Yeşertmek ve Büyütmek Elimizde

Transkript

Yeşertmek ve Büyütmek Elimizde
editörden
Yeşertmek ve Büyütmek
Elimizde
güçlendirmek sayenizde olacaktır. YapDeğerli Dostlar,
tığınız çalışmaları bizlerle paylaştıkça ve
Küçük adımlar sıklıkla devam ettiğinde
dergimizi daha geniş kitlelere tanıttıkça
büyük başarıları beraberinde getirecektir.
önü zaten açık olan dergimiz uzun solukBiz bir küçük adım atarak işe başladık,
lu olacaktır. Paylaştıkça güzelleşen ve büuzun uğraşlardan sonra dergimizin ilk sayüyen bir dergiye ilgi daha da artacaktır.
yısını sizlere ulaştırmanın ve sizlerle payArtık bu dergi bizim değil sizin yani helaşmanın mutluluğunu yaşadık. Birçok
pimizin. Yeşertmek, büyütmek elimizde,
okuyucuya ulaşan dergimizin ilk sayısına
soldurmak ve yok etmek de. Biz filiz ververilen tepkiler bizi bundan sonraki sasin diye attık toprağa ve filizlendi, boy
yılarımız için daha çok heyecanlandırdı.
versin istiyorsan katkıda bulunmalısın
Birkaç küçük ayrıntı dışında olumsuz tepdeğil mi?
ki hiç almadık desem abartmış olmam.
Yapılan çalışmanın ihtiyaç olduğu, böyle bir
bundan sonraki başarısı sizlerle
çalışmanın beklenir
olması olumlu tepki- olacaktır. Adımları hızlandırıp, güçlendirmek sayenizde
leri artırıcı sebepler- olacaktır. Yaptığınız çalışmaları bizlerle paylaştıkça ve
di. Derginin içeriği- dergimizi daha geniş kitlelere tanıttıkça önü zaten açık
nin doyurucu olması,
olan dergimiz uzun soluklu olacaktır. Artık bu dergi
grafik ve tasarımı da
buna dâhil edildiğin- bizim değil sizin yani hepimizin. Yeşertmek, büyütmek
de olumsuz tepkiler elimizde, soldurmak ve yok etmek de. Biz filiz versin diye
yerine gayet olumlu, attık toprağa ve filizlendi, boy versin istiyorsan katkıda
yapıcı tepkiler geldi.
bulunmalısın değil mi?
Elbette kusursuz bir
Bu sayımızda Avrupa Birliği konusunu ele
ürün ortaya koyduğumuzu söyleyemeyiz.
aldık. AB ile ilgili yaklaşık 50 soruluk bir
Eldeki imkânları sonuna kadar kullanaanket hazırladık ve eğitimcilerimize uyrak sizlere layık olmaya çalıştık ve bunu
guladık. Bence bu sayının en ilginç çalışhep birlikte başardığımızı ve bundan
ması oldu diyebilirim. Sahasında uzman
sonraki çalışmalar için de başarabilecekişilerle söyleşilerimiz devam ediyor. Bu
ğimize inanıyoruz. Bu çalışma için yayın
sayıda Yusuf Ziya KAVAKÇI ile yapılan
kurulundaki arkadaşlarımıza tek tek tesöyleşimiz yer almaktadır. Portrede Malşekkür ediyorum. Bizlere maddi manevi
kom X’i, mekânda ise Topkapı Müzesini
sonsuz destek sağlayan Ensar Neşriyat’a,
işliyoruz. Materyal geliştirme komisyoDeğerler Eğitim Merkezine ve emeği genunca hazırlanan çalışmayı sizlerle paylaçen tüm arkadaşlarımıza şükranlarımızı
şıyoruz. AB ile ilgili diğer çalışmalar da bu
sayımızda yer almaktadır.
sunuyoruz.
Üçüncü sayının konusu ‘Milenyumun
Değerli Dostlar,
Mabetleri’ olacaktır.
Bu çalışmanın bundan sonraki başarısı
Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle...
sizlerle olacaktır. Adımları hızlandırıp,
Bu çalışmanın
Mustafa KÜÇÜKTEPE
[email protected]
İçindekiler
DK AB
BAKIŞ
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
ISSN: 1307-4652
Sahibi
Ensar Neşriyat Tic. A.Ş. Adına
Ahmet Şişman
Genel Yayın Yönetmeni
ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Abdullah Aydın
Editör
Mustafa Küçüktepe
Yayın Kurulu
Abdülhamid Ramazanoğlu
Bahattin Ünal
Fatih Alp
Gökhan Erenoğlu
Hakkı Karatekeli
Hüseyin Akın
İsmail Narin
Mahmut Balcı
Mehmet Ülgünar
Mustafa Okumuş
Mustafa Küçüktepe
Zeki Yaka
Dosya:
Grafik-Tasarım
Erhan Akçaoğlu
Tashih
Mehmet Ülgünar
Avrupa Birliği ve Türkiye .................... 06
Abdulhamid Ramazanoğlu
Dağıtım
Adem Saydan
Yönetim Merkezi
Süleymaniye Cad. No. 11-13
Süleymaniye-Eminönü / İstanbul
Tel : (0212) 527 49 47 513 03 09
Fax: (0212) 522 46 02
Baskı:
Kahraman Ofset 212 629 00 01
Avrupa’da Din Eğitimi ............................ 14
Dr. Zeki Yaka
Yusuf Ziya Kavakçı ile Söyleşi .......... 20
Mahmut Balcı
AB’de İslam Korkusu - İslamofobia.... 24
İletişim e-maili:
[email protected]
Bahattin Ünal
Fiyatı
: 4 ytl
Bir yıllık abone bedeli
: 15 ytl
Kurum yıllık aboneliği
: 20 ytl
Yurt dışı yıllık abone bedeli : 20 Euro
Metafizik Gerek .......................................... 28
Hesap Numaraları:
Hüseyin Kader adına Posta Çeki: 1054938
Bank Asya Fatih Şubesi: 22-393063-1
Yazı Kuralları
— Yazılar Daha Önce Yayınlanmamış Olmalıdır
— Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir
— Gönderilen yazılar iade edilmez
— Yazılar eğitim amaçlıdır, telif ödenmez.
— Yazılardan yazarları sorumludur.
İsmail Narin
Eğitimci Gözüyle AB ve Eğitimimiz.. 31
Hakkı Karatekeli - Gökhan Erenoğlu
Bir Avrupa Masalı ........................................ 38
Mustafa Okumuş
AB Hayatboyu Eğitim Programları 41
Fatih Alp
DKAB BAKIŞ
Yeşertmek ve Büyütmek Elimizde .......................... 01
Mustafa Küçüktepe
Beyaz Karanlığı Aydınlatmak (Malcolm X) ...... 44
Mehmet Ülgünar
Yaz Kur’an Kursları:
Yeniden Yapılanma İçin Bir Model ......................... 50
Gökhan Erenoğlu
Düşünce Fabrikası ........................................................... 54
Materyal Geliştirme Komisyonu
En Zengin Saray-Müzelerden Topkapı
................
58
Hakkı Karatekeli
Vahşetin Tanıkları .......................................................... 61
Mustafa Küçüktepe
Kitap Tanıtımı: Çokkültürlülük............................... 64
Şeyma Arslan
dosya
AB Serüvenimizden Bize Kalanlar
Ahmet ŞİŞMAN
Ensar Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı
Türkiye’nin Avrupa Birliği macerası, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)
ile işbirliği anlaşmasının imzalandığı 12 Eylül 1963 tarihinden bu yana 44
yıldır devam ediyor. Bu serüvenin ne zaman ve nasıl noktalanacağı ise belirsizliğini
koruyor. Aslında bilindiği üzere Türkiye için Avrupa sevdası, bundan çok daha
öncesinde başlamıştır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişe yön veren “batılılaşma
ideali”dir geçtiğimiz yüzyıldaki en önemli meselemiz.
Avrupa idealimizin en somut görünümü olan Avrupa Birliği üyeliğinde, içinde
bulunduğumuz son birkaç yılda önemli dönüm noktalarından birini yaşamaktayız.
Üyelik hedefine yaklaştıkça her iki tarafta da daha önce gün yüzüne çıkmamış
olan kanaatlerin ve tavır alışların kendisini göstermeye başladığını da müşahede
ediyoruz. Avrupa, farklı kültürden bir ülkeyi kendi için kabul edip edemeyeceğine
ilişkin bir hazımsızlık tartışmasına girişmişken, Türkiye’de ise “batılılaşma
taraftarlarının AB karşıtlığı” gibi ilginç durumlar kendisini gösteriyor.
Bu kafa karışıklığı, uzun üyelik mücadelesi serüvenine karşın Türkiye’de Avrupa
Birliği mefhumunun ne anlam ifade ettiğiyle ilgili net bir fikir bulunmadığını
gösteriyor. Türkiye’nin gerçekleştirmek durumunda olduğu reformların yanısıra
üyelik müzakereleri sürecinin, yerleşik kabullerin ötesindeki gerçekleri görünür
kılmak adına Türkiye açısından olumlu bir işlev gördüğünü de söyleyebiliriz.
Özellikle şu iki açıdan: İlki, AB üyeliği noktasında bastırdıkça karşı tarafın
tepkilerindeki samimiyetsizlik ve tutarsızlıklar Türkiye’de Avrupalılık idealinin de
büyüsünü bozmakta ve bu kadim ideali tüketmektedir. İkinci olarak ise bu süreç,
Türkiye’de “ilericilik” üzerine gerçekleşen iç-çekişmelerdeki belirsiz mefhumların
da içini açmakta, deşifre etmektedir.
Türkiye’yi AB üyeliğine götüren süreci, Türkiye’nin kendi tarihsel gelişimine katkı
yapacak bir tarzda işletmek için, her boyutuyla bu tartışmaya katılmak gerekir.
Topyekün kabul veya reddin ötesinde geleceğe bilinçli olarak yön verecek sağlıklı
bir tavır geliştirmek için bu tartışmaların katkısı büyük olacaktır.
DKAB Bakış dergisi, elinizdeki bu sayısıyla böyle bir gayrete iştirak ediyor. Avrupa
Birliği üzerine eğitimcilerin söyleyecek sözleri olmalı ki, ekonomik ve siyasal bir
ortaklık olmanın ötesinde kültürel boyutları olan AB üyeliğinin sosyal hayatımıza
etkilerini daha sağlıklı bir şekilde düşünebilelim. Eğitimcilerin Avrupa Birliği
üzerine görüşlerini dile getirdikleri bu fikri çalışmanın eğitim camiasında hak ettiği
yankıyı bulmasını ümit ediyoruz.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
5
dosya-deneme
Avrupa Birliği ve Türkiye
Abdulhamid RAMAZAOĞLU
[email protected]
Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Sovyet tehdidi,
bu nedenler arasında sayılabilir.
Avrupa’da dikkate alınması gereken ilk bütünleşme çabası, Fatih’in İstanbul’u fethinden
sonra ortaya çıkmıştır. Bohemya Kralının danışmanlarından Antonie Marigni tarafından
hazırlanan bu plan askeri, siyasi, ekonomik pek
çok ayrıntıyı ihtiva etmekteydi. Bu hareketin
maksadı, İstanbul’un fethiyle dünyanın gidişini
değiştiren Müslüman Türklere karşı Hıristiyan
birliği oluşturarak mücadele etmektir. Daha
sonraki tarihlerde pek çok defa, farklı ülke siyasetçileri tarafından birleşme projeleri gündeme
getirilmiştir. Bu projelerden ikisine ve onlarda
ortaya konan hedeflere, bu günle karşılaştırmaya imkan vermesi açısından genel olarak dikkat
çekmekte yarar görüyoruz.
Avrupa’da Birliğe Giden Yol
Her kurumun ve siyasi yapının ortaya çıkmasında tarihi bir arka plan mevcuttur.
Bu arka plan o kurumun ya da siyasi yapının bu
gününün anlaşılmasına imkan sağlar. Bu nedenle
Avrupa Birliği’nin bu gününü anlayabilmek için,
Avrupa tarihine, hatta konumuzla ilgili olmak
üzere daha öze inersek, tarih boyunca Avrupa’da
ortaya çıkan birlik projelerine bakmak gerekmektedir. Avrupa’da bütünleşme çabaları tarih boyunca sürmüştür. Bu pek çok nedene dayanmaktadır.
Özellikle bölgesel siyasi ve ekonomik gelişmeler,
ülkeler arasında çeşitli dönmelerde ortaya çıkan
yıkıcı savaşlar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan
barışın sağlanması ve korunması isteği, II. Dünya
6
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
1638’de IV. Henry tarafından açıklanan ‘Büyük
Avrupa Projesinde’ bütün Avrupa devletlerinin
temsil edileceği bir senato öngörülmektedir.
Birliğe katılan devletler arasında ticaret serbest
olacaktır. Konseye bağlı bir ordu kurulacak ve
bu ordu üyelere karşı kullanılmayacaktır.
1693’te ise İngiliz asılzadesi olan William Pen
tarafından oluşturulan bir başka projede şu iki
husus dikkat çekmektedir: Üye devletler arasında başkanlık rotasyonla değişecek, parlamento
kararlarına uymayanlara karşı askeri güç kullanılabilecektir.
Napolyon’a gelinceye kadar ortaya çıkan bu vb.
pek çok çalışma sonuç vermemiş, hiç biri kağıt
üzerinde kalmaktan kurtulamamış, pratiğe geçme imkanı bulamamıştı. Napolyon ise, güçlü ve
kararlı bir lider olarak Avrupa’yı birleştirme gayesi ile ortaya çıkmıştır. Ne var ki o da çatışma
ve şiddete dayalı uygulamaları nedeniyle, birlik
dosya -deneme
sağlamak bir yana Avrupa devletleri arasındaki
düşmanlıkları daha da artmasına ve kökleşmesine neden olmuş ve bu yüzden kendi ideallerinde başarısızlığa mahkum olmuştur.
I. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede birleşme
çabalardan bir sonuç alınamamış ve sonunda
bütün dünyayı etkileyen, yeni dengelerin doğmasına zemin hazırlayan büyük bir trajedinin
yaşanması kaçınılmaz olmuştur. I. Dünya Savaşı
sonrasında Avrupa Devletleri barışı koruyacak
uluslararası bir teşkilatın kurulmasına karar
vermişlerdi. Milletler Cemiyeti adı verilen bu
teşkilat da, ne yazık ki, ABD’nin katılmaması,
Almanya’nın da çeşitli nedenlerden ötürü bir
süre sonra ayrılması nedeniyle barışı sağlamada
başarısız olmuştu. Böylece II. Dünya Savaşı’na
giden süreci durdurmaya gücü yetmemiş ve kısa
sayılacak bir zamanda dağılmaya mahkum olmuştu.
II. Dünya Savaşı, Avrupa’da yeniden büyük bir
yıkıma yol açmış, Avrupa Devletleri askeri, siyasi ve ekonomik yönden büyük tahribata uğramış, zayıf düşmüştü. Bu arada dünyada siyasi
dengeler değişikliğe uğramış, ABD ve SSCB gibi
iki büyük süper güç ortaya çıkmıştı. Bu iki güçlü devlet dünyayı dizayn etme, yönetme hatta
sömürme noktasında aralarında bir nevi anlaşmışlar, bu etki alanı tespitine Avrupa’yı da dahil
etmişlerdi. Savaş sırasında kendi safında olan
Doğu Almanya gibi ülkelere yardım için Avrupa içlerine kadar giren SSCB, savaştan sonra bu
bölgelerden çekilmemişti. Kendi yandaşı siyasal
örgütlenmelerin iktidara gelmesini temin etmiş, sosyalist, komünist yaşam projesinin hayatiyetini sürdürmesini ordu desteğiyle sağlamaya çalışmıştı. ABD de diğer devletler üzerindeki
etkisini geliştirmeye çaba göstermiş, bu gün
Ortadoğu’da giriştiği halka rağmen demokrasi
insana rağmen insan hakları mücadelesini büyük bir azimle (?) sürdürmüştü. Ancak Avrupa’da
yürüttüğü proje dünyanın diğer bölgelerine göre
oldukça farklıydı. Bu dönemde ABD, bir taraftan
Avrupa’nın yeniden imarı için yardım fonları
tahsis ederken, diğer yandan da yardımların koordinasyonunu sağlayacak bir komite oluşturul-
Bugün Avrupa Birliği ülkelerine bakıldığında bütününün en azından kültürel olarak Hıristiyan olduğu görülür. Ancak
zaman zaman yapılan tartışmalara dikkat ettiğimizde aslında kültürel bağın ötesine taşan
bir Hıristiyan dindarlığının olduğu anlaşılmaktadır. Laik bir birliktelik olan AB’de, bir devlet
başkanı ya da üst düzey bir yetkilinin; Papa’nın
elini saygı ve bağlılık işareti olarak öpmesi yadırganmaz. Hatta bunun ötesinde dinin AB
Anayasası’nda ağırlığını hissettirmesi teklifi siyasal mülahazalarla reddedilmiş olsa da
Türkiye’dekilere benzer baskın ve reddedici bir
laiklik tartışması açmamış olması önemlidir.
masını tavsiye etmekteydi. 1947 yılında ‘Avrupa
Ekonomik Birliği Komitesi’ ABD’nin bu isteği
üzerine kurulmuştu. Bu gün OECD diye bilinen
kuruluşun temeli de bu komitedir.
1950 yılına gelindiğinde ise Fransız dışişleri bakanı Robert Schuman tarafından yeni bir birliktelik modeli ortaya atıldı. Ona göre Avrupa devletleri arasındaki süre giden derin güven krizinin
ortadan kaldırılabilmesi ve siyasi birlikteliklerin
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
7
dosya-deneme
kurulabilmesi zamanla mümkün olabilecektir.
Bunun için öncelikle ihtiyaca dayalı ekonomik
örgütlenmelere önem verilmelidir. Böylece bu
tez doğrultusunda 1951 yılında Avrupa Kömür
Çelik Topluluğu (AKÇT), Belçika, Batı Almanya,
Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 üye ile kuruldu. Birkaç yıl içinde AKÇT’nin
önemli başarılar elde etmesi söz konusu altı ülkenin işbirliklerini daha da ileriye götürmelerine
zemin hazırladı. 1957 yılında AKÇT’ye ilaveten
Avrupa Atom Enerji Topluluğu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğunu (AET) kuran Roma
Antlaşması imzalandı. Antlaşma metninin giriş
kısmına dikkat çeken iki temel hedef konmuştu:
Bu sürecin devamında halkları arasında sıkı bir
birliktelik kurmak ve Avrupa ülkelerini birbirinden uzaklaştıran engelleri ortadan kaldırmak.
Bu anlaşma, bir yandan zikredilen devletler arasında bir ‘Ortak Pazar’ kurulmasını sağlamış,
diğer yandan da gelecek siyasi birlikteliğe zemin
oluşturmuştu.
1967 yılında, AKÇT, AAET ve AET’nin kurumları (AET Avrupa Ekonomik Topluluğu) adıyla birleştirildi. 1990’lara gelindiğinde ise artık çoktan
ekonomik süreci geçip fiilen siyasi bütünleşmeye dönüşen bu birlikteliğin adını koyma gereği
ortaya çıkmıştı. Bu nedenle 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması Avrupa Birliği’ni
(AB) ortaya çıkarmıştır. Son gelinen noktada
AB’ye üye ülkelerin sayısı 26 ulaşmıştır. Bu da
1973 yılından itibaren beş farklı genişleme süreciyle ortaya çıkmıştır: 1973 Danimarka, İrlanda ve İngiltere, 1981 Yunanistan, 1986 Portekiz ve İspanya, 1995 Avusturya, Finlandiya ve
İsveç, 2004 Kıbrıs, Malta, Macaristan, Polonya,
Slovakya, Letonya, Litvanya, Çek Cumhuriyeti,
Estonya, Slovenya ve son olarak Bulgaristan.
AB Karar Mekanizmaları
Avrupa Birliğini tanıma açısından birlik içinde
kararların nasıl alındığının bilinmesi faydalı
olacaktır. AB’de karar mekanizması temelde şu
dört kuruma dayanır: Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, AB Bakanlar Konseyi, Avrupa
Birliği Konseyi.
8
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
a. Avrupa Komisyonu:
Avrupa Komisyonu, AB politikalarını tasarlar
ve koordinatörlüğünü yapar. Parlamento ve
Konsey’e sunmak üzere mevzuat önerileri hazırlar.
Bu komisyon aynı zamanda birliğin yürütme organıdır. Avrupa Birliği mevzuatının, Parlamento
ve Konsey tarafından hazırlanan programların
uygulamasıyla yükümlüdür. Uluslararası antlaşmalarda ve işbirliği alanlarında Birliği temsil eder. Komisyon ayrıca AB bütçesini yönetir.
AB kanunlarının üye ülkelerce doğru bir şekilde
uygulanmasını takip eder. Başkan ve Komisyon
üyeleri üye ülke hükümetleri tarafından ortak
uzlaşmayla atanırlar ve ancak Avrupa Parlamentosu tarafından görevden alınırlar.
Komisyon, Avrupa Parlamentosu’nda yapılan
oylamayla 5 yıllığına bu göreve seçilen üye ülkelerin temsilcilerinden oluşmaktadır. Bu ko-
dosya-deneme
misyonda alınan kararlar, oluşturulan mevzuat
örnekleri Parlamento ve Konsey’e sunulur. Konsey genel olarak Komisyondan gelen önerileri
nitelikli çoğunlukla veya oybirliğiyle kabul ya da
reddeder.
b. Avrupa Parlamentosu:
Avrupa halklarının siyasi iradelerini temsil eden
bu parlamentonun, üye devletlerin yapısına
benzer yetkileri vardır. 1979’dan bu yana çalışan bu parlamentonun üyeleri 5 yıllığına genel
seçimlerle işbaşına gelir. Komisyon tarafından
hazırlanan mevzuat önerilerini Konsey’e danışarak yasalaştırır. Avrupa Birliği bütçesini onaylar. Büyük önem taşıyan kimi kararların Konsey
tarafında yürürlüğe sokulabilmesi için de Parlamentonun onayı gerekmektedir. Parlamento
Strasbourg’da toplanır.
Nice Antlaşması (Şubat, 2003) ile Avrupa
Parlamentosu’ndaki sandalye sayısı 732’ye ulaşmıştır.
c. AB Bakanlar Konseyi:
Bu Konsey, AB’nin ana karar mekanizmasıdır.
Ekonomik ve siyasi kararların yerine getirilmesi
için koordinasyon rolü vardır. Konsey, üye ülkelerin dışişleri bakanlarından oluşur. AB adına
uluslararası anlaşmalar imzalar. Ortak dış politikaların ve güvenlik siyasetinin ana hatlarını
belirler. Konsey, kararlarını ya basit çoğunlukla
ya nitelikli çoğunlukla veya oybirliğiyle alır. Üye
ülkelerin oylarının belirlenmesinde ekonomik
ve politik durumları ile nüfus miktarı üç önemli
kriterdir.
d. Avrupa Konseyi:
‘Avrupa Zirvesi’ olarak da adlandırılan Avrupa
Konseyi, AB’ye üye ülkelerin devlet ve hükümet
başkanlarıyla Avrupa Komisyonu Başkanı’nın
bir arada bulunmasıyla oluşur. 1974 yılından
beri, yılda en az iki kez toplanır. Üye ülke liderleri bu toplantılarda AB Bakanlar Konseyi’nde
çözümlenemeyen ihtilafları ve başkaca önemli mevzuları görüşür. Türkiye’nin AB’ye aday
ülke konumu bu Konsey’in 1999’daki Helsinki
Zirvesi’nde -oybirliğiyle- kabul edilmiştir.
Bu konseye bağlı olan kurumlardan biri ve belki
de en önemlisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’dir. Bu mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan temel
hakların çiğnenmesi durumunda, bireylerin, tüzel kişiliklerin ve devletlerin, başvurabileceği bir
yargı merciidir. AB’ye üye olmayan fakat Avrupa
Konseyi’ne üye olan ve aralarında Türkiye, Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan’ın da bulunduğu
46 devlet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
yargı yetkisini tanımaktadır. Hatta bu mahkemeden çıkan kararlar, üst hukuk konumunda
kabul edilmekte, yerel hukuk normları ve mahkeme karaları üzerinde bir ağırlık oluşturmaktadır. Esasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
daha geniş bir çatı olan Avrupa Konseyi’ne bağlı
bir kurumdur. Direkt olarak AB’ye bağlı değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları, hem
Avrupa Birliği için hem de konseye üye diğer
devletler için olmazsa olmaz asgari standartları
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
9
dosya-deneme
oluşturmaktadır. Bunun ötesinde mahkemede
AB ülkelerinin ağırlığı hissedilmektedir.
Bu mahkeme, aynı zamanda Türkiye’de ki AB’ye
yönelik tartışmaların odağında yer almaktadır.
Zira buradan çıkan kararlar kamuoyunu etkilemekte ve farklı değerlendirmelere sebep olmaktadır. Şu ana kadar iç hukuktaki hak ihlallerini
gündeme getiren müracaatlarda mahkemenin
genelde iki farklı bakış açısı ortaya koyduğu
düşünülmektedir. Şöyle ki; etnik kimliğe dayalı
çeşitli yargılamalarda mahkemeden gelen kararlar, genelde Türk yargısını mahkum etmekte
iken, dini mahiyeti olan yargılamalar iç hukuk
lehine karara bağlanmakta, mahkeme çoğu zaman dini özgürlüğü genişletme yolunda değil
de daraltma yolunda kararlar almaktadır. Bu da
mahkemenin, en azından bazen, adalet duygusuyla değil de farklı siyasal, sosyal ve ekonomik
mülahazalarla karar verdiğine yönelik kuşkuları
kuvvetlenmektedir.
Yukarıda yer verilen kurumlara ilaveten Avrupa
Birliği içerisinde Adalet divanı, Sayıştay, Merkez
Bankası vb. resmi kurumlar ile yarı resmi sosyal
ve ekonomik kurumlar yer almaktadır.
Türkiye’nin AB Serüveni
Türkiye, AET’nin kuruluşundan kısa bir süre
sonra, 1959 yılında topluluğa katılmak için baş-
10
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
vuruda bulunmuş ve AET Bakanlar Konseyi’de
bir süre sonra Türkiye’nin başvurusunu kabul
etmiş, yapılan hazırlık görüşmelerinin ardından 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile Avrupa
Ekonomik Topluluğu arasında Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ‘Ortaklık yaratan
Anlaşma’ olarak kabul edilir. Bu anlaşmada, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere toplam yirmi iki yıllık üç farklı devre
öngörülmüş; geçiş döneminin başarıyla aşılması
durumunda gümrük birliğine gidileceği kabul
edilmiştir. Hazırlık döneminin tespit edilen 5
yıllık süreçte sona ermesiyle birlikte, Kasım
1973 yılında Katma Protokol yürürlüğe girmiştir. Bu protokolde, malların serbest dolaşımı,
Türkiye’nin AT Ortak Tarım Politikası’na uyumu, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımı,
ulaştırma ve ekonomi gibi konuların AT mevzuatına uyumlaştırılması öngörülmüştür.
1980 darbesiyle kesintiye uğrayan birleşme süreci, 14 Nisan 1987’de Türkiye’nin yaptığı tam
üyelik başvurusuyla yeni bir dönemece girmişti.
Komisyonun, 1989 yılında bu başvuruya verdiği
cevapta, önceliğin Avrupa’nın kendi iç pazarını
tamamlamasına verildiğini bu nedenle yeni bir
üye kabul edemeyeceğini bildirmiş, ancak Gümrük Birliği sürecinin tamamlanması önerilmişti.
1993 yılında Gümrük birliği müzakereleri başlamış ve Ocak 1996 yılında da AB-Türkiye arasında Gümrük Birliği anlaşması yürürlüğe girmişti.
Aralık 1999’da toplanan Helsinki Zirvesi’yle de
Türkiye, AB üyeliğine aday ülkeler arasına kabul
edilmiştir. AB Konseyi tarafından 8 Mart 2001
tarihinde Katılım Ortaklığı Belgesi imzalanmıştır. Bu belge katılım kriterlerinin karşılanması
noktasında Türkiye için AB’nin önceliklere işaret ettiği bir yol haritasıdır. Buna binaen Türkiye 19 Mart 2001’de kendi yol haritasını yani
Ulusal Programını hazırlamıştır. Aralık 2004’te
Brüksel’deki AB Konseyi Zirvesi’nde, Türkiye ile
müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.
1959’dan 2005’e kadar geçen yaklaşık 50 yıllık
süre sonunda Türkiye’nin hala kapıda bekliyor
olması ve o dönemde bırakın üye olarak kabul
dosya-deneme
edilmeyi, düşman görülen doğu bloku ülkelerinin ortaklık içinde yer bulabilmesi, bize gelecek
beklentileri için güçlü bir tahmin imkanı sunmaktadır.
Üyelik Sürecinde AB Türkiye’den
Resmi Olarak Neler istemektedir?
1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesinde,
üyelik müracaatı yapan ülkelerden yerine getirmeleri gereken bir takım kriterler istenmiştir.
Bu kriterler, siyasi, ekonomik ve AB mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç başlık altında toplanmaktadır. Buna göre aday ülkeler, demokrasiye sahip çıkacak, hukukun üstünlüğüne
ve insan haklarına riayet edecek. Ekonomide
Piyasa ekonomisinin kuralları geçerli olacak,
mülkiyet hakkı korunacak, serbest rekabet şartlarının geçerliliğine önem verilecek. Dış politika
ve güvenlik alanlarında ortak hareket edilecek,
ekonomik alanda AB politikalarına uyulacak,
kamunun özel sektörü finanse etmesine müsaade edilmeyecek. Tarım, iletişim, adalet, içişleri, dışişleri, güvenlik, eğitim vb. pek çok alanda
topluluk müktesebatına uyum sağlanacak.
AB ve Din
Bu gün Avrupa Birliği ülkelerine bakıldığında
bütününün en azından kültürel olarak Hıristiyan olduğu görülür. Ancak zaman zaman yapılan
tartışmalara dikkat ettiğimizde aslında kültürel
bağın ötesine taşan bir Hıristiyan dindarlığının
olduğu anlaşılmaktadır. Laik bir birliktelik olan
AB’de, bir devlet başkanı yada üst düzey bir yetkilinin; Papa’nın elini saygı ve bağlılık işareti olarak öpmesi yadırganmaz. Hatta bunun ötesinde
dinin AB Anayasası’nda ağırlığını hissettirmesi
teklifi siyasal mülahazalarla reddedilmiş olsa da
Türkiye’dekilere benzer baskın ve reddedici bir
laiklik tartışması açmamış olması önemlidir.
2004 yılında Brüksel’de yapılan AB Zirvesinde ki
Anayasa görüşmelerinde pek çok ülke AB anayasasının giriş bölümünde Hıristiyan- Yahudi dinine atıfta bulunulmasını istemiştir. Bu ülkelere
göre AB bir Hıristiyan Birliğidir. Anayasası’nda
da buna işaret edilmesi gerekir. Burada önem-
le üzerine durulması gereken nokta Avrupa’da
Yahudi nüfusun azınlıkta olmasına rağmen bu
dinin dikkate alınması, fakat milyonlarca Müslüman nüfusun varlığının göz ardı edilmesidir.
AB’ye üye ülkelerde dinin statüsü konusunda fikir birliği yoktur. Dünya Kiliseler Birliği gibi bir
takım Hıristiyan örgütler, Hıristiyan Demokratlar ve muhafazakar eğilimli partiler, Hıristiyanlığın AB siyasetinde etkin rol oynamasını
savunmaktadırlar. Papa Benedick de bu görüştedir. Benedick, Mart 2006 tarihinde İtalyan ve
Alman Başbakanlarının, AB Komisyon Başkanı
Barosso vb. üst düzey yöneticilerinin bulunduğu bir toplantıda AB’nin temellerinde hatta
kalbinde Hıristiyan değerlerinin bulunduğu ifade etmiştir. Papa’ya göre AB siyasetinde dindar
liderlerin sesi daha gür çıkmalıdır. Son yıllarda
dinin kamusal alandan dışlanıp, özel bir alana
hapis olması çabalarına ve bunun doğuracağı
tehlikelere muhafazakar liderler engel olmalıdır. Hıristiyan değerler geçmişte olduğu gibi bir
kez daha Avrupa’nın değerleri haline gelmelidir.
Papa aynı zamanda bu değerlere sahip ülkelerin
birliğinden yanadır. Birliğin içerisinde özellikle
Müslüman kültürünün bulunmasının doğru olmayacağı kanaatiyledir ki, Türkiye’nin üyeliğe
kabulünü yanlış bulmaktadır.
Avrupa ülke halklarının da bu hususta kafaları
karışıktır. Financial Times Gazetesi’nin KasımAralık 2006 tarihinde AB genelinde yapmış olduğu ankette; Fransız ve Almanların %35’nin
AB’yi bir Hıristiyan kulübü olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
Avrupa genelinde Kilise devlet ilişkileri bir takım
genel kurallara bağlanmıştır. Buna göre; din devletin işlerini yönlendirmeye, devlet de dini alana
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
11
dosya-deneme
müdahale etmemeye çalışır. Ayrıca dini cemaat
gurup ve azınlıkların özerk bir yapı kazanarak
hayatiyetlerini sürdürmeleri, kendi alanlarında
dini özgürlükleri yaşayabilmeleri, çeşitli şekillerde kurumsallaşabilmeleri kanunlarla desteklenmiştir. Buna ilaveten devlet dini kurum ve kuruluşları çeşitli faaliyetler adıyla desteklemekte,
çeşitli yollarla finanse etmektedir.
AB ve Eğitim
Dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi AB’nin
de pek çok ekonomik ve sosyal sorunları bulunmaktadır. Avrupa bu sorunların çözümünün
yetişmiş insan gücüyle gerçekleşeceğine inanmaktadır. AB gelecek öngörüsünü inşa etmeye çalıştığı insan modelini; değişen durumlara
uyum sağlayabilen, çeşitli becerilerle donanmış,
entelektüel alt yapısı olan, bilgi kaynaklarına
ulaşabilme becerisine sahip, sürekli öğrenme isteği duyan bireyler olarak tanımlamaktadır.
Bu isteğini ve ihtiyacını giderebilme yolunda
AB’nin önem verdiği konuların başında eğitim
gelmektedir. Eğitim öğretim konusu 7 Şubat
1992 tarihli Maastrich Anlaşması’nın 126’ncı ve
127’nci maddelerinde yer almış ve AB’nin öncelikli gündem konuları arasında yer almıştır.
AB, bu öncelikli konunun hayata geçirilebilmesi için çeşitli eğitim programları uygulamaya
koymuştur. Bu programın amacı Avrupa bilgisi
oluşturmak, hayat boyu öğrenmeyi sağlayacak
projeler ortaya koymak, eğitimi teşvik etmek,
yaygınlaştırmak ve istenilen bilgi, beceri ve niteliklerin kazanılmasına yardımcı olmak, hayatın
her alanında gerekli olan nitelikli insan gücünü
ortaya çıkartabilmektir.
Üyelik Sürecinde Devam Eden
Tartışmalar
Hollanda’da bulunduğumuz bir sırada bağlı
bulunduğumuz belediyenin başkanı davetimiz üzerine bizi ve camimizi ziyarete gelmişti.
Kendisinden çeşitli ihtiyaçlarımız için maddi
yardım talep ettiğimizde de bize kendilerinin
laik olduklarını, bir ibadet mekânına bu isimle
yardımcı olamayacaklarını, ancak ibadet dışında
yapacağımız her türlü faaliyette destek olacaklarını ifade etmiş, hatta sonrasında hazırlamış
olduğumuz projelerimize de verdiği söz üzere
destek olmuştu.
12
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Esasında Türkiye her konuda olduğu gibi bu konunda tartışmayı becerememektedir. Bu konuda karşılıklı çatışmaların, ideolojik ayrışmaların
baskısı altında değerlendirilmektedir. Taraftar
olanlar, birkaç yıl öncesine kadar, AB taraftarlı
ve AB karşıtları toplumun farklı ideolojik kesimlerini oluştururken, son zamanlarda roller
değişmiş, taraflar bir maçın ikinci devresini
oynarcasına konumlarını değiştirmişlerdir. Son
yıllara kadar AB’yi dinin kamusal alana müdahalesinin önünde engel olarak görenler, şimdi
yapılan düzenlemelerin özgürlük alanını genişletmeye başladığını fark edince karşı tarafa
geçmiş, AB karşıtı bir cephe oluşturmuşlardır.
dosya-deneme
Türkiye’nin kendi dinamiklerinin bir özgürlük
ortamı sağlayamayacağı, otoriter zihniyetin,
ideolojik iktidar yapısının konumunun ancak
dış saiklerle değişebileceği kanaatine varanlar
da AB taraftarı olmuşlardır.
Bu gün gelinen noktada AB’nin Türkiye’ye karşı
samimi olmadığı açıktır. Üyelik sürecinde diğer ülkelerden istenmeyenler Türkiye’den talep
edilmektedir. Örneğin Türkiye tam üyelik sürecinden yıllarca önce Gümrük Birliği anlaşmasını
imzalamış ve bunu pek çok alanda tek taraflı
olarak uygulamış ve uygulamaya devam etmektedir. Ayrıca Türkiye ile komşuları arasındaki
anlaşmazlıklar, üyelik sürecine engel görülürken
Yunanistan ve Rum Kesimi Türkiye ve KKTC
ile problemlerine rağmen üye yapılabilmiştir.
Türkiye’nin sürece dahil oluşu aşağı yukarı 50
yılı bulmuş, çok daha sonraları aday olanlar üyeliğe kabul edilmiştir. AB ülkeleri terörist örgütlerin rahatça barınabildikleri yuvalar olmasına
rağmen; Türkiye’den, terörle mücadele etmesi
istenmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak, bütün bu ve benzeri örnekler,
bize meşhur “Medeniyetler Çatışması” teorisini
ortaya atan Huntington’un AB’nin Türkiye’ye
hiçbir zaman “evet”, demeyeceği düşüncesini
hatırlatmaktadır. Ona göre Türkiye Avrupa değerlerini kabul etse de kültürü ve toplumu ile
AB’ye ait değildir.
Aslında Papa’nın kanaati de Huntington’u desteklemektedir. Ayrıca son dönemde Batıda yaygın hale gelen Avrupalılık duygusu ve ötekini,
kendinden olmayanı dışlama arzusu, kültürel ve
dini farklılığın birleşme yönünde engel oluşturduğuna dair önemli bir göstergedir. AB ülkelerinde yayılan yabancı düşmanlığı, AB kültürünün
kendi bütünlüğü içerisinde devamından yana
olan ve milliyetçi diyebileceğimiz siyasal akımların pek çok ülkede iktidara gelmesi Türkiye’nin
işini zorlaştırmaktadır. Bütün bunlara ilaveten
son Tavsiye Raporu’nda birlik sürecinin ucu açık
bir süreç olduğunun ifade edilmiş olması ve nihai şeklinin ileride verileceğinin ima edilmiş olması da olumsuz kanaatleri beslemektedir.
Bizce gelecek 20 yıl içerisinde
AB’nin ne durumda olacağı pek belli
değildir. Ayrıca Türkiye’nin bunca beklenti
ve arzusuna rağmen AB’nin Türkiye’yi
kabulleneceğini düşünmek de pek mümkün
görünmemektedir.
Sonuç olarak; Avrupa bu gün geldiği noktada
asırlar öncesinin hayalini gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Kısa zaman öncesinin aynı kültür
ve değerlere sahip, ama düşman olan devletleri
bugün bir araya gelmiş, ortak siyaset, ekonomi,
savunma ve eğitim projeleri etrafında bütünleşmişlerdir. Ancak bu birlikteliğin ne kadar devam
edeceği, ya da ne zaman çatırdayacağı dünyanın
tartıştığı önemli konulardır. Zira birliği hüküm
sürdüğü geniş coğrafya, farklı etnik kimliklere sahip nüfus, beraberinde sosyal, siyasal ve
ekonomik pek çok problemi barındırmaktadır.
Üstelik bu geniş çerçeveli problemlerin nasıl
çözüme kavuşturulacağını öngörmek de şartlar
gereği pek de mümkün değildir. Ayrıca AB bu
günkü sınırlarıyla farklı kültür ve dini yapılarla
da komşu olmuştur. Bu komşuluğun nasıl yürüyeceği de önemli bir sorundur.
Diğer yandan Türkiye’nin yarım asırlık karşılıksız aşkının nasıl bir sonla karşılaşacağı, birliğin
kendini aşıp Türkiye’yi içine alıp alamayacağı
soruları bizdeki önemli tartışma konularıdır.
Bizce gelecek 20 yıl içerisinde AB’nin ne durumda olacağı pek belli değildir. Ayrıca Türkiye’nin
bunca beklenti ve arzusuna rağmen AB’nin
Türkiye’yi kabulleneceğini düşünmek de pek
mümkün görünmemektedir. Ancak mevcut
şartlarda Türkiye’nin demokratikleşme yolunu
açabilmesi, oligarşik yapıyı değiştirebilmesi,
ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa sorunlarını halledebilmesi dış sebeplerle gerçekleşebilecektir.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
13
dosya-deneme
Avrupa’da Din Eğitimi
Dr. Zeki YAKA
[email protected]
Avrupa’daki Din Eğitimi Niçin
Önemli?
Bir İslam ülkesi ve bir Müslüman olarak
belki de şöyle düşünmekte ve sormakta
haklısınız: Avrupa’daki din eğitiminden bize ne?
İlahi kaynaklı olmasının dışında, inanç ve ahlak
esasları bakımından pek fazla ortak yönü olmayan iki dinin eğitiminin birbirine kıyası ne derece doğru olur? Bizim inanç, kültür, gelenek ve
göreneklerimiz Avrupa’nınkiyle çok farklı. Onun
için Avrupa’da din eğitiminin nasıl yapıldığı bizi
ilgilendirmiyor..! diyebilirsiniz. Bu düşünce belki de bundan kırk-elli yıl önce doğru olabilirdi.
Ancak unutulmaması gereken bir takım gerçekler var ki, bunları düşününce Avrupa’nın din
eğitimi için yaptıklarının bizi yakından ilgilendirdiği görülmektedir.
Günümüzde teknolojinin özellikle ulaşım ve
iletişime getirdiği baş döndürücü hızdaki yenilikler ve gelişimler yukarıdaki soruları anlamsız
kılmaktadır. Dünyamızın herhangi bir köşesinde meydana gelen olaylar, icadlar ve yenilikler,
anında tüm dünyaya ulaşıyor. Böylece bu değişim sadece o bölge halkını değil tüm dünya halklarını yakından ilgilendiren ve etkileyen bir olay
haline gelebiliyor. Onun için yeniliklerin değişikliklerin belki de öncelikle paylaşılacağı alan
eğitimdir. Bugünkü teknolojik imkanlar artık
biz eğitimcilere dünyadaki tüm eğim sistemlerini aynı anda yan yana inceleme, kıyas yapma
ve tercihte bulunma imkânı vermektedir. Böylece birçok eğitim sisteminin artıları ve eksileri
ortaya rahatlıkla konulabilmektedir. Bu sayede
14
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
her toplum beğendiği bir sistemi kendi öz kültür ve yapısına uygun bir hale getirerek uygulama imkanı bulmaktadır. Bu anlamda her
kültürün ve sistemin birbirinden alabileceği
mutlak bir şeyler ortaya çıkmakta ve buna
bağlı olarak da eğitim sorunlarına yönelik yeni projeler geliştirilebilmektedir.
“İlim mü’minin yitiğidir, nerede bulursa
alır” “İlim Çin’de de olsa alınız” buyuran
bir peygamberin mirasçısı olarak bizlerin
de bu gelişmelere duyarsız kalmamız doğru
olmayacaktır.
Ayrıca Avrupa’daki eğitim sistemini bilmek şu
açıdan da önemlidir. Bugün artık Avrupa’nın her
tarafından gerek bizim vatandaşlarımız gerekse
diğer ülkelerden oraya gitmiş ve sayıları milyonları bulan Müslümanlar vardır. Artık bu insanlar bulundukları ülkenin vatandaşlığını da almış
durumdadır. Bu Müslümanların inançlarını öğrenme-öğretme isteği ve zarureti Avrupa’daki
din eğitimi sistemiyle yakından ilgilenmeyi
gerektirmektedir. Bu ve benzeri gerçekler sebebiyle Avrupa’daki din eğitimini yakından takip
etmek, bilmek biz din eğitimcileri için gerekli
olduğu düşüncesindeyiz.
Avrupa’da Genel Olarak Din Eğitimi
ve İçeriği
Avrupa’daki din eğitiminin teknik detayları
hakkında bilgi sahibi olmak için bazı Avrupa
ülkelerindeki uygulamalara bakmamız gerekmektedir.
dosya-deneme
Avrupa’daki din eğitiminde dikkati çeken durumlardan biri de din eğitimine başlama yaşıdır. Genel olarak din eğitimine başlama yaşının oldukça
düşük olduğu görülmektedir. Örneğin Belçika’da din eğitimi anaokulundan itibaren verilmeye başlanır. Bu sınıflarda eğitime her gün dua ile başlanmaktadır.
Öğrenciler topluca kiliseye götürülerek dua ve ilahiler söylemektedirler. Öğrencilerin daha kolay ve sıkılmadan din eğitimi almaları için animatör denilen göstericilerden yararlanılmaktadır.
Belçika’da
herkesin; istediği inanç ve
düşüncedeki bir öğretim kurumunda
öğrenim yapması Anayasal bir
haktır. Anayasanın 17. maddesi
1.bendi
şöyle demektedir. “Topluluklar
velilerin özgür seçimlerini garanti
eder.
Topluluklar
tarafsız (nötr) öğretim düzenler. Tarafsızlık
öğrencilerin ve velilerin felsefi, ideolojik ya da dini anlayışlarına saygılı olmak demektir.
Resmi kurumlar tarafından düzenlenen okullar, zorunlu öğretimin sonuna
kadar, tanınmış dinlerden birisine ait din
ya da dini olmayan ahlak öğretimi arasında
seçme imkânını sunmak zorundadır.”
19 Temmuz 1974 yılında Belçika İslam dinini
resmen tanımıştır. Ancak İslam dinini hangi kurumun temsil edeceği belli olmadığı için Müslümanlar bir takım kanuni haklarını kullanamamaktadırlar. 1923 yılında Belçika Adalet Bakanlığınca atanan 16 kişilik “Belçika Müslümanları
Yürütme Kurulu” İslam dini eğitimiyle değil,
din dersi öğretmenleriyle ilgilenmektedir.
Belçika’daki dini özgürlüğe rağmen, Müslümanların eğitimle ilgili birçok haklarını
kullanamaması daha çok Müslümanların
organize olmamalarından kaynaklanmaktadır.
Belçika
eğitim
sisteminde dini
tatillerin önemli bir yeri vardır.
Bir öğretim yılı içinde bulunan 41 günlük tatilin
sadece bir günü II.Dünya Savaşının sona erme
yıldönümüdür. Diğer 40 günlük tatilin tamamı
dini günlere aittir. Ancak dini tatiller sadece o
günlerle sınırlı da değildir. Din eğitimi açısından bu tatilleri asıl önemli kılan ise bugünleri
kutlama şekilleridir. Dini günleri kutlamak için
günler öncesinden hazırlıklara başlanır, fişler,
boyamalar, resimler hazırlanır, okulun ve sınıfın
süslenmesi, yumurtaların boyanması ve saklanması, çam ağacının boyanıp hediyelerle süslenmesi eğlenceli etkinliklerle yapılır. Böylece dini
bilinç çocukların hafızalarında sürekli canlı tutulmaya çalışılır.
Belçika’daki din eğitimi için hiçbir ayrıntı ihmal
edilmemiştir. Mesela öğretim programlarında
ve öğrenci karnelerinde “Din Dersi ya da Ahlak
Dersi” ilk sırada yer almaktadır. Katolik okullarında her sınıfa haç işareti asılmakta ve bazı
sınıflarda dini köşeler oluşturmaktadır. Birçok
okul adı, din büyüklerinin adını taşımaktadır.
Üniversiteleri de “Katolik Üniversite” şeklinde isimlendirilmiştir. Okullardaki Animasyon
dersleri de yine dini eğitimi takviye eder içerikte işlenmektedir. Haftalık iki saatlik animasyon
dersinde dualar okunmakta, ilahi söylenmekte, İncil metinleri okunmakta ve ders yarı ayin
havası içinde işlenmektedir. Bu şekilde işlenen
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
15
dosya-deneme
Animasyon dersleriyle Belçika’daki Din Eğitimi
haftalık dört saati bulmaktadır.
Belçika’daki din eğitimi Katolik okullarıyla sınırlı değildir. Diğer resmi okullarda da dini gün
ve olaylar özenle kutlanır. Katolik üniversite
ve yüksek okulların tüm bölümlerinde haftada
bir ya da iki saatlik “din dersi” okumak zorunludur. Bu zorunluluk Anayasanın 17. maddesi
ve 29 Mayıs 1959 yılında kabul edilen “Eğitim
Sözleşmesinin” 8. maddede şöyle ifade edilmiştir: “resmi kurumlara ait ilk ve orta öğretimdeki
haftalık ders programlarında en az iki ders saati
din ve ahlak dersine yer verilmek zorundadır.
Din öğretimi; “Katolik, Protestan, Yahudi, İslam
ya da Ortodoks dinlerinden birisi ve bu dinlerin
ahlakından olmak zorundadır. Ahlak öğretimi
ise dini olmayan bir özellik taşımak zorundadır.
Aile reisi, vasi ya da çocuğu korumakla görevli
kişi öğrencinin okula ilk kaydı sırasında din ya
da ahlak dersinden hangisini seçtiğini resmen
imza ile bildirmek zorundadır. Şayet din dersi
seçilmişse bunda hangi dersin seçildiği belirtilir.
18 yaşına gelen öğrenciler seçimlerini kendileri
yapar.”
Belçika eğitim sisteminde ders programları –bizdeki gibi- hangi derste hangi konunun ne kadar
işleneceğine dair kesin hükümler içermemektedir. Öğretmenlere rehberlik amaçlı çerçeve
program şeklinde hazırlanmaktadır. Belçika’da,
din dersi ne kadar dini içerikli ise Ahlak dersi de
o kadar dini içerikten uzak işlenmektedir. Ahlak
dersinde herhangi bir dinle ilgili konular öğretilmemekte, öğrenciye herhangi bir düşünce de
empoze edilmemektedir. Ahlak dersi insancıl
(hümanist) psikoloji ve eğitim anlayışı üzerine
kurulur.
İngiltere’de din eğitiminin statüsü 1944
eğitim yasası ile ortaya konmuştur. Din eğitimi
gerek devlet okullarında gerekse devlet kontrolündeki kilise okullarında “yerel eğitim otoritelerince” hazırlanan program çerçevesinde
yapılmaktadır. Yani İngiltere’nin din eğitimini
şekillendiren merkezi yönetim değil yerel yönetimlerdir. Bu da yöresel özelliklerin korunmasını
sağlamaktadır. 1988 yılında yapılan eğitim re16
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
formu yasası ile
“Din Öğretimi”
olan dersin adı
“din eğitimi” olarak değiştirilmiştir. Yeni değişiklikle birlikte toplu ibadet din eğitiminden ayrılmıştır. Böylece din eğitimi denilince sadece sınıf
içinde dinlerin öğretimi anlaşılmaktadır. Din
dersi müfredatı hazırlanırken Hıristiyanlığın
yanı sıra diğer dinlerin öğretimi ve uygulamaların da dikkate alınarak müfredata yansıtılması
bu reformla sağlanmıştır. İngiltere’deki din eğitiminin temel amacı öğrencilere sahip oldukları
inancın muhafaza edilmesini esas almaktadır.
Din eğitimi kesinlikle öğrencileri bir dinden,
mezhepten veya inançtan diğerine geçmesi şeklinde uygulanmamaktadır.
İngiltere’deki din eğitiminin en dikkat çekici
yönlerinden biri de yerel idarelerin her beş yılda
bir din eğitimi müfredatını güncellemeleri zorunluluğudur. Eğitim Bakanlığı son zamanlarda
model din eğitimi programı hazırlamaya başlamıştır. Ancak bu yerel idarecilerin hazırladığı
din eğitimi müfredatı için bağlayıcı olmamaktadır.
İngiltere eğitim sisteminde okullardaki dini pratikler de önemli yer tutmaktadır. Bu anlamda
okullardaki toplu ibadet uygulamaları dikkati
çekmektedir. Toplu ibadet programlarına ilk ve
orta dereceli okul öğrencilerinin tamamı katılmak zorundadır. Öğretmenler toplu ibadete katılmak zorunda değildir. Toplu ibadetler genelde
okullarda sabah, öğle yemeği öncesi ve eğitim
bitmeden önceki vakitlerde, sınıflarda veya uygun mekanlarda yapılmaktadır. Toplu ibadetin
süresi ortalama 15-20 dakikadır. Toplu ibadet
sadece okulda yapılır. Kilisede yapılması yasaklanmıştır. Okullardaki toplu ibadetlerde bazı ilahiler okunur ve dinle ilgili konuşmalar yapılır.
İngiliz yasaları toplu ibadet konusunda (İslamiyet-Yahudilik ve Hinduizm gibi) diğer dinlere de
hukuken izin vermektedir. Ancak bu dinlerin
pratikte pek bunu uyguladıkları görülmemiştir.
İngiliz eğitim sisteminde okullarda –Belçika da
dosya-deneme
olduğu gibi- din eğitimi için özel bir bölüm ve
sınıflar oluşturulmuştur. Dört dine ait eğitim
sınıfı düzenlenmiştir. Sınıflara çeşitli dinlere ait
figür, resim, harita, semboller vb. dini içerikli
dökümanlar yerleştirilmiş, duvar gazeteleri oluşturulmuş, farklı dinlere ait bilgi ve malzemeler
sergilenmiştir. Böylece İngiliz okullarında din
eğitiminde görsel unsurlara da yer verilmiştir.
Avusturya’da haftalık iki saat olan din/
Son dönemlerde Avrupa ülkelerinde dini eğitime ağırlık verildiği gözlenmektedir. Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde komünist öğretimin
yerine din eğitimi getirilmesi ve 2002 yılında
İspanya’da ilk, orta ve lise müfredatlarında din
dersinin zorunlu bir ders haline getirilmesi bunun en büyük göstergeleridir. İspanya’da din
eğitimi verecek öğretmen seçimi de okul idaresi ve velilerin tercihine bırakılmıştır. Din dersi
öğretmeni olmak için ilahiyat eğitimi almak
veya herhangi bir üniversite bitirmek kesin şart
koşulmamıştır. İngiltere’de olduğu gibi yerel
bir dini cemaatin görevlendireceği kişi de din
eğitimini verebilmektedir. 1978 anayasasına
göre devlet bütün dini cemaatlere eşit mesafede
durmaktadır. Devletin tarafsızlığı ön plandadır.
Onun için devlet bütün dini cemaatlere eşit din
eğitimi hakkı tanımıştır. 1978 Anayasanın 16.
maddesiyle Katoliklerin dışındaki diğer dini
azınlıkların hakkı da ilk defa devlet güvencesi
altına alınmıştır.
Danimarka’da ise farklı bir uygulama
Almanya’da kamu okullarında okutulan
düzenli derslerden
biri Din dersi olmasına rağmen veliler
ve öğrenciler bu
derse katılmak konusunda serbesttir.
Artık Din Dersi denilince sadece Katolik ve Protestanlık anlaşılmamaktadır. Son zamanlarda
Almanya’da İslam dini de okullarda ders olarak
yer almaya başlamıştır. Devletin denetleme hakkı bulunmakla birlikte genellikle din derslerinin
içeriği dini cemaatlerce devletin uyum içinde aldığı kararlara göre şekillenir. Belçika’da olduğu
gibi, din dersi almak istemeyen öğrenciler içinde
Ahlak/Etik dersi konulmuştur.
ahlak eğitimi saatini dini cemaatler
isterse artırabilirler. Öğretmenler de
yine bu cemaatler
tarafından temin
edilir, ancak maaşlarını devlet öder
göze çarpmaktadır.
Dersin programı
yerel yönetimlerce
yapılsa da Eğitim
Bakanlığınca onaylanması
gerekir.
Danimarka’dan zorunlu eğitim 9-10 yıllık bir süreç olmasına rağmen okula devam zorunluluğu yoktur. Ev okulu
uygulaması yapılan ülkede, okula devam şart
değildir ama dersleri öğrenme ve sınavlara girmek zorunludur. Devletin resmi dini Hıristiyanlık olup, devlet tarafından desteklenmektedir.
Eğitimde laikliğin merkezi sayılan ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Fransa 1800’li
yılların sonuna doğru ilköğretim okullarında
din dersi okul programından çıkarılmıştır. Yani
devlet kendi eliyle okullarda din eğitimi vermekten vazgeçmiştir. Ancak halkının çoğu koyu bir
Katolik olan Fransa’da din eğitimini yasaklayan
herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Özel
okullarda ve kiliselerin açtığı kurslarda isteyen
vatandaşın din eğitimi almasına karışılmamaktadır. Hatta 1996 yılında alınan bir kararla tarih
derslerinde (6-10. sınıflarda) dinler hakkında
ayrıntılı bilgi verilmesine başlanmıştır. 2005
yılında alınan bir kararla da dinler hakkında
verilen bilgilerin tarih dersiyle sınırlı kalmaması ve daha da arttırılması benimsenmiştir. Bu
uygulamalara bakılacak olursa, Fransa’da tekrar
okullarda devlet eliyle din eğitimi yapılması yönünde bir eğilim göze çarpmaktadır.
Hollanda’da
laik bir uygulama bulunmakla beraber devlet din hizmetlerine yardım
etmektedir. (Anayasanın 29. maddesi ) din
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
17
dosya-deneme
Avrupa’da Din Eğitimine
Başlama Yaşı
hizmetlerini verecek ortamın sağlanmasını bir
görev kabul etmiştir (Anayasanın 30. maddesi). Anayasada sağlanan din özgürlüğü
sayesinde ülkede çok
sayıda özel okul açılmış, Müslümanlara
ait 30 özel okul bulunmaktadır.
Bulgaristan, uzun süre sosyalist rejimin
etkisi altında kaldıktan sonra 1990’lı yıllardan
itibaren dine ve din eğitimine yönelmeye başlamıştır. Bulgaristan’da din eğitimi zorunlu değildir. Derslere dua ile
başlanması ve uygulamaya ağırlık verilmesi
göze çarpmaktadır.
Bulgaristan’da azınlıklara da kendi dinlerinde eğitim yapma hakkı tanınmaktadır. Her din
kendi müfredatını kendisi hazırlar; müfredat
içeriğini kendi belirler. Devlet zorunlu kıldığı
derslerin okutulmasının dışında azınlıkların din
eğitimine karışmaz.
Yunanistan’da
din eğitimi ve dersin
planlaması bakanlıkların ortak katılımıyla yapılmaktadır. İlk ve orta dereceli okullarda zorunlu olan din dersi
haftada iki saattir.
Ülkede Müslümanlara
ait özel okullarda da
İslam, din dersi olarak
okutulmaktadır.
18
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Avrupa’daki din eğitiminde dikkati
çeken durumlardan biri de din eğitimine başlama yaşıdır. Genel olarak din eğitimine başlama yaşının
oldukça düşük olduğu görülmektedir. Örneğin Belçika’da din eğitimi
ana okulundan itibaren verilmeye
başlanır. Bu sınıflarda eğitime her
gün dua ile başlanır. Öğrenciler topluca kiliseye götürülerek dua ve ilahiler söylemektedirler. Öğrencilerin
daha kolay ve sıkılmadan din eğitimi almaları
için animatör denilen göstericilerden yararlanılmaktadır.
İngiltere’de de din eğitimi zorunluluğu ana
sınıfından sonra başlamaktadır. Ana sınıfı yaşı
3-5 yaş arası olduğuna göre, 6 yaşında din eğitimine başlanmaktadır. Almanya’da din eğitimine başlama yaşı ana okuluna başlama yaşıyla aynıdır. Norveç’te de din eğitimine başlama
yaşı yine 6 dır. Hollanda’da zorunlu olan din
eğitimi 5 yaşında başlar. Bulgaristan’da din
eğitimi ilköğretimin birinci sınıfından itibaren
başlamaktadır. Yunanistan’da da din eğitimine ana okulundan itibaren başlanmaktadır.
Avrupa’da Din Eğitiminin Zorunlu
Oluşu
Tüm özgürlüklerde ve laik uygulamalarda örnek olarak gösterilen Avrupa’da din eğitimi,
sanılanın aksine çok önemli bir konudur. Birkaç
istisna dışında çoğu Avrupa ülkesinde din eğitimi kanunen okutulması zorunlu olan derslerdendir. Örneğin Belçika’da Katolik okullarının
dışındaki okullarda, üniversite ve yüksek okullarda haftada bir ya da iki saatlik “din dersi okumak” zorunludur. Bu zorunluluk Anayasanın
17.maddesiyle yasalaştırılmıştır. Hatta hiçbir
din eğitimi almak istemeyen laikler bile herhangi bir dinin ahlak eğitimini seçmek zorundadır.
dosya-deneme
İngiltere’de de anasınıfının dışındaki sınıflarda din eğitimi zorunludur. Eski Sovyetler
Birliği ülkelerinde komünist öğretimin yerine din eğitimi konulmuştur. 2002 yılında da
İspanya’da din eğitimi zorunlu hale getirilmiştir. Almanya’da Anayasanın 7.maddesi din
dersini zorunlu dersler kapsamına almaktadır.
Yine Avustralya’da da ilk ve orta dereceli okullarda haftada iki saat din dersi ve ahlak dersinden birini seçmek zorunludur. Danimarka ve
Finlandiya’da da din dersinin zorunlu olarak
okutulması konusunda benzer durumlar söz konusudur. Yunanistan’da da din
eğitimi zorunlu dersler arasındadır.Hollanda ve Norveç’de din
dersinin zorunlu olduğu ülkelerdendir. Laikliğin merkezi sayılan
Fransa’da ise yeniden devlet eli
ile din eğitimine yönelme şeklinde bir eğilim vardır. Portekiz ve
Bulgaristan’da ise din eğitimine olumlu bakılmakta, din eğitimi için gerekli ortam ve yasal
zemin hazırlanmaktadır. Ancak
din eğitiminin yasal bir zorunluluğu bulunmamaktadır.
4. Din eğitimi yapılırken okulların kiliseyle çok
sıkı bağlarının olması göze çarpmaktadır.
Bizde ise okul-cami diyalogu yok denecek
kadar azdır.
5. Okullarda dini kutlamalar oldukça renkli
ve canlı geçmektedir. Çoğu okullarda dini
sembollerle süslü köşelerin ve sınıfların bulunması, dini amblem ve sembollerin sınıfı
süslemesi ayrıca dikkat çekmektedir.
6. Ders kitaplarını seçmede belli bir zorunluluk
yoktur. Okullar istedikleri yayınevi ve yazarın eserlerini okutmakta serbesttir.
Özet
Yukarıda anlatılanlardan hareketle sözü geçen Avrupa ülkelerindeki din eğitimi hakkında şu
genellemeler yapılabilir.
1. Bu ülkelerde (Bulgaristan hariç) din eğitimiahlak eğitimi mecburidir.
7. Bu ülkelerde derslerin dua ile başlatılması da
çok dikkat çekicidir.
2. Din eğitimine başlama yaşı oldukça düşüktür. Genellikle anasınıfında öğrenciler din
eğitimiyle tanışmaktadır.
Sonuç itibariyle Avrupa ülkelerinde din eğitimine ciddi anlamda önem verildiği görülmektedir.
Ancak ekonomik refah ve teknolojik gelişmelere
bağlı olarak insanların dünyevileşmesi sebebiyle
halkın dine olan ilgisi gittikçe azalmaktadır. Din
eğitimine verilen öneme karşılık halkın dinden
uzaklaşması da düşünülmesi gereken bir durum
olarak karşımıza çıkmaktadır.
3. Din eğitimi müfredatı hazırlanırken devletlerin kesin bir çerçeve plan dayatmadıkları
görülmektedir. Azınlık vatandaşları kendi
dinlerinin eğitim ve planlamasında genellikle serbesttirler.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
19
dosya-söyleşi
Yaklaşık Yirmi Yıldır Amerika’da Din Eğitimi İle İç İçe Yaşayan
Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı:
“
Amerika müslümanlık için
bakir bir yer, bizler buralara
gelmekte çok geç kalmışız.
”
Mahmut BALCI [email protected]
Amerika’ya geliş sebebinizi öğrenebilir miyiz?
Amerika’ya geliş sebebimiz çocuklarımızın rahat bir ortamda eğitim alabilmeleriydi. Büyük
kızımız Ankara Tıp Fakültesinde başörtüsü dolayısıyla derslere alınmayınca böyle bir göç kararı almıştık. Gayemiz çocuklarımızın rahat bir
ortamda eğitimlerini sürdürmeleriydi.
1988 yılında Amerika’ya geldik. Müslümanların adedi az ve henüz organize olmuş durumda değillerdi. Dallas bölgesinde İslamıc Asso-
20
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
ciation of North Texas (Kuzey Teksas İslam
Organizasyonu)’da ve Amerika’da İslamlaşma bakımından yapılacak çok şeyin olduğunu gördük.
Önce çocukların eğitim ihtiyacını ele alarak,
Qur’anic School adı altında bir okul kurduk. Burada hafta sonları ve akşam dersleri veriliyordu.
Yaz aylarında ise 9 haftalık yaz okulu faaliyete
geçiyordu. Eşim bu okulun 13 yıl müdürlüğünü
yaptı. Yaşları 4-14 arasında olan binlerce öğrenciye dini eğitim verildi ve Kur’an okutulup ezberletildi ve İlm-i Hal bilgileri verildi.
Yetişkinlere dönük derslerimize gelince mukayeseli fıkıh derslerine başladım. Ramuz el-Ehadisi önce orijinalini okuyup İngilizceye tercüme
ettikten sonra açıklamasını yaptığım bir çalışmam var. Tümü 90 dakikalık 280 küsur adet
kasetlerde toplanmış durumda. Hemen hemen 17 yıldır devam eden bir diğer dersim ise
Kur’an-ı Kerimi başından başlayıp ayet ayet İngilizce olarak detaylı dil bilgisi tahlilleri yaparak
tefsir dersidir. Halen 26. cüzdeyiz. Bir çok sefer
başlayıp belirli seviyeye kadar getirdiğim ondan
sonra tekrar başladığım Arapça dil bilgisi derslerim var. Bu dersler belirttiğimiz gibi yetişkinler için. 20 yıldır bu derslerime hiç aksatmadan
devam eden çok çeşitli milletlerden ve ırklardan
Amerika’ya göçmüş öğrencilerim var. Bu tabii ki
çok memnuniyet verici.
dosya
Bizim
kuruluşumuz, Islamıc
Association of North Texas, aslında
1970lerden beri faaliyet gösteren koklu bir teşkilat. Fakat dışardan yardim
azalmamış sadece kendi mensuplarınca
ihtiyaçları karşılanan bir organizasyon.
Okullarımıza (IQA, SIS) çok talep bulmasına rağmen ancak bina imkânımız
nispetinde öğrenci almak zorunda kalmamız ise bizleri üzmektedir
10 yıl kadar önce de Mülteka’yı İngilizceye tercüme etmiştim. Fakat henüz üzerinden tekrar
geçip neşretme imkanı olmamıştı. İslam Hukuku ve Usul-u-Fıkıh adlı ingilizce bir diğer kitabımın ve genişçe yazılmış İngilizce İslam Araştırmaları kitabımın da edit edilip basıma hazırlanması gerekiyor. Kısaltılmış ismi IQA (Islamıc
Association of North Texas Quranic Açademy)
olan yeni okulumuzdan bahsetmek isterim. Ana
sınıfından başlayıp 8. sınıfdan sonra alim programıyla devam eden bir okul. Okulun gayesi
burada doğup büyüyen kız ve erkek öğrencilere kıraat, arapça öğretmek, hafızlık yaptırmak,
normal okulların müfredatına ilave olarak akaid, fıkıh, tefsir, hadis, siyer, gibi bilim alanlarında iyi bir eğitim vermektir. Kültür derslerini de
mümkün olduğu nisbette İslami örnekler verip
İslamileştirilerek öğretmek maksadı güdülüyor.
Okulumuz akredite olmuş durumdadır. Öğrencilerimize 12. sınıfı bitirdiklerinde lise diploması verilmektedir. Ümmet için bu kıtada bir örneği olmayan okuldur, kız ve erkeklerden burada
alim yetiştirmek maksadını güdüyor.
Müfredatın geniş olması sebebiyle eğitim haftada altı gün yapılmaktadır. Okul yıl boyu devam
etmekte yılda farklı aralıklarla toplam olarak
ancak 5 hafta kadar tatil verilmektedir. Sınıf
yetersizliğinden şimdiki halde sadece 150 öğrencimiz bulunmakta. 20 öğretmenimiz eğitim
vermektedirler. Her gün öğle namazını takiben
öğrenciler sıra ile aşır okurlar. Ramazanda ve
önemli günlerde de cemaata vaazlar verirler.
Bazı öğrencilerimiz hafızlıklarını iki veya üç yılda bazıları da daha uzun zamanda bitirmektedirler. Okulda Kur’an Arapçası öğretilmektedir.
Arapça ve hıfz her gün program içindedir. Haftalık tüm derslerin % 60’i hıfz, Arapça ve İslami
ilimler teşkil etmektedir.
Bir diğer çalışmamız ise Suffa Islamıc Semınary
(SIS) adı altında faaliyet gösteren dekanlığını
yaptığım üniversite seviyesinde İslami İlimler
eğitimi veren bir kuruluşumuz. Halen gelişme
halinde olan bu eğitim müessesemizde IQA’den
mezun olacak öğrencilerimizin dört yıllık sürede
Kadi Beydavi, Mülteka, Menar, Mantık, Ma’ani,
ve diğer usül ve furu derslerini de ecdad metinleri olarak okutabilirsek, ki başladık, mutevazi
bir şekilde istikbalde ümmete katkıda bulunmuş
olacağız ümidindeyiz, inşaAllah.
Bizim kuruluşumuz, Islamic Association of
North Texas, aslında 1970lerden beri faaliyet
gösteren köklü bir teşkilat. Fakat dışardan
yardım almamış sadece kendi mensuplarınca
ihtiyaçları karşılanan bir organizasyon. Okullarımıza (IQA, SIS) çok talep bulmasına rağmen
ancak bina imkânımız nispetinde öğrenci almak
zorunda kalmamız bizleri üzmektedir.
Halen superpower olan Amerika’da eğer iyi İslam Alimleri yetiştirmek mümkün olursa onlar
yoluyla buradaki, Batıdaki ve belki de bütün
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
21
dosya-söyleşi
dünya Müslümanlarına hizmet imkanı olur. Mesele iyi ve sağlam alim ve âlimeler yetiştirmektir. O da şartların yan yana gelmesiyle bize göre
imkân dâhilindedir. Biz alimlerimize Latince,
Grekçe, İbranice , Hıristiyanlık tarihi ve mukayeseli Fıkıh ve Hukuk okutmak durumundayız.
Âlim ve alimeler genç, dinç, stratejist ve taktik
ve iş görecek ve hizmeti tam olarak ifa edecek
vasıfta olmalılar.
Burada Neler yapıyorsunuz ?
Mütevazı çalışmalarımızla önce cemaatimizin
ihtiyaçlarını ele almak zorundayız. Aramızda dünyanın farklı yerlerinden
gelmiş ırkları, renkleri,
dilleri farklı Müslümanlar var. İngilizce ortak dil.
Ancak İngilizce ile iletişim
mümkün.
Bu çok renkli toplumda ihtiyaçlar da oldukça farklılık
gösterir. Karşılaşılan problemlere buranın şartlarına uygun şekilde çözüm
üretmek gerekmektedir.
Genelde karşılaşılan fıkıh
konusundaki sorulara fukahanın içtihadına uygun
olarak çözüm bulunmaya çalışır. Miras konusu,
ticari konular, iş yerinde
tanınan bazı imkânların
İslam hukukunda karşılığının bulunmaması halinde ne yapılması gerektiği
gibi çeşitli sorular. Dini
liderin İslam hukukunu iyi
uygulamanın yanı sıra birliği ve bütünlüğü sağlayıp koruyabilmek için de prensipler bulup, onları
takip ve öğretip ve gerekirse yeni usül bulup ona
göre hareket etmesi gerekmektedir.
Bir diğer konu da aile ihtilafları meselesidir.
Aile ihtilaflarında da baş vurulan kişi gene dini
liderdir. Burada farklı etnik grupların birbirlerine hiç benzemeyen problemleri ile ilgilenmek ve
çok ayrı şartlar içinde yaşayan Müslümanların
meselelerine fıkhi bakımından çözüm bulmak
çok mühim bir ihtiyaçtır.
22
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Batı Dünyası dinin neresinde durmakta, bir başka ifadeyle gelecek müslümanlar için neler vaat etmektedir?
Müslümanlar gittikleri yerlerde sayıları 3-5 kişiyi geçtikten sonra, hemen bir mescit kurma
yoluna gidiyorlar. Bölgelerinde sayıları artınca
camiilerini inşa ediyorlar, veya bir bina satın
alıp Cuma ve vakit namazlarında bir araya gelmeye başlıyorlar. Bu sayede aralarında birlik
beraberlik temelleri atılıp kuvvetlenmiş oluyor.
Amerika’da camiilere müslümanlar ailecek giderler; çocuklarıyla, eşleriyle farklı programlara
iştirak ederler. Böyle olması İslam’ın korunması, öğrenimi ve tatbiki bakımdan bir zarurettir,
yoksa çocuklar bu umman denizinde yok olup
giderler, bu tehlike de her zaman vardır, tehlike
kendini göstermeye başlamıştır. Müslümanlar
bulundukları yerlerde okullarda ve diğer sosyal
müesseselerde gönüllü olarak görev aldıkları gibi mahalli seçimlerde de varlık gösterirler.
Eyaletlerin başında valiler ve kendi parlamentoları mevcuttur. Şehir ve kasabaların başında ise
belediye reisi bulunmaktadır. Bütün üyeler seçimle iş başına gelirler. Eğitim işleri de seçilmiş
eğitim komiteleri tarafından yürütülür.
Bütün okullar bunlara bağlı olarak çalışırlar.
Günümüzde Müslümanlar buralarda da komitelere girmeye çalışmaktadırlar. Geçenlerde Amerikan tarihinde ilk defa Texas Eyalet Senatosu
Fatiha Suresinin Arapça ve Türk kıraat sitiliyle
okunmak suretiyle açılması Türkiye’ mizde olağan görülmüş hadiselerden değildir. Bu Müslümanların buradaki politik faaliyetlerde aldıkları
mesafeyi göstermektedir.
Müslümanların Amerika’da ne gibi etkileri var?
40 yıl kadar önce müslümanların Amerika’da pek
varlıkları yoktu. Daha önceleri gelmiş olanlar
Amerika potasında eriyip kayıp olmuşlar. Şimdi
ise 7-8 milyon müslüman yaşıyor Amerika’da.
İdari işlerde olduğu gibi siyasette de faaliyetleri
artmakta. Son seçimlerde olduğu gibi önümüzdeki seçimlerde müslümanların daha büyük sayıda oy vermeleri planlanıyor. Gençler çok başarılı ve faaller. Camiilerin ve mescitlerin önünde masa konup herkesin seçim için kayıt olması
dosya-söyleşi
çalışmaları ve rey vermelerini teşvik faaliyetleri
yoğundur. Bizim talebelerden biri aktif bir politik teşkilatın kurucusu ve başkanı. Her yerde sesini duyurabiliyor. Bir müddet önce Türkiye’den
gelen parlamenterlere Amerika’daki tarzıyla demokrasi dersi vermek üzere onların karşısına bir
Müslüman olarak çıkıp Türkiye’deki başörtüden
de bahsedince ve Amerika’da böyle bir sıkıntı ve
baskı olmadığını söyleyince bizimkiler başlarını
eğmişler. Anlaşılan pek de hoşlanmamışlar. O
genç bizim talebemizdir. Öğrencilerimizden bazıları Princeton, Yale ve Harvard’da okuyorlar,
hukuk tahsillerini bitiren bir kaç öğrencimiz de
siyasete adım atmak için hazırlık çalışmalarında
bulunuyorlar.
Türkiye’de İslami bakımdan epeyce ilmi çalışmalar var, güzel araştırmalar yapılıyor. Fakat
genelde Türk ilim dünyası ve âlimleri kuyu dibi
gibidir, mahallidirler, milletlerarasına açık değildir, stil bakımından öyle, kapasite bakımından
öyle. Yabancı dil yoksunluğu bunu intaç ediyor,
mesela Araplar, Hint, Pakistan ve Begğalli Müslümanlar ve alimler arasında Türkçe hemen
hemen hiç bilinmiyor, kitaplarımız o dillere
tercüme edilmiyor. Meydan başkalarına bırakılıyor. Hele Amerika’da senelerdir doğru dürüst
bir Türk alim, Türkiye’miz tarafından kurulup
yürütülen bir İslam merkezi yoktu, olan da çok
mahalli Türk cemaate hizmet veren ayrık gibi
tesirsiz idi, durum halen de öyle sayılır, İslami
ilimlerde alim yetiştiren bir Türk okulu da yoktu ve halen de yoktur.
Tabii Türklerden kültür faaliyeti olarak dini
konuları başka sosyal etkinliklerle karıştırıp
icraatta bulunan bir miktar çalışmalar varsa da bunlar diğer Müslümanların ve buradaki eskiden beri faaliyet icra eden önemli İslam
teşkilatlarının, camilerin, mescitlerin ve İslam
okullarının yaptıklarına katkıda bulunacak ve
onlarla birlikte ümmete hizmet verecek metot
da değildir. Ortada fark edilen cemaat ayrılığı ve
ayrı durmak vardır, gönül arzu eder ki Diyanet
İşleri Başkanlığı ve Türkiye Devlet olarak burada iyi bir üniversite kursun, kız ve erkek Türk
tipi alim yetiştirsin, Türk ve İstanbul ağzıyla
ve makamlarla Kur’an okuyacak genç hafız ve
hafizeler yetiştirsin. Bugün başlayıp 15-20 sene
sonra Osmalı’dan gelen Türk şivesiyle okunan
mübarek Kur’an’lar Amerika kıtasının gök kub-
besinde inlesin ve hoş bir sada bıraksın. Amerika Müslümanlık için bakir bir yer, bizler buralara gelmekte çok geç kalmışız.
İslam bakımından Avrupa ve Amerika ile ilgili olarak şunu söyleyeyim; Avrupa ile Amerika
halkları arasında büyük farklar var. Avrupa halkı
yüz yıllar boyunca müstemlekecilik dolayısıyla
Müslümanlar hakkında iyi ve çoğu kez kin dolu
hislere ve tarih bilgisine sahiptir. Avrupa halkı
öyledir, çocukları oralarda savaştılar. Bu hususta tarafgirdirler, fikir sahibidirler. Fakat Amerika halkı, ordusu ve idarecileri değil de, sadece
Amerikan halkı, Afganistan ve Irak savaşına
kadar böyle değildi. Burada halk Müslümanlara
karşı kin ve menfi bilgi sahibi, önyargı sahibi değildi. Hala halk öyle sayılır. Amerikalı yerli halk
bizim Anadolu köylüsü gibi efendi, merhaba
diye başlayıp sizinle konuşan önyargısızdır. Bu
bakımdan burada şartlara göre hareket etmesini bilen için İslami bakımdan çok yönlü hizmet
imkânı mevcuttur, malum Amerika’nın dış siyaseti ile iç siyasetini pratik olarak hiç birbirine
karıştırmamak lazımdır. Dış siyaset, hegemonik, ekonomik menfaat İsrail yönlü gider, fakat
içerde öyle hürriyetler vardır ki, din hürriyeti
dahil o özgürlükleri Türkiye’de ve dünyada İslam ülkelerinde görmek nadiren mümkündür,
olanlar da manipülasyondan masun değildir.
Tabii bazı bakımlardan Amerika’da 11 Eylül öncesi devrenin geri gelmesi en çok istenen şeydir.
Amerika’nın hala düzenli olarak hicreti kabul
eden bir ülke olması eşine kolayca rastlanılmayan nadir özelliklerindendir.
Hakkımızda fazla bilgi almak isteyenler İngilizce olan şu sitelere başvurabilirler:
www.iant.com/suffa www.iqa.com
Türkiye’deki kardeşlerimize selamlar.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
23
dosya
Avrupa Birliğinde İslam Korkusu
İslamofobia
Bahattin ÜNAL
[email protected]
Merkezi Viyana’da bulunan AB nin bir yan
kuruluşu olan Avrupa Irkçılık ve Yabancı
Düşmanlığını Takip Merkezi (EUMC), Avrupa
Birliğinin %3,5 ini oluşturan Müslüman nüfusunun durumu hakkında bir araştırma raporu
yayınladı. Araştırma çok geniş çaplı yapılmış ve
ilginç sonuçlar ortaya koymuştur. Raporun ortaya çıkardığı gerçeklere bakıldığında, Avrupa
insanının, Müslümanlara negatif bir yaklaşım
içinde olduğu açıkça görülmektedir. Diğer yönden, 15 milyona yakın bir nüfusu teşkil eden
Müslümanlar, anlaşılan o ki, yaşadıkları ülkelerde AB’den umduklarını bulamadıkları gibi, gittikçe zorlaşan yaşam koşulları içinde, kendilerini AB’ye ait hissetmekte zorlanır olmuşlardır.
24
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Rapora göre Müslümanlar,
eğitim, istihdam, konut gibi
temel yaşam alanlarında,
dini kimliklerinden dolayı, açık bir şekilde, dışlayıcı
muamele
görmektedirler.
EUMC ‘in dışında başka
kuruluşlar da bu problemi
tespit etmek için örnek çalışmalar yapmış, elde edilen
veriler ayrıca rapora eklenmiştir. BBC yayın kuruluşu,
bir radyo programı aracılığı
ile İngiliz, Afrikalı ve Müslüman isimleriyle altı sahte
adayın, 50 ayrı iş yerine iş
başvurusunda bulunduğu
bir deneme gerçekleştirmiş.
Sonuçta, İngiliz ismiyle başvuranların işe yerleşme oranı
%25 iken, Müslüman isimlerin oranı %9’da kalmıştır. Yine 2004 yılında
Paris Üniversitesi, bir satış elemanı için verilen
258 iş ilanına cevap olarak, çeşitli etnik gruplardan oluşan isimlerle yaptığı başvuru sonucuna
göre Kuzey Afrikalı birisinin işe alınma şansı,
diğerlerinden beş kat daha az olmuştur.
Değişik sosyal alanlarda Müslümanların maruz
kaldıkları sözlü ve fiziki saldırı olayları ise daha
vahim bir durum sergilemektedir. Trende veya
otobüste giderken yanınızda bulunan birisi sizin Müslüman olduğunuzu görüp, küfür ve hakaret dolu sözler söyleyebilmektedir.
Rapora göre, mekâna yapılan saldırılar da günden güne artmakta olup, bunlar daha ziyade
camiler ve Müslümanların işyerlerine yapıl-
dosya
Raporun ortaya çıkardığı gerçeklere bakıldığında, Avrupa
insanının, Müslümanlara negatif bir yaklaşım içinde olduğu açıkça görülmektedir.
Diğer yönden, 15 milyona yakın bir nüfusu teşkil eden Müslümanlar, anlaşılan o
ki, yaşadıkları ülkelerde AB’den umduklarını bulamadıkları gibi, gittikçe zorlaşan
yaşam koşulları içinde, kendilerini AB’ye ait hissetmekte zorlanır olmuşlardır. Rapora göre Müslümanlar, eğitim, istihdam, konut gibi temel yaşam alanlarında,
dini kimliklerinden dolayı, açık bir şekilde, dışlayıcı muamele görmektedirler.
maktadır. Özellikle Fransa’da bu tür saldırılar
yoğunluk göstermektedir. Camilerin duvarlarına kötü içerikli yazılar yazılması, dükkânların
camlarının kırılması, Müslümanların yoğun
olarak oturdukları mahallelerde evlerin kapısına, aynı içerikli yazılar yazılması gibi ırkçı saldırılar EUMC’nin raporunda belirtilmektedir.
Daha da vahim olan ise Müslüman hanımlara
ve kız çocuklarına fiili saldırıda bulunulmasıdır.
Bu gibi olaylar, eğer önü alınmazsa, gelecekte
Müslümanların daha sıkıntılı olaylarla yüz yüze
geleceğinin göstergesidir.
Almanya’da okulda karşılaştığı olayı bir Türk
şöyle anlatıyor:
“Okula başladığımda atalarımla ilgili öğrendiğim ilk bilgi, Viyana üzerine yürümüş olmalarıydı. Öğretmen Viyana kuşatmasından bahsederken “Tanrıya şükür onları yendik, yoksa çok
büyük sorunlarınız olacaktı çocuklar” dedi. Erkeklere dönüp “yoksa hepiniz sünnet olacaktınız” dedi. Ardından kız öğrencilere dönerek “siz
de başörtüsü takıyor olacaktınız” diyerek, nasıl
bir kâbustan kurtulduklarını söyledi. Sonra, sınıftaki bütün arkadaşlarım bana bakıp “iyi ki
kaybetmişsiniz. Yoksa halimiz perişan olurdu”
dediler. Eve döndüğümde ne kadar kötü bir kültürden geldiğimi düşünerek, kendimi suçlu gibi
hissettim ve ailem Türkiye’den geldiği için bu
suçluluğu her zaman taşıdım.”
Hollanda’da bir Müslüman, kliniğe işe girmek
için başvuruda bulunur. Kendisine ”Müslümanlar ibadet ediyor, sen de ibadet eder misin”
diye sorulur. O da ”imkan olursa ibadet etmek
isterim” diye cevap verir. Mülakatı yapan, bu
cevaptan memnun olmadığını, sağlık merkezinde ibadet etmek için yer bulunmadığını söyler.
Sonunda, “eğer ısrarlıysan, şu an kullanılmayan
tuvalette ibadet edebileceğini” söyler.
1997 yılında İngiltere’de gençler arasında yapılan bir araştırmada, Müslümanlara ve İslam
dinine nasıl baktıkları sorulmuş, alınan cevaplardan, Müslümanlara yönelik genel izlenim
sekiz maddede toplanmıştır. Verilen cevaplar
şunlardır.
1. İslam, kendini tek başına gören, durağan ve
değişime kapalı bir din olarak görülmektedir.
2. İslam, ayrı ve “bir başka” olarak görülmekte
olup; diğer kültürlerle ortak birliktelik oluşturabilecek nitelikte değildir.
3. Batı dünyasından bakıldığında İslam, aşağılık, barbar, akılcı olmayan, ilkel ve cinsiyet
ayrımcısı bir dindir.
4. İslam dini denince, şiddet yanlısı, saldırgan,
tehditkâr ve teröre destek veren, medeniyetler arası çatışma içerisinde bir din akla gelmektedir.
5. İslamiyet, siyasi ve askeri imkânları kullanan, politik bir ideoloji olarak görülmektedir.
6. Batı tarafından, İslamiyet hakkında yapılan
eleştiriler, Müslümanlarca, içeriğine bakılmadan hemen reddedilmektedir.
7. İslamiyet’e karşı oluşan düşmanca yaklaşım,
Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılığı haklı
göstermek ve Müslümanları ana sosyal yapının dışına atmak için kullanılmaktadır.
8. Müslümanlara duyulan düşmanca hislerin,
şaşılacak bir yönü yoktur, bu durum gayet
normaldir.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
25
dosya
Yukarıdaki görüşler, insanı hayrete düşürecek
cinsten olup, bu kadar olumsuz duruma karşı
“hiç mi İslam Dini ve Müslümanlarla ilgili olumlu bakışınız yok” diye bir soruyu da akla getiriyor.
Bu görüşlerin, en küçük toleransa dahi kapıyı
kapatmış bir düşüncenin eseri olduğunu açıkça
söyleyebiliriz. Yaptığı her şey problem doğuran,
başka insanları yerinde, yurdunda rahat ettirmeyen, ağzından çıkan her söz ölçüsüz ve seviyesiz olan bir insan, ancak bu kadar olumsuz bir
kanaate sebep olabilir. Müslümanlar bu kadar
huzursuzluk verdiyse, İslam dini nefrete sebep
olabilecek buyruklar içeriyorsa, İslamı ve o dinin mensuplarını tanıma konusunda sıkıntı var
demektir. Aynı fabrika’da çalışan, aynı okulda
birlikte eğitim gören, aynı sokakta-aynı binada
birlikte komşu olan, Üniversite’de eğitim gören,
işadamı, sporcu ve sanatçı olan bu insanların bu
derece uyumsuz, asosyal, antipati doğuran kişiler olmasını gerçekçi bulmak mümkün değildir.
Burada, önyargılı, kökeni daha gerilere dayanan
bir yaklaşımın varlığı üzerinde durmakta fayda
var. Rapora göre, şu gayet açık ki, İslamafobia
olgusu, AB toplumunda iyice kök salmış durumdadır. Ortada büyük bir sorun olduğu kesin.Bu
sorunu, Müslümanların yaptığı somut hatalarda aramak çare getirmez.Çünkü, araştırmaya
göre, İslamofobia olgusu bireysel hatalarla oluşan ve kısa dönemde meydana gelmiş gibi görünmüyor. İslam dini, Müslüman olmayanlar
için, tehdit potansiyeli olacak ne gibi bir içerik
taşıyordu? Bu ve benzer sorular doğal olarak hemen akla gelebilir. Buna, aceleci bir Müslüman
refleksi demek de mümkündür. Ancak, her şey
bir yana, şu an itibarı ile Avrupa’daki, İslama ve
Müslümanlara bakış açısı, 11 eylül saldırılarından sonra daha da olumsuz bir noktaya gelmiştir. Durum, vahim bir hal almıştır. Yetkililerin
acil önlem alması gerekmektedir. Bu durum
EUMC’nin raporunda da ifade edilmekte, yöneticilere çağrıda bulunarak, durumun pozitife çevrilmesi için bir şeyler yapılması gerektiği
vurgulanmaktadır.
26
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
11 Eylül’ün Etkisi mi?
İslamofobia üzerine araştırmalar 11 Eylülden
daha önce başladığı için, sorunu bu olayla başlatmak kesinlikle yanlış olur. 11 Eylül olsa olsa,
olayın üzerine tuz-biber ekmiştir. İspanya’ daki
Madrid olayları da aynı şekilde, yangının alevini
artırma görevi görmüş, belki de “niçin bu kadar
nefret” sorusuna karşı, akla kolay gelecek somut
dayanak vazifesi görmüştür. Madrid saldırılarının hemen akabinde yapılacak olan seçimler dolayısıyla, muhalefet kanadı, hükümete yönelik
ilginç bir eleştiride bulunmuş ”Seçimi kaybetme
endişesi taşıyan iktidarın, çirkin bir tezgahın
içinde olduğu” iddiasını dile getirerek iktidara
koltuğunu kaybettirmişti.
İslamofobia olgusunun giderilmesi, daha ziyade, Avrupa’nın İslam’a
bakış açısında yapacağı değişimlerle sağlanacağını söylemek, çok da gerçek dışı
olmaz. Kendi tarihsel bakış açısını, gözden
geçirirse, sorunun burada neşvü-nema bulduğu görülecektir.
dosya
müne ışık tutmalıdır. Avrupa Birliği, özellikle
birliğe üye bir çok ülke, Necaşi’nin ülkesi gibi görülmekteydi. Hak ve özgürlükler açısından daha
toleranslı bir hukuk düzenine sahip bu ülkeler,
hakkını eda etme dürüstlüğüyle, Müslümanların gönlünde ayrı bir yer edindi. Bu bakış açısı,
aslında o ülkeleri daha da yücelten, oluşturdukları yapının daha evrensel bir kabule mazhar olduğunu kanıtlayan bir durumdur.
Bosna Hersek’te yapılan katliamlara kolayca dur
diyebilecek güce sahipken, bilerek olaylara göz
yuman bazı Avrupa liderlerinin de bir takım bildikleri gerçekler(!) sebebiyle suskun kaldıkları
doğru olabilir. Nasıl olsa ölenler Müslümandı,
zaten ölmeleri gerekiyordu.
İslamofobia olgusunun giderilmesi, daha ziyade,
Avrupa’nın İslam’a bakış açısında yapacağı değişimlerle sağlanacağını söylemek, çok da gerçek
dışı olmaz. Kendi tarihsel bakış açısını, gözden
geçirirse, sorunun burada neşvü-nema bulduğu
görülecektir. Burada yapılması asıl zorunlu olan
şudur ki, problemin kaynağı bir takım olaylar
mı, yoksa kökeni tarihi derinliklere dayanan,
uzun bir sürecin sonucunda meydana gelmiş,
kolayca değiştirilemez, köklü tabular mı?
AB, Necaşi’nin Ülkesi Gibi sayılabilir mi?
“Teşbihte hata olmaz” kuralına sığınarak, böyle
bir soruyu uygun buldum. EUMC’nin araştırmasına bakarak, “Müslümanlar gördünüz mü, Avrupa hiç de sizin düşündüğünüz gibi değil” gibi
bir tespitte de bulunmak istemem.Zira böyle
bir uyarı, peşin hükümlülüğün sonucu söylenebilecek bir sözdür. Avrupa insanının İslama ve
Müslümanlara bakışındaki hoş olmayan durum,
AB’de halli gereken bir sorun olarak görülüyorsa, bizim söyleyeceklerimiz, bu sorunun çözü-
Allah’ın insana kazandırmayı amaç edindiği bir
takım üstün değerleri yaşatan kim olursa olsun,
onu taltif etmekten kaçınmak, bencil bir yaklaşım olurdu.Bugün İslam ülkelerindeki bir çok
aydının benimseyip ideal dünya görüşü olarak
savunduğu temel fikirler Avrupa’dan doğmuştur. Bu gerçeği ifade edişim, İslam dünyasının,
zengin fikir ve düşünce potansiyelinden mahrum olduğu anlamına gelmesin. Sadece te’lif sahibinin hakkını vermeye çalışıyorum. Şimdi, bir
kısım arkadaşlarımızın, Avrupa’ya İslam kültürünün etkisinden bahsederek esas Te’lif sahibi
biziz diye itiraz edebilirler.Benim söylemek istediğim, hak ve özgürlükler konusunda vicdanları
harekete geçirmektir. Nitekim, AB’nin 50. yılı
kutlamalarında bazı Avrupalı aydınların, Angela
Merkel’e gönderdikleri tenkit mektubu da aynı
kaygıyı dile getirmiştir. Avrupa Birliğindeki sorun da budur. Evrensel değerleri ayakta tutmak
yerine, ekonomik rantı artıracak ne kadar ayak
oyunları varsa, hepsini sergileyerek arka planda, değişik niyetler var kuşkusunu doğrulayan
siyasi liderlerin manevralarını görüyoruz. Karikatür krizinde, Avrupalı siyasilerin olayı basit
bir özgürlük anlayışına bağlamaları, ya basiretsiz olduklarından, ya da üstü örtülü kinlerinin
bir tezahürü oluşundandır.
Görünen o ki Avrupa Birliği, inançlara saygı ve
hoşgörü konusunda, önyargılarından tamamen
kurtulmuş değildir. Avrupa Irkçılık ve Yabancı
Düşmanlığı ile Mücadele Merkezi (EUMC) nin
araştırma sonucunda üye ülkelere yaptığı çağrı
ise, gelecek açısından ümit vaat etmektedir. Bakalım gelecek günler, ne gösterecek bunu ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
27
dosya-deneme
Metafizik Gerek
İsmail NARİN
[email protected]
Düşünce sistemleri, temel bir “değer” üzerine yükselir. Bu değer, sistemin meşruiyet kaynağı ve aynı zamanda var oluş sebebidir.
Tanrıyı, âlemi, hayatı ve insanı yorumlarken
kendi meşruiyetinin temelinde yer alan değerler
silsilesine dayandığı oranda sistemler var oluşunu izah edebilir.
Düşünce sistemlerinin seçecekleri temel değer,
dine dayanabileceği gibi din dışı, seküler de
olabilir. Ancak, her hâlükârda bir düşünce sisteminin bazı değerler etrafında şekillenmesi o
yapının tutarlılığını beraberinde getireceği gibi,
reddettiği düşünce sistemlerinden de farklılığını ortaya koyacaktır.
Bireyin ve toplumun ait olduğu kimlik, değerlerin yoğurduğu ve şekillendirdiği yapıdır. Değerler, kimliği inşa eder. Kimlik ise, duyuş ve
düşünüşte farklılıktır. Buradaki farklılık, menfi
çağrışımlara sebebiyet veren ötekiyi vurgulamaktan ziyade müstakil bir yapının yani Biz’in
ifadesidir. Kimliğin oluşumunda farklılığın
28
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
önemsenmemesi ve bu meyanda farklılığı gideren her çaba, ithal değerlerin bireye dayatılmasıdır. Bir toplum ötekinin kimliğiyle yaşayan
bireylerle kendisi kalamaz ve neticede toplum
da ötekileşir.
Eğitime bir kimliği inşa süreci olarak bakıldığında batılı eğitimin yeni bir insan figürü ihdas
etme çabası noktasında tarihimizde bazı kırılma
noktalarını gözden ırak tutmamamız gerekir.
Düşünce tarihimizde yeniden bir oluşum hareketi olarak Tanzimat’ın yeri inkar edilemez.
Yeni bir tanzim hareketi olarak, medeniyet yönümüzün de değiştiği bir dönüm noktasıdır.
Bu değişimi önemli kılan nokta, özenilen yeni
bir değerler manzumesinin teşekkül etmesidir.
Aydınımızın düşünce dünyasının temel değerlerine memba olacak kaynağın başka vadilerden
alınmış olması, günümüzü yorumlamada da
Tanzimat’ı bir kırılma noktası olarak önümüze
getirmektedir. Düşünce dünyamızın temellerine
eklemlenen farklı bir medeniyete ait bu yeni de-
dosya-deneme
Düşünce
ğerler ve bu değerlerin doğal olarak öncekinden
farklı ilkeler edinmeye zorlaması, kimliğimizin
aşınması neticesini doğuracaktı.
Tanzimat mevta olacak köhne bir yapının tekrar hayata kazandırılmasının adı değil; bilakis
ilerde doğacak bir sistemin göbek adıdır. Türkçe konuşan batılı bir insan figürünün piyasada
revaç bulduğu ve her yeninin “mukaddes” ilan
edildiği bir süreç yaşanacaktır. Tanzimat sonrası kültürümüzde her yeni batılı olana tekabül
eder. Cumhuriyet sonrasında da öyle olmuştur;
yeniyse makbulümüzdür, çünkü Avrupalı…
Düşünce ve eğitim hayatımızda Tanzimat bir kırılmanın adı olmasına karşın Cumhuriyet kapanan bir devrin ve açılan yeni bir sahnenin adıdır.
Bu, Tanzimat’la devam eden batılılaşma hareketinin tufulet döneminin bitişi ve Cumhuriyet’le
birlikte bu hareketin âkil ve baliğ oluşudur. İnkılâplarla devam eden bu süreç, aklîleşme hareketinde batılı aklı tek meşru memba kabul eder.
Cumhuriyete kadar düşünce hayatımızda akletme faaliyetimizin merkezinde hala yerini koruyan “akl-ı kadîm”, bu süreçte mabedin efendileri
tarafından bilim yuvalarından kovulur. Geri kalmışlığımızın tüm günahlarının kendisine yüklendiği bu günahkar, bir bayram coşkusu içinde
batılılaşma mitine kurban edilir.
Tüm yenileşme hareketleri, ülkemizde bir zihniyet değişimi olarak uygulanmıştır. Batılılaşma
hareketinin eğitim boyutunda yapılan yenileşmelerde ilmin nasıl kök salacağı sorusu etrafında çalışmalar yoğunlaşmamıştır. Yapılan çalışmalar, insanımızı daha fazla nasıl batılılaştırabiliriz, batının zihniyetine nasıl sahip kılabiliriz
çabasıdır.
Eğitim sistemimizin en büyük açmazı herhangi
bir metafiziğe sahip olmayışıdır. Çocuklarımızın
boş kalan ruhlarını dolduracak maneviyata izin
vermeyişidir. Eğitimimiz, çocuklarımızın hiçbir
değerin insanı olmayışının müsebbibidir. Metafizikten yoksun bir eğitimin sunacağı insan tipolojisinde sorumluluk ve fazilet ahlakı, ancak
eskilerin kalıntısı olarak kabul edilir.
Eğitim sistemimize palazlanan ve insanımı-
ve eğitim hayatımızda Tanzimat bir kırılmanın adı olmasına
karşın Cumhuriyet kapanan bir devrin
ve açılan yeni bir sahnenin adıdır. Bu,
Tanzimat’la devam eden batılılaşma hareketinin tufulet döneminin bitişi ve
Cumhuriyet’le birlikte bu hareketin âkil
ve baliğ oluşudur. İnkılâplarla devam eden
bu süreç, aklîleşme hareketinde batılı aklı
tek meşru memba kabul eder. Cumhuriyete kadar düşünce hayatımızda akletme
faaliyetimizin merkezinde hala yerini koruyan “akl-ı kadîm”, bu süreçte mabedin
efendileri tarafından bilim yuvalarından
kovulur. Geri kalmışlığımızın tüm günahlarının kendisine yüklendiği bu günahkar,
bir bayram coşkusu içinde batılılaşma mitine kurban edilir.
zı namaz ile bale arasında bir seçeneği tercihe
zorlayan virüsleri ayıklamamız gerek. Bu virüsler hem insanımızın batıyı tanımasına engel olmakta hem de batılı insanın bizi ve değerlerimizi tanıması önünde sed olmaktadırlar.
Tefekkür etmekten ziyade öfke duyan bir gençlik büyüyen bir sorundur. Resmi tarihin gölgesinde ezberledikleriyle geçmişini hakir gören,
ama resmi ideolojinin kemendinden kurtulunca
hakikatin soğuk çehresiyle karşılaşıp bu defa
batıya garez besleyen bir gençlik olsun istemiyoruz.
Allah’ın insan şuurundan kaldırılması insan
hayatındaki anlam ve gayenin yok edilmesi demektir. Bu durum ferdi ölçekte olduğu kadar
toplumsal ölçekte de öyledir. Aynı şekilde eğitim sistemi de Allah şuurunu verme hedefinden
uzaksa o eğitim sisteminin anlam ve gayesinin
parçalanmışlığını ve derinlikten yoksunluğunu
gösterir.
Eğitim sistemlerinin merkezinde Allah bilinci
güçlü bir şekilde yer edinmiş olmalıdır. Çünkü
bu bilinç insanda vicdanı uyandırır. Vicdanın
teşekkülü, insanda tanrı fikrinin her eylemine sirayet edişine bağlıdır. Manevi dünyanın
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
29
dosya-deneme
Eğitim
sistemimizin en büyük açmazı
herhangi bir metafiziğe sahip olmayışıdır.
Çocuklarımızın boş kalan ruhlarını dolduracak maneviyata izin vermeyişidir. Eğitimimiz, çocuklarımızın hiçbir değerin insanı olmayışının müsebbibidir. Metafizikten
yoksun bir eğitimin sunacağı insan tipolojisinde sorumluluk ve fazilet ahlakı, ancak
eskilerin kalıntısı olarak kabul edilir.
gençlerimizin Batı’yı okuma çabalarının hüsranla neticelenişi; Batı’yı anlamaktan ziyade
Batılılaşmaktır. Eflatun’u Aristo’yu ve bilumum Yunan düşünürlerini okuyan, Müslüman
Mütefekkirler Helenleşmedi. Aynı şekilde İslam düşüncesini tahsil eden batılılar da İslamlaşmadı. Çünkü her iki taraf da Helenleşmek
veya İslamlaşmak için ilim tahsil etmiyordu.
Yapılan sadece hakikati arama çabasıydı. Ancak
bizim çabamız bir hedefe kilitlenmiştir. Anlamak değil, Batılılaşmak ve çağdaş batılı değerlerle donanmak.
Cumhuriyet okulları bir İnkılap heyecanı üzerine kurulan Cumhuriyetin temel niteliklerini
yerleştirme telaşının mektepleridir. Okullarımızda tefekkürden ziyade sadakat ön plandadır.
Önemli olan öğrencinin cumhuriyet değerlerinin sadık bir bekçisi olmasıdır. Sualin karşısında
direnemeyen her efsane, niçinlere ve acabalara
karşı asabileşecektir.
çöküşü, insanda ilk evvel vicdanı yıkar. Vicdan
yıkılınca insanın ihtirasları ve gem vurulamaz
arzuları hortlar. Vicdansızlığın dayanacağı son
nokta, alemin yıkımıdır. Ahlak kuralları, kökleri manevi değerlere dayanır. Dini, eğitim sisteminden kovan bir yapı hangi ahlak ilkelerine
dayanarak çocuklardan sağlıklı kararlar vermelerini isteyecek?
İslam evrensel bir din ve buna bağlı olarak
Müslümanların evrensel değerleri savunmalarına karşın eğitim sistemimiz bizi dini değerlerden uzak bırakmanın çabası içine girmiştir.
Bu çabanın sonucunda çoğu insanımız evrensel
düşünceye kapılarını kapamıştır. Bunun neticesinde, metafizikten uzak eğitim, evrensellik
babında daha az evrensel kalmamıza sebebiyet
vermiştir.
Kaygımız, metafiziği olmayan bu eğitime sahip
30
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Eğitim sistemimiz “eski” diye kahredici şekilde
tahkir edilen dini ve ahlakî değerlerin tasviye aracıdır. Yeni diye baştacı edilen de yitik bir
hafızanın ezberlediği ithal üç-beş kelime. Tasfiyecilik, eğitim sistemimizin amaçları için de en
büyük handikabımızdır. Dini tedrisat görmüş
insanların dahi bu zihniyet mücadelesinde tasfiye edilen dilden payını aldıklarını görüyoruz.
Cumhuriyet sonrası yazılan dini eserleri sadeleştirme çabası, Osmanlı Türkçesinden sonra
Cumhuriyet Türkçesinin de yaşanılan süreçte
kendi içinde bir kırılma yaşadığını göstermektedir. Dar bir kalıba hapsedilmiş kelime hazinesiyle insan nasıl tefekkür edebilir? Tefekkür nihayetinde kelimelere ihtiyaç duyar. Avrupa Birliği
yolunda acaba güçlü bir Türkçe’ye ihtiyacımız
yok mu?
Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecinde halkımıza güveniyoruz. Güvenemediğimiz sınıf ise
aydınlarımızdır. Çünkü aydınlarımız, ithal kültürle beslenen bir sınıftır. Yerli değerleri anlama
çabası olmayan bir sınıftan söz ediyoruz. Söyleyecek yeni bir sözleri olmayan bu okumuşların,
batıyı anlamamızda önümüzdeki en büyük açmazlardandır.
dosya-anket
Eğitimci Gözüyle Avrupa Birliği
ve Eğitimimiz (Anket)
Gökhan ERENOĞLU -
Hakkı KARATEKELİ
[email protected]
[email protected]
2. Yaşınız?
3. Branşınız?
Sınıf Öğretmeni
117
33,2
Fen Bilimleri
Yabancı Dil
Matematik
Sosyal Bilimler
Türkçe-Edebiyat
DKAB - İHL Mslk
Mesleki-Teknik
Diğer
Öğretmen Okulu
Ön Lisans
Lisans
Lisans Üstü
Doktora
1-5
6-10
11-20
25
21
27
25
37
42
16
40
5
27
269
40
7
110
112
69
7,0
6,0
7,7
7,3
10,5
12,2
4,5
11,0
1,4
7,7
76,4
11,4
2,0
31,3
31,8
19,6
4. Öğrenim Durumunuz?
5. Meslekteki Kıdem
Yılınız?
51
14,5
21+
6. Ülkemiz İçin
Sizce Aşağıdaki
Sorunlardan Hangisi
Daha Önceliklidir?
7. Türkiye Avrupa
Birliği’ne Giremezse
Ne Gibi Kayıpları
Olur?
8. Avrupa Birliği
Denilince Aklınıza
Gelen İlk Şey Nedir?
9. Türkiye Avrupa
Birliği’ne Giremezse
Sizce Hangi Ülke/
Ülkelerle Birlikte
Olmalıdır?
10. AB İle İlgili Bilgi
Kaynaklarınız
Daha Çok Nereden
Gelmektedir?
Eğitim
Ekonomi
Demokrasi
İnsan Hakları
Çevre
Hepsi
Ekonomik Bakımdan Geri
Kalırız
Çağdaşlaşamayız
Eğitim Düzeyimiz Gelişmez
Herhangi Bir Zararı Olmaz
Zenginlik Ve Refah
İyi Eğitim
Demokrasi
Bilim
Medeniyet
Hiçbiri
Türk Dünyası
İslam Ülkeleri
Türk-İslam Ülkeleri
Rusya
ABD
Hiçbiri
İş Çevrem
Kitaplar
Arkadaş Çevrem
Medya
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Yüzde
59,1
40,3
39,8
36,1
15,1
6,5
Sayı
208
142
140
127
53
23
Cevap
Yüzde
1. Cinsiyetiniz?
Sürekli değişen ve gelişen ülkemizin belki de daimi ve en eski gündemi Avrupa Birliği olmuştur.
Özellikle son yıllarda müzakerelerin başlaması
ve çeşitli alanların AB müktesebatıyla uyumlulaştırılması çalışmaları eğitim ve öğretimimiz
hakkında bizi biraz daha düşünmeye zorlamıştır. Eğitim – Öğretim konusunda en isabetli görüşlerin meslektaşlarımız tarafından dile getirilebileceği inancındayız. Bu vesileyle eğitimcilerin AB ve Eğitim hakkındaki düşüncelerini bir
anketle tespit etmeye çalıştık. Umarız faydalı
sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Soru
Sayı
Cevap
Erkek
Bayan
20-30
31-40
41-50
51+
Soru
Tablo 1
DKAB Öğretmenleri Platformu tarafından
yayınlanan elinizdeki dergi için her sayıda
eğitim ve öğretimle alakalı bir anket çalışması
yapmayı planlamıştık. İkinci sayıyla beraber, bu
yazımızın konusu olan anketi yapmış bulunuyoruz. Aşağıda bir çok tablo, şema ve notlarla
değerlendirmesini okuyacağınız bu anket için
öncelikle katkıda bulunan bütün eğitimcilerimize teşekkür ediyoruz. Özellikle ‘DKAB BAKIŞ’
dergisinin yayın kurulundaki arkadaşlarımızın
anketin uygulanması konusundaki çabalarını
takdirle karşılıyoruz.
113
54
30
10
1
143
32,1
15,3
8,5
2,8
,3
40,6
66
18,8
34
22
217
83
27
79
28
26
99
57
31
153
9
7
86
6
48
5
285
9,7
6,3
61,6
23,6
7,7
22,4
8,0
7,4
28,1
16,2
8,8
43,5
2,6
2,0
24,4
1,7
13,6
1,4
81,0
DKAB BAKIŞ
31
dosya-anket
Ankete katılan öğretmen-
‘Eğitimcilerin AB’ye Bakışı’ adını taşıyan anketimiz 352 öğretmenimiz tarafından doldurul-
lerimizin yarısından biraz fazlası
erkektir. Büyük çoğunluğu 20–40
yaş arası öğretmenlerimizdir. Yine
büyük çoğunluğun meslek yaşı 1–
10 yıl arasıdır. Öğretmenlerimizin
üçte biri, ülkemizin en önemli sorununun eğitim olduğunu söylemektedir.
muştur. Katılımcıların üçte biri sınıf öğretmeni
olmakla beraber(Şekil: 13, Tablo:1) her branştan meslektaşımız ankete cevap vermiştir. Anketi dolduran öğretmenlerimizin hemen hemen
hepsi İstanbul’dandır. Öğretmenlerimizin boş
cevaplarının azlığı bize göre ankete değer verdiklerinin ifadesidir.
Ankete katılan öğretmenlerimizin yarısından biraz fazlası erkektir. Büyük çoğunluğu 20–40 yaş
arası öğretmenlerimizdir. Yine büyük çoğunluğun meslek yaşı 1–10 yıl arasıdır. Öğretmenlerimizin üçte biri, ülkemizin en önemli sorununun
eğitim olduğunu söylemektedir. Yüzde altmış-
Meslektaşlarımız çoğunlukla, Türkiye’nin Av-
lık bir kesim Türkiye’nin AB’ye girememesi du-
rupa Birliği’ne girmesini savunurken (Şekil 14,
rumunda herhangi bir kaybının olmayacağını
Tablo 3), bu birliğe girmenin neredeyse hiçbir
ifade etmektedir. Bu durum, eğitimcilerimizin
alanda ülkemizin gelişmesine katkı sağlamaya-
ülkemizin geleceğine güvendiğine işaret etmek-
cağını ifade etmişlerdir. Bu çelişkinin sebebinin
tedir. Öğretmenlerimizin neredeyse yarısı AB’ye
ne olduğu konusunda yeterli fikre sahip değiliz.
giremememiz durumunda ülkemizin Türk – İs-
Acaba güncel politikalar mı, yoksa AB’nin ülke-
lam ülkeleriyle birlik oluşturmasını savunmaktadır.
mize bakışı mı bu neticeyi getirmiştir bilemiyoruz.
Evet
Hayır
Kararsızım
32
Sayı
141
134
73
Yüzde
40,1
38,1
20,7
Sayı
203
95
50
Yüzde
57,7
27,0
14,2
Sayı
167
99
83
Yüzde
47,4
28,1
23,6
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Yüzde
33,0
67,0
Sayı
112
240
Sayı
132
148
68
Yüzde
37,5
42,0
19,3
Çevre
Yüzde
31,8
68,2
Sayı
98
192
60
Yüzde
27,8
54,5
17,0
Sayı
86
266
Yüzde
24,4
75,6
17.Avrupa Birliği’ne Üye
Ülkelerinden Birinde
Eğitim Almak İster
miydiniz?
Sayı
116
236
Sağlık
Demokrasi
Yüzde
39,8
60,2
16.Avrupa Birliği’ne Üye
Ülkelerden Herhangi
Birinde Yaşamak İster
miydiniz?
Sayı
140
212
15.Okullarda Avrupa
Birliği İle İlgili Ders
Olmasını İster misiniz?
Yüzde
35,5
64,5
13.Avrupa Birliğinin
Hıristiyan Kulübü
Olduğunu Düşünüyor
musunuz?
Sayı
125
227
12.Avrupa Birliği
Konusunda Yeterli Ölçüde
Bilgi Sahibi misiniz?
Tablo 3
Evet
Hayır
14.Türkiye’nin Avrupa
Birliği Üyeliğini
Destekliyor musunuz?
Eğitim
Ekonomi
Tablo 2
11. AB’ye Katılmamız Aşağıdaki Alanlarda Ülkemizin Gelişmesine Katkı Sağlar?
Sayı
208
115
26
Yüzde
59,6
32,2
7,2
dosya-anket
büdür’ diye meydanlarda siyaset yapardı. Ancak
İngiltere’dedir. İngiltere, hangi dinden olursa
görülen o ki bu gün, öğretmenlerimizin birçoğu
aynı görüşü dile getirmekte ve Avrupa Birliği’nin
bir Hıristiyan kulübü olduğunu savunmaktadır
(Tablo 3).
olsun her çocuğun seçtiği dinden eğitim alma-
Öğretmenlerimiz, her ne kadar AB’nin Hıristiyan kulübü olduğunu söyleseler de ülkemizin
AB’ye üye olmasını istemekte ancak üye olacağına inanmamaktadır. AB üyesi olduğumuzda aile
hayatımızın çözüleceği veya Türk – İslam kimliğimizi kaybedeceğimiz düşüncelerine katılmıyor. İnsanımızın milli değerlerini yitirmeyeceklerine inanıyor. Meslektaşlarımız AB üyeliğinin,
bu gün bile ülkemizin her tarafına yayılan misyoner faaliyetleri daha da artıracağını düşünüyor (Tablo 4, Şekil 9, Şekil 10, Şekil 12).
kimlik kazandırma çabasına girmiştir. Öyle ki
Bilindiği gibi birkaç Avrupa ülkesi hariç he-
çocuklara kazandırmayı mı amaçladığı belirli
men hemen hepsinde okullarda Din eğitimi
değildir.
Katılıyorum
Kısmen Katılıyorum
Kararsızımım
Kısmen Katılmıyorum
Katılmıyorum
Sayı
78
122
45
64
24
Yüzde
22,2
34,7
12,8
18,2
6,8
Sayı
53
104
50
98
31
Yüzde
15,1
29,5
14,2
27,8
8,8
dığının farkına varmış ve yeni nesillere Dinî
birçok ülkede Din eğitimi artık ana sınıfından
başlamaktadır. Türkiye Din eğitimi konusunda
ayrı bir model oluşturmaktadır. Din eğitimini
zorunlu kılmasının yanı sıra dördüncü sınıftan
başlatmakta, Kültür ve Ahlâkı aynı ders içinde
vermekte, buna rağmen ders sayısını ilköğretim
okullarında iki, liselerde bir saat olarak uygulamaktadır. DKAB dersinin İslam Dini’ni öğret-
Sayı
37
78
63
124
36
Yüzde
10,5
22,2
17,9
35,2
10,2
Sayı
28
60
55
139
52
Yüzde
8,0
17,0
15,6
39,5
14,8
Sayı
69
139
43
63
18
Yüzde
19,6
39,5
12,2
17,9
5,1
Sayı
14
56
99
120
37
Yüzde
4,0
15,9
28,1
34,1
10,5
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
22.AB Ülkelerinin
Çoğunda Okullarda Devlet
Destekli Din Eğitimi
Veriliyor Olmasını Tasvip
Ediyorum.
21.AB Surecinde
Ülkemizde Misyonerlik
Faaliyetlerinin Artacağını
Düşünüyorum
20.AB Üyeliğinin Türk
- İslam Kimliğimizin
Kaybolmasına Yol
Açacağını Düşünüyorum.
meyi mi yoksa sadece dinî, kültürü ve ahlâkı
Sayı
71
133
49
59
26
Yüzde
20,2
37,8
13,9
16,8
7,4
27.AB’ye Giriş Sürecinde
Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi
Dersinin Birinci Sınıftan İtibaren
Başlatılabileceğine İnanıyorum.
Yüzde
16,8
25,6
13,4
31,3
6,8
savaşından sonra ulusal kimliğin yeterli olma-
26.AB’ye Giriş Surecinde Din
Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi Dersinin
‘İslam Dini’ Dersi Ve ‘Din Kültürü’
Dersi Olarak İkiye Ayrılıp
Ders Saatlerinin Artacağını
Zannediyorum.
Sayı
59
90
47
110
24
24.Din Eğitimi Müfredatının
İçeriğinin Sadece Bu Derse
Mahsus Olmak Üzere Dersin
Öğretmeni Ve Veliler Tarafından
Belirlenmesi Fikrine Katılıyor
musunuz?
Yüzde
5,4
22,4
20,7
30,7
19,0
sını mecbur kılmaktadır. Avrupa, İkinci Dünya
25.AB’ye Giriş Surecinde
Okullarımızda Din Kültürü Ve
Ahlâk Bilgisi Dersinin Önemini
Yitireceğine İnanıyorum.
18.Ülkemizin AB’ye Üye
Olacağına İnanıyorum.
Sayı
19
79
73
108
67
23.Dinleri Ne Olursa Olsun,
Hatta Hiçbir Dine Mensup
Olmasalar Bile İngiltere
Örneğindeki Gibi Bütün
Öğrencilerin Din Eğitimi
Almalarının Zorunlu Olmasına
Katılıyor musunuz?
Tablo 5
Katılıyorum
Kısmen Katılıyorum
Kararsızımım
Kısmen Katılmıyorum
Katılmıyorum
19.AB’ye Girince Aile
Hayatımızda Çözülmeler
Olacaktır.
verilmektedir. En eski ve yoğun Din eğitimi
Tablo 4
Yıllar önce bir siyasi parti ‘AB Hıristiyan kulü-
Sayı
21
62
96
106
44
Yüzde
6,0
17,6
27,3
30,1
12,5
DKAB BAKIŞ
33
dosya-anket
lerimizin Din eğitimine bakışlarını ölçmeye ça-
ihtimal vermemektedir. Büyük bir çoğunluk bu
lıştık. Öğretmenlerimizin çoğunun AB’deki Din
süreçte DKAB dersinin önemini yitirmeyeceği-
dersi uygulamalarından habersiz olduğunu fark
ne inanmaktadır (Tablo 5. Ayrıca bu konudaki
ettik. Hâlbuki birçok ülkede Din dersi ayrı Ahlâk
karşılaştırmaları görmek için bakınız: Şekil 3,
– Kültür dersleri ayrı olarak verilmektedir. Arzu
Şekil 6, Şekil 7, Şekil 8, Şekil 9).
ederdik ki, örgün eğitimin üç yaşından başladığı
Öğretmenlerimiz özel ve resmi okullarımızdaki
bir çağda isteyen ana baba çocuğuna ana sınıfın-
eğitimin AB ülkelerinden daha gelişmiş olduğuna
dan itibaren din eğitimi verebilsin.
inanmamaktadır. Türk eğitim sisteminin ve üni-
Öğretmenlerimiz büyük çoğunlukla din eğitimi-
versitelerimizin de Avrupa Birliğine katılmaya
nin zorunlu olmasını istemektedir. Yarıya yakı-
henüz hazır olmadığı düşüncesindedir (Tablo 6).
nı AB sürecinde din eğitimine başlama yaşının
Türkiye’deki okulların, AB ülkelerindeki okul-
birinci sınıfa indirilmesine karşı çıkmaktadır.
larla ortak projeler hazırlamasının ve bakanlık
Din dersinin birinci sınıftan başlamasını des-
fonlarıyla AB ülkelerindeki eğitim ortamının
tekleyenlerin oranı ne yazık ki daha azdır.
gözlenmesinin faydalı olacağına inanan öğret-
Öğretmenlerimiz Din Dersi müfredatının öz-
menlerimiz, ülkemizin AB’ye girmekle eğitim
gürce belirlenebilmesini destekler görünmekte-
sorunlarından kurtulacağı fikrine ise sıcak bak-
dir. DKAB dersinin AB sürecinde ‘İslam Dini’ ve
mıyor (Tablo 7, Tablo 8).
Katılıyorum
Kısmen Katılıyorum
Kararsızımım
Kısmen Katılmıyorum
Katılmıyorum
34
Sayı
53
165
62
42
12
Yüzde
15,1
46,9
17,6
11,9
3,4
Sayı
66
186
39
30
11
Yüzde
18,8
52,8
11,1
8,5
3,1
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Yüzde
21,9
36,1
12,8
18,5
Sayı
14
44
53
140
Sayı
19
101
71
98
46
Yüzde
5,4
28,7
20,2
27,8
13,1
Yüzde
4,0
12,5
15,1
39,8
32.Özel Okullardaki EğitimÖğretimin Kalitesi de AB
Ülkelerinden Daha İleri
Düzeydedir.
Sayı
19
56
88
123
Sayı
30
134
81
65
30
Yüzde
8,5
38,1
23,0
18,5
8,5
Yüzde
5,4
15,9
25,0
34,9
37.Ülkemizin Birliğe Katılması
Durumunda AB Ülkelerine
Katkımız Olacaktır.
Sayı
77
127
45
65
36.Avrupa Birliği’ne Üye Olmak,
Ülkemizdeki Yasam Kalitesini
Artıracaktır.
Yüzde
4,5
12,8
11,4
48,3
35.AB’ye Üye Olmakla
Birleştirilmiş Sınıflarda Eğitim,
İkili Eğitim, Kalabalık Sınıflar
Gibi Problemlerin Çözüleceği
Düşüncesine Katılıyor Musunuz?
Sayı
16
45
40
170
34.AB Eğitim Ve Gençlik
Programlarının Öğretmenlere
Etkili Bir Şekilde Tanıtılmasının
Önemli Olacağına İnanıyorum.
Yüzde
14,2
40,1
15,3
18,5
31.Türkiye’deki Eğitim Sistemi,
Program Yönünden AB
Ülkelerinden İleri Düzeydedir.
29.Türk Eğitim Sistemi AB’ye
Girmeye Hazırdır.
28.AB Ülkelerinin Kendi
Aralarında Kültür Ve Kimlik
Sorunu Olduğuna Katılıyor
musunuz?
Sayı
50
141
54
65
33.İlk Ve Orta Öğrenime
Yönelik AB Eğitim Programı
‘Comenius’ Kapsamında,
Türkiye’deki Okulların, AB
Ülkelerindeki Okullarla Ortak
Projeler Hazırlamasının Faydalı
Olacağına inanıyorum.
Tablo 7
Katılıyorum
Kısmen Katılıyorum
Kararsızımım
Kısmen Katılmıyorum
30.Türkiye’deki Üniversiteler,
Ülkemizin AB’ye Tam Üye
Olmasına Henüz Hazır Değildir.
‘Din Kültürü’ dersi olarak ikiye ayrılabileceğine
Tablo 6
Tablo 5’teki sorularla, AB sürecinde öğretmen-
Sayı
74
161
50
42
17
Yüzde
21,0
45,7
14,2
11,9
4,8
Katılıyorum
Kısmen Katılıyorum
Kararsızımım
Kısmen Katılmıyorum
Katılmıyorum
Sayı
11
42
41
172
74
Yüzde
3,1
11,9
11,6
48,9
21,0
Sayı
28
88
95
94
35
Yüzde
8,0
25,0
27,0
26,7
9,9
Sayı
14
95
76
108
47
Yüzde
4,0
27,0
21,6
30,7
13,4
Sayı
82
183
36
19
12
Yüzde
23,3
52,0
10,2
5,4
3,4
42.AB Ülkelerinin Kendi
İçlerinde Eğitim Sorunlarını
Bitirdiğini Zannediyorum.
41.Bakanlık Fonları Ve AB
Eğitim Projeleri Çerçevesinde
Öğretmenlerin AB Üyesi
Ülkeleri Ziyaret Etmelerinin
Sağlanmasını Uygun
Buluyorum.
40.AB Ülkeleri Müslüman Ülke
Türkiye İle İlişkilerini Sorunsuz
Sürdürebilir.
39.AB Vatandaşlarının Dini
Duyguları Her Geçen Gün
Artmaktadır.
38.AB İle Müzakereler Ve AB
Üyeliği Konusunda Toplumumuz
Yeterince Bilgilendiriliyor.
Tablo 8
dosya-anket
Sayı
14
75
85
126
33
Yüzde
4,0
21,3
24,1
35,8
9,4
Öğretmenlerimiz AB ülkelerinin kendi aralarında kimlik ve kültür sorunu yaşadığını kabul etmekte, Müslüman ülke Türkiye ile de ilişkilerini
sorunsuz sürdüremeyeceklerini savunmaktadır
(Tablo 6, Tablo 8).
‘Eğitimcilerin AB’ye Bakışı’ adlı anketimizin
daha iyi anlaşılması için bazı karşılaştırmalar
verdik. Karşılaştırmalardan çıkan ilginç sonuçları şekillerde siz de göreceksiniz. Örneğin AB
üyeliğini bayanlara nazaran erkeklerin daha fazla desteklemesi dikkatimizi çekti (Şekil 1). Belki
de AB sürecine biraz duygusal baktığımızın bir
ifadesidir bu.
Yaş ve eğitim durumlarının bakış açılarında etkili olduğunu düşündük. 6. sıradaki ‘Ülkemiz
için sizce aşağıdaki sorunlardan hangisi daha
önceliklidir?’ “Çevre” cevabını veren sadece 20
– 30 yaş arası öğretmenlerimizdir (Şekil 2). 30
– 40 yaş arası öğretmenlerimizin diğerlerine nazaran Demokratik alandaki eksiklikleri öncelikli
sorun olarak görmeleri manidardır. Yine bu yaş
gurubundan arkadaşlarımız ülkemizin birliğe
katılım sürecine diğerlerine nazaran daha çok
destek vermektedir (Şekil 3).
Genelde öğretmenlerimizin çoğu AB ülkelerinin
devlet destekli din eğitimi verilmesini desteklerken 50 yaş üstü meslektaşlarımız ekseriyetle
buna karşı çıkmıştır (Şekil 4). Öğrenim durumlarına göre yaptığımız karşılaştırmada, bütün
öğretmenler genelde üyeliği desteklerken doktorasını yapmış olan meslektaşlarımız farklı bir
durum arz etmektedir (Şekil 5).
Şekil 1
Şekil 2
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
35
dosya-anket
36
Şekil 3
Şekil 7
Şekil 4
Şekil 8
Şekil 5
Şekil 9
Şekil 6
Şekil 10
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
dosya-anket
Şekil 11
Şekil 14
Şekil 12
Şekil 15
Şekil 13
Şekil 16
‘DKAB BAKIŞ’ sizin desteklerinizle ve yönlendir-
şekiller konusunda seçmeler yaptık. Umarız seçi-
melerinizle anketlerini sürdürmeye devam ede-
len şekiller ve çıkarılan tablolar sonuçlar hakkın-
cektir inşallah. Her şeyi yorumlamaktan kaçınır-
da yeterli kanaat edinmemizi sağlayacaktır. Son
ken bazı konulara değinmeden edemedik. Sorula-
olarak, mesai arkadaşlarıma ve ankete katılan öğ-
ra verilen bütün cevapları tablolarda gösterirken
retmenlerimize şükranlarımızı sunuyoruz.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
37
dosya-deneme
Bir Avrupa Masalı
(Bu yazının bir kısmı hayal ürünü bir kısmı gerçektir.)
Mustafa OKUMUŞ
[email protected]
Yıl 2007
2017 de Eğitim:
Muallimler odasında Mektep Müdürünün
huzurunda toplantı halindeyiz. Odamız
son derece konforlu. Duvarlarda celi sülüs hat
levhaları, köşede kayalar ve yosunlar arasında
dolanan, “veletlerin 40 dakikada geçirttiği travmalara bir nebze şifa olan” Japon balıkları, ve
monitörden yükselen sanat musıkisi.
Hatırlar mısınız bilmem. Özellikle Milli maçlarda hep bir ağızdan bağırırdık. “Avrupa Avrupa
duy sesimizi..… Bu gelen Türklerin Ayak Sesleri…” Sonunda sesimizi duydular, bizi de Birliğin
içine aldılar.
Diğer köşede bazen açılan renkli televizyon.
Umumiyetle Veliefendi Hipodromundan naklen
yarışlar, arada sırada haberler ve magazin dünyası.
Masamız; sayın- değerli- pek kıymetli ve baş
tacımız velilerimizin önceden hazırladığı ev yemekleriyle donatılmış durumda. Sırası mı toplantının şimdi. Elimizi bile süremiyoruz yemeklere.
Gündem; Öğrenci başarısı, yani başarısızlığını
yok etme yöntemlerinin belirlenmesi. Öncelikle
Mektep Müdürü konuşuyor, nokta virgül misali
de Öğretmenler konuşurmuş gibi yapıyor.
Meseleler ortaya konulup yorumlar ve çözümler karar defterine yazılırken; kendi toplantı da
olup kopanlar da yok değil. Yorgunluğun ve rahatlığın verdiği rehavete tek perdeden konuşma
ninni gibi geliyor.
Ben ise son zamanlarda soframızın ekmeği aşı
olan Avrupa Birliğine takılıyorum. (Editörümüz
böyle bir yazı yaz demeseydi hiç takılacağım
yoktu :) ) AB’ye girince ne değişecek? Mekan mı,
koltuk mu, sandalye mi? Yoksa öğrenci mi? Öğretmen mi ? Öğrenci nasıl değişecek?
Nasıl mı ? İşte ayrıntılar:
38
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Avrupa Birliğinden önce bizim atasözlerimiz
vardı. Atalarımız “çok çabalayan gider değirmene” derlermiş. Biz de çoook çabaladık AB
değirmenine varmak için. Bir de baktık ki vardığımızda önümüzde ne buğdayımız kalmış ne de
eşeğimiz. Sadece “Oh my God “diyebildik…
AB sınıfında öğrencileri tanımak için isimleri
okuyorum. Sınıf yoklaması yok artık, mazide
kaldı onlar.
İsimler; Tilbe, Tilda, Can, Con, Tuana, Yuhanna
vb. AB sosyal hayatımıza neler katmış neler! Ve
önümüzde bizi dört gözle bekleyen eğitim reformları.
Sadede gelelim:
4 TV ve radyolar AB marşı ile açılıp kapanıyor,
Radyolarda çalınan müziklerin %50 si yerli,
milli, %50 Yabancı. Fifti fifti bölüştük. İşin
başında iyi kurtardık.
4 Pazar akşamları İsa’nın hayatı ve mücadelesini anlatan belgeseller yayınlanıyor. Hz İsa
bizim de Peygamberimiz; tanımalıyız.
4 Yazılı ve görsel basın “Nostalji Turka” adlı
programla geleceğimizi aydınlatıyor, geçmişte yaptığımız hataları! kapatıyor. Barbarlıktan medeniyete geçişin öyküsü bu. Ne güzel.
4 Bu yıl Rio karnavalı Türkiye’de düzenleniyor.
Brezilyanın samba – simbasını ekrandan iz-
dosya-deneme
AB’ye
girince ne değişecek? Mekan
mı, koltuk mu, sandalye mi? Yoksa
öğrenci mi? Öğretmen mi ?
lemek hiç tat vermiyordu. Bila vasıta aynel
yakin izleyeceğiz. Ne mutlu bize.
4 Pazar, Kilise günü çamaşır yıkanmıyor, araba
temizlenmiyor, artık günah itirafı ile kalp temizleniyor. Haftalık manevi temizlik.
4 Artık Saatlerimiz bir geri bir ileri alınmayacak. Oh be. Kendimize geldik.
4 Toplu taşım araçlarında yüksek perdeden
Ferdiyi dinlemek, çikolata yemek ve bağırarak telefonla konuşmak serbest. Gürültüyü
çok seviyoruz ya.
4 OKS, ÖSS gibi öğrencilerin ruh sağlığını bozan sınavlar kaldırıldı. Öğrenciler yarış atı
olmaktan kurtuldu. İstediği internette okuyor. Araba yarıştırıyor.
4 İstiklal Marşını kaldırdık, insanlık marşı
söylüyoruz. Aktif öğrencilik interaktife döndü. Öğretmen öğrencinin evine (ayağına) gidiyor. Ödevlerini e-mail ile gönderiyor.
4 Kitap defter mazide kaldı. Flash bellek, DVD,
CD ve i-pod’larla interaktif ders işleniyor.
4 Serbest kıyafet uygulaması ile öğrenciler
okula şortla ve yarı açık gidebiliyor. Gömleğe kravata yer yok. Çok sıkıcı oluyor be. Onu
sıkıcı olanlar giysin.
4 Her sitede haftalık kadınlar günü kutlanıyor.
Onların da okuyup yazma, kumar oynama,
coşma hakkı var. Kontrolü yapılıyor. Programı aksatanlara pizza ve rozza yapma cezası
veriliyor.
4 Mahalli ilan ve önemli haberler duvarlara yazılıyor. Okuması kolay olsun diye.
4 Çocuğunu döven babaya çocukla beraber 6
ay boyunca çizgi film izleme cezası veriliyor.
4 Semte göre kıyafet yasası çıkarıldı. Tuhafiye
dükkanı açabilirsiniz. Vallahi iflas etmezsiniz.
4 Okul Müdürleri sabah iki saat Öğrencilerin,
akşam iki saat Öğretmenlerin sorunlarını
dinleyip kalıcı ve acil çözümler üretiyor. Yerel çözüm bulunması iyi oldu.
4 Taşıt trafik kanununun kapsamı genişletildi,
hayvan ve kuş trafik kuralları da belirlendi.
Sağdan gidecekler, lüzumsuz ötmeyecekler.
Çöpleri çöp kutusuna atacaklar.
4 Düğünlerde dansa değil halaya davet ücrete
bağlandı. Birlik için gerekli şart.
4 Piknik yerlerinde mangal yasaklandı, hazır
yiyeceklerle piknik yapılıyor, fast-food özendiriliyor.
4 Kırmızı ışıkta geçenlere doktor önerisiyle
gözlük veriliyor. Gözlerinde problem olmayanlar ise psikolog tarafından 6 ay boyunca
müşahede altında tutuluyor. Adamlık öğretiyoruz.
4 Masa başında yazılan haberler bundan böyle
Bilgisayar başında yazılıyor. Milenyumdayız
o bakımdan.
4 Kokoreç, çiğ köfte yerine Pizza, hamburger
teşvik ediliyor.
4 Mesai saatleri sabah 09.00- 14.00 arası uygulanıyor. Hafta sonu tatili 3 gün Cuma- Cumartesi-Pazar tatil.
4 Türkiye’ye girişler serbest fakat çıkışlar ücretli hale gerildi.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
39
dosya-deneme
Uyu(zu)m Yasaları:
4 Eline ehliyetini alan şoförlük yapamayacak.
4 Sadece Başkanlar, Bakanlar takım elbise gi-
Mesleği şoförlük olanlar mesleğe girmeden
önce 280 saat ders alacak ve her 5 yılda bir
de 35 saatlik hatırlatma dersine tabii tutulacak.
4 Odun fırınları kapatılacak, marketlerde ekmekler herkesin ellememesi için yüksek dolaplarda saklanacak. v.s v.s
yecekler. Memura ve halka demokrasi gereği
istediği kıyafetle çalışmasının önü açılacak.
Yolunu bilen memurun önünü tıkamayın.
4 Türk vatandaşları, Avrupa vatandaşları gibi
tam Avrupalı olamayacak. Türk vatandaşının Avrupalılığı kağıt üzerinde kalacak, serbest dolaşıma getirilen kısıtlama nedeniyle
Türkler ataları gibi viyana kapılarına dayanamayacak Meriç nehrinde yüzecek.
4 Çiftçi tarlasına tuvalet yaptıracak, çoban;
hayvanı AB standartlarına göre otlatacak.
4 Hayvan dövmek yasak olacak, hizaya gelmeyen hayvana iki saniyelik şok uygulanacak.
4 Dişi hayvanlar hamileliğinin son haftasında ve doğum sonrası ilk haftada yolculuğa
çıkartılmayacak. Yolculuk yapabilecek hayvanlar belirli bir süre yolculuktan sonra bir
saatlik molada dinlendirilecek.
4 Balıkçı tekneleri canlarının istediği yerde
balığı karaya çıkartamayacak.
4 Balıkçılar ava giderken yağmurluk giymek zorunda kalacak.
4 Selede zeytin, açıkta turşu satılmayacak.
4 Ev kadınlarının evde yapıp sokak
tezgahında sattığı tarhana,
erişte tarih olacak.
4 Tavuk eti ambalajsız satılamayacak, yumurtalar soğuk
ortamda depolanıp satışa sunulacak.
40
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Bütün bu kurallardan sonra AB treninin, kara
tren gibi gecikeceğini, belki de hiç gelmeyeceğini
düşünenler, ne kadar haklılarmış diye düşünesi
geliyor insanın.
Düşünün bir; apartmandan sepet sallayan teyzeye bakkalın gösterdiği iyi niyet ve dolmuşta şoföre imece usulü para gönderen yurdum insanının
genlerindeki bu insaniyetle AB’deki kokuşmuş
naylon hayatlar birbirini kabul
eder mi hiç?
Avrupa Birliğinin ülkemize
ekonomik ve sosyal standart
getirilerinden bihaber değiliz elbette;
ancak korkumuz daha
önceki batılılaşma deneyimimizdendir. Çağdaşlaşma düzeyinde ve
teknolojide batılılaşmaktan çok; şekilde batılılaşmanın bedelini ağır ödedik.
Avrupa Birliği projesinde de aynı hezimete
uğramak istemiyoruz.
Duamız her zamanki gibi Hak’tan hayır murad
etmektir. Vesselam…
dosya-paylaşım
Leonardo Da Vinci Mesleki Eğitim Programı Özelinde
AB Hayatboyu Eğitim Programları
Fatih ALP
[email protected]
Hayat boyu Öğrenme Programı
2007-2013
Hayat Boyu Öğrenme Programı: Avrupa Birliği Parlamentosu ve Konseyi tarafından uygulamaya konulmuş 2007-2013 yılları
arasını kapsayan eğitimle ilgili tüm alt program
ve faaliyetleri tek bir çatı altında toplayan bir
program…
Leonardo da Vinci Programı (LdV) ise, Hayatboyu
Öğrenme Programı kapsamında, Comenius(Okul
Eğitimi), Erasmus(Yüksek Öğretim &İleri
Eğitim) ve Grundtvig (Yetişkin Eğitimi) gibi
alt sektörlerden oluşan “İlk Ve Sürekli Mesleki
Eğitim Ve Öğretim” programıdır.
Bu program, Avrupa Komisyonu tarafından
AB’ne üye ve aday ülkelerin bütün mesleklerin
eğitimine yönelik politikalarını desteklemek ve
geliştirmek amacıyla uygulamaya konulmuştur.
Hayat Boyu Öğrenim
AB’nin bütün bu programlarının omurgasını
oluşturan Hayat Boyu Öğrenim programına
baktığımızda bazı amaçların göz önünde bulundurulduğu anlaşılmaktadır.
4 En rekabetçi,
4 Bilgiye dayalı ekonomi
Yaşamın her alanında insan, bilgi, tecrübe ve
becerilerinde (isteğe bağlı), güncellenen her tür
genel, mesleki, yaygın ve gayrı resmi, eğitim,
öğretim ve öğrenim faaliyetidir.
olması hedefine yönelik olarak eğitim ve öğretimin yaptığı katkının arttırılmasıdır.
Hayat Boyu Öğrenim Programının temel önceliği, Lizbon stratejisinde amaçlanan;
Kurumsal başvurunun zorunlu olduğu program,
her düzeydeki meslek eğitimi ve genel eğitim
veren kuruluşların projelerine açıktır.
4 Sürdürülebilir ekonomik kalkınma,
4 Daha çok ve iyi iş imkanları
4 Daha fazla toplumsal birliktelik ile AB’nin
Leonardo da Vinci Programı
Gerçi 2007 yılı için başvurular mart ayında sona
ermekle birlikte gelecek sene için başvurular
tekrar alınacaktır.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
41
dosya-paylaşım
Programın Temel Amaçları Nelerdir?
4 Mali, sosyal veya fiziksel nedenlerle eğitim-
Program, ülkelerarası işbirliği aracılığıyla meslek
eğitim sistemleri ve uygulamalarında kalitenin
geliştirilmesi, yeniliğin özendirilmesi ve Avrupa
boyutunun kazandırılması amacındadır.
den yararlanamamış kişiler için temel mesleki eğitimi veya ileri düzeydeki eğitimlere
erişimin kolaylaştırılması.
Projelerin kabul edilebilmesi için biri AB üyesi
olmak üzere en az 2 farklı Avrupa ülkesinden
proje ortağı bulunması istenmektedir. Azami
proje giderlerinin % 75’inin karşılandığı programın süresi 1-3 yıl arasında değişirken, proje başına AB tarafından yapılacak yıllık maddi katkı
150-250 Avro arasında değişiklik göstermektedir.
4 Mesleki eğitimde bayanların fırsat eşitliğinin teşvik edilmesinin sağlanması.
Bu programa katılan ve başarılı bulunan projelerin
sektörel dağılımında şu tablo ortaya çıkmaktadır:
2006 YILI BAŞARILI 14 PROJENİN SEKTÖREL DAĞILIMI
AB Mesleki Eğitim Programı olan Leonardo da
Vinci Programı, AB’ne üye ve aday ülkelerin
mesleki eğitime yönelik politikalarını desteklemek ve geliştirmek için yürütülen bir programdır.
Programa 2007 yılı bütçesi olarak AB’nin bütün
alt programlarla birlikte toplam tahmini olarak
15 Milyon euro bütçe ayırması beklenmektedir.
Programa katılan ülkeler ise:
AB Ülkeleri, Aday Ülkeler, EFTA Ülkeleri (Iz-
Leonardo Da Vinci Programı İle
Sağlanacak İmkânlar:
4 Programa katılan ülkelerde mesleki eğitim
sistemlerinin ve uygulamalarının kalitesinin artırılması, yeniliklerin geliştirilmesi ve
ulusal mesleki eğitim politikalarına katma
değer sağlanması.
4 Sürekli mesleki eğitim ve ömür boyu öğrenme isteğinin güçlendirilmesi, yarının mesleklerine hazırlanma ve teknolojik değişimlere uyumun teşvik edilmesi.
4 Modern teknolojiler alanında eğitim ve müteakip eğitimde; yüksek okullar, mesleki eğitim tesisleri ve işletmelerin daha fazla karşılıklı etkileşiminin sağlanması.
4 Mesleki eğitim alanında dil yeterliliklerinin
geliştirilmesi ve ortak terminolojinin oluşturulması.
4 Özellikle gençler için temel mesleki eğitimin
desteklenmesi ve teşvik edilmesi.
42
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
landa, Norveç, Lihtenştayn), Hırvatistan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Moldova,
Karadağ, Sırbistan, İsviçre’dir.
Türkiye de Aday ülke olarak programa dahil olmaktadır.
Türkiye genelinde LdV projesinden yararlanıcı
sayısına baktığımızda 2004 yılında 1808 kişi, 2006
yılında 4095 kişiye ulaşarak büyük oranda büyüme
kaydettiği görülmektedir.
YARARLANICI SAYISI
dosya-paylaşım
2006 yılına göre programdan faydalanan sayılarının illere göre dağılımına baktığımızda ilk üç ilin
İstanbul, Ankara ve İzmir olduğu görülmektedir.
İLLERE GÖRE DAĞILIM
Programdan Kimler Yararlanabilir?
Her düzeydeki meslek eğitimi gerçekleştiren
kuruluşlar (üniversite, meslek okulu, eğitim
merkezi v.b.), Eğitim ve Araştırma Merkezleri,
Enstitüler, İşletmeler ve KOBİ’ler, Yerel Yönetimler, Hükümet dışı kuruluşlar (STK), İş dünyası (Odalar, Borsalar vb. kuruluşlar)
Merkezi Ankara’da bulunan Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı
Leonardo da Vinci Koordinatörlüğü, başvuru
sahipleri için bir kılavuz hazırlamıştır. Merkez,
hazırladığı bu kılavuzda şu hususa dikkat çekmektedir: “AB Eğitim ve Gençlik projeleriyle
birlikte Leonardo da Vinci Programına (LdV)
tam katılım hakkını elden eden Türkiye’nin
önümüzdeki yıllarda bu programdan azami faydalanmaya devam etmesinin en önemli aracı,
kaliteli projelerin hazırlanmasıdır.”
Örneğin;
Milli Eğitim Bakanlığı Erkek Teknik Öğretim
Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Raylı Sistem ve Teknolojileri” adlı proje –ki bu
proje orta öğretim düzeyinde raylı sistem teknolojileri için bir müfredat geliştirmeyi amaçla-
yan bir projedir- Türkiye(2), İspanya, Slovakya,
Fransa’dan kuruluşların ortaklığıyla gerçekleştirilmiş ve AB’nin bu projeye hibesi 341.944 €
olmuştur.
www.leonardo.gov.tr
Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik
Programları Merkezi Başkanlığı
Adres
: Hüseyin Rahmi Sok. No: 2
06680 Çankaya-ANKARA
Tel
: 0 (312) 409 61 00
Faks
: 0 (312 409 60 09
İnternet : www.leonardo.gov.tr, www.ua.gov.tr
E-posta : [email protected]
[email protected]
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
43
dosya
Beyaz Karanlığı Aydınlatmak
(Malcolm X)
Mehmet ÜLGÜNAR
[email protected]
Amerika keşfedilir. İlk sahipleri doğup
büyüdükleri yerlerde yaşamasını beceremeyen, karınlarını doyuramayan kaçaklardır.
Gün gelir kaçakların işgal ettiği bu topraklara
“yaşamak için savaşmak ve öldürmek “ kuralı hâkim olur. Gemiler Kara Afrika’dan insan
taşır Amerika’ya.. Hıristiyanlık hoşgörüsü ile
yerlilere yaklaşan Beyaz Adam, İsa isimli gemi
ile Amerika’ya taşıdığı insanları sahiplenir. Taşınmaz mülkün yanında taşınan mülk (Kölelik)
devri başlar.
Bir Çocuk Yetiştir
Sekiz çocuklu bir ailenin oğlu olarak Malcolm
dünyaya gelir.
Anne temizlik işçiliği yaparken evlerde, Baba
Hıristiyan Baptist vaizidir. Zencilerin hiçbir
zaman Amerika’da özgürlüğe ve bağımsızlığa
kavuşamayacağına inanır. Bunun için Siyahlar
Amerika’yı bırakıp hemen kendi vatanları olan
Afrika’ya dönmelidirler.
Kendini siyahları aydınlatmaya adayan siyah
adam vaaz ve konuşmaları sebebiyle her yerde
tedirgin olur. Rahatsız edilir, evi barkı yakılır,
yıkılır, sürekli yer değiştirir.Ve baba suikaste
uğrar.
Hayat Uçurumda Başlar
Bazı insanlar için hayat uçurumda başlar, ancak
bu hayat Malcolm için daha engebeli ve daha
korkunç olacaktır.
Annesi Batı İndiana’da dünyaya geldiği için renk
olarak beyaz kadınlardan bir farkı yoktur. Artık
oturdukları yerin yakınındaki kasabaya gidiyor
ve orada ev temizliyordur. Bir gün çocuğu bir
şey söylemek için annesinin çalıştığı eve gelir
44
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
ve “Mami =Anne” diye seslenir. Bu siyah çocuğu gören işveren ev sahibi, kadının işine hemen
son verir.
Anne ve büyük çocuklar buldukları işte çalışıp
beş on kuruş kazanmaya bakarlar. Gün olur
beş kuruşları olmaz. Hayat şartları da hiç kolay
değildir. Böyle zamanlarda anneleri bir tencere
HİNDİBA ağacı yaprağı kaynatır. Onu yerler..
Bunu duyan arkadaşları okulda Malcolm’u “ Pişmiş ot yiyenler” diye kızdırırlardı. Bazen de çocuklar Lansing’e giderler, fırından beş sente bir
çuval kuru ekmek alırlar, anneleri kuru ekmeklerden öyle çeşit yemekler yapardı ki, kapışarak
yerlerdi.
”Annemiz, bayat ekmeklerle çok değişik yiyecekler yapabiliyordu. Domatesle ekmeği kaynatınca
bize yemek oluyordu. Yumurtamız varsa pide
balığı yapardı. Ekmek tatlısı yapardı. Bazen içine üzüm koyardı. Ekmeği etinden kat kat fazla
olsa da hamburger yediğimiz olurdu. Çoğu ekmekten yapılmış yemekleri bir solukta silip süpürürdük” diye anlatır.
Artık on yaşına gelmiş olan Malcolm kardeşleri ile babalarından kalma 22 kalibrelik tüfekle
tavşan avına giderler, vurdukları tavşanı yoldan
geçenlere satarlar. O günlerini şöyle anlatıyor:
“Hızla büyüyüp gelişiyordum. Bu gelişme kafaca
değil bedence daha çoktu. Ben böyle evden uzak
kala kala, konu komşunun eşiğini aşındıra aşındıra, dükkânlardan ufak tefek şeyler yürüte yürüte, büyüdükçe, isteklerimi elde etmede daha
saldırgan oluyordum, sabırsız oluyordum, hırsla
büyüyordum.”
Babanın öldürülmesinden sonra ailenin orta
direği olan anne de yıkılmak üzeredir. Madde-
portre
1948’de
Corcord hapishanesine nakledince ağabey
Philibert’ten bir mektup aldı. “ Siyah adam dinini keşfetti.”
diyordu. Abisi Reginatd ise mektubunda “ Malcolm, sakın
domuz eti yeme ve artık sigara içme. Hapisten nasıl kurtulacağını sonra sana anlatırım” diyordu.
ten ve ruhen hastadır. Ve anne akıl hastanesine
gönderilir. Annenin çocuklara bakamayacağına
karar veren Aile Refah Kurumu çocukları Çocuk
Esirgeme kurumuna ya da evlatlık olarak ailelere vermek üzere alıkoyar. Anne ise akıl hastanesine gönderilir.
Anlaşabildiği iyi bir ailenin himayesine verilen
Malcolm, okumaktan hoşlanmaya başlar. Sınıfının en çalışkan öğrencisi olur. İkinci dönemin
başında Malcolm’u çok seven İngilizce öğretmeni onu beyazların çoğunluğundaki sınıfa Başkan
seçer. Bir gün baş başa kaldıklarında Öğretmeni;
“ Artık büyüyorsun, ne olmak istiyorsun?” diye
sorunca Malcolm; “Avukat olmak istiyorum.”
der. Bu cevap karşısında şaşıran öğretmeni: “Biraz gerçekçi olmalısın. Sen bir zencisin. Bunun
için doğru düşünmelisin. Marangoz olmayı niçin düşünmüyorsun?” der. “Daha düne kadar
renginden dolayı siyahları otobüse almayanlar,
ya da arka kapıdan arkalara oturtturanlar; şimdi
kalkmışlar dünyaya insan haklarını öğretmeye
kalkışıyorlar. Çok yazık.”
Malcolm onbeş yaşında okuldan ayrılır. Kendini
tamamen işe verir. Ailesine yardım etme, geçindirme sorumluluğunu yaşarken Boston’da ayakkabı boyacısı Shorty ile tanışır. Ondan geçinmenin bütün sırlarını öğrenir çok para kazanmaya
başlar, Esrarla, eroinle, alkolle tanışır, kullanır.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
45
dosya
Bir ara Boston- Newyork arasında işleyen trende temizlik işi yapar. Malcolm’un gençliği bizim
hiç düşünemediğimiz bir gençliktir. Tren yollarında çalışırken adeta zencilerin mahallesi olan
Harlemi tanır. Orasını çok sever. 1942 yılında
17 yaşında işten atılınca bir barda işe başlar.
İşini çok sever. İşe hiç geç kalmaz. Bu bar onun
deyimiyle “bir mektep” olur. Burası; hırsızların,
esrar satıcılarının, kadın pazarlayıcılarının, kısaca her türlü dümencilerin uğrak yeridir.
Esrarlı sigara satmaya başlar. Stoklar yapar. Artık Harlem’de viski ve uyuşturucu kaçakçılığın
te büyük hizmetler yapacağını anlatır. Askerlik
pusulası gelince en acayip zoot elbisesini giyer,
saçlarını kımızıya boyatır, dikenli çalı gibi kıvırttıktan sonra askerlik şubesine gider sırada bekleyenlere aldırış etmeden bağırarak içeri dalar,
herkesin önüne geçer, görevli komutana” Hadi
koçum benim işimi hemen bitir. Ben asker olmak, general olmak istiyorum. Düşmanların kafasını yaracağım, ortasından ikiye ayıracağım.”
diye bağırır. Sıraya alırlar beklediği müddetçe
aynı şeyleri söylenir. Psikiyatri kliniğine gönderilir. Sonra kendisini muayene eden psikologun kulağına eğilerek; “Bak babalık! Ben güneye
gideceğim. Zencileri örgütleyeceğim, ne kadar
fellah varsa öldüreceğim.” der. Bunu duyan doktorun elinden kalem düşer. Böylece askerlikten
yırtar.
Bir Hayal Kur
O zamanlar Amerika’da zenciler Üniversiteyi de
bitirseler ayak işlerine veriliyordu. Hastanelerde
hizmetli, devlette temizlikçi olabiliyordu. Bunu
bilen zenciler dümen çevirme yollarını seçiyorlardı. Şimdiye kadar hayatı dümencilerin, esrarkeşlerin, kumarcıların, piyangocuların arasında
geçen Malcolm’un hayali, Amerika’daki zenciler
gibi en iyi hırsızlık çetesini kurmak ve böylece
geçinip gitmek.
içine düşmüştür.
Polis peşine düşer. Daha önce tanıştığı ve ayakkabılarını boyadığı Orkestra grubu ile dolaşarak
Trenlerde seyyar esrar satıcılığı yapar. O güne
kadar seyyar esrar satıcısına rastlanmamıştır.
Ani bir kararla eroin satıcılığını bırakır.
Amerikalı tüm zenciler gibi askere gitmek istemez. Irkçı beyazlara hizmet bütün zencilere züldür. Bazılarının yaptığının aksine bir yol
izler. Her gittiği yerde askere gitmek istediğini
haykırarak söyler. General olacağını, memleke46
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
Boston’a gider, iki beyaz kız ve üç erkekten oluşan hırsızlık çetesini kurar. Kızlar belirlenen
zenginlerin evlerine gidiyorlar, evlerin planını çıkarıyorlar, kıymetli eşyaları belirliyorlar,
geriye planı uygulamak kalıyordu. İşler çok iyi
gidiyordu. Malcolm, bir gün çaldıkları bir saati
beğendi. Alıkoydu. Fakat saatin bir taşı düşmüştü. Antika idi. Tamirciye götürdü. Saatçi iki gün
sonra gelmesini söyledi. Tamir parasını aldı.
Polisler bastırdı. Yakalandı. Yapılan aramada
bir çok kıymetli eşyalar; Kürkler, Mantolar, mücevherler ve bir silah ele geçti. 1946 da arkadaşı Shorty ile bileklerine kelepçe vuruldu eyalet
hapishanesine atıldı. Yirmi bir yaşını doldurmamıştı. İlk günler çok sıkıntılı geçiyordu. Alışkanlığı olan uyuşturucu bulamıyor. Ağzına gelen
küfürleri savuruyordu. Cezaevinin psikiyatrisi
ilgilenmeye başladı.. Papaz geldi, o da olmadık
ağır küfürleri duydu. Hücreye girdiğinde avazı
portre
çıktığı kadar bağırıyor, İncil’e ve Tanrı’ya küfürler yağdırıyordu. Onun için Cezaevindekiler ona
İblis adını taktılar.
okumaya başlar. Tüm kötü alışkanlıkları sigara
dâhil bırakmaya söz verir. Hücre hapsinde kaldığı
uzun süreleri okuma alışkanlığı ile geçirir.
Bir gün Bimbi diye biri yanına geldi. Çok kitap
okuyan ve çok güzel konuşan biriydi. Onunla
konuştu. Malcolm artık kitaba ve Tanrıya küfretmemeye başladı.
Malcolm, Norlfok hapishanesine gider. Herkesin kendine ait bir odası olan modern bir yerdir. Nefret kusan gardiyanların yerini eğitimci
gardiyanlar almıştır ve modern bir kütüphanesi
vardır. Buna çok sevinir. Mahkûmların istedikleri kitabı okuyabilmeleri ayrı bir sevinç kaynağı
olur. Burada beş saat uyur bunun dışında gece
gündüz kitap okur. Gece ışıklar kapansın sözü
ona kâbus gibi gelir, pencereden sızan ışıkla
okumaya devam eder. Bilmesi, öğrenmesi gereken çok şey vardı. Kendini bilmiyor, geçmişini,
atalarını bilmiyordu. Kardeşi Reginald geldiğinde ona “ kim olduğunu bilmiyorsun? Bitip tükenmez hazineleri olan, kralları, medeniyetleri
olan bir ırktan geldiğini ne yazık ki bilmiyorsun.
Şeytan olan beyazlar bunu senden gizledi. Asıl
soyadının ne olduğunu bile bilmiyorsun, ana dilini bilmiyorsun. Beyaz şeytan bütün bu gerçek
bilgileri senden aldılar Anayurdundan koparıp
getirdiler, köle yaptılar. Şeytanların kurbanı oldun.” demişti.
1948 de Corcord hapishanesine nakledince ağabey Philibert’ten bir mektup aldı. “ Siyah adam
dinini keşfetti.” diyordu.Abisi Reginatd ise mektubunda “ Malcolm, sakın domuz eti yeme ve
artık sigara içme. Hapisten nasıl kurtulacağını
sonra sana anlatırım” diyordu. Bunları hapisten
kurtulmanın bir yolu olarak düşündü ve abisinin yazdıklarına uymaya karar verdi ve onun
geleceği günü dört gözle beklemeye başladı.
“Malcolm, bil bakalım, akla hayale gelebilecek
her şeyi, bilinebilecek her şeyi bilen insan kim
olabilir?” “Her halde Tanrı gibi bir şey olabilir”
dedi Malcolm. Reginald anlatmaya devam etti;
”Her şeyi bilen bir insan var, Tanrı bir insandır,
adı da Allah’tır (Haşa)” dedi kardeşi.” Allah’ın
360 derece ilmi olduğunu, bu ilmin bütün ilimleri kuşattığını, şeytanın sadece 33 derece ilmi
olduğunu ve buna da Masonluk denildiğini”
söyledi. Ayrıca “Şeytanın da bir insan olduğunu
ve bütün beyazların şeytan olduğunu” anlattı.
Bunun üzerine Malcolm’un aklı karma karışık
olmuştu. Özellikle ailesine zulmeden beyazlar
bir şerit gibi gözlerinin önünden geçti, kardeşi
haklı idi. Newyorktaki polisler, beyazlar, özellikle Avukat olmak istediğinde neden marangoz olmayı düşünmüyorsun diyen en sevdiği İngilizce
öğretmeni.
Bir Sevda Ateşi Yak
Kendisini değiştirmesini bilenler, çevreleri ile
birlikte toplumları da değiştirirler….
İnsanlık tarihi çok isimlerden bahseder, lider
olarak, önder olarak kendi hayatına yön vererek, etrafı etkileyen..Tarihin akışını değiştiren
isimler yönünden ise kısırdır.
Abisinden aldığı bir mektupla düşünmeye, derken
Bu okumalar düşüncelerinin ve gelecekte yapacağı konuşmalarının alt yapısını oluşturmuştu.
Diğerlerinden farklı olarak bu cezaevinde mahkûmlar arasında münazaralar düzenleniyordu.
Bunlara katılmaktan zevk alıyordu.
“O sıralar insan için en zor olan, fakat en büyük
olan, etrafını çepeçevre kuşatmış olan gerçeği,
tek gerçeği kabul etmek üzereydim. İslamı kabul
etmeye hazırdım.” Diyordu.
Belki de bunu beyaz şeytana bir tepki olarak
kabulleniyordu. Zira Elijan Muhammed tam bir
ırkçı Müslüman idi. Irkçılık öne çıkınca Zenciler
Müslüman oluyordu.
Burada doğu ve batı felsefesini okudu. Çok şey öğrendi. Beyaz tüccarların koloniler kurarak Afrika
ülkelerine saldırışını, Haça İsa’nın ruhuna uygun
olarak inanmadıklarını, içten pazarlıklı yaklaştıklarını, azizce görünerek insanlara saldırdıklarını
öğrendi. Beyaz şeytan kendi menfaatleri için Hıristiyanlığı bunlara aşılamıştı. Bu Hıristiyanlık,
köleci efendisi gibi sarı saçlı, soluk benizli, mavi
gözlü tanrıya tapmalarını salık veriyordu.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
47
dosya
Ona devamlı mektup gönderen Elijan Muhammed siyahtı. Bir çiftlikte dünyaya gelmişti. İnsan
suretine girmiş tanrı ile tanışmış onun görevini
üslenmişti. Allahın mesajını kuzey Amerika’daki
zencilere iletmekle görevlendirilmişti.
Cezaevine gelen bir papaz ilahiyat dersi
vermiş, dersin sonunda soruları almıştı.
Malcolm ona “Pavlosun rengi ne idi? Siyahtı elbette. Çünkü o bir İbrani idi ve esas
İbraniler soyundan gelenler siyah idi değil mi?“ diye sorduğunda “Evet” cevabını
almış, “Ya İsa’nın rengi ne idi, O da İbrani, yani siyah değil mi?”deyince ilahiyatcı
“Evet İsa esmerdi.”
“Peki öyleyse kiliselerde ki bütün resimlerde İsa beyaz çizilmiş, bu resimler gerçeği
yansıtıyor mu sizce ?” deyince İlahiyatçı “Bu konuda
başka bir şey söyleyemem”
diyerek çıkıp gitmiş.
Malcolm X, “Üniversiteyi Harlem sokaklarında okuduğunu
ve doktora tezini de hapishanede tamamladığını” söyler.
Hissettiği okuma açlığını cezaevinde giderir. Doymak bilmeyen bir ihtirasla hapishane
kütüphanesinde ki kitapları
teker teker okur.
“Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa gideceği en iyi yer
üniversiteden sonra hapishanedir.” der. Öğrenme isteğinin çaresiz ve çözümsüz olmadığını anlatır.
Hidayete Adım Adım
1952 yılında 27 yaşında hapishaneden çıktı.
Arınmış bir Müslüman olma yoluna girdi. Kardeşinin evinde farklı bir yaşam buldu. Ayakkabılarını çıkararak girdiği kardeşinin evinde tövbe
etti ve kardeşinin rehberliğinde ilk gusül abdestini alarak yenidünyasına adım attı.
Dünyada Hak-Batıl mücadelesinin yanında,
beyaz-siyah savaşları da yaşanmış, yaşanmaktadır. Akıllı olduğunu hükümranlığı ile ispatlamaya çalışan beyaz adam; Amerikanın keşfi ile
48
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
yeni kıtaya ayak basarken, bütün hedefi yeraltı
ve yer üstü zenginliklerini doyumsuz ihtirasına
yem ederken, siyahların emeğinden menfaat
sağlamak için kurbanlar aramıştır.
Hızlı bir sokak serserisi olarak girdiği hapishaneden Amerika’da gelişmekte ve yayılmakta olan
İSLAM anlayışının etkili ve ateşli bir savunucusu olarak çıkar. Artık yeni kimliği Müslüman’dır.
Beyaz adamın verdiği Little soyadı ona, ırkçı
olan beyaz adama aidiyetini, sömürüldüğünü ve
köleliğini ifade ettiği için ondan bir elbise gibi
soyunmak ister. Hakir pis köle olarak çalıştırılan
atalarının gerçek kimliğini ve soyadını bilmediği için bilinmezliği ifade eden X’i seçer. Artık
The Black Müslim - Siyah Müslümanlar Örgütü- ikinci adamı ve önde gelen hatibi olmuştur.
Fakat o zamanları Siyahî
Müslüman Hareketinin
fikirlerini İslam inançlarıyla örtüştürmek mümkün değildir.
İslam’la bağdaşmayan bir
düşünceye sahiptirler. Öncelikle ırkçıdırlar. Tüm beyazları düşman kabul ederler.
İkinci olarak örgüte hakim
olan anlayış “Kur’an’da adı
geçen Peygamber Muhammed, örgüt Lideri Elijan
Muhammed’dir. Ve Allah
Onu insanlığa tekrar göndermiştir” diye inanırlar.
Hakikati Söyle Ve Bir İz Bırak
1964 yılında HACCA giden Malcolm X, gerçek
İslam la tanışır. Her meslekten, her sınıftan, her
renken, her cinsten, her sosyal sınıftan beyaz ve
siyah Müslümanların Allah huzurunda eşit olduklarını, aynı safta omuz omuza saf tuttuklarını görünce şaşırır, dehşete düşer. Sömürünün
yuvası olan ABD’de siyahların ve kızılderelilerin
gördüğü zulümleri, kendisinin ve ailesinin çektiği baskı ve zulümleri, insan yerine koyulmamayı yaşayan Malcolm X, Allah’ın evi Kabe’de
mavi gözlü, siyah saçlı, beyaz derili, siyah derili
portre
bir biriyle kol kola, omuz omuza ve yürek yüreğe
olduklarını görünce şaşırır. Düşünen adam sonunda “İslam’la emperyalizmin bir birine zıt olduğunu müşahede ederek öğrenir.” Öz İslam’la
tanışan Malcolm X, yeniden ve sahih bir tövbe
ile Allah’a yönelir, ismini de ikinci defa Malik ElŞahbaz olarak değiştirir.
yanlış davranışı görünce müdahale eder, kısa
zamanda arkasına topladığı kalabalıkla karakolu basar, tutuklu olan arkadaşlarının yerinin hapishane değil, yaralarının sarılması için hastane
olduğunu söyler. Arkasındaki kalabalığı gören
polis istediğini yapar. Fakat gelecek için tehlike
olduğunu da not eder.
Artık yeni bir kişilikle yepyeni bir dünyaya girer.
Komşu Müslüman devletleri ve atalarının yurdunu tanımak ister.Hac’tan yazdığı bir mektupta ”Burada bu kutsal topraklarda Hz.İbrahim’ in,
Hz. Muhammed’in Kutsal Kitap Kur’an’ın söz
ettiği diğer Peygamberlerin evindeyim. Daha
önce de bu kadar içten bir konukseverliği, bütün
insanları her renkten ve ırktan insanları kardeş
yapan bir ruhun varlığına şahit olmamıştım.
Geçen haftadan beri etrafımdaki her renkten,
Müslüman; insanların davranışları karşısında
nutkum tutuldu.” diye yazar.
21 Şubat 1965 de Newyork’ta bir toplantıda tebliğ konuşması yapmak için kürsüye gelir, ilk sözü
“Selamün aleyküm”dür. Dinleyenler hep birlikte
“Ve aleyküm selam”derken oluşan coşkunun
içinde FBI tarafından şehid edilir. İnsanlığın
akışını değiştirenler, toplumun kurtuluşu
için kendilerini feda edenlerdir.
Kahire’de yaptığı bir konuşma da “bir Müslüman
olarak yer yüzünde Allahın huzurunda secde etmeyen bir tek fert kalmayıncaya kadar İslam’ın
hakim kılınması yanında kendimi görevli hissetmekteyim.” der.
Nijerya’da OMAVAL (yuvaya dönen çocuk) adını
verirler. Gönülden sevgi gösterirler.
Mekke’den hanımına yazdığı mektupta “İnanmayacaksın ama tenleri beyazdan da beyaz
adamlarla aynı bardaktan su içtim, aynı tabaktan yemek yedim. HEPİMİZ BİR KARDEŞTİK.
Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim. Gerçek
Peygamberimiz olan Hz. Muhammed ırkçılığı
yasaklamıştır” diyordu. Amerika’ya dönünce İslami tevhidi açıklamaya, Elijan Muhammed’in
sahtekârlığını anlatmaya çalışır.
Elijan Muhammed’in oğlu Wallace D.
Muhammed’le birlikte Amerikan İslam Misyonu adlı örgütünü kurarlar. Kısa zamanda
Amerika’da İslam Cemaati haline gelir. Diplomaları devlet tarafından tanınan okullar açarlar, Kur’an ve Arapça eğitimi sağlarlar. Artık
Amerika’da Müslüman denilince özellikle siyahlar arasında Malik El-Şahbaz akla gelir. Amerikan polisinin bir zenci Müslümana yaptığı
Malcolm’un cenazesini evinde 22 bin Müslüman ziyaret etmiştir . İslami usullere göre toprağa verilmiştir.Birkaç ayda yüzyıllık mücadele
örneği verir. Taşta iz bırakır.
Amerika’da bugün 8 milyon civarında Müslüman nüfus vardır. 11 Eylül saldırısından sonra
Müslüman olanların sayısı daha çok artmıştır.
Yıllık Müslüman olanların sayısı iki katına çıkmış, geçen yıl 50 bin civarında kişi Müslüman
olmuştur.
Malcolm Little’den Malik el-Şahbaz’a giden hayat çizgisi, mücadelesi ve şahadetiyle, döneminde yaşanan birçok imansızlık hastalığının teşhisine örnek olmuş bir kişidir. Cahillikten kopuşu,
hakikati buluşu çok badireli olmuş. Serserilikten, hırsızlıktan ve uyuşturucu tutkusundan
ayrılarak Hac ibadeti ile İslam’ın evrenselliği
içinde şahadete hazırlanmış ibretli bir yaşamdır
O’nun hayatı. En güzel öğüt örnek olmaktır.
Asıl azmaz. Şahsiyetler değişmez. Değerler şaşmaz. Ama inançlar değişebilir. Küfürde önde
giden niceleri hidayete erdikten sonra da lider
şahsiyetler olmuşlardır. El Hac Malik El Şahbaz
da böyle bilinmesi, hayatından ibret alınması
gereken bir şehittir.
Vahşinin duasını hatırladım; “Benim vesilemle
Hz. Hamza’ya şahadet şerbetini içiren Allah’ım;
Onun kılıcı ile beni Kafir olarak Cehenneme göndermediğin için sana sonsuz şükürler olsun.”
Ruhu şad olsun. Makamı Cennet olsun.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
49
düşünce
Yaz Kur’an Kursları:
Yeniden Yapılanma İçin Bir Model
Gökhan ERENOĞLU
[email protected]
zırlanan müfredat ve kılavuz kitap, Kur’an kursu
öğreticilerine ek ders ücreti verilmesi çok önemli
gelişmeler sağlamış olsa da bunlar yeniden yapılanma için yeterli adımlar değildir.
Yaz Kur’an Kurslarının Amacı Ne
Olmalı?
4 Temel dini bilgileri kısa sürede kazandırmalıdır.
4 Kalıcı dini öğrenmeyi, yani dini bilgilerin yaşantıya dökülmesini sağlamalıdır.
4 Kursa gelen her talebenin bir daha devam et-
Yaz Kur’an Kursları toplumumuzun her kesimine din eğitim ve öğretimini götürebileceğimiz en yaygın yapılanmadır. Temel din eğitiminin verildiği ve verilebileceği, insanların Kur’an-ı
Kerim’i ellerine ilk aldıkları yerdir. Milyonlarca
öğrencinin sadece dini öğrenmek amacıyla aynı
anda bir araya geldiği bir eğitim kurumudur.
Din eğitimi ve öğretimi Yaz Kur’an Kurslarından
bağımsız düşünülemez. Ülkemizde 0–15 yaş arası çocuklarımıza din eğitimi veren bir örgün eğitim kurumu bulunmamaktadır. Sadece bu açıdan
baktığımızda bile Yaz Kur’an Kurslarına ne denli
ihtiyacımız olduğu ortadadır. O halde, zorunlu
eğitimin sekiz yıla çıkarılmasından itibaren Yaz
Kur’an Kursları yeniden ele alınmalı ve yeniden
yapılandırılmalıydı. 1998 öncesinde İmam Hatip
okullarının altıncı sınıftan başlıyor olması din
eğitimi ihtiyacını bir ölçüde karşılamaktaydı. Ancak şu anda 0-15 yaş çocuklarına Kur’an öğretimiyle beraber din eğitimi verecek başka bir müessesenin bulunmaması Yaz Kur’an Kurslarının
yeniden yapılandırılmasını ve ıslah edilmesini
gerektirmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı bazı
çalışmalarla örneğin Yaz Kur’an Kursları için ha50
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
meyebileceğini düşünerek en iyi ve kalıcı eğitimi uygulamalıdır.
4 Çocuklarımıza dinin ve caminin hayatımızdaki önemini kavratmalıdır.
4 Çocuklarımıza dinimizin sevgi ve kardeşliğe
verdiği önemi, sağladığı ortamla yaşayarak
görme imkanı sunmalıdır.
4 Kursa gelen bir çocuğun en az üç sene devamını temine çalışmalıdır.
4 Çocuklarımızın boş zamanlarını faydalı bir şekilde değerlendirmesi için kursa geldiklerini
düşünerek çeşitli sosyal etkinlikler planlamalıdır.
4 Kurs görmeye gelen bütün insanlara kapılarını
açarak caminin tüm toplumun ortak mekanı
olduğunu kavratmalıdır.
4 Seviyeli ve kaliteli bir eğitim vererek gelen bütün öğrencileri memnun etmelidir.
4 Öğrencilerin gönüllü olarak bu kurslara gelmiş olmasının farkında olarak din eğitimini
en modern yöntemleri kullanarak vermelidir.
Yaz Kur’an Kurslarının Önemi
4 Yaz Kur’an Kursları bir çok çocuğun ilk Kur’an-ı
Kerim eğitimini aldıkları yerdir.
4 Toplumumuzda Kur’an-ı Kerim okumayı bilenlerin çoğu Kur’an okumayı yaz kurslarında
öğrenmişlerdir.
düşünce
4 Yaz Kur’an Kursları daha sonraki yaşantılarında yeterli düzeyde din eğitimi alma imkânı olmayan kimselerin asgari düzeyde dini bilgileri
öğrendikleri yerlerdir.
4 Çocuklarımızın dine, din görevlilerine, camilere ve Kur’an-ı Kerim’e bakışlarını etkileyen ilk
mekânlar yaz kurslarıdır.
4 Yaz Kur’an Kursları çocuklarımızın ilk dini deneyimlerini yaşadıkları kurumlardır.
4 İlköğretim okullarında iki senede, liselerde üç
senede verilebilecek eğitim bu kurslarda bir
yazda verilebilmektedir.
4 Bir çok insanımız çocukluklarında yaz kurslarında edindikleri bilgilerle dini yaşantılarını
sürdürmektedir.
4 Çocuklarımız yaz tatilini bu kurslar sayesinde
boş geçirmemekte, başıboşluktan kurtulmakta ve çeşitli etkinlikler sayesinde toplumsallaşmaktadır.
4 Yaz Kur’an Kurslarının cami merkezli yapılması, edinilen bilgilerin uygulamalı olması din
eğitiminin kalıcılığını pekiştirmektedir.
4 Kurslara gelen çocuklarımızın gönüllü olduklarını düşündüğümüz zaman halkımızın Yaz
Kur’an Kurslarına ne kadar önem verdikleri
daha iyi anlaşılacaktır.
4 Bütün bunların yanında yaz kurslarının ne kadar önemli olduğu yazın camilerimizde oluşan
öğrenci yoğunluğundan da anlaşılabilmektedir.
Yaz Kur’an Kurslarının Hedef Kitlesi
4 Kursların kapısı herkese açık olmakla beraber
hedef kitlesi ilköğretimde okuyan çocuklar olmalıdır.
4 Din eğitiminin batıda bile artık anasınıfından
başladığı bir zamanda yaz Kur’an Kurslarına
başlama yaşı da 6’ya indirilmelidir.
Yeniden Yaz Kur’an Kursları
Yaz Kur’an Kurslarının önemle üzerinde durulması gereken bir kurum olduğu artık hepimizin malumudur. Yaz gelince camilerde biriken öğrenciler
herkesin dikkatini çekmektedir. Özellikle büyük
şehirlerde camiler ve cami görevlileri karşılaştıkları yoğun ilgiye cevap verememekte, kursa gelen
talebelerin yarısı ilk hafta sonunda kursu bırakmaktadır. Çok sayıda öğrencinin başvuru yapması
Yaz Kur’an Kurslarını bir
müessese olarak görmek ve sorumluluğu, başka
kimseye atmadan üstlenmek durumundayız.
Yazdıklarımız sadece diyanet teşkilatına veya
sivil toplum kuruluşlarına yönelik değildir.
Din eğitimiyle içiçe olan tüm insanlarımızın
ve hayırseverlerimizin de sorumluluğu vardır.
ve bir öğreticinin başında 80-100 talebenin toplanması hocayı olumsuz davranışlara itmektedir.
Cami cemaati kurs vesilesiyle oluşan kargaşadan
rahatsız olmakta ve çocuklara karşı olumsuz tutum sergilemektedir. Halbuki gönüllü olarak
Kur’an ve dini öğrenmeye gelmiş olan, en azından
camiye ve dine sevgisini gösteren çocuklarımızın
kursu bırakmaları biz din eğitimcileri için çok acı
bir durumdur. Geleceğimizi inşa edecek olan camilerimizin çocuklar üzerinde böyle olumsuz izlenimler bırakmasının hesabını kim verecektir?
Diyanet İşleri Başkanlığı ve sivil toplum kuruluşları kurs mekanlarının düzenlenmesi ve öğretici
ihtiyacının karşılanması için acil eylem planları
hazırlamalıdır. Bir çok ülkede öğrenci bulmak
için çeşitli vesileler aranarak hizmetler yapılırken,
ülkemizde varolan öğrencilerimize din hizmetini götürememek, onların cami kapılarından geri
dönmelerine sebep olmak bizim vicdan azabı duymamıza sebep olmayacak mıdır?
Yaz Kur’an Kurslarını bir müessese olarak görmek
ve sorumluluğu, başka kimseye atmadan üstlenmek durumundayız. Yazdıklarımız sadece diyanet
teşkilatına veya sivil toplum kuruluşlarına yönelik
değildir. Din eğitimiyle içiçe olan tüm insanlarımızın ve hayırseverlerimizin de sorumluluğu vardır.
Bizce, Kur’an Kurslarındaki öğretici ihtiyacı İHL
meslek dersleri ve Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi
öğretmenleri tarafından giderilmelidir. Diyanet
teşkilatı ve vakıflar hazır yetişmiş ve pedogojik formasyon sahibi bu kitleyi yaz kurslarında istihdam
etmelidir. Öğretmenlerin yaz aylarında bu iş için
kullanılmaları kurslar için büyük bir imkândır.
Yaz Kur’an Kurslarını yeniden düşünürken üç
önemli unsur karşımıza çıkmaktadır: Müfredat,
Öğretici ve Mekân. Kurslarımızı bu üç unsurdaki
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
51
düşünce
aksaklıkları ele alarak gözden geçirecek ve her bir
alanın ıslahı için önerilerde bulunacağız.
Yaz Kur’an Kurslarında Müfredat
Meselesi
Yaz Kur’an kursları için iki sene öncesine kadar
DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) tarafından önerilen ve geliştirilen ortak bir müfredat söz konusu
değildi. İki yıl önce bu ihtiyaç geliştirilen bir müfredatla giderilmiştir. Ancak yapılan uygulamalar
müfredatın birçok yönüyle aksadığını göstermektedir. DİB tarafından geliştirilmiş olan müfredat
sanki örgün eğitim kurumları için hazırlanmış
ideal bir çalışmadır. Adı üzerinde yaz kuran kursları örgün eğitim kurumu değil, kısıtlı süreli mevsimlik bir faaliyettir. YKK müfredatının akademisyenler tarafından yazılmış olması, kurs mekan ve
öğreticilerinin durumlarının dikkate alınmaması
uygulamada bir çok sıkıntıya yol açmıştır.
YKK (Yaz Kur’an Kursları) müfredatı öğrencilerin
zeka gelişimine göre seviye grupları ayrımını değil
bilgi düzeyine göre seviye ayrımını ön görmektedir. Halbuki Kur’an eğitimi ile dini bilgiler eğitimi
farklıdır. Bilgiye göre ayrım Kur’an dersi için geçerli olabilir fakat dini bilgiler dersleri için geçerli
olamaz. Çünkü dini bilgiler öğretimi on yaşındaki
çocukla on beş yaşındaki çocuğa farklı uygulanmalıdır. Burada kastedilen değişik bilgilerin öğretilmesi değildir. Aynı bilgileri farklı anlayış seviyelerine, farklı ağırlık ve metotlarla öğretmeliyiz.
On yaşındaki çocuğa da İslamın şartlarını öğreteceğiz onbeş yaşındaki çocuğa da, fakat ikisine de
aynı metni öğretemeyiz.
Öğrencilerin kaç sene art arda yaz kurslarına geleceği belli değildir. Onların, dini bilgilerin bir
kısmını öğrendikten sonra diğer kısmını öğrenmeleri için bir üst seviyeye geçmelerini beklemek
yanlıştır. Halbuki her öğrenciye temel dini bilgilerin hepsi, ana hatlarıyla, yaş seviyelerine uygun
olarak öğretilmelidir. Yaşı ilerledikçe aynı konulu
bilgiler daha geliştirilmiş olarak öğretilecektir.
Böylece öğrenci yaşıtlarıyla beraber okuyacak ve
anlayabilecekleri dersleri görecektir.
Kur’an-ı Kerim’in kıraati ve ezber öğretimine gelince; bu alandaki gruplandırmalar öğrencilerin
bilgilerine göre yapılabilir. Çünkü burada somut
52
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
öğrenme söz konusudur. Daha önce öğrenmiş
olanlar veya daha çok çalışanlar, aynı yaşta bile
olsalar ilerleyecektir. Kıraat ve ezberde ilerleyen
öğrencileri yaşları küçük diye bekletmenin de anlamı yoktur.
DİB tarafından hazırlanan bu müfredata eleştirilerimizin temelinde, dikkat edilirse hep işlevsellik
öncelenmiştir. Anlattıklarımız kurslarda uygulanabilen işlerdir. Henüz öğrenci istikrarı bile sağlanamayan kurslarda örgün eğitimde kullanılabilecek bir programı uygulamaya kalkmak verimi
artırmak yerine düşürecektir.
Bu müfredat Yaz Kuran Kursları tarihinde bir dönüm noktasıdır. Artık kurs mekânlarının düzenlenmesi, öğreticilerin yetiştirilmesi ve ders kitaplarının hazırlanması gündemdedir. DİB’nın bütün
bunları düşündüğüne ve gerekeni de yapmaya çalıştığına eminim. Ancak müfredatta görülen eksikliklere düşmemek için işin içinden gelen insanların
bu çalışmaları yapması gerektiği görülmektedir.
Yaz Kur’an Kurslarında Öğretici
Meselesi
Modern eğitimin başlamasıyla okullar camilerden
uzaklaştı. Cami çevresinde gelişen İslamî eğitim
öğretim modelinin ortadan kalkması ile camiler
sadece ibadet edilen mekanlar haline geldi. Diyanet teşkilatı camilerin ibadet işlevini organize
etmek için imam ve müezzin dışında görevli tayinine ihtiyaç duymadı. Yıllardır imam ve müezzinlere yaz kursu yaptıkları zaman bir ücretin
ödenmemesi aslında onların görevinin kurs yapmak olmadığını da göstermekteydi. Ancak durum
böyle değildir. Yaz Kur’an kursu yapması için görevliler tayin edilmedikçe cami görevlileri, kanuni
mecburiyetleri olmasa da kursları kendileri yapmalıdır. Kur’an kursu yapan görevlilere ek ders
ücreti ödenmeye başlanmış olması bunu ifade
etmektedir.
Camilerde yaz kuran kursları öğreticiliği için ayrı
görevlilerin atanması yakın zamanda söz konusu
değildir. İmam ve müezzinlerin İlahiyat mezunu
olması da uzun yılları alacak bir meseledir. Yaz
Kur’an kurslarındaki öğretici açığını gidermek için
dışardan insan istihdam edilmelidir. İmam Hatip
mezunları hatta öğrencileri, İlahiyat fakültesi öğrenci ve mezunları öğretici ihtiyacını karşılayacak
kaynaklardır. Fakat bizce en önemli kaynak öğret-
düşünce
menlerdir. Eğer Din Dersi ve İHL meslek dersleri
öğretmenleri Yaz Kur’an Kurslarında görevlendirilirse, ki sayıları binlercedir, hem sayısal ihtiyaç
giderilecek hem de nitelikli öğretici istihdam edilmekle verimlilik arttırılacaktır.
Kur’an kurslarındaki öğretici meselesini çözmek
sadece müftülüklerimizin işi olmamalıdır. Öğretmenlerimiz bu konudaki istek ve arzularını gerekli makamlara beyan etmelidir. Ümidimiz odur ki,
din görevlilerine verilen ek ders ücreti yaz kurslarında görev alan öğretmenlere de verilir. Öğretici ihtiyacına en kalıcı çözüm herhalde bu şekilde
sağlanabilir.
Yaz Kur’an Kurslarında Mekân
Meselesi
Yukarıda da değindiğimiz gibi camilerimiz eğitim
öğretim işlevini yitirdiği için kurs yapılabilecek uygun mekânlara da sahip değiller. Kurslar genelde
namaz kılınan mekanlarda ve rahlelere oturmak
suretiyle yapılmaktadır. Hâlbuki öğrencilerimiz
modern okullarda sınıf sistemi ve sıralarda ders
görmektedir. Onları camilerde diz üstü oturmaya
mecbur bırakmak uygun değildir. Camilerimizde
de derslikler oluşturmalıyız. Derslik oluşturulmadan yapılan derslerde sınıf hakimiyeti de sağlanamamaktadır. Öğreticiler öğrencileri kontrol
edememektedir. Öğrencilerin ibadet mekanlarını
rahat kullanması cemaat tarafından hoş karşılanmamakta, çocuklar çok kere cemaatin olumsuz
tutumlarına maruz kalmaktadır.
Her cami, sadece yaz için bile olsa kurslar için
derslikler oluşturmalıdır. Hatta okul döneminde
hafta sonu Kur’an eğitimi yapılabileceği gibi okula
giden öğrencilere etütler de yapılabilir. Ayrıca yaşı
ilerlemiş insanlara kurslar açılarak bu sınıflardan
istifade edilebilir. Dolayısıyla oluşturulacak sınıflar boş yatırımlar olmayacağı gibi yaz kurslarının
kalitesine de büyük katkı sağlayacaktır.
Yaz Kur’an Kurslarının Yeniden
Yapılandırılmasında Dikkat Edilecek
Temel İlkeler
4 DİB tarafından hazırlanan müfredat gözden
geçirilip uygulanabilir hale getirilmelidir.
4 YKK müfredatı ilköğretim din dersi müfredatı da incelenerek ele alınmalı, ilköğretimdeki
dersler ile YKK’larındaki dersler birbirini ta-
mamlayıcı olmalıdır.
4 YKK öğretici kılavuz kitabının yanında ders
kitapları da hazırlanıp öğrencilere dağıtılmalıdır.
4 Yaz kurslarına kayıtların altı yaşından itibaren
başlatılması için gerekli resmi düzenlemeler
yapılmalıdır.
4 Öğrenciler yaşlarına göre seviyelere ayrılmalı ve
bu çerçevede seviye grubları oluşturulmalıdır.
4 Camilere, İlahiyat mezunu imam atamaları
fazlalaştırılarak kurslarda öğretici kalitesi de
arttırılmalıdır.
4 Mevcut cami görevlileri kurslar öncesinde uzmanlar tarafından verilen seminerlere tabi tutulmalıdır.
4 Dışardan görevlendirilecek öğreticiler de seminerlere tabi tutularak görevlendirilmelidir.
4 Öğretici ihtiyacı devam ettiği sürece din eğitimi almış birçok insan YKK’larda görev almaya
teşvik edilmelidir.
4 İHL ve DKAB öğretmenlerinin YKK’larda görevlendirilmesi için onlara da ek ders ücreti
ödenmelidir. Gereken düzenleme bir an önce
yapılmalıdır.
4 Camiler kuran kurslarına hazırlanmalı ve cemaatin olumsuz tutumlarının önüne geçilmelidir.
4 Camiye kurs için gelen hiçbir öğrenci geri çevrilmemelidir.
4 Her cami derslik sistemine geçmeli ve gereken
araç gereçleri hazırlamalıdır.
4 Derslikler cami müştemilatının dışında olmamalı, öğrenciler devamlı cami ile iç içe bulunmalıdır.
4 Görsel malzemelerin kullanılması için sınıflarda teknik altyapı hazırlanmalıdır.
4 YKK sadece bilgi verilen bir kurum olmamalı,
öğrencilere çok çeşitli sosyal etkinlik imkanları sunmalıdır.
4 Öğreticiler velilerle yakın temasta bulunmalı, veli toplantıları yapılmalı, öğrencilerin devamsızlıkları ailelerine bildirilmelidir.
4 YKK öğreticileri kendi aralarında zümre yapmalı, daha iyi ve kaliteli bir eğitimin yapılabilmesi için gereken önlemleri kendileri almalıdır.
4 Ders giriş çıkış saatleri namaz vakitlerine göre
ayarlanmalıdır.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
53
paylaşım
Düşünce Fabrikası
Materyal Geliştirme Komisyonu
Eylül ayından bu yana sürdürdüğümüz
çalışmalarımız her geçen gün bizlere yeni
tecrübeler kazandırıyor. Sivil Zümre Toplantısındaki paylaşımlarımızda, DKAB öğretmenlerimizin proje ve performans ödevleri konusunda
da farklı fikir ve örneklere ihtiyaç duyduklarını
ve bu konuda çalışmalara ihtiyaç olduğunu anladık ve bu alanda çalışmalarımızı yoğunlaştırmaya karar verdik.
Ayrıca ünitelerle ilgili drama yazılması, hikâyeler derlenmesi ve öğrencilerimizin seviyesine
uygun kaynak listesi hazırlanması gibi çalışmaları da sürdürmekteyiz. Her üç grupta katkısı
olabilecek arkadaşlarımızı aramızda görmek ve
onların tecrübelerinden faydalanmak isteriz.
8. Sınıfın 1. Ünitesiyle ilgili geliştirilmiş etkinlik
örneklerinden bazılarını daha sizlerle paylaşmak
istedik. Sizlerin de bildiği gibi, öğrencilerimizin
peygamberimizin ahlakını kendilerine örnek
alıp, davranışlarında bunu göstermeleri bizim
nihai hedefimizdir. Konuları, Hz. Peygamberin
hayatındaki olaylara “öğrenciyi katarak” işlemenin davranış edinmede etkili olacağına inanıyoruz. Aşağıda bu amaca yönelik iki çalışmanın
yanı sıra çeşitli şemalarla desteklenmiş etkinlikler de sunulmaktadır.
ETKİNLİK 1
Etkinlik Adı KÜÇÜK ENES’İN HATIRASI
Amaç Peygamber Efendimiz gibi sorumluluk sahibi olması ve sözünde durması gerektiğini kavrar.
Süreç Bir hafta önceden sınıftan rol yapma yeteneği olan bir öğrenciden Enes’in hatırasını canlandırması istenir. Öğrenci
rolünü oynadıktan sonra öğrencilere bu olaydan ne ders çıkardıkları sorulur ve cevaplar tahtaya yazılır.
Enes’in Hatırası
Merhaba arkadaşlar…
Benim adım Enes. Herhalde içinizde en mutlu çocuk benimdir. Neden mi? Anlatayım
sebebini.
Ben on yıl peygamber efendimizin yanında kaldım. Bazen benden yapmamı istediği işleri tam olarak yapamıyordum. Buna rağmen sevgili peygamberimiz bir defa bile bana
vurmadı, beni azarlamadı, ayıplamadı hatta bana suratını bile asmadı. O çocuklara
karşı insanların en merhametlisiydi. Ahlak bakımından da insanların en güzeliydi.
Bir keresinde beni bir işe yollamıştı. Gitmek üzere yola çıktım ama sokakta oynayan çocukları görünce oyalandım kaldım. Biraz vakit geçti. Bir de ne göreyim? Peygamber
efendimiz omzumdan tutmasın mı? Bana “ Sevgili Enes söylediğim yere gittin mi ?”
diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim ve sadece:
“Şey, hemen gidiyorum efendim.” Diyebildim.
Bana hiç kızmadı ama sözümde durmam gerektiğini ve bana verilen bir görevin sorumluluğunu bilmeyi öğütledi. Ben de bir daha hiçbir görevimi aksatmadım.
54
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
paylaşım
ETKİNLİK 2
Etkinlik Adı HİKÂYE TAMAMLAMA
Amaç Peygamber Efendimizin kendi aleyhinde bile olsa verdiği sözden dönmediğini, bizim de verdiğimiz sözler konusunda
O’nu örnek almamız gerektiğini kavrar.
Süreç Konu ya sözlü olarak anlatılır ya da tamamlanması istenen bölüme kadar basılmış olarak öğrencilere dağıtılır. Olayın
geri kalanı konusunda ya sözlü olarak öğrencilerin tahminleri dinlenir, ya da ellerindeki kâğıda hikâyenin geri kalan
kısmını tahminen yazmaları istenir. Sonuçta olayın gerçek seyri anlatılır ve birlikte değerlendirilir.
Ebu Cendel Olayı
Hudeybiye Antlaşması maddeleri yazılmış, henüz taraflarca imzalanmamıştı. Tam o sırada Ebu Cendel ayakları zincire vurulmuş bir halde çıkageldi. Ebu Cendel müşriklerden Süheyl bin Amr’ın oğluydu. Müslüman olduğu için müşriklerce hapsedilmiş
ayakları zincirlenmişti. Bir yolunu bulup hapsedildiği yerden kaçmıştı. Kendisini
Müslümanların arasına attı. Babası Süheyl bin Amr antlaşma şartları gereğince oğlunun kendisine teslim edilmesini istedi. Çünkü antlaşmaya göre Mekkelilerden birisi
Medine’ye gelecek olursa Mekkeliler’e teslim edilecekti.
Bu durumda sizce olay nasıl gelişmiştir?
Ebû Cendel’in feryadı Müslümanların gönlünü dağlıyordu: “Yâ Resûlallah! Ey Müslümanlar! Siz, beni bana eziyet etsinler, işkencelere uğratsınlar diye mi, bunlara teslim
ediyorsunuz? Siz benim eziyet çekmeme rıza mı gösteriyorsunuz?”
Peygamber Efendimiz, babası tarafından alınan Ebû Cendel’e şöyle buyurdu:
“Biraz daha sabret! Biraz daha maruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini mükâfatını
Allah’tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslümanlar
için bir ferahlık, bir çıkar yol yaratır. Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz” buyurdu.
Ebû Cendel, Kureyş müşrikleri tarafından geri alınırken, Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı ve “Yâ Resûlallah! Onu Kureyşlilere ne için geri veriyoruz?
Dinimiz uğrunda bu hakareti ne diye kabul ediyoruz?” dedi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle buyurdu:
“Biz bu iş hakkında onlarla anlaşma yapmış bulunuyoruz! Dinimizde ahde vefasızlık
yoktur?”
ETKİNLİK 3
Etkinlik Adı HAFTANIN ENLERİ (Performans Ödevi Olabilir)
Amaç Öz değerlendirme ve akran değerlendirme yoluyla güvenilir olmayı kavrar.
Süreç Sınıftan beş öğrenciye birbirinden habersiz olarak “güven” adı verilir. Bu beş kişi bir hafta boyunca sınıf arkadaşlarını
gözlerler. Güvenilir olmaya uygun davranışlarını not ederler. Bir hafta sonraki derste hepsinin listeleri karşılaştırılır.
Sonuçta listelerdeki örtüşen isimler haftanın güveniliri ilan edilir.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
55
paylaşım
ETKİNLİK 4
Etkinlik Adı AKIL ŞEMASI
Amaç Aklın dinî sorumluluğun ön şartı olduğunu fark eder
Süreç Şema tahtaya çizilir
Şemadaki boşlukları öğrencilerin doldurması istenir
Mükellefin ne demek olduğu sorulur ve tanımı yapılır
Öğrencilerden, tablodaki mükellef ya da mükellefleri bulmaları istenir.
ETKİNLİK 5
Etkinlik Adı DÜŞÜNCE FABRİKASI
Amaç İnsanın düşünen bir varlık olmasının ne anlama geldiğini açıklar
Süreç Üç fabrika resmi tahtaya çizilir
Öğrencilerden bu üç resmin ne olduğunu bulmaları istenir
Bu üç resmi, konumuzla ilişkilendirerek yorumlamaları istenir.
1. Resim: Düşünmeyen insan, 2. Resim: İyi düşünceler üreten insan, 3. Resim: Zararlı düşünceler üreten insan
56
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
paylaşım
ETKİNLİK 6
Etkinlik Adı GÜVENİLİRLİK ŞEMASI
Amaç Güvenilirliğin ne anlama geldiğini kavrar
Süreç Güvenilirlikle ilgili şema tahtaya çizilir (ya da yansıtılır).
Öğrencilerden güvenilirlikle ilgili kelime ya da kelime gruplarını bularak boşlukları doldurmaları istenir.
Elde edilen kelimelerden yararlanılarak güvenilirliğin ne olduğu sınıfta tartışılır.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
57
dosya
Dünyanın En Zengin
Saray-Müzelerinden
Topkapı
Hakkı KARATEKELİ
[email protected]
İstanbul…Yedi tepe üzerine
kurulmuş bir şehir.
Yüzyıllardır üç denizin dalgalarının duvarlarını okşadığı Topkapı
tepesi. Kuruluş yıllarında yaklaşık
700.000 m.² lik bir alanda yer alan
Saray’ın bugünkü alanı 80.000 m.²
dir. Etrafı surlarla çevrili olan saray İmparatorluğun 400 seneden
fazla idare merkezi
olmuştur.
Bir
tarafında
Horn D’or yani Altın boynuz dedikleri Haliç; bir tarafta dünyanın en güzel su geçidi
Altın kolye İstanbul Boğazı.
Karadan tek bağlantısı Bab-ı
Hümayun. İmparatorluğun şanına yakışır Devlet Kapısı. Hakkın
yolunda halka hizmet için Sabah
ezanı ile açılır ve Akşam ezanı ile
kapanır. Saraya girerken başınızın
üzerindeki kitabesi 1478 Fatih
Sultan Mehmet zamanını işaret
ediyor.
“Sana
58
Kapının iç tarafına “Nasrun
minallâhi ve fethun garîb” ayeti Ali Sofi tarafından meşk edilmiştir.
Bab-ı Hümayunun sağ tarafındaki mermer bir kitabede
“es-sultân zıllullâh-ı fil ard”
(Sultan, Allah’ın yeryüzündeki
gölgesidir) yani Sultanlar Allah’ın
asına katılır ve sonra da törenle
içeri girerlerdi.
Koçibey 400 kişinin Topkapı
Sarayı’nda güvenlik görevi yaptığını ifade eder. (Koçi bey, Risale
s.18)
Bab-ı Hümayundan girince 40
000 M2’lik birinci avlu karşımıza
çıkar. İkinci avlu 20 000, üçüncü
avlu 11 000, dördün bir tepeden baktım
düncü avlu 9 000
M2’dir. Sarayın topey aziz İstanbul”
lam yüzölçümü 700
emirlerinin tatbikinin yer yüzün- 000 M2’dir.
deki takipçileridir, levhası yer alır.
Birinci avlunun sağ tarafında
Soldaki kitabe de ise “Ya vâliye 120 yataklı hastane olduğu söykülli mazlûmûn yazılmıştır ki, lenir. Sarayda hasta olanlar özel
bütün halkın “dilekçe hakkının” arabalarla buraya getirilip tabipleolduğunu ve gerektiğinde kullan- re teslim edilirdi. Hemen deniz tadığını ifade eder.
rafı gül bahçesi, yani gülhanedir.
Divan toplantısı için davet edi- İlk Gülhane Hastanesi burada hizlen Vezirler, Kazaskerler ile Bay- met vermiş, sonradan Ankara’ya
ram günlerinde ziyaret için gelen taşınmıştır. Ne yazık ki I.Dünya
halk sabah namazını Ayasofya’da savaşından sonra İstanbul’un işkıldıktan sonra kapının açılış du- galinde Fransızlar burasını depo
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
mekan
yapmışlardır. Bu sırada çıkan
yangında ahşap işlemeli bölümler
yanmıştır. (1923) (Topkapı Sarayı
Müzesi Rehberi).
Aya İrina, Saraya gelen Hıristiyanlara dini hizmet için işlevsel
görevini yapmıştır. Sarayın içinde
hala ayakta duran kilise Osmanlının dinlere karşı hoşgörü örneğinin en güzel göstergesidir.
Aya
İrina’nın
bitişiğinde
Darphane-i Amire vardır. Darphanede para basımının yanında
gerektiğinde Osmanlı sarayı için
madalya, hatıra eşyası ve takı gibi
altın ve gümüş aksesuarlar da
yapılmıştır. Buradaki faaliyetler,
1967 yılında balmumcu semtine
taşınıncaya kadar devam etmiştir.
İkinci kapıya kadar devam eden
Saadet Yolu, Türkiye’nin nadide
açık hava Arkeoloji müzelerindendir. Eski Mısır ve Roma medeniyetlerine ait eserler mevcuttur.
Bizans’ın Haliç’e bağladığı zincirin bir halkası yine burada sergilenmektedir.
Babüsselam, Fatih Sultan
Mehmet zamanında yaptırılan
ikinci kapıdır. Saraya giriş yeridir. Orta kapı diye de adlandırılan
Babüsselam kapısının üstünde
ihtişamlı kuleler vardır. “Kelime-i Tevhid” hattı ve altında
II. Mahmud’un Tuğrası bulunur. “Selam kapı”sından devlete
hürmeten sadrazamlar bile yaya
geçmişlerdir. Elçiler de buradan
yürüyerek geçmi ve kapı ağaları
dairesinde randevularını beklemişlerdir.
Bu kapıdan son kez beyaz at
üstünde çıkan Sultan Abdülmecit
olmuştur.
İkinci avluya girdiğimizde bir
meydan çeşmesi ile bir tarihi
çınar bize gülümser. Çeşmenin
kitabesi Fatih Sultan Mehmet
devrini işaret ediyor.
Sağ tarafta tepesi yirmi kadar
bacalarla süslü, Topkapı Sarayı’nın
simgesi haline gelmiş olan mutfağı görüyoruz. Saray nüfusu iki
binden on bine kadar çıktığı zamanlar da, binlerce kişiye yemek
üreten Matbah-ı Amire şimdileri ziyarete açıktır. Paha biçilmez
Osmanlı mutfak araç gereçleri,
gümüş malzemeleri ve hediyeler
sergileniyor.
Divan-ı Hümayun; Adalet
kulesinin altındadır. Başta Sadrazam, Vezirler, Beylerbeyleri, Reisülküttab, Defterdar vb görevliler
burada toplanırlardı. Divan üyeleri olan Vezirler ve sivil üyeler sabah namazını Ayasofya Camii’nde
kılarlar, sonra Bab-ı Hümayuna
gelirler, topluca içeri girerlerdi.
Selam taşları; Divan yolu üzerinde bulunan taşlardır. Bu taşları
selamlamak devlete saygının simgesidir.
Sarnıcı geçince sol kenarda,
Mermer bir kaidenin üstünde
bir burç vardır. Kitabesinden
Sohum kalesinden getirildiği anlaşılmaktadır. Sohum yani Özi kalesi,
Karadeniz’e
akan
Dinyeper ırmağının
5 km kadar içerisinde bir Türk kalesi iken, I. Abdülhamit döneminde
Ruslar tarafından
muhasara
edilir.
Kaledeki
kuvvetler
daha fazla dayanamayıp
teslim olmaya mecbur
olunca, Kale komutanı
kaleden ayrılırken, kalenin girişindeki kitabeyi sökerek İstanbul’a
getirmiştir. Bu kitabe Sohum kale
anıtı olarak anılır.
Nişan taşı: III. Selim Levent
çiftliğinde tüfekle testiye atış
yapmış ve vurmuştur. Divanı
Hümayunun bitişiğindeki taş,
III. Selim’in Levent çiftliğindeki
Nizam-ı Cedid kışlasında tüfekle
testiye yaptığı atışın hatırasına
buraya dikilmiştir.
Hazine-i Hümayun Nişan
taşının hemen arkasında Tuğlalardan yapılmış 8 kubbeli, pencereleri yerden 4 metre yüksekte,
olan yapıdır. Osmanlı Devletinin
hazinesi burası idi. Görenleri hayrete düşüren Tuğralar ve
Mızraklar burada
sergilenmiştir.
Pa d i ş a h l a rın özel
silahları
da buradadır.
4 .
Mu-
59
mekan
rat döneminde İran’dan gelen
ve sadece Deli Hüseyin Paşa’nın
kurduğu dev yay buradadır. Bizanslılara ait silahlardan örnekler
de vardır. Osmanlı akçesi, altın ve
gümüş paraların saklandığı zamanlar burasını Hazineciler Ocağı
korumuştur. Devlet hazinesinin
gelirleri çoğalınca Hazine Yedikule iç kalesine götürülmüştür.
Padişahın haremini başladığı
kapı Babu’s-Sadedir. Saray genelde Harem, Enderun ve Birun
denilen üç teşkilatla yönetilirdi.
Burası Birun’dan Enderun’a geçiş
yeridir.
Babüssaade’nin önünde ki flama asma yerine Peygamberimizin
(sav) Sancağı Şerif’i asılmıştır.
Ordu sefere çıkacağı zaman sancak burada açılır ve devir teslim
Bu yer dünyanın en büyük Osmanlı arşivi olarak kullanılmıştır.
Arz Odası Sadrazam başkanlığında toplanan divanda alınan
kararların padişaha sunulduğu
yerdir. Yabancı elçiler de törenle padişaha güven mektuplarını
burada sunarlardı. İki kapılı oda
şeklindeki müstakil bina padişahın makam odasıdır.
Osmanlıda elçi kabulü, Birinci
Murat’ın Kosova zaferine kadar
çok nazik ve serbest idi. Birinci
Kosova harbinin sonunda Sırp
kralı ölür. Damadı ise kral olabilmek ümidiyle Murat Hanla görüşme talep eder. Sultan onu gayet
rahat ve serbest şekilde Otağında
kabul eder. O da huzura girdiğinde Padişaha hürmet için eğiliyor
gibi yapıp, çizmesindeki hançeri
lus, Sefer, Nadir Şah tahtlarının
sergi salonudur.
Revan Köşkün 4.Murat’ın Revan seferi galibiyeti anısına yaptırılmış. Daha büyük ve görkemli
olan Bağdat köşkü de Bağdat’ın
yeniden fethi sonrasında yine 4.
Murat tarafından inşa ettirilmiştir.. Şehzadelerin sünnet düğünlerinde çocukların yataklarının
da bu köşkte kurulması mekânın
önemini göstermektedir. Köşk
mimarisinin şaheserinden biri
olarak gösterilen Bağdat köşkü,
iki bahçenin birleştiği yer, yedi
metre yükseklikte bodrum katın
üzerinde Haliç, Boğaz, Galata ve
Beyoğlu’na hakim bir yerdedir.
Topkapı Sarayı, 3 Nisan 1924
tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmiş ve aynı yı-
burada yapılırdı. Padişahların
cülus merasimleri ve Bayramlaşmalarda burada yapılmıştır. Çok
önemli ve acil hallerde, hemen karar verilmesi gereken durumlarda, Padişah bu kapı önünde Ayak
Divanı yapardı. Ayak divanında
padişah bu kapı önünde tahtına
oturur. Geri kalan bütün devlet
görevlileri ayakta dururdu. Bazen
de devlete baş kaldıran zorbalar,
Padişahtan taleplerini bu kapı
önünde bildirirlerdi.
Bugün buraya ayak basılmasın
diye taş konmuş, sonraki dönemlerde dört sarı pirinçli zincirle
çevrilmiştir.
çıkararak sultanı hançerler. Şahadetine sebep olur. Arz, bu olaydan sonra bazı usüllere bağlanır.
Osmanlı devrinin klasik üslubunu mimariye hakimdir. Padişaha
hediyelerin sunulduğu Mazurat
Penceresi de buradadır. Arz odasının en önemli özelliği ise içerde
konuşulanları dışarıdan dinlenmesini önleyen çeşmelerdir. Su
sesi hem dinlendirir, hem de sinsice dinlemeye engel olur.
Enderun; Osmanlı devletine
adam yetiştirmek ve şehzadeleri
eğitmek için kurulmuş en yüksek
eğitim kurumudur. Bugün burası
kaşıkçı elması, Bayramlaşma, Cü-
lın 9 Ekim’inde ziyaretçilere açılmıştır. Sürekli ve geçici 20 sergi
salonu, 86.000 parça tarihi eseri
ile dünyanın en büyük ve en zengin saray-müzelerinden birisidir.
Mehmet Niyazi hocamızın şu
ifadeleri her şeyi ne güzel açıklıyor. “Sırrını çözebilmiş değilim. 16.
asır’da Filistin’in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden
sonra yiyeceği üzümün nereden
geleceğini planlamıştır. Herhalde
Osmanlı, devlet olarak insanlığın
en muhteşem harikasıdır”
60
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
gezi
Vahşetin Tanıkları
Mustafa KÜÇÜKTEPE
[email protected]
Aliya İ. Begoviç’in Mezarı
Halis, kaç yasındaydın savaş esnasında?
…..
Nerede oturuyor idiniz?
…..
Halis kaleden şehri seyrederken soruları
yanıtsız bırakıyordu. Yüz hatları değişmiş, rengi solmuş, ağlamaklı olmuştu. O günleri
hatırlamak istemiyordu. Bu gün yirmi beş yaşında olduğunu düşünürsek savaş esnasında on bir
on iki yaşlarında olduğunu tahmin edebiliriz.
Bu yaşlarda derin izler bırakmıştı savaş Halis’in
dimağında. Her binada kurşun izleri kaldığı
gibi. Kurşun girmedik, topla delinmemiş binalar
nerdeyse yok gibi. Belki yirmi otuz yıl geçmesini beklemek gerek savaş izlerinin silinebilmesi
için. Halis nasıl silecek zihnini oyup duran savaş
izlerini? Halis gibi üç yıl boyunca aç susuz yatıp kalkan; kurşunlarla, toplarla büyüyen savaş
çocukları, onlar nasıl silecek bu izleri? Gözleri
önünde kurşunlanan arkadaşlarını…Genç, ihtiyar, çoluk çocuk, kadın demeden onları camiye
doldurup ateşe veren, kapı komşusu olan yıllarca beraber yaşadıkları insanların ihanetini nasıl
silecek Halis? Nasıl? Nasıl?
Bilge Kral, büyük insan vefat etmiş, dünyanın
kaç bucağından yüz binlerce insan onu son yolculuğuna uğurlarken eşlik etmişlerdi. Allah’ın
rahmetidir o gün akşama kadar yağmur yağmıştı. Yüz binlerce insan Saraybosna’ nın o soğuğuna rağmen merasime katılmış ve ayrılmamışlardı. Televizyonlardan izlerken içimiz burkulmuş,
dualarımız onunla olmuştu. Şimdi O Saraybosna
şehitliğinden bağımsızlığını kazandırıp başkanlık yapıp sonra da büyük bir özveriyle başkanlığı başkasına bıraktığı şehri izlemektedir. Çok
mütevazı bir kabirden doyasıya izlemektedir
şehri. Şimdi kabrin başında yasinler, fatihalar
okumaktayız. Cenaze defnedilirken yüz binlerce
kalabalığın içinde olmayı ne de çok istemiştik.
İşte şimdi mezarın başındayız. Mekanın cennet
olsun yüce insan.
Bosna denildiğinde akla ilk gelen yerlerden biri
de tarihi Mostar Köprüsüdür. Bosna savaşında
tahrip edilen köprüye hepimiz ne kadar üzülmüşüzdür. Mostar şehrinde Boşnaklarla Hırvatların mahallelerini birbirinden ayıran tarihi
Mostar Köprüsünün neden yıkılmak istendiğini anlayabilmek çok zordur. Belki de koskoca
bir tarihin tüm izlerinin köprüyle birlikte kaybolacağını düşündüler. Zira Bosna’ da savaş
esnasında vurulan yok edilen yerlerin bir çoğu
tarihi özellik arzeden yerlerdi. Mostar köprüsü
yeniden onarılarak koruma altına alındı. Mostar kentinden önce Poçitely köyünü ziyaret ediyoruz. Bunca şehir ve kasaba dururken bu köyü
ziyaret etmek anlamlı olsa gerek. Bütün orjinalliği ile korunan Poçitely de savaştan nasibi almış
bir Türk köyü. Kalesi, hamamı, camii, sokakları
ve evleri ile tam bir Türk köyü görünümünde.
Savaştan sonra onarılan yerlerden birisi. Savaş
Bosnalılara göre bir anlamda “rahmet” olmuştu.
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
61
gezi
Avrupa’nın ortasında Türk izleri taşıyan bir ülkenin ziyareti gurur
verici oluşu kadar hüzünlü oldu. Sadece Türk ve Müslüman oldukları için
tonlarca bomba yiyen, yüz binlerce insanını kaybeden bu ülkenin insanları
Avrupa Vahşetinin 20. yüzyılda canlı
şahitleri olmuşlardır. İşin en acı tarafı
da budur. “Medeniyet dediğin tek dişi
kalmış canavar”
İnsanlar kendi tarihlerini, kendi kültürlerini, kısaca kendileri yeniden tanımlama ihtiyacı duymuşlar.
“Başçarşı” adı verilen Osmanlı’dan kalma sokaklarda sanki Anadolu’ yu sanki Bursa’yı anımsatan yanlarıyla akşam gezintisi; Osmanlı çeşmesi
şırıl şırıl soğuk suyunu insanlara ikram etmektedir. Az ilerde yine tarihi bir bina; içerisinde
savaştan önce yüz binlerce el yazması, tarihi
vesikaların, kitapların bulunduğu kütüphane.
Savaşta yara almadık yeri kalmamış bir halde.
Avrupa Birliğinden gelen yardımlarla onarılmaya çalışılıyor. Kütüphanenin karşısında şehrin
içinden geçen ırmağın üzerinde tarihi bir köprü:
Latin Köprüsü. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan köprü. Bir Sırp genci Avusturya –Macaristan İmparatorluğu Veliahdını bu
köprü üzerinde öldürmesi sonucu dört yıl süren
kanlı savaşın kıvılcımı atılmıştı.
“ Burası” demiş Fatih, “çok güzel ve sulak bir yer.
Buraya bir şehir kurulsun.” Oraya bir güzel şehir kurulmuş. Etrafında minarelerin yükseldiği,
ezan seslerinin, kuş cıvıltılarının ve su seslerinin
birbirine karıştığı yemyeşil bir şehir. Avrupa’nın
ortasında bir Türk şehri. Şehre Osmanlı kalesinden bakış insanı farklı dünyaların hayaline gö62
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
türmektedir. Şehrin yüksekçe bir yerine kurulan
kalenin çıkışına kocaları şehit olmuş kadınların
kurduğu dernek, güzel Boşnak ev yemekleri ikram etmektedir. Hiçbir bağışı kabul etmeyen ve
bu konuda bizi uyaran bu kadınlar el emekleriyle kocalarının ruhlarını şad ediyorlar. Osmanlı
Devletine bir çok vezir ve devlet adamı yetiştirmiş Travnik şehri burası.
Yine demiş Fatih “Burası Manisa dağlarına benzer. Üzüm dikin bakalım yetişecek mi?” Dikilmiş
üzüm fidanları. Yüzyıllardır aynı yerde üzüm yetiştirilmektedir. Göz alabildiğince uzanan üzüm
bağları sanki Fatih’in yeniçerileri gibi nöbet tutmaktadır.
Tünel
Buna Nehri-Balagay Tekkesi
Kaleden saraybosna’nın görünümü
gezi
Mostar Köprüsü
Saraybosna havaalanının yakında yaşlı bir teyzenin evinin altından bir tünel kazılmış ve iki
buçuk yıl şehrin bütün ihtiyaçlarının karşılandığı ve giriş çıkışlarının yapıldığı tüneli görmek
insanın içini burkmaktadır. Düşünün, şehir her
taraftan kuşatılmış, şehre giriş çıkış imkanı kalmamış, tüm bağlantılar kopmuştur. Bu esnada
bu tünelin ne kadar değer taşıdığı kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır.
İgman dağları Saraybasna’yı çevreleyen dağlardandır. Bu dağların eteklerinden Bosna nehri
kaynamaktadır. Yaklaşık 90 ayrı yerden fışkıran
sular Bosna nehrini oluşturmaktadır. Ağaçların
ve yeşilliklerin arasından igman dağı eteklerine
I. Dünya Savaşına Neden olan
Latin Köprüsü ve Kütüphane
faytonlarla yolculuk zevkli ve keyif verici olmuştu. Buraya “vrelo Bosna” ( Bosna’nın kaynağı)
denilmektedir. -Burada meşhur Boşnak böreği
yediğimizi söylemeyelim.Avrupa’nın en büyük ve en temiz su kaynağı olan
Buna nehrinin çıktığı yerde 550 yıllık tarihi Balagay tekkesi de bahse değer yerlerdendir. Balkon gibi asılı duran kayalıkların altından sular
kaynamakta, kaynağın hemen üzerinde bu tarihi tekke, mescid, sohbet yeri ve günlük deyimle
cafee bulunmaktadır. Bu güzelliklerin içerisinde
meşhur Bosna kahvesini içmek insanın ömrünü
uzatır diye düşünmektedir oradaki insanlar.
Küçük bir havaalanı olan Saraybosna havaalanında dostlarımızı hüzünlü bir veda ile arkada
bırakarak Türkiye’ye dönmek üzere havalandığımızda buruk bir tat kalmıştı dimağlarımızda.
Avrupa’nın ortasında Türk izleri taşıyan bir ülkenin ziyareti gurur verici oluşu kadar hüzünlü
oldu. Sadece Müslüman oldukları için tonlarca
bomba yiyen, yüz binlerce insanını kaybeden bu
ülkenin insanları Avrupa Vahşetinin 20.yüzyılda canlı şahitleri olmuşlardır. İşin en acı tarafı
da budur. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”
4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
DKAB BAKIŞ
63
kitap
Çokkültürlülük:
Eğitim Kültür ve Din Eğitimi
Doç. Dr. Recep Kaymakcan (ed.) İstanbul: Dem Yayınları, 2006, 232 sayfa.
Dr. Z. Şeyma ARSLAN
Doç. Dr. Recep Kaymakcan’ın editörlüğünü
yaptığı bu çeviri edisyon kitap çokkültürlülük
olgusunu, genel olarak kültür ve eğitim, özel olarak ise
din eğitimine yansıyan boyutlarıyla konu edinmektedir. Çokkültürlülük meselesi, Türkiye’de özellikle AB
üyelik müzakereleri sürecinde daha çok telaffuz edilir
olmakla birlikte üzerinde çok az yayın yapılmış olan
bir konudur. Hal böyleyken çokkültürlülüğün eğitime
yansıyan boyutlarını gündeme almak, ayrıntıda kalan
bir mesele olarak görülebilir. Ancak, çokkültürlülükle
ilgili tartışmaların tüm dünyada özellikle eğitim ve
dinle ilgili alanlardaki karşılaşma ve taleplerle gün yüzüne çıktığını da müşahede etmekteyiz. Dolayısıyla
çokkültürlülüğü eğitim ve din
sahasında (özellikle din eğitimi sahasında) konu edinmek, tartışmaya
doğru bir başlangıç olarak düşünülebilir.
Kitap, editörün bir giriş yazısı
ve sekiz makaleden oluşmuş. Makale
seçimi ve çeviriler, Kaymakcan’ın başkanlığında Değerler Eğitimi Merkezi’nde 2006 yılında
gerçekleştirilen bir grup çalışmasına katılan 6 lisansüstü öğrenci tarafından gerçekleştirilmiş. Seçilen
makaleler arasında çoğulculuk ve çokkültürlülük düşüncesine olumlu bakan yazıların yanı sıra, eleştirel
değerlendiren yazılara da yer verildiği görülüyor.
Kitap Amerikalı ünlü siyaset bilimci ve medeniyetler
çatışması tezi ile meşhur Samuel P. Huntington’a ait
“Çoktan Tek Bir Ulus” başlıklı makale ile başlamaktadır. Makalede tarihsel olarak Amerikan kültürünü
oluşturan unsurlar ve değerlerden bahsedilerek bu
tarihin ürünü olan ortak Armerikalılık mefhumuna
karşı “çokkültürlülük” ve “çeşitlilik” doktrinleri eleştirilmektedir.
Dini çoğulculuk düşüncesinde öncü isim olan John
Hick “Teolojide Kopernik Devrimi” başlıklı yazısında
“dini çoğulculuk” temasının temel argümanını ortaya
koymakta ve çoğulculuğa benzer diğer yaklaşımlarla
64
DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07
karşılaştırmaktadır. Geleneksel olarak Hıristiyanlığın
başından beri kendini yaşam ve kurtuluş yolu olarak
gördüğü tesbitinden sonra Hick şu soruyu sormaktadır: Bizler inandığımız dinin tek yol olduğunu ve bundan hareketle de kurtuluşun bunun dışında bir yolda
olmadığını mı kabul edeceğiz; yoksa insanlığın diğer
büyük dinlerini de yaşam ve kurtuluş yolları olarak
kabul edebilir miyiz?
“Çoğulluk Kavramı ve Din Eğitimi Açısından Anlamı”
başlıklı makalesinde Geir Skeie, farklı çoğulluk yaklaşımlarının (naturalist, rasyonalist ve romantik) din
eğitimi sahasındaki yansımalarını yorumlamakta ve
din eğitimi faaliyetlerinin içeriğe ilişkin ayrıntılar
arasında sıkışmaktansa amaçlara odaklanmakla
geliştirilebileceğini öne sürülmektedir.
“Çokkültürlü Bir Toplumda Din Eğitimi”
konulu makalede Almanya’nın tanınmış din eğitimcilerinde Hans-Georg
Ziebertz, sırasıyla Francois Lyotard, Jürgen Habermas ve Charles
Taylor’ın eserlerinde bulunan üç tür çoğulculuk kavramını ele almaktadır. Yazar bu kavramları karşılaştırıp, yorumlamakta ve çokkültürlü
bir toplumda din eğitimi için ne gibi anlamlar ifade
ettiğini tartışmaktadır.
Rudolf Englert tarafından kaleme alınan ve çoğulcu
bir din pedagojisinin sınırlarını Almanya çerçevesinde değerlendiren “Çoğullaşabilir Bir Din Pedagojisi
Modeli: Dini Çoğulculuğun Sınırları” başlıklı makalede ise, bir emprik gerçeklik olarak dini çoğulculuk
alt kategorilere ayrılarak incelenmekte ve din eğitimi
ve çoğulculuk ilişkisinde hangi değişkenler gözönüne
alınarak değerlendirme yapılabileceği ortaya konulmaktadır.
Genel olarak kitap, çokkültürlülüğün eğitime yansıyan boyutlarına ilişkin batıda dile getirilen görüşleri
ve temel tartışma konularından Türk okuyucusunu
haberdar etmektedir. Bu haberdar oluşun, Türkiye’nin
kendi dinamikleri doğrultusunda konuyu tartışmasına yönelik bir katkı sağlayacağını ümit edebiliriz.

Benzer belgeler