Bu sayının online kopyası için tıklayınız

Transkript

Bu sayının online kopyası için tıklayınız
TÜRKİYE CUMHURİYETİ KADIKÖY BELEDİYE BAŞKANLIĞI
İnsanca
AVRUPA KOMİSYONU DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI GİRİŞİMİ
HAZİRAN 2004
SAYI 7
AYLIK ÜCRETSİZ DERGİ
İNSAN HAKLARI HUKUKU
BİREYSEL
HAK ARAMA
DİLEKÇESİ
AIDS'LE
YAŞAMAK VE
YAŞATMAK
İNSAN TİCARETİ
EKİLERİÇİNDEKİLERİÇ
İÇİNDEKİLER
Türk Toplumunda Demokrasinin Korunması ve
İnsan Haklarının Geliştirilmesi Konusunda
Toplumsal Aktörlerin İşbirliği Projesi lideri
Kadıköy Belediye Başkanlığı adına
SAHİBİ
Kadıköy Belediye Başkanı
Av. Selami ÖZTÜRK
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
İnci BEŞPINAR
YAYIN KURULU
İnci BEŞPINAR
Prof. Dr. Necla PUR
Işıl ÖZGENTÜRK
Deniz SOM
Selen YILMAZ
Muhtar ÇOKAR
Deniz KOÇ
Perihan ULUĞ
Proje Merkezi
Eğitim Mahallesi, Nahit Bey Sokak No: 16
Kuyubaşı - Kadıköy / İstanbul
Telefon: 0.216. 347 58 38
Faks: 0.216. 347 78 86
E-Posta: [email protected]
Ofset Hazırlık
Olay Bilgi İletişim Basın Yayın Ltd. Şti.
İstiklal Caddesi, Kontlar İşhanı
No: 113/6 D: 5 80070 Beyoğlu / İstanbul
Telefon: 0.212. 292 39 06 - 07
Faks: 0.212. 251 45 28 - 29
www.dataprints.com
Koordinatör
Aynur NARLER
Görsel Yönetmen
Atilla AKIN
Grafik Tasarım
Zeynel YÖNER
Baskı
Şan Ofset, Cendere Yolu No: 23
Ayazağa / İstanbul Telefon: 0.212. 289 24 24
Bu dergi Avrupa Birliği’nin maddi desteği ile
hazırlanmıştır; dergide yayımlanan yazılarla ilgili
olarak Avrupa Birliği’nin sorumluluğu yoktur.
3
İNSAN HAKLARI KURULTAYI
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin kabulünün 50. yılı Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'in himayesinde İstanbul'da düzenlenen ve dört gün süren bir kurultayla kutlandı.
DERGİDEN: İNCİ BEŞPINAR
Toplumsal Sorumluluk
4
5
6
BİREYSEL HAK ARAMA DİLEKÇESİ
Vilayet ve kaymakamlıklardaki insan hakları kurullarına verilen form dilekçe...
BAŞKANDAN: SELAMİ ÖZTÜRK
Kapımızın Önü
TEMEL SAĞLIK VE HAKLAR
MUHTARLARIN DA SORUNLARI VAR
İnsanca Yaşam Projesi'nin katılımcı kuruluşlarından Kadıköy Muhtarlar Derneği Başkanı
Nazan Gürkan İnsanca'ya yazdı.
GAZHANE ÇOCUKLARIN HAYALLERİNDE HAYAT BULDU
Tarihi gazhane binasına yeniden hayat
kazandırmak için yapılan şenlikte
resim, kompozisyon ve röportaj
dallarında ödül alan ilköğretim
öğrencileri birer bisiklet kazandı.
7
8
10
11
12
13
14
15
16
HAZİRAN SEMİNERLERİ
İNSAN HALLERİ: IŞIL ÖZGENTÜRK
İnsanın Adı Nataşa'ya Çıkmasın
GÖRMEZLİKTEN GELİNEN BÜYÜK SORUN: İNSAN TİCARETİ
İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'ndan Dr. Muhtar Çokar, dünyada başta fuhuş sektörü
olmak üzere tutsaklık koşullarında çalıştırılan insanları anlattı.
MADDE BAĞIMLILIĞI İLE SAVAŞIM
Beş üniversite öğrencisi Madde Bağımlılığı ile Savaşım İnisiyatifi'ni kurdu. Gençler,
“Yoksulluk, Göç ve Uçucu Madde Bağımlılığı Projesi”ni başlattı.
KIRMIZI ŞEMSİYELİ KIZ: NECLA PUR
Kadınlar Artık Suskun Değil
YÜZYILLARCA SÜREN MÜCADELE
Bilgi Üniversitesi STK Eğitim ve Araştırma Birimi Görevlisi Bertan Tokuzlu'nun verdiği
İnsan Hakları Hukuku seminerinin notları.
İNSANİYET: DENİZ SOM
Karşılaştırmaca (1)
AIDS'LE YAŞAMAK VE YAŞATMAK
12 yıl önce HIV virüsü ile tanışan Birol Kaya o günden beri bir yandan tedavi oluyor bir
yandan da insanları bilinçlendirmek için çalışıyor.
KİTAPLAR ARASINDA
'İnsanı Sevmekle Başlar Her Şey'
HADDİNİ DEĞİL HAKLARINI BİL
İNSANLIĞIN ALEMİ VAR:
MUSA KART
Kapak:
Marc Chagall, 1911, Apollinaire'e Saygı
HABER
Cumhurbaşkanı Sezer'in himayesinde İstanbul'da düzenlendi
İNSAN HAKLARI KURULTAYI
AJANDA
10 HAZİRAN Dünya Nüfus
Günü, Dünya Hukukçular Günü
20 HAZİRAN Babalar Günü
Uluslararası Af Örgütü'nün,
dünyada zor koşullarda görev
yapan kadınlara verilen ödülünü bu
yıl Güneydoğu'daki töre cinayeti
mağdurlarına yönelik çalışmaları
nedeniyle Kadın Merkezi Diyarbakır
Şube Başkanı Nebahat Akkoç aldı.
HAZİRAN 2004
İnci
BEŞPINAR
TOPLUMSAL
SORUMLULUK
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
Sultanahmet'teki binasında dört gün
boyunca 16 oturumun yapıldığı
İnsan Hakları Kurultayı'na Avrupa
üniversitelerinden hukukçular ve
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nden yargıçlar da
katıldı. Oturumlarda İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi'nin ilkeleri
doğrultusunda yaşam hakkı, işkence
ve kötü muamelenin önlenmesi,
özgürlük ve güvenlik hakkı, adil
yargılanma hakkı, eğitim hakkı, özel
ve ailevi yaşamın korunması,
vicdan-inanç ve din özgürlüğü,
ifade özgürlüğü, dernek ve toplantı
özgürlüğü, serbest seçim hakkı,
ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesi,
iktisadi ve sosyal haklar gibi
konular ele alındı.
RADYODA BU AY
YAZAR ve yönetmen Işıl Özgentürk'ün
sivil toplum kuruluşu gönüllüleriyle dönüşümlü hazırlayıp sunduğu “İnsanca
Yaşam İçin İnsanca” radyo programını
95.1 Özgür Radyo'dan her hafta Salı
saat 10.30-11.30 arası dinleyebilirsiniz.
EKSi
TÜRKİYE'NİN İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi'ni kabul edişinin
50. yılı nedeniyle İstanbul'da İnsan
Hakları Kurultayı düzenlendi.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'in himayesinde kurultay
Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları
Araştırma ve Uyguluma Merkezi,
Avrupa Konseyi, Marmara
Üniversitesi, İstanbul Barosu ve
İnsan Hakları Eğitim On Yılı
Uygulama Komitesi'nin işbirliği ile
gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer, kurultayın
açılışına gönderdiği mesajda
Türkiye'de yasal düzenlemelerle
insan hakları konusunda önemli
aşamalar sağlandığını belirterek
çağdaş toplumlarda insan hakları
bilincinin yerleşmesinde bireylerin
ve sivil toplum kuruluşlarının da
devletle birlikte çaba harcaması
gerektiğini söyledi. Türkiye Barolar
Birliği Başkanı avukat Özdemir
Özok, hiçbir kurum ya da kişinin
gücünü kullanarak insan haklarına
aykırı davranamayacağını belirtirken
İstanbul Barosu Başkanı avukat
Kazım Kolcuoğlu, Avrupa Konseyi
üyesi ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi tarafı İngiltere'nin ABD
ile birlikte Irak'ı işgal ettiğini ve
hiçbir kural tanımadan insanları
işkence ile katleden bir
uygulamanın içine girdiğini bildirdi.
Marmara Üniversitesi'nin
ARTI
Ç
Dergiden
Avrupa Birliği'ne uyum amacıyla
yapılan 10 maddelik Anayasa değişikliğinde kaldırılan Devlet Güvenlik
Mahkemeleri'nin aynı yetki ile donatılmış ve yalnızca ismi değiştirilerek
kurulacak yeni mahkemelerde
aynen süreceği anlaşıldı.
Bazıları toplumdaki en önemli konunun
kendi çevresinde gelişen ya da kendisini
doğrudan ilgilendiren konular olduğunu
düşünür. Haklılık payı olsa da bu
düşünce, “bana dokunmayan yılan bin
yaşasın” gibi tehlikeli bir düşünceyi
ortaya çıkarabilir. Bu bakımdan
toplumsal sorumluluk duyan herkesin,
kendisini doğrudan ilgilendirmeyen
konularda bile duyarlı ve ilgili çevrelerle
dayanışma içinde olması gerekir...
Katılımcılarının her biri toplumsal
sorumluluk taşıyan İnsanca Yaşam
Projesi'ne gelirsek... Seminer
çalışmalarımız Mayıs'ta sivil toplum
gönüllüsü grupların ilgi alanlarına göre
uzmanlık konularında yoğunlaştı; kadın
ve çocuk hakları ile özürlülerin hakları ele
alınmaya başlandı. Bu konulardaki
çalışmalar Haziran'da da sürecek.
Dergimizde ise Bertan Tokuzlu'nun İnsan
Hakları Hukuku konusunda daha önce
verdiği seminerin geniş bir özetini
bulacaksınız... Dergimizde geçen ay
başlattığımız hukuk sayfasının ilginizi
çektiğini umuyoruz. Bu ay, insan hakları
kurullarına yapılacak başvurular için
doldurulacak form dilekçe örneğini
veriyoruz. İnsan hakları ihlali konusunda
şikayetçi olanların veya yakınlarının
dilekçede sorulan 22 soruya yanıt
vermesi gerekiyor... Bildiğiniz gibi İnsan
Kaynağını Geliştirme Vakfı, projemizin
ortaklarından ve vakfın sağlık danışmanı
Dr. Muhtar Çokar da dergimizin yayın
kurulu üyelerinden. Arkadaşımız Dr.
Muhtar Çokar, yine projedeki gazeteci
arkadaşımız Işıl Özgentürk'ün sorularını
yanıtladı. Söyleşi dünyadaki insan
ticaretine dikkati çekiyor. İnsan ticareti
konusu, Türkiye'yi de ilgilendiren boyutu
ile önümüzdeki süreçte ulusal medyanın
gündemine gelecektir... Ulusal medya şu
sıralar gençleri tehdit eden uyuşturucu
bağımlılığı konusunu ele alıyor. Bu ay
İncanca'da beş üniversite öğrencisinin
madde bağımlılığı ile savaşım için
yaptıkları çalışmaları okuyacaksınız.
Gençler, önemli bir konuyu vurguluyor ve
basının yansıttığı önyargılı bilgiler
doğrultusunda madde bağımlılarının
sadece sokakta yaşayan çocuklarla
sınırlı olmadığını söylüyor... 12 yıldır HIV
virüsü taşıyan Birol Kaya'nın büyük bir
içtenlikle anlattıkları da uyarı niteliği
taşıyor... İnsanca Yaşam Projesi'nin aylık
dergisi İnsanca'ya eleştiri ve önerilerinizle
katılımınızı bekliyor ve bir ay sonra
yeniden buluşabilmek umuduyla
esenlikler diliyoruz
3
HUKUK
İnsan hakları ihlalleriyle ilgili şikayetler vilayet ve kaymakamlıklardaki insan hakları kurullarına yapılıyor
BİREYSEL HAK ARAMA DİLEKÇESİ
Meslekten men, Memurluktan çıkarma,
Ceza tayinine mahal olmadığı, Diğer
(belirtiniz).
YURTTAŞLARIN insan hakları ihlalleri
savıyla bireysel başvuru hakkı
bulunuyor. Başvurular Başbakanlık
İnsan Hakları Başkanlığı'nın yanısıra
illerde vilayet kanalıyla İl İnsan Hakları
Kurulu'na ve ilçelerde kaymakamlık
kanalıyla İlçe İnsan Hakları Kurulu'na
yapılabiliyor. Kurullar her ay toplanıyor.
Başvurulara kurul toplantısından sonraki
bir ay içinde yanıt verilmesi gerekiyor.
Başvuru sırasında istatistiki veri elde
etmek üzere form dilekçenin esas olarak
görevliler tarafından doldurulması
öngörülüyor. Ancak başvuru sahibinin
de form dilekçeyi doldurma hakkı
bulunuyor. Form dilekçede başvuru
sahibinden uğradığı haksızlıkla ilgili
olarak şu soruların yanıtları isteniyor:
KİMDEN ŞİKAYETÇİSİNİZ?
İhlalin olduğu tarih? Gün, ay ve yıl.
İhlalin olduğu yer?
İl, ilçe, köy, semt/mahalle.
İhlalin gerçekleştiği mekan?
Şikayet edilen kurum? (belirtiniz)
Bakanlık, Valilik, Kaymakamlık, Adliye,
Özel İdare, Belediye, Eğitim ve Öğretim
Kurumu, Sağlık Kurumu, Sosyal Hizmet
Kurumu, Emniyet, Jandarma, Ceza ve
Tutukevi, Diğer (belirtiniz).
İhlal edilen hak hangisidir? (birden
çok seçenek işaretlenebilir) Adil
yargılanma hakkı, Ailenin korunması
hakkı, Ayrımcılık yasağı, Bilim ve sanat
hürriyeti, Çalışma ve sözleşme hürriyeti,
Çevre hakkı, Dilekçe hakkı, Din ve
vicdan hürriyeti, Eğitim ve Öğrenim
hakkı, Engelli hakları, Haberleşme
hürriyeti, İfade hürriyeti, İşkence ve kötü
muamele yasağı, Kişi hürriyeti ve
güvenliği, Konut dokunulmazlığı,
Mülkiyet hakkı, Örgütlenme hürriyeti,
Özel hayatın gizliliği, Sağlık ve hasta
hakkı, Seçme-seçilme ve siyasi faaliyet,
Sosyal güvenlik hakkı, Toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkı, Vatandaşlık
hakkı, Yaşam hakkı, Yerleşme ve
seyahat hürriyeti, Zorla çalıştırma
yasağı, Diğer (belirtiniz).
ÖNCEKİ ŞİKAYETLER
Başvuru konusu ile ilgili başvurulan
başka bir kurum var mı?
Evet (açıklayınız), hayır.
Başvuru konusu ile ilgili verilmiş adli
4
AMACINIZ NE?
Başvuru konusu ile ilgili devam eden
idari soruşturma var mı? Evet, Hayır.
Şikayet konusu ile ilgili
başvurulabileceği halde başvurulmayan
başka bir adli/idari yol var mı?
Evet (açıklayınız), Hayır, Bilinmiyor.
Başvuru amacı nedir? (birden çok
seçenek işaretlenebilir) Kayıtlara
geçmesi, Hakların iadesi, Yanlışlığın
düzeltilmesi, Sorumlu/sorumluların
cezalandırılması, Yöntem ve bilgi desteği
almak, Diğer (belirtiniz).
Başvuruyu destekleyen deliller var
mı? Doktor raporu, Görgü tanığı, İdari
karar, Yargı kararı, Yok, Diğer (belirtiniz).
Dilekçe ile yapılan
başvurulara kurul
toplantısından sonraki bir ay
içinde yanıt verilmesi
gerekiyor.
Başvuruda şikayetçi veya
yakınına insan hakları ihlali
iddiasıyla ilgili 22 soru
soruluyor.
veya idari kararlar var mı? Adli karar
var, İdari karar var, Hem adli hem de
idari karar var, Yok.
Başvuru konusu ile ilgili varsa
verilmiş yargı kararları nelerdir? (birden
çok seçenek işaretlenebilir) Takipsizlik
kararı, Yetersizlik ve görevsizlik kararı,
Beraat, Para cezası, Hapis cezası, Para
ve hapis cezası, Davanın reddi, Davanın
düşmesi, Yok, Diğer (belirtiniz).
Başvuru konusu ile ilgili devam eden
dava var mı? Evet, Hayır.
Başvuru konusu ile ilgili varsa
verilmiş idari kararlar nelerdir? (birden
çok seçenek işaretlenebilir) Uyarma,
Kınama, Aylıktan kesme, kademe veya
derece ilerlemesinin durdurulması,
KİŞİSEL BİLGİLER
Cinsiyet? Erkek, Kadın.
Aylık ortalama gelir?
Bitirilen yaş?
Eğitim Durumu? Okur-yazar değil,
Okuryazar/okul bitirmedi, İlkokul,
İlköğretim, Ortaokul/dengi, Lise/dengi,
Yüksekokul veya fakülte, Yüksek
lisans/doktora.
Medeni hal? Hiç evlenmedi, Evli,
Boşandı, Eşi öldü.
Tabiiyet? T.C., Yabancı (belirtiniz).
İş durumu (duruma uygun tek
seçeneği belirtiniz) İşsiz ve mesleği
olmayan, Vasıfsız işçi veya hizmetli,
Vasıflı işçi, Memur veya yönetici
olmayan personel, Müdür veya orta
düzey yönetici, Genel müdür veya üst
düzey yönetici, Yargı mensubu, Ordu
mensubu, Emniyet mensubu, Şirket
sahibi veya ortağı, Serbest meslek
(doktor, avukat, mimar, mühendis vb.),
Esnaf/sanatkar, Tarım/orman/balıkçılık,
Ev hanımı, Öğrenci, Emekli, İrad sahibi,
Çalışamaz halde olan, Diğer (belirtiniz).
İhlal konusu olan olayın ana hatları
(ek sayfa kullanılabilir)
Kişisel Bilgiler: Ad-Soyad. İkametgah
Adresi. Telefon Numarası. Faks
Numarası. E-mail adresi. Tarih. İmza
Temsilcinin veya Yakınının: Adı
Soyadı. Mesleği. Adresi. Telefon
Numarası. Faks Numarası. E-mail
adresi. Tarih. İmza
HAZİRAN 2004
YORUM
TÜRKİYE Cumhuriyeti tarihinde eğitim,
kültür ve sağlık alanında tasarlanan üç
büyük proje köy enstitüleri, halkevleri ve
sosyalizasyondur. Sağlık hizmetlerinin
sosyalizasyonu çalışmalarına 1960'lı
yılların hemen ertesinde başlanmış ve
yeni anayasanın en temel özelliklerinden
birisi olan sosyal devlet anlayışının önemli
göstergelerinden birisi haline dönüşmüştür... Sağlık hizmetlerinin sosyalleşmesi
özetle, devletin temel sağlık hizmeti
görevini yerine getirmek için örgütlenmesi
ve eyleme geçmesidir. Pilot uygulamaları
ve ilk örgütlenmesi doğu illerinde
başlayan sosyalizasyon, kısa süre içinde
sağlık alanında umulanın ötesinde başarılı
olmuş ancak batı illerinde uygulamalara
henüz sıra gelmişken 1980'li yılların
başında iktidara gelen yönetimlerce
askıya alınmıştır. Halkevlerinin ve köy
enstitülerinin başına gelenler bu sefer
sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi
çalışmalarının başına gelmiştir... Temel
sağlık hizmetleri bir ülkede sağlık
hizmetlerinin
gerçekten temelini
oluşturur. Birinci
basamak sağlık
hizmetlerinin
yeterince ve
gereğince devlet
tarafından verildiği ülkelerde, tedavi edici
sağlık hizmetleri dahil, toplam sağlık
düzeyi diğer ülkelere bakışla daha
yüksektir. Birinci basamak sağlık
hizmetlerine yapılan yatırım, ülkenin
sağlık sorunlarını daha başlamadan
önlediğinden verimli ve akılcı bir
yatırımdır ancak ticari anlamda kar
getiren bir alan değildir. Birinci basamak
sağlık hizmetlerine yapılan yatırım belli bir
süre sonra insanların sağlık düzeyinin
iyileşmesi ve bir anlamda hastalanmaması olarak geri döner. Bu durum ise sağlığı
bir ticari alan, kar amacıyla yapılan bir iş
olarak gören çevrelerin ilgi alanında
değildir... Kamu kuruluşlarının bu arada
sağlık kuruluşlarının da karlı olmadığını ve
devlete yük olduğunu savunan köşe
dönücü yöneticiler son çeyrek yüzyılda
sağlık hizmetlerinin özelleşmesi için
ellerinden geleni yaptılar. Hastalar
müşteri, sağlık kuruluşları ticari yatırımlar
haline geldi. İnsanların hastalandıktan
sonra başvurdukları ve tedavi hizmeti
aldıkları ikinci basamak sağlık hizmetleri
gün geçtikçe özelleşiyor. Ancak birinci
basamak hizmetlerinin talibi hala yok.
Çünkü bu alanda kar yok... Anayasaya
göre temel sağlık hizmetleri hala ücretsiz.
Yani bir hastalığınızı tedavi için ücret
alınmaması gerekiyor. Sizler bundan
yararlanıyor musunuz?
TEMEL
SAĞLIK VE
HAKLAR
HAZİRAN 2004
Başkandan
Av. Selami ÖZTÜRK
KAPIMIZIN ÖNÜ
T
ürkiye'nin İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi'ni kabul edişinin 50.
yılı nedeniyle geçen ay
İstanbul'da İnsan Hakları Kurultayı
toplandı. Cumhurbaşkanımız Ahmet
Necdet Sezer'in himayesinde
düzenlenen ve dört gün süren kurultay,
insan hakları konusunda Türkiye'de
yapılan en kapsamlı toplantılardan
biriydi. Türkiye'de fazla yankı bulmasa
da Avrupa düzeyinde bir toplantıydı.
50 yıl öncesini anımsamak gerekirse,
bildiğiniz gibi İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi esas
alınarak, Avrupa Konseyi tarafından
hazırlanmıştı. Avrupa Konseyi 5 Mayıs
1949'da Fransa'nın Strasbourg kentinde
kurulmuş, Türkiye 12 Aralık 1949'da
kabul ettiği bir yasayla Avrupa Konseyi
statüsünü onaylamıştı. İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi ise Avrupa
Konseyi'ne o yıllarda üye 15 devlet
tarafından 4 Kasım 1950'de imzalanmış
ve Türkiye sözleşmeyi 10 Mart 1954'te
yine bir yasa ile uygun bulmuştu. İkinci
Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın ilk
siyasi organı olan Avrupa Konseyi'nin
insan hakları sözleşmesi, Birleşmiş
Milletler'in insan hakları bildirgesine
göre çok önemli bir yenilik getirmişti.
Bugün kısaca AİHM dediğimiz Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuş ve
uluslararası bir yargı sistemi yaratılmıştı.
Böylece üye bir devletin insan haklarını
ihlal ettiği savıyla başka bir üye devlet
hakkında başvurmasına hak tanındığı
gibi iç yargı yollarında çözüm
bulamayan bireye de Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'ne gitme yolu
açılmıştı. Bugün, bireysel başvuru hakkı
dediğimiz bu ilkeyi Türkiye 28 Ocak
1987'den başlayarak üç yıl içinde kabul
etmişti.
Görüldüğü gibi İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi ile 50 yıl önce tanışmış
olmamıza karşın iç yargı yollarının
tükenmesi halinde Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'ne bireysel başvuru
hakkının sağlanması ancak 14 yıllık bir
geçmişe sahip bulunuyor. Bu kısa
geçmişe rağmen “Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi” denilince sanırım
Türkiye'nin kabarık bir sicili olduğu da
akla geliyor. İnsan hakları konusunda
diplomatik nezaket sınırlarını zorlayan
ifadeler, sert eleştirilerle dolu raporlar
gözümüzün önünden geçiyor.
İstanbul'daki İnsan Hakları Kurultayı'na
sunulan belgelerden görüyoruz ki
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne
2003 yılında, Türkiye aleyhine insan
hakları ihlali savıyla yapılan bireysel
başvurular sonucu açılan geçici dosya
sayısı 2 bin 918. Bundan Avrupa sokağı
için kapımızın önünü çok daha fazla
temizlememiz gerektiği anlaşılıyor.
Fakat herkes kendi kapısının önünü
süpürürse sokağın temiz olacağını
öngören söz işte bu noktada büyük
önem kazanıyor.
Çünkü ülke nüfusu dikkate alındığında
hiç umulmadık bir tablo ortaya çıkıyor.
Türkiye'ye nasihat veren ülkeler insan
hakları konusunda “sabıkalı” duruma
düşüyor!
2003 yılında mahkemede açılan geçici
dosya sayısı 1 milyon nüfusa göre
oranlandığında insan hakları ihlali
savıyla yapılan bireysel başvurularda
Fransa, Avusturya, Yunanistan gibi AB
üyesi bazı ülkeler Türkiye'nin önünde
yer alıyor. Türkiye'nin Belçika, Hollanda,
İngiltere, Almanya ile arasında fazla bir
uçurum bulunmuyor. 1 Mayıs'ta AB'ye
üye olan Polonya'ya göre Türkiye bir
insan hakları cenneti gibi görünüyor.
Bu tablo tabii ki Türkiye'nin kapısının
önünün tertemiz olduğu anlamına
gelmiyor. Ama bütün dünya için umut
veriyor. Temizliği hep birlikte
sürdürebiliriz
5
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
İnsanca Yaşam Projeji'nin katılımcı sivil toplum örgütlerinden Kadıköy Muhtarlar Derneği
MUHTARLARIN DA SORUNLARI VAR
Nazan GÜRKAN
Kadıköy Muhtarlar Derneği Başkanı
DERNEĞİMİZ 1996 yılında kuruldu.
Kadıköy'ün 28 mahallesi var ve bütün
mahalle muhtarları derneğimize üye.
Dernek çalışmaları için ayda bir kez
toplanıyoruz. Toplantılarımızda,
muhtarları ilgilendiren konular üzerinde
duruyoruz. Kendi sorunlarımızı dile
getiriyoruz. Aslında biz sorun dinleyen
merciiyiz ama bizim de sorunlarımız var.
Mesela protokolde yerimiz yok; bunun
için çalışmalar yapıyoruz. Harç, mühür
tasdik ücretlerinin belirlenmesinde rol
oynuyoruz. Adli bir durum olduğunda
birlik oluşturuyoruz, avukat tutuyoruz...
Bize verilen imza yetkisini, noterler gibi
herhangi bir elemana veremiyoruz ve
dolayısıyla devamlı muhtarlık binasında
olmamız gerekiyor. Aslında bizim
dışarıda, mahalleliyle olmamız gerekli.
Onların sorunlarını yakından görmeliyiz,
böylece yeni öneriler, projeler
geliştirebiliriz. Yaptığımız en önemli
çalışmalardan biri de, nüfus
cüzdanlarının noter tasdikli olma
mecburiyetini kaldırttık. Şimdi
muhtarlıktan verilen nüfus cüzdanı
suretleri noter tasdikli gibi işlem görüyor.
TABLİGAT KURALI DEĞİŞTİ
Yurttaşları bilgilendirmek açısından
önemli bir noktayı hatırlatmak isterim.
Biliyorsunuz insanları tanımak kolay
değil. Artık nakil belgesi gelmeden
kesinlikle kayıt yapmıyoruz. Eskiden
mesken sahipleri gelen tebligatları
almıyorlardı. Postacıya “o kişi burada
oturmuyor” diyorlardı. Biz de alıyorduk
ve bir sürü kanuni sorun yaşıyorduk.
Şimdi bu yetki postacılara verildi. Postacı
kişilere gelen tebligatları, muhtarlıktan
kaydını alsa da, almasa da o meskende
oturduğunu tespit ederse, bize getiriyor,
işlemini yapıyoruz.
Yani kişi kaydını almış bile olsa kanuni
işlemleri yürüyor.
AKTİF MUHTAR
KADIKÖY
Muhtarlar Derneği
Başkanı Nazan
Gürkan,
Merdivenköy
Mahallesi'nde
muhtarlık yapıyor
ve aynı zamanda
iki yıllık görev için seçildiği Marmara ve
Trakya Muhtarlar Derneği Kadıköy
Şube Başkanlığı'nı da sürdürüyor.
Erenköy Kız Lisesi mezunu olan
Gürkan, babası Merdivenköy Muhtarı
Abdülkadir Kuruçay'ın vefatı üzerine
vekaleten bu göreve atanmış ve 1991
yılından beri de seçimle işbaşına geliyor.
Nazan Gürkan üyesi olduğu Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği, Tüketici
Bilincini Geliştirme Derneği, Tüketiciler
Derneği, Deniz Temiz, Doğa ve Barış
Derneği'nin etkinliklerine de katılıyor.
GAZHANE ÇOCUKLARIN HAYALLERİNDE HAYAT BULDU
KADIKÖY'DE yıllardır kullanılmayan
112 yıllık tarihi gazhane binasını yeniden
hayata geçirmek için Kadıköy Belediyesi,
Gazhane Çevre Gönüllüleri ve yedi
mahalle muhtarlığının ortaklaşa
düzenlediği etkinliklerin ilki geçen ay
yapıldı. Gazhaneyi bir kültür merkezine
dönüştürmek amacıyla ilköğretim
öğrencileri arasında düzenlenen resim,
röportaj ve kompozisyon yarışmasına 15
okuldan 117 öğrenci katıldı. Jüri
değerlendirmesini beşinci sınıfa kadar
öğrenciler arasında birinci kategori,
altıncı sınıftan sonraki öğrenciler
arasında ikinci kategori olarak yaptı.
Tüm kategorilerde dereceye giren
öğrenciler birer bisiklet kazandı. Sonuçlar
şöyle belirlendi:
(Münevver Şefik Fergar İlköğretim
Okulu) 2. Nazlı Uğur (Münevver Şefik
Fergar İlköğretim Okulu) 3. Çiğdem Nur
Kebapçı (Halil Türkan Etüd ve Beslenme
İlköğretim Okulu)
RÖPORTAJ
Birinci kategori: 1. Su Sapan (Gazi
Mustafa Kemalpaşa İlköğretim Okulu) 2.
Emre Özder (Özdemiroğlu İlköğretim
Okulu) 3. Ortak çalışmalarıyla İkbaliye
İlköğretim Okulu 7. sınıf öğrencileri;
İkinci kategori: 1. Buşra Aksoy
RESİM
Birinci kategori: 1. Gülşah Pabuçcu
(Özdemiroğlu İlköğretim Okulu) 2. Elif
Elgiz (Özdemiroğlu İlköğretim Okulu) 3.
Merve Dilan (Osman Gazi İlköğretim
Okulu); İkinci kategori: Murat Çapan
(İkbaliye İlköğretim Okulu) 2. Ezgi
Akdümen (60.Yıl İlköğretim Okulu) 3.
Elif Yaman (Münevver Şefik Fegar
İlköğretim Okulu)
Gazhane Şenliği'nde çocuklar gönüllerince eğlendi.
6
KOMPOZİSYON
Birinci kategori: 1. Sebahat Köse (Gazi
Mustafa Kemalpaşa İlköğretim Okulu) 2.
Sibel Kavukçu (Dr. Sait Darga İlköğretim
Okulu) 3. Nilay Çolo (Dr. Sait Darga
İlköğretim Okulu); İkinci kategori: 1.
Sinem Borazancı (Cenap Şehabettin
İlköğretim Okulu) 2. Seda Kayabaşı
(Münevver Şefik Fergar İlköğretim
Okulu) 3. Deniz Gür (Cenap Şehabettin
İlköğretim Okulu)
HAZİRAN 2004
EĞİTİM PROGRAMI
HAZİRAN AYI
SEMİNERLERİ
MAYIS ayının son haftasında I, II ve
III. gruplar için “özürlüler”, IV, V.
gruplar için “kadın ve çocuk hakları”
konusunun ele alındığı seminerler
başladı. Özürlüler konusunda Bilgütay
Durna Özürlüler Yasası Nedir, Özürlüler Yasası ve Uygulama Biçimleri başlıklı seminerleri; kadın ve çocuk hakları
konusunda ise Melisa Bilal Toplumsal
Cinsiyet ve Cinsiyet Kavramları, Hilal
Dokuzcan Dünyada ve Türkiye'de
Kadının Durumu başlıklı seminerleri
verdi. Kadıköy Belediyesi Eğitim
Mahallesi Aile Danışma Merkezi'nde
Haziran ayında tüm gruplar için saat
17.00-20.00 arası verilecek
seminerlerin programı ise şöyle:
I-II-III. GRUPLAR
1 Haziran Salı (II) Şükrü Boyraz'dan
Sakatların Temel Sorunları. 2 Haziran
Çarşamba (I-III); 3 Haziran Perşembe
(II) Şükrü Boyraz'dan Sakatlar ve
İşbirlikleri, Projeler. 7 Haziran Pazartesi
(I-III); 8 Haziran Salı (II) Aydın
Sirkeoğlu'ndan Çalışma Hakkı ve
Meslek Edinme. 9 Haziran Çarşamba
(I-III); 10 Haziran Perşembe (II) Aydın
Sirkeoğlu'ndan İstihdam ve Alternatif
Projeler. 14 Haziran Pazartesi (I-III);
15 Haziran Salı (II) Şükrü Sürmen'den
Sakatlar ve Mimari. 16 Haziran
Çarşamba (I-III); 17 Haziran Perşembe
(II) İbrahim Eke'den Sakatlar ve Halk
Sağlığı. 20 Haziran Pazar (I-II-III)
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Deprem
Merkezi'nde deprem oturumu.
IV-V. GRUPLAR
1 Haziran Salı (V) Nurcan Kaya'dan
Yasalarda ve Uluslararası
Sözleşmelerde Kadın. 2 Haziran
Çarşamba (IV); 3 Haziran Perşembe
(V) Yoksul Kadınların Kendi Öncelikleri
Konusunda Liderliği ve Örgütlenme.
7 Haziran Pazartesi (IV); 8 Haziran Salı
(V) Seda Akço'dan Dünyada ve
Türkiye'de Çocuk Hakları. 9 Haziran
Çarşamba (IV); 10 Haziran Perşembe
(V) Serdar Değirmencioğlu'ndan
Çocuğu Birey Olarak Görme ve
İhtiyaçlarını Anlama. 14 Haziran
Pazartesi (IV); 15 Haziran (V) Gülru
Hotinli'den Çocuk Hakları ve
İhtiyaçlarına Yönelik Temel
Hizmetlerde Aile ve Toplumun
Sorumluluğu ve Savunuculuk Rolü.
HAZİRAN 2004
İnsan Halleri
İNSANIN ADI
NATAŞA'YA
ÇIKMASIN
Işıl ÖZGENTÜRK
K
im ne derse desin, genç ve
güzel bir Rus kadını
gördüğümüzde çoğumuzun
aklına hemen “Nataşalar” geliyor.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra
o ülkede yaşanan ekonomik kriz ne
yazık ki, binlerce Rus kadınını başka
ülkelerde yeni bir yaşam aramaya itti.
Onlar da tıpkı bizim 1960'lı yıllardan
sonra Avrupa yollarına düşmemiz gibi
komşu ülkelere gidip iş aramaya
başladılar. Tabii ülkemize de geldiler.
Çeşitli işlere özellikle hasta bakımı,
çocuk bakımı, hizmetçilik gibi işlere
başvurdular. Pek çoğu üniversite
mezunuydu ama ülkemizde oturma ve
çalışma izinleri olmadığından bu tür
işleri tercih etmek zorundaydılar. Bazıları
da zorunlu olarak ya da zorlamayla
fuhuş alanında çalışmaya başladılar.
Onların fuhuş çeteleri tarafından nasıl
sömürüldüklerini, bu işe nasıl
zorlandıklarını görmeyen, yaşamayan
bilemez. Ben nereden mi biliyorum?
Dört yıl önce ülkemize getirilen bir
otobüs dolusu Rus kadının yolculuk
hikayelerini anlatan Ali Özgentürk'ün
yönettiği Balalayka filminin senaryosunu
yazacaktım, aralarında çok dolaştım.
Onların nasıl örselendiklerine bizzat tanık
oldum. Büyük kısmının adeta eli ayağı
bağlıydı. Kazançlarının önemli
bölümünü fuhuş çetelerine vermek
zorundaydılar. Yaşama koşulları son
derece zordu. Ve onlara hep birlikte
“Nataşa” adını takmıştık. Ve onların da
insan olduğunu adeta unutmuştuk.
Özellikle, polisin, pasaport kontrolü
yapan devlet memurlarının onları pek
çok yerde nasıl aşağıladıklarına sizler de
tanık olmuşsunuzdur. Öncelikle ne
meslek yaparsa yapsın, hiç kimse
böylesine bir aşağılanmayı hak
etmemiştir. Ayrıca bir başka önemli bir
konu da bizlerin tüm Rus kadınlarını
fuhuş sektöründe çalışan “Nataşalar”
olarak görmemiz. Bu önyargının şiddetle
yıkılması gerekir. Geçenlerde
gazetelerde okuduğum bir haber
doğrusu yüreğime su serpti. Haber
şöyleydi; yıllardır Türkiye'de bir finans
şirketinde çalışan Ekaterina
Kloppicheva, otomobilini çiçekçinin
önüne park ettiği için kendisine “Nataşa
ve pis o...” diyen Çevre Hastanesi
sahibi Dilek Aşıcıoğlu'nu mahkemeye
vermişti ve 50 milyar lira manevi
tazminat talep ediyordu. Kendisine
“Nataşa, pis o...” diye seslenilen
Kloppicheva özellikle yanında bulunan
sekiz yaşındaki oğlunun bu olaydan çok
etkilendiğini, ağladığını belirterek, “Bu
davayı oğlum için açtım, onun
örselenen onurunun değeri elbette bu
parayla ölçülmez” diyordu. İşte
önyargılarımıza güzel bir örnek. Sonuçta
bu önyargılardan örselenenler daha çok
çocuklar oluyor. Geçenlerde
gördüğümüz her Rus kadınını “Nataşa”
sanmamız nedeniyle çok acı çeken
gencecik bir Kazak kızıyla tanıştım. Çok
sevdiğim bir arkadaşımın oğluyla
İngiltere'de ekonomi mastırı yaparken
tanışmış ve evlenmişlerdi. Oğlan iş
nedeniyle Türkiye'ye geri dönmüştü ve
kızcağız bu ülkeye alışmaya, dil
öğrenmeye ve biran önce hayata
atılmaya çalışıyordu. Ama çok yalnızdı,
kocası yanında olmadan sokağa
çıkmaktan korkuyordu. Girdiği her
kahvede erkek bakışlarının ona
yönelmesinden, göz kırpmalardan ve
arkasından “Nataşa” diye
fısıldanmasından ürkmüştü. Evet, bu
ülkede gencecik bir kız, “Nataşa”
kelimesinden ürkmüştü. Haydi artık, her
gördüğümüzü sarışın yabancı kadına
“Nataşa” demekten vazgeçmek için ilk
adımı atıp, onları birer insan olarak
görmeye başlayalım
7
SÖYL
İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'ndan Dr. Muhtar Çokar, dünyada başta fuhuş
GÖRMEZLİKTEN GELİNEN B
Işıl ÖZGENTÜRK
Mücadele konusunda sivil toplum
kuruluşlarının işlevi ne olmalı?
Ben insan ticareti alanında sivil toplum
kuruluşlarını sadece devletin yetersiz
kaldığı alanlarda destek verecek yardımcı
kuruluşlar olarak görmüyorum.
Mağdurlara yardım, onlara hem tıbbi
destek, hem yasal desteğin sağlanması
doğaldır ki konunun toplumsal yönünü
göz önüne aldığımızda çok önemli. Bunu
mutlaka yapmamız gerekiyor ama ben
bunun ötesinde sivil toplum
kuruluşlarının birincil görevinin
savunuculuk alanında olduğunu
düşünüyorum.
GAZETELERİN sıradan haberleri
arasına girdiler artık. Onlar Romanyalı,
Ukraynalı, Gürcistanlı ya da Rus kadınlar.
Çoğunun varlığından fuhuş kontrolleri
sonrası yapılan testlerde AIDS virüsü
taşıdıkları için kendileriyle ilişkiye
girenleri uyarmak adına medya
tarafından yapılan “afişe etme” hizmeti
sonucu haberdar oluyoruz. Onlar bizden
değil, tecavüze uğramış olsalar da,
pasaportları ellerinden alınıp zorla bir eve
kapatılsalar da, bir yandan şiddet
uygulayıp bir yandan tüm kazançlarına el
koysak da onlar bizi ilgilendirmiyor!
Oysa onlar insan ticareti mağdurları.
İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, insan
ticareti mağdurlarına yönelik çalışmalar
yapan bir kuruluş. İnsanca Yaşam
Projesi'nin ortaklarından da vakfın Sağlık
Danışmanı Dr. Muhtar Çokar ile insan
ticareti ve insan hakları konulu bir söyleşi
yaptık.
Türkiye'de de insan ticaretinin
gündeme gelmesi nasıl oldu?
İnsan ticareti tarihsel olarak yeni bir olgu
olmamasına karşın, geçen yüzyılın
sonunda Sovyetler Birliği ve Doğu
Avrupa'daki siyasal gelişmelerin yol açtığı
toplumsal değişimler nedeniyle
Türkiye'nin de içinde bulunduğu
coğrafyada gündemin önemli
maddelerinden biri oldu.Gelecek için bir
zamanlar umut vaat eden yeni düzen,
Doğu Avrupa insanlarının bazıları,
özellikle de kadınlar için karanlık bir
geleceğin başlangıcı haline geldi.
Bu ticaret dünyada hangi sektörleri
besliyor?
Dağılan Sovyetler Birliği'nden ve Doğu
Avrupa'dan her yıl 10 binlerce kadın ve
erkek iş vaadiyle kandırılarak ya da zorla
başka ülkelere götürülüyor ve bu
ülkelerde başta fuhuş sektöründe olmak
üzere zorla ve tutsaklık koşullarında
çalıştırılıyorlar. İnsanların ekonomik
yönden sömürülmeleri yetmiyormuş gibi
bir yandan da fiziksel ve ruhsal şiddete
maruz kalıyorlar.
8
Dr. Muhtar Çokar: “İnsanlar ekonomik yönden
sömürülüyor; fiziksel ve ruhsal şiddete uğruyor.”
İnsan ticaretinin nedenleri nedir?
İnsan ticareti insan hakları konusundaki
temel ilkelerin hemen hepsine yönelik
ihlallerin yaşandığı bir alan.
Temelinde bölgesel eşitsizliklerin,
yoksulluğun ve toplumsal cinsiyet
ayrımcılığının yattığı bir sorunlar yumağı.
Batılı ülkeler yasal göç ve ekonomik
yardım olanaklarını artırıp insan ticareti
ile mücadele yerine sınır kapılarını daha
da kapatıp insan tacirlerine yeni iş
alanları yaratıyorlar.
Dünyadaki insan ticareti konusunda
Türkiye'nin durumu nasıl?
Türkiye insan ticareti konusunda hedef
ülkelerden birisi ve Batı ülkeleri
tarafından insan ticareti konusunda
önlem almamakla suçlanan ülkeler
sıralamasında orta dereceleri paylaşıyor.
Özellikle insan ticareti mağdurlarına
sağlanması gereken tıbbi ve sosyal
desteğin yeterli olmadığı konusunda bu
suçlamalar daha da yoğunlaşıyor.
Savunuculuk alanı nedir?
Bu çok önemli bir alan. Çünkü insan
ticareti söz konusu olduğu zaman
Türkiye'nin verdiği yanıtta hep bir
korunma refleksinin olduğunu görüyoruz.
İnsan ticareti zaten başlı başına kendisi
bir insan hakları sorunu ama bunu başka
hakların kısıtlanmasıyla önleyebilir miyiz
sorusu benim kuruluşum için çok önemli
bir soru. Örneğin yabancı uyruklularla
evlenmelerin neredeyse engellenmesi ve
Türkiye'ye girişlerin zorlaştırılması gibi
önlemler insan ticareti ile mücadele söz
konusu olduğunda gündemden
düşmüyor.
“Eski Sovyetler ve
Doğu Avrupa'ya
umut vaat eden
yeni düzen,
kadınlar için
karanlık bir
geleceğin
başlangıcı oldu.”
Yani bu önlemler soruna çözüm
getirmiyor mu?
İnsan ticaretinin önlenmesi amacıyla ilk
elde düşünülen bu düzenlemeler bence
sorunun çözümünde kilit noktalar değil.
Bu gibi önlemlerin yararları yok mu
derseniz yanıtım “var ama zararları da
var” olacaktır. Ancak bu konular bence
HAZİRAN 2004
LEŞİ
sektörü olmak üzere tutsaklık koşullarında çalıştırılan insanlara dikkati çekiyor
BİR SORUN: İNSAN TİCARETİ
Sizce çözülmesi gereken temel
sorun nedir?
Asıl üzerinde durulması gereken alanlar
bence ülkemizdeki insan ticaretine olan
talep. Yani Türk erkeklerinin yabancı seks
işçilerine olan taleplerinin artması ile ilgili
olanlar. Kaynak ülkelerdeki olumsuz
koşulların ortadan kaldırılması ve her ne
pahasına olursa olsun karınlarını
doyurmak için ülkelerinin dışında geçim
derdine düşen kadın ve erkeklere
Türkiye'de sunulan olanaklar.
Bu durumda Türkiye ne yapmalı?
Türkiye'nin bu insanlara sunacağı
olanakların kapsamını da yasal göç
olanaklarının artırılması, yasal çalışma
alanlarının oluşturulması ve göçmen seks
işçilerinin yaşam koşullarının
iyileştirilmesi gibi noktalar oluşturuyor.
Bu saydığım alanlarda herhangi bir
girişimde bulunulmadığında ve sadece
ülkeye girişlerin zorlaştırılmasıyla ya da
evlenmelerin zorlaştırılmasıyla insan
ticaretinin önlenebileceğini
düşünmüyorum.
Aksi halde bir kısır döngü mü söz
konusu olur?
Bunlara benzer önlemlerle zaman
kaybettiğimizde karşımıza şiddet dozu
daha artmış bir insan sömürüsü geliyor.
Kaynak ülkelerden insanlar her ne
pahasına olursa olsun dışarı gitmek ve
para kazanmak istiyorlar ve diğer yönden
hedef ülkede bir talep yaratılıyor. Ülkeye
HAZİRAN 2004
Bu durumda bedeli yine mağdurlar
mı ödüyor?
İnsan ticaretine olan talebin karşılanması
amacıyla insan tacirleri, bedeli çok daha
fazla artmış bir biçimde insanları bir
ülkeden diğer ülkeye taşıyorlar ama bu
kez işlerin daha gizli olması gerekiyor.
Bu bedeli mağdur ödediği gibi işlerin gizli
kalması gerekliliği şiddeti de beraberinde
getiriyor ya da şiddetin dozu artıyor.
Türkiye'de de yoğun bir şiddet söz
konusu mu?
Hayır. İnsan ticaretinin ülkemizde şiddet
içeriğinin diğer ülkelere bakışla az
olmasının temelinde bence insan
ticaretinin önlenmesi amacıyla henüz
gereksiz zorlayıcı tedbirlerin alınmaması
yatıyor.
İnsanlar Türkiye'ye daha rahat giriyorlar,
daha rahat iş bulabiliyorlar, daha rahat
fuhuş yapabiliyorlar ya da fuhuş yapma
gereksinimi ortadan kalkıyor ve insan
tacirlerine çok fazla iş kalmıyor.
“Batılı ülkeler
fuhşu önlemek
düşüncesiyle sınır
kapılarını daha da
kapatıp insan
tacirlerine yeni iş
alanları yaratıyor.”
Olayın ekonomik yönünü nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Ülkemiz ekonomisi açısından bu belki
kötü bir durum. Kendi işsizlerimiz varken
yabancı insanlar ülkemizde niye
çalışsınlar, onları da kayıt altına alalım ya
da sınırlamamız gerekir diyebilirsiniz ama
kaynak ülkelerin halkı açısından
düşünürseniz onlar için bu olumlu bir
durum.
Avrupa'da durum nasıl?
Önümüzde çok ders alınacak bir
Hollanda örneği var. İnsan ticareti
kurbanları fuhuş sektöründe çalıştırılıyor
diye bu ülkede yabancı seks işçilerinin
çalışmasını bir kanunla yasaklamışlar.
Fakat geçen yıllarda yapılan bir
araştırma, yabancı seks işçisi oranının
yasaklamadan sonra bu ülkede daha da
arttığını göstermiş bulunuyor.
“Asıl üzerinde
durulması gereken
konu, ülkemizdeki
insan ticaretine
olan talep; yani
Türk erkeklerinin
taleplerinin
artması.”
Yasaklama çözüm getirmiyor mu?
Getirmiyor ve hatta aynı araştırmada
fuhşun yer altına indiği, göçmen seks
işçilerinin eskiye oranla daha fazla
şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmış.
Yunanistan'da yüzde 80'lerde, İtalya'da
yüzde 90'larda bu oran ve daha önceki
rakamlar bundan düşük. Benim endişem
bu tip zorlayıcı kısıtlayıcı tedbirlerin insan
tacirlerinin işine yarayacağı yönünde.
ARTI
“İnsan ticareti,
insan hakları
konusundaki temel
ilkelerin hemen
hepsine yönelik
ihlallerin yaşandığı
bir alandır.”
giriş çıkışlar zorlaştırıldığında, fuhuş
sektöründe kısıtlamalara gidildiğinde ve
çalışma olanakları kısıtlanmaya
çalışıldığında insan tacirlerine bir şekilde
fırsat verilmiş oluyor.
EKSi
tali konular ve uygulamaya geçmeden
önce gerçekten bir yararı olacak mı diye
tekrar tekrar düşünülmesi gereken
konular.
Kars'ın Kağızman ilçesinde görev
yapan bayan kaymakam Aylin Kırıcı,
çocuklarını okula göndermeyen
aileleri ziyaret ederek bin 500
öğrencinin sınıflarına geri dönmesini
sağladı ve bu arada 220 çifte de
medeni nikah kıydırdı.
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin
Cerrah, astları için “Bir talimat vermişsem, mutlaka yerine gelir. Kanunsuz da olsa yerine getirir, getirtirim.
Onun sonuçlarına ben katlanırım.
Ama arkadaşlarımızın yerine
getirmeme gibi bir sorunu yok” dedi.
9
SİVİL GİRİŞİM
Beş üniversite öğrencisi geliştirdikleri bir proje ile yoksulluk, göç ve uçucu madde bağımlılığını sorguluyor
MADDE BAĞIMLILIĞI İLE SAVAŞIM
“Uçucu maddelere yönelmemizin nedeni bunların ticareti yasadışı olmayan ve bir çocuğun
alabildiği şeyler olması. Kullanıcıların yaş grubu genelde 10-16 arasında değişiyor.”
Caner YALÇIN
İSTANBUL'DA beş üniversite öğrencisi
geçen yılın Ekim ayında “Madde
Bağımlılığı ile Savaşım İnisiyatifi”ni
kuruyor... Gençler oluşturdukları
“Yoksulluk, Göç ve Uçucu Madde
Bağımlılığı” projesi ile uçucu madde
bağımlılığını insanlara anlatmaya ve
önyargıları yıkmaya çalışıyor... İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
öğrencisi Ezgi Özkurt (24), Yıldız Teknik
Üniversitesi Makine Mühendisliği
öğrencisi Hasan Ali Arıkuşu (21),
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi öğrencileri Nurdan Demirelma
(21), Ufuk Yılmaz (22) ve Nurgül
Örnek'le (24) başlattıkları projeyi
konuşuyoruz:
Ortak çalışma fikri nasıl ortaya çıktı?
Geçen yaz aynı fakültedeki arkadaşlarla
sağlık sorunlarıyla ilgili bir çalışma
yapmak istiyorduk. Okuldaki imkanların
yetersizliğinden projeyi yürütemedik.
Okul dışından konuyla ilgili arkadaşlarla
internet aracılığıyla bağlantı kurup bir
araya geldik ve projemizi şekillendirdik.
Altyapımızı oluşturmak için çeşitli
kurumlarla görüştük. Çalışmalarımız
basında yer aldıktan sonra telefon ve mail
aracılığı ile yeni katılımlar oldu. (Özkurt)
Proje hakkında bilgi verir misiniz?
Proje adında sadece “uçucu madde
bağımlılığı”nın geçmesinin sebebi
yoksulluk ve göç kavramlarının madde
bağımlılığına başlamada önemli etkenler
olmasıdır. Bir başlangıç noktası
belirlemek gerekiyordu. Biz uçucu madde
bağımlılığını konu aldık. Ancak sonraki
gündemlerimizde bağımlılık yapan bütün
maddelerle ilgilenmemiz gerekiyor. Genel
olarak madde bağımlılığı konusunda bir
sorun var. (Arıkuşu)
Projeleriniz için maddi bir
desteğiniz var mı?
Maddi herhangi bir destek almıyoruz.
Bize ait bir çeviri büromuz var. Oradan
kazandığımız parayı bu işe harcıyoruz.
Ancak Uçucu Madde Bağımlıları Tedavi
Merkezi, Psikologlar Derneği gibi.
kuruluşlardan ve çeşitli çevrelerden
manevi destek alıyoruz. (Örnek)
Uçucu maddeler nelerdir?
10
Boyaların içindeki katkı maddeleri, tiner,
yapıştırıcı maddeler, aseton gibi maddeler
uçucu maddelerdendir. Ojelerde dahi bu
maddeler var. Oldukça kolay bulunup
satın alınabilen şeyler. Yapıştırıcı, boya
katkısı işlevini yerine getirebilecek ancak
uyuşturucu olarak kullanılamayacak
başka maddelerin de olduğunu biliyoruz
ancak pahalıya mal olduğu için tercih
edilmiyor. (Özkurt)
Uçucu madde kullanıcılarının genel
profili nedir?
Çalışmalarımızda uçucu maddelere
yönelmemizin nedeni bunların piyasada
satılan, ticareti yasadışı olmayan, bir
çocuğun alabildiği şeyler olması.
Kullanıcıların yaş grubu genelde 10-16
arasında değişiyor ancak yaşça daha
tanıyoruz. Sokakta yaşayan çocuklar öne
çıkıyor. Ancak ailesiyle yaşayan
çocukların da kullandığı oluyor.
Bir araştırmaya göre uçucu madde
bağımlısı çocukların çoğu ailesiyle birlikte
yaşıyor. (Örnek)
Madde kullanımına nasıl
başlanıyor?
Arkadaş çevresi genelde başlıca neden.
Sokakta yaşayan çocuklar, sokakta
yaşamanın koşullarını kaldırmıyorlar.
Aslında insanların akşam işten çıkıp bir
yerde içki içip rahatlamaya ve bir şeyleri
unutmaya çalışmasından çok farklı değil.
Bu çocukların içinde yaşadıkları hayat iyi
değil ve iyi şeyler vaat etmiyor. Bu
maddeleri kullanarak sahte mutluluklar
buluyorlar. (Özkurt)
Gençlerle iletişim Hasan Ali Arıkuşu'nun 0.536. 333 34 54 numaralı telefonundan ya da
elektronik posta adresinden kurulabiliyor: [email protected]
büyük kimseler de kullanıyor. Kullanıcılar
daha çok sokakta yaşayan kimselerden
oluşuyor. (Özkurt)
Profilin ayrıntılarını biliyor
musunuz?
Madde bağımlılarının profilini tam
anlamıyla çizen bir çalışma yok. Elde
ettiğimiz bilgiler Emniyet'e yansımış
verilerden oluşuyor. Uçucu maddeler
daha çok ergenlik çağının maddesi gibi
görülür. Ancak 20 yaşından büyük ve evli
insanların da kullandığı oluyor. Bizler
medyanın öne çıkardığı kullanıcıları
Şimdilerde ne üzerinde
çalışıyorsunuz?
Şu anda bir anket çalışmamız var.
Kullanıcılardan çok önyargılara,
insanların madde bağımlılarına karşı
neler düşündüklerine yönelik.
Bu insanların maddeye başlamasının
birçok nedeni var. Kullanıcılar aynı
zamanda hayatlarını varsa işlerini,
okullarını da kaybediyorlar.
Bağımlılar gazetelere çıkarılıp afişe
ediliyor. İnsanlar da bağımlılara
potansiyel suçlu muamelesi yapıyor.
HAZİRAN 2004
Bu şekilde davranmak onların tedavi
edilmesini kolaylaştırmıyor. (Özkurt)
Sonraki projeleriniz neler?
Bunun dışında bir de broşür çalışmamız
var. Bu, bizi tanıtan, düşüncelerimizi
anlatan ve uçucu madde bağımlılığının
genel tanımını yapan bir broşür.
Bundan sonra broşür çalışmamızın
sürekli olmasını istiyoruz. (Arıkuşu)
Biraz da kendinizi tanıtmak mı
istiyorsunuz?
Madde bağımlılığı konusunda çok şey
bilmediğimizi göstermek ve önyargıları
yıkmak istiyoruz. Ayrıca ilk etaptaki
çalışmalarımız projeyi ve kendimizi
tanıtmayı amaçlıyor. (Örnek)
Karşılaştığınız temel sorunlar
nedir?
Mekan sorunumuz var.
Haftalık toplantılarımızı dışarıda
buluşarak, kafeteryalarda yapıyoruz.
Düzenli bir yerimiz olsa çok faydasını
görürüz. (Arıkuşu)
Ortak kurumsal çalışmalara açık
mısınız?
Çalışmaya başladığımız bir dernek veya
bir kurum bize bir ofis tahsis ettiğinde
onlara yardımcı olabilecek faaliyetlerde
görev almak, hem bir şeyler kazanmak
hem de karşımızdaki insanlara bir şeyler
kazandırabilmek isteriz.
Bu ikili bir alışveriş olacak ve bizim de
çalışmamızı genişletebilmemiz ve
kurumsallaşabilmemiz için zemin
hazırlayacak. (Demirelma)
Topluma düşen görev nedir?
İnsanlar “bizim başımıza gelmez, bizim
çocuklarımıza bir şey olmaz” diye
düşünüyorlar.
Ama toplumda bu tür maddeleri
kullanan insanlar varsa bundan toplum
da sorumludur.
Onların o hale gelmesinden de, onların
tedavisinden de sorumludur.
Madde bağımlısı insanları suçlayarak
sorumluluktan kurtulamazlar. (Özkurt)
Ya basının konuya bakışı?
Rahatsız olduğumuz nokta önyargılar.
Uçucu madde bağımlıları sadece
sokakta yaşayan çocuklar değil.
Basının topluma yansıttığı önyargılar
var. Bu çocukları suçlu olarak gösterip
toplum dışına itiyorlar.
Tedaviye ihtiyaçları olduğu ve
bağımlıların bu maddelerden ne şekilde
uzaklaştırılabileceklerine yönelik toplum
bilinçlendirilmiyor. (Demirelma)
Son mesajınız?
Madde bağımlısı eşittir “suçlu”
anlayışına karşıyız. Basında böyle
yansıtılıyor olması bizleri oldukça
rahatsız ediyor. (Arıkuşu)
HAZİRAN 2004
Kırmızı
Şemsiyeli Kız
Prof. Dr. Necla PUR
KADINLAR ARTIK
SUSKUN DEĞİL
O
ldum olası çok etkilenirim oya
sanatından. Oya sanki yazıya
dökülmemiş bir şiir, bir öyküdür
bence. Yalnızca iplik, boncuk, pul, iğne
ya da tığ kullanılarak, yörenin doğal
güzelliklerinin kültürüyle harmanlanması
sonucu öylesine gizemli bir duruşa
bürünür ki, bakakalırsınız. Pembe, yeşil,
mor, sarı ve al çiçekler yazmaların
kenarlarından salkım salkım
döküldüğünde her birini koklamak
avucunuza alarak tek tek sevip
okşamak gelir içinizden. Duyguların
emeğe, emeğin rengarenk çiçeklere
dönüştüğü oyadan daha anlamlı başka
ne olabilir ki. Başına dolandığında
Anadolu kadınının iri ceylan gözlerini
daha bir başka yansıtır oyalı yazmalar.
Simsiyah gür saçlar iki kalın örgü ile
omuzlarına uzandığında bakmalara
kıyamazsınız o güzelim yüzüne.
Köylerde her kızın sandığı elişi çeyizlerle
doludur. Ancak oyalı yemeniler içlerinde
ayrı bir yere ve öneme sahiptir.
Genç kızın evleneceği erkeğe sevgisini
dillendirmek için pembe yaban güllüsü,
yavuklusu askere giderken yanına
vereceği turuncu hasret çiçeklisi,
anasına, köyüne olan özlemini gelin
geldiği aileye hatırlatmak için takacağı
mor menekşelisi, kırgınlığını susarak
belirtmek için kullanacağı sarı küstüm
otlusu, kaynanasının acı sözlerine boynu
eğik tepki vermek için örteceği biber
çiçeklisi, ola ki eşinden ayrılırsa
kullanacağı eflatun çarkıfeleklisi çeyiz
sandığının vazgeçilmezleridir.
Günümüzde Anadolu köylerindeki genç
kadınların bütün duygularını oya aracılığı
ile dile getirmesinin yani onları sözsüz
anlatımla bir iletişim aracı olarak
kullanmalarının artık geçerli olduğunu
pek sanmıyorum.
Ancak bir önceki kuşağı da kapsayarak
daha gerilere gidildiğinde, oya sanatını
suskun gelinlerin söyleyemediği
duyguları için renkli iplikleri binbir çiçeğe
dönüştürerek söyledikleri hoş ama
hüzünlü bir masal olarak anımsamak
gerekir.
Batıdaki dantel işlemeciliğinden çok
farklı olan Türk oya sanatının dünya
üzerinde bu alandaki benzersiz ve tek
uygulama olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla
da korunması, yaşatılması ve tanıtılması
son derece önemli. Bu nedenledir ki
Aile Danışma Merkezleri, kadın
emeğinin ekonomik açıdan
değerlendirilmesine yönelik olarak
yürütmekte olduğu atölye çalışmalarına
ek olarak “Oya Evi Projesi”ni beş yıl
önce yaşama geçirdi. Projenin gönüllü
arkadaşlarımca da benimsenmesi
benim için bir rüyanın
gerçekleşmesinden de öte özel bir
anlama sahiptir.
Önce İçerenköy, şimdi de Dumlupınar
Aile Danışma Merkezi'ndeki “Oya Evi”nin
çalışmaları, sevgili Durgül öğretmenin
yürekten çabaları ve gönüllü arkadaşım,
can dostum Işık Şahipalp'in yönlendirici
hizmetleriyle başarıyla sürmektedir.
Oya yapmasını bilen yöre kadınları
merkezimizde bir araya getirip
emeklerini değerlendiren ve böylelikle
ekonomik yaşama katılımlarını
gerçekleştiren bu projenin ürünleri yani
oyalar, artık yalnızca iç pazardan değil,
büyük miktarlarda olmasa da Avrupa ve
Amerika ülkelerinde de talep edilir
olmuştur.
İstanbul'un Kadıköy ilçesine göç eden
Anadolu kadınları, şimdilerde duygularını
suskun ve sessizce belirtmek için değil,
para kazandığını, ayakları üstünde
durmayı başardığını yüksek sesle
söylemenin gururu ile yapıyor renk renk
o güzelim oyaları
11
EĞİTİM PROGRAMI
İnsanca Yaşam Projesi kapsamındaki İnsan Hakları Hukuku konulu seminerin notları
YÜZYILLARCA SÜREN MÜCADELE
MUTLAK İKTİDARLAR
Pekiyi
bu iktidar mücadelesi
Bilgi Üniversitesi STK Eğitim ve
kime
veya
neye karşı
Araştırma Birimi Görevlisi
verilmiştir? Eskiçağ ve Ortaçağ
İNSAN hakları hukukunun bir toplumlarına bakıldığında
bunlarda iktidarın mutlak
disiplin olarak ortaya çıkışı
olarak hükümdara ve/veya
nispeten yeni olmasına
karşılık, bu disiplinin temelleri tanrıya ait olduğu görülür. Bu
düşüncenin doğal bir sonucu
yüzyıllar boyunca süren bir
da bireylerin insan olma vasfı
sürecin sonucunda
oluşmuştur. Günümüzde insan dolayısıyla talep edebilecekleri
hiçbir hak ve hürriyete sahip
hakları hukukunun tarihi
olmamalarıdır. Hükümdarın
gelişimini inceleyen eserlerde
yasama, yürütme ve yargı
J. Lock, J.J. Rousseau gibi
yetkilerine mutlak olarak sahip
yazarların görüşleri ön plana
olduğu siyasi rejimlerde
çıksa da, açık olan bir konu
bireylerin devlete karşı ileri
vardır ki; o da insan hakları
sürebilecekleri haklar ve
hukukunun tarihin bir
güvencelerin varlığından
evresinde zeki birkaç yazarın
bahsetmek mümkün değildir.
yarattıkları bir disiplinden
Aynı saptama iktidarın
ibaret olmadığıdır. İnsanoğlu
kaynağının tanrıya ait olduğu
insan hakları hukukunun
sistemler için de yapılabilir.
temellerini yüzyıllar boyunca
Nitekim, bu tür siyasi
verdiği bir iktidar mücadelerejimlerde iktidarın kaynağı
sinin sonucunda atmıştır.
Bertan TOKUZLU
tanrı olduğu için bireylerin
kendilerine dayatılan din
temelli hukuk kurallarını
kabullenmekten başka çareleri
yoktur.
HÜKÜMDAR VE HALK
Bireyin insan olma vasfı
dolayısıyla birtakım hak ve
hürriyetlere sahip olduğunun
yaygın olarak kabulü 17 ve
18. yüzyıllarda ortaya çıkan ve
hükümdarın mutlak iktidarının
aşındırılması sonucunu
doğuran tabii hukuk akımının
etkisiyle gerçekleşmiştir. Bu
akımın temsilcilerinin
görüşüne göre iktidarın
kaynağı hükümdar yahut tanrı
değil, halktır. Halk pratik
zorunluluklar dolayısıyla
birtakım hakları kullanma
yetkisini, bir sosyal sözleşme
ile, devlete devretmiştir. Bu
akımın siyasi rejimler
üzerindeki iki önemli etkisi;
birey iradesine dayalı bir
sistem içerisinde iktidarın
dünyevileştirilmesi ve bireysel
özgürlüklerin devletin görevleri
içerisinde odak noktası haline
getirilmesidir.
POZİTİF HUKUK
METİNLERİ
Tabii hukuk akımı her ne
kadar J. Lock, J. J. Rousseau
gibi Avrupalı yazarların
öncülüğünü yaptığı bir akım
olarak ortaya çıksa da bu
akımın pozitif hukuk
metinlerine etkisi ilk defa
Amerikan bildirilerinde
görülür. Bunlar arasında
kronolojik olarak en önce
geleni 1776 tarihli Virjinya
Anayasasıdır. Ancak,
Amerikan bildirileri arasında
en çok tanınanı yine aynı yıl
kabul edilen Amerikan
TÜRKİYE'DE İNSAN HAKLARI HUKUKU VE ANAYASALAR
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan
günümüze 1924, 1961 ve 1982
Anayasalarını insan hakları hukuku
açısından incelediğimiz zaman ortaya
şöyle bir tablo çıkıyor:
1924 ANAYASASI Türkiye
Cumhuriyeti'nin anayasacılık
hareketlerine bakıldığında, birinci kuşak
hakları içeren bir haklar katalogunun
1924 Anayasası'nda yer aldığını
görüyoruz. Ancak, klasik liberal
felsefenin etkisinde kalan bu Anayasa
sadece hakların bir listesini vermekle
yetinmiş, bunların kapsamını ve
sınırlarını çizmemiştir. Ayrıca, Anayasa
yasama organının bu haklara aykırı
kanunlar çıkarmasını engelleyecek
mekanizmalara da yer vermemiştir. Bu
nedenle, uygulamada siyasi iktidarlar
anayasada güvence altına alınan temel
hak ve hürriyetlere aykırı kanunlar
çıkarmakta tereddüt etmemişlerdir.
1961 ANAYASASI 1924
Anayasası'nın 1960 yılında askeri
müdahale sonucunda yürürlükten
kaldırılmasını takiben 1961
12
Anayasası'nın kabulü ise hem temel hak
ve hürriyetlerin güvenceye
kavuşturulması anlamında, hem de
bunların kapsamının genişletilmesi
anlamında önemli bir gelişmedir.
Nitekim, bu Anayasa kanunların
anayasaya uygunluğunun denetimini
yapacak bir Anayasa Mahkemesi
kurarak, yasama organının yetkisini
kötüye kullanarak anayasada
düzenlenen güvencelere aykırı kanunlar
çıkarmasını engellediği gibi, sosyal
devlet ilkesine yer vererek (ikinci kuşak
haklar), devlete temel hak ve
hürriyetleri hayata geçirme bakımından
çok daha aktif bir rol vermiştir. Ayrıca,
1961 Anayasası temel hak ve
hürriyetlerin keyfi olarak sınırlanmasını
önlemek üzere detaylı bir sınırlama
rejimine de sahiptir.
1982 ANAYASASI Ancak, 70'li
yılların sonlarında dozu iyiden iyiye
artan siyasi istikrarsızlık 1980 yılında
askeri müdahale ile karşılaştığında,
geçmişteki siyasi istikrarsızlığın faturası
oldukça özgürlükçü bir rejimi
düzenleyen 1961 Anayasası'na
kesilmiştir. Bu eksiklikleri gidermek
iddiası ile hazırlanan 1982 Anayasası
ise, doğal olarak, devlet otoritesibireysel özgürlükler dengesinde açıkça
devlet otoritesini ön plana çıkaran
hükümlerle doludur. Bu Anayasa,
içerdiği haklar listesi bakımında 1961
Anayasası'ndan daha zengin olmasına
karşılık, bu hakları sınırlama rejimi
bakımından onun kadar özgürlükçü
değildir. Ancak, 1982 Anayasası'nın
özgürlükleri sınırlayıcı hükümleri 1995,
2001 ve 2004 yıllarında ard arda
gerçekleştirilen değişikliklerle önemli
ölçüde törpülenmiştir. Bunlar arasında
en dikkat çekici olanı 2001 yılında
yapılanıdır. Nitekim 2001 yılında
gerçekleştirilen değişikliklerle
Anayasa'nın otoriter nitelikteki temel
hak ve hürriyetleri sınırlama rejimi 1961
Anayasası'nın ilk şeklindekine benzer bir
yapıya kavuşturulmuş, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'ndeki sınırlama
rejimi ile ise büyük ölçüde paralellik
sağlanmıştır.
HAZİRAN 2004
EĞİTİM PROGRAMI
Bağımsızlık Bildirgesidir. Tabii
hukuk akımının Avrupa'daki
pozitif hukuk metinlerinde
ortaya çıkışı ise 1789 Fransız
İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisi ile olmuştur. Fransız
Bildirisi gerek Fransa'nın sahip
olduğu coğrafi avantaj,
gerekse Fransızca'nın o
dönemde daha yaygın bir dil
olması sebebiyle Amerikan
Bildirileri'ne göre çok daha
fazla ses getirmiş ve söz
konusu hakların dünyaya
yayılmasına katkıda
bulunmuştur. Bu belgelerde
düzenlenen haklar
günümüzde birinci kuşak
haklar (klasik liberal haklar)
olarak anılan mülkiyet hakkı,
yaşam hürriyeti, işkence
yasağı, kişi dokunulmazlığı,
angarya yasağı, konut
dokunulmazlığı, din ve vicdan
hürriyeti, düşünce hürriyeti
gibi haklardır.
BİRİNCİ KUŞAĞIN
EKSİĞİ
Birinci kuşak hakların özelliği
bunların devlete sadece bir
kaçınma yükümlülüğü
yüklemeleridir. Devletin
buradaki ödevi kamu düzenini
sağlamak bakımından zorunlu
olmadıkça bu haklara
müdahale etmemektir. Bu
dönemdeki insan hakları
anlayışının diğer bir özelliği de
hakların bir listesinin kabul
edilmesinin yeterli sayılması
ve hakların somut olarak
hayata geçirilip geçirilmediği
konusu üzerinde pek
durulmamış olmasıdır. Ancak,
daha sonraki uygulama
gösterecektir ki, bu düşünce
hiç de yerinde değildir.
Örneğin, söz konusu bildiri ve
anayasalarda kabul edilen
haklar kataloguna göre
bireylerin yaşam hakları vardır
ama maddi imkansızlıklar
dolayısıyla bireyler o kadar
sağlıksız koşullarda
yaşamaktadırlar ki yaşam
hakkı anlamsız hale
gelmektedir. Veya bireylerin
mülkiyet hakları tanınmıştır
ama adaletsiz ve kontrolsüz
ücret politikaları sebebiyle
HAZİRAN 2004
İnsaniyet
insanların büyük çoğunluğu
neredeyse boğaz tokluğuna
çalışır halde olduğu için,
mülkiyet hakkından sadece
küçük bir azınlık
yararlanabilmektedir.
İKİNCİ BİLDİRGE
Bu sistemin ihtiyaca tam
olarak cevap vermediği kısa
bir süre içinde anlaşılmış olsa
gerek ki 1789 bildirisinin
üzerinden henüz dört yıl dahi
geçmeden, 1793 yılında
kabul edilen ve aynı yıl
Fransız Anayasası'nın başına
eklenen ikinci İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirisi'nde
bazı sosyal hakların yer aldığı
görülür. Bildiride yer alan şu
ifadeler devletten beklenen
misyon değişikliğini özetler
niteliktedir: “Toplum,
çalışabileceklere iş bulmak,
çalışamayacak durumda
olanlara da yaşama
imkanları vermek suretiyle
yoksul vatandaşların
geçimlerini sağlamak
zorundadır.”(*)
DEVLETİN AKTİF ROLÜ
Görülmektedir ki, bu hüküm
Devlete birinci kuşak
haklarda olduğu gibi pasif bir
rol değil, çalışabileceklere iş
bulmak, çalışamayanlar ve
yoksul insanlar için maddi
olanaklar sağlamak gibi aktif
bir rol biçmektedir. Bu
anlayışa göre, devletin rolü
sadece birtakım haklara
müdahale etmekten
kaçınmak değil, bireyleri
özgürleştirmek için birtakım
adımlar atmaktır. Ancak,
ikinci kuşak haklar olarak
anılan sosyal hakların bu ilk
belirtilerinin Fransa dışındaki
devletlerinin anayasalarına
girmesi oldukça uzun zaman
alacaktır. 1848 Fransız
Anayasası'nda yer alan
sosyal devlet ilkesi ancak I.
Dünya Savaşı sonrasında
diğer devletlerin
anayasalarında yer almaya
başlamıştır.
(*) Münci Kapani, Kamu
Hürriyetleri, Ankara, 1993, s. 53
Deniz SOM
(1)
KARŞILAŞTIRMACA
İ
talyan ozan Dante Aligheieri, 14 bin 233 dizeden oluşan
“İlahi Komedi”yi birkaç gün içinde yazıp bitirdiği sırada
Anadolu'daki Selçuklu Devleti yıkılış sürecini yaşıyordu.
İlhanlı hükümdarı Gazan Han, himayesi altındaki Selçuklu
Sultanı III. Alaaddin Keykubat'ı davranışlarını beğenmediği
için tahttan indirip yerine III. Mesut'u geçirirken Bizans
tarihçileri de bir süredir antik Bitinya bölgesinde Söğüt'e
yerleşmiş bir Türkmen aşiret reisinin adını ilk kez kayda
geçiyordu.
Bizanslılar, İznik yakınlarındaki Bapheus Savaşı'nda komutan
Muzalon'u yenen Türkmen'e “Ottoman” diyordu. Bu aşiret
zaman içinde bir dünya imparatorluğuna dönüşecek ve adı
Osmanlı olacaktı. Hıristiyan Avrupa'sında bilim ve sanat dili
Latince iken Dante'nin “İlahi Komedi”yi kendi dili olan
İtalyanca yazması Avrupa'da “ulusal dil”e geçişin ilk adımı
oluyordu.
Avrupa'da ulusal dillerin kullanılması Rönesans ve Reform
hareketlerinin habercisi sayılırken Anadolu'da yıkılmakta olan
Selçuklu devletinin resmi dili Farsça'ydı ve kurulmakta olan
Osmanlı da “ulusal dil”ini yeğlemeyecek, Farsça'ya
Arapça'yı karıştırarak kendine yapay bir dil yaratacaktı.
Rusya'da I. İvan, planlı bir uygulama ile Moskova'ya kent
kimliği kazandırmaya çalışırken Orhan Bey'in Bursa'yı
fethetmesiyle Osmanlı ilk kez kent yaşamına başlıyordu.
Osmanlı, Ankara'yı alırken İtalya'da Rönesans hareketi
şekilleniyordu ve bu arada savaşlarda top kullanılması ile
şövalyeler korunaklı kalelerinden çıkıp göğüs göğüse
savaşmak zorunda kalıyordu.
Osmanlı'nın Avrupa'ya geçişi, Gelibolu'daki deprem
sonrasına denk geliyor ve yıkılan kaleye ön kuvvetler kolayca
çıkıyordu. Katolik kilisesinde büyük bölünmenin yaşandığı ve
iki papalığın birden olduğu dönemde Sırpları yenen Osmanlı
Balkanlarda askeri üstünlüğü ele geçiriyordu.
Aragon Kralı Jean, Lerida Üniversitesi'nde her üç yılda bir,
bir kere bir caninin cesedinin tıp için açılıp incelenmesine
izin verirken Osmanlı'nın Balkanlardaki fetihleri bütün hızıyla
sürüyor fakat Timur da Anadolu'da üstünlük sağlıyordu.
Ankara Savaşı'nda, Beyazıt'ın Timur'a esir düşmesiyle
Osmanlı yıkılıyor lakin tarihçiler buna yıkılma demiyor, fetret
devri diyordu. Osmanlı'nın toparlanıp ikinci kez kurulmasının
ardından II. Mehmet, babası II. Murat'ın buyruğu ile tahta ilk
çıkışı sırasında Gutenberg matbaayı buluyor ve ilk kitabı
basıyordu. Sultan II. Mehmet, tahta ikinci çıkışında, elinde
teknoloji olmadığı için Bizans surlarını yıkacak güçteki topları
Macar ustalara döktürüyor ve öküzlere çektirterek İstanbul
önlerine getiriyordu
13
BİR İNSAN
Birol Kaya 12 yıl önce HIV virüsü ile tanışmış; tedavisinin yanında insanları bilinçlendirmek için çalışıyor
AIDS'LE YAŞAMAK VE YAŞATMAK
Canan ÖNER
YAKLAŞIK 12 yıl önce Birol Kaya HIV
enfeksiyonuna yakalanmış... O sıra 29
yaşındaymış... O günden beri AIDS'le
yaşayan içimizden biri... O günden
bugüne HIV enfeksiyonundan çok,
toplumun yaptığı haksızlıklar kendisini
yormuş... Birol Kaya ile İnsanca Yaşam
Projesi ofisinde insan hakları ve AIDS
hakkında sohbet ettik... Biz sorduk, o
bütün içtenliğiyle yanıtladı.
“BANA BİR ŞEY OLMAZ”
İlk sorumuz, “AIDS öykün nasıl başladı”
diye oldu: “1992 yılında, pazarcılık
yaparken seks işçiliği yapan bir
travestiyle tanışmıştım. Arkadaş olduk ve
birbirlerimizi çok sevdik. Arkadaşım beni
defalarca “bende HIV virüsü var,
korunalım” diye uyarmıştı ama onunla
duygusal bağım vardı ve hiç
umursamadım. Bana bir şey olmaz,
bana bulaşmaz diye düşünüyordum.
Daha sonra bu düşüncemden vazgeçip
HIV testi yaptırdım. “
HIV, İKİNCİ TESTTE ÇIKTI
Derin bir nefes alıp konuşmasını
sürdürdü: “Test sonucu bir şey çıkmadı
ama bir süre sonra kendimi iyi
hissetmeyip ikinci testi yaptırdım ve HIV
enfeksiyonunun bana da bulaştığı ortaya
çıktı. Enfeksiyona yakalandığıma bir
türlü inanmıyordum. Üçüncü testi de
yaptırdım. Ben artık “HIV virüslü” bir
insandım. Şok geçirmiştim. Arkadaşım
beni uyarmıştı. O çok iyi bir insandı ve
geçinmek için bu işi yapıyordu. Ona
kızamadım. Hastalığı süresince hiç
yardım alamadı ve tedavi olamadan
1995 yılında öldü. 3.5 sene beraber
yaşamıştık, onu çok
sevmiştim.”
AİLESİNİN TEPKİSİ NE OLDU?
Peki ailesi ve çevresi bu durumu
öğrenince nasıl davrandılar? Birol Kaya:
“Ailem Almanya'da yaşıyordu. Gazete
haberinde adımı görünce, babam hemen
atlayıp İstanbul'a geldi. Haber doğru mu
diye sordu? İnkar ettim. Babam
inanmayıp araştırmış, gerçeği öğrenince
annem de yıkıldı. Normal bir ilişkiden
enfeksiyon kapsaydım belki bana bu
kadar tepki duymayacaklardı. Şimdi
14
"Pazarcılık yaparken bir
travestiyle tanıştım."
"Arkadaş olduk ve
birbirimizi çok sevdik."
"Arkadaşım beni uyarmıştı
ama hiç umursamadım."
ailemin davranışları çok iyi, çok
şanslıyım ve bana çok destek oldular. Kız
kardeşim bilmiyor, ondan saklıyoruz
çünkü kalp hastası ve eşinin çevresi
duyar, kardeşimi iter kakarlar diye
söylemiyoruz. Durumumu sadece çok
yakın üç arkadaşıma söyledim. Tepki
vermediler çünkü bilinçli insanlardı. Ben
de onları bilgilendiriyorum ve hala
görüşüyoruz.” Birol Kaya'ya bir soru da
HIV virüsü ile yaşamanın zorlukları
üzerine... Hemen anlatıyor: “En ufak bir
üşütmeye dayanamıyorum. Benim özel
bir hastanede tedavi olmam gerekiyor.
Acılarım var aynı zamanda. HIV
enfeksiyonunun en kötü tarafı insanı
mikrobik hastalıklara ve kanser türlerine
karşı korunmasız hale getiriyor. Geçen yıl
makatımda bir tümör çıktı. 18 gün dışarı
çıkamadım. Ameliyat olmam gerektiğini
söylediler ama cerrahlar korktukları için
ameliyatımı yapmaktan kaçındılar.”
BİLİNÇLİ DAVRANINCA BİLE...
Gerçekten zorluklarla dolu bir yaşam...
Birol Kaya: “Bir taraftan hastalık diğer
taraftan hastane beni çok yıpratıyor.
Hastalığımı kimseye söylemeden
gidebilirdim. Ben bilinçli olarak önce
zührevi hastalıklar polikliniğine
gidiyorum. Cerrahları uyarsınlar,
yardımcı olsunlar diye ama hiç bir şey
yapmıyorlar. Ne zaman hastaneye
gitsem 'Allah'ın cezası yine mi sen geldin'
diyorlar. Hastalığım nedeniyle ilaç
kullanmam gerekiyor ama diğer
hastalığımdan dolayı ilaçları düzenli
alamıyorum. Ameliyat olmam gerekiyor
ve hastanede zorluk çıkarıyorlar. Ben de
Bakanlığa şikayet ettim.”
“GÖREVİMİ YAPIYORUM”
Birol Kaya'ya son bir soru...
Çektiğiniz bunca sıkıntı sonucu topluma
karşı duygularınız neler?
Birol Kaya'nın yanıtı:
“Televizyon programlarına çıktım
insanları uyarmak için ama insanların
tepkisine neden oldum. Amacım
insanların bilinçlenmesine yardımcı
olmaktı. Üniversitelerden çağırıyorlar,
yaşadıklarımı öğrencilere anlatıyorum.
Her üniversiteye gitmeye hazırım. Yeter
ki insanlar bilinçlensin. Hastalığımı
söyleyerek, el sıkışarak, halkla
yakınlaşarak, yaşadıklarımı paylaşarak
insan olarak görevimi yaptığımı
düşünüyorum. İnsanlara kızgınlığım yok
onların da HIV/AIDS'le yaşayanlardan
korkmaları için bir neden yok.
Sadece HIV/AIDS'e yakalanmaktan
korkmaları yeterli.” Birol Kaya'nın
anlattıkları “Yaşadığın sorunu yok
sayarsan hiçbir yere gelemezsin” sözünü
doğruluyor. Birol Kaya ise söyleşiden
birkaç gün sonra mide kanamasından
hastaneye yatıyor.
HAZİRAN 2004
HADDİNİ DEĞİL
HAKLARINI BİL
HAYATIN İÇİNDEN
Kitaplar arasında:
'İNSANI SEVMEKLE
BAŞLAR HER ŞEY'
Sait Faik'in öykülerinde insan vardır ve Sait
Faik kendi halinde yaşayan sıradan insanları
anlatır. Anlatmaya da onları severek başlar.
BUGÜN Türk
hikayeciliğinin en önemli
yazarlarından biri olan Sait
Faik'ten söz etmek
istiyorum. “İnsanı sevmekle
başlar her şey” diyen ve
hayat boyu bu ilkeden asla
taviz vermeyen Sait Faik,
12 kitaptan oluşan
hikayelerinde son derece
yalın bir anlatımla yaşadığı
yer olan Burgaz Ada'daki
balıkçılardan, kendi halinde
yaşayan küçük
memurlardan,
meyhanelerde kederli
kederli içki içen
akşamcılardan, sokak
çocuklarından, hayat
kadınlarından söz eder ve
onların hikayelerini bize
anlatır.
Sait Faik hikayelerinde
insanı alıp götüren şiirsel bir
anlatım söz konusudur.
Ayrıca ayrıntı zenginliği bu
hikayeleri ve hikaye
kahramanlarının son derece
gerçekçi yapar, en
olmayacak durumlar adeta
sıradanlaşır.
Bir hikayesinde Sait Faik
şöyle der:
“Yağma! Bu sesi,
Pınarbaşı'nın harap suları,
sekiz defa size geriye
çevirirse çocuk gibi olmaz
mısınız?
Yağma! Yağma! Yağma!
Ve bir uçurtma...
İpi kesilmiş bir uçurtma.
Minarelerin ve servilerin
arasında ipi kesilmiş, düşen
bir uçurtmanın titreyişi,
benim titreyişim gibidir.
Ben; uzakları.Uludağ
HAZİRAN 2004
Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve
gönenci için beslenme, giyim, konut ve
tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes; işsizlik, hastalık,
sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi denetiminin
dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı
durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
(Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi/ Madde: 25/1)
Yakalanarak ya da tutuklanarak özgürlüğünden
yoksun bırakılmış olan bir kimsenin
tutuklanmasının yasallığı konusunda
gecikilmeksizin karar verilmesini ya da yasal
değilse salıverilmesi için mahkeme önüne
çıkarılmasını isteme hakkı vardır.
(Kişisel ve Siyasal Haklar
Uluslararası Sözleşmesi/ Madde: 25/1)
Bir üstten ya da resmi bir makamdan alınan emir,
işkencenin gerekçesi olamaz.
(İşkence ve Başka Zalimce, İnsanlık Dışı ya da
Onur Kırıcı Davranışa Karşı Sözleşme/ Madde: 2/3)
eteklerini, Pınarbaşı'nı
düşündüğüm zaman ipi
kesilmiş, düşen bir uçurtma
gibi titriyorum...
Yağma!
Yağma yok çocuklar! Bu
yavrucuğun içi titreye
titreye sardığı kırmızı
yumağı size
kaptırmayacağım. Bu yeşil
kuyruklu, gazete başlı
şeytan uçurtmasını size
kaptırmayacağım.
Yağma yok çocuklar, yağma
yok!
Bir şeytan uçurtması,
saatlerce koşmadan,
uçamayan bir şeytan
uçurtması, koca çınarın üst
dallarında. Kuyruğu kuş
yuvalarına, yosunların
içinde büyümüş, zehirsiz su
yılanının ürkek tavrıyla
dokunuyor.
Yağma yok çocuklar, yağma
yok!
Bu şeytan uçurtmasını size
bırakmayacağım.”
Evet, uçurtmayı yeniden
keşfetmek, içinizdeki
çocuğu uyandırmak için
başlayın Sait Faik okumaya.
Çocuk, eğitimle aynı amaçlara yönelik oyun ve
eğlenme konusunda tüm olanaklarla donatılır;
toplum ve kamu makamları çocuğun bu haktan
yararlanma olanaklarını artırmaya çaba gösterir.
(Çocuk Hakları Bildirgesi/ İlke: 7)
İlgili işçilerin temsilcisi olan sendikalarla
işverenler ya da işveren örgütleri arasında
özgürce görüşülerek sonuçlandırılacak toplu iş
sözleşmeleri yoluyla en az ücretlerin
belirlenmesi özendirilir.
(Toplumsal Politika Sözleşmesi/ Madde: 10/1)
Kamu çalışanları örgütleri,
kamu makamlarından tam bağımsızdır.
(Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkı
Sözleşmesi/ Madde: 5/1)
Devlet, kadınlara ülkenin kamusal ve
siyasal yaşamıyla ilgili hükümet dışı örgüt ve
derneklere katılma hakkı sağlar.
(Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Kaldırılması Sözleşmesi/ Madde: 7/c)
Devlet, aynı düzeydeki tüm kamu eğitim
kurumlarında eğitim standartlarının
eşdeğerde olmasını ve yine sağlanan eğitimin
niteliğine ilişkin koşulların eş düzeyde
tutulmasını güvence altına alır.
(Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme/ Madde: 4/b)
15
KARİKATÜRKARİKATÜ
İNSANLIĞIN ALEMİ VAR
Musa
KART

Benzer belgeler