YEREL TARİH BÜLTENİ NİSAN 2013 Ocak 13, 2016 Çarşamba

Transkript

YEREL TARİH BÜLTENİ NİSAN 2013 Ocak 13, 2016 Çarşamba
Nisan 2013 Yıl:8 Sayı:84
MARMARiS
BELEDiYESi
Tarih
Marmaris Belediyesi Yerel Tarih Bülteni
www.marmaris.bel.tr
Marmarisli süngercilerin yaşamının
anlatıldığı VURGUN kitabının yazarı
Suat Gülşen'in kaleminden:
Turizm sezonunun başladığı bu
günlerde eskiden sünger sezonu
başlardı
84. kez merhaba
Bülten 100. Sayısına doğru dolu dizgin giderken
yazılarıyla sık sık Yerel Tarih Bülteni'nde yer alan
Erol Uysal ve Suat Gülşen yine bizlerle. Tarih
Bülteni'nin 84. Sayısında bir diğer konuğumuz
İbrahim Karabenli tarafından yapılan röportajla
Cengiz Tuğrul. Cengiz Tuğrul, 1938 yılında
Tabur Komutanı olarak Marmaris'e tayin edilen
babası Nazmi Tuğrul'u anlatıyor. 1900 yılında
Preveze'de doğan Nazmi Tuğrul, Balkan Savaşları
nedeniyle ailesiyle İstanbul'a göç etmiş. 8 yaşında
askeri okula girerek hayatının yönünü çizmiş.
Harbiye'deyken Kurtuluş Savaşı'na katılan,
İstiklal Madalyası sahibi Nazmi Tuğrul'un
hayatını ve 40'ların Marmaris'ini oğlu Cengiz
Tuğrul anlatıyor. Keyifli okumalar.
EVLATLAR BABALARINI
ANLATIYOR
Cengiz Tuğrul'un anlatımıyla
Marmaris Tabur Komutanı
NAZMİ TUĞRUL
Babam esasında Prevezeli.
1900 yılında doğmuş. Balkan
Savaşında tüm Balkanlarda
yaşayan Türklerin uğradığı
göç sefaletini yaşayarak
göçmen olarak Türkiye'ye
gelmişler. 3 çocuk ve bir
anneyle (Dedem Preveze'de
kalmış) İstanbul'a gelmişler.
İstanbul'da babamın eniştesi
Cevat Paşa Çanakkale gazisi.
Onun ön ayak olmasıyla
babam 8 yaşında askeri okula
giriyor. Hamdullah Suphi
Tanrıöver'in kurduğu Türk
ocaklarına üye oluyor. Askeri
Liseyi Bursa'da okuyor.
Liseden sonra
Harbiye'deyken Kurtuluş
Savaşı'na katılıyor. İstiklal
Savaşı'nda mücadele bittikten
sonra Harbiye'ye devam
ediyor ve oradan teğmen
olarak mezun oluyor. Sonra
bir çok yerde görev yapıyor.
İl görev yeri Çorum.
Annemle evleniyor. Annem
de babamla birlikte
mücadelelere katılıyor. Daha
sonrasında İstanbul'a
yerleşiyorlar. Ancak
İstanbul'da da çok kalamıyor
ve Anadolu'nun çeşitli
yerlerinde görev nedeniyle
bulunuyor. Bir çok askeri
harekâtlardan sonra Milas'ta
görevliyken 1934 yılında ben
dünyaya geliyorum. O sırada
Muğla'da bir tümen var.
Tekrar Milas'tan Muğla'ya
geliyor. Ben çocukluğumdan
kendime erişim Muğla'da
oluyor. Daha öncesinin
hatırlamıyorum. Orada 2-3
sene kaldıktan sonra Muğla
Tümen'ine bağlı Marmaris
taburuna atanıyor.
Devam sayfa 4'te
Bundan elli atmış yıl öncesine kadar
turizm nedir, turist kimdir pek
bilinmiyordu. Marmaris halkının
başlıca geçim kaynağı süngercilikti. O
zamanlar para süngercilikte vardı.
Şimdiki gibi turizmden daha kolay
para kazanma olanakları yoktu.
Yunanlı dalgıçların kurslarına katılan
Marmarisli gençler dalgıçlığa başladı.
O zamanlar formalı dalgıçlık vardı.
Şimdiki gibi tüplü dalış olanağı yoktu.
Zor koşullarda ve iptidai usullerle dalış
yapılırdı.
Eski dalgıçlar mesleklerinin zorluğunu
“Terlemeden para, solumadan ölüm”
olarak tanımlasalar da ölümü göze
almaktan başka çareleri yoktu.
Süngerciler kıştan bakımlarını yaptırıp
hazırladıkları beş altı kayıkla mayıs
ayının başında süngere çıkardı. Sünger
sezonu yaklaştımı Marmaris'te bir
hareketlilik başlar, kayık sahipleri beş altı
aylık erzaklarını ambara istiflemeye,
fırınlarda süngerciler için peksimet
yapılarak çuvallara doldurulmaya
başlanırdı.
SİMDİ
SÜNGER
ZAMANI
Davulcu vurdukça tokmağı, sanki
tokmağın sesi, hüzünle atan kalplerde
yankılanırdı gümbür gümbür… Bu tören,
askere uğurlama değil, süngere
uğurlamaydı dalgıçları.
Gidip de dönmemek, dönüp de
yürüyememek vardı işin sonunda. Vurgun
haberi korkuturdu dalgıç yolu
bekleyenleri. Her yıl mayıs ayının
başında yaşanırdı bu vedalaşma, bu
ayrılık. Kurban kesilirdi sağ salim
dönsünler diye...
Dalgıç eşleri, anneleri gözyaşlarını
gizlemeye çalışsa da, durdurmak olası
değildi hüzün pınarından akan yaşları. Bu
kaçıncı ayrılıktı?.. Bu kaçıncı veda?.. Bu
kaçıncı vurgun, kaçıncı ölüm korkusu?..
Süngerci eşlerinin çilesiydi bu!..
Gitmek mi zor, kalmak mı?.. Dalgıçlık
zor bir meslekti elbet. Gencecik
Şükrü Kaptan, Mustafa Cengiz
bedenlerde her an vurgun yeme tehlikesi,
(Çıkrıkcı), İbrahim Sayar, İsmet Ayyıldız, her an ölüm korkusu.
Süleyman Eroğlu ve diğer kayık sahipleri Aylar süren bu
süngere götüreceği dalgıçlarının
ayrılığın
avanslarını dağıtırdı. Verilen bu avanslar özlemi de
sezon sonunda dalgıcın çıkardığı sünger cabası…
parasından kesilirdi. Eli para gören
dalgıçlar aylar sürecek bu ayrılıkta
Devamı
geçimlerini sağlamaları için bu parayı
sayfa 2’de...
ailelerine bırakırdı.
Gitmek mi zor, kalmak mı zor?
Marmaris'te en hareketli, en heyecanlı ve
en duygusal gün, sünger kayıklarının
aylar sürecek yolculuğa çıkacaklarında
yaşanırdı. Kayıklar iskeleye sıra sıra
dizilir, sahili okşayan dalgalarla hafif
hafif yalpalar, sanki bir an önce demir
almak, boğazdan çıkıp engin deryaya
açılmak istercesine devinirdi.
İskele kalabalık olurdu.
Herkes yolcu etmeye
gelirdi süngere çıkacak
dalgıçlarını.
Nisan 2013
Marmarisli süngercilerin yaşamının
anlatıldığı VURGUN kitabının yazarı
Suat Gülşen'in kaleminden:
SİMDİ
SÜNGER
ZAMANI
Sayfa 1'den devam
Kayalık ve yosunlu yerlerde sünger toplayan
dalgıçlara eşlik eder rengarenk, çeşit çeşit
balıklar.
Sünger, suyun içinde kömür karası gibi
görünür. Ancak deliklerinden ayırdına varılır.
Fil kulağı, melat, kabadika, deli sünger gibi
çok çeşitleri vardır. Fil kulağı en kıymetlisidir
bu süngerlerin. Deli sünger pek kıymetli
değildir, çok zor kopar yapıştığı kayadan.
Dalgıçlar topladıkları süngerleri apoşiye
doldurup, apoşi tam dolunca apoşinin ipini iki
kez çekerek haber verir yukarıdakilere, “Apoşi
doldu yukarı çek.” diye.
Her dalgıç günde iki-üç kez dalıp, süngerin
bulunma durumuna göre yaklaşık bir saat
kalırdı derin sularda. Akşama kadar devam
ederdi dalgıçlar arasında dalmalar sırayla.
Akşam olunca aşçılar yemekleri hazırlamış
olur, hep birlikte güvertede hazırlanan yer
sofrasına oturulurdu. Akşam yemeğini doyasıya
yerlerdi. Bünyeleri alışmıştı günde bir öğün
yemeye.
Zor olduğu
Mehmet İlgün
arşivi
kadar, kıskanç
bir meslektir
dalgıçlık.
Arkadaşının
topladığından
daha fazlasını
toplamak
isterler. Bu
nedenle daha
derinlere iner,
geçen zamanın
ayırdında
olamazlar.
Yukarıdaki, dalgıç kayığından verilen, “Süren
doldu, yukarı çık.” uyarısını dahi umursamaz
olurlar. Artan her kulaç derinlik, dalış zamanını
aşan her dakika tehlikedir!.. Vurgundur!..
Dalgıç Hüseyin Tekin'in vurgun anı
Marmarisin en uzun yaşayan dalgıcı olarak 96
yaşındayken üç yıl önce aramızdan ayrılan
Dalgıç Hüseyin Tekin; 1954 yılında Üçağız
koyu (Kaş) açıklarında inmiş mavi suların
İşlemden geçirilince bembeyaz olurdu
derinliklerine. Bir bakmış ki çok sünger var
denizden siyah çıkan süngerler
orada!.. Sanki yıllardır hiçbir dalgıç
Yemekten sonra gece karanlığı bastırmadan
uğramamış, dalmamış oraya. Topla topla
herkes güverteye serdiği süngerlerini ayakları
bitmiyor ki!.. Yosunlaşmış kayaların arasında
ile çiğnemeye, süngerin gözeneklerindeki
dolaşıp durmuş bir süre. Bir sağa bir sola yılan
sütleri akıtmaya başladı. Sütün kendine özgü
balığı gibi savruluyor, topladıkça topluyormuş
çok değişik ısırıcı kokusu, burunları yakmaya
süngerleri.
başladı. Sünger sütleri, güverteden punya
Doldurmuş apoşesini tıka basa. Çekmiş
Bir başka dünyadır denizin derinlikleri
deliklerine, oradan da şırıl şırıl denize akardı.
apoşenin ipini. “Doldu çekin” diye işaret
Sabah erken başlardı dalışlar. Birkaç zeytin, bir Kova ile denizden çekilen sularla tekrar tekrar vermiş kayıktakilere. Mesajı almış hortumcu. O
dilim peksimet ve bir bardak çay içildi mi, gün yıkanıp çiğnendi. Sonra ağ torbalara konup
da arkadaşlarını uyarmış. Asılmışlar apoşenin
boyu başka bir şey yemezlerdi. Dalışlar tok
denize sarkıtıldı. Sabah olunca, denizden alınan ipine. Suları süzülerek çıkmış süngerler, dolu
mideyle yapılmazdı.
süngerler ipe serilerek güneşte kurutulur. Bu
dolu. Hemen boşaltıp tekrar salmışlar boş
Dalgıçın forması özenle giydirilirdi. Bakır
işlem sonunda bembeyaz olan süngerler her
apoşeyi derinliklere.
omuzluğu göğsüne geçirilip, lastik formadaki
dalgıcın ismi yazılı olan kendi çuvalına
Dalgıç Hüseyin hiç bu kadar çok sünger
madeni çembere civatalarla sıkıştırılarak
doldurulurdu…
toplamamış tek dalışta. Daha derinlerde
tutturulurdu. Sonra koca bir bakır kazana
gördüğü denizin siyah gülleri sanki nazlı nazlı
benzeyen miğfere hava borusunun marpucu
Deniz dalgasız, dalgıç sevdasız olmaz
yalpalıyor, gel bizi de al diyormuş...
vidalanıp dalgıçın başına geçirilirdi. Sonra
Dalgıç açılınca denize, her geçen gün
Öbek öbek toplanıp kendisine
miğfer, omuzluğa sıkı sıkı vidalanırdı. Miğferin sevdiklerinin özlemi büyüdükçe büyür
çağırıyormuşçasına duran süngerlere ulaşmak
önünde, yanlarında ve başının üzerinde
yüreğinde. Gündüz dalışlarla geçer zaman ama istiyor, indikçe iniyormuş. Hava hortumunu
dışarısını görmeye yarayan üç lambozu, yani
geceler hüzün, geceler yalnızlık!.. Merak
tutan Dalgıç arkadaşı bu durumdan
yuvarlak pencereleri bulunurdu. Ayrıca beline
ederler eşim çocuklarım, ailem nasıllar? diye.
kaygılanmış. Daha derinlere inmesini önlemek
20 kilo kurşun ağırlıklar bağlanırdı, dalgıçın
Onların da kendini özlediğini duyumsar.
için hortumu salmamış. Oysa inmek isteyen
suya batmasını sağlamak için. Haberleşmeyi
Yükleri ağırlaştıkça ağırlaşır. Aylara meydan
Dalgıç Hüseyin hortumu çekiştiriyormuş.
sağlamak için de beline uzunca bir kılavuz ipi
okumak kolay değil. Ayrılık çok zor. Eşinin,
Zamanı çoktan dolmuştu ama o hala derin
bağlanırdı.
çocuklarının hayali dolunca kamaralarına uyku sulardaymış. O sırada başka bir dalgıcın
Hava pompası çalıştırılıp hava verilirdi. Dalgıç girer mi gözlerine!.. Uykuları kaçtığında
yakınlarına kadar gelip aynı alandaki süngerleri
kayığın kenarından kendini denize bırakır, suya güverteye çıkıp yanık yanık türküler söylerler
toplamakta olduğunu görünce sinirlenmiş!..
batabilmek için miğferin iç yanındaki mantar
mehtaba, yakomozlara karşı…
Niçin kendi dalış alanına girmiş bu yabancı?..
bir düğmeye (varvara) başı ile dokunup havayı Deniz dalgasız, dalgıç sevdasız olmaz ki… O
Hırsla süngerleri toplamaya devam etmiş.
salıverir ve inerdi mavi dünyanın
sevda ile yaşar, o sevda uğruna ölürler!..
Yukarıdan verilen “Süren doldu” uyarılarına
derinliklerine. Haydi rastgele…
Sevdaları gülleredir. İki gülü vardır gönlünde,
aldırmaz olmuş. “Bırakmayacağım ona bu
Bir başka dünyadır denizin derinlikleri.
tutku ile bağlandığı. Biri denizin siyah gülü,
süngerleri, toplamadan çıkmayacağım”
Uçurumları, ormanları, mağaraları, kayalıkları, diğeri gönlünün kırmızı gülüdür. Kokularına
diyormuş. Süreyi çok aştığının farkındaymış
kum tepecikleri, yosunları ve çiçekleriyle
alıştılar mı bu güllerin, ölünceye dek kopamaz, ama umursamıyormuş!..
mavi-yeşil muhteşem bir tablodur. Su
ayrılamazlar. Kışın denizden uzak kaldığında
üstündeki dünyadan daha güzel ve büyüleyici. siyah gülleri özlerler, yazın da kırmızı gülleri…
Sevdaları hiç bitmez. Uğrunda ölümü göze
alırlar!..
Kalanın ki de ondan az değildi, belki de
zorluğu daha büyüktü. Özlemin dışında,
eşinden gelecek vurgun haberinin korkusu
benliğini sarar, günleri geçmez kılardı.
Kayıkların halatları çözülmeye başlayınca,
kaldırılan demirlerin zincirleri art arda
şıngırdamaya başlar. Davulcu tokmağı daha bir
hızla vururdu gidenlerin ardından.
İskelede kalanların gözleri yaşlı, dualar okur, el
sallarlardı uzun uzun. Kayıklar hızla yol alırdı
boğaza doğru…
Tarih
Dalgıçlar hırslı olur
Yasal olarak dalışlar 10-15 kulaçtır ama,
çoğu kez daha derinlere inerler. 25-30
kulaca kadar indikleri olur.
Dalgıçlar hırslı
olurlar. Oysa hırs
tehlikedir. Hırs
vurgun demektir.
Marmaris Belediyesi Yerel Tarih Bülteni
Ayda bir yayınlanır. Nisan 2013 Yıl:8 Sayı:84
T.C. Marmaris Belediyesi Adına Sahibi
M. Ali ACAR
Grafik Tasarım:
Yazı İşleri Müdürü:
Gizem Ofset Matbaacılık
Sedat Kirt
Baskı:
Yayın Kurulu:
Gizem Ofset Matbaacılık
Sezen Kol
Sarıana Mah. M.Kemal Cad.
Adres:
No:21/2 Marmaris-Muğla
Atatürk Cad. No:38
Marmaris Tel:412 28 76 0.252.417 38 66
0.533.763 79 20
Nisan 2013
Galiba süngerlerin büyüsüne kaptırmış kendini.
Kayıktakiler ısrarla asılmışlar kılavuz ipine.
Neden sonra Yavaş yavaş, dinlendire dinlendire
çıkarmışlar yukarı. Apoşesi yine doluymuş ama
ayaklarının canı çekilmiş. Bir sızı, bir
iğnelenmeler, ayakta duracak hali yokmuş.
Bakışları da vurgun sersemi! “Eyvah! Vurgun
yemiş. Aksuna yaptıralım aksuna” bir telaş sarmış
kayığı. Tekrar indirmişler vurgun yediği
derinliklere. Bekletmişler bir süre öylece. Sonra
her 4-5 kulaçta bir, dinlendire dinlendire tekrar
almışlar kayığa.
Ağrıları biraz geçmiş ama yine ayakta
duramıyormuş. Korku dolu gözlerle “Bana ne
oldu?” diye sorgularcasına bakıyormuş. Sanki
canı çekilmiş bacaklarının. İşaretle anlatmaya
çalışmış ayaklarındaki geçmeyen uyuşukluğu.
Tekrar daldırmışlar derin sulara. Yapılan ikinci
aksunadan sonra kayığa aldıklarında Dalgıç
Hüseyin vurgunun geçmediğini tekrar aksuna
yaptırmalarını işaret etmiş anacak, aksuna
işlemleriyle oyalanıp çok vakit kaybettiklerini
düşünen Kaptan Kırmızı Kamil sinirlenmiş.
“Yeter artık bu kadar aksuna, vurgunu geçmiştir,
çıkarın formasını” deyince Dalgıç Hüseyin'in
almışlar kazanı (miğfer) başından, çıkarmışlar
formasını.
Adımlarını tam atamamış, sağ ayağını
sürükleyerek yürür olmuş. İyileşmesi için elinden
tutan, İstanbul'a basınç odasına götüren kimse de
olmamış.
Dalgıç Hüseyin her şeye rağmen kopmamış, uzak
kalamamış mavi sulardan. Biraz kendini
toparlayınca “Sakatlığım dalmama endel değil.
Zaten yürümüyorum ki suyun içinde. Aksine daha
rahat hareket ediyorum” diyerek bir sonraki sezon
tekrar dalgıçlığa devam etmiş. Bu kez o vurgun
yediği sünger kayığında çalışmayıp başka kayıkla
anlaşmış. Sünger avcılığı yapmaya yıllarca devam
etmiş.
Marmaris sahilinde iki anıt vardır dalgıçların
ve onu bekleyenlerin anısına dikilen ve bize
maziyi anımsatan
Biri formalı bir dalgıç anıtıdır. Denizden çıkardığı
süngerler vardır elindeki apoşesinde.
Marmarisliler bu anıta baktığında kendilerinden
bir parça görüp buruk bir heyecan yaşarlar. Çünkü
bu dalgıç babalarıdır, ağabeyleridir, kocalarıdır,
amcalarıdır, dayılarıdır... Bu dalgıç vurgun yiyip
denizden cesedi çıkarılan, vurgun yiyip sakat
kalan, koşamayan yere yapışan yiğitlerin ta
kendisidir... Bu dalgıç benim kayınpederimdir.
Diğer anıt dalgıç yolu bekleyen bir kadındır.
Kundaktaki bebeğini kucağına almış, elinden
tuttuğu oğluyla boğazdan girecek sünger
kayığının yolunu gözleyen cefakar bir dalgıç
eşidir. Bu kadın Marmarislilerin annesidir. Ablası,
teyzesi, halası, kız kardeşidir. Bu kadın benim
kayınvalidemdir.
1940, Sağdan sola; sünger şirketi müfettişi,
dalgıç, Hamdi Yüzak,Rahmi Yüzak
Erol Uysal'ın kaleminden.
VATAN SAĞ OLSUN !
Kahraman Türk Askerinin son nefesini verirken
ağzından çıkan bu iki sözcüğe yazılı tarihimizi
okurken sıkça rastlarız. Bunlardan bir tanesi
beni çok etkilemiştir.
sulara gömüldü. Köprü üstündekiler denize
saçıldı, iki erimiz Nabolant'ın pervanelerinde
can verdi. Onları kurtarmaya çalışan bir
Astsubayın cansız bedeni ile bu hengâmede
yaşam savaşı veren Gemi Komutanı Yzb. Sabri
Marmaris Atatürk İlkokulunu bitirmiş, aynı
Çelebioğlu, Ütğm. Hasan Yumruk, Kemal Ünver
okul binasının üst katında kuruluşa geçen
ile Seyir Başçavuş Hüseyin Akış ve Hüseyin
ortaokulun ilk öğrencilerinden birisi
olmuştum. Ortaokul son sınıfa devam etmekte İnkaya'yı kıyıdan yetişen gümrük botu
olduğum 1952-1953 öğretim yılının 4 Nisan 1953 denizden çıkararak sahile götürdü. 4 Nisan 1953
günü sabahı saat 06.40'da günün ışıkları ile
günü sabahını daha dün gibi iyi anımsarım.
Rahmetli hocamız Marmarisli Mehmet Gürkan boğazın 35 kulaç derinliğinde can pazarı
yaşayanlar ile ilk irtibat balıkçıların bulduğu
derse girdiğinde her zamankinden başka,
'battı' şamandırasındaki telefonla kuruldu.
mutsuz, üzgün bir görüntü veriyordu. Sınıf
Astsubay Selami Özben kıç torpido bölümünde
arkadaşlarımızdan biri hocaya,” Hocam, sizi
bugün biraz sıkıntılı görüyoruz, bir sorun mu 22 denizcinin yaşadığını, diğer bölümlerle
irtibat kuramadıklarını ve oksijenlerinin
var” deyince hoca başıyla arkadaşımızı
azaldığını bildirdi. 'Kurtaran Gemisi' ile
onaylayarak, “Çocuklar bugün ders yapmak
başlatılan kurtarma çalışmaları sırasında
istemiyorum. Deniz Kuvvetlerimize ait
'battı' şamandırası da kopunca tüm kurtarma
'Dumlupınar ' adlı denizaltımız Çanakkale
Boğazında yabancı bir şileple çarpışıp batmış, ümitleri tükendi. Zira boğazın akıntılı ve
içinde 86 askerimiz varmış. Üzüntülüyüm, dersi bulanık bölgesinde dalgıçlar denizaltıya
bir saat sonra yapalım” deyip sınıftan ayrıldı. ulaşamıyorlardı, Şamandıra kopmasaydı
dalgıçlara rehberlik edecek kurtaran
Sınıfın pencerelerini açtık. Dışarıda sıcak,
gemisindeki çan telini denizaltının kapağına
nemli ve kasvetli bir ilkbahar havası vardı.
takacaklardı. Bu da mümkün olmadı. Dalgıç
Marmaris adeta sessizliğe bürünmüş, yeni
Astsubay Selami Süsen'in vurgun yemek
haber bekliyordu. Öyle ya, sakinlerinin çoğu
denizle haşır neşir olan Marmaris halkı savaş pahasına insanüstü gösterdiği gayretler de
sonuç vermeyince kıyıya toplanan binlerce
gemilerini iyi tanır. Bahriyelilerle evlenmiş
Çanakkaleli ile birlikte görevliler dualar ve
Marmaris kızlarımız vardır. O zamanlar
gözyaşları içinde şehitlerimizi ebediyete
bahriyede askerlik yapan çok Marmarisli de
uğurladılar. Denizaltı ile son görüşmede "Sizi
vardı. Mahallemizin 'Gadıoğlu Sabahattin
Ağabeyi' Yıldıray' denizaltısında üç yıl askerlik kurtaracağız, merak etmeyin, üzülmeyin,
yapmış, anılarını bize anlatırdı. Dumlupınar'da dayanın" sözlerine Astsubay Selami Özben
“Üzülmüyoruz, sevdiklerimize selam söyleyin.
da askerlik yapan Marmarisliler mutlaka
“Vatan Sağolsun” yanıtını verdi. İşte bu en son
vardır. Hemşerimiz Paşa'nın, Kamil Okan'ın
mesaj oldu.
berber dükkânının aynalarının yanlarına
iliştirilmiş, duvara asılı çerçevelerde
Anılan facianın meydana geldiği zaman
donanmada askerlik yapan bahriyelilerin
Marmaris ortaokul son sınıf öğrencisi olan bu
resimleri olurdu. Marmaris halkı, öğretmen ve yazının yazarı o gün ne hissetmişse, bugün de
öğrenciler bu faciaya kilitlenmiş, kurtarma
60. Yıldönümünde aynı duygular içindedir.
çalışmalarının başarılı geçmesine dua
Milletin kalbine gömülen nice şehitler gibi 7
ediyordu.
subay 35 astsubay ve 39 erbaş ve erimizi saygı ve
Saatler, hatta günler geçti, ümitler tükenmeye rahmetle anıyoruz. Deniz için, bu ülke için,
şehit olmak için yemin etmişlerdi, denizde bu
başladı. Boğazın Nara Burnu açığında deniz
ülke için canlarını verdiler. Ruhları şad olsun!
dibinde yatmakta olan Dumlupınar'dan
gönderilen son mesaj “Vatan Sağ Olsun” oldu.
Bu facianın nasıl meydana geldiğine çok kısa
değinmek istiyorum. 3 Nisan 1953 günü Ege
Denizinde yapılan bir NATO tatbikatından
dönmekte olan Dumlupınar Denizaltısı
Çanakkale Boğazında sisli ve rüzgarlı bir
gecede su üstü seyirle Gölcük donanma üssüne
hareket halindeydi. Yapılan tatbikatta yerli ve
yabancı gözlemcilerin takdirini kazanan bu
kahraman Leventler başarının verdiği huzurla
ailelerine kavuşmanın hayali içinde
heyecanlıydılar. Köprü üstünde 3 subay 3
Astsubay ve 2 er nöbetteydiler. 4 Nisan 1953
günü saat 02.15 i gösterdiğinde Çanakkale
Boğazı Nara burnundan Marmara'ya doğru
seyretmekte olan Dumlupınar, adı 'Nabolant'
olan İsveç bandıralı bir yük gemisiyle çarpıştı.
Dumlupınar parçalanan baş bodoslamasından
aldığı derin yara ile kısa zamanda batmaya
başlayarak içinde 78 denizcimizle birlikte
Nisan 2013
EVLATLAR BABALARINI
ANLATIYOR
Soldan sağa oturanlar, Cengiz Tuğrul'un
büyük halası, dedesi, büyükannesi ve annesi.
ayaktakiler; dayısı, babasının kardeşi ve
babası
Cengiz Tuğrul'un anlatımıyla
Marmaris Tabur Komutanı
NAZMİ TUĞRUL
Sayfa 1'den devam
Babam sık sık at
üzerinde
Marmaris'e gelip
gitmeye
başlamıştı. Biz de
askeri bir at
arabasıyla
gelmiştik.
Tahminen 193738 yıllarıdır.
Marmaris'le
ilişkilerimiz gelip
gittikçe gelişmişti
Nazmi Tuğrul ve eşi
zaten. Babamın
buraya atanmasıyla biz de buraya yerleşmiş
olduk. Babamın sonradan burada kalmasının
nedeni Marmaris'in doğduğu ve çocukluğunu
geçirdiği yer olan Preveze'ye çok
benzemesiydi. Burayı hepimiz çok sevmiştik.
Savaş yıllarının da olması nedeniyle insanların
sıkıntılı yaşadıkları dönemlerdi. Tabur'un da
burada olmasıyla Marmaris epey hareketli bir
yerdi. Süngercilik ve balıkçılık yapılıyordu. Bir
kitap dükkânı bile vardı Marmaris'te. Bekir
Hoca'ydı adı. Rodos Medresesinden mezun
olmuş bir cami hocasıydı aslında. Bana kitabı o
sevdirmişti. Bir de Mehmet Ali diye yüzme
sporunu geliştiren Raşit Sümer'in amcası vardı.
Bunlar Marmaris'in iftihar edilmesi gereken,
güzel insanlarıydı. Yokluklar içerisinde güzel
işler başardılar. Modern görüşlü insanlardı. En
son çıkan kitapları bile bulurduk orada. Şimdiki
Ziraat Bankası'nın arkasındaydı kitap dükkanı.
İ. Karabenli: Almanların Rodos'u
istilasından sonra buraya kaçarak gelen
İtalyanlar oldu. Babanız burada tabur
komutanı olarak ne gibi görevler üstlendi?
Babam 1938'lerde burada göreve başladı. Zaten
o yıl ikinci Dünya Savaşı patlak verdi.
Almanların Rodos'u istilasından sonra buraya
kaçarak gelen İtalyanlar oldu. Biz Sahildeki
Hacı Apti'nin evinde kalıyorduk. Bütün olaylar,
bürokratik hareketler evimizin altındaki askeri
mahvelde yapılırdı. Ara sıra Alman uçaklarının
bombardıman sesleri duyulurdu. Bizi okuldan
çıkartırlar ağaçlık alanlara gidin derlerdi.
Ağaçların altında saklanırdık. O sırada Milas'a
bir bomba atıldı. O esnada istihbarat görevlileri
bizim yanımızdaydı. Yalnız gecelerde gökyüzü
pırıl pırıldı. İngilizler gökyüzünden
bombalıyor, Almanlar da aşağıdan savunma
yapıyorlardı. Bu savaş esnasında kaçanlar vardı
tabi. Askeriye içerisinde bu konuşulurdu.
Kaçanların içinde hiç Alman yoktu. Hatta
Marmaris Tabur Komutanlığı ve
Marmarisspor futbol karşılaşması
1940'lı yıllar
Marmaris 1941
açlıktan sürüne sürüne top başına giderek
savaştıkları söylenirdi. Ama İtalyanlar hiç
savaşmadan kafileler halinde kaçıyorlardı.
Üstleri başları bile bozulmuyordu. Çok iyi
hatırlıyorum bu durum biraz alay mevzusu bile
oluyordu. Aydın'da toplama kampı vardı. Oraya
yayan sevk ediliyorlardı. O sırada Gökova'da
hava alanı yapımına başlanmıştı. İngilizler
büyük gemilerle malzeme getiriyorlardı. O
malzemeler yine büyük kamyonlarla
taşınıyordı. Babamın buradan tayini çıktığında,
giderken biz de o kamyonlarla yolculuk
etmiştik. Babam daha sonra Foça'ya tayin
edildi. Gitmeden önce de; İstanbul'da bulunan
annemin evini satıp Marmaris’teki arsayı aldı.
Babam burada görev yaparken buraya
yerleşmeye karar vermişti zaten. Babamlar tam
bir savrulma haliyle İstanbul'a gelmişler.
Çoluk-çocuk perişan olmuşlar. Askeri okulda
kahvaltıda çıkan zeytinleri yemez, biriktirir
annesine götürürmüş. Hep bir vatan özlemi
içindeydi. Ama Türkiye'ye de vatansever olarak
bağlanmıştı. Bu düşünce ile bir yere kök salıp o
bulunduğu yerin toprağına sahip olma
düşüncesine sahipti. Toprak ve köklü aile onun
için bir yaşam gereği idi. Bir yerde bu onun
için bir takıntıydı. Arsayı da bu nedenle satın
aldı. Ölümüne yakın felçliydi. Anıları
depreşiyordu. Kendisini memleketinden eden
yunanlılara kin, yine kendilerini Yunanlılara
karşı koruyan Rumlara karşı ise sevgi besledi.
Hep bunu sayıkladı. Daha sonra Kurtuluş
savaşında Rumlarla savaşmak zorunda
kaldıklarında hep ikilemde kaldı. Bir vatan
savunması var ama. Bir de insanın insanla olan
ilişkisi var.
İ. Karabenli: Babanız Binbaşıyken CHP
Kürsüsüne çıkıp bayramlarda Marmaris
halkına nutuk atarmış. Bir de eşiyle gezdiği
faytonunu hatırlıyoruz.
Babam nutuk atmasını severdi. Marmarisliler
de öyle bilirler zaten. Kürsüye çıktığında gür
sesiyle konuşur herkes onu dinlerdi.
Emekliliğinden sonra edindiği at arabasıyla
Annem çarşıya inerdi. Çünkü o zaman bu
sanayi bölgesi çarşıya çok uzaktı. Hatta
çocukları buralara gelmesinler diye aileleri
orada şeytan var diye korkuturdu. Ama annem
ve babam burayı bir meyve-sebze bahçesi
haline çevirdi. Yaşanılacak bir yer yaptı.
İ. Karabenli: Babanızdan duyduğunuz
Marmaris'le ilgili, ya da sizi anımsadığınız
şeyler var mı?
Benim çocukluğum
talebelik nedeniyle
Marmaris dışında geçti.
Yazın geliyordum, kışın
dışarıdaydım. Babamın
sevdiği arkadaşları vardı.
Nazmi Tuğrul Askeri
Şükrü Kaptan, İsmet
Rüştiye talebesiyken
Kamil Öner. Onlar
heyecanlı bir gruptu.
Hüseyin Efendi vardı. Rahmetli astsubay
Günay'ın babası. Aksaz'ın lojmanlarının olduğu
yer talimgahtı. Sıcakta güneşin altında
eğitimleri vardı. Eskiden askeri birliklerde
manevralar olurdu. Uzaktaki askeri birliklere
gidilirdi. Ordugah denirdi o zaman. Şimdiki
Mares'in olduğu yere yazlığa çıkardı askerler.
Yani kamp kurarlardı. Atlarla denize girerler,
atları yıkarlardı. O yüzden eski adı Ordugah'tır
oranın. Ben hep babama dua ederim ki Tanrı
böyle bir imkan vermiş, babam da buraya
yerleşmiş.
Cumhuriyet Bayramı Resmi Geçit Töreni
İ. Karabenli: Bildiğimiz kadarıyla babanızın
kitapları da var?
Evet babam 3 kitap yazdı. Atatürk'e gönülden
bağlıydı. İstiklal Savaşına daha Harbiye
talebesi iken katılmış bir asker için bu durum
çok normaldi. Atatürk ve Kemalizm adında bir
kitap yazdı. Daha sonra 79'da Alevi İnançları
ve Hüsniye'nin Öyküsü'nü ve genç bir zabit
olarak tayin olduğu Çorum'da Çorum tarihini
yazdı. Ülke insanlarının eğitimli olması onun
için çok önemliydi. Bu nedenle mütevazi
emekli maaşı ile Atatürk İlkokulu'nun yanına
eşi Selma Tuğrul adına gene mütevazi bir
anaokulu yaptı. Bu okul Marmaris'in ilk
anaokulu idi. Sonradan bu okul ailenin oluru ile
MEB tarafından aynı adla büyütülerek daha
gelişmiş bir anaokuluna dönüştürüldü.
Nazmi Tuğrul
kitapları...

Benzer belgeler