türkiye ve ırak kürtleri: çatışma mı işbirliği mi?

Transkript

türkiye ve ırak kürtleri: çatışma mı işbirliği mi?
TÜRKİYE VE IRAK KÜRTLERİ:
ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ?
Orta Doğu Raporu N°81 – 13 Kasım 2008
İÇİNDEKİLER
ÖZET ......................................................................................................................................... i
I. GİRİŞ.................................................................................................................................. 1
II. PKK’NIN KUŞATILMASI .............................................................................................. 2
A. FARKLI BAKIŞ AÇILARI .......................................................................................................2
B. DİPLOMATİK STRATEJİ ........................................................................................................5
C. ASKERİ MÜDAHALE..............................................................................................................9
III. KBY’NİN DAHİL EDİLMESİ....................................................................................... 11
A. SİYASİ İLİŞKİLERDE YAKINLAŞMA ................................................................................11
B. EKONOMİK İLİŞKİLERDE DERİNLEŞME.........................................................................13
IV. KERKÜK ANLAŞMAZLIĞI......................................................................................... 16
A. KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK: TÜRKMEN FAKTÖRÜ.............................................................16
B. KERKÜK’ÜN IRAK’IN AYRILMAZ PARÇASI OLMASI..................................................19
V. SONUÇ ............................................................................................................................. 22
EKLER
A. IRAK HARİTASI...........................................................................................................................24
B. KBY’NİN ÜZERİNDE HAK İDDİA ETTİĞİ TARTIŞMALI TOPRAKLAR .............................25
C. ULUSLARARASI KRİZ GRUBU HAKKINDA ..........................................................................26
D. ULUSLARARASI KRİZ GRUBU ORTA DOĞU VE KUZEY
AFRİKA RAPORLARI VE BRİFİNGLERİ .................................................................................27
E. ULUSLARARASI KRİZ GRUBU MÜTEVELLİ HEYETİ..........................................................29
Orta Doğu Raporu N°81
13 Kasım 2008
TÜRKİYE VE IRAK KÜRTLERİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ?
ÖZET
Yükselen Arap-Kürt geriliminin Irak’ın istikrarını
yeniden tehdit ettiği bu zamanlarda komşu Türkiye’nin
Irak Kürdistan’ı üzerine düşen gölgesi daha da
büyümekte. Bu durum, karşıtlıkları içinde barındırıyor.
Türkiye bir yandan jetleriyle, yasaklı PKK’nın (Kürdistan
İşçi Partisi-Partiya Karkerên Kurdistan) kuzey Irak’taki
mevzilerini düzenli olarak bombalarken ve Ankara,
Kürtlerin bağımsızlığı olasılığından duyduğu derin
kaygıyı dile getirirken bir yandan da Irak Kürt bölgesiyle
ilişkilerini önemli ölçüde derinleştirmekte. Aşırı
milliyetçiliği dizginlemek ve iki ülke arasındaki ilişkilere
yatırım yapmaya devam etmek, hem Türkiye hem de
(Türkiye’nin kullanmaktan özenle kaçındığı bir terim
olan) Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY)
çıkarına olacaktır.
Ankara’nın Irak politikası, iki temel ulusal çıkar
doğrultusunda gelişiyor: Irak’ın toprak bütünlüğünün
korunması ve militanlarının sınıra yakın dağlık alanları
sığınak olarak kullandığı ve Türkiye’ye saldırılar
düzenlediği PKK ile mücadele edilmesi. Türkiye
açısından Irak’ın parçalanması, İran’ın nüfuzu karşısında
kritik önemi olan bir karşı ağırlığın ortadan kalkması
ve daha da önemlisi, Kuzey Irak’ta Türkiye’deki Kürt
milliyetçiliği tutkusunu ateşleyecek bağımsız bir Kürt
devletinin doğması anlamına geliyor. Sonuç olarak
Türkiye, Irak’ın merkezindeki ayrılıkçı çatışmaların
tırmanmasını, Irak Kürtleri’nin ayrılmasını ve PKK’nın
güçlenmesini önlemeye çalışıyor.
Türkiye’de bu hedefler konusunda geniş bir uzlaşı
bulunuyor. Ancak bu hedeflerin nasıl gerçek-leştirileceği
konusunda görüşler farklılaşıyor. Kemalist-milliyetçi
kurulu düzen mensupları, Türk Silahlı Kuvvetleri,
bürokrasinin güçlü bir kesimi, Cumhuriyet Halk
Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, KBY’yi ve onun
temsil ettiği Kürt milli ideallerini varoluşsal bir tehdit
olarak görmekteler. Onlara göre PKK’yı korumaktan
vazgeçmeye zorlanması için KBY’ye karşı çok daha
sert bir tavır sergilenmesi gerekiyor. Sonuç olarak bu
çevreler, KBY’nin diplomatik olarak izole edilmesini,
yetkilerinin 2003 öncesi oluşturulan hudutlarla
sınırlandırılmasını ve ekonomik açıdan güçsüz
bırakılmasını savunuyorlar.
Avrupa yanlısı liberal çevreler, Adalet ve Kalkınma
Partisi (AKP) hükümeti ve Kürt elitlerse daha farklı bir
görüşü dile getiriyorlar. Onlara göre, çevre ülkeler
arasında sıkışmış bir Kürt federe bölgesi, savunmasız
durumdadır ve örneğin güçlenen merkezi Irak
hükümetinden korunmak ve iktisadi kalkınma açısından
Türkiye’ye güvenmekten başka bir seçeneği yoktur.
Liberal çevreler, bu bölgeyi Amerika’nın çekilmesi
durumunda bir iç savaş tehlikesiyle yüz yüze kalabilecek
olan Irak’ın geri kalanıyla Türkiye arasında bir tampon
olarak görüyorlar ve PKK ile mücadelenin en iyi
yolunun, KBY’yi mücadeleye ikna etmek olduğuna
inanıyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin etkisinin
genişletilmesi, Kürdistan federal bölgesini Irak’a daha
sıkı bağlarla bağlanması ve PKK’ya karşı harekete
geçilmesinin sağlanması için KBY ile daha güçlü
diplomatik siyasi ve ekonomik bağların kurulması
gerektiğini savunuyorlar.
Fikir ayrılıkları bir ölçüde karışıklığa yol açsa da sonuç,
AKP ile daha geleneksel kurulu düzen arasında askeri
baskıyı, siyaseti, diplomasiyi ve ekonomik teşvikleri
de kapsayan oldukça pragmatik ve son derece etkili
bir uzlaşmaya varılması oldu. Irak’ın siyasi geleceğiyle
ilgili olarak Türkiye, artık yanıtı aranan sorunun bu
devletin bir federasyon mu yoksa üniter bir devlet mi
olacağından ziyade ne tür bir federasyon ve ne
ölçüde ademi merkeziyetçi olacağı sorusu olduğunu
kabullenmeye başladı. Türkiye ayrıca Kürtler, Araplar,
Türkmenler ve diğerleri arasında bir sorun olan Kerkük
için verilen mücadelede bir orta yolun bulunmasına
ön ayak oldu. Özellikle ana dayanak noktası olarak
Türkmen nüfusuna güvenmekten vazgeçti. Bunun
yerine Kerkük’ün çok etnili ve çok dinli dokusunun
korunmasında ısrarcı oldu. Bu şekilde Türkiye,
KBY’nin gerçek anlamda bağımsızlığı için gereksindiği
ekonomik özerkliği sağlayan bu petrol zengini bölge
üzerindeki Kürt iddialarının önüne geçebilir.
Türkiye başka bazı konularda da başarılı oldu. Bir
taraftan Kürt bölgesiyle ekonomik bağlarını güçlendirdi.
Diğer taraftan Irak’ın toprak bütünlüğü açısından
kritik önemde addettiği bir adım olduğu için Irak
hükümeti federal bir petrol yasası kabul edene kadar
Kürt bölgesinin enerji sektörüne maddi yardımda
Türkite ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
bulunmadığı gibi, KBY’nin topraklarından petrol ve
doğal gaz ihraç etmesine de müsaade etmedi. Son
olarak Türkiye, Kürt hareketini yok etmek yerine
KBY’ye harekete geçmesi yönünde baskı yapmak ve
ABD’yi bölgedeki nüfuzunu kullanmaya teşvik etmek
için PKK’ya karşı sınır ötesi, dar kapsamlı askeri
operasyonlar gerçekleştirdi. Sonuçta bu, geçici siyasi
yararlar dışında askeri etkisi son derece tartışmalı olan
seri bombardımanlardan çok daha etkili bir yöntem.
Kısacası Türkiye, Iraklı Kürt otoritelere hem baskı yaptı
hem de onlarla ilişkilerini geliştirdi. Bunun, PKK’yı
kuşatma altına almanın, Irak’ta yeniden ulusal uzlaşmayı
teşvik etmenin ve Kürtleri merkezi devlete daha sıkı
bağlamanın en kestirme yolu olduğu sonucuna vardı.
KBY de bu politikadan büyük yararlar sağlamaktadır.
İlişkilerin yavaş da olsa ısınması, KBY’nin, ABD
askerlerinin önümüzdeki iki yıl içinde önemli ölçüde
çekileceğini ve böylelikle Kürtlerin federal hükümete
ve Türkiye ve İran gibi komşu ülkelere daha bağımlı
kalacağını kavramasından kaynaklanıyor. Bu senaryo
içinde Türkiye, Kürtler için Bağdat ve Tahran’dan
Sayfa ii
daha yararlı bir ortaktır; zira Türkiye, Avrupa Birliğine
erişim sağlama imkanına (ki bu, petrol zengini Irak’tan
bile daha büyük bir ekonomik çekim alanı demektir),
Kürt petrolü ve doğal gazı için transfer ülkesi olma
kapasitesine, büyük altyapı projelerine yatırım yapma
yeteneğine ve Irak’ın federal Kürt bölgesine daha
kaliteli mallar satma imkanına sahip durumdadır.
Sonuç, sınırın iki yakasında da pragmatizmin, aşırı
milliyetçilik karşısındaki kırılgan zaferidir. Türkiye ile
KBY arasında tesis edilen yakınlaşma ne tüm sorunları
çözebilir ne de siyasi söylemi sık sık zehirleyen milliyetçi
retoriğin yol açtığı spazmları yok edebilir. Kerkük
sorununa barışçıl ve uzlaşmaya dayalı bir çözümü de
kapsayan sürekli ve istikrarlı ilişkilerin temelini
atmak için daha fazlası gerekmekte. Ancak Irak’ın
karşı karşıya olduğu belirsizlikler göz önüne alındığında
bu, olumlu karşılanması ve faydalanılması gereken bir
gelişmedir.
İstanbul/Brüksel, 13 Kasım 2008
Orta Doğu Raporu N°81
13 Kasım 2008
TÜRKİYE VE IRAK KÜRTLERİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ?
I. GİRİŞ
Günümüzde resmi olarak Irak Kürdistan’ı olarak bilinen
bölgenin dağları ve vadileri, 1926’ya dek dört asır
boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti
altındaydı. Bu bölgenin büyük bölümü, idari sınırları
sık sık değişen Musul Vilayeti içinde kalıyordu. Birinci
Dünya Savaşı’nda Osmanlıları yenilgiye uğratan
Britanya ile Türkiye arasında varılan antlaşma uyarınca,
bu bölge Irak’ın parçası oldu ve Türk yönetimiyle zaten
zayıflamış olan bağları tümüyle koptu.
1926 sonrasında Türkiye, Irak Kürtleri ve Irak sınırının
güvenliğiyle ilgili endişelerini yalnızca Bağdat’a olmak
üzere dile getirdi. Kürt ayrılıkçılığına karşı ortak
muhalefet, söz konusu iki ülke arasında çatışmadan
ziyade işbirliğini teşvik etti. Şubat 1983’te Ankara ve
Bağdat, birbirlerine diğerinin topraklarında silahlı
gruplara karşı sıcak takip operasyonu yapma hakkını
tanıyan bir Sınır Güvenliği ve İşbirliği Antlaşması
imzaladılar.1
Ankara’nın, Irak kuvvetlerini Kuveyt’ten çıkarmak için
kurulan uluslararası koalisyonu desteklediği 1990-1991
Körfez Krizi sırasında Türk-Irak işbirliği ortadan kalktı.
Savaşı kendileri için fırsat olarak gören Kürtler, savaş
sonrasında Bağdat’a karşı baş kaldırınca rejim, bir öç
alma harekatına girişti ve dağlık sınır bölgelerine kaçan
tahmini yarım milyon sığınmacı Kürt, buralarda çok
zor koşullarda sıkışıp kaldı. ABD ve müttefikleri, bu
sığınmacı krizini sona erdirmek için Kuzey Irak’ta bir
güvenli bölge oluşturdular. Başta Kürdistan Demokrat
Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)
olmak üzere isyancı Kürt grupları, sürgünden
döndüler ve yeniden kontrolü ele aldılar. Batının
sağladığı korumadan ve Ekim 1991’de Irak güçlerinin
çekilmesinden yararlanan bu gruplar, nüfuz alanlarını
1974 özerk Kürt bölgesinin büyük bölümünü kapsayacak
şekilde genişlettiler.
Kendi isyancı Kürt grubu PKK’yla verdiği mücadelede
müttefik arayan ve nüfuzunu arttırmayı amaçlayan
Türk hükümeti, başlangıçta söz konusu Iraklı Kürt
partilere kucak açtı. KDP lideri Mesut Barzani ve KYB
1
William Hale, Turkey, the US and Iraq (Londra, 2007), s. 32-37.
lideri Celal Talabani’ye diplomatik pasaport verildi ve
Ankara’da bugün hâlâ faal olan ofisler açmalarına izin
verildi.2 Ne var ki kısa zamanda durum, iki ucu
keskin bıçak denebilecek hale dönüştü. Bölgenin
fiilen kurulmasıyla Kürt mülteciler Türk sınırından
uzak tutulabilse de sınır bölgesinde ortaya çıkan iktidar
boşluğu, PKK’ya güvenli bir barınak, ucuz silah kaynağı
ve Türk topraklarına saldırılar düzenlemek için uygun
bir bölge sundu. Türkiye, zamanla bölgedeki varlıklarını
sağlamlaştıran, seçimler yapan ve bölgesel hükümet
kuran KYB ve KDP’nin bağımsızlık istekleri konusunda
gitgide artan bir endişe duymaya başladı.
Kürt gruplarıyla kurulan samimi bağların mimarı
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1993’te ölümü, Türkiye
için bir strateji değişikliğini de beraberinde getirdi.
Türkiye, İran ve Suriye’yle yakın işbirliği kurarak
Kürt taleplerinin önüne geçme amacını güttü. Bu
stratejiyi uygulamak, KYB ve KDP’nin sınır ticaretinin
kontrolü için savaşa tutuştukları 1994 yılında kolay
oldu.3 Kürt grupları arasındaki iç çatışma, hem bir
Kürt devleti kurulması olasılığını zayıflatıyor, hem de
Türkiye’nin nüfuzunu arttırıyordu.
KYB, 1995’te, en büyük rakibi KDP’ye karşı PKK’yı
desteklemeye başladığında dengeler yeniden değişti.4
Bunun üzerine KDP, Türkiye’yle ittifak kurdu ve iki
Kürt grubu arasındaki mücadele, binlerce zayiatın
verildiği gerçek bir iç savaş halini aldı.5 Eylül 1998’de
2
Åsa Lundgren, The Unwelcome Neighbour: Turkey’s Kurdish
Policy (New York, 2007), s. 85-86.
3
Türkiye, Kürtler, Mayıs 1992’de Kürdistan ulusal meclisi
seçimlerini organize ettiklerinde ve gelecekte bağımsız bir
devletin olası temellerini atacak Kürdistan federe bölgesinin
kurulduğunu aynı yılın Ekim ayında ilan ettiklerinde ilk kez
endişeye kapıldı. Karşı önlem olarak Türkiye, Kasım ayında İran
ve Suriye ile toplantı düzenleyerek ortak itirazlarını ortaya koydu.
Bu, zamanla üçlü işbirliği mekanizmasına dönüştü ve KYB
ile KDP Mayıs 1994’te birbirleriyle savaşmaya başlayana kadar
devam etti. Çatışma, söz konusu bölgeyi ikiye, yönetimi de iki
paralel yapıya böldü. Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu raporu
N°10, War in Iraq: What’s Next For the Kurds?, 19 Mart 2003.
4
KYB’nin PKK’nın tarafında savaştığı söylenemez. Ancak
iki örgüt arasındaki saldırmazlık paktı, PKK’nın KYB’nin
üslerine girmesini sağladı. Ümit Özdag, Türk Ordusunun Kuzey
Irak Operasyonları (İstanbul, 2008).
5
Ümit Özdağ, Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları
(İstanbul, 2008). KDP peşmergeleri, Türk ordusunun PKK’ya
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
ABD, çatışmayı sona erdirmek için arabuluculuğa
soyundu. Türkiye de ateşkesi gözlemek istedi ve
küçük bir askeri birliği bölgenin içlerine konuşlandırdı.
Bu Türkiye’nin, PKK’ya karşı istihbarat toplamasına
ve Irak Kürtlerinin siyasi amaçlarını dizginlemesine
olanak tanıdı. Türk askerleri, Mayıs 1997’de 20.000
askerin katılımıyla düzenlenen de dahil olmak üzere
1990’lar boyunca hemen her istediklerinde PKK’ya
karşı sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdi.6 Bugün
hâlâ Dohuk bölgesinde, üç ayrı yerde konuşlanmış 2000
kişilik bir daimi Türk askeri gücü bulunmaktadır.7
Türkiye, kuzey Irak’ta kazandığı nüfuzu, 2003 yılında
Irak’ı işgal etmeye hazırlanan ABD kuvvetlerinin
Turkiye’den geçmesine izin vermeyerek kaybetti.8 Bu
nedenle Türkiye, Iraklı Kürt partiler Nisan ayında
Amerikalılardan önce Kerkük’e akın ederken izleyici
olarak kaldı. İki yıl sonraysa Türkiye, bir diğer kırmızı
çizgisinin ihlal edilmesine engel olamadı ve Irak’ın
üniter devlet yapısı federal hale getirildi. Irak Kürdistan’ı,
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) adıyla federal bir
bölge halini aldı ve Bağdat’tan büyük oranda özerklik
kazandı. Aynı zamanda PKK, daha geniş bir manevra
alanı kazandı ve Türkiye’nin mücadele yeteneği azaldı.
ABD’nin Irak’ta fiili egemenliğe sahip olması ve
Iraklı Kürtlerle yakın ilişkiler sürdürmesi nedeniyle
Türkiye’nin PKK’yı sınır ötesinde izlemesi, diplomatik
bir vakaya dönüşme olasılığı taşıyordu. Türkiye,
Kürdistan bölgesinin federal statüsünü ve Kerkük’te
Türkmenlerin ikinci planda olmasını gönülsüzce
kabullenmek zorunda kaldı. Ancak 2007 yılının
sonlarında PKK saldırıları arttığında Türkiye, örgütü
sınır ötesinde takip etmek için ABD’den yeşil ışık
almayı başardı.
karşı yürüttüğü operasyonlarda rehber görevi yaptılar ve hatta
KYB’ye karşı destek kazanmak amacıyla zaman zaman Türk
askerleriyle birlikte savaştılar.
6
Bill Park, “Turkey’s Policy Towards Northern Iraq: Problems
and Perspectives”, International Institute for Strategic Studies,
Adelphi Paper no. 374 (2005).
7
Türk askerlerinin büyük çoğunluğu, Dohuk bölgesindeki
Bamerni hava sahasının yakınlarındaki bir üste konuşlanmış
bulunuyor. Bazılarıysa Bamerni’nin batısında, Batufa
kasabasının yakınlarında, Kani Masi kasabasına yakın
Amediye bölgesinin doğusunda bulunuyor. Aralarında özel
kuvvetler ve bir zırhlı birlik bulunuyor. Bakınız Gareth Jenkins,
“Unwelcome Guests: The Turkish Military Bases in Northern
Iraq”, Terrorism Monitor, cilt 6, no 6 (24 Mart 2008).
8
“1990’larda Türkiye, bir nevi Türkiye’nin hamiliği altındaki
kuzey Irak’a 24 kez müdahale etti. Ancak Irak’ın ABD
liderliğinde işgal edilmesinden sonra Türkiye, PKK’ya karşı
harekete geçmek konusunda ABD’ye ve Iraklı Kürt gruplara
bağımlı hale geldi”. Londra’daki King’s College’da öğretim
görevlisi Bill Park’ın Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar
Merkezi tarafından organize edilen Türkiye ve Orta Doğu
konulu konferansta yaptığı yorum, İstanbul, 2 Mayıs 2008.
Sayfa 2
II. PKK’NIN KUŞATILMASI
PKK’nın 2004’te ilan ettiği ateşkesin sona ermesinden
bu yana9 isyancı örgütün saldırılarına nasıl karşılık
verileceği konusu, Türk siyasilerin kafasını kurcalamaya
ve görüş ayrılıklarına neden olmaya devam etti. Hiç
kuşku yok ki PKK, liderleri Abdullah Öcalan’ın 1999’da
yakalanmasıyla ciddi bir darbe almıştı. Ancak yine de
önemli bir kuvveti elinde bulundurması, Kürdistan
federal bölgesindeki liderleri ve Avrupa’daki Kürt
diyasporasından aldığı ekonomik destek nedeniyle
ayakta kalabildi ve Türkiye’deki saldırılarına devam
edebildi. PKK, hâlâ Irak’ın İran sınırındaki Kandil
sıradağlarında sahip olduğu askeri gücün yanında
Türkiye’nin dağlık sınır bölgelerinde ileri üsler ve
gizli cephanelikleri elinde bulunduruyor. Yönetici
kadroları bölgede oldukça rahat hareket ederken
silahsız örgüt üyeleri bölgedeki kasabalara direnişle
karşılaşmadan girebiliyorlar.
A. FARKLI BAKIŞ AÇILARI
2007 ve 2008 yıllarında Türkiye, PKK’ya karşı harekete
geçmesini sağlamak için KDP’ye karşı havuç ve sopa
politikası güttü. KDP’nin (Türkiye’nin gözünde)
PKK’yı korumaya devam etmesi durumunda ekonomik
ambargoyla ve hatta askeri müdahaleyle tehdit etti.
Öte taraftan örgüte karşı işbirliğini kabul etmesi
durumunda diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkileri
9
Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistan, PKK)
1970’lerde kurulmuş ve 1984’te bağımsız bir Kürt devleti
için gerilla mücadelesi başlatmıştı. İdeolojik açıdan MarksistLeninist olmakla birlikte siyasi yönelimini belirleyen
milliyetçiliktir. Güçlü bir pan-Kürtçü ideoloji ve pan-Kürtçü
üyelik hedefi benimsemiş olmasına karşın liderleri Abdullah
Öcalan’ın 1999’da yakalanmasından sonra PKK, söylemini
Kürtlerin Türkiye’de otonomiye sahip olması şeklinde
değiştirdi. ABD ve AB, PKK’yı terörist örgüt olarak kabul
etmektedir. Kürdistan Özgür Hayat Partisi (Partîya Jîyana
Azadîya Kurdistanê, PJAK) adlı İranlı Kürt parti, PKK’nın
kardeş örgütü olarak görülüyor ve PKK gibi o da Irak’ın
Kandil sıradağlarında konuşlu bulunuyor. PKK’nın Türkiye’de
sivil ve turistlere yönelik yapılan bazı saldırıları üstlenen
Kürdistan Özgürlük Şahinleri (Teyrêbazên Azadiya Kurdistan,
TAK) grubuyla ne derecede bağlantılı olduğuysa bilinemiyor.
Bakınız Kriz Grubu Avrupa Raporu N°184, Türkiye ve Avrupa:
Geleceğe Doğru, 17 Ağustos 2007, s. 12. PKK hakkındaki
en iyi araştırmalar arasında şunlar sayılabilir: Ali Kemal
Özcan, Turkey’s Kurds: A Theoretical Analysis of the PKK
and Abdullah Öcalan (New York, 2006); Aliza Marcus,
Blood and Belief: The PKK and the Kurdish Fight for
Independence (New York, 2007); Nihat Ali Özcan, PKK
(Kürdistan İşçi Partisi) (Ankara, 1999); and Sabri Ciğerli and
Didier Le Saout, Öcalan et le PKK: Les Mutations de la
Question Kurde en Turquie et le Moyen-Orient (Paris, 2005).
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
geliştirme sözüne sadık kaldı. Bu yaklaşım, Türk
siyasetinde rekabet halindeki iki akımın uzlaşması gibi
görülebilir: bir tarafta orduyu ve güvenlik aygıtını
denetiminde tutan ve bürokrasiye nüfuz etmiş Kemalistmilliyetçi kurulu düzen bulunurken diğer tarafta gerek
liberal elitlerin gerekse Kürt siyasi güçlerin desteğini
arkasına alabilen AKP hükümeti bulunuyor.
Kemalist-milliyetçi kurulu düzen yanlıları10, PKK’nın
kuzey Irak’ta barınamamasını sağlayarak hareket
kabiliyetini azaltmayı istemekteler. Bir emekli generalin
sözleriyle: “PKK’nın sevk ve idaresi kuzey Irak’tan
yapılırken Türkiye’deki uzantılarına karşı başarılı bir
mücadele yürütemezsiniz”.11 Bu grup, Kürtlerin hakları
için verilen herhangi bir desteği terörizme verilen bir
taviz olarak görmekte ve Kürtlere ülke içinde kültürel
ve dilsel haklar tanımayı amaçlayan reformların ancak
PKK’nın ortadan kaldırılmasından sonra yapılabileceğini
savunmaktalar. Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi’nden
bir milletvekili şunları söylüyor:
PKK’nın kökü kazınmadan Türkiye’deki Kürt
sorununa siyasi bir çözüm bulunması demek, bu
terör örgütüne tek taraflı tavizler vermek demektir.
Teröristleri yatıştırmanın yollarını ararsanız
terörizmi körüklemekten başka bir şey yapmazsınız.
İzlenecek doğru yol bu olsaydı, ABD, El Kaide’yle
mücadelesinde aynı stratejiyi kullanırdı. Türkiye’deki
radikal Kürtler, bölünmeye zemin hazırlamak için
soruna siyasi bir çözüm talep ediyorlar. PKK,
Türkiye’ye karşı olan mücadelesini Kürtlerin sosyoekonomik ve kültürel durumlarını düzeltmek için
başlatmadı. Eğer gerçek planlarını anlayamazsak
Sayfa 3
büyük bir bedel ödemek zorunda kalacağız. O da
Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür.12
Kemalist-milliyetçi kurulu düzen, PKK’yı Irak
Kürdistan’ından çıkarmak amacıyla Türkiye’yi Irak
Kürtlerinin self-determinasyon hakkını kabullenmeye
zorlamak için silahlı Kürt hareketini destekleyen
KBY’ye karşı diplomatik baskı ve askeri yöntemlerin
kombinasyonundan oluşan bir politikayı tercih etmekte.
Bir Türk analist şunları söylüyor:
Eğer PKK, Kuzey Irak’ta üsler kurabiliyor, lojistik
destek alabiliyor, serbestçe hareket edebiliyor ve
kendisine yakın partiler aracılığıyla siyaset
yapabiliyorsa tüm bunların bölgedeki 3.500 silahlı
militanın varlığı yüzünden olduğunu söylemek
büyük bir hata olur. Bölgesel hükümetin desteği
olmaksızın, PKK’nın Kuzey Irak’ta bir etkisi olamaz.
PKK, Türkiye’nin Kerkük ve Kürtlerin [Irak’tan]
bağımsızlığı ile ilgili koyduğu çekinceleri kaldırması
karşılığında sunulacak bir pazarlık unsuru olarak
görülüyor.13
Bu açıdan bakıldığında, Amerikan desteğine sahip olan
KBY, PKK’yı bu şekilde kullanmayı göze alabilir.
PKK’yla Irak’ta mücadele etmek için kurulan ve
Türkiye, Irak ve ABD’nin katılımıyla oluşan Terörizmle
Mücadele Üçlü Komisyonu’nun Türkiye eski özel
temsilcisi general Edip Başer, PKK’nın varlığını
sürdürebilmesinden ABD’yi arkasına alan KBY
desteğini sorumlu tutuyordu:
ABD’nin varlığı sayesinde [KBY lideri Mesut]
Barzani dönüp Türkiye’ye, bu terörist örgüte karşı
hiçbir şey yapmayacağını ve bu işi yapmak için
topraklarına girme planı olan tüm güçlere direneceğini
söyleyebilmektedir. Geçmişin aksine Barzani, şu
an bu tür açıklamalar yapabilmektedir. Daha güçlü
bir ordusu mu var? Teknolojik olarak daha gelişmiş
silahları mı var? Hayır. Sahip olduğu şey, güçlü
ABD desteğidir.14
10
Türklerin büyük bir kesimi Kemalist ilkeler uyarınca eğitim
aldığından ve kendilerini modern Türk ulusunun kurucusu
olan Atatürk’ün destekleyicileri olarak gördüklerinden
Kemalist’lerin tanımını vermek ve sayısını belirlemek oldukça
güç. Ancak Temmuz 2007 seçimlerinde seçmenlerin yalnızca
beşte biri, Kemalist bayrağı taşıdığını ileri süren ve Atatürk’ün
kendisi tarafından kurulmuş Cumhuriyet Halk Partisi’ne
(CHP) oy verdi. En katı Kemalist çizgiye sahip Cumhuriyet
gazetesinin tirajıysa oldukça düşük. Atatürkçü Düşünce
Derneği (ADD) örneğinde olduğu gibi Kemalist fikirler
ayrıca emekli askerler tarafından yönetilen bazı sivil toplum
örgütlerince de savunulmakta. Yargıdaki en üst kademeler ise
geleneksel olarak Kemalistlerin tekelinde bulunmakta. En
güçlü, prestijli ve disiplinli Kemalist kesimi ise silahlı
kuvvetlerin üyeleri oluşturmakta. Sözü edilen bu grupların
oluşturduğu elit kesime Türkiye’de Kemalist kurulu düzen
adı verilmekte. Kemalistler, genellikle güçlü milliyetçi
fikirleri benimsemekteler. Pek çok milliyetçi, daha geleneksel
ve din konusunda hassas bir parti olan Milliyetçi Hareket
Partisi (MHP) çatısında toplanmış durumda. Bakınız Kriz
Grubu raporu, Türkiye ve Avrupa, a.g.e., s. 21.
11
Kriz Grubu’na verilen mülakat, (emekli) general Armağan
Kuloğlu, Global Strateji Enstitüsü baş danışmanı, Ankara, 6
Şubat 2008.
Bazıları daha da ileri gidiyor ve KBY’nin PKK’yı
kendi amaçları için kullanmakla kalmadığını, aynı
zamanda bazı Iraklı Kürt liderlerin, özellikle de Mesut
Barzani’nin pan-Kürtçü emelleri olduğunu ve PKK’nın
bu açıdan büyük önem taşıdığını ileri sürüyorlar. Bir
Türk analist, şu yorumu yapıyor:
12
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Onur Öymen, CHP milletvekili
ve Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarı, Ankara, 4 Şubat 2008.
13
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir
Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi başkanı, İstanbul, 17
Aralık 2007.
14
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, 30 Ekim 2007.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 4
Barzani, yalnızca Irak Kürtlerinin değil komşu
ülkelerde yaşayan tüm Kürtlerin lideri olabilmek
için pan-Kürtçü bir politika izliyor. Onun, Kürt
kimliğini ve milliyetçiliğini vurgulayan ve bu temele
dayanarak Türkiye’ye karşı askeri bir mücadele
veren PKK’ya karşı hareket etmesini beklemek hiç
de mantıklı olmaz.15
Denklemin diğer ucunda ise, seküler etnik-milliyetçiler
ve dindar muhafazkârlar16 olarak bölünmüş ve PKK’yı
Türkiye’nin çözümlenmemiş Kürt sorununun sonucu
olarak gören Türkiye’li Kürt seçkinler bulunuyor.
Demokratik Toplum Partisi’nden (DTP) bir Kürt
milletvekili, şunları kaydediyor:
Sorun, Irak Kürdistan’ında değil, burada Türkiye’
dedir. Biz kendi Kürt sorunumuzu çözemediğimiz
için, bugün Irak Kürdistan’ını bir tehdit olarak
görüyoruz. Türkiye, Irak Kürtlerinin bağımsızlık
kazanmasının kendi içindeki ayrılıkçı duyguları
kışkırtacağından korkuyor ve aslında bu durum da
ülkedeki demokratik açılımların bastırılması için
bir bahane işlevi görüyor.18
Bu görüşü paylaşanlar, KBY ile ilişkilerin
güçlendirilmesini savunuyorlar. Bir DTP milletvekili
KBY’nin Türkiye ve PKK arasında arabuluculuk
yapmasını önerdi:
KBY, Türkiye’de PKK sorununun çözümünde
olumlu bir rol oynayabilir. Türkiye, Saddam Hüseyin
rejimi süresince KDP ve KYB’yi direniş hareketleri
olarak adlandırdı ve asla terörist örgütler olarak
tanımlamadı. Bu iki partinin kurduğu hükümetin
Irak’ta meşruiyeti tanınmaktadır. Bu da onun olumlu
bir rol üstlenmesini mümkün kılacaktır. Barzani ve
Talabani, 1990’lı yıllar boyunca Türkiye’nin verdiği
kırmızı [diplomatik] pasaportu taşıdılar. Türkiye,
onları meşru ortaklar olarak kabul etmişti, bugün
de aynısını yapabilir. PKK’nın silahsızlandırılmasını
amaçlayan görüşmeler, KBY aracılığıyla başlatılabilir.
PKK’nın [güç yoluyla] ortadan kaldırılması,
Türkiye’de Kürt sorununa uzun vadeli bir çözüm
getirmeyecek.19
Kürt sorunu PKK’yla başlamadı. PKK, Osmanlı
İmparatorluğu’ndan bu yana gerçekleşen 29’uncu
Kürt isyanını temsil etmektedir. Eğer bu sorunu
çözmezsek, PKK askeri yöntemlerle bastırılabilir,
ancak gelecekte yeni isyanlar ortaya çıkacaktır.17
Liberal Türk entelijensiyanın bir bölümü tarafından
da paylaşılan bu bakış açısı, PKK sorunuyla nasıl
uğraşılacağı konusunda tamamen farklı bir yaklaşıma
kapı aralamakta. Bu perspektif, salt Kürt hareketine
yoğunlaşmak yerine, Türkiye’de Kürt sorununa daha
geniş ve demokratik bir çözüm bulunmasını önermekte.
AKP’nin Kürt kökenli bir milletvekiline göre:
15
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir
Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul,
17 Aralık 2007. Bazılarına göre KBY’nin pan-Kürtçü amaçları
abartılıyor. Söz konusu gruplar, KBY’nin PKK’ya karşı
hareket etmediği düşüncesini farklı yorumluyor. Emekli bir
üst düzey istihbaratçının sözleriyle: “bazı insanlar durumu
abartıyorlar ve pan-Kürtçülüğü en büyük tehdit olarak
görüyorlar. Bu tür abartılar, KYB’ye karşı olan politikamızı
etkiliyor, oysa algıların siyaseti etkilemesine izin vermemeliyiz”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, 29 Kasım 2007. Bir
Türk gazeteci, madalyonun öteki yüzünü şöyle ifade ediyor:
“Irak Kürt liderliği, Türkiye’nin gerçek niyetinin PKK’yı takip
etmek değil, KBY’yi devre dışı bırakmak olduğu korkusuna
takılıp kalmış durumda. Bu nedenle KBY, topraklarındaki
PKK varlığı nedeniyle Türkiye’nin sürekli taleplerine şüpheyle
yaklaşıyor ve Türkiye’yle işbirliği içinde PKK’ya karşı hareket
etme konusunda isteksiz davranıyor”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Cengiz Çandar, Radikal gazetesi köşe yazarı, İstanbul,
23 Ocak 2008.
16
Seküler, etnik milliyetçi Kürtler, kendilerini PKK’yla ve
onun siyasetteki sesi Demokratik Toplum Partisi’yle (DTP)
özdeşleştirirken, dini-muhafazakâr Kürtler, son iki seçimde
ağırlıklı olarak AKP’ye oy verdiler. Kürtler arasında birçok
bağımsız da bulunuyor. Türkiye’deki Kürtlerin ayrıntılı bir
analizi için bakınız M. Hakan Yavuz ve Nihat Ali Özcan,
“The Kurdish Question and Turkey’s Justice and Development
Party”, Middle East Policy, no.1 (2006), s. 106-107.
17
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Sırrı Sakık, DTP’li bir Kürt
milletvekili, Ankara, 14 Şubat 2008.
Bazı Kürt aydınları, Türkiye’de askeriyenin, PKK’nın
Irak Kürdistan’ındaki varlığını hem ülkedeki ayrıcalıklı
konumunu sürdürmek hem de Kuzey Irak’taki “sıcak
takip” operasyonlarını meşrulaştırmak için kullandığını
ve PKK’yı etkisiz hale getirmek için yaptıklarının aynı
zamanda KBY’nin artan etkisini azaltmayı hedeflediğini
savunmaktalar. Bir Kürt yazarın sözleriyle, “Türkiye’de
askeriye, hem demokratikleşme ve sivilleşme süreçlerini
tıkayarak vesayete dayalı rejimi sürdürmek hem de
KBY’nin Irak Kürdistan’ındaki başarılarını bloke etmek
için PKK’yı etkili bir araç olarak kullanmaktadır.”20
18
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İhsan Arslan, AKP’li Kürt
milletvekili, Ankara, 14 Şubat 2008.
19
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Selahattin Demirtaş, Ankara,
3 Aralık 2007.
20
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ümit Fırat, Türkçe yayımlanan
Serbesti adlı Kürt siyasi derginin Kürt yazarı, İstanbul, 17
Nisan 2008.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
AKP hükümeti21, bu iki görüş arasında bir orta yol
bulmuş durumda. AKP, amaçları ve yöntemleri itibariyle
Türklerin çok büyük bir bölümünde nefret uyandıran
PKK’yla mücadele etmek ile çoğu kendisine oy veren22
ve PKK’yı desteklemeseler bile ona karşı güç kullanmaya
karşı çıkan Türkiye’li Kürtlerin desteğini sağlamak
arasında bir denge tutturmaya çalışmakta. Hükümet,
Türkiye’nin güney-doğusunda sosyo-ekonomik
kalkınmayı ve AB normları doğrultusunda Kürtlerin
kültürel ve dilsel haklarının tanınmasını savunurken
Irak’ta da KBY’nin PKK’ya verdiğini düşündüğü
desteğini sona erdirecek bir diplomasiden yana durmakta.23
B. DİPLOMATİK STRATEJİ
AKP hükümetine göre 2006 ile 2007 sonu arasında
PKK saldırılarında gözlemlenen ani artış, PKK’nın
yeniden canlanmasından ziyade anayasal olarak
gerçekleştirilmesi zorunlu Kerkük referandumu
öncesinde KBY’nin elini güçlendirme çabalarına
bağlanabilir. Bu görüş uyarınca Türkiye’deki PKK
saldırılarını destekleyerek KBY, Türkiye’yi Kuzey Irak’a
geniş ölçekli bir askeri operasyon düzenlemesi için
kışkırtmayı ve böylece onu uluslararası toplumla karşı
karşıya getirerek diplomatik açıdan izole edilmesini
ummaktaydı. Bu durum Kerkük’te KBY’ye serbestçe
hareket etme olanağı verecekti.24
Türk yetkililer, PKK’nın provokasyonlarına itidalle
yanıt vererek ve güce başvurmadan önce PKK’ya karşı
düzenlenecek bir askeri harekat için geniş uluslararası
destek kazanmak amacıyla diplomatik gayretler göstererek
bu senaryoyu boşa çıkardıklarını iddia etmekteler.25
21
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliği
etrafında birleşmiş ve daha çok din konusunda hassas,
muhafazakâr üyelerden oluşan merkez sağ bir parti olarak
tanımlanabilen AKP, Sünni Müslüman siyasi hareketler
arasında sayılabilir. Söz konusu hareketler, genellikle ulusdevleti kabul ederler, onun anayasal çerçevesi içinde hareket
ederler, şiddetten çekinirler, devrimciden ziyade reformcu
bir görüşü savunurlar ve evrensel demokratik normlar ile
barışıktırlar. Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°37,
Understanding Islamism, 2 Mart 2005.
22
Temmuz 2007’de yapılan genel seçimlerde AKP, Kürtlerin
ağırlıkta olduğu on iki ilde oyların yüzde 41’ini alırken PKK’ya
yakın DTP’nin bu bölgedeki oyları yüzde 33’te kaldı. Bakınız
Kemal Kirişçi, “The Kurdish Question and Turkey: Future
Challenges and Prospects for a Solution”, Istituto Per Gli Studi
Di Politica Internazionale (ISPI), Aralık 2007.
23
Ertan Efegil, “Turkey’s New Approaches toward the PKK,
Iraqi Kurds and the Kurdish Question”, Insight Turkey, no. 3
(2008), s. 55-56.
24
Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision: An
Assessment of 2007”, Insight Turkey, no.1 (2008), s. 84-88.
25
Türkiye’nin kuzey Irak’ta tek taraflı askeri operasyon
yürütmesi, AB’ye katılım çabalarına sekte vurabilir. Bakınız
Sayfa 5
Bu destek Irak’tan kilit önemdeki bölge ülkelerine,
Arap Ligi’nden maharetli bir strateji ile ABD’ye kadar
uzanarak perçinleniyordu.
Türkiye, amacı büyük ölçüde PKK’yla mücadele
etmek olan terörizm karşıtı bir anlaşma imzalamak
için uzun zamandır Irak’a baskı yapmaktaydı ve bu
bağlamda Başbakan Nuri El Maliki’nin 7 Ağustos
2007’deki Ankara ziyareti bir dönüm noktası oluşturdu.
El Maliki ve Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan,
PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığına son vermek üzere
prensipte güçlü ancak operasyonel açıdan zayıf kalan
bir mutabakat antlaşması imzaladılar. 28 Eylül’de de
Irak İçişleri Bakanı Cevat El Bulani ve Türk muhatabı
Beşir Atalay, iki ülkenin de PKK’nın topraklarını
barınma ve militan bulma faaliyetleri için kullanmasını
engelleme sözü vermelerini öngören, PKK’ya mâli
olduğu kadar dolaylı ya da doğrudan her türlü lojistik
yardımı yasaklayan, medyanın terörist eylemleri teşvik
etmesinin önüne geçilmesini ve PKK liderliğinin Irak’ta
yargılanmasını veya Türkiye’ye iade edilmesini içeren
bir terörizmle mücadele antlaşması imzaladılar.26 Ne
var ki, Türk ordusunun Irak içlerinde PKK’ya karşı
sıcak takip operasyonları düzenlemesine izin verecek
madde üzerinde anlaşamadılar ve bu da Türkiye’de
bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Bu anlaşmazlık büyük
ölçüde, bu tür operasyonların Irak’ın egemenliğinin
ihlali anlamına geleceğini savunan KBY’nin, şiddetli
itirazlarından kaynaklandı.27
Türkiye, kilit önemdeki bölge ülkelerinden de diplomatik
destek istedi ve aldı. 17 Ekim’de bir resmi ziyaret
sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Beşir Esat, Türkiye’nin
Irak’ta yerleşik Kürt isyancılara karşı sınır ötesi saldırılar
gerçekleştirme hakkı olduğunu açıkça savundu.28 Altı
gün sonra Erdoğan ve İngiltere Başbakanı Gordon
Brown, aralarında PKK’nın terörist faaliyetleri olarak
tanımlanan faaliyetlere karşı ortak eylem kararının da
bulunduğu bir dizi konuyu kapsayan bir stratejik ortaklık
ve işbirliği anlaşması imzaladı.29 Gene aynı ay içinde
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Filistin, İsrail, Ürdün
ve Suudi devlet başkanlarından PKK’yla mücadelede
Türkiye’ye destek bildiren açıklamalar aldı. Babacan,
27 Ekim’deki Tahran ziyaretinde üst düzey İran’lı
yetkililerle buluştu ve hemen ardından Cumhurbaşkanı
Mahmut Ahmedinecat, “İran, Türkiye’nin terörizmle
mücadelesini anlamaktadır ve onunla bu konuda
işbirliğine hazırdır”30 açıklamasını yaptı. Son olarak
Ali Babacan, 3 Kasım’da Arap Ligi Genel Sekreteri
Aylin Ş. Görener, “Turkey and Northern Iraq on the Course
of Rapprochement”, SETA Policy Brief, no.17 (2008), s. 5.
26
Milliyet, 28 Eylül 2007.
27
Turkish Daily News, 29 Eylül 2007.
28
Reuters, 17 Ekim 2007.
29
Today’s Zaman, 24 Ekim 2007.
30
Anadolu Agency, 28 Ekim 2007.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Amr Musa ile güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarında
işbirliğini güçlendiren bir anlaşma imzaladı.31
Ancak en büyük ödül, Amerikan desteği oldu. 2003’teki
Irak işgali öncesinde Türkiye, sınır ötesi operasyonlarla
PKK’yı Kuzey Irak’ta kuşatmaya çalışmıştı. Ne var ki
Türk parlamentosunun 1 Mart 2003 tarihli ve Amerikan
askerlerinin Türk topraklarından transit geçişini
engelleyen kararı32, aslında PKK’nın manevra alanını
genişletti. ABD’yle temasta bulunan bir Türk yetkili
şöyle diyordu:
Türk parlamentosu, 1 Mart tezkeresini onaylasaydı,
PKK silahlı çatışmayı yeniden başlatma olanağı
bulamazdı. Türk askerleri, PKK’nın tüm ileri üslerinin
sıralandığı bölgeye kadar Türk komutası altında
ilerleyebilir ve PKK da dahil olmak üzere teröristlere
karşı askeri müdahalede bulunma yetkisine sahip
olabilirdi.33
31
TurkishPress.com, 4 Kasım 2007.
O tarihte Türk halkının yaklaşık yüzde 90’ı ABD’nin Irak’a
askeri müdahalede bulunmasına karşı çıkıyordu. Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer, savaşın gayrimeşru ve gerekçesiz
olduğunu açıkladı. Türk Silahlı Kuvvetleri, parlamentonun
kararını etkileyebilecek yorumlar yapmaktan kaçındı. Ana
muhalefet partisi CHP, transit geçişe izin veren tezkereye
karşı çıktı ve Türkiye’nin bu şekilde savaşın içine çekileceğini
ve bir cephe ülkesi haline geleceğini söyledi. İktidardaki AKP
ise bu konuda bölündü ve liderler, parti disiplinini sağlamakta
zorlandı. Sonunda 1 Mart 2003’te 264 milletvekili tezkere
lehinde oy kullanırken 250 kişi ret oyu verdi, 19 kişi çekimser
kaldı. Tezkerenin kabul edilmesi için oylamaya katılanların
mutlak çoğunluğunun evet demesi gerekiyordu, ancak bu
durumda üç oy eksik kaldı. 1 Mart 2003 olayları hakkında
daha fazla bilgi için bakınız Deniz Bölükbaşı, 1 Mart Vakası:
Irak Tezkeresi ve Sonrası (İstanbul, 2008); Turan Yavuz,
Çuvallayan İttifak (Ankara, 2008); Fikret Bila, Ankara’da
Irak Savaşları (İstanbul, 2007); ve Murat Yetkin, Tezkere
(İstanbul, 2004).
33
Irak’ta Türkiye-ABD işbirliğine dair askeri memorandum
müzakerelerinde Türk tarafının liderliğini yapmış olan ve
halihazırda MHP milletvekili, emekli büyükelçi Deniz
Bölükbaşı’nın yorumu, Haber Türk, 27 Mayıs 2007. Plan,
Türk silahlı kuvvetlerinin dört birlik halinde (zırhlı birlik,
mekanize birlik, komando birliği ve dağ komando birliği),
özel kuvvetlerle (Akrep Görev Gücü) ve tank ve topçu
taburunun desteğiyle toplam 31.000 askerle kuzey Irak’a
girmesini öngörüyordu. Silopi’de Jandarma Asayiş Komutan
yardımcısı General Erdal Suphi’nin komutasındaki bu
kuvvetler, Türkiye’nin Irak sınırından 40 kilometre derinlikte,
Suriye sınırında Fays Habur’dan başlayarak Habur’un
güneyine, Zaho boğazına, Dohuk’un doğusuna, Atruş ve
Barzan’ın güneyine uzanan, Türkiye-Irak-İran sınırına Hayat
Vadisi’nde ulaşan ve Türkiye’de “Yağmur Hattı” olarak bilinen
bölgeye kadar ilerleyecekti. Bakınız Deniz Bölükbaşı, a.g.e.
32
Sayfa 6
Parlamentonun ret kararı, ABD’de şok etkisi yarattı
ve ikili ilişkilerde bozulmaya yol açtı.34 Artçı şoklar
ise Temmuz 2003’te kuzey Irak’ta (Kürt) kenti
Süleymaniye’de yaşanan ve Türkiye’nin özel
kuvvetlerinin ele geçirildiği,35 ABD’nin PKK’ya karşı
harekete geçmekten kaçındığı inancının36 ve PKK’ya
silah sağladığı iddialarının dile getirildiği37 olaylarla
geldi. Türkiye, 2003’ten itibaren, PKK sorununu kontrol
altına almak amacıyla ABD ile ilişkilerini yeniden
rayına oturtmak için hatırı sayılır bir çaba harcadı.
Türkiye’nin PKK’ya karşı tek taraflı girişebileceği ve
Irak Kürdistanı’nın göreli istikrarını bozabilecek bir
34
ABD-Türkiye ilişkilerinin yakın tarihi için bakınız Ian O.
Lesser, “Beyond Suspicion: Rethinking U.S.-Turkish Relations”,
Woodrow Wilson Center, Ekim 2007; John C. K. Daly, “U.S.Turkish Relations: A Strategic Relationship Under Stress”,
Jamestown Foundation, Şubat 2008; Stephen J. Flanagan and
Samuel J. Brannen, “Turkey’s Shifting Dynamics: Implications
for U.S.-Turkey Relations”, Center for Strategic and
International Studies, Haziran 2008; and F. Stephen Larrabee,
“Turkey as a U.S. Security Partner”, RAND Corporation, 2008.
35
4 Temmuz 2003’te ABD askerleri, Kerkük valisine suikast
yapacaklarından şüphelendikleri gerekçesiyle Süleymaniye’de
Türk özel kuvvetlerinden bir grup askeri tutukladılar. Askerler,
kafalarına geçirilen çuvallarla yerlerinden alındılar, ABD
askerleri tarafından sorgulandılar ve 60 saat sonra serbest
bırakıldılar.
36
ABD, Irak’ın merkezinde ve güneyindeki istikrarsızlıktan
endişe duyuyordu. Bu bölgelerdeki kuvvetleri, gerilim
altındaydı ve üstlenebileceklerinden fazlasını yerine getriyorlardı.
Bu nedenle kuzeye asker göndermek onu zorlayacaktı.
Güvenlik konusunda çalışan bir Türk araştırmacı, ABD’nin
harekete geçmemesinin bir başka nedenini de şöyle açıklıyordu:
“ABD, PKK aleyhine bir harekette bulunmak istemiyor.
Irak’ta durumun kötüye gitmesi ihtimaline karşılık Kürt
bölgesi, ABD’nin elinde tutabileceği yegâne bölge. Bu
nedenle ABD, Iraklı Kürtlerle anlaşmazlığa düşeceği
herhangi bir durumun ortaya çıkmasına asla izin vermez.
ABD, [PKK’ya karşı] savaş açacak olsa bu, bir terör örgütüne
karşı değil [Iraklı] Kürtlere karşı bir hareket olarak algılanır.
Bunun sonucunda ABD, [KBY Başkanı Mesut] Barzani ve
[Irak Cumhurbaşkanı Celal] Talabani üzerindeki nüfuzunu
kaybedebilir. Üstelik ABD, [Iraklı Kürt asi grup] PJAK’ı
İran’a karşı kullanıyor. PJAK, PKK’nın güvenlik şemsiyesi
altında barınıyor, PKK’nın pek çok siyasi fikrini ve askeri
stratejisini benimsemiş durumda ve Kandil dağlarındaki aynı
imkan ve kaynakları kullanıyor. Bu nedenle ABD’nin sırf
Türkiye’yi memnun etmek için İran’ı istikrarsızlığa sürükleyerek
elindeki tek kartı kaybetmesini beklemek mantıksız olur”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir
Üniversitesi’nde Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı,
İstanbul, 17 Aralık 2007.
37
Türkiye, PKK’nın elinde ABD tarafından sağlanmış çok
sayıda silah ele geçirdiğini iddia etti. ABD savunma bakanlığının
kendi içinde yaptığı soruşturmayla bazı fırsatçı Amerikan
birliklerinin PKK’ya silah satışına karıştığı ortaya çıktı. Bu
konuda daha ayrıntılı bilgi için bakınız, Andrew McGregor,
“PKK Arms Scandal Fuels Turkish Suspicions”, Terrorism
Focus, cilt 4, sayı 27 (14 Ağustos 2007).
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
askeri harekattan korkan ABD, kendisiyle birlikte
Türkiye ve Irak’ı kapsayan üçlü bir terörizmle mücadele
mekanizmasının kurulmasını kabul etti. Ağustos 2006’da
emekli Hava Kuvvetleri komutanı ve genelkurmay
eski ikinci başkanı Joseph Ralston’ı PKK’ya karşı
ortak eylemleri koordine etmesi için özel temsilcisi
olarak atadı.38
Türkiye ve Irak, bu adımı izlediler. Sırasıyla kara
kuvvetleri eski komutanı emekli general Edip Başer’i
ve ulusal güvenlikten sorumlu Devlet Bakanı Sirwan
al-Wa’ili’yi özel temsilcileri olarak atadılar. Türkiye’nin
PKK’nın sadece kendisini değil ABD’yi ve tüm bölgeyi
tehdit ettiğine Bush yönetimini ikna etmek için
kullandığı strateji, ABD’nin terörle savaşın evrenselliği
retoriğinden yararlanmaktı.39 Ankara’nın öncelikli
amacı, kendisi yerine Irak hükümeti ve KBY’nin
PKK’nın Irak topraklarından atılması için adım atmalarını
sağlamak üzere ABD’nin bu yönetimlere baskı yapmasını
sağlamaktı.
Ancak sonuç, Türkiye için kesinlikle tatmin edici olmadı.
Emekliliğinden sonra general Edip Başer, Türkiye’nin
daha işin başından itibaren komisyonun bazı ivedi
adımlar atması gerektiğini açıkça vurguladığını
söylüyordu:
Öncelikle biz, merkezi Irak hükümetinin PKK’yı bir
terör örgütü olarak tanımlaması ve Irak topraklarındaki
tüm faaliyetlerini yasaklaması için çağrıda bulunduk.
İkinci olarak, onlardan terörle mücadele için bir
anlaşma imzalamalarını istedik. Son olarak da [Irak
cumhurbaşkanı Celal] Talabani’den [Türkiye’den
gelen Kürt sığınmacıların barındığı] Mahmur kampının
kapatılması için BM’ye bir mektup yazmasını talep
ettik.40
38
Turkish Daily News, 30 Ağustos 2006.
“ABD’yi aynı amaç ve değerlere sahip, yakın bir müttefikimiz
olarak görüyorduk. Ben sizin dostunuzum dersen, bizim
hayati çıkarlarımıza bir saldırı olduğunda bizimle birlikte
olman gerekir. Yoksa teröristlerin yanında yer almış olursun.
Elinizden bir şey geliyorsa ve onu yapmıyorsanız, PKK’yı
destekliyorsunuz demektir. ABD, akan kanı durdurmamıza
yardımcı olmak için tek bir adım bile atmak istemiyor. ABD,
bizim masaya oturmamızı, terör örgütüyle pazarlık yapmamızı
ve bir anlaşmaya varmamızı istiyor. O halde Bush neden
Usame Bin Ladin’le oturup görüşerek anlaşmaya varmıyor?”
Kriz Grubu’na verilen mülakat, emekli general Edip Başer,
Türkiye’nin Terörizmle Mücadele Üçlü Komisyonu’ndaki
eski özel temsilcisi, İstanbul, 30 Ekim 2007. Mülakat, ABD’nin
PKK’ya karşı kuzey Irak’taki askeri harekata destek verdiğini
açıklamasından bir ay önce yapıldı.
40
General Başer, Kriz Grubu’na şunları söylüyordu: “Mahmur
kampı, PKK tarafından eğitim ve üye toplama merkezi olarak
kullanılıyor. Kamp, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin
himayesi altında. Üçlü komisyon, PKK’nın kamptan çekilmesini
39
Sayfa 7
General Edip Başer’e göre, yeterince güçlü olmayan
Iraklıların PKK’ya karşı bu adımları atmayacakları ve
ABD’nin de KBY’yi zorlayarak kriz çıkması riskini
göze almak istemeyeceği kısa süre içinde ortaya çıktı.
Birçoklarının paylaştığı görüşü dile getiren bir Türk
siyasetçi, durumu şöyle açıklıyordu: “Kuzey Irak’ta
seçenekleri olsun isteyen ABD, KBY’ye baskı yapmaz.
ABD, Kürt bölgesini nüfuz alanı içinde tutmak istiyor.
[Irak’ta] her şey kötü giderse kuzey Irak’a yerleşmeyi
planlıyor”.41
Hiçbir ilerleme kaydedilememesinden hayal kırıklığı
duyan general Başer, komisyonun yararlılığını açıkça
sorgulamaya başlayınca AKP hükümeti, 21 Mayıs
2007’de onu görevden aldı.42 Dışişleri Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Rafet Akgünay, yerini aldı; ancak
komisyonun ABD’li üyesi Ralston ile hiçbir zaman bir
araya gelmedi.43 Üst düzey bir Türk yetkili, durumdan
şöyle yakınıyordu:
Komisyonun hiçbir amacı gerçekleştirilemedi.
Bunlar, PKK’nın kuzey Irak’taki ofislerinin
kapatılması, PKK’yla ilişkili Kürdistan Demokratik
Çözüm Partisi’nin (KDÇP) tüm siyasi ve medya
faaliyetlerinin durdurulması, PKK’nın mülteci ve
askeri kamplarının kapatılması, lojistik destek
sağlamayı başardı. Bunun ardından PKK’nın kampa geri
dönmesini engellemek için Bağdat’tan bir Iraklı askeri birim
gönderildi, Iraklı güçlerin gözetimi için de bir Amerikan
müfreze görevlendirildi. Küçük bir araştırma yapıldı.
Kamptaki herkes kaydedildi ve kimlik kartları dağıtıldı.
Ancak komisyondan ayrıldıktan sonra öğrendim ki sayıları
yaklaşık 50 olan Iraklı güçlerin yetersiz olması yüzünden
PKK, kampa geri dönmüş”. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
emekli general Edip Başer, Türkiye’nin Terörizmle Mücadele
Üçlü Komisyonu’ndaki eski özel temsilcisi, İstanbul, 30 Ekim
2007. Mahmur kampı, Türkiye’nn güneydoğu bölgesindeki
şiddetten kaçan Kürtlerin sığınması için 1990’ların başında
kurulmuştu. Bakınız Kriz Grubu’nun Orta Doğu Raporu N°64,
Iraq and the Kurds: Resolving the Kirkuk Crisis, 19 Nisan
2007, s. 18.
41
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Şükrü Elekdağ, Dışişleri
Bakanlığı eski müsteşarı ve şu anda ana muhalefet partisi
CHP’den milletvekili, Ankara, 4 Aralık 2007.
42
Today’s Zaman, 22 Mayıs 2007.
43
“General Ralston, şimdiye kadar hiç temasta bulunmadıkları
medyada yer aldıktan sonra ancak Büyükelçi Akgünay’ı
arayarak onu yeni görevinden dolayı tebrik etti. Sonra Irak
Başbakanı Türkiye’yi Ağustos 2007’de ziyaret ettiğinde
Büyükelçi Akgünay, Iraklı meslektaşıyla buluşma fırsatı
buldu ve bu görüşmeyi bir telefon konuşmasında general
Ralston’a bildirdi. Daha sonra bir ziyaret için New York’a
gittiğinde general Ralston ile görüşmek istedi; ancak Ralston
Alaska’daki evinde olduğu için bu mümkün olmadı”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, üst düzey bir Türk yetkili, Ankara,
3 Aralık 2007.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 8
hatlarının kesilmesi ve liderlerinin yakalanarak sınır
dışı edilmesidi idi.44
kılmak ve felce uğratmak”49 amacıyla ortak müdahalede
bulunmaya karar verdi.
29 Ekim 2007’de45 Washington Türk Büyükelçiliği’nde
verilen Cumhuriyet resepsiyonu sırasında Ralston
istifasını açıkladı ve komisyon fiilen feshedilmiş
oldu.46 ABD, Türkiye’nin PKK konusundaki
görüşlerini paylaşmakla birlikte, öncelikle Irak’ın
merkezinde istikrarı sağlamakla meşgul olduğundan
ve gereken askeri birlikleri başka bölgelere
göndermek istemediğinden askeri bir müdahaleye
yanaşmıyordu. Ayrıca Irak’taki en güvenilir müttefiki
KBY’yle arasını bozma riski yüzünden harekete
geçmesi için ona baskı yapmak istemedi.
İşbirliği, dört alanı kapsıyordu: ABD, operasyonel
istihbaratını paylaşacak;50 PKK liderlerinin yakalanması
ve Türkiye’ye iadesinde yardımcı olacak;51 lojistik
desteğini kesmek için PKK kamplarının kapatılmasına
çalışacak; Türkiye’nin kuzey Irak’taki askeri
operasyonlarında işbirliği yapacaktı. İki ülke, tüm bu
faaliyetleri gözlemek için Türkiye’nin Genelkurmay
İkinci Başkanı General Ergin Saygun52, ABD’nin
Genelkurmay İkinci Başkanı James E. Cartwright ve
ABD’nin Irak’taki Çokuluslu Gücün Komutanı David
Petraeus’tan oluşan bir komisyon kurdu.
Üçlü Komisyonun çökmesi ve Ekim 2007’de PKK’nın
saldırılarında meydana gelen ani artış,47 Türkiye ve
ABD’yi büyük bir krizin eşiğine getirdi. Ülke içindeki
baskı öylesine arttı ki Türkiye, tek taraflı, sınır ötesi
operasyon yürütme tehdidini dile getirdi.48 Türkiye’yi
yatıştırmak ve ilişkileri düzeltmek isteyen Başkan Bush,
Başbakan Erdoğan’ı 5 Kasım’da Washington’a davet
etti. Bu buluşma, 1 Mart 2003’teki siyasi çalkantıların
ardından iki ülke ilişkilerinde yaşanan ilk kayda değer
yumuşamaya işaret ediyordu. İki lider, bir gözlemcinin
ifadesiyle PKK’yı “tasfiye etmek” değil “etkisiz
Türkiye’nin üst düzey, eski bir istihbarat mensubuna
göre, ABD’nin politikasındaki bu değişim, Türk
halkında güçlü Amerika karşıtı izler taşıyan, artan
öfkeye ve ABD’nin stratejik çıkarlarını Türkiye’nin
aktif desteği olmaksızın koruyamayacağını fark etmesine
bağlanmalıdır.53 Ne var ki bazı kaynaklara göre PKK’ya
karşı sağladığı yardımın karşılığında ABD, Türkiye’den
KBY’yle ilişklerini normalleştirmesini talep etti.54
Türk yetkililer, Bush-Erdoğan görüşmesinin ardından
gayet mutluydular. Bir yetkiliyse “[bu görüşme],
Türkiye’nin PKK’yla mücadelesinde nihai aşama
olacaktır” 55 diyecek kadar iddialı konuşuyordu.
44
A.g.e.
Turkish Daily News, 11 Ekim 2007.
46
“Üçlü Komisyon artık öldü. Yeni durumda Genelkurmay
İkinci Başkanı general Ergun Saygun, ABD’li meslektaşı
Genelkurmay İkinci Başkanı James E. Cartwright ve ABD’nin
Koalisyon Komutanı General David Petraeus, PKK’ya karşı
yapılacak ortak müdahaleleri görüşmek üzere bir araya
gelecekler. Şu andan itibaren PKK’ya karşı mücadelenin
koordinasyonunu Türk ordusu yapacak. Artık kimse Üçlü
Komisyon’dan söz etmiyor. Amerika’nın temsilcisi yok ve
biz, diplomatik kanallarla Irak tarafıyla görüşüyoruz. Bu
nedenle Üçlü Komisyon’a ihtiyaç yok”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007.
47
45-50 kişiden oluşan bir grup PKK militanının 7 Ekim
2007’de Türkiye’nin güneydoğusundaki Gabar dağlarında
bir Türk komando birliğini pusuya düşürmesi, halkta büyük
bir öfke ve tepkinin oluşmasına yol açtı. 13 asker öldürüldü,
üçü yaralandı. Bunun üzerine hükümet, meclisten sınır ötesi
operasyon yürütmek için onay istemek zorunda kaldı. Gareth
Jenkins, “Turkey Prepares For Cross-Border Military Operation”,
Eurasia Daily Monitor, 10 Ekim 2007. Gabar’daki pusunun
ardından 21 Ekimde Dağlıca köyü yakınlarındaki bir karakola
150-200 PKK militanı tarafından saldırı düzenlendi, on iki
asker öldürüldü, on altısı yaralandı. Gareth Jenkins, “PKK
Trying to Draw Turkish Military Into Northern Iraq”, Eurasia
Daily Monitor, 22 Ekim 2007.
48
“PKK saldırıları, Türkiye ve ABD’yi büyük bir krizin eşiğine
getirdi. Tek taraflı bir askeri müdahale yapmaya hazırdık”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Suat Kınıklıoğlu, Adalet ve
Kalkınma Partisi (AKP) milletvekili, Ankara, 6 Şubat 2008.
45
49
“ABD, kuzey Irak’ın içlerine girmeyi gerektiren
oparasyonlara izin vermeyecektir. Demek ki sınırın çok
uzağında konuşlanmış PKK güçleri güvende olacak. Anlaşma,
PKK’nın tasfiyesini öngörmüyor”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Şükrü Elekdağ, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
milletvekili ve eski dışişleri bakanlığı müsteşarı, Ankara, 4
Aralık 2007.
50
İstihbarat paylaşımı yalnızca sınıra yakın bölgelerde yapılan
PKK operasyonlarını kapsıyor. “PKK birliklerinin Irak’ın
içlerinde konuşlandığı durumlarda ABD, bir şey yapma sözü
vermedi. Amaç, PKK’nın Türkiye sınırından sızmasını
engellemekti. ABD, PKK’ya örgütü yok etmeyeceği, ancak
sınırı geçerek Türkiye’de saldırı düzenlememesi gerektiği
mesajını veriyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Şükrü
Elekdağ, Ankara, 4 Aralık 2007.
51
PKK’nın en üst düzey liderlerinden şu kişilerin adı geçiyordu:
Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Süleyman Hüseyin. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Şükrü Elekdağ, Ankara, 4 Aralık
2007.
52
General Ergin Saygun, terfi etti ve Birinci Ordu komutanlığına
atandı. General Hasan Iğsız, yeni genelkurmay ikinci başkanı
olarak onun yerini aldı.
53
Kriz Gurbu’na verilen mülakat, Milli İstihbarat Teşkilatı’nda
(MİT) çalışmış eski bir üst düzey görevli, Ankara, 5 Şubat 2008.
54
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Emekli general Armağan
Kuloğlu, Global Strateji Enstitüsü başdanışmanı, Ankara, 6
Şubat 2008.
55
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara,
3 Aralık 2007.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 9
ofisleri kapatılmalarına rağmen hemen yanıbaşında
tekrar açıldılar. PKK ile bağlantısı olan bazı kişiler
gözaltına alınsa da kısa sürede salıverildiler. Bu
önlemleri göz boyamadan ibarettir. Hem az hem
de çok geç!60
C. ASKERİ MÜDAHALE
Irak hükümetiyle terörle mücadele antlaşmasının
imzalamasından yalnızca bir hafta sonra Erdoğan,
Irak’a harekat düzenlenmesi için meclisten izin
isteyeceğini söyledi. Bu kararın nedeni olarak anlaşmanın
koşulları gereği sıcak takibe izin vermemesi ve PKK
saldırılarındaki ani artış belirtilebilir.56 Ankara, ayrıca
bu şekilde PKK’yla mücadelede ABD, KBY ve Irak
hükümeti üzerinde daha fazla baskı kurmayı da ümit
etmiş olabilir.57 17 Ekim’de yapılan oylamada meclis,
19’a karşı 507 oyla Türk-Irak sınırındaki ve Kandil
Dağları’ndaki PKK üslerine karşı sınır ötesi operasyon
yapılmasına onay verdi.58
Asıl dönüm noktası, ABD’yle 5 Kasımda imzalanan
anlaşma oldu. Bu tarihten itibaren ABD, Irak hava
sahasını Türk jetlerine açarak ve orduya PKK’nın
üsleri ve hareketlerine dair uydu istihbaratı sağlayarak
Türkiye’ye aktif yardım vermeye başladı. Bu, başarılı
bir saldırı için gereken iki asli unsuru oluşturuyordu.
Üst düzey bir yetkili şunları söylüyordu:
Yetkililer, bölgenin kendilerinin de payı olduğu
ekonomik ilerlemesini sona erdirebilecek askeri
müdahalelerin devam etmesiyle tehdit ettiler. Emekli
bir yetkilinin sözleriyle,
Kuzey Irak’ta mucize gerçekleşti. Bu, Türkiye’nin
sayesinde oldu. Kuzey Irak’taki ekonomik duruma
büyük katkımız oldu. Ancak durum tersine dönebilir.
Türkiye, yıkıcı güç de olabilir. PKK’nın kuzey
Irak’taki varlığı, Türkiye’nn Iraklı Kürt liderlere
karşı olan tavrını değiştirebilir.61
İlk hava saldırılarını Ocak 2008’te dört saldırı daha
izledi. Temel amaçları, KBY’nin üzerinde baskı
kurarak esas olarak Türkiye’nin adına harekete
geçmesini sağlamaktı:
Barzani, geçmişte [1990’larda] PKK’yla savaştı.
Aynı konuma tekrar gelmesi gerekiyor. Talabani,
PKK’yı terör örgütü ilan etti. Barzani’nin de aynı
şeyi yapmasını ve PKK’yla mücadelemizde gerçek
anlamda işbirliği yapmasını bekliyoruz. Yani
mücadeleyi kendileri yapabilirler, bizimle birlikte
mücadele edebilirler veya bizim mücadele etmemize
izin verebilirler.62
ABD’nin artı değeri, daha iyi teknolojiye sahip
olmasında. PKK teröristleri sınıra doğru hareket
ederken bazı bölgeleri atlama tahtası olarak
kullanıyorlar. Bu nedenle anında haber alınması
çok önemli. Bölgenin coğrafi özellikleri nedeniyle
insan istihbaratı almak son derece güç. Bu nedenle
anında ve [uydu yoluyla] eyleme geçirilebilir
istihbarat gibi başka bazı yöntemlerle desteklenmesi
gerekiyor.59
16 Aralık’ta Tük jetleri, PKK barınağı olduğundan
şüphelenilen sınır bölgelerinin ilk bombardımanını
gerçekleştirirken PKK savaşçılarının Irak Kürdistanı’nda
hâlâ serbestçe dolaştıklarını iddia eden yetkililer,
KBY’nin PKK’ya karşı somut adımlar atmaya çağırdı.
Bir yetkilinin sözleriyle:
KBY, kendi kontrolü altındaki topraklarda PKK
varlığıyla ilgili üzerine düşeni yapmıyor. PKK
için oluşturulan kontrol noktalarının medyada yer
aldığını görüyoruz. PKK yanlısı Kürdistan
Demokratik Çözüm Partisi’nin (KDÇP) bazı
56
Eurasia Insight, 11 Ekim 2007.
The New York Times, 18 Ekim 2007.
58
International Herald Tribune, 17 Ekim 2007. PKK çizgisindeki
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve sosyalist Özgürlük ve
Dayanışma Partisi (ÖDP) haricinde iktidardaki Adalet ve
Kalkınma Partisi (AKP), ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Demokratik
Sol Parti (DSP) de dahil olmak üzere meclisteki tüm partiler,
hükümetin meclisten onay istediği tezkereyi destekledi.
59
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara,
3 Aralık 2007.
57
60
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, 3 Aralık 2007. KDÇP’den bir yetkili, KBY’nin
partinin Süleymaniye ve Erbil’deki ofislerini de kapattığını
ve toplantıların artık üyelerin evlerinde yapıldığını ileri
sürüyor. Partinin ayrıca Kürdistan federal bölgesinin dışında,
Bağdat, Musul ve Kerkük’te de ofisleri bulunuyor. Partinin
şimdiki lideri Diar Gharib, Kerkük’te yaşıyor. Türk yetkili,
aynı zamanda KBY’nin Zaho, Dohuk ve Ranya’da parti
üyelerini tutukladığını ancak birkaç gün sonra serbest bıraktığını
iddia etti. İfadesine göre liderler, bunun ardından Kerkük’e
yani KBY’nin doğrudan denetiminin dışındaki bölgeye
yerleştiler. KDÇP, dördüncü yıllık kongresini Kerkük’te 1-3
Mayıs 2008 tarihleri arasında yaptı. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Faiq Golpy, KDÇP siyasi büro üyesi ve eski lideri,
Süleymaniye, 26 Haziran 2008.
61
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, 3 Aralık 2007.
62
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, 13 Şubat 2008. Mesut Barzani’nin PKK’yla mücadele
ettiği 1990’ların koşullarıyla 2003’ten bu yana yaşanan
koşullar birbirinden son derece farklı. 1990’larda Barzani’nin
KDP’si, PKK’ya askeri destek verilmesini savunan KYB ile
öldürücü bir mücadele verirken şimdilerde KDP ve KYB,
Irak’a dair ortak bir vizyona sahip görünüyor. Ayrıca
1990’larda Kürt partiler zayıftı ve güçlü Türkiye’nin
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Ancak bu saldırıların bir amacı da PKK’nın moralini
çökertmekti. On yıl boyunca PKK’ya karşı mücadelede
yer almış bir emekli generale göre operasyonların
yarattığı psikolojik etki, neden olabilecekleri maddi
zarara göre çok daha ağırdı:
Bunlar, somut sonuçlar elde edebileceğiniz türde
operasyonlar değildir. Militanların mücadele
isteklerini kırmaya yönelik politikanın bir parçasıdır.
Bunlar, PKK’ya kuzey Irak’ın onlar için güvenli
bir barınak olmadığı ve ne zaman nerde olurlarsa
olsunlar Türk devletinin onlara ulaşabileceği
mesajını vermeyi amaçlıyor. PKK militanlarının
sürekli olarak teyakkuzda olmalarını hedefliyor.
Uzun süre bu şekilde beklemek onları yıpratır ve
sonrasında yapılacak kara saldırısı karşısında
savunmasız bırakır.63
Hava saldırılarının PKK üzerinde istenen sonucu yaratıp
yaratmadığını kesin olarak söylemek zor. Buna rağmen
Türk güçleri, 21 Şubat 2008’de Güneş Operasyonu’yla
sınırdaki PKK üslerine karşı kara harekatı düzenledi.
PKK’nın genellikle sıçrama noktası olarak kullandığı
ve kuzey Irak’taki askeri operasyonlarının karargâhı
olarak kullandığı Zap bölgesine yoğunlaşan operasyon64,
dağların kar nedeniyle bilhassa ulaşılmaz olduğu kış
aylarında yapıldı.65 Ordu, bir hafta süren operasyonun
başarılı olduğunu öne sürdü, PKK üslerinin ve
barınaklarının yok edildiğini ve 240 PKK’lının
öldürüldüğünü açıkladı; ancak bu iddialar
doğrulanamadı.66 Ayrıca çok sayıda Türk askerinin de
öldüğü sanılıyor.67
yönlendirmesine açıktı. Bugünse Kürtler, Irak’ta en güçlü
siyasi ittifaka ve ABD desteğine sahip grubu oluşturuyor.
63
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Emekli general Haldun
Solmaztürk, İstanbul, 7 Temmuz 2008.
64
Kaynağını Türkiye’den alan, Irak Kürdistanı’ndan geçen
ve Musul’un güneyinde Dicle Nehri’yle birleşen Büyük Zap
Suyu’nun aktığı bölgeye Zap bölgesi denmektedir. Kürdistan
Demokratik Çözüm Partisi’nden bir yetkiliye göre bu bölge,
eskiden tıp öğrencisi olan Suriyeli Kürt Fahman Hüseyin’in (kod
adıyla Bahoz Erdal) komutasındaki PKK askeri operasyonlar
biriminin merkezi durumunda. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
Faiq Golpy, Süleymaniye, 26 Haziran 2008. Bir gazetecinin
tanıklığı için bakınız Joshua Partlow, “A Kurdish Society of
Soldiers”, The Washington Post, 8 Mart 2008.
65
Bir emekli general bu zamanlamayı şöyle açıklıyor: “Eğer
bir askeri operasyon yapılacaksa biraz da sürpriz olması gerekir.
Askeri doktrine göre sonuç almanın tek yolu budur”. Kriz
Grubu’na verilen mğlakat, emekli general Haldun Solmaztürk,
İstanbul, 7 Temmuz 2008.
66
Türk silahlı kuvvetleri, kara harekatı süresince 126 mağara,
290 barınak, 12 komando merkezi, altı eğitim merkezi, 23
lojistik tesis, 18 sinyal ve iletişim tesisi, 13 uçaksavar
mevzisini yok ettiğini ve 240 PKK’lıyı öldürdüğünü açıkladı.
www.tsk.mil.tr sitesine gidiniz ve 29 Şubat basın açıklaması
Sayfa 10
Operasyonun sınırlı boyutu, kapsamı ve süresi,
dolayısıyla belki de sınırlı etkisi, AKP hükümeti, ordu
ve Bush yönetimi arasında varılan uzlaşıyı yansıtıyordu.
Hükümet, Kürt seçmenlerini partiden uzaklaştıracağı
kaygısıyla ordunun sınır ötesi saldırılar yürütmesi
taraftarı değildi.68 Ancak halkın beklentileri o kadar
artmıştı ki69 orduya yeşil ışık yakmasaydı zayıf
görünmüş olacaktı. Operasyonu milli güvenlik
açısından meşrulaştırırken bir yandan da sınırlı
olduğunu vurgulayarak partinin Kürt destekçilerini
yatıştırmaya gayret ediyordu.70 Ordu içinse kara
saldırısı, PKK’nın kamp ve üslerinin hava ve kara
saldırısı karşısında ne kadar korunmasız olduğunu
göstererek örgütün savunmaya kaymasını sağlama
fırsatı ve örgüt üyelerini öldürüp alt yapısına zarar
vererek PKK’nın baharda gerçekleştirmesi beklenen
saldırılarını önleme fırsatı sağladı.71
ABD ise Türkiye’nin yapacağı ve Kürdistan federal
bölgesini istikrarsızlaştırabilecek tek taraflı bir askeri
operasyona karşı çıkıyordu. Operasyon aynı zamanda
linkini takip ediniz. PKK’nın sarsıldığını, KBY’nin
Türkiye’nin tarafında yer aldığına dair iğneleyici saldırılarından
anlamak mümkün. Kurdish Globe, 31 Mayıs 2008. KBY,
Türkiye’nin askeri harekatını öfkeyle kınamasına rağmen
karşı adımlar atmadı ve aksine PKK faaliyetlerini engelledi.
67
Türk ordusu, kara harekatı sırasında 24 askerinin ve
kendi tarafında mücadele eden üç Kürt “köy korucusunun”
öldürüldüğünü duyurdu. Bakınız www.tsk.mil.tr, a.g.e. PKK
ise 127 Türk askerini öldürdüğünü ve dokuz kayıp verdiğini
iddia etti. France 24 (TV), 28 Mart 2008.
68
Başbakan Erdoğan şu soruyu soruyordu: “Türkiye’deki
terörle mücadele bitti mi ki kuzey Irak’taki 500 kişiyle uğraşma
safahatine gelinecek?” Başbakan daha sonra 500 rakamını
rastgele zikrettiğini söyledi. Today’s Zaman, 13 Haziran 2007.
Türk askeri kaynakları, kuzey Irak’taki PKK militanlarının
sayısının 3000 civarında olduğunu belirtiyor. Haziran 2007’de
kara kuvvetleri komutanı İlker Başbuğ, kuzey Irak’ta 2.800
ile 3.100 PKK militanı olduğunu söyledi. Radikal, 28 Haziran
2007.
69
“Medya, kuzey Irak’a girmemizi istedi, biz de girdik. Bu
operasyonun hiçbir şeyi çözmeyeceğini çok iyi biliyorduk”.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, AKP’li Kürt milletvekili,
Ankara, 14 Şubat 2008.
70
“Türkiye’nin çıkarları, kuzey Irak’ta operasyon yapılmasını
gerektiriyordu. Uluslararası camiayı operasyona hazırladık
ve kaygılı Kürt vatandaşlarımıza Iraklı Kürtleri değil yalnızca
teröristleri hedef aldığımızı açıkça belirttik”. Kriz Grubu’na
verilen mülakat, Suat Kınıklıoğlu, AKP’li milletvekili, Ankara,
6 Şubat 2008.
71
Operasyonun askeri açıdan etkisinin değerlendirmesi için
bakınız Gareth Jenkins, “A Military Analysis of Turkey’s
Incursion into Northern Iraq”, Terrorism Monitor, cilt 6, sayı
5 (7 Mart 2008); ve Andrew McGregor, “Turkey’s Operation
Güneş Attempts to Eliminate the PKK Threat”, Terrorism
Focus, cilt 5, sayı 8 (27 Şubat 2008). PKK’nın Zap karargahından
yapılan ve askeri etkinin sınırlı olduğuna dair bir yorum için
bakınız Partlow, “A Kurdish Society of Soldiers”, a.g.e.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
KBY’ye örneğin Kerkük konusunda açık çeke sahip
olmadığı, PKK’yla mücadelede işbirliği yaparak ve
Kerkük konusunda benimsediği kışkırtıcı söylemi
yumuşatarak Türkiye’yle uzlaşma yoluna gitmesi
gerektiği mesajını verdi.72 29 Şubat’ta yani operasyonun
başlamasından bir hafta, ABD Savunma Bakanı Robert
Gates’in Ankara ziyaretinden sadece bir gün sonra
Türk askerleri Irak’tan çekilmeye başladı. Hükümetin
ısrarla reddetmesine karşın ülke içinde ABD’nin
emrini yerine getirerek geri çekildiği eleştirilerine
maruz kaldı.73
Sayfa 11
III. KBY’NİN DAHİL EDİLMESİ
Türkiye’nin Aralık 2007, Şubat 2008 ve sonrasında
PKK’ya karşı düzenlediği hava ve kara harekatları,
Ankara’yla Irak Kürtleri arasındaki ilişkilerde yeni bir
sayfa açtı. Bu yeni dönemin önemli bir unsuru, PKK’nın
Irak Kürdistanı’nda oynadığı rolle Kerkük sorununun
birbirlerinden ayrılmasıydı. Nitekim Türkiye Kerkük
sorununda herhangi bir ödün vermeden KBY, PKK’ya
karşı harekete geçmeye zorlandı (aşağıdaki bölüme
bakınız). Erdoğan’ın dış ilişkiler özel danışmanı Ahmet
Davutoğlu, tüm bu gelişmeleri “onların [PKK ve
Barzani] yanlış hesaplaması” olarak tanımlıyor. “Onlar
Türkiye’yi marjinalize etmek istediler, ancak sonunda
kendileri marjinalize oldular”.74
Aslında, KBY’nin PKK’nın hareket alanını75 sınırlamak
için adımlar attığı yolundaki raporlar, hükümetin Kürt
otoritelerle uzun zamandır istediği üst düzey görüşmeleri
başlatması için gerekli olan fırsatı sağladı.76 Fakat
hükümet, daha fazla açılım yapılmasının PKK
konusunda işbirliğine bağlı olduğunu açıkça ortaya
koydu: “Biz KBY’yle doğrudan ilişkiler kurulmasının
gereğine inanıyoruz, ancak kendilerini ispatlamaları
gerekecek. Bunun için bir listemiz var. İşbirliği
yaparlarsa, biz diyaloğa açığız. Bize geldiklerinde
temiz olmalılar. Nabız yokluyoruz. Bizimle işbirliği
yaptıkları sürece aramızdaki işbirliği de gelişecek”.77
A. SİYASİ İLİŞKİLERDE YAKINLAŞMA
72
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İlnur Çevik, gazeteci, Ankara,
4 Haziran 2008. AKP’li bir milletvekili şöyle söylüyordu:
“bu operasyonları, ABD’nin rızası ve işbirliğiyle yürütmeyi
başardık. Bu da KDP’nin ve PKK liderliğinin ABD’nin
Irak’taki varlığı nedeniyle kuzey Irak’a dokunulamayacağı
fikrinin sarsılmasına neden oldu. Aynı zamanda uzun ve yoğun
diplomatik kampanyanın bir ürünü olan uygun uluslararası
ortama da büyük önem veriyoruz”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Suat Kınıklıoğlu, Ankara, 6 Şubat 2008.
73
Muhalefetteki siyasi partilere göre Türkiye’nin kuzey Irak’tan
erken çekilmesinin ve askerlerin yoğun olarak PKK’nın
karargahının olduğu Kandil dağlık bölgesi yerine Zap’ta
bulunmasının altında ABD’nin müdahalesi bulunuyordu.
Genelkurmay Başkanı, hedefin doğru seçildiğini savundu ve
Zap bölgesinin PKK’nın Türkiye’deki saldırıları için bir planlama
merkezi olduğunu belirtti, hedeflere ulaşıldığından çekilmenin
zamanlamasının doğru olduğunu ve zorlu hava koşullarında
daha uzun bir askeri operasyonun riskler getirebileceğini
söyledi. Bakınız Frank Hyland, “Turkey’s Generals and
Government Deny U.S. Interference in Operation Güneş”,
Terrorism Focus, cilt 5, sayı 10 (11 Mart 2008).
Artık Türkiye, Irak’taki anayasa tartışmalarının bu
ülkenin federal mi yoksa üniter bir devlet mi
olacağından ziyade ne tür bir federasyon ve ne derece
ademimerkeziyetçi olacağı konusunda yoğunlaştığını
kabul etmektedir.78 Ekim 2006’da Temsilciler Meclisi,
federal bölgelerin kurulması için bir mekanizma
oluşturulmasını öngören bir yasa kabul etti ve yasa,
Nisan 2008’de yürürlüğe girdi. Bir Türk akademisyen,
74
Davutoğlu, bu açıklamayı Türkiye’nin kara harekatını
başlatmasından bir ayı geçkin bir süre önce yaptı. CNN TÜRK
televizyonunda yayınlanan mülakat, 2 Ocak 2008.
75
David Romano, “Turkish and Iraqi Kurdish Rapprochement
Ominous for the PKK”, Terrorism Focus, cilt 5, sayı 19 (13
Mayıs 2008).
76
Aylin Ş. Görener, “Turkey and Northern Iraq on the Course
of Rapprochement”, SETA Policy Brief, no. 17 (2008), s. 4.
77
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, 3 Haziran 2008. Bir başka üst düzey yetkiliyse şunları
söylüyordu: “Kürt yetkililerin PKK’ya karşı bazı önlemler
aldıklarını gördük. Bu nedenle açıklamalarımızın tonunu
değiştirdik. Henüz tatmin olmadık; ancak PKK’ya karşı adım
attıkları sürece işbirliği yapmaya hazırız”. Kriz Grubu’na
verilen mülakat, Ankara, 4 Temmuz 2008.
78
Åsa Lundgren, a.g.e., s. 108-112.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
“Türkiye’nin isteksizce de olsa Irak devlet yapısının
tamamen Irak’ın iç meselesi olduğunu ve eğer bu
salt Iraklı Kürtlerin değil, tüm Irak’lıların kararını
yansıtıyorsa federal yapıya saygı duymayı
kabullendiğini”79 söylüyordu. Türkiye’nin birçok
Irak’lı grupla paylaştığı mevcut endişesi, Irak’ın
mezheplere ve etnisiteye dayanan ve güçlü merkezkaç
kuvvetlere karşı koymakta yetersiz kalacak zayıf bir
merkezi hükümete sahip, gevşek bir konfederasyona
dönüşme olasılığıdır. 80 Üst düzey bir yetkili Türkiye’nin
duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getiriyordu:
Kürt’lerin Irak Anayasası yoluyla ve ABD desteğiyle
federal bir bölgeye sahip olmayı garantilemeleri her
şeyin bittiği anlamına gelmez. Onlar bunu bağımsızlık
yolunda bir adım olarak görme eğilimindeler. Birçok
Irak’lı grup, federalizmin Irak’ın parçalanmasına
yol açacağından endişe duymaktadır. 81
Böyle bir sonuç, Türkiye’yi de birçok açıdan
kaygılandırmaktadır. İlk olarak, Irak’ın fiilen bölünmesi
ve güneyde dokuz eyaletin birleşmesi ile oluşabilecek
bir Şii “süper” bölgenin kurulması, muhtemelen İran’ın
etkisini arttıracaktır. İkinci olarak, Kürtlerin Kürdistan
Federal Bölgesini özellikle de petrol zengini Kerkük’ü
içine alacak şekilde genişletme gayretleri, resmi bir
bölünmeye kapıyı aralayabilir ve bu da Türkiye
içindeki Kürt milliyetçiliğini ateşleyebilir. Aynı yetkili,
Türkiye’nin federalizm yasasına ilişkin hasasiyetlerini
de açıklıyordu:
Bu federalizmin nasıl bir şekil alacağını zaman
gösterecek. Federal sistemin, Irak’ın ulusal
bütünlüğünü koruyacak ve güçlendirecek bir yapıya
evrilmesi bizim için hayati bir önem taşımaktadır. Bu
bizim, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasındaki
stratejik çıkarımızla da örtüşmekte. Federalizm
yasasının uygulanması, Irak’taki tüm taraflar için
bir kazan-kazan durumu çerçevesinde olmalıdır.82
Bazı kaygılarına karşın Türkiye, en sonunda bunun,
PKK’yı kuşatmanın, Irak’ta ulusal uzlaşıyı teşvik
etmenin ve Kürtleri merkezi yönetime daha yakından
bağlamanın en iyi yolu olduğu sonucuna vararak Iraklı
Kürt otoritelerle ilişkiye geçti. Türk ordusunun Şubat
2008’de Kuzey Irak’a düzenlediği kara operasyonunun
hemen ardından Ankara, Irak Cumhurbaşkanı ve KYB
lideri Celal Talabani’yi davet etti. Talabani, KBY’yi
değil, Irak federal hükümetini temsil etmiş olsa da
Mart ayındaki bu ziyaret, bir Kürt liderle 2003’ten bu
79
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Kemal Kirişçi, Boğaziçi
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, İstanbul, 13 Eylül 2007.
80
Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, üst düzey Türk yetkili,
14 Şubat 2008.
81
A.g.e.
82
A.g.e.
Sayfa 12
yana ilk temas anlamına geliyordu.83 Milli Güvenlik
Kurulu’nun “Irak siyasetinin tüm unsurlarıyla diyaloğa
girilmesi” gerekliliğini vurgulayan Nisan ayındaki
kararının ardından 2 Mayıs’ta Türkiye’nin Irak özel
temsilcisi Murat Özçelik ve Başbakanın dış politika
özel danışmanı Davutoğlu, KBY Başbakanı Neçirvan
Barzani’yle görüşmek üzere Bağdat’a gittiler. Kısa bir
süre sonra Özçelik Barzani’yle Londra’da yeniden
buluştu.84
Ne ki bu temaslar sınırlı bir çerçevede kaldı.
Türkiye’nin ne cumhurbaşkanı ne de başbakanı, KBY
başkanı Mesut Barzani’yle bir araya geldi. Türk
yetkililer, Kürtleri cumhurbaşkanlığı ya da başbakanlık
düzeyinde Erbil’de ziyaret de etmediler.85 KBY, PKK’yı
bir terör örgütü olarak adlandırana ve kuzey Irak’taki
operasyonlarına son verene kadar Türk yetlililer, Kürt
otoritelerini tanımlamak üzere “Kürdistan Bölgesel
Yönetimi” terimi yerine “kuzeydeki yerel yönetim”
terimini kullanmayı tercih ettiler.86 Ayrıca Türkiye,
açıkça duyurulmayan bir politika uyarınca KBY’nin
internet sitesi www.krg.org’a Türkiye içinden erişimi
engellemeyi sürdürüyor. 87 Sonuçta bir akademisyenin
söylediği gibi:
83
Turkish Daily News, 7 Mart 2008.
Bu tür görüşmelerin artması bekleniyor. Bir Türk başbakanın
1990’dan beri Irak’a yaptığı ilk ziyaret olan ve Erdoğan’ın
stratejik işbirliği anlaşması imzalamak üzere 10 Temmuz
2008’de gittiği Bağdat’ta Neçirvan Barzani ile de bir araya
gelmesi bekleniyordu. Ancak güvenlik gerekçeleri nedeniyle
Türk yetkililer buluşmayı yalnızca bir gün öncesinden
duyurdukları için o sırada bir gezide olan Barzani, zamanında
Bağdat’a ulaşamadı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey
Türk yetkili, 21 Temmuz 2008.
85
Erdoğan’ın Temmuz 2008’deki Bağdat ziyareti, Mesut
Barzani ile görüşmesi için bir fırsat olabilirdi. Ancak ziyaretin
hemen öncesinde Barzani, İtalyan gazetesi Il Tempo’ya, şu
demeci verdi: “PKK, bir terör örgütü değildir. Eğer PKK,
Türkiye’nin görüşme taleplerini reddederse o zaman terör
örgütü kategorisine girebilir”. Turkish Daily News, 25 Haziran
2008. Bu, Türk yetkilileri kızdırdı ve görüşmeyi engelledi.
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
İstanbul, 21 Temmuz 2008. Ancak iki lider arasında medyaya
yansımayan görüşmeler yapılmış olabilir. Kriz Grubu’na
verilen mülakatlar, Erbil, Ekim 2008.
86
Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, üst düzey Türk yetkili,
14 Şubat 2008. Türk medyasının “Kürdistan federe bölgesi”
ve “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” terimlerini kullanmaktan
kaçınması da son derece ilginç. Örneğin Iraklı Kürtlerle
iletişim kurulmasından yana olan, etkili, liberal köşe yazarı
Mehmet Ali Birand bile KBY’den söz ederken bir isim ve
kısaltma icat etti: “Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi (KIBY)”.
Örneğin şu yazısına bakınız: “Barzani missed an opportunity
with Erdoğan”, Turkish Daily News, 12 Temmuz 2008.
87
Örneğin KDP veya KYB’ye ait olanlar da dahil diğer Kürt
sitelerine kolayca ulaşılabiliyor. Bu nedenle KBY’nin sitesine
84
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Türkiye-KBY yakınlaşması, iç politik dinamiklerin
etkisinden bağımsız değildir. Irak Kürdistanı’yla
kurulacak yakın bağlar, birilerince her zaman
Türkiye’nin güvenliği ve istikrarına bir tehdit
olarak görülecek ve bu insanlar, bunu her zaman
bir iç politika malzemesi olarak kullanmaya hazır
olacaklar. Ekonomik büyüme, çoğulcu demokrasinin
yerleşmesi ve AB’ye tam üyelik perspektifinin
güçlenmesi, ılımlıların bu süreci başarıyla
yürütmelerine yardımcı olacaktır.88
Üst düzey bir Türk yetkili tedbiri elden bırakmıyor.
“Türkiye’deki iç siyasetin durumuna baktığımızda,
Irak’lı Kürtlerle kat ettiğimiz yol bir başarıdır. Bu
yolun tıkanması hepimiz için kötü olacaktır. Ancak,
[KBY karşıtı milliyetçiler gibi] bu kanalı çökertmek
isteyen bazı karşı hareketler bulunuyor.”89 PKK,
Kuzey Irak’taki üslerden Türk topraklarına saldırılar
düzenlemeye devam ettikçe Ankara’daki KBY karşıtı
milliyetçiler, bu olumlu gidişata zarar vermeyi
başarabilirler. PKK’nın 3 Ekim 2008’de Irak sınırında
bulunan Aktütün köyündeki karakola düzenlediği ve
17 askerin öldüğü saldırı90, PKK’ya toleransı nedeniyle
KBY’nin hedef alınması gerektiğini savunanları destekler
nitelikte oldu. Ancak şu an için hâlâ serin kanlı olanlar
ön planda. 14 Ekim’de Murat Özçelik’in liderliğindeki
bir heyet, Türkiye ile KBY arasındaki işbirliğinin
nasıl geliştirileceğini görüşmek üzere Bağdat’ta Mesut
Barzani’yle bir araya geldi.91 KBY liderliğine yakın
bir gazeteciye göre, Kürtler bu toplantıyı, “can alıcı
meselelerin konuşulduğu değil suya sabuna dokunmayan
bir görüşme olarak nitelendirdiler”.92
erişimin yasaklanmasının nedeninin “Kürdistan Bölgesel
Yönetimi” isminden kaynaklandığı düşünülebilir.
88
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Kemal Kirişçi, Boğaziçi
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, İstanbul, 13 Eylül 2007.
89
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, 3 Haziran 2008.
90
Eurasia Daily Monitor, 7 Ekim 2008.
91
Today’s Zaman, 15 Ekim 2008.
92
Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, 7 Kasım 2008.
Sayfa 13
B. EKONOMİK İLİŞKİLERDE
DERİNLEŞME
Türkiye’nin İran-Irak savaşına belli bir mesafede
kaldığı 1980’lerde Irak, Türk mal ve hizmetleri için
büyük bir pazar haline geldi ve Kerkük-Ceyhan petrol
boru hattı, Bağdat petrolünün en önemli ihraç yolu
oldu.93 Buna karşın 1991 Körfez Savaşı ile 2003’teki
Amerikan işgali arasındaki dönemde Türkiye, BM’nin
Irak’a uyguladığı yaptırımlar nedeniyle büyük ekonomik
kayıplar yaşadı. Önemli ölçüde rahatlama sağlayan
1995’teki petrol karşılığı gıda anlaşmasına kadar
Türkiye’nin özellikle de fakir olan ve Kürtlerin yoğun
olduğu güneydoğu bölgesi, sınır ticaretinin kesintiye
uğraması nedeniyle ekonomik açıdan büyük zarara
uğradı.94 ABD işgalinin ardından Ankara, AKP
hükümetinin çabalarıyla güney komşusuyla ekonomik
ilişkilerini güçlendirmek için gayretlerine hız verdi.
Bunun sonucunda yıllık ortalama 5 milyar dolarlık
ticaret hacmine ulaşıldı.95 Kürdistan federe bölgesi,
93
1980’de Türkiye’nin Irak’a ihracatı 135 milyon dolardı
(toplam ihracatın yüzde 4.6’sı). 1985’te bu rakam 961 milyon
dolara ulaştı (yüzde 12). Bakınız Henri J. Barkey, “Hemmed
in by Circumstances: Turkey and Iraq Since the Gulf War”,
Middle East Policy, no. 4 (2000), s. 111.
94
1990’ların başında PKK, militanlarını daha çok BM
ambargosu nedeniyle yüksek işsizlik oranının görüldüğü
bölgelerden aldı. “Bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’nin
300.000 kamyonluk filosu, Bağdat üzerinden Irak ve Körfez’e
ulaşıyor ve her gün 5.000 kamyon, Irak sınırını geçiyordu.
Tüm dünyanın Saddam Hüseyin’e karşı yaptırımlar uygulaması
üzerine bu trafik durdu. Türkiye’nin güneydoğusundan
geçen ‘eski İpek Yolu’ndan gelen bu zenginlik kaynağının
ortadan kalkması, hayal kırıklığına uğrayan Kürt gençlerin
Körfez savaşı’nın ardından dolgun kaynaklara sahip ve iyi
örgütlenmiş PKK’nın saflarına katılmalarının nedenlerinden
birini oluşturdu. Durumdan en çok etkilenen kamyon transfer
noktalarından Silopi, Nusaybin ve özellikle Cizre’de Türk
güvenlik güçlerine karşı en yoğun muhalefet yaşandı”. Bakınız
Nicole Pope ve Hugh Pope, Turkey Unveiled: A History of
Modern Turkey (New York, 2000), s. 240-241.
95
2003 sonrasında Türkiye’nin Irak’la olan ekonomik ilişkilerini
etkileyen önemli sorunların arasında Ankara’nın “yasaya
aykırı vergi” olarak tanımladığı ve KBY’nin (Türkçe’de
Habur olarak bilinen) İbrahim el-Halil sınır kapısında Türk
kamyonlarından aldığı geçiş ücreti yer alıyor. Söz konusu
sınır, Türkiye ve Irak arasında açık olan tek geçiş noktasını
ve fiili olarak da Türkiye ile Kürdistan federe bölgesi arasındaki
sınırı oluşturuyor. Söz konusu geçiş ücreti yılda 200 milyon
ile 250 milyon dolar arasında bir miktara tekabül ediyor.
İkinci bir sorun da Türk şirketlerinin Bağdat’ta kontrat
yaparken karşılaştıkları güçlükler. Son sorunu ise “geçici
teminat” olarak adlandırılan ve Irak hükümetinin kendisiyle
yapılan kontratlar için talep ettiği garanti mektubu oluşturuyor.
“Irak’ta kontratlar bir günde sonuçlanmaz. Bir kontratın
defalarca ertelenmesi mümkündür ve bir şirket geçici teminatını
yıllarca alamayabilir”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment
Aksoy, Türk-Irak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 14
artan ekonomik ilişkilerden en çok yararlanan bölge
oldu. Söz konusu ticaretin 1.5 milyar dolarlık bölümü,
Kürdistan federe bölgesinde inşaat ve müteahitlik
hizmetleri olarak gerçekleşti. Buna ek olarak Iraklı
Kürtler, yaklaşık 1 milyar dolar değerinde Türk malı
tüketmekteler.96
bölgesinin devreden çıkarılacağı yeni bir sınır kapısı
açılmasını gündeme getirdiler.99
Türkler arasında Kürdistan federe bölgesiyle ekonomik
bağların derinleştirilip derinleş-tirilmeyeceğı konusunda
anlaşmazlık sürmekte. Milliyetçi çevreler, KBY’nin
ekonomik olarak izole edilmesini savunmaktalar. Onlara
göre bu bölgenin ekonomik kalkınmasını teşvik etmek,
Kürtlerin bağımsız bir devletin temellerini atmalarına
yardımcı olmakla eşanlamlıdır. Irak Kürdistanı’nda
her türlü Türk ticaret ve yatırımın durdurulması çağrısı
yaptılar. Milliyetçi bir politikacı şunları söylüyordu:
Türk şirketleri Kürt bölgesine yatırım yapıyorlar.
Bu gayet mantıklı. Tarih boyunca Erbil, kuzeyiyle
(Van, Diyarbakır, Urfa) ve batısıyla (Halep)
ticaret yapmıştır, güneyiyle (Basra) değil. Kuzey
Mezopotamya bir bütündür. Bu nedenle Kürtlerin
örneğin petrol ve gazını Türkiye üzerinden ihraç
etmeleri son derece doğal. Üstelik Türkiye, Suriye
ve [orta ve güney] Irak’la karşılaştırıldığında en
istikrarlı kanalı oluşturuyor.100
Türkiye’nin KBY’nin devlete dönüşmesinden
şikayet etmeye hakkı yoktur, çünkü kuzey Irak’ı
özellikle ekonomik açıdan [Türkiye’nin Irak’la tek
sınırı olan] Habur sınır kapısı yoluyla destekleyen
Türkiye olmuştur. Türkiye’nin yapması gereken,
kuzey Irak pazarının yüzde 80’ini oluşturan Türk
ürünlerinin ihracını tamamen durdurmaktır.97
Ticareti yeni bir sınır kapısından yapmanın istenen
sonucu getirmeyeceğini iddia eden Türk girişimcileri,
bu fikri destekliyorlar. Biri şunları söylüyor:
Bazılarıysa KBY, PKK’ya karşı adım atmaktan
kaçındıkça Türkiye’nin en önemli ürünlerin geçişini
yavaşlatarak ekonomik gücünü kullanması gerektiğini
öne sürüyorlar. Bu görüşe yakın duran bir araştırmacı
şunları söylüyor:
Kuzey Irak’ta hayat büyük oranda Türkiye’ye
bağımlı olduğu için hayati ürünlerin ihracının
yavaşlatılmasının kuzey Irak’taki Kürt yönetimi
PKK’ya kaşı harekete geçmeye ikna edeceği
kanısındayım. Ancak bu politikanın Iraklı Kürtlere
yönelik bir psikolojik operasyonla desteklenmesi
gerekiyor. Türkiye, onlara temel ürünlerin sıkıntısını
çekmelerinin nedeninin yolların zarar görmesi
veya ihracatçı şirketin gecikmesi değil Türkiye’nin
vanayı kapatması olduğunu anlatmak zorunda.
Iraklı Kürtlerin kendi [bölgesel] hükümetlerine
karşı harekete geçmelerini sağlamalıyız.98
Habur sınır kapısı Kürdistan federe bölgesinin hayat
damarı olduğundan bazıları bu kapının kapatılmasını
ve Suriye üzerinden Irak’a geçişin sağlanarak Kürdistan
96
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, İstanbul,
10 Ocak 2008.
97
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ümit Özdağ, geçmişte
milliyetçi MHP’de bulunmuş azimli siyasetçi ve 21. Yüzyıl
Türkiye Enstitüsü’nün kurucusu, İstanbul, 1 Kasım 2007.
98
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir
Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul,
17 Aralık 2007.
Ne var ki şimdiye kadar Kürdistan bölgesinin Türkiye’ye
olan bağımlılığını arttırmaktan yana olanlar tartışmayı
kazanmış görünüyorlar. Üst düzey bir yetkiliye göre:
Türkiye’den Irak’a geçtiğinizde nereye giderseniz
gidin kaliteli Türk ürünlerinin reklamlarını
görürsünüz. Iraklı Kürtlerin bu ürünlere alıştığı
kesin. Ama Habur kapısını kapatmak gibi ekonomik
önlemler, tüketim alışkanlıklarını değiştirmek gibi
çok sınırlı bir etki yaratacaktır. Onları aç bırakarak
boyun eğmeye zorlayamazsınız.101
Türkiye için daha kötü sonuçlar da doğabilir. Suriye
üzerinden yeni bir sınır kapısı açılması, Irak’la olan
ticareti baltalayabilir. Aynı işadamı şunları ekliyor:
“Dünyada parası olduğu halde açlık çeken bir ülke
söyleyebilir misiniz bana? Diyelim ki sınırı kapattınız.
Bu durumda Kürtler, aynı ürünleri İran, Suriye veya
Ürdün’den alırlar”.102 Irak Kürdistan’ını izole etme
99
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ümit Özdağ, İstanbul, 1
Kasım 2007.
100
Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, 21 Temmuz 2008.
101
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, TürkIrak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008.
102
Ercüment Aksoy, mevcut sınır kapısını devreden çıkarmanın
iki soruna yol açacağını belirtiyor: “Öncelikle 2003 ve 2004’te
ülkeye mal taşıyan 150’den fazla Türk kamyon şoförü Irak
yollarında öldürüldü. Şimdi de Musul’un kuzeyine geçmek
istemiyorlar. Halihazırda Türk kamyonları Zaho geçiş noktasına
varıyorlar, ya kamyon ya da şoför değişimi yapıyorlar. Eğer
Türkiye Suriye üzerinden başka bir sınır kapısı açarsa Türk
kamyonlarının Kürdistan federe bölgesinden geçmeyeceği ve
Musul yolunda Irak-Suriye sınırını geçerken gümrük vergisi
ödemeyeceği doğru. Ancak Türk kamyon şoförleri Irak’ın
içlerine girmeyi yine reddedecekleri için Türkiye, Zaho’da
olduğu gibi Suriye-Irak sınırında bir geçiş noktası kurmak
sorunda kalacak. İkincisi, Iraklı Kürtler yeni sınır kapısına
şiddetle karşı çıkacaklardır. Irak’ın savaş sonrası iç siyasetinde
sahip oldukları etki göz önünde bulundurulursa Iraklıların
Kürt bölgesini devreden çıkaran bir sınır kapısı üzerinden
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 15
çabasının siyasi sonucu da olacaktır. Bir akademisyenin
söylediği gibi “kuzey Irak’a ambargo uygulanması
Barzani’ye diz çöktürtmeyecektir. Bu, ancak Türkiye
için daha fazla sorun yaratır. Daha çok Kürtlerin
bulunduğu güneydoğu olumsuz etkilenebilir ve bu,
PKK’ya olan desteği arttırabilir”.103
KBY’yle daha fazla ilişki kurulmasını savunanlar ayrıca
ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra ülkenin iç savaşa
sürüklenmesi durumunda kuzey Irak’ın Türkiye ile
ülkenin geri kalanı arasından bir tampon bölge işlevi
göreceğini ileri sürüyorlar. Kürdistan federal bölgesi
Türkiye’ye ekonomik açıdan ne kadar bağımlı olursa
Ankara o kadar güçlü bir etkiye sahip olacaktır.104 Bunun
getireceği diğer yararlar arasında AKP hükümeti, daha
fazla gelir ve belki de güneydoğu bölgesi için daha
fazla zenginlik görüyor. Bu nedenle Irak Kürdistanı’nda
özellikle enerji alanında devlet ve özel sektör yatırımının
artmasını destekliyor ve bunun Türkiye’nin Orta Asya’yla
Avrupa arasında stratejik bir hidrokarbon merkezi olma
rolünü güçlendireceğini düşünüyor.
Şimdiye kadar iki Türk petrol arama şirketi, Pet Oil105
ve Genel Enerji106, Kürt federe bölgesinde yeni petrol
çıkarma sahalarının bulunması için KBY’yle sözleşme
imzaladılar. Pet Oil genel müdürü, bu yöndeki kararını
siyasi ve ekonomik argümanlarla meşrulaştırdı:
Türkiye’yle ticarete devam etmelerini beklemek gerçekçi
olmaz”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy,
Türk-Irak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008.
103
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Soli Özel, Bilgi
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve Sabah gazetesinde köşe
yazarı, İstanbul, 6 Eylül 2007. Türk milliyetçileriyse buna
katılmıyorlar: “Eğer bir Kürt devletinin kurulması Türkiye
için hayati bir meseleyse kuzey Irak’a uygulanan ekonomik
ambargonun Türkiye’nin güneydoğusundaki olumsuz etkileri
o kadar da önem arz etmeyebilir. Bütün için parçadan feragat
edebilirsiniz. Ayrıca Türkiye’nin güneydoğusunun ekonomisinin
tamemen kuzey Irak’taki ekonomik faaliyetlerine bağlı
olduğunu söylemek abartı olur”. Kriz Grubu’na verilen mülakat,
Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar
Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007.
104
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, TürkIrak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008.
105
2002’de imzalanan Üretim Paylaşma Anlaşmasının
koşullarına göre Pet Holding grubunun üyesi olan Pet Oil’e
Süleymaniye valiliğinde Kifri ve Kalar arasındaki Şakal
havzası tahsis edildi. Daha sonra Pet Oil’e Erbil’in 50 km.
kuzeydoğusunda bulunan Bina-Bawi havzası da verildi. Kriz
Grubu’na telefonda verilen mülakat, Ali Ak, Pet Oil genel
müdürü, 14 Nisan 2008.
106
Genel Enerji, Çukurova holding grubu üyesidir. Kürdistan
federe bölgesinde Kerkük’ün yaklaşık 60 km. kuzeybatısında
bulunan Taq Taq geliştirme kuyusu ve Kewa Chirmila keşif
kuyusundan oluşan Taq Taq lisans bölgesinde petrol çıkarmak
üzere KBY ile 2003’te üretim paylaşma anlaşması imzaladı.
Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Orhan Duran, Genel
Enerji genel müdürü, 14 Nisan 2008.
Bu, Türkiye ve Türk-Kürt ilişkileri için siyasi açıdan
gayet iyidir. Kuzey Irak’a yatırım yaptığınız zaman,
bu orada yıllarca kalacaksınız demektir. Türk
şirketleri para kazanacaklar ve Türkiye de boru hattı
gelirlerinden yararlanacak. Ve yıllarca orada olacak
birçok şirketiniz olursa, bu ülkenin siyasetinde sizin
de söyleyecek bir sözünüz olacaktır.107
Petrol şirketlerinin karşı karşıya kaldıkları başlıca zorluk,
Irak hükümetinin kapsamlı bir hidrokarbon yasası
çıkaramamasıdır. Bu durumda ve Irak Petrol Bakanlığının
sunduğu taslağı kabul edilemez bulduğundan KBY,
Ağustos 2007’de kendi petrol ve gaz yasasını kabul
etti.108 Irak Petrol Bakanı Hüseyin El Şehristani’nin,
Kürt’lerin yaptığı tüm sözleşmeleri geçersiz ilan etmesi,
KBY ve onun üretim paylaşma anlaşması imzaladığı
yabancı şirketler tarafından kınandı.109
Türkiye federal düzeyde hirdokarbon yasasının
çıkarılmasını bir başka nedenle de hayati buluyor.
Böyle bir yasa eşit paylaşım ilkesini hukuka geçirerek,
Kürt federe bölgesini Irak’a daha sıkı bağlayacak.
Sonuç olarak Ankara, böyle bir yasa geçirilene dek
107
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ali Ak, Pet Oil genel
müdürü, 3 Haziran 2008. Türk milliyetçiler bu tür fikirleri yine
reddediyorlar: “Kapsamlı bir hidrokarbon yasasına dayanan
bir anlaşma imzalamadan önce kuzey Irak’ın enerji sektörüne
yatırım yapan Türk petrol şirketleri, bölgesel yönetimin
kendi ekonomik çıkarlarını savunmak üzere yaptığı yasadışı
düzenlemeleri meşrulaştırıyor ve böylece dolaylı yoldan
bölgenin gelecekte bölünmesini kolaylaştırıyorlar”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Necdet Pamir, enerji uzmanı, Ankara,
7 Şubat 2008.
108
Pet Oil ve Genel Enerji, daha sonra anlaşmalarında değişiklik
yaparak yeni yasaya uygun hale getirmeye zorlandı. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, Ali Ak, Pet Oil genel müdürü,
Ankara, 3 Haziran 2008. Ayrıca bakınız, Kriz Grubu Orta
Doğu Raporu N°80, Oil for Soil: Toward a Grand Bargain on
Iraq and the Kurds, 28 Ekim 2008.
109
İddiaları, üç kısımdan oluşuyor. İlk olarak, Pet Oil ve Genel
Enerji sırasıyla 2002 ve 2003’te KBY ile görüşerek üretim
paylaşma anlaşması imzaladı. KBY’nin talebi üzerine bu
anlaşmalar 2004’te gözden geçirildi. Irak petrol bakanının
temsilcisinin Pet Oil ve Genel Enerji’yle 2004’te yaptığı
toplantının tutanaklarında 2004 tarihli üretim paylaşma
anlaşmalarına ve geçerli olduklarına açıkça gönderme
yapılıyordu. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakatlar,
Genel Enerji’den Orhan Duran ve Pet Oil’den Ali Ak, 14
Nisan 2008. 2005’te onaylanan Irak anayasasının 141.
maddesine göre 1992’den bu yana Kürdistan bölgesinde
kabul edilen tüm yasalar ve yapılan tüm anlaşmalar geçerlidir.
İkinci olarak, 112(1) Maddesine göre federal yönetimle
bölgesel yönetim, yalnızca mevcut petrol sahalarını yani
halihazırda üretim yapanları ortak yönetiyorlar. Bu nedenle
Kürdistan federe bölgesindeki yarı geliştirilmiş ve geliştirilmemiş
petrol sahaları, KBY’nin yetkisi dahilindedir. Son olarak,
115. Maddeye göre bölgesel yasalarla federal yasalar arasında
çelişki yaşanması durumunda bölgesel yasalar geçerlidir.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Kürt federe bölgesindeki enerji sektörüne yardım
sağlamaya ve daha da önemlisi KBY’ye Türkiye
toprakları üzerinden petrol ve gaz ihraç etmesi için
izin vermeyi reddetti. Üst düzey bir Türk yetkili şunları
söylüyordu:
Kürtlerle merkezi hükümet arasında bir antlaşma
oldukça, Türkiye Kürtlerin petrol çıkarma sahalarına
sahip olmasına karşı değildir. Bu petrol sahalarının
bulunması sürecine biz de dahil olmak istiyoruz.
Sadece transit ülke olmak istemiyoruz. [Pet Oil ve
Genel Enerji gibi şitketlerden] daha büyük Türk
şirketleri yeşil ışık bekliyorlar. Kürtler, petrol ihraç
yollarının Türkiye’den geçtiğini biliyorlar.110
Sayfa 16
IV. KERKÜK ANLAŞMAZLIĞI
Türkiye ve Irak Kürtleri arasındaki işbirliğinin önündeki
engellerden en başında Irak’ın kanıtlanmış petrol
rezervlerinin yüzde 13’ünün bulunduğu, nüfusunu
çeşitli unsurların oluşturduğu Kerkük vilayetinin
statüsü hakkındaki anlaşmazlık geliyor. Tüm Iraklı
Kürt partileri, Kerkük’ü miraslarının ve geleceklerinin
ayrılmaz bir parçası olarak görüyorlar. Türk yetkililerin
gözündeyse Kerkük’ün ve petrolünün tamamen
Kürtlerin kontrolünde olması, Kürtlerin bağımsızlığı
için atılmış büyük bir adımdır ve ne pahasına olusa
olsun engellenmesi gereken bir sonuçtur.111 Türkiye’nin
Nisan 2003’ten bu yana sarf ettiği diplomatik çabalar,
Irak devletinin güçlendirilmesi ve Kerkük ve Kürdistan
federal bölgesinin Irak’ın devlet yapısı içinde ayrı
entiteler olarak korunması konularına odaklandı.
A. KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK:
TÜRKMEN FAKTÖRÜ
Türkiye, 1990’larda Kerkük’teki Türkmen nüfusunu
Iraklı Kürtlerin arzuları karşısında temel dayanak
noktalarından biri olarak kullandı. Türkmenlerin
soyu, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki askerler,
tüccarlar ve memurlara dayanıyor.112 Ağırlıkla kentlerde
yerleşik olan Türkmenler, Suriye sınırından İran sınırına
uzanan, kuzey Irak’ın ana ticaret arterlerinin yakınında
bulunan ve eski garnizon kentleri olan Telafer, Musul,
Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Hanakin ve Mandali gibi
önemli şehirlerde yaşıyorlardı. Kerkük’te Türkmenler
1957 yılındaki nüfus sayımına göre Kürtleri ve Arapları
geride bırakarak çoğunluğu oluşturuyorlardı.113
111
110
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, 3 Haziran 2008. Petrol ve gaz anlaşması ihalesine
katılmak için Irak petrol bakanlığından onay alan 35 şirketin
yeraldığı listeden Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın
(TPAO) başlangıçta çıkarılması, Ankara’ya daha ulaşılabilir
ekonomik çıkarlarının Kürdistan federe bölgesinde olduğunu
düşündürttü. Erdoğan’ın Temmuz 2008’de Bağdat’a yaptığı
ziyaret sırasında ise Irak hükümeti, uygun bir teklif veririse
Türkiye’ye şirketlerden birine verilen kontrata katılma hakkı
verdi. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Cengiz Çandar,
Erdoğan’ın ziyaretine katılan bir Türk gazeteci, 13 Temmuz
2008. Irak’ta petrol anlaşması imzalamak için ön elemeyi
geçen şirketler listesinde İngiliz keşif ve üretim şirketi Premier
Oil’in yerini devletin sahip olduğu TPAO aldı. Turkish Daily
News, 29 Eylül 2008.
“Iraklı Kürtler, Irak’taki mevcut federal yapıyı bağımsızlıkları
yoluna bir adım olarak görüyorlar. Kerkük’ü topraklarına
katarak bu amaca bir adım daha yaklaşmak istiyorlar. Temel
ilkemiz olan Irak devletinin toprak bütünlüğünün korunmasıyla
uyuşmadığı için bunu kabul edilemez addediyoruz”. Kriz
Grubu’na gönderilen e-posta, üst düzey Türk yetkili, 14 Şubat
2008.
112
Monarşinin 1958’de yıkılmasından önce Irak’ta 1957’de
yapılan en son, güvenilir nüfus sayımına göre ülkenin toplam
nüfusu 6.300.000, Türkmenlerin nüfusuysa 567.000, yani
toplam nüfusun yüzde 9’u idi. Tarık Oğuzlu, “The Turkomans
of Iraq as a Factor in Turkish Foreign Policy: Socio-Political
and Demographic Perspectives”, Dış Politika Enstitüsü, Ankara,
2001.
113
1957 sayımına göre Türkmenler, Kerkük’te çoğunluktaydı
(45.306 Türkmene karşılık 40.047 Kürt ve 27.127 Arap
bulunuyordu); ancak kırsal kesimde Kürt ve Arap nüfusunun
gerisinde kalıyordu (38.065 Türkmene karşılık 147.546 Kürt
ve 82.493 Arap bulunuyordu). Kerkük vilayetinin tamamı
düşünüldüğünde en büyük grubu Kürtler (187.593), ikinciyi
Araplar (109.620), üçüncü büyük grubuysa Türkmenler
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Baas rejiminin iktidara geldiği 1968’den 1991’deki
Körfez Savaşı’na dek Irak’lı Türkmenlerin tıpkı Kürtler
gibi rejimin Kerkük’ü Araplaştırma politikasının kurbanı
olmasına rağmen Ankara, Türkmenlere özel bir önem
göstermedi.114 Bu tavır, savaşın sona ermesinden
sonra değişti. ABD ve Körkez Savaşı müttefiklerinin
36. paralelin kuzeyini uçuşa kapatması, KDP ve
KYB’nin yönettiği özerk bir Kürt bölgesinin fiilen
oluşmasına yol açtı. Söz konusu partiler için Kerkük’ün
Kürt bölgesine dahil edilmesi, hem Kerkük’ün onlara
göre tarihi açıdan (tanımı henüz belirlenememiş de
olsa) Kürdistan’a ait olduğu hem de bağımsızlık
yolunda kritik önemde bir adım olduğu için önceliğe
sahipti. Baas rejimi iktidarda olduğu sürece Kerkük’ü
denetimlerine almaları neredeyse imkansız olsa da
Batının düşmanlığı ve BM yaptırımları Kürtlere bunun
değişebileceğine dair umutlar aşıladı.
Bağdat’ın Kürtleri artık kontrol altında tutamayacağından
endişe duyan Ankara, 1991 Körfez Savaşı’nın ardından
Irak’la ilişkilerinde yeni stratejisinin dayanak noktası
olarak Türkmenlere özel bir ilgi göstermeye başladı.
1990’ların ortasından itibaren Türkmenleri, tek çatı
altında yani Irak Türkmen Cephesi’nde (ITC)
birleştirmeye çalıştı.115 ITC, Türkiye’nin Türkmen
sorununu gündeme getirmesinin temel aracı ve yerel
(83.371) oluşturuyordu. Irak Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı,
1957 Nüfus Sayımı Kesin Sonuçları (Arapça) (Bağdat, 1958),
s. 243. Sonrasında 1967, 1977, 1987 ve 1997’de yapılan sayımlar,
rejimin yönlendirmesi olduğu şüphesi nedeniyle son derece
sorunlu kabul ediliyor. Dahası son üç sayım Araplaştırma
politikasının etkilerini taşıyordu, zira Iraklılar belirlenen yalnızca
iki grup olan Arap ve Kürtlerden hangisine ait olduklarını
belirtebiliyorlardı. Bu durumda (Saddam Hüseyin yönetiminde
Kürtler istenen etnik grup olmadığından) Türkmenler
kendilerini Arap olarak belirttiler ve böylece rakamların
yanlış belirlenmesine neden oldular. Günümüzdeki sayılarına
dair güvenilir bir kaynak olmamasına karşın Türkmenlerin
genellikle Kürtlerden sonra Irak’ta en büyük azınlığı
oluşturduğu düşünülmektedir. Bakınız Kriz Grubu Orta
Doğu Raporu N°56, Iraq and the Kurds: The Brewing Battle
over Kirkuk, 18 Temmuz 2006, s. 2.
114
Åsa Lundgren, Türkiye’nin Irak’taki Türkmenlere ilgi
göstermemesini iki nedene bağlıyor: Türkiye’nin resmi
politikası etnik kimliğe dayanmamaktadır ve geleneksel dış
politikası, toprak konusunda statükoyu korumaya öncelik
vermektedir. Lundgren, a.g.e., s. 89-93. Buna karşın birçok
kişi, Türkiye’nin politikasının etnik kimliğe dayanmadığı
iddiasına karşı çıkmaktadır. Örneğin bakınız, Baskın Oran,
Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat,
İçtihat, Uygulama (İstanbul, 2008).
115
ITC, 1995’te Türkiye’nin güvenlik servisleri tarafından
kuruldu ve o zamandan bu yana hükümetten önemli miktarda
yardım almaktadır. 26 Türkmen örgüt ve siyasi grubu aynı
çatı altında birleştirmektedir. Ancak Türkiye’nin uydu partisi
olduğu düşünüldüğünden Türkmen halkının tamamının
desteğini almayı başaramadı. Bakınız Kriz Grubu raporu, War
in Iraq, a.g.e.
Sayfa 17
siyasete dahil olmasının ana giriş noktası oldu. ITC’ye
verdiği desteğin derecesi, PKK’ya karşı verdiği
mücadeledeki başarısına bağlıydı. PKK güçlü olduğu
sürece Ankara, ITC’ye çok az ilgi gösteriyor ve daha
ziyade örgütün kontrol altına alınması için KDP ve
KYB’den yardım talep ediyor ve ABD’nin başını
çektiği Huzur Operasyonu ve onun ardından gelen ve
kuzeyde uçuşa kapalı bölgeyi belirleyen Kuzeyden
Keşif Harekatı’na katılıyordu.116 1999’da liderleri
Öcalan’ın yakalanmasınının ardından PKK’nın mücadele
gücünün zayıflamasıyla Türkiye, daha geniş bir hareket
özgürlüğüne kavuştu. Kuzey Irak’taki çıkarlarını
korumak için Türkmenleri kullanma niyetini belli
ederek onlarla olan ilişkilerini derinleştirdi ve “tehdit
altında olan” soydaşlarını korumak zorunda olduğunu
ileri sürdü.117
Türkiye’nin Türkmen politikasının bazı noksanları
mevcuttu. İlk olarak Türkmenlerin arasındaki siyasi ve
mezhep farklılıklarını görmezden geldi. Bir Türk
akademisyen bunu şöyle anlatıyor:
Bu politika, gerçeklik duvarına çarptı. Türkmen
halkının homojen ve tek vücut olduğu düşüncesi bir
mitten ibarettir. Sayıları çok azdır ve aralarında
derin farkılıklar vardır. Pek çoğu için mezhep kimliği,
etnik kimlikten daha önemlidir. Şii Türkmenler,
kendilerini öncelikle Şii cemaatinin parçası olarak
görürler ve Türkiye tarafından kurularak desteklenen
Sünni Irak Türkmen Cephesi’ni desteklemezler.
Sünni Türkmenlerin kendi arasında bile İslamcılar
ve laikler ayrımı vardır. Üstelik çok sayıda Türkmen
Kürtleştirildi ve Kürtlerle aralarında çatışma
bulunmamaktadır.118
Güvenlik konusunda çalışan bir Türk araştırmacı
ekliyor: “Türkiye, tüm Iraklı Türkmenleri kucaklamayı
başaramadı ve bu yüzden ne onlar üzerinde hak iddia
edebiliyor ne de onları başkalarına karşı koruyabiliyor.
116
Daha ayrıntılı bilgi için bakınız Baskın Oran, Kalkık Horoz:
Çekiç Güç ve Kürt Devleti (Ankara, 1998).
117
Bakınız Tarık Oğuzlu, “Endangered Community: The
Turkoman Identity in Iraq”, Journal of Muslim Minority Affairs,
sayı 2 (2004).
118
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Soli Özel, Bilgi
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve Sabah gazetesinde
köşe yazarı, İstanbul, 6 Eylül 2007. Türkmenler, aralarında
Sünniler ve Şiiler olmak üzere yarı yarıya bölünmüş
görünüyorlar. Bazıları genel görünümüyle (Irak) milliyetçi(si),
bazılarıysa dini ağırlıklı (Sünni veya Şii İslamcı) birçok parti
kurdular. Irak Türkmen Cephesi, çoğunluğu laik, milliyetçi
Türkmenler olmak üzere son derece dar bir tabana sahip.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Bu nedenle Türkiye, Türkmen kartını kullanabilecek
durumda değildir”.119
İkinci olarak, Türkiye Türkmenleri destekleyerek kuzey
Irak üzerinde hak iddia ettiğini gösterdi ve Osmanlı
dönemi sonrası varılan toprak anlaşmasını sorguladığı
endişelerini uyandırdı.120 Eski Savunma Bakanı
Sabahattin Çakmakoğlu’nun bir demeci, aşırı milletçi
çevrelerin sıcak baktığı bu görüşü destekler nitelikteydi:
Kuzey Irak, Misak-ı Milli hudutlarımızda bize
emanettir. O günün İstiklal Savaşı şartları içinde,
egemen güçlerin Türkiye’nin o günkü şartlarını
istismar ederek zorla koparttığı bir yerdir. Kerkük
ve Musul’da Türkmenlerin olması bu iki şehrin
Türk toprağı olması demektir. Kuzey Irak, öyle
veya böyle, şu veya bu kimselerin hevesine kurban
edeceğimiz bir bölge değildir.121
Sayfa 18
Bundan sonra Türkiye, Türkmenlerin Kerkük’te ikinci
sınıf statüye sahip olmalarına razı olmak zorunda kaldı.
Dahası Ocak ve Aralık 2005’te yapılan seçimlerde
Türkmenler, kendilerinin veya Türkiye’nin tahmin
edebileceğinden çok daha az oy toplayarak bir darbe
daha aldılar.122 Seçim sonuçlarını yalnızca etnik gruplara
göre değerlendirmek zor olsa da123 üst düzey yetkililerin
belirttiğine göre Türkmenler sayı ve birlik açısından
yetersiz olduklarından Türkiye’nin planlarını sadece bu
gruba bağlaması yersiz olacaktır.124
Hatalarından ders alan Türkiye, geliştirdiği yeni
politikasıyla Kerkük’ün statüsünü ve Türkmenlerin
durumunu, komşusunun istikrarı ve toprak bütünlüğünü
korumak olarak özetlenebilecek genel amacıyla
ilişkilendirdi. Üst düzey bir yetkili şunları söylüyor:
Türkiye’nin Kerkük konusundaki gerçek niyetleri
yanlış anlaşılıyor. Türk diplomasisi revizyonist
değildir. Türkiye, Musul Vilayeti sorununu Batıyla
diplomatik yollarla çözmeyi yeğledi ve mesele,
Milletler Cemiyeti’nin kararına bırakıldı. Musul
Vilayeti’ni üniter bir devletin parçası olması için
bıraktık. Iraklı Kürtlerin Kerkük üzerindeki iddiaları,
bu anlayışla çelişmektedir. Şimdilerde Türkiye,
Arap toprağı olarak kabul edilen Kerkük’ün Kürt
bölgesine dahil edilmesi çabalarının Filistin’de
olduğu gibi burada da Arap köktenciliğine yol
açmasından endişe etmektedir. Burada yalnızca
toprak değil önemli kaynaklar da söz konusudur.125
Kamuoyunda sık sık dile getirilen bu duygular, gerek
Irak’ta gerekse uluslararası toplumda Türkiye’nin
yayılmacı emellerinin olduğuna dair kanıyı
pekiştirmektedir. Bu nedenle Kürtlerin Kerkük
üzerindeki iddialarına Irak’ın ve Iraklıların iyiliği
için karşı koyduğunu açıklaması inandırıcı olmadı.
Daha önce belirtildiği gibi Türkiye’nin içine düştüğü
durum, meclisin 1 Mart 2003’te Amerikan askerlerinin
ülkeden transit geçişini reddetmesiyle daha da zor bir
hal aldı. Bu, ABD’nin askeri planlarını karıştırmakla
kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin sınırın ötesinde
meydana gelecek gelişmelerde etkisini çok büyük
oranda azalttı. Bundan en çok yararlanan Kürtler
oldu, zira ABD’nin Irak’taki en önemli ve güvenilir
müttefiki oldular. Sonuç olarak Ankara, Kürt partiler
ABD güçlerinden bile önce Kerkük’e hücum ettiklerinde
uzaktan izlemek durumunda kaldı.
AKP hükümetinin daha belirgin politikası, Irak’ın birlik
ve istikrarının ön koşulu olarak belli başlı şehirlerinde
çoğulculuğu yani farklı toplulukların barış içinde bir
122
119
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir
Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi başkanı, İstanbul,
17 Aralık 2007.
120
Türkiye ve Birleşik Krallık, 1926’da imzaladıkları ve
Milletler Cemiyeti kararını kabul ettikleri anlaşmayla Türkiye’de
Misak-ı Milli sınırları içinde kabul edilen ve içinde Kerkük’ün
de bulunduğu Musul vilayetini (eski bir Osmanlı eyaleti) Irak’a
verdiler. Osmanlı meclisinin en son kararlarından biri olarak
İstanbul’da 12 Şubat 1920’de kabul edilen altı karara yani
Misak-ı Milli’ye göre, 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nın
imzalandığı sırada İtilaf devletlerinin işgal etmediği ve Arap
olmayan Müslüman halkın çoğunlukta olduğu topraklar, Türk
ulusunun vatanı kabul ediliyordu. Buna göre Musul Vilayeti,
Türkiye’ye aitti. Ancak Birleşik Krallık bunu reddetti ve konu,
görüşülmek üzere Milletler Cemiyeti Uluslararası Araştırma
Komisyonu’na havale edildi. Komisyon, 1925’te vardığı kararla
Musul’u, o sırada Britanya mandası olan Irak’a verdi. Bakınız
Bill Park, “Turkey’s Policy Towards Northern Iraq: Problems
and Perspectives”, a.g.e, s. 13-16.
121
Milliyet, 22 Ağustos 2002.
Türkiye ve müttefikleri, Türkmenlerin sayısının daha fazla
olduğunu varsaymışlardı; bazı tahminlere göre Irak’ta 3 milyon
Türkmen yaşamaktadır, bu da nüfusun yüzde 12’sine tekabül
etmektedir. Kriz Grubu Raporu, The Brewing Battle over
Kirkuk, a.g.e, s. 19-21. Seçimlerden sonra Türk yetkililer, Celal
Talabani gibi Kürt liderlerle ilk ciddi temaslarını gerçekleştirmeye
başladılar.
123
Şii Türkmenlerin çoğu, Arap, Kürt ve Türkmen Şii’lerden
oluşan Birleşik Irak İttifakı’na oy verdiler. Dahası tüm Sünni
ve laik Türkmenlerin seçim barajını geçen tek Türkmen listesi
olan Irak Türkmen Cephesi’ne oy verdikleri de kesin değildir.
Pek çoğu oy kullanmamış ya da Irak Komünist Partisi veya
İyad Allawi’nin Ulusal Irak Listesi gibi laik listelere oy
vermiş olabilirler. Türkmen siyasetçiler, Ocak 2005 seçimlerine
özellikle Kerkük’te hile ve nüfus manipülasyonu karıştığı için
itiraz ettiler. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türkmen Adalet
Partisi’nden Murad Abd-al-Wahed, Kerkük, 21 Mart 2007.
124
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, Haziran 2005 ve Cengiz Çandar, Türk gazeteci, İstanbul,
14 Haziran 2005.
125
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, 12
Şubat 2008.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
arada yaşamasını savunmaktır.126 Buna göre Türkiye,
Kerkük’ün çok etnili ve çok dinli dokusunun korunmasını
desteklemektedir. Başbakanın önde gelen kurmaylarından
biri bu politikayı şöyle anlatıyor:
Hiçbir emperyal amaçla hareket etmiyoruz. Irak’ın
kendi ayakları üzerinde durabilmesi için Basra,
Bağdat, Kerkük ve Musul gibi şehirlerin karma
yapısını bir şekilde koruması gerekir. Tarih boyunca
bu Irak şehirlerinin hiçbiri homojen bir etnik veya
mezhep dokusuna sahip olmamıştır.127
Bu yaklaşım, Türkiye’nin çıkarlarına birkaç yönden
hizmet etmektedir. Kerkük’ün heterojen bir yapıya sahip
olması, Kürtlerin petrol zengini bu vilayet üzerindeki özel
iddialarını zayıflatmakta ve böylece bu şehri Kürdistan
federal bölgesine dahil etme planlarını bozmaktadır;
Kerkük olmazsa bu bölge, bağımsızlık kazanmak
için gereken kaynaklara büyük olasılıkla sahip
olamayacaktır.128 Türkmenler, tarih boyunca kendilerine
ait olduğunu düşündükleri bu şehir üzerindeki hak ve
çıkarlarını koruyabileceklerdir. Türkiye’nin yaklaşımı,
Kürtlerin ve Irak anayasasının “normalleştirme”129
126
Türk Dışişleri Bakanlığının ön ayak olduğu bir bildiride
Irak’ın komşuları ve uluslararası toplumun diğer üyeleri,
“Irak’ın çok kültürlü, çok mezhepli ve çok etnili yapısının
sahip olduğu zenginliğin ve Irak’ın kimliğinin yanı sıra
Irak’ın geleceği için tüm toplulukların barış içinde bir arada
yaşamasının sağlanmasının ve buna saygı gösterilmesinin
önemine dikkat çekmek” konusunda anlaştılar. Irak ve Bahreyn’e
Komşu Ülkeler Bakanları, BM Güvenlik Konseyi Daimi
Üyeleri ve G-8 üyelerinin katıldığı toplantının sonuç bildirisi,
İstanbul, 3 Kasım 2007, www.mfa.gov.tr sitesine gidiniz ve
ortak bildiriler linkini takip ediniz. Türkiye, bu fikri, Orta
Doğu’da sahip olduğu vizyonu ve bu bölgedeki rolüyle birlikte
ele almaktadır. Söz konusu vizyon dört ilkeye dayanmaktadır:
herkes için güvenlik, siyasi diyalog, ekonomik açıdan birbirine
bağımlılık ve şehirlerin çok kültürlü niteliği. Kriz Grubu’na
verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, İstanbul, 11 Şubat 2008.
127
Ahmet Davutoğlu’nun açıklaması, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın dış ilişkiler özel danışmanı, CNN TÜRK
Televizyonu, 2 Ocak 2008.
128
“Bağımsız bir Kürt devleti kurulur, Kerkük bunun parçaı olur
ve petrol gelirleri sayesinde yaşam standartları artarsa, bu devlet,
Türkiye’deki Kürtler için bir çekim merkezi haline gelebilir.
Bu sorunu halletmek için ya Türkiye’nin güneydoğusundaki
yaşam standardını yükseltebilirsiniz ya da kuzey Irak’ın bir
çekim merkezi olmasını önleyebilirsiniz. Türkiye, güneydoğuyu
Iraklı Kürtler için bir çekim merkezi haline getirmek için
gereken kaynaklara sahip olmadığına göre tek seçenek ikincisi.
Bunu yapmanın yolu da Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil
edilmesini önlemek. Kerkük’ün içinde olduğu bağımsız bir
Kürt devleti, Türkiye’ye bağımlı olmaz”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik
Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007.
129
“Normalleştirme”den kastedilen, önceki rejimin Araplaştırma
politikasını sistemli şekilde tersine çevirmek. Wafidin’in (yeni
gelenlerin) uzaklaştırılması, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu
Sayfa 19
olarak bahsettiği süreç dahilinde şehrin demografik
yapısının Kürtler tarafından manipüle edilmesini
protesto etmeye dayanmaktadır. Ne var ki son tahlilde
Türkmen faktörü, Türkiye’nin Kerkük ve Kürdistan
federe bölgesine karşı stratejisinin küçük bir parçasını
oluşturmaktadır.
B. KERKÜK’ÜN IRAK’IN AYRILMAZ
PARÇASI OLMASI
Türkiye, aşırı federal yapının Irak’ın parçalanmasına
yol açacağından korkarak başlangıçta ülkenin 2005
anayasasından duyduğu derin endişeleri dile getirdi.130
Bu endişelerin bir kısmının 2006 ve 2007’deki iç savaşta
doğrulandığına şahit oldu. ABD’nin askeri müdahalesi
ve başka faktörlerin etkisiyle şiddetin azalması ve
Bağdat’ta barışın bir derece de olsa yerleşmesiyle
ancak rahat bir nefes alabildi. Bu noktada Ankara,
gerek zorunluluktan gerekse Washington’ın Irak’ın
toprak bütünlüğünü desteklediğine dair güveni
arttığından anayasayı benimsedi. Yetkililer ayrıca
Iraklı liderlerle aralarını iyi tutmak için anayasayı ve
hükümeti olduğu gibi kabul etmek zorunda olduklarını
fark ettiler.131 Onlara göre Türkiye’nin üzerinde hiçbir
etkiye sahip olmadığı bir Irak yerine ciddi noksanları
olan bir Irak’ı desteklemek daha yerinde olacaktı.
Geçtiğimiz yıl içinde AKP hükümeti, güvenlik
bürokrasisinin de desteğiyle Irak hükümetiyle olan
ilişkilerini iyileştirmek için büyük gayret sarf etti. Bu
çabaların sonucunda Temmuz 2008’de stratejik ortaklık
anlaşması imzalandı. Bu anlaşma münasebetiyle yapılan
ortak siyasi deklarasyonun ilk ilkesi uyarınca iki
ülke, “Irak hükümetinin terörle mücadele ve Irak’ın
bağımsızlığını, tam egemenliğini, toprak bütünlüğünü
yerlerinden edilmiş Kerküklülerin geri dönmesini ve daha çok
Türkmenleri ilgilendirecek bir önlem olan mülkiyet haklarının
iadesi öngörülüyor. Bakınız Kriz Grubu raporu, The Brewing
Battle over Kirkuk, a.g.e, s. 11-16.
130
“Irak’ı birlik içinde tutmak için merkezi hükümete bazı
yetkiler verilmelidir. Daha fazla taviz istenmesi, Irak’ın geleceği
açısından yararlı olmayacaktır. Tüm grupların kazançlarını
gözden geçirmesinin ve Irak’ta ulusal uzlaşıya ulaşmak için
gayret etmesinin zamanı gelmiştir”. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007.
131
“Türkiye olarak biz, Irak’ı ve mevcut anayasasını tanıyoruz.
Coğrafi gerçeklerin farkındayız. Onlarla [Iraklı Kürtlerle]
yaşamak zorundayız”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst
düzey Türk yetkili, Ankara, 13 Şubat 2008. Bir Türk gazeteci
ekliyor: “Türkiye, özellikle de Türk ordusu tavrını değiştirdi.
Yeni formül, KBY eksi Kerkük eksi PKK’dır. Başka deyişle
KBY, topraklarında PKK’nın varlığına izin vermediği sürece
ve Kerkük’ü topraklarına katmaya kalkışmadığı sürece Türkiye,
Kürt bölgesinin federal (konfederal değil) yapıya sahip olmasını
kabul ediyor. Bu durumda Barzani, tanınacaktır”. Kriz Grubu’na
verilen mülakat, Murat Yetkin, Radikal’in Ankara temsilcisi,
Ankara, 4 Aralık 2007.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
ve tehditler karşısında ulusal birliğini koruma çabalarını
desteklemeyi” taahhüt etti.132
Ne var ki anayasanın desteklenmesi, Kerkük ve diğer
“tartışmalı toprakların” durumunu belirleyecek sürecin
anlatıldığı 140. Maddesinin de desteklenmesi demektir.
Türk yetkililer, bu sürecin tam ve adil olarak uygulanması
durumunda Kerkük’ün muhtemelen Kürdistan federe
bölgesine dahil olacağını ve böylece bu vilayetin
içindeki çeşitli gruplar arasında anlaşmazlığa yol
açacağını çok iyi kavradı.133 Bu nedenle Türkiye,
anayasadaki zaman sınırı olan 31 Aralık 2007’ye kadar
140. Maddenin (referandum da dahil) uygulanmamasını
olumlu karşıladı.134 Üst düzey Iraklı liderlerin aynı ay
içinde bu zaman sınırını altı ay daha erteleyerek 30
Haziran 2008’e almalarını da memnuniyetle karşıladı.135
Kerküklü Türkmen ve Arapların aleyhine yapıldığını
Sayfa 20
düşündüğü nüfus değişimleri karşısında endişelerinin
devam etmesine rağmen yeni belirlenen zaman sınırı
da aşıldığında memnuniyeti devam etti.136
Ancak Kürtlerin yaşadıkları aksaklıklar, amaçlarında
körelmeye yol açmadı. Kerkük’ün statüsünün karara
bağlanması için anayasanın tek dayanak olması
ısrarlarından da vazgeçmediler. Fakat BM de dahil
uluslararası toplumun üyelerinin yanı sıra Türkiye’nin
müzakere yoluyla çözüme ulaşılması için baskı
yapmalarına izin verdi. Ankara’nın tercihi, Kerkük’ün
kendi başına bir federe bölge olmasını sağlayacak bir
anlaşmaya varılmasıdır;137 böylesi bir anlaşma, daha
sonra 140. Maddenin (muğlak) gerekleri yerine
getirilerek halk oylamasıyla onaylanabilir.138 Üst
düzey bir Türk yetkili şunları söylüyor:
Başlangıçta 2007’de yapılması planlanan Kerkük
referandumu, bir çözüme götüremez. Tam tersine
çatışmaya götürür. Alternatif, tüm taraflar arasında
müzakereyle anlaşmaya varılmasıdır. Kürtler,
Türkmenler, Şii Araplar, Sünni Araplar, Keldaniler/
Asuriler oturup özel statünün koşullarını görüşmeliler.
Sonra da müzakereyle varılan çözümü referanduma
sunabilirler. Bu şekilde 140. Madde uygulanmış
olacak ve referandum özel statü üzerine yapılsa
bile kimse itiraz etmeyecek. Aksi takdirde boykot
edilecek ve asla uygulanmayacak.139
132
Dahası, beşinci ilkeye göre iki ülke, “Irak’ın çok kültürlü,
çok mezhepli ve çok etnili yapısının sahip olduğu zenginliğe
ve Irak’ın kimliğinin yanı sıra Irak’ın geleceği için tüm
toplulukların barış içinde bir arada yaşamasınının sağlanmasının
ve saygı gösterilmesinin önemine saygı göstermeyi” taahhüt
etmektedir. Başka deyişle Irak hükümeti, Türkiye’nin Kerkük’ü
Kürdistan federe bölgesinin dışında tutma çabasını dolaylı
olarak desteklemiş oldu. Bakınız Kurdistan Digest, Washington
Kurdish Institute, 14 Temmuz 2008.
133
“Referandum, kazansalar bile onların [Iraklı Kürtlerin]
lehine olmaz. Yüzde 60’ını alsalar bile geri kalan yüzde 40
sonuca şiddetle karşı çıkacak ve onlara her yerde saldıracak.
Uzlamaya dayanan çözüme ulaşmak ve sonrasında oyların
yüzde 90’ını almak daha iyi olur. Kürtler ve Arap isyancılar
da dahil herhangi bir grup Kerkük’te şiddete yol açabilir. Kaos
ortaya çıkar. Böyle bir ortamda referandumun meşruiyeti
olmaz”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
11 Şubat 2008.
134
Kürtlerin Kerkük’ü hukuki yolardan ilhak etme isteği, Irak
anayasasının 140. Maddesinin uygulanmasına dayanıyor. Bunun
birbirini izleyen üç adımda gerçekleştirilmesi öngörülüyor:
normalleştirme, nüfus sayımı ve referandum. Bakınız Kriz
Grubu Raporu, Resolving the Kirkuk Crisis, a.g.e, s. 2-4.
Aralık 2007’de Irak hükümeti ve Kürt liderliği, ortak kararla
referandumu altı ay ertelediler. “Implementation of Article
140: Deadline of 31 December 2007”, 15 Aralık 2007, bakınız
www.uniraq.org, basın açıklamaları linkine gidiniz. Haziran
2008’de BM’nin Irak Yardım Misyonu (UNAMI), Kürdistan
federe bölgesinin sınırlarının belirlenmesi için atılacak ilk
adımları belirleyen bir öneri sundu ve bu öneride referandumdan
bahsetmedi. “UNAMI, tartışmalı iç sınırlar sorunlarını
çözümlemek üzere Irak Hükümeti’ne ilk incelemesini
sunmaktadır”, 5 Haziran 2008, a.g.e. Belirlenen yeni referandum
tarihi de hiçbir girişim olmadan 30 Haziran 2008’de geçti.
135
“Erteleme önemli, çünkü taraflar zaman kazanıyor.
Ertelemeyle birlikte Kürtler için fırsat kapısı kapanmış oldu.
Kürt liderler de bu gerçeğin farkında. Ancak halklarına yerine
getiremeyecekleri vaatler verdiler. Şu çok açık ki ne Irak’ın
geri kalanı ne de Kerkük’te yaşayan Türkmen ve Araplar
Kerkük’te bir oldu bittiyle karşılaşmak istiyorlar”. Kriz
Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3
Aralık 2007.
136
Kerkük’ün sorununa alternatif bir çözüm bulunmasından
yana olan bir Türk yetkili şunları söylüyor: “Kerkük
referandumunun ertelenmesi bizim açımızdan bir çözüm
değildir. Çünkü bu, nüfus değişimlerinin devam etmesinden
başka bir şeye yaramayacak”. Kriz Grubu’na verilen mülakat
üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Haziran 2008.
137
Irak anayasası ve sonrasındaki değişiklikler bu tür bir
çözüme izin veriyor. Türkiye Kerkük’ün doğrudan Bağdat’a
bağlı olmasını tercih etse de bu seçenek, Kürtlerin Nisan
2003’te şehrin ve vilayetin fiili kontrolünü ele geçirmeleri ve
sonrasında Kerkük’ü Kürdistan federal bölgesine bağlamak
için siyasi ve anayasal mekanizmalar oluşturmaları nedeniyle
gitgide gerçek dışı bir hal aldı.
138
140. Madde bir referandum öngörse de referandumun hangi
konuda yapılacağını belirtmiyor. Yani referandum, Kerkük’ün
muhtemel statüsünü, ilgili tarafların müzakere yoluyla varacağı
çözüme evet/hayır oyu verilmesini veya başka birşeyi konu
edinebilir.
139
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, 3 Aralık 2007. Kerkük’ten “bir Irak şehri” olarak söz
eden muhalefetten bir siyasetçi, daha ileri giderek “eğer bir
referandum yapılacaksa yalnızca Kerkük’te yaşayan halkı
değil tüm Irak halkını kapsamalı” dedi. Kriz Grubu’na verilen
mülakat, Şükrü Elekdağ, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
milletvekili ve eski Dışişleri Bakanlığı müsteşarı, Ankara, 4
Aralık 2007. (Irak anayasasının 140. Maddesi, referandumun
Irak’ın tamamında değil “Kerkük ve diğer tartışmalı topraklarda
yapılmasını öngörmektedir.) Bunun aksine Türkiye’de yaşayan
Kürtler, Kerkük’ü coğrafi açıdan Irak Kürdistan’ının parçası
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Kerkük’ün nihai statüsüne dair bir çözüme yakın
zamanda ulaşılamayacağı için Türkiye, çatışmayı
önlemek ve olası bir uzlaşmanın temelini atmak üzere
geçici bir yetki paylaşımı düzenlemesi yapılmasını
önerdi. Üst düzey bir yetkili şunları söylüyordu:
Nihai statüyü ileri bir tarihe bırakmalıyız. Bu süre
zarfında Türkmenler ve Araplar, Kerkük’teki
Kürtlerle daha yakından çalışmaya başlamalılar.
Çatışmadan ziyade işbirliği olmalı. Türkiye ve KBY
ve bu şehirdeki çeşitli gruplar arasındaki işbirliği,
sonucu belirleyecek.140
Bu amaçla Ankara, Temmuz 2008 görüşmeleri sırasında
Irak temsilciler meclisindeki Türkmenlere eyalet
seçimlerine dair yasa taslağına bir madde eklemeleri
için baskı yaptı. Bu maddeye göre (24. Madde) Kerkük,
bu seferki eyalet meclisi seçimlerinin dışına tutulacaktı;
bunun yerine geçici bir süre için yapılacak yetki
paylaşımı düzenlemesiyle eyalet meclisindeki
sandalyeler, Kürtler, Araplar ve Türkmenler arasında
eşit olarak paylaşılacak (her biri yüzde 32), daha küçük
azınlıklar ise (Keldo-Asuriler, Ermeniler, MandeanSabyanlar) geriye kalan yüzde dördü paylaşacaklardı.141
Bir Türk yetkili, Kriz Grubu’na şunları söylüyordu:
“Yüzde 32-32-32-4 formülü tercih edilebilir, zira
herhangi bir topluluğun diğeri üzerinde hakimiyet
kurmasını önleyecektir”.142
olarak görmekte ve şehrin Kürdistan federal bölgesinin parçası
olmasını desteklemekteler. Demokratik Toplum Partisi’nden
(DTP) bir milletvekili ise bunu ancak Kürdistan Bölgesel
Yönetimi’nin Kerkük petrol sahasından elde edeceği geliri
federal hükümetle paylaşması koşuluyla kabul edebileceğini
vurguladı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Selahattin Demirtaş,
Ankara, 3 Aralık 2007. KBY, halihazırda gelir paylaşımı ilkesini
kabul etti. Bunun kapsamlı bir hidrokarbon yasasıyla karara
bağlanması bekleniyor. Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu Raporu
N°75, Iraq After the Surge II: The Need for a New Political
Strategy, 30 Nisan 2008, s. 4-10. Emekli bir Türk general,
başka bir öneride bulundu: Kerkük, etnik farklılıklara dayanarak
kantonlara ayrılmalı, her kanton kendi meclisiyle iç işlerini
yürütmeli; ancak savunma, dışişleri ve hazine konularında
Irak federal hükümetine bağımlı olmalı. Dahası, petrol gelirleri
paylaşılmalı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Emekli general
Armağan Kuloğlu, Global Strateji Entitüsü başdanışmanı,
Ankara, 6 Şubat 2008. Bazı Iraklı Kürtler, bu öneriyi KBY’nin
Kerkük’ü Kürdistan federal bölgesine dahil etme girişimleri
başarısız olursa yedek plan olarak görmekteler. Kriz Grubu’na
verilen mülakatlar, Kürdistan Stratejik Çalışmalar Merkezi
yetkilileri, Süleymaniye, 22 Ocak 2008.
140
Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili,
Ankara, 3 Haziran 2008.
141
A.g.e.
142
32-32-32-4 formülünün hayata geçmesi durumunda Kürtlerin
Arap ve Türkmenlerin kendilerine karşı cephe alacaklarından
korkup korkmadıkları sorusu üzerine şunları söyledi: “Kürtler,
ya Türkmenlerle ya da Araplarla çalışmak zorunda kalacaklar.
Sayfa 21
Öneri, Kerkük sorununu çözmek yerine temsilciler
meclisini kilitledi. Meclis yasayı kabul etmeden
Ağustos’ta yaz tatiline başladı143 ve böylelikle (yasaya
göre 1 Ekim 2008’de yapılması gereken) eyalet
seçimlerinin 2009’dan önce yapılması ihtimalini zora
soktu. Parlamento komitesinin yerel düzeyde yetki
paylaşımı konusunda öneriler verene dek Kerkük
seçimlerinin ertelendiği bir metin üzerinde tarafların
uzlaşmasıyla (söz konusu metin 23. Madde oldu)
sorun, Eylül’de çözümlendi.144 Temsilciler meclisi,
sonrasında Kürdistan federal bölgesi ve Kerkük’ün
dışında kalan on dört vilayette 31 Ocak 2009’a kadar
oy kullanılmasına onay veren eyalet seçimleri yasasını
kabul etti.
Türkiye’ye göre bu, riskler barındırıyordu. Kerkük’te
taviz vermekten çekinen Ankara, bu şehirde Kürtlerin
kontrolünde seçim yapılmasını istemiyordu. Ne var
ki Irak’ın geri kalan bölgelerinde seçimin ertelenmesi,
nüfusun karışık olduğu vilayetlerde Sünni Arap
nüfuzunun artması ihtimalinin zayıflaması anlamına
geliyordu. Bu da Türkiye’nin sahip olduğu ve
gerçekleşmesi durumunda Kürtlerin Nineva, Kerkük,
Selahattin and Diyala vilayetlerinin bir kısmının
Kürdistan federal bölgesine dahil etme arzularını
güçleştirecek önemli bir amaçtı.145 Türk yetkililer, bu
ikilemin farkında olmalarına rağmen Kerkük’ü en önemli
öncelikleri olarak gördüler ve bu yönde ilerlemeye
devam ettiler.146 Yasanın kabul edilmesinin ardından
Türkiye, Kerkük seçimlerinin süresiz olarak
ertelenmesinin çıkarlarına uygun olduğunu gördü;
ancak 23. Maddenin gereği olarak seçimler yapılana
dek Kürtlerin hakimiyetindeki mevcut konseyin
işlevini sürdürdüğü gerçeğiyle de yüz yüze kaldı.
Kürtlerin arzularının önüne geçmek isteyen ve tercih
ettiği sonuç olan Kerkük’ün doğrudan Bağdat’a
bağlanmasının düşük bir ihtimal olduğunu bilen
Ankara, Kerkük’ün Irak Kürdistanı’na dahil edilmesini
önlemek için tehdit, ikna ve Kürtler dışındaki Iraklı
Rasyonel aktörler olarak hareket etmeye teşvik edilmeliler.
Belki ancak bu şekilde etnik kökene dayanmayan koalisyonlar
kurulabilir. Dahası Kürtler Türkmen-Arap koalisyonundan
korkuyorlarsa şunun da farkına varmalılar ki Türkmenler ve
Araplar da Kürtlerin Kerkük’ü kontrolleri altına almalarından
korkuyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üt düzey Türk
yetkili, İstanbul, 21 Temmuz 2008.
143
Kürtlerin rest çekmesi üzerine Temsilciler Meclisi 22
Temmuz’da yasayı kabul etti. Ancak Başkanlık Konseyinin
üç üyesinden ikisi yasanın “ulusal mutabakat ilkesine aykırı”
olduğunu belirterek imzalamayı reddetti. International Herald
Tribune, 23 Temmuz 2008.
144
Bakınız Kriz Grubu raporu, Oil for Soil, a.g.e, s. 3-4.
145
Bakınız Kriz Grubu raporu, Iraq After the Surge II, a.g.e,
s. 15-16.
146
Kriz Grubu’na verilen mülakat, Milli Güvenlik Kurulu ve
Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Ankara, 3 ve 4 Haziran 2008.
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
aktörlerle yaptığı paktları kullanmaya devam edecektir.
Aynı zamanda yeni çatışmaların çıkmasını önlemenin en
iyi yolu olarak gördüğü, Kerkük’ün özel bir statüya sahip
olması için uzlaşmaya varılmasını da destekleyecektir.
Sayfa 22
V. SONUÇ
Irak’ta Kürt nüfuzunun artmasını tehdit olarak algılayan
Türkiye, çıkarlarını korumak üzere bir dizi diplomatik,
askeri ve ekonomik strateji benimsedi. Bu stratejiler
genel anlamıyla başarılı oldu ve Ankara, çok sınırlı
etkisinin olduğu Irak realitelerini değiştirmeye gayret
etti.
Başta PKK direnişiyle nasıl baş edileceği konusu
olmak üzere iktidar partisi ile ülkenin geleneksel
kurulu düzeni arasındaki bölünmeler belirginken
Türkiye’nin politikası ortaya çıktı. Kemalist-milliyetçi
çevreler, PKK’nın Irak Kürdistanı’ndan kaynaklanan
operasyonlarından KBY’nin sorumlu olduğunu
düşünüyor ve bu nedenle daha güçlü baskıya maruz
bırakılması gerektiğine inanıyorlar. İktidardaki AKP
de dahil olmak üzere daha pragmatik çevrelerse, KBY
ile işbirliği içinde PKK’yla mücadele etmeyi ve
Kürdistan federal bölgesini ekonomik açıdan Türkiye’ye
bağımlı hale getirerek Ankara’nın yaptırım gücünü
arttırmayı amaçlıyorlar. Yaklaşımlardaki farklılıklar,
daha ziyade Türkiye içinde Kürt sorununa bakış
açılarının farklı olmasından kaynaklanıyor. AKP, söz
konusu sorunun daha fazla siyasi, kültürel ve dilsel
özgürlükler tanıyarak siyasi yöntemlerle çözülmesi
gerektiğine inanıyor. Sonuç, hükümet ile daha geleneksel
kurulu düzen arasında genel olarak etkili ve oldukça
pragmatik bir uzlaşmaya varılması oldu.
AKP hükümeti, komşusu Irak’ın geleceğine dair
belirsizlikler düşünüldüğünde Arap Irak’la sınırında
istikrarlı bir Kürt tampon bölgesi bulunmasının iyi bir
yatırım olduğuna, ancak bu bölgenin Türkiye’ye bağımlı
olması gerektiğine inanmaktadır. Aynı zamanda denize
kıyısı olmayan bir Kürdistan federal bölgesinin dış
dünyaya açılmak için Türkiye’ye ihtiyaç duyacağı
gerçeğine bel bağlamaktadır. Dahası Türkiye, Kürtlerden
gelen ham petrolün Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’a
aktarılmasından kazanacağı gelirin yanı sıra gitgide
artan enerji ihtiyaçlarını gidermek üzere Kürt bölgesinden
gelen petrol ve gazı kullanmak istemektedir.
Amaçlarını gerçekleştirmek üzere hükümet, Kemalistmilliyetçi kurulu düzenin de desteğini alarak hem Iran’ın
etkisini azaltmak hem de Kürdistan federal bölgesini
Irak’a daha sıkı bağlamak için merkezi Irak hükümetiyle
yeni bir ilişki geliştirdi; Kürt hareketini ezmek yerine
daha ziyade Washington ve Bağdat’ı harekete geçirmek
amacıyla PKK’ya karşı sınırlı askeri sınır ötesi
operasyonlar gerçekleştirdi ve KBY’ye karşı yaptığı
yeni açılımların karşılığını gördü. Buradaki can alıcı
nokta, Türkiye’nin bu ilişkiyi Kürtler için cazibeli
hale getirmesi durumunda KBY, PKK’yı sıkıştırma
konusunda Türkiye’nin taleplerine daha olumlu yanıt
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
verebilir, ki bunun da sorunun çözümünde Türk
ordusunun yapabileceklerinden daha etkili olduğu açıktır.
Gerek Irak içinde gerekse sınırlarında görülen çok
sayıda belirsizlik ışığında Türkiye ile KBY arasındaki
ilişkinin gelişmesi, istikrarsızlık riskini azaltmak veya
iç savaşın yeniden patlak vermesi halinde bölgesel
etkilerini azaltmak için önemli bir araç durumundadır.
Bu nedenle ilişkinin sürdürülmesi ve derinleştirilmesi
büyük önem taşımaktadır.
İstanbul/Brüksel, 13 Kasım 2008
Sayfa 23
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 24
EK A
IRAK HARİTASI
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 25
EK B
KBY’NİN ÜZERİNDE HAK İDDİA ETTİĞİ TARTIŞMALI TOPRAKLAR
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 26
EK C
ULUSLARARASI KRİZ GRUBU HAKKINDA
The International Crisis Group (Crisis Group) is an independent, non-profit, non-governmental organisation, with
some 135 staff members on five continents, working
through field-based analysis and high-level advocacy to
prevent and resolve deadly conflict.
Crisis Group’s approach is grounded in field research.
Teams of political analysts are located within or close by
countries at risk of outbreak, escalation or recurrence of
violent conflict. Based on information and assessments
from the field, it produces analytical reports containing
practical recommendations targeted at key international
decision-takers. Crisis Group also publishes CrisisWatch,
a twelve-page monthly bulletin, providing a succinct regular update on the state of play in all the most significant
situations of conflict or potential conflict around the world.
Crisis Group’s reports and briefing papers are distributed
widely by email and printed copy to officials in foreign ministries and international organisations and made available
simultaneously on the website, www.crisisgroup.org. Crisis
Group works closely with governments and those who influence them, including the media, to highlight its crisis
analyses and to generate support for its policy prescriptions.
The Crisis Group Board – which includes prominent
figures from the fields of politics, diplomacy, business
and the media – is directly involved in helping to bring
the reports and recommendations to the attention of
senior policy-makers around the world. Crisis Group is
co-chaired by the former European Commissioner for
External Relations Christopher Patten and former U.S.
Ambassador Thomas Pickering. Its President and Chief
Executive since January 2000 has been former Australian Foreign Minister Gareth Evans.
Crisis Group’s international headquarters are in Brussels,
with advocacy offices in Washington DC (where it is based
as a legal entity), New York, London and Moscow. The
organisation currently operates eleven regional offices
(in Bishkek, Bogotá, Cairo, Dakar, Islamabad, Istanbul,
Jakarta, Nairobi, Pristina, Seoul and Tbilisi) and has local
field representation in sixteen additional locations (Abuja,
Baku, Bangkok, Beirut, Belgrade, Colombo, Damascus,
Dili, Dushanbe, Jerusalem, Kabul, Kathmandu, Kinshasa,
Port-au-Prince, Pretoria and Tehran). Crisis Group currently covers some 60 areas of actual or potential conflict
across four continents. In Africa, this includes Burundi,
Central African Republic, Chad, Côte d’Ivoire, Democratic Republic of the Congo, Eritrea, Ethiopia, Guinea,
Kenya, Liberia, Rwanda, Sierra Leone, Somalia, Sudan,
Uganda and Zimbabwe; in Asia, Afghanistan, Bangladesh,
Indonesia, Kashmir, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Myanmar/
Burma, Nepal, North Korea, Pakistan, Philippines, Sri Lanka,
Tajikistan, Thailand, Timor-Leste, Turkmenistan and Uzbekistan; in Europe, Armenia, Azerbaijan, Bosnia and Herzegovina, Cyprus, Georgia, Kosovo, Serbia and Turkey; in
the Middle East, the whole region from North Africa to
Iran; and in Latin America, Colombia, the rest of the
Andean region and Haiti.
Crisis Group raises funds from governments, charitable
foundations, companies and individual donors. The following governmental departments and agencies currently
provide funding: Australian Agency for International Development, Australian Department of Foreign Affairs and
Trade, Austrian Development Agency, Belgian Ministry
of Foreign Affairs, Canadian International Development
Agency, Canadian International Development and Research Centre, Foreign Affairs and International Trade
Canada, Czech Ministry of Foreign Affairs, Royal Danish Ministry of Foreign Affairs, Dutch Ministry of Foreign Affairs, Finnish Ministry of Foreign Affairs, French
Ministry of Foreign Affairs, German Federal Foreign
Office, Irish Aid, Principality of Liechtenstein, Luxembourg Ministry of Foreign Affairs, New Zealand Agency
for International Development, Royal Norwegian Ministry of Foreign Affairs, Qatar, Swedish Ministry for Foreign Affairs, Swiss Federal Department of Foreign Affairs, Turkish Ministry of Foreign Affairs, United Arab
Emirates Ministry of Foreign Affairs, United Kingdom
Department for International Development, United
Kingdom Economic and Social Research Council, U.S.
Agency for International Development.
Foundation and private sector donors, providing annual
support and/or contributing to Crisis Group’s Securing
the Future Fund, include Carnegie Corporation of New
York, Fundación DARA Internacional, Iara Lee and George
Gund III Foundation, William & Flora Hewlett Foundation, Hunt Alternatives Fund, Kimsey Foundation, Korea
Foundation, John D. & Catherine T. MacArthur Foundation, Charles Stewart Mott Foundation, Open Society Institute, Pierre and Pamela Omidyar Fund, Victor Pinchuk
Foundation, Ploughshares Fund, Provictimis Foundation,
Radcliffe Foundation, Sigrid Rausing Trust and VIVA
Trust.
November 2008
Further information about Crisis Group can be obtained from our website: www.crisisgroup.org
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 27
EK D
ULUSLARARASI KRİZ GRUBU ORTA DOĞU VE KUZEY AFRİKA RAPORLARI VE
BRİFİNGLERİ
ARAB-ISRAELI CONFLICT
Disengagement and After: Where Next for Sharon and the
Likud?, Middle East Report N°36, 1 March 2005 (also available
in Arabic and Hebrew)
Syria After Lebanon, Lebanon After Syria, Middle East Report
N°39, 12 April 2005 (also available in Arabic)
Mr Abbas Goes to Washington: Can He Still Succeed?, Middle
East Briefing N°17, 24 May 2005 (also available in Arabic)
Disengagement and Its Discontents: What Will the Israeli
Settlers Do?, Middle East Report N°43, 7 July 2005 (also
available in Arabic)
The Jerusalem Powder Keg, Middle East Report N°44, 2 August 2005 (also available in Arabic)
Lebanon: Managing the Gathering Storm, Middle East Report
N°48, 5 December 2005 (also available in Arabic)
Enter Hamas: The Challenges of Political Integration, Middle
East Report N°49, 18 January 2006 (also available in Arabic
and Hebrew)
Palestinians, Israel and the Quartet: Pulling Back From the
Brink, Middle East Report N°54, 13 June 2006 (also available
in Arabic)
Israel/Palestine/Lebanon: Climbing Out of the Abyss, Middle
East Report N°57, 25 July 2006 (also available in Arabic)
The Arab-Israeli Conflict: To Reach a Lasting Peace, Middle
East Report N°58, 5 October 2006
Israel/Hizbollah/Lebanon: Avoiding Renewed Conflict, Middle
East Report N°59, 1 November 2006 (also available in Arabic
and French)
Lebanon at a Tripwire, Middle East Briefing N°20, 21 December
2006 (also available in Arabic and Farsi)
After Mecca: Engaging Hamas, Middle East Report N°62, 28
February 2007 (also available in Arabic)
Restarting Israeli-Syrian Negotiations, Middle East Report N°63,
10 April 2007 (also available in Arabic)
After Gaza, Middle East Report N°68, 2 August 2007 (also
available in Arabic)
Hizbollah and the Lebanese Crisis, Middle East Report N°69,
10 October 2007 (also available in Arabic and French)
The Israeli-Palestinian Conflict: Annapolis and After, Middle
East Briefing N°22, 20 November 2007 (also available in Arabic)
Inside Gaza: The Challenge of Clans and Families, Middle
East Report N°71, 20 December 2007
Ruling Palestine I: Gaza Under Hamas, Middle East Report
N°73, 19 March 2008 (also available in Arabic)
Lebanon: Hizbollah’s Weapons Turn Inward, Middle East
Briefing N°23, 15 May 2008 (also available in Arabic)
The New Lebanese Equation: The Christians’ Central Role,
Middle East Report N°78, 15 July 2008 (also available in French)
Ruling Palestine II: The West Bank Model?, Middle East
Report N°79, 17 July 2008 (also available in Arabic)
Round Two in Gaza, Middle East Briefing N°24, 11 September 2008 (also available in Arabic)
NORTH AFRICA
Understanding Islamism, Middle East/North Africa Report
N°37, 2 March 2005 (also available in Arabic and French)
Islamism in North Africa IV: The Islamist Challenge in
Mauritania: Threat or Scapegoat?, Middle East/North Africa
Report N°41, 10 May 2005 (only available in French)
Reforming Egypt: In Search of a Strategy, Middle East/North
Africa Report N°46, 4 October 2005
Political Transition in Mauritania: Assessment and Horizons,
Middle East/North Africa Report N°53, 24 April 2006 (only
available in French)
Egypt’s Sinai Question, Middle East/North Africa Report N°61,
30 January 2007 (also available in Arabic)
Western Sahara: The Cost of the Conflict, Middle East/North
Africa Report N°65, 11 June 2007 (also available in Arabic
and French)
Western Sahara: Out of the Impasse, Middle East/North Africa
Report N°66, 11 June 2007 (also available in Arabic and French)
Egypt’s Muslim Brothers: Confrontation or Integration?,
Middle East/North Africa Report N°76, 18 June 2008 (also
available in Arabic)
IRAQ/IRAN/GULF
Iraq: Allaying Turkey’s Fears Over Kurdish Ambitions, Middle
East Report N°35, 26 January 2005 (also available in Arabic)
Iran in Iraq: How Much Influence?, Middle East Report N°38,
21 March 2005 (also available in Arabic)
Bahrain’s Sectarian Challenge, Middle East Report N°40, 2
May 2005 (also available in Arabic)
Iraq: Don’t Rush the Constitution, Middle East Report N°42,
8 June 2005 (also available in Arabic)
Iran: What Does Ahmadi-Nejad’s Victory Mean?, Middle East
Briefing N°18, 4 August 2005
The Shiite Question in Saudi Arabia, Middle East Report Nº45,
19 September 2005
Unmaking Iraq: A Constitutional Process Gone Awry, Middle
East Briefing N°19, 26 September 2005 (also available in Arabic)
Jordan’s 9/11: Dealing With Jihadi Islamism, Middle East
Report N°47, 23 November 2005 (also available in Arabic)
In their Own Words: Reading the Iraqi Insurgency, Middle
East Report N°50, 15 February 2006 (also available in Arabic)
Iran: Is There a Way Out of the Nuclear Impasse?, Middle
East Report N°51, 23 February 2006 (also available in Arabic)
The Next Iraqi War? Sectarianism and Civil Conflict, Middle
East Report N°52, 27 February 2006 (also available in Arabic)
Iraq’s Muqtada Al-Sadr: Spoiler or Stabiliser?, Middle East
Report N°55, 11 July 2006 (also available in Arabic)
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Iraq and the Kurds: The Brewing Battle over Kirkuk, Middle
East Report N°56, 18 July 2006 (also available in Arabic and
Kurdish)
After Baker-Hamilton: What to Do in Iraq, Middle East Report
N°60, 18 December 2006 (also available in Arabic and Farsi)
Iran: Ahmadi-Nejad’s Tumultuous Presidency, Middle East
Briefing N°21, 6 February 2007 (also available in Arabic and Farsi)
Iraq and the Kurds: Resolving the Kirkuk Crisis, Middle East
Report N°64, 19 April 2007 (also available in Arabic)
Where Is Iraq Heading? Lessons from Basra, Middle East
Report N°67, 25 June 2007 (also available in Arabic)
Shiite Politics in Iraq: The Role of the Supreme Council, Middle
East Report N°70, 15 November 2007 (also available in Arabic)
Iraq’s Civil War, the Sadrists and the Surge, Middle East
Report N°72, 7 February 2008 (also available in Arabic)
Iraq after the Surge I: The New Sunni Landscape, Middle
East Report N°74, 30 April 2008 (also available in Arabic)
Iraq after the Surge II: The Need for a New Political Strategy,
Middle East Report N°75, 30 April 2008 (also available in
Arabic)
Sayfa 28
Failed Responsibility: Iraqi Refugees in Syria, Jordan and
Lebanon, Middle East Report N°77, 10 July 2008
Oil for Soil: Toward a Grand Bargain on Iraq and the
Kurds, Middle East Report N°80, 28 October 2008
OTHER REPORTS AND BRIEFINGS
For Crisis Group reports and briefing papers on:
• Africa
• Asia
• Europe
• Latin America and Caribbean
• Middle East and North Africa
• Thematic Issues
• CrisisWatch
please visit our website www.crisisgroup.org
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 29
EK E
ULUSLARARASI KRİZ GRUBU MÜTEVELLİ HEYETİ
Co-Chairs
Lord (Christopher) Patten
Former European Commissioner for
External Relations, Governor of Hong
Kong and UK Cabinet Minister; Chancellor of Oxford and Newcastle University
Thomas R Pickering
Former U.S. Ambassador to the UN,
Russia, India, Israel, Jordan, El Salvador
and Nigeria; Vice Chairman of Hills &
Company
President & CEO
Gareth Evans
Former Foreign Minister of Australia
Executive Committee
Morton Abramowitz
Former U.S. Ambassador and Director of
the Arms Control and Disarmament Agency
Joschka Fischer
Ali Alatas
Yegor Gaidar
Former Foreign Minister of Indonesia
HRH Prince Turki al-Faisal
Former Ambassador of the Kingdom of
Saudi Arabia to the U.S.; Chairman, King
Faisal Centre for Research and Islamic
Studies
Kofi Annan
Former Secretary-General of the United
Nations; Nobel Peace Prize (2001)
Louise Arbour
Former UN High Commissioner for
Human Rights and Chief Prosecutor for
the International Criminal Tribunals for
the former Yugoslavia and for Rwanda
Richard Armitage
Former U.S. Assistant Secretary of State
and Ambassador to Turkey
Former U.S. Deputy Secretary of State
Emma Bonino*
Former High Representative for Bosnia
and Herzegovina and Leader of the Liberal
Democrats, UK
Former Minister of International Trade
and European Affairs of Italy and European
Commissioner for Humanitarian Aid
Cheryl Carolus
Former South African High Commissioner
to the UK and Secretary-General of the ANC
Maria Livanos Cattaui
Member of the Board of Directors,
Petroplus Holding AG, Switzerland;
former Secretary-General, International
Chamber of Commerce
Yoichi Funabashi
Editor-in-Chief & Columnist, The Asahi
Shimbun, Japan
Frank Giustra
Chairman, Endeavour Financial, Canada
Stephen Solarz
Former U.S. Congressman
George Soros
Chairman, Open Society Institute
Pär Stenbäck
Former Foreign Minister of Finland
*Vice-Chair
Other Board Members
Adnan Abu-Odeh
Former Political Adviser to King Abdullah
II and to King Hussein and Jordan Permanent Representative to the UN
Kenneth Adelman
Lord (Paddy) Ashdown
Former Foreign Minister of Germany
Former Prime Minister of Russia
Leslie H. Gelb
President Emeritus of Council on Foreign
Relations, U.S.
Carla Hills
Former Secretary of Housing and U.S.
Trade Representative
Lena Hjelm-Wallén
Former Deputy Prime Minister and
Foreign Affairs Minister of Sweden
Swanee Hunt
Chair, The Initiative for Inclusive Security;
President, Hunt Alternatives Fund; former
U.S. Ambassador to Austria
Anwar Ibrahim
Former Deputy Prime Minister of
Malaysia
Asma Jahangir
Shlomo Ben-Ami
UN Special Rapporteur on the Freedom of
Religion or Belief; Chairperson, Human
Rights Commission of Pakistan
Former Foreign Minister of Israel
James V. Kimsey
Lakhdar Brahimi
Founder and Chairman Emeritus of
America Online, Inc.
Former Special Adviser to the UN
Secretary-General and Foreign Minister
of Algeria
Wim Kok
Former Prime Minister of the Netherlands
Zbigniew Brzezinski
Aleksander Kwaśniewski
Former U.S. National Security Advisor
to the President
Former President of Poland
Kim Campbell
Former President of Chile
Former Prime Minister of Canada
Naresh Chandra
Ricardo Lagos
Joanne Leedom-Ackerman
Former Indian Cabinet Secretary and
Ambassador of India to the U.S.
Novelist and journalist, U.S.; former
International Secretary of International
PEN
Joaquim Alberto Chissano
Jessica Tuchman Mathews
Former President of Mozambique
President, Carnegie Endowment for
International Peace
Wesley Clark
Former NATO Supreme Allied Commander, Europe
Pat Cox
Former President of the European
Parliament
Uffe Ellemann-Jensen
Moisés Naím
Editor-in-chief, Foreign Policy; former
Minister of Trade and Industry of Venezuela
Ayo Obe
Former Foreign Minister of Denmark
Chair of Steering Committee of World
Movement for Democracy, Nigeria
Mark Eyskens
Christine Ockrent
Former Prime Minister of Belgium
Journalist and author, France
Victor Pinchuk
Founder of Interpipe Scientific and
Industrial Production Group, Ukraine
Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?
Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008
Sayfa 30
Samantha Power
Güler Sabancı
Lawrence Summers
Anna Lindh Professor of Practice of
Global Leadership and Public Policy at
the Carr Center for Human Rights,
Harvard University
Chairperson, Sabancı Holding, Turkey
Former President of Harvard University
and U.S. Secretary of the Treasury
Ghassan Salamé
Former Minister of Culture of Lebanon;
Professor of International Relations, Paris
Fidel V. Ramos
Former President of the Philippines;
Chairman, Boao Forum for Asia, Beijing
Thorvald Stoltenberg
Ernesto Zedillo
Former President of Mexico; Director,
Yale Center for the Study of Globalization
Former Foreign Minister of Norway
PRESIDENT’S COUNCIL
Crisis Group’s President’s Council is a distinguished group of major individual and corporate donors providing
essential support, time and expertise to Crisis Group in delivering its core mission.
Khalid Alireza
BHP Billiton
Canaccord Adams Limited
Equinox Partners
Alan Griffiths
Iara Lee & George Gund III
Foundation
Frank Holmes
George Landegger
Ford Nicholson
Ian Telfer
Guy Ullens de Schooten
Neil Woodyer
Don Xia
INTERNATIONAL ADVISORY COUNCIL
Crisis Group’s International Advisory Council comprises significant individual and corporate donors who contribute
their advice and experience to Crisis Group on a regular basis.
Rita E. Hauser
(Co-Chair)
Elliott Kulick
(Co-Chair)
Hamza al Kholi
Anglo American PLC
APCO Worldwide Inc.
Ed Bachrach
Patrick Benzie
Stanley Bergman &
Edward Bergman
Harry Bookey &
Pamela Bass-Bookey
John Chapman Chester
Chevron
Richard Cooper
Neil & Sandy DeFeo
John Ehara
Frontier Strategy Group
Seth Ginns
Alan Griffiths
Charlotte & Fred
Hubbell
Khaled Juffali
George Kellner
Amed Khan
Zelmira Koch
Shiv Vikram Khemka
Scott Lawlor
Jean Manas
Marco Marazzi
McKinsey & Company
Najib Mikati
Harriet Mouchly-Weiss
Donald Pels and
Wendy Keys
Anna Luisa Ponti &
Geoffrey Hoguet
Michael Riordan
StatoilHydro ASA
Tilleke & Gibbins
Vale
VIVATrust
Yasuyo Yamazaki
Yapı Merkezi
Construction and
Industry Inc.
Shinji Yazaki
SENIOR ADVISERS
Crisis Group’s Senior Advisers are former Board Members (not presently holding national government executive office)
who maintain an association with Crisis Group, and whose advice and support are called on from time to time.
Martti Ahtisaari
(Chairman Emeritus)
Diego Arria
Zainab Bangura
Christoph Bertram
Jorge Castañeda
Alain Destexhe
Marika Fahlén
Stanley Fischer
Malcolm Fraser
I.K. Gujral
Max Jakobson
Todung Mulya Lubis
Allan J. MacEachen
Barbara McDougall
Matthew McHugh
George J. Mitchell
(Chairman Emeritus)
Surin Pitsuwan
Cyril Ramaphosa
George Robertson
Michel Rocard
Volker Ruehe
Salim A. Salim
Mohamed Sahnoun
William Taylor
Leo Tindemans
Ed van Thijn
Shirley Williams
Grigory Yavlinski
Uta Zapf

Benzer belgeler