08 - Dergi Bursa

Transkript

08 - Dergi Bursa
Nisan - Mayıs 2012
Fiyat›: 7 TL
08
www.dergibursa.com.tr
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
Bursa’nın
“alacalı kadını”
1
editör notu
Editör Notu: Dergi Bursa’nın bu ayki teması (Yeniden Doğuş)
bu yazının da konusudur. Dikkatinizi rica ediyorum.
Gözlerinde baharı taşıyanlar
Bu toplum için ulusal egemenlik her şeyden önemli olmalı. Bu kadar çok kayıp verip ülkesini savunan
çok az millet var yerkürede. Geleceği için gününü feda edip, son nefesine dek toprağını savunan bir
milletin egemenliği; bugün dünden daha fazla anlam taşıyor. Çocuklarımızı, daha doğrusu ışıklarımızı
geleceğe bugün yaptıklarımız taşıyacak...
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı, TBMM‘nin 23 Nisan 1920
günü kurulmasının onuruna, TBMM
tarafından sadece Türk çocuklarına
değil, bütün dünya çocuklarına ithaf
edildi. Böylesine yüce bir bakış açısını
da geleceğine bu kadar düşkün
bir millet yapabilirdi ancak. Milli
bayram 23 Nisan, TBMM’nin açılışı
ve dolayısıyla da halkın yönetime tam
anlamıyla hâkim olmasının ilk günü
olduğu için, ulusal egemenliğin de
en güzel göstergesi. Çağın dâhisi
Atatürk’ün meclis duvarlarını süsleyen
sözü; “Egemenlik, kayıtsız, şartsız
milletindir!” kısaca ne çok şey anlatıyor
zaten. Türkiye Cumhuriyeti'nin belirli
bir sloganı olmasa da bu cümle bunun
yerini dolduruyor adeta. Çünkü Mustafa
Kemal Atatürk, kurduğu cumhuriyetin
halk egemenliğine dayalı olduğunu
bilerek ve buna inanarak söylemişti bu
sözü...
İstanbul işgal altındayken, Mustafa
Kemal kararını verdi: “Vatanı kurtaracak
yine millettir” dedi. Ankara’da meclisi
toplayıp kurabilmek için çabaladı.
Amasya Genelgesi'yle Sivas'ta bir
2
kongre toplanması için çağrıda
bulundu. Sivas’ta bir temsil kurulu
seçildi. Sonraki süreç, Atatürk'ün
başkanlığında, bir milletin egemenliğini
kullanması için ilk Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ni toplanmasına kadar vardı.
Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ilgili bütün
kararlar bu mecliste alındı. Mustafa
Kemal Paşa’nın önderliğinde tüm
dünyaya ulusal kurtuluş savaşı dersi
verildi. Ezilen uluslara örnek olabilecek
bir bağımsızlık mücadelesi yaşandı.
23 Nisan 1920’den beri milletimiz
egemenliğini kendi seçtiği temsilcilerin
eliyle kullanıyor. 23 Nisan bu nedenle
bir bayram. Bu nedenle kutlanıyor.
23 Nisan 1920 yılında TBMM'nin
açılışının birinci yılında kutlanmaya
başlanan Hakimiyet-i Milliye Bayramı
ile Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin 23–30
Nisan'ı Çocuk Haftası ve haftanın
ilk gününü de çocuk bayramı ilan
ettiği 1929'den itibaren kutlanmaya
başlandı. Bu iki bayram 23 Nisan 1935
yılında, “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı” adı altında bir araya
getirildi. Hâkimiyet-i Milliye bayramı,
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu
gerçekleştiren TBMM'nin açılışını
kutlamak amacını taşırken; çocuk
bayramı savaş sırasında yetim ve
öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar
şenliği ortamında sevindirmek amacını
taşıyordu. TRT, UNESCO'nun 1979'u
“Çocuk Yılı” olarak duyurmasının
ardından, Uluslararası 23 Nisan
Çocuk Şenliği'ni başlatarak, bayramı
uluslararası düzeye taşıdı. Bugün tüm
dünya çocukları Atatürk’ün onlara
armağan ettiği bayramlarını kutlamak
için ülkemize geliyor. 23 Nisan
dünyada kutlanan ilk çocuk bayramı.
Atatürk çocuklara armağan ettiği bu
bayramı, “Bugünün küçükleri, yarının
büyükleridir” sözüyle perçinlemişti.
Zaten fazla söze ne hacet!
Paylaştıklarımız kalan sayfalarda,
keyifli okumalar.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
ır
k
a
Ç
n
i
g
En
3
arka plan
Yıl: 2 Sayı: 8 / Nisan - Mayıs 2012
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
www.dergibursa.com.tr
İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni
Engin Çakır (Sorumlu)
[email protected]
Yazarlar
A.Kadir Kılınç, Celil Sezer, Dilek Şen,
Emine Civanoğlu, Erdinç Tuğcu,
Melih Karaer, M.Ömür Akkor,
Nazan Aşkalli, Nazlıhan Ergin Şevik,
Özlem Şenkoyuncu, Özgür Çakır,
Serkan Duru, Sezai Evans
Uzman Yazıları
Psk.Ayşegül Alkış, Dyt.Başak Kefeli,
Op. Dr. Cenk Aşkalli, Özgür Akkaya Erdemol,
Op. Dr. Servet Yetgin, Dr. Nihat Taşçı,
Dyt. Nilgün İstek
www.dergibursa.com.tr
Yayıncı / Yapımcı / Yönetim
Yayın ve Reklam Koordinatörü
Emine Korku
[email protected]
Grafik Tasarım
Photo Graphica Creative
[email protected]
Enise Güleryüz
Fotoğraf
Demet Argun Güngör,
Engin Çakır, Özgür Çakır
Çorbada Tuzu Olanlar
Esin Şuekinci, Esra Minez, İrem İlyas,
Orhan Turhan, Yücel Zorlu
Reklam İletişim / Abonelik
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
4
Baskı
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt.
D.1 Osmangazi / BURSA
T. (0224) 233 87 11
www.photographica.com.tr
[email protected]
www.ozgun-ofset.com
Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır.
Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve
konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
5
plan
plan
bursa dokusu Bursa’nın alacalı kadını - Erguvan
tek karede Bursa
Yeniden doğan Bursa yakışıklısı
14
bursa öyküsü
İpekten bir gün...
16
tema
Baharla gelen aşk esintisi
24
detaylı bakış
Uçurtma hayaliyle yaşamak...
30
kitabi
Panait İstrati - Emine Civanoğlu
32
Türkçe sözlüğü
Dilbilgisi
36
rengarenk
Yeşillenmeye başlayan sevinç aslında...
38
hemzemin
Sembolik hikayeler - Nazlıhan Ergin Şevik
44
semboller
Güneş - A.Kadir Kılınç
46
havadan sudan
Bir sabah öyküsü - Nazan Aşkalli
48
köşe
Simurg ile yedi dipsiz vadi - Dilek Şen
50
d. armağansın
Sil baştan başlamak - Serkan Duru
52
eğitimin psikolojisi
Alış - veriş psikolojisi - Ayşegül Alkış
54
gezi yorum
Gemlik Körfezi’ne kuşbakışı
56
detay
Küllerinden doğan kültür varlığı - Esra Minez
60
fotoğrafa yazı
Pazar pazar İstanbul’da - Celil Sezer
62
fotoğrafın altı
Banliyö manzarası - Yücel Zorlu
68
uzaktaki yakın
Bir şehirden fazlası - Barselona - Özgür Çakır
72
evrensel sanat
Gaudi’nin zihnindeki harikalar diyarı
88
tekno günce
Teknolojinin yeniden doğuşu - Erdinç Tuğcu
92
armoni Katalan kralların ezgisi - Gypsy Kings
96
film şeridi
İspanyol Büyüsü - Penelope Cruz
98
serbest yazı
Bir nefeste yaşam kaynağı - Özlem Şenkoyuncu
102
g.zaman kipinde
Zamanın nakışına dikiş tutmuyor
104
keyfi yerinde
Spor dolu doğa keyfi - Melih Karaer
108
ruhun gıdası
Yeniden doğun kendinize - Özgür Akkaya Erdemol
110
sağlık
Uzman yazıları ile sağlık konuları
114
bursa mutfağı
Seyyahlara Bursa rehberi - Ömür Akkor
128
rehber bursa
Bursa’nın yaşam rehberi
130
www.dergibursa.com.tr
6
8
7
bursa dokusu
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır
Bursa’nın
alacalı kadını
8
En nazlı, en süslü, en sabırsız ve en alacalı cümbüşün ismi
erguvandır Bursa’da. Geçmişte “Erguvanlar Şehri” olarak bilinen
“unutkan” bu şehre, baharı getiren yine “onun” ta kendisidir.
Pembe midir, gülkurusu mu? Vişne
midir, mor mudur, lila mıdır yoksa
şarap kırmızısı mı? Aşağı yukarı
pembedir. Hafiften mavimsi. Ama öyle
herhangi bir mavi de değil; çivit mavisi
vardır ya bildiğimiz, işte o maviye çalar
gizlice. Erguvan; çokça şarap kırmızısı,
pek az çivit mavisi ve bolca beyazın
harmanı ile oluşan fevkalade zengin bir
renk. Peki ya çiçeği?
Bahar geldiğine göre şimdi erguvan
vakti... Bursa Ovası’ndaki ve Uludağ
yamaçlarındaki tüm koruluklar, sırtlar,
mavimsi pembe çiçeklerle ya boyanmış
ya da boyanmak üzere. Renk cümbüşü
var her yerde. Tam keyif zamanı işte…
Erguvan sanki ışığın içerisinden geliyor
bize. Renk almış bir buğu gibi zamanda
kaybolmayı bekliyor. Altı üstü 15-20
gün bizimle… Ona sahip olmak da
kaybetmek de anlam taşıyor böyle
olunca. Yeniden doğuşu simgeliyor.
Aynı zamanda yağmurun gelmesiyle
düşen tohumlarıyla beraber yok
oluşu…
Bursa’da günbatımlarının ayak izleri
erguvandır, iyi düşünün. Şehrin
batısında beliren renk erguvan değil de
nedir? Kızarmış bir şeker pembeliği ile
mandalina kızılının alacalı bir cümbüşü
olmaz mı o mavi saatlerde?
Erguvanın en gösterişli vakti Mayıs…
Gel gelelim Nisan başlarından itibaren
sunmaya başlıyor güzelliğini. Baharı
müjdelemek için sabırsız bir çiçek.
Daha yapraklarını vermeden son
derece cömert bir tutumla çiçek
tohumlarını açıveriyor. Bu çiçekler ne
yazık ki çok kısa ömürlü. Yaprakları en
geç bir ay içinde yağmurlarla birlikte
toprağa geri dönüyor.
Erguvanın Osmanlı kültüründeki
özel yerini ise Yazar Ramis Dara’nın
"Erguvan Zamanı" isimli kitabından
öğrenelim: “Yüzyılın başında Bursa’da
"Erguvan Bayramı" kutlanıyordu. Bu
bayramın öyküsü şöyle: Buharalı
bir çömlekçinin oğlu olan Seyyid Ali
(Seyyid Şemseddin Muhammed bin Ali
el- Hüseyni el Buhari) Medine’deyken
rüyasına Hz. Muhammed girer ve
ona, "Anadolu’ya gidip hizmetini
orada sürdür" der. Seyyid Ali bunun
üzerine tasını tarağını toplayıp yola
çıkar. Bursa’da yerleşmeye karar
verir. Kısa sürede tanınır, Bursalılar
onun ziyaretine koşar. Henüz 22
yaşındaki Seyyid Ali, "Emir Sultan" diye
anılmaya başlanır. Emir Sultan bir süre
sonra, Sultan Yıldırım Bayezid’in kızı
Hundi Hatun’la evlenip saraya damat
olur. Herkes tarafından çok sevilen
Emir Sultan 1429’da vefat eder. O
tarihten itibaren bahar başlangıcında,
erguvanlar çiçeğe bezenince,
Türkiye’nin dört bir yanından gelen
müritleri, Emir Sultan’ın türbesini ziyaret
eder. Kalabalıkların Bursa’da buluştuğu
bu dönem, "Erguvan Cemiyeti, Erguvan
Faslı, Erguvan Bayramı" diye anılmaya
başlanır.”
14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar erguvan
adına şenlikler hatta bayramlar
düzenlendi Bursa’da. 1855 Bursa
depreminden sonra ise büyük bir
kısmı yıkılan şehir kendini toplamaya
çalışırken, şehir halkı bayramlarını ve
panayırlarını unuttu. Zaman içinde
unutulduysa da 2000’den bu yana
yeniden hareketlendirme çabaları
var. Özellikle belediyelerimiz ve Yerel
Gündem 21 Tarihi ve Kültürel Miras
Grubu bu konuda çalışmalar yürütüyor.
Somut göstergesi ise “Erguvan
Bayramları”nın tekrar başlaması…
9
bursa dokusu
Erguvan Bayramı; kardeşlik, sevgi ve
paylaşımın ne demek olduğunu anlatan
bir tema etrafında toplanıyor. Doğayı,
onun bereketini ve güzelliğini anlatmak
için şenlikler kapsamında çeşitli sergiler
açılıyor, paneller düzenlenip, söyleşiler
yapılıyor. Erguvan dikme günleri
ile erguvan severler ortak paydada
buluşturuluyor. Fakat katılımlar istenilen
düzeyde değil.
Hilmi Yavuz “Erguvan Sözler”de şöyle
anlatıyor onu:
"Zamandır seni sardığım kumaş
Bekledin örtünsün ki yavaş yavaş
Erguvandın, kayboldun dile
gelişlerde..."
“Baki” de erguvan düşkünüydü.
Renkliyi, parıltıyı ve kıymetli olanı seven
şairin en sevdiği ağaç da başlı başına
bir "sefahat" olan erguvandı. Belki
bunun için sevgilisini erguvani elbiseler
içinde düşlemişti.
Evliya Çelebi'nin "Erguvan Cemiyeti
Faslı" yazısında Bursa’daki Erguvan
sohbetlerinden bahsedilse de
erguvanla özdeşleşmiş bir şehir
daha var. İstanbul’u ve özellikle
boğazı kendine has rengine bürüyen
erguvan ağacı, İstanbul’un da
önemli simgelerinden kabul ediliyor.
Hatta İstanbul’un erguvan zamanı
kurulmaya başlandığı da rivayetler
arasında. İstanbullu erguvan âşıkları
da bu nadide ağaç için yaşatma ve
koruma derneklerinde, kulüplerde
Bursa’dakilerle benzer organizasyonlar
düzenliyorlar. Şehrin köşe bucağında
ne kadar erguvan ağacı varsa tek
tek bulunup, koruma altına alınıyor.
Haritaları çizilip, olağan durumlara
karşı zayiatı için engelleyici çalışmalar
yapılıyor. Yeni ağaçlar dikiliyor. Diğer
bir deyişle Bursa’dan fazla sahip
çıkıyorlar bile denebilir. Söyleyin ismine
paneller, söyleşiler yapılan, bayramlar
ilan edilen kaç ağaç var ki? Ne kadar
çok ağaç olduğunu vakti gelince;
Mudanya’dan Tirilye’ye, Güzelyalı’dan
Kurşunlu’ya, Gemlik’ten Yalova’ya
giderken kolayca anlayabilirsiniz.
10
11
bursa dokusu
Kısa kısa
* Erguvan, Farsça bir renk ismi
aslında, ismi rengi… Doğal yollarla
üretilen en zor renk olduğu için,
Bizans hükümdarlarının kıyafetlerinde
kullanılan bir renkmiş, dolayısıyla
bir zenginlik, güç belirtisi olarak;
imparator dışında hiç kimse mor pelerin
takamazmış. Yine rivayete göre Bizans
asilleri, soyluluklarını belirtmek için
kanlarının dahi erguvan rengi aktığını
söylemişler.
* Filistin de ise İsa’nın ortaya çıkması
ve havarilerinden Yahuda’nın İsa'yı
otuz gümüş karşılığı ihbar etmesi,
daha sonra da bu yaptığından pişman
olup, kendini bir erguvan ağacının
dalına asması üzerine, Erguvan
ağacı da, bu utancı kaldıramamış ve
bu ihanet yükünü dallarında taşıdığı
için, önceleri beyaz olan çiçekleri
utancından kızarmış. Bundandır ki,
erguvan ağacına Hıristiyanlar “Yahuda
(Juda) Ağacı” derler. Romalı askerler
Hz. İsa'nın göğsüne ‘Yahudilerin Kralı’
yaftasını asmadan önce onunla alay
etmek için de erguvan giydirmişler.
* Erguvan Akdeniz kökenli bir ağaç...
Nazik ve soğuk rüzgârları sevmiyor.
* Tarihte Osmanlı mutfağında erguvan,
rengi ve görünümü açısından salatalar
üzerinde süsleme olarak kullanılmış.
Sadece renginden değil bu ağacın
güçlü dallarından da Osmanlı'da
baston yapımında yararlanılmış.
Şamanlar ise hastalıkları kovmak için
erguvan kabuklarını kaynatıp içmişler.
* Erguvan ağacının yaprakları ve çiçeği
üzerine düşen çiğ damlaları bu çiçekleri
bir mücevher gibi gösterir.
* Şair Baki de iki mısra ile bu
olağanüstü durumu şöyle anlatmıştır;
“Dürr ü yakut ile nahl-i murassa
sandım / Erguvan üzre dökülmüş
katarat-ı emtâr” “Erguvan üzerindeki
çiğ damlalarını görünce / yakut ve
mercanla süslü bir fidan sandım”
12
13
tek karede bursa
Yeniden
doğan
Bursa
yakışıklısı
Tek karede Bursa’nın hem
geçmişinden hem de özünden
bir kare fotoğraftaki. Bursa
simgelerinden nam-ı diğer
İpek Böceği.
Kelebekken yumurtalarını dut
yaprakları üzerine bırakan İpek Böceği,
yumurtladıktan üç dört gün sonra ölür.
Baharda taze dut yaprakları üzerindeki
yumurtalardan larva halinde çıkan
tırtıllar sık tüylü ve siyahtır. Büyük bir
iştahla devamlı dut yaprağı yerler ve
dört beş defa gömlek değiştirerek bir
ya da bir buçuk ayda 7 veya 8 santime
ulaşırlar. Büyüdükçe renkleri açılır
ve tüyleri kaybolur. İyice büyüyüp de
hücrelerine yerleşince üst dudağındaki
delikten iplik halinde zamk gibi bir
sıvı çıkararak kozasını yapmaya
başlar. Tırtıl önce kozanın dış kısmını
sonra kendi vücudunun etrafını örmeye
devam eder ve görünmez olur. Eğer
kendi haline bırakılırsa iki üç hafta
içinde kelebek haline gelerek ördüğü
kozayı parçalar ve dışarı çıkar.
Fotoğraf: Demet Argun Güngör
14
15
bursa öyküsü
16
İpekten bir gün
Büyük hayalleri vardı. Kendisine yumuşak ve parlak bir liften ev
kuracaktı. Hayalleri o kadar derindi ki düşüncelere dalar giderdi.
Aradan uzun zamanlar geçti. Önce olduğu yerde sarmaladı
kendisini kozayla, evi oldu. Sonra iplik olup kumaşa döndü ve en
sonunda yaşamın içerisine katıldı derinlere dalarak…
Yazı ve Fotoğraflar: Engin Çakır
İpekböceği elbette bir tırtıl… Lifi
kendine koza örmek için üretiyor ve
insanlar bu liften iplik yapıp kumaş
dokuyorlar. Çok sağlam bir ip olan ipek
boyanınca da gösteriş kazanıyor. Fakat
ipeğin Bursa’daki karşılığı elbette ki
çok daha fazla... Yüzyıllardır binlerce
aileye geçim kaynağı olmuş, ticareti
hareketlendirmiş ve beraberinde
kültürel bir birikim getirmiş bu tırtıl.
Bugün Kozahan’da düşüncelere dalıp
gidenler belki de bu yüzden bu hissi
yaşıyorlar.
17
bursa öyküsü
Bahar gözlerine dolmuştu küçük
kedinin. İlk kez içini ısıtan güneşin
mahmurluğu üzerinde, gerim gerim
geriniyordu. Hani sanki Kozahan
yapıldığından beri orada yatıyordu.
Zamanda kaybolan bu mekânda,
yanında bir bardak çay ile bir
akşamüstü simidine ya da Türk
kahvesine kim hayır diyebilir ki?
18
Koza Han’ın içindeki geniş, dikdörtgen
avlunun tam ortasındaki küçük
mescidin altındaki şadırvanın etrafında
yaşananlar yüzyıllardır farklılaşsa
da hissedilenler çok da değişmiyor.
Bursa’da huzur Kozahan’da nefes
alıyor.
19
bursa öyküsü
Atılan her adımda, ipekten bir geçmişi
hissetmek mümkün hanların en ipeksi
olanında… Yüzyıllardır Bursa ile
özdeşleşmiş bir yapının hala yaşamın
içerisinde olduğunu hissetmek, onu
anlamaya biraz daha yaklaşmaktır.
20
21
bursa öyküsü
Kapıları hiç kapanmadı Koza
Han’ın… Yüzyıllardır büyük bir
tevazu ile kucaklıyor misafirlerini.
Zaten kimse de çarpıp çıkmıyor
kapısını. Herkes kapıların açık
olduğunu biliyor ve yine geliyor...
22
23
tema
Baharla
gelen aşk
esintisi
24
Tıpkı bir aşk gibi bekleriz her sene “onun” gelişini. Her sene
geleceğini bilsek de isminin başında “ilk” sıfatının olması bizi hep
heyecanlandırır. Doğa renkleri ile haykırır tüm evrene enerjisinin
gücünü. Bir aşk masalının şiirsel sayfaları gibidir ilkbahar…
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır
Uludağ
“Bahar geldiğinde mi ben böyle
olurum? Yoksa böyle olduğumda
mı gelir bahar?” diyor Ayşe Kulin bir
Candan Erçetin şarkısında. Neler
olmaz ki bahar geldiğinde… Mart,
nisan ve mayıs ayları doğanın ruh
göçü zamanıdır. Bir süre aramızdan
ayrılan hisler yeniden bize dönerler.
Bir mevsimden çok şeydir baharın
anlamı. Diğer mevsimlere göre çok
daha fazla anlamlar içerir. Umuttur her
şeyden önce… Sevinçtir çoğu kişi için.
Bazen yeni bir hayat anlamına gelir.
Sıcak günlerin habercisidir. Buz kesen
aylardan, iliklerimize kadar donduran
soğuklardan bir sıyrılış…
Uludağ
Diğer taraftan özlemin en güzel halidir.
Kış boyu daralan ve bunalan insanlar
baharla birlikte yüreğini de yeşertir.
Yarınlarına daha sıcak bakabilir. Yaz
aylarını seven insanlar bile baharı çok
severler. Çünkü yazı onlara taşıyan yine
bahardır. Bu yüzden ilk teşekkürler hep
onadır. Tebessüm ettiren bu rengârenk
mevsim, yeniden dirilişin yaşandığı
mevsimdir.
Son cemrenin toprağa düşmesiyle
topraktan beslenen ve ölüm uykusunda
olan tüm canlılar uyanmaya başlar
yavaş yavaş… Önce küçük küçük
yeşil otlarla, kır çiçekleriyle gösterir
yüzünü bahar bize. Sonra sanki "ben
de buradayım, eski ihtişamımdan hiçbir
şey kaybetmedim, alımla morumla işte
yeniden doğuyorum" der gibi ağaçların
çiçekleriyle süslenmesi, sokakların
mis gibi çiçek kokularıyla dolması,
güneşin tenimizi hafiften yakmaya
başlaması gelir... Herkesin yüreğini pır
pır ettirir yeniden dirilişe şahit olmak.
Kupkuru dallar, kupkuru topraktan
can bulurken, insanlar da can bulabilir
bu mis kokan mevsimde. Kuru dallar
bile yeniden dirilebiliyorsa neden ben
de dirilemeyeyim der insan... Antonio
Vivaldi'nin Four Seasons şarkısının
ilkbahar bölümü daha başka bir anlam
kazanır bu mevsimde.
Kuzey yarım kürede 21 Mart - 22
Haziran, güney yarım kürede 23 Eylül
- 22 Aralık arasındaki zaman dilimi
kapsayan ilkbahar tüm dünyada “aynı
25
tema
Tirilye
anlama” gelir. İlkbahar veya ilkyaz,
doğa döngüsünde kış ile yaz arasındaki
mevsimdir. İlkbaharda ağaçlar çiçek
açar, hava sıcaklığı artmaya başlar.
Karların erimesi ve bol miktarda
yağışların yağması ile su yatakları olan
dereler, göller, göletler ve barajlar su ile
dolar. Doğa en güzel pozlarını baharda
verir. Her yer suyla doluyken, doğa
can bulur. Her yana dağılan çiçekler
dünyanın rengini bir anda değiştiriverir.
Fakat her güzel şeyin olduğu gibi bazı
kötü yanları da vardır baharın… Yerel
hava depresyonu olarak meydana
gelen hava değişikliklerinde halk
arasında Kırk İkindi adı verilen sağanak
26
yağışlar başlar. Bu yağışlarla şiddetli
gök gürültüsü, yıldırım düşmesi, dolu
tehlikesi ve sel felaketleri de görülür.
Bazen bu yağışlar çiftçilere çok zarar
verir. İnsanlar üzerinde de sağlık
açısından olumsuz etkileri olabilir.
Yorgunluk, halsizlik ilkbaharın insanlar
üzerindeki olumsuz etkilerindendir.
Bu duruma tıp dilinde kısaca “Bahar
Sendromu” denir. Aslında bu biraz da
psikolojik olarak da ortaya çıkar…
Sevgililere “bahar gözlüm” denmesinin
sebebi ise baharın renklerinde
saklıdır. Bir düşünün bahar renklerini.
Turkuvazdan yeşile, sarıdan pembeye,
kırmızının en koyusundan beyazın en
sadesine kadar neredeyse her renk
doğanın yeni renkleri oluverir. Makyaj
gibi görünse de doğal olduğu renklerin
birbirine olan uyumundan bellidir.
Ve ilkbaharda yeni aşklara doğru
yelken açar insan. Bunun mevsim
geçişlerinden etkilenen hormonlarımızla
alakası olsa da esas neden doğanın
her şeyi bize daha güzel sunuyor
olmasıdır. Tıpkı Sezen Aksu’nun
şarkısındaki gibi, neden her bahar
âşık olur insan? Bunun sebebi sadece
“geldi bahar ayları, gevşedi gönül
yayları…” şeklinde açıklanabilir mi?
27
tema
Suuçtu Şelalesi, M.Kemal Paşa
İlkbahar
Yüzümü bulutlara kaldırıp,
Dua eder gibi mırıldanıyorum.
Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum.
Rüzgârla, ilkbaharla…
Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor.
Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi…
Rüyada mıyım, gerçek mi bu?
Hem var gibiyim, hem yok gibi.
Bir güney kentinde, bir kıyı
kahvesinde...
28
Başakların sonsuz salınışı…
Burada, kendimle baş başa…
Ömrümü böylece tamamlayabilirim.
Bir kuşu dilinden hiç öpmedim.
Belki bir gün öpebilirim.
Belki bir gün rüzgâr olurum ben de.
Eserim başakların üzerinden.
Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim.
Bir kuş cıvıltısında doğmak için
yeniden…
Ataol Behramoğlu
29
detaylı bakış
Hazırlayan: Sezai Evans
“Uçurtma hayaliyle yaşamak”
Eskiden her çocuğun
bir uçurtması, bir de
sicim ipi vardı sarmalık.
Ona bakmaktan boynu
tutulur, rüzgârdan gözleri
sulanır ama yine peşinde
koşardı kuyruğunun…
Gökyüzüne doyardı klavye
bozmaktansa… Baharın
geldiği şu günlerde mavi
gökyüzüne en çok yakışacak
olan renk uçurtmalar…
30
Hatırlar mısınız acaba? Uçurtmayı
Vurmasınlar filmi 89 yılında hepimizi
tebessüm ettirerek ağlatmıştı.
Gökyüzünde uçan uçurtmalarla çok şey
anlatılıyordu filmde. Senaryosu Feride
Çiçekçioğlu’na ait bir Tunç Başaran
filmiydi. Beş yaşındaki bir çocuğun
gözüyle kadınlar hapishanesinin
ve sevginin öyküsünü anlatıyordu.
Küçük Barış'ın (Ozan Bilen) dört
duvar arasında ne suçu vardı ki?
Oysa esrardan tutuklanan annesiydi.
Barış henüz algılayamadığı bir garip
dünyanın içinde, her yanı soğuk ve
sağır duvarlarla çevrili bir hapishane
avlusundaydı. O kısır döngünün içinde
sevimli bir çocuktu sadece. Öylesine
çocuktu ki tuvaletini tutamayıp altına
kaçırdığında aklımızdan hiç çıkmamış
o repliği söyleyiverdi bir anda: “Ben
işemedim Miki işedi!”
Barış’ın tek dileği uçurtmalardı
pek çok çocuk gibi. Gökyüzünü ve
özgürlük uçurtmalarını gözlüyordu.
İnci Abla’sı (Nur Sürer), özgürlüğüne
kavuştuktan sonra bir gün uçurtma
olup geri döneceğine söz bile vermişti.
Uçurtma onun hayalleriydi, gökyüzünde
onun göremediklerini gören en sıkı
dostuydu… Sizin uçurtmalarınız da
hayalleriniz mi? Uçurtma denince
çok şey var mı aklınızda? Gazeteden
miydi uçurtmanız yoksa jelâtinden
mi? Elektrik direğine mi takıldı yoksa?
Yıllarca yüzüne bakılmadı, renkleri
mi soldu? Ya da ipi mi koptu? Yoksa
mahallenin en güzel uçurması sizinki
miydi? Öyle çok şey var ki uçurtma için
söylenecek…
Uçurtmayı elinize ilk aldığınızda
uçuramayacağınızı düşünürsünüz.
O koca gökyüzünün altında ezilip
kalacağınızı, rüzgârın yardım
etmeyeceğini ve üzüleceğinizi…
Çıtalarından kavrayıp rüzgâra karşı
tuttuğunuz anda ise her şey değişir,
sınır tanımaz bir heyecan kaplar
içinizi. Koşup sizinle birlikte bir an
önce yükselmesini arzularsınız.
Yeryüzünden soyutlanıp sonsuzluğa
kucak açmak istersiniz. Onunla en
yükseklere çıkıp göremediklerinizi
görüp, soluyamadığınız havayı solumak
istersiniz. Belki de yavaşça başlayan
bir salon dansı gibi rüzgârla ahengi
yaşarsınız ve sonunda uçurtma
olursunuz.
Siz de uzak kalmayın uçurtmayla
gökyüzünü renklendirmekten. Mavi
gökyüzünü rengârenk uçurtmalarla
boyayın. Yaşamın hengâmesinden
biraz olsun kendinizi soyutlayın
ve doğanın farklı kokularıyla baş
başa kalın. Gökyüzüne yükselen
uçurtmanıza sarıldığınız gibi tutkuyla
sarılın hayallerinize. Sanmayın ki
uçurtma sadece kâğıt ve çıtalardan
oluşuyor. Uçurtma esasında
sokak oyunları kültürünün yegâne
parçası. Çocukluğunuzun peşinizi
bırakmayan yüzü... Doğayı koruma
bilincinin simgesi. Tüm bu soysal ve
duygusal birikimlerin yansıması… Bu
yansımaların içerisinde rengârenk
anlamlar içeren kocaman bir dünya
sanki.
(M.Ö) 3000 yıllarında Çin’de çıktığı
tahmin edilen uçurtmayla ilgili dünyada
binlerce kulüp, birlik, federasyon vb.
kuruluşların önderliğinde yerel, ulusal
ve uluslararası pek çok yarışma,
festival ve dünya şampiyonaları
organize ediliyor. Bu katılımın tek
açıklaması yaşanan heyecan… Doğa
dostu olması, onu simgelemesi
ve gökyüzünün mavisine en güzel
arkadaşlardan bir tanesi olması
şüphesiz… Uçurtma etkinliklerinin
sayısı giderek artıyor. Sadece
çocukların değil, büyüklerin de bu
etkinliklere yönelik yoğun ilgisi var.
31
detaylı bakış
Bir de seyri var elbet... Rüzgârın
hareketlerini hissetmekten alınan
tarifsiz keyfi… Uzaktan bile görseniz,
ipinin ucunda eğlenen, hayattan keyif
alan birisi olduğu bilirsiniz. Ya da
bazıları vardır bagajında bile uçurtma
taşır. Canı sıkıldıkça arabaya atlayıp
uçurtma uçurmaya giderler. Hepsi
uçurtmayı anlatır.
Uçurtmanın da bir efsanesi var...
Efsaneye göre Çinli bir adam,
şapkasının uçmasını engellemek için
şapkasını iple bağlamış. Böylece ilk
uçurtmayı istemeden de olsa icat
etmiş. Daha sonra Çin'den Kore ve
Hindistan'a giden tüccarlar aracılığıyla
tüm Asya'ya yayılmış. Japonya'daki
Budist rahipler uçurtmaları kötü ruhları
uzaklaştırmak ve o yılın hasatını
artırmak için kullanmışlar. Başka bir
hikâye de 300 yıl öncesinden. Nagoya
Kalesi'nin çatısındaki altın heykeli
çalmak isteyen bir hırsızın çatıya
çıkmak için kendisini bir uçurtmaya
bağladığına inanılıyor. Uçurtma
32
hikâyelerini Avrupa'ya taşıyan kişi ise
Marco Polo olmuş. Daha da ilginç bir
not ise şu: 1822'de George Pocock
isimli bir öğretmen at arabasının hızını
uçurtma yardımıyla 20 mile çıkarmış.
Avrupa'da ise meteoroloji çalışmaları
ve telsiz konuşmaları için geliştirilmiş
uçurtmalar…
Uçurtma da teknolojiden nasibini
alanlardan oldu. Eskiden tek ipli
bildiğimiz uçurtmalar varken artık iki,
üç hatta dört ipli ya da kumandalı
uçurtmalar dahi var. Saatte 200 km
hıza ulaşabilen uçurtmalar bile var.
Ama bu uçurtmaları uçurtabilmek ve
kontrol altında tutmak için bilgi ve
tecrübe şart. Gün geçmiyor ki yeni
bir uçurtma modeli çıkmasın. Fakat
ilginç olan ülkelerin de belli tercihleri
olması… Türkiye’de, Suriye’de ve
Yunanistan’da klasik altıgen uçurtmalar
yaygınken, Afganistan ve Hindistan'da
"fighter" yani kavgacı isimli uçurtmalar
meşhur. Bu ülkelerde mavi gökyüzüne
aslında çok da yakışmayan bir durum
söz konusu... Uçurtma sahipleri
birbirlerinin uçurtmalarını nişanlayıp
diğerini düşürmeye çalışıyor.
Birçok konuda olduğu gibi uçurtma
dünyasında da ABD ve Avrupa ülkeleri
oldukça gelişmiş. En yaygın modeller
Cody, Rokkaku, Eddy, Genki ve Box
diye biliniyor. Akrobasi uçurtmaları
ve “flowform” modelleri ise ABD'de
oldukça popüler. Hollanda'da ise her
rüzgâra göre uçurtma var. Böylece
fırtınada bile uçurabiliyorsunuz.
Uçurtmanın kendi ekseni etrafında
dönmesi "spin", yüzü yere yatarak
360 derece dönmesi ise "axel" olarak
tanımlanıyor. Burnu yere dönük olan
uçurtma birden sırtüstü yatıyorsa
bunun ismi de “fade” oluyor. Kısaca
matematik defterinden yapılan nam-ı
diğer şeytan uçurtmalarını bilen çocuk
sayısı az artık. Ortasında üç çıtası olan,
renkli kâğıtlarla süslenen, mahallece
gidilen pikniklerde kuyruğuna jilet
takılarak kapıştırılan uçurtmalar...
33
kitabi
Panait İstrati
“İnsan olmak ve hayatı
hayvanlardan daha az anlamak
ne hazin şey.”
Kızlar uçurtmaya mı yoksa
ipi elinde tutana mı âşık olur?
Emine Civanoğlu
Bitmez tükenmez gevezeliklerini
dinliyorum, beni köpekleri gibi okşayıp
avutmasından hoşlanıyorum ama artık
odamdan bir yere kımıldayamıyorum,
avlumuzdan dışarı çıkamıyorum.
Epaminonda da artık beni görmeye
gelmiyor. Bu bölüşme ikimizi de
öldürüyor. Böyle sürüp gidemez hep.
Kendi hesabıma ben ne pahasına
ve nasıl olursa olsun bu işkencenin
sonunun gelmesini tercih edeceğim!
Sonu geldi ama bu, hummalı
kıskançlığımın tahmin ettiği en acı
sonuçlardan bile bambaşka bir şey
oldu. Bir gün sokakta kızılca kıyamet
koptu.
34
Çok sevdiğiniz, yazdıklarını ne zaman
okusanız kendinize geldiğiniz, onun
kelimeleri ile serpildiğiniz yazarlar
vardır, onlara diyecek sözüm yok
ama bilmenizi isterim ki Panait İstrati,
tanıştığınız andan itibaren, o çok
sevdiğiniz diğer bütün yazarlardan
ayrı bir yerde duracak ve gözünüze,
aklınıza her iliştiğinde size ‘hayat
öyle güzel ki uçurtma da ben, rüzgar
da ben, ip de ben, dağ da nehir de
ben, uçurtmanın peşinden koşar gibi
yapıp o kızın peşinden koşan adam
da ben” diye hissettirecek bir yazar.
Hikayelerinin tadı, sabahtan akşama
kadar çayırda çimende oynayıp koşa
koşa eve vardıklarında çocukların
önlerine sürülen sıcacık, kabuğu çıtır
çıtır, arasında tereyağı eritilmiş köy
ekmeğinin tadı gibi. Yol kenarındaki
tarlalarda haylazlık eden, aşık oldukları
kızların hayali ile güneşin altında
kendinden geçen ergenlerin, dolaptan
aşırdıkları ev yapımı şarabın yanına
katık etmek için hemen oracıktan
topladıkları taze baklanın tadı gibi. Yeni
kaynatılmış vişne reçelinin kabaran
pembe köpüğü gibi.
Yunan bir tüccarla Romanyalı
bir çamaşırcı kadının evlilik dışı
ilişkilerinden dünyaya gelen İstrati,
iyi bir öğrenim görememiş ama
hayatı boyunca birçok ülkeyi gezmiş.
1909’da toplumcu işçi hareketine
katılmış. Toplumcu çizgideki dergi
ve gazetelerde redaktörlük yapmış.
Edebiyat alanındaki başarısızlığı
üstüne yoksulluk da eklenince,
başarısız bir de intihar denemesi
olmuş. Yeniden doğuş, onun en iyi
bildiği durumlardan, duygulardan biri.
Zaten hayatının her anı zor, çılgınca,
baş edilmesi imkansız durumların
sonrasında yeniden yeniden doğmakla
geçmiş. İntihar teşebbüsünün ardında
hastanede cebinde bulunan mektup,
yazıldığı kişiye gönderilir hastane
yetkilileri tarafından. Bu kişi Fransız
yazar Romain Rolland’dır. Rolland
Panait İstrati ile ilgilenir. Yaşadıklarını
yazması için teşvik eder. Hikayelerinin
yayımlanması için yardımcı olur.
Böylece edebiyat tarihinin önemli
yazarlarından biri ortaya çıkar. İstrati,
‘Balkanların Gorkisi’ olarak kabul
edilecek kadar beğenilir ve kısa sürede
bütün dünyada tanınır.
Bir sabahtı. Kapımızın önünde
uçurtmamla oynuyordum. Uçurtma
çok yükselmişti. Uçuş gücünü
denemek için yumağımdaki bütün ipi
boşaltmıştım. Oyuncağımın üstünlük
ve eksikliklerini anlamaya çalışıyordum.
Birden uzaktan gelen bir çığlıkla
irkildim: Arkadaşım olan kızın sesiydi.
Sokağın ta bir başında kovaları yere
atmış el çırparak bağırıyor, bacaklarının
var kuvveti ile bana doğru deli gibi
koşuyor, birtakım işaretler yapıyordu.
Arkama baktım, iki atlı bir arabanın
hızla yaklaştığını gördüm. Avludan
kaçmış olan küçük köpek Leu, sokağın
ortasında, tehlikeden habersiz kulağını
kaşıyıp duruyordu. Bir an duraksasam,
arkadaşımın en sevgili köpeği
ezilecekti. Uçurtmamı bıraktım, atıldım
ve köpeği hayvanların bacaklarının
altından kurtardım ama araba bana
çarptı; düşüp bayılmışım. Kendime
geldiğimde, ezilmiş kaburga kemiklerimi
ispirto ile ovuyorlardı. Arkadaşım,
Leu’yu kucağına almış, orada beni
bekliyordu. Aralıktan bana köpeği uzattı,
alırken arkadaşımın yüzündeki acı ifade
beni ürküttü.
Neden yüzün böyle sarı? dedim.
Boğulur gibi:
Leu’yu sana veriyorum, dedi. Onu
sevmesini bilecek misin?
Evet, hem de çok.
Sevdiğin uğrunda neler yapabilirsin?
Her şeyi!
Panait Istrati'nin bu romanı, adında
söylendiği gibi aslında Sokak Kızı'nın
yani Nerrantsula’nın değil, Marco'nun
hikayesi... Marco, Tuna Nehri kıyısında
yaşayan orta halli bir ailenin tek oğlu;
on altı yaşında bir delikanlı. O yaşa
kadar aşka düşmemiş olan Marco'nun
gönlü, çevresindeki en asi, en delişmen
kıza vuruluyor hikayede. Kimi kimsesi
olmayan, suculuk yapan bu sokak kızı,
köpekleriyle birlikte avlulu bir odada
yaşıyor. Marco bir gün kızın dikkatini
çekebilmek için, köpeklerinden birini
araba altında kalmaktan kurtarıyor
ve küçük sokak kızı onun sevgilisi
oluyor. Ancak gönlü kabak çiçeği gibi
açılan Marco, sokak kızının bir başka
sevgilisi daha olduğunu çok geçmeden
öğreniyor ve o kabak çiçeği kendi
köküne küsecek hale geliyor.
Sevdiği kıza olan aşkını kendi
yaşlarında bir çocukla daha paylaşmak
zorunda kalan Marco’nun, Tuna
kıyısındaki İbrail şehrinin şiirli dekoru
içinde aynı ateşli ve gizemli kızı seven
iki delikanlının derin bir arkadaşlık
içinde karanlık diplere sürüklenen
korkunç çatışmalarının hikayesi bu.
Sakat bir genci kurtarmak için her
şeyini, namusunu bile feda eden
kimsesiz bir sokak kızının soylu
ruhunun hiyakesi. Nil kıyılarında
devam ederek, Boğaziçi'nin büyülü
sularının dibinde sona eren acıklı,
içli bir aşk ve dostluk serüveni...
Istrati, bütün çırpınmalarına karşın,
peşinde koştukları mutluluğa bir türlü
erişemeyen dört arkadaşın trajik
kaderlerini, çocukluk anılarının tadıyla
anlatıyor yine bu kitapta; biz büyüsek
de içimizin panayır yerlerinde, bir briket
duvar üstünde çırpı bacaklarını sallaya
sallaya oturan çocukluğumuzun,
ağzının suyu aka aka yediği horoz
şeker tadında yani.
Marco, kıskançlıkla, hırsla, aşkla,
dostlukla ilgili güçlü sınavlardan
geçiyor ve bu sınavlar, Marco'nun
gerçek dostluğu, gerçek aşkı
keşfetmesine rehberlik ediyor. Sokak
Kızı, mutlu sonla biten, sevimli bir aşk
öyküsü değil. Kenar mahallelerden,
küçük yöre insanlarından çıkan gerçek,
sert, zorlu bir aşk öyküsü.
Aşkın sadece bir kişiye değil, aynı anda
birkaç kişiye kalbi pay edebilen bir
duygu olduğunu düşünen Nerrantsula,
küçük yaşına rağmen büyük bir akılla
ve coşkuyla sevdalı olduğu iki genç
adama da bunun olabileceğini türlü
yollarla anlatmaya, onlar arasındaki
kıymetli dostluğu da aynı coşkuyla
korumaya çabalıyor hikaye boyunca.
“Etrafımda yemek ve çoğalmak
için yaşayan her zamanın ve
her yerin insanlarından başka
kimseler görmüyorum. Onlardan
nefret etmiyorum ama beni hiç
ilgilendirmiyorlar. Dünyayı bir hara ve
yemekhane gibi görmeye alışmamışım.
Kuşkusuz insanlığın yüzükoyun yerde
sürünmemek için elinden geleni
yaptığını bilmiyor değilim ama ne yalan
söyleyeyim bu konudaki gayretleri bana
acınacak şeyler gibi görünüyor. Hiçbir
büyük şey yapılmıyor.”
İyi insan olmanın her koşulda mümkün
olduğuna inanmakla kalmayıp bunu
her fırsatta hem okurlarına hem
dostlarına anlatan Panait İstrati,
Rumen yazarlar listesinin başında
yer alıyor. Balkanlardaki yazarların
hepsinin taşıdığı ortak özelliklere sahip
bir üslubu var yazarın. Daha batıda
olanlar, onun üslubunu ‘bin bir gece
masalı’ anlatısına benzetiyorlar.
Hayatını, Panait İstrati okumadan
geçiren ve yolun sonuna öyle gelen
insanlar var. Sen onlardan olma.
35
dilbilgisi
Türkçe sözlüğü
Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları
uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere.
takım
Fr. équipement
ekipman
dolaylı
Fr. indirect
endirekt
sözsüzFr. instrumentalenstrümantal
koruma aracı
Fr. escorte
eskort
köken bilimi
Fr. étymologie
etimoloji
hızlı hücum
İng. fast break
fast break
dörtlü final
İng. final-four
final four
ön gösterim
İt. gala
gala
insancıllık
Fr. humanisme
hümanizm
yalıtım
Fr. isolation
izolasyon
ayrışık
Fr. hétérogène
heterojen
özel dikiş
Fr. haute-couture
haute-couture
gümrüksüz mağaza
İng. free-shop
free-shop
ileri uç, ileri uç oyuncusu
İng. forward
forvet
dürüst oyun
İng. fair play
fair play
Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler.
36
37
rengarenk
Suuçtu Şelalesi, M.Kemal Paşa
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır
Yeşillenmeye başlayan sevinç aslında
Dürüstlüğün ve sevincin simgesi Yeşil; hayatı cıvıl cıvıl, insanı mutlu, doğayı anlamlı kılan rengin ismi…
Doğasıyla tüm şehirleri kıskandıran Bursa’nın rengi… Dinlendirici etkisiyle bizlere huzuru yaşatan
Yeşil, bizimle uyum içinde yaşayan yegâne renk…
38
Suuçtu Şelalesi, M.Kemal Paşa
Sarı ile koyu mavinin ya da koyu
kırmızı ve açık mavinin iyi dengelenmiş
karışımları ile vücut bulur yeşil. Sıcak
renkleri soğutmaya yönelik bir girişim
sonucu ortaya çıkmıştır. Yeşili meydana
getiren bu renkler, kendilerine has bir
harekete sahipken, karşı hareketleri
nedeniyle birbirleri üzerinde bir fren
görevi görürler, iki renk de hareketsiz
kalır ve ortaya yeşil çıkar. Yeşil yaşamın
kaynağını simgeler. Kırmızının ateşini
söndürür. Yeşil var olan en huzurlu
renktir. Yorgun ve hasta insanlar
üzerinde yararlı etkisiyle daha çok
olumlu çağrışımlar yapar. İlkbaharda
toprağın yeşil bir örtüye bürünmesi,
yeniden doğuşu, yaşamı ve umudu
simgeler. Sıcak sarı ve maviye eğilimli
soğuk kırmızının birleşmesinden
oluşan ılık yeşil, ilkbaharın gelmesiyle,
karları eritir ve bereketli yağmurları
yağdırır. Serinleten, temizleyen ve
rahatlatan bir renk olan Yeşil, inancın,
esenliğin, tinsel ve maddi zenginliğinin,
kurtuluşun ve ahret mutluluğunun
simgesi olarak Müslümanlıkta en kutsal
renk sayılır.
Batı kültüründe, dini anıtlarda,
mezarlarda kutsanan bir renk olmakla
birlikte, kiliselerdeki vitraylarda teni ve
gözü yeşil olan kötü Şeytan’ın rengidir.
Dolayısıyla uğursuz, sakınılması
gereken tehlikeli bir renk olarak
algılanır. Fransızca'da "korkudan
yüzün yeşil bir renk alması'' anlamında
kullanılan "etre vert de peur", Türkçe'de
"yüzü sapsarı oldu" deyimiyle, yani
sarı renkle verilir. İçinde kırmızıyı
da barındırdığından olsa gerek,
günümüzde bu renk, giz düşüncesini
çağrıştırır. Bu gizemli yönüyle kanları
yeşil akan, tenleri yeşil olan uzaylıları
da çağrıştırır ve kozmik bir anlam
kazanır. Yine günümüzde, tehdit
edilen doğaya karşı çıkan Yeşilcilerin
sembolü olmuş ve yüceltilir. Yeşil, akla
gelen ilk renklerden olmasına rağmen
bir ana renk değil turuncu ve mor
gibi ara renktir. Sarı ve mavi renklerin
karışımından oluşan Yeşil, doğa ananın
rengidir. Doğadaki çoğu şey yeşildir.
Ağaçlar, çayırlar, çimenler…
39
rengarenk
Yeşil ve Doğa
Bitkilerin yaprakları klorofil maddesi
yüzünden Yeşil’dir. Ağaçların ve
doğanın hâkim renginin yeşil olması
bu yüzdendir. Yeşil renk, çevreci
hareketler tarafından da sıkça kullanılır.
Toprağın ruhu gibidir Yeşil. Solgun
geçen mevsimlere inat, dirilişi temsil
eder adeta. Ağaçların ve çiçeklerin can
bulduğu toprağa, güzelliğiyle tılsımlı
bir dokunuş yapan Yeşil, can veren bir
renktir.
Yeşil ve Bursa
Bursa’nın tüm Türkiye’deki namı Yeşil
olmasından ileri gelir. Zaten lakabı
40
da ‘Yeşil Bursa’dır. Uludağ ve Bursa
Ovası’nın hakim rengi Yeşil’dir. Bursa
Bursalılara doğadır, doğa ise Yeşil…
Bursa'da Setbaşı Köprüsü’nden biraz
ileride kendinizi bulacağınız semtin ismi
de Yeşil’dir. Yeşil Cami ve Bursa’nın
simgelerinden Yeşil Türbe bu semttedir.
Yeşil ve Simgeledikleri
Yeşil, güveni simgeleyen bir renk...
Bu sebepten banka logolarının çoğu
Yeşil… Amerikan Doları’nı simgeler
hatta filmlerde para yerine kullanılır.
Sonsuz bereket anlamına gelir ve
sürekli oluşumu çağrıştırdığından hayatı
ve içinde sakladığı dengeyi sembolize
eder. Anadolu’da bereket ve bolluğu
simgelerken Avrupa kültüründe umudu
anlatır. Doğu Karadeniz’i akıllara getirir.
Yeşil, Din, Konya, Mevlana ve Türbe
Tıpkı Bursa gibi Konya’nın ve türbelerin
rengi de Yeşil’dir. Tarihi türbelere sahip
olmasından dolayı bu renkle çağrışan
Konya yine Yeşil renk ile özdeşleşmiş
bir âlimin de ev sahibidir. Mevlana
Celaleddin Rumi’nin ve türbesinin rengi
yeşildir. Yeşil’de dinsel ya da mistik bir
anlam vardır. Müslümanlıkla örtüşen bir
ana renk olduğu gibi Hıristiyanlarda da
bu renk, inanmanın ve ölümsüzlüğün
bir simgesidir. Bolluk duygusu verir.
41
rengarenk
Yeşil ve Tonları
Kendine güvenen, zarif ve uyum içinde
yaşamayı seven kadınların rengi olan
Yeşil, içinde bulunulan ortama da
üretici kimliği kazandırır, verim artar.
Her tonu için farklı etkileri olmakla
birlikte; özgür, üretken ve huzur
arayan insanlar Yeşil’de aradıklarını
bulabilirler. Çağla Yeşili, Yağ Yeşili,
Zeytin Yeşili, Petrol Yeşili, Haki Yeşil,
Nil Yeşili gibi tonları vardır.
Yeşil ve Beslenme
Doğal ve sağlıklı beslenmeyi yansıtan
bir renk olan Yeşil, piyasadaki tüm
diyet bisküvi paketlerinde de kullanılır.
Ayrıca doğru beslenme ile ilgili
yapılan programlarda veya hazırlanan
kataloglarda, genelde beyaz fon
üstüne Yeşil kullanılır ve sayfa yeşil
tonlarla süslenir. Yeşil aynı zamanda
endüstrinin simgesi olarak bilinir.
Yeşil ve Askeriye
Yeşil’in özdeşleştiklerinin başında
Askeriye gelir. Çünkü askeri karasal
kamuflajlar yeşil tonlarındadır. Bunun
sebebi ise askeri operasyonlarda
düşman tarafından kolayca fark
edilmeyi önlemektir. Yeşil tonlarda
giyinen askerler böylelikle doğanın
içinde gizlenmiş olurlar.
42
Yeşil, Hulk, Shrek, Maske ve Matrix
Dinlendirici kimliği ile soğuk bir renk
olan Yeşil, ferahlık ve açıklık hissi
uyandırmasının yanında sinema
sektörüne damgasına vurmuş bir film
olan Matrix ile de özdeşleşmiştir.
Bilişim teknolojisi ile örtüşen ve 01
mantığına en yakışan renk olan Yeşil,
Matrix filminin baskın rengidir. Çizgi
roman karakterleri Hulk, Shrek ve
Maske’nin rengi de yine Yeşil’dir.
43
hemzemin
Sembolik hikâyelerden
“Ben”e varış
Yolculukları severim. En çok da uzaklaştığım kadar kendime
yakınlaştığım içsel yolculukları… Yolculukta yer değiştirmek değil,
orada karşılayandır önemli olan. Bu bir can da olabilir, bir duygu da
hatta “ben” bile olabilir. En güzeli de budur zaten, ben’e yolculuk…
44
Nazlıhan Ergin Şevik
Yolcu olmayı da, yoldaşlığı da severim.
Bir roman karakterinin maceralarında
onu, gölgesi gibi izlemeyi, onunla
beraber nehirler geçip, sokaklar
arşınlamayı severim misal. Bir şarkının
kollarımdan çekip, beni bambaşka
bir yörüngeye sokmasını, bir resmin
imgeleri arasında yolculuk etmeyi, bir
başkasının hikâyesinden yola çıkıp
kendime varmayı…
Edebiyattan sinemaya, güzel
sanatlardan müziğe ilham veren en
güzel temalardan biri değil midir
‘yolculuk’. Bazen fiziki yolculuklar
konu alınır, bazen manevi… Maddeye
ya da manaya her neye olursa olsun
yolculuğun insana kattığı çok şey
vardır. Yolculuklar büyütür insanı,
besler ve bazen yeniden doğmasını
sağlar. Özellikle merak, kavuşmak,
öğrenmek, yüzleşmek, aramak gibi
eylemleri metaforlaştıran yolculuklar
insan yaşamında hep dönüm noktası
olmuştur. Ve spritüel açıdan da bu
yolculuklar birçok eserin yönünü tayin
etmiştir.
Neredeyse sevdiğim bütün eserlerin
bu tema üzerine yoğunlaşması tesadüf
değildir sanırım. Sanat, edebiyat
insanın içine çıktığı yolculuğun kılavuzu
değil midir pek çok zaman.
Çocukluğumun vazgeçilmez çizgi
filmleri Alice Harikalar Diyarında ve
Keloğlan’ın maceralı yolculuklarında,
ortaokul yıllarında okuduğum
Simyacı’daki Santiago’nun
yolculuğunda, lisede okuduğum
Dante’nin İlahi Komedya’sında,
arka kapağında “Yapmaya değecek
tek yolculuk, içimize yapacağımız
yolculuktur” yazan Susanna
Tamaro’nun kült eseri “Yüreğinin
Götürdüğü Yere Git”’te hep aynı
sembolik yaklaşım vardı. Sonra
Mevlana’nın Mesnevi’sinde ve ona
ilham olan Ferüddin Attar’ın Türkçe’ye
“Kuşların Diliyle” ve “Kuş Dili” diye
çevrilen ve Doğu Klasikleri’nin
başyapıtlarından sayılan “Mantıku’t
Tayr”* eserinde…
Mantıku’t Tayr’da kuşlar üzerinden
tasavvuf felsefesi ve inancı anlatılır.
Farklı özelliklere ve zaaflara sahip
kuşların, Pers mitolojisinin en tanıdık
efsanevi kuşu olan Simurg Anka’ya
ulaşma isteğini, yolculuklarını, pes
edişlerini konu edilir.
Simurg’u bilirsiniz, rengârenk parlak
tüylü, güzel sesli, etrafına şifa olan,
bembeyaz gerdanıyla tüm kuşların
sultanı bir şark efsanesidir. Kendilerine
bir padişah seçmeye karar veren tüm
kuşların toplandığı sırada Hüdhüd
kuşu çıkıp, onlara Kaf Dağı’nın
ardında yaşayan bilge Simurg’dan
bahseder. Onun bütün kuşların efendisi
olduğunu fakat ona ancak zahmetli bir
yolculukla ulaşabileceklerini söyler.
“Bize bizden yakın, bizimse uzak” diye
tabir ettiği Simurg’u ararken onlara
kılavuzluk edeceğini ekler. Tüm kuşlar
Hüdhüd’ün peşine takılıp Simurg
Anka’yı aramak için yola çıkarlar.
Fakat yol gerçekten de çetindir. Hepsi
Simurg’a ulaşmak istese de yorulurlar,
Hüdhüd’e bahanelerini söyleyip
pes ederler. Bülbül gülü, papağan
abıhayatı, tavus kuşu cenneti, kaz
suyu, keklik mücevheri arzular. Yol
uzundur, aşılacak yedi vadi vardır,
bunlar; istek, aşk, marifet, istinga,
vahdet, hayret, yokluk vadileridir.
Fakat bu yolda kimi hırsa kapılmış,
kimi sevdasına dayanamamış, kimi
dünyevi işlerin peşine düşmüş sürüden
ayrılmıştır. Tüm vadileri aşıp Hüdhüd
ile yola devam eden ve Kaf Dağı’nın
ardına varabilen sadece otuz kuş
kalmıştır. Bunca zorluğun üzerine
Simurg’u bulamamışlardır fakat sırrı
kendi kendilerine çözerler. Farsça “si”
“otuz”, “ömurg” ise “kuş” demektir. Ve
aslında otuz kuş aradıkları padişahın,
sultanın kendileri olduklarını görürler.
Çünkü vardıkları o dergâh bir aynadır.
Otuz kuş Simurg demektir ve Simurg
mana bakımından otuz kuşta vücut
bulmuştur. Hüdhüd’ün söylediği
şu sözler aslında her şeyi anlatır.
“Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün
ayna gibi aydın değil demektir.” Artık
ortada ne yolcu kalmıştır, ne yol ne de
kılavuz, çünkü hepsi birdir.
İşte bu mitolojik hikâye içsel yolculuğun
en güzel örneklerindendir. Kuşlar
üzerinden insanı, arayışı, yaradılışı
sorgulayan, yaratana yapılan
yolculuğun simgelenmesidir.
Nedeni, sonucu, sebebi her ne olursa
olsun insanın bu tür yolculuklara
ihtiyacı var. Çünkü yol özgürlüktür,
umuttur, aydınlanmaktır ve varmaktır.
Ve son olarak yol üzerine birkaç
üstadın dizelerini de hatırlatmak
isterim.
Yol uzun diye ayna / beni hala görüyor.
Sina Akyol
Kimler kimler yoktu bizim kervanda/
Birer birer indi hepsi bir handa/
Savrulduk sap saman biz bu
harmanda, / Bir gidiş yoluydu, dönüyor
çıktı. Özdemir Asaf
Yitirdiklerim de oldu/ kazandıklarımın
yanında/ bir ben kaldım şimdi/ tek
yakın bana / ama ben eskiden de hep
böyle/ yalnız çıkardım yola. Metin
Altıok
Durma, yürü: ayakların yürümekten
kabarsın; Ölümlerden kurtulunur
ileriye gitmekle! M.Emin Yurdakul
Bir yolculuktu bu ve yolun sonunda/
Ulaşmak istediğim kendimdi/
Yalnızlığımın parmak izlerini/ Bırakarak
geçtiğim yollara. Ataol Behramoğlu
Hemzemin’de buluşmak üzere,
sevgiler
*Feridüddin Attar. Mantıku't-Tayr.
Tercüman: Sedat Baran. Antik Şark
Klasikleri; Lacivert Yayıncılık. İstanbul,
2007.
45
semboller
Fotoğraf: Engin Çakır - İznik Gölü, Bursa
46
Güneş, mitolojileri gök cisimlerinden
kaynaklanan çok tanrılı uygarlıkların
bazılarında baş tanrı; göğü baş
tanrı kabul edenlerde ise ikinci
derecede tapınılan bir gök cismi
olmuştu. Ra, Osiris, Mitra, Helios,
Şarruma (Telepuni) ve Apollon aynı
zamanda güneş tanrısıydılar. Japon
imparatorlarına da “güneşin oğlu”
denilmekteydi.
Güneş
Biz azametinin farkında
olmasak da güneş her sabah
yeniden doğar. Bir süredir ara
verdiğimiz sembolizme geri
dönelim. Bu seferki konumuz
güneş, hayatın kaynağı.
Işık ve sıcaklığı sayesinde oluşan
yaşamın gerçek kaynağı olmasına
rağmen, kuraklığın da başlıca etkeni
sayıldığından, insanlar sürekli olarak
tepelerinden ayrılmayan bu görkemli
cismi hem sevmiş, hem de ondan
korkmuşlardı. Güneş için seçilen
sembollerin, çiçek olarak daha çok,
krizantem, lotüs, turnusol (ay çiçeği);
hayvan olarak da kartal, geyik ve aslan
olduğuna tanık oluyoruz. Madenler
içinde ise madenlerin güneşi olarak
adlandırılan altın, başlı başına güneşin
bir simgesi sayılmaktaydı.
Çin mitolojisinde güneş Yang, ay
ise Ying’tir. Çünkü güneş ışıklarını
doğrudan, bağımsız olarak yayar, ay
ise onları güneşten alarak yansıtır.
Bu nedenle, güneş ateş gibi etkin ve
erkek, ay ise pasif ve dişi prensipte
olmuşlardır.
Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus’tur
ve bir gök tanrısıdır. En yakın çocukları
Apollon güneş, Artemis ise aydır.
Güneş onlar tarafından göğün “babası”
olarak düşleniyorsa da bu inanışın Orta
Asya göçebe toplumlarında tamamen
ters bir biçimde geliştiği saptanır.
Özellikle Türko-Moğol aşiretleri
nazarında güneş dişi (güneş - ana),
ay ise erkek (ay baba/ay dede)dir.
Frigyalılarda da Men bir ay tanrısıydı.
Abdulkadir Kılınç
Güneş, canlı hayatın olduğu gibi,
göğün de kalbidir. Ama tam tepe
noktasına(Zenit) gelince, dünyayı
gören göz olur. Gönderdiği ışınlar
bilinçli bilgiyi gösterdiğinden, güneş
bir kozmik akıl olur. Bu nedenledir ki,
zamanının kültür merkezi olan Yukarı
Mısır’daki Heliopolis “Güneş Şehri”
olarak adlandırılıyordu. Hristiyan
düşüncesinde İsa adaletin güneşi,
yaydığı 12 ışın ise onun havarileri
olarak kabul edilmiştir.
Masonlukta güneş olumlu bilimin ve
evrenselliğin bir simgesi olmuştur.
Cehalet gibi, batıl inançlar gibi tüm
karanlık güçleri yok etme gücüne
sahiptir. Dünya üzerinde faaliyet
gösteren tüm localar öğle vakti
çalışmaya başlarlar, çünkü o saatte
güneş en tepededir en çok ışığı saçtığı
yerde olur.
Tasavvufta ise Ay Hz. Ali’yi, Güneş ise
Hz. Muhammed’i temsil eder. Güneş
belki de en çok yaratıcılığın sembolü
olagelmiştir. Öyle ki, astrolojideki
yaratıcılığın sembolü olan aslan
burcunun gezegeni güneştir. Öyledir
çünkü güneşin baharda yüzünü
göstermesiyle birlikte doğa yeniden
yaratılır.
Kaynakça: Necmettin Ersoy, Semboller
ve Yorumları Cilt: I-II Dönence Yayınları
47
havadan sudan
Bir sabah öyküsü
Nazan Aşkalli
Her sabah bir diriliş, her bahar bir uyanış, her tohum bir can,
her yokoluş bir varlığa dönüştür.
Şehir dışındayım. Önümde beyaz bir
sayfa, tükenmeyi bekleyen mürekkep
kalemimin ucunda... Kelimeler anlam
bulmak için sıra bekliyor. Ama benim
içim kıpır kıpır yine durduğum yerde
duramıyorum.
İki sokak ötedeki kahveye doğru
yürümek için kalktım. Şehrin dışında
yaşamanın sürprizlerinden biri de
aniden ortaya çıkan bir koyun sürüsü
ile karşılaşabilmekmiş. Yeni doğmuş
kuzuların koşturmaları neşelendirdi
beni. Ne kuzucuklar ne de yol
kenarında tomurcuklanmış çiçekler
hiç düşünmüyorlar; hava soğuk ya da
rüzgâr kuvvetli... Akıllarına gelmiyor
“Acaba açsam mı, açmasam mı?
Doğsam mı, doğmasam mı?” demek…
Doğada her şey “an” be “an” ölmeye
ve ardından dirilmeye devam ediyor.
Kahvedeki hoparlörden yükselen müzik
ruhumu serinletirken, kahvenin sıcaklığı
içimi ısıtıyor. Kaç kez gelgitler yaşıyoruz
ömrümüz boyunca, gecelerimizi
süsleyen ayın oyuncağı olan deniz
suları gibi… Kaç kez ölüp dirildiğimizin
farkında olabiliyor muyuz?
Karşımdaki adamı izliyorum,
kapkara olan gözleri iyice kararmış
48
düşüncelerinden belli. Selamlaşıyoruz
ve öyküsünü dinliyorum bir süre
sonra. Az kelimeyle çok şey anlatmaya
çabalıyor. Çok başarılı, genç
yaşta maddesel tüm imkânlarına
kavuşmuş. Evlenmiş boşanmış iki
kez. Kurallara uymuş, çoğu zamanda
uyar gibi davranıp kendi kurallarını
yaratmış. Yol arkadaşlarını bulmuş,
kaybetmiş, kırmış, kırılmış. Ve ördüğü
görünmez ağların içinde aslında az
önce gördüğüm tomurcuktan farksız
olduğunu hissediyorum. Tekrar
tekrar açıp renklenen sonra solup
rüzgârla biçim değiştiren ama asla
yok olmayan baharlıklar gibi. Ama
güvensizlik ve korku sarmış içini. Kime
neye inanacağını bilemez durumda.
Düşüncelerinden sıyrıldığında şunu
söyledim. Her aldığın karar yeni bir
hayat değil mi? En doğrusu senin
doğrun, en güzeli senin kalbin. Nasıl
ki mutsuzluktan korkarak mutlu
olunamazsa insan; yok olmaktan
korkarak da var olamaz. Yaşamak
başka insanların ilgisine, sevgisine
paralel bir şey değil. Ben zenginim, ben
aşığım, ben mutluyum diye sunulacak
bir şey değil. Yolculuk sadece
yaşamak... Kalkıp giderken yanımdan;
kapkara gözlerinde “büyük” dünyasını
kurtarmak için biraz heves vardı. Ve
özlem vardı, içindeki çocuğu özgür
bırakmak için…
Diriliş, doğum gibi sancılı, riskli ve
süresi belirsiz. Bunu tecrübe etmek
zor ama bir kardelen olmak gerek belki
de? Bir baş kaldırış... Kardelen sadece
içindeki aşkı bulmaya, yaşamaya
çalışır. Karlara meydan okumasındaki
gücü inancından, başını kaldırıp
yeryüzüne çıktığında güneşin onu yok
edeceğini bilmesi cesaretinden geliyor.
Aslında her günün doğumunda yolun
başındayız. Yirmili yaşların yerine kırklı
yaşların ya da altmışlı yaşların planları,
umutları alıyor. Düşüncelerimizde
asla yalnız değiliz çok kalabalığız
bence. Her an herkes birbirinin aklında
ve bir şekilde hayatında. Dirildikçe
zenginleşiyor dünyamız, renkten renge
giriyor. Hiç birimizin galip gelmediği
hırçın bir kavganın içinde olmaktan
sıkılmış birçoğumuz artık.
Bahar yaklaşıyor. Dönerken
düşünüyorum; görecek kaç sabah,
yapılacak kaç tercih, basılacak kaç
kum tanesi var daha? Sadece bu sabah
keşfettiğim; yaşamaya tutsak olmak...
Fotoğraf: Orhan Turhan
49
köşe
Simurg ile yedi
dipsiz vadi
Dilek Şen
“Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg (Zümrüd-ü
Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix), Bilgi Ağacı'nın dallarında
yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı
olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi
küllerinden yeniden dirilmesiymiş.”
Hangimiz yanıp tükenip sonra
kendi küllerimizden doğmadan
büyüyebildik, hangimiz dizleri yara
almadan yol alabildi hayatın içinde? İlk
adımlarımızda düşerken yanı başımızda
annemiz vardı belki, oysa koskoca
kadınlar olduğumuzda düştüğümüzü
gören kimseler kalmadı etrafımızda.
Tam her şey bitti derken nasıl yeniden
ayağa kalktık, kendi yaralarımızı
kendimiz sardık, kendi küllerimizden
aslımızı yarattık. Bu yaratılış hikayesinin
özünü sizlerle paylaşmak istedim,
yeniden doğuş kavramının içsel
boyutumuzdaki yankılarını birlikte
duyalım ve geçmişteki yangınlarımızı,
bizi biz yapanları anımsayalım.
Simurg, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar
ve her şeyi bilirmiş... Kuşlar, Simurg’a
inanır ve onun kendilerini kurtaracağını
düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her
şey ters gittikçe onlar da Simurg’u
bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg
ortada görünmedikçe kuşkulanır
olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir
kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir
tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu
anlayan dünyadaki tüm kuşlar
toplanmışlar ve hep birlikte O’nun
huzuruna gidip yardım istemeye karar
vermişler. Ancak Simurg’un yuvası,
etekleri bulutların üzerinde olan Kaf
Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak
için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak
gerekirmiş, birbirinden çetin yedi vadi...
50
İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid,
hayret ve yokluk vadileri. Kuşlar,
hep birlikte göğe doğru uçmaya
başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar,
dünyevi şeylere takılanlar yolda birer
birer dökülmüşler.
Yorulanlar ve düşenler olmuş. "Aşk
Denizi"nden geçmişler önce." "Ayrılık
Vadisi"nden uçmuşlar." "Hırs Ovası’nı
aşıp”, "Kıskançlık Gölü’ne sapmışlar.”
Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalmış,
kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş
sürüden. Kimi hırslanıp düşmüş ovaya,
kimi kıskanıp batmış göle. Anka'yı
beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve
yok oluşu da yaşamış kimisi de…
Bu efsanede önce Bülbül geri dönmüş,
güle olan aşkını hatırlayıp; Papağan o
güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa
tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal; yükseklerdeki krallığını
bırakamamış; Baykuş yıkıntılarını
özlemiş, Balıkçıl Kuşu bataklığını. Yedi
vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe
azalmış.
Ve nihayet beş vadiden geçtikten
sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve
sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş" da
bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf
Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş
kalmış. Simurg'un yuvasını bulunca
ögrenmişler ki; Farsça’da Si-Otuz,
Murg- Kuş" demekmiş... Onların hepsi
Simurg'muş… Simurg’u beklemekten
vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu
da yaşadıktan sonra bile uçmayı
sürdürebilmekmiş.
Kendi küllerimiz üzerinden yeniden
doğabilmek için; kendimizi
yakmadıkça, her birimiz birer Simurg
olmayı göze almadıkça, bataklığımızda,
tüneklerimizde ve kafeslerimizde
yaşamaktan kurtulamayacağız. İşte
böyle zamanlarda bizi yere düşüren,
yakıp kül eden ne varsa yenilmeden
yeniden doğmak için küllerimizden
her biri aslında kıymetlimiz olan
acılarımızdan ders almayı öğrenmekmiş
bizi büyüten. Büyüdükçe daha az
yara almamızın, canımızın daha az
ama daha derinden yanmasının
sebebi aştığımız her vadide biz olmayı
öğrenebilmemizmiş.
Bize gül bahçesi vadeden nice sahte
vadiden geçtik zaman içinde ve durup
dinlenmek istediğimiz her vadide biraz
daha yara aldık, yandık kül olduk.
Zamanla öğrendik ki her yenilgi yeni
bir zafer içinmiş ve her yok oluş bizi
aslımıza erdirmek için tüketmiş.
Şimdi geride bıraktığımız vadilerde
kalan küllerimizden doğdukça,
kendimizi tanımaya başlıyoruz. Ve Kaf
Dağı’nın ardında aradığımız gerçekliğin
içimizde olduğunu öğrenerek kendi
gerçekliğimizi doğurarak büyüyoruz. Bu
sebeple bizi yakıp yok etmek isteyen
her şeye teşekkürler, aslında onlarla
büyüyoruz.
51
dünyaya armağansın
Serkan Duru
Sil baştan
başlamak
Yaşamımızda hayata yeniden
başlamak zorunda kaldığımız
durumlar vardır. Bu bazen
isteğimizle olurken, bazen de
çevrenin etkisiyle olur. Batılılar
buna “reset” diyorlar. Yani
yeniden başlamak... Hani
bilgisayarımız fazla işlem
yaptığında kendini kilitliyor ya
biz de onu tekrar çalıştırmak
için “reset” tuşuna basıyoruz.
52
Şimdi size gerçek bir doğa olayını
anlatacağım. Kaynak, National
Geographic kanalında yayınlanan bir
belgesel. Kartal, kuş türleri içinde en
uzun yaşayanlardan biridir.
70 yıla kadar yaşayan kartallar
vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,
40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir
karar vermek zorundadır. Kartalın yaşı
40'a vardığında pençeleri sertleşir,
esnekliğini yitirir ve bu nedenle de
beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp
tutamaz duruma gelir. Gagası uzar
ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları
yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır
ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice
zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartal burada
iki seçimden birini yapmak zorundadır:
- Ya ölümü seçecektir,
- Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu
sürecini göğüsleyecektir.
Bu yeniden doğuş süreci 150 gün
kadar sürecektir. Bu yönde karar
verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve
orada bir kaya duvarda, artık uçmasına
gerek olmayan bir yerde, yuvasında
kalır. Uygun yeri bulduktan sonra
kartal gagasını sert bir şekilde kayaya
vurmaya başlar. En sonunda kartalın
gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını
bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker
çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu
kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20
yıl veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur yeniden doğuş
uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
Kendi yaşamımızda sık sık yeniden
doğuş süreçleri yaşamak zorunda
kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek için,
bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan,
geleneklerimizden ve anılarımızdan
kurtulmak zorundayız. Bu yeni bir iş,
yeni bir şehir veya yeni bir eş olabilir.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından
kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin
yeniden doğuşumuzun getireceği
olağanüstü sonuçlarından tam olarak
yararlanabiliriz. İnsanlar ile hayvanları
ayıran en önemli özelliklerden bir
tanesi hayvanların düşünememekten
kaynaklanan, içgüdüsel olarak karar
verebilmeleri ve uygulayabilmeleri...
İnsanoğlu düşündükçe karar vermekte
zorluklar yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.
Bazen kararlarımız acı da verse her
zaman yeniden doğuşu müjdeleyebilir.
Hoşça ve Dergi Bursa’da kalın.
53
eğitimin psikolojisi
Alış:)
veriş:(
psikolojisi
Psk. Ayşegül Alkış
Birçoğumuz için artık alışveriş bir alışkanlık, hatta alışveriş
merkezleri olmazsa olmaz. Bundan 20 sene önce insanlar hafta
sonu ne yapıyordu acaba?
Uzmanlara göre alışveriş kişinin
kendine hediye vermesi gibi, hem
kendini önemli hissettiren hem de
çalışmalarının karşılığı olan bir ödül.
Zaman zaman bu hediye alımı haddini
aşıyor, gerekli gereksiz, zamanlı
zamansız birçok şey alıyoruz. İşte
burada önemli olan kendimize alışverişi
nasıl açıkladığımız. Birçoğumuz için
aldıkları kendisinin değerini belirliyor.
Alışverişin en acı tarafı bu olsa gerek…
Pahalı, orijinal ya da tasarım bir ürün
aldıklarında kendi değerlerinin arttığını
düşünüyorlar.
Hep gazete ya da magazin
programlarında görüyorsunuzdur,
“Üzerindekinin bedeli … TL, Sadece
kendisinde olan … ürün, dünyada
sadece 50 adet üretilen …” diye
başlayan cümleler bizi daha fazla
biricik, tek olmaya, parayla kendimizin
değerini arttırmaya yöneltiyor. Aynı
zamanda bizi özel hissettiriyor. Altı
milyar insan içinde farklı olmak için bir
şans gibi görünüyor.
Kişiliğimizde yer alan kusurları
kapatmanın bir yolu aslında alışveriş.
Yani kişiliğimizin makyajı… Hele
54
hala Nasreddin Hoca’nın dediği
gibi “Ye kürküm ye” dünyasında
yaşadığımız düşünülürse insanların
birçok ihtiyacından kısıp fark edilmek
istemeleri çok doğal. Artık kişilik
özelliklerimiz; konuşkanlığımız,
espritüelliğimiz, yardımseverliğimiz,
çalışkanlığımız ikinci planda kalıyor.
Giyimimiz, telefonumuz, evimiz bunların
önüne geçiyor. Karanlık bir perde gibi
siz konuşurken, kişiliğiniz göstermeye
çalışırken, yaptıklarınız anlatmaya
çalışırken engel oluyorlar. Gerçek
ben gidiyor, geriye benim olan şeyler
kalıyor…
Gerçek beni bulmak için, alışveriş
bağımlısı olarak psikoloğa gelen
insanların kendilerine verdikleri değer
arttıkça dışarıya yaptıkları yatırım
azalıyor. “Ben değerliyim ve bu
değeri arttırmak için taşlara, süslere
ihtiyacım yok diyenler” mutlu oluyor. Bir
terazi gibi. Her iki tarafı dengelemek
çok önemli. İhtiyaçlar ve kontrol.
İhtiyaçlarımızı düşünüp kontrolümüzü
arttırdığımızda nefsimiz de güçleniyor.
Bizi alışverişe iten zayıflıklarımızla
mücadele ediyoruz.
Kendimize veremediğimiz değeri
başkalarından beklemek; “Kıyafetimi
beğendiler mi acaba, beni gördüler
mi, benim telefonumdan bak kimsede
yok, en güzel ev benim, bu bir tek
bende var, şu çantayı alsam herkes
bayılır” gibi cümleler ne kadar dışa
bağımlı yaşadığımızı, insanların ilgi ve
onayına ne kadar muhtaç olduğumuzu
bize gösteriyor. İşin en zor ve
çözülemez tarafı ise bu düşüncelere
sahip ebeveynlerle büyüyen çocuklar.
Biricik olmak için elde edilecek tek yol
maddiyat gibi görüyorlar ve gerçek
değerlerimizi yitiriyorlar. İşte o zaman
“Eskiden insanlar böyle değildi” diye
cümleler kuruyoruz.
Şimdi arkanıza yaslanın ve düşünün,
en son ne zaman geçekten kendinizi
sevdiniz ve başkalarını dediklerini
önemsemediniz? En son ne zaman
gerçekten ihtiyacınız olan bir şey alıp
onu başkalarınınkiyle kıyaslamadınız?
Sizin için en önemli fark edilmek mi
yoksa fark etmek mi? Bu sorulara
verdiğiniz cevaplar kendinizle ne kadar
ilgilendiğiniz gösteriyor. Unutmayın
en çok ilgiyi kendinize yine siz
verebilirsiniz, kendinizi dinleyin…
55
gezi-yorum
Umurbey
Gemlik
Körfezi’ne
kuşbakışı
Anıt mezarı, doğası ve
panoramik manzarası ile
davetkâr bir kadın gibi körfezi
izliyor Umurbey. Gerisi elinize
bir kadeh şarap alıp ona eşlik
etmek… Onu anlamanın tek
yolu yanına gitmekten geçiyor.
Fotoğraflar: Demet Argun Güngör - Engin Çakır
Bursa “yakın yerler” diye tarif
edilebilecek gezi rotaları sebebiyle
oldukça şanslı bir şehir. Dört bir
yanında hafta sonu gezileri için uygun
yerler bulunuyor. Atatürk döneminin
son başbakanı, Türkiye’nin 3.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın doğum
yeri olan Umurbey de bu rotalardan bir
tanesi. Hem tarihi, hem doğal güzelliği,
hem de Gemlik Körfezi’ne bakan eşsiz
manzarası ile Umurbey, Osmanlıların
9 yıl süren Gemlik kuşatması sırasında
Gemlik’in etrafındaki stratejik yerlerde
oluşturdukları ve asker ailelerini
yerleştirdikleri 5 küçük çadır köyünün
100 yıl kadar sonra birleştirilmesi ile
meydana gelmiş… Adını da bu köyleri
birleştiren Umur Bey’den almış…
Gemlik ilçesine bağlı olan Umurbey,
Marmara Bölgesi’nin güneyinde,
denizden 250 m yükseklikteki Kurban
Dağları eteğine kurulu bir yerleşim
alanı. İlk göze çarpan da elbette
56
bölgenin hemen hemen her yerinden
görülebilen Anıt Mezar… Celal Bayar
anısına yapılmış olan Anıt-Heykel
Umurbey ile özdeşleşmiş durumda.
Celal Bayar Anıt Mezarı ve etrafındaki
geniş park, Celal Bayar Vakıf MüzesiKütüphanesi ve Celal Bayar AnıtHeykeli Umurbey meydanında yer
alıyor. Meydanın yukarısında Celal
Bayar’ın 1883 yılında doğduğu 19.yüzyıl
müze-evi görülebilir.
Bursa’da, il merkezinden sonra Rüştiye
Merkezi açılan (1875) ikinci yerleşim
yeri olan Umurbey’deki rüştiyeye
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan
sonra Bulgaristan’dan Bursa’ya göç
eden Abdullah Fehim Bey müdür olarak
tayin olmuştu. A. Fehim Bey’in oğlu
olan Celal Bayar 1883’te Umurbey’de
doğmuş, 1986’da 103 yaşında iken
“dünyanın en uzun ömürlü politikacısı
ve devlet adamı” olarak vefat etmişti.
Celal Bayar, 1967’de Umurbey’de bir
vakıf kurarak bir müze ve bir kütüphane
inşa ettirdi. Bursa ve Ege Bölgesi’nde
kendisinin de öncülük ettiği Kuvay-ı
Milliye Hareketi’nin ve Kurtuluş
Savaşı’nın anlatılmasını istemişti. Celal
Bayar haklı çıktı, kütüphane ve müze
bugün çok şey anlatıyor. Küçük bir
köyden beklemeyeceğiniz kadar değerli
eseri bir arada bulabileceğiniz bu müze
ve kütüphanenin bahçesi aynı zamanda
vasiyeti üzerine Celal Bayar’ın anıtmezarını da ağırlıyordu. Naaşı daha
sonra devlet tarafından 1990 yılında
yaptırılan Anıt-Mezar’a nakledildi.
Umurbey’de sizi en çok şaşırtacak yer
belki de kütüphane ve müze olacaktır.
Fotoğraflar, eşyalar ve tabloların
sergilendiği müzede Celal
Bayar'ın madalyaları, nişanları,
plaketleri, kendisine hediye edilen
armağanlar, silahlar ve giysiler
görülebiliyor. 20.000’den fazla
kitap, yazma ve doküman bulunan
kütüphane ise, Türkiye'nin en zengin
kütüphanelerinden biri olarak
gösteriliyor. Kütüphane ve müze
pazartesi öğleden sonra ve salı günleri
dışında haftanın diğer günleri ziyarete
açık tutuluyor. Umur Bey’de sayıları 53 olarak tespit
edilmiş olan ahşap evler, 4 adet anıt
ağaç, Umurbey Camii, Aytepe Mesire
Yeri, Beyler Mezarlığı’nda bulunan
Osmanlı mezar taşları ve Kara Ali
Paşa Mezarı görmeniz gerekenler
listesinde yer alanlar… Umurbey’in en
tepe yerinde Marmara Denizi ve İznik
57
gezi-yorum
Gölü’nün görülebildiği bir konumda
yer alan Kara Ali Paşa Mezarı Gemlik
kuşatmasındaki deniz cephesi
komutanı Aykut Alp’in oğludur ve denizi
gören bir yerde gömülmeyi istemiş ve
isteği gerçekleşmiştir.
Kurban Dağı’nın Umurbey'den görünen
yüzünün arkasında yer alan maki türü
bodur ağaçlarla kaplı bölümü ise yaban
domuzu avına çıkan avcıların av sahası
olarak ilgi görüyor. Çevrede zeytin
ağaçlarının çokluğu dikkat çekerken
yerleşim alanına gelenler çeşitli taş
evleri görebilir. Umurbey meydanından
yukarı doğru yürüyenler sokağın
köşe başında Bayar'ın doğduğu ev
ile karşılaşabilirler. 19.yy geleneksel
Osmanlı evi çizgilerine sahip üç katlı
ahşap müze evde, orijinal dekoru
içinde, aynı dönemi yansıtan çeşitli
kullanım eşyaları görülebiliyor.
Yazın deniz seviyesine kıyasla esintili,
serin havası zihin açıyor, terletmiyor
Umurbey’in. Bu havanın etkisiyle
sakinleştirici özelliği hissediliyor.
Hem denizi hem de dağları seyreden
manzarası Gemlik üzerinden batıya
açılıyor; gün batımında ise denize
vuran göz alıcı yansımalarına şahit
oluyorsunuz. Umurbey’de geçmişe
gidip, tertemiz havanın ferahlığı ile
yaşamın tadına varıyorsunuz.
58
Tarihçe
Bursa’dan önce Mudanya ve Gemlik
fethedilmesi gereken yerler arasında
olduğu için Gemlik Kalesi 9 yıl
süre ile kuşatılmıştı. Bu kuşatmaya
Osman Gazi ile Orhan Gazi’nin
Balaban Bey, Yazır Bey, Akçakoca,
Örencik Bey, Kozalan Bey gibi seçkin
komutanları görev almış, Kara Ali de bu
kuşatmaya denizden destek vermişti.
Uzun süren kuşatmalar nedeniyle
çadır köyleri kurulmuş daha sonra
1333 yılında Gemlik fethinden sonra
yerinde bırakılan çadırların yerine
zamanla kerpiç evler inşa edilmiş.
Kumandanların isimleri verilen beş
köy Rumeli Fatihi Lala Şahin Paşa'nın
torunu Musa Bey'in oğlu Umurbey
tarafından birleştirilerek Umurbey adını
almıştı.
Nasıl gidilir?
Bursa - Yalova karayoluna üç km
uzaklıkta yer alan Umurbey'e asfalt yol
ile her iki yönden giriş bulunuyor. Düz
bir rampa çıkışıyla ulaşılıyor. Gemlik'e
4 km mesafedeki Umurbey’e yarım
saat aralıklarla otobüs seferleri de
yapılıyor. Gece aydınlatılan anıt mezarı
ziyaret edecekler araçlarını çevre
düzenlemesinin yapıldığı alandaki
otoparka bırakabiliyorlar. Aytepe
Mesire yerindeki geniş alan otopark
olarak kullanılıyor. Umurbey; Bursa’ya
34, Yalova'ya 41 km, İstanbul’a 198 km
uzaklıkta.
Ne yenir?
Tarıma dayalı bir ekonomik yapıya
sahip olan Umurbey'de tıpkı Gemlik
gibi zeytincilik göze çarpıyor. Karayolu
üzerindeki dükkânlarda satışa sunulan
zeytinler; ince kabuklu, %30 yağ oranlı,
küçük çekirdekli ve %86 et oranları ile
dünyanın en kaliteli sofralık zeytinleri
arasında gösteriliyor. Gemlik’te
üretilen yıllık 5000 ton zeytinin %20’sini
karşılayan Umurbey’de yağ üretimi de
yapılıyor. Umurbey mutfağının tanınmış
yöresel yemekleri arasında ceviz ve
peynir serpilip, üzerine kızdırılmış
tereyağı dökülerek servis edilen
“Düdük Hamur”, şerbetli bir tür hamur
tatlısı olan “Cennet Künkü”, bir başka
çeşit hamur tatlısı Zürbiye, Zeytinyağlı
Enginar Dolması, Cevizli Lokum ve
Höşmerim bulunuyor.
Nerede kalınır?
Umurbey'in Yalova, Gemlik ve
Bursa’ya yakın olması konaklamada
çeşitlilik imkânı veriyor. Yalova,
Gemlik ve Bursa’daki otellerin birçoğu
konaklamanın yanı sıra termal sulara
sahip olması nedeniyle kaplıca hizmeti
de sunuyor.
59
detay
Küllerinden doğan kültür varlığı
Hazırlayan: Esra Minez
Bursa Tophane UNESCO Gençlik Derneği Genel Sekreteri
İki ülkeyi, kültürel motifleri ve
insanları birbirine bağlayan bir
köprüydü aslında bizimkisi…
350 yılı geride bırakmış bir
evin hayata dönüş hikayesi.
Küllerinden doğan bu kültür
varlığı hepimizin. Artık evdeyiz.
Gittiğimde uğrarım demeyin,
gelin görün ve yaşayın.
60
Tarihi Cumalıkızık Köyü’nde bir evi
baştan aşağıya onardık, dekore
ettik ve yeniledik. Cumalıkızıklılara
örnek olabilmesi için müze ev
yaptık. Osmanlıların Bursa’daki ilk
yerleştikleri bölgelerden biri olan,
700 yıllık vakıf köyü Cumalıkızık’ta,
Osmanlı mimarisinin sergilendiği bir
açık hava müzesi olduğu gibi zengin
bir kültürel mirastır da. Biz Bursa
Tophane UNESCO Gençlik Derneği
olarak, Nilüfer Lions Kulübü ortaklı,
2000 yılında tipik bir Cumalıkızık
evi satın aldık. Almanya UNESCO
Club Kulmbach-Plassenburg e.V.
ve Almanya Lions Club KulmbachPlassenburg kulüplerinin maddi
desteği ile alınan evin restorasyonunu
ve dekorasyonunu derneğimiz Bursa
Tophane UNESCO Gençlik Derneği
üstlendi.
Amacımız bu evi onararak bir
“Proje Evi” yapmak, Uluslararası
Gençlik Merkezi olarak kullanmak ve
derneğimizin de içinde bulunduğu,
1998 yılında başlayıp günümüzde
halen sürmekte olan “Bursa Yerel
Gündem 21 Cumalıkızık Koruma
Yaşatma Projesi”ne katkıda bulunmaktı.
Ne mutlu bize ki tüm bunları
gerçekleştirebildik.
Bunların yanında; evi, 2005 yılında
derneğimizin Avrupa Birliği’nden
kazandığı proje olan “Cumalıkızık
Kültür Turizmini Geliştirme Projesi”
kapsamında, Cumalıkızık İlköğretim
Okulu’nun da katkısıyla, Cumalıkızık
kadınlarına ve gençlerine meslek ve
beceri edinme kursları için kullandık.
Pansiyonculuk, Ev Yemekleri ve Doğal
Ürünler Hazırlama, El Dokumacılığı,
Ağaç İşleri ve Ağaç Oymacılığı,
Turizm İngilizcesi, İletişim ve Bilgi
Teknolojileri derslerini ve Toplam Kalite
ve Girişimcilik seminerleri konularında
deneyimli öğretmenler tarafından
öğretildi.
Projelerimiz ve dernek üyelerimizin
katkılarıyla onarım ve tadilat yaptığımız
evimizde, Almanya UNESCO Club
Kulmbach-Plassenburg e.V. ve
Nilüfer Lions Kulüplerinin de maddi
destekleri oldu. Dernek olarak “Müze
Ev Projesi” ile evin dekorasyonunu
tamamen üstlenerek, bu Cumalıkızık
evini bir müze ev haline getirerek
dekore ettik. Evlerimizden, anneanne
ve babaannelerimizden kalan dantel,
örtü, ebru, halı, kilim, bakır, yöresel
giysi, takı ve bunun gibi birçok
antika eşyalar getirerek, Cumalıkızıklı
kadınlara eski köyün orijinal motiflerini
kullandırıp dantel perde ördürerek,
yöreye ve zamanına uygun olarak
dekore ettik. Bazı antika eşyaları da
vitrinlerde sergiledik. Evde, proje
ortağımız Almanya UNESCO Club
Kulmbach-Plassenburg e.V. ‘nin
de kendi yöresel giysi ve eşyalarını
vitrinlerde sergileyerek iki kültürü
bir araya getirmiş olduk. Birkaç
odasını, banyosunu ve mutfağını
pansiyonculuğa uygun olarak döşedik.
20 Mayıs 2010’da Almanya’dan da
gelen proje ortaklarımız ve Berlin
Belediye Başkanı’nın katılımlarıyla
gerçekleşen törenle evi açtık. Törende,
Bursa Senfoni Orkestrası bu tarihi ve
doğal doku eşliğinde atmosfere uygun
parçalar icra etti.
Amacımız tarihi dokusunu bozmadan
yapılan yenilenmeyle eski ama
gerçeğine uygun eşyaları kullanarak
Cumalıkızık köylüsüne örnek bir
ev yapmaktı ve Cumalıkızık’ta
pansiyonculuğu yaygınlaştırmaktı.
Böylece yapıları koruyarak,
Cumalıkızık’ı yaşayanlarıyla geleceğe
taşımış, ekonomik ve sosyo kültürel
gelişimi sağlamış olacaktık. Bugün
küllerinden doğan bu bina kültürel
mirasımızı tanıtıp yaşatmak için büyük
bir adım oldu. Gerisi diğer evlerin
başına…
61
fotoğrafa yazı
Pazar pazar
İstanbul’da
Celil Sezer
Sağ yanağıma konan bir öpücüğü
hayal meyal hatırlıyorum. Uykuya
tekrar dalmadan önce o bulanık
bilinç sahasında son hatırladığım bir
kapı sesi. Sanırım biri beni öpüp gitti
bu sabah. Aradan kaç saat geçmiş
bilmiyorum; kendiliğimden uyandım.
Sıkıcı bir Pazar sabahından insanı
kurtaran güneşli bir gün sırıtıyor
pencereden. Kendime bir kahve
yaptım, pikaba bir Cohen plağını
koydum: Famous Blue Raincoat.
62
Duş alıp hazırlandım. Pencerenin
kenarına ilişip yüzen gemileri seyrettim
bir süre. Neden sonra, vapura binmek
istedi canım? Hatta o an vapura
binmek için çıldırasıya bir arzu
duydum. Evden hızla çıktım. Kapımın
önündeki istasyona gittim ve hazır
bir taksi gibi sürekli beni beklediğini
düşündüğüm tramvaya atladım: Gün
ışığı yan cepheden geliyor. Ellerim
buz tutmuş, hava soğuk aslında; ama
güneşin orada olduğuna kanıp, ben
de sokaklara dökülmüş onca insan
gibi, havanın aslında çok da soğuk
olmadığına inanıp kandırıyorum
kendimi. Sıcak diyorum hava, aslında
sıcak.
Tramvaylar, diğer tüm toplu taşıma
araçları gibi bana halkın pek
savunmasız olduğu yerlermiş gibi gelir.
Neden bilmiyorum ama sanki insanlar
bir tramvayda giderken, bir belediye
otobüsünde veya bir vapurda seyahat
ederkenki gibi, sadece kendi içlerine
dönerler. Etrafı kolaçan eden bakışlar,
aslında sanırım yine kendileri gibi
kendi içlerine dönen insanları tespit
etme ve kendilerinin bu hallerinde bir
gariplik olmadığına inanma çabasıdır.
Bilmiyorum, ben zaten çok bilmem ama
kendi içine dönme ve savunmasız olma
halini bana düşündüren şey şu hülyalı
genç kız olabilir (Gerçi bu kız biraz da
üzgünmüş.)
Eminönü’nde indim. Altgeçitten
çıktıktan sonra gördüğüm ve görmeyi
çok sevdiğim manzara şuydu:
Aslında bu şehirde, kışın, yerini yaza
bıraktığını sokakta satılan şeylerden
anlayabilirsiniz. Sözgelimi İstanbul’da
kestane yerine mısır satılmaya
başlanmışsa, yaz gelmiş demektir.
Fotoğraftan anladığımız kadarıyla,
bugün sadece güneşli bir kış günüdür.
Şehrin, benim de en sevdiğim
parçası olan ve Tarihi Yarımada
diye adlandırılan bu bölgesine hiç
değmemiş, burada hiç gezinmemiş,
burada rastgele sokaklara dalıp,
yıkılan camiileri, çeşmeleri görmemiş,
o karanlık sokaklarda satılan karanlık
eşyalara hiç bakmamış olan insanlar,
aslında İstanbul diye kendi kurdukları
ve aslında gerçek İstanbul’a hiçbir
zaman dokunamamış bir coğrafyada
yaşıyorlardır. Sözgelimi, belki de bir
hafta boyunca biriktirdiği parayla,
o sokaklarda yere serilen bezlerin
üzerinde kurulan sergilerden üçüncü
kalite bir traş makinasını alan varoş
gençlerin heyecanı, benim bahsettiğim
İstanbul’a dâhildir. O çocuğun, o
63
fotoğrafa yazı
heyecanını-o kutuyu açarken duyduğu
hissi- alırsanız, bu şehir azalır: Biraz
daha ilerleyip Yeni Camii’nin üçüncü
kapısına geldim. Bu kapının önü
aslında herkesin bildiği, önündeki
güvercinler sayesinde de çocuklar için
ait olduğu camiiyi “Güvercinli Camii”
yapan meşhur kapıdır.
Bana öyle geliyor ki halk, bir şehrin
en samimi sakinidir. Yani, bu şehirde
yaşayan insanların çoğu kendi
eğlencelerini kendileri yaratır. Mesela,
biz gençler bir evde parti düzenler
veya bir barda doğum günü eğlencesi
tertip ederiz. Ve aslına bakarsak,
bunun anlamı, biz kendi eğlencemizi
kendimiz yaratırız. Halk ise farklıdır.
O, yaşadığı şehrin bizzat kendisi ile
64
eğlenir. Yani, benim düzenlediğim
bir ev partisi, onun için çocuğunu
bir güneşli pazar günü alıp, Güverci
Camii’nin önüne götürmektir. Ve cep
telefonlarının yaygınlaşması ile halk
içinde de gelişen fotoğraf kültürü,
bu anları ölümsüzleştirmeye yaradı.
Artık çocuklar güvercin kovalarken,
genç babalar onları bir kenardan
fotoğraflıyor: Ya da akşama ne
pişireceğini düşünen ev hanımları,
kocalarını ve çocuklarını: Şehir kendi
yemek kültürünü de oluşturmuştur
çoktan. Ve çoğu kez, şehri gezmeye
çıkan insanlar, sofrada neler bulacağını
üç aşağı beş yukarı bilir. Bu ya bir
ekmek arası köfte olabilir. Ya da benim
yediğim gibi, bir esnaf lokantasının
az pilav, az çorba ve az patlıcandan
oluşan müthiş lezzetli mönüsüdür.
Şimdi diyeceksiniz ki “yahu çocuk
sen hani vapura binmek için çıkmıştın
evden, ne işin var karada?”
Haklısınız efendim, ben de şimdi bunu
hatırlayıp iskeleye doğru yol almaya
başlıyorum. Ancak ne mümkün,
şehirde o kadar bahsedilecek şey
var ki, kısacık bir özet yaparak
ulaşacağız vapurumuza. Öncelikle
Eminönü çiçek pazarından -ki zamanla
burası evcil hayvanların satıldığı
yere de dönüşmüştür- geçerken,
gördüklerimden bir demet. Kırk yıl
düşünsem aklıma gelmez, adam Funda
toprağı satıyor: Benim bildiğim tek
Funda, lisede bizim sınıftaki İzmirli
kızdı. Ama ne kızdı.
El Sürme Lütfen’ler bu kış çok
tutuluyor. Şaka şaka, o bir limon
ağacı. Fulyalar, kuru ve yeşil soğanlar,
biberler ve onların tohumları… Bir gün
bu ve benzeri şeylere ihtiyacınız olursa,
yolunuz mutlaka buraya düşecek. Bakın
hala ilgilenenler var.
Altgeçitten geçerek deniz tarafına
çıkmak için ilerledim. İstanbul’un bu
bölgesindeki altgeçitler tam bir halk
kalabalığıyla doludur. Daha doğrusu
halkın kucağı gibidir. Bir anda o
kucağa düşebilirsiniz. Sonuçta asgari
ücretle geçinen insanlar da ayakkabı
giyiyorlar değil mi? Nereden alıyorlar
sanıyorsunuz onları? Ya da kapüşonlu
polarlar ve eşofman altları gibi son
moda kıyafetlerin tamamı burada da
birkaç kalite düşüğünden satılıyor:
İnsanlar burada hızla yürüyorlar,
insanlar burada hızla alıp, aldıklarını
plastik torbalara hızla koyuyor ve
yollarına devam ediyorlar. Ve insanlar
burada hep tetikte bir tehlikeyi
bekleyen serçe kuşları gibi, en ufak
farklı bir şeyi hızla fark ediyorlar:
Cennet, Eminönü-Kadıköy vapurunun
olduğu bir yer olsa gerek. Ve altgeçitte
biraz daha oyalansaydım, az daha
kaçıracaktım cenneti.
Eskiden el ele tutuşanları gördükçe
bir tarafım hep acırdı ama artık kendi
yalnızlığıma sarılmayı, ondan bir sevgili
yaratmayı çoktan öğrendim. Ben onlara
bakar gibi yapıp, birazdan ayrılmakta
olduğum güvercinli camiyi ve Tarihi
Yarımada’yı seyrediyorum:
Vapurlar da altgeçitler gibi, halkın
vazgeçilmez sokaklarıdır. Elinde tuttuğu
gazeteyi okuyanlar, karşısında oturan
komşu kadınla dedikodu yapan ev
hanımları, güneşli günü fırsat bilip
keyfi yerinde turist gruplarına karışır.
Ve İstanbul’un varoş bir semtinden
çıkıp, sevgilisiyle gezmeye, sevgilisini
gezdirmeye çıkan genç âşıklar da
oradadır ya da altgeçitten geçerken
gördüğü bir oyuncak silahı kendine
bin bir türlü numara ve gözyaşlarıyla
aldıran küçük erkek çocuklar…
Kendisini en iyi, halkın anlayacağını
ümit eden darbukacı Çingene çocuklar
da eksik olmaz vapurlarda. Zaten halk,
kendisinden biraz farklı bir şey(!) gördü
mü, hemen dikkat kesilir. Yıllar önce
Ahmet Altan’ın kendi gençlik dönemini
65
fotoğrafa yazı
anlattığı bir yazısında, vapurlardaki
çay servisleri ve çaylar için kullandığı
harikulade bir ifade vardı: “Islak
tepside, ılık çaylar…” Pek hoşuma
gider bu. Sizler de bilirsiniz o çaycıları
değil mi?
Nihayet Kadıköy’e yanaşıyoruz. Gerçi
yanaşsak ne olacak ki? Ben bir yere
oturup bir bardak çay içeceğim belki,
bir iki satır bir şey okuyup tekrar vapura
bineceğim. 15 dakika oturup, iki kez
söylememe rağmen çay getirmemiş
olan garsona iyi bir fırça kayıp kalktım.
Tekrar vapura binmeyi istiyordum.
Nereye gitsem? Tekrar Eminönü veya
Karaköy, olmadı Beşiktaş. Fark etmez
ki. Nasılsa gidecek yerim yok, öyle
dolanıyorum. Beşiktaş’a karar verip
iskeleye doğru yöneldim. Gitar çalan
bir çocuk gördüm, orada bekleşen
birkaç delikanlı, dikkatimi çektiler,
fotoğrafladım. Biraz daha yürüdükten
sonra, üzgün bir genç gördüm.
Kendime benzettim biraz herhalde.
Hikâyesini merak ettim ama sormadım,
66
bir fotoğrafını çekip yürümeye devam
ettim. Yaklaşık on dakika kalkış için
bekledim iskelede. Bu sıkıcı dakikaları
Beşiktaşlı taraftarlar neşelendirdi.
Sanırım bugün maç var (futbolla
hiç ilgilenmem ama en azından bu
tahmini yapabilirim.) Aslına bakarsanız
gençler çok neşeliydi, kızlı erkekli bir
grup, durmadan bir sürü şarkı, marş
ve tezahürat söyledi hep bir ağızdan.
Beşiktaş vapurunun adının Beşiktaş
olması ne hoş değil mi? Vapura
bindiğim an şu güzel kızla karşılaştım,
küçük bir kızın pencereden dışarıyı
seyretmesi kadar izlenesi bir şey var
mıdır acaba?
Tek fotoğrafçı elbette yalnızca ben
değildim. Yeni tasarlanan Şirket-i
Hayriye vapurları yüzünden neredeyse
aç kalacak olan martılar, bindiğim
vapurdan dolayı pek memnun,
balkonlarından atılan simitleri havada
kapıyorlardı. Ve insanlar bunun tadını
çıkarmasını da biliyordu. Karşı yaka
görünmeye başladı. Orada öylece
durup arada bir bana bakan bir
amca vardı, dikkatimi çok çekti, ben
de fotoğrafladım. Beşiktaş’ta trafik
yoğundu. Ben de Kabataş’a kadar
yürümeye karar verdim. Zaten çınar
ağaçlarıyla kaplı o yolu yürümeyi hep
sevmişimdir. Dolmabahçe sarayının
önüne geldiğimde, bir afacan,
kulübedeki polisleri güldürmek için
bin bir oyun yapıyordu. Yanımdan
bir bisikletli öyle bir hızla geçti ki
aklım fırlayacaktı. Ben de intikamımı
pan yaparak (bir fotoğraf tekniği)
aldım. Stadın önü kalabalıklaşmaya
başlamıştı. Zabıtaların uzaklaşmasını
bekleyen satıcılar duvar diplerini
mesken tutmuşlardı.
Sonunda yine yalnız ve güzel evime
döndüm. Sağ yanağıma konan
öpücüğün sahibini şimdi hatırlıyorum.
Yüzümde şapsal bir gülümseme ile
kendime kahve yaptım. Salona gelip bir
Cohen plağı daha koydum pikaba. Bu
sefer: The Stranger Song…
67
fotoğrafın altı
Banliyö manzarası…
Sirkeci-Halkalı banliyö hattında her gün binlerce seyirci, trenin
pencerelerinden tarih kokan bir İstanbul filmi seyrediyor. Surlar,
ahşap evler, boyalı duvarlar trenin penceresinden içeri doluyor.
Bu filmde her karenin bir hikâyesi var…
68
Yazı ve fotoğraflar: Yücel Zorlu
İlk durağımız Sirkeci. Eskiden olduğu
gibi halen ticaretin kalbi burada
atıyor. Zamanında Sirkeci sahilleri
günümüzdeki gibi değilmiş. Deniz,
tren garının arka taraflarına dek
bir liman şeklinde içeriye girermiş.
Bugün kentleşmenin getirdiği
değişimin hangi boyutlarda olduğunu
anlayabiliyorsunuz.
(Cankurtaran semtinin yanı başındaki
Ahırkapı’da Bizans devrinde büyük
sarayın ahırları bulunuyormuş. Osmanlı
döneminde ise padişahların atları
barındırılmış bu bölgede. Bu bölge
deniz kazalarına müsait olduğundan
1755 yılında III. Osman’ın talimatıyla,
devrin kaptanıderyası Süleyman Paşa
Ahırkapı Feneri’ni yaptırmış)
Daha sonra, Osmanlı’nın İstanbul’u
aldıktan sonra kurduğu ilk
mahallelerden biri olan Cankurtaran
semti karşılıyor bizi. Daha sonra
sahil bölümünde denizdeki akıntıları
denetlemek için bir “cankurtaran
bölüğü” oluşturulmuş. Bu sebeple
semte Cankurtaran ismi verilmiş.
Trenin üçüncü durağı Kumkapı. Bu
semt ismini, eskiden bölgeye kum
taşıyan küçük gemilerin yüklerini
boşalttıkları iskeleden almış. 18.
yüzyılda ise bu bölgeye “Şen
Meyhaneler” denirmiş. Kumkapı
günümüzde de meyhane kültürü
dendiğinde ilk akla gelen yerlerden biri.
“Hünkarım, yeni kapınız vatana millete
hayırlı uğurlu olsun”
Kumkapı’dan sonraki durağımız ise
Yenikapı. Rivayete göre bu bölgenin
ismini IV. Murat vermiş. Zamanında
padişah tarafından mey(şarap), afyon
ve fal yasaklanmış. IV. Murat bir gece,
tebdil-i kıyafet İstanbul’a indiğinde,
karşıya geçmeye karar verip bir sandal
kiralamış. Sandalcı müşterisinin
sultan olduğunu bilmiyormuş tabi. Bir
ara, sandalın yanından sarkan bir ipi
çekmiş. İpin ucunda bir testi! Sultan,
“Ne var o testinin içinde?” diye sormuş.
Sandalcı “Ne olacak, mey işte” diye
gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne
kadar yasaklamış olsa da, IV. Murat’ın
alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı
kabul etmiş ama yine de, “Mey yasak.
69
fotoğrafın altı
Hünkârımız görse kafanı vurdurtur,
korkmuyor musun?” diye sormaktan
da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle,
“Yahu Hünkâr nereden görecek bizi
denizin ortasında,” demiş.
Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı
bu kez de, teknenin tahtalarından
birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış
ve nargilesine atarak körüklemeye
başlamış. Gönlü zengin adam, hemen
müşterisine de ikram etmiş. Sultan
yine kabul etmiş ama yasağı gene
hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, “Kim
görecek ki bizi denizin ortasında,”
demiş. Biraz daha vakit geçmiş.
Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını
çıkarmış. Hünkâr’a, “Ver 5 akçe de
falına bakayım,” demiş. Fal IV. Murat’ın
en kızdığı şeymiş ama “Hadi biraz
daha sabredeyim” diye düşünüp,
“Bak bari” demiş. Fal taşlarını elinde
çalkalayıp atan sandalcı, “Efendi,
sorunu sor bakalım” demiş. Padişah,
“Hünkâr şu anda nerededir?” diye
sormuş. Sandalcı taşlara bakıp “Hünkâr
şu an denizdedir,” demiş. IV. Murat
güya endişelenmiş havalarına girip,
“Sakın yakınımızda bir yerde olmasın,”
diye sormuş sandalcıya ve tekrar
iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı
taşlara tekrar bakmış ve birden, IV.
Murat’ın ayaklarına kapanıp, “Affet beni
70
Hünkârım” diye yalvarmaya başlamış.
Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam
etmiş. Padişah dayanamayıp, “Sana
bir soru soracağım. Eğer bilirsen
seni affederim. Bilemezsen boynunu
anında vurduracağım,” demiş. Sandalcı
sevinçle, “Padişahım çok yaşa,”
demiş ve merakla soruyu beklemeye
başlamış.
IV. Murat, sandalcıya, “Dönüşte
İstanbul’a hangi kapıdan gireceğim?”
diye sormuş. Tabi sandalcı hemen
itiraz etmiş, “Hünkârım, şimdi ben
hangi kapıyı söylesem, siz başka
kapıdan girersiniz. Affınıza sığınarak,
gireceğiniz kapıyı bir kâğıda yazsam ve
size versem; kapıdan geçtikten sonra
okusanız olur mu?” demiş. Hünkâr
başını “Olur” anlamında sallayınca,
sandalcı tahminini yazıp kâğıdı
vermiş. Padişah kâğıdı alır almaz,
daha bakmadan, yanındaki fedaisine,
“Hemen boynunu vur şu kâfirin”
emrini vermiş. Sonra da, “Surlara
yeni bir kapı açıla! İstanbul’a oradan
gireceğim” demiş çevresindekilere.
Kapı 5-10 dakikada açılmış, padişah
ve erkânı şehre girmiş. IV. Murat bir
ara, sandalcının kâğıda hangi kapıyı
yazdığını merak etmiş. Kendinden
çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki
kâğıda bakmış. Ama okuyunca
hayretler içinde kalmış. Sandalcı
kâğıda şunları yazmışmış: “Hünkârım,
yeni kapınız vatana millete hayırlı
uğurlu olsun.”
O gün bugündür de işte o kapı,
“Yenikapı” olarak anılıyormuş.
Beşinci durağımız, ismini II. Bayezid
sadrazamlarından olan Koca Mustafa
Paşa’dan alıyor. Lakabı “Koca” olan
Mustafa Paşa bölgede bulunan 8.
yüzyıldan kalma “Andrei-Krisei”
kilisesini camiye çevirince semt
sadrazamın adıyla anılmıştır.
Son durağımız olan Yedikule’nin
surlar üzerindeki dört kulesi Bizans
döneminde yapılmış. Bunlara bitişik
olarak duran üç kuleyi ise Fatih
yaptırmış. Daha sonra Osmanlılar,
genellikle üst düzey diplomatların
hapsedildiği bir zindan olarak
kullanmışlar Yedikule’yi. Osmanlı
padişahlarından II. Osman (Genç
Osman) ilk çıktığı seferde Yeniçeri
ocaklarının artık devrinin geçtiğini
idrak etmiş. Genç Osman, ıslahat
hareketlerini genişleterek sürdürmeye
çalışırken saray entrikaları sonucu
hayatının baharında Yedikule denilen
bölgede katledildi.
71
Barselona
uzaktaki yakın
72
Özgür Çakır
Bir şehirden
fazlası
Dergi Bursa’nın bu sayısında
İspanyol rüzgârı eserken ve
ana tema da “yeniden doğuş”
olunca “Uzaktaki Yakın”
köşesinin rotasını doğrultacağı
yer de, 1992 Olimpiyat Oyunları
sonrası adeta yeniden doğan
Barselona. İspanya’nın başkenti
Madrid’e Ankara dersek, bu
diyarların İstanbul’u olarak
rahatlıkla nitelendirebileceğimiz
bir İspanyol kentine gidiyoruz.
73
uzaktaki yakın
Bakmayın siz İspanyol kenti
dediğime; aslında Barselona
İspanya’nın on yedi özerk
bölgesinden biri olan Katalunya’nın
başkenti ve muhtemelen
İspanya’nın en İspanyol olmayan
şehri. Hatta laf aramızda Barselona
nüfusunun çoğunluğunu oluşturan
Katalanlar da İspanyol olarak
anılmaktan pek hoşlanmıyorlar.
Katalanca doğal olarak bölgedeki
anadil; İspanyolca ikinci
lisan. Barselona’da ve elbette
Katalunya’nın diğer bölgelerinde
göreceğiniz tabela ya da bütün
yönlendirme işaretleri de bu
sebeple iki dilde yazılıyor.
Katalanca, İspanyolcaya benzeyen
ancak daha çok Fransızcanın
etkisinde kalmış, kabaca İspanyolca
ve Fransızcanın bir karışımı olarak
nitelendirilebilecek bir dil.
Barselona tarih boyunca isyankâr
bir toplum olan Katalanların
isyankâr başkenti olmuş. Nitekim
hala resmi binaların yanı sıra sivil
birçok bina ve kuruluşta da İspanya
bayrağından daha fazla Katalan
bayrağı görmek mümkün. Meşhur
Hannibal’ın babası Romalı General
Kartacalı Hamilcar Barca tarafından
kurulan Barselona –ki görüldüğü
üzere şehre ismini de vermiş bu
zat-, küçük ama bağımsız bir krallık
olarak bir süre varlığını korumuş
hatta sınırlarını genişletmiş. Kral
Ferdinand’ın İspanyol kraliçesi
Isabella ile evlenmesi sonucu
İspanyol Krallığı’na katılarak
başkentliği Madrid’e devretmiş.
Sonrasında geçen altı yüzyıl
boyunca da Barselona bir türlü eski
huzurunu bulamamış.
Katalanlar, merkezi Kastilya yönetimine
defalarca isyan etmiş. Hatta Napolyon
İspanya’yı işgale kalkıştığında onunla
birlik olmayı bile göze almışlar. Ancak
sonuç yine hüsran olmuş. İspanyol
yakın tarihinin en büyük kara lekesi
olan General Franco döneminde
Katalanlar çok zor zamanlar
geçirmişler. Katalancanın kullanılması
74
okullarda, iş yerlerinde, hatta evlerde
bile yasaklanmış ve Katalan kimliği
yok edilmeye çalışılmış. Ancak bütün
bu baskılar Katalanları yıldırmamış,
her şeye rağmen kültürlerini korumayı
başarmışlar. Bu direniş yıllarında
Katalan kültürünün en önemli sembolü
hiç tartışmasız FC Barcelona olmuş.
Bahsettiğimiz sadece bir futbol
kulübü ya da bir stadyum değil.
Katalan halkının General Franco’ya
karşı direnişinin temsilcisi olan kulüp,
tarih boyunca bu siyasal ve sosyal
görevi üstlenerek yasaklanan Katalan
bayrağının renklerini taşımış. Adeta bir
milli takım havası ile formasına reklam
almayı reddetmiş (bu geleneği sadece
Unicef’e yardım etmek için bozduğunu
biliyoruz). Nitekim daha sonra da
bahsedeceğim “Camp Nou”yu
gezerseniz tribünlerde yazılı “MES
QUE UN CLUB” yani “bir kulüpten
fazlası” sloganı, sanırım her şeyi
anlatmaya yeterli. İşte bu nedenlerle
Katalanlar 1975’te Franco’nun ölümü
ile biten baskı döneminde takıma,
adeta kimliklerine sahip çıkar gibi
sarılmışlar. General Franco’nun
ölümü sonrası Kral Carlos’un dönüşü
ile Katalanca bir kez daha serbest
bırakılmış ve ardından Barselona kenti
1992 Olimpiyat Oyunları ile adeta
yeniden ayağa kalkmış. Oldukça
bakımsız durumda ve “kirli” olan şehir,
bu organizasyon sayesinde neredeyse
tamamen makyajlanmış, temizlenmiş
ve hatta sahil şeridi tekrar inşa edilerek
muhteşem bir hale getirilmiş.
Barselona’ya gittiğinizde, orada
olmanın verdiği coşkuyla İspanyolları
çok sevdiğinizden, İspanyol kültürüne
hayran olduğunuzdan filan bahsetmeye
kalkarsanız baltayı taşa vurursunuz,
benden söylemesi. Katalanların
sempatisini kazanmak için böyle
büyük bir çabaya girişmenize de
gerek yok zaten. Sebebini çok net
açıklayamamakla birlikte Avrupa
sınırları içerisinde TC vatandaşı
olarak sempati ile karşılaşacağınız
ender duraklardan biri olduğunu
söyleyebilirim.
Katalanlar İspanya’nın diğer özerk
bölgelerine kıyasla göreceli olarak
sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan
daha gelişmiş olduklarından mıdır
bilinmez, oldukça liberal ve hoşgörülü
bir toplum. Farklılıklara saygı gösteren
ve hatta farklılıkları korumaya çalışan
bir yapıları var. İşte bu nedenle
şehirde çok kültürlü bir havanın
olduğunu söylemek yanlış olmaz. 1992
Olimpiyatları’nın gerçekleştirildiği yılda
30 bin kişi civarında olan yabancı
nüfus, 2010 yılında 300 bine ulaşmış.
Dolayısıyla şehirde kalıcı olarak
yaşayanların yüzde yirmisini yabancılar
oluşturuyor.
İspanya’nın olduğu kadar aslında
Avrupa’nın hatta belki de dünyanın
en renkli ve görülmeye değer şehirleri
listesinde üst sıraları zorlayan bir
yerden bahsediyorum. Yılda 30 milyon
yolcunun geçiş yaptığı Barselona
Havalimanı ile şehre adeta turist
yağıyor. Londra, Paris ve Roma’dan
sonra Avrupa’nın en fazla ziyaret
edilen dördüncü şehri olan Barselona,
büyük olasılıkla bu yazıyı okuyanların
75
uzaktaki yakın
birçoğunun zaten gezip gördüğü
bir şehir olmalı. Dolayısıyla henüz
gitmemiş olanların aklını çelmenin
tam vaktidir. Kendi imkânlarınızla,
rezervasyonlarınızı önceden
yaparak kolaylıkla bir Barselona
seyahati planlamanız mümkün.
Uğraşmak istemeyenler onlarca
tur şirketinin neredeyse yılın her
haftası gerçekleştirdiği bol alternatifli
Barselona turlarından birine katılmayı
da tercih edebilirler.
İspanya’nın kuzeydoğusunda,
Fransa’ya yakın sayılabilecek bir
bölgede, Akdeniz kıyısında yer alan
bu liman kenti, beklentiniz ne yönde
olursa olsun bunu karşılayabilecek
potansiyele sahip. Futbol meraklılarının
ilgisiz kalamayacağı FC Barcelona’nın
mabedi Nou Camp da; sanata ve
76
mimariye düşkünlerin kutsal Katalan
dörtlüsü Gaudi, Miro, Picasso ile
Dali’in eserleri ve müzeleri de; alışveriş
tutkunu kadınlar için başta Zara olmak
üzere dünyanın en popüler mağaza
zincirleri de; eğlenceye ve gece
hayatına düşkünler için oldukça renkli
envai gece kulüpleri ile Flamenko
şovları da; deniz, kum ve Akdeniz
güneşi olmadan tatil yapamam diyenler
için Barcelonata plajlarında şehir
merkezinden denize girme imkanı
da; midesine düşkün olanlar için
özellikle deniz ürünleri başta olmak
üzere zengin Akdeniz mutfağının enfes
lezzetleri de; çocuklar ve içindeki
çocuğu koruyabilmiş yetişkinler
için Avrupa’nın en büyük tematik
akvaryumu ve Disneyland’a rakip oyun
parkı Port Aventura da burada.
Konaklamak için bütçenize uygun
bir yer bulmakta zorlanmayacağınızı
söylememe gerek yok sanırım. Bu
noktada önerim, her ne kadar bütün
Avrupa kentlerinde olduğu gibi çok
gelişmiş bir metro ağı olsa da şehrin
önemli noktalarının merkezinde
sayılabilecek Katalunya Meydanı’na
yakın bir otel tercih etmeniz. Bu
tercihi yaparken yıldız sayısına fazla
takılmayın; nitekim otelde gerçekten
az vakit geçireceksiniz. Bu defa
diğer bütün seyahatlerinizdekinden
daha fazla yapılacak şey, daha çok
görülecek yer var. Yollara düşmeden
önce yanınıza sadece ihtiyacınız
kadar nakit para almalı, mümkünse
bunları farklı ceplerinize dağıtmalı
ve pasaportunuzu otelde güvenli bir
yerde bırakmalısınız. Çünkü bu güzel
gülün dikeni de var maalesef; aldığı
yoğun göç ve yüksek işsizlik oranları
nedeniyle kapkaç olayları epeyce fazla.
Tadınızı kaçırmadan ve hevesinizi
kırmadan Barselona’da özellikle
motosikletli kapkaç olaylarının
diğer büyük şehirlere kıyasla biraz
daha sık meydana geldiğinin altını
çizmeliyim. Yani “Biutiful” filmini
aklınızdan çıkarmadan “Vicky Christina
Barcelona”ya motive olabilirsiniz.
Barselona’yı keşfetmek için size önerim
her zaman olduğu gibi tabanvay
marifetiyle, gerektiğinde metro
ağını kullanarak şehri tavaf etmeniz
olacak. Metro ve diğer toplu taşıma
araçlarında kullanmak üzere turistler
için hazırlanmış olan, seyahat sürenize
göre çok çeşitli ve sınırsız kullanım
hakkı veren kartlardan almak akıllıca bir
tercih. Daha az zahmetle şehrin turistik
alanlarını gezmek isteyenler, gerçek bir
turist modunda dolaşmayı ve alacakları
çoklu biletle istedikleri yerde inip
gezdikten sonra kaldıkları noktadan
devam edebilecekleri üstü açık tur
otobüslerini, yani ‘Bus Turistica’ları
tercih edebilirler pek tabi.
1865’te yapılan ızgara şeklindeki şehir
planına sadık kalınarak geliştirilen
ve hayranlık uyandırıcı bir şehircilik
anlayışına sahip olan Barselona,
haritayı elinize alıp cadde isimlerini
takip ederek hiç kaybolmadan her yeri
gezebileceğiniz bir şehir. Önerime uyup
Katalunya Meydanı’na yakın bir yerde
konumlandıysanız şehre hemencecik
adapte olmanızı sağlayacak olan
caddeye, meşhur Las Ramblas’a
çok yakınsınız demektir. Şehri
İstanbul’a benzettik madem ‘Plaça
de Catalunya’yı Taksim Meydanı’na,
Las Ramblas’ı da İstiklal Caddesi’ne
benzetmek en doğrusu. Bir farkla,
uzunluğu 3 kilometreyi bulan bu
caddenin sonunda sizi tünel benzeri
bir alan değil Akdeniz kıyısı bekliyor
olacak. Adını Arapça kökenli bir
kelimeden alan bu cadde; eskilerde
kelimenin anlamının da işaret ettiği gibi
bir nehir yatağı iken, günümüzde, iki
yanını çevreleyen olağanüstü mimari
güzellikteki binalar, aklınıza gelebilecek
her türlü mağaza, kafe, restoran, bar,
iki yanında sıralı ağaçlar, banklar,
büfeler, sokak çalgıcıları, mim sanatıyla
meşgul performans sanatçıları, turistler,
yerel halk ve dünyanın her milletinden
insan selinin oluşturduğu bir büyük
enerji koridoru adeta. Victor Hugo’nun
“dünyanın en güzel caddesi” olarak
tanımlamayı uygun gördüğü
77
uzaktaki yakın
Las Ramblas, tıpkı İstiklal Caddesi gibi
neredeyse yirmi dört saat canlılığını
koruyan ve enerjisini hiç kaybetmeyen
bir bölge.
Barselona’da ne kadar vakit
geçireceğiniz size kalmış ama geri
döndüğünüzde, vaktinizin büyük
çoğunluğunun hiç farkında olmadan
Las Ramblas ve civarında geçtiğini
fark edeceksiniz. Bu yüzden ilk
78
turunuzda fazla oyalanmadan, nasılsa
geri döneceğinizi bilerek bir resmi
geçit ile güne başlamak iyi fikir. Bu
bitmez tükenmez görünümlü caddeyi
dolaşırken deniz yönünde sağınızda
göreceğiniz canlılığı ve kalabalığı
ile sizi içine çekecek olan kapalı
pazaryeri ise 19. yüzyıldan kalmış
olan, yerel halkın ‘La Boqueria’ olarak
adlandırıldığı Mercat de Sant Josep.
Balık ve sebze meyve pazarı olan La
Boqueria’da taze ve kurutulmuş balıklar
ile her türlü deniz canlısı, et, sosis,
tropikal meyveler, meyve salataları,
sebzeler, her türlü baharat, kurutulmuş
domatesler, biberler, örülmüş
sarımsak demetleri, türlü tatlılar, reçel
ve şekerlemeler küçük dükkânlarda
müthiş bir düzen ve özenle satılmakta.
Ayrıca bir takım küçük restoran ve
kafeler de mevcut. Barselona’ya gelip
uzunca vaktinizi bir pazaryerinde
geçirdiğinize ve bu renkli tezgâhların
önünde fotoğraf çektirdiğinize siz de
şaşıracaksınız. Bir de mekân önerisi
vermek gerekirse, burada yer alan
“El Quim” isimli restoran için yemek
yenilmeden Barselona’dan dönülürse
Barça Hacısı olmanın eksik kalacağı
yönünde görüş bildirenler var, benden
söylemesi.
Las Ramblas boyunca her adım
başı ilginizi çekecek bir aksiyon
olduğunu söylersem abartmış
olmam. Ücreti karşılığında birlikte
fotoğraf çektirebileceğiniz ustaca
yapılmış makyajları ile son derece
yaratıcı bir çeşitlilik sunan canlı
heykeller, yani mim sanatçıları
harekete geçtiklerinde sizi oldukça
eğlendirecekler. Ayaküstü portrenizi
çizen sokak ressamları, dansçılar,
çiçekçiler birinden diğerine ilginizi
kaydırarak sizi caddenin sonuna dek
sıkılmadan sürükleyecekler. İlk turun
sonrasında mutlaka Las Ramblas’a
çıkan sokakları da keşfetmeye vakit
ayırın ve ana caddenin büyüsüne
kapılıp ara sokakları gezmeyi ihmal
etmeyin. Hediyelik eşya satan küçük
dükkânları, dar ve küçük balkonları
kırmızı sardunyalarla süslenmiş evleri,
irili ufaklı kafeleri, Flamenko ve Tapas
barlarını burada bulacak, sonra
daracık kemerli geçitlerden geçerek
çeşmeler, heykeller ve Gaudi’nin
gençlik yıllarında tasarladığı ferforje
lambalar ile palmiye ağaçlarının
süslediği küçük meydanlarda
soluklanacaksınız. Burada da bir
öneride bulunmak gerekirse bildiğimiz
iki büyük fast food zincirine ait
restoranların arasındaki sokaktan
girip ilk sağa döndüğünüzde karşınıza
çıkacak avludaki restoran ve Tapas
barlarını şiddetle öneririm.
Katalunya Meydanı’ndan marinanın
olduğu sahile dek uzanan Las
Ramblas’ın sonundaki meydanda
sizi dökme demirden altmış metrelik
devasa bir sütun üzerindeki Colomb
heykeli bekliyor olacak. Bazılarınca
sağ kolunu kaldırıp parmağıyla
Amerika’yı işaret ettiği iddia edilen bu
Katalan denizcinin parmağının yönü
kafanızı karıştırabilir. Heykel yapılırken
gözden kaçmış bir hesap hatası
mıdır ya da Colomb’un Hindistan’a
niyetlenip Amerika kıtasına çıkmasına
bir gönderme midir bilemiyorum ama
parmağın yönü iddia edildiği gibi
yenidünyayı işaret etmiyor sanki. Fazla
takılmayın. Merak edenler Monument
a Colom’un tepesine asansör ile
çıkıp manzarayı izlerken bir yandan
parmağın yönünü de daha yakından
inceleyebilirler pek tabi.
Las Ramblas’ın ardından bahsettiğim
gibi Olimpiyat oyunları ile adeta
yeniden yaratılmış olan sahil şeridini
gezebilirsiniz. Deniz kıyısında devasa
bir marina ve dünyanın en büyük
limanlarından biri konumlanmış
durumda. Ahşap köprüyü geçerek
ulaşacağınız “Port Vell” bölgesindeki
79
uzaktaki yakın
“MareMagnum” tesisi içerisinde
birçoğu fast food türevi olmak
üzere çok sayıda kafe ve restoran
ile sinema salonları ve bahsettiğim
büyük deniz akvaryumu olan
“L’Aquarium” bulunmakta. On
bir binden fazla deniz hayvanını
barındıran L’Aquarium’da özellikle
köpek balıklarının bulunduğu
alanda suyun altında tasarlanmış
olan seksen metrelik cam tünelde
sağ çıkacağını bilerek bu sevimli
yaratıklarla yakın temas kurma hissi
herkes için ilginç bir deneyim olabilir.
Bahar ya da yaz aylarına denk
gelen bir seyahatte Barselona
şehir merkezinden girebileceğiniz
kumsalları yine marinaya yakın olan
Barcelonata bölgesinde bulabilirsiniz.
Aslında neredeyse yılın her
mevsiminde güneşlenen insanların
eksik olmadığı uzun kumsallardan
oluşan bu plaj grubu, yorgun turistler
için de cazip bir alternatif elbette. Bu
bölgede çıplaklar plajı dışındaki diğer
plajlarda da çırılçıplak insanlarla
karşılaşma ihtimalinizin olduğunu
da belirtmek gerek. Barselona’da
yalnızca plajda değil, bütün şehirde
çıplak gezmek kanunlara aykırı bir
durum değil. Olimpiyatlar öncesi bir
kısmı Banliyö konumundaki, bazı
sanayi tesisleri de bulunan ve bu
nedenle denizi de kirlenmiş olan,
neredeyse tek bir kumsalın bile
bulunmadığı bu alanın görünümü,
gerçekten insanı şaşırtacak derecede
değişmiş ve güzelleşmiş durumda
(tabi ben de eski fotoğraflar ve
anlatanların yalancısıyım). Bu
bölgede özellikle deniz ürünlerine
meraklı olanlar, uygun fiyata
kaliteli hizmetin satın alınabileceği
restoranları bulabilirler.
Bahsettiğim bu kısa sayılabilecek
güzergâhta büyük ihtimalle hatırı
sayılır bir vakit geçirmiş ve dolayısıyla
acıkmış olmalısınız. Daha fazla vakit
kaybetmeden bir şeyler yemek iyi fikir,
çünkü eğer öğle saatleri yaklaştıysa
İspanyolların meşhur öğle uykusu
80
“siesta”ya takılıp aç kalma ihtimaliniz
mevzu bahis. Her ne kadar ekonomik
krizin etkilerini hissediyor olsa da
İspanyollar gece hayatından ve öğle
uykusundan vazgeçmiş değil. Zira
siesta adını verdikleri uyku molaları
sayesinde daha uzun ve keyifli bir
gece geçirebildiklerine inanıyorlar.
Bu yüzden siz de Barselona’da
geçireceğiniz sürede İspanyol günlük
yaşamına adapte olacak şekilde yemek
saatlerinizi düzenlemelisiniz. Öğleden
sonra kavramının da bu ülkede biraz
farklı olduğunu belirtmekte yarar var
tabi. Örneğin bir mağazanın öğleden
sonra tekrar açılacağı söyleniyorsa
bu akşamüstü 5’ten sonra açılacağı
anlamına geliyor. İşte bu yaşam molası
nedeniyle öğünlerinizi akşam yemeği
de dâhil olmak üzere birkaç saat rötarlı
yemeye de hazır olun. Çok turistik
sayılabilecek mekânlar ve fast food
zincirlerine ait olanlar dışında yemek
yemeye niyetleneceğiniz bütün kafe ve
restoranlarda akşam yemeği servisinin
9’dan hatta bazı yerlerde 10’den önce
başlamayacağını belirtmeliyim.
Barselonalılar siestadayken sizin için
en güzeli elbette ki şehri gezmek
olmalı. Muhtemelen çoktan vermiş
olduğunuz “tapas bar” molasından
sonra Las Ramblas’tan ayrılıp “Barri
Gotic” bölgesine doğru ilerleyin. Bu
bölge adından da anlaşılabileceği gibi
gotik mimarinin çok hoş örneklerine
ev sahipliği yapıyor. Ortaçağ’dan
kalma binalar, küçük saraylar ve
manastırlar ile zaman makinesine
girip yüzyıllarca geriye gitmiş gibi
hissedeceksiniz. Seyahatiniz güneşli ve
sıcak bir mevsimde ise karanlık, serin
ve dar sokakların öğle güneşinden
korunmak için oldukça ideal bir sığınak
olduğu söylenebilir. Bölgenin en
önemli binası olan Katedral’i mutlaka
görmelisiniz. Yapımına 1298 yılında
başlanan Katedral’in dikkat çekici
gotik ön cephesi, 19. yüzyılda yapıya
eklenmiş. Katalan gotik mimarisinin
en etkileyici örneklerinden biri olarak
kabul ediliyor. Hafta sonunu içine
alan bir tatilde olma ihtimaliniz yüksek
olduğuna göre bir hatırlatma; cumartesi
akşamları ve pazar öğleden sonraları
Katedral’in önünde geleneksel olarak
“Sardana” yani Katalan halk dansı
yapılmakta. Telli ve nefesli çalgılar
ile davuldan oluşan müzik grubunun
çaldığı ritmik ezgiler eşliğinde insanlar
erkek, kadın karışık çoluk çocuk el ele
tutuşup dans ediyor, her geçen dakika
dansa katılanların sayısı artarak yeni
çemberler oluşuyor. Görünüşte basit
olan ama aslında disiplin isteyen bu
dans görülmeye değer.
Katedral’in arkasındaki meydanda
yer alan Barok stildeki 18. yüzyıldan
kalma kilisenin arka duvarında ise
sizi Barselona tarihinin tanığı bir
duvar karşılayacak. General Franco
döneminde muhalif Cumhuriyetçilerin
infaz duvarı şehrin ve Katalanların
hafızasını canlı tutmak amacıyla
korunmuş. Duvardaki delikler ve
tahribat yaşananları başka bir şeye
gerek bırakmayacak şekilde anlatmaya
yetiyor. Bu bölge ile ilgili bir gastronomi
önerisinde bulunmak gerekirse Santa
Maria Del Mar Kilisesi’nin arka bahçe
kapısından geçerek ulaşacağınız
Passeig Del Born’da çok sayıda kaliteli
restoran, bar ve gece kulübünün
olduğunu söyleyebilirim. Özellikle
Tapas barlarında her damak zevkine
uygun bir şeyler bulmanız mümkün.
81
uzaktaki yakın
82
Konu tekrar dönüp dolaşıp “Tapas”a
geldiğine göre biraz açıklamayı da
hak ediyorsun sevgili okur. Tapas,
İspanyolların en meşhur yemeği
diye bilinse de tek bir yemeği tarif
etmediğini söylemeliyim. Genel olarak
bizdeki mezelerin karşılığı aperatifler
ve atıştırmalıklardan oluşan bir yemek
grubu Tapas olarak adlandırılmakta.
Zeytinyağlılardan ara sıcaklara geniş
bir alternatif liste ile zevkinize uygun bir
Tapas çeşidi bulmanız olası. Burada
da küçük bir uyarıda bulunmalı ve
neredeyse tüm etli yemeklerin domuz
eti barındırdığını söylemeliyim. Bu
konuda hassasiyeti olanlar da sıkıntıya
düşmeyeceklerdir. Çünkü Barselona
mutfağında aklınıza gelebilecek her
türlü deniz ürününü bulmak mümkün.
Barselona deniz ürünleri konusunda
oldukça bonkör bir şehir. Özellikle
deniz mahsulleri ile yapılan bir pilav
olan Paella’yı da mutlaka deneyin.
Paella, içine bolca balık ve deniz
ürünü konulmuş –bazen et veya
sebze- ve safranla renklendirilmiş
bir tür zeytinyağlı pilav. Hazır
mutfaktan ve gastronomi önerilerinden
bahsediyorken Tapas ve Paella
dışında yerel sosislerin oldukça lezzetli
olduğunun altını çizip patatesli omlet
olan Tortilla’yı da listenize mutlaka
eklemeniz gerektiğini söylemeliyim.
Şarap merakı olanlar için tekrara gerek
yok ama bilmeyenlere Barselona’nın
kırmızı şaraplarının da namının ülke
sınırlarını aşarak dünyada önemli bir
yer sahibi olduğunun altını da çizmek
gerek. Kırmızı şarabın içine önce bal
sonra elma ve turunçgiller ailesinin
bazı bireylerinin, ardından votka ve
bazen de romun katılmasıyla oluşan
ve son olarak gazoz eklenerek büyük
bir sürahide buz içinde ikram edilen
ve ismini kan kırmızı renginden alan
ünlü alkollü kokteylleri Sangria’yı da
tatmadan dönmeyin. Barselona’ya
kadar gelip Sangria içmemek olmaz
ama bu içkiyi içmek için Las Ramblas
gibi turistik yerleri seçerseniz
karşılaşacağınız uçuk fiyatlar keyfinizi
kaçırabilir. Bu yüzden daha yerel olan
ve turistik görülmeyen barları tercih
83
uzaktaki yakın
etmenizi öneririm. Tatlı meraklıları için
ise kişisel deneyimlerime dayanarak
Barselona’daki tatlı çeşitlerinin
gereğinden fazla şekerli olduğunu
söylemeliyim. Alternatif olarak
istisnai bir durum Churro için geçerli.
Lokal bir tatlı arayışında olanlar
kahveye batırılarak yenen Churro’yu
deneyebilirler. Ve pek tabi “Créme
Brulée”. Fransızmış gibi dursa da
aslında bir Katalan spesiyalitesi olan
krem bruleyi bütün bu sohbetin dışında
tutuyor ve doğru yere denk gelmeniz
için bol şans diliyorum.
Henüz şehrin mimari dehası Gaudi ve
eserleri ile tanışmamış olduğunuzun
farkındayım ama büyük ihtimalle günü
bitirmiş ya da bitirmekte olmalısınız.
Gün batımı ışığında şehre bir genel
bakış ile manzaranın tadını çıkarmak
üzere Montjuic tepesine doğru yol
almanın vaktidir. Tepeye rahat ulaşmak
84
için funiküler sistem inşa edilmiş.
Olimpik Stadyum’un da bulunduğu
bu park size muhteşem bir Barselona
manzarası sunacak. Ayrıca şehrin
yoğun temposundan uzak sakin bir
bölge olduğunu söyleyebilirim. Olimpik
Stadyumun yanı sıra Montjuic Şatosu,
kale ve kelime anlamı sihirli çeşmeler
olan “La Fontana Magica” da bu
bölgede. Pueblo Espanol ise Montjuic
dağının eteklerine kurulmuş bir
minyatür kent. İspanya’daki tüm mimari
örnekler ve yaşam şekilleri bir açıkhava
mimari müzesi şeklinde sergileniyor.
Küçük bir köyü andıran alanda aynı
zamanda çok sayıda hediyelik eşya
satan dükkân da mevcut. Las Ramblas
ve civarına göre fiyatların -kaliteden
ödün vermeden- daha makul olduğunu
göz önünde bulundurursak hediyelik
eşya alışverişini aradan çıkarmak için
uygun bir yer.
İspanya’ya kadar gelip Flamenko
izlemeden dönmek olmaz ve turist
olmanın hakkını vermek istiyorum
diyenler için birçok seçenek söz
konusu. Gerçekten de turist moduna
geçip ateşli ve enerji dolu Flamenko
dansçılarını izlemek yorgunluğunuzu
alıp üstüne bir de enerji depolayacak
bünyenize. Ne de olsa gece hayatını
deneyimlemeye uzun saatler var. Daha
önce de belirttiğim gibi İspanya’da her
şeyde olduğu gibi gece hayatında da
bir rötar söz konusu. Böyle bir niyetiniz
varsa bir gece kulübü ya da bara
gitmek için gece 12’den, hatta 2’den
sonra bir saat dilimini tercih etmekte
fayda var ama uyarması benden, henüz
başta Barselona’yı Barselona yapan
Antoni Gaudi’nin eserleri olmak üzere
görmediğiniz çok yer ve yapılacak çok
şey var, tercih sizin.
Ertesi günü Barselona’yı çok güzel ve
gelişmiş bir liman kenti sıradanlığından
kurtaran büyük sanatçıların özellikle
Antoni Gaudi’nin eserlerine ayırmak
gerek. Mezuniyet töreninde rektörüne
“Bir budalayı mı yoksa dehayı mı
mezun ediyoruz bilemiyorum.” dedirten
ve sonrasında bıraktığı eserleriyle
mimari deha olarak anılacak olan
Gaudi, şehrin değişik yerlerine inşa
ettikleri ile sadece Barselona’ya
değil dünya mimarlık tarihine de
adını altın harflerle yazdırmış bir isim.
Barselona’ya “Gaudi’nin Şehri” ve
hatta ‘Gaudi’nin oyun parkı’ demek
yanlış olmaz. Mimari özel ilgi alanınız
olmasa da Gaudi’nin eserleri sıradışı
formları, genel olarak keskin köşeler
barındırmayan yuvarlak hatları,
masalsı görünümleri ve barındırdığı
ilginç detaylar ile ilginizi çekmeyi
başaracak. İsmi bazılarınıza belki de
Alan Parson Project’in hit şarkısından
tanıdık gelecek olan “La Sagrada
Familia” yani Kutsal Aile Kilisesi hiç
şüphesiz kentin en önemli simgesi.
Konumu ve yüksekliği ile şehrin her
yerinden size göz kırpan bu muhteşem
binanın yapımına 1882 Mimar Villar
tarafından başlanmış, neo gotik
tarzdaki bu üç cepheli katedralin
yapımını bir sene sonra Gaudi
devralmış. Nam-ı diğer ‘bitmeyen
kilise’ La Sagrada Familia’da, doğa
Gaudi’nin en önemli esin kaynağı
olmuş. 1926 yılında hazin bir tramvay
kazası sonucu ölen Gaudi’nin
İsa’nın doğuşunu simgeleyen ilk
cephesini tamamlayabildiği yapının
inşası hala sürmekte ve mimarın
ölümünün yüzüncü yılı olan 2026’da
bitirilmesi planlanıyor. La Sagrada
Familia, Avrupa’nın bütün büyük
kentlerinde bulunan ve hepsi birbirini
andıran büyük katedrallerin hiçbirine
benzemiyor. Her biri birer sanat eseri
olan çok sayıda canlandırma ve heykel
barındıran; sarmaşıklar, çilek ve
böğürtlen gibi meyve kabartmaları ve
hatta küçük bir sudoku gibi enteresan
detaylar barındıran, üç cephede
dörder adetten on iki adet çok sivri
ve yüksek çan kulesi olan bu yapı,
tıpkı bizim peribacaları misali sanki bu
dünyaya ait değilmiş gibi duruyor. İlk
görüşte cüssesi ve tuhaf görünümü
ile sizi etkileyecek olan bu şaheser
yaklaştıkça ve detaylarını inceledikçe
sizi büyülemeyi başaracak. Aynı
zamanda müze statüsünde olan La
Sagrada Familia’nın kulelerine çıkarak
merkezi bir noktadan Barselona’yı
seyreylemek de mümkün. Bunun
için uzun kuyruklara takılmak
istemiyorsanız erken bir saatte
ziyaret etmenizi öneririm. Kulelere
asansör ile çıkılmakta, ancak inişte
merdivenleri kullanmak gerekiyor. Bu
yüzden klostrofobik bir kişiliğiniz ve diz
eklemlerinizde sorununuz varsa, şehri
85
uzaktaki yakın
izlemeyi bir başka tepeye bırakmak
iyi fikir. La Sagrada Familia’yı sindirip
özümsediyseniz sırada Gaudi’nin diğer
eserleri var. Yürüme mesafesinde
ulaşabileceğiniz, bir ucu Katalunya
Meydanı’na, diğer ucu ise şehri ortadan
oblik bir şekilde ikiye yaran bulvar olan
Avenida Diagonal’e çıkan Paseo De
Garcia isimli bir hayli geniş caddede
sanatçının iki önemli eserini bulmakta
zorlanmayacaksınız. Yürürken birbirine
benzer mimaride dizilmiş evlerin
gidişatına aykırı duran iki evden biri
“Casa Batllo”, diğeri ise “La Pedrera”,
86
namı diğer Casa Milla. Casa Battlo
yapısındaki dini ve ulusal sembollerin
yanı sıra kıvrımlı dış hatları, çok farklı
doku ve malzeme birleşimleri, parlak
renkleri ve sınırsız detayları ile yine
Gaudi’nin özgün üslubunun ipuçlarını
taşıyan bir bina. Bazılarına göre binanın
en çekici kısmi geri dönüştürülmüş
seramiklerle dekore edilmiş olması.
Yakınındaki diğer başyapıtı ise Casa
Milla. Dış görünümünün bir taş ocağını
andırması nedeniyle bu anlama gelen
“La Pedrera” olarak bilinen bu görkemli
apartman, bugün Unesco’nun Dünya
Mirası Listesi’nde yer alıyor. Tavan katı
ise Gaudi’nin eserlerinin sergilendiği
şık bir teknoloji müzesine (Espai Gaudi)
ev sahipliği yapıyor. “Cadı korkutan”
olarak da bilinen ve Yıldız Savaşları’nın
Darth Vader’ine benzeyen bacaları ise
binanın öne çıkan diğer bir özelliği.
Sırada Parc Güell var. Adından
da anlaşılabileceği gibi Gaudi’nin
eserlerini barındıran büyük bir park
alanından bahsediyorum. Bu bölgeye
ulaşmak için metroyu kullanmak iyi fikir.
Eğer ormanı kat eden uzun bir parkuru
yürümek istemiyorsanız Parc Güell
işareti bulunan iki durak olan Vallcarca
ve Lesseps’ten ikincisini tercih etmenizi
öneririm. Parc Güell sadece mimari
ile ilgilenenleri değil, çocukluğunda
Hansel ve Gretel masalındaki gibi
pastadan bir ev hayali kuran herkesi
büyüleyecektir. Gerçekten de masal
diyarını andıran bu parkta neyin daha
eğlenceli olduğuna karar vermek
zor. Bir tepenin üzerinde yer alan ve
dolayısıyla kuşbakışı şehir manzarasına
sahip bu alan zamanında Guell ailesinin
talebi ile şehrin ileri gelenleri için
küçük bir villa kent olarak tasarlanmış
ancak rağbet görmeyince parka
dönüştürülmüş. Burada Gaudi’nin
küçük ormancıklar yaratma merakını,
“trade mark”ı haline gelmiş olan kırık
cam ve mozaiklerden yaptığı tablo
misali dizaynlarını, paraboller, dalgalar
ve kıvrımların mimariye en fonksiyonel
yansımalarını görmek mümkün. Parkın
etrafını kıvrılarak çevreleyen mozaik
kaplı incelikle tasarlanmış, yumurta
şeklinde tümsekler barındıran, bank
demeye dilimin varmadığı bu uzun
oturma alanı belki de dünyanın en
iyi manzaraya sahip ve kesinlikle en
büyük bankı olma özelliğini de taşıyor.
Barselona şehrinin simgesi haline gelen
kertenkele şeklinde tasarlanmış mozaik
kaplı olan seramik çeşme ve Dor
mimarisi tarzında inşa edilmiş seksen
altı sütundan oluşan ve yine tavanı
mozaiklerle süslenmiş kapalı alan
parkın diğer önemli detayları. Buradaki
hediyelik eşya dükkânından tasarımı
Jordi Nogués’e ait Gaudi eserlerinin
bazı detaylarını barındıran kupaları da
hediye listenize ekleyebilirsiniz.
Barselona aynı zamanda bir müzeler
kenti olarak da tanımlanabilir elbette.
Modern Sanatlar Müzesi, Ayakkabı
Müzesi, Çikolata Müzesi, Miro, Picasso
ve Dali’nin eserlerinin sergilendiği
müzeler ve daha onlarcası arasında
tercih yapmakta zorlanacaksınız.
İspanya’daki en önemli Picasso
koleksiyonuna ev sahipliği yapan
Museu Picasso bunların içinde
kaçırılmaması gerekenlerden. Barri
Gotic’teki La Ribera bölgesinde
bulunan müze ve çevresi renkli
sokaklar ilginizi çekebilir. Museu
Picasso’da sanatçının çocukluğunda
bulduğu her şeyin üzerine yaptığı ya
da kafasına vurula vurula yapmak
zorunda bırakıldığı resimlerden Las
Meninas serisine uzanan evrelerini
ve geniş seramik koleksiyonu
görülebilir. Fundacio Juan Miro’da ise
Katalanların gururu Miro’nun kuşlar,
kadınlar ve yıldızlar etrafında gelişen
sürrealist cümbüşlerini; Fundacio
Tapies’te Antoni Tapies’in eline geçen
her şeyden tablo yapma merakını
izleyebilirsiniz. Ayrıca iki komşu modern
sanatlar müzesi olan MACBA ve CCCB
modern sanatlara ilgi duyanların
uzun vakitler geçirebileceği diğer iki
önemli müze. Bu müzelerin bulunduğu
semtin sokakları ise Barselona günlük
yaşamını gözlemlemek ve dinlenmek
için oldukça keyifli kafe ve barlara
ev sahipliği yapıyor. Salvador Dali
hayranı olanlar, şehrin yaklaşık bir
saatlik bir sürüş mesafesi dışında
kuzeyde yer alan Figueres’teki Dali
Müzesi’ni görmeden dönmesinler.
Dali’nin kendi kurduğu bu müzenin
bahçesinde siyah bir Cadillac ve etrafı
sarmaşıklarla çevrili taştan şoförü
karşılıyor sizi. Alışılmışın dışında bir
karşılama bu çünkü dalgıç kıyafetleri
içindeki şoför “Cadillac”ın içinde
ya da yanında değil, tam üzerinde
duruyor! Şehir merkezinde de “Dali
kusuruma bakmasın ama Barselona’ya
geldim yollara düşerek otobanlarda
vakit kaybedemem” diyenleri tatmin
edebilecek kapasitede daha küçük
bir Dali müzesi de mevcut. Son müze
önerim oldukça enteresan bir mekan
olan şehrin en yeni enteraktif müzesi ‘El
Museu d’Historia De Catalunya’, yani
Katalunya Tarih Müzesi. Bu müzede bir
şövalye gibi giyinmek, hava baskınına
karşı bir sığınakta bombardımanı
beklemek, Katalan radyosundan
diktatör Franco’nun ölümünün verildiği
haberi ya da 1966 yılında Beatles’ın
şehre gelişini anlatan yayınları dinlemek
ve tarihin interaktif bir metotla ne
derece ilgi çekici bir hal alabileceğini
gözlemlemek mümkün.
Barselona’ya gelmişken ve birazcık
da futbola ilginiz varsa, Nou Camp
Stadyumu’nu ve Barselona Müzesi’ni
gezmeden dönmeyin. Müze gerçekten
çok başarılı ve stadyum da heyecan
verici bir futbol mabedi. FC Barcelona
Resmi Satış Mağazası ise gerçekten
buzdolabından emziğe binlerce çeşit
FCB ürünü ile şaşırtıcı zenginlikte
bir mağaza. Ismarlananlar listesinde
mutlaka bir FC Barcelona forması
olacağını hesaba katarsak şehirdeki
daha küçük mağazaları es geçerek
forma alışverişi için Nou Camp’ı tercih
etmek fena fikir değil. Ancak stada
biraz erken gitmekte fayda var. Çünkü
akşam 7’den sonra ziyaretçi kabul
edilmiyor.
Şehre veda için yine bir başka tepeye,
Tibidabo’ya çıkmak ve bu aziz şehri
bir de oradan seyreylemek gerek.
Mavi bir tramvayla ulaşacağınız
şehrin Montjuic’ten sonra panoramik
manzarasını farklı bir açı ile
izleyebileceğiniz diğer bir tepe olan
bu mekân, tepesine Sao Paulo’dakinin
benzeri kollarını iki yana açmış
devasa bir İsa heykeli yerleştirilmiş
olan büyük bir kilise ve eğlenceli bir
lunapark da barındırıyor. Zaten yüksek
olan bu tepedeki dönme dolaptan
eşsiz Barselona manzarasının tadını
çıkarmak mümkün.
Anlata anlata ben bittim anlatacaklarım
bitmedi. Gördüğünüz gibi anlatarak
sonu gelmeyecek zenginlikte, bir
gidenin mutlaka bir kez daha gitmeyi
isteyeceği çok özel bir şehir Barselona.
“Üç günlük ziyaretten üç senelik
sohbetle döneceksin.” dediklerinde
ben pek ciddiye almamıştım ama siz
beni ciddiye alın. Anlattığım onlarca
şeyden hiçbiri ilginizi çekmese bile bu
şehirde sizi yakalayabilecek ve sizin
Barselona’nızı tanımlayabilecek bir şey
bulacağınızdan eminim. Bu yüzden
acele edin ve ilk Barselona ziyaretinizi
gerçekleştirmek için harekete geçin.
87
evrensel sanat
“Gaudi’nin
zihnindeki
harikalar
diyarı”
Antoni Gaudi
Çağdaş mimari ile doğanın buluşmasının bir şehirdeki
izleriydi Gaudi’nin zihnindeki. Onun hayal gücünden en
çok nasibini alan Barselona oldu. Dehasına en güzel
örnekler ise; Mila Apartmanı, Güell Parkı, La Sagrada
Familia Kilisesi, Camillas’da El Capricho Villası, Astorga’da
Piskoposluk Sarayı ve Leon’daki Fernandez Konağı’ydı.
88
Egzotik ve büyüleyici bir masal gibiydi
yaptıkları. Fantastik ve görkemli
dünyasında neler oluyordu kim bilir?
Yapıtlarında yeni Gotik biçimlerle yeni
yapı tekniğini ustaca bağdaştırmasını
bilen Antoni Gaudi Cornet (1852
-1926), mimarlıkta biçim ve teknik
yenilikler yaptı. Art Nouveau (Yeni
Sanat) akımının İspanya’daki öncüsü
oldu. Öğrenimini Barselona’da yaptı ve
yine Barselona’ya imzasını attı.
25 Haziran 1852’de Katalonya’nın
Reus kentinde doğdu. Bir bakır
ustasının oğluydu. Sanatında kullandığı
zanaat inceliklerini babasından
almıştı. 1869’da başladığı mimari
eğitimi, askerlik hizmeti ve çeşitli
nedenlerle sekiz yıl sürdü. 1878’de
eğitimini tamamladığı Barselona
kenti, tüm sanatsal etkinliklerinin
merkezi oldu ve kişiliğinin gelişiminde
büyük yer tuttu. Sanki Barselona
ondan ibaretti, o Barselona’dan… O
dönem, Barselona’da özellikle tekstil
endüstrisinin gelişmesiyle orta sınıfın
güçlendiği, zenginliğin ve şehirsel
gelişimin arttığı bir dönemdi. Gaudi,
Fransız mimar Eugene Viollet-le-Duc
ve “süsleme, mimarinin kaynağıdır”
diyen İngiliz düşünür John Ruskin’in
teorilerinden etkilenmişti. Zamanla
19.yy.’ın baskın tarihî stillerinin ötesine
geçerek, kendi sınıflandırılması güç
estetiğini yaratmıştı.
İlk önemli eseri, Vicens ailesi için 18831888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki
Casa Vicens adlı yazlık ev oldu. Daha
sonra Eusebi Güell adlı sanayici ile
güçlü bir ilişki kurarak bu aile için
yaptığı eserlerle Barselona’da saygınlık
kazanmıştı. Bu eserler, Güell Pavilyonu
(1884-1887), Güell Sarayı(1886-1888),
Güell Mahzeni (1895-1898), Colonia
Güell Türbesi (1898-1908), Fantastik
Güell Parkı( 1901-1914)’ydı. Diğer
önemli eserleri arasında ise Teresano
Koleji (1888-1889), yılın binası ödülünü
kazandıran Celvet Evi (1898-1900),
Bellesgurad Villası (1900-1905), Battlo
Evi (1904-1906), La Pedrera adıyla
bilinen Mila Evi (1904-1906) bulunur.
En ünlü eseri ise hayatını adadığı,
yapımı halen süren La Sagrada
Familia Kilisesi’dir. Gaudi, 1882’de
F. Del Villar tarafından yapımına
başlanan bu kiliseyi tamamlama işini
1883’de üzerine aldı. Gittikçe daha
fazla zamanını bu esere ayıran Gaudi,
1908’de başka proje almayı bıraktı ve
1926’da ölümüne kadar sadece La
Sagrada Familia ile uğraştı. Gaudi, tüm
mimari bilgisini karmaşık semboller
sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin
görsel açıklamalarla birleştirerek bir
20. yy. katedrali yaratmayı arzuluyordu.
Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla
kalmadı, stüdyosunu da inşaata taşıdı.
7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir
trafik kazası sonucu öldü ve Sagrada
Familia’ya gömüldü. Kilisenin ismi ise
“Bitmemiş Kilise” olarak kaldı. Gaudi,
koyu bir Katolik ve ateşli bir Katalan
milliyetçisiydi. Katalanca konuşmanın
yasalara aykırı olduğu bir dönemde,
Katalanca konuştuğu için tutuklandı.
İlerleyen yaşında kendini tamamen dini
bir yapıya adaması da dindarlığından
kaynaklanıyordu. Gaudi, bir dahi olarak
kabul edilmekle birlikte, renk-körü
olarak da bilinirdi. Bu iddiaya göre,
eserlerini yardımcısı Joseph Maria Jujol
olmadan yaratması mümkün değildi.
Gaudi’nin eserlerinin sekiz tanesi
Unesco Dünya Mirası Listesi’nde
yer alıyor. Park Güell, Palau Güell ve
89
evrensel sanat
Casa Milà1984’te, Sagrada Familia’nın
“İsa’nın Doğuşu” cephesi ile Yeraltı
Türbesi, Casa Vicesn, Casa Battlo
ve Colonia Güell Türbesi 2005’de
Unesco Dünya Mirası Listesi’ne
girmiştir. Gaudi, 1908’de iki Amerikalı
girişimciden New York’ta bir otel yapma
önerisi almış ve 300 m. yüksekliğinde
bir bina tasarlamıştı. Ancak bu proje
Gaudi’nin 1901-1910 arasında sanatçıyı
halsiz düşüren uzun süreli hastalığı
nedeniyle gerçekleşmemişti. Gaudi’nin
projesinin, 11 Eylül 2001’de yıkılan
Dünya Ticaret Merkezi yerine yapılacak
bina için uygulanması önerilmişti.
“Bir dehayı mı yoksa budalayı mı
mezun ediyoruz, bilmiyorum.”
Bu söz School of Architecture of
Barcelona’nın Rektörü Profesör Elias
Rogent’ın, mezuniyet töreninde (1878)
ona söyledikleri… O ise yanındaki
arkadaşına dönüp: “benim şimdiden
bir mimar olduğumu söylüyorlar.” dedi
gülerek.
Gaudi’nin en etkileyici yanı; “Atölyemin
hemen dışındaki ağaç benim akıl
90
hocam” diyecek kadar doğa aşığı
olmasıydı… Bitki ve hayvanlar doğal
biçimleri onun hep en önemli esin
kaynağı olmuştu. Ağaçların dalları,
bitkilerin yaprakları, hayvanların iskelet
yapıları gibi doğal her detayı taşa
çeviriyordu. La Sagrada Familia’nın
kolonlarının ağaç gövdesi formunda
olması da bu yüzden… Bir gün
Gaudi’nin çatı bacalarını kaplamak
için kullanacağı seramikler yolda
kırılmıştı. Gaudi geri göndermek yerine
bu kırık parçaları, yuvarlak geçişli
yüzeyleri kaplamak için kullandı. Kimse
(Gaudi dâhil) bu kırık seramik ve cam
parçalarının sonradan Barselona’nın
simgesi olacağını öngöremedi!
1907 yılında biten Casa Battlo‘nun
içinde keskin bir hat kullanmadı. Tüm
duvar köşeleri, kapılar, pencereler
yuvarlak hatlardan oluşuyordu.
Sanki bir nehir geçmiş ve nehir
yatağı oracıkta uzanıyordu… Nehrin
bıraktığı doğal izler binanın iç
tasarımını oluşturdu. Gaudi doğayı
eserlerine yansıtmakla kalmıyor ışık
ve havalandırmaya da büyük önem
veriyordu. Bir nevi bu da doğaya
duyulan bir saygıydı. Buna en açık
örnek Casa Battlo’dan olabilir. Dışarıya
ve avluya bakan pencerelerin altında
son derece basit tahta kepenk gibi
bir mekanizma ile dışarıdan odaya
hava aldırabiliyorsunuz. Her odanın
tavanından avluya bakan pencerelerle
odaların içi hep gün ışığı alıyor. O
odanın sokağa bakan camı olmasa
bile içeride gün ışığı var. Üstelik renkli
camlarla yaratılan oyun sayesinde
içeriye giren ışık size hep huzur veren
bir tonda.
Eğriselliği ön planda tutup yapılarına
attırdığı parabolik taklalar, Gaudi’nin
bir matematik ve geometri dehası
olduğunun göstergesi. Farklı iplere
ağırlıklar asarak bina modellemesi
yapıyor. Sonra onun bu basit yöntemini
programcılar örnek alıp mimari
modelleme programları geliştiriyorlar.
Doğayı taklit eden bu ayrıntı ustası
dâhinin taklit edilemeyen tarzı onun
mirasıydı. Dünyayı harika bir yer
yapmak için uğraştı. Onun harikalar
diyarında ise sadece Alice yoktu.
91
tekno günce
Teknolojinin yeniden doğuşu
Uzun savaşlar, haçlı seferleri, dini baskılar, salgın hastalıklar ve
kıtlıklar ile yorulmuş Orta Çağ artık yaşlanmış, zayıflamış ve ölüme
yaklaştıkça selefini arar olmuştu. Orta Çağ’ın karanlığını, yine
karanlık bir mahzenden çakan bir kıvılcım alev alev aydınlattı. Her
şeyin başlangıç noktası Gutenberg'in baskı makinesi oldu.
Gutenberg belki de farkında
olmadan insanlık tarihinin gidişatını
değiştirdiğinde sene 1440'tı. El yazımı
ile günde 1-2 sayfa hızında ilerleyen
kitap çoğaltma işi matbaa ile beraber
günde 3600 sayfaya çıktı. Yangın
durdurulamayacak bir hızda ilerliyordu.
1500'lü yılların başında 200 Avrupa
şehrinde matbaa vardı ve basılmış kitap
sayısı 200 milyonu bulmuştu. Rönesans
döneminin insanlığa en büyük katkısı
bu bilginin daha serbestçe dolaşımı
oldu. Diğer önemli buluşlarla beraber
günümüz dünyasının temelleri atılmaya
başladı. Bu dönemde ortaya çıkıp önce
Avrupa’nın sonra da insanlığın yönünü
değiştiren ve günlük hayatımızın
vazgeçilmezleri haline gelen bu diğer
buluşları beraber inceleyelim.
Gözlük ile ilgili en eski tarihi kayıt,
Dominik Keşişi Giordano Da Pisa'nın
1306 yılına ait vaaz kayıtlarındadır.
20 yıl öncesine atıfta bulunan
bu konuşmada göz camı olarak
geçen gözlükler, 5. yüzyıl Çin
Hanedanlığı’ndan beri kullanılan
lenslerin bir göz kusurunu düzeltmekle
ilgili ilk kullanım örneğidir. Gözlükle
ilgili en eski görsel kayıt ise 1352
yılında Tommaso da Modena'nın yaptığı
92
Kardinal Hugh de Provence'i bir metni
okurken resmettiği, portre çalışmasıdır.
Bu dönemde yapılan lensler sadece
uzağı görememe bozukluklarında
iş gören dışbükey merceklerdi. 1604
yılında ilk defa Keppler hem iç bükey
hem de dış bükey merceklerin hangi
görme bozukluklarına ne şekilde iyi
geldiği ile ilgili bir kitap yayınladı.
Amerika'nın kurucu babalarından
ünlü mucit Benjamin Franklin de
dedelerimizin kullandığı çift odaklı
gözlükleri icat ederek tek camda
hem yakın hem de uzak gözlüklerini
birleştirdi. Cam teknolojisinin de
gelişmesi ile birlikte daha sağlam ve
hafif camlarla bugün hepimizin hayatını
kolaylaştıran araçlar haline geldiler.
1596 yılında ise bir başka önemli
buluş günlük hayatımıza girmek
üzereydi. İngiltere'de 1. Elizabeth'in
vaftiz yeğeni, Sir John Harington,
evdeki kokuya dayanamamış olacak
ki kendini yıkayabilen bir tuvalet
sistemi geliştirdi. Hatta bununla birlikte
buluşunu detaylı bir şekilde bir kitapta
da anlattı. Bir tane de vaftiz annesinin
evine bu sistemden kurdu. Ancak çok
gürültülü olduğu için vaftiz annesi
Kraliçe Elizabet tarafından kullanılmadı.
Erdinç Tuğcu
Aslında İngiliz halkı da bu buluşa çok
ısınamadı. Ama Fransızlar "Angrez" adı
ile onu benimsediler ve tuvaletlerimizin
vazgeçilmezi haline gelen "Sifon",
Rönesans'ın önemsiz gözükse de
yaşam süremizi oldukça yükselten gizli
kahramanlarından biri oldu.
11. yüzyıl başlarında, bazı kiliselerde
güneşin ve ayın konumlarını gösteren
garip mekanizmalar baş göstermeye
başladı. Bunlardan bazıları o kadar
gelişmişti ki sadece güneş ve ay
değil bazı önemli yıldız takımlarının
da yerlerini gösterebiliyorlardı. Ama
rönesansla birlikte, her alandaki
dramatik değişim onların da kaderini
belirleyecekti. Yıldızların, durumu,
günlerin gösterilmesi yetmedi ve
mekanik saat kavramı gelişti. Bilinen
ilk saat kulesi Salisbury Katedraline
yapılmıştı. Tam yapım tarihi bilinmese
de 1300’lü yılların hemen başı olarak
tahmin ediliyor. Çünkü 1306 tarihli
evraklarda Salisbury Katedrali’ne
saatleri gösteren bir mekanizma
takıldığı ile ilgili kayıtlar mevcut.
Mekanik saatlerin bundan sonraki
macerası o dönemdeki pek çok diğer
buluş gibi hızlı bir yayılımla Avrupa’nın
bütün şehirlerine yayılmaya başladı.
1500’lü yılların başında Nurnberg’li
saat ustası Peter Henlein “Nurnberg
Yumurtası” olarak da bilinen, taşınabilir
ilk saati yaptı. Yayla çalışan mekanik
saatlerin de ilk örneklerinden olan bu
saat de yaygınlaşarak, modern çağa
geçişteki en önemli adımlarımızdan
olan zaman kavramının günlük
hayatımızın vazgeçilmez bir parçası
haline gelmesini sağladı.
üst üste kullanılmasını sağlayacak
gözlükler yapmaya başladı. İki lensin
üst üste kullanılması ile görüntüyü 9
kata kadar büyütebiliyordu. Dünyanın
ilk mikroskobu böylelikle hayat bulmuş
oldu. Hayat şartları onu sahte bozuk
para üreten bir kalpazan haline getirse
de, buluşu tıp tarihini değiştiren en
önemli cihazlardan biri olarak adını
yaşattı.
Günümüz bilim dünyasının vazgeçilmez
üyelerinden bazıları, ileride sahte para
üretmek yüzünden hapishanelere
düşecek bir kalpazanın elinden
çıkacaktı, üstelik 5 yaşındayken.
1500’lü yılların sonunda Hollandalı
Sacharias Jansen, çocuk yaşında
sokaklarda satıcılık yaparak
geçiniyordu. Son dönemde iyice
moda olmuş gözlükleri satıyordu ama
elindeki gözlükler, ileri derecedeki
bozuklukları düzeltmeye yetmiyordu.
Babasının yardımı ile iki merceğin
Jansen’in bilim dünyasını değiştirme
başarısı bununla da bitmedi. Çift
lensli sistemini başka amaçlarla da
kullanan Sacharias bunun uzaktaki
cisimlere bakmak için de çok iyi bir
yöntem olduğunu keşfetti. 1608 yılında
festivallerde, panayırlarda teleskobunu
satmaya çalışan adamın buluşu,
dönemin en önemli bilim adamı olan
Galileo Galilei’nin eline geçti. Cihazın
tasarımında çok önemli değişiklikler
yapan Galileo, bu cihazdan
faydalanarak, Dünya’nın Güneş’in
etrafında döndüğünü ispatladı. Kilise
ile bilimin arasının açılmasına sebep
oldu, modern bilimin atalarından biri ve
gözleme dayalı astronominin de babası
haline geldi.
9. Yüzyılda Çinlilerin “Ölümsüzlük
İksiri” bulma çalışmalarında karşılarına
duman ve ateşin laneti çıktı. Bu kara
toz, zaten birbirlerini öldürmek için
fırsat kollayan insanların işini çok
kolaylaştıracak baruttu. Başlarda havai
fişeklerde kullanılan toz, yavaş yavaş
silah formuna girmeye başladı. Önce
Ortadoğu’ya oradan da Avrupa’ya
yayıldı. İkisine de yayılmasının
arkasındaki temel etmen ne ilginçtir ki
Moğollar oldu. Avrupa ilk defa barutun
kesif kokusunu 1241 yılında Mohi
savaşında duydu ve korkarak savaş
alanından çekildi. Bu yeni icat derhal
ilgilerini çekti, 1248 yılında ilk toplarını
savaşta kullanmaya başlamışlardı.
Rönesans ile birlikte bu form daha
93
tekno günce
da küçüldü ve taşınabilir bir tüfek icat
oldu, o tarihten itibaren bozulan mertlik
milyonlarca insanın canına maloldu ve
olmaya da devam ediyor.
İmparatorluğu döneminde ilk bilyalı
sistem fikirleri görülse de hayata
geçirilebilir hale getiren Leonardo
olmuştur.
Buluşların çağı Rönesansta, bir buluş
makinesine ayrıca değinmeden geçmek
olmaz. 1452 yılında Medici ailesinin
yönettiği Floransa Cumhuriyeti’nde
dünyaya gelen, "Vincili Üstad Piero'nun
oğlu Leonardo" ya da halk arasında
bilinen adı aile Leonardo Da Vinci,
Rönesans dönemini tek başına
tanımlamaya yetecek çok yönlülüğe
sahipti. Yaşadığı dönemde İtalya’nın
en önemli mimarı, mühendisi, mucidi,
matematikçisi, anatomisti, müzisyeni,
heykeltıraşı ve ressamıydı. Çağının çok
ilerisinde, günümüz bilim - teknolojisine
yön verecek ve temel oluşturacak bir
çok araştırma ve buluş yapmıştı.
Paraşüt: Uçma eylemi ile çok ilgilenen
Leonardo’nun, piramit biçiminde
tasarladığı paraşüt, temel olarak
rüzgardan faydalanarak havada
süzülmeyi hedefliyordu. 20. yüzyılda
yapılan denemeler gösterdi ki
Leonardo’nun tasarımı gerçekten
işlevseldi.
Rulman: Çok önemli bir buluş gibi
gözükmese de hareketli hemen hemen
her sistem rulmana dayalıdır. Roma
94
Makineli Tüfek: Günümüz anlamındaki
makineli tüfeklerden farklı olsa bile
kısa sürede 11 misket ateşleyebilen
makineli tüfek tasarımı da Leonardo’ya
aitti. Daha çok kilise orgundan ilham
alan tüfek sıralı olarak soğutma,
doldurma ve ateşleme işlemlerine izin
veriyordu.
Tank: Leonardo’nun tasarımları
arasında en ilginçlerinden biri olan
tank, 8 kişilik 36 silah içeren ve
tamamen dişlilerle idare edilebilen
kaplumbağa şeklinde bir araçtı.
İçindeki adamları koruduğu gibi
girdiği savaş alanını tarumar etme
kapasitesine sahipti. Ne gariptir ki
Leonardo’nun hiçbir savaş makinesi
kendi zamanında hayata geçirilmedi.
Robot: Leonardo bugün bile peşinde
koştuğumuz robot teknolojisini
zaten hayata geçirmişti. Üstün insan
anatomisi hakimiyeti ve dişli bilgisi
sayesinde, kalkıp oturabilen ve çenesini
oynatan bir robot tasarlamıştı. Tasarım
o kadar iyiydi ki daha sonra hayata
geçirildiğinde Leonardo’nun fikirleri
NASA tarafında uzay araştırmalarında
kullanılacak robot tasarımlarında da
kullanıldı ve üstadın doğumundan
tam 550 yıl sonra, fikirleri uzayın
sonsuzluğuna açılmayı başardı.
95
armoni
Gypsy Kings
96
Katalan
kralların
ezgisi
Gitar çalmaya başlayanların Flâmenko
gitarı tercih etmelerinde Gypsy
Kings’in şarkılarının payı büyüktür.
Şarkılarının çoğu Türk müzisyenler
tarafından Türkçe’ye uyarlanarak
düzenlendi. Örnek vermek gerekirse
Yaşar, Ege, Akın ve Öykü-Berk gibi
sanatçıların albümlerinde Gypsy
Kings’in etkileri oldukça açıktır.
Akdeniz rüzgârlarıyla şekillenmiş bu
müzik anlayışı sadece ülkemizde
değil tüm dünyada aynı etkiyi kolayca
göstermiştir. Hem ritmik hem de yavaş
şarkıların en unutulmayanları arasına
yazdırdıkları onlarca eserleri var. En
çok bilinen şarkılarından “Volare” ya da
“Bamboleo” kadar ritmik, “Tu Quieres
Volver” ya da “No Volvore” kadar
romantik bir şarkıdır Gypsy Kings.
Gipsy Kings (Çingene Krallar)
Fransa'nın güneyindeki bir kasabada
Los Reyes adıyla 1970 yılında
kurulmuş. Ünlü Flâmenko şarkıcısı
Jose Reves'in oğulları (Nicolas,
Andre, Canut, Patchai ve Paul Reyes)
ve kuzenlerinden (Tonino, Paco,
Diogo Baliardo) oluşuyor. İsimlerini
İspanyolca “kral” anlamına gelen
“Reyes” soyadından alan Gipsy Kings,
30 senedir İspanya’dan tüm dünyaya esen bir Flâmenko esintisi
Gypsy Kings. Türkiye'de en çok sevilen yabancı grupların başında
gelen Çingene Krallar, Fransız olmalarına ve İngilizce harici bir
dilde şarkı söylemelerine rağmen; dünya listelerini alt üst etmiş,
sayısız unutulmaz şarkının sahibi olmanın ötesinde başlı başına bir
“müzik tarzı” olarak kabul ediliyor. bugün büyük oğul Paul Reyes ve
4 kardeşi tarafından yaşatılıyor.
Sokaklarda, düğün salonlarında,
parti ve festivallerde şarkı söylerken
1986'da yapımcı Claude Martinez ile
tanıştıktan sonra hayatları değişmiş.
İlk albümleri Fransa'daki bir bağımsız
şirketten çıkmış. "Djobi Djoba" ve
"Bamboleo"nun başarısı üzerine Sony
Müzik'le anlaşarak kendi adlarını
taşıyan ilk albümlerini çıkarmışlar.
Sadece Fransa'da 500 binden fazla
satmış ve İngilizce bile söylemedikleri
halde Amerikan müzik listelerinde
40 hafta kalmışlar. Arka arkaya
yayımlanan "Mosaigue" (1989), "Este
Mundro" (1992) ve "Love Liberte" (1993)
albümlerinden sonra ilk best of'ları çıktı.
Bundan dört yıl sonra da "Estrellas"
(1995) ve "Compas"ı (1997) çıkardılar
ve isimlerini Flâmenko tarihine
yazdırdılar. Sonrası zaten dünyayı
dolaşan bir Akdeniz esintisi olarak
devam etti. Dünya müzik listelerinden
hiç düşmediler. Haftalarca zirveyi
kimseye kaptırmadılar. Kendilerine
has tarzlarıyla İspanyol müziğinin
dünyadaki en etkin temsilcileri oldular.
Çingeneler gibi dünyayı gezdiler ve
krallar gibi müzik yaptılar…
Grup Üyeleri
Paul Reyes: ritm gitar, vokal
Andre Reyes: ritm gitar, vokal
Nicolas Reyes:
itm gitar, baş vokalist
Tonino Baliardo: solo gitarist,
"El Maestro"
Paco Baliardo: ritm gitar
Patchai Reyes: ritm gitar, vokal
Biego Baliardo: ritm gitar
Canut Reyes: ritm gitar, vokal
Albümleri
Allegria (1982),
Luna De Fuego (1983),
Gipsy Kings (1988),
Mosaique (1989),
Allegria (ABD Versiyonu) (1990),
Este Mundo (1991),
Live (1992),
Love and Liberté (1993),
Greatest Hits (1994),
The Best of the Gipsy Kings (1995),
Estrellas (1995),
Tierra Gitana (1996),
Compas (1997),
Cantos De Amor (1998),
Volare: The Very Best of the
Gipsy Kings (1999, 2000'de tekrar
yayınlandı),
Somos Gitanos (2001),
Roots (2004),
Pasajero (2006)
97
film şeridi
İspanyol
büyüsü
Penélope
Cruz
Gerçek Adı: Penélope Cruz Sánchez
Doğum Yeri: Madrid, İspanya
Doğum Tarihi: 28 Nisan 1974
98
İspanya’nın yüzünü ve ismini
tüm dünyaya ezberlettiği,
Akademi ödüllü “güzeli”
Penelope Cruz… Eski bir
dansçı. Hayırsever yapısıyla
da biliniyor. Kendi ülkesi
dışında ise “büyülü İspanyol
kadın” olarak anılıyor. Baş
döndürücü güzelliği ile kalmıyor,
zor rollerin altından kalkan
performanslarıyla tüm dünyanın
alkışlarını üzerine topluyor.
On beş yaşındayken bir ajansın açtığı
yetenek denemesinde 300 genç kız
arasında öne çıkması, Penélope için
sinema ve televizyonun yolu açılmış
olduğu anlamına geliyordu. 9 yıl
İspanya Devlet Konservatuarı’nda bale
eğitimi görmüştü. Dansa ve görsel
sanatlara olan ilgisi onu bugün olduğu
noktaya kadar taşıdı. İlk filmleri ile
dikkatleri üzerine çekse de, uluslararası
bir ün kazanmasına yol açan Pedro
Almodovar filmleri oldu. "Live
Flesh" ve "All About My Mother"daki
performansları onun Atlantik'in öteki
yakasına, Hollywood'a transfer olmasını
sağladı. İlk önce "Woman On Top"da
rol alan aktris, daha sonra Johnny
Depp ile "Blow"da ve Matt Damon ile
"All The Pretty Horses"da kamera
karşısına geçti. Kırılgan güzelliği
ile damarlarındaki Latin kanın eşsiz
birleşimi ve yeteneği onu, sinema
dünyasında daha da yükseltti.
Her ne kadar 1990’lar da İspanya
‘yeteneklerin’ farkına varılmış
olsa da, cazibeli aktris Penelope
Cruz’un yarattığı dalga, öncelikle
okyanusun öte yakasındaki sahillerde
iz bıraktı. Seyircilere dar vakitlerde
muhteşem seyirler sunan Penelope
Cruz, “People” Dergisi’nin seçtiği
“2000’lerin en güzel 50 kadını” arasına
girmeyi başarmıştı bile. Yapımcı Alan
Paul onun için, “Geçtiği yollarda
trafiğin tıkanmasına yol açabilir. Onu
hareket ederken gören kişinin gözleri
ister istemez ona takılıp kalacaktır”
diyordu. Vejetaryan aktris Cruz’u
izleme şansına en çok sahip olanlar
Amerikalı izleyiciler, “Üstteki Kadın”
(Woman On Top)’da müzmin hareket
özrünü yemek yapma konusundaki
ilahi hüneri ve sonra da gerçek aşk ile
kapatan seksi bir kadını canlandıran
Cruz’u izledi. Billy Bob Thornton’un
yönettiği bir sonraki filmi “All The Pretty
Horses”da Matt Damon ile birlikte
kamera karşısına geçerek zengin bir
Meksikalı çiftçinin kızını canlandırdı.
Perde arkasında ise, güzel yıldızın aktör
ile bir ilişki yaşadığı ve Damon’un eski
sevgilisi Winona Ryder’dan ayrılmasının
sebebinin de bu olduğu dedikoduları
99
film şeridi
yayıldı. Her ne kadar “Pretty” yıldızları,
ilişkilerinin boyutu hakkında net bir
açıklama yapmasalar da, Cruz bir
televizyon kanalındaki bir söyleşide
Damon ile yakınlaştıklarını kabul etti.
İspanya’nın Madrid kentinde büyüdü.
Araba tamircisi bir baba ile kuaför
bir annenin en büyük kızı olan
Cruz, milli konservatuarda dokuz
yıl boyunca klasik bale eğitimi aldı.
Buna ek olarak, dört yıl Cristina
Rota’dan ders aldı. Ayrıca, üç yıl
boyunca Angela Garrido’dan İspanyol
balesi derslerinde geliştirdiği dans
kabiliyetini Raul Caballero’dan aldığı
derslerle pekiştirdi. Cruz’un gençliği
100
ve güzelliğiyle dans konusundaki
yeteneği birleşince, aktristin İspanyol
televizyon kanallarındaki birçok şovda
boy göstermesi gecikmedi. Aynı
dönemde Mecano isimli pop grubu
için hazırlanan bir videoda yer aldı.
İki yıllık lise öğreniminin ardından
ilgisini oyunculuk, dans ve akademi
çalışmalarına yöneltti. 1991 yılında “El
Laberinto Griego” (Greek Labyrinth)
ile sinema dünyasına adım atmasının
ardından, yedi yıl boyunca İspanyol
filmleri için kamera karşısına geçti.
Bu dönemdeki çalışmaları arasında
yer alan ve 1994 yılında Yabancı Film
Oskar’ı kazanan “Belle Epoque”daki
dört kız kardeşten birini canlandırdığı
rolü ile beyaz perdedeki yerini
sağlamlaştırdı.
1993’de “Framed” isimli bir Amerikan
televizyon dizisi için kendisine gelen
teklifi kabul ederek okyanusun öte
yakasına geçti. Okyanus aşırı bu
macerasını kısa keserek Avrupa’ya
geri dönen aktris, Almodovar’ın “Live
Flesh” inde rol aldı. İkili, 1999’da “All
About My Mother” (Annem Hakkında
Herşey)’de bir kez daha bir araya
gelecekti. Ancak bundan bir yıl
öncesinde Cruz, yanında Almodovar
olmaksızın iki başarıya imza attı. “La
Nina de Tus Ojos” (Rüyaların Kızı)’daki
rolü, aktriste 1999 yılı “Best Actress
Filmografi
Karayip Korsanları –
Gizemli Denizlerde (2011),
Sex And The City (2010),
Kırık Kucaklaşmalar (2009),
G-Force (2009 – Seslendirme),
Nine (2009),
Aşkın Peşinde (2008),
Barselona Barselona
(Vicky Cristina Barcelona - 2008),
Bandidas (2006),
Dönüş (Volver- 2006) –
Sahara (2005),
Yeni Yıl (2004),
Bulutların Üzerinde(2004),
Çapkın Aşık(2003),
Gothika(2003),
Çarpık İlişkiler (2002),
Beyaz Şeytan (2001),
Corelli'nin Mandolini (2001),
Vanilla Sky (Oyuncu Seçimi - 2001),
Annem Hakkında Her şey (1999),
Üstteki Kadın (1999),
Rüyaların Kızı(1998),
İhtiras Tomurcukları(1998),
Aç Gözünü(1997),
Çıplak Ten(1997),
Güzellik Çağı(1992)
Goya” ödülünü kazandırdı. Ardından
bir Hollywood yapımı olan “ The Hi-Lo
Country” de Woody Harrelson ve Billy
Crudup ile beraber rol aldı.
Cruz da, her yeni yıldız gibi, ilk
kazandığı paraları çarçabuk harcadı.
Ancak meslektaşlarının aksine, bunları
kendi harcamalarıyla tüketmeyerek
Hindistan Kalküta’daki Mother
Theresa çocuk yurduna bağışladı.
Ruh güzelliğinin yanı sıra, fiziksel
güzelliğiyle de göz kamaştıran yıldız,
bu sayede “Blow”(2001)’da Johnny
Depp’in uyuşturucu bağımlısı karısı
rolünü garantiledi. Filmi yöneten Ted
Deme bile, bu konuda açık yürekli
davranarak, gerçekte Cruz’un bu rol
için uygun olmadığını ancak büyüleyici
güzelliği sebebiyle onu seçtiğini itiraf
etmişti.
Güzelliğine bir de sempatik tavırları
eklenince oturup rol teklifi beklemesine
gerek kalmayan esmer güzeli aktris,
yeni bin yılda başarılarını bir bir
perçinledi. Rol aldığı her projede
isminden sıkça söz ettirdi. 2001–04
yıllarında Tom Cruise birlikteliliği ile
geçti. Volver gibi Almodovar filmlerinde
oynamaya devam etti ve başarılarını
zirveye çıkarttı. Bir yandan başka
yapımlarda kendisini kanıtlamaya
devam etti ve günümüze dek başarısını
devam ettirdi.
Kısa Kısa…
* Daha bebeklikten başlayarak ailesinin
isteğiyle TV reklamlarında oynuyordu,
büyüdükçe bütün enerjisini dansa
vermeye başladı.
* "All the Pretty Horses" filminden sonra
vejetaryen oldu.
* 1997'de Uganda'da 2 ay gönüllü
hizmette bulundu.
* Sabera Foundation adlı yardım
örgütünü destekliyor. (Bu örgüt,
Hindistan’ın Kalkutta bölgesinde
evsizler için ev, okul ve hastane yapım
etkinliklerinde bulunuyor.)
* Adını Joan Manuel Serrat’ın
"Penélope" adlı şarkısından aldı.
* Kız kardeşi Monica da İspanya'da TV
yıldızı…
* 2002’de Avustralya Empire
Dergisi’nde en seksi 7. kadın film yıldızı
seçildi.
101
serbest yazı
Bir nefeste
yaşam
kaynağı
Hayatımızın rutinini değiştiren, bize
yaşam enerjisi veren, hem beden
hem de ruh sağlığımıza pozitif etki
eden kişi, inanç, felsefe ve yeni
alışkanlıklarımız yeniden doğmamızı
sağlıyor. Hayatımıza giren önemli
kişiler hayatımızda nasıl yeni bir sayfa
açıyorsa, yaşam şeklimizi değiştirecek
yeni alışkanlıklarımız da bize yeni bir
hayat sunuyor.
Hayatımızda çok ciddi değişiklikler
yapacak, özellikle son yıllarda kişisel
gelişimde çok meşhur olan “Nefes”
konusundan bahsetmek istiyorum.
Herkes nefes alıyor, bu kadar basit bir
konunun neyi hayatımızı değiştirecek
kadar etkili olabilir diyebilirsiniz.
Ama konunun uzmanları doğru nefes
almanın kişinin hayatını gerçekten
değiştirdiğini, daha sağlıklı ve mutlu bir
hayat vaat ettiğini söylüyor.
Aslında hayatımız nefes almak üzerine
kurulu. Nefesimiz bittiği an hayatımızda
bitiyor. Son birkaç yıldır “Doğru
Nefes Almanın Önemi” üzerine birçok
seminere katıldım bu konuyla ilgili
birçok yazı okudum. Öğrendiklerimden
bu konunun aslında bildiklerimizin de
ötesinde çok daha önemli olduğunu
fark ettim. Doğru nefes alma
konusunda profesyonel olarak eğitim
102
Özlem Şenkoyuncu
“Seninle yeniden doğmuş gibiyim” cümlesi eski bir Türk filminin
bir sahnesinden alıntı gibi duruyor değil mi? Aslında hayatımıza
baktığımızda yaşantımıza giren birçok şeyle yeniden doğmuş gibi
oluyor, yenileniyor, tazeleniyoruz. Özellikle de nefesimizle…
veren, koçluk yapan birçok uzman
var. Bazı üst düzey yöneticiler, aktör
ve aktristler, tiyatrocular, sporcular
ve bu konuda farkındalığı olan kişiler
nefes konusunda çok ciddi eğitimler
alıyor hatta çoğu nefes koçu ile birlikte
çalışıyor. Profesyonel işi “nefes koçu”
olan ve kişilere doğru nefes almayı
ve uygulama tekniklerini öğreterek
hayatlarında önemli değişiklikler yapan,
belki de hayatlarını kurtaran birçok
uzman var. Nefes konusunda günlük,
haftalık, aylık seminerler yapıyorlar,
bu konuda profesyonel koçluk hizmeti
veriyorlar.
Amerika’daki Devers GEA adındaki
bir araştırma firmasının yaptığı
araştırma insanların ölüm nedeninin
%12’sinin tıbbi bakımdan, %20
’sinin çevrenin rolünden, %24’ünün
biyolojik özelliklerden, %44’ünün de
yaşam tarzından kaynaklandığını
ortaya çıkarmış. Rakamlar bize
alışkanlıklarımızın ve hayat tarzımızın
ömrümüzün süresinin belirlenmesinde
ne kadar etkili olduğunu söylüyor.
Doğru nefes almak ise hayatımızın
kalitesini arttıran, sağlığımızı pozitif
etkileyen, bize yaşam enerjisi veren
güzel alışkanlılar arasında yer alıyor.
Bebekken aldığımız nefes en doğru
yöntemken büyüyünce doğru nefes
almayı unutuyor, yarım yamalak
aldığımız nefesle yaşamaya çalışıyoruz.
Oysa vücudumuzun havadaki oksijene
o kadar çok ihtiyacı var ki. Şöyle
dolu dolu, ciğerlerimizi şişirerek, tüm
hücrelerimize havanın dolduğunu
hissederek nefes almak kendimize
yapacağımız iyiliklerin başında geliyor.
Uzmanlar doğru nefes almamanın
kalp krizi riskini artırdığını, tansiyonu
dengesizleştirdiğini ve yaşam enerjimizi
düşürüp bizi halsiz, yorgun ve mutsuz
yaptığını söylüyor.
Doğru nefes almaya başlayarak
hayatımızın seyrini değiştirebilir, daha
sağlıklı bir vücutla yaşarken yeniden
doğmuş gibi olabiliriz. Hayatta en
değerli varlığımız sağlık ve maalesef
onu kaybedince gerçek değerini
anlıyoruz. Yazımı Kanuni Sultan
Süleyman’ın 1560 senesinde Zigetvar
seferinde çadırda hasta yatağında
söylediği, sevgili Barış Manço ile
dilimize dolanan ünlü bir sözden alıntı
ile bitirmek istiyorum,
“Olmaya devlet cihanda bir nefes
sıhhat gibi…”
Nefesiniz bol olsun...
Derin bir
nefes al ve
oku...
Doğru nefes alma yöntemi
Sağ elinizi göğüs kafesinizin üstüne,
sol elinizi de karnınızın üstüne koyun.
Üç kez derin nefes alın ve verin.
Nefes alırken hangi elinizin daha fazla
hareket ettiğine dikkat edin. Göğüs
kafesiniz mi yoksa karnınız mı daha
çok şişiyor? Göğüs kafesiniz daha
çok hareket ediyorsa “Sığ Nefes”,
karnınız daha çok hareket ediyorsa
“Tam Nefes” alıyorsunuz demektir.
Sığ nefes ciğerlerin tam kapasite
ile kullanılmadığı yanlış nefes alma
biçimidir. Tam nefes ise ciğerlerin tam
kapasite ile kullanıldığı, vücudumuza
gerektiği kadar oksijen aldığımız bir
nefes türüdür. Karnınızı şişirerek nefes
aldığınızda tam nefese yakın bir nefes
alıyorsunuz ve doğru nefes alıyorsunuz
demektir.
Yanlış nefes alındığının göstergeleri
Nefes alırken diyaframı şişirerek değil
göğüs kafesini şişirerek nefes almak,
ağızdan nefes almak, omuzlar düşük
dik olmayan bir sırt ile oturmak
( bunlar ciğerlerimizi tam kapasite ile
kullanamamıza neden olur )
Yanlış nefes alıyorsanız;
* Kalp krizi riski artar
* Tansiyon dengesizleşir
* Stres seviyesi düzenlenemez
* Enerji düşük olur
* Hücrelere daha az oksijen gittiğinden
rahatsızlıklar artar.
Nefes alıp vererek yaşamımıza devam ediyoruz. Acaba doğru
nefes alıyor muyuz? Doğru nefes almak nedir biliyor muyuz? Peki,
doğru nefes almazsak karşılacaklarımızdan haberdar mıyız?
* Aslına bakarsanız tüm organlarımız
hücrelerden oluştuğuna göre fiziksel
hastalıklarımızın büyük bir kısmına
yanlış nefes almak neden olabilir de
denebilir. Dünya Sağlık Örgütünün
“Doğru nefes alıp vermenin standartı
nedir?” sorusuna cevabı; sadece
burundan nefes alıp vermektir.
Neden burundan nefes alıp vermeliyiz?
Burundan nefes aldığımızda
ciğerlerimize, bronşlarımıza gidecek
hava burunun içinde ısıtılır ya da
soğutulur. Yani bedene uyumlanır.
Burunun içindeki mukoza sayesinde
nemlendirilir. Hava içerisindeki
parçacıklar, tozlar burun tarafından
filtrelenir ve arındırılır. Eğer burun
tarafından alınan hava yine burun
tarafından verilmezse filtrelenen
yabancı maddeler beden dışına
atılamaz ve burunda kalır.
Nefes alırken dikkat etmemiz
gerekenler;
* Diyaframı kullanmak;
* Diyaframı tam kullandığımızda
ciğerlerimizi de daha fazla kullanmış
oluruz. Diyafram ayrıca iç organlarımıza
da masaj yapılmasını sağlar. Böylece
o organlar toksinleri daha rahat atar ve
kan akışı daha etkin olur.
* Sessiz nefes almak
* Nefes alıp verirken duyulan
hırıltılar ya da gürültülü nefes almak
doğru nefes alınmadığının ya da
solunum sistemindeki rahatsızlıkların
göstergeleridir. Doğru nefes sessizdir.
Mücadele etmez, gürültü çıkarmaz.
* Nefes alıp verirken tüm ciğerleri
kullanmak
* Akciğerlerimiz sağda üç lob, solda
iki lob olmak üzere beş bölümdür.
Yanlış nefes alışkanlıkları nedeniyle
tam kapasite kullanamıyoruz. Nefes
tekniklerini hayatınızda uygulamaya
başladığımızda akciğer kapasitemizi
daha etkin kullanmaya başlarız. Tam
kapasite ile kullanmak için daha
gelişmiş egzersizler de var.
* Dakikada alınan nefes sayısının 8’in
altına indirilmesi
* Uzmanlar 13 yaş sonrası bir insanın
dakikada 12 - 15 arasında nefes
aldığını bildiriyor. Dünya Sağlık
örgütü’nün önerdiği dakikada nefes
alıp verme sayısı ise; 8.
* İdeal nefes alma sayısına ulaşmak
için nefes ile ilgili bilinçlenmek ve
eğitim almak gerekiyor.
Bursa’da genel katılıma açık ve ücretsiz
olarak kişisel gelişim ve doğru nefes
alma ile ilgili eğitimler veren Pozitif
Düşünce ve Pozitif Yaşam Derneği’ne
www.pozitifdusunce.biz adresinden
ulaşabilir ve detaylı bilgi alabilirsiniz.
103
geçmiş zaman kipinde
Zamanın nakışına dikiş tutmuyor
Kimisi ayaktan pedallı, kimisi de elle çevirmeli. Genç kızların rüyası tüysiklet dikiş makineleri…
Senelerce kendi zevkimizi yaşatmamıza imkân sağlamış, ev ekonomimize katkıda bulunmuş ve
yaşamımızın tam ortasına kurulmuş bu eski dostları bir düşünün; şu an evlerin neresindeler?
104
Eskiden herkes kendi diktiği
giysileri kullanırdı. Çocukların okul
müsamerelerine hazır kostümler
alınmaz, evde anneler tarafından
dikilirdi. Tabi o zamanlar her şey
bu denli hazır gelmezdi önlerimize.
Popüler kültürle tepsi içinde sunulan
yaşam biçimleri bu kadar yerleşmemişti
zihinlerimize. Giyecek bir şeylere
ihtiyacımız olduğunda aklımıza
ilk gelen AVM’lerdeki mağazalar
olmazdı. Evimizden çözümler üretmeyi
düşünürdük. Kumaşçılara koşar bize
en uygun kumaşı bulurduk. Kimimize
annelerimiz terzi olurdu kimimize
kardeşleri… Evinde terzi bulamayan
eski bir terzi dükkânında alırdı soluğu.
Büyük büyük makasların, makaraların
ve en önemlisi dikiş makinelerinin
elinden çıkan elbiseler, “benim” diyen
markaların vitrinlerine taş çıkartırdı.
Ev hanımları, çalışanlar, merakı olanlar
ne vakit bir boşluk yakalasa; otururlardı
makinelerin başına, koca koca
makasları tutarlardı ellerinde. Fiyonklu
elbiseler mi çıkmazdı o ellerden ya da
fırfırlı gömlekler. Gece elbiseleri, en
şık takım elbiseler… Kaliteli kumaşlar
aranır bulunur, üzerine en güzel
düğmeler ve en güzel kurdelelerden
süsler vurulur, yaşam bulurdu
üzerlerimizde. Bu işten en kazançlı
çıkan ise çocuklar olurdu. Makaralar
araba, dikiş makinelerinin parçaları
pedal ve direksiyon olurdu onlara.
Annelerinin elinden çıkan elbiseler
ise işin cabası… Evin içerisinde,
hayatımızın tam ortasında nefes alırdı
adeta dikiş makineleri. Çocuklara oyun
kaleleri, annelere dikim fabrikaları
olurdu bir anlamda.
Hep bir köşede varlığını sürdürmesine
rağmen, artık popülerliğini yitirdi
dikiş olgusu ve onun silahşorları
dikiş makineleri… Evin en işlevsel
parçasıyken, en nadir kullanılan
ve lüzumsuzca yer kaplayan
eşyalarına döndü bu makineler.
Balkonlara, bodrumlara belki de
kullanılmamak üzere yazlıklara
atıldılar. Hatta bazen kendilerini
çöplerde buldular. Evlerde dikiş ve
nakış adına harcanan saatlerin sayısı
105
geçmiş zaman kipinde
106
giderek azaldı. Makineleri kullanmayı
bilenler birer birer tükendi. Çok az
kişi artık kendi zevkini elbiselerine
yansıtabiliyor. Dikiş makinesi
sesi gelmiyor evlerden. Ananeler
kendisine meşgale ediyor makineleri
ancak. Kimse ihtiyaç duymuyor.
Sanayileşmeye, piyasa ekonomisine
teslim oluyor dikiş makineleri... Evin
ekonomisini tutamıyor. Tıpkı ülkemiz
gibi, “kendimize yetemiyoruz” artık.
Mağazalara ihtiyaç duyuyoruz.
Konfeksiyon ürünlerle giyiniyor,
başkalarının hayal gücüne, modellerine
teslim ediyoruz tüm görünümümüzü.
hiçbir gelinin aklına dahi gelmiyor.
Ev ekonomisinin yolları arasında
görülmüyor. Çünkü bir yanda ayağında
salladığı bebeğini beşiğine bırakıp bir
kumaşa iplik atmaya gayret gösteren;
gözlerinin altı mosmor, parmak uçları
nasır olmuş anneler, diğer yanda
hazır giyimle mağazalar zinciri kuran
patronlar… Durup düşünmek ve ev
ekonomisine, kendi zevklerimize,
yıllarca yaşamımıza ortak olmuş eski bir
dosta yer açmak mümkün evlerimizde.
Ama onca zamanın ve yerleşen
alışkanlıkların ardından nakışların dikiş
makineleri artık hiç dikiş tutmuyor!
Bir dönemin saygınlık abidesi olan
ve geçmiş kokan makinelerle birlikte
birçok şeyi kaybediyoruz belki de. Hazır
tüketimin vahşi rekabeti içerisinde
adı bile geçmiyor artık ne yazık. Bir
zamanlar reklam sloganlarında, “her
gelin kızın rüyası” olan bu makineler
“Yerlilerden gelen iğneler”
İlk dikiş makinesi Fransız Barthelemy
Thimonnier tarafından 1830 yılında
icat edilmesine rağmen günümüzde
kullanılan modeli, büyük ölçüde Elias
Howe tarafından geliştirildi. Dikiş
makinelerinin ilginç de bir hikâyesi
var: Devrindeki birçok dikiş makinesi
modelinin verimsiz olduğunu gören
Howe, işe yarar bir model geliştirmek
istiyordu. Makine ustası olan Howe,
1841'den itibaren tüm boş zamanlarını
bu işe ayırdı. En büyük engeli ise
dikiş iğnesinin yapısıydı. İpliği
beraberinde taşıyacak bir iğneyi bir
türlü tasarlayamıyordu. Bu arayış 1846
yılında kadar sürdü. Bir öğleden sonra,
dikiş iğnesinin yapısıyla ilgili çalışırken,
göz kapaklarının ağırlığına dayanamadı
ve uyudu. Rüyasında yerliler tarafından
yakalandığını gördü. Yerlilerin mızrakları
dikkatini çekti. Bu mızrakların sivri
uçlarında delikler vardı. Uyanınca deliği
ucunda olan iğnelerle denemeler yaptı.
Böylece çağdaş dikiş makinelerinin
ilk örneğini geliştiren Howe, 10 Eylül
1846'da dikiş makinesinin patentini
aldı. Dikiş makineleri o günden bugüne
bir kısım değişikliklere uğrasalar da,
dikiş iğnesinin yapısı hiç değişmedi…
107
keyfi yerinde
Spor dolu doğa keyfi
Dünyadaki cennet bahçeleri olan golf sahalarının ülkemizde çok
değerli örnekleri bulunuyor. Türkiye’nin 2012 yılında Dünya Amatör
Golf Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak olmasıyla daha da
perçinlenen golf serüvenimiz tüm hızıyla sürüyor. Dostlarınızla
doğanın içinde spor yapma keyfini paylaştığınız bu sporda;
yemyeşil çim sahalar, olağanüstü ormanlar, göller, ağaçlar ve
hayvanlar da sizleri bekliyor.
108
M. Melih Karaer
Golf oyununun amacı, sahanın
belirlenmiş 18 parkurunu (çukurunu)
golf topuna en az vuruş yaparak
tamamlamaktır. Diğer spor dallarından
ayrılan özelliği ise, her sahanın golfun
ana prensipleri dikkate alınarak,
birbirinden farklı bir tasarımla yapılmış
olmasıdır. Her çukurun uzunluğu da
birbirinden farklıdır. Örneğin; birinci
çukur 110 metredeyken, on altıncı
çukur 250 metrede olabilir. 18’lik
golf sahalarının toplam uzunluğu,
normal olarak 5400 metreyle 7000
metre arasında değişebilir. Golfçunun
gerçek rakibi diğer oyunculardır. Fakat
saha zorlayıcı olduğundan rakip "golf
sahasının kendisi" olarak görülür.
Bu prensip nedeniyle profesyonel
golf, sportmenliğe değer verenlerin
en yüksek seviyede ödüllendirildiği,
sportmen olmayanların kendilerini
dışında buldukları bir dünyadır.
Golfun iki ana prensibi vardır; oyuncuya
ve sahaya saygı. Bu prensiplere
sıkı sıkıya bağlı hareket edilmesi
sayesinde bu kadar yaygınlaşmış ve
sevilmiştir. Günümüzde çok ilgi çeken
ve milyarlarca dolar değerinde bir
endüstridir golf. Her oyuncu sırayla
başlangıç vuruşlarını yaparlar. Sahanın
çukura kadar olan bölümünde fair-way
adı verilen sahanın esas oyun alanına
topu atmak amaçlanır. Bu alan diğer
alanlara göre daha düzgün ve kısa
kesilmiş çimlerden oluşur. Yaklaşık 30
ila 90 metre genişliğinde olabilir; vuruş
yapmaya daha elverişlidir. Marifet topu
düzgün çimli alanlara atabilmek...
Bu alanın iki yanında “rough” (kaba
çim) adı verilen bölge yer alır. Bu
bölgede uzun otlar, çalılıklar, ağaçlar
veya kumlu ya da topraklı bölgeler
yer alabilir. Buralardan golfçunun
vuruş yapabilmesi için özel teknikler
gereklidir. Doğal olarak bu tür
engellerin olmadığı sahalarda yapay
engeller golf sahası mimarı tarafından
sahaya yerleştirilebilir; kum havuzları,
küçük göller vs. Oyuncular isabetli
atışlarla green adı verilen, bayrak
direğiyle özel olarak işaretlenmiş
çukura topu atmayı hedeflerler. En
az vuruşla topu çukura atabilmek
oyunun amacıdır. Oyun 18 parkur da
tamamlandıktan sonra biter. En az
vuruşu yapan oyuncu kazanır. Daha
sonra putting green adı verilen pata
alanıyla çukur sona erer. Pata alanı;
çok kaliteli çimle kaplı ve sürekli kısa
kesilerek pata yapmaya uygun hale
getirilmiş, ortasında veya kenarında
bayrakla işaretlenmiş çukura verilen
addır. Alanın düzgün olmasının
yanı sıra yine mimarın yaratıcılığına
bağlı olarak çeşitli seviyeler ve
eğimler yaratılarak pata atışlarının
güçleştirilmesi sağlanabilir. Green’ler
topun en iyi şekilde yuvarlanması için
bakımı son derece titizlikle yapılan
özel çimlerden yapılır. Green’de atış
yapılırken bayrak çıkartılır.
Her çukur için bir par belirlenmiştir.
Bu sayı, çok iyi bir golf oyuncusunun
(Scratchgolfer) topu green'e sokması
için gereken vuruş sayısıdır. Bu
sayı, çukurun (yükseltiler, su vs gibi
sebeplerden kaynaklanan) zorluğu ile
değil, çukurun uzunluğu ile alakalıdır.
Doğal engellerin oluşturduğu zorluk,
ayrıca Course - und Slope - Rating
adı verilen bir sayı ile belirtilir. 18
parkurluk bir saha, genelde, dört adet
Par-3 çukuru, on adet Par-4 çukuru
ve dört adet Par-5 çukurundan oluşur.
Dolayısıyla bir tur genelde 72’lik bir par
sayısına sahip olur. Dokuz parkurluk
sahalarda bu sayılar yarılanır.
Golf dünyada özellikle de İngiltere
ve ABD de hızlı bir gelişme gösterdi.
ABD’de 25000’den fazla golf sahası ve
35 milyon golfçu vardır. Tüm Avrupa
ülkelerinde de çok yaygın bir spordur.
Golfun en yaygın olduğu ülkelerin
başında; İngiltere, İspanya, İsveç,
Fransa ve İtalya sayılabilir. Ülkemiz
ise, son yıllarda art arda hizmete giren
uluslararası nitelikteki golf tesisleriyle;
dünya golf severlerini bir araya getiren
nezaketin, prestij ve kalitenin buluştuğu
seçkin bir golf cenneti konumunda.
Antalya Belek; yüksek nitelikte, çok
özenle yapılmış 15 golf sahası ve
beraberinde 5 yıldızlı turizm tesisleriyle
dünya golf turizminin göz bebeği
konumuna geldi.
Hem yaz turizminde cennet sahilleri
hem de kış döneminde golf nedeniyle
bölge tam bir doluluk yaşayabiliyor
ve yıldızı her gün yükseliyor. Bunun
bir ifadesi Türkiye’nin 2012 yılında
Dünya Amatör Golf Şampiyonası’na
ev sahipliği yapacak olmasıyla
gözlenebilir. Pek çok rakip ülkeyle
yarışan Türkiye, Avustralya’da 2008
yılında yapılan oylamada, en yüksek
oyu alarak kazandı ve hazırlıklarına
başladı. Bu başarının ardından
Antalya Belek Gloria Golf Sahası’nda
gerçekleştirilen Avrupa Amatör Golf
Şampiyonası’na 24 ülkeden 120 sporcu
katıldı. Rekor düzeydeki bu katılım
ve Türkiye’nin 2012 Dünya Amatör
Golf Şampiyonası’na ev sahipliği
yapacak olması, golfun yükselen yıldızı
olduğunu kanıtlıyor.
Golf Türkiye’de aslında 105 yıl önce
İstanbul Golf Kulübü bünyesinde
başlamıştı ve bugün 20 civarında
saha, 32 golf kulübü ve başarılı bir
federasyonu bulunuyor. Gerçekleştirilen
pek çok uluslararası şampiyona ve
etkinliklerde başarılı golf sporcularımız
da bulunuyor.
Bütün bu gelişmeler sürerken
dünyanın golf için en uygun iklim
şartları ve doğal olanaklarına sahip
kuşağındaki şehrimiz Bursa; bu zarif,
medeni bir o kadar zevkli sporu henüz
yakalayamadı. Bir kaç kez şahsi
girişimlerim ve Golf Federasyonu’nun
desteğiyle golfu Bursa’mıza
kazandırma gayretlerimiz oldu fakat
bürokrasiye takıldı. Oysa yakın
dönemde pek çok 5 yıldızlı tesise sahip
olacak, 21 yüzyılın kongre, tarih, kış ve
termal turizm cenneti şehrimiz çoktan
bir uluslararası golf tesisine sahip
olmalıydı. Konuklarına ve hemşerilerine
bu sporun keyfini yaşatmalıydı.
Bu sporu Bursa’mıza kazandırma
çabalarımız elbette ki sürüyor ve
umarım başarıya da ulaşacak. Çünkü
doğanın tam göbeğinde yaşayan golf,
yeşil Bursa’mıza çok yakışacak…
109
ruhun gıdası
“Yeniden doğun kendinize”
Özgür Akkaya Erdemol
Yoga Eğitmeni
Bahar bütün sihriyle, dinamizmiyle geldi çattı. Doğanın kış mevsiminden çıkıp bahara girmesiyle
beraber toprak ısınıyor, çiçekler açıp güneşe doğru uzanmaya başlıyor, yaşam hızlanıyor. Doğanın bu
kadar pürüzsüz, akıcı yaptığı geçişi maalesef biz insanlar kolayca yapamıyoruz.
Doğayla bağlantımız zayıfladıkça
kıştan bahara geçerken çok
zorlanıyoruz. Üzerimize bir ağırlık
çöküyor, tembelleşiyoruz. Oysa yogik
ve ayurvedik prensipleri takip ederek
havaların ısınmasıyla beraber uyanan,
canlanan doğayla birlikte yeniden
doğabiliriz biz de.
Ayurveda Sanskritçe’de ayu (yaşam)
ve veda (bilim, sanat) kelimelerinin
birleşmesinden meydana gelmiştir
ve yaşam sanatı demektir. Eski Hint
metinleri vedalarda görülen Ayurveda
Yoga’yla beraber uygulanması tavsiye
edilen yoganın kardeş bilimidir ve
yogik öğretileri tamamlar. Temel amacı
kişinin ruhsal ve fiziksel sağlığını denge
haline getirmektir. Ayurveda’ya göre
110
evrende beş temel element (boşluk,
hava, ateş, su, toprak) vardır ve bu
temel elementlerin birbirleriyle ilişkisine
göre temel enerji grupları ortaya çıkar.
Bu temel enerji grupları Dosha olarak
adlandırılır ve üç adettir; vata, pitta ve
kapha. İnsanların doğumla gelen ve
yaşam boyu değişmeyen temel yapısı
bu doshalarla ifade edilir. Ayurveda
insanlar gibi günü ve mevsimleri de
doshalarla ifade ederek birbirinden
ayırır. Günün değişik zamanları ve
mevsimlerin insanları farklı şekillerde
etkilediğini savunur. Bireylerin temel
yapılarıyla günün farklı bölümlerini,
farklı mevsimleri ilişkilendirip farklı
diyetler tavsiye eder. Burada amaç
kişilerin doğayla uyumunu sağlayıp
sağlık hallerini dengelemektir.
Sağlıklı ve keyifli bir ilkbahar
geçirebilmek için kapha doshasını
dengelemek gerekir. Kapha toprak
ve su elementlerini simgeler ve
bedenin bunlarla olan ilişkisini
düzenler. Eklemlerin kayganlığını;
sinüsler, akciğerler ve mide gibi
hassas dokuları korumak için mukus
salgılanmasını sağlar. Aynı zamanda
kasların kuvvet ve esnekliğini de
belirler. Bedenimizde kapha dengede
olduğunda kendimizi güçlü, kararlı ve
dayanıklı hissederiz. Bedenimizdeki
kapha dengesi bozulduğunda
kendimizi yorgun, zihinsel olarak
donuk ve depresif hissederiz. Özellikle
bahar aylarında kaphayı dengelemek
çok önemlidir çünkü kış ayları
boyunca bedenimizde kapha birikir.
111
ruhun gıdası
Bu nedenledir kış aylarında daha çok
evde oturmamız, daha çok yememiz ve
daha çok uyumamız. Baharla beraber
bedenimizdeki fazla kaphayı atmamız
gerekir.
Bunun en iyi yolu bedenimizde
prananın (yaşam enerjisinin) rahatça
dolaşabilmesi için çeşitli yoga
hareketleriyle, duruşlarıyla alan açmak
ve bu alanı doldurmak için pranayama
(yogik nefes çalışması) yapmaktır. Eğer
yoga yapmıyorsanız, ama hep aklınızın
bir köşesinde yogaya başlamak
vardıysa, belki de bu ilkbahar ilk adımı
atmak için iyi bir zamandır. Deneyimli
bir eğitmenle beraber düzenli olarak
yoga duruşlarını ve nefes çalışmalarını
uyguladığınızda bedeninizdeki blokajlar
kalkacak ve açılan boşluklarda daha
fazla hayat enerjisi prana dolaşacaktır.
Özellikle ilk başlarda belki yoga
matınızın üzerine çıkmamak için
kendinize bahaneler üreteceksiniz,
hareket etmemek daha cazip gelecek.
Eğer çalışmanıza sadık kalır ve
pratiğinizi aksatmazsanız ödüllerini de
alacaksınız.
Hiç kuşkusuz kozadan çıkan bir
kelebek gibi baharda yeniden doğmak,
dönüşmek için bu egzersizleri
112
uygun bir diyetle desteklemek
gerekiyor. Bu mevsimde kaphayı
yükselten süt ürünlerinden, buzlu ve
soğuk içeceklerden ya da yemeklerden,
kızarmış, yağlı yemeklerden uzak
durmaya çalışın ya da bunların
tüketimini azaltmayı deneyin. Sofranıza
daha çok doğal, hafif ve sindirimi
kolay yiyecekler koymayı hedefleyin.
Yeme alışkanlıklarınızı kontrol edin
ve işlenmiş besinleri hayatınızdan
çıkarmaya çalışın. Düzenli aralıklarla
yemek yiyin, bu bedendeki sindirimi
kolaylaştıran ve Ayurvedada Agni
olarak adlandırılan sindirim ateşini
hızlandırmaya da yardımcı oluyor.
Bırakın bu bahar hayatınızı değiştirme,
kendinizi dönüştürme, yeniden doğma
zamanı olsun sizin için.
En önemlisi de doğayla bağlantınızı
canlandırmaya çalışın. Güneşli
günlerde dışarı çıkın ve gözlerinizi
kapayarak güneşe karşı oturup derin
nefesler alın. Ağaçlara dokunun,
kendini daha sık göstermeye başlayan
güneşle beraber hareketlenen
hayvanları izleyin. Bedeninizin
canlandığını, sizi çevreleyen doğanın
bir parçası olduğunuzu hissetmeye
çalışın. Doğayla, toprakla bağlantınızı
hatırlayın. Betonların içinde bir yaşamı
seçmiş olsak da hala toprak ananın
bir parçasıyız. Bunu hatırlayın ve size
sunulanlar için teşekkür edin. Şehrin
temposuna yenik düşmeden bir adım
atın ve kendi ritminizi yavaşlatın.
Sadeleşin ve sadece ruhunuzu ve
bedeninizi canlandıran, besleyen
şeyleri hayatınızda tutun, artık size
hizmet etmeyenleri serbest bırakın.
Çevrenizdeki o muhteşem, ahenkli
değişimi takdir edecek zamanı yaratın
kendinize ve bu dönüşüm sizin kendi
dönüşümünüz için ilham olsun size,
enerjinizi ve ışığınızı yükseltsin. Baharla
beraber uyanın, yeniden doğun
kendinize.
113
çocuk sağlığı
Sağlıklı nesillerin formülü:
Dyt. Nilgün İstek
Medical Park Bursa
İlk 6 ay anne sütü
Süt, yaşamımıza başladığımız andan
itibaren aldığımız ilk besindir. Sayısız
faydaları sayesinde ilk 6 ay tek
başına anne sütü ile beslenmemiz
sağlanabilir. Bebeklerin ilk 6 ay su
dahil hiçbir besin verilmeden sadece
anne sütü ile beslenmeleri önerilir.
İlk 6 ay anne sütü ile beslenmenin
ardından uygun ek besine devam
edilerek 1,3 milyon bebeğin ölümünün
önlenebileceği hesaplanmaktadır.
Hastalıkların önlenmesi, maliyetinin
çok düşük olması, bebeğin büyüme ve
gelişmesinin tamamlanması için anne
sütü en uygun ve ekonomik beslenme
şeklidir.
Anne sütü alan bebeklerde
başta enfeksiyon olmak üzere,
birçok hastalığın görülme sıklığı
azalmakta ve beyin gelişimi daha
iyi hale gelmektedir. Anne sütü ile
beslenenlerde ileri yaşlarda alerji,
kanser, multiple skleroz, aterosikleroz
gibi hastalıklar ile alkolizm gibi
süregelen sorunlara daha az
rastlanmaktadır. Emziren annelerde
meme kanseri, yumurtalık kanseri,
114
kemik eksikliği ve anemi daha seyrek
gözükmektedir.
her verdiklerinde bir memeyi tamamen
boşaltmalıdırlar.
Her annenin süt içeriği ve kalitesi
aynı değildir. Anne sütünün içeriği;
annenin yaşına, bebeğin kaçıncı hafta
doğduğuna, emzirme zamanına göre
değişebilir. Anne sütünün içindeki
proteinler, inek sütündekine göre daha
kolay sindirilip emilebilir. İnek sütündeki
Beta laktoglobulin (protein) denen ve
bebeğe alerji yapabilen protein anne
sütünde yoktur.
Sütün içindeki vitaminler, hazırlanma
ve işlenme kaybına uğramadıklarından
emilimleri oldukça fazladır. Bu
vitaminler bebeğin hastalıklara karşı
korunması, hücresel sağlıklarının
devamlılığı için gerekir. Bebeğin
bağırsaklarında oluşması istenilen
yararlı bakterilerin gelişimi için gerekli
olan maddeler anne sütündedir.
Ayrıca bunlar, zararlı bakterilerin de
yerleşmesine engel olurlar.
Anne sütündeki Taurin proteini, inek
sütüne göre 30-40 kat daha çoktur
ve bu protein bebeğin büyümesine
yardımcı olur. Anne sütünün içerdiği
yağ asitleri çocuğun beyin gelişiminde,
göz fonksiyonlarında ve hücrelerinin
yapımında kullanılır. Emzirmede
ilk gelen süt yağ açısından fakir,
karbonhidratlar açısından zengindir.
Beslenme uzadıkça çocuk sütün yağlı
kısmına varır ve doygunluk hissiyle
memeyi bırakır. Yağlı süt, enerjinin
yanı sıra doygunluk verdiğinden bebek
rahatlıkla uyur. Onun için anneler, sütü
Sütün içindeki karbonhidratlardan
biri olan laktoz, süt şekeri olarak da
bilinmektedir. Laktoz, çok kolay ve
yavaş sindirildiğinden kan şekerini
dengeler ve beyin dokusunun
gelişimine yardımcı olur. Lökosit ve
diğer biyolojik elementler, bebeğin
dış etkenlere karşı dayanıklı olmasını
sağlar.
Sağlık dolu günler dilerim.
115
kadın sağlığı
Tekrarlayan düşükler
Tekrarlayan düşük (abortus) 20. gebelik haftasından önce,
bebeğin ağırlığının 500 grama ulaşmadan gerçekleşen iki
veya daha fazla düşüğe denir. Tekrarlayan düşük yapma riski
ilki düşükten sonra % 25, ikinci düşükten sonra % 30, üçüncü
düşükten sonra % 35-40 civarındadır. 25 yaşından sonra düşük
riski giderek artar, 45 yaşta % 70-80’lere ulaşır.
Miyomlar gebelik sırasında östrojen ile
büyüyerek erken dönemde rahim içi
dokusu ve rahim kanlanmasını bozarak
düşük riskini arttırır. İlerleyen haftalarda
rahimde yerleşim ve büyüklüklerine
göre bebeğin ve plasentanın gelişim ve
yerleşimini bozarak düşüğe ve erken
doğuma neden olur.
En sık görülen düşük nedeni fetusun
(cenin) genetik anormallikleridir ve ilk
üç aydaki düşüklerin yüzde ellisinden
sorumludur. Düşük materyalinin genetik
olarak incelenmesi ile tanı konulur.
Takiben anne ve babanın kromozom
analizi ve genetik danışma gerekebilir.
Bu düşüklerin yüzde on beşinin nedeni
rahimde bölme, yapışıklıklar, şekil
bozuklukları, miyom ve poliplerdir.
Tanısı vajinal ultrason ve rahim
filmi (HSG) ile konulur. Rahim ağzı
yetmezliği ikinci üç aylık dönemde
önemli kayıp nedenidir. Rahim ağzı
kaslarının zayıflığı serkulaj adı verilen
rahim ağzı dikişi ile tedavi edilebilir.
Polikistik over sendromu diyabet
hastalarında dengesiz insülin ve şeker
düzeyleri düşük riskini arttırır. Tiroid
bezi fonksiyon bozuklukluğu tespit
edildiğinde gebelik öncesi ya da erken
gebelik döneminde endokrinoloji
uzmanına başvurulması gerekir. Tedavi
edilmediğinde kısırlık ve düşük riski
artar.
116
Cinsel yolla geçen klamidya
enfeksiyonu, pastorize edilmemiş
süt ve süt ürünleri ile geçen listeria,
kedi dışkısı ile bulaşan gıdalar ve
çiğ etten geçen toksoplazmozis
ile herpes sımpleks tip 2 (genital
uçuk), sitomegavirüs ve parvo virüsü
enfeksiyonu düşük nedeni olan
enfeksiyon hastalıklarıdır.
Progesteron hormonu eksikliğinde
(luteal faz yetmezliği) kanama ve düşük
riski artar. Gebeliğin sağlıklı devamını
sağlayan bu hormonun eksikliği
ağızdan kapsül ya da enjeksiyon
uygulanarak tedavi edilir.
Sigara; yumurta kalitesi, döllenmesi
ve döllenen yumurtanın rahimde
tutulmasını zorlaştırır. Gebe kalma
şansını yüzde yirmi beş azaltır. Nikotin
damar yapılarını kasarak bebeğe ve
plesantaya gelen kan akımını azaltıp
düşük ve erken doğum ve anne
karnında bebek ölümüne neden olabilir.
Alkol; embriyo üzerinde toksik etki
göstererek düşük ve doğumsal
anomalilere neden olur.
Kafein; gebelik ve gebeliğe hazırlık
döneminde uzak durulması gereken
önemli diğer bir maddedir. Radyasyon
televizyon, cep telefonları, bilgisayar,
mikro dalga fırın, fotokopi makinası
gibi cihazlardan alınabilir. Bunlarla
Op. Dr. Cenk Aşkalli
Jimer Hastanesi
olan mesafeler ayarlanmalı ve kullanım
süreleri kısaltılmalıdır.
Son yıllarda trombofili denen kanın
pıhtılaşma bozukluğu düşüklerin önemli
bir nedeni olarak gösterilmektedir.
Annede pıhtılaşmayı tetikleyen genlerin
tespiti ve kanındaki protein C-S,
homosistein, antifosfolipit antikor
düzeyleri ile tanı konabilir. Tedavide
aspirin veya heparin kullanılmaktadır.
İlk üç ayda yoğun egzersiz, stres,
psikolojik bozukluklar düşük riskini
arttırır. Cinsel aktivite daha önce düşük
yapmış, vajinal kanaması ve kasık
ağrısı olan gebelerde sınırlandırılır.
Son yıllarda tekrarlayan düşükler ile
tanı ve tedavilerde önemli gelişmeler
kaydedilmiştir. Gebe kalmadan önce
folik asit takviyesi, beslenmenin
düzenlenmesi, doktor kontrolünde
gerekli testlerin yapılması düşüklerin
tekrarlanma riskini azaltacaktır.
Ayrıca sigara gibi alışkanlıklardan
vazgeçilmesi gerekmektedir. Gebe ve
gebe adayının psikolojisinin çevresi ve
doktoru tarafından yönlendirilmesi de
önemlidir.
Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.
117
kadın sağlığı
“Mammografi”
Hayat kurtaran adım
Op. Dr. Servet Yetgin
Esentepe Tıp Merkezi
Meme kanseri her 8-10 kadında bir görülen ve bu sıklığıyla kadınlar için kâbus haline gelen bir
hastalıktır. Ülkemizde son yıllarda medyatik birkaç ismin meme kanserine yakalandığı haberi tüm
kadınları tedirgin etmeye yetti. Aslında bir süredir önemsenmeyen bu riskin tekrar gündeme gelmesi
kadınlar için bir uyarı, bir işaret olmuştur.
Bilindiği gibi meme kanserinin
tedavisinde erken tanı çok önemli.
Aslında meme kanseri tedavi edilebilen
bir kanser... Hastanın erken evrede
saptanması %100 kür diyebileceğimiz
hastalığın tamamen tedavi edilebilmesi
şeklinde sonuçlanmasını sağlıyor.
Erken tanıda; kendi kendine meme
muayenesi, risk faktörlerinin
belirlenmesi, tarama çalışmaları büyük
önem taşır. Tarama çalışmaları ve
tanıda mammografinin yeri tartışmasız.
Ancak ülkelerin finans sistemleri
ve sağlıkçıları arasında öteden beri
mammografi taramalarının hangi
yaşta başlayacağı ve kaç yılda bir
yapılması gerektiği hep bir tartışma
118
konusu olmuştur. Kendi alanında en
saygın yayınlardan biri kabul edilen
Radiology dergisinin Mart 2012
sayısında yayınlanan bir çalışma belki
de bu tartışmalara son noktayı koydu
denilebilir. Seattle'da, 1990-2008 yılları
arasında meme CA tanısı konulan 2000
meme kanserli kadın arasında yapılan
bu çalışmada; 40 yaşından itibaren
şikayeti olsun ya da olmasın her
kadına yılda bir mammografi yapılması
sonucunda, 40-49 yaşları arasında
meme kanseri tanısı konulan hastaların
sıklığı yaklaşık 2 kat artmış. Ayrıca
meme kanseri nedeniyle mastektomi
yani memenin tamamının alındığı hasta
sayısında yarı yarıya azalma olmuş
bir başka deyişle erken tanı nedeniyle
hastaların yarısında memenin komple
alınmasına gerek kalmadan meme
koruyucu cerrahi ile tedavi mümkün
olabilmiştir.
Özetle; kadınlar 40 yaştan itibaren
şikâyeti olsun ya da olmasın, risk
faktörüne bakılmaksızın mammografi
çektirmeye başlamalı ve bunu yılda bir
mutlaka tekrarlamalılar. Böylece meme
kanserinin erken tanısı konulabilmekte,
dolayısıyla da önce memenin sonrada
hayatın kurtarılabilmesi mümkün
olmaktadır.
Sağlıklı bir yaşam diliyorum.
119
genel sağlık
Masabaşı
iş belimizi
kalınlaştırıyor
Dyt. Başak Kefeli
Biyofiz Tıp Merkezi
Yıllar geçtikçe vücut ağırlığımızı sağlıklı bir şekilde korumak oldukça zor bir hal alıyor. Masabaşında
çalışmak her yıl bize fark ettirmeden 2-3 kilo katıyor ve maalesef ki en çok kalınlaşan yerimiz belimiz...
Çalışan kişiler için gün içinde
sürekli oturmak, öğünlerden en az
birini dışarıda yemek, bazı günler
yoğunluktan dolayı su dahi içecek
fırsatı yakalayamamak ve bunun gibi
daha bir sürü etken vücut ağırlığımızda
değişikliklere neden oluyor. İşte
kilonuzu korumanız için birkaç altın
öğüt;
Çorba, pilav, makarna, patates,
ekmek ve tatlı… Bu besinlerin
hepsi karbonhidrat kaynağıdır.
Tabaklarınızdan sadece 2’sini
karbonhidrat kaynağı olarak seçin.
Örneğin çorba, etli patates yemeği,
pilav ve yoğurttan oluşan bir menüde
tercihiniz 3 kap karbonhidrattan sadece
2’si ve yanındaki yoğurt olmalıdır.
Sabah evden kahvaltı yaparak çıkın.
Eğer vaktiniz yoksa ya 5 dakika daha
erken kalkın ya da iş yerine giderken
arabanızı güzel bir fırının önünde
durdurun. Alacağınız 1 simit, 1 kutu süt
veya sütlü kahve… 1 simit ortalama
3 ince dilim ekmek yerine geçtiği
için baylar simidin hepsini bitirirken
bayanların yarım simit yemesi yeterli
gelecektir. Burada yapılan hata kahvaltı
için tercih edilen pastane ürününün
poğaça veya börek gibi yağlı besinler
olması. Bunun yerine simit veya tost iyi
bir alternatif.
Gün içinde bardak sayısı sayılamayan
çay tüketimine masabaşı çalışan
kişilerde alışığız. Çayda bir sıkıntı
yok. Ancak ya içine atılan şekerler?
İşte bütün suçlu bardağınızın içindeki
masum görünen şekerler. Eğer
gününüz içeceksiz geçmiyorsa ilk
yapmanız gereken, şekeri bırakıp çayın
ve kahvenin kendi tadını algılamaya
çalışmak. 1 ay sonra şekerli çayın
tadını unutacaksınız. Tatlandırıcılar
size destek olabilir.
Öğlen yemeğine kadar soluksuz
çalışıyor olabilirsiniz. Ancak
çekmecenize elinizi attığınızda,
elinize alacağınız 1 avuç sarı leblebi,
2-3 ceviz, 2-3 adet kuru meyve
alternatiflerinden herhangi biri öğle
yemeğinde tabağınıza saldırmanızı
engelleyecektir.
Öğlen yemeğinde yapılan en büyük
hata karbonhidratı ayarlayamamaktır.
120
Uzun süren toplantılar uzun süren
açlık anlamına gelir. Aç kalma süreniz
3 saati geçerse, pankreasınızdan
salınan insülin bir sonraki öğündeki
yemeklerinizi karın bölgenizde
depolamak için fırsat kollayacaktır.
Toplantıda içeceğiniz bir fincan sütlü
kahve, bir bardak taze sıkılmış meyve
suyu, bir bardak ayran veya bir bardak
meyveli süt hem iştahınızı kontrol
altına almanıza hem de uzun süren
açlığın getirisi olan bel bölgenizin
yağlanmasına engel olacaktır.
Bazı besinleri tüketmek ve tükettikten
sonra vücudunuza zararının
dokunmaması için fiziksel aktiviteyi
hayatınıza sokmalısınız. Eğer spor
yapamıyorsanız; beyaz ekmek, beyaz
pirinç, sofra şekeri, hazır meyve
suyu, şekerli gazlı içecekler belinizi
kalınlaştıracak en baş besinlerdir.
Akşam yemeğinizi dışarıda yemek
durumundaysanız tercihlerinizi öğlen
yemeğine göre yapmanızda fayda
var. Öğlen kırmızı et içeren bir yemek
yediyseniz akşam tercih edeceğiniz
yemek beyaz et olmalıdır. Izgara balık,
tavuk veya hindi eti oldukça sağlıklı
bir tercih olabilir. Alkol tercihiniz ise
beyaz şarap olursa, seçimlerinizde
vücudunuzu üzmemiş olursunuz. Eğer
yemeğinizi evinizde yiyebiliyorsanız,
tercihinizin bol posalı koca bir tabak
sebze yemeği olmasına özen gösterin.
Sebze yemeği hem bağırsak sağlığınız
hem de kilo kontrolünüz için size çok
yardımcı olacak. Yanına ekmeğinizi ve
yoğurdunuzu eklemeyi ihmal etmeyin.
Son olarak 6 ayda bir yaptıracağınız
düzenli detaylı kan tahlilleri ile
vücudunuzu her dönem yeniden
tanımalısınız. Stresinizin, yaşınızın,
hareketsizliğinizin ve yanlış beslenme
düzeninizin bedeninize zarar vermesini
önlemek için düzenli doktor ve
diyetisyen muayenesinden geçmeyi
ihmal etmeyin.
121
genel sağlık
İnme ve
rehabilitasyonu
Beyin damarlarının hasara uğraması sonucu en önemli klinik bulgu,
inme adı verilen vücudun sağ veya sol yarısında kol ve bacağın
birlikte felç olmasıdır. İnme Rehabilitasyonu hastanın bedensel
kayıplarını azaltarak günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız olmasını
sağlamaya çalışır.
İnme (felç) nasıl oluşur?
Beynimizde iki yarımküre vardır.
Bunlardan sağ taraftaki sol kol ve
bacağımızın, sol taraftaki ise sağ kol ve
bacağın hareketleriyle birlikte konuşma
yeteneğimizden sorumludur. Bu
bölgelere gelen kan akımının herhangi
bir nedenle bozulması sonucunda
vücudun bir yarısında kol ve bacaktaki
felç ortaya çıkar ve buna inme adı
verilir.
İnmenin belirtileri nelerdir?
Beyinde hangi damarın ne ölçüde
hasara uğradığına bağlı olarak inmede
çeşitli klinik belirtiler ortaya çıkar. En
önemli klinik bulgu, vücudun sağ veya
sol yarısında kol ve bacağın birlikte felç
olmasıdır. Hareket kaybının yanı sıra
bilinç kaybı, algılama, duyu, konuşma
bozukluğu, görme bozuklukları ve
hafıza kaybı gibi çok çeşitli bulgular da
görülebilir.
kaybı olduğundan birkaç gün geçmesi
beklenir, bazı hastalarda ise ameliyat
gerekebilir. Bu arada beyin tomografisi
veya MR gibi yöntemlerle kanama takip
edilir, gerekli ilaç tedavileri düzenlenir.
Bu süre içinde hasta yatakta kalmak
zorunda olduğundan yataktaki
pozisyonuna, beslenmesine ve idrar
çıkışlarına, herhangi bir enfeksiyonun
araya girmemesine özellikle dikkat
edilmelidir.
İnmeye yol açan damar olayları
genellikle iki çeşittir:
Kimler risk altındadır?
Özellikle yüksek tansiyonu, şeker
hastalığı ve kalp- damar hastalığı
olanların bu risk faktörlerine
dikkat etmeleri gerekir. Obezite ve
beraberindeki kolesterol yüksekliği,
sigara, bedensel hareketin azlığı, alkol
ve bazı ilaçlar inme riskini artırır.
Rehabilitasyon programına hastanın
istekle katılması ve ailesinin de bunun
önemini bilmesi gerekir. Bu uzun
vadeli bir tedavi sürecidir. Tedavi
salonundaki eğitimi tamamlanan
hastanın bir taraftan dış ortama,
diğer taraftan ev yaşantısına uyum
çalışmalarına başlanır. Rehabilitasyon
sürecinin sonunda hastaların büyük
çoğunluğu yürüme becerisini yeniden
kazanabildiği gibi sosyal ve mesleki
yaşantılarına geri dönebilirler.
1) İskemik yani damar tıkanmasına
bağlı olanlar: Beyin damarlarının
tıkanması sonucu o bölgedeki beyin
dokusunun hasara uğramasıdır.
Hastaların yaklaşık % 80’inde inmenin
nedeni damar tıkanıklığıdır.
2) Kanamaya bağlı olanlar: Genellikle
yüksek tansiyonlu hastalarda veya
beyninde baloncuk şeklinde damar
genişlemesi olan kişilerde ani bir
kanama ile ortaya çıkar.
122
Dr. Nihat Taşcı
Rommer FTR Merkezi
İnme Rehabilitasyonu
Damar tıkanıklığına bağlı inmelerde
genellikle hastanın durumu daha iyi
olduğundan, hemen ertesi günden
itibaren rehabilitasyona başlanmalıdır.
Kanamalı hastalarda ise çoğu kez bilinç
Sağlıklı bir yaşam dileğiyle…
123
sağlıklı gıda
124
Yazın
müjdecisi
Erik
Önce tomurcuklar belirir
dallarının üzerinde. Sonra yavaş
yavaş kokuları… Bir bakarız
ki çiçekler belirir birer ikişer,
derken hepsi gösterir kendini
güneşle beraber. Baharın tüm
enerjisini dallarına toplamıştır
erik ağacı. Yavaş yavaş yazın
geldiğini haykırır biz fark
etmeden... Daha sonra ekşi
ama keyifli bir lezzet oluverir
ağızlarımızda…
Fotoğraflar: Engin Çakır
125
sağlıklı gıda
Taze meyvelerden belki de en
müptelası olduğumuz meyvedir
Erik. Hoşafı, kompostosu, reçeli ve
pekmezi de yapıldığı için aslında
sadece bahar ve yaz aylarında değil,
12 ay bizimle beraberdir. Türkiye’de
eriğe bahar aylarında hemen hemen
her bahçede rastlamak mümkündür
ve neredeyse herkes, çocukken erik
ağaçlarına birkaç kez dadanmıştır…
Sulu sulu eriklerin yanında biraz da
tuza kimse hayır diyemez. Eriği bizim
için önemli kılan yegâne şey ise
faydaları. Tabir yerindeyse saymakla
bitmiyor eriğin mucizeleri… Kalp ve
böbrek hastalıkları için birebir olan
erik, romatizmalı hastalıklara ve de
sindirim rahatsızlığı çekenlere çok
faydalı oluyor. Ayrıca B vitamini deposu
olması da cabası… Bunun yanında
potasyum ve magnezyum minareleri
açısından da zengin bir meyve olması
onu vazgeçilmez kılıyor.
Eriğin sahip olduğu zengin vitamin
içeriği, çeşitli hastalıklara karşı
gösterdiği olumlu etkiler ve düşük
kalorisi, faydasını kanıtlıyor. Düşük
kalorisi nedeniyle diyet uygulayan
126
kişilerce de tercih edilen meyvelerin
başında geliyor. İklimi bakımından çok
şanslı olan Türkiye'de ilkbahardan yaz
sonuna kadar çeşit çeşit erik bulmanın
mümkün olması da eriğin değerini
arttırıyor. Eriğin bağırsak etkinliğini
artırıcı etkisi bulunuyor. Ayrıca
potasyum ve magnezyum minerali
açısından da zengin bir meyve olduğu
biliniyor. Eriğin regl düzenleyici, idrar
söktürücü ve terletici özellikleri de
bulunuyor. Çiğ erikte çeşitli minerallerin
yanı sıra C, A ve E vitaminleri ile beta
karoten de bulunuyor.
Erik komposto, reçel ve marmelat
şeklinde tüketildiğinde ilave edilen
şekerden dolayı kalori değeri arttığı için
vitamin ve minerallerden daha sağlıklı
bir şekilde yararlanılabiliniyor. Taze
olarak tüketimi öneriliyor. Anadolu'da
kurutularak da tüketilen eriğin besin
değerinin tazesine göre daha yüksek
olduğu da bilinenler arasında. Ayrıca
pişirilmeden tüketilmesi de tavsiye
ediliyor.
Çağlasını ilkbaharda, olmuşunu
ilkbahardan sonbahara kadarki
dönemde ve kurutulmuşunu yıl boyunca
severek yediğimiz eriğin ağacı,
gülgillerden. Dünyanın pek çok
bölgesinde yetiştirilen çeşitli erik
ağaçları, ülkemizin hemen hemen
her yerinde de yetiştirilebiliyor ve bu
yüzden çok şanslıyız. Meyvesinin
olgunlaşma dönemlerine göre erikler;
erkenci caneriği, yaz ortalarında
olgunlaşan Japon ya da İtalyan
eriği ve ağustosta olgunlaşmaya
başlayan Avrupa eriği olarak ana
gruplara ayrılıyor. Bu gruplarda
yer alan türlerdeki ağaçlar, 4–12 m.
kadar boylanabiliyor. Farklı biçim ve
büyüklükteki meyvelerinin ince kabuğu,
türlere göre yeşil, sarı, kırmızı ya da
mor renklerdedir.
Meyvenin gene çeşitli renklerde
olan eti, sulu, mayhoş ya da tatlı,
meyvenin ortasındaki tek çekirdeği
serttir. Kuru eriğin besin değerleri
tazesine göre daha fazladır.
Ayrıca pişirilmeden yenmesi daha
yararlıdır; kompostosu ya da hoşafı
yapıldığında vitamin değerleri düşer
ama içine şeker katıldığından kalori ve
karbonhidratı artar.
127
bursa mutfağı
Seyyahlara Bursa rehberi
Bu sayıda yemeği bir tarafa bırakıp, yıllar önce Bursa Mutfağı
kitabımı yazarken rastladığım ve hep size bahsetmek için
sırada beklettiğim ancak bugünlerde yazabildiğim bir kitaptan
bahsedeceğim. “Seyyahlara Bursa Rehberi…”
M. Ömür Akkor
Mutfak Araştırmacısı
“Unutulmuş Bursa Mutfağı” üzerine
hazırladığım kitabın teknik araştırmaları
için gittiğim Beyazıt Kütüphanesi’nde,
Bursa ile alakalı pek çok birbirinden
kıymetli eserlere de rastladım. Bu
eserlerin çoğunun basım tarihi 1960’tan
eskiydi. Yani son 50 yıldır Bursa ve
Bursa kültürü üzerine neredeyse tek
bir eser bile yazılmamış… 1960’tan
önce ise yüzlerce eser var. Bursa ile
ilgili herhangi bir konuda araştırma için
kütüphanelere giderseniz bulacağınız
kaynaklar; 20, 30 hatta 70 sene
öncesine bile ait olabilir. Bu da en
nihayetinde şu anlama geliyor; nerede
yaşadığının farkına varanlar ve sahip
128
çıkanlar ile nerede yaşadığının anlamını
kavramayanlar ve sahip çıkmayanlar
arasında eskiye nazaran çok büyük bir
fark var… Şimdilerde şehirde yaşayan
insanlar geçmişlerinden bihaber olarak
hayatlarına devam ediyor.
Kütüphane araştırmalarım esnasında
incelediğim Bursa hakkında yazılmış
olan birçok kitap ve derginin
arasında rastladığım en ilginç kitaptan
bahsetmek istiyorum sizlere; kitap
1931 yılında vilayet matbaası tarafından
basılmış: “Seyyahlara Bursa Rehberi
- Bursa’da altı saat, bir gün ve üç gün
kalacaklar için tertip edilmiştir.”
1931 yılında Bursa’ya 6 saat için
gelenlere yazılmış olan bir kaynaktan
bahsediyoruz. Gerçekten çok şaşırtıcı…
İnternet ve bilgi çağını yaşadığımız
şu günlerde bile böyle bir rehberin,
bırakın Bursa’yı başka herhangi bir
şehir için bile, basıldığını sanmıyorum.
Kitap sadece 6 saat kalacaklar için bir
rehber değil, zamanın kıymetini bilmek
ve değerlendirmek hususunda da bir
rehber olma özelliği taşıyor. Kitaptaki
seyahat programlarından bazılarını
hiçbir düzeltme yapmadan aynen
aktarıyorum;
“…
SEYAHAT PROĞRAMLARI
A PROĞRAMI
( Bursada altı saat kalacak olanlara
mahsus )
( otomobil ile hareket edilmelidir.)
1- Asarı atika müzesi ‘ufak bir
duhuliyeye tabidir. Bursanın meşhur
Tür san’atı ve Türk tarihini havi olan
türbelerle Muradiye türbelerini gezmek
müsadesi buradan alınır.
2- Yeşil camii
3- Yeşil türbesi
4- Yeşil camii yanındaki kahveden
ovanın temaşası
( burada bir Türk kahvesi içilmelidir.)
5- Kapalı çarşı ( buradan Bursa
ipeklilerini ve havlılarını satın alınız.)
6- Ulu camii ( geçerken şekercilerden
Bursanın meşhur kestane şekerini ve
ahu dudu şurubunu alınız.
7- Sultan Osman ve Orhan türbeleri
(topaneden Bursa ovasını temaşa.)
8- Muradiye cami ve türbelerin ziyaret
9- Eski kaplıca ve Çekirge kaplıcalarını
ziyaret.
10- Hudavendigar camii
B PROĞRAMI ( Bursada bir gün kalacak olanlara
mahsustur ) ( otomobil ile hareket edilmelidir.)
1- Asari atika müzesi
( A proğramına müracaat )
2- Yeşil camii
3- Yeşil türbesi
4- Yeşil camii yanındaki kahvede
istirahat ve ovanın temaşası
5- Yıldırım
6- Bıçakçılar
( Bursa bıçağı güzel bir hediyedir.)
7- Kapalı çarşı ( buradan Bursa
ipeklilerini ve havlılarını satın alınız.)
8- Çekirge otellerinde öğle yemeği
9- Çekirge kaplıcaları ve Hüdavendigar
camiini ziyaret
10- Çekirgede Eski kaplıcayı ziyaret
11- Muradiye türbelerini ziyaret
12- Muradiye camiini ziyaretü
13- Sultan Osman ve Orhan türbeleri
(topaneden Bursa ovasını temaşa.)
14- Ulu camii ( geçerken
şekercilerden Bursanın meşhur
kestane şekerini ve ahu dudu
şurubunu alınız.
15- Otelde avdet veya çekirge
otellerinde veya kaplıcalarında banyo.
C PROĞRAMI
(Laakal üç gün Bursada kalacak
olanalar mahsus)
Birinci gün
1- Asari atika müzesi
2- Yeşil camii
3- Yeşil türbesi
4- Yeşil camii yanındaki kahvede
istirahat ve ovanın temaşası
5- Yıldırım
6- Herhangi bir şehir lokantasında
öğle yemeği
7- Otomobil ile Ulu dağa azimet ve
aydet
8- Çekirge otel ve kaplıcalarında
banyo ( öğle yemeği dağ otelinde de
yinebilir.)
İkinci gün
1- Çekirge kaplıcaları ve Hüdavendigar
camiini ziyaret
2- Eski kaplıcayı ziyaret
3- Kükürtlü kaplıcasını ve oteli ziyaret
4- Yeni kaplıcayı, Kara Mustafa
kaplıcasını ziyaret
5- Muradiye türbelerini ziyaret
6- Muradiye camiini ziyaret
7- Sultan Osman ve Orhan türbeleri ve
topaneden Bursa ovasını temaşa.
8- Şehirde öğle yemeği
9- Otomobil ile Abulyont “ıssız hanı” Eşkel köyü - Tirilye - Mudanya - Bursa
tenezzühü. (seyyahlar için pek latif bir
tenezzüh olur.)
10- Çekirge otel ve kaplıcalarında
banyo
Üçüncü gün
1- Ulu camii ( geçerken şekercilerden
Bursanın meşhur kestane şekerini ve
ahu dudu şurubunu alınız.)
2- Kapalı çarşı ( buradan Bursa
ipeklilerini ve havlılarını satın alınız.)
3- Bıçakcılar ( bursa bıçakları pek
güzel hediyedir.
4- Setbaşı mıntıkasında birkaç dokuma
fabrikasını ziyaret
Öğle yemeği
5- Yenişehir ve İznik kasabalarını
ziyaret ve İznikte Asari atıka mütaleası
6- Akşam üstü Bursaya avdet ve ertesi
günü Gemlik - Orhangazi - Yalova
tarikiyle İstanbula avdet ,
Nerede şimdi o ahududu şerbeti,
bulana bilene aşk olsun… Sadece adı
kalmış yadigar ya da hediyelik Bursa
bıçakları… Eskiden her gittiğimiz
yere hediye olarak Bursa bıçağımızı
götürürdük. Kaç kişi kaldı bu âdeti
yerine getiren? Bu da yazımızın
kıssadan hissesi olsun. Yaşadığımız bu
şehre çok şey borçluyuz… Bırakın yeni
şeyler kazandırmayı, sahip olduklarımızı
koruyalım o bile yeter…
Saygılarımla.
129
guidebursa
RESTORAN / RESTAURANT
“Life guide of Bursa”
Çağrışan Et Mangal
Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00
Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60
CP Steak House
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79
T. 233 38 00
Dababa
Esentepe Mah. Gürler Cad.
No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00
Çiçek Izgara
Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26
Korupark AVM T. 241 29 88
İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00
Hayat Lokantası
Merinos Parkı T. 272 27 77
Gurme / Bademiçi
Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09
İona Cafe Restoran
FSM Bulvarı No.48 T.249 90 02
Park Izgara
Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01
Kadife A la Carte
Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20
DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE
/ SEA FOOD & BAR
Kahve Beyaz
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 34 47
Arap Şükrü Çetin
Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53
Kapı Restoran
Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu
No.23 T. 452 20 07
Kaşıkara
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 35 66
Kavis
Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47
T. 444 40 00
Keyf-i Ala Restoran
FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02
Placia Restaurant
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Otantik Gemi
Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00
Panaroma
Çelik Palas Hotel T. 233 38 00
Tike
Mudanya Cad. Bademli Kavşağı T. 549 20 75
Yazı
E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı
T. 548 00 28
IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS
Cafeman Balıkçısı
Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14
Deniz Tabağı
Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19
Saki Rum Meyhanesi
E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89
KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA
Atmosfer Pide / Metin Durmaz
FSM Bulvarı No: 92 T. 240 10 00
Burger King T. 444 54 64
Dominos Pizza
Altıparmak T. 222 90 40
Bademli T. 241 58 00
Beşevler T. 453 46 04
FSM Bulvarı T. 453 00 76
Özlüce T. 413 15 00
Çekirge T. 234 99 22
Yıldırım T. 362 60 60
Hobi Paket Büfe
Altıparmak T. 221 11 63
Beşevler T. 451 11 00
İhsaniye T. 246 00 55
Özlüce T. 413 73 13
Kentucky Fried Chicken 444 35 55
La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni
FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA
T. 444 21 58
Mariza
Altıparmak T. 225 12 25
FSM Bulvarı T. 451 44 44
Mc Donald’s T. 444 62 62
Dürümcü Bekir Usta
Setbaşı T. 220 11 01
Çekirge T. 233 88 18
FSM Bulvarı T. 243 75 75
Bademli T. 549 28 28
İskender Kebap
Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76
Carrefour AVM T. 452 10 62
Korupark AVM T. 241 21 10
Kebapçı Yavuz İskender
Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20
As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30
Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01
İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90
Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15
Zafer Plaza AVM T. 221 15 33
Tavacı Recep Usta
Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1
T.452 40 04
Anadolu Lezzet Dünyası
E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03
Uludağ Kebapçısı
Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51
Kent Meydanı AVM T. 255 55 56
Bademli Et Mangal
Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu
No: 307 T. 244 84 60
Zeugma Restoran
Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27
130
Big Mammas
FSM Bulvarı T. 247 44 55
Kükürtlü T. 236 89 91
Korupark AVM T. 241 27 50
Ertuğrulkent T. 413 38 93
Büfemtrak FSM Bulvarı T. 245 87 25
Marrakech Ocakbaşı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53 T. 452
97 07
Kaju Eat & Drink
FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09
HAZIR YEMEK / FAST FOOD
PASTANE / PATISSERIE
Aslı Börek
Carrefour T. 452 66 86
Kent Meydanı AVM T. 251 40 02
Metro Market T. 441 37 20
Geçit Evke Plaza T. 241 80 88
Osmangazi Metro T. 272 03 03
Zafer Plaza T. 223 79 79
Uludağ Ünv.T. 442 88 26
Bread House
Anatolium AVM T. 261 30 27
Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07
FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27
Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05
Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87
Çınar Pastanesi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49
FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98
Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76
Durak Muhallebicisi
Çekirge Meydanı T. 235 08 08
İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09
Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19
Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80
“Bursa’nın yaşam rehberi”
Kafkas
Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99
Carrefour AVM T. 452 49 99
Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10
FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00
İzmir Yolu T. 413 22 20
Kent Meydanı AVM T. 255 67 00
Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51
As Merkez Karşısı T. 261 52 61
Davutdede- Conk Sok. Yıldırım T. 360 03 30
Korupark AVM T. 241 49 29
Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25
Terminal T. 261 58 02
Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70
Rıhtım
FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77
Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77
Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28
Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00
Çekirge Meydanı T. 236 83 58
Un-Pa
Çekirge Meydanı T. 236 73 65
Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72
Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17
Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22
Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90
Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30
Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54
Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04
K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22
Saklıbahçe
1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59
Kafe Pi Bursa Angels
Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00
Siesta
Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05
Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01
Kat 3
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Kent Meydanı AVM T. 255 55 22
Starbucks
Carrefour AVM T. 453 20 76
Kent Meydanı T. 255 37 39
Korupark AVM T. 241 27 60
Kükürtlü T. 233 39 55
Zafer Plaza AVM T. 220 00 46
Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86
Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27
Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58
Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40
BAR – BİSTRO / BAR BISTRO
Waffle Evi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90
rehberbursa
Address Nilpark AVM T. 247 01 50
Kırmızı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53
T. 452 97 07
Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40
Klan FSM Bulvarı / Bademli T. 247 63 23
Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07
Krema Jazz Club
Bademli Kavşağı Tike Restoran T. 549 20 75
Kulüp
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78
Uzay Pastanesi
Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55
Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04
Saygınkent AVM T. 413 43 06
FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44
Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97
Angaje Lounge & Brasserie
Nilpark AVM T. 246 77 44
KAFETERYA / CAFE
Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04
Cafe Crown
Carrefour AVM T. 451 21 45
Kent Meydanı T. 255 30 00
Korupark AVM T. 242 06 24
Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78
Bongo Bar
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34
Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Cafe Çizmeli Kedi
Gazi Cad.Sadıkoğlu Sit. T.451 53 34
Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43
People Agora İş Merk. Bademli T. 549 04 43
Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74
Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34
Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77
Pronto Sport Cafe & Bistro
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80
Coffe and Beyond
FSM Bulvarı T. 247 22 37
Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99
Gönül Kahvesi
As Merkez Outlet T. 261 58 78
Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16
FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06
Antik Bar
Kavaklı Mah. Kavaklı Çıkmazı No.13 / A
T.221 45 06
Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00
Mirano
Korupark AVM T.24313 80
Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42
Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Cha Cha
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Caka Teras
Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09
Gren
Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64
Demo
FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96
Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Gloria Jean’s Coffee’s
Korupark AVM T. 241 37 26
Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70
Kahve Dünyası
Korupark AVM T. 241 23 45
Zafer Plaza AVM T. 225 29 29
La Luz Korupark AVM T. 243 93 98
Festina FSM Bulvarı T. 249 19 49
Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15
Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25
Shakespeare Bistro
Korupark AVM T. 241 29 59
Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01
Veni Vidi
Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99
Wamtes
Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22
Hayal Kahvesi FSM Bul. No:59 T. 451 50 80
Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60
The Winston Brasserie
Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48
131
mekan
İnsanlar neden
Caddeüstü’nde?
Bursa eğlence hayatına özgün bir bakış açısı getirme ve Bursa
sosyal yaşamına öncülük etme amacıyla 2009 yılında F.S.M.
Bulvarı’nda açılan Caddeüstü; üç yıl gibi kısa bir sürede Bursa’nın
en çok tercih edilen mekânlarından biri olmayı başararak, Görükle
şubesi ile hizmet ağını genişletti.
Neslihan Binbaş
132
Kafe bar olarak hizmet veren
Caddeüstü, misafirlerinin hayattan
aldıkları keyfi yukarılara taşıma
felsefesiyle işletilen bir mekân. Her
geçen gün dinamizmi ve gelişimi
sürüyor. Başarısının sırrı burada yatıyor.
Samimi atmosferi, kaliteli hizmeti, yazlık
kışlık bahçeleri ve müziklerinin enerjisi
ile aslında hayatı taşıyor.
Caddeüstü; zengin kahve seçenekleri
ve aperatiflerinin yanı sıra lezzetli
salataların, dünya mutfağından özenle
seçilmiş ana yemeklerin yer aldığı şık
restoran menüsü ile de misafirleri için
vazgeçilmez bir mekân.
Modern çizgisi ve şık çizgileri ile dikkat
çeken mekân bugün; lezzetli yemeğin,
dost sohbetinin, keyifli müziğin
bulvardaki adresi olarak biliniyor.
Caddeüstü F.S.M. bazen yorgunluk
atarak huzur ve sakinlik peşine
düşenlerin bazen ise müzik ve eğlence
ile yaşam ritmini artırmak isteyenlerin
buluşma noktası olmuş durumda.
Gün içinde, iş arasında bir soluk
almak, güzel bir kahve içmek ya
da akşamları zengin barında farklı
lezzetlerle tanışmak isteyenlerin uğrak
yeri olmuş bu mekân artık sadece FSM
Bulvarı’nda değil… Dinamizm, renk ve
keyfi bir arada sunan Caddeüstü Üni
de; farklı lezzetleri, eğlenceli oyunları
ve rahat mekân kurgusuyla Görükle'de
popüler bir durak.
Özel günler (Yılbaşı, Sevgililer Günü,
Kadınlar Günü, Tıp Bayramı vb.) için
yarattıkları “özel indirimler” ve “özel
kampanyalar” ile de dikkat çeken
Caddeüstü, çoktan ayak alışkanlığı
oluşmuş bir mekân…
133
guidebursa
OTEL / HOTEL
Adapalas ***
1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90
Artıç ***
Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05
“Life guide of Bursa”
Otantik Gemi (Butik)
Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34
Turkuaz Diş
Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22
Tiara Termal
Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5
T.444 28 05
SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS
ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER
Almira *****
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20
Anatolia ****
Çekirge Meydanı T. 233 94 00
Baia ****
Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı
T. 275 45 00
Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22
As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51
Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00
Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63
Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35
Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00
Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00
SAĞLIK / HEALTH
Beceren (Butik)
Botanik Parkı T. 211 52 60
Boyugüzel (Butik)
Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99
Büyükyıldız ****
Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90
Acıbadem
FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44
Biyofiz Tıp Merkezi
Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10
Nilüfer T.246 66 66
Beyge Club
Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4
Nilüfer T.453 55 00
B-Fit Spor Kulübü
Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer
T.244 64 68
Hat Cad. No.10 Osmangazi
T.235 35 15
Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer
T.452 60 52
Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım
T.369 08 31
Çok Yaşa Clup Nilpark 5.Kat T.245 68 00
Gym Sport
Agora İş Merk. Bademli T.549 25 00
Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00
Bursa Anadolu
İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Bursa Göz Merkezi
Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69
Maya Spor Salonu
Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza
No.12 Nilüfer T.453 02 50
Divan ****
Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07
Bursa Vatan
Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40
Score Fitness Spa
Korupark AVM İçi T.242 68 00
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00
Studio Pilates
Cumhuriyet Mah. Yağmur Sok. Elmas Evler
Sit. C / Blok K.4 Nilüfer T.451 32 41
Hilton *****
Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05
Dentatürk Diş
FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00
Holiday Inn ****
Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40
Doruk Tıp
Zübeyde Hanım Cad. No.5 T. 444 04 53
İbis Hotel ***
Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00
Esentepe Tıp Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46
Kervansaray ***
Fomara Meydanı T. 220 00 00
Jimer
Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67
Kervansaray Termal *****
Çekirge Meydanı T. 233 93 00
Konur
Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40
Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00
Medical Park Bursa
Fomara Meydanı T. 444 44 84
Kitapevi (Butik)
Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60
Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20
Medicabil
Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12
Marigold *****
1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00
Osmangazi Tıp Merkezi
Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05
Montania ****
İstasyon Cad. Mudanya T. 211 32 80
Rentıp FSM Bulvarı T. 249 77 00
Otantik Club (Butik)
Botanik Parkı T. 211 32 80
134
Asya Spor Merkezi
İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 Nilüfer
T.249 64 55
Retina Göz Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01
Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi
Konak Mah.Yaz Sok. T.451 44 15
KUAFÖR / COIFFEUR
Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12
Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35
Bademli T. 548 00 80
Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50
Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51
Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90
Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79
Kent Meydanı AVM T. 255 63 64
FSM Bulvarı T. 453 38 55
Bademli T.549 11 42 - 43
Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00
Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32
Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96
Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74
Pelit Çiçekçilik & Peyzaj
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62
“Bursa’nın yaşam rehberi”
MÜZE / MUSEUM
Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün
mesai saatleri arasında hizmet veriyor.
Arkeoloji Müzesi
Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18
Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş
M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına
kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor.
Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı
sergide.
Atatürk Evi Müzesi
Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16
19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk,
Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın
alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de
Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29
Ekim 1973’te, Cumhuriyet´in 50. yılında
müzeye dönüştürülerek ziyarete açıldı.
Bursa Kent Müzesi
Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26
Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı
padişahının balmumu heykelleri, geleneksel
ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin
topografik maketi gibi objelerle bilgiler
sunuluyor.
Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi
Umurbey / Gemlik T. 525 00 98
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma
yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve
hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar,
madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor.
Hünkâr Köşkü
Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90
Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında
av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan
Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz
ve Sultan 5. Mehmet Reşad tarafından
da kullanılmış. Atatürk’ü de ağırlamış
olan köşke günümüzde Atatürk Köşkü ve
Cumhuriyet Köşkü de deniliyor.
Hüsnü Züber Evi
Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42
1836 yılında devlet misafirhanesi olarak
yapılmış, sonra Rus konsolosluğu olarak
kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi.
Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı
Çekirge Cad. T. 232 25 90
Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu
hakkında bilinen tüm kültürel motifleri
barındıran müzede Ramazan aylarında
günümüz hayalileri tarafından Karagöz
gösterimleri yapılıyor.
Ormancılık Müzesi
Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18
Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir.
Bursa’da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi
Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır.
Türk İslam Eserleri Müzesi
Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79
Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414
– 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz
Paşa’ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri
arasındadır. “Sultaniye Medresesi” adıyla da
bilinir. Anadolu Selçuklu mimarisinde açık
avlulu medreselerin en iyi örneklerindendir.
Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi
Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41
Tekerleğin at arabasından otomobile
gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001
seri nolu araçlarından örnekler izlemek de
mümkün.
Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve
Takıları
II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye
T. 222 75 75
Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu
üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda
topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor.
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68
Türk Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran
Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi
evdir. Mütarekeye ait eşyaların korunduğu
evde, döneme ait fotoğraflar ve belgeler de
sergileniyor.
Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi
Atatürk Kongre Kültür Merkezi T. 272 16 00
Bursa´nın tekstil kenti kimliğinin yaşatılması
ve Cumhuriyet döneminin ilk sanayi
yapılarından Merinos Fabrikası’nın tarihinin
gelecek nesillere aktarılması amacıyla
kurulan Türkiye’nin ilk tekstil sanayi müzesi.
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
Açık Hava Tiyatrosu
Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12
Adile Naşit Kültür Merkezi
Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20
Akpınar Kültür Merkezi
Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk.
T. 243 73 43
Atatürk Kongre Kültür Merkezi
Merinos Parkı T. 272 16 00
A.V.P.Devlet Tiyatrosu
Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10
Barış Manço Kültür Merkezi
Mimar Sinan Cad. No.79 / Yıldırım
T. 366 02 02
Bursa Senfoni Orkestrası
A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70
Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği
Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi
Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı /
Osmangazi T. 225 51 50
Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu
Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83
rehberbursa
Fethiye Kültür Merkezi
Fethiye Mah. Huzur Cad. Fileci Sok.
T. 243 36 63
Konak Kültür Merkezi
Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00
Şehir Kütüphanesi
Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49
Tayyare Kültür Merkezi
Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48
Uğur Mumcu Kültür Merkezi
Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42
Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon
Görükle Kampüsü T. 294 00 00
16 mm Sinema Atölyesi
F. Çakmak Katlı Otoparkı Zemin Kat
T. 222 11 12
TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM &
TRANSPORTATION
Kamil Koç T. 444 05 62
Nilüfer Turizm T. 444 00 99
U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00
Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00
Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58
Şentürkler Turizm
Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66
İDO Bursa Satış Noktaları
Kent Meydanı AVM T. 255 44 60
Korupark AVM T. 242 19 49
Mamis Restaurant T. 211 23 81
Park Plaza T. 244 94 01
Plaza Tur T. 234 58 58
Görükle Kampüsü T. 442 91 25
Zafer Plaza AVM T. 225 39 08
SİNEMA / CINEMA
Korupark Cinetech T. 242 93 83
Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88
Setbaşı Prestige T. 221 48 06
Kent Meydanı T. 255 30 84
As Merkez Avşar T. 261 57 67
Akpınar K. M. T. 243 73 43
Altıparmak Burç T. 221 23 50
AFM Carrefour T. 452 83 00
B. Manço K.M. T. 366 08 36
TAKSİ / TAXI
Altıparmak T. 222 16 44
Almira T. 252 86 38
Ataevler T. 441 88 00
Bademli T. 549 24 90
Beşevler T. 451 28 28
Çekirge T. 236 71 04
Çelik Palas T. 233 27 79
Dallas T. 233 81 22
Doğumevi T. 236 67 06
İhsaniye T. 247 47 33
Kükürtlü T. 235 12 96
Nilüfer T. 245 05 98
Setbaşı T. 328 90 91
Uludağ T. 222 35 14
135
136

Benzer belgeler

09 - Dergi Bursa

09 - Dergi Bursa büyükleridir” sözüyle perçinlemişti. Zaten fazla söze ne hacet! Paylaştıklarımız kalan sayfalarda, keyifli okumalar. https://twitter.com/#!/editornotu [email protected]

Detaylı

05 - Dergi Bursa

05 - Dergi Bursa www.ozgun-ofset.com

Detaylı

11 - Dergi Bursa

11 - Dergi Bursa Orhan Turhan, Yücel Zorlu Reklam İletişim / Abonelik [email protected] [email protected] T. (0224) 233 87 11

Detaylı

06 - Dergi Bursa

06 - Dergi Bursa büyükleridir” sözüyle perçinlemişti. Zaten fazla söze ne hacet! Paylaştıklarımız kalan sayfalarda, keyifli okumalar. https://twitter.com/#!/editornotu [email protected]

Detaylı