Doğru, Jüri’yi Birbirine Düşürdü”, “Çorbacı Hasan” başlıklarıyla veriliyor. Nasıl şaşırttığına bakmak
için açıp izliyoruz arkadaşlarla birlikte.
İşimiz de müzik olunca daha da ilgimizi çekiyor. Bir adam geliyor sahneye, iri
yarı, takım elbise giymiş, boynuna papyonunu takmış. Bir sahne ve “ezik, gariban” duruşuyla Hasan. Karşısında sırtı
dönük büyük padişah koltuğuna benzer koltuklarda oturan dört kişi. Athena’nın solisti Gökhan Özoğuz, Ebru
Gündeş, Hadise ve Murat Boz. Sanatçı diyorlar.. Yedi harfli S-A-N-A-T-Ç-I.. Oysa
56 | TAVIR | ARALIK 2013
yedi harf bile fazla, halk bulmuş çözümünü altı harfte: Z-İ-B-İ-D-İ..
Yurdun dört bir yanından gelen halk çocukları, buralara umut bağlayarak yoksulluklarından kurtulmak istiyorlar, daha
iyi koşullarda yaşamak istiyorlar. Sürekli televizyonlardan, her yerden gözlerinin, beyinlerinin içine sokulan işte bu
sanatçı denen zatlara özeniyorlar, özendiriliyorlar ve onlar gibi olmak, onlar gibi
yaşamak istiyorlar. Bu hayallerle de
oralara gidiyorlar. Veya ilgilenilmemiş,
keşfedilmemiş yeteneklerini, yönelimlerini göstermek, ispatlamak istiyorlar.
Kim suçlu burada? Onları böyle beklentilere sokan kim? Onların yeteneklerini
hiçe sayan kim? Onları yoksul bırakan
kim? Hayatlarına her yerden; televizyon-
lardan, gazetelerden, magazinlerden
bu “sanatçı”ları sokanlar, onları özendirenler kim? Bütün halkı giderilmemiş ihtiyaçlarla ezen, hor gören, imkanlar
vaat ederek onları birer at gibi, yarış pistinde yarıştıran kim? Sadece onların
anne babası, işyerindeki patronu veya
bu yarışmada karşılarında oturan dört
tane “sanatçı” veya bu yarışmaların yapımcıları, bu yapımcıların yer aldığı televizyon kanalları mı?
Velhasıl şarkı başlıyor, önce sakin bir piano girişi, akorlar basılıyor, davul giriyor
hafif hafif, gitarlar vs. Ve ardından Hasan’ın sesi…Ses duyulur duyulmaz Athena’nın solisti dönüyor yüzünü ve
koltuğunu Hasan’a doğru. Murat Boz
dönüyor hemen. Ebru Gündeş dönüyor
ardından, düğmeye basıyorlar her biri.
Koltuklarında, ellerinin altında bulunan düğmelere. “Tring…” Bir tuşla, bir
dokunuşla seçiyorlar. Getirin diyorlar
böyle karşımıza. Mal beğenirmiş gibi,
koyun seçermiş gibi… Bir düğmelik işi
var. Bizim Hasan söylüyor. Şarkının sonunda Hadise de dönüyor ve tuşla beğendiğini ifade ediyor. Zaten o nur
yüzlerini(!) sahnede kendini parçalayan, heyecandan elleri terleyen, dili
kuruyan kişiye dönmeleri bile yetiyor
beğendiklerini ifade etmeye. Bahşediyorlar anlayacağımız. Bu arada bu yarışmanın özelliği böyleymiş. Yani arkaları
dönük dinliyorlar, beğenirlerse bacak
bacak üstüne atılmış bir soylu edasıyla
56-58 bizim hasan_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:39 PM Page 57
dönüyorlar yarışmacıya ve ellerinin altındaki düğmelere basıyorlar.
Tabi oraya katılan seyircilere de bir
bakmak gerekiyor. Her harekete adeta
şartlandırılmış bir şekilde alkışla eşlik
ediyorlar. Burada alkış nedir diye bir durup düşünelim. Alkış; beğenilen saygı
duyulan bir hareketin karşısında ellerinizle beğeninizi ifade etmektir… Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için el çırpma.. Sözlük anlamı böyle. Buradaki seyirci Murat Boz’un en ufak
bir hareketine veya Hadise’nin iki cümlesinden birine alkış tutuyor. Anlayacağınız bu yarışmadaki durum bayağı
farklı. Yani insanlar artık kendi tercihlerinin dışında, kendi beğenilerinin dışında yönlendirilirek, beğendirtilerek, şartlandırılarak bir Murat Boz’un veya falancanın koltuğunun gıcırdısına bile alkış
tutan hale getiriliyor. Hani burada şimdi alkışın başta koyduğumuz anlamına
geri dönelim. Resmen alkışın masum-
luğu ve temizliği kayboluyor. Gerçekten
kendi beğenisi mi yoksa, bu düzenin
onun kafasında yarattığı beğeni mi?
Kendisinin diye sandığı kapitalizmin
onun beyninde oluşturdukları mı? Nerede, nasıl kavramlarının niteliği karışıyor,
karıştırılıyor. Tıpkı halkın bütün oluşturduğu güzel değerlerde tepinildiği ve
kafalar karıştırıldığı gibi.
Bizim Hasan, şarkıyı bitirdikten sonra
mikrofon iki avucu arasında, ellerini karnına birleştiriyor, boynu yarı bükük şekilde, heyecanla ve ezikçe değerlendirmeleri bekliyor. Jüridekileri dinliyor.
Jüri’den ve Hasan’ın diyaloglarından bazı
alıntılar:
-Bravo, supeeerrr..
-Hasan bak burdan yıkılıyosun, burdan
gördüğümüz Hasan yıkılıyor..
-Rahmetli babamla her pazar bu şarkıyla uyanıyorduk… Böyle bir anım var..
-İnşallah benimle çalışırsınız, maşallah
...
-Hikaye çok iyi.. Opera şeklinde, şarkı
gibi “ işteee kuruuu fasullyee….” diyor..
-Allah aşkına bana gel.
-Hasan hemşerim ben de Zonguldaklıyım, bana gel.
-Her göreve koşturuyorum lokantada.
Ayrıca Belediyenin kültür merkezinde
tiyatroyla uğraşıyorum..
-Hadise: ben biraz suskun kaldım, belki merak ettiniz nedenini. Belçikalı bir
arkadaşımı kaybettim. Onun cenazesinde çaldık bu şarkıyı. (hemen fonda bir
efkarlı müzik veriliyor). Onun için sustum. O gün geldi aklıma. Çok eğlenceli bir yarışmacısın. Helal olsun.. Böyle bir
ses var Türkiye’de keşfedilmemiş ayıp..
İyi ki geldin. .
-İsminde mükemmel zaten. Hasan, Hüseyin, Ahmet, Ömer güzel isimler
-Benim babamın ismi.
-Benim de kayınçomun ismi…
ARALIK 2013 | TAVIR | 57
56-58 bizim hasan_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:39 PM Page 58
-Hasan bize türkü de söyle..
-Evlerinde lambaları diye bir giriyormuş abi.. ha ha ha
-Hiç hatırlamıyorum türkü. (heyecanlanıyor)
-Ne olursun bana gel..
-Hasan’ı çok seviyorum…
-Adam gibi adamsın, çok tatlısın. İnşallah beraber çalışırız.
Diye gidiyor. Birçok cümleler kuruluyor.
Her biri Hasan’ı kendi grubuna almaya
çalışıyor. Sanırım her biri yarışmacılar arasında kendine bir grup oluşturuyor. Finale kadar bu gruptakileri çalıştırıyor, repertuar belirliyor vs.
Bizim Hasan’lar çalışıyor, alınları terliyor,
üstü başı yemek lekeleri ve bulaşığın
içinde saatlerini veriyorlar. Ama bu sanatçı denilen jüriler, insan hayatlarını birer düğmeyle, butonla belirleyen mahlukatlar işte böyle dalga geçiyorlar,
emekçilikle, halkın değerleriyle, özellikleriyle. Çünkü onlar oraya emekçilik yaparak gelmedi. Çoğu hazırı yedi. Hazırı
yemeyenler de statüko elde ettikçe
başkalarını ezmeye başladı, düzene
58 | TAVIR | ARALIK 2013
ayak uydurdu. Değerlerine sırtını döndü. Sonra da yapay yapay üzülüyorlar,
gülüyorlar Hasan’a, Hasan’lara… “Ah
canım ya..”, “Çok iyisin..” vs. diyerek kendilerini avutmaya çalışıyorlar.
Hasan opera okumuş, tiyatroya ilgisi var.
Fakat lokantada çalışıyor uzun saatler.
Çorba veriyor, kasaya bakıyor. Ve böyle milyonlarca halk çocuğu var. Tiyatroya, müziğe, resime, sanata, edebiyata,
sinemaya veya başka sanat dallarına ilgi
duyan, yeteneği olan, yönelimi olan
… Fakat her biri kendi hayatında bir köşede kendi tercih etmediği alanlarda boğuşuyorlar.
Hasan gerçeği, bu ülkede ve dünyadaki ezilen millyonların, yoksulların, sömürü altındaki halkların ortak gerçeği. İşte
Hasan’lar tüm heyecanı, masumlukları
ve mütavazilikleriyle, koşuyorlar bu yarışmalara ve sanatçı denen zibidilerin
karşısına çıkarılıyorlar. Hasan’ların heyecandan dili tutulurken, bir kelimeyi ezile büzüle ağzından çıkarırken; karşısındaki güya sanatçılar ise pervasızca dalga geçiyorlar. Çorbacıda nasıl çalıştığı-
nı, operaya uyarlayarak canlandırmaya
çalışıyorlar. “Buradan yıkılıyosun” diyerek tumturaklı laflar ediyorlar. Yok “Adın
da güzelmiş, benim kayınçomun adı, benim de babamın adı”… “Hikaye çok iyi
valla” gibi kendi aralarında keyifleniyorlar, eğleniyorlar, program sonunda da
padişah koltuklarından inip o gecenin
karşılığı olan paralarını ceplerine doldurup jiplerine binip gidiyorlar. Ve Türkiye onları konuşmuş oluyor bir yandan.
İşte “Gökhan şöyle dedi”.. “Bakın Ebru ne
yaptı”.. “Murat’ın sürprizi..”.. “Hadise’den
özel anlar” gibi…Dolduruyorlar bunlarla, turşu gibi basıyorlar halkın beynine.
Bizim Hasan’lara değer verildiği, yeteneklerinin at yarışlarında seçilmediği,
halkın bütün çocuklarının eşit emek ve
değer verilerek eğitildiği, geliştirildiği
düzen de gelecek. O zaman sizin düzen
gidecek. Karşımızda böyle koltuklarla
oturup tepeden bakan, kendi eğlencesine, keyfine milyonları seyirci kılan bir
alanda at koşturamayacaksınız. Yarışmanız da, televizyon kanalınız da, Acununuz da, yalan macunlarınız da çöp olacak.q
59 grev_sablon 12/17/13 11:13 AM Page 59
kitap
kitap
grev
uğur çetin
“Yeter, söz milletin” diyerek iktidar koltuğuna kurulan Demokrat Parti’nin milletin ağzına ot tıkadığı yıllardır. Efendisine
tapan bir başbakanın, milletin sesini
duymak bir yana, politikalarıyla ümüğünü sıktığı “demokrasi” dönemidir.
Açıktan bir soru sormuyor, bunu yaparken… Gerçekleri yazıyor en çıplak haliyle.
Bu gerçekler, okuyucuyu kültürüyle, gelenekleriyle sorguluyor. “Nerede bu hikayenin devamı” dediğiniz noktada düşünmeye başlıyorsunuzdur aslında…
Erdoğan’ın öykünerek anlattığı bu dönemlerde halk, yeni sömürgeciliğin acı
reçeteleriyle açlık, yoksulluk çekiyor.
Dili, sadeliği, açıklığı, hiçbir şeyden sakınmadan, sıkılmadan anlattığı hikayeler bizim
hayatımız. Ve işte bu nedenle “banane” diyemez hiçbir insan, hayatıyla ilgili konularda.
İşçiler fabrikalarda karın tokluğuna çalışıyor, patronun, patron çocuğunun aşağılamalarını sineye çekiyorlar. İktidarın uyguladığı baskı, yasak ve adaletsizliklerin
halkta yarattığı etkileri ortaya koyan Orhan Kemal, açlığın ve yoksulluğun neden
olduğu yozlaşmayı, yıkılan umutları, değersizleşmeyi yalın bir gerçeklik vurgusuyla anlatıyor bu hikayelerinde.
Orhan Kemal’in yaptığı sadece anlatmak
değil. Güldürüyor, yer yer öfkelendiriyor,
utandırıyor. Güldürürken de, öfkelendirirken de bir düşünceye sevk ediyor.
Bir adaletsizliği, ancak Orhan Kemal'in dilinden okuyunca öfkelenebilirsiniz bu denli… Bazen tebessüm edersiniz, bazen kızarsınız onun hikayelerini okuyunca…
Bir grev hikayesiyle başlıyor kitap. Tam
olarak grev de denmez ya ama tam olarak
grev dahi sayılmayan bir hak talepli eylem
karşısında bile neler olur? Patronun oğlu
tehdit eder, “cenderme” gelir, vali vekili damlar. On iki, on dört belki de on altı saat çalıştırılan işçilerin nasıl biteceğini bilmedikleri grev, başlamadan biter.
Birisi patron Ahmet beye haber verir. "Koşun Ahmet Bey dokumacılar grev yaptı, ağa
sizi bekliyor!” Dün de bugün de sömürücüyü korkutan bir sözcüktür “grev” Ahmet Bey de korktu, telaşlandı. Huzuru kaçtı kemirgenin. Oysa ne güzel bacak bacak
üstüne atmış, lokantada dalga geçiyordu
garsonla. Ahmet Bey, yesin, içsin dalgasına baksın asalaklar gibi Sarı Mehmet ve arkadaşları dokuma tezgâhlarında yorgunluktan ömür tüketsinler. Alınterinin hakkını alaydılar, buna da şikâyet etmezdiler ancak Ahmet Bey işçilerin aldıklarını da fazla görür.
“Ekmek veriyorum!” diye esmek ister ağa-
nın oğlu, Sarı Mehmet’ten itaat ister,
terbiyeli olsun diye bekler. Oysa ki Mehmet, emeğiyle kazanır ekmeğini bunu bilerek öfkesini kusar soysuzun oğluna,
“Sen bana ekmek veriyorsun ha? Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum ben
onu…. Bana ekmek veriyormuş. Ben
çalışmayım da sen bana ekmek ver. Ulan
siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan” (Sayfa: 12)
Sarı Mehmet’in bu sözleri sınıf savaşımının özet bir nedenidir adeta. Bu savaşımın en yalın görünümüdür. Bir eksik bir
fazla, öyle değil midir tüm dünyada işleyen sömürü çarkının somut gerçeği?
Başta dedik ya “cenderme” gelir, vali girer devreye, patron bir oh çekerken Sarı
Mehmet nezareti boylar. Budur işte çivisi çıkmış düzenin adaleti!
Grev’in hikayeleri böyledir. Her biri gerçek, her biri bizi anlatıyor, halkımızı anlatıyor. Toplumdaki adaletsizliğin ve yoksulluğun yarattığı yozlaşmanın, çürümenin sebebi kapitalizmin kendisidir! Bu çark
sömürmüyor tek, kirletiyor da.
Orhan Kemal, halka kızdırmıyor, küstürmüyor Grev’de. “N’eylerse halk, güzel
eyler” de demiyor. Halkı, halka sevdiriyor!
Eksiği, ayıbı, küfürü, saflığıyla… Küstah,
kurnaz, bencil, onurlu, dürüst, gururlu oluşuyla… Bir halk gerçeğimizdir “Grev”in anlattığı…
Fabrikada, mahallede, devlet dairesinde,
bakkalda, gazetede, lokantada, evde…
Halkın olduğu her yerde bir hikayesi
vardır Grev’in. Bu hikayelerin anlattığı gerçeklerin bağrında yeşerecek, yarına dair
tüm umutlarımız! q
ARALIK 2013 | TAVIR | 59
60-61 birinci sınıf_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:40 PM Page 60
sinema
sinema
birinci sınıf
eda çalışkan
çalışacağını söyler ve gereken emeği de
gösterir. Öğretmen Alfred Maruge’nin
okulda okumasını istemez. Ailelerle ve
müdürle sorun çıkacağından korkar. Maruge derslerinde başarılı olur ve çok
emek harcar. Çocuklarla arasındaki iletişim de iyidir yalnızca bir çocuk hariç;
Kamo. Kamo okuma yazmayı çok kavrayamaz arkadaşlarından geri kalır ve hiç arkadaşlık kuramaz.
Birinci Sınıf filmi, 84 yaşında bir insanın
okumak için verdiği mücadeleyi anlatır.1953’te Kenya-Britanya arasındaki savaşta birçok insan katledilir. Birçok insana kamplarda işkenceler yapılır. Maruge
de ülkesinin bağımsızlığı için savaşmış, işkencelerden geçirilmiştir. Köyünü basan
Britanyalılar tarafından ailesi, çocukları katledilmiştir. Maruge'ye bir mektup gelir o
mektubu okumayı çok ister fakat okuma
yazma bilmemektedir... 2002’de yeni hükümet eğitimin parasız olduğunu tüm ülkeye duyurur. Yüzlerce çocuk okul yolu60 | TAVIR | ARALIK 2013
nu tutar. Maruge de okumak için kayıt olmaya gider fakat öğretmenler yaşından
dolayı almak istemez. Maruge eğitimin
herkes için olduğunu söyler. Öğretmen
Alfred okula gelebilmesi için kitabının ve
kaleminin olması gerektiğini söyler. Maruge kalem ve kitabını alıp ertesi gün tekrar okula gider. Öğretmen Alfred bu sefer önlüksüz ayakkabısız onu okula almayacaklarını söyler. Maruge ayakkabı ve önlük yaptırıp okula tekrar gider. Öğretmen
Jane, Maruge’nin okuma isteğine ve ısrarı karşısında onu okula alır. Maruge çok
Tüm basın 84 yaşında olan Maruge’nin
okula başlamasından bahseder. Bunu
duyan okulun sahibi Kiprito okula gelir ve
Maruge'nin kesinlikle okulda okuyamayacağını söyler. Buradaki asıl sorun bu yaştaki bir insanın okuyamaması değil, Maruge'nin Kenya ve Britanya savaşında
taraf olması, işgalciliğe karşı çıkmasıdır. Bu
savaşta Kiprito Britanyalıların safındadır
ve Maruge Kikiyu Kabilesi'nden olduğundan onu okulda istememektedir. Öğretmen Jane böyle bir ayrımın olmaması için
uğraşır. Fakat Kiprito Maruge'yi yetişkinler okuluna gönderir. Bu okulda ise son
derece yoz insanlar vardır. Jane Maruge'nin o okulda yapamayacağını bilir, onu
okula geri almak için çok uğraşır fakat bu
uğraşları da sonuçsuz kalır. Başvurduğu
yerler, ekonomilerinin zayıf olduğunu
ve eğer bir kişiye bu şansı tanırlarsa herkesin okumak isteyeceğini, devletin buna
ayıracak bütçesinin olmadığını söyler.
Maruge çocuklarla vedalaşmak için okula gelir, derse girer ve gitmeden önce va-
60-61 birinci sınıf_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:40 PM Page 61
kit geçirmek için onlara alfabeyi şarkı söyleyerek öğretir. Çocuklar çok sever bu
yöntemi. Jane Maruge'nin çocuklarla
olan bağını, öğretme yeteneğini görerek
kendi yanına yardımcı olarak alır. Böylece Maruge hem kendi öğrenir hem de çocuklara öğretir. Maruge'nin okula yardımcı olarak alındığını duyan basın okula Maruge’yle röportaj yapmaya gelir. Radyolarda, gazetelerde Maruge konuşulur.
Aileler ise Maruge'nin çocuklarına bir şey
öğretmesini istemezler. Çocuklarını okula göndermeyen aileler olur. Kiprito
okula gelir, Jane çocukların Maruge’den
öğrenecek çok şeyleri olduğunu ve onu
okuldan kovmamasını söyler fakat Kiprito onun Kikiyular’dan olduğunu söyler.
Kiprito tamamen sınıf düşmanlığı beslemektedir Maruge'ye karşı...
Maruge’yi vazgeçiremeyen Kipritolar bu
sefer öğretmen Jane’nin tayinini çıkartırlar. Jane'nin okuldan gitmesi bütün çocukları üzer. Yeni gelen öğretmen için bir
tören hazırlanır ama çocuklar buna katılmazlar, tam tersine bir oyun hazırlarlar.
Gelen öğretmeni kapıdan içeri girmeden
adeta kovarak gönderirler.
Maruge Jane'nin okula geri döndürülmesi için kurulun önüne çıkar ve konuşur. Ülkesinin bağımsızlığı için kendisine yapılan
işkenceleri, ülkenin nasıl kazanıldığını, nasıl bedel ödendiğini anlatır ve iyi öğretmenlere ihtiyaç olduğunu söyler. Bunun üzerine kurul Jane'i okula tekrar gönderir.
Maruge kendisine gönderilen mektubun
Jane'in okumasını ister Jane içinden okur.
Öğretmen Jane Alfred'e verir ve onun
okumasını ister. Alfred okumaya başlar.
Mektupta Maruge'nin şimdiye kadar
kamplarda tutulduğu, işkencelerden geçirildiği ve ülkesinin bağımsızlığı için savaştığı için ona ödül verildiği ve ona minnettar olunduğu yazmaktadır.
Maruge ülkenin kahramanı ilan edilir.
Radyolarda, gazetelerde hep Maruge’den
bahsedilir. Ve Maruge kulaklarının kumla
doluncaya kadar öğrenmeye devam edeceğini söyler.
Atasözünün dediği gibi öğrenmenin yaşı
yoktur. Filmde eğitim üzerinden birçok konuya değiniliyor. Bir insan en tabii hakkı
olan okuma hakkını istiyor, ülkede ulusal
bir bağımsızlık kazanıldığı için hala kapi-
talizm yok edilmemiş ve zenginler tarafından yönlendiriliyor her şey.. Eğitim de..
Bu ülke için bedel ödemiş, işkencelerden
geçirilmiş, savaşmış olan Maruge mücadelesi sonucunda kazanıyor bu hakkı.
İnsan tek başına da kalsa kendisinin
olan haklardan vazgeçmemeli ve bunun
için mücadele etmelidir. Gerçekten inandığımız ve savaştığımız hiçbir şey sonuçsuz kalmaz yeterki savaşalım, yollar yöntemler geliştirelim.
Birinci sınıf filmi bize bunu hatırlatıyor, bu
sebeple izlenebilecek filmler arasında yerini alıyor.
Künye:
Orjinal adı: The First Grader
Yapım yılı: 2010
Yönetmen: Justin Chadwick
Senaryo: Ann Peacock
Oyuncular: Naomie Harris , Sam Feuer
Nick Reding, JohnSibi-okumu, Vusi Kunene !
ARALIK 2013 | TAVIR | 61
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:41 PM Page 62
haberler
haberler
Sanatçı Barış Atay Gözaltına Alındı
Sanatçı Barış Atay Redhack soruşturması kapsamında 22 Kasım’da gözaltına alındı. Gözaltından Ankara’ya
götürülen Barış Atay, 25 Kasım’da savcı karşısına çıktı ve yalnzıca bir paragraflık ifade vererek, bu gözaltının
Redhack’le alakasız olduğunu, iktidarın Gezi Eylemleri’nden kaynaklı bir hesap sorma yöntemi olduğunu ifade
etti.
Sanat Meclisi üyeleri ise, Barış Atay'ın 'sesi Redhack sözcüsüne benzediği için' Redhack soruşturması kapsamında hukuksuzca gözaltına alınmasını basın toplantısıyla protesto etti. 'Direnenlerin sesi hep aynıdır' pankartı
açılan toplantıda Gezi olaylarının ardından Mehmet Ali Alabora ile Barış Atay'la simgeleşen sanatçılara yönelik baskı protesto edildi. Yeşilçam Sineması’nda düzenlenen basın toplantısına katılan sanatçılar arasında Barış
Atay, Hüseyin Turan, Niyazi Koyuncu, Erdal Bayrakoğlu, Ayla Yılmaz, Aydoğan Topal, Mehmet Esatoğlu, Barış
Günay, Serap Yarış, Osman Genç, Efkan Şeşen, Adile Yadırgı, Grup Yorum da vardı. Direnenlerin Sesi Hep Aynıdır
pankartının açıldığı basın toplantısında okunan basın metninde şunlara değilinildi:
AKP 2001 yılında iktidara geldi. 2001’den 2013’e kadar kesintisiz olarak sürdürdüğü ve hala sürdürmekte olduğu
iktidarı boyunca birçok uygulamaya imza attı. Bu uygulamalar halkın sorunlarını çözmekten çok daha büyük
çözümsüzlükler yarattı. Ekonomik, sosyal ve siyasal alanda sadece kendi işine gelen politikaları oldu. Bunlar da büyük bir öfkenin birikmesine neden oldu. Halkın öfkesi 13 yıl boyunca büyüdü, büyüdü, büyüdü ve
sonunda patladı. Her geçen gün artan yoksulluktan, iktidara yakın sermayenin sürekli büyümesinden, hem
kendi dışındaki her türlü yaşam biçimine düşman tavrından, her türlü hak aramayı gazla TOMA’yla ezmeye
çalışan tavrından dolayı insanlar yeter artık dedi ve sokaklara aktı.
AKP bu süreçten dersler çıkarıp politikasını yeniden düzenlemek yerine halkın bu öfkesini daha çok şiddet
uygulayarak bitirmeyi seçti. Halkın her kesiminden adeta intikam almaya başladı. Kendisinin de itiraf ettiği
‘Türkiye’nin her yerinde halkın sokaklara indiği’ gerçeğini göz ardı etti. Hedef seçtiği bazı kişi ve kurumlara
bu ayaklanmanın sorumluluğunu yüklemeye çalıştı.
Bu hedefler arasında halktan yana tavır alan, halkın bütün ülkeyi saran direnişine kayıtsız kalmayan aydın ve
sanatçılar da vardı. Yeri geldi tek tek, yalnızlaştırarak, kendi basınına linç ettirerek, hedef göstererek, yeri geldi gruplar halinde, yeri geldi ‘terör’ adı altında, yeri geldi ‘narkotik’ adı altında, yeri geldi ‘bilişim’ adı altında
gözaltına aldı… Tek yöntem bu değildi intikam için… Ekonomik yaptırımlara da başladı. Yeri geldi oyuncuları diziden çıkardı, yetmediğinde diziyi yayından kaldırttı. Yeri geldi çalıştığı gazeteden, televizyondan çıkarttırdı, yeri geldi tiyatrolara ödeneği kesti… İşte bunlardan bir örnek de Barış Atay. Direnişin başından bu yana
halkla birlikte hareket etti diye, buna kayıtsız, duyarsız kalmadı diye, komik gerekçelerle gözaltına alındı. Onu
gözaltına alarak bütün sanatçılara da gözdağı vermek istiyor AKP. Uslu durmazsanız hepinizi böyle bir bir toplarım
demek istiyor. Sanata ve sanatçıya nasıl baktığını lafta değil uygulamada aramak gerekir. Ahmet Kaya’ya değer
veriyormuş gibi gösterip hak arama mücadelesi içinde olan bir başka sanatçıyı ve onun şahsında bütün sanatçıları
hedef tahtasına koyan bir iktidar, sanatçının dostu olamaz. Halkın direnişine daha çok saldırıyla cevap veren
bir iktidar halkın da dostu olamaz.
Biz bu ülkenin tiyatrocuları, sinemacıları, müzisyenleri, ressamları, şairleri, heykeltıraşları, fotoğraf sanatçıları,
performans sanatçıları, dansçıları, edebiyatçıları…Mehmet Ali Alabora, Barış Atay, başka nedenler bahane
edilerek gözaltına alınan diğer sanatçılar ve onlar nezdinde bize yapılan bu uygulamayı protesto ediyoruz.
Güneşi Balçıkla Sıvayamazsınız…Siz bizi yalnızlaştırmaya çalıştıkça biz daha çok bir araya geleceğiz. Siz bizi
tek tek ‘avlamaya’ çalıştıkça biz daha çok örgütleneceğiz. Üretimlerimizle, sanatımızla, halkımızın yanında saf
tutacağız… Çünkü şu tarihsel gerçeği biliyoruz ki; Sanatı Yapanlar Yasaları Yapanlardan Daha Güçlüdür! q
SANAT MECLİSİ
62 | TAVIR | ARALIK 2013
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:41 PM Page 63
GRUP YORUM GÜNCE
DUYURULAR
3 Kasım Kadıköy’de gerçekleşen Alevi mitinginde sahne
aldı.
8 Kasım Van’da sahne alarak 2000 kişiye seslendi.
10 Kasım Diyarbakır Ergani’de 1500 kişiyle türkülerini söyledi.
17 Kasım Köln Anadolu Federasyonu Kurultayı’nda 400 kişiye seslendi.
19 Kasım Kazova Direnişçilerinin zafer gecesine katılarak
türkülerini seslendirdi.
23 Kasım İsviçre Zürih’te 1500 kişiyle türkülerini söyledi.
30 Kasım İnsburg’da 800 kişiye seslendi.
1 Aralık Hamburg’ta 2200 kişiye seslendi.
6 Aralık Beltaş işçilerinin zafer gecesine katılarak 100 kişiye seslendi.
6 Aralık Direnişteki Bedaş işçilerini ziyaret ederek türkülerini söyledi.
7 Aralık Bielefeld’te 2000 kişiyle türkülerini seslendirdi.
Albüm Söyleşileri Gazi Mahallesi, Alibeyköy, Kartal, Kadıköy Mephisto Kitabevi, Örnektepe ve Esenyurt- Kuruçeşme mahallelerinde gerçekleştirildi. q
FDergimizi İnternetten de Takip Edebilirsiniz
Dergimizi www.tavirdergisi.org sitesinden takip edebilirsiniz.
Yeni sayıların yanı sıra 1980 yılından itibaren tüm sayıların pdf
hallerini okuyabilirsiniz.
FGrup Yorum Elemanı Ayfer Rüzgar’ın Mahkemesi 14
Ocak’ta
Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar’ın ikinci mahkemesi 14
Ocak’ta görülecek. Ayfer Rüzgar devrimci Nebiha Aracı için yapılan basın açıklamasından gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı.
Fİdil Tiyatro Atölyesi Oyuncusu Veysel Şahin’in Mahkmesi 21 Ocak’ta
İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu ve dergimiz yaıyın danışmanı Veysel Şahin 19 Ocak’ta İdil Kültür Merkezi’ne yapılan baskında
gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Veysel Şahin’in ilk mahkemesi 21 Ocak’ta görülecek. q
Grup Yorum Van ve Diyarbakır’daydı
Grup Yorum, 9 Kasım günü Van’da, 10 Kasım günü de Diyarbakır’da konser verdi. Van’da konseri bir kitabevi düzenlerken, Diyarbakır Ergani’deki konseri Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) düzenledi.
Van’a konserden bir gün önce giden Grup Yorum üyeleri, Van TV’de bir programa katılarak konser hakkında bilgi verdiler, gündem üzerine konuştular. Ayrıca Van'daki depremzedeleri ziyaret ettiler. Van’da yaklaşık 200 insan, çadır kentlerde kalıyor. Elektrikleri olmayan, soğuktan hastalanan depremzedelerin şimdi de konteynırlarına göz dikilmiş durumda. Grup Yorum, depremzedelerin yaşadığı sorunları Sanat Meclisi’ne taşıyacaklarını söyledi.
Van’da 9 Kasım akşamı yapılan konserde Grup Yorum’un yeni çıkan Halkın Elleri albümüden yeni şarkılar da
seslendirildi. Taşlamanın nakaratı konsere katılan 2500 kişi tarafından seslendirildi. Coşkulu geçen konserde Grup
Yorum tarafından yapılan konuşmalarda “Ortak Düşman Amerika”ya vurgu yapıldı.
Açılan stantlara yoğun ilgi oldu, çok sayıda kırmızı fular ve bere satıldı. Yürüyüş ve Tavır dergileri de Vanlılara
ulaştırıldı.
Van’daki konserin ardından Ergani’ye giden Grup Yorum, buradaki konserini Ergani’nin en büyük salonunda gerçekleştirdi. 1000 kişinin katıldığı Diyarbakır konseri de coşkulu geçti. Konserlerde yapılan konuşmalarda emperyalizmle, faşizmle barışılmayacağı vurgulandı.q
ARALIK 2013 | TAVIR | 63
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 12/13/13 12:41 PM Page 64
haberler
haberler
kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...
wİngiltere’den Grup Yorum’a Vize Yasağı
AKP hükümeti ve İngiliz elçiliği işbirliğiyle
Grup Yorum’a yapılan saldırılar devam ediyor.
Sudan sebepler bahane edilerek sanat düşmanlığı yüzünü bir kez daha gösterdiler! İngiltere vize vermeme nedenini son derece ironik
bir şekilde açıkladı ”Buraya geldiğinizde geri
dönüp dönmeyeceğiniz kaygısı yaşıyoruz.”
Soruyoruz! 29 yıldır yüzlerce kez yurt dışına gidip gelen Grup Yorum’un hangi üyesi hangi Avrupa ülkesinde kaldı, açıklayın! Her türlü engellemelere rağmen Grup Yorum dostları sevenleri ve halkımızın sahiplenmesiyle 19 Ocak
2014’de gerçekleşecektir.
ruları yanıtladılar. Etkinlik birlikte söylenen
Grup Yorum şarkıları ile sona erdi.
wGrup Yorum Elemanı Sultan Kavdır
Gözaltına Alındı
Grup Yorum elemanı Sultan Kavdır, 19 Aralık
Katliamı’nı protesto etmek için katıldığı basın
açıklamasından gözaltına alındı. Sultan Kavdır
aynı gün serbest bırakıldı.
wNelson Mandela Yaşamını Yitirdi
Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 8 Haziran'da
hastaneye kaldırılan Mandela, 1 Eylül'de taburcu edilerek evine gönderilmişti.Güney Afrika'daki ırkçı beyaz rejime karşı yürüttüğü mücadele nedeniyle ömrünün 27 yılını demir
parmaklıklar ardında geçiren Mandela, ülkesine 5 yıl devlet başkanı olarak hizmet etmişti.Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma, Nelson Mandela'nın 5 Aralık’ta hayatını kaybettiğini açıkladı.
widil Tiyatro Atölyesi Tavır Dağıtımı
idil Tiyatro Atölyesi oyuncuları Tavır Dergisi
Ekim-Kasım sayısını, Harbiye Muhsin Ertuğrul
Sahnesi önünde Zengin Mutfağı oyunu çıkışı
ve Kağıthane Sadabad Sahnesi önünde Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyunu çıkışı
dağıttı. Dağıtımlarda halkın ilgisi gözlemlenirken toplam 29 dergi halka ulaştırıldı.
wF Tipi Film Kıbrıs’ta Gösterildi
İdil Kültür Merkezi,Komünist Emek Hareketi ve
Barikat Gazetesi’nin düzenlediği “F Tipi Film”
gösterimi Gönyeli Belediyesi’nde yapıldı. “KTÖS,
KTOEÖS, ÇAĞ-SEN, BES, Basın-Sen, El-Sen, TelSen, Daü-Sen, KSP, Kıbrıs Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi, Baraka, Kıbrıs Poseidon Kültür ve
Sanat Merkezi’nin destek verdiği etkinlikte “F
Tipi Film” gösteriminin ardından Grup Yorum
üyelerinden Caner Bozkurt ve İnan Altın filmle ve yeni çıkan CD’leri “Halkın Elleri” ile ilgili so-
64 | TAVIR | ARALIK 2013
wHasan Ferit Gedik İçin Kitap
Çıkarılıyor
30 Eylül’de Gülsuyu’nda çeteler tarafından altı
kurşunla katledilen Hasan Ferit Gedik için arkadaşları yoldaşları bir kitap çıkarıyor... Bu kitapta Hasan Ferit için yazılan şiirler, yazılar, onu
tanıyanlarla yapılan röportajlar, fotoğraflar ve
yozlaşmaya karşı mücadeleye dair yazılar yer
alacak... Hasan Ferit Gedik kitabında yer alması için yazı, şiir, mektup gönderebileceğiniz adres: [email protected]
wAKP Tiyatroları Ödenekle Cezalandırıyor
Bakanlık, yardım yaptığı özel tiyatrolara, “genel ahlâk kurallarına uygun” oyun sahnelemeleri için protokol imzalama zorunluluğu getirdi. Dahası “genel ahlaka uygun oyun” sergilemeyen tiyatronun yardımı 15 gün içinde yasal
faiziyle birlikte geri alınacak, dendi. Yasada genel ahlak kavramı ucu açık bırakılırken, bu devletin yandaş olmayan tiyatrolara yeni bir ceza
yaptırımı olarak somutlaşmış oldu.
wÖzel Tiyatrolara Para Yağıyor
Özel tiyatrolara verilen ödenek listesinde 10.,
12., 16. ve 19. sırada yer alan oyunlar, Oyuncu
Tayfası adlı grup tarafından sahneleneceği
duyrulan oyunlar. “Amatör oyunlar” kategorisinde yardım alan “Çılgın Cenaze” adlı oyun da
bu grubun sanat yönetmeni ve “babası” olduğunu iddia eden Kerem Yılmaz’ın. Yardım listesinde her oyun için farklı şirketlerin ismi bulunuyor. Yönetmelikte bu konuya dair herhangi bir madde bulunmuyor, ancak tiyatrocular bu zamana kadar her topluluğun bir oyun
için yardım aldığını söylüyor. Oyuncular bu durumun büyük bir adaletsizlik ve haksızlık olduğunu belirtirken daha önce kardeş olduğu için,
eskiden ortak olup ayrılıp başka tiyatolar kurdukları için yardım alamayan tiyatrolar olduğunu anlatıyor. Ancak “Bilge Kral-Aliya”, “Benim
Adım Necip”, “Sürgün Sultan”, “Püf Noktası”, “Şekerpare” ve “Çılgın Cenaze” oyunları Tiyatro Tayfası’nın bu gruba ait.
wHalkın Elleri Söyleşileri Devam Ediyor
Grup Yorum’un son albümü Halkın Elleri’nin
söyleşileri devam ediyor. İstanbul’un yoksul gecekondu mahallelerine giden Grup Yorum burada albüme dair eleştirileri dinliyor, üretim sürecini dinleyenleriyle paylaşıyor. Şu ana kadar
Esenyurt-Kuruçeşme, Örnektepe, Nurtepe,
Kartal, Sarıgazi, Gazi, Alibeyköy semtlerinde
gerçekleştirilen söyleşilere yüzlerce kişi katıldı. Halkın Elleri söyleşileri kitapevlerinde ve mahallelerde devam edecek
wGrup Yorum direnen Beltaş İşçilerini
Ziyaret Etti
BELTAŞ şirketine bağlı olarak CHP’li Beşiktaş Belediyesinde çalışan işçilerin işlerinden atılmalarına karşı çadır kurarak direnen işçilerin direnişi zaferle sonuçlanmıştı. BELTAŞ işçilerinin,
Devrimci İşçi Hareketi öncülüğünde gerçekleştirdiği direnişin zafer kutlaması 6 Aralık günü
DİSK Genel Merkezi Binasında gerçekleşti.
Grup Yorum türküleri ile birlikte BELTAŞ işçilerinin yanında oldu. Etkinliğe 100 kişi katıldı. q

Benzer belgeler