ARAŞTIRMA, ÖĞRETİM ve İŞBİRLİĞİ

Transkript

ARAŞTIRMA, ÖĞRETİM ve İŞBİRLİĞİ
Akdeniz Üniversitesi
Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi
ve
Berlin Alice Salomon Yüksek Okulu
TÜRKİYE ve ALMANYA – CİLT II
TOPLUM, SAĞLIK ve EĞİTİMDE
ARAŞTIRMA, ÖĞRETİM ve
İŞBİRLİĞİ
Editörler
Erol ESEN - Theda BORDE
1
TÜRKİYE VE ALMANYA – CİLT II
TOPLUM, SAĞLIK ve EĞİTİMDE
ARAŞTIRMA, ÖĞRETİM ve İŞBİRLİĞİ
Editörler: Erol Esen - Theda Borde
Kapak: Dieter Hanauer
Sayfa Düzeni: Gamze Uçak
©Siyasal Kitabevi Tüm Hakları Saklıdır.
2013 Aralık, Ankara
ISBN: 978-605-4627-49-3
ISBN (Takım): 978-605-4627-47-9
Siyasal Kitabevi
Yayıncı Sertifika No: 14016
Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1
Kızılay-Ankara
Tel: +90 (0) 312 419 97 81
Faks: +90 (0) 312 419 16 11
Perakende Satış:
Zafer Çarşısı 26-27-28
Tel: +90 (0) 312 433 99 43
e-posta: [email protected]
http://www.siyasalkitap.com
Baskı:
Desen Ofset A. Ş.
Sertifika No: 11289
Birlik Mah. 448. Cad. 476. Sk. No: 2
Çankaya/Ankara Tel: 0 (312) 496 43 43
Dağıtım:
Siyasal Yayın Dağıtım
Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1
Kızılay-Ankara
Tel: +90 (0) 312 419 97 81
Faks: +90 (0) 312 419 16 11
2
İÇİNDEKİLER
SELAMLAMA ..................................................................................................... 9
Prof. Dr. İsrafil KURTCEPHE
Akdeniz Üniversitesi Rektörü
ÖNSÖZ ............................................................................................................ 11
Erol ESEN ve Theda BORDE
Editörler
AÇILIŞ KONUŞMALARI .................................................................................... 15
Peter WEBERS
Federal Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı
Margret HAEBERLE
Almanya Federal Cumhuriyeti İzmir Başkonsolosu
TÜRK-ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNİN GELECEĞİ:
SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER .................................................................... 27
MAKALE ÖZETLERİ .......................................................................................... 31
BÖLÜM I
ARAŞTIRMA, ÖĞRETİM VE İŞBİRLİĞİNDE TÜRKİYE, ALMANYA ve AVRUPA
Türkiye ve Almanya: Avrupa’da Ortak Bir Gelecek mi? .................................. 59
Patrick HENFLER ve Clemens SCHWEIZER
Sivil Toplum Kuruluşları Açısından Türk-Alman Bilimsel İşbirliği .................... 74
Kenan KOLAT
3
Türk-Alman Bilimsel İşbirliğinin Potansiyel ve Somut Projeleri (Bilim,
Araştırma, Teknoloji, Çevre ve Enerji) ............................................................ 77
Dirk TRÖNDLE
Avrupa Entegrasyonu Çerçevesinde
Türk-Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi Projesi ................................. 86
Canan BALKIR
İkili Bilimsel İlişkiler Bağlamında “Türk-Alman Üniversiteleri” ....................... 98
Fahri TÜRK ve Servet ÇINAR
AB Ekonomisinde FransAlmanya Lokomotifi ve Türkiye Vagonu:
Heterodoks Bütünleşme Senaryoları (2014-2020) ....................................... 113
İrfan KALAYCI
BÖLÜM II
TÜRK-ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNİN GÜNCEL ARAŞTIRMA KONULARI
Kısım 1: Göç ve Sağlık
Disiplinlerarası Tartışmalar Işığında Almanya’daki Türkiyeli Kadın
Göçmenlerin Sağlık Koşullarının Tarihsel Gelişimi ........................................ 135
Aslı TOPAL-CEVAHİR
Almanya’da yaşayan Göçmenlerde Demografik Değişim ve Sağlık –
BT (Bilişim Teknolojileri) Destekli Uygulamaların Getirdiği
Yeni Olanaklar .............................................................................................. 153
Funda KLEİN-ELLİNGHAUS, Tilman BRAND ve Hajo ZEEB
Kadın Göçmenlere Nasıl Ulaşılabilir? Araştırma Süreçleri ve
Berlin Doğum Öncesi (Gebelik) Dönemi Araştırmasının İlk Sonuçları .......... 166
Silke BRENNE, Jürgen BRECKENKAMP, Oliver RAZUM,
Matthias DAVID ve Theda BORDE
4
Aileyi Gözeten Bir Sosyal Bakım Modelinin
Türkiye’de Uygulanmasına Yönelik Pilot Proje ............................................. 182
Jan BASCHE ve Safiye ERGÜN
Türk-Alman Yaşlı Göçü – Bir Reklam............................................................. 190
Sarina STRUMPEN
Alanya’daki Alamanya - Yaşlılıkta Uluslararası Hareketlilik .......................... 202
Nelli BÖHM
Türkiye’ye Göç Etmiş 1. ve 2. Kuşak Göçmenlerin Sağlık Hizmetlerinden
Yararlanmaları ve Kronik Hastalık Sıklığı....................................................... 214
H. Seval AKGÜN, Coşkun BAKAR ve Elif DURUKAN
Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye’de Özel Sağlık Kuruluşlarında
Çalışmalarına Yönelik Yasal Düzenlemeler ve Çok Kültürlü Sağlık
Bakımına Yansımaları ................................................................................... 237
Ayla BAYIK TEMEL
Kısım 2: İki ve Çokdillilik
Eğitim Kurumlarında Çokdillilik: Türkiye ve
Almanya Karşılatırmasında Çokdilli Bir Eğitim Önerisi ................................. 257
Jochen REHBEIN
ZAS’da Çokdilli Yabancı Dil Edinimi: Araştırma ve Uygulama ....................... 282
Natalia GAGARİNA ve Insa GÜLZOW
Katılım: Tekdilli İletişimden Çokdilli İletişime Giden Yol .............................. 295
Hartwig BACKENHAUS ve Fırat DENKLİ
Kendime Sınır Koymadan ve Çekinmeden, Çoksesli Konuşuyorum:
Çokseslilik ve Çokdilliliğin Gücü ve Kudreti................................................... 314
Halil CAN
5
Rehber, Aracı, Multiplikatör – “Yerleşmiş” Göçmenlerin Uyum ve
Katılım için Katkı Potansiyelleri .................................................................... 328
Roman LIETZ
Kültürel Çeviri - Çokdilli Göç Araştırmalarında Perspektif Genişletme ve
İritasyon: Bir Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Örneği ........................................ 344
Pınar TUZCU ve Sina MOTZEK
BÖLÜM III
TÜRK-ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNDE GÜNCEL MODELLER, PROGRAMLAR
VE UYGULAMALAR
Kısım 1: Öğretim ve Araştırmanın Uluslararasılaşması
Avrupa’yı Öğrenmek: Bonn Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Yüksek
Lisans Programı ............................................................................................ 355
Wiebke DRESCHER
Yükseköğretimde Uluslarararasılaşma: Akdeniz Üniversitesi
Uluslararasılaşma Süreci............................................................................... 367
Emel KAHRAMAN ve Burhan ÖZKAN
Türk-Alman Eğitim Programları için bir Örnek: Uluslararası Madde Akım
Yönetimi Yüksek Lisans Programı (IMAT) ..................................................... 383
Osman YALDIZ
GeT MA – Türk-Alman Sosyal Bilimler Yüksek Lisans Programı .................... 395
Christian WILHELM
İstanbul Türk-Alman Üniversitesi Fen Fakültesi Kurulması Sürecinde
Türkiye ve Almanya Arasındaki Bilimsel İşbirliğinin Yoğunlaştırılması ......... 405
Ljudmila BORISENKO, Jonas KREBS, Anselm GEİGER ve Alexander RAEV
Türk-Alman Yükseköğrenim Değişim Programlarında Dönüşümün
Son Halkası: Uluslararası Sosyal Çalışma Lisans Programı ............................ 412
İlhan TOMANBAY
6
Kısım 2: Yükseköğretim ve Araştırma için Destekleme Programları
Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Kapsamında TÜBİTAK Destekleme
Programları ................................................................................................... 433
Aslı AKÇAYÖZ
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı AR-GE Destekleme Programları ........... 436
Mehmet Nuri KAYA
Türkiye ve Almanya Arasında Akademik Değişim ve İşbirliği Projeleri ......... 449
Meltem GÖBEN
YAZARLAR DİZİNİ .......................................................................................... 469
KATKI VEREN KURUM ve KURULUŞLAR ........................................................ 487
7
SELAMLAMA
2-4 Mayıs 2013 tarihleri arasında Türk-Alman
Bilimsel İşbirliği Forumu’na ikinci kez ev sahipliği yapmaktan mutlu olduğumu belirtmek
isterim. Üç gün boyunca her iki ülke bilim
insanlarının ele aldığı konuların güncel gelişmelerle ilgili olması ve ikili işbirliğinin geleceğine ışık tutması, bu buluşmaya özel bir önem
katmaktadır.
Ayrıca
Üniversitemizin
uluslararasılaşması konusunda Almanya’daki
kurum ve kuruluşlarla işbirliğine önem veriyoruz. Bundan dolayı Almanya’da öğrenimini
görmüş ve Üniversitemizde görev yapan çok sayıda öğretim üyesinin
Alman kurum ve kuruluşları ile yürüttükleri ortak çalışmalar bizim
için çok değerli. Bu yoğun ikili işbirliği Avrupa Programlarına da yansımaktadır. Almanya, AB Eğitim ve Gençlik Programları çerçevesinde
en fazla öğrenci ve öğretim üyesi gönderdiğimiz ülkedir. Türk-Alman
Bilim Yılı ilan edilen 2014 yılında bu ikili işbirliğinin devam etmesini
ümit ediyoruz.
Çalışmalarında her zaman uluslararası işbirliğine önem veren
Akdeniz Üniversitesi daha birçok Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’na ev sahipliği yaparak iki ülke arasında bilgi ve deneyim transferine katkı vermeye devam etmesini temenni ediyorum. Çalışmalarına
başlamasından bu yana birçok ilke imza atan ve bu yıl 10. Kuruluş
yıldönümünü kutlayan Üniversitemizin genç birimi AB Araştırma ve
Uygulama Merkezi (AKVAM) ve onunla işbirliği içinde II. TürkAlman İşbirliği Forum’un düzenlenmesini sağlayan Berlin Alice
Salomon Yüksek Okulu’na başta olmak üzere, bu Türk-Alman buluşmasının gerçekleştirilmesi ve sonuçlarının yayınlanmasına katkı
9
vererek değerli bilgi ve deneyimlerin sizlere ulaşmasını sağlayan her
iki ülke kurum ve kuruluşlarına teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. İsrafil KURTCEPHE
Akdeniz Üniversitesi Rektörü
10
ÖNSÖZ
Temel toplumsal sorunların odağında insan ve toplum bulunmaktadır.
Bu sorunlar kısaca demografik dönüşüm, bölgesel ve küresel düzeyde
sosyal ayrışma, bireyselleşme, sosyal adalet ve katılım, göç, ekolojik
sürdürülebilirlik, cinsiyetler arası ve sağlıkta adalet gibi ana başlıklar
altında toplanabilir. Bunlar aynı zamanda sosyal güvenlik, sağlık güvencesi, önleyici tıbbi hizmet ve toplumsal bütünlük gibi konularda
yeni sorunları gündeme getiriyor. Sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerine erişim sistemlerinin oluşturulması, eğitim yapılarının düzenlenmesi ve nitelikli işgücünün geliştirilmesi ile ilgili konular bununla
ilişkilidir. Gelecekle ilgili günümüz toplumsal sorunları açısından bakıldığında, uluslar ve disiplinler üstü açılımlar Türk-Alman ilişkilerinde de önem kazanmaktadır.
Halen mevcut olan az sayıdaki Türk-Alman araştırma projeleri ile
birlikte toplum, sağlık ve eğitimle ilişkili eğitim ve bilimsel işbirlikleri
çoğu kez belli kişiler ve/veya kurumlar tarafından yürütülmekte ve
dar bir bilimsel alan topluluğunun dışında pek ilgi görmemektedir. Bu
kullanılmayan potansiyelleri ortaya çıkarmak ve geliştirmek için TürkAlman Bilimsel İşbirliği Forumu 2 – 4 Mayıs 2013 tarihlerinde ikinci
kez Antalya Akdeniz Üniversitesinde düzenlenmiştir. Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKVAM) ve
Berlin Alice Salomon Yüksek Okulunun öncülüğünde düzenlenen
Forum, Türk-Alman bilim ve eğitim işbirliğinin farklı türlerini ve uygulamalarını buluşturma fırsatı veren canlı bir platformdur.
İkinci Forum içerikler açısından 2012 yılındaki ilk Forum’la ilişkili
olmakla birlikte, bu kez toplum, sağlık ve eğitim konularına odaklanmaktadır. Forum, ikili bilimsel işbirliğinin güncel koşullarını ve farklı
boyutlarını ele alıyor. Bu da, Türk-Alman ilişkileri, Almanya’ya Türk
11
işgücü göçü ve Avrupa bütünleşmesi sürecinde ortak gelecek üzerine
sunulan çeşitli bildirilerle gerçekleştirilmiştir. Forumun yoğunlukla
üzerinde durduğu toplum, sağlık ve eğitim konuları, belli araştırma
alanları ile birlikte yöntem ve uygulamalar üzerine sunulan bildirilerde işlenmiştir. Bu bildiriler, her iki ülkeden araştırmacılar, uzmanlar
ve bilimsel kurum ve kuruluş temsilcileri tarafından sunulmuştur. Üç
gün süren toplantıda bilim, işletme ve eğitim alanından yaklaşık 200
katılımcı 30’dan fazla bildiri ve poster sunumlarına katılmıştır. Uluslararası bir müzik programı Forum katılımcılarına Antalya’da kültürlerarası bir buluşma olanağı da sunmuştur.
II. Türk- Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun bir sonucu olarak
ve 50’den fazla kurum ve hizmet sunucularının (Eke bakınız) katkısı
ile bu yayını Almanca ve Türkçe olmak üzere ayrı bir basım olarak
beğeninize sunuyoruz. Kitaptaki makaleler Türk-Alman bilimsel işbirliğinin önemli konularını ele almakta; ortak araştırma ve eğitim projelerinden kazanılan deneyim ve sonuçları bir araya getirmekte ve TürkAlman işbirliğinin yükseköğretim ve araştırma alanındaki somut uygulamalara ışık tutmaktadır. Bu kitaptaki makalelerde, bilimsel işbirliği, bilgi transferi ve yenilikler gerektiren Türkiye ve Almanya’daki
toplum, sağlık ve eğitimle ilgili olası sorunlar tartışılmaktadır. Ayrıca,
Almanya ve Türkiye arasındaki bilim, eğitim ve araştırma alanındaki
işbirliğini desteklemek üzere, her iki ülkede ve Avrupa Birliği düzeyindeki teşvik ve değişim programları özetlenmektedir.
Bu organizasyonun gerçekleşmesine ve sonuçlarının yayınlanmasına katkıda bulunan bütün kurumlara ve temsilcilerine teşekkür ederiz. Hem toplantının hem de bu yayının gerçekleşmesine önemli katkılarda bulunan Almanya Federal Cumhuriyeti Eğitim ve Araştırma
Bakanlığı’na ve İstanbul’daki Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği’ne özel
olarak teşekkür ederiz. Ev sahibi olarak ve yaklaşık on idari ve akademik biriminin katkılarıyla forumun gerçekleşmesini ikinci kez
önemli ölçüde destekleyen Rektör Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe’ye ve
onun şahsında Akdeniz Üniversitesi’ne özel olarak teşekkür ederiz.
Ayrıca değerli sunum ve bildirileri ile Forum’un ve bu yayının gerçekleşmesine katkıda bulunan bütün yazarlara teşekkür ederiz. Metinlerin
12
çevirisi için Prof. Dr. Hasan Coşkun ve çalışma arkadaşlarına ve bu
metinlerin kontrolünü üstlenen Yücel Sivri’ye teşekkür ederiz. Ayrıca
ASH Berlin ve AKVAM çalışanlarına ve özellikle de çevirileri de dahil
makaleleri tek tek okuyan ve gerekli düzeltmeleri yaparak bu yayının
gerçekleşmesine katkıda bulunan Susann Richert, Meral Aksu, Sylvia
de Rooij, Veli Ercan Çetintürk, Ecem Doğan ve İrem Öztaş’a teşekkür
ederiz.
Doç. Dr. Erol ESEN
AKVAM Müdürü
Prof. Dr. Theda BORDE
Berlin Alice Salomon
Yüksek Okulu Rektörü
13
AÇILIŞ KONUŞMASI
Sayın Hanımefendiler ve Beyefendiler,
Bu foruma davet edilmek beni çok sevindirdi. Sizlere Federal Bakan
Sayın Johanna Wanka’nın selamlarını iletiyorum. Sayın Bakan, hepimize başarılı bir toplantı, bilim ve araştırma alanındaki Alman-Türk
ortaklığının daha da derinleştirilmesi için yaratıcı tartışmalar ve hedefe ulaştıracak fikirler oluşturmamızı diliyor.
Türk-Alman bilimsel işbirliğine ait bu forum ikinci kez düzenleniyor. Forumun temel konusu toplum, sağlık ve eğitimdir. Antalya
Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne ve Berlin Alice Salomon Yüksek Okulu’na Forum’un mükemmel
organizasyonu ve hazırlığı, renkli programı ve fikir alışverişi için oluşturulan çok sayıda fırsat için candan teşekkürler.
Tarihçe
Türk-Alman bilimsel işbirliğinin oldukça eskilere uzanan bir geleneği
vardır ve uygulamada Osmanlı İmparatorluğu’ndan kısa süre sonra
başlamıştır. Bu işbirliği ilk olarak geçen yüzyılın 30’lu yıllarında 30
sürgün profesörün yeni kurulan İstanbul Üniversitesine atanmasından
sonra yapılan bir anlaşma ile şekillenmiştir. Bu ilk anlaşmanın anısına
Almanya ve Türkiye Dışişleri Bakanları Eylül 2006’da Türk - Alman
işbirliğini daha da güçlendirmek ve diyalogu yoğunlaştırmak amacıyla
“Ernst-Reuter İnisiyatifi”ni yaşama geçirmiştir. Ernst Reuter de zamanında bu yolla Türkiye’ye sığınmış profesörlerden biriydi.
15
Türkiye ile yoğun ve sistematik bilgi alışverişi 1951 yılından beri
sürmektedir. Ancak ilk olarak 1984 yılında resmi işbirliği TÜBITAK1
ile Alman Araştırma Kurumu (Deutsche ForschungsgemeinschaftDFG) arasında başlamıştır. Bu anlaşma bugün bildiğimiz bilimsel teknik işbirliğinin (wissenschaftlich-technische Zusammenarbeit-WTZ)
çerçevesini oluşturmuştur. Dolayısıyla 2014 yılında tam 30 yıllık bir
Türk - Alman bilimsel işbirliği olduğunu görüyoruz.
Ayrıca 1997 yılında TÜBİTAK ile Federal Almanya Eğitim ve
Araştırma Bakanlığı (BMBF) arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Bu
anlaşma kapsamında geliştirilen araştırma programları esas olarak
Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) ile Alexander von
Humboldt Vakfı (AvH) tarafından desteklenmiştir.
İşbirliği Araçları
Uzun işbirliği süresi içinde Federal Almanya’da özellikle iki etkili araç
öne çıkmıştır:
Bunlardan birincisi ilk olarak 2007 yılında ve son olarak da 2012
Sonbaharında proje çağrısı yapılan IntenC Programıdır. Bu program
TÜBİTAK ile birlikte desteklenen projeleri içermektedir. Almanya ve
Türkiye bu program kapsamında eşit koşullarda destek vermektedirler. Sunulacak proje önerileri başlangıçta açık konulu iken, yoğun talep
üzerine her yıl değişen konularla sınırlandırma yapılmıştır. Güncel
konular, sağlık araştırması, biyo teknoloji ve gıda ve tarımsal araştırmadır. Teşvik süresi üç yıldır ve bir proje için 150.000 €’ya kadar talep
edilebilmektedir. Toplam olarak 218 proje başvurusu yapılmış ve bunlardan 36’sı onaylanmıştır. Halen yaklaşık 50 proje değerlendirme
aşamasında bulunmaktadır. Teşvik tutarı 2007’den beri toplam 4,5
milyon €’dur. Büyük araştırma programları ile karşılaştırıldığında bu
miktar küçük gibi görünüyor. Ancak bütün devletlerarası araştırma
projelerinde olduğu gibi bu önlemlerin yüksek bir etkinlik ve verimliliğe sahip olduğu bir gerçektir. Çünkü burada söz konusu olan yüksek
1
16
TÜRKİYE BİLİMSEL ve TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU [Türkische Anstalt
für Wissenschaftliche und Technologische Forschung]
maliyetli altyapı projelerinin finansmanı değil, ağların kurulması ve
yeni düşüncelerin teşvikidir.
İkinci araç, ilk olarak 2010 yılında başvuruya açılan 2 + 2 Programıdır. Şimdiye kadar bir başvuruya açılmıştır. Bir sonraki başvuru
periyodu 2013 yılı olarak planlanmıştır. Bu programda amaçlanan, en
azından bir Alman ve bir Türk araştırma kurumunu veya yüksek okulunu ve bir Alman ve bir Türk sanayi ortağını (KOBİ) bir araya getirmektir. Burada özellikle enerji araştırması, sağlık ve gıda gibi uygulama odaklı alanlarda uygulamaya ve üretime yönelik araştırmaların
teşvikidir. Teşvik süresi üç yıldır. 2010 yılında bize 16 başvuru olmuştur. Bunlardan dördü onaylanmıştır. Yıllık teşvik toplamı 75.000 ile
150.000 € arasındadır. Tek bir proje toplam olarak 900.000 €’ya kadar
desteklenebilmektedir. Sanayi ortakları, genellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ) prensip olarak maliyetin yüzde 50’sini
geri almaktadır.
Uluslararası Araştırma İşbirliğinin Önemi
Hepimiz biliyoruz ki, eğitim, bilim ve araştırma bir ülkenin yenileşme
yeteneğinin temelidir. Bunlar yüksek okullarımızın potansiyeli ile
birlikte toplumsal yaşamımızın sürdürebilirliğinin anahtarıdır.
Herkes küreselleşen dünyadan ve medya çağındaki değişen çerçeve koşullardan söz ediyor. Ancak herkes bunlardan farklı şeyler anlıyor.
Fakat kısaca söyleyecek olursak, araştırma alanındaki her uluslararası
girişim ve düzenleme çözümün bir parçasıdır. Burada önemli olan ise
doğru ortakları bulmak ve bunları bir araya getirmektir. Bu nedenle
Türk-Alman eğitim ve araştırma işbirliğinin hedefi, özellikle aşağıdaki
sorunlara uygun çözümler bulmak olmalıdır:
İlk olarak, nitelikli işgücü ihtiyacının giderilmesi zorunludur; bu
sorun hem Türkiye’yi hem de (küçük bir zaman farkıyla) Almanya’yı da
etkileyecektir.
Bundan daha önemlisi beyin göçünün önlenmesidir. İyi eğitim
görmüş nitelikli işgücünün eğitimden hemen sonra ülkeyi terk etmesi
kabul edilemez. Uluslararası deneyimler her zaman istenir. Fakat sürekli olarak yurt dışına yönelme toplumun gelişmesini önler ve ülke-
17
deki elitlere kendi ülkelerinde araştırma yapma fırsatı gittikçe sevimsiz ve verimsiz görünmeye başlar – bir kısır döngü.
Hedef beyin dolaşımıdır: Nitelikli işgücü kuşkusuz ülkeyi terk
etme hakkına sahip olmalıdır. Ancak bu kişiler kendi ülkelerine isteyerek geri dönmeli ve en yüksek düzeyde donanımlı tesislerde mükemmel araştırma olanaklarından yararlanmalıdır.
Bu nedenle Federal Almanya Hükümeti 2008 yılında bilime ve
araştırmaya uluslararası nitelik kazandırma stratejisini, kısaca
uluslararasılaşma stratejisini yürürlüğü koyma kararı almıştır.
Uluslararasılaşma Stratejisi
Uluslararasılaşma stratejisinin temeli, kendi gelişmemizin yanında
ortaklık yaptığımız ülkenin çıkarına da uzun vadeli ilgi duymamızdır.
Özellikle genç nesil ürkütücü boyuttaki yoksulluk, göç ve işsizlik ile
eğitim ve siyasi katılım eksikliğinden önemli ölçüde etkilenmektedir.
Bu
nedenle
Federal
Eğitim
ve
Araştırma
Bakanlığının
uluslararasılaşma stratejisi aşağıdaki dört hedefi öngörmektedir:
• Uluslararası sorumluluk üstlenme ve küresel zorunlulukların üstesinden gelme
Buradaki temel dürtü Almanya’nın sahip olduğu araştırma ve
yenilik potansiyeli ile küresel iklim, kaynak, sağlık, güvenlik
ve göç sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak isteğidir.
Amaçlanan, sadece bilim politikası alanında değil, dış politika
ve gelişim politikası alanındaki hedefleri inandırıcı biçimde
temsil etmek üzere bilim ve bilimsel aktörlerle politika ve toplum temsilcileri arasında köprüler kurmaktır.
• Yenilik potansiyelini uluslararası düzeye yayma
Alman şirketleri Dünya’daki mevcut ve yeniden kurulan ileri
teknoloji merkezlerini ve en yaratıcı AR-GE Merkezlerini ortak
olarak güvenceye almak zorundadır. Bu yolla yenileşme merkezi Almanya’yı güçlendiriyoruz ve onu, araştırma ve geliş-
18
tirme yönelimindeki şirketler için çok daha çekici duruma getiriyoruz.
• Gelişmekte olan ülkelerle eğitim, araştırma ve gelişme alanlarındaki
işbirliğini sürdürülebilir bir şekilde güçlendirme
Bu çaba sonuçta bu ülkelerin ekonomik, sosyal ve kültürel
gelişimine, Dünya çapındaki yoksulluğa karşı mücadeleye ve
diğer küresel sorunların çözümüne getirilen en önemli katkıdır. Afrika, Latin Amerika ve Asya’nın gelişmekte olan ülkelerindeki modern yüksek okul eğitiminin, araştırma ve yenileşme sistemlerinin oluşturulması veya güçlendirilmesi, yeni bilimsel ve ekonomik merkezlerle daha yakın işbirliği koşullarının iyileştirilmesi için gelecekteki bilimsel teknolojik işbirliği
ve gelişme işbirliği birbirine daha uyumlu duruma gelecektir.
• Dünya’nın en iyileri ile araştırma işbirliğinin güçlendirilmesi
Alman araştırmacılar gelecekte en yenilikçi bilim insanları ve
Dünya çapındaki en iyi araştırma grupları ile daha yakın işbirliğine girmek zorundadır. Aynı zamanda Almanya bütün
Dünya’dan gelen en iyi araştırmacılar ve yükseköğrenim öğrencileri, özellikle Türkiye’den gelenler için, ilk adres olmalıdır.
Bu bağlamda yurt dışındaki Alman yüksek okul angajmanlarıyla bize yararlı katkıları olan Almanya dışındaki üniversiteleri anmak isterim:
Türk-Alman Üniversitesi / İstanbul (TDU)
Alman Üniversitesi / Kahire (GUC)
Alman-Ürdün Üniversitesi / Amman (DJU)
Alman-Kazak Üniversitesi / Almaata (DKU)
Bunlar, toplumların gelişmesinde yenilikçi yüksek okulların ne
kadar önemli olduğunu kanıtlayan ve özellikle anılması gereken girişimlerin örnekleridir.
19
Almanya ile İşbirliğinde Türkiye’nin Özel Rolü
Bu konuda Türkiye’nin özel bir rolü vardır. Neden Türkiye ile yoğun
işbirliği? Sözlerimin başında Türk - Alman işbirliğinin eskilere uzanan
bir geleneği olduğunu belirtmiştim. Bilim ve araştırma alanındaki 30
yıllık yoğun ortak deneyim gelecekteki gerekliliklerin başarıyla yerine
getirilmesi için geniş bir temel oluşturuyor. Türkiye coğrafi konumu
nedeniyle kıtalar arasındaki işbirliğinde özel bir işlev ve anahtar rolü
üstleniyor. Türkiye olağanüstü bir ekonomik gelişme göstermiş ve politik olarak konumunu belirlemiştir. Türkiye özellikle kültürlerarası diyalog ve uluslararası çatışmalarda arabulucu olarak Dünya’da olup bitenlerin bir aktörü durumuna gelmiştir. Kültür ve eğitim alanındaki artan
bütünleşme ve özellikle de Almanya’daki Türk veya Türk kökenli diaspora büyük önem taşımaktadır – yine aynı şekilde Türkiye’deki 3.500
üzerindeki Alman şirketi de unutulmamalıdır.
Araştırma ve geliştirme alanında da dinamik bir süreç gözlenmektedir. Üniversite ve bilim insanı sayısı sürekli olarak artmaktadır.
Türk araştırma politikasının başarısı uluslararası patent ve yayın sayısında kendini göstermektedir. Bu konuda Türkiye Dünya sıralamasında 18. durumdadır.
Burada söz konusu olan sınırlanma değil, tam tersidir. Araştırma
işbirliğinde de karşıt ve değişik toplumsal değerler ve değer yargıları
söz konusudur – bilim ve araştırma araçları konusunda. Buna bilim
diplomasisi (Science Diplomacy) diyoruz. Burada konu, strateji değişimidir ve bizim alanımızda temel bilimsel ve araştırma politikasının
gereklilikleridir.
Alman-Türk bilim Yılı 2013/2014
Ancak her şeyin daha iyisi yapılabilir. Uzun ve yoğun ilişkilere rağmen, sistematikleşrilmeleri ve etkin tanıtımları daha da iyileştirilebilir.
Gelecekteki gerekliliklerin birlikte üstesinden gelebilmek için işbirliğinin yeni bir kaliteye kavuşturulması, yenilenme ve yeni bir temel oluşturma üzerinde düşünülebilir. Kanımca her zaman aynı veya benzer
konular üzerinde çalışmak yeterli değildir. Birçok alanda sistematikleştirme ve odaklanmanın yararlı olduğunu düşünüyorum. Federal
20
düzeyde Türk-Alman araştırma işbirliğinin “ışık kuleleri” ve geleneksel elementlerini yukarıda andım, örneğin İstanbul’daki Türk-Alman
Üniversitesi, 2+2 projeleri ve yoğun araştırma işbirliği projeleri,
IntenC. “Işık kulesi” niteliği kazanabilecek yeni bir aracı şimdi anlatmak istiyorum. Bu araç, planlanan Türk - Alman bilim yılı
2013/2014’tür.
Tarihçesi oldukça kısadır. Federal Almanya Başbakanı Merkel 2013
Şubat ayı sonundaki Türkiye gezisinde Başbakan Erdoğan ile birlikte
Türk - Alman bilim yılını ilan etmiştir. Burada söz konusu olan, Federal
Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın her yıl dönüşümlü ortaklarla yoğun
biçimde yararlandığı uygun bir araçtır. Her yıl, bilim ve araştırma alanında şimdiye kadar yürüttüğümüz başarılı işbirliğini yoğunlaştırdığımız bir ülke vardır – bu ülke son olarak Güney Afrika idi.
Bu gibi bilim yılları ile neyi amaçlıyoruz? İşbirliğinin kalıcı olmasını güvenceye almak için zengin geleneğe sahip işbirliğine yeni bir
kalite kazandırmak istiyoruz. Bunu, bir çatı altında ve belirli bir sürede, muhtemelen daha önce Türkiye ile bir işbirliğini düşünmemiş araştırma ve aracı kuruluşların, özel sektörün veya diğer üniversitelerin
bir araya getirilmesi ve çok sayıda önemli etkinliklerle sağlamak istiyoruz. Bilim yılının Sonbaharın sonuna doğru başlatılması öngörülmektedir. Geçen yıllardaki deneyimler de göstermektedir ki, ortak
çabaların işbirliklerini çok olumlu bir şekilde etkilediğini ve uzun vadede karşılıklı anlayışın daha da derinlemesine fırsat tanıdığını göstermektedir. Halen Türk tarafı ile bütün konularda görüşmeler yürütüyoruz. Türk-Alman bilim yılında, ilginç yeni projelerle sizlerle yeniden karşılaşmaktan büyük mutluluk duyarım.
Burada birlikte olduğumuz günlerde hepimize ilginç görüşmeler,
verimli tartışmalar ve coşturucu yeni fikirler diliyorum.
İlgilerinize çok teşekkür ederim.
Peter WEBERS
Almanya Federal Cumhuriyeti Bilim ve Araştırma Bakanlığı
21
AÇILIŞ KONUŞMASI
Sayın Hanımefendiler ve Beyefendiler,
Tam bir yıl önce yine burada, Akdeniz Üniversitesinde klasik üniversitelerin Almanya’daki rolü yanı sıra 40 yıl önce ekonomi kuruluşlarının
baskısı ile devlet düzenlemeleri yapılan uygulamalı yüksek okullardan
bahsetmiştim. Bu yüksek okullar 40 yıl içerisinde Alman şirketlerinin
sanayiye ve uygulamaya yakın eğitim almış yüksek kalifiye eleman
ihtiyacını gidermek üzere yüksek öğrenimin olmazsa olmaz ikinci bir
unsuru haline gelmiştir.
Üniversiteler yüzyıllardır bilimin bağımsızlığı, temel araştırmalar
ve yepyeni keşifler için arayışlarla öne çıkmıştır ve çıkmaktadır. Özellikle klasik üniversitelerin koyduğu çerçeve bilim insanlarına doğadaki ve yaşamımızdaki konuları araştırma özgürlüğü tanımaktadır.
Bu yılki konferansın üç ana temasından birine değinmek gerekirse; Tıp dünyasının ve sağlık araştırmalarının kökleri Bergama veya
Datça yarımadasında bulunan ve Antik Çağ’da tıp eğitim merkezi ile
meşhur olan Knidos gibi merkezlerde yatıyor. Knidos’daki Asklepion,
Bergama, Kos ve Epidauros’dakiler gibi Antik Çağ’ın en ünlü sağlık
merkezlerinden biriydi.
Veya 19. Yüzyıla bakarsak; Berlin Charitè Hastanesi 19. Yüzyılda
o döneme kadar ölümcül olan veba hastalığının araştırılması için kurulmuş ve modern koruyucu sağlık hizmetlerinin öncüsü olarak
Virchow, Sauerbruch ve Robert Koch gibi dünyaca ünlü bilim adamlarının araştırma merkezi ve hastanesi olmuştur. Üniversiteler kapsamındaki araştırma özgürlüğü, çocuk felci ve çiçek hastalığı gibi yaygın hastalıklarda buluşlar sağlamış, penisilin ilacı sayısız insanın hayatını kurtarmıştır ve kurtarmaktadır. Ve daha 20. yüzyılın başlarında, geniş anlamda yol göstericiliği ile bilinen sosyal politikacı Alice Salomon, araş-
23
tırma çalışmalarında çocukların, çalışan annelerin ve anne adaylarının
yasal olarak korunması ve iş güvenliği gibi sosyal ve sağlık politikaların
önemli konularına odaklanmıştır. Bu konular ehemmiyetleri sebebiyle
günümüzde de toplumun merkezinde yerlerini almaktadırlar.
Klasik bilim ve araştırmaya paralel olarak sanayileşme ile birlikte
günlük uygulamadaki pratik çözümler için AR-GE oluşmuştur. Örneğin İngiltere’de dokuma makineleri, tahrikli araçlar, Carl Benz’in iki
zamanlı motoru veya Robert Bosch’un meşhur ateşleme bujileri. Artık
yokluğu düşünülemeyen MP3 çaları Almanya’da uygulamalı araştırma enstitüsü Fraunhofer Institut tarafından bulunmuştur ve 1998 yılında dünya çapında başarıya ulaşmıştır. Almanya’da sanayi araştırmaları, üniversite ve uygulamalı yüksek okullardaki eğitim ve araştırma kuruluşlarındaki çalışmalar tıpkı bir zincirin halkaları gibi iç içe
geçmiş durumdadır. Git gide kısalan gelişim döngüleri klasik bilim ile
uygulamalı araştırmaların sıkı işbirliğini kaçınılmaz kılmaktadır. Gelecekteki global rekabet gücü ancak bu şekilde sağlanabilinmektedir.
Ve global rekabet gücü aynı zamanda global know-how’u da insan sermayesine katmak demektir. Temel araştırma yapan 80 MaxPlanck Enstitülerine baktığımızda, direktörlerin yaklaşık üçte biri,
doktora adaylarının ise neredeyse yarısı yabancı pasaporta sahip. Sayısı yine 80’e yakın olan uygulamalı araştırma enstitülerinde de benzer
bir durumdan bahsedebilirim. Ve bu kuruluşlar dünya çapında faaliyet gösteren bir araştırma ağına mensuplar.
Almanya ve Türkiye konularına dönecek olursak; geçen yıl bir
Türk sanayi heyeti ile birlikte Stuttgart’a gittiğimde, Stuttgart üniversiteleri birçoğu Türk asıllı olan göç kökenli genç çalışanlar tarafından
temsil edilmiş idi. Bu genç insanlar gurbette zorlu bir iş hayatını göze
alarak Almanya’ya giden ve çocuklarına ve torunlarına uluslararası iş
ve bilim platformlarında gelecek sağlayan anne ve babaları, büyük
anne ve büyük babaları ile gurur duyuyorlar.
İki yönlü bu beyin göçünün araştırma çalışmaları henüz başlangıç
safhasında bulunmaktadır.
Daha yoğun bir Profesör ve Bilimci değişimi için vaktin geldiğinden ümitliyim. ERASMUS, öğrencilerin Avrupa’da diğer üniversitele-
24
rin akademik ortamlarını görmeleri için önemli bir araç, uluslararası
araştırma ve bilime açılan bir kapıdır. Ancak bilimsel işbirliğini taşıyan
unsurlar, misafir profesör görevleridir ve bir günün veya projenin
ötesine geçen yoğun akademisyen değişimleridir.
Özellikle sağlık konusunda ekonomi ve bilim alanları ülkelerimize birçok bağlantı olanakları sunmaktadır. Alman ekonomisinin orta
ve uzun vadeli planlamaları ile çeşitli sektörlerde başarılı bir şekilde
kanıtladığı gibi, şirketlerin de araştırma ve ürün geliştirmeye yönelik
maddi yatırımları vazgeçilmezdir. Türkiye’deki şirketler için de araştırma ve insan sermayesine orta ve uzun vadeli daha yoğun yatırımlar
kaçınılmazdır. Ancak bu şekilde Alman-Türk ekonomi işbirliği bir üst
teknolojik seviyeye taşınabilir.
Türk hükümeti Ocak 2013’te temel araştırmalar için teşvikler öngören bir yasa düzenlemesi hazırlayarak ekonomi ve bilim konumu
açısından Türkiye için önemli bir yatırımda bulunmuştur. Bu yasanın
üniversiteler alanında daha yoğun bir akademisyen ve bilim insanları
değişimine giden yolu da açacağından ümitliyim. Almanya da uzun
bir süre uluslararası deneyim alışverişi yararına yabancı misafir profesörleri ve doktora öğrencilerini ülkeye çeken bir bilim ve araştırma
ortamı yaratmak için uğraş vermiştir. Yalnızca üstün ürünlerde değil
aynı zamanda üstün insan gücünde de global rekabeti ancak uluslar
arsılaşmış bir üniversite ve araştırma ortamı sağlayabilir.
Bu yılki konferansın bilimsel konu başlığı olan sağlık sektörü, sanayileşme ve gelişmişlik seviyesi ne olursa olsun her ülke için olağanüstü büyük bir iktisadi önem taşımaktadır. İnsan sermayesi açısından
neredeyse pahası biçilemeyen bir faktör olan hastalıklar için tedavi
süreçlerinde milyarlar harcanmaktadır. Sağlık tedbirleri ve hizmetleri
toplumsal refahın bir anahtarıdır. Sağlık sektörü, tarım, gıda, su kullanımı ve dağıtımı gibi sektörlerle olduğu gibi iklim etkilerini daha taslak aşamasında dikkate alarak ısıtma ve soğutma için enerji tüketimini
azaltan yapı sektörü ile de yakından bağlantılıdır. Bu konular Antik
Çağ’da bile, özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde, bir bütün olarak
görülmekte idi.
25
Sağlık sektörüne yakından baktığımızda da birçok Türk-Alman
işbirliği olanaklarının olduğunu görebiliriz. Alman Nobel ödülü sahibi
kişilerin tıp alanındaki keşiflerinden Bayer, Schering veya Merck gibi
global şirketler için temel oluşturucu ilaçlar geliştirilmiştir.
Almanya’da daha o dönemde dengeli ve sağlıklı yaşam gibi konular araştırılıyor, günlük yaşamda bitki ve baharat kullanımı ile ilgili
deneyimler yazılıyordu. Neticede homeopatik bilgiler artık günlük yaşantımızda yerlerini aldılar. Aynı şekilde termal tedavi kültürünün kökeni de 19. yüzyıla dayanmaktadır. Romalılar, günümüzde BadenBaden olarak bilinen, o dönemin Aurelia Aquensis’deki İmparator termallerine ve Caracalla termallerine büyük değer veriyorlardı. Kitle sporu olarak ilk beden eğitimi 1811’de Alman Jimnastik Derneğinin kurucusu Jahn ve Berlin’de ilk jimnastik sahasının yapımı ile yaygınlaşmıştır.
Bozulmuş bir sağlığı tamir etmek onu korumaktan daha masraflı
olduğu için son yüzyıllarda sağlıklı yaşamı korumak adına birçok
araştırmalar yapıldı. Günümüzde toplumlar sağlıklı yaşama hem şahsi
hem de maddi yatırımlar yapmaya razıdırlar. Dünyaca tanınmış antik
tıp merkezleri, kaplıcaları ve ılıman iklimi olan İzmir kenti EXPO 2020
adaylığı için “Herkes için sağlık” başlıklı teması ile hem gelecek için
hem de hastalıkların ve beraberinde getirdikleri maddi ve toplumsal
yüklerin azalması için her bireyin sağlığını koruma sorumluluğu olduğuna dair önemli bir işaret koymuştur. Son 10-15 yıl içerisinde bu
bilgiler birçok fizik tedavi mesleği ile birlikte hızla büyüyen wellness
turizminde yerlerini almışlardır. Almanya ve Türkiye, özellikle de Ege
Bölgesi, doğal kaplıca bakımından çok zengin bölgelerdir. Bölgenin
özel ikliminde tıp alanındaki araştırmalar, sağlık ticaretindeki deneyimler... Tüm bunlar uzun süreli ikili araştırma çalışmalarının temelini
oluşturabilir.
Margit HÄBERLE
Almanya Federal Cumhuriyeti İzmir Başkonsolosu
26
TÜRK-ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNİN GELECEĞİ:
SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER
İkinci Türk-Alman Bilimsel Forumu’nun amacı; toplum, sağlık ve eğitim alanlarındaki uluslararası sorunlara yönelik iki taraflı bilimsel
işbirliğini geliştirmek ve güçlendirmekti. Güncel araştırma projeleri ve
teşvik programları, üniversiteler ve diğer eğitim kurumları arasındaki
mevcut işbirliği modelleri uygulamadan gelen temsilcilerin de katkılarıyla ele alınarak, iki ülke arasındaki uluslar üstü işbirliği potansiyeli
güçlendirilmiş, çerçeve koşullar ve teşvik olanakları belirginleştirilmiş,
mevcut ağlar genişletilmiş ve yeni işbirliği konu ve alanlarının ortaya
çıkarılmasına olanak sağlanmıştır.
Güncel toplumsal gelecek sorunları açısından bakıldığında TürkAlman ilişkilerinin uluslararası ve disiplinler arası perspektifleri de
önem kazanmaktadır. Her iki ülkenin temel toplumsal sorunlarının
odağında insan, teknoloji ve toplum bulunmaktadır. Demografik dönüşüm, bölgesel ve küresel düzeyde sosyal ayrışma ve göç, sosyal
adalet, toplum, sağlık ve eğitim alanındaki katılım konularıyla ilişkilidir ve bakım sistemleri, eğitim altyapıları ve uzman yetiştirme modelleri yenilikçi düzenlemeleri gerektirmektedir.
Almanya’daki nüfusun yaklaşık yüzde 20’si göçmen kökenlidir;
bunların en büyük bölümünü Türkler oluşturmaktadır. İkinci TürkAlman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun sonuçlarına göre, Türk ve Alman
kökenli insanlar Türk-Alman bilimsel işbirliğinde bugün bile belirleyici bir rol üstlenmekte ve değerli bir kaynak oluşturmaktadırlar. Göç,
çeşitlilik ve çok dillilik genel olarak önemli bir toplumsal potansiyel
oluşturmakta, ancak sosyal adaleti sağlamak ve sosyal dayanışmayı
güçlendirmek için bilinçli bir şekilde desteklenmesi gerekmektedir.
27
Çeşitli araştırmaların bulgularına göre Almanya’daki göçmenler
sadece sosyal açıdan değil sağlık açısından da dezavantajlı durumdadırlar ve sağlık hizmetlerinin şimdiye kadar göç ülkesine özgün ihtiyaçlar karşısında yetersiz kaldığını göstermektedir. Özellikle yaşlı
göçmenlerin ve ülkeye yeni göç eden insanların sağlık durumunu belirgin ölçüde iyileştirmek, iletişim sorunlarını uygun biçimde çözmek
ve sağlık hizmetlerini ulaşılır kılmak için yeni yöntem ve uygulamalar
gerekmektedir. Aynı zamanda göçmenlerin sağlık, sosyal ve eğitim
alanlarında uzman eleman olarak aranır hale geldikleri görülmektedir.
Almanya ile Türkiye arasında hem uzmanların yetiştirilmesi hem de
halk sağlığı araştırmalarında ilginç konu ve çözüm alanları ortaya
çıkmaktadır.
Eğitim kurumlarındaki (ve diğer kurumlardaki) iki veya çok dillilik analizinin önemi ve bununla ilişkili potansiyellerin geliştirmesi
açısından her iki ülkede de önce bilimsel olarak tespit edilip tanımlamayı gerektiren büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır. Göçmenlerin eğitim
potansiyelini güçlendirmek ve çok dilliliğin mevcut kaynaklarına ivme
kazandırmak için Almanya’daki Türk kökenli çocukların okul öncesinde iki dilli eğitim kurumlarına gönderilmesi de, çözüm yönünde bir
ilk adım olabilir. Hem Türkiye’de hem de Almanya’da iki dilli eğitime
önem veren yeni bir eğitim politikası anlayışına yönelme görülmektedir; bu durum, her iki ülkenin konuyla ilgili bugüne kadarki siyasi
tutumunda bir değişimi de ifade ettiği söylenebilir.
Türk-Alman ilişkileri, her iki ülkenin gelecekteki bilimsel işbirliğinde dikkate alması gereken üç temel sütun üzerinde kuruludur.
Bunlardan birincisi, uzun bir geçmişe sahip ve mevcut bilimsel işbirliğinin ortaya çıkıp geliştirilmesine temel teşkil eden yapıları içinde
barından ikili ilişkilerdir; ikincisi bilim ve araştırma alanında hiç kuşkusuz yeni ortak işbirliği alanları ve olanaklarını beraberinde getiren
Avrupa bütünleşmesi süreci ve üçüncüsü de iki ülke arasında gerçekleşen insan göçüdür. İkili ve Avrupa düzleminde bugüne kadar devam
eden özel ilişkiler, gelecekte Almanya ile Türkiye arasındaki bilimsel
işbirliğini belirleyecek çok yönlü alanlar ortaya çıkaracaktır.
28
Mevcut politika ve uygulamaları güncelleştirmek ve ilgili değerlendirmeleri derinleştirmek için ikili bilimsel düşünce alışverişinin
kesintisiz olarak sürdürülmesi gerekmektedir. Diğer araştırma ve geliştirme alanlarına doğrudan etkisi olmasına rağmen, Türk-Alman
bilimsel işbirliği çerçevesinde sosyal, eğitim ve sağlık bilimlerine henüz gerekli önem verilmemektedir. Türk-Alman bilimsel işbirliğini
sürekli biçimde güçlendirmek için eğitim, araştırma ve uygulama alanlarında çeşitlilik odaklı yapılanmaların ve yeterliliklerin yaratılması
vazgeçilmez ön koşuldur. Her iki ülkede uluslararası görünürlük ve
etkileşim için uzmanlık alanlarına ve disiplinler arası çalışmaya yönelik ikili platformların amaca uygun biçimde teşvik edilmesi gerekmektedir. Yine aynı şekilde ikili veya çoklu işbirliklerini belirleyen çerçeve
koşullarının esnekleştirilmesi, mevcut işbirliği yapılarının daha da
kurumsallaştırılması ve bilim, ekonomi ve uygulamanın daha yoğun
birbiriyle uyumlaştırılması da yararlı olacaktır.
2014 Türk-Alman araştırma, eğitim ve yenilik yılı Türk-Alman bilimsel işbirliğinin önemli bir kilometre taşıdır. İkinci Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun çok sayıda katılımcısı açısından bunun
hedefi, Antalya’da tespit edilen kurumlar, bilim insanları ve uygulamadan gelen uzmanlar arasındaki mevcut işbirliğini daha da derinleştirmek, genç araştırmacıları desteklemek için yeni atılımlarla birlikte
toplum, sağlık ve eğitim alanlarında ihtiyaç duyulan bilgi transferini
sağlamaktır.
Bunun için Almanya’da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin eğitim potansiyellerini güçlendirmek ve uluslar üstü projeler başlatmanın yanı
sıra mevcut olan Türk-Alman araştırma projelerini, eğitim ve yüksek
öğretim alanındaki işbirliğini ve üniversiteler, iş dünyası ve sivil toplum arasındaki ortaklıkları kamuoyuna daha güçlü biçimde tanıtmak
ve bunları görünür kılma olanaklarını yaratmak gerekir.
29
MAKALE ÖZETLERİ
Türkiye ve Almanya: Avrupa’da Ortak Bir Gelecek mi?
Patrick HENFLER ve Clemens SCHWEIZER
Anahtar Sözcükler: AB giriş süreci, Kopenhag Kriterleri, AİHM karaları
Bu makalede yarar ve zararları teraziye vurmak suretiyle Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne (AB) giriş süreci bağlamında, gerek Türkiye gerekse
Avrupa açısından önemli sorunlar ele alınmaktadır. Bu kapsamda AB
giriş sürecindeki engeller ekonomik, kültürel, toplumsal, siyasî ve
hukukî yönleriyle tartışılıyor, muhtemel çözümler ortaya konuyor,
nitekim son gelişmeler aktarıldığı gibi Türkiye ile AB arasındaki yakınlaşma süreci ve üyelik işlemlerinin başarıyla sonuçlandırılması
olanakları da değerlendirmeye alınıyor.
Sayfa: 59
--------------Sivil Toplum Kuruluşları Açısından Türk-Alman Bilimsel İşbirliği
Kenan KOLAT
Anahtar Sözcükler: Türk kökenli bilim insanları, bilimsel işbirliği, TürkAlman sivil toplum kuruluşları
Almanya Türk Toplumu Türk-Alman bilimsel işbirliğini desteklemektedir. Bu işbirliği Almanya’da yaşayan ve oradaki üniversitelerde çalışan 1.500 Türk kökenli bilim insanını kapsadığı gibi, uzun yıllardır
çeşitli projelerde birlikte çalışan Türkiye’den ve Almanya’dan bilim
insanlarını, ama aynı zamanda Avrupa Eğitim ve Gençlik Programları
31
çerçevesinde birbiriyle yoğun işbirliğine girmiş eğitim, araştırma ve
öğretim kurumlarını kapsamaktadır. İki ülke arasındaki işbirliği hem
Türkiye’nin AB sürecine önemli bir katkı olacak, aynı zamanda Almanya’da yaşayan Türklerin konumunun iyileşmesine katkı verecektir. Türk-Alman Bilim Yılı’na ortak çalışmalar yürüten sivil toplum
kuruluşlarının dahil edilmesini destekliyoruz.
Sayfa: 74
--------------Türk-Alman Bilimsel İşbirliğinin Potansiyel ve Somut Projeleri
(Bilim, Araştırma, Teknoloji, Çevre ve Enerji)
Dirk TRÖNDLE
Anahtar Sözcükler: Deutsch-türkische Kooperationsfelder, Türk-Alman
işbirliği alanları, Teknoloji ve Bilim değişimi, Kalkınma işbirliği,
Almanya ile Türkiye arasındaki bilim, araştırma ve teknoloji alanında
ileride olasι işbirliği potansiyelinin çerçevesinin çizilmesinden ve işbirliği alanlarının tanımlanmasından önce, çerçeve koşulların belirlenmesi, sorunlu alanların açığa çıkarılması ve ortak hedeflerin tanımlanması
gerekmektedir. Araştırma ve teknoloji alanındaki işbirliği kendiliğinden gelişmektedir.
Çerçeve koşulları için vazgeçilmez önkoşul, araştırmacıların sorumluluk taşıyan davranışlarını güvenceye alan doğruluk, tarafsızlık ve samimiyet gibi araştırma etkinliğinin herkesçe kabullenilen ortak temel
değerlerine riayet etmektir. Araştırmaların ve araştırma ekiplerinin
gittikçe artan küreselleşme eğilimi, araştırma sonuçları üzerindeki
kültürlerarası yanlış anlama ve kamu politikası tartışmaları tehlikesini
içermekte ve bu da iklim değişimi örneğinde de görüldüğü gibi araştırmalar üzerinde birtakım etkilerde bulunabilmektedir. Kalkınma
yardımı, verimlilik ve sürdürülebilirliğin artırılması konusundaki tartışmalardan elde edilen deneyimler, eşit bir ortaklığın kalıcı olarak
kurulmasının da bir diğer önkoşul olduğunu göstermektedir.
32
Hiç kuşkusuz sorunların en başında şirketlerin ARGE sonuçlarını diğer şirket ve kurumlarla paylaşmakta gösterdikleri isteksizliktir. Çünkü aksi takdirde şirketin yenileşme becerisinin tehlikeye gireceği düşünülür. Ayrıca, temel araştırmalara ağırlık veren üniversite camiası
ile şirketlerin uygulama odaklı ARGE çalışmalarının birbirinden kesin
olarak ayrışmış olması, sanayi bağlamındaki sorunların bilim dünyasına aktarılmaması ve tersi durum ile üniversite dışı bağımsız araştırma kurumlarının eksikliği de diyaloğu keza engelleyebilir.
Mesleki eğitim ve yükseköğretim gibi ikincil sektörlerdeki gelişmeler
de uygunluk ve mükemmeliyet ölçütüne göre araştırma projelerinin
tercihleri ve karar ölçütleri gibi kimi hususlar araştırmalarda işbirliği
yapılmasına başarılı katkıda bulunabilir.
Türk-Alman bilimsel işbirliğinin sorun alanları, uygulamaya yönelik
araştırma ve geliştirme faaliyetleri, araştırma ve sanayi stratejileri
Sayfa: 77
--------------Avrupa Entegrasyonu Çerçevesinde Türk-Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi Projesi
Canan BALKIR
Anahtar Sözcükler: İnovasyon ve göç, Türk-Alman İnovasyon Ağları, Doğrudan Yabancı Yatırım, Patent
Çalışmanın konusu, "Avrupa Entegrasyonu Çerçevesinde Türk-Alman
İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi" projesidir. Türkiye-Almanya
arasındaki etkileşimi önceki çalışmalardan farklı açılarla inceleyen
proje, yeni dünya düzeninde önemi artan inovasyon ağlarını araştırmakta ve bu ağların geliştirilmesi sürecine odaklanmaktadır. Proje, iki
ülke arasında göç, bilgi transferi ve ticaret kanallarıyla gerçekleşen
yenilikçi faaliyetleri sosyal ağ analizi ile araştırmaktadır. Bu bağlamda
ağların geliştirilmesi sürecinde yaşanan aksaklıklar ve iki ülke arasındaki inovasyon ağlarının nasıl geliştirilebileceği de araştırmanın konu-
33
sunu oluşturmaktadır. Projeye yurt içinden ve yurt dışından birçok
kurum, kuruluş, akademisyen ve girişimci katkıda bulunmaktadır.
Proje, TÜBİTAK ve Federal Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı
IntenC (Intensified Cooperation-Yoğunlaştırılmış İşbirliği) tarafından
desteklenmektedir.
Sayfa: 86
--------------İkili Bilimsel İlişkiler Bağlamında “Türk-Alman Üniversiteleri”
Fahri TÜRK ve Servet ÇINAR
Anahtar Sözcükler: Bilimsel İlişkiler, Türk-Alman Üniversitesi, TürkAlman Avrupa Üniversitesi, Teknoloji Aktarımı
Türkiye ve Almanya birbirleriyle uzun yıllardan beri siyasal, ekonomik, askeri, eğitim ve bilimsel alanlarda gelişmiş boyutlarda ilişkileri
olan iki ülkedir. Bu ilişkiler iki tarafa da farklı şekillerde katkı sağlamaktadır. Ancak iki ülke karşılaştırıldığında, Almanya’nın Türkiye’ye
bilim ve özellikle teknoloji ihracı çok önemli boyutlardadır. İşte bu
çalışmada, Almanya’dan Türkiye’ye aktarılan bilimsel deneyimler,
genelde üniversiteler özelde ise Türk-Alman Üniversitesi’ne odaklanılmak suretiyle ele alınacaktır. İlişkilerin tarihsel boyutuna kısa bir
bakıştan sonra, cumhuriyet yılları ve özellikle Türkiye’de kurulan ve
kurulmakta olan Alman üniversitelerinin iki ülke ilişkilerine yapacağı
katkılar uzman görüşlerine başvurmak suretiyle ampirik veriler yardımıyla çözümlenecektir.
Sayfa: 98
---------------
34
AB Ekonomisinde FransAlmanya Lokomotifi ve Türkiye Vagonu:
Heterodoks Bütünleşme Senaryoları (2014-2020)
İrfan KALAYCI
Anahtar Sözcükler: Lokomotif FransAlmanya,
heterodoks bütünleşme modelleri.
Vagon Türkiye, AB’ye
Fransa ve Almanya, Avrupa’nın en güçlü iki ekonomisidir. Bu ikili,
Avrupa Birliği’nin (AB) ilk inşasından beri genellikle tek ülkeymiş gibi
hareket etmekte; AB kurumları ve politikalarının yapımında hep lokomotif güç olarak rol oynamaktadır. O nedenle, AB trenine hangi
ülkenin vagon olarak eklemleneceğine, kurulu mekanizmanın yanısıra
bu ikilinin ortak kararı belirleyici olmuştur. Elysée Antlaşması’nın 40.
yıldönümünde (2003) çok yönlü ekonomi-politik ekseninde çeşitli ortaklıklar kuracaklarını ilan etmeleri ise, bu iki ülkenin -dünya haritasında var olmasa da- zihinlerde “FransAlmanya” (FA) olarak adlandırmasına yol açtı. Türkiye’nin de yeni bir vagon olup olamayacağı
büyük ölçüde- FA’nın kararına bağlıdır. Ayrıca AB’nin her (yedi yıllık)
ortak bütçesi de hangi devletin yeni üye olacağı konusunda bir fikir
verebilmektedir. Her şeye rağmen, gümrük birliğinin de etkisiyle, 2014
değil, fakat 2021 bütçesinde Türkiye’ye yer açılması yani AB kapısının
açılması mümkündür. Bu gelişmeyi ciddiye alan FA, Türkiye’nin, AB
merkezine yerleşmemesi fakat kontrol edilebilecek şekilde AB’den de
fazla uzaklaşmaması için türev / aykırı (heterodoks) bütünleşme modellerine itmeye çalışmaktadır. Örneğin; imtiyazlı ortaklık, Akdeniz
Birliği, aşamalı bütünleşme, vs. Bu modellerin hepsi ana akım tam
üyeliğe karşı birer seçenek olup Türkiye tarafından reddedilmektedir.
Sayfa: 113
---------------
35
Disiplinlerarası Tartışmalar Işığında Almanya’daki Türkiyeli Kadın
Göçmenlerin Sağlık Koşullarının Tarihsel Gelişimi
Aslı TOPAL-CEVAHİR
Anahtar Sözcükler: Göç ve sağlık, Türkiyeli kadın göçmenler, Kadın göçmen
işçiler
Bu doktora tezi projesinde, göçmen işçi alımı çerçevesinde Almanya’ya gelmiş Türkiyeli kadın göçmenler ses veriyor! Parasal sıkıntı,
politik anlaşmazlıklar sonrası, kocaları veya ailelerinin zoruyla ve
geleneklerden kaynaklanan zorlamalar sonucu Almanya’da özgürlük
ve refah arayan kadınlar bugün Alman sağlık sistemi içinde „bunalımlı“ ve „hasta“ olarak nitelendirilmektedir. Halbuki onlar göçmenliklerinin başında en sağlıklı ve en becerikli kadınlar arasındaydılar. Göç,
kadınları hasta mı ediyor? Kadın göçmenlerin sağlığı Almanya’da
nasıl bir gelişim izledi? Aynı şekilde, göç sürecinin ve Almanya’daki
yaşam koşullarının hangi etkenleri, sağlık gelişimi açısından risk
ve/veya şans olarak nitelendirilebilir?
Sayfa: 135
--------------Almanya’da Yaşayan Göçmenlerde Demografik Değişim ve Sağlık –
BT (Bilişim Teknolojileri) Destekli Uygulamaların Getirdiği Yeni
Olanaklar
Funda KLEİN-ELLİNGHAUS, Tilman BRAND ve Hajo ZEEB
Anahtar Sözcükler: Nüfus Yapısındaki Değişim, Göç, Sağlık Hizmetlerine
Erişim, e-Sağlık
Demografik değişimler ve bununla bağlantılı olarak kronik hastalıklardaki artış; Alman sağlık sistemini, üstesinden gelinmesi gereken
yeni zorluklarla karşı karşıya bırakıyor. Nüfus yapısındaki yaşlanmadan, göçmen kökenli nüfus da büyük oranda etkileniyor. Bu temel
36
üzerinde, Almanya’da yaşayan göçmen kökenli ve ileri yaşlardaki
Türk nüfusun doğrudan sağlıkla ilgili gerek ve gereksinimleri konusunu içeren bir uzmanlar tartışması yürütüldü. Sonuçlar, bu grubun
sağlık hizmeti alımında zorluklar yaşadığına işaret ediyor ve dil engelleri yanında sosyoekonomik koşulların ve aile içi ilişkilerin de önemli
bir yer tuttuğunu gösteriyor. Bu grubun sağlığa özgü sorunlarından ve
üst düzey internet erişimlerinden hareketle, Bilişim Teknolojileri (BT)
destekli uygulamalar; göçmen kökenli kişilerin sağlık bilgilerini ve
aldıkları sağlık hizmetlerini iyileştirebilme adına gerçekçi bir yöntem
olarak belirleniyor. Bu da “Göçmenler için Sağlık Yardımcıları”
(Gesundheitsassistenten für Migranten und Migrantinnen, GeM) projesi örneğinde açıklanıyor. Sonuçlar, hedef grubun, BT-destekli bir
sağlık yardımcısının sunabileceği hizmetlere hazır olduğunu ve bunlara ilgi duyduklarını gösteriyor.
Sayfa: 153
--------------Kadın Göçmenlere Nasıl Ulaşılabilir? Araştırma Süreçleri ve Berlin
Doğum Öncesi (Gebelik) Dönemi Araştırmasının İlk Sonuçları
Silke BRENNE, Jürgen BRECKENKAMP, Oliver RAZUM,
Matthias DAVID ve Theda BORDE
Anahtar Sözcükler: Kültürel çevreye adapte olma (kültürleşme), göçmenliğe
duyarlı, sağlık-bakım araştırması, doğum klinikleri, doğum öncesi dönemi
verileri
Arka Plan: Almanya’da yaşayan nüfusun % 20’sinin göçmenlik olgusuyla öyle ya da böyle ama mutlaka bir bağları olmasına karşın; sağlık
ve bakımla ilgili pek çok araştırmada yeterince dikkate alınmamışlardır. Bir karşılaştırmalı analizde, Berlin Doğum Öncesi (Gebelik) Dönemi Araştırması, göçmenlikle bağlantısı olan ve olmayan kadınlardaki doğum sonuçlarını belirleyen sosyal etkenlerin önemi değerlendirilmektedir.
37
Yöntem: Üç ayrı doğum kliniğinde, sosyo-demografik ve göçmenlikle
bağlantılı verilerin yer aldığı standart söyleşiler yoluyla kadınlarla
görüşüldü. Bu ham veriler, kliniklerin doğum öncesi dönemi verileriyle birleştirildi ve sonuçlar çıkarıldı.
Sonuçlar: Araştırma yapılan süreçte anket formu 7100 kadına ulaştırıldı (bunların % 89.6’ sından cevap alındı); araştırmaya katılanların %
58’i göçmen kökenliydi. Göçmenliğin ve yeni bir kültürle etkileşime
girmiş olmanın gebelikle ilgili tıbbi önlemlerin alınmasına hemen hemen hiçbir etkisinin olmadığı ortaya çıktı. Ne var ki, kısıtlı Almanca
bilgisine sahip ve ülkede kalma konusunda güvenli bir konumda olmayan göçmenler için yetersiz bir sağlık-bakım riski görüldü.
Değerlendirmeler: Araştırmada çeşitliliği gözeten uygulamalar (yaklaşımlar), göçmenlere yeterince önem (yer) verilmesine ve bunun bir
sonucu olarak da en uygun sağlık-bakım önlemlerinin geliştirilmesi
mümkün olmaktadır.
Sayfa: 166
--------------Aileyi Gözeten Bir Sosyal Bakım Modelinin Türkiye’de Uygulanmasına Yönelik Pilot Proje
Jan BASCHE ve Safiye ERGÜN
Anahtar Sözcükler: Türkiye, Sosyal Bakım Sigortası, evde profesyonel hasta
bakımı, model proje, yenilikçi bakım biçimleri
Türkiye’de oldukça iyi donanımlı olan sosyal bakım sigortası kapsamında, alanın temel taşlarından biri olan evde profesyonel hasta bakımı konusu bugüne kadar hayata geçirilememiştir. Bu eksikliğin,
Türkiye’deki politik dönüşüm süreci çerçevesinde yapılandırılması
gerekir.
Bu bağlamda Berlin’de faaliyet gösteren Dosteli Bakım Hizmetleri adlı
şirket, yenilikçi bakım biçimlerinin denenmesine yönelik bir model
proje önerdi. Bu projenin sosyal hizmetler ve sağlık idaresi (yönetimi)
38
bünyesindeki ve Türk parlamentosundaki siyasî karar verici kişi ve
kurumları, Türkiye’deki sosyal bakım sigortası ile ilgili kararların
alınmasında desteklemesi gerekiyor. Çünkü acil demografik sorunların çözümü bu kararlarla bağlantılıdır.
Elinizdeki bu çalışma, uygun bir model projenin uygulanmasındaki
son durum üzerine bilgi veriyor ve bunun da ötesinde Türkiye’deki
yüksekokullarda projeye bilimsel destek ve projenin değerlendirilmesi
için ilgi uyandırmayı amaçlıyor.
Sayfa: 182
--------------Türk-Alman Yaşlı Göçü – Bir Reklam
Sarina STRUMPEN
Anahtar Sözcükler: Yaşlılık, göç, çağdaşlaştırmacı-kuramsal gösterge, araştırma açılımları, ulusötesilik, geçim beklentileri,
Bu çalışmanın amacı, yazarın düşüncesine göre, gayet güncel ve acil
olmasına karşın Almanya ve Türkiye’nin bilim insanları arasında yeteri
kadar önemsenmeyen Almanya ile Türkiye arasındaki yaşlılar göçü
olgusuna dikkatleri çekmektir. Bunun yanısıra, örneğin bu konuyla
bağlantılı olarak yaşlanma/yaşlılık bilimlerindeki çağdaşlaştırmacıkuramsal gösterge, bu alanda ampirik bir kanıt sorgulamasına tabi tutulabilir. Diğer bilim dalları ve mantık bağlamında konuyla ilgili ortak
birtakım hususlar da keza bu alan içinden ortaya çıkıyor. Bu arada Almanya ve Türkiye arasındaki yaşlılar göçü konusu, yine Almanya ile
Türkiye arasında bilimsel işbirliği yapılabilecek yeni bir araştırma alanı
da oluşturmaktadır. Çünkü söz konusu bu alan ancak ulusötesi açılımlarla gereksinimleri karşılayabilecek biçimde ele alınabilir.
Sayfa: 190
---------------
39
Alanya’daki Alamanya - Yaşlılıkta Uluslararası Hareketlilik
Nelli BÖHM
Anahtar Sözcükler: Hareketlilik, emekli göçü, sosyal ağlar, yaşlılık, Alanya’daki göçmenler
Almanya ve Türkiye arasındaki göç hareketleri bu bölge için yeni bir
göç olgusu ortaya çıkardı. Artan sayıda birçok Alman, yaşlılığını Türkiye’de geçirme kararı alıyor. Uluslararası emekli göçü olarak bilinen
bu göç olgusu, bu makalenin konusudur. Makalede önce, uluslararası
emeklilik göçü gelişimleri özetlenmektedir. Daha sonra (Türkiye)
Alanya’daki Alman emeklilik göçü örneğinde, göçmenlik süreçlerini
ve göç kararlarını açıklıyor ve bireysel sosyal ağları ele almaktadır. Bu
yaklaşım, yer değiştirme yoluyla hangi hareket alanlarının ortaya çıktığını göstermekte, sağlık desteğinin ve sosyal desteğin güvenliği için
yenileşme tasarımlarına ihtiyaç duyulduğunu açıklamaktadır.
Sayfa: 202
--------------Türkiye’ye Göç Etmiş 1. ve 2. Kuşak Göçmenlerin Sağlık Hizmetlerinden Yararlanmaları ve Kronik Hastalık Sıklığı
H. Seval AKGÜN, Coşkun BAKAR ve Elif DURUKAN
Anahtar Sözcükler: Göçmen, kronik hastalık, sağlık hizmeti kullanımı
Son zamanlarda göçmen nüfusundaki artışla birlikte göçmenlerin
sağlık durumları ve ihtiyaçları ile ilgili araştırmaları da artmıştır. Bu
araştırmanın amacı Balıkesir İli, Bandırma ve Gönen ilçeleri ile
Çanakkale ilinde yaşayan birinci ve ikinci kuşak göçmenlerde kronik
hastalık sıklığı ve sağlık hizmeti kullanım durumunun saptanmasıdır.
Proje kapsamında Balıkesir İli Bandırma ilçesi ve Çanakkale ili
Kumkale kasabasında yaşayan göçmenler ile yüz yüze görüşülerek
göçmenlerin tanımlayıcı özellikleri, kronik hastalık varlığı, beslenme
40
alışkanlıkları, sağlık hizmetlerinden yararlanma durumunu belirlemeye yönelik bir anket formu ve yaşam kalitesi düzeyini belirlemek amacıyla WHOQOL-BREF yaşam kalitesi ölçeği uygulanmıştır. Göçmenlerin ayrıca Kan basıncı ölçülmüş ve Diabetes Mellitus(DM) taraması
yapılmıştır. Çalışmaya toplam 354 göçmen dâhil olmuştur. Araştırmaya katılanların %55,9’u kadın, %44,1’i erkek olup yaş ortalaması
57,7±13,8’dir. Araştırmaya katılanların %49,4’ü 1. kuşak, %50,6’sı 2.
kuşak göçmenlerdir. Göçmenlerin %89,8’i Bulgaristan, %2,6’sı Yunanistan, %2’si Yugoslavya ve %5,6’sı da Romanya kökenlidir. Tüm
göçmenlerin % 16,1’inde DM saptanmıştır. Göçmenlerin %6,5’sinde
Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH) olasılığı saptanmıştır,
%30.8inde hipertansiyon vardır, %8,5’i ülser/gastrit tanısı olduğunu
bildirmiştir. Göçmenlerin%55,6’sı sağlık hizmeti almak amacıyla ilk
olarak sağlık ocağına/AÇSAP’a, %39,2’si devlet hastanesine başvurmaktadır. Göçmenlerin 100 üzerinden değerlendirilen yaşam kalitesi
puan ortalaması 65,44 ± 13,07’dir.
Sonuç olarak göçmenlerin kronik hastalık sıklığı yüksek ve yaşam
kalitesi orta düzeydedir. Göçmenlerin sağlık hizmeti almak için yüksek oranda birinci basamak sağlık kuruluşlarını tercih ettikleri göz
önünde bulundurularak, birinci basamak hizmetlerinin bu popülasyonun ihtiyaçlarına göre güçlendirilmesi gerektiği düşünülmüştür.
Sayfa: 214
--------------Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye’de Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışmalarına Yönelik Yasal Düzenlemeler ve Çok Kültürlü Sağlık Bakımına Yansımaları
Ayla BAYIK TEMEL
Anahtar Sözcükler: Yabancı sağlık personeli, göç, sağlık hizmetleri, kültürel
bakım
41
Bu makalede, dünyada sağlık insan gücü kapsamında hekim ve hemşire göçü yaygınlığı, göçte etkili itici ve çekici nedenler, göçün göç
edenlere, göç alan ülkenin sağlık sistemine ve göç veren ülkeye etkileri
açıklanmıştır. Türkiye’de son yıllarda yabancı sağlık personelinin göçünü destekleyen; Sağlıkta Dönüşüm, Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye’de Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışmalarına Dair Yönetmelik, Sağlık turizmi uygulamalarının geliştirilmesi, Sağlık Serbest
Bölgelerin kurulması ve diğer düzenlemeler açıklanarak, göçün etkileri
bağlamında sağlık hizmetlerinde kültürel yeterli bakıma, göçle gelecek
personele olası yansımaları irdelenmiştir. Sağlık personeli göçü almaya
hazırlanan ülkemizde göçün global ölçekte kullanılan mekanizmaları
göz önüne alınarak göçün yönetilmesi konusunda önlemlere yönelik
öneriler getirilmiştir.
Sayfa: 237
--------------Eğitim Kurumlarında Çokdillilik: Türkiye ve Almanya Karşılaştırmasında Çokdilli Bir Eğitim Önerisi
Jochen REHBEIN
Anahtar Sözcükler: Resmî dil, çokdillilik, çokdilli iletişim, multilingüel
birikim, kentsel çokdillilik
Türk ve Alman eğitim kurumları genelde monolingual (tekdil/tekdilli)
sistemine göre düzenlenmiştir. Hal böyle olsa da burada, çokdilliliğin
sunduğu antropolojik donanımlı entelektüel birikimden yola çıkılması
gerektiğini savunuyorum, kaldı ki çokdillilik, olgusal bağlamda, her
iki ülkenin kentsel alanlarında gün geçtikçe daha da önem kazanmaktadır. Her bir dil birer ‘community language’ (topluluk dili) olarak
bilginin özgün taşıyıcılarıdır ve her biri de aynı seviyededir. Üçlümodel kapsamında, resmî dilde (yasal dil), bir göçmen dilinde veya
bölgesel dilde ve ayrıca yabancı bir dilde ders işlenecektir. Bu modelin
en önemli dikey göstergesi, öğrencilerin çokdilli iletişim uygulamala-
42
rının birbirine uyarlanmasıdır. Bu modelin yatay göstergeleri ise kültürlerarası iletişim, duygusallık, davranış ve uygulama yapıları,
çokdilli birikimler, dil ve bilgi ile nitekim tekdillilik ideolojisine direnme veya onun boyunduruğuna girmektir (bkz. Sonuç Bölümü).
Sayfa: 257
--------------ZAS’da Çokdilli Yabancı Dil Edinimi: Araştırma ve Uygulama
Natalia GAGARİNA ve Insa GÜLZOW
Anahtar Sözcükler: Çokdillilik, köken dil, dil tanılaması, dil terapisi
Berlin Genel Dilbilim Araştırma Merkezi’nde (Zentrum für Allgemeine
Sprachwissenschaft - ZAS) bir dizi proje içinde çevre dili Almancanın ve
köken dillerinin, özellikle de Rusça ve Türkçe öğrenimi üzerine araştırmalar yapılıyor. 2011 yılında Berlin Senatosu’nun desteği ile ZAS
bünyesinde “Berlin Disiplinlerarası Çokdillilik Birliği” (Berliner Interdisziplinärer Verbund für Mehrsprachigkeit = BIVEM) hayata geçirildi.
Kısa süre önce Federal Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı
(Bundesministerium für Bildung und Forschung = BMBF) desteğiyle
Almanya ve İsrail’de Rusça konuşan göçmen kökenli çocukların toplumsal uyumu projesi tamamlandı ve öne çıkan araştırma sonuçları
hem uzmanlık dergilerinde hem de “The Challenges of Diaspora
Migration: Interdisciplinary Perspectives on Israel and Germany” başlığını taşıyan kitapta yayınlandı. Son yıllarda çokdilli çocuklar için
Rusça dil testi geliştirildi ve bu teste dayanarak Rusça-Almanca konuşan çiftdilli çocuklar için dil “Avrupa Birliği Long Life Learning Destek
Programı” FREPY (Friendly Resources for Playful Speech Therapy)
geliştirildi. Hollanda ve Rusya işbirliğinde, dil gelişiminde spesifik
engeli olan veya olmayan çiftdilli ve tekdilli çocuklarda genel yorumlama şemalarıyla güncellenmiş ve ilintilenmiş yetiler araştırılmaktadır
(AB destek programları IRSES ve Marie Curie). ZAS yönetiminde çocukların anlatma yeteneklerini ölçmek için bir test geliştirildi ve 28’den
43
fazla dile uyarlandı (EU COST Cooperation in Science and
Technology). BIVEM’in amacı, ilkokul öncesi ve ilkokul döneminde
birtakım somut destek önlemlerini hayata geçirmektir. BIVEM, teori ile
uygulamayı birleştirdiği gibi, dil öğrenimi alanında yetkinleşmiş dilbilimcileri eğitim ve tanılama alanlarından uzmanlarla bir araya getiriyor.
Sayfa: 282
--------------Katılım: Tekdilli İletişimden Çokdilli İletişime Giden Yol
Hartwig BACKENHAUS ve Fırat DENKLİ
Anahtar Sözcükler: Katılım, Dil, İletişim, Çokdillilik, Çalıştay Alıştırmaları, „Farklılıklar dünyası “
Bu çalışmada; çokdilliliğin algılanmasını ve değerlendirilmesini destekleyen çoklu iletişim alıştırmaları tanıtılmaktadır. Hamburg’da bulunan „Vor dem Holstentor“ adlı akşam okulunda kısa bir süre içinde
çokdilli bir iletişimin nasıl benimsetildiği, yoğunlaştırıldığı ve okuldaki eğitimle ne şekilde uyumlaştırıldığı tüm katılımcılara gösterilmektedir. Burada uygulanan tüm alıştırmalar, başarılı bir öğrenmenin - ya
da daha genel bir söylemle - her türlü toplumsal katılımın önkoşulu
olarak değerlendirilebilecek konuşmaya katılımı gerçekleştirmeyi hedeflemektedir: “Dilimin sınırları, dünyamın; dünyamın sınırları ise
dilimin sınırlarıdır.”
Sayfa: 295
--------------Kendime Sınır Koymadan ve Çekinmeden, Çoksesli Konuşuyorum:
Çokseslilik ve Çokdilliliğin Gücü ve Kudreti
Halil CAN
Anahtar Sözcükler: İki veya çokdillilik, tekdillilik, baskın iletişim dili
44
2011 yılı Türkiye’den Almanya’ya „misafir işçi göçü“ denilen göç olayının 50. yıldönümü idi. Almanca ve Türkçenin her iki yarıkürede
yaşayan sayısız insan için çoktan günlük konuşma dili ve kendi dili
olarak evrildiği yarım yüzyıllık bir zaman ve yaşam geçmişi. Anılan
dilleri konuşan insanların dil biyografilerine bağlı olarak bu iki-dilliliği
veya çok-dilliliği Kürtçe, Zazaca, Arapça vb. dillerle ilgili olarak sayısız görüngüler içinde de görmek mümkündür. Dünyanın, ülkeler arasında gidip-gelen karma-kültürlü insanların süreç içinde oluşturduğu
bir tür „köy topluluğu“na dönüştüğü bir zamanda; artık, çok sayıdaki
dil ile ilgili bilgi ve deneyimin benimsenmesi ve aktarılması konusunda temel ve geleceğe bakan bir anlayış değişikliğine geçmenin tam
zamanıdır. İnsan türünün dilsel ve kültürel ekosistemi; tek-dilli ve tekkültürlü yani Avrupa odaklı örülmüş değildir. Bunun yerine kültürel
zenginlik; bir kaynak olarak dillerin çeşitliliği içine yerleşmiştir. Bu
gerçeği görmek ve takdir etmek gerekir. Ama aynı zamanda aile içinde
başlayarak bunu eğitim, öğretim, yükseköğrenim ve medya kuruluşları üzerinden bir yetkinlik olarak düzenli bir şekilde desteklemek ve bir
toplumsal çeşitlilik ve kapsayıcılık olarak oluşturmak gerekir.
Sayfa: 314
--------------Rehber, Aracı, Multiplikatör – “Yerleşmiş” Göçmenlerin Uyum ve
Katılım için Katkı Potansiyelleri
Roman LIETZ
Anahtar Sözcükler: Kaynaştırma rehberleri, Dil aracıları, Çoğaltanlar,
Kaynaştırma, Katılım, Etnik temelli ilişki ağı
Gittikleri ülkede uzunca bir süredir yaşamakta olan göçmenler ve
göçmen kökenli ikinci veya üçüncü kuşaktan insanlar, yeni vatanlarındaki toplumsal yaşama değişik düzeylerde katılmaktadırlar. Onlar,
gittikleri ülkenin toplumsal yapısını tanıyorlar ve aynı zamanda yeni
gelen göçmenlerin yaşamsal gerçekliklerine karşı da duyarlıdırlar.
45
Eskiler, etnik temelli ilişki ağları içinde yenilerin güvenini kazanıyorlar. Bu yerleşik göçmenler, sahip oldukları potansiyel sayesinde, kaynaştırmada rehber, dil alanında aracı ya da başka çoğaltanlar olarak
değerlendiriliyor ve bu şekilde yeni göçmenlerle ülkenin toplumu
arasında köprüler kurabiliyorlar. Bu potansiyelin, kamuoyu tarafından
geniş ölçüde hayata geçirilmesi, desteklenmesi, kurumsallaştırılması
ve yaygınlaştırılması gerekir.
Sayfa: 328
--------------Kültürel Çeviri - Çokdilli Göç Araştırmalarında Perspektif
Genişletme ve İritasyon: Bir Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Örneği
Pinar TUZCU ve Sina MOTZEK
Anahtar Sözcükler: Kültürel Çeviri, Göç, Çokdillilik
Bu çalışma Türk-Alman bilimsel işbirliğinin bir ürünüdür. Bu makalede Almanya’da doktora öğrenimi gören Almanyalı ve Türkiyeli iki
genç kadın sosyolog olarak yürütmüş olduğumuz yakın işbirliğinin,
üzerinde çalışmakta olduğumuz doktora tezlerimize yapmış olduğu
katkıyı anlatacağız. Ayrıca, çokdilli göç araştırmaları kapsamında
yapmış olduğumuz fikir alış-verişleri ve deneyim paylaşımları sonucunda önemini fark ettiğimiz kültürel çeviriyi örneklerle ele alacağız.
Sayfa: 344
---------------
46
Avrupa’yı Öğrenmek
Bonn Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Yüksek Lisans Programı
Wiebke DRESCHER
Anahtar Sözcükler: Uluslararasılaşma, hizmet içi eğitim, işbirliği, uzman
işgücü ihtiyacı
Bonn Rheinisch Friedrich Wilhelms - Üniversitesi’ne bağlı Avrupa
Uyum Araştırmaları Merkezi’nde (AUAM) uluslararası hizmet içi
eğitim programı “Avrupa Çalışmaları Yüksek Lisans Programı (Master
of European Studies)”, programa katılanların yönetmelik konularında
olduğu gibi, Avrupa’ya uyuma ilişkin durum, gelişme ve sorunlar
hakkında, özellikle Avrupa’da yönetme konularında belirli hedeflere
yönelik eğitim bilgilerini derinleştirecektir.
Program böylelikle yönetim ve ekonomi alanlarında giderek artmakta
olan taleplere yanıt vermektedir. Bu eğitim özellikle Avrupa uyumu
alanına her yönüyle ışık tutsa da, 15 yıl önce programın başlamasından bu yana en farklı motivasyonlarla Avrupa içi komşu ve diğer harici ülkelerden pek çok bay ve bayan katılımcı gelmektedir.
Uluslararası ve açık bir ortamda AUAM’daki öğrenciler, öğretim üyeleri ve araştırmacılar Avrupa bütünleşmesiyle ilgili konuları öğrenme,
araştırma, tartışma ve bunlar üzerine fikir alışverişinde bulunma olanağı elde etmektedirler.
Sayfa: 355
--------------Yükseköğretimde Uluslarararasılaşma: Akdeniz Üniversitesi
Uluslararasılaşma Süreci
Emel KAHRAMAN ve Burhan ÖZKAN
Anahtar Sözcükler: Uluslararasılaşma, Bologna Süreci, Mevlana Programı,
Akdeniz Üniversitesi, yükseköğretim, uluslararası öğrenciler.
47
Üniversitelerin en temel hedeflerinden birisi toplumun ekonomik ve
sosyal ihtiyaçlarını karşılayan ulusal ve uluslararası normlara uygun,
anlaşılabilir ve karşılaştırılabilir bir eğitim-öğretim sistemi oluşturmak
ve ulusal ve uluslararası yükseköğretim kurumları ile iş birliğini ve
hareketliliği geliştirerek mezunlarının istihdam edilebilirliğini arttırmaktır. Günümüzde uluslararasılaşma üniversitelerin en önemli gündem maddesini oluşturmakta ve uluslararasılaşmaya yönelik faaliyetlere özel önem verilmektedir.
Uluslararasılaşma çalışmalarının üniversitelerde içselleştirilmesi için
üniversitelerin üst yönetimleri başta olmak üzere tüm yöneticiler ve
üniversite bileşenleri tarafından uluslararasılaşmanın benimsenmesi
gerekmektedir. Ancak uluslararasılaşma çalışmalarının benimsenmesi
gerekli olmakla beraber yeterli değildir. Aynı zamanda söz konusu
çalışmaların üniversite üst yönetimi tarafından önemsenmesi ve küresel rekabetin gerektirdiği koşulları karşılayacak şekilde etkin olarak
yürütülmesi gerekmektedir.
Uluslararasılaşma sürecinin başarıyla yürütülebilmesi için sağlıklı bir
biçimde işleyen bir uluslararasılaşma stratejisine sahip olmak gerekmektedir. Bu stratejide uluslararası öğrenciler, uluslararasılaşma sürecinin en önemli unsurunu oluşturmaktadır. Benzer şekilde uluslararası
misafir araştırmacılar için uygun akademik ortamlar oluşturabilmek,
misafir araştırmacıların ders verebilmelerini ve araştırma faaliyetlerinde bulunmalarını teşvik etmek üniversitelerin uluslararasılaşmasında
büyük önem kazanmıştır.
Akdeniz Üniversitesi, yükseköğretim sisteminde yaşanan gelişmelere
daha iyi uyum sağlayabilmek için uluslararasılaşma faaliyetlerini
Uluslararası İlişkiler Ofisi (UİO) adı altında üst bir çatıda yeniden
yapılandırmıştır. Söz konusu yeni yapı içerisinde Erasmus, Farabi ve
Mevlana Değişim Programları, Bologna Süreci, AB Gençlik Programları (Erasmus ve Gençlik), Uluslararası İşbirlikleri ve Tanıtım, Ortak
Diploma Programları, Uluslararası öğrenciler, IAESTE ve diğer
uluslararasılaşma faaliyetleri ile ilgili iş ve işlemlerin yürütülmesine
karar verilmiştir. Belirtilen bu iş ve işlemlerin etkin yürütülmesi ve
ilgili faaliyet alanları ve birimler arasında koordinasyonu sağlamak
48
üzere Uluslararası İlişkiler Koordinasyon Kurulu (UİK) kurulmuştur.
Ayrıca Uluslararası İlişkiler Ofisi’nin yapılanmasında üniversitenin
uluslararasılaşma stratejisini belirlemek ve yönlendirmek, bu kapsamda Uluslararası İlişkiler Ofisi çalışmalarına vizyon kazandıracak görüş,
öneri ve katkılarda amacıyla Uluslararasılaşma Stratejisi Kurulu (USK)
oluşturulmuştur.
Sayfa: 367
--------------Türk-Alman Eğitim Programları İçin Bir Örnek:
Uluslararası Madde Akım Yönetimi Yüksek Lisans Programı (IMAT)
Osman YALDIZ
Anahtar Sözcükler: Enerji kaynakları, üretim süreçleri, çevre dostu teknolojiler, enerji ve çöp süreçleri
Yüksek lisans programı Akdeniz Üniversitesi ile Trier Uygulamalı
Bilimler Üniversitesi arasında “Uluslar arası Madde Akım YönetimiIMAT” ismi ile kurulmuştur ve 2010 yılında eğitime başlamıştır. İlk yıl
iki ülkeden beş öğrenci, ikinci yıl dört ülkeden 6 öğrenci programa
kayıt olmuştur.
Program üretim sistemlerinde enerji ve madde akımının yönetimi ile
ilgilidir. Genç mühendislere ve üniversitelerin lisans mezunlarına çevre dostu ve sürdürülebilir bir üretimin esaslarını öğretmeye yöneliktir.
Teknik, ekonomik ve çevre bilimlerinin bir kombinasyonu olan program döngüsel ekonomi, sürdürülebilirlik ve sıfır emisyon prensiplerine uygun faaliyet gösteren üretim sistemlerinin prensiplerini içeren
derslere sahiptir.
IMAT programının amacı ve konuları aşağıda özetlenmiştir.
a) Farklı üretim sistemlerinde materyal ve enerji analizi
b) Üretim sistemlerinde materyal ve enerji kullanımı açısından en
iyi uygulamalar ve durum analizi
c) Farklı çevre teknolojilerinin planlanması ve uygulaması
49
d) Çevre yönetim sisteminin temelleri
e) Madde akım yönetimi ve temiz üretim konuları (sürdürülebilir
işletme örneği)
f) Kültürler arası iletişim, iletişim ağları, proje yönetimi ve finansman konularında bilgi aktarımı
g) Farklı ülkelerdeki şirket kültürleri
h) Uluslar arası örnek çalışmalar ve pratikte proje tecrübeleri kazanma
i) Uluslararası şirketler ve araştırma kurumlarında profesyonel
yöneticiler ile pratiğe yönelik master çalışmaları
Program uluslar arası olarak planlanmıştır. Tüm Dünya ülkelerinden
öğrenciler başvurabilmektedirler. Öğrenciler ilk yıl Akdeniz Üniversitesinde, ikinci yıl Almanya’da eğitim almakta ve diplomalı olarak
planlandığı için her iki üniversiteden de diploma almaktadırlar. Öğrenciler yıllara göre değişen sayıda ve miktarda burslarla desteklenmektedirler.
Sayfa: 383
--------------GeT MA – Türk-Alman Sosyal Bilimler Yüksek Lisans Programı
Christian WILHELM
Anahtar Sözcükler: Uluslararası öğrenciler, karşılaştırmalı yönetim sistemleri, değişim süreçleri
Birbirleri hakkında değil de, birlikte öğrenmek ve araştırmak! Bu sloganla GeT MA programı, Türk-Alman yüksek lisans programlarının
öncüsü olarak start almıştır. Katılımcılar bu kapsamda bir yıl Ankara
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve bir yıl da Berlin Humboldt
Üniversitesi'nde (BHU) eğitim görmektedirler. Disiplinler arası İngilizce ve Almanca programı mevcut toplumbilimsel sorun ve yöntemleri
Alman ve Türk bakış açılarından ele almaktadır. İki ulusluluk ve kültürlerarası bakış açısı, programın özgünlüğünü oluşturuyor. Çeşitli
50
ülkelerden gelen öğrenciler geniş kapsamlı akademik bir eğitim alırlar
ve eğitimlerinin ardından artık doktora yapmaya hazır haldedirler ya
da tercihleri doğrultusunda uluslararası kuruluşlar, şirketler, dernekler, vakıflar ya da medyada doğrudan kariyer yapmaya yönelebilirler.
Sayfa: 395
--------------İstanbul Türk-Alman Üniversitesi Fen Fakültesi Kurulması Sürecinde Türkiye ve Almanya Arasındaki Bilimsel İşbirliğinin Yoğunlaştırılması
Ljudmila BORISENKO, Jonas KREBS, Anselm GEİGER ve
Alexander RAEV
Anahtar Sözcükler: Türk-Alman Üniversitesi, bilim ve eğitim işbirliği, Fen
Fakültesi
İstanbul Türk-Alman Üniversitesi, Türk-Alman Bilim ve Eğitim İşbirliği’nin şu an itibariyle en iddialı projesidir. Türk-Alman Üniversitesi’nde Fen Bilimleri Fakültesi’nin hayata geçmesi (Potsdam ve
Göttingen üniversitelerinin öncülüğünde) birçok Alman üniversitesinden, araştırma kurumlarından (Partner des pearls - Potsdam Research
Network) ve Türkiye’den kurucu ortakların elele çalışmasının bir ürünüdür. Türk-Alman Üniversitesi’nin çalışmalarından esinlenerek Türk
partnerler ile Potsdam merkezli “Instituten des pearls - Potsdam
Research Network” arasında önemli birtakım işbirlikleri hayat bulmuştur. Gerekli desteği arkasına almış ve ayakları sağlam yere basan
bilimsel alışveriş kuşkusuz her iki ülke arasında köprü görevi üstlenir.
Sayfa: 405
---------------
51
Türk-Alman Yükseköğrenim Değişim Programlarında Dönüşümün
Son Halkası: Uluslararası Sosyal Çalışma Lisans Programı
İlhan TOMANBAY
Anahtar Sözcükler: Sosyal hizmet öğrenimi, Sosyal Hizmet Bölümü, Uluslararası sosyal hizmet lisans programı, lisans-artı programı
Her toplumda toplumsal yapının ve toplumsal ilişkilerin değişmesiyle
eğitim kurumu ve bunun altında sosyal çalışma öğretimi de değişme
göstermektedir. Almanya ile Türkiye arasındaki göç tarihi Almanya’daki, Türkiye ölçeğindeki genel adla “sosyal çalışma ve sosyal hizmetler” (Sozialarbeit und soziale Dienste), Almanya ölçeğindeki genel
adla “Sozialarbeit und Sozialpädagogik” (sosyal çalışma ve sosyal
eğitim) öğretimini de ilk günden başlayarak sarsıcı bir biçimde etkilemiştir. Almanya’daki sosyal çalışma öğretimi göç konularındaki tarihsel değişim sürecine bağlı olarak sürekli değişme ve yenilenme göstermektedir. Bunun son örneği bu yazıda okuyacağınız yeni bir öğretim modelidir. Almanya’da bu öğretimi yaşama aktaran Berlin Alice
Salomon Uygulamalı Üniversitesidir (Alice Salomon Hochschule Berlin). Sözkonusu öğretim kurumunun formülasyonuyla, üstbaşlık adı
“Bachelor Soziale Arbeit International” (Sosyal Hizmet Uluslararası
Lisans Programı), alt başlık adı “Bachelor Plus Program” (Artı Lisans
Programı) olan bir program Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü ile yapılan bir sözleşme (protokol) ile ortaklaşa yaşama aktarılmıştır. Yazıda bu programın tanıtımı
yapılmakta, programa yol açan tarihsel gelişmeler, başlama süreci ve
programın değerlendirmesi yeralmaktadır.
Sayfa: 412
---------------
52
Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Kapsamında TÜBİTAK Destekleme
Programları
Aslı AKÇAYÖZ
Anahtar Sözcükler: Uluslararası işbirliği, ikili işbirliği programı, TürkAlman Bilimsel İşbirliği, Yoğunlaştırılmış İşbirliği Programı.
TÜBİTAK Uluslararası İşbirliği Daire Başkanlığı olarak misyonumuz;
Türkiye’nin bilim ve teknoloji yeteneğini ulusal önceliklerimiz ve dış
politikamız doğrultusunda geliştirmek ve sürdürülebilir kılmak amacıyla, uluslararası işbirliği ve projeler geliştirmek, uygulamak ve desteklemek; bilim insanı değişimi yapmak ve gerekli politika ve stratejilerin
oluşturulmasında hükümete yardımcı olmak olarak belirlenmiştir.
Bu kapsamda TÜBİTAK 23 ülkeden toplamda 27 kuruluş ile İkili İşbirliği programları yürütmektedir. Bu ülkeler arasında son derece önemli
bir yere sahip olan Almanya ile işbirliğimiz aktif bir şekilde yürütülmektedir. Alman Araştırma Vakfı (DFG) ve Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF) ile ikili işbirliğimiz kapsamında toplam dört
ayrı program oluşturulmuş olup, bu projeler dahilinde bilim insanlarına ortak araştırma projelerine ve bilimsel seyahatlere destek verilmektedir.
Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nda araştırmacıların süreç hakkında bilgilendirilmesi, farklı özelliklere sahip dört ortak programın
tanıtılması, süreç içinde dikkat etmeleri gereken noktaların vurgulanması hedeflenmektedir.
Sayfa: 433
--------------Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı AR-GE Destekleme
Programları
Mehmet Nuri KAYA
Anahtar Sözcükler: Sanayi stratejisi, Teknogirişim, Sanayi Tezleri Programı, Ar-Ge Merkezleri.
53
Günümüzde ülkelerin rekabet güçleri, pazarlanabilir mal ve hizmet
üretimlerinin ötesinde, bunların ne ölçüde ileri teknolojiye dayalı yüksek katma değer sağladıklarına bağlı hale gelmiştir. Teknolojinin en
temel girdisini oluşturan bilginin temelinde ise bilimsel araştırmalar
yatmaktadır. Ülkemiz sanayi stratejisinde, ülkemizin rekabet gücünün
ve verimliliğinin arttırılması temel hedef olarak belirlenmiştir. Bu Hedefe ulaşmak için;
• Ar-Ge ve yenilik yoluyla teknolojik bilgi üretilerek, ürün
kalitesi ve standartlarının yükseltilmesi, üretim maliyetlerinin
düşürülmesi,
• Orta ve ileri teknoloji kullanan sektörlerin üretim ve ihracat
içindeki payının artırılması,
• Düşük teknoloji kullanan sektörlerden, katma değeri yüksek
ürünler üreten sektörlere geçişin sağlanması için Ar-Ge ve Yenilikçilik becerilerini sürekli geliştirebilen şirketlerin ekonomideki ağırlığının arttırılması,
• Sanayicimizin ileri teknoloji uygulamasına yönelik üniversitesanayi işbirliği yürütecekleri Ar-Ge ve Yenilik Projelerinin
desteklenmesi,
• Girişimcilerin, teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerinin, katma
değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik edilmesi, amaçlanmaktadır.
Bu amaca yönelik olarak Bakanlığımızca;
• 4691 Sayılı Kanun Çerçevesinde Teknoloji Geliştirme Bölgeleri
kurulmakta,
• 635 Sayılı K.H.K. kapsamında üniversite-sanayi işbirliği ile yürütülecek Ar-Ge ve yenilik projelerinin desteklenmesi amacıyla Sanayi Tezleri Programı (San-Tez) yürütülmekte,
5746 Sayılı Kanun kapsamında; Ar-Ge Merkezleri, Rekabet Öncesi
İşbirliği Projelerine, vergisel teşvikler ve destekler sağlanmakta, Girişimcilere yönelik olarak Teknogirişim Sermayesi Desteği verilmektedir.
Sayfa: 436
54
--------------Türkiye ve Almanya Arasında Akademik Değişim ve İşbirliği
Projeleri
Meltem GÖBEN
Anahtar Sözcükler: DAAD-Bursları, Türk-Alman Akademik Değişimi,
Türk-Alman Yükseköğrenim Projeleri, Türk-Alman Üniversitesi (TDU)
Günümüzde pek az Avrupa ülkesinde birçok bakımdan Türkiye’dekine benzer bir dinamizm görmek mümkün değildir; ne iktisadi
ve siyasî ne de bilimsel bağlamda. Üniversiteler arası ortak çalışmalar
ve araştırmalarda yoğun işbirliği yapmaya büyük bir ilgi gözlenmektedir. Almanya ve Türkiye’de üniversite ortaklıkları ve araştırma işbirliklerine ilgi oldukça güçlüdür. Aşağıdaki makale her iki ülke arasında
Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) çerçevesinde akademik
değişim ve ortak projelerle ilgili kapsamlı bilgiler içermektedir. DAAD
ve yükseköğrenim alanından ortaklarla yapılan projelerin ayrıntılarına
girmeden önce okuyucuya önce DAAD’nin görevleri, amaçları ve sağladığı burs olanakları hakkında bilgi aktarılacaktır.
Sayfa: 449
55
BÖLÜM I
ARAŞTIRMA, ÖĞRETİM VE
İŞBİRLİĞİNDE TÜRKİYE, ALMANYA ve
AVRUPA
57
Türkiye ve Almanya: Avrupa’da Ortak Bir
Gelecek mi?
Patrick HENFLER ve Clemens SCHWEIZER
Giriş
“Türkiye’nin yeri Avrupa’dadır... Ve günün birinde son adım atılmış
olacak Türkiye, Avrupa Topluluğu’nun tam üyesi olmalı“.
Bu sözleri 1963’de Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Türkiye
arasındaki Üyelik Anlaşması’nın (Ankara Anlaşması) imzalanması
vesilesiyle yaptığı konuşmada söyleyen, o zamanki Komisyon Başkanı
Walter Hallstein idi (Oppermann, 1979).
Türkiye Cumhuriyeti 3 Ekim 2005 tarihinde AB’ye tam üyelik konusunda yapılan görüşmelerin başlarındaki hedefe, atılan bu son
adımla gerçekten oldukça yaklaşmıştı (Avrupa Komisyonu, 2004). Ne
var ki geçen zaman zarfında görüşmelerin sonucu hâlâ kesinleşmiş
değil (Cremer, 2006). Türkiye ile AB arasındaki üyelik görüşmelerinin
başlamasından 8 yıl sonra, bugüne kadar, görüşmelerin 33 konu başlığından sadece 13’ü açılabildi. Bunlar da kısmen engellendi
(www.nwzonline.de, 2013). Aslında 2013’te yeni başlıkların da gündeme gelmesi gerekiyordu. Oysa böyle bir şeyin olup olamayacağı,
Türkiye’nin her kösesinde yapilan son gösteriler çerçevesinde ve buralarda uygulanan tartışmalı polis müdahaleleri nedeniyle, gerçekten
belirsizdir (www.sueddeutsche.de, 2013).
Üye olma koşulları, AB sözleşmelerinde belirlenmiştir (Avrupa
Birliği Sözleşmesi = ABS, Mad. 49). Buna göre, üye olmak isteyen devletin bir Avrupa ülkesi olması gerekiyor. Bu nokta Türkiye konusunda,
Avrupa Birliği resmî üye adayı statüsü verilerek çözümlendi. Bu ülkenin ayrıca, sözleşmelerde belirtildiği gibi, Avrupa Birliği’nin değerle-
59
rini paylaşması da gerekli: bunlar arasında çoğulculuk, hoşgörü, ayrımcılık karşıtlığı, dayanışma, adalet ve kadın-erkek eşitliği gibi değerler sayılabilir (Mad. 2, ABS). Bir de, aday ülkelerin üyeliğe girebilmesi
yeterliliğinin kararlaştırılmasında temel önkoşullar olarak kabul edilen
“Kopenhag Kriterleri”ne uyulmalıdır. Bu önkoşullar dört ana gruba
ayrılır (Scorl, 2011: 66):
• Siyasî Ölçütler (özellikle demokratik ve hukuk devleti
düzeninin zorunluluğu, İnsan haklarına bağlılık ve azınlık
haklarının korunması)
• Ekonomik Ölçütler (özellikle işlevsel ve rekabetçi bir piyasa
ekonomisi)
• Müktesebat Ölçütleri (Birlik hukukunun kabulü)
• AB’ye alınma yeterliliği (Avrupa kaynaşmasının başka bir
genişleme yüzünden tehlikeye düşürülmemesi)
(Avrupa Konseyi, 1993; FAC Dışişleri Bakanlığı, 2012; Edwards,
2004)
Kuşkusuz, üyelik koşullarının yerine getirilmesinde Avrupa kurumları içinde siyasî bir karara ve tüm üye ülkelerin nihai onayına
ihtiyaç vardır (Kramer, 2002). Üye ülkelerin onayı, aday ülkedeki siyasî iktidarın tutumuna bağlıdır. AB üyesi siyasî iktidarların tutumlarıysa bu ülkelerin kendi kamuoylarının etkisi altındadır. Gerek siyasî
iktidarların gerekse kamuoyu tutumu olsun, bunlar çeşitli gelişmelere
bağlıdır (BpB, 2003 / Bundeszentrale für politische Bildung = Federal
Politik Eğitim Merkezi, Çev.) Bu yüzden burada, demokratik ilkelerin
ve insan haklarının savunulması tartışması zemininde, Türkiye’nin
AB’ye girmesini nelerin kolaylaştıracağının, nelerin zorlaştıracağının,
Almanya ve Türkiye’nin bakış açısıyla tartışılması gerekiyor.
Almanya ve Türkiye Açısından Türkiye’nin AB Üyeliği
Almanya, bu ülkede kalabalık bir Türk nüfus bulunmasını, Türkiye’nin AB’ye girişi bağlamında olumlu bir etken olarak değerlendiriyor. Almanya’daki Türk vatandaşlarının oturma hakları, „Birlik vatandaşlığı“ çerçevesinde kolaylaşacağından, üyelikle birlikte yaşam
koşulları daha da iyileşebilecektir. Ayrıca vizenin tamamen kaldırıl-
60
ması, Türkiye’den Avrupa ülkelerine yapılacak olan aile ziyaretlerini
de iyice kolaylaştıracaktır (www.europa.eu, 2013, Birlik Vatandaşlığı).
Öte yandan, iyileşmiş yaşam koşulları ve daha güçlü bir politik katılım
da, kuşkusuz, Almanya’daki Türkiye kökenli nüfusun ülke nüfusuyla
uyumlaştırılmasını genel olarak olumlu yönde etkileyecektir.
Gayri-safi yurtiçi hasılanın (GSYH) 2012 yılında „sadece“ %
2,2’lik bir büyüme oranı göstermesi (krş. 2011: % 8,8 ) bir yana, Türkiye’nin AB üyeliği için bir diğer olumlu nokta da; ülke’nin uzun yıllar
boyunca sürekli olarak yüksek büyüme oranlarıyla yansıyan ekonomik gücünde yatmaktadır. Türkiye, Alman girişimcileri için önemli bir
dışsatım (özellikle sanayi ve yatırım malları) pazarı olarak görünüyor.
Türkiye’nin de Almanya’ya geniş kapsamlı bir dışsatımı vardır (özellikle dokuma ürünleri ve giyim eşyaları, ama giderek artan ölçüde de
makine ve otomotiv yedek parça). Ortak bir iç pazar çerçevesinde,
ticaretin önündeki diğer engellerin kaldırılması, Türkiye’nin dışalımı
ve dışsatımını daha da kolaylaştıracaktır. Bu da Almanya’daki ve Avrupa’daki büyümeyi olumlu yönde etkileyecektir. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne katılmasıyla daha şimdiden bir kaç engelin ortadan kaldırılması sağlanabildi (www.faz.net, 2013; Germany Trade and Invest,
2011; www.europa.eu, 2013, Türkei).
Türkiye’nin Avrupa ile yakın bağlar içerisinde olması jeostratejik
bağlamda Almanya’nın çıkarınadır. Güvenlik politikası açısından da Türkiye’nin, bir türlü durulmayan Ortadoğu’da kalıcı bir güvenlik ve denge
unsuru olabileceği umudu vardır (Westmeier, 2012: 12). Enerji politikaları
kapsamında da benzer beklentiler vardır. Türkiye’den geçecek şekilde
doğalgaz boru hattı döşenmesi ve hizmete sokulmasıyla Avrupa’nın doğalgaz gereksiniminin karşılanmasında seçenekler artmış olacaktır (caplmu.de, 2007, Türkiye). [Centrum für angewandte Politikforschung/
Ludwig-Maximilians- Universitaet=Ludwig Maximilian Üniversitesi /
uygulamalı Politika Araştırmaları Merkezi, Çev.] Üyelik görüşmelerinin
başarısızlıkla sonuçlanması, planlanan boru hattı projelerinin gerçekleştirilmesini tehlikeye sokabilir (n-tv, 2009).
Ve son olarak da hem üyeliğin tamamlanmış olmasının hem de
üye olma sürecinin, Avrupa’ya özgü bir „başarı modeli“nin daha da
61
yaygınlaşması hedefine varma yolunda katkısı olacaktır: Vatandaşlarının yaşam şartlarının iyileştirilmesiyle birlikte kalıcı bir ekonomik
gelişimin temel önkoşulu olarak, demokrasi ve insan haklarının gerçekleşmesi (www.europa.eu, 2012, Nobel Barış ödülü).
Türkiye açısından bakınca, AB yurttaşlığı çerçevesinde sağlanan
temel özgürlüklerin ve vize muafiyetinin hem özel yaşam alanında
(örneğin aile ziyaretleri) hem de meslekî alanda kolaylıklar getirmesi,
üyelik için olumlu etmenler olarak görünüyor. Üyeliği destekleyen
etkenler, asıl olarak ekonomik türden avantajlardır: Türkiye’nin dışsatımının kolaylaştırılması, işçilerin serbest dolaşımı vb. Bu nedenledir
ki, Türkiye’deki yaşam koşullarının ve ekonominin gücünün daha da
yükseltilmesi üyelikle ilişkilendiriliyor (Brockmeier, 2009: 78vd.).
Türkiye’de hukukî ve demokratik gelişmenin AB’ye katılımla daha da güçlenecek olması, Türkiye’nin AB’ye katılımının bir başka gerekçesidir. Ancak burada, üyelikle birlikte Türkiye’nin de Avrupa
Toplulukları Adalet Divanı (ya da kısaca Avrupa Adalet Divanı) yargısına bağlanmış olacağını da düşünmek gerekiyor. Böylelikle temel
haklarla ilgili olarak AB Hukuku’na uymayan kararlar için kapsamlı
bir denetim olanağı sağlanmış olacaktır. Strazburg (Avrupa Birliği)
Parlamentosu’ndaki - her bir üye devletin halkını etkileyenler de dahil
- değişik görüşlerin demokratik yollardan tartışılmasına Türkiye de
katılabilecektir. Temel özgürlüklerdeki kısıtlamalar, bu dar kurumsal
örgü içinde zorlaşacaktır. Bu da sonuçta, güçlü sivil toplumun yararına olacaktır.
Ancak gerek Türk gerekse Alman tarafında, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanların dile getirdiği gerekçeler de yok değildir.
Alman halkında, en başta yabancıların kültürel ve sosyal etkinliğinin artmasıyla oluşacağı düşünülen “aşırı yabancılaşma” korkusu
vardır. Bu korku, toplumun büyük bir bölümünü, Türkiye’nin üyeliğine eleştirel bakmaya veya karşı çıkmaya yöneltmiştir. Belirgin islamî
izler taşıyan kültürüyle Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne uygun olmadığına dair yaygın bir sezgi vardır (Güngör, 2004: 178; Madeker, 2007:
122). İşte tam da burada, sözkonusu korkunun dayandığı nedenleri
çözümlemek gerekiyor. Bu korkunun ve belirli bir yabancılaşma duy-
62
gusunun, gerçekliklerle örtüşüp örtüşmediğinden mi yoksa bundan da
öte, Türkiye’deki gerçek koşulların yeterince bilinmemesinden mi
kaynaklandığı sorgulanmalıdır.
Türkiye’nin, öncelikle bir yanında Batı’ya yönelme öte yanında
gelenekçi-islamcı akımlar olan iki karşı uç arasında gidip gelen kültürel ve politik bakımdan benzeşmez yapılı bir ülke olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız (Onur, 2002). Ne var ki, son yıllarda, ağırlıklı olarak AKP’nin iktidar politikasında somutlaşan bir iktidar kayması olgusuyla karşı karşıyayız. Örnek olarak kamuya açık alanda başörtüsü
yasağının gevşetilmesi, katı içki yasakları vb. (Focus Online, 2012;
Deutsch-Türkische Nachrichten = Almanya-Türkiye Haberleri, 2013)
sayılabilir.
Almanların zihinlerinde oluşturdukları Türkiye imgesinin, insan
hakları ihlalleri ile ilgili haberlerden ve islamcı-tutucu görüşlerin Türkiye’de uygulanan siyasete giderek artan etkisinin olumsuz yönde
gelişmesinden fazlaca etkilendiğini de kaza unutmamak gerekiyor.
Almanya’daki yazılı ve görsel medyada, batılı ve çağdaş Türkiye üzerine daha az haber yer alıyor. Kamuoyu oluşturma nezdinde, Almanya’daki Türkiye kökenli nüfusla her zaman kolay yürümeyen ilişkiler
önemli bir rol oynuyor (Gür, 2006; Landeszentrale für politische
Bildung Baden-Württemberg, 2000). (= Baden-Württemberg Eyaleti
Politik Eğitim Merkezi)
Alman-Türk Bilimsel İşbirliği’nin rolüne bakarak tam da bu noktada, üniversiteler ve diğer yüksekokullar arasındaki işbirliğinin yeniden düzenlenmesi ve daha da yoğunlaştırılmış bir öğrenci değişimi ile
Alman toplumunda kapsamlı ve gerçekçi bir Türkiye imgesinin oluşmasına katkıda yapılabileceğine işaret edilmelidir. Yazılı ve görsel
medyanın da Türkiye’yi bütünlük içinde yansıtması gerekir. Son olarak da kardeş kentler uygulamasının yeniden düzenlenmesi ve yerel
yönetimler düzeyinde daha yoğun bir işbirliğine gidilmesi, karşılıklı
anlayışı olumlu yönde etkileyebilir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz, “yabancıların kültürel ve sosyal etkinliğinin artması” olgusundan duyulan korku, AB üyeliğiyle birlikte
Türk yurttaşlarının akın akın Almanya’ya göç etmesi sonucunu doğu-
63
racağı korkusuyla yakından bağlantılıdır (Oberdörfer, 2006: 196vd.).
Bu korkuyu, ancak üyelik akabinde geçiş dönemi için süreler belirlenmesiyle, muhtemel bir „göçmen dalgası“nın engellenmesi hafifletecektir. Bu meyanda, şu an itibariyle Almanya’dan Türkiye’ye göçenlerin
sayısının, Türkiye’den Almanya’ya göçenlerin sayısından fazla olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır (Spiegel Online, 2010, Faktencheck
zur Migration).
Türkiye’nin yüzölçümü bakımından büyüklüğü, Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı sıkça kullanılan bir başka gerekçedir. Türkiye’nin,
AB’ye üyeliğinden sonra, büyük bir ülke olmasına bağlı olarak AB
içinde önemli bir ağırlığa sahip olacağı korkusu, varlığını korumaktadır. Ancak böyle bir olasılık elbette AB organları nezdinde çoğunluk
sağlanamadığı sürece ve hiç bir ülkenin tek başına bir karar alamamasıyla engellenebilmektedir.
Bir de Türkiye’nin, üye olmasının ardından, resmî tarım ve yapısallaşma sübvansiyonları bağlamında verdiğinden fazla alan bir ülke
olacağı yönünde çekinceler dillendirilmektedir. Ama bunun, Almanya’daki tartışmalar açısından pek önemi yoktur, zira Türkiye’nin üyeliğiyle birlikte AB bütçesindeki toplam parasal varlık aşağıya çekilmiş
olacağından, şimdiye kadar verdiğinden çok alan üyelerin daha az
almaları sözkonusu olacaktır (www.cap-lmu.de, 2007, Türkiye). Eleştiriler daha ziyade Kopenhag Kriterleri’nin Türkiye tarafından yerine
getirilmesi bağlamında var olan sorunlar üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Almanya’daki tartışmaların odağında politik ilkeler, bu kapsamda
özellikle insan hakları bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ve Federal Almanya Anayasası’nda yer aldıkları biçimiyle temel
hakların karşılaştırılmasında, en başta, her iki anayasanın ilk bakışta
aynı hakları sağladığı düşünülebilir (Utangaç, 2009: 5). Ayrıca hem
Almanya hem de Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne bağlıdır (Aras, 2007: 220; Löwe-Rosenberg, 2012: 26).
Buna karşın insan hakları ihlalleri yüzünden Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) bir dizi yargılanmışlığı
vardır (AİHM, Yasa İhlalleri ve Devlet). Türkiye aleyhindeki olumsuz
kararların sayısının yüksekliğinin nedenleri, büyük ölçüde, AB Huku-
64
ku ile örtüşmeyen yasal düzenlemelerde, özellikle de AB Hukuku’na
uygunluk denetimi çerçevesinde sınırlama olanaklarının farklı ağırlıklarda oluşunda aranmalıdır (Utangaç, 2009: 20). Bu duruma, aşağıda,
bir temel özgürlük olan ‘düşüncesini açıklama özgürlüğü’ örneği çerçevesinde açıklama getirmeye çaba sarfedilecektir.
AİHM, „Kılıç ve Eren” davasını (29.02.2012 tarihli AİHM kararı)
geçen yıl karara bağladı. Her iki şikayetçi, bir kutlamada açıkça aşağıdaki sloganları attıkları için ceza aldılar: „Dısa dısa serhildan serokeme
Öcalan” (“Rise up again and again, our president is Öcalan”1), “Biji
Serok Apo” (“Long live President Öcalan”) ve Gençlik Aponun Fedaisidir” (“Youth are the guardsmen of Öcalan”). Türk mahkemeleri, bu
sloganların özellikle kamu güvenliği için tehdit oluşturduğu (teröre
çağrı) kanaatine varıp bir mahkûmiyeti zorunlu ya da haklı buldu.
Ancak AİHM şiddet içeren vurgusunu onaylasa da bunları, o çevrelere
özgün sterotipik sloganlar bağlamında değerlendirip şiddet içermeyen
etkinlikler kapsamında gördü ve sanıklardan doğrudan bir tehlike
kaynaklanmadığı kanaatine de vardı.
„Gül ve diğerleri“ davasında da buna benzer bir durum var
(08.09.2010 tarihli AİHM kararı). Türkiye’de yapılan bir gösteride,
özellikle şu sloganları attıklarından dolayı birden fazla kişi mahkûm
edildi: “İktidar namlunun ucundadır” („Political power grows out of
the barrel of the gun”), “Bizde hesapları namlular sorar“ (“It is the
barrel of the gun that will call into account”). Türk yargıçlar burada da
özellikle kamu güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü sonucuna vardı.
Halbuki İnsan Hakları Mahkemesi gene şiddete yönelik bir vurgu
olduğunu onaylasa da yasal ve şiddet içermeyen bir gösterinin
sözkonusu olduğunu ve kamu güvenliği vs. açısından somut bir tehlike bulunmadığını belirtti. Bundan bir terör veya ayaklanma çağrısı,
hele de bu sloganların sözkonusu çevrelerde2 yaygın ve basmakalıp
1
2
Abdullah Öcalan terör örgütleri listesi içinde yer alan PKK’nın kurucusu ve eski
lideridir. 1999’da ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak, ölüm cezasının kaldırılmasıyla
bu ceza ömür boyu hapse çevrildi. URL: http://de.wikipedia.org/wiki/Abdulla _
%C3%96calan (10.06.2013).
Türkiye’de mahkum olanlar, yasaklanmış bir marksist-leninist örgütle bağlantılı
olmakla suçlanıyordu. Gösteriye, bu örgütün üyeleri de katılmıştı.
65
türden olmasından ötürü çıkarılamazdı. Hal böyle olunca, Türk mahkemesinin bu kararı „acil bir toplumsal gereksinimi“ karşılamadığı
gibi ne varılmak istenen hedefe uygundu ne de zorunluydu.
Bu türden farklılıklar gösteren benzer hukuk anlayışlarına,
AİHM’in başka kararları incelendiğinde de rastlamak pekâlâ mümkündür3.
Toparlayacak olursak: Türk yargıçlar, düşünce ve açıklama özgürlüğünü korumaktan çok devlete yönelik olası tehlikeleri engellemeye ya da tehlikeler olduğunu kabul etmeye yönelik değerlendirmeleri
önplanda tutarken, AİHM gerçek anlamda oluşan tehlike unsurunu göz
önünde bulundurduğundan karşıt görüşte kanaatlere vararak bu yönde
kararlar veriyor. Hele Kürt sorunu bağlamında yapılan açıklamaların
daha az hoşgörüye tabi olduğu gözleniyor4. Türk yargıçları, dolayısıyla
Türk makamları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın madde 26 paragraf 2’de belirlenmiş olan, milliyetçilik ilkesine dayanan, devletin, milleti
ve toprağıyla bölünmez birliği hedefini tehdit altında görmektedir
(Utangaç, 2009: 20). Tam da bu meyanda, bu „tehdit altında görme“
unsurunun fazla abartılıp abartılmadığı ve yine bu bağlamda yeni bir
değerlendirme yapılıp yapılamayacağı soruları çıkıyor karşımıza.
Görüş açıklama özgürlüğü hakkının sağlanması konusundaki
olumsuz değerlendirmelerle ilgili bir başka gösterge de; basın özgürlüğündeki görmezden gelinemeyecek boyutlara varmış kaygı verici
durumdur. Sözgelimi Türkiye, „Sınır Tanımayan Gazeteciler„ örgütünün 2011 yılı raporunda, 179 ülke içinde 148. sırada bulunuyor. Burada çok endişe verici bir gelişme gözlemleniyor. Türkiye bir önceki yıl
da 138. sıradaydı ve değerlendirme bu yıla oranla daha olumluydu
(“Sınır Tanımayan Gazeteciler”, sıralama tablosu 2010). Sonuç olarak:
3
4
66
bkz. örneğin: 05.04.2011 tarih ve 36635/08 sayılı AİHM kararı, Fatih Taş / Türkiye;
13.09.2005 tarih ve 50997/99 sayılı AİHM kararı, Han/Türkiye; 11.01.2005 tarih ve
30007/96 sayılı AİHM kararı, Halis/Türkiye; 15.02.2011 tarih ve 41959/02 sayılı AİHM
kararı, Çamyar ve Berktaş / Türkiye
bkz. AİHM kararları: 01.02.2011 tarihli 36635/08, Fatih Tas/Türkei; 22.06.2010 tarihli
36141/04, Bingol/Türkei; 11.01.2005 tarihli 30007/96, Halis/Türkei; 13.09.2005 tarihli.
50997/99, Han/Türkei; 08.07.1999 tarihli 23556/94 Ceylan/Türkei; 09.12.2008 tarihli
11976/03, Demirel ve Ates/Türkei
Görüş açıklama özgürlüğü bağlamında Türkiye’nin durumu şu an için
„yetersiz“ olarak değerlendirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda güvence altına alınmış ve birçok yeni düzenleme ile önemli
ölçüde Avrupa (asgari) standartlarıyla uyumlu hale getirilmiş olan
düşünce açıklama özgürlüğü hakkı ile yasanın uygulamadaki durumu
arasında bir çelişki bulunmaktadır (Utangaç, 2009: 20).
Almanya’da sık tartışılan bir başka konu da, Türkiye’de Kürtlere
karşı nasıl davranılması gerektiğidir. Burada geçen aylarda Kürt lider
Öcalan’ın barış çağrısı ve bunun Türk hükümetince kamuoyuna duyurulması, olumlu belirtiler olarak algılandı. Yani bu belirtiler, AB tarafından da pekâlâ olumlu bir yaklaşım olarak algılanabilir (Spiegel
Online, 2013, Öcalan’ın silahsızlık çağrısı).
Türkiye yönünden bakıldığında ise, AB’ye girişle ulusal egemenlikten kısmî feragat edileceği endişesi üyeliğe karşı tepkilerin büyük
bölümünü gerekçelendiriyor. Bundan başka, Türkiye, kendisine ayrımcılık yapıldığı görüşünde. Türkiye söz konusu olduğunda, üyeliğe
giriş kurallarının, diğer ülkelere göre daha katı uygulandığı hatırlatılıyor (Focus Online, 2010). Ayrıca, AB sınırları içinde Türk vatandaşları
için vize zorunluluğu ile ilgili şiddetli bir tartışma yıllardan beri sürüyor. 1963 tarihli Ortaklık Anlaşması’ndan, Türk vatandaşları için vizeden muafiyet hakkının doğup doğmadığı sorusu gündeme geliyor. Bu
bağlamda, Avrupa Adalet Divanı’nda görülmekte olan bir çok dava
var (Tagespiegel Online, 2013). Hem vize kavgasının hem de ayrımcılığa uğradığı izleniminin, ayrıca bunların her birinin çoğu zaman farklı
etkileri olsa bile, Türkiye’nin üyelik çabalarına mahsuben olumsuz bir
etkisi yoktur.
Sonuç
Bu makalenin kaleme alınması, Türkiye ve Almanya’nın, Avrupa ya
da Avrupa Birliği dahilinde ortak bir geleceği olup olamayacağı sorusundan kaynaklanmıştır. Bu kapsamda, üye olma sürecinin olumlu
sonuçlanacağı ancak tarafların daha fazla çaba göstermeleri gerektiği
ortaya çıktı.
67
Türk tarafının, başlamış olan reform sürecini sürdürmesi gerekiyor. Özellikle Kürt nüfusa yaklaşım süreci sürdürülmelidir. Ama bunun için her iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerine yaklaşmaları zorunludur. Temel haklarla ilgili olarak, yurttaşların bu bağlamda, devletin
hedeflerinin yeniden bir kere daha değerlendirilmesi üzerine düşünülmesi gerekiyor.
Türkiye’deki son protesto dalgasını ve resmi makamların, demokratik haklarını kullanan muhaliflere karşı tutumunu göz önünden
kaçırmadan şunu belirtmek gerekiyor: Çoğulcu bir demokraside gösteriler yapılması ve hükümetin güncel politikalarına karşı eleştirel
görüşlerini kamuoyuna yayması mümkün olmalıdır. Değişik halk
kesimlerinden göstericilerin değişik biçimlerde bir araya gelmesi gerekliliğini gözden kaçırmadan, geleneksel ve politik çerçeveden bağımsız olarak ortak bir politik görüşü temsil eden yeni bir eleştirel sivil
toplumun kendini ifade edebilmesinin iyi bir şey olduğunu kabul etmek gerekiyor (Spiegel Online, 2013, Erdoğan’ın parçalanmış Türkiye’si).
Almanya’ya gelince: Alman halkının Türkiye hakkındaki görüşü,
Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde Almanya’nın olumlu yönde tutum
takınmasında anahtar rol oynayacaktır. Bu konuda, Alman halkının
zihninde var olan Türkiye imgesinin, daha ziyade olumsuz haberlerce
ve aynı şekilde Almanya’daki Türkiye kökenli nüfusla pek de kolay
olmayan ilişkiler çerçevesinde belirlendiği açıklandı. Batılı ve çağdaş
Türkiye’yi yeterince tanımadıkları ortada. Bu, toplum içinde, Türkiye
hakkında birbirine tezat oluşturan görüşlerin varlığına dayanıyor.
Önemli makaleler, burada, örneğin bilimsel işbirliğinin yoğunlaştırılmasına, öğrenci değişiminin yeniden düzenlenmesine ve Türk-Alman
toplumları arasında yeni ortaklıklar kurulmasına katkı sağlayabilir.
Demokrasi, toplumsal ve ekonomik refah ile Avrupa’dan Ortadoğu’ya uzanan tutarlı bir köprü zemininde Almanya ve Türkiye’nin
ortak çıkarı, Türkiye’nin AB’ye girmesi gerekliğine vurgu yapıyor.
Demokrasinin geliştirilmesinin en temel önkoşulu olarak, temel
hakların ve temel özgürlüklerin korunmasını, aynı şekilde azınlık haklarının sağlanmasını ve çoğulculuğa saygı gösterilmesini birinci önce-
68
lik olarak gören bir toplumun gelişmesinin, Türkiye’nin Avrupa’nın
birleşme sürecini desteklemesinden ziyade AB çatısı altında bulunmasıyla sağlanabileceği noktasından hareket etmek gerekiyor.
Türk yurttaşlarının Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmesi,
komisyonlarda ve AB Bakanlar Kurulu nezdindeki danışma ve karar
süreçlerine katılması ve yine çeşitli şikayet mekanizmaları kapsamında Avrupa Adalet Divanı hukukundan yararlanabilmesi, Türkiye’nin bir demokratik ve hukuk devleti olarak gelişimini daha da
hızlandıracaktır.
Kaynakça
ARAS, N. (2007), Die Bedeutung der EMRK für den Grundrechtsschutz in der
Türkei in: Zeitschrift für europarechtliche Studien, Heft 2/2007, Berliner
Wissenschafts-Verlag GmbH
AUSWÄRTIGES AMT (2012), Grundsätze der Erweiterungspolitik, Vier
Prinzipien der Erweiterung, URL: http://www.auswaertigesamt.de/DE/Europa/Erweiterung/Grunds%C3%A4tze_Erweiterungspo
litik_node.html (01.06.2012)
BROCKMEIER, M., U.A. (2009), Auswirkungen eines EU-Beitritts der Türkei,
Sonderheft 329, Johann-Heinrich-von Thünen-Institut, Braunschweig,
S. 78 ff
BUNDESZENTRALE FÜR POLITISCHE BILDUNG (2003), Handwörterbuch des
politischen Systems der Bundesrepublik Deutschland, Öffentliche
Meinung, URL: http://www.bpb.de/nachschlagen/lexika
/handwoerterbuch-politisches-system/40341/oeffentlichemeinung?p=all (09.06.2013)
CENTRUM FÜR ANGEWANDTE POLITIKFORSCHUNG LMU MÜNCHEN
(2007),
- Türkei, URL: http://www.cap-lmu.de/themen/tuerkei/eu/eu.php
(09.06.2013)
- Energie, URL: http://www.cap-lmu.de/themen/tuerkei/wirtschaft
/energie.php (11.06.2013)
CREMER, J. (2006), Türkei und die Europäische Union, Einführung in die
Debatte, Bundeszentrale für politische Bildung, URL:
http://www.bpb.de/internationales/europa/tuerkei-undeu/52246/vorgeschichte (03.06.2012)
DEUTSCH-TÜRKISCHE NACHRICHTEN (10.06.2013), Trotz Protesten:
Präsident Gül unterzeichnet Anti-Alkohol-Gesetz, URL:
69
http://www.deutsch-tuerkische-nachrichten.de/2013/06/478356/trotzprotesten-praesident-guel-unterzeich%E2%80%8Bnet-anti-alkoholgesetz/ (16.06.2013)
EDWARDS, G. (2004), Reforming the Union’s Institutional Framework: A New
EU Obligation? In: Hillion, C. The Copenhagen Criteria and their Progeny, EU Enlargement: A Legal Approach, Hart Publishing, Oxford, S.
23 ff.
EUROPÄISCHER RAT
- Kopenhagen (1993), Schlussfolgerungen des Vorsitzes, 21/22. Juni
1993, SN/1801/93, URL:
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData
/ de/ec/72924.pdf (19.05.2012)
- Brüssel (2004), Schussfolgerungen des Vorsitzes, 16./17. Dezember
2004.16238/1/04 REV 1, URL:
http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/de/ec/83221.pdf
(03.06.2012)
Europa.Eu
- Unionsbürgerschaft (2013),
URL:http://europa.eu/legislation_summaries/justice_freedom_secu
rity/citizenship_of_the_union/index_de.htm (09.06.2013)
- Türkei: Zollunion und Präferenzregelungen (2013),
URL:http://ec.europa.eu/taxation_customs/customs/customs_duties
/rules_origin/customs_unions/article_414_de.htm (09.06.2013)
- Nobel Peace Prize 2012 awarded to European Union, Factsheet: The
European Union spreading peace and democracy, URL:
http://europa.eu/newsroom/highlights/eunobel/pdf/9_en.pdf
(16.06.2013)
EUROPÄISCHER GERICHTSHOF FÜR MENSCHENRECHTE (EGMR) EMRK- Urteile
- Nr. 43807/07, Kilic u.Eren/Türkei, 29.02.2012
- Nr. 4870/02, Gül u.a./Türkei, 08.09.2010
- Nr. 36635/08, Fatih Tas/Türkei, 01.02.2011
- Nr. 36141/04, Bingol/Türkei, 22.06.2010
- Nr. 30007/96, Halis/Türkei, 11.01.2005
- Nr. 50997/99, Han/Türkei, 13.09.2005
- Nr.23556/94, Ceylan/Türkei, 08.07.1999
- Nr. 11976/03, Demirel u. Ates/Türkei, 09.12.2008
einsehbar unter: Europäischer Gerichtshof für Menschenrechte, HUDOC,
Search
70
Page: URL: http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/Pages/search.aspx
(11.06.2013)
EUROPÄISCHER GERICHTSHOF FÜR MENSCHENRECHTE, Violations by
Article and State, 1959-2011, URL:
http://www.echr.coe.int/NR/rdonlyres/2B783BFF-39C9-455C-B7C7F821056F32A/0/TABLEAU_VIOLATIONS_EN_2011.pdf (10.06.2013)
Faz.Net (21.04.2013), Der Sog am Bosporus,
URL: http://www.faz.net/aktuell/wirtschaft/tuerkische-wirtschaft-dersog-am-bosporus-12156871.html (09.06.2013)
FOCUS ONLINE
- EU-Beitritt - Türkei fühlt sich diskriminiert (10.11.2010), URL:
http://www.focus.de/politik/ausland/eu-beitritt-tuerkei-fuehlt-sichdiskriminiert_aid_570510.html (12.06.2013)
- Zum ersten Mal Kopftücher im türkischen Parlament (24.04.2012), URL:
http://www.focus.de/panorama/welt/symbolische-revolution-inder-tuerkei-zum-ersten-mal-kopftuecher-im-tuerkischenparlament_aid_742114.html (16.06.2013)
GERMANY TRADE AND INVEST (GTAI) (2011), Deutschland und Türkei sind
enge Partner bei Handel und Investitionen, URL:
http://www.gtai.de/GTAI/Navigation/DE/Trade/maerkte,did=75580.h
tml (09.06.2013)
GÜNGÖR, B. (2004), Die Angst der Deutschen vor den Türken und Ihrem Beitritt
zur EU, Diederichs Verlag München.
GÜR, G. (2006), Das Türkeibild der deutschen Presse, in: Europa und die Türkei,
Herausgegeben von Siegfried Frech und Mehmet Öcal, Wochenschau
Verlag
KRAMER, H. (2002), Die Türkei und die Kopenhagener Kriterien, SWP-Studie
Berlin, URL: http://www.swp-berlin.org/fileadmin/contents
/products/studien /S2002_39_krm.pdf (10.06.2013)
LANDESZENTRALE FÜR POLITISCHE BILDUNG BADENWÜRTTEMBERG (2000), Zeitschrift „Der Bürger im Staat“, Heft
1/2000, Die Türkei vor den Toren Europas, Das Türkei-Bild der
Deutschen und das Deutschland-Bild der Türken, URL:
http://www.buergerimstaat.de/1_00/tuerkei09.htm, (16.06.2013)
LÖWE-ROSENBERG (2012), StPO, 26. Auflage, Band 11 EMRK, IPBPR.
MADEKER, E. (2008), Türkei und europäische Identität, Eine
wissenssoziologische Analyse der Debatte um den EU-Beitritt, VS
Verlag für Sozialwissenschaften / GWV Fachverlage GmbH,
Wiesbaden
71
N-TV 2009, Türkei spielt Gas-Joker, URL: http://www.n-tv.de/politik/Tuerkeispielt-Gas-Joker-article48651.html (11.06.2013)
NWZ - NEUE WÜRTTEMBERGISCHE ZEITUNG ONLINE (4. Juni 2013), EU
tief besorgt über Krawalle in der Türkei, URL:
http://www.nwzonline.de/politik/eu-tief-besorgt-ueber-krawalle-inder-tuerkei_a_6,1,3344339831.html (9. Juni 2013)
OBERDÖRFER, D. (2006), Die Furcht vor der Türkei, in: Europa und die Türkei,
Herausgegeben von Siegfried Frech und Mehmet Öcal, Wochenschau
Verlag
ONUR, H. (2002), Westorientierung versus Islam?, Bund demokratischer
Wissenschaftlerinnen und Wissenschaftler, URL:
http://www.bdwi.de/forum/archiv/archiv/441552.html (10.06.2013)
OPPERMANN, T. (1979), Europäische Reden, Deutsche Verlags-Anstalt, Stuttgart.
REPORTER OHNE GRENZEN
- Rangliste 2010, URL: http://www.reporter-ohnegrenzen.de/ranglisten/rangliste-2010/ Reporter ohne Grenzen
(31.08.2012)
- Rangliste 2011, URL: http://www.reporter-ohnegrenzen.de/ranglisten/rangliste-2011/?no_cache=1 (31.08.2012)
SCORL, K. (2011), Das Dilemma der Aufnahmefähigkeit der EU, in: Die
Identität Europas - Was ist europäisch?, Kovac Verlag, Hamburg.
SPIEGEL ONLINE
- Öcalans Aufruf zur Waffenruhe (21.03.2013): Jetzt kann Erdogan in
die Geschichte eingehen, URL:
http://www.spiegel.de/politik/ausland/pkk-chef-oecalan-ruft-zuwaffenstillstand-und-frieden-mit-tuerkei-auf-a-890032.html
(12.06.2013)
- Erdogans gespaltene Türkei (07.06.2013): 50 Prozent Frust, URL:
http://www.spiegel.de/politik/ausland/proteste-gegen-erdoganspalten-die-tuerkei-a-904110.html (12.06.2013)
- Faktencheck zur Migration (15.10.2010): Deutschland ist
Auswanderungsland, URL: http://www.spiegel.de/politik
/deutschland/faktencheck-zur-migration-deutschland-istauswanderungsland-a-723208.html (15.06.2013)
SÜDDEUTSCHE.DE (5. Juni 2013), FDP sieht EU-Beitrittsgespräche mit Türkei
belastet, URL: http://www.sueddeutsche.de/politik/deutschtuerkischer-dialog-fdp-sieht-eu-beitrittsgespraeche-mit-tuerkeibelastet-1.1689041 (9. Juni 2013)
72
TAGESSPIEGEL (11.04.2013), Weiterhin Visumspflicht für Türken, URL:
http://www.tagesspiegel.de/politik/gutachten-fuer-deneuropaeischen-gerichtshof-weiterhin-visumspflicht-fuertuerken/8053920.html (14.06.2013)
UTANGAC, S. (2009), Die Meinungsäußerungsfreiheit in der Türkei - Im Schatten
der Europäischen Menschenrechtskonvention?, URL:
http://www.rechtprogressiv.de/die-meinungsauserungsfreiheitdusunce-ozgurlugu-in-der-turkei-im-schatten-der-europaischenmenschenrechtskonvention/ S. 5. (10.06.2013)
WESTMEIER, J. (2008), Der EU-Beitritt der Türkei. Ein Beitrag zur Verbesserung
der europäischen Sicherheit?, Hamburg, Diplomica Verlag GmbH
73
Sivil Toplum Kuruluşları Açısından
Türk-Alman Bilimsel İşbirliği
Kenan KOLAT
Almanya Türk Toplumu, Almanya’da yaşayan Türklerin / Türkiye
kökenlilerin, ister Türkiye Cumhuriyeti isterse Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşı olsun, onların hak ve çıkarlarını savunan partiler
üstü bir sivil toplum kuruluşudur. 1995 yılında kurulmuş olan örgütümüzün bünyesinde 280 civarında dernek ve birlik yer almakta olup,
Türklerin Almanya’da eşit haklara kavuşması için yoğun çaba harcamakta, ırkçılığın her türlüsüne karşı çıkmaktadır. Türkiye’nin AB’ye
girmesini özellikle Avrupa Türkleri açısından desteklemektedir.
Almanya Türk Toplumu’nun bünyesinde oluşturduğumuz Bilim
Konseyi, Almanya’daki Türk kökenli insanlarımızın artık sorun odaklı
değil, çözüm odaklı çalışma yapmasına çok güzel bir örnektir. Bizler
artık sorunlarla uğraşmıyor, Almanya ve Türkiye’nin geleceğinde
katkıda bulunmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Buna özellikle dikkat
çekmek istiyorum. Sorunlarımız yeterince dile geliyor. Bu doğal olarak
gerekli ve çözülmesi için de çaba harcanıyor. Ancak, artık iki ülkemizin daha da gelişmesi için neler yapabiliriz. Bunu konuşmak ve tartışmak durumundayız.
Bugün Alman üniversitelerinde bilimsel çalışma yapmakta olan
72’si profesör, 300’den fazla doktorasını yapmış bilim insanımız vardır. Bunların yanı sıra üniversitelerde 1.200 civarında asistan ya da
öğretim görevlisi görev yapmaktadır. Onbinlerce üniversite mezunu
Almanya’da yaşamaktadır. Bunlar çok önemli birer potansiyeldir.
Türkiye’nin ve Almanya’nın bu potansiyeli görmesi ve değerlendirmesi gereklidir.
Bir önceki Bilim Bakanı Prof. Dr. Schavan ile geçen yıl ortasında
bilim insanlarımızı bir araya getirmiş ve Bilim Konseyi’nin çalışmala-
74
rını irdelemiştik. İşte o zaman başlayan çalışmalarımız daha da gelişti.
Yakın bir zamanda Almanya Türk Toplumunun internet sayfasında
bir veritabanı oluşacak ve konu ve uzmanlık alanlarına göre Türkiye
kökenli bilim insanlarımıza ulaşmak daha da kolaylaşacaktır. Hedefimiz bir yandan bilim insanlarımızın kendi aralarındaki iletişimini geliştirmek, diğer yandan da Alman bilim kamuoyunda ve basınında yer
etmelerine katkıda bulunmaktır. Özellikle Alman TV programlarında
konularında uzman olan bilim insanlarımızın yer alması önemli bir
çalışma alanımızı oluşturacaktır.
Bu bağlamda bir girişimimizden de söz etmek istiyorum. İlk kez
olarak bu yıl üç alanda Almanya Türk Toplumu Bilim Ödülleri vereceğiz. Her biri 5.000 € tutarındaki 3 ödülün biri Türkler, Türkiye ve göç
konuları, diğeri sosyal bilimler alanında (cinsiyet ve eşit haklar konusu) ve üçüncüsü de pozitif bilimlerde ki enerji, yeraltı kaynakları ve
çevre ile ilgili konularda olacaktır. 9 profesör arkadaşımızdan oluşan
jürimiz son iki yılda tamamlanmış ve Alman üniversitelerinde yazılmış Almanca (özel durumlarda İngilizce de olabilir) doktora çalışmaları değerlendirilecektir. Umuyorum tatil sonrasında ödülleri vereceğiz.
Türkiye ile Almanya arasındaki bilimsel ortaklıklar çok yoğundur. Sizlere bazı sayılar sunmak istiyorum: Türkiye’den 96 üniversite
Alman üniversiteleriyle 815 işbirliği yapmaktadır. Bu çok önemli bir
rakamdır.
2010 yılında şu anda görevde olmayan Bakan Schavan ile T.C.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım bilişim ve iletişim alanlarında bir
işbirliği anlaşması imzalamıştır. Bunun sonucunda Alman-Türk Araştırma Merkezi’nin temelleri atılmıştır. Bilim insanları karşılıklı bilimsel
alışverişte bulunmuşlar ve ortak araştırma projeleri gerçekleştirmişlerdir. Bu çalışmalar sürmektedir.
Bilimsel Teknolojik İşbirliği alanında TÜBİTAK ile ortak çalışmalar yürütülmektedir. Alman-Türk Üniversitesi Projesi artık uygulanabilme aşamasına gelmiştir. Bilindiği üzere Bahçeşehir Üniversitesi
Berlin’de bir kampüs açmış, bize gelen bilgilere göre başka üniversitelerin de burada etkin olma amaçları olduğu söz konusudur. Akdeniz
Üniversitesine ve işbirliği yaptığı Berlin Alice-Salomon Yüksekokulu’na teşekkürlerimi iletiyorum buradan.
75
Değerli katılımcılar,
Umuyorum ki başlayan bu birliktelik uzun soluklu olur, ortak
hedeflere varılmasına katkıda bulunur.
Almanyalı Türklerin bilimsel çalışmalardan beklentilerini şöyle
sıralamak isterim:
1) İki ülkenin bilimsel alanlarda ortak çalışması her iki taraf için
de olumlu sonuçlar verecektir.
2) Özellikle sosyal alanda Avrupa’da ve diğer ülkelerde yaşayan
Türklerin konumları hakkında yapılan bilimsel araştırmalar
sınırlıdır. Bu araştırmalar Alman kurumlarınca yapılmaktadır.
Türk kökenli bilim insanlarının ve kurumlarının bu alana
girmelerinde büyük yarar görüyoruz. Buna örnek olarak Hacettepe ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’ni vermek isterim.
3) Almanya’da yaşayan Türklerin Türkiye’deki konumları tek
yanlı ve çoğunlukla yanlış varsayımlardan yola çıkılarak değerlendirilmektedir. Bu imajın da değişmesi ve buna ilişkin
bilimsel çalışmaların yapılması gereklidir kanımızca.
4) Almanya’daki Türklerin ve Türkiye’nin olumlu imajının arttırılması için ortak bilimsel çalışmaların Alman kamuoyunda
daha etkin olarak gündeme getirilmesi yerinde olacaktır.
5) Türkiye ile Almanya arasında 2014 Ortak Bilim Yılı ilan edilmiştir. Bunun çok yerinde bir girişim olduğunu düşünüyoruz.
Bu çalışmaya sivil toplum örgütlerinin de dahil edilmesinde
yarar görülmektedir.
6) Türkiye’de ve Almanya’daki bilim insanlarının düzenli ve sürekli işbirliği yapmasının sağlanması için gerekli kurumsal
yapıların ortaya çıkarılmasında yarar vardır.
7) Almanya ile Türkiye arasında 90 civarında kardeş kent vardır.
Bu kentlerdeki üniversite ve bilimsel kuruluşların işbirliği
yapmaları karşılıklı olarak desteklenmelidir.
Bu konferansın Almanya’da da yapılmasında büyük yarar olduğunu düşünüyoruz.
76
Türk-Alman Bilimsel İşbirliği’nin Potansiyel ve
Somut Projeleri (Bilim, Araştırma,
Teknoloji, Çevre ve Enerji)
Dirk TRÖNDLE
Giriş
Burada bilim, araştırma ve teknoloji alanında yapılmış ve yapılmakta
olan Alman-Türk işbirliğinin tam bir listesini sunmamıza olanak yok.
Ancak T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın güncel verilerine göre
halen Türkiye’de 5.100’ün üzerinde Alman sermayesi ortaklığında
faaliyet gösteren şirket bulunuyor. Çok büyük bir bölümü KOBİ olan
bu şirketler, işletmeci değerlendirmesiyle bağımsız olarak yatırım kararları vermek suretiyle Türk pazarına girmiş bulunuyor. Bilimsel
kuruluşlar ve araştırma merkezleri de aynen bu şirketler gibi davranarak know-how ve teknoloji transferi ile Almanya ile Türkiye arasındaki bilimsel, teknolojik işbirliğine ve araştırma alanında bilgi alışverişine katkıda bulunuyor.
Hükümetlerle kamu kurumları bir veya birçok alandaki işbirliğini
teşvik etmek ve diyalog sağlamak üzere çerçeve koşulları belirleyebilir, finansman ve diğer alanlara yönelik özendirici önlemler alabilirler.
Bu sayede somut projeler ile proje ortakları kendi ayakları üzerinde
durarak gelişim sağlayabilir ve kendi yollarını çizebilirler. Bu çerçeve
koşulları yaratılırken diğer çift taraflı işbirliği örneklerinin deneyimlerinden yararlanmak, hem en iyi uygulamaları hem de nispeten daha az
başarılı işbirliklerini, kültürlerarası yanlış anlama ve yanlış tasarımları
dikkate almak büyük önem taşır.
2011 Sonbaharı’nda Budapeşte’de yapılan son Dünya Bilim Forumu’nun temel vurgusu şu olmuştur: Dünya şimdiye değin hiç olmadığı denli bilim tarafından biçimlenmektedir. Sözgelimi 2009 yılın-
77
da dünya genelinde araştırma ve geliştirme (ARGE) giderleri 1,5 milyar ABD dolarına ulaşmıştır ve günümüzde ise yaklaşık 2 milyar ABD
dolarına ulaştığı tahmin edilmektedir. Türkiye’de de bilime, ARGE’ye
ve teknolojiye gittikçe daha fazla önem verilmektedir. Türkiye küresel
araştırma etkinliklerinde kendine bir yer edinmek istiyor.
Alman-Türk işbirliği 1959 yılında Çift Taraflı Kalkınma işbirliği
projesiyle başlamıştır. 1984 yılından beri Türkiye ile bilimsel resmî bir
bilimsel işbirliği vardır; 2014 yılında bu işbirliğinin 30. yılını kutlayacağız. 2007 yılından beri ise bilimsel verilerle yakından ilişkili olan
çevre ve iklim sorunlarında sıkı bir diyalog sürdürülmektedir.
1. Türkiye’deki ARGE/Teknoloji Alanında Güncel Durum
Türk Hükümeti’nin ARGE/teknoloji/yenilik sorunsalına stratejik açıdan ne ölçüde önem verdiğini bizzatihi yetkili siyasetçilerin söylemleri
ortaya koymaktadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2013 yılı başında Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) 25. toplantısında
yaptığı açılış konuşmasında ülkenin teknoloji yeteneğinin ve bilimsel
potansiyelinin, hükümetinin yumuşak güç kullanımının ön önemli
unsuru olduğunu ifade etmiştir.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün ifadeleri de
benzer biçimde değerlendirilebilir. Son genel seçimlerden sonra bu
bakanlığın oluşturulması bile tek başına Türkiye’deki paradigma değişimini göstermektedir. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Ergün, Türkiye’nin son yıllarda düşük teknoloji yeteneği olan bir ülkeden orta ölçekli teknolojik bir ülke konumuna sıçrama başarısı gösterdiğini ifade
etmiştir. İhracattaki düşük teknolojili mal oranı on yıl önce %70 iken
bu oran 2012 yılında %30-35 bandına gerilemiştir. Türkiye önümüzdeki on yılda yüksek teknoloji ülkesi olma yolunda bir sıçrama daha
yapmak istemektedir. 2011-2014 Türkiye Sanayi Strateji Belgesi bu
durumu “Orta ve yüksek ölçekli teknolojik ürünlerde Avrasya’nın
üretim üssü olmak” alt başlığı ile ifade etmektedir.
Önde gelen siyasetçilerin bu ifadeleri çerçeve planlarına ve stratejilere, özellikle de 2011-2016 dönemi İnsan Kaynakları, Bilim ve Teknoloji Eylem Planı ve yine 2011-2016 dönemi Ulusal Bilim, Teknoloji ve
78
Yenilik Stratejisi’ne (BTY stratejisi) dayanmaktadır. Bunlarla bilime
dayalı kalkınmanın teşvik edilmesi ve katma değeri yüksek, yenilikçi,
yüksek teknolojili ve rekabetçi bir sanayiye geçilmesi hedeflenmektedir.
Bilim, teknoloji ve yenilik stratejisinin odağında 14 anahtar sektörün gelişimi bulunmaktadır: Eğitim, yaşam ve sağlık bilimleri, tarım,
inşaat ve altyapı, ulaşιm, enerji, bilgi ve iletişim, makine üretimi, kimya, savunma ve uzay yolculuğu, tekstil sanayii, turizm, doğal kaynaklar ve çevre. Bunların yanısıra şu sekiz anahtar teknolojide de teknoloji
liderliği ve rekabet yeteneği hedeflenmektedir: Bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT), biyoteknoloji ve genetik mühendisliği, nano teknoloji,
mekatronik, üretim planlama ve kontrolü, malzeme bilimleri, enerji ve
çevre teknolojileri ve tasarım.
Toplam ARGE harcamalarının 2013 yılına kadar GSYİH içindeki
payının aşamalı olarak yüzde üçe yükselmesi (yaklaşık 60 milyar USD)
ve tam zamanlı kadro bazında görev yapan araştırmacı sayısının da
300.000’e çıkması beklenmektedir. Güncel rakamlar dikkate alındığında bunlar iddialı hedeflerdir.
1.1. 2011 Yılındaki Güncel Durum
ARGE harcamaları toplamda yaklaşık 12 milyar TL’ye çıkmıştır
(GSYİH’nın %0,86’sı). Türk ekonomisinin ARGE harcamaları oranı
2011 yılında biraz yükselerek %43,2 olmuştur. Bütün ARGE harcamalarının %45,5’i yüksekokul sektörü tarafından gerçekleştirilmiştir.
Üniversite dışı kamusal ARGE harcamaları %11,3 olmuştur. Ancak
bilim, teknoloji ve yenilik stratejisinde 2013 yılı için öngörülen %2’lik
hedefin oldukça uzağında kalınmıştır.
Tam zamanlı araştırmacı (72.000) ve uzman sayısı 2011 yılında da
93.000 kişi ile (2010’da 82.000) yükselmeye devam etmiştir. Bu, 2002
yılından bu yana üç misli bir artış demektir.
Artmakta olan ARGE harcamalarının diğer göstergeleri ise patentler ve bilimsel yayınlardır. 2012 yılında 11.599 patent ve 111.120
marka tescili başvurusu yapılmıştır ve bunların yaklaşık %75’i olumlu
sonuçlanmıştır. PCT’ye (Patent Cooperation Treaty) göre uluslararası
79
patent başvurusu için ya da EPC’ye göre triadik patent ailesine yapılan
başvurular önemli ölçüde artmıştır. 2011 yılında 28.989 bilimsel yapıt
yayınlanmıştır.
2005 ile 2010 arasında TÜBİTAK tarafından toplam 7.302 üniversite içi ARGE projesi 900 milyon TL ve 2003 ile 2011 arasında toplam
5.797 üniversite dışı proje toplam 1,9 milyar TL ile desteklenmiştir.
2010 yılında yaklaşık 19.000 genç bilim adamı TÜBİTAK tarafından
finanse edilen burs almıştır. 2011 yılında TÜBİTAK ve bağlı araştırma
kurumlarında toplam 3.930 çalışan vardı ve bunların yaklaşık %22’si
bilim yönetiminde ve %78’i de bilimsel araştırma personeli olarak çalışıyordu.
Sonuç: Türkiye uzun bir çalışma süresinden sonra yüksek oranda
yurt içi katma değer üretim potansiyelli ileri teknoloji ürünü üreten bir
sanayi ülkesi olmaya doğru yol almaktadır. Beklenen dış ticaret açığı
azalması ile birlikte ARGE çalışmalarının bir bütün olarak ekonominin
olumlu yönde gelişmesine önemli katkısı olacaktır. Türkiye’de ARGE
alanında ne ölçüde bir anlayış değişikliği olduğunu, seçilen Türk temsilciliklerine planlı olarak en azından on bilimsel raportörün gönderilmesi göstermektedir. (Yüksek bilimsel ve teknolojik potansiyele
sahip devlet, bölge ve Almanya gibi çok sayıda Türk kökenli girişimcinin ve bilim adamının bulunduğu ülkeler). Bu anlayış değişikliğinin
bir diğer göstergesi de, yurtdışında araştırma yapan Türk bilim adamlarını çekici araştırma bütçeleri ile Türkiye’ye dönmeye ikna etme ve
deyim yerindeyse tersine bir beyin göçünü başlatma çabalarıdır.
2023 yılındaki Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 100. yıldönümüne ilişkin iddialı makroekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesi,
Türkiye’yi gelecekte bir ekonomi ve bilim diyarı durumuna getirmeyi
amaçlayan bu politikanın başarısına bağlı olacaktır. Bu hedeflere ülkenin dünyadaki en büyük on ekonomiden biri olması, kişi başına en
azından 25.000 USD gelir ve 500 milyar USD ihracat da dahildir. Bu
aşamada, özellikle ortak bir ekonomi yılı ile teşvik edilebilecek olan
Türkiye ile işbirliği şansları mevcuttur.
80
2. Hatalardan Ders Çıkarma, Deneyimlerden Yararlanma,
Potansiyelleri Keşfetme
İlk sorunlu alan, mevcut Türk bakanlıklarının 2011 seçimlerinden sonra sorumluluk ve yetkinlik açısından yeniden yapılandırılması ve dönüştürülmesindeki asimetri, başka bir deyişle Almanya ile Türkiye
arasındaki farklı bürokratik kültürdür. Farklı yetkilerle donatılmış
olsalar da bir Alman ve bir Türk bakanlığının görüşmeler yapması ve
akabinde görüşme sonuçlarının geçerli olabilmesi için bir bakanlıklar
arası karar sürecine sokulması oldukça mümkündür. Bu ise kararlaştırılan projenin uygulamaya konmasını belirgin ölçüde geciktirebilir.
Klasik kalkınma işbirliğinin bir diğer sorunsalı ise sehabet meselesidir. Bu olgu bir proje organizatörünün kendi projesinin arkasında
yüzde yüz durmadığında ortaya çıkar. Bir başka neden de çoğunlukla
iki ortağın beklenti ve hedefleri arasındaki farklılıklardır. Bir ortağın
çalışma başladıktan sonra mevcut strateji ve ülke programına uyum
sağlamasını beklemek yerine teşvik önlemleri önceden ortağın gereksinimlerine uyarlanmalıdır. Ayrıca verimli işbirlikleri, yanlış algılamaların önüne geçilmesini ve her iki tarafa da uygun uyum araçlarının
sunulmasını sağlamak üzere açık ve eleştirel bir diyaloğu gerektirir.
Türkiye son yıllarda dış politikada artan önemine paralel olarak
2011 yılında kalkınma işbirliğine yaklaşık 1,3 milyar USD ayıran ülke
durumuna geldi. Bu nedenle üçüncü ülkelerle üçlü işbirliği potansiyeli
mevcut olup, stratejilerin ve uygulama yönetmeliklerinin birbirine
uyarlanması gerekmektedir. Ancak işbirliklerinin odağına “kazan ve
kazan” ilkesinin konması, yani her katılımcının bir kazancının olması
ve diyalogların aynı seviyede yapılması zorunludur.
Eğitim ve bilimsel çalışma alanlarındaki çift taraflı işbirliğinin kalitesi geçtiğimiz yıllarda değişti. Alman ve Türk yüksekokulları arasındaki 848 işbirliği anlaşmasından Erasmus çerçevesinde 726 program
ortaya çıkmıştır. Alman ve Türk bilim temsilcileri artık öğrenci veya
genç bilim adamı değişimini değil, her iki ülkeden araştırmacıların
ortak olarak katılabileceği somut ARGE projeleri bekliyor. AlmanTürk işbirliğini yeni bir kalite düzeyine çekmek için hedef somut
81
ARGE, teknoloji ve yenilik projelerine yönelik mevcut ve yeni işbirliklerinin yoğunlaştırılması olmalıdır.
Çerçeve koşulları için vazgeçilmez önkoşul, araştırmacıların sorumluluk taşıyan davranışlarını güvenceye alan doğruluk, tarafsızlık
ve samimiyet araştırma etkinliğinin ortak temel değerleridir. Araştırmaların ve araştırma ekiplerinin gittikçe artan küreselleşme eğilimi,
araştırma sonuçları üzerindeki kültürlerarası yanlış anlama ve kamu
politikası tartışmaları tehlikesini içermekte ve bu da iklim değişimi
örneğinde görüldüğü gibi araştırmaları etkileyebilmektedir. Ancak bir
ortak araştırma projesinin uygunluğu ve mükemmeliyeti sorusu da
gündeme getirilmelidir.
Hiç kuşkusuz sorunların en başında şirketlerin ARGE sonuçlarını
diğer şirket ve kurumlarla paylaşmakta gösterdikleri isteksizliktir.
Çünkü aksi takdirde şirketin yenileşme becerisinin tehlikeye gireceği
düşünülür. Ayrıca, temel araştırmalara ağırlık veren üniversite camiası
ile şirketlerin uygulama odaklı ARGE çalışmalarının birbirinden kesin
olarak ayrışmış olması, sanayi bağlamındaki sorunların bilim dünyasına aktarılmaması ve tersi durum ile üniversite dışı bağımsız araştırma kurumlarının eksikliği de diyaloğu keza engelleyebilir.
Türkiye ve Almanya’da faaliyet gösteren Alman-Türk şirketleri
ile içinde, çok sayıda Türk kökenli bilim adamı ve Almanya’da doktora yapmış ve bu ülkedeki üniversitelerde araştırmalarda bulunmuş
bilim adamlarından oluşan ağ Alman-Türk bilimsel işbirliği için büyük
bir potansiyele sahiptir. Gün geçtikçe daha fazla araştırmacı, eğitim
almak için ulusal sınırları aşmakta ve uluslararası işbirlikleri gittikçe
daha fazla araştırmacı faaliyetlerini kapsamaktadır. Binlerce akademisyen son yıllarda yaşam merkezlerini Almanya’dan Türkiye’ye
kaydırmıştır. Bu durum Türkiye’deki araştırma iklimi üzerine olumlu
etkide bulunacak ve orta vadede beyin göçünün tersine çevrilmesine
katkıda bulunacaktır.
ARGE ve bilimsel işbirliklerini Alman-Türk bilim yılı çerçevesinde de güçlendirmek için bu deneyimlerin temel alınması gerekmektedir.
82
3. Mevcut ve Potansiyel İkili İşbirlikleri
AB’nin 7. Araştırma Çerçeve Programı (7. AÇP) çerçevesinde 2007
yılından beri Alman-Türk şirketleri, bilimsel kurumlar ve üniversite
kurumları konsorsiyum ortakları olarak toplam 3.919 projede başvuru
yapmışlardır. 7. AÇP’de Almanya ARGE alanında Türkiye’nin en
önemli ikili ortağı olduğu için bunlardan 642’si olumlu sonuçlanmıştır.
Birinci Alman-Türk Enerji Forumu 11 Nisan 2013 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu forumun temelini Federal Ekonomi Bakanı Philipp
Rösler ile mevkidaşı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın
15 Kasım 2012’de enerji alanındaki işbirliğine ilişkin ortak açıklamaları
oluşturmuştur. Bu niyet beyanının odağında, bakanlar forumu olarak
yıllık ve dönüşümlü yapılması düşünülen Alman-Türk Enerji Forumu
bulunmaktadır. Enerji forumu çatısı altında beş çalışma grubu bulunmaktadır: „Yenilenebilir enerjiler“, „Enerji verimliliği“ , „Konvansiyonel enerji santralı, enerji santraları modernizasyonu ve linyit desteği
“, „Elektrik dağıtım ve iletim şebekeleri” ve „Elektrik ve gaz piyasalarının düzenlenmesi ve bir elektrik borsasının tesisi“. Birinci enerji forumunda ilk üç çalışma grubu kurulmuş olup diğerleri bir sonraki
forumda oluşturulacaktır.
Bu ilk Alman-Türk enerji forumunun en önemli sonuçlarından biri her iki tarafın da enerji sektöründe sıkı bir işbirliğine ilgi duyduklarını ifade etmiş olmalarıdır. Üç çalışma grubuna her iki ülkeden şirketlerin ve kamu sektörü temsilcilerinin katılmış olması da bu büyük
ilgiyi açıkça göstermektedir. Enerji verimliliği Türkiye’de orta vadede
dış ticaret açığının azaltılmasında „en önemli enerji kaynağı” olarak
görülmektedir.
Öte yandan Türkiye’deki mevcut konvansiyonel enerji santralı
parkının modernizasyonuna büyük bir gereksinim duyulduğu tespit
edilmiş ve her üç çalışma grubunda da (enerji santralı yönetimi, enerji
yönetimi, enerji taahhüdü) eğitim, danışmanlık ve hizmet içi eğitim
kapasitelerinin oluşturulmasına büyük bir ilgi duyulduğu ifade edilmiştir. Türkiye’nin Almanya’dan know-how ve teknoloji transferi beklentisi içinde olduğu tekrarlanmış ve Alman yatırımcıların Türkiye’de
83
yeşil teknoloji üretimine yatırım yapmalarına yönelik açık beklentiler
dile getirilmiştir.
Daha sıkı bilimsel diyalog yaratma çabasına, 2007 yılından beri sürdürülen ve 25 Nisan 2013’te 10. Çevre Yönetimi Semineri ile devam eden
çevre ve iklim diyalogunun sinerjileri de katkıda bulunabilir. Bu arada
yıllık ve dönüşümlü olarak her iki ülke çevre bakanlıklarının ve diğer
kurumlarının delegasyonları ve temsilcileri iklim ve çevre koruma konusunda bilgi alışverişinde bulunmak, ortak çevre ve iklim projelerinin sürdürülmesi hakkında raporlar sunmak üzere bir araya gelmektedir.
Sulak alan yönetimi, kamu binalarında enerji verimliliği, şebekeye
bağlı yenilenebilir enerjiler ve keza kömür piyasasının oluşturulması
konularındaki projeler veya Alman-Türk Biyogaz Projesi oldukça yenilikçi teknoloji ve bilgi transferine olanak sağlıyor. Ancak klasik atık ve
atık su yönetimi, dönüşüm ekonomisi ve recycling alanlarında da iyi
işbirliği olanakları veya potansiyel işbirliği konuları bulunmaktadır.
Daha başka işbirliği olanakları kaynak verimliliği ve bir verimlilik
ajansının kurulması, solar modül üretimi, akıllı şebekeler ve özellikle
yenilenebilir enerji alanında Türkiye’nin potansiyeli ve bu enerjilerin
şebekeye entegrasyonu açısından yenilenebilir enerji alanlarında bulunmaktadır. Depolama teknolojileri ve elektrikli mobilite alanlarında
bundan sonraki yapılacak olan araştırmalar ise ortaklaşa yürütülmelidir.
German Energy Center & College (GECC), İstanbul Yıldız Teknik
Üniversitesi ile yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği konusunda bir
teknopark (teknoloji merkezi) kurulması için anlaşma imzalamıştır.
Üniversite teknoparkında enerji verimliliği ve yenilebilir enerji konusundaki güncel ve önemli teknolojileri içeren sürekli bir sergi kurulacaktır. Bu teknoloji merkezi yeşil teknolojiler için bir pazarlama, iletişim ve iş platformu olarak işlev görecektir. Ayrıca yerel eğiticiler aracılığı ile kalifikasyon önlemleri sunulacak ve bina enerji danışmanlığı
mesleğine ilişkin bilgiler aktarılacaktır.
Federal Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF), Türkiye
Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Ekim 2010’da bilgi
ve iletişim teknolojileri (Bvİ) alanında bilimsel-teknolojik işbirliği anlaşması imzalamıştır. Bilgi ve iletişim teknolojileri (Bvİ), yenilik, yeni-
84
likçi ürünler için temel yöntemler ve hizmetler anlamına gelmektedir.
Bu anlaşma İstanbul ve Berlin’de bilgi ve iletişim teknolojilerine yönelik ortak bir Alman-Türk araştırma merkezinin (German-Turkish
Advanced ICT Research Center, GT-ARC) çerçevesini oluşturmaktadır. Bu araştırma merkezi Alman ve Türk ekonomi dünyası tarafından
etkin biçimde desteklenmektedir. İki merkez ve ortak bir bilimsel ekip
sayesinde işbirliğinin yeni kalitesini gözler önüne sermektedir.
Alman-Türk bilimsel teknolojik işbirliğinin diğer projelerinden biri Alman-Türk yüksekokul araştırmasının yoğun işbirliği ve teşvikidir.
Buradaki hedef üç yıllık bir süre içinde iki ülke yüksekokulları arasındaki ARGE etkinliklerinin teşvik edilmesidir. TÜBİTAK ile BMBF tarafından ortak olarak teşvik edilen işbirliği ise 2+2 başlığı altında 2008
yılında başlamıştır. Enerji araştırması, sağlık ve gıda teknolojisi alanında
Alman ve Türk şirketleri ile araştırma enstitülerinden her biri bir Alman
ve bir Türk’ten oluşan tandem ikililer oluşturmak suretiyle ARGE projeleri geliştirmeleri istenmiştir. Bu yolla yüksekokulların ve üniversite dışı
araştırma kurumlarının bileşik projeleri teşvik edilecektir.
Bunlar Almanya ile Türkiye arasında mevcut çift taraflı işbirliğinin sadece birkaçı olup, kuşkusuz bunları başkaları da izleyecektir.
Örneğin bu bağlamda Türkiye’nin halen güçlü bir ARGE veya yenilikçilik atılımı gösterdiği otomotiv, makine mühendisliği ve IT anahtar
alanlarında pekâlâ işbirliği düşünülebilir. Yine enerji, iklim, sağlık,
beslenme veya yeşil teknolojilerin teşvik edilmesi gibi stratejik konularda işbirliği yapmak da mümkündür, çünkü bu yolla yenilenebilir
enerji konusunda büyük potansiyel yaratılabilir ve kendi kendine yeterli tedarik güvencesi sağlanabilir.
ARGE, bilim, teknoloji ve yenilikçilik alanlarındaki yoğun işbirliği, Alman-Türk ilişkilerini de yoğunlaştırmakta ve bu mevcut ilişkileri
önemli boyutlar katarak çeşitlendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında
planlanan Alman-Türk Bilim Yılı (2013-2014), önemli atılımlara vesile
olabilir, standartlar getirebilir ve ikili ilişkileri daha da pekiştirebilir.
85
Avrupa Entegrasyonu Çerçevesinde
Türk-Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi
Projesi
Canan BALKIR
Projenin Amacı
Projenin amacı; Türkiye Almanya arasındaki ağların nasıl kurulduğu,
hangi darboğazların çözülmesi gerektiği, hangi kuvvetli yönlerin ve en
iyi örneklerin kullanılabileceği konularında pratik ve teorik bilgiler
sunmaktır. İki taraf arasında ağların yapısal ve dinamik özelliklerinin
bilinmesi, olumsuzlukları, sorunları önlemeye yardımcı olacak ve bilgi
akışını geliştirecektir. Proje, iki taraf arasındaki inovasyon ağlarının
geliştirilmesi yolu ile ekonomik, sosyal entegrasyonun güçlendirilmesini ve teknoloji transferinin artmasına olumlu katkıda bulunmayı
amaçlamaktadır.
Proje Çalışmaları
Bu başlık altında ele alınan projenin amaçları Akdeniz Üniversitesi’nde
15-17 Mart 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilen Türk Alman Bilimsel
İşbirliği Forumu’nda sunulmuş ve 2012 yılında “Türk Alman Bilimsel
İşbirliği’nin Güncel Konuları” adlı kitapta yayınlanmıştır.
Projenin amaçları şöyle özetlenebilir: Türk ve Alman kurumları
arasındaki inovasyon ağlarının ölçülmesi
1. Türk-Alman firma/kuruluşları arasındaki öğrenme biçimleri
ve bilgi transferi ile entegrasyonun yapısal ve niteliksel
özelliklerini ortaya çıkarılması
2. Inovasyon
ağlarındaki
farklılıkların
(sektörel)
bilgi
tabanlarındaki farklılığa bağlı olarak araştırılması
86
3. İnovasyon ağlarındaki önemli aktörlerin (kilit oyuncuları)
belirlenmesi ve ağlar içerisinde onların üstlendikleri rollerin
tarif edilmesi
4. Türk-Alman inovasyon ağlarının kurulması ve performansı
için katkıda bulunan girişimcilerin (merkezden çevreye ileri ve
geri hareket eden aktörler) rollerinin analiz edilmesi
5. Bu önemli aktörlerin ego-ağlarının analiz edilmesi, bu
ajanların nasıl kurulduğunun, geliştiğinin ve bilgi akışının,
inovasyon ve iş rekabeti için nasıl kullanıldığının analiz
edilmesi
6. Bireysel ve toplu hareket yoluyla başarılı inovasyon ağlarının
oluşumunun incelenmesi
7. İnovasyon ağlarının ortaya çıkmasına engel olan ve destek
olan faktörlerin belirlenmesi
8. Çevre bölgelerin inovasyon ağları sayesinde merkeze yetişme
olasılıklarının araştırılması
9. Ağ politikaları tasarımı için politika sonuçlarının üretilmesi
21 Eylül 2011 tarihinde Almanya ekibinin Dokuz Eylül Üniversitesi’ne ilk ziyaretleri ile projenin ilk toplantısı gerçekleştirilmiştir. Projenin ikinci toplantısı Hohenheim Üniversitesi’nde 16 Aralık 2011 tarihinde Prof. Dr. Yeşim Kuştepeli, Prof. Dr. Yaprak Gülcan, Prof. Dr.
Andreas Pyka, Dr. Dominik Hartmann ve projede görev alan yüksek
lisans ve doktora öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşmiştir.
23 Kasım 2012 tarihinde Almanya’nın Stuttgart şehrindeki
Hohenheim Üniversitesi’nde proje toplantısı gerçekleştirilmiştir. Toplantıya Prof. Dr. Canan Balkır, Prof. Dr. Yaprak Gülcan, Prof. Dr. Sedef
Akgüngör, Prof. Dr. Yeşim Kuştepeli, Prof. Dr. Andreas Pyka ve Dr.
Dominik Hartmann katılmıştır.
Proje ile ilgili olarak web sayfası düzenlenmiştir. Proje kapsamında düzenlenen etkinlikler, çalışmalar ilgili web sayfasında sürekli olarak güncellenmektedir. (bkz. www.tginnet.org).
26-27 Mayıs 2012 tarihlerinde İzmir, Çeşme’de “Türk-Alman
İnovasyon Ağları ve Bilgi Transferi” konulu ilk hafta sonu okulu gerçekleştirilmiştir. Prof. Dr. C. Balkır, Prof. Dr. Y. Kuştepeli, Prof. Dr. Y.
87
Gülcan ve Prof. Dr. S. Akgüngör’ün yanı sıra Prof. Dr. H. Hanusch ve
Prof. Dr. A. Pyka’nın eğitmen olarak katıldığı etkinlikte, bu konuda
akademik çalışma yapmakta olan yüksek lisans ve doktora öğrencileri
ile sivil toplum örgütleri temsilcileri de katılımcı olarak yer almışlardır.
Projenin “From Almancı to EuroTurks: The New Potential for
European Innovation Networks” konulu ikinci haftasonu okulu 24-26
Mayıs 2013 tarihinde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi işbirliği ile Akyaka’da gerçekleştirilmiştir. Etkinlikte Napoli Üniversitesi’nden Prof.
Dr. Pasquale Commentore, Kiel Üniversitesi’nden Prof. Dr. Annekatrin
Niebuhr ve Augsburg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Horst Hanusch,
Hohenheim Üniversitesi’nden Prof. Dr. A. Pyka, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. C. Balkır ve Prof. Dr. Y.Kuştepeli eğitmen olarak
yer almıştır. Ayrıca, öğrenciler ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri
de proje konusu ile ilgili çalışmalarını sunmuşlardır. Etkinlikte Avrupa
Birliği Komisyon yetkililerinden Franco Burgio ve Damiano Carboni
katılımcı olarak yer almışlardır.
Proje kapsamında, Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ve
ticari ilişkiler patent, doğrudan yabancı yatırım, karşılıklı firma yatırım
ve temsilcilikleri bağlamında gerekli bilgileri içeren ilgili kurumların
(TCMB, TUİK, Ekonomi Bakanlığı, Türk Patent Enstitüsü, OECD, Avrupa Patent Ensitüsü gibi) veri setleri ve raporları incelenmiştir. Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik etkileşim doğrudan yabancı yatırımlar ve patentler üzerinden araştırılmış ve “Turkish-German
Economic Relations via Foreign Direct Investment and Patents” adlı
çalışma tamamlanmış ve “Girişimcilik ve İnovasyon Yönetimi DergisiJournal of Entrepreneurship and Innovation Management” isimli dergide basılmıştır. Prof. Dr. Canan Balkır (2013), tarafından “GermanTurkish Relations: From Immigration to Innovation Networks?”
adlılışma Working Paper proje sayfasına eklenmiştir.
Göç ve Göçmenlerin İnovasyona Etkileri
2012 yılı verilerine göre Almanya 3.085 trilyon dolarlık ticaret hacmi ve
dünya ticaretinin %9’una tekabül eden payı ile dünyanın en büyük
dördüncü ekonomisidir (UN, 2012). İnovasyon ve AR-GE istatistikleri
88
Almanya’nın küresel ekonomide dikkate değer bir konuma sahip olduğunu göstermektedir. OECD verilerine göre Alman şirketleri, ortayüksek ve orta düşük teknoloji ile ilgili sektörlerde en çok patent sahibi ülke sıralamasında dünya üçüncüsü, ileri teknoloji sektörlerinde ise
sekizinci sıradadır (Bolgar, 2012). Dr. Terwiesch (aktaran Bolgar, 2012)
Almanya’nın dünya ekonomisindeki konumunu şu sözlerle özetlemektedir: “Sanayi ihracatına dayalı Alman modeli, inovasyona özel bir
önem vermektedir. İnovasyon, ihracat ekonomisinin bir parçasıdır.
Oluşan döngüde ihracat inovasyondan kar sağlamakta, ihracat ise
inovasyonu desteklemektedir. Bu durum Almanya’nın üretim maliyetlerinin yüksek olduğu zamanlarda bile ülkenin güçlü ticari bir aktör
olmasını sağlamaktadır.”
Şekil 1: Avrupa İnovasyon Sıralaması
Kaynak: European Commission, 2011: s.7.
Türk-Alman ilişkilerinde inovasyon ağları olgusu yeni bir alan
olmasına rağmen, mevcut birkaç örnek iki ülke arasında ekonomik
bütünleşme ve inovasyon ağları hususunda zengin potansiyellerin
olduğunu göstermektedir.1 Bu potansiyelin arkasındaki mekanizmaları ve dinamikleri anlamak; olası riskleri ve tehditleri gün yüzüne çı-
1
Detaylar için bakınız, http://www.tginnet.org/
89
kartmak amacıyla detaylı incelemeler yapmak kaçınılmazdır. Avrupa
Birliği’nin bilgiye dayalı ekonomi modelini hedef olarak belirlemesini
(European Commission, 2012) işin içine kattığımızda Almanya ile Türkiye arasında geliştirilmeye çalışılan bu ağların, istenilen hedefe ulaşmada dinamik bir katkı sağlayacağı daha iyi anlaşılabilir.
İnovasyon ağları, her iki ülkede karşılıklı işbirliğine ve kamuoyu
algılarına üç temel sebepten dolayı olumlu yönde katkı sağlayacaktır:
(1) Alman tarafına Türkiye’nin bilgi ve yüksek ekonomik potansiyellerini gösterecektir. (2) Türk tarafına, Alman ortaklarıyla çalışmanın
karşılıklı işbirliği ve bilgi/teknoloji transferi ile nasıl bir kazan-kazan
durumu oluşturduğunu, (3) Almanya’daki Türk vatandaşlarının ve
Türkiye’deki Alman vatandaşlarının inovasyon, yeni iş alanları ve
büyüme hususlarında her iki ülke arasındaki köprü konumlarını ortaya çıkartacaktır.
Bu ağlar, uzun yıllardır Avrupa Birliği üyeliği için bekleyen Türk
tarafı için önemlidir. Uzun süren katılım süreci, Türk iş dünyası ve
karar alıcılarının üyelik hususundaki umutlarının azalmış olması, küresel sorunlardaki belirsizlikler ve Türkiye’ye yönelik “açık-uçlu üyelik” söylemi etrafındaki belirsizlikler Ankara’nın Avrupa ile olan ilişkilerini sancılı bir sürece dönüştürmüştür. Türkiye'nin Birliğin üye ülkelerine yüksek katma değerli mallar, Asya ve Afrika ekonomilerine ise
düşük maliyetli ürünler pazarlaması, Ankara’nın ihracat pazarını çeşitlendirdiğini göstermektedir.
80 milyon nüfusu ile Almanya hala Avrupa’nın en büyük pazarı
ve Türkiye’nin başlıca ticaret ortağıdır. Ticaretin ötesine geçildiğinde
ve inovasyon olanaklarına bakıldığında şu sorular karşımıza çıkmaktadır: “Almanya ve Türkiye arasında uluslararası inovasyon ağları
noktasında Türk göçmenleri hangi rolü oynamaktadır?" ya da “Sosyal
ağlarda ve inovasyonun yaratılması hususlarında Türk göçmenler
nasıl hareket ediyorlar?”
Bugün Avrupa ciddi bir daralmayla karşı karşıyadır. Artan işsizlik oranları, Asya’da yükselen ekonomilerin uluslararası pazarda Avrupa ülkelerine alternatifler oluşturması ve mevcut finansal sorunlar
Birliğin gündemini meşgul etmeye devam ediyor. İşsizlik oranlarında-
90
ki artış daha kısıtlayıcı göç politikaları için baskı unsuru olmuş durumdadır. Fakat göçmen iş gücünün ekonomik gelişme ve
inovasyonda oynadıkları roller siyasiler tarafından çok az dikkate
alınmaktadır. Ekonomik büyüme ve inovasyondaki artış nedenleri
incelendiğinde daha liberal bir göç politikasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, Schumpeteryan kombinosyanlar perspektifinde inovasyon farklı bilgi ve birikimlere sahip olan aktörler arasındaki etkileşimin bir sonucudur tespiti önemlidir (Boschma ve Martin,
2010: 3-39).
Eurostat "Nüfus Projeksiyonları 2008-2060" raporuna göre, 2008
yılında 495 milyon olan AB nüfusunun 2060 yılında 505 milyon, 2035
yılında 520 milyon, 2060 yılında ise gerileyerek 505 milyon olması
öngörülmektedir. Birliğe üye 27 ülkede bugün 15-64 yaş arasında ve 65
yaş üstü bir kişiye karşı çalışan 4 kişi bulunmaktadır. 2060 yılında
emekli her kişiye karşı bu oranın 1-2 kişi olacağı öngörülmektedir. Bu
durum Birliğe üye ülkelerde emeklilik ve sosyal politikalarda erozyona neden olacaktır. Almanya nüfusunun 2060 yılına doğru 12 milyonluk bir gerileme riski olduğu bilinmektedir. Anketlere göre, 2015 yılından itibaren ölüm miktarları doğum oranlarının önüne geçecek ve
doğal nüfus artışı negatif yönlü ilerlemeye başlayacaktır. 50 yıl içerisinde Birliğe 60 milyonun üzerinde net göç olacağı tahmin edilmektedir. Aynı rapora göre, net göçler, Birlikteki nüfus artışının tek faktörü
olacaktır (Eurostat, 2008).
Neo-Schumpeter görüşüne göre göçmenler eskiyi kırıp yeniyi
oluşturma eğilimindedir (McCraw, 2012). Göçmenlerin bu potansiyel
özellikleri doğru yönetişimle inovasyon ve teknolojik ilerlemede pozitif bir katkı sağlamalarına neden olabilir (Bodvarsson ve Van den Berg,
2009: 233).
Maré, Fabling ve Stillman’a göre göçmenler, yerel halkın sahip
olduğu bilgilerden farklı bilgiler sunmaları sayesinde yerli inovasyona
olumlu katkılar sağlayabilir. Bu özelliklerinden dolayı göçmenlerin
işletmelerin AR-GE ve inovasyon birimlerinde istihdamı faydalı olacaktır. Diğer bir ifadeyle, göç bir alandaki iletişimin ve etkileşimin
sağlanması yoluyla bilginin çeşitliliğini artırır ve şirketlerde
91
inovasyona katkı sağlayabilir (Maré ve diğerleri, 2011: 1). Pyka’ya
(1997: 207-220) göre işgücündeki insanların farklı kültürel geçmişlere
sahip olmaları büyük olasılıkla göçmen ve yerli işçilerin farklı beceri
ve bilgilerinin harmanlanmasını sağlar. İş gücündeki bu kompozisyon,
bilgi ağları sayesinde paylaşımı kolaylaştırır. Ayrıca bu ağlara sahip
insanların yeni teknikleri bilmelerini ve öğrenmelerini ve bu sayede de
yeni teknolojik gelişmelerin yayılmasını kolaylaştırır.
Venturini, Montobbio ve Fassio (2012: 27) Avrupa’nın üç büyük
ekonomisi olan İngiltere, Fransa ve Almanya’da sektör bazında vasıflı
ve vasıfsız göçmen işgücünün inovasyona etkilerini analiz eden çalışmalarında, Fransa’da vasıflı yerli iş gücünün, İngiltere ve Almanya’da
ise vasıflı göçmen iş gücünün uzun vadede inovasyona olumlu katkılar sağladığı sonucuna varmıştır. Fransa’da genel anlamda tüm sektörlerde genç nüfus daha yenilikçi çalışmalar yürütürken, İngiltere’de
yerli iş gücünün ilerleyen yaşlarda, göçmen nüfusun ise genç yaşlarda
daha yenilikçi ve inovasyona katkı sağlayıcı oldukları gözlemlenmiştir. Almanya’da ise tam tersi bir durum gözlemlenmiş ve vasıflı ve
vasıfsız göçmenlerin yaşlı dönemlerinde, yerli işçilerin ise genç yaşlarında inovasyona katkı sağladıkları gözlemlenmiştir. Her üç ülkede de
üçüncü nesil, eğitimli göçmenlerin daha yenilikçi oldukları gözlemlenmiştir.
Georgia Teknoloji Enstitüsü’nden Stephen Fleming, çalışmasında
nitelikli yabancı işçilere erişimin inovasyon sektörü, hızlı büyüme ve
rekabet gücü için önemli bir öncelik olduğunun altını çizmektedir
(aktaran Fitz, 2012: 3).
Yenilik ve teknik değişimin ekonomik büyümenin en önemli unsurlarından biri olduğu gerçeği ekonomistleri ve karar alıcıları uygun
göstergeler bulma arayışına itmiştir. İnovasyonun en genel göstergesi,
patent başvuruları ve onaylanan patentlerin sayısıdır. Patent verileri
önemlidir çünkü bu veriler ürün, hizmet ya da süreçlerle ilgili yenilik
amacıyla harcanan çabaları ortaya koymaktadır. Aşağıdaki tabloda çok
güçlü bir imalat sanayisine sahip olan Almanya’da her yıl yüksek seviyelerde olan patent başvurularını incelemek mümkündür.
92
Tablo 1: Almanya’da Patent Eğilimi ve Göçmenlerin Payı
Kaynak: Venturini, Montobbio and Fassio, 2012: 11.
Göçmen işgücü ve inovasyon üzerine yapılan son bilimsel çalışmalar inovasyon-işgücü etkileşimini farklı yönleriyle analiz etmektedir. Örneğin Hunt ve Gauthier-Loiselle’nin (2010: 31) Amerika’da vasıflı göçmen işçilerin ne oranda inovasyonu arttırdıkları ile ilgili yaptıkları çalışmada, nitelikli göçmen iş gücünün yerli iş gücüne kıyasla
inovasyona iki kat daha fazla katkı yaptıklarını ortaya çıkarmıştır.
Ozgen, Nijkamp ve Poot (2011: 2) Avrupa’da 170 bölgede milyon kişi
başına düşen göçmen ve patent başvurularını ölçtükleri çalışmalarında
ise göçmen topluluklarındaki çeşitliliğin patent başvurularını olumlu
yönde etkilediği sonucuna varmıştır. Bu çalışma farklı kültür ve birikimlere sahip göçmenlerin oluşturduğu kompozisyonun inovasyon
için itici bir güç olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Hunt (2010) diğer bir makalesinde Amerika’da hangi göçmenlerin
inovasyonda daha başarılı olduğunu yerli gruplara kıyaslamalar da
yaparak incelemiştir. Yazar nicel yönteme dayanan çalışmasında aldıkları vize türlerine göre göçmenleri üç gruba ayırmıştır: Öğrenci/stajyer
vizesi, geçici çalışma vizesi ve geçici seyahat vizesi. Çalışmasında temelde göçmenler arası ve yerli-göçmen boyutlarında karşılaştırmalar
yapmıştır. Yazar, inovasyon çalışmalarını patent başvuruları, onayla-
93
nan patent sayıları, bilimsel yayınlar, endüstriyel tasarım ve ticari
markalaşmaları kontrol ederek hesaplamıştır. Çalışma, eğitim için
ABD’ye gelen göçmenlerin diğer gruplara kıyasla en yenilikçi ve
inovasyona en çok katkı sağlayan grup olduğunu ve katkılarının yerlilere kıyasla daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır. Özelde doktora
sonrası çalışmaya gelenler ve sağlık bilimleri üzerine çalışan öğrencilerin göçmen olarak gelenler içinde daha öne çıktıları not edilmiştir.
Diğer taraftan çalışma vizeleriyle gelen yabancıların yenilik ve
inovasyon konusunda en az katkı yapan grup olduğu ve bu grubun
katkılarının yerli gruplara kıyasla daha minimal düzeyde kaldığı sonucuna varılmıştır.
Saxenian (2002: 28-29) Slikon Vadisi’nde yapılan ve işgücündeki
kültürel çeşitliliğin incelendiği bir diğer çalışmada nitelikli göçmen
işçilerinin hem kaynak hem de hedef ülkeler için bilgi transferleri yoluyla önemli katkılar sağladığı gözlemlenmiştir. Çalışma, yüksek vasıflı göçmenlerin yerli gruplara kıyasla yeni iş ve meslek alanları yaratmak, işletme kurmak ve kalkınma noktasında yerlilere kıyasla çok
daha girişimci oldukları sonucuna varmakta ve bu girişimciliği göçmenlerin oluşturdukları sosyal ve sermaye bazlı iş ağları, bilgi ve teknoloji transferleriyle açıklamaktadır. Bu ağlarla göçmenlerin iki ülke
arasında köprü görevi gördüğü ifade edilmiş ve iktisadi anlamdaki
olumlu gelişmelerin temelini bu ağların oluşturduğu ortaya çıkmıştır.
Bu nedenledir ki uluslararası göç, inovasyon perspektifinde hem kaynak hem de hedef ülke için iki yönlü bilgi, teknoloji ve nitelikli iş gücünün karşılıklı değişimleriyle önemli bir potansiyel oluşturmaktadır
(Saxenian, 2005: 55).
Lizbon Sonrası Göç ve İnovasyon Denklemi
Avrupa’nın ekonomik geleceği için, Avrupa Konseyi Lizbon Stratejisi
altında “Avrupa 2020” hedeflerinde “inovasyon” ekonomik büyümenin temel taşlarından biri olarak tanımlanmıştır. Bu stratejide göç ve
göçmen politikaları bu çerçevede özel olarak incelenmiştir. Ayrıca, AB
Mavi Kart Direktifi ile vasıflı göçmenleri kıtaya çekmek adına rekabeti
teşvik eden enstrümanlar geliştirmektir.
94
Farklı kültürlerinden dolayı göçmenler ve yerli gruplar arasında
farklı yetenek ve bilgiler doğmaktadır. Buna bağlı olarak aynı nitelikteki göçmen işçilerle yerli işçiler arasında beceri hususunda birbirlerini
tamamlayan bir kompozisyon oluşabilmektedir. Almanya gibi göçmenler içerisinde nitelikli iş gücünü kendi ülkesine çekmeyi amaçlayan ülkelerde, yüksek vasıflı göçmenlerin inovasyon ve ekonomik
büyümeye olumlu katkılar sağladığını söylemek mümkündür
(Venturini ve diğerleri, 2012: 1).
Önceki hipotezlerin aksine, inovasyon ile göçmen işçiler arasında
istatistiksel olarak anlamlı pozitif bir bağlantı bulunamayan çalışmalar
da mevuttur. Örneğin Peri, yaptığı çalışmada yüksek vasıflı göçmen
işçilerin Avrupa’da inovasyona herhangi bir etkisinin olmadığı sonucuna varmıştır (Peri, 2011). Diğer taraftan Ozgen, Nijkamp ve Poot
(2011) Avrupa’daki patent başvurularında yabancı çalışanların oranının değil, çalışanların kültürel çeşitliliğinin etkili olduğu sonucuna
varmıştır. Tüm bu farklı çalışmalar sonucunda şu genellemeyi yapmak
mümkündür: göç ve göçmenlerin iş dünyasında inovasyona katkıları
ve AR-GE çalışmalarındaki başarıları sektörler bazında farklılıklar
göstermektedir. Bazı sektörlerde olumlu, bazı sektörlerde olumsuz,
bazı sektörlerde ise herhangi bir etkinin olmadığı sonucuna varmak
mümkündür (Venturini ve diğerleri, 2012: 1).
Projeden Beklenen Sonuçlar
Proje, Türkiye ve Almanya arasındaki ekonomik ve sosyal entegrasyon
ile teknoloji transferine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Bu nedenden ötürü, iki ülke arasındaki ağların nasıl kurulduğu, hangi sıkıntıların aşılması gerektiği, hangi güçlü yönlerin ve en iyi örneklerin
kullanılabileceği konusunda pratik bilgiler sunacaktır.
İnovasyon ve bilgi temelli ekonomilere odaklanmak göç politikalarına tamamen yeni bir bakış açısı kazandıracak ve iki ülke ekonomisinin entegrasyonu artacaktır. Böylece Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
entegrasyon süreci de desteklenmiş olacaktır.
95
Kaynakça
BALKIR, C. (2013), Tginnet, German-Turkish Relations: From Immigration to
Innovation Networks? http://www.tginnet.org/wp-content/uploads
/2012/12/pdf-file4.pdf, (27.05.2013)
BOLGAR, C. (2013), Germany-The Home of Smart Innovation. The Wall Street
Journal.
http://online.wsj.com/ad/article/germany-innovation.html,
(12.05.2013)
BONDVARSSON, Ö. B. UND VAN DEN BERG, H. (2009), The Economics of
Immigration: Theory and Policy. Heidelberg: Springer
BOSCHMA, R. UND MARTIN, R. (2010), The Aims and Scope of Evolutionary
Economic Geography, Cheltenham: Edward Elgar Publishing
EUROPEAN COMMISSION, Innovation Union Scoreboard, 2011
EUROSTAT. (2008), Eurostat.ec, Statistics in Focus. Ageing Characterises the
Demographic
Perspectives
of
the
European
Societies,
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_OFFPUB/KS-SF-08072/EN/KS-SF-08-072-EN.PDF, (12.05.2013) European Commission
Enterprise and Industry. (2012). Sectoral Innovation Report: 2008–2011
FITZ, M. (2012), Immigration for Innovation, Center for American Progress
HUNT, J. UND LOISELLE, M. G. (2010), How Much Does Immigration Boost
Innovation? American Economic Journal, Macroeconomics. 2(2): 1-50
HUNT, J. (2010), Which Immigrants are Most Innovative and Entrepreneurial?
Distinctions Entry Visa. IZA Discussion Paper. No. 4745
MARE, D. C., FABLING, R. AND STILLMAN, S. (2011), Immigration and
Innovation. IZA Discussion Paper No. 5686
MCCRAW, T. K. (01.10.2012, Innovative Immigrants. The New York Times.
http://www.nytimes.com/2012/11/02/opinion/immigrants-asentrepreneurs .html?pagewanted=all&_r=0, (12.05.2013)
OZGEN, C., NIJKAMP, P. UND POOT, J. (2011), Immigration and Innovation
in European Regions. IZA Discussion Paper, No. 5676
PERI, G. (2011), The impact of immigration on native poverty through labor market
competition
PYKA, A. (1997), Informal Networking. Technovation, 17(4): 207-220
SAXENIAN, A.L. (2005), From Brain Drain to Brain Circulation: Transnational
Communities and Regional Upgrading in India and China. Studies in
Comparative International Development, 40(2): 35-61
SAXENIAN, A.L. (2002), Brain Circulation: How High-skill Immigration
Makes Everyone Better Off. The Brookings Review, 20(1): 28-31
96
UNITED NATIONS. GDP/Breakdown at Current Prices in US Dollars (All
Countries: 1970-2011),
http://unstats.un.org/unsd/snaama/dnltransfer.asp?fID=2, (14.05.2013)
VENTURINI, A., MONTOBBIO, F. UND FASSIO, C. (2012), Are Migrants
Spurring Innovation? Robert Schuman Centre for Advanced Studies,
Migration Policy Centre Report
97
İkili Bilimsel İlişkiler Bağlamında
“Türk-Alman Üniversiteleri”
Fahri TÜRK ve Servet ÇINAR
1. Giriş
Türkiye ile Almanya arasındaki bilim ve eğitim alanındaki ilişkiler
başka bir ülkeyle kıyaslanamayacak şekilde oldukça ileri bir boyuttadır. Özellikle tarihsel süreç içerisinde Osmanlı Devleti’nin Batılı ülkelere göre çağın gerisinde kalması nedeniyle başlayan modernleşme
hareketlerinde bilimsel boyut arka planda kalırken, Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile farklı bir ivme
kazanmıştır. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuya önem
vermesi ve Almanya’daki Nazi rejimince kovuşturulan birçok bilim
adamının Türkiye’ye getirilmesi bu anlamda hatırı sayılır bir katkı
yapmıştır. Daha sonra iki ülke arasındaki bilimsel ilişkiler yoğunlaşarak devam etmiş ve Türk-Alman Üniversitesinin kuruluşu ile zirveye
çıkmıştır.
Bu çalışmaya ilişkin, yazın taraması yapıldığında Türk-Alman
ilişkilerinin genel olarak tarihsel boyutunun ön plana çıkarıldığı eserler ile karşılaşılmaktadır ki, en çok çalışılan konuların başında askeri,
ticari, diplomatik ve eğitim alanlarındaki ilişkilerin geldiği görülmektedir. Eğitim alanında yapılan araştırmalara damgasını vuran konu ise
Türkiye’de açılan Alman okullarıdır. Son yıllarda ise Türk-Alman bilimsel işbirliği konusu AKVAM’ın bu konuda düzenlediği forumla ve
Faruk Şen’in bu alanda yazdığı bildiri ile akademik alanda kendine yer
bulmuştur. Ancak bu konu hali hazırda detaylı bir analitik çalışmaya
konu olmamıştır. Bu çalışmada cevabı aranacak sorular; Almanya’nın
Türkiye’de kurduğu üniversiteler iki ülke arasındaki ilişkilere nasıl bir
katkı yapacaktır? Bu üniversiteler Türkiye’ye yapılacak teknoloji trans-
98
ferinde rol onayacaklar mıdır? Türk-Alman Üniversitesini Almanya’nın Kazakistan ve Mısır’da kurduğu Alman-Kazak ve Kahire Alman üniversitelerinden farklı yapan hususlar nelerdir?
Çalışmanın ilk bölümünde kısaca bilimsel ilişkilerin tarihsel boyutuna değinilecek olup, ikinci bölümde Türk-Alman Üniversitesi ve
Türk-Alman Avrupa Üniversitesi ele alınarak bu üniversitelerin iki
ülke ilişkilerinde oynadığı roller Kazak-Alman ve Alman-Mısır üniversiteleriyle karşılaştırmalı olarak çözümlenecektir.
2. Geçmişten Günümüze Türk-Alman Bilimsel İlişkileri
Türk-Alman bilimsel ilişkileri Osmanlı İmparatorluğu döneminde
Almanların kendi yazın eserlerini Osmanlıcaya çevirmesiyle başlamıştır. 19. yüzyılda özellikle askeri alanda başlayan ilişkiler zamanla Türkiye’de açılan okullar temelinde yavaş yavaş gelişmeye başlamıştır. Bu
dönemde askeri alanda gelişen ticari ilişkiler haricinde Alman subayların Türkiye’deki eğitim faaliyetleri de bu anlamda önemli bir rol
oynamıştır. Üniversite boyutunda ise Birinci Dünya Savaşı esnasında
Maarif Nazırı Şükrü Bey’e danışman olarak görev verilen Alman profesör Franz Schmidt ve onun tavsiyesiyle gelmeleri sağlanan Alman
profesörlerin savaş nedeniyle yapmış oldukları sınırlı katkılar sayılabilir. Profesör Schmidt bu dönemde bir Türk-Alman Üniversitesi kurulması yönünde bir öneri de bulunsa da bu fikir Türk makamlarınca
benimsenmemiştir (Ergün, 1990: 200-203). Savaşın Almanya ve Osmanlı Devleti aleyhine sonuçlanması bilimsel ilişkileri kesintiye uğratmış olsa da, bu alandaki ilişkiler 1920’li yılların ikinci yarısında
Almanya’dan gelen profesörlerle yeniden canlanmıştır. Burada özellikle Ankara Ziraat Okulu’nun kuruluşunda (Koçak, 1991: 38) ve Nazilerin zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan bilim adamlarının faaliyetleri anılmaya değer gelişmelerdir. Bu bilim adamlarının çalışmaları
sayesinde Türkiye’de bilimsel alanda oldukça önemli gelişmeler
katedilmiştir (Erichsen, 2012). Bu bilim adamlarının Türk bilim hayatına tıp, arkeoloji, şehir planlamacılığı, müzik ve diğer alanlarda yaptıkları katkılar saymakla bitmez ve bu bilim adamlarının etkileri halen
Türk bilim yaşamında hissedilmektedir (Namal, 2012, 14-18). İkinci
99
Dünya Savaşı’nın bitiminden Türk-Alman Üniversitesinin kuruluşuna
kadar olan dönemde ise özellikle Alman üniversiteleri ile Türk üniversitelerinin imzalamış oldukları işbirliği anlaşmaları ve Alman Akademik Değişim Servisi’nin (DAAD) katkılarından söz edilebilir. Bu süreçte sayısız bilimadamı ve öğrenci karşılıklı değişim imkanlarından faydalanmıştır. Bu anlamda ERASMUS programının katkıları da özellikle
öğrenci ve öğretim elemanı değişimi bağlamında dikkat çekmektedir.
3. Türk-Alman Üniversiteleri
Yukarıda vurgulandığı gibi, Osmanlı Devleti döneminde Türk-Alman
Üniversitesi kurma çabaları sayılmazsa, Türkiye’de Almanca eğitim
verecek bir üniversite kurma girişimi oldukça yenidir. Bu yönde TürkAlman Üniversitesi kurulmasına yönelik ilk somut adım “İstanbul
Erkek Lisesi Eğitim Vakfı” tarafından atılmıştır. Dönemin Başbakanı
Mesut Yılmaz ile Almanya Şansölyesi Helmut Kohl arasında TürkAlman Üniversitesi kurulması amacıyla 30 Eylül 1997 tarihinde hükümetler
arası
bir
anlaşma
imzalanmış
olsa
da
(http://www.ielev.org.tr/) söz konusu bu girişim akim kalmıştır. Ancak
yukarıda anılan derneğin halen “İstanbul Batı Üniversitesi” adı altında
bu doğrultuda faaliyetlerinin olduğu bilinmektedir (Ghobeyshi, 2007:
160).
Aşağıda ayrıntılı olarak ele alınacağı gibi, Türkiye’de Almanca
eğitim verecek bir vakıf üniversitesi kurulmasına yönelik bir diğer
çaba ise Türkiye Araştırmalar Merkezi Eski Başkanı Faruk Şen’in başkanlığını yaptığı “Türk-Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı”
(TAVAK) tarafından yürütülmektedir. Türk-Alman üniversitesi kurulması yönündeki bir diğer girişim ise Türk ve Alman devletlerinin
2008 yılında anlaşmaya varması sonucunda 2010 yılında kuruluşu
gerçekleştirilen Türk-Alman Üniversitesi (TAÜ) adlı “devlet üniversitesi” statüsünde kurulan eğitim kurumudur.
Türkiye’de kurulan TAÜ’nün teknoloji transferi sağlayacağını
söyleyen Erol Esen, bunun Türk ekonomisine geniş çaplı katkısına
şüphe ile yaklaşmaktadır. Esen özellikle Almanya’da yaşayan Türk
asıllı Alman grubun iki ülke arasındaki ekonomik ve teknolojik işbirli-
100
ğinin dinamosu olacağına inanmaktadır. Türkiye’de kurulan birkaç
üniversitenin Almanya’yı öne çıkarmaya yetmeyeceğini düşünen Esen,
bu üniversitelerin Türkiye’de 1930’larda olduğu gibi bir Alman ekolü
yaratma gücünün olmadığının altını çizmektedir. Esen, Almanya’nın
Türkiye’de üniversite kurmasının ardında yatan temel nedenin kültürel ve/veya aydınlar aracılığıyla nüfuz etme çabasından çok ekonomik
olduğuna inanmaktadır. Kaldı ki Türk-Alman Üniversitesi’nde bile
Almanya’nın etkisi oldukça düşük düzeydedir. Esen’e göre, ekonomik
ilişkilere giden yol güçlü kurumlar arası ilişkilerden geçmektedir ki,
TAÜ’nün iki ülke arasındaki ilişkilere sağlayacağı asıl katkı da burada
yatmaktadır (Erol Esen ile yapılan telefon görüşmesi, Edirne 22 Ocak
2013). Diğer yandan İbrahim Canbolat, TAÜ’nün Türkiye’nin teknolojik gelişmesine katkıda bulunacağını düşünmekle birlikte bu kazancın
Avrupa’nın diğer üniversiteleriyle yürütülecek ilişkiler aracılığıyla da
sağlanabileceğinin altını çizmektedir (İbrahim Canbolat’ın araştırma
sorularına tarihinde e-mektup aracılığı ile verdiği cevap, 28 Ocak 2013,
Pazartesi, 12.00).
3.1. Türk-Alman Üniversitesi
1990’lı yılların sonuna doğru Türkiye’de gündemden düşmeyen TürkAlman Üniversitesi kurma çabalarının 2005 yılından sonra ete kemiğe
bürünmeye başladığı görülmektedir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a 2006 yılında yaptığı Almanya ziyaretinde Türkiye’de bir Alman
üniversitesi kurulması yolunda talep gelmiştir (Erdoğan Merkel’le
AB’yi konuşacak, Milliyet, 26.05.2006, http://www.milliyet.com.tr/2006
/05/26/son/sonsiy01.asp). Bundan sonra yapılan çeşitli görüşme ve
temasların sonunda Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Dr. Eckart
Cuntz ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ertuğrul Apakan arasında 6
Aralık 2007 tarihinde Ankara’da Türk-Alman Üniversitesi’nin İstanbul’da kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır. Bundan yaklaşık
altı ay sonra 30 Mayıs 2008 tarihinde Berlin’de dönemin Türk Dışişleri
Bakanı Ali Babacan, Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier
ve Alman Eğitim ve Bilim Bakanı Annette Schavan tarafından TürkAlman Üniversitesinin kuruluş anlaşması imzalanmıştır (Türk-Alman
101
Üniversitesi’ne ilk imza, Zaman, 31.05.2008, s. 23). Bundan sonra her
iki ülke parlamentolarının da onaylanmasıyla bürokratik süreç tamamlanmıştır. 22 Ekim 2010 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Federal Almanya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Christian Wulff’un da katıldığı görkemli bir törenle temeli atılan TürkAlman Üniversitesi’nin, ilk etapta toplam 5.000 öğrenci kapasitesiyle
mühendislik eğitimi veren, ekonomik çevrelerle işbirliği yapan ve
kültürel alandaki etkileşimler için bir platform olarak lider bir araştırma üniversitesi olmayı hedeflediği belirtilmiştir (İstanbul’da TürkAlman Üniversitesi’nin temel taşının konulması, DAAD Newsletter, 5.
Sayı, Aralık 2010, Ankara, s. 1-3). Bu anlaşmaya göre, Türk-Alman
Üniversitesinde Hukuk Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Kültür ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Fen Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ile Fen ve Sosyal Bilimler alanlarında eğitim verecek iki enstitü ve
bir yabancı diller bölümünün yer alması ön görülmüştür. İki ülkeden
gelen öğrencilere açık olacak üniversitede eğitim dili olarak hem Almanca hem de Türkçe kullanılacaktır. Ayrıca bu üniversiteden mezun
olanların diplomalarının her iki ülkede tanınması da karara bağlanmıştır. Alman üniversiteleri ve işletmeleriyle bilimsel değişim programları uygulanması söz konusu anlaşmanın ön gördüğü diğer bir
husustur (Deutsch-türkische Universitaet Erster Schritt hin zur
Gründung, Pressereferat Auswaertiges Amt, Berlin 06.12.2007, bkz.
Köktaş, 2012: 204).
Sonuçta TAÜ kuruluş aşamasını geçerek 2011 yılında bir devlet
üniversitesi olarak İstanbul’un Anadolu yakasındaki Beykoz semti
yakınlarında bulunan yerleşkesinde öğretim hayatına merhaba demiştir. Akademik yapılanmasını sürdüren TAÜ Rektörü Prof. Dr. Ziya
Şanal akademik personelin durumunu şu sözlerle gözler önüne sermektedir: “Akademik kadromuz da mekatronik, hukuk ve iktisat bölümlerinde lisans eğitimine başlayabilmek için yeterli sayıya ulaşmıştır. Öğretim üyesi sayımız 20 civarındadır. Kadroya aldığımız öğretim
üyelerimizin 3/4'den fazlası Almancaya ve İngilizceye çok iyi düzeyde
hakim olan ve bu dillerde hem eğitim hem de araştırma yapabilecek
olan arkadaşlarımızdır. Geri kalan akademisyenler de Almancaya
102
hakim durumdadırlar. Öğretim üyesi alımlarında seçici davranmakta
ve tavizsiz olarak kaliteye fevkalade büyük önem vermekteyiz. Öğretim üyesi sayımız istikrarlı ve temkinli bir tempoyla artmaktadır.”
(http://www.tau.edu.tr/icerik.asp?id=130, 16.12.2012).
TAÜ iki devlet tarafından kurulan bir üniversite olduğu için işleyişi de doğal olarak diğer üniversitelerden farklıdır. Rektörün ve her
dekanın yanında eşgüdümü sağlayan bir rektör veya dekan Alman
tarafını temsil etmektedir. Dekan ve koordinatörlerin yer aldığı bilimsel komisyonlar bütün eğitim öğretim faaliyetleri hakkında karar verme yetkisine sahiptir. Üniversite’nin Almanya muhatabı 26 üniversitenin temsilcilerinden oluşan bir konsorsiyumdur ki, şu anki başkanı
Prof. Dr. Rita Süssmuth adlı bilim kadınıdır. Ayrıca her fakültenin
veya bölümün bir de Alman ortağı bulunmaktadır. TAÜ’ye Almanya’nın katkısı parasal olmaktan çok akademiktir. Yani Almanlar öğretim elemanı göndermek suretiyle bu üniversiteyi desteklemektedirler.
Seçkin bir üniversite olması planlanan TAÜ tam kapasite faaliyete
geçtiğinde lisans düzeyinde 5.000 yüksek lisans ve doktora düzeyinde
ise 1.000 öğrenci öğrenim görecektir. Ayrıca TAÜ Türkiye ve Almanya’daki sanayi kuruluşlarıyla da iç içe olacaktır (Köktaş, 2012: 204-205).
Diğer yandan TAÜ kurulmadan önce böyle bir üniversitenin nasıl
olması veya yapılanması gerektiği hususunda da yorumlar yapılmıştır.
İbrahim Canbolat’a göre; kurulacak bir Türk-Alman Üniversitesi, diğer
üniversitelerden farklı özelliklere sahip olmalıdır. Öncelikle kuruluş
amacı olarak böyle bir üniversitenin, Türk-Alman ilişkilerinde sorun
alanlarına çözümler getirebilen bir üniversite olması gerektiğini, bu
bağlamda özellikle Almanya’da yaşayan Türk toplumunun sorunlarının da üniversitenin çalışma alanının önemli bir kısmını oluşturmasının yerinde olacağını öne süren Canbolat, derslerin Türkçe ve Almanca olarak yapılmasını savunmuştur. Ancak İngilizcenin de mutlaka iyi
bir şekilde öğretilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Canbolat’ın savunduğu bir diğer nokta da, ders programlarına eklenecek özel derslerle
Türk-Alman kültürü sentezinin gerçekleştirilerek aydınlanmaya ortam
hazırlanabilmesi, dolayısıyla çağımızın en büyük sorunlarından olan
103
medeniyet çatışmalarının önüne geçilebileceği hususudur (Canbolat,
2007: 91-92).
TAÜ’de genel konuların ve Almanya’ya ilişkin araştırma ve inceleme gerektiren derslerin Almanca, Türkiye’nin tarihi ve kültürel gerçekliğine dair derslerin Türkçe olarak yapılması gerektiğini vurgulayan Canbolat, bu durumun hem bilim mantığına uygun olduğunu
hem de pratik faydası olduğunu savunmaktadır. Canbolat’a göre,
Türk-Alman Üniversitesi ayrıca Almanya’da üniversiteye girmekte
zorlanan Türk gençleri için yüksek öğrenim yolunu da açabilir (İbrahim Canbolat’ın araştırma sorularına e-mektup aracılığı ile verdiği
cevap 28 Ocak 2013, Pazartesi, 12.00).
3.2. Türk-Alman Avrupa Üniversitesi
Türk-Alman bilimsel ilişkilerine katkı sağlayacak bir diğer önemli
girişim ise TAVAK1 tarafından yürütülen Türk-Alman Avrupa Üniversitesi (TAAÜ) adında bir vakıf üniversitesi kurma çabalarıdır. Faruk Şen TAAÜ’nün 2009/2010 eğitim-öğretim yılında açılacağını söylemektedir. Ancak bu üniversite halen öğretime başlayabilmiş değildir.
Şen her iki ülkeye de sayısız faydalar sağlayacak böyle bir üniversitenin kurulmasını önemsemekte ve bu üniversitenin iki ülke arasında
bilimsel bir köprü olacağını vurgulamaktadır (Türk, 2009: 510).
TAAÜ’nün kurucuları arasında Kuzey Ren Vestfalya Bilim Bakanlığı,
Münster Üniversitesi, Alman Kültür Vakfı Başkanı, Türkiye Araştırmalar Merkezi ve bazı büyük sanayiciler bulunmaktadır. Ocak 2008’de
Ankara’ya gelen Şen TAAÜ hususunda Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül, TBMM Başkanı Köksal Toptan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
1
Bu vakıf üniversite kurma faaliyeti dışında çeşitli araştırma merkezi ve enstitüler
kurmayı da planlamıştır. TAVAK’ın kurmayı planladığı kurumlar; Akdeniz ve Ege
Bölgesi Bilimsel Araştırmalar Merkezi, Uluslararası Göç Araştırmaları Merkezi, Alternatif Enerjiler Araştırma Merkezi, Uluslararası Koçluk Enstitüsü, Uluslararası
Spor Komünikasyonu ve Medya Merkezi, Hücre Biyolojisi Temel Bilimsel Araştırmalar Enstitüsü ve Rejeneratif Tıp ve Türkiye Araştırmalar Merkezi şeklinde sıralanabilir (bkz. Faruk Şen, “Uluslararası Bilimsel İşbirliği için Yeni bir Model TürkAlman Avrupa Üniversitesi”, (Der.) Esen Erol - Burak Gümüş, Türk-Alman Bilimsel
İşbirliğinin Güncel Sorunları Türkiye ve Almanya, Siyasal Kitapevi, Ankara 2012, s.210).
104
Günay ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’la görüşmüştür (Türk, 2009:
510). 2010 yılına kadar çalışmalarını Almanya’nın Essen kentinde yürüten TAVAK aynı yılın Ağustos ayından bu yana faaliyetlerinin merkezini İstanbul olarak belirlemiştir. TAVAK’ın amacı kurucusu Şen
tarafından aşağıdaki ifadelerle dile getirilmektedir: “Vakıf, başta uluslararası düzeyde eğitim, bilimsel araştırma ve geliştirme faaliyetleri
sürdürecek bir Türk-Alman üniversitesi kurma amacını taşırken, yüksek düzeyde, etkin ve verimli eğitim-öğretim hizmetlerinin verilebilmesi için her seviyede eğitim-öğretim okulları, ileri teknoloji enstitüleri, lise veya dengi bir öğretime dayalı yüksek öğretim kurumu ve kurumları kurmayı hedefliyor.” (Şen: 2012: 210).
TAAÜ’nün Silivri/İstanbul’da kurulması düşünülmektedir. Bu
üniversitenin TAÜ’den farkı sadece Almanca eğitim verecek bir eğitim
kurumu olmasıdır. Bu haliyle de Türkiye’nin Almanca eğitim verecek
ilk üniversitesi olma unvanını kazanacaktır. TAAÜ bünyesinde Siyasal
Bilimler Fakültesi, Kültür ve İletişim Bilimleri Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Eczacılık Bölümleri ve birçok Meslek
Yüksek Okulu (Şen: 2012: 210) bölümleri yer alacaktır (Şen: 2012: 209).
TAAÜ ayrıca birçok Alman ve Avrupa üniversitesi ile çift diploma
programları düzenlemeyi de ön görmektedir (bkz. Şen: 2012: 211-212).
TAVAK tarafından kurulması düşünülen TAAÜ’nün kuruluş süresinin uzaması çeşitli spekülasyonları da beraberinde getirmektedir. Söz
gelimi Esen, bu projenin tamamen bir kurgudan ibaret olduğunu bu
yüzden de ciddiye alınmaması gerektiğini düşünmektedir. Bu üniversitede doğa ve mühendislik bilimlerinin yeterince yer almayışı Esen’e
göre, TAVAK Başkanı Faruk Şen’in mesleki kariyerinden kaynaklanmaktadır (Erol Esen ile yapılan telefon görüşmesi, Edirne, 22 Ocak
2013).
105
4. Almanya’nın Yurtdışında Kurmuş Olduğu Üniversiteler
Almanya, Türk-Alman Üniversitesi’nin haricinde yurtdışında toplam 9
üniversite daha kurmuştur.2 Ancak bu bölümde karşılaştırmaya konu
olacak üniversiteler TAÜ, Alman-Kazak Üniversitesi (Almatı/Kazakistan) ve Kahire Alman Üniversitesi (Mısır) olmak üzere üç
üniversite ile sınırlandırılmıştır.
Tablo 1: Yurtdışındaki Alman Üniversiteleri
Adı
Türk-Alman
Üniversitesi
(DeutschTürkische
Universitaet)
AlmanKazak Üniversitesi
(DeutschKasachische
Universitaet)
2
3
Kuruluş Yılı
/Şehir-Ülke
2011/İstanbul
Türkiye
1999/ Almatı
Kazakistan
Fakülte Sayısı
Mühendislik,
Fen, Hukuk,
İktisadi ve
İdari Bilimler,
Kültür ve Sosyal Bilimler
Fakültesi (5)
Çevre ve Teknoloji, Ekonomi Mühendisliği, Sosyal
ve Siyasal
Bilimler, İktisadi ve İdari
Bilimler (4)
Akademisyen
Sayısı
20
Öğrenci
Sayısı
5.000
(lisans)
1.000 (Y.
Lisans
+doktora)3
34 (Kazakistan)
3 (Almanya)
25 (Yıllık
yaklaşık misafir öğretim
üyesi) 37
474 (lisans)
45 (yüksek lisans)
74 (çift
ana dal)
Bu
üniversiteler;
Deutsche
Universitaet
Kairo,
Chinesisch-Deutsches
Hochschulkolleg Şanghay, Swiss-German University in Jakarta, German Jordanian
University, Deutsch-Kasachische Universitaet in Almaty, German University of
Technology in Maskat, German Institute of Science&Technology, Andrassy Gyula
Deutschsprachige Universitaet Budapest, German Graduate Faculty of Logistics in
Abu
Dhabi
şeklindedir
(http://www.auswaertiges-amt.de/DE/Aussenpolitik
/KulturDialog/Wissenschaft/ DeutscheHochschulenAusland_node.html, 07.01.2013).
Bu rakamlar TAÜ’nün tam kapasite faaliyete geçtikten sonra alabileceği en fazla
öğrenci sayısını göstermektedir. Bu üniversitede lisans, yüksek lisans ve doktora
düzeylerinde toplam 6.000 öğrenci eğitim-öğretim görecektir.
106
Kahire Alman Üniversitesi
(Deutsche
Universitaet
Kairo)
2002/ Kahire
Mısır
Medya ve
Bilgi Mühendisliği Teknolojileri, Mühendislik ve
Malzeme
Bilimi, eczacılık ve
Biyoteknik,
Yönetim Teknolojileri,
Uygulamalı
Bilimler ve
Sanatlar (6)
5004
200 (öğretim
üyesi)
8.0005
Kaynak: Köktaş, 2012: 203-206; www.dku.kz; www.guc.edu.eg; Richter, 2005
Tablo 1’de görüldüğü gibi Almanya’nın yurt dışında kurmuş olduğu üniversitelerin en yenisi TAÜ’dür. Bu üniversite henüz tam kapasite faaliyete geçmediği için öğretim üyesi sayısı oldukça düşüktür.
Buna karşılık yapılanmasını tamamlamış olan Alman-Kazak Üniversitesi 600 civarında öğrenci sayısına karşılık Almanya’dan gelen misafir
öğretim üyeleriyle birlikte 62 öğretim üyesi ile yeterli sayıda hocaya
sahip olduğu söylenebilir. Ayrıca bu üniversitelerde yer alan fakülte
veya bölümler, kurulduğu ülkenin ihtiyaçlarına veya sorunlarına cevap verecek şekilde oluşturulduğu görülmektedir. Söz gelimi AlmanKazak Üniversitesinde Çevre ve Teknoloji Fakültesinin bulunması
üniversitenin Kazakistan’da müzminleşmiş çevre sorunlarına duyarlı
4
5
Bu rakam 2005 yılı itibarıyla toplam çalışan sayısını göstermektedir. Yani idari ve
akademik personel sayısını vermektedir. Kahire Alman Üniversitesinin çevrimiçi
sayfasında 7 Ocak 2013 tarihinde yapılan sayımda üniversitenin 200 akademisyeni
olduğu tespit edilmiştir. Birkaç fakültenin öğretim üyelerine dair hiçbir bilgi bulunmadığı göz ününde bulundurulduğunda üniversitede çalışan akademisyen sayısının
daha fazla olduğuna hükmedilebilir.
Kahire Alman Üniversitesinin çevrimiçi sayfasında öğrenci ve akademisyen sayıları
hakkında bilgi bulunmadığından buradaki rakam Almanya Dışişleri Bakanlığının
bu üniversitede 2009 yılında okuyan öğrenci sayısını göstermektedir.
107
olduğunun bir göstergesidir. Ayrıca yüksek lisans düzeyinde
disiplinlerarası “su idaresi” bölümünün bulunması bu duruma başka
bir örnek olarak gösterilebilir. Diğer yandan Kahire Alman Üniversitesi’nde mühendislik ve teknik bölümler ağırlık basarken, İstanbul’da
kurulan TAÜ’de İktisadi ve İdari Bilimler ile Kültür ve Sosyal Bilimler
fakültelerinin yer alması Türk-Alman ilişkilerinin köklü bir geleneğe
sahip olduğunu ve sadece teknik alanlarla sınırlandırılamayacağını
ortaya koymaktadır.
Esen’e göre, Almanların Uzakdoğu ve Ortadoğu ülkelerinde üniversite kurmalarının asıl amacı üretmiş oldukları ürünleri pazarlayacak alt yapı oluşturmaktır. Alman firmaları bu bölgelerde fabrikalar
kuruyor ancak buralarda kendi standartlarına göre çalıştıracak eleman
bulamıyorlar. İşte Almanlar herşeyden önce bu ihtiyacı karşılamaya
çalışıyorlar. Bu faaliyetlerde pazar edinme arayışının olmadığını söylemek doğru değildir (Erol Esen ile yapılan telefon görüşmesi, Edirne
22 Ocak 2013). Canbolat ise, Almanya’nın yurt dışında üniversite kurmasındaki amacın kültür ve ekonomi eksenli olduğunu aşağıdaki ifadelerle dile getirmektedir: “…yurdışında açılan üniversitelerin kuruluşları, daha çok stratejik hedefler doğrultusundadır… Federal Almanya… Askeri gücü sınırlı olduğu için olumsuz imajdan kurtulup
kendini uluslararası alanda kabul ettirecek araçların başında yurt dışı
kültür politikası ile ekonomik ve ticari ilişkiler gelmektedir. Özellikle
de Uzak Doğu ve Arap ülkeleri ile ilişkilerde ekonomik-ticari ilişkilerin yeri büyüktür. Almanya büyük bir sanayi ülkesidir, devasa bir
üretim gücüne sahiptir, ama o ölçüde de hammaddeye bağımlıdır.
Pazar gereksinimini bu iki farklı boyutta düşünmek gerekir. Açılan
üniversitelerin bu bakımdan önemli katkılarının olması bekleniyor.”
(İbrahim Canbolat’ın araştırma sorularına tarihinde e-mektup aracılığı
ile verdiği cevap, 28 Ocak 2013, Pazartesi, 12.00).
Almanya’nın Mısır, Ürdün ve Türkiye gibi ülkelerde üniversiteler
kurmasının nedeninin ekonomik ilişkileri geliştirmenin ötesinde kültürel boyutu olduğunu vurgulayan Canbolat sözlerini aşağıdaki şekilde sürdürmektedir:
108
“…Yurt dışında tüm Alman üniversitelerinin varlık sebepleri arasında
kültür önemli bir yere sahiptir. Çünkü kültür, varlığın devam ettirilmesine yönelik bir değer üretimi olarak, her faaliyet alanında belirleyici bir işlev görür. Zihin dünyasının etkilenmesinden tutun, ekonomik üretime
kadar her alanda kültürel etkiden bahsetmek mümkündür. Bunun…
Müslüman kültür coğrafyasında üniversite marifetiyle takip edilmesi,
Almanlar açısından bir stratejik hedef olabileceği gibi, Türkiye ya da diğer ülkeler için de öyle olmak durumundadır.” (Canbolat’ın 2013).
5. Sonuç
Yukarıda görüldüğü gibi Türkiye ve Almanya arasındaki bilimsel ilişkiler Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar geri götürülebilirse de,
bu alanda ilişkilerin ivme kazanması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
olmuştur. Nazi zulmünden kaçan Yahudi asıllı Alman bilim adamları
Türk bilim camiasına belki etkileri günümüze kadar devam eden katkılar sağlamışlardır. Özellikle Ankara Ziraat Yüksekokulu’nun kurulması
Alman bilim anlayışının Türkiye’de yerleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ne yazık ki daha sonraki dönemde bu anlayış devam ettirilemediği için bilimsel çalışmalar yetersiz ve yüzeysel kalmıştır.
Türkiye’de bir Alman üniversitesi veya Türk-Alman Üniversitesi
kurma düşüncesi 19. yüzyılda Hugo Grothe’ye kadar geri götürülebilirse de, “Türk-Alman Üniversitesi’nin” kurulması için 21. yüzyılın
başlarını beklemek gerekmiştir. Hiç kuşkusuz hem TAÜ hem de
TAAÜ Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilere ekonomik, sosyal ve
kültürel alanlarda önemli katkılar sağlayacaktır. TAÜ’nün özellikle
teknoloji alanında Türkiye’nin gelişimine yapacağı katkı TAAÜ’nün
yapacağı katkı kadar sınırlı olmayacaktır. TAAÜ’de kurulacak bölümlere bakıldığında özellikle sosyal bölümlere ve araştırma merkezlerine
ağırlık verileceği görülmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin ihtiyacı olan
teknolojik birikimi oluşturmasına yeterince hizmet edemeyecektir.
Almanya’nın yurt dışında kurmuş olduğu Kahire Alman Üniversitesi ve Alman-Kazak Üniversitesi Türkiye’de kurulan TAÜ ve kurulacak olan TAAÜ ile karşılaştırıldığında Mısır ve Kazakistan’da kurulan üniversitelerin daha çok söz konusu ülkelerin acil teknolojik ve
ekolojik ihtiyaçlarının göz önünde bulundurularak yapılandırıldığı
109
görülmektedir. Söz gelimi Kahire Alman Üniversitesi tamamen mühendislik ve teknoloji ananlarına yoğunlaşmıştır. Türkiye’de kurulan
TAÜ ve kurulacak olan TAAÜ gibi okulların biraz da tarihsel olarak
Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilerin köklü ve insan yoğun
(Menschenintensiv) ilişkiler olmasından dolayı sosyal bilimler alanlarına yöneldiği görülmektedir. Hiç kuşkusuz TAÜ’nin kurulması Ankara ve Berlin arasındaki bilimsel ilişkileri çok farklı bir mecraya sokmuştur. Bundan sonra iki ülke arasındaki bilimsel ilişkiler daha önceki
ilişkilerle karşılaştırma götürmeyecek şekilde hızlı ve sağlam bir temel
üzerinde yükselecektir.
Kaynakça
Mülakatlar
Erol ESEN ile yapılan telefon görüşmesi, Edirne 22 Ocak 2013.
İbrahim CANBOLAT’ın araştırma sorularına e-mektup aracılığı ile verdiği
cevap, 28 Ocak 2013, Pazartesi, 12.00
Kitap ve Makaleler
BİLSEL, C. (1943), İstanbul Üniversitesi Tarihi, İstanbul Üniversitesi Yayınları,
İstanbul
CANBOLAT, İ. S. (2007), Türk-Alman İlişkilerinde Değişim ve Süreklilik/
Esen, E. (der.) I. Türk-Alman İşbirliği Forumu içinde, Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ankara, 82-99
Deutsch-türkische Universitaet Erster Schritt hin zur Gründung, Pressereferat
Auswaertiges Amt, Berlin 06.12.2007
ERGÜN, M. (1990), Die deutsch-türkischen Erziehungsbeziehungen während
des ersten Weltkrieges, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve
Uygulama
Merkezi
Dergisi,
Sayı
3,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10568.pdf., 11.10.2012
ERICHSEN, R., Zur Wirkungsgeschichte der deutschsprachigen akademischen
Emigration in die Türkei, Deutsch-Türkische Gesellschaft Bonn,
http://www.dtgbonn.de/veranstaltungen/Anlagen/Erichsen.pdf,
(16.12.2012)
ESEN, E. (2012), Türk-Alman İşbirliği Deneyimleri ve Sonuçlar, Akdeniz Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 24, Kasım, 1-14
110
ESEN, E. (2007), Die deutsch-türkische Kooperation: Einführung in die
Rahmenbedingungen und Perspektiven/ Esen, E. (der.) I. Türk-Alman
İşbirliği Forumu içinde, Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma
ve Uygulama Merkezi, Ankara, 30-53
ESEN, E. ile yapılan telefon görüşmesi, Edirne, 22 Ocak 2013
GHOBEYSHI, S. (2007), Akademische Zusammenarbeit: Modelle, Erfahrungen
und Perspektiven/ Esen, E. (der.) I. Türk-Alman İşbirliği Forumu içinde,
Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ankara,152-161
KOÇAK, C. (1991), Türk – Alman İlişkileri (1923-1939) İki Dünya Savaşı Arasındaki Dönemde Siyasal, Kültürel, Askeri ve Ekonomik İlişkiler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI.
Dizi, Ankara
KÖKTAŞ, M. E. (2012), Bilimsel Öğretim ve Araştırmada Uluslararası İşbirliği
için bir Model Olarak Türk-Alman Üniversitesi/ Esen, E., Gümüş, B.
(der.) Türk-Alman Bilimsel İşbirliğinin Güncel Sorunları Türkiye ve Almanya içinde, Siyasal Kitapevi, Ankara, 199-206
NAMAL, Y. (2012), Türkiye’de 1933–1950 Yılları Arasında Yükseköğretime
Yabancı Bilim Adamlarının Katkıları, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 2
(1), http://www.higheredu-sci.org/pdf/pdf_HIG_1551.pdf , 22.08.2012.
ŞEN, F. (2012) Uluslararası Bilimsel İşbirliği için Yeni bir Model Türk-Alman
Avrupa Üniversitesi, Esen, E., Gümüş, B. (der.) Türk-Alman Bilimsel
İşbirliğinin Güncel Sorunları Türkiye ve Almanya içinde, Siyasal Kitapevi, Ankara, 207-217
TÜRK, F. (2009), Türkiye Araştırmalar Merkezi, Kanbolat, H., Karasar, H, A.
(der.) Türkiye’de Stratejik Düşünce Kültürü ve Stratejik Araştırma Merkezleri: Başlangıcından Bugüne Türk Düşünce Kuruluşları içinde, Nobel Yayınları, Ankara, 506-510
Gazeteler ve İnternet Kaynakları
Erdoğan Merkel’le AB’yi konuşacak, Milliyet 26.05.2006, http://www.milliyet.
com.tr/2006/05/26/son/sonsiy01.asp, (16.12.2012) http://www. uswaertiges-amt.de/DE/Aussenpolitik/KulturDialog/Wissenschaft/
DeutscheHochschulenAusland_node.html, (07.01.2013)
http://de.dku.idea-sketch.com/index.php/Geschichte, (07.01.2013)
http://de.dku.idea-sketch.com/index.php/FAQ, (07.01.2013)
http://de.dku.idea-sketch.com/index.php/Fakult%C3%A4ten_%2B_Studieng
%C3%A4nge, (07.01.2013)
111
http://www.guc.edu.eg/AcademicPrograms/Program/Programs.aspx,
07.01.2013.
http://www.istanbul.edu.tr/genel/idari/basinhalk/HABERLER/05_07_12/PDF/b
utun_dunya_2000_116.pdf , (17.09.2012)
http://int.kocaeli.edu.tr/erasmus/index.php?erasmus=ikilian&uni=datasheets,
(26.12.2012)
http://www.ankara.diplo.de/Vertretung/ankara/tr/08__Kultur__Bildung/Studi
eren__und__Forschen__in__Deutschland/Studien__und__Forschen__
in__Deutschland__Hochschulkooperation.html, (12.11.2012)
http://www.ankara.diplo.de/Vertretung/ankara/tr/08__Kultur__Bildung/Histor
ische__Notizen/Historische__Notizen__ExilTuerkei.html, (16.12.2012)
http://www.ielev.org.tr/, (16.12.2012)
http://www.tau.edu.tr/icerik.asp?id=130, (16.12.2012)
http://www.zeit.de/2005/43/_Die_Studenten_tun_mir_leid_/komplettansicht,
(07.01.2013)
İstanbul’da Türk-Alman Üniversitesi‘nin temel taşının konulması, DAAD
Newsletter, 5. Sayı, Aralık 2010, Ankara, s. 1-3.
YAMAN, Oktay, Türk-Alman Üniversitesi’ne ilk imza, Zaman Gazetesi,
31.05.2008, s. 23.
112
AB Ekonomisinde FransAlmanya Lokomotifi ve
Türkiye Vagonu: Heterodoks Bütünleşme
Senaryoları (2014-2020)∗
İrfan KALAYCI
Giriş
Avrupa Birliği’nde (AB) iki süper iktisadi güç var; Fransa ve Almanya.
Her ikisi, tarihte birbiriyle birçok kez savaşmış olmalarına rağmen,
AB’nin oluşumundan günümüze kadar genellikle ortak hareket ettikleri için ‘tek ülke’ görüntüsü vermişlerdir. Tarihsel dostluk antlaşmasının 40. yıldönümü olan 2003’te ise, ‘tek ülke’ görüntüsü
“FransAlmanya” (FA) simgesi ve çeşitli ortaklık projeleri ile pekiştirilmiştir. Ünlü Fransız gazetesi Liberation’da aynı tarihte yayımlanan
“FransAlmanya
halen
çok
uzakta
mı?”
başlıklı
makalede
"FransAlmanya'yı boşuna aramayın. Bu 140 milyonluk ülke henüz hiçbir
haritada yok. Ancak bu, Fransa ve Almanya'nın siyasal liderlerinin çok ciddi
olarak hayalini kurduğu bir ülke...” (ABGS, 2003) diye ifade edilmiştir.
FA, pek çok vagondan (üye ülkeden) oluşan Avrupa treninin (entegrasyonun) lokomotifi (öncüsü) ya da o trenin ortak makinisti olarak
kabul edilmektedir. O makinist olmazsa, tren hareket edemez; ya da
makinist yanlış kullanırsa tren raydan çıkar. Ancak, vagonları olmayan tren pek işlevsel değildir. Türkiye de 1959’dan beri bu vagonlardan biri olup olamayacağı konusunda kuşkulu, uzun ve zahmetli bir
tarihsel süreç yaşamaktadır. AB’nin yaklaşan yeni bütçe dönemleri
(2014 ve 2021), aynı zamanda, Türkiye dahil hangi devletin yeni üye
∗
Akdeniz Üniversitesi AKVAM ve Berlin Alice Saomon Yüksek Okulu (ASH) işbirliği
ile 2-4 Mayıs 2013’te Antalya’da düzenlenen “II. Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Forumu”nda sunulan bildiri.
113
olacağı konusunda da bir ipucu vermesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Türkiye AB’nin küresel jeo-politik çıkarları ve iktisadi pazarı açısından, AB de Türkiye’nin demokratikleşmesi, kalkınması ve istikrarının sürdürülmesi açısından stratejik değere sahiptir. Ortak akla göre
Türkiye 2023’e kadar AB’nin tam üyesi olmalıdır. Bu, genel kabul
görmüş, doğru olduğuna inanılan bir görüş anlamında “ortodoksi”
yaklaşım olarak adlandırılır. Ancak FA’daki muhalif cephe Türkiye’nin tam üyelik yoluyla AB merkezinde değil, imtiyazlı ortaklık ya
da Akdeniz Birliği gibi, genel kabulün dışında olarak türev ya da aykırı anlamında “heterodoks” bütünleşme modelleriyle çevrede yer almasını arzu etmektedir. Muhalif cepheye göre, Türkiye kalabalık nüfusu
ve kırık demokrasi karnesiyle FA lokomotifinin peşinden çekmekte
zorlanacağı ağır, hantal ve paslı bir vagondur. Tam üyeliği hak edebilmesi için AB’nin yeni bir vagonuna yakışır şekilde kendini baştan
aşağı yenilemesi; müzakere sürecini bunun için bir fırsat olarak değerlendirmesi gerekir. Türkiye ise, karşıt tez olarak, daha kötü durumda
oldukları halde adeta jet hızıyla tam üye yapılan Doğu Avrupa ya da
Baltık ülkelerine tanınan şanstan yararlanmak istemektedir. Kaldı ki,
Gümrük Birliği sayesinde şimdiye kadar üye olması gerekirdi.
1. Lokomotif-Vagon Etkileşimi
FA, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) bazında, dünyanın en büyük ilk
on, Türkiye ise ikinci on ekonomisi arasında yer almaktadır. Denklemin temel değişkeni, gelire bağlı ekonominin büyüklüğüdür. AB içinde hangi ülkenin lokomotif ya da vagon kimliğine sahip olduğu, ceteris
paribus, bu küresel gelir ligi belirlemektedir.
AB, üyesi olan ve olmak isteyen ülkeler için, öncelikli hedefi ne
ise, ona ulaştıracak olan sağlam ve konforlu bir tren olarak kabul görmektedir. Bu trenin (entegrasyonun) lokomotifi (lideri), karşılaştırmalı iktisadi gücü bir yana AB’deki aidiyet ikileminden dolayı İngiltere göz ardı edilirse-, kuşkusuz FA’dır. Lokomotif nereye
giderse vagonlar da oraya gider. Lokomotifin arkasındaki vagonlar,
taşıdıkları yükün niceliği ve niteliği ile tanımlanır. Lokomotifin temel-
114
de yükü –kendisi dışındaki- vagonlardır. Onların büyüklüğüne/ağırlığına paralel olarak lokomotifin ve dolayısıyla trenin hızı artar
ya da düşer. Ayrıca, lokomotifin çekebileceği vagon sayısı da sınırlıdır.
Türkiye’nin –2013’te tam üye olan Hırvatistan’dan sonra- AB trenine bağlanan 27. vagon (FA ile birlikte toplamda 29. üye) olması halinde, hem lokomotif FA ve hem de diğer tüm vagonların kazançlı
çıkması umulmaktadır. Fakat Türkiye’nin, AB hedefinin gerçekleşmemesi halinde –Avrasya Birliği gibi- “başka bir tren”e bağlanması söz
konusu olabilir. Bu durum, AB’nin içerisinde yer aldığı küresel rekabet
trafiğini tıkayabilir ve çeşitli olası zararlar doğabilir.
1.1. FransAlmanya (FA): Niçin / Nasıl Bir Lokomotif?
FA’yı AB bünyesinde lokomotif yapan, aşağıda sıralandığı gibi, çoğu
makro iktisadi ve küresel özelliğe sahip bir takım nesnel dinamik
sözkonusudur:
 i-Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH), refah pastası: FA’yı lokomotif
yapan temel makro iktisadi öğe, ürettiği yüksek gelirdir. 2012
(t) yılında, 229 ülke bağlamında; Almanya 3.1 trilyon $ ile satın alma gücü paritesine (SAGP) göre 6.; Fransa ise 2.6 trilyon $
ile 10. sıradadır. Bir Alman yıllık ortalama 39 bin $ (dünyada
29.) elde ederken, bir Fransız ise 6 bin $ (40. sıra) elde etmektedir. (AB ortalaması 34.5 bin $; dünya 42.cisi.)1
 ii-AB Bütçesine yüksek katkı: AB’nin 2006-2013 Bütçesine en
yüksek katkıyı sağlayan FA’dır. Almanya: % 20.50 + Fransa: %
19.55 = FA %40.05. Geriye kalan 25 üyenin toplam katkısı ise
%60 civarındadır (TEPAV, 2013).
 iii-AB kurumlarındaki temsiliyet gücü, oy gücü, parasal katkı payı:
FA, iktisadi gücüyle orantılı olarak AB’de yüksek bir siyasal
ağırlığa sahiptir. Örneğin; AB’nin karar alma organı AB Konseyi’nde FA’nın oy sayısı 345 üzerinden 58’dir (29+29). AB
yurttaşlarını temsil eden ve toplam 785 sandalyaden oluşan
1
Bir ülkenin dünya sıralaması bilgileri ise daha çok CIA’nın “World Factbook” adlı
web sitesinde bulunabilmektedir. O nedenle, aksi belirtilmedikçe, bu tür bilgilerin
kaynağı bu sitedir.
115




116
Avrupa Parlamentosu’nda FA 177 (2007-9 yılları itibariyle
Fransa 78 + Almanya 99) sandalye ile temsil edilmektedir.
iv-İnsani Gelişme Endeksi (HDI): BM Kalkınma Proğramı’nın
(UNDP, 2013) yayımladığı ve önemli bir refah ölçütü sayılan
HDI’nin 2012 verilerine göre, Fransa (190 ülke arasında) 0.893
genel puanla dünya 20.si, Almanya ise 0.920 puan ile 5. sırada
yeralmaktadır.
v-Yabancı sermaye ya da küresel sermaye: Ülkeye giren doğrudan
yabancı yatırımlar stoku, 2012 (t) verilerine göre, Fransa için
1.1 trilyon $ olup onu dünya 6.cısı yaparken; Almanya için 932
milyar $ değerinde 7. sıraya taşımıştır. Yurdışındaki doğrudan
yabancı yatırım stoku ise Fransa için 1.7 trilyon $ (ABD ve İngiltere’nin ardından 3.), Almanya için 1.5 trilyon $ (dünya
4.cülüğü) şeklindedir.
vi-Dış ticaret hacmi: Küresel ticaret alanında Almanya, Avrupa
ve dünyanın en ileri ülkelerin başında gelmektedir. 2012 (t) yılında Almanya 208 milyar $ cari işlemler bilançosu (CİB) dengesi (fazlası) vermiş ve bu değerle Çin’den sonra dünya 2.cisi
olmuştur. Fransa’nın CİB dengesi, Almanya’nın aksine açık
durumdadır (-59 milyar $). Almanya’nın ihracatı 1.5 trilyon $
(dünya 4.cüsü) olup 2.2 trilyonla dünya 1.si olan AB’nin yarısından fazla bir değerdedir. Fransa Almanya’nınkinin yaklaşık
1/3’ü kadar ihracat ve ½’si kadar ithalat yapmıştır. (Almanya’nın ithalatı 1.3; AB toplamı 2.5 trilyon $.)
vii-AB’nin en büyük hazinedarı: FA, AB’nin merkez bankası gibidir. Bu güç, her iki ülkenin merkez bankasının Avrupa Merkez Bankası’ndaki (ECB) sermaye paylarına bakılarak da belirlenebilir. 2012 yılı verilerine göre, 17 AB merkez bankasının
yer aldığı ve 7.5 milyar euroluk ödenmiş sermayesi bulunan
ECB’de Alman merkez bankası Deutsche Bundesbank’ın payı
yaklaşık 2 milyar euro ile %18.9 iken, Fransız merkez bankası
Banque de France’nin payı ise 1.5 milyar Euro ile %14.2 civarındadır. FA’nın toplam payı %33’ten fazladır.
 viii-Araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) harcamaları, yenilik ve patent
üretimi: Bilim-teknoloji çağında bu veri stratejik bir önem
arzetmektedir. Eurostat’ın yayımladığı “Avrupa’da Bilim,
Teknoloji ve Yenilikçilik” adlı rapora göre AB27'nin 2010 yılı
Ar-Ge harcamaları GSYH’ye oranla %2 iken; Almanya’nınki
(İsveç ve Danimarka’nın ardından) %2.8, Fransa’nınki 2.3 olarak gerçekleşmiştir. (FA’nın İngiltere ile birlikte, AB27’nin toplam Ar-Ge harcamalarının %50’yi aşmaktadır.) 2008-2010 ortalamasına göre, “yenilik” (inovation) girişimlerinin toplam-tüm
girişimlere oranı AB27’de ve Fransa’da %52 civarında iken, bu
oran Almanya için %75’ten fazladır. Avrupa Patent Ofisi’ne
(EPO) AB27’nin yaklaşık [2004’te 10800’ü ileri teknoloji (high
tech, ht) nitelikte olmak üzere] 2010’da toplam patent başvurusu yaklaşık 54500 sayıda; Almanya’nın tek başına (3600’ü ht)
toplam 22 bin, Fransa’nın (1900’ü ht) toplam 8.8 bin olarak
gerçekleşmiştir. Bu değerlere göre FA, AB27’nin ht ve toplam
patent başvurularının ½’sini temsil etmektedir.
 ix-Askeri gücü ve savunma harcamaları: Kimi yokluktan, kimi
düşman komşularından ya da küresel iktidar yarışından dolayı yüksek düzeyde askeri silah harcamalarını yapmaktadır.
FA, daha çok son gerekçeyle silahlanmaktadır. AB’nin iktisadi
açıdan lokomotif gücünü FA temsil etmesine karşın, askeri
açıdan lokomotif güç denilince özellikle Birleşik Krallık (BK)
akla gelmektedir. Zira, BK, bir çok yönüyle ‘Avrupa’nın
Amerikası’ sayılabilir ve AB treninin de en büyük vagonudur.
27 üyeli NATO’nun (2012) verilerine göre, 2010 yılında, 234
bin askeri bulunan ve önemli bir nükleer silah üreticisi kabul
edilen Fransa’nın askeri harcamalarının (cari fiyatlarla
GSYH’ye göre) oranı %2 ve kişi başına (k.b.) düşen askeri harcaması 691 $’dır. Almanya ise, 246 bin askeriyle, GSYH içinde
%1.4 oranında ve k.b. 508 $ askeri harcama yapmıştır.
 x- Çok uluslu şirketler (ÇUŞ) cenneti: ÇUŞ, yüksek bütçeli teknolojik buluşları yapan ve bunların katma değere dönüştürülmesini sağlayan, küresel otonom sermayenin temsilcisidir. FA çok
117
sayıda ÇUŞ’a sahiptir ve eğer AB’nin lokomotifi ise biraz da
bu tür şirketler sayesindedir. Küreselleşen dünyada ülkelerin
devletlerinden çok, asıl o devletlerin kurup koruduğu ÇUŞ’ları
rekabet halindedir. ABD’nin Citibank’ı varsa, FA’nın da
Deutschebank’ı ve Société Générale’ı vardır. Benzer şekilde
ABD denizaşırı ekonomilerde Ford ile otomotiv fabrikalarını
kurarken, FA da Citrioen ve Mercedes-BMW, vb. ile aynı işi
yapmaktadır. Birer ‘amiral gemisi’ niteliğindeki bu örnekler
her sektöre uyarlanabilir.
 xi-FA’daki Türkiye nüfusu-nüfuzu: FA’yı Türkiye açısından özel
olarak lokomotif haline getiren birçok neden vardır. Örneğin:
Yutdışında yaşayan ve çalışan 3.6 milyon Türkiye kökenli nüfusunun dağılımı açısından özellikle FA öne çıkmaktadır.
Çünkü Avrupa’da yaşayan 3.1 milyon Türkiyeli nüfusun yaklaşık 2.3 milyonu FA’da ikamet etmektedir. Buna göre FA, burada işveren, işçi, siyasetçi, bilim elçisi, vb olarak çalışan ya da
oturma izinli olan Türk nüfusu için “ikinci vatan”dır. FA’nın
Türkiye’ye karşı herhangi bir karar alması ya da ona ortak olması halinde, FA’da konuşlanmış olan Türkiye kaynaklı dernekler, şirketler, araştırma merkezleri, vd. sivil toplum kuruluşları baskı unsuru olarak işlev görmektedirler. Türkiye ile
FA arasındaki dış ticaret hacmi bir yana, sermaye hareketleri
ve turizm ilişkileri AB içerisinde ağırlıklı bir yer tutmaktadır.
Ayrıca, FA, hem Osmanlı’nın hem de Cumhuriyet’in devlet ve
toplum katmanlarında her türlü batılılaşma sürecinde birinci
derecede rol oynamıştır.
 xii-Mali-iktisadi kriz konjonktüründe ortak hareket etme: 2008 tarihli küresel mali kriz bu saptamanın son örneğidir. FA, Euro
bölgesindeki borç krizinin yönetimi konusunda da genellikle
anlaşmaya vardı; AB'nin yeni bir antlaşma hazırlaması ve Euro
bölgesinde sıkı mali disiplin konusunda anlaştıklarını duyurdular. Euro bölgesinde yer alan ve çifte iktisadi kriz yaşayan
Yunanistan’ı kurtarmak için adeta AB içinde “ikincil IMF” ro-
118
lüne soyundular ve yüz milyar Euro’yu aşan ciddi istikrar paketleri açtılar.
1.2. Türkiye Niçin / Nasıl Bir Vagon; Ne Taşır?
Türkiye, AB açısından tasarımı ve yapımı süren bir “vagon”dur. İstasyona getirilip lokomotifin arkasına, sıralı-düzendeki yerine (üyelik
tarihine) göre eklemlenmesi, ‘ucu açık’ bir takvime bırakılmıştır. Temel sorunsal şudur: Türkiye vagonu, FA lokomotifinin ve diğer vagonların hızını azaltır mı, yoksa daha da arttırır mı? Bu vagonda neler
var?
 i-Kalabalık, büyük, fazla bir nüfus… Türkiye, 75 + milyon yurttaşıyla dünyanın en kalabalık 17. ülkesidir. Nüfus büyümesi
%1.20, ortalama ömür 73 olup; en uzun yaşanan ülke sıralamasında 125.dir. Türkiye dünyada hem göç veren hem de alan bir
ülkedir. Her 1000 kişi başına düşen net göçmen sayısı 0.50’dir.
 ii-Zengin doğal kaynaklar… Türkiye vagonu, birkaç küçük AB
ülkesinin toplamına eşdeğer, -gerçek alan olarak- 815.6 bin
km2’dir. Bazı madenlerde, örneğin, borda bir dünya zenginidir. Denizler gibi nehirler ve yeraltı su rezervi bakımından
zengin olmasına karşın Türkiye’nin, k.b. düşen temiz su bakımından ‘yoksul’ olduğu bir gerçektir. Ayrıca, 102 bin km2’lik
orman alanına sahip olan Türkiye’nin toplam alanının %53.6’sı
tarımsal niteliktedir.
 iii-Görece küçük bir GSMH pastası ve geniş yoksul ve işsiz kitleler…
Türkiye 1.2 trilyon $’lık GSYH (SAGP) ile dünya 17.cisi, fakat
kişi başına düşen 15 bin $ ile 91. sıradadır (2012, t). Zenginin
daha zengin, yoksulun daha yoksul olduğu bir ekonomi olma
özelliğini korumaktadır. İşsizler stoku, (toplam işgücüne oranı
olarak) %10 civarındadır. Asıl FA lokomotifini kaygılandıran
da bu orandır; zira onun da işsizlik oranı pek düşük değildir.
 iv-AB standartlarının altında Ar-Ge harcamaları… Eurostat verilerine göre, Türkiye’nin ArGe/GSYH oranı 2000’de %0.46’dan
2011’de %1.9’a çıkmıştır. 2008-2010 ortalamasına göre, “yenilik” girişimlerinin toplam-tüm girişimlere oranı %50 civarında
AB27 ortalamasına oldukça yakındır. Türkiye’nin EPO’ya pa-
119
tent başvurusu (2004’te 7 tanesi ht) 2010’da toplam sadece 323
tane olarak yapılmıştır.
 v-Orta düzeyde İnsani Gelişme Endeksi (HDI)… Türkiye,
UNDP’nin 2012’de veri aldığı 200 civarında ülke arasında
0.722 puanla 90.sırada yer bulmuştur.
 vi-Açık cari işlemler, astronomik dış borç stoku fakat yükselen turizm
değerleri… Türkiye, dış ticaretinin neredeyse yarısını AB ülkeleriyle yapmaktadır. Türkiye’nin cari işlemlerdeki güncel açığı
60 milyar $’dır. Türkiye mal ihracatında 155 milyar $ ile dünya
32.si, mal ithalatında 225 milyar $ ile dünya 23.sü ve 330 milyar $’lık dış borçla ile dünya 28.cisidir. Türkiye’nin turizm gelirlerinin GSYH’ye doğrudan katkısı (2012’de) 32, toplam katkısı 87 milyar $ olup, dünya ortalamasının üstündeki bu değerlerle dünya 12.si sırasına yerleşmiştir (WTTC, 2013).
 vii-Bol asker ve çok askeri harcama… FA’nın toplam askeri
2010’da 580 bin iken, Türkiye ise –üstelik bir vagon olarak- tek
başına ikisinin toplamından yakın 495 bin asker barındırmaktadır. Türkiye’nin bu “sayısal gücü”nün, AB’nin Türkiye’nin
üyeliğine sıcak bakmasında ve ileride ABD’den bağımsız olarak “Avrupa’nın NATO”su kurulduğunda bir “çekicilik” yarattığı söylenebilir. Öte yandan, Türkiye’nin “askeri harcama /
GSYH oranı” %1.9 iken yaptığı kişi başına askeri harcaması ise
(FA’nın yaklaşık 3’te 1’ine karşılık) 144 $’dır (NATO, 2012;
SIPRI, 2012).
1.3. FA Lokomotifi Türkiye Vagonunu Çekebilir mi?
Türkiye; i-içi zengin doğal ve beşeri kaynaklarla dolu, güçlü bir jeoekonomik vagondur; ii-nüfusunun yaklaşık 10’da 1’i Avrupa kıtasında
(Trakya ve İstanbul Rumeli yakasında) yaşadığı için ‘kısmen Avrupai
bir vagondur’; iii-işsizleri fazla fakat emekgücü ucuz olan bir vagondur; iv-yaratıcı, girişimci ve yenilikçi ‘küresel’ bir pazar vagondur; vcoğrafyasında en büyük orduyu barındıran, ‘jeostratejik’ bir asker
vagonudur. Kısacası; FA, Türkiye’yi ne AB’nin tam üyesi olarak görmek ve ne de onu AB dışında radikal arayışlara girmesini istemektedir.
Bir başka deyişle, AB içinde bir trafik ışık sistemi işlevini gören FA’nın
120
Türkiye için yaktığı ışık ne yeşil (geç) ne de kırmızıdır (dur); sürekli sarı
ışık (bekle) şeklindedir. O bakımdan, AB, Türkiye ile arasındaki mesafesini başka seçenek bütünleşme modellerle ayarlamaya çalışmaktadır.
Fakat bunların hepsi, ana akım tam üyelik dışında kaldığı için
heteredoks bütünleşme senaryolarının konusu haline gelmiştir.
2. Heterodoks Bütünleşme Senaryoları (HBS) ve AB Bütçeleri
Türkiye açısından AB tam üyeliği dışında olası başka herhangi bir
bütünleşme senaryosu kendi içinde heteredoksi yani yerleşikgeleneksel-genel görüşe aykırı bir özellik taşımaktadır. Heterdoksi
sözcüğüyle, burada, anaakım AB tam üyeliği dışında farklı, türev ya
da seçenek modellerle Türkiye’nin dünya ekonomisiyle bütünleşebileceği anlatılmak istenmiştir. Bu bağlamda, burada, heterodoks bütünleşme senaryoları (HBS), AB içinde ya da AB türevleri olan yedi model seçilmiştir. Öte yandan, Türkiye’nin AB geleceğini yakından ilgilendiren bir konu da AB’nin bütçeleridir. 7 yıllık hazırlanan bu bütçelerin yapısına ve içeriğine bakılarak, Türkiye’ye –ayrılacak ödenek
doğrultusunda- tam üye olma şansının yer verilip verilmeyeceği hakkında bazı ipuçlarına ulaşılabilir.
2.1. Tam Üyelik Dışında AB Türevi Bütünleşme Modelleri
Türkiye’nin AB ile ilişkileri şu anda büyük ölçüde “gümrük birliği” ile
sınırlandırılmıştır. Uygulamada “imtiyazlı ortaklık” da söz konusudur. Ayrıca, Türkiye, orta vadede “Akdeniz Birliği” ya da “Avrupa
İktisadi Alanı” gibi oluşumlara-yaklaşımlara dahil edilerek AB’ye
kısmi / dolaylı üyeliğe ikna edilmeye çalışılmaktadır. Resmen devam
eden katılım müzakerelerinin ise tam üyelikle sonuçlanacağı kuşkuludur. Kuramsal planda Maurer (2007: 8), her bir modeli kendine özgü
üstün ve zayıf tarafının olduğuna dikkat çekmektedir. Geniş yapılıdan
dar olanına gidildikçe, bütünleşme modelinin işlevi ve buna karşı bürokratik yükü de azalabilir.
HBS 1: FA, Türkiye’yi “İmtiyazlı Ortaklığa” (PP) ikna ederse…
“İmtiyazlı Ortaklık” (privileged partnership, PP), Winkler tarafından ilk
121
kez 2002’de Avrupa Kamuoyuna sunulan PP Almanya’da ‘kardeş’
muhafazakâr partilerin (CDU/CSU) 2004’ten beri Türkiye’nin tam üyeliğine karşı geliştirdikleri bir seçenektir. O partilere göre, AB’nin Türkiye’yi iktisadi ve siyasal olarak istikrarlandırıcı amacı tam üyelik olmadan da gerçekleşebilir; bir başka deyişle, PP daha az maliyetlerle
Türkiye’ye AB standartlarını yerleştirebilir, Türkiye’yi AB organlarında sözsahibi yapmadan (oy kullandırmadan) onu AB’nin sözünü dinleyen – ona itaatkâr hale getirmek (tüm işbirliği proğramlarına bir
paydaş olarak katmak) mümkündür (Atılgan / Klein, 2006: 6 vd).
Amacı açısından bakıldığında PP, Türkiye'nin bugüne kadar yaşadığı
AB entegrasyon sürecini görmezden gelen ve Türkiye'nin üyeliğini
engellemek için onu resmi aday statüsünden 3. ülke konumuna düşüren bir modeldir. AB, siyasal güvenirliğini kaybetmemek için PP seçeneğinden vazgeçmiştir. Zaten bu model bugüne kadar AB’de çoğunluğun istediği bir model de olmamıştır (Karakaş, 2008: 30 vd). Dedeoğlu
ve Gürsel’in (2010: 2 ve 6) vurguladıkları gibi, FA’nın Avusturya ile
birlikte Türkiye’ye tam üyelik yerine PP’yi layık görmelerinin öznel
mantığı; Türkiye’nin üyelik koşullarını hiçbir zaman yerine getiremeyeceğine olan inanç, onun Avrupalı değil sadece Avrupa’nın komşusu
olması, Türkiye ve Avrupa’nın farklı kültür ve değerlere sahip oluşları, Türkiye’nin nüfusunun kalabalık ve yoksul olması nedeniyle üyeliğin maliyetini arttırmasına dayanmaktadır. Buna göre Türkiye AB
nezdinde, PP elbisesini giymeye hazır Ukrayna, İsrail, Fas ve Tunus
düzeyine indirgenmiş olmaktadır. Türkiye için biçilen elbise “Gümrük
Birliği +” statüsüdür. Buradaki “+”nın karşılığı özellikle Türkiye’yi
jeostratejik konumundan dolayı dışlayamadıkları ortak savunma ve
güvenlik politikasıdır.
HBS 2: Türkiye salt Gürmrük Birliği (CU) içinde bırakılırsa…
“Gümrük Birliği” (Customs Union, CU), AB’ye tam üye olmak isteyen
Türkiye için hazırlık dönemi ile son dönem arasındaki ara yani “geçiş
dönemi”nde (1973-1995=22 yıl) oluştu. Entegrasyon politikası açısından bakıldığında CU statik ve Türkiye hükümetine karar mekanizmalarına katılım hakkı vermeyen kısmi bir üyeliktir. Türkiye, -tam üye
olmaması nedeniyle-, AB karar alma mekanizmalarına katılamadığı,
122
kararların alınmasında herhangi bir etkiye sahip olamadığı, öte yandan ulusal egemenliğinden önemli ölçüde vazgeçtiği için CU’nun antidemokratik olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca CU, son derece
asimetriktir; çünkü gümrük resimleri sınaî ürünleri ve işlenmiş tarım
ürünleri için kaldırılmış olsa da, hizmetler, işlenmemiş tarım ürünleri,
kömür ve çelik ürünleri ve tekstil ürünleri için tam olarak kaldırılmamıştır. Bu tek taraflı korumacılık, AB Ortak Pazarı’nı Türkiye rekabetinden korumaktadır. Bunun bir sonucu olarak da kurulduğu günden
bu yana CU, öncelikle AB’ye dış ticaret fazlası gibi maddi üstünlük
sağlamıştır (Karakaş, 2008: 30 vd.). AB genişleme tarihinde AB'ye üye
olmadan onunla bir CU kuran başka hiçbir ülke yoktur. Türkiye,
1996’da maddi zararlar karşılığında CU’ya geçerken, bu geçiş sayesinde AB tam üyeliğinin kolaylaşması gibi siyasal kazançlar elde edeceğini planlamaktaydı. Türkiye AB’ye tam üye olmak için 1996’da “son
parkur”a girmiştir fakat bu parkurdaki koşusunun ne zaman biteceğini bilmeyen tek aday ülkedir.
HBS 3: Türkiye Akdeniz Birliği’ne (UfM) kaydırılırsa… Fransa’nın (dönemin Devlet Başkanı N. Sarkozy) öncülüğünde “Akdeniz
Birliği”ne (Union of Mediterranean, UfM) yönelik toplanan Paris Zirvesi’nde (Temmuz 2008) EU + UfM’nin, 39 ülke ve 700 milyon nüfustan oluşan büyük bir Pazar olduğu; 1995 Barselona Bildirgesi ile başlayan UfM sürecinin tamamlanması halinde Akdeniz’in bir barış, demokrasi, işbirliği, güvenlik, istikrar ve zenginlik havzası haline getirilebileceği vurgulanmıştır. Süreç şu sacayak üzerinde gelişmektedir:
Siyasal diyalog; İktisadi İşbirliği ve Serbest Ticaret; Beşeri, Sosyal ve
Kültürel Diyalog. 2005’te bu sürece, “Göç, Sosyal Bütünleşme, Adalet
ve Güvenlik” başlıklı dördüncü bir ayak daha eklenmiştir. EU +
UfM’yi temsil eden 39 devlet / hükümet başkanı, 2010’da “Euromed”
bölgesinde derin bir Serbest Ticaret Alanı’nın yaratılmasının iktisadi
faydalarını, ayrıca ikili ve çoklu ortaklığa dayalı, tam/yarı bölgesel
muazzam ticaret ve yatırım fırsatlarını vaat eden “Euromed Ticareti Yol
Haritası”nı resmen onayladılar. Fransa UfM projesinde yalnız değildir;
Avrupa Komisyonu’nun yanısra, Almanya, İtalya ve İspanya’nın ciddi
destek ve teşvikleri bulunmaktadır. Fransa’nın uzun vadeli stratejik
123
çıkarlarına yönelik kurguladığı varsayımı nedeniyle A. Merkel’in
“Fransa’nın Akdeniz Klübü” şeklindeki adlandırmasına karşı bir çekincesi olsa da, bu oluşumun (27 EU + 16 UfM = 43 devletle birlikte) aynı
zamanda İsrail ve Arap dünyasını Avrupa mantığına yaklaştırma projesi olduğu bir başka gerçektir (Europa Press, 2008: 8; Lecha & García,
2009: 3; Riegert, 2013). Türkiye, UfM’ye önerilmiş ülkelerin başında yer
almaktadır. Fakat Türkiye EU ile ilgili tarihsel hesaplarından dolayı
UfM
projesine
kuşkuyla
yaklaşmaktadır.
(Dülffer,
2008).
Nazemroaya’ya (2008) göre, UfM, kendi içinde birlik olabilir, fakat
Akdeniz’e kıyısı ya da jeo-stratejik bağlantısı olan Orta Doğu ve Kuzey
Afrika’yı (MENA) UfM üyesi olan ve olmayan ülkeler şeklinde bölmektedir. MENA zaten AB ve ABD arasında etki alanlarına bölünmüş
durumdadır.
HBS 4: Türkiye, Aşamalı Bütünleşme (GI) modeline tabi tutulursa… Bir başka tasarım olarak “Aşamalı Bütünleşme” (Gradual
Integration, GI), özgün haliyle, AB üyeleri arasındaki farklılaştırılmış
bütünleşme yöntemidir. Bunun üstünlüğü, birleşme hızının üye devletlerin en küçük ortak paydasına dayanmasıdır. Bu model, Türkiye’nin AB-10 içine dahil edilmesi için önerilmişti, fakat diğer ülkeler
için sorun olarak algılanmıştı (Atılgan / Klein, 2006: 6 vd). “Değişken
Geometrili Avrupa” ve "Alakart Avrupa" ile birlikte anılabilen GI modeli
Karakaş’a (2008: 39-42) göre hem AB hem de Türkiye açısından şu an
için mantıklı bir üyelik seçeneği olarak durmaktadır. Şöyleki: i-GI,
AB’de uzun süredir uygulanan resmi üyelik ve kısmi yükümlülük
ayrımına dayanmaktadır. ii-GI temelde, AB'nin kurumsal yayılmasına
neden olmadan Türkiye'nin, AB uluslarüstü yapıları ve politikalarıyla
aşamalı bütünleşmesini öngörmektedir. iii-Modele göre bir sonraki
bütünleşme basamağına otomatik geçiş söz konusu değildir. Böyle bir
otomatikliğin mümkün olmamasının Türkiye'yi demokratikleşmeye ve
reformları gerçekleştirmeye teşvik edeceği düşünülmüştür. Bir sonraki
basamağa ne zaman geçileceğini taraflar belirler. iv-GI modeli uygulamada şöyle işleyebilir: Her iki taraf öncelikle 1. basamakta uyum
sağlanacak alanları belirler. 2.basamakta taraflar daha önce üzerinde
124
uzlaşılmış konularda bir derinleşmeye gidebilir. 3.basamakta ise Ortak
Pazar’ın ne ölçüde İç Pazar’a dönüştürülebileceği tartışılabilir.
HBS 5: Türkiye için “Avrupa İktisadi Alanı Artı” (EEA+) formülü
uygulanırsa… Üyelerin katılımı için “Avrupa İktisadi Alanı Artı”
(European Economic Area Plus, EEA+) modeli, AB-Norveç ilişkileri ile
birlikte bir hareketlilik kazandı ve EEA 2003’ten itibaren genişledi.
“EEA+”nın çıkış noktası, Ukrayna ve Gürcistan'da ‘renkli’ devrimlerden
sonra dillendirelen AB’ye daha yakından bağlanma isteğidir. Ocak
2005’te AB Parlamentosu, Komisyon’dan, oluşturacağı Ulusal Eylem
Planı’nda Ukrayna’daki siyasal değişimleri göz önünde bulundurmasını
ve bu ülkenin kurumsal açıdan AB'ye bağlanmasının (ortaklık ilişkisine
varana kadar) güçlendirilmesini istemişti (Karakaş, 2008: 37). Bu bağlamda, Türkiye için EEA+ formülü şimdilik geçersiz gözükmektedir.
HBS 6: Türkiye, Genişletilmiş Ortak Üyelik (EAM) modeline çekilirse… Münih Doğu Avrupa Enstitüsü, sadece Türkiye için değil, diğer
ülkeler için de uygulanabilecek bir model olarak “Genişletilmiş Ortak
Üyelik” (Extended Associated Membership, EAM) modelini önermiştir.
Bu model için AB sınırlarının kesin çizilmesi gerekmektedir. Öncelikle
iktisadi alandaki işbirliğinin genişletilmesini öngören, işçilerin serbest
dolaşımını kısıtlayan ve parasal birliğe olanak tanımayan EEM’da
üyelik, EEA içerisinde söz konusudur. Modeli ortaya koyanlar, modelin iktisadi etkilerinin üyelik etkilerine eşdeğer olacağını iddia etmektedir. EAM, tıpkı PP gibi, Türkiye'ye Konsey’de gözlemci statüsü vermekte fakat karar alma mekanizmasına katılım hakkı vermemektedir
(Karakaş, 2008: 37; Atılgan/Klein, 2006: 6).
HB 7: Türkiye Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) kapsamına
alınırsa… Bu olanaksız, çünkü kaydedilen gelişmelere bakılırsa, ABTürkiye ilişkileri “sıfır entegrasyon” anlamına gelen Türkiye’nin salt
“Avrupa komşuluk politikası” (European Neighborhood Policy, ENP)
parantezine alınmasını stratejik çıkarlarından dolayı iki taraf da istemez. ENP’nin amacı, AB etrafını çevreleyen dost ve demokratik ülkelerden bir istikrar halkası oluşturmaktır. Bu amaç genellikle birliğin
125
faydasına kabul edilirken, AB ve komşuları arasındaki ticaret, yatırım,
göç, insan hakları gibi temel alanlardaki büyük ‘asimetriler’ ve ‘dışsallıklar’ başarıyı zorlaştırabilmektedir. Söz konusu asimetriler ve dışsallıklar, AB dışında fakat AB’nin gözden ırak tutamayacağı ve bir “güney-güney” ilişkisine ivme kazadıracak şekilde Avrupa-merkezli bir
oluşuma yani UfM’ye olan ihtiyacı ortaya koymuştur (Lippert, 2007:
182; Kempe, 2007: 189; Miltner, 2010: 39).
2.2. Türkiye’nin AB Geleceğinin Belirleyicileri: AB Bütçe Dönemleri
2014 ve 2021
AB bütçeleri Birliğin genişleme ve derinleşmesinin mali aynasıdır. Her
tam üye ülke GSYH’sinin %1.8’ini ve KDV türünden vergi gelirlerinin
%1.6’sını ödemektedir. Yeni üyeler, -özellikle görece yoksul- ise bütçeye katkı sağladıklarından daha çoğunu bütçeden elde etmektedirler
(TAVAK, 2013). AB anlaşmalarına göre, Klasik iktisadi görüşe uygun
olarak, bütçe denk olmalıdır. Türkiye’yi, şu konjonktürde yakından
ilgilendiren AB’nin iki bütçe dönemi var: Birincisi 2014-2020, ikincisi
de 2021-2027 yıllarını kapsayan mali takvimlerdir.
Komisyonu’nun 1 trilyon 33 milyar € düzeyinde olmasını önerdiği 2014’te yürürlüğe konulacak yeni dönem bütçesi, Konsey tarafından
kriz nedeniyle azaltılarak 960 milyar €'ya indirilmiştir. Üye ülkeler,
tavan olarak belirlenen bu rakama rağmen bütçeye 908 milyar €’luk bir
net/fiili ödeme yapma konusunda uzlaşmışlardır. AB’nin 2007-2013
dönemi bütçesinin toplam tutarının 864.4 milyar € olduğu hatırlanıra,
2008 mali krizin büyük ölçüde aşıldığı 2014 bütçe döneminde Birlik
ekonomisinin büyüme eğilimini sürdürmek istediği sonucuna varılabilir. Ancak krizin etkilerinden dolayı bütçede %3 gibi bir oranda kısıntı
yapılmıştır. Bütçenin yürürlüğe girebilmesi için -bu yıl ilk kez- veto
yetkisi bulunan Avrupa Parlamentosu tarafından da onaylanacaktır.
Bütçede en büyük kalemi geleneksel olarak tarım (337 milyar €), teşvikler ve yoksul bölgelerin kalkındırılması (450.4 milyar €) oluşturmaktadır. Kalkınma politikaları gibi gölge masraflar eklendiğinde
bütçenin gerçek üst sınır 997 milyar €’ya yükselmektedir (DW, 2013).
Ne zaman tam üye olacağı bilinmese de, Türkiye’ye, AB’nin yeni
genişleme bütçesinden her yıl 1 milyar € ayrılacağı belirtilmektedir.
126
Daha önceki yıllarda, tam üyeliğe hazırlık amacıyla 500 milyon ile 1
milyar € arasında mali yardımlar sağlanmıştır.
Bundan sonra, 2021’de başlayacak yeni bütçe dönemi ise, daha
şimdiden, hem AB ve hem de Türkiye için en stratejik bütçe dönemi
niteliğini taşımaktadır. Çünkü AB, FA’nın özel çabalarıyla müzakere
çıtasını ne kadar yükseltirse yükseltsin, kendi içindeki ve Türkiye kaynaklı baskılardan bunalabilir ve kesin tavrını şu iki seçenekten biri
olarak ortaya koyabilir: 2020’ye kadar Türkiye’nin tam üyeliğini onaylayabilir ve ona göre yeni bütçenin ödeneklerini daha cömertçe arttırabilir ya da tam üyeliğini yine onaylamaz ve imtiyazlı ortaklık türünden heterodoksi modellerin gölgesinde bir kez daha ucu açık hale getirebilir. Türkiye’nin ‘gemileri yakması’na yol açacak bu ikinci gelişme
iki sonuç doğurabilir: AB, 80 milyon yeni nüfusu, AB nüfusu içindeki
Müslümanların payının 5’te 1’ine yükselmesini ve parlamentodaki
%29 oranındaki önemli temsil gücünü temsil eden Türkiye’ye kapıları
kapatarak FA gibi Türkiye karşıtı lobiyi tatmin edecek ve daha da
önemlisi “Türkiyesiz bir bütçe” yapımının rahatlığını yaşayabilecektir.
Kısacası, 2021 bütçesi, salt AB’nin yeni ve daha büyük bir bütçesi
değil, Türkiye ile iplerin kalınlaştırılacağı (integration) ya da iplerin
koparılacağı (disintegration) bir bütçe olabilmesi açısından diğerlerinden oldukça farklılık arzedecektir.
Sonuç: Bulgular ve Değerlendirmeler: Bir Vagon Dolusu…
Bulgular (B)
B1-Türkiye, lokomotif FA’nın desteğiyle AB trenine eklemlenmeyi bekleyen, diğerlerinden oldukça farklı bir aday vagondur. AB treninin hızıyla ulusal iktisadi kalkınmasının ivme kazanacağını ummaktadır. Cash’a (2000) göre, FA, bütünleşme projesini “hızlı tren” haline
getirmek için AB Anlaşması’nda değişiklik yapma arayışındadır. Temel çabası, AB’nin merkezde yer alacağı şekilde Avrupa kıtasını Birleşik Avrupa Alanı (AEA) haline getirmektir.
B2-2005’ten beri –büyük ölçüde ‘açık uçlu’- süren Türkiye-AB
müzakereleri tam üyelik içindir, ancak AB’nin Türkiye ile genişlemesi
onun sindirme kapasitesine dayanmaktadır. Türkiye’nin AB
müktesabatına uyum süreci henüz bitmemiştir (ZEI, 2006: 2).
127
B3-Türkiye’nin ‘küçük’ (junior) ya da kısmi üyelik işlemine tabi
tutulması beklenemez. Tam üyelik dışındaki her bütünleşme modeli
kendi içinde benzer bir mantığa ve amaca göre kurgulanmıştır: AB’nin
merkezini bozmadan ya da çekirdeğini kırmadan çevrede tam üye
olmak için sıra bekleyen ülkeleri (Türkiye, Ukrayna, Fas, Cezayir) demokratikleştirerek ve modernleştirerek ana-merkez (FA ve diğer Batı
Avrupalı) ve alt-merkez (İtalya, İspanya, Yunanistan) ülkelerin iktisadi
ve siyasal çıkarlarınının tatminini sürdürülebilir yapacak şekilde çevre
ülkelerle yakın işbirliği içinde olmak!
B4- PP, UfM, GI, vb. modeller, statik bir yapıya sahip oldukları ve
demokratikleşme ve iktisadi açıdan güçlenme sürecinde Türkiye'ye çok
fazla teşvik sunmadıkları ve hatta Avrupa sınırları dışında 3.ülkelere
bile uygulanabilme esnekliğne sahip oldukları için sorunludur.
B5-Türkiye ekonomide ve siyasette AB’nin bile takdir ettiği ölçüde belirli bir istikrarı sağladığından beri AB’ye giriş konsundaki eski
özlemini, duyarlılığını ve aceleci tavırlarını bir kenara bıraktığı gözlemlenmektedir. Zira Türkiye’nin politika yapımcıları, gözle görülür
bir şekilde, AB’yi, ülke içinde hemen her alanda bir “istikrar çapası”
olarak kullanıyorlardı. İstikrar sağlanınca çapanın terk edildiği görüntüsü yayılmaya başlanmıştır. Elbette karşılıklı resmi ve sivil toplum
diyalogları sürmektedir.
Değerlendirmeler (D)
D1-Türkiye, AB’de lokomotif FA’nın inisiyatifine (insafına) bırakılırsa, ya Akdeniz Birliği’ne ya da imtiyazlı ortaklığa razı olacaktır.
Böylece Türkiye bir yandan AB’nin asli üyesi özelliğini kazanamayacak; öte yandan AB, bir eliyle tutmadığını, diğer eliyle de bırakmamış
olacaktır. Tüm bu fikir egzersizleri de gösterebilir ki, Türkiye AB için
son derece ‘kritik’ bir ülkedir. Türkiye AB açısından –çelişkili bir şekilde- ne “beriki” ne de “öteki” hale getirilmeye cesaret edilebilen bir
ülkedir.
D2-Türkiye AB için entegrasyonun ilerlemesi sürecinde bir “kırılma noktası”nı da temsil edebilir. Bu tam üyelik gerçekleşmezse, AB,
eski Yugoslav Cumhuriyetlerini de birliğe dahil ettikten sonra genişlemesini durdurabilir; şimdiye kadar genişlemeyle birlikte sürdürdü-
128
ğü “derinleşme”ye ağırlık verebilir. Ayrıca AB’nin aşamalı bir şekilde
çözülebileceği yönündeki öngörüler ise şimdilik kötü ve mantıksız bir
tahminden başka şey değildir. Bir kere AB’nin çözülmesi demek,
FA’nın da AB içindeki lokomotif gücünün bitmesi ve ezeli çekişmesinin tekrar başlaması ve tüm Avrupa’ya potansiyel sorunlar olarak
yansıması demektir.
D3-Öte yandan, AB tam üyeliğini bir tür ‘saplantı’ (fetish) haline
getirip Doğu’nun önemini yadsımak yanlış olur. Güneş hep Doğu’dan
doğar ve AB ayarında olmasa da AB’yi kısmen ikame edebilecek bazı
bütünleşme modelleri de… Gerçek böyle iken Türkiye’nin Avrasya Birliği ve Şangay İşbirliği gibi oluşumları tümüyle reddetmesi stratejik
yanlış sayılabilir. Doğu kökenli bu bütünleşme modelleri Türkiye’nin
AB’ye ve özellikle FA’ya karşı tam üyelik muhalefetine karşı güçlü birer
‘koz’ olarak kullanmasına elverişli seçenekler olarak gözükmektedir.
Kaynakça
ABGS (TC Avrupa Birliği Genel Sekreterliği) (2003), “FransAlmanya”, AB
Haber, 23 Ocak
ATILGAN, C. / KLEIN, D. (2006), EU integration models beyond full
membership”, Working Papers/Documentation, Konrad-AdenauerStiftung e.V. No. 158/2006 Berlin, May
CASH, B. (2000), Associated, not absorbed: the Associated European Area: a
constructive alternative to a single European state, European Foundation, September
CIA (2013), The World Factbook
DEDEOĞLU, B. / GÜRSEL, S. (2010), EU and Turkey: The Analysis of Privileged Partnership or Membership, http://betam. bahcesehir.edu.tr/
DÜLFFER, M. (2008), The Union for the Mediterranean: a fixation?, Eurotopics
DW-Deutsche Welle (2013), “AB bütçesinde anlaştı”, 8 Şubat
ECB-European Central Bank-Eurosystem (2013), “Capital subscription”
EUROPA PRESS (2008), Council of the EU, Draft Joint Declaration of the Paris
Summit for the Mediterranean, Paris, 13 July, http://europa.eu/rapid/
press-release_PRES-08-211_en.htm
EUROSTAT (2003), Science, technology and innovation
KARAKAŞ, C. (2008), Üye olmadan entegrasyon mümkün mü? Türkiye’nin AB
üyeliğinin hukuki dayanakları ve tam üyelik alternatifleri”, Uluslararası İlişkiler, c.4, S.16 (Kış), 23-49
129
KEMPE, I. (2007), Identifying an Agenda for a new eastern policy – evaluating
the European Neighbourhood Policy beyond the ENP Approach, Vol.
42, Iss. 4, pp. 187-190, The Open Access Publication Server of the ZBW –
Leibniz Information Centre for Economics
LECHA, E.S. / GARCIA, I. (2009), The Union for the Mediterranean: what has
it changed and what can be changed in the domain of security?, CEPS
INEX Policy Brief, No. 4 / Dec.
LIPPERT, B. (2007), The EU neighbourhood policy: Profile, potential, perspective, Intereconomics, Vol. 42, Iss. 4, pp. 180-187
MAURER, A. (2007), Alternatives required! EU membership policy in the
context of relations with Turkey”, SWP-Stiftung Wissenchaft und Politik
Comments, Berlin, August.
MILTNER, P. (2010), The Union for the Mediterranean and the Eastern Partnership: a comparative analysis, Natolin Best Master Thesis, 02 / 2010,
April, Poland
NATO (2012), Financial and Economic Data Relating to NATO Defence
NAZEMROAYA, M. D. (2008), The Mediterranean union: dividing the Middle
East and North Africa, Global Research, Feb.10
RIEGERT, B. (2013), A Year on, mediterranean Union has made little progress,
Euro Diyalogue
SIPRI-Stockholm International Peace Research Institute (2012), Recent trends
in military expenditure
TAVAK (2013), “AB’ye üyeliğimiz en erken 2021’e kaldı”, euturkhaber.com,
Oca. 27
TEPAV (2013), Avrupa Birliği’nin 2006 -2013 mali perspektifinin oluşumu, geleneksel uzlaşmazlık alanları ve Türkiye üzerine olası etkileri (rapor), İstanbul
UNDP-United Nations Development Programme (2013), Summary: Human
Development Report
WB-World Bank, “Migration and Remittances Online Database”
WTTC-World Travel and Tourism Council (2013), Country reports: Travel and
tourism economic impact
ZEI EU (2006), Turkey-Monitor, Vol. 2, No. 1, March
130
BÖLÜM II
TÜRK-ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNİN
GÜNCEL ARAŞTIRMA KONULARI
131
Kısım 1
Göç ve Sağlık
133
Disiplinlerarası Tartışmalar Işığında
Almanya’daki Türkiyeli Kadın Göçmenlerin
Sağlık Koşullarının Tarihsel Gelişimi
Aslı TOPAL-CEVAHİR
Giriş
„... ne okuyabiliyor ne de yazabiliyorlardı, daha çocukluktan bile çıkmadan kocaya satılıyorlardı. Yani koca, başlık parası ödeyerek karısının
kendisine mutlak olarak itaatini satın almış oluyordu. Bu da sonuç olarak, çoğu kadına Almanya’ya göçmek isteyip-istemediğinin hiçbir zaman
sorulmadığı anlamına geliyordu. Bu tür kararlar tamamen erkeklerden
oluşan aile meclisinde alınıyordu. Satın alınmış gelinler olarak, kendilerinin hiçbir yaptırımı olmaksızın kentlerimize geliyorlar, işletmelerimize
geliyorlardı“. (Paczensky, 1978: 7)
Türkiye’den „misafir işçi“ alındığı zamanlarda (1960-1980) işçi olarak
ya da ailelerinin peşinden Federal Almanya’ya göç eden Türk kadınları; toplumsal kaynaştırma çerçevesinde, sağlık bakım hizmetlerine az
ya da çok uyum sağlamışlardır. Çeşitli incelemeler; göçmen kadınların,
sağlık durumları ve yaşam şansları bakımından ihmal edilmiş bir grup
oluşturacak kadar, belirli sağlık risklerine maruz kalmış ve kalmakta
olduklarına işaret ediyor. Ancak işçi alımlarının başladığı dönemde
bunlar; red kotası gereğince kendilerine, misafir işçi statüsü için zorunlu olan „sakıncasızlık belgesi“ doldurulan en sağlıklı adaylardı. Sağlık
denetiminin; yerli (Almanya) halkın korunması, bulaşıcı hastalıklardan koruma, gereksiz masraflardan ve sosyal sorunlardan kaçınma
için kesinlikle gerekli olduğu açıklandı. Sonraki yıllarda bu seçme
işleminin ve özellikle genç insanların Almanya’ya çağrıldığı gerçeğinin
sonucu olarak healthy migrant effect (sağlıklı göçmen etkisi) dediğimiz
135
durum ortaya çıktı. Peki, bu çelişki, geçen on yıllar boyunca izlediği
gelişim içinde nasıl algılandı ve açıklandı?
Elinizdeki bu doktora tezi projesi; sadece, Türkiye bağlantılı göçmenlik kökeni olan kadınların güncel sağlık durumlarını belgelemeyi
değil aynı zamanda bu konuyu uzun erimli olarak tarihsel bakış açısıyla araştırmayı hedeflemektedir. „gurbet“e geldiklerinde bu kadınların ne gibi sağlık sorunları vardı? Sağlıklı olarak mı geldiler? Üç ya da
dört yıl gibi belirli bir zaman aralığında sağlıkları ya da hastalıkları
nasıl bir gelişim gösterdi? Süreç boyunca Türk kadın göçmenlerde
hangi somut hastalık görüngüleri belirlenebilir? Onların sağlık sorunlarına esas olarak hangi nedenler yol açmıştır? Kadın göçmenler nasıl
yaşlanıyor, örneğin alzheimer ya da bunama hastalıklarında nasıl davranıyorlar?
Bu ve benzeri soruların değişik alanlarda araştırılması gerekir
özellikle de bireysel alanda; kendi sağlık durumunu nasıl algıladığı,
olası sorunlarla nasıl baş etmeye çalıştığı gibi. Devlet (göç veren ve göç
alan ülke) alanında sağlık politikası stratejileri ve olası hatalar; muhtemel nedenler olarak araştırılmalıdır. Sosyo-kültürel alanda; Türk kadın
göçmenlerin sağlığı üzerinde etkisi olmuş ve bugün de hala olmakta
olan ve potansiyel kaynaştırma engelleri veya dahası psikolojik hastalık
nedenleri ortaya koyan sayısız etkenlerin analiz edilmesi gerekir: Çalışma koşulları, aile yapıları, cinsiyet rolleri, din, dil engelleri ve eğitim
durumu da; bunlar, her olasılığa karşı, sağlık ve hastalığı koşullayan
etmenler olarak tanımlayabilmek için araştırılmalıdır.
Bu tez; 20. yüzyılın ikinci yarısından beri Almanya’da yaşayan
Türkiyeli kadın göçmenlerin sağlık sorunlarının altında yatan nedenlerin açıklanmasına katkı yapmayı amaçlamaktadır. Gerçekliklerin tarihsel bakış açısıyla analizi; şimdiye kadar sağlık durumu ile ilgili olarak
hemen hemen hiçbir sonuca ulaştırılamamış gerçekleri ortaya çıkarmalı ve böylelikle kadın göçmenlerin güncel sağlık durumlarına ve sağlık
gereksinimlerine daha iyi bir yaklaşım için katkı olmalıdır.
136
Araştırma Hakkında
İşgücü göçü diğer adıyla „misafir işçi alımı“ hakkındaki araştırmanın
odağında asıl olarak, erkeklerin ekonomik ve politik göçleri vardı. Bu,
„yabancı işçi“ imajının sanayi sektörü tarafından belirlenmesi ve bu
sektörün „erkek sektörü“ (örneğin madencilik) olarak görülmesiyle
ilgili bir durum olsa gerek. Ailenin bir üyesi olarak göç eden kadınlara,
kural olarak bağımlı (edilgin) göçmenler diye bakılırken göç konusunda
erkeklere bağımsız, etkin bir rol biçiliyordu. Halbuki Almanya’ya işçi
göçü baştan itibaren görmezden gelinemeyecek bir oranda kadınları da
kapsıyordu. 1972’de genel göçmen işçilerin % 29’u ve Türkiye’den gelen
işçilerin de % 23’ü kadındı (Ausländische Arbeitnehmer, 1969-1974: 2).
Türkiye’den Almanya’ya giden kadın işçi sayısı 70’li yılların başlarında
arttı. Çünkü endüstri; ucuz işgücü olarak çok sayıda yabancı kadın işçi
arıyordu (Fırat, 1987: 131). Onlar, göçün ilk yolu olmak üzere, Almanya’da yeterli işgücü bulunmaması nedeniyle sadece Almanya ekonomisindeki aşırı canlanmayı desteklemeleri için değil aynı zamanda bu canlandırmayı gerçekleştirmek için „misafir işçi“ olarak Federal Almanya
tarafından çağrılmışlardı. Ancak kadınlar göçmen işçi olarak ya da
göçmen ailesinin bir üyesi olarak göçün sonuçlarından doğrudan doğruya etkilenmişlerdi (Boos-Nünning, 1998: 304).
20. yüzyılın kadın hareketlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan
araştırma çalışmaları; dikkatleri, ilk kez göçün kadın boyutuna çekti.
Türkan Yılmaz; 1991’de, Almanya’daki yaşı epey ilerlemiş göçmenlerin durumu üzerine gerçekçi materyalleri inceledi ve şunu gördü:
„... kadınların, özellikle de yaşı epey ilerlemiş kadınların durumuna
hemen hemen hiç ya da yeterince değinilmemiş. Kadınların sorunları
bağımsız olarak ele alınmamış, tam tersine ya erkeklerle ilgili sorunlar
veya aile içi anlaşmazlıklar ele alınırken yahut da erkeklerin sorunlarının
bir alt unsuru olarak ele alınmıştır” (Yılmaz, 1997: 7).
Marschalck ve Wiedl’ göre (2001) bir araştırma alanı olarak göç ve
sağlık konusunda; göç ve sağlık ya da göç ve hastalık ilişkisi bağlamında önyargılar ve çelişkili yaklaşımlar vardır. Onlara göre bir yanda
137
kadın ve erkek göçmenler yerlilerden (Almanlardan) daha da hastadır
ve onlara göre daha fazla doktora gider ve bu nedenle de bütün sosyal
güvenlik sisteminin yükünü arttırırlar öte yandan da sağlık kurumları;
yerli halkı, yabancı ve tehlikeli hastalıklardan korumak çabasıyla,
hizmetlerini olabildiğince sağlıklı yabancı işçilere yönlendirirler.
Marschalck ve Wiedl’in bu değerlendirmeleri; göçmenlerle ilgili araştırmalarda sağlık bilimleri konusundaki sorgulamaların temel olarak
iki bakış açısıyla tartışıldığını açığa çıkarıyor. Bir tarafta „göçmenlik ve
kaynaştırmanın sonuçları“ olgusu öbür tarafta ise „göçmenliğin ve
kaynaştırmanın sonucu olan hastalıklar“ söz konusudur. Göç ve sağlık
araştırmasının son olarak anılan araştırma alanı; bu çalışmanın asıl
ağırlık merkezini oluşturmaktadır. Bu araştırma alanına yönelik olarak
uluslararası düzeyde sayısız inceleme vardır ve göç alan bir ülke olarak eskilere uzanan gelenekleri nedeniyle özellikle ABD’de araştırmalar, daha 20. yüzyılın başlarından bu yana göçün getirdiği sağlık sorunlarıyla meşgul olmaktadır (Marschalck, Wiedl, 2001; Krieken, 2001).
Göçlerin sağlık açısından getirdiği sonuçlarla ilgili bilimsel uğraşılar,
gerçi Almanya’da 1970’li yıllarda yoğunlaştı ama asıl olarak 1973’den
itibaren işçi isteminin durmasından sonraki göçmen işçi yerleşimleri
dönemi, araştırma alanının belli bir kararlılığa ulaşmasını sağladı.
Wiedl ve Marschalck; Alman üniversitelerinde sağlık bilimlerinin konulması ve yeniden düzenlenmesinin de olumlu yöndeki büyük etkisiyle „göç ve sağlık“ konusunun bilimsel bir hedef düzeyine yükseldiğini önemle belirtiyor ve tıp, psikoloji, sosyoloji, tarih ve pedagoji
gibi bilim dallarının da araştırmalara katılması gerektiğini savunuyor
(Marschalck, 2001: 9). Dietzel-Papakyriakou; 1960’lı yıllardaki ve
1970’li yılların başlarında, göçmen işçiler aracılığıyla dışarıdan gelen
ve ancak 1970’li yıllarda yavaş yavaş tavsayan bulaşıcı hastalıklar ve
bunların yerliler için olası sağlık tehlikeleri üzerine yapılan yoğun
tartışmalara dikkati çekiyor (1985: 23). Aynı dönem içinde, bulaşıcı
hastalıkların kamu sağlığı için önemi de gittikçe azaldı.
Kadın ve erkek bütün göçmenlerle ilgili danışmanlık, tedavi ve
bakım hizmeti ve göçün bir sonucu olarak rahatsızlık ve hastalıkların
önlenmesi; araştırmaya, etiyolojik (hastalık nedenleri) modellerinden
138
patogenez (hastalığın oluşum ve gelişim) biçimlerine ve sağlık bakım
hizmetlerinden yararlanma koşullarına kadar uzanan birçok soru yöneltiyor. Göç, hastalık ve sağlık konusundaki son araştırma,
Marschalck ve Wiedl’e göre (2001: 9), şimdilik sadece hastalığa yöneltilmiş bir açılımın belirgin izlerini taşımaktadır. Bunun muhtemel nedeni olarak yazarlar; araştırmanın büyük bir bölümünün, „hastalanmış
olan göçmenler hedef grubu“nu ele almış olmasını gösteriyor. Buna
koşut olarak; göç ve düşük yaşam koşullarına rağmen korunabilen
sağlık, pek seyrek konu edilmiştir (Dietzel, 1985: 17). 21. yüzyılın başından beri, değişik alanlarda çıkan sayısız bilimsel araştırma şu soruya yanıt arıyor: Göç, insanı hasta eder mi? Borde ve David; bakım
hizmetleriyle ilgili olarak kadın göçmenlerin durumları hakkında yapılmış sayısız yayına işaret ediyor (2000, 2001, 2003, 2007, 2008, 2013)
ancak gelişim, sağlık ve hastalık açılarından cinsiyet etkeni oldukça
fazla ihmal edilmiştir (Weiss, 2003).
Yöntemler Üçlemesi
Bu doktora tezinin yazılması için, „yöntemler üçlemesi“ diye adlandırılabilecek özel bir yöntem stratejisi geliştirildi. Üç bilimsel yöntem
alındı ve bir arada kullanıldı: a) Araştırma sonuçlarının ikincil analizi,
b) Arşiv araştırması c) Oral-history yöntemi (çağın tanıklarını konuşturma yöntemi)
Yöntemler üçlemesinin nedeni şudur: Göçmen işçi alımının başlamasından beri konu ile ilgili yayınlanan araştırma sonuçlarından
çıkarılan bir birleştirme analizinden (aynı konuda daha önceden yapılmış araştırmaların sonuçlarına bakarak yapılan birleştirme analizi)
hareketle, göçmen işçi alımının bürokratik ve diplomatik koşulları
üzerine yeni bir birleştirme araştırmasını tamamlayabilmek ve özellikle de bu koşulların analizini yapabilmek için tarihsel arşiv araştırması
yöntemi seçildi. Alman ve Türk arşivlerinden1 çıkarılan resmi belgelerin yardımıyla, göçmen işçi alımı döneminde bürokrasi içinde meyda-
1
Federal İş Kurumu (Koblenz Federal Arşivi) ve Domid Arşiv Köln, aynı zamanda
Devlet İstanbul Arşivi, İstanbul Üniversite Arşivi, İstanbul Gazete Arşivleri
139
na gelmiş sorunlar ve çözüm yollarından bazıları ortaya çıkarılabilir ve
tarihsel araştırmalar daha da genişletilebilir. Ne var ki bu iki yöntem
de, araştırmada geçen kişilerin bakış açılarını aydınlatmaya yetmemektedir. Ayrıca, her iki araştırma yöntemiyle kazanılmış olan materyal; Federal Almanya’daki Türk kadın göçmenlerin öznel bakış açısıyla, sağlık koşullarının tarihsel bir panoramasını çıkarmaya yeterli değildi. Bu iki etken beni, başka bir yöntem yani „oral-history“ yöntemine
başvurmaya yöneltti. Özellikle bu görgül bölüm; kendi kurguladığım
araştırma çalışmasının özgün yenilikler içeren katkısını somut olarak
gösteriyor; yüzümüzü çevirmemiz gereken ve hem bu araştırma alanı
için en iyi sonuçları almayı sağlayacak hem de yenilikler getirecek
yönü, gözler önüne serebilecektir. Şimdiye kadar bu alanda, bu üçlü
yöntem stratejisini izleyen hiçbir yayın yok. Niteliği yükseltmeyi ve
yenilikler getirmeyi amaçlayan bir araştırma hazırlıkları çerçevesinde;
etnografik söyleşiler (farklı köken veya kültür kümelenmelerindeki
insanlarla yapılan söyleşiler) yardımıyla, sınırlı sayıda Türk kadın
göçmene sağlık durumlarıyla ilgili sorular soruldu. Analizler için betimleyici (deskriptiv) bir yöntem kullanıldı. „oral-history“ araştırmasının anlamı ve önemi; özellikle „konunun öznesi olan kişiler“in dile
gelebilme olanağında odaklanmaktadır. Böylece bilim, kadınların seslerini duyurmaları için bir kanal olmuş olacaktı. Ancak incelemenin bu
bölümünün; genellemeye uygun olmadığını, genel yöntem stratejisini
desteklediğini ve gerçeklere ulaşmanın yolunu açtığını belirtmeden
geçmemek gerekiyor.
Birinci göçmen işçiler kuşağından 14 kadın göçmenle söyleşi yapıldı. Bunları üç ayrı kümede toplayabiliriz:
1. Çalışmak için gelmiş kadın göçmenler (resmi istem, „1. yol“ )
2. Meslek sahibi ev kadınları (Aile birleşimi)
3. „Ev kadınları“ (Aile birleşimi)
Ayrıca bir de Türkiyeli bir Kürt göçmen kadınla söyleşi yapıldı.
Bu söyleşi; konunun geneli içinde sığınma olgusunun bir ara başlık
olarak ele alınıp analiz edilmesini amaçlıyor. „Bazı bölümleri herkese
açık olan söyleşiler“; belli bir söyleşi düzenine uyuyordu ve Türkçe
140
olarak yapıldı2. Yazıya geçirme işleminden sonra söyleşi metinleri
Almancaya çevrildi. Söyleşi yapmayı kabul eden ve incelemede geçen
insanlar Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindendi ve Köln, Düsseldorf,
Aachen kentlerinde yaşıyorlardı. Kendilerine, düzenli görüşme olanakları hazırlayan göçmen örgütlenmeleri ağı sayesinde ulaşıldı.
1. Sonuçlar
1.1. „Almanya Yolculuğu“nun Başlangıcı-Hangi Kadınlar, Ne Zaman
Almanya’ya Göçüp Geldiler?
O kara trene bindiğimde benim dünyam karardı! O trene bindiğim saniye... (saniyelerce ağladım)... Dünyam karardı dedim ya, daha ne diyebilirim ... korku, pişmanlık, özlem o an başladı ve canımı o kadar yaktı ki.
Als ich in den alten Zug eingestiegen bin, gingen alle Lichter aus …
die Sekunden als ich eingestiegen bin (weinen) … meine Welt verdunkelte
sich … Angst, Reue, Trennungsschmerz haben zu diesem Zeitpunkt
angefangen und es hat mir so wehgetan.
Yabancı işçi isteme gerekçeleri, yabancı işçilere duyulan ilgi ve
yabancı işçi istemeye yönelten itkiler, aşağıdaki etmenler ve etkenlerle
açıklanabilir:
"Son yıllarda, Alman işverenler erkekten çok kadın işçi tercih ediyordu.
Patronların bu isteği, haritalarda bile görülemeyen en uzak Anadolu köylerine ulaşacak kadar ağızdan ağıza, kulaktan kulağa hızla yayıldı. Kendileri dışarıya gidebilme umudunu yitirmiş olan erkekler karılarını Almanya’ya göndermeye başladı. Ama bu o kadar da kolay bir şey değildi!
Bir kere kadınların genç olması gerekiyordu. [...] Gaz lambalarının aydınlattığı evlerde kavga eksik olmuyordu. [...] Bir eksik etek, bir kadın tek
başına hem de „kafir“lerin yanında nasıl işe gidebilirdi! Olacak şey miydi bu? [...] Ama oldu. Yoksulluk ağır bastı. Paranın karşısında gelenekler
arka plana itildi. Ve trenler erkeklerden fazla kadın taşımaya başladı Almanya’ya (Üstün: 40).
2
Kürt göçmenle yapılan söyleşide dil zorlukları nedeniyle sıkıntılar yaşandı ve bundan dolayı yazılı metinlerde kırık dökük Almanca ve Türkçe pasajlar halinde aktarıldı.
141
Göçmenlikte hayatı, kimlikleri ve onurları bakımından kadınların
hepsinin olumlu geçirdikleri söylenemez; hele hele vatanlarında daha
iyi sosyal ve ekonomik konumlarda iken göçmüş olan kadınlar
(Koptagel-Ilal, 1998: 299). Kadınlar alıştıkları hayattan birdenbire koparılıp alındılar.
Çoğu kere, uyum sağlamış oldukları kurulu düzenlerinden birden koparılmak ve yeterince hazırlıksız olarak kendilerini modern bir
sanayi toplumu içinde bulmak, çoğu zaman kadınların karşılaştığı
ortak ve benzer durumdur. Pek çoğu çocuklarını bırakıp geldi. Yani
ayrılık onlar için, suçluluk duygusuyla karışık psikolojik bir baskılanma anlamına geliyordu (König, 1994: 53). Ekonomik zorluklar içinde
debelenen aileler; aile ve ahlak kurallarını unutuyor, kadınlarını ve
yetişkin kızlarını kendilerinden önce Almanya’ya gönderiyordu. Gidenler, kocalarını Almanya’ya aldırıncaya kadar çoğu zaman birkaç yıl
geçiyordu. Almanya’da kendilerine bağımsız bir düzen kurabilecekleri
umuduyla eşinden ayrılmış, eşi ölmüş veya tek başına yaşayan kadınlardan de gelenler vardı. Böylesi durumlarda bağımsız göçmenlikten
söz edilebilir. Tablo 1, erkeklerle karşılaştırmalı olarak kadın işçi alımının zaman içindeki gelişmesini gösteriyor. Abadan Unat; Almanya’ya kadın işçi göçü olgusunu anlatıyor ve işçi göçünün ilk aşaması
içinde göç eden kadınların payının oldukça düşük olduğu tespitini
yapıyor (2005: 182). Sonraki aşamalarda bu oran yükselir. Çünkü pek
çok kadın eşlerinin peşinden veya bağımsız olarak Almanya’ya göçmüştür. 1966/67 yıllarındaki ekonomik gerileme sırasında Almanya’da
ekonomik etmenlere bağlı olarak yükselen bir kadın işçi talebi vardı.
Abadan Unat, bunu şöyle açıklıyor (2005: 207-208).
"Örneğin eskimiş sanayi tesislerini kullanmaya devam etmek, düşük
ücretler ve el becerisine duyulan gereksinim."
142
Tablo 1: Türk kadın ve erkek işçilerin sayısal gelişimi
Kaynak: BfA, Ausländische Arbeitnehmer 1972/1973, Nürnberg 1974, S. 70 f.
Yüksek talep yüzünden artık özellikle kadınların da işe alınması,
genel göçmenlik durumunu değiştirdi ve ilerde gelebilecek Türk kadın
göçmenleri yeni yükümlülükler altına soktu. Bu sıralarda, Almanya’ya
gitmek isteyenler, Türkiye’deki başvuru noktalarının önlerinde çok
uzun kuyruklar oluşturuyordu. Türkiye İş Kurumu’nda (O yıllardaki
İş ve İşçi Bulma Kurumu); Federal Almanya’da çalışma izni için bekleyen yaklaşık 1 milyon erkek aday kayıtlıydı (Abadan Unat, N., 1985:
208) Ama öte yandan da Alman işverenler yoğun olarak, ucuz kadın
işçi istiyordu. Türk erkek ve kadınları; ekonomik sıkıntılar yüzünden,
aile yapısı içindeki geleneksel cinsiyet rollerini değiştirmeye zorlanıyorlardı. Erkek, kendisini kısa bir süre içinde yanlarına aldıracakları
umuduyla, karısını ve kız çocuklarını Almanya’ya çalışmaya gönderiyordu. Çünkü kocanın; karısı tarafından kısa süre sonra (çalıştığı işyerine tavsiye ederek) ismen çağrılması veya ailenin birleştirilmesi çerçevesinde karısının peşinden gitmesi mümkündü. Kadın; eğer tek
başına Almanya’ya gelmiş ise kısa zamanda Türkiye’ye geri dönmek
143
zorunda kalıyordu. Evli kadınlar; göçmenliğe başladıkları güne kadarki deneyimlerine göre üç kategoriye ayrılıyorlar:
• Şehirli orta sınıf kadınları: Kadınlar şehirde doğmuş veya göçmeden önce uzun bir süre şehirde yaşamıştır. Ya meslek sahibidirler ya da ev kadını olmuşlardır.
• „Gecekondu“ kadınları (Yani yeni oluşmuş, getto tipi ve çoğunlukla illegal yerleşim yerlerinden kadınlar): Burada kadınlar
belirli bir süre şehirde yaşamıştır. Bu da, iki aşamalı göçmenlik
sürecinin birinci adımı anlamına gelmektedir. Kırsal yaşam biçimi karşısında hiçbir değişiklik yoktur. Kentsel yaşam düzeniyle sınırlı bir yakınlaşma olmuştur.
• Kırsal kesim kadınları = Köylü kadınlar: Bu kadınlar, göçmen olarak başka bir ülkeye varıncaya kadar kent yaşamı görmemişlerdir. Bu durum; köy kültüründen batılı kent kültürüne ani
bir geçiş demektir. Bu kadınlar genellikle aile bütünleşmesinden sonra kocalarıyla bir araya gelmişlerdir.
Grottian da, tek tip bir Alman kadını olmadığı gibi tek tip bir
Türk kadını da olmadığını açıklıyor. Türkiye’den gelen göçmen kadınların hepsi Türk pasaportuyla gelseler de aralarında bir sürü farklar
vardır: Etnik köken, mezhep, nereli olduğu, aile durumu, eğitim durumu, meslek, dil. Buna uygun olarak da bu kadınların Alman tıp
hizmet kurumlarıyla yaşadıkları sorunlar da farklıdır. Doktora projesi
bu yüzden kadın göçmenlerin net bir tanımını ortaya koymaya çalışıyor, ayrıntılı algılamaları ve şahsiyetleri göz önüne alıyor.
1.2. Yolculuğun Başındaki Sağlık Durumu –
„healthy migrant effect“ mi?
…benim idrarım, kanım, ciğerlerim herşeyim sapasağlam idi, bir tek
gözlerimden sıkıntım vardı işte onu da gözlükler ile hallettik ... son gün eline bir kağıt verirdiler, herşey tamamdır diye. Sonra 10 gün içinde kağıtlarım biletlerim vs. geldi ve buraya geldim. Sapasağlamdım. Buraya geldiğimde tekrar aynı muayeneyi iş yerinde yaptılar…
… mein Urin, Blut, Lungen, alle inneren Organe wurden untersucht,
und es war alles in Ordnung… Ich war kerngesund, nur meine Augen ...
144
ich konnte die Ferne nicht gut sehen. Das Problem haben wir mit einer
Brille behoben. Alles war in Ordnung. Nach 10 Tagen kamen meine Papiere
und ich kam hierhin. Noch am selben Tag wurden wir noch mal
untersucht, bei mir war alles in Ordnung. Ich war kerngesund…
Hisashi Yano da şöyle soruyordu: „Geleceğin işçilerinin sağlığını güvenceye
almak mı yoksa asıl, Alman toplumunu dışarıdan gelebilecek bulaşıcı hastalıklardan korumak mıydı söz konusu olan?“ (2001: 65).
Önceleri bulaşıcı hastalıkları önlemeye yoğunlaşmış olan sağlık
kontrolleri; 1960’lı yıllarda, genel halk sağlığı koruması anlamında
yeni yönelimlere girdi. Her sefer göçmen işçi konvoyları geldiğinde,
sağlık açısından gerekli koşulları taşımayan durumların olduğu da
görülüyordu. Bunlar „yanlış bilgilendirme“ olarak gruplandırılıyor
ve işe alınanlar geri gönderiliyordu. Buna karşı Federal Almanya İş (ve
İşçi Bulma) Kurumu 1964’ten itibaren, tıbbi muayeneler için net tanımlanmış ve kurallara bağlanmış düzenlemeler getirdi. Zaten göçmen işçi
alımlarının ilk zamanlarından itibaren; sağlık muayenesine girilmesi
ve sağlıklı olduğunun belgelenmesi, oturma izni alabilmenin ve bunun
arkasından da çalışma izni alabilmenin olmazsa olmaz önkoşuluydu.
Yabancı işçilerin sağlık açısından uygun olmalarının gerekçesi aslında;
halk sağlığını tehlikeye düşürebilecek olan hastalıkları önlemekti. Alman halkının, özellikle aşağıdaki hastalıklardan korunmasını sağlamak gerekiyordu:
“Dünya Sağlık Örgütü’nün 25 Mayıs 1951 tarihli ve 2 numaralı
Uluslararası Sağlık Tüzüğü“nde belirtilen, karantina zorunluluğu olan
hastalıklar3
• Solunum yollarındaki etkin veya etkinleşme eğilimindeki tüberküloz
3
BAVAV
Yazısı
(Bundesanstalt
für
Arbeitsvermittlung
und
Arbeitslosenversicherung=Federal İş Bulma ve İşsizlik Sigortası Kurumu), İlgi: Yabancılara Oturma İzni İşlemleri, Burada: sağlıkla ilgili koşullar, 1 Ağustos 1965,
Nürnberg, Sorumlu: Helmut Weicke, Alıntı: Bundesarchiv Koblenz, Abteilung B
(BRD- Geschichte), Belge no: B 119 33 50, Archivalieneinheit: 0144, Filmnummer:
0216, Sayfa 1- 10, burada 2- 6.
145
• Frengi veya
• (göç alan ülkede, yerli halkın bu hastalıklara ve rahatsızlıklara
karşı koruma kuralları düzenlenmiş ise) diğer mikroplar yoluyla bulaşan veya ilişki yoluyla geçen paraziter hastalıklar ve
rahatsızlıklar.
Bu sağlık denetimi işlemlerinin sonuçları asıl olarak işyerlerinde,
insanların karşısına çıkıyordu. „Türkler daha seyrek olarak hastalığın
keyfini çıkarıyorlardı“, daha seyrek olarak tıp hizmetlerinden yararlanıyorlardı. Araştırma, bu istatistiki bilgilere dayanarak, göçmenlerin
Almanlardan daha „sağlıklı!“ olduklarını kabul etti. (O zamanki durum) bu kabullenmeyi „healthy migrant effect“ tezi izledi (1970’lerde).
Bir an önce para kazanmak olsun, işyeri hekimlerine kadar varan resmi makamlara yönelik belirgin güvensizlik olsun, göçmen işçilerin,
hastalıklarını ve rahatsızlıklarını saklamalarına yol açmış olabilir. Onların çoğu, hastalandığında, rapor almaktan ve işten çıkarılmaktan
dahası vatanlarına geri gönderilmekten korkuyordu.
Özetlersek: Çalışmak için Almanya’ya giden göçmenler, istatistiklere göre „sağlıklı“ydılar. Çünkü sağlık denetiminden başarıyla geçmişlerdi ve Alman sağlık sistemi de onların Alman’lara göre sözde
daha sağlıklı olduklarını kabul ediyordu. Ne var ki incelemeler birkaç
yıldan beri, genel olarak ama özellikle de göçmenler tarafından, bunalım ve psikosomatik rahatsızlıklarla ilgili olarak daha fazla tıbbi hizmet istendiğinin gözlemlendiğine işaret ediyor (Örnek Rommel, 2005;
Razum vd., 2008). Göçmenler artık bunalımlı ve psikolojik açıdan rahatsız olarak ifade edilir ve bunlarla yaftalanır olmuşlardı. Onlar şimdi
Alman’lardan „daha hasta“ mı olmuşlardı!? Bu değişim nasıl açıklanabilirdi? Göç, insanı hasta mı ediyordu?
146
1.3. “Göç, insanı hasta mı ediyor?“
... Herşeyi var: gariblik, hasretlik, Türkiye özlemi, insanların yok burada...burası herşeyini alıyor senden, Almanya herşeyini alıyor elinden.
Memleket hasreti birkere ... onun acısı anlatılır gibi değil. 47 senedir buradayım, ama hasretliğim hiç bitmedi. Yeni kopmuş gibi acısı hala taze, hiç
dinmedi o acı ... benim hasretliğim hiç bitmedi.
… Alles bringt die Migration: Befremdlichkeit, Sehnsucht,
Heimatssehnsucht, deine Menschen sind nicht hier… die Fremde nimmt dir
alles weg, Deutschland nimmt dir alles weg… Deine Heimat … die
Sehnsucht endet nie, ich kann das nicht beschreiben. Seit 47 Jahren lebe ich
hier, aber die Sehnsucht nahm kein Ende … der Trennungsschmerz ist
immer noch so frisch, dieser Schmerz nimmt nie ab, meine Sehnsucht hat
kein Ende…(weinen)
Tabiki yaşlanıyoruz, tansiyon gibi rahatsızlıklarım var tabi, bunlar normal, yaşlanmaktan. Ama çoğu sorunların sebebi göç ve sonra yaşadıkların.
Beni hasta eden yolculukta trendeki korku, o korku kaldı, benim için
bir psikolojik rahatsızlık bu. Sonra ailenden kardeşlerinden anandan babandan ayrı kalmak çok acı çok ... o ayrı kalma acısı, özlem içinde yara açıyor. Problemlerinden yanında olmamaları ayrı acı. Onların hastalıkları olur
problemleri olur uzaksın ayrı acı.
Buradaki yaşam şartları, hep çalış hep çalış. Stress. Gurbet hasta eder
evet kesinlikle!
Natürlich werden wir älter, Blutdruck, Kreislaufprobleme sind normal, das kommt vom Altern. Aber der Grund für die meisten meiner
gesundheitlichen Probleme ist die Migration und was ich später erlebt habe.
Mich hat die Angst, die ich im Zug hatte, krank gemacht, ja diese Angst ist
geblieben, das ist mein psychisches Problem. Vor allem das Getrennt-Sein
von Familie, Mutter, Vater und den Geschwistern… das ist so bitter und tut
weh. Der Trennungsschmerz, die Sehnsucht sind wie eine offene Wunde in
mir. Dass sie nie da sein konnten, wenn ich Probleme hatte oder es mir
schlecht ging. Dass ich nie da sein konnte, wenn sie krank waren… das alles
schmerzt sehr, sehr… Die Lebensbedingungen hier…immer arbeiten,
immer arbeiten. Stress.
Ja, Migration macht krank, mit Sicherheit!
147
Yabancı kadınların içinde bulunduğu durum, iki karmaşık sıkıntıda belirginleşir. Birincisi; genellikle zorlu çalışma yaşamının ve bitmek bilmeyen dağ gibi sıkıntıların getirdiği bedensel yıpranma ile
aileden, çocuklardan ayrılma yıllarındaki psikolojik baskılanmalar.
İkincisi: kadın göçmenler; hastalıklar gibi, hayal kırıklıkları gibi, ayrılıklar ve yakınlarını kaybetme ya da kaybetme tehdidi gibi denge bozucu yaşamsal olaylara karşı genellikle erkeklerden daha güçlü görünüyorlar. Araştırma sonuçlarıyla kabul edilen bilgilerden sapma gösteren ve söyleşilerin incelenmesiyle sonuçların kısa ve özet bir tanıtımı
ortaya konulması gerekiyor.
Ankete katılan kadınlar; doktorların hangi cinsten ve hangi ulustan olduğu konusunda, sosyal ve kısmen de bilimde kabul edilenden
daha az tabularla karşılaştıklarını bildiriyorlar. Kadın veya erkek doktorun Türk kökenli olmasından dolayı peşinen daha memnun oldukları da yoktu. Halbuki doktor hasta ilişkilerinde bugün hâlâ ciddi sorunlar vardır. İşte söyleşiye katılan kadınlar tarafından, ilaç tedavisinden
özellikle de psikolojik tedavilerden memnun olmadıkları sık sık tartışma konusu ediliyor. Ayrıca, doktorların ve bilhassa Türk doktorların hastalara az zaman ayırdıklarından şikayetçiler. Onların, alternatif
yöntemleri kullanmadan, öncelikle ilaçla tedaviyi tercih etmelerini de
eleştiriyorlar. Başlı başına ve bugün incelemelerde hâlâ belirli bir olgu,
Türkiyeli kadın göçmenlerin erkek de olsa kadın da olsa doktora yanlarında biri olmadan gitmemeleridir. Hele de ailenin namusunun koruyucusu olan kocalar böyle durumlarda kendilerini rahat hissetmiyorlar tam tersine bu durum, doktora gidildiğinde dilsel sıkıntılarla
kendini açığa vuran sıkıntıdan daha fazla strese giriyorlar.
Söyleşiler, söyleşiye katılan kadınlar açısından, eleştirilerini dile
getirmek ve sağlık alanında Türk kadını ile ilgili oluşmuş imgeye karşı
çıkmak için bir fırsat oluyor.
Aşağıda, söyleşi incelemesinden çıkan, gruplara özgü sonuçlar ortaya konacaktır.
Grup 1: „Göçmen kadın işçiler“
Göçmen kadın işçiler söyleşilerde; çalışmak üzere Almanya’ya
göçebilmek için altından kalkmak zorunda oldukları tıbbi kontroller
148
üzerine yoğun ve ayrıntılı olarak konuşuyorlar. Bu bağlamda yasadışı
„ilaç ticareti“ hakkında ilginç noktalara değindiler. Söylediklerine göre
bazı hemşireler, kan muayenesinden „olumsuz sonuç“ çıktıktan sonra
kendilerine ilaç satmış. Bu ilaçları bir hafta boyunca almaları gerekiyormuş. Ondan sonra kan değerleri yeterli düzeye çıkarmış.
Bu grup katılımcıların hepsi, söyleşinin yapıldığı sıralarda bulgu
olarak ortopedik rahatsızlıklar ve uyku bozuklukları çekiyorlar. Psikosomatik (ruhsal/bedensel) rahatsızlıklar ve problemler konusuna daha
az giriyorlar. Sağlık gelişmelerindeki olumsuzlukların nedeni olarak
şunlar sayılıyor: Kötü çalışma koşulları, stress, göç etmekteki amaçlarına ulaşabilmek için aşırı yüklenme ve aşırı baskılanma. Son olarak
belirtilmesi gereken ise; hastalık süreçlerini muhtemelen hızlandıracak
olan doğal biçimde yaşlandıklarının da ayrımına vardıklarıdır.
Grup 2: „çalışan evli kadınlar“
İkinci grup; aile birleşimi çerçevesinde göçüp gelmiş olan ama gelişlerinden beri de Almanya’da çoğu zaman bir işte çalışan kadınlardan oluşuyor. Bu grubun „göçmen kadın işçiler“ grubundan farkı
daha söyleşinin başlarında açığa çıktı: Çalışan evli kadınların göçmenliklerindeki amaçlarının maddi yanı fazlaca önemli değildi. Bu kadınlar asıl olarak, hiyerarşik sıralamanın en altında yer aldıkları geleneksel ve baskıcı sistemlerden kaçmak istiyorlardı. Özetlersek: Almanya’daki kocanın arkasından oraya göçünceye değin yanlarında yaşadığı kocanın ailesinden kaçmak istiyorlardı. Bu grubun kadınları büyük
çoğunlukla kırsal kesimlerden gelmişlerdi Almanya’ya. Rastlantılarla
ortaya çıkmış ve özellikle Türkiye’nin batısından ve doğusundan kadınlar arasındaki farkta belirginleşen çok ilginç bir sonuç.
Türkiye’nin doğusundan gelen kadınlar hep; vatanlarındayken
durmadan karşılaştıkları ve yaşamlarını sürekli zorlaştıran belirli,
günlük sıkıntıları vurguluyorlar. Evde musluk suyu yoktur, köyde
elektrik yoktur, alt yapı, yol, sağlık hizmeti yoktur vb. Doğu Anadolu’dan gelmiş olan kadınlar Türkiye’nin batısından ve şehirlerden
gelmiş kadınlardan çok başka koşullarda yaşadıkları için konuşmalarımızdaki söylemler de iyice farklılaşıyor. Vatanlarındaki alt yapı ve
çağdaşlaşmışlık düzeyi de, eş zamanlı olarak gelişmemişti. Buna bağlı
149
olarak; Almanya’dan beklentileri de çok değişikti ve Almanya’ya geldikleri andan itibaren her birinin duyduğu memnuniyet farklıydı.
Sağlık hizmetlerinden yararlanma bakımından da anket konuşmalarında çok farklı söylemler saptandı. Söyleşiye katılan bütün Doğu
Anadolulu kadınlar; Almanya’ya göçmeden önce doktor yüzü görmemişti ve sağlık hizmetinden yararlanmamıştı. Batılı ve şehirli kadınların büyük çoğunluğunun ise daha Almanya’ya göçmeden önce doktora gitmişlikleri vardı ve sağlık hizmeti almıştı. Doktora çalışmasında; kadının aile içindeki konumu ve kadının kültürel ve dinsel gerekçelere dayandırılan baskılanması gibi ayrıntılı farklara değiniliyor. Bu
ayrımlaşma; Türkiye’nin doğusundan ve batısından kadınların kültürel ve dinsel farklılaşması ve yabancılaşması olarak anlaşılmamalı
tersine kültürel zenginliği ifade etmeli ama aynı zamanda onların farklı yaşam biçimlerini ve toplumsal gelişmelerini odağa getirmelidir.
Bir farklı kümelenme de, kadınların çalıştığı farklı branşlardan
kaynaklanıyordu. „Kadın göçmen işçiler„ grubunda bu farklılaşma
kendini göstermedi. Çünkü onlar, işletmeler tarafından hassas cihazlar
endüstrisinde çalıştırılmak üzere işe alınmışlardı. Halbuki „çalışan evli
kadınlar“; çalışacakları işi kendileri (veya onların yerine kocaları) arıyordu. Aynı şekilde çoğu, akar (döner) bantta (montaj bandında) ya da
temizlik sektöründe, çalışacak bir iş bulmuştu. Bu grup içinde; sağlık
açısından önemli olan etkenlerle ilgili olarak, sanayi işçisi veya temizlikçi olmanın getirdiği değişik rahatsızlıklar kendini gösteriyordu. „Çalışan
evli kadınlar“ grubundaki kadınlar söyleşilerde hem ortopedik şikayetlere hem de çokça psikolojik sorunlara yoğunlaşıyorlardı. Hepsi de fiziksel ve ruhsal çöküntü içinde olduklarına inanıyordu.
Grup 3: çalışmayan kadınlar „ev kadınları“
Karşılaştırılan gruplardan üçüncüsü ise; aile birleşmesi çerçevesinde Almanya’ya göçmüş olan ama hiçbir işte çalışmamış göçmen
kadınlardan oluşuyordu. Bunlar, ruhsal sağlığa yoğunlaşmış olarak,
sağlıklarındaki olumsuz gelişmeleri, -ilginçtir- aile ve evlilik sorunlarına bağlıyorlar. Ağırlığı da göçün psikolojik risklerine veriyorlar. Örneğin; ayrılık acısı ve alıştığı çevreyi olsun kendi ailesini olsun terk
etmiş olmanın verdiği pişmanlık ve suçluluk duyguları.
150
Söyleşi incelemesinin yukarıda ortaya konmuş olan sonuçları;
doktora çalışmasında enine boyuna, karşılaştırmalı olarak ele alınmış
ve sağlık konusundaki gelişme farkları odağında yeniden ortaya konmuştur. Üçüncü gruptan bir söyleşi katılımcısının aşağıdaki cümlesiyle elinizdeki çalışma sona ersin ve insanları az da olsa konu üzerinde
düşünmeye yöneltsin:
„Her şeyi arkada bırakıp gitmek, ruhsal bir depreme yol açıyor ve insan
aradığını bulamayınca ruhsal denge tepe taklak oluyor. Ama bunun asıl
suçlusu erkekler....“
Kaynakça
ABADAN-UNAT, N. (1976), Turkish workers in Europe 1960-1975. A socioeconomic reappraisal, Leiden
ABADAN-UNAT, N. (1981), Women in Turkish society, Leiden
ABADAN-UNAT, N. (1982), Türk toplumunda kadın, İstanbul
ABADAN-UNAT, N. (2005), Migration ohne Ende. Vom Gastarbeiter zum
Eurotürken, Berlin.
Aubele, E. and Pieri, G. (2011) Femina migrans. Frauen in Migrationsprozessen
(18. - 20. Jahrhundert), Sulzbach
AUSLÄNDISCHE ARBEITNEHMER (1969-1974), Beschäftigung, Anwerbung,
Vermittlung, Erfahrungsbericht. Nürnberg
BAUMGARTNER-KARABAK, A., LANDESBERGER, G. (1978), Die verkauften
Bräute. Türkische Frauen zwischen Kreuzberg und Anatolien, Hamburg
BOOS-NÜNNING, U. (1998), Migrationsforschung unter geschlechtss
pezifischer Perspektive, in: Koch, E. and Arat, N. Chancen und Risiken
von Migrationwege und Irrwege der Migration, 304–316
BORDE, T., DAVID, M. (Hrsg.) (2003), Gut versorgt? Migrantinnen und
Migranten im Gesundheits- und Sozialwesen. Frankfurt/Main
BORDE, T., DAVID, M. (Hrsg.) (2008), Frauengesundheit, Migration und Kultur
in einer globalisierten Welt. Frankfurt/Main
DAVID, M., BORDE, T. (Hrsg.) (2011), Schwangerschaft, Geburt und frühe
Kindheit in der Migration. Wie beeinflussen Migration und Akkulturation
soziale und medizinische Parameter? Frankfurt/Main
DIETZEL- PAPAKYRIAKOU, M. (1985), Krankheitsverhalten türkischer
Arbeiterfrauen, Hamburg
FIRAT, G. (1987), Der Prozess der Hausfrauisierung am Beispiel der Migration von
Frauen aus der Türkei in die Bundesrepublik Deutschland, Saarbrücken
151
GEYER, H. (1947), Das Flüchtlingsheimweh und seine Behandlung, in: Der
Nervenarzt, Nr.18, 477
GROTTIAN, G. (1986), Die Probleme von Frauen aus der Türkei beim Umgang
mit medizinischen Diensten, in: Curare, 143–148
HOFSTETTER, E. (2001), Women in global migration, 1945 - 2000. A comprehensive multidisciplinary bibliography, Westport
JAMIN, M. (1998), Die deutsch- türkische Anwerbevereinbarung von 1961 und
1964, in: Eryilmaz, A., Fremde Heimat. Essen, 72–75
KARAKASOGLU-AYDIN, Y. (1998), Religion und religiöse Kleidung
türkischer Frauen und Mädchen in der Migration, in: Chancen und
Risiken von Migration: Deutsch-türkische Perspektiven, Freiburg
KOCH, E., ARAT, N. (1998), Chancen und Risiken von Migration: Deutschtürkische Perspektiven, Freiburg
KÖNIG, K. (1994), Tschador, Ehre und Kulturkonflikt, Frankfurt
KOPTAGEL-ILAL, G. (1998), Frauen in der Migration. Position und Rollen
zwischen Ost und West, in: Koch, E. and Arat, N.: Chancen und Risiken
von Migration. Deutsch-türkische Perspektiven, Freiburg
KRIEKEN, P. J. (2001), Health, migration and return. A handbook for a multidisciplinary approach, Den Haag
MARSCHALK, P., WIEDL, K.H. (Hrsg) (2001), Migration und Krankheit.
Osnabrück: Universitätsverlag Rasch
PACZENSKY, S. (1978), Vorwort, in: Baumgartner-Karabak, A. and
Landesberger, G. Die verkauften Bräute. Türkische Frauen zwischen
Kreuzberg und Anatolien. Hamburg, 7
RAZUM, O. et al (2008), Migration und Gesundheit. Schwerpunktbericht der
Gesundheitsberichterstattung des Bundes. Robert Koch-Institut
ROMMEL, A. (2005), Migration und Rehabilitation psychischer Krankheiten –
Perspektiven und Grenzen einer Gesundheitsberichterstattung mit
Routinedaten. Gesundheitswesen. 2005, 67(4):280-8
YANO, H. (2001), Anwerbung und ärztliche Untersuchung von Gastarbeitern
zwischen 1955 und 1965, in: Marschalck, P. Migration und Krankheit ,
Osnabrück, 65
YILMAZ, T. (1997), "Ich muß die Rückkehr vergessen!", Duisburg
WEISS, R. (2003), Macht Migration krank? Eine transdisziplinäre Analyse der
Gesundheit von Migrantinnen und Migranten, Zürich
152
Almanya’da Yaşayan Göçmenlerde Demografik
Değişim ve Sağlık – BT (Bilişim Teknolojileri)
Destekli Uygulamaların Getirdiği
Yeni Olanaklar
Funda KLEİN-ELLİNGHAUS, Tilman BRAND und Hajo ZEEB
Giriş
Nüfustaki genel yaşlanma; Alman sağlık sistemini, yeni zorluklarla
karşı karşıya getiriyor. Yaşlılıkla bağlantılı kronik hastalıklarda ve
bunun sonucu olarak da, sağlık hizmetleri almak zorunda kalan insan
sayısında sürekli bir artış olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Federal İstatistik Dairesi’nin hesaplamalarına göre, 2009 yılı itibariyle
% 21 olan 65 yaşın üstündeki nüfusun genel nüfus içindeki payı 2030
yılında % 29’a çıkacaktır. Bu olgu göçmen kökenli nüfusu da keza yakından ilgilendirmektedir. Nüfus hesaplamaları, bu grubun, 2030 yılına değin genel nüfus içindeki oranının güncel olan % 8.6’dan % 15’e
yükseleceğini gösteriyor (Baykara-Krumme, 2012). Demografik araştırmalar; 2030’da Almanya’da 60 yaş üstündeki her dört insandan birinin göçmen kökenli olacağını öngörüyor (Raven & Huismann, 2000).
Bugüne kadar yapılan araştırmalar; göçmen kökenli nüfusun sağlık
hizmetlerine erişiminin sınırlı olduğunu ve tıbbi ve psikolojik tedavi
önlemlerinin bu grup içinde çok sınırlı kaldığını gösteriyor (Mösko
vd, 2008; Brzoska vd, 2010). Bunun nedenleri olarak daha çok dilsel
engeller ve kültür farklılıkları dile getiriliyor (Razum vd, 2008). Ama
genel olarak göçmen kökenli yaşlı insanların oluşturduğu grup içinde,
zorluklar ve sağlık ihtiyaçları üzerine pek fazla şey bilinmiyor. Bundan
dolayı da Alman sağlık sisteminin gelecekteki görevleri arasında,
göçmen kökenli ve yaşlı insanların ihtiyaçlarını karşılayacak hizmetler
153
sunmak yer almalıdır. İnternet gibi, SMS ya da smartfon (akıllı telefon)
gibi yeni iletişim araçları, sağlıkla ilgili bilgilere ve sağlık hizmetlerine
ulaşmada yeni fırsatlar sunuyor (Lippke & Kuhlmann, 2013).
Çokdillilik ve bireysel olarak çeşitli kaynaklardan edinilen bilgilerin
sağladığı olanakların yardımıyla, bu yeni iletişim araçları, belirli halk
kesimlerine daha bir hedef gözeterek erişme bağlamında
değerlendirilebilir.
Bu yazıda, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli yaşlı
göçmenlerin sağlık ihtiyaçları konusundaki bir grup tartışmasının
sonuçları sergilenecektir. Göçmenlere duyarlı önleyici hizmetler için
yeni iletişim araçlarının kullanılmasına bir örnek olmak üzere GeM
(Gesundheitsassistent für Migranten, Göçmenler için Sağlık Yardımcısı, GİSY) projesinden elde edilen veriler ortaya konacaktır.
Demografik Değişim ve Türkiye’den Gelen Göçmenlerin Sağlığı
Artan yaşam süresinin yanısıra düşen doğum oranları ve göç hareketleri Almanya’daki toplumun demografik anlamda yaşlanmasının temel nedenlerini oluşturmakta. Üstelik bu eğilimin artarak devam edeceği tahmin ediliyor (Federal Almanya Sağlık Bakanlığı, 2012).
Toplumun yaş ortalamasının artması ve ilerleyen yaşla birlikte
yükselen hastalanma riski, yaşlılığa bağlı kronik hastalıkların artmasına da yol açıyor. Üstelik ileri yaşlarda multimorbidite de (kişinin aynı
anda birden fazla kronik hastalıktan muzdarip olması durumu) artar
(Nowossadeck, 2012). Hayat şartlarının getirdiği ağır yüklerden dolayı, 50’li yıllarda gelmiş ve yaşları ilerlemiş olan göçmenler bu gelişmeden fazlaca etkilenmişlerdir (Mayr & Baumann, 2008). 1950-1970 yılları
arasında Almanya’ya gelen yaşlı göçmenler arasında en büyük grubu,
Türkiye kökenliler oluşturmaktadır. Bu grupla ilgili olarak bazı hastalıklarda yaşıtları Almanlara oranla daha yüksek bir hastalanma riski
saptanmıştır. Göçmen işçi olarak özellikle sağlıklı insanlar seçilmiş
olduğu halde bu işçiler kronik hastalıklar yüzünden çalışma hayatından daha erken kopmuşlar ve daha erken emekliye sevkedilmişlerdir.
Onlar, kronik hastalıklara, göçmen kökenli olmayanlara göre ortalama
10 yıl daha erken yakalanıyorlar. Türkiye’den gelmiş kadın işçilerin
154
çoğu bu durumda ve göçmen kökenli olmayan kadınlara oranla sağlık
açısından daha fazla yıprandıkları ve psikosomatik kökenli (psikolojik
kökenli fiziksel rahatsızlıklar) hastalıklara daha fazla yakalandıkları
görülüyor. Daha kötü sağlık durumlarının nedenleri arasında ise kişilerin kendilerinden kaynaklanan birtakım riskler ve bunların yanısıra
kötü sosyoekonomik konum ile daha kötü çalışma ve ev koşulları sayılabilir (Ulusoy & Gräßel, 2010).
Almanya’da bugün hedef gruplara yönelik pek çok önleyici sağlık
hizmeti vardır. Özel olarak, göçmen kökenli insanlar için sağlık hizmetleri de geliştirilmektedir. Halkın bu kesimi, toplumun çoğunluğunu oluşturan kesime kıyasla önleyici sağlık hizmetlerinden hiç kuşkusuz daha az yararlanıyorlar. Bunun muhtemel nedenlerine ilişkin düşünceler öncelikle aşağıdaki etmenleri kapsıyor:
• Sosyal güvenlik konumu ve sağlık hizmetlerine finansal ulaşım
• Dil engellerine bağlı yetersiz bilgilenme
• Alman çoğunluk toplumundan daha farklı bir hastalık anlayışı
• Sağlık hizmetlerinden yararlanmadaki farklara dayalı olarak
biçilmiş farklı roller
• Yapısal önkoşullar, örneğin ikâmet hakkıyla ilgili konum
(Razum vd, 2008)
Şimdiye kadar özellikle göçmen kökenli yaşlı insanların sağlıkla
ilgili gerek ve gereksinimleri konusunda hemen hemen hiç bir veri
yoktur. Bu nedenle, Türkiye kökenli yaşlı göçmenlerin sağlık bağlamındaki gerek ve gereksinimlerinin değerlendirilebilmesi için bir araştırma görüşmesi yürütüldü. Gerek yöntemsel olarak nasıl hareket
edildiği gerekse elde edilen araştırma sonuçları yazının bundan sonraki bölümlerinde ortaya konacaktır.
Türkiye’den Gelen Yaşlı Göçmenlerle Yapılmış Bir Araştırma
Görüşmesi
Yukarıda ortaya konan sorun baz alınarak, Bremen’de, 50 yaşın üstündeki Türkiye kökenli göçmenlerin sağlık gereksinimleri bağlamında bulgulara ulaşmak amacıyla bir „grup tartışması“ gerçekleştirildi
155
(14 kadın, 1 erkek). Görüşme ortamı, 50 yaş üstündeki bir grup kadın
ve erkeğin buluştuğu bir yaşlılarevi idi. Haftada bir kez gerçekleşen bu
görüşmeler modere edilmemiştir. Katılımcılar hem toplantının yapıldığı yerde kalanlardan hem de dışarıdan gelenlerden oluşuyordu. Az
da olsa, buluşmaya katılmak için Bremen’in uzak semtlerinden gelenler de vardı.
Belli bir konuya odaklanmış grup tartışması yöntemi, katılımcıların grup dinamiğiyle ilerleyen süreç sayesinde, görüşlerinin ve izlenimlerinin altında yatan nedenlerin değişik bakış açılarından ele alınabilmesi olanağı sağlar. Katılımcılar, grup dinamiğinin yardımıyla
çeşitli düşünsel desteklere kavuşur ve bunları kendi katkılarıyla zenginleştirebilirler (Lamnek, 2005). Katılımcıların hepsi de Türkçe’yi
Almanca’dan daha iyi anlayabildikleri ve konuşabildikleri için, görüşme dili Türkçe idi. Tartışma, moderatörün (Funda KleinEllinghaus) sırayla katılımcılara, sağlıklı olarak yaşlanma konusunu
düşündüklerinde akıllarından neler geçtiğini sormasıyla başlar ancak
moderatör konuşmalara pek fazla müdahale etmez. Böyle davranırken
moderatörün amacı, bir yandan ana konudan pek uzaklaşmamak öte
yandan da tüm katılımcıların kendi görüşlerini söyleme olanağı bulmalarını sağlamaktı. Konuşmaların tamamı dijital ortamda kaydedilip
yazıya geçirildi ve Mayring1 yöntemiyle içerik çözümlemesinden sonra
da değerlendirildi. Çözümleme bitince katılımcı kişilerin söylemleri,
anlamı önplana çıkarma ilkesiyle Almanca’ya çevrildi. Değerlendirme
sonuçları, katılımcıların sağlıklı bir yaşlanma konusunda oluşturdukları imgelerin, beslenme ve devinme ya da dinlenme ve rahatlama gibi
davranışsal eğilimlere değgin olduğunu gösteriyor. Bir kadın katılımcı
ise özellikle yaşlılığa özgü yeteneklere ve ihtiyaçlara çok önem yüklüyor. Bu katılımcının aşağıdaki sözleri, gruptakiler tarafından olumlu
olarak betimlenerek destekleniyor.
“Sağlıklı yaşlanma deyince, beslenmene dikkat edeceksin, hareketlerine. Mesela, -bizim gibi- yaşlı insanların yapmaması gereken
1
Philipp A. E. Mayring; Alman psikolog, sosyolog ve pedagog, aynı zamanda „kaliteli
içerik analizi“nin kurucularından (Çev.).
156
şeyleri, bunları yapmayacaksın. Ama, yapabileceğimiz şeyler var, bunları yapmaya çalışacaksın“(Klein-Ellinghaus, 2012).
Katılımcılar; gündelik yaşamlarında sağlıklı beslenmeye, hareket
etmeye ve yeterince dinlenmeye çalıştıklarını bildirdiler. Sağlıklarının
iyi oluşunu sağlıklı bir yaşam tarzı ile ilişkilendirdiler. Kendi çabalarıyla daha sağlıklı olduklarına, aynı şekilde sağlıklı olarak yaşlanacaklarına inanıyorlardı. Aynı zamanda, şu andaki sağlık durumlarının
ileri yaşlarda değişebileceğinin de bilincindeydiler. Katılımcılardan bir
kadın grubun söylemlerini şöyle özetledi:
„Bu şeyleri yapmaya çalışıyoruz; sağlığımıza özen gösteriyoruz, spor
yapıyoruz, gezmeye gidiyoruz, uykumuza, dinlenmemize dikkat ediyoruz – bundan dolayı, Allah’a şükür, fazlaca bir sorunumuz yok. Şimdi –
daha da yaşlandığımızda ne olur, bilmiyoruz. Ama böyle devam edersek,
belki yaşlılığımız daha iyi olur – gelecek ne gösterir, bunu şimdiden kimse bilemez“ (Klein-Ellinghaus, 2012).
Katılımcılar, Alman sağlık sisteminin sunduğu hizmetleri genel
olarak olumlu bulduklarını söylediler. Ancak özellikle Türkçe bilen
psikoterapist yokluğundan yakındılar. Bunun yanında dille birlikte
kültürel engelleri de sorun olarak görüyorlardı. Bir yandan da terapistin kendilerini anlayamayacağından dolayı kaygılanıyorlardı. Bu yüzden başka bir kültürel çevreden gelen birine açılamıyorlar. Üstelik
katılımcılardan bir kaçı terapist veya danışman kişilerle deneyimler
yaşamıştı ve kültürel farklardan dolayı kendilerine iyi bir danışmanlık
yapılmadığı duygusuna kapılmıştı. Katılımcılar, sağlık personeliyle
yaşadıkları durumlardan da söz ettiler. Kendilerinin de Almanca konuştuklarını ve sorulara Almanca olarak cevap verdiklerini ama karşılarındaki kişilerin kendilerini anlamadıklarını belirttiler. Bu durumlarda sık sık, çeviride yardımcı olsunlar diye çocuklarını da birlikte
getirmeleri kendilerinden istenmiş. Ne var ki, katılımcılar için, çocuklarını ya da torunlarını yanlarında getirmek hiç de hoş bir durum değildi. İki katılımcı bunu şöyle özetledi:
157
„kadın ya da erkek doktorun ne dediğini anlıyorum, cevap veriyorum ama o ‚anlamıyorum ne dediğini’ diyor , ‚kızınla gel’ diyor’“(KleinEllinghaus, 2012).
„Kırk yıldan sonra bir tercüman götürmek onurumuza dokunuyor –
çocuklarımıza diyemeyiz ‚hadi beni doktora götür’ – çocuklar ‚kırk yıldır
bir Almancayı öğrenemedin mi?’ diyor’“(Klein-Ellinghaus, 2012).
Bir başka katılımcı da, yetecek kadar Almanca öğrenmemiş olmanın hata olduğunu bildiğini ama zaten yaş ilerledikçe bildiklerini de
unuturken, şimdi Almanca öğrenmek için artık çok geç olduğunu ekliyor.
„(…) yaşımız ilerledikçe bildiğimiz şeyleri de unutuyoruz – dahası Türkçe’yi bile unutuyoruz – Almancayı haydi haydi“ (Klein-Ellinghaus, 2012).
Katılımcı kişilerin, durumlarından hoşnut olmadıkları ortaya çıkıyor. Zamanında Almanca öğrenmediklerine pişmanlar. Yaşlılığa ve
yaşlılığın getirdiği unutkanlığa bağlı olarak, bundan sonra artık bunu
telafi edemeyecekleri sonucuna varıyorlar. Anlaşılamadıkları duygusu
içindeler ve ötekilerin kendilerini anlamak istemediklerini düşünüyorlar. Yoğun yanlış anlamalar yüzünden, tedavi önlemlerine de kuşkuyla bakmışlar. Almanca yetersizliğinden ötürü Alman sağlık sistemi
kapsamında sunulan ve „Disease Magagement-Programme“2 olarak
adlandırılan programa katılamadıklarını da ifade ettiler.
Dil engellerine karşın, yaşlı Alman kadın ve erkekleriyle ortak etkinlikler konusunda olumlu bir tutumları olduğu saptanabildi. Almanya’da olsun Türkiye’de olsun kendilerini yabancı gibi hissetmiyorlar ve her iki ülkeye olan bu bağlılıklarını bir zenginlik olarak görüyorlar ancak birtakım yasal düzenlemeler ve yetersiz parasal olanaklar
yüzünden bu zenginlikten, arzu ettikleri derecede yararlanamıyorlar.
Aşağıdaki söylemler, katılımcıların iki ülke arasında gidip gelme arzuları ile bu arzularını yasal güçlükler nedeniyle hayata geçirememiş
olma gerçekliği arasındaki çelişkiyi apaçık sergiliyor:
2
Alman Sağlık Sigortası Sistemi’nde „kronik hastalar programı“ olarak geçen ve kronik
hastalık çeken kişilerin tedavisi ile uğraşan program (Çev.).
158
„Bana 350 [Avro] veriyorlar, bununla yaşamaya çalışıyorum“(KleinEllinghaus, 2012).
„Geçinmek için yardıma muhtacız “(Klein-Ellinghaus, 2012).
„Polise (Yabancılar Dairesi) gittiğimde diyorlar ki ‚olmaz, bu yıl Türkiye’de kalamazsınız’“(Klein-Ellinghaus, 2012).
Grup tartışmalarından, bu grup içindekilerin bazı sağlık sıkıntıları olduğu anlaşılıyor. Burada dil engeli önemli bir yer tutuyor. Ama bir
bütün olarak bakıldığında aslında ihtiyaçlarla ilgili bir ilk araştırma
vargısı söz konusudur. Sağlık sistemini nüfus yapısındaki değişime
hazırlamak için, yaşlılık dönemine girmiş göçmenlerin sağlık konusundaki istek ve ihtiyaçlarının ivedilikle ve kapsamlı olarak araştırılması gerekiyor. Sağlık sisteminde, üstesinden gelinmesi gereken bu
sorunlara, yenilikçi çözümler yanıt verebilir. Gelecek dönemlerde yaşlı
kuşağı oluşturacak insanlar için BT Destekli Uygulamalar; psikolojik
ve fiziksel engellerin aşılması bağlamında değerlendirilebilecek olanaklardır.
BT (Bilişim Teknolojileri) Destekli Uygulamaların Getirdiği
Yeni Olanaklar
Bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) toplumsal yaşamda giderek artan
bir önem kazanıyorlar. Federal İstatistik Dairesi verilerine göre, 2003
yılında halkın % 52’si internet kullanırken 2011’de bu oran % 76’ya
çıkmıştır (Federal İstatistik Dairesi; 2012). İnternet, göçmen kökenli
nüfus için de giderek artan bir önem kazanıyor. 2008 yılında Federal
Göçmen ve Mülteci Dairesi’nin talimatıyla „Almanya’da İnternet Kullanımı ve Göçmen Kökenlilik“ adlı özel bir değerlendirme çalışması
yapıldı. Sonuçlar, göçmen kökenli nüfusun genel olarak yüksek oranda bir internet kullanımı olduğunu gösteriyor. Aslında burada ilginç
olan, 2. kuşağın 50’li yaşlardaki göçmen kökenlileri arasında yüksek
seviyede internet kullanımı saptanmış olması. Nereden geldikleri
gözönüne alındığında, internet kullanımında % 65’lik ülke geneline
karşılık Türkiye çıkışlı göçmenlerin % 73.3 ile en yüksek online kullanıcıları olduğu görülüyor ((N)ONLINE Atlas, 2008). Yine Federal
159
Göçmen ve Mülteci Dairesi’nin verileri (2010) ve ARD ile ZDF televizyon kanallarının 2007 ile 2011 yıllarına ait inceleme sonuçları, en başta
Türk göçmenlerin, kitle iletişim araçları arasında en çok anadilde yayın yapanları izlemeyi seçtiklerini ortaya koyuyor (Worbs, 2010; ARD
& ZDF, 2007; ARD & ZDF, 2011).
GeM (GİSY) Araştırması Örneği
Türk göçmenlerin özgün birtakım sağlık sorunlarıyla karşılaştıkları ve
bilgi iletişim araçlarına ulaşımlarının iyi olduğu gerçeğini gözönünde
tutarak, GeM Projesi’ne (Gesundheitsassistent für Migrantinnen und
Migranten, Göçmenler İçin Sağlık Yardımcısı) sağlık alanında göçmen
kökenli insanlar için yenilikçi çözümler üretmek biçiminde, geniş bir
hedef koymuştu. GeM, BMBF (Bundesministerium für Bildung und
Forschung, Federal Almanya Bilim ve Eğitim Bakanlığı) tarafından
destekleniyordu ve GT-ARC (German-Turkish Advanced ICT
Research Center=Alman-Türk İleri Bilişim Teknolojileri Araştırma
Merkezi) bünyesindeki ilk projelerden biriydi. GT-ARC’nin hedefleri,
örneğin iki ülke arasında bilim insanları değişimi yapmak suretiyle
Alman-Türk araştırma işbirliklerinin desteklenmesi ve araştırma etkinliklerinin sağlıklı biçimde ortaklaşa yürütülmesidir.
GeM (projesi), BIPS (Bremer Institut für Präventionsforschung
und Sozialmedizin, Bremen Hastalık Önleme Araştırmaları ve Sosyal
Tıp Enstitüsü), Berlin Teknik Üniversitesi’ndeki DAI-Labor
(Distributed Artificial Intelligence Labor, Dağıtık Yapay Zeka
Laboratuvarı - Çev.) ve “AOK-Bundesverband” (AOK-Federal Kuruluş) arasındaki bir disiplinlerarası ortak çalışmasında işlendi. Bu işbirliği ile, çeşitli uzmanlık yetenekleri ve bakış açıları, gelişmenin içine
girebildi. Türk göçmenlerin ihtiyaçlarına göre oluşturulmuş sağlık
yardımcısı, hedef grubun, dil engeli ve kültürel özellikler gibi belirli
sorunlarını göz önünde tutar. Sağlık yardımcılarının yetiştirilmesi, bir
„önleyici hizmetler“ (Präventionsdienst, PD) ve bir „sağlık bilgileri
aktarımı“nı (Gesundheitsinformationsdienst, GID) kapsar. PD ile,
önleyici hizmetlere ulaşım daha da iyileştirilecektir. GID ise, sağlıkla
ilgili bilgileri edinmeyi kolaylaştıracaktır.
160
Değerlendirme için 11 yaşının üzerinde 28 kişi bir araya getirildi.
Örnekleme için hedef grup olarak 8 Türk göçmen ailesi ve kontrol
grubu olarak da göçmenlik kökeni olmayan 4 aile bir araya getirildi.
Araştırma katılımcılarının oluşturulması, Bremen’in değişik semtlerindeki katılımcılarla önceden kurulmuş olan bağlantılar üzerinden
gerçekleştirildi. Burada gençlik merkezleri, kültür merkezleri, sosyal
tesisler ve aile merkezleri söz konusudur.
İhtiyaç analizi yöntem olarak, belirli kişisel sorunlara odaklanan
söyleşiler alındı. Konuşmaların belgelendirilmesi, audio-dijital kayıt
olarak yapıldı ve söyleşilerin arkasından da yazıya geçirme işi tamamlandı. Sağlık yardımcısı konuşmaları, ihtiyaç analizlerinden çıkan göstergelere uygun olarak DAI-Labor aracılığıyla elden geçirildi ve genişletildi. Katılımcılar içinden seçilmiş kişilerle, sonuç değerlendirmesi
çerçevesinde ve bir GeM sunucusu kullanılarak, sonunda belli bir konuya odak grup görüşmesiyle sona erdirilen bir çalıştay hayata geçirildi. Grup tartışması, mindmapping (zihin haritalama) yöntemiyle
yapıldı ve audio-dijital düzlemde kayda alındı.
İhtiyaç değerlendirmesi, sorgulanan tüm gruplarda sağlık yardımcısına yönelik bir ilgi olduğunu gösterdi. Dikkati çeken şey, sorgulanan kadın ve erkek Türk göçmenlerin, yardımcı uygulaması bağlamında, çokdillilik dışında başka bir kültüre duyarlılık istemleri olmamasıydı. Özellikle birinci kuşaktan Türk göçmenler, Almanya’da bulunuşlarının uzunluğundan bağımsız, aradıkları bilgiyi Türkçe olarak
bulabilmeyi yararlı görüyorlardı. Konuşulanlar arasındaki büyük farklılıklar, öncelikle yaş farkına bağlıydı. Kendileriyle konuşulan gençler
ise, yardımcılık düzenlemesine ve oyun biçimindeki katılımlara büyük
değer veriyorlardı. Buna karşılık yaşlı katılımcılar için, kurumsal bir
bilgi temeline oturan ciddi kaynaklardan sağlam bilgilere ulaşmak en
ön plandadır. GeM sunucusu kullanılarak yapılan sunumu içeren ve
projeye koşut yürütülüp projeyi sona erdiren değerlendirme, incelemedeki katılımcıların, istek ve ihtiyaçlarının yerine getirilmesi konusunda sağlık yardımcısı uygulamasını başarılı gördüklerini ortaya
çıkardı.
161
Katılımcılar genel olarak GeM hizmetlerini “çok iyi” biçiminde
değerlendiriyorlardı ve böyle bir hizmet önerisine açıktılar. Yardımın
çiftdilli ve çokmodelli düzenlenmesi, büyük ilgiyle karşılandı. Sağlıkla
ilgili bilgilere kolay ve rahat erişim, basit kullanım ve hizmetin bir
bütün olarak sunulması özellikle yararlı bulundu. Bundan öte, sunulan GeM biçimi, daha önce kendilerine anlatılan teknolojik bir sağlık
yardımcısına çok benziyordu. Çiftillilik dışında, GeM’nin kültüre duyarlı oluşu, münferit görüşmelerde çok önemli bir rol oynamasa da,
son grup tartışmasında GeM’den herkesin kendi başına yararlanması
eğilimi önemle vurgulandı. Her şeyden önce, Türk mutfağı gibi kültürel özgünlüklerin göz önünde tutulması dileği açıkça dışa vuruldu.
Tartışma
Göçmen kökenli Türklerin yaşlanma süreci; Alman sağlık sistemini,
üstesinden gelinmesi gereken büyük zorluklarla karşı karşıya getiriyor. Bu grup, bazı özel sağlık sorunları yanında, önleyici sağlık hizmeti sunumundan daha az yararlanabildiğine işaret ediyor. Burada kültür ve dil ilintili engellerin asıl nedenler olarak görülmesi gerekiyor.
Bugüne kadar bu grubun sağlıkla ilgili gerek ve gereksinimlerine işaret eden hemen hemen hiç bir gösterge oluşmamıştır. Bizim çalışmamızdaki araştırmacı grup tartışmasının sonuçları, sağlığa özgün bazı
göstergelere işaret ediyor. Burada dil engellerinin önemli bir yeri var
ama sosyoekonomik koşullar ve aile ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gibi diğer etmenler de yaşı ilerlemiş bu katılımcılar tarafından
önemli belirleyiciler olarak tartışmalarda ele alındı. Ancak bu çalışma,
ilk kez ihtiyaç farkındalığı sağlaması bakımından; sağlık sistemini,
nüfus yapısındaki değişimlere hazırlamak amacıyla acilen, göçmenlerin sağlıkla ilgili gerek ve gereksinimlerinin kapsamlı olarak araştırılması zorunludur.
Göçmen kökenli Türk nüfus arasındaki yüksek oranda internet
kullanımı, bilgi ve iletişim araçları, dilsel ve kültürel engellerin aşılması yolunda bir olanak olarak görünüyor. Örnek olarak sergilenen GeM
araştırmasıyla elde edilen sonuçlar, BT-destekli sağlık yardımcısına
ihtiyaç ve ilgi olduğunu ortaya koyuyor. Yenilikçi sağlık yardımcısı,
162
katılımcılar açısından dil engellerinin aşılmasında bir çözümdü. İstem
ve dileklerin hayata geçirilmesinin, göçmen kökenli Türk nüfus içinde
bilgilerin çokça kullanımını ve hizmete daha fazla yardımcı olmasını
ne ölçüde sağlayacağı ise henüz ortaya konmuş değil. Ancak değerlendirmeden, yine de yardımcının, Türkçe yemek tarifleri gibi kültüre
özgü günlük bilgileri de yerli kültürle kaynaştırması gerektiğine yönelik işaretler alındı
Geleceğe Yönelik Açılımlar
Almanya’da yaşlanmakta olan Türkiye kökenli pek çok insan, yaşlılıklarında ülkelerine dönüyor veya iki ülke arasında gidip geliyor. Giderek artan sayıda Alman da yaşamlarının son yıllarını Türkiye’de geçiriyor. Bu grupların sağlık durumları, gerek ve gereksinimleri hakkında
bilimsel bulgu eksikliği söz konusu. GeM incelemesinin sonuçları,
Almanya’daki Türkiye kökenli insanların, BT destekli sağlık sorunları
çözüm uygulamalarına açık olduklarını ve büyük bir ilgi gösterdiklerini sergilediği için, bu uygulamaların incelenmesinin Türkiye’de de
sürdürülmesi düşünülmelidir. BT destekli çözüm uygulamaları alanında ortak bir araştırma, her iki ülkenin sağlık sistemindeki hedef
gruplara özgü sıkıntıların üstesinden gelinmesine yardımcı olabilir.
Her iki ülkedeki sağlık sorunlarına çözüm önerileri üretilmesinde
ilk ortak uygulamalar, aynı soruların yöneltildiği ihtiyaç belirleme
araştırmaları olabilir. Burada hedef gruplar, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin yanısıra Türkiye’ye dönmüş ya da her iki
ülke arasında gidip gelen Türkiye kökenli „Almancılar“dan ya da
Türkiye’de yaşayan yaşlı Alman’lardan oluşturulabilir.
Sözü edilen grupların birlikte, sağlık durumları ve bu alanda düzeltmeler yapılabilmesine yönelik olarak sorgulanması, gelecekte yapılması gereken önemli bir görevdir. 2. Alman-Türk Bilimsel İşbirliği
Forumu kapsamında; her iki ülkeden ‘Public Healty’ (halk sağlığı) ve
hasta/yaşlı bakımı alanında araştırmacılarda ortaklaşa yapılacak araştırmalara ilgi olduğu saptandı.
163
Kaynakça
(N)ONLINE Atlas (2008), Initiative D21: http://www.initiatived21.de/wpcontent/uploads/alt/08_NOA/NOA_Migration.pdf, (07.04.2012)
ARD/ZDF (2007), Migranten und Medien: Ergebnisse einer repräsentativen
Studie der ARD/ZDF-Medienkommission: http://www.unternehmen
.zdf.de/fileadmin/files/Download_Dokumente/DD_Das_ZDF/Veranst
altungsdokumente/Migranten_und_Medien_2007__Handout_neu.pdf, (06.04.2012)
ARD/ZDF (2011), Migranten und Medien. Neue Erkenntnisse über
Mediennutzung,
Erwartungen
von
Menschen
mit
Migrationshintergrund: http://www.ard.de/intern/presseservice/-/id=
2162042/property=download/nid=8058/1let37x/index.pdf, (06.04.2012)
BAYKARA-KRUMME, H. (2012), Ältere EinwanderInnen in Deutschland - ein
Überblick zur demographischen Entwicklung. In Hans-BöcklerStiftung, Altern in der Migrationsgesellschaft - Dossier (S. 9-11):
http://www.migration-boell.de/downloads/integration
/DOSSIER_Altern_in_der_Migrationsgesellschaft.pdf, (30.05.2013)
BRZOSKA, P., VOİGTLANDER, S., SPALLEK, J., RAZUM, O. (2010),
Utilization and effectiveness of medical rehabilitation in foreign
nationals residing in Germany. European Journal of Epidemiology, 25,
651-660.
Bundesministerium für Gesundheit. (2012), Nationales Gesundheitsziel "Gesund
älter werden": http://www.bagso.de/fileadmin/Aktuell /Publikationen
/2013/Gesundheitsziel_Gesund_aelter_werden_Langfassung.pdf,
(24.04.2013)
KLEİN-ELLİNGHAUS, F. (2012), Bir Odak Grup –Bremen’de Türkiye Kökenli
Yaşlılar- ile yapılan mülakatın yayınlanmamış sonuçları, 19.01.
LAMNEK, S. (2005), Qualitative Sozialforschung - Lehrbuch. Weinheim, Basel:
Beltz PVU.
LİPPKE, S., KUHLMANN, T. (2013), Gesundheitsfördermaßnahmen für ältere
Menschen mittels neuer Medien. Zeitschrift für Gesundheitspsychologie,
21, 34-44.
MAYR, I., BAUMANN, U. (2008), Ältere Migrantinnen und Migranten.
Zeitschrift für Gerontopsychologie & Psychiatrie, 21, 231-242.
MÖSKO, M., SCHNEİDER, J., KOCH, U., SCHULZ, H. (2008), Beeinflusst der
türkische
Migrationshintegrund
das
Behandlungsergebnis?
Psychotherapie Psychosomatik Medizinische Psychologie, 58, 176-182.
NOWOSSADECK, E. (2012), Demografische Alterung und Folgen für das
Gesundheitswesen. Berlin: Robert Koch-Institut.
164
RAVEN,
U., HUİSMANN, A. (2000), Germany. In K. Yassin,
Demenzerkrankungen beiMigranten in der EU - Verbreitung, Versorgung
und Empfehlungen (S. 110-139). Lage: Hans Jacobs.
RAZUM, O., ZEEB, H., MEESMANN, U., SCHENK, L., BREDEHORST, M.,
BRZORSKA, P., (2008), Migration und Gesundheit - Schwerpunktbericht
der Gesundheitsberichterstattung des Bundes. Berlin: Robert KochInstitut.
Statistisches Bundesamt (2012), DE Statis. IT-Nutzung: https://www.destatis.de
/DE/ZahlenFakten/GesellschaftStaat/EinkommenKonsumLebensbedi
ngungen/ITNutzung/Tabellen/ZeitvergleichComputernutzung_IKT.h
tml?nn=50780, (07.04.2012)
ULUSOY, N., GRABEL, E. (2010), Türkische Migranten in Deutschland.
Zeitschrift für Gerontologie und Geriatrie, 43, 330-338.
WORBS, S. (2010), Bundesamt für Migration und Flüchtlinge: Integrationsreport.
Mediennutzung vonMigranten in Deutschland: http://www.bamf.de
/SharedDocs/Anlagen/DE/Publikationen/WorkingPapers/wp34mediennutzung-von-migranten.pdf?__blob=publicationFile,
(06.04.2012)
165
Kadın Göçmenlere Nasıl Ulaşılabilir? Araştırma
Süreçleri ve Berlin Doğum Öncesi (Gebelik)
Dönemi Araştırmasının İlk Sonuçları
Silke BRENNE, Jürgen BRECKENKAMP, Oliver RAZUM,
Matthias DAVID veTheda BORDE
1. Giriş
Almanya’daki nüfus yapısının, birçok insanın Türkiye’den 1960’lı yıllarda yaptığı göçlerin ve bu ülkeye yerleşmelerinin belirgin izlerini
taşıması nedeniyle, sağlık ve göç bağlamındaki bilimsel araştırmalar,
Almanya ve Türkiye’deki bilim insanları için ilginç kesişme noktaları
ortaya koyuyor. Göçle ilişkisi olan Türkiye çıkışlı insanlar; köken itibariyle Almanya’daki göçmenler içinde en büyük grubu oluşturmakla
kalmıyor, artık birkaç kuşaktır göçmen olarak Almanya’da yaşıyorlar.
Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerde iki yönlü göçmenlik önemli
oranda belirleyici bir yer tutmaktadır. Günümüzde dünyanın çeşitli
ülkelerinden gelmiş çok sayıda insanın da Türkiye’ye yerleşmiş olduğu gözlemlenmektedir. Göçün ve kültürel etkileşimin sağlıkla ilgili
davranışları, sağlık önlemlerini, sağlığın kendisini ne şekilde etkilediği, çıkılan ve gidilen ülkelerin sosyo-kültürel yapılarından hangi diğer
etmenlerin burada rol oynadığı; öncelikle uluslar ötesi araştırmalarla
enine-boyuna yanıtlanabilecek sorulardır. Birden fazla ülkeyi içine
alan bilimsel bir işbirliğinin yaratacağı potansiyelden AlmanyaTürkiye bilimsel işbirliği çerçevesinde yararlı sonuçlar çıkarılabilir. Bu
anlamda; göç ve sağlık konusunda ortaklaşa ne gibi araştırmalar yapılabileceği ile ilgili olarak kafa yormaya, yöntemsel yaklaşımları yansıtmaya ve karşılaştırılabilir incelemeler yapamaya değer.
166
„Göçün ve kültürel etkileşimin gebeliğe ve doğuma etkisi –
Göçmenlerin ve Alman kadınların karşılaştırmalı doğum öncesi dönemi araştırma verileri“1 konulu incelememizi planlarken ve uygularken, proje ile bağlantılı ve konuya özgü araştırma soruları yanında
konumuzun alanına giren ve merkezi önemi olan aşağıdaki yöntem
sorunlarını da yoğun biçimde tartıştık:
• Göçmenler ve/veya etnik azınlıklar yerel ve uluslararası incelemelerde nasıl tanımlanıyor?
• Bunlar nicelik ve nitelik olarak uygun biçimde incelemelerde
nasıl yer almalılar ki; göç geçmişi olan nüfusun benzeşmezliğini layıkıyla ortaya koyabilecek ve genelleştirilebilecek sonuçlar ortaya çıksın?
• Yerli kadınlar ve göçmen kadınlar –doğumun kısa süre öncesinde ve lohusa döneminde – kapsamlı bir ankete katılmaya
nasıl ikna edilebilirler?
• Göç ve kültürel etkileşimin etkenleri nasıl ölçülebilir ve bunlar
diğer sosyal etkenlerle nasıl bağdaştırılabilir?
• Göçe duyarlı bir veri araştırmasının asıl ortaya çıkarması gereken nedir?
Sorularımızın hazırlanması, incelemeye katılacak olanların kazanılması, verilerin çözümlenmesi ve sonuçların değerlendirilmesi için
yöntemle ilgili sorularımız, bunlara uygun olarak geliştirilen konseptler ve çalışma biçimi özellikle önemliydi.
2. Veri ve Araştırmalarda Son Durum
Almanya’daki insanlardan göçmenlik geçmişi olanlar; bu ülkedeki
nüfusun artık önemli bir bileşenini oluşturmasına karşın pek çok bilimsel araştırmada belirgin bir şekilde düşük oranda yer bulmaktadırlar. Bu da her şeyden önce bugüne kadar pek az yansıtılmış yöntemsel
konularla ilişkili olabilir. Göç alan ABD gibi Hollanda veya Kanada
gibi diğer ülkelerde yapılan çeşitli incelemeler; göçmen olan ve olma-
1
Deutsche Forschungsgemeinschaft tarafından destekleniyor (2010-2013) Referans
no: GZ: DA 1199/2-1
167
yan kadınlar arasındaki sağlık-bakım durumuyla ilgili farklılıklara
işaret edilmektedir (Urquia vd., 2010). ABD’de, İskandinavya’da ve
Büyük Britanya’da yapılan araştırmalar; göçmenliğe ve/veya etnik bir
azınlıktan olmaya bağlı uygun olmayan sosyo-ekonomik koşullar,
gebelik ve doğum sürecindeki bakım yetersizlikleri, iletişimdeki sıkıntılar, kültürel ama aynı zamanda bugüne kadar yeterince anlaşılamamış biyolojik etkenlerin; göçmen kadınlarda belirgin oranda erken
doğumlara, yüksek oranda doğum dönemi ölümlerine ve yüksek
oranda ameliyatlı (cerrahi müdahale) doğumlara yol açtığını gösteriyor (Aveyard vd., 2002; Essén vd., 2002; Ibison, 2005; Ray vd., 2007;
Salihu vd., 2004, 2007; Vangen vd., 2000). Göçmenlik geçmişinin, kadınlarda ve yeni doğmuş bebeklerde doğum dönemi ölümlerine etkileri ile ilgili Almanya’da yapılmış çok az sayıda güncel araştırma bulunmaktadır. Dış ülkelerde yapılmış araştırmaların sonuçları, sınırlı bir
ölçüde Almanya’daki koşullara uyarlanabilir. Çünkü bir taraftan sağlık-bakım sistemleri farklıdır öbür taraftan da göç alan çeşitli ülkelerdeki etnik azınlıktan olanlar veya göçmen kadınlarla ilgili tanımlar
değişik konseptlere dayanır.
Alman ve yabancı uyruklu kadınlardaki doğum dönemi ile ilgili
sonuçların karşılaştırmalı ilk incelemeleri; 1970’lerin sonlarına doğru
olan zaman dilimi içinde Federal Almanya’da yürütülen doğum dönemi verileri araştırmaları temelinde yapıldı. O yıllarda yabancı kadınlar Alman kadınlara oranla gebelik sürecinde bakım hizmetlerinden
daha seyrek ve daha yüzeysel yararlanıyorlardı, daha yüksek bir erken
doğum riskiyle karşı karşıya kalıyorlardı ve doğumlarında daha sık
cerrahi müdahaleye başvuruluyordu (Kolleck, Korporal ve Zink, 1979).
Yabancı annelerden doğan bebeklerde, doğum dönemi ölüm oranlarında belirgin bir yükseklik olduğu ve yeni doğan bebeklerin çocuk
kliniklerine daha çok götürülmek zorunda kalındığı gözlemlenmiştir.
1993-1999 yıllarına ait Berlin doğum dönemi verilerinin daha yakın
zamanlarda geçmişle karşılaştırmalı olarak yapılan bir çözümlemesi;
Türkiye’den gelmiş göçmen kadınların ve Alman kadınların, çocuk ve
anne ölümü gibi doğum döneminin önemli kalite parametrelerinde
olsun erken doğum oranlarında olsun iyice birbirlerine yaklaşmış ol-
168
duklarını ortaya koyuyordu. Ancak Alman kadınların önceden planlanmış olarak yaptıkları sezaryenle doğum oranındaki yükseklik ve
doğum sırasında acıları hafifletmek için uygulanan bölgesel uyuşturma ile „acısız doğum“ vb. yöntemlerdeki seyreklik bakımlarından
farklar vardı (David vd., 2006). Bavyera Eyaleti’nde 1983’den 2000’e
kadar olan zaman dilimi içerisindeki anne ölümleri ile ilgili bir analiz;
giderek birbirlerine yaklaşmakla birlikte Alman kadınları karşısında
göçmen kadınlarda kısmen de olsa belirgin bir yüksek oran ortaya
koymaktadır (Welsch vd., 2004)
Almanya’da yapılmış daha eski incelemelerde yer alan kadınlarda
daha çok, göçmen işçi olarak ya da daha önce gelmiş olan erkeklerin
eşleri olarak, ailelerin birleştirilmesi sürecinde ülkelerinden Almanya’ya gelmiş kadınlar söz konusuydu. Bugün Almanya’ya göçmek ve
yerleşmek olayının geçmiş on yıllar boyunca oldukça değişmiş olduğunu saptayabiliyoruz. Hem göç nedenleri, göçmen gönderen ülkeler
ve etnik bileşim hem de Almanya’da oturma süresi ve muhtemelen de
bununla bağlantılı olarak kültürel etkileşim düzeyi iyice çeşitlenmiştir.
Bu konudaki incelemeler; öncelikle, İngilizce konuşulan göç alan
ülkelerden gelmektedir. Bu ülkelerde başka sosyo-demografik göstergeler yanında hem kayıt bilgilerinde hem de bilimsel incelemelerde
nüfusun ya da incelemeye katılanların daha çok „etnik kökeni“ ele
alınırken Almanya’da bu açıdan karşılaştırılabilecek bilgiler yoktur.
Kişilerin kendilerinin belirttiği etnik kökeni, epeyce önemli olan göçmenlik, kültürel etkileşim süreçleri ve çeşitli etnik grupların mensuplarının ülkedeki toplumsal yaşama nasıl yaklaştıkları hakkında fazlaca
birşey söylemiyor; çeşitli göçmen kuşaklarının, gittikleri ülkelerde
yerleşmelerinde etkisi olan etkenler iç içe girip karmaşıklaşıyor. Almanya’da 2005 yılına kadar olan resmi istatistiklerde, göç ederek gelenlerle yerlileri ayırmak için „yurttaşlık“ ölçü alınırken 2005’de örnekleme yoluyla yapılan istatistikte „göçmen kökenlilik“ kavramı
tanımlandı ve kullanıldı. Pek çok göçmen ya çoktan Alman uyruğuna
geçmiş ya da Almanya’da doğmuş çocuklar olarak doğumla birlikte
yurttaşlığı elde etmiş olduklarından, resmi istatistikteki bu değişiklik;
göçler ve yerleşmelerin damga vurduğu Federal Almanya nüfus yapı-
169
sını daha net biçimde çıkarmayı hedeflemektedir. „Göçmen kökenlilik“ kavramı; hem kendileri göçmen olan kişileri hem de göçmenlerin
çocukları ve torunlarını kapsamına almaktadır (Federal İstatistik Dairesi, 2009). 2011 yılında Almanya’daki göçmen kökenli kişilerin oranı
genelin % 19.5’ini oluşturuyordu. Federal İstatistik Dairesi bu grup
içinde de uyrukluğa ve kendilerinden ya da ana-babaları aracılığıyla
elde edilmiş göçmenlik kökenlerine göre yeni bir sınıflandırma yapıyor ve 2011 yılı örneklemeli nüfus sayımının sonucu olarak, genel nüfusun % 6.9’unu kendileri göçmen olan yabancıların, % 1.9’unu göçmenlik kökeni olmayan yabancıların, % 6.1’ini kendileri göçmen olarak gelmiş Almanların ve % 4.6’sını da kendileri göçmen olmayan ama
kökeninde göçmenlik olan Almanların oluşturduğu belirtilmektedir
(Federal İstatistik Dairesi, 2012).
Ancak son yıllarda, sağlık araştırmalarında nüfus içindeki çeşitliliklere ve göçmen kökenli nüfus grupları içindeki farklara dikkat edilmeye başlandı. Bilimsel araştırmalardaki örneklemelerde, göçmen
kökenli kişilere bugüne kadar belirgin biçimde az yer verilmiş olması;
nüfus içindeki çeşitliliklerle ilgili yöntemsel standartların çok az yansıtılmasına veya göz önünde tutulmasına da bağlıdır. Bu durum bir
yanıyla erişim sorununu bir yanıyla da uygunsuz yöntemsel yaklaşımları kapsar. Örneğin, standart anketlerde soru kağıtları sadece Almanca olunca ister-istemez Almancası zayıf göçmenler çoğunlukla dışlanıyor (Borde, 2009). Başka bir sorun da, „göçmen kökenlilik“ kavramının geniş anlamda kullanılmış olmasından ve kendi içinde oldukça
farklılaşmış bir grubu kapsamasından kaynaklanıyor. Yaş, cinsiyet,
eğitim düzeyi ve mesleksel konum gibi değişkenlerden farklı olarak
„göçmelik geçmişi“ değişkeni; bilimsel araştırmalar için sınırları belirsiz bir kavramdır. Göçmenlerin yalnızca geldikleri değişik yerler değil
Almanya’daki oturma süreleri ve bununla bağlantılı olarak göçmenlerin kaçıncı kuşağı yaşadıkları, Almanca bilgileri ve Almanya kültüründen ne ölçüde etkilendikleri gibi sorunlar da bu kavramın içinde
kaybolup gidiyor. Sağlık araştırmaları üzerinde yapılan incelemelerin;
sağlık konusunda yanlış bakım, aşırı bakım veya yetersiz bakımla ilgili
sorunları görmek ve uygun bakım önlemleri geliştirmek için, kadın ve
170
erkek göçmenlere ayrım gözetmeden ulaşılacak, örneklemelerde yer
almaları sağlanacak şekilde düzenlenmesi gerekir.
Federal Sağlık Alanında Bilinçlendirme (Aydınlatma) Merkezi’nin (Bundeszentrale für Gesundheitliche Aufklärung) (2011) çıkardığı bir yayın; „göçmenlere duyarlı“ (migrationssensibel) kavramının
sınırlarını çizen üç yaklaşımı ortaya koyuyor ve bu üç yaklaşımı şöyle
ayırt ediyor: a) Alman kültürüyle net bağları olan bir hedef grup için
planlanan kültüre duyarlı önlemler, b) göçmen kökenli insanların ne dil
üzerinden dışlandığı ne de şekilsel görüntülerle utandırıldığı göçmenliğe duyarlı önlemler, ve c) göçmenleri açıkça dahil eden çeşitliği öne çıkaran önlemler. Bir incelemeyi çeşitliliğin hakkını verecek şekilde kurgulamanın ne anlama geleceği aşağıda; göçmenlik sürecinin ve kültürel
etkileşim sürecinin gebeliğe ve doğuma olan etkisine yönelik olarak
yaptığımız Berlin Doğum Öncesi Dönemi Araştırmamızdan çıkardığımız deneyimler örneğinden hareketle ortaya konuyor. Bunun da
ötesinde karşılaştırmalı veri analizleri temelinde, hamilelerin bakımı
ile ilgili önlemlerin ne kadar işe yaradığının sonuçları da gösteriliyor.
3. Berlin Doğum Öncesi Dönemi Araştırması
Berlin şehir merkezinde bulunan üç büyük doğum kliniğinde yürüttüğümüz araştırmada sosyal etmenlerin, göçmenliğin ve farklı kültürlerin hamileliğe (gebeliğe), doğuma ve lohusalığa ne gibi etkileri olduğu,
göçmen kadınlara sağlanan bakım hizmetlerinin yerli kadınlara sağlananlardan farklı olup olmadığı sorusunun yanıtlarını aradık. Berlin’de
göçmen kökenlilerin genel nüfusa oranı % 24.8’dir. Bunun üçte ikisinden fazlasının doğrudan göçmenlik geçmişi vardır (BerlinBrandenburg İstatistik Dairesi, 2012)
3.1. İzlenen Yöntem
Araştırma yapılacak yerler olarak „Charité / campus Virchow Kliniği,
Urban Vivantes Kliniği ve Neukölln Vivantes Kliniği seçildi. Çünkü
burada doğum yapan kadınların % 40’tan fazlasını göçmen kökenli
kadınlar oluşturuyordu ve bu durum örneklemelerin doğru sonuçlar
verme olasılığını yükseltiyordu. Ankete katılan kliniklerden ikisi, çok
171
erken doğmuş bebeklerin de bakıldığı, doğum dönemi merkezleridir.
Tam bir araştırma yapabilmek için, doğum yapmak üzere kliniklere
gelen bütün hamile kadınlara sorular yöneltilmesi, hamilelikle ilgili
tüm bilgilerinin yer aldığı annelik belgesine dayanarak verilerin çıkarılması ve klinikte düzenli olarak yapılan doğum dönemi verilerinin
alınması gerekiyordu. Verilerin çıkarılması ve kaydedilmesi, 12 aylık
bir süreci kapsıyordu ve ankete katılan üç yerde de eş zamanlı olarak
Ocak 2011’den Şubat 2012’ye kadar sürdü. Araştırmaya alınmak için;
18 yaşın üstünde olmak önkoşulunun yanında doğum için kliniğe
kabul edilmiş olmak ve araştırmaya kendi rızasıyla katıldığına dair
yazılı bir belge bulunması diğer ölçütler idi.
Doğum için kliniğe alınan kadınlarla yapılan anket her hafta, haftanın 7 günü, 6.30 ile 19.30 saatleri arasında ve her araştırma merkezinde iki vardiya olarak düzenlendi. Toplam olarak, alanında eğitim
görmüş ve birden fazla dil bilen 7 kişi (araştırma yardımcısı ve bilimsel
araştırmayı yürüten asıl yetkililer) soruları yöneltmekle görevliydi ve
hafta sonlarında üniversiteden kız öğrenciler vardiyayı devralıyordu.
Anket çalışmaları üç dönemde tamamlanıyordu. Her dönemin sonunda veriler kaydediliyordu. Böylece araştırmaya katılan kadınlara ilk
önce, doğum kliniklerine kabul edilmeleri sırasında sosyo-demografik
bilgiler, göçmenlik ve hamilelik hizmetlerinden yararlanma ile ilgili
standart soru kağıtları yardımıyla ama sözlü olarak sorular yöneltildi
(40 soru). Emzirme ve gebelikte sağlıkla ilgili davranışlar konularını
kapsayan ikinci soru kağıdı yardımıyla; genellikle lohusalığın 2. veya 3.
gününde yalnızca lohusa bölümünde bu anket gerçekleştiriliyordu (7
soru). Doğumlarını Charité/ Campus Virchow Doğum Kliniği’nde yapmış olan kadınlardan bazılarına örnekleme yoluyla doğumdan sonraki 6
ay içerisinde telefonla 6 soru daha yöneltildi. Bu sorular; emzirme, lohusalık komplikasyonları, ebe bakımından yararlanma ve çocuklar için
erken tanı muayeneleri konularını içeriyordu. Anket çerçevesinde elde
edilen ham veriler; annelik belgelerindeki bilgiler yardımıyla tamamlandı ve doğum klinikleri tarafından belgelenen ve onaylanan doğum
dönemi verileriyle ilişkilendirildi. Verilerin incelenmesi ve işlenmesi,
verilerin korunması kurallarına uyularak gerçekleştirildi.
172
3.1.1. Anket Formlarının Oluşturulması
Anket formlarının oluşturulmasında önemli olan yaş, eğitim, meslek,
gelir, hayat arkadaşlığı vb. sosyal göstergeler yanında, göçmen kadınların benzeşmezliğini tam olarak ele alabilmek ve somut olarak ortaya
koyabilmek için göçmenliği önemseyen etkenler de ayrıntılı biçimde
göz önüne alındı. Bunlar yanında, ankete katılan kadının doğum yeri
olan ülke, Almanya’da oturduğu süre, babasının ve annesinin doğduğu ülke, Almanya’da bulunma gerekçesi, ana dili, kendi verdiği bilgilere göre Almanca bilgisinin düzeyi ve Almanya’da birlikte yaşadığı
hayat arkadaşının doğduğu ülke ve Almanya’da oturma süresi de
soruldu.
„Göçmen kökenlilik“ kavramının somut, ölçümlenebilir ve kullanılabilir duruma getirilmesi için, ankete katılanların göçmenlik konumu belirlemede kullanmak üzere Schenk ve diğerleri (2006) tarafından geliştirilen ve verilerin analizi için başka şeyler yanında özellikle
birinci, ikinci ve üçüncü kuşaktan göçmenlik geçmişi olan deneklerin
gruplandırabileceği bir çözüm yoluna başvurduk (Tablo 1).
Göçmen:
• anne ve babası Almanya dışında doğmuş
• veya anketin uygulandığı kişi doğumundan sonra Almanya’ya
gelmiş ve anne veya babasından biri Almanya’da doğmuş
• veya ana dili Almanca olmayan
Birinci Kuşak: doğumundan sonra Almanya’ya gelmiş
İkinci Kuşak: doğumundan beri Almanya’da yaşıyor
annesi ve babası Almanya’da doğmuş
Üçüncü Kuşak: annesi,babası ve sorgulanan kişi Almanya’da
doğmuş, ana dili Almanca olmayan
Tablo 1: Göçmenlik Konumuyla İlgili Gruplandırma İçin Çözüm
Yolu (Schenk ve diğerlerine göre, 2006: 858)
173
3.1.2. Veri Toplama
Verilerin incelenmesini çeşitliliğin hakkını verecek biçimde düzenleyebilmek ve olabildiğince çok sayıda kadını araştırmaya katılmaya
ikna edebilmek için aşağıdaki hususlar özellikle belirleyici olarak görüldü ve hem araştırmanın planlanmasında hem de araştırma verilerinin değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulunduruldu.
• Almanca olarak hazırlanmış olan soru kağıdının (anketin) Berlin’de kullanılan 8 dile (Türkçe, Rusça; Arapça, Lehçe, Kürtçe,
İspanyolca, İngilizce, Fransızca) çevrilmesi
• Araştırmaya katılanın Almanca bilgisinin zayıf olması durumunda standartlaştırılmış söyleşiler için çevirisi yapılmış soru
kağıtlarının (anketlerin) kullanılması ya da gerektiğinde örneğin soru kağıdının ankete katılan kadının kendi ana dilinde
yazılmamış olduğu durumda Berlin Belde Çeviri Hizmetleri’nin2 dil yardımcıları yardımıyla desteklenmesi.
• Araştırmaya katılan kadınların, hamilelik ve doğum bağlamında olası çekingenliklerini ve utanmalarını en aza indirmek
için soruşturma yalnızca kadın söyleşi uzmanları (anketörler)
tarafından yürütüldü.
• Verilerin kaydını ve incelemesini yapacak söyleşi uzmanlarının tam bir eğitimden geçirilmesi
• Göçmenliğe duyarlılık, anlaşılırlık, kabullenme ve süre açısından soru kağıtlarının ve standartlaştırılmış söyleşilerin küçük
ölçekli bir ön uygulamadan geçirilmesi
• Araştırmaya katılan tüm kadınlarda ve araştırma merkezlerinde aynı uygulamaların yapılması. Bu yol, standartlaştırılmış
anketlerin yürütülmesi ile ilgili temel ilkeye uyar ve elde edilen verilerin karşılaştırılabilmelerini sağlar (Lujic, 2008; Prüfer
ve Stiegler, 2002).
• Anket uygulama sürecinde kesintisiz denetim ve meslektaşlar
arası bilgi-alışverişi
2
http://www.gemeindedolmetschdienst-berlin.de/
174
• Söyleşileri yapacak olan kadınların; doğuma alınan hemen
hemen tüm kadınlara ulaşabilmek ve klinik çalışanları ile iyi
bir çalışma ilişkisi kurabilmek için, araştırma merkezlerine her
gün gitmeleri
• Söyleyişi yapacak kadınların; ileride araştırmaya katılma olasılığı olan kadınlarla araştırma hakkındaki bilgilerin ve gelebilecek soruların başbaşa konuşulabilmesini sağlayacak şekilde
yüz yüze konuşmaları
• Söyleşi yapacak kadının; katılımcıyla yürüteceği özel görüşme
yoluyla, gelecek söyleşi zamanlarındaki katılımlarda kesintisizliği sağlamak ve çelişkili bilgiler veya soruların bazılarının
yanıtlanmamış olması yüzünden ortaya çıkabilecek yanılgılardan kaçınabilmek için, katılımcıya soruları sözlü olarak yöneltmesi ve aldığı yanıtlara uygun olarak, „paper and pencil
inteview“ (kalem ve kağıtla söyleşi) anketörün önceden hazırlanmış soruları sözlü olarak anket katılımcısına yönelttiği ve
aldığı yanıtları da hemen kağıda geçirdiği sormaca yöntemi
biçiminde soru formunu doldurması. Soruların sözlü olarak
yöneltilmesi ayrıca okuma-yazma bilmeyenlerle de söyleşi yapılabilmesini sağlar.
4. Sonuçlar
4.1. Cevaplar
Anketin yürütülmesinde esaslı bir hazırlık yapılarak ve hem çok sayıda personel hem de çok zaman kullanılarak, standartlaştırılmış söyleşiler sayesinde tam anlamıyla yüksek bir katılım sağlanmıştır. Kliniklerdeki araştırmalar süresince yaşanan 8157 doğum olayında 235 kadın
baştan ortaya konmuş olan çerçeve kurallar (ergin/reşit olmayanlar,
ölü doğum yapan kadınlar, yasal olarak sürekli oturma yeri Almanya
dışında olan kadınlar) nedeniyle ankete alınmadı ve değerlendirmede
sonuçların hiçbirine etkisi olmayan etken olarak kabul edildiler. Araştırma kapsamına alınmak istenen kadınların sadece % 4.8’i katılmayı
reddetti, 6 kadın kliniklerin kendileriyle ilgili doğum öncesi dönemi
verilerinin anket verileriyle ilişkilendirilmesine razı olmadı, 363 kadına
175
ulaşılamadı ve % 0.9 oranında da doğum dönemi klinik verileriyle
anket verileri ilişkilendirilemedi. Toplam olarak 7100 kadının araştırmaya katılımı sağlandı. Bu da % 89.6 oranında bir geri dönüş olmuş
anlamına geliyordu.
4.2. Göçmen kökenlilik ve ötesi
Değerlendirmeye alınabilen 7100 kadından % 57.9’u yani yarıdan fazlası göçmen kökenliydi. % 39.7’sinin kendilerinin bir göçmenlik geçmişi vardı ve birinci kuşak göçmenler içine giriyorlardı. % 4.7’lik bir bölümün anne veya babasından en az biri göçmen olarak gelmişti. Göçmen kökenli kadınların oranı araştırma yapılan merkeze bağlı olarak
değişiyordu ve en yüksek oran % 67.5 ile Vivantes am Urban Kliniği’ndeydi. Kendi geçmişlerinde göçmenlik olan araştırma katılanlarının çoğunluğu fazla uzun olmayan bir süreden beri Almanya’da bulunuyordu: katılımcıların % 36.2’si; en fazla 4 yıldır Almanya’da oturduklarını belirtmişti.
Anketin uygulandığı kadınların üçte ikisi, Almanya’da doğmuş
olduklarını belirtti. Tümünün % 9.9’u doğum yerlerinin Türkiye olduğunu söyledi. Onları % 6.3 ile Güney ve Doğu Avrupa bölgesi ülkeleri (Polonya, Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Litvanya, Estonya, Malta, Kıbrıs ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) izliyordu. Katılımcıların bildirdiği diğer
önemli doğum yerleri Lübnan (% 5.3) ve eski Yugoslavya devletleri (%
4.4) idi. Bunların dışında bir bütün olarak; Bağımsız Devletler Topluluğu bölgesi ülkeleri, Avrupa 15 ve EFTA ülkeleri, Afrika, Latin Amerika, Asya ülkeleri toplamın % 3’ünden daha azını oluşturuyordu.
Kadınların Almanya’da oturma konumları ve Almanca bilgileri
bakımından göçmen kuşakları arasında belirgin farklar olduğu ortaya
çıktı. Örneğin birinci kuşak kadın göçmenlerin yaklaşık % 22’si Alman
vatandaşlığını almıştı, % 31.3’ünün süresiz, % 43.3’ünün ise süreli
oturma izni vardı. % 3.5’i ise değişik „oturma konumları“ bildirmişti.
Buna karşılık ikinci/üçüncü kuşak göçmenlerin % 71’i Alman vatandaşıydı ve yaklaşık % 24’ü de süresiz oturma izni olduğunu bildirmişti.
İkinci kuşaktan kadın göçmenlerin % 90.2’si Almanca bilgilerini „çok
176
iyi“ ya da „iyi“ olarak değerlendirirken kendileri göçmen olarak gelmiş olan kadınlarda bu oran sadece % 40 idi. Birinci kuşaktan kadın
göçmenlerin % 30’u, Almanca bilgilerinin çok az olduğunu ya da hiç
olmadığını belirtmişlerdir.
Burada göçmenlik bağlamında ana hatlarıyla açıklanan önemli
sonuçlar; Berlin doğum kliniklerinde doğum yapan göçmen kadınların
belirgin benzeşmezliğini ortaya koyuyor ve gebelik bakım hizmetleri
ve doğum olayı sırasındaki bakım hizmetlerinden yararlanmada sadece göçmen kökenli olan ve olmayan kadınlar arasında değil çeşitli kadın göçmen grupları arasında da açık farklar olduğunu düşünmemize
neden oluyor.
4.3. Karşılaştırmalı Sosyo-demografik Etkenler
Göçmen kökenli olan ve olmayan kadınlar arasında; sosyo-ekonomik
durumları açısından da büyük farklar olduğu anlaşıldı. Yani göçmenlikle ilgisi olmayan kadınların göçmen kökenli kadınlara oranla çok
daha fazlası genel veya mesleki orta öğretim olgunluk sınavı
(Abitur/Bakalorya) ile tamamlamış ve mesleki eğitim almıştı. Birinci
kuşaktan kadın göçmenlerin dörtte birinden fazlası ve ikinci kuşağın
% 22.3’ü net 900 Avro’dan daha az bir aile geliri ile geçindiklerini belirtirken bu rakam göçmenlik kökeni olmayan kadınların sadece %
11.3’ünü kapsıyordu.
Araştırma dönemi içinde ankete katılan ve doğum yapanların ortalama yaşı bakımından çok önemli farklar görülmezken, göçmen kökenli olmayan kadınlarda bu ortalama yaş 30.7, göçmen kökenli kadınların ikinci kuşağında 29.6 idi. Bütün bunlar bir yana, ankete katılan
kadınların yarıdan fazlası (% 56.3) göçmen kökenli olmayıp ilk doğumunu yapan kadınlardan oluşurken göçmen kökenli ikinci kuşak kadınlarda bu oran yaklaşık % 45 ve birinci kuşakta ise yalnızca % 35’di.
4.4. Hamilelik Döneminde Bakım Hizmetlerinden Yararlanma
Daha eski araştırmalar, göçmen kadınlar ve göçmen kökenli olmayan
kadınlar arasında gebelik döneminde genel sağlık muayenesi konusunda farklılıklar olduğunu gösterirken bizim araştırmamızda karşı-
177
laştırılan gruplar arasında hizmetlerden yararlanma bakımından bir
benzerlik gözlemlenmektedir. Araştırmaya katılan hem göçmen kadınlar hem de göçmen olmayan kadınlar gebelik döneminde ortalama
11 genel sağlık muayenesi olanağından yararlanmışlardı (Median: 11).
Genel sağlık muayenesi başvuruları 1-35 arasında değişiyordu. İlk
hamilelik muayenesi sırasında da açık farklar görünmüyordu: Hem
göçmen olmayan hem de göçmen kadınlar; ilk sağlık muayenelerini
gebeliğin ortalama olarak 10. ya da 11. haftasında yaptırıyorlardı.
Ancak az Almanca bilgisi olan ve belirsiz bir oturma konumunda
bulunan kadın göçmenler için gebelik muayenesinde yetersiz bir bakım riski olasılığının yüksek olduğu anlaşılıyordu: Çünkü örneklemeye alınan kadınların toplam % 9’u 5 kere ya da daha az gebelik dönemi
muayenesi yaptırırken bu rakam belirsiz oturma konumu olan kadın
göçmenlerde % 25 ve Almanca bilmeyen kadın göçmenlerde ise % 32.8
dolayındaydı ve oldukça yüksekti. Yönelimin genel olarak olumlu
olmasına karşın, çeşitli alt grupların tek tek ele alınması, hem iletişimsel engellerin hem de belirsiz oturma konumunun gebelik dönemi
sağlık hizmetlerine ulaşımı açıkça zorlaştırdığını gösteriyor. Ebeler
tarafından verilen hamilelik hizmetlerinde kadın göçmenler için hizmete ulaşma engelleri olduğu görülüyor. Çünkü bakım hizmetinden,
göçmenlik kökeni olmayan kadınlar, hamilelik döneminde belirgin bir
şekilde daha sık yaralanıyor. Göçmen kökenli olmayan kadınların
neredeyse % 75’i, hamilelik döneminde bir ebe tarafından da muayene
edilmiş olduklarını bildirirken, bu durum ikinci kuşak göçmenlerin
ancak yarısı ve kendisi göçmen olmuş kadınların ise % 43’ü için söz
konusudur. Türkiye kökenli kadın göçmenlerde birinci ve ikinci kuşaklar arasında daha da belirgin farklar saptandı. Buna karşılık, Türkiye’de doğmuş kadın göçmenlerin sadece % 34’ü ebelik hizmetinden
yararlanırken bu oran Almanya’da doğmuş olanlarda yarıdan fazlaya
ulaşılmaktadır. Göçmen kökenli olmayanlarla karşılaştırıldıklarında
göçmen kökenli kadınlar; doğuma hazırlık kurslarına ve gebelik jimnastiği hizmetlerine çok seyrek katılıyorlardı.
178
5. Sonuçlar
Araştırma ile; doğum kliniklerindeki kadın göçmenlere çok iyi ulaşılabildiği ve bilimsel incelemelere katılmaları için kazanılabildikleri ortaya konabildi. Bunun en temel bir önkoşulu, hem kültüre duyarlı yaklaşımların hem de göçmenliğe özgü uygulamaların göz önünde bulundurulmuş ve incelemelerin „çeşitliliği öne çıkaran “ (BzgA, 2011) bir
tutumla kurgulanmış olmasıdır. Kadın göçmenler arasındaki çeşitlilik
de uygun göstergeler bazında tam olarak değerlendirilip analiz edilmesiyle gebelik dönemi bakım programlarının ihtiyaca uygun bir şekilde oluşturulması sağlanabilir. Berlin doğum öncesi dönemi araştırmasında yer alan göçmen kadınların, farkları gözetecek biçimde incelenmesi; göçmenlik ve kültürel etkileşimin gebeliğe yönelik tıbbi hizmetlerden yararlanmaya, memnuniyet verici şekilde, genel olarak hiç
ya da hemen hemen hiç itici etki yaratmadığını gösterdi. Ama bu inceleme; kalıcı oturma iznine sahip olmayan, Almanca bilgisi az olan ve
yeni göçüp gelmiş kadınların hamilelik döneminde olası düşük bakım
riskiyle karşılaşmalarını da açığa çıkardı.
Hem hamilelik döneminde ebeler aracılığıyla sunulacak ek hizmetlerden hem de doğuma hazırlık kurslarından ve hamilelik jimnastiği hizmetlerinden, göçmen kökenli kadınlar tarafından ikinci göçmen
kuşağı içinde de Almanya’nın yerlisi hamile kadınlara oranla daha az
yararlanıldığı gerçeği; bu hizmetlerin erişilebilirliği ve farklılıklara
uygun olup olmadığı konusunda yeni sorular doğuruyor. Öte yandan,
değişik ülkelerden gelmiş göçmen kadınlarda ve göçmen kuşaklarda
hamilelik desteklerinin diğer biçimlerinin bu hizmetlerin eksiğini giderip-gideremeyeceği tartışılabilir. Göçmenliğin potansiyelleri ve zenginlikleri şimdiye kadar her ne kadar az incelenmiş ise de bu konuda
uluslar ötesi araştırmalar için Almanya-Türkiye arasındaki bilimsel
işbirliğinin potansiyelleri de o kadar az ortaya konmuştur.
Teşekkür
Araştırma 2010-13 yıllarında Deutsche Forschungsgemeinschaft DFG
(Almanya Araştırma Topluluğu tarafından desteklenmiştir ) (Referans
no: GZ: DA 1199/2-1).
179
Kaynakça
AMT FÜR STATISTIK BERLIN-BRANDENBURG (2012), Pressemitteilung Nr.
292 vom 12.September 2012
AVEYARD, P., CHENG, K. K., MANASEKİ, S., GARDOSİ, J. (2002), The risk of
preterm delivery in women from different ethnic groups, BJOG; 109, 894 –
899
BORDE, T, (2009), Migration und Gesundheitsförderung – Hard to reach?
Neue Zugangswege für „schwer erreichbare“ Gruppen erschließen,
in: Bundeszentrale für gesundheitliche Aufklärung (BZgA) (Hrsg.).
Migration und Gesundheitsförderung. Ergebnisse einer Tagung mit
Expertinnen und Experten. Gesundheitsförderung, Konkret, Band 12
BUNDESZENTRALE FÜR GESUNDHEITLICHE AUFKLÄRUNG (BZgA)
(Hrg.) (2011), Migrantinnen und Migranten als Zielgruppe in der
Sexualaufklärung und Familienplanung. Konzept
DAVID, M., PACHALY, J., VETTER, K. (2006), Perinatal outcome in Berlin
(Germany) among immigrants. Arch Gynecol Obstet; 274: 271 – 278
ESSÉN, B., BÖDKER, B., SJÖBERG, N.O., LANGHOFF-ROOS, J., GREISN, G.,
GUDMUNDSSON, S., ÖSTERGREN, P.O. (2002), Are some perinatal
deaths in immigrant groups linked to suboptimal perinatal care
services? BJOG; 109: 677-682
IBISON, J.M. (2005),Ethnicity and mode of delivery in ´low –risk´first-time
mothers, East London,1988 – 1997, Europ J Obstet Gynecol; 118: 199-205
KOLLECK, B., KORPORAL, J., ZINK, A. (1979), Totgeburtlichkeit und
Säuglingssterblichkeit ausländischer Kinder in West-Berlin.
Gynäkologe; 12: 181 - 190
LUJIC, C. (2008), Krankheits- und behandlungsrelevante Besonderheiten türkischer
Migranten mit Gesundheitsstörungen: Anregungen zur Optimierung der
Versorgung, Dissertationsschrift. Verfügbar unter: http://geb.unigiessen.de/geb/volltexte/2009/7004/pdf/LujicClaudia-2009-02-18.pdf
(12.06.2013)
OETER, K., COLLATZ, J., HECKER, H., ROHDE, J.J. (1979), Werden die
präventiven Möglichkeiten der Schwangerenvorsorge ausreichend
genutzt? Erste Ergebnisse der Perinatalstudie Hannover. Gynäkologe
1979; 12: 164 - 174
PRÜFER, P. & STIEGLER, A. (2002), Die Durchführung standardisierter
Interviews: Ein Leitfaden. In: Zentrum für Umfragen, Methoden und
Analysen (ZUMA) (2002), How-to-Reihe, Nr. 11. Mannheim,
Verfügbar unter: http://www.gesis.org/fileadmin/upload /forschung
/publikationen/gesis_reihen/howto/How-to11ppas.pdf (12.06.2013)
180
RAY, J.G., VERMEULEN, M.J., SCHULL, M.J., SINGH, H., SHAH, R.,
REDELMEIER, D.A. (2007), Results of the recent immigrant
pregnancy and perinatal long-term evaluation study (RIPPLES).
CMAJ; 176: 1419 - 1426
SALIHU, H.M., KINNIBURGH, B.A., ALIYU, M.H., KIRBY, R.S.,
ALEXANDER, G.R. (2004), Racial disparity in stillbirth among
singleton, twin and triplet gestations in the United States. Obstet
Gynecol; 104: 734 - 740
SALIHU, H.M., DUNLOP, A.L., HEDAYATZADEH, M., ALIO, A.P., KIRBY,
R.S., ALEXANDER, G.R.(2007), Extreme obesity and risk of stillbirth
among black and white gravidas. Obstet Gynecol; 110: 552-557
SCHENK, L. et al. (2006), Mindestindikatorensatz zur Erfassung des
Migrationsstatus. Empfehlungen für die epidemiologische Praxis.
Bundesgesundheitsbl Gesundheitsforsch Gesundheitsschutz; 9: 853-860
STATISTISCHES BUNDESAMT (2009), Bevölkerung und Erwerbstätigkeit.
Bevölkerung mit Migrationshintergrund. Ergebnisse des Mikrozensus 2005,
Verfügbar unter: www.destatis.de/DE/Publikationen/Thematisch
/Bevoelkerung/MigrationIntegration/Migrationshintergrund20102200
57004.pdf?__blob=publicationFile (12.06.2013)
STATISTISCHES BUNDESAMT (2012), Bevölkerung uns Erwerbstätigkeit.
Bevölkerung mit Migrationshintergrund. Ergebnisse des Mikrozensus 2011,
Verfügbar
unter:
https://www.destatis.de/DE/Publikationen
/Thematisch/Bevoelkerung/MigrationIntegration/Migrationshintergru
nd2010220117004.pdf;jsessionid=D0DF5B3A6D825D9474FA7D8C034E
CE3F.cae1?__blob=publicationFile (18.04.2013)
URQUIA, M.L. et al. (2010), International migration and adverse birth
outcomes: role of ethnicity, region of origin and destination. J
Epidemiol Community Health, 64, 243-251
VANGEN, S., STOLTENBERG, C., SKRONDAL, A., MAGNUS, P., STRAYPEDERSEN, B. (2000), Cesarean section among immigrants in
Norway. Acta Obstet Gynecol Scand, 79: 553-558
WELSCH, H., KRONE, H.A., WISSER, J. (2004), Maternal mortality in Bavaria
between 1983 and 2000. Am J Obstet Gynecol; 191: 304-308
181
Aileyi Gözeten Bir Sosyal Bakım Modelinin
Türkiye’de Uygulanmasına Yönelik Pilot Proje
Jan BASCHE ve Safiye ERGÜN
Türkiye’de son yıllarda, bakım hizmeti sunumlarının gelişiminde pozitif bir dinamik oluştu. Burada temel olarak 4 hizmet seçeneği gözlemlenmekte:
1 Devletin 2838 sayılı yasasının 9. paragrafı uyarınca ve elde edilen gelire göre aylık 700 TL dolayında desteklediği, aile bireylerince veya evlerinde az ya da çok yasal şekilde çalıştırdıkları,
çoğunlukla yabancı yardımcılar tarafından yapılan bakım. Bu
yardım parası; Almanya’daki, giderleri yükümlenen yerel kurumların denetlediği ve „bakım parası“ diye adlandırılan uygulamaya benzetilebilir.
2 Huzurevlerindeki ya da yaşlı bakım merkezlerinde yani bakıma muhtaç kişinin evi dışında yapılan bakım. Bu bakım türünde yukarıda anılan yasaya uygun olarak devletin aylık
1500 TL’ye kadar desteklediği getirip-götürme hizmeti de dahildir.
3 Devlet desteği olmaksızın kişinin kendi evinde yapılan bakım;
bir başka deyişle ailelerin kendilerinin, bakım kuruluşlarından
veya özel bakıcılardan hizmet satın aldıkları yöntem.
4 Parası devlet tarafından karşılanan resmi bakım kurumları.
Ayrıca bu hizmet tiplerinin birleşimsel biçimleri de var. Burada
eksik olan, bakıma muhtaç olanların kendi ev ortamlarında, ancak
devlet tarafından finanse edilen profesyonel bir bakımdır. Bu ise iki
nedenden ötürü çelişik bir durum oluşturmaktadır. Birincisi; Türkiye’nin doğal yapısı içinde aile hem bir kültürel taşıyıcı olarak hem de
geleneksel bir yardım sistemi olarak hala merkezî bir işlev görmektedir. İkincisi ise sosyo-politik unsurlardır ki, hiç kuşkusuz bunlar şu
andaki Türk hükümetinin, aileyi memnun edecek bir sosyal bakımın
182
başarılması yönünde uygun her türlü koşulun hazırlanması açısından
önemli gördüğü çalışmaların merkezindedir. Bu bağlamda, değişik
düzlemlerde yenilikçi bakım biçimlerinin denenmesi için bir model
proje önerdik. Projenin, sosyal hizmetler ve sağlık yönetimi bünyesindeki ve Türkiye parlamentosundaki politik karar alma yetkisi olan kişi
ve kurumları, Türkiye’deki Sosyal Bakım Sigortası ile ilgili kararların
alınmasında desteklemesi gerekiyor. Çünkü acil demografik sorunların çözümü bu kararlarla bağlantılıdır. Model projenin desteklenmesi
için değişik mercilerden onaylamalar geldi. İki büyükşehir belediye
başkanı ve sözkonusu iki vilayetin valisi kısmen de olsa azımsanmayacak altyapı onayları verdiler. SGK (T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu)
Başkanı özel bir buluşmada, projenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.
kuruluş yılı olan 2023 hedefleri çerçevesinde model proje olarak desteklenmesinden yana olduğunu belirtti.
Model projeler, Türk bürokrasisinin işleyiş mantığına fazlaca aykırı olduğundan ve sosyal bakım sigortası kapsamında „evde bakım“
alanında şimdiye değin yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için altyapı hazırlanmadığından planın kısmen de olsa en azından Avrupa proje
grupları içinde kendine bir yer bulması gerekmektedir. Bu noktada
yardımcı ve uzman bakıcıların yetiştirilmesi ya da Almanya ve Türkiye’deki bakıcı yetiştirme kurumları arasında değişimler gibi, projenin
belirli bölümlerinin az da olsa finansmanına iki tarafın da katılması
için “Avrupa Projesi” olarak lanse edilmesi yeterlidir. Ancak bu durum bu kez de Avrupa’nın işleyiş mantığına aykırı olacaktır. Çünkü
bu mantığa göre böylesi projeler için en az 6 ulusal paydaş olması gerekiyor. Oysa böyle bir şey somut anlamda epeyce ilerlemiş olan ancak
çeşitli nedenlerden dolayı Almanya ve Türkiye arasında bir tandem
projeye (iki ortaklı proje) dönüşen planlamalar temelinde; olabildiğince kaçınılması gereken karmaşıklık artışı ve esneklik azalması anlamına gelecektir.
Şu andaki planlama aşamasında Avrupa desteğinin somut olarak
nasıl olacağının belirlenmesi (ki burada parasal destekten çok projenin
resmî kabulü ön planda olmalıdır) ve araştırmalarda Türkiye’den en
183
az bir yüksekokulun zorunlu refakatçi araştırmacı olarak kazanılması
gerekmektedir. Gerçekleşebilmesi için Avrupa’dan da parasal destek
istenecek olan bu araştırmada, projenin Alman uygulayıcıların, ihtiyaç
belirleme tarzlarına, kalite güvencesi kalıplarına, işbirliği yönetimine
ve iletim yönetimine ne ölçüde uygun olduğu; keza Türkiye’de seçilen
araştırma yerlerinin bakım ihtiyacına ne ölçüde denk düştüğü konusunda ciddi bir durum tespiti yapılması özellikle önemlidir.
Bakıma muhtaç hangi kişilerin hangi yardımları ne şekilde, hangi
sıklıkta ve hangi zaman içinde alacağı konusundaki karar; yerel parasal yükümleniciden bağımsız olarak, çalışan ve onun tarafından değil
ulusal yükümlenicinin kaynaklarından finanse edilen uzman bir bakım hizmet kurumuyla ilgilidir. Bu uzman kurum, en geç projenin
başlaması sırasında internette yer alan ve böylelikle tüm katılımcılarca
tanınması mümkün olan ve Alman Sağlık Sigortası Tıp Hizmeti Kurumu’nun denetim kurallarına benzeyen saydam kriterler yönetmeliğine uymak zorundadır.
Projenin finansmanı, eldeki hesaplamalara uygun olarak Avrupa,
Türkiye ve Almanya kaynaklarından karşılanır. Olabildiğince saydam
bir yapı oluşması için bakımın bütün temel hizmet içeriklerini kapsayan bir kurallar düzeneği hazırlanmıştır. Bu hizmet içerikleri her yapılacak işe ayrılacak süreye denk düşen bir zaman arkına bağlanmıştır.
Zamanın bu şekildeki kullanımıyla, çalışma giderleriyle ilintili olarak,
projenin tüm giderlerini içeren tahmini bir temel ortaya çıkar. Bu baz
hesap her bir hasta için ve aylık olarak bakım kurumu tarafından parasal yükümlenici ile birlikte yapılır. Burada, çalışma giderleri, çalıştırılan personelin niteliğine bağlıdır. Bu da elbette gerçekleştirilen hizmete bağlıdır. Yani süreğen bir yaranın bakımında bir hemşire gerekli
olacaktır, evin temizlenmesi veya vücut bakımı içinse bir yardımcı
personel. Bakım sırasında yapılan asıl giderler; genel giderler için
tahmini hesaplamanın temelini oluşturur. Bunun için diğer harcamalar
(taşıma, işletme, eğitim, yönetim) fatura edilir. Götürü usulü yapılacak
parasal desteği uzun vadede amaca uygun bulmuyoruz. Çünkü bu,
Türkiye’de gelecekteki bakım hizmeti biçimi olamaz. Aksine, bir model olarak, hasta başına ve ay hesabıyla, her somut hizmetin, parasal
184
yükümlenici tarafından somut bir bedelle karşılanması üzerinde durulmalıdır.
Bu konseptin çekirdeğini; evde bakımın Almanya’da epeydir yerleşmiş olan düzenlenme biçimini Türkiye’deki seçilen uygulama yerlerinde tahminen 3 yıllık bir dönem içinde denemek ve bu biçimleri başka olası bakım çeşitleriyle karşılaştırmak üzere, çalışmanın politik
kararının sorumlusu olacaklara sunulan bir öneri oluşturmaktadır.
Burada söz konusu olan, devletçe üstlenilecek parasal destek temelinde, profesyonel bir bakım hizmetini bakıma muhtaçların ve onların
ailelerinin ev ortamına getirebilmektir.
Berlin’deki „Dosteli GmbH“ adlı bakım hizmeti veren kuruluş; bakım işlerindeki uzmanlık, ekonomik bakımdan sağlamlık ve sosyal
açıdan sorumluluk nitelikleriyle böyle bir model projenin yürütümü
için son derece uygundur. Çünkü hem Türkiye’de hem de Almanya’da, profesyonel bakımın planlanmasında ve yürütülmesinde deneyimin öncelikli bir yeri vardır. Bu bakım hizmeti kuruluşu, 2008 yılından bu yana bakım hizmetleri politikası bakımından ve ekonomik
anlamda başarılı bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Başarıyı biz
öncelikle şöyle anlıyoruz: Yüksek sosyal sorumluluk duygusu ile davranarak, daha önce hemen hemen hiç düzenli bir işte çalışmış olmadığı
halde, işe alınmada yetersiz Almanca bilgisi, aileden kaynaklı esneklikten yoksunluk ve sürücü belgesi yokluğu gibi pek çok yetersizlikleri
olmasında rağmen çok sayıdaki düşük seviyede eğitim sahibi kadına
evde bakım alanında sürekli bir işte çalışma olanağı yaratmış olmak.
Model proje için 2011’de „Dosteli Türkiye“ şirketinin kurulmuş ve bir
yerel bakım hizmet sunucusu olarak „emre amade“ olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor.
Projenin yürütülmesinde birçok uygulama seçeneği düşünülebilir:
1. Projenin tek bir şehirde yürütülmesi
2. Projenin birkaç şehirde birden yürütülmesi
3. Sözleşme döneminin ilk 3 ya da 6 ayında yardım isteyenle tüm
dilekçe sahiplerinin bakımı (sınırlandırılmamış sözleşme kapsamı)
185
4. Projenin belirlenecek giderlerinin üst sınırına ulaşılıncaya kadar tüm dilekçe sahiplerinin ihtiyaçlarının karşılanması (sınırlandırılmış sözleşme kapsamı)
5. Sadece belirli (bunama, romatizma ve şeker gibi) rahatsızlık
belirtileri olan dilekçe sahiplerinin bakımı
Projenin sonuçlarını zaman geçirmeden politik karar mercileri
için ve gelecek yasama dönemine hazır etmek amacıyla, projeye bilimsel düzeyde eşlik edecek kurumların, bilimsel bir değerlendirmenin ve
çalışmaların yürütülmesini sağlayacak bir hazırlığın kesinlikle olması
gerekir. Biz tam da bu noktada, ileride birlikte çalışabileceğimiz çok
sayıda potansiyel ortakla görüşmeler yapıyoruz, ayrıca başka üniversitelerle de işbirliğine açık olduğumuzu özellikle belirtmek istiyoruz.
İlgilenen olursa Türkçe, Almanca ya da İngilizce olarak iletişim kurmaktan mutlu olacağız.
Proje gerçekleşecek olursa, Türkiye’deki yardıma muhtaç kişilere
kendi ev ortamlarında kaliteli bir hizmet sunabileceğiz. Bu kalitede bir
hizmeti şimdiye değin çok az sayıda insan, o da özel kişilerce kurulan
ve finanse edilen bakım hizmeti kuruluşlarından alabilmiştir.
I. Projenin Akış Planı
A Hazırlık Aşaması
• Ulusal sosyal yardım kurumu (SGK) ile sözleşme yapılması
• Muhatap olarak hemen bir SGK temsilcisinin belirlenmesi
• Gerekli donanım ve çalışacak elemanların eğitimi de içinde, bir
SGK Sosyal Sağlık Merkezi (SSM) oluşturulması
• Yeni etkinlikler için kesin hesap çıkaracak kişilerin eğitimi
• Projenin yürütüleceği belediye sınırları içinde, önce bir proje
sorumlusu danışma bürosu oluşturduktan sonra yerel yönetimin desteğiyle kamuyu bilgilendirme çalışmaları yapılması
(bunların ertesinde bakım hizmeti)
• SGK’nın ve Sağlık Bakanlığı’nın yerel birimlerinin yönetiminde oradaki hastanelerle, doktor örgütleriyle, eczacı örgütleriyle, cemaatlerle ve sosyal danışma kurum/kuruluşlarıyla birlikte çalışma bölgesi için bir ağ oluşturulması
186
B Uygulama Aşaması
• Bakıma muhtaç olanların Sosyal Sağlık Merkezi’ne (SSM) dilekçeyle başvurması
• Bakım Hizmeti Merkezi’nin de katılımıyla dilekçelerin incelenmesi ve işleme konulması
• Ziyaret tarihlerinin planlanması ve ziyaretlerin yapılması
• Dilekçe sahibinin; standartlaştırılmış ve saydam bir denetim
dönemi süresince evde veya klinikte gözlemlenmesi
• Bireysel ihtiyaca uygun olarak yardım kapsamının saptanması
• Dilekçe sahibinin karar hakkında bilgilendirilmesi; karara karşı hakemlik kurumunda itiraz imkanı
• Proje sahibine bakım görevinin resmen verilmesi
• Dilekçe sahibiyle, bakım hizmetinden bir (kadın veya erkek)
elemanın tanıştırılması
• SSM tarafından belirlenen yardım kapsamı çerçevesinde bakım hizmeti yürütümünün ortaklaşa planlanması; bakımın
olanakları ve sınırları hakkında dilekçe sahibine yol gösterici
bilgiler verilmesi; belgelerin hazırlanması ve bakımın planlanması
• Bakım Hizmet Birimi’nce bakıma başlanması: uygulama, belgeleme
• Değerlendirme
• Bakıma muhtaç kişilerin SSM tarafından denetim için ziyaret
edilmesi, Hizmet Birimi ve bakıma muhtaç kişi tarafından, bakım sürecinin ortaklaşa değerlendirilmesi; durum gerektiriyorsa bakımın kapsamında ve bakım planında değişiklik yapılması
C Değerlendirme Aşaması
• Her sözleşme döneminin bitiminde projeye eşlik eden bilimsel
kurumlar aracılığıyla, verilerin, parasal yükümlenicide (PY),
yönetici kurumda (SSM) ve bakım üstlenicisinde (bakım hizmetini yapan) değerlendirilmesi
187
• Ara ve kesin sonuçların, son kararı verecek olanlara sunulması
• Projenin katılımcılarının, konuyla ilgili yasal düzenlemenin
yapılmasına danışman konumunda katılması
II. Bakıcı Yardımcılığı Geliştirme Kursu
İşbu proje kapsamında, Türkiye’de bir sigorta hizmeti olarak evde
bakımın örnek biçimde uygulanması; yeterli eğitimden yoksun kadınlara, Almanya’da yıllardan beri başarıyla uygulanagelen bir eğitim
programına uyumlu olarak bakıcı yardımcılığı kursunu bitirme olanağı verecektir. Bu kurs, mevcut eğitim programı temelinde 6 haftalık bir
kuramsal eğitimi ve ortak çalışma yürütülen kurum ve kuruluşlarda
da 2 haftalık bir uygulamayı kapsamaktadır. Kursa katılanlar böylece 2
aylık sürede temel bakım, ev işleri ve bakıma muhtaç kişiyle ilgilenme
konularında bakım yardımcısı olarak çalışabilecek temel bilgileri
edinmiş olurlar.
Geliştirme eğitiminin amaçları:
• Kadınların iş bulma şansının arttırılması
• „Bakım Model Projesi“ için personel kaynaklarını hazır bulundurmak
• Avrupa standartlarının, bakım eğitiminin geliştirilmesine katkıda bulunması
Eğitim etkinliklerinin yürütülebilmesinin önkoşulu Almanya’da
elde edilecek bir mezuniyetin, Türkiye’deki eşdeğer kurumlardan
mezuniyetle denkliğinin ve eğitimini tamamlamış kadınların bakıcılık
mesleğinde işe başlamalarının sağlanabilmesi için eğitim programının
Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nca kabul edilmesidir. Bir Türk ve bir
Alman eğitim kurumunun işbirliğinde, Türk ve Alman proje ortaklarının eş yöneticiliği altında, Alman müfredatını bilen öğretim görevlileri
Türkiye’de görevlendirilir. Bundan başka, hareketlilikler için ayrılan
Avrupa kaynaklarıyla, vize ile ilgili hukuki düzenlemeler izin verdiği
ölçüde, Alman bakıcı yardımcıları Türk bakım hizmeti kuruluşlarında
keza Türk bakıcı yardımcıları da Alman bakım hizmeti kuruluşlarında
stajlarını tamamlarlar.
188
Model projenin tamamının süresinden bağımsız olarak eğitim ve
staj dönemi, uzatma seçeneği koşuluyla 1 yıl olarak belirlenmiştir. En
az 15-20 katılımcıyla en az 6 kurs yapılacaktır. Kursiyerlerin 18-27 yaşları arasındaki genç yetişkinlerden oluşması gerekir. Bakım projesinin
bütününde olduğu gibi, burada da sonuçları geciktirmeden politik
karar mercileri için ve gelecek yasama dönemine hazır etmek amacıyla
projeye bilimsel olarak eşlik edecek kurumlar değerlendirmeye hazır
olmalıdır. Tam da bu noktada biz, ileride birlikte çalışabileceğimiz çok
sayıda potansiyel ortakla görüşmeler yapıyoruz ve ayrıca başka üniversitelerle de işbirliğine açık olduğumuzu bir kez daha özellikle belirtmek istiyoruz.
189
Türk-Alman Yaşlı Göçü – Bir Reklam
Sarina STRUMPEN
1. Giriş
Bu çalışma, deneysel araştırma alanı olarak Almanya ile Türkiye arasındaki yaşlılar göçü olgusu üzerine kaleme alınmış bir tanıtma metnidir. Yaşı ilerlemiş kişilerin Almanya ile Türkiye arasında yaptıkları
göç, gerek gerontoloji veya göçbilimi gerekse başka disiplinlere özgü
tartışmalarda ilgilenmeye değecek bir araştırma alanı olarak ne Almanya’da ne de Türkiye’de şimdiye değin yeterince algılanabilmiştir.
Oysa, bu metni kaleme alan yazar tarafından savunulan teze göre,
bilimi ve kamuoyunu meşgul eden birtakım tartışmalarda ele alınan
sorgulamalar, her iki ülkede tam da Almanya ile Türkiye arasında
gerçekleşmekte olan yaşlılar göçü olgusunda yoğunlaşmaktadır.
Elinizdeki çalışmada, bilimsel olarak henüz değerlendirilmemiş
hangi ilintilerin aslında apaçık gözlenebilir olduğu ve bu alanda kuramsal ve tasarımsal hangi perspektiflerin ampirik biçimde doldurulabileceği, gözden geçirilebileceği ve nitekim geliştirilebileceği gözler
önüne serilmeye çalışılmaktadır.
Alman-Türk yaşlılar göçü olgusunun hangi boyutlarda kavranabilir olabileceğini ortaya koyabilmek adına, öncelikle, var olan göç ve
yaşlılık ile ilgili çözümleyici tartışma alanı yapılanmasına bir göz atalım. Örnekleme olsun diye akabinde gerontolojideki çağdaşlaştırmacıkuramsal gösterge ve yine aynı şekilde Almanya ile Türkiye arasındaki
yaşlılar göçü alanını boydan boya aşan olası bir ampirik kanıt sorgulaması tanıtılacak. Bunun ardından da, Alman-Türk yaşlılar göçü bağlamında elde edilmiş birkaç kesin veri yardımıyla, başka hangi bilimsel ve tartışma alanlarıyla bağlantı oluşturabileceği örneklerle değerlendirilecektir. Nitekim sonuç bölümünde de Alman-Türk yaşlılar
göçü olgusunun, Almanya ile Türkiye arasında yapılagelmekte olan
190
bilimsel verişim dahilinde ne ölçüde yeni bir alan kapsayabileceği
ortaya konulacaktır.
2. Yeni bir Araştırma Alanı için Açılımlar
Göç ve yaşlılık, bilimsel bir araştırma ve tartışma alanı olarak henüz
oluşma aşamasında görülmektedir (Baykara-Krumme ve diğerleri,
2012: 11). Bu hem Almanca konuşulan coğrafya hem de Türkiye’deki
bilimsel tartışmalar bağlamında söylenebilir. Yaşlanma ve göçle bağlantılı konular, uluslararası boyutlarda giderek artan ölçülerde bilimsel
olarak ele alınmakla birlikte, şimdiye kadar Almanya’dan pek az Türkiye’den ise daha da az sayıda araştırma kapsamında, yaşlılar göçünün nicelik olarak çok ancak niteliksel çeşitliliğe sahip türlerinin her
bir ülkede kuramsal gelişim ve deneye dayalı sorgulamalarda yararlanmak ve mevcut imkânları değerlendirmek üzere bir hamle yapıldı.
2.1. (Almanya ve Türkiye Arasında) Yaşlılar Göçünün
Çözümsel Sınıflandırması
Çalışmanın devamında Almanca konuşulan coğrafyada göç ve yaşlılıkla ilgili yürütülmekte olan tartışmalardaki analitik ayrımlara genel
olarak bakma amacı güdülmektedir. Yaşlılık ve göç kavramları başlığı
altında kümelenen araştırma, geleneksel olarak zıt kutuplardan beslenen iki farklı bakış açısı üzerinden biçimlenmektedir: Bir yanda göçmenlikte yaşlanma, yani genç yaşlarda bir yerden başka bir yere göçmüş
olan ve şimdi de göç ülkesi Almanya’da yaşlanan kişiler meselesine
bakış, öte yanda ise yaşlılıkta göçmenlik, yani yaşlılıklarında göç etmeye
karar vermiş ve (ilk) asıl ikâmet ülkesi Almanya’dan göç etmiş olan
yaşı ilerlemiş kişiler meselesine bakış üzerinden gerçekleşmektedir bu
araştırma (Schneider, 2010: 6; Baykara-Krumme ve diğerleri, 2012: 17).
Almanca yapılan araştırmalar kapsamında, göçmenlikte yaşlanma
perspektifi altında öncelikle, artık yaşlanmak üzere olan işçi kökenli
göçmenlerin, sade göçmen ve Alman kökenli göçmenler ile onların
ailelerinin durumları ele alınmaktadır. Araştırmanın ağırlık noktasında, neredeyse yirmi yıldan bu yana, yaşlılık dönemlerinde göçen kişilerin Almanya’daki sağlık ve bakım gereksinimlerinin neden böylesine
191
artan bir yetersizlikle karşılandığı ya da yanlış biçimde karşılandığı
üzerine fikir yürüten veya açıklamalar getirmeye çalışan incelemeler
bulunmaktadır. Şimdiye değin, olası sosyopolitik eylemlere dikkatleri
çekebilmek adına tanımlayıcı ve sorun odaklı araştırma perspektifleri
başatlığını korumuştur (Strumpen, 2012; 419). Geçmiş dönemlerde
Almanya’ya gelmiş olan Türkiye kökenliler de keza bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bu kişiler, çoğunlukla başka ülkelerden gelmiş
olan araştırılanlar grubu içinde yer almaktadır (örneğin: DietzelPapykyriakou, 1993; Hielen, 2000; Olbermann, 2003; Paß, 2006; Schröer
& Schweppe, 2008; Mölbert, 2008). Şu da var ki, son yıllardaki araştırmalar daha çok Türkiye çıkışlı göçmenlere odaklanmaktadır (örneğin:
Özakın, 1993; Krüger, 1995; Spohn, 2002; Krumme, 2004; Prätor, 2009;
Fabian & Strake, 2009; Ulusoy & Gräßel, 2010; Yılmaz, 2011;
Strumpen, 2012; Yılmaz-Aslan ve diğerleri, 2013).
İkinci açılım, yani yaşlılıkta göçmenlik konusu Almanca konuşulan
ülkeler boyutunda emeklilik göçünü kapsamaktadır. Bu bağlamda
İspanya ve Akdeniz’e kıyısı olan diğer Avrupa ülkelerinde yapılmış
Almanlar ile ilgili araştırmalar bulunmaktadır (Schneider, 2010; Kaiser,
2012). Türkiye, Almanya kökenli emekli göçmenlerin tercih ettikleri bir
ülke olarak bu güne değin başlıbaşına bir araştırma konusu olmamıştır. Ancak bu gruba mensup olan Alman göçmenlerin, Türkiye’nin
belirli bölgelerinde, daha ziyade kendi aralarında kalmak suretiyle
birer kapalı community oluşturdukları bilinmekle beraber, aslında bu
oluşumların da kendi içlerinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ulusötesi İncelemeler alanına giderek artan ilgi ve bu incelemelerin
göç süreçlerini, tek merkezden yönetilen değil de dönüşümlü, daha
doğrusu ulusötesi nitelikli türden algılanması, ‘yaşlılık ve göç’ kapsamında yepyeni bir kategori olarak karşımıza çıkmakta ve süregelen
kutuplaşmaya karşı da adeta meydan okumaktadır (Krawietz &
Strumpen, 2012). Yaşlı göçmenlerin ulusötesi yönelimleri en somut
biçimde mekik dokuma suretiyle yapılan göçmenlikte kendini göstermektedir. Mekik dokuyan göçmenlerin, hem geldikleri hem de gittikleri ülkelerde ikametgâhları vardır ve yaşamlarını, aylarla ifade edilebilecek belirli dönemlerde iki ülkede de sürdürürler. Almanca yayın-
192
larda ve tartışmalarda her ne vakit ‘ulusötesi yaşlılar göçü’ kavramıyla
karşılaşılacak olsa, o vakit Almanya ve Türkiye arasında sürekli gidip
geldiklerinden ötürü neredeyse sadece Türkiye kökenli yaşlı göçmenler akla gelmekte.1
Üç analitik ayrımı “yaşlılıkta göç” kavramı altında toparlayabiliriz: Göçmenlikte yaşlanma; yaşlılıkta göçmenlik; yaşlılık döneminde
sürgit mekikçi göçmenlik. Bu üç analitik tipi sistematik biçimde birbirleriyle ilişkilendirilen, aralarındaki ilintileri ve farkları irdeleyen, bunları kuramsal artı değer olarak hem yaşlanma ve göç bilimleri hem de
diğer bilimsel disiplinlere devşiren araştırmaların eksikliği yaşanmakta hâlâ.
Oysa süregelmekte olan Almanya ile Türkiye arasındaki yaşlılar
göçü, her üç analitik tipi de bünyesinde barındırdığından dolayı, üzerinde araştırma yapmaya değer bir alan. Nicelik olarak öne çıkan, Almanya’da yaşlanan Türkiye kökenli insanların oluşturduğu bir grubun
(göçmenlikte yaşlanma) yanısıra, ileri yaşlarında göçe karar vermiş ve
Türkiye’ye yerleşmiş Almanya kökenli bir başka grup da (yaşlılıkta
göçmenlik) vardır. Pek çok Türkiye kökenli göçmenin, hayatının uzun
bir dönemini Almanya’da geçirdikten sonra ülkelerine kesin dönüş
yapmak suretiyle, aslında yeniden bir tür göç yaşadığı biliniyor. Almanya ile Türkiye arasında cereyan eden göçmenliği araştıran bu alan,
özellikle Türkiye’den Almanya’ya göçmüş çok sayıda insanın yaptığı
aralıksız mekik göçü hareketliliğiyle daha da karmaşık bir hale bürünür. Türkiye’de yaşayan Almanya kökenli yaşlı insanlarla yapılan
görüşmelerde de, onların ulusötesi yönelimleri yanısıra anayurtları
Almanya’da düzenli uzun kalışları dikkatleri çekmektedir.
Öte yandan deneye dayalı araştırmalar, yaşlılıkta göçmenlik olgusunun varolan tiplerinin birer taklidi de olmamalıdır. Aşağıda, örneğin
yaşlanma bilimlerinde öne çıkan çağdaşlaştırmacı-kuramsal göstergenin, bu alanda ampirik kanıtlama bağlamında nasıl araştırılabileceği
gösterilecektir.
1
Türkiye kökenli mekikçi göçmenlere yönelik araştırma yapmaya karşı olan ilgi
giderek artmaktadır. Bu konu üzerine yapılmış en ayrıntılı araştırma Türkan Yılmaz’ın doktora çalışmasıdır (2012)
193
2.2. Çağdaşlaştırmacı-Kuramsal Gösterge ve Almanya ile
Türkiye Arasındaki Yaşlılık Göçleri
Yaşlanma araştırmaları (gerontoloji) açısından bakıldığında, yaşlanmanın ne kadar değişik anlamlar içerdiği görülmektedir. Yaşlanma
hakkındaki düşüncelerimizin, örneğin biyografilere ya da emeklilik ve
sağlık sigortası gibi sosyal kurumların oluşturulmasına ne gibi etkileri
olur? Hangi etmenler, yaşlılık olgusuna bakışımızda birtakım değişikliklere neden olur ya da toplumsal, örgütsel, bireysel düşünceler, yaşlanmayla ilgili diğer hangi mevcut sosyal değerlerle ne oranda çelişir?
Bu bağlamda zuhur eden temel bir soru da, yaşlanma süreçlerinin ve
yaşlanma hakkında nüfuz eden düşüncelerin sosyo-yapısal ve kültürel
etmenlerce ne ölçüde etkilendiğidir.
Bu sorunun yanıtları, yaşlılık bilimleri kapsamında çağdaşlaştırmacı-kuramsal göstergenin başatlığında boy verir. Gerontolojik dönüşümdeki çağdaşlaştırmacı-kuram bağlamında kabul gören genel kanıya göre, toplum çağdaşlaşma yolunda ilerledikçe, yaşlı insanlar da
geniş aile içi bakımdan giderek kopmaktadır. Kısaca söyleyecek olursak: Bir toplum ne denli kentleşmiş, sanayileşmiş ve kurumsal anlamda farklılaşmışsa, yaşlı bakımı da bir o oranda aile ortamı ötesinde
kurumsallaşmaya tabi olmaktadır. Aynı zamanda, en azından bu kuramsal perspektif izlenerek varılan kanıya göre, yaşlıların saygınlığı
azaldıkca bir toplumda nüfuz eden yaşlılık imgesi de o oranda kötüleşir. Bunun nedeni de son dönemlerde, yaşlıların vereceği öğütlerin
eskiden olduğu denli işe yaramadığının düşünülmesidir. Buna paralel
başka bir çıkarsama da, yaşlanma süreçlerindeki ve yaşlanma imgelerindeki kültürel farklar, modernleşme tarafından düzlenir (van Dyk,
2009: 14 ve devamı).
Gerek kamuoyunda gerekse uzmanlar düzeyinde yürütülmekte
olan tartışmalar hep bu değerler dizisine el atmaktadır (BaykaraKrumme ve diğerleri, 2012: 20). Bunun böyle olduğu, örneğin Almanya ve Türkiye’de yaşlıların yaşadığı göçmenlik alanında pekâlâ gözlenebilir. Almanya’da da Türkiye’de de şu türden argumalar işitilebiliyor: Türkiye’de yaşlılara verilen değer bir başka ve orada hâlâ saygı
gösteriliyor yaşlı insanlara. Bu görüşteki insanlar büyük aile mefhu-
194
munun Türkiye’de hâlâ işlevini koruduğunu, dolayısıyla ister ayakta
isterse yatakta olsun, aile ortamı haricinde verilecek her türlü sağlık
hizmetinin de ülkedeki kültürel ve dinsel değerlerle bağdaşmadığını
ifade etmekte. Ne var ki, bu savda asıl dikkati çeken “hâlâ” sözcüğü ile
zamansal bileşene yapılan vurgudur. Aslında, eskiye kıyasla Türkiye’de de artan biçimde değişiklikler yaşandığına işaret ediliyor bu
argümantosyonda. Gerçekte, evlerde sürekli bakıma muhtaç yaşlıların
yatarak ya da ayakta bakım ve gözetim hizmetlerinde ve buna paralel
olarak Orta Asya ülkelerinden ve Moldavya’dan gelen bakıcı personelin sayısında gözlenen artış genellikle batılılaşmanın, bir başka deyişle
çağdaşlaşmanın sonucu olarak gösterilir.
Almanya ile Türkiye arasında cereyan eden yaşlılık dönemi göçleri, yukarıda değinilen çağdaşlaşma kuramı içinde belirtildiği gibi kuramsal yaklaşımların yansıtılması ve deneye dayalı kanıtlamalar yoluyla sorgulanması yani doğrulanması veya elenmesi için oldukça
uygun bir alan oluşturmaktadır. Değinilen bu göç konusu, bir araştırma alanı olarak uluslarötesi bir araştırma açılımı oluşmasına yardımcı
olabilir, metodolojik ulusçuluk marifetiyle dar alana hapsolmuş
gerontolojik tartışmaları da böylelikle geniş bir alana yayabilir.
2.3. Diğer Bakış Açıları
Almanya ile Türkiye arasında ileri yaşlılık göçü alanı, şimdiye değin
„yaşlı göçmenler“ üzerine gözlenen başat odaklaşmanın ötesinde diğer
birtakım disiplinlerde yürütülegelen tartışmalara da taşınabilir. Şu ana
değin gündemi belirleyen kuram ve bulguların daha ziyade ‘gençlik
odaklı’ ya da başka bir deyişle ‘yaşlılık körü’ olarak tanımlanabilecek
olmasından, bu alan, göçbilimlerini, örneğin daha fazla araştırma
yapmaya itebilir2. Göçmenlerin sosyal açıdan içinde yaşadıkları toplumla kaynaştırılmasına yapılan aşırı vurgu ya da alınacak bir göç
kararlarıyla ve buna bağlı yaşanan stres ile ilgili kaleme alınmış kuramsal çalışmalar, yaşlı insanların göçe hazır olup olmadıklarını ilk
aşamada sağlıklı biçimde açıklamaktan uzaktır. Türkiye kökenli yaşlı
2
Buna karşın, yaşlılık/yaşlanma bilimleri de ‘göç körü’ olarak tanımlanabilir.
195
göçmenler uyum sorunsalı bağlamında yürütülen tartışmalarda, neredeyse tamamen konu dışında kalmaktadır. Göç ve uyum bilimleri
bağlamında geliştirilmiş olan kuramlar, yaşlılığa duyarlı bir mercek ile
topyekûn yeniden gözden geçirilmelidir.
Diğer başlangıç noktaları, Almanya ile Türkiye arasındaki yaşlılık
göçünün nispeten eski görüngülerini, din ve kültür alanları ışığında
karşılaştırma perspektifi sunuyor. Bir yanda, sanayileşmiş batı ülkeleri
arasında sayılan hristiyan Almanya, diğer yanda eski Osmanlı İmparatorluğu’nun çekirdeği konumundaki müslüman Türkiye; refah düzeyleriyle, değişik ayrışma ve kurumsallaşma dereceleriyle, diğer güncel
sorulara yanıt arayacak, alabildiğine farklı uçlarda iki ülkenin oluşturduğu profil. Almanya’da islamî yaşlılık imgesi öne çıkmaktadır. Dinî
temele dayanan böyle bir yaşlılık imgesiyle ilgili bilgi birikimi, sözgelimi Türk/müslüman yaşlı göçmenlerin bakımı için oluşturulacak yapılanmalarda değerlendirilebileceği gibi, bir, daha doğrusu farklı bir
islamî yaşlılık imgesinin yanısıra onların bakımla ilgili beklentilerine
yanıt vermek üzere ilahiyat, osmanistik ya da türkoloji gibi bilimlerin
yardımına da başvurulabilir. Yaşlı göçmenlerin dinî gerekçelere dayalı bakım gereksinimleri (gerek aile içinde gerekse dışında) Osmanlı
İmparatorluğu’nda ya da Türkiye’de nasıl biçimlendi (anahtar sözcük:
Osmanlı vakıfları) ve bu yapılar günümüzde ne ölçüde etkinliklerini
korumaktadırlar? Şu an itibariyle hangi değişim ve gelişimler kaydedilmektedir? Din, yaşlanmayla ilgili olarak Türkiye’de hayata geçirilen
sosyal reformlarda ne ölçüde rol oynamaktadır? İslamiyet’in yaşlılık
olgusuna yaklaşımıyla birlikte hristiyanlığın yaşlılık anlayışı da, tıpkı
tarihî, hele dinî gerekçelere dayanan yaşlılık hizmetleri bağlamında
oluşmuş yapılar gibi sorgulanabilir (Anahtar sözcük: Hristiyan tarikatlarında hasta bakımevleri).3
3
Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında yaşayan Alman kökenli yaşlı insanların oluşturduğu katolik ve protestan cemaatleri üzerinde de durulmalıdır. Bunlar, uzun yıllar önce Türkiye’den Almanya’ya göçmüş olan insanların oluşturduğu müslüman cemaatlerinde benzeri ya da farklı işlevleri ne ölçüde yerine getirmektedir?
196
Almanya ile Türkiye arasında süregelen yaşlılık göçünün ekseni,
yaşlılık anlayışını kavramakta kültürel koşullara yönelik temel soruyu
ve bundan beslenen bakım modellerini gündeme getirir. Burada asıl
mesele, salt-kültür dayanaklı tanımlamalar üretmek değil, daha ziyade
yaşlanma/yaşlılık olgusunun kültürlerarası, kültürlerötesi ve
çokkültürlü bağlamda ne ölçüde geliştirilebileceğine yanıt aramaktır.
Aynı anda göçmenlikte karşılaşılan bakım modellerinin tartışılıp sonuçlandırılmasında ortaya çıkan muhtemel uyuşmazlıkların gerekçelerini saptamak ve bunlara çözüm üretebilmek için, kültürel dayanaklı
yaşlılık olgusu da keza tartışmaya açılmalıdır.
Nihayet bir araştırma perspektifi oluşturması bakımından, Almanya ile Türkiye arasında yaşanılan göçler sırasında yaşlılara sunulan hizmet yapıları bu alanda gereksinimlere ne oranda yanıt verilebildiği, model ve konseptlerin bu alana ne ölçüde devşirilebilidiği,
uyarlanabildiği ya da ulusötesi işlev görebilecek hale getirilebilidiği
sorularına yanıtlar aranmalıdır. Bir yanda Almanya’da yaşlı bakım
hizmetleri sunan kurumlar, yaşlı göçmenlerin özgün birtakım beklentilerini karşılayabilmek için, kültürlerarası açılımın gereklerini layığıyla yerine getirebilme yolunda giderek daha yoğun efor sarfederken,
öte yandan Türkiye’de normlaştırılmış yaşlı bakım konseptlerinin ithal
edilmekte olduğu yönünde trend gözlenmektedir.4
Bu makalenin güttüğü amaç, Almanya ile Türkiye’de yaşlılık
göçmenliği alanında güncelliğini koruyan mevcut birtakım karmaşık
olgulara, bilimsel tartışılabilir karmaşıklıkları kapsamında işaret etmek
ve bunun bir araştırma alanı olarak geçerlilik kazanmasına katkıda
4
Örnek vermek gerekirse: Mesleğini Almanya’da öğrenmiş bakıcı bir kadın Türkiye’nin büyük kentlerinden birinde yatalak olmayan yaşlılara hizmet veren bir bakımevi açar. Federal Sağlık Sigortası’nın karşıladığı, müşterilerinin de kendi bütçelerinden ödeyeceği hizmet paketleri sunar. Müşterilerinin neredeyse tamamı Türkiye
dışında herhangi bir göç tecrübesi yaşamamış yaşlı kişilerden oluşur. Almanya’dan
gelip Türkiye’ye yerleşmiş Alman yaşlılardan oluşan bir müşteri portföyüne de sahiptir. Ancak Türkiye’den Almanya’ya göçtükten sonra Türkiye’ye geri dönmüş
yaşlı insanlara hizmet sunma konusunda ise başarılı olamamıştır. Türkiye’de özel
kişilerce kurulmuş olan yaşlı bakımevlerinde kullanılagelen formlar çoğu kez Almanya’da öngörülenlerle epeyi benzerlik göstermektedir.
197
bulunmaktı. Burada dile getirilen alanlarda devşirilmiş olan çeşitli
bilgiler, Türkiye kökenli yaşlı göçmenlerin kurumsal açıdan yetersiz
ya da kötü bakımlarının nedenleri ve çözüm yolları ile ilgili olarak
Almanca konuşulan ülkelerde tartışılan sorunların geniş bilimsel bir
temelde ele alınmasına da ayrca yardımcı olabilecektir. Böylesi araştırma perspektifleri, sadece Almanya’da yaşlı bakımı hususunda yürütülmekte olan tartışmalarda önem içermeyip, Türkiye’de uzun yıllar
yaşayıp yaşlanmış olan insanların sosyo-politik ve toplumsal açılardan
ele alınması da yine bu ülkenin gündemini meşgul etmektedir. Başvurulabilecek araştırmalar, bu alanda yapılan temel ve somut araştırmalardan çok yaralanmaktadır ve yararlanabilecektir.
Bu çalışmada elbette Almanya ve Türkiye’de yaşayan yaşlı göçmenlerin genel nüfus verileri dahilinde giderek artan önemine ve bununla koşut giden sosyo-politik çalışmalar yapılması gereğine daha
fazla vurgu yapılabilirdi. Argümanlara, burada değinilen bilim alanlarının içsel motivasyonlu sorgulamaları açısından ille de vurgu yapmaya gerek yok. Yine de bu argümanlar, araştırmaları desteklemesi gereken özel ve resmî kişi ve kurumlara, eyleme geçmeleri yönünde baskıları artırması bakımından oldukça önemlidir.
Almanya ile Türkiye arasında süregelmekte olan yaşlılar göçü olgusu, sadece ulusötesi perspektif bağlamında yeterli biçimde işlenebileceğinden ötürü, iki ülke arasında yapılmakta olan işbirlikleri kapsamında da pekâlâ yeni bir araştırma alanı sunabilir. Ayrıca Almanya ve
Türkiye’de birbirlerinden bağımsız yürütülmekte olan bilimsel tartışmalarda elde edilen her türlü veri süreklilik içinde karşılıklı değiştirilecek olursa, metodolojik ulusalcılığın dar alana hapseden bakış açısından da kalıcı biçimde kurtulma (Wimmer & Glick-Schiller, 2002;
Krawietz & Strumpen, 2012) olanağına kavuşulacak ve bununla birlikte, yapılagelen araştırmaların niteliklerinde de ciddi bir artış kaydedilmesi sağlanacaktır.
198
Kaynakça
BAYKARA-KRUMME, H. et al. (Hrsg.): Viele Welten des Alterns? Ältere
Migrantinnen
und
Migranten
in
der
Alter(n)sund
Migrationsforschung. Eine Einführung. / Baykara-Krumme, H. et al.
(Hrsg.) Viele Welten des Alterns. Ältere Migranten in einem alternden
Deutschland. VS Verlag für Sozialwissenschaften, Wiesbaden, S. 11-42
KAISER, C. (2011), Transnationale Altersmigration in Europa: Sozialgeographische
und gerontologische Perspektiven. VS Verlag für Sozialwissenschaften,
Wiesbaden
DIETZEL-PAPAKYRIAKOU, M. (2012), Ein Blick zurück nach vorn: Zwei
Jahrzehnte Forschung zu älteren Migrantinnen und Migranten /
Baykara-Krumme, H. et al. (Hrsg.) Viele Welten des Alterns. Ältere
Migranten in einem alternden Deutschland. VS Verlag für
Sozialwissenschaften, Wiesbaden, S. 438-447
DIETZEL-PAPAKYRIAKOU,
M. (1993), Altern in der Migration.
Arbeitsmigranten vor dem Dilemma: zurückkehren oder bleiben. Lucius &
Lucius, Stuttgart
VAN DYK, S.; LESSENICH, S. (2009), „Junge Alte“: Vom Aufstieg und Wandel
einer Sozialfigur. / Van Dyk, S. & Lessenich, S. (Hrsg.) Die jungen
Alten – Analysen einer neuen Sozialfigur. Campus, Frankfurt/Main, S.1148
FABIAN, T., STRAKA, G. (1993), Zusammenhänge von Lebenszufriedenheit
und Rückkehr und Verbleibmotiven bei älteren türkischen Migranten
in Deutschland. In C. Tarnai (Hrsg.):Beiträge zur empirischen
pädagogischen Forschung. Waxmann, Münster/New York, S. 45 – 55
HIELEN, M. (2000), Stationäre Pflege. Sind spezifische Angebote für ältere
Einwandrer/innen erforderlich oder reicht eine Integration in bestehende
stationäre Angebote der Altenhilfe? Abschlußbericht des DRKPilotprojektes: Ethnischer Schwerpunkt Altenhilfe (ESA). Duisburg
KRAWIETZ, J. & STRUMPEN, S. (2012), Grenzen überschreitende
Gerontologie – Transnationale Perspektiven auf Unterstützung im
Alter / Herz, A. & Olivier, C. (Hrsg.): Transmigration und Soziale Arbeit.
Ein öffnender Blick auf Alltagswelten. Schneiderverlag, Baltmannsweiler,
S.233-248
KRÜGER, D. (1995), Pflege im Alter: Pflegeerwartungen und
Pflegeerfahrungen älterer türkischer Migrantinnen - Ergebnisse einer
Pilotstudie (1995). Zeitschrift für Frauenforschung, 3, (S. 71-86)
199
KRUMME, H. (2004), Fortwährende Remigration: Das transnationale Pendeln
türkischer Arbeitsmigrantinnen und Arbeitsmigranten im Ruhestand.
/ Zeitschrift für Soziologie, 33(2), 004, (S.138-153)
MÖLBERT, A. (2008), Alt werden in der zweiten Heimat. Interkulturelle
Identitätsbildung im Kontext des Alternsprozesses. VDM., Saarbrücken
OLBERMANN, E. (2003), Soziale Netzwerke, Alter und Migration: Theoretische
und empirische Explorationen zur sozialen Unterstützung älterer
Migranten.
Dissertation,
Universität
Dortmund.
Hier:
http://eldorado.uni-dortmund.de:8080/bitstream/2003/2914/1/
olbermannunt.pdf (10.07.2013)
ÖZAKIN, S. (1993), Ausländische Arbeitnehmer vor dem Rentenalter am Beispiel
türkischer Arbeitnehmer in der Bundesrepublik Deutschland. Eine
Literaturanalyse mit Fallbeispielen. Hartung Gorre Verlag, Konstanz
PAß, R. (2006), Alter(n)svorstellungen älterer Migrantinnen. Eine explorative Studie
über deren biografische Lebensentwürfe. Verlag Dr. Kovač, Hamburg
PRÄTOR, S. (2009), Alter und Altersbilder in der Türkei und bei türkischen
Immigranten. Nova Acta Leopoldina, NF99, 363, S. 87-101
PRIES, L. (2013), Wenn der Sozialraum der Menschen nicht nur an einem Ort
ist, und warum das für die Soziale Arbeit wichtig ist. / Schulze, G. &
Süzen, T. (Hrsg.) Sozialraumorientierung und Interkulturalität in der
Sozialen Arbeit, eine Tagungsdokumentation im Auftrag der Abteilung
Wirtschafts- und Sozialpolitik der Friedrich-Ebert-Stiftung, S.24-34.
http://library.fes.de/pdf-files/wiso/09838.pdf (10.07.2013)
SCNEIDER, S. (2010), rente und tschüss? Deutsche senioren verlegen ihren
Ruhesitz ins Ausland. / Forschung Aktuell, Ausgabe 1/10 Verfügbar
unter: http://www.iat.eu/forschung-aktuell/2010/fa2010-01.pdf (10. 07.
2013)
SCHRÖER, W., & SCHWEPPE, C. (2008), Alte Migrantinnen und Migranten –
Vom Kultuträger zum transnationalen Akteur? / Aner, K. &, Karl, U.
(Hrsg.): Lebensalter und Soziale Arbeit, Band 6, Schneiderverlag,
Hohengehren, S.151-160
SPOHN, M. (2004), Türkische Männer in Deutschland. Familie und Identität.
Migranten der ersten Generation erzählen ihre Geschichte. Transcript,
Bielefeld
STRUMPEN, S. (2012), Altern in fortwährender Migration bei älteren
Türkeistämmigen / Baykara-Krumme, H. et al. (Hrsg.) Viele Welten des
Alterns. Ältere Migranten in einem alternden Deutschland. VS Verlag für
Sozialwissenschaften, Wiesbaden, S. 418-433
200
ULUSOY, N. & GRÄßEL, E. (2010), Türkische Migranten in Deutschland.
Wissens- und Versorgungsdefizite im Bereich häuslicher Pflege – ein
Überblick. / Zeitschrift für Gerontologie und Geriatrie, 5, 330-338
WIMMER, A. & GLICK-SCHILLER, N. (2002), Methodological nationalism
and beyond nation-state building, migration and the social sciences. /
Global Networks, 2(4). Verfügbar unter: http://www.public.asu.edu
/~nornradd/documents/B52.pdf
YILMAZ, T. (2011), Transnationale Migration. Dargestellt am Beispiel des Pendelns
älterer türkischer Migrantinnen und Migranten. Dissertation, Universität
Dortmund. Verfügbar unter: http://drk-ikoe.de/fileadmin/user_
upload/T._Yilmaz_Transnationale_Migration_Diss.pdf (10.07.2013)
YILMAZ-ASLAN, Y. et al. (2013), Gesundheitsversorgung älterer Menschen
mit türkischem Migrationshintergrund / Zeitschrift für Gerontologie
und Geriatrie. Volume 46, Issue 4, S. 346-352
201
Alanya’daki Alamanya - Yaşlılıkta Uluslararası
Hareketlilik
Nelli BÖHM
Giriş
Almanya ve Türkiye, ilk kez 1961 yılında Türkiye – Almanya Arası İşçi
Alımı Anlaşması ile başlamayan uzun bir göç tarihini paylaşmaktadırlar. Bugün örneğin, „Boğaziçi Almanları“ olarak bilinen grup, 19. yüzyılda İstanbul’a göç eden Almanların soyundan gelmektedir. Ancak
Türklerin Almanya’ya gelmeleri 1961 yılından önce olmuştur. Örneğin, 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’ndan Alman İmparatorluğu’na gelen işçi göçmenler. Ya da 1940’lı yıllarda burslu olarak
Almanya’ya gelen çok sayıda Türkiye kökenli öğrenciler (Öztürk,
2011). Buna karşın bilimsel araştırmalar ve medya sunumları, Türkiye
kökenli kişilerin Almanya’ya göç ettiği üzerinde birleşmektedir. Ülkeler arasındaki göç akımları her iki yönde olmaktadır. Bu, eğer bir kıyaslama yapılırsa, kendini yeni göç tipinde, emekli göçünde göstermektedir. Böylece tüm yaşamını Almanya’da geçirmiş ve doğrudan
göç deneyimi olmayan Almanlar, emekli olarak, artan sayılarda Türkiye’de sürekli veya geçici oturma kararı alıyorlar. Alanya, tercih edilen
bir yer. Alanya, her yıl Almanya’dan gelen artan sayıda yeni Alanyalıya kucak açmaktadır. Bu gelişmeler, uluslararası göçle bağlantılı siyasi
ve ferdi taleplerin, uluslararası emekli göçü bağlamında yeniden düzenlenmeleri gerektiğini gösteriyor. Bu makalede betimlenen göç olgusu, Alman emeklilerinin Türkiye’ye göçüyle ilgili niteliksel ve deneysel araştırma esas alınarak açıklanmaktadır.
Bu makale, yaşın ilerlemesiyle yaşa bağlı tipik yaşam riskleri ve
krizlerle karşılaşma olasılığının artacağını kabul ederek, uluslararası
emekli göçü ile bağlantılı olası bireysel hareket alanlarını araştırmak-
202
tadır. Bunun için önce yaşlı emekliliğinin çeşitli boyutları ele alınmaktadır. Burada amaç, elde edilen bu bilgileri, Türkiye’de yaşayan emekli
Alman göçmenlerle anketler yardımıyla yapılan araştırma sonuçlarıyla
desteklemek. Burada önce, göç süreci ve göç gerekçeleri incelenecek;
arkasından ulus ötesi sosyal ağlar konusu ele alınacaktır. Daha sonra
uluslararası emekli göçünün sınırları ve beraberinde getirdiği fırsatlar
değerlendirilecektir.
Uluslararası Emekli Göçünde Gelişmeler
Avrupa’da toplumsal modernleşmenin geç döneminde uluslararası
emekli göçü gelişmektedir (Nokielski, 2005) ve bu oldukça yeni tür bir
olgudur. Uzun zaman Alman klasik emekli göçünün bilinen bölgeleri,
Almanya sınırları içinde idi. Sahildeki kür bölgeleri emeklilikte yer
değişimi için tercih edilen yerlerdi. Sınır ötesi göç, üst tabaka için geçerliydi. Bu, diğer Avrupa ülkeleri için de aynıydı. Örneğin, durumu
iyi olan İngilizler kışı Fransız Riviera’sında geçiriyorlardı. 1945’ten
sonra çalışma hayatına bağlı olarak uluslararası göç ve 1950’li yıllarda
uluslararası kitle turizmi arttı. Bu, emekli göçünün motoru olarak kabul edilebilecek çok sayıda yurt dışı deneyimini de beraberinde getirdi. 1980’lerden beri Avrupa’da emekli göçü niteliksel ve niceliksel
bakımdan değişti.
„Böyle bir göç arzusu çok yaygındır. Göç, sadece zengin Avrupa ülkelerinde ekonomik yönden ayrıcalıklı bir azınlığın değil, aynı zamanda geniş bir toplumsal orta tabakanın sahip olduğu yeterli ekonomik koşulların olması kaydıyla, gerçekleştirilmesi olanaksız uzak bir mutluluk rüyası
değil, gerçek bir olanak olarak ortaya çıkmaktadır“ (Nokielski, 2005: 316).
Yine de yaşlı göçü, genelde para ve sağlık bakımından belli bir
statüsü olan seçilmiş gruplar içindir. Yaşlı göçü ile ilgili çalışmaları
1980’lerde Cribier yapmıştır. O, Fransa’daki iç göçü araştırmıştır. Bu
araştırmalar daha sonra sınır ötesi göçe taşınmıştır ve Warnes v.d.
(1999), King v.d. (1998) ve Williams v.d (1997) tarafından geliştirilmiştir. Başlangıçta yeni göç akımlarının düzenlenmesinde ve değerlen-
203
dirmesinde sadece ABD’den alınan bilgiler baz alınmıştır. Bu, örneğin
ABD’de emekli hareketliliği ile ilgili eğilim ya da buna hazır oluş daha
yüksek olduğundan, kültür farklılıkları nedeniyle zordur.
Bu ileri düzeydeki hazır oluş, dil engellerinin olmaması, az bürokrasi veya diğer engellerin aşılması gerektiği ile gerekçelendirilebilir. Avrupa içinde başka bir ülkeye gitmek suretiyle oturma yerinin
değiştirilmesinde, dil engelleri, farklı vergi, sağlık ve emeklilik sistemleri, kültürel ve toplumsal farklılıklar gibi hareketliliğe zorlaştırıcı
etkisi olan (Kaiser, 2011) çeşitli engellerin giderilmesi gerekmektedir.
Fakat göçün yönü, topluca „soğuk kuşaktan“ sıcak kuşağa“dır. Göç
akımları Avrupa’nın Kuzeyinden güney bölgelerine doğru olmaktadır.
Örneğin, İspanya, Portekiz veya Yunanistan klasik hedef bölgeler arasındadır.
Uluslararası emekli göçü, araştırma konusu olarak giderek önem
kazanırken, ABD’den gelen bilimsel veriler, gün geçtikçe Avrupa’da
gerçekleştirilen ampirik araştırma sonuçları ile tamamlanmaktadır.
Fakat bu gelişme, şimdiye kadar, önceden mevcut bir (turistik) alt
yapıya sahip olan (Nokielski, 2005), genellikle turistik bölgeleri kapsayan emekli göçünün klasik hedef bölgeleriyle sınırlı kalmaktadır. Göçün hedef ülkesi İspanya, çalışmaların zenginliği bakımından önemli
bir rol oynamaktadır (O’Relly, 1995, Williams vd. 1997, Breuer, 2001,
2002, 2003, Kaiser, 2011). Oysa ki Türkiye, yeni hedef bölge olarak
kabul edilmektedir ve bugüne kadar bu konu kompleksi içinde nadiren bilimsel araştırmaların konusu olmuştur.
Alanya’nın turistik yer olarak keşfi 1960’larda başlar
(Kırkulak/Balkır, 2009). Bireysel turizm olarak başlayan hareketlilik
1980’lerden itibaren, emeklilik göçünü de beraberinde getiren bir
(Ergüven, 2009) kitle turizmine dönüşmüştür. Tahminen 15 yıldan beri
Alanya, çoğunluğunu yabancı göçmenlerin oluşturduğu yıllık yüzde
beşlik bir nüfus artışına sahiptir (Ergüven, 2009). 100.000 nüfusun aşağı yukarı 20.000’ini Alanya’da tüm yıl ve geçici olarak oturan Almanlar oluşturmaktadır (Borde, 2010). 2004 yılında kurulan ve üyeleri farklı milliyetlere mensup bir yabancılar danışma kurulu yanında Alanya’da birkaç grup ve ilgi topluluklarıyla yabancıların ve özellikle Al-
204
man nüfusun sorunları ile ilgilenen Alman dergileri varlıklarını sürdürmektedirler.
Alanya’daki Emekli Göçmenlerin Yaşamları ve Uluslararası
Sosyal Ağlar Hakkında Çalışma
Alanya’daki Almanların yaşamı hakkında bir görüş elde etmek ve
emeklilik yerini seçmeyi neyin belirlediğini, onların yaşlılıkta Alanya’da yaşamak için hangi eylem stratejilerini kullandıklarını ve oturma
yerlerini değiştirmenin onlara hangi fırsat ve riskleri beraberinde getirdiğini açıklamak için, ampirik bir araştırma yapılmıştır. Bunun için,
yaşları 55 ile 75 arasında1 olup Alanya’da en az beş y ıldan beri (devamlı veya geçici) olarak oturan Alman emeklileriyle kılavuz bazlı ve
sorun odaklı 15 (Ağ-) mülakatı yapılmıştır (Pantucek, 2009). Toplam
yedi erkek ve on bir kadınla mülakat yapılmıştır ve bunlardan üçü evli
çiftlerle birlikte gerçekleştirilmiştir. Yazıya dökülen görüşmelerin değerlendirmesi, materyalin konu odaklı yapılandırılmasına izin veren
Mayring (2010) nitel içerik analizi yöntemine göre yapılmıştır. Araştırmanın temel sonuçları aşağıda verilmiş ve alan literatürü dikkate
alınarak tartışılmıştır.
Göç Süreci ve Motivasyon
Emeklilikte göç kararı genelde isteğe bağlıdır ve kişi bunu kendi belirler. Emekli göçmenler, nerede ne kadar süre kalacaklarını ve günlük
yaşamlarını nasıl düzenleyeceklerini kendileri kararlaştırırlar.
Buna rağmen Emekli göçmenler, sosyal bağlamlar, toplumsal yapılanmalar ve kurumlar içinde hareket ederler. Bu onlara, bir yandan
göç olanağı sağlar, diğer yandan onları farklı alanlarda etkilemektedir.
„Sağlıklı yaşam süresi“ artmaktadır. Bu, insanların çalışma yaşamından
sonraki yaşamlarını aktif bir şekilde ve istedikleri gibi düzenlemelerini
sağlamaktadır. İnsanların yaşlılıkta oturacakları yeri seçmelerinde gerekçe olarak genelde iklim koşulları sağlıkla ilişkilendiriliyor
(Breuer,2004). Görüşmelere katılanlar Alanya ikliminin çekiciliğini ve
1
Yaşa yönelik bilgiler, araştırmanın yapıldığı Aralık 2010 tarihi ile ilgilidir.
205
neredeyse sürekli sıcak havanın pozitif etkilerini vurgulamaktadırlar.
Ayrıca zamanla uyum içinde olmak ve „halkın dostluğu“ ile ilişkilendirilen „rahat yaşam tarzı“ buna ekleniyor. Bu faktörlere bağlı olarak,
Alanya’daki yaşam kalitesi Almanya’dakinden daha çok takdir ediliyor.
Aynı şekilde ülkenin tarihi ve dili gibi kültürel faktörlere duyulan
mevcut ilgi, bir gerekçe olmaktadır. Göç süreci kendi içinde, ankete
katılanlar nezdinde çok farklılık göstermektedir, fakat onların erken
emekliliğe geçmeleri ortak bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle erken emekli olanlar, Hardll’e (2004) göre değişikliği özlemekte olup
çalışma hayatından sonraki yaşamdan büyük beklenti içindedirler.
İkametgahın değiştirilmesi, ankete katılanlar tarafından yeni bir başlangıç olarak görülüyor. Aynı zamanda değişiklik isteğine Almanya’daki siyasi ve toplumsal gelişmelerden hoşnutsuzluk da ekleniyor
ve emekliliğe başlama esnasındaki yeni talepler göçü özendiriyor.
Ankete katılanlar için, oturma yerinin değiştirilmesiyle yeni bir
yaşam başlıyor. Yaşamın bugüne kadarki akışı içinde, hissedilen baskılar nedeniyle mümkün olmayan, emeklilikte gerçekleşiyor. Aynı şekilde ekonomik mülahazalar önemli göç gerekçesi oluyor. Türkiye’deki
emlak fiyatları ve geçim giderleri Almanya’ya kıyasla daha düşük
bulunduğundan, ankete katılanlar için Türkiye, ekonomik açıdan geldikleri ülkedeki duruma göre iyi bir alternatif sunuyor.
Turistik ön deneyimleri ve Alanya’ya olan duygusal bağlılığı güçlendiren şey de, önceki kuşağın aksine (Sauer/Ette, 2007) eğlencenin ve
tatilin değerini arttırıyor. Şimdiki konut, evvelce kısmen tatil konutu
olarak kullanılıyordu. Yerli halkla veya göç edenlerle sosyal ilişki sık
sık yapılan Türkiye seyahatlerine rağmen mevcut değildi. Özetle, göç
motiflerinin turizm izi taşıdığı ve Alanya bölgesinin çekiciliğini hedeflediği görülebilmektedir. Bunlar rahatlık2 ve sağlık odaklı motifler
olarak sınıflandırılmaktadır.
2
Breuer (2004), huzura odaklı motivasyondan örneğin, ılıman iklimin faydalarını ve
bunun sağlık ve yaşam tarzı üzerindeki pozitif etkilerini anlıyor.
206
Yerel ve Ulus Ötesi Sosyal Ağların Anlamı
Sosyal ilişkiler ve temaslar emekliliğe geçişle değişiyor. Arkadaşlarla,
tanıdıklarla ve aile ile sosyal temaslar yoğunlaşarak denge sağlanırken,
İş çevresi ile ilişkiler en aza inebiliyor (Backens/Clemens, 2003). Yaşlılıkta yaşam konumu, yaşam biçimleri ve eylem (hareket) alanları için
sosyal ilişkiler, yaşamın farklı zamanlarına göre daha anlamlı bir rol
üstleniyorlar. Bu esnada, yaşlılıktaki „yaşam konumları, eylem alanlarının biçimleri ve sosyal yapılardaki entegrasyon“ sosyal ağlar yoluyla
yaşamın diğer kesitlerindekinden daha net vurgulandığından, sosyal
ilişkilerin öznel algısı özellikle yaşlılıkta önem kazanıyor.
Göç sürecinde sosyal bağlar değişebiliyor. Bunlar göçte özel bir
rol kazanıyor ve göç araştırmasında ‘göç ağı’ terimini ortaya çıkarıyor
(Aydın, 2013). Bu konu göçe katılan tüm kişi ve kurumları kapsıyor.
Her şeyden önce İkamet yerinin, ulusal sınırların dışına taşınması özellikle sosyal ilişkiler açısından risk dolu bir girişimdir. Eski sosyal bağların olası kaybı ve hedef ülkede gerekli uyumun yeniden kurulması
ve yerleşmesi küçümsenmemelidir.
Yaşlılıkta sosyal ilişkiler, yaşlılık eylem alanları üzerinde özel etkisi olan yaşam durumunun önemli bir boyutunu ifade ettiğinden,
yaşlılıkta yerleşilen yerin sosyal ilişkileri ne kadar çok etkilediği sorusu ortaya çıkmaktadır. Yaşlı göçünde sosyal ağ üzerine iki kat yük
binmektedir. Bu yük, göçle ve yeni yaşam kesiti– emekliliğe başlama
ile bağlantılıdır.
Günlük bakım desteği sağlayabilecek veya bunu organize edebilecek bir aile ağı olmadığından, emekli göçmenler, bireysel stratejiler
geliştirmek zorunda oldukları özel bir taleple karşı karşıya kalmaktadırlar. Ancak mevcut sosyal ağları harekete geçirmeyi, yetersiz ölçüde
ve kısmen başarabilmektedirler. Olbermann’a (2003) göre, bilhassa
yaşlılıkta önemli destek kaynağı ve sosyal ağda önemli bir pozisyon
alan partnerlerine güvenmektedirler. Gerçi partnerin sağladığı destek
hizmetleri, ağ içinde başka hiçbir kişi tarafından tam olarak yerine
getirilemez. Ancak sadece partnere odaklanma, örneğin onun ölümü
halinde büyük bir yalnızlık riskine sebep olabilir.
207
Alanya’da ankete katılan emeklilerin yerel ve ulus ötesi sosyal ağları genelde küçülmemiş, fakat değişmiş olduğu görülmektedir. Gerçi
ankete katılanlar, Alanya’daki yerel sosyal ağda daha ziyade tanıdık
kişilerin söz konusu olduğuna işaret etmektedirler. Fakat bunlar sübjektif refahın oluşmasına doğrudan katkıda bulunuyorlar. Olbermann
da (2003: 217) sohbet toplantılarının ve ortaklaşa yapılan girişimlerin,
huzurun önemli determinantları olduğunu onaylamaktadır. Modernleşmenin bir sonucu olarak „düşünsel yakınlıklar” (Beck,1986) önem
kazanmaktadır.
Alanya’daki birçok görüşme partneri aynı yaşam durumu içinde
bulunmakta, ilgileri aynı olup birlikte geçirilen pek çok boş zamana
sahiptirler. Alanya’daki lokal ağı tatmin edilemeyen duygusal ihtiyaçlar, Almanya’daki aile ve arkadaşlarla ilgili ilişkileri dengelemektedir.
Büyük konutlar kısmen Almanya’dan arkadaşlar ve akrabalar tarafından tatil için sık sık kullanılmaktadır. Zira bu, araştırmaya katılanlara
iyi bir sosyal bağ sağlamaktadır. Birçoğu yerel ve ulus ötesi sosyal
bağlarını, bunlardan farklı çıkış olanakları ve destek kaynakları oluşacak şekilde kullanmayı başarabilmektedirler.
Hareket Alanları için Fırsat ve Riskler
Düşüncesi sorulan şahıslar için, uluslararası emekli göçünden hangi
olanaklar ve sınırlar meydana gelmektedir? Breuer‘in (2004) Kanarya
Adalarındaki Alman bay ve bayan senyörler (yaşlılar) hakkındaki
sonuçları bu çalışmanın bulgularıyla örtüşmektedir. Böylece göçmen
emekliler,
„özellikle aktif bir yaşam biçimi, kendi hareket alanları ile ilgili yüksek
bir özgüven ve en azından zaman zaman aile bağlarını (örneğin, çocukları veya torunları) veya sorumluklarını daha önemsiz görme becerileriyle“
dikkat çekmektedirler.
Buna, kendi yaşam durumunu olumlu değerlendirme tutumu eklenir. Çoğu kişisel olarak ekonomik durumundan memnun;
Weidekam-Maicher’e (2008) göre maddi durum genel memnuniyetin
208
önemli bir parçasıdır. Sosyo-ekonomik durum sadece Alanya’da yaşamaya başlamak için değil, aynı zamanda Almanya’dakini de muhafaza ederek Almanya ile bağlantının korunmasına izin veriyor. Bu
büyük özgürlük ve kişisel yetkinlik olarak algılanıyor.
İyi yaşam, diğerleri yanında araştırmaya katılanların iş yaşamlarında işgal ettikleri ve onlara yaşlılıklarında hareket alanı açan, mesleki pozisyonlara geri götürebilir. Geçim masrafları düşük olması nedeniyle Türkiye, araştırmaya katılanlar tarafından pozitif olarak değerlendirilen, bir yaşam biçimini mümkün kılabilir. Örneğin, buna konutlar veya evler, geziler ve diğer boş zaman etkinlikleri dahildir. Maddi
kaynaklar, örneğin, yaşlıların bakımında olduğu gibi, kısmen manevi
boşlukların doldurulmasını sağlayabilirler.
Araştırmaya katılanlar, emeklilik dönemi ikamet yerine geçtiklerinde ileri yaşta olduklarından ve bir “yerinde yaşlanma” (again in
place) gerçekleşmediğinden (Kaiser, 2011: 193 ), bakım ve sağlık ihtiyacı riskleri artmaktadır. Hedef bölgenin eksikleri her şeyden önce
bakım olanaklarının yetersizliğinde ve yaşlılara uygun yaşam ortamlarının olmamasındadır. İhtiyacı karşılayacak, sosyal hukuka uygun
düzenlenmiş bir bakım sistemi yoktur. Aynı zamanda, bakım işlerini
düzenleyebilecek yerinde bir aile ağı da mevcut değildir. Ancak, araştırmaya katılanların büyük bir bölümünde yaşlılıkta bakım ve sağlık
ihtiyacı konusunda bir değerlendirme yapılmamaktadır. Bundan dolayı hazırlıksız bir şekilde yaşamlarının kritik bir aşamasına girdikleri
düşünülebilir.
Böyle bir hareketlilik, yaşlılıkta yaşamla baş edebilme stratejisi
olarak değerlendirilebilir. Bu hareketlilik, her iki ülkenin avantajlarını
kullanmayı ve yaşlılıkta özgürlük ve kişisel yetkinliği en üst düzeyde
korumayı sağlamaktadır. Ancak bunun, sağlık durumunun iyi olmasıyla mümkün olduğunu söylemek gerekir. Almanya’ya geri dönüş,
bu ve benzer kritik gelişmelerle ilgili olumlu bir çözüm stratejisi olabilir. Almanya’da Türkiye’ye göre daha çok sosyal yardım ve bakım
yardımı talep edilebilir. Aynı zamanda dil engeli de kalkmış oluyor.
Ancak, sonuçlar, Almanya’ya dönüş için hazır oluşun araştırmaya
209
katılanların yaklaşık sadece yarısında mevcut olduğunu göstermektedir. Riegel (2011:142),
„geçiş dönemlerinde ulus ötesi alanlar, kaynak olarak kullanılsa ve sosyal ya da mesleki ilerleme için hareketliliğe hazır olmadan asla ulaşılamayacak potansiyeller olsa bile, (...) bu geçişlerin ulusal sınırlar ötesinde
biçimlendirilmesinin geniş ölçüde bireyselleştirildiğini ve bu yüzden de
tehlikeli kalacağını”
vurgulamaktadır. Bu, uluslararası yaşlı göçünün araştırmaya katılanları, bireysel olarak üstesinden gelme isteklerinin çok önemli olduğu
özel zorluklarla karşı karşıya bıraktığını da göstermektedir.
Sonuç
Bu makalenin konusu, Alman emeklilerinin Alanya’ya yaptıkları sınır
ötesi yaşlı göçüdür. Burada, Alanya’da Alman emeklilerine bireysel
ilgilerini gerçekleştirebilmeleri için hangi eylem alanlarının ve çözüm
stratejilerinin mevcut olduğu araştırılmaktadır.
Araştırmanın sonuçları, sınır ötesi emekli göçünün yaşlılıkta yaşamı düzenlemek için önemli bir alternatif sunduğunu göstermektedir.
İş yaşamından emekliliğe kişisel geçiş döneminde göç, kişisel hayatın
yeniden ayarlanması veya yaşamın yeniden düzenlenmesi olarak
önem kazanmaktadır. Böylece yaşadığı yeri değiştirip yeni yaşam alanı olarak Alanya’yı bilinçli seçen katılımcılar, yaşlılık dönemini bilinçli
olarak düzenleme girişiminde bulunuyorlar. Bu şekilde ulusal sınırlar
ötesi alan, özellikle kişisel yaşamın geçiş döneminde yaşamı düzenlemenin yeni olanaklarını ve yeni başlangıcın potansiyelini sunmaktadır.
Burada, araştırmaya katılanlar mutlaka ulusal sınırlar ötesi aktif göçmenler olmak zorunda değillerdir. Bu ve diğer araştırmalar, mülakata
katılanların yaşam merkezinin Türkiye’de olduğunu göstermektedir.
Sosyal ağlar, tecrübeler, biçim ve yönelimler (daha önce yaşadıkları ve
hedef ülke ile ilgili) ve gayrimenkul sahipliği ulusal sınır ötesi eğilimlere işaret etmektedir. Böylece, „pasif“ bir ulus ötesi vatandaşlık” olgusu gözlemlenmektedir.
210
Burada, özellikle her iki ülkeyle çoklu bağlantılar sürdüren kişiler
için anlamlı olan, Almanya ve Türkiye’deki sosyal ağlar, uluslararası bir
destek alanı oluşturmaktadır. Söz konusu uluslararası destek alanı her
şeyden önce duygusal, fakat aynı zamanda pratik bir destek sağlamakta
ve her iki ülkede de yaşlanma alternatifini açık tutmaktadır. Uluslararası
emekli göçü, uluslarüstü bir eğilim niteliğine dönüştüğü gözlenmektedir. Aidiyetler ve kimlikler giderek farklılaşmaktadır. Bu da ulus üstü
yaşam biçimi ve stratejilerine eğilimin giderek arttığı şeklinde yorumlanabilir (Pries, 2010). Eğer sağlık ve bakım hizmetleri geliştirmek ve göç
ederek gelmiş yeni Alanyalıların ihtiyaçlarıyla uyumlaştırmak söz konusu ise, Türkiye’deki partnerlerle işbirliği içinde yeni bilimsel araştırmaların yapılması ve emekli göçmenlerin desteklenmesine yönelik ihtiyaca uygun hizmetlerin geliştirilmesi zorunludur.
Kaynakça
AYDIN, Y. (2013), Zur Bedeutung von gesellschaftlichen Veränderungen und
transnationalen
Orientierungen
bei
Mobilitätsentscheidung:
Abwanderung türkeistämmiger Hochqualifizierter aus Deutschland
nach Istanbul. In: Pusch B (Hrsg.) Transnationale Migration am Beispiel
Deutschland und Türkei, Springer VS, Wiesbaden
BECK, U. (1986), Risikogesellschaft. Auf dem Weg in eine andere Moderne.
Suhrkamp, Frankfurt am Main
BACKES, G., CLEMENS, C. (2003), Lebensphase Alter: Eine Einführung in die
sozialwissenschaftliche Alternsforschung, Juventa, Weinheim und
München
BORDE, T. (2010), Migration im Alter – Perspektiven regionaler und
transnationaler Netzwerke. In: Geißler-Pilz B, Räbinger Jutta (Hrsg.)
Soziale Arbeit grenzenlos. Festschrift für Christine Labonté-Roset, Budrich
UniPress Ltd., Opladen und Farmington Hills, 117-132
BREUER, T. (1986), „Sunbelt - Frostbelt" - und was man unter industriellen
Standortkriterien davon halten soll. Vechtaer Arbeiten zur Geographie
und Regionalwissenschaft Bd.2, 35-42
BREUER, T. (2003), Deutsche Rentnerresidenten auf den Kanarischen Inseln.
Geographische Rundschau, 5, 44–51
BREUER, T. (2004), Succesful Aging auf den kanarischen Inseln. Versuch einer
Typologie von Alters-Strategien deutscher Altersmigranten. Europa
211
Regional. Zeitschrift des Leibnitz-Institut für Länderkunde, 12, 3, 122131
BREUER, T. (2005), Retirement Migration or rather Second-Home Tourism?
German Senior Citizens on the Canary. Die Erde, 136, 3, 313-333
DAHINDEN, J. (2009), Are we all Transnationals now? Network Transnationalism
and Transnational Subjectivity: The Differing Impacts of Globalization on
the Inhabitants of a Small Swiss City, Ethnic and Racial Studies, 32, 8,
1365-1386
DAHINDEN, L. (2011), Wer entwickelt einen transnationalen Habitus?
Ungleiche Transnationalisierungsprozesse als Ausdruck ungleicher
Ressourcenausstattung. In: Reutlinger C, Baghdadi N, Kniffki J
(Hrsg.) Die soziale Welt quer denken. Frank und Timme, Berlin, 83-107
ERGÜVEN, M.H. (2009), Tourismus und nachhaltige Entwicklung in der Türkei.
Grundlagen, Erscheinungsformen, Probleme, Perspektiven. Das Beispiel
Alanya, Weißensee-Verlag, Berlin
FAIST, T. (2000), The Volume and Dynamics of International Migration and Transnational Social Spaces. Oxford University Press, Oxfors
HARDILL, I. (Hrsg.) (2004), Retirement migration: the other story. Issues facing
Englishspeaking migrants who retire to Spain. (Paper presented at RSA
Conference, Europe at the Margins: EU Regional Policy, Peripherality
and Rurallity and Ageing Session University of Angers)
KAISER, C. (2011), Transnationale Altersmigration in Europa. Sozialgeographische
und gerontologische Perspektive; VS Verlag für Sozialwissenschaften,
Wiesbaden
KING, R., WARNES, A.M., WILLIAMS, A.M. (1998), International Retirement
Migration in Europe. International Journal of Population Geography, 4,
91-111
KIRKULAK, B., BALKIR, C. (2009), Turkey as a New Destination for Retirement Migration. In: Fassmann H, Haller M, Lane D (Hrsg.) (2009) Migration and Mobility in Europe.Trends, Patterns and Control, Edward Elgar, Cheltenham, 123-143
LITWAK, E., LONGINO, C.F. (1987), Migration patterns among the elderly: A
developmental perspective. The Gerontologist, 27, 3, 266-272
MAYRING, P. (2010), Qualitative Inhaltsanalyse. Grundlagen und Techniken.
Weinheim und Basel: Beltz Verlag
NOKIELSKI, H. (2005), Transnationale Ruhestandsmigration. In: Drepper T,
Göbel A, Nokielski H (Hrsg.) Sozialer Wandel und kulturelle Innovation:
historische und systematische Perspektiven. Eckart Pankoke zum 65.
Geburtstag. Duncker & Humblot, Berlin, 311-334
212
OLBERMANN, E. (2003), Soziale Netzwerke, Alter und Migration: Theoretische
und empirische Explorationen zur sozialen Unterstützung älterer
Migranten, Dissertation, Universität Dortmund
ÖTZTÜRK, M. (2011), Vielfalt und Partizipation in der „türkischen
Community“ in Deutschland, In: Zuhause in Almanya Türkisch –
deutsche Geschichten & Lebenswelten DOSSIER. Heinrich-Böll-Stiftung
O’REILLY (1995), A new trend in European migration: contemporary British
migration to Fuengirola, Costa del Sol. Geographical Viewpoint, 23, 2536
PANTUCEK, P. (2009), Soziale Diagnostik, Böhlau Verlag, Wien, Köln, Weimar
PRIES, L. (2008), Die Transnationalisierung der sozialen Welt. Sozialräume jenseits
von Nationalgesellschaften, Suhrkamp, Frankfurt am Main
RIEGEL, C. (2011), Biografien im transnationalen Raum. In: Reutlinger C,
Baghdadi N, Kniffki J (Hrsg.) Die soziale Welt quer denken, Frank und
Timme, Berlin, 125-148
SAUER, L., ETTE, A. (2007), Auswanderung aus Deutschland. Stand der Forschung
und Ergebnisse zur internationalen Migration deutscher Staatsbürger. BiB
– Bundesinstitut für Bevölkerungsforschung beim Statistischen
Bundesamt, Wiesbaden
SCHNEIDER, S. (2010), Rente und tschüss?! Deutsche Senioren verlegen ihren
Ruhesitz ins Ausland. Gelsenkirchen: Inst. Arbeit und Technik.
Forschung
Aktuell,
1.
http://frautelnet.iatge.de/forschungaktuell/2010/fa2010-01.pdf (11.06.2013)
WARNES, A.M., KING, R., WILLIAMS, A.M., PATTERSON, G. (1999), The
wellbeing of British expatriate retirees in southern Europe. In: Ageing
and Society, 19, 717-740
WEIDEKAMP-MAICHER, M. (2008), Materielles Wohlbefinden im späten
Erwachsenenalter und Alter. Eine explorative Studie zur Bedeutung von
Einkommen, Lebensstandard und Konsum für Lebensqualität.
Unveröffentlichte
Dissertation.
https://eldorado.tu-dortmund.de
/bitstream/2003/25795/1/Dissertation.pdf, 11.06.2013
WILLIAMS, A.M., KING, R., WARNES, T. (1997), A Place in the Sun: International Retirement Migration from Northern to Sothern Europe. European
Urban and Regional Studies, 4, 115-134
213
Türkiye’ye Göç Etmiş 1. ve 2. Kuşak
Göçmenlerin Sağlık Hizmetlerinden
Yararlanmaları ve Kronik Hastalık Sıklığı1
H. Seval AKGÜN, Coşkun BAKAR ve Elif DURUKAN
Giriş ve Amaç
Göç insanların bir yerden başka bir yere yaşamak ya da çalışmak
amacıyla yer değiştirmesi olarak tanımlanmaktadır. Göç ve sağlık
konusu içinde iki farklı kavramı barındırır. Bunlardan biri
göçmenlerin sağlık durumu ve bunların belirleyicileri iken diğeri
göçmenler için sağlık bakımıdır. Bu faktörlerin her ikisi de hem sosyal
faktörlerin hem de politikaların kapsamındadır. Son yıllarda özellikle
gelişmiş ülkeler olmak üzere göçmenlerin oranı daha da artmaktadır
(Razum vd, 2000: 46-51; Mutluer, 2003).
Göç eden kişiler, göç ettikleri yerdeki birikimlerini, öğrenim, meslek ve yaşamsal beklentileri gibi bireysel değerlerini de beraberinde
taşırlar. Göçler; göçenlerin bu özellikleri ile kentleri şekillendirmektedir.
Son zamanlarda göçmen nüfusundaki artış, göçmenlerin sağlık
durumları ve ihtiyaçları ile ilgili araştırmaların da artması sonucunu
doğurmuştur (Razum vd, 1998: 297-303; Razum vd, 2000: 46-51;
Razum vd, 2001: 654-661). Ülkemizde göçmen sağlığı konusundaki
bilimsel ilerleme, diğer tıbbi konulara göre biraz daha yavaş olmaktadır. 1990’lı yıllardan itibaren yaşadığı geçici ve mekik göç, transit göç,
mülteciler, sığınmacılar ve çeşitli türlerde yasa dışı göç akımları gibi
yeni göç hareketleri ile Türkiye'nin uluslararası göç hareketi içindeki
konumunu değiştirmiştir (Fargues, 2005: 327-365). Bu hareketler, Türkiye’nin yalnız göç veren değil aynı zamanda göç alan bir ülke olarak
1
Bu proje TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir. Proje No: 107S132 (SBAGCOSTIS0603-12)
214
nitelendirilmesine neden olmuştur. Ülkemizde ise bu konuda yapılmış
çalışmalar konusunda henüz yeterli bilgi yoktur. Türkiye İstatistik
Kurumu’nun (TUİK) verilerine göre ülkemize yurtdışından toplam
234.111 kişi göç etmiştir (TUİKa, 2007; TUİKb, 2007). Bunların 73.716’sı
Almanya’dan gelen göçmenler olup ilk sırada yer almaktadır (TUİKa,
2007; TUİKb, 2007). Kafkaslar ve Türk Cumhuriyetlerinden gelen göçmen sayısı ise 20.390 olup, 3. sırada yer almaktadır (TUİKa, 2007;
TUİKb, 2007).
Göçmenler, yaşadıkları riskler (fiziksel ve ruhsal) nedeniyle özellikli bir gruptur. Dolayısıyla sağlık ihtiyaçları açısından riskli grup
olarak değerlendirilmelidir. Göçmen grupların öncelikli sağlık sorunları bilinmeli ve sağlık hizmeti planlamasında bu hizmetlere öncelik
verilmelidir.
Ülkemize gelen dış göçler açısından baktığımızda uluslararası
alanda yayınlanmış Eskişehir bölgesinde Bulgar göçmenlerinin ruhsal
durumuna yönelik çalışma bulunmaktadır (Yenilmez vd, 2007: 21-28).
Dış göçlerle ilgili yapılmış çalışmalar genelde derleme tarzında olup
bu konuya özel saha araştırmaları çok kısıtlı sayıdadır.
Bu araştırmanın kısa vadeli amacı Balıkesir İli, Bandırma ve
Gönen ilçeleri ile Çanakkale ilinde yaşayan birinci ve ikinci kuşak
göçmenlerde kronik hastalık sıklığı ve sağlık hizmeti kullanım
durumunun saptanmasıdır.
Uzun vadeli amacı ise birinci ve ikinci kuşak göçmenlerin
öncelikli sağlık sorunlarının saptanarak onlara yönelik planlanacak
hizmetlere yol göstermesidir. Ayrıca ülkemize göç etmiş olan birinci
ve ikinci kuşak göçmenlerin sağlık sorunları konusunda ulusal
literatüre katkıda bulunmaktır.
Araştırma Bölgesi ve Nüfusu
Bu proje Balıkesir İli Bandırma ilçesi ve Çanakkale ili Kumkale kasabasında yaşayan göçmenler üzerinde uygulanmıştır. Bandırma ilçesinde
bulunan Bal-Göç(Balkan Göçmenleri Derneği) Derneği aracılığı ile
Bandırma merkez ile Şirinçavuş köyü ve Gönen ilçesi Kocapınar kö-
215
yünde uygulanmıştır. Çanakkale ilinde ise Kumkale kasabasında uygulanmıştır.
Bal-Göç Derneği Bandırma şubesine bağlı 1078 kayıtlı üye bulunmaktadır. Dernek vasıtasıyla, planlanan çalışma takviminden önceki bir hafta boyunca çalışma ile ilgili duyuru yapılmış; araştırmaya
katılmak isteyenlerin aç olarak çalışmanın yapılacağı dernek binasına
gelmeleri istenmiştir. Araştırma için seçilen ikinci bölge Gönen ilçesine
bağlı Kocapınar Köyüdür. Kocapınar köyü nüfusu 520 (271 erkek, 249
kadın) kişidir. Araştırmanın Bandırma ve Kocapınar köyü bölümünde
226 göçmenle görüşülmüştür.
Araştırmanın ikinci ayağı Çanakkale merkez ilçesine bağlı
Kumkale beldesinde yapılmıştır. Kumkale beldesi nüfusu 1659 (841
erkek, 818 kadın) kişidir. Araştırmanın Kumkale Beldesi bölümünde
94 göçmene ulaşılmıştır.
Anket Formu
Bu araştırmada veri kaynağı olarak beş bölümden oluşan anket formu
kullanılmıştır. Birinci bölümde tanımlayıcı özellikleri sorgulayan 17
adet soru bulunmaktadır. İkinci bölümde tütün ürünleri kullanımı,
alkol tüketimi, beslenme özellikleri ve fiziksel aktivite yapma durumu
sorgulanmıştır. Bu bölümde incelenenlerin boy ve kiloları da sorulmuştur. Üçüncü bölümde kronik hastalıklarla ilgili durumlar sorgulanmıştır. Daha sonra sırasıyla, göğüs ağrısı, yüksek tansiyon, diabetes
mellitus (DM) ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) ile ilgili
sorular sorulmuştur. KOAH varlığı “Global Alliance against Chronic
Respiratory Diseases (GARD)” tarafından belirlenen kriterlere göre
değerlendirilmiştir. Dördüncü bölümde göçmenlerin sağlık hizmeti
kullanımlarına yönelik sorular sorulmuştur. Bu bölümde sağlık hizmeti almak için ilk başvurdukları sağlık kurumu, tercih etme sebebi, en
son başvurma zamanı, sağlık kuruluşuna olan mesafe, sağlık harcamalarının şekli ile en son aldıkları sağlık hizmetinden memnuniyet durumu sorulmuştur. Son bölümde WHOQOL-BREF Yaşam Kalitesi
Ölçeği (World Health Organization Quality Of Life Questionnaire
Abbreviated Version - Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği
Kısaltılmış Versiyonu) kullanılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından
216
yaşam kalitesinin değerlendirilebilmesi amacıyla geliştirilmiş bir ölçek
olan WHOOQL - BREF ikisi genel sorular olmak üzere dört alan içinde
toplam 26 soru içermektedir (WHO, 1996: 4-18). İki genel sorudan biri,
bütün olarak sağlık puanını, diğeri bütün olarak yaşam kalitesi puanını vermektedir. Alan puanları ise bedensel alan, ruhsal alan, sosyal
ilişkiler ve çevre alanları üzerinden değerlendirilmektedir. Sorular
likert tipi kapalı uçlu yanıtlar içermektedir. Ölçek Türkçeye çevrilerek
geçerliliği ve güvenirliliği kanıtlanmıştır (Fidaner vd, 1999: 5-13;
Fidaner vd, 1999: 23-40).
Araştırmanın Uygulanması ve Uygulayanlar
Araştırmanın veri toplama aşaması, Bandırma Sağlık Yüksekokulu
hemşirelik bölümü öğrencileri ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem II ve III öğrencileri tarafından yapılmıştır. Uygulama öncesinde her iki gruba iki saatlik eğitim verilmiştir. Bu eğitimde uygulanacak anket formu tanıtılmış. Tansiyon ve glukometre ile
kan şekeri ölçümü yapacak öğrenciler belirlenmiş ve bu öğrencilere
eğitim verilmiştir. Uygulamanın birinci aşamasında katılanların
glukometre ile kan şekerlerine bakılmış ve kan basıncı ölçümleri yapılmıştır. İkinci aşamasında da anket formu yüz yüze görüşme tekniği
ile uygulanmıştır. Kan basıncı ölçümleri kişilerin sol kolundan, oturur
pozisyonda iken ve 15 dakika dinlendikten sonra yapılmıştır. Kan
basıncı ölçümleri için sistolik 140mm/Hg, diyastolik 90mm/Hg ve üzeri
olanlar hipertansif olarak kabul edilmiştir.
Kan şekeri ölçümleri glukometre ile yapılmıştır. Bunun için göçmenler önceden bilgilendirilerek çalışma için aç gelmeleri sağlanmıştır.
Önceden diyabet hikâyesi olmayan kişilerde açlık kan şekeri ölçümü
<100mg/dl olanlar “normal” yani “diyabet yok”, ≥200 mg/dl olanlar ise
“diyabetik” olarak değerlendirilmiştir. Anlık kan şekeri ölçümü 100199mg/dl olanlar için ise Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT) yapılmıştır. Araştırma Bölgelerinin il merkezine uzaklığı 30-100 km arasında
değişmektedir. AKŞ ölçümü ve ardından gerekli durumda OGTT yapılması gereken kişilerin bu tetkikler için öngörülen sağlık kuruluşuna
gelerek kan vermek konusunda isteksiz oldukları görülmüştür. Bu
nedenle, bu testlerin tekrar sahaya çıkılarak araştırmacılar tarafından,
217
kişiler kendi yaşadıkları yerde ziyaret edilerek Glukometre cihazı ile
yapılmasının daha uygun olacağı düşünülmüştür. Dünya Sağlık Örgütü de saha çalışmalarında, direk 75 gram glukoz yüklemesi yapılarak
yükleme sonrası 2.saat Kan Şekeri düzeyi değerlendirmesinin yeterli
olabileceğini bildirmektedir (WHO, 1999: 6) Bu amaçla Bandırma’da
dernek aracılığı ile Kumkale’de de tekrar kasabaya gidilerek OGTT
uygulaması yerinde yapılmıştır.
İstatistiksel Analiz
Araştırma verileri SPSS versiyon 17.0 (SPSS Inc., Chicago, IL, USA)
istatistik paket programına aktarılarak analiz edilmiştir. WOQOLBREF yaşam kalitesi ölçeği puanlarının değerlendirilmesinde
WHOQOL-BREF kullanıcıları için hazırlanan yönerge (Fidaner vd,
1999: 5-13; Fidaner vd, 1999: 23-40) kullanılarak her alan için ham puanlar hesaplanmış, hesaplanan ham puanlar dönüştürülmüş puanlara
çevrilmiştir.
Bulgular
Projede toplam 354 göçmene ulaşılmış 175’i (%49,4) 1. kuşak, 179’u
%(%50,6) 2. kuşak göçmenler olup, geldikleri ülkelerin dağılımına
bakıldığında %89,8’i Bulgaristan, %2,6’sı Yunanistan, %2’si Yugoslavya ve %5,6’sı da Romanya kökenlidir. Göçmenlere ait tanımlayıcı bulgular Tablo 1’de sunulmuştur:
Çalışmaya dâhil olan göçmenlerin yaş ortalaması 57.7±13.8’dir.
Göçmenlerin %55,9’u kadın, %83,7’si evli olup aile yapısına bakıldığında %64,4’ünün aile yapısı çekirdek ailedir. Öğrenim durumu açısından değerlendirildiğinde, %15,1’i okur-yazar değil, %59,1’i ilkokul
mezunudur. Göçmenlerin %32,2’si düzenli gelir getiren bir işte çalışmakta olup %91,7’sinin sosyal güvencesi vardır.
Görüşülen göçmenlerin %63,6’sı apartman dairesinde %29,9’u tapulu gecekonduda oturmaktadır, %85,2’sinin oturdukları evin mülkiyeti kendilerine aittir; %34,2’sinin arabası, %31,2’sinin gelir getiren
gayrimenkulü vardır. Göçmenlerin %42,9’unun aylık geliri 500 TL ve
altında; %5,5’inin 1500 TL’nin üzerindedir.
218
Tablo 1. Göçmenlere Ait Tanımlayıcı Bulgular, 2009–2010
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Yüzde
55.9
44.1
Medeni durum
Evli
Bekar
Dul/boşanmış
83.7
4.9
11.3
Öğrenim durumu
Okur-yazar değil
Okur-yazar
İlkokul mezunu
Ortaokul mezunu
Lise mezunu
Yüksekokul/üniversite Mezunu
15.1
10.4
59.1
9.7
5.0
0.8
Çalışma durumu
Çalışıyor
Çalışmıyor
32.2
67.8
Sosyal güvence Durumu
Yok
Emekli Sandığı
SSK
Bağ-kur
Yeşil kart
Diğer**
8.3
12.0
25.8
49.3
3.8
1.0
Oturulan evin tipi
Apartman dairesi
Gecekondu, tapusu var
Gecekondu, tapusu yok
Müstakil
63.6
29.9
2.7
3.8
Aile tipi
Çekirdek aile
Geniş aile
Parçalanmış aile
64.4
29.9
2.7
219
Oturulan evin mülkiyeti
Kira
Kendisine ait
14.8
85.2
Araba
Var
Yok
34.2
65.8
Gelir getiren gayrimenkul
Var
Yok
31.2
68.8
Aylık hane geliri
<500TL
501-1000 TL
1001-1500 Tl
1501-2000 TL
42.9
38.0
13.6
5.5
Sağlık harcamalarının genel olarak nereden karşılandığı
Cepten harcama
Sosyal güvence kurumu
Hem cepten hem de sosyal güvence kurumu
10.6
63.6
26.1
*Yüzdeler 354 kişi üzerinden alınmıştır.
**Kore-Kıbrıs gazisi
Sağlık harcamalarının nasıl karşılandığı sorulduğunda, görüşülenlerin %10,6’sı cepten harcadığını, %63,6’sı sosyal güvence kuruluşu
aracılığı ile %26,1’i de hem sosyal güvence kuruluşu hem de cepten
harcama yoluyla karşıladığını ifade etmiştir.
Tablo 2’de göçmenlerin sigara ve alkol alışkanlıklarıyla ilgili bulgular sunulmuştur. Göçmenlerin %16,2’si sigara, puro, pipo vb. tütün
mamulü kullanmakta, %30,9’u alkol kullanmaktadır.
220
Tablo 2. Alışkanlıklar ile ilgili bulgular, 2009–2010
Sigara, puro, pipo gibi bir tütün mamulünü kullanma
durumu (n=354)
Kullanmıyor
Kullanıyor, her gün
Kullanıyor, her gün değil
Evde ortak kullanım alanlarında sigara içen kimselerin
varlığı (n=354)
Var
Yok
İşyerinde ve/veya sıklıkla bulunduğu ortak alanlarda
sigara içen kimselerin varlığı (n=354)
Var
Yok
Son 1 ayda sigara ile ilgili bir sağlık sorunu yaşama
durumu (n=354)
Evet
Hayır
Alkol kullanma durumu
Kullanıyor
Kullanmıyor
Son 1 ayda alkol ile ilgili bir sağlık sorunu yaşama durumu (n=354)
Evet
Hayır
Yüzde
80,6
16,2
3,2
50,0
50,0
53,1
46,9
3,4
86,6
30,9
69,1
23,1
76,9
Tablo 3. Beslenme özellikleri ile ilgili bulgular, 2009–2010
Meyve (porsiyon)
Sebze (porsiyon)
Çay (bardak)
Kahve (fincan)
n
354
354
354
354
Bazı besin ve içeceklerin günlük ortalama
tüketilme miktarı (ortalama ± SD)
1,5 ±1,2
1,8 ± 2,5
4,4 ± 4,2
0,6 ± 1,1
221
Tablo 4. Bazı Besinlerin Son Bir Ay İçinde Tüketim Sıklıkları,
2009–2010
Bazı besinlerin son 1 ay içerisinde ne sıklıkla tüketildiği Sıklık (%)*
Hiç
1
2-3
Haftada Haftada Haftada
kez
kez
1-2kez
3-4 kez
5-6 kez
Kırmızı et
12,0
35,3
22,8
20,4
4,2
1,2
Balık
5,4
14,4
30,5
35,3
7,8
3,0
Tavuk
3,6
13,8
26,9
37,7
14,4
3,0
Yumurta
9,1
8,5
7,3
22,6
16,5
11,6
Meyve
3,1
4,4
2,5
15,1
11,9
19,5
Sebze
3,7
2,4
1,8
8,5
14,6
19,5
Süt, yoğurt
4,8
1,2
3,0
11,5
16,4
14,5
Peynir
7,3
4,9
1,2
4,9
11,0
13,4
Hamburger 81,1
10,4
4,9
1,2
0,6
0,6
vb yiyecekler
Pizza
83,0
7,3
3,6
3,6
1,2
0,6
Patates
24,7
18,7
13,3
24,7
11,4
3,0
kızartması
Soğuk
81,1
5,5
3,7
4,3
2,4
1,2
sandviç
Kola, gazoz 36,2
13,5
16,6
16,0
6,1
3,7
vb
gazlı
içecekler
Taze sıkıl- 24,2
15,2
13,9
24,2
10,9
6,1
mış meyve
suları
Kuru bak6,0
3,6
18,1
45,8
14,5
3,6
lagiller
Zeytin
3,0
3,0
1,2
7,9
8,5
16,4
12,1
6,1
6,7
6,7
11,5
12,1
Pekmez,
reçel, tahin
helvası
Her
gün
4,2
3,6
0,6
24,4
43,4
49,4
48,5
57,3
1,2
0,6
4,2
1,8
8,0
5,5
8,4
60,0
44,8
*Yüzdeler 354 kişi üzerinden hesaplanmıştır.
Tablo 3 ve 4’de göçmenlerin günlük meyve, sebze, çay ve kahve
tüketimleri ile son 1 ayda bazı besinleri tüketme sıklıkları sunulmuş-
222
tur. Buna göre göçmenler günde ortalama 1,5±1,2 porsiyon meyve,
11,8±2,5 porsiyon sebze, 4,4±4,2 bardak çay ve 0,6±1,1 fincan kahve
tüketmektedirler.
Göçmenlerin %12,0’si son 1 ayda hiç kırmızı et, %5,9’u da hiç balık tüketmemiştir. Her gün yumurta, meyve ve sebze tüketenlerin oranı sırasıyla %24,4; %43,4 ve %49,4’dür. Son 1 aydaki süt-yoğurt peynir
tüketme durumuna bakıldığında görüşülenlerin %48,5’i bu besinleri
her gün tükettiğini ifade etmiştir. Göçmenlerin %26,8’i hamburger vb
yiyecekleri, %7,3’ü pizza, %5,5’iı soğuk sandviç türü besinleri son bir
ayda en az 1 kez tüketmemiştir. Görüşülenlerin % 24,2’si son bir ayda
hiç taze sıkılmış meyve suyu içmemiş, %45,8’i en az haftada bir kez
kuru baklagil tüketmiş, %44,8’i her gün pekmez, reçel, tahin helvası
gibi besinlerden tüketmiştir.
Tablo 5’de göçmenlerin haftalık fizik aktivite durumlarına ilişkin
bulgular görülmektedir. Buna göre, göçmenlerin %42,1’i haftada en az
bir gün ağır fizik aktivite, %58,0’i orta düzeyde fizik aktivite; %79,5’i
de yürüyüş yapmıştır.
Tablo 5. Haftalık Fizik Aktivite Durumu ile ilgili bulgular, 2009–2010
Ağır hareket (Güçlü
aktivite)
Orta düzeyde hareket
Yürüme
Süre
(dakika/gün)
(ortalama ±SD)
244
Sıklık
(gün/hafta)
(ortalama
±SD)
1,9 ± 2,7
275
285
3,1 ± 3,1
3,8 ± 3,2
189,9 ± 167,6
105,2 ± 117,9
%*
n
42,1
58,0
79,5
183,2 ± 148,4
* İlgili fizik aktiviteyi en az bir gün yapanların yüzdesi 354 kişi üzerinden hesaplanmıştır
Göçmenler haftada ortalama 1,9 gün ve günde ortalama 183,2 dakika ağır fizik aktivite, 3,1 gün ve günde 189,9 dakika orta düzeyde
hareket yapmışlardır. Yürüyüş için ise bu ortalamalar sırasıyla 3,8 gün
ve 105,2 dakikadır.
Tablo 6’da görüşülen göçmenlerin doktor tarafından tanısı konulmuş bir kronik hastalıklarının bulunma sıklığı sunulmuştur. Göç-
223
menlerin %53,6’sının doktor tarafından tanı konulmuş bir kronik hastalığı bulunmaktadır. Göçmenlerin %30,8’i hipertansiyon, %9,3’ü
Diabetes mellitus, %8,5’i ülser/gastrit tansı konduğunu bildirmiştir.
Tablo 6. Doktor tarafından tanısı konmuş kronik hastalık bulunma
durumu, 2009–2010
Herhangi bir kronik hastalık
Var
Yok
Kronik hastalıklar
Hipertansiyon
Diabetes Mellitus
KOAH
Ülser/Gastrit
Kanser
Romatizmal hastalıklar
Böbrek hastalıkları
Diğer**
Ailede Hipertansiyon öyküsü
Var
Yok
Bilmiyor
Ailede Diabetes Mellitus öyküsü
Var
Yok
Bilmiyor
Yüzde*
53,6
46,1
30,8
9,3
1,4
8,5
0,8
9,0
2,5
12,7
65,0
33,3
1,7
63,4
35,0
0,6
* Tüm yüzdeler 354 kişi üzerinden hesaplanmıştır.
**Tüm incelenenlerin %1,7’si astım, %1,4’ü prostat hiperplazisi, %1,1’i koroner arter
hastalığı, %0,6’sı guatr, hastalığı olduğunu ifade etmiştir.
Hipertansiyon tanısı olduğunu ifade eden göçmenlerin %28,0’i sağlık ocağında, %25,8’i hastanede, %37,6’sı özel poliklinikte; %5,4’ü eczanede tanı aldığını ifade etmiştir. % 3,2’si nerede tanı aldığını hatırlamamaktadır. Hipertansiyon hastalarının % 86,2’si ilaç kullanmaktadır.
Hipertansiyon tanısı olduğunu ifade eden göçmenlerin % 69,3’ü
düzenli olarak kontrole gitmekte; bunların %31,9’u kontrolleri için
sağlık ocağını, %37,5’i ise özel polikliniği tercih etmektedir.
224
DM tanısı olduğunu ifade eden göçmenlerin %18,5’i sağlık ocağında, %81,5’i hastanede tanı aldıklarını ifade etmiştir. Bu hastaların
%66,7’si düzenli olarak kontrole gitmekte ve kontrol için %75’i hastaneyi tercih etmektedir.
Tüm göçmenlerin %6,5’sinde KOAH olasılığı saptanmıştır.
Anlık kan şekeri değerlerine göre, göçmenlerin % 55,7’si (n= 197)
normal (non diyabetik)olarak değerlendirilmiştir. 22 göçmenin anlık
kan şekeri düzeyi 200 mg/dl ve üzerinde olup diyabetik olarak değerlendirilmiştir. 33 göçmenin ise daha önceden DM tanısı bulunmakta ve
DM tedavisi görmektedirler. 102 göçmenin ise anlık Kan şeker düzeyi
100-199 mg/dl arasında olup bu göçmenlere 75 gram glikoz yüklemesi
yapılarak 2. Saat kan şekeri düzeyi ölçülmüş ve 2 göçmenin yükleme
sonrası 2. Saat kan glikoz düzeyi 200 mg/dl ve üzerinde ölçülmüştür.
Buna göre değerlendirildiğinde tüm göçmenlerin % 16,1’inde (n=57)
DM mevcuttur.
Tablo 7. Sağlık hizmeti Kullanımına yönelik bulgular, 2009–2010
Sağlık hizmeti almak amacıyla ilk başvurulan yer
Sağlık ocağı/ AÇSAP
Kurum hekimi
Eczane
Devlet hastanesi
Üniversite hastanesi
Özel hekim
Özel poliklinik
Özel hastane
İlk başvurulan sağlık kurumunu tercih etme nedeni*
Ekonomik olarak uygun olması
Yakın olması
Hizmetinden memnun olunması
Kuruluşta tanıdık birinin bulunması
Alışkanlık
İlk başvurulan yer yeterli olmadığı taktirde başvurulan
yer
İlk başvurduğum yer yeterli oluyor
Herhangi bir yere başvurmuyorum
Yüzde
55,6
0,6
0,6
39,2
0,6
0,6
1,8
1,2
20,0
57,7
25,8
7,3
5,9
18,1
5,4
225
Hekim tarafından sevk edildiğim yere
Devlet hastanesi
Üniversite Hastanesi
Özel muayenehane
Özel poliklinik
Özel hastane
En son ne zaman sağlık kuruluşuna başvurduğu
Hatırlamıyor
Son 1 hafta içerisinde
Son 1 hafta-1 ay içerisinde
Son 1-6 ay içerisinde
Son 6 ay-1 yıl içerisinde
Son başvuruda gidilen sağlık kuruluşu
Hatırlamıyor
Sağlık ocağı
Devlet hastanesi
Özel poliklinik
Eczane
Son başvurunun sebebi
Hastalık
Kontrol
İlaç yazdırmak
Acil tedavi
Kendisine en yakın Sağlık kurulunun mesafesi
Yürüyerek 10-15 dakika
Yürüyerek 30 dakika
Yürüyerek 1 saat ve daha fazla
Araçla 10-15 dakika
Araçla 30 dakika
Araçla 1 saatten fazla
10,8
44,6
8,4
6,6
3,0
3,0
10,2
11,4
44,6
10,8
22,9
4,8
30,1
13,3
10,2
41,6
53,9
19,4
17,0
9,8
59,6
6,0
2,4
6,6
14,5
10,8
Yüzdeler 354 kişi üzerinden hesaplanmıştır.
*İlgili soruda birden çok seçenek işaretlenmiştir.
Tablo 7’de göçmenlerin sağlık hizmetlerinden yararlanma durumlarıyla ilgili bulgular sunulmuştur. Göçmenlerin %39,2’si sağlık hizmeti almak amacıyla ilk olarak devlet hastanesine, %55,6’sı sağlık ocağına/AÇSAP’a başvurmaktadır. İlk başvurulan yerin seçiminde en fazla
226
nedenler kuruluşun yakın olması, hizmetten memnun olunması ve
ekonomik olarak uygun olmasıdır (sırasıyla %57,7, %25,8 ve %20,0).
Göçmenlerin %31,8’i ilk başvurdukları yerin yeterli olduğunu, %44,6’sı
ilk başvurdukları yer yeterli olmadığı takdirde devlet hastanesine başvurduklarını ifade etmiştir.
Göçmenlerin %44,6’sı son 6 ay ve daha öncesinde, %11,4’ü son 1
hafta içerisinde herhangi bir nedenle sağlık kuruluna başvurmuştur.
Son başvuru nedeni incelendiğinde, %53,9 hastalık, %19,4 kontrol,
%17,0 ilaç yazdırmak amacı ve %9,8 de acil tedavi için sağlık kuruluna
başvurulduğu saptanmıştır.
Göçmenlerin %59,6’sının ulaşabildiği en yakın sağlık kuruluşu
bulunduğu yere yürüyerek 10–15 dakikalık mesafededir.
227
Tablo 8. Son başvuruda alınan sağlık hizmetinden memnuniyet
durumu, 2009–2010
Muayene sırasında doktorun davranışı
Muayene sırasında doktorun sizi dinlemesi ve
soru sormanıza zaman
tanıması
Rahatsızlığınızla ilgili
size verdiği bilgilerin
açıklayıcı olması
Yapılacak tetkik ve tedavinin ayrıntıları konusundaki bilgilendirme
İlaç kullanmanız istendiyse, ilaçları nasıl kullanmanız gerektiği hakkındaki bilgilendirme
Doktorunuzun genel
muayenesi
Uygulanan teşhis ve
tedavi
Hemşirenizin size karşı
ilgi ve nezaketi
Hastalığınız ve yapılan
işlemler konusunda
hemşireniz tarafından
bilgilendirilmeniz
Evde bakımınız konusunda yeterince bilgilendirilmeniz
Hemşirelik hizmetlerinin genel kalitesi
Aldığınız sağlık hizmetinin genel kalitesi
228
Memnuniyet durumu (%)
Mükemmel
Çok
İyi
Orta
İyi
16,1
37,3
37,3
7,5
Kötü
1,8
9,4
45,6
36,3
8,1
0,6
10,6
37,9
34,2
13,0
4,3
7,6
39,2
32,3
14,6
6,3
8,9
44,6
31,2
10,2
5,1
9,4
45,0
35,6
8,8
1,3
8,7
42,2
38,5
8,7
1,9
8,8
38,1
40,0
11,3
1,9
6,9
33,8
38,8
15,6
5,0
7,9
37,1
36,4
12,6
6,0
5,0
36,9
44,4
13,8
-
10,6
41,0
36,0
11,8
0,6
Son başvuruda alınan sağlık hizmetinden memnuniyet durumu
incelendiğinde (Tablo 7), göçmenlerin %53,4’ü muayene sırasında doktorun davranışını “mükemmel/çok iyi” olarak değerlendirmiştir.
%0,6’sı doktorun kendisini dinleme ve soru sormasına izin vermesi
yönünden “kötü” olduğunu, %4,3’ü doktorun açıklayıcı bilgi vermek
yönünden kötü olduğunu, %6,0’sı evde bakım hakkında yeterince
bilgilendirilmediklerini bildirmişlerdir. Göçmenlerin % 87,6’sı son
aldıkları sağlık hizmetinden memnuniyet derecelerini ortanın üzerinde olarak değerlendirmiştir.
Tablo 9’da göçmenlerin WHOQOL-BREF(World Health
Organization Quality Of Life Questionnaire Abbreviated Version),
yaşam kalitesi ölçeği alan puanları sunulmuştur.
Tablo 9. WHOQOL – BREF yaşam kalitesi alan puan ortalamaları,
2009–2010
Ortalama ± SD
Yaşam kalitesi*
Algılanan sağlık*
Genel Puan**
Fiziksel sağlık alanı**
Psikolojik sağlık alanı**
Sosyal ilişkiler alanı**
Çevre alanı**
3,50 ± 0,74
3,38 ± 1,01
65,44 ± 13,07
64,67 ± 18,51
65,39 ±15,13
68,74 ± 16,97
67,69 ± 14,14
*0-5 puan arasında değerlendirilip yüksek puan yüksek yaşam kalitesini gösterir.
**0-100 puan arasında değerlendirilip yüksek puan yüksek yaşam kalitesini gösterir
İncelenen göçmenlerin WHOQOL – BREF yaşam kalitesi alan puanlarına bakılığında; yaşam kalitesi puanının 3,5±0,74; algılanan sağlık
puanının 3,38±1,01; fiziksel sağlık alanı puanının 64.67±18,51 ve genel
puanın 65.44±13.07 olduğu gözlenmiştir.
229
Tartışma
Göç insanların hayatlarının bir kısmını ya da tamamını geçirmek
üzere, tamamen ya da geçici süre için bir bölgeye yerleşmek amacıyla
yapılan fiziksel çabalardır (Mutluer, 2003; Güler ve Akın, 2006: 473).
Göçmenler, çoğunlukla ekonomik ve kültürel nedenlerle daha iyi bir
yaşam standardı beklentisi ile ülkelerini terk ederek başka ülkelere
yerleşen kimselerdir (Razum vd, 2000: 46-51; Mutluer, 2003).
Göçmenler, yaşadıkları riskler (fiziksel ve ruhsal) nedeniyle özellikli bir gruptur. Dolayısıyla sağlık ihtiyaçları açısından riskli grup
olarak değerlendirilmektedir (Topçu ve Beşer, 2006: 37-42; Güler ve
Akın,2006:473; Fırat,2009; Şahin,2001; WIKING vd, 2004: 574-582;
Pudarıc vd,2000: 137-150; Levecque vd,2007: 229-239; Van Der Wurff
vd, 2004: 33-41; Culhane-Pera vd,2009: 372-379; Akbıyık vd, 1999: 2529). Bu çalışmada göçmenlerin %91,7’sinin sosyal güvencesinin bulunduğu, %85,2’sinin mülkiyeti kendilerine ait olan bir evde oturduğu, %34,2’sinin araba, %31,2’sinin gelir getiren bir gayrimenkul sahibi
olduğu %51,6’sının aylık gelirinin 500-1500 TL olduğu, %59,1’inin ilkokul mezunu olduğu saptanmıştır. Bu sayılar dikkate alındığında
göçmenlerin orta düzeyde yaşam standartlarına sahip olduğunu söylemek mümkün olabilir. Ancak, araştırmada göçmenlerin Türkiye’ye
göç nedenleri, Türkiye’ye gelmeden önceki sosyoekonomik durumlarına ilişkin bilgi edinilmemiş olduğundan, Türkiye’ye göç etmiş olmanın bu kişilerin yaşam koşullarında iyileşme sağlayıp sağlamadığı
değerlendirilememiştir. 2001 yılında OECD ülkelerinde göçmenlerin
diğer gruplara göre ortalama iki kat daha fazla işsiz kaldıkları görülmüştür (Akıl, 2005: 12-16; Yılmaz, 2005:2-7). Bu araştırmada göçmenlerin ancak %32,2’si düzenli gelir getiren bir işte çalışmaktadır ancak
yine de büyük çoğunluğunun gayrimenkul yoluyla elde ettikleri düzenli gelirleri mevcuttur. Bizim araştırmamızdaki göçmenlerin Balkanlarda yaşayan Türk kökenli vatandaş olmaları, Cumhuriyet tarihinin
farklı zamanlarında çoğunlukla da siyasi sebeplerle göçe zorlanmaları
nedeniyle yerleşik düzene geçmelerinde kolaylaştırıcı rol oynadığı
düşünülmektedir.
230
Göç edenlerin sağlık ihtiyaçlarının, enfeksiyon hastalıklarının
kontrolü, acil gereksinimlerin karşılanması, zihinsel ve fiziksel sağlık,
kronik hastalıklar, kültür ve sağlık inançlarının algılanması ve sağlıkları üzerine olumsuz etkili olan faktörlerin ortadan kaldırılması olduğu bildirilmektedir (Topçu, 2006; Topçu ve Beşer, 2006:37-42).
Bu araştırmada görüşülen göçmenlerin sağlık açısından bazı risk
faktörleri değerlendirildiğinde %65’inde ailede hipertansiyon öyküsü,
%63,4’ünde ailede DM öyküsü olduğu, %19,4’ünün halen ya da daha
önce sigara kullandığı, %30,9’unun alkol kullandığı saptanmıştır. Kronik hastalıklar açısından değerlendirildiğinde ise %53,6’sında en az bir
kronik hastalık bulunmaktadır; göçmenlerin %30,8’inde hipertansiyon,
%16,1’inde DM, %6,5’inde olası KOAH saptanmıştır. Kronik hastalık
sıklığı oldukça yüksek olmakla birlikte bu hastalıklara sahip ve hastalığının farkında olan göçmenlerin ancak %66,7-69,3’ü düzenli olarak
doktor kontrolüne gitmektedir. Sağlık harcamalarını sosyal güvence
kuruluşu aracılığı ile yapanların oranının %63,6 oluşu ve geri kalan
%36,4’lük kısmın cepten harcama yapıyor oluşu, hastalıkları için düzenli sağlık bakımı almayan yaklaşık %30’luk bölümün, harcamalarını
cepten karşılayan göçmenler olduğunu ve maddi sıkıntı nedeniyle
kontrollerini gerçekleştirmediklerini düşündürmüştür. Çeşitli yayınlarda da göçmenlerin sağlık hizmetleri ve diğer sosyal hizmetlerden
hak ettikleri ölçüde yararlanamadıkları bildirilmektedir (Topçu, 2006;
Yılmaz, 2005: 2-7; Williams ve Hampton, 2005: 317-326). Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan ve Marshall Adalarından göçmüş göçmenlerin sağlık hizmetine ulaşmada engellerle karşılaştıkları ve bu
engellerin nedenlerinin etnik, kültürel ve ekonomik olduğu gözlenmiştir (Williams ve Hampton, 2005: 317-326).
Ekonomik sorunlar, göç edilen bölgede yaşanmış olan travmalar,
geride bırakılan yakınlar, uyum sorunları, dil problemleri, kültürel
sorunlar ve başka birçok faktör göçmenlerin yaşadığı ve yaşayabileceği ruhsal sorunları beslemektedir (Topçu ve Beşer, 2006: 37-42; Wiking
vd, 2004: 574-582; Levecque vd, 2007: 229-239; Akıl, 2005: 12-16; Yılmaz, 2005: 2-7; Yılmaz, 2005). Belçika’da yapılan bir çalışmada Türk ve
Fas’lı göçmenlerde depresyon ve anksiyete sıklığının diğer gruplardan
231
daha yüksek olduğu saptanmıştır. Sosyoekonomik düzeyleri diğer
gruplara göre düşük olan bu gruplarda depresyonu etkileyebilecek
birçok karıştırıcı faktör bulunsa bile, araştırmacılar göçmen gruplara
özel sağlık ve sosyal programlara ihtiyacın önemine vurgu yapmaktadırlar (Levecque vd, 2007: 229-239). Almanya’da yapılan çalışmada,
göçmen olarak yerleşen Türklerde depresyon oranın artmış olduğu
tespit edilmiştir (Akbıyık vd, 1999: 25-29). Hollanda’da yapılan bir
başka çalışmada yaşlı göçmenlerin depresyon sıklığının yerli nüfusa
göre daha yüksek olduğudur (Van Der Wurff vd, 2004: 33-41). Bu çalışmada göçmenlerin depresyon durumu ayrıca değerlendirilmemiş
olmakla birlikte göçmenlerin kendi beyanlarına dayana kronik hastalıklar arasında da depresyona rastlanmamıştır. Ancak bunun da sebebi, kronik hastalıkların sıklıkla depresyonla birliktelik gösterdiği de
dikkate alındığında, göçmenlerin kendilerinde mevcut depresyon
durumunun farkında olmamaları veya ruhsal sorunları olduğunu
ifade etmekten çekinmiş olmaları olabilir.
Araştırmalar göçmenlerin yeterli ve dengeli beslenmediğini, ekonomik koşullara bağlı olarak daha çok karbonhidrat ve yağ ağırlıklı
beslendiklerini, fiziksel aktivitelerinin azaldığı, özellikle kadınlarda
beden kitle indekslerinin daha yüksek olduğunu göstermektedir (Topçu ve Beşer, 2006: 37-42; Topçu, 2006; Pudaric vd, 2000: 137-150;
Culhane-Pera vd, 2009: 372-379). Bu araştırmada da Göçmenlerin
%12,0’sinin son 1 ayda hiç kırmızı et, %5,9’u da hiç balık tüketmediği;
her gün yumurta, meyve ve sebze tüketenlerin oranının sırasıyla
%24,4; %43,4 ve %49,4 olduğu; görüşülenlerin % 24,2’sinin son bir
ayda hiç taze sıkılmış meyve suyu içmediği %44,8’i her gün pekmez,
reçel, tahin helvası gibi besinlerden tükettiği saptanmıştır. Ancak fizik
aktivite durumu değerlendirildiğinde göçmenlerin %79,5’inin haftada
en az 1 gün olmak üzere ortalama 3,8 gün ve 105,2 dakika yürüyüş
yaptığı saptanmıştır. Bu oran oldukça yüksektir fakat göçmenlerin
yaptıklarını ifade ettikleri yürüyüşün “fizik aktivite” amaçlı değil de,
belki de ekonomik sıkıntı nedeniyle bir yerden başka yere ulaşım sağlamak için, yapılan yürüyüşler olduğu düşünülmüştür. Göçmenlerin
yaptıklarını ifade ettikleri orta düzeyde ve ağır fizik hareketlerin de
232
egzersiz amaçlı değil daha çok ev, bahçe ve günlük işler için gerçekleştirilen aktiviteler olduğu düşünülse de yine de araştırmaya katılan
göçmenlerin hareketsiz ya da fizik aktivitenin az olduğu bir yaşam
sürdürdüklerini söylemek mümkün değildir.
Göçmenlerin sağlık hizmetlerinden yararlanma durumuna bakıldığında sağlık hizmeti almak amacıyla ilk başvurulan yer olarak Sağlık
ocağı/AÇSAP merkezlerinin tercih edildiği, ilk tercih edilen yerin tercih sebebinin yakınlık olduğu ve en yakın sağlık merkezinin %59.6
oranında yürüyerek 10-15 dakikalık mesafede olduğu bildirilmiştir. Bu
sonuçlar, göçmenlerin sağlık hizmetine ulaşımının kolay olduğunu ve
daha çok birinci basmak kuruluşların tercih edildiğini göstermektedir.
Alınan sağlık hizmetlerinden memnuniyet durumuna bakıldığında,
göçmenlerin büyük çoğunluğu verilen hizmetlerden memnun olduklarını bildirmiştir. Ancak göçmenlerin sadece %18,1’i ilk başvurdukları
yerin yeterli olduğunu bildirmiş diğerleri yetersiz kalındığı hallerde en
çok devlet hastanesini tercih ettiklerini ifade etmişlerdir. Bu sonuçlar,
birinci basamak sağlık hizmetlerinin bu grubun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde güçlendirilmesine gereksinim olduğunu düşündürmüştür.
Literatürde göçmenlerde yaşam kalitesinin değerlendirildiği çalışmalar bizim bilgilerimize göre oldukça kısıtlıdır; İspanya’da yapılan
bir çalışmada Faslı göçmenlerin sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi skorlarının düşük olduğu bildirilmiştir (Rodrıguez Alvarez vd, 2009: 29-37)
Çin’de de kırdan kente göç edenlerde ayrımcılığa maruziyetin düşük
yaşam kalitesi skoru ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (Zhang vd, 2009:
291-300). Bu çalışmada göçmenlerin yaşam kalitesi skorlarının 65,4468,74 arasında değiştiği, algılanan sağlık puanının ortalama 3,38±1,01
ve kendi değerlendirmelerine göre yaşam kalitesi puanının 3.50±0.74
olduğu görülmüştür. Türkiye’de benzer çalışma bulunmamakla birlikte, Bulgaristan’dan zorunlu göç ile Türkiye’ye gelen göçmenlerde de
yaşam memnuniyet skorlarının düşük olduğu bildirilmiştir (Yenilmez
vd, 2007: 21-28).
233
Sonuç ve Öneriler
Araştırmanın bulguları göçmenlerde kronik hastalık sıklığının yüksek
olduğunu, göçmenlerin sağlık hizmetine ulaşmada sıkıntı yaşamadıklarını ancak ilk başvuru yeri olan ve genellikle de yakınlık nedeniyle
tercih edilen birinci basamak sağlık kuruluşlarının yetersiz kaldığını
göstermiştir. Bu sonuçlar birinci basmak sağlık hizmetlerinin göçmenlerin kronik sorunlarının tanı, tedavi ve takibini sağlayacak şekilde
güçlendirilmesini sağlayacak programlar geliştirilmesi gerektiğini
ortaya koymaktadır. Göçmenlerin yaşam kalitesi skorlarının da orta
düzeyde olduğu dikkate alınırsa, bu tür iyileştirmenin kronik hastalıkların kontrole alınmasının yanı sıra, yaşam kalitesinin de yükseltilmesine katkı sağlayacağı düşünülmüştür.
Kaynakça
AKBIYIK Dİ., Mendel EG., Önder ME., Cording C (1999), Almanya’da Yaşayan Türkler’de “Göçmen Olma”nın Depresyon ve Somatik Semptomlar Üzerine Etkisi, Kriz Dergisi, 7(2), 25-29
AKIL H (2005), Uluslararası İşçi Konferansı 92.Oturum, 2004 Uluslararası İşçi
Ofisi-Cenova Rapor 6:Küresel Ekonomide Göçmen İşçiler Konusunda
genel Bir Bakış, Bölüm 3, “Göçmen İşçilerin Çalışma Koşulları”ndan
çeviri, Göçmen İşçilerin Çalışma Koşulları, TTB, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, Ocak-Şubat-Mart, 12-16
CULHANE-PERA KA., Moua M., DeFor TA., Desai J (2009), Cardiovascular
Disease Risks in Hmong Refugees from Wat Tham Krabok, Thailand,
Journal of Migrant Minority Health,11(5), 372-379
FARGUES Ph(ED) (2005), Mediterranean Migration- 2005 Report, Cooperation
project on the social integration of immigrants, migration, and the
movement of persons, financed by he EC MEDA PROGRAMME, Florence, EUI-RSCAS, CARIM Consortium, 327-365
FİDANER H., Elbi H., Fidaner C., Eser SY., Eser E (1999), WHOQOL-100 ve
WHOQOL-BREF’in Psikometrik Özellikleri, 3P Dergisi, 7(2), 23-40
FİDANER H, Elbi H., Fidaner C., Eser SY., Eser E (1999), Yaşam Kalitesinin
Ölçülmesi, WHOQOL-100 ve WHOQOL- BREF, 3P Dergisi, 7(2), 5-13
GÜLER Ç, Akın L (2006), Halk Sağlığı Temel Bilgiler, Hacettepe Üniversitesi
Yayınları, Ankara, 473
234
LEVECQUE K., Lodewyckx I., Vranken J (2007), Depression and generalised
anxiety in the general population in Belgium: a comparison between
native and immigrant groups. Journal of Affective Disorders, 97, 229–
239
MUTLUER M (2003), Uluslararası Göçler ve Türkiye, Çantay Kitabevi
PUDARIC S., Sundquist J., Johansson SE (2000), Major risk factors for
cardiovascular disease in elderly migrants in Sweden. Ethnicity
Health, 5(2), 137-50
RAZUM, O., Akgün S, Tezcan, S (2000), cardiovascular mortality patterns in
Turkey: What is the evidence? Sozial- und Präventivmedicin, 45, 46-51
RAZUM O., Zeeb, H., Akgün S (1998), Low overall mortality of Turkish Residents in Germany persists and extends into a second generation;
merely a healthy migrant effect? Tropical Medicine and International
Health, 3(4), 297-303
RAZUM O., Zeeb, H., Akgün S (2001), How useful is a name-based algorithm
in health research among Turkish migrants in Germany? Tropical
Medicine and International Health, 6, 654-661
RODRIGUEZ ALVAREZ E., Lanborena Elordui N., Errami M., Rodríguez
Rodríguez A., Pereda Riguera C., Vallejo de la Hoz G., Moreno
Marquez G (2009), Relationship between migrant status and social
support and quality of life in Moroccans in the Basque Country
(Spain). Gaceta Sanitaria, 23(1), 29-37
ŞAHİN C (2001), Yurt Dışı Göçün Bireyin Psikolojik Sağlığı Üzerindeki Etkisine İlişkin Kuramsal Bir İnceleme, G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi,
21(2), 57-67
TOPÇU S., Beşer A (2006), Göç ve Sağlık. C.Ü.Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi,
10(3), 37-42
TOPÇU S (2006), Göç Eden ve Göç Etmeyen Kadınların Sağlığı Geliştirme
Davranışlarının Değerlendirilmesi ( Yüksek Lisans Tezi) , İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
VAN DER WURFF FB., Beekman AT., Dijkshoorn H., Spijker JA., Smits CH.,
Stek ML., Verhoeff A (2004), Prevalence and risk-factors for
depression in elderly Turkish and Moroccan migrants in the
Netherlands. Journal of Affective Disorders, 83:33–41
WIKING E., Johansson SE., Sundquist J (2004), Ethnicity, Acculturation, and
Self Reported Health. A Population Based Study Among Immigrants
From Poland, Turkey, and Iran in Sweden, Journal of Epidemiology and
Community Health, 58, 574-582
WILLIAMS DP, Hampton A (2005), Bariers to Health services Perceived by
Marshallese Immigrants, Journal of Immigrant Health ,7(4),317-326
235
WORLD
HEALTH ORGANIZATION(WHO) (1996) WHOQOL-BREF
Introduction, Administrion, Scoring And Generic Version Of The
Assesment, Programme On Mental Health, Geneva, 4-18
WORLD HEALTH ORGANIZATION (WHO)(1999), Definition, diagnosis and
Classification of Diabetes Mellitus and its complications. Report of a
WHO consultation. World health organization, Dept of Non communicable Diseases, Geneva, 6
YENILMEZ Ç., Ayranci U., Topal S., Aksaray G., Seber G., Kaptanoglu C
(2007), A gender-oriented comparison between the mental health profiles of Bulgarian immigrants forcibly migrated to Turkey and the native population 15 years after migration, International Journal of Psychiatry in Clinical Practice, 11:1, 21-28
YILMAZ G (2005), Emek göçünün tarihsel Arka Planı AB’deki Göçmen İşçilerin Durumu, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, Temmuz-AğustosEylül, 2-7
YILMAZ TT (2005), Göç’ün Kadın yaşamı Üzerindeki Etkileri (Yüksek Lisans
Tezi), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji
Anabilim Dalı, Van.
ZHANG J., Li X., Fang X., Xiong Q (2009), Discrimination experience and
quality of life among rural-to-urban migrants in China: the mediation
effect of expectation-reality discrepancy. Quaity of Life Research, 18(3),
291-300
236
Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye’de
Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışmalarına Yönelik
Yasal Düzenlemeler ve Çok Kültürlü Sağlık
Bakımına Yansımaları
Ayla BAYIK TEMEL
Bir sağlık sisteminde hizmetlerin kaliteli biçimde yürütülebilmesi için
yeterli sayı ve nitelikte sağlık insan gücünün bulunması ve doğru zamanda ve doğru yerde istihdam edilmesi gereklidir (Yıldırım, 2009:8794). Dünyada sağlık alanında ticarileşme ve köklü değişiklikler, rekabete
karşı nitelikli sağlık personeline gereksinimini doğurmuştur. Bu gereksinimi karşılamada bazı gelişmiş ülkeler bir strateji olarak, maliyeti düşürmek ve kar oranını arttırmak üzere gelişmiş ülkelerden göçmen sağlık personelini çalıştırmaktadır(Grignon, vd 2012). Bu makalede dünyada hekim ve hemşire göçü, boyutları, göçte itici ve çekici nedenler, göçün göç edenlere, göç veren ülkeye, göç alan ülkeye etkileri bağlamında,
ülkemizde son yıllarda başka ülkelerden sağlık personeli göçünü teşvik
edecek sağlık hizmetlerindeki değişikliklerin ve bazı yasal düzenlemelerin olası yansımalarının açıklanması amaçlanmıştır.
Dünyada Sağlık Personeli Göçü ve Etkileri
Dünyada pek çok ülkede sağlık hizmetleri ülkenin eğitim kurumlarında yetişmiş sağlık personeli ile ya da eksikliği durumunda uluslararası
düzeyde bu ülkelere göç eden sağlık çalışanlarının da çalıştırılması ile
karşılanabilmektedir. Uluslararası düzeyde sağlık çalışanı eksiğinin 4,3
milyon civarında olduğu belirtilmektedir (OECD, 2010; WHO, 2006).
Dünyada yaklaşık 175 milyon göçmen bulunmaktadır (Khan, 2007).
237
Bu göçmen grup arasında yaklaşık 60 milyon sağlık çalışanı bulunmaktadır (WHO, 2010).
Nitelikli sağlık çalışanlarının sınırlar arasındaki hareketliliği olarak ifade edilen sağlık insan gücünün uluslararası göçü, 1990’lardan
bu yana küresel sağlık gündeminde önem kazanan bir konu haline
gelmiştir (Yıldırım, 2009:87-94). Dünyada başta hemşireler ve hekimler
olmak üzere sağlık personeli, yoksul bölgelerden zengin kentlere ve
sonra gelir düzeyi yüksek ülkelere göç etmektedir (WHO,2010). 1980’li
yılların ortalarından itibaren yoksul ülkeler, bireylerin seyahat ve çalışma özgürlüğünün kısıtlanamaması ve gelişmiş ülkelerin teşvik edici
politikaları ve mesleki gelişim açısından sundukları olanaklar karşısında, yetiştirdikleri nitelikli insan gücünün göç etmesini önleyememektedir. Bu durum, küresel anlamda sağlıkta eşitsizlikleri de beraberinde getirmektedir(Özkan, Hamzaoğlu, 2008:179-183). Pek çok ülkede
sağlık personeli yetersizliği nedeniyle bireylerin sağlık bakım gereksinimleri karşılanamamakta, bu nedenle de bin yıl hedeflerine ulaşılamamaktadır(WHO, 2006).
Göç olgusu, ilk bakışta basit bir yer değiştirme süreci gibi görünse
de, nedenleri ve sonuçları göç alan ve göç veren toplumu, göç eden
bireyleri, ailelerini, bakım alanları etkilemektedir. Göç, ekonomik
yaşamdan kültüre kadar hayatın her yönünü etkileyen temel bir değişim aracıdır. Göçte etkili itici ve çekici faktörler; ekonomik, demografik, politik ve mesleksel kaynaklıdır(Grondin, Klein-Solomon, 2006).
Özde, küreselleşme ve sağlık emek göçünü teşvik eden piyasacı ekonomik politikalar göçü yöneten temel etkenlerdir(Özkan ve
Hamzaoğlu, 2008: 179-183). Yüksek gelirli ülkelerde eğitilmiş personel
azlığı ve var olan eğitimli personelin yaşlanması söz konusudur. Yaşlanan nüfus ve değişen sağlık bakım gereksinimleri, özellikle kırsal
alanlarda hipertansiyon, şeker gibi kronik hastalıkların artışı nedeniyle
sağlık hizmetlerine istem artmaktadır (WHO, 2010; Öcek, 2008: 184193). Gelir göç için önemli bir güdüleyicidir, fakat tek neden değildir.
Göç nedenleri arasında; yüksek iş memnuniyeti, kariyer fırsatları, ülke
yönetimi, politik kararsızlık, savaş ve işyerinde şiddet tehdidinden
uzaklaşmak gibi durumlar da belirtilmektedir (WHO, 2010).
238
Sağlık çalışanlarını göçe zorlayan temel nedenler kapsamında;
küreselleşme ve eğitimde uluslararasılaşma, dünyadaki demografik
değişiklikler, toplumların giderek yaşlanması, sağlık hizmetlerine
artan istem, değişen sağlık bakım gereksinimleri, yaşam beklentilerinde değişimler, evde bakım hizmetlerine artan gereksinim, eğitime yapılan yatırımların yetersizliği, mevcut üretim biçiminin bir sonucu
olarak değişen ekonomik politikalar ve sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi de sayılmaktadır (Stewart vd 2007).
Uluslararası sağlık insangücü göçünün temel itici faktörleri pek
çok çalışmada incelenmiştir. Buna göre; göç veren ülkede göçün itici
etmenleri kapsamında; sağlık personeline ödenen düşük ücretler, sınırlı mesleki gelişim olanakları, kötü çalışma koşulları, işsizlik, sınırlı
kariyer ve eğitim olanakları, yoksulluk, ekonomik istikrarsızlık, politik
zorluklar, olumsuz yaşam koşulları, aşırı iş yükü, savaşlar, şiddet,
evlilik birleşmeleri, güvenlik endişesi, doğal kıranlar, sivil çatışmalar,
insan hakları ihlalleri bulunmaktadır. Düşük gelirli ülkelerde yüksek
eğitimli sağlık çalışanlarının yarısından fazlası daha iyi iş fırsatları için
yurt dışına göç etmektedir (WHO, 2010; Yıldırım ,2009: 87-94; Brown
vd 2004: 2193-210; Kingma, 1999: 87-90).
Göç alan ülkede çekici nedenler arasında da; daha iyi çalışma ve
yaşama olanakları, daha yüksek gelir, daha iyi donatılmış sağlık sistemleri, kariyer fırsatları, yüksek eğitim standartları, iş yardımı, gelişim olanakları, daha kaliteli bir yaşam, politik istikrar, güdüleyen reklam kampanyaları, vize olanakları, internet, öğrenci-eğitici değişim
programları, hekim, hemşire, ebe ve veterinerler için Avrupa Birliği
ülkelerinde serbest dolaşım hakkı, yüksek ücretlerin vaat edilmesi
sıralanabilir. (Yıldırım, 2010: 31-65; Klein vd 2009: 197-201; Özkan,
2008: 222-231; Buchan vd 2006; Stilwell vd 2004: 595-600; Kline, 2003:
107-111).
Dünyada Avustralya, Kanada, İrlanda İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri en çok hemşire göçü alan ülkelerdir. Çin, Almanya,
Hong Kong, Hindistan, İrlanda, Malezya, Yeni Zelanda, Filipinler,
Güney Afrika, İngiltere, Sri Lanka’dan Avustralya’ya hemşireler göç
etmektedirler. Kanada; İngiltere, İrlanda ve Filipinler’den hemşire
239
göçü almaktadır. Kanada, Hong Kong, Japonya, Hindistan, Meksika,
Nijerya, Puerto Riko, Güney Kore, İngiltere, Vietnam gibi ülkelerden
de hemşireler çalışmak üzere A.B.D’ye gitmektedirler (Kline, 2003:
107-111). Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Kanada, Avustralya,
Yeni Zelanda, İrlanda eğitimini başka ülkede yapmış hekimlerin çalıştığı ve hekim göçü alan ülkelerin başında gelmektedir (OECD,2010;
OECD, 2007; Mullan, 2005: 1810-8). Genel göç açısından Amerika Birleşik Devletleri, gelişmekte olan ülkelerden ülke dışına göç eden göçmenlerin %81’inden fazlasını almaktadır. Oysa bu oran Kanada ve
Avustralya’da %11’dir (Matsuno,ILO). OECD ülkelerindeki göçmen
sağlık işgücünün çoğunluğunu Filipinler’den hemşireler (110.000) ve
Hindistan’dan doktorların (56.000) oluşturduğu belirtilmektedir
(WHO, 2010). İngiltere’de her yıl Ghana, Güney Afrika ve Zimbabwe
gibi ülkelerden çalışmaya gelen hekimler tüm hekimlerin % 0.7%1.1’ini, hemşireler de tüm hemşirelerin %0.6- %2.6’sını oluşturmaktadır (Anarfi vd, 2010). Amerika Birleşik Devletleri’nde hekim olarak
çalışabilmek için gerekli olan üçüncü adım sınavı aşan göçmen hekimler, 2001-2008 yılları arasında % 70 artmıştır. Benzer biçimde Avustralya ve Kanada’da hekim göçü %40 artmıştır. Latin Amerika ülkeleri,
A.B.D’ye ve özellikle İspanya olmak üzere Avrupa ülkelerine sağlık
personeli sağlayan önemli bir kaynaktır. Kuzey Afrika‘dan da özellikle
Fransa’ya sağlık personeli göç etmektedir(OECD, 2007).Yabancı bir
ülkede eğitim almış hekimlerin oranı Avustralya’da 2007 yılında %23
ve Amerika Birleşik Devletleri’nde %26 oranındadır. OECD ülkelerinde de, 2008 yılında hemşirelerin % 47’si, hekimlerin %36’sı bir başka
ülkede eğitim almıştır. (OECD, 2010). Birleşmiş Milletler Nüfus Gerçekleri 2010 raporuna göre de; OECD ülkelerinde çalışan hekim ve
hemşirelerin % 11’i başka ülkelerde doğmuştur (UPFDF,2010). Benzer
şekilde, yabancı ülke doğumlu hemşirelerin yüzdesi Avustralya, İsviçre ve Yeni Zelanda’da %20’nin üzerindedir. Hemşireler için Filipinler,
doktorlar için Hindistan gibi bazı göç veren ülkeler, OECD ülkelerine
sağlık personeli sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır (Martin,
2007). Asya’da özellikle Filipinler, Hindistan ve Çin, dünyada en çok
hemşire göçü veren ülkeler arasındadır. Özellikle Filipinli hemşireler
240
dünyada başka ülkelerde çalışan hemşirelerin %5- 25’ini oluşturmaktadır. Ülkede hemşireler başka ülkelere gönderilmek üzere eğitim
görmektedirler. Ancak, hemşire okullarının sayısı hızla artarken eğitim
kalitesi düşmüştür (Matsuno, ILO). Sahra altı ülkelerden biri olan
Uganda’da bir hemşire okulunda yürütülen bir araştırmada hemşire
öğrencilerin % 70’i, beş yıl içinde A.B.D ve İngiltere’de çalışmak istediklerini bildirmişlerdir (Nguyen,vd 2008). Son 30 yılda Avrupa ülkelerinde göçmen sağlık personeli sayısı %5 artmıştır. OECD ülkelerinde
çalışan hekimlerin %20’si başka ülkelerden göçle gelmiştir. Kuveyt,
Birleşik Arap Emirlikleri gibi bazı Körfez ülkelerde de sağlık çalışanlarının %50‘si göçmendir (WHO, 2010).
Sağlık Personeli Göçünün Etkileri
Göç olgusu, göç veren ülkede sağlık personeli eksikliği nedeniyle sağlık sisteminin zayıflamasına neden olmakta dolayısı ile ülkede hastalık
ve ölüm hızlarında, sağlık düzeyinde iyileşme olmamaktadır. Ancak
göçmen çalışanların ülkelerine ailelerine göndermiş oldukları döviz ve
yardımlar ailelerin yaşam düzeyinde iyileşmeler sağlayabilmektedir.
Göçe karar verme sürecinin başlamasıyla, göçe hazırlanan sağlık
personeli ulaşım ücretleri, yeni bir dil öğrenme, farklı klinik uygulamalara uyum, akredite olabilmek için maddi ve manevi yük almaktadır (Dacuycuy, 2008; Chandra vd, 2005: 33-7). Göçmen hekim ve hemşireler, yerleştikleri ülkede kültürel farklılıklar nedeniyle kültür şoku,
yabancılaşma, iş bulamama, konut sorunları, ayırımcılık, ağır ve kötü
iş koşullarında düşük ücretle çalıştırılma gibi etik sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Bu sorunlara bağlı olarak hekim ve hemşirelerde, zor
yaşam koşulları nedeniyle, ilaç bağımlılığı, alkol kullanma, şiddet,
sağlık hizmetlerine sınırlı ulaşım olanakları, kronik hastalıklar, yalnızlık, sosyal izolasyon, sosyal destek eksikliği, stres gibi fiziksel, sosyal,
psikolojik sağlık yakınmaları ortaya çıkmaktadır (WHO, 2007; Kingma,
1999). Örneğin; Fransa, Norveç, Avusturya, Finlandiya, Belçika, A.B.D
gibi pek çok ülkede göçle gelen sağlık personeline, o ülkenin dilini
konuşabilmesi koşulu ve mesleki yeterlilik sınavında başarılı olma
zorunluluğu getirilmiştir. Kültüre uyum yanı sıra bu yükümlülüklerin
241
yerine getirilmesi için gerekli yetkinlikler için geçen süreç maddi ve
manevi yükleri de beraberinde getirmektedir (Blythe, vd 2009;
Mcelmurry vd 2006: 226-235).
Ülkemizde Yabancı Sağlık Personelinin Göçünü Destekleyen
Sağlık Düzenlemeleri
Ülkemizde 2012 yılına kadar sağlık yasaları ile ilgili hükümler, yabancı
sağlık personelinin sağlık hizmetlerinde çalışabilmesine izin vermiyordu, bu nedenle, sağlık personeli göçü söz konusu değildi. Ancak
son yıllarda küreselleşmenin bir yansıması olarak aşağıda belirtilen
sağlık hizmetlerinde yapısal değişiklikler ve gerçekleştirilen bazı yasal
düzenlemelerin dışarıdan sağlık insan göçüne neden olabileceği beklenebilir.
Sağlıkta Dönüşüm
Ülkemizde 1990 yılları sonunda Dünya Bankası desteğinde yürütülen
projeler temel olarak sağlıkta reform çalışmalarını konu edinmiş ve bu
dönemde reform çalışmalarının adı “Sağlık Projeleri”ne dönüşmüştür.
1993 yılında toplanan Sağlık Kongresinde alınan kararlar paralelinde
bir takım düzenlemeler yapılmıştır. 2003 yılında hazırlanan “Sağlıkta
Dönüşüm Programı” ile belirlenen sekiz temel bileşen kapsamında
sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ve sunumu açısından önemli değişiklikler olmuş, Sağlık Bakanlığı planlayıcı ve denetleyici role geçmiştir. Yerinden yönetim, verimliliği esas alan rekabete dayalı yönetim ve
performansa dayalı yönetim ilkesi ile sağlıkta hastanelerin özerkleşmesi ve özelleşmenin yolu açılmış, özel hastane işletmeciliği desteklenmiştir (T.C Sağlık Bakanlığı, 2003).
Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye’de Özel Sağlık
Kuruluşlarında Çalışma Usul Ve Esaslarına Dair Yönetmeliği
Ülkemizde 11 Nisan 1928 tarih ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun hükümleri gereğince doktorlar, diş
hekimleri, ebeler ve hastabakıcıları için “Türk olma ve Türkiye’deki ilgili
242
bir kurumdan diploma sahibi olma koşulu” bulunmaktaydı (T.C. Sağlık
Bakanlığı, 1928). 25 Şubat 1954 tarih ve 6283 sayılı Hemşirelik Kanunu
uyarınca da hemşirelik mesleği Türk vatandaşlarına tahsis edilmişti. Bu
durumda Türk olmayan hekim ve hemşirelerin ülkeye göçle gelerek
çalışması mümkün değildi (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2007).Türkiye’de “ithal hekim” tartışması mevcut hükümet tarafından 2006 yılında gündeme getirilmiş ve uzun ve zorlu tartışmalardan sonra yabancı hekimlerin
Türkiye’de çalışabilmesinin önünü açan 5581 sayılı Kanun, 15 Şubat
2007 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş, ancak aynı yıl cumhurbaşkanı
tarafından veto edilmişti (Türk Tabipler Birliği ,2007).
Türkiye’de hekim ve hemşire sayısı eksikliği bahane edilerek yasalar çerçevesinde Türk olmayan hekim ve hemşirelerin çalıştırılması
yasak olmasına karşın, 6283 sayılı Hemşirelik Kanununda ve 1219
sayılı Yasada değişiklik yapılarak, “T.C vatandaşı olmak" koşulu kaldırılarak, 22 Şubat 2012 tarihinde ve 28212 sayılı Resmi Gazetede “Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye’de Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik” çıkarılarak yabancı
sağlık meslek mensuplarının Türkiye’de özel sağlık kuruluşlarında
çalıştırılmalarının önü açılmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2012c; T.C.
Sağlık Bakanlığı, 2011b; T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011c). Bu yönetmeliğin
amacı; Türkiye’de mesleklerini icra etmek isteyen yabancı sağlık meslek mensuplarının özel sağlık kuruluşlarında çalışmalarına ilişkin usul
ve esasları düzenlemektir. Yönetmelik; diş hekimi, eczacı, ebe ve hastabakıcılar hariç özel sağlık kuruluşlarında çalışacak tüm yabancı sağlık meslek mensuplarını kapsamaktadır. Diş hekimi, eczacı, ebe ve
hastabakıcılardan Türk soylu olanlar için ayrı bir yasal düzenleme
bulunduğundan bu kişiler düzenleme kapsamı dışında bırakılmıştır.
Yönetmelikte Yabancı: Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık
bağı bulunmayan kişiyi ifade eder. Bu Yönetmelik kapsamındaki yabancı sağlık meslek mensuplarının aşağıda yer alan şartları sağlamak
kaydıyla özel sağlık kuruluşlarında mesleklerini uygulayabilecekleri
belirtilmiştir. Bu koşullar kapsamında sağlık personelinin; diploma
ve/veya uzmanlık belgelerinin denkliği onaylanmış ve Bakanlıkça
tescilleri yapılmış bulunması, mesleğini icra etmesine kanunen engel
243
hali bulunmaması, üniversitelerin Türkçe Öğretimi Uygulama ve
Araştırma Merkezleri tarafından yapılan Türkçe dil sınavında Avrupa
Dil Portfolyosu kriterlerine göre (B) veya üzeri seviyede başarılı olması, ilgili mevzuata göre Türkiye’de çalışma ve ikâmet izni almış olması,
hekimlerin, zorunlu mesleki malî sorumluluk sigortası yaptırması
gereği belirtilmiştir. Hekim ve hemşirelerin tüm belgeleri kapsayan
dosyasıyla çalışmak istediği özel sağlık kuruluşuna başvuru yapacağı,
uygun bulunması halinde yabancı sağlık meslek mensubunun diplomasının tescil edilerek mesleğini icra etmesinin Bakanlıkça uygun bulunduğuna dair belge düzenleneceği ve personel çalışma belgesinin Müdürlük tarafından onaylandığı tarihten itibaren özel sağlık kuruluşunda
çalışabileceği belirtilmiştir. Başvuru için istenen belgeler aşağıda belirtilmiştir:1) İlgili merci tarafından diploma ve/veya uzmanlık belgelerinin
denkliğinin kabul edildiğini gösterir belge 2) Üniversitelerin Türkçe
Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezleri tarafından yapılan Türkçe
dil sınavında Avrupa Dil Portfolyosu kriterlerine göre (B) veya üzeri
seviyede başarılı olduğuna dair belge 3) Türkiye’de ilk defa meslek icrasında bulunacakların, geldikleri ülkenin Sağlık Bakanlığı veya Büyükelçiliğinden alınan ve kanunen mesleğini yapmaya engel halinin bulunmadığını gösteren belge 4) Çalışacakları özel sağlık kuruluşu ile yabancı
sağlık personeli arasında yapılan ve yabancı sağlık personeline ödenecek aylık ücret miktarının da belirtildiği hizmet sözleşmesi.
Sağlık Turizmi Uygulamalarının Geliştirilmesi
Dünyada 1970’li yıllardan sonra turizm en önemli sektör ve kavramlardan biri olmuştur. Ülkemizde 1980’lerden sonra Turizm konusuna
dikkatler çekilmiştir. 2010-2014 T.C. Sağlık Bakanlığı Stratejik Eylem
planında Sağlık Turizmine geniş yer verilmiştir (Aydın, Şeker, 2012).
2010 yılında ülkemize 28632204 turist gelmiştir. Türkiye’ye gelen sağlık turistlerinin yaklaşık 100 bin kişiyi aştığı görülmektedir. Ülkemizde
Sağlık Turizmi Koordinatörlüğü, T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık
Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde 31 Mart 2012 tarihinde kurulmuş, 05.05.2011 tarihinde T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri
Genel Müdürlüğüne devredilmiş, bu tarihten itibaren T.C. Sağlık Ba-
244
kanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde hizmet vermiştir. 02 Kasım 2011 sayılı Resmi Gazete ile 663 sayılı yasa gereği
Bakanlıktaki yeniden yapılandırma kapsamında; T.C. Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı olarak hizmetine devam etmektedir. Ülkemizde Turizm Sağlığı hizmetlerinin tek elden kontrol edilebilmesi, özel ve öncelikli sağlık programlarının geliştirilip uygulanması hedeflenmiştir. Sağlık Turizmi hizmetlerinin ülkemizde standardize edilmesi ve tek elden yönlendirilmesi için
farklı ve özel bir program yönetimi yaklaşımı için, 210 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
bünyesinde Sağlık Turizmi ile ilgili faaliyetleri yürütmek üzere; Yurt
Dışı Koordinasyon, Medikal Turizmi, Terrnal Turizm Spa- Wellness,
İleri yaş ve engelli Turizmi bölümlerinden oluşan Sağlık Turizmi Birimi kurulmuştur (Aydın, Şeker, 2011). Bu düzenleme ile de yabancı
uyruklu hekim ve hemşirelerin ülkemizde mesleğinin serbest icrasının
önü açılmıştır.
Sağlık Serbest Bölgelerin Kurulması
Ülkemizde, 1985 tarihli 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu, 663 sayılı
Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşların Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname gereğince Sağlık Serbest Bölgelerin
kurulması planlanmıştır. Kurulması planlanan Sağlık Serbest Bölgeleri’nde rekabetçi fiyatlarla sunulacak olan kaliteli hizmetlerle Türkiye’nin gelen uluslararası hastalara en iyi şekilde hizmet verecek bir
bölge olması hedeflenmektedir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2012b).
Özel Hastaneler Yönetmeliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik 2010
Türkiye’de, Özel Hastaneler Yönetmeliği'nde değişiklik yapılmasına
dair yönetmelik, 24 Haziran 2011 tarihli, 27974 sayılı Resmî Gazete de
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir (Özel Hastaneler Yönetmeliği'nde
değişiklik yapılmasına dair yönetmelik, 2011) Buna göre özel hastaneler, bakanlıkça izin verilmesi kaydıyla yabancı hekim ve hekim dışı
245
sağlık meslek mensubu çalıştırabilecektir. Ülkemizde Sağlık Turizmi
hizmetlerinin %95’ini özel sağlık sektörü sunmaktadır. Ancak kamu
hastanelerine de yabancı hasta gelmektedir. Özellikle Turistin Sağlığı
kapsamında Acil Sağlık Hizmetini özel sektörden alamadıkları bölgelerde ve süreçlerde kamu hastaneleri hizmet vermektedir. Bunun yanı
sıra faaliyete geçirilmesi hedeflenen sağlık kampüslerinin özellikle
Ankara, İstanbul’da birçok yabancı hasta başvurusunu getireceği beklenmektedir.
Sağlık Turizmi Koordinasyon Birimi
Türkiye’de 80 ilde Sağlık Turizmi Koordinasyon birimi bulunmaktadır. Toplam Olarak 18 ilde (Ankara, İstanbul, İzmir, Muğla, Adana,
Antalya, Denizli, Bursa, Gaziantep, Mersin, Hatay, Diyarbakır, Erzurum, Nevşehir, Edirne, Aydın, Van, Kayseri), 40’a yakın hastane uluslararası hasta kabul etmektedir.
T.C Sağlık Bakanlığı, 444 47 28 Uluslararası Hasta Destek Birimi
Uluslararası Hastalar için, 7gün 24 saat, Almanca, Arapça, İngilizce
ve Rusça Tercümanların desteği ile hizmet vermektedir (T.C.,Sağlık
Bakanlığı, 2012a).
Sağlık Bakanlığı- Sağlık Alanında Yapılan İkili İşbirliği
Anlaşmaları.07.201
Sağlık Bakanlığı, 55 ülke ile Sağlık Alanında Yapılan İkili İşbirliği Anlaşmaları ile karşılıklı bilgi alışverişi, heyet ve sağlık personeli değişimi, düzenlenecek konferans ve bilimsel toplantılara uzmanların katılımının desteklenmesi ve tıp bilimleri alanlarında karşılıklı olarak kabul edilecek diğer şekillerde işbirliği mutabakatı sağlamıştır.
(T.C,Sağlık Bakanlığı, 2011a).Ülkemize göçle gelecek hekim ve hemşirelerin bu ülkelerden gelmesi beklenmektedir
246
Yurtdışı Hasta İl Koordinasyon Merkezleri ve Yurtdışı Hasta
Birimi Olan Hastaneler
Ülkemizde tedavisi kabul edilen yabancı hastaların koordinasyonu
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünce yürütülmektedir. (Aydın, Şeker, 2012). Bu amaçla Yurtdışı Hasta İl Koordinasyon Merkezleri ve
Yurtdışı Hasta Birimi Olan Hastaneler belirlenmiştir(Aydın, Şeker,
2012).
Ülkemizde Yabancı Sağlık Personelinin Göçünü Destekleyen
Sağlık Düzenlemelerinin Çok Kültürlü Bakıma Olası Yansımaları
Sağlık hizmetleri kapsamında yukarıda sözü edilen tüm yasal düzenlemeler, ülkemize dışarıdan sağlık personelinin göçünü destekleyen
çekici etmenler olarak görünmektedir. Sağlık insan gücünün göçü
kaçınılmaz bir olgu olduğundan, bu hareketliliğin hem göç veren ülke,
hem göç alacak ülkemiz, hem de göçle gelecek sağlık çalışanları açısından maksimum fayda yaratacak şekilde, hakların ve ihtiyaçların
dengelenmesi yönünde yönetilmesi gereklidir. Çünkü Dünya Sağlık
Örgütü’nün de belirttiği gibi, planlanmayan veya yönetilmeyen göç;
sağlık sistemine ve sağlık çalışanlarına zarar verebilir, planlamayı
olumsuz etkileyebilir, sistemi aşındırabilir ve hakkaniyeti olumsuz
yönde etkileyebilir (Yıldırım, 2010). Sağlık serbest bölgelerinde hizmetlerin uygulaması kapsamında SGK ile anlaşma yapılmayacağı, acil
sağlık hizmetlerin serbest bölge dışına verilmeyeceği, %85 oranında
yabancı hastalara bakılacağı konusundaki öngörüler bu düzenlemelerin ülkemiz halkının sağlık hizmetlerinden yararlanmalarına bir katkısı olmayacağını göstermektedir. Bu bölgelerde Türkçe bilmeyen yabancı hemşirelerin ve hekimlerin kısa süreli düşük ücretlerle çalıştırılabilmesi, Türkiye’de çalışma ve ikamet izni almada yaşayabilecekleri
zorluklar, özlük hakları açısından beklenebilecek olumsuzluklar olabilir. Türkiye’de çalışan hekim ve hemşirelerin bu hizmetlerde görev
almamaları bir ayırımcılık olacaktır. Göçle gelecek hekim ve hemşirelerin gelişmiş ülkelerden çok, İran ya da Türkiye Cumhuriyetleri gibi
antlaşma yapılan ülkelerden olabileceği ve bu durumun o ülkelerin
247
sağlık göstergelerinde olumsuz gelişmelere yol açabileceği beklenir.
Ülkemizde çalışacak bu grup sağlık personelinin kanuni düzenlemede
bile adının yabancı olarak tanımlanmasında şimdiden bir ayırımcılık
sezilmektedir. Bu grup hekim ve hemşirelerin iş başvurularında ortaya
çıkabilecek aracı firmalara ücret ödemeleri, ayırımcılık, kültür şoku,
farklı kültüre uyum sağlamada zorluklar, dil sorunu gibi problemler
yaşayabilecekleri düşünülebilir. Sağlık çalışanının kültürü, değerleri
ve mesleki eğitimi, ülkemizin kültürü, değerleri, sağlık sistemi özellikleri ve eğitimi ile örtüşmüyorsa bu durum, kültürel yeterli bakım vermesini de kısıtlayabilecek ve ülkenin sağlık bakımının kalitesini olumsuz etkileyebilecektir. Göçle gelen hekim ve hemşirelerin bakım almak
üzere farklı kültürden gelen hastaların kültürünü tanımamaları nedeniyle yanlış tanı koyma gibi yapabilecekleri mesleki hatalar, istenmeyen önemli etik problemler olarak beklenebilir. Hasta, hasta yakınları
ve sağlık personeli ile çatışma da yaşayabilirler (Birdal, 2011). Ancak,
sağlık çalışanlarının kendi ülkelerinden tatil ve tedavi amaçlı gelecek
hasta turistlere kendi dilini ve kültürünü tanıyarak hizmet vermeleri
yararlı olabilecektir.
Göz Önünde Bulundurulacaklar
Özel sektörde, sağlık serbest bölgelerinde, medikal turizmde çalışacak
göçmen hekim ve hemşirelerin mesleki yeterlilikleri ne düzeydedir?
Bu yeterlilikler nasıl, kimler tarafından değerlendirilecektir? Uyum
eğitimi programları nasıl, kimlerce yürütülecektir? Farklı kültürden
hastalara bakım verileceği için kültürel yeterli sağlık bakım standartları konusunda ne gibi düzenlemeler yapılacaktır? Hekim ve hemşirelere kültürlerarası bakım becerileri açısından neler öğretilecektir? Sorularına verilecek yanıtlar bakım alanların doğru, hatasız bakım almalarını ve memnuniyetini arttıracaktır. Tüm gerçekler göz önüne alınarak
halkın bu hizmetlerden yararlanabilmesi, ülkemiz hekim ve hemşirelerinin ayırımcılığa uğramaması, ülkemize gelecek sağlık çalışanlarının
sömürülmemesi önemli etik gerekliliklerdir. Sağlık çalışanı göçü almaya hazırlanan bir ülke olarak Türkiye’de yabancı sağlık personeli
ihtiyacını azaltmak için, yetişmiş yerel sağlık personelinin çok kültürlü
248
bakım vermek üzere yetiştirilmesi ve çalıştırılmasına yönelik düzenlemelerin yapılması önemlidir. Yurtdışından gelecek sağlık çalışanlarının gelmeden önce ve sonra bakım becerileri değerlendirilmesi ve
geliştirilmesinde Türk Hemşireler Derneği ve Türk Tabipler Birliği’nin
görüşleri ve katılımı sağlanmalıdır. Ülkemiz kültürü ile ilgili özellikler
konusunda kültürel bilgiler kendilerine hizmet içi ve uyum programları ile aktarılmalıdır. Ayrıca göç veren ülke ile ülkemiz arasında yapılan antlaşmalarda sağlık çalışanlarının istihdamına yönelik etik kurallar işletilmeli, göçle gelen hekim ve hemşirelerin geri dönüşleri teşvik
edilmelidir (Öcek, 2008: 184-193).
Kaynakça
ANARFİ, J.,QUARTEY, P., AGYEİ, J. (2010), Key determinants of migration
among health professionals in Ghana, http://www. migrationdrc.
org/publications/research_reports/Quartey_et_al_Health_workers.pdf
. (25.06.2013)
AYDIN, D., ŞEKER, S. (2011), T.C.Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel
Müdürlüğü Sağlık Turizmi Koordinatörlüğü, Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Uygulama Rehberi, Ankara (30.06.2013)
BİRDAL, E. (2011), Medikal Turizm Araştırması, T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi
Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara
BLYTHE, J.. BAUMANN A., RHÉAUME, A., MCINTOSH, K. (2009), Nurse
migration to Canada, pathways and pitfalls of workforce integration,
J Transcult Nurs, 20 ( 2): 202-210
BROWN, RP., CONNELL, J. (2004 ), The migration of doctors and nurses from
South Pacific Island Nations, Soc Sci Med., 58 (11): 2193-210
BUCHAN, J., PERFILIEVA, G. (2006), Health worker migration in the
European Region: Country case studies and policy implications,
World Health Organization 2006, WHOLIS, number E88366.
http://www.euro.who.int/__data/assets/pdf_file/0009/102402/E88366.p
df (25.06.2013)
CHANDRA, A., WILLIS, W, K. (2005), Importing nurses: Combating the
nursing shortage, Hospital Topics, 83 (2): 33–7
DACUYCUY, L, B. (2008), The migration of health professionals, ILO Asian
regional programme on governance of labour migration, Working
Paper
No.7,http://www.pstalker.com/ilo/resources/ILO%20MGREU%20WP
249
07%20-%20The%20Migration%20of%20Health%20Professionals.pdf
(30.06.2013)
GRIGNON, M., OWUSU, Y,. SWEETMAN, A. (2012), The international
migration of health professionals, Discussion paper series, The Institute
for
the
Study
of
Labor(IZA)
DP
No.
6517
http://ftp.iza.org/dp6517.pdf.http://www.who.int/mediacentre/factshe
ets/fs301/en/ (30.06.2013)
GRONDİN,D., KLEİN-SOLOMON, M. (2006), IOM international dialogue on
migration, migration and human resources for health: from
awareness
to
actıon.http://www.iom.int/jahia/webdav/site/myjahiasite/shared/shar
ed/mainsite/microsites/IDM/workshops/Migration_and_HR_2324030
6/MHCW_final_report.pdf. (30.06.2013)
MCELMURRY, B, J., SOLHEIM, K., KISHI, R., COFFIA,, M, A., WOITH, W. (
2006), Ethical concerns in nurse migration, Journal of Professional
Nursing, 22 ( 49): 226-235
KHAN, J, A. (2007), Migration of health personnel and its impact on health
systems in developing countries, J Ayub Med Coll Abbottabad, 19 (4): 12.
http://www.ayubmed.edu.pk/JAMC/PAST/19-4/00-Editorial%20J
A%20Khan-19-4.pdf. (26.06.2013)
KINGMA, M. (1999), Discrimination in nursing, International Nursing Review,
46 (3): 87–90
KLEIN, D., HOFMEISTER, M., LOCKYER, J., RODNEY C, R., FIDLER, H.
(2009) Push, pull, and plant: the personal side of physician
ımmigration to Alberta, Canada, Fam Med, 41 (3): 197-201
KLINE, D,S. ( 2003), Push and pull factors in international nurse migration,
Journal of Nursing Scholarship, 35 (2): 107-111
MARTIN, J, P. (2007) ,Tıp alanında beyin göçü: Söylenceler ve gerçekler, uluslararası göç görünüm raporu, International Migration Outlook: SOPEMI
- 2007 Edition Türkçe özet, http://browse.oecdbookshop.org
/oecd/pdfs/free/810712ve5.pdf (25.06.2013)
MATSUNO, A., ILO/EU Asian programme on the governance of labour
migration technical note nurse migration: The Asian perspective
http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---asia/---robangkok/documents/publication/wcms_160629.pdf1 (25.06.2013)
MULLAN, F. (2005), The metrics of the physician brain drain, The New England
Journal of Medicine, 353 (17): 1810-8
250
NGUYEN, L., ROPERS, S., NDERİTU, E., ZUYDERDUİN, A., LUBOGA, S.,
HAGOPİAN, A. (2008), Intent to migrate among nursing students in
Uganda: Measures of the brain drain in the next generation of health
professionals, Human Resources for Health, 6:5 doi:10.1186/1478-4491-65.http://www.human-resources-health.com/content/6/1/5 (25.06.2013)
OECD. (2007), Immigrant health workers in OECD countries in the broader
context of highly skilled migration, International Migration Outlook,
Sopemi 2007 Edition. http://www.oecd.org/els/mig/41515701.pdf
(30.06.2013)
OECD. (2010), International migration of health workers ımprovıng
ınternatıonal co-operatıon to address. the global health workforce
crısıs. Policy Brief. http://www.oecd.org/migration/mig/44783473.pdf.
(25.06.2013)
ÖCEK, Z., AKSU, F., GÜRSOY, Ş, T. (2008), Sağlık emek göçünün dinamikleri,
Toplum ve Hekim,23 (3): 184-193
Özel hastaneler yönetmeliği'nde değişiklik yapılmasına dair yönetmelik (2011)
R. G: 24 Haziran 2011, Sayı: 27974. http://www.saglikpersoneli.
com.tr/guncel/ozel-hastaneler-yonetmeliginde-degisiklikler-olduh3658.html (25.06.2013)
ÖZKAN,Ö.(2008), Uluslar arası hemşire göçü:Kim(ler) için ve neden bir sorundur?, Toplum ve Hekim, 23 (3): 222-231
ÖZKAN,Ö., HAMZAOĞLU,O. (2008), Uluslararası sağlık emek göçü: ne, nasıl,
neden?, Toplum ve Hekim, 28(3), 179-183
STEWART, J., CLARK, D., CLAR, P, F. (2007), Migration and recruitment of
health care professionals: causes, consequences and policy response,
Focus migration, Policy Brief No.7. http://focusmigration.hwwi.de
/typo3_upload/groups/3/focus_Migration_Publikationen/Kurzdossier
s/PB07_Health.pdf (30.06.2013)
STILWELL, B., DIALLO, K., ZURN, P., VUJICIC, M., ADAMS, O., DAL, POZ,
M. (2004), Migration of health-care workers from developing
countries: strategic approaches to its management, Bulletin of the
World Health Organization,82 :595-600
T.C.,SAĞLIK BAKANLIĞI. (2012a), Sağlık Turizmi El Kitabı http://www.
saglik.gov.tr/SaglikTurizmi/dosya/1-75590/h/saglik-turizmi-el-kitabi08052012.pdf (25.06.2013)
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı. (2012b), Sağlık Serbest Bölgesi (SSB) Çalışması, Ankara. http://astd.org.tr/uploads/files/dursun_aydin%281%29.pdf
(25.06.2013)
251
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI (2003), Sağlıkta Dönüşüm Programı.
http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-2906/saglikta-donusumprogrami.html (25.06.2013)
TABABET VE ŞUABATI SAN’ATLARININ TARZI İCRASINA DAİR
KANUN.(1928), R.G. Tarihi: 04.04.1928, Sayısı:1219 R.G. Sayısı:863.
http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-460/sayisi1219--rgtarihi04041928--rg-sayisi863-tababet-ve-.html (15.06.2013)
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI, SAĞLIK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
SAĞLIK TURİZMİ DAİRE BAŞKANLIĞI (2011a), Sağlık Alanında
Yapılan İkili İşbirliği Anlaşmaları (Ülkeler). http://www.saglik.gov.tr
/SaglikTurizmi/belge/1-16362/saglik-alaninda-yapilan-ikili-isbirligianlasmalari-ulk-.html. (26.06.2013)
T.C.SAĞLIK
BAKANLIĞI,
TÜRKİYE
KAMU
HASTANELERİ
KURUMU.(2011b), Hemşirelik Kanunu, Kanun NO: 6283,
RG:2.3.1954; Sayı:8647, Yayımlandığı Düstur: Tertip : 3Cilt : 35Sayfa :
460 (Değişik: 11/10/2011, KHK-663/ 58 md.) http://www.tkhk.gov.tr
/Eklenti/830,6283-sayili-hemsirelik-kanunupdf.pdf?0 (26.06.2013)
T.C.,SAĞLIK BAKANLIĞI (2011c), Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Sağlık Turizmi Birimi Kurulması . http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya
/1-74195/h/saglik-turizmi-biriminin-devredilmesi-bakanlikmakamina-.pdf (26.06.2013)
T.C.SAĞLIK BAKANLIĞI (2007), Hemşirelik Kanunu, Kanun NO: 6283, RG:
2.3.1954; Sayı: 8647(Değ.:Kanun No. 5634 RG: 2.5.2007/26510)
http://www.turkhemsirelerdernegi.org.tr/hemsirelik-kanunu.aspx.
(26.06.2013)
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI (2012 c), Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının
Türkiye’de Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışma Usul ve Esaslarına
Dair Yönetmelik, 22 Şubat 2012 Resmî Gazete Sayı: 28212
http://www.saglik.gov.tr/SaglikTurizmi/belge/1-15134/yabanci-saglikmeslek-mensuplarinin-turkiyede-ozel-sagl-.html (15.06.2013)
TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ (2007), Torba yasa ve iade gerekçesi,
http://www.ttb.org.tr/mevzuat/?option=com_content&view=article&i
d=481:torba (30.06.2013)
UNITED NATIONS POPULATION FACTS DEPARTMENT OF ECONOMIC
AND SOCIAL AFFAIRS, POPULATION DIVISION. (2010) Health
workers,
international
migration
and
development
No.
2010/2/E/Rev.http://www.un.org/esa/population/publications/popfact
s/popfacts_20102rev.pdf(26.06.2013)
252
WHO (2007). Health of migrants Executıve Board Eb122/11,122nd Session 20
December Provisional Agenda Item 4.8 http://apps.who.int/gb/ebwha
/pdf_files/EB122/B122_11-en.pdf (26.06.2013)
WHO MEDIA CENTRE (2010), Migration of health workers, fact sheet no:301,
http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs301/en/ (22.06.2013)
YILDIRIM, T. (2009), Sağlık çalışanları ve uluslararası göç: Göç nedenleri
üzerine bir inceleme, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, 62 :3,
87-94
YILDIRIM, T. (2010), Uluslararası düzeyde sağlık çalışanlarının göçünü yönetme politikaları: genel bir bakış ve Türkiye için bir durum değerlendirmesi, Amme İdaresi Dergisi, 43 :4, 31-65
253
Kısım 2
İki ve Çokdillilik
255
Eğitim Kurumlarında Çokdillilik: Türkiye ve
Almanya Karşılatırmasında Çokdilli Bir Eğitim
Önerisi 1
Jochen REHBEIN
İyi de, Neden Çokdillilik?
Aşağıda, münferit toplumların küresel iletişime katışmasının günümüzdeki koşullarını gözönünde bulundurarak ve çocukların, bireysel
ama antropolojik bağlamda edinilmiş potansiyellerini olabildiğince
fazla dilde kullanabilmelerinin gerçekleştirilmesi anlamında çok dil
öğrenme olanağı sunmak suretiyle eğitimini amaçlayan bir çokdilli
eğitimden söz edeceğim. Fakat böyle bir amaç, karşılaştıracağımız iki
ülkede de doğal bir durum olmadığından, ilkin, bireylerin çokdilli
gelişimiyle ilgili bazı savlara değineceğim:
1. Antropolojik açıdan: İnsan henüz çocukluk ve gençlik dönemlerinde sayısız dili öğrenebilme yetisi ile donatılmıştır; bu yeti
yaşam boyunca kalıcılığını korur.
2. Ailevî açıdan: Yetişmekte olan çocuk, aile fertleriyle onların
anadilinde konuşur; bu durum salt göçmen ailelere değil,
azınlık dili konuşan diğer gruplara da özgü bir olgudur („bir
lisan - bir insan“); anlama üzerine yeterlilik oluşturulması (“
İki Dillilik Araştırması”; Grosjean, örneğin 2008, 2010; Lüdi
2006 ve diğerleri); ayrıca bkz. “Kuşaklar Boyu Alıcı (refeptif)
Çokdillilik” (Herkenrath 2012, Çabuk 2013).
1
Working Paper 3 of the EU-Project „Approaches to Multilingual Schooling in
Europe, P7: Aspects of Multilingual Schooling in Turkey (AMu) SE“- 519055-LLP-12011-1-IT-KA2-KA2NW, 2012 – 2014, Life Long Learning Program (LLLP). This publication reflects the views only of the author, and the Commission cannot be held responsible for any use which may be made of the information contained therein.
257
3. Çokdilli dil öğrenimi: Çokdilli bağlamda dil öğrenimi ne denli
erken başlarsa her bir dili öğrenmekte de bir o denli başarılı
olunur (başka bir deyişle: tekdillilik, genel anlamda dil öğrenimini güçleştirir).
4. Nörofizyolojik açıdan: Çokdillilikte, tekdilliliğe kıyasla merkezî
sinir sisteminde daha fazla görev/işlem alanı (Schaltkreis)
oluşturulur; bu işlem alanları, zekânın farklı işlevleri için de
kullanılabilir (Paradis, 2004).
5. Yabancı dil öğrenimi: Erken yaşlardaki çokdillilik daha sonraları okulda ve meslekte yabancı bir dil öğrenmede, dolayısıyla
yabancı dil dersinde özellikle gerekli olacak sözlü iletişim ve
üstdil yetilerinin edinilmesi ve geliştirilmesi anlamında en
sağlam temelin oluşmasını sağlar (Bialystok 1999, 2001).
6. Psikolojik-bilişsel açıdan: Çokdillilik, hafızayı, özellikle de çalışma hafızasını ve aynı zamanda dilsel algılamayı ve (dilsel)
anlamayı iyileştirir.
7. Toplumsal-sosyal bilinç açıdan: Çokdillilik, toplumu oluşturan
grupları birbiriyle iletişime açık hale getirir, böylelikle toplumsal dayanışmanın güçlenmesine katkı sağlar.
8. Sosyo-psikolojik açıdan: Çokdillilik, diğer dilleri konuşanlara
karşı var olan önyargıları yıkar.
9. sözbilimsel-biçimsel açıdan: Çokdillilik, dilsel ifade gücünü pekiştirip yükseltir.
10. Ulusötesi iletişim / uluslararası ilişkiler söylemi: Çokdillilik; ekonomi, diplomasi, bilim vs. alanlarda başarıyı artırır; sınırlar ve
toplumsal gruplar ötesi alıcı çok-dilliliği de pekiştirir (“Lingua
Rezeptia veya LaRa” konsepti; bkz. Rehbein, ten Thije,
Verschick 2012).
11. Alansal coğrafi açıdan: Çokdillilik, bir iletişim turizmi gibi, bölgeler ve sınırlar ötesi iletişimi destekler.
12. Bilgikuramsal ve felsefi söylem: Dünyada edinilmiş tecrübeler
üzerine farklı dillerde farklı görüşler kaleme alınmıştır (bkz:
Humboldt, Slobin).
258
13. Demokrasi söylemi: Birçok sosyo-lengüistik eserlerin de gösterdiği gibi çokdillilik, farklı dillerde konuşan insanlara karşı
hoşgörüyü, dolayısıyla da demokrasiyi güçlendirir.
14. Nihayet demografik ve istatistiksel söylem: Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, 2015 yılında okula başlayacak çocukların neredeyse yarısı, anadili Almanca olmayan, göçmen kökenli ailelerden geliyor olacak. Ve artan bir eğilimle. Öte yandan Türkiye’de yurtdışından gelen göçmenler yanı sıra sayıları milyonlarla ifade edilen bir iç göç olgusu yaşanmaktadır.
Dünyanın çoğu ülkesinde çokdilliliğin yaygın olduğunu bilmemize ve uluslararası iletişimin çokdilli bireylere ihtiyaç duymasına
rağmen, pek çok insan toplumlarında varlığını sürdüren milliyetçiliğe
dayalı tekdillilik ideolojisini halen sorgulamamaktadır. Her şeye rağmen: toplumlarımızın geleceği; çokdilli olmanın en fazla umut verdiği
yerlerde yeşerecek gibi görünüyor.
Çoğul Dillilik (mutlaka) Çokdillilik Anlamına Gelmez
Avrupa Birliği (AB) dahilinde yaklaşık 60 bölgesel veya azınlık dili
konuşulmakta. „European Charter for Regional or Minority
Languages” (Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri Avrupa Sözleşmesi), bu
dillerle ilgilidir. Oysa bu sözleşme birer “göçmen dili” olarak sayılan
Arapça, Türkçe, Farsça, Kürtçe, Rusça, Ukraynaca Hint-Urdu dilleri ya
da Süryanice gibi dilleri de kapsaması gerekir. Bölgesel diller, göçmen
dilleri ve ayrıca toplumda konuşulan bütün dilleri bir üst kavramın altında toplanması gerekir. Ben de bu bağlamda Michael Clyne’ın 1991
yılında önerdiği İngilizce „community language“ ya da community
Sprache (= topluluk dili) kavramını kullanıyorum. Bir topluluk dili,
değişik roller üstlenebilir (bkz: Tablo 1’de, Türlere Genel Bakış): gerek
resmî dil olarak, gerekse Lingua Franca (ulaşım dili), bölgesel lingua
franca, (müfredat gereği) öğretilen yabancı dil, yasal dil, sınır komşusu
dili, bölgesel dil olarak ya da ulusal birer dil olan Avrupa dahili
ve/veya harici göçmen dilleri olarak. Topluluk dillerinin, bu rollerin
gerektirdiği biçimde değişik işlevleri öne çıksa da her biri bilgi taşıyıcısıdır ve dolayısıyla birbirleriyle aynı düzeydedirler. Bundan başka
259
herhangi bir bireysel dil de toplum içinde pekâlâ birden fazla rol üstlenebilir.
Topluluk dillerinin ayrı mıntıkalarda değil de, yerleşim yerlerinin
karışık dilli, çoğul dil (plurilengüel) alanlarda gözlenmesi sanki
dekolonizasyon ve küreselleşme bağlantılı gelişen kentselleşme sürecinin temel bir özelliğiymiş gibi görünüyor. Fakat birçok dilin mekânsal yakınlaşması, çokdillilik ya da multilingulaite olarak anlaşılmamalı; bu ancak kültürlerarası iletişimin, toplumu, toplum yapan grupları
ayrıştıran diglossia (İsviçre ya da Belçika’daki dil uygulamalarında
olumsuz biçimde görüldüğü gibi) ya da hâttâ bunun da ötesinde
multiglossia olgularını, bütün dilsel grupların bireysel çokdilliliğe ya da
bütün dilsel grupların toplumsal çokdilliligine dönüştürmesi durumlarında
görülebilir (Fishman 1967; Rehbein 2010a, 2011, 2013). Bu tarzda bir
çokdillilik, kültürlerarası multilingual iletişim içinde serpildiği gibi
üretken bireşim ve yaratıcılıkla donanmış diller ve kültürler arasında
yenilikçi etkileşimi de sağladığından ötürü dillerin durağanayrıştırılmış biraradalığı niteliğindeki plurilengüalizm ortadan kalkar.
Plurilengüel multiglossianın çokdilli iletişime dönüşmesinde
olumlu ya da olumsuz, eğitim ve öğrenimin payı büyüktür. Nitekim
bunlar Almanca, Fransızca, Türkçe gibi ulusal dilleri berkitmek amacıyla ve ikinci dil didaktiğinin gizli ya da aleni vurgularları marifetiyle,
bireysel ve toplumsal çokdilli iletişimin oluşumunu ve pekişimini engelleyebilir ya da şimdiye değin ütopik de kalsa (Rehbein, 2013),
çokdilli bir eğitim modeliyle destekleyebilirler.
Almanya’da Giderek Artan Çokdillilik Potansiyeli
Şimdi de genel bir bakışla 2009 ve 2010 yıllarının Türkiye’si ile Almanya’sını karşılaştıracağım (mad. 3 ve 4). Aslında kanımca durum
bugüne ve yarına indirgenebilir. Federal İstatistik Dairesi’ne göre,
“göçmen kökenli” daha doğrusu göçmen geçmişli çocukların sayısı
2010’da, bir yıl öncesine kıyasla arttı (2010 yılı sayıları için bkz. Tablo
1; yaygın kullanılan „göçmen kökenli“ kavramını bilimsel açıdan yanlış buluyorum). Sanki bu çocukların yaşı küçüldükçe Almanya genel
nüfusu içindeki oranları da büyümekte. 15-20 yaş grubundaki „göç-
260
men kökenli“ gençler % 26 ile toplam nüfusun dörtte birinden biraz
fazlasını oluştururken 5 yaş altı grup ise neredeyse % 35 ile üçte birlik
oranın üstüne çıkmaktadır. Gelişmelere bakılacak olursa, tabanı, çocukların yaşı küçüldükçe genişleyen bir „göçmen kökenli nüfus piramidi“ varlığı gözlenecektir. Ancak buradaki gelişme, demografik gelişme genelinde görecelidir, zira “göçmen kökenli“ olmayan nüfus genç
yaştakilere kıyasla gerilerken, “göçmen kökenli“ olan çocukların sayısı
artmaktadır.
Almanya’da yürülükte olan kısıtlayıcı göç ve sığınma politikalarına rağmen gelecek yıllarda, yuvaya devam eden ve ilkokula yeni
başlayan „göçmen kökenli“ çocukların sayısının yakın zamanda ortalama olarak çocukların yarısına yakınını oluşturacağından hareket
edebiliriz. Bazı yoğun nüfuslu bölge merkezlerinde yaşayan „göçmen
kökenli“ çocukların „göçmen kökenli olmayan“ çocuklara oranında
şimdiden büyük kaymalar olmuştur.
Topluluk dilleri bağlamında yasal dil Almanca’nın yanısıra Almanya’nın çokdilliliğini yaratan, özellikle de Avrupa dahili ve harici
göçmen dilleri vardır (bkz: Eklerdeki Tablo 3’te işaretlenmiş alanlar).
Hangi ailelerde, göçmen anadilinin, topluluk dilinin veya Almanca’nın
hangi çeşitlemesinin konuşulduğunu tam olarak bilmesek de araştırmalarımdan çıkan sonuçlar gözönünde bulundurularak pek çok göçmen çocuğunun ailede konuşulan anadil bilgisine sahip olduğu söylenebilir. Bu çocuklar Almanca’yı çoğu zaman, artan ikidillilik kuralları
bağlamında öğrenmekte. Hal böyle olunca bunların büyük bölümünü,
çocuksu çokdillilik grubu dahilinde değerlendirmek gibi bir hataya
yönelmemek gerekir. Ne yazık ki, çocukların birinci dillerindeki yetileriyle ilgili elimizde güvenli veriler de bulunmamakta. Bunun dışında
sınır komşusu bölgelerde her bir komşu dil, en azından alımlayıcı
çokdillilik bağlamında anlaşılmaktadır (Rehbein, ten Thije ve Verschik
2012).
Türkiye’deki Dil Konumuna Bakış
Yaklaşık 75 milyonluk nüfusuyla Türkiye, tek başına, neredeyse, yine
yaklaşık 500 milyonluk nüfusa sahip AB bölgesinin tümündeki kadar
261
bölgesel dil sayısına sahip (Yağmur 2001, Rehbein 2010b; ayrıca krş.:
Tablo 4’te gösterilen diller listesi). Türkiye’de son yıllarda kaydedilen
ekonomik atılımla doğru orantılı olarak artan, göçmen dilleri (Ermenice,
Irak ve Suriye Arapçası, Türki devletlerde konuşulan diller, birtakım
Afrika dilleri) konuşan insanların sayısı bir yana, bölgesel dil [Kürtçe,
Zazaca (Kırmançi), Lazca, Arapça, Romanca] konuşan insanların sayısı da giderek artmakta olduğu gözleniyor.
Sayıları elliyi aşan bu topluluk dilleri, 1980 askerî darbesinden
sonra „devletin dili“ pâyesiyle Anayasa’ya eklenen (ve hâlâ geçerliliğini koruyan) tek bir dilin, Türkçe’nin karşısında yer almakta. “Devletin dili” ya da “yasal dil” gibi ifadeler, sosyolengüistik bağlamda,
“resmî dil“ konumunda değil de, “devletin yönetim dili“ olmanın ne
ötesinde ne de berisinde değerlendirilebilir. Meseleye bu açıdan bakınca, Türkçe’nin toplumsal-yasal konumu tanımsal bağlamda, her ne
denli, gerek yönetim mercilerinde gerek sarayda konuşulması ve yazışma dili olarak kullanılmasından ötürü çokdilliligi su götürmeyen
imparatorluk dili Osmanlıca’dan pek ayrı düşmez ancak bu dil o dönemde, günümüzde varlığını sürdüren Cumhuriyet’ten farklı biçimde
geniş halk kitlelerince anlaşılamıyordu. Sosyolengüistik açıdan bakıldığında ise diğer Türkiye Türkçeleri’nin Türkçe olarak (resmî) merci
nitelikli diğer kurumlarda kendilerine kullanım alanı bulması, o halde
yürürlükteki Anayasa ile bile pekâlâ bağdaşmaktadır.
Sosyolojik açıdan bakınca da Türkiye’nin, kırsaldan kentsel bir
toplumsal örgütlenmeye geçiş, dolayısıyla da çokdilli iletişimin kırsal
örgütlenmesi süreci içinde bulunduğu görülmekte. Avrupa genelinde
olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik gelişme (ticaret ve turizm sektöründeki) bütün o çağdaş ve çokdilli işyerleriyle, çokdilli iletişim yetilerine olan toplumsal taleplerin giderilmesinde önemli bir aracılık üstlenir (AB’nin tanımladığı üzere çağdaş toplumlardaki yenilikçi ve geleceğin işyerlerinde İngilizce ötesinde çeşitli dillerin de bilinmesi gerekliliğine ilişkin bkz. European Strategic Framework for Education and
Training, 2011).
Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda devlet dili ile
topluluk dilleri arasındaki sayısal oran, topluluk dilleri lehine oldukça
değişti. Türkiye’nin dilleri sadece bölgelere (coğrafi) ve geleneksel
262
anlamda yerleşim yerlerine göre bölümlenmemiştir. Daha ziyade yurt
dahilinde gerçekleşen göçlere bağlı olarak kırsal kesimlerden büyük
kentlere (İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya, Adana vb.) basında çıkan
güncel haberlere de yansıdığı gibi yoğun bir nüfus kayması olmuştur
(krş.: Sönmez 2013, İngilizce yayınlanan Daily News gazetesinin ekonomi sayfasında). Bununla bağlantılı olarak çokdilli yeni yapılanmalar
ortaya çıkmıştır. Öyle ki, birinci dil olarak Kırmançi konuşan kişilerin
sayısının yine birinci dil olarak Türkçe konuşan kişilerin sayısını kısa
bir süre içinde yakalayacağından yola çıkılabilir. Ancak Türkiye’nin
dil konumuyla ilgili olarak da şu tümce geçerlililiğini koruyor:
Plurilengüalizm, çokdilli iletişim anlamında bir multilengüalizm olarak da anlaşılmamalıdır.
Şu an itibariyle dahi Türkiye’de varlığını koruyan, kökleri derinlere giden birbirleriye çatışkılı birtakım inanış, çeşitliliğin karşılıklı saygınlığını ve her türden çokdilli uygulamayı engellediğinden, hiç değilse
çokdilliliğin tecelli edebilmesi için, gerek birçok birey ve kitle adına,
gerekse genel anlamda birlikte çalışma ve yaşama ortamı yaratabilmek
adına, bir toplum sözleşmesi (contrat social), arzulanan bir gelişme
olarak değerlendirilip nitekim geleceğe de biçim vereceğinden burada
hararetle önerilir.
Almanya’ya kıyasla Türkiye’de geleneksel bölgesel dillerin sayısı
çok daha fazladır. Ancak nüfus artışına bağlı kayma ve göç hareketleri
ülkenin her yanına doğru olduğundan, topluluk dilleri – tıpkı Almanya’da olduğu gibi – özellikle kentleşmiş bölgelerde dilsel karışıklıklar
içeren çokdilli alanlar oluşturmaktadır (bkz. 5 numaralı tabloda işaretlenmiş alanlar). Bir bütün olarak ele alındığında Türkiye’deki sosyolengüistik yapı, ne bir melting pot (eritme potası) durumu ne de Türkçe
harici dillerin devlet dilince asimilasyonunun engellenemez durumu
olarak nitelendirilebilir; Almanya’da, göründüğü kadarıyla, sayıları
hiç de az olmayan bazı kurum temsilcilerinin arzu ettiğinin tam da
tersine. Fakat birinci dili Türkçe harici (bölgesel) dil olan insanların
büyük bir bölümünün Türkçe’yi öğrendiği ve konuştuğundan yola
çıkmak gerektiği için, rahatlıkla Türkiye’nin geniş ölçüde çokdilli bir
ülke olduğuna vurgu yapabiliriz. Tersi durumda, çokdilli kültürlerarası iletişimin karmaşık genel konumu içinde, birinci dili Türkçe olan
263
kişilerin de keza başka bir dili, hiç değilse anlayabilecek denli öğrendiğinden yola çıkabileceğimiz için, Türkiye’de yaşayan bütün insanların,
girişte sıraladığımız 14 çokdillilik avantajından yararlanabilmesi de
pekâlâ mümkündür. Türk eğitim kurumlarında hayata geçirilecek bir
çokdillilik tasarımı kapsamında, Almanya’da göçmenlik olgusuna
paralel oluşan dil yapılanmasına benzer yanların gözlendiği bu yeni
gelişme de hesaba katılmalıdır.
Yaşamdan Kopuk Olmayan Üç Dilli Bir Eğitim Modeli:
Dikey Bakış Açıları
Aşağıda, biraz soyut bakıldığında, hem Alman hem de Türk toplumsal
çokdilliliği durumu itibariyle kullanılabilecek tarzda ve çeşitli sınıfların
üç dikey bakış açısına göre bölümlendirildiği bir eğitim modelinin genel hatlarını çizeceğim (krş. Tablo 6):
• Kurum: kreş ve çocuk yuvası; ilkokul; orta öğretim (1. kulvar).
• Kurumun amacına yönelik olarak okul harici iletişim dilleri A
ve B (çoğunlukla aile içinde konuşulan diller de dahil) müfredata konur; dil C ise üçüncü yabancı dil olarak ilaveten henüz
erken dönemde eğitim programına alınır; her üç dil de ileriki
sınıflarda daha da geliştirilir; özellikle A ve B dillerinde sesli
okuma ve anlatma yoluyla anadil olmayan birinci dillerdeki
uzun metinleri anlama alışkanlığı da (metin alışkanlığı) edinilir (krş. Rehbein 1986, konuyla ilgili bir deneme).
• Dil öğrenmenin 3 ilkesi eşzamanlı ya da ardzamanlı olarak
devreye girer: a) Çocukların okul dışında karşılaştığı çokdilli
iletişim okulda da olabildiğince geniş tabana yayarak işin içine
sokulur. Bu da çocukların farklı dilleri çokdilli iletişim içinde
çocuksu ortamlarında, üstelik yetişkinlerden (yabancı dil öğretimi yoluyla) öğrendiklerinden daha fazla birbirlerinden öğrendikleri anlamına geliyor (Meng ve Rehbein 2007). Bu şekilde ilk başta tekdilli olarak eğitim kurumuna gelen çocuklar da
“oynarca“ bir ya da birden fazla başka dili öğrenirler – üstelik
de önce anlama yoluyla. Kuşkusuz „kurumsal öğrenme“ kurumsal olmayan öğrenme uygulamalarından yararlanır. b) Çocukların okul öncesi dönemde, özellikle ilkokul esnasında
264
yazma ve okumayı sökmüs olması gerekir, üstelik de A, B ve C
dillerinin her birinde (Hornberger 2003; Bialystok’un çalışmaları). Çünkü okul sürecindeki okuma-yazma öğrenimi, dilsel
bilgilerin süzülüp stabilize ebilebileceği vazgeçilmez zemini
oluşturur. c) A ve B dillerinin sadece derse konu değil, sürekli
ders dili olduğunun da burada altını çizmeliyiz (Kanada’da
„two-way-teaching = “çift kulvarlı eğitim“ ile ilgili bkz.
Cummins, 2008; Lindholm, 1997).
Dilleri birbirlerine çatarken kitleye göre davranmak gerekecektir.
Eğer belirli diller Türkiye’deki belirli okullarda daha fazla öne çıkıyorsa, bu durumda sözkonusu bu diller Türkçenin yanında, başlarda
tekdilli Türk çocukları için birer bağlantı dili olarak (yani Karadeniz
bölgesinde Lazca; Hatay’da Arapça; Adana, Antalya, İstanbul gibi
şehirlerde Kırmançi vb.) iş görebilir. Elbette gerek birçok kentte (burada sayılamayacak kadar fazla) dil kombinasyonları gerekse çok sayıda dilin tek bir okulda veya sınıfta verilmesi mümkündür. İşte tam
da burada çokdilli ders didaktiği devreye giriyor (örneğin Rehbein,
2012). Ayrıca özellikle Güneydoğu başta olamak üzere geleneksel bölgelerde Zazaca ve Kürtçe çoğunluk dilidir. Bu da çokdilli eğitim modelini hayata geçirebilme anlamında sorumluları, birtakım yenilikçi çözümler üretme ödeviyle karşı karşıya bırakıyor (konuyla ilgili ayrıntı
fazla yer tutacağından, biraz toptancı bir yaklaşım da olsa, Tablo
6’daki toplu verilere işaret etmekle yetineceğim).
Yatay Göstergeler
Türkiye’de üçdilli bir eğitim modeli konusundaki „Approaches to
Multilingual Schooling in Europe“ (Avrupa’da Çokdilli Eğitime Yaklaşım – AmuSE) başlığını taşıyan projemizin bir bölümünü oluşturan
bir çalışmasında Sakine Çabuk’un (2012) ortaya koyduğu savlara dayanarak, bir ülkede bulunan eğitim kurumlarının çokdilliliği üzerinde
belirleyici birtakım etkiler yapabilecek 7 alanı birbirinden
ayırdediyorum. Bu bağlamda, en başta Cummins tarafından çok sayıdaki çalışmada değişik dillerdeki “birincil etkileşimsel yetiler“ (BICS)
ve „okuliçi-bilişsel yetiler“ (CALP) olarak özetlenen güncel dil ile ilgili
ve okul dili yani eğitim dili ile ilgili yetiler arasında yapılan basit ay-
265
rımların yetersiz kaldığından hareket ediliyor (Almanca-Türkçe eğitim
yapılaştırmalarında İngilizce öğrenimine yönelik olarak SağınŞimşek’le karşılaştırınız, 2006). Aslında topluluk dillerinin çeşitli uygulama boyutları daha etkin kılınmalıdır. İki ülkeye aynı anda bakacak
olursak, müfredatın öngördüğü dikey eğitim akışını (Tablo 6) değişime uğratacak aşağıdaki yatay göstergeler ortaya çıkmaktadır:
1 Öğrencilerin geldiği toplumsal öbek ve sınıflar arasındaki kültürlerarası iletişim, kararlı ve bilinçli biçimde berkitilmelidir.
Almanya’da toplumsal öbek ve sınıflar, göçmenlerin dillerine
göre, Türkiye’de ise bölgesel ve göçmen dilleri gözönünde bulundurularak çeşitlendirilmektedir. Oysa farklı dillerle birlikte
birtakım farklı kültürel uygulamalar bağlantılıdır.
2 Edebiyatta özdeşleşme kavramı altında ele alınan (Fishman,
1996) ve okul kurumunda her iki ülkede pek az gözönünde
bulundurulan ancak çokdilli eğitimde merkezî bir yerde konuşlanmış (bkz. Tablo 6’da okla sembolize edilmiş olan
çokdilli uygulamaların etkileri) duygudaşlık ile dilin bağı gözden kaçırılmamalıdır.
3 Aile içi ve akranlararası iletişim (peer group communications)
tarzlarında oluşturulan ve çokdilliliğin sıkça uygulandığı eylem
ve uygulama yapıları ile dilin bağı. Bu gibi durumlarda çoğunlukla dilsel eylem kalıpları ve sözel olmayan etkileşimler
sözkonusudur (Zhu Hua ve diğerleri 2007; Ehlich ve Rehbein
1986).
4 Çocukların sahip olduğu çokdilli birikimler, birer dil kaynağı
olarak değerlendirilip ders sürecine katılmalıdır (Matras 2009,
Lüdi 2006, Rehbein 2013). Bunu yaparken çeşitli oral gelenekleri ve her bir dilin çeşitli metinsel ve sözsel biçimleri de keza
hazır bulundurmak gerekir. Çokdilli birikimler her iki ülkenin
tekdilli eğitim sisteminde de yok denecek denli az gözönünde
bulunduruluyor.
5 Tek tek derslerde branşla ilgili bilgiler, dilsel açıdan birbirinden ayrıştırıldıkça dil ve bilgi arasındaki sıkı bağ da daha fazla
önem kazanır.
266
6 Toplumsal mercilerin çokdilliliğe karşı ideolojik ve dil politikası bağlamındaki direnişleri gözardı edilmemelidir, zira her
iki ülkede kullanılagen tekdilli yasal dilin, ulaşım dili (Lingua
Franca) olarak ulusal devlet tarafından belirlenmişliği, uzun ve
derinlere kök salmış bir gelenekten beslenir. Eğitim kurumlarındaki multilingualite olgusuna karşı deneyimsel bir tutumdan yana gerekçe göstermenin yanısıra, ampirik (deneyci) ve
bilimsel araştırmalara dayanan verilerle olgunlaşmamış kararların da önünü almak gerekir.
Destek Programları ve Kullanımlarına Dair Perspektifler
Almanya ve Türkiye, yasal dilin aynı zamanda yegâne zorunlu eğitim
dili olarak getirildiği, bunun günümüze değin de bağlayıcılığını koruduğu oldukça geç bir ulusal devlet yapılanmasına geçmiştir. Almanya’da (ilgili ülkenin diline denk gelen yabancı dille ders yapılan) uluslararası okullar, Türkiye’de ise (eğitim dili İngilizce, Almanca veya
Fransızca olan) Anadolu Liseleri gibi bazı seçkinci okullar genellemenin dışında kalan okullardır. Çokdilli eğitime karşı direniş her iki ülkede farklı kulvarlar izlemiş olsa da direnmenin şiddeti ve topluluk
dillerinin sistematik biçimde normal eğitim süreci dışında tutulması
için gösterilen gerekçeler her iki ülkede aynı güzergâhda gelişip serpilmiştir. Çokdilliliğin başta belirttiğimiz 14 olumlu yönü, birey ve
öbeklerin çokdilliliği ile bağlantılı olan beşerî ve bilişsel-duygusal potansiyelin hayata geçirilmesinden çok erki elinde tutma ile ilgilenen
siyasî mercilerin, pek de umurunda değil gibi görünüyor. Karar alma
yetkisi olanlar çoğu zaman, arzu edilen lengüistik profesyonellikten
yoksun, salt lafa karışmış olmak kaygısıyla görüş bildiriyor. Toplum
içinde yer alan diğer birey ve grupların dilleri söz konusu olunca, başka dilden insanların en kısa zamanda yasal ya da ulusal dili öğrenmeleri gerektiği yönünde basmakalıp ifadeler hemen gündeme geliveriyor.
Özellikle Almanya’da “Yabancı Dil Olarak Almanca” (DaF) ve
“İkinci Dil Olarak Almanca” (DaZ) alanlarındaki yayın doygunluğundan (hipertrofi) söz edilebilir; en başta da yabancı dil didaktiğinde
birçok şey keşfedilip geliştirildi. Birçok ülkede konuşulagelen dillerde
267
çokdilliliğin oluşturulmasını destekleyen programlar, henüz emekleme dönemine dahi girmiş sayılamaz. Gayet iyi bildiğimiz “İKİ DİL BİR
BAVUL“ filminde, sadece Türkçe konuşan bir öğretmenin, çoğunluğu
Kürtçe konuşan çocuklara okuma-yazma öğretebilmek adına, mesleği
gereği öğrencilerinin dilini benimseyip onu ders aracı olarak kullanacağı yerde, onun bir yıl sonra bozguna uğramış bir vaziyette köyü terk
etmesi örneğinde de bunu somut olarak görebiliyoruz. Dil destekleme
programlarını düşündüğümüz vakit, geleceğin öğrencilerinin giderek
daha fazla çokdillilik beklentilerine yanıt verebilecek doğrultuda öğretmen yetiştirme ve birden çok dilin standartlara uygun biçimde edinilmesi konularının da düzenlendiği birtakım reformlara gidilmesi
gerekliliğini gözlemliyoruz.
Eğer dil destek programları DOĞRUDAN en başta anılan 14 alanla ilintilenirse, bu, eğitim kurumlarındaki multilingualite temel itibariyle DİSİPLİNLERARASI bir girişim anlamına gelecektir.
Özet
Özet olarak Türkiye’nin Almanya ile ortak ve farklı yönlerine bir göz
atalım: Türkiye’nin Türkçeden başka altmıştan fazla yöresel dili varken, Almanya yüzün üzerinde göçmen diline sahip. Sosyolengüistik
açıdan bakınca bu iki dil, “topluluk dili” kavramı altında değerlendirilebilir. Ancak her iki dil de “devletin dili” olmaktan öte bir dil tipidir.
Türkiye ve Almanya’da, özellikle “topluluk dili” tipinin sayısı artmaktadır. Son yirmi yılda elde edilen istatistiksel veriler, önümüzdeki yıllarda bu sayının daha da artacağına işaret etmekte. Öyle ki, devlet
dilini konuşanlar ile topluluk dillerini konuşanların oranı değişecektir.
Farklı dillerin bir katkıda bulunacağından hareket edersek, genel olarak ve aynı zamanda interdisipliner açıdan böyle birçok dillilik tek
dilliliğe tercih edilir. Çünkü bu (iki dillilik) insanlık için azımsanmayacak bir değer ve zenginlik ifade etmektedir. Bu kapsamda benim önerdiğim çokdilli eğitim modeli yedi ilkeden oluşmaktadır:
1. Çokdilli eğitim modeli ülkenin idari ve diğer koşullarına uygun olarak uygulanmalıdır. Bu bağlamda Almanya’da kentsel
yerleşim alanları öne çıkarken, Türkiye’de bölgesel toplulukların konuştukları diller hakim konumdadır.
268
2. Eğitim modelinde üç-dört dil temel alınır: bir devlet dili (Almanya’da Almanca, Türkiye’de Türkçe), bir yöresel dil (Türkiye’de örneğin Kürtçe) veya bir iki göçmen dili (Almanya’da
örneğin Türkçe ve Kürtçe), ayrıca bir, daha da iyisi iki yabancı
dil (örneğin İngilizce veya bir başkası) esas alınır.
3. Çokdilli eğitim mümkün olduğunca erken, en verimlisi, çocuk
henüz kreş ya da yuvadayken başlamalıdır.
4. Tekdilli yetişen çocuklar bu çokdilli eğitim modeline dahil
edilmelidir. Onların, topluluk dillerinden en azından bir tanesini anlamaya çalışmaları gerekmektedir.
5. Benim tasarladığım çokdilli eğitim modeli, çok dilli bir toplum
yolunda küresel ve kurumsal bir gelişme sürecinin birleştirici
kurumsal bir faktörü konumuna gelmiştir. Bu gelişme sarmal
bir şekilde ve çok dilliliğe doğru ilerlediği için, aynı zamanda
çokdilli HELIS2 olarak da anılır.
6. Toplumsal çokdilliliğe yönelen bu sarmalın gelişmesinde diller, /her bir dil sosyolingüel açıdan ayrı ayrı „çoğul dillilik“ tasarımı olarak değil, bilakis çokdilli iletişimi mümkün kılan
dilsel bir anlaşma anlamında görülmelidir. Böyle bir çokdilli
iletişim açısından bakıldığında, kurumsal iletişim önemli bir
rol üstlenmektedir.
7. Eğitim ve öğretim sürecinde yazma ve okuma yetileri çeşitli
dillerde edinilir. Konuşma dilinden standart yazı diline geçişin ise birçok değişik yöntemi vardır.
2
Sarmalın çokdilliliğe yönelen bu ilerleyişi, milliyetçilik veya benzer akımlardan
etkilenen tutumlarla durdurulmaktadır (bk. Rehbein 2013).
269
Kaynakça
BAKER, C. (1996), Foundations of bilingual education and bilingualism. Multilingual Matters, Clevedon etc.
BİALYSTOK, E. ed. (1991), Language processing in bilingual children. University
Press, Cambridge
– (1991), Metalinguistic dimensions of bilingual language proficiency. In: dies.
(ed.) Language processing in bilingual children, 113–140
– (2001), Bilingualism in Development, Language, Literacy and Cognition.
University Press, Cambridge
BRISIC, K. and YAĞMUR, K. (2008), Mapping linguistic diversity in an
emigration and immigration context: Case studies on Turkey and
Austria. In: BARNI, M. and EXTRA, G. (eds.) Mapping Linguistic
Diversity in Multicultural Contexts. Mouton de Gruyter, Berlin etc.,
245-264
ÇABUK, S. (2013), Discourse particles in Kurmânjî Kurdish-Turkish contact.
In: SAĞIN-ŞIMŞEK, Ç. and REHBEIN, J. (eds) Turkish in Contact.
Waxmann, Münster etc. (im Druck)
- (2012), Releasing the genie of multilinguality out of the bottle: A proposal for
a trilingual education model in Turkey. Working Paper 2 of the EUProject „Approaches to Multilingual Schooling in Europe, P7: Aspects
of Multilingual Schooling in Turkey (AMu)SE“
- and REHBEIN, J. (2013), Linguistic aspects of contact induced language
change in family talk. PPP at the Conference on IC-MULTULING +
MULTILIT + KURDISH as L1 – 23rd-25th May 2013, Universität Potsdam
CLYNE, M. (1991), Community Languages. The Australian Experience. University
Press, Cambridge
– (2004), Towards an agenda for developing multilingual communication with
a community base. In: HOUSE, J. and REHBEIN, J. (eds) Multilingual
Communication. Hamburg Studies on Multilingualism 3. John Benjamins, Amsterdam, 1-17
CUMMİNS, J. (2008), BICS and CALP. In: HORNBERGER, N. H. (Hrsg.):
Encyclopedia of Language and Education. Part 2. Springer, Berlin, 487–
499
– and CORSON, D. (eds.) (1997), Encyclopedia of Language and Education. Vol. 5:
Bilingual Education. Kluwer, Dordrecht etc.
De ANGELIS, G. (2007), Third or Additional Language Acquisition. Multilingual
Matters, Clevedon etc.
270
EHLICH, K. und REHBEIN, J. (1986), Muster und Institution. Untersuchungen
zur schulischen Kommunikation. Narr, Tübingen
Ethnologue – Languages of the World (2009), Ethnologue Report of Turkey,
http://www.ethnologue.com/show_country.asp?name=TRA (31.12.09
18:11h)
European Charter for Regional or Minority Languages (1998), Zugänglich als
„Database for the European Charter for Regional or Minority
Languages“. Verfügbar unter http://languagecharter.coe.int/docs
/Translations/authentic_2c.pdf (4.6.2011)
European Strategic Framework for Education and Training (2011), Languages
for Jobs – Providing Multilingual Communication Skills for the
Labour Market. Report from the thematic working group “Languages
forJobs”. ET 2020. http://ec.europa.eu/languages/pdf/languages-forjobs-report_en.pdf (8.9.2012)
FISHMAN, J. (1967), Bilingualism with and without diglossia; diglossia with
and without bilingualism. In: Journal of Social Issues 23 (2), 29–38
- (1996), In the praise of a beloved language: A comparative view of ethnolinguistic
consciousness. Mouton de Gruyter, Berlin, New York
GARCÍA, O. (2009), Bilingual education in the 21st century: A global perspective.
Wiley-Blackwell, Chichester
GARCÍA, O., SKUTNABB-KANGAS, T. and TORRES-GUZMÁN, M. E.
(eds.)(2006), Imagining Multilingual Schools. Languages in Education and
Glocalization. Multilingual Matters, Clevedon etc.
GROSJEAN, F. (2008), Studying Bilinguals. University Press, Oxford
– (2010), Bilingual: life and reality. Harvard University Press, Cambridge, Mass
HERKENRATH, A. (2012), Receptive multilingualism in an immigrant constellation: Examples from Turkish–German children’s language. In: International Journal of Bilingualism 16(3) 287–314
HORNBERGER, N. H. and MCKAY, S. L. (eds.)(2010), Sociolinguistics and Language Education. Multilingual Matters, Clevedon etc.
HORNBERGER, N. H. (ed.) (2003), Continua of Biliteracy. An Ecological Framework for Educational Policy, Research, and Practice in Multilingual Settings. Multilingual Matters, Clevedon etc.
ESKISKÖY, O. and DOĞAN, Ö. (Yapım ve Yönetim) (2013), İKİ DİL, BİR
BAVUL (Film). Türkiye, Perişan Film and tiglon (www.tiglon.com.tr)
JEON, M. (2003), Searching for a Comprehensive Rationale for Two-way Immersion. In: HORNBERGER, N. (ed.)(2003) Continua of Biliteracy. An
Ecological Framework for Educational Policy Research and Practice in Multilingual Settings. Multilingual Matters, Clevedon etc.,122-144
271
LINDHOLM, K. J. (1997), Two Way Bilingual Education Programs in the United States. In: CUMMINS, J. und CORSON, D. (eds.) Encyclopedia of
Language and Education. Vol. 5: Bilingual Education. Kluwer, Dordrecht
etc., 271-280
LÜDI, G. (2006), Multilingual repertoires and the consequences for linguistic
theory. In: BÜHRIG, K. and ten THIJE, J. D. (eds.) Beyond Misunderstanding. Linguistic analyses of inercultural communication. John Benjamins, Amsterdam, 11-42
MATRAS, Y. (2007), Language Contact. Cambridge University Press, Cambridge.
MENG, K. und REHBEIN, J. (Hrsg.) (2007) Kinderkommunikation – einsprachig
und mehrsprachig. Mit einer erstmals auf Deutsch publizierten Arbeit
von Lev S. Vygotskij, Zur Frage nach der Mehrsprachigkeit im kindlichen Alter. Waxmann, Münster etc.
PARADIS, M. (2004), A Neurolinguistic Theory of Bilingualism. John Benjamins,
Amsterdam
PREDIGER, S. und ÖZDIL, E. (Hrsg.) Mathematiklernen unter Bedingungen der
Mehrsprachigkeit – Stand und Perspektiven der Forschung und Entwicklung in Deutschland. Waxmann, Münster etc.
REHBEIN, J. (2013 The future of multilingualism – towards a HELIX of societal
multilingualism under global auspices. In: BÜHRIG, K. and MEYER,
B. (eds), Transferring Linguistic Know-How into Practice: perspectivas y
resultados - Perspektiven und Ergebnisse - perspectives and results. John
Benjamins, Amsterdam, 43-83
-, ten THIJE, J. D. and VERSCHIK, A. (2012), Lingua Receptiva (LaRa) - Introductory remarks on the quintessence of Receptive Multilingualism.
In: THIJE, J.D. ten, REHBEIN, J. und VERSCHIK, A. (eds.) Special Issue on “Lingua Receptiva”. In: The International Journal of Bilingualism
16, 3, 248-264
- (2012), ‘Arbeitssprache’ Türkisch im mathematisch-naturwissenschaftlichen
Unterricht der deutschen Schule – ein Plädoyer. In: PREDIGER, S.
und ÖZDIL, E. (Hrsg.) Mathematiklernen unter Bedingungen der
Mehrsprachigkeit – Stand und Perspektiven der Forschung und Entwicklung in Deutschland. Waxmann, Münster etc., 205-232
- (2011), Mehrsprachige Erziehung heute – für eine zeitgemäße Erweiterung
des „Memorandums zum Muttersprachlichen Unterricht in der Bundesrepublik Deutschland“ von 1985. In: WINTERS-OHLE, E., SEIPP,
B. und RALLE, B. (eds.) Lehrer für Schüler mit Migrationsgeschichte:
Sprachliche Kompetenz im Kontext internationaler Konzepte der Lehrerbildung. Waxmann, Münster etc., 55-76
272
- (2010b), Sprecht zuhause Türkisch – Zur Kommunikation in der türkischen
Familie. In: Grundschule 02-2010, 25-26
- (2010a), Die Sprachblockade – Ein Plädoyer für Türkisch als Arbeitssprache
an der deutschen Schule. In: Grundschule 02-2010, 19-20
- (2009), Vorurteile. In: STEINMANN, S. und RIEDNER, U. (Eds.) Alexandrinische Gespräche. Forschungsbeiträge ägyptischer und deutscher Germanist/inn/en. Judicium, München, 199-238
- (2008), Zur Theorie des kulturellen Apparats. In: GYUNG-JAE JUN e. a.
(Hrsg.) Kulturwissenschaftliche Germanistik in Asien. Dokumentation der
Tagungsbeitraege der Asiatischen Germanistentagung 2006 in Seoul. Bd. 1.,
Euro Trading and Publishing, Seoul, Korea, 94-109
- (2007), Kindliche Kommunikation als Gegenstand sprachwissenschaftlicher
Forschung. In: MENG, K. und REHBEIN, J. (Hrsg.) (2007), 9-46
- (1987), Diskurs und Verstehen. Zur Rolle der Muttersprache bei der Textverarbeitung in der Zweitsprache. In: APELTAUER, E. (Hg.) Gesteuerter
Zweitspracherwerb. Hueber, München, 113-172
SAĞIN-ŞIMŞEK, Ç. (2006), Third Language Acquisition. Turkish-German Bilingual
Students’ Acquisition of English Word Order in a German Educational Setting. Waxmann, Münster etc.
SÖNMEZ, M. (2013), Immigration from Turkey’s east persists as west remains
alluring – Turkey’s eastern population’s migration to western provinces is not likely to stop soon, despite the surging anticipations for
the recovery of security and economy-related concerns for the region.
In: DAILY NEWS. Weekend, May 4-5, 2013, p. 1
YAĞMUR, K. (2001), Languages in Turkey. In: EXTRA, G. and GORTER, D.
(eds.), The other languages of Europe. Demographic, Sociolinguistic and
Educational Perspectivesç. Multilingual Matters, Clevedon etc., 407–426
ZHU HUA, SEEDHOUSE, P., WEI, L. and COOK, V. (eds.)(2007), Language
Learning and Teaching as Social Inter-Action. Palgrave MacMillan, London, Houndmills
273
Tablolar
Tablo 1: Topluluk dillerine genel bakış ve türleri (genel olarak)
Ortak Dil
Örnek: İngilizce
Resmi diller
(Devlet içi/dışı)
Yönlendirilmiş yabancı diller / Eğitim
dilleri ve Üniversitede öğretilen yabancı diller
„Amtssprache“
(Devletin Dili)
[Sprache des
Staates]
Avrupa-içi göçmen dilleri
(devlet içi/dışı)
Bölgesel diller (geleneksel yerleşim
yerlerine göre) (veya: „yerleşik/kadim
diller“, “heritage languages” etc.)
274
Alan dilleri
(Turizm de
içinde) = Bölgesel ortak diller
“Komşu diller”
(yakın komşuların dilleri)
Avrupa-dışı
göçmen dilleri
(Devlet içi/dışı)
Tablo 2:federal almanya’nın; göçmenlik konumuna ve yaş gruplarına göre 2010 yılı nüfusu ve Federal Almanya’nın
2010 yılı genel nüfusu (Federal İstatistik Dairesi)
Toplam
5’in altında
05 – 10 arası
10 – 15 arası
15 – 20 arası
20 – 25 arası
25 – 35 arası
35 – 45 arası
45 – 55 arası
55 – 65 arası
65 - 75 arası
75 – 85 arası
85 – 95 arası
95 ve üstü
Ortalama yaş
genel
Göçmen
kökenli
olanlar
hariç
81 715
65 970
3 280
3 518
3 871
4 264
4 913
9 775
11 968
12 962
10 019
9 750
5 611
1 671
113
43,8
2 137
2 377
2 748
3 148
3 813
7 289
9 453
10 858
8 482
8 802
5 180
1 576
108
45,9
Dar anlamda göçmen kökenliler
Alman
yabancı
birlikte
var
yok
var
yok
kendi göçmenlik deneyimi
in 1 000
Genel
15 746
5 013
3 585
5 577
1 570
deki %
1 143
34,85
18
952
37
136
1 141
32,43
41
888
75
138
1 123
29,01
77
657
108
280
1 116
26,17
176
511
171
258
22,39
363
259
304
174
1 100
25,43
842
194
1 158
292
2 486
21,02
937
75
1 306
198
2 516
16,23
1 033
23
1 006
42
2 104
15,35
665
15
833
24
1 538
9,72
485
7
438
18
948
7,68
300
/
123
6
431
5,69
72
/
19
/
95
/
/
/
/
46,2
12,0
43,2
22,5
35,0
275
Tablo. 3 Almanya’da topluluk dilleri
Ortak dil
Örnek: İngilizce
Alan dilleri (Turizm de içinde) = Bölgesel ortak
diller, Örn: Rusça, Arapça, Japonca, Çince, İspanyolca vb. usw.
Yönlendirilmiş yabancı diller / Eğitim dilleri
ve Üniversitede öğretilen yabancı diller
(İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Portekizce, İtalyanca, eski Yunanca, Latince, Çince, Japonca, Arapça, İbranice, Farsça, Türkçe
vd.; dünyadaki diğer diller
„yönetim dili“:
Almanca
“Komşu diller”
(yakın komşuların dilleri):
Hollandaca, Dan(imarka)ca, Çekçe, İsviçre Almancası, Lehçe, Frezyaca vd.
Bölgesel diller (geleneksel yerleşim yerlerine
göre) (veya: „yerleşik/kadim diller“,
“heritage languages” etc.): Sırpça, Kuzey ve
Kuzeybatı Almanya’da konuşulan dil
Avrupa-içi göçmen dilleri
(devlet içi/dışı)
tümü
Avrupa-dışı göçmen dilleri
(Devlet içi/dışı) aralarında Türkçe, Kürtçe, Arapça,
Farsça, Peştu dili, aşanti dili, ve pek çok Afrika dili
d,Romanca vd. Içinde olmak üzere yüzlerce dil
276
Tablo 4: Türkiye’nin dilleri (sayılar; „Ethnologe“ adlı eserden alınmıştır
ancak artık pek de güncel değildir)
Sıra
Dil
Dil ailesi
Konuşan
sayısı
1
Türkçe
Altay
52.120.000,00
2
Kurmançi-Kürtçe
Hint-Iran
13.869.000,00
3
Doğu Akdeniz kıyısı Arapçası
Hami-Sami
1.386.900,00
4
Zazaca
Hint-Iran
1.143.000,00
5
Kabardeyce(Kabartayca,
Kabarca)
Kafkas dil ailesi
1.051.000,00
6
Farsça
Hint-Iran
611.000,00
7
Güney-Azerice
Altay
535.000,00
8
Irak Arapçası
Hami-Sami
515.000,00
9
Gagavuzca(Gökoğuzca)
Altay
414.000,00
10
Pomakça
Slav
347.000,00
11
Çerkesçe (Adigece)
Kafkas dil ailesi
313.000,00
12
Kırmançi(Kuzey-Zazaca)
Hint-Iran
182.000,00
13
Gürcüce
Kafkas dil ailesi
149.000,00
14
Lazca
Kafkas dil ailesi
149.000,00
15
Boşnakça
Slav
100.000,00
16
Kırım-Tatarcası
Altay
99.000,00
17
Batı Ermenicesi
Hint-Avrupa, izole
75.000,00
18
Karakalpakça
Altay
73.000,00
19
Arnavutça
Hint-Avrupa, izole.
66.000,00
20
Romanca
Hint-Avrupa
66.000,00
21
Peştu dili
Hint-avrupa
53.200,00
22
Abhazca
Kafkas dil ailesi
43.000,00
23
Herki Kürtçesi
Hint-Iran
38.000,00
24
Mandarin dili
Çin-Tibet
37.000,00
25
Osetçe
Hint-Iran
36.000,00
277
26
Britanya İngilizcesi
Cermen
34.000,00
27
Makedonca
Slav
32.000,00
28
Domari
Hint-Avrupa
31.000,00
29
Tatarca
Altay
26.000,00
30
Şikaki Kürtçesi
Hint-Iran
23.000,00
31
Turoyo(Mardin/Midyat Süryanice
Hami-Sami
22.000,00
32
Urdu dili
Hint-Avrupa
22.000,00
33
Ladino (Yahudi İspanyolcası)
Romanca
13.000,00
34
Abazaca
Kafkas dil ailesi
12.000,00
35
Rumca-Yunanca
Hint-Avrupa
9.400,00
36
Amerikan İngilizcesi
Cermen
7.500,00
37
Kazakça
Altay
7.500,00
38
Çekçe
Kafkas dil ailesi
7.300,00
39
Bulgarca
Slav
6.900,00
40
Rusça
Slav
6.700,00
41
Almanca
Cermen
6.000,00
42
Süryanice (Asuri)
Hami-Sami
5.200,00
43
Sırpça
Slav
4.500,00
44
Karaçay-Balkarca/Malkarca
Altay
3.917,00
45
Fransızca
Romanca
3.700,00
46
Özbekçe
Altay
3.700,00
47
Yunanca
Hint-Avrupa
3.600,00
48
Rumence
Romanca
2.200,00
278
Tablo 5:Türkçe olmayan birinci diller karşısında birinci dil olarak Türkçenin
dağılımı (Çizelge 4’teki sayılar temel alınmış olara).Ne var ki sayıların dağılımı; Türkiye’nin büyük nüfus topluluklarının çok-dilliliği hakkında edimsel
ne („etken“ ne de „edilgen“) hiç bir bilgi vermiyor.
Ortak dil:
İngilizce
Resmi diller
(devlet içi/dışı)
Alan dilleri (Turizm de
içinde) = Bölgesel ortak
diller,
(Örn: Türkçe, Almanca,
Rusça, İspanyolca, Arapça,
Farsça; , Kazakça, İran
dilleri gibi diğer Türki
diller vb.)
Yönlendirilmiş yabancı
diller / Eğitim dilleri
(İngilizce, Fransızca,
Almanca, Rusça, İtalyanca, Japonca, Arapça,eski Yunanca, Latince, Çince, Arapça,
İbranice, Farsça, vd.
Yaklaşık 11 dil; dünyadaki diğer diller
+ üniversitede öğretilen yabancı diller
„Amtssprache“
(Yönetim Dili)
[Devletin dili])
Türkçe
“Komşu diller”
(yakın komşuların dilleri):
Yunanca, Arapça, Gürcüce,
Farsça, Kürtçe, Bulgarca
vd.
Bölgesel diller :
Tarihsel göçmen dilleAzerice, Türkmence,
ri/sığınmacı dilleri(devlet
hertevi dili, Arapça,
içi/dışı)( Gagavuzca, Kırım
Turoyo dili, asuri dili,
Tatarcası, Karakalpakça.,
Kurmançi (Kürtçe),
Tatarca, Kazakça, Kumukzazaca, Kirmnci, (Kuzey
ça., Karaçay-Balkarca,
zazacası), Batı ErmeniMacarca, Osetçe, Makecesi, Roman dili, Herki donca, Pomakça, Bulgarca,
Kürtçesi, Domari, Şikaki Gürcüce, Abhazca, AbazaKürtçesi, Rumcaca, çeçence, Roman dilleri
Yunanca, Lazca (Bkz:
vb. (~16 dil)
Liste)
Günümüz göçmen dilleri/sığınmacı dilleri (devlet
içi/dışı)(Çin, Irak, Ermenistan, Gürcistan, Afganistan,
Bosna, Makedonya, Arnavutluk’tan gelenlerin dilleri; aynı şekilde
Arapça, Farça, Peştu dili,
Urdu dili, Romandilleri vd.
(sayıları bilinmiyorZahlen)
279
Tablo 6: Öğrenme reformu olarak; çok-dilli iletişimin, okul-içi ve okul-dışı bölümleri (gri fonlu sağ sütun) temelinde
çok-dilli bir eğitim modeli
Düzey /
Yaş
Kurum
Dillerine göre çocukların kökeni (Dillerin
duruşumuna göre „topluluk dilleri„ )
Çok-dilli uygulamalar (Bilgi,
önvarsayımsal)
Genel amaç:
Eğitim modeli; toplumsal bir çok-dillilik hedefiyle A, B ve C dillerinde, çocukların çok-dilli potansiyelini
geliştirir. Çocukların birbirleriyle kültürler-arası iletişimi yaratılır ve iyice güçlendirilir.
Düzey / Aile
Yaş
3-6
Çocuk
yuvası,
Ana
okulu
Düzeyler
İlk
öğretim
okulu
1.-2. Sınıf
280
Dil A
Dil B
Dil C
Ana/baba-çocuk-kardeşler(Almanca)
arkadaşlar arası iletişim
Birlikte bir şeyler yaparak ve karşılıklı bir şeyler yapa- Yaşıtlarıyla oyun içinde çok-dilli
rak A, B ve C dillerinde anlamak; A, B ve C dillerinde iletişim (Çocuk-çocuğa öğrenme);
A, B ve C için düzenleme; A, B ve
yüksek sesle okuyarak metin alışkanlığı sağlamak
C dillerini anlamak
Sonuçlar: Çocukların iletişim dilleri olarak A, B ve C;
Farklı duruşumlara bağlı olarak A, B ve C dillerinde
farklı yetenekler
Dil dersi
Branş dersi
A, B ve C dillerinde
okuma-yazma öğretimi
Resim/müzik
gibi sanat
dersleri
Çalışma dili
olarak A, B ve C
Din
dersi
A, B ve
C
A, B ve C dillerinde kültürlerarası iletişim
(Dil grupları üzerinden)
Yaşıtlarıyla çok-dilli iletişim;
gruplarda yaratıcı çok-dillilik ve
codeswitching (dil-geçişi
/kaydırma); çok-dilliliğe uygun
kurulmuş oyun alanları;
(6-10)
3.-4. Sınıf
A, B ve C dillerinde (alımlayıcı ve üretici)
metin yetenekleri; değişik ders branşlarında
A, B ve C çalışma dilleri; dil yansılaması;
kollektif deneme eylemleri (ödev odaklı
grup çalışması) için çok-dilli yapılandırılmış
eylem alanları
dilinde
kültür,
düşünme
İlk öğretim sonuçları: A, B ve C dillerinde dersleri izleme yeteneği
5-6
Ders dilleri
A, B, C
+ yabancı diller
Bir toplumdaki pek çok dil üzerinden arkadaşlık; toplumun diğer
kurumlarında kültürler-arası
iletişim
A, B ve C arasında dil geçişleri
A, B ve C
dillerinde
değişik dersler
Çok-dilli gençlik kültürü; çok-dilli
internet iletişimi; genel olarak:
çok-dilliliği geliştirmek için yazılıgörsel iletişin araçlarının devreye
Orta
sokulur
öğretim Öğrencilerin önceliklerine uygun olarak dil ve ders seçimi; üretken yeteneklerin yapılandırılması;
1.
branş dersleri öncesi dil yeteneklerinin geliştirilmesi; Çeşitli derslerde eğitim dili olarak A, B ve C
aşama
dillerinin seçimi ve diğer yabancı diller; yazılı ve sözlü çeviri
(11-16) 7-8
Kısmen mesleğe hazırlayıcı olmak üzere değişik dersA, B ve C dillerinde edimsel karlerde alan dili bölünlerini de içeren eğitim dilleri A, B,
maşık yetenekler
9-10
C ve yabancı diller; uluslara-arası öğrenci değişimi
Genel amaç: Çok-dilli okul modeli; (yönelim olarak) tüm öğrencilerin A, B ve C dillerinde çok dillilik potansiyelini bir göz, çok-dilli kısmen çalışmaya göre bölümlenmiş toplumsal uygulamanın içine yerleştirmeye ve
„görüş alış-verişi kültürü“nün geliştirilmesine bakacak biçimde geliştirir; küresel çok-dillilik içinde yer
edinme
281
ZAS’da Çokdilli Yabancı Dil Edinimi:
Araştırma ve Uygulama
Natalia GAGARİNA ve Insa GÜLZOW
Berlin’de eğitim politikacıları yıllardan beri uyarmakta: Her yıl dil
öğrenimine destek vermek amacıyla neredeyse 20 milyon Euro bütçe
ayrılmasına rağmen kentte, ilkokul öğrencilerinin Almanca bilgileri iyi
seviyede değil (Dietz ve Lisker, 2008). Berlin’de, göçmen kökenli ve
beş yaşında olan çocukların ortalama % 20.9’unda, hâttâ Türk kökenli
çocukların % 26’sında cümle tekrarlamada sorunlar göze çarpmaktadır. Aynı gruptan çocukların % 23,2’si çoğul oluştururken zorlanmaktadır. Türk kökenli çocukların ise % 32,1’i bu ödevde sorun yaşıyor
(Oberwöhrmann ve Bettge, 2012: 64). “Egitim Raporu”
(www.bildungsbericht.de), Berlin’de yaşayan göçmen kökenli çocukların payının %40 olduğunu belirtiyor. Zorunlu, okula uygunluk muayenesi (Brinkhues, 2005) çocuk doktorları tarafından çocuk ve genç
hizmetleri çerçevesinde yapılmakta ancak bu muayenelerde ortaya
birtakım sorunlar da çıkmaktadır. Göçmen kökenli olmakla Almanca
dilbilgisi arasında bir ilinti var mıdır? Eğer böyle ise, neden bir o denli
de Alman çocuğu dille ilgili sorunlar yaşamaktadır? Burada önceden,
dil öğrenme aşamasında edinilmiş aksaklıkların rolü nedir? Çocuklar
okula başladıklarında daha iyi başarılar elde edebilsinler diye dildeki
eksiklikleri erken saptayıp ortadan kaldırma olanakları var mıdır?
Çiftdilli çocuklarda tek dili öğrenme süreci nasıl işlemektedir? Çocuklar Türkçe veya Rusçayı köken dil olarak konuştukları vakit Almanca
öğrenimi ne gibi özellikleri beraberinde getirmektedir? Bu bağlamda
çocukların sosyal çevrelerine düşen roller nelerdir?
282
Araştırma sonuçlarını okul öncesi ve ilkokul döneminde somut
destek programlarıyla uygulamak amacıyla Berlin Disiplinlerarası
Çokdillilik Birliği (BIVEM) işte bu sorulara yanıt aramaktadır. BIVEM,
yetkinlikleri dil öğrenimi alanında olan uzmanları, dilbilimcileri, eğitim ve tanı koyma uzmanlarıyla biraraya getirmektedir.. ZAS, genel
anlamıyla insanın dil yeteneğini ve bunun sonradan öğrenilen dillere
olan etkilerini araştırmaya adamış projelerin yanı sıra, ağırlığı özel
bütçeli dil ya da diller öğrenimi araştırmalarına veren Berlin merkezli,
üniversite dışı bir araştırma enstitüsüdür. Keza BIVEM de bu alanda
konuşlanmıştır ve farklı teorik ve pratik projelerle de güçlendirilir.
FREPY (Friedly Resources for Playful Speech Therapy) projesi
uygulama ağırlıklıdır ve “Yaşam boyu öğrenme” adını taşıyan
Comenius Avrupa programıyla finanse edilmektedir. Çocuklar için
bilgisayar oyunları veya oyun tahtası üzerinde oynanan oyunlar formatında interaktif eğitim malzemeleri geliştirilmiştir. Anne ve babalar
ile çocukları oyun havasında dil öğrenmeye teşvik edilmelidirler.
FREPY, katılımcı ülkelerin deneyim ve yetkinliğini biraraya getirmek
üzere Estonya, Litvanya ve Slovenya işbirliği içindedir. Bundan karşılıklı yarar elde etmek için de en güncel araştırma sonuçları uygulamaya geçirilir. Projenin amacı, partner ülkelerin ulusal dillerinde dil gelişimine hizmet edecek interaktif ve çokişlevli malzemeyi düzenli biçimde üretmektir. Almanya’da bu, Rusça-Almanca konuşan ikidilli
çocuklar için yapılmaktadır. Eğitimciler, öğretmenler ve velilerin internetten kolayca ulaşabileceği malzemenin (örneğin oyunlar, yapbozlar, resimli öyküler vs.) yine internet üzerinden (www.frepy.eu) çıktısı
da alınabilir. Alıştırmalar 5-8 yaş grubu çocuklarının hem bireysel
çalışmalarına hem de grup programlarına uygundur. Bu malzemeler,
sentaks, sözlük, fonoloji, pragmatik, hitabet gibi değişik alanlarda dili
anlama ve dili kavramayla ilgili dilsel gelişime hizmet etmektedir.
Bunun dışında anlatı becerisini geliştiren resimli öyküler üretilmiştir.
Proje, veliler ve eğitimciler için yöntemsel kurallar belirlemek suretiyle, dilsel zorluklarla daha iyi mücadele edebilmek için katkıda bulunmaktadır. Ayrıca internette, herkesin kendi edindiği deneyimlerin ve
uygun yöntemlerin bulunduğu ve elbirliğiyle geliştirilebilecek bir plat-
283
form üzerinde çalışılmaktadır. Böylelikle çocuklarda dil öğrenimini
desteklemenin gerekliliği bilinci artırılmış olur.
Uygun olmayan bir dil seviye testinin kullanılması sonucu sık sık
yanlış teşhislere dayalı yanlış kararlar verildiğinden (örnekler için
aşağı bakınız), ZAS’ta çokdilli çocuklar için bir Rusça dil seviye testi
(SRUK) geliştirilmiştir. SRUK, okul öncesi eğitim ve okula başlangıç
aşamalarında bulunan ve Rusça ile Almanca konuşan çocuklar için
geliştirilmiş lengüistik ve psikolengüistik temel dilseviye taramasıdır.
Bu test, çiftdilli çocukların Rusçadaki eylem ve isimler bağlamında
üretsel ve algısal sözcük dağarcığı dışında, eylemler (şimdiki zamanda
1. ve 2. tekil şahıs için fiil çekiminde) ve isimler bazında (tekil -i ve -e
hallerinde) morfolojik imleme üretme becerileriyle onların tümleç düzlemindeki dilbilgisi anlağını ölçer. Testin biçimlenmesi henüz tamamlanmamıştır, şu an itibariyle üçyüzü aşkın çocuğa ait veri tabanı oluşturulmuştur (Gagarina ve diğerleri, 2010; Gagarina, baskıda).
ZAS bünyesinde tekdilli ve çiftdilli çocuklarda anaforik çözünürlük bağlamında kuramsal araştırmalar ile ‘morfolojik sistemler edinimi
ve aşınması’ konulu araştırmalar yapılır. Sözkonusu araştırmaların bir
başka ağırlık noktası ise çocukların konuştuğu her iki dilde de (bütün
diller) anlatım yetisinin makro düzlemde gelişimi (MAIN, Multilingual
Assessment Insrument for Narratives, Gagarina ve diğerleri, 2012) yönünde cereyan eder. Özel olarak geliştirilmiş resimli öyküler (Tilki
Öyküsü, cf. Gülzow ve Gagarina, 2007) ya da bildik öyküler (‘Bird’
Öyküsü, Hickmann, 2003) aracılığıyla çok sayıda anlatımsal veri, örneğin söylev projesi BiSLI (Discourse Coherence in Bilingualism and Specific
Language Impairment) dahilinde değerlendirilip analiz edilmiştir ve
edilecektir (Gagarina, 2012).
BIVEM çerçevesinde tam gün süreli çocuk yuvalarında iki dilli
çocukların dil gelişimini desteklemek amacıyla değişik yöntemler değerlendirmeye alınır. Bir kontrol grubunun yanı sıra, eğitici odaklı
(M1) bir dil destek programı ile çocuk odaklı (M2) bir dil destek programı birbiriyle karşılaştırılır. Araştırma, oluşturulan birliğin farklı
işbirliği ortaklarınca görevlendirilen çalışanlarca yürütülür. Eğitici
odaklı programda destek, gündelik yaşam uyumlu gerçekleştiriliyor.
284
O nedenle, bu yuvada çalışan eğitici personel özel tasarlanmış BIVEM
hizmet içi eğitim kursuna dahil oldular. Bu eğiticiler dört aylık bir
sürede 90’ar dakikalık sekiz seminere katıldılar. Bu hizmet içi eğitim
aynı zaman zarfında yürütülen somut dil programıyla pekiştirilmiştir.
Çocukların katılımıyla kendiliğinden ortaya çıkan üretim verileri ve
anlatıları daha sonra çözümlenmek üzere kaydedildi. Çocuğa odaklanan dil destek programı çerçevesinde ise çocuklar, küçük gruplar halinde haftada iki kez 30’ar dakika olmak üzere dört ay boyunca dil
desteği aldı. Bu çocuklardan M1 grubundaki çocuklarla kıyaslama
yapabilmek için veriler alındı.
BIVEM, uygulamaya yönelik olmak kadar, branşları itibariyle ilgili kişilere ateşli bir bilimsel tartışma ortamı sunmaktadır. Örneğin araştırma türü tasarımını Berlin’de 14 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirilen uluslararası bir konferansta (COST Action IS0804, Language Impairement in a Multilingual Society: Linguistic Patterns and the Road to
Assessment) afiş olarak sunduk. Burada, yeni kurulmuş olan BIVEM’e
de dikkat çekildi. Birlik çalışmaları 2012 yılının nisan ayı sonunda
Sankt Peterburg’da, Rusya’da dil terapisi ve teşviği alanlarından meslektaşlarla biraraya gelme olanağı bulduğumuz uluslararası bir konferansta tanıtıldı. 2 Haziran’da BIVEM, Berlin Humboldt Üniversitesi,
Almanca Didaktiği / İkinci Dil Almanca Öğrenimi Enstitüsü ile yürüttüğü ortak çalışma ile Berlin’de, ‘Uzun Bilim Gecesi’ etkinliğine başarıyla katılmıştır. Orada birliğin çalışması, eğitimcilerin hizmet içi eğitim olanakları, literatür önerileri ve velilere sunulan olanaklar hakkında bilgiler verilmiş, FREPY-Programı çerçevesinde çocuklarla dil
oyunları uygulaması yapılmıştır. Diğer partnerlerin bulundukları yerlerde de keza ‘Uzun Bilim Gecesi’ etkinliklerinde Birlikle ilgili tanıtıcı
malzeme dağıtılmıştır. BIVEM’in katıldığı kamuya açık diğer etkinliklerden biri de ‘Dil ve Okuma Haftası’, Berlin Humboldt Üniversitesi’nde ‘3. Berlin İlkokul Günü’ kapsamında düzenlenen “Çeşitlilik Eğitim Süreçlerinde Fırsatlar ve Görevler” konulu konferans idi.
BIVEM açısından, bilimsel söylevin de ötesinde özellikle üzerinde
durduğu bir sorundur bilimsel sonuçların iletişimi; tabii ki, dil destek
programlarının başarılı olması için de keza önemlidir. Almanya’nın
285
diğer büyük kentlerinde de olduğu gibi Berlin’de de göçmen kökenli
çocukların nüfusa oranı oldukça yüksektir (takriben %40, yukarıya
bkz.). Dil ile ilgili kötü sonuçlar söz konusu olduğu vakit, kamuoyunda yürütülen tartışmalarda bununla ilintili olarak göçmen kökenli
olma özelliği alelacele ön plana çıkarılır. Neyin neyle ilintili olduğu
apaçık ortadaymış gibi görünse de faktörlerin birbirleriyle bağlantısı
aslında oldukça çetrefillidir. Yıllardan beri arzulanan başarıya ulaştıramayan onca pahalı dil programı, eğitim siyasetçileri üzerindeki baskıyı artırmıştır. Fakat yeterli derecede konuya vakıf olunmaması, siyasette yanlış kararlar verilmesine, basında ise ürkütücü haberlerin yayınlanmasına yol açmıştır. Başarılı bir gelişme kaydedilebilmesi ve
çokdillikte gelişim mekanizmaları açısından belirleyici faktörlerle ilgili
bilimsel çalışmalar, erken çocukluk döneminde dil tanısı yapılabilmesine ve dil destek programları geliştirilebilmesine temel oluşturan
önemli sonuçlara ulaştırır. Değişik faktörlerin etkileriyle ilgili kapsamlı
bir görüş elde etmek için bu tür programların geliştirilmesinde bütün
çocukların, dolayısıyla tek dille Almanca yetişen çocukların da
gözönünde bulundurulması gerekir. Örneğin, göçmen kökenli olmak
asla kötü Almanca bilgisinin ana nedeni olarak görülemez. Zira köken
dili Almanca olan az eğitimli ailelerin çocuklarında da kötü sonuçlar
gözlenmektedir (Oberwöhrmann ve Bettge, 2012). Karşılaştırma: 2012
yılında Almanya genelinde, evlerinde ikinci bir dil daha konuşan 3-7
yaş grubu çocuklarının % 39’unun dilsel bağlamda desteğe ihtiyacı
var. Bu arada, evde sadece Almanca konuşan çocukların oranı % 21
olarak açıklandı (www.bildungsbericht.de).
Dolayısıyla tek dille yetişen çocuklarda bu desteğe ihtiyaç duyulmasının nedenleri, çokdillilik alanında aranamaz. Bu nedenleri tam
olarak ortaya çıkarabilmek ve çokdillik bağlamında dil öğreniminden
ayrı tutulması özellikle önemlidir. Çokdilli yetişen çocuklarda dile
bağımlı olmayan faktörlerin gerektiğince dikkate alınabilmesi için ve
tek dille Almanca yetişen, ancak dilsel yetersizlikleri olan çocuklara
nasıl destek verilebileceğini ortaya çıkarmak da keza ZAS’ta yapılan
araştırmaların ağırlığını oluşturmaktadır.
286
Türkçe ve Rusça, Berlin ve Almanya genelinde en çok konuşulan
göçmen dillerindendir. Bu bağlamda farklı kaynaklar farklı sayılar
belirtiyor: Brehmer’e (2007) göre Almanya’da 2,7 milyon Rusça konuşan insan yaşarken bu sayı Silbereisen’de (2012) 4,2 milyonun üzerinde
(kökeni Alman göçmenler) olarak ifade ediliyor (bkz. Mini Nüfus Sayımı “Mikrozensus”, 2011). Çokdillilik toplumsal bir gerçekliktir ve zaten Avrupa Birliği düzleminde de arzulanan bir olgudur; iyi eğitimli
toplumun bireyi olarak AB yurttaşının kimliğini yansıtan bir faktör
olarak değerlendirilir: a desirable life-skill for all European citizens
(Council conclusions of 22 May 2008 on multlimgualism. Official Journal C
140, 06.06.2008 P. 0014 - 0015).
Ancak bu türden söylemlerin tersine, evde Almanca ile genellikle
evde konuşulan anadil arasında dogrudan bir dilbilgisi bağlantısı kuran birtakım ifadelere de rastlanmaktadır. “Frankfurter Allgemeine
Zeitung” gazetesi 13 Mayıs 2013 tarihli online baskısında „Yetersiz
Almanca: evlerde çoğu zaman Türkçe konuşuluyor”.1 Üstelik buna
benzer haberler hemen hemen bütün yaygın günlük ve haftalık gazetelerinin online baskılarında aynı gün yer almıştır, örneğin ‘Die Welt’,
‘Der Spiegel’, ‘Bild’ veya ‘Hamburger Blatt’ gibi medya ürünlerinde.
Burada kurulan bağlantı aslında apaçık ortadadır: Çocukların Almanca dilbilgisi yetersiz ise, o vakit bu alanda onlara sunulacak dil desteği
de nicel olarak artırılmalıdır. Oysa ZAS’ta yapılan bir çalışma Berlin’de
yaşayıp da Rusça konuşan çiftdilli çocuklar için, evde konuşulan Almancanın çocukların Almanca dilbilgisine değil de muhtemelen köken
dilleri üzerindeki becerilerine olumlu etkilerde bulunduğunu kanıtlamaktadır (Klassert ve Gagarina, 2010). Sonuçlar, ebeveyn kaynaklı
yönlendirmelerin çift dille yetişen çocukların dilsel gelişimi üzerindeki
etkilerini araştıran “Rusça Konuşan Göçmen Kökenli Çocukların Almanya
ve İsrail’de Toplumsal Uyumu İçin Kaçınılmaz Olan Dil Öğrenimi”2 projesinin gerçekleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Bunun için öncelikle, göçmen
kökenli anne ve babaların, çocuklarının dilsel gelişimini en yüksek
1
2
www.faz.net/aktuell/rhein-main/mangelnde-deutschkenntnisse-zu-hause-wird-oftnur-tuerkisch-gesprochen-12181881.html
Bunun için bkz. http://www.zas.gwz-berlin.de/bilingual.html
287
seviyede destekleyebilmek için onlarla hangi dilde konuşacakları yönünde yürütülmekte olan tartışmalar ve güncel araştırmalar baz alınarak değerlendirilmiştir. Bu soruyu aydınlatmak üzere Berlin’den 4-6
yaş grubundan 45 göçmen kökenli çocukla bir araştırma yapılmıştır.
Sadece evde konuşulan Almanca oranı baz alınarak oluşturulmuş üç
farklı grup birbirleriyle karşılaştırılmıştır. İstatistiksel değerlendirme
gruplar arasında Almanca yetileri bakımından herhangi bir fark ortaya
koymazken, Rusçada gözden kaçması mümkün olmayan farklılıklara
vurgu yapmıştır. Bu da demek oluyor ki, göçmen kökenli ebeveynin,
çocuklarının Almanca dilbilgisi gelişiminde destekleyici herhangi bir
rolü kanıtlanamamıştır. Ancak çocukların, köken dilleri Rusça’da kaydettikleri dilsel gelişim, önemli ölçüde ebeveynin bu bağlamdaki yöneltimleriyle doğru orantılı olarak gerçekleşir. Bu verilerin yanısıra
ebeveyn-çocuk ilişkisi için ebeveynin anadile muktedir olmasının son
derece önemli olduğu bilgisi gözönünde bulundurulduğunda, anadilin
ebeveyn tarafından kullanılıyor olmasına sadece destek verilebilir.
Anadilde yeterlilik, çocukların kimlik edinmesi aşamasında fevkalade
önemlidir. Bir taraftan dil, bir dil topluluğunun kültürü ile doğrudan
ilintilidir. Bayramlar ve ritüeller başka bir dille üstünkörü
bağıntılanamaz iken, öte yandan köken dil, ebeveyn ile olan bağ açısından önem içermektedir. Ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişki genel
olarak anadil üzerinden sağlanır (Portes ve Hao, 1998; Wong-Fillmore,
2000). Aksi takdirde, göçmen kökenli çocukların, henüz gençlik dönemlerinde, ebeveynleriyle olan iletişimlerinde kopukluk yaşanması
tehlikesi vardır. Çocuklar yetişir ve zamanla ebeveynlerinin kuşağı ile
aralarına bir mesafe koymak isterler.
Özellikle konuşma olanakları sınırlı kaldığında ya da çocukların
köken dillerinde sözcük dağarcıklarıyla yetersiz kalmaları durumunda, ortaya çıkan sorun ve çatışmalarda tartışabilmek yerine ilişki kaybı
tehlikesi gündeme gelir. Tersi durumda ise anne ve babanın çevre dili
bilgisi – burada Almancada – çoğu zaman çocuklarıyla anlaşabilecek
denli gelişmemiştir. Sonuç olarak, sağlıklı dil gelişimi kaydedebilmenin yolu, köken dile muktedir olmaktan geçer; çünkü Almanca gibi
ikinci bir dilde sağlıklı gelişim kaydetmek, sözcük dağarcığı ve dilbil-
288
gisi gibi dile özgün altyapıyı edinme yolundaki mil taşlarını aşarak
mümkün olabilir.
Birkaç dilin aynı anda öğrenilmesinin çocuğu zorlayacağı görüşü
genelde hakimken, aslında çokdillilik veya birden çok dil bilme durumu bir dezavantajdan çok avantaj oluşturur. Örneğin çokdillilik olgusunun çalışma belleği üzerinde olumlu etkisi vardır (Yang ve diğerleri,
2005; Bialystok, 2009) ve çocuklar dil kullanımı konusunda esnek bir
yaklaşıma sahiptir (Siegal vd, 2007). Berkitilen metalengüistik3 yetiler
çocuklarda dilin yapıları ve özellikleri üzerine düşünme zemini sağlar.
Çokdilli yetişen çocuklar, tekdilli çocuklara kıyasla dile dayalı ilintileri
kurmakta daha başarılılar (Bialystok, 2001 ve 2004). Çokdillilik, sohbet
anlamında konuşma ve anlama kohezyonlarının genişlemesini sağlar
(Siegal vd, 2010). Kontrolün dilsel uyarlaması, çokdilli çocuklara daha
kolay gelmektedir (Carlson ve Meltzhoff, 2008, fakat bunlara karşın
Costa ve diğerleri, 2009). Burada ilginç olan şudur ki, çokdilli olan
çocuklarda bulunan bilişsel beceriler, ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek
Alzheimer belirtilerine karşı onlarda koruyucu bir katmak oluşturmaktadır (Diamond, 2010: 332).
Toplumsal etmenlerin çocuğun genel gelişimine, hal böyle olunca
dilsel gelişimine de büyük etkiler yaptığı genel-geçer kabul edilir. Ancak dilsel birtakım açıklar ortaya çıktıkça, sekteye ya da dumura uğramış bir dil öğrenim sürecinin sebep-sonuç ilişkilerinin belirlenmesinin ne denli güç olduğu, belirlenenlerin ise genellikle aldatıcı türden
olduğu kuşkusuz sıkça gözardı edilmektedir (Paradis, 2010; Genesee
vd, 2004). Birçok alanda avantajlı konumda olmalarına rağmen çiftdilli
çocukların dil becerileri tekdilli çocuklarınkinden farklı özellikler gösterdiğinden, salt yüzeysel düzeyde değerlendirildikleri vakit yanlış
sonuçlara ulaşılabilir. Tekdillilik sürecinde dil öğrenme, çokdilli öğrenim ile karşılaştırıldığında iki dilin senkron edinimi akışında birtakım
eksiklik ya da gedikler gözlenmektedir (örneğin kelime dağarcığı bağlamında). İki dille yetişen çocukların dili, “spesifik dilsel gelişim bozukluğu” (Alm.: spezifische Sprachentwicklungsstörungen, SSES) sergileyen çocukların dilindekine benzer yüzeysel bir başlangıç göstermekte3
Lengüistik biliminin dil ötesi olgularla uğraşan alt bölümü (çevirmenin notu).
289
dir. SSES bulgularının aksine eğer dil öğrenim süreci sekte görmeden
devam edecek olursa, çift dille yetişen çocuklarda bu anormalite, yaş
ilerledikçe ortadan kalkar. Çiftdilli çocuklar hâlâ genellikle tekdilli
çocuklar için geliştirilmiş testlerle sınandıklarından, çoğu zaman yanlış
tanılara varılmaktadır (Thordardottir vd, 2006; De Houwer, 2009, LiSeDAZ, Schulz ve Tracy, 2011).
Nitekim bu bulgular ışığında dil terapisi bağlamında çokdillilik
olgusu üzerinde daha yoğun biçimde durulmaktadır. 22 ve 23 Şubat
2013 tarihlerinde Federal Alman Akademisyen Dil Terapistleri Birliği
(Deutscher Bundesverband der Akademischen Sprachtherapeuten, DBS) „Dil
Terapisi Bağlamında Çokdillilik“ konulu 14. bilimsel sempozyumunu
düzenlemiştir. Almanya’da 16 milyon civarında göçmen kökenli insan
yaşamaktadır. Federal Almanya’da çocukların % 10’undan fazlası Almancayı anadilleri olarak konuşmamaktadır. Birden fazla dilin konuşulduğu ortamlarda yaşayan kişiler dilsel gelişim sorunları ya da dil
yoksunluğu (aphasie) yaşıyorsa o takdirde bunun olumsuz yansımasının yetersiz Almanca dilbilgisinden mi yoksa herhangi bir dilsel sorundan mı kaynaklandığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Burada değinilen
nedenlerden ötürü çokdilli insanların genel yeterliliğini saptamak için
birinci dilin de test edilmesi önemlidir. İlk dilin genel SSES tanılaması,
genel SSES tanısına önemli bir katkı sağlayacaktır. Çevre dilinde (Almanca) gözlenen dile özgü gecikmelerin aksine çiftdilli çocuklarda, her
iki dilde de bir SSES ortaya çıkmaktadır. Bunlarda dilbilgisi ağırlıklı
cereyan eder, yani incelenen dilin yapısına bağlıdır, öyle ki, eğer her
iki dilde de gelişme süreçleri farklı güzergâhlar izleyecek olursa, bir
karşılaştırma yapmak güçleşir (Rothweiler, baskıda). Eğer her iki dilde
düzey belirlemek üzere kullanılan testler, birbileriyle karşılaştırılamayacak türden ise bir karşılaştırma yapmak daha da zorlaşır.
Çokdilli ortamda dil öğrenimi kurallar dizgesinin, tek dil ortamında dil öğrenimi sonuçlarına dayanmadığı yönünde son dönemlerde elde edilen birtakım bilgiler ışığında, dilsel aksaklıklarla ilgili birçok soru çokdillilik cihetinden bakıldığında yanıtsız kalmaktadır. Burada örneğin, dil terapistlerinin yöntem dağarcıklarını Almanca-Rusça,
Almanca-Türkçe olarak uyarlamaları ya da genişletmeleri mi doğru-
290
dur, yoksa dilsel yapılar terapisinin deneysel bağlamda tek dilde sunulması mı yeterli olacaktır sorusu ortaya çıkıyor. Dilsel bulgular sadece dil terapisiyle mi etki altına alınabilir yoksa erken önlemler veya
sağaltıcı pedagojik önlemler mi daha uygun olacaktır? Bir çocuğun dil
destek programına mı yoksa dil terapisine mi ihtiyacı olduğunu belirlemek için, dil öğrenim sürecindeki akış bozukluğunun nerede yaşandığının saptanması gerekir. Çokdilli çocuklarda dil gelişimi, dil öğrenme ve dil rehabilitasyonunun durumu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Çokdilli insanlara yönelik bu alanda faaliyet gösterirken hangi ek kaynaklara ihtiyaç duyulmaktadır?
Desteğe ihtiyacı olan bunca çocuk gözönünde bulundurulduğunda, tam gün işlevli yuvaların yalnız başlarına bu işin üstesinden gelmekte zorlanacakları apaçık ortadır. Yetersiz personel ve eğiticilerin
tanısal bilgi yetersizliği ve uygun destek önlemleri kapsamındaki bilgisizlikleri, ciddiye alınması gereken bir problem teşkil etmektedir.
Tam gün işlevli yuvalar anadili Almanca olmayan çocuklar için eğitim
ve dil öğrenim süreçleri bağlamında son derece gereklidir. Bu yuvalarda çocuklar aile ortamı dışında yeni toplumsal ilişkiler ve diğer
çocuklar ve yetişkinlerle sağlam bağlar kurabilir, böylelikle ileride
bireysel eğitim süreçlerini yaşayabilecekleri bir zemin oluşturabilirler.
(Berlin Eğitim, Gençlik ve Spor Senatörlüğü, 2004). Disiplinlerarası
BIVEM, başarılı bir çokdilli öğrenime katkı sağlayacak farklı faktörleri
özenle ortaya çıkarmak için ve bilimsel bilgilerle hem tanı hem de terapi alanında dil destek programlarının gelişimine yardım etmek için
gayret göstermektedir. Gelecekte de farklı disiplinlerin işbirliği bu
alanda aynı biçimde pekiştirilmelidir.
291
Kaynakça
BIALYSTOK, E. (2001), Bilingualism in development: Language, literacy, and
cognition. New York: Cambridge University Press
BIALYSTOK, E. (2004), The impact of bilingualism on language and literacy
development, in: BHATIA, T.K. and RITCHIE, W.C., Handbook of
bilingualism, Blackwell, Oxford
BREHMER, B. (2007), Sprechen Sie Qwelja? Formen und Folgen russischdeutscher Zweisprachigkeit in Deutschland, in: ANSTATT, T. (Eds.),
Mehrsprachigkeit bei Kindern und Erwachsenen. Erwerb, Formen,
Förderung, Tübingen: Attempto, 163-185
BUNDESMINISTERIUM DES INNERN (Eds.) (2012), Demographiebericht.
Bericht der Bundesregierung zur demographischen Lage und künftigen
Entwicklung des Landes, Berlin: Bundesministerium des Innern
CARLSON, S.M., & MELTZOFF, A.N. (2008), Bilingual Experience and
executive functioning in young children, in: Developmental Science, 11
(2), 282 – 298
COSTA, A., HERNANDEZ, M., COSTA-FAIDELLA, J. and SEBASTIANGALLÉS, N. (2009), On the bilingual advantage in conflict processing:
now you see it, now you don't. Cognition,113, 135–149
DE HOUWER, A. (2009), Bilingual first language acquisition, Bristol
DIAMOND, J. (2010), The benefits of multilingualism. Science, 330 (6002), 332–
333
GAGARINA, N. , KLASSERT, A. and TOPAJ, N. (2010), Sprachstandstest
Russisch für mehrsprachige Kinder / Russian language proficiency test for
multilingual children, ZAS Papers in Linguistics 54, Sonderheft, Berlin:
ZAS
GAGARINA, N. (2012), Discourse cohesion in the elicited narratives of early
Russian-German sequential bilinguals, In: BRAUNMÜLLER, K. and
GABRIEL, G. (eds.), Multilingual Individuals and Multilingual Societies,
Amsterdam: Benjamins, 101–120
GAGARINA, N. (2012), Elicited narratives of monolingual Russian-speaking
preschoolers: A comparison of typically developing children and
children with language disorders, In: SZUCSICH, L. , GAGARINA,
N., GORISHNEVA, E. and LESZKOWICZ, J. (eds.) Linguistische
Beiträge zur Slavistik. XIX. JungslavistInnen Treffen in Berlin, 16.-18.
Dezember 2010 (= Specimina Philologiae Slavicae 171), München: Otto
Sagner, 71-90
GAGARINA, N., KLOP, D., KUNNARI, S., TANTELE, K., VÄLIMAA, T.,
BALCIUNIENE, I., BOHNACKER, U., WALTERS, J. (2012), MAIN:
292
Multilingual Assessment Instrument for Narratives ZAS Papers in
Linguistics 56. Berlin: ZAS
GAGARINA, N. (im Druck) Sprachdiagnostik in der Erstsprache
mehrsprachiger
Kinder
(am
Beispiel
des
Russischen).
Schwerpunktheft bei Sprache. Stimme. Gehör
GENESEE, F., PARADIS, J., and CRAGO, M. (2004), Dual language
development and disorders: A handbook on bilingualism and second
language learning, MD: Brookes, Baltimore
GÜLZOW, I. and GAGARINA, N. (2007), Noun phrases, pronouns and
anaphoric reference in young children narratives. Intersentential
Pronominal Reference in Child and Adult Language. D. BITTNER
and N. GAGARINA. Berlin, ZAS Papers in Linguistics. 48: 203-223
HICKMANN, M. (2003), Children's Discourse. Person, Space, and Time across
Languages. Cambridge, Cambridge University Press
http://www.zas.gwz-berlin.de/bilingual.html
KLASSERT, A. and GAGARINA, N. (2010), Der Einfluss des elterlichen Inputs
auf die Sprachentwicklung bilingualer Kinder: Evidenz aus
russischsprachigen Migrantenfamilien in Berlin. Diskurs Kindheitsund Jugendforschung, 4, 413-425
LISKER, A. and DIETZ, S. (2008), Sprachstandsfeststellung und Sprachförderung
im Kindergarten, Deutsches Jugendinstitut e.V.
MORALES, J., CALVO, A., BIALYSTOK, E. (2013), Working memory
development in monolingual and bilingual children. Journal of
Experimental Child Psychology, 114, 187-202
OBERWÖHRMANN, S., BETTGE, S. (2012), Grundauswertung der
Einschulungsdaten in Berlin 2012, Berlin: Senatsverwaltung für
Gesundheit und Soziales
PARADIS, J. (2010), The interface between development and specific language
impairment, Applied Psycholinguistics, 31 (2), 227 – 252
PORTES, A. and HAO, L. (1998), E Pluribus Unum: Bilingualism and language
loss in the second generation, Sociology of Education, 71, 269-294
Projektteam der Technischen Universität Chemnitz und der Friedlich-SchillerUniversität Jena (Eds.) (2010), Chancen wichtiger Entwicklungsschritte:
Viel zu gewinnen, wenig zu verlieren - Regulation biographischer
Übergänge bei Migranten der zweiten Generation in Deutschland, ExpressDruckerei, Jena
ROTHWEILER, M. (im Druck) Spezifische Sprachentwicklungsstörungen bei
mehrsprachigen Kindern. Schwerpunktheft bei Sprache. Stimme. Gehör
293
ROTHWEILER, M., CHILLA, S. and BABUR, E. (2010), Specific Language
Impairment in Turkish. Evidence from Turkish-German successive
bilinguals, Clinical Linguistics & Phonetics, 540-555
SCHULZ, P. and TRACY R. (2011), Linguistische Sprachstandserhebung - Deutsch
als Zweitsprache, Hogrefe
SIEGAL, M., MATSUO, A. and POND, C. (2007), Bilingualism and cognitive
development: evidence from scalar implicatures, in Yukio OTSU
(Ed.), Proceedings of the Eighth Tokyo Conference on Psycholinguistics,
Tokyo: Hituzi Syobo, 265 – 280
SIEGAL, M., SURIAN, L., MATSUO, A., GERACI, A., IOZZI, L., OKUMURA,
Y., ITAKURA, S. (2010), Bilingualism Accentuates Children's
Conversational
Understanding.
PLoS
ONE
5(2):
e9004.
doi:10.1371/journal.pone.0009004
THORDARDOTTIR, E., ROTHENBERG, A., RIVARD, M.-E. and NAVES, R.
(2006), Bilingual assessment: Can overall proficiency be estimated
from separate measurement of two languages? Journal of Multilingual
Communication Disorders, 4, 1-21
WONG FILLMORE, L. (2000), Loss of family languages: Should educators be
concerned?, Theory into Practice, 39, 203-210
294
Katılım:
Tekdilli İletişimden Çokdilli İletişime Giden Yol1
Hartwig BACKENHAUS ve Fırat DENKLİ
Giriş
2-4 Mayıs 2013 tarihlerinde Antalya Akdeniz Üniversitesi’nde yapılan
2. Alman-Türk Bilimsel İşbirliği Forumu’ndaki afişimizi, çözüme ulaştırıcı ve hedef odaklı bir kavram olarak „katılım“ üzerine hazırladık.
Başlıkta belirttiğimiz tekdilli iletişimden çokdilli iletişime giden yol,
deneyimlerimize göre, çoklu iletişim ve etkileşimli iletişim alıştırmalardan geçerek katılım bağlamında 7 temel kavrama ulaşmaktadır:
Dönüşsellik
Sosyal iletişim
Ufuk genişletme
Dilsel duyarlaştırma
Perspektif zenginliği
Bilişsel gelişme
Kendini tanıma yetkinliği
Posterimize çoklu iletişim alıştırmaları olarak bir seçki listesi koyduk:
Düzen şarttır
Konuşlanma çizelgesi
Kültürlerarası Harita
Dilsel Özgeçmişim
Adımın öyküsü ve diğerleri…
1
II. Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nda poster bildiri olarak sunulmuştur.
295
Şekil 1: Sunduğumuz Poster
296
Bir örnek oluşturması için alıştırmalardan biri olan „Dillerim,
Beklentilerim“ adlı dilsel özgeçmiş etkinliği tarafımızdan çalıştayda
tanıtıldı. Birkaç başka alıştırmayı da „katılım“ kavramı ana başlığıyla
bu yazımızda irdeleyeceğiz. Bunu yaparken bir bütünsellik oluşturan,
okul eğitimi kapsamında çoklu iletişim alıştırmaları yıllardır okulumuzda, yani „Vor dem Holstentor“ adlı akşam okulunda zaten uygulanmakta. Bunun ardından bir dizi alıştırma tanıtılıp çalıştayın gündemdeki „çokdillilik“ konusu içinde değerlendirilecektir.
Burada çalışmanın bir kavramı olarak ele aldığımız „katılım“, fazla soyut ve kuramsal biçimde irdelenmeyecek. Önce „kültürlerarası“
olarak nitelenen bu alıştırma taslağının (farklılıkların birlikteliğiyle
zenginleşen bir dünya – A World of Difference)2 çözümsel yaklaşımına
uygun olarak her kurumun uygulamada nasıl ve hangi sonuca ulaşmak istediği göz önünde bulundurularak tanımlanması gerekir. Hitap
ettiğimiz gruplar için hangi katılım biçimleri öne çıkmaktadır? Biz
onlardan ne tür katılım bekliyoruz? Bu bağlamda hitap ettiğimiz bu
kişiler ne tür bir beklenti beklentisi içindedirler?
Akşam okulunda bizim için asıl amaç, yeni sınıflarda ve aynı dönemde okula başlayan gruplarda iletişimin yoğunlaşmasına odaklanmaktır. Bu şekilde hemen ders yılının başında yapılan her bir alıştırma
birimi öğrencileri bir buzkıran misali kıvamına getirir. Ayrıca öğrencilerin birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlayan çoklu iletişim alıştırmalarımız, Hamburg Eyaleti Eğitim Yasası’nda belirtilmiş olan eğitim ve
öğretim yönetmeliği kapsamındadır.
Okulun görevi, öğrencileri şu konularda yetkin ve duyarlı kılmaktır:
- Diğer insanlarla ilişkileri, saygı, hoşgörü, adalet, dayanışma ve cinsiyet eşitliği ilkelerine göre düzenlemek; kendisi ve başkaları için sorumluluk üstlenmek.
- İnsana değer vermekle yükümlü olan demokratik bir toplumun oluşturulmasına katkıda bulunmak; kültürlerin barış içinde yanyana yaşayabilmeleri, tüm insanların eşitliği ve yaşama hakkı için mücadeleye omuz vermek.
2
http://archive.adl.org/education/edu_awod/default.asp
297
-
Kendisinin olduğu kadar diğer insanların beden ve ruh sağlıklarını
da korumak.
Doğal çevrenin sahiplenip korunması için başkalarıyla birlikte sorumluluk almak. (Hamburg Eyaleti Eğitim Yasası’nın 19 Şubat
2013 tarihinde kaleme alınmış 2. maddesi uyarınca).
Aşağıda ayrıntılarıyla açıklanan alıştırmalar 5 yılı aşkın bir süredir “Sekundarstufe 1” (İkincil Aşama 1) olarak nitelenen ortaöğretim
baslangıç sınıflarında yılda 2 kez yapılmaktadır. Şimdilerde çalıştayın
“Sekundarstufe 2” (İkincil Aşama 2) düzeyine de (orta öğretimin üst
sınıfları) uyarlanması için çalışmalar sürdürülmektedir.
1. Dil-Duyarlaştırma: Düzen Şart – Ama Hangi Düzen?
Anlamak – sadece yapısalcı bağlamda değil – öyle ya da böyle ama bir
şekilde „anlaşılmaz“ ile „anlaşılmadı“ arasında bir yerlerde gerçekleşir. Dil, görecelidir. Dil felsefesi ilintili klişe ve anlamak-anlamışlık
çelişikisi üzerine sadece bu kadar söz söyleyip geçelim. Ne var ki, akşam okuluna başlarken düzenlediğimiz çoklu iletişim etkinliklerinde,
„zaten değişen bir şey yok“, „karşımdaki kişi nasıl olsa kendine göre bir şey
anlar“ veya „beni kimse anlamıyor“ gibi söylemler içeren dilsel görecelik
deneyimi değil, görelilik deneyimidir öğrencilerimizin algılanabilir ilk
tepkilerinden biri.
“İkinci öğretim” diye tabir edilen haricî mezuniyetlerin (akşam
okulu, gece lisesi, açık lise gibi) henüz ilk günlerinde yani ders yılı
başındaki „sınıf öğretmeniyle 3 gün“ diye anılan ve sınıf öğretmenlerinin yeni öğrencilerini sınıf içi düzenlemeleriyle ilgili bilgilendirme ve
„tanışma“ için değerlendirdiği günlerde, dört derslik bir blok süresi
içinde öğrencilerle beş etkinlik yapıyoruz. Çoklu iletişim alıştırmasının
amacı, çok kısa bir sürede (240 dakika) öğrenciler arasındaki iletişimi
sağlamaya çalışırız ki, birlikte çalışma için gerekli olan güçlü bir güven
ortamı oluşsun. Böylelikle öğrenciler bu ortamda hoş karşılandıkları
hissiyle huzurlu da olurlar.
298
Dil kullanımından feragat etmek (çelişki gibi görünse de) Dile
karşı duyarlı kılar.
„Düzen şart“ adlı ilk alıştırmada öğrencilerden, değişik formasyonlarda dil kullanmaksızın durmaları istenir. Odayı ikiye böldüğü ve
büyük ile küçük arasından geçtiği varsayılan hayalî bir çizginin üstünde boy sırasına göre dizilirler. Bunun basit bir alıştırma olduğu düşünülebilir, lâkin bu etkinlik, dikkatleri, çoğu zaman gözardı edilen bir
dile, vücut diline yöneltir; sözkonusu dil burada bedensel belirtileri
algılama ve adlandırma olarak zuhur eder.
Etkinliğin ikinci aşamasında öğrenciler yaşlarına göre sıralanırlar.
Artık sadece dış görünüşe bakarak doğru düzeni kurabilmek mümkün
değildir. Öğrenciler kendi aralarında anlaşmak zorundadırlar - dil
kullanmaksızın! Birbirleriyle işaretleşirler ya da avuçlarına sayılar
yazarlar. Bu arada tabii eğlenceli yanlış anlamalar da olacaktır.
Bir sonraki aşamada öğrenciler bu kez, önce önadlarına, sonra soyadlarına göre dizilirler çizgi boyunca. Dil kullanmama koşulu bu kez
işi daha da güçleştirir. Burada bazı küçük hilelere başvurmadan alıştırmanın sonu gelmez.
„Düzen şart“ alıştırması ‘uyarlama’ ilkesine dayanır. Dil kullanmamakla, dil bizatihi konunun kendisi olur çıkar. Okulda başat dili
konuştuklarından ötürü dili marjinalleşmemiş öğrenciler, dilden yoksun olmanın ne anlama geldiğini hissederler. Öte yandan ders esnasında anadillerine ilgi gösterilmeyen kesime mensup öğrencilerin ise
çokdilli deneyimleri onaylanmış olur.
2. Ufuk Genişletme: Konuşlanma çizelgesi
„Bulunduğumuz odada, yerde dört yöne göre açılmış bir harita olduğunu gözünüzün önüne getirin. Ve farzedelim ki bu harita Hamburg
şehir planı olsun. İşte şurada, tam ortada “Vor dem Holstentor” akşam
okulu var. Peki odanın herhangi bir yerinde dikilerek bu sanal haritada, Hamburg’un neresinde oturduğunuzu belirtebilir misiniz? Katılımcılar hayal güçlerini kullanarak ama “komşu”ya da danışarak odada konuşlanırlar. Herkes katılır oyuna. Herkes sanal haritadaki adresini bulduğuna ve komşusuyla yaptığı son istişarenin ardından kararın-
299
dan emin olunca çevreye göz gezdirilmeye başlanır. Kısa okul yolları
olsa da çoğunluk epeyi uzaktan gelir; hâttâ insanı hayrette bırakan
tarzda komşu eyaletlerden gelenler dahi vardır, zira buralarda bu türden akşam okulları bulunmuyor. Bu arada şu tarzda sorulara da her
defasında yanıtlar arandığı gözlenmektedir: Kim, kime yakın yerde
oturuyor? Nerelerde birlikte yolculuk yapabilecek ekipler kurulabilir?
Hâttâ kimlerin evinde çalışma grupları oluşturulabilir?
İkinci turda sanal Hamburg haritası Almanya haritasına dönüşür
ve öğrenciler bu sefer doğdukları yere göre konumlanırlar. Kısa sürede
anlaşılır ki, Almanya haritası yetersiz kalır, o nedenle ufuk genişletmesine gidilmesi gerekir. Üçüncü bir turda aynı işlem bu kez anne ve
babaların, ardından da büyükanne ve büyükbabaların doğum yerleri
gözönünde bulundurularak yapılır. Hamburg’un ne denli göç alan bir
kent olduğu böylelikle gözler önüne serilmiş olur. Zira görülür ki, bu
sanal ve kültürlerarası haritanın ortasında duran neredeyse hiç yoktur;
ve nerdeyse öğrencilerin hiçbiri Hamburg’da doğmamıştır ve soyunda
Hamburglu olan hiç yoktur.
“İlgi dairesi“, konuşlanma çizelgesi”nin değişik bir biçimidir:
Herkes çepeçevre yanyana dikilir. Yöneltilen her soruya olumlu karşılık verecek olanlar bir adım öne çıkar. Bir meslek eğitimi tamamlamış
olanların, evli olanların, enstrüman çalabilenlerin tümü vs. her defasında bir adım öne çıkar. Özellikle ders yılı başında ilginç başka bir
konuşlanma çizelgesi de “Kırmızı Çizgi” adlı uygulamadır: Bir dil
konuşabilenler bir adım, iki dil bilenler iki adım ilerler vs. Bir çocuğu
olanlar bir adım, iki çocuğu olanlar iki adım öne çıkar vs.. Böylelikle
süratle ve fazla çaba gerekmeden ortaya çıkan çapraz bilgiler bilahare
teneffüslerde, sonraki günlerde katılımcılara birçok konuşma fırsatı
sunar.
„Konuşlanma Çizelgesi“nin bir diğer biçimi olan „kartlar yeniden
karılıyor“ alıştırmasında katılımcılar, kimsenin okuyamayacağı şekilde, üzerlerinde sosyo-ekonomik ve kişisel bilgiler yazılı kartlar çekerler ve çizgi boyunca dikildikleri yerden birer adım ilerlemek suretiyle
bütün sorulara kağıtta belirtilen rollerine uygun karşılıklar verirler.
Örneğin bir hesap açtırabilirim; anne veya babamın cenazesine gidebi-
300
lirim; istediğim herhangi bir diskoteğe gidebilirim. Doğduğum ülkede
tatil yapabilirim. Yaygın kullanılan bir tarife üzerinden arabama sigorta yaptırabilirim. Kendi seçtiğim bir doktora gidebilirim. Şunu ya da
bunu yapabilirim; ya da yapamam. Soruların ardından neden bazı
oyuncuların daha ileri gittiği ya da diğer bir kısmının daha geride kaldığı üzerine tahminler yürütebiliriz.
Konuşlanma çizelgesi, kişisel yaşam koşullarıyla toplumsal koşulların ne denli girift olduğunu gösteriyor. “Kartlar yeniden karılıyor”
alıştırmasında özellikle toplumda insanlara ne denli farklı davranıldığı
gözler önüne serilirken, diğer alıştırma biçimleri, okul içi iletişimin
yoğunlaşmasına hizmet ediyor. İkinci dilleri Almancayı az bilenler
çekinmeden bunu gösteriyorlar. Daha sonra başlayan muhabbet ortamlarında kendi dil bilgilerini geliştirme olanağı buluyorlar.
Bu çalışmada tanıtılan çoklu iletişim alıştırmalarının bir çoğu gibi
„konuşlanma çizelgesi“ de katılımcıların her birinin söz almasını, konuşmanın ve dolayısıyla iletişimin bir halkası olmasını önemli bir ölçüde garanti eder. Artık burada sorunsuz bir katılım ortamı elde edilmiştir; herkes konuşup fikir yürütebilir.
3. Perspektif Zenginliği: Dillerim, Beklentilerim
„Dillerim, beklentilerim“ alıştırmasında, dilsel özgeçmiş bileşenleri
beklenti beklentileri ile ilişkilendirilir ve geçmiş ve gelecek birbiriyle
bağlantılandırılır. Dilsel biyografya görünür kılınır ve okula gitme
durumunu güçlendirecek niyet, hedef ve beklentiler tasarlanır, hatta
tanımlanır. Bu alıştırmada, var olan beklentilere, üstlenilen roller yardımıyla mesafe konmaya çalışılır:
• Akşam okulunda geçireceğim vakit bana ne getirecek?
• Bu süre içinde okuldan ne bekliyorum?
• Bu süre içinde öğretmenlerimden ne bekliyorum?
• Sınıf arkadaşlarımdan beklentilerim nelerdir?
• Ve onların benden ne beklemelerini bekliyorum?
• En nihayet kendimden ne bekliyorum?
Belki bir gözlemi de peşinen dile getirmek doğru olacak: Dilsel
biyografya bağlamındaki çeşitlilik apaçık ve çoğu zaman beklenti bol-
301
luğuyla doğru ilintilidir; öyle ki, perspektif zenginliği her iki cihette
zuhur eder. Alıştırmayı zaten afişimizde de tanıttık: Öğrenciler ilk
aşamada, yaşamlarında rol almış olan her dili bir renkle özdeşleştirirler. Belirledikleri renkleri de kabaca çizilmiş olan bir vücuttaki bölgelere ya da onu örten giysilere iliştirilir. Bu aşamada çizimle ilgili başka
herhangi birşey yapmaları da istenmez, ancak böyle bir istek gelirse
evet. Görüyoruz ki, dille ilgili kimi olumlu ya da olumsuz yaşanmışlıklar sonucu edinilmiş değerler, sık sık öğrencileri, hangi dillerin kendilerinden beklendiği sorusunu yöneltmeye sevkeder. „Büyükannemle
konuştuğum gibi de olur mu?“ Tüm dilleri söylemeleri gerekip gerekmediğinden emin olamazlar. Hele önlerine konan beş çizgi yetersiz
kalırsa! Aralarında çokdilli olanlar genellikle okuldaki yabancı dil
derslerini atlar. Acaba önemsemediklerinden mi? Ancak sunum veya
değerlendirme aşamasına gelindiğinde yönelttiğimiz ek sorularla bu
konuya değiniriz. Örneğin şöyle: “İngilizce’nin, gündelik yaşamınızdaki yeri nedir?” – “Okulda İngilizce dersi vardı. İngilizcem oldukça
iyi diyebilirim.” Ya da şöyle: “Lehçe mi? Yalnız iki yıl konuştum Lehçeyi. Afganistan’dan Almanya’ya gelirken...”
Sunum ve değerlendirme bölümünde öğrenciler dilsel
biyografyalarıyla ilgili bilgiler verir, hangi dilleri vücut resminde neden o renkle göstermeyi tercih ettiklerini açıklarlar. Yaratıcı çözümler
beklenir kendilerinden. Bu arada neredeyse kalıp haline gelmiş çözümler gözlenir: Bu aşamada ulusal renkler ya da geldikleri ülkenin
bayrağının renkleri kullanılır, örneğin ayyıldız tasarımı gibi. Renklerin
vücuda dağılımı belli yüzdeler gösterir, renge belenen giysiler işlevleriyle ilintilenir, koruyucu ya da ısıtıcı özelliklerinde olduğu gibi. Vücudun yürek, el ya da ayak gibi belirli bölüm ya da organları metaforik
bağlamda değerlendirilir. Çokdilliliğe ve perspektif zenginliğine karşı
saygı gösterilmesinde önemli olan, sunumun hemen ardından soru
yöneltme fırsatı verilmesidir.
302
4. Bilişsel Çoğalım
Çoklu iletişim alıştırmalarında aşağıdaki yöntemlerle çalışıyoruz:
• Deneyim odaklı yöntem
• Bilişsel yöntem
• Biyografik yöntem
• Rol veya plan oyunları ders yöntemi
• Görsel, yaratıcı ya da anlatıcı yöntemi3
A. “Düzen şart“ alıştırmasının temelini, insanın kendi anadilinin
başat dil egemenliğinde önemsenmemesinin nasıl bir şey olduğunu,
konuşmaksızın ve adeta vücudunun her bir hücresinde hissederek
öğrenmesini sağlayan, deneyim odaklı yöntem oluşturur. Bu yöntem,
dil yitiminin gerçekçi bir kurgusunu üretip onun üstesinden gelir.
B. Konuşlanma çizelgesi: Bu ikinci yöntem de vücut ile çalışır ama
onun belirli özellikleriyle değil. Bu yöntemde katılımcılar dikilmek
suretiyle birşeyleri dile getirirler. Kendilerine yöneltilen soruları, mekândaki konumları itibariyle ve diğer katılımcıların bulundukları yerlere kıyasla yanıtlarlar.
C. „Dillerim, beklentilerim“ alıştırması biyografik yöntemle çalışır. Adeta ortadan kırılmış bir tablo sunan araç ile çalışmaktır bu. Kaba
hatlarıyla çiziştirilen bir eskiz perspektif değişimine uğrar, özünü yansıtma pratik bir hal alır. Böylece kimlik ve saygınlık önem kazanır.
D. Yöntem kurallarına gelince: Burada değinilen değişik yöntem
çeşitliliği karşısında, öğrenciler alıştırmalara başlamadan önce açıklanan tek bir yöntem vardır: S-E-R-A Yöntemi.
S – Stimulation (uyarım) / Simulation (canlandırma)
E – Erfahrung (deneyim) / Experiment (deneme)
R – Refleksiyon (yansıtma) / Resolution (çözünürlük)
3
Susanne Ulrich / Florian M. Wenzel: Praxishandbuch Sprache macht Demokratie:
politische Bildung in der Einwanderungsgesellschaft. Katkıda bulunan: Doerthe
Winter; Karikatürler: Roland Bühs. Schwalbach/Ts. 2006, s. 57 ve devamı.
303
A – Auswertung (değerlendirme) / Analiz (çıkarsama)
Bu yöntem daha üstteki kılavuzu oluşturur. Kolay anlaşılır özelliğiyle her an kendisine başvurmaya uygundur; şimdi buradayız ve şu
yöntemsel adımı atıyoruz dercesine. S-E-R-A yöntemi bu anlamda tüm
katılımcılar için saydamlık getirir. Metodolojik anlamda S-E-R-A yöntemi, etkinlikler için bir yöntemden çok bir yol haritasıdır. Düzenlenen
etkinliğe güvenilir bir kullanıcı düzlemi, kolay özümsenebilir bir yapı
getirmesi açısından pragmatik ve seminerlerde kullanılmaya uygun
yararı yanında, S-E-R-A yönteminin sade biçimi, genel toplumsal değerlendirme mantığına aykırı katkılara açık bir üretim mantığını yansıtır. Alıştırmalarda birbirimizden çok şey öğrenmek arzusundayız. Birbirimize ilgi gösteriyoruz. Alıştırmalarda şu önplandadır: üstünkörü
olan, tesadüfi olan, çok az görünen, neredeyse görünmez olan, sisli
olan, bütünsel olmayan; bütün bunlar, çoklu iletişim alıştırmaları sırasında katılımcıların birbirleriyle ilişki kurabilmesinin önünü açar. Bilimsel üretim mantığı değil, öncelikle söylenmemişi söyleten sanatın
mantığı bu alıştırmaların temelini oluşturur. Çünkü bu bileşimin temelinde, öğrencilerin, hâttâ eğitimden uzak kalmış olanların, aile ortamında konuştukları dillere yeterince saygı göstermeyenlerin, bir dil
bulması, o dile kenetlenmesi yatar. İmbikten geçip damıtılan şu bilgi
kalır geriye: Ne söylemek istersek isteyelim, ya anlaşılacağız ya da
anlaşılmayacağız.
Yöntemsel müdahalenin amacı sadece, iletişimin desteklenmesi
ve yoğunlaştırılmasıdır. Özellikle yeni girdiğimiz, henüz tanımadığımız bir toplulukta, sürekli aynı olguyla karşılaşırız: Öğrencilerin arasında girişken, patavatsız, fiyakalı olanlar hangileriyse hep onlar lafın
ucundan tutar. Bunlar çoklu iletişim alıştırmalarına dahi geçmeden,
henüz tanışma aşamasında öne çıkardı. Veya eğitmenler giriş ve açılış
konuşmaları yaparlardı. Öyle veya böyle, her ikisi de yıpratıcıydı, üstelik de eğitmenler dahil herkes için.
S-E-R-A yöntemsel temel kurgusu çokyönlü ve çokkatmanlıdır.
Alıştırma programı, farklı bölümlerden oluşur ve herbiri kısadır. Kalbe, beyne ve ellere hitabeden, katılıma ve dil çeşitliliğine yönelik alıştırmalar vardır bunların arasında. Herkes bu alıştırmalara katılabilir.
304
Burada eğitimin büyük hedefi olan “toplumsal paylaşım” ya da Hamburg Eyaleti Eğitim Yasası’nda belirtildiği üzere, ulaşılması istenen
“toplumsal yaşamda birlikte iş kotarmak” hedefinin küçük küçük örnekleri gerçekleşmektedir. Her defasında yeni öğrencilerle yıllardır
yürüttüğümüz çalışmaların ardından sonra şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Bütün öğrenci grupları, birer çalıştayı andıran bu tür çalışmaların yorucu ama bir o kadar da verimli olduğu yönünde görüş bildirmişlerdir.
E. “Karar”, rol ya da plan oyununa göre kurgulanmıştır: Verilen
bir ödev canlandırma yapılarak etkileşim içinde çözüm yolları aranır,
önce küçük grup içinde, sonra bütün katılımcılarla birlikte. Burada
“kendimi onun yerine koyuyorum“ diyebilmektir mesele.
F. “Adımın öyküsü” hem biyografik hem de anlatımsal yöntemden yararlanır. Burada, “sen de varsın bunun içinde!” mesajı verilir.
Anlatıda eşleşmeler birbirine karışır, ilişkilendirme olanakları sunulur
ve alıştırma, öğrencilerin karşı-sorularıyla sonuçlandırılır. Aynı zamanda tek tek bireyler odağa yerleştirilir. Ketumlaşmış diller açığa
çıkar, beklenmedik dil birliktelikleri oluşturulur.
G. „Kurban/Fail“ alıştırması bilişsel yönteme uygun olarak yapılır:
Burada, odakta, kişinin kendini yazıya dökmüş hali ve ferdî içebakışı ile
yine kendisi bulunur. Bu yöntem, katılımcıları kendi deneyimlerinin
öznesi yapar. Hâttâ bu, kendilerini nesne olarak görmeleri durumunda
da geçerlidir, örneğin kurban oldukları hissine kapıldıklarında.
5. Dönüşsellik: Karar
Öykünün kahramanlarından Nina’nın adıyla da anılan “karar” alıştırmasında öğrencilerin, zor durumda bir karar vermesi gerekir. Nina
ikilem içindedir, zira bir ırmak onu nişanlısından ayırır. Ancak genç
kadın sevdiğine ulaşmak için her şeyi göze alır. Alıştırma yapılırken ilk
aşamalarda öğrencilerin her biri münferit karar verir ve bu kararlar son-
305
raki aşamalarda kararlarını grup içinde anlatırlar. Son aşamada ise grupların vardıkları sonuçlar ortaya konur ve sonuçlar tartışmaya açılır.
Bu alıştırmada öğrenciler, değerlerin hem bireysel hem de ortaklaşa ortaya konabileceğinin ayırdına varırlar. Bir de değerlerin, ne berrak veya tartışmasız ne de sarsılmaz veya geri alınamaz olduğu bilincine varırlar. Alıştırmanın diğer hedefleri arasında farklı değerlere
ayrım yapılmaması, değerler rekabetinin apaçık farkedilmesi, kendi
görüşlerinden farklı yaklaşımlara açık olma, değişime hazır olma gibi
olgular sayılabilir. Öğrenciler, kendi edindikleri ve gelenekten gelen
değerlerin bir yerde toplum tarafından kendilerine yansıtılmış olduğunu da keza kavrarlar.
Alıştırma yaklaşık 60 dakika sürer. İlkin öykü sesli biçimde öğrencilerden biri tarafından okunur ve öyküyle ilgili basit eskizler tepegözden yansıtılarak görsellik sağlanır. Öykünün tüm kahramanları
burada yerlerini alır. Öykünün özünün anlaşılmasına yardımcı olacak
sorulara açıklık kazandırılır, değerlendirmeyle ya da görüş almayla
ilgili sorular sonraya bırakılır. Olası yanlış anlamaların önünü almak
için, öykü tekrar okunur.
Kısa süren bir münferit çalışma safhasında, belli bir soru
gözönünde bulundurarak öğrencilerin her birinden iki dakika içinde
öykünün kahramanlarından beşinin davranışlarıyla ilgili olarak 1-5
arasında (1 = en iyi, 5 = en kötü) notlu bir değerlendirme yapmaları
istenir. Soru şudur: Sizce burada etik açıdan en tutarlı, en faziletli ya da
en faziletsiz kim davranmıştır?
4-5 kişilik öğrenci öbekleri 20-30 dakikalık bir grup çalışmasında
kişisel görüşlerini sırayla sunup bunlar üzerine tartışırlar. Bunun hemen ardından her grup kendi içinde çizelgedeki sırayla ilgili bir uzlaşmaya varmaya çalışır. Gruplara bunun için üzerlerinde öykü kahramanlarının adlarının yazılı olduğu farklı renklerde kartlar dağıtılır.
Bu çalışma için verilen süre bitince bu küçük gruplar, renkli kartları
tahtaya dizerek vardıkları sonucu kısaca gerekçelendirirler. Yanyana
dizilen kartlardan da görülecektir ki, her grup Nina’nın, Paul’ün,
Marc’ın, Maria’nın ve Georg’un dürüstlüğü hakkında farklı kararlara
306
varmıştır. Buradan da, farklı değer yargılarıyla ilgili genel bir tartışmaya geçilir.
Öykü:
Nina 25 yaşlarında genç bir kadındır. Bir kaç aydan beri Paul ile nişanlıdır. Ancak Nina bir sorunla karşı karşıyadır: Kendisiyle nişanlısı arasında
akan amansız bir ırmak vardır. Sıradan değil, aç timsahlarla dolu, geniş bir
ırmaktır bu. Nina, ırmağı nasıl aşabileceğini düşünür. Kayık sahibi bir tanıdığı gelir aklına. Bu adamın adı da Marc olsun. Nitekim, Nina ona gider ve
kendisini karşıya geçirmesini rica eder. Marc ona der ki: “Olur, seni karşıya
geçiririm ama geceyi benimle geçirirsen.” Bu ahlaksız teklif karşısında şaşkına
dönen Nina en iyi arkadaşı olan Maria’ya gider ve olanları ona anlatır.
Maria’nın yanıtı da şudur: „Seni anlıyorum ama sorun senin, benim değil.“
Bunun üzerine Nina tekrar Marc’a gitmeye ve geceyi onunla geçirmeye karar
verir. Sabah olunca Marc onu ırmağın karşı yakasına geçirir. Nina ile Paul
büyük bir sevinçle buluşur. Ama düğün arifesinde Nina, ırmağı nasıl aştığını
Paul’e söylemesi gerektiği hissine kapılır. Paul anlatılanları dinledikten sonra
şöyle karşılık verir: “Seninle evlenmem artık. Yeryüzünde son kadın sen kalsan da artık seninle evlenmem.” Bir çıkış yolu bulamayan Nina çaresizlik
içinde, bu kez Georg’a anlatır olup bitenleri. Georg, Nina’nın anlattıklarını
dinler ve şöyle der: “Pekâlâ Nina, her ne kadar seni sevmiyor olsam da seninle
evleneceğim.” Öykü de böyle biter.
Çözümleme veya değerlendirme aşamasında, önce grup çalışması bölümündeki sorular tüm grup üyeleri tarafından tartışılır: Tek tek
gruplarda uzlaşma nasıl sağlandı? Tam olarak nasıl başardınız bunu?
Grup tartışmasında yol alınmasını sağlayan güç neydi? Engelleyici
olan neydi? Çoğunluk görüşünden sapma olduğunda ne yapıldı? Sunum tahtasına asılan sonuçlar açısından da kabaca şöyle bir yol izlenerek çalışma sürdürülür: Değerlendirmeler birbirinden ne kadar uzaklaşıyor? Değerler sıralamasında ne gibi ortak noktalar saptanabiliyor?
Bu örtüşmelerle ortak görüşe varıldı mı?
Yapılan değerlendirmenin ardında hangi genel, toplumsal, kültürel, dinsel, tarihsel bağlamda koşullanmış değerler ve kurallar vardır?
307
Burada hangi bireysel değerleri gözlemleyebiliyorsunuz? Bunların
nereden kaynaklandığını düşünüyorsunuz? Bu değerleri ve kuralları
kim koyuyor? Bunların bağlayıcılığını kim belirliyor? Okulda, değer
çeşitliliği ve değerler çatışmasıyla nasıl başa çıkıyoruz?
Okulda kendini gözleme, tartışmanın canlı olmasını sağlar. Eğer
bu canlanma daha önce olmamışsa en geç cinslerle ilgili sorular geldiğinde biçimlenir. Cinslere yüklenen roller ve bununla bağlantılı değerler, çoğu zaman ateşli tartışmalara kıvılcım olur. Bu alıştırmaların öğrencilerce çok ciddiye alındığını söylemeden de geçmeyelim. Canlandırmayla sağlanan yapay bir ikilem ortamında, hangi sınıf arkadaşlarıyla daha iyi çalışabileceklerini ve tahminen hangileriyle daha iyi
anlaşabileceklerini deneme suretiyle görürler. Okulumuzun „başarılı
öğrenme“ temel hedefini yakalamak isteyen bizler için de dört derslik
alıştırma bloğumuzun sondan bir öncekisi olan bu alıştırma, oldukça
önemlidir. Çünkü bu alıştırma içe bakışı, toplumsallığa dönüştürür.
Katılımcılar, önce kendi değer yargıları üzerine düşünüp daha sonra
büyük toplantıda bunlar üzerine konuşunca ve görüşlerini tartışmaya
açınca artık birer toplumsal özneye, aktöre ya da buradaki anlamıyla
katılımcıya dönüşürler.
6. Sosyal İletişim: Kurban-Fail / Fail-Kurban
Öğrenciler, üzerlerinde zaman baskısı olmadan bir kağıda, dört bölüm
altında madde madde aşağıda verilen bilgilere dayanarak geçmişte
yaşadıkları durumları not ederler:
• Dilimi kullanma biçimimle başkalarını kırdığım an.
• Dillerini kullanma biçimleriyle başkalarının beni kırdığı an.
• Başkalarının dil yarasına maruz kalması ve benim de buna
karşı çıktığım an.
• Başkalarının dil yarasına maruz kalması ve benim de buna hiç
karşı çıkmadığım an.
Henüz başlarda katılımcılara, ilk bölümlerdeki yalnız çalışma
aşamasının ardından öğrencilerin birbirlerine karşı güven kazanıp
kişisel bilgileri paylaşabilmeleri için daha sonra ikili konuşmalara geçi-
308
leceği bildirilir. Ayrıca söylenenlerin burada kalacağı ve neyi ne denli
söyleyeceklerine kendilerinin karar vereceği özellikle belirtilir. Dolayısıyla sözkonusu kağıt, kesinlikle araştırmacı tarzında bir soruşturma
ya da bir „tinsel striptiz“ değildir. Bazı öğrencileri buna rağmen kuşku
kemirse de, bazıları da dikkatleri üzerine çekmek için büyük bir anlatma hevesiyle ortaya atılır. Ama bu konuların sınıf toplantısında yeri
olamaz.
Bu alıştırmanın amacı, toplumsal kontekste sarfedilen sözlerin,
sahibince kontrollü kullanıldığının ve kullanılmaması gerektiğinin
ayırdına varmaktır. Nitekim birkaç saatlik iletişim alıştırmalarının
ardından katılımcıların her biri, kendisine güvenebileceği birer sınıf
arkadaşıyla eşleşir. Güven, küçük bir sınamadan geçtikten sonra okul
boyunca birlikte geçirilecek günlerde kalıcılığını korur. Ama belki de
daha ilk günün akşamında, bunun büyük bir olasılıkla pek de öyle
olmayacağı anlaşılır.
Sonra kâğıdın bir tarafı kurbana diğer tarafı da faile yönelik olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ancak her iki bölüm de aktif ve pasif tanıklıklara yer açmak üzere tekrar ikiye bölünür. Yöntem gereği yapılan
bu düzenleme, toplumsal iletişim için gerekli hareket alanını sağlar.
Hemen hemen her şey olabilir ama hiçbir şey de olmak zorunda değildir. Bu ise uygulamada şu anlama gelir: Öğrenciler, yukarıda aktarılan
durumları anahtar sözcükler veya kavramlarla belirleyecekler ve ardından dışarıya yansımayacak diyaloglarda bu durumlarla ilgili konuşacaklardır. Böylelikle konuştukları kişinin de benzer durumlar yaşadığına ve neredeyse tüm katılımcıların bir zamanlar hem kurban hem
de fail konumunda bulunmuş olduğuna tanık olurlar. Giderek herkes
kurban veya fail rolüyle özdeşleşir. Hem kurban olarak uğradığı hem
de fail olarak yol açtığı haksızlığı iyice kavrarlar; kendilerinin adalet
diyalektiğinin özneleri olduklarının ayrımına varırlar. Bu da, özellikle
birlikte ders yaptıkları grup içinde ileride çıkabilecek anlaşmazlıklar
bakımından değerli bir bilgidir.
309
7.Kendini Tanıma Yetkinliği: Adımın Öyküsü
Sözgelimi öyküm şöyle:
Adım Hartwig. Adım Ortaçağ Almancası’ndan geliyor ve „hart”
(güçlü) ile „wîg” (savaş) köklerinden oluşuyor, tıpkı „Schleswig“ veya
„Gerhart“ adlarında olduğu gibi. Yani adım aşağı yukarı „cengâver“
veya „güçlü savaşçı“ anlamına gelir. Ama adımın bana pek uymadığını düşünüyorum. Çünkü ben ne fazlaca cesurum ne de savaştan hoşlanırım.
Aslında bana başka bir ad vermeye niyetlenmişler, dedemin adını.
Ama ben doğduğumda anne ve babam – ailede anlatılanlara bakılırsa
– büyükannem ve büyükbabamla kavgalıymışlar. Küçük bir tartışma,
aslında çok ciddi olmayan bir şey. Anlaşmazlık kısa süre sonra giderilmiş ama iste o sırada dedemin adını almayacaktım. Ne olacaktı o
zaman adım? Zaman da geçip gidiyordu bir yandan. Sonuçta – bana
öyle geliyor ki – akla ilk gelen isimde karar kılınmış. Yani babamla
adaş olmuşum. Birbirine bu denli yakın olan iki kişinin aynı adı taşımasının aile içi iletişimi olumsuz etkileyebileceği düşünülebilir. Ama
öyle olmadı hiç. „Hartwig!“ diye seslenilecek olursa ses tonundan beni
mi babamı mı kastettikleri her zaman kolayca anlaşılabiliyordu. Aynı
adı taşımak sadece telefonda yanlış anlamalara, karışıklıklara veya
gülünç durumlara neden oldu.
Adımdan pek de memnun olmadığım bir dönem vardı hayatımda. Aslında kendimden ve çevremdeki pek çok şeyden memnun olmadığım bir dönemdi bu. Bir başka deyişle ergenlik çağımdı bu. Ama
bir süre sonra bu dönem de geçti ve ben adımdan oldukça memnundum; sanırım özgün olduğundan. Aslına bakılırsa adımı kimse değiştirerek seslenmedi bana ya da bir lâkap takılıp dalga da geçilmedi benimle. Kız kardeşim küçükken daha kolay seslenebilmek için adımı
değiştirmişti. Ama ne olduğunu burada anlatmaya niyetim yok.
Adımdan dolayı hiç dezavantaj yaşadım mı? Bildiğim kadarıyla:
hayır! Tahminime göre adım, Almanya’nın yerli halkının bir üyesi
olduğumu açıkça belli ediyor. Yalnız bir keresinde İsrail’de, farklı
kibbutzlarda kaldığım sıralarda bazı kibbutz sakinleri kökenim ve
adım nedeniyle benimle ilişki kurmaya yanaşmadılar. Bunun dışında,
310
güzel bir dairede oturmama, iyi bir meslek edinmeme veya saygıdeğer
bir birey olarak kabul görmeme önayak olacak bir adım olsa gerek.
Sonra bir ara, birkaç aylığına Portekiz’de çalışırken adım kısaca
Arturo olmuştu. Bir araştırma nedeniyle ABD’de bulunduğum sırada
ise kendimi Harry diye tanıtmıştım. Bunun nedeni ise İngilizcede uyanabilecek “kalp-peruk” şeklindeki yanlış çağrışımın önüne geçmekti.
Aile bir yana bırakılacak olursa, adımın oldukça seyrek rastlanan
bir isim olduğunu düşünüyorum. Ünlü bir adaşım yok gibi. Günümüzde bir zamanların ünlü binicisi Hartwig Steenken’i bilen birileri
olduğunu sanmıyorum. HSV futbol takımının eski oyuncusu Jimmy
Hartwig ile ilgili soru soran da yok uzun zamandır.
Bir ismin öyküsü, kendi adımın öyküsü; aslında bazı bakımlardan
oldukça aşikâr. İsim sahibi, önce küçük bir soru listesi hazırlar aynı
zamanda da aktarmaya karar verdiği bireysel ve biyografik olgular
yardımıyla kendisini tanımlar. Adının öyküsünü anlatan, kendi kimliğini de anlatım yoluyla açıklamış olur bir biçimde, bu arada kendisine
verilen N-soruları (ne / neden / nasıl / nerede vs.) listesine de elinden
geldiğince bağlı kalmaya çaba sarfeder:
1. Adım ne?
2. Adımın anadilimde anlamı ne? (Almancası ne?)
3. Adımın dilsel ya da kültürel kökeni nereden kaynaklanıyor?
4. Bu adı bana veren kim?
5. Adımdan niçin memnunum ya da memnun değilim?
6. Adımı geçmişte nasıl değiştirdim?
7. Adım geçmişte nasıl değiştirildi?
8. Adımdan dolayı ne tür olumlu / olumsuz deneyimler yaşadım?
9. Adaşım ünlüler kimler?
10. Ben hangi adları vereceğim? (Evcil hayvanlarıma, çocuklarıma,
gemilerime vs. vs.)?
„Adımın öyküsü“ alıştırmasıyla 4 derslik bölüm sona erer ama
öykünün sonu belli değildir, çünkü bizler de öğretmen veya eğitmen
olarak kendi adlarımızın öykülerini anlatıp ileride okulda gerçekleşmesi beklenen işbirliği için gerekli ortama kendi payımıza düşen kat-
311
kıyı veririz. Öğrencilerin, internette adlarıyla ilgili araştırma yapabilmeleri veya ailelerine adlarının nasıl konulduğuna ilişkin sorular sorabilmeleri için ertesi güne kadar zaman tanınır. Almanca dersinde öğrenciler kendi adlarının öykülerini sözlü olarak sunarlar, sonra bunu
yazıya dökerler ve enniyahet yazı, bizim SchulComSy adlı dijital sınıfımızdaki kendi profilleri altında yayınlarlar.
Böylelikle „adımım öyküsü“, akşam okulunun başlangıç aşamasındaki yeni öğrencilerle yapılan çoklu iletişim alıştırmaları ve sonraki
aylarda yapılan düzenli dersler arasında bir nevi menteşe görevi görür.
Sonuç
Çıkardığımız sonuç: Akdeniz Üniversitesi’nden Doç. Dr. Erol Esen’in
nazik davetini, alıştırma yöntem ve içeriklerini bir kez daha gözden
geçirebilmemiz ve gündemin konusu olan „çokdillilik“ olgusuna uygun biçimde yeniden düzenleyebilmemiz için bir destek olarak gördük. Çalışmalar sırasında zaman zaman ziyaretçilerimizle afiş astığımız tahtanın önünde yapıcı konuşmalar yaptık. Sunduğumuz alıştırmalar ilgiyle karşılandı. Örneğin katılımcılar kendi biyografilerini
görselleştirdiler veya kültürlerarası haritada bayrakçıklarla işaretlemelerde bulundular. Böylece herkes birbirinden birşeyler öğrendi. Diyalog kurmakta sıkıntı çekmedik ve yeni ilişkiler kurduk. Herkese açık
olan katılım sunumumuzun tahtada net bir ürün olarak ortaya çıktığını ve bu forumun, başka işbirlikler için uluslar ve kültürler arasında
bir değiş-tokuşu da keza tetikleyeceğini düşünüyoruz. Burada sadece
kaba hatlarıyla sergilenen bu alıştırmaların ileride başka bir fırsat oluştuğunda Türkiye’de pratiğe geçirilebileceğini düşünüyoruz.
312
Şekil 2: Poster sunumu sırasında pek çok ziyaretçi işaret
çubuklarıyla yer belirlemesi yaptı.
313
Kendime Sınır Koymadan ve Çekinmeden,
Çoksesli Konuşuyorum:
Çokseslilik ve Çokdilliliğin Gücü ve Kudreti
Halil Can
„İnsanlar için ne bir dile tamamen hakim olmak mümkündür ne de tamamen aynı dili konuşan bir topluluk vardır. Hiç bir yerde ve hiç bir
zaman tam homojen (benzeşik) tekçi bir sistem yoktur; her zaman ve her
yerde, sadece son biçimini almamış heterojen (benzeşmez) çoklu sistemler vardır. İnsanın kendi diline karşı tutumu, tam bir tek-dillilik tutumu
değildir tam tersine tamamlanmamış birçok-dillilik ve çok-dilli tamamlanmamışlık tutumudur.“ (Wandruszka, 1979: 313)
Tipik Örnek I
Tek-dilli aile ve tek-dilli ulus-devlet dogması
Türkiye’den işçi göçünün ve artık emeklilik dönemini yaşayan
git-gel göçmenliğin öncüsü olarak Gün Ailesi 1960’lı yıllardan bu
yana Federal Almanya’da ve Türkiye’de yaşıyor. O yıllarda gidenlerin çocuklarının döneminde uygulanan ailenin bir araya getirilmesi çalışmalarından sonra süreç içinde metropol kent Berlin’de ilk gidenlerin torunları doğdu ve büyüdü. En büyük kız torun üniversiteye kaydoldu. Doğu Anadolu’nun Dersim yöresinden Almanya’ya göçünceye kadar nineler ve dedeler için çokdillilik, son derece doğal bir durumdu. Aile içinde konuşulan
Zazaca veya Dımili ve resmi iletişim dili Türkçenin yanında yöresel azınlık dili Kürtçe ve din-dua dili olarak Arapça da her zaman
vardı.
Ne var ki Almanya’ya göç, aile bireylerinin her birinin zaten çoksesli olan dil dağarcığını büyük ölçüde genişletti. Ailenin bir kaç
kuşaklık döneminde dil ufukları; sadece ülkedeki başat resmi ile-
314
tişim dili olan Almanca nedeniyle değil aynı zamanda eğitim kurumlarında öğrenilen İngilizce veya İspanyolca gibi yabancı diller
nedeniyle de genişledi. Aile için dil bakımından başka bir zenginleşme; çocukların başka uluslardan kişilerle evlenmeleri ve yeni
aile yapılanmalarının getirdiği durumlara bağlı olarak ortaya çıktı. Örneğin Yunanca girdi işin içine. Sınırları aşan çok-sesliliği yani çok-dilliliği ile konuşma sırasında code-switching (dilden dile
geçişi) ve code-mixing (birden fazla dilin karışık olarak kullanması) ile Gün Ailesi, küreselleşme çağının sınırlar-ötesi göç hareketlerinin güncel bir gerçeğinin canlı örneği olarak karşımızda durmaktadır. Ne var ki bu benzeşmezlik ve çeşitlilik, günlük yaşamın
olağan biçimi olarak, toplumsal yapı içinde örneğin resmi kurum
ve kuruluşlarda, ekonomide, medyada ve çok katmanlı topluma
özgü diğer yönetim alanlarında birebir yansımaz. Bu toplumsal
aykırılık, sınırlar ötesi bağlamda düşünüldüğünde, Türk dilinin
tek-dilli başatlığının belirleyici olduğu Türkiye’de de başka türlü
değildir. Almanya’daki toplumun Almanca açısından tek-dilliliği,
toplumun sadece kıyısında-köşesinde kırılabilmiştir. Örneğin Berlin-Kreuzberg’teki iki dilli (Türkçe-Almanca) Avrupa Okulu’nun
Avrupa çapında tek hizmet sunumu olan eğitim sisteminde. Gün
Ailesi’nin torunlarının çoğu ya bu okulda okumuştur ya da halen
okumaktadır. Ancak çok-dilliliği; insanlığın bireysel ve toplumsal
zenginliği ve kültürel yaratıcılığı olarak değerlendirecek, destekleyecek ve koruyacak kucaklayıcı, bütünleştirici ve kararlı bir anlayışın varlığından söz edilemez. (Tipik örnekler, bir özendirme
projesi çerçevesi içindeki özel bir etnografik araştırmaya dayanmaktadır: Can, 2008: 155-194, Can, 2013a: 79: 92).
Giriş
Bu arada, Almanca konuşulan ülkelerde, güncel araştırma sonuçları ve
geniş bir demet oluşturan (Ingrid Gogolin, İnci Dirim, Utz Maa, Jürgen
Erfurt, Paul Mecherill gibi kişilerden) önemli yayınlar bulunmaktadır.
Bu yayınlarda dilbilimi, edebiyat bilimi, sosyoloji, pedagoji, psikoloji
ve siyasal bilimler açısından tek-dilliliğin, iki-dilliliğin ve çok-dilliliğin
bilimsel olarak açıklanıyor ve eleştirel olarak tartışılıyor. Bu arka pla-
315
nın önünde ise, özellikle iki-dillilik uygulamaları için çok zengin örnekler de vardır. Ne yazık ki bu örnekler, tek-dilliliğin baskın olduğu
toplumda marjinal bir yere sahip olan – deyim yerindeyse - ilk narin
bitkilerdir. Eşitler arasında çeşitler olarak anlamak şartıyla insanlığın
tüm dilleri; bütünü kucaklayan bir anlayışa dayalı çok-dillilik açılımları içinde, değerlendirilmesi ve korunması gereken toplumcu bir ekosistem ve bir kolektif zenginlik oluştururlar. Bu açılımlar gene de –
bilimin aksine – politikada, eğitimde, öğretimde ve tıpta hâlâ tekdilliğin, tek-kültürlülüğün belirgin biçimde egemen olduğu geleneksel
düşünce ve eylem alışkanlıklarının yansımaları görülmüyor.
Bundan dolayı, bu çalışmadaki yaklaşımda çıkış noktası; işi basite
indirgemek değil tersine insan dilini çokluk ve çeşitlilik evreni ve bununla birlikte, insanın biyolojik bir yetkinliği olan, toplumsal yaşam
içinde kültürel bir yaratımı olan çok-sesli ve çok-dilli konuşma evreni
olarak belirlenmiştir. Bu açıdan bakıldığında bu yaklaşımın; güçlü
olanın üstte kalacağı şekilde yığılmış dil engellerinin, hazır kalıplara
dökülmüş, çözülmez sırlarla dolu, birbirinden ayrılmış ve sosyal, etnik, kültürel, ulusal ölçütlere göre yapılanmış ayrıştırmacılığına ve
değerlendirmelerine de karşı olduğu görülecektir. Burada asıl olarak,
insan dillerinin bir ekosisteme benzer şekilde iç içe geçmiş büyük ve
ortak bir örüntü olduğu ve bir senfoninin uyumlu seslerini çıkaran bir
orkestraya benzediği algısından yola çıkılmıştır. Tam da bu noktada
çok-dillilik aynı zamanda kültürel açıdan bir yaratım zenginliği olarak
tanımlanabilir. İletişim kurabilen sosyal bir birey olarak insan; bu yaratım yardımıyla ve bu yaratımdan çıkarak, insanlık tarihinin gelişme
süreci içinde zengin bir biçimde kendini ve evreni imgeler ve bulur.
Konuya böyle bakılınca, çok-dillilik; kültürlerin ve dillerin mirasçısı,
yayıcısı ve yaratıcısı olarak insana özgü olan her şeyi kucaklar. Bu,
kültürel ve iletişimsel bir zenginlik kaynağıdır. Bu kaynak; dünyaya ve
böylelikle de kendine giden yolu ve dünyayı ve böylelikle kendini
anlamayı sağlayan yolu açar, insanlar arası ilişkiler yaratır, ortak olan
şeyleri görünür kılar ve teklik içinde çokluğu, çokluk içinde tekliği
görmenin önünü açar, bunu öğrenilebilir kılar.
Bu anlayış; dil, kültür, halk ve ulusun her birinin kendi içinde
benzeşik olduğu ve belirli bir temele dayandığı biçimindeki modern ve
316
burjuva paradigmasına taban tabana aykırıdır. 18. yy’ da Avrupa kıtasından yayılan ulus ve ulus-devlet kavramı; Yeniçağ’daki Avrupa
aydınlanmacılığının bilgi kuramına dayanarak kendine bir yer edindi.
Bu kavramın temel dayanağı; ortak bir tarihe, kültüre ve halk dili ya
da milli dil denilen dile sahip bir halktan çıktığı düşünülen bir devlet
yapılanması içindeki topluluğun kendi içindeki benzeşikliği idi
(Anderson, 2005). Bu arka planı unutmadan belirtelim ki, bu çalışmada
asıl söz konusu olan; benzeşiklik ya da tek-dillilik paradigmasının
karşısına, politik bir güçlendirme stratejisi, aşağılamaya karşı çıkma ve
eşitleştirme stratejisi olarak çeşitlilik ya da çok-dillilik uygulamasını
koymaktır. Dil ve edebiyat bilimleri araştırmacısı Michail Bachtin’in
çok-dillilik konsepti, kuramsal temelimizi oluşturacaktır. Çok-dillilik
konusu, küreselleşme ve sınırlar ötesi göç temelinde Almanya ve Türkiye’den güncel örnekler aracılığıyla ortaya konacak ve eleştirel bir
yaklaşımla açıklanmaya çalışılacaktır.
Ayrışık dillilik
(gr. héteros = yabancı, başka, farklı ve glōssa = dil)
Ayrışık dillilik kavramı; edebiyat ve dil bilimcisi Michail Bachtin’in
çalışmalarına dayanmakta olup çok-seslilik, konuşmada zenginlik,
çok-dillilik anlamlarını kapsar ve yaşayan dilin çok katmanlı ve çok
yüzlü ayrışımlarına işaret eder. Bachtin, dillere üç farklı açıdan bakar
ve 1.çok-çeşitlilikten, 2.çok-seslilikten ve 3.dil-çeşitliliğinden söz eder.
Ona göre, çok-çeşitlilik, her konuşmada değişik sosyo-ideolojik alanların ve dönemlerin olduğunu ve bu alanlara ve dönemlere özgü dünya görüşleri ve tartışmaları ile bağlantılı olduğunu gösterir. Çokseslilik’ten anladığı ise, başka seslere özgü olanı kendine özgü yapmak ve konuşmada dünyalara, dünya görüşlerine ve tartışmalara karşı
kendi konumlanışıdır. Dil-çeşitliliği ise, sosyo-kültürel ayrışmaların
dilde yansımasıdır. Yani aynı konuşmacının değişik konum alışlarla,
değişik türlerinin oluşmasıdır. Bachtin burada
„dillerin diyalog“undan söz ediyor. Çok-dillilikten tek tek dillerin çokluğu değil de
bunların bir yığışımı anlaşılıyorsa, çok-dillilik bu şekliyle, Bachtin’e
göre, bir ayrışıklıktır (Busch, 2013: 10 v. dev.).
317
Benzeşik Halk Dili Olarak Ulusal Dilin Bulunması
Babil, „küyerel“ (=küresel+yerel.-Çev)dir! Çünkü dillerin çeşitliliği ve
çok-dillilik hem küresel hem de yerel ölçeklerde bir kültür varlığı olarak insanlar arası iletişimde hep yaşamın bir parçasıydı. Hem de öyle
İncil’de anlatılan „Babil dil karmaşası“ndan bu yana da değil1.
Yaklaşık 500 yüzyıl önce Avrupa Kıtası’nın Batı’sından hareketle
dünyanın önce toprak bakımından sonra da kültür bakımından sömürgeleştirilmesi ve aynı şekilde 200 yüzyıl kadar önce de ulusların ve
ulusal devletlerin Avrupa tarafından icat edilmesiyle birlikte tamamen
yeni ve tüm dünyayı saran bir dil paradigması yani halk dilleri ya da
ulusal dil(ler) için temel atılmış oluyordu. Bu dil paradigması, ideolojik bir yapılanma olarak, birbirlerinden tamamen ayrı ama kendi içlerinde tekleşmiş, benzeşik ve saf halkların ya da ulusların ve onların
ulusal halk dillerinin var olduğu kurgusuyla iç içe geçmiştir.
Bu arada ise; önce ortak bir ulusal tarih varsayımı yani ilk çıkış
mitosu ile bağlantılı olarak ülke toprağının resmi rejiminin yaratılmasıyla; sözde bir „Biz-olmayan“(=öteki) ile arasına sınır koymuş ve
uluslaşmış halk olarak kolektif bir „Biz“ imgesi ve yapılanması süreci
başlar. Bu uluslaşma sürecinde toplum oluşa evriltici, kimlik verici
norm olarak ortak dil yani halkın dili ya da ulusal dil imgesi ve yapılanması da buna koşut gelişir.
Ayrıştırıcı-benzeşmez toplum oluşumundan tekçi-benzeşik toplum oluşumuna kadar böylesi tekleştirici toplum oluşa evrilme süreçleri; çok güçlü bir şekilde kendilerini kabul ettirir ve değişik ölçülerde
zorlamalar içeren uygulamalar temelinde ortaya çıkarlar. Kültürel
olarak asimilasyon yoluyla fiziki olarak da kovuşturmalar, sürgünler
hatta sözde „ötekiler“in ya da „bizden-olmayan“ların ortadan kaldırılması yoluyla. Etnik-kültürel-milli bakımdan homojenleştirme ve
asimile etme süreçleri için öncelikle fabrikalar; başat kültürün, eğitim,
öğretim, bilim ve medya için yetkili olan, toplumu temsil eden kurum1
Efsaneye göre, Babil kulesinin yapımını, insanların kendilerini tanrı ile eşit düzeye getirme
çabası olarak gören Tanrı, onları cezalandırmak için yapımda çalışan her insana ayrı bir dil
verdi. Daha önce tek bir ortak dile sahip olan insanlar, birbiriyle anlaşamadıklarından dolayı
kulenin yapımını tamamlayamadılar. Farklı diller konuşan insanların birbirleriyle anlaşamamaları sonucu ortaya çıkan karmaşa için bu benzetme yapılı (Çevirenin notu).
318
larını oluştururlar. Zorunlu resmi eğitim kurumu olarak ilköğretim
okulu (≈Volksschule) ya da meslek okulu dışındaki genel eğitim okulunun (≈ Allgemeinschule) devreye girmesi; burada başat ulusal kültürün ve ulusal dilin, kültürel açıdan geliştirilmesi ve özünün korunmasının ortamı olarak; ulusal devletlerde topluma özgü bir tekkültürlülük ilkeleri dizini ve bir tek-dillilik kuralları dizininin ve bu
şekilde bir „tek-dillilik tavrı“nın (Gogolin, 1994) geliştirilmesi ve yerleştirilmesi için çıkış noktasını oluşturur.
Sonuç olarak söylersek: Tek-dillilik, ulusal devletlerin kuruluş süreçlerinin içkin ve belirgin bir ürünüdür. Bu saptama, hem Almanya
hem de Türkiye için geçerlidir. Ne var ki tek-dillileşme süreçleri her iki
ülkede biçim, içerik ve zaman bakımından tamamen farklı olarak ilerlemektedir. Konu dışına çıkmamak için burada, ulusal temelli kuramlarla ya da konunun ideolojisini yapan öncü düşünürlerle ilgili olarak
ana başlıklarla, Almanya bağlamında Herder, Fichte ve Grimm Kardeşler’e Türkiye bağlamında ise Güneş-Dil-Teorisi’ne ve Türk Tarih
Tezi’ne işaret etmekle yetinelim.
Yaşadığımız Dünyadaki Çok-dillilik ile Kurumsal
Tek-dillilik Arasındaki Çelişkili İkilem
Günümüzde, Almanya’da olsun Türkiye’de olsun, her iki ülkede de
bilimin geliştirilmesi ve insanlara sunumu konusunda bir çatışma yaşanmaktadır. Bir yandan her iki toplumda; göç, uluslarötesileşme ve
küreselleşme süreçlerinin özneleri olan insanların günlük yaşam etkinliklerinde, çeşitli-benzeşmez ve karma biçimlenmelere kadar varan ve
giderek artan ölçüde kültürel ve dilsel değişimler olurken; okul, yönetim ve medya gibi toplumsal bakımdan başat ve etkili bilgi odakları,
dün olduğu gibi bugün de, tek-kültürlü ve tek-dilli tutumdan ve onun
yarattığı
dogmadan
kendini
kurtarmakta
ve
giderek
kozmopolitikleşen bir dünyaya açılmakta zorlanmaktadır. Bu olgu;
Almanya’da, çifte vatandaşlık, baskın kültür, başörtüsü, sünnet gibi
öne çıkan tartışmalar, „Sarrazin tartışması“ denilen Almanya’nın
İslamiyeti de kucaklayıp-kucaklamadığı tartışması ve resmi kaynaştırma sisteminin bir uygulaması olarak, Almanca aracılığıyla „yabancılar“ın Alman toplumuna kaynaştırılıp-kaynaştırılamayacağı sorunu
319
gibi örneklerde değişik biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Bunlar; „bizsiz“ algılarının oluşturulması ile ilgili olarak, sözde Almanlarla sözde
yabancılar arasındaki kutuplaşmaları ve güçler sıralamasını yeniden
canlandıran tartışmalardır. Burada asıl olarak, Alman dilinin kullanılabilmesi; „yabancılar“ diye adlandırılan insanların Alman toplumu
ve kültürüyle kaynaşma istemlerinde öncelikli ölçüt ve barometre
olarak alınmaktadır.
Bu hiyerarşik-sıralayıcı ve dışlayıcı dil paradigması; özellikle
(resmi çocuk yuvaları ve okullar gibi) eğitim-öğretim sisteminde kendini gösterir. Örneğin Kreuzberg gibi Berlin’in iç semtlerindeki çoğu
okulda çok-dilli öğrencilerin sayısı tüm öğrencilerin ortalama üçte
ikisinden fazlasını oluşturmasına rağmen bu öğrenciler, çoğunlukla %
90’ından fazlasının ana dili Almanca olan personel tarafından yönetilmekte, ders verilmekte ve rehberlik edilmektedir. Onlar dilselkültürel varlıklar olarak ve aynı şekilde çok-dilli toplumun, değerlendirilmesi gereken bir potansiyeli olarak görülmedikleri için, onların
birincil, ana ya da aile içi dillerine hemen hemen hiç önem verilmiyor.
Bu olmadığı gibi dahası, başat konumlarına dayanarak ve hukuku
uygulamalarına uygun olarak, okullarda ve aynı zamanda diğer kamu
kurumlarında Almanca dışında bir dilde konuşmayı yasaklayan yasaklar getiriliyor. Hem iyi niyetli ama aynı zamanda da cesaret kırıcı
bu davranış çoğunlukla şöyle gerekçelendiriliyor: 1. Almanya’nın her
yerinde kullanılan dil Almancadır. 2. Kaynaştırma Alman diliyle başlar 3. Almanca,
yükselme ve kariyer yapmada kolaylaştırıcı(=katalizör) işlevi görür. Satır araları iyi okunduğunda bunların aslında, dillerin değerini ve sırasını, bu yolla da onların kültürel bağlamını ortaya çıkaran ve yine bununla da değersizleştirme ve dışlamayı
gerçekleştiren „cinayet kanıtları“ olduğu görülecektir.
Günlük sosyal yaşamdaki çok-dillilik ile tek tek insanların tekdilliliği ve Alman çoğunluk toplumunun kurumsalcılığı arasındaki
çelişkili ikilemi; Alman germanist David Gramling kozmopolit tekdillilik olarak tanımlamaktadır. Onun saptamalarına göre çok-dillilik
kişiye özgü duruma getiriliyor ve kamusal alandan kovuluyor, Alman
dili de asıl dil (= „itibarlı dil“) olarak seçkin bir yere oturtuluyor
(Gramling, 2010).
320
Ana Dilde Ders Yerine İki ve Çok Dilli Ders Savunusu
Tek-dillilikteki bu durum ve Almancanın asıl dil olarak yerleştirilmesi
istemi; okullarda, „göçmen işçi yılları“ denilen dönemin ilk zamanlarının bir kalıntısıdır. Bu durum, o dönemde Türkçenin elçiliklerde ana
dil dersi olarak verilebilmesiyle de ve özellikle bununla bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, mekân bakımından, sistem açısından ve
içerik-müfredat olarak farklı oluşu; ana dil dersinin ayrı ele alınmasını
ve bununla birlikte, değersizleştirilmesini ve hiyerarşik bir sıralamaya
sokulmasını getirmiştir. Bu yüzdendir ki, ne bir kaynaştırma ne de
içselleştirme söz konusudur. Deyim yerindeyse, burada daha ziyade
kendi içine kapalı ve kuşatılmış bir yaşam alanı oluşturulmuştur. Elçiliklerdeki bu ana dil dersine katılan öğrenciler de inceden inceye „öteki“ni dışlayan yaftalamayı ve „oraya ait olmamak“la yaftalandıklarını
öğreniyorlar. Çocukların Türkçe konuşan ana-babaları da, Türkçenin
okulda iki-dilli bir ders olarak verilmesinin olanaklarının hazırlanması
isteklerini dile getirdiklerinde çoğu zaman olumsuz karşılık alıyor,
hemen Türkçe anadil dersine yönlendiriliyorlar. 1960’lı yıllardaki işçi
göçü döneminin bir kalıntısı olarak bu ana dil dersi uygulamasının;
kapsam itibariyle içerik ve pedagoji bakımından çoktan aşıldığı, ya
temelden yenilenmesi yahut da tamamen kaldırılması gerektiği hem
Berlin Senatosu hem de Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı tarafından
görmezden gelinmektedir. Almanya’daki ilkokullarda gönüllülük
temelinde genelden bağımsız olarak sunulduğu için, ana dil dersi;
kurumsal açıdan, personel bakımından ve yapısal yönden eğitim sistemiyle doğrudan bağlantılı değildir. Bu dersi veren öğretmenler; Almanya’daki, dönemin Türk konsolosluklarına ve büyükelçiliklerine
bağlıdırlar. Devletlerarası ikili anlaşmalar temelinde Türk devletinin;
kendi yurttaşlarının çocukları için, Türkiye’de bu amaçla yetiştirilmiş
ve devlet memuru statüsündeki öğretmenler tarafından, Almanya
ilkokul sistemi içinde ana dil dersi yapılacak odalar verilmesini isteme
hakkı vardır. Ama bu öğretmenler, Almanya’da en fazla beş yıl sürecek görevlerine başlarken hemen hemen hiç Almanca bilgisine sahip
olmadıkları gibi en başta Türkiye çıkışlı göçmen ailelerin ve onların
çocuklarının özel durumları olmak üzere Almanya ortamı ile ilgili
bilgi sahibi de değiller.
321
Buna karşılık, ana dil dersi yerine, Almanya’da toplumsal yaşama
alışmış ve hem Türkçe hem de Almanca konuşabilen öğretmenler tarafından iki-dilli ders verilmesi ve bu dersin seçmeli ders olarak eğitimin
içkin bir parçası olması ve bu şekilde de okulun tüm öğrencilerine açık
olması; Almanya’da doğmuş ve büyümüş, çok-dilli, örneğimizdeki
hem Türkçe hem de Almanca konuşabilen, Alman öğrenciler için ayrı
bir öneme sahiptir. Göçmenlikle bağlantılı öğrenciler için ayrımcı yerine genel içinde yer alan iki-dilli ders uygulaması; bireysel-psikolojik
ve sosyal açıdan, onların çok-kültürlü ve çok-dilli ilişkilerinin ve gerçekliklerin değerlendirilmesi ve eşitleştirilmesi anlamına gelecektir.
Ana dili Almanca olanlar için bu durum bir de, arkadaşlarının ana
dilini öğrenebilme olanağı, tanımadığı „öteki“ için merak ve yaklaşım
yaratabilir. Bu da karşılıklı sosyal diyalogu ve okul iklimini oldukça
olumlu yönde etkileyecektir.
Tipik Örnek II
Bir Veliler Girişimi: „Çok Dil(li) Bir Okul“
2012 ylı başında Berlin-Kreuzberg’deki Hunsrück-Grundschule
(Hunsrück İlkokulu) öğrenci velileri bir arya geldiler ve „Çokdil(li) Bir Okul için Veliler Girişimi“ni hayata geçirdiler. Başlangıçta asıl niyet; Türk Konsolosluğu tarafından İlkokulda verilen
Türkçe ana dil dersinin yanında bir seçenek olarak ve özel kişilerce hazırlanmış iki-dilli bir Türkçe-Almanca dersini aynı okulda
sunabilmekti. Şu bir gerçektir ki, Türkçe; Berlin’de konuşulan çeşitli dünya dilleri içinde Almancadan sonra ikinci sıradadır. İki ya
da çok-dilli çocukların ve öğrencilerin varlığı; Berlin’de özellikle
merkezdeki yerleşim yerlerinde belirgindir. Öğrencilerin tahminen dörtte üçünün çok-dilli ailelerden geldiği HunsrückGrundschule’de de durum aynıdır. Ne var ki, ailelerin çokdilliliğinden kaynaklanan bu normal durum; günlük ders ve eğitim etkinliklerinde olsun, tek-dilli ve tek-kültürlü Almancada somut olarak belirginleşen ve biçimlenen sosyal yaşamın diğer alanlarında olsun pek fazla görülmez. Bu arada Veliler Girişimi, Türkçe-Almanca iki-dillik konusunun yönünü, bir diyalog süreci içinde, çok-seslilik ufkuna doğru genişletti.
322
Böylelikle Girişim’in başlangıçtaki alçakgönüllü planından; bir
eğitim kurumu olan okulda çok-dilliliği, işlenmemiş bir zenginlik
olarak gören, bunu ete-kemiğe büründüren ve çözülmesi gereken
ortak bir sorun olarak, okulların çerçeve planı içinde bunun kabullenilmesi, desteklenmesi ve kurusallaştırılmasını sağlama bağlamak isteyen bütüncül bir proje konsepti ortaya çıktı. Çok-dillilik
açılımı; bütüncül ve kaynağa yönelik uygulamalarla, sadece öğrencilerin ve onların ailelerinin bilinçlerini ve onurlarını güçlendirmekle ve yükseltmekle kalmayacak aynı zamanda eğitimde yer
alan tüm tarafları; okulda yaratıcı öğrenmenin ve öğretmenin
sosyal ve iletişimsel bir diyalog ve dayanışma süreci içinde bir bütün olarak destekleyecektir. Veliler Girişimi; bu arada okul yönetimiyle, Okul-Aile Birliği yönetimiyle ve Okul Koruma Derneğiyle yapıcı bir diyalog içinde bulunuyor. Hazırlanan bu projenin,
bundan sonra (öğrenci ve velilerin temsilcilerinin de katıldığı)
Genel Öğretmenler Kurulu’nda ve son karar makamı olarak (öğretmenlerin, yöneticilerin, velilerin ve temsili düzeyde öğrencilerin katıldığı) Okul Genel Kurulu’nda sunulması ve ele alınması
gerekiyor. „Okulda çok-dillilik – işlenmemiş bir zenginlik kaynağı“ projesini her yönüyle okulun gündemine taşıyabilmek için,
Okul Koruma Derneği ve Veliler Girişim; Hunsrück-Schule’de,
okulla ilgili tüm tarafların ve çağrılacak konuk ve uzmanların katılacağı kamuya açık bir bilgilendirme ve tartışma toplantısı düzenlemeyi planlıyor. Ayrıca şunlar da planlandı: Çok-dilli bir
okuma günü yapılması, çok-dilli bir proje haftasının gerçekleştirilmesi, çok-dilli bir tiyatro grubunun davet edilmesi, çok-dilli bir
müzik etkinliği düzenlenmesi ve ilgi duyan ana-babalar ve okul
personeli için hızlı bir Türkçe kursunun düzenlenmesi.
Tipik Örnek III
Çok-dillilik ve Yüksek Okul
Şöyle söylense yanlış olmaz: Çok-dilliliğin, en geç yüksek öğrenim düzeyinde, olması gereken bir durum olduğu kabul edilmelidir. Küreselleşme çağındaki toplumsal akışkanlık ve göçmenlik-
323
le bağlantılı olarak Avrupa Topluluğu’nun alanının genişlediği
bir süreçte de bunun böyle olduğuna aslında şaşmamak gerekiyor. Ne de olsa artık günümüzde ilk ve orta öğrenim öğrencileri,
meslek öğrenenler, üniversite ve yüksek okul öğrencileri; DAAD
gibi ERASMUS ya da Leonardo da Vinci gibi dış ülkelere yönelik
sayısız ulusal ve uluslararası olanaklar, programlar ve burslar sayesinde dış ülkeleri tanımak ve çeşitli diller öğrenmek fırsatı buluyorlar.
İşte Yüksek okullar da, örneğin Berlin Alice Salomon Hochschule
(Yüksekokulu), kendi öğrencileri için AB ülkelerinin dilleri dışında da Türkçe gibi Kürtçe, Arapça ve Rusça gibi dillerde ve kendi
binalarında dil kursları açıyorlar. Uzun bir göç geçmişine dayanan bu durumun çok da şaşırtıcı olmaması gerekir. Ve bugünlerde Türkçe; Almanya’da Almanca’ dan sonra en fazla konuşulan
dil konumuna yükseldi. Aslında çok-dilli olan Almanya’da, aynı
pek çok diğer Avrupa dışı başat ve sömürgeci diller gibi, kamusal
alanda kıyıda-köşede ve hemen hemen tamamen önemsiz bir yer
bulabilmektedir. Ancak kültürler-ötesi sosyal, iletişimsel ve ekonomik (bilgi) açısından zenginlik olarak; bu dillerin önemi ve potansiyeli çoğunlukla görmezden geliniyor ya da yadsınıyor.
Ama genel kurala uymayan özel durumlar da yok değildir. Örneğin Berlin Alice Salomon Hochschule, seçmeli ders olarak yalnızca Türkçeyi sunmuyor. 011/2012 ders yılından bu yana sosyal bilimler alanındaki değişik araştırma dallarında „Göçmenlik ve
ırkçılık“ konusunda Almanca ve İngilizce destek seminerlerini de
içeren Türkçe bir seminer düzenliyor. Bu seminer; okulun konuya
ilgi duyan tüm öğrencilerine, başka yüksek okullardan konuk öğrencilere ve Erasmus öğrencilerine örneğin Türkiye’den kardeş
üniversitelerin öğrencilerine de açıktır ve ana dili Almanca olanlar da içinde, öğrencilerden yakın ilgi görmektedir.
Zenginlik ve Yetkinlik Olarak Çeşitlilik ve Kültürler-ötesilik
Sadece Türkçe dersi verilen seminerde; toplumsal eşitsizlik, aşağılama
ve ırkçılık konularına ve Almanya-Türkiye arası göçmenlik bağlamında empowerment(= güçlendirme) ve power sharing(=gücün paylaşımı)
324
açılımına yer verdim. Öğrenciler; yaratıcı, etkileşimli ve çok-ortamlı
yöntemlerin kullanılmasıyla; konuya duydukları özel bireysel ilgileri
ve bilgi ve deneyim varlıklarını, seminerin diyaloglara dayalı grup
içinde öğrenim süreçlerine etkin olarak kattılar. Burada; dillerin doğal
akışı içinde ve rahatça sürdürülen diyaloglarla iletişim kurulabilmesi
büyük önem taşıyordu. Ve tabii ki dillerin, özel olarak da Türkçe ve
Almancanın, eşit değerde diller olarak kabullenilmesi de.
Şöyle bir geriye dönüp baktığımda şunları saptayabiliyorum: Almancanın başat olduğu üniversite ortamında Türkçe gibi aslında hâlâ
yerleşik olarak görülmeyen dillere bir yer yaratılması ya da bir yer
açılması; olumlu anlamda, dışlanmış ya da aşağılanmış gruplar ve
onların türlü-çeşitli kültürel zenginlikleri için, (konumuz açısından
dilleri için), empowerment (=güçlendirme) etkisine sahip bir power
sharing (=gücün paylaşımı) olarak tanımlanabilir. Bu saydıklarımızın
eşdeğer duruma getirilmesi çabası yani somut olarak ortaya konması,
kabullenilmesi ve desteklenmesi; dışlanmış konumda bulunan yüksek
öğrenim öğrencileri ama aynı zamanda ana dili Almanca olanlar için,
işlenmemiş halde bekleyen zenginliklerini bireysel ve toplumsal olarak
yaratıcı bir biçimde kullanma ve geliştirmelerinin önü açılıyor.
Küreselleşme, göçler ve görsel iletişim tekniklerinin gelişimine
bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal değişimler, öğretme ve öğrenme
uygulamalarında derin bir yapısal dönüşüm, tek tek kültürleri aşan
açılımlar gerektiriyor. Bu olgu, özellikle yüksek okullardaki sosyal
çalışma, sağlık ve eğitim bilimleri için söz konusudur. Yüksek öğrenimi kültürleri aşan bir duruma getirmenin, çok-dilliliği bir zenginlik
olarak görmenin ve bunun için de içerikle ilgili, personel konusuyla
bağlantılı ve kurumsal bir çerçeve oluşturmanın üstesinden gelinebilirse, bu; geleceğin akademisyenleri için temel bir yetkinlik ve yüksek
okullar için ise kalite onayı demek olur (Can, 2013a: 47-48).
Gücünü Çoğaltma Olarak Çok-dillilik ya da
„kendinin mimarı ol!“
Özetle: Birey olarak ve toplumca, anaokulu ve okuldan hatta aileden
başlayarak tüm eğitim-öğrenim kurumlarında; derinliğine ve temel
325
dönüşümlere ve yeni bir hukuksal düzenlemeye, çeşitliliği tehdit olarak değil zenginlik olarak görmeye ve böyle yetişmeye ihtiyacımız
vardır.
Binyılın başlarından bu yana Almanya’da, PISA araştırmasıyla
alevlen bir sürü tartışma ve reform denemeleri oldu. Ama bunlar Almanya’nın eğitim ortamındaki sefalette hiç de belirgin değişimlere yol
açmadı. Buna karşılık Filozof Richard David Precht gibi eleştirmenler,
temel bir anlayış değişikliği istiyor ve eğitim sisteminde kökten değişiklikler yapılmasını savunuyor. Almanya’daki eğitimin sefaleti hakkında yakın zamanlarda yayınlanmış olan kitabında Precht, konuya
ilişkin çok somut ve yapıcı öneriler getiriyor (Precht, 2013). Reformcu
eğitimci Maria Montessori’ye dayanarak „çocuk, kendisinin mimarıdır“ diyor ve çocukta zaten bir zenginlik kaynağı ve potansiyelin var
olduğundan hareket eden empowerment-uygulamasına dayanarak
„Kendi kendime yapabilmeyi öğrenmem için bana yardım et“ şeklinde
özetlenebilecek ana düşünceyi gözler önüne seriyor. Precht öğrenmeyi
de, birlikte yaşadığı insanlar içinde, kendi ihtiyaçlarına, yeteneklerine
ve temposuna denk düşen bireysel bir yaratım süreci olarak anlıyor.
Bundan dolayı da, öğrenmenin; sınıfsız, notsuz ve sınıfta kalması olmayan ve tüm dersleri kucaklayıcı yani öğrenme grupları içinde proje
bazlı olarak gerçekleştirileceği ve eğitim koçu olarak öğretmenler tarafından grup çalışması şeklinde verileceği okullar kurulmasını savunuyor. Gönüllü sorumluluğun, ana-babalar ve üçüncü kişilerce güçlendirilmesi; İşlenmemiş kaynakları, kamusal uygulamalardan hareketle ve
okulun dışarıya açılmasıyla okula eklemleyen ve bunların harmanlanmasıyla da tahminlerin ötesinde sinerjiler (=ortak gücün yarattığı
enerji) yaratan, saygı duyulacak bir zenginleşme olur.
Çok-dillilik konsepti tam da burada tamamlayıcı, genişletici ve
zenginleştirici olarak;
Okul ve eğitim ortamındaki birlikte ve birbirinden öğrenme düşünce ve uygulamasında kökten bir dönüşümün, kendi kendini güçlendirici ve katılımcı bir uygulamasına sorunsuzca kenetlenebilir.
326
Kaynakça
ANDERSON, B. (2005), Die Erfindung der Nation. Zur Karriere eines folgenreichen
Konzepts, Campus, Frankfurt/M.
CAN, H. (2013a), Mehrsprachiges Lehren und Lernen. Diversity Studies mit
Türkisch als Seminarsprache an der Alice Salomon Hochschule Berlin. In: alice - magazin der ASH Berlin, Gemeinsam! Internationale
Hochschule, SoSe 2013, S. 47-48
CAN, H. (2013b), Alevi-Zaza Belongings Beyond Borders: Insider-Outsider
Attributions and Identity Empowerment Strategies in Transnational
and Multigenerational Family Spaces between Turkey and Diaspora,
in KAYA, A. (Hg.) Special Issue: The Fifth Anniversery of Migration from
Turkey to Germany, German Politics and Society, Volumen 31, No 2,
Summer 2013, S. 79-92
CAN, H. (2008), Außenseiter wider Willen. Das 'coming-out' des Alevitentums
in der diasporischen Enkelgeneration oder Erinnerungs- und
Identitätsarbeit über das digitale Gedächtnis des Internets, in
SÖKEFELD, M. (Hg.) Aleviten in Deutschland. Identitätsprozesse einer
Religionsgemeinschaft in der Diaspora, transcript, Bielefeld, S. 155-194
BUSCH, B. (2013), Mehrsprachigkeit, Facultas, Wien
GOGOLIN, I. (1994), Der monolinguale Habitus der multilingualen Schule,
Waxmann, Münster
GRAMLING, D. (2010), Das Dilemma des kosmopolitischen Monolingualismus in
der interkulturellen Germanistik, http://livelongday.files.wordpress.
com/2011/11/ivggramlingoct2010kurzfassung.pdf (28.09.13)
PRECHT, R.D. (2013), Anna, die Schule und der liebe Gott. Der Verrat des
Bildungssystems an unseren Kindern, Goldmann, München
WANDRUSZKA, M. (1979), Die Mehrsprachigkeit des Menschen, Piper,
München 1979, S. 313. Aus: HINNENKAMP, V.: Vom Umgang mit
Mehrsprachigkeit. Aus Politik und Zeitgeschichte (APuZ 8/2010); URL:
http://www.bpb.de/apuz/32955/vom-umgang-mitmehrsprachigkeiten?p=6 (28.09.2013)
327
Rehber, Aracı, Multiplikatör – “Yerleşmiş”
Göçmenlerin Uyum ve Katılım için Katkı
Potansiyelleri
Roman LIETZ
Göçmenlik konusuyla uğraşmak, Avrupa ve Türkiye toplumları için,
göze alınması gereken temel konulardan biridir. Federal Göçmenler ve
Kaçaklar Dairesi’nin en yeni verileri, 2011 yılında 622.506 kişinin Almanya’ya girdiğini ortaya koymaktadır (BAMF, 2012: 70). Göç olgusu,
Türkiye’de de giderek artan bir rol oynar. Bir karşılaştırma olması
bakımından, 2008 yılında Türkiye’deki yabancıların oranı % 1,8 gibi
düşük bir oranda olsa da (Uluslararası Göç Örgütü, 2008: 13). Son on
yılın ortaları değişik bir yönelime tanıklık etmiştir (bkz. Kirişci, 2003):
„After decades of being known as a country of substantial emigration, Turkey
today is facing challenges to its immigration and asylum policies.“. Öyle ki
son olarak bir yıl içinde Türkiye’ye 250.000 kişi göçmen olarak gelmiştir (Paçacı Elitok ve Straubhaar, 2011: 110). Bu yüzden, Hamburg
Uluslararsı Ekonomi Enstitüsü’nün (HWWI) iki ekonomisti Türkiye’nin, daha eski dönemlerde göç almaya başlamış ülkelerden daha
fazla sorunla yüz yüze olduğunu düşünmektedir (Paçacı Elitok ve
Straubhaar, 2011: 124): „Having become a country of immigration and transit migration, Turkey faces similar challenges of migration and integration
that are characteristic of other areas with strong cross-cultural population
movements“.
Göç nedenleri çok çeşitlidir. İnsanlar, örneğin iş ya da eğitim peşindedir, kovuşturmalardan kurtulmak ister ya da güneşli Akdeniz
sahillerinde rahat bir emeklilik ortamı arayışı içindedir. Göç gerekçesi
ne olursa olsun bundan bağımsız olarak, göç eden her kişi yeni vatanında, bir şekilde toplumsal yaşama katılmanın yolunu bulmak zo-
328
rundadır. Bu, işin doğası gereği zor bir şeydir. Hele bir de, göçmenlik,
sosyal açıdan bir düşüşle bir arada ise ve kişi buna bağlı olarak yaşamını daha kötü koşullara uydurmak zorunda kalmışsa. Demetrios
Papademetriou ve diğerleri şöyle yazıyor (2009: 4) :
„[…] many immigrants experience significant downward mobility at the point
of migration. They […] do not possess sufficient language skills to perform jobs
equivalent to their last occupation in the source country. These immigrants
must, therefore, move down the occupational ladder to jobs that require less
communication”.
Sosyal düşüş teorisi, kuşkusuz tüm göçmenleri kapsamaz. Sözgelimi, iyi eğitim görmüş ve alanında uzmanlaşmış kişiler meslekte sıçramalar yaparak ya da emekli olmuş göçmenler geldikleri ülkelerdekine oranla daha iyi satın alma olanakları elde etmişlerse sosyal bakımdan yükseliş gösterebilirler. Demetrios Papademetrou ve diğerleri’nden yukarıda yapılan alıntıda belirtildiği gibi, yeni vatanlarındaki
yaşama katılımda, asıl olarak dil engeli ile yüz yüzedirler. Dilsel iletişimdeki engeller konusunda hiç olmazsa Almanya’da, sadece dışa
kapalı çevrelerde konuşulmadığı göz önüne alınırsa, yapılmış olan bir
sosyo-ekonomik soruşturmadan (SOEP, 2013) çıkan şu sonuç hemen
dikkati çeker: İletişim dili Almanca olmayan yetişkin insanların %
7,3’ü, Almanca ile “oldukça kötü” anlaşabiliyor ya da “hiç” anlaşamıyor. Bu da, göç kökenli 12,4 milyon yetişkin insanın 900.000 kadarı
demek oluyor.
Çoğunluğun konuştuğu dilin bilinmemesi; göçmenlerin sadece
günlük yaşamdaki iletişimini ve bununla birlikte kültürel ve sosyal
kaynaşımını güçleştirmekle kalmıyor, temel ihtiyaçları karşılayan
kurumlara erişimlerini ve aynı şekilde sağlık ve eğitim sisteminin sunduğu öneri ve olanaklar gibi önemli resmi bilgileri edinmelerini ve
değerlendirmelerini de engelliyor. Söz konusu göçmen kişiler ve onların aileleri açısından ortaya çıkan sonuç şu olmuştur: Çeşitli Avrupa içi
ve dışı ülkelerde yapılan epeyce çok sayıdaki araştırmaya göre bu
insanların temel bakım, sağlık vb. gereksinimlerini kötü karşılanmıştır.
Diğer çalışmalar yanında gereksinimleri karşılandı mı? – sağlık ve sosyal
329
güvenlik bağlamında göçmenler adlı derlemede (Borde ve David, 2003) bu
konu işleniyor.
Ayrıca Joan Muela-Ribera ve diğerleri çevresindeki yazarlar da;
göçmenlerin gelmiş olduğu ülkedeki dili sınırlı ölçülerde bilen insanların temel gereksinimlerinin kötü karşılandığını gösteren sayısız veri
toplamıştır:
„[…] persons with LALP [limited autochthonous language proficiency; R.L],
when compared to the autochthonous population, were more likely to receive palliative care of lower quality“ (Chan ve Woodruff, 1999 alıntı Muela-Ribera
ve diğerleri’nin yapıtında yer almaktadır, 2008: 5)
Belçika’lı bir yazarlar grubu, konu ile ilgili kaynaklardan şöyle bir
sonuç çıkarmaktadır:
„ […] linguistic barriers tend to affect the following factors negatively: (1)
Access to medical resources, particularly to preventive care; (2) quality of care;
(3) LALP [limited autochtonous language proficiency; R.L.] patient satisfaction;
(4) health personnel satisfaction.” (Muela-Ribera et al., 2008: 20).
Hans Verrept ile Ruppen v.d.nin paylaştığı bir saptama var. Hans
Verrept (2007: 284) şöyle diyor: „Etnik azınlıkların, yerli çoğunluğa oranla
sistematik olarak daha düşük kalitede sağlık hizmeti aldığı bilimsel olarak
kanıtlanmıştır.“
Ruppen v.d. de şu görüşü dile getiriyor: „Yaşadıkları ülkenin dilini
değil kendi dillerini konuşan yabancılar, hiç bilgi edinemedikleri ya da yetersiz bilgi edinebildikleri için, durumun gerektirdiği ölçüde bakım alamıyorlar.“
(Alıntıyı yapan Lucienne Rey, 2011: 30)
Joan Muela-Ribera v. d.’nden yapılan alıntıda da benzer şekilde
ifade edildiği gibi, dil engellerinden dolayı sıkıntı yaşayanlar, yalnızca
göçmen olarak gelmiş kişiler değildir. Göç alan ülkenin kurumları da
iletişim sağlamak için uğraşırken önemli kaynak kaybına uğramakta
ve her olumsuzluğun ceremesini çekmek zorunda kalmaktadır (Becker
v. d., 2010: 18).
330
Göçmenliğin Bir Sonucu Olarak, İçe Dönük
Etnik Kümeleşmelerin Oluşması
Göçmenlerin çaresizlik içine düşmelerinin sonucu ise, -bir yolunu bulup - etnik kümeleşmelerin yardımına sığınmak ve öncelikle de, benzer
geçmişleri ve benzer göçmenlik deneyimleri yaşamış olanlardan güvenebildiklerine dertlerini anlatmaktır:
“Topluma kazandırma sürecinin getireceği yeni dayatmalardan korunmak için, birinci kuşak göçmenler genellikle, etnik kökene dayalı örgüt
biçimleri ve içe dönük sosyal çevreler, deyim yerindeyse, etnik koloniler
oluşturmaya yöneliyorlar” (Heckmann, 2005: 3). Jochen Weber de benzer
şekilde şu saptamayı yapıyor (2006: 61):
„Yeni gelen göçmenler, daha önce gelmiş olan aynı etnik kökenden insanların desteğini [arar]. Onlar resmi kurumlarda değil buralarda görürler
aradıkları asıl desteği, yaşamaya başladıkları bu yeni ülke hakkında bilinmesi gereken bilgileri buralarda edinirler, kamuoyunun genellikle, kendiliğinden geliştiğini sandığı her şey tam olarak buralarda gerçekleşir”.
Almanya’da bu duruma, özellikle Türkiye’den gelen göçmenlerde
çok rastlanabilir ve bunu iki şey özellikle kolaylaştırır: Sayı ve zaman.
Bu grup asıl olarak nüfus yoğunlaşması yaşanan yerleşim bölgelerinde, günlük yaşamda karşılaşılabilecek sorunlara değişik çözüm seçenekleri sunabilen geniş bir sosyal dayanışma ağı oluşturmaya yetecek
sayıda kümelenmiştir. Buna ek olarak, göçmenlik geçmişi olan ve Almanya’daki yaşama uyum sağlamış, yerleşik hayata geçmiş insanları
kucaklayan, iyi örgütlenmiş ve birbirine bağlanmış sistemler oluşturabilecek sayıda Türk ve Türkiye kökenli ikinci ve üçüncü kuşaktan insan bu ülkede yaşamaktadır. Bu durum, sayılarının düşüklüğü nedeniyle veya göçlerin sürekli olmamasına bağlı olarak başka kültür çevrelerinden gelen göçmenler için pek de geçerli değildir. Türkiye’deki
göçmenlerde de benzer durumlar gözlemlenebilir. Örneğin Almanya’dan Türkiye’ye aralıksız süren göçe bağlı olarak, Akdeniz sahillerinde Almanlar ve Almanca konuşan insanlar tarafından oluşturulan
ve giderek genişleyen bir ağ vardır.
331
Gayrıresmi olarak ve devletin etkisi olmadan kurulan ve gelişen
bu dayanışma ağları, bir yanda paralel topluluklar denilen yapılar,
yaşadıkları ülkenin toplumu ile ancak sınırlı bir kültürel ilişki kurabilen etnik kümeleşmeler yaratır. Öte yandan da bu kümeleşmeler, göç
alan ülkenin kurumlarının da çok işine yarayacak büyük bir potansiyel
içermektedir. Bu kümeleşmeler, mutlaka bir kopmaya (ötekileştirmeye) yol açacak değil tersine katılıma (kaynaşmaya) götürecek önemli
birer etmendir.
Kaynaşma, Katılım, Ötekileşme, Asimilasyon
veya Marjinalleşme
Yeni gelen göçmenleri ve resmi dili bilmeyenleri bir biçimde işin içine
katmak gerekiyor. Burada hedeflenen şey, „kaynaştırma“ ya da yeni
tartışmalardaki söylemle „katılım“ veya „kapsama“ sloganlarıyla ifade
ediliyor. „Kaynaştırma“ kavramının arkasında neyin gizlendiği ve bu
konseptin göçmenlere yönelik hangi talepleri ve göç alan toplumun
onlara verebileceği neleri içerdiği; tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir (bkz. Thränhardt, 1999: 14). Ötekileştirme, asimilasyon ve marjinalleştirmeden farklı olarak kaynaştırma kavramı için bir tanımlama, Kanadalı psikologlar John Berry ve arkadaşlarından gelmiştir (Berry ve
Sam, 1980: 296). Onlar, göçmenlerin, içinde yaşadıkları kültüre ve geldikleri ülkenin kültürüne karşı tutumlarını yansıtan basit ama bir o kadar da bilgilendirici bir tablo ortaya koymaktadırlar (Tablo 1)
332
Tablo 1: Göçmenlerin kendi kültürlerine ve yerleşik kültüre karşı
tutumlarına ilişkin tablo
Göçmen içinde yaşadığı kültürün bileşenlerini
(dil, gelenekler,din vb.) benimser
Göçmen içinde yaşadığı kültürün bileşenlerini
(dil, gelenekler,din vb.) reddeder
Göçmen kendi kültürünün
bileşenlerini
(dil, gelenekler,din vb.)
terketmez
Kaynaşma
Göçmen kendi kültürünün
bileşenlerini
(dil, gelenekler, din
vb.) bırakır
Asimile olma
Ötekileşme/Kopma
Marjinalleşme
Bery / Sam’dan alınmış ve çevirisi yapılmış tablo (1980: 296)
Her göçmenin karşısında – yerleşik kültür ve kültürüne karşı tutumuna bağlı olarak – değerlendirebileceği dört strateji vardır. Berry
ve Sam (1980: 297), her göçmenin izleyeceği stratejinin, elbette farklı
farklı olacağına ve (iş, eğlence, arkadaşlık çevresi vb.) değişik etkinlik
alanlarında da farklı olabileceğine işaret ediyor. Türkiye’den gelmiş bir
kadın göçmen örneğin evde sadece Türk yemekleri yapabilir („ötekileştirme“), hem Noel'i hem de Şeker Bayramı’nı kutlayabilir („katılım“), işyerinde de çalışma arkadaşlarıyla Almanca konuşabilir ve
sendikal etkinliklere katılabilir („asimilasyon“). Benzer modeller aynı
şekilde Türkiye’deki Alman göçmenler için de söz konusu olabilir. Söz
gelimi Türkçe ve Almanca edebiyat izlenir, mutfak uluslararası hale
dönüştürülür ama daha çok Alman arkadaş çevresi içinde bulunulur.
Tabii zaman zaman çoğu tutucu ve aşırı sağcı yelpazeden olmak
üzere politikacılar, örneğin okul bahçelerinde yabancı dille konuşmanın yasaklanması şeklinde ya da din özgürlüğünün sınırlandırılması
gibi asimilasyoncu tutumlar alınmasını isterler. Buna karşılık; kaynaştırma stratejisinin yani göçmenlerin kendi kültürlerindeki çeşitli alışkanlıklarını sürdürmeleri ve etnik kökenli kümeleşme ağlarından yararlanmaları ile yerleşik kültürün çözüm stratejileri ve kümeleşme
333
ağlarının eş zamanlı kullanılmasının başarılı olmak için en iyi yol olduğunda bilim alanında görüş birliği oluşmuştur. Gerekçesi de şudur:
Çünkü böyle yapmak, en olmadık durumlarda en çeşitli hareket seçeneklerini sunabilir ve üstelik çıkacak psikolojik sorunlar en alt düzeyde kalır (Camilleri ve Malewska-Peyre, 1997: 55). Burada belli ki „yerlileşmiş“ göçmenler, „yeni“ göçmenler karşısında açıkça daha avantajlı durumdadır. Çünkü onların, kaynaştırma stratejisini izlemede
yenilere göre daha fazla olanakları vardır ve temel toplumsal alanlarda
çoğunlukla katılımda bulunurlar. Sosyolog Friedrich Heckmann (2005:
2) içinde kaynaşmanın gerçekleştiği dört alandan söz eder:
Yapısal alanda: „Göç alan ülkenin toplumun temel yapıları olan
ekonomi ve emek piyasasına, eğitim ve geliştirme sistemlerine, konut
piyasasına ve politik topluluklara“ katılım yoluyla.
Kültürel alanda: „Tutum ve davranışların değiştirilmesiyle“.
Sosyal alanda: „Arkadaşlıklar ve ortak ilgiler, grup ve dernek üyelikleri dâhil toplumsal ortaklaşım çevreleri“.
Özdeşleşme alanında: Göç alan ülke toplumuna mensup olma ve
kendini onunla özdeşleştirme duygusu aracılığıyla.
Göçmenlik geçmişi olan „yerlileşmiş“ kişiler göç alan ülkenin toplumuna katılırlar ve böylelikle yeni göçmenler için örnek ve yol gösterici olabilirler. Zorunluluklar, beklentiler ama aynı zamanda olanaklarla dolu dipsiz kuyuda onlara rehberlik edebilirler.
Kaynaştırma Stratejisinin Uygulanmasında
Karşılaşılabilecek Engeller
Bery / Sam tarafından kaynaştırma ile ilgili olarak ortaya konan tablo,
anlaşılıyor ki, işin içine giren tüm kültürlerin birlikte ele alınmasını
öngörüyor. Yerli kültürün içinde bulunma süresinin uzamasıyla birlikte farklı örneğin eğitim alanında, emek piyasasında ve özel yaşam
alanında kültürlerin yeni karşılaşma ortamları ve katılım seçenekleri
ortaya çıkar. Ancak bu iç içe geçişlerin yoğunluğu, çeşitli etmenlere
bağlıdır. Bir yanda, göçmenlerin, yerleşik toplumun getirdiği zorunlulukları ve sunduğu olanakları kabullenmede onu motive edecek şeyler
ve kabullenmeye ne ölçüde hazır olduğu önemlidir. Öte yanda ise
334
göçmenlerin „yerleşik topluma kaynaştırılması“ stratejisi; toplumun
bütününü kapsayan koşullar eğer tüm tarafların katılımına izin veriyorsa uygulanabilir. Emek piyasasında kurumsal kaynaşma örneğin
meslek eğitimi alanındaki mezuniyetlerin denkliğinin tanınmaması
durumunda aksar. Dil engellerinin ortadan kaldırılması da, anılan
stratejinin uygulanmasında karşılaşılabilecek engellerin azaltılmasında
ve katılımın sağlanmasında yararlı olacak bir yöntemdir. Bununla
birlikte ortamın da, göçmenlerin getirdiği öz kültürlerine uygun davranış kalıplarını korumasını anlayışla karşılaması gerekir. İşte ikinci ve
üçüncü kuşaktan „yerlileşmiş“ göçmenler burada yine karşımıza çıkıyor. Çünkü bunlar bir tarafta, mensup oldukları kümeleşmeler ve dernekler içinde kendi kültürel kimlikleri için sorumluyken diğer taraftaysa iki dilli oluşları sayesinde çoğunluğu oluşturan toplumla ilişki
kurmada yardımcı olabilirler. „Yerlileşmiş“ göçmenler; yaşadıkları
ülkenin insanları ve kurumlarıyla kurdukları ilişki sonucu edindikleri
deneyimle ve yeni gelen göçmenlerin yaşadıkları koşullar, sıkıntılar ve
korkuları da biliyor olmaları sayesinde başlarının yapamayacağı bir
şeyi yapabilirler. Yani üstelik her iki taraf açısından dayan yana gelmekten, bir arada bulunmaktan doğan korkuyu yok etmede çok önemli bir işlev yerine getirmek ve böylelikle eşitler arası bir diyalog kültürünün oluşmasına yardımcı olmak. Zaman zaman da, sosyal hizmet
sunumlarının varlığı ve yapılanmaları konusunda, göz ardı edilemeyecek bir yanlış anlamalar oluyor. Burada, verili koşullar dikkate alındığında, resmi makamların „gel-gel yapıları“nın mı gerçekten bir işe
yarayacağı yoksa bunların yerine „gel-getir yapıları“nın mı geçirilmesi gerektiği sorgulanmalıdır:
„Düşük eşikli hizmet sunumları, sosyal açıdan ihmal edilmiş hedef grupların geleneksel danışmanlık önerilerine pek yüz vermemeleri sorununu
ele almaya çalışıyor. Bunun için girişimde bulunmak, bilinmeyen bir alana dalmak ve sosyal bakımdan daha yukarılarda bulunan meslektaşlarla
konuşmak çoğu zaman oldukça yüksek bir eşiğin aşılmasını gerektirir.
[...] Bundan dolayı da, özellikle acil yardıma ihtiyacı olan insanlara ulaşmak mümkün olmuyor ve zaten sıkıntılı olan durumlarının daha da kötüleşmesi tehlikesi ortaya çıkıyor. Buna karşılık daha küçük ölçekteki su-
335
numlar, insanların o kişilere ulaşmasını beklemez tersine onlara en erken
bir zamanda ulaşabilmek için doğrudan doğruya hedef gruba yönelir. Bu
yöntem en fazla, hedef grupların, ziyaret edilmesi ve yaşadıkları ortam
içinde eşlik edilmesiyle başarılı olabilir.“ (Bundeszentrale, 2010: 568)
“Yerlileşmiş““ Göçmenlerin Rehber, Aracı ve Multiplikatör
Olarak Değerlendirilmesi - Fırsatlar ve Riskler
Başarılı bir kaynaştırma için engeller vardır kuşkusuz. Bir önceki bölümde, yönetim ve sağlık-bakım kurumları hakkındaki karşılıklı korkulara ve önyargılara, belirsizliklere ve yanlış anlamalara özellikle de
dil engellerine değinilmişti. Bu engellerin aşılması, „yeni“ göçmenlere
en basit düzeylerde rahatlıkla yaklaşabilen „yerlileşmiş“ göçmenlerin
yardımıyla mümkün olur. Bu tez, kaynaklarda tekrar tekrar dile getirilmektedir: Jan Basche / Mohamad Kaouk’a göre, bu en basit düzeydeki yardım, „kaynaştırma yolunda zorunlu bir önkoşul“dur (2003: 19).
Liv-Berit Koch da hedef grubun sosyo-kültürel çevresinden kadın
multiplikatörlerden yararlanılmasını, „özellikle basit düzeyde ve bu nedenle de etkili“ görüyor (2009: 14). Sandra Kranz v.d. de (2011: 6, 8)
„kaynaştırma rehberleri“ diye anılan kişilerin; „duygudaşlık“, „çok
dillilik“ ve „iletişim ağı kurma becerisi“ni özellikle öne çıkarıyor.
İster ilgi alanı ortağı, vaftiz babası, rehber, ister mahallenin akıl
hocası ya da semtin tercümanı olarak olsun „yerlileşmiş“ göçmenlerde var olan potansiyel hiç de yabana atılacak bir güç değildir. Özellikle
son on yıl içinde bu gerçek kendini iyice kabul ettirdi ve bu gerçeği
göz önüne alan programlar şurada burada – tüm ülkeyi kapsayacak
ölçekte olmamakla birlikte – kurgulanmaya başlandı (Tamayo, 2010:
286). Hazırlanmış eğitim programlarını içeren ve tüm eyaleti kapsayan
kaynaştırma rahberliği programlarını kamouyona benimsetmek amacıyla Hessen ve Aşağı Saksonya eyaletlerinde dikkate değer uygulamalar yapıldı. Bu uygulamalar gönüllülük üzerine kurulmuştur ama
gene de rehberlik edecek kişilerin etkin olabilecekleri geniş bir yelpazeyi ortaya koymaktadır (Kranz v.d., 2011; Aşağı Saksonya Eyaleti
Sosyal İşler, Kadın, Aile, Sağlık ve Kaynaştırma Bakanlığı 2013). Buna
karşılık, gönüllülük temelinde dil ve kültür konularında aracılar çalış-
336
tıran ve örneğin resmi makamlarda aracılık eden SpuK-Initiative der
Caritas Osnabrück=Osnabrück Katolik Kilisesi yardım Örgütü Dil ve
Kültür Girişimi Bölümü, daha profesyonel bir çizgi izlemektedir
(Caritas Osnabrück, tarih belirtilmemiş). „Dil ve Kültür Aracısı Yetiştirme“ adlı federal çalışma grubu, işi bir adım daha ileriye götürüyor.
Bu çalışma grubu; Berlin, Darmstadt, Hamburg, Köln ve Wuppertal
kentlerinin birlikte sorumluluğunu üstlendiği beş projenin bir araya
gelmesiyle oluşan ve iddialı bir hedef olarak, Almanya’nın bütünü
için bir dil ve kültür aracılığını hayata geçirmeyi önlerine koymuş bir
kuruluştur (Becker v.d., 2010: 7).
Burada kısaca ana hatlarıyla açıklanan uygulamalar, Almanya’nın
bir kaç yüz projeyi kapsayan kaynaştırma rehberleri ve dil aracıları
ortamındaki aydınlatma fişeği gibidir. Bir bütün olarak ise, aracılık
sunumlarının sürekliliğinde, saydamlığında, güvenilirliğinde ve karşılaştırılabilirliğinde eksikler vardır.
İşte Ramazan Salman şunların olmasını istiyor (2007: 253 v.d.):
„Belli bir grubun çevirmenliğinin yapılmasında kapsayıcı kalıplar ve
standartlar, işin gerektirdiği şekilde uygun yetiştirme ve sınav kuralları,
sosyal yardım ve sağlık sisteminde dilsel anlaşmaların kalite standartı ve
ücret düzeni.„
Susanne Huth / Berit Pöhnl de hazırladıkları bir raporda şunların
kusurlu olduğunu söylüyorlar (2007: 3):
„Bu [kaynaştırma amaçlı] projenin; bu zamana değin karşılaştırmalı bir
analize tabi tutulmaması ve benzer projeler için uğraşan komünlerin,
derneklerin ve birliklerin, uygulanmakta olan projelerden öğrenebilecekleri biçimde sistematik bir deney alış-verişine konu edilmemiş çeşitli kalıpları, hedefleri, hedef grupları, konuyu ele alış yöntemleri ve düzenlemeleri „
Yeni Eğitim Çalışma Grubu (=Arbeitskreis Neue Erziehung), Berlin’deki bir konferanstan sonra aynı sonuca ulaşır (2010: 5):
337
„Çeşitli rehber sunumlarının bir arada bulunması; bir taraftan sunumların farklı biçimlerinin uygulanabilmesini olanaklı kılarken öbür taraftan
da yetersiz bir genel kalıp ve uygun olmayan bir uygulama yöntemiyle
pek çok enerjinin boşa gitmesine neden olur.“
Uygun çoğaltan ve dil aracısı hizmeti sunumlarının sürdürülmesi,
desteklenmesi,
daha
iyi
yapılandırılması
ve
birbirleriyle
bağlantılandırılması çok önemlidir. Bunlar; iyi örneklikleriyle, hem
göçmenler tarafında hem de ilgili kurumlar tarafında güven ve anlayış
yaratmaya çabaladıkları için, korkuların ve önyargıların aşılmasının
anahtarıdır. Bunların aracılığıyla sağlık, eğitim ve sosyal yardım sistemindeki hizmet alıcıları ve hizmet sunucularının karşılıklı olarak
birbirlerine ulaşmaları sağlanır. Ve her şeyden önce de; göç kabul eden
ülkenin toplumsal kurumlarına katılıma adımlar atılmasını mümkün
kılmak için gerekli olan iletişim bu yollarla sağlanır.
Elbette her yeni uygulama, – „yerlileşmiş“ göçmenler aracılığıyla
rehberlik programları uygulaması da içlerinde olmak üzere – eleştirilerle yüzyüze olduğunu görür. Özellikle de, bu dil aracıları programlarının kaynaştırmaya değil tersine ötekileştirmeye yol açacağı eleştirisi
getirilmekte ve bu şöyle gerekçelendirilmektedir: Çünkü eğer her şey
bu rehberlerce üstlenilecek olursa yeni gelenlerin, yerli toplumla
uyuşmak için çaba harcamalarına gerek kalmaz. Bu eleştiri, henüz
kaynakçalarda kendini tam kabul ettiremedi ama açık açık olmasa da
dile getirilmeye başlandı.
Yüzleşilmesi gereken bir başka eleştiri de, geçmişte sağlık sisteminde eşlikçi kişiler tarafından dilde aracılık edilmesi bağlamında dile
getirildi. Bu eleştiride; doktor ya da genel olarak sağlık danışmanı ile
hastalar arasındaki ilişkiyi olumsuz açıdan etkileyen, „hastanın avukatı“ (İngilizce „advocacy“) diye nitelenen kişilerin, onların yerine
konuşması sıkça eleştirilir. Bu da başka bir karşıt görüştür (Rey, 2011:
53f v:dev. „Pek çok İsviçreli uzmanın görüşüne göre böylece [ hasta
avukatlığı yoluyla; not: R. L.), çevirinin yanlış anlamalara prim veren
yasak bir biçimi ortaya çıkar. Buna karşılık başka ülkelerde [...] özellikle de
Kanada’da sağlık konularındaki „avukatlık“ işlevi, merkezi düzeyde bir değere sahiptir .“).
338
Anılan çelişkinin çözümünde, çoğaltan projeleri alanındaki standartlaştırmanın yararı vardır. Diyaloglarda yer alan kişilerin somut
görevleri ve rolleri ile ilgili düşüncelerin açık-seçik belirlenmesinin de
yardımı olur.
Sonuç
,„yerlileşmiş“ göçmenlerin günümüze değin çeşitli kümeleşmelerinde
hiç bir yere yönlendirilmemiş şekilde var olan potansiyeli derleyiptoparlamak ve bütün tarafların lehine değerlendirebilmek üzere göçmenlerin kaynaştırılmasının gerektirdiği temel uygulamaların neler
olduğunu görebilmek için Avrupa ve Türkiye toplumları tam da önerilebilecek toplumlardır.
Elbette dil aracılarının işin içine sokulması, başvurulabilecek çok
sayıdaki seçenekten sadece biri olabilir ve bunun, yeni gelenlerin dil
öğrenmesi yerine konulmaması gerekir. Ama kalite standartları gözden kaçırılmadan dil aracılarının, kaynaştırma rehberlerinin ve seçilmiş çoğaltanların işin gerektirdiği biçimde kullanılması amaca ulaşmayı çok kolaylaştırır. Zaten pek çok ülkede bu konseptin başarıyla
pratiğe geçirilen uygulamaları vardır. Ama gene de, bu projelerde
içselleşmiş potansiyelin değerlendirilmesinde, kalite standartları ve
süreklilik açısından eksikler bulunmaktadır.
Seçkin yazarların Açıl Almanyam, Açıl ! (Bartelsmann Stiftung,
212) adlı ortak yapıtından anlaşıldığı gibi, Almanya’ya gelen göçmenler için ülkede bir hoşgörü kültüründen yana olanların sayısı giderek
artmaktadır. Bu „hoşgeldiniz, sefa geldiniz“ kültürünün somut olarak
nasıl bir biçime bürüneceği pek de net olmamakla birlikte kaynaştırma
rehberleri, uygulanabilir bir seçenek olarak görünüyor. Yerel boyutlardaki çoğaltan programları; yereldeki koşullara denk olarak uygulanabildikleri özellikle de Türkiye için sözkonusu olabilecek sığınmacılık
uzmanlarından (Paçacı Elitok ve Straubhaar, 2011: 122) tutun da emekli göçmen emeklilere (Borde, 2010: 125 ve devamı) her çeşit göçmenliği
göz önüne aldıkları için Türkiye gibi göç alan ülkelere de çekici gelmektedir. Bu göçmenlerin hepsi, kendileri için geleneksel olarak sorumluluk üstlenen aileden kişilerin değil ağırlıklı olarak kamunun
339
sorumluluk üstlendiği kümeleşme ağlarına güvenmek zorundadırlar (
a.e.: 117) . Kaynaştırma rehberleri bu bağlamda göçmenlerin gereksinimleri ile yaşadıkları ülkenin gereksinimlerini yan yana getirirler ama
karşı karşıya koymazlar. Resmi sıfat taşımayan kişilerin işe el atmalarıyla bu rehberler çağa uygun konseptlere çok da iyi uyum sağlarlar ve
tüm göç alan ülkelerde güzel bir „hoşgeldiniz“ kültürü yaşanmasına
önemli katkılarda bulunurlar.
Kaynakça
ARBEITSKREIS NEUE ERZIEHUNG (2009), Berliner Aktionskonferenz für Elternlotsenprojekte – Qualitätssicherung von Lotsenprojekten in KiTa und
Schule. Tagungsdokumentation der Aktionskonferenz im Auftrag des
Beauftragten für Integration und Migration des Berliner Senats,
http://www.a4k.de/uploads/media/Dokumentation_der_Aktionskonf
erenz_f%C3%BCr_Elternlotsenprojekte.pdf (10.02.2011)
BAMF (2012), Das Bundesamt in Zahlen 2011 – Asyl, Migration, Ausländische
Zahlen und Integration, Nürnberg, http://www.bamf.de /SharedDocs
/Anlagen/DE/Publikationen/Broschueren/bundesamt-in-zahlen2011.pdf;jsessionid=180239AFDF3EF88203759CA91E31429C.1_cid286?
__blob=publicationFile (31.05.2013)
BASCHE, J. / KAOUK, M. (2003), Qualitätssicherung durch niedrigschwellige
kulturspezifische Hilfen – Möglichkeiten der Mobilisierung informeller Ressourcen am Beispiel der sozialpsychologischen Versorgung arabischsprachiger Familien. In: Borde, Theda / David, M. (Eds.): Gut versorgt? Migrantinnen und Migranten im Gesundheits- und Sozialwesen, Mabuse-Verlag,
Frankfurt a. M.,. S. 203-228
BECKER, C. / GREBE, T. / LEOPOLD, E. (2010), Sprach- und Integrationsmittler/in als neuer Beruf. Diakonie Wuppertal (Eds..). Berlin / Wuppertal
BERRY, J. / SAM, D. (1980), Acculturation and Adaption. In: Berry, John/ Segall,
Marshall / Kagitçibasi, Cigdem (Eds.): Handbook of Cross-Cultural Psychology. Vol 3: Social Behavior and applications. Ally&Bacon,
Needham Heights. S. 292-320
BERTELSMANN STIFTUNG (ed.) (2012), Deutschland, öffne dich! – Willkommenskultur und Vielfalt in der Mitte der Gesellschaft. Verlag Bertelsmann-Stiftung, Gütersloh
BORDE, T. / DAVID, M. (Hrsg.) (2003), Gut versorgt? - Migrantinnen und Migranten im Gesundheits- und Sozialwesen. Mabuse-Verlag, Frankfurt a.
M.
340
BORDE, T. (2010), Migration im Alter – Perspektiven regionaler und transnationaler Netzwerke. In: Geißler-Piltz, Brigitte / Räbiger, Jutta (Eds.):
Soziale Arbeit grenzenlos, Festschrift für Christine Labonté-Roset. LitVerlag, Opladen/farmington hills. S. 117-132
BUNDESZENTRALE FÜR GESUNDHEITLICHE AUFKLÄRUNG (Ed.) (2010),
Kriterien guter Praxis in der Gesundheitsförderung bei sozial Benachteiligten. In der Reihe: Gesundheitsförderung konkret. Band 5. BzGA,
Köln
CAMILLERI, C. / MALEWSKA-PEYRE, H. (1980), Socializaton and Identity
Strategies. In: Berry, John / Dasen, Pierre / Saraswathi, Tharakad
Subramanian (Eds.): Handbook of Cross-Cultural Psychology, Vol. 2: Basic Processes and Human Development. Allyn&Bacon, Needham
Heights. S. 43-66
CARITAS OSNABRÜCK (ohne Jahr), Sprach- und Kulturmittlung. URL:
http://www.spuk.info/ ; 26.07.2013
HECKMANN, F. (2005), Bedingungen erfolgreicher Integration. Beitrag beim
bayerischen Integrationsforum „Integration im Dialog – Migranten in
Bayern“. Europäisches Forum für Migrationsstudien (Eds.). Bamberg.
URL:
http://www.stmas.bayern.de/migration/integrationsforum/ofr0128h.p
df (16.02.2011)
HUTH, S. / PÖHNL, B. (2007), Erfahrungsaustausch und Workshop zur Entwicklung von Umsetzungsstrategien. Dokumentation des Projekts: Integrationslotsen – Modelle von Engagement und Integration. INBASSozialforschung: Frankfurt a. M. URL: http://www. integrationslotsen.net/lotse/images/0710_Dokumentation_Integrationslotsen_
SHuth.pdf (05.02.2011)
INTERNATIONAL ORGANIZATION FOR MIGRATION (2008), Migration in
Turkey
–
A
country
profile.
URL:
http://www.turkey.iom.int/documents/migration _profile_turkey.pdf
; 12.06.2013
KIRIŞCI, K. (2003), Turkey – A Transformation from Emigration to Immigration.
URL:
http://www.migrationinformation.org/feature/display.cfm?id
=176 ; 12.06.2013
KOCH, LIV-BERIT (2009), Evaluation des Pilotprojektes „Stadtteilmütter in Neukölln“. URL: http://www.camino-werkstatt.de/downloads/Evaluation_
Stadtteilmuetterprojekt_1.pdf (26.09.2012)
KRANZ, S. / SCHINDEL, W. / BAHMAD, L. / GEBREM, H. (2011), Das Hessische Integrationslotsen Netzwerk – Brücken bauen, Eigenverantwortung
stärken, gemeinsam Integration gestalten. Hessisches Ministerium der
341
Justiz, für Integration und Europa (Ed.). JVA-Druckerei, Darmstadt.
URL:
http://www.integrationskompass.de/global/show_
document.asp?id=aaaaaaaaaaaatgx (30.04.2011)
MUELA RIBERA, J. / HAUSMANN-MUELA, S. / GRIETENS, K. P. /
TOOMER, E. (2008), Is the use of interpreters in medical consultations justified? - A critical review of the literature. URL: http://passinternational.org/site/images/stories/publications/Cost_Effectivenss_
Interpreters_in_the_Medical_Sector.pdf (12.09.2012)
NIEDERSÄCHSISCHES MINISTERIUM FÜR SOZIALES, FRAUEN, FAMILIE,
GESUNDHEIT UND INTEGRATION (2013), Integrationslotsen in Niedersachsen.
URL:
http://www.ms.niedersachsen.de/portal/live.php?navigation_id=2652
4&article_id=91263&_psmand=17 ; 26.07.2013
PAÇACI ELITOK, S. / STRAUBHAAR, T. (2011), Turkey as a Migrant Hub in
the Middle East. In: Insight Turkey, Vol. 13, 2/2011. 107-128. URL:
http://www.hwwi.org/fileadmin/hwwi/Publikationen/Externe_PDFs/
Elitok_Straubhaar_Insight_Turkey_2011_2.pdf (12.06.2013)
PAPADEMETRIOU, D. / SOMERVILLE, W. / SUMPTION, M. (2009), The Social
Mobility of Immigrants and Their Children. Migration Policy Institute,
Washington
REY, L. (2011), Sprachliche Brücken zur Genesung – Interkulturelles Übersetzen im
Gesundheitswesen der Schweiz. Schweizer Bundesamt für Gesundheit
(Ed.). BBL, Bern
SOEP (Sozio-Ökonomisches Panel) (2013), Sprachkenntnisse in Deutsch von
Personen deren Muttersprache nicht Deutsch ist. URL: http://de.statista.
com/statistik/daten/studie/180023/umfrage/sprachkenntnisse-indeutsch-von-personen-deren-muttersprache-nicht-deutsch-ist/
(25.01.2013)
SALMAN, R. (2007), Gemeindedolmetscherdienste als Beitrag zur Integration von
Migranten in das regionale Sozial- und Gesundheitswesen – das Modell des
Ethno-Medizinischen Zentrums. In: Die Beauftragte der Bundesregierung für Migration, Flüchtlinge, und Integration (Ed..): Gesundheit und
Integration – Ein Handbuch für Modelle guter Praxis. BUB, Bonn. S.246256
TAMAYO, M. (2010), Sprach- und Integrationsmittler, Gemeindedolmetscher,
Community Interpreter - Eine professionelle Strategie zum Abbau von Ungleichheit. In: Migration und Soziale Arbeit 3/4, S. 283-289. URL:
http://www.sprintwuppertal.de/cms/index.php/downloads/cat_view/13-publikationen
(15.06.2011)
342
THRÄNHARDT, D. (1999), Integrationsprozesse in der Bundesrepublik Deutschland – Institutionelle und soziale Rahmenbedingungen. In: FriedrichEbert-Stiftung (Ed.): Integration und Integrationsförderung in der Einwanderergesellschaft. Bonn. URL: http://library.fes.de/fulltext/asfo/
00713a02. htm#E10E2 (08.05.2011)
VERREPT, H. (2007), Sprach- und Kulturmittlung in Belgien – Eine Antwort auf
Ungleichheit in der Gesundheitsversorgung. In: Borde, Theda / Albrecht,
Niels-Jens (Eds.): Innovative Konzepte für Integration und Partizipation.
Bedarfsanalyse zur interkulturellen Kommunikation in Institutionen
und für Modelle neuer Arbeitsfelder. Verlag für IK Kommunikation,
Frankfurt a.M./London. S. 283-299
WEBER, J. (2006), Integrationslotsen als innovative Form der ehrenamtlichen Arbeit
mit Zugewanderten in der Stadt Osnabrück. In: Bommes, Michael / Kolb,
Holger (Eds.): Integrationslotsen für Stadt und Landkreis Osnabrück –
Grundlagen, Evaluation und Perspektiven eines kommunalen Modellprojekts. IMIS-Beiträge. Heft 28/2006. Osnabrück. S. 59-66. URL:
http://www.imis.uni-osnabrueck.de/pdffiles/imis28.pdf
343
Kültürel Çeviri - Çokdilli Göç Araştırmalarında
Perspektif Genişletme ve İritasyon: Bir TürkAlman Bilimsel İşbirliği Örneği
Pınar TUZCU ve Sina MOTZEK
Bu çalışma Türk-Alman bilimsel işbirliğinin bir ürünüdür. Bu makalede Almanya’da doktora öğrenimi gören Almanyalı ve Türkiyeli iki
genç kadın sosyolog olarak yürütmüş olduğumuz yakın işbirliğinin,
üzerinde çalışmakta olduğumuz doktora tezlerimize yapmış olduğu
katkıyı ele alacağız.
344
Birimiz (Sina Motzek) Almanya’da yaşayan ve ‘depresif’ şikayetleri olan Türkiye kökenli birinci ve ikinci kuşak kadınlarla; diğerimiz
ise (Pınar Tuzcu) yine Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin, üniversite öğrencisi, üçüncü kuşak gençleri üzerine doktora tezlerimizi yazmaktayız. Yaptığımız doktora çalışmaları, bağlı oldukları
disiplinler bağlamında özgünlüklerini korumaktadır. Bu özgünlüğü
kuşaksal özgünlük (ikinci ve üçüncü kuşak) ve temasal özgünlük (sağlık ve eğitim) olarak sıralayabiliriz. Fakat çalışmalarımız özellikle göç,
çok dillilik, çeviri gibi noktalarda kesişmekte ve bu alanlarda kullanılan benzer kavramlara ve bağlamlara yoğunlaşmaktadır. Bunun yanı
sıra çalışmalarımızı ortaklaştıran ve dolayısıyla kurmuş olduğumuz
bilimsel işbirliğine ilham veren en önemli nokta ise yürüttüğümüz
niteliksel araştırmaları kendi anadilimiz olmadığı halde bir başka dilde yapıyor olmamızdır. Açmak gerekirse, anadili Almanca olan Sina
Motzek alan araştırmasını Türkçe yaparken, anadili Türkçe olan Pınar
Tuzcu alan araştırmasında Almanca ampirik veri ile çalışmaktadır.
Sosyolojik alanda yaptığımız niteliksel araştırmalarımızda karşılaştığımız en çetin ve en verimli alan ampirik verilerimizin Türkçeden
Almancaya, Almancadan Türkçeye; Almanca ve Türkçeden ise İngilizceye çevirildiği süreçlerde oluşmuştur. Alan araştırmalarımızda katılımcılarımızın Almanca ve Türkçe olarak yaptıkları ifadelerin özgünlüklerini kaybetmesi ve/veya en azından ‘çeviride kaybolan’ (lost in
translation) olarak bilinen olgunun etkilerinin en aza indirgenmesi,
işbirliğimizin en önemli amaçlarından biridir (Bhabha, 2004). Bu bağlamda araştırmacı olarak yapmış olduğumuz çevirilerin birebir değil;
ancak araştırmalarımızın içinden çıktığı kültürlerin farklılıklarının ve
benzerliklerinin göz önüne alınarak yapılmasının, ‘çeviride kaybolan’
ifade ve anlamların kazanılmasına büyük katkıda bulunduğunun farkına vardık. Dahası bu yöntem ile en azından çeviride kaybolan ifadelerin ve manaların yittiğinin altı çizilerek okuyucuyu uyarmanın, özellikle niteliksel olarak yürütülen çok dilli araştırmalarda, araştırmanın
aktarımdaki sınırlılığını göstermek açısından önemli bir işlev gördüğünü saptadık. Amaç ise bu sınırlılığın verimli bir bulguya dönüştürülerek söz konusu araştırmaya entegre edilmesi oldu. İşte tam bu nok-
345
tada, kültürel bağlamın çeviriye aktarılmasının, yani kültürel çevirinin,
araştırmacı olarak bizlerin perspektifini genişleterek araştırmayı zenginleştirdiğini, derinleştirdiğini gözlemledik. Bu zenginlik katılımcıların belli başlı ifadelerinin doğrudan monolitik bir biçimde bir dilden
başka bir dile aktarımından değil; fakat bu ifadelerin o dilin kültürel
bağlamı gözetilerek ele alınması ile ortaya çıkmaktadır. Biz bu sürece
‘sözün gelişi’ adını veriyoruz. Bu noktada ‘sözün gelişi’ süreci kültürel
çevirinin koşullarını hazırlayan ifadelerin ortaya çıkış anını ve bu ifadelerin hem katılımcı hem de araştırmacı üzerindeki etkisinin
kristarilize edilmesini anlatmaktadır.
Öte yandan kültürel çeviri, araştırmacıyı ‘evrensel gerçeklik’leri
açıklama ve araştırmasını gelir-geçer bir son söz olarak tasarlama yükümlülüğünden de kurtarmaktadır. Böylece kültürel çeviri yürütülen
niteliksel araştırmanın bir son söz olarak değil ancak alana ve çalışmanın
ilişkilendiği literatüre bağlamsal bir giriş olarak algılanmasını sağlamaktadır. Başka bir değişle, bir yorumlama methodu olarak kültürel
çeviri, sürekli oluşum, değişim, dönüşüm içindeki ‘kültürel’ yapının
basmakalıp, iki-terimli ‘ya/ya da’ bağlamından sıyrılmasını sağlamaktadır. Ayrıca araştırmanın içinden çıktığı ‘şartların’ niteliksel özelliklerini yansıtan üçüncü bir alan (third space) yaratmakta; yeni kavramsal
ve kuramsal ihtiyaçların altını çizmekte ve bu kavram ve kuramlarının
yaratılmasına da zemin hazırlamaktadır (Bhabha, 1990). Bu bağlamda,
kültürel çeviri, araştırmanın konumlandığı sosyo-kültürel konjöktürü
çok yönlü yansıtmayı ve araştırmanın her aşamasında araştırmacıya
kaleydoskopik bir bakış açısı kazandırmayı amaçlamaktadır. Bütün
bunların yanısıra araştırmanın çokdilli katılımcılarının günlük hayatlarının bir parçası olan kültürel ve dilsel çeviri faaliyetlerinin araştırmaya aktarımı çabası araştırmanın tek dilli bir ortamda yaratıldığı
yanılgısını da bozmaktadır.
Sorumluluk
Kültürel çeviri, bilgi üretim sürecinde araştırmacı-araştırılan arasında
oluşan hiyerarşik konumlanmada dengeleyici bir yöntem olarak da
kullanılabilir. Özellikle göç çalışmalarında yürütülen niteliksel çalış-
346
malarda oluşturulan kültürötesi ve ulusötesi bağlam, araştırmacının
anlama gücünün sınırlılığını görünür kılmaktadır. Bu durum, araştırmacının bu hiyerarşik yapılanmada eserinde ‘son sözü’ söyleyen kişi
olarak (author) sahip olduğu gücü sınırlandırmak için verimli bir zemin yaratmaktadır (bkz. Şkl.)
Aşağıda, alan araştırmalarımızdan verdiğimiz kesitlerle yukarıda
bahsettiğimiz noktaları örnekleyeceğiz. İlk kesit Sina Motzek’in
depresif şikayetleri olan, Almanya’da birinci kuşak Türkiyeli bir kadın
katılımcılıyla yapmış olduğu röportajdan alınmıştır.
Emine: He yani ... Çocuklarım nerede ben orada. Eğer şimdi Orhan ...
burada kalırsa. Kızım orada oğlum burada- bu benim için çok
zor... Ama oğlum Türkiye'ye giderse ama Orhan zannetmiyorum gitsin... O burada... eh doğdu büyüdü eh...
Sina:
Evet
Emine: Türkçesi o da sizin gibi, aynı
Sina:
Hıhı
Emine: Türkçesi çok az. Az dediğim gene konuşuyor ama yani Almancaya daha çok hani yönelik
Sina:
Hı
Yukarıdaki örnekte katılımcı Emine kendi oğlu Orhan’dan bahsetmektedir. İlginçtir ki Orhan’ın kültürel pozisyonunu açıklamak için
347
Emine, röportajı gerçekleştiren Sina’nın Türkçesine atıfta bulunmaktadır. Dahası Orhan’ın Türkçesini ‚az’ olarak niteleyen Emine, Sina’ya
‚Türkçesi aynı sizin gibi’ diyerek araştırmacının dil ‘yetersizliğine’
vurgu yapmaktadır. Ancak Emine bu durumu oğlu Orhan’ın kültürel
pozisyonunu açıklamak maksadıyla dillendirmiştir. Dahası ‘az Türkçe’
betimlemesinden yola çıkarak Emine, oğlu Orhan ile bir Alman olarak
konumlandırdığı Sina’yı aynı (ya da benzer bir ) kültürel bağlama
yerleştirmektedir.
Aşağıdaki örnek ise Pınar Tuzcu’nun Almanya’da doğup büyümüş, üniversite öğrencisi olan, Türkiyeli göçmenlerin üçüncü kuşak
gençleri ile gerçekleştirdiği odak grup görüşmesinden alınan bir kesittir.
Jale:
Funda:
Pınar:
Funda:
Bence kimse onu ciddiye almaz1
Ama...yani...eğer şeyle karşılaştırırsan...mesela...
Tekrar Türkçe konuşabilir miyiz lütfen ?
Özür dilerim. Bir cümle daha söyleyeyim Almanca. (Gülüşmeler)
Eğer şimdi.. yani onun bu yaptığı Almanya’da daha büyük etki yaratıyor...çünkü...buradakiler görece biraz daha tutucu
Bu kesitte ise, toplantıdaki katılımcıların tartışmayı uzun bir süre
boyunca Almanca olarak sürdürmesinin ardından toplantının başladığı dile, yani Türkçeye, dönmeyi öneren moderatör Pınar beklenmedik
bir tepkiyle karşılaşmaktadır. „Tschuldigung. Noch ein Satz“ (Pardon,
bir cümle daha) diyerek Türkçe konuşmayı erteleyen katılımcı araştırmacının ‘anlama’ talebini reddetmiştir. Bunun yanısıra katılımcının
bu tavrı (reddediş) bir yandan araştırmacının Almanca ‘anlama gücünün’ sınırlılığını, diğer yandan ise kendisinin Türkçe ‘ifade gücünün’
sınırlılığını vurgulamaktadır. Bu şartlarda oluşan ‘sözün gelişi’ süreci,
ifadenin ortaya çıktığı an (katılımcının “Tschuldigung. Noch ein Satz”
cümlesi) ile bu ifadenin etkisi, yani hem araştırmacının hem de katılımcının kültürel pozisyonunu sabitlemesi, olarak açıklanabilir .
1
Bu alıntıdaki italik cümleler katılımcıların Almanca konuştuğunu ifade etmektedir.
348
Her iki örnekte de katılımcılar araştırmacıların ‚dil yetersizliği’
olgusunu öne çıkaracak ifadelerde bulunmuşlardır. Yapmış olduğumuz işbirliği süresince bu durumun bizler açısından anlık olarak ‘şaşırtıcı’, ‘özgüveni sarsıcı’, ‘odak bozucu’ yanı olduğunu tespit ettik.
Ancak bu bozucu durumun katılımcıların kendi (ve dolayısıyla da
araştırmacının) kültürel posizyonunu betimlemek açısından oldukça
önemli bir rol oynadığını dolayısıyla perspektifimizi genişleterek araştırmayı zenginleştirdiğini gözlemledik.
Sonuç
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi yapılan görüşmeleri birebir
çevirmek yerine katılımcıların ifadelerinin kültürel çevirisine yer verdik. Bu bağlamda, kültürel çevirinin ‘çeviride kaybolma’ olasılığını
azaltıcı; okuyucuyu, araştırmanın içinde oluşan durum ve şartlar karşısında uyararak, araştırma bulgularının, araştırmanın bağlamında
değerlendirilmesine olanak sağladığının altını çizmiş olduk. Özellikle
Türk-Alman bağlamında artan çok dilli çalışmaların bu yaklaşımla ele
alınması, kültürler arası etkileşimin en erken evresi olan ‘birbirini anlama/ma’ sürecinde, çeviriyi üçüncü bir alana kaydırmaktadır. Bu
üçüncü alan, iletişimin ‘dilde’ önceden var olan, kalıplaşmış kavram ve
kelimelerle sağlanmasının yetersiz olabileceğinin farkına varılmasına;
dahası dikkatleri dilin dinamik ve değişken yapısına çekerek, yeni
kavram ya da kelimelerin yaratılmasına olanak sağlamaktadır. TürkAlman bağlamında çalışan iki göç araştırmacısı olarak bu yaklaşımın
kendi çalışmalarımızda hem katılımcılarımızla hem de birbirimizle
kurduğumuz iletişimi ve etkileşimi verimleştirici yanına şahit olduk.
Yürüttüğümüz bilimsel işbirliğinin ise bu makalede sunmuş olduğumuz yaklaşımı geliştirmemizde çok önemli bir rol oynadığının bir kez
daha altını çizmek isteriz.
349
Kaynakça
AMELINA, A., FAIST, T., GLICK-SCHILLER, N., NERGIZ, D. D. (2012),
Methodological Predicaments of Cross-Border Studies/ Amelina, A.,
Faist, T., Glick-Schiller, N. and Nergiz, D. D. (Eds.) In Beyond
Methodological Nationalism: Research Methodologies for Cross-Border
Studies. Routledge, London, 1-23
BHABHA, H. (1990), The Third Space/ Rutherford, J. (Eds.) In Identity,
Community, Culture, Difference. Lawrence & Wishart, London, 207–221
BHABHA, H. (2004), The Location of Culture. Routledge, London.
BUDEN, B. (2006), Cultural Translation: Why it is important and where to start
with it http://eipcp.net/transversal/0606/buden/en http://eipcp.net
/transversal/0606/buden/de
CUTTER, M. J. (2005), Conclusion: Lost and Found in Translation/ Cutter, M.
(Eds.) In Lost and Found in Translation. University of North Carolina
Press
ENZENHOFER, E. and RESCH, K. (2011), Übersetzungsprozesse und deren
Qualitätssicherung in der qualitativen Sozialforschung. Forum
Qualitative Sozialforschung, 12 (2), http://www.qualitative-research.
net/index.php/fqs/article/view/1652/3176
GUTIÉRREZ-RODRÍGUEZ, E. (2010), Decolonizing Migration Studies: On
Transcultural Translation/ In Migration, Domestic Work and Affect: A
Decolonial Approach on Value and the Feminization of Labor. Routledge,
New York, London, 17-37
KING, A. (2008), In Vivo Coding/ Given, L. M. (Eds.) The SAGE Encyclopedia of
Qualitative Research Methods, SAGE Publications, http://knowledge
.sagepub.com/view/research/n240.xml
PALENGA-MÖLLENBECK, E. (2009), Die unsichtbaren ÜbersetzerInnen in
der transnationalen Forschung: Übersetzung als Methode/ Lutz, H.
(Eds.) In Gender Mobil? - Geschlecht und Migration in transnationalen
Räumen. Westfälisches Dampfboot, Münster, 158-173
TUIDER, E. (2011), ‘Sitting at a Crossroads’ methodisch einholen.
Intersektionalität in der Perspektive der Biografieforschung/ Hess, S.,
Langreiter, N., Timm. E. (Eds.) In Intersektionalitaet Revisited:
Empirische, Theoretische und Methodische Erkundungen. Transcript,
Bielefeld, 221-249
TUIDER, E. (2009), Transnationales Erzählen. Zum Umgang mit Übersetzungen in der Biographieforschung./ Lutz, H. (Eds.) In Gender Mobil? Geschlecht und Migration in transnationalen Räumen. Westfälisches
Dampfboot, Münster, 174-192
350
BÖLÜM III
TÜRK-ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNDE
GÜNCEL MODELLER, PROGRAMLAR
VE UYGULAMALAR
351
Kısım 1
Öğretim ve Araştırmanın Uuslararasılaşması
353
Avrupa’yı Öğrenmek
Bonn Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Yüksek
Lisans Programı1
Wiebke DRESCHER
Bonn Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Yüksek Lisans Programı
Bonn Rheinisch Friedrich Wilhelms - Üniversitesi bünyesinde yer alan
Avrupa Uyum Araştırma Merkezi (AUAM), Avrupa bütünleşmesi ve
Avrupa’nın dünyadaki rolü ile ilgili alιşιlmadık sorulara yanıt aramak
suretiyle geleceğe yönelik araştırmalar yürütmektedir. Araştırmalar –
özellikle siyaset ve hukukbilimsel bakιş açısıyla– uygulamaya yöneliktir. AUAM, özellikle Avrupa Birliği dahilinde siyasî yönetim ve yönetmelik alanlarında ve karşılaştırmalı bölgesel uyum konusunda
çalışmalar yürütmektedir.
Merkez 1995 yılında kurulmuştur. Bonn-Berlin dengeleme sürecinde önceden tasarlanmış ve 29 Haziran 1994 yılında imzalanan
“Bonn Sözleşmesi” ile kesinlik kazanmιştιr. Merkezin kuruluşu, bu
sözleşmenin yanı sıra Bonn Üniversitesi Senatosu’nun aldığı bir karara
da dayanmaktadır. Merkez, Felsefe, Hukuk ve Siyasal Bilimler fakülteleri altında konuşlandırılmıştır.
İlk yüksekokul mezuniyetini elde etmiş olup AUAM ile ilgilenenler, uluslararası bir ortamda ağırlıklı olarak siyasî yönetim ve yönetmelik konularında ve meslekî gelişme bazιnda İngilizce dilinde Master
of European Studies yüksek öğrenim türünde eğitim almaya (Avrupa
Çalışmaları Yüksek Lisans Programı) hak kazanabilirler. Uluslararası
bir fakülte en yüksek akademik standardı, ayrıca siyasete, hukuka ve
1
Master of European Studies
355
ekonomiye yönelik çok yönlü yöntemler ve bakış açılarını garanti etmektedir. Avrupa siyasetinin karar alma merkezlerinde işgücü pazarına saglıklı ve kalıcı bir biçimde girebilmek için uygulamanın içinden
gelen, görmüş-geçirmiş uzman bay ve bayanlar yardımcı olmaktadırlar. Programın kendine bir alan tutup konsolide olmasından sonra
Nordrhein-Westfalen Federal Eyaleti Eğitim, Bilim ve Araştırma Bakanlığı şöyle bir bilanço ortaya koymuştur (2002: 31):
“Yüksek Lisans Programı, AUAM’ιn en üstün başarılarından biridir. Bunun
yanısıra, burada enstitüsünün uluslararası yönü özellikle gayet açıktır.”
Mesleki gelişim olanakları ve farklı alanlarda çalışan bilim insanlarının yanısıra, AUAM konuk bilim insanlarına da merkezde araştırmalar yapma olanağı sunmaktadır. Siyaset, hukuk, ekonomi ve tıp gibi
alanlardan gelen bilim insanları merkezdeki konferanslarda, konuşmalarda ve workshoplarda bir araya gelmektedirler. AUAM’daki akademik personel Avrupa’ya uyum ve Avrupa’nın dünyadaki rolüyle ilgili
sorularda ekspertizlerini sunarlar. AUAM’daki konuk bilim insanlarının kökenleri itibariyle yüksek düzeyde uluslararası bir profil oluşturması, ele alınan araştırma konularını geldikleri ülkelere özgün bilgilerle pekiştirmeye sıkça olanak sağlamaktadır. Güncel konulara yayınlarda değinilmektedir. Bir Türk-Alman araştırma ekibi tarafından
2005-2011 yılları arasında yayınlanan “ZEI EU-Turkey-Monitor” dergisinde Avrupa Birliği –Türkiye ilişkileri bağlamında ortaya çıkan sorular incelenmiştir ve bunu yeni fasılların açılabilmesi için katılım müzakereleri izlemiştir. Keza AUAM 2007 yılından bu yana “ZEI Regional
Integration Observer” dergisini de yayınlamaktadır; orada düzenli
aralıklarla farklı konularına ilişkin veya dünyanın belirli bir bölgesini
karşılaştırmalı bölgesel uyum odaklı araştırmakta ve tartışmaktadır.
AUAM bünyesinde var olan çeşitlilik olanakları, araştırmacılar,
öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında uluslararası bir ortam ve bunların yararlanacağı fikir alışverişine uygun dinamik bir zemin sağlamaktadır.
356
Meslekî Gelişim Programının Hayata Geçmesi ve Amacı
Ücrete tabi ve sürekli bir meslekî gelişim eğitim programı kurma
1990’lı yılların sonlarında Almanya’da hâlâ kuşku ile karşılanıyordu.
O dönemin AUAM yöneticileri olan Prof. Dr. Christian Koenig, Prof.
Dr. Ludger Kühnhardt ve Prof. Dr. Jürgen von Hagen bir jübile münasebetiyle yazılan bir kitapta (2008: 7) programın temelini on yıl sonra
şöyle aktarmışlardır:
„When we started ZEI’s Master of European Studies in 1998, the idea of a tuition-based studies program committed to excellence was highly controversial in
Germany. Ten years later, we are happy to say that we were an experimental laboratory for modernizing, Europeanizing and globalizing academic academic life
in Germany beyond the field of European Studies.”2
Avrupa Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’nın (Master of
European Studies) asıl amacı şöyle belirtilmektedir: Katılımcıların
Avrupa Birliği yetkinliğini ve uzmanlığını temel yüksek eğitimin ötesinde geliştirmeleri. 2008 sınav yönetmeliğinde şöyle bir ibare bulunmaktadır:
“Mad. 1: Eğitimin hedefi ve sınavın amacı
Yüksek Lisans Programı […] Bonn Rheinisch Friedrich Wilhelms - Üniversitesi Avrupa Uyum Araştırmaları Merkezi’nin ve Felsefe Fakültesi’nin geliştirici eğitim programıdır. Program, siyaset bilimi, iktisat ve
hukuk anabilim dallarını kapsayan disiplinlerarası bir nitelikte tasarlanmıştır. […] Program, uygulamaya yönelik lisans sonrası eğitim yoluyla
öğrencilerin Avrupa bütünleşmesinin durumu, gelişmesi ve sorunları
hakkındaki bilgilerini derinleştirmeye yöneliktir. […].’’
2
Metnin özgün çevirisi: “ZEI’ın Avrupa Çalışmaları Yüksek Lisans Programını
(Master of European Studies) ilk kez 1998 yılında teklif ettiğimizde, öğrenim ücretleriyle kendini finanse eden ve mükemmel olmayı hedefleyen bir program düşüncesi
Almanya’da çok tartışıldı. On yıl sonra Almanya’daki akademik hayatın modernleşmesi, Avrupalılaşması ve küreselleşmesi için Avrupa Bilimleri’nin de ötesinde bir
uygulama laboratuvarı haline geldiğimizi söylemekten mutluluk duyuyoruz”.
357
Master of European Studies genel konsepti profesörler tarafından
ve programın o zamanki ilk yöneticisi Prof. Dr. Stefan Fröhlich’in desteğiyle AUAM yöneticileri tarafından geliştirilmiştir. Bonn Üniversitesinde, AUAM’a sunulan Avrupa bilimlerinde uluslararası bir lisansüstü kürsüsü kurma girişimi, Alman Bilimi Vakιflar Birliği’nin bir ilanı
ile başlamıştır. Kurucu dernek 1998/1999 kış döneminde Dışişleri
Bakanlιğι ve Eğitim, Bilim, Araştırma ve Teknoloji Bakanlığı ile koordineli olarak Avrupa bilimleri yüksek lisans eğitim programı pilot
projesini ilan etmiştir. Başarılı birer dilekçe başvuru sürecinin ardından azami üç Alman üniversitesine destek verilmesi planlanmıştır.
1998 yazında Vakıflar Birliği, Bonn Üniversitesi bünyesinde açılacak
bir Avrupa Bilimleri yüksek lisans programının destekleneceğini
açιklamιştır. Sadece aradan geçen birkaç ayın ardından ilk katılımcılar
Bonn’da bir yıllık eğitimlerine başlamışlardır.
Yeni kurulan anabilim dalı Alman yükseköğretim pazarında süregelmekte olan bir boşluğu kapattı: Kaliteli eğitim almış AB uzmanlarına Avrupa Birliği’nin ihtiyacı sürekli artarak büyümüştür. Yönetim,
siyaset ve ekonomide yetişen idarecilerden özel bir AB uzmanlığına
sahip olması beklenirdi. Oysa buna 15 yıl önce, 1992 Maastricht antlaşmasının imzalanmasından sadece birkaç yıl sonra dahi, Almanya’nın pek çok bölgesinde düzenli bir eğitimle erişilmesi mümkün
değildi. Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere devlet
yönetiminde daha yüksek mertebelerde, siyasî alanlarda, AB genelinde ya da ihracat endüstrisi ile bağıntılı olarak yönetici görevi üstlenmek üzere başvuru yapacak kişilerin AB’nin hukukî, iktisadî ve siyasî
gelişimi ile gidişatı hakkında sağlıklı bilgi edinme gereksinimi giderek
artmıştır. Federal yapılanmaya sahip Almanya’da seçkinler eğitimi
vermek, Fransa’da ENA veya İngiltere’de Oxford ve Cambridge örneklerinde olduğu gibi, mümkün olmadığından, özellikle Dışişleri
Bakanlığı, bu programdan mezun olanlarla en üst yönetim kademesi
ve diğer üst düzey pozisyonlar için gereksinim duyduğu birinci sınıf
eleman açığını kapatma olanağına kavuşacaktır.
Bonn’da ve onunla birlikte seçilen Hamburg, Berlin ve
Saarbrücken’de hayata geçirilen eğitim programları, Alman Bilimi
358
Vakιflar Birliği’nin ve Dışişleri Bakanlığı’nın özel desteğini arkalarına
almış olduklarından, başından beri gerek ulusal gerekse uluslararası
öğretim piyasalarında arz edilen çok yönlü programlardan daha yukarılarda konumlanmıştır.
Eğitimin Yapısı ve İçeriği
Söz konusu yüksek lisans eğitimi çok alanı kapsayan bir yıllık bir
programdır. Eğitim doğrudan doğruya Avrupa konuları ve uygulama
odaklıdır. Programın amacı mesleğe ve uygulamaya yönelik eğitim
vermektir. Kişi daha sonraki yıllarda Avrupa uyum araştırması alanında bir akademik kariyer yapma karar verecek olursa bu da pekâlâ
mümkündür.
Birçoğu bugün Avrupa Birliği bünyesinde çalışmakta olan mezunlar, birer eski mezun olarak AUAM ile temas halinde olup halen
buralarda eğitim alan öğrencilere kariyer fırsatları hakkında veya işe
başlamada süreçle ilgili önerilerde bulunmaktadırlar. Yeni mezun olup
da AB çerçevesinde çalışma hayatına atılan kişilerden AUAM’a, burada almış oldukları eğitimle AB alanında çalışabilmek üzere çok iyi bir
donanım edindikleri yönünde düzenli olarak geri bildirimler yapılmaktadır. Örneğin bu kişilerin, henüz eğitim esnasında ya da mezuniyetlerinin ardından Avrupa Birliği kurumlarında işe kabul işlemleri
sırasında katıldıkları “EU-Concours” adı verilen test aşamalarını başarıyla geçebilmelerinde de bu gerçek yansımaktadır.
Yeterlilik hedefine ulaşmanın temel önkoşulu tek tip yapılandırılmış bir eğitimdir. Dolayısıyla öğrencilerin tamamının aynı oranda
yeterlilik düzeyine ulaşabilmesini sağlayabilmek için zorunlu müfredatın gerekleri, tüm unsurları içeren bir biçimde bütün katılımcılar
tarafından eksiksiz yerine getirilmelidir.
15 yıldır başarıyla çalışan programın yeni odaklanması 2013 kış
döneminden itibaren, Avrupa’nın uyum sorunsalının siyasî ve hukukî
anlamını yansıtan „Governance and Regulation" sütunları üzerinde yükselecektir. İleride modül içerikleri Avrupa Birliği dahilinde yönetme ve
yönetmelik ile ilgili sorulara daha da yoğun bir biçimde yanıt arayacaktır. Bu aynı zamanda bilimsel komşu disiplinlerle yan bağlantıları
359
da içerir. Bilimsel yöntem ve araştırma içerikleri üzerine verilen yoğun
eğitim, master programı ve Avrupa uyumu uygulaması modülleriyle
birleştirilir. Avrupa Birliği’nin yönetme ve yönetmelik biçimlerinin
etkileşimine yoğunlaşan program, bu anabilim dalını tercih edenlerin
meslekî bağlamda değişikliğe uğrayan ve dolayısıyla farklılıklar gösteren beklentilerine seslenir. Avrupa Birliği dahilinde ve haricinde bu
tür sorular üzerinde yoğunlaşma, bu anabilim dalına, gerek Alman
gerekse Avrupa öğretim piyasalarında –şimdi olduğu gibi– ileride de
tekil olma özelliğini sürdürme garantisi verecektir.
Bu program diğer araştırma kurumlarıyla yürüttüğü işbirliklerinden gurur duymaktadır. Bu tür etkinlikler kapsamında yapılan
çalıştaylarda katılımcıların kazanımı, örneğin bilinmeze cesaretle
bakmayı, farklı görüşten kişilerle tartışmayı ve doğruluğu anlaşıldığı
takdirde başka fikirleri sahiplenmeyi öğrenmektir. Bunun bir örneği
Malta’da faaliyet gösteren “Mediterranean Academy of Diplomatic
Studies” (Akdeniz Diplomatik Çalışmalar Akademisi = MEDAC) ile
yıllardır geliştirilen işbirliğidir. Akdeniz bölgesi başta olmak üzere
öğrenim aşamasιndaki diplomatlar, her yıl birkaç günlüğüne Bonnlu
öğrencilerle bir araya gelip Akdeniz, AB ve Almanya’yı ilgilendiren
güncel siyasi konularda fikir alışverişinde bulunur, birlikte bu kapsamda arz edilen sunumları dinlerler. Kısa sunumlar yapmak suretiyle
araştırma çalışmalarını öğrencilere tanıtan AUAM’daki konuk bilim
insanları da keza daha fazla karşılıklı fikir yürütme olanakları sunmaktadır. Bir başka sıkı işbirliği de düzenli olarak AUAM’a belirli bir
süre için genç araştırmacılar gönderen Ankara'daki Orta Doğu Teknik
Üniversitesi ile gerçekleşmektedir.
Katılımcılar ve Öğretim Elemanları
En başından beri özellikle eğitim programının kuruluş merkezindeki
Avrupa’ya uyum konusunda Alman uzmanların ihtiyaçlarının karşılanmasında uluslararası bileşenler önemli bir rol oynamıştır. Bu ise
eğitimin sadece Almanca değil, İngilizce olarak verilmesinde de gözlemlenebilir. Birkaç yıldan beri Bonn’da tüm alanlarda ders dili istis-
360
nasız İngilizcedir. Ayrıca her yıl hem katılımcıların hem de öğretim
görevlilerinin çeşitli ülkelerden gelmesine büyük önem verilmektedir.
Yaklaşık 400 katılımcı şimdiye değin başarılı bir biçimde eğitimlerini tamamlamıştır; bu arada bunların arasında kadınların oranı erkeklere göre biraz daha yüksektir. Eğitim programının gurur duyduğu
başka birşey de şudur: Dünya’nın 62 ülkesinden katılımcı AUAM’de
eğitim almaktadır.
Alman öğrenciler en büyük grubu oluşturmaktadırlar. Öğrencilerin büyük bir bölümü de diğer AB üyesi ülkelerden gelmektedir. Avrupa Birliği’nin doğu ve güney komşuları; ABD başta olmak üzere
Kuzey Amerika; Japonya, Çin ve Kore gibi Asya ülkelere mensup katılımcı grubu da sürekli büyümektedir. Türkiye 23 mezunla şu ana kadar Almanya (107) ve Amerika’nın (28) ardından üçüncü sırada yer
almaktadır. Türkiye’nin AB’ye aday olduğu 2005 yılında başvuru yapanların sayısı oldukça artmıştır.
Uzmanlık alanları bağlamında da karşımıza benzer bir tablo ortaya çıkmaktadır: En büyük payı siyasî, beşerî ve iktisat bilimleri kökenli
katılımcılar almıştır. Dolayısıyla eğitim programı ilk etapta bu alanlardan gelenlere yöneliktir.
Öğretim üyelerinin çoğunluğu da keza yurtdışından gelmektedir.
Zorunlu müfredat, büyük bir kısmı Avrupa’nın ünlü üniversitelerinden, kısmen Avrupa Birliği kurumlarından, kısmen özel sektörden,
ulusal hükümetten, kuruluşlardan ve derneklerden gelen 20’ nin üzerinde öğretim görevlisiyle yürütülmektedir.
Kariyer Olanakları
Mezunların uzmanlık alanlarında edindikleri ön bilgileri ya da kökenleri kadar izledikleri kariyer yolları da çeşitlidir. 2012 yılı baharında
yapılan ve 1998 yılından sonra mezun olanların %75 inin katıldığı
“Career tracks of Alumni of the Master of European Studies” başlığını taşıyan bir anket, her zaman olmasa da büyük bir bölümünün çalışmak
üzere ülkesine geri döndüğünü göstermektedir. Büyük bir kısmı Avrupa Komisyonu’nda olmak üzere bu mezunların %12’si Avrupa Birliği kurumlarında çalışmaya başlamıştır. Mezunların en büyük bölü-
361
münü oluşturan %24’lük dilim ise hizmet sektöründe, büyücek bankalarda, uluslararası hukuk müşavirliklerinde ya da Consulting ve
Lobbying faaliyetleri sürdüren şirketlerde çalışmaktadır. Bir de bakanlıklarda, elçiliklerde ve ulusal parlamentolarda işe girmiş olan yaklaşık
%15’lik bir bölüm vardır ki, örneğin bunların arasında Makedon kökenli Antonio Milososki gibi siyasî görevler üstlenenler dahi bulunmaktadır. AUAM’dan 2002 yılında mezun olan Milososki, 2006 yılından 2011 yılına kadar Makedonya Dışişleri Bakanı idi. Mezunların
%12’si uluslararası alanda iş gören şirketler için çalışmakta, %15’i üniversitede kalarak akademik bağlamda araştırma ve öğretim etkinliklerinde bulunmaktadır. Yüksek Lisans Programı daha önce, yetkinliği
onaylanmış bir kurum tarafından yeniden akredite edilmiştir. Söz
konusu program en iyi puanları özellikle yüksek uluslararalılık,
sıradışı öğretim elemanı kadrosu, müfredatta yer alan eğitim ve öğretim programı dahilinde teorik ve pratik öğelerin birbirine kombinasyonu ve nitekim profesyonel anlamda sosyal ve yönetici eğitimi dallarında almıştır.
Programın Artι Değeri – Bu Öğrenim Neden Diğer Ülkelerin de
İlgisini Çekmekte?
“Devlet, yönetim ve ekonominin hiçbir önemli alanı eğer günümüzde Avrupa
üzerine spesifik bilgilere sahip değilse ayakta kalamaz.”
Alman Bilimi Vakιflar Birliği’nin Ağustos 1999 sarfettiği bu ifade
(1999: 4) her ne denli dönemin Avrupa Birliği üyelerine yönelik olsa da
bugün artık dünyanın her bir yöresi için geçerliliğini korumaktadır.
Master of European Studies öğrencilerinden Avrupa’yı ilgilendiren
konuları farklı bakış açılarıyla inceleyebilmeleri beklenir. Bu beklenti,
tabii ki dünyanın diğer yörelerinden gelen katılımcıların Avrupa Birliği bağlamındaki değerlendirmelerini de kapsar. Özellikle Avrupa Birliği’ne komşu ülkelerin kendi saflarında, AB ile çok yönlü ve önemli
işbirlikleri çerçevesinde yeni impulslar verebilecek genç uzman elemanların varlığından haberdar olması onların da çıkarınadır. Bu, kurumlar ve yönetim mekanizmasında olduğu gibi uluslararası faaliyet
362
gösteren şirketlerde de geçerlidir. Özellikle AB ile sınırı bulunan Türkiye gibi bir ülke için de büyük ölçüde geçerlidir: Birleşmiş Milletler’e
1945, OECD’ ye 1948’de üye olan, 1949’da Avrupa Konseyi kurucu
üyeleri arasında yerini alan,, 1952’de NATO’ya katılan, 1963’ten bu
yana o günkü adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olan birlikle
ortaklık antlaşması imzalayan ve nitekim 1996’dan bu yana da Avrupa
Gümrük Birliği üyeleri arasında bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin
gerek batı gerekse doğuda konuşlu yakın ve uzak komşularıyla olan
uluslararası bağlantılarının listesi ise oldukça uzundur.
Her iki tarafta da yaşanan tüm tartışmalara ve dile getirilen çekincelere rağmen Türkiye 2005 yılından bu yana resmen AB katılım adayıdır. Ve en geç 2005 yılından bu yana hiç olmadιğι kadar "pacta sunt
servanda” yani “ahde vefa” (Merkel, 2013) söylemi geçerlidir.
Türkiye'de üniversite başvuruları çok yoğundur. Hem sonra üniversiteler kapasite sorunlarıyla da boğuşmak zorundadır, zira gerek
ülkenin demografik durumu gerekse çift kulvarlı bir eğitim sistemin
eksikliği gençleri bir tek öğrenime yönelmek zorunda bırakmaktadır.
Hâttâ bunların yarısından fazlası eğitime dahi başlayamıyor. Öte yandan özel bir yüksekokulda eğitim almaya ise birçoğunun bütçesi uygun değil. Hal böyleyken Türkiye ile AB üyesi ülkeler arasında zaten
var olan akademik bağlar son yıllarda giderek pekişmiştir, özellikle de
Erasmus Eğitim Programı aracılığıyla. Erasmus programı dahilinde
Almanya Türk öğrenci ve akademisyenler arasında “açık arayla en
popüler ülke" (Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı, 2013) olarak göze
çarpıyor.
Almanya'da yüksek öğrenim ve belirli branşta eğitim alma beklentileri farklılıklar gösterir. Bengi Lostar-Özdemir uzun yıllardır Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda çalışmaktadır. AB
ve Türk Hükümeti tarafından finanse edilen Jean-Monnet Programı
kapsamında Bonn’da okuyabilmek üzere 2012 yılında başarılı bir burs
başvurusu yapan Lostar-Özdemir eğitimiyle ilgili düşüncelerini şöyle
ifade ediyor:
“Gerek AB genişleme politikası kapsamında, gerekse kalkınma ve ticaret
politikaları bağlamında, kültürler arasında sürdürülebilir kalkınma, barış
363
ve diyaloğa dayalı düzene katkıda bulunmak amacıyla AB ve üyesi ülkeler Avrupa Birliği Sözleşmesi’nin 151. maddesinde işbirliği yapılan ülkeler ve bölgelerle olan kültürel ilişkileri teşvik etme konusunu karara bağladılar. İşte AB tarafından talep ve teşvik edilen bu ilkeler mesleğimde
bana her daim ιşιk tutmuştur”.
AB ve diğer devletlerarasındaki çok yönlü işbirliği için – özellikle
siyasî ve ekonomik düzlemde – ileride doğru kararlar alıp doğru yargıya varabilecek ve bunların arkasında durabilecek, olayların arka
planını iyi kavramış, gerekli bilgi donanımına sahip Lostar-Özdemir
gibi uzmanlara ihtiyaç vardır. Küreselleşme ile bölgesel bütünleşme
çabaları neredeyse dünyanın her yerinde bu alanlarda uzman ihtiyacını düzenli olarak arttırmıştır; AB ile bir biçimde siyasî veya ekonomik
ilişkileri olan ülkelerde de keza aynı durum sözkonusudur. Jean
Monnet Programı gibi iddialı programlar piyasanın bu talebini fark
etmiştir. Program, özellikle Türk Hükümeti’nde çalışıp da Avrupa
Birliği ile Türkiye ilişkileri alanında faaliyet gösteren ve/veya Avrupa
Birliği müktesebatı ile ilgili bilgisi olan kişilere hitap etmek ister. Program yılı başına en fazla iki Türk katılımcı AUAM’a bursla gelir.
Artık iyiden iyiye birbirine girift olan bir dünyada bölgeler daha
bir önem kazanırken, sanki ulus devletleri de birçok alanda önemlerini
yitiriyormuş gibi görünüyor. Bu nedenle diğer dünya bölgeleriyle ve
küresel oyuncularla olan ilişkiler ve bağlar Avrupa bilimlerinin konusal alanı bağlamında her daim aklın bir ucunda tutulmalıdır. Avrupa
Birliği kurumlarında kariyer hedefleyen AB üyesi bir ülkenin öğrencisinin nazarında Türkiye gibi komşu bir ülkeyi, sadece herhangi bir
aday ülke olarak görmek artık yeterli olmayabilir: Örneğin işbirliği,
güvenlik, enerji, kültür, değisim, din ve bölgesel güç gibi anahtar sözcükler akla geldiğinde birçok şeyin henüz değerlendirilemediği görülmektedir. Aynı zamanda, diğer dünya ülkeleriden gelip de ileride
AB ortamında çalışmak arzusunda olan katılımcılar, başarılı bir kariyer yapmak için, AB müktesebatını mantra misali ezbere okumak zorunda da değildirler. Avrupa entegrasyonu deneyimlerinden ne şekilde yararlanılabilir? Avrupa Birliği dünyadaki diğer bölgesel bütünleşme çabaları için bir model olabilir mi? Avrupa Birliği, yurttaşlarının
364
yaşamını ne yönde etkilemektedir? Avrupa Birliği hangi ekonomik
politikaları izliyor? AB ve üye devletlerarasındaki etkileşimler nasıldır? Avrupa Birliği’nin dış politikada hangi çizgiyi izler ve gerek duyulduğunda kime başvurulabilir? Avrupa Birliği, ulus devletler, uluslararası faaliyet gösteren şirketler küresel düzlemde hangi oranda birbirlerine bağlıdırlar ve bu ülkelerin yurttaşları için gündelik yaşamda
bu ne anlama gelmektedir?
Bonn Üniversitesi bünyesindeki “Master of European Studies” bu
sorulara somut yanıtlar veremese de Avrupa’ ya uyum bağlamında
yapacakları deneyim alışverişiyle ve dünyadaki diğer bölgesel gruplar
ile karşılaştırıldığında, burada okuyacak öğrenciler mesleki gelişimleri
için mükemmel bir temel elde ederler aynı zamanda da ufuklarını
genişletirler.
Kaynakça
AUSWÄRTIGES AMT (2013), Kultur- und Bildungspolitik, Medien. [online]
Abrufbar unter: http://www.auswaertiges-amt.de/DE/Aussenpolitik
/Laender/Laenderinfos/Tuerkei/Kultur-UndBildungspolitik_node.
html (23.06.2013)
DER REKTOR DER RHEINISCHEN FRIEDRICH-WILHELMS-UNIVERSITÄT
BONN (2008), Erste Ordnung zur Änderung der Neufassung der
Prüfungsordnung für den weiterbildenden Studiengang „Master of
European Studies“ der Rheinischen Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn
vom 25. September 2008, [pdf] Bonn: Rheinische Friedrich-WilhelmsUniversität. Abrufbar unter: http://www.zei.uni-bonn.de/education
/master-of-european-studies-mes/dateien/1-AenderungsordnungOktober-08.pdf (23.06.2013)
KOENIG, C., KÜHNHARDT, L., VON HAGEN, J. (2008), A Laboratory for
Europeanizing Academic Life, in: Doré, M., Leibbrand, T. und Meyer,
R. (Hrsg.), Master of European Studies. Ten Years of Execellence, Bonn,
Zentrum für Europäische Integrationsforschung
MERKEL, A. (2013), Rede bei der 9. ordentlichen Mitgliederversammlung der
Türkisch-Deutschen IHK. [online], 24. Juni 2013, abrufbar unter:
http://www.bundeskanzlerin.de/Content/DE/Rede/2013/06/2013-0625-dt-tuerk-ihk.html;jsessionid=C517B83197A29F36B6EE5563113
88840.s1t1 (26.06.2013)
365
MINISTERIUM FÜR SCHULE, WISSENSCHAFT UND FORSCHUNG DES
LANDES NORDRHEIN-WESTFALEN UND ZEI (Hrsg., 2002), Bericht
der Evaluierungskommission im Auftrag des Ministeriums für Schule,
Wissenschaft und Forschung des Landes Nordrhein-Westfalen, Bonn,
Zentrum für Europäische Integrationsforschung
STIFTERVERBAND FÜR DIE DEUTSCHE WISSENSCHAFT (Hrsg., 1999),
Aufbaustudiengang „Europawissenschaften“. Studienjahr 1999/2000, Essen
ZENTRUM FÜR EUROPÄISCHE INTEGRATIONSFORSCHUNG (2012),
Career tracks of Alumni of the Master of European Studies. [online]
Abrufbar unter: http://www.zei.uni-bonn.de/education/master-ofeuropean-studies-mes/alumni/verbleib-alumni (23.06.2013)
366
Yükseköğretimde Uluslarararasılaşma: Akdeniz
Üniversitesi Uluslararasılaşma Süreci
Emel KAHRAMAN ve Burhan ÖZKAN
Giriş
Küreselleşme ve iletişim teknolojisi ile birlikte yükseköğretim alanındaki küresel rekabette artmıştır. 2009 yılında UNESCO’nın “Dünya
Yükseköğretim Konferansı” için hazırladığı bir raporda, küreselleşmenin 21. yüzyılın kaçınılmaz bir gerçeği olduğu ve küreselleşme sürecinin yükseköğretimi sonsuza dek değiştirdiği vurgulanmıştır. Rapora
göre üniversiteler, ortaçağdan beri uluslararası eğilimlerin etkisinde
kalmış olmalarına rağmen, 20. yüzyılda ortaya çıkan uluslararası eğilimler, yükseköğretim kalitesinin en belirleyici etkenlerinden biri olmuştur (Altbach vd.,: 2009).
Bilgi toplumuna ve bilimsel üretime yön veren yükseköğretimdeki rekabet olgusu ve kalite anlayışı uluslararasılaşmayı, yükseköğretim
kurumlarındaki en öncelikli konu haline getirmiştir. Bu sürecin rekabetçi etkilerine direnmek için üniversitelerin; toplumun ekonomik ve
sosyal ihtiyaçlarını karşılayan ulusal ve uluslararası normlara uygun,
anlaşılabilir ve karşılaştırılabilir bir eğitim-öğretim sistemi oluşturmaları, uluslararası yükseköğretim kurumları ile iş birliğini ve hareketliliği geliştirmeleri ve mezunların istihdam edilebilirliğini arttırmaları
gerekmektedir.
Bu
bildirinin
temel
amacı
genelde
yükseköğretimde
uluslararasılaşma konusunda son zamanlardaki gelişmeleri özelde ise
Akdeniz Üniversitesi’nde uluslararasılaşma kapsamında gerçekleştirilen faaliyetleri ortaya koymaktır. Bu amaca yönelik olarak ilk bölümde
Yükseköğretimde Uluslararasılaşma Süreci, ikinci bölümde Türk Yükseköğretiminde uluslararasılaşma faaliyetleri üçüncü bölümde ise
367
Akdeniz Üniversitesi Uluslararasılaşma Süreci ayrıntısıyla irdelenmiştir. Bildirinin son bölümü ise sonuç ve önerilerin özetlenmesinden
oluşmuştur.
Yükseköğretimde Uluslararasılaşma Süreci
Yükseköğretimde uluslararasılaşma, “eğitim, araştırma ve yükseköğretim kuruluşlarına uluslararası boyut kazandıran süreç” olarak tanımlanmaktadır (Altbach ve Knight, 2007: 290). Uluslararasılaşmanın
değişik gerekçeleri bulunmaktadır. Uluslararasılaşma konusundaki
tartışmalarda genel olarak uluslararasılaşmanın gerekçeleri dört gruba
ayrılmaktadır. Bu gerekçeler; ekonomik (doğrudan öğrenim ücretleri
ya da yabancı öğrenci harcamaları yolu ile ekonomik kazanım sağlamak dolaylı olarak ise ulusun ekonomik rekabet gücünü artıracak ve
küresel iş pazarında rekabet edecek mezunlar yetiştirmek), siyasi (ulusun kültürünü ve kimliğini yaymak), sosyal/kültürel (barışçıl bir dünya yaratmaya katkıda bulunmak, kültürlerarası anlayış ve iletişimi
geliştirmek) ve akademik (Eğitim ve araştırmada uluslararası standartlara ulaşmak, kaliteyi geliştirmek) gerekçelerdir.
Diğer yandan öğrenci ve öğretim elemanlarının hareketliliğinin
yanında program ve kurumlar da hareketlilik kazanınca, farklı faaliyetlerde farklı gerekçeler ön plana çıkmıştır. Öne çıkan gerekçelere
göre, uluslararasılaşma faaliyetleri değişmektedir. Akademik ve siyasal gerekçelerin ön plana çıktığı durumlarda uluslararasılaşma faaliyetleri, ortaklık yönüne doğru kayarken, ekonomik gerekçeler daha
çok anlaşma girişimlerine neden olmaktadır. Ortaklıktan kastedilen,
iki ülkenin uzun süreli işbirliğini gerektiren faaliyetler iken, anlaşmalar ise daha çok iki tarafın da bir şekilde avantajlı bulduğu düzenlemelerdir (Kırmızıdağ vd., 2012: 12-13).
Uluslararasılaşma çabalarında çoğu kez yukarıda sayılan gerekçelerin birden fazlası rol oynamaktadır. Ancak uluslararasılaşmayla temel olarak üniversitelerin eğitim-öğretim ve araştırma kalitesini ve
bunların topluma katkısını artırmak amaçlanmaktadır. Özellikle son
yıllarda yükseköğretim kurumlarında uluslararasılaşmaya yönelik
ciddi çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Bunlar daha çok uluslara-
368
rası öğrenciye sahip olmak için sürdürülen çalışmalardan, yabancı
öğretim üyesi istihdamının artırılmasından, ortak diploma programı
sayısının artırılmasına ve üniversitelerin başka ülkelerde dış temsilcilikler açmalarına kadar uzatılacak uzun bir liste halinde sıralanabilir.
Yükseköğretim kurumlarındaki uluslararasılaşma faaliyetlerinin
başarılı olması için çalışmaların etkin, sistematik ve sürdürülebilir
şekilde planlanması ve uygulanması gerekliliği en önemli konu başlıklarından birisini oluşturmaktadır. Dolayısıyla uluslararasılaşma konusu üniversiteler için kesinlikle bir yan etkinlik veya göstermelik bir
girişim olmamalıdır. Bu çalışmalar uluslararasılaşmayı amaçlayan
üniversiteler tarafından bir zorunluluk olarak görülmelidir.
Diğer yandan uluslararasılaşma çalışmalarının içselleştirilmesi
için uluslararasılaşma üniversitenin üst yönetimi başta olmak üzere
tüm yöneticileri ve üniversite bileşenleri tarafından benimsenmelidir.
Ancak üniversiteler tarafından uluslarasılaşma çalışmalarının benimsenmesi gerekli olmakla beraber yeterli değildir. Yeterli olabilmesi için
uluslararasılaşma çalışmalarının üst yönetim tarafından önemsenmesi
ve küresel rekabetin gerektirdiği koşulları karşılayacak şekilde etkin
olarak yürütülmesi gerekmektedir. Gelinen noktada hiçbir ülke veya
yükseköğretim kurumu yükseköğretimdeki rekabetin küresel bir boyut kazandığını görmezlikten gelemez. Küresel rekabetten kaçılamayacağına göre yapılması gereken küresel rekabetin olumsuz etkilerini
olabildiğince azaltmak, fırsatlarını ise değerlendirmektir.
Üniversiteler küresel rekabetin getirdiği olumsuz etkilerden korunarak, fırsatları değerlendirerek ve uluslararasılaşmanın gerekliliklerini karşılayarak rekabetçi bir dünya üniversitesi olma kapasitesine
ulaşabilirler. Bu noktada üniversitelerin Uluslararası İlişkiler Birimlerinin olduğu kadar Öğrenci İşleri Daire Başkanlıkları ve Bilgi İşlem
Daire Başkanlıklarının da stratejik ve belirleyici birimler haline geldiği
gerçeğini unutulmamalıdır.
Yükseköğretimde uluslararasılaşma daha çok öğrenci hareketliliği
çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu çerçevede uluslararası hareketlilik ile ilgili programların (Türkiye örneğinde bugüne kadar Erasmus
Programı kapsamındaki çalışmalara ek olarak 2013 yılında ilk değişim
369
çalışmalarına başlanan Mevlana Değişim Programı) yürütülmesindeki
etkinlik ve değişime katılan öğrenci sayıları da en önemli
uluslararasılaşma göstergelerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Küreselleşmenin etkileri arttıkça, öğrenci hareketliliği ile birlikte
program ve kurum hareketliliği de görülmeye başlanmış ve yükseköğretimde uluslararasılaşma değişik boyutlar kazanmaya başlamıştır
(Ramirez, 2011). Bu bağlamda yükseköğretim kurumlarının ülke içinde verdikleri eğitimin uluslararasılaşması gerekmektedir. Bu da müfredatın uluslararasılaşması ve dil eğitimine ağırlık veren faaliyetler
şeklinde gelişmiştir. (Hughes, 2010).
Yükseköğretimde uluslararasılaşma konusundaki önemli bir diğer maddeyi ise lisans ya da yüksek lisans müfredatlarda yabancı dil
koşulunu arayan derslerin yer alması oluşturmaktadır. Bu
uluslararasılaşma konusundaki en basit açıklama gibi görünse de aslında en önem taşıyan başlıklardan birisini oluşturmaktadır. Söz konusu durum öğrencinin uluslararası bir bakış açısına sahip olarak kendi
kültürü dışında bir kültürü tanımasını ve sonuç olarak eğitimöğretimin uluslararasılaşmasına katkıda bulunmasını sağlamaktadır.
Üniversitelerin uluslararasılaşma sürecinde geleneksel olarak sıralanabilecek bir diğer başlık ise üniversitelerin uluslararası bağlantılarıdır. Bu bağlantılar üniversitelerin imzaladıkları ikili işbirliği anlaşmaları, ortak diploma programları ve yürüttükleri staj programları
(IAESTE vb.) sayıları ve bu sayılanlara öğrencilerin katılımları ile kolaylıkla ölçülebilmektedir. Bu sayıların artırılması da bir üniversitenin
uluslararasılaşma düzeyi ile ilgi bilgi veren temel göstergelerdendir.
Diğer yandan uluslararasılaşma faaliyetleri bir takım zorlukları
da beraberinde getirmektedir. Bu zorlukların en bilineni, diplomaların
denkliği ve tanınmasına ilişkindir. Dolayısıyla uluslararasılaşmayla
birlikte yükseköğretimin kalitesini güvence altına almak, önemli bir
politika alanı olarak ön plana çıkmaktadır. Bu kapsamda bir diğer
uluslararasılaşma göstergesi de kalite güvence sistemlerinin ve standartlarının uluslararasılaşması sonucunda uluslararası kalite güvence
ajansları tarafından üniversitenin birimlerine ya da bölüm/programlarına verilen akreditasyon belgeleridir.
370
Gelinen noktada uluslararasılaşma sürecinin başarıyla yürütülebilmesi için sağlıklı biçimde işleyen bir uluslararasılaşma stratejisine
sahip olmak üniversiteler için bir zorunluluktur. Bu stratejide uluslararası öğrenciler, en önemli unsurlardan birisini oluşturmaktadır (Değişim ve örgün öğretim öğrencileri). Bu kapsamda üniversiteler ivedilikle uluslararası öğrenci temini stratejisini belirleyip yürürlüğe koymalıdırlar. Benzer şekilde uluslararası misafir araştırmacılar için uygun
akademik ortamlar oluşturabilmek, misafir araştırmacıların ders verebilmelerini ve araştırma faaliyetlerinde bulunmalarını teşvik etmek
üniversitelerin uluslararasılaşmasında büyük önem kazanmıştır.
Dünyada günümüzde yaklaşık 3.5 - 4 milyon arasında bulunan ve
UNESCO’nun verilerine göre 2020 yılında 7 milyona ulaşması beklenen uluslararası öğrenci nüfusu üniversitelerin uluslararasılaşmasının
belirlenmesinde önemli bir ölçüt olarak kabul edilmektedir. Yine
UNESCO verilerine göre en çok öğrenci çeken ülkeler sıralamasında
ABD yılda yaklaşık 700 bin öğrenci ile ilk sırada yer almakta, ABD’yi
İngiltere, Almanya, Fransa ve Avustralya izlemektedir. Son yıllarda
Asya ülkelerinin de uluslararası öğrenci nüfusu konusunda büyük bir
atılım yaptığı görülmektedir (Malezya, Singapur ve Çin bu sıralamada
en başlarda yer almaktadır).
Türk Yükseköğretiminde Uluslarararasılaşma
Türkiye bölgesel etkisi ve kültürel sermayesi ile bölgesel ve küresel
olarak önemi artan bir ülke konumundadır. Ancak Türkiye yükseköğretimde bölgesel ve küresel konumuna uygun bir uluslararasılaşma
stratejisine
sahip
değildir.
Yükseköğretimde
belirlenecek
uluslararasılaşma stratejisi ile ülkemizin bölgesel ve küresel konumun
güçlenebileceği, tek-tip üniversite anlayışının değiştirilebileceği, ülkemizin eğitim-öğretim ve araştırma kalitesinin artacağı, yükseköğretim
anlayışımızın zenginleşeceği ve Türk üniversitelerinin uluslararası
alanda rekabet edebilir hale geleceği değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda son yıllarda YÖK tarafından uluslararasılaşma konusuna büyük önem verildiği ve konunun sıklıkla dile getirildiği görülmektedir. YÖK tarafından tek-tip bir uluslararasılaşma değil, çeşit-
371
lendirilmiş, çok boyutlu bir uluslararasılaşma amaçlanmaktadır. Bu
amaçla öncelikli hedefler olarak farklı bölgelerden ve özellikle yakın
kültürel havzadan öğrenci ve araştırmacı çekilmesi, bölgesel işbirliklerine gidilmesi, bölgeye yükseköğretim alanında teknik yardım ve destek sağlanması gerekliliği ifade edilmiştir. Ayrıca farklı kültürel coğrafyalar ile ortak diploma programlarının yapılması, küresel bilim
alanları haritasının çıkarılması, devlet bursuyla yurt dışına gönderilen
lisansüstü öğrencilerin alanlarında önde gelen ülkelerde öğrenim
görmelerinin teşvik edilmesi, Üniversitelerin, Dışişleri Bakanlığı,
Yurtdışı Türkler TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü ile ilişki ve işbirliği
içerisinde uygulanabilir ve sürdürülebilir uluslararasılaşma stratejileri
benimsenmesi zorunluluğunun da altı çizilmiştir.
Türkiye’deki yabancı öğrenci sayısının son açıklanan rakamlara
göre yaklaşık 36.000 olduğu bunun yaklaşık yarısını devlet bursuyla
okuyan, yakın, komşu ve akraba ülkelerden gelen öğrencilerin oluşturduğu görülmektedir. Yabancı ülkelerde ise 100.000’e yakın Türk
öğrenci eğitim görmektedir. Türkiye söz konusu rakamlarla dünya
ülkeleri içinde yabancı öğrenci nüfusu konusunda alt sıralarda yer
almakta, gönderdiği öğrenci sayısının yaklaşık 1/3’ü kadarını kendi
ülkesine çekebilmektedir. Aradaki bu farkın kapatılması için YÖK,
Üniversiteler ve politika yapıcılara büyük görev düşmektedir.
Uluslararası öğrenciler ile ilgili olarak Türkiye’de yapılan çalışmalara bakıldığında konu ile ilgili en üst mercinin 2010 yılında T.C. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı bünyesinde kurulan
Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanlığı (UÖDB) olduğu görülmektedir. Başkanlığın görevi Avrupa Birliği çerçevesinde yürütülen projeler
ile Yükseköğretim Kurulu ve üniversiteler hariç olmak üzere, temel
eğitim giderleri karşılanmak suretiyle Türkiye’de burslu eğitim görmesi uygun görülen uluslararası öğrencilerin eğitim süreçlerinin başarılı bir şekilde yürütülmesi amacıyla gerekli esasları belirlemek ve ilgili
kurumlar arasındaki koordinasyonu sağlamak olarak belirlenmiştir.
(T.C. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, 2013)
372
UÖDB, öğrencilerin öğrenimleri süresince ve sonrasında, ilişkilerin sürekliliğini sağlamak amacıyla yurtiçinde ve yurtdışında çalışmalar yapmakta veya benzeri çalışmalar yapan kurum ve kuruluşların,
özel kuruluş ile sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Bu kapsamda ülkemize gelen uluslararası öğrencilere,
uyumlarını kolaylaştırmak ve sosyal gelişimlerine katkıda bulunmak
amacıyla UÖDB tarafından çeşitli organizasyonlar düzenlenmektedir.
Uyum programları, öğrenci-aile buluşmaları, kültürel geziler ve farklı
alanlarda sosyal etkinlikler planlanmakta ve böylelikle uluslararası
öğrencilerin ülkemizin sosyal ve kültürel hayatını tam anlamıyla tanımaları hedeflenmektedir.
UÖDB’nin en temel amaçlarından biri de Türkiye’nin uluslararası
öğrenciler için sunulan yaşam kalitesi, imkân ve fırsatlar bakımından
dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almasını sağlamaktır. Bu
amaçla, Türkiye’deki uluslararası öğrenci sayısını artırmak için çalışmalarını belli bir program dâhilinde, eğitim öncesi, eğitim süreci ve
eğitim sonrası olmak üzere üç aşamalı bir şekilde yürütmektedir.
Birinci aşamada Türkiye Burslarının tanıtımından başlanmak suretiyle dünyanın farklı coğrafyalarındaki başarılı gençlerin ülkemizde
eğitim görmeleri teşvik edilmekte ve bu adayların seçim süreçleri koordine edilmektedir. İkinci aşamada ise Türkiye’de öğrenim görmeye
hak kazanan öğrencilere yönelik sosyal, kültürel ve teknik (ikamet,
barınma, sağlık vb.) rehberlik hizmetleri planlanmakta, bu alanlarda
öğrencilere yönelik çeşitli programlar düzenlenmekte ve öğrencilerin
yaşadıkları sorunlara sistematik çözümler üretilmeye çalışılmaktadır.
Ayrıca UÖDB, eğitimlerini tamamlayan uluslararası öğrencilerin mezuniyetleri sonrasında Türkiye ile olan ilişkilerini sürdürmelerini temin etmek amacıyla çalışmalar yapmaktadır (T.C. Yurtdışı Türkler ve
Akraba Topluluklar Başkanlığı, 2013).
10 Aralık 2012 tarihinde İstanbul Üniversitesi Kongre ve Kültür
Merkezi’nde düzenlenen “Üniversitelerde Uluslararasılaşma Sorunları
Çalıştayı” sonuç raporunda da yer aldığı üzere Türk Yükseköğretiminde uluslararasılaşma konusunun başarılı olabilmesi için konunun
bir devlet politikası olarak ele alınması ve tüm planlama ve yasal dü-
373
zenlemelerin bu kapsamda yapılması önerilmiştir. Ayrıca bu düzenlemelerin uluslararası kalite standartlarından ödün vermemeye özen
gösterilerek yapılmasının gerektiği de ifade edilmiştir. Bu çerçevede
aynı raporda YÖK’ün uluslararasılaşma konusunda Kurumsal bir
strateji oluşturmak için aşağıdaki düzenlemeleri ivedilikle tamamlaması gerekliliği de vurgulanmıştır.
• Uluslararasılaşma konusunda YÖK tarafından hazırlanan tek
yönetmelik bulunmaktadır (Yükseköğretim Kurumlarının
Yurtdışındaki Kapsama Dahil Yükseköğretim Kurumlarıyla
Ortak Eğitim ve Öğretim Programları Tesisi Hakkında Yönetmelik). Bu yönetmelik güncel ihtiyaçları karşılayamamakta
olup, açılacak her program için yeni bir protokol hazırlamayı
ve YÖK’ten izin almayı zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle uluslararası tüm ilişkiler için (AB ve diğerleri) geçerli olan yeni bir
çerçeve yönetmelik hazırlanmalıdır. YÖK tarafından hazırlanacak yeni yönetmelik sadece temel ilkeleri tanımlayacak nitelik ve esneklikte olmalı ve ortak programların yürütme esasları
ve mali konular Üniversite yönetimlerince belirlenmelidir.
• Ortak öğretim programları açılması için öncelikle denklik sorunları halledilmelidir. Anlaşma yapılabilecek şekilde denkliği
tanınan üniversiteler ve diğer yüksek öğretim/araştırma kurumları listesi YÖK tarafından uluslararası geçerliliği olan kriterlerle belirlenmeli ve listeler yıllık olarak güncellenerek ilan
edilmelidir. Liste dışındaki kurumlarla işbirliği gerektiğinde
YÖK’ün onayına başvurulmalıdır.
• Yurt dışından öğrenci gelişini arttırmak için, üniversitelerin
uluslararası düzeyde ilgi çekebilecek öğretim ve araştırma
programları belirlenerek, bu alanlarda ortak program açılması
özendirilmelidir.
• Ülkelerarası ikili anlaşmalar sonucu ülkemizde eğitim ve öğretim görmek üzere başvuran öğrencilerin kabul koşulları her
üniversite tarafından bireysel belirlenmeli ve üniversitenin diğer yabancı öğrenciler için geçerli olan standardının altına
düşmemelidir.
374
• YÖK’ün Uluslararası MSIC, EEE, AISEC vb. öğrenci birliklerini tanıması sağlanmalıdır.
• Ulusal akreditasyon merkezlerinin kurulması sağlanmalıdır.
• Aynı coğrafi bölgede yer alan üniversitelerin yurtdışı araştırmaları ve lisans üstü eğitim için imkanlarını birleştirerek kümeler oluşturmaları teşvik edilmelidir.
• Yurt dışından araştırmacı gelişini arttırmak için, ülkemizde
uluslararası düzeyde ilgi çekebilecek öncelikli araştırma programları belirlenerek, bu alanlarda yeni kadroların açılması ve
mükemmeliyet merkezlerinin kurulması ve ortak doktora
programları açılması teşvik edilmelidir. Yurt dışında çalışan
araştırmacıların projelerde eş yürütücü olabilmesi sağlanmalıdır.
• Yurtdışından araştırmacı ve öğretim üyelerinin araştırma projelerine, doktora tez danışmanlıklarına, tez izleme komitesi ve
jüri üyeliklerine katılımı teşvik edilmelidir.
• Uluslararası eğitim ve araştırma programlarında yer almak
eğitim ve araştırma elemanlarının akademik yükseltmelerinde
ve akademik performanslarında değerlendirmeye alınmalıdır.
• Lisans ve lisansüstü düzeydeki mezunların uluslararası düzeyde rekabet edebilecek şekilde eğitim almaları hedeflenmelidir.
• Bilim insanlarının uluslararası bilim ortamıyla etkileşimi artıracak toplantı ve faaliyetler desteklenmeli, yurtdışından düzenli olarak konuşmacı ve araştırmacı daveti için şerefiye ve
diğer masrafları içerecek fonlar oluşturulmalıdır. Bu fonların
oluşturulması sırasında, dışarıdan destek veren kişilere vergi
indirimi sağlanmalıdır.
• Öğretim üyelerinin akademik gelişimleri sürecinde kurum dışı
deneyim teşvik edilmeli ve uluslararası işbirlikleri desteklenmelidir.
• Ulusal yurt dışı burs kaynaklarının (YÖK ve MEB bursları gibi) üniversitelerin yurt dışı kurumlarla ortak yürüttükleri bü-
375
•
•
•
•
•
tünleşik lisansüstü programlar kapsamında kullanımı sağlanmalıdır.
Uluslararası bilimsel etkileşimi sağlayacak ölçüde yabancı dil
eğitimi zorunlu tutulmalıdır.
Lisansüstü programların yabancı dilde açılması teşvik edilerek
uluslararası öğrenci/araştırmacı başvuruları arttırılmalıdır.
Yabancı dilde eğitim veren öğretim üyeleri özlük hakları bakımından teşvik edilmelidir.
Misafir öğretim üyeleri (sabbatical) ve araştırmacılar için barınma ve diğer sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilecek destekler
sağlanmalı, uygun ortamlar hazırlanmalıdır
Uluslararası değişimle ilgili yasal, politik ve mali konularla ilgili Bakanlıklar düzeyinde (Dışişleri, İçişleri, Maliye, Bilim Sanayi ve Teknoloji, MEB) gerekli düzenlemeler YÖK tarafından
planlanmalı, olgusal düzeyde Üniversitelerin bu sorunları aşmaya çalışmasının önüne geçilmelidir.
Yabancı öğretim üyesi ve araştırmacı kontenjanının %2 sınırlamasından kurtarılması ve bu oranın üniversite ihtiyaçlarına
göre
belirlenmesi
sağlanmalıdır
(Üniversitelerde
Uluslararasılaşma Sorunları Çalıştayı Sonuç Raporu Taslağı,
2012, s: 1-4).
Akdeniz Üniversitesi Uluslararasılaşma Süreci
Akdeniz Üniversitesi’nde dış ilişkiler kapsamındaki faaliyetler 2012
yılı Eylül ayına kadar birbirinden bağımsız birimler (Dış İlişkiler Şube
Müdürlüğü, Bologna Koordinatörlüğü ve Farabi Koordinatörlüğü)
tarafından yürütülmüştür. Bu durum birbirlerinin çıktılarından ve
faaliyetlerinden faydalanması gereken ve aralarında etkin bir eşgüdüm bulunması gereken birimlerin birbirinden bağımsız iş ve işlemlerde bulunmalarına yol açmıştır. Ayrıca bu dağınık yapı nedeniyle
yükseköğretimdeki küresel rekabete karşı üniversitenin sürdürülebilir
ve uygulanabilir uluslararasılaşma stratejisi de yeterince belirlenememiştir.
376
Ayrıca mevcut Şube Müdürlüğü ve Koordinatörlüklerin yanı sıra
YÖK tarafından yurtiçinde eğitim veren yükseköğretim kurumları ile
yurtdışında eğitim veren yükseköğretim kurumları arasında öğrenci
ve öğretim elemanı değişimini gerçekleştirmeyi mümkün kılan Mevlana Değişim Programı’nın başlatılması öngörülmüştür. 23 Ağustos
2011 tarih ve 28034 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik ile
birlikte yurt dışındaki yükseköğretim kurumları ile ülkemizdeki yükseköğretim kurumları arasında öğrenci ve öğretim elemanı değişiminin önü açılmıştır.
07 Ağustos 2012 tarihinde Akdeniz Üniversitesinin eğitimöğretim program ve kalite geliştirme çalışmalarını bütüncül bir yaklaşımla sürdürme ve Avrupa Yükseköğretim Alanı’nda önemli bir aktör
olarak rol alma azmi ve kararlılığı dikkate alınarak dünya üniversitesi
hedefinde hızla ilerlemesi ve yükseköğretimdeki uluslararasılaşma
konusunda yeni oluşan ve gelişen koşullara daha iyi uyum sağlaması
amacıyla üniversitede uluslararasılaşma konusunda yeni bir yapılanmaya gidilmiştir.
12 Eylül 2012 tarihli Akdeniz Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun
kararı ile uluslararasılaşma faaliyetlerinin daha etkin ve verimli sürdürülmesi amacıyla Dış İlişkiler Şube Müdürlüğü ile ilgili Koordinatörlüklerin “Uluslararası İlişkiler Ofisi” adı altında ortak bir çatıda yeniden yapılandırılması kabul edilmiştir. Böylece Erasmus, Farabi ve
Mevlana Değişim Programları, Bologna Süreci, AB Gençlik Programları, IAESTE, Ortak Diploma Programları ve diğer uluslararasılaşma
faaliyetleri ile ilgili iş ve işlemlerin Uluslararası İlişkiler Ofisi (UİO)
bünyesi altında yürütülmesine karar verilmiştir (Uluslararası İlişkiler
Ofisi (UİO), 2013).
377
Şekil-1: Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ofisi Kurumsal
Yapılanması (Rektörlük Düzeyinde)
Yeni yapıya göre Rektörlük Düzeyinde Uluslararası İlişkiler Koordinatörüne bağlı Uluslararası İlişkiler Ofisi kurulmuş ve Ofis çalışma alanlarına göre 5 ayrı ana faaliyet alanından oluşturularak 5 ayrı
alan için Koordinatör görevlendirilmesi yapılmıştır. Bu birimler AB
Eğitim ve Gençlik Programları, Uluslararası İşbirlikleri ve Tanıtım,
Bologna Süreci, Farabi Programı ve Mevlana Programı' dır. (Şekil-1)
Ayrıca yeni yapılanmada üniversitenin uluslararasılaşması sürecine
yüksek oranda katılımcılığı sağlamak amacıyla Birimler Düzeyinde de
yeni bir örgütlenme yapılanmasına gidilmiş ve üniversitedeki her bölüm/program için Uluslararası ilişkiler konusundaki görevliler ve görev tanımları belirlenmiştir.(Şekil-2)
378
Şekil-2: Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ofisi Kurumsal
Yapılanması (Birimler Düzeyinde)
Yeni yapılanmada Uluslararası İlişkiler Ofisi bünyesinde yürütülen faaliyetleri izlemek ve birimler arasındaki eşgüdümü sağlamak
amacıyla bir Uluslararası İlişkiler Koordinasyon Kurulu (UİK) kurulmuştur. Uluslararası İlişkiler Koordinasyon Kurulu; Ofis Koordinatörlerinin (Farabi Koordinatörü, Bologna Koordinatörü, AB Eğitim ve
Gençlik Programları Koordinatörü, Uluslararası İşbirlikleri ve Tanıtım
Koordinatörü ve Mevlana Koordinatörü) Öğrenci İşleri Daire Başkanı,
Sağlık Kültür ve Spor Dairesi Başkanı ve Öğrenci Konseyi Başkanı’nın
katılımıyla oluşturulmuştur. Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Rektör
Yardımcısının başkanlık ettiği Kurul ayda bir kez toplanmaktadır.
Uluslararası İlişkiler Koordinasyon Kurulu Tutanakları iki ayda bir
Rektörlük Makamına brifing olarak sunulmaktadır.
379
Uluslararası İlişkiler Ofisi yapılanmasında üniversitenin
uluslararasılaşma sürecinde çok önemli rol oynaması beklenen
Uluslararasılaşma Stratejisi Kurulu (USK) oluşturulmuştur. Kurulun
amacı üniversitedeki uluslararasılaşma stratejisini belirlemek ve yönlendirmek, bu kapsamda Uluslararası İlişkiler Ofisi çalışmalarına vizyon kazandıracak görüş, öneri ve katkılarda bulunmaktır.
Uluslararasılaşma
Stratejisi
Kurulu
(USK)
üniversitenin
uluslararasılaşma stratejisinin belirlenmesinde ve dünya üniversitesi
olma yolunda üniversiteye katkı sağlayacak Fakülte ve Yüksekokullardan katılan gönüllü öğretim üyelerinden oluşmaktadır. Üniversitenin uluslararasılaşmasında çok önemli rol oynayacağına inanılan USK,
her akademik dönemde Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Rektör Yardımcısı başkanlığında en az bir kez toplanmakta ve söz konusu Kurul
Toplantı Tutanakları Rektörlük Makamına sunulmaktadır.
Uluslararası İlişkiler Ofisi kurumsal yapılanmasının ardından
Uluslararası İlişkiler Ofisi bünyesindeki AB Eğitim ve Gençlik Programları, Uluslararası İşbirlikleri ve Tanıtım, Bologna Süreci, Farabi
Programı ve Mevlana Programı sorumluları, görev alanları ve görev
tanımları belirlenmiştir. Ayrıca, Ofise kurumsal kimlik kazandıracak
şekilde bir Ofis Logosu hazırlanmış, Ofisin misyon ve vizyonu ile
Uluslararasılaşma Stratejisi Kurulu (USK) ve Uluslararası İlişkiler Koordinasyon Kurulu görev tanımları belirlenmiştir.
Kurumsal yapılanma çalışmalarından sonra Ofisin web sitesinin
hazırlanmasına öncelik verilmiştir. “Uluslararası İlişkiler Ofisi” web
sayfası; Ofis bünyesinde yürütülen Erasmus, Farabi ve Mevlana Değişim Programları, Bologna Süreci, AB Gençlik Programları, IAESTE,
Ortak Diploma Programları ve diğer uluslararasılaşma faaliyetlerine
ilişkin bilgilerin bulunabileceği, üniversitede konu ile ilgili yürütülen
çalışmaların formlarının, duyuruların, toplantılarda alınan kararların/tutanakların yer alacağı şeffaflık, görünürlük ve dinamik bir veri
tabanı işlevi görme esasına göre tasarlanmıştır.
380
Sonuç ve Öneriler
Küreselleşen dünya ve iletişim teknolojisi, yükseköğretim alanında
küresel bir rekabeti beraberinde getirmiştir. Bilgi toplumuna ve bilimsel üretime yön veren yükseköğretimdeki bu rekabet olgusu ve kalite
anlayışı için uluslararasılaşma en öncelikli konu haline gelmiştir.
Uluslararasılaşma sürecinin başarıyla yürütülebilmesi için sağlıklı bir
biçimde işleyen bir uluslararası öğrenci temini stratejisine sahip olmak
gerekmektedir. Uluslararası misafir araştırmacılar için uygun akademik ortamlar oluşturabilmek, bu araştırmacıların ders verebilmelerini
ve araştırma faaliyetlerinde bulunmalarını teşvik etmek de aynı derecede önem kazanmıştır.
Ülkemiz üniversiteleri eğitim-öğretim program ve kalite geliştirme çalışmalarını bütüncül bir yaklaşımla sürdürerek Avrupa Yükseköğretim Alanı’nda önemli bir aktör olarak rol almalıdırlar. Bu nokta
da uluslararasılaşma dünya üniversitesi olma hedefinde en önemli
araçlardan birisidir.
Üniversitelerin uluslararasılaşma yönündeki çalışmaları ulusal
düzeyde ve yükseköğretim sistemi düzeyinde desteklenmelidir. Kurumsal düzeyde üst yönetim başta olmak üzere üniversitedeki tüm
yöneticiler ile üniversite bileşenleri tarafından uluslararasılaşma benimsenmeli ve önemsenmelidir. Uluslararasılaşma küresel rekabetin
gerektirdiği koşulları karşılayacak şekilde etkin, sistematik ve sürdürülebilir şekilde planlanmalı ve uygulanmalıdır. Uluslararasılaşmanın
üniversiteler için bir yan etkinlik veya göstermelik bir girişim olmamasına özen gösterilmelidir. Bununla birlikte üniversitelerde Uluslararası
İlişkiler Ofislerinin misyonunu yerine getirebilmesi için tüm birimlerle
özellikle de Bilgi İşlem Daire Başkanlığı ve Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı ile koordineli ve uyumlu bir çalışma temposunun yakalanmasının zorunluluğu vardır.
Bu kapsamda Akdeniz Üniversitesi’nde 12 Eylül 2012 tarihi itibariyle yeniden yapılandırılan Uluslararası İlişkiler Ofisi; kurumsal yapılanması, görev tanımı ve çalışma yapısı açısından son derece isabetli
olmuştur. Özellikle yeniden yapılanmanın Türk yükseköğretiminde
Uluslararasılaşmanın en önemli gündem maddesi olduğu bir dönem
381
ile eş zamanlı gerçekleştirilmesi yapılanmanın önemini daha da arttırmıştır.
Kaynakça
ALTBACH, P. G. ve KNIGHT J. (2007), The Internationalization of Higher
Education: Motivations and Realities, Journal of Studies in International
Education, 11 (3-4) (September 1): 290–305
ALTBACH, P., REISBERG. L. ve RUMBLEY L. E. (2009), Trends in Global Higher
Education: Tracking an Academic Revolution, World Conference on
Higher Education, Paris: UNESCO
HUGHES, R. (2010), Excellence in the Plural, Himes Higher Education,
November 5. http://www.timeshighereducation.co.uk/story.asp?
storyCode=414090&sectioncode=26
KIRMIZIDAĞ N., GÜR B.S., KURT T. ve BOZ N. (2012), Yükseköğretimde
Sınır-Ötesi Ortaklık Tecrübeleri-Raporu: 15-55
RAMİREZ, A. A. (2011), Conditions for the Internationalisation of Higher
Education: Between Inclusion and Exclusion in a Globalised World,
In: Globalisation and Internationalisation of Higher Education [online
monograph], Revista de Universidad y Sociedad del Conocimiento
(RUSC). Vol. 8, No 2,pp. 313-325
T.C. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (2013)
http://www.ytb.gov.tr/
Uluslararası İlişkiler Ofisi (UİO) web sayfası (2013), http://uio.akdeniz.edu.tr/tr
Üniversitelerde Uluslararasılaşma Sorunları Çalıştayı Sonuç Raporu Taslağı
(2012)
382
Türk-Alman Eğitim Programları için bir
Örnek: Uluslararası Madde Akım Yönetimi
Yüksek Lisans Programı (IMAT)
Osman YALDIZ
Programın Amacı
Programın temel amacı tüm sektörlerde madde ve enerji akımı olarak
tanımlanan ve üretim süreçlerinde kullanılan materyal ve enerji ile
üretim sonrası oluşan atıkların ekonomik anlamda tekrar kullanımına
yönelik teknolojileri, atıklardan kaynaklanan çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik bilgilerin teknik ve ekonomik bakış açısıyla yüksek
lisans programı kapsamında sunulmasıdır. Bir diğer amaç da bu eğitimin uluslararası düzeyde gerçekleştirilmesidir. Programda yer alacak
öğrencilerin farklı ülkelerden olması, mezunların uygulama ve
inovasyon alanında çalışabilir donanıma sahip olması, özellikle Türkiye’den ve yakın bölgelerden bu eğitimi alacak öğrencilerin öğrendikleri teknolojiyi kendi ülkelerinde uygulayabilir, araştırma düzeyinde
çalışabilir bilgi ile donanımlı olmaları amaçlanmaktadır.
Aynı programın yürütüldüğü Almanya Trier Uygulamalı Bilimler
Üniversitesi ve Japonya Asya-Pasifik Üniversitesi’nde bu programa
olan ilginin artması Türkiye’de de aynı ilginin oluşacağı konusunda
fikir oluşturmuştur. Almanya’da yaşayan ve yeni konulara ilgi duyan
öğrenciler ile Türkiye’ye yakın ülkelerden öğrencilerin atık, çevre,
sürdürülebilir kalkınma konularının yer alacağı bu programa daha çok
ilgi duyacakları kuvvetle tahmin edilmektedir. Program aynı zamanda
Türk-Alman ortak akademik çalışmaların gelişmesine de yardımcı
olacak niteliktedir. Aynı programın yürütüleceği üç ülke bilim adamlarına bu sayede pek çok konuda ortak çalışma ortamı da oluşturulabilecektir.
383
Programın Ortak Olmasının Gerekçeleri
1. Planlanan eğitim İngilizce dilinde yürütülmektedir. Böylece
öğrenciler uluslararası dili öğrenme, dolayısıyla kendi mesleklerinde kolay ve rahat iletişim kurma imkânı elde etmektedirler. Bunun yanında meslekleri ile ilgili yazılı yayınları kolay
okuma ve anlama şansına da sahip olmaktadırlar.
2. Öğrenciler iki sömestr yurt dışında eğitim alma imkânına sahip oldukları için farklı eğitim sistemini ve değişik ülkeleri tanıma imkânları yaratılmaktadır.
3. Yurt dışında yaptıkları staj ve tez çalışması sırasında değişik iş
yeri ve çalışma kültürlerini tanımaları olanağı doğmaktadır.
4. Staj ve tez çalışmaları sırasında meslekleri ile ilgili sanayi kollarını ve teknolojiyi tanımaktadırlar.
5. Yurt dışından gelerek programda eğitim gören öğrenciler Türkiye’yi, Türk kültürünü ve dilini öğrenme ve tanıma imkânı
bulmaktadırlar. Bunun yanında farklı ülkelerin kaliteli ve iyi
eğitim görmüş öğrencilerinin Türkiye’de bulunmaları hem
Türkiye’yi hem de Akdeniz Üniversitesi’ni daha cazip hale getirmektedir.
6. Programa katılan öğretim üyeleri arasında kültürler arası diyalog yanında ortak projeler geliştirme imkanı da doğmaktadır.
Ayrıca değişik akademik çevrelerle ilişki içinde bulunmak ve
farklı uygulamaları tanıma, yeni öğrenme ve öğretme yöntemleri konusunda da tecrübe kazanmaları sağlanmaktadır.
7. Programdan mezun öğrencilerin her iki ülkeden diploma almaları onların Türkiye dışındaki ülkelerde de çalışma şanslarını artırmaktadır.
8. İki diploma verilmesi ülkemizin Bologna sürecine daha kolay
adapte olması ve öğrenci hareketliliğinin katma değerini daha
belirgin şekilde ortaya çıkaracağı beklenmelidir.
9. İleri yıllarda aynı eğitimin yürütüldüğü Japonya Asya-Pasifik
Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi ve Almanya Trier Uygulamalı Bilimler Üniversitesi arasında öğrenci ve öğretim elemanı
değişimi de öngörülmektedir. Böylece üç ülkede aynı eğitimi
384
gören öğrencilerin ve eğitim veren öğretim elemanlarının dolaşımı sağlanacaktır. Bu imkânların öğretim elemanlarına sağlayacağı katkılar da tartışılmaz bir gerçektir.
Programın Uygulama Esasları ve İçeriği
Programın uygulama esasları ve içeriği aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
Program 4 sömestre olarak planlanmıştır. İlk yıl Akdeniz Üniversitesi’nde, ikinci yıl ve tez çalışması Almanya’da gerçekleştirilmektedir. Program disiplinler arasıdır. Programa çevre, ziraat, makine, biyoloji, kimya gibi pek çok bilim dalı lisans mezunları katılabilmektedir.
Programda 11 adet ders modülü yer almaktadır. Bunlar;
- Ekoloji ve Teknoloji
- Bölgesel Madde Akım Yönetimi
- Endüstriyel Madde Akım Yönetimi
- Teknoloji Yönetimi
- Mühendisler İçin Proje Yönetimi Semineri
- Karbonsuzlaştırma Stratejilerinin Teknik Açıdan Değerlendirilmesi
- Verim ve Yeterlilik Stratejilerine Teknik Bakış Açıları
- Teknolojik Değişikliklerin Yönetimi
- Mühendisler İçin Pratik Doğa Bilimleri
- Sürdürülebilir Teknoloji Yönetimi
- Seçmeli Alanlar (Madde Akım Yönetiminde Seminerler)
Öğrenciler mezun oldukları bölüme ve danışmanlarının önerilerine göre modüller seçmektedirler.
Kalite Kontrolü
Eğitimin kalite kontrolü için üniversiteler arasında ki anlaşmada yer
alan hükümler uygulanmaktadır. Buna göre ikisi Trier Uygulamalı
Bilimler Üniversitesinden ikisi de Akdeniz Üniversitesinden olmak
üzere dört kişiden oluşan kurul eğitimi tüm yönleriyle denetlemekte
ve yönlendirmektedir. Kurul öğrencilerin almış oldukları notları, tez
385
çalışmalarının düzeyini, eğitim öğretim materyalinin yeterliliğini, ders
notlarının kapsamı ve yeterliliğini, öğrencilerle öğretim elemanları
arasında ki ilişkileri kontrol etmeye de yetkilidir.
Burs Olanakları
Programa katılacak öğrencilere imkânlar dâhilinde ve başarı oranlarına göre burs verilmektedir. Yüksek lisans programının konusunda
faaliyet gösteren endüstri şirketleri ve ilgili sektörde bulunan şirketlerden program için burs imkânları sağlanmaya çalışılmaktadır.
Ögrenci Kabul Koşulları
Başvuruda lisans diploması, bir araştırma projesi önerisi, staj belgesi
ve yabancı dil belgesi istenmektedir. Yabancı dil belgesi YÖK tarafından tanınan bir sınav sonucu alınmış olması gereklidir ve Akdeniz
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü tarafından kabule edilen baraj
notundan daha düşük nota sahip olmamalıdır. Bu tür bir belgesi olmayan öğrenciler her iki üniversitede yapılacak İngilizce sınavından
başarılı olmak zorundadırlar.
Bu belgelerle başvuran öğrenciler bir mülakat sınavına alınmaktadırlar. Mülakat sınavında da başarılı olan adaylar kesin kayıt hakkı
kazanmaktadırlar.
Eğitimin Konusu ve Profili
Tüm değişim dönemlerinde olduğu gibi tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçiş büyük sıkıntılar ve toplumsal bunalımların yaşanmasına neden olmuştur. Üretim-Enerji-Hammadde üçgeni etrafında genişleyen bu yeni dönem bugün bile etkilerini hissettiğimiz birçok toplumsal olaylar ve savaşların da nedeni olmuştur. Tarımsal üretim üzerine şekillenen imparatorluklar dağılarak, yeni bir dünya modeli
oluşmaya başlamıştır. İkinci Dünya savaşından sonra dünyadaki ideolojik kamplaşmanın da etkisiyle rekabetçi bir yapıya dönüşen sanayileşme, dolayısıyla büyüme ve toplumların zenginleşme isteği karşı
konulmaz bir üretim artışı arzusuna dönüşmüştür.
386
1990 yıllarına kadar büyük bir hızla kendisini yenileyen ve sürekli
hammadde kullanımı, üretim ve destekleyici olarak tüketime dayalı
şekillenen toplumsal yapının dünya üzerindeki etkileri görülmeye
başlanmıştır. Tamamen tüketime odaklanmış toplumlar büyük çöp
dağları oluşturmuş, fosil enerji kaynaklarının kullanımı sonucu oluşan
kirlilik dünyada insan yaşamını tehdit etmeye başlamış, sonsuz bir potansiyele sahipmişçesine tüketilen hammaddelerin rezervlerinin azalması öncelikle bilim insanlarının, sonrasında ise gelişen iletişim araçları
ve sivil toplum bilinciyle bütün insanların gündemine taşınmıştır.
Dünyada oluşan yeni gündem 1992 yılında Birleşmiş Milletler Tarafından Rio kentinde düzenlenen konferansta tartışılmış ve tarihe Rio
Deklarasyonu olarak geçen belgede ilk defa kalkınmada sürdürülebilirlik ilkesi ortaya konulmuştur. Bu ilke, insan ile doğa arasında denge
kurarak doğal kaynakları tüketmeden, gelecek nesillerin ihtiyaçlarının
karşılanmasına ve kalkınmasına imkân verecek şekilde bugünün ve
geleceğin yaşamını ve kalkınmasını programlamayı sağlayacak bir
modeli temel almaktadır. Bu doğrultuda Dünyada üretim ve yaşam
felsefesi yeniden şekillenmeye başlamıştır.
Üretimde kaynak kullanımının planlanması, hurda ve atık yönetimi, çevreye duyarlı sistemlerin geliştirilmesi, kentsel yaşamın yeniden organizasyonu gibi konularda sivil toplum kuruluşları ve bilim
adamları yoğun çalışmalar yürütmektedirler. Bu çalışmalar tüm sistemlerde madde akımlarının yeni ilkeler doğrultusunda planlanması
gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu kapsamda dünyanın gündemine
yeni bir çalışma konusu girmiştir; “Madde Akım Yönetimi”.
Kentsel yaşam, tarımsal ve sanayi üretimi madde akım yönetimi
yaklaşımıyla sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda yeniden planlanmaya başlanmıştır. Madde akım yönetimi bütün faaliyet alanları içerisinde madde kullanımını bir bütün olarak değerlendirerek, üretim
modeli, yüksek verimlilik, kaliteli üretim ve yaşam ilkelerinden taviz
vermeden olumsuz çevresel etkilerin en düşük seviyeye indirilmesini
hedeflemektedir. Bu yönetim içerisinde enerji kullanımı, atık ve hammadde yönetimi sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda yeniden planlanmaktadır
387
Madde Akım Yönetimi kavramı sektörler arası hammadde ve
enerji kullanımında verimlilik ve yeterlilik stratejilerinin gelişmesini
hedeflemektedir. Bölgesel hammadde kaynaklarının (atıkların) sektörler arası ağlar kurularak değerlerinin artırılması da bu kavram içerisinde yer almaktadır. Bir başka tanımlamayla, bir sektörde oluşan
atıkların bir diğer sektör için hammadde kaynağı olduğu düşüncesinden hareketle sektörler arasında kurulan organizasyon yardımıyla
akımı yönlendirmek, katma değer yaratmak ve artırmak, böylece yeni
iş alanları yaratmak bu düşüncenin temelidir.
Canlı yaşamının madde ve enerji akımlarına bağlı olduğu bilinmektedir ve bu bağlamda en önemli konu da madde ve enerji akımlarının gereksinimler doğrultusunda akılcı yöntemlerle kullanılmasıdır.
Bu yöntemlerin uygulanmasında verimlilik, kalite ve kullanım biçimi
insanların yaşam alanlarının kalitesini ve kalıcılığını belirleyen en
önemli unsurlardır. Yani insan tarafından bozulan doğal denge, yine
insan tarafından düzenlenebilir yapıya kavuşturulmalıdır. Bu da
madde akımının kontrollü olması sayesinde mümkündür.
Antropojen sistemler bir bütün olarak incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Sonuçta her sistem başka bir sistemin parçası olarak ana sistemde
belirli bir işlevi üstlenmiştir. Sistemin parçalanmış şekilde ele alınması
optimizasyonu olanaksız kılar. Yani, parçayı tanımlamak veya optimize etmek genelde sistemin bütününe zarar verir. Bu da kaynakların
heba edilmesi yanında günümüzde yoğun olarak yaşadığımız çevre
kirliliğini doğurur.
Somut örnek evsel atıkların yakılarak imhasıdır. Burada sorun
dar boyutta çözülmüştür. Ancak doğal döngü içerisinde var edilen bir
maddenin atıkları sürekli bu şekilde yok edildiği için sistemin bütünü
bundan zarar görecektir ve bir süre sonra sistem onu üretemez duruma gelecektir. Bu durum günümüzde Dünya’nın pek çok noktasında
yaşanmaktadır.
Bu çalışmalarda maalesef paket çözümler yoktur. Uygulanacak teknolojinin belirli olmasına rağmen sistemin organizasyonu ülke ve bölge
şartlarına göre yapılmalıdır. Mevcut yapının ve madde akımının özel
koşullarda analizi yardımıyla öneriler ve çözümler üretilebilmektedir.
388
Akdeniz Üniversitesi “Madde Akım Yönetimi” ilkesinin yaşama
geçirilmesi konusunda ülkemizde ve bölgemizde öncü olma hedefindedir. Bu bağlamda Sıfır Emisyon Kampus stratejisini geliştirmiştir.
Sıfır emisyon kampus stratejisinin hedefi üniversite içerisinde enerji ve
atık kaynaklı emisyonların sıfır seviyesine indirilmesi hedeflenmektedir. Bu yaklaşımla yerleşke örneği oluşturularak bulunduğu bölge ve
ülkemiz için bir model olması amaçlanmıştır. Sıfır emisyon kampus
modeli kapsamında enerji ve atık yönetimi stratejileri belirlenmiştir.
Bu stratejiler;
Enerji Yönetimi Stratejisi
Enerji tasarrufu
Enerjinin etkin kullanımı
Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı
Atık Yönetimi Stratejisi
Atık üretimini azaltma
Yeniden kullanma
Geri dönüşüm
“Sıfır Emisyon” kavramı belki de pratikte gerçekleşmesi olanaksız
olan bir tanımlamadır. Çünkü doğal döngüye müdahalenin olduğu,
üretimin yapıldığı ve nüfusun sürekli artış gösterdiği dünyada sıfır
emisyondan bahsedilemez. Bu nedenle bu kavramı her zaman daha az
emisyon miktarına ulaşmak için sürekli çaba göstermek şeklinde anlamak daha doğru olacaktır.
Akdeniz Üniversitesi 2007-2012 stratejik planında sıfır emisyon
kampus amacına yer vermiştir. Atıklarını tekrar değerlendiren, gereksinim duyduğu enerjiyi mümkün olan en büyük oranda yenilenebilir
enerji kaynaklarından sağlayan, araçlarında çevreyi kirletmeyen yakıt
kullanan, yerleşke içerisinde olabildiğince motorlu taşıt kullanmayan,
kullanım suyunu yağmur suyundan karşılayan, enerjiyi etkin kullanan, daha az atık üreten bir kampus yaratmak amacıyla çalışmalara
başlanmıştır.
389
Enerji tasarrufu amacıyla; aydınlatma sistemlerinin gün ışığına
duyarlı hale getirilmesi, aydınlatmada klasik sistemlerden kullanıma
duyarlı sistemlere geçiş, mekânsal aydınlatma yerine bölgesel aydınlatma uygulamaları, ısıtma ve soğutma yapılacak bölgelerin kullanım
zamanlarına göre ayrılması, gün ışığının aydınlatmada etkin kullanımı
ve bina tasarımlarının bu doğrultuda şekillendirilmesi enerji tasarrufu
önlemleri olarak uygulamaya aktarılacaktır. Enerjinin etkin kullanımı
amacıyla ısıtma ve soğutma sistemlerinin optimizasyonu ve bölgesel
sıcaklığa duyarlı çalışma sistemi uygulaması, enerji hatlarında kayıpların azaltılması ve mekânlarda ısı kayıplarının en alt seviyeye indirilmesi amaçlanmıştır.
Güneş enerjisinin etkin kullanımı için de uygulamalar planlamıştır. Bu amaçla uygun bina çatılarına fotovoltaik panellerin yerleştirilmesi, çevre aydınlatmalarında yine güneş pillerinin kullanımı, sıcak su
gereksiniminin güneş kolektörlerinden sağlanması, organik atıklardan
biyogaz üretimi ilk aşamada planlanan çalışmalardır.
Kampus atık yönetiminde “3R-Reuse, Reduce, Recycling” uygulaması benimsenmiştir. Yeniden kullanımda atık suların arıtmadan
sonra sulama suyu olarak kullanımı amaçlanmaktadır. Atık azaltma
amacına yönelik olarak üniversite içi yazışmalarda olabildiğince elektronik ortama geçilerek kâğıt tüketiminin azaltılması, üniversite bireylerinin atık yönetimi konusunda bilgilendirilmesi, yerleşke içerisinde
toplu taşımanın desteklenmesi, ambalaj atıklarının azaltılmasına yönelik çalışmalar, uzun ömürlü cihazların kullanımı, lavabolarda kullanıma duyarlı sistemlerin uygulanması çalışmaları planlanmıştır.
Geri dönüşüm için de kampus içerisinde oluşan cam, plastik ve
kağıtların ayrı toplanması ve değerlendirilmesi, kampus içerisindeki
tarımsal üretim ve peyzaj alanlarından, yemekhane ve kantinlerden
çıkan atıklardan biyogaz üretimi, biyogaz işlemi sonrasında açığa çıkan atıkların kompostlaştırılarak üretilen kompostun tarımsal üretim
ve peyzaj alanlarında kullanımı konularında çalışmalar devam etmektedir.
Almanya ile ortak olarak yürütülen “Madde Akım Yönetimi”
yüksek lisans programında yukarıda özetle açıklanan konular belirli
390
bir program çerçevesinde öğrencilere aktarılacaktır. Teknik konuların
yanında ekonomik ve hukuksal boyutu içeren konuları da ders programında yer alacaktır.
Programın Türkiye Enerji ve Çevre Stratejileri ile İlişkisi
TÜBİTAK tarafından hazırlanan Vizyon 2023 Teknoloji Öngörü Projesi-Enerji ve Doğal Kaynaklar Paneli’nde 2023 yılına yönelik enerji vizyonunda önemli hedefler belirlenmiştir. Buna göre;
“Dünyanın ileri gelen ülkeleri arasında yer alacak bir gelişmişlik
ve gönenç düzeyini yakalamak üzere,
- serbest, şeffaf ve istikrarlı piyasa koşulları içinde ulusal kaynaklara öncelik veren, bu kaynakların aranmasında ve istenen
kaliteyle, güvenli ve ekonomik olarak üretimde ileri teknolojileri kullanan ve geliştirebilen;
- gereksinim duyduğu enerjiyi güvenli, güvenilir, ekonomik,
verimli ve çevreye duyarlı teknolojilerle üreten, ileten, depolayan ve kullanan;
- uluslararası enerji pazarında yarışabilecek enerji teknolojileri
geliştirebilen ve uluslararası enerji pazarında yatırımlarında
etkin rol alabilen”
bir Türkiye’nin varlığı esas olarak alınmıştır. Ayrıca enerji güvenliği açısından da bağımlılığı kabul edilebilir düzeyde tutmak amacıyla
arama, çıkarma ve kullanım açısından yerli kaynaklara öncelik tanımak hedefler arasında yer almıştır.
Yine aynı çalışmada Türkiye nüfusunun 90 milyona ulaşacağı ve
enerji talebinin 329 Mtep kadar olacağı hesaplanmaktadır. Raporda
Türkiye’nin enerji ve çevre açısından genel durumu da aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.
Türkiye 2001 yılı itibariyle; dünya nüfusunda %1,10, ekonomisinde %0,68, enerji tüketiminde %0,86 paya sahiptir. Dolayısıyla ve açıkça, kişi başına az üretebiliyor ve az enerji tüketiyor. Ekonomisini büyütmesi, bunun için de enerji tüketimini artırması gerekiyor. Türkiye'nin kişi başına elektrik tüketimi de keza, OECD ülkeleri arasında sonuncu gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye'nin ekonomisi büyürken,
391
elektrik enerjisi tüketiminin de artması gerekiyor. Öte yandan Türkiye,
ekonomik üretim açısından, enerjiyi ve elektriği verimli kullanamıyor.
Ekonomisinin enerji ve elektrik yoğunluğu yüksek olduğu gibi, artmaya da devam ediyor. Ancak ekonomisi büyümedikçe, Türkiye’nin bu
yoğunlukları azaltabilmesi mümkün görünmüyor. Çünkü ekonomilerin enerji yoğunluğu ile, kişi başına gelir arasında güçlü bir ters bağlantı var. Türkiye kalabalık nüfusuna rağmen ekonomisi küçük olduğu
için, karbondioksit emisyonları açısından, hem toplam, hem de kişi
başına yıllık değerlerleriyle, OECD ülkeleri arasında arka sıralarda yer
alıyor. Hâlbuki ekonomik üretimini temiz yapamıyor ve birim GSMH
başına fazla kirletici yayıyor. Türkiye'nin daha temiz üretebilmek için
de keza, ekonomisini büyütüp kişi başına gelirini artırması gerekiyor.
Çünkü, ekonomilerin karbon yoğunluğu ile, kişi başına gelir arasında
güçlü bir ters bağlantı var. Ancak Türkiye'nin, kişi başına GSMH'sı
artsa dahi, kişi başına karbon emisyonunu düşürmesi mümkün değil.
Çünkü bu iki değişken arasında, yok denecek kadar zayıf bir bağlantı
var. Sonuç olarak Türkiye, her birim üretimini daha verimli ve temiz
yapabilmek için, daha fazla üretmek zorundadır. Bunun sonucunda da
çevreye, tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, toplum geneli için toplam
olarak veya kişi başına daha fazla enerji kaynaklı kirletici yaymak durumunda. Ekonomik gelişmenin kaçınılmaz bir gereği olan bu eğilimin
boyutlarının azaltılması ancak, temiz yakma teknolojilerinin geliştirilip
uygulanmasıyla mümkün.”
Türkiye’nin enerji talebi ile yerli kaynaklardan temin edilebilen
enerji arzı arasında büyük fark bulunmaktadır. 2001 yılında 78,3 Mtep
olan enerji talebine karşılık yerli üretim 27 Mtep düzeyindedir. 2023
yılında talebin 329 Mtep, yerli kaynaklardan üretimin ise 67 Mtep düzeyinde olacağı tahmine edilmektedir. Sonuç olarak Türkiye 2023 yılında 263 Mtep karşılığı enerji ithal etmek zorundadır. Toplam tüketimin içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payı ise 12 Mtep ile %3,6
olacaktır. Halbuki Avrupa Birliğinin hedefi aynı yıllarda %25 olarak
belirlenmiştir. Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi de üretimde
karbon emisyonu fazlalığıdır. Türkiye 1 dolarlık üretim için OECD
ülkeleri içinde 30 ülke arasına 25. sıradadır.
392
Türkiye’nin gelişmesine paralel olarak atık sorunu da hızla büyümektedir. Önümüzdeki yıllarda gelişmenin süreceği ve nüfusun
artacağı dikkate alınırsa sorunun büyüyeceği görülmektedir. Bu nedenle daha fazla zaman kaybetmeden “Entegre Atık Yönetim Sistemi”
uygulamaya aktarılmalıdır. Bu sistemde
- Atık miktarının azaltılması
- Atıkların mümkün olduğunca geri kazanımı
- Atıkların en ekonomik ve en uygun şekilde çevreye zarar vermeyecek biçimde bertaraf edilmesi esastır.
Günümüzde atıkların sadece %1’i düzenli depolanırken, %81’i
kontrolsüz olarak belediye çöplüklerinde depolanmaktadır. Bu depolama şeklinin yarattığı çevre sorunları bilinmektedir. Hava, su ve toprak kirliliğinin en önemli nedenlerinden olan düzensiz depolama sera
gazı oluşumunun da nedenleri arasındadır.
Yukarıda belirtildiği şekilde atık kontrolü, depolanması, işlenmesi,
enerji ve hammadde üretiminde kullanımı, bu konulardaki teknik ve
ekonomik değerlendirmeler, fizibilite raporlarının hazırlanması, konunun yasal boyutları planlanan eğitimin temel konuları arasında yer alacaktır. Dersler bu amaçlara hizmet edecek şekilde düzenlenmiştir.
Sorunlar
1) Eğitimin finansmanında yaşanan sorunlar
Özellikle eğitim ücretinin ödenmesinde öğrenciler sorunlar
yaşamaktadır. Zorunlu giderlerin karşılanması için ücretli olan
eğitim ücreti geçen yıllarda burs verilerek karşılanmıştır. Ancak bunun ileride ki yıllarda da sürdürülmesi mümkün değildir:
2) Özellikle İngilizce dil bilgisine yeterli düzeyde sahip öğrenci
konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Bu nedenle ağırlıklı olarak yurt dışından öğrenciler kaydolabilmektedirler.
3) Öğrencilerin barınma ihtiyacı ev kiralayarak karşılanmaktadır.
Bunun yanında yarı zamanlı da olsa yasal olarak çalışma imkânları bulunmadığından eğitimlerini tamamen aileleri finanse
etmek zorunda kalmaktadırlar.
393
4) Farklı ülkelerden gelen öğrencilerin eğitim seviyeleri farklı
olmaktadır. Ancak aynı müfredatı izlemek zorunda oldukları
için düzey farklı oluşmaktadır.
5) Farklı disiplinlerden öğrencilerin de bulunması yine aynı sorunu yaratmaktadır.
6) Bu yıla kadar eğitimin konusuyla ilgili sektörden öğrenci temini veya burs konusunda herhangi bir yardım alınamamıştır.
394
GeT MA – Türk-Alman Sosyal Bilimler
Yüksek Lisans Programı
Christian WILHELM
Get MA Tam Uyumlu Türk – Alman Öğrenim Programıdır
GeT MA, Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Berlin
Humboldt Üniversitesi (HU) tarafından ortaklaşa yürütülen “Master
of Arts” mezuniyet türüyle öğrencilere çift diploma edinme olanağı
sağlayan iki yıllık uyumlu bir öğrenim programıdır. Bu öğrenim dalının hayata geçirilmesi DAAD‘nin mali desteğiyle başlatılmış; farklı
ülkelerden gelen yedi kişilik bir öğrenci grubunun “birbirleri hakkında
değil de, birlikte öğrenmek ve araştırmak” hedefiyle 2007 sonbaharında
yola çıkmasıyla mümkün olmuştur. Bu benzersiz yaklaşım, GeT MA
programının hangi anlayışı temsil ettiğini, başından beri kesinlikle salt
ihracata yönelik bir proje olmadığını açık bir biçimde gözler önüne
sermiş olmakla birlikte, daha ziyade bu iki üniversitenin ortaklaşa bir
öğrenim dalı kurmanın sorumluluğu ve bilinciyle birlikte omuz verdikleri bir öğrenim dalıdır. Programa katılan öğrenciler ilk yıl Ankara
ODTÜ'de daha sonra da hep birlikte Berlin HU’da eğitimlerine devam
etm
ektedirler. Bu programda içerik olarak göç, Avrupalılaşma ve
demokratikleşme gibi siyasî olguların karşılaştırmalı olarak araştırılması, ayrıca bunların Türkiye, Almanya ve Avrupa bağlamlarında
sundukları yeterlilikleri saptamaya aracılık yapma hedefi güdülmektedir. Öğrenim çerçevesinde öğrencilerin kültürlerarası yetilerinin
güçlendirilmesi de hedeflenmektedir.
GeT MA sadece Alman ve Türk öğrencilere değil, diğer ülkelerden gelen öğrencilere de yönelmektedir. Ancak GeT MA‘nın temel
hedefi, Türk – Alman bileşenleriyle yoğrulmuş genç araştırmacılara
destek olmaktır. GeT MA öğrencileri bulundukları ülkelerin yüksek
395
öğretim sistemlerine tam uyumlu öğrenim gördüklerinden gerek Almanya gerekse Türkiye’de varlığını koruyan öğretim ve öğrenim kültürleriyle tanışırlar ve buralarda edindikleri izlenimleri ileride akademik gelişimleri doğrultusunda değerlendirirler. 2001 yılında
DAAD’den gelen başlangıç fonunun tükenmesiyle birlikte bu öğrenim
dalı kendini tamamen öğrenci harçları ve dış kaynaklarla finanse etmektedir.
Konu Ağırlık Noktaları Karşılaştırmalı Bakış Açısından
Ele Alınmaktadır
Sözkonusu bu öğrenimin hedefi yoğunlaştırılmış, spesifik alanlarda
siyaset bilimi ve sosyoloji alanındaki bilgilerin öğrenciye, araştırmaya
dayalı bir biçimde verilmesini ve yöntemsel becerilerin kazandırılmasını amaçlamaktadır. Yüksek lisans programı, özellikle karşılaştırmalı
kamu yönetimi dalında kendine kullanım alanı bulan, uyum süreçleri
ve toplumsal değişim çözümlemelerinde de elzem olan kuramsal ve
yöntemsel donanımı her iki öğrenim yerinde de öğrencinin hizmetine
sunmaktadır. Burada somut olarak, tarihin süzgecinden süzülüp gelen
spesifik koşullarıyla AB üyesi Almanya ile AB üyesi olmasa da sahip
olduğu birikimle onlar arasında olmaya aday ya da en azından onların
çevresinde duran Türkiye örneğindeki gibi çağdaşlaşma, göç, Avrupalılaşma ve demokratikleşme gibi siyasî içerikli sorunların karşılaştırmalı çözümlemesi söz konusudur. Bu bağlamda Türkiye ve Almanya
ikilisi deneye dayalı çözümleme ve dönüşüm süreçlerinin sistematik
olarak karşılaştırılabilmesine vesile olan durum örneği teşkil ediyor.
Bunlar arasında değişimlerin farklı yüzeyleri, genel bir kanıya varmak
üzere durum örneklerinden soyutlanan geniş kapsamlı bir çözümleme
zemininde sınıflandırılır. Bunlar arasında, toplumbilimsel sistem ve
kurum araştırmaları, ‘governance’ araştırmasının [örneğin çok zeminli
sistemlerde kamu yönetimi, veto oyunu modelleri, (Neo-)korporatizm
ve siyasî karar alma süreçlerinin enformalizasyonu] yanısıra dönüştürme ve demokratikleşme araştırmalarının ya da karşılaştırmalı
‘politics ve policy’ öğrenimi ile Avrupa demokrasilerinin uyuşması ve
çatışmasında gözlenen unsurları sayabiliriz. Kalkınma hedeflerini
396
tutturma ve Avrupa’ya uyum yolunda atılacak adımlar için, çeşitli
Avrupa kurumlarının farklı yönlerini, devletin dönüşümünü ve aktörlerin kapasite değişikliğini derinlemesine kavramış olmak zorunluluğu
vardır.
Müfredatın bir diğer önemli ilkesi de disiplinlerarası olma niteliğinde yatıyor. Programda sunulan tüm modüller salt siyaset bilimi ve
sosyoloji odaklı değil aynı zamanda kültür bilimi, etnoloji ve ekonomi
içerikli konulara yanıt aramaya da yöneliktir. Disiplinlerarası olma
yaklaşımı komşu disiplinlerden profesörlerin katılımı ile de güvence
altına alınmaktadır. Ancak bu esnada diğer disiplinlerle yürütülen
ilişki ve karşılaştırmalar her daim toplumbilimsel odak üzerinde cereyan edeceğinden, uzmanlık kaygısı asla hedeften saptırıp sıradanlaşmaya vesile olmayacaktır.
Öğrenciler, bireysel anlamda uzmanlaşmak üzere zorunlu derslere ek olarak ilk dönem ücretsiz olarak genel üniversite programlarından herhangi bir dersi seçebilirler. Öğrenciler bu kapsamda ODTÜ’de
"Karşılaştırmalı Kamu Yönetimi", "Küresel Siyaset ve Avrupa Entegrasyonu" ve "Toplumsal Dönüşüm" alanlarında ya da Berlin Humboldt
Üniversitesi müfredatından ders seçebilirler. Bu şekilde GeT MA öğrencileriyle diğer öğrenciler karşılıklı iletişim kurup alanlarına dair
konularda ve iki araştırma bölgesi hakkında, yani Türkiye veya Almanya ile ilgili daha fazla fikir edinebilirler. Buna ek olarak öğrenim
dallarında Almanca veya Türkçe dilbilgilerinin edinilmesi veya pekiştirilebilmesine olanak sağlanması da keza hedefler arasında bulunmaktadır.
“Joint Teaching Semineri” Programın Çekirdeğini Oluşturuyor
Öğrencilerin salt iki farklı ülkede öğrenim görmelerinden kaynaklanan
durum değil, aynı zamanda her iki üniversiteden öğretim elemanlarının sürekli katılımı ve öğrencilerin kökenleri itibariyle farklı ülkelerden gelmeleri de öğretim içeriğinde çok boyutlu perspektiflerin oluşmasının önünü açar. Böylelikle öğrenciler, somut bilgiler edinmenin de
ötesinde, en başta Avrupa genelinde olmak üzere, uluslararası nitelikte
işbirliği ve yönetim becerilerini besleyen bakış ve anlayış ile donatılır-
397
lar. Hal böyle olunca da öğrenciler, kendilerine geniş kapsamlı bilimsel
bir temel edinmenin yanı sıra belirli toplumbilimsel alanlarda da uzmanlaşmış olduklarından, birbirinden farklı toplumsal ve siyasî alanlarda gerek ulusal gerekse uluslararası boyutlarda mesleklerini kolaylıkla icra edebilecekleri becerileri elde etmişlerdir. Sivil toplum örgütleri ve federasyonlar, gerek resmî gerekse ulusüstü karar alma ya da
kamu mercileri, ticarî işletmeler, gazetecilik ya da bilim gibi sektörler
bu alanların kapsamındadır.
Karşılaştırmalı ve çiftuluslu bakış açısı öğrenim dalının didaktik
tasarımında da kendini gösterir. Her iki ülkedeki üniversitenin kendi
öğretim elemanlarınca sunulan seminer, kolokyum ve çalıştaylar dışında bir de Joint Teaching (Ortak Öğretim) diye adlandırılan bir seminer de her dönem ilaveten düzenlenmektedir. Bu seminerler Alman ve
Türk öğretim elemanları tarafından ortaklaşa geliştirilmiş olup yine
ortaklaşa sunulmaktadır. Konuk ülkenin öğretim görevlisi ilk zamanlarda video konferans yöntemiyle ortak oturumlara iştirak eder, sonraları ise birkaç gün ardarda gerçekleşecek olan blok seminerlere katılmak üzere diğer ülkeye seyahat ederler. Bu seminerlerde öğrenciler,
grup içinde diğer öğrenciler ve öğretim elemanlarıyla tartışmak üzere
öğrenim projelerini tanıtırlar.
Joint Teaching seminerleri yoğun biçimde araştırma ve proje odaklı
olmakla birlikte GeT MA programı dahilinde akademik eğitimin çekirdeğini oluşturur. Aynı zamanda bu seminerler, diğer uluslararası
yüksek lisans programlarıyla karşılaştırıldığında, GeT MA programının en öne çıkan özelliğini oluşturur. Joint Teaching seminerinde öğrenciler, bilimsel konuları öğretim görevlilerinin gözetiminde ama kendi
başlarına ve bağımsız biçimde, çift ya da çok uluslu takımlarda işlemeyi öğrenirler. Henüz seminerin başlangıç aşamasında tartışılmış
olan teorik ve/veya metodolojik konseptleri kendisinin seçtiği ampirik
sorunsallara indirger ve böylelikle yansıtılan, analitik tartışmada toplumbilimsel olguları kullanma yetileriyle donatılırlar. Ayrıca özel ve
nispeten alışılagelen seminerlere kıyasla daha kapsamlı öğrenim projeleriyle uğraşmak, öğrenciler ve öğretmenler arasında esinlendirici bir
Peer-Learning (işbirliğine dayalı öğrenme) atmosferi yaratır. Şimdiye
398
değin elde edilen deneyimler, çoğu kez Joint Teaching seminerlerinde
üzerinde durulan sorunsallardan yüksek lisans tezi konularının devşirildiğini göstermiştir.
Bu Öğrenim Dalı Uluslararası Düzeyde Talep Görmektedir
GeT MA kendine özgü yapısıyla eşi benzeri olmayan bir programdır.
GeT MA geniş bir uluslararası ilgiye mazhar olmuş, Türk eğitim pazarında çift diploma programlarının pazar payını da gözle görünür bir
hale getirmiştir. Yedi başvuru sürecinin ardından, genel anlamda
European Studies (Avrupa öğrenimleri) programlarının da ötesinde,
GET MA tarafından sunulan spesifik dersler için özgün bir pazar olduğu artık bugün apaçık görülmektedir.
Programın ilk halini almasıyla birlikte Alman veya Türk öğrencilerin yanı sıra özellikle her iki coğrafya ve kültürden beslenen AlmanTürk kökenli öğrencilere hitap edilmesi amaçlanmaktadır. GeT MA
yüksek lisans programı için yapılan yedi başarılı başvurudan sonra bu
programın başka bir hedef grup için de cazip olduğunu göstermiştir:
uluslararası öğrenciler. Sözkonusu bu grup başlangıçta öğrenim dalının pazarlanmasında değerlendirmeye dahi alınmış değilken, aradan
geçen zamanda programın başarısı için ne denli önemli olduğu ortaya
çıkmıştır. İki ülke dışından yapılan başvuruların sayısı her yıl artış
göstermektedir. Her yıl diğer ülkelerden birçok müracaat olmaktadır
ve şimdiye kadarki GeT MA mezunlarının üçte birinin uluslararası
öğrenciler grubundan olduğu istatistiklere yansımıştır.
GeT MA programında yoğun biçimde araştırılması sürdürülen
Almanya ile Türkiye arasındaki mevcut göç hareketleri veya komprime edilme süreci devam eden çağdaşlaşmanın gözlenen sonuçları
diğer ülkelerden gelen öğrencilerin yoğun ilgisini çekmektedir. Onlar
açısından, Almanya ve Türkiye’nin sunduğu durum örnekleri, diğer
ülkelerde benzer gelişmelerle karşılaştırıldığında şablon görevi görmektedirler. Öğrencilerin ilgisi, kökenlerine ve geldikleri bölgelerde çözüm
bekleyen sorunlara göre biçimlenmektedir. ABD, Meksika ve Hindistan’dan gelen öğrenciler örneğin göç ve uyum konularıyla daha fazla
ilgilenmektedirler. Sözgelimi ABD’den gelen bir mezun bir öğrenciye
399
bitirme tezinde, Alman-Türk örneğinde bugünkü göç politikası sorunsallarını, Meksika‘dan Amerika‘ya süregelen göç ile karşılaştırmıştır.
Öte yandan dönüşüm sürecinde bulunan ülkelerden (örneğin Rusya,
Kazakistan, Romanya) gelen katılımcılar ise çağdaşlaşma ve demokratikleşme gibi ağırlıklı konulara daha çok ilgi göstermektedirler.
Get MA karma kuşaklarına bakıldığı vakit, „nispeten uzak“ bölgelerden gelen katılımcıların bu öğrenim dalı için büyük birer kazanım
olduğu ve bu öğrencilerin mükemmel akademik başarılar elde ettikleri
gözlenmiştir. Diğer ülkelerden gelen öğrencilerin katılımı, oluşan öğrenci gruplarına büyük bir zenginlik katmaktadır, çünkü bu zenginlik
programa Türk – Alman işbirliğine ve "Avrupalılaşma" yolundaki
Türkiye meselesine tamamlayıcı yeni bir bakış açısı katmış ve tartışmalar seminerler yoluyla daha bir kaliteli hale gelmiştir.
Get MA Siyaset, Ekonomi ve Bilimde Kariyerin Önünü Açıyor
GeT MA mezunları arasında yapılan bir anket, program dahilinde elde
edilen vasıf ve becerilerin siyaset, ekonomi ya da bilim alanında kariyer yapabilme olanağı sağladığına ve bu donanıma istihdam piyasasında ciddi oranlarda talep olduğuna işaret etmektedir. GeT MA mezunlarının % 80’i ankete katılmıştır. Anket, katılımcıların neredeyse
tamamının, mezuniyetlerinin hemen akabinde ya doktoraya başladığını ya da hemen iş hayatına atıldığını, sadece aralarında, genellikle
Alman uyruklu olmayanlardan oluşan marjinal bir bölümün, yedi aya
varan bir geçiş dönemi yaşadığını ortaya koymuştur.
Ankete katılan mezunların üçte biri Berlin Humboldt Üniversitesi, Kopenhag Üniversitesi, Budapeşte CEU, San Diego UC gibi Almanya dahilinde veya haricinde yüksek saygınlığa sahip bir üniversite
bünyesinde doktora ya da bilim alanında kariyer yapmıştır. GeT MA
mezunlarının büyük kısmı (% 70) doğrudan mesleğe başlamayı tercih
etmiştir. Bu bölümden mezun olanlar, program sayesinde gerek resmî
gerekse, Birleşmiş Milletler, Greenpeace, Nokia, Türk-Alman Sanayi ve
Ticaret Odası, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları veya
Mercator Vakfı gibi karar alma ya da kamu mercileri, sivil toplum
örgütleri, federasyonlar ve ticarî işletmelere geçmeyi başarmış veya
400
örneğin siyasî ya da ticarî danışman olarak serbest mesleği tercih edip
ticarete atılmışlardır.
Burada hoş olan, GeT MA öğrenim dalından mezun olan gayri
Alman öğrencilerin, Almanya’da doktora ya da istihdam edilmek üzere iş başvurusunda bulunmalarıdır. Örneğin Türkiye'den mezun bir
öğrenci, müfredat dahilinde yapılması öngörülen stajını GIZ (Deutsche
Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit = Alman Uluslararası
İşbirliği Kurumu) bünyesinde tamamlamış ve yine burada doğrudan
işbaşı yapmayı başarmıştır. Yine Türkiye kökenli diğer bir mezun öğrenci de Steinbeis Vakfı bünyesinde, Berlin’de yüksek öğretim kalifikasyon programları geliştirme bölümünde görev üstlenmiştir. Rusya’dan gelen GeT MA mezunu başka bir öğrenci ise Humboldt Üniversitesi’nde yeni hayata geçirilen bir yıllık araştırma yüksek lisansını
başarıyla tamamlayıp, Research Training Program (araştırma alıştırma
programı) dahilinde etkinliklere katılmış, bunun ardından da burslu
bir doktora programında kendine yer bulmuştur.
Program ve İletişim Ağlarının Geliştirilmesi Get MA’nın
Çekiciliğini Artırmaktadır
GeT MA mezunlar anketi, bu bölümü bitiren herkesin mesleğe başlangıç yapma olanağına kavuştuğunu göstermektedir. Özellikle program
sürecine monte edilmiş olan üç aylık staj, mesleğe başlangıç anlamında
çok yararlı görülmekte ve önemine özel bir vurgu yapılmaktadır. GeT
MA mezunlarının günümüz iş dünyasında varlığını alabildiğine hissettiren uluslararası rekabet baskısı karşısında tutunabilmeleri ve
programın uzun vadede çekiciliğini koruyabilmesi ve meslek hayatına
giriş ve doktoraya geçişin daha kolay bir hale gelebilmesi için birtakım
ek önlemler planlanmıştır. Bu bağlamda gelecek ders yılından itibaren
müfredat geliştirilecek, öğrencilerin meslekî anlamda edindikleri pratik becerileri özel çalıştaylarla daha da güçlendirilecektir. Çalıştaylar,
öğrencilere GeT MA programı çerçevesinde edinilen nitelikleri dışarıya da yeterince aktarabilme konusunda yardımcı olacaktır. Zorunlu
stajda edindikleri deneyimler yoğun biçimde değerlendirilirken öğrencilere, mezuniyetlerinin ardından yapacakları iş başvurularında, sahip
401
oldukları bilgileri en etkin biçimde nasıl ortaya koyabilecekleri ve bunlardan ne şekilde yararlanabilecekleri ile ilgili ayrıntılar da aktarılır.
Bilim alanında kariyer veya doktora yapmak niyetindeki öğrencilere
öğrenimleri sırasında özel birtakım hazırlık kursları da sunulmaktadır.
Meslek hayatına başlamayı kolaylaştırmak amacıyla öğrenim dalının genişletilmesine hizmet eden birtakım önlemlerin hayata geçirilmesinin yanı sıra ağ çalışmaları yapılması da planlanmaktadır.
Varolan ağı pekiştirmek anlamında alınacak önlemler, GeT MA programını Türk – Alman akademik topluluğuyla daha yoğun biçimde
kaynaştıracak ve programın ününü daha da artıracaktır.
Başarıya ulaşmış ağ oluşturma etkinlikleri arasında Network
Turkey (Türkiye İletişim Ağı) ile yürütülen işbirliği de sayılmaktadır.
“21. Yüzyılda Türkiye“ başlığı altında iki ayda bir ortaklaşa düzenlenen konferans serisi Türkiye ile ilgilenen Berlinlilerin randevu defterlerinde vazgeçilmez birer etkinlik olarak yerini almıştır. Her defasında
60-80 kişilik bir ziyaretçi kitlesine ulaşan konferanslar güncel konuları
tartışmak, GeT MA programı içeriğiyle ilgili bilgi sunmak, programın
genel hatlarıyla tanıtımını yapmak ve nitekim bilim insanları, iktisadî
çevrelerden temsilciler, siyasetçiler, GeT MA öğrencileri ve program
sorumluları arasında iletişim sağlamak için uygun bir ortam oluşturur.
Bu son derece başarılı ve popüler etkinlik serisine önümüzdeki yıllarda da devam edilecektir.
İletişim ağı çalışmasının diğer hedefleri arasında şimdiye değin
süregelen GeT MA mezunlar programını daha da yoğunlaştırmak,
tüm GeT MA mezunlarıyla iletişim halinde kalmak ve onlarla program, bunun da ötesinde HU arasında kalıcı bağlar kurmaktır. Şimdiye
değin olduğu gibi bundan sonra da mezunlar meslekî ve akademik
kariyerlerinde, ekonomi ve araştırma alanlarında teknik ve meslekî
ilişki ağları kurmakta desteklenmeye devam edilecek, geldikleri ülkelerde GeT MA programının birer gönüllü tanıtım elçisi olarak kazanılacaklardır.
GeT MA mezunlar programı sorumlularının angajmanlarına paralel olarak 2012 yılında Türk ve Alman GeT MA mezunlarından oluşan küçük bir grup biraraya gelerek bir mezunlar birliği kurulması
402
yönünde girişimlerde bulunmuştur. Burada ana dürtü, GeT MA programından şu ana kadar mezun olanlarla geleceğin mezunları arasında
koordineli bir bağlantı oluşturmak ve orta vadede bir mezunlar derneği kurulmasına önayak olmaktır. Şu ana kadar elde edilen deneyimler
GeT MA programının aynı dönem mezunları arasındaki iletişimin
aslında gayet iyi işlediğini ortaya koysa da, farklı dönemlerde mezun
olanlar arasında iletişim kopukluğu bulunduğunu, bunun da giderilebilecek türden olduğunu göstermektedir. Mezunların ve bunların faaliyet gösterdiği alanların sayısının giderek artması nedeniyle GeT MA
öğrencileri, mezunları ve program arasında oluşturulacak bir iletişim
ağı, gün geçtikçe daha cazip hale gelmektedir. Böylelikle daha güçlü
bir iletişim ağı ile uzun vadede sadece içerik bakımından Almanya ve
Türkiye‘ye ilgi gösteren akademisyenler birbirleriyle iletişim halinde
kalarak bilimsel fikir alışverişinde bulunmayacak, aynı zamanda kendilerine, kariyerlerine ivme kazandıracak ağları da bizzat kendi elleriyle öreceklerdir. Bu nedenle GeT MA mezunları programının uzun
vadeli hedefi, üyeleri arasında dönemler arası ve süreğen bir iletişim
ortamı ilişki zemini sağlamaktır. Bu bağlamda 2013 sonbaharından
itibaren dönüşümlü olarak Ankara ve Berlin‘de yıllık GeT MA mezunları konferansları düzenlenecektir. GeT MA programı konferanslarının
farklı yerde yapılması tesadüfî değildir, zira böylelikle programın kültürlerarası bileşenlerinin gerekleri de yerine getirilmiş olacaktır. İlk
büyük mezunlar toplantısı Ankara'da önümüzdeki Ekim ayında yapılacaktır. Bu toplantıda eski ve yeni öğrenciler iletişime geçip deneyimlerini paylaşabileceklerdir. Göç olgusu, konferansın ağırlık noktasını
oluşturacaktır. Yapılacak olan çalıştaylar ve sunumlarda GeT MA mezunları, öğrenimleri sırasında edinmiş oldukları uzmanlık bilgilerini
geliştirme ve toplumbilimler alanlarında devşirilmiş en yeni veri ve
bilgiler üzerine tartışma olanağına sahip olacaklar. Aynı zamanda
mezunların araştırma ve ekonomide elde ettikleri bireysel deneyimler
de konferans programına akacaktır. Doktor ünvanını elde etmek üzere
efor sarfeden mezunlar doktora kolokyumlarıyla kendi araştırma projelerini sunma fırsatına da sahiptirler. Mezunlar, GeT MA programı
sayesinde kendilerine yakınlaşılan ekonomi dünyasından temsilcile-
403
riyle “yuvarlak masa” toplantılarında biraraya gelerek meslekî olanaklar üzerine konuşup tartışma olanağına da kavuşurlar.
İleride daha başka iletişim ağları kurmak için GeT MA programının internet sitesi ve sosyal medya daha yoğun kullanılacaktır.
Humboldt Üniversitesi’nin GeT MA web sayfası (www.sowi.huberlin.de/getma) ve yine GeT Ma programının facebook sayfası
(www.facebook.com/GeTMA.Program) Türkiye ve Almanya ekspertizleri için birer platform olacak biçimde geliştirilecek, GeT MA programı, öğrenciler, mezunlar, bilim insanları ve konuyla ilgilenenler
arasında doğrudan fikir alışverişi yapabilmeleri için hizmet vereceklerdir. Aradan geçen zaman zarfında 2.000 üzerinde „üye“ sayısına
ulaşmış olan GeT MA facebook sayfası, bu bölümü okumak isteyecek
potansiyel öğrencilerle iletişim kurmak ve onlara GeT MA programının ne denli canlı ve çok yönlü olduğunu ve öyle de kalacağını anlatmak anlamında çok uygun bir ortamdır.
404
İstanbul Türk-Alman Üniversitesi Fen
Fakültesi’nin Kurulması Sürecinde Türkiye ve
Almanya Arasındaki Bilimsel İşbirliğinin
Yoğunlaştırılması
Ljudmila BORİSENKO, Jonas KREBS,
Anselm GEİGER ve Alexander RAEV
İstanbul Türk-Alman Üniversitesi
İstanbul Türk-Alman Üniversitesi (İTAÜ) Türk- Alman bilim ve eğitim
İşbirliği’nin şu an en iddialı projesidir. Gelecekte 5.000 öğrenci, İstanbul’un ciğeri diye bilinen Beykoz’da altı fakültede öğrenim görecek,
araştırmalar yapacak ve Türk araştırmacılığına ivme kazandıracaktır.
2006 yılı ortalarında yoğun bir biçimde başlayan; kuruluşu gerek Türk
gerekse Alman hükümetleri nezdinde desteklenen yüksekokul bazındaki Türk-Alman işbirliğinin en parlak somut projesi olarak nitelenebilecek ürünüdür „Türk-Alman Üniversitesi“.Üniversitesi’nin temeli
21.10.2010 tarihinde atılmıştır. Almanya’dan dönemin Cumhurbaşkanı
Christian Wulff ile yine dönemin Araştırma Bakanı Annette
Schavan’ın ve Türkiye’den de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün törene katılımıyla üniversite, bilim ufkuna doğru yelken açmıştır.
Türk-Alman Üniversitesi’nin kuruluşu, Yönetim Kurulu Başkanlığını Prof. Dr. Rita Süssmuth’un yaptığı 27 Alman üniversitesinden
müteşekkil bir konsorsiyum tarafından da desteklenmektedir.
Beş fakülte ve bir dil araştırma merkezi barındıracak olan üniversitenin, Türkiye’nin önde gelen araştırma üniversiteleri arasında yerini
alması hedeflenmektedir. Üniversite, yüksek düzeyde araştırmacılığının yanısıra Türkiye ile Almanya arasında köprü işlevi üstlenecek ve
bu bağlamda hem bilimsel başarıları hanesine yazacak hem de her iki
ülkenin birbirleriyle daha iyi anlaşabilmesi için var olan önyargıların
405
ortadan kalkmasını sağlamak suretiyle değerli katkılarda bulunacaktır.
Aynı zamanda üniversitenin araştırmalardan elde ettiği başarılar ekonomiye de yansıyacak ve böylelikle Türk bilimi ve iktisadi konumunu
pekiştirecektir.
İTAÜ, Türkiye’nin giderek artan iyi yetişmiş eleman ihtiyacını
karşılamayı hedeflemekte olup sahip olduğu özel profili bu ihtiyacı
karşılayabilecek düzeydedir. İTAÜ, bir Türk-Alman işbirliği projesidir. Türk tarafı arazi temin edip, bina ve alt yapı inşaası ve cari harcamaları karşılarken, Alman tarafı öğretim üyesi ve okutman gönderilmesi, müfredat geliştirme, dil öğrenim merkezinin kurulabilmesi için
materyal sağlanması, yerel maaşlar için sübvansiyon finansmanı, burslar ve ileri eğitim önlemleri gibi masraf kalemlerini üstlenecektir.
Türk-Alman Üniversitesinin kurulması aşamasında Alman tarafının
sarfedeceği çabaları yönetim yetkisi, İTAÜ Alman Konsorsiyumu’nun
çalışmasını koordine ederek izleyen, ayrıca değişik üniversiteler ve
Federal Eğitim Öğretim ve Araştırma Bakanlığı arasında aracı olarak
görev üstlenen Alman Akademik Değişim Servisi’ne (DAAD) aittir.
Pearl - Potsdam Research Network’ın Rolü: TAÜ Fen Bilimleri
Fakültesi’nin Kurulması Potsdam ve Göttingen Üniversiteleri öncülüğünde çok sayıda Almany üniversitesinin, yine “Partner des pearls Potsdam Research Network” gibi birçok Alman Araştırma kurumunun ve Türkiye’den kurucu ortakların birbirleriyle koordineli bicimde
işbirliği yapmasıyla TAÜ bünyesinde bir Fen Bilimleri Fakültesi (FBF)
hayata geçirilmiştir. Biyolojik bilimler alanında pearls, Göttingen
Georg-August Üniversitesi ile yakın işbirliği içindedir. Her iki üniversitenin araştırma birimleri, pearls ekipleri koordinasyonu altında geleceğin master programlarının içerik ve dokusunu hazırlamakta ve böylece yeni üniversitenin başarısına katkıda bulmaktadırlar.
Fakülte planlama çalışmaları aynı zamanda Almanya ve Türkiye’de uygun ortakları saptamada, onlarla ilişki kurma ve sözkonusu
ilişkileri geliştirmede, anabilim dalı taslakları oluşturmakta da yararlı
oldu. Bu anlamda TAÜ’ye yönelik genel bir planlama yaparken yüksek lisans eğitim programları önplanda tutulmuştur.
TAÜ Fen Fakültesi (FF) aktiviteleri 2010 ve 2011 yıllarında başarılı
bir biçimde Potsdam’dan koordine edilmiştir. 2010 yılı Kasımı’nda
Potsdam’da TAÜ Fen Fakültesi’nin kuruluşu ile ilgili ilk Alman-Türk
406
çalıştayında Biyobilimleri ve jeobilimleri dallarında gerek yüksek lisans gerekse önlisans bağlamında ilk başarılar elde edilmiştir, zira
sözkonusu çalıştayda değişik üniversitelerden Alman ve Türk bilim
adamları karşılıklı tartışmış, fakültenin eğitim programına uygun ağırlıklı konularda uzlaşmış ve ilgili saptamalar yapmışlardır.
Ulaşılan sonuçlar:
• Ortaklaşa yapılan çalıştay ve uzman toplantılarında yeni kurulacak fakültenin tematik ağırlık noktalarının ilk kez kâğıda dökülmesi;
• Biyobilimleri ve Jeobilimleri dallarında yüksek lisans programı
için bir konsept oluşturulması;
• Yüksek
lisans
programlarının
müfredatlarının
ayrıntılandırılması (Moleküler Biyoloji ve mikrobiyoloji yüksek lisans programları – öğrenim programının gelişmesi ve
planlanması 2011 Eylül çalıştayı);
• Türkiye ve Almanya’da, Fen fakültesinin kuruluşunu bilfiil izleyecek ve destekleyecek yeni katılımcıların belirlenmesi (İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Sabancı
Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi);
• Türkiye ve Almanya’da sunulmakta olan anabilim programlarının birbirleriyle olası kesişme noktalarının saptanması;
• İçeriklerin karar mercilerince (TAÜ Rektörlüğü) tekrar tekrar
istişare edilmesi;
Türk-Alman Üniversitesi Fen Fakültesi’nin Biyo Bilimler dalı konsept içeriği modern sanayi toplumunun sorunlarına yöneliktir ve uygulanması oranında bu sorunları çözmeye yardımcı olacaktır.
TAÜ’nün Biyo Bilimler alanında geleceğin bilimsel profili, TAÜ’yü bir
yandan Türkiye’deki diğer saygın üniversitelerden farklı kılacak, aynı
zamanda onu hem Türkiye’de hem de uluslararası bilimsel ağların
oluşması çerçevesinde çekici bir partner yapmak suretiyle geniş ölçüde
bağımsız, bilimsel bir cazibe merkezi haline getirecektir. Buna ek olarak, sahip önemli iki Alman ortak konumundaki Potsdam Üniversitesi
(Bitki Bilimleri, Sistem Biyolojisi, Biyoenformatik) ile Göttingen Üniversitesi’nin (Nörolojik Bilimler, Gelişim Biyolojisi, Mikrobiyoloji ve
Biyoteknoloji ile Yapısal Biyoloji), mikrobiyoloji odaklı temel araştırma
407
alanları da TDU’nun gelecekteki bilimsel çalışma alanlarını desteklemek üzere değerlendirilmelidir.
Bu durumda TAÜ’nün “Biyo Bilimler” anadalı için aşağıda belirtilen bilimsel alanlar ortaya çıkmaktadır:
1. Nörolojik Bilimler, Gelişim Biyolojisi
2. Bitki Bilimleri
3. Sistem Biyolojisi, Biyoenformatik ve Yapısal Biyoloji
4. Mikrobiyoloji ve Biyoteknoloji
Toplumsal gereksinimlere hitap eden bu türden farklı alanlarda,
uluslararası boyutta kaynakların artarak araştırmalara açık tutulacağından ve bu yine alanlarda iyi yetişmiş elemana olan ihtiyacın da
geniş ölçüde artarak süreceğinden yola çıkılmalıdır. Örneğin
jeobilimleri alanında, Yer ve Çevrebilimleri Enstitüsü ve Potsdam Jeo
Araştırmalar Merkezi baş muhataptır.
Potsdam Bölgesi ve Türkiye Arasındaki Araştırma İşbirliği
Etkinliklerinin Yoğunlaştırılması
TAÜ ile yapılan çalışmadan esinlenen Türk partnerler ile Pearl Enstitüleri arasında önemli ortaklıklar oluşmuştur. Örneğin şu sıralar bir yaz
okulunda, Potsdam-Bornim’de bulunan Tarım Teknolojisi Leibnitz
Enstitüsü’nün ve İstanbul Hacettepe Üniversitesi ile İzmir Ege Üniversitesi araştırmacılarının da katılımıyla biyogaz konulu bir planlama
çalışması yapıImaktadır. Bundan başka, Max-Planck Kolloid ve Sınır
Alanlar Araştırmaları Enstitüsü, Fraunhof Biyotıp Tekniği Enstitüsü,
Fraunhof Polimer Araştırma ve Uygulama Merkezi ile “Mendil
Laboratuvarı” diye de anılan Entegre Biyoanalitik İçin Potsdam Dürtü
Merkezi’nde görevli birtakım araştırmacı 2011 Haziranı’nda Ankara’da, “Nanobiyobilimsel ve Biyobilimsel Teknolijiler” başlığını taşıyan bir çalıştayda biraraya gelmiştir. TAÜ’nün kuruluş aşamasında
ortaya çıkan sinerjik etkileşimleri değerlendirebilmek amacıyla şu
sıralar yeni birtakım işbirlikleri planlanmaktadır.
Potsdam pearls-Research Network tarafından yürütülen ve planlanan çift taraflı Alman-Türk projelerini şöyle sıralayabiliriz:
408
2010:
1st German-Turkish Workshop on Earth and Life Sciences,
Potsdam
2011:
1st German-Turkish Workshop on Nanobio- and Biosensing
Technologies, Ankara
1st German-Turkish Workshop on Biogas Research, İzmir
1st German-Turkish Workshop on Molecular Biology and
Microbiology, İstanbul
2012:
Teilnahme am 1. Deutsch-Türkischen Wissenschaftsforum in Antalya, Mart 2012
2012:
Antalya’da yapılan 1. Türk-Alman Bilim Forumu’na katılım,
Mart 2012
1st German-Turkish Workshop on Molecular Neurosciences, İstanbul
1st German-Turkish Workshop on Natural Hazards, İstanbul
2013:
Antalya’da yapılan 2. Türk-Alman Bilimsel İşbirliği’ne Katılım,
Mayıs 2013
Biyobilimler, Jeobilimler ve Zirai Bilimler alanlarıyla ilgili diğer
çift taraflı çalıştaylar ise planlama aşamasındadır.
Türkiye ile Almanya Arasιndaki Bilimsel Değişiminin Sürdürülebilir Olmasının Yolları: Bir Alman-Türk Bilim ve Teknoloji
Merkezi’nin Kurulması
Bir Alman-Türk Bilim ve Teknoloji Merkezi’nin kurulması fikri, İstanbul Türk-Alman Üniversitesinin kurulması esnasında Potsdam Üniversitesi’nde edinilen deneyim ve bilgilere dayanmaktadır.
Türkiye ve Almanya arasında siyaset, sanat ve kültür alanlarında
oldukça hareketli bir değişim mevcut iken, Türkiye’deki ve özellikle
İstanbul ile Ankara metropol bölgelerindeki bilim ve teknoloji ilgili
bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Kooperasyonlar çoğu zaman tesadüfi
biraraya gelişlerin ürünüdür ve nadiren sistematik biçimde önceden
planlanıp uygulanmaktadırlar.
409
Bazı pilot programlar dikkate alınmayacak olursa Almanya ve Türkiye arasındaki bilimsel değişim, her iki ülkenin bilim sektöründeki dinamikler ve eğitim sisteminin yüksek standardı gözönünde bulundurulduğunda şaşılacak derecede kısıtlıdır. Birçok Alman araştırmacı Türkiye’yi çekici bulmazken, buna karşın Türk araştırmacılar da daha ziyade
ABD ve İngiltere’deki kurumlarla işbirliği yapmaya yönelip Almanya’yı
çekici bir bilim ülkei olarak algılamazlar. Önemli üniversite ve enstitülerin
bolluğundan ötürü Berlin-Brandenburg, İstanbul ve Ankara yoğun bilimsel ortaklıklar için adeta biçilmiş birer kaftandır.
Berkitilmiş bir bilimsel değişim, her iki ülke arasında önemli bir
köprü görevi görebilir ve diğer ülke ile ilgili olumlu algı ve bilginin
artmasını sağlayabilir, karşılıklı hoşgörüyü destekleyebilir. Aynı zamanda her iki ülke de değişim yoluyla bilgi ve yenilikçilikten yararlanabilirler. Bilgi ve yenilikçilik, hem Almanya hem de Türkiye için birlikte kullanıldığında ve teşvik edildiğinde her iki ülkeye de katma
değer sunabilecek önemli kaynaklardır; ancak karşılıklı işbirliği olmaksızın bu gerçekleşemeyecektir.
Türk- Alman Bilim ve Teknoloji Merkezinin Amaçları
Yetkinlik merkezinin amacı, Berlin-Brandenburg bilim bölgesi ile
metropol bölgeleri Ankara ve İstanbul arasındaki üniversiteler kapsamlı bilim ve eğitim sektörlerinde işbirliğini arttırmaktır. Merkez,
Alman ve Türk ortaklar arasında, işbirliği içinde, bilimsel başarıları
mümkün kılacak çift taraflı ve disiplinlerarası bilimsel ağın çekirdeğini
oluşturmalıdır. Özel konferans formatları ve çalıştaylar gibi farklı geleneksel ve yeni enstrümanlar yardımıyla, bu ağ kurulmalı ve sürdürülmelidir. Ortaklıkları, araştırma projelerini ve ikili etkinlikleri hayata
geçirmek ve bilahare yoğunlaştırmak üzere Türk-Alman bilim topluluğu, iktisat ve gerektiğinde siyaset camiaları ile etkin ilişkiler kurulacak, aynı zamanda her iki ülkeden öğrenciler, araştırmacılar birer başvuru birimi olarak hizmet göreceklerdir.
Bilim ve Araştırmada Türk-Alman İşbirliğinin Yoğunlaştırılması
İçin Enstrümanlar
Merkez, yukarıda anılan hedeflere ulaşmak için, muhtelif araçları
hizmete sunmak üzere hazır bulunduracaktır. O nedenle merkezin
410
ödevlerinden biri, etkin ve verimli bir biçimde hareket etme yeteneğine sahip olmak için yeni ve yenilikçi enstrümanları geliştirmek ve bunları daha önce denenmiş enstrümanlar eşliğinde kullanmaktır.
Merkez ayrıca şu görevleride yerine getirecektir:
1. Her iki ülkenin bilimsel kurumlarıyla ilişki kurmak ve üçüncü
şahıslara hizmet vermek üzere hazır bulunmak.
2. Her iki ülkede sanayi ve ekonomi alanlarında iliskiler kurulması (örneğin Türk ve Alman sanayi ve ticaret odalarıyla işbirliği gibi).
3. Çift taraflı araştırma projelerine planlama aşamasında danışmanlık (örneğin Türk ve Alman kalkınma kurumlarıyla iletişimin seçimi ve uygulanmasında).
4. AB genelinde çalışma alanındaki ekspertizleri hazırlamak ve
dağıtmak.
5. Disiplinlerarası yeni araştırma konularını ve gelişmeleri her
iki ülkede ve AB genelinde tanımlamak ve bu alanlardaki yeni
projeleri başlatmak.
6. Proje geliştiricileri, öğrenciler, araştırmacılar için kültürlerarası yeterlilik alanında öğretim programları sunmak.
7. Çift uluslu ve uluslararası platformda bilimsel buluşların değerlendirilmesi için servis ve danışmanlık hizmetleri sunulması.
8. Merkez ideal durumda üç yere konuşlanmalıdır. Birinci yer
Berlin-Brandenburg bilim bölgesinde, diğer ikisi ise Türk metropol bölgeleri İstanbul ve Ankara’da olmalıdır.
9. Merkezin çalışmaları, sinerjilerden faydalanmak üzere İstanbul’da yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesi ile
bağlantılanabilir.
İleriye yönelik düşünceler
Türk-Alman Bilim ve Teknoloji Merkezinin kurulması düşüncesi halen
güncelliğini korumaktadır. İlgilenenlerin ve destek vermek isteyenlerin pearls-Potsdam Research Network ile iletişime geçmeleri beklenmektedir.
411
Türk-Alman Yükseköğrenim Değişim
Programlarında Dönüşümün Son Halkası:
Uluslararası Sosyal Çalışma Lisans Programı
İlhan TOMANBAY
Giriş
Toplumlar değiştikçe o topluma ait olan herşey değişir. Programlar
değişir, örgütlenmeler değişir, diller, anlayışlar, yaklaşımlar değişir.
İdeolojiler değişir, politikalar değişir. Sosyal çalışma öğretim programları da değişir.
Bu temel doğrudan hareket ederek ele alacağımız Almanya örneğinde toplumsal değişimin tarihsel dönüşümüne bir bakalım isterseniz.
Tarihe bakmak güzeldir. Tarihe bakmak tarihi anımsayarak, tüyleri diken diken eden bir heyecan içinde bugünü algılamamızı sağlar,
kurgulamamızı kolaylaştırır.
1960’lı yılların başında Türkiye’den Almanya’ya göçün başlamasından kısa bir süre sonra bir milyon Türk sorunlarıyla Alman toplumunun ortasında kaldılar. Kalabalıktılar ama yalnızdılar. Ellerinden
tutanı, sorunlarına umar olanı yoktu.
Almanya’da öğrenim görmüş Alman sosyal çalışmacılar Türklerin “sosyal sorunlarını” çözme konusunda dil ve kültür farkından
ötürü sorunlar yaşıyorlardı. Onlar da ürkektiler yabancı bir kültür
karşısında… Türklerle, yabancı bir kültürle kolayca bağ kurmaları
olanaklı değildi. Aynı Alman kültürüyle kolayca bağ kuramayan Almanya’ya gitmiş Türkler, Türkiyeliler gibi…
412
Yakın Tarih Bilgisi
Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Forumu (Forum Deutsch-Türkischer
Wissenschaftskooperation) Antalya’da ikinci kez toplandı. Toplantıyı
Akdeniz Üniversitesi AKVAM (Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi) bu ikinci forumunu Berlin Alice Salomon Yüksekokulu
(Üniversite) (ASH) ile birlikte gerçekleştirdi. Forumun konusu “Türk
Alman Avrupa öğrenim süreci ile ilgili düşünceler ve deneyimler”di.
Ortaklık “Berlin Alice Salomon (Sosyal Çalışma ve Sosyal Eğitim) Yüksekokulu” ile olunca yazılacak konular kadar aktarılacak anılar da
birbiri üstüne birikti.
Ankara’da üniversiteye araştırma görevlisi olarak geçtikten sonra
ilk uluslararası akademik bağlantımı bir rastlantı sonucu o zamanki
adıyla
“Alice
Salomon
Fachhochschule
für
Sozialarbeit
/Sozialpädagogik Berlin” (Berlin Alice Salomon Sosyal Çalışma/Sosyal
Eğitim Yüksekokulu) (AS-FHSS) ile kurdum1. Bunu ortaya çıkaran ilk
hareket de bu yüksekokuldan Prof. Dr. Jürgen Nowak’ın Ankara’ya
gelmesi ve Sosyal Hizmetler Yüksekokulunu ziyaret etmiş olmasıdır.
Bundan üç ay sonra da davet üzerine Berlin’deki okulu ziyaret ettim.
Nowak Ankara’da, ben Berlin’de sunuşlar yaptık (1983).
Bu bağlantı Hacettepe Üniversitesi – o zamanki adıyla - Sosyal
Hizmetler Yüksekokulunun (Bugünkü Sosyal Hizmet Bölümü) ile
Alice Salomon Sosyal Çalışma ve Sosyal Eğitim Yüksekokulunun (Bugünkü Alice Salomon Yüksekokulu Sosyal Çalışmalar Bölümü) (ASHSÇB) bugüne kadar süren işbirliğinin ilk adımı olmuştur. Birkaç kez
gittiğim seminer ve sunuşların sonunda 1985 Güz Döneminde Berlin’deki okula konuk öğretim elemanı (Gastdozent) olarak davet edildim ve bir yıl dersler verdim. 1987 yılında Sosyal Hizmetler Yüksekokulu’ndan bir seferde 16+1 öğretim elemanının Berlin’deki yüksekoku-
1
O zaman sadece sosyal çalışmacı/sosyal eğitimci yetiştiren bu okul bugün, içinde
Sosyal Çalışmalar (B.A.), Sağlık ve Bakım Yönetimi (B.Sc.), Çocuk Eğitim ve Gelişimi
(B.A.), Ruhsal Sağaltım ve Ergoterapi (B.Sc.), BASA Açıköğretim (B.A.) bölümleri
olan bir üniversite (Hochschule) haline gelmiştir.
413
lu ziyareti ve orada düzenlenen seminere katılmaları ilişkileri daha da
pekiştirdi2.
Bu uzun süreli ilişkinin sonunda o zamanki adıyla Berlin ASFHSS’dan bir profesör (Jürgen Nowak3), Ankara’da o zamanki Sosyal
Hizmetler Akademisine ders vermeye gelen Siyasal Bilgiler Fakültesinden bir profesör (Ruşen Keleş) ile birlikte yazdığımız ve o tarihlerin
her iki ülke arasındaki iletişim konularını, sosyal sorunlarını ve sosyal
çalışma konularını yansıtan “Türkiye’de ve Almanya’da Sosyal Hizmetler – Ansiklopedik Sözlük” adlı Türkçe kitap (Tomanbay, 1991)
ilişkilerin sıcaklığını somutlaştırarak bugünlere taşımaktadır. Bu ilişkiler hala aynı sıcaklıkta sürmektedir.
Ziyaret ettiğim 1983 ve 1985 ve sonraki yıllarda 1960’larda çalışmak için Almanya’ya giden ve zaman içinde oraya göçmüş olan Türklerin/Türkiyelilerin yavaş yavaş yerleşme süreçleri yaşanıyordu. Türkler arasında kullanılan ve zamanı en çok yansıtan deyiş “bavulun kapının arkasında” (Der Koffer steht hinter der Tür) hazır durduğuydu.
Bu sıkça söyleniyordu ve ama büyük çoğunluğuyla kimse o bavulu
kapının arkasından alıp uçağa gitmiyordu. Bu deyiş bile artık Türklerin orada kalma psikolojilerini ters ifadeyle belirtmeleri gibi gelmişti
bana. Utangaç bir yerleşme ifadesiydi bu deyiş… Artık yavaş yavaş
kendilerine yer ediniyorlardı.
Ve aynı dönemlerde Alice Salomon Sosyal Çalışma/Sosyal Eğitim
Yüksekokulu mezun ettiği “Alman” sosyal çalışmacıların, sosyal eğitimcilerin orada yaşayan Türklerin sosyal sorunlarını çözmede etkili
olamadıklarını, bunun yerine oraya göçen Türklerin çocuklarına sosyal
çalışma öğrenimi vermeleri gerektiğini tartışıyorlardı. Gittiğim zamanlar soruyordum. Neden Alman sosyal çalışmacılar Türklerin sosyal
sorunlarını çözmekte yetersiz kalıyorlar? Yanıt olarak dil ve kültür
2
3
Konuyu tamamlamak üzere kişisel bir bilgi: Aynı okulda 1985-1986 öğretim döneminde bir yıl konuk öğretim elemanı olarak çalıştıktan sonra hem o okulda kısa süreli dersler verirken hem de 1987-1990 arasında da Friedrich Ebert Stiftung (Vakfı)
bursu ile Berlin Teknik Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde (Technische
Universität) doktora yaparak Ankara’ya döndüm.
Ki aynı kişi bugün de bu yazının konusu olan Uluslararası Sosyal Çalışma Lisans
Programının da kurucularındandır.
414
farklılığı dile getiriliyordu. Oysa Yüksekokulda ve giderek diğer Alman sosyal çalışma okullarında Alman öğrencilere isteğe bağlı Türkçe
dersi de veriliyordu. Alanlar da oluyordu ama aldıkları Türkçe kısa
süre içinde yeterli olamıyordu. Dil yeterli olsa kültürel engeller çalışmaları aksatıyordu. Örneğin, Türklerin evlerine girildiği zaman ayakkabıların çıkartılması, kolonya kabul edilmesi gerektiğini, kolonyanın
eve giren Alman’ın kötü koktuğu gerekçesiyle ikram edilmediğini,
tersine bunun dostluk ve ikram kültürünü yansıttığını tanımaları gerekiyordu ve o dönemlerde bunları yeni yeni tartışıyor ve öğreniyorlardı. Türk kültürüne yabancılıklarını gidermek, Türk kültürünü öğrenmek için de Alman öğrenciler gruplar halinde Türkiye’ye “öğrenim
gezilerine” (Studienreise) yollanıyorlardı. Türklere ilerde daha iyi ve
kalıcı hizmet verebilmek için…
Öteyandan Türk öğrenciler için de Almanya’nın hukuk düzenini,
sosyal destek sistemlerini dört yıllık öğrenimle tam olarak alamayacakları, bunu bilmeyince de kültürel ortaklığın sosyal sorunların çözülmesinde yeterli olamayacağı dile getiriliyordu.
Bir soruşturmaya göre Almanya’da bir sosyal çalışma yüksekokulunda okuyan ilk Türk 1970-1971 öğretim döneminde başlamıştı
(Tomanbay v.d., 1991: 72). Bundan sonra Türkiye’den işçi ailelerinden
gelen gençlerin sosyal çalışma yüksekokullarında okuyanlarının oranı
zaman içinde artmış. Benim AS-FHSS’e gittiğim 1985 yılında Yüksekokulda 20’nin üzerinde Türkiyeli öğrenci öğrenim görüyordu. Onların
da tarihsel dönem olarak Almancaları çok da yeterli değildi, kendileri
yakınıyorlardı bundan…
Alman öğrenciler Türkiye’ye Türk kültürünü öğrenmek için gelirlerken Türkiyeli öğrenciler Alman kültürünü içlerinde yaşayarak öğreniyorlardı.
Görünen o ki o tarihler, Almanya’daki Türklere etkili bir sosyal
hizmet verebilmek için Alman sosyal çalışmacıların Türkçeye ve Türk
kültürüne egemen olmaları, Türkiyeli göçmen işçi çocuklarının (gençlerin) hızla sosyal çalışma okullarına alınıp yetiştirilmeleri ve bu yolla
kendi sorunlarını en etkili biçimde çözebilecekleri anlayışının hızla
yayıldığı bir dönemdi.
415
Almanya’da sosyal çalışma öğrenimi yapan Türkiyeli işçi çocuklarının sayısı ile bu süreçte Türkçeyi ve Türk kültürünü öğrenerek
Türkiyeli işçi ailelerine bilimsel sosyal hizmetler sunan Alman sosyal
çalışmacı/sosyal eğitimcilerin sayılarının artmalarında hangi tarafın
daha hızla geliştiğini bugün istatistik olarak bilemiyorum. Ama bu iki
yönlü gelişmenin dışında Türkiyeli işçi aileleri zaman içinde Almancayı çocuklarından başlayarak giderek öğrenmelerinin ve bunun yabancı bir toplumda yaşamayı kolaylaştırmasının, Alman toplumuna
uyum sağlama oranının artmasıyla da uyumsuzlukla ilgili temel sorunların azalmasının da etkisini unutmamak gerektir. Temel uyum
sorunları ilk başlarda olduğu kadar yoğun olmayınca sosyal destek
gereksinimi de düşecekti ve düşmüştür. Öyle ki Türkiyeli işçiler ve
aileler için sosyal danışma vermek için ilk olarak 1962 yılında İşçi Refahı
Kurumu
bünyesinde
(Arbeiterwohlfahrt)
açılan
(http://de.wikipedia.org/wiki/Türk_Danış) ve kısa sürede birçok yerleşime yaygınlaşan Türk Danış’lar (Türkler için danışma merkezleri)
daha sonraları Türklerin başvurularının azalmasıyla ve tasarruf önlemi de olarak, kapatılmışlardır.
Bu durum Avrupa’da yaşayan Türklerin, Türkiyelilerin sorunlarının kalmadığı anlamına gelmez elbette. İlk dönem uyum sorunlarının kalmadığı, her insanın yaşayabileceği sosyal sorunların nitelik
değiştirerek orada yaşayan insanlarımızı da sosyal çalışmaya gereksinim duyacak noktaya getirmesi doğaldır.
Bu toplantıda benden istenen sunumun konusu bugünkü gelişmeleri aktarmanın yanısıra beni geçmişe götürdü. Gerçekten tarih olan
bir süreci içinde yaşamanın verdiği hazla geçmişi düşündüm.
1990’larda Almanya’da yaşayan Türklerin sadece sosyal çalışma öğretimine girmeleri değil Türkiye kökenli eğitimsiz “sosyal yardımcılara”
meslek eğitim kurslarının açılması da aynı tarihlere rastlamaktadır
(Tomanbay, age).
416
Ve Bugüne Geldik
Geçmişe baktığımızda haritayı şöyle görebiliriz:
- Alman sosyal çalışmacıların Türkiyeli işçi ve ailelerine mesleki
yaklaşımları… (Dil ve kültür ortaklığı olmadığı için sonuç doğal olarak başarı getirmedi),
- Türkçe ve Türk kültürünü öğrenen Alman sosyal çalışmacıların Türkiyeli işçi ve ailelerine meslek desteği… (Sadece dil
yetmiyor, kültürel özümseme olmadığından sonuç doğal olarak başarı getirmedi.),
- Almanya’da yaşayan Türk/Türkiyeli işçi çocuklarının sosyal
çalışma öğrenimine ağırlık vermeleri ve Türkiyeli ailelere mesleki destekleri… (Aileler için iyi, ancak ilk yetiştirilen sosyal
çalışmacılar dil zayıflıklarından ve yükseköğretime yatkınlıklarınız az olmasından ötürü istenen başarıyı sağlamadı.)4,
modellerinin dışında Almanya başka modelleri denemeye başladı. Örneğin, gene Berlin ASH tarafından bir yenilik olarak 1996 yılında
Avrupa Sosyal Çalışma Yazokulu (European Summer School Berlin for
Social Work) uygulaması başlatıldı. Bununla hedef “sosyal Avrupa”nın yaratılmasıydı5. Kültürlerarası buluşma, çeşitli kültürlerden
4
5
Bu modeller Almanya’nın Türkiyelilerin sosyal sorunlarını çözme yönünde tarihsel
süreç içinde geliştirdiği modellerdir. Bu modellerin dışında başka modeller de olabilirdi. Örneğin, Türkiye’de sosyal çalışma öğretiminde Almanca’nın seçmeli ders olarak sunulması, bu yolu seçen sosyal çalışmacıların Almanya’ya yollanarak Türkiyelilerin sorunlarını çözme konusunda devreye girmeleri; Türkiye’de sosyal çalışma
okuyan meslek elemanlarının ve Almanya’ya dil öğrenerek sosyal ateşe olarak yollanmaları… modellerini Türkiye tarihsel süreç içinde bir çözüm modeli olarak düşünme düzlemine bile almadı. Bunun anlamı şudur. Türkiye’den sosyal çalışmacıların ek donanımlarını kazanarak (Almanca Dili) Almanya’daki yurttaşlarımızın sosyal sorunlarını çözmek amacıyla zaman içinde değişen hükumetlerin hiçbiri tarafından Almanya’ya gönderilmemiştir. Sosyal hizmet öğretimi veren üniversite tarafından da bu amaç benimsenerek, açılan seçmeli Almanca kursları yoluyla istekli öğrencilerin mezun olduklarında Almanya’daki yurttaşlarımızın sosyal sorunlarının
çözümü için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çalışmaları kapsamında Almanya’ya resmi yolla gitmeleri için bir proje geliştirip girişimlerde bulunmamıştır.
Uluslararası Yazokulu’nun 2013 yılı ana konusu “Göç ve Uyum – Disiplinlerarası
Yaklaşımlar” idi.
417
gençler arasında yoğun kişisel iletişim yazokulu programının genel
temel amaçlarıdır. Bu “çok etnikli Berlin’de” gençler birbirlerinden ve
birlikte öğrenecekler; iletişim becerilerini geliştireceklerdir (Kremer ve
Nowak, 2008: 441)6.
Yaz okulu toplam iki hafta sürmektedir. Eğitim dili İngilizce’dir.
Bu programa Türkiye’den, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümünden de birçok öğrenci ve öğretim elemanı katılmıştır ve bu sayı
7
zaman içinde artmaktadır .
1996 yılında sosyal çalışma alanında başlatılan yaz okulu uygulaması halen sürmektedir ve taraflar için herhalde yararlı olmaktadır.
Alınan geribildirimler bu yöndedir.
Yılların ilerlemesiyle başka bir gereksinim ortaya çıkmaya başladı. Her iki ülkenin sosyal çalışma okuyan gençleri kendi okullarında
aldıkları derslere ek olarak ortaklık anlaşması imzaladıkları diğer ülkenin sosyal çalışma okulundan da bir dönem ders alarak bir taşla
birkaç kuş vurulması ereklendi. Ve buna “Bachelor Plus Programm”
adı verildi. Artı Lisans Programı8. Aslında bu Uluslararası Sosyal Çalışma Lisans Programı idi.
6
7
8
Tarihsel ve toplumsal dönüşüm sadece sosyal çalışma öğretimi alanında kendisini
göstermiyor elbette. Birçok alanda ve branşta karşılıklı ya da ortak öğretimler kurgulanmıştır. Bir örnek olsun diye: Istanbul Kemerburgaz Üniversitesi Hukuk Fakültesi
ile ile Köln Universitesi Hukuk Bilimleri Fakültesi (Universität zu Köln,
Rechtswissenschaftliche Fakultät) 2012 yılında Çift Diplomalı Türk Alman Hukuk
Lisans Programını (Double Degree) başlatmışlardır. Böylece tek lisans ile çift diploma olanağı sağlanmıştır (Istanbul Kemerburgaz Üniversitesi Broşürü,
www.kemerburgaz, edu, tr, (yılsız)). Kemerburgaz Üniversitesi bu projede katılmak
için uluslararası değerleme (akreditasyon) almıştır.
Yaz okulu ile ilgili bilgiler okulun kurucularından ve ilk müdürü Prof. Dr. Jürgen
Nowak’tan alınmıştır. Kendi ifadesine göre Hacettepe Üniversitesinden bugüne kadar aşağı yukarı 14 öğrenci katılmıştır (Nowak, 2013).
Almanca kavrama en uyan Türkçe karşılığın bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü
lisansüstü başka anlam taşımaktadır. Üst lisans denemez, bu deyiş yapılan öğretime
lisansın üzerinde bir değer yüklemektedir. Lisans üzeri dense belki uyabilir, ancak
lisansüstü kavramına çok benzeşiyor. Lisans destek programı denebilir, ancak bu da
artı öğrenim farklı ülkede alındığı için ve insanın kendi öğretiminde destek almasının alışılmış olmasından hareketle anlaşılması kolay olmayabilir.
418
Bu programı 1996 yılında Uluslararası Yaz Okulu Programını başlatan ASH başlatmıştır. Bu gelişmeler rastlantı değildir. ASH çok uzun
zamandır, hatta Türkiye’den konuk işçilerin ilk gittiği zamanlardan
beri hem yabancı kültürlerin ve kültürlerarası aktarımların önemini
bilen bir yüksekokuldur hem de Türkiye ile bu alanda öğrenci ve öğretim elemanı değiştokuşundan başlayarak ortak eğitim ve toplantılara
değin birçok deneyime sahiptir.
Uluslararası Sosyal Çalışma Lisans Programı (Bachelor Soziale
Arbeit International)
Artı Lisans Programı (Bachelor Plus Program)
Öncelikle bu programı AB Erasmus programıyla karıştırmamak gerektiğini söylemeliyiz. Erasmuş farklı içeriktedir ve AB ülkeleri üniversitelerinin tümünü kapsamaktadır. Bu yazıda sözkonusu program ise
sadece ASH Sosyal Çalışma Bölümü ile Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Hizmet Bölümü arasında imzalanmıştır. Yani ikili bir antlaşmadır.
Bilindiği gibi Bolonya Süreci denilen Avrupa Birliğinde yükseköğrenimi yeniden biçimlendirme ve birbirine uyumlandırma değişikliğinden sonra tüm Avrupa ülkelerinde sosyal çalışma öğretimi lisans
6 dönem ve üstüne 1 dönem staj dönemi olmak üzere yedi dönemdir.
Toplam bir dönem olarak planlanan uluslararası lisans programı (Lisans Artı Programı) yedi dönemin arasında bir ek dönem olarak toplam dönem sayısının eskisi gibi sekize çıkartmıştır. Böylelikle lisans +
artı lisans + lisansüstü (M.A.) olarak yeni bir öğretim modeli ortaya
çıkmıştır.
ASH’de sadece Sosyal Çalışma Bölümü öğrencileri için geçerli
olan program 2009 2010 Güz Döneminde başlatılmıştır. Alman Akademik Değişim Hizmeti (DAAD) adlı kuruluşa 2009 yılında başvurularak öğrenciler için burs sağlanmıştır. Böylelikle Alman öğrenciler 5.
Dönemde Türkiye’de aldıkları uygulama, 8. Dönemde Hacettepe Üniversitesinde yaptıkları öğrenim süresince burs almaktadırlar. Bursun
yanısıra Türkiye’de kaldıkları süre için yurtdışı sağlık sigortası masrafları ile yol paraları da aynı kuruluş tarafından karşılanmaktadır.
419
Uluslararası Programın öğrencilerin öğrenim sürelerini uzatacağı
ve ancak içerik olarak kendilerini derinleştireceği söylenmektedir
(www.ash-bi.eu). Programa isteyen her öğrenci başvurabilir, ancak
ortalamanın üzerinde bir akademik nitelik, yurtdışında kalma konusunda kişisel eğilim ve “çok iyi” İngilizce ve/ya Türkçe bilgisi aranan
temel koşullardır.
Türkiye’de Alman öğrencilerin öğrenim görmesini ve çalışmasını
(staj) sağlayan bu program için öğrenciler en geç ikinci dönemin sonuna değin başvuru yapmalıdırlar. Kararını veren öğrenciyi 3. ve/ya 4.
Dönemde bir yönlendirme semineri beklemektedir: “Türkiye’de Sosyal
Çalışma” (Social Work in Turkey). Bu seminer, öğrencilere konuyu
tanıtma semineridir. Çok iyi düzeyde Türkçe öğrenmeleri için birinci
dönemden yedinci dönemin sonuna dek Türkçe dil kursları verilmektedir. Öğrenci “kendisini dil olarak Türkiye’de yaşamaya yetecek düzeyde hazırlama konusunda kendisi sorumludur.” (age). Bu nedenle
öğrencilerin staj döneminde Türkiye’de de ayrıca yoğun bir Türkçe dil
kursuna gitmeleri önerilmektedir. Bunun için de öğrenci en geç 4. Dönemde Türkiye’de bir dil okuluna kaydını yaptırmış olmalıdır. Hatta
bu staj süresince Hacettepe Üniversitesindeki bölümün hocalarının
refakatinde bir ek ders alması da dilini geliştirmesi için önerilmektedir.
Bununla, “Nüfus olarak hızla gelişen Türkiye’nin sosyal sorunları ile
sosyal hizmetlerin örgütlenmesine bir bakış atılması” sağlanmalıdır.
(age).
Alman öğrenciler genelde Hacettepe Sosyal Hizmet Bölümüne
dersler için 8. Dönemde geliyorlar. Bu dersler toplam 20 ECTS tutuyor.
ASH-SÇB için toplam 7 dönemde toplam 210 ECTS kredisi öngörülmüştür. İstenen koşullar arasında ASH lisans diploması, Türkçeyi
öğrendiğine dair yapılacak sınav sonucunu gösteren belge ile başlangıç seminerine katıldıklarına dair belgeyi göstermeleri gerekmektedir.
Türkçe öğrenimi ile başlangıç semineri ayrı ayrı 5’er ECTS kredisi sağlamaktadır. Türkiye’de aldıkları derslerden sağlayacakları toplam 20
ECTS kredisi ile toplandığında Berlin’deki okullarında bir dönem için
almaları gereken 30 krediye uluslararası programda da ulaşılmış olmaktadır. (210 ECTS yedi dönem toplam kredi + 30 ECTS Uluslararası
420
Lisans diploması için gerekli ECTS ile toplam 240 ECTS almak gerekmektedir.)
Şekerli’den alınan bilgiye göre ASH Sosyal Çalışma Bölümü öğrencilerinden herkes Ankara’ya gelemiyor. Çünkü başvuru sayısı çok
yüksek! Seçim yapabilmek için de özyaşam öyküsü ile birlikte Türkiye’de uluslararası lisans yapmaya kendilerini iten nedenleri (güdülenme nedenlerini) yazılı olarak vermeleri gerekiyor. Son not ortalamaları da değerlendirmeye katılıyor. Tüm bu belgelerle başvurular arasından seçim yapılıyor (Şekerli, 2013).
Berlin’de (ASH) Artı Lisans Programına ikinci dönem başvuru
yapılmasına karşın isteyen öğrenci Türkçe öğrenimine daha birinci
dönemde başlayabiliyor. Bu kursa isteyen her öğrenci katılabiliyor.
Hatta staj programını bitirip ülkelerine döndükten sonra da bu kurslara devam edebiliyorlar.
Başvuran öğrenciler başvuru sırasında seçimlerine göre Almanca,
İngilizce ya da Türkçe olarak kendilerini uluslararası lisans programına iten güdüleri yazılı olarak anlatmaları istenmektedir
(Motivationsschreiben). Burada Türkiye’de neden uluslararası lisans
programını istediklerini anlatmalıdırlar. Uygulama planlarını hazırlayıp vermelidirler. Hangi alanda uygulama yapmak istediklerini, hangi
beklentilerle bu stajı seçtiklerini, gelecekteki mesleki tasarımlarını da
içine katarak belirtmelidirler. Buna ek olarak bir ve ikinci dönemde
aldığı derslerin listesi ile notlarını ve not ortalamalarını gösteren belge
ile çizelge olarak düzenlenmiş özgeçmişleri de istenmektedir. Buna
yabancı dil bilgi düzeylerini gösteren belgeler eklenmelidir. Okulun
bilgisayar sayfasında bulunan çizelgelerde bunlar hazırlandıktan sonra
elektronik olarak yollanmakla başvuru yapılmış olmaktadır.
Kendilerini yurtdışına (Türkiye’ye) taşıyan ilköğretim dönemi 5.
Dönemdir. Bu dönemde Türkiye’de staja başlamalıdırlar. Staj yerini
bulmada her iki okul yetkilileri öğrenciye yardımcı olmaktadırlar.
Stajını bitiren öğrenci ülkesine döner, öğrenimine devam eder. 8. Döneminde tekrar Türkiye’ye gelerek öğrenime başlar. Seçilmiş dersleri
alan öğrencinin bir dönemde 20 krediyi tamamlaması istenir. Artı Lisans Programı için öğrenciden katılım payı (harç) alınmamaktadır.
421
Bu uluslararası programın geçekleşmesi için her iki yükseköğretim kurumu tarafından bir “Akademik ve Eğitsel İşbirliği Mutabakat
Zaptı” imzalanmıştır9. 2010 yılında imzalanan bu sözleşmenin amacı
“Taraf kurumlar arasındaki ilişkiyi arttırmakla birlikte akademik ve
eğitsel işbirliğini de geliştirmektir.”
Yapılan anlaşmaya göre bu kapsamda a) öğrenci, b) öğretim üyesi, c) akademik bilgi ve belge değişimi, d) araştırma ve diğer akademik
işbirliğinin geliştirilmesi de yer almaktadır.
Sözleşmeye göre her bir öğretim dönemi için (her yıl için) 10’ar
öğrencinin uluslararası programdan yararlanmaları öngörülmüştür.
2010 yılında başlatılan proje kapsamında Berlin’den Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümüne ilk iki kadın öğrenci 2012 Bahar
Döneminde geldiler. Yani bu programda kapıyı ilk kez kadınlar açtı.
Bu öğrenciler stajlarını da 2011 yılında yaptılar. 2013 Bahar Döneminde beş öğrenci geldi, 2013 yılında sadece bir kadın öğrenci var Ankara’da. Demek ki başlangıçtan bugüne değin Berlin’den Ankara’ya gelen öğrenci sayısı toplam sekizdir (age).
Şekerli’nin verdiği bilgiye göre 2012-2013 döneminde ort. 35 Alman öğrenci programda bulunmaktadır. Bu öğrenciler birinci dönem
sonunda başvuru yapıp ikinci dönemde Türkçe öğrenmeye başlıyorlar. Beşinci döneme, yani staja kadar farklı düzeylerde Türkçe öğrenmeyi sürdürüyorlar. Öğrenciler Türkiye’ye staja gelene değin bir de
“başlangıç seminerine” (Begleitseminar) katılmak zorundalar (age).
Ankara’dan Berlin’e henüz (2013) öğrenci gitmemiştir (Tuncay,
2013). Gidecek öğrenciler için belirlenen Almanya’daki ders programı
aşağıdaki gibidir. Türkiye’den Almanya’ya giderek Artı Lisans Öğretimini alacak olan öğrenciler aşağıdaki dersleri almak durumundadırlar.
9
İmzalayanlar Berlin Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Rektörü Bayan Prof. Dr. Theda
Borde ile Hacettepe Üniversitesi İİBF Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı Prof. Dr. Vedat
Işıkhan.
422
Yöntem
Seminer
Seminer
Seminer
Seminer
Seminer
Seminer
Seminer
Seminer
Seminer
Seminer
Toplantı konusu
Akademik Yazma
Alanlar, erek grup ve sosyal çalışma kuruluşları.
Toplumbilimin temelleri.
Sosyal Çalışmanın Temelleri: Sosyal Bilimler ve Sosyal Politika
Cinsiyet ve Çapraz Öğrenim
Yöntemler II; Danışma
Irkçılık ve Göç
Sosyal Çalışma Psikolojisi
Sağlık ve Hastalıklar Toplumbilimi
Sosyal Çalışmanın Kuram ve Yöntemleri
Kaynak: www.ash-bi.eu
Türkiye’ye gelen Alman öğrencilerin Hacettepe Üniversitesinden
aldıkları Artı Lisans dersleri de aşağıdaki gibi düzenlenmiştir. Alman
öğrenciler de Türkiye’den bu dersleri almak durumundadırlar.
Yöntem
Sunum
Sunum
Sunum
Sunum
Sunum
Sunum
Sunum
Toplantı konusu
İnsan Hakları
Sosyal Hizmette Etik
Sosyal Politika ve Planlama
Türkiye’nin Toplumsal Yapısı
Aile ve Çocuklarla ya da Yaşlılarla Sosyal Hizmet
adlı seçmeli derslerden biri.
Sosyal Hizmet Yönetimi
Sosyal HizmeteGiriş
Kaynak: Tuncay, agg
Ayrıca Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümünden Berlin’e gidecek öğrenciler için de ASH’da destek anlamında Almanca dil
kursu açılması planlanmıştır.
ASH-SÇB Uluslararası Lisans Programının başında Prof. Dr.
Maria do Mar Castro Varela bulunmaktadır. 2011 yılına, yani emekli
olana değin daha önce Yazokulu Projesini başlatan ve yürüten Prof.
423
Dr. Jürgen Nowak’ın da bu programa emekleri geçmiş. Çoktan emekli
olduğu halde bugün hala WEB sayfasında adı durmaktadır. Bu bir
vefadır ve bitmeyen bir teşekkür anlamındadır. Bugün programın
koordinasyonu üç öğretim elemanı tarafından yapılmaktadır: Işık
Rebii Şekerli, Gülden Ediger ve Alexander Buschky (www.ash-bi.eu).
“Türkiye’de Sosyal Çalışma” adlı başlangıç seminerini Çağrı Kahveci,
Türkçe dil dersini Ergün Işık vermektedirler (Şekerli, age).
Hacettepe Üniversitesi İİBF Sosyal Hizmet Bölümü Uluslararası
Lisans Programının başında Doç. Dr. Tarık Tuncay bulunmaktadır.
Bugün programın koordinasyonda araştırma görevlisi İlkay Başak
Adıgüzel kendisine yardımcı olmaktadır (Tuncay, age). “Almanya’da
Sosyal Çalışma” adlı başlangıç semineri ile Ankara’daki yükseköğretim kurumunda Almanca dil kursu henüz düzenlenmemiştir.
Alman Öğrencilerin Programa Katılma Gerekçeleri
Uluslararası Sosyal Çalışma Lisans Öğretim Programının (Artı Lisans
Programı) amaçları göründüğü kadarıyla şunlardır. Bu amaçlar Türkiye’de bizzat bu programa katılan üç Alman öğrenciye programa neden
katıldıkları sorularak çıkarılmıştır.
1. Kendi ülkesindeki Türklere daha iyi hizmet vermek için…
2. Yabancı bir kültürü yaşayarak tanımak için…
3. Bu programla Türkçe daha anlaşılır deyişle duyarlık kültürü,
çeviri uyarlığıyla kültürel duyarlık (kulturelle Sensibilität) geliştirebilmek için…
4. Öğrenci olarak gidilen ülkedeki sosyal sorunları yakından tanımak için…
5. Buna bağlı olarak sosyal hizmetleri ve uygulamalarını tanıma
olanağı bulunduğu için…
6. Bir ülkeye giden öğrencinin diğer ülke üzerine önyargıları
daha kolayca ortadan kalkar. Bunun için… (Kendileriyle görüştüğüm kimi Alman öğrenciler kafamdaki Türk imgesi bu
öğrenimle değişti demiştir.)
424
7. Artı lisans küçük bir örnek de olsa genel erek olarak sosyal
küreselleşme (soziale Globalisierung) yönünde önemli bir
adımdır.
8. Öğrenci bu öğrenimle farklı öğretim tasarımlarını yaşayarak
öğreniyor. Bu konuda ufku genişliyor. (Erasmus gibi farklı bir
öğretim.)
9. Yabancı dilini geliştiriyor. (Hem öğrenim hem uygulama yoluyla…) (Bir Alman öğrencinin dediği şudur: Türkiye’de bir
dönem yaşamak Türkçemi geliştirmek için büyük olanak.
Çünkü Berlin’de çalışacağım ve orada Türkçe ikinci büyük
yabancı dil ve bu bizim için çok önemlidir.)
10. İletişim becerilerini ve insan ilişkilerini geliştiriyor. Bu gençler
için özellikle çok önemlidir.)
11. İlerde lisansüstü çalışma yapmayı düşünenler için ek kredi
gereksinimi bu öğrenimle karşılanmış oluyor.
12. Merak ettikleri bir başka ülkeyi tanıyorlar. (Türkiye’yi merak
ediyordum.)
13. Genç başka bir ülkede yaşama heyecanını yaşamak isteyebiliyor.
14. Uluslararası değişimin öznesi olmak gençler için farklı bir heyecan ve kişilik gelişimi…
15. Farklı bir ülkede uygulama yapma heyecanı…
16. Bir başka ülkede bilgi ve deneyim kazandıkları için kendi ülkelerinde iş bulmaları daha kolaylaşıyor.
17. Bir Alman öğrencinin dediği gibi başka bir ülkede insan bazı
konuları çok daha iyi anlayabiliyor.
18. Başka ülkede farklılıklar görüldüğü kadar benzerlikler ve birliktelikler de daha kolay algılanabiliyor.
19. Bu tür öğretimler sayesinde insan tek taraflılıktan daha kolay
kurtulabiliyor.
20. Burs alabildiği için Türkiye’de öğretim görme isteği artabiliyor.
Yukarıda sayılan tüm yararların yanı sıra bu programı gündeme
getiren bir başka gerekçe de düşünülebilir. O da Almanya’da zaman
425
içinde Türkiye’den giderek ya da Almanya’da yaşayıp da sosyal çalışma öğrenimi gören sosyal çalışmacıların sayılarının giderek artmış
olmasıdır10. Bu toplam Almanya’da göçmenlik alanında çalışmaktadırlar. Bu durum Almanya’da göçmenlik çalışma alanlarının Türkiyeli
öğrencilere kaptırılmış olmasına işaret eder. Alman sosyal çalışmacılarının da bu alanda iş bulabilmelerinin kolaylaşması için, Alman sosyal
çalışmacılarını Almanya’da göçmen alanında yetkinleştirmek ve işyeri
bulmalarını kolaylaştırmak için Artı Lisans Programının düzenlendiği
düşünülebilir. Çünkü bu programın düşünce babası Almanya’dır. Ve
Türkiye’den başka bir ülke ile imzalanmamıştır. Buna gerek de görülmemektedir. İmzalansa bile başka ülkeye giderek bir artı dönem ders
alacak öğrenci çıkmayacaktır. Çünkü diğer göçmen gruplarıyla Alman
sosyal çalışmacılar Almanya’da kültürel ortaklıklardan ötürü daha
rahat çalışabilmekte ve Türkiyeli sosyal çalışmacılar o göçmenlerle
çalışmamaktadırlar. Tüm bu nedenlerle böyle bir düşünce ve önlem
alma haksız ve yanlış da sayılmaz.
Almanya’dan gelip de Ankara Hacettepe Üniversitesinde Artı Lisans öğrenimi gören Alman öğrenciler nedense stajlarını İstanbul’da
yapıp Ankara’ya öyle gelmeyi istemektedirler. Hemen hemen tamamı
stajlarını İstanbul’da yapmışlardır. Bunu bir öğrenim döneminde iki
ayrı kenti tanıma isteğine bağlamak yanlış olmayacaktır11.
Alman öğrencinin Türkiye’ye gelmekle seslendirdiği yukarıdaki
avantajlar Almanya’da öğrenime gidecek Türkiyeli öğrenciler için de
geçerlidir. Buna ek olarak Almanya’da dönem dönem farklılaşan derinleşme konularını dönemleri içinde tanımak gibi farklı bir avantaj da
önem taşıyabilir.
10
11
Bununla ilgili Almanya çapındaki Türk ya da Türkiye kökenli olup da Almanya’da
sosyal çalışma öğrenimi görenlerin sayısı hakkında ortalama bir sayıya ulaşılamamıştır. Ancak, sayının sürekli arttığı kesindir.
Bu konuda Alice Salomon Yüksekokulunda çalışan ve bu programın koordinasyonda görevli arkadaşım Işık Şekerli’den eposta yoluyla aldığım bilgiye göre staj yapılan yerler bugüne değin Istanbul’da Aziz Nesin Vakfı, Halkevleri, Mor Çatı, Mülteci
Derneği, İnsan Hakları Vakfı, Tarlabaşı Toplum Merkezi, Mavi Kalem. Şu ana kadar
Ankara’da staj yapan değişim öğrencisi yok ama Gaziantep, Hatay, Mersin, İzmir
kentlerinde staj yapan öğrenciler oldu (Şekerli, age).
426
Dolayısıyla farklı ülkeye giden öğrenci bir taşla iki kuş vurmaktadır. Biryandan farklı bir ülkenin kültürünü tanıyarak ufuklarını geliştirirken mesleksel bilgilerini de geliştirerek çalışma olanaklarını
geliştirmektedirler.
Değerlendirme
Ortaya çıkarılan bu programın hem her iki yükseköğretim kurumu ve
her iki ülke için yararlı olmayacağını söylemek olanaklı değildir. Bir
taraf kendisine daha iyi iş olanakları sağlarken diğer taraf için de genişletilmiş bir ufuk (vizyon) yararlı olmaz olur mu? Ayrıca böylelikle
sadece her iki yükseköğretim kurumu arasındaki tarihsel ilişki verimli
bir biçimde sürmekle kalmayacak her iki ülkede de sosyal çalışma
mesleğinde daha nitelikli mezunlar ortaya çıkacaktır.
Bu uluslararası sosyal çalışma öğretim modeline Almanya’yı tarihsel süreci getirmiştir. Bu Almanya’nın toplumsal gelişme sürecinin
yarattığı bir modeldir. Yabancı (Türkiyeli) işçilerin nüfuslarının önemli
bir parçası olduğunu bilen ve bunun Alman sosyal çalışmacılar için
yeni ve önemli iş alanlarını yarattığını yaşayan Alman sosyal çalışma
gençleri bu fırsatı kendilerinin önünü açacak bir fırsat olarak görmektedirler. Türkiye’den öğrencilerin de tarihsel olarak geleceği görmeleri
ve kendilerine yeni ufuklar arama heyecanını yaşamaları durumunda
kendileri için büyük bir ufuk açılacağını herhalde görebilirler.
Öte yandan, 1980’li yıllarda tüm dünyada tarihsel olarak önemli
bir sıçrama yapan “ekonomik küreselleşme”nin bugüne kadarki gelişmesinin ardından gerekliliği giderek ortaya çıkan uluslararası “sosyal küreselleşme” için hazırlık modellerinin de ortaya çıkması kaçınılmazdı. Uluslararası sosyal çalışma lisans programı bu gereksinimin
küçük bir örneğidir. Zaman içinde yaygınlaştırılması beklenmelidir ve
görülecektir.
Ancak Almanya’nın içinde bulunduğu tarihsel dönemde bu modelin işlemesi daha kolayken Türkiye henüz bu sosyal küreselleşme
gereksinimini duymadığını çeşitli göstergeler göstermektedir. Bu da
Türkiye’nin böyle bir uluslararası programa katılmak için sıçrama
yapmasını gündeme getirememektedir. Bunun açıklaması, Avrupa’da
427
bir dönem öğretim görmek için Hacettepe Üniversitesi öğrencilerinin
itici bir heves duymamalarıdır; öğretim elemanlarının öğrencileri bu
yöne yöneltecek bir girişimi gerekli görmemeleridir. Öğrencilerin bu
program için Almanca öğrenim dürtüsü yaşamamalarıdır. Sonuçta,
talep çıkmamaktadır. Bu program için talep artışı yükselse bu durum
yöneticileri mutlaka ki burs ve kaynak bulmaya itecektir. Böyle bir
çaba da şimdilik görülmemektedir. Bu göstergelerin temeli de, Türkiye
öğrencilerinin böyle bir programa katılmakla Türkiye’de ve Almanya’da iş bulmalarının kolaylaşacağı yönünde bir belirtinin ve itici gücün olmamasıdır. Oysa aynı program Almanya’da okuyan ve çalışacak
olan öğrencinin Almanya’da iş bulmasına katkı vereceğini Alman öğrenci bilmektedir. Bunun için katılmaktadır. Bu yüzden Alman öğrenci
Türkiye’de uluslararası sosyal çalışma programına katılmaya istek
duyarken Türkiye’de böyle bir “çabaya girmek” öğrenciye ek ve zorlu
bir iş gibi görünmekte, bu ek dönemi almadan Türkiye’de iş bulabileceğini düşünmektedir. Oysa Türkiye’den bu programa katılacak öğrencilerin de ilerde Almanya’da- özel koşullarda - iş bulmaları olasılığı daima vardır.
Buna karşın şu değerlendirme yapılmalıdır. Alman öğrenciler
DAAD’den burs alabildikleri için bu programın Türkiye boyutuna
rahatlıkla katılabilmektedirler. Türkiye’den öğrencilerin burs olanakları ve ailelerini ekonomik olanakları yeterli olmadığı için programa
katılamamaktadırlar. Bu durum adil değildir. Alman öğrenciler kadar
Türkiye’den öğrencilerin de bu programa katılabilmeleri için parasal
destek kaynakları bulunmalıdır. Yoksa gelişme tek taraflı olur.
Kaldı ki her iki taraf tarafından imza altına alınan “Mutabakat
Zaptı”nın 2. maddesinde şu ifade yer almaktadır:
“2. Almanya ve Türkiye’deki Sosyal Hizmet [yazım yanlışlığı “mutabakat zaptında yer almaktadır. İ.T.] eğitimindeki üstünlüğü ilerletmek
amacıyla taraf kurumlar karşılıklı akademik ilgi alanlarında eşitlik ve
karşılıklılık temellerinde” […] “mutabakata varmışlardır.”
Burada belirtilen eşitlik ve karşılıklılık ilkelerine her iki tarafın da
uyulması konusunda içtenlikli olduğu tartışılmaz. O halde, Türki-
428
ye’den de öğrencilerin bu olanaktan yararlanabilmeleri için onların
Almanca öğrenmeye özendirilmeleri ve öğrenmelerinin kolaylaştırılması ve kendilerine burs ve diğer giderlerinin sağlanması yönünde
biran önce çözümler üretilmelidir. (Burs bulabilmek için Türkiye’de
çalınacak kapıların sayısı birden fazladır. Yeter ki programa Türkiye’den öğrencileri bu programa katma iradesi benimsensin.)
Bu iradeyi harekete geçirince Türkiye’nin yapacağı birkaç konu
daha vardır. Alınan dersler konusunda Almanya’da olduğu gibi Türkiye’deki ortak da modüler sisteme geçmelidir ve her iki okuldaki
öğrenim tam anlamıyla uyumlandırılmalıdır. Bu öğrencinin olayı ve
dersleri kavrama boyutunu ve niteliğini geliştirecektir. Bu ortak uluslararası öğrenim programında uluslararası bilgilerin aktarılması konusunda hangi derslerin alınması gerektiği önemlidir. Alınacak dersler
titizlikle belirlenmelidir.
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü öğrencilerinin Almanya’da Artı Lisans Programına katılmaya özendirilmelerinin yolu
Alice Salomon Yüksekokulunun Türkiye’ye yolladığı öğrencilerin hem
özendirilmeleri, hem daha iyi yetiştirilmeleri için Türkçe kursu açmış
olması gibi, “Türkiye’deki Sosyal Çalışma” gibi bir başlangıç dersi
koymuş olması gibi Hacettepe’nin de aynı uygulamaları yaşama aktarmış olması beklenir. Öğrencileri için Almanca kursu açılması ve
“Almanya’da Sosyal Çalışma” adlı bir dersin konması hevesleri arttıracaktır. Oysa Hacettepe Sosyal Çalışma Bölümünde ne Almanca dil
dersi açılmış, ne de böyle bir seminer koyulmuştur. Berlin’in yaptığı
yapısal düzenlemeleri Ankara’nın da yapması öğrencilerin özendirilmeleri için ve programın işlemesi için gerekli ve önemlidir. Bu uluslararası ve verimli program sadece Alman tarafın kendisi için düşündüğü, “onların başvurusu ve hatırı için imzalanmış; bizi ilgilendirmeyen
bir program” olarak görülmemelidir.
Eksiklikleri giderilerek, karşılıklı öğrenim olanakları olabildiğince
özendirilerek, bir tarafın öğrencilerine sağlanan destekler diğer tarafın
öğrencilerine de sağlanarak yürütülecek bir Artı Lisans Öğretim Programının, bu programı tamamlayanların kendilerine uygun doğru işlere
yerleştirilmeleri koşuluyla birlikte değerlendirildiğinde her ülke için
429
de yararlar sağlayacağını söylemenin küçük bir iyiniyet sayılmaması
gerekir.
Böyle bir girişim ve başlangıç için her iki tarafı da kutlamak istiyorum. Bu tarihsel bir dönemeçtir. Bir tarihsel süreç sonunda Almanya’da göçmenlik alanında çalışan Türklerin de nitelik yükseltmek için
ek programlar arayışına girmeleri beklenmelidir.
Kaynakça
“Berlin, Almanya’daki Alice Salomon Uygulamalı Bilimler Üniversitesi ve
Ankara, Türkiye’deki Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
arasındaki AKADEMİK VE EĞİTSEL İŞBİRLİĞİ MUTABAKAT
ZAPTI”, (İmzasız, yılsız ve eksiz kopya)
Istanbul Kemerburgaz Üniversitesi, (yılsız), Broşür, www.kemerburgaz.edu.tr
(21.09.2013)
KELEŞ, R., NOWAK, J. ve TOMANBAY, İ. (1991), Türkiye’de ve Almanya’da
Sosyal Hizmetler, Ansiklopedik Sözlük, Ankara: Selvi
KREMER, R. ve NOWAK, J. (2008), “European Summer School Berlin. Ein
Beitrag zur Internationalisierung des Studiums an der ASFH”, in:
Soziale Arbeit, 57, 10/11, s. 441-446, (http://www.fachportalpaedagogik.de/fis_bildung/suche/fis_set.html?FId=848317)
(21.09.2013)
NOWAK, J. (2013), Kendisiyle yapılan eposta yazışması, 24 Eylül 2013, 22:57
ŞEKERLİ, I. (2013), Kendisi ile eposta yoluyla yapılan görüşme, 3 Ekim 2013,
22:55
TOMANBAY, İ. (1991), “Federal Almanya’da İlk Türk Sosyal Çalışmacı Eğitimi”, iç: Ruşen Keleş; Jürgen Nowak; İlhan Tomanbay (Ed.), Türkiye’de ve Almanya’da Sosyal Hizmetler Ansiklopedik Sözlük, Ankara:
Selvi
TUNCAY, T. (2013), Kendisiyle Hacettepe Üniversitesi İİBF Sosyal Hizmet
Bölümünde yapılan görüşme, 30 Nisan 2013. Saat: 14:30
Internet Kaynakları
www.ash-bi.eu (20.09.2013)
http://de.wikipedia.org/wiki/Türk_Danış (20.09.2013)
http://www.fachportalpaedagogik.de/fis_bildung/suche/fis_set.html?FId=8483
17) (21.09.2013)
www.kemerburgaz.edu.tr/ (21.09.2013)
430
Kısım 2
Yükseköğretim ve Araştırma için Destekleme
Programları
431
Türk-Alman Bilimsel İşbirliği Kapsamında
TÜBİTAK Destekleme Programları
Aslı AKÇAYÖZ
Giriş
TÜBİTAK Uluslararası İşbirliği Daire Başkanlığı olarak misyonumuz;
Türkiye’nin bilim ve teknoloji yeteneğini ulusal önceliklerimiz ve dış
politikamız doğrultusunda geliştirmek ve sürdürülebilir kılmak amacıyla, uluslararası işbirliği ve projeler geliştirmek, uygulamak ve desteklemek; bilim insanı değişimi yapmak ve gerekli politika ve stratejilerin
oluşturulmasında hükümete yardımcı olmak olarak belirlenmiştir.
Bu kapsamda TÜBİTAK 22 ülkeden toplamda 26 kuruluş ile İkili
İşbirliği programları yürütmektedir. Bu ülkeler arasında son derece
önemli bir yere sahip olan Almanya ile işbirliğimiz aktif bir şekilde
yürütülmektedir. Projeler kapsamında; Kurumumuz Türk proje ekibine seyahat desteğine ilave olarak ayrıca araştırma desteği de verebilmektedir. Söz konusu araştırma desteği, yıllık maksimum 120.000TL
olmaktadır. Projelerin süresi en fazla üç yıl olup, değerlendirme kriterleri bilimsel işbirliğinin önemi, projenin özgün değeri ve yapılabilirliği
ve camiaya/ülkeye etkisi olarak belirlenmiştir.
Alman Araştırma Vakfı (DFG) ve Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF) ile İkili İşbirliğimiz kapsamında toplam dört ayrı program oluşturulmuş olup, bu projeler dahilinde bilim insanlarına ortak
araştırma projelerine ve bilimsel seyahatlere destek verilmektedir.
TÜBİTAK-DFG “İkili İşbirliği Programı” çerçevesinde desteklenen ortak araştırma projeleri kapsamında hem TÜBİTAK, hem de DFG
tarafından araştırmacılara araştırma ve seyahat desteği verilmekte
olup, söz konusu program yıl boyunca açık bulunmaktadır. Bilim insanı değişimlerinde Kabul Eden Taraf konaklama ve yeme-içme mas-
433
raflarını üstlenmekte, Gönderen Taraf ise uluslararası seyahat masraflarını karşılamaktadır. Bu bağlamda Türkiye’ye gelen Alman araştırmacılara üniversite misafirhanesi düzeyinde konaklama masrafları ve
ayrıca günde 20 Euro karşılığı TL TÜBİTAK tarafından sağlanır.
TÜBİTAK-BMBF işbirliği çerçevesinde açılmış olan 2525 kodlu
program kapsamında ortak araştırma projeleri desteklenmekte olup,
söz konusu çağrı da yıl boyunca açık bulunmaktadır. Bu projeler kapsamında yapılacak bilim insanı değişimlerinde Gönderen Taraf tüm
seyahat masraflarını, karşılayan taraf ise konaklama masraflarını karşılamaktadır. Bu bağlamda Türkiye’den Almanya’ya giden araştırmacıların uluslararası yol masrafları ile yaşam masraflarını karşılamak
üzere günde 80 Euro TÜBİTAK tarafından ödenmektedir.
Üniversiteler arası işbirliğini geliştirmek amacıyla TÜBİTAK ile
BMBF tarafından “Intensified Cooperation (IntenC) Programı” başlatılmıştır. Programın amacı üniversiteler arası işbirliğini desteklemektir.
Bilim insanı değişimlerinde TÜBİTAK Türk ekibini, BMBF ise Alman
ekibini destekler. Bu bağlamda, Almanya’ya giden araştırmacıların
uluslararası yol masrafları ile yaşam masraflarını karşılamak üzere
günde 80 Euro TÜBİTAK tarafından karşılanır. Ayrıca proje kapsamında çalıştay, konferans vb. bilimsel toplantı faaliyetleri de desteklenir ve Türkiye’de gerçekleştirilen bilimsel faaliyetleri TÜBİTAK karşılar. TÜBİTAK Türk ekibine toplamda 150.000 Euro, BMBF Alman ekibine toplamda 150.000 Euro destek verir. 2012 yılında IntenC çağrısına
“Sağlık, Biyoteknoloji, Tarım ve Gıda” alanlarında çıkılmıştır. IntenC
konuları BMBF ile müzakere edildikten sonra 2013 yılında çağrıya
çıkılacaktır.
BMBF ile oluşturulmuş “2+2 Programı” çerçevesinde Türkiye’den
en az bir üniversite/araştırma kuruluşu ile bir sanayi kuruluşu; Almanya’dan da en az bir üniversite/araştırma kuruluşu ile bir sanayi
kuruluşu tarafından sunulan Ar-Ge projeleri desteklenmektedir.
TÜBİTAK, Proje Konsorsiyumunda yer alan Türk proje katılımcılarının oluşturduğu her bir projeye en az 150.000 Euro olmak üzere
450.000 Euro karşılığı Türk Lirasını geçmeyecek şekilde destek sağlayacaktır. BMBF de proje konsorsiyumundaki Alman katılımcılara yu-
434
karıda belirtilen kısıtlar çerçevesinde destek sağlayacaktır. Proje önerileri TÜBİTAK ve BMBF tarafından kendi iç kuralarına göre değerlendirmekte ve iki tarafça uygun bulunan projeler desteklenmektedir.
Türk-Alman Bilim Yılı kapsamında belirlenecek konu başlıklarında
2+2 programı çağrısına çıkılması planlanmaktadır.
435
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı AR-GE
Destekleme Programları
Mehmet Nuri KAYA
Giriş
Rekabet gücünün, ülkelerin ekonomik kalkınmışlığının ve toplumsal
refah seviyesinin bir göstergesi haline geldiği yirmi birinci yüzyılda,
tüm ülkeler kıyasıya bir yarış içindedirler. Hedef ise dünya ekonomisinde daha fazla söz sahibi olabilmektir.
21. yüzyılda toplumların ekonomik kalkınmasını ve toplumsal refah düzeylerini belirleyen ve şekillendiren en önemli etken teknolojik
gelişme ve bilimsel alanlardaki ilerlemelerdir. Bir ülkenin refah düzeyi
yüksek ve uluslararası pazarlarda rekabet edebilen ve geleceğe güvenle bakabilen bir ülke konumuna gelebilmesi, ancak Ar-Ge’ye dayalı
teknoloji yoğun ürün ve üretim yöntemleri geliştirebilmesine, yani
bilim ve teknoloji alanında gösterdiği başarıya bağlıdır.
Tüm gelişmiş ülkeler, Ar-Ge çalışmalarını yaygınlaştırmak, bilgi
üretmek, nitelikli insan gücünü verimli bir şekilde değerlendirmek,
geliştirip ürettikleri yüksek katma değerli ürünleri dünyaya pazarlayabilmek için ileri teknolojinin üretimi ve kullanımına önem vermekte
ve bunun için Ar-Ge ve yenilik çalışmalarına büyük miktarda fon
ayırmaktadırlar. Ar-Ge ve yenilik yoluyla teknolojik bilgi üretilmesi,
ürün kalitesi ve standartlarının yükseltilmesi, üretim maliyetlerinin
düşürülmesi ve ülkemiz ekonomisinin uluslararası düzeyde rekabet
edebilir bir yapıya kavuşturulması ülkemiz için oldukça önem arz
etmektedir.
Türkiye’nin 2023 yılında 500 Milyar Dolar ihracat yapması, Dünyanın ilk 10 gelişmiş ülkesi içerisine girmesi ve ihracatının %20’sinin
orta ve yüksek teknolojili ürünlerden oluşması hedeflenmiştir. Bu he-
436
defe ulaşmak üzere Ar-Ge harcamalarının GSYİH içerisindeki payının
% 3’e yükseltilmesi ve bu harcamaların 2/3’ünün özel sektör tarafından
yapılması öngörülmüştür. Benzer şekilde tam zamanlı Ar-Ge personeli
sayısının 300 bine çıkarılması ve bunun 180 bininin özel sektörde çalışması öngörülmüştür.
Bakanlığımız; girişimciliğin ve yenilikçiliğin artırılmasının yanı
sıra ülkemizin kendi teknolojisini üreten, inovasyon ve Ar-Ge’nin
önemini kavramış, rekabet gücü ve refah seviyesi yüksek bir ülke haline gelmesini, ileri teknolojiye ve yenilikçiliğe yönelik katma değeri ve
ihracat şansı yüksek olan ürünlerin geliştirilmesini hedef alarak, üretilen bilginin katma değere dönüştürülmesini sağlamak üzere 2 Kanun
ve 1 Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyetini sürdürmektedir. Söz konusu mevzuatlar çerçevesinde yürütülen faaliyetler
aşağıda belirtilmiştir.
1. 4691 Sayılı Kanun Kapsamında Teknoloji
Geliştirme Bölgeleri
Teknolojinin üretilmesi için üniversiteler ile araştırma kuruluşları arasında, kurumsallaşmış bir işbirliğinin sağlanması şarttır. Bilimsel bilginin ve insan kaynaklarının üretildiği yerler olan üniversitelerde,
temel araştırmaların yanında, artık uygulamalı araştırma ve geliştirme
çalışmaları da yoğun olarak yapılmaktadır. Yeni teknoloji tabanlı işletmelerin oluşumu ve var olan işletmelerin de gelişmesinin sağlandığı
yerler olan TEKNOPARK'lar, üniversiteler ve araştırma kuruluşlarındaki bilimsel çalışma sonuçlarının, uygulamaya aktarılmasındaki en
etkili mekanizmalardır. Teknopark kavramının temelinde Bilgi, İşgücü
ve Sermaye işbirliğinin sağlanması yatmaktadır. Bugün başarılı teknoloji bölgeleri altyapısı, sunduğu programlar, destek birimleri ve hizmetleriyle, teknoloji girişimlerinin aktif şekilde desteklendiği, üniversite-sanayi arasındaki etkileşimde aktif rol oynayan önem merkezleri
haline gelmişlerdir.
Ülkemizde, bu düşünceyle hazırlanan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu 06 Temmuz 2001 tarih ve 24454 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
437
Bu Kanun ile üniversiteler, araştırma kurum ve kuruluşları ile
üretim sektörleri arasında işbirliği sağlanarak;
• Ülke sanayinin uluslararası rekabet edebilir ve ihracata yönelik bir yapıya kavuşturulması amacıyla teknolojik bilgi üretilmesi,
• Üründe ve üretim yöntemlerinde yenilik geliştirilmesi,
• Ürün kalitesinin veya standardının yükseltilmesi,
• Verimliliğin artırılması, üretim maliyetlerinin düşürülmesi,
• Teknolojik bilginin ticarileştirilmesi
amaçlanmıştır.
2001 yılından itibaren uygulamaya konulan ve sanayicimizi, araştırmacılarımız ve üniversitelerimiz ile buluşturarak teknoloji yoğun
üretime yönelik yeni ürün ve üretim yöntemleri geliştirmelerini sağlayacak bu kanun kapsamında 50 adet Teknoloji Geliştirme Bölgesi kurulmuş olup, faaliyette olan bölge sayısı 36’dır.
Faaliyette olan Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde
(Nisan 2013 itibariyle):
• Firma sayısı 2.209’a,
• İstihdam edilen personel sayısı 19.496’ya,
( 15.960 Ar-Ge, 3.536 Destek Personeli)
• Biten Proje Sayısı 10.783’e,
• Üzerinde çalışılan proje sayısı 5.717’ye
• İhracat 893 milyon A.B.D. Dolarına,
• Yabancı/yabancı ortaklı firma sayısı 72’ye,
• Yabancı sermaye yatırımı 683 milyon A.B.D Dolarına,
• Başvurusu yapılan/tasdik edilmiş patent sayısı 322’ye
ulaşmıştır.
Teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösteren firmaların
sektörel dağılımı
• % 54 Yazılım ve Bilişim
• % 9 Elektronik Sanayi
• % 5 Savunma Sanayi
438
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
% 4 Tasarım
% 3 Medikal Bio Medikal
% 3 Tıp
% 3 Enerji
% 2 Telekomünikasyon
% 2 İleri Malzeme
% 2 Makine
% 1 Otomotiv
% 2 Biyoteknoloji
% 1 Çevre
% 2 Kimya
% 1 Gıda
% 1 Tarım
% 0 Nanoteknoloji (% 1’in altında)
% 6 da diğer sektörler,
şeklindedir.
4691 Sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile Teknoloji
Geliştirme Bölgelerinde yer alarak faaliyette bulunan gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, münhasıran bu bölgelerdeki yazılım ve ArGe faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları gelir ve kurumlar vergisinden müstesna edilmiştir. Bunun yanısıra; 12.03.2011 tarih ve 27872
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6170 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ile 4691 Sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununa getirilen yeni düzenlemeler ile genel olarak;
• Bu Kanun Tasarısında Yer Alan Tanımlar, Frascatı ve Oslo Kılavuzlarına Uygun Bir Şekilde Yeniden Düzenleyerek Ülkemizde Ortak Tanım Birliğinin Oluşturulması,
• Değerlendirme Kurulu Üyeleri Arasında Maliye Bakanlığı
Temsilcisinin de Yer Alması,
• Arazi Kullanımı, Yapı ve Tesislerin Projelendirilmesi, İnşası ve
Kullanımıyla İlgili Ruhsat ve İzinlerin Bakanlık Tarafından Verilmesi,
439
• Hazineye Ait Taşınmazlar İçin Yönetici Şirket Lehine İlk Beş
Yılı Bedelsiz Olarak, Devam Eden Yıllar İçin Yatırım Konusu
Taşınmazın Emlak Vergi Değerinin Binde İkisi Karşılığında
Bedelle İrtifak Hakkı veya Kullanma İzninin Tesis Edilmesi,
• Yerel Yönetimlerin Yönetici Şirkete Katılımlarının Kolaylaştırılması,
• Yönetici Şirketin Yükümlülükleri Arasına, Kuluçka Merkezi ve
Teknoloji Transfer Ofisleri Kurma Yükümlülüğünün İlave
Edilmesi,
• Yönetici Şirket Kuruluş İşlemlerinin Daha Kısa Sürede Tamamlanması ve Bölgenin En Kısa Sürede Faaliyete Geçmesi
İçin Sürelere İlişkin Düzenleme Yaparak Sürecin Hızlandırılmasının Sağlanması,
• Üniversitelerin Döner Sermaye Gelirlerinden Yönetici Şirkete
Nakdi Sermaye Aktarımının Sağlanması,
• Alt Yapı ve İdare Binasına İlaveten, Kuluçka Merkezi İnşası İle
Ar-Ge ve Yenilik Faaliyetlerini Desteklemeye Yönelik Yönetici
Şirketçe Yürütülen veya Yürütülecek Kuluçka Programları,
Teknoloji Transfer Ofisi Hizmetleri ve Teknoloji İşbirliği Programları İle İlgili Giderlerin de Destek Kapsamına Alınması,
• Muafiyet Kapsamına 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununun da
Dâhil Edilmesi,
• Bölgelere Tanınan Her Türlü Destek, Teşvik ve İstisnaların,
5746 Sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanunla Paralellik Sağlamak Üzere 31 Aralık
2023 Tarihine Kadar Uzatılması,
• Ar-Ge Personelinin, Bölgede Yürüttüğü Görevle İlgili Olarak
Yönetici Şirketin Onayı İle Bölge Dışında Geçirmesi Gereken
Süreye Ait Ücretlerinin Bir Kısmının da Gelir Vergisi Kapsamı
Dışında Tutulması,
• İşletmelerin, Bölgede Başlatıp Sonuçlandırdıkları Ar-Ge Projeleri Sonucu Elde Ettikleri Teknolojik Ürünün Yatırımının Bölge
İçinde Yapılabilmesi,
sağlanmıştır.
440
Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde ağırlıklı olarak sırasıyla; Yazılım,
Bilişim, Elektronik, İleri Malzeme Teknolojileri başta olmak üzere; Tasarım, Nanoteknoloji, Biyoteknoloji, Otomotiv, Tıp Teknolojileri ve Yenilenebilir Enerji konularında çalışan yenilikçi firmalar yer almaktadır.
2. 635 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname Kapsamında
San-Tez Programı
Ülkemizdeki Ar-Ge alt yapısının önemli bir bölümü üniversiteler ve
kamu araştırma kurumlarında bulunmaktadır. Ancak ülke sanayinin
itici gücü olan özel sektör tarafından kurulan ve faaliyet gösteren ArGe birimi sayısı, bilim ve teknoloji alanında yetkin ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşüktür.
Sanayicilerimizin Ar-Ge'ye dayalı ihtiyaçlarının karşılanması ve
toplumsal düzeyde Ar-Ge talebi oluşturmak için ihtiyaçlara bağlı araştırma programları oluşturulması ve sanayicinin Ar-Ge ve teknoloji
ihtiyaçlarının üniversite bilimselliği kapsamında çözüme ulaştırılması
da önemli bir gerekliliktir.
SAN-TEZ Programı bu önemli gereklilik göz önüne alınarak ortaya çıkmış ve hazırlanmış olup, bu programın amacı; sanayi-üniversitekamu işbirliği ile gerçekleştirilecek yeni teknolojilere dayalı ürün ve
üretim yöntemlerine ilişkin çalışmaların projelendirilmesi, üniversitelerde yapılan akademik çalışmaların katma değer yaratacak ürün veya
üretim yöntemi olarak sonuçlandırılması, akademik bilginin ticarileştirilmesi ve sanayicinin ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen projelerle
daha fazla sayıda yüksek lisans ve doktora öğrencisinin desteklenmesidir.
SAN-TEZ Programı, "inovasyon ve Ar-Ge’nin önemini kavramış
kendi teknolojisini üreten ve satan, rekabet gücü ve refah seviyesi yüksek bir Türkiye" vizyonuna önemli bir katkı sağlamanın yanı sıra, üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi, üniversitelerimizde yapılan
bilimsel çalışmaların ticarileştirilerek ülkemize katma değer yaratacak
teknolojik ürün haline getirilmesinin sağlanması amacıyla başlatılmıştır.
441
Bu proje ile üniversitelerde yapılan yüksek lisans ve doktora tez
konularının sanayicinin ihtiyacına göre belirlenmesi ve çalışma sonucunda elde edilen akademik bilginin ticarileştirilmesi veya sanayicinin
rekabet gücü üstünlüğü elde edebilmesi için ihtiyacı olan teknoloji
tabanlı bir ürün veya yöntem geliştirilebilmesi konusunda üniversitelerle işbirliği yaparak know-how ve nitelikli insan unsurunun yetiştirilmesi hedeflenmiştir.
Söz konusu program kapsamında;
• 2006-2012 yılları arası söz konusu program kapsamında toplam 1.675 adet proje başvurusu yapılmış olup, bu başvurulardan 666 adedi desteklenmeye değer bulunmuştur.
• Projelerden 140 adeti tamamlanmış ve projeler, proje ortağı
firmaya rekabet gücü kazandıracak bir ürün veya üretim yöntemi ile sonuçlanmıştır.
Desteklenen projeler sektörleri açısından değerlendirildiğinde, Elektrik, Enerji, Nanoteknoloji, Genetik, Biyoteknoloji ve Genetik Tıp, Enformasyon, Fizik, Gıda, İleri Malzemeler, Kimya, Tekstil, İnşaat Malzemeleri ve Makine sektörlerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu veri,
yüksek katma değerli ürün üretimi ile rekabet gücünü artırmak, ithal
ikamesi sağlamak ve cari açığın en önemli nedenlerinden biri olan
ihracat içindeki ithal payının azaltılmasını sağlamak olarak belirlenen
program amacına ulaşılmasında önemli bir mesafe kat edilebileceğinin
göstergesidir.
Söz konusu program kapsamındaki destekler 635 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname çerçevesinde verilmekte olup, desteklenmesine
karar verilen San-Tez projelerinin toplam bedelinin azami % 75’i Bakanlıkça, en az % 25’i ise firma tarafından nakdi olarak karşılanmaktadır.
442
3. 5746 Sayılı “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesi Hakkında Kanun” kapsamında Ar-Ge Merkezleri,
Teknogirişim Sermaye Desteği ve Rekabet
Öncesi İşbirliği Projeleri
12 Mart 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5746 Sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Ar-Ge ve
yenilikçilik çalışmalarına yeni bir boyut kazandırılmış, Ar-Ge çalışması
yürüten yerli ve yabancı tüm işletmelerin, Ar-Ge harcamalarına önemli oranda teşvik ve muafiyetler sağlanmıştır.
5746 sayılı Kanun uygulanmasına yönelik olarak hazırlanan
“Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesine İlişkin Uygulama ve Denetim Yönetmeliği” kapsamında Ar-Ge faaliyetleri gerçekleştiren gerçek ve tüzel kişilere;
• Ar-Ge İndirimi,
• Gelir Vergisi Stopajı Teşviki,
• Sigorta Primi Desteği
• Damga Vergisi İstinası
gibi destek, teşvik ve istisnalar sağlanmıştır.
Bu Kanun çerçevesinde Destek, Teşvik ve Muafiyetlerden Yararlanan Mekanizmalar ise,
• Ar-Ge Merkezleri,
• Rekabet Öncesi İşbirliği Projeleri,
• Teknogirişim Sermayesi Desteği,
• Ar-Ge Ve Yenilik Projeleri,
• Teknoloji Merkezi İşletmeleri (TEKMER),
• Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (TGB)’dir.
12 Mart 2008 tarih ve 26814 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan ve
Nisan 2008 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5746 Sayılı “Araştırma
ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun” kapsamında yer alan; Ar-Ge Merkezlerinin kurulması, Rekabet Öncesi İşbirliği Projelerinin değerlendirilmesi, Teknogirişim Sermaye Desteğinin
verilmesi ile ilgili faaliyetler Bakanlığımızca yürütülmektedir.
Bu Kanun ile yenilikçiliğe odaklanmış, nitelikli istihdamı gelişmiş,
katma değeri yüksek ürünler üreten, verimliliği ve rekabet gücü yük-
443
sek bir ekonomik ortamın oluşturulmasını sağlayarak ülkemizin, uluslararası rekabet gücünün artırılmasını, yenilikçilik kapasitesinin geliştirilmesini ve dünyadaki gelişmelere uygun bir sanayi altyapısının
oluşturulmasını teşvik etmek amaçlanmıştır.
Ar-Ge Merkezleri
Ülkemizin Ar-Ge ve inovasyon kapasitesinin artırılmasına yönelik
olarak çıkarılan; ülkemizde Ar-Ge alt yapısını oluşturmuş, çok sayıda
Ar-Ge personeli çalıştıran ve ülkemizin GSYİH’daki Ar-Ge payına
katkıda bulunan yerli ve yabancı tüm büyük işletmelerin bu çalışmalarını daha da geliştirmelerini sağlamak ve kendi teknolojilerini üretmelerini desteklemek amacıyla 5746 sayılı Ar-Ge Kanunu kapsamında 50
tam zaman eşdeğer ve üzeri Ar-Ge personeli çalıştıran işletmelere
sağlanan bir teşvik mekanizması olarak geliştirilmiştir.
5746 Sayılı Kanunun Ar-Ge Merkezi Belgesi kapsamında sağlanan
teşvik ve muafiyetler, ülkemizde Ar-Ge payının artırılmasında büyük
katkısı bulunan bu işletmeler için büyük önem arz etmektedir.
5746 Sayılı Kanun Kapsamında;
Ar-Ge Merkezlerine yönelik olarak sağlanan destek, teşvik ve istisnalar ise şunlardır:
1. Ar-Ge indirimi
Ar-Ge ve yenilik harcamalarının tamamı
gelir vergisinden muaftır.
2. Gelir vergisi stopajı teşviki
Ar-Ge ve yenilik projelerinde çalışan
Ar-Ge ve destek personelinin gelir vergisinin
• Doktoralı olanlar için %90'ı
• Diğerleri için %80'i
vergiden indirilir.
3. Sigorta primi desteği
Ar-Ge ve destek personelinin sigorta primi
işveren hissesinin yarısı 5 yıl süreyle Maliye
Bakanlığı’nca karşılanır.
444
4. Damga vergisi istisnası
Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri ile ilgili kağıtlar
damga vergisinden muaftır.
5. Desteğin süresi
31/12/2023 tarihine kadar uygulanacaktır.
Bu teşvik, yabancı yatırımcıların da Ar-Ge Merkezlerini ülkemize
yönlendirmeleri ve ülkemizin bölgede Ar-Ge üssü haline gelmesinde
büyük rol oynayacak bir mekanizmadır.
• Söz konusu kanun kapsamında destek ve teşviklerden yararlanmak üzere Bakanlığımıza başvuran işletmelerden 142 işletmeye Ar-Ge Merkezi Belgesi verilmiş olup bu merkezlerde
toplam 15.000 Ar-Ge personeli istihdam edilmektedir.
• 2008-2012 yılları arasında Ar-Ge Merkezi belgesi alan işletmelerin Ar-Ge toplam cirolarından iki yıllık süre içerisinde yaptıkları harcama miktarı 5,5 Milyar TL’dir.
Teknogirişim Sermayesi Desteği
Teknogirişim Sermayesi Desteğinin amacı; yüksek eğitimli ve nitelikli
gençlerin teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini diğer mekanizmalardan da yararlanarak katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik etmektir.
Anılan programa; örgün öğrenim veren üniversitelerin herhangi
bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki
öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek
lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok
beş yıl önce almış kişiler başvurabilmektedir.
Destekten, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idaresi tarafından kabul edilmiş iş planına uygun biçimde ve destek başvurusundan
sonra ihdas edilmiş ve girişimcinin tek başına temsil ve ilzama yetkili
olduğu işletme yararlanabilir. İşletme yetkilisi, işletme düzeyinde
445
katma değer yaratan, bir veya birden çok gerçek veya tüzel kişiye ait
olan işletmeyi tek başına ve en geniş şekilde temsil ve ilzama yetkili
olan kişidir.
Kanun kapsamında desteklenmesi uygun bulunan girişimci, firmasını kurmasını müteakip en fazla 100.000,00 TL hibe destek ile bir
yıl süre boyunca desteklenecek olup, destek ödemeleri bir iş planı
çerçevesinde Bakanlığımız tarafından yapılmaktadır. Sağlanan destek;
belirtilen şartları taşıyan işletmelere yılı bütçesinde bir defaya mahsus
olmak üzere, teminat alınmaksızın ve hibe olarak verilmektedir.
Ülkemizde nitelikli insan transferini tersine çevirecek mekanizmalardan biri olan Teknogirişim Sermayesi Desteği ile ülkemizde nitelikli girişimciliğin özendirilmesi, bu girişimciler tarafından uluslararası
rekabet gücü olan, yenilikçi, teknoloji düzeyi yüksek ürün ve süreçleri
geliştirebilen firmaların oluşturulması hedeflenmektedir.
Söz konusu destek ile ülkemizde bilgi yoğun ve yenilikçi girişimcilik konusundaki farkındalığın artırılmasının yanında yüksek eğitimli, nitelikli gençlerin iş hayatına kazandırılması da sağlanacaktır.
 Teknogirişim sermayesi desteği kapsamında 2013 yılı bütçesi
52.550.000 TL’dir.
 2009 yılında Teknogirişim Sermayesi Desteği ile ilgili olarak
159 iş fikri başvurusu alınmış ve gerçekleştirilen paneller sonucunda 78 iş fikri desteklenmeye değer bulunmuştur.
 2010 yılı programı kapsamında 724 başvuru alınmış, bütçe imkânları doğrultusunda 102 girişimcinin kurmuş olduğu işletme desteklenmiştir.
 2011 yılı programında 859 başvuru yapılmıştır. Desteklenmeye
değer bulunan 272 girişimci ile işletmelerini kurmalarını müteakip sözleşme imzalanmıştır.
 2012 yılında ise Bakanlığımıza 1.597 başvuru yapılmış olup
desteklenmeye değer bulunan 288 girişimci işletmelerini kurarak Bakanlığımız ile sözleşme imzalamıştır.
 2013 yılı programında ilk defa on-line olarak web portal üzerinden başvurular alınmıştır. Bu yıl Bakanlığımıza 1.539 başvuru yapılmış olup 294 girişimci ile sözleşme imzalanmıştır.
446
 Özetle, Teknogirişim Sermayesi Desteği Programı uygulamaya
geçtiği günden bugüne kadar Bakanlığımıza toplam 4.878 adet
başvuru yapılmış olup değerlendirmeler sonucunda iş hayatına 1034 yeni nitelikli girişimci kazandırılmıştır.
Rekabet Öncesi İşbirliği Projeleri
Birden fazla kuruluşun; ölçek ekonomisinden yararlanmak suretiyle
yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlayarak verimliliği artırmak ve
mevcut duruma göre daha yüksek katma değer sağlamak üzere, rekabet öncesinde ortak parça veya sistem geliştirmek ya da platform kurabilmek amacıyla yürütecekleri, Ar-Ge faaliyetlerine yönelik olarak
yapılan ve fizibiliteye dayanan işbirliği anlaşması kapsamında, bilimsel ve teknolojik niteliği olan projeleri ifade etmektedir.
Başka bir deyişle stratejik işbirliği yapan bir veya daha fazla işletmenin; maddi, teknoloji ve bilgiye dayalı kaynaklarını bir araya
getirmek suretiyle yürüttükleri projelerdir.
Rekabet Öncesi İşbirliği Projeleri ile işletmelerin yeni süreç, sistem
ve uygulamalar tasarlayarak verimliliklerini artırmaları, mevcut duruma göre daha fazla Katma Değer sağlamaları amaçlanmaktadır.
Rekabet öncesi işbirliği projelerinde işbirliğini oluşturan kuruluşların bu işbirliğine yaptıkları katkılar, işbirliği protokolünde belirlenen
kuruluşlardan biri adına açılacak özel bir hesapta izlenir. Özel hesaba
aktarılan bu tutarlar, harcamanın yapıldığı dönemde katkı sağlayan
kuruluşların Ar-Ge harcaması olarak kabul edilir ve proje dışında başka bir amaç için kullanılamaz. Proje hesabında toplanan tutarlar, proje
özel hesabı açan kuruluşun kazancının tespitinde gelir olarak dikkate
alınmamaktadır.
Rekabet Öncesi İşbirliği Projeleri de Kanunla sağlanan tüm teşviklerden yararlanma imkanı bulunmaktadır.
Bu çalışmalar yanında, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın,
ülkemizin bilim ve teknolojide ileri ülkeler seviyesine gelebilmesi için
önümüzdeki beş yıllık dönemde yürütülecek Ar-Ge faaliyetleriyle
sanayicimizin ve girişimcilerimizin bilgi ve teknoloji yoğun üretime
447
geçmesi, toplam ihracat içinde yüksek teknolojili ürünlerin payının
artırılması amacıyla ;
• Ar-Ge Yatırım Destek Programı ve
• Tanıtım ve Pazarlama Destek Programlarını
uygulamaya geçirecektir.
Bu programların hayata geçirilmesi ile ülkemizde sermayenin
teknolojiye dönüşmesi, teknolojinin de sanayide yatırıma dönüşerek
daha fazla kazanç ve refaha dönüşmesi sağlanmış olacaktır.
448
Türkiye ve Almanya Arasında Akademik Değişim
ve İşbirliği Projeleri
Meltem GÖBEN
1. DAAD Nedir ve Ne Yapar?
DAAD, bilim sisteminin uluslararası bir kimliğe bürünebilmesi yolunda çaba sarfeden Alman üniversiteleri ile üniversiteli öğrenciler örgütüdür. Yaşadıkları ülke dışında öğrenim görebilmeleri ya da araştırmalarını yapabilmeleri için gerek yerli gerekse yabancı, üstün başarılı
öğrenci ve bilim insanlarına burs sağlamaktadır. DAAD aynı zamanda
yarının ülkelerarası işlev gören üniversitesi için kurumsal ve yapısal
koşulların yaratılması üzerinde çalışmaktadır.
DAAD, gelecekte zuhur eden görevlerin yalnız uluslararası bilim
sistemleri arasındaki etkin değişim sayesinde başarıyla göğüslenebileceğinin pekâlâ bilincindedir. DAAD en iyi çalışma ve araştırma olanaklarının yollarını açarak Alman üniversitelerinin yüksek kalitesine
ve uluslararası rekâbet gücüne katkıda bulunur.
DAAD, dış ülkelere yönelik kültür, eğitim ve bilim politikası ile
kalkınma işbirliği alanlarında görev üstlenmiş aracı bir kurumdur.
DAAD programları yurtdışında, Almanya’ya olduğu kadar Alman
kültür ve diline de ilgi uyandırmaktadır. Kurum, programlarını yurtiçi
ve yurtdışındaki partnerlerinin ihtiyaçları doğrultusunda düzenler.
Sınırlar ve sorunları aşarak köprüler kurar ve kültürler arasında açık
diyaloğa destek verir. Programları ve işbirliği yaptığı üniversitelerle
birlikte, kalkınmakta olan ülkelerde sosyal, ekonomik ve politik gelişmeleri ayrıca buralarda başarılı yükseköğrenim sistemlerinin kurulmasını destekler.
DAAD daha çok kamusal kaynaklarla finanse edilen, bağımsız bir
kuruluştur. Teşvik kararlarını şeffaf yöntemlerle tarafsız bilim adamla-
449
rının raporlarına dayandırararak verir. DAAD, program yönetiminde
ve dünyanın tüm bilim sistemlerine vakıf üstün yeti ve yeterliliğe sahip profesyonel bir kuruluştur.
DAAD Avrupa’da, Almanya merkezli bir kuruluş olup Avrupa
geneline yayılmış bir üniversite ve araştırma alanı oluşturmak üzere
katkıda bulunur, dünyanın her bölgesinde ortak kuruluşlarıyla Avrupa için uğraş verir.
DAAD, hedeflerine özellikle üç yoldan ilerler:
I. En iyilere burs: Titiz seçme yöntemleriyle performansını kanıtlamış ve gelecekte sorumluluk üstlenmek isteyen en iyi
Alman ve yabancı öğrencilere, bilim insanlarına burs verilmesi ilkesiyle hareket eden DAAD, önceleri olduğu gibi bundan
böyle de uluslararası görev bağlamında sadece üstün yetenekli kişileri destekleyen ve destekleyecek olan bir kurumdur.
II. Kozmopolit yapılar: Yurtiçinde ve yurtdışında yüksekokul
yapıları oluşturmak (uluslararası bölümlerden, çift taraflı
üniversite kurmaya ve mesleki ağlara kadar); uluslararası kalifikasyon, hareketlilik ve diyaloğu mümkün kılmak, böylelikle araştırma ve öğretimin kalitesini yükseltmek.
III. Ekspertiz raporları geliştirmek ve bunları hazır bulundurmak: DAAD’nin kendi çalışmaları ve bağlantıları vasıtasıyla
elde ettiği uluslararası başarılara haiz işbirlikerinin yapılabilmesi için elzem olan eğitim kültürü ve bilim sistemlerine ilişkin elde ettiği verileri sistematize etmek, geliştirilmek ve bunları ilgilenenlerin kullanıma sunmak.
1.1. DAAD’nin Hedefleri ve Görevleri:
Ondört yurtdışı şubesiyle oluşturduğu küresel ağı ve 51 danışma merkezi neredeyse dünyanın her bucağında DAAD için çalışmaktadır.
Bonn ve Berlin’de, yurtdışındaki şubelerde ve danışma merkezlerinde
bulunan çalışanların ekspertiz raporları, her bir projeye farklı görüşlerden uluslararası deneyim akışını garanti etmektedir. DAAD’nin
misyonu çok uzun zamandan bu yana burs dağıtımının ötesine geç-
450
miştir; öyle ki kurum, öğrencilerin, bilim insanlarının, yüksekokul
mezunlarının ve sanatçıların hareket yetisini, keza Alman üniversitelerinin uluslararasılaşmasını teşvik eder. DAAD ayrıca Alman yüksekokulları ve araştırma merkezlerinin dünya çapında tanıtımını yaptığı
gibi kalkınmakta olan ülkeleri yüksek performanslı üniversiteler
edinme yolunda destekler, yurtdışında Alman dilinin yaygınlaşması
için çaba sarfeder, Almanya’yı küreselleşmiş dünyada daha açık ve
daha rekabetçi yapabilmek için ise kültür, eğitim ve kalkınma politikalarında danışmanlık hizmetinde bulunur (bkz. şekil 1, Orijinal metnin
sonunda).
Şekil-1: DAAD’nin hedefleri ve görevleri *
1.2 DAAD’nin Bütçesi
DAAD bütçesi ağırlıklı olarak bazı federal bakanlıkların kaynaklarından temin edilir. Bu bakanlıklar arasında özellikle Dışişleri; Eğitim ve
Araştırma ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlıkları öne çıkmaktadır. Ayrıca Avrupa Birliği’nden, bazı şirket, örgüt ve yabancı hükümetlerden de malî kaynak aktarılmaktadır. DAAD’nin giderek artan
451
uluslararası önemi, yıllık bütçenin geçirdiği evrelerden de gayet iyi
anlaşılabilir: Bütçe 1990 yılından bu yana 134,6 milyon AVRO’dan
383,6 milyon AVRO’ya yükselerek hemen hemen üç kat artmıştır.
Bursla desteklenenlerin sayısı ise aynı süre içinde yaklaşık 34.000’den
iki katından fazlasına artarak toplam 68.972’ye ulaşmıştır. Karşılaştırma: DAAD’nin 1950 yılında yeniden kuruluşunda yaklaşık 75.000
AVRO’luk bir bütçe, yaklaşık 400 öğrenciye yetiyordu (bkz. şekil 2,
Orijinal metnin sonunda).
Şekil 2: DAAD’nin Bütçesi*
2. Türkiye’de DAAD
Ankara ve İstanbul’daki DAAD Danışma Merkezleri (IC)
Ankara ve İstanbul’da 2000 yılında kurulan her iki DAAD Danışma Merkezi üniversitelerarası işbirliği ve akademik değişimle ilgili
her türlü konuda başvuru yapılacak yerlerdir. Bunların görevleri arasında bir araştırma ve öğrenim merkezi olarak Almanya’yı gündemde
tutmak, bu alandaki fuarlarda ülkeyi temsil etmek ve nitekim burs
başvurularında danışmanlık hizmeti sunmak sayılabilir.
452
Okutmanlar ve Asistanlar
2012/2013 öğretim yılında DAAD tarafından gönderilen 13
(2011/12:11) okutman ve dil asistanı Türkiye’de görev yapmıştır. Alman filolojisine ve yetişmekte olan Almanca öğretmenlerinin eğitimine
destek vermenin yanısıra öğrenim ve burs danışmanlığı, yabancı kültür ve eğitim politikasına ilişkin diğer meseleleri kavramak, okutmanların ve dil asistanlarının asli görevleri arasındadır. Eskişehir Anadolu
Üniversitesi ve Konya Selçuk Üniversitesi’ndeki okutmanlık kadrolarının her ikisi de 2012/2013 eğitim döneminde kurulmuştur.
3. Almanya ve Türkiye Arasında Akademik Değişim
Günümüzde pek az Avrupa ülkesinde birçok bakımdan Türkiye’deki
kadar dinamizm görülmemektedir; ne iktisadi ve siyasî ne de bilimsel
bağlamda.
Almanya ile Türkiye arasındaki bilimsel ilişkiler tarihsel bağlamda özel bir süreci ardında bırakmıştır. Kökeni Osmanlı İmparatorluğu
dönemlerine kadar uzanan bu ortaklık, daha önce hiç ulaşamadığı bir
düzeydedir. İki ülke arasında süregelen bilimdeki bu işbirliğinin önü
alabildiğine açıktır, çünkü üniversiteler arası ortak yaklaşımlara ve araştırmalardaki işbirliklerine duyulan ilgi hiç azalmadan sürmektedir.
Her iki ülkede de bilim alanında etkinlikleri kaynaştırma ve birbirinden yararlanma arzusu eskiden olduğundan daha da güçlüdür.
Nitekim 2013 Yüksekokul Rektörleri Konferansı’nın “Yükseköğrenim
Pusulası” (Hochschulkompass) adlı üniversite rehberi işlevli internet
bilgilendirme portalında Alman ve Türk yüksekokulları arasında bugün itibariyle 815 adet yüksekokul işbirliğinin yürürlükte olduğu
(bunlardan 697’si Erasmus Anlaşması) kayıt altına alınmıştır. Ortaklık
sayısı son üç yılda ikiye katlanmıştır (2012: 733, 2011: 709, 2010: yaklaşık 400), ve öyle ki, bu arada Türkiye, Alman üniversitelerinin en fazla
tercih ettiği ülkeler arasında, (Fransa, İspanya, ABD, İngiltere, İtalya,
Polanya ve Çin’in ardından) sekizinci sırada yer almaktadır. Toplam
167 Türk yükseköğrenim kurumundan 88’i, Almanya’dan da 69’u
üniversite, 74’ü meslek yüksekokulu ve onbir tanesi sanat ve müzik
yüksekokulu olmak üzere 154 bilim yuvası bu kooperasyonlara
453
katılmıştıır. Sözkonusu bilimsel işbirliklerinde ağırlıklı olarak Erasmus
Anlaşması söz konusudur.
UNESCO‘nun verilerine göre (Global Education Digest 2012) 2010
yılında toplam 49.116 Türk öğrenci yurtdışında, 25.838 yabancı öğrenci
de Türkiye’de öğrenim görmekteydi. Almanya yıllardan beri Türk
öğrenciler açısından ABD’nin ardından tercih edilen ikinci öğrenim
ülkesidir. Bunları Bulgaristan, Azerbaycan ve İngiltere izlemektedir.
4. İstanbul’daki Türk-Alman Üniversitesi
2006 yılının ortalarından itibaren başlayan bir Türk-Alman Üniversitesi kurma tartışmaları ardından hayat bulan üniversite, Alman ve Türk
yüksekokul işbirliğinin parlayan yıldızı olarak hem Alman hem de
Türk hükümetleri düzeyinde desteklenmektedir. DAAD, projeyi Federal Dışişleri ve Federal Eğitim Öğretim ve Araştırma bakanlıkları
mutabakatı dahilinde hazırlamak üzere görevlendirilmiş ve konuya
ilişkin tüm temel maddeleri kağıda dökmüş, nitekim bu maddeler
bağlamında ikili görüşmeler yürütülmüştür. Her iki taraf da TürkAlman Üniversitesinin (TAÜ) orta vadede 5000, uzun vadede ise
20.000 öğrenci kapasiteli yüksek düzeyde, özgün profilli bilimsel ve
kurumsal olarak İstanbul’da hayata geçmesi yönünde görüş birliğine
varmıştır. Beş fakülte açılması planlanmıştır:
1. Mühendislik Bilimleri
2. Fen Bilimleri
3. İktisadi ve İdari Bilimler
4. Hukuk Bilimleri
5. Kültür ve Sosyal Bilimler
Üç Aşamalı Öğrenim Sistemi (BA, MA, PhD): Özgün profili kapsamında Federal Almanya Yüksekokul Konsorsiyumu’nu da yanına
alan TDU, Alman dilinde mümkün olduğunca çok ders olanakları
sunduğu gibi öğrenim sonunda öğrenciyi olabildiğince Alman yükseköğrenim sistemi uyarınca bir mezuniyetle de uğurlamayı hedefler.
Alman tarafının ortaklık çalışmaları Alman Eğitim ve Araştırma Bakanlığı tarafından finanse edilecektir. 29 üye üniversite ve DAAD’nin
yer aldığı Alman Konsorsiyumu Türk ve Alman hükümetleri arasın-
454
daki anlaşmanın gerçekleşmesi için Alman tarafına katkı sağlamakta
ve Türk tarafını TAÜ’nün kurulmasında ve faaliyetlerinde destekleyecektir. Federal Parlamento eski başkanı Prof. Dr. Rita Süssmuth üniversite konsorsiyumu başkanlığına seçilmiştir. Yukarıda sözü edilen
beş fakülte ve TAÜ’nün yabancı dil merkezi için K-TAÜ başkanlık
makamında bir başkan vekili ile temsil edilen yetkili bir Alman üniversitesi, Alman tarafının koordinasyonunu üstlenmiştir. Yetkililer
kendi açılarından, ilgili fakültenin eğitim ve araştırmalarında birlikte
çalışacak üniversitenin yapacağı işleri koordine edecektir.
• Hukuk Bilimlerinden Sorumlu: Berlin Hür Üniversitesi (Prof.
Dr. Philip Kunig)
• Fen Bilimlerinden Sorumlu: Potsdam Üniversitesi (Prof. Dr.
Secker)
• Mühendislik Bilimlerinden Sorumlu: Berlin Teknik Üniversitesi (Prof. Dr. İng.
• Jörg Steinbach)
• İktisadi ve İdari Bilimlerden Sorumlu: Köln Üniversitesi,
Münster Üniversitesi
• ile birlikte (Prof. Dr. Wolfgang Wessels‚ Köln Üniversitesi)
• Kütür ve Sosyal Bilimlerden Sorumlu: Heidelberg Üniversitesi
(Prof. Dr. Vera Nünning)
• Yabancı Diller Merkezinden Sorumlu: Bielefeld Üniversitesi
(Prof. Dr. Uwe Koreik)
TAÜ’nün ilk öğrencileri 2011/2012 öğretim yılı kış döneminde
“Master of Science in Manufacturing Technology” (MMT) dalında
Almanya’da Dortmund Teknik Üniversitesi burslu öğrenim için kabul
edilmiştir. Bu dal Dortmund Teknik Üniversitesi’nde sunulmaya devam edilecektir. Geçici bir süre için kullanılacak olan binaların tamamlanmasından sonra eğitim 2013/2014 güz döneminde üç lisans programı ile başlayacaktır. Bunlar Hukuk Bilimleri, Teknik Mekatronik
Sistemler ve İşletme bölümleridir. 2013/2014 güz döneminde lisans
programlarının yanısıra „MA European and International Affairs“ ve
„MA Kültürlerarası Yönetim“ yüksek lisans programları da başlatılacaktır.
455
5. Bireysel Destek (DAAD Burs Programları)
5.1 Toplam Destek
Türkiye ile yürütülen değişim kapsamında 1993 ile 2011 yılları arasında 15.059 öğrenci, mezun ve bilim insanı ve diğer yüksekokul mensubu DAAD’nin kaynaklarından destek görmüştür; bunların 10.476’sı
Türkiye’den 4.583’ü ise Almanya’dandır. Sadece 2011 yılında toplam
936 kişi (Avrupa hareketlilik programları olmaksızın) desteklenmiştir:
bunların ise 635’i Türkiye’den, 301’i Almanya’dandır (bkz. Tablo 1,
metnin sonunda).
5.2 Türk Öğrenciler, Mezunlar ve Bilim İnsanları için Bireysel Burslar
Türkiye’den gelen Türk öğrenciler, mezunlar ve bilim insanları için
bireysel destekler şu DAAD burslarını kapsamaktadır: Almanya’da
yoğun dil kursları, yüksekokul yaz kursları, öğrenci grupları için inceleme gezileri ve stajları, doktora öğrencileri ve genç bilim insanları için
araştırma bursları, üniversite öğretim elemanları ve bilim insanları için
araştırmalar yapmak üzere konaklamalar ve eski bursiyerlerin yeniden
davet edilmesi. 2012/2013 akademik yılında toplam 163 burs verilmiştir (bkz. Tablo 2, metnin sonunda).
5.3 Özel Program “Türk Eğitim Vakfı Araştırma Bursları” (TEV)
DAAD’nin „Türk Eğitim Vakfı“ (TEV) ile yaptığı anlaşma uyarınca
1998 yılından beri her yıl Alman üniversitelerinde iki yıllık yüksek
lisans öğrenimini tamamlayacak öğrenciler için burs verilmektedir.
Dışişleri Bakanlığı kaynaklarıyla DAAD ve TEV program masraflarını
yarı yarıya üstlenmektedir. DAAD ayrıca hazırlık bağlamına sunulan
ve genelde iki ay süren dil kurslarının masraflarını da karşılamaktadır.
1998’den 2012’ye kadar bu türden toplam 404 burs verilmiştir (bkz.
Tablo 3, metnin sonunda).
456
6. Kurumsal Destek - DAAD’nin Türk Yüksekokul Partnerleri
Ortaklığında Yürütülen Üniversite Projeleri
2012 yılında toplam 16 Türk-Alman yüksekokul ortaklığı değişik programlarla desteklenmiştir.
a. Alman Yüksekokullarının Yurtdışında Sunduğu Araştırma
Olanakları
Yurtdışında araştırma olanaklarının geliştirilmesi, Alman üniversitelerinin uluslararası kimliğe bürünmesi, yüksek kaliteli bilim insanları ve araştırmacıların kazanılması, küresel rekabet gücü, işte bütün
bunlar, 2001 yılında Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı kaynaklarıyla hayat bulan „Alman Üniversiteleri Yurtdışı Araştırma Olanakları
Programı“ hedeflerinin özetidir. Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı kaynaklarıyla bugüne değin üç yüksek lisans programı desteklenmiştir. Araştırma programına katılanlar bir seçme-eleme yöntemiyle
Dışişleri Bakanlığı kaynaklarından “sur-place” yani yerinde verilen
bursları almaktadırlar. Alman üniversitelerinin aşağıda belirtilen bazı
yükseköğrenim olanakları da Türkiye’de bu program üzerinden desteklenmiştir.
(GeT MA) - German Turkish Masters Program in Social Sciences
(Türk-Alman Sosyal Bilimler Yüksek Lisans Programı):
• Berlin Humbolt Üniversitesi & Ortadoğu Teknik Üniversitesi
(ODTÜ)
• Modernleşme, demokratikleşme, Avrupalılaşma ve göç ağırlıklı sosyal bilimler
• Mezuniyet türü: Sosyal bilimler yüksek lisansı kapsamında iki
diplomalı (Dual
Degree, Master of Arts in Social Sciences)
• Öğrenim süresi: 2 yıl
• Öğrenim dilleri: Almanca, İngilizce
457
Bu yüksek öğrenim türü çok başarılıdır ve Türk yükseköğretim
sisteminde kendine bir yer edinmiştir. Yükseköğrenim görenlerin bu
tür eğitime olan ilgileri artış gösterme eğilimindedir.
European Studies (MA Avrupa Çalışmaları)
•
•
•
•
Hamburg Üniversitesi & Antalya Akdeniz Üniversitesi (AKD)
Avrupa çalışmaları (siyaset, iktisat ve hukuk bilimleri)
Mezuniyet türü: Yüksek lisans (Master of Arts)
Öğrenim süresi: 4 dönem
[Program sonlandırılmıştır]
IMAT - International Material Flow Management (MA Uluslararası
Madde Akım Yönetimi)
• Trier Meslek Yüksekokulu & Antalya Akdeniz Üniversitesi
(AKD)
• Uluslararası madde akım yönetimi (International Material
Flow Management) (IMAT) ağırlıklı olarak: çevre ekonomisi/çevre hukuku, malzeme akışı yönetimi, yenilenebilir enerjiler
• Mezuniyet türü: Türk Alman mühendislik yüksek lisansı
(M.Eng.)
• Öğrenim süresi: 2 yıl
• Öğrenim dili: İngilizce
Program Türk yükseköğrenim uygulamalarıyla uyumlaştırılmış
olup öğrenci kayıtlarında belirli bir artış gözlenmiştir. Bu öğrenim
diğer Türk üniversiteleri ile işbirliği içinde yürütülmektedir.
b. Uyumlu, Uluslararası Çift Diplomalı Öğrenim Türleri. Almanca-Türkçe Yüksek Öğrenim Türleri
Federal Eğitim ve Araştırma Bakalığı kaynaklarıyla desteklenen
universite ve meslek yüksekokullarındaki “uyumlu, uluslararası çift
diplomalı” öğrenim türleri, kısmen Almanya’daki kısmen de yabancı
ülkelerdeki üniversite ve meslek yüksekokulları mezuniyetlerine aynı
anda ulaştıracak biçimde, bir başka deyişle “joint degree” (ortak diplo-
458
ma) veya “double degree” (çift diploma) olarak tasarlanmıştır. Bir yılı
hazırlık olmak üzere dört yıla kadar deneme ve üç yıla kadar da konsolidasyon süreçleri olmak üzere toplam üç aşamada değerlendirilebilecek
destekleme programı en fazla sekiz yıl sürebilir. Bu program üniversitelerdeki ve meslek yüksekokullarındaki tüm bölümlere açıktır. Şu an
itibariyle desteklenen öğrenim türleri yaklaşık beheri üçte bir oranında
olmak üzere Hukuk, Ekonomi ve Sosyal Bilimler; Dil ve Kültür Bilimleri
ile nitekim Mühendislik Bilimleri kapsamında bulunmaktadır. Aşağıda
belirtilen Almanca-Türkçe öğrenim dalları desteklenmektedir:
Master of Arts in European Studies (Avrupa Çalışmalarında Yüksek
Lisans)
•
•
•
•
Viadrina Avrupa Üniversitesi – İstanbul Bilgi Üniversitesi
Mezuniyet türü: Yüksek lisans (Master of Arts)
Öğrenim süresi: 4 dönem
Öğrenim dili: İngilizce
İlk 2 dönem yurt içinde (Almanya veya Türkiye), üçüncü ve tercihe bağlı olarak dördüncü dönem yurt dışında
• Staj
Türk ve Alman Ekonomi Hukuku Yüksek Lisans Programı
• Köln Üniversitesi – İstanbul Bilgi Üniversitesi
• Mezuniyet türü: Hukuk Yüksek Lisansı (Master of Laws LLM)
• Öğrenim Dilleri: Almanca, Türkçe, İngilizce
Hukuk Bilimleri Lisans Programı
• Köln Üniversitesi- İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi
• Mezuniyet türü: Hukuk Lisansı (Master of Laws) (LLB)
• Öğrenim süresi: 4 yıl (1. ve 2. yıl Köln’de, 3. ve 4. yıl İstanbul’da)
• Öğrenim Dili: İngilizce
Intercultural/Transcultural Communication (Kültürlerarası İletişim
Master Programı)
• Bremen Üniversitesi - İstanbul Kadir Has Üniversitesi
459
• Mezuniyet türü: Yüksek Lisans (Master of Arts)
• Öğrenim süresi: 2 yıl ( 2 sömester yurtiçinde, 2 dönem yurtdışında)
• Öğrenim dili: Almanca, İngilizce
c. Yurtdışında Geçen Bir Yıl Dahil Dört Yıllık Lisans Öğrenimi
Sunmak Üzere Oluşturulan “Lisans Plus” Öğrenim Türü
Bu program, Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı kaynaklarıyla, öğrenim süresini uzatmaksızın öğrencilerin bir yıllarını yurt dışında
geçirdikleri, özel disiplinlerarası ve/veya mesleğe hazırlayan türden
beceriler elde ettikleri dört yıllık lisans türlerini desteklemektedir. Bu
yükseköğrenim türleri, öğrencinin anayurdunda ya da yurtdışında
kazandığı akademik becerileri karne, diploma ya da aldığı herhangi
bir mezuniyet belgesine teamüllere uygun biçimde ekletebilmesi durumunda onun lisans diploması almasını sağlayacaktır. Program ilk
kez 2009 yılında öğrencilere sunulmuştur. 2012/2013 kış sömesteri
itibariyle toplam 65 proje bulunmaktadır, bunlardan dördü TürkAlman tarzında projelerdir.
Sosyal Çalışmada Uluslararası Lisans
• Berlin Alice Salomon Yüksekokulu – Ankara Hacettepe Üniversitesi
International Business Administration Exchange
• Berlin Hukuk ve Ekonomi Yüksek Okulu – İzmir Ege Üniversitesi
BSc. Şehir Planlama Lisansı
• Weimar Üniversitesi – İstanbul Teknik Üniversitesi
Kısmi Öğrenim Programı “Göç ve Küreselleşme”
• Darmstadt Yüksekokulu – İstanbul Maltepe Üniversitesi
460
d. Germanistik / Alman Dili ve Edebiyatı Bölümleri Ortaklıkları
1993 yılından bu yana Almanya Federal Dışişleri Bakanlığı tarafından desteklenen “Germanistik Enstitüleri Ortaklıkları” programı
yurtdışında Alman dilinin teşvik edilmesinde kendini ispatlamış bir
araçtır. Bölgesel ağırlık öncelikleri Orta ve Doğu Avrupa ile Rusya
Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinde idi. Ancak program 2008
yılından sonra Asya, Latin Amerika ve Afrika ülkelerindeki projelerin
de hizmetine sunulmuştur. Germanistik Bölümleri Ortaklıkları tarafından sunulan bu program yerel Alman filolojilerini öğretim ve araştırma alanlarında desteklemeyi, yürütülmekte olan tartışmalara içeriksel ya da yöntemsel bağlamda katılmayı hedefler. Kuruluşun bir başka
amacı da bilimde yeni yetişen kuşağı desteklemektir. Burada ulaşılmak istenen, ileride yüksekokullarda dil öğretimi yapacak olan genç
bilim insanlarının kendi başlarına dallarında eğitim ve araştırmada
akademik yeterliliğe sahip olmalarını, yürütülmekte olan bilimsel tartışmalara içerik ve yöntem bağlamında katılabilecek düzeyde olmalarını sağlamaktır. Bu hususlar dışında kürsü ve bölüm haricinde de
kuruluşun varlığından söz ettirmeyi sağlamaya yönelik çabalarda
bulunmak her daim önplandadır. Öte yandan salt dil öğretimi, hedefleri arasında değildir bu programın. 2012’den bu yana Almanya ile
Türkiye arasında enstitüler düzeyinde hayat bulan bilimsel iki ortaklık
da keza desteklenmektedir:
• Hamburg Üniversitesi – İstanbul Üniversitesi
• Saarland Üniversitesi – Ankara Üniversitesi
e. İslam Dünyası ile Yüksekokul Bazında Diyalog
Bu program kapsamında „İşbirliği Yoluyla Diyalog“ konsepti
uyarınca İslam’ın etkin olduğu ülkelerle kültürel ilintisi bulunan akademik ortaklık projeleri 2006 yılından bu yana Almanya Federal Dışişleri Bakanlığı kaynaklarından desteklenmektedir. Sözkonusu diyalog
ortak bilimsel çıkarlar temelinde uzman işbirliği yoluyla olusturulup
kalıcı olabilmesi için desteklenmektedir. Alman üniversitelerinin İslam
dünyasındaki akademik paydaslarıyla tüm bölümlerde yürüttüğü
ortak projeler desteklenmektedir. Öğrenciler ve genç bilim insanları
değişim programlarıyla, örneğin düzenlenen yaz okulları, çalıştaylar
461
ve konferanslar sırasında birbirleriyle hem mesleki hem de kişisel ilişkiler kurma olanağı bulmaktadırlar. Sözkonusu projelerde ayrıca öyle
bir zemin hazırlanmaya özen gösterilmektedir ki, bu zemin üzerinde
özellikle, açıkça ya da “yanısıra” dinî veya genel kültüre ilişkin farklılıkları ya da ortak yanları saptayıp bunları işbirliği kapsamında değerlendirmek üzere çaba sarfedilmektedir. Diyaloğun güçlendirilmesinin
yanısıra yükseköğrenim modernize edilmeli, paydaş enstitüler bir
ağda toplanmalı ve toplumların gelişimine katkı sağlayacak katılımların önü açılmalıdır. Bu işbirliği kapsamıda Türkiye’den üç üniversitenin sunduğu proje desteklenmektedir:
İklim Değişimi ve Sivil Güvenlik
• İnşaat mühendisliği dalında Siegen Üniversitesi, Mısır’dan
Port Said Üniversitesi (Universty of Port Said) ve İsmailiye Süveyş Kanalı Üniversitesi (Suez Canal University in Ismailia),
Türkiye’den İstanbul Teknik Üniversitesi (Technical
University of İstanbul) ve İstanbul Yıldız Üniversitesi (Yıldız
University of İstanbul) arasında yürütülen ortak proje. Bu projenin amacı, iklim değişikliğinin jeoite, yani toprak, taş ve yeraltı suyuna yaptığı etkileri, uluslararası bilimsel bir ağ içinde
araştırmaktır.
Sustainability in textile practice - Intercultural dialogue with traditional
symbols in contemporary design – (Tekstil Uygulamalarında Sürdürebilirlik- Çağdaş Tasarımda Geleneksel Sembollerle Uluslararası Diyalog)
• İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi ile Flensburg Üniversitesi
arasında tekstil tasarımı alanında yürütülen işbirliği projesi.
Proje, tekstilde yüzey uygulaması üzerine odaklanıyor. Her yıl
değişimli olarak İslam Dünyası’nda faaliyet gösteren ve tekstil
uygulamalarının özellikle kadın elinden çıkmasını teşvik eden
kooperatif ve vakıflarl a işbirliği anlaşmaları öngörülür.
462
Akıllı Otomasyon Alanında Sanayi ve Araştırma Sektörlerinde İşbirliğinin Desteklenmesi İçin OWL-İstanbul Forumu
• Bu proje Ostwestfalen-Lippe (OWL) Üniversitesi ile İstanbul’daki Marmara Üniversitesi arasında elektroteknik alanında
ilk aşamadadır ve sanayi ile akıllı otomasyon alanının araştırılması arasında işbirliğini desteklemek için uzun vadeli aktif
görev üstlenecek OWL-İstanbul Forumu’nun kurulmasını hedefleyen hazırlık önlemlerini hedeflemektedir.
7. Sonuc ve İşbirliğine Dair Diğer Konular
Türkiye’de üniversite öğrencisi sayısı sürekli artış eğilimindedir ve
yurtdışında staj, hizmet içi eğitim ve yüksek öğrenim yoluyla kazanılan niteliklerle daha iyi meslek edinme şansı olduğu gözlenmektedir.
Uluslararası öğrenim büyük itibar görmektedir ve bu yönde talep oldukça yoğundur. Öğrencilerin ve yüksekokulların bu yöndeki gereksinim ve beklentileri, yalnız ortak destek programlarının arzı ile karşılanabilir. DAAD bu yöndeki beklintilere hem bireysel hem de kurumsal
destek olanaklarıyla katkıda bulunmaktadır. Türkiye’de üniversitelerin
hızlı gelişimi gözönünde bulundurulduğunda gerek akademik bağlamda gerekse meslekî öğretim ve öğretim sonrası alanlarda yeni yetişen
öğretim elemanı ihtiyacı devam edecektir. Ancak halen görev yapmakta
olan üniversite personelinin niteliği önceliklidir. Bunun için, örneğin
yurtiçi ve yurtdışında doktora programlarına gerek vardır.
Yüksekokullardaki yapısal değişiklikler, her iki tarafta yetkinin ve
hukuk çerçevesinin tam olarak bilinememesi, iletişimde eksikliği hissedilen bireysel ve kurumsal süreklilik, ortaklık arayışında olan üniversiteleri sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Konferanslar, toplantılar ve ortak bilimsel aktiviteler yüksekokullara iletişim ağlarını
çoğaltma ve yeni ortaklıkları hayata geçirme olanağı vermektedir. Bu
anlamda „Türk-Alman Bilim Yılı“ yeni ortaklıklar kurmak için iyi bir
fırsat ve araç olarak değerlendirilmelidir. DAAD’nin, Federal Eğitim
ve Araştırma Bakanlığı olanaklarıyla 30 ülkede paydaşlarıyla birlikte
sunduğu programlar tarzında iki taraflı araştırma projeleri de kuşkusuz büyük ilgi görecektir (Proje Bazlı Personel Değişim Programları).
463
Kaynakça
DAAD
Jahresbericht
2011,
https://www.daad.de/portrait/service/
publikationen/08978.de.html
DAAD Hochschulgründungen im Ausland - TDU, https://www.daad.de
/hochschulen/hochschulprojekte-ausland/hochschulenausland/18495.de.html
DAAD Strategiepapier, https://www.daad.de/portrait/presse/pressemitteilungen/2013/23670.de.html
DAAD Stipendiendatenbank, https://www.daad.de/deutschland/stipendium
/datenbank/de/12359-stipendien-finden/
DAAD: Der akademische Austausch mit der Türkei - Sachstand 2012,
(Stand: Mai 2013)
Erasmus-Statistiken der Europäischen Kommission, http://ec.europa.eu
/education/erasmus/doc920_en.htm
Hochschulrektorenkonferenz: Hochschulkompass; www. hochschulkompass. de
464
Şekil-1: DAAD’nin hedefleri ve görevleri*
*Veriler 2013 Harcamaları
Şekil 2: DAAD Bütçesi*
*Rakamlar 2013 (Plan)
465
Tab. 1: DAAD Bursları – Türkiye/Almanya toplam destek
Rapor yılı
Türkiye’de destek Almanya’da
alanlar
destek alanlar
destek alanlar
2011
635
301
936
2010
605
321
926
2009
717
268
985
2008
620
212
832
2007
677
223
900
2006
573
247
820
2005
567
427
994
2004
650
253
903
2003
862
276
1138
2002
662
152
814
2001
581
258
839
2000
526
250
776
1999
437
158
595
1998
472
315
787
1997
344
190
534
1996
466
167
633
1995
381
174
555
1994
358
155
513
1993
343
236
579
466
Tab. 2: Türk öğrencileri, yüksek lisanslılar ve bilim adamları:
2012/2013 Akademik yılı
Program
Baş vuran
sayısı
Destek alanlar
Yıllık burslar (Toplam)
183
54
-Öğrenim bursları TEV) s.u
134
40
- Araştırma bursları
44
14
- Musik
5
0
-Kısa araştırma bursları
23
8
Araştırma ikamet
36
11
Tekrar davet edilme
12
6
Üni.yaz kursları
160
63
Yoğun dil kursları
165
21
Toplam
579
163
Tab. 3: Özel program „Türk
Eğitim Vakfı TEV İnceleme Bursları“
2009
2010
2011
2012
Burs sayısı
32
35
40
39
DAAD’nin harcamaları EUR
616.395,89
399.943,49
444.543,71
516.617,76
467
YAZARLAR DİZİNİ
Aslı AKÇAYÖZ
Aslı Akçayöz, Lisans eğitimini Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladıktan sonra yüksek lisansını Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalı'nda yapmıştır.
Akçayöz, halen Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)
Uluslararası İşbirliği Daire Başkanlığı ve İkili ve Çoklu İlişkiler Müdürlüğü
bünyesinde görev yapmaktadır.
[email protected]
Prof. Dr. H. Seval AKGÜN
Prof. Dr. Akgün, Halk Sağlığı Profesörü olan Dr. Seval Akgün, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Oklahoma Üniversitesi Halk Sağlığı Okulunda öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Epidemiyoloji, veri yönetimi, sağlık hizmetlerinde ve eğitimde kalite ve akreditasyon, hasta güvenliği, hastalık yükü,
toplum beslenmesi gibi pek çok alanda 25 yıldan fazla deneyime sahip olan
Prof. Akgün aynı zamanda sağlık hizmetlerinde kalite alanında uzun yıllardır
teorisyen ve uygulayıcı olarak çalışmaktadır. Prof. Akgün’ün yürüttüğü uluslararası işbirliği ve teknik destek çalışmaları, Sağlıkta Kalite ve Halk Sağlığı
alanlarında bütüncül yaklaşımını yansıtmakta olup halk sağlığı ve sağlıkta
kalite alanlarında pek çok genç araştırmacıyı eğitmiş, motive etmiş ve desteklemiştir. Halen Başkent Üniversitesine bağlı tüm sağlık kuruluşları ve eğitim
kurulları Kalite Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.
[email protected]
Hartwig BACKENHAUS
Hartwig Backenhaus, akşam okulunda felsefe ve Almanca öğretmeni, Hamburg Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Pastacı eğitimini
aldıktan sonra Hamburg ve Philadelphia’da felsefe ve pedagoji öğrenimi görmüştür. Hamburg Öğretmen Eğitimi Eyalet Enstitüsünde Hamburg Dil Deste-
469
ği Konsepti geliştirme projesine katılmıştır. Öğretmenler, öğrenciler ve üniversite öğrencileri ile birlikte on yıldan uzun bir süredir dil bilinci ve iletişimin
yoğunlaştırılması için çeşitlilik eğitimi yürütmektedir. Çok dilli öğrencileri,
onda Türkiye’ye karşı ilgi uyandırmışlardır. Türkiye’deki Almanca dersi ile
ilgili ilk izlenimini Ankara Goethe Enstitüsünün Almanca “Yollarda” projesinin stajyeri olarak edinmiştir. Türkçe bilmemekle birlikte Almancayı kendi
yerel şivesi ile konuşmaktadır.
[email protected]
Doç. Dr. Coşkun BAKAR
Dr. Bakar, 1998 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde lisans programını
tamamlamıştır. Uzmanlığını yine Gazi Üniversitesi'nde, Halk Sağlığı Anabilim
Dalı'nda, 2003 yılında almıştır. Balıkesir İli Susurluk İlçesi Ana Çocuk Sağlığı
Aile Planlaması Merkezi ve Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı'nda görev yapmış olan Doç. Dr. Coşkun Bakar, halen Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı'nda çalışmalarını sürdürmektedir.
[email protected]
Prof. Dr. Canan BALKIR
Prof. Dr. Balkır, lisans öğrenimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi İdari
Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde1972 yılında tamamlayan Balkır, 1975 yılında Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nde Kuru
İncir İhracatının Türkiye Ekonomisine Katkısı konulu yüksek lisans tezi ile
tamamlamıştır. Doktora eğitimini Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde 1978
yılında tamamlamış; 1982 yılında yardımcı doçent, 84 yılında doçent ve
1990’da profesör olmuştur. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Alanında birçok bilimsel çalışmaya imza atmış olan Balkır, 2010 yılında
TÜBA Üniversite Ders Kitapları ödülüne layık görülmüştür.
[email protected]
Jan BASCHE
Jan Basche, 1970 yılında Weimar’da doğmuştur. Psikoloji, sosyoloji ve işletme
öğrenimi görmüştür. Entegrasyon yardımı ve gençlere verilen sosyal yardım
kuruluşlarında çalışmıştır. Çok sayıda bakım ve psiko-sosyal yardım kuruluşunun yöneticiliğini yapmıştır. Temel faaliyet ve araştırma alanı göç ve psikiyatridir.
[email protected]
470
Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL
Prof. Dr. Bayık Temel, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu’na 1979 yılında asistan olarak başladı. Doktora öğrenimini Ege üniversitesi Toplum
Sağlığı Enstitüsü Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalında 1983 yılında
tamamladı. 1986 yılında yardımcı doçent, 1987 yılında doçent, 1995 yılında
profesör ünvanı aldı. Araştırma istatistik, halk sağlığı hemşireliği, okul sağlığı
ve iş sağlığı hemşireliği derslerini lisans ve lisansüstü programlarda vermektedir. Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinde
yönetim kurulu üyesi (1997-2005), Ege üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu’
yönetim kurulu üyesi (1996- devam ediyor) olarak çalıştı. Hemşirelikte Öğretim ABD Başkanlığı (1993- 1996) ve Halk sağlığı Hemşireliği ABD Başkanlıkları (1996-2011) yürüttü. Kültürlerararası bakım, okul sağlığı hemşireliği, kadın
sağlığı, yaşlı bakım hizmetleri, hemşirelikte öğretim, hemşirelikte akreditasyon, araştırma kullanımı ve küreselleşme üzerinde çalıştığı ilgi alanlarından
bazılarıdır. Prof. Dr. Ayla Bayık Temel’in 150 den fazla ulusal/uluslararası
araştırma makalesi bulunmaktadır.
[email protected]
Nelli BÖHM
Nelli Böhm, Berlin Alice Salomon Yüksek Okulu’nda „Uluslar Ötesi Sosyal
Çalışma ve Sosyal Gelişme – Bir Uluslar Ötesi Sosyal Çalışma için Etkinlik
Yetileri“ odaklı sosyal hizmet öğrenimi görmüştür. Burada anılan teoriyi pratikte denemek üzere 2009 yılında Sank Petersburg’ta sokak çocukları sirkinde
dört aylık bir staj önermiştir. Antje Brunßen ile ortak olarak kaleme aldığı
lisans tezinin konusu, Alanya’daki Alman göçmenlerin uluslar ötesi sosyal
ağlarıdır. Böhm ve Brunßen bu çalışmaları için Berlin Alice Salomon Yüksek
Okulu’nun lisans tezindeki uluslararası angajman ödülünü almışlardır. Lisans
öğreniminden sonra (bitirme tarihi Mart 2010) „Sosyal Hizmet ve Pedagojide
Uygulamalı Araştırma“ konulu yüksek lisans öğrenimine başlamıştır.
Böhm’ün yüksek lisans tez konusu, „Alanya’daki Almanlar, yaşlılıkta uluslar
arası hareketlilik“.Öğreniminin tamamlanmasından beri okul dışı çocuk ve
gençlik çalışmasında eğitim raportörü olarak çalışmaktadır.
[email protected]
Prof. Dr. Theda BORDE
Prof. Borde (MPH), 2010 yılından beri Berlin Alice Salomon Yüksek Okulu’nda
(ASH Berlin) rektör, 2004 yılından beri ASH Berlin’de Sosyal Tıp/ Sosyal Ça-
471
lışmanın Tıp Sosyolojik Temelleri kürsüsünde profesör olarak çalışmaktadır.
Prof. Borde, Siyaset Bilimi ve Sağlık Bilimleri alanında öğrenimini görmüş,
Halk Sağlığı alanında doktora yapmıştır. Uzun Yıllar, Berlin Kadın Göçmenler
İçin Uluslararası Eğitim ve Danışmanlık Merkezi’nde çeşitli alanlarda ve Berlin Charité Üniversitesi’ndeki araştırma projelerinde asistan olarak çalışmıştır.
Temel araştırma konuları şunlardır: Göç ve sağlık, bakım araştırması, sağlık
koruma, çeşitlilik, sağlık ve sosyal çalışma.
[email protected]
Dr. Ljudmila BORISENKO
Dr. Borissenko, biyoloji yüksek lisansını Saint-Petersburg Üniversitesi’nden
(Rusya) ve doktorasını Göttingen Üniversitesi’nden almıştır. Münih Ludwig
Maximilian Üniversitesi’nde ve Berlin Charité Üniversite Kliniği’nde araştırma
görevlisi olarak çalışmıştır. 2009 Charité’deki çalışmaları sırasında Berlin Teknik Üniversitesi’nde bilimsel pazarlama dalında yüksek lisansını tamamlamış
ve o zamandan beri Vakıf ve Araştırma Birliği’ pearls’de (Potsdam Research
Network) araştırma destekleme programları ve uluslararasılaştırma konularında raportör ve İstanbul’daki Türk-Alman Üniversitesi Doğa Bilimleri Fakültesinde (DTU) koordinatör olarak çalışmaktadır. Çalışma konuları şunlardır:
Araştırma destekleme programları/fundraising, araştırma, sanayi ve politikalar arasında ağ kurulması, uluslararası proje bağlantılarının kurulması ve
sonuçlandırılması. Dr. Ljudmila Borisenko özellikle Türkiye, Rusya, Afrika,
Latin Amerika, İskandinavya ve Baltık ülkelerini içeren çok sayıda projeyi
başlatmış ve bunlara katılmıştır.
[email protected]
Tilman BRAND
Tilman Brand, Sosyolog ve Leibniz Önleme Araştırması ve Epidemiyoloji
Enstitüsünde (Leibniz-Institut für Präventionsforschung und Epidemiologie –
BIPS) sosyal epidemiyoloji uzmanlar grubu başkanıdır. Temel araştırma alanları, sağlık ve sosyal eşitsizlik ve önleyici programların değerlendirilmesi.
[email protected]
Dr. Jürgen BRECKENKAMP
Dr. Breckenkamp, MPH, MSc., sağlık araştırmacısı ve epidemiyolog. 1994
yılından beri Bielefeld Üniversitesi’nde çalışmaktadır. 2004 yılından beri Sağlık
Bilimleri Fakültesi Epidemiyoloji ve Uluslararası Halk Sağlığı Bölümü’nde
araştırmacı olarak ve diğer çalışmalarının yanı sıra „Göç ve Kültürleşme Sü-
472
reçlerinin Gebelik ve Doğuma Etkisi: Göçmen Kadınların ve Alman Kadınların
Karşılaştırmalı Gebelik Verileri“ konulu DFG Projesinde görev yapmaktadır.
[email protected]
Silke BRENNE
Silke Brenne, MPH, 1971 yılında doğmuştur, sağlık bilimcisidir, sosyal hizmet
uzmanı/sosyal pedagog (FH) ve diplomalı hemşiredir. 2010 ile 2013 yılları
arasında Berlin Charité Üniversite Tıp Bilimleri’nde „Göç Ve Kültürleşme
Süreçlerinin Gebelik ve Doğuma Etkisi: Göçmen Kadınların ve Alman Kadınların Karşılaştırmalı Gebelik Verileri“ DFG projesinde araştırmacı ve proje
koordinatörü olarak çalışmaktadır. Silke Brenne, 2012 yılından beri Bielefeld
Üniversitesi’nde doktora yapmaktadır, Berlin Alice Salomon Yüksek Okulu’nda Alice Salomon bursiyeridir. Diğer mesleki etkinlikleri: Ayakta ve yatılı
tedavi sağlık kuruluşlarında ve Guatemala ile kalkınma işbirliğinde
(2002/2003) sosyal hizmet uzmanı/sosyal pedagog.
[email protected]
Halil CAN
Halil Can, siyaset bilimcisidir ve halen Berlin Humboldt Üniversitesi Avrupa
Etnoloji Enstitüsü’nde Türkiye-Almanya uluslararası göç bağlamında çok
nesilli göçmen ailelerinde kimlik oluşum süreçleri ve güçlendirme stratejileri
konusunda doktora yapmaktadır. Halen Berlin Alice Salomon Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi, yazar, güçlendirme danışmanı ve eğitim sorumlusu
olarak çalışmaktadır.
[email protected]
Aslı TOPAL CEVAHİR
Aslı Topal, Cevahir 1985 yılında doğmuştur. Düsseldorf Heinrich Heine Üniversitesi’nde ve Robert Schumann Müzik Yüksek Okulu’nda modern ve çağdaş tarih, iktisat tarihi ve müzik bilimleri öğrenimi görmüştür (bitirme tarihi
M.A. 2009). Tıp Tarihi Enstitüsü’nde 2008-2009 yıllarında kısmi zamanlı öğrenci, daha sonra 2010 ortasına kadar yardımcı araştırmacı olarak çalışmıştır.
2010-2013 arası Hans-Böckler Vakfı’nın doktora bursiyeri olmuştur.
Düsseldorf’ta doktora öğrenimi, Bochum Ruhr-Üniversitesi’nde sosyal bilimler bölümünde lisans üstü öğrenim görmüştür. Topal Cevahir, 2013 ortasından
beri ülke çapındaki “Yerel Eğitim Ortamları” projesinde eyalet başkenti
Düsseldorf’un gençlik çevresi raportörü olarak çalışmaktadır. Temel araştırma
473
konuları: Türkiye’den Federal Almanya’ya gelen kadın göçmenlerin sağlık
koşullarının disiplinler arası tartışma temelindeki tarihsel gelişimi (Danışman
Prof. Vögele).
[email protected]
Servet ÇINAR
Servet Çınar, 1984 yılında İstanbul’da doğdu. İlköğretim ve lise öğrenimini
İstanbul’da tamamladı. Lisans eğitimini, 2006 yılında Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Alman Dili Eğitimi bölümünde tamamladı. 2010 yılında aynı
üniversitede Alman Dili ve Edebiyatı Eğitimi alanında yüksek lisansını bitirdi.
2008-2010 yılları arasında Çanakkale’nin Almanya’daki kardeş kenti
Osnabrück’te kent elçiliği yaparak Çanakkale’yi temsil etti. 2010 yılında Trakya Üniversitesi’nde Almanca Okutmanı olarak çalışmaya başladı. 2011 yılında
Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora eğitimine başladı. Halen Trakya Üniversitesi’nde çalışmakta ve doktora tezini yazmaktadır.
[email protected]
Prof. Dr. Matthias DAVID
Prof. David, 1961 yılında doğmuştur. 1989 yılında Berlin Humboldt Üniversitesi’nde devlet sınavlarını vererek tıp diplomasını ve Approbation almıştır.
Aynı yıl ihtisasını yapmıştır (Dr. Med.). Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı,
Charité/CVK jinekoloji kliniğinde başhekim; 2001 yılında Dadın Hastalıkları
ve Doğum Bölümü’nde doçentliğini almıştır; 2010 yılından beri yardımcı doçenttir. Çok sayıdaki yayınlarıyla birlikte temel araştırma konuları bakım araştırması/göç, psikosomatik, tıp tarihi ve miyom terapisi klinik çalışmalarıdır.
[email protected]
Fırat DENKLİ
Fırat Denkli, Hamburg Üniversitesinde biyoloji, felsefe ve eğitim bilimleri
öğrenimi görmekte ve gece okulunda Almanca etüd öğretmeni olarak çalışmaktadır. Orta öğreniminden beri Göçmenlerin Kültürel Medya İletişim Merkezi’nde (MIG-Zentrum Hamburg e.V.) gönüllü olarak çalışmaktadır ve halen
MIG-Zentrum e.V. başkanı ve genel sekreterdir. Kültürlerarası İletişim ve
Eğitim Derneği’nde (Verikom e.V.) ikinci Dil olarak Almanca için rehber eğitimi almıştır. Hem Türkçeden Almancaya hem de Almancadan Türkçeye çeviriler yapmaktadır. Hamburg Üniversitesinde dil öğrenme platformu Agora’da
yönetici olarak çalışmaktadır. Rasyonel argümantasyon ve entelektüel esenlik
derneğinin felsefi uygulamasının kurucularındandır. Burada felsefenin çeşitli
474
konularına yönelik haftalık seminerler ve paneller düzenlemekte ve yönetmektedir.
[email protected]
Wiebke DRESCHER
Wiebke Drescher, Bonn Friedrich-Wilhelms Üniversitesi Avrupa Entegrasyon
Araştırmaları Merkezi’ndeki (ZEI) „Master of European Studies“ lisansüstü
programında araştırma görevlisi ve program koordinatörü olarak çalışmaktadır. Daha önce Bonn ve Kopenhag (Danimarka) Üniversiteleri’nde siyaset
bilimi, Amerikanistik ve kamu hukuku öğrenimi görmüştür. 2008 yılından
beri ZEI’de çalışmaktadır ve orada lisansüstü programı çalışmaları yanında
Avrupa-Akdeniz ortaklığı alanındaki projelerinin sorumlusudur.
[email protected]
Yrd. Doç. Dr. Elif DURUKAN
Dr. Durukan, 1975 Yılı’nda Ankara’da doğdu. Tıp eğitimini Gazi Üniversitesi
Tıp Fakülte’sinde tamamladıktan sonra aynı üniversitede Halk Sağlığı doktora’sını yaptı. 2007 yılından bu yana Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk
Sağlığı Anabilim Dalı’nda görev yapmaktadır.
[email protected]
Safiye ERGÜN
Safiye Ergün, 1969 yılında Samsun’da doğmuştur ve 1987’den beri Berlin’de
yaşamaktadır. Geriatrik hemşire eğitimi görmüştür, Diakonie ve Caritas’ta
çalışmaktadır, 2009 yılında PDL kalifikasyonunu tamamlamıştır, 2010 yılından
beri göçmen kökenli bakıma muhtaç yalıtılmış yaşayan kişiler konusunda
uzmanlaşmış bir profile sahip Berlin’deki bakım merkezi Dosteli’nin işletme
müdürüdür. 2013 yılında Frankfurt a.M.’de bir şube ve Samsun’da bir bakım
merkezi açmıştır.
[email protected]
Doç. Dr. Erol ESEN
Dr. Esen, 1990 yılına kadar Bonn Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi, Sosyoloji ve
Kalkınma Politikası dallarında doktora öğrenimini tamamladıktan sonra uzun
yıllar Berlin'de yaşamıştır. 1990-2000 yılları arasında yetişkin eğitimi alanında
çalışıp AB tarafından da desteklenen çeşitli araştırma projelerinin geliştirilmesi
ve uygulamasına katılmıştır. AB Komisyon Temsilciliği ve Federal Parlamento’da staj, Federal Çalışma ve Sosyal Bakanlığı ve Friedrich Ebert Vakfı’nda
475
proje ve eğitim danışmanlığı yapmıştır. 1995-1998 yılları arasında “Arbeit und
Leben Brandenburg" Eyalet Kuruluşu’nun Genel Sekreterliğini yapmıştır. 2000
yılından beri Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu
Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesidir. Ayrıca 2003 yılından beri faaliyetlerini
sürdüren Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (AKVAM) kurucu Müdürü’dür.
[email protected]
PD Dr. habil. Natalia GAGARINA
Dr. Gagarina, Genel Dilbilim Merkezi’ndeki (Zentrum für Allgemeines
Sprachwissenschaft - ZAS) çok dillilik araştırma alanının koordine etmektedir.
Dil edinimi üzerine birkaç kitabın ve Rus-Alman iki dilli çocukların dil teşvik
programının FREPY yazarı ve yayıncısı, SRUK’nin (Çok Dilli Çocuklar için
Rusça Dil Testi) ve 28 dile adapte edilen MAIN’nin (Multilingual Assessment
Instrument for Narratives) ilk yazarıdır. Natalia Gagarina 2011 yılında ZAS
Direktörü Prof. M. Krifka’nın desteği ile çok dillilik için Disiplinler Arası Birliği (BIVEM) kurmuştur. BIVEM Berlin Senatosu tarafından finanse edilmekte
ve araştırma ile uygulamayı bir araya getirmektedir. Gagarina, 2013 yılında
COST Aktion IS1306 New Speakers in a Multilingual Europe: Opportunities
and Challenges’de yönetim kurulu temsilcisi olarak atanmıştır.
[email protected]
Anselm GEIGER
Anselm Geiger, 2008 yılında Freiburg Albert-Ludwig Üniversitesinde kimyager yüksek lisansını yapmıştır ve 2013 yılı başına kadar Martinsried MaxPlanck nörobiyoloji Enstitüsünde genetik kodlu kalsiyum biyosensörler konulu doktora tezi üzerinde çalışmıştır. Bilimsel çalışmaları çerçevesinde Bologna
Üniversitesinde, Jülich Araştırma Merkezinde ve Hamburg’taki Alman Elektron Sinkrotron’da (DESY) araştırmalar yapmıştır. 2010 yılından beri Münih
uluslar arası orkestrasında iletişim ve pazarlama, sponsorluk ve dernek çalışmaları alanında sorumludur. Anselm Geiger Alman-Türk bilimsel işbirliği
proje geliştirme çerçevesinde pearls (Potsdam Research Network) için çalışmakta ve bir AB teşvik projesi çerçevesinde „Potsdam/Brandenburg Bilim
Merkezi için multitouch-terminal “ projesini koordine etmektedir.
[email protected]
476
Dr. Meltem GÖBEN
Dr. Göben, İstanbul Alman Lisesinde 1983 yılında orta öğrenimi tamamlandıktan sonra İstanbul Üniversitesinde 1987 yılına kadar hukuk okumuştur. Yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi’ne geçmiştir ve
orada araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. 1989 yılında Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde sorumluluk hukuku konulu teziyle yüksek lisansını tamamlamıştır. Daha sonra bilimsel çalışmalarını Göttingen GeorgAugust Üniversitesi Tıp ve İlaç Hukuku Enstitüsü’nde sürdürmüştür. Mukayeseli hukuk ve sorumluluk hukuku konulu tezi ile gen teknolojisi hukuku
alanında doktorasını yapmıştır. 2003 – 2008 yılları arasında Hamburg senatosu
yönetiminde yönetici hukukçu olarak çalışmıştır. 2005 yılında „Kısa dönem
uzman “ olarak BMBF adına Türkiye’deki yüksek öğrenim konusunu araştırmıştır. 2008 yılında Bonn Alman Akademik Değişim Servisinde (DAAD)
“Türk-Alman Üniversitesi” projesinde raportör görevini üstlenmiştir. 2011
yılından beri burada “Türkiye Projeleri ve Türk-Alman Üniversitesi” bölümünü yönetmektedir.
[email protected]
Dr. Insa GÜLZOW
Dr. Gülzow, 1967 yılında doğmuştur. Berlin Genel Dil Bilimi Merkezi’nde
(Zentrum für Allgemeine Sprachwissenschaft – ZAS) araştırma görevlisi ve
araştırma raportörüdür. Çocuklardaki dil gelişim süreçlerini incelemektedir ve
Hamburg ve Jena Üniversitelerinde geçici öğretim görevlisi, Berlin Hür Üniversitesi İngiliz Filolojisi Bölümü’nde misafir öğretim görevlisi olarak ders
vermiştir. Çalışmalarının temel konuları, uygulamalı dilbilimi ve bilimsel
iletişim süreçleridir. Bu çerçevede “Manevi Bilimler Yararlı mıdır?” adlı bir
kitap yayınlamıştır ve 2009 yılından beri Ender Görülen Hastalıklar (Allianz
für chronisch seltene Erkrankungen – ACHSE) kuruluşu ile işbirliği içinde için
Eva Luise ve Horst Köhler Nadir Hastalıklar Araştırma Ödülü Programı’nı
koordine etmektedir.
[email protected]
Patrick HENFLER
Patrik Henfler, Kehl Kamu Yönetimi Yüksek Okulu Avrupa Etütleri özel öğrenimi bölümünden mezundur; lisans tezinde ifade özgürlüğü hakkı örneğinde,
Avrupa Birliği’ne girme hedefi kapsamında Türkiye’deki insan hakları güvencesi konusunu araştırmıştır. Ayrıca özellikle Avrupa entegrasyonu gibi diğer
477
siyaset bilimi konuları ile ilgilenmektedir. Ulusal ve uluslararası düzlemde
idarecilik konusunda zengin deneyime sahiptir.
[email protected]
Emel KAHRAMAN
Emel Kahraman, 1981 yılında Antalya’da doğan Emel Kahraman, 2003 yılında
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden lisans derecesini, 2013 yılında Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nden Yükseklisans programını tamamlamıştır. Kahraman halen
Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim
Dalında Doktora Programına devam etmektedir. 2005-2006 yılları arasında
Antalya’daki AKEDAŞ Şirketi Maliye-Finans Bölümünde büro elemanı, 20062010 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (SAREM) Uluslararası İlişkiler Uzmanı olarak görev yapan Kahraman,
2010 yılından beridir Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ofisi’nde
Uzman olarak çalışmaktadır.
[email protected]
Doç. Dr. İrfan KALAYCI
Dr. Kalaycı, Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat
Bölümü’nden mezun oldu. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat
Anabilim Dalı’nda Bilim Uzmanlığı ve Doktorasını tamamladı. Makro Ekonomi bilim alanında ise Doçentlik derecesini aldı. 60’tan fazla bildiri ve makalesi bulunmaktadır. Editörlüğünü ve bölüm yazarlığını yaptığı 4 kitabı, 2 telif
eseri ve çeşitli bilimsel eser yarışmalarında aldığı 11 tane ödülü vardır. Türkiye Ekonomi Kurumu (TEK) Derneği’nin üyesidir. Akademik araştırma alanlarını; iktisat politikası, yerel ekonomi, Avrupa Birliği ve dünya ekonomisi oluşturmaktadır. Şiir ve deneme yazmaktır. Halen İnönü Üniversitesi İİBF öğretim
üyesidir.
[email protected]
Mehmet Nuri KAYA
Mehmet Nur Kaya, öğrenimini Eskişehir Anadolu Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünde tamamladı. 1986-1994 yılları arasında Sümerbank'ın Tekstil Fabrikalarında muhtelif görevlerde bulundu. 1994 yılında başladığı Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Bilim ve Teknoloji Genel Müdürlüğü'nde bugün
Kurumsal Ar-Ge Destekleri Daire Başkan Vekili görevini yürütmektedir.
[email protected]
478
Funda KLEIN-ELLINGHAUS
Funda Klein-Ellinghaus, 1966 yılında Kilis’te doğmuştur. Orta öğrenimini
sağlık ve çocuk bakımı ve meditasyon bölümünde tamamlamıştır. Yüksek
öğrenimini Bremen Üniversitesinde hemşirelik ve halk sağlığı dalına yapmıştır. Bremen Sağlık Dairesi sosyal pediatri bölümünde çocuk hemşireliği ve SOS
Kinderdorf e.V’de sosyal pedagojik aile yardımı bölümünde pedagojik uzman
olarak uzun yıllara dayanan deneyime sahiptir. Halen Leibnitz Önleme Araştırma
ve
Epidemiyoloji
Enstitüsü’nde
(Leibniz-Institut
für
Präventionsforschung und Epidemiologie – BIPS) Önleme ve Değerlendirme
Bölümü Sosyal Epidemiyoloji Uzmanlar Grubunda çalışmaktadır. Temel etkinlik alanları göçmen kökenlilerin sağlık bakımı ve önleyici önlemlerdir.
Temel ilgi alanları, önleme araştırmasında nitelikli yöntemler ile çocuk ve aile
sağlığıdır.
[email protected]
Kenan KOLAT
Kenan Kolat, 1959 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Y. Kenan Kolat, ilk, orta,
ve lise öğrenimini İstanbul'da tamamladıktan sonra 1981 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı Fakültesi'nden mezun oldu. 1994 yılında Berlin
Teknik Üniversitesi Deniz Taşımacılığı bölümünü bitirdikten sonra HDB Berlin, İntegrationslife, Berlin Türk Veliler Birliği, Berlin-Brandenburg Türkiye
Toplumu'nun da içinde bulunduğu kurumlarda danışmanlık ve genel sekreterlik görevlerinde bulundu. 2012 yılından itibaren Kolat, Politika ve Strateji
Danışmanlık Şirketi'nde görevini sürdürmekte olup, Almanya-Türk Toplumu
Genel Başkanı olarak fahri görevini de devam ettirmektedir. Birçok yazılı
yayını ve makalesi bulunmaktadır.
[email protected]
Jonas KREBS
Jonas Krebs, Potsdam Üniversitesi’nde biyokimya öğrenimi görmüştür. 2010
yılında orada tamamladığı doktorasında bitki kök hücrelerinin araştırılması ve
bunların kök gelişimindeki rolü konusunu işlemiştir. Doktorasına paralel
olarak EPE’yi (Entrepreneurial Postgraduate Education) tamamlamıştır. Nisan
2010’dan beri pearls’de (Potsdam Research Network) proje geliştirici ve proje
koordinatörü olarak çalışmaktadır. Etkinliklerinin temel konuları araştırma ve
geliştirme projeleri için uygun finansman ve tekliflerin araştırılması ile proje
uygulaması da dahil araştırma ve geliştirme projeleri için uygun teşvik programlarının ve tekliflerin oluşturulmasıdır. Jonas Krebs çok sayıda ulusal ve
479
uluslararası müşterek projenin öncülüğünü yapmış ve yurt içi ve yurt dışında
çalıştaylar ve konferanslar organize etmiştir.
[email protected]
Roman LIETZ
Roman Lietz, Jena Üniversitesinde İspanyolca, kültürler arası ekonomik iletişim ve ekonomi öğrenimi görmüştür. 2008 yılından beri Berlin’de yaşamaktadır ve proje sorumlusu ve kültürler arası eğitmen olanak çalışmaktadır. „Entegrasyon pilot projelerinin uygulanması” konulu doktora tezi yazmıştır. Son
olarak „Köprüleri kurma – Göç ülkesi Almanya’dan perspektifler“ içinde
„Babylon Almanya – Çok Dilli Göç Toplumu İçin Çözümler “ makalesi yayınlanmıştır (yayıncı Bertelsmann Vakfı).
[email protected]
Sina MOTZEK
Sina Motzek (doğ. 1986), Kassel Üniversitesi’nde doktorasını yapmaktadır.
Köln Meslek Yüksek Okulunda Sosyal Çalışma Bölümü’ndeki lisans öğreniminden sonra Bielefeld Meslek Yüksek Okulu’nda Uygulamalı Sosyal Bilimler
dalında yüksek lisansını tamamlamıştır. Mesleki etkinlikleri çerçevesinde, 2011
yılında Türk kökenli depresif kadın göçmenlerin motivasyonunu sorgulayan
ve nitelikli yöntemlerle Almanca ve Türkçe mülakat malzemesi toplayan ve
bunları yorumlayan doktora tez konusu ortaya çıkmıştır. Üzerinde çalıştığı ve
Almanya ve Türkiye’de çeşitli tartışmalarda işlediği temel konular,
motivasyan, göç/ulus üstülük, çok dillilik/çeviri, psikolojik sağlık, sosyal destek, çeşitlilik/alanlar arasılık ve dindir. Sina Motzek 2012 yılından beri HansBöckler Vakfı’nın bursiyeridir ve Kassel’de yaşamaktadır.
[email protected]
Prof. Dr. Burhan ÖZKAN
Prof. Dr. Özkan, 1978-93 yılları arasında Lisans+Master’ını Atatürk Üniversitesi’nde Tarım Ekonomisi Bölümü’nde tamamlayan ÖZKAN, 88-93 yılları arasında Çukurova Üniversitesi’nde Tarım Ekonomisi Bölümü’nde doktora eğitimini tamamlamıştır. 1993-94 yılları arasında İngiltere’de Reading Üniversitesi’nde yine Tarım Ekonomisi Bölümü’nde Master eğitimi almıştır. Halen Akdeniz Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan ÖZKAN, Akdeniz Üniversitesi’nde
çeşitli idari birimlerde görev yapmıştır. Araştırmalarını ve çalışmalarını daha
çok tarım ekonomisi üzerine odaklayan ÖZKAN’ın konu ile ilgili çok sayıda
makalesi ve kitabı bulunmaktadır.
[email protected]
480
Alexander RAEV
Alexander Raev Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edilen ve Uluslararası
İşbirliği Kurumu (GIZ) tarafından yürütülen „Afganistan’da Yönetsel Eğitimi
Güçlendirme“ projesinde danışman olarak çalışmaktadır. Daha önce Potsdam
Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak İstanbul Türk-Alman Üniversitesi
Fen Fakültesi’nin ve Berlin Humboldt Üniversitesi’nde öğrenci asistanı olarak
sosyal bilimler Türk-Alman yüksek lisansının programının kurulmasına katkıda bulunmuştur. Stajını GIZ’de Filistin bölgesinde Doğu Kudüs FriedrichEbert Vakfında ve Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Federal Bakanlığı’nda tamamlamıştır. Alexander Raev, Potsdam Üniversitesi’nde idari bilimlerde yüksek lisansını ve Berlin Humboldt Üniversitesi’nde sosyal bilimlerde lisansını
yapmıştır.
[email protected]
Prof. Dr. med. Oliver RAZUM
Prof. Dr. Razum, Hekim ve epidemiologisttir. Bielefeld Üniversitesinde Sağlık
Bilimleri Fakültesi Dekanıdır. 2004 yılından beri burada AG 3 - Epidemiyoloji
ve Uluslararası Kamu Sağlığı bölümünü yönetmektedir. Temel çalışma alanları, özellikle sağlık üzerindeki küçük çaplı etkiler, göç ve sağlık olmak üzere
sosyal eşitsizlik ve sağlıktır. 1989-92 arasında 2 yıl kırsal bölge tıp görevlisi
olarak Zimbabwe’de hekim olarak çalışmıştır.
[email protected]
Prof. Dr. Jochen REHBEIN
Prof. Dr. Rehbein, Berlin ve Paris’te tıp, Alman dili ve edebiyatı, genel dilbilim
ve felsefe öğrenimi görmüştür. Berlin Hür Üniversite’de ve Düsseldorf’ta (genel dilbilimi) asistan olarak çalıştı. 1978 yılında Bochum RuhrÜniversitesi’nde, 1983-2006 Hamburg Üniversitesi’nde Alman Dilbilimi ve
yabancı dil olarak Almanca bölümünde profesör oldu. 2007 yılından beri Orta
Doğu Teknik Üniversitesi’nde - ODTÜ/METU (Ankara) profesördür. 1982 ve
1987 yıllarında Türkiye’de aylar süren saha araştırması; 1992 Viyana Üniversitesi
Dilbilim Enstitüsü’nde konuk profesör, Kahire, Almaata/Kazakistan,
Tartu/Estonya’da kısa süreli öğretim görevliliğinde bulunmuştur. 1999-2008
yılları arasında Hamburg Üniversitesi’nde Çok Dillilik Özel Araştırma Bölümü’nde proje başkanlığı (Japonca, Türkçe ve bilgisayar dili projeleri) yapmıştır.
Prof. Rehbein’ın dile ait işlevsel pragmatik ve davranış teorisi, çok dillilik ve
kültürler arası iletişim, kurum analizi, tartışma analizi, sınıf odası dili, Türk
481
çocuklarının dili ve iletişimi, tıbbi iletişim, dilbilgisi, karşılaştırmalı uygulama
(pragmatik) konusunda bilimsel çalışmaları bulunmaktadır.
[email protected]
Clemens SCHWEIZER
Clemens Schweizer, Kehl Kamu Yönetimi Yüksek Okulu Uluslararası İşbirliği
Bölümü’nde akademik görevlidir ve özellikle Batı Afrika’daki Mali yerel yönetimi eğitim kapasitesi artırma projesinde çalışmaktadır. Ludwigsburg ve Kehl
Yüksek Okulları’ndaki Avrupa Kamu Yönetimi Master öğrenimini (bitirme
tarihi 2012) çerçevesinde Avrupa entegrasyon süreci alanında kapsamlı bilgiler
edinmiştir. Ayrıca Avrupa ve Afrika yönetimleri hakkında çok zengin çalışma
deneyimlerine sahiptir. Son olarak Strasburg-Kehl sınırlar ötesi işbirliği „EuroEnstitüsü“’nde proje koordinatörü olarak çalışmıştır.
[email protected]
Sarina STRUMPEN
Sarina Strumpen, Vechta Üniversitesinde gerontoloji öğrenimi görmüştür.
Öğrenimini tamamladıktan sonra Türkiye’de huzur evlerinde çalışmıştır. 2009
yılından beri Rostock Üniversitesi’nde bireyin ve toplumun yaşlanması bölümünde Türk kökenli ülkelerine gidip gelen yaşlı göçmenlerin yaşlanma düşünceleri ve bakım beklentileri konulu doktorasını yapmaktadır. Bunun için
birçok kez Türkiye’de bulunmuştur. Halen Jena Ernst-Abbe Yüksek Okulu’nda bunaklık bakımında ortak refah üretimi konulu bir araştırma projesinde çalışmaktadır.
[email protected]
Prof. Dr. İlhan TOMANBAY
Prof. Dr. Tomanbay, 1971 yılında Sosyal Hizmetler Akademisi’nden mezun
olan TOMANBAY, 1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden
öğretmenlik sertifikasını almıştır. Sekiz yıl Genel-İş Sendikasında eğitim uzmanı olarak çalışmış, 1974-75 yılları arasında F. Almanya’da sendikacılık eğitimi ve yurtdışındaki işçilerimiz üzerine uygulamalı çalışmalar yapmıştır.
1976-77 yılları arasında Sosyal Hizmetler Uzmanları Derneği Ankara Şubesi
başkanlığı yapan TOMANBAY, 78-79 yıllarında genel başkanlık yapmıştır.
1981 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Politika Bölümü’nde yüksek lisansını, 1990 yılında Berlin Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi, Sosyal Eğitim ve Sosyal Çalışma Bölümünde doktorasını tamamladı.
1991 yılında Türkiye’ye dönerek Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler
Yüksek Okulu’nda çalışmaya başladı. 1995 yılında doçentlik kadrosunu, 1999
482
yılında da profesörlük kadrosunu aldı. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü’nde öğretim üyesi olarak
çalışmaktadır.
[email protected]
Dirk TRÖNDLE
Dirk Tröndle, İstanbul, Münih ve Kanstanz’da Yakın Doğu tarihi ve kültürü,
Türkoloji, siyaset bilimi ve ekonomi öğrenimi görmüştür. 15 yıldan uzun bir
süredir Türkiye’de yaşamaktadır ve Konrad-Adenauer Vakfı’nda, son olarak
da Ankara’daki Almanya Büyükelçiliği’nde ekonomik işbirliği, çevre, araştırma ve teknoloji konusunda raportör olarak çalışmıştır.
[email protected]
Doç. Dr. Fahri TÜRK
Dr. Türk, 1969 yılında Sivas’ta dünyaya gelen Fahri Türk, orta öğrenimini
Gürün Lisesinde tamamladıktan sonra Federal Almanya’ya giderek Berlin Hür
Üniversitesinde siyaset bilimi alanında lisans ve yüksek lisans eğitimi almıştır.
Daha sonra aynı üniversitede „Alman silah sanayiinin 1871 ve 1914 yılları
asındaki Türkiye ticareti – Krupp Fabrikası, Mavzer Silah Fabrikası, Alman
Silah ve Barut Fabrikaları - Türk-Alman İlişkilerine Katkı“ adlı teziyle 20
Temmuz 2006 tarihinde siyaset bilimi alanında doktora unvanı almıştır. Öğrenimi ve doktora döneminde Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve İngiltere’de
araştırma ve staj amaçlı akademik faaliyetlerde bulunan Fahri Türk, 14 Mayıs
2007’den bu yana Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi’nin kurucusu ve baş-editörü olan Türk’ün çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde Türk dış politikası, Orta Asya ve Türk-Alman İlişkileri konularında
yayımlanmış çok sayıda makalesi ve kitabı bulunmaktadır.
[email protected]
Pınar TUZCU
Pınar Tuzcu, 16 Nisan 1983 yılında Erzurum, Türkiye’de dünyaya geldi. 2008
yılında Kocaeli Universitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Fakültesi’de master
tezini tamamlayan Tuzcu, 2009 Ekim ayında Kassel Üniversitesi’nin Sosyal
Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde Almanya’daki Türk göçmenlerin
üçüncü kuşak gençleri üzerine doktora tezini yazmaya başladı. Tuzcu’nun
483
doktora tezi 2010 yılda Rosa Luxemburg Vakfı tarafından üç senelik BMBF
(Eğitim ve Araştırma Bakanlığı) bursu ile ödüllendirildi. Tuzcu doktora tezinin
kapsamı dahilinde Kassel Universitesi’ndeki Türk kökenli öğrenciler arasında
iki yıl boyunca alan çalışması gerçekleştirdi. Halen Kassel Üniversitesi’nde
doktorasına devam etmekte olan Tuzcu, sosyoloji bölümünde göç, cinsiyet ve
kültür-ötesicilik alanlarında çeşitli dersler vermektedir.
[email protected]
Christian WILHELM
Christian Wilhelm, 2008 yılından beri Berlin Humboldt Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü’nde uluslararası yüksek lisans programları yöneticisidir.
Denetlediği programlarda Alman-Türk GeTMA programı (Sosyal bilimler
Türkçe-Almanca yüksek lisans programı) yanında iki Avrupa-Atlantik ötesi
yüksek lisans programı (Euromasters und TransAtlantic Masters) ve bir Alman-Fransız hükümet programı (MEGA - Master of European Governance
and Administration) bulunmaktadır. Berlin Humboldt Üniversitesi’nde sosyal
bilimler ve King’s College London’da Avrupa Etütleri öğrenimi görmüştür.
İlgilendiği araştırma konuları siyaset teorisi, Alman politika ve toplumu, sürdürülebilirlik politikası ve çeşitlilik politikasıdır.
[email protected]
Prof. Dr. Osman YALDIZ
Prof. Dr. Yaldız, 05.01.1960 yılında Konya’da doğdu. 1981 yılında Çukurova
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri Bölümünden mezun oldu. 1982
yılında mezun olduğu bölüme araştırma görevlisi olarak atandı ve aynı yıl
Yüksek lisans çalışmasını,1983-1987 yılları arasında Almanya Hohenheim
Üniversitesi Tarım Tekniği Enstitüsünde doktora çalışmasını tamamladı. 1989
yılında Dr. Öğretim görevlisi olarak atandı. 1990 yılında Akdeniz Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri Bölümünde yardımcı doçent, 1995 yılında
doçent, 2001 yılında profesör ünvanını aldı. 113 adet yerli ve yabancı dilde
yazılmış makalesi ve 4 adet kitap yazarlığı bulunmaktadır. Farklı kurumlardan desteklenmiş 13 adet araştırma projesi yürütmüştür. Halen Akdeniz Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
[email protected]
484
Prof. Dr. Hajo ZEEB
Prof. Dr. Zeeb, Sağlık görevlisi olarak Namibya’ya gitmeden önce RWTH
Aachen’da Dr. med. ihtisasını yapmış ve birkaç yıl Alman ve İngiliz kliniklerinde hekim olarak çalışmıştır. Heidelberg Üniversitesinde kamu sağlığı konusunda yüksek lisansını tamamladıktan sonra Heidelberg Alman Kanser Araştırma Merkezi’nde (DKFZ) ve daha sonra Bielefeld Üniversitesi’nde çalışmıştır. Dr. Hajo Zeeb 2006 yılında Mainz Üniversite Hastanesi Tıbbi Biyometri,
Epidemiloji ve İnformatik (IMBEI) Enstitüsü’ne geçmeden önce Cenevre’deki
dünya sağlık organizasyonu WHO’da kamu sağlığı ve çevre bölümünde çalışmıştır. Prof. Zeeb çeşitli meslek organizasyonunun (Uluslararası Epidemiyoloji Derneği, Alman Epidemiyoli Birliği) üyesidir. Temel araştırma konuları
kronik hastalıkların kanıta dayalı önlenmesi ve değerlendirilmesi ve göçmenlerin sağlığına ilişkin epidemiyolojik araştırmadır. Prof. Zeeb iyonlaştırıcı
radyasyona ait epidemiyolojik çalışmalarını daha ziyade önleme odaklı, örneğin ultraviyole ışınlarına karşı uygun koruma projelerine yöneltmektedir.
[email protected]
485
KATKI VEREN KURUM ve KURULUŞLAR
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi
(AKVAM), Antalya
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanlığı,
Antalya
Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ofisi, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Antalya
Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD), Bonn
Almanya Federal Cumhuriyeti Başkonsolosluğu, İzmir
Almanya Federal Cumhuriyeti Eğitim ve Araştırma Bakanlığı, Berlin
ve Bonn
Almanya Federal Cumhuriyeti Konsolosluğu, Antalya
Almanya Federal Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçiliği, Ankara
Almanya Türk Toplumu (TGD), Berlin
Başkent Üniversitesi, Ankara
Berlin Alice Salomon Yüksekokulu
Berlin Humboldt Üniversitesi
Bielefeld Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Charité - Universitätsmedizin Berlin
Coşkun Tercüme Müşavirlik ve Tic. Ltd. Şti., Ankara
Değişim Matbaa, Antalya
Deniz Tercüme, Antalya
Deutsche Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit (GIZ)
Devlet Opera ve Balesi, Antalya
Devlet Senfoni Orkestrası, Antalya
Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir
Dosteli GmbH, Berlin
Ege Üniversitesi, İzmir
487
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
488
Enterkon Enternasyonel Organizasyon Müşavirlik ve Ticaret A.Ş.,
İstanbul
Ernst-Abbe-Fachhochschule Jena
Friedrich-Schiller-Üniversitesi, Jena
Fröbel e.V., Berlin
Genel Dil Araştırmaları Merkezi (ZAS), Berlin
Hacettepe Üniversitesi, Ankara
Hamburg Üniversitesi
Heinrich-Heine- Üniversitesi, Düsseldorf
ICF-Airports, Antalya
İnönü Üniversitesi, Malatya
Kamu Yönetimi Yüksekokulu, Kehl
Kassel Üniversitesi
Köln Üniversitesi
Leibnitz-Institut für Präventionsforschung und Epidemologie an der
Universität Bremen
Opera Bonn
Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara
Potsdam Üniversitesi
Rheinisch Friedrich Wilhelms Üniversitesi Avrupa Araştırmaları
Merkezi (ZEI), Bonn
Siyasal Kitabevi, Ankara
T.C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı,
Ankara
T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ankara
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Ankara
Trakya Üniversitesi, Edirne
Türk-Alman Üniversitesi (TDU), İstanbul
Türkiye Bilim ve Teknoloji Kurumu (TÜBİTAK), Ankara

Benzer belgeler