27.04.2015

Transkript

27.04.2015
1
SÖYLEŞİ
“Tanı, af dile, tanzim et!”
Süryaniler Yeni Anayasa’da
yasal statü istiyor
Süryanilerin beklentilerini Süryani Dernekler
Federasyonu Başkanı (SÜDEF) Evgil Türker’e
sorduk.
S15
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:51
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
basnews.com
Kerkuki: Kürdler için Irakla
yaşamak utanç verici olur
S08 - 09
Ezdiler kendini yönetecek
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani,
Ezdi ileri gelenleri, dini şahsiyetleri ve Ezdi
Peşmerge komutanları ile buluştu. Barzani,
Ezdi temsilcilerden Şengal’in işgalden kurtarılması, il olması, yeniden yapılandırılması
gibi talepleri dinledikten sonra temsilcilere
hitaben bir konuşma yaptı.
Soykırımı düşünmek
İnkarın bedeli
MİTHAT SANCAR
Barzani, “Artık söz Ezdilerindir. Ezdiler
kendilerini yönetecekler ve kendi kaderlerini tayin edecekler. Sadece Ezdiler de değil
Kürdistan’daki her farklı kesim, kendi dini
ve mezhebi inancıyla, düşüncesi ve yaşam
tarzıyla yaşayacak ve kendi kararlarını kendisi verecek” dedi.
S02
s05
FERHAT KENTEL
Kobanê açlık ve hastalık
tehlikesi altında
S03
Öylece kalmak üzerine
s03
SENNUR BAYBUĞA
s13
‘Daima Gerçek’
mümkün
22 Nisan 2014’te İstanbul’da “Daima
Gerçek / Herdem Rastî“ sloganı ile yayın
hayatına başlayan BasHaber/BasNûçe
gazetesi birinci yılını tamamladı.
S12
Umut yolcularının hayalleri
suya gömülüyor
S10
02
MANŞET
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Nisan - 3 Mayıs 22015
Barzani, Ezdilerle buluştu
‘IŞİD ile işbirliği yapanları afetmeyeceğiz’
K
ürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Ezdi ileri gelenleri, dini şahsiyetleri ve Ezdi Peşmerge Komutanları
ile buluştu. Barzani görüşmede Ezdilerin
taleplerini dinledi ve taleplerin karşılanması
yönünde yapılan ve yapmayı planladıkları
çalışmaları aktardı. Şengal’in il olması için
çaba harcayacaklarını belirten Barzani, Heşdi
Şabi’nin faaliyetlerine izin vermeyeceklerini
vurguladı. Barzani Ezdilerin kendi kaderlerini tayin edeceklerini söyledi.
‘IŞİD yandaşlarını affetmeyeceğim’
Şengal işgali ardından meydana gelen Ezdi
trajedisi, ardından Duhok’ta Ezdi ileri gelenleri ve dini şahsiyetleriyle tekrar biraraya gelen Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı
Mesud Barzani Ezdilerin taleplerini dinledi.
Ezdi temsilcilerden Şengal’in işgalden kurtarılması, il olması, yeniden yapılandırılması
gibi talepleri dinledikten sonra temsilcilere
hitaben bir konuşma yaptı. Konuşmasının
başında kendileriyle bir kez daha toplanmış
olmasından duyduğu sevinci dile getiren Barzani, Duhok toplantısından sonra yaptıkları
bu ikinci toplantıda, hem kendisinin hem
de Ezdi ileri gelenleri ve dini önderlerinin
daha umutlu olduğunu belirterek bundan
dolayı çok sevinçli olduğunu söyledi. Şengal
işgaliyle birlikte yaşanan Ezdi katliamının
Kürdleri katletme ve yok etme sürecinin
devamı olduğunun altını çizen Barzani bu
katliam sürecinden en çok muzdarip olan
kesimin Ezdiler olduğunu söyledi. Barzani,
“Ezdiler hem Kürd oldukları için hem de
Ezdi oldukları için, iki gerekçeyle katliamdan
geçirilmek istendi. Ama hem Ezdilerin direngenliği hem de Kürd halkının mücadelesi bu
katliam hamlelerini boşa çıkarmıştır ve boşa
çıkaracaktır” dedi.
Irkçı düşmanların Ezdilerin başına gelen
bu katliamı fırsata çevirerek Ezdi kardeşleriyle diğer Kürdler arasına nifak tohumları
ekmek istediklerini ama bu planlarının
gerçekleşmediğini dile getiren Barzani, bu
katliam girişiminden dolayı yaşanan trajediden dolayı en az kendileri kadar acı çektiğini
dile getirdi. Barzani, “Ya bu suçları işleyenlerden bunun hesabı sorulacak ya da başımı
feda edeceğim” dedi.
‘Şengal Dağı’na çıkış tarihiydi’
Şengal Dağı kuşatmasının kırılmasından
sonra Şengal Dağı’na gidişini tarihi olarak
değerlendiren Barzani konuşmasını şöyle
sürdürdü: “Kanaatimce Şengal Dağı’na çıkış
tarihiydi. Şengal Dağı’na çıkıp bölgeyi gördüm. İnşallah düşman o dağın başını hiçbir
zaman görmez. Allaha şükür bugün özgürce,
güven içinde, ortak halk, dil ve coğrafya sayesinde bütün kapalı yollar açıldı. Bu uğurda
canını vererek şehit düşen niceleri sayesinde
bu kazanımlar elde edildi. Benim için en
önemli şey tüm Kürd halkı ve dünyanın sizin
yanınızda olmaları ve sizin insanlığınızdan
ödün vermemenizdir. Çünkü sizin insaniliğiniz Kürd halkının insaniliğidir, şerefiniz
Kürd halkının şerefidir. Şükür ki size zulüm,
bahtsızlık ve gaddarlık edenler, bugün kendilerini af etsin diye Ezdi bir çocuğun ayaklarına kapanmaya muhtaçtırlar. Bu Allah’ın
bizlere nasip ettiği bir nimettir.”
‘Ezdilerle ilgili çalışmalarımız devam
edecek’
İşgal sırasında Ezdilerin yok olma tehlikesini ve acısını hissettiğini, Ezdilerin yok olmasının Kürdlerin yok olması anlamına geldiğini söyleyen Barzani, konuşmasını şöyle
sürdürdü: “Doğrudur, siz çok acılar çektiniz,
ama geleceğiniz daha özgürce olacak, daha
başarılı olacaksınız. Güvenlik konusunda
şimdilik tamamlanmamış bir programımız
var. Daha büyük bir programın sonuçlanmasını bekliyoruz. Ezdi kent ve kasabalarını
yeniden yapılandırmak için de bir programımız var. Yaşamınızı daha elverişli bir şekilde
özgürce idame etmeniz için tüm dünyaya
daha fazla yardım talebinde bulunuyoruz,
zira gördüğüm fakirlik ve imkânsızlıklar
içler acısıydı. Aslında Ezdi toprakları hayırlı
ve bereketli topraklardır ama düşmanlar
halkın bu bereketten faydalanmasına izin
vermediler. Öyle planlamalar yapmalıyız ki
bölge yeniden canlansın, yeniden yapılansın ve Ezdiler topraklarını terk etmesin ve
kendi bereketli toprakları üzerinde yaşamaya
devam etsin.”
‘Baas Rejimi halklar arasına set koydu’
Konuşmasının devamında Baas Rejimi
dönemine de atıfta bulunan KBY Başkanı
Mesud Barzani, Baas Rejiminin halklar
arasına setler koyduğunu ama kendilerinin
bu setleri yıkmak için sürekli uğraştıklarını
belirtti. Barzani, Arap halkını kardeş gördüklerini ama Kürd’ün ötelendiği bir durumu da
kabul edemeyeceklerini ifade etti. Ezdilerin,
Kürdlerin orjinini temsil ettiklerini ve bu
kanaatinden dolayı Ezdi halkını görmezden
gelemeyeceklerini, bugüne kadar yaşadıkları
mağduriyetleri gidermek için yoğun çaba
harcayacaklarını söyledi. Barzani, konuşmasının devamında bölgenin mevcut durumunu
gördükten sonra, bu bölgeye ciddi yaklaşacaklarını, bölgenin kalkınması için Şengal’e
el atacaklarını bununla ilgili bir program
geliştirdiklerini ama bu programın bitmediğini ve devam edeceğini söyledi.
‘Ezdiler kendilerini yönetecekler’
Barzani, Baasçıların Ezdilerin hayatta kalmak için taktıkları Arap şalını gerekçe göstererek Ezdileri Araplaştırmaya çalıştığını ama
diğer taraftan da onları tehcir edip yerinden
yurdundan etmeye çalıştığını vurgulayarak,
Ezdilerle ilgili kararlarda kendilerine hiçbir
şey sorulmadığını ve hep zulme uğradıklarını
savunarak şöyle konuştu: “Kendileriyle ilgili
meselelerde artık söz Ezdilerindir. Ezdiler
kendilerini yönetecekler ve kendi kaderlerini tayin edecekler. Sadece Ezdiler de değil
Kürdistan’daki her farklı kesim kendi dini ve
mezhebi inancı, düşüncesi ve yaşam tarzıyla
ile yaşayacak ve kendi kararlarını kendisi
verecek. Sadece ihanet edenler ve düşmanla
işbirliği yapanlara bu hak tanınmayacak.
Onlar Kürdistan’da özgür olamayacaklar.”
‘Heşdi Şabi’ye izin vermeyeceğiz’
Heşdi Şabi’nin Kürdistan’da yürütmeye
çalıştığı faaliyetlere değinen Barzani, Heşdi
Şabi’yle aralarında bir sorun olmadığını,
IŞİD’e karşı mücadele ettiklerini, ama
Kürdistan’da faaliyet yürütmelerine izin vermeyeceklerini belirtti. Kürdistan Bölgesi’nin
kurumsal yapısı ve çok iyi işleyen asayiş ve
güvenlik mekanizmalarına sahip olduğunu
ve başka silahlı bir unsurun burada herhangi bir faaliyet yürütmesine kesinlikle izin
vermeyeceklerini söyledi. Barzani şunları
söyledi: “Heşdi Şabi, Kürdistan’da bazı
faaliyetlere girişti. Ama şunu kavramalarını
istiyoruz, eğer faaliyetlerine devam ederlerse
daha sert tepkiler göstereceğimizden emin
olsunlar.”
Ezdi halk temsilcileriyle görüşmesinde
Barzani, Şengal’in vilayet yapılması ile
birlikte Ezdi Kürdlerden oluşan ve Peşmerge
Bakanlığı tarafından silahlandırılıp eğitilecek bir Peşmerge gücünün oluşturulacağı
sözü de verdiği bildirildi. Barzani’nin Şengal
işgali sırasında IŞİD’in bölgede gerçekleştirdiği uygulamalarının soykırım olarak kabul
edilmesi için de ABD’de ve girişimlerde
bulunulacağını da söyledi.
ROJAVA
BasHaber
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
3
SÖYLEŞİ
Kobanê açlık ve hastalık
tehlikesi altında
I
ŞİD ile savaşın yer yer sürdüğü Rojava’da bir yandan
dönüşler devam ederken, diğer yandan alt yapı ve
enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Kentte
ve bağlı köylerde ise tuzaklanmış binalar, araziler ve
ortalığa serpilmiş mayınlar tehlike oluşturmaya devam
ediyor. Kent halkının açlık ve hastalık tehlikesi altında
olduğu bildiriliyor. Özellikle Kobanê’de enkaz kaldırma
sorunları ile görülmeye başlanan bazı bulaşıcı hastalıklar,
mayınların temizlenmesi ve inşa gibi konularda uluslararası kamuoyundan yardım alınmaya çalışılırken, kentin
nüfusunun artmasıyla birlikte bu kez gıda ve un sıkıntısı gündeme geldi. IŞİD’lilerin cenazelerinin yıkıntılar
altında haşerat ve zehirli hayvanların türemesine neden
olduğu kentte mayın tehlikesi de sürüyor. Patlayıcıların
temizlenmesi için çok sayıda ülkeden mayın temizliği
konusunda çalışma yürüten kuruluşlar harekete geçmiş
durumda. Kentin inşası ve ihtiyaçların giderilmesi için
çalışma yürüten kurumların bölgeye gönderdiği heyetler
ise hasar, ihtiyaç ve önleyici tedbirler konusunda tespitlerde bulunup raporlar hazırlayarak uluslararası toplumu
harekete geçirmeye çalışıyor. AKPM’de kabul edilen bir
çağrı metniyle birliğe üye ülkelerin Kobanê’ye yardım
etmesi talep edildi.
Güney ve Kuzey Kürdistan’daki çok sayıda yardım
kuruluşu ve sivil oluşumun
kampanyaları da devam
ediyor. Un ve gıda sıkıntısının baş göstermesi üzerine
Barzani Yardım Vakfı’nın
son günlerde 70 ton civarında un sevkiyatı gerçekleştirdiği bildirildi.
Diğer taraftan insani
yardımların ulaştırılması
ve olası tehlikelere karşı
giriş çıkışların sağlanması
amacıyla Türkiye’den talep
edilen insani yardım koridoru konusundaki çağrılar
da sürüyor. Türkiye sadece
sığınmacıların geri dönüşüne ve heyetlerin bölgeye
intikaline izin veriyor.
Kobanê’den sonra
Cezîre, Serêkaniyê ve Til
Temir gibi yerleşim yerlerine dönük saldırıları püsKürdülen IŞİD’in bu kez Hasekê tarafına yönelmeye çalıştığı
öğrenildi. Kürd güçlerinin IŞİD saldırılarını önlemek için
Til Temir ve Serêkaniyê’de bulunan birliklerini Hasekê’ye
yönlendirdiği bildirilirken, IŞİD’in değişik bölgelerindeki
üyelerini bu bölgeye kaydırarak kenti kuşatmaya başladığı öğrenildi.
Kobanê savaşının yoğunlaştığı günlerde bölgeye
gönderilen Peşmerge birliklerinin 3. ve son gücünün ise
dönüş için talimat beklediği belirtiliyor.
Bu arada Rojava’da ENKS ve TEV-DEM krizinin
aşılması için ise önümüzdeki günlerde Cenevre’de bir
toplantı yapılması planlanıyor.
IŞİD’in büyük oranda tahrip ettiği Kobanê’nin bir
kısmının müzeye dönüştürülmesi konusunda da tartışmaların devam ettiği, vatandaşların mağdur edilmemesi
için inşa aşamasında uzlaşı sonucu uygun görülen bazı
dar bölgelerin müze olarak korunmasının benimsendiği
açıklandı.
“5 çocuğun durumu ciddi”
Bölgede incelemelerde bulunan ekiplerden birinde yer
alan Sağlık Emekçileri Sendikası Urfa Eş Başkanı Reşat
Doğan’da havaların ısınmasıyla birlikte yayılan hastalıkları önlemek ve şehrin enkazı altında kalan IŞİD üyelerine ait cesetlerinden kaldırılması için sağlık ekiplerinin
yoğun bir çalışma içinde olduğunu belirtti. Kobanê kent
merkezinde eğitim verilen 3 okuldaki çocukların ciddi
sağlık problemleri ile karşılaştıklarını da vurgulayan
Doğan, “Yetkililer okulları kapatmayı gündeme almışlar
çocukların bünyesi zayıf ve salgın var. Çocuklara bir an
önce aşı yapılması lazım. 5 çocuğun durumu ciddi” dedi.
Kobanê kent yöneticilerinin yeni bir hastanenin inşası
için çalışmalar yaptıklarını da ifade eden Doğan kent
merkezindeki mevcut hastanenin yeterli olmadığını ağır
yaralı hastaların Suruç’a nakledildiğini aktardı.
“Sivil halk tehlike ile karşı karşıya”
Urfa’da çalışmalarını sürdüren yardım kuruluş
DEST’in Genel Başkanı M. Zeki Unutur da havaların
ısınmasıyla birlikte baş gösteren tehlikelere dikkat çekerek, şehre dönen sivillerin
mayın, açlık ve su-suzlukla
da yüz yüze olduğunu
söyledi. Şehir merkezindeki fare, yılan ve sıçanların
sayısındaki artışı da kent
merkezindeki kanalizasyon
şebekesinin çöküşüyle arttığını vurgulayan Unutur,
“Bu canlıların artması
çok sayıda hastalığa da
davetiye çıkarıyor. Salgın
ve tehlikeli hastalıklar için
önlem almak zorundayız
ama imkanlar sınırlı.” dedi
“Kobanê’de un ve gıda
sıkıntısı var”
Bölgede yaptıkları incelemelere göre Kobanê kent
merkezinde büyük un ve
gıda sıkıntısı ile de karşılaştıklarını ifade eden Unutur,
kent merkezindeki ve köylerdeki un ambarlarındaki unun
bittiğini ve fırınların kepenk ekmek çıkarmaya başladığını söyledi. Uluslararası yardım kuruluşları ile yaptıkları görüşmelerde un, gıda ve ilaç ihtiyaçlarını özellikle
vurguladıklarını ve bu konuda kampanyalar yaptıklarını
belirten Unutur, Barzani Yardım Vakfı’nın Kobanê’nin
inşası için bağışladığı 500 bin doları ve tırlarla gönderdiği un ve gıda yardımına da dikkat çekerek Kürd yardım
kuruluşlarının koordineli çalışmaları gerektiğini söyledi.
Barzani Vakfı’nın yardımları devam ediyor
Barzani Yardım Vakfı Başkanı Yardımcısı Musa Ehmed, Kobanê’ye heyetler gönderdiklerini yaptıkları son
incelemelerde şehirde un ve gıda sıkıntısının yaşandığını
ve bu sıkıntıları gidermek için 70 tonluk un ve gıda yardımı gönderdiklerini ifade etti.
03
Soykırımı düşünmek
FERHAT KENTEL
1915’te ne oldu? Soykırım mıydı
değil miydi?
Ne kadar ürkütücü bir tartışma...
Fikrinizi söylediğiniz anda, hele ki
“soy...” demeye başladığınız andan
itibaren, devletin resmi ideolojisinin
kuytularına yerleşenlerden salvo atışına maruz kalmanız işten değil...
Türkiye’nin resmi tarihi sadece
1915’le ilgili olarak değil; daha pek
çok konuda unutma ya da yeniden yazma operasyonlarıyla
dolu. Din meselesi, başta Kürd meselesi olmak üzere bütün
etnik grupların varlık ve kültürleriyle ilgili meseleler yok
sayıldı ya da bastırıldı.
Ancak bugün çok uzun sessizliklerden sonra, nihayet
çok geniş bir yelpazede neredeyse ufkumuza giren bütün
meseleler hakkında toplum konuşuyor. Bu “konuşma” bazen
gerilimlere sahne olsa da, çok büyük bedeller ödense de
sürdürülüyor.
Türk ulus-devletinin inşasında kullanılan “temiz bir
geçmiş” söyleminin geçerli olmadığını bugün çok daha fazla
görüyor ve biliyoruz. Ancak meselenin sadece 1915, İstiklal
Mahkemelerinde kurulan darağaçları, Dersim katliamı,
Varlık Vergisi soygunu gibi “kuruluş”a özgü karanlık sayfalar
olmadığını da biliyoruz. 6-7 Eylül’lerden, Başbakan ve Bakanları asan 27 Mayıs’lara, gencecik insanları asan 12 Mart’lara,
50 kişiyi “resmen” asan, yüzlerce kişiyi işkencede öldüren ya
da “kaçarken” vuran, 17 yaşındaki bir çocuğun yaşının büyütülüp asan 12 Eylül’lere, gencecik öğrencileri başörtüsünden
ötürü okula sokmayan, hayatlarını karartan 28 Şubat’lar da
devletimizin ve tarihimizin karanlık sayfaları arasında yer
alıyor. Bugün belki de devletin tüm tarihi boyunca kendi
halkının farklı kesimlerine karşı uyguladığı zulmün farkına
varmamız gerekiyor.
Devletin Müslümanlara, Kürdlere, solculara, Alevilere
yaptıklarını bugün kabul ediyoruz; çünkü bu kesimler zaman
içinde kendilerini bir ölçüde korumayı becerdiler; seslerini
duyurabilecek bir nüfusa ve mecraya sahip oldular. İşte bugün
varlığını sürdürebilen geçmişin mağdurlarından farklı olarak,
Ermeniler kendilerini koruyamadılar çünkü “7 tane Ermeni
öldürmeyen cennete gidemez” gibi sözde dini fetvaların beslediği derin bir sessizlik eşliğinde, Ermenilerin bugün seslerini
topluca duyuracak gücü kalmadı. Öte yandan, “Ermeniler
ihanet ettiler, dolayısıyla tehcir edildiler” söylemi üzerine de
soracağımız çok basit bir soru var.
Gerçekten “ihanet” nedir?
Öncelikle şu anda Anadolu topraklarında en az 2000
yıllık bir geçmişe sahip olduğu bilinen Ermeniler hakkında,
sonradan gelenlere “ihanet ettiler, dolayısıyla cezalandırıldılar” şeklinde bir değerlendirme yapmak sadece ve ancak
güçlünün/kazananın dayattığı dilin arkasına saklanmaktan
başka bir anlam taşımıyor. Eğer “ihanet” varsa, bütün
Osmanlı coğrafyasında Osmanlı’ya ve onun padişahlarına
“ihanet” eden Sırplar, Yunanlılar, Bulgarların yanısıra, tabii
ki Ermenilerle birlikte padişaha komplolar kuran Jön Türkler
ve İttihat Terakki de “ihanet” etmişti.
Veya Ankara hükümetine “sadık” olan Çerkes Ethem,
Padişaha “sadık” kalan Ahmet Anzavur’un Çerkes birlikleri
ile savaştığında hangisi “ihanet” ediyordu? Eğer Çerkes
Ethem’in Ankara hükümetine değil de padişaha ihanet ettiği
kabul edilecekse, evet, o zaman Ermenilerin de ihanet ettiğini
kabul edebiliriz.
Ya da Ermenilerin “ihaneti cezalandırılırken”,
Kastamonu’dan, Kütahya’dan Der Zor çöllerine sürülen yaşlı
Ermeni kadınlarının, anasının kucağından koparılıp öldürülen
bebeklerin “suçunu” nasıl tanımlayacağız?
Ya da “biz soykırım yapmadık” derken kullanılan “biz”
öznesi tam olarak nedir? İttihat Terakki’nin yaptığı bir
operasyonla neden özdeşleşilir? Aynı organizasyonun diğer
toplum kesimlerine, aynı ölçekte olmasa da, çeşitli dozlarda
zulüm uyguladığını bildiğimize ve o kesimlere uygulanan
zulmü “biz yaptık” veya “yapmadık” demediğimize, göre,
Ermenilere yapılanları neden “yapmadık” diyerek İttihat
Terakkici bir devleti üstleniyoruz?
04
SOYKIRIM
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Nisan - 3 Mayıs 42015
SOYKIRIM
BasHaber
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
5
SÖYLEŞİ
24 Nisan 1915’le yüzleşme çağrısı:
‘Tanı, af dile, tanzim ve telafi et!’
O
Laser Mario
smanlı döneminde Ermeniler
ve diğer Hristiyan topluluklara yönelik yapılan soykırımın
100. yıldönümü vesilesi ile 24 Nisan’da
dünyanın birçok ülkesinde eş zamanlı
olarak “Tanı, af dile, tanzim ve telafi
et!” sloganıyla çeşitli etkinlikler yapıldı.
Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yapılan anmalar ile Çanakkale’de yapılan
“Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı etkinlikleri‘ 24 Nisan 1915’e yönelik farklı
yaklaşımları betimlerken, Türkiye’nin
Erivan’daki anmayı boşa çıkarma veya
etkisini azaltma çabası olarak değerlendirildi.
Türkiye’deki Çanakkale anmasına
yaklaşık 70 ülkeden temsilciler katılırken, Erivan’daki soykırım anmalarına
ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande başta olmak üzere 70’e
yakın temsilci katıldı. İki farklı ülkede
yapılan iki farklı etkinlikte, yetkililerin birbirlerine gönderdiği mesajlar,
ülkeler arasındaki 24 Nisan krizini
özetler nitelikte oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Erivan’daki anmalar
için, “Şimdi, 24’ünde ne yapacaklar;
Ermenistan’da biraraya gelecekler,
kendileri çalıp, kendileri oynayacaklar.
Konuşacaklar, edecekler, Türkiye’ye
hakaretler edecekler” demesinin ardından, Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın
cevabı da, “Eğer Türkiye’nin ilişkilerin normalleşmesi yönünde bir nebze
arzusu olsaydı, komşunun evinde yas
tutulurken aynı gün şenlik ve tören
düzenlemezdi” şeklinde oldu.
Türkiye’de Ermeni Cemaati’nin
düzenlediği anmalar Ermeni
Patrikhanesi’nin ev sahipliğinde Kum-
kapı Meryem Ana Kilisesi’nde düzenlenen ayin ile gerçekleştirildi. Ayine bu
yıl ilk kez Türkiye’den resmi düzeyde
bir katılım gerçekleşti. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Acılarınızı
anlıyoruz” mesajının okunduğu ayine
hükümeti temsilen AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır katıldı.
Türkiye’de yapılan anma etkinlikleri,
Mardin, Diyarbakır, Van ve Dersim’in
yanı sıra Kürdistan’ın birçok ilinde
yoğun katılımla gerçekleşti. Soykırımın 100. yıl anmaları dolayısıyla
yapılan etkinliklere en büyük katılım
İstanbul’da gerçekleşti. Ermenice,
Türkçe ve İngilizce üç ayrı basın açıklamasının okunduğu anmaya binlerce
kişinin yanı sıra, Kürd, Türk, Ermeni,
yazar, politikacı ve akademisyen, sendika, dernek ve sivil toplum kuruluşu
da destek verdi.
Türkiye yalnızlaşıyor
Kuşkusuz 24 Nisan 1915’de başlayan katliamın 100. yılında en çok
konuşulan konulardan biri de AP ve
Vatikan’ın tavırları ve Ermenistan’ın
Soykırımın tanınması yönündeki
çalışmalarının Avrupa ve Dünya’da
nasıl bir etki yaratacağıydı. 24 Nisan
günü birçok ülkede art arda yapılan
açıklamalar siyasi tavırlara ve kınamalara sahne olurken, yapılan açıklama
ve alınan kararlar arasından en çok
dikkat çeken, Almanya Federal Meclisi
ve Almanya Cumhurbaşkanı Joachim
Gauck’un 1915’te yaşananları “Soykırım“ olarak nitelemesi ve Almanya’nın
rolüne dikkat çekilmesi oldu. Almanya
Cumhurbaşkanı Gauck, yaptığı açıklamada, “Almanya’nın da Ermenilere uygulanan Soykırımda sorumluluğu hatta
yeri geldiğinde suçu olup olmadığının
araştırılması bizim için zorlu ama ka-
de, 24 Nisan 1915’te yaşanan Ermeni Soykırımı’na dair yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, “100 sene
önce Ermenilere, Süryanilere ve
Ezdilere büyük acılar yaşatılmıştır” denildi. Öte yandan Mersin ve
Adana’da yapılan basın açıklamalarında “Soykırım”da yaşamını
yitirenler anılırken, “Ermeni halkı
yalnız değildir” vurgulandı.
İstanbul Taksim’de yapılan
anmalarda binlerce insan, “Şimdi
sıra devlette; karşılıklı acılardan
söz eden taziyeler değil, özür bekliyoruz. Özür dileyin” çağrısı yapıldı. Anmada, 24 Nisan’ın, insanlık tarihinde yaşanan en karanlık
olaylardan biri olan Soykırım’ın
yıldönümü olduğunu aynı zamanda da dünyanın dört bir yanındaki
Ermenilerin hayatta kalışını ve
muazzam direnme gücünü kutladığı gün olduğu söylendi. Anmada
konuşan AGBU Avrupa Temsilcisi
Nicolas Tavitian da, soykırımla
yüzleşme çağrısı yaptı.
çınılmaz bir sorumluluktur” dedi. 1915
yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun
müttefiki olarak orduda görev yapan
Alman subay ve diplomatlarının olaylarda oynadığı rol üzerinden tartışılıyordu. Almanya’nın açıklamasının yanı
sıra Rusya ve Fransa’da 1915’i “Soykırım“ olarak kabul eden ülkeler arasında girerek Türkiye’den kınama mesajı
aldı. Rusya Devlet Başkanı Putin’in,
“24 Nisan 1915, insanlık tarihinin en
korkunç ve dramatik olaylarından ve
Ermeni halkının Soykırım ile ilgili kederli bir tarihtir” derken, ABD Başkanı
Obama “Tehcir“ kavramı kullandı.
Türkiye’den kınama salvosu
Türkiye aralarında tehcir ifadesini kullanan Amerika’da dahil olmak
üzere soykırımı kabul eden 4 ülkeye
karşı kınama açıklamasında bulundu.
Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, ABD Başkanı Barack Obama’nın
yaptığı açıklama için tek taraflı bir
bakış açısını yansıttığı belirtilerek,
“Bu seçici ve tarafgir adalet anlayışını
reddediyoruz” ifadeleri kullanılırken,
Almanya Federal Cumhurbaşkanı
Joachim Gauck’un sözleriyle ilgili de
“Türk halkı, Almanya Cumhurbaşkanı
Gauck’un bu ifadelerini unutmayacak ve affetmeyecektir” açıklamasını
yaptı. Bakanlık, Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin’in açıklamasının ise
Türkiye tarafından yok hükmünde
kabul edildiğini kaydederek, “Soykırım” ifadesinin kullanılmasını kınadı.
Son olarak, Fransa Cumhurbaşkanı
François Hollande’ın Erivan’da düzenlenen törene katılmasıyla ilgili de,
Fransa’nın bu tutumunun haksız ve
tarafgir olduğu ifadelerine yer verilirken, “Fransa’nın bu tutumu Türkiye
tarafından reddedilmekte ve kınanmaktadır” açıklaması yapıldı. 24 Nisan
ile birlikte 1915 yılında gerçekleştirilen
soykırımı tanıyan ülkelerin sayısı 25
oldu.
Kürdistan Parlamentosu da
1915’e isim bulacak
Daha önce tarihçi ve Ermeni aydınları, Kürdlerin Ermeni Soykırımı ile
cesurca yüzleştiği yorumları yapılmıştı. Kürdlerin, Soykırım karşısında
sergilediği tavır 24 Nisan’da yapılan
100. yıl anmalarında da devam etti.
Kürdlerin Soykırım ile yüzleşme
açısından önemli adımlardan biri
Kürdistan Parlamentosu’ndan geldi.
Kürdistan Bölgesi’nde birçok yerde 24
Nisan etkinlikleri yapıldı. Parlamentonun Ermeni milletvekili olan Yerwand
Nisan Markos, 1915’te yaşanan katli-
amının “Soykırım“ olarak tanınması için parlamentoya bir yasa
tasarısı sundu. Tasarı parlamento
üyelerinin büyük bölümü tarafından destek gördü. Yasa onaylanırsa Kürdistan Parlamentosu
da yaşananları “Soykırım“ olarak
tanıyacak. Kürdistan Bölgesi’nde
yaklaşık 3 bin 500 Ermeni yaşıyor, Ermenice resmi dil olarak
kullanılıyor. Yasanın parlamentoya sunulması Kürdistan’da
yaşayan Ermeniler tarafından
büyük bir sevinçle karşılandı.
Kuzey Kürdistan’da Soykırımı tanıyın çağrıları
Kürdistan’da ve Türkiye’nin
birçok kentinde de binlerce
insan “büyük utancın” 100.
yılında biraraya gelerek Ermeni
Soykırımı’nda yaşamını yitirenleri
anarken bir yandan da “yüzleşme”
çağrısında bulundu. Diyarbakır
Barosu da yazılı açıklama yaparak, “Soykırımın” tanınması için
çağrıda bulundu. Aralarında Süryani, Kürd, Arap, Mıhelmi, Ezdi,
Müslüman, Hıristiyan gibi çeşitli
din, inanç ve halk gruplarının bulunduğu Şemikan Halkları Birliği
İnkar politikası işlemiyor
Ermeni Soykırımı’nın 100. yıl
anma etkinlikleri için yürütülen çalışmalar, hem uluslararası alanda hem de Türkiye’de
gündemin hafta boyunca önemli
başlığı oldu. Gerçekleştirilen
eylem, alınan karar, çıkarılan
yasalar ve yapılan açıklamalar
sonunda toplumda farkındalık
yaratılmaya çalışılması ve Türkiye
hükümetinin Soykırım için özür
dilemesinin sağlanması amaçlanmıştı. Her ne kadar Türkiye özür
dilemese de siyasi ve toplumsal
alanda bu girişimlerin bir farkındalık yaratmak için yararlı
olduğunu söyleyebiliriz. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız
Ermeni siyasetçi Tatyos Bebek
ve Nor Zartonk İnisiyatifi’nden
Sayat Tekir 100. yıl anmalarını ve
devletin yaklaşımını BasHaber’e
değerlendirdi.
Devletin yaklaşımının inkar
olduğunu, son iki yılda bunun
değişme işaretleri olduğunu ama
baş sağlığı mesajlarıyla, başka bir
boyuta da çekildiğinin altını çizen
Tekir, inkar politikasının artık
işlemediğini söyledi. Soykırımı
uygulayanların hala kahraman
olarak görüldüğünün altını çizen
Bebek,”Meclisteki partiler de
birbirlerini öldürecek derecede
olaylar yaşanırken, Ermenilerle
ilgili bir şey olduğunda, birbirlerine sarılabiliyorlar. Bu inkar
politikası devam ediyor. Yaşadığımız mahallelerde hala Talat
Paşaların, Enver Paşaların ismi
var” diyerek, bunların devlet
nezdinde hala kahraman olarak
nitelendirildiğine dikkat çekti.
Farkındalık arttırıldı
Ermeni Soykırımı hakkında çok
fazla dezenformasyon olduğuna
ve inkar politikalarının hala devam ettiğine dikkat çeken Tekir,
“Ama bu etkinliklerin biraz olsun
insanlara farkındalık kazandırdığını da söyleyebiliriz. Özellikle Hrant Dink’in öldürülmesi
sonrasında büyük bir farkındalık
oluştu. Bir şeyler olmaya başlıyor.
Ama toplumun geneli henüz buna
hazır değil ve bunu anlamış değil.
Çünkü burada 100 yıllık bir inkar
politikasından bahsediyoruz”
diyerek, Ermeni karşıtlığının hala
devam ettiğini söyledi.
Ermeni siyasetçi Tatyos Bebek
ise, özellikle bu yıl yurt dışından
gelen baskılar ve misafirlerle
birlikte büyük bir farkındalık
yaratıldığını söylüyor. Çanakkale
etkinliklerinin bir inkar politikası üzerine gerçekleştirildiğini
söyleyen Bebek, “100. yıl soykırım
etkinlikleri medyada yer verilmemesine ve Çanakkale etkinliklerine rağmen çok fazla ses getirdi”
dedi.
Tabanda bir yumuşama var
Devlet reflekslerinin kolay
kolay değişmediğini ve bu yüzden
çelişkilerin yaşandığının altını
çizen Bebek, “Bir gün olumlu bir
şey söylerken bir bakıyorsunuz
başka bir gün olumsuz bir şey
söylüyorlar. Devletin refleksleri
de Çanakkale gibi şeylerle bir
inkar politikası üzerine kurulu”
dedi. Siyasi partilerin ve devletin
sert tavırlarına rağmen, soykırıma karşı tabanda bir yumuşama
olduğunu dile getiren Bebek, “bu
yaygınlık ve farkındalık arttıkça
siyasi alanda da olumlu bir tavır
olacağını düşünüyorum” diye
konuştu.
05
İnkarın bedeli
MİTHAT SANCAR
Suç ve şiddet yüklü bir geçmiş, bireyler ve toplumlar üzerinde etkileri uzun zamana yayılan sonuçlar yaratır. Bu etkileri
tanımlamak, tanımak ve bertaraf
etmek için yapılan çalışmalarda
“travma” kavramı önemli yer
tutar.
1915’in Ermeniler açısından
bir travma olduğu açıktır. Bu
travmanın, “Ermeni kimliği”nin kurucu unsurları arasında yer aldığı da açıktır. Ancak bu tür “büyük şiddet ve kitlesel kıyım” olayları, sadece “mağdur grubu”
travmatize etmezler. Başta “fail” olarak adlandırılan
grup olmak üzere toplumun tümü bu travmadan payını alır.
Elbette şiddete ve zulme doğrudan maruz kalanlar
(kurbanlar/mağdurlar) ile şiddeti uygulayanlar (failler) ve destekleyenler (işbirlikçiler) arasında bu travmadan etkilenme şekli ve derecesi bakımından derin
farklılıklar vardır. Ancak bu “olay”ın iki taraf için de
bir hareket veya referans noktası haline gelmesi kaçınılmazdır. Bu duruma, “travmada karşıt ortaklık”
denir.
Travmanın karşıt ortaklarının, geçmişte yaşanan
korkunç olaylar karşısındaki tutumları da genellikle
birbirine “karşıt” olur. “Mağdur grup”, olayların hatırlanmasını ve acının telafisi için kamusal edimlerde
bulunulmasını talep ederken; “fail grup” çoğu zaman
savunma refleksleri geliştirir. Bu refleksler; esas itibariyle soğuk veya öfkeli inkâr, geçmişi bastırma, suçu
masumlaştırma ve giderek meşrulaştırma, kendini
mağdur olarak sunma biçimlerinde ortaya çıkarlar.
Bu son durumda, suçu mağdurlara yıkma, böylece sorumluluktan kurtulma girişimleriyle de sık karşılaşılır.
Psikanaliz alanındaki çalışmalar, suç yüklü geçmişe sahip bir öznenin, suçu ahlâken kabul etmeye kolay
kolay yanaşmadığını gösteriyor. Suçun vahameti arttıkça onu yüklenme ve üstlenme yeteneği de sınırlanır.
Ancak suçu reddetme, onunla yüzleşmekten kaçma ve hesaplaşmaktan kaçınma, demokratik bir kişilikle çelişen ve çatışan tutumların gelişmesine elverişli
bir zemin sunar, bunu teşvik eder. Bu durum, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde yeni bakış açıları
edinmenin önünde bir engel, buna bir tehdit oluşturur. Bastırılmış suçluluk duyguları ve hesaplaşılmamış
suç yüklü geçmiş, öznenin öz değer duygusunu tahrip
eder, tutarsızlıklara sevk eder. Böyle bir öznede vicdanın körelmesi ve empati kapasitesinin düşmesi neredeyse mukadderdir.
1915’te Ermenilere “yapılanlar” nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, ortada “korkunç bir zulüm”, en
yumuşak ifadeyle “büyük bir insanlık suçu” bulunduğunu inkâr etmek giderek zorlaşıyor. Buna rağmen
inkârda ısrar edenler, o suça vücut veren mantığı savunma noktasına savruluyorlar, farkında olarak ya da
olmayarak.
İnkâr politikasının bir sonucu da, suçu kolektif
hale getirmesidir. İnkâr adına söylenen her söz ve yapılan her faaliyet, bir dönem belli bir kadronun karar
verip uyguladığı zulüm politikalarını, sanki doğal mirasmış gibi sahiplenme sonucunu doğuruyor. “Atalarımız böyle bir şey yapmazlar” tezinde inat etmek, “bu
şey”in yapıldığı yönündeki bilgi ve algı yaygınlaştıkça,
“ben atalarımı ne yapmış olurlarsa olsunlar sahiplenirim” demekten başka bir anlam taşımaz. Bu ise, savuşturulmak için bunca çaba harcanan “kolektif suç”
ithamını güçlendirmekten başka bir işe yaramaz.
Bütün bunlar, 1915’in Türkiye toplumu ve “Türk
kimliği” üzerindeki travmatik etkilerinin giderek belirgin hale geldiğinin göstergeleridir. Bu travmayla baş
etmenin yolu, geçmişteki “günahlar”ı inkâr etmek ve
bastırmak değil, onlarla yüzleşmek ve hesaplaşmaktır.
Not: Bu yazı, 1 Aralık 2010 tarihli Taraf gazetesindeki köşemde yayınlanan yazımın biraz kısaltılmış
halidir.
06
HABER
BasHaber
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
BasHaber
HABER
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
Erbil-Washington
Gündem Irak’ın geleceği ve Musul Operasyonu
Önümüzdeki günlerde davet
edildiği Washington’da ABD
Başkanı Obama ile görüşecek olan KYB Başkanı Mesud
Barzani’nin ziyareti ile iki ülke
G
Mustafa Turan
eçtiğimiz yıl ABD’ye yapması planlanan ziyaretini,
Kürdistan’ın en köklü iki siyasi
partisi PDK ve YNK’nin ABD’nin
üçüncü sınıf terör örgütleri listesinden çıkartılmamış olmasına tepki
göstererek iptal eden Kürdistan Bölge
Yönetimi(KBY) Başkanı Mesud Barzani, ABD Kongresi’nin iki Kürd partisini bu listeden çıkartması ardından,
Beyaz Saray’dan gelen resmi davet
üzerine ABD’ye ziyarette bulunacağı
bildirildi. Ziyaretle ilgili açıklamalarda bulunan KBY Dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa ziyaret tarihinin
belli olduğunu ve zamanı geldiğinde
ziyaret tarihini resmi olarak duyuracaklarını söyledi. Felah Mustafa
ayrıca, ABD yönetiminin KBY’nin
Bağdat’la olan ilişkilerini göz önünde
bulundurması ve Kürdistan’a gerekli
önemi vermesinin zamanı geldiğini
söyledi.
ABD Başkanı Barack Obama ile
en son ziyaretini 2012 Mayıs ayında
gerçekleştiren Barzani’nin, Beyaz
Saray’da ABD Başkanı Barack Obama
ve Yardımcısı Joe Biden ile görüşmesi
bekleniyor. Barzani’nin ziyaretiyle
ilgili ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı
Breet McGurk ise KBY Başkanı Mesud
Barzani ziyareti ile ilgili hazırlıkların
yapıldığını ve ziyaretin yakın bir tarihte gerçekleşebileceğini söyledi.
Yakın bir tarihte Irak Başbakanı
Haydar Abadi’nin ABD’ye gidişinin
ardından ABD’nin KBY Başkanı Mesud Barzani’yi davet etmesi ilgi çekti.
Gerçekleşmesi öngörülen Barzani
Obama görüşmesinde Kürdistan ve
Irak’ın geleceği, Musul Operasyonu
ve IŞİD’e karşı verilecek mücadelenin
konuşulması bekleniyor.
“KBY küresel güvenliğin
teminatıdır“
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
Kürdistan’ın iki büyük siyasi partisinin terör listesinden çıkarılmamış
olmasından dolayı bir önceki ABD
arasında üstü örtülü devam
eden gerginliğin yerini yeni bir
sayfaya bırakması bekleniyor.
ABD’nin, Bağdat’ı esas alan Irak
politikasından rahatsızlığını dile
ziyaretini iptal etmesi ve ardından
önümüzdeki günlerde gerçekleştirmesi beklenen ziyaret için Washington’a
davet edilmesi ile ilgili BasHaber’e
konuşan Selahaddin Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Uzmanı Dr.
Musa Kaval, IŞİD’e karşı KBY ve Peşmergesinin yürütmüş olduğu cesurca
mücadelenin Kürdistan’ı, Ortadoğu’da
siyasi emelleri olan küresel güçlerin
nezdinde, ittifak yapılması gereken temel güçlerden biri haline getirdiğini,
bunun yanı sıra yine IŞİD gibi küresel
güçler ve bütün dünya için büyük bir
tehlike potansiyeli taşıyan bir unsura
karşı mücadele edip küresel güvenliğe
de hizmet etmesinin KBY’yi ABD nezdinde daha da önemli hale getirdiğini
söyledi. Radikal yapılanmaların önümüzdeki on yıllarda da Ortadoğu’da
varlıklarını sürdürecekleri ihtimalinin
de KBY’ni vazgeçilmez istikrar bölgesi
haline getirdiğini ve Kürdlerin bu
fırsatları en iyi şekilde kullanmalarının zorunlu olduğunu belirtti. Kaval,
Irak Başbakanı Haydar İbadi’den
sonra KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
Washington’a davet edilmesinin de,
Irak’ta tek gücün merkezi yönetim olmadığını ve en az onun kadar önemli
ve söz sahibi KBY’nin de olduğunun
teyidi olduğunu dile getirdi. Kaval
şöyle devam etti: “Irak’taki Şii-Sünni
çekişmesi, IŞİD’e karşı savaş gibi Irak
ve Ortadoğu’yu ilgilendiren birçok
konuda, pozitif bir siyaset izleyen
ender aktörlerden, hatta tek aktör
KBY’dir. Bu siyaseti KBY’yi, Ortadoğu
ve küresel güvenlikle ilgili sorunu olan
tüm küresel güçlerin politikalarını
yürütürken muhatap almaları gereken
bi güç haline getiriyor”
Kürdistan siyaseti yeni anayasa
için toplandı
Selahattin’deki Pirmam başkanlık
ofisinde yeni anayasa ve başkanlık görev süresinin uzatılması konularının
yanı sıra, IŞİD’e karşı Peşmergenin
yürüttüğü savaş, Musul Operasyonu,
Amerika’ya gerçekleştirmesi beklenen
ziyareti ve Kürdistan’da öne çıkan
getirmesi beklenen Barzani’nin
ABD’ye bağımsızlık ve Irak’ın
geleceği hakkında Kürdlerin tavrının net olarak anlaşılmasının
isteyeceği bildiriliyor.
diğer siyasal gelişmeler hakkında
görüşlerini almak için Kürdistanlı
siyasi parti, Türkmen ve Hıristiyan
kesim temsilcileriyle toplantı gerçekleştiren KBY Başkanı Mesud Barzani,
temsilcilerden başkanlık görev süresi
ve yeni anayasanın hazırlanması
süreçlerinin bir an önce sonuçlandırılması için hızlı davranmalarını ve
yaptıkları açıklamalarda bu süreçleri
zedeleyici tavırlardan sakınmalarını
istedi. Yeni anayasanın vatan ve halk
için yapıldığını, dolayısıyla yurtsever bir ruhla donatılması gerektiğini
vurgulayan Barzani, başkanlık görev
süresi meselesinin de siyasi tarafların
çözmesi gereken bir konu olduğunu ve
taraflardan beklentisinin bu meseleyi
biran önce çözüme kavuşturmaları
olduğunu belirtti.
PDK, YNK, Goran, Yekgirtû,
Komel, Kürdistan Sosyalist Partisi,
Kürdistan İslam Hareketi, Kürdistan Komünist Partisi, Emek Partisi, Kürdistan Parlamentosu’nun
Türkmen temsilcisi ve Kürdistanlı
Hıristiyanların temsilcisinin katıldığı toplantı ardından toplantının
içeriğiyle ilgili yayımlanan bildirgede siyasi parti ve kesim temsilcileri,
büyük bir savaşın ve siyasal gelişmelerin yaşandığı böylesine kritik
bir dönemde bu savaşın asıl yükünü
taşıyan Peşmergenin her anlamda
desteklenmesi ve siyasi birliğin
tesisinin elzem olduğunu belirttiler. Uluslararası İttifaka ve KBY’ye
silah ve insani yardımda bulunan
ülkelerin kutlandığı bildirgede Erbil
– Bağdat arasındaki sorunların
giderilmesinin diyalogla gerçekleşebileceğine, dostluk ve eşitlik temelinde komşu ülkelerle ilişki geliştirilmesine bu temelde geliştirilecek
ilişkilerin hem komşuların hem
de bölgenin barış ve selameti için
büyük bir mücadele veren KBY’nin
yararına olacağı vurgulandı. Tüm
Güvenlik güçlerinin Peşmerge
Bakanlığı bünyesinde birleştirilmesinin gerekliliğinin de dile getirildiği
bildirgede, başkanlık seçimi ve yeni
anayasa meselelerininde siyasi tarafların ortak istemleri çerçevesinde
çözüme kavuşturulması, bunlar gibi
önemli konularda olumsuz sonuçlar doğurabilecek yaklaşımların
sergilenmemesi ve yeni anayasayı
yazmayla görevlendirilecek Anayasa
Hazırlık Komisyonunun çalışmalarını belirlenen sürede sonuçlandırması için komisyona yardımcı olunması
gerekliliği de belirtildi.
Toplum yeni anayasa için
hemfikir
Yeni anayasa hazırlığının Kürdistan
Parlamentosu’nun hazırlık komisyonunun oluşturulması, yazımı ve
referanduma sunulmasının usul ve
yöntemlerini belirleyen yasa tasarısını oy çokluğuyla onaylamasının
ardından önümüzdeki hafta Kürdistan
Bölge Başkanı’nın onayına sunulacağını, Bölge Başkanı’nın onaylamasının
ardından yeni anayasa hazırlıklarının
resmi düzeyde başlayacağını belirten
Kürdistan Parlamentosu Anayasa
Komisyonu Başkanı Vala Ferid, bunun
ilk aşamasının 30 gün içerisinde
uzman, toplumsal kesim temsilcileri ve parlamento üyelerinden
oluşan Yeni Anayasa Hazırlık
Komisyonun’un kurulması
olduğunu söyledi. Konuyla ilgili
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Ferid, Kürdistan Bölgesi’nin
tüm siyasi parti, sivil toplum
örgütleri ve toplumsal dinamiklerinin yeni bir anayasanın oluşturulması gerektiğinde hemfikir
olduğunu ama içerikle ilgili farklı
görüşlerin ortaya çıkabileceğini ama bunların da yazım ve
hazırlama aşamalarında ortaya
çıkabilecek olasılıklar olduğunu
belirtti. Vala Ferid, bir ay içerisinde kurulması öngörülen hazırlık komisyonu kurulduktan sonra
3 ay içerisinde yeni anayasayı
yazıp parlamento onayına sunacağını, içerikle ilgili anlaşmazlıkların artması ve üç ay içerisinde
yazımının tamamlanmaması
durumunda, hazırlık komisyonunun parlamentodan ek süre
talep edebileceğini söyledi. Ferid
şunları söyledi: “Bunlar sadece
olasılıklardır. Bütün siyasi parti,
sivil toplum örgütleri ve toplumsal dinamikler yeni anayasanın
bir an evvel hazırlanıp yürürlüğe
geçmesini talep etmektedirler.
Bu da yeni anayasanın hazırlık
sürecinin yasa tasarısında belirlenen sürede gerçekleşebileceği
ihtimalini yükseltiyor.
Barzani: Hiçbir güç
bağımsızlığımıza
engel olamaz
Yeni anayasa, başkanlık
görev süresi ve savaş gündemin en tartışılan konuları iken
KBY Başkanı Mesud Barzani
Kürdistan’ın bağımsızlığı,
Rojava, IŞİD’e karşı yürütülen
savaş, yeni anayasa hazırlıkları ve savaş sonrası durumla
ilgili açıklamalarda bulundu.
Amerika’nın Sesi’nin Farsça
Servisine konuşan KBY Başkanı
Mesud Barzani, Kürdistan’ın
bağımsızlığıyla ilgili ısrarını yineledi. Hiçbir gücün
Kürdistan’ın bağımsızlık istemine engel olamayacağının altını çizen Barzani, Kürdistan’ın
bağımsızlık çabalarının devam
edeceğini ve Kürdistan’ın muhakkak bağımsızlığını kazanacağını söyledi. Barzani, “Kürdistan
bağımsızlığını elde edecektir,
ama biz bunun savaş ve çatışmalarla değil, taraflar arasındaki
diyaloglarla gerçekleştirmek
istiyoruz” dedi. Kürdistan’ın bağımsızlığının önündeki en büyük
engellerden biri olarak değerlendirilen İran’ın Irak ile ilişkileriyle ilgili de Barzani, İran’ın
Musul operasyonuna katılmayacağını ama kendilerinin komşu
ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmek
istediklerini ve İran’ın Irak’taki
krize yardımcı olmasını istediklerini dile getirdi. Türkiye’nin
de operasyona katılmasının
beklemediklerini ama askeri
yardımda bulunabileceğini belirten Barzani, İbadi’nin Erbil
ziyaretiyle ilgili de ziyaretin
olumlu geçtiğini ama 2003 yılından beri birikmiş sorunların
bir görüşmeyle çözülemeyeceğini ve bu sorunların çözümü
için zamana ihtiyaçları olduğunu söyledi.
Güney partileri
PKK ile görüşecek
KBY Başkanı Mesud Barzani ile
Kürdistani siyasi parti, etnik ve
dini kesim temsilcileri arasında
gerçekleşen bu toplantıda ayrıca
bazı siyasi parti temsilcilerinin
Mesud Barzani’ye Kürdistan’daki siyasi parti temsilcilerinin
PKK yöneticileriyle bir görüşme
gerçekleştirmesi önerisi sunduğu ve Barzani’nin de bu öneriye
sıcak baktığı bildirildi. Edinilen
bilgilere göre siyasi parti temsilcileri geçen hafta KCK Yürütme
Konseyi Üyesi Duran Kalkan’ın
KBY’in yönetim modeli ve
egemenlik alanı ile ilgili yaptığı
açıklamalardan sonra ortaya
çıkan tartışmalardan dolayı, bu
sorunu büyümeden çözmek için
böyle bir girişimde bulundukları
bildirildi. Görüşmenin yeri ve
zamanı hakkında şimdiye kadar
resmi bir açıklama yapılmadı.
07
Radikal demokrasi yolunda
MESUT YEĞEN
HDP seçim bildirgesi açıklandı
ve beklenen eleştiriler gecikmedi.
Eleştirilerin bir ayağında bildik
solcu sevmezler, bir ayağında da
Ak Parti’deki ve başka bir iki mahfildeki bildik Kürdler var. Solcu
sevmezlerin eleştirileri beklenen
türden ve anlaşılır. HDP seçim bildirgesini uçuk kaçık, ‘marjinal’ bulan bu çevreye göre HDP, dümeni
Kemalist, Stalinist, Gezici (bu böyle gider) sola kaptırdığı
için hayalperest, marjinal bir beyannameyle ortaya çıktı.
Bildik Kürd mahfillerin eleştirisi ise daha sert. Bunlara
göre de HDP’nin dümenini sekülerlerle, solcular ele geçirmiş, ancak bunun maliyeti HDP’nin sırtını Kürdlere ve
Kürdistan’a çevirmesi olmuş.
HDP beyannamesini yayımlandığı günlerde bir kez
okumuştum, bu yazıya başlamadan bir kez daha okudum.
Gördüğüm şu: Eleştiriler bildiğin tezvirat. Temelsiz, büyük
ihtimalle beyanname okunmadan edilmeden yazılıp çizilen
şeyler. Beyannamede benim gördüklerimse şunlar...
HDP seçim beyannamesinin solda bir beyanname olduğuna kuşku yok. Ama zaten HDP de solda bir parti, sol
bir beyanname yayımlamaması tuhaf olurdu. Buna mukabil, HDP beyannamesi Kürd siyasetinin müttefiki sol hareketlerin geleneksel jargonuna kapılmış, bildik zihniyetine
gömülmüş bir beyanname de değil. Kapitalizmi tarihin
çöplüğüne, devleti tarihin mezarlığına göndermekten söz
eden bir beyanname değil, ekonomiyi ve devleti insanların,
yurttaşların denetimine sokmaktan söz eden bir beyanname var ortada. Geleneksel solun kerhen bulaştığı ekoloji,
hayvan hakları ve LBGTİ’lerin eşitliği gibi mevzuları basbayağı siyasetin merkezine yerleştiren bir beyanname...
Yerim az, HDP beyannamesinin solculuğuna dair kısaca söyleyebileceğim şu: Müttefiki solcular, hele de Kemalistler HDP’yi ele geçirmemiş bu kesin. Olan biten şu:
HDP, müttefiki solcularla birlikte epey dönüşmüş, hem de
güzel dönüşmüş. Basbayağı, dört başı mamur bir radikal
demokrasi hareketine evrilmiş HDP. HDP’nin marjinallikle, uçuk kaçıklıkla damgalanmasına yol veren vurgular
dünyanın orasında burasındaki solun epey bir zamandır
öne çıkardığı mevzular ve öyle görünüyor ki HDP barajı
aşar da Türkiye siyasetinde kalıcılaşırsa, Türkiye solunun
Avrupa ve Batı soluyla kadim kopukluğu da son bulabilecek. Avrupa Birliği mevzuunda edilen muhafazakar sözlere rağmen...
Beyannamenin Kürdlere ve Kürdistan’a arkasını döndüğü de tezvirat. Şundan: HDP epey bir zamandır salt
Kürd ve Kürdistan partisi olma yolundan zaten çıkmıştı
(DBP’yi bir sigorta olarak geride bırakmayı ihmal etmeyerek). Keza, HDP Kürd ve Kürdistan meselesini epey bir
zamandır zaten beyannamede serd ettiği perspektiften ele
alıyordu ve çözüm sürecinde gelinen yere de bu perspektifle gelmişti. Nitekim, beyannamenin Kürd meselesine dair
söyledikleri Kürd hareketinin çözüm sürecinde söylemiş
olduklarının iyi ve kuvvetli bir tekrarından başka bir şey
değil. Çözüm sürecinde HDP ve PKK’nin bir zamandır
söylediğini beyanname de tekrarlamış: Kürd meselesini
genel bir Türkiye meselesi olarak düşünüp güçlü bir desentralizasyon, iki dilli eğitim ve PKK’nin siyasallaşması
üzerinden çözmek. Malum, bu üç tema epey bir zamandır
Kürd hareketince öne çıkarılan esas temalardı ve beyanname de bunları ve ‘Dolmabahçe mutabakatını’ esas almış
görünüyor.
Bir de biraz gözden kaçtı ama demokratik özerkliğin
en uçuk kaçık yanlarının da törpülenerek girdiği bir beyanname var ortada. Özyönetime dayalı ekonomik faaliyetin
yerel yönetimlerce oluşturulacak işletmelere sınırlı olacağı
türünden bir basiret göstermiş beyannameyi kaleme alanlar.
Aynı basireti Güney Kürdistan’la dayanışma içinde
olunduğunu duyurarak tekrar etmek güzel olurdu. Filistin ve Kıbrıs gibi, Güney Kürdistan’ın kendi kaderini tayin
hakkı da hürmeti hak ediyor.
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Nisan - 3 Mayıs 82015
Dr. Kemal Kerkuki:
Kürdler için Irakla yaşamak utan ç verici olur
IŞİD saldırılarının en çok yoğunlaştığı Kürdistan’daki
çatışmaların en yoğun yaşandığı alan olan ve IŞİD’in en
ağır yenilgileri aldığı Kerkük Cephesi Komutanı Dr. Kemal
Kerkukî, Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) olarak önlerine
bir hedef ve bu hedef için de bir program koyduklarını, bu
hedefe doğru adım adım ilerlediklerini söyledi. Uzun yıllar
Saddam rejimine karşı Peşmerge komutanlığı yapan ve
Kürdistan Parlamento Başkanlığı dahil birçok üst düzey siyasi ve diplomatik görevde bulunduktan sonra Kerkük Cephesi Komutanlığı’na atanan Kerkukî, Peşmerge’nin ovada
verdiği savaşın seyri ve elde edilen başarıların Kürdistan’ın
Rawîn Stêrk
Kürdistan’da IŞİD savaşı başladığında sizin gibi çok sayıda siyasetçi, bakan, milletvekili cephelerde
komutan olarak yer almaya başladı. Siz de eski parlamento başkanısınız ve şu an en önemli cephelerden
birini koordine ediyorsunuz. Bunun
toplumsal ve siyasal yansıması nedir? Sizin açınızdan anlamı nedir?
Siyasi hayatımda PDK’li bir sorumlu
olarak hem PDK’de hem de Parlamento’da
sorumluluklar üstlendim. Kürdistan Parlamentosu Başkanlığı, başkan yardımcılığı
yine Kerkük Kent Konseyi Üyeliği gibi birçok
görevde bulundum. Kürdistan’ın sağlam bir
temel üzerinden inşa edilmesi için çaba sarf
ediyorum. Kürdistan’a zulüm edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, tarihte bir gün bile, Güney Kürdistan Tikrit ve
Çiyayê Hemrîn’den bu taraf hiç Irak’a ait
olmadı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Kürdlere büyük haksızlıklar yapıldı, adilce
yaklaşılamadı ve Güney Kürdistan, Arap
Irak’a dâhil edildi. Kürdler defalarca jenoside
maruz kaldı. Bu şartlar altında dünyaya
gözlerimizi açıp dünyayı algıladığımızda biz
kendimizi Kürdistan’ı özgürleştirecek fedai
bir Peşmerge olarak gördük ve bunu yaptık.
İstemimiz özgürlük, demokrasi, barışın
bağımsızlığının ta kendisi olduğunu‘ söyledi.
140. madde kapsamındaki Kerkük’ün Musul sınırına,
aşağıda Hawice ilçesine ve Doğu Kerkük’ün son noktasına
kadar mevzilerde Peşmerge birlikleri IŞİD’e karşı tetikte.
Kerkukî, Peşmerge’nin kademeli şekilde ilerleyerek Kürdistan toprağı sayılan son noktaya kadar gideceğini söylüyor. Kerkük yakınlarındaki köyünde, ailesine ait evde
en büyük cephelerden birinin koordinesini yapan Kerkukî
ile karargahında ve uçsuz bucaksız ovadaki mevzilerde
savaşın seyrini, Kürdistan’ın bağımsızlığını, ulusal birlik ve
Kürdistan’ın dünya ile diplomatik ilişkilerini konuştuk.
hakim olduğu bir yaşam, dini, mezhebi ve
etnik ayırımcılığın olmadığı ve bizi ezilen
konumuna sokmayan bir model idi. Parlamentoda iken de, Peşmerge iken de ve başka
görevler üstlenirken de aynı duygularla
çalışıyordum. Bu son savaş başladığında da
eski Peşmergelik hayatımdan, parlamento
çalışmalarımdan ve diğer alanlardan edindiğim tecrübelerle cephelere bir katkı sunmak
için geldim. IŞİD’den önce Irak ordusu
vardı, ama IŞİD geldikten sonra Irak ordusu
silahını, mühimmatını, tankını, her şeyini
bir iki saat içinde IŞİD’e teslim ederek kaçtı.
Sadece sivil insanlar IŞİD’le baş başa kaldı.
Bunun üzerine Kürdistan Bölge Başkanı Kak
Mesud Barzani kendini sorumlu hisseden
herkese talimat verdi ve “Sivilleri IŞİD’ten
koruyun ve onların Kürdistan topraklarına
girmesine müsaade etmeyin” dedi. Bunun
üzerine fedai ruhumuzla bu bölgeye geldik.
Öncelikli hedefimiz IŞİD’i durdurmaktı.
Bunun için toparlandık, hazırlıklar yaptık
ve onları durdurduk. Son süreçte de artık
IŞİD’i Kürdistan’dan çıkartma girişimlerine
başladık ve bunu başardık.
Kürdistan’daki cephelerin çoğunun başında sizin gibi siyasetçiler,
yüksek siyasette sorumluluk üstlenenler, iş adamları vs bulunuyor.
Bütün olumlu yanları bir yana, bu
durum Peşmerge’nin profesyonelleşmesi konusunda bir dezavantaj
doğurmuyor mu?
Kuşkusuz engel değil, tam aksine
Peşmerge’ye büyük faydalar sağlıyorlar. Ben
burada kalıcı değilim. Savaş başladı ve ben
eski bir Peşmerge olarak bu savaşa bir katkı
sunabileceğim inancıyla katıldım. Benim
gibi eski Peşmergelerin bu savaş vesilesiyle
tekrardan geri dönüşleri özellikle Peşmerge
Bakanlığı için büyük fayda sağlıyor. Tecrübelerimizle savaş görmemiş mensuplara
deneyimlerimizi aktarıyoruz. Bu anlamda
faydalı olduğumuzu düşünüyoruz. Zaten bu
olağandışı savaş bittiğinde tabii ki bizlerde
sorumluluklarımızı yeni ve tecrübe kazanmış
Peşmergelere ve komutanlara devredeceğiz. Yapmamız gereken başka görevler ve
hizmetler var.
Peşmerge deyince ‘dağda savaşan’
ya da dağlara sığınarak direnenler akla gelirdi ancak şu an ovada
savaş yürütüyor. Bu değişimin
Peşmerge ruh hali üzerinde nasıl bir
yansıması var?
Peşmerge’nin kelime anlamı, ölümün
önünde yürüyen’ kişidir. Halkı, ulusu için
ruhu ellerinin üstünde her dakika, her an
kendini feda etmeye hazır olandır, fedaidir.
Kürdistan topraklarını işgal eden ve Kürd
halkına zulmeden devletler büyük imkânlara
olanaklara sahiptiler. Dünyaya Peşmerge’nin
yol kesen, yağmacı olduğunu ve kendilerinin demokratik süreçleri işletmeye çalışan,
yeniliğe öncülük eden güçler olarak lanse
etmeye çalışıyorlardı. Bugün ortaya çıktı ki
bu böyle değil. Peşmerge temiz, inançlı, yurtsever, özgür, eşit ve demokratik bir yaşamın
bekçiliği görevini yerine getiren bir güçtür.
Zulme karşıdır. Bugüne kadar aslında halklara zulüm eden diktatörlere karşıdır ve bugün
bu gerçeklik bütün dünyaca anlaşılmaktadır.
Peşmerge’nin bugün içinde bulunduğu ruh
hali temiz, pak bir ruh halidir; çünkü kendi
toprağı için büyük bir mücadele yürütmektedir. Peşmerge, IŞİD’ten, Heşdi Şabi’den ve
elinde silah bulunan başıboşlardan çok farklıdır. Peşmerge bundan önce dağda mücadele
yürütüyordu ve bu savaşla birlikte ovada savaş tecrübesi kazanmaya başladı. Bunun yanı
sıra bu savaşa girişirken IŞİD’e göre çok az
olanaklarla mücadele etmek zorunda kaldı.
Irak devletinin Amerika’dan, Rusya’dan ve
diğer ülkelerden satın aldığı silahların hepsini IŞİD’e verdiler. Bu durum Peşmerge’nin
büyük bir dengesizlikle bu savaşa girişmesini
zorunlu kıldı. Ama Peşmerge’nin hakikati
vardı, fedai ruhu vardı. Savaş çok yoğundu
ve çok şehit verdik. Peşmerge’nin ruhiyeti
ve morali IŞİD’in silahından daha güçlüydü.
Yeni durumun yarattığı etki Kürdistan’ın
bağımsızlığa gidişinin ta kendisidir.
IŞİD, Kürdistan’a saldırmadan önce
Bağdat’a doğru ilerliyordu. Ne oldu
da IŞİD Kürdistan’a yöneldi, arka-
sında hangi bölge devletleri var?
Kürdistan’da istikrar vardı ve bu durum
bazılarını kıskandırıyordu. Ben de düşünüyorum. Niye Musul’da, Tikrit’te savaşılmadı. Niye Musul’daki silahlarla savaşılmadı
da bu silahlar IŞİD’e teslim edildi. Bunlar
Kürdistan’ın eşitlikçi, demokratik ve insan
haklarına saygılı bir devlet olmasını istemeyenlerdir. 2003 senesinden önce Kürdistan
özgürleştiğinde komşumuz olan Türkiye
olumsuz bir rol oynadı. Bizi karaladı. Kararsız kaldı dost mu, düşman mı olacağına karar
veremedi. Dediğim gibi, Saddam Hüseyin
diktatörlüğü döneminde de Peşmerge ve
Kürd halkı demokratik değerleri benimseyen
bir yaklaşımla mücadele yürüttü. Bu miras,
Mele Mistefa Barzani’den kalan bir mirastı.
Ama bu değerlere savaş açıldı, Enfal gerçekleşti, Halebçe kimyasalla vuruldu, 4500
Kürd köyü yakıldı yıkıldı. Bununla birlikte
kendilerini demokrat, Kürd halkını da çete
olarak göstermeye çalıştılar. Çok sonra bu
gerçeklik ortaya çıktı ve artık bütün dünya
bunu görüp bu gerçeklik üzerinden Kürdlere
yaklaşmaktadır.
Uzun ya da orta vadede Kürd-Arap
veya Kürd-Şii savaşı ihtimali var
mı?
Biz Kürdler, hiç kimseye karşı değiliz.
Ne Sünnilerle Şiilere karşıyız ne de Şiilerle
Sünnilere karşıyız. Biz kendi topraklarımızda
kendi haklarımız için mücadele yürütüyoruz. Her kim ki bize karşı savaş başlatırsa
biz Peşmergeler Kürdistan’ı korumakla
yükümlüyüz. Çok güçlü olduğu, Enfal ve
kimyasal saldırı gerçekleştirdiği köylerimizi
yakıp yıktığı dönemde bile biz Saddam’a
teslim olmadık. Bu gün temenni ediyoruz ki
savaş olmasın ve hiç kimse bizimle savaşa
girişmesin. Bizimle savaşan her kes kaybetmiştir. Saddam Kürdlerle savaşa girişmeyip
Kürdlerin ulusal ve demokratik haklarını
teslim etseydi sonu böyle olmayabilirdi. Ama
o dönem de birçok açıklamamda yazımda
SÖYLEŞİ
BasHaber
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
9
SÖYLEŞİ
bunu söyledim. Yani Saddam Hitler kadar güçlü değildi. Hitler bile tarihin çöp sepetine gitti. Musollini yine öyle. Bunlar
gibi niceleri de aynı sonu paylaştı. Bu açıdan olması gereken
şey halkların istemlerine saygıyla yaklaşmak, özgürlük ve
demokrasi temelinde barışı inşa etmektir.
Erbil–Bağdat krizi, bağımsızlık ve bütçe meselesi
yüzünden devam ediyor. Haydar Abadi Erbil’e
geldi ve KBY Başkanı Mesud Barzani ile görüştü.
İlişkiler bir düzeliyor bir kötü durumda. İlişkilerin düzelmesinin bağımsızlığa nasıl bir etkisi
olur?
Irak KBY’ye milyarlarca dolar borçludur. Şubat 2014’ten
bu yana Bağdat bütçemizi vermiyor. Peşmerge’nin bütçesini vermiyor. İlişkilerin devamında biz borcumuzu almak
istiyoruz. Eğer borcumuzun yarısını bile verseler Kürdistan
şu an da cennet gibi olacak. Bizim bütçemizi yatırmadılar.
Peşmerge’ye sorun çıkardılar. Peşmerge’nin silah almasına
izin vermediler. Peşmerge’nin silahlanmasını Kürdistan’ı
korumasına izin vermediler. Bu siyasetin temelinde
Kürdistan’ı çaresiz hale getirme politikası var. Kürdistan halkının Peşmerge’ye büyük desteği oldu. Büyük rol oynadılar.
Teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Abadi’nin ziyareti, iyi
bir gelişmedir. Diyalog çok önemlidir. İnsanların sorunları
diyalog yolu ile çözmesi önemlidir. Kürdistan’ı özgürleştirmeden durmayacağız. Onlar bizim ile savaşmadıkları sürece
biz de onlarla savaşmayacağız. Biz teslim olmayacağız. Kürd
halkının bağımsız olması lazım. Haydar Abadi’nin ziyaretinin
bölgedeki IŞİD ile olan savaşa etkisi oldu tabiki. Ama biz
Kürdler olarak Kürdistan olarak bağımsızlıktan vazgeçmeyeceğiz. Eğer gene buraya gelecekse o da bağımsız Kürdistan
için gelecektir.
Parlamentodaki partilerin bu konuda mutabık
olduklarını söyleyebilir miyiz?
Temel meselelerde mutabık olunan şeyler var. Farklı fikirler de var tabii ki. Örneğin şimdi bağımsızlık için referandum
yapılsa partilerden biri bunun erken olduğunu bir ay sonraya
bırakılması gerektiğini söyleyebilir, esasında hepsi aynı şeyi
istiyorlar. Bazı partilerde farklı görüşler olabilir. Örneğin
KDP’nin de benim de fikrim şuydu: “IŞİD Kürdistan’a saldırdığı vakitte biz bağımsız Kürdistan’ı ilan edelim” dedik.
“Zamanı değil” denildi. KYB’nin de aynı fikirleri olmuş olabilir. Kürdistan’ın bağımsızlığı için zamanın gelmiş olduğunu
ya da vaktin daha erken olduğunu söyleyenler olabilir. Goran
ve İslami partiler için de bu geçerlidir. Ama biz referandumla
kaç kişinin bağımsızlık ilanını desteklediğini ve kaç kişinin de
istemediğini öğrenmek istiyoruz. Çoğunluk neyi istiyorsa onu
dünya kamuoyuna duyuracağız.
Kerkük’ün tamamen kontrolünüzde olması neyi
değiştiriyor Kürdistan lehine, petrol üretimi
konusunda nasıl bir artış var, Kerkük’te savaşın
seyri konusunda bilgi verir misiniz?
Kerkük önemli ve stratejik bir konumda yer almaktadır. IŞİD’de Kerkük’ü kontrol altına almak için uğraşıyor.
Tüm ağırlığını buraya vermiş durumda. Kuzeyde petrol ve
doğalgaz var. Birçok petrol ve doğalgaz kuyusu var. Zengin
bir yer altı havzası var. Su açısından da önemli baraj var.
IŞİD burayı ele geçirmeye çalışıyor. Beyanlarında Kerkük’ü
ele geçirmek ve zengin olmak istediklerini söylüyorlar. Eğer
petrol kuyularını ele geçirebildiklerinde bölge devletlerine ve Avrupa ile Amerika’ya bile petrol satabileceklerini
ifade etmekteler. Dünyayı kontrol altına alacaklarını ifade
ediyorlar. Maliki’nin kurduğu ordunun silahları da onarın
ellerine geçtiler. KBY Başkanı Kak Mesud Barzani’nin emri
ile Kerkük’e geldik ve burayı savunabildik. Eskiden her gün
buralarda patlamalar meydana geliyordu. Bombalı araçlar ile
Kerkük ve çevresine saldırılar yapılıyordu. Biz buraya gelip
set oluşturduk ve bombalı araçların geçişine izin vermedik.
Patlama sayısı azaldı. İki ayda bir patlama olabiliyor. Eskiden
IŞİD ile aramızda 50 kilometre vardı. Bende bir çatışmada
yaralandım ama hafif bir yaraydı atlatabildim. 19 Kasım
2014’te IŞİD’e büyük bir operasyon yaptık. IŞİD’in elinde bir
Birawn diye bir tepe vardı. Stratejikti. O tepeyi ele geçirme
kararı aldık. O gece arkadan dolanarak IŞİD’e saldırdık. IŞİD
önde mevzilenmişti. Arkadan onlara pusu kuracağımızı tahmin etmemişlerdi. 25 kilometreyi ellerinden aldık. İsmail Axa
köylerini özgürleştirdik. Arap köyleriydiler IŞİD’e destek veriyorlardı. 1 Ocak 2015’te de bölge özgürleştirilecekti. Kasım
ayındaki operasyona Akrep 1 adı verilmişti. İkinci operasyona
da Akrep 2 adı verildi. Sayın Kak Mesud Barzani operasyonu
‘erteleyin’ dedi. Kak Mesud Barzani, ‘Önce Şengal özgürleştirilecek.’ dedi. Peşmergeler’in de mevzi değiştirmesi lazımdı
Kak Mesud, ’kıştır, bekleyin.’ dedi. Emirlerine uyduk. 09.03.
2015’te operasyona başladık. Gece başlattık operasyonu ve
IŞİD’i arkadan çevreledik. Havadan yaklaşık 11 kilometre
yaklaştık. Karadan da 7 kilometreydi. Tahminen 20-25 kilometrelik bir arazi. Peşmerge dört taraftan da IŞİD’i çevreledi. Ben de katıldım. IŞİD üyeleri sabah uyandığında şok
olmuşlardı. Her tarafta Peşmerge vardı. Yüzlerce kişi öldürüldü. Geri çekildiler. Peşmerge’nin onlara yetişmemesi için,
köprüyü patlattılar. Tabi biz daha zekice davrandık orada
da Peşmergeler vardı. Peşmerge onları çevreledi. O bölge şu
anda temiz ve güvenli bir yer. Kerkük’ün güvende olduğunu
söyleyebilirim. Yalnız şöyle bir durumda var. Mülteci Araplar
çok fazla. Mülteci Arapların IŞİD’in destekçileri olabileceklerinden şüpheleniyorum. Kerkük’ü işgal edemezler ama şehir
merkezinde kötü şeyler yapabilirler.
PKK yöneticilerinin Kerkük’te de ’kanton kurulması’ yönlü açıklamaları konusunda neler söylemek istersiniz?
Bunlar PKK’nin söylemleri. Söylesinler biz kendi işimizi
yapıyoruz. Kendi bildiğimiz şeyi uyguluyoruz. Onlar önce
Kürdçe konuşmayı öğrenmelidir. Kürdistan’nın iç işleri
konusunda artık hiçbir uluslararası gücün de yerel gücün de
müdahale yetkisi, etkisi ve gücü kalmamıştır. Bizim doğru
bildiğimiz bir şey var Kürdistan yönetimi olarak. Önümüze
koyduğumuz bir hedef ve program var. Adım adım o programı uyguluyoruz ve nihai hedefimize ulaşmak önünde hiçbir
engel duramayacaktır. Emin olduğumuz şey hedefimize
giderken kullandığımız yöntemlerdir. Onların ne söylediğine
değil, kendimizin ne yaptığına bakıyoruz.
09
CHP beyannamesinde
Kürd sorunu
HAKAN TAHMAZ
Bir önceki yazıda, Kürd sorunu bağlamında, AK Parti’nin seçim beyannamesini ele aldık. Bu yazıda da, aynı kapsamda CHP ‘nin seçim beyannamesini
değerlendirmeye çalışacağız.
Önce, hafta içinde, AK Parti beyannamesinin Çözüm Süreci’yle ilgili 3 sayfalık bölümünün, baskı öncesi düşmüş
olduğunun açıklanması ve yerine konulan bölüm değerlendirmemizin isabetini
gösterir nitelikte olduğu belirtmek isterim.
CHP’nin seçim beyannamesi, Türkiye’nin Kürd sorununda, geriye dönüşü oldukça zor olan bir yola girdiğini teyit ediyor. CHP bölgede ve ülkede yaşanan gelişmelerin uzağında
beklemeyi terk etmeye ve “çözüm topuna girmeye” karar vermiş. Bu pozisyonda ne kadar ilerleyebileceğini veya ilerleyip
ilerleyemeyeceğini hep birlikte göreceğiz.
Beyannameden, CHP’nin Deniz Baykal döneminden kalma “çözüme takoz olma” politikasının geçmişte kaldığı anlaşılıyor. “Sorunu müzakere ve siyaset yoluyla çözeceğiz” vurgusu
yeni dönemin göstergesi.
CHP, müzakerenin çerçevesini beyannamede çizmekle,
AK Parti’yi Çözüm Süreci’nin rotasını netleştirmeye zorluyor.
Bu zorlama, mutlaka CHP’nin de değişimini getirecek. Çünkü
Kürd Sorunu, CHP’nin çizdiği çerçeveye sığmayacak kadar
geniş kapsamlı bir sorun.
CHP de, AK Parti gibi Kürd sorununun önemli bir yönünün “egemenlik hakkının paylaşılması” olduğu gerçeğini
kabul etmekten oldukça uzak. Kürdlerin kendi kendilerini
yönetmelerine olanak tanımayan hiç bir çözüm, kalıcı olamaz.
Toprağa bağlı olmayan çözümün, nasıl olacağına demokratik
müzakereyle karar verilmek zorunda.
Aynı biçimde, anadil hakkını, öğrenim hakkıyla sınırlamak kabul edilebilir değil. Hala seçim beyannamesinde
anadilde eğitim hakkına, bölünme paranoyasıyla yaklaşıldığı
ve partinin ulusalcı çizgisinin korunduğu görülüyor. Bu, AK
Parti’nin özel okullarda, anadilde eğitim yapılabilmesine gösterdiği rızanın gerisinde bir yaklaşımdır.
Beyannamede yer alan “Sorunun Meclis’te kurulacak komisyonca ve Meclis’teki tüm partileri kapsayacak milli bir siyasal mutabakat ile çözülmesi sağlanacaktır” belirlemesi, birçok
yönden sorunludur ve müzakereyi çıkmaz sokağa sokacak bir
yaklaşımdır.
Kürd sorununu, Türk milliyetçiliğinin baskın olduğu bir
parlamentoda, “partilerin milli mutabakatıyla” çözme yaklaşımı baştan topu taca atmaktır. CHP’nin Çözüm Süreci’nin ilk
başında yaptığı bu öneri hayata geçmesi mümkün olmayan bir
öneridir. Bunda ısrarcı olmak, Çözüm Süreci’ne şiddetle ırkçı
yaklaşımla karşı çıkanlarla ortak noktada buluşma davetidir.
Bunun imkansızlığı ortadadır. MHP ile ortaklaşarak bulunacak çözümün, demokratik ve adil olma ihtimali olmadığını
CHP yönetimi de bilmektedir.
CHP’nin seçim beyannamesi, yürütülen görüşmelere son
vermeyi vaat ediyor. Yani mevcut masanın terk edilmesini, 28
Şubat Dolmabahçe’de kamuoyuna yapılan açıklamanın unutulmasını ve Abdullah Öcalan’ın hazırladığı 10 maddelik çözüm önerilerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi
ret edilmesini istiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı olduğu ilk günlerde sarf ettiği “ kan duracaksa herkes ile görüşülür” sözünü
unutmuşa benziyor.
CHP, Kürd sorununun siyasal öznelerini muhatap almadan çözüm arayışı içerisinde. Kürd sorunun Türkiye’de öznesi, PKK ve onun lideri Öcalan olduğu gerçeğinin üzerinden
atlanarak veya etrafından dolanılarak barış inşa edilemez.
Dünyanın hiç bir ülkesinde silahı elinde bulunduranları by-pas
ederek şiddet sona erdirilememiştir. .
Beyannamede şeffaflık vurgusunun yapılması ve “Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar ve Uludere katliamı başta
olmak üzere tüm faili meçhuller, işkenceler ve hak ihlallerini araştıracak bir Meclis Komisyonu kuracağız” vaadi gibi
önemli tespitler, CHP yöneticilerinin bu yasama döneminde,
TBMM Başkanlığı’na sunduğu yasa önerilerinden oluşuyor.
10
HABER
BasHaber
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
Umut yolcularının hayalleri suya gömülüyor
BasHaber
Ömer Laçiner:
Baraj geçilirse silah
gereksizleşir
S
İ
Rabia Çetin
ç savaşın, açlığın, yoksulluğun, siyasi baskıların göçe
zorladığı binlerce mülteci Avrupa’da yeni yaşam umudu
ile ölüm yolculuğuna çıkıyor. Çoğunluğunun Türkiye’yi
transit kullandığı göçmenlerin umut yolculuğu ise ne yazık
ki çoğunlukla denizin dibinde son buluyor. Büyük göç dalgalarının yaşandığı tabloda son 21 yılda 29 bin 917 göçmen,
göç yolunda hayatını kaybetti. Ancak bununla da sınırlı
kalmayan katliamın bilançosu geçtiğimiz hafta Akdeniz’deki faciayla arttı. Akdeniz’deki iki ayrı faciada bin 110 kişi
hayatını kaybederken, AB’nin eskisi kadar göçmen facialarına müdahele etmemesi sorunu da yeniden gündeme taşıdı.
Ortadoğu’da yaşanan savaş, Afrika ve Asya’daki açlık,
yoksulluk binlerce insanın yurtlarını terk ederek göç etmesine sebep oluyor. Son yıllarda özellikle de savaşla artan
göçlerde, komşu ülkelere gidip yerleşenlerin yanı sıra Avrupa ülkelerine de yoğun bir göç akımı yaşanıyor. Geçtiğimiz
yıl Birleşmiş Milletlerin (BM) yaptığı açıklamada, savaşlarla
son yılların en büyük göç dalgasının yaşandığı belirtilmişti. Bu büyük göç dalgasında, komşu ülkelerin yanı sıra
Avrupa’ya gidişi kurtuluş yolu olarak gören göçmenler ise
çaresizce insan kaçakçılığı yapan şebekelerin eline düşüyor.
İnsan kaçakçılarının eliyle yasa dışı yollarla Avrupa’ya göç
etmeye çalışan mülteciler genellikle deniz yolunu seçerken
bu yol çoğu kez faciaya son buluyor. Geçtiğimiz hafta Akdeniz ve Ege açıklarında art arda yaşanan göçmen teknesi
facialarında toplam bin 110 kişi yaşamını yitirdi. Avrupa
Birliği (AB) ülkeleri her ne kadar bu soruna bir çözüm
bulamadıklarını açıklasalar da Uluslararası Af Örgütü (Aİ)
yaşanan facianın AB üyesi ülkelerinin zamanında ve yeteri
kadar yardım etmemesinden kaynakladığını ileri sürdü.
Yunanistan’dan İtalya’ya…
Türkiye’den transit olarak öncelikle Yunanistan’a geçmeye çalışan mülteciler buraya ulaştıklarında ikinci hedefleri İtalya oluyor. Herhangi bir deniz faciası yaşamadan
İtalya’ya ulaşabilen mülteciler buradan Avrupa’nın birçok
ülkesine dağılarak yeni bir yaşam arayışına giriyor. AB ise
göçmen krizini sorun olarak gördüklerini ve buna çözüm
bulmaya çalıştıklarını her fırsatta dile getiriyor. İtalya,
göçleri özendirdiği gerekçesiyle yardımları durdurarak,
çocuk, kadın, yaşlı, hasta insanların da aralarında olduğu
mültecilere kapılarını kapattı. Aİ ise sadece İtalya’nın değil
göçmenler için umut kapısı olan Avrupa’nın bu konuda üzerine düşenden daha fazlasını yapması gerektiğini
savunuyor. Uluslararası Göç Örgütü’nden Emrah Güler
de sadece Avrupa’nın değil Türkiye’nin de bu konuda elini
taşın altına koyması gerektiğini söylüyor.
4 ayda bin 750 kişi denize gömüldü
Afrika ve Arap ülkelerinde başlayan iç savaşların etkisi ile
artan göçmen krizi ve facialarda en büyük sorun sağlıksız
ve zor koşullarda yolculuk yapmak. Aslında denize gömülen
umut yolculuğu sık sık gündeme gelse de geçtiğimiz günlerde 1 haftada art arda mülteci tekne ve botlarının batması
sorunun ne kadar ciddi bir boyutta olduğunu yeniden gözler önüne serdi. Geçtiğimiz hafta önce Libya yakınlarında
göçmen teknesi batmış ve 950 kişinin kaybolduğu faciada 700’ün üzerinde mülteci yaşamını yitirmişti. Hemen
öncesinde Ege Denizi açıklarında batan mülteci botunda
300 kişi yaşamını yitirmişti. 1 haftada bin 110 kişi yaşamını yitirirken son 4 ay içerisinde denizde yaşanan mülteci
facialarında toplam bin 750 kişi yaşamını yitirdi. Katliam
gibi deniz kazasından kurtarılanların bir kısmı Malta’ya, bir
kısmı İtalya’ya bir kısmı da Sicilya’ya götürüldü.
Af Örgütü ve BM’den çağrı
Aİ’ye göre, geçen yıl 35 binden fazla kişinin Afrika’dan
Avrupa’ya göç ettiği tahmin ediliyor. Bu göçlerin ilk durakları arasında yer alan İtalya’nın yaşanan facialarda yaptığı
yardımların mültecileri göç etmeye özendirdiği gerekçesiyle
bıraktığı ileri sürülüyor. Bu nedenle son yaşanan facialara
ilişkin rapor yayımlayan Aİ, özellikle Akdeniz’de arama
kurtarma çalışmalarının büyük bir zorlukla yürütüldüğünü
bu nedenle riskli bölgelerde hayat kurtaracak yeterli, gemi,
uçak ve insani operasyon başlatılması için çağrıda bulunuyor.
Yaşanan facianın ardından uluslararası örgütler yardım çağrısında bulunurken bir çağrı da BM Güvenlik
Konseyi’nden geldi. Özellikle insan kaçaklığı yapanlara
karşı çağrıda bulunan BM Güvenlik Konseyi, uluslararası
işbirliğinin güçlendirilmesini istedi. Yaşanan trajediden
insan kaçakçılığını sorumlu tutan BM Güvenlik Konseyi,
“Suç şebekelerinin faaliyetlerine son verebilmek ve mültecileri korumak amacıyla insan kaçakçılığına küresel karşılık
verilmesi gerekiyor” diyerek çağrıda bulundu
“Göç bir sorun değil,
gerçekliktir”
Daha güvenli bir ortama
göç etmek isteyen mültecilerden ciddi para kazanan
organize suç örgütlerinin
olduğuna dikkat çeken Güler,
“Ölenler mağdur suçlu olan
bu örgütlerdir. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki göç bir
sorun değil bir gerçektir. Tüm
sınırlar kapatılsa da göçler
yaşanacaktır. Önemli olan
doğru trajediyle bu soruna
çözüm bulmaktır” diye konuştu. “Özellikle Akdeniz’de
kalıcı arama kurtarma
ekiplerinin olması gerekiyor”
diyen Emrah Güler, sözlerini
şöyle tamamladı: “Bunun
yanı sıra esnek vize, yerleştirme politikalarıyla ve belli
noktalara yerleştirmelerle
bu sorun çözülebilir. Ya da
göç etmemeleri için ülkelerinde güvenli bölgelerde
kamplar kurulabilir. Ayrıca
daha fazla gözlemci olunarak
acil durumlar için çözümler
üretilmesi sağlanabilir. Çünkü
bu sadece göç edenlerin ya da
göç edilen ülkelerin sorunu
değil. Bu küresel bir sorun ve
herkesin bu tür katliamları
önlemek için elini taşın altına
koyması gerekiyor.”
“1 yılda ölüm oranı
30 kat arttı”
Yaşanan mülteci krizine ve
facialara ilişkin gazetemize
değerlendirmede bulunan
Emrah Güler, faciadan önce
göçün sebeplerinin incelenmesi taraftarı. Faciaların,
sadece olayla ilgilenen sivil
toplum örgütlerini değil herkesi rahatsız edici bir trajedi
olduğunu vurgulayan Güler,
sözlerini şöyle sürdürdü;
“Öncelikle mültecilerin, bu
yolu takip ettiğini neden ülkelerini terk ettiklerine bakalım.
Hepsinin bir hikâyesi var.
Ya savaştan ya ölümden ya
kıtlıktan ya da rahat yaşam
alanı bulamadıkları için hareket halindeler. İnsanlar deniz
yoluyla gitmeyi, kalıp ölmeye
tercih etikleri için insan
ticareti yapan suç örgütlerinin
eline düşüyorlar. Ve ne yazık
ki insan ticareti yapanların
mağdur ettikleri arasında,
çocuk, kadın, yaşlı ve hasta
insanlar da var. Geçen yıldan
bu yana ölenlerin oranı 30
kart arttı ve 2015’in ilk 4
ayında bin 750 kişi yaşamını
yitirdi. Bu da sorunun giderek
büyüdüğünü gösteriyor.”
HABER
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
Özcan Şahin
eçimlerin yaklaşması, partilerin aday listelerini ve
seçim beyannamelerini açıklamasıyla birlikte yarış
başlamış oldu. Seçim yarışında kuşkusuz en çok merak
edilen HDP’nin seçim barajını aşıp aşmayacağı ve seçim
beyannamesinde tüm kesimleri kapsayan bir dil kullanılıp
kullanılmayacağıydı. Nitekim Selahattin Demirtaş ve Figen
Yüksekdağ’ın birlikte açıkladığı seçim beyannamesinin seçim
günü karşılığını bulup bulamayacağı, HDP’nin barajı aşıp
aşamayacağı tartışmaların ana ekseni gibi görünse de Kürd
kamuoyunda tartışılan bir diğer önemli konu, Türkiyelileşme. İlk kez 7 Haziran seçimlerinde öne çıkarılan ancak
2012’de HDP’nin kuruluşunda parti programında kullanılan
bu kavramı, Birikim Dergisi Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner
ile konuştuk. Daha önce de bu kavram ile seçimlere gidildiğini ancak ilk kez karşılığını bulduğunu belirten Laçiner,
HDP’nin izlediği politikalar, Türkiyelileşme ve seçim barajının olasılıklarını BasHaber’e değerlendirdi.
Türkler HDP’ye oy verecek
Türkiyelileşme kavramının daha önce birçok siyasi parti
ile denendiğini ama başarısız olduğunu, Kürdlerin ise bunu
ilk defa HDP ile denediğini belirten Laçiner, bunun karşılık
bulacağını ve HDP’nin kendi kitlesi dışındaki kesimlerden de
oy alabileceğini söylüyor. HDP’nin barajı aşması için Kürd
seçmen oylarının yeterli olamayacağını ve Kürdler dışındaki
seçmene de hitap edilmesi gerektiği üzerinden tartışmalar
yürütüldüğünü sözlerine ekleyen Laçiner, HDP’nin Ermeni
Soykırımı’nı kabul etmesi, LGBTİ bireylerden aday göstermesi, Ermeni adayları gibi faktörlerin diğer kesimlerde nasıl
bir etki yaratacağının ise henüz belli olmadığını söylüyor.
Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan Laçiner, insanların yaşadıkları yerlerde gerçeklerle karşılaştığını, siyasi söylemlerin sadece bir tavır olduğunu dile getirerek, “HDP’nin
barajı geçmesini istemeyenler bunları işleyeceklerdir ama
artık bu lafların o kadar ağırlığı kalmadı. Türkler HDP’ye oy
verecektir. Kürd sorununun artık Türkiye’ye anlatılacak tarafı kalmadı. HDP bunu anlatmak yerine batıdaki insanlara
‘senin derdinden de anlıyorum’ diyebilmeli. Buradaki bariyer
Kürdlerin temsilcisi olmanın dışında benim de meramımı
anlatabileceğim bir temsilci olabilmesidir. HDP’nin, Kürd
meselesini Türkiye toplumuna anlatmak gibi bir derdi yok.
Onu bırakalım Türkler anlatsın. Kürdler ‘ben senin derdini
de biliyorum’ diyebilmelidir” diyor.
Barajın aşması PKK’nin başarısından önemli
Türkiyelileşme kavramı için medya ve siyasi arenada
birçok kez, köklü bir değişim olmadığının Çözüm Süreci
ve seçim odaklı bir kavram olduğunun dile getirildiğini
vurgulayan Laçiner, Türkiyelileşme kavramının uzun vadeli,
seçimden sonra da devam edecek olan bir söylemin ürünü
olduğunu düşünüyor. Laçiner’e göre bu söylem, sıradan bir
insanın da HDP ile bağ kurmasını sağlayacak. Selahattin
Demirtaş’ın bunu başarılı bir biçimde dile getirdiğini söyleyen Laçiner, “Kürdler ve Türkler açısından ‘herkesin acısı
kendine’ düşüncesi hakim. Bu yüzden kaynaşmaya ihtiyaç
var. İnsanların birbirine yaklaşımında Kürd veya Türk
olduğunu sorgulamadığı bir döneme gelmek için bir mesafe
kat edeceğiz. 50 bin ölüden bahsediyoruz, bu insanların bi-
linçlerinde oluşturulan bir yara var. Bütün bunların geçmesi
için bir zeminin oluşması lazım. Bu açıdan ben HDP’nin bu
yönlü eğilimini ve barajı aşmasını PKK’nin birçok başarısından daha önemli görüyorum” dedi.
HDP’nin barajı aşması durumunda İmralı’nın HDP üzerindeki etkisinin azalacağını vurgulayan Laçiner, HDP’nin
başarısının PKK ve İmralı’nın etkisini kıracağını ve HDP’yi
bambaşka bir noktaya taşıyacağını söyledi. HDP’nin tabanına bağlı kalmak gibi bir sorumluluğunun oluştuğuna dikkat
çeken Laçiner,”Örneğin, eğer İmralı HDP’ye ‘başkanlığa
destek ver’ derse ve HDP buna destek verirse o zaman HDP
bütün kredisini kaybeder. Bu Kürdlerin nezdinde de böyle
olur. Şu anda Kürd hareketine baktığınız zaman geride ister
istemez bir Kandil imgesi görüyorsunuz. HDP barajı geçtiği
vakit, durum tam tersine olacak. Politik kadrolar büyük
bir kredi kazanacak. HDP, ‘Biz bu memlekette, bu topluma yakışır demokratik bir sözleşme istiyoruz’ diyerek oy
almış olacak. Bu Kandil’in neresine aykırı olabilir ki, zaten
PKK’nin bütün mücadelesinin temelinde de bunun eksikliği
vardı. Bugüne kadar, bu mücadeleyi Kürdler olarak verdin
ama artık aktif olarak bu mücadeleye destek veren bir Türk
seçmen kitlesi de var” diyerek, HDP’nin sinirleriyle oynanacağını ve sabırlı olması gerektiğini söyledi.
Baraj geçilirse silah gereksizleşir
Geçtiğimiz mart ayında KCK Yürütme Komitesi Eş
Başkanı Bese Hozat’ın “devlet sorumluluklarını yerine
getirirse silahlı mücadele anlamsızlaşır” demesinden sonra
silahlı mücadelenin, Çözüm Süreci’nin bitmesi durumunda
da, devam edip etmeyeceği tartışmaları gündeme gelmişti.
PKK ile devletin, yeni bir silahlı mücadele dönemine girme
ihtimalini sorduğumuz Laçiner, HDP’nin yeni söyleminin
ve bununla birlikte barajı aşmasının, silahlı mücadeleyi
gereksiz kılacağı yorumunda bulundu. Laçiner, “Zaten aşağı
yukarı Abdullah Öcalan da 1994’te silahlı mücadelenin fonksiyonunu yerine getirdiğini söyledi. Silahlı mücadele, ‘bakın
burada böyle bir dert var’ demek için işe yaradı. Bunu bütün
dünya ve Türkiye artık öğrendi. Bundan sonra iş siyasidir.
Bugün MHP bile insanların niçin orada olduğunu anlayabiliyor. Silah artık sorunun ciddiye alınması için araç oldu.
Artık PKK silahlı kadrosu sadece ‘bu işi ya çözün ya da bu
sorun devam edecek’ diyor” diyerek, PKK’nin zamanla ikinci
planda kalacağının altını çizdi.
11
HDP’nin Yeni Yaşam
vizyonu
BİLAL SAMBUR
HDP, Yeni Yaşam adını verdiği
seçim bildirgesini açıkladı. Ak Parti
muhalifi bazı kesimler, HDP’yi ısrarla
sadece Ak Parti karşıtlığı olarak niteleyebileceğimiz tek boyutlu bir misyonu
HDP’ye yapıştırmak istiyorlar. Ancak
HDP, Ak Parti karşıtlığından öte kendisine özgü, çerçevesi iyi belirlenmiş
bir söylemle toplumdan destek talep
etmektedir. HDP’nin Yeni Yaşam bildirgesi Türkiye tarihinin önemli siyasi
metinlerinden biridir.
HDP, bütün Türkiye’yi ‘Büyük İnsanlığın’ içine yerleştiren ve ona hitap eden bir söylem kullanmaktadır. Büyük
İnsanlık söyleminde, etnisite, din, mezhep ve cinsiyet aidiyetlerimizden önce insan olduğumuzu vurgulaması çok
önemlidir. İnsan üzerinden yeni bir siyasal dil geliştirmeye
çalışmak, herkesi büyük insanlığın ve insanlık medeniyetinin parçası olarak görmek, siyasette büyük bir felsefi anlayış değişikliğini ortaya koymaktadır. Herkesi “biz” zamiri
içinde özneleştirip insanın merkeze alınması yeni bir dildir.
HDP, Büyük İnsanlığa ait olmanın gereği olarak kadın-erkek eşitliği ilkesinin sahici anlamda destekçisidir. Eş
başkanlık sistemi, kadın-erkek eşitliği ilkesinin bir siyasal
yapıda pratik anlamda nasıl geliştirileceğini göstermesi açısından önemli bir tecrübedir. Bildirge, kadın-erkek eşitliğinin hayatın her alanında derinleştirilmesi gerektiğini ifade
etmektedir.
Türkiye, katı merkeziyetçilik çerçevesinde şekillenen
bir idari yapıya sahiptir. Türkiye’nin en büyük tabusu ve açmazı, merkeziyetçiliktir. Yeni Yaşam belgesi, merkeziyetçilik dogmasını açıkça sorguluyor ve reddediyor. HDP, seçim
bildirgesinde bürokratik merkeziyetçiliğe Yerel Demokrasi
kavramını alternatif yaparak karşı çıkıyor. Yerel demokrasi, toplumsal çoğulculuğun bütün boyutlarını dikkate alarak
sosyal, ekonomik, kültürel, eğitsel ve sağlık ihtiyaçlarının
yerel düzeyde vatandaşların aktif katılım süreçleri sonunda
yerine getirilmesi demektir.
Kürd sorunu, Türkiye’nin en önemli sorunudur. HDP,
Kürd sorununun bütün siyasi partiler tarafından önemli
ve öncelikli konu olarak ele alınmasını sağlamaktadır. Çözüm sürecinin devamını sağlayan ana faktör ve aktörlerden
biri olan HDP’nin süreçte ısrar etmesi ve Kürd sorununun
demokratik çözümünü dillendirmesi, önemli bir husustur.
HDP, Kürd sorununun Türkiyelileşmesine büyük katkıda
bulunmuştur.
Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri, devletin din
üzerinde tekel kurmuş olmasıdır. Dini hayatın sivilleşmeye
ihtiyacı vardır. Dini hayatı yönetecek olan devlet değil, birey ve toplumdur. Yeni Yaşam belgesinde, Diyanet’in kaldırılacağı ve cem evlerine ibadethane statüsünün tanınacağı
ifade edilmektedir. Bu yaklaşım, bürokratik din yönetimi
yerine sivil, özgür ve çoğulcu dini hayat nosyonunu öne çıkarmaktadır.
Yeni Yaşam belgesinde özgür, eşitlikçi ve barışçıl bir
dış politika anlayışından bahsedilmektedir. Filistin’de iki
devletli çözümün desteklenmesi, Ermenistan’la ilişkilerin
normalleştirilmesi, Ortadoğu’daki mevcut yapay sınırların
anlamsızlığı, IŞİD ve el-Kaide terörizmine karşı çıkılması,
AB üyeliğinin desteklenmesi seçim bildirgesinde öne çıkan
önemli dış politika başlıklarıdır. Kısa bir süre önce Demirtaş, 1915’in bir soykırım olduğunu ifade ederek bu konuda
kendi siyasi duruşunu ve anlayışını ortaya koymuştu.
Bütün siyasi partiler, ortaya iddialı seçim bildirgeleri
koymaya devam ediyorlar. Seçim bildirgelerini hayalci ve
içi boş diye itibarsızlaştırmak yerine, bu ürünlerin herkes
için çok değerli kazanımlar ortaya koyduğu şeklinde kapsayıcı ve yapıcı bir anlayış etrafında ele almak lazımdır. HDP,
ortaya katılımcı, demokratik, çoğulcu ve sivil bir perspektife dayanan ciddi ve nitelikli bir seçim bildirgesi ortaya koymuştur. Bu seçim bildirgesi, Türkiye’de siyasetin normalleşmesine ve kalitesinin artmasına demokratik ve çoğulcu
muhtevasıyla önemli katkıda bulunmuştur.
12
ÖZEL
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Nisan - 3 Mayıs12
2015
BasHaber/BasNûçe bir yaşında
Daima Gerçek mümkün!
Faysal Dağlı
Botan Tahsin
Ferhat Kentel
22 Nisan 2014’te İstanbul’da “Daima
Gerçek / Herdem Rastî“ sloganı ile yayın
hayatına başlayan BasHaber/BasNûçe
gazetesi birinci yılını tamamladı.
Mikdat Mithat Bedirxan’ın 1898’de
Kahire sürgününde başlattığı Kürd
gazeteciliğinin 116. yılında 22 Nisan
2014’te İstanbul’da yayın hayatına başlayan haftalık haber gazetesi BasHaber/
BasNûçe 51. sayısıyla 1. yılını tamamladı.
Kurmanci’nin Kürdçe ve Zazaki lehçeleri ile Türkçe yayın yapan BasHaber/
BasNûçe, her Pazartesi Yay-Sat dağıtım
şirketi aracılığı ile bayilerdeki yerini
alıyor.
Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’ya
ilişkin yaptığı
haberler, özel dosyalar,
Sennur Baybuğa
Hakan Tahmaz
söyleşiler ve kültür sanat haberleriyle
Kürd gazeteciliğine yeni bir soluk getiren
BasHaber/BasNûçe gazetesinin yayın
yönetiminde Faysal Dağlı, editörlüğünde
İsmail Yıldız ve Yeter Polat, idaresinde de
Esin Alp yer alıyor. İstanbul ve Diyarbakır
haber merkezlerinde ise Mustafa Turan,
Rabia Çetin, Özcan Şimşek, Mehmet Salih
Batırtan, Çimen Gümüş, Mehmet Emin
Kan ve Dilan Yaruk gibi genç Kürd gazetecileri bulunuyor. Görsel yönetimini Alp
Tekin Babaç ile Hüseyin Ünal’ın yaptığı
gazete İhlas Matbaası’nda basılıyor.
BasNews Medya Limited Şirketi tarafından yayınlanan gazetenin sahibi ise
Gazeteci Botan Tahsin.
Diyarbakır’da ofisi olan gazete yakında
Mithat Sancar
Hamiyet Çelebi
Ankara’da da açtığı ofis ile çalışmalarını
genişletiyor.
Geniş yazar kadrosu
BasHaber’in Türkçe yazar kadrosunu ise
Mithat Sancar, Mesut Yeğen, Hamiyet Çelebi, Ferhat Kentel, Sennur Baybuğa, Bilal
Sambur, Hakan Tahmaz gibi Türkiye’de
tanınmış akademisyen ve yazarlar oluşturuyor. Gazetenin sabit köşe yazarları
kadrosuna zaman zaman Dr. Ferhat
Pirbal, Bahtiyar Ali ve Öztekin Çaçan gibi
tanınmış Kürd yazarlar da katılıyor.
BasNûçe gazetesinde ise, Dimilki bölümünde Roşan Lezgîn ve Nadire Güntaş
Aldatmaz, Kurmanci bölümünde Welat
Baz, Mehmet Gültekin, Sedat Ulugana,
Bilal Sambur
Mesut Yeğen
Reşad Özkan, Abdülhekim Günaydın ve
Mamend Rojê gibi alanlarında uzman
yazarlar yazıları ile katkıda bulunuyor.
Dört parça Kürdistan’ı buluşturdu
Yaptığı haberlerle ses getiren BasHaber/BasNûçe Gazetesi haberciliğin yanı
sıra 22 Şubat’ta Diyarbakır’da gerçekleştirdiği “Sykes-Picot Anlaşmasının 100.
Yılında Ortadoğu’da ve Kürdistan’da Gelecek Perspektifleri” konulu panel ve uluslararası etkinliklerle dört parça Kürdistan’ı
ve diasporadaki tanınmış Kürd isimleri
buluşturdu. Bölgeden de yoğun katılımın
olduğu etkinlik, ülkenin dört bir yanındaki gazeteceleri biraraya getiren mini bir
ulusal konferans gerçekleştirdi.
İsmail Yıldız, Rabia Çetin, Abdülhekim Günaydın, Mustafa Turan, Mehmet Gültekin, Esin Alp, Çimen Gümüş, Salih Batırhan, Özcan Şahin, Nadire Güntaş Aydatmaz, Yeter Polat
BasHaber/BasNûçe gazetesinin okurları
da 1. yıla dair yayımladıkları mesajda, gazetenin özellikle Kürd medyası açısından
büyük bir boşluğu doldurduğunu ifade
etti. İşte o mesajlar;
Dengir Mir Mehmet Fırat (Eski
Milletvekili): Türkiye’deki büyük
gazetelerin çoğundan çok daha iyi ve
kaliteli bir yayın anlayışınız var ve bundan
dolayı sizleri tebrik ediyorum. BasHaber/
BasNûçe’nin Türkçe ve Kürdçe yayın
yapması gerçekten takdire şayan. Kaliteli
haberlerinizle ve köşe yazılarınızla çok
daha iyi işler başaracağınıza inanıyorum.
Tahir Elçi (Diyarbakır Baro
Başkanı): BasHaber/BasNûçe gazetesi
de geçen sene bu kervana katıldı. Kuzey
Kürdistan’da medyada bir boşluk var ve
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat
Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş,
Rabia Çetin / Diyarbakır: Mustafa Turan /
Ankara: Salih Batırhan
“BasHaber/BasNûçe kaliteli, objektif haber”
tam anlamıyla doldurulmuş değil. BasHaber gazetesinin büyük bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum. Özellikle Kürdçe
bölümü çok sağlam. Halkın günlük
yaşamda konuştuğu bir dil kullanılıyor.
Bu da gazetenin okunmasını ve anlaşılmasını kolaylaştırıyor. Sizleri kutluyor ve
başarılarınızın devamını diliyorum.
Fehim Işık (İMC TV) : Türkiye’de
haftalık bir gazetenin Kürdçe ve Türkçe
yayın yapması Kürd basını ve Türkiye’de
yaşayan diğer halklara seslenmesi açısından önemli. Türkiye’de yaşayan Kürdlere,
Güney Kürdistan’dan da yeterince haber
iletmesi önemlidir. Bu yönüyle ben,
BasHaber’in üstlendiği görevini iyi bir
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
İdare Müdürü: Esin Alp
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
şekilde yerine getirmeye devam edeceğine
inanıyorum. Umarım bir engelle karşılaşmaz ve bize ulaşmaya devam eder.
Mustafa Özçelik (PAK Genel Başkanı): Kürd gazeteciliğinde BasHaber’in
kendi kimliğiyle bağımsız yayın yapabilmesi önemli bir faktördür. 1 yıllık süreç
boyunca izlediğimiz kadarıyla tarafsız
yayıncılığından ve kimliğinden ödün
vermeyen BasHaber’in aynı çizgide devam
edeceği yolda başarılar diliyorum.
Gazeteci Faruk Balıkçı (Hürriyet):
1 yıllık kısa bir süre içerisinde BasHaber/
Nûçe yaptığı haberlerle Türkiye ve Ortadoğu ve Kürdistan’ı iyi bir şekilde tanıtarak gazetecilikte iyi bir isim haline geldi.
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
Ayrıca birçok gazeteye yaptığı haberlerle
zaman zaman kaynak olan BasHaber’in
aynı çizgisinde devam edeceği yolda başarılar diliyorum.
Faysal Sarıyıldız (HDP Milletvekili) Şüphesiz doğru, objektif gerçekçi
habere ulaşmak günümüz koşullarında çok önemli. Basın ya sermayeye ya
iktidara dayanıyor. Bunu yapabilen nadir
yayın organlarından biri de BasHaber’dir.
BasHaber’in Kürd gazeteciliği açısından
yayın hayatında olması şüphesiz iyi bir
gelişmedir. Demokratik ve ulusal çizgide,
yayın meslek etiği ve onuruyla yoluna devam eden BasHaber’in tüm emekçilerini
kutluyor ve yollarında başarılar diliyorum.
Mehmet Eren (Kurdistan TV): Kürdistan gazeteciliğinin oluşumunda Mikdat
Bedirxan’ın büyük emeği var. Gazete yoğun emekler neticesinde çıkıyordu ve birkaç kez yer değiştirdi. O günden bu yana
Kürd yayıncılığı devam ediyor. BasHaber/
BasNûçe gazetesine bu anlamda başarılar
diliyorum. Kürd medyasının böylesi haftalık bir gazeteye ihtiyacı vardı.
HABER
BasHaber
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
13
SÖYLEŞİ
Azerbaycan Kürdleri
anavatandan yardım bekliyor
Çimen Gümüş
A
navatan dışına savrulan, dünyanın farklı farklı
bölgelerine göçmüş/göçertilmiş diaspora Kürdleri
asimilasyon ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Beşinci parça olarak bilenen Kızıl Kürdistan’dan göç
ederek Azerbaycan kentlerine dağılan veya öteden beri
Azarbaycan’da yaşayan Kürdler de büyük oranda asimile
edilmiş durumda.
Dünyanın neredeyse her kıtasına göçmüş Kürdlerle karşılaşmak mümkün. Kafkasya, Uzakdoğu, Afrika ve dünyanın
birçok yerine dağılan milyonlarca Kürd uzun yıllardır varlıklarını koruyor. Kafkas Kürdleri ile Azerbaycan Kürdleri,
Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan Karabağ
Savaşı’ndan sonra Kızıl Kürdistan’dan tamamen göç etmek
zorunda bırakıldı. Kürdsüzleştirilen Kızıl Kürdistan’ın, Kelbecer, Laçin, Kubatlı ve Zengilan adında dört şehri bulunmakta. Özerk Karabağ Bölgesi’nin 1991-92’de Ermenistan’ın
eline geçmesinin ardından Kızıl Kürdistan ilhak edildi.
Ermenistan’ın önce Laçin ve
devamında Kelbecer, Kubatlı
ve Zengilan gibi Kürd yerleşimler 1993 yılının sonuna
doğru ilhak edildi. Burada
1992 yılında kurulan Kızıl
Kürdistan bölgesi Ermeniler
tarafından yıkılarak bölgede
yaşayan yaklaşık 300 bin
Kürd göç etmek zorunda
bırakıldı ve bölge tamamen
Kürdsüzleştirildi. Göçen Sünni Müslüman Kürdlerin bir
kısmı Azarbaycan’a sığındı.
Azerbaycan’da yaşayan Kürdlerin yüzde 90’ı
1920’lerde Sovyet döneminde kurulan Azarbaycan Sosyalist
Cumhuriyeti’nde başlayan asimilasyonun etkisiyle Kürdçeyi
unutmuş durumda. Azarbaycan Kürdleri zaman zaman kimi
folklorik çalışmalar yapıp, gazete ve dergiler yayınlasa da
bunun sınırlı kaldığı ifade edilebilir. Azerbaycan’da yaşayan
neredeyse 1 milyonu aşkın Kürd dilini konuşamadığı gibi
ya Kürd olduğundan habersiz yaşıyor ya da kökenini inkar
ediyor.
Kafkas Kürdlerinin rüyası: Kızıl Kürdistan
1923 yılında Sovyetlerle birlikte o bölgede kurulan Kürdistan kazası, tam özerk bir bölge olmasa da Kürdistan ismi
resmen kullanıldı. 1923 yılında kurulan Kürdistan kazası,
1929 yılında illeştirme adı altında Kürdistan Bölgesi adını
resmen aldı. Yalnızca 50 gün varlığını sürdürebilen Kızıl
Kürdistan Bölgesi’nin varlığına Stalin son verdi 1930’lu yılların başında ise tamamen iptal edilerek yerine Kürd illeri
Kelbecer, Kubatlı, Laçin, Zengilan oluşturuldu.
1990’da Sovyetlerin dağılması ardından, Laçin bölgesinde yaşayan Kürdler tekrar biraraya gelerek 1992’de Kızıl
Kürdistan Cumhuriyetini yeniden canlandırmak istedi. Aze-
Hejar Şamil
Tahir Sileman
rilere karşı bir tampon bölge olması itibarı ile ilk zamanlar
Ermenistan yönetimi tarafından desteklenen ve liderliğini
Vekil Mustafa’nın yaptığı Kızıl Kürdistan bölgesi kısa bir
süre sonra Erivan yönetimi tarafından dağıtıldı. Silah ve
ekonomik yardımdan yoksun olan Kızıl Kürdistan Kürdleri
Rusya, Ermenistan ve Azarbaycan’a dağıldı.
Laçin Kürdleri pasaportlarına Kürd yazdırdı
1978’de Sovyetlerin çökmesinden önce Laçin Kürdleri, pasaportlarının milliyet kısmına Kürd yazılması için küçük bir
isyan başlattılar. Azerbaycan’ın çok uluslu bir devlet olması
ve pasaportlara Azerbaycanlı yazılmasına karşı başlatılan
bu isyan uzun soluklu bir mücadele sonrasında başarıyla sonuçlandı. Bu mücadele sonucunda sadece mücadele eden 12
bin Laçin Kürdün pasaportlarına Kürd yazıldı. Sovyetlerin
çöküşünün ardından Azerbaycan’da bir Kürd derneği kuruldu ve Dengê Kurd adında Kürdçe, Rusça ve Azerice yayın
yapın bir gazete çıkarıldı. Kürd dilinin korunmasına yönelik
çabaların çok sınırlı olması nedeniyle asimilasyonun önüne
geçme konusunda ise başarılı olamadı.
‘Kürdistan’daki gelişmelere
bağlı olarak bir kıpırdanma var’
Kürdlere yönelik asimilasyonun
başarılı olduğunun altını çizen Diaspora
Kürdleri kitabının yazarı Hejarê Şamil,
“Azerbaycan’da Kürd kültürünün korunup geliştirilmesi için ciddi bir çalışma
yok” diyerek Kürdlerin içinde bulundukları durumu açıkça gözler önüne
seriyor. Azerbaycan’da Kürdi gelişmelerin yaşanmasının tamamen Kürdistan’ın
diğer parçalarındaki gelişmelere bağlı
olacağına vurgu yapan Şamil, “Eğer
bağımsız bir Kürdistan olursa şimdi
kendisine Kürd demeyenlerin yüzde 90’ının kendisine Kürd
diyeceğine inanıyorum. Bu güç olmak ile güce yaslanmaya
bağlı bir meseledir” dedi. Azerbaycan’ın geçmiş dönemlerdeki neredeyse bütün dışişleri bakanlarının Kürd kökenli
olduğunu belirten Şamil, parlamentoya da her dönem 50-60
Kürd parlamenterin girdiğine işaret ederek, “Onların hiçbiri
Kürdleri savunmaz. Türkiye ile kıyaslarsak, Özal ve Ecevit
gibiler. Asimile olmuş Kürde kimse baskı yapmaz. Azerileşmiş Kürdlere de baskı yoktur. Kürdler içerisinde yurtsever,
dilini bilen Kürd kültürünün geliştirilmesini, Kürdistan’la
ilişki kurulmasını isteyenler var. Güney ve Kuzey Kürdistan’daki gelişmelerle ilgili bir kıpırdanma söz konusu. Ama
devlet onlara ciddi müdahalelerde bulunuyor. Siyasi talepler
ileri sürmezsen, yani sadece dergi, gazete, dil kursları ve
folklorik çalışmaları istersen, destek vermediği gibi müdahale de etmiyor. Ama siyasileştiği gibi her türlü baskıya
başvuruyor” şeklinde devam etti.
Kızıl Kürdistan’ı Kürdsüzleştirdiler
Azerbaycan’da yayın yapan Diplomat Gazetesi’nin Başyazarı Tahir Sileman ise, Karabağ’ın işgalinden sonra Kızıl
Kürdistan’daki tüm Kürdlerin göç ettirildiğine dikkat çekerek, “Kızıl Kürdistan tamamen göç ettirildi ve dağıtılarak
Kürdsüzleştirildi” dedi. Azerbaycan’daki Kürdlere yönelik
kültürel ve basın çalışmalarının çok sınırlı olduğunu ve
arttırılması gerektiğinin altını çizen Sileman, 4 dilde yayın
yapan Diplomat Gazetesi’nin Kürd ve Kürdistan gündemleri
ile okurlarını haberdar etmek adına önemli bir misyona
sahip olduğunu belirtti.
13
Öylece kalmak üzerine
SENNUR BAYBUĞA
Şehirde yapılan herhangi bir etkinliğe ya da toplantıya gitmenin
bedeli benimi için saat bir civarında
evde olabilmektir. 24 Nisan anmaları
nedeni ile İstanbul’da geçen günün ardından kafamda bir sürü soru ile saat
gecenin ikisinde eve döndüm.
Sevag Balıkçı’nın mezarına gittim,
annesi, sevgili Ani ve sevgili babasını
uzaktan izledim yine, yanlarında git
gide artan bir kalabalık var, ama oğulları gitmiş, Ani oğulsuz
kalmış, baba evini kaybetmiş. Benim için evladını kaybeden
bir anneye bakmaktan daha acı hiçbir şey yok bu dünyada,
çevresinde milyonlar olsa bile Ani yalnız yüreği ile buz kesmiş bir anne. Sonra Taksim’e, son yıllarda soykırım anmalarının yapıldığı Fransız Kültür Merkezi’nin önüne gittik. Git
gide artan bir kalabalık var o meydanda, sesleri cılız çıkan
faşistlere rağmen. Bu yıl soykırımın 100.yılı anması olması
nedeni ile ‘diaspora’ dediğimiz, cahil hükümetimizin bu topraklara ait Ermeniler olduğunu hala anlayamadığı insanlar,
Anadolu topraklarının torunları epeyce kalabalık olarak
gelmiş dediler. Şok içinde olduklarını tahmin ediyorum, karmakarışık olduklarını yarı öfkeli yarı ağlamaklı ama sonuna
kadar insan duyguları içinde. Dedelerinin, ninelerinin suratlarını aramışlar mıdır suratlarımızda diye düşündüm, belki
onlardan bir iz sokaklarda, bilemedim. Basit düşünmek istiyorum her şeyi; işi tarihçilere bırakmadan, işi devlet arşivlerine terketmeden, basitçe ve insanca. Bu topraklarda kimler
yaşıyor? Düşünüyorum;
Sünni Türkler, Alevi Türkler, Sünni Kürdler, Alevi
Kürdler, Şafi Kürdler, Zaza Aleviler ve Sünniler, Çerkesler,
Lazlar, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler, Süryaniler ve saymayı ihmal ettiğim onlarca kimlik, dil, din mensubu insan .
Neredeyse saydığım tüm bu kesimlerden arkadaşı olabilmiş
sayılı insanlarından biriyim ben bu ülkenin. En azından çay
içmişliğim, yemek yemişliğim, belki siyaset yapmışlığım, ağlamışlığım var çoğu ile..
Peki bu ülkede mağdur edilenler kimler; Ermeniler,
soykırıma uğradılar, Süryaniler soykırıma uğradılar, Rumlar,
yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklarından sürüldüler, Yahudiler programa uğradılar, Alevi Kürdler-Zazalar Dersim’de
soykırıma uğradılar, Aleviler, Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da,
öldürüldüler diri diri yakıldılar. Kürdler asit kuyularında
imha edildiler, faili meçhullere kurban oldular. Çerkeslere
ve Lazlara ise dillerini unutturup asimile edildiler. Sünni
Türkler, Kemalist rejimin modernleşme diye dayattığı bir
hayat tarzına zorlandılar ve kabulde zorlananları şimdi başımıza bela bir iktidarı yaratmış bulunuyor. Ve şimdi, tüm
halklara inançlara uzanan bu kirli eller kime ait. Öldürenler kim, yok eden, cesetlerin üzerine bayrak diken, ölülerine
ağlayanlara parmak sallayan, yas tutanlara saldıran, bayrak
dediği sembolü insan hayatından da kutsal bilen bu insanlar
kimler? Devlet mi sadece, izleyen susan, sesini çıkartmayan,
sırasını bekleyen kim peki.
Ömrümüzün iki günlük hayatımızın tüm katili bu ülkede yaşayan bizleriz ve tüm ölüleri de bizleriz. Ve biz birbirinin ölüsüne ağlamaktan aciz, kendi katiline hayran kendi
ölüsüne şehit diyenleriz. Mağduru olduğumuz katliamların
da aslında nasıl da suç ortağı olduğumuzu biliyor muyuz
gerçekten? Akrabalarımın yüzyıllar süren mağduriyetlerine
ve uğradıkları katliamlara rağmen diğerlerine ağlamadığını
kulaklarını kapattığını ve belki de bundan daha da ağır suç
ortaklığı içinde olduklarını biliyorum ben mesela. Rum’un
Ermeni’yi, Ermeni’nin Rum’u, Musevi’nin ikisini, ikisinin
Musevi’yi, Alevi’nin Sünni’yi, Sünni’nin Alevi’yi, Kürd’ün
Türk’ü, Türk’ün Kürd’ü sevmediğini, daha da kötüsü bir
arada yaşamaktan hazetmediğini, hazettirilmediğini biliyorum ben. Yıllardır biz bu iklimde bunu böyle bilerek böyle
öğütlenerek yaşadık.
Ve bugün en ağır suçlarımızdan birinin 100.yılında ben
bunları düşündüğüm o meydanda bu toplulukların belki de
çoğuna mensup insanların da olduğunu biliyorum, gördüm.
Öldürmeyi unutana kadar oturalım istedim o meydanda, çoğalarak.
14
HABER
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Nisan - 3 Mayıs14
2015
İki yakalı mayınlar…
Mayınlar sivil yaşamı tehdit ediyor
T
Yağmur Çetin
ürkiye’nin NATO’ya üye
olmasıyla birlikte ülkenin dört
bir yanındaki sınır hattı mayın
tarlaları ile örüldü. 1980’li yılların
ortasından itibaren de silahlı çatışmanın boyutlanması üzerine, ülke içinde
büyük miktarda araziye her türden
mayın döşendi. Yıllarca PKK’nin ve
devletin görünmeyen öldürücü silah
olarak kullandığı mayınların temizlenmesine ilişkin Türkiye 2022 yılına
kadar süre istese de Kobanê savaşından kaçan sivillerin sınırlardaki mayın
tarlalarında can vermesi mayınlı
araziler sorununu yeniden gündeme
getirdi.
NATO’ya üye olduğu dönemde
Türkiye, Suriye sınırından başlayarak
Irak-İran-Sovyetler Birliği (Ermenistan-Gürcistan, Nahçivan), Bulgaristan
ve Yunanistan sınırı boyunca sayısız
anti-personel ve anti-tank mayın
döşedi. 1957-98 yılları arasında Suriye
sınırına döşediği mayınların insan
kaçakçılığını önlemek amacıyla olduğunu belirten Türkiye, ülke içerisine
mayın döşemeye 90’lı yıllarda başladı.
Özellikle 90’lı yıllardaki çatışma ortamında Türkiye, bölgeye 93-97 yılları
arasında daha yoğun mayın döşedi.
Mayınların dünyada sivil yaşamı tehdit eder boyuta gelmesi üzerine 1999
yılında imzalanan Ottowa Anlaşması
çerçevesinde anti-personel mayınların
kullanılması, stoklanması, üretilmesi,
transferinin ve imhasının yasaklanması öngörülmüştü. Türkiye’de ise mayın
sorunu 2002 yılında kurulan Mayınsız
Bir Türkiye Girişimi’nin çalışmalarıyla
gündeme geldi. Mayınsız Bir Türkiye
Girişimi, kara mayınları ve bunların
yol açtığı sorunlara ilişkin araştırmalara başlamış aynı zamanda toplumsal
bilinç ve duyarlılığı geliştirmek, başta
çocuklar olmak üzere o bölgedekileri
bilinçlendirme konusunda çalışmalar
başlatmıştı. Girişim, kara mayınlarına
ilişkin gerçekleştirdiği uluslararası
konferans ile Türkiye’deki farkındalığı
da arttırmayı hedeflemişti. Nitekim
Türkiye’de bu çalışmalarda yer alarak
kara mayınlarına ilişkin sözleşmeyi imzalamış ve taraf olduğunu açıklamıştı.
TBMM’de alınan bir karar ile elindeki
3 milyon stok mayının imhasını gerçekleştirse de temizliğe dair herhangi
bir çalışma yapılmadı.
Dünyada mevcut mayın sayısı
670 milyon, ancak daha vahim olan
durum bu mayınların 1 milyonunun
Türkiye’de gömülü olması. Buna göre;
Türkiye’nin elinde, 613 bin 766’sı
Suriye sınırında, 194 bin 755’i İran
sınırında, 69 bin 46’sı Irak sınırında,
21 bin 856’sı Ermenistan sınırında, 77
bin 984’ü iç bölgelerde olmak üzere
toplam 977 bin 407 toprağa döşeli mayın olduğu görülüyor. Yani, Türkiye’de
214 milyon 732 bin 307 metre kare
civarında mayınlı arazi bulunmakta.
Buna göre Ağrı, Ardahan, Batman,
Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep,
Hakkari, Hatay, Iğdır, Kars, Mardin,
Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van
illerinde birçok kentte mayınlı arazi
bulunuyor. Ancak bu mayınlı arazilerin temizliği önce Çözüm Süreci’nde
PKK’nin geri çekilişi ve boşaltılan
köylere dönmek isteyenlerle gündeme gelmişti. Sürecin bir parçası olan
mayınlı arazi sorunu çözüm beklese
de bu kez de Kobanê’de eylül ayında
başlayan savaş ve göç ile yeniden gündeme geldi. Türkiye’deki mayınların
temizliğinin öncelikle savaşın yaşandığı sınır hattında insani geçişler için
temizlenmesi öngörülürken Türkiye
bu konuda henüz bir adım atmış değil.
2022’ye kadar mayınlar
temizlenmeyecek
Görünmeyen ölümcül bu silaha, son
28 yılda bin 272 kişi basarak yaralanmış, 5 bin 107 kişinin de yaşamını
yitirmiştir. Rojava’da yaşanan savaştan dolayı mayın mağduriyeti son
yıllara göre en fazla 2014’te yaşandı.
Bu mağduriyetlerin giderilmesi için
Milli Mayın Temizleme Merkezi kuran
Türkiye’de, mayınlı arazilerin temizlenmesi sorununa ilişkin arazilerin
49 yıllığına temizleyen şirkete ya da
ülkeye kiralanacağı böylece devletin
kasasından para çıkmadan sorunun
çözüleceği gündeme gelmişti. Ancak
Milli Savunma Bakanlığı’nın ilgilendiği bu sorun kiralama ya da kendi
imkanlarıyla temizleme çalışmaları
başlatılmadı. 2014’te temizlenmeyen
mayınlar için Türkiye, 8 yıllık bir ek
zaman daha isteyerek 2022 yılında
mayınları temizleme sözünü verdi.
Ancak bu sözü veren Türkiye yaptığı
anlaşmada mücbir bir sebep olmadığı
sürece bunu yapacağını söyledi. Yani
Türkiye’deki ve sınır ülkelerde yaşanacak duruma göre mayın temizleme
yapılacak.
Suriye ile en uzun sınır hattına sahip olan Urfa’da
mayınlı arazilerin çoğunlukta olması ve Kobanê’de
yaşanan savaş, mayınların temizlenmesinin ne kadar acil olduğunu gösteriyor. Eylül 2014’te IŞİD’in
Kobanê’ye saldırmasıyla binlerce Kobanêli Türkiye
sınırına yığılarak göç etmek istedi. Kobanêlilerin
beklediği alan mayınlı arazilerdi. Ve sınırın açılıp
geçişlerin başlamasıyla birlikte mayınlar da patlamaya başladı. Buna göre o dönemde yaşanan göçler
sırasında 7’si çocuk olmak üzere 15 kişi yaralanmış
3 kişi de yaşamını yitirmişti. Suriye ve Kobanê’deki
savaş öncesinde sınır hattında yaşayan halkın da
büyük mağduriyetine sebep olan mayınlar bu kez
de Kobanêlilerin yaşamına mal oldu. Göç sırasında
en az 70 mayın patlaması olayı yaşanırken, olaylar
bununla da sınırlı kalmadı. 4 aylık savaş sonrasında IŞİD’in Kobanê’ye döşediği mayınlar en az 60
sivil ve 20’ye yakın YPG’linin hayatına mal oldu. Bu
çerçevede Mayınsız Bir Türkiye Girişimi Yöneticisi Muteber Öğreten, Türkiye’deki mayınların
temizliğini gündemde tutmaya çalıştıklarını ancak
geri dönecek olan Kobanê halkının düşünülerek öncelikle oradaki mayınların temizlenmesi gerektiğini
söyledi. Öğreten, “Kobanê’deki mayınların temizliğine ilişkin net bir program yok. Çalışmalarına
başlandığı söyleniyor ancak uluslararası kuruluşların da buna dahil olması gerekiyor. Kobanê IŞİD’in
döşediği kara mayınlarından temizlenmedikçe
dönecek olan halk büyük bir risk altında yaşamaya
devam edecek. Savaş artığı mayınların temizlenmesi şart” diyerek durumun ciddiyetini vurguladı.
FOTO: Paşa İmrek
Kobanê’ye dönenlere
mayın eğitimi verilmeli
Öğreten, Kobanê’deki mayın temizleme işlemi
bitene kadar geri dönecek olan Kobanêlilere de
mayın konusunda bilinçlendirme eğitimi verilmesi
gerektiğini vurguladı Öğreten, “Kobanê’ye dönmek
isteyenlere başta çocuklar olmak üzere mayın risk
eğitimi verilmelidir. Savaş artığı mayınlı arazilerin olduğu topraklara dönecek olan Kobanêlilerin
mayın konusunda ne yapacaklarını bilmeleri için
bu eğitim şart” dedi.
Kobanê’deki durumun aciliyetinin yanı sıra Mayınsız Bir Türkiye için mağduriyetlerin giderilmesi
gerektiğini ifade eden Öğreten, mayın temizlemenin partilerin politik tutumuna bağlı olduğunu
ancak temizleme işlemi kadar insani yönünün de
önemli olduğuna dikkat çekti. Öğreten, “İşin politik
tarafı kadar bir de insani tarafı var. Türkiye’deki
mayınlı araziler birçok insanın yaşamını yitirmesine ve yaralanmasına sebep oldu. Bu nedenle
mağduriyetlerin giderilmesi mayınlardan dolayı
yaşamını yitirenlerin ailelerine yardım edilmesi,
yaralananların da topluma kazandırılması gerekiyor. İnsani ve öncelikli olan budur” diye konuştu.
SÜRYANİLER
BasHaber
27 Nisan - 3 Mayıs 2015
15
SÖYLEŞİ
15
Süryani Dernekler Federasyonu Başkanı Evgil Türkler:
‘Yeni Anayasa’da yasal statü istiyoruz
T
Salih Batırhan
ürkiye’deki Süryani vakıf ve dernekler Sayfo Katliamı’nın yüzüncü
yılı nedeniyle İstanbul ve Mardin
başta olmak üzere birçok merkezde anma
etkinlikleri düzenliyor. Süryanilerin
beklentilerini Süryani Dernekler Federasyonu Başkanı (SÜDEF) Evgil Türker’e
sorduk. AKP hükümetinin gayri müslimlere yönelik uyguladığı politikaları eleştiren
Türker, beklentilerinin “samimi bir özür ve
özeleştiri’’ olduğunu söylüyor.
Sadece Ermeniler katledilmedi
Başbakan Davutoğlu’nun geçtiğimiz
günlerde Ermeni Katliamı ile ilgili yaptığı
açıklamayı hatırlatan Türker, Türkiye’de
sadece Ermenilerin katledilmediğini ancak
sadece Ermenilerden söz edildiğine dikkat
çekiyor: “Sadece Ermeniler soykırımdan
geçirilmedi. Evet, Ermeniler bir kıyıma
uğradı. Bunun yanında Süryaniler de
büyük bir kıyıma uğradılar. Eğer bugün
Türkiye’de Süryani nüfusu yok ise nedeni
1915’deki Sayfo’dur. Eğer bugün Süryaniler
dünyanın dört bir tarafına dağılmışlarsa
6-7 bin yıllık ana yurtlarından, topraklarından vazgeçmişlerse en büyük sebebi Sayfo
Katliamı’dır.”
Anayasal güvence istiyoruz
Türkiye Cumhuriyeti’nden temel
beklentilerinin, kimliklerinin anayasal
güvenceye kavuşturulması olduğunu dile
getiren Türker, anayasada ‘herkes birinci
sınıf vatandaştır’ denildiğini ancak Süryanilerin bugüne kadar bunu hissedemediğini söyleyerek, “Biz bugüne kadar bunu
hissetmedik. İster devlet yetkililerinin
verdiği demeçlerde ister bürokraside ister
yaklaşımda olsun hissetmedik, görmedik.
Bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olarak bunu bekliyoruz. Özür konularında
da Süryani isminin zikredilmesini talep
ediyoruz. Toprak talebi ya da tazminat
hiçbir Süryani’nin aklından geçen değildir.
Süryani halkı bu coğrafyanın en eski yerli
halkalarından biridir. Geçmişi, tarihi, yarattığı medeniyeti, kültürü ve sanatıyla bu
coğrafyanın öz halkıdır. Bu sorunlarla yüzSüryanilere okul ve kolej hakkı tanıyacaklarını söylüyorlar ancak o konuda da
devlet üzerine düşeni yapmadığını ifade
eden Türker, “Kendiniz kurun diyorlar.
Ben vatandaşım kuramıyorum, eğer ben
vatandaşsam ve vergimi veriyorsam her
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi o zaman bütçeden bana pay ayıracaksın. Lozan
Antlaşması’nda kendi okulunuzu kendiniz
kurun diyorlar. Müfredatı, atamaları, her
şeyi devlet yapıyor. O zaman bunun da
tartışılması gerekiyor. Neden diğer okullara
leşilmesi için çağrıda bulunuyoruz. Sadece
Sayfo Katliamı ile değil diğer sorunlarla
da yüzleşilsin. Samimi bir şekilde özeleştiri verilsin ve samimice bir özür dilensin.
10-15 yıl önce halkımızın dönüşleri sekteye
uğratılmış olsa da dönüşlerin yeniden
canlanacağına inanıyorum” diyor.
Persler ve Selçuklulardan önce
Süryaniler vardı
Süryanilerin Avrupa’dan dönüşlerinde
yaşanan sıkıntılara ilişkin de değerlendirme yapan Türker, 2000 yılından itibaren dönemin Başbakanı Bülent Ecevit
tarafından yapılan çağrı ile Süryanilerin
Türkiye’ye dönüşlerinin başladığını, geri
dönüşler için ciddi paralar harcandığını,
köylerin ve evlerin yeniden inşa edildiğini
söylüyor. Avrupa’nın en lüks yerleşimlerini geride bırakan Süryanilerin, bütün bu
fırsatlara rağmen ana yurtlarında yaşamaya istekli ve samimi olduklarını ifade eden
Türker, “Geri dönüşlerde birçok bürokratik
engel çıkarıldı. En son tapu kadastro olayı
bu dönüşleri durdurdu. Tapu kadastro
bölgeye girdi ve bağımızı, bahçemizi,
toprağımızı hazineye devretti. Mor Gabriel
Manastırı meselesi en önemlisiydi. Bugün
bir manastıra 1500-1600 yıllık deniliyorsa
oradaki arazi de manastır arazisidir. Bütün
Süryaniler durup bunu düşünecekler, mal
ve mülkleri gasp ediliyorsa dönmeyecekler.
Bu politikada herhangi bir değişiklik olmadı çünkü Süryaniler bu topraklardayken ne
Müslümanlar ne Persler ne Bizanslılar ne
Osmanlılar ne de Selçuklular vardı. Sadece
Süryaniler vardı. Süryanilerin en kutsal
mekânlarından birisi yani Tur Abdin bu
muameleyi görüyor ise, herkes bir durup
düşünecek. Burada bir hırsızlık yapıldı,
bizim isteğimiz bu tapu kadastro olayının
tekrardan gözden geçirilmesi, haksızlıkların giderilmesi ve toprakların gerçek hak
sahiplerine iade edilmesidir” diyor.
Süryani arazileri iade edilsin
Süryanilere ait olan yüz binlerce dönüm
arazinin tapusunun olmadığını söyleyen
Türker, “Her köylünün evinin yanı başında
arazisi var. Arazi almış ama tapusu yok.
Eskiden tapu hiçbir yerde yoktu. Bu sadece
Süryanilerin sorunu değil, Kürdlerde de
aynı durum yaşanıyor. Arazi davası yüzünden birçok ölüm yaşandı. Kan davaları var.
Bunun bilinçli yapıldığını düşünüyorum.
Eğer bilinçli değil ise, Türkiye o yasayı tekrar gözden geçirsin. Kadastro çalışmalarını
yeniden ve dürüst bir biçimde yeniden
başlatsın” diyor.
Süryaniler HDP ile meclise girmeli
Süryanilerin siyasi temsili konusunda
Türkiye’de önemli gelişmelerin yaşandığına vurgu yapan Türker, “Gerçekten yüzyıl
önce bu anlayış olsaydı Sayfo Katliamı
olmayacaktı. Osmanlı’da İttihat Terakki
Cemiyeti’nin öncülüğünde alınan bir karar
var. Hıristiyan fermanı var. Bu fermanı bölgemizde pratiğe döken bazı Kürd
aşiretler var. Kürdlerin o dönemki bazı
aşiretleri özellikle Süryanilere karşı yapılan
oyunlarda büyük rol oynadılar. Kürdler de
şimdi bunu söylüyor. Kürdlerdeki bugünkü
anlayış o dönemde olsaydı inanıyorum
ki bu katliam yaşanmayacaktı. Güney
Kürdistan’da Süryanilerin 5 tane milletvekili kontenjanı var. Suriye’de Guzarto
dediğimiz kanton, eşitlik temelinde kurulmuştur. Burada da ister DTK ister HDP
olsun Kürd özgürlük hareketinde yaratılan
ortamda Süryaniler de kendini ifade etmeye çalışıyor. Bizim de beklentimiz HDP’nin
Süryanilere ait örgütlü bir gücü meclise
taşıyabilmesi” olduğunu söylüyor.
Anayasada Süryanilere
pozitif ayrımcılık uygulansın
Yeni anayasa tartışmalarında Süryanilerin de yer alması gerektiğini söyleyen Türker, bu konuda farklı öneri ve düşünceleri
olduğunu, Türkiye’nin Süryanilere pozitif
ayrımcılık yapması gerektiğini talep ediyor.
Türker, “Çünkü nüfusumuz çok azaldı.
Kendi vekilimizi kendimiz seçmeliyiz.
Nasıl Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde beş
kontenjan veriliyorsa, burada da ‚siz kendi
adaylarınızı, vekillerinizi kendiniz seçin‘
denmesi gerekiyor. İran’da nasıl ‚kendi vekilinizi siz seçin‘ diyorlarsa Türkiye’den de
bunu istiyoruz. Bir Süryani partisi kurma
imkanımız yok, örgütlenme şartlarımız
yok. Kurarız ama sadece tabelası olur.
Seçime girersek bize ‘yeterli nüfusunuz yok
ki seçime giriyorsunuz’ diyecekler. Eğer
şimdi seçiliyorsak HDP’nin Kürdlerin oylarıyla seçiliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin
yeni anayasasında yer vermesi ve kontenjan ayırması gerekiyor. O zaman kendi
vekilimizi biz seçeceğiz. Diyelim ki 5 bin
seçmenimiz var, 5 bin kişi kendi aralarında birilerini seçer ve onları meclise
gönderir. İran’da, Güney Kürdistan’da ve
şimdiki Guzarto Kantonu’nda da bu böyledir. Lübnan’da da bu böyledir” diyor ve
Türkiye’den de bunun istiyor.
“Süryanice eğitim hakkımız iade edilmeli”
veriyorsunuz da bana vermiyorsunuz.
Bu konuda taleplerimiz var. Devletin bu
taleplerimizi kabul etmesi gerekirdi. Şimdi
de Kürdçe’nin seçmeli ya da özel okullarda
eğitim dili olması için yasalar çıkardılar.
Bu mümkün değildir. İstanbul’da resmi
olarak bir anaokulumuz açıldı. Ama bildiğim kadarıyla ekonomik sıkıntılar var. Bir
öğrenci yılda 10 bin dolar ya da 15 bin dolar
ödeyemez. Bu zordur, Ermeniler de Rumlar
da öyle yapıyorlar. Bu hem Ermenilere hem
Yahudilere hem de Rumlara haksızlıktır.
Devletin bütçe ayırması gerekir, bu bizim
hakkımızdır” diye konuştu.
Türkiye’ye uluslararası sözleşmeler
gereğince Süryaniler konusunda hiçbir
biçimde yaptırım uygulanmadığını ifade
eden Türker, sınırlı imkânlarla Süryani top-
lumunun taleplerini iletmeye çalıştıklarını ve destek almadıklarını vurguluyor.
Bürokratik yollarla hem Türkiye’deki
resmi kurumlarla hem de uluslararası
kurumlarla biraraya geldiklerini ve bu görüşmelerde ortaya çıkan görüşlerin olumlu
etki yarattığını söyleyen Türker, “Herkes
Süryanilere haksızlık yapıldığını, mahcup
olduklarını ve bundan sonra her şeyin daha
iyi olacağını söylüyor. Ama hepsi söylemde
kalıyor. Bunların söylemden çıkıp pratiğe
dökülmesini istiyoruz” dedi.
16
SİNEMA
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Nisan - 3 Mayıs16
2015
Oyuncu Suat Usta:
Mizah en çok Kürdlerde var
Kürd sinemasında alışkın olduğumuz
dramın perdelediği mizahı, yaşamıyla
bütünleştirmiş başarılı oyuncu Suat Usta,
daha önce Hükümet Kadın, Rüzgarlar,
Tatlı Biber Diyarım gibi ödüllü filmlerden ve dizilerden tanıdığımız bir isim.
Son olarak, İKSV’de de yer alan ama yaşanan sansür nedeniyle geri çekilen, Asya
Pasifik Sinema Ödüllü, UNESCO’nun
Award ödülünü alan, yönetmenliğini
Shawkat Amin Korki‘nin yaptığı Taşa Yazılmış Hikayeler’de rol alan Usta, mizahın
kendisi için bir yaşam biçimi olduğunu
söylüyor. “Tiyatro ve sinemanın daha iyi
yaşamanın provası olduğunu gördüğümde bunu yapmaya karar verdim” diyen
başarılı oyuncu Suat Usta ile oyunculuk
hikayesini, mizahı ve Taşa Yazılmış Hikayeler adlı filmini muhabirimiz Özcan
Şahin’e anlattı.
Nasıl ve nerede başladı oyunculuk
hikayeniz?
Oyunculuk yeteneğinin bende ne zaman
ve nasıl ortaya çıktığını çok sonraları farkına vardım. Sanata başladığım vakit, bir
baktım ki çobanlık yaptığım zamanlarda
çıkardığım sesleri tiyatroda da çıkarmaya çalışıyorum. Meğer bunun adı sesini
kullanmakmış. Ben bunu zaten yapıyormuşum. Ya da el kol hareketleri ile koyunları
toplarken vücut dilini kullanıyormuşum.
Bende bu da varmış. İlk İstanbul’a geldiğimde amcamda kalıyordum. Muzaffer
Özdemir isimli bir yazarın kitabını saklayıp
içindeki esprileri amcamlara okuyordum ve
çok gülüyorlardı. Sonra kitabı fark ettiler ve
bir daha yaptığım hiçbir espriye gülmediler.
Yani mesele kendin olmaktaymış. Bende de
oyunculuk onunla başladı. O müzik tutkusu
ve çobanlıktaki çaldığım ıslığın devamı
olarak bağlama çalmaya başladım. Herkes
senden bir şey istiyor. Onları karşılamak
için harcadığım zamanı kendim için harcamaya başladım ve sonra oradaki insanların yönlendirmesi ile tiyatro yapmaya
başladım. Tiyatro ve sinemanın daha iyi
yaşamanın provası olduğunu gördüğümde
aslında bunu yapmaya karar verdim.
Mizahın yaşamınızda önemli olduğunu söylediniz. Bu kendiliğinden
gelen bir şey mi yoksa sonradan
kazanılan bir şey mi?
Her ne olursa olsun okumanın buna çok
katkısı oldu. Bunun insanın genlerinde de
olması lazım. Bizdeki mizah duygusu da
çok geniş. Ben bunlardan faydalanmaya
ve üzerine bir şeyler katmaya çalışıyorum.
Bunun karşılığını insanlarda gördüğünde
de daha çok mutlu oluyorsun ve buna daha
çok bağlanıyorsun. Kürdlerde mizah malzemesi çok geniş. Ben de bu malzemenin
içinden çıktım ve üzerine çalıştım.
Rol aldığınız son film “Taşa Yazılmış Hatıralar” da bir kara mizah
mı?
Saddam döneminde bir Kürd filmi
gösteriliyor bir sinemada ama Kürdçe
yasak. Sonra sinema salonu basılıyor ve
oradaki herkes öldürülüyor. Küçük bir
çocuk da buna şahit oluyor. Yıllar sonra
bu çocuk büyüdüğünde bununla ilgili bir
film çekmek istiyor. Bunlar filmi yapmaya
çalışırken kendileri ‘Enfale’ uğruyor. Biri
bıçaklanıyor, biri sakatlanıyor, biri evini
satıyor, oyuncu bulamıyorlar, teknik ekip
bulamıyorlar. Bu film Kürd sineması için
önemli bir kilometre taşıdır. Ben Kürd bir
süper starı oynuyorum. Kürd sanatçılara da
önemli bir eleştirel gönderme de var benim
karakterim üzerinden. Dolayısıyla kesinlikle bir kara mizahtır.
‘Tatlı Biber Diyarım’ ve bu son
filmle birlikte Güney’de iki projede
de yer aldınız. Orada sinemaya
yaklaşım nasıl?
Gerçekten çok iyi bir yaklaşım var. Ben
Güney Kürdistan’da filmler çekilmesinden
ve bizim de oyuncu olarak bunda yer almamızdan çok mutlu oluyorum. O bir tarafa
bir ikincisi de Federal Hükümetin hem
maddi hem manevi çok büyük bir desteği
oluyor. Şurada film çekeceğim dediğinizde
hemen izin veriyorlar. Biz kendi kendimizle
uğraşmaktan her şeyden geri kalmışız ama
bu insanlar bunun farkına varmış. Ve bu
açıdan artık herkes birbirine destek olmaya
çalışıyor. Mesela burada, Muş’ta bir film
yaptık ve Cannes’a gittik. Ama tabii Türk
medyası bunu yazmadı Kürdçe olduğu için
sanki Cannes’a değil Van’a gitmişiz.
Böyle bir yaklaşım var mı gerçekten?
Var tabii ki. Birilerine bunu anlatıyorsun
ve sana ‘Gerek yok Kürdçe film yapmaya, kim izleyecek’ diyor. Bunun için bile
üzülüp bir şeyler yapmaya çalışıyorsun.
Hala‚ nerenin Kürdüsün’ diye bir soru var.
Bana sorulduğunda, Kamboçya veya Papua
Yeni Gine Kürdüyüm‘ diyorum. O taraftan
bakınca insanların kabuklarına çekildiğini fark ediyorsunuz. Kendilerini açığa
çıkarmıyorlar. Ama Cannes’a gittiğinizde
görüyorsunuz ki size karşı pozitif bir ayrımcılık var.
Birçok başarılı projede yer aldınız
ve bunlar genelde Kürd sineması.
Bu tesadüfi mi gelişiyor?
Bu coğrafyada ne Kürdler ne de Türkler
yapmak istedikleri şeylere kendileri karar
verebiliyorlar. Bu coğrafyanın kaderiyle
alakalı bir şey bizim elimizde değil. Ben de
isterdim Tony Blair’in oğlu olarak dünyaya
gelmeyi, gerçi o da İşçi Partisi başkanıydı,
ama en azından bir havamız olurdu. Ne olarak geldiğin değil ne yapmaya çalıştığın karakterini ortaya koyar. Buradaki algı ‘Kürd-
ler eşittir silah’ şeklinde. Bütün bu algılar
yüzünden Ortadoğu’da yaşayan çoğunluğun
tamamen kendisi olamadığını düşünüyorum. Eksik yaşıyoruz. Benim durumum için
konuşacak olursak da elimden geldiğince
kendim olmaya çalışıyorum. Beni bir yönetmen arkadaş aradı ve ‘sen arayıp sormuyorsun o yüzden çekeceğim filmin castına seni
koymazsam gönül koyma’ ben de sorun
değil dedim. Senin filminden önemli olan
bir şey var o da doğru yaşamak. Biz doğru
ve özgür bir ortamda yaşarsak istediklerimizi daha iyi yapabiliriz.
İKSV’deki Bakur sansürü nedeniyle festival iptal oldu ve sizin de filminiz geri çekildi. Sizce bu sansür
neden yapılmış olabilir?
Biz basın açıklaması yaparken belgeselin niye yasaklandığını sordular. Ben de
“muhtemelen o insanların, sabah kahvaltısında zeytin yemeleri yasaklandığı için dağa
çıkmadıkları öğrenileceği için yasakladılar”
dedim. Onların da birer birey olduğunu,
senin yaşama dair arzu ettiğin şeyler için
sarf ettiğin çabayı, onların da kendilerince o biçimiyle gösterdiklerini görecektik,
normal ve insani bir şey olduğunu görecektik ama bunun görülmesini istemediler.
Bütün mesele bu aslında. Kürd filmi olduğu
için filmler geri çekilmedi. Sinemaya ket
vurulduğu için geri çekildi filmler. Aslında
bizim filmimiz de film yapmanın zorluklarını anlatıyor. Bu açıdan da biraz ironik oldu.
Bugün Amerika sinemasında siyahiler ile
beyazlar neredeyse kardeşi oynayacaklar
biz hala neyin peşindeyiz anlamıyorum.

Benzer belgeler

16.02.2015

16.02.2015 birlikte Ezdi Kürdlerden oluşan ve Peşmerge Bakanlığı tarafından silahlandırılıp eğitilecek bir Peşmerge gücünün oluşturulacağı sözü de verdiği bildirildi. Barzani’nin Şengal işgali sırasında IŞİD’...

Detaylı

13.09.2014

13.09.2014 Şengal işgali ardından meydana gelen Ezdi trajedisi, ardından Duhok’ta Ezdi ileri gelenleri ve dini şahsiyetleriyle tekrar biraraya gelen Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani Ezdile...

Detaylı

26.01.2015

26.01.2015 yerleştikçe merkezin bu anlayışını daha hızlı ve daha fazla temellük etmiştir. Yargı, Türk devletçiliğinin işleyişinde hayati bir role sahiptir. Devleti koruma ve kollama, bu işlevin yalın özüdür. ...

Detaylı