turbocare Inc

Transkript

turbocare Inc
GELECEĞİ GÜVENLE
Gudermes Şehri Medrese Kompleksi
Havaalanı vip salonu
Gudermes City 2. Etap
İNŞAA EDİYORUZ
Argun City Hastane Kompleksi
Gudermes City 1. Etap
PENTA Bilişim Sistemleri İç ve Dış Ticaret Turizm Enerji İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti.
Kazım Özalp Mah. Ziaür Rahman Cad. 27/7 Çankaya/ANKARA
Tel: +90 312 436 45 45 - +90 312 436 46 46
Fax: +90 312 436 48 98
[email protected]
KÜNYE-EDİTÖR
AB Haber&Yayıncılık Mat. Bilg.
Hiz. Ltd. Şti. adına
Yazı İşleri Müdürü
Doğancan Ay
•
Yayın Koordinatörü
Sema Gün
•
Haber Müdürü
Hasan Özer
•
Dış Haberler Müdürü
Fadıl Gerilecek
•
Ekonomi Editörü
İsmet Korkmaz
•
Haber Merkezi
Meliha Yıldız,
Arlin Togaç, Merve Özer,
Haydar Kumral, Serçin Ceşen
•
Reklam Müdürü
Süleyman Can
•
Grafik
İsmail Kara
•
Mali İşler Koordinatörü
Ahmet Önemli
•
Yönetim Yeri
Beyazıtağa Mah. Topkapı Cad.
No:55/3 Fatih/İstanbul
Tel: 0212. 532 96 70
Fax: 0212. 532 98 65
[email protected]
[email protected]
www.euronewsport.com
•
Baskı
Dünya Yayıncılık A.Ş.
Globus Dünya Basımevi
0212. 629 08 08
•
Dağıtım: Yay-Sat
İki ayda bir yayınlanır - YIL 7 - 2011/06
Merhaba...
Küresel krizin etkilerinden çıkmak
için birçok senaryonun konuşulduğu Avrupa’da liderler gelecek arayışında iken;
Türkiye, ekonomisiyle ilgili orta vadeli
planını hazırladı.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın
açıkladığı orta vadeli plana göre 2013 yılında kişi başına düşen milli gelirimiz 12
bin 157 dolar olarak hesaplandığı ülkemizde ekonomik büyümenin süreceği sinyalleri verildi.
Hazırlanın orta vadeli planda, maliye
politikası olarak, para ve gelirler politikasıyla birlikte bütçe açığı, faiz dışı denge,
gelir ve giderlere ilişkin uyum içinde çalışacakları belirtiliyor. Belirlenen hedeflere ulaşılmasını sağlayacak bir
yaklaşımla çalışılacağının ifade edildiği
raporda, hazırlanan planın dışına çıkılmayacağının net bir şekilde vurgulanması da
rapora olan uluslar arası güveni bir kat
daha arttırdı. Raporun en önemli kısmı ise
harcamaların ağırlıklı olarak eğitim, sağlık, teknolojik araştırma, ulaştırma, içme
suyu ve alt yapı gibi projeleri destekler nitelikte hazırlanmış olması.
Türkiye bugünden 2014 yılı mali yapısına ve gelişimine odaklanırken Avrupa
Birliğinin 2011 yılı Türkiye İlerleme Raporunda ekonomiyle ilgili övgü dolu sözler doğru yolda olduğumuzu gösteriyor,
fakat raporda yapmamız gerekenler de
vurgulanıyor. Özellikle vergi ve istihdam
alanlarında bazı yapısal reformlara ihtiyaç
duyulduğunun belirtildiği ilerleme rapo-
runda mali ve parasal politikaların daha
iyi koordine edilerek sıkılaştırılması gerektiği öne sürülüyor. Özel sektöre dayalı
büyüme trendinin ülkemizde devam ettiğine dikkat çekilen raporda, dış pazarlardaki dalgalanmaların etkisiyle cari işlem
açığı ve enflasyonist baskıların sorun
oluşturabileceği tahmininde bulunuluyor.
Dünya ekonomisinin gelecekle ilgili
belirgin olmadığı ve bazı büyük ekonomilerde tepkinin sokağa yansıdığı bu günlerde yakaladığımız başarıyı bir üst
noktaya taşımak için daha fazla çalışmamız gerektiği açıkça görünürken, yakaladığımız ekonomik başarıda emeği geçen
herkese halkımız adına teşekkür ederiz.
Saygılarımla...
ABONE FORMU
Adı Soyadı: .........................................................................................................................
Adres: ..................................................................................................................................
.............................................................................................................................................
Telefon: ...............................................................................................................................
Faks:..............................E-mail: ..........................................................................................
Ödeme Bilgileri
YILLIK ABONELİK BEDELİ: 30 TL
Hesap No: IBAN TR 17 0004 6004 4388 8000 0560 60
[email protected]
Tel: 0212 532 47 35 - 0533 498 37 53
4
Kasım 2011
İÇİNDEKLER
77
72
Numan Uzun
Yurt dışına çıktığımızda ülkemizin
itibarının arttığını hissediyoruz
Doç. Dr. Çiğdem Nas
Türkiye 2011 ilerleme
raporuna bakış
Hayat Dergisi 19 Nisan 1962
Milyarderler Savaşı
80
6
Yüksel Yıldırım
Sektördeki insanlar dürüstse ve
sektöre inanıyorlarsa Eti Krom
çevresinde toplanırlar
Kasım 2011
70
Bahattin Demirbilek
Rusya’ya yeni girecek müteahhidimizin şansı olacağını inanmıyorum
08
16
22
26
30
34
36
40
44
48
52
56
60
62
66
72
74
77
80
84
88
91
93
96
100
104
108
110
113
116
118
52
Vizyon 2050 Türkiye
Evyapport Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sıtkı Tankurt: Rant yükseldikçe beklentiler de artıyor
Ekim Alptekin: Türkiye ile ABD arasındaki ticari hacim optimize edilmeli
Statkraft Genel Müdürü Steinar Bjornbet: Enerji üretimi ile çevre etkisi iyi dengelenmeli
Ambarlı’da kazanılan bilgi ve deneyim Türkiye’de kalmaktadır
Çeçenistan projelerle kalkınıyor
Çeçenistan’ın sembol projesi Grozni City açıldı
Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade: Kafkasya’da elde ettiğimiz başarıyı diğer bölgelere
de taşıyacağız
DEİK Türkiye-Endonezya İş Konseyi Başkanı Emin Hitay : Endonezya’yı şimdiden geleceğin büyük ülkeleri
arasında görebiliriz
Ar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Timuçin Devrim Yalı: Akaryakıtta devrim yaptık
Esta Construction Yönetim Kurulu Başkanı Bahattin Demirbilek: Rusya’ya yeni girecek müteahhidimizin şansı
olacağını inanmıyorum
Berk Unan: Rusya’da üretim desteklenmiyor
Sebahattin Aydoğmuş: Kurumsal firmalara daha rahat ürün verebiliyoruz
Vakıf Faktoring Genel Müdür Recep Çelebi: Biz tefeci değiliz
D&R Genel Müdürü Kürşat Demircioğlu: D&R ülkemizin kültürel gelişiminde önemli bir yerde bulunuyor
Türkiye AB’ye doğru mu ilerliyor
Babacan Yapı Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Babacan: Bizden konut alanlar
ciddi karlar elde ettiler…
Uzunlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Numan Uzun: Yurt dışına çıktığımızda ülkemizin itibarının arttığını
hissediyoruz
Yıldırım Holding İcra Kurulu Başkanı Yüksel Yıldırım: Sektördeki insanlar dürüstse ve sektöre inanıyorlarsa Eti
Krom çevresinde toplanırlar
Yataş’ta ki zorlu değişim sürecini anlatan Fevzi Menteş: Yataş’ta hedefler 5 katına çıkıyor
İdaş Yönetim Kurulu Üyesi Murat İşeri: Eğer bugün yatak fabrikası kurar mısın deseler, hayatta kurmam derim
SERBEST BÖLGELER GELECEĞİNİ ARIYOR
ESBAŞ yeni döneme hazır
DESBAŞ - İstanbul Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi’nde yatırımcılar geleceğe güvenle bakıyor
Selçuk Tür: Daha verimli serbest bölgeler amaçlanmakta
Tayseb-Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi Genel Müdürü Ayfer Önder: Liman ve coğrafi konum
bakımından ender bölgelerden biriyiz
Verda Yahni: Antrepolar bugün serbest bölgelerden daha avantajlı yerler haline geldi
İZBAŞ Genel Müdürü Özlem Değirmencioğlu: Yeni nesil serbest bölgeler ekonomik kalkınmamızda güçlü bir
aktör olacaktır
Avrupa Serbest Bölgesi Müdürü Zafer Atbakan: Yeni nesil serbest bölgelerle serbest bölgelere duyulan
heyecan artacak
Kayseri Serbest Bölge Genel Müdürü Mehmet Özkantar: Serbest Bölgeler kayıt altı ekonomi bakımından en
önemli yerlerdir
BUSEB Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Yılmaz: Devlet kurumunda çalışan birinin görevi neyse
sanayicilerimizin de görevi odur
Kasım 2011
7
Vizyon 2050 Türkiye
4
0. yılında Türkiye ve dünya gündeminin
ana temalarından biri olan sürdürebilirlik konusuna odaklanan TÜSİAD, sürdürülebilir kalkınma bakış açısı ile
hazırladığı Vizyon 2050 Türkiye raporu,
‘İnsani Kalkınma’ ‘Şehirleşme’, ‘Kentsel Ulaştırma’,
‘Enerji’, ‘Tüketim Alışkanlıkları ve Üretimde Enerji
ve Kaynak Verimliliği’ bölümlerinden oluşmaktadır.
Sürdürülebilir kalkınma, insan yaşamının gereksinimleri ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında bir denge kurularak, ekonomik, çevresel ve
toplumsal boyutlarıyla bugünden geleceğe uyumlu bir
planlama yapılmasını amaçlayan bütünsel bir yakla-
8
Kasım 2011
şımdır.
2050 yılında yaklaşık 9 milyar insanla dünyanın
sunabildiği ve yenileyebildiği kaynakların sınırları
içerisinde yaşamak durumundayız. 2050 yılında halen
sürdürülebilir bir dünyaya sahip olabilmek için, ülkeler küresel işbirliği ve eşgüdüm içinde, sürdürülebilirlik gündemlerini oluşturmakta, hatta eylem planlarını
harekete geçirmek durumundadırlar. 2050 yılına geldiğimizde nüfusu 100 milyona ulaşmış
Türkiye’nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye
sahip olması için küresel etkileşim içinde değişimi
takip etmesi gerekmektedir.
Vizyon 2050 Türkiye Raporu, Dünya Sürdürüle-
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner:
2050 yılında nasıl bir dünyada yaşayacağız?
bilir Kalkınma İş Konseyi tarafından 2010 yılında
Dünya CEO Forumu’nda tanıtılan “Vizyon 2050” raporundan hareketle hazırlanmıştır. “Sürdürülebilir
dünya neye benziyor? Sürdürülebilir dünyaya nasıl
ulaşabiliriz? Bu denklemde iş dünyasının rolü nedir?”
sorularına cevap arayan rapor, bir reçete veya sayısal
bir tahmin sunmayı değil bir tartışma platformu kurarak değişimin yönetişim biçimi ve yöntemini irdelemeyi amaçlamaktadır. Rapor bu arka planı veri alarak,
sürdürülebilir bir dünya hedefine ulaşmada iş dünyasının karşılaşacağı zorlukları, izlemesi gereken yol haritasını ve bölgesel ve küresel ölçekte ortaya
çıkabilecek fırsatları tahlil etmeye çalışmaktadır.
Sürdürülebilir bir geleceğin bugünle bağlantısını
kurmak amacıyla hazırlanan “Vizyon 2050 Türkiye”
raporu, insani kalkınma, enerji, şehirleşme, kentsel
ulaştırma, üretim ve tüketim eğilimleri çerçevesinde
2050 yılında sürdürülebilir bir Türkiye’ye ulaşmaya
yönelik öneriler geliştirmekte, Türkiye’nin önündeki
fırsatları değerlendirmekte ve bu yolda çıkabilecek
risklere dikkat çekmektedir.
İnsani Kalkınma
Türkiye nüfusunun, 2050 yılında yaklaşık %26 artarak 100 milyona ulaşması beklenmektedir. Çalışma
çağındaki nüfus olan 15 – 64 yaş nüfus oranı 2000’de
%64,5’luk seviyeden 2020’de %68,6 ile en yüksek değerine ulaşacak ve bu tarihten sonra yavaşça azalarak
2050 yılında yeniden %64,5 değerine ulaşacaktır. Bu
yaş grubunun 2041 yılında 65,3 milyon ile en yüksek
değerine ulaşacaktır. Nüfus artış hızı yavaşlarken, çalışma çağındaki nüfusun artmaya devam etmesi “Demografik Fırsat Penceresi”dir ve bir ülkenin tarihinde
bir kez ortaya çıkmaktadır.
Üretimi artırabilme ve büyümeyi sağlayabilmek
için bu çok önemli bir fırsattır. Birçok Doğu Asya ülkesi bu fırsattan yararlanarak büyümelerini hızlandırmıştır. Öte yandan istihdamı teşvik edici ve kayıtdışı
çalışmayı caydırıcı önlemler alınmaması halinde “Demografik Fırsat Penceresi”nin “Demografik Tehdit
Penceresi”ne dönüşeceği açıktır. Benzer bir fırsat eğitim çağı nüfusunun azalması ile karşımıza çıkmaktadır. Toplam eğitim çağı nüfusunun (3 – 22 yaş), iki
milyonun üzerinde azalacağı bir dönem başlayacaktır.
Böylece kaliteli eğitime erişimin yaygınlaşması, eğitim sisteminin modernizasyonu, eğitimin niteliğini geliştirme ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması konularında
Fakirlik, gelir dağılımı eşitsizliği, hammadde tekelleri bizi
sosyal, ekonomik ve siyasi bir kaosun içine mi itmiş olacak?
Önümüzdeki 40 yıla bakınca, dünyanın çok daha yüksek bir
etkileşim içinde olacağı, büyüme ve refah arayışlarının süratle
artacağı, ancak aynı zamanda bu sürecin 'sürdürülebilirliği' konusunun da tartışmanın merkezinde yer alacağını görmek hiç
de zor değil. Zira, dünyada üretim ve tüketim alışkanlıkları olağan seyrinde gittiği takdirde, 2050 yılında şu anki refah seviyemizi korumak için 2.3 dünyaya ihtiyacımız olacaktır.
2050 yılında yaklaşık 9 milyar insanla, dünyanın sunabildiği ve yenileyebildiği kaynakların sınırları içinde yaşamak durumundayız. Ekonomik büyümenin bugün olduğu gibi yine
gelişen piyasa ekonomilerinin öncülüğünde gerçekleşmesi halinde E7 ekonomileri en geç 2032'de, G7 ekonomilerini geride
bırakacaklar. Peki, Türkiye bu resmin neresinde yer alacak?
21. yüzyılın başından bugüne Türkiye'ye baktığımızda,
Türkiye artık küresel düzeyde söz sahibi olan ülkeler arasında
olduğunu görüyoruz. 1990'ların çalkantılı dönemini geride bırakan Türkiye, ekonomik büyüme hedefini adım adım uygulayarak dünyanın 17. büyük ekonomisi olmayı başarmıştır.
Ancak, söz konusu dönem içerisinde küresel ölçekte gösterdiği
ekonomik başarı kalkınma süreçlerine maalesef aynı ölçüde
yansımamıştır. UNDP tarafından her sene açıklanan İnsani Gelişmişlik Endeksine göre 169 ülke arasında 83. Sırada olan Türkiye'nin insani gelişim bileşenleri açısından atılması gereken
birçok adımı vardır. 2023 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi
arasında olma hedefi, ancak kalkınmamızı sürdürülebilir kılmamız; bir başka deyişle, yaşamın gereksinimleri ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında bir denge kurmamız ile
mümkün olacaktır. Bu, sıralamada yer almak isteyen tüm ülkeler için, herhalde ki geçerlidir. Bu pencereden baktığımızda,
Türkiye'nin gerekli adımları atma esnekliğine ve kendisinden
ileride olan ülkelerin tecrübelerinden faydalanmanın avantajına sahip olduğunu görüyoruz. Bir başka deyişle, Türkiye tüm
paydaşların katılımı ile gerekli politikaları oluşturduğu ve uyguladığı takdirde, 2050 yılında doğal kaynakları
dengeli kullanarak ekonomik ve sosyal alanda sürekli ve dengeli gelişmeye sahip olmak için geç kalmış
değildir.
Önümüzdeki 40 yılı belirleyecek bir yol ayrımındayız.
Bugün vereceğimiz kararlar
ile var olan kaynaklarımızı en
iyi şekilde değerlendirebilir,
kaynak kullanmadaki bilinçliliğimizi, sorumluluğumuzu ve
verimliliğimizi artırarak, gelecek nesillerin umutlarına ve
yaşam standartlarına sahip çıkabiliriz.
önemli fırsatlar ortaya çıkabilecektir.
Şehirleşme
20. yüzyılın en önemli özelliklerinden biri bütün
dünyada kentsel nüfusun arttığı bir yüzyıl olmasıdır.
Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’de kentsel nüfus 1950’lerden sonra hızlanarak artmış ve 2000
yılında %65’e ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler projeksiyonlarına göre 2050’de %80’lere ulaşması beklenilmektedir.
Özellikle nüfus ve ekonomi alanındaki hızlı büyüme ile ekonomiyi geliştirme çabaları büyük şehirlerimizin sadece ekonomik yapılarını değil, mekansal
yapılarını ve kentsel gelişmelerini de önemli ölçüde
etkilemekte ve değiştirmektedir. Bu gelişme ve değişmeler, kentsel dönüşüm ve büyük projeler de dahil
olmak üzere sağlıklı bir planlama ile bütünleştirilemediği takdirde, şehirlerin pek çok yerinde yaşanan
yanlış kentleşme, göç ve çeşitli fiziksel altyapı sorunlarına neden olmaktadır.
2050 yılından bugüne baktığımızda atılması gere-
ken en önemli adımın iklim değişikliği ile mücadelede
alanında olacağı görülmektedir. İklim değişikliği konusuna şehirleşme açısından bakıldığında akıllı yeşil
şehirler ekolojik dengeye destek sağlayacak, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini bertaraf etmeyi mümkün kılacaktır.
İklim değişikliği örneğinde olduğu gibi, daha sürdürülebilir şehirler için yenilikçilik kapasitesinin arttırılması, teknoloji ve altyapı projelerinin
geliştirilmesi, binalarda enerji verimliliğine odaklanılması gibi geleceğin şehirlerine dair adımlar, birçok
yatırım penceresinin açılmasına da olanak sağlayacaktır.
Kentsel Ulaştırma
Kentsel ulaşım, özellikle İstanbul gibi bir şehirde
yaşayanlar için, sürdürülebilirlik açısından bakıldığında kentlerin en kritik konularından birisidir. Bir
yandan ulaştırmadan kaynaklanan olumsuz çevresel
etkileri azaltma isteği, ekonomik etkinliklere kolay ve
kaliteli erişebilirliğin sağlanması kentsel ulaşımda
Koç Holding CEO’su Turgay Durak:
Yeni teknolojiler geliştirilmeli
Vizyon 2050 Raporu’nda da vurgulandığı üzere 40 yıl sonra dünya nüfusunda %30’luk bir
artış öngörülüyor. Bu artış bir yandan iş dünyası için yeni pazarlar ve tüketici kitleleri, diğer
yandan ise giderek kısıtlı hale gelen kaynakların paylaşımında daha ciddi sorunlar anlamına
geliyor. Bu öngörüler bizleri hem ürünlerde hem de üretim süreçlerinde kısıtlı kaynakları daha
verimli kullanmaya, çevresel ve toplumsal etkileri gözetmeye ve bu bilinci hem tedarik zincirimiz hem de müşterilerimiz arasında yaygınlaştırmaya yönlendiriyor. Bu minvalde, yeni
teknolojiler geliştirmeyi - daha genel başlığı ile inovasyonu - hem şirketin sürdürülebilir başarısı, hem de çevre ile ilgili birçok sorunun çözümü için kritik görüyoruz.
yeni planlama yaklaşımlarını ve politikaları gerekli
kılmaktadır.
1990’lı yıllar otomobil ve motorlu araç sayısındaki
hızlı artış ile hatırlanmaktadır. Ancak kentsel ulaşım
ağı bu hıza yaklaşamamış ve her gün tecrübe ettiğimiz trafiğe yol açmıştır. Yol ağının kapasitesini motorlu araç sayısı ile aynı düzeyde arttırmak hiçbir
zaman mümkün olmayacağı için tıkanıklık gelecekte
daha da artacaktır.
Ulaştırma planlamasındaki yeni gerçekçilik, yol
arzını, tahmin edilen trafik artışlarıyla aynı düzeyine
çıkarmanın mümkün olmayacağını kabul etmektedir.
Hangi yol yapım politikası izlenirse izlensin, birim yol
uzunluğu başına trafik artacaktır. Gerçekten de bütün
yol yapım politikalarının birbirlerinden tek farkı, trafik tıkanıklığının yoğunluk ya da yayılma olarak kötüleşme hızlarıdır. Bu nedenle, mevcut ulaştırma
kapasitesinin daha verimli kullanılması ve öncelikli
kullanıcılara sunulması sağlanmalıdır.
Kentlerdeki motorlu araç sayısındaki artışa bağlı
olarak, ulaştırmadan kaynaklanan hava kirliliği hızla
artmaktadır. Türkiye’nin 2009 yılındaki toplam sera
gazı salımı 296,370 milyon ton CO2 eşdeğeri olup
bunun %80’i’sı CO2 salımıdır. Türkiye’de karayolu
ulaşımından kaynaklanan CO2 salımlar 1990 – 2009
yılları arasında %80 artarak 47 milyon tona ulaşmıştır.
Başta CO2 olmak üzere sera gaz salımlarından
kaynaklanan iklim değişikliği sorunlarının çağımızın
en önemli sorunlarından biri. Bu nedenle, kentsel ulaştırmadan ve özellikle de otomobillerden kaynaklanan
sera gazı salımlarının azaltılması için gerekli strateji
ve politikaların ivedilikle belirlenmesi yaşamsal bir
zorunluluk haline gelmektedir.
Kentsel ulaştırma bağlamında önemli bir politika
değişikliği ise geçmişte genellikle kamu tarafından
sağlanan ulaştırma altyapısı ve hizmetlerinde özel
kesim payının artması, ulaştırma hizmetlerinin nitelik
ve niceliğinin piyasaya göre belirlenmeye başlanmasıdır.
Abdi İbrahim İbrahim Holding CEO’su Erman Atasoy:
İnsanımıza gereken eğitimi yeterli seviyede sağlayabilmeliyiz
Vizyon 2050 Türkiye raporunda benim için öncelikli konu “İnsani Kalkınma” konusu. İnsani kalkınmanın mutlak şartı da, Türkiye’nin en büyük kaynağı olan insana gereken eğitimi yeterli seviyede sağlayabilmek. Şu anda maalesef bir sürü aksaklık ve yetersizliğin olduğu görülen eğitim
sistemimizin tüm unsurları ciddiyet ve özenle ele alınmalı, bu konuya devlet bütçesinden daha
fazla pay ayrılmalı, toplumun çeşitli kişi ve kurumları tarafından öncelikli sosyal sorumluluk
alanı olarak benimsenmesi için farkındalık yaratılmalı ve mutlaka daha yeterli hale getirilmelidir. Daha çok insanı daha kaliteli eğitilen Türkiye, yıllar içinde daha rahat kalkınacak ve dünya
ekonomisinde daha rekabetçi bir konuma ancak bu sayede gelebilecektir.
Doğuş Holding Yönetim Kurulu Üyesi Aclan Acar:
Tüm dünya genelinde toplanması raporu diğer çalışmalardan ayırmaktadır
Vizyon 2050 Raporu’nun sürdürülebilir bir gelecek inşa edilmesi yönünde alınacak aksiyonların belirlenmesi için sadece iş dünyası liderlerine değil tüm dünya liderlerinin vizyonunu genişleteceği düşüncesindeyim. Rapor, “Sürdürülebilir dünya neye benzer?”, “Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz?”, “Böyle bir dünyaya
doğru hızla yol almada iş dünyası nasıl bir rol oynar?” sorularını yanıtlamaya çalışırken, ortaya koyduğu
bulgular ve teoriler, sadece iş dünyası liderlerini değil toplumun tüm kesimlerini bu konular üzerinde düşünmesini ve birey olarak neler yapabileceği üzerinde kafa yormasına sevk edecek nitelikte. Raporda 2010–
2020 yılları “Çalkantılı Dönem”, 2020–2050 yılları arasındaki zaman dilimi ise “Dönüşüm Zamanı” olarak
adlandırılıyor. Bununla birlikte Rapor’a bölgesel bakış açılarının da eklenmesi ve raporda kullanılan bulguların tek bir bölgeye ait olmaması, tüm dünya genelinde toplanmasının raporu diğer çalışmalardan ayırdığı kanaatindeyim. Bu yeni dönemde liderlerimizin vizyonu ile sadece belirli bölgelerin değil tüm dünya
toplumunun katkıları ile sürdürülebilirlik alanında en iyi uygulamalara imza atılacağına inanıyorum.
Kentsel ulaştırma vizyonuna doğru atılan adımların sekteye uğrama ihtimali de
göz önünde bulundurulmalıdır. Bu ihtimale, teknoloji üretimi ve kullanımı konusunda geride kalınması, gelir dağılımının
ve bölgesel gelişmişliğin arasındaki eşitsizlik ve kente ilişkin konularda toplumsal
farkındalık ve bilinç eksikliği yol açabilir.
Söz konusu riskler tahlil edilmeli ve tedbirler şimdiden alınmalıdır.
Enerji
2050 yılına kadar iklim değişikliği ile
ilgili gerekli tedbirlerin alınmaması halinde, dünyanın 4 – 6 derece ısınacağı öngörülmektedir. Bu ısınmanın sonucu olarak
kuraklık, ormansızlaşma, çölleşme, susuzluk ve sel gibi doğal felaketlerin artmasıyla
küresel ekonominin yıllık ortalama %5 küçülmesi beklenmektedir.
Ülkenin ekonomik büyümesine paralel
olarak emisyonların yükselmesine sebep
olan ana faktör yüksek enerji talebidir. Enerji talebinin
özellikle gelişmekte olan ülkelerin büyümesiyle paralel bir şekilde gelecek yıllarda da düzenli olarak artması beklenmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı
tahminlerine göre, 2030’daki enerji talebi 2006 verilerine göre ortalama %1,6 yıllık büyüme ile %45 artacaktır.
Türkiye, sera gazı emisyonları itibariyle dünyada
%1’lik pay ile 23. sıradadır. TÜİK verilerine göre
12
Kasım 2011
1990-2009 yılları arasında nüfus artışı ve yoğun sanayileşme süreci sebebiyle Türkiye’nin sera gazı emisyonları %97,9 artmıştır.
Öte yandan, Türkiye’nin sosyal ve ekonomik refahını arttırmak için yıllık %5 – 6 büyümesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye, ekonomik ve sınai
kalkınmasını sürdürme noktasında zorlu bir denklemle
karşı karşıyadır.
Türkiye enerji tüketiminin yaklaşık %70’ini ithal
etmektedir.
Hitay Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Emin Hitay:
Önlem alınmaz ise demografik fırsat tehdide dönüşebilir
Vizyon 2050 raporunun her bir bölümünün kendi içinde ayrı önemi ve önceliği var. Bugün yakındığımız, eksik bulduğumuz konular; yıllar önce görmezden geldiğimiz, önemsemediğimiz unsurlar. Bugünse 2050 öngörülerine sahibiz ve yapılması – yapılmaması gerekenlerin farkındayız.
O halde gereksinimler ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında denge kurmak gerekiyor. Vizyon 2050 raporuna göre, Türkiye nüfusunun 2050 yılında yaklaşık yüzde 26 artarak 100
milyona ulaşması beklenmekte. Nüfus artış hızı 2050’lere doğru yavaşlarken, çalışan nüfusun
artması, demografik bir fırsat penceresi. Üretimi artırabilmek ve büyümeyi sağlayabilmek için
bu çok önemli bir fırsat. Birçok Doğu Asya ülkesi bu fırsattan yararlanarak büyümelerini hızlandırdı. Öte yandan, istihdamı teşvik edici ve kayıt dışı çalışmayı caydırıcı önlemler alınmaz ise,
bu fırsat demografik tehdide de dönüşebilir.
• Enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye,
• Sera gazı emisyonlarını azaltmaya,
• Eşzamanlı olarak ekonomik büyümeye odaklanan bir ülkede enerji üretiminde ithalata bu kadar bağımlı olmak orta ve uzun vadede sürdürülebilir
değildir.
Enerji sektöründe liberalleşme için gerekli koşullar sağlandığı takdirde, hâlihazırda büyüme eğiliminde
olan enerji sektörü, Türkiye’nin yenilenebilir enerjide
var olan potansiyelini de gerçekleştirebilecek şekilde
2050 yılına kadar iş dünyası için çeşitli yatırım olanakları ve fırsatlar sunacaktır.
Tüketim alışkanlıkları ve Üretimde Enerji Ve Kaynak Verimliliği
Sürdürülebilir üretim ve tüketim yüksek kalkınma
ve düşük ekolojik ayak izi için ürün ve süreç yönetiminde ve tüketim alışkanlarında değişen bir yaklaşımdır. Bu döngü aslında birbirine ters gibi gözükse
de aslında birbirini tamamlamakta ve desteklemektedir. Bu çerçevede bizi 2050 Vizyonuna taşıyacak olan
verimli ve ileri teknolojili üretim süreci ile bilinç tüketicilerdir.
Bir araştırmaya göre ülkemizde tüketicilerin %40’ı
yeşil ürünleri tercih edeceğini söylemektedir, ancak
seçenek sunulduğunda sadece %4’ü bu tür ürünleri
satın almaktadır. Tüketicilerin %58’i çevre dostu
ürünlerin çok pahalı olduğunu, %33’ü ise yeterince işlevsel olmadığını düşünmektedir. Bu çelişkili sonuçlar, önümüzdeki yıllarda üreticilerin bu yargıları
kırmak için sürdürülebilir ve ekonomik ürün gelişimi
konusunda teknoloji geliştirmeleri ve bu önyargıları
kırmaları gerektiğine işaret etmektedir.
2000’lerin başında başlamış olan geleneksel tüketim modelinden sürdürülebilir tüketim odaklı modele
geçiş süreci, tüketicilerin giderek artan eğitim seviyesine paralel olarak 2020 – 2030 yıllarında hız kazanacak ve 2050 yılında tamamen geleneksel modelin
yerini almış olacaktır. Bu dönüşüm, itici güç olarak iş
dünyasının dönüşümünün hızlanmasını sağlayacak, bu
sayede çevreci ürünler daha rekabetçi bir yapıya kavuşacaktır. Öte yandan, sosyal medya kullanımının
artmasıyla tüketicilerin örgütlenmesinin kolaylaşacak,
iş dünyası ile tüketiciler arasında ilişkinin kuvvetlenecektir.
Sürdürülebilir üretim, ekonomik büyüme sürecinde kaynaklara olan ihtiyacı en aza indirgeyen üretim teknolojisinin doğru seçimini gerektirmektedir.
Özellikle su ve enerji kaynaklarında enerji verimliliğinin artırılmasına yönelik teknolojiye yapılacak yatırımlar, sanayinin rekabet gücünü arttıracak, daha az
kaynak ile aynı verimi alınmasını sağlayacaktır.
Türkiye’nin 2008 itibari ile 106 MTEP civarında
Kasım 2011
13
gerçekleşen nihai enerji tüketiminde sanayi sektörünün payı yaklaşık %37’dir. Türkiye’de girişimlerin
2009 yılında toplam çevresel harcamaları 1,5 milyar
TL olarak gerçekleşmiş, bu miktarın %51’i atık yönetimi, %26’sı atık su yönetimi ve %13’ü iklim koruma
amacı ile harcanmışken, enerji verimliliğine yapılan
harcamaların oranı sadece %0,13’tür. Öte yandan, Sanayi sektörü tarafından prosesler nedeni ile atmosfere
atılan sera gazı emisyonları 1990 – 2009 yılları arasında %105,2’lik artışla 15,4 Mton CO2 eşdeğerinden
31,69 Mton CO2 eşdeğeri mertebesine ulaşmıştır.
Bu bağlamda, Türkiye, çeşitli ulusal ve uluslararası kurumlarca enerji verimliği açısından yüksek potansiyele sahip olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası
enerji ajansı verilerine göre enerji yoğunluğu 0,38 ile
OECD ortalamasının 2 katıdır. Enerji etütlerinin ve taramalarının sonuçları, sanayide enerji tasarrufu potansiyelinin en az %20 seviyesinde olduğu
görülmektedir.
Enerji tasarrufu sağlamak için üretici ve tüketiciyi
enerji tüketimi düşük cihazların kullanımına yönlendirmek ve eski cihaz stokunun yeni ve verimli cihazlarla değiştirilmesini sağlamak da bir politika
seçeneğidir. Kaldı ki, teknolojik gelişmeler ile birlikte
son 20 yılda hemen her sektördeki enerji verimliliği
artmıştır. Örneğin, son 20 yılda elektrikli ev aletlerinin
enerji tüketiminde ciddi düşüşler gerçekleştirilmiştir.
Örneğin, bugünün en iyi buzdolabı 1990 yılına göre
%75, çamaşır makinesi 1985’lerde çıkan modellere
göre enerjide %44, suda %62 tasarruf sağlamaktadır.
Sürdürülebilir üretime geçişte böyle bir politika seçeneğinin başarılı olması için en önemli unsur yatırı-
14
Kasım 2011
mın kendisini geri ödeme süresidir. Bu da büyük ölçüde elektrik fiyatları ile belirlenmektedir. Verimli cihazların verimsizlere göre %10 – 20 civarında daha
pahalı oldukları göz önüne alındığında ilgili politika
tercihlerinin, geri dönüşü daha uzun vadede olan söz
konusu ürünlerin geliştirilmesi yönünde olmalıdır.
Bir diğer kritik kaynak ise sudur. Sanayinin sürekli
gelişmesine paralel olarak artan su tüketiminin ve su
kirliliğinin kontrol altına alınması ve azaltılması önem
kazanmaktadır. Bu çerçevede, sanayide su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesinde teknoloji seçimi
ve modifikasyonu gibi üretim tercihleri gözden geçirilmelidir.
Sonuç
2050 yılında 100 milyon nüfusa ulaşmış Türkiye’nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye sahip olması küresel etkileşim içinde değişimi takip etmesiyle
sağlanabilecektir. 2050 vizyonu ülkelerin kendi başlarına benimseyebilecekleri bir yaklaşımdan ziyade,
tüm ülkelerin koordinasyon içinde ortak hedefi olmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma süreci, iş dünyasına birçok fırsatı sunduğu gibi, sürecin sekteye uğramasına
neden olabilecek birçok riski de barındırmaktadır. Fırsatları öngörüp, harekete geçen girişimciler bu süreçte
sürdürülebilir rekabet avantajı elde etmiş olacaklardır.
Öte yandan, sürece ket vuracak risklerin öngörülmesi
de, çözüm ve uzlaşı arayışını hızlandıracaktır.
Sürdürülebilir kalkınma vizyonunu gerçekleştirebilmek için devlet, sivil toplum, iş dünyası ve toplumda farkındalık yaratarak, tüm paydaşların bir araya
getirecek bir diyalog platformu oluşturulmalıdır.I
Yerleşim yerlerine yakın liman yatırımlarının arsa spekülasyonları nedeni ile zorlandığına
dikkat çeken Evyapport Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sıtkı Tankurt:
Rant yükseldikçe
beklentiler de artıyor
023 hedefleri birçok açıdan değerlendirilmeye başlandı. İlgililer konu ile ilgili
farklı görüşler ortaya koysa da üzerinde
mutabık kalınan hususlar yapılacak yatırımları yönlendirecektir. Hedeflerin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda mutabık
kalınan hususların başında ise yapılması gereken
liman yatırımları gelmektedir. Konu ile ilgili görüşlerini aldığımız Evyapport Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sıtkı Tankurt, liman işletmeciliği ve yatırımları ile
ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
2023 ihracat hedefleri açıklandı ve açıklanan hedefler oldukça önemli. Bu hedeflerin sektöre yansımaları neler olacaktır?
2023 yılı ulusal hedefleri; en küçük işletmeden en
büyüğüne, hepimizin ulusça katkıda bulunması gereken çok önemli bir vizyon. Katıldığımız her türlü platform ve toplantılarda 2023 hedeflerinin yarattığı
2
16
Kasım 2011
sinerji çok net olarak hissediliyor. Hiç şüphesiz 500
milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşmamız için lojistik stratejiler anahtar rol oynayacak. Burada en önemli
unsur ihracatçının, kamu ve özel sektör iş ortaklığı ile
paydaşların ortak hedef doğrultusunda katma değer
yaratmasıdır. Devletin bu konuda bir öncülük yapması
ve yatırımları yönlendirmesi önemlidir. Çandarlı’da
yapılmak istenen 10 milyon TEU civarında ve bu
rakam Türkiye’nin 5-6 milyon TEU civarında olan bugünkü hacmiyle kıyaslandığında daha anlamlı bir veri
haline gelmektedir. Tek başına Çandarlı’nın bu hedefe
ulaşabilmesi için Türkiye’nin ithalat ve ihracat hacmi
dışındaki bir takım unsurların da uygun olması gerekir. Her şeyden önce Mısır’a veya Yunanistan’a alternatif hale gelmemiz gerekmektedir.
Ayrıca Kocaeli’de, Tüpraş gibi büyük sanayi tesislerinin kurulmasından önceki sahillere duyulan
özlem ile limanlara karşı çok da anlam veremediğimiz
bir tepki de gözden kaçırılmaması gereken bir unsurdur. Yerel yönetimlerin de bu konuda yol göstermesi lazım ki basit ve yerel tepkilerden arındırılmış daha büyük ölçekte liman yatırımlarına özel
sektör de girişebilsin.
Diğer yandan Türk limanları olarak 2023 hedeflerine ulaşmak
için atılması gereken bazı önemli adımlar var. Örneğin ulusal liman
politikamız gözden geçirilerek Türk limanlarının diğer ülke limanları ile rekabet edebilir hale gelmesi, römorkaj ve kılavuzluk sisteminin gözden geçirilerek geliştirilmesi, en önemlisi de ülkemize
özel sektör için yeni bir oluşum diyebileceğimiz liman işletmeciliği için insan kaynaklarına yatırım yapılması, eğitim faaliyetlerine
hız verilmesi gerekmektedir.
Evyapport olarak bizlerin her zaman önceliği sürekli yatırım
ile zamanında, düzgün ve müşteri odaklı hizmet vermektir.
Yaptığımız proje çalışmalarında da öncelikli olarak 2023 hedefleri doğrultusunda stratejilerimizi belirleyerek bölgemizde,
müşterilerimizin hızla değişen ihtiyaçlarına en hızlı şekilde,
üstün kalitede, çağdaş liman işletmeciliği anlayışı çerçeve-
Kasım 2011
17
sinde, gelişmiş teknolojiyi kalifiye insan gücüyle birleştirerek uygun fiyatlarla cevap verebilen bir liman
olmayı hedefliyoruz.
Tepkilerden bahsetmişken, yaşanmış örneklerden
yola çıkarak, sadece yatırım yapılırken değil sonrasında sorunlar yaşandığını söyleyebiliriz. Bu açıdan
hukuki yapı düzenlenirken bu durumun göz önünde
bulundurulması gerekir diye düşünüyoruz. Bu düşünceye katılır mısınız?
Haklısınız, yatırımınızın sonuç vermesi için büyük
miktarda bütçe kullanılıyor. Bu harcamaların güvenilerek yapılması bu tip engellemelerin olmamasına
bağlıdır. Prosedürlerin düzenli işlemesi de önemli bir
faktördür. İşverenlerin de bu ortamda özenli olup, devletin koyduğu kuralları layıkıyla yerine getirmesi gerekir. Formaliteler yerine getirildikten sonra geri
dönüşlerin olmaması gerekir. Aksi takdirde bundan
sonraki yatırımlar olumsuz etkilenir ve gelişim engellenir.
Birçok örneğinde olduğu gibi devletin yaptığı bazı
projeler olumsuz etkilerine rağmen şikâyet almazken
özel sektör projeleri, ekonomiye çok büyük katkısı
olsa bile tepki ile karşılanabiliyor, bu konudaki düşüncenizi alırken diğer yandan da devletin ne kadar
işin içerisinde olması gerektiği ile ilgili düşüncenizi
alabilir miyiz?
Bu çifte standartlar var ve bunun farkında olmak
lazım. Bu çifte standardın olması bazı limanlarda ve
bölgelerde kontrolün yerel yönetimlere bırakılmasından ve onların yaklaşımlarından kaynaklanıyor. Bazı
limanlar düzeniyle çevreye verdiği zararda bizim geldiğimiz noktadan kötü durumdalar. Hem güvenlik
hem de çevreye yaydığımız bir takım olumsuzlukların az olması açısından Türkiye’deki en iyi limanlar-
18
Kasım 2011
dan olduğumuzu iddia edebilirim. Nitekim Türkiye’
de ISO 9001, 10002,14001 ve OHSAS 18001 kalite
yönetim sistemlerini aynı anda almayı başaran Evyapport, ISO 10002 Müşteri Memnuniyeti Belgesine
sahip olan ilk ve tek liman işletmesidir. Fakat bu durumda bile sizin önünüze birçok engel konulabiliyor.
Bu durum biraz da rant ekonomisinden kaynaklanıyor. Buradaki alanın değerlenmesi ile çevrede oluşan
rant da yükseliyor. Rant yükseldikçe çevrede oturanların beklentileri artıyor. Burasının liman olma özelliğini kabul etseler bile bunu bir yatırım sırasında farklı
yansıtıyorlar. Hâlbuki amaçları bulundukları gayrimenkulün çok yüksek fiyatla satılmasına yöneliktir.
Bu yatırım yapılmamalı çevreye çok büyük zarar veriyor diyorlar ama ardında yatan niyet kendi mallarını
yüksek fiyata satmak.
Liman gibi çok önemli alt yapı yatırımları devletin
yer göstermesi, yönlendirmesi ve sınırlamaları ile olacak şeylerdir. Burada tamamen liberal ekonomideki
kuralları işletmeniz mümkün değildir. Yaptığınız iş
devletle sıkı sıkıya bağlı bir iş çünkü kullandığınız
yerlerin önemli bir kısmı devlete ait yerler ve 49 yıllığına kiralıyorsunuz. Dolayısıyla aynı zamanda devletin kiracısısınız. Devletin kiracısı olarak devletten
bir takım yükümlülükler bekliyor olmak da girişimcinin en önemli hakkı diye düşünüyoruz.
Kriz fırsatları da beraberinde getirdi mi?
Limancılık açısından fırsatları getirdi. Çünkü Yunanistan’daki limanlar verimsiz. Ayrıca oradaki işçi
ve işveren ilişkileri açısından zor bir dönem yaşanıyor. Bizde daha yönetilebilir bir ilişki söz konusu.
Gelir seviyesi daha düşük bir ülke olduğumuz için işçilikler de görece daha ucuz. Böyle baktığınızda uzun
vadede Türkiye’ye doğru bir yöneliş söz konusu ola-
caktır. Aynı şekilde Mısır’da da hiçbir sorun yokken
kendi içindeki karışıklıktan dolayı problemler oluyor.
Bu açıdan Mısır’a ve Yunanistan’a yatırımlar erteleniyor ve Türkiye’nin cazibesi artıyor. Yabancı yatırımcı gelebilir.
Bu durumda sizin bir ortaklık düşünceniz var mı?
Konumumuz itibariyle çok fazla büyüme şansımız
yok. Dolayısıyla bizim ortaklık gibi bir ufkumuz Evyapport olarak yok ama Evyap grubu olarak olabilir.
Geleceğe yönelik olarak limancılıkta ilerlemek, yeni
yatırımları büyütebilmek adına iş birliğini düşünebiliriz.
Türkiye’nin lojistik merkez olma amacı hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Türkiye coğrafi konum olarak çok önemli bir noktada yer almaktadır. Üç tarafının denizlerle çevrili olması, kara ve deniz yolu bağlantıları ile komşusu olan
birçok ülkeden daha avantajlı görünmektedir. Burada
tek gereksinim alt yapı oluşumlarının hızlı bir şekilde
devreye sokulabilmesidir. Mesela bir limanın genişleyebilmesi, gerekli izinlerin alınması ve inşaat faaliyetleri ile yatırım süresi 2 yıla kadar çıkabiliyor.
Bunun yanında alınan geliştirici önlemler zaman
içinde kolaylaşacağından ve işleyişlerin Türkiye’yi lojistik merkezi yapacağından şüphem yok. Nitekim birçok global liman işletmecisi artık Türkiye ile yakından
ilgilenmektedir. Global konteyner gemi hatları da
servislerini Türkiye’yi ön planda tutarak yapmaktadır.
Özellikle şu an diğer ülkelerde yaşanan servis sorunları ve trafik sıkışıklıkları, kriz sonrası toparlanmaya
çalışan global taşımacılık sektörünün maliyetini düşüren fakat aynı zamanda müşteri memnuniyetini arttıracak liman arayışları içine sokmuştur. Bu taleplerin
ileriki dönemde getirisi Türkiye için yüksek olacaktır.
Nitekim Çandarlı limanı gibi yatırımlar Türkiye’nin
çok yakın bir gelecekte bir transit yük elleçleme merkezi olacağının güzel bir göstergesidir.
Limanların demir yolu bağlantısı olmasının öneminden bahseder misiniz?
Evyapport olarak müşterilerimize her türlü servis
maliyetlerini düşürerek sunma hedefimiz var. Bunu
gerçekleştirmek için en önemli adımımız limanımıza
demir yolu bağlantısı kazandırmak oldu. Yaptığımız
yatırım ile şu an altyapısı bitmekte olan demiryolu
bağlantısını 2011 Ekim ayı itibariyle devreye sokacağız. Liman içine dâhil edilecek demir yolu bağlantısı
sayesinde Evyapport, İstanbul-Ankara ana demir yolu
hattına bağlanarak müşterilerine, Türkiye’nin her yerine düşük maliyetle ve güvenilir bir şekilde ulaşım
imkânı sağlayacak. 2011 yılında inşaatına başlanan
projenin hayata geçirilmesi ile dolu konteynerlerin
fabrikalardan limana ve yine limandan fabrikalara teslimi, boş konteynerlerin limandan uzaktaki depolara
ve depolardan limana aktarılmasında kara yoluna göre
oldukça büyük maliyet avantajı sağlayacak, ayrıca
aşırı mazot tüketimi ile oluşan çevre kirliliğinin önüne
geçilebilecektir.
Eğer 2023 hedeflerine ulaşmak istiyorsak Türkiye
olarak demiryolu stratejimizi bir an önce hayata geçirmemiz gerekiyor. Mevcut hatların yenilenmesi, demiryolu işletmeciliğinde özel sektörün payının
arttırılması, transit hatların geliştirilmesi gibi hali hazırda belirlenmiş hedeflerin hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Evyapport’un gelecek dönem hedefleri nelerdir?
2010 yılında konteyner terminalinde 248.240
TEU, araç terminalinde 144.638 CEU ve tank terminalinde 523.791 ton elleçledik, bu sayede de %60 bü-
Kasım 2011
19
yüme hedefimizi tutturmuş olduk. Hedefimizi tutturmamızda, özellikle yatırım sözlerimizi yerine getirmemiz, global ekonomik kriz sonrası konteyner gemi
işletmecilerinin hedeflerini yakından takip etmemiz,
servis kalitemizi operasyonel, finansal ve pazarlama
kapsamında yukarıya taşımamız en önemli etkenler
olmuştur. Yaptığımız çalışmalarda dünya dış ticaret
hacminin 2009’daki %11’lik düşüşten sonra 2015’e
kadar ortalama %7 ile büyüyeceği tahmin edilmektedir. 2011 yılında ise Türkiye dış ticaret hacminin %8
artması beklenmektedir. 2011 yılı ülkemizde kriz sonrası taşların yerine oturduğu, ticaret potansiyelinin arttığı bir yıl olacaktır. Bu bağlamda 2011 yılında
konteyner terminalinde 302.000 TEU, tank terminalinde 583.000 ton ve araç terminalinde 100.900 CEU
ile % 22 büyüme hedefledik.
2012 Şubat ayında 105 m ilave rıhtımın tamamlanması, 2 adet SSG vincin devreye almamız ve demiryolunun çalışır hale gelmesi en önemli
hedeflerimizdir. Artan ekipman ve genişleyen sahamızla birlikte bilgi işlem otomasyon projelerimiz de
devam edecektir. Daha önce de belirttiğim üzere 2023
yılında her türlü hedef ve stratejilerimizi uygulayarak,
yatırımlarımızı durdurmadan Türkiye’nin bölgemizde
dünyaya açılan penceresi olmaya devam etmek istiyoruz.
İstanbul-İzmir otoyol geçiş projesinin limanlara
etki edeceği söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Köprü geçiş ücretlerinin seviyesi nedeniyle konteyner iş hacimlerinin iki yaka arasında önemli değişiklere neden olacağını düşünmüyoruz ama bizi
endişelendiren başka bir hususu var. İstanbul-İzmir
20
Kasım 2011
otoyol geçiş projesi kapsamında yapılacak olan Körfez geçiş köprüsünün denizden yüksekliği 64 metre
(Boğaziçi köprüsü ile aynı) olarak projelendirilmiş olduğunu görsel medyadan öğrenmiş bulunmaktayız.
Boğaziçi köprüsünün altından 54 metre yüksekliğe
kadar gemilerin serbest geçişine müsaade edilmekte
olup, römorkör ve özel izinle maksimum gemi geçiş
yüksekliği 58 metreye çıkmaktadır. Buna göre şu anda
bölgemize gelen gemiler ile ilgili problem görünmüyor, ancak gelecekte Maersk gibi uluslararası taşıma
yapan gemicilik firmalarının ülkemizin gelişmesine
paralel olarak bize ve bölgemize daha büyük gemilerini göndereceğini planladığı öğrenmiş bulunmaktayız. Bölgemize yeni gelecek gemilerin denizden
yüksekliğinin 62 metre olması dolayısıyla köprü yapıldıktan sonra bu gemiler köprünün altından geçemeyeceği için limanımıza ulaşamayacaklardır. Bu
durumda Körfez Geçiş Köprüsünün doğusunda kalan
bizimki gibi limanlar bu projeden etkilenecek ve mağdur olacaktır. Gemilerin gelememesinden dolayı bölge
sanayisi (özellikle otomotiv sektörü) ciddi şekilde
olumsuz yönde etkilenecektir. Bu projeye göre yapılacak olan köprünün daha bugünden ihtiyaca cevap
veremeyeceği aşikârdır. Köprülerin ortalama ömrünün
minimum 50 yıldan fazla olduğu düşünüldüğünde gelecekte daha büyük sıkıntıları ve ticari kısıtlamaları da
beraberinde getireceği bilinmelidir. Ülkemizin ve bölgemizin her geçen gün büyüyen ticari hacminin göz
önüne alınarak, köprünün denizden olan yüksekliğinin tekrar gözden geçirilmesi, bölge sanayisinin ve limancılık sektörünün mağdur olmaması için projenin
bu açıdan yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.I
ABD ile Türkiye arasındaki ticari hacmin çok küçük olduğuna dikkat çeken Ekim Alptekin:
Türkiye ile ABD arasındaki
ticari hacim optimize edilmeli
BD ile ilişkilerimizin üst düzeyde olduğu
bir dönemde, ABD’deki ilk ve tek Türk
sanayi yatırımını Eclipse Aerospace’e
ortak olarak gerçekleştiren Ekim Alptekin, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri değerlendirirken, küresel ekonominin de geleceği ile
ilgili ipuçları verdi. Aynı zamanda TABA/AmCham
Genel Başkan Yardımcısı olan Ekim Alptekin, iki ülke
arasındaki ilişkilerin önümüzdeki dönemde daha da
ilerleyeceği görüşünde.
Türk Amerikan ilişkileri özellikle Obama’nın Türkiye’yi ziyareti sonrası yeni bir döneme girdi. Bu noktada sizden bir son dönem değerlendirmesi alabilir
miyiz?
1 Mart tezkeresinin meclisten geçmemesi, Türkiye’nin Irak savaşına desteği, Amerikalıların gözünde
etkin kalması gibi konular gündem yarattı. Hepimiz
gördük ki aslında böyle bir şey yok. Neticede Amerika bizden bazı şeyler isteyebilir ama biz de demokrasi çerçevesinde olumlu ya da olumsuz olarak
değerlendirip bu kararı alırız. Bundan da birileri rahatsız olabilir veya olmayabilir ama iki ülke arasındaki ilişki madem stratejik ilişki böyle gündemde olan
A
22
Kasım 2011
küçük şeylerle değiştirilmez.
Bugün Ortadoğu Projesi çerçevesinde bir işbirliğinden bahsediyoruz.
Böyle şeyler hep yanlış anlaşılıyor ama bugün
artık görülüyor ki Büyük Ortadoğu Projesi varsa eğer
ne olduğu ortada, yani hiç de Amerika’nın Ortadoğu’yu Amerikan çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırma projesi filan değil. Bu hükümeti çok
eleştirdiler, eş başkanlık yapıyor diye ama Arap baharı dediğimiz bir gerçekle karşı karşıyayız, yani bölgenin demokratikleşmesinden bahsediyoruz. Türkiye
de böyle bir misyona tabii ki yardımcı olacaktır. Bu
açıdan eş başkanlık değil başkanlığa adayız. Obama’nın Amerikan yönetimini devralmasıyla, iki ülkenin ilişkilerinin iyi olması biraz daha gözle görülür
hale geldi.
Mecliste konuşma yaptı, bir model ortaklık kavramı kullanılmaya başlandı.
Bunlar iyi şeyler. Eksik olduğumuz taraf ticari hacimdir. Amerika’nın dünyanın 1. ekonomisi olduğunu
düşünürsek Türkiye de bugün 16. ekonomisiyse, herkes haklı olarak aralarındaki ticari hacmin daha yüksek olması gerektiğini düşünüyor. Biz Zafer Bey’le
görüştüğümüzde, Başbakan da Obama ile görüştüğünde üzerinde durduğu nokta da bu. Neden 10 milyar
dolarlarla sınırlı kalan bir ticaret söz konusu? Bunun
nedeni 2011 yılında artık coğrafyayla açıklanamaz.
Bilgi eksikliğinden ve birbirimizi tanımamamızdan
kaynaklanıyor. Bunun çözümü bu nedenle daha çok
bilgi aktarımıdır.
Eminim verdiğiniz rakamın bugün itibari ile yeterli olduğunu düşünenler vardır.
Haklı olabilirsiniz ancak ekonominin başarılı olması için optimizasyon gereklidir, yani ekonomiyi başarılı yürütmek istiyorsanız optimize etmelisiniz. Bu
optimizasyon ihtiyacı gereği Amerika’yla potansiyelimiz ne ise onu ortaya çıkarmamız lazım. Aynı şekilde Arnavutluk’ta potansiyelimiz ne ise onu da
ortaya çıkarmamız lazım. Bu hükümetin bir hakkı
değil vazifesidir. Bu çerçevede Amerika’yla bir kaç
milyar dolarsa eksik kalan potansiyelimiz, onu gerçekleştirmeliyiz ama bu sayı belki 20 milyar dolar
belki de 100 milyar dolardır. Küçük de olsa büyük de
olsa kesinlikle önemsenmesi gerekiyor.
Gelinen noktada yapılan toplantılar sonrasında iki
ülkenin üçüncü ülkelerle özellikle Afrika ile yapılacak
ticarette, ABD Türkiye birlikteliği düşünülüyor. Yakın
bir dönemde bu kararların hayata geçmesi sonrası sizin
bahsettiğiniz optimizasyon gerçekleştirilebilir
Afrika’yla ilgi şunu söyleyebilirim; Türkiye, Afrika’da artık tecrübe kazanmış bir ülke, yani gerek işadamlarımızın fahri konsoloslukları üzerinden gerekse
de orada kurulan bazı okullar üzerinden, her ne sebeple olursa olsun orada bir birikim kazandık. Amerika’nın buna ortak olması için bizim gibi bir ülke
üzerinden hareket etmesi gerekir çünkü her şeyi kendin yapamıyorsun yani bir Amerikalının gidip Sudan’da bizim kadar etkili olabilmesi mümkün değil.
Mesela Sudan’ın başkentinin master planını çizen
mimar Türk bir hanımefendidir. Bizim bunu yapabilmemizin nedeni oradaki ilişkilerimizdir. Geçmişizdir.
O yüzden Amerikan şirketleri seve seve bizim üzerimizden o pazarlara açılmak istiyorlar. Ama orada da
yine bir eksiklik var, tanışamıyoruz, görüşemiyoruz.
Bu potansiyelin tam olarak ne olduğunu belirleyebilmek için sürekli bir bilgi alışverişi olması gerekiyor.
Başbakan Erdoğan ve Obama’nın görüşmeleri sonucu
ortaya çıkan bir inisiyatif var. Türk –Amerikan İş
Konseyi kuruluyor, bu konuda biraz gecikme söz konusu. Temsilcileri seçme şekli bunu biraz geciktirdi,
mümkün olduğunca şeffaf bir şekilde yapmaya çalıştıkları için gecikti. Ama netice olarak bilgi alışverişini
sağlamak ve potansiyelin ne olduğunu takdir edebilmek için bu iş konseyine ihtiyaç vardı. Bunu da bir an
evvel hayata geçirmek gerekiyor. Eleştirmek gerekiyorsa bu noktada bir özeleştiri yapabiliriz. Yani bu iş
konseyine Sayın Başbakanla Obama’nın yapabileceği
şeyler sınırlı. O düzeyde artık böyle bir iş konseyi kurulması ve gerekenin yapılması kararını almışlar. Gerisi artık bize düşüyor.
Yatırımları uluslararası boyutu ile ele almışken yaşanan kriz ile ilgili düşüncenizi de alabilir miyiz?
Şöyle bir gerçek var tabi, küresel ekonomide hepimiz aynı uçakta uçuyoruz, uçak düşerse biz de tabii ki
yara alırız ama uçağın en güvenli yerinde oturuyoruz.
Yani bizim hayatta kalma ihtimalimiz çok daha yüksek. Avrupa tünelin sonunda ışık görüyor muyuz görmüyor muyuz diye tartışırken biz bana sorarsanız, zaten
tünelin ışık gören kısmındayız. Tünelin sonunda ışık
görmek gibi bir mesele Türkiye için söz konusu değil,
biz zaten ışıklı olan bölümünden karanlığa doğru Avrupa bize yetişebilecek mi diye bakıyoruz. Amerika da
ışığı görüyor, bence bu nedenle çok önemli bir ticari
ortak ve oradaki potansiyeli küçümsemek çok yanlış
olur. Avrupa tabii ki şuanda bizim için çok daha önemli
bir ticari ortak fakat Avrupa’nın tünelin sonunda bir ışık
gördüğünden ben emin değilim.
Avrupa için karamsar tablolar çizenler var. Yaşadığımız yüzyılı krizle geçireceğini ifade edenler var.
Karamsar olmak istemiyorum. Avrupa için tünelin sonunda ışık var mı yok mu ondan da emin değilim. Yani tünelin sonu karanlık da olabilir. Çünkü bazı
yapısal şeyler var, mesela bir iş konseyi kurarsın, bilgi
alışverişini sağlayacak mekanizmalar konusunda anlaşma yaparsın, bunlar yapabileceğimiz şeylerdir ama
yapamayacağımız, yapısal şeyleri etkileyen bazı gerçekler vardır. Mesela toplumun yaşlılığı, eğitim gibi…
Çünkü bunlar bir günden bir güne ya da bir hükümet
süresince değişebilecek şeyler değil. Avrupa yaşlandı.
Bunu nasıl telafi edebilir ki? Benim tavsiyem başbakanın dediği gibi direkt çocuk yapmaları ama yine bir
Kasım 2011
23
20 yıl daha sürer bunun değişmesi. Avrupa ekonomisi
70’lerde neden başarılı oldu? Çünkü 2. Dünya Savaşı
sonrası 50’lerde bir bebek patlaması yaşandı, Amerika’da da aynı şey söz konusu oldu. Bu nedenle o dönemde ekonominin en önemli etkenlerinden biri de
buydu. Bu açıdan Türkiye için çok umutluyum fakat
Avrupa için biraz umutsuzum.
Sizin önemli bir yanınız da ABD’de önemli bir yatırımınızın olması, Eclipse Aerospace firmasını satın
alan bir Türk girişimcisiniz ve zor olanı başardınız.
Fakat Türkiye’de yeterli ilgi yok gibi, bugün ülkemizde çok farklı alanlarda gereksiz birçok yatırımdan
daha fazla bahsedilmekte. Bu konudaki düşüncenizi
alabilir miyiz?
Yerli sanayisiyle gurur duyma refleksini çok iyi
anlıyorum, ben de gurur duyuyorum. Bunlar önemli
şeyler bu konuda itirazım yok ancak artık 2011 yılındayız ve küresel ekonominin olgunlaştığı bir dönemdeyiz. Esas olan sermayedir ekonomide. Sermayenin
dünyada rahat dolaşabildiği bir dönemde yaşıyoruz.
Burada Türkiye’nin kendi topraklarında bir şey üretmesinden ziyade Türk sermayesiyle bazı şeylerin üretilebiliyor olması önemli. Maalesef bu bilinç bugün
henüz ülkemizde gelişmedi. Yani uçak üretiminden
bahsediliyor, inanır mısınız gelip bugüne kadar bu konuda bir soru soran yok.
Uçak üretimi yapan biri olarak Türkiye kendi uçağını üretebilir mi ve bu çabanın içerisinde siz de olur
musunuz?
Dediğim gibi ben bu anlamda belirli bir rotaya geldiğimizi düşünüyorum. TUSAŞ gibi Türk şirketleri
dünya devlerine başarı ile parça üretimi yapıyor ve
önemli projelere ortak oluyorlar. Türkiye’de önemli
bir know-how birikimi oluşmaya başladı. Dolayısıyla
Türkiye üretim yolunda emin adımlarla ilerliyor. Tabi
bizim açımızdan bakınca da aslında dünyada hali hazırda Türk sermayesi ile uçak üretiliyor şu anda. 10
yıl önce biri bana bir Türk’ün, ABD’de sanayi yatırımı yapacağını söylese inanmazdım. Ancak bugün
Eclipse Aerospace şirketi Türk sermayesi ile Eclipse
550 uçağını üretiyor. Bunun başka bir örneği daha
yok. 10 yıl önce Koç Grubu gibi büyük gruplar bile
gidip Amerika’da sanayi yaptırımları yapamadı. Sadece mermer, deri, kuyumculuk tarzı ihracatlar söz konusuydu. Bugün Sikorsky’nin gelip bize, Eclipse
Aerospace’e, kendi arka bahçesinde yer alan bir şirkete, ortak olması önemli bir gelişmedir. Daha önce
100 yıllık Cumhuriyetimizin ekonomi tarihinde ben
böyle bir örnek görmedim.
Dikkat çeken bir başka yönünüzde Arnavutluk
Fahri Konsolosu olmanız. Ülke olarak da ilişkilerimizin üst düzeyde olduğunu bir ülke Arnavutluk. Bu
noktada iki ülke ilişkileri ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Başbakanımızın son seyahatinde Arnavutluk Baş-
24
Kasım 2011
bakanı konuşmasını yaparken: “Bizler Osmanlı’nın
ortak yöneticileri olarak” diye konuşmasına başladı.
Düşünebiliyor musunuz? Ne kadar ilginç bir cümle.
Arnavutluk’u bizimle birlikte Osmanlı’yı yöneten bir
etnisite olarak görüyor. Diğer bir açıdan AB’ye Arnavutluk’un bizden daha önce gireceği çok belli. Bizim
için de çok olumlu bir gelişme bu. Çünkü çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkenin AB üyesi olması en
azından AB nezdinde Müslüman korkusunu azaltabilir. Arnavutluk, komünist dönemin en fakir ülkelerinden biriydi. İnsanlar evlenirken ödünç gömlek
alırlardı. Ama sıfırdan başlayarak çok yol aldılar. Arnavutluk’ta on metre kare büyüklüğünde kazık çakılmamış yarım adalar var. Denizi çok temiz.
Gayrimenkul değeri olarak ifade etmek gerekirse Avrupa’nın metrekare olarak en pahalı gayrimenkulüne
30 deniz mili uzaklıkta. Yani İtalya’da ve Yunanistan’da Hollywood yıldızlarının evlerinin olduğu yere
30-35 deniz mili uzaklıkta yer alıyor. Dolayısı ile Arnavutluk’un gelişmemesi mümkün değil.
Son dönemde Arnavutluk ile Kosova’nın birleşeceği ifade ediliyor. Bu durum sizce mümkün mü?
Arnavutluk ve Kosova halkına bir yakınlık hissettiğimiz çok açık. Fakat Kosova’nın bağımsız olması
gerektiğine inanıyorum. Onlar zaten iki kardeş ülke
olarak görülmeli.
İnşaat alanına girdiniz, ödüllü Kartal Kule Projeniz
oldukça ses getirdi.
Ben aslında yıllardır gayrimenkule ilgi duyuyorum. İş adamı olarak katma değeri ve geri dönüş hızından dolayı da ilgilendiğim bir sektör. Ama siz
doğru yer ve doğru arsayı bulamazsanız ve o arsayı
doğru fiyata satın alamazsanız o zaman kısa vadede
karlı bir proje yapma şansınız da olmaz. Burada insanlar yanılıyor, böyle sahte bir bilgi söz konusu sektörde. Herkes bir arsa bulup bu arsaya bir şeyler
yapmak istiyor, kimisi bitiyor, kimisi yarım kalıyor
ama satılmıyor. Mesela Beylikdüzü’nde bugün baksanız 200 tane AVM var, fakat bu alışveriş merkezlerinin yarısı boş. Biz E.A. İnşaat olarak sektörde
farklılığımızı ortaya koymak istiyoruz.
Beğendiğiniz projeler yok mu?
Açıkçası benim örnek aldığım şeyler yok demek
istemiyorum. Ama şunu bir özeleştiri olarak söyleyebilirim; Zorlu araziyi 800 milyon dolar ödediğinde ben
çok laf etmiştim, çünkü banka gibi nitelikli bir işi
satıp, bankadan kazandığın parayı da Zorlu gibi vizyonu olan bir iş adamının gayrimenkule yatırmasını
eleştirmiştim. Hakikaten şu anda kendimi eleştiriyorum. Şimdi görüyorum ki orada 800 milyon dolara
satın aldığı yeri şu an 5–6 milyar dolarlık kentsel dönüşüme ve İstanbul’un uluslararası değerine hizmet
edecek bir proje haline getirerek kendi sermayesini
katlamış oldu. Kendisini takdir ediyorum, çok güzel
bir proje yapıyor.I
enilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ülkemizde önemini arttırmaya
devam ediyor. Birçok yatırımcının ilgisini çeken bu konuda yabancı yatırımcılar da etkinliğini sürdürüyor. Yatırım
yapan firmalardan biri olan Statkraft’ın Genel Müdürü
Steinar Bjornbet ile Türk enerji sektörünü konuştuk.
Sizce yabancı sermaye Türkiye’de mutlu mu?
Genel anlamda iyi olduğunu söylemeliyim. Türkiye yabancı sermaye çekme konusunda başarılı. Tecrübemize göre de yerli ve yabancı sermayeye davranış
açısından bir fark yok. Kendimizi burada herhangi bir
yatırımcı ile eş görüyoruz. Yerli - yabancı ayrımı yapılmıyor. Yatırımcının genel bir sorunu olarak hukuk
sistemi daha iyi olabilir. Hukuk sisteminin yavaşlığından ya da belli kişilerin projeyle ilgili tepkisinden
bazı sıkıntılar yaşanabiliyor. Görünen o ki bir projeyi
herhangi bir itirazla, bir hukuk davası ile durdurmak
kolay ama bu bir zarar. Böyle bir sıkıntı belirsizliğe
yol açar. Biz böyle bir durumla karşılaşmadık ama
yerli ve yabancı yatırımcılarda görüyoruz.
Bir diğer olumlu noktası da Türkiye’de fikrinizi
söyleyebiliyorsunuz ve işi yapan kişilerle çok yakın
Y
26
Kasım 2011
olabiliyorsunuz. Bir konuda belirli bir fikriniz varsa
karar vericiler bunu oturup dinliyorlar. Halbuki bu
çoğu ülkede böyle değil. Siyasetçiler siyasetle uğraşıyor. İş adamı da işini yapsın deniyor. Türkiye’de böyle
bir engelleme ya da yasaklama yok.
Ülkemizde enerji piyasasının liberalleşmesi ile ilgili çalışmalar yapılıyor. Bu konudaki düşüncenizi
alabilir miyiz?
Bence kesinlikle Türkiye bu konuda doğru yolda.
Biliyoruz özellikle yerli yatırımcılar bu proses hızlı yürümüyor diye şikayetçi oluyorlar. Ancak bize göre
böyle değil. Bu süreçler dünyanın liberalleşmiş ülkelerinde 10-15 yılı alabiliyor. Dolayısıyla Türkiye’deki
hızı biz yeterli görüyoruz. Değişen çok fazla şey var ve
ne yaptığınızı, yaptığınız şeyin neye yol açacağını görmeniz gerekiyor. Önemli olan bunun yapılıyor olması.
Bugün Avrupa Birliği üyesi Romanya, Bulgaristan gibi
pek çok ülkede tam serbestleşme için 2015 tarihini veriyorlar ve bununla ilgili anlaşmalar imzalıyorlar. Türkiye de imzalıyor ama AB üyesi olmamasına rağmen
bu ülkelerden çok daha liberal. Sadece bir şeyleri imzalamak değil, harekete geçmiş olmak Türkiye’yi diğer
ülkelerden daha öne geçiriyor. O yüzden de hızı bizce
Enerji alanındaki projelerin devamlılığı açısından kurallarda istikrar olması gerektiğini
belirten Statkraft Genel Müdürü Steinar Bjornbet:
Enerji üretimi ile çevre etkisi
iyi dengelenmeli
iyi ve bunlar gerçekten uzun süreçler.
Yatırımlarınızdan bahseder misiniz?
Biz 2 yıl önce bu portföyü satın alarak Türkiye’ye girdik ve yürürlükte 3 projemiz var. Biri
Çakıt HES Adana’da 20 MW kurulu gücünde ve
2010 senesinin ortasında devreye girdi. Bunun dışında 2011’in ocak ayında inşaatına başlanmış olan
102 MW’lik Kargı HES projemiz var. Bir de yeni
yatırım kararı alınan Çetin HES projemiz var. Kargı
projemizin 2013’ün sonlarında bitmesi planlanıyor
Çetin’in 2015’de bitmesi planlanıyor. Bu üç projeyle
de 640 MW’lık bir güce ulaşacağız ve 2000 KW/saatlik bir enerji üretimi gerçekleştirebileceğiz. Bunlar bir başlangıç, ama tabii ki daha fazla büyümeyi
düşünüyoruz. Üç projede toplam 1,2 milyar dolarlık
bir yatırım taahhüt edilmiş bulunuyor.
Ciddi yatırımlar yaparken, bir yandan da protestoların yükselmesi sizi ürkütmüyor mu? İki farklı
görüş var bu noktada birincisi kaynakların tüm ülkeye ait olduğu ikincisi ise kaynakların yerel halka
ait olduğudur. Bu konudaki fikrinizi bizimle paylaşır mısınız?
Bu kaynakların kime ait olduğu politik bir karar-
dır. Yerel midir yoksa daha merkezi midir bu konuda
bir yorum yapmak istemiyorum. Bu Türkiye’de bir
problem konusu ama bunların nasıl organize edileceği devletin kararıdır. Bunu bir tarafa koyacak olursak tabi ki kaynaklar genel olarak bakarsak benim
görüşüm ülkelere ait olduğudur. Gerek yerli gerek
yabancı yatırımcılar bunu ülkenin çıkarlarını gözeterek yürütmek durumundadırlar. Buna bir taraftan
da hidroelektriğin yenilenebilir bir enerji olduğunu
unutmadan bakmak lazım. Yenilenebilir enerjiyi ne
kadar arttırırsanız gaz ithalatı o kadar düşecek ve dolayısıyla ticaret açığı da düşecek. Bu aynı zamanda
da bütün dünyayı etkileyen iklim değişikliğini dengeleyebilir. Neticede hidroelektrik temiz bir enerjidir
ve bu açıdan da yapılmasında fayda vardır. Bizim bu
konudaki yaklaşımımız, projelerin planlanması ve
elektriğin üretilmesinde uluslararası standartlara uymaktır. Türkiye’deki mevzuat ve standartlar bizim
takip ettiğimiz standartların altındaysa biz daha fazlasını getiriyoruz. Daha fazla çalışma yapıyoruz.
Halktan daha çok görüş alıyoruz, yerel halkla konuşmadığınız zaman halkın ne istediğini bilemiyorsunuz. Şunun da bilinmesi gerekir ki gaz olsun, su
Kasım 2011
27
olsun, rüzgar olsun bütün enerji üretim projelerinin
çevreye etkisi oluyor. Bunu bazılarında hiç yokmuş
gibi düşünmemek lazım. Önemli olan bu tepkiyi nasıl
minimize ettiğiniz ve buna karşı ne tür tedbirler aldığınızdır. Türkiye’de durumu ben biraz da eski sarkaçlı saatlere benzetiyorum. Bir taraftayken siz
nerede olduğunu görmüyorsunuz ama ortada olduğunda bir denge var. Görmediğiniz noktada Türkiye’de bugüne kadar yapılmış olan projelerde halkı hiç
bilgilendirmeden, gidip orada proje yapılıp etkilerini
insanların yaşadıkça gördüğü bir durum var. Bunun
ideali dengede durması. Çünkü enerji üretiminizle
çevreye verdiğiniz etkinin dengede olması gerekiyor
ama Türkiye’de olay tamamen kayıp olan bir taraftan, kayıp olan diğer tarafa doğru gidiyor. Yani genellemeyle vebir tarafın aşırı bilgilendirmesi ile
tamamen çevre tarafına gidiliyor. Önce çevrenin
önemi yokmuş gibi davranıldı, şimdi ise elektrik üretiminin önemi yokmuş gibi davranılıyor. Bunun ortasının bulunması lazım. Çünkü bu diğer ülkelerde de
yaşanan bir sıkıntıdır. Halkın haberi olmadığı zaman
kendilerini aldatılmış hissediyorlar. Kendilerinin
bunun bir parçası olmadığını hissediyorlar. Yapılan
işte halk bilgilendirilmeli.
28
Kasım 2011
Bu konuda halkın farklı lobiler tarafından etkilendiği söylenebilir mi?
Olabilir. Burada milli midir yerel midir kaynakların kullanım hakkı, faydası en çok kime olmalıdır
soruları çıkıyor. Tabii burada en çok gördüğümüz
modelde elektriği ürettiğiniz zaman genel bir şebekeye veriyorsunuz ve bu Türkiye’nin kazancı. Halbuki zararı daha çok yerel. Yani bunun ceremesini o
yer çekiyor ama kazancı tüm ülkeye sağlanıyor. Bu
da yine politik bir sistemdir. Başka politik sistemlerde durum farklıdır. Özel bir şirket olarak bu konuda yorum yapma durumunda değiliz ama başka
ülkelerde bazı yapılanmalarla bu bölgedeki yüksek
potansiyellerin değerlendirilmesi mümkün olabiliyor,
bu projeler geliştirilirken yatırımcı firmalardan paralar toplanıyor. Bunun adı su kullanım hakkı diye geçiyor ve bir şekilde o bölgedeki projenin
gelişiminden o bölge halkının faydalanması için, zararı bir şekilde karşılamak için toplanan paraların bir
kısmının bölgede dağıtılması sağlanıyor.
Oyun başladıktan sonra kararların değişmesi yatırımcıları zor durumda bırakıyor. Ülkemizde de
genel bir durum olmamakla birlikte, bazen bu tip uygulamalar yaptığımız oluyor. Bu konu ile ilgili dü-
şüncelerinizi alabilir miyiz?
İşler başladıktan sonraki kural değişikliği biraz talihsizlik çünkü kararların geriye yönelik işlememesi
gerekiyor. Çünkü yatırımcılar yatırım kararını alırken
bazı varsayımlarda bulunuyor ve çoğu var olan kurallara göre hesaplanıyor. Bu kurallar değiştiği zaman
projenin temeli sarsılmış gibi oluyor. Projenin devamlılığı açısından kurallarda istikrar olması gerekiyor. Geriye dönük bir şey oluğunda proje tehlikeye
giriyor. Genel anlamda herkesi etkileyen kuralların
konmasında çok söylenecek bir şey yok ama geçen
sene can suyu miktarlarında bir değişiklik oldu.Bu da
projenin kendi içindeki yapılabilirliğini etkiliyor ya da
bir su kaynağına yapılan müdahale sizin o suyu kullanmanızı engelleyebiliyor ama bu bizim elimizde
değil. Bunun dışında sebeplerle sizin başladığınız şekilde devam edememeniz de söz konusu olabiliyor.
Onun için bu konuda istikrar bekliyoruz.
Eklemek istediğiniz şeyler var mı?
Çevre etkisi ile ilgili yapılanların en başına gidecek olursak Türkiye’de üretim lisansı almak özellikle
yakın geçmişte çok kolaydı. Bazı projeler belli bir büyüklüğün üzerinde değillerse ÇED raporu bile almaları gerekmiyor. ÇED’i alanlar da bunu lisansı
aldıktan çok sonra yapıyorlar. Halbuki ÇED raporu
olumsuzsa o projenin lisansının verilmemesi gerekir.
Bazı projeler bu açıdan sorunlu. Üretim - çevre dengesini unutmadan üretimin en fazla yapılması şirketin
istediği bir şey. Bizim projelerimizden bir tanesinin
kapasitesi arttırılmıştı ve bunu bize devlet yaptırdı. Bu
kaynaktan daha fazla enerji elde edebilirsiniz dediler.
Bu enerjinin üretiminin maksimize edilmesi demek
oluyor ama çevreye olan etkisine de doğru dürüst bakılması gerekiyor. Oysa küçük şirketler bununla ilgilenmiyorlar. Belki lisansların çok kolay verilmesi
normalde enerji üretimi yapamayacak kapasitedeki
şirketlerin bu işlere girişmesine yol açtı. Bu noktadan
bakınca bazı lisansların havzada yeteri kadar çalışma
yapılmadan verilmemesi gerekiyordu diye düşünülebilir. Örneğin can suyundan kısaca bahsetmek gerekirse bunun neden yapıldığını anlamak gerekiyor. Bu
normalde kuru alanlardaki doğal yaşamı devam ettirmek için yapılır. Şu anda Türkiye’de yapılan bütün tesislerde minimum %10 deniyor. Halbuki tesisin
aşağısında belki bir rezervuar daha var ve o minimum
miktarı bırakmanız gerekli değil. Zaten o bıraktığınızı
rezervuarın içine bırakıyorsunuz. Oysa bu oranın Projenin etkilediği alana bakarak belirlenmesi gerekir. Biz
üzerimize vazife olmadığı halde etkilediğimiz alanlardaki balık ve ekolojik çalışmaları baştan yaptırıyoruz. Önemli olan oradaki duruma hakim olmak ve biz
bu konuda çalışmalar yapıyoruz. Bizim için önemli
olan bıraktığımız can suyunun işe yaraması sadece kurala uymuş olmak için bırakılması değil.I
Kasım 2011
29
Ambarlı Fueloil Santrali Dönüşüm Projesi’ni Prokon/Ekon Grubu,
14 Ekim 2011 tarihinde gaz türbinlerinin ilk sıcak testi başarı ile tamamladı.
Ambarlı’da kazanılan bilgi ve
deneyim Türkiye’de
kalmaktadır
Türkiye’de ilk defa bu büyüklükte bir termik santral bir Türk firması tarafından mühendislik ve işletmeye alma
dahil anahtar teslimi olarak yapılmakta ve başarı ile sona yaklaşılmaktadır. Proje ekibimizin proses mühendisliği
bölümü çok büyük deneyim kazanmıştır. EPC tarzında yapılan işlerde, proses dizaynından sonra satın alma
şartnamelerinin hazırlanması önemli bir aşamadır. Diğer önemli aşama ise, santralın işletmeye alınmasıdır. Bu
aşama için pek çok konunun tamamlanması, kontrol edilmesi, her bir sistemin solo testinin yapılması ve ardından
sistemlerin bir arada çalıştırılması gerekmektedir. Bu konularda da grubumuz büyük deneyim kazanmış ve
kazanmaya devam etmektedir. Bundan böyle Prokon/Ekon Grubu, bir termik santral yatırımını EPC olarak daha
donanımlı ve hızlı yapabilecek konuma gelmiştir. Ayrıca çalışan alt yükleniciler de kendi konularında önemli
aşamalar kaydetmiştir. Sonuç olarak kazanılan bilgi ve deneyim Türkiye’de kalmaktadır.
30
Kasım 2011
A
mbarlı Fueloil Santrali Kapasite
Artırım ve Modernizasyon (KAM-1)
projesinin testleri yapılmaya başlandı.
Yapılan çalışmaların Türk mühendislerin kazanımlarını artırması bakımından
oldukça önemli ve projenin yapımında ise başarı örneği gösteren Ekon/Prokon Şirketler Grubu, bu çerçevede gelecek ile ilgili planlarını bunun üzerine
kuruyor.
Ekon Endüstri İnşaat ve Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Salıcı, projenin geldiği noktayı
okuyucularımızla paylaştı.
KAM-1 Projesinde gelinen nokta ile ilgili bilgi
verir misiniz?
Ambarlı Fueloil Santralı dönüşüm projesi bildiğiniz gibi mevcut fueloil yakıtlı ünitelerin kombine çevrim santraline dönüştürülmesi, kapasite artırımı ve
rehabilitasyonu projesidir. Yatırımı programına uygun
olarak devam etmektedir. 14 Ekim 2011 tarihinde gaz
türbinlerinin ilk sıcak testi başarı ile tamamlanmıştır.
Gaz türbinlerinin sıcak testini yapabilmek için, gaz
türbini ve tüm müştemilatı yanında;
-Atık ısı kazanları,
-Denizden su alma ve denizsuyu sirkülasyon sistemleri,
-Yardımcı soğutma sistemleri,
-Su tasfiye tesisleri, demineralize su üretimi ve dağıtım sistemleri,
-Doğal gaz RMS istasyonu, şartlandırma ve filtreleme tesisleri,
-İlgili ünitelerin elektrik sistemleri, enstrümantasyonu, otomasyonu ve merkezi kontrol sistemleri,
gibi tesislerin de faal olması gerekmektedir. Bu
ise buhar türbinleri hariç hemen hemen santralın tamamının sona yaklaştığı anlamına gelmektedir. Şu
aşamada çalışmalar daha çok buhar türbinleri ve yardımcılarının tamamlanması için yapılmaktadır. Bu bölümde, buhar türbini ve jeneratörlerinde önceden
planlanması mümkün olmayan önemli revizyonların
yapılması gerekmiştir. Diğer bölümlerde ise pek az
ekipman tamir edilerek kullanılmış tesisin neredeyse
tamamı yenilenmiştir. Bunun bir nedeni, sistemin yeni
buhar rejimine göre dizaynı sonucunda farklı kapasiteli ve özellikli ekipmanlara ihtiyaç duyulması, bir
diğer nedeni de yaklaşık 40 yıl öncenin teknolojisinin
artık günümüzde kullanılmayışıdır.
Her büyük projede olduğu gibi gerek bürokraside
ve gerekse taşeron firmalarda bir takım sorunlarla karşılaşılmaktadır. İşi yürüten Prokon/Ekon Şirketler
Grubunun oluşturduğu EPP İş Ortaklığı projenin zamanında tamamlanması için büyük çaba sarf etmektedir. Karşılaşılan olumsuzluklara rağmen proje
zamanında tamamlanacaktır.
Projenin Türk mühendisler tarafından hayata geçiriliyor olması oldukça önemli. Bu açıdan kazanımlarımızdan bahseder misiniz?
Kasım 2011
31
Türkiye’de ilk defa bu büyüklükte bir termik santral bir Türk firması tarafından mühendislik ve işletmeye alma dahil anahtar teslimi olarak yapılmakta ve
başarı ile sona yaklaşılmaktadır. Proje ekibimizin proses mühendisliği bölümü çok büyük deneyim kazanmıştır. EPC tarzında yapılan işlerde, proses
dizaynından sonra satın alma şartnamelerinin hazırlanması önemli bir aşamadır. Diğer önemli aşama ise,
santralın işletmeye alınmasıdır. Bu aşama için pek çok
konunun tamamlanması, kontrol edilmesi, her bir sistemin solo testinin yapılması ve ardından sistemlerin
bir arada çalıştırılması gerekmektedir. Bu konularda
da grubumuz büyük deneyim kazanmış ve kazanmaya
devam etmektedir. Bundan böyle Prokon/Ekon Grubu,
bir termik santral yatırımını EPC olarak daha donanımlı ve hızlı yapabilecek konuma gelmiştir. Ayrıca
çalışan alt yükleniciler de kendi konularında önemli
aşamalar kaydetmiştir. Sonuç olarak kazanılan bilgi
ve deneyim Türkiye’de kalmaktadır.
Projede çalışan uluslararası ve yerli firmalar ile ilgili bilgi verir misiniz?
Projenin ana ekipmanı olan gaz türbin ve jeneratörü Siemens teslimatıdır. Firmamız Siemens ile başarılı ve uyumlu bir çalışma yapmıştır. Diğer önemli
bölüm olan buhar türbin ve jeneratörü rehabilitasyonunda Turbocare firması ile çalışılmaktadır. Atık ısı
kazanları dizaynı ve bazı basınçlı bölümlerinin imalatı ise projenin son aşamasında el değiştiren AEE tarafından gerçekleştirilmiştir. Firmanın iflası sonrası
kalan işler EPP tarafından tamamlanmaktadır. Projede
bunların dışında 100’ü aşkın yerli ve yabancı taşeron
firma çalışmaktadır.
KAM-1 Projesinde sona yaklaşırken, KAM-2 projesi ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Sanırım KAM-2 Projesi olarak 5 üniteden oluşan
32
Kasım 2011
fueloil santralının geri kalan 3 ünitesinin dönüşümünden bahsediyorsunuz. Genelde santralı ziyarete gelen
yetkililer bu ünitelerin de dönüşümünün yapılması gerektiğini belirtiyorlar. Sanırım bu konuda idari süreç
devam ediyor. Bildiğiniz gibi mevcut Ambarlı Doğalgaz Santralı kapasitesi 1350 MW olup KAM-1 sonrası buna 800 MW ilave edilecektir. Eğer KAM-2de
yapılırsa bu kapasiteye 1350 MW daha ilave gelebilir.
Böylece Ambarlı Santralı toplam 3500 MW gücünde
Türkiye’nin en büyük enerji adası haline gelecektir.
Bu ise her geçen gün büyüyen İstanbul ve çevresi için
uzun yıllar elektrik arz güvenliği oluşturacaktır.
Firmanızın gelecek planları ile ilgili bilgi verir misiniz?
Ekon/Prokon Grubu enerji projelerinde Türkiye’nin önde gelen EPC yüklenicilerinden birisi olmuştur. Alınan yeni işlerle bunu pekiştirmektedir.
Unit Grubu tarafından yapılan 800 MW kapasiteli
Gebze doğalgaz santralının da ana ekipman temini ve
elektrik otomasyon dışında kalan tüm işleri, mühendislik dahil, Ekon tarafından üstlenilmiştir. Halen
5600 ton/gün klinker üretim kapasiteli bir çimento
fabrikasının anahtar teslim yapımı Tunus’ta başarı ile
yürütülmektedir. Ayrıca Grubumuz fabrikalarında
HES türbin ve jeneratörlerinin tamamen yerli olarak
üretilmesi için gerekli hazırlıklar tamamlanmış, dizayn
ve üretim çalışmalarına başlanmıştır. Ülkemizde bu
tür teknolojik imalatların yapılır hale gelmesi çok
önemlidir. Bu noktada gelişte yeni çıkartılan teşvik
yasalarının önemli katkısı olmuştur.
Grubumuz enerji yatırımları konusunda gerek mühendislikte gerekse imalatta önemli bir konuma gelmiş olup artık yurtdışındaki santral ihalelerine
katılabilecek ve uluslararası firmalarla konsorsiyumlar
oluşturabilecektir.I
Çeçenistan
B
ölgenin en büyük projelerinden biri olan
Grozni City projesinin açılışı nedeniyle
gittiğimiz Çeçenistan’da, güneş yeniden
doğuyor. İnsanların gece gündüz durmadan çalıştığına şahit olduğumuz Grozni’de çalışmanın saati olmadığını gördük. Gece
saatlerinde bile inşaat işlerinin devam ettiği, yolların
temizlendiği Çeçenistan’da işsizliğin çok az seviyelerde olduğunu öğrendiğimizde ise oldukça şaşırdık
ve Çeçenistan’la ilgili aklımızda olan soru işaretlerinin
tamamını kaldırarak bölgeyi gezmeye devam ettik.
Yapılan her eserde farklı mimarilerin kullanıldığını
fark etmemiz bir yana Birleşmiş Milletlerin raporuna
göre Grozni şehrinin dünyanın en hızlı gelişen 10 şehir
içinde nasıl 1. geldiğini gözlemledik. Osmanlı mimarisinde yapılan cami, yolların genişliği, her yerde yapılan
parklar, kültür merkezleriyle Avrupa kentini aratmayacak bir şehir ile karşılaşacağımızı beklemiyorduk.
Bölgede yapılmakta olan kültür ve opera binası inşaatı ise Çeçen gençlerinin yeni konservatuar binası
olarak da kullanacağını öğrendik. İnsanlar kendi kültürlerini müzikle, dansla ve tiyatroyla tüm dünyaya
duyurmak için çalışacaklarını ifade ediyorlardı. binanın mimarisini çizmeden önce dünyada yapılan tiyatro
ve opera binalarının görselleri getirilmiş ülkeye. Osmanlı mimarisi ile yapılan cami ise İstanbul’da Os-
34
Kasım 2011
manlı döneminde yapılan camileri gezerek tasarlanmış ve hayata geçirilmiş ve ilerleyen dönemlerde de
bu tarz camilerin yapımına devam edilmesi planlanıyor. Bölgenin ekonomik olarak gelişimine paralel olarak büyük alışveriş merkezlerinin yapılması ise
dikkatlerden kaçmıyor.
Alt yapı için yapılan çalışmaların aralıksız devam ettiği Grozni’de, Grozni City projesi ise bölgenin sembol
projesi konumunda. İçinde otel, konut, yaşam alanlarının, yeşil alanların, alışveriş merkezinin, iş yerleri için
rezidansların yapıldığı projenin en önemli özelliği ise
Grozni şehrinin her yerinden görünüyor olması. Ekonomik seviyeyi yükseltmek için tasarlanan projede tüm ayrıntılara dikkat edilmiş. Grozni’nin bir geçiş noktasında
bulunduğuna dikkat çeken yetkililer ülkelerinde bir iş
turizmi ve ürünlerin rahat geçtiği bir geçiş alanı olarak
görmek istiyor. Bu amaçla Grozni 2 projesini de başlatan yetkililer, yeni projede farklı özellikleri ön plana çıkarmak için çalıştıklarının altını çiziyor.
Dünyada yaşanan ekonomik krize rağmen ekonomilerinin giderek geliştiği gözlenen Çeçenistan’da yapılan projelerin dışında sağlık alanındaki gelişmelerde
sevindirici. Türkiye’den özel bir hastane grubunun
bölgede iki tane hastane inşaatına başlaması bölgenin
sağlık açısından gelişimine büyük katkı sağlayacağı
belirtiliyor.
projelerle kalkınıyor
4-5 sene önce mastır planı yapılan ve bu kadar kısa
bir süre içinde hızla yapılanan şehri görünce biz de aynı
dönemlerde tasarlanan ülkemizdeki yerler aklımıza geliyor. Birçok sitenin yapıldığı Beylikdüzü’yle karşılaştırdığımızda Grozni
City,’de her ayrıntının
düşünüldüğü görmek adeta bizi kıskandıracak boyutta.
Son gecemizde muhteşem bir organizasyonla açılışı
yapılan Grozni City birçok ünlü katılımı gecenin daha
renkli geçmesini ve dünyanın gözünün buraca çevrilmesini sağladı. Açılışa Hollywood yıldızı Kevin Costner, Hilary Swank, Van Damme ve dünyaca ünlü
keman sanatçısı Vanessa Mae katılırken, halk büyük
coşku içinde gecenin tadını çıkardı. Jean Claude Van
Damme yaptığı açılış konuşmasında, ‘Çeçenistan’a geldiğimde bir Avrupa başkentine geldiğimi düşündüm’
diyerek Çeçen halkının sıcak karşılamasından duyduğu
memnuniyeti dile getirdi. Her yerin ışıklandırıldığı açılışta halk oyunları, Çeçenistan’ın geçmişte yaşadığı sıkıntılar ve yapılan projelerin aktarılmasının ardından
havai fişeklerle son verilen gecede, Çeçenistan’ın ekonomik olarak giderek geliştiği vurgulandı. Misafirleriyle birlikte tüm geceyi eğlenceyle geçiren Çeçen
halkının ekonomik seviyesinin daha yukarı çıkmasını
dileyerek ülkeden ayrılırken, uzun yıllar savaş görmüş
bir halkın yeniden atağa geçmesi Türkiye’den giden
tüm misafirleri heyecanlandırdı.I
Kasım 2011
35
Çeçenistan’ın sembol projesi
Grozni City açıldı
D
ünyada ekonomik kriz olmasına rağmen
Çeçenistan’da biten projelerin açılışları
peş peşe yapılıyor. Son olarak Rusya Federasyonu nun en büyük projelerinden
biri olan Grozni City projesini açan Bora
İnşaat, bir yandan projenin açılışını yaparken diğer
yandan ise Grozni City 2 projesinin temelini attı. Yapılan çalışmaları aktaran Bora İnşaat Yönetim Kurulu
Üyesi Fikri Gürdal, Çeçen halkına inandıklarını vurgulayarak bölgenin gelişimiyle ilgili bilgiler verdi.
Bora İnşaat olarak Çeçenistan’da gerçekleştirdiğiniz projeleri aktarır mısınız?
Yaklaşık 4 yıldır bu coğrafyadayız. 4 yılda Grozni
City projesini bitirdik, kültür merkezi inşaatımız var.
Rusya’nın ikinci en büyük opera ve tiyatro binası inşaatımız devam ediyor. Birincisi Moskova’daki tiyatro
binasıdır. Fakat bizim birinci olan projeden farklı yönlerimiz var. Projemizin içinde eğitim verilecek olan
alan var. Yani konservatuar şeklinde düşünebilirsiniz.
Bina yüksekliği 65 metredir. Konsept olarak dünya-
36
Kasım 2011
nın önemli tiyatro binaları gezilerek çizildi. Yani mimarisini sanatın içinde bulunan insanlardan onay alarak yaptık. 1200 kişilik sahnemiz var. Bittiği zaman
çok güzel bir sanat eseri ortaya çıkacak. Gelecekte de
buranın kültürel gelişimine hizmet edecek bir yapıda
olacağına inanıyorum. Bunun dışında 7 bin kişilik Osmanlı mimarisiyle bir cami projesini 7 ay gibi kısa bir
sürede yaptık ve 23 Ağustos tarihinde de açtık. Ana
cadde üstündeki köprü ve dere ıslahı işini bitirdik. Bir
alışveriş merkezi projesi devam ediyor. Yine 16 katlı
bir konut projemiz var. Çeçen denizi diye tabir ettiğimiz 3 milyon metrekarelik alanda suni göl oluşturup bunun etrafına iki adet 5 yıldızlı otel ve spor
merkezi, yüzlerce villa, suyun içinde gösteri merkezi,
kadın plajı, erkek plajı, yüzme havuzları vb. gibi
büyük bir kompleks projemiz var. 500 000 metrekarelik kapalı alana sahip üniversite kampüsü projemiz
var. Burada sağlığa çok önem veriliyor, bizim de hastane projemiz var. Yapılan hastane projelerine bizim
de birkaç hastane ile katkımız olacak.
Çeçenistan’da inşaat işlerinizin dışında yatırımlarınız da var onları aktırır mısınız?
İnşaat işlerimizin dışında cam ve alüminyum tesisimiz var. Önümüzdeki yılda 30 bin metrekarelik bir
alana geçeceğiz ve orada cam işleme tesisi ile alüminyum profil ve alüminyum kompozit panel üretimine başlayacağız. Buradaki amacımız dışarıdan
hiçbir ürün almamaktır. Üretim yapmamızın nedeni
insanlara iş imkanı sunmaktır ve Çeçenistan’ın Rusya’ya veya diğer ülkelere ürün satmasını sağlamaktır.
Savaştan sonra Çeçenistan’a hep dışarıdan ürün gelmiş. Bizi istiyoruz ki burada ürettiğimizi dışarı ülkelere veya bölgelere satalım. Bunun için modern sera
kuruyoruz. Organik, hormonsuz ve topraksız bir sistemle. Ekim ayının sonunda başlayacağız. Aralık ayının sonunda da üretime geçmek istiyoruz.
Çeçenistan’ı gördüğümüze göre Çeçen halkı savaştaki yaralarını sarmış ve şimdi ekonomik olarak gelişmenin peşinde diyebilir miyiz?
Ülkeyi gezdiğinizde gördünüz. Savaşın izleri artık
yok ve ekonomik seviyeyi yükseltmek için çalışıyorlar. Dünya standartlarında insan gibi yaşamak istiyorlar.
Grozni şehrinin tam anlamıyla gelişimi veya master planının bitmesi sizce ne kadar sürer?
Bence şehrin gelişimi 10 yıl sonra tamamen biter.
Bir şehir için 10 yıl çok kısa bir süredir. Biz Bora İnşaat olarak 4 yıldır buradayız ve 4 yılda geldiğimiz
noktaya herkes şaşırıyor. Fakat biz bu çalışmaların
hepsini tek başımıza yapmadık. Bunları devlet başkanımız Ramazan Kadirov ve Çeçen halkıyla birlikte
yaptık. Çünkü bize iş veren ve ileriye dönük bize imkânlar sunan, ona göre çalışmalarımızı yönlendiren
kendisidir. Biz de bu çalışmaları bitirmek için her türlü
imkânlarımızla kendisine yardımcı oluyoruz ve olmaya devam edeceğiz.
Şehirle ilgili planlar bittiğinde Grozni bir Avrupa
kenti olabilir mi?
Avrupa kenti olması için 10 yıl beklememize
gerek yok. Şu ana kadar yapılan çalışmalara baktığınızda Grozni bir Avrupa şehrinin havasını yakalamış.
Rusya’nın Moskova dahil bir çok şehrinden daha
ferah ve çok daha düzenli bir şehir oldu. Bu bölgenin
de en güzel şehri oldu.
Çeçen halkının bu hayallerini de Bora İnşaat gerçeğe dönüştürmüşe benziyor…
Biz buranın halkına ve devlet başkanına inandık.
Buraya geldiğimizde sadece ekonomik kazancımızı
düşünerek hareket etmedik. Eğer onların ideallerini
gerçekleştirmekte bir katkımız olduysa ne mutlu bize.
Tabi ki para da kazanacağız. Fakat unutmayalım ki insanlar ve şirketler her yerde para kazanır. Fakat sadece
para kazanmak bana bu mutluluğu vermez. Bu toplumun refah seviyesinin yükseldiğini görmek herkesin iş
sahibi olduğunu görmek bu insanların çok daha iyi
şartlarda yaşadığını görmek daha da büyük mutluluk
veriyor. Belki 100 yıl sonra kimse Bora İnşaatı hatırlamaz. Fakat Türkler geldi bunları yaptı derler. Bizim
istediğimiz de budur. Buraya Türkler geldi çok güzel
eserler yaptı desinler. Bora İnşaat geldi yaptı demesinler.
Çalışanlarınızda öyle sanırım. Çeçenistan’a gelirken Bora İnşaat’ı sorduğumuzda Alper Suri Beyi anlattılar bize…
Yönetim kurulu başkanımız Sayın Alper Suri ve
Sayın Erdoğan Aksoy şu ana kadar tanıdığım en mükemmel iki insan ve mükemmel iki patrondur. 6 bin
çalışanımız var. Hangisine sorarsanız sorun Alper Suri
ilgili herkes övgüyle bahseder. Hepsi de kendisini tanıyor. Burası daha önemlidir. 6 bin kişilik bir firmada
sorun; personel patronlarını ya hiç görmemiştir ya da
bir iki kez görmüştür. Bora’da çalışan herkes her gün
patronlarını görüyor. Çünkü patronları onlarla yemek
yiyor, onlarla çalışıyor. Patronun kapısı her zaman
açıktır. Randevu almadan görüşüp dertlerini anlatabiliyorlar. Biz burada patronlu bir şirket oluşturmadık.
Alper Suri’nin amacı burada bir aile oluşturmaktı. Biz
de onu oluşturduk. Biz böyle bir firmayı kurmayı başardığımız için mutluyuz.
Genelde yurt dışında çalışan firmalarımız iş alıp
yapıyor, sonra da gidiyor. Fakat Bora İnşaat Çeçenistan’daki durumu farklı.
Kasım 2011
37
Bize bunu buradaki yetkililer de söylüyor. Siz parayı alıp gitmediniz. Siz buraya yatırım yaptınız diyorlar. Bizim sadece 40 milyon dolarlık mobilizasyon
yatırımımız var. 200 ün üzerinde iş makinemiz var.
Hiçbir iş makinesini kiralamadık. 4 tane beton tesisi
kurduk. Parke döşeme fabrikamız var. Elektrik kablo,
boru fabrikamız var. Havalandırma tesisat atölyemiz
var. Bu yatırımları hiçbir inşaat firması kendi bünyesinde yapmaz. Dışarıdan bu hizmeti alır. Biz bunları
daha fazla para kazanalım diye değil yokluktan kurduk. Bir çivi isteseniz dışarıdan getirmek zorundasınız. Bu yokluklar bize bu fabrikaları kurdurdu. Bunları
kurarken de baktık ki insanlara da iş sahası açılıyor.
Burada dağcılardan oluşan 20 kişilik bir ekipten dış
cephe temizlik firması kurduk. Binaların dış cephesini
temizliyorlar. Bu arkadaşlar dağcılık yapıyorlardı.
Hepsi işsizdi. Şimdi hepsinin işi oldu.
Grozni City projesinin ülke ekonomisine katkısı
nedir?
Biz öyle bir hesap yapmadık. Fakat buraya 5 yıldızlı oteli yaptırırken gelmeyi düşünüp de kalacak yer
sıkıntısından dolayı gelemeyen insanları çekmek için
yapıldı. Bu insanlar genelde iş yapan insanlar olacak.
Buraya yatırım yapmak isteyenler geldiklerinde bir
otel bulamıyorlardı. Burada kongre merkezi yoktu bu
yapıldı. Belki burada Antalya’daki gibi kent kongresi
olmayacak fakat iş kongresi veya fuarlar olabilir. Bu
bölge savaşlar öncesi bölgenin en canlı yeriymiş. Burası tam bir geçiş noktası. Şimdi yeniden bu hareketliliği kazanmak istiyorlar. Ben bir iki yıldır
Moskova’dan ürün aldığım Ermeni iş adamlarını
Grozni’ye davet ettim. Hem Ermeni hem de Moskova’dan bu insanlar buraya gelecek son kişilerdir. Buraya en sonunda geldiler. Grozni’yi gezdikten sonra
38
Kasım 2011
Moskova’dan gelen ödeneğin nerede olduğunu gördük dediler. Yani yönetim bütçeyi kendi istekleri için
harcamadı. Halkı için yatırdığı net görünüyor. Buraya
gelen bütçeyle ilgili kimse tartışamaz çünkü net bir
şeklide bu ödeneğin nereye harcandığı görülüyor, verilen ödenekten daha fazla iş yapılıyor. Bir stadyum
yapılacaktı ilk olarak Rus standartlarına göre projelendiriliyordu, sonra UEFA standartları konuşuldu en
son FIFA standartlarında yapıldı. Bu stadda FIFA’nın
maçları yapılabilir diye belgemiz var. Türkiye’de kaç
stad böyle yapıldı?
Başkan Kadirov’un petrol ve doğalgaz satışını arttırmak isteği var mı?
Bu rafineri kurma istekleri var. Bununla ilgili bir
ihaleye açılacak. Bu ihaleye kimler girer onu bilemem.
Kim daha iyi teklif verirse ihaleyi o kazanır. Bu ihale
zaten çok büyük bir ihaledir. Bir firmanın altından kalkacağı işler değil. Bu işler konsorsiyum şeklinde yapılır. Burada bize iş verirlerse yaparız, size ihtiyaç yok
derlerse yapmayız. Bizim burada iş kaygımız yok.I
Türk müteahhitlik sektörünün yurt dışındaki genç yöneticisini
Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade:
Kafkasya’da elde ettiğimiz
başarıyı diğer bölgelere de
taşıyacağız
Siyavuş Mehmetzade, “Burada birçok projeyi hayata geçirdik ve çalışmalarımız devam ediyor. Yaptığımız her projenin özel olması için araştırmalar yapıyoruz. Yurt dışında birçok projeyi inceleyerek hareket
ediyoruz ve insan odaklı çalışıyoruz. Yanımızda iki binden fazla insan çalışıyor. Hepsiyle birebir ilgileniyorum. Türkiye’den işçi getirdiğimiz gibi Çeçen vatandaşlarını da işe alıyoruz. Gençlere meslek öğretiyoruz” sözlerinin ardından kendisinin de bir çalışan gibi sahadan ayrılmadığını belirtiyor.
afkasya’nın en büyük inşaat firması
olma yolunda emin adımlarla ilerleyen
Penta İnşaat, yaptığı projelerle ismini
duyurmayı başarıyor. Her projede farklı
mimari yapılarıyla ön plana çıkan Penta
İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade,
kendisini adeta işlerine adayan biri olarak tanınıyor.
Çeçenistan’ın savaş sonrası inşa döneminde zor
şartlar altında yaptığı çalışmalarla ön plana çıkan
Penta İnşaat, cami, hastane, matbaa, medrese, yol,
çevre düzenlemesi ve
cephe yenileme gibi birçok alanda hizmet veriyor. Çeçenistan halkına
hizmet etmekten gurur
duyduğunu belirten Siya-
K
40
Kasım 2011
vuş Mehmetzade, “Burada birçok projeyi hayata geçirdik ve çalışmalarımız devam ediyor. Yaptığımız her
projenin özel olması için araştırmalar yapıyoruz. Yurt
dışında birçok projeyi inceleyerek hareket ediyoruz ve
insan odaklı çalışıyoruz. Yanımızda iki binden fazla
insan çalışıyor. Hepsiyle birebir ilgileniyorum. Türkiye’den işçi getirdiğimiz gibi Çeçen vatandaşlarını da
işe alıyoruz. Gençlere meslek öğretiyoruz” sözlerinin
ardından kendisinin de bir çalışan gibi sahadan ayrılmadığını belirtiyor.
Gece
saatlerinde
uygun olduğu için bizi
davet eden Siyavuş Mehmetzade’ye eşliğimiz sabaha karşı 4 gibi bizim
yorgunluğumuzla son
bulsa da kendisinin her gün aynı tempoda çalıştığını
çalışanlarından öğrenmek bizi oldukça şaşırtıyor.
Yaptıkları projeleri gezerken çalışmalarla ilgili düşüncelerimizi soran Penta İnşaat Yönetim Kurulu
Başkanı Siyavuş Mehmetzade’ye, bölgeyle aynı dönemde gelişen Beylikdüzü gibi yerlerde bile olmayan özellikleri yansıttıklarını hatırlatıyoruz.
Kıyaslamanın kendileri için önemli olduğunu belirten Siyavuş Mehmetzade, Penta İnşaat olarak yaptıkları projeler ilgili bilgi vermeye devam ediyor.
“Çeçenistan’da birçok projeye imza attık ve yapmaya da devam ediyoruz. 0-6 yaş kimsesiz çocuklar evi projesini bitirdik. 100 tane çocuğumuzun
rahatlıkla kalacağı çocuk evinde düşündüğünüz tüm
özellikleri göreceksiniz. 0-3 yaş grubu çocuklarımız
için kreş bölümü, anaokulu bölümü, oyun alanıyla
toplam 1500 metrekare inşaat alanına sahip yapıyı
teslim ettik. Bunun dışında Gudermes City 1. Etabını başarıyla bitirdik. 5 bloktan oluşan projede
konut, iş merkezi, otel ve alışveriş merkezinin de
bulunduğu bir komplekstir. Çeçenistan’ın sembol
projeleri arasına girecek bu projede her ayrıntıyı düşündük. Bunun dışında İslami Matbaa projesini kısa
zamanda bitirip teslim ettik” diyen Siyavuş Mehmetzade Çeçenistan’da Penta İnşaat’ı öne çıkaran
özelliklerinin projeleri kısa sürede ve hiçbir ayrıntıyı atlamadan bitirmiş olmaları olduğunu belirtiyor.
Çeçenistan’da çevre düzenlemesiyle de ilgili çalışmalarda ön plana çıkan Penta İnşaat’ın son olarak Argun Bulvar Düzenlemesini yaptıklarını
hatırlatan Mehmetzade, “Grozni-Argun-Gudermes
arasındaki ana yola, cami, çevre düzenlemesi ve ula-
Kasım 2011
41
şımdaki çalışmalarla bölgeyi merkez bir hale getirmeyi başardık. 1.7 km uzunluğundaki yolda yaptığımız çalışmayla Avrupa kentlerini aratmayacak bir
güzelliğe kavuşturduk. Bu projeden sonra Argun deresini rekrasyon alanı olarak düzenlenmesini üstlendik. Bir başka konut projemizde Argun City Konut
Projesi oldu. 2 blok 9 katlı projede herkese yetecek
otopark, ısıtma sistemleri, aydınlanma ve iç malzemeleri özenle seçtiğimiz proje Çeçen halkı açısından
çok önemli projeler arasında yer almaktadır” dedi.
Çeçenistan’da elde ettikleri tecrübeyi Kafkasya’nın diğer bölgelerine de taşımayı hedeflediklerinin
altını çizen Penta İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Siyavuş Mehmetzade, “Biz burada insanların geleceklerini inşaa ediyoruz. Burada birçok projeyi bitirdik.
Elde ettiğimiz tüm tecrübeyi Kafkasya’nın diğer bölgelerine de taşıyacağız” dedi.I
2008 yılında, Kafkasya’da, prestijli proje uygulamalarına başlayan PENTA Construction, çalışmalarına her geçen gün yeni projeler ekleyerek devam etmektedir. Tamamlanan konut projelerinin yanı
sıra uygulaması devam etmekte olan cami, hastane, altyapı, yol ve çevre düzenleme projeleri, PENTA
Construction’nın deneyimlerine yenilerini eklemektedir. 2000’ni aşan çalışanı, 50’yi aşan teknik personeli ile PENTA Construction, Kafkasya’nın en büyük firması olma yolunda emin adımlarla, hızla
yükselmektedir. 2010 yılında, Penta Bilişim Sistemleri İç ve Dış Ticaret İnşaat Turizm Enerji İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. yurtiçi talepleri karşılamak üzere kurulmuştur.
Kaliteyi bir yaşam biçimi olarak benimseyen, doğruluk ve güveni en önemli değerleri olarak koruyan PENTA Construction, kuruluşundan bu yana "insana saygı" ya dayanan yönetim anlayışı ile, tamamladığı kaliteli projeler ile, sektörün saygın şirketleri arasında adını farklı bir konuma yerleştirmiştir.
PENTA Construction'da istihdamdan işletmeye kadar her şey vizyon ve değerler tarafından tanımlanır.
42
Kasım 2011
Endonezya İstanbul Fahri Konsolosu ve
DEİK Türkiye-Endonezya İş Konseyi Başkanı Emin Hitay :
Endonezya’yı şimdiden
geleceğin büyük ülkeleri
arasında görebiliriz
ürkiye Endonezya ticari ilişkileri, yapılan
karşılıklı ziyaretler sonucu farklı bir noktaya geldi. Önümüzdeki dönemde ise kaldırılan vize uygulaması ile birlikte daha
yüksek ticari hacme ulaşması bekleniyor.
Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Endonezya
İstanbul Fahri Konsolosu, DEİK Türkiye-Endonezya
İş Konseyi Başkanı ve Hitay Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Emin Hitay, sorularımızı yanıtladı.
Endonezya ile ilişkilerimizin geliştiği bir dönem
yaşanıyor. Bu noktada Endonezya ile ilgili neler aktarmak istersiniz?
240 milyon nüfusu olan, geçen yıldan itibaren kişi
başı gelirin 3.500 dolar olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Fakat bu ülkenin en büyük özelliği zengin
doğal kaynakları. Baktığınız zaman, petrol, doğalgaz,
aklınıza gelebilecek birçok madene ve tropikal bir iklime sahip olması nedeniyle orman ürünleri açısından
T
44
Kasım 2011
çok zengin bir ülke. Dolayısıyla doğal kaynaklarının
zenginliği ülkenin zenginliğine de çok büyük bir etkide bulunuyor. Pricewaterhouse Coopers 2050 raporuna göre, satın alma kalitesi bakımından, Endonezya
2050 yılında dünyanın 8. ülke ekonomisi oluyor. Raporda 1. büyük ekonomi Çin, 2. Hindistan, 3.ABD
olarak gösteriliyor ve Endonezya’yı da 8. konuma getirmişler. Dolayısıyla ilk 10 arasına giren ekonomilerden birisi.
Bu doğrultuda önümüzdeki dönemde yaşlanan bir
nüfustan da bahsedebiliriz
Doğru, ama bu bütün dünyada olacak. Kaçınılmaz
bir şey. 2050 yılında Endonezya yaşlanan bir ülke olduğu zaman Avrupa, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde
yaş ortalaması çok daha yüksek olacaktır. Endonezya’nın Türkiye gibi çok genç bir nüfusu var. Sanıyorum ortalama yaş 28 civarında, Türkiye’de de
29.3’tür. Çok genç ve dinamik bir nüfusa sahip. Doğal
kaynaklar çok zengin. Haliyle bu da ülkenin ekono-
mik olarak hızlı bir şekilde gelişmesine neden oluyor.
Yıllık büyüme oranı her sene % 6,5 - 7 civarında. Zengin doğal kaynaklarının ekonomiye kazandırılması ile
beraber büyümenin sürekli olacağı öngörülüyor. Dolayısıyla Endonezya’yı bugünden geleceğin büyük ülkeleri arasında görebiliriz.
Endonezya jeopolitik olarak da önemli bir yerde
bulunuyor. Bu avantajını da kullanacaktır.
Malakka Boğazı orada bulunuyor ve jeopolitik
öneme sahip. Bildiğiniz gibi ticaret ve üretim aktif pasifine doğru, doğuya doğru kaydı. Üretim, ticaret, hızlı
gelişme orada, dolayısıyla ticaret yolları çok önem kazanmaya başladı. Zaten bu boğazda Endonezya’nın
Sumatra adasıyla, Singapur Malezya arasında geçen
bir koridor. Dolayısıyla çok önemli bir noktada bulunuyorlar.
Önemli bir yerden bahsedildiği zaman doğal olarak problemler de beraberinde geliyor. Konuya bu açıdan bakarsak Endonezya’nın sıkıntılarından
bahsedebilir miyiz?
Orada da çok ufak tefek problemler söz konusu.
Dünyada sıfır problemli hiçbir yer yok. Bugün Amerika’da bile Wall Street’te yürüyüşler başladı. Her
yerde bir takım hareketlenmeler ve sıkıntılar var ama
göreceli olarak baktığımızda Endonezya sorunu daha
az olan ülkeler arasına giriyor. Genel anlamda pek
fazla bir sıkıntısı yok. Onun en önemli sıkıntısı altyapısı, eğitim, iş gibi imkânlarını yaratması konusunda
daha fazla ilerlemesi gerekiyor.
Ekonomik olarak işbirliğimiz çoğunlukla savunma
sanayi alanında olduğu gözlemleniyor. Yanılıyor
muyuz?
Ak Parti hükümeti döneminde bizim Endonezya
ile olan ilişkilerimiz canlanmaya başladı. 2010 yılında
bizim ticaret hacmimiz 1,7 milyar Dolar civarındaydı.
Bir önceki sene 1,250 milyar Dolar civarındaydı.
2000 yılında ise ticaret hacmimiz sadece 262 milyon
Dolardı.
Kasım 2011
45
Bu rakamın az olduğunu ifade edebilir miyiz?
Türkiye ve Endonezya gibi büyüme potansiyeli
yüksek olan 2 ülke ile karşılaştırdığımızda çok az.
Karşılıklı görüşmeler sonucunda bunu 2014–2015 gibi
5 milyar Dolar’a çıkartılması bekleniyor ki aslında bu
bile az. Aslında şu da var, Endonezya ile olan ticaretimizde doğrudan ticaret hacmimizdir, ancak endirekt
olarak ticaret hacmimiz çok daha yüksek. Bir takım
vergi avantajları nedeniyle oradan buraya, buradan
oraya giden malların büyük bir kısmı aslında Singapur ve Malezya üzerinden gönderiliyor. Dolayısıyla
hem onların buraya gönderdiği, hem de bizim oraya
gönderdiğimiz mallarda görünen Singapur ve Malezya
olduğundan aslında 1,7 milyar dolay değil. Şu anda
ben 2,5 milyar Dolar civarında bir ticaret hacminin olduğunu tahmin ediyorum. Tabii ki bu ilişkilerin gelişmesiyle, mesela bizim Başbakanımız bir ziyarette
bulundu. Ardından Endonezya Cumhurbaşkanı Sayın
Susilo Bambang Yudhoyono geçen Haziran ayının sonunda hem Ankara’yı hem de İstanbul’u ziyaret etti.
Ankara’da Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız ile
görüştüler. İstanbul’a geldiler. Cumhurbaşkanımız,
Endonezya Cumhurbaşkanı onuruna Dolmabahçe Sarayı’nda bir davet verdi. İlişkilerin geliştirilmesi anlamında bir takım karşılıklı görüşmeler yapıldı.
Ardından Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, bu
sene Nisan ayında Endonezya’ya bir ziyarette bulundu. Çok güzel, olumlu bir ziyaretti, yine çok
olumlu görüşmeler yapıldı. Ticaretin 5 milyar Dolar’a
çıkarılması yolunda bir takım anlaşmalar, sözleşmeler yapıldı. Öyle gözüküyor ki, bizim Endonezya ile
olan ilişkimiz giderek artacak.
46
Kasım 2011
İlişkiler geliştirilirken hangi alanlar göze çarpıyor?
Yatırım açısından hem Endonezya hem de Türkiye
çok cazip iki ülke. Türkiye’nin enteresan bir pozisyonu var, özellikle Avrupa’ya çok yakınız. Örneğin
burada bir tekstil ürünü üretildiği zaman, biz küçük
miktarlarda üretip hızlı bir şekilde gönderebiliyoruz
ve Avrupa’ya yakınız. Dolayısıyla çok kaliteli tekstil
ürünleri üretebiliyoruz. Onun dışında en son otomotivde muazzam adımlar atıldı 10 senede. Türkiye resmen Avrupa’nın bir otomotiv üretim üssü haline
gelmeye başladı. Çok ciddi gelişmeler var. Endonezya
ile ilişkilerimizde şu anda oradan bize daha çok orman
ürünleri, palmiye yağı gibi doğal ürünler gönderiliyor.
Çok genç ve hızla gelişen bir ülkeden bahsediyoruz.
Bizim Türkiye’deki beyaz ve kahverengi eşya ürünlerini üreten üreticilerimiz çok başarılılar. Bugün baktığımız zaman Arçelik, Beko, Vestel hepsi çok başarılı
şirketler. Bu şirketlerin orada yatırım yapmalarını ben
o şirketlerin geleceği açısından çok olumlu olacağını
düşünüyorum.
Ayrıca bizim otomotiv yan sanayimiz de çok gelişti. O konuda bir takım yatırımlar ya da işbirlikleri
olabilir. Aynı şekilde makine sanayimiz son 15–20 senede gerçekten çok gelişti. O konuda da işbirliklerimiz, yatırımlarımız ya da ihracatlarımız olabilir.
Endonezya’da da altyapı anlamında ciddi eksiklikler var. Karayolu ve limanlar ile ilgili ciddi bir açık
var ve bu konuda yatırım yapılacak. Bu yatırımda
Türk inşaat firmalarının da yer alacağını düşünüyorum.
Finans sektörümüz uluslararası arenada parmakla
gösteriliyor. Bu alandaki tecrübelerimiz Endo-
nezya’da yer almamızı sağlayabilir mi?
Kesinlikle olabilir. Bir yatırım maddesi de bu
zaten. Ben Ziraat ve Halk Bankası’ndan böyle bir girişimde bulunmalarını beklerim. Çünkü uluslararası
ilişkilerde mütekabiliyet denen karşılıklılık ilkesi vardır. Dolayısıyla size bir hak verildiği zaman onlar da
isteyebiliyorlar. Onların devlet bankasıyla bizim bir
devlet bankamız karşılıklı şube açabilirler. Bu aynı zamanda bizim aramızdaki ticaret hacmini de artırmaya
tetikleyici bir etken olur diye düşünüyorum. Onun arkasından özel ve katılım bankaları için de bankacılık
konusunda ciddi fırsatlar doğacaktır.
Müslüman bir ülke olması ilişkilerimiz açısından
pozitif bir etki yaratır mı?
İki tarafın da Müslüman bir ülke olması bu sıcaklığı artırdı. Ayrıca her 2 ülke de D8 dediğimiz sadece
Müslüman ülkelerin üye oldukları bir örgütte birlikte
toplantılar ve görüşmeler yapıyorlar. Dolayısıyla burada ilişkiler oldukça artırılıyor. Örneğin geçtiğimiz
hafta İstanbul’da D8 ülkelerinin sanayi bakanlarının
toplantısı vardı. Endonezya Sanayi Bakanı Sayın Mohamad Hidayat da buradaydı. Bütün D8 ülkelerinin
sanayi bakanları burada bulunuyordu. Onlar 2 günlük
bir toplantı yaptılar, bu arada biz de oradan sanayi bakanıyla birlikte gelmiş Endonezyalı büyük şirketlerin
üst düzey yöneticileri, CEO’ları ve sanayi bakanıyla,
Türkiye’den de DEİK, TUSİAD, MUSİAD, TUMSİAD gibi kuruluşların üyelerini davet ettik. Yaklaşık
150 kişinin katıldığı bir toplantı yaptık. Arkasından da
ikili görüşmeler yaptık. Bu ikili görüşmeler düşündüğümüzden daha uzun sürdü. Yaklaşık 3 saat kadar
sürdü. Bu ilişkileri artırmak, iş hacmini büyütmek an-
lamında elimizden geleni yapıyoruz.
Biraz da Hitay Yatırım Holding’in yaptığı çalışmalardan bahsedebilir miyiz?
Hitay Yatırım Holding, bir yatırım şirketi... IT sektöründe şirketlerimiz var bunlar; Teknoser ve Exim.
Onun dışında internet ile ilgili yatırımlarımız bulunuyor; Napolyon.com ve Dorinsight.com gibi… 2009 yılında faaliyete geçen bir faktoring şirketimiz var ve
son olarak da Sotheby’s International Realty’nin 25
yıllığına Türkiye haklarını aldık. Türkiye’de gayrimenkul hizmetleri veriyoruz ve şu anda elimizde yaklaşık 500 milyon dolarlık ciddi bir portföyümüz var.
Bu bize exculusive olarak verildi. Alıcıları ve satıcıları
burada buluşturuyoruz. Dediğim gibi faktoringi 2009
yılında kurduk, öncelikle 5 milyon TL sermaye ile
kurmuştuk, 1 ay sonrasında ise 10 milyon TL’ye çıkarttık. Şu anda Antalya ve Ankara’da şubeleri olan
35 kişilik kadrosu olan karlı bir firma haline geldi. Napolyon.com 1 milyon 200 bin üyesiyle izinli pazarlamada şu anda Türkiye’deki ilk ve tek firma.
Dorinsight online araştırmada en önemli ve ilk büyük
firma. Hala bu konumunu sürdürüyor. Bugün Teknoser ve Exim 624 kişinin çalıştığı büyük bir şirket. IT
sektöründe bulunan 2 firmamızda 624 kişi çalışıyor.
Teknoser şu anda 65 ilde şubesi olan ciddi büyük bir
firma haline geldi. Çok büyüdü, rakamlar büyüdü, karlılığımız da arttı. Biz 2 sene önce Teknoser’i dönüştürme anlamında bir takım çalışmalara başladık.
Sadece servis veren bakım onarım firmasından çıkarıp, aynı zamanda sistem entegretörü haline getirme
yolunda bir takım adımlar attık.I
Kasım 2011
47
Ar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Timuçin Devrim Yalı:
Akaryakıtta devrim yaptık
K
anada’da insanlara mercimek yemeyi
öğreten Ar Şirketler Grubu, bugün dünya
mercimek pazarının da %45’ini elinde
bulundurmakta. Bakliyatta yakalanılan
uluslararası başarı sonrası finans, gayrimenkul ve akaryakıt dağıtımı gibi sektörlerde de
önemli başarılara imza atan şirket, gelecek ile ilgili
planlarında ise oldukça iddialı. Şirketin Yönetim Kurulu Üyesi Timuçin Devrim Yalı, şirketin gelecek ile
ilgili hedeflerini dergimizle paylaştı.
Ar Şirketler Grubu’nun gelişimi ile ilgili bilgi verir
misiniz?
Bakliyatta yakaladığımız uluslararası başarı sonrası Kanada’daki şirketimizi 2007 yılında halka arz
ettik. Bu açıdan bakıldığında yurtdışında İlk halka arz
işlemini gerçekleştiren Turkcell değildir. Turkcell sadece İstanbul’daki hisselerini orada ticarete açmıştır.
Biz orada Kanadalı ve Amerikalı vatandaşlardan para
toplayıp sermaye yaratıp işi büyütme pozisyonuna geçtik. Bu da Türkiye’de bir ilktir. Türkiye stratejik bir
ülke. Dünya sıralamasında ekonomide 15. sıradayız.
2023’te ekonominin ilk 10’a girecek olması normal ve
beklenen bir şey. 2023 hedefleri için biz de çalışıyoruz. Bu çerçevede 12 tane dünya markası yaratılacak.
Hedefimiz bu on iki markadan ikisine sahip olmak.
Bu markalardan biri ‘Arbella’ olabilir mi?
Makarnada Arbella markamız var. Türkiye’de ihracatta birinciyiz. 90 ülkeye makarna gönderiyoruz.
Türkiye dünyada ihracatta ikinci sırada ve dünyada
48
Kasım 2011
ikinci sırada olan ülkenin birinci sırada makarna ihracatçısıyız. Bu 4 yıl gibi kısa bir zamanda oldu ve ciddi
bir kapasitemiz var. Makarna işinde de iyi gidiyoruz.
Gıdada; mercimekte %45, beyaz fasulyede %12, nohutta da dış ticarette lider bir şirketiz. Üçünde de
dünya lideriyiz yani. Bu oranlara bakıldığı zaman
markamızı uluslararası bir marka haline getirebileceğimizi söyleyebiliriz.
Akaryakıta son dönemde yaptığınız çalışmalarla
adınızdan çokça söz ettirdiniz. Mersin’de sizden önce
başlayanlar vardı. Sektöre girme hususunda geç kalındı mı?
Biz akaryakıt sektöründe devrim yaptık. Biz zaten
farklılık yaratamayacağımız sektöre girmiyoruz. Türkiye’de akaryakıt sisteminde bir rafineri var, dağıtım
şirketleri, bayiler ve tüketiciler var. Türkiye’de akaryakıtın çok pahalı olması bir üründe 4 kişinin kar etmesinden kaynaklanıyor. Tüpraş’ın ne kadar kar
ettiğini bilemem ama Tüpraş’tan tüketiciye gelene
kadar %14 kar marjı var. Dünyada hiçbir kar marjı bu
kadar yüksek değil. Biz yıllarca bu yüksek kar marjı
ile işlemişiz. Türkiye’de hiçbir dağıtım şirketinin
kendi istasyonu yok. Bayilik sistemi var. Biz kendi istasyonumuzu satın alarak bayi karsız bu işe başladık.
Sektörde dağıtım şirketleri %15’ten fazla kendi istasyonlarını işletemez diye bir kanun vardı. Şimdi o
kanun da ortadan bizim sayemizde kalktı ve Türkiye
bizim sayemizde bayisiz ve aracısız Tüpraş’tan direkt
akaryakıt alma şansına kavuştuğu için %7 indirimli
akaryakıt almaya başladı.
Sizin daha etkin olmanızda intifa sözleşmelerinin 5 yıl ile
sınırlandırılmasının etkisi oldu mu?
İntifa sözleşmelerinin sona ermesiyle ben bu sektöre adım
attım. Yoksa alıp değiştirecek istasyon bulamıyorduk. Dağıtım şirketleri 20-25 yıllık sözleşmelerle yoluna devam ediyordu ve ben dünyanın en büyük markasıyım diye düşünen
bu markalar, bayilere kendilerini bir lütuf olarak aktarıyordu.
İndirimler hususunda rakipleriniz farklı düşünüyor.
Sizinle ilgili sektörde indirim yaptığınız oranlarda karlar yok diye ifade ediyorlar.
Dünyada hiçbir işte malı satıp %14 kar ettiğiniz
bir iş yok. Akaryakıt paradan sonra en büyük araçtır. Ben size para verip ertesi gün %14 faiz istesem
yıllık şaka gibi bir rakama denk gelir. Dağıtım şirketlerinin kendi istasyonları, rafinerileri, deposu
olmadığı halde neden %7 kar alıyor?
Haklı olabilirsiniz ancak bu noktada bu
karlar yok derken insanların kafalarını karıştırdıkları da kesin. Bu durumun başka bir
yansıması da kaçak akaryakıt algısı olduğunu söyleyebiliriz.
Bakın EPDK çok etkili ve denetimleri çok yüksek. Türkiye’de kaçakçılıklar düştü. Biz İstanbul’un
merkezinde satışlarımızı yapıyoruz.
Bu durumun altının çizilmesi lazım.
Sigarada da aynısını yapmışlardı.
Demek ki birilerinin canını acıtmışız.
Siz kaçak akaryakıt azalıyor derken, Başbakan 2-3 yıldır kaçakçılığın
arttığını söylüyor. 10 numara yağ meselesi, solvent gündeme geldi.
Bayili bir sistemdense tek dağıtıcılı bir
sistemi denetlemek daha kolaydır. Bizim denetimimiz çok kolay ama onların denetlenmesi çok
zor. Bayi istediğini yaptıktan sonra dağıtım şirketi
ne yapsın? Bizim gibi bir sistemi devlet teşvik ediyor. Bizim bütün istasyonlarımızda otomasyon var.
Bütün otomasyon girdilerinin hepsi EPDK’ya bildiriliyor. Bugün dünya devi dediğimiz şirketlerin bayilerinin tamamında otomasyon yok. Benim kadar
kolay denetlenebilecek bir organizasyon yok. Onu bırakın ben akaryakıtımı bile kendi lojistik şirketimle taşıtıyorum. Dolayısıyla taşımadan tutun satışa kadar çok
rahat denetlenebilecek bir sistemim var. Bundan dolayı da ben zaten akaryakıtıma garanti veriyorum. Taşımadan kaynaklanan akaryakıt bozulmalarında aracı
bile değiştiriyorum. Bunu da TÜV denetliyor. Onlar
gelip bozulmaları inceliyor, ona göre ben cezamı ödüyorum. Bizde yasama, yürütme, yargı ayrı. Dolayısıyla
bizim kadar kaliteli ve düzgün çalışan yok. Bunun kay-
Kasım 2011
49
nağı da sistemin düzgün çalışmasıdır. Türkiye’nin en
büyük dağıtıcı şirketlerinin Türkiye’den ayrılma süresi 1 gündür. Burada ne toprağı var, ne deposu var.
Tamamen organizasyon işidir. Muhasebe departmanları bile yurt dışındadır.
Bu firmaların çok büyük ağırlıkları vardı.
Artık Türkiye gelişiyor. Şu an ben gidip Somali’de
şirket kursam çok büyük olurum. Türkiye şu anda
zaman, ekonomik gelişmişlik, eğitim, akıllı olma,
dünya liderliğine oynama, evrelerinden geçiyor. Bizim
insanlarımız gördükleri gibi göbek kaşıyan bidon kafalı insanlar değiller. İlk defa ticaretten, iş adamlarının
ihtiyacından anlayan bir iktidar var. Şu an biz her
şeyin cevabını alabiliyoruz, konuşabiliyoruz, paralel
hareket edebiliyoruz.
Konuşmamızın başında 12 tane uluslararası markadan bahsetmiştik şu anda böyle bir markamız var
mı?
Mesela Sabancı’nın Kordsa markası dünyada bir
numara, biz de mercimekte bir numarayız. Bizim
şimdi bir marka daha sokmamız lazım bunun için de
ya inşaat ya da akaryakıt markamızı düşünüyorum.
Uluslararası marklar meydana getirirken ortaklıklar olabilir mi? Mesela Irak konusunda kartlar yeni dağıtılıyor.
Bizim oralarla işimiz olmaz. Biz oraları sevmiyoruz.
Sigarada Irak’ta etkinliğiniz vardı.
Sigarada Irak’ta etkiniz. Irak’ta ortaklarla kurduğumuz bir tesisimiz var. Biz o işte de çok mutlu değiliz ve sigara işinden çıkacağız.
50
Kasım 2011
Türkiye pazarı değiştiği için mi böyle bir karar
verdiniz?
Grubun çok değişik işleri var. Çok ciddi gayrimenkul, finans ve akaryakıt işi var. Sigara artık bu
resme doğru oturmuyor.
Peki burada bir ortaklık düşünebilir mi?
Akaryakıtta bizim birçok ortaklık girişimimiz oluyor çünkü gerçekten yıldızı parlayan bir yapı.
Finans konusunda da bir başka zorlu alan olan faktoringi seçtiniz.
O sektörde de bir takım düzenlemeler oldu. Tamamen BDDK’nın kontrolüne girdi. Çok ciddi denetimler yaşandı, sektörde kapanmalar yaşandı, lisans
iptalleri oldu. Bazıları geri geldi ama çok aktif değiller. Siz devletin, bürokratın, düzenleyicinin gözünde
bu işle ilgili yeterliliğe sahip değilseniz yargı yoluyla
kazanmış olduğunuz haklarınızın da pratikte geçerli
olması çok zor bir şeydir. Bizim faktoring işini istememizin nedeni yaklaşık 350 milyon dolara yakın
kendi içimizde bir borç ve alacak yönetiyor olmamız.
Şimdi her birisi açıp Mahmut Bey’den kredi istiyor.
Benim hem tedarikçi hem de alıcı riskimi yönetmek
için faktoring en önemli enstrüman.
Bizim asıl istediğimiz mümkün olduğunca herkes
tarafından denetlenmemiz. Bizi yurt dışında halka açık
şirkte olduğumuz için bizi Amerika ve Kanada denetliyor. Buradan kazandığı parayla hedef faaliyetlerini
besliyor mu diye biz denetim geçiriyoruz. Sonuçta
Müslüman iş adamısınız. New York limanı Dubaili bir
grup tarafından alındı ve kabul görmedi. Biz de sonuçta Amerikalı ve Kanadalı vatandaşın parasını alıp
Türkiye’ye getiriyoruz ve burada yatırım yapıyoruz.
Sigarada TAPDK denetliyor. Akaryakıtta EPDK faktoringde de BDDK denetliyor. Bu kadar grup tarafından denetlenen bir grup yoktur. Biz denetlenmeyi
seviyoruz. Çünkü kendimizi disipline ediyoruz ve piyasada bize karşı oluşabilecek dedikoduların önüne
ciddi bir set çekiyoruz.
Gayrimenkul hususu da son dönemde oldukça popüler.
Benim çok sevdiğim bir söz vardır kazanılan her
türlü para sonunda eve gider. Bu bir tüketici alışkanlığıdır. Para artırdığınız zaman hemen bir ev almaya
çalışırsınız. Bu Maslow hiyerarşisinin en önemli ihtiyaçlarından biridir. Kendi evinde oturan ile kiracı olanın yürüyüşleri bile farklıdır. Bizim de kazandığımız
paraları bir şekilde eve döndürmeye çalışmamız lazım.
Sonuçta bu yaşayan bir organizma. Piyasaya çok
büyük farklılıklar kattık. Biz hiçbir işte peçete üstünde
proje yapmayız. Biz akaryakıt işi için 4 yıl çalıştık ve
daha yeni yeni ortaya çıktı. Biz bu 4 yıl içinde Balmumcu’da, Bomonti’de, Ataşehir’de, Ayazağa’da,
Maslak’ta arazi aldık. Şehir içinde bu kadar arazisi
olan ve bunu geliştiren başka bir grup yok.
Bu işte geç kalındı mı?
Gayrimenkulde hiç geç kalınmadı. Gayrimenkulde
İstanbul daha yolun başında. Bence İstanbul’da 2023
yılında metrekare fiyatları 20-25 bin dolar olacak.
Bazı büyük projelerde sıkıntılar yaşanıyor bu durum sizi
korkutmuyor mu?
Bizim iş yaptığımız yerler Beşiktaş, Sarıyer, Şişli
ve Bakırköy. Beylikdüzü ya da Kurtköy’de iş yapmıyoruz. Ben bu projelerden çıkmak istediğim anda
çıkma sürem 1 hafta. Beylikdüzü’nde olsam çıkmam
imkansız. Zaten bu işi çok niş yapıyoruz ama çok yeni
kavramlar getirdik. Örneğin maliyetine lüks diye bir
kavram getirdik. Mesela Bomonti’deki binamız 28
katlı, 200’e yakın bağımsız bölümü var. 1 tane Rolce
Royce, 3 tane Mercedes, 2 tane de deniz taksi bağışladım projeye. Bunlarla yurtdışından müşterilerinizi
karşılayabiliyorsunuz. Deniz taksilerle karşıya geçebiliyorsunuz.
Bu çok önemli ama ülkede başka bir şey var. Ali
Ağaoğlu’nun yaptığı gibi bunlar benim araçlarım
deyip bir güç gösterisi yapmak daha doğru değil mi?
Güçlüye olan sevgi bağlılık biliyorsunuz bizde üst düzeydedir.
Bu araçların hiçbiri benim değil. Binanın araçları.
60 yıldır grubumuzun temel felsefesi kalite ve buna
en ekonomik fiyatı sunabilmedir. Bunu sağlayabildiğin sürece müşteri sizinle duygusal bir bağ yaratır.
Bizim insanlarla aramızda duygusal bir bağ var. Biz
gücümüzü müşteriye bende araba var, uçak var diye
sağlamıyoruz her şeyi paylaşıyoruz. Bizim müşterimizle aramızda güçlü bir bağ vardır. Full müşterisi 30
gün boyunca akaryakıt almadığı zaman telefon açar
ve neden almadığını sorarız. Dünyada bu yok. Müşteri haklı veya haksız olsun bir şikayeti varsa istasyon müdürüne
ceza yazarım.
Kasım 2011
51
Esta Construction Yönetim Kurulu Başkanı Bahattin Demirbilek:
Rusya’ya yeni girecek
müteahhidimizin şansı
olacağına inanmıyorum
R
usya pazarı ile ilgili 20 yılı aşkın bir deneyime sahip olan Bahattin Demirbilek,
kurmuş olduğu Esta Construction firması ile önemli projelere imza atmış.
Bugün gelinen noktada edindiği deneyimler neticesinde Rusya’da yatırım aşamasına gelen
Bahattin Demirbilek, pazar ile ilgili önemli uyarılarda
bulunuyor.
Rusya pazarının Türk inşaat sektörü açısından gelişimi ile ilgili bilgi verir misiniz?
90 yılların başında Rus askerlerinin Doğu Almanya’dan ayrılması döneminde, Almanya ile Rusya arasında çeşitli anlaşmalar yapıldı ve bu anlaşmalar
sonunda da Rus askeri Almanya’dan çekilecek, bunun
karşılığında Almanya’da bu askerlerin konut ve Rusya’da çalışmaları için gerekli harcamaları üstlenecekti.
Bu konu için Almanya tarafından ciddi bir bütçe ayrıldı. Türk inşaat firmalarının da Rusya’ya ilk gidişi
bu anlaşmalar ve projeler çerçevesinde olmuştur. Rus
hükümeti ilk ihaleye çıktığında Türk firmaları bu ihalelerin hepsini kazandı. Fakat Almanlar bu duruma itiraz ederek ihaleleri iptal ettiler. Çünkü Almanlar bu
anlaşmaları imzalarken belirli hedefleri vardı. Hem
topraklarından Rus askerlerini çıkarmak istiyorlardı,
hem de kendi inşaat firmalarının yurt dışında önünü
açmak istiyorlardı. Bir süre sonra ihaleler tekrar yapılınca Türk firmaları kendilerine birer Alman ortak bularak katıldılar veya Almanlar işi aldı, Türk firmaları
taşeron oldu. Fakat o dönemde kar marjları o kadar
büyüktü ki taşeron olmak da o kadar önemli değildi.
Ondan sonraki süreçte Rusya, komünizm döneminden
çıktı, yeni işler ortaya çıkmaya başladı, Sovyet döneminden kalan binaların çok eski olması nedeniyle yenilenmesi gerekiyordu. Bu çalışmalar 1990’lı yılların
52
Kasım 2011
ilk yarısına kadar sürdü. 90’lı yılların ikinci yarısından sonra da yabancı firmalar Rus pazarına girmeye
başladı. Lojistik firmaları geldi, inşaat yan sanayi firmaları geldi, alışveriş merkezleri gelmeye başladı ve
bunların işlerini hep Türk inşaatçılarımız yaptı ve bir
dönemi de öyle bitirildi. 2006 ve 2007 yılı Rusya’da
inşaat sektörünün altın yılı oldu. Fakat 2008 yılında
başlayan kriz Rusya’da inşaat sektörünü bir anda bitirdi. Çünkü batı da yaşanan kriz yatırımcıların Rusya’ya gelmesini engelledi. Bu nedenle 2008-2010 yılı
arasında pazarın tamamen öldüğünü söyleyebiliriz.
Yabancı yatırımcıların dışında Rus yatırımcılar da var
fakat onlarda işlerini sadece ucuza yaptırmanın derdindeler. Böyle olunca pazarda büyük bir daralma
oluştu. Bunu gören Türk müteahhitleri de Türkmenistan, Cezayir, Libya, Kazakistan ve Katar gibi ülkelere
yayılmaya başladı. Ama Libya’da yaşananlar, Ortadoğu’daki karışıklıklar nedeniyle insanların yeniden
Rusya pazarına yönelmesini sağladı.
Türkiye Müteahhitler Birliği Rusya pazarının inşaatçılarımız için kurtuluş olduğunu ifade ediyor. Bu
görüşe katılır mısınız?
Bugün Rusya’ya baktığınızda çok az sayıda firma
kaldı. Ben Rusya’da inşaat sektörünü çok iyi görmüyorum. Özellikle Rusya’da daha önce iş yapmamış,
yeni iş almak isteyen bir firmayı ben hiç şans vermiyorum. Bundan iki sene önce de Rusya’ya tavuk satacağız diye basında birçok haber çıktı sonrası ne
oldu? Biz Rusya’da yaşadığımız için o işlerin yazıldığı dönemde bile yapılamayacağını biliyorduk. Fakat
tavuk firmaları borsada değerlerinin artması için bu
haberleri kullandılar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya’da iş
yapmak için ciddi girişimleri olduğu ifade ediliyor.
Başbakan’ın bizim için yaptığı en büyük hizmet
vizelerin kaldırılması oldu. Eskiden vizesi olan Rusya’ya girmesi çok zordu. Bu açıdan baktığınızda bize
sunulan bu kolaylık ciddi bir hizmettir. Bir de Türk
Hava Yolları’nın büyüme politikası sayesinde Rusya’ya günde 4-5 sefer düzenleniyor. Günde 2-3 sefer
de Rus hava yolları uçuş yapıyor. Kısacası 2 saatte bir
Rusya’ya uçak olduğunu söyleyebiliriz. Vize probleminiz yok ise şimdi karar verseniz iki üç saat içinde
Rusya’ya giden bir uçak yakalarsanız. Bundan daha
büyük bir hizmet olamazdı. İkincisi de artık Türk iş
adamlarına yurt dışındaki bakışlar değişti. Fakat yine
de şunu belirtmek isterim ki ben Rusya’da müteahhitlik hizmeti açısından hem kar anlamında hem de iş anlamında pek iyimser değilim.
Siz işlerin durduğunu ifade ediyorsunuz fakat,
Rusya’da organize sanayi kurmaya çalışan inşaat firmamız var.
Bu proje yeni bir proje de değildir, altı yıldır beklemektedir. Rusya’da konuştuğunuz zaman herkes
size güzel tablolar çizecektir, fakat Rusya’da şu işleri
yapıyorum ve çok iyi de kar ettim diyeni bulamazsınız. Diyemezler.
Rusya pazarına bugün girmek isteyen firmalarımızın ne yapması gerekiyor?
Rusya’da iş yapabilmeniz için oranın yönetim bilgisine sahip olmanız gerekir. Bu da bir iki günde öğrenilecek bilgi değildir. Yıllarca orada kalarak hatalar
yaparak edinilen alışkanlıklarla oluşur. Bunların bu
süreci vardır. Bu süreci yaşamadan Rusya’ya yeni girecek müteahhidimizin bir şansı olacağını inanmıyorum. Ben 20 senedir Rusya pazarında halen iş
yaparken hatalar yapabiliyorsam ve bunların bedellerini de ağır ödüyorsam yeni gelenler ne yapacak. Ben
de Katar’da iş yapmak istedim sonra vazgeçtim.
Çünkü orada da kendine has bir yönetimi var.
Aktardıklarınızdan Rusya’da firmalarımız küçük
işler alarak yollarına devam edebildiğini görüyoruz.
Büyük firmalarımız bu durumda pazardan çekilir mi?
Bence büyük firmalarımız için daha iyi bir koşul
oluştu. Herkesin kendine has ilişkileriyle işler devam
ediyor. Bu işleri oluşturan firmalar bir şekilde çarklarını döndürebiliyor. Fakat yeni iş almanın çok zor olduğunu söylüyorum.
Böyle bir pazar ortamı yeni büyük inşaat firmaları
çıkartabilir miyiz?
Eğer şu anda yeni bir Rönesans firması çıkacak ise
ilk aday bizim firmamızdır. Fakat ben şu anda böyle
bir gelişime inanmıyorum. Çünkü pazar şu anda öyle
bir pazar değildir. Tabi bunları sayarken bizim yatırım veya teknoloji ağırlıklı işleri saymıyorum.
Spor organizasyonları Rusya’da yeni açılım sağlar mı?
O organizasyonla ilgili işler daha başlamadı. Fakat
dünya kupasından dolayı statların yenilenmesi bekleniliyor. Orada büyük işler çıkabilir. Rusya genelinde
en az 6-7 tane stat yapılacak. Bunlarla ilgili daha işler
başlamadı. Bunlardan bir tanesini biz alabiliriz. Ben
Kasım 2011
53
en az Türk firmaları açısından 3 stat ihalesini kazanır
diye düşünüyorum. Fakat tek başımıza alabilir miyiz,
yoksa yine Alman Türk ortaklığında mı alınır onu bilemem. Burada Enka’nın tek başına iş alma ihtimali
çok yüksek.
Son yıllarda Rusya’da iş yapan veya para kazanan
herkes Türkiye’de yatırıma geldiği görünüyor. Sizinde
böyle bir çalışmanız var mıdır?
Türkiye rahat iş yapılabilecek bir ülke konumuna
geldi. Türkiye’de yoğun bir rekabet yok. Çünkü Rusya’daki pazarın gelişimine alınan risklere bakıyorum,
Türkiye’deki pazarların gelişimine bakıyorum ve ben
Türkiye’yi tercih ederim.
Sizin yatırımlarınız olacak mı?
Biz inşaat dışında Rusya’da tüketim maddeleri satıyoruz. Rusya’da üretime girmek istiyoruz.
Rusya’da eskiden bir tek Moskova denilirken
bugün firmalarımızın yayıldığını görüyoruz.
Ben eskiden Rusya’da iş yapan arkadaşlara hep
söylüyordum. Rusya’da işiniz var ise Türkiye’de oturarak bu işlerinizi yapamazsınız. Aynı şekilde Rusya’nın içinde iş yapıyorsanız yine Moskova’da oturup
işlerinizi yönetemezsiniz. 20 senedir Rusya’dayım ve
gezmediğim görmediğim bir bölgesi yoktur. Rusya’nın bir bölgesine gidiyorsunuz farklı alışkanlıklar,
iş alışkanlıkları, sosyal yaşamları çok farklıdır, fakat
Kuzey Kafkas bölgesine gidersiniz kendinizi Türkiye’nin Güney Doğu’sunda görürsünüz. Tüketim alışkanlıkları bile farklıdır. Kuzey Kafkas’da insanlar
sabah ezanıyla uyanırlar. Tataristan ayrı bir dünyadır.
Rusya’da işlerin azaldığını söyledik fakat Kafkas bölgesinde özel ilişkilerle iş yapılabilir. Çünkü orada da
problemler var. Zaten problemin olmadığı bir bölgede
inşaat işinde kar yoktur.
Türkiye’de bir yatırım düşünüyor musunuz?
Türkiye’de bir yatırım yaparsak yine kendi işimizde lüks konut projeleri yaparız. Artık Rus firmaları
da burada yatırım yapmaya başlayacaktır.
Bizim daha iyi bir yere gelmemiz için de farklı çalışmaların olması gerektiği vurgulanıyor. Örneğin inşaat firmalarına Fransa’nın verdiği destek gibi destek
verilmesinin önemi vurgulanıyor.
Türkiye şu anda belediyecilik anlayışıyla süper yönetiliyor. Her yerde bir çalışma yapılıyor. Fakat benim
istediğim şey şudur, üretim yapan insanlar daha iyi
noktalara getirilirlerse ülkemizin önünün daha fazla
açık olduğuna inanıyorum. Bunun dışında okullarımız, hastanelerimiz, yollarımız süper bir şekilde geliştiriliyor. Fakat bunların yanında örneğin inşaat
sektöründe teminat mektubu sorunu çözülmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin yurt dışında en fazla rekabet
edebileceği sektör inşaat sektörüdür. İkincisi de hizmet sektörümüz.
Görüşmelerimiz sırasında bir Türk SRO’sunun kurulması öneminden bahsedildi. Sizin bu konudaki dü-
54
Kasım 2011
şüncenizi alabilir miyiz?
Biz oraya üye olmadık. Benim sivil toplum veya
politik kuruluşlarına bakış açım farklıdır. Biraz daha
dikkatliyim bu konuda. Rusya’da özellikle böyle kuruluşların iş adamlarına çok büyük bir değer getireceğini düşünmüyorum. Ben RTİB yönetimindeyim.
Türk iş adamlarını temsil etme konusunda bir ya da
iki kuruluştan biridir. Geçmişi ve bir mazisi vardır.
Fakat bunların dışında oluşacak kuruluşların ne kadar
ayakta kalabileceğini bilemiyorum. Birlikte olmak
güzel bir şeydir fakat bunun altını da doldurmak gerekiyor.
Bu konunun altını biraz açabilir miyiz?
Bizim kendi inşaat şirketlerimizin arasında bile
çok centilmen olmayan rekabetler yaşanıyor. Sanırım
bu da bir süreçtir. Ben on yıl önce Azerileri konuşuyordum, burada neden böyle yanlışlıklar var diye.
Oysa ki orada bu işlerin normal olduğunu öğrendim.
Çünkü toplamda on yıllık bir ticari hayatları var, bir
geçmişten gelen ticari ahlakı yok. Biz Türkiye olarak
70 yılda buraya geldik ve her geçen senede daha kurumsal, sözünde duran, sosyal sorumluluk alan ve işlerini doğru yapan firmalar ortaya çıkıyor. Bugün
ciddi bir rekabet ortaya çıkıyor fakat bunun dışında
birbirlerine yardım eden firmalarımızda oluyor. Ben
inanıyorum ki 15 sene sonra bu ilişkilerimiz daha iyi
olacaktır.I
Rusya’ya yatırım yapılmasının zorluklarına değinen Berk Unan:
Rusya’da üretim desteklenmiyor
usya pazarı ülkemiz için önemini korumaya devam ediyor. Önemine binaen ticari ilişkilerimiz ise gelişmeye devam
ediyor. Özellikle müteahhitlik alanında
önemli çalışmalara imza atan firmalarımız, ülkenin ihtiyaçları çerçevesinde çözümler üretiyor. Çözüm üreten firmalarımızdan biri olan Fudes
Desing&Construction Yönetim Kurulu Başkanı Berk
Unan, deneyimlerini okuyucularımızla paylaştı.
Rusya’da edindiğiniz deneyimlerden yola çıkarak,
Türkiye ile Rusya’yı merak edenler için karşılaştırabilir misiniz?
Rusya’da bir yerden sonra şahsi ilişkiler önem kazanıyor. Her şey sisteme ve kurallara %100 uyumlu
olamıyor. Rusya’da kanunlar surekli birbirinin uzerine eklenerek gittiği için kural ve kanun enflasyonu
yaşanıyor. Heryerde olduğu gibi bu prosedürleri kolaylaştırmak veya zorlaştırmak mümkün. Ama Rusya’da dolaşacağınız yollar aşağı yukarı bellidir. Onları
geçerken insanlarla birebir ikili ilişkiler kurmak zorundasınız. Tabii belli çerçevelerin dışına çıkamıyorsunuz. Kuralları esnetebiliyorsunuz ama çok da
delemiyorsunuz. Bunların yanında orada prosedür
bizim için daha net. Türkiye’deki ise bizim için tamamen kara kutu. Biz şimdi Bebek’te bir işe başladık ve
kuralla kanunla uğraşmaktan canımız çıkıyor.
Bu duruma rağmen ülkemize şehircilik açısından
birçok yanla da imza atabiliyoruz.
San Petersburg’a, Moskova’ya, Paris’e, Şam’a gidiyorsunuz hepsi bir şekilde şehirlerini korumayı becermiş. İstanbul dünyanın en eski ve en güzel şehri,
yurt dışından misafirlerimiz geliyor bunun neresi eski
R
56
Kasım 2011
diye soruyorlar. Şehrin bir düzeni veya standardı yok,
bu sokak çok güzel ama köşeyi dönünce sanki bambaşka bir dünyaya gelmiş gibi oluyorsunuz, çok uzağa
gitmeye gerek kalmıyor; kimse buralara bakmıyor mu
diye soruyorlar. Bir de göz alışkanlığı diye bir şey var.
Biz bunların içinde yetiştiğimiz için bize batmıyor
ama dışarıdan çok kötü görünüyor. Siz İstanbul’a baktığınızda standart bir şey göremiyorsunuz. Bir kaldırım, çöp kutusu ya da sokak lambası diğeri ile aynı
değil. Çoğu yerde kaldırım bile yok, önce evler yapılıyor sonra aralarından yol geçirilmeye ve alt yapı çekilmeye çalışılıyor. Bir standart olması lazım, onun
için bir şehir planlaması olması lazım. Her şeyden
önce rant uğruna bu yapılan planların delinmemesi ve
uygunlanması lazım. Bu kısa sürede olacak bir şey
değil ama zamana yayarak yapmak mumkun.
Rusya’ya tekrar geri dönersek, birilerini tanımanın önemli olduğu noktasından hareketle, Moskova
Belediye Başkanı’nın değişmesi Türk firmalarının
aleyhine oldu diye ifade edildi. Bunun yanında Moskova’nın genişletilmesi düşünülüyor. Bunlar sizi nasıl
etkiliyor?
Bizim müşteri profilimiz biraz farklı. Biz genelde
uluslararası firmalar ile çalışıyoruz ve belediyeyle çok
fazla işimiz olmuyor. Orada belediye ile bire bir çalışan firmalarımız var, bunlardan biri Enka’dır. Enka’da
artık kendi yatırımını yapıyor ve belediye ile yeni ortaklığı yok. Enka’nın Moskova Belediyesi ile Mosenka diye bir firması var ama artık pek faal değil.
Moskova’da eskiden yapmış oldukları 7-8 tane binaları var. Mülkiyetin yarısı Enka’ya yarısı da belediyeye ait diye biliyoruz. Bunun dışında Moskova
Belediyesi ile direkt iş yapan müteahhitlerimiz yok
bildiğim kadarı ile. Kısacası bizim için bir etkiden
bahsedemeyiz.
Belediye başkanının değişmesi noktasında, dün
alınan kararların bugün yok sayılması gibi durumlar
olduğu ifade ediliyor.
Doğrudur, önceki belediye başkanı döneminde yapılan işlemlerin bazılarını usulsüzlük sebebi ile iptal ettiler. Bu durum daha çok yatırımcıları etkiledi.
Yatırımcının işi durunca müteahhidin işi de otomatik
olarak durdu. Ama bu durum Türk firmalarına karşı özel
bir hareket değil. Yatırımlar genel olarak durdu. O da
bir geçiş dönemidir. Belediyedeki bazı taşlar yerine oturunca tekrar yatırımların başlayacağını düşünüyoruz.
Sergey Sobyanin’in söylemlerini sert bulanlar var.
Kanaatimce Moskovalilar yumuşak söylenen şeylerin yapılmayacağına inanıyor. Ancak bu durumun
geneli de kapsadığını söyleyebiliriz, Putin’in açıklamaları da çok serttir. Rus halkı bu konularda daha katı.
Rusya pazarında iş hacmimizi yine milyar dolar
mertebesine çıkarabilir miyiz?
Rusya’da çok büyük projeler var. Bu projeler hayata geçirilmeye başlandıkça bizim de iş hacmimiz artacaktır. Rusya’dan ümitliyiz. Tabii çok iyimser
olmamak lazim, ama işlerin kötüye gideceğini de sanmıyorum. Zaman gerekli, önümüzde seçimler de var.
Vizelerin kalkması ile bir şeyler değişti mi?
Bizim için bir şey değişmedi.
Rusya’ya yatırım yapma hususu son dönemlerde
ülkemizde daha fazla konuşulur oldu. Rusya yabancı
yatırımcı için cazip bir ülke mi?
Rusya’da üretim desteklenmiyor, daha çok yer altı
kaynakları ön planda. Yer altı kaynakları ne kadar gelişirse Rusya o kadar gelişiyor, petrolün fiyatı artınca
Rusya rahatlıyor, düşünce zora giriyor. Bunun önlemini alamıyorlar çünkü bir rahatlık var. Çarlık döneminden bu yana hep böyle olmuş. Üretimin en yoğun
olduğu dönem Sovyetler Birliği yılları. Bugün ise yine
eskiye dönüş var, resmi açıklamalarda ne kadar KOBİ’leri desteklemek gerektiği söylense de, bir taraftan
bakınca da niye uğraşsınlar imalata girmekle, sanayiyi
geliştirmekle. Bu nedenlerle doğal olarak yatırımcıya
çok uygun değil, kanuni yapısı çok ağır. Öbür yandan
bu da rekabeti azaltıyor ve karlılığı arttırıyor, yasal
zorlukları aşabilen firmaların önünde büyük bir pazar
açılıyor.
İnsanlar oraya neden gidip yatırım yapıyorlar?
Piyasa boş. Ama rekabet kanunlar ağır olduğu için
yok. Bu işi daha iyi bilen finansal gücü daha kuvvetli
köklü batılı firmalar bu zorluları aşamıyor, içerideki
dinamikleri yakalayamıyor. Dolayısıyla o boşlukları
kullanıyorsunuz. Rekabet olmamasının bir nedeni de
nedeni piyasa şartlarının açık ve şeffaf olmaması. Dolayısıyla orayı bilmeniz lazım, orada tecrübe edinme-
Kasım 2011
57
niz, bazı riskleri almanız lazım. O riskleri çoğu zaman
Avrupalılar alamıyorlar. Ancak çok büyük firmalar
devlet bazında anlaşmalarla giriyorlar.
Son dönemde Putin yatırım yapın diyor ve kalıcı
yatırımlar istiyor. Paraların başka yere gönderilmesinden rahatsız olduğunu belirtiyor. Bu iş yapan firmaları zorlar mı?
Yurtdışına çıkan paranın çoğunu Rus firmaları çıkartıyor. O laf Rusya’da fabrika kuran insanlara değil,
petrolü çıkartan, doğal kaynakları kullanan firmalara
yönelik ama o kadar politik bir laf ki bence pek gerçekçi değil.
Kriz sonrasında özellikle müteahhit firmalarımız
için Rusya’da yeni iş imkanlarından bahsedebilir
miyiz?
İşler bir şekilde başlayacak. Türk firmalarının Rusya’daki imajları kötü değil. Kimse Türk firması kötü
iş yapar demiyor. Kriz dönemlerinde genelde orda
işine çok sahip çıkmayan firmalar elenir. 1998 krizinde bizde kalfa olarak başlayıp kendi şirketini kuran
ve 10-15 milyon dolarlık iş alan firmalar vardı piyasada. Ruslar da bir şirket nasıl araştırılır bilmedikleri
için güvenip işi verdiler. Öyle insanların çoğu kriz döneminde temizlendi ve köklü firmalar kaldı. Kriz dönemleri bu açıdan iyi oluyor. Kalan firmalar düzgün
oluyor hem finansman hem de yönetim olarak güçlü
olanlar kalıyor.
Sizin Rusya dışında bir yatırım planınız var mı?
Biz kaba inşaat işinden koptuk. Daha çok iskeleti
bitmiş bir binanın komple projelendirilmesini ve fitout’unu yapıyoruz. Bu bizim büyük inşaat firmalarının
çok yapamadığı, daha ince, sofistike işler. Standartları
yüksek işler. Bu tür işlere yöneldik. Bir de inşaatta başında durmadan iş yaptırmak zor. İnşaat olayı fabrika
kurmak gibi değil. Çok kısa sürede, büyük paralar dönüyor ve orada yapılacak bir hata size çok ciddi zarar
veriyor. Bu nedenle biz dikkatimizi Rusya’ya yönelttik. Biraz’da son dönemde ülkemizde çalışmalar yapıyoruz.
Türk müteahhitlik sektörünü değerlendirmenizi istesek neler söylemek istersiniz?
Türk firmaları inşaat konusunda da dünyada parmakla gösteriliyor. Tabii son yıllarda kazanılan tecrübe de çok önemli. İnşaat yaptıkça işçi de, mühendis
de, idareci de tecrübe kazanıyor. Her yapılan iş ekiplere, insanlara tecrübe oluyor. Bu tecrübeyi her ülkede
bulamayabilirsiniz. Tecrübe olmayınca inşaat yapılamaz. İnşaatta kitaptan okuyup yapayım gibi bir durum
söz konusu değil.
Son olarak Rusya’da bir Arap Baharı gibi durumun yaşanabileceği belirtiliyor. Ülkeyi tanıyan biri
olarak böyle bir durum mümkün mü?
Putin tekrar seçilecek ve bir şeyler yapması lazım.
Eğer yapmazsa olabilir. Öyle bir sıkıntı var zaten dev-
58
Kasım 2011
letin içinden insanlar da içten içe bir hareketlenmenin
olduğunu söylüyor. Ama Rusya’da Sovyetlerden
kalma çok kontrollü bir sistem var. Devlet sürekli halkın nabzını tutuyor. Dolayısıyla halkın neye tepki gösterdiğini çok sıkı takip ediyorlar. Tabi gelir
dağılımındaki dengesizlikler insanları huzursuz etmiyor degil. Seçimlerden sonra belli bir aşamada ülke
çapından insanlara konut yapılıp dağıtılacağı söyleniyor. Bunu da insanları bir süre daha sakinleştirmek
için yapacaklar. Tabii ki Rusya büyük bir ülke ve Rus
insanı da Arap insanından çok farklı. Bence böyle bir
risk yakın gelecekte mümkün değil.I
Uzakdoğu’dan gelen ürünlerin sektörlerini olumsuz etkilediğini belirten
Sebahattin Aydoğmuş:
Kurumsal firmalara daha rahat
ürün verebiliyoruz
angından korunma ve güvenlik gibi konulara olan yaklaşımımız, gelişmiş bir
ülke olup olmadığımızın bir göstergesidir kanısı ilk bakışta abartılı bir yaklaşımmış gibi görülse de, üzerine birkaç
cümle daha kadar aktarılmayacak kadar net ve reel bir
durumun göstergesidir. Ancak ülkemizde bu alanda
yapılan uygulamaların yetersizliği oldukça düşündürücüdür.
Türkiye’de güvenlik sektörü ve özellikle acil aydınlatma sistemleri üretiminde 20 yılı aşkın bir süredir
deneyime sahip Arsel Elektronik Yönetim Kurulu
Başkanı Sebahattin Aydoğmuş, sektör ile ilgili deneyimlerini aktarırken, bir kez daha bakış açımızın
değiştirmemiz gerektiğine tanık oluyoruz.
Yangın ve güvenlik sektörünün tamamında yer alıyor musunuz?
Yangın ve güvenlik çatısı çok geniş bir çeşitliliğe
sahiptir. Bunu gözardı etmemek lazım. Söndürmesi,
gaz algılama sistemleri, kartlı geçişler var. Bizde sadece bina koruma ile ilgili yangın algılama sistemleri
acil aydınlatma bir de interkom sistemleri var.
Kullanım alanları daha çok kamusal yerler mi?
Sadece kamuya ait yerler değil, oteller, hastaneler,
AVM’ler, hava alanları, istasyonlar, kütüphaneler,
sergi salonları, spor kompleksleri gibi aklınıza gelecek her yerde kullanılabilir. Yeni yapılan konutlarda
normal apartman tipi olanlarda bizim pek işimiz olmuyor ama marka konut projelerinde daha çok talep
var.
Bu sistemlerin kullanımı için yönetmeliklere bağlı
olarak bir mecburiyet söz konusu mu?
İnterkom sistemlerine bir yönetmelik yok ama
yangın algılama sistemlerinde ve acil aydınlatmalarda
Y
60
Kasım 2011
yönetmelikler var ve buna bağlı olarak standartlar var.
Diğerlerinde de yönetmelikler olması gerekir mi?
Diğerleri biraz konfora giriyor. Onlarla ilgili bir
takım sertifikalar var ama yasal gereklilikler yok. Kameralar için otel restoranlarında, gece kulüplerinde zorunlu ama onun haricinde bir zorunluluk yok.
Bu anlamda okullar biraz geride kalıyorlar. Okullarda bir zorunluluk olması gerekmez mi?
Okullarda zorunluluk var ama eski yapılan binalarda projeler olmadığı için yapılmamış. Özellikle
Şişli, Mecidiyeköy, Taksim, Beyoğlu bölgesi çok eski
yerler. Buralarda çok okul var ama bazılarında bu sistemler yok.
Bunlar sonradan yapılabilir şeyler değil mi?
Önce de yapılabilir, sonra da. Ama önce yapılmasında fayda var. Çünkü bunda kablolama işi var, keşif
var. Bunun için ayrı kablo çekilmesi gerekiyor.
Okullarda bir sürü gereksiz kamera sistemlerinin
olduğunu biliyoruz. Daha elzem olan şeyler yapılması
gerekmez mi?
Millet olarak biraz görselliğe önem veriyoruz.
Yani zorunlu olan sistemler ikinci planda kalıyor. Gerekli olur mu olmaz mı diye bakıp kurumlar bütçe
ayırmıyorlar. Şuan ihtiyaçları yok ama ileride ihtiyaç
olur mu bilemeyiz. Temennimiz ihtiyacı olmaması
ama buna biraz ölü yatırım olarak bakıyorlar. Özellikle ruhsat sorunu olan fabrikalarda, kurumlarda bu
sistemler olmadan ruhsat verilmiyor. %65-70’i mecbur kaldıkları için yaptırıyorlar.
Fabrikada güvenlik mevzusu önemli ama okulda
değil mi?
Okulda da önemli. Biz daha çok fabrika tarzı yerlerle ilgilendiğimiz için söylüyorum. Ancak birileri
gelip okul yönetimini uyardığı zaman okul yönetimi
bununla ilgili araştırmalar yapıp bizim gibi firmalara
ulaşıyorlar ve temin etmeye çalışıyorlar.
Bu noktada bir düzenlemenin gelmesi gerekmez
mi?
Önemli tabi. Yeni yapılarda proje yapan firmaların
neredeyse tamamı bunu önemsiyor. Projeye konulması gerektiği için mutlaka sistemde oluyor. Yeni yapılarda sorun yok ama eskilerde sorun oluyor.
Bu noktada gelişmiş bir beynin en önce yapması
gereken şeylerden birinin sizin yaptığınız işler olduğunu görmesi gerekmez mi?
Acil durumlarda itfaiye binaya girdiğinde tüm güç
kaynaklarını kesiyor. Acil çıkış armatürleriniz varsa
binadan bunların yardımı ile çıkabiliyorsunuz. Doğal
olarak çok önem teşkil ediyor, mutlaka olması gerekiyor. Yatırımcılar buna ölü yatırım gibi bakıyor. Ödeyeceği para 20-30 bin liradır ama ölü yatırım olarak
düşünüyorlar. Yaptırmak zorunda kalırlarsa da ucuz
olan ürünlerle çözüyorlar. Uzakdoğu’dan gelen yarı
fiyatına ürünler ile çözmeye çalışıyorlar. Bu bizim için
çok iyi bir durum değil. Biz çok indirim yaparak ucuz
fiyatlara veremiyoruz. Çünkü buradaki işçilik maliyetleri ve malzeme fiyatları çok uygun değil. Ayrıca
kullandığımız malzemeler Çin’den gelmiyor, birçok
malzeme Avrupa’dan geliyor. Dolayısıyla aynı fiyatı
vermemiz mümkün değil ve bu anlamda zorlanıyoruz.
Bu alan rekabetin yoğun yaşandığı bir alan mı?
Rekabet var. Şu anda yoğun olarak markalı toplu
konutlara yöneldik. Burada uygulamacı mühendislik
firmaları var çözüm ortağı olarak aynı noktada bulu-
şuyoruz. Sinpaş’ın Halkalı’daki Bosphorus projesini
yapmaya devam ediyoruz. Orada çok fazla ürünümüz
kullanıldı. Avrupa Konutları, Ağaoğlu İnşaat, Anthill,
Palladium ve Sinpaş’ın Sancaktepe projesinde kullanıldı. Rakipler de var tabi ki ama özellikle ürün yelpazesi geniş, kısa zamanda çözüm üretebilen veya
projeye göre çözüm üretebilen 5-6 tane firma vardır.
Profesyonellikte adım adım giden bir süreçten bahsedemiyoruz, reklamları çok profesyonel ama dediğiniz gibi firmalar bunu ikinci planda tutabiliyor.
Toplu konut yapımında orta gelirli olanlarda bile
malzeme kalitesinin iyi olmadığını söylüyorlar. Hal
böyle olunca ucuz alan kişi de ucuza mal etmem gerek
diyor ve 50 liralık armatür takacaksa 25 liralık armatür takayım diyor. Bunu da ya merdiven altından ya
da Uzakdoğu’dan temin ediliyor ve biz de dolayısıyla
kaybetmiş oluyoruz. Biz de o kadar uğraşıyoruz emek
veriyoruz sonra işi başka firmaya veriyorlar, bize de
fiyat çok yüksek diyorlar.
Bu durumda da kalite konusunda tavizler veriliyor.
Özellikle iyi kurumlarda satın alma konusunda birimlerin olduğu yerlerde, Koç Grubu, Anadolu Şişecam gibi yerlerde şanslıyız. Oralara rahat
satabiliyoruz. Ancak her yerde şansınız olmuyor.
Büyük firmalarda teknik malzeme alacak kişiler mutlaka teknik bilgi sahibi insanlar alım yapıyorlar ve
böyle yerlerde daha şanslı oluyoruz. Sattığımız ürünlere de çok güveniyoruz.I
Kasım 2011
61
Vakıf Faktoring Genel Müdür Recep Çelebi:
Biz tefeci değiliz
riz döneminde yıldızı parlayan faktoring
sektörü, KOBİ’lerin vazgeçilmezi oldu.
İşlem hacmini her geçen gün artıran sektör, sağlıklı adımlar atabilmek için gerekli çalışmaları yapmaya devam ediyor.
Sektörün önemli oyuncularından biri olan Vakıf Faktoring, yaşanan bu değişim dönüşüm sürecinde yerini
sağlamlaştırmak istiyor. Firmanın Genel Müdürü
Recep Çelebi yaşanılan süreç ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Faktoring şirketlerinde banka kökenli olanlar ve
olmayanlar olarak iki grup var. Banka kökenliler diğerlerini kötü olarak nitelendiriliyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Banka faktoring firmaları ile diğerlerinin arasındaki en büyük fark bilançolar incelendiğinde diğerle-
K
62
Kasım 2011
rinin öz kaynakları çok yüksek olmak zorunda olmasıdır. Banka faktoring şirketleri fazla öz kaynağa ihtiyaç duymuyorlar sahibi olan bankalar kuvvetli
bankalar olduğu için hem kendi bankalarından hem de
diğer bankalardan fon teminleri kolay. Şahısların ise
kredi temini zor. Hem bankalar fonlamak istemiyor
hem de piyasalar bozulduğu zaman bankalar sağladıkları fonları geri çağırırlar. Bu da o tür faktoring firmalarını müşterileri nezdinde zor duruma düşürür.
Fon teminleri de yüksek maliyetli oluyor ve daha pahalıya borçlanmak zorunda kalıyorlar. Daha pahalıya
borçlandıkları için de daha pahalıya satmak zorundalar. Daha pahalıya satmak için de daha riskli işlere girmeleri gerekiyor.
Kayıtdışı firmalar halen sektördeki varlıklarını sürdürüyorlar mı?
Kayıt dışı geçmişte vardı ama şu anda BDDK’nın
kayıt içine denetimleri çok sıkı olup lisans iptalleri getirdiği için cesaretle o işi yapmak çok kolay değil. Muhakkak ki belli ölçüde yapanlar vardır ama yaygın bir
şekilde yapıldığını söylemek zor.
Bankacılık ile faktoring sistemi arasındaki fark
nedir?
Bankacılık sektörü ile faktoring arasındaki fark biz
parayı kime verdiğimizi, hangi iş için verdiğimizi lisanslamak zorundayız. Bankalar kredi verirken fatura
aramak zorunda değiller, herkese verebilirler. Kredinin nerede kullanıldığını da denetlemek zorunda değiller ama bu denetim faktoringde var. Kredinin
verilen işte kullanılması alınan riskin ehemmiyeti açısından önemli. Eğer gerçekten bir kredi iş için kullanılıyorsa o kredinin geri dönme ihtimali yüksektir.
Bunun denetimini yapmak risk kontrolü açısından
önemlidir. Tabi kamu otoritesinin buradaki amacı da
kayıt dışılığı devre dışı bırakmaktır. Bu kayıt dışılığın
da faktoring sektörünce imajının bozuk olmasından
dolayı artık bir denetlenme ihtiyacı duyuluyor. Bankaların daha ciddi olup bu işlere girmeyeceği düşünülüyor. Bankalar bulundukları noktaya gelmek için çok
mücadele etti, büyük kayıplar verdiler. Aynı yolu faktoring şirketlerinin de izlemesi gerek gibi görünüyor.
Hem kamu otoritesinin sadece kredi kullanım konusundaki denetimi çok sıkı değil, vergi açısından da çok büyük farklar var.
Bankalarla aynı işi yapmalarına rağmen faktoring sektörü banka sigorta
muamele vergisini iki kere veriyor.
Faktoring sektörünün imajı her
alanda olumsuz bir bakış açısında
sebep oluyor. Örnek vermek gerekirse Maliye Bakanlığı diyor ki sizin geri dönmeyen kredilerinizi masraf
olarak yazamazsınız, ben bunu kabul etmiyorum
diyor. Ama banka masraf gösterebiliyor.
Bunu otoritelere anlatmak çok kolay olmayacak.
Bir işi banka üzerinden yaparsan faktroing üzerinde
yaptığından daha az vergi ödüyorsun. Bu bir handikaptır. Sistemin gelişmesi için faydalarının anlatılması
gerekir. Biz tefeci değiliz. Kötü, yasa dışı işleri finanse
eden kuruluşlar değiliz. Biz ekonominin sağlıklı işleyişin, temin etmeye çalışan finansal kurumlarız.
2000 krizinden sonra 2001’de başlayan sürecin
bankacılık sektörünü iyi bir disipline etme açısından
yerindeydi. Ama öbür taraftan baktığınız zaman ayaklarının üstüne kalkmaya çalışan faktoring sektörünü
de bu katı kurallar fazla etkilemiyor mu?
Muhakkak ki etkiliyor. Faktoring sektörünün gelişmesi için önce güvenli bir şekilde satacak parayı
bulmaları lazım. Bu da tahvil ihracı olabilir. Genel
ekonomik ortama uygun olması, sermaye yeterliliklerinin olması, daha ciddi kurumların olması, piyasadaki
imajının düzelmesi gerekli. Tabi bankacılık sektörü
dışındaki faktoring şirketlerinde yaşayan bir yapı olması lazım. Bu da ancak fon temini ile mümkün olur.
Bu çok kısa dönemde yapılacak bir iş değil. Burada
riskli işlere girdikçe fiyatlar yükselir ama fireler de
artar. Bu tür faktoring firmaları KOBİler ile çalışıyorlar ama KOBİler ile çalışınca daha çok kişiyi çalıştırmak zorundasınız. % 11-12 ile biz para
satarken onlar % 20-25 marjla satıyor ama
% 5-6 da takip riski oluşuyor. Faktoringin
bir avantajı da ekonomik açıdan daha
küçük firmalara daha kolay prose-
Kasım 2011
63
dürler ile ulaşma imkanı ve bankalardan farklı gözle
bakmaları. Bütün bankalar müşterilere aynı gözle
bakar, aynı kriterleri uygular ve aynı sonucu alır. Yani
bir bankaya kredi müracaatında bulunduğunuzda krediniz reddedilirse diğer bankalarda da reddedilme ihtimali çok yüksektir. Burada faktoringin bakışı biraz
daha farklıdır. Faktoring kredi talebinde bulunan kurumdan ziyade alacağın kalitesine de bakar.
İnsanların şu anda faktoringlere daha fazla yöneldiğini düşünürsek bankaların daha az kredi verdiği yıllarda insanlar mecburen daha çok tefecilere
başvurdular. Bu ortamda faktoringler nasıl çıkış sağlıyor?
Faktoringlerin riskli işleler yönelmesi mecburiyetten kaynaklanıyor. Fonlama maliyetleri yüksek, onun
için de parayı yüksek fiyata satmak zorunda onun için
de daha riskli işler ile uğraşıyorsunuz. Faktoringlerin
işi her zaman zor. Önce finans piyasasını iyi analiz
etmek lazım. Yani bankalar piyasadaki kredi talebinin
ne kadarını karşılıyorlar? Ya da soruyu daha geniş sorarsak Türkiye’de firmalar fon ihtiyaçlarını nasıl temin
ediyorlar? Yani bankalar fon ihtiyaçlarının yüzde kaçını karşılıyorlar. Firmalar fonları hangi kaynaklardan
temin ediyorlar? Buna bakılırsa bankaların fonlama
oranı % 30-40 civarındaydı. Şimdi % 65’e yaklaşmışlardır. Dolayısıyla firmalar hala fon ihtiyaçlarının
önemli bir kısmını bankalar dışındaki sistemden karşılıyorlar. Bunlardan biri müşteri kredisidir ve bu en
riskli ve en pahalı kredidir. Gidersiniz mal alırsınız 5
ay çek verirler ve üzerine %15 koyarlar. Şimdi orada
%50’lik bir potansiyel var.
Piyasada sizi farklı kılan şey nedir?
Bankacılıktan geliyoruz ama farklı yanlarımızı ortaya koyduk. Türkiye gelişen bir ülke. Aslında piyasada
çok sayıda firma ve alternatif finansman ihtiyaçları var.
O firmalara erişebilirseniz iş yapan ciddi firmalar ve
onların getirdiği projeler var. Onları sağlıklı erişim yöntemi geliştirirseniz para satmak konusunda sıkıntılar yaşamazsınız. Tabi biz banka iştiraki olmamız sebebi ile
64
Kasım 2011
kredi temin etmemiz çok zor olmadı.
Benim de bankacılık geçmişim var. Kredi bilgisi,
risk ölçme ve kredi ölçme çok önemli. Tabi Vakıfbank
da büyük bir kurum. Önemli portföyü, bilgi birikimi,
istihbari bilgileri var. Biz o potansiyeli iyi değerlendirme imkanı bulduk. Bir de pazarlama ve piyasalara
erişim konusu önemli. Bankacıların yapması gereken
iyi ile kötüyü ayırıp, iyileri desteklemek, kötülere fon
verip batmamak.
Yabancı sermayenin yeterince girmediği neredeyse tek alan faktoring. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Büyüme aşamasında, çok hacimli işler yok, çok da
kurumsallaşmamış. Banka sahibi olan yabancı firmalar var ve onlar da faktoringde sayılır. Ama iyi organize olan, iyi çalışan firmalar için burada büyük bir
alan var.
Bankaların da faktoring ve leasing faaliyetlerini
kendi bünyelerinde yapmaları doğru mu?
Bankaların sattığı ürün ve hizmet sayısı çok fazla.
Bankalar her işi yapmaya çalışıyorlar. Her işi yapan
kurumlar spesifik bazı işlerde uzmanlaşamaz. Faktoring ve leasing tamamen ihtisas alanları ama bankaların bu kadar ihtisas sahibi olması mümkün değil. Daha
verimli ve daha dikkatli çalışmayı gerektiren işler var.
Faktoringde bile sadece para satışta bile çok değişik
yöntemler var. Bunları bankada yapmak mümkün
değil. O yüzden bu gibi kurumların yaygınlaşması iş
hayatının ve üretim sürecinin daha sağlıklı işlemesi
açısından çok önemli.
Dernek olarak meramınızı tam anlatabiliyor musunuz?
Önyargıları kırmak lazım. Sektörde yaklaşık 80
tane firma var. Birkaç firmanın yanlış uygulaması
haber olduğu zaman kötü bir imaj oluşturuyor. Dernek kendi çapında faaliyetler içinde. Reklam kampanyası yapıyor, kendini tanıtmaya çalışıyor ama ne
kadar anlatırsanız anlatın bunları yaparak göstermeniz lazım.I
ESTA GROUP’un başarısının temelinde, oluşturulan profesyonel kadrolar ve
stratejik planlamalar yatar.
Evrensel düşün yerel davran...
Valikonağı Cad. No: 54 Kat: 4 Daire: 6 Nişantaşı/İstanbul 34365
Tel: +90 212 291 80 70 Faks: +90 212 291 60 10
Ugreshskaya Str. Bld. 2/ 91 Moskow, Russıa
Tel: +7 495 665 46 98
[email protected] www.estagroup.com.tr
Ulaştıkları her bölgede insanların mağazalarına ilgi gösterdiklerini belirten
D&R Genel Müdürü Kürşat Demircioğlu:
D&R ülkemizin kültürel
gelişiminde önemli bir
yerde bulunuyor
konomik seviyemizin yükselmesiyle birlikte okuma alışkanlığımızda giderek artıyor. İnsanların artık kitaba ulaşmak
istediğinin altını çizen D&R Genel Müdürü Kürşat Demircioğlu bu duruma
örnek olarak Güneydoğu’da açtıkları mağazaları gösteriyor. Diyarbakır’da ilk mağazalarını açtıklarında
beklenenden çok daha büyük bir potansiyel ile karşılaştıklarını belirten Demircioğlu, halen alınması gereken yolun olduğunu vurgulayarak sorularımızı
yanıtladı.
Pazarınızın şu anda geldiği toplam büyüklük
nedir?
Bandrollü kitap satışlarına baktığınızda 600 milyon liralık bir satış söz konusu. Onun da % 20’sini
D&R gerçekleştirmiştir. Sektörlere baktığınızda müzikte % 20-25 arasında, filmde % 25-30 arasında,
oyunda da % 27 gibi bir potansiyelimiz var.
E
66
Kasım 2011
Toplamda ortalama %25’ini kapsıyor diyebilir
miyiz?
Kitap daha ağırlıklı olarak diyebiliriz. Müzik ve
filmde de önemli bir yerdeyiz. Sektördeki tedarikçi rolüne baktığınızda D&R bir numaralı oyuncu pozisyonundadır.
Türkiye’de okuma alışkanlığının çok fazla olmadığı ifade ediliyor. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırdığınızda biz neredeyiz ve nereye doğru gidiyoruz?
Öyle bakınca okuma oranımız çok düşük görünüyor fakat bizim de yaptığımız yatırımlarımız ile şu
anda 23 ildeyiz. Örneğin Diyarbakır’da mağaza açtık.
Baktığınızda potansiyel olduğunu görüyorsunuz. İnsanlar alışveriş yapmak, faydalanmak istiyor. Gaziantep’te, Malatya’da da mağazalar açtık. D&R’ın
gelişimi ile çok farklı bir noktaya gelindi. Kitap alışverişlerinde yukarıya doğru giden bir trend var. Bu
insanlarla konuştuğunuzda ya da ayağına gittiğinizde
Büyüme trendimiz devam
edecektir. İhtiyaç olan yerlerde
mağazalarımızı açacağız.
Diyarbakır’da mağaza açtık,
gerekirse yarın Van’a da mağaza
açabiliriz. Bolu’da açtığımız
mağazada yaptırdığımız
araştırma sonucu lider D&R
çıktı. Üniversite gençliği
vaktini D&R’da geçiriyor.
Hoş bir mekanımız var.
Baktığınızda buraya yapılan
yatırım da potansiyelin
artmasını sağlıyor.
kitaplara ya da müziklere ulaşmak istiyorlar. Bu da satışı arttırıyor. Ama Avrupa ülkelerinin okuma oranlarına baktığınızda tabi ki almamız gereken daha çok
yol var.
Orada verilen birimler var mı?
Tam olarak ifade edilebilecek bir rakamsal veri
yok. Ama kitaplarda yükselen bir satış grafiği var.
Burada gelişmişlik ile ilgili bir durum söz konusu.
Ekonomi geliştikçe okuma oranı da gelişiyor.
Hem ekonomik olarak gelişmişliğin etkisi var hem
de alım gücü önemli. Eskiden bir kitap 15-20 liraydı
şimdi fiyatlar düşürülmeye, kampanyalar oluşturulmaya başlandı. İnsanlar bundan dolayı daha fazla
kitap almaya başladı.
Yabancılar şu anda Türkiye’ye ilgi duyuyor. Burada çok büyük bir potansiyel var mı?
Var ama yurtdışından bakınca Türkiye her geçen
gün gelişen pazar gibi görünüyor. Özellikle elektronik için bunu net bir şekilde söyleyebilirim. Elektronik
perakendiciliğinde özellikle yeni oyuncular katılımı
ile pazar büyüdü...D&R olarak kültür-sanat-eğlence
perakendeciliğinde tek ve lider olarak bu yıl içinde
15 mağaza açtık. %20 büyüme gerçekleştirdik. Önümüzdeki yıl 20 mağaza daha açacağız.
İnternette herkes kitap okumaya başladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türk tükecisi bildiğiniz gibi teknolojik gelişmelere
çok açık. Bu nedenle bizim sektörümüzde de dijital
dünya gün geçtikçe hızla büyüyor. Artık kitap,film,
müzik dijital dünyada yer almaya başladı.
Kasım 2011
67
D&R olarak 2010 yılında e-kitap satışına başladık.
Tabiki kitap okuyucuları için dokunma tutkusu çok
farklı. Makineye dokunma soğukluğu ile sayfaya dokunmak arasında çok büyük fark var. Ben bu işin
daha çok zaman alacağını düşünüyorum. Dijital ortamdaki gelişmelere paralel olarak biz de internet alanında yatırımlarımızı yapıyoruz. Satışlarımızın %30’u
internetten gerçekleşiyor. Doğan Grubu’nun da bu konuda çok ciddi yatırımları var....
Yurtdışında açılmak istediğiniz bir pazar var mı?
Bakü’ye mağaza açma planımız var. İkinci aşamada da Ukrayna’yı düşünebiliriz.
Sizi bu pazarlara yönlendiren gelişmeler nelerdir?
Oralarda inanılmaz bir potansiyel, gelişmişlik ve
sermaye var fakat gelirlerini harcayacak yerleri bulunmuyor. Büyük markalarımız orada, alışveriş merkezleri yapılıyor. Dolayısıyla orada büyük bir gelişen
pazar var. Ama bizim sektörümüzde bir yapılanma
yok. Bu da bizim için önemli bir avantaj.
Teknosa ile olan işbirliğinizden bahseder misiniz?
Teknosa ile işbirliğimiz devam ediyor. Bu işbirliğimiz perakende sektörüne yeni bir soluk getirmiştir.
Aynı çatı altında yer alan D&R – Teknosa mağazaları
kültür ve elektronik ürünlerine eksiksiz bir karma ile
ulaşılabilen yegane satış noktaları haline gelmiştir. Bu
konsept çerçevesinde 12 mağazamız bulunmaktadır...
Marmara Forum’daki mağazamızın içerisinde 58 m2 civarında Teknosa var, 100 m2 civarında da Starbucks var.
68
Kasım 2011
Gelecek dönem hedefiniz nedir?
Büyüme trendimiz devam edecektir. İhtiyaç olan
yerlerde mağazalarımızı açacağız. Diyarbakır’da mağaza açtık, gerekirse yarın Van’a da mağaza açabiliriz.
Bolu’da açtığımız mağazada yaptırdığımız araştırma
sonucu lider D&R çıktı. Üniversite gençliği vaktini
D&R’da geçiriyor. Hoş bir mekanımız var. Baktığınızda buraya yapılan yatırım da potansiyelin artmasını sağlıyor. 2012 yılında %20 civarında bir büyüme
bekliyoruz. Önümüzdeki dönemde 10 bin m2 mağaza
açılışı yapacağız.
Türkiye ve dünyadaki gelişmelere ve kültür/sanat
ürünlerindeki yeniliklere ulaşmak isteyenler için en
doğru ve en yakın adres olmaya devam edeceğiz......
Açılan D&R’lar aynı zamanda ülkemizin kültürel
gelişimine katkı sağlıyor…
Toplamda 45 bin m2 alanda hizmet veriyorsunuz
1300 kişiye iş olanağı sağlanıyor. Hem istihdam hem
de insanlara kültür hizmeti sunma açısından D&R
önemli bir yerde bulunuyor. Yaygınlık oldukça insanlar D&R’da buluşalım demeye başladılar. Gençler için
çok önemli bir yer oldu ve biz bu hizmeti vermekten
son derece mutluyuz.
Türk insanını, kültür ve eğlence dünyasının sunduğu zenginlikleri daha sık, daha kolay ve daha nitelikli bir şekilde keşfetmeye, keyfini çıkarmaya ve
paylaşmaya teşvik ediyoruz. Böyleci onları ortak bir
platformda bir araya getiriyoruz.I
70
Kasım 2011
Hayat Dergisi 19 Nisan 1962
Kasım 2011
71
Doç. Dr. Çiğdem Nas
İKV Genel Sekreteri
Türkiye 2011 ilerleme raporuna bakış:
Türkiye AB’ye doğru mu ilerliyor
T
ürkiye hakkında Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ilerleme raporlarının ondördüncüsü yayınlandı. Söz konusu raporlar
1998 yılından bu yana tüm aday ülkeler için
hazırlanıyor ve AB genişleme stratejisi belgesi ile birlikte kamuoyuna açıklanıyor. AB’nin aday ülkelerin Kopenhag kriterleri açısından değerlendirildiği ilerleme
raporları aday –Türkiye, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ,
İzlanda- ve potansiyel aday ülkeler –Arnavutluk, Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova- açısından önem taşıyor. Türkiye açısından bakıldığında, AB ile 2005 yılında başlayan müzakere
sürecinin ilerlememesi nedeniyle, ilerleme raporları Türkiye’de eskisi kadar ilgiyle karşılanmıyor. Ancak bu durum,
raporların önemini kaybettiği anlamına gelmiyor. Türkiye
için 1959 yılından bu yana benimsenen bir devlet politikası
olan AB üyeliği hedefi son olarak kurulan AB bakanlığımız
ile birlikte izlenmeye devam ediyor. Yaşanan duraklamaların ve sorunların iki tarafın gayretleri ve konjonktürel koşulların değişmesi ile aşılması bekleniyor.
2011 ilerleme raporu demokrasi ve temel haklar açısından bazı sorunlara işaret ediyor. Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli alanlar olan ifade özgürlüğü, basın
özgürlüğü ve adalet sisteminin işleyişinde sorunlara temas
eden rapor, Türkiye’de çoğulculuğun ve canlı bir sivil toplumun olduğunu da vurguluyor. Geçen yıl olduğu gibi bu
yıl da siyasi partiler arasında diyalog ve uzlaşı ortamının
olmaması, temel kurumlar arasındaki ilişkilerin gerilimli
bir şekilde devam etmesi eleştiriliyor ve bu durumun reform sürecinin ilerlemesini engellediği öne sürülüyor.
Raporda devam eden Balyoz ve Ergenekon davalarına
ayrıntılı bir şekilde değinilmektedir. Söz konusu davalarda
savunmanın savcılık tarafından gösterilen bazı delillere erişiminin engellenmesi, çok sayıda sanığın tutuklu olarak yargılanması, tutuklanma ile iddianamenin hazırlanması
arasında uzun bir süre geçmesi, dava öncesi tutukluluk sürelerinin aşırı derecede uzaması ve bunun neredeyse cezai
bir niteliğe bürünmesi, henüz basılmamış bir kitaba suç delili olarak el koyulmasının, davaların meşruiyeti, savunma
hakkının kullanılması ve adil yargılama ile ilgili olarak soru
işaretlerine neden olduğu anlaşılmaktadır.
Raporda KCK davası üzerinde de durulmakta ve bu
çerçevede yargı gözetimi yerine tutuklamaların yaygın
şekilde yapılması, dava dosyalarına erişimin kısıtlanması
ve seçimle gelmiş yerel idarecilerin tutuklanması gibi konular nedeniyle adil yargılanma ve adalet sisteminin uluslararası standartları karşılamaması ile ilgili eleştirilerde
bulunulmaktadır.
Komisyon, ilerleme raporunda son yıllarda giderek aciliyet kazanan yeni bir sivil anayasa konusu üzerinde durmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak hükümetin anayasanın
72
Kasım 2011
geniş katılımlı demokratik bir süreç içinde yapılacağı sözünü verdiği ancak 2010 anayasa referandumu ile kabul
edilen paketin uygulanmasında geniş ve katılımcı bir danışma prosedürüne başvurulmadığı belirtilmektedir. Komisyon, Kopenhag kriterlerinde vurgulanan demokrasi,
hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması
ve azınlıklara saygıyı garanti altına alan kurumların istikrarını pekiştirecek yeni bir anayasanın üzerinde önemle durmakta ve tüm siyasi partilerin ve sivil toplumun bu sürece
katılımını gerekli görmektedir.
Raporda, TBMM’den Kopenhag siyasi kriterleri doğrultusunda, Parlamento’nun denetim işlevini güçlendiren
Sayıştay kanunu dahil olmak üzere çok sayıda yasanın geçirilmiş olması memnuniyetle karşılanmaktadır. Öte yandan, TBMM’nin yürütmeyi kontrol ve dış denetim yapma
işlevinin hala yetersiz olduğu, demokratik ve çoğulcu bir
ortamda yapılan seçimlere rağmen yüzde onluk seçim barajının kaldırılmadığı ve siyasi partilerin kapatılması ile ilgili usul ve gerekçelerin Avrupa standartları ile uyumlu
olmadığı vurgulanmaktadır. Milletvekili dokunulmazlıklarının yolsuzluk ile ilgili suçlarda dahi tutuklanmayı engelleyecek şekilde geniş olması, buna karşın, seçilmiş
milletvekillerinin tutukluluk hallerinin devam etmesinde de
görüldüğü gibi ifade özgürlüğü ile ilgili durumlarda kısıtlayıcı bir şekilde uygulanması eleştirilmektedir.
Avrupa Komisyonu demokrasi ve insan hakları alanında bazı ilerlemelere değinirken, AB standartlarına uymayan noktalar üzerinde önemle durmuştur. Bunların
arasında kamu yönetiminde reform gereği, uluslar arası
insan hakları hukukuna uyum sağlamaktaki zorluklar, azınlık ve etnik ve dini gruplara yönelik bazı uygulamalar, medeni ve siyasi haklar, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü,
düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, kadın hakları ve ayrımcılığın önlenmesi gibi alanlardaki eksiklik ve zayıflıklar bulunmaktadır. Yerel yönetimlere yetki devri konusunda
gerekli adımların atılmadığı, Ombudsman yasasının henüz
parlamentodan geçmediği, kapsamlı bir kamu hizmet reformu gerekliliği gibi noktalar üzerinde durulmaktadır. Rapor’da ayrıca 2001 yılı Ağustos ayında kabul edilen ve ilgili
bakanlara bağımsız düzenleyici otoritelerin tüm faaliyetlerini denetleme izni veren kararnameye de değinilmekte ve
bunun rekabet, enerji ve bilgi teknolojileri gibi alanlarda
görevlerin yerine getirilmesine ilişkin olarak endişe verici
bir gelişme olduğu da belirtilmektedir.
Yargı reformu ve ordunun sivil denetimi konularında
ilerlemeye işaret eden rapor, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliği konusunda sorunlara değinmektedir.
Mahkemelerin performansı için ortak bir stratejik çerçevenin uygulanmaması, mahkemelerin parçalı yapısı, boş yargıç ve savcı kadroları, davaların uzun sürmesi gibi konular
önceki raporda olduğu gibi bu raporda da eleştiri konusu olmuştur. Hukukun üstünlüğünün tam anlamıyla sağlanabilmesi için yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerindeki
şüpheleri kaldıracak adımların atılması gereklidir.
Temel haklar alanında sınırlı ilerleme olduğu ifade edilirken, özellikle kadın hakları ve cinsiyet eşitliğinde sınırlı
ilerleme kaydedildiği, kadınlara karşı şiddet, namus cinayetleri, erken ve zorla evlendirme, kadınların siyasette ve
her alanda yönetici kadrolarda sınırlı temsil edilmesi gibi
sorunlara değinilmektedir. Ayrımcılıkla mücadele, işçi hakları gibi alanlarda da AB standartlarına uygun bir mevzuatın henüz olmadığı belirtilmektedir.
Türkiye’nin ekonomi açısından karnesi genelde olumludur. Açık bir piyasa ekonomisinin varlığı, kamu maliyesinin sağlıklı bir yapıya sahip olduğu ve mali sektörün iyi
regüle edildiği ifade edilmektedir. 2011’in ilk yarısında
yüzde 10,2’yi bulan ekonomik büyüme oranından övgüyle
söz edilirken, 2010 yılında GSYİH’nın yüzde 6,6’sına ulaşan cari işlem açığının 2011’de de büyümeye devam ettiği,
bunun para politikasının kontrolünü güçleştirdiği ve Merkez
Bankası’nın aldığı önlemlerin ancak kısmen başarılı olduğu
vurgulanmaktadır. Özellikle vergi ve istihdam alanında bazı
yapısal reformlara ihtiyaç duyulduğu ve makroekonomik
kırılganlığın iyileştirilebilmesi için mali ve parasal politikaların daha iyi koordine edilerek sıkılaştırılması gerektiği
öne sürülmektedir. Türk ekonomisindeki özellikle özel sektöre dayalı büyüme trendi 2011 yılında da devam ederken,
dış pazarlardaki dalgalanmaların da etkisiyle cari işlem açığı
ve enflasyonist baskılar sorun oluşturmaktadır. Ancak
dünya ekonomisinde 2008 krizi sonrasında yaşanan kırılmalar ve belirsizlikler dikkate alındığında, Türkiye’nin ekonomik performansının kayda değer bir şekilde başarılı
olduğu görülmektedir.
Raporda, Türkiye-AB arasındaki güçlü ticari bağlara
dikkat çekilmektedir. Türkiye AB’nin yedinci, AB ise Türkiye’nin birinci ticari partneridir. Türkiye’deki yabancı sermayenin yaklaşık yüzde 80’i AB kökenlidir. İlerleme
raporunda Avrupa Komisyonu gümrük birliğinin önemini
vurgularken, Türkiye tarafından yerine getirilmemiş olan,
teknik engeller, devlet yardımları, fikri mülkiyet hakları gibi
bazı konulardaki eksiklikleri gündeme getirmektedir. Ancak,
Komisyon, AB’nin de üzerine düşen bazı yükümlülükleri
yerine getirmediğini gözden kaçırmaktadır. Bunların başında
ise, İKV’nin uzun zamandır üzerinde ciddiyetle durduğu serbest ticaret anlaşmaları ve vize konuları gelmektedir.
AB’nin, gümrük birliği içinde olduğu Türkiye’yi doğrudan
etkileyen, üçüncü ülkeler ile akdettiği ticaret anlaşmalarını
imzalarken Türkiye’nin pozisyonunu dikkate almaması ve
Ortaklık hukuku hilafına Türk vatandaşlarına vize uygulamaya devam edilmesi hem gümrük birliğini hem de ilişkilerin bütününü olumsuz etkileyen unsurlardır.
AB Kıbrıs konusunda ise 2006 yılından bu yana benimsediği tutumu devam ettirmekte ve adadaki Türk kesiminin
mağduriyetini görmezden gelen ve Türkiye’nin Kıbrıs so-
runu ile ilgili haklı tutumunu yadsıyan bir yaklaşımı bu raporda da sergilemektedir. Kıbrıs sorununun geldiği aşama,
AB’nin bu konuda bir taraf olarak sorunun çözümünü daha
da zorlaştırması özellikle GKRY’nin AB dönem başkanlığını 2012’in ikinci yarısında devralması konusu da düşünülürse bizleri kaygılandırmaktadır. Ancak soruna tüm ilgili
tarafların sağduyu ile yaklaşarak AB’nin de uzun dönemli
çıkarlarını etkileyecek bir krizi önleyecek ve Türkiye’nin
AB sürecindeki tıkanıklığı gidererek adada kapsamlı ve adil
bir çözüme yol açacak adımları atacakları umulmaktadır.
Raporda, Türk Hükümetinin özellikle bir AB bakanlığı
kurmak suretiyle AB katılımına yönelik bağlılığını ortaya
koyduğu vurgulanmıştır. Türkiye AB süreci ile ilişkili reformları hayata geçirmeye devam etmektedir. AB ile müzakere sürecinin yavaşlaması ve istenen şekilde ilerlemiyor
oluşu büyük ölçüde bazı AB ülkelerinin tutumlarına ve blokajlarına dayanmaktadır. Ancak raporda eleştiri konusu
olan özellikle basın ve ifade özgürlüğü, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi siyasi kriterler ile ilgili alanlarda gerekli adımların atılması, Türk hukuk sistemi üzerinde
yaratılan şüphenin kaldırılması ve özel yetkili mahkemeler
ve uzun tutukluluk süreleri gibi, son yıllarda görülen ve şiddetli eleştirilere neden olan uygulamaların AB standartları
doğrultusunda düzeltilmesi gerekmektedir. Bu şekilde demokratik bir toplumun ve sosyal bir hukuk devletinin gerekleri tam olarak yerine getirilirken, Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı çıkan dar fikirli çevrelerin ellerindeki kozlar
ortadan kalkmış olacaktır.
Türkiye giderek uluslararası planda etkili ve ses getiren
bir aktör olarak ön plana çıkmakta ve Ortadoğu başta olmak
üzere çevre bölgelerdeki gelişmelere daha çok müdahil olmaktadır. AB sürecinin Türkiye’nin dış politika yöntemlerine önemli etkisi olmuştur. Türkiye askeri gücün ötesinde
iktisadi, sosyal ve kültürel unsurlardan oluşan yumuşak gücünü vurgulayan, ikili ilişkilerde ve uluslararası platformda
sorunların çözümü yönünde iradesini ortaya koyan bir yaklaşımı benimsemiştir. AB’nin norm ve ilkeleri ile de
uyumlu olan bu değişen anlayış çerçevesinde Türkiye’nin
uluslararası sistemdeki değişimlere uyum sağlama çabasını
gözlemlemek mümkündür. Öte yandan, AB ile ilişkiler soğumuş ve müzakereler neredeyse tıkanma noktasına gelmiştir. AB perspektifi muğlaklaşarak, bu yöndeki
beklentiler zayıfladıkça, Türkiye de kendine alternatif bir
vizyon arayışına girmiştir. Burada vize konusundan Kıbrıs’a, Sarkozy’den Merkel’e kadar, AB’nin Türkiye’ye karşı
uyguladığı dışlayıcı politikaların etkisi çok önemlidir.
Ancak, Türkiye AB’nin bu tutumundan yılarak, 1959’daki
ortaklık başvurusuna kadar giden ve bir devlet politikası
olarak benimsenen AB ile entegrasyon hedefinden vazgeçmemelidir. Önemli bir kriz yaşayan AB dünyadaki yegane
devletlerarası bütünleşme temelli barış ve refah projesi olmaya devam etmektedir ve üyelik hedefi Türkiye’nin dünya
yönetişiminde söz sahibi olan AB ve Avrupa yönetişiminde
belirleyici bir aktör olmasını sağlayacaktır. I
Kasım 2011
73
Babacan Yapı Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Babacan:
Bizden konut alanlar
D
ünyadaki ekonomik krize rağmen her
geçen yıl büyümeyi sürdürmeyi başaran
inşaat sektörü farklı sembol projelerle tüketicinin karşısına çıkıyor. Beylikdüzü ve
Bahçeşehir’in yeni parlayan yıldızı Babacan Yapı, kendisine özel projelerle halkın karşısına çıkıyor. Firmanın Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim
Babacan, küresel krize rağmen halen en karlı yatırımın
konut olduğunu ifade ederek, sektörle ilgili son gelişmeleri dergimize aktardı.
Babacan Yapı’yı tanıyarak başlayabilir miyiz?
Babacan Yapı olarak bizim telekomünikasyon ve
inşaat olmak üzere iki grubumuz var. İnşaat grubu
ikinci kuşak olarak bizim yaptığımız işler. Telekomünikasyonda ise 2006’da kadar faaldik.
Telekomünikasyonda neler yapıyordunuz?
Cep telefonu ithalatı yapıyorduk. Türkiye genelinde
550-600 noktada bayi ağımız vardı. Bunlara Dubai ve
İngiltere’deki kendi firmalarımızdan ithalat yapıp bayilerde satış ve pazarlama yapıyorduk. Şimdi de bu sek-
74
Kasım 2011
törde üretim üzerine çalışmalarımız devam ediyor. İnşaat sektörüne ikinci kuşak olarak 2006’da başladık.
2006’da sektörün yoğun çıkışı ve 2005 yılında bankaların konut kredilerine sağladığı finans kolaylığından
dolayı nitelikli konutlara yoğun bir talep olduğunu gördük. Bu talep doğrultusunda da telekomünikasyondaki
finansmanımızı inşaata kaydırarak burada daha aktif çalışmayı düşündük. 2006’da Bahçelievler, Avcılar, Bağcılar’da butik projeler ürettik. Bu süreçten sonra bir kriz
ortamı geçirdik. O esnada Bahçelievler ve Bağcılar’da
iki site tamamladık. Bunlar volümlü projeler oldu. 2009
yılında Beylikdüzü bölgesinde daha geniş ve yüksek
katlı projelerin olması sebebiyle yatırımlarımızı bu bölgeye almaya karar verdik. 2009 yılında Beylikdüzü
Beykent bölgesinden başladığımız Crown Park isimli
2 bloklu, 54 daireden oluşan site projesine başladık. O
projenin teslimlerini yapmayı planlıyoruz.
Bu bölgede var olan dev projelerle yarışmak zor
mu?
Biz riskleri minimize eden bir firmayız. Gidip baş-
ciddi karlar elde ettiler…
kasının arsası ve parası ile proje yapabiliriz ama daha çok
öz kaynakla yapıp riski düşük tutmayı tercih ediyoruz.
2010 yılında başladığımız Crown Residence projemiz
var. Beylikdüzü E-5 güzergâhına 100 metre mesafede.
Bu projede 99 daire ve 7 işyerinin olduğu bir alışveriş
ünitesi yer alıyor. Bu projemiz de bitme aşamasında.
2010 yılında başladığımız üçüncü proje ise Crown Tower
projesi. Yine Beylik düzü Haramidere bölgesinde. Bu
proje diğerlerine nazaran daha büyük bir proje olacak. 35
katlı 420 daire bulunuyor. Bu projede de site kavramından ziyade yaşam alanlarına çok önem verdik.
Satışlarınız nasıl?
Satışlarda elimizde çok az konut kaldı. Biz bu bölgenin konut yapısından farklı bir proje ürettik. Ürettiğimiz proje bu bölgenin alışılagelmiş minimal
metrekarelerde değil daha geniş alanlı projeler ürettik.
Bu da alıcının ilgisini çekti. Özellikle bayanların geniş
mutfak ve salona önem vermesi, sosyal olanaklar çok
etkili oldu.
Proje daha devam eder mi?
Bunu müşterilerin arz talep dengesi gösterecek.
Yapmayı istiyoruz ama şu an diğer projeler de var.
Lansmanını yeni yaptığımız Crown Deluxe projesine
yoğunlaştık. Bu projede Bahçeşehir’in Esenkent bölgesinde yeni yapılaşan merkezi bir bölgenin içerisinde bulunuyor. Akkoza projesi ve Akbatı AVM’nin hemen
yanı başında olması, TEM otoyolunun hemen kenarında
ve TED kolejinin inşaatının başlaması, etrafta önemli
hastanelerin olması, Fransız sokağı olarak adlandırılan
sosyal yaşam alanlarının olduğu açık bir çarşının bulunması sebebi ile proje lokasyon açısından çok önemli.
İstanbul’da sembol proje yok diye ifade ediliyor. Ülkemizde bu konuya çok önem verilmiyor.
Dubai’de konsept projeler yapılıyor hatta normal
yapılar yok. Bizim de konsept arayışlarımız oldu. Projeye önce bir konsept belirledik ama sonrasında 2 fuara
katılıp Bahçeşehir bölgesinde bir anket gerçekleştirince
insanlara Bahçeşehir’in bahçe temasını veremediğimizi
gördük ve projeyi atıp sil baştan bir proje tasarımı yaptık. İkinci projeyi tercih etmemizin nedeni kat bahçele-
Kasım 2011
75
rinin olmasıdır. İnsanların 20. katta rezidans ortamında
bahçede bulunabileceği, önünde Küçükçekmece Gölü’nü izleyebileceği bir ortam yarattık.
Başbakanın açıklamaları oldu. Paranız varsa ev almayın araba alın dedi. Bu sektörü nasıl etkiledi?
Başbakanımız israfa gitmeyin, lükse önem vermeyin gibi bir takım uyarılar yaptı. Biraz temkinli olmamızda mutlaka fayda var. Komşularımızda olan
gelişmeler de bize yansıyabilir, fakat bu durumun konut
sektörüne ne kadar yansıyacağını bilemiyorum. Bizim
yaptığımız projelerde ya da çevre projelerde konut yatırımı yapan insanlar hep kazançlı çıkıyorlar. Zaten ülkemizde yaşayan insanların ev sahibi olma hayali
vardır. Bizim sağladığımız imkânlarla önceden ev sahibi olmayı hayal edemeyen insanlar ev alabiliyorlar.
Çünkü uzun vadeli kredilerin olması, yatırım aracı olarak en sağlam liman olması gayrimenkulde avantaj sağlıyor. Bugün ülkemizde dövizin, faizin yatırım
argümanı olmaktan çıktığını düşünüyorum çünkü kısa
vadede döviz yüksekmiş gibi görünse de uzun vadede
kar sağlamıyor. Gayrimenkulleri aldıktan teslim edilişine kadar bir değer artışı ve kira getirisi var. Bizim 89
bin liradan satışa çıkardığımız Crown Tower projesini
şu anda 140 bin liradan satıyoruz. Bizden 89 bin liradan
daire satın alıp şimdiye kadar 25 bin lira ödeme yapmış
biri dairenin 140 bin liradan satıldığını düşünürsek 25
bin lirasına 50 bin lira kar elde etmiş oluyor. Bunu
banka, döviz, faiz, altın gibi hiçbir şeyde bulamazsınız.
Ne kadar devam eder bu gelişim?
Mutlaka sürecektir. Buradaki yatırımlarda da artık
doluluk oranı çoğaldı. Buranın güzel yanı dikey yapılaşmanın çoğalması daha çok sosyal ve yaşam alanlarına yer ayrılmasını sağlıyor. Bu yerleşim alanının yanı
sıra ulaşım da İstanbul için çok önemli. 29 Ekim’de
76
Kasım 2011
Metrobüs, Beylikdüzü’ne kadar gelmiş olacak. Metrobüsün sağladığı avantaj çok önemli. Ülkemizin yakıt
tasarrufu için katkı sağlayacak. Burada araçları olan bile
metrobüsü tercih ediyor. Buralarda ulaşım ve sosyal
alan avantajı var. Buralarda yerleşim yerleri eskiden bir
miktar boşluk vardı ama şimdi %95 doluluk oranında.
İstanbul’da yaşayanların dışında yurtdışında da
önemli bir talebin olduğu konuşuluyor. Mütekabiliyeti
de hepimiz bekliyoruz. Özellikle bir takım Arap ülkeleri ile konut satışlarında ciddi sıkıntılarımız var. O insanlar da yatırım yapmak istiyor. Çünkü bu insanlar
zamanında İspanya’da, Amerika’da, İngiltere’de olsun
hep gayrimenkul yatırımı yapmışlar. Neden bizim ülkemizde de gelip yatırım yapmasınlar ki? Ülkemizdeki
üretime yurtdışı pazarından talep varsa veya döviz girdisi sağlayabileceğimiz bir durum varsa neden bunu
göz ardı edelim. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar bu olaylara hakim olduğu için ben bakan olmasından sevinçliyim.
Gelecek dönem hedeflerinizden bahsedebilir misiniz?
Bizim firma olarak Crown Deluxe haricinde yakında lansmanını yapacağımız iki projemiz olacak. Biri
Crown Tower 2 diğeri de Crown Plaza adı altında iş
merkezi projemiz var. Önümüzdeki 2012-2013 yılları
ile ilgili firmamızın daha önce yatırım yapmış olduğu
Bahçeşehir Ispartakule ile Başakşehir ortasında kalan
bölgede arazi yatırımlarımız var ve bunların üzerine
toplu konut çalışmaları yapmak istiyoruz. Orda şimdi
Bio İstanbul adında tamamen yeşil projelerin olduğu bir
yapılanma var ve biz de o bölgede yeni toplu konut projeleri yapmayı planlıyoruz. Silivri bölgesinde araştırmalarımız var. 2015 yılına kadar kendimize
hedeflediğimiz 10 bin konuta ulaşmaya çalışıyoruz.I
Türkiye’nin dünyada itibarının artmasıyla firmalarımızın da itibarının arttığını belirten
Uzunlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Numan Uzun:
Yurt dışına çıktığımızda
ülkemizin itibarının arttığını
hissediyoruz
Numan Uzun, “Ülkemizin Uluslararası etkinliğinin artması hepimiz için onur vesilesidir. Bu durum sadece
yurtdışındaki firmalarımızın çalışmalarında moral kaynağı olmakla kalmayıp, yurtdışına seyahat ettiğimizde
de farkını hissettirmektedir. Türkiye’nin itibarı firmalarımıza da itibar katmaktadır. Türkiye’nin itibarının
artmasındaki gayretli çalışmaları ve etkin liderliğinden dolayı Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a
teşekkür borçluyuz. Çünkü son dönemlerde birçok ülke ile karşılıklı olarak vizelerin kaldırılması iş
adamlarımızın önünü açmış ve iş yapmak için cesaretlendirmiştir.”
Kasım 2011
77
ürk Telekom Arena İnşaatında yakaladıkları başarıyla adını duyuran Uzunlar
İnşaat, bu projede elde ettikleri başarıyı
farklı ülkelere taşımak için çalışmalara
başladı. Başta Rusya ve Katar pazarlarını incelediklerinin altını çizen Uzunlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Numan Uzun, yaptıkları
çalışmalarla ilgili bilgi verdi.
Uzunlar İnşaat’ın ulusal Arena’daki deneyimlerinden bahseder misiniz?
Arena derken öncelikle aklımıza Ulusal Arenadaki
en büyük deneyimimiz Türk Telekom Arena Stadyumu gelmektedir. Bu yapıt bizim için en önemli eser
olmuştur. TOKİ tarafından Galatasaray’ın kullanımı
için yaptırılan Türk Telekom Arena Stadyumu Uzunlar İnşaat olarak en büyük deneyimimiz olmuştur.
Varyap firmasıyla Ortak Girişim ile yaptığımız bu
proje gerek kalitesiyle gerek zamanında teslim edilmesiyle herkesin takdirini toplamıştır.
1991 yılında bir aile şirketi olarak İstanbul’ da kurulan Uzunlar İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş bunun yanında kurulduğu günden itibaren birçok altyapı ve
üstyapı projelerini gerçekleştirmiştir. Bunlardan bazılarını sayacak olursak; İSKİ İçme suyu Şebekesi İnşaatları, İSKİ Atık su ve Kollektör İnşaatları, İGDAŞ
Doğalgaz Polietilen ve Çelik Boru Hattı İnşaatları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Güngören Köprülü
Kavşak İnşaatı, KİPTAŞ Pendik Kurtköy Villa İnşaatları, KİPTAŞ Silivri Toplu Konut, Cami İnşaatları,
KİPTAŞ Başakşehir Villa İnşaatları, KİPTAŞ Kayabaşı Toplu Konut, Cami ve Okul İnşaatı ( 1140 Konut
), TOKİ Manisa Akhisar Toplu Konut ( 436 Konut )
T
78
Kasım 2011
Cami, Okul, Çarşı İnşaatı, Sancak Havacılık – Lufthansa ortaklığı için Dalaman ve Milas-Bodrum Havaalanlarında 2 Adet Çelik Sistem Catering Binası
İnşaatı, MSB İstanbul Halıcıoğlu Askerlik Dairesi Binası Restorasyonu, KİPTAŞ Başakşehir 2. Etap
Ahmet Yesevi Cami İnşaatı, Edremit Jeotermal Isıtma
Sistemi İnşaatı, Güngören Kültür Merkezi İnşaatı,
Rize Belediyesi Terfi Merkezi İnşaatı ve son olarak ta
Ankara’ da Eskişehir yolu üzerinde yeni teslim etmiş
olduğumuz Tarım Bakanlığı Hizmet binasını sayabiliriz. Ayrıca Manisa merkezde İzmir yolu üzerinde
mülkiyeti Türk Kızılay’ ına ait 19200 m2 lik arsada
kat karşılığı olarak 9 Bloktan ve 288 daireden oluşan
lüks bir site inşaatımız devam etmektedir. Ayrıca şu
anda Samsun Çarşamba da bir Hastane inşaatı, Kurtköy Sabiha Gökçen havaalanı içinde Teknopark inşaatı ile Turkcell Superonline firmasından almış
olduğumuz Fiber Optik (F/O) kablo döşenmesi işlerimiz devam etmektedir.
Uzunlar İnşaat’ın Uluslararası Arena’ya intibakı
ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Uzunlar İnşaat olarak Rusya ve Libya’ da çalışmalarımız oldu. Libya’ da daha büyük bir projeye başlamak üzereyken olaylar başladı. İnşallah Libya’ da
istikrar sağlandıktan sonra çalışmalarımızın devam
edebileceğini ümit ediyoruz. Bunun yanı sıra stadyum
inşaatı tecrübemiz dolayısıyla Irak, Katar, Rusya ve
Arnavutluk gibi ülkelerden davet almaktayız. Son dönemde gerek Stadyum inşaatı, gerekse altyapı inşaatları için Irak’ tan 11 adet ihale daveti aldık.
Bunlardan bazılarına katıldık, ihale süreci devam
ediyor. Diğer ihalelerin hazırlıklarına devam ediyo-
ruz, ihale günü geldikçe tekliflerimizle bu ihalelere
katılacağız.
Ülkemizin Uluslararası Arena’daki etkinliğinin
artması firmalarımızı yurtdışında olumlu etkilediği bilinmektedir. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Ülkemizin Uluslararası etkinliğinin artması hepimiz için onur vesilesidir. Bu durum sadece yurtdışındaki firmalarımızın çalışmalarında moral kaynağı
olmakla kalmayıp, yurtdışına seyahat ettiğimizde de
farkını hissettirmektedir. Türkiye’nin itibarı firmalarımıza da itibar katmaktadır. Türkiye’nin itibarının art-
masındaki gayretli çalışmaları ve etkin liderliğinden
dolayı Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür borçluyuz. Çünkü son dönemlerde birçok ülke
ile karşılıklı olarak vizelerin kaldırılması iş adamlarımızın önünü açmış ve iş yapmak için cesaretlendirmiştir.
Ortadoğu’da inşaat alanında önemli projeler hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu durumun Türk Müteahhitlik sektörüne yansıması ile ilgili düşüncelerinizi
alabilir miyiz?
Türkiye’nin Ortadoğu’daki itibarı dünyanın diğer
ülkelerindekinden daha fazladır. Türk müteahhitlik firmaları da başarılarıyla kendini ispat etmiştir. Türk müteahhitlik sektörü Çin’ den sonra dünyada ikinci sırada
yer almaktadır. Ancak nüfus’ a oranlarsak birinci sırada olduğu görülür. İnşallah Ortadoğudaki önemli
projelerden de hak ettiği payı alacaktır. Çünkü bu coğrafya; hem bize yakın, hem de tarihi ve inanç bağlarımız olan ülkelerden oluşmaktadır.
Rusya ve Katar pazarlarının sizin için öneminden
bahseder misiniz?
Yukarıda belirttiğimiz üzere Rusya’ da devam etmekte olan bir işimiz vardır. Ayrıca 2018 Dünya Kupasına ev sahipliği yapacağı için Stadyum yapmış bir
firma olarak doğal olarak ilgimizi cezbetmektedir.
Katar’ da ise yine stadyum tecrübemiz dolayısıyla yapabileceğimiz proje imkanları bulunmaktadır. Bilindiği üzere 2020 dünya kupası Katar’ da yapılacaktır.
Bu konulardaki temaslarımız her iki ülkede de devam
etmektedir.I
Kasım 2011
79
Türk madencilerinin kromu değerinde satmadıklarını belirten
Yıldırım Holding İcra Kurulu Başkanı Yüksel Yıldırım:
Sektördeki insanlar dürüstse ve
sektöre inanıyorlarsa Eti Krom
çevresinde toplanırlar
zelleştirme İdaresi’nden Eti Krom’u aldıktan sonra dünya krom pazarına hakim
olmak için çalışan Yıldırım Holding,
Türk krom madencilerine bir hayli kırgın görünüyor. Sektöre girdiklerinde
kromun değerini 100 dolardan 700 dolara kadar çıkardıklarını fakat sektörü bilmeyen insanlar nedeniyle
fiyatların hızla tekrar düştüğünü ifade eden Yüksel
Yıldırım, özelleştirme sürecinden bugüne, yaşadıklarını dergimizle paylaştı.
Öncelikle krom sektörünün gelişimini aktarır mısınız?
Bilindiği gibi Türkiye’deki krom üretimi ve ihracatı Çin’deki pazara bağlı olarak artmaktadır. Türkiye’deki krom madenciliği, geçmişteRusya ve Doğu
Avrupa ülkelerine bağlı gelişirken dünyada ferro krom
üretimindeki yapının değişmesi ve bu üretimi Çin’in
üstlenmesine bağlı olarak sektörün kalbi burada atmaya başladı. Çin ise krom yataklarının çok az olması
nedeniyle dünyanın her yerinden krom ithal etmeye
başladı. Türkiye de buradan güzel bir fırsat yakaladı.
Her ne kadar Türkiye’deki krom rezervleri dünyadaki
rezervlere oranla %1 seviyelerinde de olsa şu anda satışlarda neredeyse %20 civarlarına ulaştık. Yani %1
rezerv olmasına rağmen dünyadaki toplam krom ihracatının %20-25’i oranında ihracat yapmayı başardık.
Bu durum Türk madenciliğinin ne kadar hızlı çalıştığını gösteriyor. Bu aynı zamanda 20 yıl sonra rezervlerimizin yok olacağı anlamına da gelebilir.
Siz krom rezervlerinin az kaldığını ifade ediyorsunuz, fakat diğer firmalarımız şu anda yüzey madenciliği yaptıklarını ve rezervlerin uzun yıllar kalacağını
ifade ediyorlar.
Ö
80
Kasım 2011
Eğer şu anda yüzey madenciliği yapılıyorsa, bütün
kromu çıkartalım. Türk madenciliğinin sadece kromla
ilgili kısmını değerlendirmek gerekirse, madencilik
yapan firma sayısı çok azdır. Çoğu yüzey madenciliği
yapıyor, yüzeyde gördüğünü alıyor, maden aşağı
doğru indi mi işi yapamıyor, bölgeyi öyle bırakıyor.
Biz geçmişte yapılan araştırmaları göz önünde tutarak
hareket ediyoruz. Çünkü bu çalışmaları Güney Afrika
da yapmış, Kazakistan da yapmış, biz de yapmışız.
Herkes bir rezerv çalışması yapmış. Elimizdeki sonuçlar belki tam olarak doğru olmayabilir. Fakat %1
tespit edilen rezerv diyelim ki yanlış hesaplamalardan
dolayı %2 çıktı, ama bu oran %20 değildir. Güney Afrika %74 rezerve sahiptir. Yani dünyada bin ton krom
var ise bunun 740’ı Güney Afrika’ya aittir. Bu nedenle
gittiğiniz firmalarda sondaj veya madenle ilgili verileri
isteyin, kolay kolay herkes veremez. Yurt dışından yatırımcılar geliyor nasıl bir maden alacağını bile bilmiyor. Sadece buranın altı maden dolu diyoruz. Biz bu
durumda firmalara “çıkartın, çıkmış madeni biz alırız” diyoruz kimse yanaşmıyor. Bunun dışında bir gerçek daha vardır, o da Türkiye’deki kromun diğer ülke
kromlarına göre değerli olmasıdır. Örneğin altın 1418-22-24 ayardır. Türkiye’deki krom ise 22-24 ayar
altın gibidir.
Kimsenin elinde bir veri yok ise Eti Krom’u özelleştirme idaresinden aldığınızda nasıl bir sektörle karşı
karşıya kaldınız?
Biz Eti Krom’u özelleştirme idaresinden aldıktan
sonra üreteceğimiz madenlerin yapılarını öğrendik,
araştırmalar yaptık, dünya pazarlarına baktık ve öğrendik ki Türk kromu kaliteli olmasına rağmen değerinde satılmıyor. Tüm alıcılar madenden krom
çıkarma fiyatına bakmış, liman fiyatlarını üzerine
koyup firmalarımıza 5-10 dolar kar önermişler ve firmalarımız da bu karı kabul ederek, işe girmişlerdi. Biz
ise Türkiye’de krom alanında bir devrim yaptık. Eskiden alıcı fiyatı belirlerken, biz tersini yaptık talebin
artışını gördük ve Çinlilere teslim olmamanın yollarını araştırdık. Sonunda ise hem bizden hem de İsveç’ten ürün aldıklarını görünce rakip firmamızı da
satın aldık. Biz, Çin’in hem dünyadaki piyasaya hakim
olmasını hem de pazarda tek başına fiyat vermesini
engelledik. Satın almış olduğumuz Avrupa’nın en
büyük ferro krom üreticisine, - Çin’de pazar dursa
bile, biz Eti Krom ve Yıldırım Grubu kardeş firmaolarak ürün satabiliyoruz. Bunun dışında Çinlilere,
Türk kromunun tüm özelliklerini sıralayarak anlattık
ve bizim kromumuzu kullandıklarında elde edecekleri
avantajları, sonuç olarak bize prim vermeleri gerektiğini aktardık. Çinlilerle yaklaşık iki sene uğraştık ama
onların kafalarına bu bilgiler yerleştirdik. Şu anda
İran, Pakistan veya Arnavutluk’un verdiği krom fiyatları neyse biz hep onların üzerinde fiyatlar verdik.
Bu çalışmaların dışında biz yine Çinlilere “siz Türk
kromuna artık iyi fiyat veriyorsunuz fakat Eti Krom
da bir markadır ve homojen bir şekilde size ürünü teslim ediyoruz, içine herhangi bir katkıkarıştırmıyoruz,
bu nedenle Türk kromunun üstünde bir fiyat istedik”
dedik. Piyasalara da şunu aktardık “biz kromun Mer-
cedes’iyiz”.
Bunları yapmak kolay değildir. Siz özelleştirmeden bir firma satın alıyorsunuz, üretimi ve pazarı belli
bir firmadır, hem üretimi arttırdık hem de piyasada
ürüne verilen maddi değeri yükselttik. İkisini bir arada
yapmak çok zordur.
Sektördeki yatırımcılar da Eti Kromdan bir ağabeylik bekliyor mu?
Herkes öyle bekliyor fakat bu sadece kağıt üstünde
olmaz. Biz herkese “yapılandırmayı biz yapıyoruz,
sektördeki tüccarlar yapmıyor, Çinli iyi ürün istiyor”
dedik. Çünkü tüccarlar sattıkları ürünlerin değerlerine
bakmıyor onlar sadece aradaki kâr oranlarına bakıyorlar. Bu durum sektörü yaralıyor. Fiyatlar düştüğü
zaman biz ciddi zarar ediyoruz. Ama biz fiyatları artırırsak onların ürününün fiyatı da artıyor. O zaman
“gelin, tüccarlara sattığınız ürün fiyatı neyse aynı fiyattan biz bütün ürünlerinizi satın alacağız, hiç olmazsa Eti Krom piyasada güçlü iyi bir pazar
oluşturabilir” dedik. Ama herkes “Eti Krom zaten pazardaki fiyatların 20 dolar üstünde satış yapıyor, o
zaman bize de 20 dolar fazla verin” diyorlar. Böyle
bir mantık olabilir mi? Sizin ürünü sattığınız tüccar
zaten Çinlilere bizim verdiğimiz fiyatın altında bir
fiyat veriyor. Bu ne demek; siz tüccara onunda altında
bir fiyata satıyorsunuz. O zaman tüccarın size verdiği
fiyat neyse 5 dolar üstüne ürünü bize verin diyoruz,
Kasım 2011
81
yine kimse yanaşmıyor.
Bazen Çinli firmaların da ödeyeceği paradan kesinti yaptığı veya firmaların ürünü satmak için fiyat
kırdığı da biliniyor…
Çinliler bu tür hareketlerini benim firmama karşı
yapamıyorlar. Çünkü onlarda güç yok, Çinliler bizim
firmalarımıza ürünü ben almazsam kime satacaksın
diyor, firmalarımızın elinde en fazla bin ton ürün var.
Oysa Eti Krom öyle değil ki. Biz elli bin ton veya altmış bin ton gemiye ürün yükleyen tek firmayız. Başka
bir firma yok. O zaman böyle bir güçle hareket etmek
daha mantıklıdır.
Kromla ilgili bir komite kurulsa tek fiyat verilemez mi?
Kim uyacak bu komiteye. Fiyatı belirleyeceğiz ve
kimse o fiyatın altında ürün satmayacak, eğer böyle
olacaksa kuralım. Fakat oraya bir teminat mektubu bırakacağız ve bir tane de kurul oluşturacağız, ürün çıkışlarını takip edeceğiz, eğer bir firma verilen fiyatın
altında ürün veriyorsa içerdeki teminat mektubu yanacak. Eğer herkes böyle bir sistemi kabul ediyorsa
hemen yarın komiteyi kuralım. Eğer bu sektördeki insanlar dürüst, delikanlı ise ve bu sektöre inanıyorsa
Eti Krom’un çevresinde toplanır. Biz kimseye ölü fiyatında bize ürün verin demiyoruz. Tüccara ne kadara
veriyorsa bize de aynı fiyatı versin, ürünün parasını
da peşin ödeyeceğiz. Bir de biz onların bütün sorunlarını da çözmüş olacağız. Fakat kimse bize ürün ver-
82
Kasım 2011
miyor.
Firmalarımız zamanla sektörde tekelleşme olacağını, zemine doğru gittikçe maliyetlerin arttığını ifade
ediyorlar.
Bizim madencilerimiz geleceğe yönelik çalışıyorlarsa o zaman neden ürünlerini tüccarlara teslim ediyorlar? O zaman kısa vadeli çalışmasınlar. Bizim
aktardığımız şeyler sektördeki herkesi ilgilendiriyor.
Bu sektördeki herkesin problemi aynıdır. Fiyatlar 100
dolar düştüğünde sen on bin ton ürün üretiyorsan senede yüz bin dolar kaybediyorsun. Ben ise 7-8 milyon
dolar kaybediyorum. Yani kaybetmek benim de işime
gelmiyor. Sen ürününü devamlı satmak istiyorsun, ben
de ürünümü değerinde satmak istiyorum. O zaman
sektördeki oyuncular neden “Eti Krom’a gideyim,
ürünümü onlara vererek rahat edeyim” demiyor da
ürünü ben isteyince 20-30 dolar fazla fiyata satmak istiyor? Bu sektörde tekelleşme zaten olamaz. Çünkü bu
kadar az bir rezervle neyi tekelleştireceksin? Eğer yapıcı olmak istiyorsan uzun dönemli bir stratejinin olması gerekiyor. Sektörde birçok oyuncu var, kimin
uzun vadeli stratejisi bulunuyor?
Sektördeki diğer oyuncular da ferrokrom üretimine geçebilir mi?
Biz de isteriz onların ferrokrom üretmesini. Senelerdir Dedeman üretime gireceğini söyledi ama halen
yatırım yapamadılar. CVK neden yapamıyor? Yanında Çinli ortakları da var. 10 cent’ten elektriği he-
saplasınlar, işçiliği hesaplasınlar bunların yanında çok
ucuz ferrokrom üreten firmalarla da rekabet etsinler.
Şu anda en basit işi yapıyorlar, madenden kromu çıkartıp Çin’e gönderiyorlar, para kazanıyorlar. Ferrokrom işi bu kadar basit değildir. Örneğin Türkiye’de
enerji fiyatı olarak 10 cent’ten çalışıyoruz, Hindistan’da 4-5 cent, Güney Afrika 4 cent, Kazakistan 2
cent, Rusya 2-3 cent fakat kimse 9-10 cent fiyat vermiyor. Biz o haldeyken hem burada hem İsveç’te üretim yapmaya çalışıyoruz.
TBMM paslanmaz çelik üretimine geçilmesi gerektiğini ifade ediyor. Böyle bir yatırım yapılabilir mi?
Devlet bu yönde bir politika izlese bu işin ilk uygulayıcısı biz oluruz. Bize yer, teşvik ve uygun fiyatlarda enerji verilsin, biz bugünkü şartlarda paslanmaz
çelik üretimi yapmaya hazırız. Biz Enerji Bakanımıza
cevher olarak satılan ürüne vergi konmasını bile teklif ettik.
İhracat yapan firmalarımız Çinli alıcıların ürünü
aldıktan sonra, kendi derecelendirme kuruluşlarına değerlendirip ödemeyi eksik yaptığı ifade ediyor. Bu
konu ile ilgili düşüncenizi alabilir miyiz?
Firmalar ürünleri birbirlerine karıştırıyorlar, bu nedenle Çinlilerle sorun çıkıyor. Çinli firma 42’lik ürün
istiyor, bizim buradaki madenci 32’lik, 34’lük ürünleri 48’lik ürünü koyuyor, sanki matematik problemi
çözermiş gibi ortalamasını alıyor, tamam diyor. Fakat
ortaya çıkan ürün öyle olmuyor. Çinli firma alıyor
ürünü test edince ortaya çıkıyor, ceza kesince de buradakiler bağırıyor. Bu sütün içine veya akaryakıtın
içine suyu karıştırmak gibi bir durumdur. Neden durmadan istasyonlara ceza kesiliyor? Böyle firmalar yüzünden bizim ortaya çıkardığımız Made in Turkey
imajı kötü bir yere doğru gidiyor. Çünkü herkes kolay
yoldan para kazanmanın peşinde. Bana ürünü satsalar
böyle bir şey yapamazlar.
Kromun geleceği açısından bakarsak nasıl bir tablo
çizebiliriz, tüm üreticiler talebin daha fazla artacağını
ifade ediyor…
Doğru. Bundan sonraki süreçte talep giderek artacaktır. Fakat talep arttıkça fiyatlar yukarı çıkmayacaktır, çünkü dünyadaki üretim de talebe bağlı olarak
artacaktır. Sonuçta sektörde gelecek var ama belli bir
stratejiyle hareket etmeyen firmalar ayakta kalamaz.
Son olarak eklemek istediğiniz bilgi var mıdır?
Biz fiyatları yukarıya çekmek için uğraşırken, sektördeki herkes durmadan fiyatları aşağıya çekiyor. Biz
herkese şunu anlatıyoruz: Sattığınız ürünün değerini
bilin, bilmiyorsanız da bilen birine teslim edin. Böyle
bir anlayışı idrak edemeyen sektör sonucuna da katlanacaktır. Bu anlamda bizi açıkçası üzdüler. Biz her
sene yılı beş yüz bin ton stokla kapatıyoruz.I
Kasım 2011
83
Yataş’ta ki zorlu değişim sürecini anlatan Fevzi Menteş:
Yataş’ta hedefler
5 katına çıkıyor
eğişen piyasa koşulları firmaların değişim ve dönüşümünü beraberinde getiriyor. Bu çerçevede yolu yarılayan Yataş
yeni kimliği ile tüketicisi ile buluşuyor.
Konu ile ilgili gelişmeleri okuyucumuzla
paylaşan Yataş Grup Genel Müdürü Fevzi Menteş, değişim süreci ile ilgili merak edilen soruları yanıtladı.
Yataş yapısal ve kimliksel bir değişimin içine
girdi. Bu değişikliğin başlangıcından bahsedebilir misiniz?
İnnovis firmasının üstlendiği şirketi yeniden yapılandırma çalışmaları ile değişim 2010 yılı haziran
ayında başlamıştır. Değişim birkaç aşamalı olarak yapılıyor. Öncelikle şirket halka açık olmasına rağmen
bir aile şirketi gibi yönetildiği yapı, tamamen profesyonel kişilere bırakıldı. Aile sadece yönetim kurulu
olarak işin sonuçlarını izliyorlar ve bizi destekliyorlar. Değişimin ikinci aşamasında da organizasyon yapısının gözden geçirilip tekrar kurulması
gerçekleştiriliyor. Genelde bu yeni yapıdaki sisteme
D
84
Kasım 2011
ayak uyduramayacak kişilerle vedalaşıp yeni profesyonel kadro kuruluyor ve yeni organizasyon yapısı
oluşturuluyor. Şirketin merkezi Kayseri’ den İstanbul
‘a taşınıyor.Şu anda şirketteki ileriye dönük plan ve
stratejilerinin yeniden gözden geçirildiği ve bu stratejiler doğrultusunda kararların alındığı bir süreçteyiz.
Yataş Türkiye’nin ilk üç markasından biri ama Yataş
denince aslında mobilya üreticisi de olmasına rağmen
sadece yatak algılanıyor. Yataş yatak konusunda ilklere imza atmıştır ve Yataş’ın yatakla özdeşleştirilmesi
de buradan gelmektedir. Bu dönemde mobilya ve
oturma grupları ikinci planda kalmıştır. Bizim hedefimiz hepsini birden aynı platforma taşımak ve bütün
ürünlerimizin değerini ön plana çıkartmaktır. Bunu
yaparken de 2010 yılında Yataş’ın modüler mobilya
ve oturma grupları için Enza Mobilya markası yaratıldı. Bu sene de bu değişimle birlikte Yataş Home yerine Enza Home ve Puffy Center yerine de Yataş
Bedding adlarıyla iki tane yeni dağıtım kanalı oluşturuluyor. Marka üstüne marka yaratmak zor ve uzun
soluklu bir değişim. ÜstelikYataş gibi güçlü bir marka yerineEnzaHome markasını ön plana çıkartırken dengeleri
korumak gerekiyor.
Değişim Yataş ismi korunarak yapılamaz mıydı?
Yataş’ın iyi olan yataklarının yanı sıra kaliteli mobilya
ve yataklarının olduğunu da anlatabilmemiz lazımdı. Dolaysıyla Enza markası yatak üzerine oluşan algıyı değiştirmek için doğdu. Biz artık ev tekstili de dahil evin her
türlü mobilya ihtiyacını karşılayan bir markayız. Enza ile
markamızı yükselteceğiz.
Yataş’ın A grubundan D grubuna kadar olan segmentlerde müşterileri var ve D’den A’ya kadar hitap eden bir
mobilya ürün gamı oluşturmamız gerekiyor. Bu özelliğimiz
bize artı bir avantaj sağlıyor. Yatak dışındaki ürünlerimizi de
A segmentine hitap eder hale getirmemiz lazım. Bunun için
D segmenti ile A segmenti arasında tüm müşterilerin ihtiyaçlarına hitap edebilecek farklı fiyat aralıklarıyla, özellikleri ve estetikle, genellikle minimalist, fonksiyonel ve zarif
ürünlerle yeni bir gam çalışması yapıyoruz.
Burada farklı bir yanı var ama bu nokta belli bir ciro
doygunluğu da gerektirmez mi?
Bizim geçen yılki ciromuz 145 milyon civarındaydı.
Bu seneki hedefimiz 240 milyon. %70’e yakın bir büyüme hedefimiz var. Bu değişimle birlikte bayi teşkilatının şirkete olan güveni de tazelendi. İlk 6 ayda 48 bin m
yeni mağaza alanı açtık. Bunun büyük bir kısmı bayiler tarafından açıldı. AVM’lerde kiralar yüksek olduğu için
kendimiz mağaza açıyoruz. İstanbul, Ankara, Kayseri ve
İzmir’de büyük mağazalar açıyoruz ve bu illerin dışında
da devam edip mağazacılığı yaygınlaştırmayı düşünmüyoruz. Çünkü bayilerle rekabet etmek gibi bir amacımız
yok. Bu mağazalarda yeni konseptleri deniyoruz. Biz denedikten sonra bayilerimizi mağazalara davet ediyoruz ve
yeni konsepti görüyorlar. Sonra onlar da uygulamaya başlıyorlar. Bu mağazalar hem pazarı daha iyi dinleyebilmemiz açısından önemli hem de planladığımız konseptlerin
uygulanmasında prototip atölyesi gibi çalışıyorlar.
Değişim sürecinde Yataş’ın logosunu da değiştirdik.
Bir parantezimiz var ve bu parantez bütün grubu topladığını ifade ediyor. Parantez ileride bizim logomuz şeklinde
kalacak. Yanında Yataş yazmadan da parantez ile tanınır
hale gelinecek.
2013 hedefinizhakkında bilgi verir misiniz?
5 senede 1 milyarlık bir şirket olmayı hedefliyoruz.
Dünyada 380 milyar dolarlık bir pazar var veileride de 1
trilyon doların üzerine çıkacak.Mobilya pazarında yıldız
ülkeler var. Çin pazara birdenbire girip pazarın %25’ ine
sahip oldu. Esas pazar Amerika, İngiltere, İtalya ve Almanya’da. Mobilyada bir doyguluk söz konusu değil ve
büyüme gösteriyor. Bundan 3 sene önce 6 milyar dolar
olan Türkiye pazarı bugün 8-9 milyar dolara çıktı.
Yataş’ın operasyonu büyüdüğünde belli bir konumu
olması gerekir ki pazardan o payı alabilsin. Nerede durduğunda ne olacağının bilinmesi gerekir.
Şu anda Türkiye pazarında grup olarak ikinciyiz. Biz
Kasım 2011
85
en azından konumumuzu korumak ama belli bir strateji dahilinde de büyümeyi hedefliyoruz. Geçen sene
haziranda başlayan değişimde bu sene temmuza kadar
büyük adımlar atıldı. Bilgi sistem yapımızı değiştiriyoruz, süreç yönetimine geçtik, fabrikalarda kapasite
artırımına gittik, yatırımlar yapıyoruz. Bütün bunlar
bizi yavaş yavaş geleceğe hazırlıyor. Bunlarla birlikte
büyümenin gereklerine ayak uydurabiliyoruz.
İhracat faaliyetlerinizden söz eder misiniz?
Kuzey Afrika ülkelerinde ve orta Avrupa’da Yataş
markası ile mağazalar ve operasyonlarımız var. Kuzey
Afrika krizden etkilendiği için İran, Irak, Macaristan,
Balkan ülkeleri ile ihracatımızı sürdürüyoruz ama
Yataş bir dönem Amerika’ya çok büyük ihracatlar
yapmış ve biz Amerika’yı tekrar canlandırmak istiyoruz ama öncelikli pazarımız İngiltere ve Almanya.
Ciromuzun 3’te 1’ini ihracattan elde etmek gibi bir
hedefimiz var. Bunun için de altyapı çalışmalarını yapıyoruz ama öncelikle ürün gamımızı hazırlayıp onun
üzerinden hareket etmemiz lazım.
Bahsettiğiniz pazarlar, sizin için yeni pazarlar mı?
İngiltere ve Almanya daha önce çalıştığımız ama
bazı nedenler dolayı çıktığımız bir pazar. Oralarda rekabet çok yüksek olduğundan dolayı şirketi de bir disiplin altında tutacak pazarlar. Hem ürün kalitemizi hem
de maliyetlerimizi kontrol etmek için bize yönlendirici
olacaktır.. Bir taraftan trendleri takip ederken diğer taraftan da o pazarlara uygun ürünler geliştirmede şirkete
dinamizm kazandıracağız. Biz bu pazarları birer yatırım alanı olarak görüyoruz. Bu çalışmaları önümüzdeki
sene başlatacağız. Şu anda yakın pazarlarla ilgileniyoruz. Rusya, Ukrayna, Azerbaycan gibi civardaki ülkelerle ticaretimizi artırmayı hedefliyoruz.
Sektör için navlun bedeli gibi maliyetler önemli.
Navlun bedelinin yanında ülkelerin kendi iç gümrük yapıları da var. Bir de ürün gamı çok önemli. Ürününüz olacak ki bir farklılık getirip satabilesiniz ve
talep yaratabilesiniz. Her ülkenin ihtiyaçları farklı olabiliyor. Dolayısıyla İngiltere pazarına ürün tasarlarken
Almanya ve Kuzey Afrika’ya başka ürün tasarlamanız
gerekiyor. Bütün yapıyı önümüzdeki 6 ay içinde kurup
önümüzdeki yıl bütün altyapı çalışmalarını tamamlamış olacağız. Sene başında yeni bilgi sistem yapısına
geçiyoruz. Ürün gamı çalışmaları başlattık. Bir havuz
oluşturduk. Yataş ve Enza tasarım ekibi oluşturuldu.
Sonuçta ülkeye baktığınızda mobilya sektörü önemli
bir ekonomik güç. Bir İnegöl gerçeği var. Ankara sitelerden İnegöl’e kayan ve orada üretim yapan büyük
firmalar var. Bir de Yataş’ın da dahil olduğu, MOSDER çatısı altında toplanmış üreticiler var. Dünyada
da geçerli bir durum bugün piyasaya çıkan,beğenilen
bir ürün yarın taklit edilebiliyor. Mobilya sektöründe
böyle bir yapı içerisindesiniz. Bütün bunları ancak
farklılaşarak aşabilirsiniz. Kendinize bir hedef koy-
86
Kasım 2011
duysanız o hedefe ulaşmada bazı şeyleri farklı yapmanız lazım. Oradan yola çıkarak ürün gamımızı yenileyip toparlıyoruz. Oluşturduğumuz tasarım ekibi
çok güçlü ve dışarıdan da destek aldığımız kişi ve firmalar var. Bunlarla birlikte Yataş’ı 2015’e hazırlayacak bir ürün gamı çizgisi oluşturuyoruz. Markamıza
yakışır, tasarımların göründüğü fonksiyonel, minimalist çizgiler ortaya çıkıyor.
İhracat yaptığınız batı ülkelerinde Türk markası olmanın yarattığı algı olumlu ya da olumsuz sonuçlar veriyor mu?
Avrupa’da nötr bir tepki var ama Almanya ve İngiltere’de Yataş bilinen bir marka değil. Mutlaka pazara girmek için bir takım ödünler vermeniz gerekiyor.
Ama o arada o pazarı iyi öğrenip oradaki gereksinimleri daha iyi analiz ederek daha uygun ürünler geliştirirseniz başarıyı yakalıyorsunuz.
Yurt dışında Yataş olarak faaliyet gösteriyoruz ve
uzun yıllar yurt dışına yatırımlar yapmış bir markayız.
Örneğin Yataş İran’da çok iyi bilinen bir marka. Üstüne
kül serpilmişti ama biz onu yeniden canlandırdık. Kendimize yakın pazarlara doğru gideceğiz. Avrupa’da,
Macaristan’da Yataş markalı bir mağazamız var. Yugoslavya bölgesinde ve Yunanistan’da faaliyetlerimiz
var. Ayrıca biz a’dan z’ye otellerin tüm ihtiyaçlarını da
karşılıyoruz. Halısından, perdesinden, yatağından başlayıp, mutfak mobilyalarından, outdoorlarına kadar her
şeyi kabul eden bir ürün gamı sunuyoruz. Bu sene 3-4
tane otel çalışması devam ediyor. Örneğin şu anda
Edirne Dedeman Otel’i yapıyoruz. Yunanistan, İran ve
Rusya’da da birkaç proje takip ediyoruz.
Serdar Kitapçı biz şu anda patronlarımızla kavga
ediyoruz diyor. Bu durum güncelliğini koruyor mu?
Bu durum patron şirketlerinde başlatılan değişimlerde genelde yaşanmaktadır. Değişim geçmişin yerleşik düzeniyle çatışmadır. Genelde patronlar
ellerindeki gücü devretmede zorlanırlar. Şirketinize
biri geliyor ve o yönetiyor. Burada önce inanmak çok
önemlidir. Daha önce de belirttiğim gibi Yataş’da da
değişim öncelikle patronların değişime olan inancının
sağlanması, güven ve desteklerinin alınması ile başlamıştır. Bu süreçte tabii ki çatışmalar yaşanabilir ancak
değişimin başarıya ulaşmasında bu inanç ve desteğin
sürmesi çok önemlidir.
Müşteri ve çalışanların mutluluğu bu şirketi başarıya götürecektir.Yataş’ın müşterileri çok bağlı. Bazen
ufak aksaklıklarda müşteriler markayı bizden daha çok
sahipleniyorlar. Yani müşteri memnuniyeti için hepimiz çalışıyoruz. Bunun için yeni bir sistem getirdik.
Tüm yöneticiler her ay bir gün kendi mağazalarımızdan birinde görev yapıyor. Orada doğrudan müşteri
beklentilerini kavrıyor ve müşteri kavramını beyninde
daha iyi yerleştiriyor ki tüm yaptığımız işlerde müşteri kavramını daha iyi vurgulayalım.I
İdaş Yönetim Kurulu Üyesi Murat İşeri:
Eğer bugün yatak fabrikası
kurar mısın deseler, hayatta
kurmam derim
atak üretimi konusunda yetkin firmalarımızdan biri olan İdaş, sektörde yaşanan
zorlu rekabet ortamına rağmen yerini korumayı başarmış. Yaşanan rekabet ortamının kendileri için problem olmadığını
belirten şirketin Yönetim Kurulu Üyesi Murat İşeri,
esas problemli hususun kayıt dışı ve alınan %18 KDV
olduğuna dikkat çekiyor.
Sektörünüzün hareketli bir dönem yaşadığını düşünmekteyiz. Sektör firmalarının profesyonelleşme ve
marka ile ilgili yatırımlarına tanık oluyoruz. Yaşanan
Y
88
Kasım 2011
bu gelişmeler ışığında sektör ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?
Bizim sektörümüz aslında atölye sektörü. Yani çok
ufak yatırımlarla yapılabilinecek üretimler söz konusu.
Bu nedenle bizim en büyük rakibimiz merdiven altıdır. Bizim sektörümüzün neredeyse tamamı aile şirketlerinden oluşuyor. Hem tedarikçimiz, hem
satıcımız hem de çalışanımız bir yerde aile. Bu yüzden
aile şirketinden profesyonelliğe geçme çabası her
zaman doğru sonuçlar veremeyebiliyor. Buna en güzel
örneklerden biri satıcı ya da tedarikçi baktığımız
zaman, onlar aileyi görmek istiyor. Avrupa’ya bakıyoruz, Avrupa’da da aile olarak yaklaşık 166–176 tane
yaylı yatak firması var. Aile olmaktan çıktığınızda bir
fona giriyorsunuz ve o fon sizi satın alıp, yönetiyor.
Fonlar bu sektörde başarılı olabiliyorlar mı?
Avrupa’da yatak üzerine 3 tane fon var. Bunlardan bir tanesi Belçikalı, bir tanesi Norveçli, bir tanesi
de Fransız. Norveçliler de aslen İngiliz bir fondur. Bu
fonlarla şirketleri satın aldıklarında, belirli bir süre, ailenin, şirketin başında kalmasını şart koşuyorlar. Bu,
fonla beraber tedarikçiye ya da satıcıya karşı bir şeyin
değişmediğini göstermek amacıyla yapılıyor. Bunlardan bir tanesi, şu an da iflas masasında. Bir diğeri artık
büyümüyor. Şu anda bir tek Norveç firması sağlıklı
durumda gibi görünüyor. Bunların haricinde hakikatten bu işi becermek çok zordur. Yatak farklı bir sektördür. İşçinin yoğun olduğu her yerde bunu söylemek
mümkündür.
Aktardıklarınızdan yola çıkarak bizde nasıl olması
gerekiyor?
Bizdeki genel müdür dışarıdan transfer değil, şirketin içinden yetişen biri olmalı, bu Avrupa’da da
böyle. Yani her profesyonel aileden olmalı anlamına
gelmiyor. Bizim şirketimizde de yüzlerce profesyonel
çalışıyor ama az önce de dediğim bu kişilerin yine şirketin içinden gelmiş olması gerekiyor. Ancak şirket
içinden yetişen kişiler tedarikçiyle ya da satıcıyla aynı
samimiyeti kurabiliyorlar. Biz de tam bir geçiş safhasındayız. Türkiye’de kapitaller büyüdü, sermayeler
büyüdü. Artık eskisi gibi ufak ufak şirketler değil de
gitgide büyüyen, gelişen şirketler var. Bu büyüyen şirketler de profesyonelleşmeyi seçiyorlar.
Bildiğimiz kadarıyla sizde böyle bir yönelimin içerisine girmiştiniz.
Biz de daha önceden böyle bir profesyonelleşme
geçirdik. Ama başarılı olamadık. Belki de bizim profesyonellerimiz yanlış kişilerdi. Bilemiyorum tabi. O
kadar da büyük konuşmak istemiyorum. Ama dediğim
gibi bizim sektörümüz güvene dayalı bir sektör. Mesela size şunu itiraf edebilirim. Eğer bugün yatak fabrikası kurar mısın deseler, hayatta kurmam derim.
Marka olmadan gerçekten zor. Tüketici de sizden aynı
güveni bekliyor. Çünkü bir marka yani bir güven görmek istiyor. Bu nedenle her yerde güvene dayalı bir
sistem söz konu. Bir de yatak öyle bir şey ki sanki kapalı bir kutu. İçini açıp da bakabilme şansınız yok.
Çok fazla inceleyemiyorsunuz. Daha çok güvenmeniz
gerekiyor. Bu da bizi İdaş olarak bir adım öne çıkarıyor. Bugün bizden çok daha fazla reklam yapan firmalar var ama hala İdaş bir yatak markası olarak
sapasağlam bir şekilde olduğu yerde duruyor.
Yabancı yatırımcıların bu sektöre ilgi duyduğu
ifade ediliyor. Sizin bu yönde görüşmeleriniz var mı?
2001–2002 yıllarından beri biz yabancılarla görüşüyoruz. Bu konuda kapalı fikirli bir insan değilim
ama şöyle bir iyice baktığınızda ailenin devamlı direksiyonda olması lazım. Görüntü olarak tedarikçi kapıdan girdiği zaman onu hissetmeli aynı şekilde
çalışan da onu hissetmeli.
Yurtdışında başarılı olabilmek mümkün mü?
Mesela bugün sektörümüzde çok iyi yolda olan firmalar var. Tabi aynı şey yatak konusunda ne kadar
mümkün, bu oturup konuşmaya, tartışmaya değecek
bir konu. Mesela bir markamız var. Sektörümüzde
Kasım 2011
89
yurtdışında marka yatırımları, mağaza yatırımları gibi
belirli yatırımlar yaptı. Bana göre yavaş yavaş gayet
güzel oturuyor. Bir kere dünya markası olabilmek için
markamızın dünyadaki telaffuzunu duyurmamız
lazım. Yani içinde “ş” harfi bulunan bir marka ne
kadar başarılı olabilir? Değiştirmeniz, üstünde oynamalar yapmanız lazım.
Son dönemde ‘kişiye özel yatak’ diye ifade edilen
bir yaklaşım var. Kişiye özel yatak yapılabilmesi
mümkün mü?
Dünyada kişiye özel 2 şey vardır. Bunlardan biri
ışık biri de uykudur. Herkes ışığı farklı görüyor. Herkes de farklı uyuyor. Uyku, yalnızca kişiye özel bir
yataktan geçmiyor. Çünkü uyku farklı bir sistemdir.
Odanın ısısı, odadaki oksijen miktarı, yediğimiz
yemek, içtiğimiz içki çok önemli. Bunların hepsini
topladığınız zaman kaliteli bir uykuya sahip olabiliyorsunuz. Sadece dünyanın en iyi yatağını almış
olmak ya da size en uygun olan yatağa sahip olmak
yetmez. 5 dakika yatıp, ölçüp, biçip bana en uygun
yatak yapılır iddiası olabilir. Buna bir şey demiyorum.
Ama bir insanın vücudu parmak izi gibidir. Herkesinki
birbirinden farklıdır. Böyle bir iddiada olmak demek,
herkese farklı yatak yapmak demektir. Bu da mümkün değildir. Mümkün olan şey, bunu belirli bir yere
kadar getirebilmek. Ancak ortalamaya toplayabilirsiniz. Fakat bana göre bu çalışmaların çok daha başka
bir yararı var. Biz de şuan bu çalışma içindeyiz. Şuan
biz burada Türk insanın ergonomisi hakkında data topluyoruz. Ona daha ortalamalı yani daha çok kişiyi
mutlu edebilecek bir yatak yaptığımız zaman bize göre
biz başarıyı elde etmişiz demektir. Ama kişiye özel oldukça iddialı bir söz.
Diğer taraftan farklı alanlara da yatırım yapmayı
planladığınızı aktarıyorsunuz. Konu ile ilgili bilgi alabilir miyiz?
Şuanda elektrikli motosikletin Türkiye’deki dağıtımına başladık. YADEA diye dünyanın en büyük motosiklet fabrikası var. Onların kendi markalarını da
yanımıza aldık. 2012 yılının sonu, 2013 gibi üretim
bandını da kurmayı planlıyoruz. Elektrikli normal
araba, golf arabası, çöp arabası dahil he türlü aracı
yapmak istiyoruz.
Bizim esasen ilgilendiğimiz konu elektrikli aletlerin pil kısmı. Şuanda bu konuda dünyada çok büyük
araştırmalar var. Biz de bir şekilde onun ucundan tutmaya çalışıyoruz çünkü bildiğiniz gibi şuan ki pil teknolojisi son derece kısıtlı bir teknoloji ve gelişime
açık. Türkiye’nin lityum pil üretilmemiş olması çok
üzücü bir olay. Bu kadar büyük, bu kadar gelişmiş bir
ülkede düşününki kesintisiz güç kaynaklarının pillerini hala dışarıdan alıyoruz. Bunların artık yavaş
yavaş burada yapılmaya başlanması gerekiyor.
Yapmayı düşündüğünüz yatırımlardan da yola çı-
90
Kasım 2011
karak ülkenin geleceği ile ilgili oldukça umutlu olduğunuz gözlemleniyor. Bu noktada ülkemizin geleceği
ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?
Neredeyse 20 tane şehrimizin nüfusu milyonun
üzerine geçti. Ben Avrupa’ya çıktığımda, yabancılarla
görüştüğümde şunu söylüyorum; “Türkiye’ye gelin,
kendinize Türk bir ortak bulun, çünkü sizin geleceğiniz o Türk ortağa bağlıdır.” Belçika’da merkezi olan
Avrupa Yatak Üreticileri Birliği var. Oradaki konuşmamda da yanı şeyi söyledim. Türkiye’den korkmayın. Türkler gelecek ucuz yatak satacak diye
korkmayın. Gidip ortak olun. Eğer onun teknolojisi
senden daha ucuza yatak yapmaksa, bunu yapabiliyorsa, sen de bundan faydalan. Öcü gibi görmeyin
bizi. İnanılmaz bir kapasitemiz, inanılmaz bir potansiyelimiz var. Bakın Türkiye’de 7 tane sünger fabrikası olsa Türkiye’nin sünger ihtiyacını rahatlıkla
karşılar. Fakat Türkiye’de 112 tane sünger fabrikası
var. Türkiye’deki yatak ihtiyacını karşılayacak yatak
tesisi 5 ve ya 6 tanedir, bilemediniz 10 tanedir. Türkiye’de 1400 -1500 tane yatak üreticisi var. Bu aslında
çok büyük bir potansiyelin göstergesi.I
SERBEST
BÖLGELER
GELECEĞİNİ
ARIYOR
Dış ticaretimiz önemli aşamalar kaydediyor. Bu ortamda değişimin ve dönüşümün olması ise kaçınılmaz. Serbest bölgelerde bu değişim dönüşümden nasibini almak üzere. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan
konu ile ilgili gelişmeleri değerlendirdi.
D
ünyanın birçok ülkesinin yaşam savaşı
verdiği bir dönemden geçiyoruz. Bazı ülkeler ameliyat masasında ve bu durumunun sonuçları hakkında şimdiden bir
şeyler söylemek güç. 2008’de başlayan
küresel kriz dünya ekonomisini, ticaretini geri götürmüştür. Son yılların en büyük depremi olarak gözüken ekonomik kriz, Başbakanımızın da ifade ettiği
gibi bizi teğet geçmiştir. Bu dönemde hedeflerimiz
doğrultusunda ekonomik faaliyetlerini geliştiren Türkiye, sürekli büyüyen bir ülke haline gelmiştir.
Bugün dünyanın ekonomisine önemli etkileri olan
bir noktaya gelen gelişmekte olan ülkeler, gelecekte
önemli roller üstleneceklerdir. Bu dönemde demokrasini hakim olmasını ve bu hakimiyetinde barış ve huzura vesile olmasını dilemekteyiz. Zenginleşen
ülkelerin yarın dünya refahından daha az pay alan ülkelere göstereceği ilginin, onların ekonomik yaşamdan hak ettikleri payı almasını sağlamasını arzu
etmekteyiz.
Yeni bir dönemin başlangıcı olarak gördüğümüz
bir dönemde, ekonomik olarak daha ilerlememiz için
gerekli olan çalışmalar ivedilikle yapılmaktadır.
Bugün Türkiye’yi yatırım cennetine çevirmek için
adımlar atılmaktadır. Atılacak bu adımlarla ülkemizin
uluslararası arenada daha fazla söz sahibi olacağını
düşünmekteyiz.
Özellikle dış ticaretimizin gelişmesi ve yabancı yatırımın artırılması için serbest bölgeler ile ilgili çalışmalarımıza bir yılı aşkın bir süredir devam
ettirmekteyiz. Yaptığımız araştırmalar neticesinde serbest bölge yerine ‘Ekonomi Serbest Bölgeleri’ ifadesi
çerçevesinde yeni bir konsepte geçmeyi planlıyoruz.
Bunun için Güney Kore’de yaptığımız incelemeler
bize bazı fikirler verdi. Yapacağımız pilot bölge çalışması ile ilk adımlarımızı atmayı planlıyoruz. Bu çalışmaların ileride cari açığın azalması doğrudan
yabancı yatırımların çekilmesi gibi sonuçlarının olmasını beklemekteyiz.
Önemle üzerinde durduğumuz bir hususta bu çalışmalar yapılırken ekonomik bölge enflasyonuna sebebiyet vermemektir. Ticaretin, turizmin, sanayinin,
lojistiğin ve iletişimin olduğu geniş bir yelpazede düşündüğümüz Ekonomik Serbest Bölge konsepti, geniş
araziler üzerinde olabileceği gibi bir ilin ya da birkaç
ilin birbirini tamamlayacağı şekilde de organize edilebilir. Bu anlayış bölgelerin daha özgür daha rantabl çalışmalar yapabilmesini sağlayacaktır. Farklı illerin
avantajlarının kullanılabilineceği bu sistemde, daha sağlıklı hareket edebilmek için kalkınma ajanslarının konuya dahil olmasını sağlamak istemekteyiz. Bunun için
Kalkınma Bakanımız Cevdet Yılmaz’a konuyu aktardık
ve bu hususta bir mutabakat sağladık. Oluşturmak istediğimiz konsept, yurt dışından gelen insanların bir
yerde ikamet edebileceği diğer taraftan ofis olarak kullanabilecekleri yapıların havaalanı, limanlar ve demiryolları ile bağlantılarını sağlamak istiyoruz.
Yapılan bu çalışmalar daha güçlü bir Türkiye’nin
ortaya çıkarılabilmesi için atılacak önemli adımlardır.
Bu adımlar atılırken, beraber hareket edeceğimiz yatırımcılar, ortaya çıkarılacak güçlü ülkenin mimarları
olacaktır.I
ESBAŞ yeni döneme hazır
Y
üzde 96’lık doluluk oranına ulaşarak
önemli bir başarıya imza atan ESBAŞ
(Ege Serbest Bölge Kurucu ve İşleticisi
AŞ) gelen taleplere cevap verebilmek için
650.000 m2lik genişleme arazisini serbest
bölge ilan ettirmeye çalışıyor. Genişleme arazisinin serbest bölge ilan edilebilmesi için bakanlar kurulu kararı
gerekiyor. Bir yandan gerekli yatırımları yapabilmek
için çıkacak olan Bakanlar Kurulu Kararı’nı bekleyen
ESBAŞ, diğer yandan da serbest bölgeler için yeni bir
dönemin başlaması için yeni nesil serbest bölgeler adı
altında yapılacak yasal değişiklikleri bekliyor. Konu ile
ilgili görüşlerini aldığımız ESBAŞ Pazarlama ve Tanıtım Gurup Başkanı Ertuğrul Işıksoy ve ESBAŞ Danışmanı Vacit Şar, sorularımızı yanıtladı.
2004 yılında yapılan değişikliklerin sektörün önünü
tıkadığı ifade edilmektedir. Bu konudaki görüşlerinizi
alabilir miyiz?
Ertuğrul Işıksoy: AB haksız rekabete sebep oluyor
gerekçisi ile Türkiye serbest bölgelerinde üretim faaliyetlerine karşı çıkıyor. Hükümetimiz 2004 yılında çıkardığı bir yasa ile AB’nin bu isteğine uyarak serbest
bölge teşviklerinde daralmaya gitmiş ve bu durum da
Türkiye’deki mevcut yabancı yatırımcıların tedirgin olmasına neden olmuştu. Avrupa’da 250 serbest bölge var
ve bunlar antrepo gibi çalışıyorlar. Mesela Barcelona limanı olsun, Hamburg, Roterdam olsun bunlarda üretim
faaliyeti yok ama AB’ye katılan eski doğu bloğu ülkelerinden Polonya’da hala üretim devam ediyor ve oradaki teşvikler kademeli şekilde yıl ve yıl düşürülerek
2020’de sıfırlanacak. Aynı şey İrlanda’da, İspanya’da
var. Orada da teşvikleri kademeli olarak indiriyorlar.
Dolyısıyla bizim 2004 yılındaki uygulama biraz erken
ve yanlış oldu. Biz AB’ye girdikten sonra serbest bölge
teşviklerini düşüreceklerse düşürselerdi. Serbest bölge
teşvikleri budanınca bölgelerimize talep düştü ama biz
hiçbir zaman için tanıtım faaliyetlerinden geri durmadık ve bugünlere kadar geldik. Bugün de Ege Serbest
Bölgesi %96 doluluk oranına ulaştı. Bugün bölgede 19
bin kişi çalışıyor. Bu yıl kısmetse 5 milyar dolar ticaret
hacmi gerçekleştireceğiz. Geçen yıl 4 milyar doları yakaladık. 2015’te de 7,5 milyar dolar ticaret hacmini yakalamayı hedefliyoruz.
Yapılan ticaret tüm serbest bölgeler düşünüldüğünde oldukça önemli bir orana denk geliyor.
Ertuğrul Işıksoy: Toplam bölgelerde yapılan ticaretin 1/5’e yakını Ege Serbest Bölgesi gerçekleştiriyor.
Bunun yanında istihdamın 1/3’ünü geçen kısmı Ege
Serbest Bölgesi’nden. Biz hep ileri teknoloji kullanan
firmaları bölgeye çekmeye çalışıyoruz. Havaalanı yanımızda, liman yanımızda. Lokasyon büyük bir avantaj,
İzmir’de olmak büyük bir avantaj. İzmir’e gelen yabancılar bırakın üretmeyi, İzmir’de yaşamak istiyor.
Tanıtım ile ilgili başarılı olduğunuz doluluk oranı-
Kasım 2011
93
Vacit Şar
Ertuğrul Işıksoy
nızdan da gözükmekte. Başarınızın daha iyi algılanabilmesi için yaptığınız çalışmalar ile ilgili bilgi verir misiniz?
Ertuğrul Işıksoy: Biz öncelikle bölgemizi tanıtmamız gerektiğini düşünerek hareket ettik. Başlangıçta tek
başımıza İzmir’i, Türkiye’yi tanıtmak zorunda kaldık ve
başarılı da olduk. Bugün kalkınma ajansları kuruldu ve
bunun da ilki İzmir’de kuruldu ve İzmir ve Türkiye’yi
tanıtmak görevi ağırlıklı olarak artık onların işi. Biz ise
tamamen Yabancı yatırımcılara konsantre olduk ve onalara Ege Serbest Bölgesini anlatıyoruz.
Önünüze geleni serbest bölgeye almamak gibi bir
kuralınız var, ancak sıkıntıda olduğunu bildiğimiz serbest bölgelerin bunu hayata geçirmesi kolay gözükmüyor. Siz bu noktada sorun yaşasaydınız yinede aynı
yönelim içerisinde olur muydunuz?
Ertuğrul Işıksoy: 90’larda oldu. Orada başka faktörler de vardı. Biz bölgeyi kurmaya başladığımızda Rusya
dağıldı, yeni pazarlar oluştu. Almanya birleşti, Batı
Alman yatırımcılar yatırımlarını doğu Almanya’ya kaydırdı. Körfez savaşı çıktı, dünyada uluslar arası yatırımlar durma noktasına geldi. Bunlar bizi o zamanlar
sıkıntıya soktu. Buna rağmen biz hiçbir zaman Ege Serbest Bölgesini ve avantajlarını yatırımcılara anlatmaktan
geri durmadık.. Biraz ötelendi yabancı sermayenin ilgisini çekmek ama başardık.
500 milyar dolarlık bir hedeften bahsediliyor. Bu
noktada Çandarlı çok önemli. Umarız zamanında hare-
94
Kasım 2011
kete geçirilebilir.
Ertuğrul Işıksoy: Bir limanın oturmasının 50 yıl aldığını söylüyorlar. İş sadece bina inşa etmekle olmuyor.
Dünyanın orayı tanıması, hatların konması gerekiyor.
Limanların tabiî ki yapılması lazım. İzmir’de Çandarlı
yapılıyor, belki başka yerlerde de yapılıyordur. 500 milyar ihracat için sadece üretim yetmiyor. Nakliyat gibi
diğer faktörleri de devlet düşünmüş ki liman ve benzeri
yatırımlar yapılıyor. Türkiye bunu başaracak güçtedir.
Son dönemde üzerinde durulan ve serbest bölgelerin
daha verimli hale getirilmesi için yeni düzenlemeler yapılmaya çalışılıyor. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir
miyiz?
Vacit Şar: Dünyada da böyle terminolojiler var. Özel
ekonomik alan. Aslında serbest bölgeler en cazip teşvik
alanları. Dolayısıyla serbest bölgelerin yakaladıkları bu
başarıyı daha da büyütmek için serbest bölgelerdeki endüstriyel ağırlığı arttırmaya çalışıyorlar. Yeni konsept bu.
Bu konseptte de kabul edilmiş faaliyetler var. Üretim, ticaret ve çok kısıtlı oranda da hizmet sektörü vardı o da
yazılımla sınırlandırılmıştı. Tabi gelişen ekonomide özellikle gelişmekte olan ülkelere doğru üretim kayışı yaşanıyor. Ama bunun sonraki aşaması gelişmiş ülkelerin,
gelişmekte olan ülkelere hizmet üretiminde de ağırlığı
kaptıracağı yönünde. O yüzden bizim serbest bölgemizde
hizmet bölgelerini de geliştirecek biçimde yeniden yapılandırılmasını istiyorlar. O yüzden Sayın Bakan’ın da
birçok platformda söylediği gibi film endüstrisinin serbest bölgelerde faaliyet göstermesi, bakım-onarımın serbest bölgelerde olması ve daha rekabetçi fiyatlar elde
etmesi. Türkiye özellikle havacılık sektöründe bakım
faaliyetlerinde bir ivme yakaladı ve özellikle bu bölgede
havacılık sektöründe ileriye dönük yer alması konuşulanlar arasında ama şu an mevzuat buna uygun değil.
Çünkü serbest bölgelerdeki en önemli avantaj kurumlar
vergisi muafiyeti. Bu sadece üretim firmalarında var.
Üretimin %85’ini ihraç ettiyseniz üretimi yapan çalışanların da gelir vergisini ödemiyorlar. Ama bu çok
geniş bir oranda faydalanılan bir teşvik değildir. Bu şartı
karşılayabilecek şirket sayısı çok kısıtlı.
%85 ihracat şartının ağırlığından dolayı kademeli
bir sistemin uygulanmasının daha verimli olacağını
ifade edenler var.
Ertuğrul Işıksoy: Hindistan’da ihracat yaptıysan çalıştırdığın işçilerden gelir vergisi alınmıyor. Ama malı
yurtiçine sattıysan gelir vergisi vereceksin. Bizde de
böyle yapılması lazım. %85 hesaplaması bir dert. Kısaca İhracata giden malın vergiden tümüyle muaf olması gerekir.
Vacit Şar: Serbest bölgelerdeki sistemin aslında
Türk vergi otoritelerinde ideal bir sistem olarak incelemelerini öneririm. Çünkü Türkiye’deki kayıt dışı ekonominin vergi kayıplarına neden olduğunu artık bütün
devlet otoriteleri de özel sektör de kabul ediyor ve özel
sektör benim kabul edemeyeceğim bir savunma yaparak bunun ekonominin gelişimi için gerekli olduğunu
söylüyor. Türkiye’deki kayıt dışılığın bitirilmesi için
serbest bölgedeki sistemin örnek alınması lazım.
Bir de hükümet yetkilileri serbest bölgelerin mantığını anlayamadılar görüşü var. Bu düşünceye katılır mısınız?
Ertuğrul Işıksoy: Serbest bölgeler önceki bakan olan
Kürşat Tüzmen’in elinde büyüdü. Anlamadığını söylemek haksızlık olur. Serbest bölgeler teşvikli alanlar ama
imtiyazlı alanlar değil. Her şirkete açıktır. A firması da
gelir B firması da gelir. Dolayısıyla bir grup firmaya
imtiyaz sağlanmış, onlar serbest bölgelerde para kazanıyorlar gibi bir durum söz konusu değil. Siz de gelin
siz de kazanın. İmtiyazlı bir olay yok.
Verimli çalışmaktan bahsediliyor. Kümelenmek
gibi bir şey söylediler. Her serbest bölge belli alanlarda
ihtisaslaşsın o alandaki üreticiler oraya gelsin dendi.
Böyle bir yapı kurulabilir mi?
Vacit Şar: Kümelenme dünyada da sektörel bir
seçim. Şirketlerin aynı iş kolunda faaliyet gösterirken
birbirlerine verdikleri sinerjiden dolayı hızlı gibi geli-
şim olduğunu tüm dünya fark ettiği için Türkiye de kümelenme stratejisini gelecekteki endüstri stratejisi olarak kabul etti ve Türkiye’ye uygun kümelenmeleri
bulmak için sanayi bakanlığı araştırmalarını sürdürüyor. Biz Ege Serbest Bölgesi’ne gelen havacılık sektöründeki şirketlerden dolayı Ege Serbest Bölgesi ve
İzmir’de bir havacılık bölgesi kurmaya karar verdik.
Çünkü şu anda Ege Serbest Bölgesi’nde havacılık platform üreticilerine ürün veren çok şirket var. Biz İzmir’deki organize endüstri bölgelerindeki firmaları da
içimize alarak Türkiye’deki ilk havacılık kümelenmesini kurduk. Bu kümelenmenin bir web sayfası var ve
30 civarında üyesi var. Kümelenmeyi arttırmak için çalışmalarımız var. Onun dışında yurtdışındaki kümelenmelerle işbirliği yapıyoruz. Şu anda havacılık
kümelenmesi olarak Almanya’da üç tane kümelenmeyle Hamburg, Bremen ve Münih’teki kümelenmelerle işbirliği anlaşmaları yaptık ve önümüzdeki
günlerde Bremen’de devletten de katılım olan bir toplantı düzenliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’ye daha fazla
yabancı sermayenin Türkiye’deki firmalarla ortaklık
kuracağı yeni savunmak kobilerinin oluşturulmasına
büyük katkısı olacağına inanıyoruz. ESBAŞ olarak da
bunlara katkı vermeyi sürdürüyoruz ve Fransız bir
grupla da önümüzdeki yıl içinde savunma ve havacılık
üzerine bir toplantı düzenleyeceğiz. Ayrıca Türkiye’ye
ofset yükümlülükleri olan yabancı şirketlerin bu yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için Türkiye’den
daha çok ürün almasını sağlamak üzere de ofset toplantıları düzenliyoruz. 2012’nin mayısında da dünya
ofset ve counter trade birliğinin de yıllık toplantısını İzmir’de yapacağız.
Ege Serbest Bölgesi savunma sanayisinde de artık
bir marka olmuştur. O yüzden biz savunma sanayisindeki markaların Türkiye’de özellikle yabancı sermayenin yatırım yapmaları için ilgilerini çektik. Birçok
uluslar arası konferans yaptık. Bunun sonucundan da
Ege Serbest Bölgesi savunma sanayisinde faaliyet gösterilmesi için ideal tekno parklar ve endüstriyel parklardan birisi oldu.
Ayrı ayrı bakanlıkların serbest bölgelerdeki hakimiyetleri olmasının sıkıntı yarattığı gibi bir durumdan
söz edebilir miyiz?
Ertuğrul Işıksoy: Uzun zamandır mevzuatlar arası
bir birlik kurulamadı. Serbest bölgelerin kendi yasası
vardır. O kanunla ilgili olan çok yakın kanunlar vardır.
Gümrük yasaları, maliye yasaları birbirleriyle koordineli hale getirilemedi ama yeni dönemde onların da koordineli hale getirilmesi arzumuz.I
DESBAŞ - İstanbul Endüstri ve
Ticaret Serbest Bölgesi’nde
yatırımcılar geleceğe güvenle bakıyor
1
993 yılında yayınlanan bakanlar kurulu
kararı ile hayata geçen DESBAŞ (İstanbul Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi
Kurucu İşleticisi i AŞ), kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği başarılı çalışmalar ile ortaklarının yüzünü güldürmeyi başarmış.
Serbest bölgelerin geleceği ile ilgili önemli değişikliklerin yapılmaya başlandığı bir dönemde görüşlerine
başvurduğumuz DESBAŞ Yönetim Kurulu Başkan
Vekili Nüzhet Kodalak ve başarılı Genel Müdürü Ergenekon Küçük sorularımızı yanıtladı.
DESBAŞ’ın kuruluşunda bulundunuz, yaşadığınız
zorlukları aktarır mısınız?
Nüzhet Kodalak: DESBAŞ çok zor şartlar altında
mülkü kendisine ait olan ilk serbest bölge olarak kuruldu. Biz buradaki serbest bölgeyi kurarken devletten hiçbir destek almadan 180 ortağı bir araya
getirerek kurduk. Ülkemizde bugün çok ortaklı firma-
96
Kasım 2011
ların başarıya ulaşma oranının çok az olduğunu biliyorduk, o açıdan DESBAŞ çok ortaklı yapılara iyi bir
örnektir. Her yıl ortalama 4-8 milyon dolar ortaklarımıza kar dağıtmayı başarıyoruz. Şimdiki hedefimiz ise
bu kar oranımızı daha üst seviyelere çıkararak daha
büyük kar oranları dağıtmaktır.
Ekonomi Bakanımız Zafer Çağlayan’ın açıklamalarından sonra serbest bölgelerle ilgili yeni bir süreç
başlayacak. Bu hususta düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Nüzhet Kodalak: Bu değişim bir hükümet politikasıdır. Özellikle Avrupa Birliği’ne girene kadar bazı
istisna haklarımız devam ediyor. Bakanımız farklı ülkelere giderek serbest bölge çeşitliliğini gördü ve bazı
açıklamalarda bulunmasından sonra sektörde bir hareketlilik başladı. Fakat yapılan açıklamalardan sonra
ifade edilen değişikliklerin alt yapılarını aktarmaları
gerekiyor. Burada serbest bölgelerle ilgili nasıl bir sistem düşünülüyor. Örneğin Başbakan’ımız Mısır’a
Ergenekon Küçük
Nüzhet Kodalak
gitti. Biz Mısır’daki serbest bölgelerin ABD’ye gümrüksüz ihracat yaptığını biliyoruz. Eğer Türkiye’de de
böyle bir sistem düşünülüyorsa yani nitelikli serbest
bölge modeline geçecek isek o zaman çok farklı bir
tablo çıkar karşımıza. Yapılan değişiklikler içersinde
ihtisaslaşmaktan bahsediliyor. Bizler bugün kendi içlerimizde zaten ihtisaslaşmış durumdayız. Örneğin
DESBAŞ deri ve ayakkabı sektörlerinde ihtisaslaşmış
bir serbest bölgedir.
Yapılan değişim aynı zamanda serbest bölgelere
insanların bakış tarzının değiştiğinin göstergesi olarak
da algılayabilir miyiz?
Nüzhet Kodalak: Serbest bölgelere insanlar ağırlıklı olarak kaçak ürünlerin gelip gittiği bir yer olarak
düşünüyordu. Oysa ki burası serbest bölge değil, tam
kayıtlı bir bölgedir. Biz bir dönem bununla ilgili bir
araştırma yapmıştık. Aynı ihracat hacmi içersinde
devletin buradan fon olarak aldığı vergi ülkemizin
içersinden aldığı vergiden daha fazla çıktı. Çünkü burada her şey kayıt altındadır ve vergi kaçıramazsınız.
Serbest bölgelerden devletin tam olarak istediği
üretim miktarlarına ulaşılmadığı ifade ediliyor. Dünyadaki örneklerine baktığımızda geldiğimiz noktayı
aktarır mısınız?
Nüzhet Kodalak: Serbest bölge sektöründe en başarılı ülke Çin oldu. Dünyanın her yerinden kendi ser-
best bölgelerine üretim çekebilmeyi çok iyi başardılar. Şimdi eğer bir değişiklik yapılacaksa oradaki yapıya iyi bakılması gerektiğine inanıyorum. Burada
şöyle bir gelişim olmamalıdır, gidelim her yere bir serbest bölge kuralım. Bugün bu uygulamayı organize
sanayileri için yaptılar birçok bölge atıl durumda
kaldı. Karar alıcılar öncelikle bizde yani serbest bölgelerde atıl durumda kalan yerleri canlandırmak için
belli kararlar almalıdırlar. Ondan sonrasında da ülkemizdeki tüm serbest bölgelerin tam kapasite çalışması
için önlerini açmalılar. Kısacası biz yapılacak değişikliklerle üreten firmaların önünün açılmasını, bölgelerimizin daha fazla istihdam yaratmasını istiyoruz.
Serbest bölgelerle ilgili 2004 yılında yapılan değişikliklerin milat olduğu ifade ediliyor. Bu değişim sektörü nasıl etkiledi?
Ergenekon Küçük: 2004 yılında yapılan değişikliğe gelene kadar serbest bölgelerimiz hızla büyüme
içersindeydi. Fakat sistemin içersinde düzenlenmesi
gereken bazı konularında olduğunu belirtmek isterim.
Yani 2004 yılında yapılan değişiklik aslında gerekliydi. Fakat bu değişiklikten herkes zarar gördü. O dönemi iyi hatırlarsak AB süreci ve Türkiye’nin IMF ile
imzaladığı uyum çalışmaları gereğince bazı şeyleri değiştirmek gerekiyordu, bunlar yapıldı. Sonuçta alınan
kararlarla serbest bölgelerde üretimi destekleyen bir
Kasım 2011
97
sistem kurulmaya çalışıldı. Fakat o dönemde en büyük
sıkıntımız kararların bir an önce alınmasından kaynaklandı. Yabancı yatırımcılar bu değişikliği anlamakta zorluk çektiler. Burada alınan kararlarda bir
geçiş sürecinin olmaması ciddi bir sıkıntı yarattı. Eğer
alınan kararlarda 4-5 yıllık bir geçiş süreci yaşansaydı,
sektör bu kadar büyük etkilenmezdi. Belki oluşturdukları yöntem ülkemiz açısından daha önemliydi. Sonuçta serbest bölge modelinde üretimin, ihracatın ve
istihdamın ön planda tutulduğu bir yapıya geçildi. Bu
uygulamanın sonuca odaklı olduğunu biliyoruz.
O dönemde alınan kararlarda DESBAŞ nasıl etkilendi?
Ergenekon Küçük: 2004 yılı öncesinde DESBAŞ
zaten sınırındaki bütün yapılanan alanlarının satışını
ve kiralamasını tamamlamıştı. Ticaret açısından çok
ciddi işlem hacimlerine ulaşmıştı. 2004 yılında alınan
kararlarla bütün serbest bölgeler de işlem hacmi azalırken, biz eski işlem hacmimizi koruduk ve arttırdık.
Bunun nedeni de bizde faaliyet gösteren firmaların hacimlerini ve kapasitelerini arttırmalarıdır.
Alınan kararlardan biri de muafiyetlerden yararlanmak için yapılan üretimin %85’ini ihracat şartına
bağlanmasıydı. Bu şart serbest bölgelerdeki firmaları
zorladı mı?
Ergenekon Küçük: Aslında bu uygulama Türkiye’nin dış ticaret hacmini göz önünde bulundurduğunuzda acımasızda alınan bir karardır. Biz bunun
performans odaklı bir sisteme geçilmesi gerektiğine
inanıyoruz. Örneğin %60 oranında ihracat yapan firmaları belirli bir muafiyet ve bu oran yükseldikçe
muafiyettin de yükseleceği bir sistem kurulması gerekiyor. Böyle bir sistem bizim için çok önemlidir. Özellikle üretimin olduğu bölgelerde böyle bir sistem
98
Kasım 2011
serbest bölgelerin daha da büyümesini sağlayacaktır.
2023 yılı ihracat hedefleri açıklanıyor, serbest bölgelerin bu hedefler içersindeki önemini aktarır mısınız?
Ergenekon Küçük: 2023 hedefleri içerisinde serbest bölgelerin yeri çok önemlidir. Bu hedef doğrultusunda kalkınmakta olan bölgeler organize sanayi
bölgeleri ve serbest bölgeler ön planda bulunmaktadır. Ama bunların içinde serbest bölgelerin yeri çok
farklıdır. Çünkü bizim gerekli ihracatı yapmak için
mevzuat ve teknik yeterlilik olarak alt yapılarımız tamamlanmış durumdadır.
2023 yılı ihracat hedefi içersinde serbest bölgeler
oransal olarak ne kadar bir pay alabilir?
Ergenekon Küçük:2004 yılından itibaren toplam
ihracat içindeki payımız kademeli olarak arttığını söyleyebilirim. Hatta 2008 yılında kriz olmasına rağmen
ihracatta ki payımız sürekli artıyor .Bu durum serbest
bölge firmalarının üretim faaliyetlerinin ihracat odaklı
gelişmeye devam ettiğini gösteriyor.. Reel olarak kanaatim belirlenen ihracat hedefinin en az %10’unu
serbest bölgelerin gerçekleştireleceğidir.
500 milyar dolarlık bir ihracat hedefimiz var, fakat
bu kadar bir ürünü yurt dışına götürecek alt yapımızın
olmadığı ifade ediliyor. Bu hususta görüşlerinizi alabilir miyiz?
Ergenekon Küçük: Türkiye’nin en büyük problemlerinden bir tanesi lojistik sorunudur. Hem kara
yolu hem havayolu hem de deniz taşımacılığında istenilen düzeyde değiliz. Bunların tüm kamu birimlerinin
ortak bir veri tabanı ile çalışması sağlanmalı ve entegre taşımacılık tarafı daha etkin olursa belirlenen
ihracat hedeflerine çok rahat ulaşabileceğimize inanıyorum.I
Serbest bölgelerdeki yapılmak istenen değişiklikleri değerlendiren Selçuk Tür:
Daha verimli serbest bölgeler
amaçlanmakta
lkemizdeki serbest bölgelere içerisinde konumu ile
önemli bir artıya sahip olan İSBİ, bu artısını ekip çalışması ile birleştirerek ticaretin önemli bir oyuncusu olmayı başarmış. Bu başarıda önemli bir paya sahip olan
şirketin Genel Müdürü Selçuk Tür ile serbest bölgelerde
planlanan değişimi konuştuk.
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, gelişmiş ülkelerdeki serbest
bölgelerle ilgili bilgi verirken oradaki yapıların daha iyi kazançlar
bıraktığını ifade etti. Sizce Türkiye’deki serbest bölgelerle, gelişmiş
ülkelerdeki serbest bölgeler arasındaki farklılıklar nelerdir?
Türkiye’de bulunan serbest bölgelerde daha önce hizmet
üretimi ve satışına izin verilmemekte idi. Yeni tanımlanan ihtisas serbest bölgeleri ile çeşitli hizmetlerin üretimi
ve satışı mümkün hale gelmiştir. Hizmet üretmek nihai
mal üretimine göre yatırımı daha az olan, istihdama katkısı daha çok olan ve ülkeye hızlı para girişi sağlayan
alanlardır. Bunlara örnek olarak “Lojistik İhtisas Serbest
Bölgesi”, “Sinema ve Filmcilik ihtisas Serbest Bölgesi”
gibi yeni oluşumları örnek gösterebiliriz. Ayrıca Türkiye’nin stratejik konumu sebebi ile “Bakım Onarım İhtisas Serbest Bölgesi” ile kullanılmış otomobil ve
makinların revizyonlarının yapılarak yurt dışına satılması gibi gene hizmet esaslı yapılandırmalar kurgulanmıştır.
Bu kurgular yurt dışında Sayın
Bakanımızın da ifade ettiği gibi daha verimli serbest
bölge uygulamalarına sistemimizi yaklaştırmaktadır.
Ekonomik özel alanların oluşturulması var olan
serbest bölgelerimize ne gibi avantaj veya dezavantaj
sağlayacaktır?
Serbest bölgelerde daha hızlı ve kolay ticaret yapılmasını sağlayacaktır. Verilecek hizmetlere ya da yatırımlara göre daha özel teşvik uygulamalarını da
beraberinde getireceğini düşünüyoruz. Bu şekilde hizmet türüne ya da üretim türüne özel olarak dizayn edilmiş yeni teşvik sistemleri ile yurt
Ü
100
Kasım 2011
dışındaki büyük üreticiler ya da hizmet sağlayıcılar ile
rekabet edebilme gücü de sağlanmış olacaktır. Türkiye
uluslararası pazardan daha büyük pay alan daha güçlü
bir ülke olacaktır.
Yeni projelerde yatırımcıların ülkemizden dünyaya
açılması için özellikle limanların oldukları bölgelere
ağırlık verileceği ifade ediliyor. Bu durum yakınında
liman olmayan serbest bölgelerimizi nasıl etkileyecektir?
Serbest Bölgelerin, ülkenin yurt dışına açılan bir
kapısının (gateway) yanında olması önemli bir avantajdır. Zira uluslararası mal ve hizmet trafikleri mutlaka bir ulaşım kapısından gerçekleşmektedir. Bununla
birlikte az önce bahsettiğimiz “Sinema ve Film İhtisas
Serbest Bölgesi” oluşumunun bir liman yanında olması gerekliliği yoktur. Oluşturulacak ihtisas serbest
bölgelerinin niteliğine göre lokasyonlar seçilecektir.
Bununla birlikte mevcut serbest bölgeler içinde limanlara ya da çıkış kapılarına yakın olmayan serbest
bölgelerin de kendilerine özel konumlarını muhafaza
edeceklerini düşünüyoruz.
Bu noktada sizin bakanlığa önerileriniz var mıdır?
Uluslararası transit ticaretin gerçekleştirildiği ve
transit ticaret merkezi olarak kullanılan bölgelerde
posta kutusu şirketlerin kurulumuna izin verilmektedir. Bu tür bir uygulama Türkiye’yi de bu pazara ortak
edecektir. Ayrıca ülkemize giriş yapmayan tamamen
transit ticaret kapsamındaki işlemlerde de bazı ilave
vergi avantajlarının getirilmesi uluslararası ticaretin
mali olarak da ülkemize kayması ve Türkiye’nin mali
olarak da önemli bir pazar payına sahip olmasını sağ-
lar. Yazılım üretiminde ve Ar-Ge çalışmalarındaki
teşviklerin de daha cazip hale getirilmesi ile birlikte
“Fikir üretimi ve satışı” konularında pazardaki payımızı genişletmek ve nitelikli istihdamı arttırmak mümkün olabilir.
Ülkemize yatırım yapan yabancı veya yerli firmaların serbest bölgelerine bakışı nedir?
Uluslararası firmalar konuya tamamen ticari olarak yaklaşmaktalar. Serbest bölgelerde sunulan vergi
avantajları ve teşvikler firmalar için cazip ise bölgede
yatırım yapmak üzere girişimde bulunuyorlar. Eğer
cazip değil ise kesinlikle ilgilenmiyorlar. Serbest bölgelerdeki ticaretin kesin olarak kayıt altında olması,
bölgeye giren ve çıkan malzemelerin Serbest Bölge
Müdürlüğü, Gümrük ve Gümrük Muhafaza Müdürlüklerinin kontrolünde olması ve tüm nakit akış işlemlerinin bankalar üzerinden yapılması sebebi ile
kayıt içinde yürüyen bir ekonomi oluşmaktadır. Uluslararası ticaret yapan çokuluslu firmalar bu kontrollü
ortamda çalışmayı talep ediyorlar. Öncelikleri ise işlerinin niteliğine göre hangi avantajlardan faydalanabilecekleri. Serbest bölgelerde gelişmesi istenen
sektörlere verilecek teşvikler ile yurt dışı yatırımcıların bölgeye olan ilgileri hızlıca yükselecektir.
Sizin İSBİ olarak ülkemizdeki diğer serbest bölgelere oranla farklarınızı aktarır mısınız?
İstanbul Atatürk Havalimanı Serbest Bölgesi olarak Türkiye içindeki diğer tüm serbest bölgeler içinde
metrekare olarak en küçük olan serbest bölgeyiz. Bununla birlikte gen Türkiye içindeki tüm serbest bölgeler içinde ticaret hacmi bakımından ilk üç serbest bölge
Kasım 2011
101
içinde yer almaktayız. Atatürk Havalimanının stratejik konumu sebebi ile bölgemizde katma değeri yüksek ürün ve hizmetler sunulmaktadır. Elektronik,
yazılım, sağlık, dış ticaret konularında hizmet veren
önemli firmalar bölgemizde yer almaktadır.
Dünyadaki ekonomik kriz serbest bölgelerimizdeki yatırımlara nasıl yansıdı?
Dünyayı etkileyen ekonomik krizin serbest bölgeleri etkilememesi mümkün değil. Ancak Serbest bölgelerin içinde yatırımların yüksek nitelikleri sebebi ile
krizlerden daha az etkilendiğini düşünüyoruz. En
büyük etki yeni yatırımların gelmemesi ya da iptal
edilmesi şeklinde yaşanıyor. Ticaret hacminin daralması da ayrı bir etki ancak artık Dünya genelinde yaklaşık her 4 yılda bir oluşan mali krizlere de ülkemiz
alıştı diyebiliriz. Dalgalanmalardan diğer ülkeler kadar
derin etkilenmediğimizi düşünüyoruz.
Son olarak serbest bölgelerin yatırımcılara sunduğu avantajları aktarır mısınız?
Serbest Bölgelerde üretim yapan firmalar kurumlar vergisinden muaftır. Bu üretici firmalar ürettikleri
ürünlerin %85’inden fazlasını ihraç ederler ise çalıştırdıkları personelin gelir vergisinden de muaf olurlar.
Serbest bölgeye getirilen ürünler için KDV ve
Gümrük Vergisi ödenmez.
Serbest bölge içinde verilen hizmetler için KDV
ödenmez.
Serbest bölgede faaliyet gösteren şirketler Türkiye’den ihraç fiyatına KDV’siz ürün satın alabilirler.
Serbest bölgelerde elde edilen gelirler herhangi bir
kısıtlama olmadan dünyanın herhangi bir yerine serbestçe transfer edilebilir.
Çok genel hatları ile sunulan avantajlar bunlardır.I
102
Kasım 2011
Tayseb-Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi Genel Müdürü Ayfer Önder:
Liman ve coğrafi konum
bakımından ender
bölgelerden biriyiz
lkemizin stratejik bir yerinde kurulmasına rağmen şu ana kadar yeterince öne
geçemeyen Tayseb (Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi) atağa kalmak
için çalışmalara başladı. Ağır sanayinin
Irak, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’ya açılan kapısı olduğunu belirten Tayseb Genel Müdürü Ayfer
Önder, yaşanan gelişmeleri dergimize aktardı.
Sektörle ilgili kırılma tarihi olarak 2004 yılından
herkes bahsetti. O dönemde yapılan yapılan değişiklikler sektöre nasıl yansıdı?
Serbest Bölgelerde faaliyet gösteren işletmeler,
2004 yılında değişen kanunla birlikte mevcut teşviklerin önemli bir kısmını kaybetti. 2004 yılından sonra
ruhsat alan ticari işletmeler yani alım satım yapan şirketler daha önce var olan Kurumlar Vergisi muafiyetinden yararlanamaz hale geldiler. Bu tarihten önce
faaliyet konusuna bakılmaksızın kullanıcı firmaların
çalıştırdığı personele ödenen ücretler gelir vergisi stopajından muaf iken, 2004 itibariyle bu muafiyet de
kaldırıldı. Dolayısıyla, firmaların işçilik maliyetleriyükseldi ve rekabet güçleri zayıfladı. 2004 sonrasında
gelir vergisi muafiyeti yalnızca ürettiğinin en az %
85’ini ihraç eden üretici firmalara tanındı.
2004 yılından beri sürekli değişen mevzuat bununla sınırlı kalmadı, serbest bölgelerde yapılacak faaliyet konularını, serbest bölgelere giren-çıkan mal
Ü
104
Kasım 2011
çeşitliliğini de sınırlandırdı. Serbest Bölge teşviklerinin sürekli olarak azalması, buna karşılık Organize Sanayi Bölgelerine tanınan teşviklerin artması, göreceli
olarak OSB’ lerini serbest bölgelerin rakibi haline getirdi. Doğal olarak, teşviklerdeki bu tür değişiklikler
hem yerli hem de yabancı firmaları tedirgin etti ve serbest bölgelere bakışı olumsuz etkiledi. Çünkü herkes
ilerleyen dönemlerde şu anda mevcut teşviklerde de
geriye gidiş olabilir diye düşünmeye ve geri durmaya
başladı.
Bu durum sizin bölgenize nasıl yansıdı?
Tabi ki bizim bölgemiz de bu durumdan olumsuz
bir şekilde etkilendi. Hepimizin bildiği üzere yabancı
yatırımcı bir ülkeye ancak mevcut teşviklerin ve mevzuatın süreklilik kazandığı, ülkede siyasi ve sosyal istikrarın devam edeceği inancını yaşadığı sürece gelir.
Serbest Bölge mevzuatının sürekli değişmesi, serbest
bölgede yatırım yapma düşüncesinde olan yatırımcıları doğal olarak ürkütmüştür. Bölgemiz kurulduğundan bu yana üst üste şansızlıklar yaşamış bir
bölgeyken üstüne üstlük teşviklerin bir kısmının geri
alınması bölgeye yatırım yapma talebinin iyice azalmasına neden olmuştur.
Serbest bölge olarak bulunduğunuz yer stratejik
bir alanda değil mi?
Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi oldukça stratejik bir alanda bulunuyor. İskenderun körfezinde, Tür-
kiye’nin en büyük özel sektör limanı olan Toros Limanının hemen yanında yer alıyoruz. Aynı zamanda
enerji ihtisas bölgesine sınırız ve Botaş ile BTC Boru
Hattına komşuyuz. Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi gerek Kuzey Afrika ülkelerine gerekse Ortadoğu
ülkelerine en rahat ihracat yapma imkânı sunan stratejik bir noktada. Dört buçuk milyon metrekarelik bir
alana sahibiz. 5 km uzunluğunda bir kıyı şeridimiz
var. Şu anda toplam alanın yaklaşık %18’lik bir kısmı
dolu halde bulunuyor. Bizim şu anda kiralanmış açık
alan miktarımız birçok serbest bölgenin toplam alanından daha büyük. Bölge son derece önemli bir yerde
olmasına karşın yaşanan çeşitli şanssızlıklar nedeniyle
mevcut alanın tamamı doldurulamamış.
Yapılacak değişikliklerle birlikte ekonomik özel
alanlar ve ihtisaslaşmaya gidilecek. Sizin bölgeniz
hangi alanda ihtisaslaşabilir?
Bölge kuruluş aşamasında ağır sanayiye yönelik
bir bölge olarak kurulmuştur. Ağır sanayi içine hangi
sektörler giriyor. Enerji, kimyasal ürünler, çimento,
demir çelik, gemi- mega yat yeni inşa, bakım ve onarım. Özellikle oluşturulacak yeni projelerle başta
büyük gemi ve mega yatların bakım ve onarımına yönelik tesislerin yapılmasını ve ağır endüstri konusunda
bölgenin ihtisaslaşmasını istiyoruz.
Bizim yatırımcılarımız Suriye veya Irak’a gidip çimento veya demir çelik yatırımı yapacaklarına sizin
bölgenizden faydalanabilirler…
Şüphesiz. Yeni kullanıcımız çimento fabrikası da
buna benzer mantıkla ilerliyor. Serbest Bölgeden Irak,
Suriye ve Kuzey Afrika ülkelerine satış yapmayı planlıyorlar. Ancak bu ülkelerde yaşanan siyasi ve sosyal
içerikli bir takım sıkıntılar ihracat miktarlarında
önemli düşüş yaşatabilir.
Bölgenizde üretim yapmak için şu anda gelen talepler var mı?
Hali hazırda müzakere aşamasında olduğumuz 5
yabancı firma var. Bunların bir kısmı kimya sektöründe bir kısmı demir çelik sektöründedir. Bölge İskenderun Körfezinde bulunduğu için 5 km
uzunluğunda bir kıyı şeridine sahip. Uygun projelerle
bu kıyı şeridinde özellikle Doğu Akdeniz çanağında
dolaşan büyük gemilerin ve mega yatların bakım ve
onarımına yönelik tersanelerin yapılması mümkün.
Bölgeniz kimya sektöründe büyümek istiyorsa
Adana Yumurtalık aynı zamanda enerji üssü olma yolunda ilerliyor. Petro kimya alanında da büyüyemez
misiniz?
Petro kimya alanında çok büyük sıkıntı yaşıyoruz.
Serbest bölgelere giriş çıkış yapabilecek malları kısıtlamak için “Hassas Ürünler” diye bir liste oluşturdular. Bu listede yer alan petrol ve petrol türevlerinin
bölge içinde depolanması, alım satımı yasak. Aslında
bizim bölgemiz, enerji ihtisas sahasının, BTC ve Botaş’ın hemen yakınında bulunması nedeniyle petro
kimya endüstrisi açısından oldukça elverişli bir bölge.
Ancak hassas ürünler listesi nedeniyle petrol ve petrol
türevlerinin depolama, alım satım türü işlerinin bölge
içinde yapılmasının yasak olması, bizleri bugüne
kadar bu konuda gelen talepleri hep geri çevirmek zorunda bıraktı. Petrol ve petrol türevlerinin ticaretine
ve depolanmasına izin verilmiş olsaydı eğer bugün
bütün bölge tam kapasite ile çalışır durumda olurdu.
Bu hususta geçmişte olduğu gibi bugün de halen çok
Kasım 2011
105
fazla talep var.
Antalya Serbest bölgesi de yatçılık alanında büyüdüğünü ifade ediyor. Onlarla rakip mi oluyorsunuz?
Antalya serbest bölgesi alan olarak bizden çok küçüktür. Bizim alanımızın yaklaşık % 15’i oranında bir
büyüklüğe sahip. Orada yeni yat inşa tesisleri mevcut.
Ancak bu bölgede en fazla 50–55 metreye kadar olan
kompozit yatlar yapılabiliyor. Antalya Serbest Bölgesinin gerek alt yapısı, gerek mevcut imalat binalarının
ölçütleri ve gerekse yatların denize indirilme noktalarında yaşanan bir takım sıkıntılar, bu bölgede mega
yat projelerinin yapılmasını engelliyor. Antalya serbest bölgesinde sıkışmış olan ve mega yat taleplerine
yanıt vermek isteyen firmalar ise yeni yer arayışında.
Bizim arazimiz çok geniş. Kıyı şeridimiz 5 km uzunluğunda. Uygun tesis projeleri ile bölgede mega yatların üretimi ve bakım onarımı mümkün. Bölgede
gelişmesini istediğimiz hedef sektörlerden biri de
mega yatların yeni inşa, bakım ve onarımı.
Serbest bölgeler içersinde Mersin hep ön plana çıkartılıyor. Bu durum sizi etkiliyor mu?
Mersin Serbest Bölgesi Türkiye’nin ilk serbest
bölgesidir. Buradaki arazi büyüklüğü bizim toplam
arazimizin ancak beşte biri oranında. Tayseb A.Ş aynı
zamanda Mersin Serbest Bölgesinin işletici şirketi
Mesbaş’ın ortaklarından. Mersin Serbest Bölge ile
Adana Yumurtalık Serbest Bölgesinin hedef kitlesi
106
Kasım 2011
farklı. Biz ağır endüstri bölgesi olarak biliniyoruz.
Mersin ise daha ziyade tekstil, konfeksiyon, depoculuk, alım satım ağırlıklı çalışıyor. Kulvarlar farklı.
Tayseb olarak Mersin Serbest Bölgesinin işletici şirketi Mesbaş’ın ortağı olmamız nedeniyle Mersin’in ön
plana çıkması bizi rahatsız etmiyor.
Siz tanıtım yapıyor musunuz?
Kurulduğundan bu yana bölgenin pazarlama ve tanıtım çalışmalarına çok fazla ağırlık verilmemiş olmasına rağmen bugüne kadar çok fazla sayıda yabancı
firma petrol ve petrol türevlerinin depolanması, alım
ve satımı için arazi kiralama müracaatında bulunmuş.
Ancak hassas ürünler listesine takılarak maalesef faaliyet ruhsatı alamadan bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlar.2008 yılında kıyı şeridinin tamamı tersanelere
kiraya verilmiş. 2009 ekonomik krizi nedeniyle çoğu
bölgeyi terk etmek zorunda kalmış. Biz bu yeni dönemde bölgemiz için uygun olan sektörleri yeniden
belirledik. Pazarlama stratejisi oluşturduk. İlgili sektörlerde yatırımlarını büyütmek isteyen ve yeni yer
arayışı içinde olan firmaları tespit ederek kendileri ile
bire bir görüşüyoruz. Yani direk tanıtım ve pazarlama
yöntemini kullanıyoruz. Yabancı firmalarla olan irtibatımızı ise Kalkınma Ajansları veya Ankara’daki yabancı elçiliklerde ya da İstanbul’daki başkonsolosluklarda bulunan ticaret müsteşarlıkları ve ticaret odaları aracılığı ile yapıyoruz.I
Lojistikte önemli artıları olmasına rağmen antrepolarla rekabet
edemediklerini ifade eden Verda Yahni:
Antrepolar bugün serbest
bölgelerden daha avantajlı
yerler haline geldi
004 yılında alınan kararlar sonrasında sıkıntıya düşmüş serbest bölgelerimizden
biri olan İSBAŞ (İstanbul-Trakya Serbet
Bölge Kurucu ve İşleticisi AŞ), sağlık
alanındaki yatırımcılara ulaşmak için harekete geçmiş. Serbest bölgeler ile ilgili yapılmak istenen düzenlemelerle biyomedikal ve sağlık
sektöründeki gelişmeleri değerlendirmek istediklerini
belirten İSBAŞ Satış ve Pazarlama Müdürü Verda
Yahni, yeniden yükseliş trendinin yakalanması için
çözümü planlama ve tanıtımda görüyor. Serbest bölgelerle ilgili yaptığımız görüşmelerde hep üzerinde
durulan 2004 yılında yapılan değişiklikler oldu. Bu
hususta siz neler söylemek istersiniz?
Artık 2004’ü konuşmamak gerekiyor. Üzerinden
o kadar çok geçmesine rağmen “2004’te niye bu yapıldı?” sorusunu biz artık geçmek istiyoruz. Lojistikte
de bir takım kolaylıklar sağlayabilirsek, serbest bölgeleri ayrıcalıklı lojistik merkezler olarak değerlendirebiliriz. Özellikle Çatalca’da çok özel bir konumda
bulunuyoruz. Çünkü Tekirdağ bölgesine yeni liman
yatırımları yapılıyor, gerek çevre yolları, gerekse hava
yolları olsun bütün ulaşım
yolları etrafımızdan geçiyor.
Demiryolu bile bölgeye 1 kilometre mesafede bulunuyor.
Biz 2004’ten sonra ağır-
2
108
Kasım 2011
lıklı lojistik ve alım-satım hizmeti veren bir serbest
bölge olarak tabi ki çok yara aldık. Ticari firmalarımız artık yavaş yavaş ruhsatlarının sonlarını bekleyip
veya beklemeyip bölgeyi terk ediyorlar. Bu üzücü bir
durumdur. Hedeflerimiz bundan çok daha yüksekti.
Fakat bundan sonra mevcut kanunumuza katacağımız
artılarla ve sağlık ile teknoloji gibi karlı sektörleri
bulup bölgemize yatırım yapmaları için çalışıyoruz.
Sağlık sektörü açısından Türkiye avantajlı mı?
Sağlık sektöründe bir takım artılar yakalanabilir.
Türkiye gerek doktor kalitesi açısından gerek hastane
açısından dünyada çok ön sıralarda yer alıyor. Bildiğimiz kadarıyla bunun dünyada örnekleri olan sağlık serbest bölge modellerini inceliyoruz. Serbest bölgeleri
kullanarak dünyada sağlık ve biyomedikal sektörünün
dikkatini çekebiliriz. Sağlık Bakanı’mızın da geçenlerde çok güzel bir demeci vardı, o da bizle aynı görüşteydi. Zaten bizde, sağlık sektöründe üretim yapan ve
lojistik hizmet veren kullanıcılarımız var. Sağlık sektörü ayrıcalıklı olarak sadece Çatalca değil, dünyada da
revaçta olan ve yatırım yapan bir sektör. Bu firmalar
ağırlıklı olarak Kuzey Avrupa ve İrlanda’da bulunuyor
ve orada personel giderleri çok yüksek olduğu için kendilerine alternatif yerler bakıyorlar. Üretim kalitesi
bakımından Çin ve Hindistan yerine
‘Bizim için Türkiye hem konum
hem de işçilik kalitesinde ideal’ diyorlar. Biz de o ideali
değerlendirmek istiyoruz.
Lojistik açıdan avantajlı bir yerde olduğunuzu
ifade ediyordunuz, Sağlık ile ilgili düşünceleriniz hayata geçtiği taktirde lojistikten vaz mı geçeceksiniz?
Lojistik sektörünü bir kenara bırakma gibi lüksümüz yok. Ama lojistikte bir takım kolaylıklar olmazsa
antrepolarla rekabet etme şansımız yok. Antrepolar
bugün serbest bölgelerden daha esnek ve ekonomik
çözümler sunuyor.
Ülkemizde serbest bölgelerin kaçak konusunda
daha güvenlikli olduğunu ifade ediliyor. Bu görüşe katılır mısınız?
Çünkü serbest bölgedeki firmalar belirli bir elekten
geçmiş firmalar oluyor. O yüzden nasıl gümrükte kırmızı hat tarzında şeyler varsa, işte tüm bu firmalar bu
hatları geçmiş güvenilir ve daha sağlam firmalardır.
İsbaş adına rahatlıkla söyleyebilirim ki : Biz bu firmaları bölgeye eleyerek alıyoruz. Kullanıcılarımız
bölgede yerleşik ve düzgün çalışan firmalar. Dolayı-
sıyla onlara güvenelim, işlerini, giriş-çıkışlarını işlemlerini kolaylaştıralım.
Gümrükte e devlet sistemine geçildi bu çalışmalar
gümrüğün hızlı çalışmasını sağlamadı mı?
Serbest Bölgemizde gümrük çok düzenli bir şekilde işliyor. Teknoloji geçiş süreçlerinde sorun olsa
da, sonuçta hızlı ve verimli işlem yapılıyor. Ancak serbest bölge gümrüklerinin diğer gümrüklerden farklı,
esnek ve basit çözümlere ihtiyacı var. Özellikle üretim
yapan firmalar için sadece bu konu bile serbest bölge
yatırım kararının önünü açar.
Ekonomi Bakanlığına Sayın Zafer Çağlayan’ın
gelmesi serbest bölgeler açısından ne ifade ediyor?
Zafer Bey zaten sanayicilikten gelmiş olduğu için
bize de çok faydası var. Çünkü aynı lisanı konuştuğumuz için sanayicinin derdini anlıyor. Yeni dönemde
çok aktif bir çalışmanın sinyallerini alıyoruz ondan.
Hedef çok yüksek, madem Türkiye 2023’te 500 milyar dolar ihracat yapacak; serbest bölgelere de bunun
100 milyarlık kısmı yakışır.I
Kasım 2011
109
İZBAŞ Genel Müdürü Özlem Değirmencioğlu:
Yeni nesil serbest bölgeler
ekonomik kalkınmamızda
güçlü bir aktör olacaktır
985 yılında ihracat temelli üretim modeli
üzerine temelleri atılan İzmir Serbest
Bölgesi deri sektöründe ihtisaslaşsa da
yeni sektörlerle büyümeyi hedefliyor.
Yeni yatırımlar çekmek ve farklı sektörlere yönelmek için değişimlerin yaşanmasını beklediklerini ifade eden İZBAŞ Genel Müdürü Özlem
Değirmencioğlu, sorularımızı yanıtladı.
Ekonomik özel alanların oluşturulmasıyla serbest
bölgelerimizi neler bekliyor?
Serbest Bölgeciliğe yeni bir kan gelecek diyebiliriz. Daha geniş bir faaliyet alanı oluşması, hizmet sektörüne de açılması, esnek bir çalışma yapısı gibi
farklılaşmalar rekabet üstünlüğümüzü arttırıcı olacaktır. Mevcut 19 Serbest
Bölge’nin kuruluş, faaliyet, ölçek, konum vb. konularda birbirlerinden
ayrıldıklarını görüyoruz,
bu yeni oluşumda serbest bölgelerin ve serbest bölgeciliğin yeni bir kimlik
kazanma, daha güçlü bir imajla var olma olanağı doğmuştur. Bu yeni nesil açılımı ile hem mevcut sorunların aşılacağı hem de gelişimin sağlanacağı bir
ortama kavuşmayı umuyoruz.
Gelişmiş ülkelerdeki serbest bölgeler ile ülkemizdeki serbest bölgelerle arasındaki farklılıklar nelerdir?
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki. Rekabet edebilmek adına yaratıcılık, yaratıcılığa meydan açabilmek için esneklik, esnekliği sağlamak için ise
enstrümanlar kaçınılmaz oldu. Birçok ülkenin kendi
sosyo-politik ve sosyo-ekonomik gerçekliği içinde
1
110
Kasım 2011
gelişmiş bir serbest bölgecilik anlayışı olduğunu görüyoruz. Bu yapılar Avrupa bölgesinde daha kuralcı
ve sanayi-ticaret sarmalında iken, Uzakdoğu’da hızla
gelişen bir yapıda daha inovatif ve esnek. Serbest şehirlerden, özel bölgelere uzanan, ihtiyaç odaklı ihtisas
alanları geliştiren bir modelleme görüyoruz. Bizde de
kısıtlı kalmış bir mevzuat kapsamında var olunamayacağı görüldüğünden, ülkemizin çok yönlü alanlardaki büyüme potansiyelinin varlığı da dikkate alınırsa,
Avrupa ekolünden çok Uzakdoğu çizgisine yaklaşmak
oldukça rasyonel gözükmekte.
İhtisaslaşmaktan bahsediliyor, bu uygulamaya geçildiği takdirde serbest bölgeniz hangi alanlarda ihtisaslaşa bilir?
Bölgemiz
deri
sektöründe ihtisaslaşmış ve deri serbest
bölgesi olarak kurulmuş bir serbest bölge.
Aynı zamanda deri ihtisas gümrüğü olarak
da hizmet vermekteyiz. Unvan ve
kuruluş sözleşmesi değişikliği ile Menemen
Deri Serbest Bölgesi olarak anılmasak da, deri
sektörünün önemli bir adresiyiz. Diğer sektörlere de kapılarımızı açtık ancak alt yapımız ve
birikimimizle deri ihtisas özelliğimizi yitirmeden yeni alanlarda da gelişimi amaçlıyoruz. Ayrıca kimya sektörü için de önemli bir
potansiyele sahibiz.
Yapılacak değişikliklere önerileriniz nelerdir?
Bizim açımızdan baktığımızda; 1985 yılı çıkışlı 3218 sayılı Serbest Bölgeler kanununun, ih-
racat temelli üretim modeli üzerine kurulmuş bölge
yapısı altında varlık mücadelesi veriyoruz. Serbest
Bölgecilikte geride kalan çeyrek yüzyıl bu alanda ülkemizde önemli bir deneyim sağladı. Oluşan birikim
neyin nasıl olması ya da olmaması gerektiği yönünde
bakış açıları kazandırdı. Geride bırakılan bu süre zarfında gelişemeyen ya da değişen mevzuat en önemli
zorluk alanı. Üretmeden kalkınma olmayacağı gerçeğinden hareketle üretimin korunması ve önündeki engellerin kaldırılması en büyük beklentimiz. Yeni nesil
serbest bölgecilik anlayışıyla gelişecek olan yeni özel
ekonomi bölgelerinin önün açılması kadar; mevcut
bölgelerin, dönüşüm ve gelişimlerinin de her birinin
kendi içindeki durumsallığı gözetilerek desteklenmesi
önemli. Sonuçta amaç ekonomik kalkınmada güçlü
aktör olacak bir model olmak ise birlikte ama özgün
birer yapı oluşturmak gerekiyor.
2004 yılında serbest bölgelerle ilgili alınan kararlar sektörü ve sizi nasıl etkiledi?
Serbest bölgecilikte yeniyim ancak iş dünyasındaki deneyimim bu alanın temel aktörleri ile etkileşim
içinde çalışarak geçti. 2001 ve 2004 yılları değerlendirilirken çok yüzeysel olduğunuzda objektifliğinizi,
çok sorgulayıcı olduğunuz da ise amacı kaybedebilirsiniz. Kararların alınmasını gerektiren ortamı dışarıda
bırakarak kararları yargılamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Alınan kararların serbest bölgecilik ve
bölgemiz için gerileme sürecinin tetikleyicisi olduğunu söyleyebilirim. Başlangıçta yalın bir kanun ol-
masına rağmen gittikçe karmaşıklaşan uygulama prosedürlerinden ve ilişkili mevzuat ile oluşan uyumsuzluklardan, çelişkilerden etkilenmemek mümkün değil.
Yeni dönemi bu açıdan da olumlu bir gelişme olması
heyecanıyla bekliyoruz.
Ülkemize yatırım yapan yabancı veya yerli firmaların serbest bölgelerine bakışı nedir
2004 yılı bu konuda bir dönüm noktası olmuş diyebiliriz. Size bir yatırım ortamı sunuluyor ve sonra
birden bakıyorsunuz ortam değişmiş! Bu tarz değişiklikler kuşkusuz yerelde de iz bırakıyor ama bir şekilde
sizin kültürünüz ve kendi içinizde bir kayıp-kazanım
dengesi var. Ancak yabancılar için durum biraz daha
farklı ve derin oluyor. Kaybedilen imaj ve güvenirlik
boyutu çok daha fazla ve önemli bir noktaya geliyor.
Mevcut mutlu olmadığında referans sisteminin gücünü devreye sokamıyorsunuz. Avantaj, tercihin en
önemli kriteri haline geldi. Serbest bölgeler olarak
bizim kendi yönetimlerimizle sunabileceğimiz avantajlar kuşkusuz ki var ama sınırlı, teşvik desteğini
mutlaka arkamıza almamız gerekiyor.
Serbest bölgelerin varlıklarını sürdürecekleri üstelik de güçlenerek ve gelişerek sürdürecekleri mesajı
bile yerli-yabancı firmaların ilgisini arttırdı. Ülkemizin istikrar ortamı, serbest bölgelerimize de yansıdığında, cazibemiz artacaktır.
İZMİR Serbest Bölgesi olarak diğer bölgelerimizden farklarınız nelerdir?
Bölgemiz mevzuatta tanımlanmış tüm olanakları
Kasım 2011
111
sunmanın yanısıra bir takım öne çıkan avantajlara da
sahiptir.
Ülkemizde mevcut birkaç serbest bölgede mümkün olan mülkiyet olanağımız öne çıkmaktadır. Serbest Bölgeler genelde hazine arazisi üzerine kurulmuş
olduğundan belirli süreli kiralama modeline dayalı
olarak arsa olanağı sunmaktadır. Biz yatırımcılara tapusuyla bina- arsa temin edebiliyoruz. Üstelik şu anda
arsa fiyatlarımız diğer birçok sanayi bölgesi ile karşılaştırıldığında gerçekten çok uygun. Aynı zamanda lojistik avantajlarımıza göre çok düşük ücretlerle kapalı
alan kiralaması yapılabilmekteyiz. Bu hizmetimizi
daha da geliştirmeyi ve iyileştirmeyi planlıyoruz.
Diğer bir önemli avantajımız da İzmir ve Aliağa
Limanları arasında merkezi ve yakın bir konumda
olmak. Buna bir de kısa süre önce temeli atılan dünyadaki 10 büyük liman arasında olacağı ifade edilen
Çandarlı Liman Projesi eklendi. Bu nedenle gelişim
potansiyelimizin arttığını düşünüyoruz.
Farklılaşan önemli bir hizmetimiz de arıtma tesisimiz. Özellikle atıklı ve su tüketimi fazla olan sektörler için yatırımı tamamlanmış bir alt yapı hizmeti
sunuyoruz. Yeni çevre yönetmeliklerine uyum kapsamında gelişimimizi de hızla sürdürüyoruz.
Kimya sektörünün doğal kümelenmesini gördüğümüz Aliağa’ya olan yakınlığımız da bize özellikle bu
sektör, ilgili sektörleri ve yan sektörleri açısından
önemli bir fırsat sunmakta.
Dünyadaki ekonomik kriz serbest bölgelerimizdeki yatırımlara nasıl yansıdı?
Global krizden en az etkilenen ülkeler arasında olduğumuz bir gerçek ama etkilendiğimiz de bir gerçek.
Ancak Serbest Bölgelere asıl olumsuz etkinin, kaybetmiş olduğu avantajlarından yansıdığını düşünüyorum. Özellikle 2004 öncesi gelmiş olan yerli ve
yabancı yatırımcılarda bir anda yatırım ortamlarının
değişmesiyle oluşan itibar kaybı, her türlü krizden
fazla serbest bölgecilik için olumsuz yansımış ve yansımakta. Ekonomik kriz boyutuna gelince; Türkiye lojistik bir öneme sahip, büyük bir pazar ve de nitelikli
bir iş ortamı sunmakta, bu özellikleri ile cazibesini
sürdürmekte. Serbest bölgeler, yatırım ortamının iyileştirilmesinin yanı sıra, teşvik mekanizmasının daha
güçlü hale getirilmesiyle de krizi fırsata çevirme potansiyeline sahip. Serbest bölgelerimizdeki iş hacmi,
istihdam, yatırımcı sayılarının artması da olanaklarımızın genişliğini gösteriyor.Ii
Yapılacak düzenlemelerin mevcut yatırımcıyı olumsuz etkilememesi gerektiğini ifade eden
Avrupa Serbest Bölgesi Müdürü Zafer Atbakan:
Yeni nesil serbest bölgelerle
serbest bölgelere duyulan
heyecan artacak
985 yılında Turgut Özal döneminde çıkarılan 3218 sayılı yasayla Türkiye ekonomisine giren serbest bölgeler
günümüzde de umut olmaya devam ediyor. İlk açılan serbest bölge Mersin Serbest Bölgesi iken ilerleyen dönemlerde özel sektörün
devreye girmesi ile serbest bölgeler, ülkenin ihracat
rakamlarına olumlu katkılar sağlamayı başarmış. Özel
sektör tarafından kurulmuş olan ve başarılı bir şekilde
çalışmalarına devam eden Avrupa Serbest Bölgesi,
Şahinler Holding tarafından kurulmuş ve 1999 yılında
resmi açılışı yapılmıştır. Bugün itibari ile iki milyar
dolar civarında ihracat yapılan bir bölge olan Avrupa
Serbest Bölgesi, yeni döneme hazırlanıyor. Konu ile
ilgili görüşlerini aldığımız Avrupa Serbest Bölgesi
1
Genel Müdürü Zafer Atbakan, 2023 ihracat hedeflerinin gerçekleştirilmesinde serbest bölgelerin önemli
roller üstleneceğini düşünüyor.
Serbest bölgelerin kuruluşun döneminde dış ticaret
hacminde daha etkin olacağı düşünülüyordu. Bu konuda sizin düşüncenizi alabilir miyiz?
Serbest bölgelerin aslında daha büyük ticaret hacmine sahip olması, daha fazla istihdam yaratması bekleniyordu. Örneğin Dubai’deki serbest bölge, Mersin
Serbest Bölgesi ile hemen hemen aynı dönemde faaliyete geçtiği halde oradaki istihdam ve ticaret hacmi
Mersin Serbest Bölgesi’nin kat be kat üstündedir. Dolayısıyla Türkiye’deki serbest bölgelerin Türkiye’ye
katkısı daha fazla olacağı başlangıçta ümit ediliyordu.
Bugün itibari ile serbest bölgelerin yıllık 23 mil-
Kasım 2011
113
yar dolar civarında ticaret hacmine sahip olduğu ifade
ediliyor. Bu oran içerisinde özel sektör eliyle kurulan
serbest bölgelerin payı ne kadardır?
Hemen hemen %70’i ya da daha fazlası kadardır.
Mesela ilk 5 serbest bölgeyi sayacak olursak İstanbul
Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi %100 özel, Ege
Serbest Bölgesi, Atatürk Havalimanı Serbest Bölgesi
yarı özel, biz %100 özeliz, Bursa Serbest Bölgesi
%100 özel. Dolayısıyla özel serbest bölgeler bu işe liderlik yapıyor.
Serbest bölgelerin 2004 yılında getirilen düzenlemelerden büyük yara aldığı ifade edilmektedir. Konu
ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Serbest bölgelerin kurulmasındaki ana amaçlardan
bir tanesi bilindiği üzere Türkiye’ye doğrudan yabancı
sermayeyi getirip yatırım yaptırmaktır. Bununla beraber istihdamı arttırmak, üretimi ve ihracatı arttırmak,
cari açığı azaltmak, Türkiye’ye teknoloji girdisi sağlamak ve ekonominin girdi ihtiyacını ucuz ve düzenli
bir şekilde temin etmektir.. Bu amaçlar doğrultusunda
serbest bölgeler çalışırken 6 Şubat 2004’te çıkartılan
5084 sayılı yasa ile serbest bölgelerin amaçlarından
bir tanesi işlemez hale getirildi. Özetlemek gerekirse
alım satım yapan firmaların kurumlar vergisi muafiyeti kaldırıldı, üretim yapan firmaların muhtasar avantajları, çalışanlar için ödemedikleri gelir vergisi şarta
bağlandı. Eğer % 85 ve daha fazla ihracat yaparsa bu
haktan yararlanma şartı getirildi. Serbest bölge üzerinden yapılan ticaretin ve üretimin yurtdışı satış ağırlıklı olması istendi. Böyle olunca serbest bölgenin
amaçlarından biri olan ekonominin girdi ihtiyacını
114
Kasım 2011
ucuz ve düzenli bir şekilde temin etmek artık serbest
bölgeler üzerinden mümkün olmaktan çıktı, ayrıca
hem Türkiye’deki hem de yurt dışındaki yatırımcılarda bir tedirginlik başladı. Çünkü yatırımcının ilk
dikkat ettiği nokta istikrar ve güvendir. Kanunlarla,
mevzuatla oynanması yatırımcıyı rahatsız eder. Verdiğiniz sözlerde durmanız, istikrarlı olmanız lazım.
Sağladığınız avantajları yatırım yapıldıktan sonra ortadan kaldırmamanız gerekir. Türkiye böyle bir hataya
düştü ve serbest bölgeleri ticaret bölgeleri olmaktan
çıkarıp, üretim üsleri haline getirdi. Bu da dünya ticaretinden Türkiye’deki serbest bölgelerin pay alabilmesinin yolunu kapadı. Bu ticaret Dubai gibi serbest
bölgelerin hızla büyümesini sağladı.
Devletin sizi tam olarak algılayamadığını ifade
eden sektör yetkilileri var. Bu noktada sektör yetkililerinin gerekli yerlere ulaşmada zorluk çektiğini söyleyebilir miyiz?
Alınan kararda etkili olan noktalardan biri Avrupa
Birliği’ne giriş süresi içerisinde serbest bölgelerdeki
teşvikleri azaltarak Avrupa Birliği modeline uygun
hale getirilmesi amacı. AB’de genellikle serbest bölgeler depolama ve lojistik merkezi olarak kullanılıyor.
Avrupa Birliği’nde böyle olunca doğrusu budur
gibi bir algıya kapılıyoruz.
Yapacağımız düzenlemeyi bir anda başlatmamak
lazım. Bunun bir geçiş süreci olmalı. Mevcut firmalara, yatırım halindeki firmalara bir geçiş süreci tanınarak bu geçişin daha yumuşak olması gerekiyordu.
Bu demek değil ki serbest bölge modelini tamamen
Avrupa’ya uydurmak zorundayız. Türkiye’nin şartları
değişik. Türkiye’nin yatırıma, istihdama ihtiyacı var.
Dolayısıyla 2004’te alınan bu karar Türkiye’deki serbest bölgelerin dünya ticaretinden alacağı payı azalttı
ama biz ASB olarak yeterli büyüklükte alanınımızın
ve güçlü bir altyapımızın da olması avantajı ile derhal
üretim yapan yatırımcıya odaklanarak bu olumsuz görünen etkiyi lehimize çevirmeyi başardık.. Bunu tüme
yaymak ve serbest bölgeler olarak beklentilerimizin
karşılığını almak amacıyla Ekonomi Bakanlığı’nın
son günlerde ekonomi serbest bölge kavramını ortaya
atması olumlu bir gelişmedir. Türkiye’deki serbest
bölgelerin faaliyet alanlarını genişletmek, serbest bölgeye duyulan ilgiyiarttıracaktır., Daha fazla yatırımcı
çekmek amacıyla serbest bölge işletmecilik tarzlarının, faaliyet alanlarını, hitap ettikleri sektörleri genişletme çalışmaları var. Sayın Bakanımızın bu konuda
kendi açıklaması var. Güney Kore’ye, Amerika’ya gittiğinde örnek aldığı serbest bölgeler var. Örneğin
Güney Kore’deki serbest bölge işletmeciliği modelini
Türkiye’de de yapmaya çalışıyor, serbest bölge içerisinde ihtisas alanları oluşturmaya çalışılıyor.
Olumlu mu?
Tabi ki olumlu. Bunlar zaten dünyada uygulanan ve
verim alınan modeller. Bu noktada Avrupa Serbest
Bölgesi’ne de gelecek olursak bilindiği üzere Çorlu’da
bulunan bir serbest bölgeyiz ve İstanbul’a yaklaşık 1
saat mesafedeyiz. Avrupa’ya lojistik konum olarak da
çok yakın durumdayız. 2 milyon m ’lik bir alanımız var.
1999’da faaliyete başladık. Bu senenin ilk 8 ayındaki
ticaret hacmimiz de 1 milyar 374 milyon dolar oldu.
Geçen seneye nazaran aynı 8 aylık dönem içerisinde ticaret hacmimizde %76’lık bir artış sağladık. 4 bine
yakın çalışanımız var, 200’ün üzerinde faaliyet gösteren
firma bulunmakta ve toplam yatırım da 500 milyon
dolar civarında. Hedefimiz 2023 yılında ticaret hacmimizi 10 milyar dolara çıkartmak. Çalışan sayısını 20
bine, toplam yatırımı da 2 milyar dolara çıkartmaktır.
Bizim ASB olarak 2023 yılı hedefimiz budur.
İhtisaslaşma olduğu zaman Avrupa Serbest Bölgesi hangi alanda faaliyetlerine devam eder?
Bizim biraz önce saymış olduğumuz yeni serbest
bölge faaliyetleri ile beraber kendimizi oturttuğumuz
nokta üretim ve lojistik merkezidir.
Geçmişte alınan vergi avantajları gibi teşviklerin
tekrar verilmesi söz konusu mu?
Tam taslağını görmedik ama şu anda Ekonomi Bakanlığı’nda bununla ilgili bir çalışma yapıldığı bilgisini aldık. Bu çalışmalar bittiğinde hem bize hem
kullanıcılara bu taslakla ilgili bilgiler açılıp görüşlerimiz sorulacaktır. Bizim genel kanaatimiz, yeni düzenleme yapılırken mevcut işleyişe ve yatırımcılara
zarar vermeyecek şekilde serbest bölge kapsamının
genişletilmesi yönünde bir çalışma yapılmasıdır.
Türkiye’nin 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefi
var. Bu hedefe ulaşmanın güç olduğu ifade ediliyor.
Türkiye’de 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefi
varsa devlet buna uygun altyapıyı sağlamak zorunda.
Şu andaki alt yapının gerek personel istihdamının gerekse limanlarımızın kapasitesinin yeterli olduğu söylenemez.
Sizin yaşadığınız sıkıntılar muhakkak vardır.
Üretim ve istihdamı desteklemek istiyorsak, sanayicinin taleplerini göz önünde bulundurmak gerekir.
Örneğin devlet birimleri de özel sektör kadar esnek ve
süratli hizmet verebilmelidir. Bukonuda sıkıntılı alanlardan biri devlet kanalında çalışan eleman eksikliği.Burada daha fazla gümrük personelinin istihdam
edilmesi gerek. Serbest bölge gümrüklerinin, bu kadar
büyük ihracat yapılacak ise, 7 gün çalışması lazım.
Üretim yapan firmalar artık hiçbir stok tutmadan ürettikleri malı müşterilerine hızlı bir şekilde ulaştırmak
istedikleri için cumartesi- pazar da çalışmak isteyorlar.
Gümrükte işlem yapılmasını istiyorlar. Özellikle uzun
bayram tatillerinde gümrükler maalesef çalışmamakta.
Yaz döneminde tatiller arttığı için personel sayısı azalmakta. Lojistik merkez olabilmek için ulaşım ağlarının kuvvetlendirilmesi, yolların takviye edilmesi
gerekir.
2004 yılından önceki dönemde serbest bölgelerdeki vergi avantajlarının fazla istismar edildiği ifade
edildi. Vergisel anlamda kaçak yönlere gidildiği ifade
edildi. Bu görüşe katılır mısınız?
Bazı hoş olmayan olaylar yaşandı diye gümrük
kapılarını kapatalım mı? Yani bunlar serbest bölgeler
dışındaki gümrük kapılarında da yaşanıyor. Kaldı ki
serbest bölgelerde 4 bine yakın firma var da eğer 10
tanesi art niyetliyse buna uygun tedbir almak gerekiyor. Dolayısıyla esas olan doğru ve dürüst çalışan yatırımcıyı bezdirmek yerine denetim mekanizmalarını
iyi işleterek kötü niyete prim vermemektir.I
Kayseri Serbest Bölge Genel Müdürü Mehmet Özkantar:
Serbest Bölgeler kayıt altı
ekonomi bakımından en
önemli yerlerdir
konomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın gelişmiş ülkelerde gördükleri serbest bölgelerden sonra ülkemizdeki serbest
bölgeleri de aynı seviyeye getirmek için
kolları sıvadı. Bu yönde çalışmalar yapılırken farklı serbest bölgelerin görüşlerini aldığımız
bu sayımızda Kayseri Serbest Bölgesi Genel Müdürü
Mehmet Özkantar’da katıldı. Yapılacak değişikliklerin mevcut yapıya mutlaka katkı sağlayacağını belirten Kayser Genel Müdürü Mehmet Özkantar
sorularımızı yanıtladı.
Türkiye’deki serbest bölgelerle, gelişmiş ülkelerdeki serbest bölgeler arasındaki farklılıklar nelerdir?
En önemli farklılık diğer ülkelerdeki Serbest Bölgelerde alım-satım faaliyetleri konusunda da herhangi
bir kısıtlama getirilmiyor olmasındadır.
E
116
Kasım 2011
Ekonomik özel alanların oluşturulması var olan
serbest bölgelerimize ne gibi avantaj veya dezavantaj
sağlayacaktır?
Mevcut Serbest Bölgelerin gelişmesine katkı sağlayacağı inancındayız.
Yeni projelerde yatırımcıların ülkemizden dünyaya açılması için özellikle limanların oldukları bölgelere ağırlık verileceği ifade ediliyor. Bu durum
Kayser’e nasıl yansıyacaktır?
Kesinlikle KAYSER için bir dezavantaj olacaktır.
Liman olan bölgeler ihracat ve ithalatta zaten nakliye
gideri olarak iç bölgelerdeki Serbest Bölgelerden daha
avantajlı durumdalar.
Serbest bölgelerle ilgili ihtisaslaşmaktan bahsediliyor. Böyle bir uygulamaya geçildiği takdirde Kayser olarak hangi alanda ihtisaslaşmak sizin için
avantajlı olur?
Kayseri Sanayisi ve Kayseri Serbest Bölgesi metal
ağırlıklı çalışan bölge olduğu için metal ile yapılan
ürünlerde ihtisaslaşma avantajlı olacaktır.
Ülkemize yatırım yapan yabancı veya yerli firmaların serbest bölgelerine bakışı nedir?
Sürekli değişen gümrük mevzuatı ve Serbest
Bölge kanunu yatırımcıları aldıkları faaliyet ruhsatı
süreci içinde ne gibi engel çıkacağının bilinmezliği endişesine düşürdüğünden yatırım kararını alırken endişeli davranmalarına neden oluyor.
Sizin Kayser serbest bölgesi olarak ülkemizdeki
diğer serbest bölgelere oranla farklarınızı aktarır mısınız?
Kayseri Serbest Bölgesi çok geniş ve düz bir arazi
üzerinde mülkiyeti özel sektöre ait bir bölgedir. Bu nedenle yatırımcı yapacağı yatırımı kendine ait alan üzerine yapmaktadır. Ayrıca çok ekonomik bedelle arsa
sahibi olma imkânı mevcuttur. Her ne kadar Mersin limanına 300 km uzaklıkta ise de D.D.Y. yükleme bo-
şaltma rampasına 900mt, uluslar arası karayoluna 800mt
mesafede olması da bir avantaj sağlamaktadır. Firmalara
verilen hizmetlerde ya bedelsiz ya da küçük bedeller ile
sağlanmaktadır. Kayseri Serbest Bölgesi üretim ağırlıklı
bir bölge olarak yatırımcılar için cazip bir alandır.
Dünyadaki ekonomik kriz serbest bölgelerimizdeki
yatırımlara nasıl yansıdı?
Şüphesiz Serbest Bölgeler ihracat ve ithalat ağırlıklı bölgeler olduğu için dünya krizinin etkisini yatırım azalması olarak hissettiriyor.
Serbest bölgelerin yatırımcılara sunduğu avantajları aktarır mısınız?
Serbest Bölgeler ihracat ağırlıklı çalışan firmalar
için vergisel avantajı yanında hammaddelerini daha
ucuz temin edecekleri yerlerdir. Bürokrasi işlerinin
çok az olduğu, dünya ülkeleri ile doğrudan ticaret
yapma imkânı sağlaması ve çeşitli ticari işlerin kolaylıkla yapıldığı alanlardır.
Serbest bölgelerde teşviklerden yararlanmak için
%85 ihracat şartı aranıyor. Bu konuda kademeli olarak artırılacak bir oranın ihracatı daha verimli hale getireceği ifade edilmektedir. Bu hususta önerilerinizi ve
düşüncelerinizi alabilir miyiz?
%85 oranı sadece işçilik gelir vergisi için geçerli
bir orandır. Kurumlar vergisi ile ilgili değildir. Ancak
%85 oranının %60 olarak düzenlenecek olması ihracat hedefi ile çalışan firmalara rahatlık sağlayacaktır.
Her üretimin ihracata gitmeyen hatalı ürünleri olacağı
gibi ihracatçı firmanın ihraç ettiği ülkelerde veya ihraç
ettiği firmalarda doğacak sıkıntılarda da Türkiye’ye
satış yaparak fabrikanın kapanmamasını ve çalışan işçilerin işlerini kaybetmemesine destek olacaktır.
Eklemek istediğiniz bir bilgi var ise bizimle paylaşırsanız, sevinirim.
Serbest Bölgeler bugüne kadar bütün hükümetlerin kayıt altı ekonomi için yaptıkları düzenlemeler bakımından en önemli yerlerdir. Firmalar kayıt altında
her türlü ürünlerini belgeli olarak bölgeye alıp satarken
ödedikleri fon ile devlete katkı sağlıyorlar, kendileri
de kurumlar vergisi muafiyeti ile kendilerine avantaj
sağlıyorlar. Böylelikle tamamen belgeli (faturalı) alımsatım faaliyetini yürüterek kayıt dışı işlem yapılması
önleniyor.I
BUSEB Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Yılmaz:
Devlet kurumunda çalışan
birinin görevi neyse
sanayicilerimizin de görevi odur
B
ursa Sanayi ve Ticaret Odasının önderliğinde Bursa Sanayici ve İş adamlarının
ortaklığıyla 1998 yılında kurulan Bursa
Serbest Bölge Kurucu ve İşletici A.Ş.,
faaliyete geçtiği günden buyana ticaret
hacmini her yıl katlayarak artırmayı başarmış. Gelinen noktada hedefi daha ilerilere götürmek amacında
olduklarını belirten BUSEB (Bursa Serbest Bölge Kurucu ve İşleticisi A.Ş.) Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Yılmaz sorularımızı yanıtladı.
2004 yılında alınan kararlar serbest bölgelere olan
ilgiyi azalttığı ifade ediliyor. Konu ile ilgili bir değerlendirme yapabilir misiniz?
2004 yılında alınan kararlar, geri kalmış bölgelerin
kalkınmasında öncelik tanınması amacıyla oluşturulmuş bir kanundur. Öncelikle geliri 1000 Doların altında olan bölgelerin kalkınması hedeflendi. Tabi
kimsenin bu duruma itirazı yok. Fakat bir taraftan geri
kalmış bölgelere belirli teşvikler verilirken, diğer yandan serbest bölgelere daha öncesinde verilen kanuni
teşvikler ise ellerinden alındı. Burada serbest bölgelerden sağlanan kaynakların bu bölgelere aktarıldığı
şeklinde gösterildi. Oysa serbest bölgecilik farklı bir
mantıkla çalışır ve çalışma yöntemleri de farklıdır.
Bursa Serbest Bölgesini kurarken bizimde bir serbest
bölgemiz olsun diye kurmadık. Bugün Bursa ihracatta
Türkiye’nin ikinci ili, sanayileşmede de ikinci ilimizdir. Bu nedenle biz serbest
bölgeyi oluştururken, Bursa’daki sanayicilere yurt dışındaki rakipleriyle eşit
şartlarda rekabet etsinler
düşüncesiyle kurduk. Fakat
alınan kararlarla var olan
118
Kasım 2011
durum o kadar çok değişti ki serbest bölgeyle, serbest
bölge dışında yatırım yapmanın çok büyük bir farkı
kalmadı. Kısacası sanayiciler yapılan değişiklikler
sonrasında serbest bölgede yatırım yapmanın bir avantajı kalmadığını düşünmeye başladı ve serbest bölgeye
yeni yatırımlar yapılması konusunda ciddi bir azalma
görüldü. Ben kanun yapıcıların o dönemde bu kararları alırken serbest bölgelerin ülkemizde neden kurulduğuna bakmaları gerektiğine inanıyorum. Serbest
bölgelerin kurulma amacı, Çin’den ülkemize hiçbir sıkıntı görmeden bir ürün girebiliyorsa, çok ucuz işçinin
çalıştığı Hindistan, Kore ve Pakistan’dan ara mal piyasalara girebiliyorsa bunlarla rekabet etmek için serbest bölgelerimiz olsun ve bu ara mallar bizim serbest
bölgelerimizde üretilerek ihracatçımıza temin edelim.
Bu kararların alındığı dönemde serbest bölgelerin
Türkiye’de yanlış algılandığı ifade ediliyor, bu düşünceye katılıyor musunuz?
Bende bu düşünceye katılıyorum. O dönemde yanlış algılandık. Serbest bölgelerde hiçbir şekilde hiçbir
denetim yok, sistem yok herkes istediği gibi hareket
ediyor düşüncesi çok yanlıştı. Biz hem maliyenin hem
de gümrüğün ciddi bir denetiminden geçiyoruz. Biz
de denetimlerden yanayız. Fakat buralarda ülke içinde
üretim yapan firmalar gibi durmadan denetimlerin de
yapılmasını istemiyoruz. Çünkü serbest bölge mantığında biraz da az bürokrasi olması gerekiyor ve üreten
firmaların seri hareket etmelerini sağlamak gerekiyor.
Dünyadaki
uygulamalar da böyledir.
Fakat ülkemizde ne
zaman serbest bölge konuşulsa her zaman ellerine
verilen muafiyetler geri alınmaya başladı. Çalışma Bakanlığı aldı, Maliye Bakanlığı aldı. Bunların sonucunda da serbest bölgelerin geri kalmasına neden oldu.
Alınan kararların sonuçlarını en net rakamlar gösterir.
2004 yılında serbest bölgelerin işlem hacmi 20 milyar
dolardı, bu gün 25 milyar dolar civarlarındadır. Oysa
2004 yılında bu kararlar alınmasaydı en az 50 milyar
doları bulmuştuk. Bu ülkemizin menfaatinedir.
Bu kararlarla ilgili tüm serbest bölge işleticileri yabancı yatırımcılara bu durumu açıklayamadıklarını
ifade ediyorlar.
Hükümet bu kararları alırken eskiden verilen faaliyet ruhsatlarının arkasında durmadı. Eğer bir firmaya
30 yıllık faaliyet ruhsatı verdiysen ve faaliyet ruhsatı
verirken muafiyetleri belirlediysen 30 yıl beklemek
zorundasın. Oysa biz 3-5 sene sonra ne dedik, bu durumdan vazgeçiyoruz. Siz böyle bir uygulama yaptığınız an tabi ki karşı tarafın size olan güveni de azalır.
Çünkü yabancı firmalar Türkiye’ye gelerek buradaki
şartlara baktılar, hesap yaptılar ve fabrikaları kurdular. Ama 3-5 sene sonra daha faaliyet ruhsatı bitmeden sen oyunun kurallarını değiştirdin. Bu durumda
yabancı sermaye sahipleri ne yapacak. Hesaplar tamamen değişti. Dolayısıyla hükümete karşı veya size
bu faaliyet ruhsatı veren kurumlara karşı güveniniz
azalmaya başladı. Bir de burada yatırım yapanlar yurt
dışında Türkiye’ye yatırım yapma düşüncesinde olan-
lara dikkat edin ben Türkiye’de yatırım yaptım başıma
bunlar geldi, sende yaşayabilirsin, diyorlar.
Şu anda serbest bölgelerdeki durum nedir?
Alınan kararlardan sonra 2008 yılında serbest bölgeleri biraz iyileştirmek için yeni bir karar daha alındı.
Üretiminizin %85’ini ihracat yapan firmalara bazı
muafiyetler tanındı. Fakat bunu çok az bir kurum sağlayabiliyor. İhracatı desteklemek için yapıldığını biliyoruz, fakat bütün üreticiler ürettikleri malın hepsini
yurt dışına satamıyorlar. İhracat yapmak kolay bir iş
değildir. Bir de ben neden bürokrasiyi bu kadar çok
sevdiğimizi anlayamıyorum. Firmalara oran vermek
yerine sen ihracat yap ben seni destekliyorum, neden
denilemiyor.
Belirli oranlar verilmediğinde suiistimaller olacağı
düşünülüyor olabilir mi?
Bence suiistimal etmeyiz. Çünkü artık Türkiye’deki sanayiciler açıklık bulayım da kurumları zarara uğratıp kar edeyim düşüncesinde değildir. Artık
ülkemizde sistemin içine giren ve sağlıklı büyüyen firmalar oluştu. İnsanlarımızın yapısı artık değişti. Eskiden vergiler çok yüksek iken bu işler oluyordu bir de
sanayici yapısı çok farklıydı. Bugün her şey çok değişti. Uzun bir dönemdir istikrarlı bir ekonomiyle birlikte sanayiciliğin yapısı da değişti. Sanayicilerde
üretim yaparken kafasının rahat olmasını istiyor.
Söylediğiniz şeyler çok önemli fakat bunların ha-
Kasım 2011
119
yata geçmesi için devletin de sanayiciye güvenerek
hareket etmesi gerekmiyor mu? Birçok sanayicimiz
vergi dairelerinde vergi kaçakçısı olarak görülüyor?
Maalesef halen böyle şeyler var. Fakat bu kurumlarda eskiye göre çok gelişti. Fakat daha çok gelişmesi
gerekiyor. Bugün Türkiye 500 milyar dolarlık ihracat
yapmak istiyorsa dünyada ilk on ekonomi içersine girmek istiyorsa öyle düşünerek hareket etmesi gerekiyor. Devlette çalışanların bilgisi ve bakışı da o yönde
olması gerekiyor. Bu kafayı değiştirmek gerekiyor.
Bir devlet kurumunda çalışan birinin görevi neyse sanayicilerimizin de görevi odur. Bugün ülkemizde 100
milyon dolar ihracat yapan bir sanayicinin kazandığı
sermaye ile harcamalarına bakılması gerekiyor. Bu iş
adamlarının artık sermayeye ihtiyaçları yok, bu insanlar ülkeleri için çalışıyor. Yani artık çocuğunu bile
düşünmüyor çünkü onları sağlamış durumda.
Hükümet kendi içinde bu değişimi gerçekleştirebilir mi?
Örneğin Gümrükte tek bir bakan vardır, fakat gümrükte çalışanlar kendilerini eski alışkanlıklardan kurtarmaları için çalışmalar yapılması gerekiyor. Çünkü
Türkiye’deki denetim sistemlerine baktığınız zaman
hep çalışanları denetliyor. Çalışmayanlarla ilgili bir denetim bulunmuyor. Çalışanların performansıyla ilgili
bir denetim sistemi oluşturmamız gerekiyor. Bu hükümetten önce olan Enerji Bakanı, Yüce Divanda yargılandı, denetimden geçti. Bence çalışanları veya karar
alıp iş yapanları değil, hiçbir şey yapmayanları denetlemeliyiz ki iyi bir sistem oluşturalım.
Yapılacak değişikliklerin içinde ihtisaslaşma konusu ön plana çıkıyor. Bu husustaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
120
Kasım 2011
Sayın Zafer Çağlayan bakan olduktan sonra kümelenmeyle ilgili bir modelden bahsediyordu. Bu sistem ülkemize verimlilik getirecektir. Bu Avrupa’da
veya Amerika’da uygulanan bir modeldir. Bu sistemin
başarıya ulaştığı doğrudur. Fakat biz sadece bu yöntemi kullanacağız veya bu yöntemde ısrarcıyız demek
doğru değildir. Yeni bir model oluşturabiliriz. Zaten
ülkemizdeki serbest bölgeler kendi içlerinde ihtisaslaşmıştır. Bursa Serbest Bölge dediğiniz de tekstil ve
otomotiv deriz. Siz Konya’da otomotiv fabrikası kuracağım dersen orada bir yanlışlık var. Ama bu civarda kuracağım dersen doğru bir karar alırsın. Çünkü
bu bölgede yan sanayiden kalifiye işçisine kadar her
şeyi bulabilirsiniz. Yani organizasyonlar Türkiye’yi
daha ileriye götürecektir. Bu nedenle eski sistemleri
alıp böyle yapacağız demeye gerek yok. Biz yaratıcı
bir toplumuz.
Yeni oluşacak sistem için sizin bir öneriniz var mı?
Bizim önerimiz serbest bölgelerle ilgili durmadan
farklı kararlar almak yerine bir kere iyi düşünüp doğru
karar vererek uzun vadeli bir değişim yapmak gerekiyor.
Gümrük Müsteşarlığını Ekonomi Bakanlığına bağlansaydı bu işler daha rahat olacağı yönünde bir görüş
var, katılıyor musunuz?
Bir iş için Ankara’ya gittiğinizde her bakanlık her
şeyinize karışmak istiyor. Hangi Bakanlığın hangi işi
yaptığı yönünde bir karışıklılık var. Ben bakanlıklar
verilirken neyi paylaşıldığını tam olarak bilmiyorum.
Sanırım herkes benim daha fazla elemanım olsun,
daha fazla genel müdürüm olsun diye bakıyor, herkes
bana bağlansın diye bakıyor. Bu durumdan vazgeçmemiz gerekiyor.I

Benzer belgeler