İndir

Transkript

İndir
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır İl Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Müdürlüğü
Yayınları
Cilt III
DİYARBAKIR VALİLİĞİ
DİCLE ÜNİVERSİTESİ
DİYARBAKIR’DA
TARIM, DOĞA VE
ÇEVRE SEMPOZYUMU
1-3 HAZİRAN 2010
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT, SU, İKLİM, ENERJİ VE
MADEN
Editörler
Prof.Dr.Kenan HASPOLAT (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi)
Prof.Dr.Kemal GÜVEN (Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi)
Yrd.Doç.Dr.Reyhan Gül GÜVEN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi)
ONURSAL BAŞKANLAR
Mustafa TOPRAK - Diyarbakır Valisi
Ayşegül Jale SARAÇ - Dicle Üniversitesi Rektörü
DÜZENLEME VE YÜRÜTME KURULU
Başkan: Prof.Dr. Kenan HASPOLAT Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Eşbaşkan: Prof.Dr. Kemal GÜVEN D.Ü. Çevre Sorunları Uygulama ve
Araştırma Merkezi Müdürü
Sempozyum Sekreteryası: Öğr.Gör. Ali EM D.Ü. Mühendislik Fakültesi
ÜYELER
Mehmduh TURA - Vali Yardımcısı
Suat SEYİDOĞLU - Vali Yardımcısı
Şaban AKÇA - Vali Yardımcısı
M.Ali KOÇKAYA - İl Tarım Müdürü
Murat HASPOLATLI - İl Çevre ve Orman Müdürü
Timur DAĞOĞLU - Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürü
Turgay ÖZGÜR - DSİ X. Bölge Müdürü
Necati PİRİNÇÇİOĞLU - Yerel Gündem 21 Genel Sekreteri
Galip ENSARİOĞLU - Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı
Elif TUZLUYALÇIN - ÇEVGÖN Başkanı
Sevgi EKMEKÇİLER - DİHAYKO Başkanı
Doç.Dr.Ali CEYLAN - D.Ü. Tıp Fakültesi
Doç.Dr.İsmail GÜL - D.Ü.Ziraat Fakültesi
Yrd.Doç.Dr.Ahmet YARDIMEDEN - D.Ü. Mühendislik Fakültesi Dekan Yrd.
Yrd.Doç.Dr. Harun ALP - D.Ü.Veteriner Fakakültesi Dekan Yrd.
Yrd.Doç.Dr.Orhan KAVAK - D.Ü. Mühendislik Fakültesi
Yrd.Doç.Dr.Türkan KEJANLI - D.Ü. Mimarlık Fakültesi
Yrd.Doç.Dr.Z.Fuat TOPRAK D.Ü. Mühendislik Fakültesi
Yrd.Doç.Dr.Reyhan GÜLGÜVEN D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
BİLİMSEL KURUL
Prof.Abdünnasır YILDIZ - D.Ü.Fen Fakültesi
Prof.Dr.Ahmet KILIÇ - D.Ü.Fen Fakültesi
Prof.Dr.Cengiz YALÇIN - D.Ü.Veteriner Fakültesi Dekanı
Prof.Dr.Ferit Kemal SÖNMEZ - D.Ü.Ziraat Fakültesi Dekanı
Prof.Dr.Kemal GÜVEN - DÜÇAM Müdürü
Prof.Dr.Kenan HASPOLAT - D.Ü. Tıp Fakültesi
Prof.Dr.M.Salih ÇELİK - D.Ü. Tıp Fakültesi-Türk Biyofizik Derneği Bşk.
Prof.Dr.Mahmut AYDINOL - D.Ü.Fen Fakültesi
Prof.Dr.Mehmet AKIN - D.Ü.Mühendislik Fakültesi Dekanı
Prof.Dr.Sait YÜCEL - D.Ü. Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dekanı
Prof.Dr.Selçuk ERTEKİN - D.Ü.Fen Fakültesi
Doç.Dr.Sema BAŞBAĞ - D.Ü.Ziraat Fakültesi
Prof.Dr.Tahsin KILIÇOĞLU - Batman Ün. Rektör Yrd.
Prof.Dr.Yüksel COŞKUN - D.Ü.Fen Fakültesi
Prof.Dr.Zülküf GÜNELİ - D.Ü. Mimarlık Fakültesi Dekanı
* Alfabetik sıraya göre sıralanmıştır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
İçindekiler
Bölüm Editörü : Prof.Dr.Ahmet KILIÇ
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT
10 - Diyarbakır’ın Bitkileri • Selçuk ERTEKİN
18 - Biodiversity Of The Diyarbakır Region, Turkey • Yüksel COŞKUN
32 - Diyarbakır Yöresinin Kuşları • Recep KARAKAŞ
42 - Leylek Popülasyonu 2005-2007 Yılları Sayısal Değişimleri • Ahmet KILIÇ
52 - Diyarbakır’da Güvercin Kültürü • Hüseyin TUĞCU
56 - Geleneksel Konut Mimarisinde Kuş Evleri • F.Evren DAŞDAĞ
66 - Diyarbakır’da Atçılık • Adil ALAN
72 - Diyarbakır’da Dağ Keçileri ve Melezleştirilmesi • Murat TOMAR
80 - Diyarbakır ve Doğa Sporları • Abdürrahim EKİN
Bölüm Editörü : Sevgi EKMEKÇİLER
DİYARBAKIR’DA SOKAK HAYVANLARI•86
88 - Doğanın ve Hayvanların Korunması ve Diyarbakır’da Sokak Hayvanlarının Durumu • Sevgi
EKMEKÇİLER
98 - Sokak Hayvanları Konusunda Belediyelerin Görevleri • Nedim YAŞLI
108 - Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Hayvan Bakım Evinin İşleyişi ve Verdiği Hizmetler •
Yılmaz GÜMÜŞ
112 - Hayvan Hastalıkları • Hasan İÇEN
122 - Hayvanlardan İnsanlara Bulaşan Hastalıklar (Zoonozlar) • Mustafa Kemal ÇELEN
134 - Kur’ân’da Hayvanların Hakları ve Çevre • Nurettin TURGAY
142 - Hayvan Refahı ve Hayvanların Davranış Özellikleri • Doğan KURT
Bölüm Editörü : Prof.Dr.Mehmet AKIN
DİYARBAKIR VE SU
152 - Semavi Dinlerde Dicle ve Fırat • Muharrem YILDIZ
174 - Diyarbakır’ın Tarihi Suları ve Çeşmeleri • Aysel YILMAZ
186 - Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Avlu ve Su Öğesi • Mine BARAN
196 - Diyarbakır İlçeleri Su ve Çeşmeleri • Kenan HASPOLAT
220 - Haram Sudan Atladım; Diyarbakır’da Haram Su İle İlgili İnanışlar • Nuran ELMACI
246 - Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Önemli Bazı Sıcak Su Kaplıcaları • Reyhan Gül GÜVEN
Bölüm Editörü : Timur DAĞOĞLU
İKLİM
240 - Diyarbakır’da Meteorolojik Faaliyetler • Yusuf ALTUNÇ, M.Latif GÜLTEKİN
246 - Küresel İklim Senaryoları ve Diyarbakır’a Olası Etkileri • M.Latif
GÜLTEKİN, Mahmut MÜSLÜM, Mustafa ALTINER
256 - Diyarbakır İçin Rüzgar Enerjisi Potansiyeli ve Faydalanma
Yöntemleri • Mustafa ALTINER, Latif GÜLTEKİN, Mahmut MÜSLÜM
264 - Diyarbakır’ın Güneş Enerjisi ve Potansiyeli • Mahmut MÜSLÜM, Latif
GÜLTEKİN, Mustafa ALTINER
274 - Diyarbakır İli Sıcaklık, Yağış ve Kuraklık Analizi • Nizamettin HAMİDİ
290 - Küresel İklim Değişikliğinin Diyarbakır Kent Merkezi Sıcaklıkları
Üzerindeki Etkisi• Z.Fuat TOPRAK
304 - Diyarbakır Çevre ve Orman Müdürlüğü Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü (AGM) Şube Müdürlüğü Çalışmaları • Murat HASPOLATLI
Bölüm Editörü : Yrd.Doç.Dr.Orhan KAVAK
YER ALTI ZENGİNLİK KAYNAKLARI
314 - Diyarbakır’da Tarihte Madenler • Kenan HASPOLAT
332 - Diyarbakır‘da Petrol ve Çevresel Etkileri • Orhan KAVAK, Kıvılcım
ÖNEN
344 - Diyarbakır Yöresinde Madencilik ve Çevresel Etkileri • M.Şefik
İMAMOĞLU, Kamuran MUŞ
352 - Madencilik İşletmelerinin Çevresel Etkisi ve Alınması Gereken
Önlemler • Ali Bilgin, Veli KARA
364 - Diyarbakır ve Çevresinde Neolitik Dönemden (M.Ö.10.000)
Günümüze Maden • Enver AKIN, Orhan KAVAK
370 - Yakındoğu ve Diyarbakır Çevresinde Meydana Gelen Tarihi
Depremler ve Sosyo-Kültürel Etkileri • Enver AKIN, Orhan KAVAK
Bölüm Editörü : Prof.Dr.Mahmut AYDINOL
ENERJİ KAYNAKLARI
380 - Biyogaz ve Biyodizelin Tanımı ve Özellikleri • Murat TOMAR
396 - Rüzgar Enerjisine Genel Bakış • Bilal GÜMÜŞ
404 - Diyarbakır’da Güneş ve Rüzgar Enerjisi Potansiyeli ve Kullanımı •
Mahmut AYDINOL
414 - Fotovoltaik Pil Teknolojisine Genel Bakış • Yusuf Selim OCAK, Tahsin
KILIÇOĞLU
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
ÖNSÖZ
Kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız
maddelerden oluşan varlıkların hepsini kapsayan doğa ile
canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri, sağlıklı ve düzenli bir
ortamda bulunabilmeleri için bir çerçeve olan çevre, en çok
ihtiyaç duyduğumuz ama en çok yıprattığımız değerlerimizdir.
Meselemiz, bu ortam içerisinde doğal bitki ve hayvan varlığı ile
tabii zenginliklerin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi,
kentsel ve kırsal alanda arazinin ve doğal kaynakların korunarak
en uygun şekilde kullanılması ile birlikte her türlü kirliliğin önlenmesidir.
Gelecek nesillere iyi bir çevre bırakmak için doğanın korunması
ile birlikte, tarihi boyunca doğası ve kültürü ile bölgede bir yıldız
gibi parlayan Diyarbakır şehrini bu tahribattan korumak hedefimiz olmalıdır.
Diyarbakır, tarih boyunca konumu itibariyle önemli bir ticari
kavşak olmuş, bereketli toprakları sebebiyle bölgesinde bir cazibe merkezi olarak kabul edilmiş ve birçok uygarlığa beşiklik
etmiştir. Diyarbakır bu özelliklerinden dolayı, bölgedeki kültürlerin gelişiminde etkin olduğu gibi kendisi de birçok kültürü
içinde barındırmış ve korumuştur.
Diyarbakır’ın, huzur, sessizlik ve dinlendirici bir atmosferin
hakim olduğu taş evlerini, surlarını, çevresinde bin bir güzellik
barındıran Dicle’yi, tarımsal potansiyelini, alabildiğine zengin biyolojik çeşitliliğini korumak, bu mirası zenginleştirerek nesillere
aktarmak görevimizdir.
Bu sempozyumun düzenlenmesinde başta Diyarbakır Valiliği ve
Dicle Üniversitesi olmak üzere emeği geçen herkesi yürekten
kutluyor, başarılar diliyorum.
Mehmet Mehdi EKER
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
ÖNSÖZ
Diyarbakır’ımız; tarihi ve kültürel altyapısı, havası, suyu, insanı, gülü ve diğer
yönleriyle yalnızca ülkemizde değil; dünyada da nadir görülebilecek özelliklere sahip,
nadide bir şehir.
Dünyanın ilk arkeolojik buğdayı, ilk nohudu ve ilk yabani üzümünün yetiştiği;
Türkiye’nin toplam kırmızı mercimek üretiminin %75-80’inin karşılandığı, buğday,
arpanın önemli oranda yetiştiği, Türkiye pamuğunun % 10’unun üretildiği, 1930’larda
bir milyon koza üretimiyle Bursa’nın önünde olan, Anadolu’da avcılığın ilk yapıldığı,
gül yetiştiriciliğinin 4600 yıl öncesine kadar uzandığı bir şehir.
Hamamlarıyla, temizlik ve güzelliğe verdiği önem ile tarihe geçmiş bir şehir. 1853’te
Diyarbakır’ı ziyaret eden Peterman’a göre, yabancılar kente girmeden önce kapıların
hemen bitişiğindeki hamamlara sokulup, yıkandıktan sonra şehre girmelerine izin
verilirdi. 1869 yılı Diyarbakır salnamelerinde; kimyevi usullerle balık avlayanların
cezalandırıldığı, hayvan öldürmenin, cami, kilise ve evlerin civarına cenaze gömmenin
yasaklandığı, nehir ve bataklıkların ıslahı gibi çevreyi korumaya yönelik pek çok
tedbirin alındığı bir şehir.
Bugün çevrecilerin önerdikleri koruyucu tedbirlerin, 200 yıl
öncesinde hayata geçirildiği, 27 medeniyete ev sahipliği yapmış
bir tarih, kültür ve medeniyet şehri. Ancak maalesef bugün;
geçmişi ile bağları kopmuş, gerçek değerlerinin üzeri örtülmüş,
hak etmediği imajla sunulan bir şehir.
Dicle Üniversitesi olarak biz, bir yandan şehrimizin var olan
değerlerine sahip çıkma, Diyarbakır ve bölgemizin biriken
sorunlarına çözüm bulma adına çaba gösterirken; diğer yandan
Diyarbakır’ımızın kaybolmaya veya unutulmaya yüz tutmuş
değerlerini gün yüzüne çıkarma, tarihte sahip olduğu gerçek
değeri yeniden kazanmasına yardımcı olma gayreti içerisindeyiz.
Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğü ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve
ev sahipliğini yaptığımız “Tarım-Doğa ve Çevre Sempozyumu”
1 Haziran 2010 tarihinde, üniversitemiz kongre merkezi
büyük salonunda gerçekleştirildi. Söz konusu sempozyumda
Diyarbakır’ın çevre-doğa sorunları ve potansiyelleri ele alındı,
tartışıldı, görüşüldü. Bu sempozyumun ve sempozyum kitabının
düzenlenmesinde emeği geçen herkese çok teşekkürler.
Artık Diyarbakır’ımız adına, kentimizin geleceği adına, düne
göre çok daha ümitliyiz.
Yapılan sempozyum konusuna,
destekleyen kurum ve kuruluşların listesine baktığımızda şunu
açıkça görüyoruz: Diyarbakır; Üniversitemiz ve Valiliğimiz başta
olmak üzere tüm kurum-kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle
(bu sempozyumda toplam 14 kuruluş) el ele vererek, işbirliği
içerisinde; tarihine, kültürüne, maddi-manevi değerlerine ve
geleceğine sahip çıkıyor. Aynı sorunlar ve aynı dertler etrafında
işbirliği yapıyor.
Dicle Üniversitesinin öncülüğünde yapılan bu çalışma ve işbirliği
Diyarbakır’ın geleceği açısından ümit vaad ediyor. Bu gayret
ve birliktelik sonucunda, hiç şüphesiz Diyarbakır’ımız o eski
ihtişamlı günlerine yeniden kavuşacaktır. Gelin, bu hedefe hep
birlikte yürüyelim…
Saygılarımla.
Prof.Dr.Ayşegül Jale SARAÇ
Dicle Üniversitesi Rektörü
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT
DİYARBAKIR’IN BİTKİLERİ
12
ÖZET
Güneydoğu Anadolu Bölgesi bitki çeşitliliği açısından zengin bir yöredir.
Bazı endemik ve nadir bitkilerin yetiştiği yörede, 2000–2010 yılları
arasında yürütülen floristik çalışmalar sonucunda yaklaşık 800 kadar doğal
bitki taksonunun yetiştiği belirlenmiştir. Bunlardan 50 tanesi endemiktir.
Ajuga xyllorhiza, Astragalus diyarbakirensis, Isatis demiriziana, Rosularia
blepharophylla, sadece Diyarbakır ilinde yetişen endemik bitkilerdir. Ajuga
vestita, Cicer echinospermum, Crocus leichtlinii, Lathyrus trachycarpus,
Medicago shepardii, Nepeta baytopii, Ophrys carduchorum, Paracaryum
kurdistanicum, Scrophularia mesopotamica ve Symphytum aintabicum,
Güneydoğu Anadolu Bölgesine özgü endemik türlerdir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Türkiye, coğrafi konumu, jeomorfolojik yapısı, değişik iklim tiplerinin etkisi
ve çok çeşitli habitatların varlığından ötürü çok farklı vejetasyon tiplerine
ve zengin bir floraya sahiptir (1). Güneydoğu Anadolu Bölgesi floristik
açıdan en az bilinen yörelerimizden olup, bu konudaki bilgiler, son yıllarda
yapılmış birkaç önemli çalışma dışında Türkiye Florası verileriyle sınırlıdır.
(2-10).
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin birleştiği, step ile dağlık alanların
geçiş bölgesinde bulunan Diyarbakır, ilginç ve zengin bir floristik yapı
sergilemektedir. Farklı coğrafik bölgelerin kesiştiği bir konumda olması,
bununla ilişkili değişken coğrafik ve ekolojik etmenler ile habitat zenginliği
bu çeşitliliğin nedenleri arasındadır. Biyolojik çeşitlilik açısından oldukça
zengin olan Diyarbakır, floristik açıdan az bilinen yörelerimizden biridir (2).
Son yıllarda yapılan çalışmalarda Diyarbakır il sınırları içerisinde yer
alan dört Önemli Doğa Alanı (ÖDA) belirlenmiştir. Güneydoğu Toros
Eşiği, Karacadağ, Devegeçidi Barajı ve Bismil Ovası. Ayrıca, Diyarbakır
ve Şanlıurfa illeri arasında yer alan Karacadağ Önemli Bitki Alanı (ÖBA)
olarak tespit edilmiştir (11-15).
İki binli yıllardan beri kişisel olarak sürdürülen floristik gezilerin yanı sıra,
birçok proje çalışmasının da Diyarbakır florasının belirlenmesinde katkısı
çok önemlidir. Sırasıyla Türkiye Çevre Vakfı ve Birleşmiş Milletler tarafından
desteklenen“GAP yöresindeki Tıbbi ve Endemik Bitkiler”, Sürdürebilir
Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği ve Birleşmiş Milletler tarafından
13
Selçuk Ertekin
Dicle Üniversitesi, Fen
Fakültesi Biyoloji Bölümü,
Diyarbakır
[email protected]
desteklenen “Karacadağ Bitki Çeşitliliği” Dicle
Üniversitesi tarafından desteklenen “Dicle
Üniversitesi Kampus Florası” ve “Çermik
(Diyarbakır) Florasının Monokotiledon Geofitleri”,
Diyarbakır Valiliği Çevre Orman İl Müdürlüğü
tarafından desteklenen “ Diyarbakır İli Önemli
Flora ve Fauna Alanlarının Belirlenmesi ” proje
çalışmalarını sayabiliriz (9, 10). Adı geçen
kurumlara desteklerinden ötürü teşekkür
ederim.
Anacardiaceae familyasından üç bitki türü
yetişir. Önemli türleri menengiç (Pistacia
khinjuk) ve sumak (Rhus coriaria) tır. Apiaceae
familyasından yaklaşık 50 türü yetişmektedir.
Önemli türlerinden, yabani havuç (Daucus
guttatus), anason (Pimpinella), çakşır Ferula
sayılabilir.
Diyarbakır Florası
Asteraceae familyası 80 taksona sahiptir.
Civanperçemi (Achillea), papatya (Anthemis),
peygamber çiçeği (Centaurea) önemli cinsleridir.
Achillea aleppica subsp. zederbaueri, Achillea
pseudoaleppica,
Anthemis
wiedemanniana,
Centaurea consanguinea, Centaurea kurdica,
Tanacetum densum endemik taksonlardır.
Diyarbakır da yürütülen 2000–2010 yılları
arasında
yürütülen
floristik
çalışmalar
sonucunda 800 kadar doğal bitki taksonunun
yetiştiği belirlenmiştir. Bunlardan beş tanesi
eğrelti otu, bir tanesi açık tohumlu, yaklaşık
800 tanesi ise çiçekli bitkilerdendir (3, 4). Çiçekli
bitkilerden dördü sadece Diyarbakır ilinde,
10 tanesi Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, 35
tanesi ise diğer bölgelerde de yetişen endemik
bitkilerdir (1, 3, 4).
Eğreltiler (Pteridophyta)
Diyarbakır ilinde Pteridophyta bölümüne ait 5
tane eğrelti otu türü yetişmektedir.
Tohumlu Bitkiler (Spermatophyta)
Gymnospermae Açık Tohumlular
Açık tohumlu bitkilerden tek bir ardıç (Juniperus)
türü yetişmektedir.
Angiospermae Kapalı Tohumlular
İlimizde çiçekli bitkilerden yaklaşık 800 bitki
yetişmektedir. Burada tür sayısı yönünden
ve ekonomik öneme sahip bazı familyalar
sıralanmıştır.
Endemik türleri Bunium brachyactis, Laserpitium
carduchorum, Trigonosciadium tuberosum’dur.
Boraginaceae familyası yaklaşık 30 bitkiye
sahiptir. Onosma procerum Boiss, Paracaryum
cristatum,
Paracaryum
kurdistanicum
veSymphytum aintabicum endemik türlerdir.
Brassicaceae familyası 33 taksonla temsil
edilir. Tere (Lepidium sativum L. subsp. sativum)
yörede doğal yetişen ve yenen bir bitkidir. Isatis
demiriziana, Diyarbakır ilinde yetişen endemik
bir türdür. Hesperis bottae ve Cochleria aucheri
ise Diyarbakır’da yetişen endemik bitkilerdir.
Campanulaceae familyasından yedi bitki türü
yetişir. Çan çiçeği (Campanula) önemli cinsidir.
Capparaceae familyası iki taksona sahiptir.
Berikember (Capparis ovata) çiçek tomurcukları
toplanan bir türdür. Caprifoliaceae familyası
iki türle temsil edilir. Yabani hanımeli türleri
(Lonicera) yöremizde yetişir. Caryophyllaceae
14
familyasının 25 taksonu yetişmektedir. Karanfil (Dianthus), nakıl (Silene)
önemli cinsleridir. Convolvulaceae familyası yedi tarla sarmaşığı
(Convolvulus) türü ile temsil edilir.
Convolvulus galaticus endemik bir tarla sarmaşığı türüdür. Cuscutaceae
familyası asalak iki küsküt otu (Cuscuta) türü ile temsil edilir (Resim 1).
Crassulaceae familyası 5 türle temsil edilir. Rosularia blepharophylla sadece
Diyarbakır çevresinde yetişen endemik bitkidir (Resim 2).
Resim 1. Phelypea Coccinea
Resim 2. Rosularia blepharophylla
Euphorbiaceae familyasının 15 taksonu bilinmektedir. Sütleğen (Euphorbia)
önemli cinsidir.
Fagaceae familyası iki taksona sahiptir. İki meşe türü (Ouercus branthii ve Q.
infectoria), yöredeki meşe topluluklarını oluşturur. Hypericaceae familyası
beş tür ile temsil edilir. Binbirdelik otu, kantaron, batof (Hypericum)
yörede tıbbi olarak kullanılan bitkilerdir. Hypericum spectabile endemik
bir kantaron türüdür. Iridaceae familyası 12 türe sahiptir. Crocus biflorus,
Crocus leichtlinii endemik safran türleridir (Resim 3 ve 4).
Resim 3. Crocus biflorus
Resim 4. Crocus leichtlinii
Fabaceae familyası yaklaşık 130 taksonla temsil edilir. Astragalus
diyarbakirensis, Astragalus gymnoalopecias, Cicer echinospermum, Lathyrus
trachycarpus, Medicago shepardii, Onobrychis argyrea subsp. argyrea,
15
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Trifolium aintabense ve Trigonella kotschyi
Diyarbakır çevresinde tespit edilen endemik
bitkilerdir.
Lamiaceae familyası 40 taksona sahiptir.
Adaçayı (Salvia) ekonomik önemi olan bir cins
olup yörede 12 taksonu yetişmektedir. Ajuga
vestita Boiss., Ajuga xyllorhiza, Nepeta baytopii,
Salvia ballsiana endemik türlerdir (Resim 5 ve
6).
Resim 7. Narcissus tazetta
Resim 8. Alcea fasciculiflora
Orchidaceae familyasının 20 türü Diyarbakır
çevresinde yetişir. Ophrys carduchorum ve
Ophrys cilicica bu çevrede yetişen endemik
orkidelerdir. Papaveraceae familyasının 15
türü bulunur. Gelincik (Papaver) önemli cinsidir.
Papaver clavatum endemik bir gelincik türüdür.
Resim 5. Ajuga xyllorhiza
Resim 6. Ajuga vestita
Liliaceae familyasının 30 türü yetişmektedir.
Colchicum balansae endemik bir çiğdem
türüdür. Ayrıca Allium variegatum, Scilla leepii
endemik türlerdir. Nergis yörede doğal yetişen
bir çiçektir (Resim 7).
Resim 9. Ophrys carduchorum
Malvaceae familyasından Alceae fasciculiflora
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yetişen
endemik bir hatmi türüdür (Resim 8).
Resim 10. Ophrys cilicica
16
Poaceae familyasının 35 türü yetişir. Yabani buğday (Triticum), arpa (Hordeum)
önemli cinslerdir. Ranunculaceae familyası 25 türe sahiptir. Önemli cinsleri,
düğünçiçeği (Ranunculus) ve kandamlası (Adonis) arasındadır. Rosaceae
familyası 15 takson içerir. Yabani badem (Amygdalus) yabani kiraz, mahlep
(Cerasus), yabani armut (Pyrus), alıç (Cratageus) yörede yetişen cinslerdir.
Scrophulariaceae familyası yaklaşık 30 tür içerir. Scrophularia mesopotamica,
Linaria genistifolia subsp. praealta ve Veronica balansae Stroh endemik
bitkilerdir. Solanaceae familyasının altı türü bulunur. Lycium anatolicum
endemiktir.
SONUÇ
Diyarbakır çevresinde beş tanesi eğrelti otu, bir tanesi açık tohumlu olmak
üzere 800 doğal bitki taksonu yetişmektedir. Bunlardan, Ajuga xyllorhiza,
Astragalus diyarbakirensis, Isatis demiriziana, Rosularia blepharophylla,
sadece Diyarbakır ilinde yetişen, Ajuga vestita Boiss., Cicer echinospermum
Crocus leichtlinii, Lathyrus trachycarpus, Medicago shepardii, Nepeta
baytopii, Ophrys carduchorum, Paracaryum kurdistanicum, Scrophularia
mesopotamica, Symphytum aintabicum ise Güneydoğu Anadolu Bölgesinde
yetişen endemik bitkilerdir. Diğer endemik bitkilerle ile beraber Diyarbakır
ilinde 50 endemik bitki yetişmektedir.
İlimizde dört ÖDA ve bir ÖBA belirlenmiştir. Yörede yapılan floristik
çalışmalar henüz devam etmektedir. Bu çalışmalar daha çok bitki çeşitliliği
açısından zengin yörelerin belirlenmesi ve koruma altına alınmasını
sağlanması amaçlamaktadır.
17
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1. EKİM, T., KOYUNCU, M., DUMAN, H., AYTAÇ, Z., ADIGÜZEL, N., Türkiye Bitkileri Kırmızı Kitabı
(Eğrelti ve Tohumlu Bitkiler). Türkiye Tabiatını Koruma Derneği ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi,
Ankara. 246 s. 2000.
2. SAYA, Ö., ERTEKIN, A. S., GAP’ın Bölge Florasına Etkileri. GAP’ın Ekolojiye ve Tarıma Etkileri,
Türkiye Çevre Vakfı, yayın no: 125, 39-55, 1998.
3. DAVIS P. H., Flora of Turkey and the East Aegean Islands, Vol. 1-9, Edinburgh, 1965-1985.
4. DAVIS P. H., MILL R., TAN, K., Flora of Turkey and the East Aegean Islands, 10, Edinburgh, 1988.
5. MALYER, H., Diyarbakır Bölgesinin Iridaceae Familyasına Ait Geofitleri Üzerinde Korolojik Bir
Çalışma, Doğa Bilim Dergisi, Temel Bilimler, Seri A, 6, 1, 17-20, 1982.
6. KAYNAK , G., KETENOĞLU, O., New floristic records from the Urfa and Diyarbakır provinces, SE
Turkey, Willdenowia, 16, 79-86, 1986.
7. ERTEKIN, A. S., SAYA, Ö., New floristic records for the various grid squares from the Fabaceae.
Tr. J. of Botany, 21, 187-188, 1997.
8. ERTEKIN, A. S., New floristic records for the grid squares C7 and C8 in Turkey from the Fabaceae.
Tr. J. of Botany, 23, 413-414, 1999.
9. SAYA, Ö., ERTEKIN, A. S., ÖZEN H.Ç., HOŞGÖREN, H., TOKER Z., GAP Yöresindeki Endemik ve
Tıbbi Bitkiler, Türkiye Çevre Vakfı ve UNDP Global Environmental Facility. Türkiye Çevre Vakfı
Yayınları no: 143, 207 s. 2001. Ankara.
10.ERTEKİN, A. S. , Karacadağ Bitki Çeşitliliği. Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği ve
UNDP Global Environmental Facility. Diyarbakır, 2002
11.BİRİCİK, M., ERTEKİN, A. S. , KARAKAŞ, R., Devegeçidi Barajı, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları,
2, 464-465, Doğa Derneği, 1996.
12.BİRİCİK, M. , ERTEKİN, A. S. , KAYA , Ö.F. , KARAKAŞ, R. , 2006. Karacadağ, Türkiye’nin Önemli
Doğa Alanları, 2, 462-463. Doğa Derneği, 1996.
13.ERTEKİN, A. S. , 2006. Güneydoğu Toros Eşiği, 284-287 (Cilt II). Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları.
Doğa Derneği, Ankara
14.ERTEKİN, A. S. , WELCH, G. , WELCH, H. , 2006. Mardin Eşiği, 470-473 (Cilt II). Türkiye’nin Önemli
Doğa Alanları. Doğa Derneği, Ankara
15.KILINÇ, H. , ÖZEN, M. , 2006. Nemrut Dağı, 254-257 (Cilt II). Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları.
Doğa Derneği, Ankara
16.SÖZER A. N., Güneydoğu Anadolu’nun Doğal Çevre Şartlarına Coğrafi Bir Bakış. Ege Coğrafya
Dergisi, 2, 18-31, 1984.
18
BIODIVERSITY OF THE DİYARBAKIR REGION, TURKEY
20
ÖZET
Bu çalışma, Diyarbakır yöresinde gerçekleştirdiğimiz çalışmalar ve
önceki yıllarda yapılmış olan bilimsel yayınlar temel alınarak bölgenin
biyoçeşitliliği özetlenmiş ve sentezi yapılmıştır. Diyarbakır’da bilinen tür
sayısının yaklaşık 20 000 olduğu düşünülmekte ancak tür sayısının 50 000
veya üzeri olduğu tahmin edilmektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, Mezopotamya
ovasının kuzeyinde, Dicle nehrinin kıyısında yer almaktadır. Bölge
biyoçeşitliliği, bölgenin coğrafik konumunun farklı zoocoğrafik bölgelerin
(Oriyantal, Palearktik ve Sahra-Sina) kavşağında bulunmasından dolayı
etkilenmektedir.
Diyarbakır bölgesi bitki türleri bakımından zengindir; Türkiye’de dağılış
gösteren türlerin %30-35’i bu bölgede bulunmaktadır. Bölge, biyoçeşitlilik
için, özellikle içerdiği genetik çeşitlilik, tarımsal önemi olan bazı bitkiler ve
bunların çoğunun evcilleştirildiği merkez olarak kabul edilmektedir.
Bölgenin faunası hakkındaki bilgiler kısıtlıdır. Özellikle omurgasızlar
hakkındaki bilgiler yetersizdir. Omurgasızların özellikle böceklerin dağılışı,
bitki çeşitliliğinin zengin oluşundan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte
omurgasızların sayısı hakkındaki tahminler güvenilir olmamasına rağmen
30 000’den az değildir.
Bölgede, 47 zooplankton, 34 rotifera, 44 liken ve 22 mollusca türü teşhis
edilmiştir. Dicle nehri ve kollarında yaklaşık 40 kadar balık türü ve alttürü
yaşamaktadır. 30 türden oluşan herpetofaunanın 5 ‘i amfibi, 25’ini de
sürüngenler (reptiller) oluşturur. Reptillerden 11 tanesi kertenkeledir.
Kuşlar en fazla bilinen grup olup bölgede 221 tür kaydedilmiştir. Karasal
memeliler ise 33 türden oluşmaktadır.
ABSTRACT
This paper summarizes biodiversity based on records from the scientific
literature and results of our own surveys carried out in the Diyarbakır
province. This is an attempt to synthesis the biodiversity of the region. The
number of known species in Diyarbakır is approximately 20,000 though
the estimated number is far higher - from 50,000 or more.
21
Yüksel COŞKUN
Dicle Üniversitesi, Fen
Fakültesi Biyoloji Bölümü,
Diyarbakır,
[email protected].
The Diyarbakır region is located on the right
bank of the Tigris River (Dicle) in the southeast
Anatolian region of Turkey, to the north of
the Mesopotamian plain. The composition of
the regional biodiversity is influenced by its
geographical position on a crossroad of different
zoogeographic realms (Oriental, Palaearctic, and
Saharo-Sindian). The Diyarbakır region is rich in
plant species; about 30–35% of Turkey’s plant
species are distributed in this area. The region
has been especially considered as a center for
biodiversity, including genetic diversity, of some
agriculturally important plants and as a possible
place of domestication for some of them.
Information on the fauna of the region is very
limited, especially pertaining to invertebrates.
The diversity of invertebrates (mainly insects) is
very high due to the richness in plants. However,
no reliable estimate is available for the number
of invertebrates although it is assumed to be
not less than 30,000 species.
A total of 47 zooplanktonic, 34 rotifera, 44
lichenes, and 22 molluscs species have been
identified. About 40 species and subspecies of
fish are living in the Dicle (Tigris) River and its
tributaries. Thirty species of herpetofauna —
5 amphibians and 25 reptiles — occur in the
region. About nine of these are lizards. Birds
are by far the most studied taxon and 221 bird
species have been reported from the region.
The terrestrial mammal fauna of the region
consisted originally of 33 species in Diyarbakır.
Introduction
Diversity of life can be measured in several
ways; the number of species (species diversity),
the number of groups (taxonomic diversity), the
number of distinct body plans (morphological
diversity), the number of feeding strategies
(trophic diversity), and the number of genotypes
(genetic diversity). To fully characterize
diversity at any location, the above-mentioned
characteristics need to be examined, but
this remains intractable (1). The biological
diversity of a given region depends primarily
on its geographic position, climate, and habitat
heterogeneity.
Many other environmental factors delineate
the local distribution and abundance of the
number of species. The knowledge of their local
distribution provides basic data for regional
conservation planning, mapping, and selection
of biodiversity rich areas and their further
designation and management as protected
territories. Our present knowledge of the
biodiversity of Diyarbakır is reviewed on the
basis of the published records and original data
collected in the province.
Biodiversity In Turkey: An Overview
Turkey is a natural pathway for the distribution
of species from east to west, because it is
considered a bridge between Asia and Europe
in the south. Turkey is also connected to Africa
via the Arabian Peninsula, thus including many
eremial faunal elements and providing a
pathway for their distribution toward Caucasus
and south-eastern Europe. In addition to
geographic connection (also in its geological
history), Turkey is diverse in its topography and
climate. Due to all these factors, the Anatolian
part of Turkey includes diverse faunal elements
and exceptionally rich flora, see Table 1.
22
The biological status, various biotopes, and different ecosystems enable
the superior biodiversity in Turkey. For instance, 75% of European plant
species are found in Turkey (2). The number of different seeded plant
species is over ten thousand, and one-third of these are endemic (3). It is
estimated that the number of the animal species amounts to 70-80,000,
including invertebrates. The number of seeded plants is more than 10,000
of which over 3,000 are endemic. This abundance of organisms is a result
of the continental situation of Turkey. Globally threatened animals such
as Monk Seal (Monachus monachus), Urial (Ovis orientalis), and Euphrates
Soft-shell Turtle (Rafetus euphraticus) still survive in Turkey.
PLANT GROUPS
INVERTEBRATES
VERTEBRATES
Taxon
Reptiles/Amphibian
(Reptilia/Amphibia)
Birds (Aves)
Mammals (Mammalia)
Freshwater Fish
(Pisces)
Marine Fish
(Pisces)
Mollusk
(Mollusca)
Butterfl ies
(Lepidoptera)
Locusts
(Orthoptera)
Dragonfl ies/Damselfl
ies (Odonata)
Beetles
(Coleoptera)
Half-winged
(Heteroptera)
Aphids
(Homoptera)
Algae
Lichen
(Lichenes)
Moss
(Bryophytes)
Pteridophytes Ferns
Gymnospermae
(Gymnosperms)
Monocotyledonous
(Monocotyledons)
Dicotyledonous
(Dicotyledons )
Defined
species
Endemic species/
Rare and
subspecies,
endangered
variety
species
Extinct
species
141
16
10
-
460
161
37
17
23
7
236
70
-
4
480
-
-
-
522
203
unknown
unknown
4.500
89
89
unknown
600
270
-
-
114
-
-
-
~10.000
~ 3.000
-
-
~1400
~200
-
-
~1500
~200
-
-
2.150
----
unknown
unknown
1000
----
unknown
unknown
910
2
2
unknown
101
3
1
unknown
35
5
1
unknown
1.765
420
180
-
9.100
3500
1100
11
Table 1. Taxon numbers of species and subspecies of various animal and plant categories, endemism, number of rare and endangered species, and extinct species (3).
23
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Many species whose ranges are largely
confined to the Mediterranean, Euro-Siberian,
Alpine, Irano-Turanian and Saharo-Sindian
biomes converge in Anatolia. Almost all the
vertebrates of Turkey are recorded. However,
the invertebrates still have to be investigated.
In Table, the numbers of animal species are
given along with their present status (3).
bank of the Tigris River (Dicle) to the north of
the Mesopotamian plain, with a surface area
about 15.355 km2, and is located in the middle
of Southeastern Anatolia (Fig. 1). The steppe
vegetation blooms briefly during the spring, but
dries up at the beginning of summer with the
end of the rains. A smattering of oak forests can
be found in the arid mountains (4).
South-eastern Anatolia also called “Fertile
Crescent” or “Upper Mesopotamia”, describes
the region between the Euphrates and Tigris
rivers and represents the northernmost part of
Information on the fauna of the Diyarbakır
region is very limited, especially concerning
invertebrates. The diversity of invertebrates
(mainly insects) is very high due to the richness
of plants. However, no reliable estimate is
available for the number of invertebrates
although it is assumed to be not less than
30,000 species (Plate 1).
the Arabian platform which is considered one of
the centres of cultivation where mankind first
started sedentary agriculture. Many local animal
races were first bred here by past civilizations
and spread to other regions of the world. The
region is characterized by relatively gentle
relief, with broad plateau surfaces descending
to the south from about 800 meters at the
mountain foot to 300 meters along the Syrian
border. The area is characterized by extremely
dry and high summer temperatures (above
30 ºC in July). Winters are cold, with January
temperatures reaching almost freezing. Annual
rain fall ranges from about 300-600 mm (4).
The Euphrates and Tigris rivers form important
riparian habitats in eastern and south-eastern
Anatolia with extensive floodplains. Tamarix
scrub, stands of Populus, sand-banks, and
barren gravel islands are typical features.
Several species of afro-tropical and oriental
origin came to the Anatolian region following
the course of these rivers (5).
Biodiversity Of Diyarbakır
The Diyarbakır province raises above the right
In the Devegeçidi Dam lake, 34 species of the
phylum Rotifera were identified, three of which
(Brachionus caudatus, Lecane (M.) scutata, and
Testudinella truncata) were new records for
Turkey (6). The zooplanktons of Göksu consist
mainly of Cladocera, Copepoda, and Rotifera
groups. A total of 47 species composed of 16
cladocerans, 3 copepods, and 28 rotifers were
identified. All of these are recorded for the
first time in Göksu Lake and one, the rotifer
Monommata arndti, is new for Turkey’s inland
waters’ record (7).
According to Pavlicek et al. (8) 11 earthworm
species are known to be present in the Diyarbakir
province, representing the first records for all
of Mesopotamia. The molluscs (Mollusca) are
represented by 522 species (203 are endemic)
in Turkey. Diyarbakır is not rich in land snail
fauna due to its geographical features. With
24
the studies done on the distribution and systematics of land snails, 22
different species have been identified up to now (9). Assyriella species
are interesting due to their endemism to Southeastern Anatolia, Syria,
Iraq, and Iran. A total of 236 fish species and subspecies belonging to
26 families inhabit the inland waters of Turkey (10). According to current
data, 40 species and subspecies of fish, belonging to 9 families, are living
in the Dicle (Tigris) River and its tributaries. Twenty-one fish species out of
the 40 species are endemics; their ranges are confined to the Euphrates
and Tigris basins. The dominant species of the Tigris fish community
are the species belonging to genus Capoeta, Barbus, Achantobrama, and
Chalcalburnus; the secondary species are those belonging to the genus
Garra, Mastacembellus, and Tor (11).
Figure1. Location of Diyarbakır.
In southeast Anatolia four kinds of herpetofaunal elements meet:
Palearctic, Sahara-Arabian, Oriental, and Afrotropical (12). Thirty identified
species belong to the herpetofauna of the Diyarbakır province: 5 amphibi;
Salamandra s. semenovi, Bufo viridis, Hyla arborea, Hyla savignyi, and Rana
ridibunda; 3 Testudinata; Mauremys caspica, Rafetus euphraticus, and
Testudo graeca. The world population of the Euphrates’ softshell turtle,
Rafetus euphraticus, one of the most endangered species in the region, is
confined to the Euphrates and Tigris rivers. 11 Lacertilia; Blanus strauchi,
Lacerta cappadocica, Lacerta trilineata, Ophisops elegans, Ablepharus
kitaibellii, Mabuya aurata, Mabuya vittata, Eumecus schneideri, Cyrtopodion
heterocercus, Laudakia stellio, and Trapelus ruderatus; 11 Ophidia;
Typhlops vermicularis, Eryx jaculus, Coluber caspius, Coluber najadum,
25
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Coluber jugularis, Coluber schmidti, Eirenis
decemlineatus, Eirenis lineomaculatis, Natrix
natrix, Natrix tessellata, and Vipera lebetina.
Coluber schmidti was observed but could not be
collected (13 and Unpublished information of
our survey observations). Coastal viper, Vipera
(Montivipera) xanthina is endemic to Turkey,
occurring in this region and in the adjacent
part of the Mediterranean region. Ranges of
many rare species are confined to Northern
Mesopotamia and the Iğdır/Van area (5) (Plate
2).
There are approximately 9,600 bird species
Of the 161 mammal species recorded in Turkey,
37 sub-species and/or varieties are endemic.
Twenty-three of these species are endangered
and now under conservation. The terrestrial
mammal fauna of the region consisted originally
of 33 species belonging to 17 families. Most of
the mammal species recorded from the area
have been assigned to one of the following
zoogeographical
categories:
Palaearctic,
Saharo-Indian, and Oriental. Diyarbakır has
several species of carnivores, wolf (Canis lupus),
brown bear (Ursus arctos), and probably the
striped hyena (Hyaena hyaena) (16); the other
that belong to 23 orders and 144 families
in the world. Five hundred and fourteen bird
species regularly occur in Europe (14). The
number of bird species in Turkey is 456, and
304 of them breed in Turkey. One hundred and
fifty-two of these are guest species that can
be found in Turkey during summer or winter.
Some of these species are Actitis hypoleucos,
Alcedo atthis, Anas crecca, Apus affinis, Ceryle
rudis, Charadrius dubius, Chilidonias leucopterus,
Circus aeruginosus, Delichon urbica, Egretta
garzetta, Francolinus francolinus, Larus genei,
Milvus migrans, Phalacrocorax pygmeus, Platelea
leucorodia, Scolopax rusticola, Sterna albifrons,
and Tyto alba. Diyarbakır and its surroundings
have special habitats for many bird species.
A total of 221 bird species that belong to 17
orders and 51 families were reported from the
region (15). Ninety-six of these species belong
to passeres, while 125 are non-passeres. Among
the species reported, 71 of them are native,
87 are summer visitors, 36 winter visitors, 26
transitory migrants, and one vagrant species
for the region (15). Of the recorded species, 13
are globally threatened species.
carnivores species found in the region are as
follows: badger (Meles meles), jackal (Canis
aureus), fox (Vulpes vulpes), Marbled Polecat
(Vormela peregusna) (Plate 3). The Caspian
tiger (Panthera tigris virgata) and the Anatolian
leopard (Panthera pardus tulliana) are big
cats that once had a wider distribution in the
country (17). The Anatolian leopard is critically
endangered and the Caspian tiger is extinct
according to the World Conservation Union (18).
There are rumors about the presence of the
hyaena in Diyarbakır; Kumerloeve (19) writes
of the striped hyena in Diyarbakır, but Kasparek
et al. (20) noted that Diyarbakır marks the
northernmost point in southeast Anatolia where
there is no evidence of the species in that area
today. The tiger Panthera tigris became extinct
in the region in the late 1970’s (5). The large
herbivore species is the goitered gazelle, Gazella
subgutturosa, referred to as a restored species,
and is bred in a desert wildlife reserve for the
state production of animals in Ceylanpınar.
Southeastern Anatolia has a unique floristic
composition that places it in the Mesopotamia
subregion of the Iran-Turan floristic zone. Of all
26
the vegetation in the region, 36% belongs to Iran-Turan and 32 % to the
Eastern Mediterranean origin. It is estimated that 30-35% of all naturally
growing plants in Turkey is observed in this region (21). The region is also
important as the gene source of some wild wheat, barley, wild chickpea,
lentil, and green pea. Five hundred and thirty-four plant species belonging
to 264 genera from 66 families were identifed in the Karacadağ area. There
are 18 rare plant and 32 endemic species growing in the Karacadağ area.
Some of them are; Astragalus erythrotaenius, Phelypea coccinea, Tulipa
alepensis, Fritillaria persica, Colchicum balansae, Lathyrus chrysanthus, and
Iris gatesi (22).
Lichens are a widespread group, with over 1,200 species recorded in
Turkey (23). However, lichens have not been particularly well studied in
Diyarbakır; but a work was conducted in the Diyarbakır province in which
approximately 44 species were described (24).
Wheat Origins Near The Karacadağ Mountains, Turkey
Dated archeological remains of einkorn wheat (T. monococcum- the earliest
domesticated wheats) in settlement sites near Diyarbakır region confirm
the domestication of einkorn near the Karacadag Mountain Range (25).
Recent genetic and archeological discoveries indicate that both emmer
wheat and durum (hard pasta wheat) also originated from this same
Karacadağ region of southeastern Turkey. Remains of harvested emmer
from several sites near the Karacadag Range have been dated to between
8,800 BCE and 8,400 BCE, that is, in the Neolithic period (26).
A Case Study: Speciation Mammals In The Region, Nannospalax
Ehrenbergi
Spalacidae, subterranean mammals, are highly specialized and adaptively
convergent structurally, functionally, and behaviorally at all organizational
levels to life underground (27). Spalacidae mole rats occur in southeastern
Europe (Hungary, the former Yugoslavia, Romania, Bulgaria, and Greece);
Asia Minor (Cilician Taurus, Turkey); Northern Africa, the Caucasus, and in
the Middle East (28). Karyotype studies of Nannospalax ehrenbergi (Nehring
1898), from across their distribution, revealed obvious chromosome
polymorphisms and several different karyotypes from this region and have
already been described (29 and reference therein). Nannospalax ehrenbergi
(Fig. 2) is a young species and represents a dynamic case of ecological
27
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
speciation in action (27).
We identified five different chromosomal forms
of Nannospalax ehrenberg in Turkey, which have
diploid chromosome numbers (2n), and are as
follows: 2n = 48 (Hatay-Yayladağı); 2n = 52a
(Hatay-Arsuz); 2n = 52b (Diyarbakır); 2n = 56a
(Tarsus); and 2n = 56b (Siirt-Kurtalan). Each
chromosomal species and populations of mole
rats select their climatic habitat in line with the
climatic conditions of their geographic localities
(29).
Diyarbakır Population
Diploid chromosome number 2n= 52, NF=76,
and NFa=72.
Their karyotypes consist of
11 pairs of meta/submetacentrics, and 14
pairs of acrocentric autosomes (Fig. 2). The X
chromosomes are small sized submetacentric;
Y chromosomes are small acrocentrics (29).
its special geographical features, offer great
opportunities for biogeographic research. The
biodiversity of the Diyarbakır province has not
yet been investigated in detail from a biological
viewpoint. It is clear that our knowledge about
the distribution and biology of several species
are not sufficient for this region, and requires
further intense field research.
There is a need for a great deal of research to
be done in order to reveal a more complete
picture of biodiversity, and more detailed
faunal and floral surveys are also required.
I believe that the present study will make a
significant conribution to the biodiversity of
Diyarbakır, which is not sufficiently known yet.
Unfortunately, there is still no comprehensive
inventory of Diyarbakır biodiversity, particularly
the invertebrate taxa.
Figure 2. Nannospalax ehrenbergi, their karyotype and
distribution area in the region (29).
Conclusions
Southeastern Anatolia, due to its geographical
position, is a crossroad of different
zoogeographic realms (Oriental, Palaearctic,
and Saharo-Sindian) that influences the
composition of the region’s biodiversity. The
rich biodiversity of Diyarbakır, combined with
28
REFERENCES
1. SHEPHERD U.L. A comparison of species diversity and morphological
diversity across the North American latitudinal gradient. Journal of
Biogeography, 25, 19–29, 1998.
2. BAŞER K. H. C. Aromatic biodiversity among the flowering plant taxa of
Turkey. Pure Appl. Chem., Vol. 74, No. 4, pp. 527–545, 2002.
3. NBSAP. The National Biological Diversity Strategy and Action Plan.
Republic of Turkey, Ministry of Environment and Forestry, Ankara.
(http://www.cevreorman.gov.tr/belgeler6/ NBSAP.pdf (September
2009), 2007.
4. GCC., A Guide to Southeastern Anatolia. Gaziantep Chamber of Commerce.
http://
seanatolianheritage.org/eng/southeastanatoliaguide/
diyarbakir.pdf (Sept. 2009), 2009.
5. EEA, Biogeographical regions in Europe. The Anatolian region. European
Environment
Agency.(http://www.eea.europa.eu/publications/
report_2002_0524_154909/anatolian.pdf (April 2009), 2007.
6. BEKLEYEN, A. A Taxonomical Study on the Rotifera Fauna of Devegeçidi
Dam Lake (Diyarbakır-Turkey). Turkish Journal Zoology, 25: 251-255,
2001.
7. BEKLEYEN, A. A Taxonomical Study on the Zooplankton of Göksu Dam
Lake (Diyarbakır). Turkish Journal Zoology, 27: 95-100, 2003.
8. PAVLÍČEK T. CSUZDI, C. and COŞKUN Y. First earthworm records in
Upper Mesopotamia, Turkey. Zoology in the Middle East, 48: 119-120,
2009.
9. ŞEŞEN R. Yukarı Dicle Havzasının Dicle Nehrinin Batısındaki Bölgede
Saptanan Kara Salyangozlarının Dağılışı ve Sistematiği. II. Ulusal
Malakoloji Kongresi, Adana, 2008.
10.KURU M. Recent Systematic Status of Inland Water Fishes of Turkey
Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, 24(3): 1–21. (in Turkish),
2004.
11.ÜNLÜ E. Tigris River. A review with regard to the Ilısu Hydroelectric
Project. Ilısu Dam and HEPP Environmental Impact Assessment Report.
2006.
12.DISI A. M. and BÖHME, W. Zoogeography of the Amphibians and Reptiles
of Syria, with additional new records. Herpetozoa. 9: 63-70, 1996.
13.AKELMA R. “Herpetofauna of the Diyarbakır Province”. Dicle University.
Science Institute, Ms Thesis. (In Turkish), 120 pp. Diyarbakır, 2007.
14.TUCKER G. M. and HEATH M. F. Birds in Europe: their conservation
29
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
status. Cambridge, U.K.: BirdLife International (BirdLife Conservation Series no.3). 1994.
15.KARAKAŞ R. and KILIÇ A. The Birds of Dicle Dam (Diyarbakır). Turkish Journal Zoology. 28: 301308, 2004.
16.CAN Ö. E. and LİSE Y. Distribution of large mammals in Southeastern Anatolia: Recommendations
& priority areas for their conservation (in GAP Biodiversity Research Project 2001-2003 Final
Report), (DHKD), Istanbul, Turkey, 2004.
17.CAN Ö. E. Status, Conservation and Management of Large Carnivores in Turkey. Convention
on the Conservation of European Wildlife and Natural Habitats. 24th meeting Strasbourg, 29
November-3 December 2004, WWF-Turkey, Ankara, 2004.
18.IUCN Red List of threatened species. www.redlist.org. (Downl. Oct.28, 2008), 2003.
19.KUMERLOEVE H. Zur verbreitung kleinasiatischer raub- und huftiere sowie einiger Großnager.
Säugetierkdl, Mitt 15: 337-409. Germany, 1967.
20.KASPAREK, M. KASPAREK, A. GÖZCELİOĞLU, B. ÇOLAK, E. & YİĞİT, N. On the status and
distribution of the Striped Hyaena, Hyaena hyaena, in Turkey. Zoology in the Middle East 33:
93–108, 2004.
21.SAYA Ö. ERTEKIN A. S. ÖZEN H. Ç. HOŞGÖREN H. & TOKER Z. GAP Yöresindeki Endemik ve
Tıbbi Bitkiler. Türkiye Çevre Vakfı ve UNDP Global Environmental Facility. Ankara, 2001.
22.ERTEKİN A. S. Karacadağ Bitki Çeşitliliği. Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği ve
UNDP Global Environmental Facility. Diyarbakır, 2002.
23.ORAN S. and ÖZTÜRK Ş. Lichen records from Southeast and East Anatolian region (Turkey). J.
Biol. Environ. Sci., 1 (1), 15-22, 2007.
24.AGÜLOĞLU H. Taxonomic, Anatomic and Morphologic Characteristics of some Lichen species
in Diyarbakır Province and close Neighbourhood. Dicle University Science Instutute. Ms Thesis
(In Turkish), 1996.
25.HEUN M. SCHAFER-PREGL R. KLAWAN D. CASTAGNA R. ACCERBI M. BORGHI B. and SALAMINI F.
Site of Einkorn Wheat Domestication Identified by DNA Fingerprinting. Science Vol. 278: 13121314, 1997.
26.BROWN T. A., JONES M. K., POWELL W. and ALLABY R. G. The complex origins of domesticated
crops in the Fertile Crescent. Trends in Ecology and Evolution Vol.24 No.2, 103-109, 2008.
27.NEVO E. Mosaic Evolution of Subterranean Mammals. Regression, Progression and Global
Convergence. Oxford University Press, Inc., New York, pp: 413, 1999.
28.WILSON, D. E. and REEDER, D. M., (eds.) Mammal Species of the World: A Taxonomic and
Geographic Reference. 3rd Ed., the Johns Hopkins Univ. Press, 2005.
29.COŞKUN, Y. ULUTÜRK, S. and YÜRÜMEZ, G. Chromosomal diversity in mole-rats of the species
Nannospalax ehrenbergi (Rodentia: Spalacidae) from South Anatolia, Turkey. Mammalian Biology
– Zeitschrift für Säugetierkunde 71 (4): 244-250, 2006.
30
Plate1. Some Invertebrate of Diyarbakır Province
Diyarbakır’ın Bazı Omurgasız Hayvan Örnekleri
31
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Plate 2. Some herpetofauna elements of Diyarbakır Province. 1. Trapelus ruderatus, 2.
Salamandra salamandra semenovi, 3. Rana bedriaga, 4. Lacerta viridis, 5. Laudakia stellio, 6.
Thyphlops vermicularis, 7. Testudo graeca, 8. Blanus strauchi, 9. Hyla savign
Diyarbakır’ın Bazı Herpetofauna Örnekleri
32
Plate 3. Some mammal species of Diyarbakır Province.. 1. Rhinolophus
ferrumequinum, 2. Nannospalax ehrenbergi, 3. Hemiechinus auritus,
4.
Hystrix cristata, 5. Vormela peregusna, 6. Meriones tristrami, 7. Crocidura
suaveolens
Diyarbakır’ın Bazı Memeli Fuanası Örnekleri
33
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
DİYARBAKIR YÖRESİNİN KUŞLARI
34
ÖZET
Ülkemizin, genel olarak kuş türleri bakımından zengin bir coğrafi bölge
olduğu bilinmekle birlikte, gerek Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin gerekse
Diyarbakır ve çevresinin bu zenginlik içindeki yeri yakın zamana kadar
yeterince anlaşılamamış, ancak son yıllarda yapılan çalışmalarla yörenin kuş
çeşitliliği hakkında detaylı veri elde edilebilmiştir. Bunun en önemli nedeni
yörenin kuş varlığı üzerindeki sistematik araştırmaların yetersizliği olarak
belirlenmiş. Söz konusu çalışmada, 1993-2010 yılları arasında Diyarbakır
il sınırları içinde, standart ornitolojik donanım eşliğinde gerçekleştirilen
arazi çalışmaları ve yayınlanmış eserler topluca değerlendirilerek yörede
gözlenen kuş türlerinin listesi ve mevsimsel statüleri sunulmuştur. Yapılan
değerlendirmeler sonucunda, ilimiz ve yakın çevresinde 17 takıma ve
55 familyaya ait 285 kuş türünün bulunduğu belirlenmiştir. Saptanan
türlerden 21 tanesi küresel ölçekte nesli tehlike altında olup, bunlardan
en az beş tanesi yörede üreyen türlerdir. Ekolojik değişimin yaşandığı
bölgemizde, kuş türlerinde ilerde olabilecek değişimlerin saptanabilmesi
için söz konusu çalışma temel teşkil edecektir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Yurdumuzun, üç ana kıtayı birleştiren önemli bir coğrafya üzerinde yer
alması, farklı yeryüzü ve iklim koşullarına sahip olması büyük bir tür
çeşitliliğini barındırmasına olanak sağlamıştır. Bu tür çeşitliliği, kuşlar
açısından da hemen fark edilmektedir. Bu önem itibarıyla hem genel hem
de lokal çalışmalar ile çeşitli tarihlerde ülkemiz kuşları farklı zamanlarda
yerli ve yabancı araştırıcılar tarafından çalışılmıştır (1-25). Bu anlamda
Güneydoğu Anadolu Bölgesi de sahip olduğu yarı kurak ve tatlı su
ekosistemleri ile pek çok canlı türünü barındırmaktadır
(26).
Yakın zamanlara kadar gerek bölge gerekse Diyarbakır yöresinin kuşları
hakkındaki bilgilerimiz sınırlı kalmış, ancak son yıllarda yapılan çalışmalar
ışığında bölgenin pek çok kuş türüne ev sahipliği yaptığı belirlenmiştir
(15,21-22,26-31). Bölgemizin sahip olduğu bu çeşitliliğin oluşmasında
sahip olduğu habitat çeşitliliği etkili olmuştur.
Bölgemizde büyük bir kalkınma projesi olarak gerçekleşmekte olan GAP
(Güneydoğu Anadolu Projesi) ile birlikte genel olarak yörede fauna ve flora
açısından bir değişim sürecinin yaşanması muhtemeldir. GAP ile birlikte
35
Recep KARAKAŞ
Dicle Üniversitesi, Fen
Fakültesi, Biyoloji Bölümü,
Diyarbakır
[email protected]
bölgede kurak olan pek çok alanın sularla
tanışması, farklı habitatların oluşumu ve bunun
canlı sistemleri üzerine olan etkileri geçmişte
yapılan çalışmalarla kısmen de olsa ele alınmıştır
(31). Ancak ekolojik değişimin yaşandığı
bölgemizde, söz konusu çalışmaların sürekliliği
gerekmektedir. Bu nedenle, ilerde olabilecek
değişimlerin sonuçlarını karşılaştırabilmek
için mevcut fauna ve flora hakkında detaylı bir
envanterin gerekliliği kaçınılmazdır. Özellikle
nesli dünya çapında tehlike altında olan türlerin
bilinmesi ve bu türlere yönelik tehditlerin
bertaraf edilmesi sahip olduğumuz biyolojik
değerlerin korunması açısından kaçınılmazdır.
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde
de insanoğlunun çevre üzerindeki olumsuz
etkileri sonucu doğadaki birçok canlı türü ve
bunlara ait doğal yaşam alanları yitirilmektedir.
Bu etkilenen canlı gruplarından biri de şüphesiz
kuşlardır. Doğal güzelliklerinin yanı sıra kuşlar
ekolojik denge açısından son derece önemli
roller üstlenmişlerdir.
Bu çalışmada, Diyarbakır il sınırları içerisinde
gerçekleştirilen lokalite çalışmaları ve düzensiz
arazi kayıtları topluca değerlendirilerek yörenin
kuş varlığı belirlenmeye çalışılarak söz konusu
türlerin bölgesel statüleri verilmiştir. Ayıca,
bölgemizde gözlenen nesli tehlike altın olan
türler de belirlenerek, genel olarak kuşların
korunması için önerilerde bulunulmuştur. Söz
konusu çalışmanın bu yönüyle faydalı olacağı
ve ilimiz kuşları hakkındaki bilgimizi arttıracağı
düşünülmektedir.
bu çalışmanın materyalini oluşturmuştur.
Çalışmada kullanılan veriler il sınırları içerinde
1993-2010 yılları arasındaki düzensiz arazi
kayıtları ve yöredeki lokalite çalışmalarının
sonuçlarına dayanmaktadır (15,21-22,27-31).
Arazi gözlemleri dürbün (8×40) ve teleskop
(20-60×80) kullanılarak standart ornitolojik
donanım eşliğinde gerçekleştirilmiştir (33-34).
Sistematik listenin oluşturulmasında Kasparek
ve Bilgin (16) tarafından verilen liste esas
alınmış, türlerin statülerinin düzenlenmesinde
Kirwan ve ark. (19) tarafından sunulan listeden
de yararlanılmıştır.
Çalışma Alanı
Diyarbakır ve çevresi karasal iklimin hüküm
sürdüğü ve genel bitki örtüsünü step bitkilerinin
oluşturduğu bir yapı göstermektedir. Bununla
birlikte ilin farklı yerlerinde dağ, nehir, baraj
gölü, ova, bozkır gibi farklı habitatlar da
mevcuttur. Bu da pek çok kuş türü için gerek
beslenme gerekse üreme açısından uygun
habitatlar teşkil etmektedir. Bölgede son on
yıllık verilere göre yıllık ortalama sıcaklık 15°
C, ortalama maksimum sıcaklık 42° C, ortalama
minimum sıcaklık -2,7° C olup maksimum ve
minimum sıcaklıklar sırasıyla temmuz ve ocak
aylarına aittir. Yağışların çoğu kış ve ilkbahar
mevsimlerinde görülmektedir.
Bulgular
Esas alınan süre zarfında Diyarbakır ili ve
çevresinde 17 ordo ve 55 familya mensubu
285 kuş türü belirlenerek bunların mevsimsel
statüleri tablo halinde verilmiştir (Tablo1).
Materyal ve Metot
Diyarbakır ve çevresinde bulunan kuş türleri
36
Tablo 1: Diyarbakır il sınırları içinde 1993-2010 yılları arasında kaydedilen
kuş türler. Türkiye statüleri (19) ve yöredeki statüler için verilen kısaltmalar:
Y=Yerli; YM=Yaz misafiri; KM=Kış misafiri; G=Göç dönemlerinde yöreyi
kullanan; R=Rastlantısal olan türleri belirtmektedir. Küçük harflerle
belirtilenler düzenli ve yaygın olmayan statüler için verilmiştir. Global
anlamda tehlike altında olan türler bold olarak verilmiştir.
ORDO
FAMİLYA
Türkiye
Statüsü
Yöresel
Statüsü
Y, KM
Y
Podiceps cristatus – Bahri
Y, KM
KM
Podiceps auritus – Kulaklı
Batağan
km
km
Podiceps nigricollis – Kraboyunlu
Batağan
Y, KM
KM
Phalacrocorax carbo – Karabatak
Y, KM
KM
Phalacrocorax pygmeus –
Küçük Karabatak
Y, km
km
Pelecanus onocrotalus – Ak
Pelikan
ym, km, G
G
Pelecanus crispus – Tepeli
Pelikan
Y, KM
KM
Botaurus stellaris – Balaban
Y, km
Y
Ixobrychus minutus – Küçük
Balaban
YM, G
YM
Nycticorax nycticorax – Gece
Balıkçılı
YM, G
YM
Ardeola ralloides – Alaca Balıkçıl
YM, G
YM
Bubulcus ibis – Sığır Balıkçılı
ym, km, G
G
Egretta garzetta – Küçük Ak
Balıkçıl
YM, KM
YM
Egretta alba – Büyük Ak Balıkçıl
y, KM
KM
Ardea cinerea – Gri Balıkçıl
Y, KM
Y
Ardea purpurea – Erguvani
balıkçıl
YM, G
YM
y, YM, G
YM
YM, G, km
G
Plegadis falcinellus – Çeltikçi
YM, G
G
Platalea leucorodia – Kaşıkçı
YM, km
km
TÜRLER
Tachybaptus ruficollis – Küçük
Batağan
PODICIPEDIFORMES
Podicipedidae
Phalacrocoracidae
PELECANIFORMES
Pelecanidae
Ardeidae
CICONIIFORMES
Ciconiidae
Thereskionithidae
Ciconia ciconia – Leylek
Ciconia nigra – Kara Leylek
37
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Cygnus olor – Kuğu
y, KM
KM
Cygnus columbianus – Küçük
Kuğu
km
km
Cygnus cygnus – Ötücü Kuğu
km
km
Anser albifrons – Sakarca
KM, G
KM
Anser anser – Boz Kaz
Y, KM
KM
Y
Y
Y, KM
KM
KM, ym
KM
Anas strepera – Boz Ördek
Y, KM
KM
Anas crecca – Çamurcun
y, KM
KM
Anas platyrhynchos – Yeşilbaş
Y, KM
Y
y, KM, G
KM
YM, G, km
G
Anas clypeata – Kaşıkgaga
y, KM, g
KM
Netta rufina – Macar Ördeği
Y, KM
KM
Aythya ferrina – Elmabaş Patka
Y, KM
KM
Aythya nyroca – Pasbaş Patka
YM, km, g
YM
Aythya fuligula – Tepeli Patka
y, KM
KM
Aythya marila – Karabaş Patka
km
km
Mergus albellus – Sütlabi
ym, km
km
Oxyura leucocephala –
Dikkuyruk
Y, KM
G
Tadorna ferruginea – Angıt
Tadorna tadorna – Suna
Anas penelope – Fiyu
ANSERIFORMES
Anatidae
Anas acuta – Kılkuyruk
Anas querquedula – Çıkrıkçın
38
Pernis apivorus – Arı Şahini
YM, G
G
Elanus caeruleus – Ak Çaylak
R
R
Milvus migrans – Kara Çaylak
YM, G, km
G
Milvus milvus – Kızıl Çaylak
Neophron percnopterus –
Küçük Akbaba
Gyps fulvus – Kızıl Akbaba
ym, g
g
YM, g
YM
Y, ym
YM
Circaetus gallicus – Yılan Kartalı
YM, G
YM
Circus aeruginosus – Saz Delicesi
Y, G, km
Y
Circus cyaneus – Gökçe Delice
ym, KM
KM
YM, G
G
Y, g
g
Accipiter nisus – Atmaca
Y, G, KM
Y
Buteo buteo – Şahin
Y, G, KM
Y
Y
Y
ym, G
G
km, g
g
ym, G
G
y, km, g
g
Y
Y
YM, G
YM
Y
Y
Circus pygarcus – Çayır Delicesi
Accipiter gentilis – Çakır Kuşu
Accipitridae
Buteo rufinus – Kızıl Şahin
Aquila pomarina – Küçük Orman
Kartalı
Aquila clanga – Büyük Orman
Kartalı
Aquila nipalensis – Bozkır Kartalı
FALCONIFORMES
Aquila heliaca – Şah Kartal
Aquila chrysaetos – Kaya Kartalı
Hieraaetus pennatus – Küçük
Kartal
Hieraaetus fasciaticus – Tavşancıl
Falconidae
GALLIFORMES
Phasianidae
Pandion haliaetus – Balık Kartalı
Falco naumanni – Küçük
Kerkenez
Falco tinnunculus – Kerkenez
ym, G
G
YM, km
YM
Y, KM
Y
Falco vespertinus – Ala Doğan
ym, G
G
Falco columbarius – Boz Doğan
KM, g
KM
Falco subbuteo – Delice Doğan
YM, G
YM
Falco cherrug – Ulu Doğan
y, g
g
Falco peregrinus – Gök Doğan
Y, KM
Y
Y
Y
Y
Y
Alectoris chukar – Keklik
Ammoperdix griseogularis – Kum
Kekliği
Perdix perdix – Çil Keklik
Y
Y
YM, G, km
G
Rallus aquaticus – Su Kılavuzu
Porzana porzana – Benekli
Sutavuğu
Porzana parva – Bataklık
Sutavuğu
Crex crex – Bıldırcın Kılavuzu
Y, KM
KM
yg, G
G
yg, G
G
yg, g
g
Gallinula chloropus – Saztavuğu
Y, G, KM
Y
Y, KM
Y
Coturnix coturnix – Bıldırcın
Rallidae
GRUIFORMES
Fulica atra – Sakarmeke
Gruidae
Grus grus – Turna
Y, YM, G
G
Otitidae
Otis tarda - Toy
Y, km
Y
39
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
SONUÇ
Çalışma sonunda, Diyarbakır ili ve çevresinde
17 ordo ve 55 familyaya ait 285 kuş türü
tanımlanmıştır. Saptanan türlerden 129’unun
Passeriformes, 156’sının da Non-passeriformes
grubuna dâhil olduğu belirlenmiştir. Çalışma
alanında belirlenen 285 türün Türkiye statüleri
ve bölgesel statüleri karşılaştırılarak bunlardan
71’inin yerli, 87’sinin yaz misafiri, 61’inin
kış misafiri ve 61 türünde göç dönemlerinde
yöremizde gözlenen türler oldukları, 5 türün ise
rastlantısal gözlenen tür olduğu belirlenmiştir.
Tüm Türkiye’de yeterli kaydı mevcut olan 469
kuş türü olduğu göz önüne alındığında ilimizin
sahip olduğu bu çeşitliliğin önemi daha da iyi
anlaşılmaktadır (25)
Yörede belirlenen türlerin global alandaki
tehlike durumlarına da bakılarak, belirlenen
türlerden 21 tanesinin (Küçük Karabatak, Tepeli
Pelikan, Pasbaş Patka, Dikkuyruk, Kızıl Çaylak,
Küçük Akbaba, Büyük Orman Kartalı, Şah
Kartal, Küçük Kerkenez, Ala Doğan, Ulu Doğan,
Bıldırcın Kılavuzu, Toy, Karakanatlı Bataklık
Kırlangıcı, Sürmeli Kızkuşu, Büyük Suçulluğu,
Çamurçulluğu, Kervançulluğu, Gökkuzgun, Alaca
Sinekkapan, Boz Kirazkuşu) global anlamda
nesli tehlike altında olan türler oldukları
belirlenmiştir (35). Dünya ölçeğinde tehlike
altında olan bu türlerden en az 5 tanesi (Pasbaş
Patka, Küçük Karabatak, Küçük Kerkenez, Toy
ve Gökkuzgun) ilimizde üreyen türlerdir.
Yapılan literatür incelemesi sonunda Güneydoğu
Anadolu ile ilgili olarak kayıt belirtilen
çalışmalar (6-8,14,20) değerlendirilmiş ve
bunların arasında Diyarbakır için verilen
kayıtlar belirlenerek göz önüne alınmıştır.
Kirwan ve Martins (14)’in Diyarbakır ili ve
Devegeçidi Barajı için verdikleri türlerden
Yaz ördeği (Marmaronetta angustirostris), Ada
doğanı (Falco eleonorae), Sürmeli kumkuşu
(Limicola falcinellus) ve Bıyıklı baştankaraya
(Panurus biarmicus) çalışma periyodu boyunca
rastlanmamıştır.
Kirwan ve Martins (20) yeşil papağan (Psittacula
krameri) için genel olarak üç lokaliteden
bahsederek en doğudaki lokalite olarak
Şanlıurfa’yı belirtmişlerdir. Çalışmamızda bu
türün Diyarbakır’da da mevcut olduğu sonucu
doğmuştur.
Tüm Türkiye’de çeşitli araştırıcılara göre; 426,
450, 453 ve 469 kuş türü olduğu (9,16,19,25)
göz önüne alındığında, yörenin kuşlar
açısından önemi daha da iyi anlaşılmaktadır.
Yörede bugüne kadar 29 yırtıcı kuş türünün
olduğu belirlenmiş olması ve tüm Türkiye’de
Falconiformes takımının 38 türle temsil ediliyor
olması (16) yörenin yırtıcı kuşlar açısından ayrı
bir önem taşıdığı sonucunu da göstermektedir.
Yöremizin ve ilimizin kuşlar için hem geçiş
dönemlerinde hem de diğer dönemlerde
önemli bir beslenme ve konaklama alanı olduğu
sonucuna varılmıştır.
Modernleşen dünyada, günümüzde pek çok
kuş türü popülâsyonundaki azalmaların doğal
habitatların bozulması ve geleneksel tarım
metotlarındaki değişimlerle ilişkili olduğu kabul
edilmektedir (36). Dünyanın pek çok yerinde
olduğu gibi ülkemizde de çevre üzerindeki
olumsuz etkiler sonucu doğadaki birçok canlı
türü ve bunlara ait doğal yaşam alanları
yitirilmektedir (37). Güneydoğu Anadolu
40
Bölgesi’nde de, özellikle son çeyrek asırda artan baraj sayılarıyla beraber,
birçok doğal alan tarımsal kullanıma açılmış ve genel olarak çeşitli canlı
grupları için önem arz eden doğal habitatların yapısı değişmiştir. Bu
değişimlerden doğal olarak bölgenin diğer fauna öğeleri gibi kuş türlerin de
etkileneceğini belirtmek mümkündür. Doğal güzelliklerinin yanı sıra kuşların
insanlar ve ekolojik denge açısından önemli bir rolleri de zararlı böcek ve
kemirgenleri kontrol altında tutmalarıdır. Nitekim bazı tarım zararlılarına
karşı kuşlar biyolojik kontrol aracı olarak görülmektedir. Bunlara ilaveten,
tohum, meyve ve çiçek özüyle beslenen kuşların, bitkilerin üremesi ve
dağılımında, leşlerle beslenen kuşların organik madde döngüsünde önemli
rolleri olduğu bilinmektedir.
Kuşlar, diğer canlı gruplarına göre, zaman içerinde izlenmesinin kolay
olması nedeniyle, herhangi bir alanın sahip olduğu ekolojik değerin, varsa
o alandaki değişim ve bozulmaların göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Kuşların herhangi bir bölgedeki dağılım ya da sayılarının değişmesi bölgedeki
çevresel değişimleri belirlemede ölçüt olarak kullanılabilmektedir.
Tüm bu özellikleriyle kuşları “biyoindikatör” olarak tanımlamak mümkündür.
Yaşadıkları çevrenin göstergesi olarak kuşların, yalnızca belli bir alanda var
olup olmadıklarına ilişkin bulgular bile, çoğu kez o alanın çevresel statüsü
hakkında ipucu verebilmektedir. Belli türlerin belli alanlarda sayısal olarak
zaman içerisinde izlenmesi ise gerek türlerin, özellikle de tehlike altındaki
türlerin geleceği ve gerekse söz konusu alanların maruz kaldığı etkiler
bakımından son derece önemlidir.
Sahip olduğumuz pek çok doğal güzellik unsurlarımız gibi, ülkemizdeki
kuşların da tam olarak belirlenmesi ve bunların insanlara tanıtılması birçok
yönüyle faydalı olacaktır. Çalışmanın bu yönüyle emsal teşkil edeceği ve
ilerde hazırlanacak ornitolojik haritalara katkı sağlayacağı beklenmektedir.
Teşekkür: Kuş kayıtlarını kullanmama izin veren Prof.Dr. Ahmet Kılıç, Prof.
Dr. Murat Biricik ve Engin Gem’e teşekkür ederim.
41
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1. Ergene, S.,Türkiye Kuşları. İst. Üniv. Fen Fak. Monografileri, Sayı 4, İstanbul, 1945.
2. Kumerloeve, H., Zur Kenntnis der Avifauna Kleinasiens. Bonner. Zool. Beitr. 12, 1- 318, 1961.
3. Kumerloeve, H., Doğu ve Kuzeydoğu Küçük Asya’nın Kuşları. İstanbul Üniv. Fen Fak. Mecmuası.
XXXII, 3-4, 79-213, 1967.
4. Vielliard, J., Türkiye’de Bir Ornitolojik Gezinin Neticeleri. İstanbul Üniv. Fen Fak. Mecmuası, Seri
B, Cilt XXXIII, 3-4, 67-170, 1968.
5. Kumerloeve, H., Van Gölü-Hakkari Bölgesi (Doğu/Güneydoğu Küçük Asya) Kuşları. İstanbul Üniv.
Fen Fak. Mecmuası. XXXIV, 3-4, 245-312, 1969.
6. Parr, D., Notes on a journey through Turkey, Spring 1981. Ornithological Society of The Middle
East Bulletin (Autumn 1981) 7, 4-6, 1981.
7. Murphy, C., Recent Trips to Eastern Turkey 1983. OSME Bulletin 13, 8-2, 1984.
8. Beaman, M., Turkey Bird Report 1976 - 81, Sandgrouse 8, 1-41, 1986.
9. Kiziroğlu, İ., Türkiye Kuşları. OGM. Yay. Ankara, 1989.
10.Martins, R.P., Turkey Bird Report 1982-86, Sandgrouse, 11, 1-41, 1989.
11.Eames, J., Selected Bird Observations from Turkey: Spring and Summer 1987, OSME Bulletin
23, 6-13, 1990.
12.Kasparek, M., Die Vögel der Türkei. Heidelberg, Max Kasparek Verlag, 1992.
13.Ayvaz, Y., Elazığ Bölgesi Kuşları, Doğa-Tr. J. Zool. 17, 1-10, 1993.
14.Kirwan, G., Martins, R. P., Turkey Bird Report 1987-91. Sandgrouse, 16(2), 76-117, 1994.
15.Biricik, M., Birds of Kabaklı Reservoir, Diyarbakır, Doğa-Tr. J. Zool., 20, 155-160, 1996.
16.Kasparek, M., Bilgin, C. C., Kuşlar (Aves). In: Türkiye Omurgalılar Tür Listesi. Ed. A. Kence, C.C.
Bilgin, Tübitak, Ankara, 1996.
17.Yarar, M., Magnin, G., Türkiye’nin Önemli Kuş Alanları, Doğal Hayatı Koruma Derneği, İstanbul,
1997.
18.Kılıç, A., Karapınar (Konya)Yöresinin Kuşları,Tr.J.Zool., 23, Ek Sayı 1, 91-97, 1999.
19.Kirwan, G., Martins, R. P., Eken, G., Davidson, P., A checklist of the birds of Turkey. Sandgrouse,
Suppl. 1; 1-32, 1999.
20.Kirwan, G., Martins, R.P., Turkey Bird Report 1992-1996. Sandgrouse 22(1); 13-35, 2000.
21.Kılıç, A., Güneydoğu Anadolu Bölgesi Avifaunası Üzerine Bir Lokalite Çalışması (Poster). IV.
Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi, 5-8 Ekim, Bodrum, 2001.
22.Karakaş, R., Kılıç, A., Birds of Göksu Dam (Diyarbakır) and new records in south-east Turkey.
Sandgrouse 24(1), 38-43, 2002.
23.Kirwan, G., Özen M., Kurt B., Martins R.P. Turkey Bird Report 1997–2001. Sandgrouse, 25(1),
8-31, 2003.
24.Kirwan G., Özen M., Demirci B. (comp.) Turkey Bird Report 2002–2006. Sandgrouse, 30, 166–
189, 2008.
25.Kirwan G.M., Boyla K., Castell P., Demirci B., Özen M., Welch H., Marlow T. The birds of Turkey.
42
Christopher Helm, London, 2008.
26.Welch H.J. (Ed) 2004. GAP Biodiversity Research Project 2001-2003 /
Final Report. DHKD (Doğal Hayatı Koruma Derneği). Istanbul, Turkey.
27.Karakaş, R., Contribution to the knowledge of avifauna of Karacadağ,
Southeastern Anatolia (Turkey), Acrocephalus, 25(122), 139–148, 2004.
28.Karakaş, R., Kılıç, A., The Birds of Dicle Dam (Diyarbakır),” Turkish
Journal of Zoology, 28, 301-308, 2004.
29.Gem, E., Dicle Üniversitesi Kampüsünün Kuşları, (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoloji
Anabilim Dalı, Diyarbakır, 2004.
30.Karakaş, R., Kılıç, A., The Birds of Kralkızı Dam (Diyarbakır), Southeast
Turkey Sandgrouse, 27(2), 139-146, 2005.
31.Karakaş, R., Bird diversity in Bismil Plain IBA’s with new records for
South-eastern Anatolia, Turkey, European Journal of Wildlife Research,
DOI 10.1007/s10344-009-0336-6.
32.Ünlü, E., Özbay, C., Kılıç, A., Coşkun, Y., Şeşen, R.., GAP’ın Faunaya
Etkileri. In: GAP’ın Ekolojiye ve Tarıma Etkileri. Türkiye Çevre Vakfı
Yayını, Ankara, 1997.
33.Heinzel, H., Fitter, R., Parslow, J., Birds of Britain & Europe, with North
Africa & the Middle East. Harper Collins Publishers, London, 1998.
34.Mullarney K, Svensson L, Grant P.J, Zetterström D., Collins bird guide.
HarperCollins, London, 1999.
35.IUCN 2009. IUCN Red List of Threatened Species. Version 2009.2.
<www.iucnredlist.org>. Downloaded on 04 February 2010.
36.Tucker G.M., Heath M.F. Birds in Europe: their conservation status.
BirdLife Conservation Series, BirdLife International, Cambridge, UK,
1994.
37.Eken G, Bozdoğan M, İsfendiyaroğlu S, Kılıç DT, Lise Y., (eds) Türkiye’nin
Önemli Doğa Alanları [Turkey’s Key Biodiversity Areas]. Doğa Derneği,
Ankara, 2006.
43
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
LEYLEK POPÜLASYONU
2005-2007 YILLARI SAYISAL DEĞİŞİMLERİ
44
ÖZET
Leylek (Ciconia ciconia) Anadolu’da kuluçkaya yatan bir türdür. Son yıllarda,
kışın da yurdumuzda bulunmaktadır. Yuvalarını yerleşim bölgelerine de
kurarlar. Uzun yıllar aynı yuvayı kullandıkları bilinmektedir. Dicle Nehri
kıyısında 48-55 yuva yaklaşık 200 m aralıklarla sıralanmaktadır. Anadolu’daki
en büyük leylek üreme popülasyonu Diyarbakır’da (Bismil) bulunmaktadır.
Leylekler birbirlerinden eşit uzaklıktaki yüksek gerilim hatları üzerinde
yuva kurmaktadır. Bu çalışma 2003 yıldan beri sürdürülmektedir. Leylek
yuvaları düzenli olarak üreme döneminde her hafta, üreme öncesi ve üreme
sonrası dönemde ise iki haftada bir izlenmiştir. Leylek popülasyonunun
2005-2007 yılları arasındaki sayısal değişimleri belirlenmiştir. Son üç yıl
içinde toplam yavru yetiştirme sayısındaki azalma, 2007 yılında artışla
sonlanmıştır. Kullanılan yuva sayısında artış tespit edilmemiştir. 2007
yılında başarılı kuluçka sayısında ve beş yavrulu yuva sayılarında bariz
artış dikkat çekicidir. Yağışların özellikle kar yağışının yavru sayısına
etkisi görülmektedir. 2007 üreme döneminde popülasyondaki yavruların
yarısına yakını, beş yavrulu yuvalarda yetiştirilmiştir. 2007 yılında yuva
başına ortalama 3.14 yavru düşmektedir. Bu çalışmaların sürdürülmesi,
iklimsel ve çevresel koşulların leylek popülasyonu üzerine olan etkilerini
ortaya çıkaracaktır. Elde edilecek sonuçlar, değişik türlerin popülasyon
dinamiğinin anlaşılmasına katkıda bulunabilecektir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
The Numerical Changes Of The Stork Population Between The
Years 2005-2007
Abstract
The stork (Ciconia ciconia) is a species brooding in Anatolia. In recent
years, it has been in our country in winter as well. They build their nests
in settlements too. It is known that they use the same nest for long years.
48-55 nests are lined up nearly every 200 metres on the bank of the
river Dicle. The biggest stork breeding population in Anatolia is in Bismil
in Diyarbakır. They build their nests on high voltage lines with the equal
distance with each other. This study has been lasting since 2003. The
nests of the storks have been observed every week during the breeding
season and every other two weeks before and after breeding season. The
numerical changes of the stork population between the years 2005 and
2007 have been identified. The decline on the number of the total chick
breeding in the last three years has ended with increase in the year 2007.
45
Ahmet KILIÇ
Dicle Üniversitesi Fen
Fakültesi Biyoloji Bölümü,
Diyarbakır
[email protected]
No increase has been identified in the number
of the nests used. It is quite striking that there
was a considerable increase in the number of
nests with five chicks in 2007. The effect of
precepitation and especially of snowfall over
the number of chicks has been observed. In the
season of breeding in 2007 almost half of the
chicks in the population were grown in nests
with five chicks. The average number for every
nest is 3.14 in 2007. The maintenance of these
studies will reveal the effects of the climatic
and environmental conditions over the stork
population. The consequences which will be
yuvalarından daha uzakta yuva sahibi olduklarını
ve güneydoğu istikametini daha fazla seçerek
yuvalandıklarını bildirmektedirler.
obtained will be able to help the understandig of
the population dynamic of the different species.
Komşulardan kaynaklanan yiyecek azlığı yavru
sayısını etkilemektedir. Komşusu olmayan ve bir
komşuya sahip olanlar çoğunlukla üç yavruya
sahip olurken, iki ya da üç komşuya sahip olanlar
tek yavru yetiştirmektedir. Türiçi avlanma
rekabeti kuluçka başarısına etki yapmaktadır
GİRİŞ
Bu çalışmada değişen ortam koşulları ve iklim
koşullarının leyleklerde üreme başarısına nasıl
bir etki yaptığı izlenmiştir. Özellikle iklimsel
koşullardan yağış miktarıyla yavru sayısı
arasında bir ilişki belirlenmiştir. 2007 yılında
ortalama yavru yetiştirme sayısı artışının,
kar yağışı ve genel yağışın bölgedeki artışıyla
ilgili olduğu görülmektedir. Çalışmamızla
leylek popülasyonları sayısal değişimlerinde
bilinmeyen durumlar açığa çıkarılmıştır.
Üremeleri tek olarak gerçekleştiği bilinen
leylekler toplu olarak da ürerler. Toplu halde
tespit edilen en yüksek sayı 30 yuvadır (Cramp
1998). Kuş türlerinin yaşam alanlarının
değişmesi ve yok olması neticesinde sayılarında
azalma olduğu belirlenmiştir. Olsson & Rogers
(2009)
sulak alanlar ve doğal çayırların
azalması
nedeniyle
leyleklerde
azalma
görüldüğünü bildirmektedir. Chernetson ve ark.
(2006) Polonya’da dişi leyleklerin doğdukları
Uygun üreme alanlarında kuluçkaya oturan
leylekler 1-5 yavru yetiştirmektedir. Denac
(2006) araştırmasında 1999-2004 yıllarında
yuvadan ayrılan yavru sayısı 1.6-2.5 arasında
değiştiğini belirtmektedir. Ayrıca komşusu
olmayan yuvalarda yavru yetiştirme başarısının
yüksek olduğu tespit edilmiştir. Komşulu
yuvalarda yetiştirilen yavru sayısı daha düşüktür.
(Denac 2006).
Goutner and Tsachalidis (2007) Yunanistan’daki
ortalama kuluçka sayısının
Avrupa’daki
ortalamadan yüksek olduğunu belirlemişler.
Üç ve dört yavrulu yuvaların toplu olarak daha
fazla bir arada bulundukları tespit edilmiş.
Leylekler üreme dönemi sonunda kuzey
yarıküreden
göçle
ekvatoral
bölgeye
geçmektedir. Uçma kabiliyeti yeterli olmayan
bireyler ve bazı gençler göç etmeyebilir. Bu
bireyler kışı, üredikleri alanda geçirir. Son
yıllarda küresel ısınma neticesinde Avrupa’da
ve Türkiye’de (Diyarbakır’da) leyleklere kışın
da rastlanmaktadır. Archaux ve ark (2004)
leyleklerin Fransa’da 1996-1997 yıllarında 8
bireyin, 2003-2004 yıllarında ise 172 leyleğin
kışlamaya başladığını tespit etmişler. Bu
leyleklerin Almanya, İsviçre ve Doğu Fransa’dan
46
gelen yavru leylekler olduğu bildirilmektedir. Buranın, leyleklerin yeni
kışlama yeri olabileceği bildirilmektedir. Çöp alanlarında yiyecek bulma ve
Afrika’da kışın uygun olmayan etkiler burayı tercih etme nedeni olabileceği
ifade edilmektedir (Archaux ve ark. 2004). Küresel ısınma neticesinde
iklimsel değişiklikler leyleklerde göç zamanı üzerinde etkili olabilmektedir.
Ptaszyk ve arkadaşları (2003) Polonya’da leyleklerin kışlaklarından on gün
daha erken geldiklerini belirlemişler.
Tryjanowskı ve ark.(2005) Polonya’da 1968-2002 yılları arasında nisan
ayındaki nehir su seviyesinin yüksekliği ile yuva başına yavru sayısı arasında
negatif korelasyon belirlemişler. Su seviyesinin yüksek olduğu yerlerde
(hayvancılığın-tarımın yapılmadığı yerler) yuva başına yavru sayısının
düştüğü ortaya çıkarılmış.
Eşeysel olgunluğa erişme yaşı, güney enlemlere doğru inildikçe erken olur.
Tortosa ve ark.(2002) ilk üremenin 2.7 yaşında gerçekleştiğini belirlemişler.
Batı Fransa’da 3.4, Almanya’nın güneydoğusunda 3.6 yaşında ilk üreme
gerçekleşmiş. Doğu Prusya’da 4.5 yaşında ilk üreme tespit edilmiş.
Materyal ve Yöntem
Diyarbakır-Bismil il yolu paralelinde ( İlk istasyon,Yuvacık 37o 48.457’K,
400 24.620’D, Son istasyon Köseli 370 50.275’ K, 400 36.431’ D)(Çevre
ve Orm. Bak.2010) bulunan yüksek gerilim elektrik hatlarındaki leylek
yuvaları araştırma materyalimizi teşkil etmiştir. Diyarbakır-Bismil il yolu
(30.km den itibaren) paralelindeki (Yuvacık-Köseli Köyleri arasındaki)
yüksek gerilim elektrik hatlarında (çelikten) 90 direk bulunmaktadır (Çelik
direklerin yakınında bir sıra beton direklerden oluşan bir elektrik hattı
daha bulunmaktadır. Beton direkler yuva yeri olarak çok az kullanılır.) Bu
90 direk 20 km mesafede yer almaktadır. Sayıları 48-55 arasında değişen
leylek yuvaları yüksek gerilim hattı direklerinin üst kısmına kurulmuştur.
Gerilim hatlarındaki yuvalar Dicle Nehri’ne 500-1000 m, karayoluna ise
10-600 m uzaklıkta bulunmaktadır.
Şubat 2003 tarihinden itibaren yuvalar izlenmektedir. Yuvalar 15-300 m
uzaktan gözlenmiştir. Yuvalar üreme döneminde haftada bir kez (Temmuz
ve Ağustos aylarında haftada iki kez) izlenmiştir. Gözlemler teleskop
(Nikon spotting scope 80 A ve Fieldscope ED 78 A ), fotoğraf makinası (Fuji
Digital FinePix S-2 PRO) ve dürbün (TENTO 10x50) ile yapılmıştır. Konum
47
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
belirlemede GPS kullanılmıştır.
Bulgular
Kışlaklarından Şubat ayı sonlarından itibaren
dönen leylekler kuluçkaya nisan ortasında başlar
(Kılıç ve Karakaş 2006). Leylekler 3-5 yumurta
yapar. Yuva yapımı tamamlandıktan sonra
yaklaşık bir ay devam eden kuluçkaya başlarlar.
Yuva yapımını eşler birlikte gerçekleştirir.
Taşınan yuva materyali oldukça çeşitlilik
gösterir. Büyük dallar yuvanın asıl yapısını
belirler. İnce ve yumuşak materyal ise yumurta
ve yavruların daha iyi korunması içindir. Ot ve
benzeri yuva materyali tarlalardan ve Dicle
Nehri kenarından taşınmaktadır. Eşler birlikte
kuluçkayı yürütür. Kuluçka esnasında da yuva
materyali taşınmaktadır. Taşınan materyaller
kuluçkadaki eşin saldırganlığını indirgemede de
(“hediye” olarak) kullanılmaktadır.
2005 yılında 39 yuvada,2006 yılında 41 yuvada
ve 2007 yılında 36 yuvada kuluçkaya başlandı
(Şekil 1). Gözlem alanında sayıları yıllara göre
48-55 arasında değişen mevcut yuvalardan
2005 yılında 16 yuva, 2006 yılında 9 yuva ve
2007 yılında 12 yuva kullanılmamıştır (Şekil 1).
Kullanılmama
nedeni
yuva
parazitleri,
uygun olmayan konum olabilir. Höfle ve
ark. (2003) bağırsaklarındaki parazitlerin
etkisiyle yavruların hastalanarak öldüklerini
belirtmektedir.
Başarılı kuluçka sayısı (yavru yetiştirilmiş
yuvalar) 2007 yılında 34 yuva ile üç yıl içinde
en yüksek sayıya ulaşmıştır (Şekil 2). Kuluçkada
başarılı olamayan (yavru yetiştiremeyen)
leyleklere ait değerler yine Şekil 2’de yer
almaktadır. Yavru yetiştirilen yuvaların yıllara
göre dağılımı şu şekildedir; 2005 yılında 31
yuvada, 2006 yılında 25 yuvada, 2007 yılında
34 yuvada yavru yetiştirilmiştir (Şekil 2).
Leylekler mart ayı ortasından itibaren tek ya
da eş halinde yuvada ayakta dururlar. Yuvada
oturma – ön kuluçkalama davranışlarına mart
ayı son haftasında rastlanır. Kuluçkaya ise nisan
ortasından itibaren başlanır. Yavrular mayıs
ortasında yumurtadan çıkar. Cramp’da (1998)
çalışmasında yavruların mayıs ortalarında
yumurtadan çıktıklarını belirtmektedir.
2005 yılında 84 yavru, 2006 yılında 70 yavru ve
2007 yılında ise 115 yavru yumurtadan çıkmıştır
(Şekil 3). Yavru/lar yumurtadan çıktıktan sonra
yoğun bir bakım ve koruma faaliyeti başlar.
Eşler kuluçkada gösterdikleri hassasiyeti yavru
yetiştirmede de gösterirler. Yavrular ilk haftalar
soğuk, rüzgar, yağış ve güneşten korunur. Jovani
ve ark. (2004) yavru ölümlerinin çoğunlukla
yaşamın ilk 10-20 günleri arasında olduğunu
tespit etmişler. Yavru tüylerinin gelişmemiş
olması vücut ısısını korumayı güçleştirmektedir.
Eşler yavru bakımını nöbetleşe yürütür. Nöbeti
devreden eş hem kendi ihtiyaçlarını gidermek
hem de yavrulara yiyecek getirmek üzere
yakındaki Dicle Nehri kıyısına veya yiyecek
getireceği alana gider.
Üçüncü haftadan sonra yavrular daha uzun
sürelerle yalnız bırakılmaya başlanır. Yavrular
iki aylık bir bakımdan sonra yuvadan ayrılmaya
başlar. 2005 yılında 64, 2006 yılında 63 ve 2007
yılında ise 106 yavru yuvadan ayrılabilmiştir
(Şekil 3). Yavru kayıpları Şekil 3’de görüldüğü
gibi 2005 yılında 20, 2006 yılında 7, 2007
48
yılında ise 9 yavrudur.
Araştırma alanında tarımsal faaliyetler oldukça fazladır. Özellikle pamuk
ekimi yoğun olarak yapılmaktadır. Bölgede bundan dolayı sunni gübre ve
herbisit bol miktarda kullanılmaktadır.
Leylekler yiyeceklerini çoğunlukla nehir yatağı ve civarından temin ettiler.
Yiyecek kaynağına olan yakınlık 3-5 yavru yetiştirilmesini kolaylaştırmıştır
(Tablo 1, Şekil 4).
Tartışma
Cramp (1998) yavruların mayıs ortalarında yumurtadan çıktıklarını
belirtmektedir. Bu durum tespit ettiğimiz sonuçlarla uyumludur.
İç Anadolu’daki tespitlere göre (Stephen et al.1996) 4-5 yavrulu yuvalar
daha azdır. Oysa çalışma alanımızda bu yuvalar bol olarak tespit edildi.
Goutner and Tsachalidis (2007) araştırmalarında üç ve dört yavrulu
yuvaların toplu olarak daha fazla bir arada bulunduklarını belirlemişler.
Araştırma alanımızda mevcut bir köy (Yuvacık Köyü) civarındaki yuvalarda,
4-5 yavrulu yuvalar daha sık olarak görüldü. Gözlem alanımızdaki yuvalar
bir sıra halinde dizilidir. Komşu yuvalarda 1-5 yavrulu yuvalara sık
rastlanmaktadır. Komşu yuvalardaki yavru sayısının üreme başarısına etkisi
tam olarak belirlenememiştir. Dicle Nehri’nde yiyeceğin rahat bulunması
çok sayıda yavru yetiştirilmesinde etkili olmaktadır. Denac (2006) yiyeceğin
az olduğu yerlerde komşu yuvaların artışının, yavru yetiştirme sayısını
düşürdüğünü bildirmektedir.
Cramp (1998) yavruların 58-64 günlerinde yuvadan ayrıldıklarını
belirtmektedir. Gözlemlerimiz sırasında farklı yuvalarda yavruların 79
güne kadar yuvada kaldığı tespit edilmiştir. Yuvadan ayrılan yavrular tekrar
tekrar yuvaya dönmektedirler. Gözlem alanında uygun, yüksek ve emniyetli
yerlerin bulunmaması yavruların yuvadan erken ayrılmasına engel
taşımaktadır. Anadolu’da muhtelif yerlerde üremelerini gerçekleştiren
leyleklerin çoğunlukla tek yavru yetiştirdikleri bilinmektedir. Oysa çalışma
alanımızda 2, 3, 4 ve 5 yavru yetiştiren yuvalar çoğunluktadır (Şekil 4).
Nevoux ve ark. (2008) 1992-2004 yılları arasında ilkbahar yağışlarıyla
kuluçka başarısı arasında ilişki tespit etmişler. Gözlem alanımızda 2006 yılı
sonu 2007 yılı başında uzun bir aradan sonra yeterli kar yağışı gerçekleşti.
49
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
2007 yılında yavru sayısında artış bu yağışlarla
ilgili olabilir. Beş yavrulu yuvalardaki sayısal
artış da (Tablo 1) bundan kaynaklanabilir.
bol miktarda değişik türden av hayvanları
bulunmakta, ayrıca çekirge türlerine yaz
aylarında sık rastlanmaktadır.
Johst
ve ark. (2001) leyleklerin tarım
alanlarına yakın yerlerde yuva kurduklarını
bildirmektedirler. Gözlem alanımızda leylek
yuvaları yoğun tarım yapılan yerlerde
bulunmaktadır.
Alonso
ve
ark
(1994)
çalışmalarında alınan yiyecek ile yuva arasındaki
ilişkiyi ortaya koymaya çalışmışlardır. Alınan
yiyecek miktarı çalışma alanımızda etkisini
göstermektedir. Dicle Nehri’nin yakınlığı daha
Meharg ve ark.( 1999) alınan besinlerdeki
metaller ve organik maddelerin yavru vücudunda
tespit edildiğini bildirmektedir. Benzer durumun
araştırma alanındaki leylek yavrularında olması
beklenir. Fakat bölgemizin fazla kirli olmadığı
fazla yavru yetiştirmede etkili olmaktadır (Tablo
1).
Dziewiaty (2002) nehir taşkınlarının olduğu
yıllarda yiyecek bolluğu dolayısıyla leyleklerde
üreme başarısının arttığını tespit etmiş. Çalışma
alanımızda üreme başarısının yüksekliği
Dicle Nehri’ne olan yakınlıkla ilgilidir (Tablo
1). Tsachalidis ve Goutner (2002) göl, nehir,
delta ve kurak alanları karşılaştırmalı olarak
araştırmışlar.
Ortamdaki farklı omurgasız hayvanların yiyecek
olarak kullanıldığını bildirmektedirler. Leylek
kusmuklarında orthoptera türleri, coleptera
türleri, çeşitli böcekler, yumuşakçalar ve
omurgalı hayvanlar bulunmuş. Antczak ve ark.
( 2002) üreme yapmayan leylek kusmuklarında
yiyecek olarak en büyük sayıya çekirgelerin
sahip olduğunu tespit etmişler. Hampl ve ark.
(2005) kara leylek yavrularının balıkların yanı
sıra kurbağa, yılan, memeli ve böcek türleriyle
beslendiklerini
belirlemişler.
Bölgemizde
leyleklerin avladıklarıyla ilgili çalışmamız
bulunmamaktadır. Fakat Dicle nehri kıyısında
tespit edilmiştir (Gümgüm ve ark. 2001).
Yavrular ilk aylarını bitirdikten sonra kanat
çırpma alıştırmaları yapmaktadır, benzer
durum Redondo ve ark. (1995) tarafından
da belirtilmektedir. 2005 yılında yuva başına
yavru sayısı 2.15 dir (Tablo 1). (Bu sayı Yuvacık
Köyü yuvalarında yuva başına 3.26 dır). 2006
yılı ortalama yuvaya düşen yavru sayısı 1.70
dir. 2007 yılında yuva başına yavru sayısı 3.19
dır. Barbraud et all (1999) da çalışmalarında
benzer sayıyı vermektedir. Sasvari ve ark.
(1999) leyleklerin yüksek yoğunlukta daha
iri yavru yetiştirdiklerini belirtmiştir. Gözlem
alanımızda da yuvalar bir arada yoğun olarak
bulunmaktadır. Aynı zamanda çok sayıda yavru
da yetiştirebilmektedir. Tortosa ve ark. (2002)
çalışmalarında kuluçkaların terk edildiğini
belirtmektedir. Benzer duruma çalışmamızda
rastlanmıştır.
50
KAYNAKLAR
1. Antczak,M., Konwerski,S., Grobelny, S.,Tryjanowski, P.(2002) The Food
Composition of Immature and Non-breeding White Storks in Poland.
Waterbirds 25(4): 424-428
2. Alonso, J.A., Alonso, L.M. Carrascal, R. (1994) Munozpulido Flock size
and foraging decisions in central place foraging white storks, Ciconiaciconia. Behaviour; 129, 279-292.
3. Archaux, F., Balança,G., Henry,P.Y., Zapata,G. (2004) Wintering of White
Storks in Mediterranean France.Waterbirds 27(4): 441-445.
4. Barbraud, C., Barbraud,J.C., Barbraud, M. (1999).Population dynamics
of the White Stork Ciconia ciconia in western France. Ibis 141 (3),469479.
5. Chernetson, N., Chromik, W., Dolata, P.T., Profus, P., Tryjanowski, P.
(2006) Sex-related natal dıspersal of whıte storks (cıconıa cıconıa) ın
Poland: how far and where to? The Auk 123(4):1103–1109, 2006
6. Cramp, S.(1998) The complete birds of the western palearctic. Oxford
CD-ROM, Oxford University Press.
7. Çevre ve Orman Bakanlığı (2010) http://mak.cevreorman.gov.tr/map/
harita.php
8. Denac,D.(2006) Intraspecific Exploitation Competition as Cause for
Density Dependent Breeding Success in the White Stork.Waterbirds
29(3): 391-394.
9. Dziewiaty, K. (2002) Zur Bedeutung des Deichvor- und hinterlandes der
Elbe als Nahrungshabitat für Weissstörche (Ciconia ciconia). Vogelwarte.
41, 4, 221-230.
10.Goutner, V., Tsachalidis,E.P. (2007) Brood Size of the White Stork in
Greece. Waterbirds 30(1): 152-157.
11.Gümgüm, B., Ünlü, E., Akba, O., Yıldız, A., Namlı O. (2001) Copper and
zinc Contamination of the Tigris River (Turkey) and ıts wetlands. Arch.
Für Nat.- Lands. Vol.40, 233-239.
12.Hampl, R., Bures, S., Baláz, P., Bobek, M., Pojer, F. (2005) Food
Provisioning and Nestling Diet of the Black Stork in the Czech Republic.
Waterbirds 28(1): 35-40.
13.Höfle,U., Krone,O., Blanco, J.M., Pizarro M.(2003) Chaunocephalus ferox
in Free-Living White Storks in Central Spain. Avıan Dıseases 47:506–
512.
14.Johst K, Brandl, R., Pfeifer, R.(2001) Foraging in a patchy and
dynamic landscape: Human land use and the White Stork. Ecological
51
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Applications.11 (1): 60-69
15.Jovani, R., Tella, J. L. (2004) Age-related
environmental sensitivity and weather
mediated nestling mortality in white storks
Ciconia ciconia. Ecography 27: 61-618.
16.Kılıç, A, Karakaş,R. (2006) Bismil’de
(Diyarbakır) Üreyen Leylek (Ciconia ciconia)
Populasyonunda
2003-2004
Üreme
Döneminin
Karşılaştırılması.
VI.Ulusal
Ekoloji ve Çevre Kongresi Diyarbakır, Yaşam
ve Ortam,265-271,İzmir 2006.
17.Meharg A.A., Pain,D.J., Ellam,R.M, Baos,R.,
Olive, V., Joyson, A., Powell,N., Green, A.J.,
Reproductive performance of white storks
Ciconia ciconia breeding at low and high
densities. Folıa Zoologıca. 48 (2): 113-122.
23.Stephen, J.P., Collin,P., Silk,S., Wilbraham,J.,
Williams,N.P., Yarar, M. A (1996) Baseline
survey of White Storks Ciconia ciconia in
central Turkey. Sandgrouse 18 (2), 46-51.
24.Tortosa, F.S., Caballero,J.M., Reyes-Lopez,
J.(2002) Effect of rubbish dumps on breeding
success in the White Stork in southern Spain.
Waterbirds 25 (1), 39-43.
25.Tryjanowski,P., Jerzak , L., Radkıewıcz, J.
(2005) Effect of Water Level and Livestock on
Hiraldo, F.(1999) Isotopic identification
of the sources of lead contamination for
white storks (Ciconia ciconia) in a marshland
ecosystem (Donana SW Spain). Scıence of
the total envıronment 300 (1-3) , 81-86.
18.Nevoux, M., Barbraud, J.C., Barbraud,
C. (2008) Breeding experience and
demographic response to environmental
variability in the white stork. The Condor
110(1):55–62.
19.Olsson,O., Rogers, D.J. (2009) Predicting
the distribution of a suitable habitat for the
white stork in Southern Sweden: identifying
priority areas for reintroduction and habitat
restoration. Animal Conservation 12,62-70.
20.Ptaszyk, J., Kosicki, T.H., Sparks P.,
Tryjanowski,P.(2003) Changes in the timing
and pattern of arrival of the White Stork
(Ciconia ciconia) in western Poland.Journal
Ornithology.144, 323-329.
21.Redondo,T., Tortosa,F.S., de Reyna, L.A.(1995)
Nest switching and alloparental care in
colonial white storks. Animal Behaviour.49
(4), 1097-1110.
22.Sasvari L, Hegyi,Z., Hahn, I.(1999)
the Productivity and Numbers of Breeding
White Storks. Waterbirds 28(3): 378-382,
2005
26.Tsachalidis, E.P., Goutner, V. (2002)Diet of the
White Stork in Greece in relation to habitat.
Waterbirds. 25 (4), 417-423
52
Şekil 1.Yuva Sayısı
Şekil 2 Kuluçka Sayısı
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Şekil 3 Yavru Sayısı
Şekil 4: Yuva Sayısı (Yavru sayısına göre)
Yıl
2005
2006
2007
Toplam Yuva
55
50
48
Başarılı Kuluçka
31
25
34
Başarısız Kuluçka
8
16
2
Kullanılmayan Yuva
16
9
12
Yavru Sayısı
84
70
115
Yavru Kayıbı
20
7
9
Uçan Yavru
64
63
106
Beş Yavrulu Yuva
-
4
11
Dört Yavrulu Yuva
10
4
7
Üç Yavrulu Yuva
7
3
4
İki Yavrulu Yuva
9
11
8
5
3
4
2.15
1.70
3.19
Bir Yavrulu Yuva
Ortalam Yavru Sayısı(Uçan
Başarılı+Başarısız)
Kuluçka
Yavru
/
Tablo 1 Populasyon sayısal değişimleri
53
DİYARBAKIR’DA GÜVERCİN KÜLTÜRÜ
54
ÖZET
Diyarbakır’da güvercin kültürünün tarihi ele alındı. Diyarbakır güvercin
türleri üzerinde duruldu.
Güvercin İnsanlara kardeşçe yaşama duygusunu,barışı,gönül sevincini
götüren ve cennette mutluluğu,sevgiyi taşıyan kutsal bir kuş olarak bilinir
ve sevilir. Diyarbakır ilimiz geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar uzanan
çok eski bir yerleşim birimidir. Bu topraklar üzerinde bir çok uygarlık gelip
geçmiştir. Bölgedeki güvercin kültürü de en az bu uygarlıklar kadar eskidir.
1515 yılında Osmanlı Devleti topraklarına katılan Diyarbakır’ın bir güvercin
başkenti olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Diyarbakır,da çok
çeşitli güvercin ırkları yetiştirilmektedir. Osmanlılar da başlangıçtan beri
savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir.
Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin
ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki
Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır.
Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma
noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini
yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük
bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine
halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10
Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri
düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli
özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı
kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400
yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve
onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin
bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır.
Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu
geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim.
Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta
güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Atatürk bu yıllarda
1921 yılında kendisi için satın alınan Kasapoğlu Köşkünde oturuyordu.
Bu yapı bugün de korunarak yeniden düzenlenmiş ve 1932 yılında
cumhurbaşkanlığı köşkü haline getirilmiştir.
55
Hüseyin Tuğcu
(Posta Güvercinler
Dernek Bşk.)
hasanhuseyin2121@
hotmail.com
Atatürkün bu köşkte yetiştirilmek üzere
Selanikten (Dönek) ırkı güvercin getirtiği
bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ün de
güvercinlere meraklı olduğu ve belkide doğum
yeri olan Selanik’te de yetiştirildikleri için bu
güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz.
Diyarbakır’da hala güçlü bir güvercin kültürüne
rastlanmaktadır. Bu kültürün oldukça eski
dönemlere dayandığı bir gerçektir. Bölgede
güvercin kutsal bir kuş olarak bilinmesinin
yanı sıra,haberleşme amacı ile kullanılan
güvercinlerin sağladığı yararlar kuşaktan kuşağa
aktarılarak kültürün devamlılığı sağlanmıştır.
Ayrıca ölen günahsız insanların ruhunun
güvercin kılığında yer yüzünde dolaştığı yolunda
bölgede bir inanış bulunmaktadır.
Acaba güvercine olan bu tutku nereden
kaynaklanmaktadır. Araştırmalarımız bizi şu
sonuca götürdü. Güvercinin kutsal bir kuş
olarak bilinmesi. Haberleşme aracı olarak
kullanıldığı dönemlerde gördüğü hizmetlerin,
kuşaktan kuşağa günümüze dek gelen efsanevi
anlatımlarının güvercinlerin 3 büyük din
açısındanda büyük yeri vardır.
Güvercin İnsanlara kardeşçe yaşama duygusunu,
barışı, gönül sevincini götüren ve cennette
mutluluğu, sevgiyi taşıyan kutsal bir kuş olarak
bilinir ve sevilir.
Diyarbakır ilimiz geçmişi tarih öncesi dönemlere
kadar uzanan çok eski bir yerleşim birimidir.
Bu topraklar üzerinde bir çok uygarlık gelip
geçmiştir. Bölgedeki güvercin kültürü de en az bu
uygarlıklar kadar eskidir. 1515 yılında Osmanlı
Devleti topraklarına katılan Diyarbakır’ın
bir güvercin başkenti olduğunu söylemek
sanırım yanlış olmaz. Diyarbakır’da çok çeşitli
güvercin ırkları yetiştirilmektedir. Osmanlılarda
başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme
amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir.
Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına
katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı
haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun
denetimindeki Karahan komutasında bulunan
İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır.
Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak
açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına
gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir
posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun
Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir
ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini
getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam
etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması
sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı
topraklarına katılmıştır.
Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde
Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi
bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin
en önemli özelliklerinden biri de güvercin
yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara
altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek,
Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne
yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve
onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak
terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin
yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması
doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri
ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin
etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim.
Diyarbakırda hala güçlü bir güvercin kültürüne
rastlanmaktadır. Bu kültürün oldukça eski
56
dönemlere dayandığı bir gerçektir. Bölgede güvercin kutsal bir kuş olarak
bilinmesinin yanı sıra,haberleşme amacı ile kullanılan güvercinlerin
sağladığı yararlar kuşaktan kuşağa aktarılarak kültürün devamlılığı
sağlanmıştır. Ayrıca ölen günahsız insanların ruhunun güvercin kılığında
yer yüzünde dolaştığı yolunda bölgede bir inanış bulunmaktadır.
Acaba güvercine olan bu tutku nereden kaynaklanmaktadır.
Araştırmalarımız bizi şu sonuca götürdü. Güvercinin kutsal bir kuş olarak
bilinmesi. Haberleşme aracı olarak kullanıldığı dönemlerde gördüğü
hizmetlerin,kuşaktan kuşağa günümüze dek gelen efsanevi anlatımlarının
Güvercinlerin 3 büyük din açısından da büyük yeri vardır.
Hiristiyanların ve Müslümanların tarihinde ondan iyilikle sözedilir. Hz.
Nuh’a tufandan sonra suların çekildiğini haber veren, Hz isa vaftiz edilirken
meleklerin güvercin kılığında baş ucunda durması Hz. Muhammed’in s.a.v)
düşmanlarını şaşırtan hep güvercindir.
Araştımamızın başında Diyarbakır da bir çok güvercin ırkı yetiştirildiğini
belirtmiştik. Burada sadece Diyarbakır güvercinleri adı ile bilinen yerel
güvercin ırkı üzerinde duracağız. Bir birinden farklı özelliklere sahip
Diyarbakır güvercinleri 4 ayrı ırk altında toplanmaktadır. Bu ırklar göğsüak,
ketme, Kızılbaş ve içağlı olarak adlandırılmaktadır. Bu güvercinler, ülke
genelinde de fazla tanınmadığı gibi dünya üzerinde de hiçbir yerde
bulunmamaktadır.
57
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GELENEKSEL KONUT MİMARİSİNDE KUŞ EVLERİ
58
ÖZET
Kültürümüzde güvercin evlerinin yeri ve önemi büyüktür. Bu makalede
Diyarbakır’daki Tilalo (Karaçalı) kasabasındaki güvercin evlerinin tarihi
geçmişi, nasıl yapıldıkları ve günümüzdeki durumu incelenmektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
İnsanoğlu yaratılışından beri yaşam alanları oluştururken ya da tasarlarken,
çevre faktörleri ve diğer canlıların yaşam ve barınma ihtiyaçlarını mutlaka
göz önünde bulundurmuştur. Environmental factors and other creatures’
requirements for living and housing were always taken into consideration
by human beings since human beings create and designed living spaces. Bu
canlılardan biri olan kuşlarla insanoğlu arasındaki dostluk ise insanlık tarihi
kadar eskidir. The frienship between humanbeings and the birds, which is
one of this vibrant is as old as human history. İnsanların kuşlara verdiği
değer ve kuşlara yönelik insancıl yaklaşımlarının eşsiz örneklerinden biri
olan ve geçmişte “serçe sarayları”, “güvercin evi” v.b olarak adlandırılan kuş
evleri, Türk kültürünün ve mimarisinin en önemli görsel sanat öğelerinden
biridir.
Kuşların geçici ya da sürekli barınmalarını ya da konaklamalarını sağlayan
kuş evlerini, Osmanlı ve Türk mimarisindeki yapıtların çoğunda görmek
mümkündür. Kuş evlerinin boyutları, malzemeleri, işlevsellikleri, şekilleri
zamana ve bulundukları yörelere göre değişim göstermektedir. Örneğin,
Osmanlı Mimarisinin en güzel eserlerinin bulunduğu İstanbul’da, yapıların
genellikle taş ya da benzeri malzemeden yapılmış olması, kuş evlerinin
de bu malzemeye uygun olarak yapılmasına neden olmuştur. Buna karşın
Diyarbakır’ın Tilalo köyünde bulunan kuş evleri ise yörenin özelliğine göre
çamurdan, bir başka deyişle kerpiçten yapılmıştır. Bu bağlamda çamur, ev
ve güvercin üçlüsünü bir arada bulunduran doğayla uyumlu yuva fikri ise
incelenmeye değerdir.
Bu nedenle makalenin amacı çamur ve güvercin arasındaki bu kutsal ilişkiyi
bir arada barındıran Tilalo köyünde bulunan kuş evlerini incelemektir. Bu
makalede Diyarbakır’ın Tilalo köyünde son örnekleri kalan kuş evlerinin
yöresel kimliği, yapım malzemeleri ve diğer özellikleri ortaya konarak,
evrensel kültüre katkı sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak Diyarbakır’ın Tilalo
köyündeki çamurdan yapılmış kuş evlerinden söz etmeden önce Tilalo
59
Dr. F. Evren DAŞDAĞ1
Öğr. Gör. Nursen Işık2
1TRT Diyarbakır
Müdürlüğü, GAP Radyosu.
[email protected]
2Dicle Üniversitesi, Mimarlık
Fakültesi, Diyarbakır.
[email protected]
kasabası hakkında kısa bir bilgi vermek yararlı
olacaktır.
Tilalo Kasabası
“Til” Arapça’da tepe anlamına gelir. Tilalo,
“Ali’nin tepesi” anlamında bu kasabaya isim
olarak konmuştur. Diyarbakır’a yaklaşık 15 km.
uzaklıkta yeşil bir tepenin eteklerine kurulmuş
olan Tilalo 9015 metrekare yüzölçümü olan
bir kasabadır. Burada 182 evde 1270 kişi
yaşamaktadır. Geçmişte Tilalo’da yaşayan
köylülerin geçim kaynaklarından biri olan
ve Dünya’ca ünlü Diyarbakır karpuzlarının
yetiştirilmesinde kullanılan güvercin evlerinde
biriktirilen güvercin gübresi ve kuş evleri
yöreyle özdeşleşmiştir. Eskiden kasabadaki
hemen, hemen her hanenin bir güvercin evi
varken, çeşitli nedenlerden ötürü kuş evlerinin
sayısı ona düşmüştür.
malzemesi olarak kullanılmaktadır. Kerpiç,
doğayla tümüyle uyumlu olan toprağın eve
dönüşüm sürecinin ana yapı taşıdır. Kerpicin
son derece ekonomik bir malzeme olması ve
kaliteli türünün yörede bol miktarda bulunması
da bu tür yapılara yönelimde önemli rol
oynamıştır. Yörede yaşayanların ekonomik
düzeyleri yükseldikçe, bu yapı türünün, yerini
beton yapılara bırakması bu tezi doğrular
niteliktedir. Öte yandan kerpiç yapıların en
büyük özelliği de yapının nefes almasıdır.
Örneğin bu tür yapıların odanın içindeki sigara
dumanı gibi kötü havayı doğal yolla süzdüğü
görülür. Ayrıca kerpiç yapıların bir başka özelliği
de, içinin kışın sıcak, yazın serin olmasıdır.
Burada sözü edilen etkenlerden ötürü yöredeki
evler ve güvercin evleri kerpiçten yapılmıştır.
Tilalo’nun, kıyılarında karpuz tarlaları bulunan
Dicle nehrine yakın oluşu ise, güvercin evlerinin
yöredeki yoğunluğunun bir başka nedeni olabilir.
Güvercinin Anlamı
Hıristiyanlıkta, güvercin “insanlara kardeşçe
yaşama duygusunu, barışı, gönül sevincini
götüren ve cennette mutluluğu, sevgiyi taşıyan
kutsal bir kuş olarak bilinir ve sevilir. Büyük sportif
yarışmalarda havaya uçurulan güvercinler bu
inanışın en güzel örneklerindendir.” (2)
Şekil 1. Diyarbakır Boranhanelerinin Bulunduğu
Diyarbakır-Tilalo Mevkii (1)
Diyarbakır’da kuş evleri sadece kırsal bölgelerde
görülür. Kırsal bölgelerde bulunan evler
özellikle toprak, su ve samanın karıştırılması
ile oluşan kerpiçten yapılmıştır. Köyde yaşayan
insanların bu tür yapılara yönelmesi çamur ve
insan arasındaki ilginç ilişkiye dayanır. Toprak
ve suyun muhteşem dansından oluşan kerpiç,
belirli bir süre güneşte kurutulmakta ve yapı
Müslümanlıkta ise, güvercin kutsal bir kuştur.
Hazreti Muhammed’in arkadaşı Ebu Bekir ile
beraber Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında,
onları öldürmek kastı ile peşlerine takılanlardan
korunmak için Sevr dağındaki Hira mağarasına
saklanmaları
üzerine
güvercinin
orada
kuluçkaya yatması ve düşmanların böylece
yanılması güvercinin çok özel bir kuş olarak
bilinmesini sağlamıştır. Bir başka inanışa göre,
60
güvercin Hazreti Muhammed’e duyduğu saygıdan ötürü Kabe’nin üzerine
konmaz ve üzerinden uçmazmış. Tasavvufta güvercin “gönül ve sır ulağıdır.
Makamdan makama sır, gönülden, gönüle haber taşır. Her dervişin ruhu
uyku sırasında güvercin kılığına girer. Bütün manevi makamları, gök
katlarını, cennet ülkelerini dolaşır. Ruhlara gerekli mana ışığını getirir”. (3)
Güvercin Evleri
Geçmişte, güvercinler yöre insanının yaşamında önemli bir rol üstlenmiştir.
Çünkü karpuz üretimi yörenin en önemli geçim kaynaklarından biriydi ve
büyüklüğü ve lezzetiyle Dünya’ca ünlü olan bu karpuzların üretiminde
güvercin gübresi kullanılmaktaydı. Yöre insanı, Diyarbakır karpuzunun
büyüklüğünün ve lezzet kaynağının, üretim sırasında kullanılan ve
yörede “koğa” olarak adlandırılan güvercin gübresinden kaynaklandığına
inanmaktadır. Bu nedenle yöredeki köylerde hemen, hemen her evde
güvercin beslenirdi. Güvercin evleri, güvercinlerin bu yaşam alanlarına
ürkmeden gelebilmeleri için köylerin dışında tutulmuştur. Burada
vurgulanan nedenlerden anlaşıldığı üzere, güvercin evleri yöre için bir
bakıma ticarethaneydi.
Diyarbakır’da güvercine “gögercin” ya da “kevok”, yaban güvercinine
de “boran” adı verilmektedir. Bu isimlendirilme nedeni ile güvercinlerin
barındıkları yapılara da “boranhane” denmektedir.
Resim 1. Güvercin evlerinin içinde çok sayıda bulunan ve güvercinlerin tünediği
sepetlerden birinde bulunan güvercinler
Toprağın Temini
Yabani güvercinlerin mekanları olan kuş evlerinin inşa edilmesi için
sadece toprağa ve tahtaya gereksinim vardır. Bu toprak Tilalo köyündeki
tepeden temin edilir. Toprağın rengi açık kahverengi ve kil oranı yüksektir.
Su katıldığı zaman açık kahve renkli bir çamur iken, güneşte kurudukça
beyazlaşır ve çimento gibi sertleşir. Bu toprağın bir başka özelliği ise, su
katılıp yoğruldukça, sakız gibi kıvamlı bir hal almasıdır.
61
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Toprak Tilalo tepesinden temin edilir. Özellikle
tepenin arkasında akan suyun olduğu bölgeden,
toprak kürekle kazılarak çıkarılır.
Çamurun Hazırlanışı
Çamurun hazırlanışı birkaç günde gerçekleşir.
İlk gün toprak elenmeden bir piramit şeklinde
toplanır. Ortası açılarak bir havuz şekli verilir.
İçine su doldurularak, çamur haline getirilir.
On ton toprağa, beş yüz kg. saman katılır ve
karıştırılır. Ardından bu karışıma su verilerek,
kürekle toplanır. Daha sonra aile fertleri veya
yövmiye ile çalışan işçiler çamuru ayakla
çiğneyerek, kıvamlı bir hal almasını sağlarlar.
Bu çamur bir gün bekletilir. Ertesi gün dört işçi
“kalıp” denilen tahtadan çerçevelere çamurları
bastırırlar. ( Bu işlem için bir, iki kalıp yeterlidir.)
Tahta kalıpların içten içe büyüklüğü 40x40cm.
ve 40x20cm. olan iki boyu vardır.
Tahta çerçevenin kenar yüksekliği 10cm.’dir.
Kalıplara bastırılan çamurlar iyi basılsın diye el
ile vurulur, mala ile düzeltilir. Ardından hemen
kalıptan çıkarılır. Bu yöntemle dört kişi bir
günde 500 tane kalıp basıp, çıkarabilir. Kalıptan
çıkan kerpiçler, tuğla gibi, kalın bir plaka
görünümündedirler. Elde edilen kerpiç plakalar
ön ve arka yüzleri çevrilerek, sonra birbirlerine
yaslanacak şekilde yan yana dizilerek, güneş
altında kurutulur. Kurutma işlemi yaklaşık bir
hafta sürer. Bu sürenin sonunda her kerpiç
plaka beyazlaşır, boz bir renk alır ve çimento
gibi sertleşir.
Kuş Evinin Yapımı
Güvercin evini yapmak için önce taşlardan temel
yapılır. Ardından ustası, güneşte kurutulmuş
toprak (kerpiç) kalıpları yan yana koyarak, duvarı
örmeye başlar. Her iki kerpiç kalıbın arası yine
aynı çamurla sıvanır. Bu şekilde güvercin evinin
katları sıra sıra yükselirken, her iki sıranın arası
yine çamurla sıvanır. Kerpiç kalıplarla örülen
duvarın boyu 1.5m.’ye ulaştığında “hatıl” denilen
enli ağaç, kerpiç kalıpların üstüne, enlemesine
koyulur. “Hatıl”a kadar olan her kat bir günde
yapılır. Kuruması için bir gün beklenilir. Kerpiç
kalıplarla örme işlemi bittikten sonra, samanla
karıştırılan çamur ile güvercin evinin içi ve
dışı mala ile sıvanarak, düzeltilir. Topraktan
yapılan bu mekanların üstü ahşap tomruklarla
döşenerek, üstüne teneke ya da saç konulur.
Bu saca “sibirnek” adı verilir. Bu sacın üzerine
de buğday sapı konularak, kül ve toprakla
örtülür. Ayrı bir yerde killi toprak elenerek
suyla karıştırılıp, yoğun bir çamur elde edilir.
İçine saman konulur ve tokaçlanır (dövülür). Bu
şekilde güvercin evinin damı oluşturulur. Ayrıca
dama yörede “çirorek” adı verilen tenekeden
yapılmış, yağmur sularını tahliye eden, su
borusu konur. Öte yandan güvercin evlerinin
kapıları ahşaptan yapılır. Kapıların boyutları (80
x 1.50cm.), açıldığında güvercinlerin kaçmaması
için ufak tutulur. Konstrüksiyona gereksinim
duyulmadan yapılan güvercin evi, bu şekilde
birkaç gün içinde biter. Öte yandan güvercin
evinin yapımı sırasında birleşme yerlerinde
çatlamalar olursa, sertçe bir çamurla çatlak
yeri doldurulur. Üzeri mala ile düzeltilir.
Kuş evleri tek ya da üç bölüm halinde yapılır.
Her bölümde sıra sıra, ufak, ancak güvercinlerin
rahatlıkla girip çıkabilecekleri büyüklükte delikler
(pencereler) bırakılır. Bunlara yörede“Pace” adı
verilir. Pencereler yaklaşık olarak 25x40 cm
arasındadır. Pencerelerin sayısının fazla olması
güvercinlerin giriş çıkışlarının daha rahat
62
olmasını sağlar. Güvercin evlerinin uzun cephelerinde yaklaşık olarak 20
tane pencere yer alır.
Resim 2. Diyarbakır Tilalo Mevkiinde Boranhane Örneği
Resim 3. “Boranhane”de Pencere Örneği
Kuş evlerinin yapımına Mart sonunda başlanır, Eylül sonunda bitirilir. Kuş
evlerine kış aylarında bakım yapmak gerekir. Çünkü çatıdaki toprak, donda
kabarır, nem çeker. Bu yüzden çatının toprağını sıkıştırmak için, üzerine
hafif bir saman atılır. Ot yeşermesin, nem olmasın diye tuz da serpilir.
Ardından damın üzerinde sürekli duran 100 kilogramlık “log” denilen
bazalt taş ile toprak çatı düzleştirilir.
Kuş Evlerinin İçi
İç bölümlere “lüle” denilir. Lüleler belli aralıklarla üst üste yapılır. Her
lülenin içinde güvercinlerin tünemesi için basamaklar yapılır. Örneğin üç
bölümlü bir güvercin evinde üç lüle ve üç basamak vardır. Güvercin evlerinin
bütün iç duvarlarına kazıklar çakılır. Bu kazıklara söğüt dalından özel olarak
yaptırılmış kulplu sepetler asılır. (6). Tek bölümlü güvercin evinde yaklaşık
200 sepet, üç bölümlü de ise yaklaşık olarak 1500 sepet bulunur.
Bu sepetler; ormandaki söğüt dallarının yeşil filizlerinin kopartılıp, fazla
bekletilmeden, huni biçiminde örülmesiyle yapılır. “Boran” adı verilen
yaban güvercinleri bu sepetlere yumurtalarını bırakarak, yavrularlar. Her
sepete bir çift güvercin denk gelir.
63
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Güvercinler kendi yemlerini kendileri bulup
getirdikleri için, güvercinlere yem verilmez.
Güvercinlere yalnız kışın, ortalığın karlarla
örtülü olduğu günlerde yem verilir. Yem
olarak “pirinç zivanı” denilen “darijan” otunun
ufak ve parlak olan tohumu ile ak ve kızıl darı
karıştırılarak verilir. Güvercinlerin yemlerini
rahat yiyebilmeleri için mekanın dar kesiti
boyunca 1.5- 2m boyunda, 3-4 cm çapında
tahtalar konulur. Buraya yemler dökülerek
beslenmeleri sağlanır.
Resim 4. Güvercinlerin Yemlendikleri Tahtalar
Güvercin gübreleri yılda bir defa nisan ayında
toplanır. Üç bölümlü bir güvercin evinden yılda
8 –10 ton gübre alınır. Dicle kıyılarının iriliği
ile dünyaya ün salmış karpuzları tarlalarda,
bu güvercin gübresiyle büyür, olgunlaşır (7).
Ayrıca güvercinlerden elde edilen gübreleri,
yöre halkı kendi kullanımları dışında da satarak
geçimlerini sağlarlar. Bunun yanı sıra kışın
kar yağdığında, güvercinlerin yatış saati olan
24.00’de “pace” denilen pencereler güvercin
sepetleriyle kapatılır. Lüks ışığı getirilerek
güvercinlerin ışık etrafına toplanması sağlanır.
Toplanan güvercinlerden yaşlı olanları toplanıp,
kesilerek, “kevok kavurması” ya da “kevok
dolması” yapılır.
SONUÇ
Güneydoğu Anadolu’da baraj inşaatlarının
yapılması ve tarlalara (özellikle karpuz,
kavun) baraj sularının düzenli verilmemesi
nedeniyle tarlaların yeterince sulanmadığı
izlenmektedir. Bunun yanı sıra tarlalara suni
gübre verilmesi nedeni ile güvercin gübresine
artık ihtiyaç duyulmamaktadır. Teknolojinin
hızla yaygınlaşması ve köyden kente göçün hızla
artması nedeniyle kırsal bölgeler boşalmaya
başlamıştır. Kırsal bölgelerde kalan bir kesim
insan da eski yöntemleri kullanmak yerine, daha
rahat, daha pratik yöntemlere yönelmektedir.
Sözü edilen bu durumlar güvercin evlerinin
yavaş yavaş yok olmasına neden olmaktadır.
Yalnızca emek ve sevgiyle yapılmış güvercin
evleri değil, birçok geleneğin de yok olması
söz konusudur. Günümüzde Diyarbakır Tilalo
kasabasında sadece birkaç tanesi kalan güvercin
evleri ve bu geleneği inatla sürdürmeye
çalışan birkaç ailenin de yaşam standartları ve
çevresel faktörler düşünüldüğünde bunu fazla
sürdüremeyecekleri çok açıktır.
Kültürel miraslarımız arasında önemli yeri
olan güvercin evlerini yaşatmak bizim kendi
kültürümüzü ve geleneğimizi yaşatmakla aynı
anlama gelmektedir.
Sonuç olarak; geçmişle gelecek arasında
köprü vazifesi yapan kültürel miraslarımızdan
biri olan güvercin evleri başta olmak üzere bir
çok kültürel mirasımıza sahip çıkarak, bunlara
yeterli önemin verilmesi ve bunların yaşatılması
64
ile ilgili araştırmaların yaygınlaştırılması, geçmişte olduğu gibi gelecekte
de bu mekanların işlevselliğinin arttırılması için yapılacak araştırmaların
hızlandırılması, gelecek kuşaklara ulaştırılması açısından en büyük
hedefimiz olmalıdır.
65
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1. Diyarbakır Tilalo Mevkii Haritası, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Diyarbakır
2. BOZYİĞİT ,A. E, “Halk şiirimizde güvercin”, TFA c.17, s.8033
3. Meydan Larousse c.5, s.464.
4. ARPACIOĞLU,V., “www.güvercinbirliği.com” ,Fotoğraf Arşivi, 2007
5. BEYSANOĞLU, Ş. “Diyarbakır Folklorunda Güvercinler”, 2007, Diyarbakır
6. BEYSANOĞLU, Ş.“Diyarbakır Folklorunda Güvercinler”, www.güvercinbirliği.com, 2007,
Diyarbakır
66
DİYARBAKIR’DA ATÇILIK
68
Diyarbakır tarihinde, at sporları ile tanınmış bir ilimizdir. Tarihte at sahibi
olmak bir övünç vesilesiydi. Meşhur gezgin Tavernier Diyarbakır’la ilgili
hatıralarını anlatırken;”Paşanın birçok atlı süvarisi var ve yirmi bin atlıyı
toparlayabilecek güçtedir.’demektedir.
Tarihe bakıldığında da 26 Mayıs 1789 tarihinde Mısır için Diyarbakır’dan
2000 süvari istendiği görülmektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır’da at sporları Diyarbakır’ın eski yerlileri Asurlularla da
ilişkilidir. Asur ordularının en kuvvetli bölümünü vahiy edilmiş kitaplarda
sık sık duyduğumuz arabalar ve atlılar oluşturuyordu.Naharayna’nın(
Mezopotamya’nın atlarından ve arabalarından Mısır’ın 18. hanedanının en
eski krallarına ait olan anıtların birinde bahsedilir.
Diyarbakır’da At sporlarına alt yapı teşkil eden önemli bir oluşum
Diyarbakır’ı başkent yapan devletlere örneğin Akkoyunlulara aittir.
Akkoyunlu sarayında elçi olarak bulunan Venedik elçisi, Uzun Hasan’ın
atlılarının 100.000 olduğunu hesap etmiştir.
Bugün Diyarbakır’da Koşu yolu semti bulunmaktadır. Bu semtin adının
geçmişte burada atların koşturulmasından dolayı geldiği herkes
tarafından bilinmektedir. Geçmişin parlak izlerini sürdürmek için bir
hipodrom yapılmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Türkiye Jokey
Kulübü’nün işbirliğiyle Diyarbakır-Mardin Karayolu üzerinde 01.Ekim 2008
tarihinde yapımına başlanan Çınar ilçesi Beşpınar Köyü sınırları içindeki
binbeşyüz (1500) dekar alana kurulan ve yaklaşık 15 milyon TL’ye mal olan
Hipodromun pist sahası 1600 metredir. Padok sahasının etrafı tellerle
çevrilmiştir. 1350 kişilik kapasiteli kapalı tribüne sahip olan Hipodromda.
Atların ve seyislerin barınacağı (120 at ve 120 seyisin) odalarının olduğu
binaların inşaatları 2009 yılında bitirilmiş olup hizmete açılmıştır.
İdare binası kullanımı için 150 tonluk su deposu ve ahırların su ihtiyacı için
de 300 tonluk su deposu yapılmıştır. 4500 metrekarelik bir alan üzerine
araç otoparkı inşa edilmiş olan Diyarbakır Hipodromu geçmişteki, atçılık
tarihimizi tekrar canlandıracaktır.
Diyarbakır, Türkiye`de Arap atçılığının merkezlerinden bir tanesidir. 1928
yılında Mustafa Kemal ATATÜRK Dicle kenarında 1000 dönümlük arazi
69
Adil ALAN
Tarım İl Müdürlüğü,
Hayvan Sağlığı Şube
Müdürü, Diyarbakır
aldırıp 32 atlık aygır deposu yapmıştır. Aygır
deposu yaptırdıktan sonra 1930 yılında merhum
İhsan AKGÜN, Nurettin ARAL ve Selahattin
BATUR’u (İnal BATUR’un babası) Bağdat’a
gönderip Irak ve İran’da o zamanki padişah
yarışlarından külçe altın kazanan safkan arap
atlarını Diyarbakır’daki aygır deposuna getirtti.
Bu damızlık atlardan çok güzel safkan arap tayları
elde edildi. Şuan Dicle Üniversitesi kampüsünde
bu aygır deposu atıl vaziyette bulunmaktadır.
Bakanlığımız ve Türkiye Jokey Kulübü bu
atıl vaziyetteki aygır deposuyla ilgili Dicle
Üniversitesiyle ortak bir çalışma yürütmektedir
ve buranın tekrar restore edilmesi için bir
ödenek ayırmıştır. Bununla birlikte At yarışları
1927 yılının sonbaharında arap atının ıslahı
için devlet tarafından Diyarbakır’da yapılmaya
başlandı. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve
Diyarbakır’da yarışlar 6 hafta yapılırdı.
Diyarbakır’daki bu yarışlar sırasıyla; şuan
adliye sarayının arkasında bulunan helikopter
pistinde daha sonra o dönemde (boş arazi olan)
ofisteki paşa konağının arkasındaki boş alana
ve 1955 yılından itibarende da yarışlardan adını
alan Koşuyolu semtinde yapılırdı. Bu yapılan
yarışlarda ilk 3 dereceyi alan atlar Ankara’dan
gelen uzman heyet tarafından genel bir
kontrolden geçirildikten sonra damızlık olarak
Karacabey, Çifteler, Karaköy, Sultansuyu ve
Altındere haralarına gönderilirdi.
Merhum Tahir POLAT’ın oğlu merhum Hıdır
POLAT’a ait belgelerden ve çocuklarının(Kemal
POLAT) ifadelerine göre 1959 yılında yapılan
yarışlarda Amerika’dan gelen bir bayan
jokeyinde(cilbet)
katıldığı
yarışta
Tahir
POLAT’ın bindiği at birinci gelmiştir ve birinci
gelen bu atı zengin olan Amerika’lı bayan satın
alarak ülkesine götürmüştür(1929 doğumlu
Diyarbakır’ın eski atçılarından ve halen bu
mesleğini sürdüren Mehmet Şerif ALPAY ‘ın
ifadesi)
Şimdilerde koşu yolu diye bilinen ve burada
büyük bir park oluşturulan yerde her yıl
ilkbahar ve sonbaharda at yarışları düzenlenir
ve halk oraya akın ederdi. Tozun toprağın içinde
olmasına rağmen kimse umursamaz, herkes
yer kapmak için çok önceden koşu sahasını
doldururdu.
Atların koştuğu yerde tel örgü falanda
bulunmazdı, isteyen dokunabiliyordu. Burasını
tabir yerindeyse mahşeri bir insan kalabalığı
doldururdu. Karacadağ mıntıkasından Sabri
Kahya’nın kır atı kendi branşında daima birincilik
alırmış. Mızmız Muhammed, Göçmen Bekir gibi
jokeyler çeşitli mesafelerde birincilikleri olan,
Diyarbakırlılar için tanınan simalardanmışlar.
Hakem heyeti koşu pistinin içindeki binadan
dürbünlerle yarışları takip ettikleri gibi heyetten bir kısmı da koşu meydanının içinden
at yarışlarını izler, usulsüz hareketlerde
bulunanları diskalifiye ederlermiş.
At yarışlarına çok kişi katılırdı fakat birinciyi
herkes bilirdi. O hiç değişmezdi. Tahar Ağa (Tahir
POLAT) her yarışın galibiydi. Son zamanlarında
yaşlanmış olmasına rağmen koşmaktan geri
durmamış ve Diyarbakır’ın at yarışlarına
katılmıştı.
Zayıf, nahif vücuduyla atın üzerinde öylesine
bir ustaca oturuşu vardı ki, bazen sanırdınız at
koşuyor üzerinde Tahar Ağa yok. Kendisi bazen
70
zorlanırdı, fakat ne eder, ne yapar bu zorlandığı koşuyu bile kazanırdı.
(Tahar Ağa 1960 yılının sonunda yapılan yarışta attan düşerek öldü.)
Tahar Ağa ölünce at yarışları da öldü mü? Ölmedi.Diyarbekir’e yakın bir köye
taşındı at yarışlarının yapıldığı yer.Fakat o günkü sevgi öldü,o günkü ruh
öldü çünkü’’ Tahar Ağa’’da öldü.Öldüğünde şöyle bir söz duymuştum:’’Su
testisi su yolunda kırıldı’’Rahmetle anıyoruz.(M.Mergen).
Daha sonra Koşu yolundaki at yarışları 1973 yılına kadar devam etti.(1971
tarihinde yapılmadı) O dönemde hiçbir yerleşmenin olmadığı Koşu yolunda
lise inşaatının başlaması üzerine buradaki at yarışları o dönemin mülki
amirleri tarafından yaptırılmadı. Bundan dolayı 1974 ve 1975 yıllarında
yarışlara ara verildi. 1976 yılında yarışlar ilimiz merkezinde bulunan
Karabaş köyüne taşındı ve oradaki yarışlar 2006 yılına kadar devam etti.
(1979–1980–1991–1992–1993–1994 tarihlerinde yapılmadı).Karabaş
köyündeki yarışlar 2007 yılında Beş pınar köyünde temeli atılan hipodrom
arazisinde yapıldı. 2008 yılında ise hipodromun, yapımı tamamlanan
pistinde son mahalli yarış olarak düzenlendi.
Beklenen gün geldi Diyarbakır’ımız Türkiye’nin 8. ve en büyük arazisine
sahip Hipodromuna kavuştu(23 Eylül 2009). Bundan böyle mahalli at
yarışları yerine ulusal at yarışları düzenlenecektir. Cumhuriyet tarihinden
beri safkan arap atçılığının merkezi konumundaki ilimiz geçte olsa hak
ettiği hipodromuna 23 Eylül 2009 tarihinde kavuşmuştur.
23 Eylül 2009 tarihinde resmi yarışlara başlanan Türkiye’nin 8.ci ve en
büyük hipodromunda ilk sezonunda 10 yarış gününde toplam 75 koşu
gerçekleştirilmiştir.2.5 ay süren ilk sezon boyunca hipodromun bulunduğu
Çınar İlçesi Belediyesine yaklaşık bir milyon TL kaynak aktarımı Diyarbakır’a
da dolaylı olarak iki milyon TL civarında ekonomik girdi sağlandı.
2.5 aylık süreç içerisinde misafirlerden ve personelden oluşan yaklaşık 1.500
kişiye otellerden hizmet verildi.Bu kişiler sosyal ihtiyaçlarını bu kentten
karşıladılar.Atlarımızın ilaçları, yemleri, Veterinerlik hizmetlerinden
oluşan çeşitli ihtiyaçları ve atların nakilleri Diyarbakır’a ekonomik açıdan
büyük oranda katkı sağladı. 2009 yılında 10 yarış günü sonunda dağıtılan
ikramiye miktarı iki milyon TL’dir. Bu ikramiyeyi ilimize gelen atçılar aldı.
Önümüzdeki yıllarda bölge At Cenneti haline gelecektir.
71
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
1-Diyarbakır Hipodromunun Açılışı(23 Eylül 2009)
2-Koşu Bitimi
3-Hipodromda Yarış İzlemeye Gelen Diyarbakırlılar
4-Tahar Ağanın Torunları
72
DİYARBAKIR’DA DAĞ KEÇİLERİ VE MELEZLEŞTİRİLMESİ
74
GİRİŞ
Evcil hayvan türleri arasında keçinin önemli bir yeri vardır ve ekonomik
önemi fazla olan türlerden birisidir. Bunu keçinin ilk evcilleştirilen hayvan
türlerinden birisi olmasına ve değişik çevre koşullarına, kısa sürede uyum
göstermesine bağlayabiliriz. Özellikle Tropik ülkelerdeki halkın besin
ihtiyaçlarının karşılanmasında keçinin ayrı bir yeri vardır. Hindistan,
Meksika, Nijerya, Irak, Libya, Fas, Yunanistan ve Türkiye gibi ülkelerde
rutubeti az, kurak ve yarı kurak alanlarda keçi yetiştiriciliği yaygın şekilde
yapılmaktadır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
M.Ö. 9000-7000 yıllarında Orta Doğu’da evcileştirildiği düşünülmektedir.
Halen dünyada yetiştirilmekte olan evcil keçi ırklarının 3 yabani keçiden
köken aldığı kabul edilir. Bunlar; Capra prisca adamets (kılıç boynuzlu),
Capra falconeri (burgu boynuzlu) ve Capra aegagrus (hilal boynuzlu) yabani
keçi ırklarıdır.
Keçi yetiştiriciliği özellikle kırsal kesimde yaşayanlar için hayvansal protein
kaynağı açısından önemli bir yere sahiptir. Keçi ürünleri et, süt, deri ve
kıl ya da tiftiktir. Türkiye et üretiminin %7.3, sütün ise %2.3 keçilerden
sağlanmaktadır (FAO, 2002). Et üretimi keçi başına ortalama 16.3 kg ve süt
üretimi 61 kg’dır. Keçilerde üretilen ürünlerin yaklaşık %60’ı öz tüketimde
kullanılmaktadır. Türkiye genelinde küçükbaş hayvan varlığı içindeki payı
%21.4’lik gibi oldukça önemli bir paya sahiptir. Keçi varlığı bölgelere göre
dağılımında, Akdeniz bölgesi %26.5, Güneydoğu %25.6 ve Ege bölgesinde
%20.3’lük büyük bir yayılma olduğu dikkati çekmektedir.
Her ne kadar keçiler daha çok dışarıda otlatılmaya elverişli iseler de
dünyada entansif bakım ve beslemeye de oldukça iyi yanıt veren keçi ırkları
da vardır. Gerek ılıman iklimli ülkelerdeki ve gerekse tropik bölgelerdeki süt
tipi keçiler buna örnektir. Süt keçileri, her iklim koşullarında yetiştirilmesi,
sıcağa ve soğuğa karşı toleranslı olması, uzun yürüyüş kabiliyeti ve
kolayca pazar bulma ve alma kolaylıkları yanında, oransal süt veriminin
(canlı ağırlığın 50 kg x 10-15 katı=500-700 kg/yıl) yüksekliği nedeni ile
yalınız ovada değil dağlık yörelerde de tercih edilmektedir. Keçi yalnız
kırsal kesimde dar gelirli ailelerin değil, aynı zamanda işçi, emekli,
memur, bağ bahçe tarımı ile uğraşan tüm küçük çiftçiler tarafından da
yetiştirilmektedir. Bunlar, ailelerinin günlük ihtiyacı olan, süt, yoğurt, yağ
ve peynir gibi önemli hayvansal ürünleri, sığır ve koyundan daha çok süt
75
Murat TOMAR
Ziraat Mühendisi
[email protected]
keçisi ya da Kıl keçisinden sağlamaktadırlar.
Keçi kırsal kesimde fakir ailenin geçim kaynağı
ve sigortasıdır. Bu üretim dalında masraf yok
denecek kadar azdır. Vücut yapısının küçük
olması, değişik beslenme alışkanlıkları, selülozu
iyi sindirebilme, yüksek süt ve döl verme
yetenekleri ile elverişsiz şartlarda dahi başarılı
şekilde yetiştiriciliğinin yapılabilmesi keçi
yetiştiriciliğini cazip kılmaktadır.
Dağ Keçisi
Dağ keçisi (Capra), 9 türü içine alan bir cinstir.
Evcil keçi (Capra aegagrus hircus) diğer bir
adıyla yaban keçisinin evcilleştirilmiş bir alt
türüdür. Keçiler, geviş getiren hayvanlardır. Bu
hayvanların midesi 4 bölümden oluşur. Keçinin
erkeği teke, kısır erkeği erkeç, dişisi keçi, yavrusu
ise oğlak, bazı yörelerde 1 yaşına kadar çepiç
olarak çağırılır.
Mezolitik dönemde Diyarbakır’da keçi
Çermik Sinek Kayaltı sığınağında M.Ö.13.000
yıllarına ait av resminde 14 dağ keçisi resmi
bulunmaktadır.
Anadoluda resmi saptanan en eski av resmi
(Prof.Dr.Oktay Belli’nin Arkeoloji Sanat Derg.120.sayı)
Neolitik dönemde Diyarbakır’da keçi
Ergani yakınlarındaki Çayönü kazılarında gün
ışığına çıkarılan çeşitli kalıntı ve buluntuların
ortaya koyduğu,yalnız Anadolu’nun değil,bütün
Güneydoğu Asya ve Avrupa’da İsa’dan 7 bin
yıl önce ilk karma ekonomisi gerçekleşmiştir;
koyun, keçi, köpek gibi hayvanlar evcilleştirilmiş,
yerleşik bir düzen içinde özgün bir mimariye
sahip insan toplulukları yaşamıştır. (Halet Çamlıbel,
Güneydoğu Anadolu Tarih öncesi araştırmalarının Kültür
Tarihi Bakımından Önemi’ Atatürk Konferansları.1970.
TTK yayını.Ankara.1972.s.26) (Ufuk Esine’Tarih öncesi
çağlarda Anadolu’da ilk Üretim Aşaması.’Toplum ve
Bilim’.No.6-7(Yaz-güz 1978).s.22)
Halan Çemi kazılarında 14 karbon ile erken
Neolitik kültür kalıntıları ortaya çıkarılmış,Doğu
Anadolu’nun en eski kültürü bulunmuştur.Kazıda
hayvan kalıntıları bulunmıuştur. Bunlar koyun,ke
çi,geyik,sığır,kaplumbağa,kuş,balık gibi türlerdir.
(Yrd.DoçDr. Remziye Okar, Sedat Kılıç: Batman ve Çevresi
tarihi Gelenek ve Görenekleri.Diyarbakır.D.Ü.Eğitim Fak.
Tarih Eğitim Bölümü.1998.s.42-44)
76
Selçuklu döneminde surlar ve Keçi Motifi
Diyarbakır Surları ve Dağ Keçi Kabartması
Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen boynuzlu hayvan
(Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah) Burcu’nda
mücadele eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının
altında orantılı yer almıştır. Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde
iki dağ keçisi kabartması, Melikşah Burcu’ndaki kabartmalardan daha
ustalıklı işlenmiştir. (M.Ali Abakay. Diyarbakır Kalesi’nde Motiflerle Kabartmalar)
(www.edebiyatdostlari.com/tarih/946-diyarbakir-kalesinde-motiflerle-kabartmalar.html)
Günümüzde Keçinin Durumu
YILLAR
2001
2002
2003
2004
Koyun
836 456
689 610
725 626
717.156
Kıl Keçisi
247 804
249 663
303 934
250.708
Toplam
1 084 260
939 273
1 029 560
967.864
Diyarbakır’ın Küçükbaş Hayvan Varlığı (1000 Adet) (TİM)
Diyarbakır ilinde yetiştiriciliği yapılan yerli ırk koyunlar, akkaraman,
morkaraman, ivesi, dir. Keçi ırkı olarak bölgemizde kıl keçisinin yetiştiriciliği
yapılmaktadır.
Saanen Keçisi ve Tekesi
Genel olarak keçiler küpeli, kısa ve beyaz tüylüdür. Meme iki but arasına
iyi yerleşmiş olup koltuk tipi bezel memedir. Gelişme hızı, süt ve döl verimi
yüksektir. Genellikle 2-5 başlık gruplar halinde aile işletmelerinde kullanılır.
1959’lı yılların başında Türkiye’ye de getirilmiş ve halen saf ve melez
olarak yetiştirilmektedir(Verim Özellikleri Saanen ırkının en önemli
özelliklerinden birisi olan farklı iklim koşullarına uyma yeteneği sayesinde,
götürüldüğü yerlerde çok çabuk adapte olabilmektedir. Saanen keçileri
yemleme ve mera koşullarına karşı çok duyarlıdır.
Yüksek verim yeteneği ancak iyi bakım ve besleme koşullarında ortaya
çıkar. Saanen keçilerinde yemden yararlanma yeteneği yüksektir ve
erken çağda cinsi olgunluğa ulaşırlar ve hızlı ürerler. Bu da Saanen ırkının
yetiştirme yönünden en önemli avantajıdır. Döl verimi yüksek olan ırk,
genellikle ikiz yada üçüz doğum yaparlar. Canlı ağırlık erkeklerde 70 kg,
dişilerde 50 kg’dır. Ortalama 2.5 yaşında süt verimi 750 kg ve laktasyon
77
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
süresi 280 gün’dür. Elit dürülerde laktasyon süt
verimi bir ton ve laktasyon uzunluğu 300 gün
olarak saptanmıştır. Sütte yağ oranı % 3.4-3.6
civarındadır.
Kilis Keçisi
Her türlü iklim koşulların iyi uyabilen, ekstansif
ve entansif koşullarda, küçük aile işletmeleri
halinde veya sürüler halinde yetiştirilebilen,
sağlam vücut yapılı, uzun yürüyüş yetenekli süt
ve döl verimi yüksek bir keçi ırkıdır. Güney Doğu
Anadolu Bölgesinde özellikle Hatay, Gaziantep
ve Urfa dolaylarında yetiştirilen bu ırk Suriye’den
getirilen Halep keçileri ile kıl keçileri arasında
yapılan melezleme ile ortaya çıkmıştır. Sayıları
100 bin dolayında olan Kilis keçileri Türkiye yerli
ırkları içerisinde süt verimi en yüksek olan ırktır.
Kili keçilerinde vücut çok uzun ve genellikle siyah
renkli kıllarla kaplıdır. Kulaklar çok uzun, geniş
ve sarkıktır. Kilis keçileri genellikle boynuzludur.
Ancak boynuzsuz hayvanlar erke ve dişide de
bulunmaktadır. Meme iyi gelişmiş olup iki bacak
arasında öne doğru uzanmaktadır.
Verim özellileri ergin tekelerin canlı ağırlıkları
60-90 kg, dişilerin ise 45-65 kg ararsında geniş
bir variyasyon göstermektedir. Laktasyon süt
verimi 200-350 kg ve laktasyon süresi 250-300
gün’dür. Sütte yağ oranı %4.3-4.7 civarındadır.
Kıl verimi 500-600 g’dır. 100 keçiden elde edilen
oğlak sayısı 120-160 arasındadır.
Saanen Keçisi İle Melezleme
Keçiler geviş getiren diğer hayvanlara kıyasla
elverişsiz çevre şartlarına daha dayanıklıdır.
Meralardan çok iyi yararlanabilirler. İyi bir
süt keçisi yaklaşık 10 ay sağılabilir ve günde
ortalama 2 kg süt verebilir. Bu açıdan süt
keçilerinin hiç yemlenmeden, sadece merada
beslenmeleri düşünülemez. Çünkü istenilen
süt ve döl veriminin elde edilmesi beslemeyle
yakından ilişkilidir. Üreticilerin sahip oldukları,
et ve süt verimleri düşük yerli ırk keçileri elden
çıkararak, yerine yüksek verimli kültür ırkı
hayvanları koymaları ekonomik olmayabilir.
Bu nedenle süt keçiciliğinin geliştirilmesinin
esası melezleme çalışmalarına dayanır.
Ancak melezleme çalışmalarının başarılı
olabilmesi için damızlıkların yüksek verimli
hayvanlardan seçilmesine dikkat edilmelidir.
Sonraki melezleme çalışmalarına elde edilen
melez keçilerle devam edilebilir.Dünya‘da keçi
yetiştiriciliğinde yerli ırkların ıslah edilmesi
amacıyla en çok Saanen ırkı keçiler kullanılır.
Bunun nedeni Saanen keçisinin farklı iklim
ve çevre koşullarına kolayca uyabilmesidir
Böylece bir çok ülkede yerli keçilerin ıslahında
Saanen keçileri kullanılarak yüksek verimli
yerli keçi tipleri elde edilmiştir. İyi bakım ve
besleme koşullarında 2,5 yaşın üstündeki bir
Saanen keçisi bir sağım döneminde 280-300
gün sağılabilmekte ve toplam 700-900 kg süt
verebilmektedir. Saanen keçileri İsviçre kökenli
süt ve döl verimi yüksek hayvanlardır. Saanen
keçisinin vücudu beyaz veya parlak krem rengi
kısa kıllarla kaplıdır. Deri rengi pembemsidir.
Omuz, sağrı ve sırt çizgisi üstündeki kıllar daha
uzundur. Tekelerin sakal ve yelesinde uzun kıllar
oluşmuştur. Tekelerin canlı ağırlığı 75 kg‘a kadar
çıkabilmektedir. Dişilerin vücudu süt tipine
uygun zayıf ve ince bir yapıya sahiptir ve canlı
ağırlıkları 50 kg civarındadır. Bacakları düzgün
ve sağlam yapılı yol yürümeye elverişlidir. Meme
yapısı çok iyi gelişmiş ve vücuda bağlantısı geniş
koltuk meme tipindedir. Döl verimleri yüksektir.
Çoğunlukla ikiz veya üçüz oğlak verir. Saf olarak
78
da yetiştirilen Saanen keçileri ülkemizde de yerli ırklarımızın ıslahında
kullanılır. Özellikle Ege Bölgesinde kıl keçilerinin ıslahında Saanen keçisi
tekeleri başarı ile kullanılmaktadır. Saanen keçisi ile kıl keçisi melezlerinin
yerli ırklara göre süt verimi fazla, canlı ağırlıkları ve et kalitesi yüksektir.
300 başlık yerli kıl keçisi sürüsünden elde edilebilecek süt, 50-60 başlık
melezlenmiş bir sürüden sağlanabilir. Melezlerde ikiz doğum oranı yerli
ırklara göre daha yüksektir. Elde edilen bu melez keçiler, Saanen tekeleri
ile tekrar çiftleştirilerek, daha ileri melezler elde etmek de mümkündür.
Teke katım zamanı bölgelere göre değişir. Aşım mevsimi öncesi keçilerin
ve tekelerin özel bir yemlemeye alınması faydalıdır. Böylece kısırlık riski
azalırken, ikiz ve üçüz doğumların artması mümkün olabilir. Keçilerde teke
katma işlemi “serbest katım” ve “elden katım” olarak iki şekilde yapılabilir.
Serbest Katım Serbest katım yönteminde 30-35 keçiye ergin bir teke
hesabı ile katım yapılır. Eğer teke genç ise, 15 keçiye bir teke hesap edilir.
Elden katım yönteminde, kayıt tutma imkanı olduğundan hangi dişinin
hangi tekeye verileceği bilinir. Böylece sürünün verimce iyileştirilmesinin
devamı sağlanabilir. Keçilerin gebelik süresi 145-155 gündür. Gebeliğin
son 4-6‘ıncı haftasında yavrunun gelişimi hızlı olduğu için anneye iyi bakım
ve besleme uygulanmalıdır. Doğum yaklaştığında keçilerin ayrı bir bölmeye
alınması tavsiye edilir. Bölme tabanına bol altlık serilir. Doğumdan sonraki
3-5 gün yavruya ağız sütü mutlaka verilmelidir. Oğlaklar ilk iki ay annelerini
emer, fazla süt ise sağılır. Sağımda meme bakımına ve temizliğine gereken
özen gösterilmelidir. Sağım sırasında temizlik kurallarına uyarak keçi
sütünde istenmeyen kokuları azaltmak yetiştiricinin elindedir. Ülkemizde
keçi sütleri inek ve koyun sütleri ile karıştırılar inek sütünden geri kalmaz.
Keçilerin barınakları ise gereksinimlerini karşılayacak düzeydedir.
79
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1. Kaymakçı ve Aşkın 1997, Özcan 1989, Şengonca , 1974). Haris and Frederick.1996, Kaymakçı
ve Aşkın 1997, Özcan 1989, Şengonca, 1974.
2. TİM.
3. tr.wikipedia.org/
4. Özcan 1989, Anonymous 2002.
5. Kaymakçı ve Aşkın, 19975164
80
DİYARBAKIR VE DOĞA SPORLARI
82
ÖZET
Diyarbakır, Doğa Sporları yapmak isteyenler için şaşırtıcı ve etkileyici
mekânlara sahiptir. Hafta içi yoğun ve yorucu bir tempoyla çalışanlar, fazla
uzaklara gitmelerine gerek kalmadan, Krallar ve Peygamberler diyarı
Eğil’e gidip tarih ve doğayı aynı anda yaşamak, küçük Karadeniz Çüngüş’e
gidip yemyeşil doğayı, Fırat’ı, Çağlayanları, Çermik gelincik dağına gidip
peribacalarını, Silvan Hasuni Mağaralarına gidip devasa bir taş şehri,
Ergani’ye gidip tarihi Çayönü ve Hilar mağaralarını gezerek muhteşem
doğal güzellikleri keşfedebilirler. İşte tüm bu mekânları gezip doğa
yürüyüşü, tracking, doğa fotoğrafçılığı, yamaç paraşütü, kampçılık gibi
doğa aktivitelerini yapmak istemezmisiniz? Bence hiç durmayın hemen
yola koyulun.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Diyarbakır’da Doğa Sporları 2004 yılında Karacadağ Spor Kulübünün
öncülüğüyle başladı. Kulüp başkanı Remzi SAYILAN ve Dağcılık İl
Temsilcisi Abdurrahim EKİN ‘in girişimiyle Türkiye Dağcılık Federasyonu
tarafından tanınan ilimizdeki ilk resmi dağcılık kulübü oldu. Aynı yıl
Dağcılık Federasyonunun düzenlediği eğitim kurslarına sporcu gönderen
Karacadağ Spor Kulübü, ilk resmi faaliyetini 2004 Temmuz’unda 253
kişinin katılımı ile gerçekleşen 1.Geleneksel Recep Yazıcıoğlu Karacadağ
Tırmanışı olmuştur. Katılım beklenenin üzerinde olunca, ileriki yıllar için
önemli motivasyon kaynağı olmuştur.
2005 yılında Abdurraim EKİN’in kuruculuğunu yaptığı, Diyarbakır Doğa
Sporları Gençlik ve Spor Kulübü ile ildeki spor kulübü sayısı ikiye çıkmış
ve faaliyetlere katılan sporcuların sayısı ise artmıştır. Profesyonel olarak
ilk ciddi tırmanış, 28–30 Ağustos 2005 tarihleri arasında İl Temsilcisi
Abdurrahim EKİN’in Türkiye’nin en yüksek ve Avrupa’nın ikinci yüksek
doruğu olan Ağrı Dağı’na (5137 m) başarılı bir şekilde yapmış olduğu
tırmanıştır. Daha sonraki yıllarda ise Kaçkar Dağı (3937 m), Erciyes
Dağı (3916 m) , Palandöken (3271) , Artos Dağı (3550) gibi ülkemizde
83
Abdurrahim EKİN
Doğa sporları Gençlik ve
Spor Kulübü Başkanı
Türkiye Dağcılık
Federasyonu Spor Tırmanış
Kurul Üyesi
Diyarbakır
[email protected]
[email protected]
yüksek irtifa dağcılığı için önemli merkezlere
tırmanışlar gerçekleştirilmiştir.
2006 Ağrı (5137m) Zirve
2010 yılında gelindiğinde ise Doğa Sporları ile
ilgilenen kulüp sayısı 4, lisanslı sporcu sayısı ise
410 olmuştur. Dağcılık branşı ile birlikte Kaya
Tırmanışı, Rafting, Kayak ve Snowboard gibi doğa
aktivitelerini de gerçekleştirmeye başlamıştır.
Sadece yaz faaliyetleri değil, kış aylarında
da çok sayıda faaliyet gerçekleştirilmiştir.
Diyarbakır’a yakınlığı ile bilinen; Karacadağ (53
km), Hazarbaba (115 km), Bingöl (165 km),
Bitlis Merkez (200 km), Tatvan Nemrut ( 220
km) ve Palandöken (310 km) kayak tesislerine
faaliyetler düzenlenmiştir.
Doğa Sporları İçin Biçilmiş Kaftan (Eğil)
branşları yapabileceğiniz tek adres. Eğil Asur
Kalesi, Kalecik Kalesi, Selman Cibeb (Cebeb)
Kalesi, Asur Kral Mezarları, (suni) mağaralar,
hamamlar, Taciyan Camisi, Nisanoğlu Türbesi,
mağara, kilise, Şerbettin (Kalkan Köyü) Hanı,
Kasım Bey Kümbeti ve Yeraltı Sarnıçları ile
kültür turizmi içinde önemli mekânlardan biridir.
Diyarbakır’da sıcaklıkların temmuz, ağustos
aylarında
40–50
dereceye
ulaştığında
serinlemek ve doğa fotoğrafçılığı, doğa
yürüyüşü, tracking, yamaç paraşütü, dalgıçlık
ve durgunsu kano gibi aktivitelerle güzel vakit
geçirmek isterseniz. Bence fazla düşünmeyin ilk
adres Eğil.
Çüngüş, Küçük Karadeniz
Çüngüş, Doğusunda Çermik, Kuzeyinde Elazığ’ın
Sivrice ilçesi Batısında Malatya ili Pütürge ilçesi
ile Fırat nehri ve Güneyinde Adıyaman iline
bağlı Gerger ilçesi bulunmaktadır. Güneydoğu
Toroslar üzerinde sırayla Abaza, Akdağ ve
Savucak dağları ile çevrilidir. İşte Çüngüş’e küçük
Karadeniz dememin nedeni de bu dağlardır.
Fotoğraf: Eyüp ARSLAN
Resim 1
Diyarbakır’da Doğa Sporları denildiğinde
akla gelen ilk adres Eğil. Neden mi? Dağcılık,
Kano, Yamaç Paraşütü, Doğa Yürüyüşü, Kaya
Tırmanışı, Dalgıçlık, Mağaracılık işte tüm bu
Oluşturdukları kanyonlar ve bu kanyonlara sızan
yüzlerce su gözeleri, bunların oluşturdukları
çaylar ve muhteşem bitki örtüsü ile bu unvanı
fazlasıyla hak etmektedir.
Ayrıca, doğa
yürüyüşü için onlarca patika, Yamaç Paraşütü
84
yapmak isteyenler için uygun yükseltiler, dağ bisikleti ve doğa yürüyüşü için
uygun parkurlar, fotoğraf çekmek isteyenler için mükemmel gürüntüler ve
Fırat’ta Kano işte tüm bu aktivitelerini yaparken zevk alacağınızdan emin
olduğum güzel bir mekân.
Alternatif Mekânlar
Resim 2
Çermik
İlçenin hemen yanı başında yükselen Gelincik dağı, zirvesinde
Kapadokya’daki peribacalarını (Resim 2) anımsatan yapıları, hemen
altından akan sinek çayı ve Bintaş köyünde bulunan kayalıkları ile dağcılık
ve kaya tırmanışı, doğa yürüyüşü yapmak isteyenler için mutlaka görülmesi
gereken bir ilçedir.
Ergani
9000 yıllık bir tarih, Hilar Şehri (Çayönü) Anadolu’nun en eski köyü, işte bu
tarihi şehirde doğa yürüyüşü, kampçılık gibi doğa aktiviteleri yapabilirsiniz.
Ayrıca burada bulunan kayalıkların yapısı ise özellikle kaya tırmanışı
yapmak isteyenlere sayısızca tırmanış parkur yaratmaktadır. Zülküf
Peygamber dağına(Makam dağı) tırmanış yapabilir, yamaç paraşütü ile
ayaklarınızı yerden kesip nefis fotoğraflar çekebilirsiniz.
Resim 3
85
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Silvan
Doğa aktivitelerini yapacağınız merkezlerin
başında
Hasuni
mağaraları
(resim3)
gelmektedir. Anadolu’nun en eski mağara
yerleşim merkezlerinden biri olan Hasuni,
doğa yürüyüşü yapmak isteyenler için oldukça
etkileyicidir. Ayrıca çanak şeklindeki yapısıyla
yamaç paraşütü yapmak isteyenler için uygun bir
mekândır. Silvan’a yaklaşık 15 km uzaklığındaki
Malabadi baraj gölü ise durgunsu kano yapmak
isteyenlere keyifli zamanlar yaşatacaktır.
gezip yerinde görmek ve spor yaymak için, hiç
durmayın hemen yola koyulun.
Andok Dağı
Diyarbakır’ın ve Muş ili sınırları içerisinde
bulunan Andok 2840 m yüksekliği ile ilimizdeki
en yüksek dağdır. Andok dağı (Resim 4) , oldukça
etkileyici bir floraya sahip olmakla birlikte
onlarca doğal su kaynağı bulunmaktadır
Resim 4
Böylesine etkileyici özellikleri olan Andok,
yüksek irtifa dağcılığı için en önemli tırmanma
parkurudur. Daha önceleri Türkiye Dağcılık
Federasyonu
faaliyet
programında
yer
alan Andok, son yıllarda güvenlik nedeni ile
tırmanışlara kapatılmış durumda. Yinede
tırmanmak isteyenler için her yıl 15 Temmuz’da,
zirvesinde bulunan Şeyh
Muhammede
Andok’un türbesine ziyeret gerçekleştiren
binlerce kişiyle aynı anda çıkılabilir. İşte
böylesine güzel ve tarih kokan bu mekânları
86
DİYARBAKIR’DA SOKAK HAYVANLARI
DOĞANIN VE HAYVANLARIN KORUNMASI VE
DİYARBAKIR’DA SOKAK HAYVANLARININ DURUMU
90
ÖZET
Doğa kendini devamlı yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız maddelerden
oluşan tüm varlıkları kapsar. Doğa canlı ve cansız varlıkları ile bir bütündür.
Hava, su, toprak, bitki, hayvan ve insan doğada hep birlikte bulunmaktadır.
Her biri kendine özgü yaşam formuna sahip tüm ekosistemler önem
taşır. Bu varlıklardan birisinin eksikliği doğanın düzeninin bozulmasına
sebep olur. İnsan doğada yaşayan türlerden sadece birisidir. Ancak doğaya
zarar veren tek türdür. İnsanın olmaması doğa için bir eksiklik teşkil
etmemektedir. Milyonlarca yıl kendi düzeni içinde uyum içinde yaşayan
Dünya, insanın gelişi ve doğaya egemen olma savaşı yüzünden, içinde
yaşayan canlılar ile birlikte yok olma sürecine girmiştir. En basit yaşam
formunun bile ekosistemde önemli bir rolü bulunmasına rağmen, insan
acımasızca bu canlı türlerinin bazılarının yok olmasına sebep olmuştur ve
olmaya devam etmektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Doğanın ve Hayvanların Korunması
İnsan kendisini yaşadığı dünyanın bir parçası olarak değil, dünyanın ve hatta
evrenin sınırsız tek hakimi olarak görmektedir. İnsan bu dünyanın efendisi
değil, yalnızca yeryüzündeki diğer canlı türleriyle eşit yaşam hakkına sahip
bir türdür. İnsan merkezli bakış açısı ve kör zihniyet, günümüzde ekosistem
bütünlüğü ve biyolojik çeşitlilik açısından en ciddi tehlikedir.
Sonucunu düşünmeden ormanları yaktık, kestik kendimize hep yer açtık.
Sularımızı kirlettik. Denizlere pisliklerimizi, atıklarımızı döktük. Havayı
her türlü şekilde kirlettik, ozon tabakasını deldik. Dünyanın ısınmasına,
buzulların erimesine yol açtık. Canlıların yaşam alanlarını yok ettik. Tüm
bu yaptıklarımızla aslında kendi sonumuzu getirdik.
İçinde ölünceye kadar yaşamaya mecbur olduğumuz, her türlü
nimetlerinden alabildiğine yararlandığımız, kendi refahımız için
sorumsuzca sömürdüğümüz, hiç bitmeyecek sandığımız ama aslında
sınırlı olan kaynaklarını tükettiğimiz, sömürüp, tüketmekle kalmayıp, bir
de üstüne büyük bir hızla kirlettiğimiz Dünyanın geleceğinin ne olacağını
ne yazık ki bir çoğumuz hiç düşünmemektedir.
İnsan dahil tüm canlıları içinde barındıran doğa, çok büyük bir bozulma ve
yok olma sürecindedir. Dünya bizim evimiz, gidecek başka bir yerimiz yok.
Çocuklarımızın bizden sonra da bu dünyada yaşamaya devam edeceğini
algılayamıyoruz veya bana ne diyerek umursamıyor ve hiçbir şekilde
91
Sevgi Ekmekçiler
Diyarbakır Doğayı ve
Hayvanları Koruma Derneği
Başkanı
ekmekciler.sevgi@gmail.
com
yaptıklarımızdan pişmanlık duymuyoruz.
Dünyada yaşayan insan dışındaki hiçbir
canlı, kendi türünün yok oluşuna kendisi yol
açmamaktadır. Dünyayı sürekli kendi menfaati
için büyük bir hızla değiştiren ve bu değişim
sürecinde doğayı tahrip eden insanoğlu, kendi
türünün ve diğer canlı türlerinin geleceğini de
tehlikeye atmaktadır. Aşırı ve bilinçsiz tüketim
doğayı kirletmekte, birçok canlı türünün yok
olmasına, yaşam zincirinin onarılmaz bir
şekilde kopmasına, iklimlerin değişmesine
sebep olmaktadır. Doğa o kadar büyük bir hızla
yok edilmektedir ki, kendisini yenileme şansını
bulamamaktadır.
Küresel iklim değişikliği dünyamızın karşılaştığı
en büyük sorun. Seller, orman yangınları,
hastalıklar, kuraklık küresel iklim değişikliğinin
sonuçlarından birkaçı.
Dünyadaki en akıllı canlı olan insan, kendi
türünün, öteki canlıların ve dünyanın geleceğini
kurtarmak zorundadır. Bunun için radikal
önlemler alınmalı, çevrenin ve doğal hayatın
korunmasına ilişkin gerekli araştırma ve
planlamalar yapılmalıdır.
Atıklar
azaltılmalıdır.
Geri
dönüştürme,
yeniden kullanım, çevreye ve doğaya daha
duyarlı ürünler üretilmelidir. Sera gazı
salınımı azaltılmalıdır. Yenilenebilir enerji
kullanılmalıdır. Tarım ve orman alanları yok
edilmemelidir. Tarım alanlarına sanayi tesisleri
kesinlikle kurulmamalı, çarpık kentleşme ve kıyı
yağmalanmasının önüne geçilmelidir.
Sanayi atıkları kontrol altında tutulmalı, arıtma
tesisleri şart koşulmalı ve denetlenmeli, atıklar
için geri dönüşüm projeleri ve teknolojileri
kullanılmalıdır. Ulusal enerji, tarım ve
turizm stratejilerinde doğal değerler dikkate
alınmalıdır. Girişimcilerin yatırımlarını doğaya
zarar vermeyecek şekilde planlamaları da
sağlanmalıdır. İnsan bu dünyanın efendisi değil,
yeryüzündeki diğer canlı türleriyle eşit yaşama
hakkına sahip bir türdür.
Doğaya zarar verirken, içinde yaşayan
hayvanlara da çok büyük zararlar veriyoruz.
Onların yaşam haklarını ellerinden alıyoruz.
Günümüzde hayvan hakları ihlalleri çok
artmış, bunun yanında ahlaki ve vicdani
açıdan hayvanların canlı olarak kabul edildiği,
tüm hayvanların yaşam haklarının güvence
altına alınması yönünde çabalar da artmaya
başlamıştır.
Bu amaçla 15 Ekim 1978 yılında Paris’te Unesco
Evinde Hayvan hakları evrensel bildirgesi
yayınlanmıştır.
Bildirgede:
Yaşamın tek olduğunu, yaşayan bütün canlıların
ortak bir kökeni olduğunu ve türlerin evrimi
yönünde farklılaştığını, yaşayan bütün canlıların
doğal haklara sahip olduğunu ve sinir sistemi olan
her hayvanın kendine özgü hakları bulunduğunu,
bu doğal hakların küçümsenmesi ve hatta kolayca
göz ardı edilmesinin doğa üzerinde ciddi zararlar
doğuracağını ve insanoğlunun hayvanlara karşı
suç işlemesine sebebiyet vereceğini, türlerin
birlikte olmasının diğer hayvan türlerinin yaşama
hakkının insanoğlu tarafından tanınmasını ifade
edeceğini, insanoğlu tarafından hayvanlara saygı
gösterilmesinin bir insanın bir diğerine gösterdiği
92
saygıdan ayrı tutulamayacağını dikkate alarak, ilan edilir ki;
• Tüm hayvanlar eşit doğar ve eşit yaşama hakkına sahiptirler.
• Tüm hayvanların saygı görme hakkı vardır. Bir tür hayvan olan insan,
diğer hayvanları yok edemez. Hayvanları kendi çıkarı için karşılıksız
kullanamaz.
• Hiçbir hayvana kötü ve zalimce davranılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi
zorunlu ise bu, bir anda ve acı çektirilmeden yapılmalıdır.
• Vahşi hayvanlar kendi doğal çevrelerinde yaşama ve çoğalma hakkına
sahiptir. Eğitim amacıyla bile olsa vahşi hayvanlar özgürlüklerinden
mahrum bırakılamaz.
• Evcil hayvanlar, uyumlu bir biçimde ve özgürlük içinde yaşama hakkına
sahiptir. İnsanların kendi çıkarları için evcil hayvanların yaşama
•
•
•
•
•
•
•
•
•
koşullarında yapacakları her türlü değişiklik, haklara aykırıdır.
Evcil hayvanlar, doğal yaşama sürelerine uygun uzunlukta yaşama
hakkına sahiptir.
Tüm çalışan hayvanlar (at, eşek…) iş süresinin sınırlandırılması, işin
daha az yorucu olması, güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme
hakkına sahiptir.
Hayvanlara fiziksel ya da psikolojik acı çektiren deney yapmak, hayvan
haklarına aykırıdır.
Beslenmek için bakılan hayvanlar barındırılmalı, taşınmalı ve ölümleri
de korkutmadan ve acı çektirmeden olmalıdır.
Hayvanlar, insanlar tarafından eğlence amaçlı kullanılamazlar.
Hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlarla gösteri yapılması, hayvan
onuruna aykırıdır.
Zorunlu olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi, yaşama karşı işlenmiş bir
suçtur.
Çok sayıda vahşi hayvanın öldürülmesine neden olan safariler ve av
partileri, hayvanlara karşı yapılmış bir soykırımdır. Doğal çevrenin
kirletilmesi, yıkılıp yok edilmesi de soykırıma eşdeğerde alçakça bir
davranıştır.
Hayvanların ölüsüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanların
öldürüldüğü şiddet sahneleri, sinemalarda ve televizyonlarda
yasaklanmalıdır. Ama hayvanlara yapılan saldırıları kınamak amacında
olan filmlerde bu sınırlama yoktur.
Hayvanları koruma kuruluşları, devlet katında temsil edilmelidir. Hayvan
hakları da insan hakları gibi yasayla korunmalıdır denilmektedir.
93
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Tüm dünyada hayvan hakları ihlalleri tüm hızıyla
sürüyor. Gelişmiş dediğimiz ülkelerde bile bu
ihlaller, hayvan hakları savunucularının büyük
çabalarına rağmen engellenemiyor. Kanada’da
foklara yapılanlar, Japonya’da balıkçıların
balinaları ve yunusları türlü işkencelerle
avlamaları, büyük uygarlık düzeyine eriştiğini
düşündüğümüz Danimarka’da balinaların büyük
törenlerle vahşice avlanmaları, Uzakdoğu
ülkelerinde kürkleri için canlı canlı hayvanların
yüzülmeleri, yemek için beslenen hayvanlara
çektirilen eziyetler, İspanya’da boğa güreşleri
adı altında boğalara yapılan işkenceler ve
alabilmektedirler. Çöp konteynırına atılarak
preslenen köpekler artık kanıksadığımız olaylar
oldu.
insanların bunu büyük bir zevkle seyretmeleri
ve deneylerde milyonlarca hayvanın vahşi
yöntemlerle öldürülmeleri en bilinen hayvan
hakları ihlalleri.
ilk başlarda büyük sevinçle karşılanan bu yasanın
ihtiyaca cevap vermediği zamanla anlaşıldı.
Türk Ceza Kanunu kapsamında olmayan bu
yasa, hayvan hakları ihlallerinde caydırıcı
olmamaktadır. Hayvan hakları ihlallerinde
işlenen suçlar kabahatler kanunu çerçevesinde
cezalandırılmaktadır. Sigara içenlere verilen
cezayla, hayvana karşı işlenen suça verilen
ceza aynıdır(2). Bu yasanın Türk Ceza Kanunu
kapsamına alınması, hayvana kötü muamele
edenlerin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi il çevre
müdürlükleri yerine mahkemeler tarafından
cezalandırılması gerekmektedir. Hayvanları,
hayvan hakları savunucuları kadar, aynı zamanda
yasalar da korumalıdır. Bu konuda HAYTAP
Hayvan Hakları Federasyonunun ve hayvan
hakları savunucularının çabaları sürmektedir.
Türkiye’de de hayvan hakları ihlalleri ne yazık
ki vardır ve verilen mücadeleler bu ihlalleri
önlemede yeterli olmamaktadır. Son yıllarda
Ülkemizde hayvan hakları konusunda bazı
mesafeler alındı. Ancak alınan bu mesafelere
rağmen, hayvanlara yapılan kötü muameleler
devam etmektedir. Hayvanlara tecavüz,
zehirlemeler, barınaklara tıkıp öldürülmelerini
hızlandırmak, para için dövüştürmek, canlı
oldukları, acı çektikleri düşünülmeden, buna
hakkımız olup olmadığına bakmadan deneylerde
kullanmak, kürkleri için zehirleyerek öldürmek,
av adı altında zevk için hayvanları katletmek
büyük bir hızla sürmektedir.
Su içmek için nehre gelen yavru ayı ve yemek
bulmak için çöplüğe gelen kurt’a yapılan
eziyetler hepimizin hatırındadır.
Komşusuna kızanlar hınçlarını onun hayvanından
Sokaklarda zehirlenerek veya vurularak
öldürülen hayvanların kıvranarak acılar içinde
ölmeleri ise sıradan olaylar oldu. Gün geçmiyor
ki bu tür olayları duymayalım.
Verilen mücadeleler ve Avrupa Birliğine giriş
sürecinin getirdiği zorunlulukla 2004 yılında
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kabul
edildi(1). Hayvan Hakları savunucuları tarafından
Hayvana karsı islenen suçlar, insana karsı
islenecek suçların ilk adımıdır ama asla son
adımı değildir. Bu suçluları ilk adımlarında
cezalandırmak, belki de isleyecekleri daha
büyük suçlara engel olacaktır. Bugün
hayvana yapılan yarın insanlara yapılacaktır.
Araştırmalarda
katillerin,
tecavüzcülerin,
94
sapıkların geçmişlerinde hayvana işkence görülmektedir (3). Tolstoy’un
deyimiyle “Hayvan öldürmeyle insan öldürmenin arası sadece bir adımdır.”
Ülkemizde yoğun şiddet ve istismara maruz kalan hayvanlar arasında
sahipsiz sokak hayvanları dediğimiz kedi ve köpekler başı çekiyor.
Özellikle insana çok yakın bir canlı olan köpekler, insanları sevmelerinin ve
güvenmelerinin cezasını çok ağır ödemektedirler.
Köpekler yırtıcı memeliler grubunun bir üyesidir. Av köpekleri, çoban
köpekleri, süs köpekleri gibi ırkların yanında sokak köpekleri denen
bir tür de mevcuttur. Doğadan koparıldılar, insanla birlikte yaşamaya
alıştırıldılar ve kasabalara, köylere, sonunda kentlere kadar getirildiler ve
onların çoğunluğu bir sokak köpeği olarak yaşamda kalabilmek, soyunu
devam ettirebilmek için bir yaşam savaşı sürdürmektedir (4). Sokaklarda
yaşamanın tüm zorluklarına, öldürülme, zehirlemelere rağmen var olan
soylarını sürdürme içgüdüsünden asla vazgeçmediler ve soylarını devam
ettirdiler.
Sokaklarda yaşamanın ne kadar zor hepimiz tahmin edebiliriz. Eğer
bulunabiliyorsa çöplerde korkarak bir lokma yemek arayan, horlanan,
tekmelenen, hep kaçıp saklanmak zorunda olanlardır sokak hayvanları.
Okuduğumda çok beğendiğim bir sözü burada aktarmak istiyorum; Yanlış
bilinenin aksine, “sokak hayvanları sorunu değil, sokak hayvanlarının
sorunları vardır.”
Sokaklarda kontrolsüz hayvanların gezmesini hiç kimse arzu etmemektedir.
Bunun için hayvan nüfusunun kontrol altına alınması gerekmektedir.
Popülasyon kontrol altına alınmadıkça ne hayvanların ne de insanların
sorunu çözülemeyecektir. Yıllardır yapılan zehirleyerek, vurarak, şehirlerin
dışına atılarak sokak hayvanı sayısının azaltılamadığı görülmüştür.
5199 sayılı Yasa Madde 6. da bu konu ile ilgili sahipsiz veya güçten düşmüş
hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen
hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle
söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması
sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen
hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları
esastır denilmektedir (5).
95
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Zehirleyerek, vurarak yok etme hayvan sayısını
azaltmamakta, tam tersine geride kalan
hayvanlar daha fazla yemek bulabilmekte ve
soylarını devam ettirme içgüdüsüyle daha
fazla üremekte ve hayvan nüfusu artmaktadır.
Kısırlaştırma sokaktaki hayvan nüfusunun
azaltılmasında en etkili ve insani yöntemdir.
Sokaklarda binlerce sahipsiz hayvan yaşamaya
çalışmaktadır. Bunların hepsini alabilecek
barınaklar kurmak ise imkansızdır. Barınaklar
sokaklarda yaşayamayacak durumda olan hasta,
yaralı, sakat, yavru ve terk edilmiş ev hayvanları
için olmalıdır. Bu nedenle kısırlaştırılmış ve
rehabilite edilmiş olarak alıştıkları yerde
yaşamaları sağlandığı takdirde, üremeleri
önlenecek ve zamanla sokaklarda kontrolsüz
hayvan kalmayacaktır.
Günümüzde sokaklar hayvanlar için çok
tehlikeli hale geldi. Kısırlaştırıldıkları takdirde
çiftleşmek için eş aramadıklarından daha rahat
yiyecek bulma imkanı buluyorlar. Koku da
bırakmadıkları için erkek köpekler tarafından
aranıp bulunmuyor ve rahat bırakılıyorlar.
Ayrıca kısırlaştırıldıkları için daha sakin oluyor
ve saldırgan özellikleri de kayboluyor.
Sahipsiz hayvanları kısırlaştırıp, aşılayarak
toplumun sağlığını da korumuş oluyoruz.
Hastalık taşımayan, saldırgan özellikleri
kaybolmuş hayvanlar insanlar için bir tehlike
arz etmiyor. Kulağında küpesi olan köpekler
rehabilite edilmiş köpeklerdir ve biz sokağımızda,
mahallemizde bu köpekleri gördüğümüzde
Belediyeyi aramamalı ve elimizden geldiği
kadar bu hayvanların yaşam mücadelelerine
destek olmalıyız. Çünkü bu hayvanlar dışarıdan
gelebilecek, kontrolsüz hayvanların bulundukları
bölgeye girmesine de mani olmaktadırlar.
Kısırlaştır, aşılat, yaşat kampanyası düzenli ve
sistemli bir şekilde uygulandığı takdirde, 5-10 yıl
içinde sahipsiz sokak hayvanı sorunu çözülmüş
olacaktır.
Birçok kişi sokaklarda bu hayvanların
dolaşmasını istememektedir. Ne yazık ki birçok
belediye de bu hayvanları yok etme yolunu
seçmektedir. Ancak öldürmeyle bu hayvanların
yok edilemedikleri ortadadır. Köpeklerin %
80’ini öldürmek mümkün olsa bile, kalan
hayvanlar kısa zamanda çoğalacak bu boşluğu
dolduracaklardır. Çünkü bir dişi köpekten altı yıl
içinde 67.000 köpeğin ürediği hesaplanmıştır.
Bunun için de en iyi ve insani çözüm sahipsiz
bu hayvanların kısırlaştırılıp aşılanarak, alındığı
yere bırakılmasıdır.
Avrupa ülkeleri sokak hayvanı sorununu bu
şekilde çözmüşlerdir.
Ev hayvanlarının da kısırlaştırılmaları çok
önemlidir. Kısırlaştırılmayan ev hayvanlarından
doğan yavrulara sahipleri iyi bir ev bulmak için
uğraşıyorlar, ancak sahiplendirdikleri yavruların
bazıları bir süre sonra sokaklara ve barınaklara
bırakılıyor. Ya da elden ele, evden eve gezmek
zorunda kalıyor. Kendinizin bakamayacağı
hayvanınızı doğurtmayın. Ayrıca kısırlaştırılan
hayvanın rahim ve meme kanserine yakalanma
riski çok az olduğundan, hayvanınızın sağlığını
da korumuş oluyorsunuz.
Sevmek, sevmemek, beslemek, beslememek
kişisel bir tercihtir. . Fakat yaşam hakkına saygı
göstermek insanlık vazifemizdir. Ahlaki, vicdani,
96
kanuni çözüm ise Kısırlaştır-Aşılat-Yaşat ‘tır.
Yurtdışından kaçak olarak getirilen hayvanların girişleri de önlenmelidir.
Kaçak yollarla getirilen bu hayvanların büyük çoğunluğu hastalık taşımakta,
petshoplarda aşıları ve tedavileri yapılmadan satılmaktadır. Bu durum
halk sağlığını da tehdit etmektedir. Bu hayvanların bir kısmı satıldıktan
bir süre sonra ölmektedir. Petshoplardan bebekken alınan bu hayvanların
bir kısmı da bir süre sonra bıkılarak sokağa atılmaktadır. Son zamanlarda
sokaklarda ve barınaklarda bu cins köpeklere sıkça rastlamaktayız.
Kısırlaştırmanın yanında batılı ülkelerde olduğu gibi petshoplar ya çok
iyi denetlenmeli ya da buralardan hayvan satışı yasaklanmalıdır. Hayvan
sahiplenmek isteyenlerin illerindeki mevcut hayvan barınaklarından
hayvan sahiplenmeleri yaygınlaştırılmalıdır.
Hayvan popülasyonunun kontrol altına alınması, sahiplenilen hayvanın
terk edilmemesi, kaybolan hayvanların kolay bulunabilmesi için, sahipli,
sahipsiz tüm kedi ve köpeklere mikrochip takılması zorunlu olmalıdır.
Diyarbakır’da Sokak Hayvanları
Derneğimizin yıllarca sürdürdüğü çalışmalar neticesinde Diyarbakır’da
sokak hayvanlarına daha medeni ve insani yaklaşılması bir ölçüde
başarılmış, bu konudaki çalışmalarımız ve çabalarımız devam etmektedir.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile modern bir bakımevi yapılması ile
ilgili görüşmelerimiz sonucunda Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon
Merkezi 2007 yılında hizmete girdi. Sokaktan alınan köpekler bakımevine
getirilmekte, burada bir sağlık sorunları varsa tedavileri yapılmakta, daha
sonra aşıları ve kısırlaştırılmaları yapılmakta, küpelenerek chip takılmakta,
daha sonra da ya alındığı yere veya çoğunlukla, bakımevi ile derneğimizin
yaptığı araştırma sonucunda uygun bulunan yerlere bu hayvanlar
bırakılmaktadır. Sakat ve dışarıda yaşaması uygun görülmeyen köpekler
bakımevinde bakılmaktadır. Son zamanlarda Diyarbakır’da yaşayanların
gözledikleri gibi sokaklarda küpeli köpekler dolaşmaktadır.
Diyarbakır sokak hayvanlarının zor durumda olduğu illerden birisidir.
Nüfus yoğunluğu, trafik sıkışıklığı, çöp kutularının olmayışı, yemek
bulmada sorun yaşamaları, çocuk sayısının çok olması ve bu çocukların
doğa ve hayvanlar konusunda çok eğitimsiz olması ve hayvanlara yoğun
97
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
olarak şiddet uygulamaları, sokak hayvanlarının
hayatını çok zorlaştırmaktadır. Çocukların
yanında bazı yetişkinlerin de bu hayvanları
sokaklarda veya evinin çevresinde görmek
istememesi de hayvanların yaşamlarını
tehdit eden unsurlardır. Hayvanlar yoğun
olarak özellikle çocuklar tarafından şiddet ve
işkencelere maruz kalmaktadırlar. Kedi ve
köpeklerin kuyrukları, kulakları kesilmekte,
gözleri oyulmakta, yüksek yerlerden atılmakta,
yavrular annelerinin yanından alınmakta,
sokaklarda ölümün kucağına atılmaktadırlar.
Boyunlarına ip bağlanmış ve bu ip boynunu
yerel televizyonlarda eğitici programlar
yaparak, yerel gazetelerde eğitici yazılar
yazarak halkımızı doğa ve hayvan hakları
konusunda bilinçlendirmeye çaba sarf ediyoruz.
Yalnız Diyarbakır merkezi değil, çevre il ve
ilçelerde bulunan hayvan hakları ihlalleriyle de
ilgilenmekteyiz. Ayrıca buralarda bulunan doğa
ve hayvan korumacı kişilere her konuda yardım
ve destek vermekteyiz.
kesmiş ve acılar içindeki köpekler çok sık
karşılaştığımız olaylar. Bakımevine bu köpekler
devamlı gelmektedir. Ayakları sakatlanmış veya
felç olmuş hayvanlara da çok sık rastlıyoruz.
Vatandaşın işine yaramayan ve sokaklara atılan
eşeklerin sokaklarda dolaştığını da görüyoruz.
Bu hayvanların bazı kişiler tarafından toplanıp
kesilerek insanlara yedirildiği malumunuzdur.
Yollarda arabalar tarafından ezilmiş hayvan
ölüleri kanıksanan olaylar. Ayrıca onca aç
insan varken hayvan hakları önemli mi diyen
insanların çokluğu da bizi üzen ve yoran bir
durum. İnsanların aç olmasından hayvanlar
sorumlu olmadığı gibi, insanların yemediği
çöplere atılan yemekleri bu hayvanlar yiyerek
hayatta kalmaya çabalamaktadırlar.
ilimizde hayvanlara bakış açısının yavaş yavaş
değiştiğini, insanların daha duyarlı davranmaya
başladıklarını, hayvan sahiplenmelerin arttığını
büyük memnuniyetle izliyoruz.
Tüm bunların yanında Diyarbakır halkının bir
bölümünün hayvanlara davranışları ve bakış
açıları bizi umutlandırmaktadır. Yıllar içinde
Büyükşehir Belediyesine ve Çevre ve Orman
İl Müdürlüğüne bizimle işbirliği yaptıkları
için, 7.Kolordu Komutanlığına da yıllardır
yemeklerini eski barınağa ve yeni yapılan
bakımevine verdikleri için çok teşekkür ederiz.
Hiçbir canlının eziyet görmediği, barış içinde
yaşayabildiğimiz bir dünya dilerim.
Diyarbakır’da özellikle çocukların doğa ve
hayvanlar konusunda eğitilmeleri gerektiğini
düşündüğümüz için, kenar semtlerde bulunan
okullar başta olmak üzere okullarda eğitim
çalışmalarını sürdürmekteyiz. Bu çalışmaların
bir süre sonra neticesini alacağımız inancındayız.
Broşür dağıtarak, bilboardlara afişler asarak,
98
KAYNAKLAR
1. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu
2. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu
3. Prof.Dr.Sevil Atasoy,İlk Darbe, Elimize Bulaşan Kan,İstanbul Barosu
Dergisi, Özel Sayı 8,Mayıs 2008.
4. Yaşamak İstiyorum, Bilim ve Teknik Dergisi
5. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu Madde:6
99
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
SOKAK HAYVANLARI KONUSUNDA BELEDİYELERİN
GÖREVLERİ
100
Hayvanların rahat yaşamlarını sağlamak ve hayvanlara iyi ve uygun
muamale edilmesini temin etmek,hayvanların acı ızdırap ve eziyet
çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını,her türlü mağduriyetlerinin
önlenmesi amacıyla 2004 yılında çıkan Hayvanları Koruma Kanunu ve buna
bağlı olarak 2006 yılında çıkan Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama
Yönetmeliği çerçevesinde belediyelerin görev yetki ve sorumlulukları
aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
• Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların toplatılması, kısırlaştırılması,
aşılanması, gerekli tıbbî bakımlarının yapılması ve işaretlenmesi,
alındığı ortama geri bırakılması, sahiplendirilenlerinin kayıt altına
alınmasıyla,
• Geçici bakımevine gelen hayvanları öncelikle Sahipsiz Hayvan Kayıt
•
•
•
•
Defterine kaydederek müşahede altına almakla, gerekli tedavilerin
yapılmasını, kısırlaştırıp aşılanmasını ve işaretlenmesini müteakip
alındığı ortama bırakmakla, geçici bakımevlerine gelen hayvanların
sahiplenilmesi için yerel hayvan koruma görevlileri ve gönüllü kuruluşlar
ile işbirliği yapmakla,
Geçici bakımevinde bulunan tüm hayvanların sahiplendirilmesi için
belediye ilân panoları ile belediyenin internet ortamı ve diğer tüm yayın
organlarında duyuru yapılmasıyla,
Bölge ve mahallerindeki, özellikle köpekler ve kediler olmak üzere,
sahipsiz hayvanların bakımları, aşılarının yapılması, işaretlenmesi ve
kayıtlarının tutulmasının sağlanması, kısırlaştırılması, alındığı ortama
geri bırakılması ve sahiplendirilmelerinin yapılması için hayvan geçici
bakımevlerine gönderilmesi gibi yapılan tüm faaliyetlerde yerel
hayvan koruma görevlileri ve gönüllü kuruluşlar ile belediye veteriner
hekimlerinin koordinasyonunun sağlanmasıyla,
Sahipsiz hayvanların beslenmesi amacıyla, bölgesinde bulunan lokanta,
işyeri ve fabrikaların sahiplerinin uygun görmesi halinde işletmelerinde
ve mutfaklarında oluşan hayvan beslemeye elverişli besin maddelerinin
toplanmasıyla,
Geçici bakımevlerinde kaldıkları süre içerisinde; kanunî istisnalar ile
bulaşıcı, tedavi edilemez veya tedavi sonrası iyileşme ihtimali olmayan
bir hastalığa sahip olduğuna, alındığı ortama bırakıldığında insan ve
çevre sağlığını önlenemez derecede tehdit edeceğine geçici bakımevi
veteriner hekimince karar verilerek rapor tutulan hayvanların en az acı
veren ve en hızlı şekilde ölümünü sağlayan yöntemlerle öldürülmesiyle,
101
Vet.Hek.Nedim YAŞLI
Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Sağlık Daire
Başkanı
• Geçici bakımevlerinden kedi ve köpek almak
isteyen kişi, kurum ve kuruluşlar için Sahipsiz
Hayvan Edinme Formunu doldurmak, geçici
bakımevi sorumlusu ya da sorumlu veteriner
hekimin de onayı ile sorumlu veteriner
hekimce düzenlenen sağlık karnesini vererek
sahiplendirme yapılmasıyla,
• Geçici bakımevlerinde oluşan atık ve
artıkların çevre ve toplum sağlığına zarar
vermesinin önlenmesiyle,
• Geçici bakımevlerinde ticarî amaçla hayvan
üretiminin engellenmesiyle,
• Ev ve süs hayvanı ile kontrollü hayvan ve
geçici bakımevlerinde ölen hayvanların,
belirlenecek yerlerdeki derin çukurlara
gömülerek
üzeri
sıkıştırılmış
toprak
ile kapatılması veya yakma ünitesinde
yakılmasıyla ve 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve
Zabıtası Kanununa göre enfeksiyon geçirmiş
ve zoonoz hastalıktan ölen hayvanların
ise bünyesinde bulunan yakma fırınında
yakılması veya usulüne uygun olarak kireç
ile gömülmesiyle,
• Ev ve süs hayvanları ve kontrollü hayvanların,
Ek-1 deki Sahipli Hayvan Kayıt Defterine
kayıtlarının yapılmasıyla,
• Ev ve süs hayvanını bulunduran hayvan
sahiplerinin, ölümü ya da hayvanına
bakamayacak
şekilde
hastalanması
durumunda; hayvan sahiplerinin yakınları
tarafından
gerekçelerinin
belediyeye
bildirilmesi halinde, belediye görevlilerince
hayvanları geçici bakımevlerine göndermek
ya da sahiplendirmekle,
• Hayvan geçici bakımevinden ev ve süs
hayvanı almak isteyen kişilere, Sahipsiz
Hayvan Edinme Formu doldurtularak;
hayvana ait bilgileri Sahipli Hayvan Kayıt
Defterine kaydetmekle,
• Ev ve süs hayvanı satan işletme sahiplerine
verilecek eğitimi organize etmekle,
• Yerel hayvan koruma görevlilerine verilecek
eğitimi organize etmekle, ilgili Yönetmeliğin
50 nci maddesi gereğince el konulan
hayvanların sahiplendirmesini ya da kontrol
altına alınmasını sağlamakla ilgili hususlarda
gerekli tedbirleri alır.
Belediyelerin Kuracağı Geçici
Bakımevlerinde Bulunması Gerekli
Asgarî Birimler
Geçici bakımevlerinde, aşağıda belirtilen yapılar
hayvan sayısı ile orantılı olarak; birbiriyle
doğrudan bağlantılı olmayacak birimler halinde
yapılır.
Birbirleriyle doğrudan bağlantılı olmayacak
birimler şunlardır;
1. Her hayvan için etolojik ihtiyaçlarına göre
yeterli büyüklükte kapalı ve açık bölmeler,
2. Karantina bölümü,
3. Hasta bakım bölümü,
4. Yavrulu anne bölümü,
5. Hayvan müşahede bölümü,
6. Hayvanların yiyeceklerinin hazırlandığı
mutfak bölümü.
Hayvanların bulunduğu birimden ayrı olacak
birimler şunlardır;
1. Muayene odası,
2. Ameliyat odası,
3. İşçi odası,
4. Duş, depo, tuvalet,
5. Veteriner hekim odası,
6. İdare odası.
102
Belediyelerin kurduğu geçici bakımevlerinde aranacak şartlar
• Geçici bakımevlerinin kurulması için yürürlükteki ilgili mevzuat
hükümlerine göre izin alınması,
• Hayvanların bilhassa operasyon öncesi ve sonrasında bakımlarının
yapılacağı hayvan müşahede birimlerinin kolay temizlenebilir
malzemeden yapılması,
• Müşahede bölümlerinin bölgenin hakim rüzgarlarına zıt yönde
yapılarak hastalık etkenlerinin rüzgarla bakımevlerine taşınmasının
engellenmesi,
• Geçici bakımevlerinde bulunan hayvanların bulunduğu birimlerin güneş
alacak şekilde düzenlenmesi,
• İdare odası, işçi odaları, duş ve tuvaletler, veteriner hekim odası,
muayene odası ve ameliyat odasının personel sağlığı açısından
•
•
•
•
•
•
•
•
hayvanların bulunduğu yerden uzakta ayrı bir bölüm halinde yapılması,
Hayvanların bulunduğu birimlerde temizlenebilir ve dezenfekte
edilebilir malzemeden yapılmış yemliklerin ve sulukların seçilmesi ve
her hayvan değişiminden önce mutlaka dezenfekte edilmesi,
Geçici bakımevlerinin yıkanması ve temizliği için yeterli miktarda su
bulunması ve zeminin temiz tutulması, birimler içindeki altlıkların
hergün temizlenmesi ve en az beş günde bir kez dezenfekte edilmesi,
Hayvanların bulunduğu birimlerdeki kapılar, dışarıdan ve içeriden açılıp
kapanabilecek şekilde kilit sistemli yapılması, içeride hayvan sayısı ile
orantılı olarak kolay yıkanabilen ve dezenfekte edilebilen öncelikle
plâstik malzemeden, temin edilemiyorsa ahşap malzemeden veya
diğer malzemelerden ve yekpare olarak yapılmış altlıkların bulunması,
Geçici bakımevlerinde kimyasal dezenfektan ve benzeri maddelerle
yapılan temizliğin hayvanlara zarar vermeyecek ve kalıntı bırakmayacak
şekilde yapılması,
Geçici bakımevlerinin patojen mikroorganizmalara karşı ayda en az
bir kez dezenfekte edilmesi ve Ek-3 teki Dezenfeksiyon Belgesinin
geçici bakımevi sorumlusu ya da sorumlu veteriner hekim tarafından
imzalanarak iş yerine asılması,
Kafeslere konulan altlıkların her hayvan değişiminden önce dezenfekte
edilmesi,
Geçici bakımevlerinin zemininde ve tabanında idrarın birikmesine
meydan vermeyecek bir eğimin bulunması,
Karantina odasının her şüpheli hayvan için ayrı bölmeler şeklinde
yapılması, zeminin temizlik ve dezenfeksiyona uygun malzemelerle
103
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
kaplanması, kapısının kilitli ve üzerinde
gözetleme bölümünün bulunması ve mekanik
olarak havalandırılmasının sağlanması,
• Muayene ve ameliyat odalarının hayvanın
muayene ve ameliyat yapılabilmesine olanak
verecek şekilde düzenlenmesi, ayrıca gerekli
alet ve ekipmanın bulundurulması,
• Büyük hayvanlara günde en az bir öğün,
yavrulara ise günde en az iki öğün yiyecek
verilmesi, yiyeceklerin günlük hazırlanması,
günlük olarak tüketilmeyen yiyeceklerin
uygun saklama koşullarında saklanması,
yemek artıklarıyla hayvanların beslendiği
•
•
•
•
•
•
geçici bakımevlerinde yiyeceklerin günlük
olarak tüketilmesi ve gün boyunca yiyeceklerin
hayvanların önünde bekletilmemesi,
Geçici bakımevlerinin kapasitesi dikkate
alınarak, öncelikle bakıma muhtaç olan
hayvanların seçilmesi,
Geçici
bakımevlerinde
çalışan
tüm
personelin hayvanlardan geçen hastalıklara
karşı aşılanması, hayvan bakımı, eğitimi
ve hastalıkları konusunda veteriner hekim
tarafından bilgilendirilmesi,
Bakıcı personelin özel giysi, plâstik eldiven
ve çizme giymesi,
Şehir şebekesine bağlı su veya bu amaca
yönelik yeterli kapasitede su deposunun
bulunması,
Su, şebeke suyu dışında başka bir kaynaktan
temin ediliyorsa, suyun dezenfeksiyonu
için gerekli tedbirlerin alınması, suyun
bakteriyolojik ve kimyasal analizlerinin
yaptırılması, sonuçlarının saklanması ve
analiz değerlerine göre suyun kullanılması,
Geçici bakımevlerinde; karantina odası, hasta
bakım odası, yavrulu anne odası, hayvan
müşahede odası ile ameliyat odasında uygun
•
•
•
•
•
•
•
•
•
104
ısıtma ve aydınlatma sisteminin bulunması,
Hayvanların sürekli sıcakta ve soğukta
kalmalarını önleyici tedbirlerin alınması,
Hayvanlar için kulübe sistemi benimsenmiş
ise hayvan kulübelerinin metal olmayan
öncelikle plastikten ya da tahtadan yapılmış
olması,
Tellerle bölünen açık alanlarda tel delik
aralıklarının hayvanların yaralanmalarını
önleyecek şekilde yapılması,
Geçici bakımevlerinin peyzajının yapılarak
ağaçlandırılmasının sağlanması,
Geçici bakımevlerinde ölen hayvanların ölüm
nedeni varsa ölmeden önce yapılan tahlil,
uygulanan tedavi ve laboratuvar teşhisleri,
yapılmışsa otopsi raporunun geçici bakımevi
sorumlusu ya da sorumlu veteriner hekim
tarafından Sahipsiz Hayvan Kayıt Defterine
işlenerek geçici bakımevinde muhafaza
edilmesi,
Geçici bakımevlerinde 3285 sayılı Kanuna
tâbi, ihbarı mecburî bir hastalık çıkması
halinde, geçici bakımevi sorumlusu ya
da sorumlu veteriner hekim tarafından
durumun resmî makamlara haber verilerek
yetkililerce alınacak yasal tedbirlerin
uygulanması ve uygulattırılması,
Geçici bakımevlerinde bulunan hayvanların
talep ve sorumluluklarını üstlendiklerini
taahhüt
etmeleri
halinde,
isteklilere
verilmesi ve bu işlemlerin kayıt altına
alınması,
İlgili Yönetmeliğe göre el konulan hayvanların
belediyelere ait geçici bakımevlerinde
gerekli kontrol ve müdahaleleri yapılarak
sahiplendirilinceye
kadar
bakımının
yapılması,
Geçici bakımevlerinde ticarî amaçla hayvan
•
•
•
•
üretiminin yapılmaması,
Geçici bakımevlerini gezmeye gelen kişilerin kafeslerde bulunan
hayvanlara doğrudan temasının ve ulaşmasının önlenmesi için gerekli
tedbirlerin alınması,
Geçici bakımevlerinde en az bir adet veteriner hekim ve her yüz hayvan
için en az bir adet hayvan bakıcısının bulunması,
Köpeklerin konulacağı birimlere veya kafeslerine birden fazla
hayvanın konulmaması ancak mecburîyet varsa aynı mizaç ile fiziksel
açıdan yapıları ve güçleri benzer hayvanların bir araya konulması ve
hayvanların birbirlerine zarar vermesinin önüne geçilmesi,
Geçici bakımevlerinde özel kişi, kurum ve kuruluşlara ait hayvanlara
tedavi hizmetlerinin gelirinin geçici bakımevinde kullanılması kaydıyla
ve makbuz karşılığında verilmesi,
• Geçici bakımevlerinde oluşacak tıbbî atıkların, 2872 sayılı Kanun ve
yürürlükteki ilgili mevzuatlar hükümleri çerçevesince bertaraf edilmesi,
• Hayvanların geçici bakımevi dışına çıkmasını engelleyici tedbirlerin
alınması,
• Temizlik sularının uzaklaştırılabilmesi için yeterli eğime sahip olan
toplama kanal sisteminin kurulması ve foseptiğin belediye tarafından
çekilmesinin sağlanması
• Geçici bakımevlerinde temizlik artıklarının ve dışkılarının çöp kutusu
içinde bulunan, dayanıklı ve yırtık olmayan, ağzı bağlanabilen naylon
torbalar içine konulması ve kontrollü bir atık ünitesinde yakılarak
yok edilmesi veya 2872 sayılı Kanun ve yürürlükteki ilgili mevzuat
çerçevesinde bertarafının sağlanması zorunludur.
Sokak Hayvanları Konusunda Belediyemizce Yapılan
Çalışmalar
Hayvanların rahat yaşamalarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele
edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ızdırap ve eziyet çekmelerine
karşı, en iyi şekilde korunmalarını temin etmek, her türlü mağduriyetlerinin
önlenmesi amacıyla Belediyemizce 2002 Yılından bu yana bir dizi çalışmalar
yapılmıştır. Bu çalışmaların temel amacı yukarıda belirtilenlerin dışında
sokakta yaşayan sahipsiz ve güçten düşmüş, Çevre ve halk sağlığı açısından
tehlike arz eden köpeklerin sokaktan toplatılması, çevreye olabilecek
olumsuz etkilerini gidermeye yönelik tedbirler için İlimizde bir Hayvan
Bakım evi 2002 yılında ilk zamanlarda konununun önemine ve aciliyetine
binaen İlimiz Şanlıurfa yolu 15. km Gözeli mevkiinde kurulmuştur. Fiziki
105
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
ve ulaşım imkanlarının yetersizliği, güçlüğü
nedeniyle yapılan barınak her geçen gün
artan ihtiyaca binaen yenilenmeye çalışılmış,
eksiklikleri giderilerek hayvanların rahat
yaşamalarına imkanlar tanınmıştır. Ancak tüm
iyi niyetli yapılan düzenlemeler sonucu söz
konusu alanın coğrafik ve fiziki koşullarındaki
olumsuzluklar bizleri daha modern, ihtiyaca
cevap nitelikte, Belediyemizin ve Kentimizin
vizyonuna yakışır bir bakımevi ve Rehabilitasyon
fikrini geliştirmiştir. O dönemlerdeki mevcut
Bakımevi aynı zamanda mevzuatlarda belirtilen
Bakımevinde bulunması gerekli asgari şartlar
alanı olmak üzere kurulan her üç ünite aynı
zamanda Türkiye Genelinde de en iyi Hayvan
Bakımevi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Söz
konusu Barınağımızda her hayvan için etolojik
ihtiyaçlarına göre yeterli büyüklükte açık ve
kulübelerden müteşekkil kapalı bölmeler,
karantina bölümü, hasta bakımı bölümü, yaralı
anneler, annesiz yavrular küçük hayvanlar,
büyük gezinti alanları yeni getirilen hayvanlar,
hayvanların yiyeceklerinin hazırlandığı mutfak
gibi bölümlerle tamamen mevzuatlara ve
belirtilen kriterlere uygun durumdadır. Hayvan
Bakımevinin açılışı ve işleyişi sırasında başta
ve birimler açısından da yetersiz kalmasaydı.
Bu nedenle Diyarbakır’da daha büyük kapasiteli,
daha modern ve mevzuatlara uygun Hayvan
bakımevi için DİHAYKO ile birlikte çalışmalar
yürütüldü ve yeni yer arayışları başlatılmıştır.
Bu amaçla Hazine arazileri için Milli Emlak Genel
Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar neticesinde
uygun araziler araştırıldı ve 2 ayrı yerde arazi
tahsis edildi. Ancak tahsis edilen yerler ile ilgili
fiziki ve teknik zorluklar gözönüne alınarak
yeni yer arayışı devam edildi. Belediyemize ait
Ergani yolundaki arazi üzerinde yeni alanda
barınak kurma girişimleri başlatıldı.
Diyarbakır hayvanları ve Doğayı Koruma ve
Yaşatma Derneği olmak üzere Türkiye’deki birçok
benzer dernek kişi, kuruluş ve kurumlardan
DOHAYKO’dan Türkiye Büyük Millet Meclisi
üzerinden sürekli olarak Belediyemize ve
Belediye Başkanımız Sayın Osman BAYDEMİR’e
teşekkür ve minnet telefonları, yazıları,
e-mailleri ve makaleler atfedilmiştir. Bu haklı
ve gurur verici çabalar her geçen gün daha da
sinerjik bir etki ile güçlenerek büyümektedir. Bu
amaçla 2 Veteriner Hekim, 2 Veteriner Sağlık
Teknisyeni,3 araç ve 19 işgören olmak üzere
toplam 23 personelle 24 saat esaslı çalışmalar
devam etmektedir.
2006 Yılı sonlarına doğru yapılan ihale neticesinde
İlimiz Ergani yolu 19. km’de Belediyemiz arazisi
üzerinde 750 kapasiteli, betonarmeden uzak,
tamamen doğal ortamı andıran her yaş ve
şartlardaki hayvanlar için tasarlanmış, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin en büyük Hayvan
Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi 2007 yılı
sonunda hizmete açılmıştır. Mevcut Hayvan
Bakımevi ve rehabilitasyon Merkezimiz 3 ayrı
üniteden oluşmuştur. İdari bina, operayon ve
postopentif ünitesi ve hayvanların doğal yaşam
Mevcut hayvan bakımevi ve rehabilitasyon
merkezindeki ünitelerimiz aşağıdaki gibidir
106
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
107
108
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
109
DİYARBAKIR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ HAYVAN BAKIM
EVİNİN İŞLEYİŞİ VE VERDİĞİ HİZMETLER
110
Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezimiz 5199 sayılı hayvanları
koruma kanunun 4/j ve 6. Maddesi ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri
yönetim kanunun 7. maddesinin m fıkrası gereğince Büyükşehir
Belediyemizce yapılmış olup 2007 yılının Kasım ayından itibaren hizmet
vermektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
İşleyiş
5199 sayılı Hayvanları koruma kanunu.
3285 sayılı Hayvan zabıtası kanunu.
5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Yönetimi kanunu.
2872 sayılı Çevre kanunu ile ilgili bazı yönetmeliklere göre yapılmaktadır.
Amaç
Kent merkezindeki sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanları toplayıp kısırlaştırıp, aşılayıp ve rehabilite ederek halk sağlığını bu hayvanlardan
kaynaklanabilecek olumsuzluklardan korumaktır.
Hizmetler
İhbar Ve Toplama
İster Büyükşehir belediyemize ister bakım evine telefonla yada doğrudan
yapılan ihbarlar en az 3 kişilik bir ekiple değerlendirilir. Yapılan müdahale
sonunda yakalanan sahipsiz hayvan bakımevinin özel aracıyla bakımevine
getirilir.
İlk Muayene
Sokak hayvanları müdahale ekiplerince getirilen hayvan bakım evine girer
girmez ilk muayeneden geçirilir. İlk muayenede hayvanın genel durumu,
fiziksel görünümü, dışarıdan gözlemle muayene edildikten sonra veteriner
hekimlerce teknik muayeneden geçirilir. Tedaviye ihtiyacı olanlar tedaviye
alınır. Sağlıklı olanlar ise bir kaç gün karantinada tutulur.
Aşı ve Antiparaziter İlaçlama
Karantinadaki süre boyunca gözlemlenen ve bu süre sonunda sağlıklı
olduğuna karar verilen hayvanlar karantinadan çıkarılmadan önce kuduz
aşısı ve antiparaziter ilaç yapılarak karantinadan çıkarılır. Karantinadayken
herhangi bir hastalığından şüphe edilip teşhis edilen hayvanlara hastalığın
risk durumuna göre tedavi ya da ötenazi uygulanır. 111
Yılmaz Gümüş
Hayvan Bakımevi Müdürü
ygumus_6308@hotmail.
com
Ayrıştırma ve Dağıtım
talep edilmemektedir.
Karantinadan çıkarılmasına karar verilen hayvanlar cinsiyet, yaş ve fiziksel durumlarına Periyodik Muayene ve Tedavi
göre kendileri için ayrılan doğal yaşam Her gün Veteriner Hekim ve Veteriner Sağlık
Teknikerlerin bakımevinin tüm bölmelerini
ortamlarına bırakılırlar.
sabah ve hayvanların günlük yiyecek ihtiyaçları
karşılandıktan sonra dolaşarak , muayene
Operasyonlar
Bakımevine acil ve cerrahi müdahale ve tedavi ihtiyacı olduğuna karar verdikleri
gerektiren(trafik kazası, çeşitli sebeplerle hayvanların muayene ve tedavileridir.
yaralama vb) durumda getirilen hayvanlar zaman farkı gözetmeksizin veteriner hekim ve sağlık Salıverme
teknikerlerince gerekli cerrahi müdahaleye tabi 5199 Sayılı kanunun 6. maddesindeki ‘’
tutulur. Acil durumlar dışında bakımevinde sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en
sürekli olarak belirli cinsel olgunluğa ulaşmış hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin
hem dişi hem erkek bütün hayvanlara uygulanan verilen hayvanların bakımevlerine götürülmesi
kısırlaştırma ( ovario hysterectomie, kastrasyon) zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz
operasyonları uygulanır. Operasyon sonrası konusu merkezlerde oluşturulacak müşahade
hayvana kulak küpesi ve mikrocip takılarak yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite
hayvanın tanınması ve hayvana uygulanan edilen hayvanların kaydedildikten sonra
öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları
işlemlerin daha sonradan bilinmesi sağlanır.
esastır.’’ İbaresinde belirtildiği gibi, Bakım
evlerine getirilen hayvanların gerekli aşı ,
Post Operatif Bakım
Gerek kısırlaştırma gerekse çeşitli travmatik tedavi, kısırlaştırma işlemleri yapıldıktan sonra nedenlerle müdahale uygulanan hayvanın sahiplendirilemeyen hayvanların alındıkları
cerrahi müdahalenin gerektirdiği süre ( 5-7 ortama salıverilme işlemidir.
gün ) boyunca post operatif bakım ünitesinde tutulması ve operasyon
tedavisinin yapılmasıdır.
sonrası
gerekli
Sahiplendirme
Hayvan bakımevine getirilip bütün aşıları,
kısırlaştırılması ve küpelenmesi yapılan
hayvanların çeşitli nedenlerle yurttaşlar
tarafından bakımevinin ziyaret edilmesi
sonucu buradaki hayvanlar arasından görülüp
beğenilen
hayvanların
gerekli
belgeler
doldurulduktan sahiplenilmeleridir. Bu işlem
yapılırken yurttaşlarımızdan herhangi bir ücret
112
HAYVAN HASTALIKLARI
114
ÖZET
İnsan sağlığının korunmasında, zoonoz hastalıklarla mücadelede veteriner
halk sağlığı uygulamaları ve zoonoz hastalıkların önemi hakkında bilgi
vermektir. Zoonoz hastalıkların teşhisinde ve önlenmesinde kılavuzların
geliştirilmesi ve yürütülmesi için özellikle veteriner halk sağlığı önderliğine
ihtiyaç vardır. Zoonozlarla mücadelede başarıya ulaşmak, ancak çok önemli
bir halk sağlığı sloganı olan “Koruma Tedaviden Üstündür” felsefesiyle
multidisipliner bir halk sağlığı hizmeti verilmesiyle mümkün olacaktır.
Sorunlar ve çözüm yolları belli, hayvanımıza, gıdamıza ve sağlığımıza sahip
çıkalım. Bizim için değil, kendiniz ve yeni nesiller için çok geç olmadan, iş
işten geçmeden.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Bir toplumun ekonomik, sosyal, kültürel yönden gelişmesi her şeyden önce
yeterli ve dengeli beslenebilmesine bağlıdır. Yeterli ve dengeli beslenme
de ise hayvansal kaynaklar çok önemli bir yer tutmaktadır. Hayvancılığın
geliştirilmesi için bir yandan hayvan üretim tekniklerinin geliştirilmesi,
diğer yandan da hayvanlarda ve insanlarda bireysel yada toplu ölümlere
neden olan enfeksiyon hastalıkları ile mücadelesine bağlıdır. Günümüzde
evde beslenen hayvanların sayılarının artması yanında sağlık kontrollerinin
iyi yapılmaması halinde bu hayvanların insanlara zoonoz hastalıkları
bulaştırma riskide artmaktadır. Evcil hayvanlar insana çok keyif verir hatta
kişinin sağlığını bile düzeltir. Modern toplumlarda olduğu gibi ülkemizde
de evcil havyan besleme alışkanlığı giderek yaygınlık kazanmakta. Pek
çok insan evinde kedi, köpek, kuş gibi hayvanlarla beraber yaşamaktadır.
Araştırmalar hayvan sevgisinin ve hayvanın da sahibini sevmesinin ruh
sağlığını olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Bununla birlikte evcil
hayvanlardan insanlara hastalık geçtiğini de unutmamak önemlidir.
Bulaşıcı hastalıklar kişiden kişiye bulaşabilme, geniş kitlelere yayılma ve
büyük toplulukları etkileme yeteneğine sahiptir. Bireysel sonuçları ağır
olmakla birlikte, zoonoz hastalıkların büyük kitleleri de etkileme gücü
olduğundan, toplumsal sonuçlar daha büyük olmaktadır. Zoonoz hastalıklar
hayvanlardan insanlara, insanlardan hayvanlara geçen hastalıkların tümü
olarak ifade edilebilir. Dünyada insan ve hayvanları ilgilendiren 200 den fazla
zonooz hastalığın var olduğu bilinmektedir. Ülkemizde çoğu sığır, koyun,
köpek, kedi ve kanatlı olmak üzere 40 civarında zoonoz hastalık mevcuttur.
Zoonoz hastalıkların sayısının fazla olması insan sağlığı açısından oldukça
düşündürmektedir. Zoonoz hastalıklar hasta hayvanların yanı sıra sağlam
115
Yrd.Doç.Dr.Hasan İÇEN
Dicle Üniversitesi Veteriner
Fakültesi İç Hastalıkları
Ana Bilim Dalı
[email protected]
taşıyıcı hayvanlar vasıtasıyla da bulaşır. Son
yıllarda bazı Avrupa Ülkelerinde görülen BSE
(Deli Dana) ve Ülkemizde dâhil olmak üzere
çok sayıda ülkede görülen Avian İnfluenza
(Kuş Gribi), Kırım Kongo Kanamalı Ateşi,
Kuduz, Domuz gribi, Şarbon gibi hastalıklar bu
ülkelerin insanlarında yaratığı endişe, zoonoz
hastalıklarla mücadelenin önemini açıkça ortaya
koymaktadır. Ayrıca hayvanların ölümüne ve
verim kayıplarına yol açarak ülke ekonomisine
zarar vermektedirler.
Sosyoekonomik şartların değişmesi ile birlikte
evlerimizde barındırdığımız kedi ve köpek gibi
petlerden kaynaklanan zoonoz hastalıklar
yanında tavuk, kuş vb. kanatlı hayvanlar, evcil
memeliler, maymun, fare vb. yabani memeliler
ve tavşanlar gibi pek çok hayvan türüne ait
zoonoz hastalık, insanlara bulaşarak ciddi
sorunlara neden olabilir. Kedi ve köpeklerde dâhil
olmak üzere tüm hayvan türlerinde görülebilen
ve insanlara da bulaşabilen bu zoonozlar,
bakteriyel, paraziter, viral ve mantar kaynaklı
olabilmektedir. Ayrıca bulaşması sadece kene
pire gibi arthropodlar aracılığı ile olabilen bazı
zoonoz hastalıklar da mevcuttur. Bu etkenler
kedi ve köpeklerde değişik şekillerde hastalığa
neden olurlar ve farklı yollarla insanlara
bulaşabilirler. Zoonozlar bu ciddi gelişimlerinin
yanı sıra biyolojik terör açısından da çok önemli
bir konuma sahiptirler. Bugün biyolojik terör
amacıyla kullanılabilme olasılığı olan veya
kullanılabilen hastalıklar listesi içinde çok
sayıda zoonoz hastalık unsurlarının yer aldığı
unutulmamalıdır. Dünyada halen biyolojik
silah olarak kullanılabilecek etkenlerin % 80’ni
zoonozlar oluşturmaktadır. Yine kürselleşen
dünyada ülkemiz nükleer tehtidden ziyade
kimyasal ve biyolojik terör tehdidi altında olması
nedeniyle zoonozlar bu yönden de önemini
korumaktadır. Halk sağlığı açısından dikkat
edilmesi gereken ve ülkemizde çok sık görünen
önemli zoonoz hastalıkların bir diğer yayılma
yolu da kurban bayramlarında kesilen kurbanlar
ve bulaşık gıdalar oluşturmaktadır. Hayvansal
ürünlerin gıda güvenliğinin sağlanmasında
Veteriner Halk sağlığı açısından hayvan refahı
uygulamaları da önemli bir yere sahiptir. Çünkü
hayvanın her türlü hastalıklara karşı korunması
sağlıklı olması hayvan refahının en önde gelen
kurallarındandır. Dolayısıyla hayvansal ürünlerle
insanlara geçebilecek zoonoz hastalıkların veya
zoonotik patojenlerin bulaşmasının da önüne
geçilmiş olur.
Zoonoz hastalıklardan kendimizi ve
hayvanlarımızı korumak için;
1. Evcil hayvanınızla oynamadan önce ve
oynadıktan sonra ellerinizi sabunla ve suyla
yıkayın ya da el jeliyle temizlemeliyiz.
2. Evcil hayvanınızın yüzünüzü yalamasına izin
vermeyin.
3. Evcil hayvanınızın yemek ve su kâselerini ayrı
kaplarda yıkayın. Eğer ayrı kabınız yoksa,
kaseleri yıkadıktan sonra kapları dezenfekte
edin.
4. Hayvanınızın üzerinde açık yara varsa, bunu
tedavi ederken mutlaka eldiven takın. Eğer
kendinizde bir yara ya da kesik varsa mutlaka
bunu bantlayın, bandajlayın.
5. Evcil hayvanınızın genel sağlığına dikkat edin,
rutin sağlık kontrollerine götürün, herhangi
bir yarası olduğunda veterinere götürün.
Rutin kontroller her 6 ayda bir yapılmalıdır.
6. Zoonoz hastalıkların yayılmasında kırsal
kesimde ve kurban bayramların da yapılan
116
kontrolsüz kesimlerde elde edilen karaciğer, akciğer, dalak, böbrek
ve kalp gibi kistli iç organların kedi ve köpeklere verilmesi önemli
rol oynamaktadır. Hastalıklı ciğerler kesinlikle tüketilmemeli ortalığa
açıkta bırakılmamalıdır. Bu amaçla atıklar mutlaka yakılmalıdır.
7. Sağlık eğitimi ve toplumun bilgilendirilmesi, bireylerin de katılımının
sağlandığı çalışmalar düzenlenerek yapılmalıdır.
Bu hastalıkların önlenmesi için, ana enfeksiyon kaynağı olan hayvanların ve
gıda maddelerinin tespit edilmesi gerekir. Zoonozlar epidemiyolojik, klinik
ve kontrol mekanizmaları açısından farklı özellikler barındırdıklarından
oldukça geniş bir hastalık spektrumuna sahiptirler. Zoonoz hastalıkları
oluşturan etkenler bakteriyel, viral, fungal, protozoal, paraziter ve diğer
ajanlar olabilir. Bu etkenlerin başlıcaları;
Bakteriyel olanlar; Antraks, Brucella, Listeriosis, Leptospirosis, Salmonellosis,
Tetanus, Tuberculosis, Tularemia, Camphylobacteriosis, Lyme disease, Veba
Viral Etkenler; Tick-borne encephalitis, Kuduz, Şap, Hanta virus, Kuş gribi,
Domuz gribi, Sars, Kırım kongo kanamalı ateşi, Rotaviruslar, Rift Walley
hastalığı, Çiçek,
Prion zoonozlar; Hastalıkların etkeni Prion protein yapısında küçük
enfeksiyöz ajanlardır. Prionlarla oluşan hayvan hastalıkları
•
•
•
•
•
Scrapie (koyun ve keçi)
Transmissible mink encephalopathy (mink ve vizon)
Chronic wasting disease (geyik)
Bovine spongioform encephalopathy (sığır)
Feline spongioform encephalopathy (kedi)
Zoonotik mikotik etkenlerden trikofiti, Parazitik zoonozlar; Toksoplazma,
leishmania, kriptospirodiozis, Giardia, Sarkokistler, Askarit, tenya, ekinikok
kistleri, Dirofilaria, Fasiola, Şiştozoma, Uyuz Zoonozlarla mücadelede
başarıya ulaşmak, ancak çok önemli bir halk sağlığı sloganı olan “KORUMA
TEDAVİDEN ÜSTÜNDÜR” felsefesiyle multidisipliner bir halk sağlığı
hizmeti verilmesiyle mümkün olacaktır. Sorunlar ve çözüm yolları belli,
hayvanımıza, gıdamıza ve sağlığımıza sahip çıkalım. Bizim için değil,
kendiniz ve yeni nesiller için çok geç olmadan, iş işten geçmeden.
117
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Tüberküloz
Sığır ve keçilerde enfeksiyonlardan M. bovis
sorumludur. Kesimde lezyonların %90’ının
akciğerlerde lokalize oldukları görülüyor.
Ayrıca tüm lenf yumrularında, tracheada, ve
iç organlarda (milier evre) lezyonların varlığı
görülmektedir. Canlı muayenede; sabahları
ve soğuk havada yaş ve hafif öksürük ile
birlikte zayıflık dikkati çekebilir. İnsana
bulaşma; et ve süt ürünlerinin çiğ ya da az
pişmiş yenmesi ile bulaşabilmektedir. Kesim
sırasında hayvanda veya ette bu tarz lezyonlar
görüldüğünde tüketici mutlaka uyarılmalıdır
Bruselloz
Etkenleri Brucella abortus bovis, B. suis ve B.
melitensis’’ tir. Hastalık düzensizlik gösteren
ve nüksetme eğilimli bir ateş ile karakterizedir.
Bunun yanı sıra terleme, ağrı, eklemlerin
şişmesi, bazen cinsel organlarda hastalık
tabloları ile seyredebilir. İnsanlara enfeksiyon
hasta hayvanlar ve etleriyle temasta el ve
konjuktiva (gözü çevreleyen doku) ile, hastalıklı
süt ve süt ürünlerinin tüketimi ile bulaşabilir.
Bakteriler etlerde haftalar hatta aylarca canlı
kalırlar. Tuzlanmış ve salamura edilmiş etlerde
150 gün canlılıklarını koruyabilirler. Brusellozlu
hayvanlar kesinlikle kesilmemeli ve bölge
sorumlularına bildirilmelidir
Anthrax (Şarbon)
Etkeni Bacillus anthracis’tir. Hasta hayvanlardan
temas yolu ile bulaşır. Etlerini tüketen insanlarda
ise hastalığın sindirim formu oluşur ve çoğu
zaman ölümle sonuçlanır. Kesilen şarbonlu
hayvanın kanı pıhtılaşmaz, dalak normalin 3-4
katı büyümüştür. Trachea (soluk borusu) ve
bronşlar kanlı ve köpüklü bir sıvı ile doludur.
Kesim esnasında tipik belirtiler görüldüğünde
kesimin hemen durdurularak Veteriner Hekime
bildirilmesi ve antraks(şarbon) olduğu kesin
ise uygun koşullarda imha edilmesi yoluna
gidilmelidir.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), viral
hemorajik ateşi sendromları arasında yer alan
zoonoz özellikli bir enfeksiyondur. Zoonoz
kaynaklı olmasından dolayı hayvanlarda
insanlara göre daha sıklıkla görülmesine
rağmen sporadik vakalar veya salgınlar halinde
insanlarda da görülmektedir. Türkiye’de 2002
yılı bahar aylarından itibaren görülmeye
başlanmıştır. İnsanlar virüsü genellikle enfekte
hayvanlarla uğraştıkları sırada keneler (özellikle
Hyalomma cinsi) tarafından ısırılmaları ile
infekte olurlar. İnfekte hayvan ve insanlara ait
kan, vücut sıvıları ve sekresyonları ile temas
ile de infeksiyon bulaşabilir. Hastalık genellikle
mevsimsel özellik göstermektedir. Ülkemizdeki
ilk KKHA vakaları ise Tokat bölgesinde
tanımlanmıştır. Kene tarafından ısırılma ile
virüsün alınmasını takip eden kuluçka süresi
genellikle 1-3 gündür; bu süre en fazla 9 gün
olabilmektedir. Enfekte kan, ifrazat veya diğer
dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda
bu süre 5–6 gün; en fazla ise 13 gün
olabilmektedir. Hastalık için tarım çalışanları ve
hayvancılıkla uğraşanlar ile endemik bölgelerde
görev yapan sağlık personeli için yüksek risk
vardır.
Kuş Gribi (Avian influenza)
Günümüzde pandemi yapabilme yeteneğinde
olan önemli bir zoonoz hastalıktır. Hastalık
kanatlıların solunum ve sindirim sistemlerine
118
ait belirtilerle birlikte bulaşma ve ölüm oranı çok yüksektir. Etken
İnfluenzavirus A H5N1 virüsü olup , ilk kez 1961’de Güney Afrika’da
balıkçıllardan izole edilmiş olmakla birlikte, ilk kez 1878’de İtalya’da
tanımlanmıştır. Kuş gribi virüsünün doğal rezervuarı, yeşilbaş ördeklerdir
ve infeksiyona en dayanıklı olan kuşlar da bunlardır. Virüsleri çok uzaklara
taşıyabilmelerine ve dışkılarıyla çıkarmalarına karşılık, yalnızca hafif ve kısa
süren bir hastalık geçirirler. Evcil ördeklerdeki infeksiyon ise tıpkı tavuklar,
hindiler, kazlar ve benzeri kümes hayvanlarındaki gibi öldürücüdür. Virüs,
infekte yabanıl kuşların dışkılarıyla kümes hayvanlarının arasına girebilir.
Evcil kuşların serbestçe gezindikleri, yabanıl kuşlarla aynı kaynaktan su
içtikleri ya da taşıyıcı durumdaki enfekte yabanıl kuşların dışkılarıyla
kontamine olabilecek su kaynaklarını kullandıkları yerlerde, infeksiyonun
yabanıl kuşlardan evcil kümes hayvanlarına bulaşma riski daha yüksektir.
Canlı kuşların sıkışık ve sağlıklı olmayan koşullarda satıldığı pazarlar da bir
başka yayılma kaynağı olabilir. Kuş gribinin, özellikle patojenitesi yüksek
formla oluşan salgınların, gelişmekte olan ülkelerde kümes hayvanları
endüstrisi ve çiftlik sahipleri üzerindeki etkileri son derece yıkıcı olabilir.
Hastalık, ülkeden ülkeye canlı kümes hayvanlarının ticareti aracılığıyla
yayılabilir.
Kuş gribi virüsleri genellikle insanları doğrudan infekte etmez ve insanlar
arasında dolaşmaz. İnsanda kuş gribi virüsleriyle oluştuğu bildirilmiş doğal
infeksiyon sayısı çok azdır. İnsanlardaki olguların infekte kümes hayvanları
veya kontamine yüzeylerle temas sonucunda geliştiği düşünülmektedir.
Kuş gribi virüslerinin insanlar arasında tutunabilmesine karşı bir dereceye
kadar etkili bir engelin bulunduğu açıktır. İnsandaki olgular, kümes
hayvanları arasında patojenitesi yüksek kuş gribi salgınlarıyla eşzamanlı
olarak görülmektedir. Çünkü kuşlardaki infeksiyonun yayılması, insanların
direkt infeksiyonu için doğacak fırsatları artırır.
Domuz Gribi
İnfluenza A virüsünün (A/ H1N1) neden olduğu ve daha önce insanlarda
görülmezken virüsün geçirdiği değişimle artık insanlarda da görülebilen
grip türüdür. İnsandan insana bulaşabilmektedir. Halen devam eden
salgın insandan insana bulaşma şeklinde yayılmaktadır. Domuz Gribi de
mevsimsel grip gibi bulaşmaktadır. Kişiden kişiye genellikle öksürme,
aksırma esnasında ortama yayılan ve virüs içeren damlacıklarla bulaşır.
Bu damlacıklar, direkt solunum yolu ile alınabileceği gibi ortamdaki kapı
119
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
kolu, masa, sandalye gibi cansız yüzeylerden
eller vasıtasıyla da alınabilir. Tokalaşma ile de
bulaşabilir. Virüs sağlam kişiye ağız, burun ve
göz yolu ile bulaşabilmektedir. Kişi, hastalık
başlangıcından 1 gün öncesi ve 7 gün sonrasına
kadar bulaştırıcıdır.
yaralarının taze salya ile bulaşması sonucunda
da enfeksiyon meydana gelir. Virüs sağlam
deriden organizmaya giremez. Yarasaların
yaşadığı mağaralarda bulunan hayvanlarda,
kuduzun doğal olarak görülmesi enfeksiyonun
inhalasyon yolu ile de olabileceğini ortaya
koymaktadır.
Kuduz
İleri derecede duyarlı olan hayvanlar; tilki, kurt,
çakal, ender görülenler ise fare, sincap, kuş,
sürüngenler, rezervuar olanlar ise yarasalardır.
Alınan önlemler ve aşılamalarla kuduz
olgularında düşüşler görülmesine rağmen,
ülkemizde en fazla kuduz olgusu İstanbul
ve İzmir de görülmüştür. Bulaşma, hayvan
ısırıkları, yara ve mukozaların sekresyonla
teması ile olur. Kuduz, merkezi sinir sisteminin
akut seyirli, öldürücü viral bir enfeksiyonudur.
Hastalığa, insanlarda dahil olmak üzere tüm
sıcak kanlı hayvanlar yakalanabilirler. Köpek,
kedi, sığır, koyun, keçi, at, gibi evcil hayvanların
yanı sıra, tilki, kurt, çakal gibi vahşi hayvanlarda
da sıkça görülür. Fare, sincap, gelincik, hamster
gibi kemirgenlerde hastalığa yakalanabilirler.
Kuduz, dünyada katı karantina tedbirlerinin
uygulanabildiği
ve
köpeklerin
girişinin
engellendiği ada ülkeleri dışında bütün ülkelerde
görülmektedir. Avustralya ve Yeni Zelanda’da
hastalık hiç şekillenmemiştir. İngiltere, Havaî
ve İskandinavya ise hastalık yönünden halen
aridir. Hastalık Yugoslavya, Türkiye ve A.B.D.’nin
çoğunluğunda enzootiktir.
Virüs enfekte hayvanların salyaları ile saçılır.
Köpeklerde ilk klinik belirtilerin görülmesinden
5 gün öncesine kadar salyada virüs bulunur.
Hastalığın yayılması hemen hemen daima
enfekte hayvan tarafından ısırılma ile olur. Deri
Evcil Hayvanlarda Kuduzun Önlenmesi
Ülkemizde kuduzun kontrolü; 1- Sokak kedi ve
köpeklerinin kontrolü, 2- Aşılama, 3- Karantina
tedbirleri ve 4- Halkın bilgilendirilmesi ve
eğitimi yöntemlerle yapılmaktadır.
Türkiye, özellikle kentsel alanlarda sokak
kedi ve köpeklerinin çoğalması ile karşı
karşıyadır. Bu köpeklerin eliminasyonu yerel
yönetimlerin
görevlerindendir.
Köpeklerin
ortadan kaldırılması, Hayvanları Koruma
Cemiyetleri ve benzeri kuruluşların tepkilerine
neden olmaktadır. Bundan dolayı bu köpeklerin
sahiplendirilmesine yönelik geçici bakım
ünitelerinin kurulması gerekmektedir. Bazı
belediyelerde bakım üniteleri kurulmuş ve
bazı belediyelerde de kedi ve köpeklerin
kısırlaştırılmasına yönelik programlarda devem
etmektedir. Ancak, bu bakım ünitelerinde
hayvanların uzun süre bakımı ve kısırlaştırılması
çözüm olmamaktadır. İnsanların duygusallık
adına tepkilerinin yanı sıra başıboş köpekler
konusundaki duyarsızlığından dolayı kedi ve
köpeklerin sayısı azaltılamamakta ve de kuduz
önlenememektedir. Kuduz tespit edilmiş bir
bölgede karantina tedbirleri alınmakta ve
6 ay süre ile kordon konulmuş bu bölgeden
hayvan nakilleri yasaklanmaktadır. Halkın
bilgilendirilmesi ve eğitimi en önemli kontrol
tedbirlerindendir. Bu nedenle radyo, televizyon
120
ve diğer iletişim araçlarından yararlanılabilir.
Bse (Deli Dana)
Etken, protein zincirinden oluşan ve oldukça küçük boyutlarda bir priondur.
Yaşlı hayvanlarda görülme sıklığı, genç hayvanlara göre daha fazladır.
Hastalık 2 yaşından büyük hayvanlarda görülebilir. Hastalığın kuluçka
süresi 2-8 yıldır. Sığırların yemlerine et ve kemik unu ilavesi ile hastalığın
bulaştığı bildirilmektedir. Hayvanlarda şiddetli davranış bozuklukları ve
sinirsel belirtiler gözlenir. Teşhisi çok güçtür. Kesilen hayvanın beyinde
süngerimsi görüntü şüphe uyandırır.
Cysticercus Bovis (Şerit)
Tenia saginata’nın larva formudur. Sığırların dil, masseter (yanak kasları),
özefagus (yemek borusu) diyafram, iskelet kasları ve kalp kası gibi
dokulara yerleşir. Klinik tanı mümkün değildir. Tanı ancak et muayenesi
ile yapılabilir. Enfekte kişilerde iştah bozukluğu, karında şişme ve ağrı,
bulantı, kusma, kabızlık ve ishal gibi şikayetler görülebilir. İyi beslenen bir
insanın bağırsağında 1 adet şeridin bulunması durumunda hiçbir klinik
belirti görülmeyebilir. Bu da enfeksiyonun yayılmasında büyük önem taşır.
Fasciolasis (Kelebek)
F. hepatica ve F. gigantica parazitlerinin oluşturdukları hastalıklardır.
Karaciğer kesildiğinde kelebek ismi verilen parazitin olgun formları
görülür. İnsanlara bulaşma sonucu karaciğer yetmezlikleri, nekroz ve
siroza (karaciğer ve böbrek yetmezliğine) neden olabilir.
Kist Hidatik
Halk sağlığı açısından kurbanda dikkat edilecek ve ülkemizde çok sık görünen
önemli hastalık kist hastalığıdır. E. granulosus’un larva formunun insan
vücudunda kist oluşturması sonucu oluşur. Patojenite (hastalık durumu)
parazitin yerleşeceği dokuya göre değişkenlik gösterir. Kist yerleştiği
dokuya göre fonksiyon bozukluğu yapar. Köpekgillerin ince bağırsaklarında
yaşayan parazitin neden olduğu bir hastalıktır. Parazit yumurtalarının
köpeğin dışkısıyla çıkarılması ve bu yumurtaları çeşitli yollarla alan insan,
sığır, koyun v.b. hayvanların sıklıkla akciğerler arasındaki pleural boşlukta,
karaciğerde su keselerinin oluşumuyla karakterizedir.
121
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
Tayar M. Gıda Güvenliği ve Veteriner Halk Sağlığı. www.mustafatayar.cjb.net
Serpen A. Hayvan ve insanlara yönelik biyolojik terör. İzmir Veteriner Hekimleri Odası
Aydın L. Kenelere dikkat- Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı
Serpen A. Küreselleşen zoonozlar biyolojik felaket haline geldi. - İzmir Veteriner Hekimleri
Odası
5. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi. www.saglik.gov.tr
6. Cevizci S, Eringöz E. Kamu Sağlığına Yönelik Veteriner Halk Sağlığı Hizmetleri ve Bu Alandaki
Fırsatların Değerlendirilmesi. F.Ü.Sağ. Bil. Vet. Derg.2009: 23 (1): 65 – 71
7. Cevizci S, Eringöz E. İnsan sağlığı ve ile veteriner hekimlik uygulamalarının ilişkisi: “VETERİNER
HALK SAĞLIĞI”. İstanbul Üniv. Vet. Fak. Derg. 34 (2), 49-62, 2008
8. Temizyürek A. Veteriner Halk Sağlığı. İzmir Veteriner Hekimler Odası
9. Taş C. Zoonoz hastalıklar ve Halk sağlığı açısından önemi. Veteriner Hekim 2006
10.Çakır N. Zoonoz hastalıklar ve Halk sağlığı açısından önemi.
11.Zoonotic Diseases Tutorial . www.vin.com
12.Kasımoğlu A. Yeni Gıda Zoonozları. Kırıkkale üniversitesi veteriner fakültesi Besin hijyeni ve
teknolojisi ABD
13.Korkmaz Y.L. Domuz gribi.
14.Apaydın G. Kurbanlık hayvanlar ve zoonoz hastalıklar. Gıda yüksek mühendisi www.
eskisehirsaglik.gov.tr
15.Serpen A. Çevresel Faktörlerden Kaynaklanan Zoonoz Hastalıklar Ve Korunma Yolları. İzmir
Veteriner Hekimler Odası
16.Uzun R, Safran A, Buzgan T. Zoonotik hastalıkların insanlardaki durumu. Sağlık Bakanlığı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü.
122
HAYVANLARDAN İNSANLARA BULAŞAN HASTALIKLAR
(ZOONOZLAR)
124
Zoonotik infeksiyonlar temelde hayvan hastalıklarıdır. Hayvanlarda
hastalık belirtisi yapmalarının yanısıra, latent kalan ya da normal
hayvan florasında bulunan mikroorganizmalar da insanlara bulaşabilir.
Her ülkenin endemik zoonozları vardır. Yeni zoonozlar seyahat, hayvan
hareketleri, ticaret ya da terörizm gibi çeşitli yollarla bir ülkeye girerek
sporadik ya da epidemik hastalıklara yol açabilir. Çok geniş bir yelpaze
gösteren zoonotik infeksiyonlarla baş edebilmek için hastalıkların bulaşma
şekli iyi bilinmelidir. Bu yazıda genel olarak bulaşma yollarına göre başlıca
zoonotik infeksiyonlar, kontrol önlemleri ve konu ile ilişkili sektörler ele
alındıktan sonra, ülkemizdeki önemli endemik zoonozların durumu ve
kontrolu için öneriler ve gelişebilecek yeni zoonotik infeksiyonlara yaklaşım
irdelenecektir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Bu şekilde bulaşan hastalıkların bir kısmı hayvan ağız florasında bulunan
bakterilere bağlı yumuşak doku infeksiyonları, osteomyelit ve genellikle
immünsüpresif konakta sepsise yol açmaktadır. Daha çok sporadik olgulardır.
İlk müdahale çok önemlidir. Bu bakımdan öncelikle birinci basmakta görev
yapan hekimlerin bu konuda eğitimli olması sağlanmalıdır. Hayvan ısırması
ile gelen hastada yara temizliği ve antibiyotik profilaksisi yapılmalıdır.
Hayvan ısırması ile bulaşabilecek fare ısırması hastalığı, kedi tırmalaması
hastalığı, tularemi gibi özel hastalıkların gelişebileceği bilinmeli, hastalar
olası hastalıklar yönünden izlenmelidir. Hayvan kuduzunun endemik olduğu
ve insan kuduzunun görüldüğü bir ülke olmamız nedeniyle her ısırma kuduz
olasılığı yönünden değerlendirilerek uygun profilaksi yapılmalıdır.
Hayvan ısırmasının yol açtığı hastalıklar konunun sosyal boyutu nedeniyle,
Sağlık Bakanlığı hekim ve yardımcı sağlık personeli, veteriner ve hayvan
sağlığı personeli, belediyeler, İç İşleri Bakanlığı, askeri kurumlar ve sivil
toplum örgütleri gibi pek çok kurumu ve iş kolunu da ilgilendirmektedir.
Temas yoluyla bulaşan hastalıklarda olduğu gibi daha çok hayvan teması
olan iş kollarında çalışanlar risk altındadır. Hasta hayvanlardan sağlıklı
hayvanlara bulaşma kontrol edilemezse sorunun boyutu ve hastalığın
kontrol altına alınması zorlaşır.
Türkiye’de Endemik Olarak Görülen Zoonozların Kontrolü
Zoonotik enfeksiyonlara yaklaşım başka enfeksiyonlardan farklı değildir.
İlk basamak hastalıkların hayvan ve insanlarda tanı konulabilmesi, bir
125
Doç.Dr.Mustafa Kemal
ÇELEN
Dicle Üniversitesi Hastanesi
Enfeksiyon Hastalıkları ve
Klinik Mikrobiyoloji AD.
Diyarbakır
[email protected]
başka deyişle hastalığın hekim ve veterinerler
tarafından bilinmesine bağlıdır. İkinci basamak
ise insan ve hayvanlarda hastalığın boyutlarının
saptanması ya da epidemiyolojik bilgilerin
toplanmasıdır.
mikroplu labaratuvar örneklerinin, kesik deri,
mukoza veya göz çevresine ile bulaşabilir.
Bruselloz
Bakterinin kuluçka süresi ortalama 2-3 haftadır.
Bu süre, alınan bakteri sayısı ve vücuda giriş
yoluna göre değişebilir. Bakterinin oral yoldan
alımında mide asidinin yetersizliği bakterinin
geçişini kolaylaştırır. Girdiği yerde üreyen
brusella bakterileri, lenf kanallarını izleyerek
bölgesel lenf bezlerine gidip yerleşirler. Bölgesel
lenf bezlerinden, kana karışarak bakteriyemi
meydana getirirler ve organlara yayılırlar.
Bruselloz ya da bilinen adıyla brusella; brucella
grubu bakterilerle oluşan, temelde koyun, keçi,
sığır, domuz v.b evcil hayvanlarda hastalık yapan,
bunlardan çeşitli yollarla insanlara geçen,
kronik seyirli bir infeksiyon hastalığıdır. Hastalık
ilk olarak Malta adasında tesbit edildiğinden
‘Malta Humması’ veya ‘Akdeniz Humması’
olarak isimlendirilmiştir. Ülkemizde bruselloz
ilk kez 1915 yılında tespit edilmiştir. Ülkemizde
bu hastalık; koyunlardan insanlara bulaşması
nedeniyle
“koyun
hastalığı”,
hastalığın
hayvanlardan insanlara bulaşması nedeniyle de
“mal hastalığı” gibi isimlerle de anılmaktadır.
Mikroplu et, süt ve süt ürünlerinin sindirim yolu
ile alınması, tüm dünyada en sık karşılaşılan
bulaşma yoludur. Çiğ sütten yapılan peynir,
krema ve yağ en önemli infeksiyon kaynaklarıdır.
İnfeksiyonun yoğun olarak görüldüğü kırsal
kesimlerde sütler kaynatılmamakta ve pastörize
edilmemektedir.
Akut infeksiyon sırasında kan yolu ile ve hayvanın
dışkıladığı sebzelerin yenmesiyle geçebilir.
Bruselloz birçok organ ve sistemi tutabildiğinden
geniş bir klinik yelpazeye sahiptir. Hastalığın
kuluçka süresi, bir haftadan birkaç aya kadar
değişmekle birlikte, genelde 6–20 gün kadardır.
Semptomların başlangıcı ani veya sinsi olabilir.
Vakaların yaklaşık yarısı ani, kalan yarısı sinsi
başlangıçlıdır. Titreme ile yükselen ateş, gece
terlemesi, başağrısı, halsizlik, kilo kaybı ve
eklem tutulumu olan kişilerde ilk akla gelmesi
gereken hastalıklardandır.
Kuduz
Sıcak yaz günlerinde hayvanlardan sağılan
sütlere, hiçbir ısıtma muamelesi uygulanmadan
peynir mayası ilave edilmekte veya merkezkaç
esasına dayanan yağ makinelerı yoluyla krema
yağlar elde edilmektedir. Bakteri tereyağında 4
ay canlı kalabilir. Soğuk ortamda 2 aydan fazla
bekletilen teneke peynirde daha önce bulunsa
dahi canlı kalamazlar.
İnfekte hayvanın doku, kan ve lenfasının veya
Kuduz sinir sistemini etkileyen ve çoğunlukla kedi
ve köpeklerde olan akut bulaşıcı bir hastalıktır.
Virüs hasta olan hayvanın tükürüğünde
bulunmaktadır ve başka bir hayvanı veya
bir insanı ısırdığı takdirde hastalık, ısırdığı
hayvan veya insana bulaşmaktadır. Ancak bazı
nadir vakalarda kuduz, bir hayvan tarafından
ısırıldıktan iki yıl kadar geç bir süre sonra
meydana çıkmıştır. Ateş, sinirlilik, depresyon.
Sinirlilik hali kontrolsüz heyecana dönüşür.
126
Tükürük akışı boldur ve boğaz eklemlerinde şiddetli sancılı spazmlar
olagelmektedir. Ölüm üç ile beş gün arasında gelir. Boğaz eklemlerindeki
spazmlardan su ve yutkunma korkusu gelmektedir. «Hidrofobi = Sudan
korku» adı buradan gelmektedir. İki hafta kadar bir süre müşahede altında
tutulmalıdır. Eğer bu süre içerisinde hayvan hastalanmaz veya ölmezse,
hayvanın hasta olmadığına kanaat getirilir ve sahibine geri verilir. Eğer
hayvan hastalanırsa öldürülmemeli fakat ölmesi beklenmelidir. Bu
şekilde teşhis daha kolay elde edilmektedir. Hayvana otopsi yapılıp
beyni muayene edilince bu hayvanda kuduz olup olmadığı kesin şekilde
tespit edilmiş olur. Kuduza karşı ve önleyici gayet tesirli bir aşı vardır.
Ancak bazı hallerde zehirleyici yan tesirler icra edebileceğinden çok
dikkatli kullanılması gerekmektedir. İnsanı ısıran hayvanda kuduz olduğu
bilinmekteyse veya ısıran hayvan kaçmış olup bulunma-maktaysa derhal
kuduz aşısı yapılmalıdır. Eğer insanı ısıran köpeğin sağlıklı olduğu tahmin
edilmekteyse ve onu müşahede etme imkânları varsa, o zaman bu hayvan
on dört gün müşahede altında tutulmalıdır. Eğer bu süre içerisinde
hayvanda herhangi bir hastalık arazı görülmezse ısırdığı kişiye aşı yapmak
lüzumu kalmayacaktır. Köpek hastalanıp ölürse ışınlan insanın muafiyet
metoduna derhal başlanmalıdır. Veterinerler, posta taşıyıcıları, çobanlar,
arazide tatbikata çıkacak askerler ve izciler gibi yüksek risk grubuna giren
kişilerin bağışıklık kazanmaları için son aylarda yapılan tecrübeler çok
başarılı sonuçlar vermiştir. Bunlara bu bağışıklık temini için insan dokusu
orjinli aşı yapılmaktadır.
Şarbon
Çok sayıda mikroroganizma biyolojik silah amacıyla kullanılabilir. 1925
yılında Cenevre Protokolü ile biyolojik ve kimyasal silah kullanımı tüm
dünyada yasaklanmışsa da, günümüzde en az 17 ülkenin elinde bu tür
silahların olduğu ve zaman zaman kullanıldığı da bilinmektedir. Şarbon
(antraks) sporları son günlerde başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde
olmak üzere çeşitli ülkelerde biyoterorizm amacıyla kullanılmaktadır. Bu
yazıda güncel önemi nedeniyle şarbon ayrıntılı olarak incelenmiş, diğer
potansiyel biyolojik ajanlara ise kısaca değinilmiştir.
Şarbon, gram-pozitif, spor oluşturan bir bakteri olan Bacillus anthracis’in
neden olduğu akut infeksiyonun adıdır. Hastalık doğal olarak ot yiyen
hayvanlarda (koyun, keçi, sığır gibi) görülür. Hayvanlar şarbon sporlarının
bulaştığı toprakta otlanırken hastalıkla temas ederler. İnsanda hastalık
127
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
sporlarla derinin teması veya solunum yoluyla
sporların alınması sonucu oluşur. Kaynak
çoğunlukla infekte hayvanlar veya hayvan
ürünleridir. İnsanda vakaların %95’i deriden
çizik ve yaralardan şarbon sporlarının girmesiyle
oluşan deri şarbonu biçimindedir. Günümüzde
ülkemizde yılda yaklaşık 100 civarında deri
şarbonu olgusuna rastlanmaktadır.
Temas sonrası profilaksi de tedavi amacıyla
kullanılan antibiyotiklerle yapılır. Ancak bu
durumda antibiyotiklerin ağız yoluyla alınması
yeterlidir. Erişkinlerde siprofloksasin 2 X 500 mg,
alternatif olarak amoksisilin 3 X 500 mg veya
doksisiklin 2 X 100 mg kullanılabilir. Profilaksi
süresi 2 aydır. Çocuklarda ve hamilelerde
doksisiklin önerilmemektedir. İmmünsüpresif
hastalarda uygulanacak tedavi biçimi diğer
hastalarda olduğu gibidir.
• Hastalık bu şekliyle bir yıl kadar devam
ettikten sonra iz bırakarak kaybolabilir.
• Vücut direnci düşük kimselerde siyah
kabarcık açılarak yara halini alır.
• Yaranın kabuğu kaldırıldığında, altından “çivi
belirtisi” dediğimiz birtakım çıkıntılar ortaya
çıkar. Hastalık, bu çıkıntılarla birkaç yıl devam
ettikten sonra iz bırakarak kaybolabilir.
• Daha çok alın, burun, çene, ayak boyun ve kol
gibi açık bölgelerde görülen hastalık iyileşse
bile “tipik bir iz” bırakır. Bu ize bakarak
bir kimsenin bir zamanlar şark çıbanına
yakalandığı rahatlıkla söylenebilir.
En önemli korunma tedbiri, tatarcık sinekleri ile
mücadeledir. Her şeye rağmen, ilk belirtisinden
hastalığa yakalandığını farkeden kimse derhal
bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.
Tedavide
Şark Çıbanı
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde
sık görülmesi sebebiyle bu ismi alan bir parazit
hastalığıdır. Halk arasında Diyarbakır Çıbanı,
Antep Çıbanı, Halep Çıbanı ve Bağdat Çıbanı gibi
isimlerle de çağırılmaktadır. Tıpta “Leishmania
tropica” adıyla bilinen bir parazitin marifetiyle
ortaya
çıkmaktadır.
Parazit,
doğrudan
bulaşabildiği gibi, “tatarcık” sineği tarafından
da insana taşınmaktadır.
Belirtileri:
• Vücuda girdikten iki hafta sonra veya bir
sene içinde, girdiği yerde birkaç milimetre
çapında pembe bir leke olarak ortaya
çıkmaktadır.
• Bu leke zamanla sertleşerek kabarcık halini
alır. Rengi de koyulaşarak kararmaya başlar.
Yara içine emetin ve atebrin şırınga edilmesi iyi
neticeler vermektedir.
Ayrıca antimon bileşikleri, amfoterisin B ve
neostibosan gibi ilâçların damar yahut kas yoluyla
vücuda verilmesi tedaviyi hızlandırmaktadır.
Yara yerine yerleşen bakterilerle mücadele
etmek için antibiyotik ve sulfanomid kullanılır.
Tedavi sırasında yara üzerindeki kabuklar
temizlenmeli, pansuman edildikten sonra temiz
gazlı bezle kapatılmalıdır.
Akut Hemorajik Ateşi
Akut hemorajik ateş sendromu tanımı Kırım
Kongo hemorajik ateşi, Rift Vadisi ateşi,
sarı humma gibi farklı virüslar, bakteriler ve
riketsiyalarla da oluşabilen ve epidemi yapma
özelliğinde bir grup hastalık için kullanılır.
128
Vücutta birçok sistemi, özellikle de vasküler sistemi tutan ve kanamaların
eşlik edebildiği, hafif infeksiyonlardan yaşamı tehdit eden ağır hastalıklara
kadar farklı klinik tablolar oluşturabilirler. Başlangıç semptomları ateş,
halsizlik, kas ağrıları, aşırı yorgunluktur. Ağır olgularda iç organlarda, deri
altında, ağız, göz ve kulaklar gibi vücut girişlerinde kanamalar görülebilir.
Şok, santral sinir sistemi fonksiyon bozukluğu, koma, delirium, nöbetler,
karaciğer ve böbrek yetmezliğine yol açabilir. Zoonotik hastalıklar arasında
yer alır; etkenin yaşamı hayvan veya insekt konakçılara bağlıdır. Konakçıya
bağlı coğrafik dağılım gösterirler. İnsanlar enfekte konakçı ile temas
sonucu hastalanırlar (kemiriciler, kene ve diğer artropodlar önem kazanır),
bazıları insandan insana bulaşır. Vakalar genelde sporadiktir veya düzensiz
epidemiler şeklinde görülebilir. Ülkemizde hastalığın epidemiyolojik
durumunun değerlendirilmesi açısından bildirim sistemine alınmıştır. Ani
başlangıçlı, üç haftadan kısa süreli ateş, kırgınlık, halsizlik, yaygın vücut
ağrısı ve baş ağrısı yakınması olan, kırsal kesimde yaşayan, son bir ay
içinde kırsal kesime seyahat veya kene ısırması öyküsü olan, laboratuvarda
lökopeni ve trombositopenisi olan ve başka bir nedenle açıklanamayan ve
ek olarak aşağıdaki destekleyici bulgulardan en az ikisi olan vaka olarak
tanımlanmaktadır.
•
•
•
•
•
•
Hemorajik veya purpurik döküntü
Epistaksis,
Hematemez,
Hemoptizi,
Dışkıda kan
Diğer hemorajik semptomlar
Kırım Kongo Hemorajik Ateş
Kırım-Kongo Hemorajik Ateş (KKHA),keneler tarafından taşınan Nairovirüs
isimli bir mikrobiyal etken tarafından neden olunan ateş, cilt içi ve
diğer alanlarda kanama gibi bulgular ile seyreden hayvan kaynaklı bir
infeksiyondur. Son yıllarda tedavide görülen gelişmelere rağmen, bu
infeksiyonlarda ölüm oranları hala yüksektir.
Keneler otlaklar, çalılıklar ve kırsal alanlarda yaşayan küçük oval
şekillidir. 6-8 bacaklı, uçamayan, sıçrayamayan hayvanlardır. Hayvan ve
insanların kanlarını emerek beslenirler ve bu sayede hastalıkları insanlara
bulaştırabilirler.
129
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Ülkemiz kenelerin yaşamaları için coğrafi
açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir.
Türlere göre değişmekle beraber kenelerin,
küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından
evcil memeli hayvanlara ve kuşlara (özellikle
devekuşları) kadar geniş bir konakçı spektrumları
mevcuttur.
Kene tarafından ısırılma ile virüsün alınmasını
takiben kuluçka süresi genellikle 1-3 gündür; bu
süre en fazla 9 gün olabilmektedir. Enfekte kan,
ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas
sonucu bulaşmalarda bu süre 5-6 gün, en fazla
ise 13 gün olabilmektedir.
Kanda virüse karşı oluşan antikorların
taranması tanı için en sık kullanılan yöntemdir.
Bu göstergeler hastalığın başlangıcından sonra
6. günden itibaren belirlenebilir.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Nasıl
Kontrol Edilir ve Nasıl Korunulur? Hastalığın bulaşmasında keneler önemli bir
yer tutmaktadır. Bu nedenle kene mücadelesi
önemlidir fakat oldukça da zordur.
1. İnsanlar kenelerden uzak tutulabilir ise bulaş
önlenebilir. Bu nedenle de mümkün olduğu
kadar kenelerin bulunduğu alanlardan
kaçınmak gerekir.
2. Kenelerin yoğun olabileceği çalı, çırpı ve gür
ot bulunan alanlardan uzak durulmalıdır.
3. Bu alanlara av yada görev gereği gidenlerin
lastik çizme giymeleri, pantolonlarının
paçalarını çorap içine almaları,
4. Görevi nedeni ile risk grubunda yer alan
kişilerin hayvan ve hasta insanların kan ve
vücut sıvılarından korunmak için mutlaka
eldiven, önlük, gözlük, maske v.b. giymeleri
gerekmektedir.
5. Gerek
insanları
gerekse
hayvanları
kenelerden korumak için haşere kovucu
ilaçlar (repellent) olarak bilinen böcek
kaçıranlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir.
6. Haşere kovucular hayvanların baş veya
bacaklarına da uygulanabilir; ayrıca bu
maddelerin emdirildiği plâstik şeritler,
hayvanların kulaklarına veya boynuzlarına
takılabilir.
Kala-Azar
Leishmaniasis, bir protozoon olan Leishmania
cinslerinin sebep olduğu hastalıklar grubudur.
İç organların tutulduğu forma da kala-azar
denmektedir. Leishmania donovani, Leishmania
infantum, Leishmania chagasi’ dir. Etken, köpek
ve kemiricilerin paraziti olup insanlara vektör
olan tatarcıklar aracılığı ile bulaşmaktadır.
Hastalığın yayılmasında yüksekliğin, bitki
örtüsünün, nem, sıcaklık gibi, faktörlerin etkili
olduğu bilinmektedir. Nadir de olsa L.donovani’
nin kan transfüzyonuyla ve konjenital olarak
da bulaştığı rapor edilmiştir. Rezervuar genel
olarak köpekler, tilkiler ve çakallardır. İnsanların
da bir rezervuar olabileceği düşünülmektedir.
Epidemiler; Hindistan, Doğu Afrika ve Güney
Sudan’dan bildirilmiştir. Hastalığın kuluçka
süresinin uzunluğu nedeniyle turistler, askerler
ve göçmenler etkeni alarak kendi ülkelerine
taşıyabilirler. Türkiye’de tatarcıklar Ege ve
Akdeniz bölgelerinde endemik, diğer bölgelerde
ise sporadik seyretmektedir. Ege, Marmara
ve Doğu Karadeniz bölgelerinde; Akdeniz Tipi
kala-azar görülür. Etken L. infantum’ dur ve
rezervuarı köpeklerdir. Bu nedenle epidemilere
yol açmaz. Enfeksiyonun yayılması üç önemli
faktöre bağlıdır;
130
1. Enfeksiyon için uygun rezervuar.
2. Uygun vektör.
3. Duyarlı popülasyon.
Erkekler arasında hastalığa yakalanma oranının daha yüksek olduğu
bildirilmiştir. İnkübasyon periyodu 10 gün -10 yıl arasında olmakla beraber
ortalama 4-6 aydır. Klinik bulgular ani veya yavaş olarak ortaya çıkabilir.
İlk belirti, tatarcığın sokma yerindeki krut bırakan nodüldür. Çoğu olguda
başka belirti yoktur. Subakut ve kronik olgularda ateş, halsizlik, iştahsızlık,
öksürük ve kilo kaybı vardır. Çocuklarda ise ek olarak gelişme geriliği ve
organomegali görülür. Karaciğer ve lenf bezlerinde büyüme olur. Dalak çok
büyük, yumuşak ve ağrısızdır. hastalarda, el, ayak, karın derisi ve yüz gri
bir renk alır. Bu diskolorizasyon olayına Hintçe “KALA-AZAR” denilmiştir.
Doğru teşhis konmayan ve tedavi altına alınamayan olgularda; persistant
ve günde iki kez yükselen intermittant ateş, anemi, gece terlemesi ile uzun
süreli bir kilo kaybı ve kaşeksi gelişir. Kemik iliği ve dalak tutulumuna bağlı
olarak anemi, lökopeni ve trombositopeni, bunun sonucunda da sekonder
infeksiyonlar ve birden çok yerde hemorajiler gelişir. Bütün hastalar yüksek
proteinli, yüksek kalorili ve vitaminle destekli diyetle beslenmelidir.
Tedavide en çok kullanılan ilaç antimon bileşikleridir. İlaç yeterli doz ve
sürede verilmez ise hızla direnç gelişir. Kum sineklerine karşı sürekli
mücadele etmek, hayvan rezervuarlarını ortadan kaldırmak ve enfekte
insanları tedavi etmek, korunmada etkin yollardır. Pencere ve kapılara
sineklerin girmesini engelleyecek tel kafesler yapılmalıdır. İnsandan
insana bulaş olduğundan kişilerin bu konuda bilgilendirilmesi ve eğitilmesi
gerekmektedir.
Leptospiroz
Leptospiroz, leptospira serotiplerinin oluşturduğu yaygın vaskülit sonucu
gelişen bifazik bir grup multiorgan hastalığıdır.
Etken organizma olan Leptospira icterohemorrhagica hastalıklı farelerin
idrarında çıkar. Leptospiroz esas olarak nemli, fare barınan yerlerde
çalışanlarda, örneğin maden işçileri, lağım işçileri, kanal ve liman işçileri,
çiftçiler ve balık temizleyicilerinde görülür. İnsanlara, enfekte hayvanların
idrar ve dokularına temas suretiyle doğrudan veya kontamine su, toprak ve
sebzelerden dolaylı olarak geçebilir. Etken , deri sıyrıklarından, konjuktiva,
131
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
burun ve ağız mukozasından girer. İnsandan
insana bulaşma son derece azdır.
görerek konur.
Toksoplazmoz
Patogenez
Giriş yerinde belli bir patoloji saptanmaz.
Leptospiralar kuluçka dönemini izleyerek
üredikleri giriş yerinden kan yoluyla yayılırlar.
Leptospirozda patolojik bulgular esas itibariyle
kapiller endotelinin hasarı (vaskülit) sonucu
oluşur. İskelet kaslarında fokal nekroz ve
nekrobiyoz görülmesi tipiktir. Özellikle böbrek,
KC, Ac ve sürrenal de kanamalar görülebilir.
Etken özellikle, böbrekte yerleşir ve idrarla
dışarı çıkar.
Klinik Özellikler
Leptospiroz karekteristik olarak iki fazlı bir
hastalıktır. Asemptomatik enfeksiyondan ikterle
seyreden ciddi hepatorenal sendroma (Weil hst.
) kadar değişebilen klinik tablolarla seyredebilir.
1-2 haftalık Kuluçka Döneminden sonra hastalık
ateş, baş ağrısı, sırt ve ekstremite ağrısı ile ani
olarak başlar. (İkterli hemoraji) adı sarılık ve
purpuraya işaret eder. İnfeksiyöz hepatitten
ayırdetmede yardımcı özellikler aşırı halsizlik,
ağır albüminüri, purpura tarzında döküntü ve
bazen hemoptizi, hematemez, melena veya diş
etlerinden kanamadır.
Pek çok kişi etraflarında bir kadının kediden
bulaşan bir hastalık yüzünden düşük ya da ölü
doğum yaptığı öykülerini duymuştur. Bu öyküler
nedeni ile hamile kadınlar genelde kedi köpek
gibi evcil hayvanlardan uzak durmaya çalışırlar.
Hatta hamilelik öncesinde evlerinde bu tür evcil
hayvan besleyenler ya bu dostlarını ebediyen
terk ederler ya da bir tanıdıklarına vermeye
çalışırlar. Hamilelikleri sırasında da kedi ya da
köpek beslenen evlere pek uğramazlar.
Kedilerden bulaştığı inancı yaygın olan bu
hastalığın adı toksoplazmozis’dir. Gerçekçi
olmak gerekirse insanlara bulaşan toksoplazma
enfeksiyonlarında kediler en az suçlanması
gereken faktördür.
Menenjit, pnömoni, nefrit, hepatit yapan diğer
nedenlerden ve influenza, Kavvasaki sendromu,
toxik şok sendromu ve lejyoner hastalığından
ayırtedilmelidir.
Toksoplazmozis Toxoplasma gondii adı verilen
parazitin neden olduğu bir enfeksiyondur. İlk
kez 1908 yılında Afrikada gondi adı verilen bir
tür kemirgende saptanmıştır. Tüm dünyada
insanların da dahil olduğu pekçok tür omurgalı
canlıda enfeksiyona neden olur. Buna karşılık
sadece evcil kedilerin barsağında dişisi ve
erkeği bir araya gelerek üreyebilir. Başka bir
yerde üremesi mümkün değildir. Bu enfektif
parazitler kedinin dışkısı ile dış dünyaya atılır
ve buradan diğer canlılara sindirim sistemi
yolu ile bulaşır. Bir başka değişle enfeskiyonun
insan ya da diğer hayvanlara bulaşabilmesi için
ağızlarından girmesi gerekir.
İlk birkaç gün içinde alınan kan örneğinin veya
üçüncü haftada alınan idrar örneğinin karanlık
saha mikroskopunda incelenmesiyle spiroketleri
Kediler de bu paraziti enfekte bir hayvanı (fare
gibi) çiğ olarak yediklerinde alırlar. Bundan
sonra yaklaşık 2 hafta süreyle parazit kedinin
Ayırıcı Tanı
132
barsağında çoğalır. Takip eden dönemde kedinin dışkısı ile dışarıya
atılır. Atılan bu parazitlerin bulaşıcı olabilmesi için dış dünyada 24 saat
geçirmeleri gerekir. Daha önce bulaşıcılıkları olmaz. Enfekte bir kedi
yaklaşık 2-3 hafta süreyle dışkısı ile parazit atar. Bundan sonraki dönemde
kedinin dışkısında parazit olmaz. Bir kere toksoplazma enfeksiyonu geçiren
kedi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden enfekte olmayacağı gibi
bulaştırıcılık özelliği de taşımaz Benzer bir özellik insanlarda da vardır. Bir
kere enfeksiyon geçiren bir kişi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden
hastalanmaz.
Sokak kedileri genelde bu enfeksiyonu yaşamlarının çok erken döneminde
geçirirler ve beğışıklık kazanırlar. Bu nedenle büyük sokak kedilerinden
enfeksiyon bulaşması çok uzak bir olasılıktır. Benzer şekilde çiğ etle
beslenmeyen sadece kuru mama yiyen ve sokağa çıkmayan ev kedilerinde
ise hastalığın görülmesi olanaksızdır.
Kedinin dışkısı ile toprağa atılan ve 24 saat içinde bulaşıcı özellik kazanan
parazitler beslenme sırasında (örneğin otlaklarda) sığır, koyun, inek gibi
hayvanların sindirim sitemine geçer. Daha sonra buradan kas dokusu içine
geçerek hayvanı enfekte eder. Böyle bir hayvanın eti pişirilmeden ya da
az pişirilerek bir insan tarafından yendiğinde direkt olarak o insanda da
enfeksiyona neden olur. Bir başka bulaşma yolu da toksoplazma bulunan
toprakla temas etmiş meyve ve sebzelerin uygun şekilde yıkanmadan
yenmesidir.
Tüm dünyada toksoplazmozisin görülme sıklığı konusunda net bir istatistik
yoktur. Ancak insanların yaklaşık %25-50’sinin yaşamlarının herhangi
bir döneminde parazitle temas ettikleri ve enfekte oldukları tahmin
edilmektedir. Ilıman iklimlerde daha fazla görülür. Hastalığın en fazla
görüldüğü Fransa’da insanların %65’inin bu enfeksiyonu geçirdiği tahmin
edilmektedir.
Toksoplazma enfeksiyonları erişkinlerde genelde pek belirti vermez. Çoğu
zaman doktora gitme gereksinimi doğurmayan hafif bir soğuk algınlığı
şeklinde atlatılır. Hafif kas ve eklem ağrıları, halsizlik, yorgunluk, lenf
düğümlerinde şişlik gibi belirtiler görülebilir. Belirtiler birkaç hafta ile
birkaç ay içinde kendiliğinden geriler. Çok nadiren göz enfeksiyonlarına
neden olabilir.
133
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Bağışıklık sistemi baskılanmış lösemi, lenfoma,
AIDS hastaları ile organ nakli yapılan hastalarda
çok daha ağır seyredebilir ve hatta ölümlere
neden olabilir.
Toksoplazmozis kanda bu parazite karşı
vücudun
bağışıklık
sisteminin
ürettiği
antikorların varlığının saptanması ile konur.
Yapılan incelemede toksoplazmaya karşı IgG
pozitifliği hastalığın daha önceden geçirildiği
ve bağışıklık olduğu anlamına gelir. Böyle bir
durumda yeniden toksoplazmaya yakalanmak
mümkün değildir. kanda IgM varlığı ise aktif
olmaktadır.
Erken dönemde görülen toksoplazma düşük ya
da ölü doğumlara neden olabilir. Toksoplazmanın
diğer etkileri ise beyin hasarı, beyinde su
toplanması (hidrosefali), görme ve işitme
bozuklukları, gelişme geriliği, zeka geriliği ve
epilepsi gibi sinir sistemi bozukluklarıdır.
Hamilelikte
toksoplazma
enfeksiyonu
saptanırsa ne yapılmalıdır? Hamilelik sırasında
anne adayında toksoplazma enfeskiyonu
saptanması bebekte mutlaka bir sorun olacağı
yeni bir enfeksiyon varlığını gösterebilir. Böyle
bir durumda tekrarlanan incelemelerde IgM
düzeylerinde artış görülmesi ile tanı konur ve
tedavi edilir. Hem IgG hem de IgM negatifliğinde
hastalık yok ve kişi daha önce bu hastalık ile
hiç karşılaşmamış demektir ve toksoplazmaya
yakalanmamak için önlemlerin alınması
gerekmektedir.
anlamına gelmez. Böyle bir durumda detaylı
ultrasonografi ile enfeksiyonun bebekte
zarar oluşturup oluşturmadığı aranır. 20.
gebelik haftasından sonra ise bebeğin göbek
kordonundan kan alınarak (kordosentez) kesin
tanı konulabilir. Burada bebek kanında IgM
varlığı bebekte enfeksiyon olduğunun kesin
belirtisidir.
Hamilelikleri
sırasında
toksoplazma
enfeksiyonuna yakalanan kadınların sadece
%30-40’ı bu hastalığı bebeklerine geçirirler.
Annedeki enfeksiyonun bebeği de etkileme
riski gebelik yaşı ile direkt ilişkilidir. Bu risk
gebeliğin son trimesterında daha yüksektir ve
%70’le kadar ulaşabilirken bu oran ilk trimester
enfeksiyonlarında %15’ler civarındadır. Ancak
ilk trimesterda bebeğe enfeksiyon geçme
olasılığı düşük olmasına rağmen bebekte
yaratacağı zarar daha fazladır.
Hamile olmayan bir kadında toksoplazmanın
tedavisi antibiyotik ile yapılır. Hamilelerde
ise uygulanan antibiyotiğin bebekte oluşması
muhtemel hasarı engelleyip engellemediği açık
değildir.
Bir başka deyişle son 3 ayda bebeğe enfeksiyon
geçmesi daha kolay ancak zarar yaratma
olasılığı son derece düşükken, ilk 3 ayda çok zor
geçen enfeksiyon daha ciddi sorunlara neden
134
KUR’ÂN’DA HAYVANLARIN HAKLARI VE ÇEVRE
136
ÖZET
Günümüzde çevre, su ve hava gibi insan hayatında önemli bir yere sahip
olan şeylerin kirliliği, ciddi bir problem haline gelmiş bulunmaktadır. Kur’ân,
insanlara dünya ve ahiretin huzur ve saadetinin yolunu göstermek gayesi
ile gönderilmiştir. Haliyle onda, genel olarak çevre ve özellikle hayvanlar
hakkında önemli bilgiler yer almaktadır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Başta hayvanlar ve bitkiler gibi diğer çeşitli varlıklar, insanlar için vardır.
İnsan onlarsız yaşayamaz. Çünkü onlar olmazsa, insan hayatı devam
etmez. Dolayısıyla insan hayatının her alanında önemli bir yeri olan
hayvanların korunması ve onların haklarına riayet edilmesi gerekir. Kutsal
kitabımız olan Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde ve onun tefsir ve açıklaması
durumunda olan hadislerde bu konuda çeşitli bilgiler verilmektedir. Kur’ân
ve sünnette, hayvanların da birer ümmet oldukları anlatılmakta, onların
tahrip edilmemelerinin, korunmalarının gerektiği vurgulanmaktadır. Hz.
Muhammed (s.a.v.), Medine’de egemen olduğu zaman aldığı ilk kararlardan
biri, şehir sınırları dâhilinde hiçbir hayvan ve bitkiye dokunulmamasının
gerektiği şeklinde olmuştur. O, Mekke’yi fethettikten sonra orada da aynı
kararı uygulamıştır. Bilahare fethedilen diğer yerler için de aynı kararı
göndermiştir. Ayrıca dini kültürümüzde, hayvanlara iyilikte bulunan
insanların, Allah tarafından bağışlandıkları haber verilmektedir.
İnsan olarak bizim, yaşadığımız dünyada rahat ve huzurlu bir hayat
sürdürebilmemiz için, genel olarak çevreye ve özel olarak da hayvanlara
karşı duyarlı olmamız, bu husustaki görevlerimizi, Kur’ân ve sünnet ölçüleri
dâhilinde yerine getirmemiz gerekmektedir.
GİRİŞ
Hayvanlar, insanlığın başlangıcından bu yana, insan hayatının maddi ve
manevi alanlarında önemli bir yer almaktadırlar. İnsanların, zaman zaman
çocuklarına hayvan isimlerini vermeleri, bu konunun önem ve ehemmiyetini
ortaya koymaktadır. Hayvanlar, insanlar için gıda, taşıma ve süs aracı
olduğu gibi, dini hayatta da zekât ve kurban olarak da kullanılmaktadır.
Ayrıca hayvanların ticaret ve ziraat alanında da önemli bir yeri vardır.
Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde, hayvanların insan hayatındaki önemine işaret
edilmektedir. Bu ayetlerden bazılarının meali şöyledir;
“Kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara
137
Doç.Dr.Nurettin Turgay
Dicle Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi
DİYARBAKIR
nurettin.turgay@hotmail.
com
sahip
olmaktadırlar.
Onları
kendilerinin
buyruğuna verdik; bindikleri de, etini yedikleri
de vardır. Onlarda daha nice faydalar, içecekler
vardır; şükretmezler mi?” (Yasin 36/71-73.)
Kur’ân’da, 32 hayvanın adı geçmektedir.
Kur’ân’ın bazı surelerine hayvan adı verilmiştir.
(Geniş bilgi için bkz. Nurettin Turgay, Kur’ân Açısından
Hayvanlar ve Bitkiler, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, Diyarbakır 2007, s. 16 vd.) Örneğin Kur’ân’ın
on altıncı suresinin altmış sekizinci ayetinde bal
arısı anlamında olan “Nahl” kelimesi geçmekte
ve dolayısıyla bu sureye, “Nahl Suresi” adı
verilmiş bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili
ayetlerin anlamı şöyledir:
“Rabbin bal arısına vahiy etti: Dağlarda,
ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda
kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden
ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda
yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde
şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır.
Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten
bunda bir ayet vardır.” (en-Nahl 16/68, 69)
Bu ayetlerde, bal arısı, onun bal üretmesindeki
mahareti ve ürettiği bal hakkında çeşitli
mesajlar verilmekte ve insanlar bu konularda
uyarılmaktadır.
Hayvanlar, Kur’ân’daki kıssaların çoğunda yer
almaktadır. Kur’ân kıssaları, Kur’ân’ın büyük
bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu kıssalarda,
insanlara çeşitli mesajlar verilmekte ve onların
çeşitli yönlerden eğitilmeleri istenmektedir.
(Muhammed Reşit Rıza, tefsiru’l-Menâr, Daru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut 2005, I, 327 vd.; Seyyid Kutup, et-Tasvîru’lFennî fi’l-Kur’ân, Kahire 1992, s. 144; Menna’ el-Kattan,
Mebâhis fî Ulumi’l-Kur’ân, Beyrut 1990, s. 310.)
Bununla beraber günümüzde çevre, su ve hava
gibi insan hayatında önemli bir yere sahip olan
şeylerin kirliliği, ciddi bir problem haline gelmiş
bulunmaktadır. Kur’ân, insanlara dünya ve
ahretin huzur ve saadetinin yolunu göstermek
gayesi ile gönderilmiştir. Haliyle onda, genel
olarak çevre ve özellikle hayvanlar hakkında
önemli bilgiler yer almaktadır. Onun için bu
çalışmamızda, Ku’ân’ın hayvanların haklarına
verdiği önem ve genel olarak çevre hakkındaki
uyarılarından bazıları üzerinde durmaya
çalışacağız.
Hayvanların Hakları
Kur’ân, insanları iman ve İslâm’ın ifade ettiği
barış, güven, huzur ve saadete çağırmaktadır.
İnsanların, bu güzellikleri yakalamaları için,
Kur’ân’ın ilkelerine uymaları gerekmektedir.
Kur’ân’ın ilk suresi, kıldığımız namazların her
rekâtında okuduğumuz Fatiha Suresidir. Bu
sure, Kur’ân’ın özeti durumundadır. Bu surenin
başında, besmeleden sonra gelen ilk ayetin
anlamı şöyledir: “Hamd, âlemlerin Rabbi olan
Allah içindir.” (el-Fatiha ½.)
Görüldüğü gibi Kur’ân’ın baş tarafında, Allah’ın,
tüm âlemlerin Rabbi olduğu vurgulanmaktadır.
O, yalnız Müslümanların değil, tüm insanların,
yalnız insanların değil, hayvan, bitki, canlı,
cansız, tüm varlıkların, hatta insan olarak
bilemediğimiz tüm varlıkların Rabbidir ve hepsini
idare eder, onlara şefkat ve merhametiyle
muamelede bulunur. Kur’ân’da, hayvanların
de bu varlıklar arasında önemli bir yerlerinin
olduğu vurgulanmaktadır. Bu konuda bilgi veren
bir ayetin meali şöyledir:
“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla
uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer ümmettir/
138
topluluklardır. Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (el-En’âm 6/38.)
Bu ayette, yeryüzünde yürüyen hayvanların ve havada uçan kuşların da
birer ümmet oldukları haber verilmektedir. İnsanlar, yeryüzünde yaşayan
canlı bir sınıf olduğu gibi, hayvanlar da diğer varlıklar arasında yaşayan
canlı ve sosyal bir sınıftır. Hz. Muhammed (s.a.v.) de hayvan sınıflarının
birer ümmet olduklarını haber vermiş ve bunlardan köpek (Ebû Dâvûd, Edâhî,
22; Tirmizî, Sayd, 16, 17; Nesâî, Sayd, 10; İbn Mâce, Sayd, 2; Dârımî, Sayd, 3; İbn Hanbel, IV,
ve karıncaların (Müslim, Selâm, 148.) birer ümmet olduklarını
ismen zikretmiştir. Bu ayet ve hadislerde geçen ümmet kelimesi, her tür
hayvanın birer canlı türü, cinsi ve topluluğu olduğunu bildirmektedir. (El58; V, 54, 56, 57.)
Hüseyn Muhammed er-Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Ğaribi’l-Kur’ân, Daru Kahraman,
İstanbul 1986, s. 27; Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Maverdî, en-Nuketu ve’lUyûn, thk. es-Seyyid Abdülmaksud b. Abdurrahim, Muessesetü’l-Kutubi’s-Sakafiyye,
Buna göre insan olarak, hayvanlara gereken önemi
vermek ve onlara zararlı değil, yararlı olmaya çalışmak gerekir. Kur’ân’a
göre insanın, yalnız Allah’a ve insanlara karşı sorumluluğu yoktur. Onun,
aynı zamanda çevreye, hayvanlara ve bitkilere karşı da sorumluluğu vardır.
İnsan, kâinat düzeni içerisinde herhangi bir fesada sebep olmama gayret
ve çabası içerisinde bulunmalıdır. Bu konuda bilgi veren bazı ayetlerin
meali şöyledir:
Beyrut 1992, II, 111.)
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin
hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit
tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına
geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri
bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez. Böylesine “Allah’tan kork!”
denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevk eder. (Ceza ve azap olarak)
ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!” (el-Bakara 2/204-206.)
Bu ayetlerde, kâinatın tüm dengelerinin korunmasının gereği
anlatılmaktadır. Haliyle hayvanların da kâinat düzeni içerisinde önemli bir
yeri vardır. Kur’ân’ın başka bir yerinde, Allah’ın koyduğu kâinat düzenini
bozmaya çalışan, tabiatın güzelliğini altüst eden, bu yolda hayvanlara
zararlı olan kişiler, yoldan çıkıp sapıtan kişiler olarak tanıtılmakta ve Allah’a
ortak koşanlarla beraber anılmaktadırlar:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları
dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.
139
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Onlar (müşrikler) O’nu bırakıp yalnızca bir takım
dişilerden (dişi isimli tanrılardan) istiyorlar, ancak
inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar. Allah onu
(şeytanı) lânetlemiş; o da: “Yemin ederim ki,
kullarından belli bir pay edineceğim” demiştir.
“Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak
onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle
onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını
yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz
onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını
değiştirecekler” (dedi). Kim Allah’ı bırakır da
şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana
düşmüştür. (Şeytan) onlara söz verir ve onları
ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi
aldatmacadan başka bir şey değildir. İşte onların
yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer
de bulamayacaklardır.” (En-Nisa 4/116-121.)
Bu ayetlerde, yoldan çıkan, sapıtan insanların
çeşitli özellikleri anlatılmaktadır. Hayvanlara
eziyet etmek de, bu insanların özelliklerinden
biridir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanları,
hayvanlara eziyette bulunmaktan nehiy etmiştir.
(İbn Hanbel, II, 24.) İnsanlar, hayvanlara ve tüm
varlıklara eziyetle değil, şefkat ve merhametle
yaklaşmak gerekir. Yeryüzünde ve gökyüzünde
bulunan tüm varlıklar, Allah’ındır; O’nun
himayesi altındadır ve O, hepsine merhametiyle
muamele eder. Bu husus, Kur’ân’da şu bilgilerle
dile getirilmektedir:
Hz. Muhammed (s.a.v.) de Allah’ın rahmeti
hakkında şu açıklamada bulunmuştur: “Allah,
yaratmayı bitirince, “Rahmetim, gazabımı
geçti!” diye yazı.” (Buharî, Tevhid, 15, 22, 28, 55;
Müslim, Tevbe, 14, 15, 16; İbn Mace, Zühd, 35; İbn
Allah, cehennemi yedi kapılı
yaratırken, (el-Hicr 15/44.) rahmetinin eseri
olarak cenneti sekiz kapılı yaratmıştır. (Müslim,
Hanbel, II, 242, 258.)
İman, 46; İbn Mace, Taharet, 57, 60; Cenâiz, 57; Nesâî,
Taharet, 108; Dârimî, Mukaddime, 19; İbn Hanbel, IV, 14.)
Allah’ın bu sonsuz rahmeti, insanlara, hayvanlara
ve diğer tüm varlıklara yöneliktir. Tüm varlıklara
bu derece merhametiyle muamele eden Allah,
hayvanların, bitkilerin ve genel olarak çevrenin
korunmasını emretmektedir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hadisleri, Kur’ân’ın
tefsir ve açıklaması durumundadır. (Muhammed
Huseyn ez-Zehebî, et-tefsîr ve’l-Mufessirûn, Daru’l-Erkâm,
Onun hadislerinde, çevrenin,
özellikle hayvanların korunmasına ağırlık
verilmektedir. Burada hayvanların hakları
üzerinde durduğumuz için, konu ile ilgili bazı
hadislere yer vermek istiyoruz:
Beyrut tsz. I, 28.)
“Kim haklı bir sebebe dayanmadan bir serçeyi,
hatta ondan daha küçük bir canlıyı öldürürse, o
canlı kıyamet gününde davasını Allah’a götürür
ve “Ey Rabbim! Falan kimse beni, bir fayda
olmaksızın öldürdü” der.” (Nesâî, sayd, 34; Dahaya,
42; İbn Hanbel, III, 166; es-San’ânî, el-Musannaf, IV, 450.)
“Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” De ki:
“Allah’ındır.” O, rahmeti kendi üzerine yazdı. Sizi
kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde
elbette
toplayacaktır.
Nefislerini
hüsrana
uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır.” (el-En’âm
Bir rivayete göre Hz. Muhammed (s.a.v.), yüzüne
damga vurulmuş bir eşeği görünce, “Allah bunu
dağlayana lanet etsin!” diye buyurmuştur.
(Müslim, Libas, 29.)
6/12.)
Rivayet edildiğine göre Hz. Muhammed (s.a.v.),
140
bir yuvadan aldığı yavruları torbasına doldurarak şehre getiren birine,
onları derhal analarının yanına, aldığı yuvaya iade etmesi uyarısında
bulunmuştur. (Ebû Dâvud, Cenâiz, 1.)
Hz. Muhammed (s.a.v.), insanların hakkına riayet etmenin gerektiği üzerinde
durduğu gibi, hayvanlarında da haklarına uymanın gerektiğini belirtmiştir.
Onun direktifleri üzerine, yolculuk esnasında yapılan dinlenmelerde, önce
çeşitli hizmetlerde kullanılan hayvanların ihtiyaç ve istirahatları temin
edilmiştir. Enes b. Malik, bu konuda şu bilgileri vermiştir: Biz, bir konaklama
yerine geldiğimizde, hayvanların yüklerini çözmeden, (onları istirahata
terk etmeden,) namaza başlamazdık.” (Ebû Dâvud, Cihad, 48.)
Hz. Muhammed (s.a.v.), bir kediyi bağlayarak aç ve susuz bırakıp ölüme
terk eden bir kadının cehennemi hak ettiğini bildirmiş (Buharî, Bed’ü’l-Halk
16; Müslim, Birr, 135.) ve herhangi bir hayvanı bir yere hapsederek veya
bağlayarak onu silahla vurmayı da yasaklamıştır. (Buharî, zebâih, 25; Müslim,
sayd, 58.)
Böylece o, hayvanlara yapılan işkence ve eziyetin her çeşidini men etmiştir.
Bir seferinde Hz. Muhammed (s.a.v.), susuzluktan ölmek üzere olan bir
köpeği hayata döndüren bir günahkârın cenneti kazandığını haber vermiştir.
Kendisini dinleyenler arasında bulunanlardan biri, “Hayvanlara yaptığımız
iyiliklerden sevap mı alacağız?” diye sorunca, o, şu cevabı vermiştir: “Her
yaş ciğeri olana (ruh taşıyan canlıya) yapılan iyilikte sevap vardır.” (Buhârî,
Bed2ü’l-Halk, 17; Edeb, 27.)
Hz. Muhammed (s.a.v.), daha pek çok hadiste bu konuda bilgi vermiştir.
Hayvanlara iyilikte bulunmanın önemini anlatan bir hadiste şöyle
buyurmuştur: “Kötü hareketleri olan bir kadın, susuzluktan neredeyse
ölecek olan bir köpeğin, bir kuyunun başında dolanıp durduğunu gördü.
Ayakkabısını çıkarıp örtüsünü urgan yaparak ona bağladı. Onunla kuyudan
su çıkarıp köpeği suladı. Allah, bu yüzden kendisini affetti.” (Müslim, Selam,
41.)
Hz. Muhammed (s.a.v.), başka bir hadiste bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Yolda yürümekte olan susamış bir adam, yol üstünde gördüğü bir kuyuya
inip su içti. Adam çıktığında, susuzluktan soluyan bir köpek gördü. Kendi
141
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
kendine, “Bana ulaşan susuzluk, buna da
ulaşmıştır” deyip kuyuya indi. Ayakkabısını
çıkarıp su doldurdu. Ayakkabıyı ağzı ile tutarak
yukarı çıktı ve onunla köpeği suladı. Allah, ona
teşekkür edip onu bağışladı.” (Müslim, Selam, 41.)
Kanuni Sultan Süleyman’ın, Şeyhu’l-İslâm
Zembilli Ali Cemali Efendiye şöyle bir soru
gönderdiği kaydedilir:
Dırahtı (ağacı) sarınca karınca,
Vebal var mıdır karıncayı kırınca?
Zembilli, Kanuni’nin sorusuna aynı estetik
boyutta cevap verir:
Yarın Hakkın huzuruna varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca. (Ali Osman Ateş,
İslâm ve Doğanın Korunması, DOHAYKO, Adana 2004, s.
6.)
Hz. Ali (ö. 40/661), “Bütün dünyayı bana verseler
ve buna karşılık bir karıncacığın ağzındaki taneyi
almamı isteseler, bu zulmü yapamam” demiştir.
Hz. Ali’nin bu sözünden etkilenen Firdevsi,
Farsça şu şiiri söylemiştir:
“Meyzâr mûrî ke dâne-keş est
Ke can dared o can şirin hoş est.
(İsmet Sungurbey, Hayvan Hakları, İstanbul Üniversitesi
Basımevi, İstanbul 1993, s. 195.)
Bu şiirin Türkçe anlamı şöyledir: Tane çeken
bir karıncayı bile incitme. Çünkü onun da canı
vardır ve tatlı can, hoştur!
Hüseyin Hatemi de Hz. Ali (40/661)’nin
“Karınlarınızı hayvanlar mezarlığı kılmayınız!”
dediğini kaydetmiştir. (Sungurbey, Hayvan Hakları, s.
195.) Muhtemelen Hz. Ali (ö. 40/661) bu sözleri
ile, et yemede aşırıya gitmemenin gerektiğine
işaret etmiştir.
II – ÇEVRE
Hiçbir kutsal kitap, Kur’ân kadar çevre, kâinat
ve tabiattan bahsetmez. Kur’ân, insana kâinatın
niçin ve nasıl yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların
yapısı hakkında genel bilgiler verdiği gibi,
insanın onunla nasıl bir irtibat ve ilişki içerisinde
olması gerektiği hakkında da rehberlik edip ona
yol göstermektedir.
“Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi
karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi
dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Şüphesiz
ki Allah, her şeye kadirdir.” (en-Nur 24/45.)
Bu ayette suyun, insan hayatındaki ve genel
olarak tabiattaki yeri ve önemi hakkında bilgi
verilmektedir. Ona göre bizim, suyu temiz
tutmamız ve gereğinden fazla tüketmememiz
gerekmektedir.
“Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar
yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli
olan şeyler bitirdik. Orada hem sizin için hem de
rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim
vasıtaları yarattık. Her şeyin hazineleri yalnız
bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle
indiririz. Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik
ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı
karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz onu
(yeterli) suyu depolayamazdınız.” (el-Hicr 15/1922.)
Bu ayetlerde Allah, tabiata, çevreye, kâinatın
yaratılışına dikkat çekmektedir ve özellikle
her şeyin bir mizan ve ölçü ile yaratıldığına
vurgulamaktadır. Adalet, denge ve ölçünün
olmadı yerde, hiçbir şey olmaz. Kâinat düzeninin
142
her alanında durum böyledir. İnsan olarak, kainatın her alanında olduğu
gibi çevre konusunda bu mizan ve ölçüye dikkat etmek ve ona göre hareket
etmek gerekir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine’de egemen olduğu zaman, Medine il
çevresinin belli bir kesiminde her türlü avcılığı yasaklayarak, bu kesimin
hayvan ve bitki varlığını kesin korumaya almış ve Mekke’yi fethettikten
sonra, aynı uygulamayı orada da başlatmıştır. (Yakup b. İbrahim Ebû Yûsuf,
Kitabu’l-Harac, Kahire 1976, s. 112, Ebu’l-kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî,
Hz.
Muhammed (s.a.v.)’in bu uygulaması, onun hayvan, bitki ve genel olarak
çevreye ne kadar önem verdiğini ortaya koymaktadır.
el-Mu’cemu’l-Kebir, nşr. Hamdi abdülmecid es-Selef3i, Bağdat 1979, XI, 335.)
SONUÇ
Allah, insanı diğer varlıklar arasında şerefli bir derecede yaratmış, her şeyi,
onun istifade etmesi için hizmetine vermiştir. Bununla beraber insanın,
bu alanda şaşırmaması, yoldan çıkmaması ve doğruyu bulması için ona
yol gösterici olarak Ku’ân’ı göndermiştir. Kur’ân’da, insana dünya ve
ahretin huzur ve saadetinin yolu gösterilmektedir. Ona, her konuda önemli
mesajlar verilmektedir.
Genel olarak çevrenin ve özellikle de hayvanların, insanların hayatındaki
yeri ve önemi çok büyüktür. Allah, bunları insanlar için yaratmıştır. Havlar,
bitkiler ve çevre olmazsa, insan hayatı olmaz.
Kur’ân’da ve onun tefsir ve açıklaması durumunda olan hadislerde, çevre
ve özellikle hayvanların hakları konusunda ciddi bilgiler verilmektedir. Ona
göre insanın, çevreyi temiz tutması, dengesini bozmaması, hayvanları da
koruması ve onların haklarına gerektiği gibi uyması gerekmektedir. Çünkü
hayvanlar da Allah’ın haber verdiği gibi birer ümmettirler.
143
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
HAYVAN REFAHI VE HAYVANLARIN DAVRANIŞ
ÖZELLİKLERİ
144
ÖZET
Evcilleştirme ve hayvanların insanlar için birer üretim aracı olarak
kullanılmaya başlaması ile birlikte hayvan refahı (Çevresel, fiziksel ve
psikolojik yönden uyum) ile ilgili temel kaygıların kökleri atılmış, bir başka
deyişle hayvan refahı sorunu doğmuştur. Hayvanlarda refah hastalık,
yaralanma ve anormal davranışlar yanında, stres ile ilişkili olabileceği
bilinen fizyolojik değişimler ve verim parametrelerinde azalmaya yol
açmaktadır. Yazılı tarihten çok daha önce hayvan davranışlarına ilgi
vardı. Bulunan bazı mağara resimleri 30 000 yıldan daha eskidir. Primitif
insanlarda kendileri için önemli olan hayvanlarla ilgili zengin bilgi birikimi
vardı. Günümüzde refah/esenlik halini tanımlamaya yönelik gayretlerin
kültürel, yasal, bilimsel, dini ve politik kaygılar temelinde farklılaşabildiği
gözlenmektedir. Bilimsel dayanaklara sahip teknik tanımlamalar dışında
hayvan refahı ile ilgili düşünce ve tanımlamalar önemli ölçüde vicdani
endişelerden temelini alan bakış açılarından etkilenebilmektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Giriş
Hayvan refahı hayvan ile ilgili tüm alanları ve kişileri ilgilendiren geçmişten
günümüze tartışılan ve gelecekte de tartışılacak konulardandır. İnsanın
yaşamını sürdürebilmesi en başta beslenme gereksinimini karşılamak ve
diğer birçok alanda hayvanlarla yaşamı paylaşmak zorundadır. İnsanlar
birbirlerine karşı olan şefkat ve sorumluluk duygularını hayvanları
severek, onlara bakarak geliştirirler. Bir çocuk hayvanlara kötü muamele
ederse, büyüdüğünde muhtemelen insanlara da kötü muamele edecektir.
Fakat hayvanlara karşı nazik davranmayı öğrenmiş bir çocuk, bir yetişkin
olduğunda insanlara karşı da nazik olacaktır. Bir kişinin insanlara karşı
yükümlülüklerini yerine getirmesiyle çelişmediği sürece, hayvanları
öldürmesi, onlara zarar vermesi ahlâkî açıdan yanlış sayılmaz.(1,2)
Irkçılar kendi çıkarları ve başka bir ırkın üyelerinin çıkarları çatıştığında
kendi ırklarına mensup olanların çıkarlarına daha fazla ağırlık vererek
eşitlik ilkesini çiğnerler. Cinsiyet ayrımcıları kendi sekslerinden olanların
çıkarlarını ön planda tutarak eşitlik ilkesini çiğnerler. Aynı şekilde, türcüler
kendi türlerinin çıkarlarının diğer türlerin çıkarlarını ezmesine izin
vermektedirler. Davranış tarzı her durumda aynıdır (3).
Birçok doğu ülkesinin aksine ortaçağ Avrupa’sında hayvanların durumu içler
acısı bir durumdaydı, hayvanlar zevk ve gösteriş için arenalarda öldürülüyor,
145
Doç.Dr.Doğan KURT
Dicle Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Fizyoloji Ana Bilim
Dalı, Diyarbakır
[email protected]
kediler şeytan olarak nitelendirilip ateşe atılıyor,
köpekler deri ve etleri için öldürülüyordu. Soylu
sınıflar sürek avları düzenleyerek katliamlar
yapıyordu. (5) Günümüzde Norveç’ te hala
yunuslar vahşi bir şekilde katledilmektedir. Oysa
“ yaratılanı sev yaratandan ötürü” düşüncesine
sahip Anadolu’da Yunus Emre, Hacı Bektaşi
Veli, Mevlana gibi düşünürlerin felsefesi halkta
büyük ilgi görüyor yaşantılarında uygulanıyordu.
Hayvanlar ve ağaçlar adına vakıflar kuruluyor,
Bursa da leylek, Dolmabahçe de kuş ve Üsküdar
da kedi hastaneleri kurulmuştu. Binaların dış
cephelerinde kuş köşkleri yapılıyor. Meydanlar,
geciktirmiştir.(9) Hayvan refahını sağlamak
amacıyla değişen yaşam şartlarının yol açtığı
etkilerin belirlenmesi ve karşı önlemlerin
alınması gerekmektedir. Şehir yaşamının
getirdiği sorunlarla başa çıkmak için insana
gerekli moral desteği sağlayabilmek amacıyla
sağlıklı hayvanların yetiştirilmesi önem
kazanmaktadır. Toplum olarak hayvanların
genel durumunu iyileştirirken çiftçilere de
hedeflerine ulaşmada yardımcı olunmalıdır.
Nitekim maksimum süt ve yavru almak veya
hızlı gelişim için evcil bir hayvanda sadece
beslemeden daha fazlasına ihtiyaç duyulur.(10)
cami ve mezarlıklarda hayvanlar için suluklar
yapılıyordu.(2)
Davranış
Avrupa da ancak 1800’lü yılların ortasından
itibaren doğa tarihi ve davranış çalışmalarında
önemli ilerleme kaydedilmesi ile yeni düşünceler
ortaya çıkmaya başladı.(6) Bu sayede hayvan
hakları ve refahı ile ilgili olumlu gelişmeler
oluşmaya başladı. Ancak 20. yy’ ın başlarında
bile yanlış inanışlar mevcuttu.(7)
Etholoji
Hayvan davranışlarının özellikle natüralistik
yöntemler kullanarak yapay ortamlardan ve
cerrahi müdahalelerden kaçınarak çalışılması
sağlıklı sonuçlar alınması için bir gerekliliktir.
Hayvanlarda insanlar gibi çeşitli duygulara
sahiptir. İnsan dahil hemen her hayvan türünün
doğuştan sahip olduğu içgüdüsel davranışlar
yanında, doğumdan sonra öğrenme yoluyla da
elde ettiği davranışlar vardır.(8)
Etholoji tartışmaları; Atomistik, Vitalistik,
Mekanistik, teorilerine bağlı olarak gelişmiştir.
Bu durum çağdaş etholojinin gelişmesini
Bir hayvanın davranışı: çevresi ile arasındaki
etkileşimin sonucudur, organizma yapısının
özellikleri tarafından belirlenir, Merkezi sinir
sistemi, duyu organları, endokrin bezleri, hareket
aparatları
davranışların
şekillenmesinde
uyumlu bir şekilde görev alırlar.(11) Fizyolojik
bilgi mutlaka gereklidir. Klasik fizyolojide;
hücre, organ, ve sistemlerin işlevleri. Davranış
biliminde ise canlı ve onun çevreyle olan
ilişkisinin gözlenmesi ön planda tutulur.
Hayvan
davranışlarının
düzenlenmesinde
hem sinirsel hem hormonal olaylar büyük
bir öneme sahiptir. Davranışın oluşumunda;
reseptörler, enformasyon taşıyıcıları (duysal
sinirler), merkezi sinir sistemi, efektörler
(bezler, kaslar) rol oynar. Duysal sinirler, bilgileri
vücut yüzeyinden ve çevreden alır. Merkezi sinir
sistemi bu bilgileri doğmasal ve kazanılmış
programlara göre işler. Vejetatif sinir sistemi ve
endokrin sistemin düzenleyici etkisiyle davranışı
şekillendirilir.(12,13)
Cortex cerebri; vücudun farklı bölgelerinden
146
gelen çeşitli uyarımları (ses, koku, görme, vücut duyuları) alan ve yönlendiren
bölgelere sahiptir. Alınan sinir impulsları çözümlenir ve davranışların
oluşması sağlanır. Sinirsel uyarıları birçok sistem aracılığıyla hipotalamusa
iletmektedir. Hipotalamusun diğer bir etkisi ise vücudun başlıca endokrin
bezi olan hipofiz bezi üzerinedir. Bu bezin ürettiği hormonlar, davranışlar
dahil bütün vücut aktivitelerinin temel ayarlayıcısıdır. Besin ve su alımının
düzenlenmesi limbik sistemle yakından ilişkisi olan hipotalamus tarafından
düzenlenir.(14)
Davranışların şekillenmesinde duyuların rolü
1. Derideki Mekanoreseptörlerin Uyarımı : Besinin ve diğer nesnelerin
yüzey niteliklerinin algılanması, Anne ve yavru hayvan arasında temas
ve bakım, yalayarak temizleme sayesinde hayvanların karşılıklı vücut
bakımında hoş hislerin yaratılması, erkek ve kızgınlıktaki dişilerin
temasında seksüel uyarımın artması.
2. Koku Alma Bölgedeki koku işaretlemesiyle oriantasyon (idrar bırakma).
Yavru hayvanların ve annelerin karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları.
Besin seçimi için informasyonlara aracılık etmesi Koku maddeleri
sayesinde seksüel heyecanın yaratılması.
3. Optik İnformasyonlar : Çevrenin, sürü üyelerinin ve besinin tanınması.
Erkeklerin ve kızgın dişilerin görülmesi ile seksüel heyecanın artması.
4. Akustik İnformasyonlar : Sesler sayesinde yavruların ve annenin
birbirini tanıması. Seksüel taklit seslerinin artırılması. Çevredeki zararlı
faktörlerin tanınması.
5. Tat Duyuları : Besin ve içme suyunun seçimi. Yalamayla yeni doğanların
tanınması. tat özelliklerinin algılanması.(15).
Kazanılmış Davranışlar ve Öğrenme Çeşitleri
Öğrenme : Deneyime dayanarak davranışı değiştirme yeteneğidir.
Davranış : Kalıtsal davranış özellikleri + Öğrenme
Öğrenme : Uyum veya Uyumsuzluk
Erken dönem deneyimleri hayvan davranışını etkileyen faktörlerdendir.
Çevresel faktörler ve güçler. Sosyal ve travmatik deneyimler
Sütten kesilme sonrası çevresel deneyimler yetişkin hayvan davranışının
şekillenmesine yardımcı olur. Araştırmacı aktiviteler tüm yaşam boyunca
devam eder.(16)
147
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Dominans (Sosyal Hiyerarşi)
Bir hayvanın seksüel ve beslenme olanaklarından aynı türden diğer bireylere oranla ayrıcalıklı
olmasıdır. Hiyerarşik düzen agonistik davranışı azalttığı için evrimsel avantaj sağlar. Alt gruplar
üstlerinden uzak durur.(17)
Dominans Sırası
Yeterli beslenme varsa dominans sırası gözükmez. Dominans sırası;Yaş, ağırlık, cinsiyet, cins, gibi
etkenler tarafından belirlenir. Tüm yetişkin erkekler tüm yetişkin dişilere göre dominanttırlar.
Erkekler gençler üzerine baskındırlar. Dominans sırası tohumlama düzeyi üzerine ve böylece nüfus
yoğunluğu üzerine etkilidir. Dişi sayısı az ise nüfus problemi oluşur.(14,17)
Liderlik
Grubun diğer üyelerinin izleyeceği bir faaliyet başlatma yeteneğidir. Dominant hayvan her zaman
lider olmaz. Lider, koyun sürülerinde en fazla yavru ve torunu olan en yaşlı dişidir, sığır ve at
sürülerinde ise genellikle erkektir.(18)
Agonistik Davranış
Aynı türden iki hayvan arasındaki anlaşmazlık, dövüşme ve kavgacı fiziksel temastır. Agonistik
davranış kalıbında türlere göre değişiklikler görülür. Anatomik farklar; kafatası, boynuzlar, dişler.
Çeviklik ve hareket kapasitesi iyi olan domuzlar ısırır, sığırlar toynakları ile yeri eşeler, koyunlar,
keçiler tos vurur, atlar çifte atarlar. Erkekler dişilere göre daha saldırgandırlar. Saldırganlık seksüel
gelişme sırasında ve yavrulama mevsiminde artar. Yem yetersizliği saldırganlığı artırır. Adrenal
korteks agonistik davranışlarla ilgilidir. Ön beyindeki sinirsel yapıların agonistik davranışlarla ilgisi
vardır. (13,19,20),
148
KAYNAKLAR
1. Savaş, T., Yurtman, İ.Y., Tölü, C., Hayvan Hakları ve Hayvan Refahı:
Felsefi Bakış-Nesnel arayışlar. Hayvansal Üretim. 50 (1): 54-61. 2009.
2. Dodurka T, geçmişten günümüze Avrupa ülkeleri ve Türkiye’de hayvan
hakları www.abveteriner.org/dosyalar/AvrupaTurkiye.pdf 24.05.2010
3. Appleby M. and Sandoe P. Philosophical Debate on the Nature of Wellbeing: Implications for Animal Welfare. Animal Welfare, 11:283-294.
2002.
4. Broom, D.M.. The Scientific Assessment of Animal Welfare. Applied
Animal Behaviour Science: 20, 5-19. 1988
5. Beilharz, R.G. Zeeb, K. Applied Ethology and Animal Welfare. Applied
Animal Ethology: 7, 3-10. 1981.
6. Bartussek, H. An Historical Account of the Development of the Animal
Needs Index ANI-35L as Part of the Attempt to Promote and Regulate
Farm Animal Welfare in Austria: An Example of the Interaction Between
Animal Welfare Science and Society. Acta Agriculturæ Scandinavica,
Section A, Animal Science, Supplementum: 30, 34-41. 2001.
7. Broom, D.M.. Welfare Evaluation. Applied Animal Behaviour Science: 54,
21-23. 1997
8. Ascione F. and Lockwood R. Cruelty to Animals: Changing Psychological,
Social and Legislative Perspectives. The State of Animals 2001: 39-53.
2001.
9. Fraser, D.. Science, Values and Animal Welfare: Exploring the
‘Inextricable Connection’. Animal Welfare: 4, 103-117. 1995
10.Broom, D.M. Measuring the Effects of Management Methods, Systems,
High Production Efficiency and Biotechnology on Farm Animal Welfare.
In: T.B. Mepham, G.A. Tucker & J. Wiseman (Eds.), Issues in Agricultural
Bioethics. Nottingham University Press, Nottingham: 319-334. 1995.
11.Barnett, J.L. & Hemsworth, P.H. The Validity of Physiological and
Behavioural Measures of Animal welfare. Applied Animal Behaviour
Science: 25, 177-187. 1990.
12.Breazile, J.E.. Physiologic Basis and Consequences of Distress in
Animals. JAVMA: 191, 1212-1215. 1987
13.Rushen, J. Problems Associated with the Interpretation of Physiological
Data in the Assessment of Animal Welfare. Applied Animal Behaviour
Science: 28, 381-386. 1991.
14.Smith R. and Dobson H.. Hormonal Interactions Within the Hypothalamus
and Pituitary with Respect to Stress and Reproduction in Sheep.
149
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Domestic Animal Endocrinology 23: 75-85. 2002
15.Dawkins, M.S. From an Animal’s Point of View: Motivation, Fitness, and Animal Welfare.
Behavioural and Brain Sciences: 13, 1-61. 1990.
16.Curtis, E.C. We Need Theoretical Frameworks to Potential Application of Bits and Pieces of
Knowledge to Support Animal Well-being. Applied Animal Behaviour Science: 54, 25-28. 1997.
17.Ascione F. and Lockwood R. Cruelty to Animals: Changing Psychological, Social and Legislative
Perspectives. The State of Animals 2001: 39-53. 2001.
18.Herzog H., Rowan A. and Kossow D.. Social Attitudes and Animals. The State of Animals 2001:
55-69. 2001
19.Hadidian J. and Smith S. Urban Wildlife. The State of Animals: 165-182. 2001.
20.Moberg, G.P. Suffering from Stress: An Approach for Evaluating the Welfare of an Animal. Acta
Agriculturæ Scandinavica, Section A, Animal Science: 27, 46-49. 1996.
150
DİYARBAKIR VE SU
SEMAVİ DİNLERDE DİCLE VE FIRAT
154
ÖZET
Dicle Fırat nehirlerinin çok eski çağlardan, Hz. Nuh’tan beri beşer tarihi
için önemli bir konumu vardır. Bölge Hz. Nuh Tufanından sonra insanlık
tarihinin ilk yerleşim alanı olduğu için üç semavî din mensuplarının da
sahip olduğu ortak değerler söz konusudur. Bereketli ve tatlı sularıyla
tüm Mezopotamya ovalarını milletlerini sulamıştır bu iki nehir. Çevresinde
bu gün tarih olmuş yüzlerce devlet kurulmuş ve çeşitli savaşlara şahit
olunmuştur. Günümüzde de bu iki nehir ve kolları üzerinde kurulan barajlarla
Hidroelektrik santralleriyle üçüncü bir Fırat olabilecek özelliğe sahip dev
tünelleriyle; hem bölge, hem ülke hem de Ortadoğu’da toprakları bulunan
diğer ülkelerin, öte yandan GAP’la ortaya çıkacak her alandaki potansiyeli
kıskanan sömürgecilerin dikkatini çekmiştir. Bu ve benzeri sebeplerden
dolayı dış güçler bölgemizi sürekli karıştırmışlardır ve karıştırmaya da hâlâ
devam etmektedirler. Bu durum GAP ile daha da önem kazanmıştır. Ayrıca
yer altı envanteri açısından da tam bir Altın hilal ve Havza olan bölgemiz
her açıdan stratejik bir öneme sahiptir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Dünya coğrafyasında, Din-Tarih-Siyaset ve Sosyo-Kültürel Tarih açısından
bölgemize baktığımızda bölgemizin oldukça önemli bir konuma sahip olduğu
görülecektir. Bu önemi dolayısı ile de tüm orta doğu ülkelerini doğrudan
etkilemektedir. Bu yüzden hiçbir vakit Dünya kamuoyunun gündeminden
düşmemekte, yerli ve yabancı basını, radyo-TV yayınlarını sürekli meşgul
etmektedir. Şüphesiz ki bu durum GAP projesinden kaynaklanmaktadır.
Bu projenin gerçekleşmesi ile ortaya çıkacak müthiş ekonomik potansiyel
sadece güneydoğu insanının değil, bütün Anadolu insanının, yakın ve uzak
tüm komşularımızın makûs talihini değiştirecektir. Yıllardır orta şarkta
sömürülen Mezopotamya toprakları üzerinde kurulan, dayatmacı statükoyu
çok ciddi şekilde rahatsız edecektir. Bu projenin tamamlanmasıyla bölgede
ülkemizin tarihi müktesebatından kaynaklanan etkinliğine yeni bir güç ve
155
Yrd.Doç.Dr.Muharrem
YILDIZ
Dicle Üniversitesi-İlahiyat
Fakültesi FDB Dinler Tarihi
Öğretim Üyesi
fmuharremyildiz@hotmail.
com
enerji daha katacaktır. [(1) (Yıldız 1990)]
Bu durumun farkında olan batılı dostlarımız –
ne kadar dost oldukları tartışılır- bu gelişmenin
önüne geçmek için; ülkemizin zaten sınırlı
olan enerjisini tüketmek için matruşka gibi
birbiri içine girmiş, tezgâhladıkları kirli oyun ve
hilelerini, sürekli ülkemiz ve bölgemiz üzerinde
denemiş durmuşlardır.
Bir zamanların çekiç gücü, yerini olağanüstü
hâllere bırakmış, aslında aynı bağlantıların
farklı uzantıları olan “ASALA” gitmiş, yerine
kurdurdukları, başka bir sözde dinci, Marksist
vb. terör örgütlerinin vahşetiyle, kaybettiğimiz
ve yüzbinlere ulaşan, Çanakkale’de Yemen’de
Galiçya’da Trablusgarp’ta Filistinde, Kafkasya’da
bu vatan için namus için Allah-Peygamber için
omuz omuza mücadele ederek şehit düşmüş
etle-kemik gibi birbirinin bütünü olan kardeşler,
Mehmetçiklerin ve Memişlerin torunları
birbirine kırdırılmıştır.
“17 bin faili meçhul cinayetle ve 40 bine yakın
insanın hayatına mal olan terörle, sayısız
anaların ocağına ateş düşürülmüştür. Millete
hizmet olarak dönecek, yatırımlara gidecek
nakit 200 milyar dolarlık” ekonomik [(2)
(Büyüktimur 2009:3)] değerin teröre ve silaha
dökülmesi sağlanmıştır. Demokratik işleyiş
çeşitli zamanlarda inkıtalara uğramıştır.
Öte yandan dışarıda İran ile Irak, karşı karşıya
getirilmiş ve 8 sene birbirine kırdırılmış ve en
az 1 milyon insan ölmüş, sonunda da takatsiz
kalan Irak; ta dünyanın öte tarafındaki tarihi
kökleri olmayan ve toplama, insan azmanı zalim
ve insafsızlarca işgal edilmiş asrın en modern
silahları kullanılarak Müslüman halkın üzerine
bombalar yağdırılmak suretiyle milyonlarca
insan evsiz-barksız, yurtsuz- yuvasız-sakat
kalmış, geride dul ve yetimler bırakılmıştır ve
biz bölgemizde tüm bu olanları eli kolu bağlı
seyretmekten başka bir şey de yapamamışızdır.
[(3) (Yıldız 1990)]
Bu tezgâhlar “yedi küpeli gelin”in kalbinin çarptığı
ve nabzının attığı, Hz. Nuh (a.s) Hz. İbrahim
(a.s)’in, Ebu Bekirlerin, Ömer’ul- Faruk’ların,
Hz. Halid ve Süleymanların, Ebu Ubeydelerin,
Alparslanların, Veysel Karanîlerin, Selahaddin
Eyyubilerin, Nureddin Zengîlerin, Mevlana
Halid-i Bağdadîlerin, adını sayamadığımız daha
nice nice Seydaların Binlerce Âl-i Beyti bağrında
saklayan, Yüce Allah’ın Yâd-ı Cemilinin, hiç
susmadığı, Selçuklu’nun Osmanlı’nın vatan ettiği
ve edindiği bu kutsal mekânlarda kurulmuş ve
planlanmıştır. [(4) (Yıldız 1990)]
Kısaca zikrettiğimiz bunca
tezgâhların özeti GAP’tır.
ve
başkaca
Tarihi Mezapotomya’dır. Bize kullandırılmayan
Bakir petrol sahalarımızdır, vatanımızdır.
Güney Doğu Anadolu Projesi (Gap)
Nedir?
Dicle ve Fırat ırmaklarının aşağı kesimleriyle
bu iki nehir arasında kalan alanı kapsayan
ve barajlar, hidroelektrik santralleri, sulama
tesisleri, her çeşit altyapı, tarımsal tesisler,
ulaştırma, eğitim, sağlık vb. alanlardaki
hizmetleri içeren projeler demetinin genel
adıdır.
Temel hedefi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi
halkının gelir düzeyi ve hayat standardını
156
yükselterek, bu bölge ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını
ortadan kaldırmak, kırsal alandaki verimliliği ve istihdam imkânlarını
artırarak, sosyal istikrar, ekonomik büyüme gibi milli kalkınma
hedeflerine katkıda bulunmaktır. G A P kapsamına giren yörelerin süratle
kalkındırılması, yatırımların gerçekleştirilmesi için; plan, altyapı, ruhsat,
konut, sanayi, maden, tarım, enerji, ulaştırma ve diğer hizmetleri
yapmak veya yaptırmak, yöre halkının eğitim düzeyini yükseltmek için
gerekli tedbirleri almak veya aldırmak, kurum ve kuruluşlar arasındaki
koordinasyonu sağlamak temel amaçlı olan Güneydoğu Anadolu Projesi
Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı, 6 Kasım 1986 tarih ve 20334 sayılı
Resmi Gazetede yayınlanan 388 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
kurulmuştur.
Proje alanı Fırat ve Dicle havzaları ile yukarı Mezopotamya ovalarında yer
alan 9 ili kapsamaktadır (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis,
Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak).
Su kaynakları programı 22 baraj, 19 hidroelektrik santrali ve 1.7 milyon
hektar alanda sulama sistemleri yapımını öngörmektedir.
Güneydoğu Anadolu Projesi gerçekleştiği ve tüm kompleksleriyle
uygulamaya geçildiğinde bütün kesimler için itici bir güç oluşturacaktır.
Yedisi Fırat havzasında, altısı Dicle havzasında olmak üzere toplam on üç
projeden oluşmaktadır. Fırat havzası için hazırlanan projeler şunlardır:
Fırat-Dicle haritası (Vikipedi)
Aşağı Fırat Projesi 7 Ayrı Birimden Oluşmaktadır
Atatürk barajı ve hidroelektrik santrali, GAP’ ın en önemli ve kilit tesisidir.
Türkiye’nin en büyük barajıdır. Baraj 1990 sonunda tamamlanarak 1991
yılından itibaren su tutmaya başladı. Yılda 8,9 milyar kWh elektrik enerjisi
üretecek olan 8 ünitelik türbin-jeneratör grubunun 2 ünitesi, Temmuz 1992
157
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
yılında barajın açılışıyla birlikte üretime geçti.
Dev su ulaştırma tünelleri tamamlandığında
880 000 hektarlık alan sulanabilecektir.
Şanlıurfa tünelleri Atatürk barajından alacağı
suları sulama alanlarına aktaracak olan bu
tünel sistemi, yan yana iki ana tünel ile bağlantı
tünellerinden oluşmaktadır. Toplam uzunluğu
57,8 km olacak; 327 bin 725 ha’ı cazibeyle, 148
649 ha’ı da pompajla olmak üzere toplam 476
374 ha alanı sulayacaktır. Şanlıurfa tünelleri
çalışmaya başladıktan sonra saniyede
akıtacağı 328 m3 suyla Türkiye’nin Dicle
ve Fırat’tan sonra üçüncü büyük ırmağı
olacaktır.
Fırat Havzası için hazırlanan bu projenin
uygulamaya konmasıyla, Fırat Irmağı’ndan akan
su, sırasıyla Keban, Karakaya ve Atatürk baraj
ve hidroelektrik santrallerini çalıştıracak ve
buradan Urfa tünelleri ile Şanlıurfa hidroelektrik
santraline de enerji sağladıktan sonra sulama
alanlarına akıtılacaktır. Bunların dışında GAP
kapsamında;
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Siverek-Hilvan pompaj sulaması,
Dicle Havzası projesi
Kralkızı-Dicle projesi
Batman projesi
Batman-Silvan projesi
Garzan projesi
Ilısu projesi
Cizre projesi
Sınır Fırat projesi
milyon kWh).1997 yılında hizmete girmiştir.
Tüm projeler tamamlandığında, yılda 50 milyar
m³’den fazla su akıtılan Fırat ve Dicle nehirleri
üzerinde kurulan tesislerle, Türkiye toplam
su potansiyelinin yüzde 28’i kontrol altına
alınacak, dünyada içilebilir ve kullanılabilir su
rezervine sahip, petrolden çok daha değerli
çok önemli bir hazineye sahip ülke konumuna
gelecektir. 1 lt suyun 3 doları bulduğu Ürdün,
Suudi Arabistan Körfez ülkeleri ve İsrail gibi
ülkelerde bu hazinenin ne kadar önemli bir
hazine olduğu aşikârdır. Aslında bazı komplo
teorisi üreten yazarların gelecekte çıkabilecek
bir savaşın su üzerinden olabileceği öngörüleri
yabana atılabilecek bir iddia değildir. Ayrıca
sulama bakımından da 1.7 milyon hektarın
üzerinde arazinin sulanması ve 7476 megavatın
üzerinde bir kurulu kapasiteyle yılda 27 milyar
kilovat saatlik elektrik üretilmesi sağlanacaktır.
GAP’ın meydana getireceği yüksek tarım ve
sanayi potansiyeli Bölge’de gelir düzeyini 5 kat
arttıracak, 2005 yılında 9 milyonu bulan bölge
nüfusunun yaklaşık 3.5 milyonuna iş imkânı
hazırlanacaktır.
Proje
uygulamalarıyla
kentsel
altyapı
geliştirilerek, bölgemizdeki şehirlerin nüfus
emme kapasitesi yükseltilecektir. Ayrıca, bölge
kaynakları harekete geçirilip, istikrarlı ve
devamlı bir ekonomik büyüme gerçekleştirilerek
ihracat arttırılacaktır.
gibi projeler yer almaktadır. Karakaya barajı
ve HES, Atatürk barajından sonra Türkiye’nin
üretim açısından en büyük barajıdır (7,354
Yılda 600 bin ton pamuk, 66 bin 458 ton
antepfıstığı üretebilecek; meyve üretimi 660
bin ton, sebze üretimi 3 milyon 513 bin ton
artacaktır. Bugün GAP alanlarındaki sebze
158
üretimi 14 milyon ton, meyve üretimi 1 milyon 400 bin tondur.[(5) (www.
webhatti.com)]
GAP’ın Kısa Bir Tarihçesi
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep,
Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak İllerinin kapsadığı alan “GAP Bölgesi”
olarak tanımlanmaktadır. Güneyde Suriye, Güneydoğuda ise Irak’la sınırı
bulunan bu bölgenin yüzölçümü 75 358 km² olup ülkemizin toplam
yüzölçümünün yüzde 9,7’sini oluşturmaktadır. Türkiye’de sulanabilir 8.5
milyon hektar arazinin yüzde 20’si, Aşağı Fırat ve Dicle Havzaları’ndaki
geniş ovalardan oluşan GAP Bölgesi’nde yer almaktadır.
Verimli Hilal veya Aşağı Mezopotamya olarak adlandırılan bu bölge,
insanlık tarihinde medeniyetin beşiği olarak bilinmektedir. GAP Bölgesi,
tarih boyunca Anadolu ve Mezopotamya toprakları arasında geçişi sağlayan
bir köprü görevi görmüştür.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye’nin diğer bölgelerine oranla
daha az yağış almaktadır. Bu nedenle öncelikle bölgenin çok zengin su
kaynaklarından olan Fırat ve Dicle Nehirleri sularının, sulama ve enerji
üretimi amacıyla değerlendirilmesi ve bu arada düzensiz akışı olan bu iki
nehrin sularının dizginlemesi düşünülmüştür.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Sularını Akılcı Değerlendirme
Kararı
Suları rasyonel olarak değerlendirme kararı, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ündür. Ülkenin maddî-manevî her alanda
değişim ve gelişim çabası içinde bulunduğu yıllarda, özellikle elektrik
enerjisi ihtiyacı en belirgin ve öncelikli ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.
Böylece yurdun boşa akıp giden su servetinden elektrik enerjisi elde
edilmesi için Atatürk’ün emri ile 1936 yılında Elektrik İşleri Etüd İdaresi
kurulmuştur. İdare “Keban Projesi” ile yoğun etütlere başlamış, Fırat
Nehri’nin her açıdan tetkiki ve sonuçlarının tespiti için rasat istasyonları
kurulmuştur. Çalışmalar o günden bu güne son şeklini alana kadar devam
etmiştir.
Devletimiz, ülkenin sosyo-ekonomik gelişmesinde bölgeler arası
eşitsizliklerin giderilmesine giderek artan bir önem vermektedir. Bu, yalnızca
159
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
âdil bir kalkınma özleminin yansıması olmayıp,
aynı zamanda az gelişmiş bölgelerdeki kalkınma
potansiyelinin ortaya çıkarılmasının, ekonomik
büyüme, toplumsal istikrar ve ihracatın teşviki
gibi ulusal hedeflerin gerçekleştirilmesine
katkıda bulunacağı yolundaki çok isabetli
bir teşhisten kaynaklanmaktadır. Kısacası
GAP, yukarı Mezopotamya’ya medeniyeti
yeniden getirmektedir. [(6)(www.webhatti.com)]
Avrupalıların dediği gibi Artık Dicle ve Fırat boşa
akmayacak ve ona Türk boş boş bakmayacaktır.
Kaynaklarda Dicle ve Fırat Nehri
Dicle ve Fırat nehrine üç dinde de önem
verilmiştir. Her iki nehri bünyesinde bulunduran
Şattülarap’ta iki nehrin birleşmesi dışında
Diyarbakır’dan başka bir il bilmiyoruz. İki nehir
Diyarbakır sınırları içinde akar ve gider. (Resim:
1-2)
Resim: 1–2, Gazi köşkünden Dicleye bakış- Foto: M. Yıldız
Diyarbakır deyince akla Dicle nehri gelir.
Dicle’nin Basra Körfezi’ne kadar ulaşan
güzergâhının insanlara ve yerleşim birimlerine
zarar vermeyecek şekilde kıvrımlarla akıp
gitmesinde bir peygamber elinin olduğu inancı
bölgede yaygındır. Hatta bunun planının Danyal
Peygamber tarafından çizildiği söylenir. Bu
da Dicle ve Fırat nehirlerinin kutsal bir nehir
sayılmasına sebep olmuştur. Kutsal kitaplarda
ve Hz. Muhammed (a.s.) in hadislerinde sıkça
adından söz edilmesi de ayrı bir kutsallık
katmaktadır. Yüce Allah, Danyal peygambere
vahyeder ki; “Elindeki asa ile suyun çıktığı
mağaranın ağzından başlayarak bir çizgi çiz.
Su arkandan gelecek. Ancak yetimlerin, dul
kadınların, fakirlerin, vakıfların malına ve
mülklerine dikkat et, su bunlara zarar vermesin.”
(Resim–2) Bu emir üzerine Danyal Peygamber
suyun akış yönünün aynı zamanda çorak ve
verimsiz bir alandan geçmesini de sağlamıştır.
[(7) (Melis 2003:5/57–58.)]
Dicle kıyılarında gezinirken, Hz. Ömer’in; “Eğer
Dicle üzerindeki köprülerden birinde, bir
keçinin ayağı incinirse Allah onu Ömer’den
sorar.” sözlerinin kulağınızda çınladığını
hissedeceksiniz.
Diyarbakır,
Dicle
nehri
kenarında kurulmuş olup -bu yıl (2010) 1371.
yıldönümünü idrak ettiğimiz- M.639 yılında Hz.
Ömer zamanında fetholunmuş ve 5 yıl onun
idaresinde yönetilmiş Sahabe ve tabiinin vatan
edindiği bir mübarek beldedir. Böyle mübarek
bir beldeyi içinde taşıyan Ülkemiz ondan da
mübarektir. Yüce Yaratan’dan niyazımız odur
ki, ülkemizi milletimizi her türlü dâhili ve harici
belalardan ve musibetlerden muhafaza etsin.
Hz. Ali efendimiz Dicle ile Fırat’ı övmüş ve
tatlı sularının insan vücuduna oldukça faydalı
olduğunu söylemiştir. [(8) (Korkusuz: 33)]
İbni
160
Abbas
(RA)’dan
rivayet
olunmuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah (c.c) yeryüzüne beş
nehir indirmiştir. Bunlar Seyhun, Balh nehri Ceyhun, Irak nehirleri Dicle ve
Fırat ve Mısır nehri Nil’dir. Yüce Allah, bu nehirleri cennet kaynaklarından en
alt kaynaktan Cebrail (a.s) vasıtasıyla yeryüzüne indirmiştir.” [(9)(Tezkiret’ülKurtubi: 524)]
Şeyh Abdurrahman El-Aktebî Miraciye’sinin bir manzumesinde Peygamber
Efendimiz (S.A.S)’in hadislerine dayanarak; Seyhun, Ceyhun, Nil, Dicle ve Fırat
nehirlerinin menba-ı cennetler olduğunu ifade etmektedir. [10(Ravdat’ünNaim)] Başka rivayetlerde Seyhun ve Ceyhun yerine “Seyhan ve Ceyhan”
nehir adları geçmektedir. Aslında her üç nehir grubunun da aralarında
çok verimli ovalar mevcuttur. Seyhun-Ceyhun arasında “Maveraünnehir”,
Seyhan-Ceyhan arasında “Osmaniye – Çukurova- Tarsus” ovaları ve Dicle
– Fırat arasında da “Mezopotamya” Ovaları bulunmaktadır. Nil’in kaynağı
ise Afrika’nın balta girmemiş ormanlarının arasıdır. Tüm bu nehirlerin
menbaları da gerçekten Cennetin güzelliklerini andırmaktadır.
Diyarbakır halkı da tarih boyunca Dicle nehrinin kudsiyetine inanmış, onun
“Allaha giden bir yol” olduğunu düşünmüş, on gözlü köprüden Dicleye
Yaradan’a ulaşmak üzere dilekçeler göndermiştir. [(11)(Şükran 2002:16)]
(Resim–3) Eğil Barajı- Foto: M.Yıldız
(Resim–4)
Fırat Nehri
5000 yıl önce Sümer ve Akad metinlerinde Dicle ve Fırat arasına “Subartu”
adı verilmişti. Anlamı iki ırmak arası idi ve buraya yerleşmiş halka da
Subaru denirdi. Yukarı Dicle boylarının ilk medeni halkı Subaru’lardan
sayılan halk Hurriler’dir. [(12) (Özgen 2004:)]
Dicle ve Fırat nehirleri ve onlara bağlı kolları üzerinde binlerce yüzyıllık
tarihe şahitlik eden ve hâlen dimdik ayakta duran ve günümüzde de
hizmet veren birçok tarihi köprü mevcuttur. Bunlardan en önemlilerinden
birkaçını zikredecek olursak; Dicle Nehri üzerindeki Köprü, kitabesinden
161
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
anlaşılacağı üzere Mervanoğlu devrinde
Diyarbakır hükümdarı Nizamüddevle Nasr
tarafından H. 457 (M. 1065) tarihinde yaptırılmış
olan Ongözlü Köprü,(Resim–5) DiyarbakırBatman karayolu üzerinde, iki ilin sınırında,
Batman Çayı üzerinde yer alan muhteşem bir
Artuklu eseri olan ve kitabesinden, 1147–1148
tarihinde Artukluoğullarından Timurtaş Bin
İlgazi tarafından yapıldığı anlaşılan ve -bana
göre yerli Mostar Köprüsü - olan Malabadi
Köprüsü’dür.(Resim–6) Bu köprü hakkında A.
Gabriel şu bilgileri vermektedir:
(Resim-5) Ongözlü köprü kuzeyden bakış- foto: M.Yıldız
Nehrinin üzerindedir. On tane kemeri olduğu
için de Ongözlü köprü denmektedir. Diyarbakır’ın
geçmişinden geleceğine de ışık tutan bu köprü
üzerinde toplanan ve oradan, kutsal sayılan ve
halk tarafından “Allah ‘a giden yol” olduğuna
inanılan Dicle nehrine, her yıl Kurban Bayramı
akşamı Diyarbakır’lı kadın ve genç kızlar daha
önceden hazırladıkları yazılı dilekçelerini dualar
okuyarak atarlar. Böylece dileklerinin kabul
olacağına inanırlar. [(13) www.yaziyaz.com/)] Bu
inanış Ermenilerde de vardır. [(14) Diken 200:73] (Resim–7)Ongözlü köprü güney cepheden- foto: M.Yıldız
“...Modern statik hesabının olmadığı bir devirde
bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık
ve takdiri muciptir. Ayasofya Cami’sinin kubbesi,
köprünün altına rahatlıkla girebilmektedir.
Balkanlar’da, Anadolu’da Orta Doğu’da bu
açıklıkta, bu yaşta başka köprü yoktur.” (Vikipedi)
(Resim–8)Dicle ilçesi girişte eski ve yeni köprü
(Resim-6) Malabadi Köprüsü-foto: M.Yıldız
On Gözlü Köprü Diyarbakır’ın eski Silvan
yolu üzerinde, Kırklar Dağının eteğinde Dicle
162
(Resim–9)Ongözlü Köprü’den Dicle- foto: M.Yıldız “On
gözlü köprüye bayram akşamı, Yazardık dilekçe, atardık
gamı Sular götürürdü çile, encamı” (Mevlüt Mergen)
İnsanlar; barış içinde, anaların ağlamadığı mutlu ve huzur dolu güzel günler
gördüğü sürece de, üzerine dileklerini yazdıkları kâğıtları her Kurban
Bayramı’nın akşamlarında, Kırklar Dağı eteğindeki, On Gözlü Köprü’den
ümit dolu bir yürekle Dicle’ye atmaya devam edeceklerdir. Çocuğu
olmayan çiftler çocuk, onulmaz dermansız dertlere maruz kalan hastalar
şifa, sevgililer aşkına kavuşmayı dileyecekler. Ak kâğıtlar, ak dilekler içten
gelen samimi dualarla ay aydını gecelerde, Dicle’nin daima coşkun akan
sularına hep karışacaktır. (Resim–7, 9) [(15)(www.anadoluguvercin.com)]
Bu dilek yazma ritüeli ile ilgili bir hatırasını araştırmacı- yazar Ş. Diken’den
şöyle anlatıyor:
“Şimdi yaşamayan eski bir komşumuzun anlattıklarıdır. Artık yaşı epeyce
geçkin bir Diyarbekir kadını, eve her gece alkollü ve geç gelen kocasını Allah’a
şikâyet etmek için bir bayramın arefe akşamı, yanında değer verdiği Ermeni
bir komşusu ile birlikte Dicle nehrine Ongözlü köprünün üzerine giderler.
Müslüman olan ve kocası ayyaş kadının okuma yazması da olmadığından
ricası üzerine Allah’a dilekçesini bir Ermeni komşusu yazar. Doğal olarak
Ermeni komşu dilekçeyi en iyi bildiği kendi diliyle, Ermenice yazar. Müslüman
komşu itiraz edecek olur. Ermeninin cevabı hazırdır. “Fark etmez komşum.
Allah hepimizin Allahı’dır. Yalnız Müslümanların Allah’ı değildir. Bizim dilimizi
de anlar. Önemli olan derdini anlatmak. Hangi dilde olursa olsun Allah için
fark etmez.” der. Sonuç ne mi olmuş. Dilekçe kabul edilmiş ki her gün evine
geç giden ayyaş koca, sanırsın ki evliya, evinin erkeği olmuş.” [(16) (Diken 2003:
73)]
Dicle ve Fıratın Kısa Bir Etimolojisi
Mu’cem-ül Buldan’da Fırat adının Arapçada “tatlı su” anlamına geldiği
yazılıdır. Zend dilinde “geniş” İbranicede “çiçek” ya da “yayılma” anlamına
gelir. [(17)(Şemseddin Sami)] Batı dillerinde Fırat nehri, “Euphrates” olarak geçer. “Euphrates” adı
Yunanca’dan gelen bir kelimedir. İsmin asıl kaynağı konusunda çeşitli
görüşler bulunmaktadır:
Eski Farsça’daki Ufratu ve Akad dilindeki Purattu ‘dur. Eski Farsça’daki
sözcüğün Avesta Farsça’sında geçen “huperethua” (geçmesi kolay) olduğu
tahmin edilmektedir. Arapça tasasızlık, rahatlık anlamında “ferahat”
163
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
kelimesinden gelmektedir. Kürtçe’deki “Fere”,
“Ra” ve “Hat” kelimelerinden gelmektedir.
İki tane “re” olduğu için teki telaffuz edilmez,
dolayısıyla Ferehat “Geniş akan su” anlamına
gelmektedir. Zamanla kısaltılmış şekli ile
“Fırat” adını almıştır.
Sabiilkte Sümer ve Asurlularda Dicle ve
Fırat
Sümerlerde Dicle ve Fırat kutsaldı. Sümer baş
tanrısı Enki ‘Dicle ve Fırat’ı ışıldayan sularla
doldurur ve sonra ırmakları balıklarla doldurur.
[(22) (Kramer 2002:125,127,366.)] Sümer
tabletlerinde Yaratılış anlatılırken;
Fırat; Akadca’da “Pu-rat-tu”, Sümercede
“Buranun” olarak geçmektedir. Kelimenin HintAvrupa kökenli olmadığı, Akadca ve Sümerceden
kaynaklandığı, Eski Farsça ve Farsçadan diğer
dillere geçtiği görüşü ağırlık kazanmaktadır.
[(18) www.diyadinnet.com/] Sabiliğe göre Dicle, Fırat, Ürdün ve benzeri
nehirler hayat suyu olarak nitelenen kutsal
sulardır. Bu nehirler, ilahi âlemle yeryüzü
arasında bir köprü vazifesi görmektedir. (19)
(Franzman 36/158; Gündüz 2004:616) Sümerce
Dicle Tig-gal (Uluırmak) adını taşır. [(20)(Diken
2003:70)]
Dicle’nin ilk adı “İdigna” yahut “Idignou” idi.
Semitler “İdigla” ya çevirdiler. Zamanla sözcük
“İdiklât” tan “tıklat” a döndü. İbranîce de
“Hiddegel” oldu. Persler Dicle’ye “Ok” anlamına
gelen “Tiygr” adını verdilerse de, Araplarda
ırmağın ilk Semitçesi “Dicla” olarak yaşadı.
Dicle için, A. Parrot; “Doğudan Asurya’ya
akar” diye tercüme yapar. Louis Segond’un,
İbranîce’den tercümesinde ise: “Doğudan
Asurya’ya akar” denir.
(Resim–10) Hz. Elyesa Peygamberin kabri önünde dua
eden insanlar
‘Gök ve yer çift olarak yaratıldığı zaman
Ana tanrıça İnsana şekil verdiği zaman
Yerler düzenlendiği, toprak yerleştiği zaman
Gök ahenk içinde hareket ettiği zaman
Nehirler ve kanallar, düz bir çizgi gibi aktığı zaman
Dicle ve Fırat nehirleri kıyılarını doldurduğu zaman
Başka bir tablette
Gök yerden yarıldıktan sonra
Yer gökten ayrıldıktan sonra
İnsanın adı konduktan sonra
denmektedir.
Yine Sümer tabletlerinde Tanrı Enki:
Fırat adı, Akkadça “Ulu Irmak”, yahut “Yüksek
Kıyılı Irmak” anlamına gelen: “Puranunu” iken,
Kaldeenler “Purat”, sonra “Puratou” oldu. [(21)
Kıvılcımlı, www.dikine.nt)]
164
‘Dicle’yi saçılan sularla doldurdu
Dicle’ye neşe getirdi’
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
(Resim–11) Hz. Elyesa Peygamberin kabri: Foto: M.Yıldız
‘Dikildi Fırat’ın kıyısına
Ağaç beslendi Fırat’ın sularıyla’
[(23) (Çığ, 2007: 53, 54, 73,105)]
Eğil ilçesi peygamberler diyarıdır ve aynı zamanda Asurluların
ikametgâhıdır. Eğil, Dicle nehir yanında kurulmuş bir ilçedir ve peygamber
mezarları da bunun yanındadır. (Resim–10-11) Muhatapları Asurlular da
buradadır. Asur kabartmalarından Asurluların Dicle nehrini taşımacılıkta
kullandığını öğreniyoruz. [(24) Layard 2000: 501]
Kimi İsrail peygamberlerinin Diyarbakır ve çevresinde gelmesi bazılarının
kabirlerinin bazılarının da makamlarının bulunması Yahudilerin Asurlular
döneminde sürgün yıllarını bu coğrafyada geçirmiş olmalarından dolayıdır.
Yoksa Yahudiler buraları hiçbir zaman yurtları olarak görmemişlerdir.
Yahudilerde bulunan kutsal topraklara Kudüs’e (Arz-ı Mev’ud’a) dönme
arzularını hiçbir zaman silememiştir. Nitekim sürgünden sonra tekrar
Filistin’e dönmüşlerdir.
İlahi Dinlerde Dicle ve Fırat Nehirleri
Tevrat’ta Dicle ve Fırat
Fırat ve Dicle üç din açısından kutsaldır ve cennetten çıktığı ifade edilen
nehirlerdendir.
Musevîlerin kutsal kitabı Tevrat’ta bugün Türkiye sınırları içinde bulunan
birçok yerin ismi geçmektedir. Bu yerlerin başında Dicle ve Fırat nehirleri
gelmektedir. Tevrat’a göre, Tanrı Âdem’i yarattıktan sonra “doğuya doğru
Aden’de” bahçe yaratmış ve Âdem’i buraya yerleştirmiştir. Buradan bir
ırmak çıkmış ve daha sonra bu ırmak dört kola ayrılmıştır. Bu dört koldan
ikisi Dicle ve Fırat’tır. Dicle ve Fırat nehirleri kaynaklarını Doğu Anadolu
165
bölgesinden alan iki akarsuyumuzdur. Bu iki
nehrin bulunduğu bölge Musevîler açısından
kutsaldır. [(25)(Yenipınar 2002, sayı 29.)] Bu
kutsallığın sebebi kanaatimizce, Musevilerin
ilk sürgün yıllarını Asurluların ülkesinde
geçirmiş olmalarıdır. Hz. İbrahim, Hz. Lut,
Hz. Yunus, Hz. Eyyub hep bu bölgeden neşet
etmiş peygamberlerdir. Bu dönemde Allah
onların içlerinden Ezra (Üzeyir) Danyal, Zülkifl
ve Elyesa vb. gibi bir takım peygamberlerle,
sürgün yıllarında Yahudileri teselli ve irşad
etmişler, onları sürgünden kurtararak tekrar
“Arz-ı Mev’ud” olan Filistin topraklarına yani
Kudüs’e dönmüşlerdir. Bu bölgenin Yahudilerle
doğrudan ilgisi olmamasına rağmen esaret
yıllarını buralarda geçirdikleri için ilgi duymaları
gayet normaldir.
Tevratta:
Tekvin:2: 14 “Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir,
Asur’un doğu yönüne bakıyor. Ve dördüncü
nehir ise Fırat’tır.” denmektedir.
Dicle ve Fırat’ın çok önemli iki nehir olduğu da
Peygamberimizin hadislerinde [(26)(Ayrıntı için
bakınız)] geçmektedir. Dicle ve Fırat Nehirleri ve
arasında kalan bölge Tevratta (Aden Bahçesi)
olarak geçer. [(27) (Tekvin) 2: 13)]
Tekvin 2: 8–14 şu şekilde devam eder ve Âdem’in
yaşadığı ortamı ve yeri tarif eder. “Ve RAB Allah
şarka (doğuya) doğru Aden’de (Aden: zevk) bir
bahçe dikti ve yaptığı adamı oraya koydu. Ve
RAB Allah görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan
her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını
ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi.
Ve bahçeyi sulamak için Aden’den bir ırmak çıktı
ve oradan bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı
Pişon’dur; kendisinde altın olan bütün Havila
diyarını kuşatır ve bu diyarın altını iyidir; orada
ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci ırmağın
adı Gihon’dur; bütün Kuş ilini kuşatan odur ve
üçüncü ırmağın adı Dicle’dir; Aşur’un önünden
akan odur ve dördüncü ırmak Fırat’tır ve RAB
Allah adamı aldı, baksın ve onu korusun diye
Aden bahçesine koydu.
Bu bilgiler İslam kaynaklarında verilen
bilgilerle çelişmektedir. Hz. Âdem ve Havva’nın
buluştukları ilk yer Hicaz bölgesinde günümüzde
hacıların Haccın bir rüknü olarak toplandıkları
ve vakfe yaptıkları yer olan ARAFAT dağıdır. Nuh
Tufanı öncesinde ilk insanlık ve çekirdek aile ve
toplum buradan etrafa yayılmıştır. Bahse konu
olan şeyleri Nuh Tufanından sonraki gelişmeler
olarak anlamak lazımdır.
Hıristiyan Kaynaklarında Dicle
Ermeni Hıristiyanlarının anlayısına göre ‘Âdem
ile Havva’nın cennetten kovulduktan sonra ilk
defa ayak bastıkları topraklar Dicle kıyılarıdır.
Çoluk çocuk elbirliğiyle bir şehir kurup Âdem’in
dem’ini de ters çevirerek adını Amed koymuşlar.
Bağlar semtinde, o zamanlar Âdem’in bağları
varmış ve şarap yaparmış. [(28)(Margosyan
2003:106)]
Hz. Âdem ve Havva yeryüzüne inince Hz.
Âdem, Havva’nın Dicle nehrinde 40 gün bir
taş üzerinde oturmasını tesviye etmiştir.
Yasak ağaçtan meyve yemeleri dolayısıyla
dudaklarının kirlendiği inancıyla Hz. Havva Dicle
nehrine girmiştir. Hz. Mikail, bazı tohumlar
getirerek, onları ekip biçmelerini sağlamıştır.
[(29) (Sparks1984:148.152;Erdem 1993:107)]
166
Bu tohum ise orijinal olarak yetiştiği ilk yer Diyarbakır’ın yanındaki
Karacadağ’dır. Jason Ryal Boston unıversity, Master of liberal arts. 2003.
makalesinden alıntı şöyledir:
“Origins of Agricultures.pages 11 wheat was cultivated in a 20 square
kilometer area near the Karacadag Mountains which lies on the border Turkey
and IraqThey estimate that this took place 8000 yeras ago or 6000 BC.”
Bu buğday arkeolojik olarak ilk buğday olup Einkorn buğdayı ismini alır.
Biyogenetik çalışmalarında bilim adamları bunu alarak bu tohumlar
üzerinde genetik çalışmalar yapmaktadırlar.
İncil’de kıyamet alametlerinin anlatıldığı bölümde kıyametin de Dicle Fırat
arasındaki Bölgede yani Mezopotamyada kopacağı ifade edilmektedir. [(30)
www.hristiyanforum.com] Bu
olaya yaklaşık bir İslami yorum şu şekildedir:
“Fırat ile Dicle arasında Zevra denen bir şehir olacak. Orada büyük bir savaş
olacak. Kadınlar esir edilecek, erkekler ise, koyun kesilir gibi boğazlanacak.”[(31)
(El-Muttakî 5/38)]
Hadislerde Dicle ve Fırat Nehirleri
İbn-i Abbas’dan: Peygamberimiz (s.a.s) mealen şöyle buyurmuşlar: “Yüce
Allah yeryüzüne beş nehir indirmiştir. Bunlar Seyhun, Ceyhun, Dicle, Fırat
ve Nil’dir. Allah (c.c) bu nehirleri Cennet kaynaklarından en alt kaynaktan
Cebrail (a.s) vasıtasıyla yeryüzüne indirmiştir.” [(32)(Çiçek, Tezkiret’ül Kurtubi
2007:142,524)]
Resulullah buyurdu ki: (1) “Fırat Nehri’nin suyu çekilip (2) altından bir dağ
meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz...” (Buhari-Müslim)
(1) Fırat Nehri’nin suyunun çekilip... : Suyuti’nin kitabında bu hadis
“suyun durdurulması” olarak geçmektedir. Gerçekten de Keban Barajı,
Fırat Nehri’nin suyunu durdurarak kesmiştir. Dolayısı ile de Fırat nehrinin
suyu barajlar dolayısı ile azalmıştır.
(2) “Altın”dan bir dağ meydana çıkmadıkça...: Yapılan baraj sayesinde;
elektriğin üretilmesi, toplanan suyun arazide kullanılarak toprağın
veriminin artması ve ulaşım kolaylığının sağlanması gibi sebeplerle,
buradaki topraklar “altın” gibi kıymetli hâle gelmiştir.
Keban barajı ve Fırat Nehri üzerine sonradan kurulan diğer barajlar,
167
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
betondan dev birer dağı andırmaktadır. Bu
barajlardan (hadis-i şerifteki benzetmeye göre
dağdan) altın değerinde servet dökülmektedir.
Dolayısıyla barajlar “altından bir dağ” özelliği
kazanmaktadır. (En doğrusunu Allah bilir) [(33)(
http://www.hazretiisagelecek.com)]
Resullulah (s.a.s) buyurdu ki: Fırat nehrinin suyu
çekilip altından bir dağ çıkmadıkça kıyamet
kopmaz. Bu hazine üzerine kıtal vukua gelir,
her yüzden 99u ölür. Kıtale iştirak eden her kişi
“yalniz ben kurtulacagim” diye ümitlenir. (BuhariMüslim)
Fırat nehrinin suyu çekilip altından bir dağ
ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz bu dağ
Fırat nehrine inşa edilen 210 metre devasa
büyüklükte bir inşaat olan baraj olabilir. Fırat
nehrinin sularını durduran dağ odur.
edilerek işgal edildi. Sürekli olarak ülkemiz içinde
faaliyet gösteren Marksist ve Din görünümlü
terör örgütleri kurarak ve kurdurularak onlar
“dahili ve harici bedhahlar tarafından”
desteklendi
durdu.
Bir
düşünürümüzün
tespitleri içinde “eskiden sadece hariçten gelen
tehdit ve tehlikelere mukavemet kolayken şimdi
kurt gövdenin içine girdi. Mukavemet zorlaştı. Can
damarını kemiren azılı düşmanını, kanını emen
hasımlarını, dost zanneden” meselenin içyüzünü
bilemeyen ve cahil bırakılmış insanlardan destek
gördü. Toplumun basireti bağlandı, körleşti.
Dicle Nehri Diyarbakır ilinin ortasından geçer.
Fırat Nehri ise il sınırlarını oluşturarak, Çermik
ve Çüngüş kazalarına katkıda bulunur. Diyarbakır
nehirleri denince her ne hikmetse Fırat akla
gelmiyor. (Resim–12) Resim- Yukarıda suyun
durdurulduğu yer olarak Diyarbakır Çüngüş’teki
Karakaya barajı akla getirilebilir. Bunun yanında
Diyarbakır çevresinde de kıtal yani terör
hadiseleri olmuştur. Yer yer de olmaktadır.
Fırat Nehri ve Dicle Nehri
12: Diyarbakır Çüngüş ilçesinde Fırat üzerinde Karakaya
Barajı
Fırat nehrinin zenginliği yalnız bununla bitmiyor.
Sular çekildiğinde gözle görülecek şekilde
altın madenleri ortaya çıkabilir. Kıtal Vukuu’da
buna işarettir, kıtal vukuu insanların ölümüne
neden olan kavga demektir, Türkiye’nin verdiği
terörizmimle mücadelede buna işaret olabilir.
Allahu a’lem. Corc Bush, Fırat nehrini hayal
ettiğini söylemişti.[(34)forum.turksestudent.nl)]
Nitekim Irak ABD tarafından Saddam bahane
Çağın müfessiri Fırat ve Dicle nehirleri hakkında
özetle şöyle çağdaş bir yorum getirmektedir:
Kongo havzasındaki Kamer Dağından çıkan
Kutsal Nil Nehri Afrika’nın, Dicle’nin en mühim
bir kolu Van Vilâyeti’nden Müküs Nahiyesi’nden,
bir kayanın mağarasından çıkıyor.
Fırat’ın da mühim bir şubesi, Diyadin
taraflarında bir dağın eteğinden çıkıyor. Dicle
ve Fırat nehirlerinin denizlere taşıdığı sulara
bakınca insanda şu kanaat hâsıl olmaktadır.
Böyle büyük ırmakların menbaları hakiki
anlamda bu küçücük dağlar olamaz. Çünkü bu
dağların hepsi konik bir havuz olsalar o büyük
168
nehirlerin, debisi yüksek bir surette su seviye ve dengesi bozulmadan
sürekli olarak akmaya ancak birkaç ay dayanılabilirler. Büyük harcama ve
masraflara karşı, en çok yağmur aldığı zamanlarda dahi toprağın ancak
bir metre altına kadar nüfuz edebilen yağmurlar hiçbir zaman Dicle’nin,
Fırat’ın, Nil’in –bazı rivayetlerde Seyhan ve Ceyhan- Seyhun ve Ceyhun’un
taşıdığı suya yeterli kaynak ve varidat olamaz. Buradan da anlaşılıyor ki
bu nehirlerin menbalarından kaynamaları; sıradan, doğal ve tesadüfî bir
iş olması asla mümkün değildir. Bu olsa olsa, Cenab-ı Hakk onları, pek
harika bir surette sırf gayb hazinesinden akıttırıyor olabilir. Yine devamla
duygusal ve romantik bir ifade ile değerlendirmesini tamamlamaktadır:
İşte, bu sırra işareten bu manayı ifade için hadiste rivayet ediliyor ki: “O üç
nehrin her birine Cennetten birer katre, damla her vakit damlıyor ve ondan
bereketlidirler.”[(35)el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd; el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr)]
Hem bir rivayette denilmiş ki: “Şu üç nehrin menbaları, Cennettendir.” [(36)
Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil nehirleri için bkz)]
Dicle ve Fıratın Suları Kuruyacaktır
Atatürk barajına su tutulması ile Fırat’ın sularının kuruması veya azalması,
bundan bin dört yüz küsür sene evvel Peygamber Efendimizin buyurduğu
veciz bir o kadar da mucize sayılabilecek şu mübarek sözlerini hatıra
getiriyor: “Fırat nehri kuruyacaktır. Yerinden altından bir dağ çıkacaktır.
Herkesin gözü onda olacak ondan nasiplenmeye çalışacaktır. Aklı olan ona
koşmasın” [(37)(Müslim, Kitab’ül-Fiten)]
Yine Buhari’de Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de
“Fırat (nehrinin suyu çekilerek) kıymetli altın hazinesini açıklaması zamanı
yaklaşıyor. Her kim o zaman orada bulunursa, ondan bir şeyi alma(ya
uğraşma)sın!” [(38)(Buhari Tecridi Sarih c. 12/ s.305)]
Bu hadisler üzerinde bugüne kadar çeşitli yorumlar yapıldı. İsabet derecesini
zaman gösterecek. Gaybı ancak Allah bilir. Biz burada meselenin mahiyetini
açıklayabilmek için farklı bir yorum getirmeye çalışacağız. Şöyle ki:
GAP projesi neticesi itibariyle, bugüne kadar türlü entrikalarla sömürmeye
alışmış “zahirde dost, batında düşman” batılı dostlarımızın iştahını
kabartmaktadır. O yüzden bu bölgenin istikrarını bozmak için terörist
faaliyetleri el altından desteklemişler, kardeş kavgaları çıkarmışlar, ülke
huzurunu bozmuşlardır. Enerjimizi terörle mücadeleye harcatmak suretiyle
Ülkemiz ekonomisine önemli bir katkı sağlayacak olan GAP’tan istifadesini
169
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
engellemiş olacaklardı.
Onların arzusu kendilerine daima muhtaç
olan, sözde bir devletçik veya devletçikler
kurdurarak ülkemizi bölmek suretiyle lokmayı
küçültmeye çalışmaktadırlar. Her zaman için
büyük lokma olan bir Türkiye’yi bölgemizde
istememektedirler.
Bunun yanında, Siyonizmin Diyarbakır’a kadar
uzanan “arz-ı mev’ud” (vaat edilmiş kutsal
topraklar) hülyasının Sam Amca tarafından
uygulamaya konulması, Irak’ın işgal edilmesi
bölünmeye çalışılması ve bunda kısmen de
muvaffak olmaları, bunun yanında devreye
giren silah tüccarları ürettikleri silahları satmak,
Dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip
olan bölgemizin kontrollerini ve uyuşturucu
ticaretinin güzergâhı olan yolları ellerinde
tutabilmek için bölgeye koşanları içinden
çıkılmaz bir kaosa sürükleyecektir ve bu savaşın
da galibi olmayacaktır. Bütün bu kavgalar
sadece Dicle ve Fırat’ın suları için değil mi?!
Musul ve Kerkük petrolleri için değil mi?
İşte bu bağlamda Nebiler Nebisi Resul-i Ekrem
Efendimiz’in (s.a.s) o mucizevî altın tavsiyesi
aklımıza gelmektedir: “Aklı Olan Oraya
Koşmasın!”
Bütün bu yaşadıklarımızın dış ve içteki hainlerin
bir tuzağı olduğu; her türlü kitle iletişim
araçları ile halkımıza anlatılmalıdır. Ensar ile
Muhacir arasındaki kardeşlik gibi bir kardeşlik
seferberliği ilan edilmeli ki bu gailelerin
hakkından
üstesinden
gelinebilmelidir.
Samimane din unsurundan istifade edilmelidir.
[(39) Yıldız 1990)] Halkı şefkatle kucaklarken,
devlet halkının güvenini kazanmalı karşılıklı
güven bunalımı ortadan kaldırılmalıdır.
Kangren olmuş uzvun kesilmesi nasıl ki
vücudun kurtarılması için lazımdır. Aynen
öyle de anarşiste ve haine karşı da gereken
ders verilmelidir. Halkın provake edilerek
karıştırıldığı hadiselerin üzerine kırıcı değil –
Arapların “el-Kuvvet’ün-Naîme” dedikleri
“yumuşak bir kuvvetle” gidilmelidir. Topuzla
değil Nurla gidilmeli. Hepimiz biliriz ki “nur
okşar, topuz ise kaçırır.”
SONUÇ
Doğu ve Güneydoğu üzerinde bu güne kadar
uygulanan yanlış politikalar bir daha yeniden
gözden geçirilmeli ve hatalardan dönülmelidir.
Özellikle hükümetin açılım politikası bölgemiz
için önemli bir fırsattır. Bu fırsat kaçırılmamalı
ve sabote edilmesine de fırsat verilmemelidir.
Açılım politikasının tüm eksikliklerine rağmen
yanında olmalıyız. Bu tarihi bir fırsattır.
Ülkemize, siyasetçilerimize, halkımıza ve
komşularımıza düşen şey Siyonist oyunlara
gelmeden,
onların
kurdukları
tuzaklara
takılmadan, her türlü yabancı telkinlere
aldırmadan akl-ı selimle hareket etmektir.
“Tasada kıvançta” asırlar boyu beraber
olduğumuz iman kardeşlerimizin doğu ve
güneydoğu insanımızın muhtaç olduğu sevgi ve
şefkatle olaylara yaklaşılmalıdır.
Son zamanlarda devletin dış politikasının
gerilimden ziyade komşularımızla sıfır problem,
kalıcı işbirliği ticari ekonomik ve kültürel
ilişkilerimiz içte de dışta da barışa endekslenmesi
düşmanları korku ve telaşa sürüklemiş içte
ve dışta provakatif faaliyetlerini yaz mevsimi
ile birlikte arttırmaya başlamışlardır. Son
birkaç hafta içinde yaşadıklarımız bunun bariz
170
örneklerinden sadece bazılarıdır. Ülke olarak bölgemizde güçlü ve her
açıdan istikrarlı olmamız hain ve işbirlikçilere korku verirken dostlarımıza
da güven verecektir.
1993–94 öğretim yılında bulunduğum Âzerbaycan’da, bir Azeri dostumun,
özel bir Nevruz akşamında “Nevruz ve Semeni honçası” [(40) (Yıldız
M.,Dünden Bugüne Kafkasya: 2006:303) ile süslediği masasında sohbet
ederken söylediği şu sözlerini hiç unutamıyorum. Ki o tarihlerde ülkemizde
devletin zirvesinde yaşanan bazı çelişkili politikalardan kısır çekişmelerden
duyduğu rahatsızlık üzerine şöyle demişti: “Türkiye’de neler oluyor
Osmanlı? Valla Türkiye ne kadar istikrarlı ve güçlü olursa “ahı biz
burada (Âzerbaycan’da) özümüzü daha çok güvende hissedirik..” Aksini
söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Evet, bu cümlelerin arkasında BosnaHersek vardır, Kafkasya vardır, Azerbaycan vardır, Karabağ vardır, tüm Türkî
Cumhuriyetler vardır. Kan ağlayan Afganistan vardır, Irak vardır, Suriye
vardır, Ürdün Mısır vardır, Filistin vardır, Gazze vardır, Lübnan vardır, Libya
Tunus Cezayir vardır. Hülasa tüm Kadim Osmanlı Coğrafyası var.. Bütün
İslam âlemi vardır.
Biz ülke olarak bölgemizde barış istiyoruz. Kavga istemiyoruz. Bu arada
son zamanlarda hükümetin “komşularımızla sıfır problem” politikasını
isabetli bir dış politika olduğunu düşünüyoruz. Özellikle Rusya ve İran ile
yapılan anlaşmaları yerinde ve zamanında yapılmış anlaşmalar olarak
görüyoruz. Atatürk’ün “Yurtta sulh cihan da sulh” parolası bu politika ile
tam örtüşmektedir.
Kâinatın Efendisi’nin; çağları aşan bu altın öğütlerini barış çağrıları
mahiyetinde algılamalı ona göre de gereken tedbirleri alınmalı ve
kardeş kanı dökülmesine asla fırsat verilmemelidir. Bunun için birlik ve
beraberliğimizi pekiştirme bağlamında, her vatandaşımıza, tüm medya
gruplarına, siyasetçilerimize, basına, eli kalem tutan tüm aydınlarımıza,
sanatçılarımıza, bilim ve ilim adamlarına önemli görevler düşmektedir.
Asya’da uyanan devin ileride yapacağı daha büyük ve mühim işleri vardır.
Millet olarak Tarihi hasımlarımızla yaka paça olabilecek güce ulaştığımız
zamana kadar aktif sabırla enerji biriktirmeye devam edelim. Aramızdaki
“mozaik”e değil “Ebruya” sahip çıkalım. Zira mozaik dağılır parçalanır gider
ama Ebru bir çözelti değil karışımdır. Onu ayrıştıramazsınız. Türkiye olarak
biz asırların birikimiyle elde ettiğimiz İslam Medeniyetinin katkılarıyla
171
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
oluşturduğumuz kültürel kimlikle ve “Müminler
sadece kardeştirler. O hâlde ihtilaf eden
kardeşlerinizin arasını bulun! Allah’a karşı
gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail
olasınız.” [(41) (Hucurat 49/10)] İlahi fermanının
bilinciyle hareket ederek “Ebru’nun renkleri
olan Kürt ve Türk, Alevi-Sünni, sağcı-solcu tüm
bu ülkenin çocukları ve halkları olarak asırlardır
süren iman kardeşliğimize zarar verici tutum
ve davranışlardan uzak durmak suretiyle oyuna
gelmeyelim. Oyunları bozalım. Unutmayalım ki
başka Türkiye yok. O İslam’ın son karakoludur.
Birbirimize sabredelim. Zira sabırla koruk
Eğil Barajından çeşitli manzaralar
helva olur. Ümitsizliğe düşmeyelim.
“Şu
istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda
milletimizin yani hepimizin sedası olacaktır.”
Sözlerimi çağın mütefekkirinin şu güzel
dizeleriyle bitirmek istiyorum: “Yakînim var ki
İstikbal semavatı zemini Asya, bahem olur
yed-i Beyzayı İslama.” Saygılarımla
Kralkızı barajından sonra Dicle
FIRAT VE DİCLEDEN ÇEŞİTLİ MANZARALAR
Dicle ilçesi-Hani arasında Dicle nehri
Batman Çayında yeşil ördekler
172
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Malabadi Köprüsü- Foto: M.Yıldız
Malabadi köprüsü kuzey ve cepheden görüntüsü-Foto: M.Yıldız
On gözlü köprüden Dicle Nehri- Foto: M.Yıldız
Gazi Köşkünden Dicle Nehri- Foto: M.Yıldıız
Ongözlü Köprüden değişik görüntüler- Foto: M.Yıldız
173
KAYNAKLAR
1. YILDIZ, Muharrem; Fırat ve Dicle Üzerine
Mülahazalar, Yeni Nesil, 30 Mayıs 1990,
İstanbul 1990. .
2. BÜYÜKTİMUR Ömer; Kalemin Dili, Kürt
Kızına Atılan Laf, Diyarbakır Söz Gazetesi, 28
Ekim 2009 Çarşamba s.3, Diyarbakır 2009.
3. YILDIZ,M., a.g.mkl. İstanbul 1990.
4. YILDIZ, M. a.g.mkl. İstanbul 1990.
5. [http://www.webhatti.com] . http://www.
webhatti.com/cografya/60894-guneydoguanadoluprojesi-gap.html
6. [http://www.webhatti.com]http://www.
webhatti.com/cografya/60894-guneydoguanadolu-projesi-gap.html
7. T0SYALI, Melis; Anadolu’nun Dünyaya
Armağanı Hasankeyf, DSİ vakfı Su Dünyası
Dergisi Yıl: Aralık 2003 sayı: 5, s.57–58 DSİ
Vakfı yayınları İstanbul 2003.
8. KORKUSUZ, M. Şefik; Seyahatnamelerde
Diyarbekir, s. 33.
9. Tezkiret’ül-Kurtubi, s. 524.
10.Ravdat’ün-Naim.
11.ABAK, Şükran; Diyarbakır’da Ziyaret ve
Ziyaret yerleri, D.Ü, İlahiyat Fak. Lisans tezi,
Diyarbakır 2002 s.16.
12.Geniş bilgi için bak: ÖZGEN, Hasan;
Çekül vakfı. Taşlar ve Düşler Diyarbakır.
D. Büyükşehir Belediye Başkanlığı yay.
Diyarbakır 2004.
13.http://www.yaziyaz.com/
14.DİKEN, Şehmuz; Sırrını Surlarına Fısıldayan
Şehir, İletişim yay. Diyarbakır 2003, s.73. 15.SkyLife - Kasım 2005 http://www.
anadoluguvercin.com.
16.DİKEN, Şehmuz; Sırrını Surlarına Fısıldayan
Şehir Diyarbakır, İletişim yay. 2003 s.73
17.ŞEMSEDDİN SAMİ; Kamus’ul-A’lâm, İstanbul
1306/1889.
18.www.diyadinnet.com/ 19.FRANZMAN,M; Living water mediating
element in mandaean myth and
Ritual.
Numen.36.s:158; GÜNDÜZ, Şinasi; Urfa
Uluslararası Türk Dünyası İnanç Merkezleri
kongresi
Bildirileri,Turksev yay. Ankara
2004, s.616.
20.DİKEN, Şehmuz; Sırrını Surlarına Fısıldayan
Şehir. Diyarbakır İletişim yay.2003.s:70.
21.KIVILCIMLI, Hikmet; Cennet Nedir.www.
dikine.nt.
22.KRAMER, Samuel Noah,Tarih Sümerde Başlar,
Kabalcı yay.İstanbul 2002.s.125,127,366.
23.ÇIĞ, Muazzez İlmiye, Uygarlığın Kökeni
Sümerliler-1.
Kaynak
yay.İst.2007.
s.53,54,73,105.
24.LAYARD, Austen Nenry, Ninova ve Kalıntıları.
Avesta yay.İstanbul 2000, s.501.
25.YENİPINAR, Uysal, İnanç Turizmi ve Anadolu,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi,
M. E. B. Yayımlar Dairesi Başkanlığı, Ankara
2002, sayı 29.
26.Dicle ve Fırat hikayesi için Ayrıntılı kaynakça
için bak: Tevrat, “Tekvin” bölümü, 2/13-14;
tecrid-i sarih, diyanet tercümesi, no:1551;
Buhari-Müslim, el-lü’lüü ve’l mercan, no:
103; buhari, bed’ü’l halk, 6; Menakıb-ı Ansar,
42; Eşribe, 12; Müslim, iman, no:164, cennet,
no:2839 ve diğer hadis kaynakları
27.Tevrat: Yaratılış (Tekvin) 2:13.
28.MARGOSYAN, Mıgırdıç; Biletimiz İstanbul’a
Kesildi. 5.Baskı Aras yay. İstanbul 2003
s.106.
29.SPARKS, H.F.D. The Apocrypial old
t e s t a m e n t . O x fo rd . 1 9 8 4 . p p . 1 4 8 . 1 5 2 ;
ERDEM, Mustafa; Hazreti Âdem, Diyanet
yay. Ankara.1993.s.107.
174
30.www.hristiyanforum.com
31.El Muttaki. Kenzul Ummal, Kitab-ul Kıyame, Kısm-ul Ef’al, 5/38.
32.ÇİÇEK, Z.A; Tezkiret’ül Kurtubi Diyarbakır 2007:142,524.; Tezkiret’ül
Kurtubi, s.524, Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü.Diyarbakır Söz
yay.2007. s.142.
33.http://www.hazretiisagelecek.com/signs/signs005.html
34.http://forum.turksestudent.nl/index.php?showtopic=6157&mode=thr
eaded
35.El-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 1/55; el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr 5/381.)]
36.Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil nehirleri için bkz)] Ahmed İbni Hanbel,
el-Müsned 2/260, 289, 440; el-Humeydî, el-Müsned 2/491. Dicle için
bkz.: el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 1/55; el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ 1/565 (İbni
Hacer el-Mekkî’den naklen).
37.Müslim, Kitab’ül-Fiten.
38.Buhari Tecridi Sarih c. 12/ s.305.
39.YILDIZ, M., a.g.mkl. İstanbul 1990.
40.YILDIZ M.,Dünden Bugüne Kafkasya, Yitik hazine yayınları, ISBN:97500368-7-5 İstanbul 2006:303.
41.Kur’ân-ı Kerim, Hucurat 49/10.
175
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır’ın TARİHİ SULARI VE ÇEŞMELERİ
176
ÖZET
Susuz hayat mümkün değildir. Su, canlıların hayatlarını sürdürebilmeleri
için temel unsurlardan birisidir. Anasır-ı erba denilen 4 unsurdan (hava, su,
toprak ve ateş) birisi de sudur.
Su, hayatın kendisidir. Gökyüzünü muhteşem bir tablo gibi yedi renge
boyayan su, yağmur olup, bütün canlılara varlığıyla hayat sunar. Su; renksiz,
kokusuz, elde bile tutulamayan şekilsiz bir maddedir ancak toprakta ve
soluduğumuz havada mevcut olan su, yerini başka hiçbir doğal veya yapay
maddenin dolduramayacağı bir kaynaktır.(1)
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Sesiyle huzur, gücüyle enerji veren su; içmek, yiyecek üretmek ve sağlıklı
bir hayat için ilk insanlardan günümüze kadar gelen en temel ihtiyaçlardan
biri olmuştur. Suyla buluşmuş toprak, insanoğluna bütün cömertliğini
sunmuş, yaşamın ta kendisi olmuştur.
Suyla sadece insan nesilleri değil, medeniyetler de gelişmiştir. Tarih
kitaplarının yaprakları medeniyetlerin kurulması, gelişmesi ve hatta bazen
de yok olmasında suyun çok önemli bir rol oynadığını ve medeniyetlerin
hemen hemen hepsinin su kaynaklarının bulunduğu yerlerde kurulduğunu
yazmaktadır.
Suyun toplumumuzda ve kültürümüzde de çok büyük bir değeri vardır.
Binlerce yıllık tarihiyle geçmişiyle anılan Diyarbakır şehri su ve su yapılarıyla
da anılmaktadır Suya dair anlatacak çok hikâyesi olan şehirlerimizden
biridir Diyarbakır. Bu açıdan; büyülü, şifa veren, surlu kentin sırlı suyunu
anlatmak, bugün birçoğu yok olmuş, akmayan tarihi çeşmelerini anlatarak
yeniden hayat bulmalarını sağlamak,gelecek nesillere aktarabilmektir.
Diyarbakır’da Su ve Tarihçesi
Diyarbakır’ın tarihinde suyun kaynağı ve su yapılarıyla ilgili yapılan
araştırmalar incelendiğinde; Diyarbakır sularının Sur İçi’ndeki kaynaklar
ve şehre dışarıdan getirtilen kaynaklar olmak üzere ikiye ayrıldığını
görmekteyiz. M.Akif Tütenk Kara Amid Dergisindeki makalesinde Sur
içi’nde Ayn-ı Zülal (Anzele, Balıklı), Ali dede ve Kal’a suyu olmak üzere üç
kaynaktan bahsetmektedir. Dışarıdan getirtilen kaynakları ise üç ayrı
kaynak olarak belirtilmekle beraber dört kaynağın adını vurgulamıştır.
177
Öğr.Gör.Aysel YILMAZ
Yrd.Doç.Dr.Mine BARAN
Dicle Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi
[email protected]
[email protected]
Bunlar;
1.) Ulucami’in Payas suyu;
2.) Kaynar’dan getirilen İbrahim Bey suyu;
3.) Yine Payas’tan getirilen Özdemiroğlu Osman
Paşa suyu
4.) Kanunî Sultan Süleyman’ın emriyle 15381541 yılları arasında Diyarbakır valiliği yapan
Bali Paşa’nın Gözeli köyünden getirttiği
Hamravat suyudur.
Ancak dışarıdan getirtilen bu kaynaklardan Ulu
Cami suyu, seyahatnamede bir diğer adı olan Ali
Pınar suyu olarak geçmektedir. Evliya Çelebi’de
ve diğer kaynaklarda Karacadağ yakınlarındaki
Gözeli köyünden getirtilen Hamravat suyu
hakkında bilgi bulabilmekteyiz.
Diyarbakır şehrini 1867 yılında ziyaret eden
Garden’a göre Hamravat suyu batı yönünden
ve çok uzak mesafelerden bir su yoluyla
gelmekte idi. Bu yol biribirine iyice geçmiş
ve çok muntazam yontulmuş taşlardan inşa
edilmiştir. Şehre yaklaşınca üçbuçuk ila dört
kadem genişliğinde bir kantara üzerinden geçer.
Bu kantara siyah volkanik taşlarla yapılmış ve
27 müstakil ayak üzerine oturmuştur. Birçok
yarı yuvarlak kemerler meydana getirir.
Rum(Urfa kapı) ve Dağ kapı arasından şehre
girer.Şehre 14 kilometre mesafede bulunan bu
suyun getirilmesi için yapılan künkler bugün
mühendislerin bile hayretle ifade ettikleri
biçimde yapılmıştır.
Son derece ince ve derin hesaplarla kaynağındaki.
irtifa seviyesini geçtiğini,tümsek olan yerlerden
su kaybı olmadan tünellerden geçirilerek
evlerin en üst katlarına ulaşabilecek şekilde
yapıldığı bilinmektedir. 1535 yılında şehre
gelen Kanuni kendi kesesinden 14 kilometre
uzaktaki gözeden, çifte toprak künkler ve 27
gözlü su kemeri ile Hamravat suyunu 1543’te
şehre getirtmiştir.
Ondokuzuncu yüzyılda en az beş defa tamir
gören Hamravat suyu Diyarbakır’ın birçok
çarşı, hamam, cami, mescid, medrese, çeşme
ve mahallelerdeki evlerine dağıtılmıştır.
Birçok hamam ve çeşmenin yapılış tarihlerine
bakıldığında hamravat suyunun şehre gelişinden
sonra olduğu söylenebilir.
Mustafa Akif Tütenk’in belirttiğine göre ise
birara başka kaynak suları Hamravat suyuna
karışmış, ancak 1930 yılında Diyarbakır valisi
Nizameddin Bey bu suyun demir borular
içine alınmasını sağlamış ve böylece başka
suların karışmasından kurtarmıştır. .(2) Ancak
bu durum kantaraların yıkılıp yok olmasına
neden olmuştur. Bu suyun Yeni kapı civarı
dışında Diyarbakır’ın tüm semtlerine vardığı
anlaşılmaktadır (Fotoğraf:1.2.3.4.)
Evliya Çelebi bu su için der ki; Eski bilginler,
hamravat suyu içine pamuk koyup ,sonra yine
kurutup tartmışlar. Sonra İstanbul’da Eski Saray
kapısı önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp
kuruyan pamuk ile Diyarbekir Hamravat Suyu’
pamukları beraber tartılmıştır. Hamravat Suyu
ile ıslatılan pamuk hafif gelmiştir. İşte bu su
bu kadar hafif bir sudur. Eğer ağır olsaydı ,acı
olup faydasız olurdu. Bu suyun safra ve balgam
söktürücü olduğu tecrübe ile ortaya konmuştur
demektedir.
178
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Fotoğraf:1 Kantaralar (1929) (Dr. Necat Satıcı arşivi)
Yine Payas Köyünden Ulu cami’e getirilen Payas Suyu anlaşıldığı kadarıyla
bu caminin ihtiyacını gideriyordu. Ancak Hamravat suyunun da bu caminin
ihtiyacını giderdiğini de bazı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Payas Suyu
aynı zamanda Ulu cami ve Ali Pınarı adlarıyla da anılmaktadır.
Kale içindeki suların her ne kadar tarihlerini belirlemek mümkün değil ise
de anlaşıldığı kadarıyla İç-kale suyu çok eskilere dayanıp Diyarbakır’da
hüküm süren Artuklular bu suyu içine alan büyük bir havuzu İçkale’de
yaptırmışlardır. Bu su kale içindeki insanların , hayvanların , bahçe ve
değirmenlerin ihtiyaçlarına cevap verdiğine göre son derece büyük bir
kaynak olsa gerek. Evliya Çelebi İçkale’yi tasvir ederken bu suyuda şu
cümleler ile tasvir eder: “Bu iç-kalenin değirmenlerini çeviren su Tanrının
emriyle İçkale’de mevcut kayadan çıkar ve su değirmenlerini (asiyab) çevirir.
Bıyıklı Mehmed Paşa’nın sarayından geçer, demir bir kafes pencereden
kaleyi terk eder ve Fiskaya’dan aşağı döküldükten sonra taştan taşa kendini
vurup (Cennetteki) selsebil gibi Dicle nehrine akar. İçkale’nin bu kaynak
suyu (Cennetin) saf su tadını verir.
Evliya Çelebi’nin verdiği bu tasvir Matrakçı’nın eserindeki Âmid şehri
minyatürüne uyum sağlamaktadır( Resim1 )Bu minyatüre bakıldığında bir
kaynak suyunun İçkale’yi terkedip Dışkale’den nehre aktığını görürüz.(2)
(fotoğraf:1.2) Ancak Matrakçı’nın Dicle nehrini yanlış yönde çizdiğini göz
önünde bulundurursak Fiskaya’nın nerede olduğunu kestirememesini de
doğal karşılayabiliriz (Resim:1.)
Diğer taraftan bu suyun bir kolunun da Kanunî Sultan Süleyman’ın emriyle
Erba’ataş Havuzu yoluyla Tabanoğlu Mescidi’ne ve oradan da Nasuh
Paşa, Bıyıklı Mehmet Paşa, Arap Şeyh camilerine ve Yenikapı Hamamı’na
akıtıldığı söylenmektedir. (3)
179
Şehir içi su kaynaklarından biride Çiftkapı’daki
Ayn-i Zülal (Anzele) suyudur. İçkale suyundan
daha büyük ve bol olup birçok camiin ihtiyacını
giderdikten sonra Sultan Suca Çeşmesi’ne
kadar varmaktadır. Sultan Suca Çeşmesi’nin bu
kaynaktan suyunu aldığı söylenmektedir.
Fotoğraf:2Fiskayadan akan su
(Bir Zamanlar Diyarbekir)
Fotoğraf:3.Fiskaya Şelalesi(1932)
Fotoğraf:4.Kantaralar(1929)
Resim:1.Matrakçı Nasuh’tan Sur İçi Minyatürü
Fotoğraf.5.Günümüz Fiskaya ğörüntüsü
Seyahatnamede Evliya Çelebi Anzele’nin
öyküsünü ironik bir anlatımla şöyle anlatmıştır.
Diyarbakır’ın 1950’lere kadar Sur içinde yaşadığı
düşünülür ve Anzele’nin de Sur içindeki üç su
kaynağından biri olduğu dikkate alınırsa Evliya
Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin Diyarbakır’la
ilgili bölümündeki anlatımların önemi daha
net anlaşılır olur. Çelebi’nin sözlerini günümüz
Türkçesi’ne aktardığımızda ortaya şunlar
çıkıyor: “Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır.
Eski bir havuza akıp içinde binlerce çeşit balık
bulunur. Ama kimsecikler de avlamaya cesaret
edemezler. Bu balıkları avlamaya yeltenen
birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları
eğilmiştir. (3)
Anzele’nin bir de garip hikayesi vardır. Şöyle ki;
Bağdat Fatihi Sultan Murad Han (1623-1640),
Bağdat’ı fethedip (1638) bir dolu insanın başını
ateşle traş ettiğinde bu balıklar kendiliğinden
yaralanıp havuz kan deryasına dönmüştür. Hatta
Bağdat fethinden sonra Murad Han Diyarbekir’e
gelip Şeyh Aziz Mahmud Urmevi’yi şehit edince
Balıklı havuzu kan ile dolmuştur. Bizzat Murad
Han bu Balıklı’daki kanı görüp şeyhi katlettiğine
pişman olunca, havuzun içinden dört adet iri
balığı tutturup solungaçlarına altın ve gümüş
küpeler geçirip azad ettirmiştir. İşte bu Balıklı,
ab-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda
yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklarından,
kırk gün yıkanarak ölümden kurtulmuşlardır.
180
İşte bu suyun böyle bir su olduğu anlatılmıştır.(4) Bir zamanlar kadınların
çamaşır yıkayıp ,çocukların yüzdüğü bu yerden eser yok. Birçok insanın
us’unda hatıraların olduğu Anzele‘nin yeniden yaşatılacağı çalışmaları
bilgisini Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden aldık. Koruma amaçlı
imar planlaması çalışmalarından birisi de; Diyarbakır Sur içindeki su
kaynaklarının yeniden düzenlenerek işlev kazandırma çalışmasıdır. Şu anda
itfaiye su dolum binası olarak kullanılan Anzele’nin suyunu açığa çıkararak
etrafını yeşillendirmek amaçlanmaktadır. Böylece Anzele’nin gözyaşları
dinmiş, çevresi sosyal yaşam alanlarına dönüştürülerek geçmişi geleceğe
aktarmış olacağız. Bir zamanlar olduğu gibi. (fotoğraf.6) (şekil.1.2)
Fotoğraf.6.Anzelede
çamaşır yıkayan kadınlar
(Bir zamanlar Diyarbekir)
Şekil.2.Koruma amaçlı imar
planı Anzele bölgesi
(B.Şehir Belediyesi)
Şekil.1..Anzele havadan görüntü
(Büyükşehir Belediye arşivi)
(1939)
Fotoğraf.7.Erba’ataş Havuzu
(Ş.Beysanoğlu 1990)
Tarihi Diyarbakır Çeşmeleri
Bazen yol kenarlarına,bazen sokakların başköşesine, bazen de tek başına,
insanların en çok uğradıkları yerlere yapılan çeşmeler. Bazen suyu çok,
bazen suyu az, bazen de kurumuş çeşmeler. Sessizliğin ve yalnızlığın
olduğu bir yerde sesi ile türkü söyleyen çeşmeler. Başında dertlerimizi,
kederlerimizi, hüzünlerimizi, neşe ve sevinçlerimizi paylaştığımız çeşmeler.
Küskünleri barıştıran, aşıkları buluşturan çeşmeler. Şarkılara, türkülere
konu olmuş, herkesin dostu olan çeşmeler. Sahipsiz, isimsiz çeşmeler.
181
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Çevresine serinlik vererek sıcak yaz gününü
unutturan çeşmeler.
Çeşmeler “Türk Kültürü” içinde önemli bir yer
tutar.
Bizim kültürümüzde çeşmeler, insana ve
diğer canlılara verilen değerin, önemin bir
göstergesidir. “Selçuklu ve Osmanlı Kültürü”
içinde, çeşmelerin çok büyük önemi vardır.
Türkler çeşmeden içilen suyun en büyük hayır
(sevap) olduğuna inanmışlardır. Şehirlerin
önemli noktalarına, ”Sebil Çeşmeler” yapılmıştır.
İnsanların bu çeşmelerden faydalanması
sağlanmıştır. Diyarbakır Sur içinde Osmanlı
döneminde yapılan bazı çeşmeler, mimari
yapısıyla hala birer sanat eseri olarak hizmet
vermektedir. ”Sebil” demek; bedava demektir.
Herkesin ücretsiz olarak yararlanması için
yapılan çeşmelere, su içilen yere de “sebil”
denmektedir.
Diyarbakır’da irili ufaklı çok sayıda çeşme
bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu
Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni
Sultan Süleyman’ın Hamravat Kemeri ile şehre
su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler
çoğalmıştır. Evliya Çelebi de şehrin sularının
Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı
Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini
karşıladığını belirtmiştir (3). Bu sulardan
ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş,
ayrıca evlerin içerisindeki avlularda havuzlar,
selsebiller ve su depoları yapılmıştır. 1290
tarihli Diyarbekir Vilayeti Salnamesi şehirde
130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır.
Ancak
günümüze
bakıldığında
çoğunun olmadığını görmekteyiz. Yapılan tespit
çalışmalarında tescilli ve de tescilsiz 34 tane
çeşme tespit edilebilmiştir. 26 tanesinin aktif
olmadığını, 4 tanesinin yarı aktif olduğunu,
4’ünün ise aktif olduğunu bu çalışmada tespit
ettik.
Diyarbakır çeşmeleri kendi başlarına bağımsız
(meydan çeşmesi) olanlar ile herhangi bir
yapının duvarına yapıştırılmış veya bir yapının
cephesine yerleştirilmiş çeşmeler olarak iki
ayrı gurupta toplanmışlardır. Yapı duvarına
yerleştirilmiş olanlarda namazgah ve konut
duvarı olarak ikiye ayrılmaktadır. Hemen
hemen her çeşmenin bir de kitabesi vardır. Bu
kitabede yaptıran kişi, yapıldığı yıl veya bir dua
olabilmektedir.
Diyarbakır Sur İçinde Tespit Edilen
Çeşmelerden Örnekler
Diyarbakır sur içi bölgesinde tespiti yapılan
çeşmelerin birçoğu suyu akmayan,yok olmaya
mahkum durumdadır. Suyu İçtikten sonra
Yarabbi Şükür deriz, yani suya şükür ederiz. Peki
çeşmelere hak ettiği saygıyı gösteriyor muyuz?
Elbette ki hayır. Sur içindeki çeşmelerin birçoğu
tahrip olmuş, özğünlügünü yitirmiş durumdadır.
Birçok çeşme suskun ve çaresiz. Sessizlik yerini
gözyaşına bırakmış durumdadır adeta.
bunlardan
182
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Hasırlı Mahallesi Bahçe 2. Sokak Arap Şeyh Cami (Aktif değil kitabesi var)
İç Kale Aslanlı Çeşme Meydan Çeşmesi (Aktif değil kitabesi yok)
Tespiti yapılmış aktif olmayan çeşmelerden ikisi
Tablo1.de gördüğümüz 2 no’ lu çeşmelerden Aslanlı Çeşme sur içindeki
meydan çeşmelerinden en özellikli olanıydı bir zamanlar. Diyarbakır’da
İçkale’de bulunan, halk arasında Aslanlı Çeşme olarak tanınan bu
çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı
bilinmemektedir. Çeşmenin musluk yerinde bir aslan başı vardır ve su
aslanın ağzından akmaktadır. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin
üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık konulmuştur.
Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır.
Bir zamanlar iki aslan başından su aktığı söyleniyor, ancak çeşmenin iki
aslanlı görüntülerine rastlayamadık. Yıllarca tek aslan başından suyunu
akıtarak etrafı serinletip, yaptırana da hayır duaları edilmiştir. Bugün ise
diğer aslanda yerinde değildir, Sanırız ki güvenlik gerekçesiyle diğer aslan
Diyarbakır müzesinde koruma altına alınmıştır.
Fotoğraf.8.Aslanlı Çeşme M.Baran(1990)
183
Fotoğraf.9. Erba’ataş Havuzu (2010)
Cami Kebir Mahallesi Pirinççiler Sokak Sahabe Sasa
Çeşmesi (Yarı Aktif Yeni Kitabesi Var)
Tespiti yapılmış bir diğer çeşme ise Sahabe Sasa
Çeşmesi. Yarı aktif konumda olan çeşme 1994’
te onarım geçirmiştir Kitabenin üzerindeki
tarihin, onarım tarihi olduğu görülmektedir.
Tespiti yapılmış yarı aktif çeşmelerden Sahabe
Sasa Çeşmesi
Sahabe Sasa çeşmesine baktığımızda geniş bir
kemerin altında iki küçük niş ve iki metal musluk
bulunmaktadır. Muslukların altında ise suyun
toplandığı yalak kısmı mevcuttur. Çeşmenin
kemer kısmının başladığı iki uç noktada iki
konsol süsleme bulunmaktadır. Kesme bazalt
taştan yapılan çeşmede derzler çimento harcı
ile doldurulmuştur.(Şekil.3)
Şekil.3.Sahabe Sasa Çeşmesi Rölövesi
(A.Yılmaz, M.Akgül 2009)
Tespiti yapılmış bir başka çeşme ise, aktif
durumda olan Sultan Suca Çeşmesidir.(Tablo.3)
184
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Sultan Şuca Çeşmesi Hz. Ömer Cami Cami Duvar Bitişiği (Aktif Kitabesi Var)
Tespiti yapılmış aktif çeşmelerden Sultan Suca Çesmesi
Şekil.4.Sultan Suca Çesmesi Rölövesi(A.Yılmaz, M.Akgül 2009)
Çeşmenin kitabesine baktığımızda M 605 yılına tarihlenmektedir. Yan
yana üç adet kitabesi vardır. Sol taraftaki kitabe kısmen yok olmuştur. Her
kitabenin altında birer adet niş bulunmaktadır. Çeşme geniş bir kemerle
sınırlandırılmıştır. Yapı malzemesi kesme bazalt taştan yapılmıştır. Su tek
musluktan akmaktadır, Çeşmenin üzerindeki bitki örtüsü çeşmenin yapı
malzemesine zarar vererek tuzlanmaya neden olmaktadır. Bu açıdan biran
önce bitki örtüsünden temizlenmesi gerekmektedir. Bu çeşmenin suyunun
sur içindeki su kaynaklarından olan Anzele’den aldığı söylenmektedir.
(Şekil.4)
SONUÇ
Diyarbakır‘daki tarihi çeşmelerin dili olsaydı eğer kocaman bir ah işitilirdi
herhalde. Onların dili sesidir, yani suyun o huzur, serinlik veren sesi.
Çeşmeler sadece su gereksinimini karşılamaya yönelik yapılar olmayıp,
geleneksel mimaride kent içindeki mekân zenginliğine katkıda bulunan
sosyal ve fiziksel boyutlu mimari öğelerdir. Yani insanlar su ihtiyaçlarını
gidermek için mahalledeki çeşmenin başına geldiklerinde komşusuyla
karşılaşmış, orada dertlerini, kederlerini, neşe ve sevinçlerini paylaşma
imkanı bulmuşlardır. Çeşme başlarında ilk karşılaşmalar yaşanmış, ilk
aşklar burada olmuştur. Yani sosyal yaşam için önemli alanlar olmuştur
185
çeşmeler. Bu Açıdan; Tarihî çevrelerdeki kamusal mekânlar da, tarihî doku ile birlikte ele alınmalıdır.
Meydanlar, parklar, çocuk oyun alanları, yaya yolları, çeşmeler ve kentsel donatı elemanları
kentlerin ayrılmaz parçalarıdır. Tarihî yapılar arasındaki açık ve yeşil alanlar; kentlerin dolu ve
boşluk oranının sağlanması, kişilerin rekreasyonel etkinliklerde bulunması, yeşil dokusuyla mikro
klima etkisi, kent siluetine katkısı, yapılar için fon oluşturması gibi birçok fonksiyona sahiptir. Bu tür
mekânlar korunmalıdır. Diyarbakır’daki tarihi çeşmelerin de yeni düzenlemelerle işlevlendirilmesi,
tarihî doku ile yarışmayacak, estetik ve fonksiyonel yönden uyum sağlayacak şekilde yeniden aktif
hale gelecek nitelikte olmalıdır. Diyarbakır sur içi koruma amaçlı imar planlaması çalışmalarının
yapıldığı bugünkü süreçte, tarihi Diyarbakır çeşmeleri ve sur içini besleyen kaynak alanlarının
yeniden işlevlendirilmesi, burada yaşayan kullanıcıların ihtiyacı olan sosyal çevreleri tıpkı geçmişte
olduğu gibi oluşturacak şekilde planlanması gerekir.
186
KAYNAKLAR
1. www.veyseleroglu.com.tr
2. İLHAN, M ,Diyarbakır Şehrinin Suları ve Çeşmeleri, Diyarbakır. Müze
Şehir YKY kitabı s.247-248
3. ÇELEBİ,Evliya ,Seyahatnamesi , Tam Metin, Üçdal Neşriyat, Cilt 3-4,
Diyarbakır
4. BEYSANOĞLU,Ş. Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Yayını, Cilt 1 , s. 132, Cilt 2, s. 487, 564, 566
5. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Arşivi
6. YILMAZ A., AKGÜL, M.Yapı Fiziği II Öğrenci Çalışması (Diyarbakır sur
içinde iklimlendirme elemanı olarak tarihi çeşmeler)2009
7. Diyarbakır Sur İçi Belediyesi Arşivi
187
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GELENEKSEL DİYARBAKIR EVLERİNDE AVLU VE SU ÖĞESİ
188
ÖZET
Diyarbakır, Cumhuriyet dönemine kadar tam bir orta çağ şehri görünümünde
olup, yönetsel ve kültürel bir merkez olarak önem kazanmıştı. 1950 den
sonra gelişmeye başlayan şehir, o döneme kadar sur içine sıkışıp kalmıştı.
Surların sınırlılığı, sıcak ve kurak iklimin de bir sonucu olarak evler, bir
avlu etrafında dizilerek içe dönük bir yapılaşma oluşturmuştur. Dışarıya
kapalı tutulan evlerde doğa, avlu ve su ögeleriyle içeride yaşatılmaya
çalışılmıştır. Bildiri, bu tarihi evlerdeki önemli bir mekan olan avlu ve su
ögelerini içermektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Avlu
Bir kale gibi dış çevreye kapalı tutulan eski Diyarbakır evlerinin içi oldukça
süslü ve gösterişlidir. Evlere “sokak arası” veya “kapı arası” denilen dar
bir geçitten girilir. İç-Dış yaşamı birbirine bağlayan, bazı evlerde ahır
bağlantısının da yapıldığı bu mekanlar, evin merkezi sayılan “Avlu”ya açılır.
Diyarbakır sur içi geleneksel konutunda avlu, ilk en önemli mekanlardan
biridir. Bu merkezi mekan, yazın günlük yaşamın (oturma, yatma, yemek
yeme, yemek hazırlama, düğün, ölüm ve sünnet merasimleri vb.) büyük
bölümünün geçirildiği bir alandır. Dişi bazalt taş ile (bazaltın gözenekli
olanına verilen isim) döşeli avlular, odalar, eyvan, bazen ahır, mutfak,
kiler ve hela ile çevrilidir. Evler genellikle iki katlı yapıldığından üst kat
bağlantısını sağlayan merdivenler avluda yer alır. Bu alanın ortasında
çiçeklik ve çeşitli meyve ağaçlarının yer aldığı (incir, dut, ayva vb.) küçük
bir bahçe, havuz ve kuyu bulunur (Resim 1).
Resim 1. Diyarbakır Evinde “Avlu”
Ev içindeki yaşamın dışarıdan görülmemesi için avlu yüksek (4-4.5 m)
duvarlarla çevrilmiştir. Diyarbakır sur içi evlerinde bir çok Türk evinde
görülen harem ve selamlık bölümleri burada da bulunurdu. Her iki
189
Yrd.Doç.Dr.Mine BARAN
Öğr.Gör.Aysel YILMAZ
Dicle Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi
[email protected]
[email protected]
bölümün sokak kapıları ve avluları genelde
ayrıydı. İslam’i inançların ortaya çıkardığı
mahremiyet kavramı, bazı evlerde bu ayrımı
ön plana çıkarır nitelikteydi. Evin erkeği gelen
misafirleri selâmlıkta karşılar, harem avlusuna
sokmazdı. Hanımlar selamlığı görmezlerdi.
Misafirlere ikram edilecek şeyler, harem ve
selâmlığı, birbirinden ayıran duvar üzerindeki
“döner dolap” ile selamlık avlusuna ulaştırılırdı.
Bu eleman her evde bulunmaz sadece büyük
evlerde yapılırdı (1)(Şekil 1).
Resim 2. Süleyman Nazif Sk.No:32
U Tipi Plan
Avlunun üç çevresi odalarla çevrili olan
plan tipidir. Avlunun bir duvarı ise sokağa
bakmaktadır (Resim 3).
Şekil 1. Ziya Gökalp Evi Harem ve Selamlık Bölümü
Diyarbakır evleri avlu ve mekanların konumuna
göre genellenecek olursa 5 ana başlık altında
toplanmaktadır (2)(Şekil 2).
Resim 3. Abdaldede Mah.Behrampaşa Sk.No:48
I Tipi Plan: Bu tip planda avlunun karşılıklı iki
kenarına odalar dizilidir. Açıkta kalan diğer iki
kenarlarda, bazen bahçe, bazen de giriş kapısı
yer almaktadır (Resim 4).
Şekil 2. Avlulu Plan Tipleri
L Tipi Plan
Avlunun komşu iki kenarı odalarla çevrilidir.
Açıkta kalan duvarların önü bahçe olarak
düzenlenmiştir (Resim 2).
190
Resim 4. Özdemir Mah. Kurşunlu Cami Sk. No:10
İç Avlulu Plan Tipi
Avlunun dört kenarı, odalarla çevrilidir. Bütün mevsimler için bölümler, bu
tip planlarda mevcuttur. Ortada havuz bulunmaktadır. Diyarbakır evlerinin
çoğu, bu tipte planlanmış, ancak bir kısmı değişime uğramıştır (Resim 5).
Resim 5. Esma Ocak Evi
Dış Avlulu Plan Tipi
Bu tür planlara çok ender olarak rastlanmaktadır. Daha çok ilk plan tipi
deforme olmuş evlerin son hali, bu plan tipini oluşturmaktadır. Genelde
köşklerin planlarında görülür (Resim 6).
Resim 6. Gazi Köşkü
Su Ögesi
Sur içi geleneksel dokusunda su ögesi, sokak çeşmelerinden sonra evlerin
vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Dışarıdan bir kaleyi andıran evlerin
içi sağlık, temizlik, görsel zenginlik ve ruhsal rahatlama amacıyla havuz,
serdap, tulumba, kuyu gibi farklı su ögeleriyle donatılmıştır. Kanuni
döneminde Şehre getirilen kanalizasyon ve içme suyu tesisatının çok iyi
olması, evlerde çok sayıda havuz yapılmasına olanak vermişti. Böylece
insanlar düşledikleri dış dünyanın küçük bir örneğini evlerine yansıtmak
istemişlerdir.
Havuzlar
Diyarbakır evlerinde yaz aylarında yaşam avlu, eyvan ve havuz etrafında
geçer. Diyarbakır’da havuz genelde avlu ve eyvanda bulunur. Eyvandakiler
191
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
boyut olarak daha küçüktür. Eski dönemlerden
beri Diyarbakır’a l5 km. uzaklıkta bulunan
Gözeli’den getirilen Hamravat suyu her eve
dağıtılmıştır. Bu su Diyarbakır’a Kanuni Sultan
Süleyman’ın emriyle getirilmiştir. Kanuni
Sultan Süleyman 1549’da İran seferi nedeniyle
Halep’ten dönerken yolda hastalanmış ve
Diyarbakır’da kalmıştır.
Karacadağ’da
istirahat
eden
padişah
sağılığına kavuşunca Hamravat suyunun şehre
getirilmesini emretmiştir (3). O günden bugüne
kadar şehir içerisinde bir su dağıtım şebekesi
Dikdörtgen Planlı Havuz
Resim 7. Dikdörtgen Planlı Havuz
Eliptik Planlı Havuz
kurulmuştur. Böylece her eve ayrı bir havuz
yapılabilmiştir.
Diyarbakır evlerinde havuz, vazgeçilmez
bir unsurdur. Diyarbakır evlerinde suyun
kullanımında görsel konfor dışında iklimin
önemli etkisi, vardır. Yazları sıcak ve kurak olan il
de ev içerisinde yapılan havuzlar serin ortamlar
oluşturmada iklimsel konfor sağlamaktadır.
Havuzların yapımında kullanılan ana malzeme
bazalt taştır. Bu taşlar, kolay işlenebilmesi
yanında klima işlevi de görmektedir. Yaz aylarında
havuzlardan taşlara dökülen sular içindeki
gözeneklere dolarak buharlaşma yaratmakta
daha sonrasında serinlik yaymaktadır.
Resim 8. Eliptik Planlı Havuz
8 Kenar Planlı Havuz
Havuzların kenarı, genellikle döşemeden
az yüksek ve dış kenarı dışbükey, iç kenarı
düşeydir. Bunu döşemeden, 3-4 cm kadar
çukur, 12-16 cm eninde taşma kanalı çevreler
ve bir yerden düşeye dönüşerek (rögar)kanala
karışır. Diyarbakır evlerinde genel olarak 3 tür
havuz bulunmaktadır. Dikdörtgen, eliptik ve
8 kenarlılar (4) (Resim7,8,9). Dairesel olanlar
serdap dışında bulunmamaktır.
192
Resim 9. 8 Kenar Planlı Havuz
Havuz kadar önemli onu tamamlayan bir detay da, boşalan su için
düşünülen(görsel su oyunları) kanalcıklar ve kadehlerdir. Suyun basınçlı
olduğu ev veya semtlerde ortada fıskiye de bulunabilir. Ancak en yaygın
olanı iki kadehli havuzlardır. Kısa kenar ortalarına veya 4 kenar ortalarına
yerleştirilirler. Bunlar, yarım daire yıldız ve katmer verilerek yontulur,
çanağı çukur ve havuza doğru kanallı olurlar. Bunlardan su hafifçe taşar
ve havuza dökülür. Böylece çok az ses yaparken kulağı yormadan görsel
zenginlik sağlar ve serinlik verir (4)(Resim 10,11,12).
Resim 10. Su Kanalı
Resim 11.Fıskiye ve Su Kadehi
Resim 12. Su Kanalları
Serdap
Diyarbakır evlerinin bir özelliği de serdap’lardır. Sıcak yaz günlerinde
eyvan ve avlular yetersiz kalınca buna önlem olarak bir nevi sığınak olan
serdaplar yapılmıştır. Bunlar evlerin yerleşme planı içerisinde bir tür
bodrum odası olup avluya açılırlar ve kuzeye yöneliktirler. Diyarbakır C.
193
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
S. Tarancı evinde olduğu gibi bazı örneklerde iki
basamakla içerisine girilen havuzlu, mekânlardır
(Resim 13).
Resim 13.C.Sıtkı Tarancı Evi’nde Bulunan Serdap
Selsebil
Zengin evlerinde bazen havuzların eyvanın
içerisine
kadar
girdikleri
görülmüştür.
Bazı örneklerde buralara küçük selsebiller
eklenmiştir. Bunun da nedeni selsebillerin eve
serinlik sağlamasıdır. Duvar yüzeyinden bir su
kanalı ile akıtılan su, önündeki havuza dökülür.
Diyarbakır da selsebiller genellikle sur dışında
yer alan köşklerde bulunur (Resim 14).
Resim 15. Diyarbakır Evinde Tulumba
Kuyu
Geleneksel Diyarbakır evlerinde kuyu, tulumba
gibi avluda bulunur. Kuyular genellikle temizlik
amaçlı kullanılmıştır. Bazen de o dönemlerde
buzdolabının olmamasından dolayı sıcak yaz
günlerinde aşağıya sarkıtılan yiyeceklerin serin
olması sağlanırdı. Yalıtımın çok iyi yapılmış
olması kuyu ve tulumba kültürünün gelişmesine
olanak sağlamıştır (Resim 16).
Resim 14. Gazi Köşkü’nde Yer Alan Selsebil
Tulumba
Diyarbakır evlerinde hemen her evde bulunan
tulumba avluda yer alır. Kol kuvvetiyle çekilen
su, önündeki hazneye, fazlası da bahçeye
dökülür (Resim 15).
Resim 16. Kuyu
194
Eski Diyarbakır’da su şebekesi pöhrenk adı verilen kanallarla sur içine
getirilerek evlere bağlanmıştır (5,6). Ancak suyun basınçlı olmamasından
dolayı Diyarbakır’da bulunan eski evlerde su haznesi ender olarak
kullanılmıştır.
Geleneksel Diyarbakır Evleri, gerek mekan kurgusundaki işlevselliği gerekse
detaylardaki incelikleri ile günümüzde örnek alınacak yapılarımızdır.
Ancak günümüzde pek çoğu yıkılmış veya havuz, tulumba, selsebil vb. gibi
donatılarından yoksun bırakılmıştır. Geçmiş kültürümüzden izler taşıyan
bu yapı ve ögelerinin daha fazla yok olmadan gelecekte de yaşayabilmesi
hepimizin sorumluluğudur.
195
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKÇA
1. BEYSANOĞLU Ş. Diyarbakır Evleri, Ankara, 1998.
2. AKBULUT İ. Diyarbakır, Diyarbakır.1998.
3. ERGİNBAŞ D. Diyarbakır Evleri, İ.T.Ü.Mimarlık Fak. Syf.10, 1953.
4. TUNCER O.C. Diyarbakır Evleri, D.Bakır B.Ş.B. Kültür ve Sanat Yay. Syf.25-28, 1999.
5. BEYSANOĞLU Ş. Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi. Ankara. 1987.
6. Diyarbakır, Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, Syf.246-25,1 İstanbul, 1999.
196
DİYARBAKIR İLÇELERİ SU VE ÇEŞMELERİ
198
Diyarbakırda Akarsular
İlin en önemli akarsuyu Dicle’dir. Elazığ ili sınırları içinden çıkan bu akarsu,
hemen sonra Diyarbakır ilinin topraklarına girer. Eğil’in doğusunda Dipni
Çayı’nı alır. Sonra güneye yönelir. Diyarbakır’a ulaşımından az önce
Devegeçidi Suyu kendisine kavuşur. Diyarbakır kenti önünde geniş bir
yatak içinde akar. En büyük kollarını Diyarbakır il sınırlarını terkettikten
sonra alır. GAP kapsamındaki alt projelerden bazıları Dicle Havzası’ndadır.
Dicle Diyarbakır ilindeki akarsuların tümüne yakınını toplar. Yalnızca ilin
kuzeybatı köşesindeki küçük bir alanın suları Fırat ırmağına gider (Çermik
ilçesinin suları). Diyarbakır ili sınırları içinde önemli göl yoktur.(1)
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Günümüzde Dicle
1909’da Dicle
Dicle Nehri
Türkiye’de doğup birçok kolları olan ve Irak topraklarına geçip orada
Fırat’la birleşerek Şattülarap’ta Basra körfezine dökülen nehir. Nehir
ana kaynaklarını Doğu Anadolu dağlarından ve dipten sızma yoluyla
Elazığ yakınlarındaki Hazar (Gölcük) gölünden alır. Türkiye’nin önemli
akarsularındandır. Doğu Anadolu dağlarından çıkar, Basra Körfezi’ne
dökülür. Toplam uzunluğu 1900 km’dir. Türkiye topraklarında kalan
bölümün uzunluğu ise 523 km’dir. En önemli kolları Batman ile Garzan,
Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap’tır. Debisi ortalama 360 m3/sn dir.
Eylül ayı ortalarında 55 m3/sn ile en küçük, şubat sonunda 2263 m3 /sn
199
Prof.Dr.Kenan Haspolat
Dicle Üniversitesi
[email protected]
akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda
genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı
yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna
rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki
karların erimesinden oluşan su ile kabarır.(1)
Şahaban bölgesinde Dicle nehri
Silvan Su ve Çeşmeleri
Altıbulak (Kanıya Derge) Çeşmesi
Altı bulak çeşmesi ilçenin güneyindeki surun
alt kısmında bulunmaktadır. Çeşme 6 bulaktan
oluşmaktadır. Adını da buradan almaktadır. Daha
önceleri çeşmenin üzerinde iki kitabe varmış
ancak altın arayıcıların hüsranına uğramış. Halk
dilinde «Kaniya Derge» olarak geçmektedir.
Tarihi hakkında her hangi bir esere rastyamadık.
Ya Eyyübiler’-den ya da Artuklulardan kalma bir
eser olduğu tartışmasızdır.
7 Kızlar Çeşmesi
7 Kızlar çeşmeleri İlçenin güneyindeki surların alt
diplerinde, 50 metre aralıklarla uzaklıktadırlar.
Batıdan doğuya doğru 1. çeşmenin adı Belkisa,
2. Fatma, 3. Ayşa, 4. Zübeyr, 5. Hamide, 6.
Melika, 7. ise Geza olarak bilinmektedir.
Dicle nehri ve hevsel bahçesi(F. Türkoğlu)
İl Ve İlçelerde Çeşmeler
1873-1876 yılında Diyarbakır merkezde 130
çeşme, 28 değirmen, 5 su kuyusu vardı.
Silvan’da19 çeşme,
Ergani’de 18 çeşme, 2 değirmen,
Çermik’te 83 çeşme, 2 su kuyusu,
Hani’de 4 çeşme, 8 değirmen,
Hazro’da 13 çeşme,1 su kuyusu,16 değirmen
vardı.
Eğil kasabasında 4 dink ve değirmen,2 hamam
mevcuttu.
1877 yılında Vali Ahmed Tevfik paşa su
kemerlerini onarttı.(2)
Bazı rivayetlere göre 7 kız kardeşin Eyyübilerden
olduğunu,
savaşlarda
şehit
düştükleri
söylenmektedir. Şimdi bu çeşmeler ziyaretgah
olarak bilinmekte olup özellikle suyu alerji,
romatizma ve korkulara iyi gelmektedir. Yapılan
deneyler sonucunda gerçekten bu suların şifalı
olduğu anlaşılmıştır.
Ması Çeşmesi
Altıbulak çeşmesinin 20 metre yukarısında
bulunan Ması çeşmesi için İlçenin yaşlıları,
burada bir kral kızının boğulduğunu ve o gün,
bugün kralın kızı Ması’nın bu nedenle kullandığını
söylüyorlar.
Büyük ve Küçük Çeşmeler
Büyük ve
ziyaretgah
200
küçük çeşmeler halk arasında
olarak
kullanılmaktadır.
Bu
çeşmelerle ilgili olarak herhangi bir esere rastlanılmamıştır. Her iki çeşme
şehrin su ihtiyacının tamamını karşılayabilmektedir. Arta kalan sular ise
Belediye tarafından her yıl ihalesi yapılarak tarla tarımında kullanılmaktadır.
Albat dağının eteklerinde bulunan çeşmenin şehirden uzaklık mesafesi 1,5
km. dir. Suyun soğuk oluşundan 42 derece sıcaklıkta bu suya girmek için
cesaret ister. Kışın ise bu su sıcak olur. (3)
( Kaniya Derge - Altıbulak Çeşmesi- Silvan)
Silvan-Kaniya Navin Çeşmesi- Fot.Nejat Satıcı
Silvan ve çevresi, hem Batman çayı ve bu çaya Albat dağının güneyindeki
gür fay-karst kaynaklarından başlayan akarsuların varlığından dolayı,
hem de zengin yeraltı su varlığından dolayı hidrografik olarak elverişli bir
konuma sahiptir. Bu durum tarih ve tarih öncesi kesintisiz yerleşmeye imkan
tanıyan ve bu iklim şartlarında adeta hayat veren coğrafi bir faktördür.
Silvan’daki Akarsular
İlçe sınırlarından geçen en büyük ve önemli akarsuyu Malabadi (Batman)
Çayıdır. Bunun yanında Silvan Suyu (Çemi Hasanbeg), Başnik ve Aslo
dereleri önemli akarsuların başında gelmektedir.
Ayrıca Albat Dağı eteklerinden çıkan ve aynı zamanda Silvan şehrinin
içme suyunu karşılayan Büyük Çeşme piknik ve yüzme amaçlı kullanılan su
kaynaklarımızdan biridir.
201
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Malabadi (Batman) Çayı
Malabadi Köprüsü
Silvan ilçe sınırından geçen en önemli akarsu
Malabadi Çayıdır. Diyarbakır Batman ilinin
de sınırını belirler. Batman-Silvan Barajları
Malabadi çayı üzerinde kurulmuştur. Akarsuya
adını veren Ünlü Malabadi Köprüsü de aynı
çayın üzerinde inşa edilmiştir.
Batman çayı üzerinde Silvan’a 14 km.
uzaklıkltadır. 1147-48 yıllarında Mardin Artuklu
hükümdarı Timurtaş tarafından yaptırılmıştır.
Fransız araştırmacı Albert Gabriel köprü içine
Ayasofya’nın kubbesi köprünün altına rahatlıkla
girer. Modern statik hesabının olmadığı devirde
bu açıklıkta o azaman için böyle bir eser
hayranlık ve takdiri muciptir.
Dicle büyüklüğünde bir çaydır. Kulp ve Sasun
bölgelerinden çıkan iki sudan doğar. Bunlardan
Kulp Çayı, Gühermi dağından çıkar. Muş
taraflarından gelen ikinci bir kolla Kendal-i heşin
(Yeşil yar) mevkiinde birleşir. Kulp merkezinden
geçerek Nafro mezrasının güneyinde, bu defa
Melül dağından doğan Şakiran çayını alarak
güneye doğru akışına devam eder. Kulp ile
Lice arasındaki Sarım Çayı ile de Barın köyü
güneyinde birleşir. Sonra Taloriden gelen
Kerikan Çayını da alarak güney ve güney-batı
istikametinde akar. Sasun dağlarından gelen
ikinci kolla karışıp asıl Malabadi çayını teşkil
eder. Bir hayli ilerledikten sonra Silvan’ın 20 km.,
kadar doğusunda bulunan ve kendisine adını
veren tarihi Malabadi köprüsünden geçerek
daha ötede Hasankeyf önlerinde Dicle Nehrine
dökülür. Uzunluğu 100 km. kadardır. (D.tar.s.17)
Silvan Suyu
Halk arasında Çemi Hasan Beg olarak ta
adlandırılan Silvan Suyu, Silvan ve çevresinde
doğan irili ufaklı bir çok kaynağın birleşmesiyle
oluşan bir deredir. Asıl kaynağı Kaniya mazın
denilen büyük çeşmedir.
Balkanlarda, Türkiye’de ve Orta Şark’ta böyle
bir köprü yoktur” demiştir. Köprü üzerinde
kitabesinin yanı sıra astrolojik betimlemelerden
oluşan kabartmalar bulunmaktadır. 150 metre
uzunluğunda ve biri çok büyük olmak üzere 5
gözlüdür.
Kemuk Köprüsü
Malabadi Köprüsünün kuzeyinde olan Kemuk
Köprüsünün Malabadi Köprüsünden önce
yapıldığı ve Mervaniler dönemine ait olduğu
söylenmektedir. Yapının kesin tarihi hakkında
gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Tarihi köprü
Batman Barajı altında kalmıştır.
Bunun yanında Kaniya Navin, Kolek, Ğanık,
Hecicatık ve ziraat bahçelerinden çıkan birçok
kaynakla beslenir, Malabadi Çayına dökülür (4)
202
Foto.Yaşar Parlak
Çınar
Kışın kabarıp yazın kuruyan akarsulardan başka önemli akarsu olarak
Göksu Çayı ile Dilaver Çayı vardır. Durgun su kaynakları olarak ise Beşpınar,
Yukarı Ortaviran ve Künreş Göletleri ve Göksu Barajı vardır.(5)
Göksu Barajı (N. Satıcı)
Çınar Çeşmeleri
Çınar’da çarşı içinde çeşme
Çınar’da mezarlıkta çeşme
Kocaköy
Arkbaşı köyü-Pamukçay’ın kaynağı(Mahmudiye pınarı)
Ambar çayı (7)
203
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Ambar Çayı Köprüsü (Merkez)
Diyarbakır Silvan yolunun 21.km.sinde bulunan
Ambarçayı Köprüsü’nün dört satırlı 1223 tarihli,
dokuz ve onuncu gözleri arasındaki kitabesinin
bazı yerleri okunamamıştır. Bununla beraber
köprünün Artukoğullarından Ebu’l-Feth Mevdud
Bin Mahmud zamanında yapıldığı öğrenilmiştir.
Mimarı Cafer Bin Mahmud el Halebi’nin
öğrencilerinden Osman isimli birisidir.
Ambar Çayı üzerinde bulunan bu köprü 20 göz
olarak yapılmıştır. Günümüzde bu köprünün
yalnızca ayakları kalmıştır. Köprünün taşları
bölgeye yerleşenler tarafından sökülerek
inşaatlarda kullanılmıştır. Bugün aynı yerde
karayolları tarafından yapılmış bir köprü
bulunmaktadır.(6)
Anbar Çayı Köprüsü
Diyarbakır–Silvan yolu üzerindedir. Bugün
tamamen yıkılmış olup, kalıntıların bir kısmı
görülmektedir. Yıkımından önce üzerinde var
olan kitabesinden Artukoğullarından Ebul Feth
Evdud Bin Mahmud tarafından 1223–1232
yılları arasında yapıldığı öğrenilmiştir (İlter, 1978).
Anbarçayı’nın yıkım sonrası hali.
Ambar çayı
Kocaköy mevsimlik sularını Ambar Çayına
boşaltan Navadar Deresinin yer aldığı vadidir.
İlçe merkezini oluşturan ve zamanla genişleyip
yayılan kasaba, batıdaki Ambar Çayına dökülen
derelerden Navadar Deresi ve Derin Dere ile
doğudaki Derun Çayına uzanan Alanpınarı
(Kaniyaalan) deresinin havzalarının su ayırım
çizgilerini de içine almaktadır.
Ana yapım malzemesi kalker olan köprünün
hemen yanında betonarme bir köprü yapılmıştır
(21).
(8)
Anbarçayı’nın yıkılmadan önceki hali
204
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Kocaköy ulu camii avlusunda bir kaynak suyu
Çermik Suları
Çermik Kaplıcaları
Diyarbakır, Çermik ilçesinde bulunan Çermik Kaplıcası, ilçe merkezine 3
km. uzaklıkta, Diyarbakır-Çermik yolu üzerindedir.
Çermik kaplıcasının ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir. Bununla
beraber kaplıcanın çok eskiden beri bilinmektedir. Bu konuda bir efsanesi
bulunmaktadır.
Bu efsaneye göre;
Güney Doğu Anadolu’da hüküm süren Acem Kralı’nın Melike Belkıs adında
güzel bir kızı varmış. Bu kız bir gün hastalanmış ve vücudunda birtakım
yaralar çıkmıştır. Zamanın hekimleri, Melike Belkıs’ı tedavi etmek için çok
çaba sarf etmişler, gerekli ilaçları kullanmışlar, fakat bir türlü hastalığına
çare bulamamışlardır. Hastalık ilerlemiş Melike Belkıs’ın vücudunu kurtlar
sarmış ve vücudundan pis kokular gelmeye başlamıştır. Bundan ötürü
de Melike Belkıs saraya girememiştir. Bu durumdan son derece rahatsız
olan kral kızını saraydan çıkarmış, yanına muhafızlar vererek ormana
bırakmıştır. Melike Belkıs ormanda gezerken bugünkü kaplıcanın bulunduğu
yere gelmiş ve buradaki sıcak suya rastlamıştır. Yorgunluğunu gidermek
için ayaklarını sıcak suyun içine sokmuş, bir süre sonra suya değen yerleri
iyileşmeye başlamıştır. Melike Belkıs bunun üzerine sıcak suda yıkanmış ve
tekrar eski sağlığına kavuşmuştur. Melike Belkıs’ın muhafızları, bu haberi
hemen saraya iletmişler, bu haber üzerine kral bugünkü “Büyük Paşa”
denilen kaplıcanın üzerine bir hamam yaptırmıştır.
Bu efsaneye göre kaplıcanın Arapların Çermik’i fethinden önce yapıldığı
sanılmaktadır. Çermik sıcak su kaynağının ise, çok daha eskiden beri var
205
olduğu ve bir ara kuruduğu, Yukarı Dicle ve
Fırat Bölgesinin en iyi yerli kaynağı olduğu
Amildi Mar-Yeşuva’nın “Vakayinamesi”’nden
öğrenilmektedir.
bulunmaktadır.
Çermik’te kaplıcalarla her yıl Haziran ayında
Melike Belkıs Şenlikleri adı ile festival
düzenlenmektedir(9).
Çermik çeşmeleri
İlçede bir çok tarihi çeşme vardır. Bu çeşmelerin
çoğu Osmanlılar devrinden kalmadır. Çok sayıda
çeşmenin bulunuşu, ilçenin su bakımından
zengin olmasıyla alakalıdır. “Diyabekir Vilayet
Salnameleri”’ne göre ilçede 83 tane çeşme
bulunmasına rağmen, bugün bunların çoğu
bakımsızlıktan ve eski eserlerin değerlerinin
bilinmemesi yüzünden harap bir vaziyette
bulunmaktadır.
Osmanlılar zamanından günümüze
kadar gelebilen çeşmeler şunlardır
Hanım Çeşmesi
(22)
Çermik Kaplıcaları iki bölümden meydana
gelmiştir. Bugün Hamambaşı denilen yer
arşiv kaynaklarında Kudret Hamamı olarak
isimlendirilmektedir. Bu bölüm, Ortaçağ’dan
beri kullanılmaktadır. Çermik ilçe merkezindeki
Saray Hamamı denilen yer ise XVI.yüzyılda
burada yaşayan Beyler tarafından yaptırılmıştır.
Saray Mahallesi’ndeki hamamın arka tarafında
bulunan çok eski bir çeşmedir. Kemere değin
yere gömülmüş olan çeşmenin kabartma ve
küfiye benzeyen kitabesini mahallelilerden biri
“pislik içinde bulunan bir yerde Lafza-i Celal’in
bulunması günahtır” , düşüncesiyle bu kitabeyi
çekiçle kırarak okunamaz bir hale getirmiştir.
Bu yüzden çeşmenin ne zaman yapıldığı
bilinememektedir.
Çermik kaplıcalarından, iltihaplı romatizmalar,
çocuk felçleri, nevrit, polinevrit, kadın
hastalıklarında,
üst
teneffüs
yolları
hastalıkları ve deri hastalıklarının tedavisinde
faydalanılmaktadır. Burada yapılan incelemelere
göre kaplıcanın suyu 48C0 sıcaklıkta olup,
kükürt ve radyoaktif içermektedir. Bunun
yanı sıra bileşiminde bromür iyonu ve iyodür
Kırzıoğlu’na göre, bu çeşme ve kuzey tarafındaki
eski konaktan kalma izler bunun Osmanlı ve
Akkoyunlu hakimiyetlerinden çok öncelerinden,
en azından 12. yüzyıldan kalma olduğunu
sezdiriyor. Bu çeşmenin başında kadınlar, cuma
gecelerinde mum diker ve dilekte bulunurlar.
206
Bandeler Çeşmesi
Çukur Mahallede, Bandeler Sokağında bulunmaktadır. XVIII. yüzyıldan
kalma bir çeşmedir. Çeşmenin üzerindeki 27x48 cm. ölçülerindeki
akmermerden nesihle kabartmalı olarak yazılan eski kitabelerden kalan
son beyitte şunlar okunmaktadır: “Çeküp cana Lebib abı safa ile dedi tarih,
içilmek Ab-ı Kevser’den nasib eyle ana Mevla. 1182 (1768)”
Bu kitabenin üzerine konulan 35x48 cm ölçülerindeki tamir kitabesinde
ise, şunlar okunmaktadır: “Bu hayrat-ı mücelle civar merhum Becan’dır.
İcabet Hazreti Zat-i Cenabi Kibriya’nındır. Sene 1322 (1904) Bandizade.”
Ali Dede Çeşmesi
Çermik’in Çukur Mahallesi’nde bulunmaktadır. Üzerinde herhangi bir kitabe
veya yazı çoktur. Çok güzel dik kemerli ve 1.5 m kadar çukura gömülmüş
olan aktaştan yapılmış eski bir çeşmedir. Güneye bakan kemerinin derinliği
265 cm’dir.
Süt Çeşmesi
Çermik’in güneybatı tarafındadır. Üzerinde kitabe bulunmasına rağmen
çeşmenin yapılış tarzından çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Halk arasında
yaygın olan inanışa göre bu çeşmeden su içen kadınların sütü çoğalır. Bu
yüzden sütü gelmeyen veya az olan kadınların bu çeşmeye gelip suyundan
içerler. Bu yüzden çeşmeye de süt çeşmesi denilmektedir.
Diğer Bazı Çeşmeler Şunlardır
Kayme Çeşmesi
Harefene Çeşmesi
Hasan Hüseyin Çeşmesi
Abdest Çeşmesi
Aşur Çeşmesi İmirza Çeşmesi (10)
Piri Çeşmesi
Yel Çeşmesi
Çelenkler Çeşmesi
Çırrik Çeşmesi
Sinek çayı (11)
207
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Sinek (Siğnek) Köprüsü
Çermik’te Fırat Nehri’ne dökülen Sinek Çayı
üzerinde yer alan köprü belgelerde kalan,
günümüze ulaşamamış bir yapıdır. Kaynaklardan
edinilen bilgilere göre, ortadaki hafif sivri ana
kemer ile bunun hemen yanındaki daha küçük
gözden oluşmaktadır. Kitabesi bulunmayan
yapıyı İlter (1978); yapım tekniği, tuğla ile taş
malzemenin birlikte kullanılışı ve taş işçiliği
bakımından Haburman Köprüsü’nün yapıldığı
yıllara (1179) tarihlendirmektedir. Tunç (1978)
ise, köprünün yapım dönemi için, Osmanlı
devrindeki Beylikler zamanını belirtmektedir.
Büyük bölümü yıkılan köprünün 1 km. kadar
ilerisinde de aynı adla anılan daha küçük bir
köprü yer almaktadır. Yakın zamanda gördüğü
onarım ve üzerine atılan geniş beton döşeme
ile günümüzde kullanılan köprü iki gözden
oluşmaktadır. Yapım dönemi bilinmeyen köprü,
yapım tekniği ile yıkılan Sinek Köprüsü’ne
benzemektedir (21)
Sinek Köprüsü memba yüzünün yıkılmadan önceki
rölöve çizimi (İlter, 1978).
Sinek Köprüsünün yıkılmadan önceki durum
Günümüzde kullanılan Sinek Köprüsü
Güneydoğu’nun
Saklı
Güzelliklerinden
Şeyhandede Şelalesi, turizme açılacağı günü
bekliyor. Diyarbakır’ın Çermik ilçesindeki
şelale, görenleri adeta büyülüyor. Yaklaşık 30
metreden akan şelale, bölge halkı tarafından
bile yeterince bilinmiyor.
Güneydoğu’nun
saklı
güzelliklerinden
Şeyhandede Şelalesi, turizme açılacağı günü
bekliyor.
Diyarbakır’ın Çermik ilçesindeki şelale, görenleri
adeta büyülüyor. Yaklaşık 30 metreden akan
şelale, bölge halkı tarafından bile yeterince
bilinmiyor. Şeyhandede Şelalesi’nin bu güne
dek keşfedilmemiş ve gerekli ilgiyi görememiş
olması Çermik’in yeni Kaymakamı Nesim
Babahanoğlu’nu da şaşırttı. Babahanoğlu,
Çermik ve yöresinde keşfedilmemiş güzelliklere
azami değer verdiklerini ifade etti.
Şelaleyi
Dicle
Üniversitesi’nden
gelen
misafirleri ile birlikte ziyaret eden Kaymakam
Babahanoğlu, gördüğü manzaraya hayran
kaldığını belirtti. Babahanoğlu, “Böyle bir
güzelliğin halkın hizmetine sunulamamış
olması büyük bir eksikliktir.’’ dedi. Şeyhandede
köyüne yaklaşık 3 kilometre mesafede bulunan
şelaleye, patika yoldan 45 dakika yürüdükten
208
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
sonra ulaşılabiliyor. (12) (19)
Şeyhandede şelalesi
1971 Haburman Köprüsü Adil Tekin
Günümüzde (21)
Çermik Akarsular ve Göletler
a. Göz Suyu : İlçenin güneydoğu tarafındaki “Göz” adı verilen kaynaktan çıkmaktadır.
Evsel bahçeleri sulamasında kullanılan Göz Suyu, Sinek Çayı’na dökülür.
b. Sinek Çayı : İlçenin kuzeybatısında bulunan Gelincik Dağı eteğindeki Sinek
köyünden adını almıştır. Çayın kaynağı bu köyün sınırları içerisinden doğar.
Çermik Kalesinin bulunduğu tepenin batı eteklerinden geçerek, Cavsak suyunu
alır. Karakaya Köyü altında Kızılçubuk Çayı ile birleşerek, Konaklı Köyü önünde
Fırat nehrine karışır.
c. Beylik Madrap Suyu : Malönü denilen yerden doğar. Suları daha çok çeltik
sulamasında kullanılır.
d. Medya Çayı : Bu çayın suları Yeniköy, Elmadere ve Sumaklı Köylerinin
yakınlarından geçer. .Bu köylerin topraklarının sulamasında kullanılır.
e. Sinan Suyu : İlçenin kuzeyindeki dağlardan doğar. Yaklaşık 15.000 dönüm alanı
sular.
f. Halilan Göleti: Çermik bölgesinde doğal göl bulunmamaktadır. 1984 yılında
Halilan Göleti işletmeye açılmıştır. Çermik’in Yiğitler Köyü önünden geçen
Çoruh Deresi üzerindedir. Göletin tam dolu olması halinde 7000 dekar alanı
sulayabilmektedir. 9000 metre uzunluğunda sulama kanalı bulunmaktadır (10)
209
Ergani
Ergani’nin kuzeyindeki sıradağlar, su kaynakları
bakımından zengindir. Buz gibi su akan
çesmelerin önündeki bahçeler, güzel mesire
yerleridir. Hosot Ovası, yeraltı suları bakımından
zengindir. Kazılan sondaj kuyularında bol su
çıkmaktadır. Ergani çevresinde belli başlı dört
akarsu vardır.
a-Maden Suyu (Dicle Nehri): Dicle Nehrini
meydana getiren başlangıç sulardan en
büyüğüdür. Ilçeden 10 km mesafede Sakız
Dağının kuzeyinde akar. Kelemdan Köyünden
başlayarak Ergani toprağına girer 17 km
attıktan sonra Dicle İlçesi sınırına geçer. Zülküf
Dağını geçtikten sonra Singirik Çayı ile birleşir.
Bu akarsu Ergani’nin kuzey sinirini çizer. Nehir
yatağı, önünde yapılan Kral Kızı Barajı suları ile
şişmiş baraj gölü olmuştur.
d- Seggür Çayı: Karacadağ’ın kuzey yamacından
ve Çiyaye Res’de akan sulardan oluşur. Bazalt
platodan kuzeydoğuya doğru akar. Diyarbakır
topraklarında Yekav denilen yerde Boğaz
Çayı ile birleşir. Bundan sonra Devegeçidi
Suyu adını alır. Devegeçidi Barajı da bu iki
çayın önünde kurulmuştur. Bu çayda yasayan
balıkların rengi siyahtır. Kışın ve ilkbaharda
suyu çoktur. Yaz mevsiminde suyu kurur. Yine
de geniş yaylada beslenen hayvanların su
ihtiyacını karşılar. Az bir masrafla bu çevrede
çok amaçlı göletler yapılabilir. Köylülerin kendi
çabalarıyla kazdığı iptidai kuyuların önünde
sebze ekimi yapılmaktadır. Yakın zamana kadar
çay kenarındaki gür sazlıklarla yaban domuzları
yaşarlardı. (13)
b-Boğaz Çayı: Kaynağını Ergani’nin batısındaki
Boğaz Köyünde çıkan sudan aldığı için bu adla
anılır. Hosot ve Gevran ovalarını boydan boya
geçerek hayat verir. Aldığı başka kaynaklarla
büyür, Diyarbakir topraklarında Devegeçidi
Suyu adını alır. Uzunluğu 65 km kadardır.
Eskiden önünde onlarca su değirmeni dönerdi.
Devegeçidi Barajının en büyük suyu, Boğar
Çayıdır. İlkbaharda yol vermez, yazın da içinde
su bulunmaz.
c- Hersin Çayı: Kaynağını Ergani’nin kuzeyindeki
Barbin ve Kiles Dağlarında akan sulardan alır.
Bu suların birleştiği yerde Hersin adli tarihi bir
köy olduğu için bu adı almıştır. Ergani’nin 8 km
güneyinde Boğar Çayı ile birleşir. Eskiden birçok
su değirmenini çalıştırırdı. Suyu yaz mevsiminin
başında kurur.
210
Ergani Makam Dağı ve Su Sarnıcı
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
ergani kalemdan köprüsü -2004 (M.Üzülmez)
Hani
Dicle Nehri Haini’ye 18 km uzaklıktadır. Ayrıca nehirde bolca alabalık
yetiştirilmektedir.(1)
Koki Çayı Mesiresi
İlçe merkezinden 8 km. mesafededir. Burada kaynayan suda bol miktarda
alabalık bulunur. Saniyede 6 metreküp su akmaktadır.
Aynkebir Havuzu
Aynkebir su havuzu Ulu Camii ile Hatuniye Medresesi arasında bulunan
büyük bir havuzdur. Bu su, Hani Dağı’nın eteklerinde kaynar ve 9 kemerli
bentlerden çıkarak bir havuz oluşturur.
Havuza 7 gözden su akmaktadır. Akan su ile ilçenin tüm arazileri
sulandırılmaktadır. Ayrıca su ile 8 adet su değirmeni çalıştırılmaktadır. (14 Hani su kaynakları
Hani-Ankaris suyu
211
Hani Ankabir suyu
Hazro
Hazro ilçesinin en önemli akarsuyu olan Zuğur
Çayı, Zergüş mevkiinde doğarak Bismil ilçesi
yakınlarında Dicle nehrine karışmaktadır.(1)
Bismil’de Dicle Köprüsü
Çüngüş
Akarsuları Fırat Nehri, Çüngüş çayı ve Medye
çayı’dır. Ayrıca 15 km uzaklıkta Karakaya Barajı
da bulunmaktadır.
Oyuklu köyü(Süni)-Hazro arası Hondof köyü
Bismil
İlçemizden Dicle Nehiri geçmekte olup, bu nehire
irili ufaklı birçok çay ve dere dökülmektedir. Bu
çayların en önemlileri, Pamuk Çay, Göksu Çayı,
Kurmuşlu Çayı, Kuru Çay, Ambar Çayı, Caferi
Çayı ve Salat çayıdır. Göl yönünden oldukça
şansız olan ilçemizin tek gölü mevcut olup, bu
göl Çöltepe Köyü yakınlarında bulunmaktadır.
Çöltepe ile Gültepe arasında bulunan bu gölün
kaynağı hakkında hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.
Köprü, Hindistan’a uzanan İpek Yolu üzerinde
olması nedeniyle ulaşım konusunda çeşitli
yapıların bulunduğu Çüngüş’te kalan tek
köprüdür. 1603 yılında Kapı Kıran Mehmet Ali
Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Artuklular
zamanından
Arnavutlardan kalan tek
tarzındadır.
Çakıllı’nın güneyinde ikiz göl diye anılan
iki göl daha mevcuttur. Derinli yer yer 15
metreye yaklaşan gölden sulama amacı ile
yararlanılmaktadır. (15)
212
kalan
gözlü
köprü,
köprüler
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Çüngüş Köprüsü memba ve mansap yüzü (21)
Çüngüş ve Fırat Nehri Fotoğraf: Eyüp ARSLAN
Karakaya Barajı
Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi sınırları içinde, Fırat Nehri üzerinde, Güneydoğu
Anadolu Projesi’nin bir parçası olarak elektrik enerjisi üretimi amacıyla
1976-1987 yılları arasında inşa edilmiştir. Diyarbakır’a 150 km uzaklıkta
bulunan baraj adını yakınında bulunan Karakaya Köyünden almıştır. Beton
kemer tipi olan barajın gövde hacmi 2.000.000 m3, su yatağından yüksekliği
158.00 m. beton gövde yüksekliği 173 m. Kret uzunluğu 462 m.dir.
Normal su kotunda göl hacmi 9,58 milyar m3, normal su kotunda göl alanı
268.00 km2’dir. Baraj yılda 102 hm3 içme-kullanma suyu sağlamaktadır.
1800 MW kurulu gücünde olan Karakaya HES Hidroelektrik santrali yılda
7.354 GWh elektrik enerjisi üretimi sağlamaktadır. (DSİ)
Karakaya barajı F Türkoğlu
213
Dicle
Kralkızı ve Barajı
ne kız ne de çoban bulunabilmiş.(16)
Diyarbakır’da Dicle’de “Kral kızı efsanesi”;
Diyarbakır’ın Dicle kasabası yolu üzerinde,
Maden suyunun aktığı derin bir vadinin doğu
yamacında, çok yükseklere uzayan bir kaya
parçası vardır. Bakıldığında, bu kayaya az
aralıklarla ve bir hizada düzgünce oyulmuş
iki pencere görülür. Cephe bir ev manzarası
vermektedir. Bu pencerelere ne yukardan
ne aşağıdan varabilmenin imkanı yoktur.
Çok yüksektedir. Halk buraya kral kızının
taşı demektedir. Burada define bulunduğu,
leyleklerin bu pencereden girip içeriden halı ve
kilim parçaları çıkardıkları söylenir.
Kral kızı amblemi
Efsaneye göre bu bölgenin kralının güzelliği
dillere destan bir kızı varmış. Koyunlarını bu
vadide otlatan bir çobana aşık olmuş. Çoban
da kızı sevmiş. Birbirlerini saf ve temiz bir
aşkla seviyorlarmış. Bunu duyan kral kızını bu
sevdadan vazgeçirmek için bir çok çarelere
baş vurmuş, çeşitli denemeler yapmış, fakat
kızını bu sevdadan bir türlü vazgeçiremeyince,
kızı buraya hapsetmiş. Ertesi günü seher
zamanı nöbetçiler bir beyaz güvercinin gelerek
pencerelerden birine konduğunu, içerden de bir
başka güvercinin diğer pencereye uçtuğunu,
sonra her iki güvercinin birlikte havalanarak
kaybolduklarını görmüşler. Aramalara rağmen
Kralkızı barajı önünde Dicle nehri
Kralkızı Baraji(Dsi)
YERİ
: Diyarbakır ili, Dicle ilçesi
AMACI
: Enerji
İŞLETMEYE AÇILDIĞI YIL
: 1998
TİPİ
: Kil çekirdekli kaya dolgu
TALVEGTEN YÜKSEKLİK
: 113 m.
TEMELDEN YÜKSEKLİK
: 126 m.
TOPLAM GÖVDE HACMİ
: 15171987 m3
DOLUSAVAK PROJE DEBİSİ
: 2318 m3/s
KURULU GÜCÜ
: 94 MW
TOPLAM ENERJİ
: 146 KWh/yıl
214
Kralkızı barajı
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Dicle-Hani arasında Dicle Nehri
Dicle-Hani yolu üzerinde bir köprü (M.Üzülmez)
Baraj karşısındaki Eski ve yeni köprü
Dicle ilçesinde tarihi çeşme ve su kaynağı
215
Eğil
Dicle barajı
Barajın Yeri
Diyarbakır
Akarsuyu
Maden Çayı + Dibni Çayı
Amacı
Sulama + Enerji + İçmesuyu
İnşaatın (başlama-bitiş)
....... - 2000
Eğil ilçesi Balım köyünden Dicleye bakış
Dicle Barajı HES
yılı
Gövde dolgu tipi
Kil Çekirdekli Kaya Dolgu
Gövde hacmi
595 hm3
Yükseklik (talvegden)
75 m
Normal su kotunda göl
hacmi
Normal su kotunda göl
alanı
Kalecik köyünden Dicle
595 hm3
24 km2
Sulama alanı
.................. ha
Güç
110 MW
Yıllık Üretim
298 GWh
Eğil ve Dicle
(DSİ)
Eğil’in kuzeyinde, Dicle ilçesi bulunmakta ve
Dicle Nehri geçmektedir. Doğusunda Hani,
batısında Ergani ve güneyinde ise Diyarbakır il
merkezi bulunmaktadır.
Maden ve Amini çayları, ilçe toprakları içinde
birleşmekte ve Dicle Nehri’ni oluşturmaktadır.
216
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Dicle barajı
Karşısında da Kalecik Köyü Kalesi olup önünde suya gömülü cami avlusunda 40 şehit
sahabe
Tarihte Eğil ve Dicle (Prof.Dr.Emrullah Güney)
Günümüzde Eğil ve Dicle Nehri
Kulp
Kulp çayı
İlçe sınırı içerisindeki akarsular çok geniş bir drenaj ağına sahiptirler. Dicle
nehrini besleyen Batman Çayının kaynak noktasını oluşturan akarsular bu
bölgeden kaynağını alır. Akarsular en yüksek debi seviyesine İlkbahar ve
Kış aylarında karların erimesine bağlı olarak ulaşır ve yazın ise yağışın
217
azalmasına bağlı olarak debileri düşer. Akarsular
en yüksek seviyelerine Ekim-Kasım aylarında
ulaşırlar.
Bölgenin tektonik açıdan hareketli bir yapı
üzerinde bulunmasına bağlı olarak kaynak suları
ve artezyenler fazladır. İlçede debisi yüksek
olan akarsular Kulp Çayı ile Sarum Çayı’dır.
Bunların dışında Çemigeldano ve Aygün çayları
da debileri yüksek olup yazın kurumazlar. Büyük
akarsulardan Kulp Çayı kaynağını Andok Dağı ve
Şen Yaylasından alırken, Sarum Çayı kaynağını
Bingöl Dağlarından ve Bingöl’ün Genç ilçesi
sınırları içerisinden almaktadır.
Genel olarak akarsular Dicle Nehri su toplama
havzasına bağlı olup güneydoğu Torosların
zirveleri su bölümü çizgilerini oluşturarak Murat
Nehri su toplama havzasından ayrılır.
Kaynaklar bakımından da çok büyük bir
potansiyele sahip olan Kulp ilçesi bu
potansiyelini henüz değerlendirememiştir. Son
yıllarda inşaatı tamamlanan Silvan Barajı ile bu
potansiyel değerlendirilmeye başlanmıştır.
güneyinde Kulp Çayına karışır. Kaynak noktasına
doğru Çemigeldano ismini alan çay, aşağı
kısımlarda Narlıca köyünden itibaren Şekran
Çayı olarak adlandırılır. Özellikle Narlıca köyü
yakınlarında vadi tabanı genişler ve buralarda
tarım arazileri sıklaşır. Aşağı kısımlarda tekrar
eğimin artmasıyla vadi daralarak kertik vadi
şeklini alır.
Kulp Çayı
Kulp’un en büyük akarsularından biridir.
Vadisi oldukça derin kazılmış kertik vadi
şeklinde gelişmiştir. Akarsu kaynağını KulpMuş sınırlarındaki Andok Dağından alır. Alaca
ve Yaylak köylerinden çeşitli kollarla beslenir.
Akarsu üzerinde Silvan Barajı yapılmıştır.
Çayda lezzetli balıklar yetişir. Uzunova ve
Özbek köylerinde inşa edilen iki gölet dışında
tabii göl yoktur. Bu göletler tarımsal üretime
çok önemli katkılar sunmaktadır. Ayrıca Özbek
köyünde bulunan gölette sazan balıkçılığı da
yapılmaktadır.(17)
Sarum Çayı
Bingöl ilinin Genç ilçesinden kaynağını alan
Sarum çayı, Diyarbakır sınırları içerisinde Kulp
ile Lice ilçeleri arasında sınır oluşturarak akış
göstermektedir. Kaynağını Bingöl dağlarından
aldığı için debisi yüksektir. Lice ve Kulp
ilçelerinden aldığı değişik kollarla akış gösterir.
Çemigeldano
Kaynağını tamamıyla Kulp ilçesi sınırları
içerisindeki İslamköy ile Ağıllı köyüne bağlı Geli
(vadi) mezrasından alır. Kulp’un 6 km kadar
218
Kulp çayı(20)
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Kulp Taşköprü(Mirze Çelik)
Lice
Akarsular
523 kilometresi ülkemiz sınırlarında olmak üzere toplam 1.900 Km.lik
uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun 2. nehri (1. Fırat) olan Dicle Nehri’nin
en önemli iki kaynağından biri Lice ilçemiz sınırları içindeki Bırkleyn
Mağaralarından doğmaktadır. Bırkleyn suyu, Lice’nin yukarısında, LiceGenç yolu üzerinde bulunan Bırkleyn mağaralarında doğar. Bir süre
güneybatı yönünde akar. Sonra batıya yönelir; kimi dere sularını alarak
çoğalır. Piran yöresinde (Dicle ilçesinin eski adı) Dibni (Zebene) suyunu
alır. Zoğrıkelkum Köyü’nün yukarısında güneye döner. Metinan ve Amini
kaleleri önünden geçerek Delucan yöresinde, Gölcük civarında doğan diğer
kolla birleşir. Dicle’nin yatağı Delucan’dan sonra güneye doğru düzleşir.
Diyarbakır’dan varmadan önce Devegeçidi suyunu alır. Diyarbakır’ı
geçtikten sonra sağ taraftan Havar, Yenice ve Karasu derelerini, soldan da
Ambar, Kuru, Pamuk, Sinan ve Batman çaylarını alır. Daha sonra Göksu ve
Aşağı Hanik çaylarını da alarak Cizre sınırına varır (18).
Diclenin çıkış kaynağı Bırkleyn
Lice-Çeper köyünde havuz
Heşşo Çayı Atak civarı (Yahya kamçı)
219
KAYNAKLAR
1. www.vikipedi.org
2. Diyarbakır İl Yıllığı-1967.s.XIX.
3. Yaşar Parlak.Silvan.Ank.1997.4-. www.yesilsilvandernegi.org/silvan www.yesilsilvandernegi.
org/silvanNejat Satıcı
4. www.cinar.gov.tr
5. www.karasungurilkogretim.k12.tr/diyarbakir/tarihi-yerler/tarihi-koprulerimiz
6. www.panoramio.com/photo/4122786
7. www.dreamdiyarbakir.tr.gg/Kocak.oe.y.htm
8. wekfacermug
9. www.cermik.gov.tr
10. Ergun ([email protected]) adına [email protected]
11.Cihan Haber Ajansı (17.06.2010)
12.okulweb.meb.gov.tr/21/08/142576/konumu.html
13.Mehmet Ali ABAKAY Borsa 21 Dergisi Sayı : 6
14.www.bismilhem.gov.tr/
15.www.guvercinbirligi.com/
16.www.kulpmerkezilkogretimokulu
17.www.licem.com
18.www.cermik.bel.tr/
19.Çelik MM.Fotoğraflarla Kulp.İst.2009
20.Yrd.Doç.Dr. Neslihan DALKILIÇ, Yrd.Doç.Dr. F. Meral HALİFEOĞLU. Diyarbakır merkez ve
ilçelerinde yer alan tarihi köprüler 1.Uluslararası Nebiler sahabiler Azizler Krallar kenti
Diyarbakır sempozyumu.2009
21.www.cermik.bel.tr
220
HARAM SUDAN ATLADIM;
DİYARBAKIR’DA HARAM SU İLE İLGİLİ İNANIŞLAR
222
Haram, İslam dini kökenli Arapça bir terimdir. Dini bakımdan kesinlikle
yasak olan eylemleri anlatır.
Diyarbakır‘da haram kelimesi dini anlamı yanında gündelik dilde, pis,
kirli, uygunsuz anlamında kullanılmaktadır. Örneğin birisinin elbisesine
kirli, çamurlu bir su sıçrarsa ‘üstüm haram oldu” der, veya yemekte,
sofradakilerden birisi can sıkıcı bir konu anlatırsa “yemeği içimize
haram ettin“ diye serzenişte bulunulur.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır ‘da Anzelhe suyu Çift Kapı semtinde itfaiyenin olduğu yerde
yeryüzüne çıkar. Bu suyun kutsal olduğuna inanılmaktadır. Çünkü esas
kaynağı Karacadağ olan Anzelha suyunun bir kısmının Urfa’ya, bir kısmının
Diyarbakır ‘a aktığı söylenir. Diyarbakır’daki Anzelha suyunun kaynağında
Urfa’da Anzelha gölündeki kutsal balıkların aynısının yaşadığı bilinir.
Anzelha suyu tek kanalda ilerledikten sonra ikiye ayrılır.Biri mezbahaya,
bir diğeri Tabakhaneye akar. Mezbahada etler temizlenir, Tabakhanede de
deriler… Sonrasında bu kirli, atık sular kentin çeşitli yerlerinde açıktan
akarlar. Urfa kapıya uğrar, Mardinkapı’dan geçerek Dicle’ye karışırlar. Bu
sulara haram su denir.
Haram suyun aktığı yörelerde yaşayan insanlarla yaptığımız görüşmeler,
suyla ilgili çeşitli inanışların olduğunu göstermektedir.
Bu bildiride; Gençlerin, yaşlıların, kadınların, erkeklerin haram su
üzerindeki küçük köprülerden atlarken tuttukları dileklerle, isteklerinin
yerine gelmesi için yaptıkları ritüeller anlatılacaktır. Bu istekler nazardan
korunmadan, büyü bozmaya, kısmet açılmasından, eşiyle iyi geçinmeye
kadar geniş bir yelpazeye yayılmaktadır.
Haram sudan atladım
Mantin çarşaf topladım
Muradım olur diye
Her derdine katlandım,
Haram sudur dediler
Yarimi götürdüler
Yıkılsın urfakapı
Beni yardan ettiler.
223
Prof.Dr. Nuran Elmacı1
Doç.Dr. Ahmet Taşgın2
1.Dicle Üniversitesi Sosyal
Antropolog 2.Dicle Üniversitesi Din
Sosyoloğu
Bu yazıda Diyarbakır türkülerine yansıyan
Haram su ile ilgili büyüsel işlemlere yer
verilecektir.
Çok eski yıllardan beri insanlar çeşitli dilek
ve istekleri için kutsal sayılan yatırlara ve
türbelere gitmekte, adaklar adamaktadırlar.
Çoğu zaman bu türbeler,
dileklere göre
ayrılmışlardır. Bazıları hastalıklara iyi gelir.
Bazıları çocuksuzluğa, bazıları da
yuva
kurulmasına yardım ederler. Türbelerin bu
fonksiyonuna karşılık
Sular şifa vericidir. Ülkemizde şifalı sular
oldukça çoktur. Kaplıca adı verilen bu sulara
çeşitli
hastalıklar,
özellikle
romatizmal
rahatsızlıklar için gidilmektedir. Bazı sular ve
pınarlar spesifik hastalıklara sıtma , diyabet ,
dalak büyümesi, boğmaca gibi hastalıklara iyi
gelmektedir. Ayrıca büyüsel dünyada , suların
aydınlığı berraklığı ifade etmesi açısından,
istekler suya atılır, veya olması istenen niyetler
suya okunur.
Bu yazıda Diyarbakır türkülerine yansıyan
Haram Su’yun kutsallığı ve haram su ile yapılan
büyüsel işlemlere yer verilecektir. Haram su,
kirli bir su olarak büyüsel işlemlerin uygulandığı
ilginç bir örnektir.
Haram, İslam dini kökenli Arapça bir terimdir.
Dini bakımdan kesinlikle yasak olan eylemleri
anlatır.
Diyarbakır‘da
haram kelimesi dini anlamı
yanında gündelik dilde, pis, kirli, uygunsuz
bozuk
anlamında kullanılmaktadır. Örneğin
birisinin elbisesine kirli, çamurlu bir su sıçrarsa
‘üstüm haram oldu” der, veya yemekte,
sofradakilerden
birisi can sıkıcı bir konu
anlatırsa “yemeği bize haram ettin“ diye
serzenişte bulunulur. Bebek emziren anneler,
hamile olduklarını fark ederlerse emzirmeyi
sütüm haram oldu, düşüncesiyle emzirmeyi
durdururlar. Çünkü haram süt emen çocuklar
ishal olurlar.
Haram Suyun Hikayesi
Diyarbakır ‘da Anzelhe suyu Çift Kapı semtinde
İtfaiyenin olduğu yerde yeryüzüne çıkar. Bu
suyun kutsal olduğuna inanılmaktadır. Çünkü
esas kaynağı Karacadağ olan Anzelha suyunun
bir kısmının Urfa’ya bir kısmının Diyarbakır‘a
aktığı söylenir. Diyarbakır’daki
Anzelha
suyunun kaynağında Urfa’da Anzelha gölündeki
kutsal balıkların aynısının yaşadığı bilinir. Uzun
süredir aynı mahallede yaşayanlar bu balıklı
suları hatırlamakta, hatta sarılık hastalığından
kurtulmak için gittiklerini belirtmektedirler.
Anzelha suyu tek kanalda ilerledikten sonra ikiye
ayrılır. Biri mezbahaya, bir diğeri Tabakhaneye
akar. Mezbahada etler temizlenir, Tabakhanede
deriler. Sonrasında bu kirli, atık sular kentin
çeşitli yerlerinde açıktan akarlar. Urfa kapıya
uğrar, Mardin kapıdan geçerek Dicle nehrine
karışırlar. Bu sulara haram su denir. Haram
su denmesinin nedeni, tabakhanede yıkanan
deriler için köpek dışkısının kullanılmasıdır.
Bu dışkının bileşimdeki maddelerin deriyi
temizlediği denenerek bulunmuştur. Ayrıca
dışkının çok taze olması gerekmektedir. Hatta bir
iş için acele edenlere fazla telaş gösterenlere”
Tabakhaneye b.. mu ulaştıracaksın” diye kızarlar.
Ancak yöre halkı çoğunlukla şafi mezheplidir.
224
Şafii mezhebinde ise, köpek haramdır. Köpekle temas abdesti kaçırır. Bağlı
olarak tabakhanede kullanılan bu su haram su olarak adlandırılmıştır.
Bir isteği olanlar, veya kendilerine büyü yapıldığını düşünenler veya uzun
süre talihsizlik yaşayanlar, kentin içerisinde açıktan akan suların üç
yerinden- haram sudan- atlarlar. Esas kaynağa yakın olan Çiftkapıda,
Urfakapı’da ve Mardinkapı’da. Haram sudan atlanılan iki yerde (Çiftkapı ve
Urfakapı’da) ziyaretin olduğu söylenir. Bu ziyaretin adları bilinmemektedir.
Urfa kapıdakiler suyun aktığı duvardan ışık geldiğini , bazılarının bu din
şehidini rüyalarında gördüklerini belirtmektedirler.
Haramsu’dan Çarşamba günü atlanır. Çünkü haram suyun tılsımı
çarşambadır. Atlayacak kızlar, kadınlar erkekler, daha önce abdest alırlar,
isteklerini olması için suların üstündeki taştan 7 defa atlarlar. Bazıları
atlarlarken ellerine küçük 7 taş alır, ziyarete doğru atarlar. Bu yolla
ziyaretin kapısını döver, geldiklerinden, istekleri olduğundan haberdar
ederler.
Kimler Haram Sudan Atlar?
•
•
•
•
Kısmetlerinin açılması isteyen kızlar
Kocalarının başka kadınlarla ilişkisi olduğunu düşünen kadınlar
Evlerinde kaza yaralanma ,ölüm, gibi devamlı talihsizlik yaşayanlar ,
Üzerlerinde kötü güçlerin etkisi olduğunu , veya kendilerine büyü
yaptıklarını, düşünenler.
Burada dikkati çeken bir durum Haram suya hastalıklar için gidilmediğidir.
Haram suya büyüyü bozmak amacıyla gidilmektedir Büyü bozulması,
kötü etkilerin yok edilmesidir. Bu işlem yörede “cadıyı battal etme”
terimiyle ifade edilir. (Cadı uğur, nazar, tılsım büyü ve büyücülükle ilgili terimlerdir.)
Battal etmek; bozmak, kullanılamaz hale getirmektir bağlı olarak cadının
etkisini yok etmek anlamında kullanılmaktadır.
Kısmetlerinin açılmasını isteyenler, haram sudan atlarlar. Bazıları
sudan kırk yudum içerler,
bu
Kocalarının başka kadınlarla olduğunu bilen kadınlar, eşlerinin çamaşırlarını
haram su ile yıkarlar veya haram suyu gömleklerine, ceketlerine
kullandıkları eşyalara serperler.
225
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Evlerinde talihsizlik yaşayanlar
getirdikleri haram suyu eşiğe ve
önüne dökerler.
şişelerle
kapılarının
Bazıları yeni aldıkları arabayı kaza olmaması
için haram su ile yıkarlar veya arabaya haram
su dökerler.
Büyüsel İşlemler
Büyü belli bir amaca ulaşmak için doğaüstü
güçleri kullanmayı
hedefleyen
eylem ve
işlemlerdir. Büyü; sevgi çocuk, ürün malmülk edinmek veya insanlara iyilik ve kötülük
getirmek amacıyla yapılır. İyilik getirmesi için
yapılanlara ak büyü, kötülük getirmesi için
yapılanlara kara büyü denir. Ak büyünün amacı
şifadır, destektir. Kara büyünün amacı kötülük,
ve zarar vermektir.
Büyü doğu kökenli bir kavram ve uygulama
olarak düşünüldüğü halde, Yakındoğu ve Avrupa
geleneklerinde de büyüye rastlanmaktadır.
Çeşitli
bilim adamları W. H
Rivers ve
Frazer ve Tylor büyüyü, aynı nedenler aynı
sonucu vereceği görüşünün hakim olduğu ilk
aşamalara ait yanlış bir dünya görüşü, olarak
değerlendirilmektedir. Dr Rivers insanlık tarihi
içerisinde büyüye dayalı dünya görüşünü üç
aşama içerisinde (büyüsel, dinsel, bilimsel dünya
görüşler) ilk başa koymaktadır. Malinovski ise,
büyünün bilim ve teknoloji ile ilişkili olmadığını
“Çabalarından istenen sonucu alacağı endişesi
taşıyan insanların
rahatlamasını sağladığı “
bir fonksiyonu olduğunu savunmaktadır. Bu
yüzden büyünün fiziksel den öte, psikolojik
hedefleri vardır. Büyü kendisinde kutsal ve gizil
güç bulunan öğelere başvurarak yapılmakta,
kutsal olana temas ve müdahaleyi içermektedir.
Haram sudan atlama ve haram uygulamalarındaki
temel düşünce “benzerler biribirini etkiler
“görüşünden hareketle; benzerin benzerle
- pisliğin pislikle –kötü kötü ile yok edilmesi
anlayışıdır. Bu anlayış günümüz
atasözler
arasında yer alan çivi, başka bir anlatımla
kısmet açılmaması , kocanın başka kadınlara
gitmesi ve benzeri pislikler; pis su olan (haram
su) ile yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu anlayış
günümüz atasözleri arasında yer alan çivi
,çiviyi söker sözleri ile de açıklanabilir. Bununla
birlikte haram suyun esas özelliği ,kaynağının
anzelha suyu gibi kutsal bir su olmasındandır.
Bu suyun sahip olduğu kutsallık ve kudret
haram suyu diğer kent içinde akan pis sulardan
farklılaştırmaktadır.
Suyun Kutsallığı
Şamanizmden kalma bir etki olarak Türklerde
su kültü vardır. Kült, kutsal sayılan varlıklar
etrafında oluşan inanış ve tapınışlardır. Örn;
Toprak ,ağaç ateş su kültleri günümüze kadar
ulaşmıştır. Türklerde olduğu gibi islamda ve
birçok dinlerde su kutsal sayılmaktadır. Anadolu
da akarsulara , göllere pınarlara adaklar adanır.
Suyun çıktığı gözlere mumlar yakılır, kurban
adanır. Çoğu zaman suyun çıktığı yerlerdeki
ağaçlar ve karalar , dağlar da kutsal sayılırlar.
Anzelha
suyunun
kutsallığı
Urfa’daki
Halil
İbrahim Peygamberin
yakılması ile
ilişkilendirilmektedir.
Çünkü Zeliha Halil İbrahim’in kızıdır. Ateşe
atılan babasının arkasından çok ağladığı için
biriken gözyaşları ile Anzelha gölü oluşmuştur
(Anzelha yöresel bir söyleyiş biçimi olup, Ayn göz , anzelha
“zelihanın gözü anlamındadır.)
226
Başka bir efsanede Zeliha Nemrut” un evlatlığıdır. Hz. İbrahim’i çok
sevmektedir. Hz İbrahim’in ateşe düştüğünü görünce Zeliha’da kendini
ateşe atar. Zeliha’nın düştüğü yere Ayn -Zeliha Gölü adı verilir.
Diyarbakır’da Anzelha ve Haram suya öylesine bir değer atfedilmiştir
ki, bu yöre “Haram Su Yöresi” olarak isimlendirilmektedir. Bir kişi evinin
yerini tarif ederken resmi kayıtlarda farklı isimdeki mahallede olmasına
karşın, “Haram Su’da oturuyorum” der . Haram Su ve Anzelha’nın çıktığı
bölgede kahvehaneler ve birçok bakkallar, marketler, ”Anzelha kahve”,
“anzelha market” adını almışlardır.
Ancak bugün Diyarbakır’da haram su açıktan akmamaktadır. Şehrin
alt yapısına ilişkin yeni düzenlemeler, farklı meslek kollarının sanayiye
taşınması, yerleşim yerlerinin şehrin yeni gelişen bölgelerine kayması
Haram Suyun geleneksel ortamını değiştirmiştir. Haram Su olarak
tanımlanan atık sular yer altında birçok kanallar ve borularla birleştirilmiş
olarak Dicle Nehrine akıtılmaktadır. Bununla birlikte, insanlar, çoğunlukla
kadınlar Çiftkapı , Urfakapı ve Mardinkapı’daki haram sulara isteklerinin
gerçekleşmesi amacıyla halen gitmektedirler.
SONUÇ
Müslüman toplumlarda halk dindarlığı yani popüler dindarlık içerisinde
İslam öncesi inançların sürdürüldüğü bazı uygulamalar bulunmaktadır. Bu
uygulamalar İslam terminolojisi üzerinden yeniden anlamlandırılmakta,
ve gündelik hayata dahil edilmektedir. Haram su ile ilgili inanmalar
bunun bir örneğidir. Son yıllarda kent yerleşiminin yeni gelişen bölgelere
kayması, eski yerleşim bölgelerine kırdan göç edenlerin yerleşmesi sonucu
haram su etrafında gecekondular oluşmuştur. Kırdan gelen bu insanlar,
haram suya modern insanların geldiğini ifade etmekte, hatta onları
hafife almaktadırlar.Bununla birlikte onlarda haram suyun kutsallığına
inandıklarını ve gittiklerini söylemektedirler
Dipnotlar
*Sarılık tan kurtulmak için anzelhanın balıklı sularına üç gün üstte gidilir
suyu seyredilir.
*Yedi rakamı sihri ve dini dünyada uğurlu bir rakam olarak kabul
edilmektedir.
* bir iş için acele edenlere , fazla telaş gösterenlere yörede “Tabakhaneye
b… mu ulaştıracaksın” demektedir.
227
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1. Olgun, H . “Su Kültürü” www.yağmurdergisi.com.tr .5.06.2007
2. Emiroğlu K,Suavi ,A . Antropoloji Sözlüğü “ Büyü ve Kült terimleri”
3. Tuncer,S.A.” Su.Temizlik, arınma ve marka”. selimtuncer.blogspot.com.5.6.2007
4. “Su Kültüne Bağlı Ziyaret Yerleri “ www.karacaahmet.com.5.6.2007
228
GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNİN ÖNEMLİ BAZI SICAK
SU KAPLICALARI
230
ÖZET
Türkiye jeotermal kaynakları bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasında
yer almaktadır Güneydoğu Anadolu Bölgesi önemli bir paya sahiptir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, ekonomik ve kültürel zenginliğe sahip, tarihsel
önemi olan ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir coğrafyadır.
Bölgede Diyarbakır (Çermik), Batman (Taşlıdere), Siirt (Billoris), Şırnak
(Hısta ve Zümrütdağ), Şanlıurfa (Karaali), Mardin (Dargeçit-Germav),
Adıyaman (Tilek) ve Gaziantep (Kartalköy) kaplıcaları bulunmaktadır.
Son zamanlarda, ekstrem şartlarda yaşayan bakterilerin keşfi ve bunların
biyoteknolojik açıdan önemli biyomateryalleri üzerinde çalışmalar
yoğunluk kazanmıştır. Özellikle, termofilik mikroorganizmalardan elde
edilen enzimler günümüzde gıda ve tekstil dahil birçok endüstriyel alanda
kullanılmaktadır. Ülkemiz ve bölgemiz sıcak su kaynakları açısından oldukça
zengindir. Bu kaynaklardan yararlanarak yeni bakteri türleri keşfetmek
bakteri sistematiği açısından oldukça önemlidir.
Sıcak su kaplıcalarından, elektrik enerji üretiminden turizme kadar, sera
ısıtmasından endüstriyel maddelerin üretimine kadar birçok alanda
yararlanılmaktadır.
Bu bildiride, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Diyarbakır (Çermik),
Batman (Taşlıdere) ve Şırnak (Hista) Jeotermal kaynakları incelenecektir.
Jeotermal alanın kısa jeolojisi, bulunan tesisler, suyun kimyasal ve fiziksel
özellikleri üzerinde durulacaktır.
GİRİŞ
Jeotermal (jeo-yer, termal-ısı anlamına gelir) yerkabuğunun çeşitli
derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar
ve gazlardır. jeotermal enerji de bu jeotermal kaynaklardan ve bunların
oluşturduğu enerjiden doğrudan veya dolaylı yollardan faydalanmayı
kapsamaktadır. Jeotermal enerji yeni, yenilenebilir, sürdürülebilir,
tükenmez, ucuz, güvenilir, çevre dostu, yerli ve yeşil bir enerji türüdür.
Jeotermal kaynaklar ile;
1. Elektrik enerjisi üretimi,
2. Merkezi ısıtma, merkezi soğutma, sera ısıtması vb. ısıtma/soğutma
uygulamaları,
231
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
3. Proses ısısı temini, kurutma işlemleri gibi
endüstriyel amaçlı kullanımlar,
4. Karbondioksit, gübre, lityum, ağır su, hidrojen
gibi kimyasal maddelerin ve minerallerin
üretimi,
5. Termal turizm’de kaplıca amaçlı kullanım,
6. Düşük sıcaklıklarda (30 °C’ye kadar) kültür
balıkçılığı,
7. Mineraller içeren içme suyu üretimi, (1).
Diyarbakır (Çermik) Kaplıcası
Kaplıcanın Özellikleri
Çermik, Diyarbakır iline bağlı bir ilçe olup,
Diyarbakır’ın kuzeybatısında ve 84 km
uzaklığındadır. Çermik kaplıca suyu DiyarbakırÇermik yolu üzerinde ve Çermik ilçesinin
doğusunda, ilçe merkezine 3 km mesafede yer
alan Hamambaşı mevkiindedir. Diyarbakır’da
Çermik jeotermal alanında; 115.5 m bir kuyu
faaliyettedir. Bölge’de birçok pansiyon, kaplıca
derinlikte 51 °C,, debisi 21 (l/sn) olan pompaj
sulamalı tesisleri ile Dicle Üniversitesi Fizik
Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi sıcak sudan
yararlanmaktadır.
ve serpintileme tadavisi, üst teneffüs yolları
hastalıkları ve deri hastalıklarını şiddetle tedavi
etmektedir. Yapılan incelemelere göre kaplıcanın
suyu 48 derece sıcaklığında olup kükürtlü
ve radyoaktiftir. Asıl özelliği ise bileşiminde
bromür iyonu ve iyodür bulunmasıdır.
Çermik’e Çermik özelliğini kazandıran ona ismini
veren, yapılış tarihi ve sıcak suyun ne zaman
ortaya çıktığı bilinmemektedir. Kaplıcanın
suyunun çok eskiden beri mevcut olduğu ve
kaplıcanın daha sonra inşa edildiği, ilçede halk
arasında anlatılan efsaneden anlaşılmaktadır.
Bu efsaneye göre:
“Güney Doğu Anadolu’da hüküm süren Acem
Kralı’nın Melike Belkıs adında güzel bir kızı
varmış. Bu kız bir gün hastalanmış ve vücudunda
birtakım yaralar çıkmıştır. Zamanın hekimleri,
Melike Belkıs’ı tedavi etmek için çok çaba sarf
etmişler, gerekli ilaçları kullanmışlar, fakat bir
türlü hastalığının tedavisi mümkün olmamıştır.
Zamanla Melike Belkıs’ın vücuduna kurtlar
düşmüş ve çok pis kokular gelmeye başlamıştır.
Çalışma alanı 1/ 25000 ölçekli Elazığ - L42-c2 Öyle ki pis kokulardan Melike Belkıs’ın
paftasında yaklaşık 15 km2’lik bir alanı bulunduğu saraya girilmez olmuş. Kral bu
kapsamaktadır.
durum üzerine kızını saraydan çıkarmış ve
yanına muhafızlar vererek, ormana terk
etmiştir. Melike Belkıs ormanda geze geze
bugünkü kaplıcanın bulunduğu yere gelmiş ve
sıcak suya rastlamıştır. Yorgunluğunu gidermek
için ayaklarını sıcak suyun içine bırakmıştır.
Bir müddet sonra vücuduna su değen yerleri
İtalya kaplıcalarından sonra nitelik bakımından soyulmaya ve iyileşmeye başladığını görünce,
dünyada ikinci olan “ Çermik Kaplıcası” iltihaplı bu sıcak suda bir müddet daha yıkanmış ve
romatizmalar, çocuk felçleri, nevrit, polinevrit, tekrar eski sağlığına kavuşmuştur.
kadın hastalıkları sendromlarında; koklama
232
Melike Belkıs’ın yanındaki muhafızlar, bu mutlu haberi hemen saraya
iletmişler, bunun üzerine kral işin aslını öğrenmek için yanına ustalarını
da alıp gelerek bugünkü “Büyük Paşa” denilen kısmın üzerini yaptırarak
kaplıca (hamam) şekline getirmiştir.
Bu efsaneye göre kaplıcanın Arapların Çermik’i fethinden önce inşa edildiği
anlaşılmaktadır. Çermik sıcak su kaynağının ise, çok daha eskiden var
olduğunu (498) ve bir ara kuruduğu, Yukarı Dicle ve Fırat Bölgesinin en iyi
yerli kaynağı olan Amidli Mar-Yeşuva’nın “Vakayinamesi”’nden öğreniyoruz.
Çermik’te bulunan kaplıcalar iki kısım olup, Hamambaşı ve mevkiinde
bulunan ve arşiv kaynaklarında “Kudret Hamamı” diye zikredilen bölüm
ortaçağdan kalmadır.
İlçe merkezindeki “Saray Hamamı” denilen yer ise 16. yy. burada yaşayan
“Beyler” tarafından yaptırılmıştır. O zaman ısıtma su ile işletilen bu bölüm,
bir ara 3 km uzaklıktaki kaplıcalardan borular vasıtasıyla getirilen yer altı
sıcak suyu ile çalıştırıldı. Ancak şu anda kaderine terk edilmiş vaziyette
bulunmaktadır.
Çermik’te kaplıcalarla ilgili olarak bir çok kez haziran ayında “Melike
Belkıs” şenlikleri adı ile festival düzenlenmektedir. Adını kurucusunun
isminden alan bu şenliklerin geleneksel hale getirilmesine, ilçe kültürüne
ve turizmine faydalı olması için çalışılmaktadır.
Kaplıcanın Mevcut Durumu
Kaplıcalar Belediye tarafından işletilmektedir. “Büyük Paşa” ve “Küçük
Paşa” denilen tarihi hamamların yanında iki adet localı ve bir adet “Özel Aile
Kabinleri” olmak üzere beş ayrı binada hizmet verilmektedir. Çevresinde
birçok turistik amaçlı otel ve pansiyon bulunmaktadır. Yaklaşık 800 yatak
kapasitesi ile yılda 250.00-300.00 ziyaretçiyi ağırlamaktadır.
Büyük Paşa Hamamı’nda; 1, Küçük Paşa Hamamı’nda 1, erkeklere ait
localarda 1, kadınlara ait localarda 1 olmak üzere toplam 4 adet havuzu
bulunmaktadır. Havuzlar müşterek kullanılmaktadır. Ziyaretçilere gerekli
olan hizmetler sunulmaktadır.
233
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Kaplıcanın Özellikleri
Kaplıca suyunun grubu sodyumlu, bikarbonatlı
klorlu sülfatlı, iyotlu, bromürlü, iyodürlü ve
kükürtlüdür. 48 °C, olup radyoaktivitesi 10 Eman
Ph değeri 7.6’dır. Banyolara çok elverişlidir.
Ancak içmelere elverişli değildir.
bağlı olarak gelişen otel, pansiyon ve lokanta
işletmeciliğidir. Çermik’teki birçok tarihi yapılar
ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. Bunlardan
Haburman Köprüsü, Çermik Kalesi, Ulucami,
Çeteci Abdullah Paşa Medresesi, Eski Saray ve
Hamamı sayılabilir.
Kaplıca Suyundan Şifa Bulan Hastalıklar
Konaklama
Çermik Kaplıcaları iltihaplı romatizmalar nevrit,
polinevrit, çocuk felci kadın hastalıklarının
kronik sendromları koklama ve serpintilerine
ile de üst teneffüs yolları hastalıklarında çok iyi
sonuçlar alındığı tıbbi araştırmalar neticesinde
kanıtlanmıştır.
İlçenin 3 km uzaklığında bulunan kaplıcalar
mevkiinde birçok otel ve pansiyon bulunmaktadır.
Burada her bütçeye uygun barınma olanağı
mümkündür (2).
Kaplıcadan Yararlanma
Çermik Kaplıcası dört mevsim hizmete açıktır.
Ancak tedavi amaçlı kullanımı genellikle Haziran,
Eylül ayları arasında yoğunluk kazanmaktadır.
Tavsiye edilen kullanım süresi 21 kür’dür. Kaplıca
bölgesinde bulunan Dicle Üniversitesi Fiziksel
Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı birimine
sevkli gelen hastalara gerekli tıbbi müdahale de
yapılmaktadır. Kalp yetmezliği olan hastaların
doktor tavsiyesi olmadan kaplıcaya girmesi
risklidir.
Genel Durum
Termal Kaplıcaları ile ünlü Yeşil Çermik ilçemiz
Diyarbakır’a 90 km mesafededir. Dört yanı
yüksekliklerle çevrili olan ilçe toprakları Güney
Torosların güney eteklerinden başlar ve güneye
doğru alçalır. Heykel Dağı eteklerine kurulu
ilçede karasal iklim hüküm sürer. Denizden
yüksekliği 710 m, yüzölçümü 1032 km2’dir.
Halkın geçimini çiftçilik, hayvancılık, bağcılık
, ve küçük el sanatları ile sağladığı ilçenin
diğer bir ekonomik faaliyeti de Kaplıcalara
Batman (Taşlıdere ) Kaplıcası
Taşlıdere sıcak su kaynağı, Su analiz raporuna
göre su sıcaklığı 78 °C, pH ise 6.7 civarında olup,
kalsiyumlu, sdyumlu, sülfatlı, klorürlu sıcak su
sınıfına girdiği belirlenmiştir (3). Batman İli
Kozluk-Taşlıdere jeotermal alanında bulunan
Holi kaplıca kaynağının sıcaklığı 83°C, ve
debisi 16 (l/sn) olup kaynaktan kaplıca amaçlı
yararlanılmaktadır (4). Batman ili KozlukTaşlıdere jeotermal alanında bulunan Holi
kaplıca kaynağının sıcaklığı 83°C ve debisi 16
(l/sn) olup kaynaktan kaplıca ve sera ısıtma
amaçlı yararlanılmaktadır (4).
Kaynak 2254,08 mg./lt. Toplam mineralizasyona
sahip, sodyum, kalsiyum, klorür ve sülfat içeren
miks formda olduğu, kaynak çıkış sıcaklığının
84,5 santigrat derece termomineralli su
niteliğinde olduğu, romatizmal hastalıkların
kronik dönemlerinde, eklemlerdeki aşırı
kireçlenmelerde, kronik bel ağrılarında, dizde
kireçlenmelerde, kas iltihabında, kaslarla
kemiklerin birleştiği bölümde meydana gelen
iltihaplarda, travma, bayanlarda omuz kuşağı
ağrısında, yumuşak doku hastalıkları, cilt
234
hastalıkları, ortopedik operasyonlarda, kronik nörolojik rahatsızlıklarda,
bebeklerin doğum sırasında meydana gelen hastalıklar, kasların istem
dışı kasılması (tik), spor yaralanmalarında, tamamlayıcı tedavi unsuru
olarak kullanıldığı, açık, kapalı termal havuzlar, konferans merkezine
sahip tesisin odalarında da kaplıca suyundan yararlanmak mümkün
(5).
Resim:Taşılıdere kaplıcası
Taşlıdere kaplıcasından alınan su örneklerinden izole edilen bakterilerin
identifikasyonları ve biyoteknolojik açıdan incelemeleri
“Sıcak Su
Kaynaklarından Bakteri İzolasyonu, Tanımlanması ve Alicyclobacillus
acidocaldarius subsp. rittmannii’nin b-Galaktozidaz Enziminin SaflaştırılmasıReyhan GÜL GÜVEN” adlı doktora tezine konu olmuştur.Ayrıca izole edilen ve
tanımlaması yapılan bakteriyle ilgili çalışmalar araştırma makalesi olarak
yayınlatılmıştır.( Reyhan Gul-Guven, Kemal Guven, Annarita Poli, Barbara
Nicolaus. (2008).Anoxybacillus kamchatkensis subsp. asaccharedens subsp.
nov., a thermophilic bacterium isolated from a hot spring in Batman
.Journal of General and Applied Microbiology.54:327-334.).
Şırnak İli Güçlükonak İlçesi Hista Jeotermal Kaynağı
Resim 11. Hısta Jeotermal kaynağının Çıkış Yeri ve Hamam (N.Özel, Kasım, 2000)
Hısta Kaplıcası, Düğünyurdu köyü içinde ve Şırnak ili, Güçlükonak ilçesine
10 km. uzaklıkta olup, ortalama 250 m batısındaki Dicle nehri kıyısında
yer almaktadır. Kaplıca yolunun işlek olmaması ve inşasının yeterli
235
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
olmamasından dolayı kaplıcaya gereken ilgi
gösterilmemektedir.
Kimyasal sınıflandırma
Hısta Kaplıcasının Tahlil Raporu :
Kaplıcada erkeklere ve bayanlara ait olan iki
adet hamam mevcuttur. Kaynak kaptajı iki
hamam arasındadır.
Kapitaj, Dicle Nehri seviyesinden 30–40 m
yüksekte olup, 3x1.5 m boyutunda ve 50 cm.
derinliğindedir. Bu kapitaja gelen üç kaynak
birleşerek hamamlara doğru akıtılmaktadır (6).
Şimdi ise kaynak, yeni yapılan havuza borularla
gelmektedir.
Dicle Nehrinin karşı kıyısı Mardin iline aittir. Bu
kıyıda da Germiab kaplıcası bulunmaktadır.
Tedavi Edici Özellikler
Kaplıca sularının tedavi edici nitelikleri
konusunda daha ciddi bilimsel araştırmalara
ihtiyaç bulunmaktadır. Kaplıcanın, fıtık, bel
ağrıları, akrep sokmalarına karşı tedavi
gücünün yüksek olduğu ilgili kişiler tarafından
belirtilmiştir.
Çeşitli üniversiteler ve bilim kurumları yapılacak
çalışma ile termal suyun tedavi edici özellikleri
daha detaylı tespit edilmelidir.
Kaplıcanın tıbbi faydası yanında mitolojik insan
olarak bilinen Hz. Süleyman tarafından saba
melikesi Belkısana hediye edilen bir güzellik
ılıcası olduğu ve havuzun dibinde Hz. Süleyman’ın
ayak izinin bulunduğunun söylenmesinden
dolayı iç ve dış turistlerin rağbet ettikleri bir
turizm yeri haline gelmiştir.
Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsünün
kaplıcaya ait 19.9.1964 tarihinde 2523 sayılı
tahlil raporu aşağıda belirtilmiştir.
Suyun mevkii : Hısta Kaplıcası (Koçtepe Köyü)
Görünür
Berrak
Tortu
Az var
Amonyak
Var
HS.(litrede) Kükürtlü hidrojen
782Mgr.
Uzvi madde için sarf olunan oksijen 232 Mgr.
Serbest karbondioksit gazı
Yok
Katyonlar Mgr.
Sodyum iyonat
287244
Kalsiyum (Ca)
204000
Magrasyum (Mgr
6720
Demir Alüminyum (Fe, Al) 5528 İyon
28689
Anyonlar Mgr. Metesilkat iyonu (H2, Si, O3 ) 80600
Hidrokarbonat (HeO3H)
244000
Klor iyonu (Cl)
119000
Sülfat iyonu (SO4)
1024000
Nitrat
---
Nitrit
---
Kurul hülasa
1850
236
Milival
12489
10200
5600
400
Milival
400
3352
21337
---------
Analiz tarihi : 31. Mayıs.1975 (Türkiye Maden Suları
Raporundan alınmıştır)
İyonlar
Amonyum NH4
Lityum Li
Sodyum Na
Potasyum K
Kalsiyum Ca
MagnezyumMg
Demir Fe
Alüminyum Al
Çinko Zn
Toplam
mg/l
12.2000
0.0116
33.8757
18.6624
243.000 72.3010
0.3250
0.2725
0.1300
480.778 milival /l
0.6777
0.0016
1.4735
0.4773
17.1500
5.9506
0.0116
0.0303
0.0039 25.7765 % milival
2.6292
0.0062
5.7164
1.8516
66.5347
23.0853
0.0450
0.1175
0.0151
100.0000
Klorür Cl
210.000
5.9238
İyodür İ
0.0400
0.0003
Bromür Br
0.0500
0.0006
Fluorür F
2.3000
0.1211
Sülfat SO4
800.000
16.6666
Nitrat NO3
0.4430
0.0071
Nitrit NO2
---- ---- Hidrofosfat HPO4 0.2777
0.0057
Bikarbonat HCO3 225.7000 3.1000
Hidroarsenat HasO40.2128
0.0030
Toplam
1050.8017 26.8047
22.9401
0.0011
0.0023
0.4689
64.5421
0.0274
---0.0220
12.0048
0.0116
100.0000
Metasilikat asidi H2SİO3
Metaborik asit HB2
Toplam sülfür SH2
Toplam
Genel Toplam
37.1800
1.0125
273.5000
310.68
1361.4817
Gazlar
Serbest karbondioksit 30.80 mg/ l
Serbest kükürtlü hidrojen 210.0 mg/l
Serbest oksijen
---
mg/l
237
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Fiziko-kimyasal özellikler
İletkenlik Sıcaklık
PH 6.9
Ülkemizde termal kaynakların yoğun bulunan
yerlerde sağlık ve termal turizme gereken önem
verilmeli, jeotermal enerjinin kullanım alanları
genişletilmelidir.
1.9 x 10-3 mho
63 C º
Radyoaktivite
Toplam alfa aktivitesi
Toplam bete aktivitesi
Radon Rn222
Radyum Ra226
Uranyum228
Debi 491.08 ± 18.76Pci/l
112.50 ± 5.77 Pci/l
1471 Pci/l
63.46 Pci/l
0.400 mikrogr/l
2.5
l/s
Kimyasal Sınıflandırma
Termal kaynak suyu Sülfat (% 64.54 milival),
Klorür (% 22.94 milival), Kalsiyum (% 66.53
milival), Magnezyum (% 23.08 milival) ve
Hidrojen Sülfürlü (273.5 mg/l) içeren sular
sınıfına girmektedir.
Son zamanlarda, ekstrem şartlarda yaşayan
bakterilerin keşfi ve bunların biyoteknolojik
açıdan önemli biyomateryalleri üzerinde
çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. Özellikle,
termofilik mikroorganizmalardan elde edilen
enzimler günümüzde gıda ve tekstil dahil birçok
endüstriyel alanda kullanılmaktadır. Ülkemiz ve
bölgemiz sıcak su kaynakları açısından oldukça
zengindir. Bu kaynaklardan yararlanarak yeni
bakteri türleri keşfetmek bakteri sistematiği
açısından oldukça önemlidir.
Fiziksel sınıflandırma
Hipertermal (63 ºC ), Hipotonik (32.77 milimol/l)
termal sudur. PH’sı 6.9, toplam mineralizasyonu
1.36 mg/l’dir. (7).
SONUÇ
Jeotermal
enerji
yeni,
yenilenebilir,
sürdürülebilir, tükenmeyen, ucuz, güvenilir,
çevre dostu, yerli ve yeşil bir enerji türüdür.
Dünyada jeotermal kaynaklar yeni uygulama
alanları ile insanlığın hizmetine sunulmuş ve bu
konuda büyük yatırımlar yapılmıştır. Özellikle
çevre kirliliği yaratmayacak enerji kaynaklarına
yönelim, bu kaynağın önemini daha da
arttırmıştır.
238
KAYNAKLAR
1. tr.wikipedia.org/wiki/Jeotermal_enerji
2. www.kaplica.biz/diyarbakir.
3. Reyhan GÜL GÜVEN(2007).Sıcak Su Kaynaklarından Bakteri İzolasyonu,
Tanımlanması ve Alicyclobacillus acidocaldarius subsp. rittmannii’nin
Galaktozidaz Enziminin Saflaştırılması-Doktora Tezi-DİYARBAKIR.
4. Ömer Faruk ERTUĞRUL M. Bahattin KURT. Güneydolu Anadolu
Bölgesinin Yenilebilir Enerji Kaynakları yönünden değerlendirilmesi.
5. www.batmanexpress.net
6. ÖZEL, N., BEKİŞOĞLU, Ş. ÇESAV (Çevre, Eğitim, Sağlık ve Sosyal
Yardımlaşma Vakfı), Güneydoğu Anadolu Bölgesi Termal su Kaynaklarının
Seracılık ve Termal Turizmde Değerlendirilmesi 2002, Şanlıurfa.
7. Nedret ÖZEL ().Gap’ta Yer Alan Jeotermal Kaynaklara Genel Bakış ve
Güçlükonak(Şırnak) ilçesi Hista Kaplıcaları.
239
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
İKLİM
DİYARBAKIR’DA METEOROLOJİK FAALİYETLER
242
ÖZET
Meteoroloji Dünya’nın çatısı (atmosfer) altında yaşayan her canlıyı, özellikle
bilinç sahibi olan insanoğlunu etkileyen ve ilgilendiren meteorolojinin
Diyarbakır’daki çalışmaları çok eskilere dayanmaktadır. 1929’lu yıllarda
küçük bir klima istasyonu olarak hizmet veren Diyarbakır Meteoroloji
Müdürlüğü, günümüzde en son teknolojiler ile donatılmış bilgisayar ve
haberleşme ağıyla, meteorolojik uydular, otomatik istasyonlar ve sayısal
tahmin modellerinin sağladığı ürün desteğiyle değil sadece Bölgemiz,
Türkiye ve Dünya’nın her noktası için başta hava tahmini olmak üzere her
türlü meteorolojik hizmeti verebilecek konuma gelmiştir. Diyarakır’da
klimatolojik, sinoptik, radiyosonde, metar ve taf olmak üzere her türlü
meteorolojik gözlem ve tahmin yapılmaktadır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
İnsanların her türlü faaliyet ve aktivitelerini direkt ve indirekt olarak
etkileyen meteorolojik olaylar, günümüzde önemini daha da artırarak
günlük hayatımızın her aşamasında yer almaktadır.
Meteoroloji, atmosferde meydana gelen hava olaylarının oluşumunu,
gelişimini ve değişimini, nedenleri ile inceleyen ve bu hava olaylarının
canlılar ve dünya açısından doğuracağı sonuçları araştıran bir bilim dalıdır.
Meteorolojik olaylar, insanoğlunun yaşamını ilk çağlardan itibaren etkilemiş,
insanlar durmadan günümüze kadar dünya atmosferinde olup biten
olayların nedenlerini zamanın koşullarına göre inceleyip araştırmışlardır.
Bu amaçla da çeşitli gözlem ve incelemeler yaparak hava olaylarını
önceden tahmin edebilme yollarını bulmaya çalışmışlardır. Bunların
olumlu etkilerinden faydalanma, olumsuz etkilerinden de kurtulma ve
korunma yollarını aramışlardır. Dolayısıyla meteoroloji, tarihsel gelişim
çizgisi içerisinde insanlar ve toplumlarla iç içe ola gelmiştir.
Hava Tahmini
Belirli bir ülke, bölge veya merkezde, bir zaman dilimi içinde görülebilecek
meteorolojik olayların gözlem ve analizlere dayanılarak önceden öngörülme
çalışmaları hava tahmini olarak adlandırılır. Hava tahmini üç aşamalıdır;
• Gözlemler
• Analiz
• Tahmin
243
Yusuf ALTUNÇ
Dr. M.Latif GÜLTEKİN
Diyarbakır Meteoroloji
Bölge Müdürlüğü
[email protected]
[email protected]
Gözlemler
Yer ve Gemi Gözlemleri
Türkiye’de 400 Dünyada 10.000 den fazla
yer gözlem istasyonunda, 900 şamandıra ve
7300 gemiden; bazılarında her yarım saatte,
bazılarında her saat başında, bazılarında da 3
saatte bir, otomatik ölçüm sistemlerinde ise her
dakika parametreler ölçülür ve kaydedilir. Bu
parametreler:
• Basınç rasatları
• Sıcaklık Rasatları
• Nem Rasatları
• Bulutluluk Rasatları
• Görüş uzaklığı Rasatları
• Güneşlenme Rasatları
• Radyasyon Rasatları
• Buharlaşma Rasatları
• Rüzgâr Rasatları
• Yağış ve diğer hidrometeorlar
• Kar Rasatları
• Toprak sıcaklıkları
• Meteorolojik olaylar
• Fenolojik rasatlar
Bu
değerlerin
çoğu
son
çalışmalarla
ülkemizin tamamında 356 otomatik istasyon
marifetiyle sensörler yardımıyla ölçülmektedir.
Diyarbakır’da
biri
Meydan
Meteoroloji
Müdürlüğü diğeri Ünal Erkan Heliport sınırları
dahilinde olmak üzere iki otomatik gözlem
istasyonu mevcuttur.
Yüksek Seviye Gözlemleri
Atmosferin üst tabakaları için gözlem
yapan istasyonlarda radyo vericili gözlem
aleti, Hidrojen veya benzeri hafiflikte gazla
doldurulmuş bir balona bağlanarak atmosfere
bırakılır.
Bu balonlarla 30–40 km yüksekliğe kadar
çıkabilen ölçüm cihazı; Belirli basınç seviyelerinin
Yüksekliğini, Bu seviyelerdeki sıcaklık ve nemi,
Rüzgar yön ve şiddetini; Ölçerek radyo sinyalleri
ile yer istasyonuna gönderir. Bu işlem 00:00
ve 12:00 UTC’ de olmak üzere günde iki kez
tekrarlanır. Türkiye’de, bir tanesi Diyarbakır’da
olmak üzere 8 ve dünyada 1000 meteoroloji
istasyonu tarafından yapılmaktadır.
Uydu ve Radar Görüntüleri
Haritaların analizinden sonra uydu ve radar
görüntüleri ile karşılaştırılır ve cephenin yeri,
hareket yönü ve hareket hızı belirlenir. Radar
görüntüleri ile bölgede kuvvetli hava olayları
için çok kısa vadeli tahminler yapılır.
Analiz
Yer Analiz Haritası
Yerel basıncın deniz seviyesine indirgenmesi
ve bu değerlerin haritalarda işlenip eş basınç
çizgilerinin çizilmesiyle elde edilen haritadır.
Değerleri hektopaskal olarak üzerine yazılır.
Alçak yüksek basınç merkezlerini ile hava
kütlelerini birbirinden ayıran çizgiler (cephe)
çizilir.
500 mb Haritası:
Eş yükselti eğrilerini gösteren kontur çizgileri
ile haritalar çizilir. Alçak ve yüksek merkezler ile
soğuk ve sıcak havanın yerleri belirlenir.
Sayısal Haritalar:
Yer ve yukarı seviyedeki tüm meteorolojik
parametreler, ölçülerek bilgisayara aktarılır.
Süper bilgisayarlar vasıtasıyla atmosfer
modelleri çalıştırılır ve on güne kadar kesintisiz
tahminler yapılır. Hava ve benzer tahmin
244
yapanların en büyük destekçisi bilgisayarın ürettiği bu ürünlerdir.
Tahmin
Toplanan tüm bilgiler, yapılan analizler deneyimli uzman kadrolar tarafından
değerlendirilerek rapor haline getirilir. Bu raporlar kabaca şunlardır:
• Günlük rapor
• 5 Günlük rapor
• 7 Günlük rapor
• Mevsimlik Rapor
• İhbar
Hizmetler ve Diğer Ürünler
Web Sayfası
www.dmi.gov.tr adresindeki sitemiz sürekli güncel bilgileri ile Türkiye’nin
en çok tıklanan sitelerinden birisidir. Günlük ziyaretçi sayısı 3 milyonu
aşmıştır.
İhbarlar
Zarar yapma ihtimali olan her türlü tahmin anında web sitesinde yayınlanır
ve tüm ilgili birimlere iletilir.
Meteorolojik Uyarılar ve Tahminler Cep’te
Cep telefonlarından gerekli ayarlar yapıldıktan sonra tüm ihbar ve
tahminler kısa mesaj olarak SMS olarak alınabilmektedir.
Karayolları Uyarı Sistemi
Karayolu ile seyahat edeceğiniz iki nokta ve seyahat saatleri seçtikten
sonra yol güzergahı boyunca ayrıntılı tahmin raporları veren uygulamadır.
Adresi: http://www.dmi.gov.tr/tahmin/karayollari-tahmin-sistemi.aspx’dir.
Hava Kirliliği ve Enverziyon Riski
Sıcaklık, normal atmosfer koşulları içerisinde yerden itibaren yükseldikçe
her 100 m. 0.5 ile 1.0 °C arasında azalma eğilimi göstermektedir. Sıcaklığın
yükseklikle azalacağı yerde artış göstermesi durumuna sıcaklık terselmesi
(temperature of inversion) ya da sıcaklık enverziyonu denilmektedir. Bu
enverziyon hem kirlilik hem de sis ve pus gibi görüş engelleyici hadiselere
sebep olmaktadır. 48 saatlik periyot boyunca enverziyon riskleri Türkiye
245
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
haritasına işlenmiş olarak sürekli güncel
tutulmaktadır.
A d re s i : h t t p : / / w w w. d m i . g o v. t r / t a h m i n /
enverziyon-risk-haritasi.aspx’dir.
Toz Taşınımı Tahmini
Son yıllarda özellikle bölgemizde görülmeye
başlayan kum ve toz hareketleri hem görüş
engelleyici olmasından hem de sağlık riskleri
taşımasından dolayı takibi gerekli olaylardır.
72 saatlik periyot boyunca tozlanma riskleri
Türkiye haritasına işlenmiş olarak sürekli güncel
tutulmaktadır.
Adresi:http://www.dmi.gov.tr/tahmin/tozmodeli.aspx’dir.
A d r e s i : h t t p : / / w w w. r a d y o . d m i . g o v. t r /
MeteorFmCanliYayin.aspx
Klimatolojik Verilere Online Ulaşım
(TÜMAS)
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
merkez ve taşra birimlerince gözlem, ölçüm
ve hesaplama sonucu elde edilen veriler,
uzaktan algılama sistemlerinden alınan ham
ve işlenmiş veriler, sayısal model girdi-çıktı
verileri, anlaşmalar yoluyla uluslararası veya
ulusal kaynaklardan elde edilen meteorolojik
veriler, arşiv sistemimize kaydedilmekte olup
üye olan kullanıcılarımıza istenilen formatta
sunulmaktadır.
Adresi: http://tumas.dmi.gov.tr
Orman Yangınları Risk haritaları
Yaz günlerinde 72 saatlik periyot boyunca
orman yangını riskleri Türkiye haritasına
işlenmiş olarak sürekli güncel tutulmaktadır.
Meteoroloji Radyosu
1962 yılından 2004 yılına kadar kısa dalgadan
yayın yapmakta olan Meteorolojinin Sesi
Radyosu, 2004 tarihinde Ankara’da FM bandı
92.4 frekansından Meteor FM adıyla ve 1
Şubat 2008 tarihinden itibaren de tekrar
“Meteorolojinin Sesi Radyosu” adıyla sesini
duyurmaya başladı.
Dünyadan ve Türkiye’den haberleriyle, bilimden
sanata, çevre bilincinden kişisel gelişime
kadar geniş bir yelpazede bilgi kanalı olmayı
hedefleyen Meteorolojinin Sesi Radyosu ayrıca
müziğin her türünden en güzel örnekleriyle
de kulağınızda yer etmeye devam edecek.
Diyarbakır’da FM 91.5 frekansından yayın yapan
radyomuzu online olarak da dinleyebilirsiniz.
Google Earth Gösterimi
Bu uygulama için Google Earth programının
bilgisayarınızda yüklü olması gerekmektedir.
Uydu
görüntülerinin
mahallelere
kadar
yakınlaştırılarak incelenmesine olanak sağlar.
Adresi:http://www.dmi.gov.tr/sondurum/uydu.
aspx
SONUÇ
Bilim adamları hava olaylarında “kelebek etkisi”
denilen bir olguyu ortaya koymuşlardır. Buna
göre Florida kıyılarında bir kasırgayı, Pekin’de
kanat çırpan bir kelebek tetikleyebilmektedir.
Başka bir ifadeyle, başlangıç şartlarında
meydana gelen küçücük bir hata ileride muazzam
bir hataya neden olabilecektir. Günümüzde
%90-93 olan hava tahmin tutarlılıkları, bilim
ve teknolojideki gelişmelerle artarak %100’e
yaklaşabilecek ama hiçbir zaman %100
tutarlılığa ulaşamayacak ve tahminden öteye
geçemeyecektir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü
246
ve çalışanları olarak hedefimiz bütün teknolojik imkanları kullanarak
tahmin tutarlılıklarımızı artırmak ve %100’e yaklaşmaktır. Bu amaca
yönelik olarak her türlü destek ve önerilerinizi bekleriz.
KAYNAKLAR
1. DMİ, 2010. www.dmi.gov.tr Meteoroljoi İşleri Genel Müdürlüğü Web
Sitesi
2. DMİ, 2010. intranet.dmi.gov.tr Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü yerel
İntranet Sitesi.
247
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KÜRESEL İKLİM SENARYOLARI VE DİYARBAKIR’A OLASI
ETKİLERİ
248
ÖZET
Dünyamız ve atmosfer insanoğlunun yaşam şartlarına uygun olarak
mükemmel bir dengede yaratılmıştır. Binlerce yıldır süregelen bu denge
içerisinde bütün varlıklar görevlerini tam yaparken, tek istisna olan
insanoğlu ise kendine verilen sınırlı iradeyi kötüye kullanarak üzerinde
yaşadığı Dünya’yı bütün canlılarla birlikte büyük bir tehlikeyle karşı
karşıya getirmiştir. Özellikle 1800’li yıllardan sonra sanayi devrimiyle
birlikte insanoğlu atmosfere saldığı sera etkisi yapan gazlarla kirletmeye
başlamıştır. Çılgınca tüketim ve israfın da artmasıyla küresel ısınma sorunu
ortaya çıkmış ve son yıllarda hızla artarak bütün insanlığı tehdit edecek
boyutlara ulaşmıştır. Adeta insanoğlu kendi eliyle sonunu (kıyametini)
hazırlamıştır. Artık tehlike sinyalleri bütün dünyada çalıyor ve ucu bu
felaketin en büyük müsebbibi olan sözde uygar özde vahşi batı toplumlarına
da dokunmaya başladı. Bu aşama’dan sonra, dünya milletleri bu kötü gidişi
durdurmak veya en azından yavaşlatmak için bir takım arayışlar içerisine
girmeye başladı. Bu çalışmada küresel iklim senaryoları ve Diyarbakır’a
olası etkileri ile bu sürece olumlu katkı sağlamak amacıyla, toplum ve birey
olarak alınabilecek tedbirler üzerinde durulacaktır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
İnsanlarımız kısa süreli (günlük, haftalık, aylık ve yıllık) hava değişimlerine
bakarak yanlış olarak iklimin değiştiği kanısına varırlar. Bir yerde iklim
değişiminden söz etmek için iklim verilerinin uzun yıllar ortalamasına
bakmak gerekir. Hava; her gün yaşanılan ortamdır, her an değişebilir.
İklim ise hava olaylarının uzun yıllar ortalamasıdır. Bir yerin en az 30 yıllık
iklim verilerinin ortalaması o yerin iklim bilgisi olarak değerlendirilir (Şekil
4a-f). Dolayısıyla bir yerdeki iklim değişiminden bahsetmek için, o yerin
iklim verilerinin uzun yıllar ortalamalarındaki sapmalara bakmak gerekir
(Şekil 4a-f). Küresel iklim değişimine yol açan büyük ölçekli faktörleri şöyle
sıralayabiliriz [3];
Astronomik Nedenler
Dünyanın ekseni 23 derece sağa yatkın olup 11 bin yılda bu sola yatıyor.
Bizim yaşantımız bu olay için çok kısa kaldığı için fark edemiyoruz. 11 bin
yılda bu eksen değiştiği için yazlar ile kışlar yer değiştirir.
Okyanuslarda Mercanların Ölümü
İnsanların okyanuslarda yol açtığı kirlilik yüzünden orman hükmünde olan
249
Dr.M.Latif GÜLTEKİN
Mahmut MÜSLÜM
Mustafa ALTINER
Diyarbakır Meteoroloji
Bölge Müdürlüğü
[email protected]
[email protected]
[email protected]
mercanlar ölüyor. Mercanlar planktonları üretir,
balıklar da planktonlarla beslenir. Mercanların
ölümüyle okyanuslar tarafından tutulan
karbondioksit gazı atmosfere geri verilir. Bu da
hem küresel ısınmaya, hem de ozon tabakasının
tahribatına yol açar.
Buzulların Erimesi
a
Küresel ısınma sonucu güney ve kuzey kutup
bölgelerinde yer alan buzulların erimesi küresel
iklim değişiminin önemli belirtilerindendir.
b
Güneşteki Durum
Güneş’te
oluşan
patlamalar,
aktiviteler,
etkinlikler (Şekil 2c) Güneş’ten Dünyamıza
gelen radyasyon şiddetini büyük oranda etkiler.
Bu da Dünya’nın sıcaklığının artmasına veya
azalmasına yol açar.
c
Şekil 1. Küresel İklim Senaryolarına göre 2100’e Kadar;
a) Sera Gazları;
b) Sıcaklık ve Denizlerdeki Su
Seviyesinde Beklenen Değişiklikler c) 1973–2006 Arası
Aylık Ortalama CO2 değişimi
Volkanlar
Volkanik
patlamalar
sonucu
atmosfere
savrulan yoğun kül ve duman tabakası
Güneş radyasyonunun yeryüzüne ulaşmasını
engellemektedir. Bu da sıcaklığın düşmesine
ve asit yağmurlarına yol açtığından, Dünya
iklimine etki eden önemli bir faktördür.
Kıtaların Yer Değiştirmesi
Çok uzun zaman süreçlerinde kara ve deniz
alanlarında meydana gelen yer değişimleri
küresel iklime etkisi olan diğer bir faktördür.
Tablo 1. Küresel İklim Senaryolarına Sıcaklık ve Deniz
Seviyesinde Beklenen Artış (2100’e kadar)
Küresel İklim Senaryoları
Küresel iklim senaryolarına göre [2] dünyayı
ciddi olarak tehdit eden iklim değişiminin
etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz [1], [3], [6];
• Doğal kaynaklar azalacak ve ekonomik
bakımından bölgesel farklılıklar artacak.
Taşkın riski ve toprak erozyonu, özellikle de
sahil kesimlerinde, artacak (Deniz seviyesinin
yükselmesi ve fırtınaların artmasından
dolayı).
• Dağlık alanlarda buzullar eriyecek, kar
tabakası azalacak (Şekil 2a), kış turizmi
gerileyecek.
• Kötümser senaryolara göre 2080’li yıllarda
bazı bölgelerde canlı türlerinde %60’a varan
250
•
•
•
•
•
azalmalar olacak.
İklim değişimi Güney Avrupa’da, yüksek sıcaklık ve kuraklık gibi kötü
şartlar doğurabilir. Bu da, kullanılabilir su miktarı, hidroelektrik enerji
potansiyeli, yaz turizmi ve genel olarak ürün hâsılatının azalmasına yol
açabilir.
İklim değişimi sonucu oluşacak sıcaklık dalgaları ve orman yangınları
insan sağlığını ciddi olarak tehdit edebilir (Şekil 5a).
2100'e kadar sıcaklık 1,8 ile 4 derece artacak. Bu binlerce yıldır iklimde
meydana gelen en dramatik değişiklik (Şekil 1b, Tablo 1).
Uzun süreli ve yoğun sıcak hava dalgalarıyla daha sık karşılaşacağız
Uygarlaşma ne kadar yavaşlarsa yavaşlasın ya da sera gazlarının
salımı ne kadar azalırsa azalsın, küresel ısınma ve deniz seviyesinin
yükselmesi asırlarca sürecek. Okyanuslardaki su seviyesi 18 ile 59
santimetre yükselecektir (Şekil 1a-b, Tablo 1).
a
b
c
Şekil 2. a) IPCC değerlendirme Raporuna Göre Sıcaklık, Deniz Seviyesi ve Kar Tabakasında
1961-90 Yılları Arası Meydana Gelen Değişimler b) İklim Değişiminde İnsan Faktörü c)
Güneş Lekeleri
·
251
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
• Daha şiddetli fırtınalar görülecek.
• Sıcaklık dalgaları daha sık yaşanacak.
• Kutup buzulları eriyecek. 2100 yılı yazında
artık Antarktika olmayabilir.
• Bangladeş'ten Hollanda'ya pek çok kıyı
ülkesi sular altında kalma tehlikesiyle karşı
karşıya kalacaktır. Deniz seviyesinin 1cm
yükselmesi için Kuzey kutup buzulunun
1641 cm, toplam buzul alanının ise 148 cm
kalınlığında erimesi gerekmektedir [5].
Küresel İklim Değişiminin Diyarbakır’a
Olası Etkileri
Küresel iklim senaryolarına göre Diyarbakır’ında
içinde olduğu bölgelerde 2100 yılına kadar
sıcaklıkta 2–3 °C artış beklendiğinden [2][3][4],
küresel ısınmanın Diyarbakır’a etkilerini mercek
altına aldık.
Veri
Küresel iklim değişiminin Diyarbakır’a etkilerini
ortaya koymak amacıyla Diyarbakır’a ait iklim
verilerini inceledik. Diyarbakır’ın sıcaklık
(ortalama, maksimum, minimum), basınç,
nem, yağış, kar yağışlı gün sayısı verilerinin
1975–2010 yılları arasındaki saatlik, günlük,
aylık ve yıllık değerleri Meteoroloji Genel
Müdürlüğü’nün Türkiye Meteorolojik veri Arşiv
Sistemi (TÜMAS)’nden temin edildi [7].
Küresel Isınmanın Diyarbakır’a Etkileri
Dünyayı etkileyen belli başlı basınç sistemleri
var (Şekil 3a). Bunlardan dört tanesi (geniş daire
içine alınanlar) Türkiye’yi de etkilemektedir
(Şekil 3a-b). Bunlar; İzlanda Alçak Basınç
Merkezi (IABM), Sibirya Yüksek Basınç Merkezi
(SYBM), Azor Yüksek Basınç Merkezi (AYBM) ve
Basra Alçak Basınç Merkezi (BABM)’dir. Küresel
iklim senaryolarının Diyarbakır ve civarı için
beklenen sıcaklık artışının ana kaynağı olarak
BABM’in bölgemiz üzerinde etki alanını ve
şiddetini artırması gösterilebilir. Ters muson
oluğunun devamı niteliğinde olan BABM
güneyli rüzgârların da etkisiyle kurak ve sıcak
olan karasal tropikal havayı Diyarbakır üzerine
taşıyarak sıcaklığı hızlı bir şekilde artırırken,
nem oranının düşürmektedir. Ayrıca, gece
(minimum) ve gündüz (maksimum) sıcaklıkları
arasındaki farkın artması (çöl ikliminin
karakteristik özelliği), basıncın düşmesi,
kar yağışlı gün sayısının azalması ve yağış
miktarlarının düşmesi bu basınç merkezinde
beklenen sonuçlardır. Bu bilgiler ışığında
Diyarbakır’ın uzun yıllar (1975–2010) trendine
baktığımızda şu sonuçları net olarak görebiliriz
(Şekil 4a-f);
• Günlük basınçta azalma trendi (Şekil 4a),
• Günlük bağıl nemde belirgin bir düşüş trendi
(Şekil 4b),
• Yıllık sıcaklık ortalamalarında belirgin artış
(Şekil 4c),
• Yıllık toplam yağış miktarlarında düşüş (Şekil
4d),
• Yıllık maksimum ve minimum sıcaklık farkı
ortalamalarında net artış trendi (Şekil 4e),
• Yıllık kar yağışlı günlerin sayısı 1990’lı
yıllardan sonra düşüş trendine (Şekil 4f)
girmiştir.
•
a
b
Şekil 3. a) Basınç Merkezlerinin dağılımı (A: Alçak Basınç
Merkezi, Y: Yüksek Basınç Merkezi) b) Türkiye’yi Etkileyen
Basınç Merkezleri
252
Bütün bu göstergeler, net olarak, BABM’nin Diyarbakır ve çevresinde etkisini
artırdığına işaret etmektedir. Atmosferdeki sera gazı birikimlerinin artışına
bağlı olarak (Şekil 1a, Şekil 1c) önümüzdeki on yıllarda gerçekleşebilecek
bir iklim değişikliğinin, Diyarbakır ve çevresinde neden olabileceği çevresel
ve sosyoekonomik etkiler şöyle sıralayabiliriz;
• Kuvvetli Yağış ve Sel Olayları Artacak; Meteorolojik karakterli doğal
afetlerin (Şekil 5b) (ani kuvvetli yağış, sel, dolu, fırtına, çığ, vb.) sayısı ve
kuvvetinde önemli artışlar olacaktır.
• Çöl iklimi hüküm sürecek; İklim kuşakları, Yerküre’nin jeolojik geçmişinde
olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce kilometre kayabilecek
ve bunun sonucunda da Diyarbakır ve çevresi, bugün Orta Doğu’da ve
Kuzey Afrika’da egemen olan daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının
etkisinde kalabilecektir (Şekil 3a-b).
a
b
c
d
e
f
Şekil 4. Diyarbakır’ın Uzun Yıllar; a) Günlük Basınç b) Günlük Nem c) Yıllık Ortalama
Sıcaklık d) Yıllık Toplam Yağış Miktarı e) Yıllık Ortalama Maksimum-Minimum Sıcaklık
Farkı f) Yıllık Toplam Kar Yağışlı Gün Sayısı Değişimi
253
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
• Toz ve Kum Fırtınalarının Sıklığı ve Etkisi
Artacak; Önceki yıllarda bölgemizde daha
ziyade yazın hüküm süren Basra Alçak
Basınç Merkezi (Şekil 3a-b) şiddetini ve etki
alanını genişleterek, ilkbahar, sonbahar ve
hatta az da olsa kış aylarında etkileyerek
ve beraberinde getirdiği toz ve kum
partiküllerini Diyarbakır üzerine taşıyacaktır
(Şekil 5c).
• Tarımsal üretim potansiyeli değişebilir:
İklim kuşaklarındaki bu kaymaya uyum
gösteremeyen fauna ve flora yok olacaktır.
Tarımsal üretim potansiyeli değişebilir
•
•
•
•
(bu değişiklik bölgesel ve mevsimsel
farklılıklarla birlikte, türlere göre bir artış ya
da azalış biçiminde olabilir). Doğal karasal
ekosistemler ve tarımsal üretim sistemleri,
zararlılardaki ve hastalıklardaki artışlardan
zarar görebileceklerdir.
Güneyden Kuzeye Göç Başlayacak: Bölgemizi
etkileyecek çöl ikliminin yol açtığı yüksek
sıcaklık ve olumsuz şartlardan dolayı
Diyarbakır ve çevresinde kuzeye yoğun
göç yaşanacak. Bu göçlerle, hassas dağ ve
vadi-kanyon ekosistemleri üzerindeki insan
baskısı artacaktır.
Yer altı ve yer Üstü Su Kaynakları Azalacak, Su
Kalitesi Düşecektir: Türkiye’nin kurak ve yarı
kurak alanlarındaki, özellikle kentlerdeki su
kaynakları sorunlarına yenileri eklenecek;
tarımsal ve içme amaçlı su gereksinimi
artacak ve kalitesi düşecektir.
Çölleşme ve Erozyon Artacak: Kurak ve yarı
kurak alanların genişlemesine ek olarak, yaz
kuraklığının süresi ve şiddetindeki artışlar,
çölleşme sürecini, tuzlanma ve erozyonu
artıracak.
İnsan Sağlığı Üzerindeki Risk Artacak:
Sıcaklığın artması (Şekil 4c) ile insan sağlığı
ve biyolojik üretkenlik üzerindeki risk artacak.
Isı stresinden kaynaklanan enfeksiyonlar,
özellikle büyük kentlerdeki sağlık sorunlarını
da beraberinde getirebilir (Şekil 5a).
• Soğutma ve Havalandırma Amaçlı Enerji
İhtiyacı Artacak: Diyarbakır ve çevresinde
kürese ısınmanın etkisiyle sıcaklıklarda
beklenen 2–3 derecelik artışlar (Şekil 4c)
[2], ısı adası etkisi ile de havalandırma ve
soğutma amaçlı enerji tüketimini artıracaktır
[1].
a
b
c
Şekil 5. a) Hissedilen Sıcaklık ve İnsan Sağlığına Etkisi;
b) Diyarbakır’da bir Taşkın Hadisesi c) Güneydoğuda Bir
Toz Fırtınası
254
Yenilenebilir Eneri Potansiyelleri Değişebilir: İklim değişimi sonucu
Diyarbakır’da rüzgar enerjisi potansiyeli düşmesi; güneş enerjisi
potansiyelinin ise artması beklenmektedir [2].
Karlı Günlerde Azalma, Ani Kar Erimesi ve Çığlarda Artış Olabilir: Mevsimlik ve
kalıcı kar-buz örtüsünün kapladığı alan ve karla örtülü devrenin uzunluğu
azalabilir (Şekil 4f); ani kar erimeleri ve kar çığları artabilir.
Küresel İlkim Değişimine Karşı Alınası Gereken Acil Tedbirler
Küresel iklim değişimi etkilerini azaltmak ve oluşa bilecek zararları
minimize etmek için sürdürülebilir ve gerçekçi önlemlerin acilen alınması
gerekir. Bu süreçte Devletin alması gereken acil tedbirler olduğu gibi birer
olarak da üzerimize düşe görevler vardır.
Toplum Olarak Alınması Gereken Tedbirler
Diyarbakır ve çevresinde küresel iklim değişiminin olumsuz etkilerine karşı
sürdürülebilir ve gerçekçi önlemlerin acilen alınması gerekir. İnsanlara
otomobil kullanmayın, çevreyi daha az kirletin ve CO2 miktarını düşürmek
için tüketimleriniz azaltın, enerji kaynaklarını temiz enerjiye dönüştürün
daha az enerji kullanın, suyu az tüketin gibi öneriler elbette doğru önerilerdir
fakat artan refah düzeyi ile insanların tüketim alışkanlıkların vazgeçmesi
konusundaki güçlükler nedeniyle çok fazla uygulanabilir değildir. Bunun için
vakit kaybetmeden aşağıdaki tedbirlerin uygulamaya geçirilmesi gerekir;
• Orman alanları bakımında çok fakir olan Diyarbakır ve çevresinin, hiç
boş alan kalmayacak şekilde, daima yeşil kalabilen ve hızlı yetişen, az
su isteyen ve yangına dayanıklı ağaçlarla ağaçlandırılması gerekir.
• Yer altı sularının kullanımı konusunda ciddi bir disiplin oluşturulması
gerekir,
• Mümkün olduğu kadar sulak alan oluşturularak Mikro Klima alanları
artırılmalıdır.
• Yeraltındaki büyük boşluklara tatlı su şarj edilerek buralar depo olarak
kullanılabilir.
• Enerji tüketimi azaltılmalı ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık
verilmelidir.
• Çevrenin ve atmosferin korunmasına önem verilmeli ve gerekirse bu
konuda kanuni zorlama yapılarak koruma hızlandırılmalı.
• Uluslar arası süreçleri (BM İklim Değişikliği Konferansı, Kyoto Protokolü,
vb.) devam ettirirken, diğer yandan yerel bazda ulusal çareler üretilmeli.
255
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
• Su konusundaki hesaplar doğru yapılmalıdır.
Çünkü tatlı su kaynakları Hidrolojik çevrimin
en son ürünü olan Yağmur ve Kar’a bağlıdır.
Hidrolojik döngüdeki bozulma her şeyi altüst
edebilir.
• Tarım politikaları doğru yapılandırılıp
mevsimsel iklim tahminlerine göre ekim,
dikim yapılmalıdır. Düzenli gıda stokları
tutulmalıdır.
• Sınır aşan sularla ilgili olarak, ilgili ülkelerle
su paylaşımı ve su kullanımı konusunda
ortak politikalar oluşturup, uyuşmazlıklar
giderilmeli, denizlere akan tatlı suyun
su ihtiyacı olan
sağlanmalıdır.
bölgelere
transferi
Birey Olarak Alabileceğimiz Tedbirler
Küresel ısınmanın olumsuz etkilerine karşı birey
olarak her birimizin alması gereken tedbirleri
şu şekilde sıralayabiliriz;
• Kürese ısınmanın olası etkileri hakkında
bilgilenelim.
• Ağaç dikelim.
• Enerjiden tasarruf edelim. Energy Star
etiketli yeni teknoloji TV ve VCR’lar enerji
kayıplarını %75’e kadar azaltır. Enerji
tasarruflu lambalar akkor lambalara göre %
80 kadar enerji tasarrufu sağlar.
• Suyu
tasarruflu
kullanalım.
Bulaşık
makinesine bulaşıkları koymadan önce
musluk altında tutarak yıkamayalım.
• Elektrikli aletleri düğmesinden kapatalım.
• Alışverişimizi
bulunduğumuz
çevrede
yapalım.
• Daha kısa mesafelere ve daha az sıklıkta
seyahat edelim.
• Güneş
enerjisinin
kullanımını
yaygınlaştıralım.
• Yemek pişirmeyi öğrenelim ve mümkün
mertebe evde yemeye dikkat edelim.
• Az tüketip yeniden kullanalım, geri
dönüştürelim. Plastik maddelerin kullanımını
azaltıp mevcutları tekrar kullanalım.
Kullanamadıklarımızı
geri
dönüşüm
kutularına koyalım.
• Karar vericilere iklim değişimi problemine
karşı duyarlı olduğumuzu fark ettirelim.
SONUÇ
Geçmiş 400.000 yılda CO2 miktarı en fazla
320 PPP olmuşken, günümüzde bu miktarı
385 pim’e kadar çıkmıştır [4]. Gelecekte CO2
emisyonundaki yükselişin artarak devam
etmesi beklenmektedir. CO2 ile sıcaklık
arasındaki paralellik (Şekil 1c) göz önüne
alınarak, Diyarbakır’da içine alan Türkiye’nin
Güneydoğusu ile Güney Avrupa bölgelerinde
2100 yılına kadar sıcaklığın 1,8 ile 4 °C artması
beklenmektedir. Bu durum binlerce yıldır iklimde
meydana gelen en dramatik değişikliktir.
İnsanoğlunun atmosfere saldığı CO2 ve CFC
gazları dolayısıyla küresel iklim değişiminin
önüne
geçmek
mümkün
olmayacaktır.
Uygarlaşma ne kadar yavaşlarsa yavaşlasın
ya da sera gazlarının salımı ne kadar azalırsa
azalsın, küresel ısınma ve deniz seviyesinin
yükselmesi asırlarca sürecek. Okyanuslardaki
su seviyesi 18 ile 59 santimetre yükselecektir.
Bu aşamadan sonra alacağımız tedbirler
ancak iklim değişimi trendini yavaşlatıp, olası
etkilerini minimize edebiliriz. Öyle görünüyor
ki, insanlığın sonu insanoğlunun eliyle olacaktır.
256
KAYNAKLAR
1. GÜLTEKİN, M.L., Türkiye’de Derece-Günler Modellemesi ve Analizleri,
İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü, Doktora
Tezi, 242s, 2001.
2. IPCC, Intergovernmental Panel on Climate Change, Summary for
Policymakers, Working Group III of the IPCC, Bangkok, Thailand. 30
April - 4 May 2007, 23 pp, 2007.
3. KADIOĞLU, M., Küresel İklim Değişimi ve Türkiye, ISBN No: 9758621084,
Güncel Yayıncılık, İstanbul, 382 s, 2008.
4. KADIOĞLU, M, ŞEN, Z. and GULTEKİN, M.L., Variations and Trends in
Turkish Seasonal Heating and Cooling Degree-Days, Climate Chang, 49,
209-223, 2001.
5. KAYHAN, M., Küresel İklim Değişimi ve Türkiye, DMİ Genel
Müdürlüğü, Ankara, 16 s. www.eyd.cevreorman.gov.tr/kureselisinma/
kureseliklimdegisimiveturkiye.pd, 2007.
6. TÜRKEŞ, M., SÜMER, U. M. ve ÇETİNER, G., 2000. Küresel iklim değişikliği
ve olası etkileri, Çevre Bakanlığı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesi Semineri, İstanbul Sanayi Odası, 13 Nisan 2000,
7-24, İstanbul.
7. TÜMAS, Türkiye Meteorolojik veri Arşiv Sistemi, Meteoroloji Genel
Müdürlüğü, Ankara tumas.dmi.gov.tr/wps/portal, 2010.
257
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
DİYARBAKIR İÇİN RÜZGAR ENERJİSİ POTANSİYELİ VE
FAYDALANMA YÖNTEMLERİ
258
ÖZET
Nüfusun, kentleşmenin, sanayinin ve teknolojik araç çeşitliliğinin artmasıyla
birlikte 1973 yılında dünyada petrol krizinin de çıkması, alternatif ve
yenilenebilir enerji kaynaklarına ilginin artmasına sebep olmuştur. Bunların
başında atmosferde serbest halde bulunan rüzgar tarafından elde edilen
rüzgar enerjisi gelmektedir. Bu çalışmada Diyarbakır’ın rüzgâr enerjisi
potansiyeli genel olarak değerlendirilerek ekonomik RES’ ne ihtiyacının olup
olmadığı araştırılmıştır. 50 m seviyesi dikkate alınarak yapılan araştırma
sonucunda, Diyarbakır’ın Türkiye’de kurulan veya kurulması planlanan
ekonomik RES’ leri için gerekli olan ortalama rüzgar şiddeti ve ortalama
güç potansiyeli değerlerinin altında değerler gösterdiği belirlenmiştir.
Çalışmamız ön değerlendirme ve fikir verme amaçlı yapılmıştır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Mevcut enerji üretim ve tüketim sistemlerinin, doğanın dengesini bozarak,
canlı sağlığını ve geleceğini tehdit edecek boyutlara getirdiği herkesçe
bilinmektedir. Dünya enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılayan
fosil yakıtların kısıtlı kullanım sürelerinin olması, enerjinin elde edilmesi
sırasında çevreye yapılan tahribat ve gelecek nesillerin de enerji ihtiyacı
dikkate alındığında, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve bu kapsama giren
rüzgar enerjisinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır [1]. Yüksek özellikli rüzgâr
türbinleri ile rüzgâr enerjisi elektrik enerjisine dönüştürülerek kullanıma
sunulmaktadır. Ülkeler, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına
yönelik üretim teknolojilerini güvenilir, ekonomik, kaliteli olacak şekilde ve
bunların üretimi ile tüketimini özendirici politikaların oluşturulmasına ve
strateji belgelerinin hazırlanmasına hız vermişlerdir.
Özellikle Avrupa Birliği (AB) Ülkeleri bu konuda başı çekmektedir. Ülkemizde
de 1995’li yıllardan sonra Rüzgâr Enerjisi Santrali (RES) projelerine ilgi
başlamış olup, 2005 yılında Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun (YEK) çıkması
ile birlikte bu ilgi en üst seviyeye ulaşmıştır. Günümüzde istenen ilerleme
henüz sağlanamamasına rağmen, yatırımcıların konuya ilgisi artarak
süregelmiştir [2]. Farklı ısınmadan dolayı meydana gelen yoğunluk ve
basınç farkı hava kütlesinin bir yerden diğer bir yere taşınmasına sebep
olur ki bu işleme rüzgar, rüzgarın ise iş yapabilme yeteneğine de rüzgar
enerjisi potansiyeli denir.
259
Mustafa ALTINER
Latif GÜLTEKİN
Mahmut MÜSLÜM
Diyarbakır Meteoroloji
Bölge Müdürlüğü
[email protected]
[email protected]
[email protected]
Rüzgar Enerjisinin Avantaj ve
Dezavantajları
Rüzgâr enerjisinden, mekanik ve elektrik
enerjisi üretimi şeklinde yararlanılmaktadır.
Elektirik enerjisinin elde edilmesi için RES’ ne
ihtiyaç duyulmaktadır.
Santrallerin kurulması çevre ve canlılar için
avantaj ve dezavantaj oluşturmaktadır. Bunları
şu şekilde sıralayabiliriz;
Avantajları
• Temiz bir enerji kaynağıdır, emisyonu yoktur.
• Yerel bir enerji kaynağıdır, dışa bağımlı
değildir.
• Ucuz bir enerji kaynağıdır.
• Atıl alanlar kullanılabilir.
Dezavantajları
• Gürültü kirliliği yaratabilir.
• Radyo ve Tv sinyallerini bozabilir.
• Kuşların göç yollarında, kuşlara
verebilir [3].
zarar
enerjisi açısından Bandırma, Antakya, Kumköy,
Mardin, Sinop, Gökçeada, Çorlu ve Çanakkale
zengin bölgeler olarak tespit edilmiştir.
Ayrıca, Bandırma, Bozcaada, Çeşme, Gökçeada,
Çanakkale, Karadeniz Ereğlisi, Florya ve Siverek
gibi yöresel rüzgâr potansiyeli belirleme
çalışmaları da yapılmıştır. Ülkemizde, Rüzgar
Enerjisi yatırımı ilk olarak 1998 yılında Çeşme’de
gerçekleştirilmiştir (8,7 MW). 2000 yılı içinde
ise sadece 10,2 MW’lık bir yatırım Bozcaada’da
yapılmıştır [5].
Veri
Bu çalışmada DMİ Genel Müdürlüğü’nden temin
edilen (1980- 2008) yılları arasındaki saatlik
rüzgar verileri kullanılarak 50 m deki aylık
ve yıllık ortalama rüzgar hız ve potansiyeli
hesaplanmış ve RES için değerlendirmeler
yapılmıştır.
Rüzgar Enerjisi Potansiyellerinin
Belirlenmesi İçin Kulllanılan Yöntem
Yenilenebilir
enerji
kaynakları
homojen
yapıya sahip olmadıklarından tek başlarına
enerji sorununa çözüm olmazlar. Amaç yerli
kaynakları kullanarak enerji çeşitliliğini artırıp
dışa bağımlılığı en aza indirmektir [4].
Türkiye,
rüzgar
enerjisi
potansiyelinin
değerlendirilmesi maksadıyla EİE ve devlet
meteoroloji işleri (DMİ) işbirliği ile ortak proje
olarak rüzgar atlası hazırlanmıştır. Bu atlas
rüzgar enerji kaynağının değerlendirilmesinde
ön referansı oluşturmaktadır.
Bu amaç doğrultusunda rüzgâr enerjisi için
fizibilite çalışmaları yapılarak en uygun yerleri
belirlemek gerekmektedir. Rüzgâr enerjisinden
elektrik üretimi, seçilecek bölgenin meteorolojik
özelliklerine ve kullanılacak türbinin tasarımına
bağlıdır.
Rüzgar enerjisi potansiyellerinin belirlenmesi
için WASP (Wind Atlas Analysis and Application
Program) paket programı kullanılmıştır. Türkiye
genelinde seçilmiş istasyonlar için yapılan
analizler sonucu elde edilen değerler kullanılarak
Türkiye Rüzgâr Atlası oluşturulmuştur [6].
EİE tarafından yapılan çalışmalarda, Rüzgâr
260
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Şekil 1. Türkiye Geneli İçin Rüzgar Atlası (DMİ’ ye göre) [7].
Türkiye’nin rüzgar atlasına bakıldığında Diyarbakır’ın 50m yüksekliğindeki
ortalama rüzgar hızının 5.5 m/s’ nin ,ortalama rüzgar potansiyelinin de
200 w/m2 ‘nin altında olduğunu görmekteyiz (Şekil 1). Bu değerler bize
ekonomik RES için yeterli olmadığı sonucunu vermektedir.
a b
Şekil 2. a) Diyarbakırın 50m Yükseklikteki Ortalama Rüzgar Hız Dağılımını (EİE’ Ye
Göre) b) Diyarbakır’da Ekonomik RES İçin Kapasite Faktörü Dağılımı (EİE’ Ye Göre) [8].
Diyarbakır için rüzgar hız dağılımına bakıldığında (Şekil 2a) ekonomik RES
için gereken 7 m/s değerinin çok çok altında olduğu hesaplamalar sonucu
ortaya çıkmaktadır (Tablo1).
Ekonomik RES için kapasite faktörü %35 ve üzeri olması gerekmektedir
(Şekil 2.b). Kapasite faktörü (%) skalasına bakıldığında (Şekil 2b) Diyarbakır
için %35’ in altında olduğu bu yüzden ekonomik RES kurulmasının uygun
olmayacağı görülmektedir.
261
50m ortalama
AYLAR
rüzgar
rüzgar
güç potansiyeli
hızı ( m/s)
OCAK
ŞUBAT
MART
NISAN
MAYIS
HAZIRAN
TEMMUZ
AĞUSTOS
EYLÜL
EKIM
KASIM
ARALIK
Şekil 3’te anlaşılacağı üzere ortalama rüzgar
hızının en yüksek değerinin yaz aylarında olduğu
görülmektedir.
50m ortalama
(w/m2)
51,8
66,9
82,6
71,4
68,7
116,7
102,7
79,3
67,0
45,0
37,8
38,8
2,76
3,28
3,46
3,29
3,41
4,54
4,47
3,97
3,45
2,76
2,47
2,45
Bununda sebebi güney ile kuzey arasındaki
sıcaklık farkı ve basınç değişmesidir. Ortalama
güç potansiyelinin en yüksek değeri de yaz
aylarında olmuştur
(Şekil 4). Sebebi ise güç
potansiyelinin rüzgar hızı ile doğru orantılı
olarak değişmesidir.
Tablo1. Diyarbakır İlinin Aylara Göre 29 Yıllık Ortalama
Rüzgar Hız (m/s) Ve Ortalama Güç Potansiyeli (w/m2)
(50m)
Tablo1’ de görüldüğü gibi en yüksek değerinin
(4,54m/s) ile haziran, en düşük değerin
ise (2,45m/s) ile kasım ayında olduğu
hesaplanmıştır.
Şekil 5.) Yıllık Ortalama Güç Yoğunluğu (w/m2) Ve
Ortalaması [50 m ]
Şekil 3.) Aylık Ortalama Rüzgar Hızı [m/s] [50 m]
Şekil 6.) Yıllık Ortalama Rüzgar Hızı(m/s) Ve
Ortalaması [50 m]
50 m deki 29 yıllık ortalama güç yoğunluğu 69
(w/m2) (Şekil 5), ortalama rüzgar hızı değerimiz
ise 3.36 m/s olarak hesaplanmıştır (Şekil 6).
,
Şekil 4) Aylık Ortalama Güç Yoğunluğu (w/m2) [50 m]
Bu değerler rüzgar atlasında (Şekil 1) gösterilen
değerlerden düşük olduğundan rüzgar atlasını
da desteklemektedir. Bu yüzden Diyarbakır için
RES ekonomik değildir.
262
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Şekil.7) Diyarbakır İlimiz İçin Rüzgar Gülü
Diyarbakır ilinin (1980- 2008) arasındaki 29 yıllık saatlik rüzgar
değerlerinden yararlanılarak yapılan çalışmada hakim rüzgar yönünün batı
kuzeybatı olduğu (WNW) görülmektedir (Şekil 7). Bu yön değişiminin sebebi
güneyli sistemlerin etkisini artırarak bölgemizi ve ilimizi etkilemesidir.
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
Verilerin analizleri sonucunda rüzgar potansiyelinden yeterli şekilde
faydalanamayacağımız görülmektedir. Herhangi bir yerde RES’ nin
ekonomik olabilmesi için yıllık ortalama rüzgar hızının en az 7 m/s olması
gerekir. Diyarbakır da ise ortalama rüzgar hızı 3 m/s olduğundan rüzgar
enerjisi üretimi açısından elverişsiz ve umut verici olmadığı görülmektedir.
Bu yüzden gelecekteki enerji sıkıntılarını yaşamamak için başka yenilenebilir
enerji kaynaklarına yönelip gerekli çalışmalara hız verilmelidir.
Sonuç itibariyle Diyarbakır rüzgâr enerjisi potansiyeli bakımından en
zayıf yörelerimizden biri iken, öbür yandan güneş enerjisi bakımından
Türkiye’nin en yüksek potansiyele sahip illerindendir. Dolayısıyla yapılacak
yenilenebilir enerji yatırımlarının rüzgar’dan ziyade güneş enerjisine
kaydırılmasının daha ekonomik ve daha verimli olacağı kanısındayız.
263
KAYNAKLAR:
1. Rüzgar Enerjisi Tahmin Sistemi, RETS
2. www.tureb.com.tr/index.php?option=com_docman&task=cat_view&gid=41&Itemid
=61&limitstart=5, 2009 yılı sonu itibariyle dünya’da ve ülkemizde RES durumu.
3. Rüzgar Enerjisi Tahmin Sistemi, RETS DMİ, Ankara, 2010. (www.dmi.gov.tr/FILES/tahmin/
RETS-kitapcik.pdf)
4. www.dmi.gov.tr/FILES/haberler/2010/.../2_Mustafa_CALISKAN_RITM.pdf.
5. www.dmi.gov.tr/arastirma/yenilenebilir-enerji.aspx?s=ruzgaratlasi
6. www.dmi.gov.tr/arastirma/yenilenebilir-enerji.aspx?s=ruzgaratlasi
7. www.dmi.gov.tr/arastirma/yenilenebilir-enerji.aspx?s=ruzgaratlasi
8. www.eie.gov.tr/duyurular/YEK/YEKrepa/DIYARBAKIR-REPA.pdf
264
DİYARBAKIR’IN GÜNEŞ ENERJİSİ VE POTANSİYELİ
266
ÖZET
Günümüzde nüfus artışı teknolojik gelişmeler, ekonomik büyüme,
küreselleşme gibi faktörlerden dolayı her geçen gün enerji ihtiyacı
artmaktadır. Enerji ihtiyacını karşılamak için özellikle gelişen ülkeler
fosil kaynakları kullanmalarından dolayı meydana gelen çevresel ve
iklimsel sorunların dünyamızı tehdid etmesi ile birlikte fosil kaynakların
tükenmekte olması insanları temiz ve sınırsız enerji kaynaklarını
kullanmaya yöneltmektedir. Ülkemizin güney kesimleri ve özellikle
Diyarbakır yöresinin güneş enerjisi potansiyeli açısından elverişli olması
dolayısı ile güneş enerjisi yatırımlarına ağırlık verilmelidir. Su ısıtmasında
yaygın olarak kullanılan güneş enerjisinin elektrik üretiminde de kullanımı
yaygınlaştırılmalıdır. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında
ekonomik ve teknik bazı dezavantajların olması hala fosil kaynakların
kullanılmasındaki en büyük etkendir. Bu çalışmada Diyarbakır ilinin
güneş enerjisi potansiyeli ve buna bağlı olarak elde edilebilecek enerji
hesaplamaları üzerinde durulmuştur.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Güneş ışınımı enerjisi atmosferdeki ve yerde meydana gelen birçok olayda
önemli rol oynamaktadır. Diğer enerji türlerinin meydana gelmesini
sağlaması ile birlikte tükenmeyen ve bedava bir enerji kaynağı olmasıda
güneşi dünyamızın en önemli enerji kaynağı haline getirmektedir. Fosil
enerji kaynakları, rüzgar, jeotermal, deniz dalga ve biyokülte enerji kaynak
çeşitleri de güneş enerjisinin değişik enerji biçimleridir. Günümüzde ise
yaygın olarak kullanılan enerji kaynağı fosil enerji kaynaklarıdır.
Fakat, fosil enerji kaynaklarının sınırlı olması ve atmosfere olan olumsuz
etkileri gözönüne alındığında geleceğin en önemli enerji kaynağının
Güneş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yatırımcıların, çevre bilincinin
artması ile birlikte, fosil enerji kaynakları yerine alternatif enerji
kaynaklarına yönelmelerini zorunlu hale getirmektedir. Güneş enerjisi
çevreye etkisi, tükenmeyen ve temiz bir enerji kaynağı olması sebebiyle
fosil enerji kaynağına alternatif olacak yeni bir enerji kaynağı olarak
ortaya çıkmaktadır. Yeryüzüne gelen net güneş enerjisi şu anda insanların
kullandıkları fosil enerji kaynakları ve nükleer enerjinin 10.000 katı
kadardır [1]. Yeryüzüne her sene ulaşan güneş ışınımı enerjisi, yeryüzünde
şimdiye kadar belirlenmiş olan fosil yakıt kaynaklarının yaklaşık 160 katı
kadardır. Ayrıca yeryüzündeki fosil, nükleer ve hidroelektrik tesislerin bir
267
Dr.M.Latif GÜLTEKİN
Mahmut MÜSLÜM
Mustafa ALTINER
Diyarbakır Meteoroloji
Bölge Müdürlüğü
[email protected]
[email protected]
[email protected]
yılda üreteceği enerjinin 15.000 katından daha
da fazladır [2].
Güneşten gelen ışınımı direk elektriğe
dönüştürmeyi elverişli hale getiren fotovoltaik
pillerin gelişmesiyle kullanımı günden güne
yaygınlaşmaktadır.
Geçmişte, fotovoltaik piller genelde; otoyolların
aydınlatılması, su pompaları, sinyalizasyon,
uzay uygulamalarında, baz istasyonlarında, park
ve bahçe aydınlatılması gibi elektrik enerjisinin
iletilemediği ya da iletilmesinde güçlük
çekilen yerlerde diğer enerji kaynaklarından
daha avantajlı olması sebebiyle olduğu için
elektrik üretmede kullanılıyordu. Bunun
nedeni fotovoltaik pillerden elektrik üretme
maliyetlerinin diğer kaynaklara göre daha
yüksek olması idi.
Ancak teknolojinin gelişimi ile maliyetlerin her
geçen gün düşmesi fotovoltaik pillerin kullanım
alanını artırmış ve diğer kaynaklara göre
daha cazip bir enerji kaynağı haline gelmiştir.
Güneşten elektrik enerjisi üreten sistemlerin
modüler yapı özelliği ile birkaç Watt’tan
MegaWatt değerine kadar kolaylıkla tasarlanıp
uygulanabilmektedir [3].
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü (DMİ)
ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE)’nin yaptığı
çalışmalar özellikle Diyarbakır ve civarının
fotovoltaik piller ile elektrik üretmeye oldukça
elverişli olduğunu göstermekdir [4].
Fotovoltaik Sistemler
Fotovoltaik (PV) sistemler güneşten gelen
ışını direkt elektrik enerjisine dönüştürebilen
yapılardır. Fotovoltaik pillerdeki teknolojik
gelişim, çevreye olumsuz etkisinin olmaması
ve sonsuz enerji kaynağından faydalanması
fotovoltaik pillerin kullanımını cazip hale
getirmiştir.
Günümüzde farklı madde ve teknolojide birçok
PV üretilmektedir. Günümüzde yaygın olarak
tekli kristal slikon (Mono-Crystalline Silicon),
Çoklu Kristal Silikon (Poly-Crystalline Silicon) ve
İnce Film (Thin-Film) PV tipleri kullanılmaktadır
[3].
Fotovoltaik Piller panele gelen güneş
ışınımının bir kısmını elektrik enerjisine
dönüştürebilmektedir.
Birim alanda üretilen elektrik enerjisinin güneş
ışınım enerjisine oranı panelin verimliliğini
ortaya koyar. Günümüzde pv tipine bağlı
olarak verimlilik oranları %5 ila %20 arasında
değişmektedir. Fakat verimililikleri artırmak
için kullanılan takip sistemleri ile elektrik üretim
miktarları arttırabilmektedir.
Şekil 1a’da optimum eğimde, yatayda sabit ve iki
eksen takip pv sistemlerinin üretim miktarlarına
bakıldığında iki eksen takip sisteminin üretim
miktarının daha fazla olduğu görülmektedir [5].
Halihazırda pv panellerin elektrik üretimi
maliyeti fosil enerji kaynaklarına göre daha
fazla olması yatırımcının fosil kaynaklarına
yönelmesindeki en büyük etkendir.
Fakat pv panellerinin birim fiyatlarının düşüş
trendinde olduğu Şekil 1b de görülmektedir [6].
268
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Şekil 1a Fotovoltaik üretim miktarları Şekil 1b. PV Sistemlerinin
Fiyat Trendi
Panel birim fiyatlarının düşüşüne bağlı olarak pv panellerinden elektrik
üretimi artış senaryoları Şekil 2a da görülmektedir [7]. Geçtiğimiz son beş
yılda dünya genelinde PV üretimi yıllık bazda %30 civarında bir büyüme
oranına sahip olmuştur. Şekil 2b da görüldüğü gibi 2007 yılı dünya
fotovoltaik pazarı 2826 MW’a ulaşmıştır [7].
Şekil 2a Fotovoltaik Güç üretimindeki değişim(MW)
Şekil 2b Fotovoltaik Pil Pazarı
Güneş Enerjisi Potansiyeli
Ülkemiz, coğrafi konumu nedeniyle sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli
açısından birçok ülkeye göre daha avantajlıdır. Şekil 3’te dünya yıllık ışınım
şiddetini gösteren harita verilmiştir [8].
Ayrıca Devlet Meteoroloji İşleri (DMİ) Genel Müdürlüğünün veri arşivinde
kayıtlı 1966-1982 yılları arası ölçülen güneşlenme süresi ve ışınımı şiddeti
verilerinden yararlanarak EİE bir çalışma yapmıştır.
Bu çalışmaya göre Türkiye’nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi
2640 saat (günlük toplam 7,2 saat), ortalama toplam ışınım şiddeti 1311
kWh/m²-yıl (günlük toplam 3,6 kWh/m²) olarak tespit edilmiştir [7].
269
olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Şekil 3. Dünya Güneşlenme Haritası
Veri
Bu çalışmada Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğünün Diyarbakır Meteoroloji Bölge
Müdürlüğüne
bağlı
Diyarbakır
Meydan
Meteoroloji İstasyonunun 1980-2008 yıllarına
ait saatlik güneşlenme şiddeti ile güneşlenme
süresi ölçüm verisi kullanılmıştır.
Literatürde yapılan çalışmalarda genellikle
güneş enerjisi potansiyeli aylık veya yıllık
ortalama değerlere göre hesaplanırken, bu
çalışmada saatlik veriler kullanılmıştır. Saatlik
verilerden de günlük, aylık ve yıllık güneşlenme
verileri elde edilerek güneş enerjisi potansiyeli
hesaplamaları yapılmıştır. Diyarbakır iline ait 29
yıllık DMİ ölçüm verisinden elde edilen haziran
ayına ait güneşlenme şiddetinin gün içerisindeki
değişimi Şekil 5’te verilmiştir.
Diyarbakır Güneş Enerjisi Potansiyeli
Diyarbakır ili coğrafi konumundan dolayı
ülkemizde güneş enerjisi potansiyeli bakımından
birçok ile göre avantajlı durumdadır. Yapılan
bazı çalışmalara baktığımızda Diyarbakır ili
güneşlenme şiddeti; EİE’ye göre yıllık 1582.6
(kWh/m^2-gün), PVGIS(Avrupa Güneş Atlası)
na göre 1613.6 (kWh/m^2-gün), bu çalışmada
hesapladığımız değer ise 1760.8 (kWh/m^2-gün)
dir. Ölçüm verisinden elde edilen aylık ortalama
güneşlenme şiddeti değerlerinin yapılan model
çalışmaları değerlerinden yüksek olduğu Şekil
4a da görülmektedir. Diğer bir faktör olan
güneşlenme süresine baktığımızda paralel bir
durumun olduğu Şekil 4b de görülmektedir.
EİE nin (GEPA) Diyarbakır güneşlenme süresi
2897,5 saattir [4] . Fakat yapılan çalışmada
Diyarbakır için elde edilen güneşlenme süresi
yıllık 3114,5 saat olduğu belirlenmiştir.
Aradaki bu farkın ortaya çıkması EİE ve PVGIS
çalışmalarının alansal model çalışmaları
270
Şekil 4a Diyarbakır Güneş Potansiyeli
Şekil 4b Diyarbakır Güneşlenme Süresi
Şekil 5. Diyarbakır Haziran Ayı Günlük Ortalama
Güneşlenme Şiddeti
Tablo 1 de Diyarbakır iline ait DMİ saatlik güneşlenme şiddeti ölçümlerinden
elde edilen günlük ortalamalar elde edilmiştir. Ayrıca değinmemiz gereken
diğer bir konu ise güneşlenme şiddeti ile güneşlenme süresinin uzun
yıllara göre nasıl bir trend içinde olduğudur. Normal şartlarda güneşlenme
şiddeti artış gösterirken güneşlenme süresininde artış göstermesi beklenir.
Yaptığımız çalışmada küresel iklim senaryolarının ortaya koyduğu gibi
güneşlenme şiddetinin yıllara göre artış trendinde olduğu sonucuna vardık
(Şekil 6a). Fakat Güneşlenme Süresinin düşüş trendinde olduğu Şekil 6b
de görülmektedir.
Tablo 2. Diyarbakır ili Güneşlenme şiddeti
Şekil 6a. Güneşlenme Şiddeti
Trend Analizi Şekil 6b. Güneşlenme Süresi
Trend Analizi
Tezat gibi gürünen bu durumu şu şekilde izah etmek mümkündür; DMİ’de
güneşlenme süresi ölçümleri toplam (global) güneşlenme şiddetine
göre değil direkt güneşlenme şiddetine göre yapılmaktadır. Bu durumda
yeryüzüne gelen direkt güneş ışınımının düşüşte ve difüz (yayılı) ışınımın
artışta olduğunu söylemek mümkündür.
Difüz güneşlenme şiddetindeki bu artış; özellikle küresel ısınma ile birlikte
bölgemizi daha çok etkilemeye başlayan güneyli (ekvatoral) sistemlerin
neden olduğu toz taşınımına bağlanabilir. Toz taşınımı güneşten gelen
271
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
direkt ışınım miktarını düşürürken, direkt
ışınıma bağlı olarak ölçümü yapılan güneşlenme
süresinde de düşüşlere neden olmaktadır.
Diyarbakır İçin Pv Elektrik Üretimi
Diyarbakır’ın güneş enerjisi potnsiyelinin
yüksek olmasına ve topografik yapısı dolayısı ile
fotovoltaik pillerden elektrik üretimine elverişli
olduğunu söylemek mümkündür.
Şekil 7a Haziran Ayı Enerji Miktarı
Yapılan çalışmaya göre yıllık üretilebilecek
enerji miktarı 246,4 kWh olarak hesaplanmıştır.
Hesaplamada sistem kaybının olmadığı,
verimliliğin 0,14, eğimin 0, bakının 0, ve 1
metrekarelik alan (yani 0,14 peak power) için
hesaplama yapılmıştır.
Güneşlenme şiddetinin maksimum olduğu
Haziran ayı için günlük elde edilebilecek
enerji miktarının saatlik dağılımı Şekil 7a da
görülmektedir.
Avrupa Güneş Atlası (PVGIS) Diyarbakır için aylık,
günlük ve yıllık üretilebilecek enerji miktarını
hesaplamıştır.
Buna göre yıllık 197,9 kWh olarak hesaplamıştır
[9].
Aynı koşullarda hesaplanan PVGIS
aylık
ortalama enerji üretim miktarı ile bu çalışmada
ortaya konulan aylık ortalama enerji üretim
miktarı Şekil 7b’de karşılaştırılmıştır.
Hesapladığımız değerlerin daha yüksek olduğu
gözlenmiştir.
Şekil 7b PV Enerji Üretim Miktarları
SONUÇLAR
Diyarbakır iline ait yatay düzleme gelen günlük
ve aylık ortalamaları ile yıllık toplam güneşlenme
şiddeti ve güneşlenme süreleri DMİ nin 29 yıllık
saatlik ölçümleri ile analiz edimiştir. Uzun yıllara
ait trend analizi yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar
tablo ve şekiller ile verilmiştir. Ayrıca elde edilen
sonuçlar literatürde yapılan çalışmalar ile
karşılaştırılmış ve değerler arasında farkların
olduğu tesbit edilmiştir. Elde edilen değerlerden
fotovoltaik pil (silikon) ile basit enerji hesabı
yapılmış ve sonuçlar ve karşılaştırılmalar
şekiller ile verilmiştir. Bu çalışmanın Diyarbakır
ili için güneş enerjisi potansiyeli hakkında fikir
edinmek isteyen yatırımcılar için yararlı olacağı
düşünülmektedir. Bu sonuçlar ışığında;
• Çalışmaların daha hassas hale getirilebilmesi
için güneş ölçümlerinin toplam, direkt
ve difüz ışınım çeşitlerine göre ölçümler
yapılmalıdır.
• Yapılan model çalışmaları daha hassas hale
272
•
•
•
•
getirilmeli ve ülkemizin potansiyelini ortaya koyan model çalışmalarına
daha ağırlık vermelidir.
Fotovoltaik pil maliyetlerinin her geçen gün düşmesine bağlı olarak
güneş enerjisinin her geçen gün önem arzetmesi, kışın bile rahatlıkla
yeterli potansiyele sahip Diyarbakır için güneş enerjisi yatırımlarına
yönelik planlamaları yapılmalıdır.
Üniversitelerde ve özel sektörde yapılan güneş enerjisi AR-GE
çalışmalarına destek verilmelidir.
Devlet, güneş enerjisi potansiyeli yüksek olan Diyarbakır gibi illere
yatırımların yapılabilmesi için teşvik tasarılarına hız vermelidir.
Kamusal alanlar ve kamu daireleri tarafından işletilen yerlerin; parklar,
caddeler ve turistik mekanların (diyarbakır surlarının güneş enerjisi ile)
aydınlatılması, okullar ve kamu binalarında güneş enerjisi kullanımının
yaygınlaştırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve projeler
üretilmelidir.
273
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1. www2.itu.edu.tr/~sahind/dosyalar/solarenergy.pdf
2. Zekai Ş. “Temiz Enerji ve Kaynakları” SU VAKFI YAYINLARI, s.60, 2002
3. ÖZDEMİR, Ş. “Fotovoltaik Sistemler İçin Mikrodenetleyicili Yüksek Güç Noktasını İzleyen Bir
Konvertörün Gerçekleştirilmesi”, Gazi Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, Aralık 2007
4. repa.eie.gov.tr/MyCalculator/Default.aspx
5. engphys.mcmaster.ca/undergraduate/outlines/4x03/Lecture%204,%20Characteristics%20
of%20sunlight.pdf
6. www.solarbuzz.com/Moduleprices.htm
7. www.eie.gov.tr/turkce/YEK/gunes/gunespv.html
8. kl.zensci.dk/insolation
9. re.jrc.ec.europa.eu/pvgis/apps3/pvest.php
274
DİYARBAKIR İLİ SICAKLIK, YAĞIŞ VE KURAKLIK ANALİZİ
276
ÖZET
Endüstriyel faaliyetler sonucu atmosferdeki karbondioksit ve diğer
gazlardaki artış küresel ısınmaya neden olmaktadır. Bu ısınma iklim
değişikliği, taşkın ve kuraklık gibi ekstrem olaylarda artışlara sebep
olmaktadır. Son yıllarda iklimlerdeki değişiklikler sonucu bazı yörelerde sel
felaketleri olurken, bazı yörelerde ise artan sıcaklık ve azalan yağışlarla
birlikte kuraklık görülmektedir. Yapılan araştırmalar kurak ve yarı kurak
bölgelerde mevsim içinde ortaya çıkan ürün kayıplarının büyük bir kısmının
yağışların azalması ile oluşan su yetersizliği ve kuraklık sonucunda oluştuğu
konusunda birleşmektedir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır yağış-sıcaklık ve kuraklık analizi olarak yapılan çalışmada, Devlet
Meteoroloji İşleri tarafından temin edilen uzun yıllar ve devam eden 1980–
1999 yılları arası 20 yıllık dönemler için ortalama sıcaklık ve ortalama aylık
yağış değerleri kullanılmıştır. Çalışmanın birinci aşamasında, Diyarbakır’ın
sıcaklık ve yağış değişimleri incelenmiştir. Yağışlarda önemli azalmalar
tespit edilmiştir. İkinci aşamada ise Thornthwaite yöntemine göre kuraklık
indisi, Geliştirilmiş Fournier yağış indisi ve Bagnouls-Gaussen kuraklık
indisi ve yağışların neden olduğu aşındırıcı güç indisleri hesaplanmıştır.
Thornthwaite kuraklık indeksi sınıflamasına göre Diyarbakır az nemli ve
kuru karakterli, Bagnouls-Gaussen yöntemine göre çok kurak, Geliştirilmiş
Fournier yağış indisine göre çok yağışlı, aşındırıcı güç indisi değerine göre
orta seviyede olduğu belirlenmiştir. Diyarbakır kurak dönemin HaziranEylül arası olmak üzere 4 ay olduğu, kritik az nemli ve kuraklık riski taşıdığı
sonucuna varılmıştır.
GİRİŞ
Dünya oluşumundan beri çeşitli iklim evrelerinden geçerek bugünkü halini
almıştır. Yeryüzünde insanoğlu yaşamı için iklimin elverişli şartlarda olması
ve su kaynaklarının yeterince bulunması gereklidir. İklim, değişken hava
şartlarının bir ortalaması olup sıcaklık, yağış miktarı, rüzgar, hava basıncı
ve nem oranı gibi elemanlarının ölçüm değerleri ile tanımlanır.
İklim değişikliği yerkürenin değişik zamanlarında atmosfer kimyasının
farklılaşması ile ortaya çıkagelmiştir. İklimin en önemli bileşenleri
atmosferdeki kimyasal terkip ile bunun hareketini sağlayan güneş ışınımı
enerjisi ve bu ışınımın yeryüzü ile olan etkileşimleridir. Fosil yakıt kullanımı
ve sanayileşme süreçleri gibi insan etkinlikleri sebebiyle atmosferdeki sera
277
Nizamettin HAMİDİ
Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü,
Diyarbakır,
[email protected]
gazları artmakta ve yer kürenin ışınım dengesi
bozularak, iklimdeki sıcaklık artışı yönündeki
değişiklikler meydana gelmektedir[1]. 20. yüzyıl
boyunca yeryüzünün ortalama küresel yüzey
sıcaklığı 0,6 (± 0,2) oC arttığı ve gelecek yüzyılda
da bu sıcaklığın 1,4–5,8 oC arasında artabileceği
öngörülmüştür. Ayrıca sıcak hava dalgalarının
daha sık, uzun süreli ve şiddetli olabileceği
belirtilmektedir [2,3].Atmosferde meydana
gelen değişiklikler buzulların erimesine, buna
bağlı olarak deniz seviyesinin yükselmesine,
yağış rejimindeki değişimlere ve dünyanın
küresel olarak ısınmasına neden olmaktadır.
Küresel ısınma iklim değişikliğinin yanı sıra
taşkın ve kuraklık gibi ekstrem olaylarda artışlar
yapabilmektedir [4].
Kuraklık yıllık ortalama toplam yağışların
normal düzeyinin altına düşmesi ile hidrolojik
dengesizliklere yol açan doğal bir olaydır. Artan
sıcaklık ve azalan yağışlarla görülen kuraklık
bütün afetler arasında en çok etkiye sahip
doğal afetler arasında yerini almaktadır. Bazı
bölgelerde sıcaklıklar ortalama değerlerin
üzerine çıkarken ters orantılı olurcasına
yağışlardaki azalma kuraklık derecesinde (süre,
şiddet, sıklık) kendini göstermektedir [4].
Kuraklığın temeli su eksikliğidir. Yağış, akış gibi
değişkenlerin kaydedilen normal seviyelerinin
altına düşmesi sonucu oluşan toplam su
eksikliği kuraklık olarak tanımlanır. Etki alanına
göre çeşitli kuraklık tanımları yapılmıştır.
McGuire ve Palmer [5] yıllık veya aylık yağışın
normalin belirli bir yüzdesinden daha az
olması halini kuraklık olarak tanımlamıştır. En
yaygın kuraklık tanımı, Wilhite ve Glantz [6]
tarafından meteorolojik, hidrolojik, klimatolojik,
atmosferik, tarımsal ve su yönetimi olarak altı
kategoride gruplandırılarak yapılmıştır.
Bir zaman periyodu boyunca oluşan su eksikliğine
göre çeşitli yöntemler kullanılarak bir kısmı
Türkiye geneli, bir kısmı ise havza ve coğrafi
bölge kapsamında olmak üzere kuraklık indisleri
geliştirilmiştir. De Martonne ve Thornthwaite
formülleri kullanılarak Türkiye’nin kurak aylar
sayısı incelenmiş ve kuraklık indisleri haritası
hazırlanmıştır [7,8:9]. De Martonne yöntemi
kullanılarak Diyarbakır ve çevresinde Haziran,
Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarının çok kurak
geçtiği saptanmıştır [10].
Türkiye’nin büyük bölümünde kurak koşulların
yılın önemli bir kısmını kapsadığı, kuraklığın
şiddeti ve süresi bakımından kurak bölgelerin
sırasıyla Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Ege kıyı
kesimleri, İç Anadolu, Trakya ve Doğu Anadolu
olduğunu belirtmiştir [11,12]. Thornthwaite,
De Martonne ve Erinç Kuraklık indislerini
kullanarak Türkiye’deki yağış yetersizliğinin
yol açtığı kuraklık sorunu ve etkilenen bölgeler
belirlenmiştir [13]. Standartlaştırılmış yağış
indeksi ile [14] ve Palmer kuraklık şiddeti indisi
ile [15] Türkiye’nin geçmiş dönem kuraklıkları
tespit edilmiştir. Doğu Karadeniz bölgesinde
Thornthwaite yöntemine göre 22 istasyon
incelenmiş, 11’nde (bunlar denize yakın) kurak
dönemin olmadığı, diğer iç kısımlardaki (daha
çok karasal iklim) 11 istasyonun kurak olduğu
belirlenmiştir [16]. Yine aynı bölgede hesaplanan
Fournier indeksi ile 1000 mm’ nin üzerinde yağış
alan yerlerde yağış erozyonu riskinin olduğu, iç
kısımlarda ise bu riskin azaldığı belirtilmektedir
[17].
278
Bitki örtüsünden yoksun Güneydoğu Anadolu Bölgesinde erozyon
ve kuraklık zamanla gelişen önemli doğal afetler arasında yerini
almaktadır. Diyarbakır, Güneydoğu Anadolu bölgesinin iklim özelliklerini
taşır. Diyarbakır’da sıcaklık, yağış ve kuraklık ile ilgili çalışmalar da
yapılmıştır. Türkiye’de kuraklık durumunu ortaya koymak, sıcaklık ve yağış
miktarlarındaki değişimi belirlemek amacıyla yapılan çalışmada Diyarbakır
için 1970 yılı öncesi ve 1970–1980 yılları arasında ortalama sıcaklıkta
0,6 oC ve yağışlarda 26 mm azalma gösterdiği belirlenmiştir. Kuraklık
ise aynı dönemlerde Thornthwaite yöntemine göre Diyarbakır’ın 32–63
sınıf aralığında az nemli sınıfa girdiği belirtilmektedir [18]. Diyarbakır
için Geliştirilmiş Fournier Yağış İndisi 94.68 (dağılımı 91–120) ile 3. sınıf
olmak üzere orta; Bagnouls-Gaussen Kuraklık İndisi 212,8 (dağılımı>130)
ile 4. sınıf olmak üzere çok kurak; Aşındırma İndisi 12 ile (dağılımı>8 ) 3.
sınıf olmak üzere yüksek olduğu belirlenmiştir. [19]. Diyarbakır’ın 1960–
1990 yılları arasında 31 yıllık aylık yağış ve sıcaklık ortalamalarına göre
Thornthwaite yönteminden faydalanılarak hazırlanan su bilançosu göre
677,3 mm ile Haziran- Kasım aylarında su eksiği, diğer aylarda 223.8
mm su fazlası olduğu tespit edilmiştir [20]. Diyarbakır kent merkezinde
1972–2005 yılları arasında en yüksek günlük maksimum sıcaklığın, 44,8
o
C ile Ağustos ayında, en düşük değerinin ise -12,4 oC ile Aralık ayında ve
aynı periyotta en yüksek günlük minimum sıcaklığın, 28,6 oC ile Temmuz
ayında, en düşük değerinin ise -23 oC ile Aralık ayında gerçekleştiği
görülmüştür[21].
Çalışmanın amacı, uzun yıllar ortalama yağış ve sıcaklık verilerini kullanarak,
Diyarbakır’da farklı kuraklık büyüklükleri için analizler yaparak, kuraklık
sorununu ortaya koymak, sıcaklık ve yağış miktarlarındaki değişikler ile
birlikte risk durumunu belirlemektir.
Çalışma Alanı
Diyarbakır ili, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin orta kısmında,
Mezopotamya’nın kuzey batısındadır. Doğudan Batman, Muş; Güneyden
Mardin; batıdan Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya; kuzeyden Elazığ ve Bingöl
illeriyle çevrilmiştir. İl merkezi coğrafik konum olarak 37°55’ kuzey enlemi
ve 40°15’ doğu boylamında yer almaktadır. Kent nüfusu 1997 yılında
641616, 2000 yılında 721463, 2008 yılında 851902 kişi olup, yüzölçümü
15355 km2’dir
279
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
İl toprakları doğudan kuzey Dicle havzasının
doğu kesimi, kuzeyden Güneydoğu Torosların
dış sınırları batıdan 1954 m. yükseltisi ile
Karacadağ volkanik kütlesi ve güneyden Mardin
eşiği ile sınırlanmıştır. Denizden yüksekliği
650–670 m. olup, il merkezi çanak şeklinde
düzlük alan oluşturmaktadır[22]. Diyarbakır
bitki örtüsü steplerdir. Steplerin büyük kısmı
doğal değil, antropojendir. Ormanların varlığı
pek azdır.
Bismil, Diyarbakır, Ergani ve Göksu-Çınar ovaları,
oldukça tarıma elverişli kısmen sulak, kısmen
kuru olan ilin en büyük ovalarıdır. Diyarbakır’ın
en önemli akarsuları Dicle nehri ve kollarıdır.
Kaynağını Güneydoğu Toroslardan alan Dicle
nehri dağlık alanda dar ve derin vadilerden
geçerek kuzeybatı-güneydoğu yönünde akar.
Diyarbakır önlerine vardığı zaman oldukça
geniş, ova görünümlü bir vadide akmağa
başlar. Nehrin kolları, kuzeyde Ambar ve Pamuk
Çayları, güneyde Ballıkaya, Olucak, Göksu, Savur
Çayları, kuzeydoğuda Batman Çayı’dır[23].
Ayrıca il sınırlarında işletmede bulunan Kralkızı,
Dicle, Göksu ve Devegeçidi yapay baraj gölleri
ve göletler vardır.
Türkiye’de Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü tarafından sürdürülmekte olan
ölçümler bu çalışmada materyal olarak
kullanılmıştır. Çalışmada sıcaklık- yağış ve
kuraklık analizi ile ilgili veriler, 1939–1990
yılları arasındaki 51 yıllık ölçülen uzun yıllar
ortalamaları ve 1990–2000 yılları arasındaki
10 yıllık ortalamaları alınarak Devlet
Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarından
sağlanmıştır[24,25]. Verilerle ile ilgili bilgiler
Tablo 2 ve 3’te verilmiştir.
İklim Özellikleri
Diyarbakır’da sert bir kara ve yarı kurak yayla
iklimi egemendir. Yazları çok sıcak geçer, bazı
yıllarda kış aylarında sert soğuk iklim şartları
görülür. 1929–2005 yıllar arasındaki Diyarbakır
meteoroloji istasyonunun gözlem kayıtlarına
göre uzun yıllar sıcaklık ortalamaları en yüksek
22,5 ºC, en düşük 8,7 ºC ve ortalama 15,8 ºC’dir. En
yüksek sıcaklık 46,2 ºC ile 21.07.1937 tarihinde,
en düşük sıcaklık ise -24,2 ºC ile 11.01.1933
tarihinde kaydedilmiştir. Diyarbakır’da yağışlar,
çoğunlukla kış ve ilkbahar aylarında görülür.
Yağışlar güneyden kuzeye ve kuzey batıya doğru
gittikçe artar. Ortalama yağışın 212,1 mm ile %
43,4’ü kış, 180,5 mm. ile % 37’si ilkbahar, 87,9
mm. ile % 18’i sonbahar, 7,9 mm. ile % 1,6’sı yaz
mevsiminde düşmektedir. En çok ortalama aylık
toplam yağış miktarı 73,6 mm ile ocak ayında,
en az ortalama aylık toplam yağış miktarı 0,4
mm. ile Ağustos ayında düşmüştür. Ortalama
yıllık toplam yağış miktarı 488,4 mm’dir. En çok
yağış 703,5 mm. ile 1967 yılında, en az yağış
ise 206,2 mm. ile 1932 yılında olmuştur. Yıllık
ortalama yağışlı gün sayısı 88,4 gündür. Yağışlı
günlerin en fazla olduğu ay 13,3 gün ile Ocak, en
az ise 0,3 gün ile Ağustos ayıdır. Yıllık ortalama
kar yağışlı gün sayısı 12,4 gündür. En yüksek
kar kalınlığı 65 cm. olarak Ocak ayında tespit
edilmiştir. Yıllık ortalama Orajlı yağışlar gün
sayısı 20’dir. Yıllık ortalama kapalı gün sayısı
62,22, açık gün sayısı 146,4, bulutlu gün sayısı
156,7, sisli gün sayısı 13,7 ve dolulu gün sayısı
3,4 gündür. Yıllık ortalama aktüel basınç değeri
936,1 mb.’dır [26].
Ortalama nisbi nem % 54’ tür. Ortalama en fazla
nem, Ocak ve Aralık aylarında % 77; en az nem
280
ise Temmuz ve Ağustos aylarında % 27 civarındadır. Bölgede yazlarının
sıcak ve nemin az olmasından dolayı, sıcaklıklar Akdeniz Bölgesindeki gibi
fazlaca bunaltıcı olmamaktadır. Yıllık toplam buharlaşma miktarı 1782,8
mm.’dir. Aylık ortalama buharlaşma miktarı 401,2 mm. ile Temmuz ayında
gerçekleşmiştir. Ocak ve Şubat aylarında buharlaşma görülmemektedir.
Uzun yıllar verilerine göre; ortalama rüzgar hızı 2,4 m/s’dir. Ortalama
rüzgar Haziran ve Temmuz aylarında azami hızını bulur. En kuvvetli rüzgar
şubat ayında 33,8 m/s olarak, saate ortalama 121,7 km. hızla güneyden (S)
esiş göstermiştir. Yörede hakim rüzgar, kuzeybatı (NW-Karayel) yönlüdür
[26].
Yöntem
Bu çalışmada Diyarbakır sıcaklık ve yağış istasyonundaki verilerden
yararlanılarak, önce Thornthwaite tarafından önerilen kuraklık indeksi
eşitliği, daha sonra yağışların aşındırıcı güç indisinin hesaplanmasında
geliştirilmiş Fournier yağış indisi ile Bagnouls-Gaussen kuraklık indisi
yöntemleri birlikte kullanılmıştır. Bu yöntemler ile ilgili bilgiler aşağıda
verilmiştir.
Thornthwaite Yöntemi
Thornthwaite yöntemi yağışın kaybedilen sudan fazla olduğu zaman
iklimin yağışlı, su yetersizliğinin ihtiyaca göre daha fazla olduğu yerlerde
iklim kuraktır prensibine dayanır. Atmosferden gelen suyun bir kısmı
topraktan veya su yüzeylerinden evaporasyonla ya da bitkilerin topraktan
aldığı suyu transporasyonla, tekrar geri verilir. Suyun bir kısmı da ya
toprak yüzeyinden akıp gider ya da toprağın içerisine süzülür [27:16].
Thornthwaite yöntemi ile bir bölgenin iklim tipi belirlenirken öncelikle
meteorolojik elemanlardan ortalama aylık ve yıllık sıcaklık değerlerine
ihtiyaç duyulur[28:16]. Ortalama sıcaklık ve ortalama yağış elemanları ve
çeşitli amprik bağıntıların yardımıyla iklim tipini belirleyen indis değerleri
hesaplanır. Böylece hesaplanan indis değerleri ile ilgili istasyonların iklimsel
karakteristikleri belirlenir. Meteoroloji istasyonlarından elde edilen sıcaklık
ve yağış verilerinden yararlanılarak hesapların yapılması için Thornthwaite
tarafından önerilen kuraklık indeksi eşitliği aşağıda verilmiştir.
(P-E)=
(P/(0,639 T+7,81)))10/9
(1)
281
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Burada; (P - E) Eşdeğer toprak rutubeti veya
Thornthwaite kuraklılık indeksi, P (mm)
ortalama aylık yağış miktarı ve T (°C) ortalama
aylık sıcaklığı göstermektedir.
Geliştirilmiş Fournier Yağış İndisi
Bu indisin hesaplanmasında kullanılan eşitlik
aşağıda verilmiştir.
Yİ =
Pi2 /
(2)
miktarları ile ortalama sıcaklıklarını sentezleyen
Bagnouls-Gaussen Kuraklık indisi (Kİ)’den
yararlanılarak hesaplanmaktadır [19,29].
Kurak, yarı kurak ve nemlilik durumunu
belirlemek için Thornthwaite kuraklık indisi,
Bagnouls-Gaussen
kuraklık
indisi,
yağış
durumunu belirlemek için Geliştirilmiş Fournier
yağış indisi ve yağışların aşındırıcı güç indisi
değerlerinin dağılım, sınıflaması ve tanımı Tablo
1’de verilmiştir.
Thomthwatle Kuraklık İndisi
Burada; Pi (mm) i ayında toplam yağışı ve (mm)
yıllık ortalama yağış miktarını göstermektedir.
Bagnouls-Gaussen Kuraklık İndisi
Kuraklık indisi (Kİ) hesabı için kullanılan eşitlik
aşağıda verilmiştir.
Kİ =
(2ti -Pi)ki
(3)
Burada; ti (°C) i ayındaki aylık ortalama sıcaklığı,
Pi (mm) i ayındaki aylık toplam yağış miktarını
ve ki (2ti- P > 0) olduğu ayın değerlendirilmesini
göstermektedir. Kuraklık İndisi (Kİ) değeri
için (ki) değerleri yalnızca aylık ortalama
sıcaklığın iki katının, aynı ayda kaydedilen yağış
miktarından daha fazla olduğu aylar dikkate
alınarak hesaplanmaktadır.
Yağışların Aşındırıcı
Hesaplanması
Güç
İndisinin
Yağışların aşındırıcı gücü indisi (AGİ), özellikle
yağışların şiddetine, miktarına ve dolayısı ile
içerdikleri kinetik enerjiye bağlıdır. Yağışların
aylık toplam miktarları ile yıllık ortalama
miktarlarını tanımlayan “Geliştirilmiş Fournier
Yağış İndisi (Yİ)” ve yağışların aylık toplam
Dağılım
Tanımı
>128
Islak
64-127.
Nemli
32-63
Az Nemli
16.32
Kuru
Bagnouls-Gaussen Kuraklık İndisi
Dağılım Sınıfı
0
1
Nemli
1- 50
2
Yarı Nemli
51-130 3
>130
Fournier Yağış İndisi
Dağılım Sınıfı
Tanımı
4
Kurak
Çok Kurak
Aşındırma Güç İndisi
Tanımı
>60
1
Çok az
60- 90
2
Az
Dağılım Sınıfı
Tanımı
>4
1
Düşük
91-120 3
Orta
6- 8
2
Orta
121-160 4
Yüksek
>8
3
Yüksek
>160
5
Çok Yüksek
Tablo 1. Kuraklık-yağış ve aşındırıcı güç indisi dağılım,
sınıflama ve tanımı
Bulgular
Sıcaklık ve Yağış Analizi
Diyarbakır düz ova ve çanak şeklinde olup,
kuzeyindeki yüksek dağlar yöre iklimi üzerinde
önemli bir etkiye sahiptir. Kış mevsiminde
buralarda oluşan yüksek basınç alanı, yörede
kış aylarının soğuk geçmesine neden olur. Çöl
ikliminin güney kısımlarda etkili olması, serin
282
hava kitlelerinin kuzeyden güneye girmesine engel olması sonucu yaz ayları
çok sıcak geçmekte ve çoğunlukla tipik bir kara iklimi hüküm sürmektedir.
Diyarbakır meteoroloji istasyonuna ait uzun dönem 1928–1979 (52 yıllık)
ve 1979–1999 (20 yıllık) yılları arasında aylık ortalama sıcaklık değerleri
çalışmada değerlendirmek amacı ile Tablo 2’de ve her iki dönemin değişim
grafiği Şekil 1’de verilmiştir. Buna göre uzun dönem sıcaklık ortalamaları
en yüksek 31 ºC ile Temmuz ayında, en düşük 1.6 ºC ile Ocak ayında
ve ortalama 15.9 ºC’dir. 20 yıllık dönemin ortalama sıcaklığı ise 0.4 ºC
azalma ile 15.5 ºC olmuştur. Ocak ve Haziran ayında sıcaklıkta 0.1 ºC ile
artma, Temmuz ayında değişim olmadığı ve diğer aylarda azalma olduğu
görülmüştür.
Şekil 1. Diyarbakır uzun dönem ve 20 yıllık a) aylık ortalama sıcaklık ve b) aylık toplam
yağış miktarının değişimi
Tablo 2. Diyarbakır aylık ortalama sıcaklık ve aylık toplam yağış miktarının değişimi
283
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır’da yağışlar, güneyden kuzeye ve
kuzeybatıya doğru gittikçe artar. Kuzey ve batı
kısımlarda mevcut dağlara çarpan ve yükselmeye
başlayan hava kitleleri soğuyarak kısa zamanda
doyma noktasına varmakta ve yağışlara neden
olmaktadır. Diyarbakır genelinde en çok yağışın
kış ve sonbahar mevsimlerine ait aylarda
yağdığı görülmektedir. Uzun dönem 1929–1979
(51 yıllık) ortalama aylık toplam yağış miktarı
ve değişimi Tablo 2’de ve Şekil 1’de 1979–1999
yılları arasında (20 yıllık) ortalama aylık toplam
yağış miktarı Tablo 3’de verilmiştir.
Uzun yıllar yağış verilerine bakıldığında
ortalama aylık toplam yağış miktarı en çok 76.6
mm ile Ocak ayında, en az 0.5 mm. ile Ağustos
ayında düşmüştür. 1980–1999 yılları arası 20
yıllık dönemde; en çok yağış 75.7 mm. ile Mart
ayı ve 663.1 mm. ile 1996 yılı, en az yağış ise
0.4 mm. ile Temmuz ayı ve 260,2 mm. ile 1999
yılında gerçekleşmiştir. En çok aylık toplam yağış
miktarı 210.3 mm. ile 1996 yılı Mart ayında
yağmıştır. Aylık toplam yağışlarda Mart, Mayıs,
Haziran, Ekim ve Kasım aylarında artma, Ağustos
ve Eylül ayında aynı ve Ocak, Şubat, Nisan,
Temmuz ve Aralık aylarında azalma yönünde bir
değişim göstermiştir. 1979 öncesi uzun dönem
yıllık toplam yağış miktarı ortalama 495.1 mm
iken 1980–1999 yılları döneminde 15.9 mm.
azalma ile 479.2 mm’ye düşmüştür. Ancak
1990–1999 yılları 10 yıllık döneme göre 28
mm’lik azalma görülmüştür. 10 yıllık dönemler
halinde son yıllara doğru yağışlarda görülen
azalmalardaki artış anlamlıdır. Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde yağışların 1961, 1970,
1973, 1984, 1989, 1999, 2000 ve 2008 yıllarında
çok normallerin altında, 1963, 1968, 1976,
1988 ve 1996 yıllarında normallerin üstünde
olduğu belirtilmektedir[26]. Diyarbakır’da bu
yıllarda benzer durum görülmektedir.
Tablo 3. Diyarbakır ortalama aylık toplam yağış miktarı
(mm)
Kuraklık Analizi
Diyarbakır’da sıcaklık ve yağış dağılımlarına
göre kuraklık durumunu incelemek amacıyla
1980 öncesi 1980–1999 yılları arasında aylık
284
ortalama sıcaklık ve ortalama aylık toplam yağış verilerden yararlanılmıştır.
Thornthwaite denklemi ile hesaplanan kuraklık indisi değerleri 1980 öncesi
yıllık ortalama olarak Tablo 4’te, 1980-1999 yıllarındaki değerler Tablo 5’
te ve kuraklık indis değerlerinin yıllara göre değişimi Şekil 2’de verilmiştir.
Ayrıca elde edilen sonuçlar referans değerlerle(Tablo 1) karşılaştırılmıştır.
Tablo 1’ de verilen kuraklık sınıflamasına göre indis değerleri büyük ise ıslak,
küçük ise çok kurak olarak yorumlanmaktadır. Diyarbakır Kuraklık İndisi(Kİ)
değerleri her sene farklılık göstermiştir. 1980 öncesi ortalama kuraklık
indis değeri 48.05 ve 1980–1999 yıllarında 48.86 olarak hesaplanmıştır.
Bu indis değerlerine göre Diyarbakır az nemli karakterlidir. 1980–1999
döneminde Kİ değeri 21.41 ile 1999 yılı çok kurak, 69.96 ile1996 yılı nemli
geçmiştir. Tablo 5 ve Şekil 2’de görüldüğü gibi 1984, 1989, 1999 yılları
kuru (dağılımı 16–32 arası), 1987, 1996 yılları nemli (dağılımı 64–127
arası) ve diğer yıllar az nemli (dağılımı 32–63 arası) sınıfa dahildir. Dağılımı
ıslak sınıfa ait yıllara rastlanmamıştır. Buna göre Diyarbakır kuraklık
riski taşımaktadır. Ortalama yağış ve maksimum sıcaklığa göre inceleme
yapılırsa Kİ değerlerinin daha küçük ve kuraklığa doğru gidiş olabileceği
söylenebilir.
Tablo 4. Diyarbakır kuraklık-yağış ve aşındırıcı güç indisi değerleri (1980 öncesi)
Tablo 5. Thornthwaite yöntemine göre kuraklık indisi değerleri (1980–1999)
Şekil 2. Thornthwaite yöntemine göre Diyarbakır kuraklık indisi değişimi
285
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Uzun dönem 1980 öncesi Diyarbakır istasyonu
için Geliştirilmiş Fournier yağış indisi, BagnoulsGaussen kuraklık indisi, Geliştirilmiş Fournier
yağış indisi ve Bagnouls-Gaussen kuraklık
indisinin birlikte kullanılması ile aşındırıcı güç
indisi değerleri hesaplanmış ve elde edilen
sonuçlar Tablo 1’ deki dağılıma göre tanımları
yapılarak Tablo 4’te verilmiştir. BagnoulsGaussen kuraklık indisi 219.5, Fournier
yağış indisi 31.25 ve aşındırıcı güç indisi 4
olarak hesaplanmıştır. Bu değerlere göre
Diyarbakır çok kurak karakterli, çok az yağışlı
ve yağışların aşındırma etkisi orta şiddette
olduğu görülmektedir. Diyarbakır az dağlık
ve ova görünümünde olmasına rağmen yağış
indisi yönünden çok az yağışlı sınıfa girmesi
ve yağışların aşındırma etkisinin orta seviyede
olması dikkat çekicidir. Bu durum yörenin bitki
örtüsünden yoksun olduğunu teyit etmektedir.
Şekil 3’te görüldüğü gibi uzun dönem sıcaklık
ve yağış verilerine göre Diyarbakır’ın kurak
dönemleri Haziran-Eylül arası olmak üzere
yaklaşık 4 ay olarak belirlenmiştir.
Şekil 3. Diyarbakır’ın sıcaklık ve yağış dağılımına göre
kurak dönemi
Sonuçlar
Diyarbakır meteoroloji istasyonuna ait uzun
dönem ve devam eden 20 yıllık yıllara göre
ortalama sıcaklık ve yağış miktarlarının
değişimlerinin analizi yapılmıştır. Uzun dönem
1979 öncesi 52 yıllık ortalama sıcaklık 15,9
ºC iken bu değer devam eden 1980–1999
yılları 20 yıllık döneme göre 0,4 ºC azalma ile
15.5 ºC olmuştur. Ancak yapılan bir çalışmada
geçmişi daha yakın uzun dönem maksimum
sıcaklıkların ortalamasında artışlar olduğu
belirlenmiştir [21]. Ortalamalar açısından
soğuma, maksimumlar yönünden ısınma dikkat
çekicidir.
Yağış miktarlarının dağılımı incelendiğinde,
normallerin altında yağışların yıl sayısı
normallerin üstündeki yağışların yıl sayısından
daha fazla ve yağışlarda sonraki dönemlerde
azalmalarda artış tespit edilmiştir. 1979 öncesi
uzun dönem 51 yıllık toplam yağış miktarı
ortalama 495,1 mm iken, 1980–1999 yılları
döneminde 15,9 mm. azalma ile 479,2 mm’ye
düşmüştür. 10 yıllık (1990–1999 yıllarında)
dönemde 28 mm’lik azalma olmuştur. 20 yıllık
dönemde en çok toplam yağış 663,1 mm. ile
1996 yılında ve bu yağışın 210,3 mm’lik kısmı
Mart ayında yağmıştır. En az toplam yağış
ise 260,2 mm. ile 1999 yılında yağmıştır.
Yaklaşık olarak ortalama yağışın % 44’ü kış,
% 37’si ilkbahar, % 18’i sonbahar ve %1’i yaz
mevsiminde düşmektedir. En çok yağışın Ocak
ve Mart aylarında ve tüm yılların yaz aylarında
sıfıra yakın yağış olduğu gözlenmiştir. Aylara
göre yağış dağılımı homojenlik göstermediği için,
kış ve bahar aylarında su fazlalığı görülmediği
gibi yaz aylarında sulama ve diğer kullanımlar
için şiddetli su ihtiyacı görülmektedir.
286
Diyarbakır’ın kuraklık durumunu belirlemek amacıyla 1980 öncesi uzun
dönem ve 1980–1999 yılları 20 yıllık dönem için aylık ortalama sıcaklık
ve ortalama aylık toplam yağış verileri kullanılarak yapılan bu çalışmanın
ilk aşamasında Thornthwaite yöntemine göre değerlendirme yapılmıştır.
Buna göre 1980 öncesi ortalama kuraklık indis değeri 48.05 ve 1980–
1999 yıllarında 48.86 olarak hesaplanmıştır. Bu indis değerlerine göre
Diyarbakır genel olarak kuruya yakın az nemli karakterlidir. 1932, 1961,
1970, 1973, 1984, 1989 ve 1999 yılları kuru, 1974,1987 ve 1999 yılları
nemli, diğer yıllar az nemli veya daha çok kuraklığa yakın az nemli
geçmiştir. 1980–1999 döneminde 1999 yılında 21.41 ile çok kurak 1996
yılında 69.96 ile nemli karakterli olduğu tespit edilmiştir. Dağılımı ıslak
sınıfa ait yıllara rastlanmamıştır.
Yıllık ortalama yağışlar ile yaz aylarında düşen yağışlar arasındaki büyük
farklar çok şiddetli yaz kuraklığını somut bir şekilde belirtmektedir.
Diyarbakır’ın kurak dönemleri Mayıs ayının ortalarından başladığı ve Eylül
ayının ortalarına kadar devam ettiği ve tam olarak kurak devre HaziranEylül arası olmak üzere 4 ay olarak belirlenmiştir (Şekil 3). Ortalama yağış
ve maksimum sıcaklığa göre inceleme yapılırsa Kİ değerlerinin daha küçük
ve kuraklığa doğru gidiş olabileceği söylenebilir. Bu nedenle Türkiye’de
kuraklığın şiddeti ve süresi bakımından kuraklığın en fazla hissedildiği
Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan Diyarbakır ili kritik az nemli ve
kuraklık riski taşımaktadır.
Çalışmanın ikinci aşamasında 1980 öncesi uzun dönem için, Geliştirilmiş
Fournier yağış indisi, Bagnouls-Gaussen kuraklık indisi, Geliştirilmiş
Fournier yağış ve Bagnouls-Gaussen kuraklık indisinin birlikte kullanılması
ile aşındırıcı güç indisi yöntemleri kullanılmıştır. Buna Bagnouls-Gaussen
kuraklık indisi 219,5 değeri ile Diyarbakır çok kurak karakterli, Fournier
yağış indisi 31,25 değeri ile çok az yağışlı ve aşındırıcı güç indisi 4 değeri ile
yağışların aşındırma etkisi orta şiddette olduğu belirlenmiştir. Diyarbakır
ova görünümünde, çok az yağışlı sınıfa girmesi ve yağışların aşındırma
etkisinin düşük seviyede olmaması, bitki örtüsü ve ormanlık alanların
yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır.
Kuraklık; ekonomi, çevre ve toplum üzerinde olumsuz etkilerinin yanı
sıra tarımsal ürünlerin, gıda üretiminin, su kaynaklarının, otlak ve orman
alanların neden olur. Bu nedenle kuraklık durumu ile ilgili bilgiler güvenilir
287
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
ve zamanında elde edilerek, bunların olumsuz etkileri önceden tahmin edilmeli ve gerekli önlemlerin
alınması gereklidir. Genel olarak kısa ve uzun vadeli planlamalar yapılmalıdır.
Yağışın yetersiz veya hiç olmaması, buna karşın özellikle yaz aylarında sıcaklığın yüksek değerlere
ulaşması bitki yetiştiriciliği açısından iyi verim alabilmek için, sulamanın zamanında ve uygun
bir şekilde yapılması gerekmektedir. Özellikle üreticinin sulamayı tekniğine uygun biçimde
yapması sağlanmalıdır. Salma sulama yöntemi terk edilip, daha az su gerektiren damla sulama
uygulanmalıdır. Bu konuda basılı ve görsel medyada ilgili gerekli eğitici programlar hazırlanmalı,
suyun ekonomik biçimde kullanılması sağlanmalıdır. Daha az su tüketen bitkilerin yetiştirilmesi,
birim alana düşecek bitki sayısının arttırılması ve ormanlık alanların arttırılması ve korunması
gerekir. İklim öngörüsü için modeller oluşturulmalı ve bölge bazında uygulanmalıdır. Kuraklığın
gelecekteki etkilerini ortaya koymak amacıyla bilimsel ve teknik düzeylerdeki toplantılar daha
fazla yapılmalı ve uluslararası işbirliği oluşturulmalıdır.
288
KAYNAKLAR
1. Şen,Z., “İklim Değişikliği Tatlı Su Kaynakları ve Türkiye”, Su Vakfı
Yayınları,272 sayfa, İstanbul, 2009 a.
2. EPA., “National Emissions Inventory Data and Documentation”, U.S.
Environmental Protection Agency, Washington DC, http://www.epa.
gov/climatechange/science/pastcc.html, 2002.
3. IPCC, “Climate Change 2007: The Physical Science Basis: Summary
for Policymakers -Contribution of Working Group I to the Fourth
Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change
(IPCC) “, IPCC Secretariat, WMO, Geneva, 2007.
4. Şen,Z., “Kuraklık Afet ve Modern Hesaplama Yöntemleri”, Su Vakfı
Yayınları,248 sayfa, İstanbul, 2009 b.
5. Mcguire, J.K., and Palmer, W.C., “The 1957 Drought in the Eastern
United States”, Monthly Weather Review, 85, 305-314. 1957.
6. Wılhıte, D.A., and Glantz, M.H.,. “Understanding the Drought
Phenomenon, The Role of Definitions”, IWRA,Water International,
10(33),111-120.1985.
7. Erinç, S., “The Climates of Turkey according to Thornthwaite’s
classifications “,Annals of the Association of American Geographers,39(1),
26-36.1949.
8. Erinç, S., “Yağış Müessiriyeti Üzerine Bir Deneme ve Yeni Bir İndis “,
İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Yayınları, Yayın No: 41, 62s.,
İstanbul, 1965.
9. Toğan, İ., “ Ege Bölgesi İç Kesiminde Bazı Önemli Merkezlerde Meydana
Gelen Kuraklık Üzerine Bir İnceleme”, Yüksek Lisans Tezi,Tarımsal
Yapılar ve Sulama Anabilim Dalı, İzmir,1996.
10.İnandık, H. , “Diyarbakır Yöresindeki Kuraklık İndisleri ve İklim
Diyagramları”, İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi, 2,
105–112,İstanbul, 1951.
11.Tümertekin, E., “Türkiye’de Kuraklık İndisleri”, Türk Coğrafya Kurumu
9. Coğrafya Meslek Haftası, Tebliğler ve Konferanslar, Sayı2, 107-118,
1955.
12.Tümertekin, E., “Türkiye’de Kuraklık Süresinin Coğrafi Dağılışı”, Türk
Coğrafya Dergisi, 15, 145-150, 1956.
13.Koçman, A.,. “Türkiye’de Yağış Yetersizliğine Bağlı Kuraklık Sorunu”,
Ege Coğrafya Dergisi, 7, 77–88, 1993.
14.Türkeş, M., “Spatial and Temporal Analysis of Annual Rainfall Variations
in Turkey”, International Journal of Climatology, 16, 1057-1076, 1996.
289
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
15.Güner,Ü., Özen, B., Akyer, M.K., Öner, S.S., “Büyük Menderes Havzasında Kuraklık Çözümlemesi
ve Bölgesel Taşkın Frekans Analizi”, II. Ulusal Hidroloji Kongresi, İstanbul Teknik Üniversitesi,
22-24 Haziran 1998, s. 114-121, İstanbul,1998.
16.Özer, F.,Malkoç, Y., Köse, E.,Dinçer, A.C.,Seyhan, K., Erüz, C. Ve Durukanoğlu, H.F.”Doğu Karadeniz
Bölgesi’nde Kurak Döneme Sahip Yörelerin Belirlenmesi”, II. Ulusal Hidroloji Kongresi, İTÜ, 2224 Haziran 1998, s.209-216, İstanbul,1998a.
17.Özer, F.,Malkoç, Y., Köse, E., Erüz, C.,Dinçer, A.C.,Aslan, Z., ve Durukanoğlu, H.F.”Doğu Karadeniz
Bölgesi’nde Kurak Döneme Sahip Yörelerin Belirlenmesi”, II. Ulusal Hidroloji Kongresi, İTÜ, 2224 Haziran 1998, s.217-223, İstanbul,1998b.
18.Kırımhan,S., “Türkiye’de Kuraklık Sorunu ve Son Yıllarda Sıcaklık ve Yağış Miktarlarındaki
Değişmeler”, Atatürk Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma Merkezi Sempozyumu-7,13-17
Mayıs 1985, s. 411-435., Erzurum, 1985.
19.Doğan, O. ve Denli, Ö., “Türkiye’nin Yağış-Kuraklık-Erozyon İndisleri ve Kurak Dönemleri”, T.C.
Başbakanlık Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Genel
yayın No:215, Teknik Yayın No:60, Ankara,1999.
20.Yeşilnacar, M.İ., Gerger, R. ve Yazgan M.S,”Gap Kapsamındaki İllerin Su Bilançosu”, II. Ulusal
Hidroloji Kongresi, İTÜ, 22-24 Haziran 1998, s.283-294, İstanbul,1998.
21.Toprak, Z.F., Öztürkmen, G., Yılmaz S., Dursun, F., Bayar G., EM, A., Hamidi, N., “Diyarbakır Kent
Merkezi İçin Sıcaklık Verilerinin İstatistiksel Analizi”, İklim Değişikliği ve Çevre, 1 (2), 49-74,
2009
22.Diyarbakır Valiliği, “www.diyarbakir.gov.tr/cografya.asp”,2010.
23.DSİ., “Güneydoğu Anadolu Projesi”, DSİ Genel Müdürlüğü. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı,
Ankara, 1980.
24.DMİ., “Uzun Yıllar Ortalamasına Göre Aylık Yağış ve Sıcaklık Değerleri”, DMİ Genel Müdürlüğü
Bilgi İşlem Merkezi, Ankara, 1991.
25.DMİ., “www.dmi.gov.tr/ /verideger/2009-iklim-verileri.pdf”,Diyarbakır,2009.
26.DMİ., www.dmi.gov.tr/FILES/verideger/2009-iklim-verileri.pdf,”1929-2005 Yıllar arası
Diyarbakır Meteoroloji İstasyon Müdürlüğü Büyük Klima Rasat kayıtları”, 2010.
27.Eagleman, J.R., “Meteorology”, Second Edition, Wadsworth Publishing Company, Belmont,
1985.
28.Gray, D.M., “Handbook on the Principles of Hydrology”, Second Edition, Water Information
Center Publication, New York, 1973.
29.Doğan, O. ve Küçükçakar, N., “Erozyon Haritalamasında Bazı Metodolojiler”, Köy Hizmetleri
Ankara Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1994.
290
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN DİYARBAKIR KENT
MERKEZİ SICAKLIKLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
292
ÖZET
Küresel iklim değişikliği bilim çevrelerince son zamanlarda sıkça tartışılmakta
ve her yıl sayısız makale literatüre eklenmektedir. Küresel iklim değişikliği
süreci hem zamana hem de konuma bağlı olarak farklılık gösterdiği için
değişimin etkisinin olanaklar ölçüsünde mikro iklim bölgeleri bazında ve
periyodik olarak tespit edilmesinde yarar olduğu düşünülmektedir. Diğer
taraftan küresel iklim değişikliği tüm iklim değişkenlerindeki zamansal ve
konumsal değişimleri kapsadığından sağlıklı bir tespit için her bir iklim
değişkeninin ayrı ayrı çalışılmasında yarar vardır. Bu çalışmada, küresel
iklim değişikliğinin Diyarbakır Kent Merkezi sıcaklıkları üzerindeki etkisi
araştırılmıştır. Bu amaçla çalışmada, Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü’nden temin edilen 1972–2005 yıllarına ait Diyarbakır kent
merkezi günlük ortalama, maksimum ve minimum sıcaklık verilerinin her
biri toplum (1972–2005), iki tanesi örnek (1972 – 1990 ve 1991 – 2005)
olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Toplum ve örneklerin istatistik analizi ayrı
ayrı yapılmış ve birbirleri ile karşılaştırılmıştır. Karşılaştırmada kriter olarak
temel istatistik büyüklükler, zaman serisi grafiği, ortalama doğrusunun
eğimi ve kontur harita yöntemi kullanılmıştır. Böylece Diyarbakır kent
merkezi sıcaklıklarında 1972 yılından itibaren 2005 yılına kadar bir artışın
olup olmadığı, son yıllarda değişimin artıp artmadığı araştırılmıştır. Sonuç
olarak Diyarbakır Kent Merkezi sıcaklıklarında artış yönünde bir değişim
olduğu ve bu değişimin son 20 yılda daha da belirginleştiği ve son 20
yılın zaman serisine ait ortalama doğrusunun eğiminin daha fazla olması
nedeniyle bu değişim üzerinde GAP’ın da bir etkisinin olabileceği kanaatine
varılmıştır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
The Impact of Global Climate Change on the Temperature of
Diyarbakir City Center
ABSTRACT
Global climate change has recently been discussed among the scientists
and many articles are every year added to the related literature. The
impact of the global climate change varies from one region to another.
Also the impacts are time-dependent. So, the impacts of climate change
should be determined as far as possible in terms of both region and time.
At the same time, the changes in the global climate include the changes
in all the climate variables. In this case and for a healthy determination,
it will be more expressive to separately study on climate variables. In
293
Z. Fuat TOPRAK
Dicle Üniversitesi
Mühendislik-Mimarlık
Fakültesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü
Diyarbakır
[email protected]
this study, the impact of global climate change
on the temperature of Diyarbakir City Center
is discussed. In this respect, daily minimum,
maximum, and mean temperature data
measured by Regional Meteorological Service
of Diyarbakir connected to the Turkish State
Meteorological Service from 1972 to 2005 in
Diyarbakir City Center have been divided into
three groups (population-1972-2005- and two
samples -1972-1990 and 1991-2005) and
than the groups were statistically analyzed
and compared. The comparison depends on
basic statistical magnitudes, time serial graph,
linear average line, and contour map. Thus,
the impacts of global climate change on the
temperature of Diyarbakır City Center were
investigated. As results, it is possible to say
there is bit of change in the temperature of city
center from 1972 to 2005. Furthermore, due to
the dramatic slope in average linear line of the
time series of the temperature recorded from
1990 to 2005, it can be expressed that the GAP
may effects on the city center temperature.
GİRİŞ
Küresel
ısınma bilim çevrelerince son
zamanlarda sıkça tartışılmaktadır. 2007
yılı itibari ile, Proquest’te 3.524, Acm
Digital
Library’de
198.310,
Applied
Science&Technology’de
10.699,
ASCE’de
38.299, Asme’de 122, Cambridge Journals’da
35.818, Science Direct’te 2.190, Science
Online’da 14.941, Scitation’de 1.320.727,
Springerlink’te 1.286, Web Of Science’ta 8.736
ve Inter Science’ta 113 olmak üzere sadece 12
indeks tarafından taranan dergilerde başlığında
“küresel ısınma (globalwarming)” terimi yer
alan toplam 1.634.765 konuya ilişkin makale
yayımlanmıştır [1]. 1995 – 2006 dönemine ait
12 yılın 11’inin, 1850’den bu yana tespit edilen
12 en sıcak yılın arasında olduğu belirtilmektedir
[2]. Son 50 yıldaki doğrusal 10 yıllık ortalama
sıcaklık artışlarının (0.13 °C) son yüz yılın
iki katı olduğu, dünya’nın atmosfere yakın
yüzeyinin ortalama sıcaklığının 20 yılda 0.6 (±
0.2) °C arttığı ve son 50 yılda sıcaklık artışının
insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler
oluşturduğu dile getirilmektedir [2]. NASA’nın
hesaplamalarına göre, güvenilir ölçümlerin
yapılabildiği 1800’lerden beri 2005 yılı, 1998’i
geçerek, en sıcak yıl olmuştur. Dünya Meteoroloji
Organizasyonu ve BK İklim Araştırma Biriminin
hesaplamalarına göre ise 2005 yılı, 1998 yılının
ardından hala ikinci sırada yer almaktadır [3].
Şubat 2007 tarihli BM Raporu, Paris’te yapılan
Hükümetler arası İklim Değişiklikleri Paneli’nde
açıklanmıştır. Artan küresel ısınmaya yönelik
yakın geleceğin objektifleri adeta birer felaket
habercisi olarak değerlendirilmektedir [2].
Diğer taraftan, başta IPCC olmak üzere bilimsel
toplantılarda konunun, neden-sonuç ilişkisi
açısından çok yönlü olarak tartışılmasına
(IPCCa,b) ve yapılan bunca akademik ve teknik
çalışmaya ve toplumların her kesimi tarafından
duyulan ilgiye rağmen hala küresel ısınmanın
olup olmadığına dair şüphelerin tam olarak
giderilemediği
anlaşılmaktadır.
Jamieson
(1992), iklim değişimi olasılığının doğurduğu
problemlerin tümüyle bilimsel olmadığını, nasıl
yaşanması gerektiği ve insanların birbiri ile ve
doğa ile ilişkilerinin nasıl olacağı yönünde yani
etik ve politik olduğunu belirtmektedir [4].
Beckerman ve Malkın (1994) ise IPCC
raporlarının
yeterince
sorgulanmadığı,
raporların bir kısım entelektüelin düşüncelerini
294
temsil ettiğini, görsel basının, çevrecileri ve ülkeleri etkilediğini, gerçeğin
abartıldığı boyutta olmadığını söylemektedir [5]. Karaca ve Şen (2007),
meteorolojik gözlemlerin, sıcaklığın son yüzyılda 0,7–0,8 oC civarında
arttığını gösterdiğini, fakat karbondioksitteki artış ile ortalama sıcaklıktaki
artış arasındaki ilişkinin küresel iklim sisteminin oldukça karmaşık yapısı
ve insanoğlunun bu sisteme diğer müdahaleleri yüzünden hala net bir
şekilde ortaya konulamadığını belirtmektedir [6]. Karşıt görüşlere rağmen
Toprak ve diğ. (2009), küresel ısınmanın olduğuna dair sayısız çalışmanın
olduğunu ve nedeni ne olursa olsun dünyamızın ateşinin yükseldiğini,
küresel ısınmaya ilişkin kurulan senaryoların bilim çevrelerinin konuya
duyarlılığını haklı kıldığını belirtmektedir [3]. IPCC raporları, Karaca ve Şen
(2007) ve Türkeş ve dig. (2006), küresel ısınmanın nedenleri arasında El
Nino, iklimsel periyot, astronomik süreçler, volkanik patlamalar, sera gazları,
doğal sera etkisi, insan kaynaklı sera etkisi gibi etmenler sıralanmaktadır
[2, 6, 7]. Ayrıca Louis (2002) ve IRN (2002) küresel ısınmanın üzerinde
baraj rezervuarlarının etkisinin de olduğunu belirtmektedirler [8, 9]. Fakat
bu çalışmalarda verilen baraj rezervuarlarının küresel sıcaklık üzerinde
etkisinin olduğu yönündeki iddialar, eksik olduğunu belirtmekte yarar
vardır.
Baraj göllerinin bu etkisinin, neden oldukları buharlaşma olduğu
düşünülürse yapay sulamaların neden olduğu buharlaşmanın yanında
çok düşük kaldığı söylenebilir. Toprak ve ark.’nın Diyarbakır kent merkezi
sıcaklıkları üzerinde yaptıkları çalışmalarında, Diyarbakır kent merkezi
günlük ortalama sıcaklıklarının 12 ayın yedisinde artış trendinde olduğunu
belirtmektedir [2]. Toprak ve diğ. (2009) ve Öztürkmen ve diğ. (2007),
küresel iklim değişimlerinin ülkemize yansımasının daha sağlıklı bir şekilde
değerlendirilmesi, yorumlanması ve takip edilmesi için Devlet Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğü veya üniversiteler tarafından mikro iklim bölgeleri
ve olanaklar ölçüsünde tüm iklim değişkenleri için (sıcaklık, yağış, nem, kar
v.b.) meteorolojik kimliklerin çıkarılmasını önermektedir [3, 10].
Bu çalışmada ise küresel iklim değişikliğinin Diyarbakır kent merkezi günlük
maksimum, ortalama ve minimum sıcaklıkları üzerinde bir etkisinin olup
olmadığı araştırılmıştır. Sonuçların, Toprak ve diğ. (2009) ile Öztürkmen
ve diğ. (2007)’de sunulan sonuçlar ile uyumlu olduğu görülmüştür. Bu
çalışmada ayrıca GAP’ın kent merkezi sıcaklıklarındaki değişim üzerinde
bir etkisinin olup olmadığı da tartışılmıştır.
295
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Çalışma Alanı
Mezopotamya’nın kuzeyinde yer alan ve
Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Mardin, Ş.Urfa,
Batman ve Adıyaman illeriyle çevrelenmiş olan
Diyarbakır, bölge illeri ile benzer coğrafi, fiziksel
ve iklimsel özellikler göstermektedir. İklim/
sıcaklık özellikleri açısından bölgeyi temsil
etmeye en yakın il olduğundan Diyarbakır
kent merkezi çalışma alanı olarak seçilmiştir.
Diyarbakır ilinde yüzey şekilleri oldukça sadedir.
Ortası çukur; çevresi yüksekliklerle kuşatılmış
bir havza durumundadır. Diyarbakır havzasının
eksenini batı-doğu doğrultulu geniş Dicle Vadisi
oluşturmaktadır.
Kuzeyden
Güneydoğu
Toroslar
yayı,
güneybatısında ise Karacadağ ile çevrelenmiştir.
İlin doğal bitki örtüsü bozkır olup ormanlık
alanları çok azdır [3]. İlin en önemli akarsuları
Dicle ve kollarıdır. İl, gerek sulama gerek enerji
üretimi açısından GAP’ın kapsadığı iki nehir
havzasından birinin merkezinde yer almaktadır.
Yapay baraj gölleri dışında il sınırları içinde
önemli göl yoktur. Kent merkezinin çöllerden ve
denizlerden uzak, ormanlardan yoksun olması
nedeniyle çöl, ılıman ve orman iklimine sahip
değildir. GAP kapsamındaki baraj ve sulama
alanlarının kent merkezinin meteorolojik/
sıcaklık kimliği üzerinde bir etkisini araştırmak
açısından da çalışma alanı önem arz etmektedir.
Yöntem
Bu çalışmada, Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü’nden temin edilen 1972–2005
yıllarına ait Diyarbakır kent merkezi günlük
ortalama, maksimum ve minimum sıcaklık
verileri kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel
analizi Toprak ve diğ (2009) ve Öztürkmen ve
diğ (2007)’de detaylı bir şekilde verildiğinden
burada bu analize yer verilmemiştir [3, 10].
Veriler, maksimum, ortalama ve minimum
günlük sıcaklıklara ait üç zaman serisinden
meydana gelmektedir. Bu zaman serilerinin
her biri üç gruba ayrılmıştır. Birinci grup 1972–
2005 yıllarını kapsayan ve toplum değerleri
olarak kabul edilen zaman serisidir. İkinci
grup, 1972–1990, üçüncü grup ise 1991–2005
dönemini kapsamaktadır. Son iki grup birer
istatistik örnek olarak değerlendirilmiştir. Daha
sonra temel istatistik büyüklükler, zaman serisi
grafiği, ortalama doğrusunun eğimi ve kontur
harita yöntemi esas alınarak gruplar birbiri ile
karşılaştırılmıştır.
Böylece Diyarbakır kent merkezi sıcaklıklarında
1972 yılından itibaren 2005 yılına kadar bir
artışın olup olmadığı, son yıllarda değişimin
artıp artmadığı araştırılmıştır.
Her üç grubun zaman serisi grafikleri çıkarılmış
ve grafikler birbiri ile karşılaştırılmıştır. Grafiğe
ortalama doğrusu eklenerek çizilen yatay
bir referans doğrusuna göre sapması tespit
edilmiştir. Ortalama doğrusunun yatay doğru
ile üst üste çakışması eğimin sıfır olduğu ve
sıcaklıklarda bir artış veya azalmanın olmadığı
anlamına gelmektedir.
Ortalama doğrusunun yatay doğrudan negatif
yönde bir eğimle tedrici olarak sapması
sıcaklıkların azalma trendinde olduğunu
göstermektedir. Ortalama doğrusu pozitif
yönde bir eğimle yatay doğrudan tedrici
olarak sapması ise sıcaklıkların gittikçe arttığı
anlamına gelmektedir.
296
Diğer taraftan her üç grubun ortalama doğrularına ait denklemlerin eğimi
karşılaştırılmıştır. Eğer sıcaklıklarda bir değişim yok ise her üç denklemin
eğimi birbirine eşit olacaktır. Eğer sıcaklıklarda bir artış söz konusu ise
pozitif yönde olmak üzere ikinci grubun eğimi en düşük, üçüncü grubun en
yüksek ve birinci grubun eğimi ise diğer ikisinin arasında olması beklenir.
Eğer sıcaklıklarda bir azalma söz konusu ise bu kez negatif yönde olmak
üzere yine ikinci grubun eğimi en düşük, üçüncü grubun en yüksek ve
birinci grubun ise ikisinin arasında bir eğime sahip olması beklenir.
Böylece olası bir trendin son 16 yılda daha dramatik hale gelip gelmediği
tespit edilebilecektir. Eğer son 16 yılda daha dramatik bir eğilim (trend)
söz konusu ise iki sonuç çıkarmak mümkündür: 1) Küresel iklim değişikliği
kent sıcaklıkları üzerinde gittikçe daha dramatik bir şekilde etki etmiştir,
2) GAP kapsamında yapılan barajların su tutmaya ve sulamaların başladığı
yıllardan itibaren kent sıcaklıklarının değişiminde bir artış meydana
gelmiştir.
Üç değişkenli fakat iki boyutlu bir grafik olan kontur harita yöntemi
karşılaştırmada güçlü kanaatleri verebilecek bir yöntem olduğu
belirtilmektedir [3, 11–13]. Nasıl ki iki eş yükselti harita birbirine benzer ise
“ait oldukları coğrafyanın yükseltileri de birbirine benzerdir” denebiliyor
ise eş sıcaklık eğrileri birbirine benzer olan iki zaman serisinin de birbirine
benzer olduğu söylenebilir.
Her üç grubun eş sıcaklık eğrileri (kontur haritaları), yatay eksende
yıllar, düşey eksende yıldaki gün sayısı olacak şekilde elde edilmiştir.
Böylece sıcaklık serilerinin birbirine benzeyip benzemediği rahatlıkla
görülebilecektir. Bilindiği üzere, yıllık zaman serisinde, Ocak ayından
itibaren sıcaklıklar gittikçe artmakta, yaz aylarında pik yaptıktan sonra
tekrar gittikçe düşmektedir. Bu durumda kontur haritaları düşey eksenin
ortalarında en koyu başlangıç ve sonlarında ise en açık olacaktır. Diğer
taraftan eğer gittikçe bir sıcaklık artışı söz konusu ise yatay eksen boyunca
harita dolgusu gittikçe koyulaşacak, tersi durumda ise gittikçe açılacaktır.
Böylece zamana (yıllara) bağlı olarak sıcaklıklarda bir eğilimin olup
olmadığı tahmin edilebilmektedir.
Her üç grup maksimum sıcaklık serilerine yukarıda açıklanan yöntemler
uygulandıktan sonra sırasıyla ortalama ve minimum sıcaklık değerleri
297
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
için uygulamalar tekrarlanmıştır. Böylece
maksimum sıcaklık değerlerinin analiz sonuçları
ortalama ve minimum sıcaklık değerlerinin
analiz sonuçları ile test edilmiştir.
SONUÇLAR
Veriler, maksimum, ortalama ve minimum
günlük sıcaklıklara ait üç zaman serisinden
meydana gelmektedir. Bu zaman serilerinin
her biri üç gruba ayrılmıştır. Birinci grup 1972–
2005 yıllarını kapsayan ve toplum değerleri
olarak kabul edilen zaman serisidir. İkinci
grup, 1972–1990, üçüncü grup ise 1991–2005
dönemini kapsamaktadır. Son iki grup birer
istatistik örnek olarak değerlendirilmiştir. Daha
sonra temel istatistik büyüklükler, zaman serisi
grafiği, ortalama doğrusunun eğimi ve kontur
harita yöntemi esas alınarak gruplar birbiri ile
karşılaştırılmıştır.
Tablo 1’de her üç grubun temel istatistik
büyüklükleri verilmiştir. Tablodan, her üç
grup için de ortalama, maksimum, minimum,
standart sapma, çarpıklık ve değişim katsayıları
ve iç bağımlılıklarının birbirine yakın olduğu
görülmektedir. Bu durum grupların istatistiksel
olarak aynı toplumdan geldiği yani istatistik
açıdan aralarında anlamlı bir farklılığın
olmadığı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan
çarpıklık katsayısı sıfıra çok yakın, standart
sapma ve değişim katsayıları ise düşüktür. Bu
durum verilerin normale çok yakın dağıldığı ve
fazla saçılmadıklarını göstermektedir. Bununla
birlikte üçüncü grubun az da olsa ortalamasının
diğer iki gruptan yüksek olduğu görülmektedir.
Bu durum, son 16 yılın daha sıcak geçtiğine
işarettir.
Maksimum sıcaklıkların Şekil 1’de verilen kontur
haritasına bakıldığında, haritanın ortalarında
dolgu renginin koyulaştığı görülmektedir. Bu
durum, grafiğin bu kısmı yaz aylarına denk geldiği
için beklenen bir durumdur. Ancak ortanın sağ
üst kısmındaki dolgunun sol alt kısmındakine
göre daha koyu olduğu gözden kaçmamaktadır.
Bu durum, maksimum sıcaklıkların yıllara
göre artığını göstermesi açısından önem arz
etmektedir.
Şekil 2’de zaman serisi grafikleri verilmiştir.
Ortalama doğrusu ile çizilen yatay referans
doğrusu arasındaki makasın yatay eksen
boyunca gittikçe açıldığı görülmektedir. Bu
açılma, maksimum sıcaklıkların yıllara göre az
da olsa arttığını göstermektedir.
Bu artış 1991 – 2005 grubu verilerinde daha
belirgin hale gelmektedir. Bu durum, artışın
son 16 yılda daha dramatik olduğu şeklinde
mütalaa edilmektedir. Aynı şekil üzerinde
verilen ortalama doğrularına ait denklemlerin
eğimleri
karşılaştırıldığında
1991–2005
dönemine ait doğru eğiminin en büyük olduğu
görülmektedir. Bu durum yukarıda yapılan
mütalaayı desteklemektedir. Burada şüpheli bir
durum olarak 1972–2005 dönemine ait doğru
denkleminin eğiminin diğer ikisinin arasında
bir yerde olması gerekirken en düşük olarak
görülmektedir. Son 16 yılda daha dramatik
bir eğilim (trend) söz konusu olduğundan şu
iki sonucu çıkarmak mümkündür: 1) Küresel
iklim değişikliği kent sıcaklıkları üzerinde
gittikçe daha dramatik bir şekilde etki etmiştir,
2) GAP kapsamında barajların su tutmaya ve
sulamaların başladığı yıllardan itibaren kent
sıcaklıklarının değişiminde bir artış meydana
gelmiştir.
298
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Tablo 2 ve Tablo 3 ile Şekil 3, 4, 5 ve 6’ya bakıldığında aynı mütalaaların hem ortalama
hem de minimum sıcaklıklar için rahatlıkla yapılabileceği görülmektedir.
Şekil-1 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Maksimumum Sıcaklıkların Kontur Haritası
Şekil-2 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Maksimum Sıcaklıkların Zaman Serisi Grafiği
299
Tablo-2 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama
Sıcaklıkların Temel İstatistik Büyüklükleri
Şekil-4 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama
Sıcaklıkların Zaman Serisi Grafiği
Tablo-3 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Minimum
Sıcaklıkların Temel İstatistikleri
Şekil-3 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama
Sıcaklıkların Kontur Haritası
Şekil-5 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Minimum
Sıcaklıkların Kontur Haritası
300
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Şekil-6 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama Sıcaklıkların Zaman Serisi Grafiği
301
SONUÇ
Diyarbakır kent merkezinin 1972–2005 yılları uzun dönem ve son 16 yıllık günlük maksimum,
ortalama ve minimum sıcaklık verilerinin yapılan analizinden şu sonuçlar elde edilmiştir:
• Diyarbakır kent merkezinin, ortalama günlük maksimum, ortalama ve minimum sıcaklık
değerlerinin 1972 yılından itibaren 2005 yılına kadar yıllara göre artığı söylenebilir.
• Sıcaklık artışlarının 1991 yılından itibaren daha fark edilir düzeyde olduğu görülmektedir.
• 1991 yılından itibaren fark edilir düzeyde görülen artışın ya küresel iklim değişikliği kent
sıcaklıkları üzerinde gittikçe daha dramatik bir şekilde etki ettiği ya da GAP kapsamında yapılan
barajların su tutmaya ve sulamaların başladığı yıllardan itibaren kent sıcaklıklarının değişiminde
bir artış meydana getirdiği şeklinde yorumlanabilir.
• Bu çalışmadan elde edilen sonuçların Toprak ve diğ. (2009) ve Öztürkmen ve diğ. (2007)
çalışmalarından elde edilen sonuçlar ile uyumlu olduğu görülmektedir.
302
KAYNAKLAR
1. www.dicle.edu.tr/birimler/kutup/veritabani_online.htm
(Dicle
Üniversitesi Sanal Kütüphanesi)
2. The Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) established by
WMO and UNEP Fourth Assessment Report “Climate Change 2007”, 02
February 2007, Paris.
3. Toprak, Z.F., Öztürkmen, G., Yılmaz S., Dursun, F., Bayar G., EM, A.,
Hamidi, N., (2009), Diyarbakır Kent Merkezi İçin Sıcaklık Verilerinin
İstatistiksel Analizi, İklim Değişikliği ve Çevre, 1 (2), 49-74, 2009.
4. Jamieson D. (1992), ETHICS, PUBLIC-POLICY, AND GLOBAL WARMING,
SCIENCE TECHNOLOGY & HUMAN VALUES 17 (2): 139-153 SPR 1992
5. Beckerman W, Malkın J (1994), How much does global warming
matter? - concern for environmental problems as opposed to needs of
developing countries PUBLIC INTEREST (114): 3-16 WIN 1994
6. Karaca, M., Şen, Ö. L. “Küresel Isınma: Gerçekler ve Belirsizlikler”,
TÜBİTAK, http://www.tubitak.gov.tr/home.do;jsessionid=E5835E7270
0CD9FAD50E141C98C23CAC?sid=0&cid=773
7. Türkeş, M., Sümer, U. M., Çetiner G., “İklim Değişikliğinin Bilimsel
Değerlendirilmesi”,http://www.meteor.gov.tr/2006/arastirma/
arastirma.aspx?subPg=101&Ext=htm
8. Vincent St. Louis (2002), Hydroelectric reservoirs as an anthropogenic
source of greenhouse gases.” World Resource Review 14 (2002): 334–
353.
9. International Rivers Network (IRN) (2002), Flooding The Land, Warming
The Earth, Greenhouse Gas Emissions From Dams, 1847 Berkeley Way,
Berkeley CA 94703.
10.Öztürkmen, G., Yılmaz S., Dursun, F., Bayar G., EM, A., Hamidi, N., Toprak,
Z.F., (2007), Diyarbakır Kent Merkezinin Sıcaklık Kimliğinin Saptanması
IV-V-VI: 1972–2005 Yılları Uzun Dönem ve Son Beş Yıllık Aylık ve
Mevsimlik Maksimum, Ortalama Ve Minimum Sıcaklık Verilerinin
İstatistik Analizi, I. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi – TİKDEK 2007, 11 13 Nisan 2007, İTÜ, İstanbul
11.Toprak Z.F. 2004. Akarsularda boyuna dispersiyon katsayısının bulanık
mantık yöntemi ile belirlenmesi. Doktora Tezi, İTÜ, Fen Bilimleri
Enstitüsü, İstanbul.
12.Toprak Z.F., Savci M.E., and Avci C. 2004, Comparison of the dispersion
model results using contour map method. Proceeding of 6th International
Congress on Advances in Civil Engineering (ACE2004): 1407-1417,
303
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Bogazici University, Istanbul.
13.Toprak Z.F., Savcı M.E. 2004, Predicting dimensionless longitudinal dispersion coefficient in
natural streams by fuzzy-logic approach. Proceeding of International Conference on Water
Observation and Information System for Decision Support, 396, (ffp-80-049) 25-29 May 2004,
Ohrid, Republic of Macedonia.
304
DİYARBAKIR ÇEVRE VE ORMAN MÜDÜRLÜĞÜ
AĞAÇLANDIRMA VE EROZYON KONTROLÜ (AGM) ŞUBE
MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞMALARI
306
Ağaçlandırma Ve Erozyon Kontrolü (Agm) Şube Müdürlüğü
Dünya nüfusunun hızla artması, küresel ekonominin dünya üzerinde
genişlemesi sonucu tabii kaynaklar üzerindeki baskılar her gün biraz daha
artmaktadır.
İnsanların aşırı tüketim hırsı sonucu, çevre temel göstergeleri giderek
daha da bozulmaktadır. Ormanlar azalmakta, su seviyeleri düşmekte,
toprak erozyonla kaybolmakta, sulak alanlar ortadan kalkmakta, meralar
bozulmakta, nehirler kurumakta, ortalama ısı yükselmekte, mercan adaları
ölmekte, bitki ve hayvan türlerinin nesli tükenmektedir. Atmosferdeki
sera gazlarını dengede tutabilmek için, önemli karasal karbon yutakları
olan orman alanlarının arttırılması en büyük hedefimizdir. En kısa sürede
orman varlığının artırılması, bozuk ormanların rehabilite edilmesi,
erozyonla mücadele edilerek topraklarımızın göllere, barajlara ve denizlere
taşınmasının önlenmesi gerekmektedir. Bu amaca kısa sürede ulaşmak
için ülkemizin kaynaklarını seferber ederek çalışmalara hız verilmesi
mecburiyeti bulunmaktadır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Türkiye; topoğrafik yapısı, iklimi, uygulanan yanlış tarım yöntemleri, aşırı
mera ve orman tahribatı ve toprakların çoğunlukla erozyona duyarlı olması
nedeni ile dünya yüzünde yüksek düzeyde erozyona maruz kalan ülkeler
arasında yer almaktadır.
Ağaçlandırma
Ağaçlandırmanın çok çeşitli tanımları vardır. En kısa ve basit tanımı; insanın
ekim veya dikim yolu ile orman oluşturmasıdır.
Orman denilince akla sadece ağaç ve ağaççık toplulukları gelmemelidir.
Orman canlı ve büyük bir sistemdir. Bu sistem içerisindeki ağaçlar, hava, su,
toprak ve diğer otsu ve odunsu bitkilerle, mikroorganizma ve hayvanlarıyla
kendine özgü kapalı bir dünya, bir ekolojik sistem oluşturmaktadır. Orman
ekosistemi ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar
gibi canlı varlıklarla toprak, hava, su ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktörlerinin
oluşturdukları karşılıklı ilişkiler dokusunu simgeleyen bir doğa parçasıdır.
Türkiye’deki orman varlığı durumu
Bilimsel verilere göre, önceleri 50 Milyon hektar olan ülkemiz ormanları
günümüzde 21.188.746 hektara inmiştir. Amenajman planlarına göre
307
Murat HASPOLATLI
İl Çevre ve Orman Müdürü
orman rejimi içindeki 21.188.746 hektar alanın
% 49,8’ine tekabül eden 10.567.626 hektarı
bozuk ve çok bozuk niteliktedir. 2007 yılında
yapılan tespitlere göre bu alanların 4.250.000
hektarı ile Hazine arazilerinden tahminen
1.000.000 hektar olmak üzere toplam 5.250.000
hektar alan ekolojik, teknik ve sosyal olarak
ağaçlandırma, erozyon kontrolü, rehabilitasyon
ve mera ıslahı çalışması yapılabilecek potansiyel
alandır.
Türkiye’de
21.188.747,0
hektar
orman
alanı mevcuttur. Bu alanın yaklaşık yarısı
(10.621.221,0 hektar) verimli, kalan yarısı (
10.567.526,0 hektar) ise verimsiz ormanlardır.
Ormanların %24’ü Karadeniz, %20’si Akdeniz,
%18’i Ege, %15’i Marmara, %11’i İç Anadolu,
%8’i Doğu Anadolu ve %4’ü Güney Doğu
Anadolu’dadır.
Ağaçlandırma çalışmaları ile hem ülkemizin
odun hammaddesi açığını kapatmak, hem de
bozulan ekosistemi yeniden kurarak sel, taşkın,
heyelan vb tehlikelere karşı önlem almak,
bunları yaparken istihdam açığını kapatmaya
yönelik fonksiyon üstlenerek toplumumuzun
refahını yükseltmek olanaklı olacaktır.
İlimizdeki Orman Varlığı Durumu
Normal Orman Bozuk Orman Toplam Orman Ormansız Alan Genel Alan :
:
:
:
:
78.400,0
274.426,0
352.826,0
1.155.310,0
1.508.136,0
Diyarbakır’ın yüzölçümünün %23 ü ormanlık alan
statüsünde olup bu alanların %5 ‘i normal orman, %18 i
ise bozuk orman niteliğindedir
Ormanlardan elde edilen ürün ve
hizmet çeşitleri
Ormanlardan elde edilen ürün çeşitleri; odun,
yaprak, çiçek, tohum, reçine, kabuk, kök, çalı,
ot, av hayvanı, su, toprak, kil, taş, kömür ve
madenler gibi çok sayıda ve değişik nitelikte
hammaddelerdir. Bu maddeler, niteliklerine
ve pazar isteklerine göre çok değişik kullanım
yerleri bulabilmektedir. Bu ürünler içerisinde en
bol elde edilen ve geniş bir pazarlama olanağı
bulan ürün ise odundur.
Ormanların ayrıca suyu düzenleme, toprağı
koruma, iklimi etkileme, doğayı koruma ve
güzelleştirme gibi önemli hizmetleri vardır.
Genel Durum
Türkiye; Coğrafi konumu, topografik yapısı,
iklimi, yanlış tarım uygulamaları, mera ve
orman tahribatı ve toprakların erozyona duyarlı
olması sebepleri ile dünya üzerinde erozyona
maruz ülkeler arasında yer almaktadır.
Türkiye; Küresel iklim değişikliğine bağlı
olumsuzluklardan en fazla etkilenecek ülkeler
arasında gösterilmektedir.
A. Normal
B. Bozuk
C. Ormansız
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin olumsuz
etkilerini önlemede ormanların korunması,
308
iyileştirilmesi ve artırılması büyük önem arz etmektedir.
Türkiye; İklim, topoğrafya ve toprak özellikleri nedeniyle çok farklı
ekosistemlere sahiptir;
Ortalama Rakım : 1132 m
Ortalama Yağış
: 632 mm
Ülkemizin % 29’u orta yüksek dağlık arazi, % 27’si yüksek dağlık araziden
oluşmaktadır.
Eğimin %15’den yukarı olduğu yerler % 62,5’dir.
Erozyonun Nedenleri
Erozyon; toprağın yağmur suları ile veya rüzgarla aşınması veya
taşınmasıdır. Daha açık bir ifadeyle yağmur tanelerinin çıplak toprağa
çarptığında kopardığı parçaları beraberinde aşağılara taşıması veya şiddetli
esen rüzgarlarla çıplak arazilerdeki ince toprak tanelerinin sürüklenmesi
olayıdır.
Nedenleri
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Topografik yapı
İklim (kuraklık, düzensiz ve ani şiddetli yağışlar)
Toprak yapısı ve erozyona duyarlılığı
Jeolojik oluşum
Ormanların tahrip edilmesi
Meraların tahribi
Yanlış arazi kullanımı
Yanlış tarımsal faaliyetler
Dağınık yerleşim
Erozyonun Sonuçları
• Binlerce yılda oluşan, topraklar denizlere, göllere ve barajlara
taşınmaktadır.
• Toprağın verimli olan üst tabakası ile birlikte bitkilerin beslenmesi için
önem taşıyan mineraller kaybolmakta ve bitki-su dengesi bozulmaktadır.
• Toprağın aşınması ve taşınmasıyla üzerindeki bitki örtüsü ya
yozlaşmakta ya da tamamen ortadan kalmakta ve dolayısıyla çölleşme
olmaktadır.
309
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Amaçlarımız
•
•
•
•
•
•
•
•
Bozuk orman alanlarını iyileştirmek,
Erozyonu önleyerek ülke topraklarını korumak
Sel, taşkın ve çığlara yönelik önlemler almak
Şehirlerimizin etrafında yeşil kuşaklar oluşturmak
Ağaç ve orman sevgisini toplumun tüm kesimlerine benimsetmek
Özel ağaçlandırma ve fidancılığı desteklemek
Ülkemizin orman ağacı fidanını karşılamak
Gelecek nesillere yeşil ve yaşanabilir bir ülke bırakmak
Faaliyetlerimiz
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Tohum ve fidan üretimi
Ağaçlandırma
Rehabilitasyon
Erozyon kontrolü
Yeşil kuşak ağaçlandırması
Mera ıslahı
Özel ağaçlandırma ve özel fidanlıkların desteklenmesi
Orman çoğaltım materyallerinin tescili, denetimi, sertifikasyonu
Çölleşme ile mücadelenin koordinasyonu.
Çalışma Alanlarımız
• Bozuk ve kapalı orman alanları
• Orman içi açıklıklar
• Hazineden tahsis edilen alanlar
• Meradan tahsis edilen alanlar
Hizmet Alanı ile İlgili Diyarbakır Genelini Kapsayan İstatistikî Bilgiler
SAHASI
Çüngüş Çaybaşı Erozyon Kontrolü Projesi Ergani Kortaş Erozyon Kontrolü Projesi Çüngüş Polatuşağı Erozyon Kontrolü Projesi Diyarbakır Kırklardağı Erozyon Kontrolü Projesi Ergani Makam dağı Erozyon Kontrolü Projesi Çermik Heykelönü Erozyon Kontrolü Projesi
Hazro Mutluca Rehabilitasyon Projesi Hani Yayvan Rehabilitasyon Projesi 310
ALANI
1.318 ha 1.050 ha 450 ha 107 ha 72 ha 66 ha 368 ha
170 ha
DURUMU
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Cumhuriyet Hatıra Ormanı Diyanet Hatıra Orman Milli Eğitim Hatıra Ormanı Maliye Ormanı
İş Bankası Hatıra Ormanı
Merkez Bankası Hatıra Ormanı
Silvan Yeşil Kuşak
Sürendal Erozyon Kontrolü
25 ha 7 ha
5 ha 7 ha
20 ha
20 ha
15 ha
401 ha Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Devam ediyor.
Özel Ağaçlandırmalar
Merkez D.Ü Özel Ağaçlandırma Projesi Silvan İlçesi Mahmut DÜŞÜK Bismil Arap-Tahsin KOLUMAN
Kulp Behçet TEKTEKİN
Geçmişten Bugüne İstatistiki Veriler
136,8 ha
23 ha
77 ha
22 ha
Tamamlandı
Tamamlandı
Tamamlandı
Devam ediyor
DİYARBAKIR İLİ YILLAR İTİBARİYLE AGM ÇALIŞMALARI
PROJELER
2002 sonu
İtibariyle
Ağaçlandır (Ha)
8.006
Erozon Kon (Ha)
3.255
Rehabilitas (Ha )
0
Mera ıslahı (Ha)
165
Öz Ağ(Ha)
0
Yeşil Kuş
400
Etüd Pr(Ad)
6
80.220
Fid Ür.( 1000 Ad )
0
Toh Ür.( Ton )
17
TOPLAM(ha)
11.826
2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 TOPLAM
0
300
0
0
0
0
1
7
411
340
0
0
0
1
0
88
170
0
137
0
2
0
407
0
0
0
0
0
612
829
111 1.170 1.470 1.840 2.000 2.000
90.252
0
300
2.6
758
0
395
37.65
15.008
2.7
407
0
100
0
0
0
0
2
5.8
100
0
300
0
0
0
0
1
5.4
300
0
300
0
0
45
0
500
77
8.013
5.661
510
165
259
400
10
0,1
600
5
577
2011 Yılı Programımız
400 Ha Erozyon Kontrolü Tesis
1.620 Ha Erozyon Kontrolü Bakım
1.865.000 Ad Fidan Üretimi
Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği
Ülkemizin yukarıda anlatılan gerçeklerinden yola çıkılarak 1995 yılında
kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilikleri tarafından
yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve
usulleri düzenleyen 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü
Seferberlik Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Bu kanun kapsamında
311
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve halkımızı içine alacak şekilde
01.11.2007 tarihinde Başbakanımız Sayın Recep Tayip ERDOĞAN tarafından 2007/28 sayılı
genelge ile emirlenmiştir.
2008-2012 Yıllarını Kapsayan Ağaçlandırma Eylem Planındaki Yerimiz
312
YER ALTI ZENGİNLİK KAYNAKLARI
DİYARBAKIR’DA TARİHTE MADENLER
316
ÖZET
Diyarbakır’da madenciliğin tarihi literatür eşliğinde ele alındı. Kısaca
günümüzde maden envanterine değinildi.
Bakır madenciliğinin tarihçesi
Diyarbakır madencilik sektörü açısından yatırımcılar açısından önemli
fırsatlar sunmaktadır. İlin zengin ve kaliteli mermer rezervi ticari açıdan
son derece önemli fırsatlar sunmaktadır. Diyarbakır’da mermere ek olarak
bakır, kurşun, çinko, demir fosfat, kömür ve krom yatakları da bulunmaktadır
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
İnsanlık tarihini yansıtması açısından Diyarbakır Ergani önemli ilkleri
gösterir.İlk kez buğday ekilmesi önemli bir olaydır.Ancak medeniyetin
başka ilklerini de burada görüyoruz.
Kanallı yapılarda oturanlar bakırtaşlarından yapılmış boncukları daha fazla
kullanmaya başlamışlar.Bakırtaşı toplamaya çıktıklarında rastladıkları
bakır parçalarının ısıtıldığı zaman daha kolay biçimlendirildiğini keşfettikten
sonra küpe,yüzük,bilezik ve hızma yerine kullanılan süs eşyaları yapılmaya
başlanmıştır.M.Ö.8000 yıllarında Çayönünde bakır kullanması,zengin
bakır yatağına sahip Ergani ovasında yaşayanlar için şaşırtıcı değil.
Ancak,dünyada bilinen en eski maden işletmeciliğinin varlığını ortaya
koyması açısından,Çayönü’nün önemi oldukça büyüktür.Bulunan bakır
nesnelerin 14 C ölçümleriyle M.Ö.8200-7500 yıllarına denk geldiği
saptanmıştır(1)
Ergani bakır madeni dünyada bilinen en eski maden ocağıdır.Ve tüm tarihi
çağlarda da önemini korumuştur.Çayönü’nde daha taş devrinde,dünyanın
başka yerlerinden 2 bin yıl önce madenciliğe geçilmiştir. (Max Planck Institute.
Cayönü and the beginnings of mettalurg) (24)
Prof.Dr.Izady ise bu hususta ‘İnsan ırkını taş devrinden sırasıyla bakır,bronz
ve demir çağına taşıyan madencilik teknolojilerinin gelişimi Diyarbakır
yakınlarındaki Çayönü bölgesinde gerçekleşti’ der Yazar burada keşfedilen
bakır aletler M.Ö.5000.yılın birinci yarısına tarihlenmektedir,ifadesini
kullanır.
Gerçekten de Çayönü’nü çevreleyen bölge,dünyanın yaşayan en eski
endüstriyel yerleşim bölgesi olarak adlandırılabilir, çünkü neredeyse
317
Prof.Dr.Kenan Haspolat
Dicle Üniversitesi,
[email protected]
7000 yıl önce başlayan bakır dökümlerden ve
bakır alaşımlardan yapılma eşya üreticiliği
günümüzde de devam etmektedir(25)
Burada bakır buluntuların bazısı işlenmiş, bazısı
işlenmemiş olup toplam 4328 adettir. Doğal saf
bakıra (nabit) ait işlenmiş materyallerin sayısı
113 süs-takı olarak yapılan malakit buluntuların
sayısı 545 ve İşlenmemiş malakit buluntuların
ise 3670 adet olduğu belirtilmektedir (26)
M.Ö.2600’da Akad kralı ‘Sargon özellikle
Ergani’nin bakırıyla ilgilendiği için burayı ele
geçirmiştir.’(2)
İbnül Esir ‘Amid civarında Zülkarneyn ve Ergani
kaleleri çevresinde 1122 tarihinde bakır madeni
keşfolunduğunu nakletmektedir.(3)
12. ve 13. yüzyılda başlıca 4 maden merkezi
ön plandaydı. Horasan bölgesinde Herat ve
Nişabur; Zengi döneminde Musul, Eyyubi
döneminde Şam,Türkiye Selçukluları döneminde
Konya, Artuklu döneminde Diyarbakır ve Mardin
önemli yapım merkezleridir. Bu bölgelerde
üretine kazıma desenli, gümüş,bakır ve
altın kakmalı eserler İslam maden sanatının
en güzel örnekleridir. Diyarbakır, Mardin,
Erzurum, Trabzon ilk çağlardan beri kullanılan
bakır,imalathane merkezleridir. İran, Suriye ve
Anadolu’nun bakır ihtiyacını Ergani ve Habur
madenleri karşılamaktaydı.(4)
Maden(Ergani) zengin bakır yataklarına sahiptir.
Artuklu hükümdarları Madende bulunan
bakır yataklarının işletilmesini ve üretimin
artırılmasını desteklemiştir..Emir Hüsamettin
Timurtaş 1147 yılında bizzat Maden’e gidip
inceleme yaparak bakır satın almıştır.
Buradan aldığı bakırdan ilk Artuklu sikkelerini
kestirmiştir(5).
1840
yılında bir kalhane inşa edilmiştir.
Bu madenler için Avrupa’dan mühendisler
getirilerek,bunlara devletçe belirli bir maaş
ödenmeye
başlanmıştır(1843).Maden,tam
olarak 1850 yılında devlet tarafından
işletilmeye açılmış, bunun için bir mağara daha
açılarak,kapasite artırılmıştır. Madende bulunan
ham bakırlar, İstanbul’a gönderilirdi(1880).
Serbest piyasaya ham bakırın satışı 1882 yılında
başlatıldı,aynı yıl bakır madeninin yönetimi
hakkında yeni kararlar çıkartıldı.
Çıkartılan bakırın yurt dışına dış satışına karar
verilerek Londra’ya ihraç edilmeye de başlandı
(1892). 20 bin ton bakır İngiltere’ye gönderilmek
üzere maden ocağından İskenderun’a kadar nakil
için gerekli görüşmeler yapılmıştır. Madenin
civar illere taşınmasında ulaşım zorluklarıyla
karşılaşıldığından 1867 yılında Ergani’ye şose
yol yapılmıştır. 1875 yılında madene iki izabe
fırın inşa edilmiştir.(6)
1802 yılında Vital Cuinet’in seyahatnamesinde
Ergani’de 3 bakır izalehanesi,maden mühendisi,
11 maden tüccarının olduğunu belirtmektedir.
Vital Cuinet seyahatnamesinde şehirde 12 bakır
avadanlığı üreten fabrika var demektedir.(6)(7)
J.S.Buckingham
1827
yılına
ait
seyahatnamesinde Diyarbakır’dan şu şekilde
bahseder’Eve dönüşümüzde bakır cevherinin
geniş kalıplara boşaltıldığı bir arıtma evinde
durduk;şekil,ölçü ve ağırlık olarak Cornwall’daki
stannarlylerden gönderilenlerle aynı ama
maden artığından daha az saf bir şekilde
318
arıtılıyorlar.(7)
Cumhuriyet döneminde1935 yılında Etibank kuruldı ve diğer müesseselerin
hisseleri hükümet tarafından bu bankaya devredildi.Etibankça üretime
23 Mart 1939 tarihinde başlandı ve yıl içerisinde 4233 ton bakır elde
edildi.1944 yılında İş bankası hisseleri de satın alınarak maden 1945 yılında
Etibank’a bağlı hale getirildi.1987 yılı tahminlerin göre rezerv: Anayatakta
çıkarılmaya hazır olan ve olmayan rezerv 5.916.146 tondur.Bu rezervin
tenörü 1.23 olarak tahmin edilip bundan üretilecek bakır miktarı 72.540
tondur.
Bunun yanında üretim yapılmayan Mihrap dağında toplam rezerv 339.394
ton olduğu tahmin edilmektedir.
Etibank 1994 yılına kadar üretime devam etmiş ve daha sonra özel sektöre
kiralamıştır. 1994 yılına kadar 8 yıllık üretimle 3.055.5551 ton tüvonan
cevher üretilmiş ve bundan 18.984 ton blister(eritme sonucu elde edilen
saf bakır) elde edilmiştir. Buna göre mevcut alandan 56.608 ton blister
bakır elde edilebileceği anlaşılmaktadır(8)
Diyarbakır madenciliğinin Osmanlı idaresinde teşvik gördüğünü belgelerden
anlıyoruz. Tarihte madenciliğin teşviki ile ilgili belgeler.25 Haziran 1879(9)
Diğer teşvik belgeleri
Keban ve Ergani Madenlerinin Daha Verimli İşletilmesi
Kimden: Divan-ı Hümâyun
319
DİYARBAKIRDA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Ergani ve Keban’da çıkan maden (gümüş,
bakırların verimli işletilmesi için Mart ayı
başından itibaren gerekli olan işçi, usta
tedarikine başlanması, ocaklar açıldığında
yeni cevher çıkınca Gümüşhane ilçesi ve Kugâs
(Trabzon ilçesine bağlı) bucağından 300 paraşut
() işçisi, 500 baltacı temin edilerek Ergani
ve Keban’a yollanması, bu işçilerin ücretleri
geçiktirilmeden ödenmesi. (BEO- Cevdet İktisad No
205)
Ergani Madeni İşçileri
Kimden:Padişah’tan-Hatt-ı Hümâyûn
Kime:Diyarbekir Valisi Vezir Ali Paşa’ya ve Eğil
Hâkimi Hüseyin’e HÜKÜMKİ,
Diyarbekir’de bazı kişiler Ergani madeninde
çalışan işçiler arasına girerek, madende iş ve
düzenin aksaması onların köylerine varıp gelirken
bazı güçlükler çıkarıp onların cezalanmalarına
neden oldukları, yetkililere böyle bozguncuları
neden işlerine karıştırmamaları, işçilerin de
bunlara kanmamaları, takdirde cezalanacakları
bildirilmektedir. Zi-l-hicce sene 1155 (Ocak 1743
Belge: BOA – Cevdet Dahiliye, no 16193)
Ergani ve Keban yöresi halkının incitilmemesi.
(Belge:BOA – Cevdet İktisat No 476 (10)
Osmanlı döneminde Ergani’de başlıca bakır
maden kaynakları başta Cinderesi olmak üzere
Altındüzü ve Arpa meydanı mevkileriydi.1780
yılında üretilen bakır miktarı 6400 tondu.
Ergani’de
üretilen
bakır
Tokat,Samsun
üzerinde İstanbul’da darphaneye gönderilirdi.
Diyarbakır kalhanelerine seyrek olarak bakır
madeni gitmesine izin verilirdi.Ergani’de
bakır satışı yasaktı.Politika İstanbul ihtiyacına
göre belirlenirdi.nakil hayvanları Çüngüş’ten
sağlanırdı.1808 yılında Ergani’den bakır
taşınmasında aksama olunca İstanbul’da çok
şiddetli bir bakır ihtiyacı doğmuştur.Ergani’den
bakır Kiğı’da topdökümü için de gönderilirdi
(11).
Osmanlı zamanında bakırcılığa önem vermenin
bir göstergesi olarak Ergani’de kalhane
açılmış,Diyarbakır merkezde ise
Fiskayada
Sanayi mektebinde bakır ve demircilik eğitimi
verilmiş,yıl sonu bu hususla ilgili sergiler
açılmıştır (9).
Keban ve Ergani Madenleri Bölgesi
Ahalesine Verilen Serbestlik(1) Fermânı Kime:Diyar-ı Bekir (Diyarbakır) Valisi’ne,
Keban ve Ergani madenleri bölgesi ahalisine
SERBESTİYET verildiği, bundan sonra buraya gelen ve
buradan geçen devlet büyüklerinin bu madenler ahalisinden zere kadar, para, yiyecek, yem, konaklama gibi
birşey isteyip onlara baskı yapıp incitmemeleri, Ferman’a
uymayanlar azarlanıp cezalanacakları bildirilmektedir.
(Belge:BOA – Cevdet İktisat, no 476)
Ferman Hü Tuğra Abdülhamid Bin Ahmet
Han El- Muzaffer Daime Ferman’ın Özeti
Kime: Ferman Diyar-ı Bekir (Diyarbakır) valisine
yollandı.
Ergani’de inşasına lüzüm görülen kalhane 17 Eylül 1901Mekteb-i sanayide bakır ve demircilik ürün sergisi
320
Bakırcılık Türkiye’nin birçok yöresinde rastlanan bir el sanatı olmakla
beraber en fazla bilinenleri Diyarbakır,Gaziantep,Kahramanmaraş ve
Şanlıurfa’dır. Bakır madeninin yakınında olma ve el sanatları konusunda
maharetli ustalara sahip olma bakımından Diyarbakır farklı bir yere
sahiptir.Özellikle Akkoyunlulardan kalma şamdanlar, Artukoğullarından
kalma nakış yazılarla bezenmiş siniler, sahanlar, kupa ve kadehler mineli
bakırdan küçük vazolar, Osmanlıdan kalma ibrikler, taslar, güğümler,
kandiller, cezveler en eski devirlerden kalma sanat eserleridir.
Ergani’den elde edilen bakır hem askeri hem de sosyal alanlarda kullanılmak
üzere Diyarbakır’da bulunan kalhanelerde işlenmekteydi. Bu atölyelerde
üretilen mutfak kapları Suriye ve Irak bölgelerindeki kentlerde satışa
sunulmaktaydı. Özellikle bakır sinilerde Diyarbakır’ın kendine has bir tarz
oluşturduğunu görmekteyiz.
Osmanlı imparatorluğu döneminde
Doğu Anadolu bölgesinin en
büyük atölyeleri Diyarbakır’da bulunmaktaydı. Hatta Diyarbakır bronz
atölyelerinde dökülen toplar Mezopotamya’ya kadar gönderilmekteydi.
(27)
Bronz
Bakırdan ve kalaydan yapılan bir alaşım olan bronz bakırdan daha katı
ve daha kullanışlıdır,daha düşük ısıda erir ve bu yüzden işlenmesi daha
kolaydır.Çayönü’nde bronz aletler M.Ö.4000 yılında ortaya çıkmaktadır.
Avrupa’da ortaya çıkmalarından tamı tamına 2000 yıl önce.(25)Anadolu’da
Hititlerde ise M.Ö.3000’de bronz devreye giriyor(30)Yani Anadolu’da
Çayönünden 1000 yıl sonra üretim başlıyor
Demir
Artuklular döneminde Diyarbakır Hani demir yatakları ile ünlüydü.(5)
Altın üretimi
Ergani’de önemli gümüş ve altın kaynakları da mevcuttu.1742’de 915 ton
gümüş üretimi vardı.1739 yılında 1159.3 kg altın üretimi yapılmıştır.(11)
1831 yılında Osmanlı imparatorluğunda altın Diyarbakır paşalığındaki
Ergani ve Guayban madenlerinden ve Trabzon yakınlarındaki
Gümüşhaneden çıkarılırdı (12) Ergani’deki altın ve gümüş madeninin
işletilmeye başlanması, ancak 17. yüzyılın sonlarına rastlamaktadır(13)
321
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Günümüzde altın
Cas
Maden Tetkik Arama (MTA) 10.Bölge Müdürü
Ekrem Tosun, “ Kulp’ta altın yatakları tespiti
yapılmıştır. Bu madenlerin tam manası ile
işletilmesi halinde bölgeye ciddi anlamda katkı
sunacaktır” dedi.(14)
Cas badana işinde kullanılır bir nevi beyaz
topraktır. Yani alçıdır. Bu toprak Lice kazasında
olup
mütemadiyen
Diyarbekir’e
nakil
olunmaktadır. Vilayetin sair mahallerinde dahi
beyaz toprak var ise de badana işinde işbu cas
gibi yararlı değildir.
Diğer madenler:
19.yüzyılda maden durumu için Diyarbakır
salnamelerine bakacağız.
Diyarbakır Salnameleri c.3 Ma’âdin
Ergani Madeni
Maden-i mezkûr Hicretin beş yüz on ikinci
senesinde keşf olunarak kibrit-i nühâsdan
ibaret olan cevheri yüzde yirmiden otuza kadar
nühâs ve yüzde otuz mikdarı kükürt ve yüzde
kırk mikdarı demirden mürekkebdir.
Eğil Madeni
Ergani sancağı dahilinde ve Eğil nahiyesinde
Pürçeman nam karyede bir kurşun madeni olup
şu kurşunun beher kıyyesinde bir buğday kadar
sîm-i halis olduğundan gümüş için imalinden
istifade olunamaz. Fakat kurşun için imali
faydalıdır.
Kireç
Kireç beyaz taşlar ateş kürelerinde yandırılarak
husule getirilmektedir. Birçok köylerde bununla
iştigâl olunur. Diyarbekir’in demirci esnafı dahi
demir kürelerinde kireç ihrâk eylemektedir ki
Diyarbekir ebniyesinin taştan olmasına ve su
yollarında isti’mâli zarurî bulunmasına mebnî
hesabsız kireç sarfiyatı vardır.
Lice Memlehası
Mezkûr memleha Diyarbekir sancağı dahilinde
kâin Lice kazasının kaymakam makarrı olan
Lice kazasına iki ve Diyarbekir’e on sekiz saat
mesafede Malik karyesinde ve sengistân bir
mahaldedir. Beheri on iki zirâ’-ı a’şârî umkunda iki aded kuyu ve iki havuz ve altmış beş tâbe
mevcuddur. Senevi doksan bin kıyye-i a’şârî tuz
ihraç ve senesi içinde sarf olunur(15)
1937 yılındaki bir kitapta Lice ilçesinde bir tuzla
bulunmaktadır denmektedir (16).
Hazro Madeni
Diyarbekir’in Silvan kazasında vaki Hendîf
kaıyesi civarında kükürtlü bir demir madeni
geçen sene keşf olunmuştur. Maden-i mezkûr
zac yağı imali için kükürt madeni yerine isti’mâl
olunur ve bir nevi kırmızı boya imaliyle cam ve
bazı madeniyâtın tathîri için kullanılır. Bundan
buraca istifade olunamayacağından imalinden
sarf-ı nazar kılınmıştır.
Seyahatnamelerde Ulu Cami Ve Mermer
Kullanımı
Evliya Çelebi Seyahatnamesi
Câminin dış avlusu beyaz ham mermer ile
döşenmiştir. Voyage de Constantinople a
Bassora en 1781, Par le Tigre et l’Euphrate et
Retour a Constantinople en 1782, Par le Desert
et Alexandrie; Par l’academicien Setsini Traduit
322
de l’Italien adlı yayının içinde; “Burada Türklerin birkaç tane camileri var.
Özellikle Ulu Cami seyyahların dikkatini çekmektedir. Bu camide mermerden
duvarların çevrelediği güzel bir avlu bulunmaktadır.”
Ulu cami’de tarihi mermerler
Niebuhr’dan ve Sestini’den yaklaşık olarak altmış yıl kadar sonra bölgeden
ve yapıdan bu defa Horotia Soutghgate söz eder. Yazarın 1840 yılı baskılı
Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia With an Introduction Upon
the Condition of Mohammedanism and Christianity in Those Countries
adlı kitabının 2. cildinde, “Mardin’den Diyarbekir’e Yolculuk” adlı bölüm
içeriğinde,çok kısa bir şekilde de olsa Ulu Cami’den de söz edilir. Yazarın
Ulu Cami hakkındaki . Bu avlunun yüksek duvarları boyunca bir çok çeşit
güzel mermerden yapılmış sütun sıraları var
XIX. yüzyıl bitmeden bölgeye gelerek anılarını aktaran Lord M. P.
Warkworth’un 1898 yılı baskılı Notes from a Diary in Asiatic Turkey adlı
seyahatnamesinde, diğer seyahatnamelere göre çok daha detaylı olarak
Ulu Cami’den söz edilir. Solda cami var ve karşısında alçak basamaklar
üzerinde üst yapılar mahvolan süslü sütunlardan bir çizgi var. Birbirlerine
yüzü dönük olan diğer 2 tarafta, kemerlerin 2 sütunu tarafından delinen
yüksek duvarlar, biri diğerinin üzerinde, çeşitli renkteki mermer ve porfirden
ince kazıklar üzerine oturtulmuş.
Arifi Paşa Seyahatnamesi’nde, Evliya Çelebiden sonra çok uzun bir süreç
sonrasında ilk defa bir Müslüman yazarın Ulu Cami ile ilgili gözlemlerine
tanık olmaktayız. Arifi Paşa’nın yolculuk günlüğü ve Diyarbakır yöneticilerinin
isimleri dışında, yoğun bir şekilde kent ve kent çevresindeki yapılardan söz
ettiğini gördüğümüz seyahatnamesinin “22 Perşembe” tarihli bölümünde
“(…) Câmi’-i Kebîr şârik vasatındadır.. Havlusunun Şark ve Garb cihetlerinde
müzeyyen mermer ka’ide ve amûdlar üzerine birer kâide var imişse de
bozulmuştur.
323
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır İlinde Günümüzde Bilinen
Maden Oluşumları sahip olduğu tespit edildi. GAP kapsamında
yeni yatırımcılara sunulması için Diyarbakır
Valiliği
tarafından
hazırlanan
maden
envanterinde Diyarbakır merkez ve ilçelerde
farklı madenlerden işlenmeyen milyonlarca
ton yer altı kaynaklarının olduğu tespit edildi.
470 milyon ton ile Ergani ilçesinde kireç taşı
potansiyelinin varlığı tahmin edilirken diğer
madenlerin tahmini rezervi ise şöyle:
DİYARBAKIR İLİ MADEN ENVANTERİ
İLÇESİ
ÇERMİK
ÇINAR
MADEN ADI
POTANSİYELİ
BAKIR
1000 TON
MERMER
3 MİLYON m3
KAPLICA
20 LT/SN
FOSFAT
20 MİLYON TON
KROM
100 TON
MERMER
3 MİLYON m3
KURŞUN-ÇİNKO
43 BİN TON
BARİT
3 BİN TON
KROM
140 BİN TON
KİREÇTAŞI
470 MİLYON TON
KİL
60 BİN TON
MERMER
3 MİLYON m3
KÖMÜR
2 MİLYON TON
MERMER
3 MİLYON m3
TUĞLA-KİREMİT
3 MİLYON TON
MERMER
3 MİLYON m3
DEMİR
260 BİN TON
MERMER
3 MİLYON m3
MERMER
3 MİLYON m3
Diyarbakır’da 21 milyon metreküp mermer,
bin ton bakır, 20 milyon ton fosfat, 141 bin ton
krom, 43 bin ton kurşun çinko, 3 bin ton barit,
60 bin ton kil, 2 milyon ton kömür, 3 milyon
ton tuğla kiremit ve 260 bin ton demir rezervi
olduğu tespit ediliyor. Ayrıca TPAO, PERENCO
ve Alaaddin Mıdle East firmalarına ait Merkez,
Dicle, Eğil, Hani ve Kocaköy ilçelerinde çok
sayıda petrol kuyuları bulunuyor.(18) .
ÇÜNGÜŞ
DİCLE
ERGANİ
HAZRO
HANİ
MERMER
Mermer (-Ergani Salihli Mermer Oluşumu-)
Rezerv : 3.240.000 m3
LİCE
Çermik-Petekkaya Mermer Oluşumları
Hazro-Zogbirim Mermer Oluşumları
Hani-Koki Mermer Oluşumları (17)
KULP
SİLVAN
Dünyada Diyarbakır Mermeri
TPAO, PERENCO ve ALAADDİN EAST Firmalarına
ait Merkez, Dicle, Eğil, Hani ve Kocaköy İlçelerinde
çok sayıda Petrol Kuyusu bulunmaktadır.
Diyarbakır Maden Zengini
Güneydoğu Anadolu Maden Tetkik Arama 10.
Bölge Müdürlüğü tarafından maden ve enerji
kaynaklarına yönelik yapılan araştırmada
Diyarbakır’ın zengin yer altı kaynaklara
Asya ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere,
Diyarbakır’dan yılda 50 milyon dolarlık blok
mermer ihracatı gerçekleştiriliyor. 13.9 milyon
tonla dünya mermer rezervinin yüzde 39’una
sahip olan Türkiye’de, son yıllarda hızla artan
doğal taş üretimi, Güneydoğu Anadolu’da büyük
bir sanayi haline geldi. (31)
324
Diyarbakır Mermerciliği
2007 yılında Diyarbakır mermerciler derneği tarafından yapılan çalışmaya
göre 34 firma,3500 çalışan,45 mermer ocağı,26 mermer işletme fabrikası
vardır.900.000 ton blok mermer ve 4.500.000 metrekare işlenmiş mermer
üretimi yapılmaktadır.Üretilen mermerler Çin,Japonya,Tayvan,Hindista
n,ABD,Ortadoğu ve Avrupa ülkelerine satılmaktadır.Diyarbakır ve Elazığ
Türkiye mermer üretimin %15’ini sağlamakta ve üretilen mermerlerin
%70’i ihrac edilmektedir(32).
Diyarbakır’da 4 mermer bölgesi vardır
a. Hani-Dicle-Eğil
b. Lice-Kulp-Silvan
c. Ergani-Çermik-Çüngüş
d. Hazro
a ve b grubunda blok verimi %20,c ve d grubunda %70’lerdedir
Mermer Desenleri
1.
2.
3.
4.
Hani-Dicle-Eğil-Kocaköy bölgesinde 27 mermer deseni
Lice-Kulp-Silvan bölgesinde 7 mermer deseni
Ergani-Çermik-Çüngüş bölgesinde 19 mermer deseni
Hazro bölgesinde 5 mermer deseni tespit edilmiştir (33)
Asya ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Diyarbakır’dan yılda 50 milyon
dolarlık blok mermer ihracatı gerçekleştiriliyor. 13.9 milyon tonla dünya
mermer rezervinin yüzde 39’una sahip olan Türkiye’de, son yıllarda hızla
artan doğal taş üretimi, Güneydoğu Anadolu’da büyük bir sanayi haline
geldi.
Diyarbakır’da 1990’lı yıllarda başlayan mermercilik, 1995’e kadar şiddet
olayları nedeniyle durdu. 1995’ten sonra da sancılı bir dönem geçiren
sektör, 2000’li yıllarda şiddet olaylarının azalmasıyla büyük hamle yaptı.
Asya, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Amerika ve Kanada’ya yıllık 50
milyon dolarlık blok mermer ihracı gerçekleştiriliyor.
13.9 milyon tonla dünya mermer rezervinin yüzde 39’una sahip olan
Türkiye’de, son yıllarda hızla artan doğal taş üretimi, Güneydoğu Anadolu’da
büyük bir sanayi haline geldi.
325
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Türkiye mermer rezervinin yüzde
bulunduğu Diyarbakır’da, mevcut 43
ocağında bin 650, 23 fabrikada bin
istihdam edilirken küçük çapta 350
atölyesinde ise yüzlerce kişi çalışıyor.
20’sinin
mermer
350 kişi
mermer
Zengin mermer yatakları
Diyarbakır Organize Sanayi İşadamları Derneği
Başkanı Aziz Özkılıç, bölgenin çok zengin
mermer yataklarına sahip olduğunu belirterek,
“9 yıl önce sıfırdan başladığımız ihracat, 50
milyon dolara ulaştı. Hedefimiz dünyanın
lokomotifi olmaktır” dedi.
Özkılıç şunları söyledi: “Bölgemizde başta
Diyarbakır olmak üzere, çok yüksek mermer
yatakları bulunuyor. Ancak ulaşım sorunları
halen giderilmediği için yeterli miktarda üretim
yapılmamaktadır. Kentimiz Türkiye’nin mermer
üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor. Üretimin yüzde
43’ü blok olarak başta Uzakdoğu, Asya, Avrupa
ve ABD gibi ülkelere gönderiliyor. Ancak savaş
sonrası Irak’ın inşa edilme süresi devam ettiği
için, Diyarbakır’da faaliyet gösteren 23 fabrikanın
tamamı son dönemlerde artan talep üzerine
Kuzey Irak’a ihracat yapıyor” dedi.
Bölgenin kurtuluşunu madenlere bağlayan
ve mevcut üretim yapan işletmelere destek
verilmesi gerektiğine dikkat çeken Özkılıç,
maden ocaklarının bir çoğunun güvenlik
gerekçesiyle kapalı olduğunu söyledi. Bölgeye
yönelik büyük ölçekli yatırımların önündeki
en büyük engelin çatışma ortamı olduğunu
belirten Aziz Özkılıç, “1980 yılından sonra Doğu
ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılan
araştırmalar sonucu, zengin mermer yataklarının
varlığı tespit edilmişti.
Yaşanan olaylar nedeniyle mermer üretimi
gerçekleşmedi.
Bölgede
huzur
ortamının
sağlanmasıyla birlikte hızla mermer ocakları
kurulmaya başlandı. Ancak yeterli değildir.
Demokratik açılım bizlere huzur ve barış ortamının
yanı sıra, köklü sosyal ve ekonomik gelişmelere
olanaklı bir zemin oluşmasını sağlayacaktır.
Büyük ölçekli yatırımlar sayesinde çıkarılan
ama işlenmeyen mermerin işlenmesi istihdam
yaratılması ve bölge ekonomisinin canlanması
sağlanabilir” dedi.
DTSO başkanı Ensarioğlu, mermerciliğin
kent ve bölge için önemli bir sanayi kaynağı
olduğunu, 2009 yılında yaptırdıkları çalışmaya
göre kentteki 522 sanayi kuruluşundan 27’sinin
mermer ve mermer ürünleri üreten, işleyen
fabrikalar olduğunu bildirdi.
İmalat
sektöründeki
toplam
istidamın
yüzde 30’unun mermerde olduğunu anlatan
Ensarioğlu, ‘’Türkiye’deki ihracatın binde birine
bile ulaşamadık. İhracatımızın yüzde 55’ini
mermer sektörü oluşturuyor. Diyarbakır ve
Elazığ Türkiye’deki toplam mermer üretiminin
yüzde 15’ini gerçekleştiriyor. Ve ürettiği bu
mermerin neredeyse yüzde 60-70’ini ihraç
ediyor. Bunu da mamul, yarı mamul ve ham
madde olarak ihraç ediyor. Ama önemli olan
bunu işleyip ihraç etmektir. Bunda da farklılık
yaratmak lazım’’ dedi(19).
Diyarbakır’da Petrolün Tarihi
2. Abdülhamid’in petrol haritası
Güneydoğu’da petrol var mı, yok mu? Sultan
II. Abdülhamid tarafından hazırlanan petrol
haritasında bu soruya 100 yıl önce cevap
verilmiş. İşte detaylar!...
326
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Petrol Tespit Edilmiş Alanlara Örnekler
1.
2.
3.
4.
5.
Diyarbakır
Bismil
Hazro Çayı
Sinan
Dicle (20)
Diyarbakırda petrol olduğu geçen asrın başında biliniyordu. 1904 yılında
Hollandalılar Diyarbakır petrolünü işletmek istemiş,Sultan Abdülhamid’e
başvurmuşlardır(21).
Yavuz Sultan Selim döneminde çıkarılan Diyarbekir vilayetine ait
kanunnamlerde neft yükünden ne kadar bac alınacağı ve Osmanlı akçesinin
değerinin ne olacağı çok açık biçimde verilmektedir; ”katrandan ve ziftten
her Amid batmanından bir karaca akçe bac alınur imiş ki, üç batman bir
Osmanlı akçesi hesabıdır.” Zift ve katranın yaklaşık 5 kilosundan bir karaca
alınırken, neft yükünden 150 karaca alınması, neftin, zift ve katrana göre o
dönemde daha değerli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Kanuni dönemi kanunnamelerinde örneğin 1526 Musul kanunnamesinde
neftten hiç bahsedilmemesi ilginçtir.
1893 yılında Hollanda vatandaşı MG.Boissevains Diyarbakır’da petrol
gazını üretmek istedi.Bu noktada bir şirket kurdu.Bu şirketin Osmanlı
bankası tarafından tasdik edilmesi için devlet hazinesine teminat olarak
birkaç milyon kuruş teminat yatırılacağını bildirdi.
327
Günümüzde Diyarbakır’da Petrol
Türkiye’nin enerji tüketiminde petrolün payı
yüzde 40. Bu ihtiyacın yüzde 90’ına yakın kısmı
yurtdışından sağlanıyor. Petrol fiyatlarındaki
artış enflasyon ve dış ödemeler dengesini
doğrudan etkiliyor.Yılda 26,4 milyon ton ham
petrol işleyen Türkiye, sınırları içerisinde 2,3
milyon ton civarında bir üretim gerçekleştiriyor.
Petrolün variline gelen 1 dolarlık bir artış,
Türkiye’nin yıllık ham petrol ithalatının
maliyetinin 180 milyon dolar düzeyinde artırıyor.
Petrol arama ve üretim sektöründe faaliyet
gösteren Sayer Şirketler Grubu Yönetim Kurulu
Başkanı Ecvet Sayer, yüzde 20’sinin arandığını,
yüzde 80’inin ise bilinmezlerle dolu olduğunu,
aranmayan kısımda da mevcut bir potansiyel
olduğuna inandığını söyledi.Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nin Arap plakasının devamı durumunda
olduğuna işaret eden Sayer, bu bölgede çok
önemli rezervlerin olduğunu düşündüğünü
bildirdi. 26.03.2007 / aa
TPAO Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan
bilgilere göre,
Diyarbakır merkez ile ilçelerinde, TPAO’ya ait
13 petrol üretim sahası bulunuyor.
Buna karşın çok büyük bir bölümü uluslararası
petrol şirketlerine ait olan 24 özel üretim sahası
var. TPAO bu üretim sahalarındaki 33 kuyudan
petrol çıkarırken, yabancı petrol şirketleri ise
tam 146 kuyuda üretim yapıyor
Petrol Kenti Diyarbakır
• Ekim 1966 vali yaradanakul’un düzenlediği
Karpuz festivalinde broşürlere Petrol şehri
denmiştir. (29)
• Türkiye ve bölge petrol envanteri anlaılırken
hep TPAO verileri konuşulmakta Adıyaman
ve Batman ön planda gözükmektedir.
Ancak Yabancı şirketlere çıkartılan petrol
gündeme geldiğinde istatistikler tamamen
değişmektedir.
• Diyarbakır’da Fransız Perenco firması
Kurkan (Ergani yolu üzeri), Şahaban (Ergani
yolu üzeri), Beykan (Ergani yolu üzeri), Katin
(Lice yolu üzeri) ve Kastel (eski Bismil yolu
üzeri), Karaali (Silvan) ana petrol üretim
istasyonlarıdır. Günlük 13.000 varil ham
petrol üretimi yapılıyor (Bu Türkiye’nin
ham petrol tüketiminin %10’unu teşkil
ediyor).
Bölgemizde
yabancı
şirketlerin
verdiği
randımanla TPAO’nun randımanı arasında
önemli farklılıklar vardır. Yabancı şirketler 1
kuyu için günlük 10 bin dolar ödemekte,işçi
ücretleri arasında iki kesim arasında belli bir
fark olmadığı halde yabancı şirketler 350 kişi
ile günlük 14.000 varil çıkarırken TPAO 5 bin
kişiyle 48.000 varil çıkarmaktadır
Türkiye’de Bulunan En Kaliteli Petrol
24 Nisan 2008
Diyarbakır’ın
Doruk
Köyü
yakınlarında
‘Arpatepe 1’ kuyusunda Türkiye’nin en kaliteli
petrolü bulundu.Diyarbakır’ın Bismil İlçesi
Doruk Köyü yakınlarında İngiliz ‘Aladdin Midle
East’ firmasının 4 ay önce açtığı ‘Arpatepe 1’
kuyusunda 34 gravite petrol bulundu. Günlük
üretim kapasitenin araştırıldığı sahanın umut
verdiği belirtilirken, TPAO Batman Bölge Müdürü
Erdal Coşkun, bulunan petrolün Türkiye’nin en
kalitelisi olduğunu belirtti.(MİLLİYET)
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)
Türkiye’nin önemli bir petrol rezervini
328
Diyarbakır’da buldu. TPAO yaptığı sondaj çalışmalarında, 26 gravite
kalitesinde 16 milyon varil rezerv sahasına Diyarbakır’da ulaştı.
Diyarbakır’ın Taştan Köyü’nün 10 haneli Güzel mezrasında 1800
metrede bulunan 26 gravitelik ve tahmini 16 milyon varil ham petrolün
Türkiye’nin önemli rezervi olduğu belirlendi. Petrolün bulunduğu sahada
incelemelerde bulunan TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal, Güney Kırtepe
sahasında yaklaşık 16 milyon varillik rezerv bulduklarını ifade etti.
Uysal, “Diyarbakır’da 16 milyon varil petrolün yarısı Perenco yarısı Türk
Petrolleri’nin olacak. Türkiye’nin yıllık 200 milyon varil petrol tüketimini
düşünürsek, 16 milyon varil rezerv az gelebilir ancak, bu rezervler Türkiye
standartlarında çok önemlidir. TPAO olarak bu alanlarda elde ettiğimiz
gelirlerle farklı alanlardaki yatırımlarımızı sürdüreceğiz.” diye konuştu.
Diyarbakır’da sondaj çalışmalarında Türkiye’nin en önemli petrol kuyusunu
keşfettiklerini ifade eden TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal, “Yaptığımız
testlerde iyi sonuçlar aldık. Günlük 2 bin 500 varillik pompa az olduğu için
daha büyük bir pompa yerleştirme gereği duyduk. Güney Kırtepe sahası
son yıllarda Türkiye’de keşfedilen en önemli kuyusudur. Diyarbakır’daki
sahalarda da benzer sonuçlar almamız, bizi son derece mutlu etti.”
biçiminde konuştu. Güney Kırtepe kuyusunda Perenco şirketi ile ortak
arama - üretim faaliyeti sürdürdüklerini anlatan Uysal, şu ana kadar 3 kuyu
açtıklarını, 4 ve 5’inci kuyuların hazırlığını tamamlandıklarını kaydetti.
Petrol sahasının giderek büyüyeceğini düşündüklerini anlatan Uysal, “Bu
bölgede Türkiye’nin önemli yeni bir petrol üretim sahasından biri olacaktır.”
dedi (22).
Perenco Diyarbakır Petrol Bölgesi
Diyarbakır petrol bölgesi (23) Günlük net üretim
Diyarbakır’da Fransız Perenco firması Kurkan (Ergani yolu üzeri), Şahaban
(Ergani yolu üzeri), Beykan (Ergani yolu üzeri), Katin (Lice yolu üzeri)
ve Kastel (eski Bismil yolu üzeri), Karaali (Silvan) ana petrol üretim
329
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
istasyonlarıdır. Günlük 13.000 varil ham petrol
üretimi yapılıyor. (Bu Türkiyenin ham petrol
tüketiminin %10’unun teşkil ediyor) Katin
sahasının Barbeş lokasyonunda bir doğalgaz
kuyusu var,110 petrol kuyusunun pompa
enerjisi bu gaz kuyusunun elektriğe dönmesi
ile sağlanıyor. Perenco’da dalgıç pompalar
kullanılır. TPAO’nun Yeniköy Saricek bölgesinde
ham petrol üretim istasyonları var. TPAO’da
eski tür atbaşı pompalar kullanlır.
Diyarbakır’da Petrol Bulundu
23 Eylül 2010
2 bin 126 metreden alınan testlerin
değerlendirilmesiyle
çıkan
petrolün
36
gravitede olduğu belirlendi.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)
tarafından Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki
Güney Sarık-2 sahasında açılan kuyudan 36
gravitede kaliteli petrol bulundu.
Şahaban bölgesi
Kürkan bölgesi
Kocaköy-Katin rafinerisi
TPAO Batman Bölge Müdürlüğüne bağlı sondaj
ekibinin Ergani ilçesi yakınlarındaki Güney
Sarık-2 sahasında 2 ay önce açtığı kuyuda 700
metreden sonra petrol emarelerine rastlandı.
Petrol
emarelerinin
bulunması
üzerine
verilen talimatlar doğrultusunda kule ekibi
sondaj
çalışmalarını
hızlandırdı.
Sondaj
çalışmalarında 2 bin 126 metreden alınan
testlerin değerlendirilmesiyle çıkan petrolün 36
gravitede olduğu belirlendi.
Daha önce aynı bölgede Güney Sarık-1 kuyusunu
açan TPAO’nun buradan sonuç alamamasından
sonra Güney Sarık-2 kuyusunda yüksek graviteli
petrol elde etmesi sevinçle karşılandı. Sondaj
kulesinin sahadan ayrılmasından sonra üretim
ekibinin sahayı devralarak üretime başlayacağı
bildirildi.
330
TPAO yetkilileri, rezerv ve üretim konusunda bilgi vermenin henüz erken
olduğunu belirterek, günlük üretim konusunda üretim ekibinin sonuç
açıklayacağını söyledi. (AA)
Doğalgaz
Güneydoğu Anadolu’da Derin Barbeş, Çamurlu, G. Dinçer, G. Hazro,
Katin başlıca üretim sahalarıdır. Katin sahasının Barbeş lokasyonunda
bir doğalgaz kuyusu var, 110 petrol kuyusunun pompa enerjisi bu gaz
kuyusunun elektriğe dönmesi ile sağlanıyor. Diyarbakırın Silvan İlçesi
Özlüce Köyü’nde hem petrol hem doğalgaz bulundu. Özlüce köyünde
yapılan sondaj çalışmaları sırasında bulunan ve doğalgaz işletilecek tesis
olmadığı için yanan doğalgazın değerlendirilmesi için ise köylülerden talep
geldi. Çevre köylüler, doğalgazın depolanıp köylerde bulunan okulların
ısınma sistemlerinde kullanılmasını talep etti. Köylüleri ziyaret eden
Silvan Kaymakamı Veysel Beyru, Doğalgazın boşuna yanmasını önleyerek,
okullarımızın ısınma sistemiyle ilgili kullanılması için TPAO yetkilileriyle
görüşüp gerekli çalışmalarımızı başlatacağız” dedi. (Tercüman.8.2.2008)
331
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
Üzülmez: M.Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş.Ladin matb.İst.2005.s.38,39
Sever. E.Asur tarihi.Kaynak yay.3.Baskı.İst.2008.s.42
Yılmazçelik. İ.XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.TTK.Ankara.1995.s.6
Keskinbora K Artuklularda Bilim ve sağlık..Artuklular.Mardin valiliği kültür yay.Editör.Dr.İbrahim
Özcoşar..Mardin.2008.c..1/506
5. Kaya. L.Anadolu maden sanatı içinde Arukluların yeriArtuklular.Mardin valiliği kültür yay.Editör.
Dr.İbrahim Özcoşar..Mardin.2008.c..2./121
6. Üzülmez: M.Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş.Ladin matb.İst.2005.s.263,259
7. Korkusuz: Ş.Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.2003.s.62,98
8. Orak. Y Ergani Bkır işletmesi.D.Ü.Eğitim fak.Coğrafya Böl.Diyarbakır.1996.s.3,13
9. Ekici
C.(ed).Uluslararası.Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır sempozyumu Osmanlı
belgelerinde Diyarbakır..2006.Ankara s.29-30
10.www.karacaahmet.com/
11.Tızlak F..Osmanlı döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik.(1775-1850)TTK.yay.Ank.199
7.s.21,131,127,129,161,162,163,167,169
12.Ellswort de Kay. J1831-1832 Türkiyesinden Görünümler.ODTÜ yay.2010.s.153
13.Acun F16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler 1.Bütün Yönleriyle Diyarbakır
sempozyumu.27-28 Ekim 2000.Ankara.s.201
14.Diyarbakır söz gazetesi.07.12.2007
15.Tellioğlu ö(ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay. cilt:4/.İstanbul.Acar
matb.1999
16.Eti. UDiyarbekir.Diyarbekir matb.1937.s.49
17.www.mta.gov.tr/v1.0/bolgeler/diyarbakir/index.php?id=dbi_maden_envanteri_maden&m=4
18.www.diyarinsesi.org.6-10-2008
19.www.diyarinsesi.org
20.Söylemez H - [email protected] - Sayı: 622 - 06.11.2006
21.Terzi A.Abdülhamid’in petrol mirası.Timaş yay.İst.2009.s224.
22.CİHAN- 27 Şubat 2009,
23.Perenco şirketihttp://www.perenco.com/operations/mediterranean-north-africa/turkey.html
ve
24.Üzülmez. M. Makam Çiçeği ve Bülbül.İst.2010s.62
25.Izady MR.Kürtler.Doz yay.s.392,62
26.Özdoğan, M.-Özdogan, A Archaeological Evidence on the Early Metallurgy at Çayönü Tepesi
1999. der Anschnitt 9, s.13-22
27.Bağlı M. (ed) bakırcılıkDiyarbakır el sanatları.Diyarbakır.2007.s.62,66
28.Ediger VŞ.Osmanlı’da neft ve petrol .ODTU yay.Ank.2007.s.27,28,143,144
29.Kara-Amid dergisi.Haziran.1979.s.28
332
30.Koç İ(ed).Hititler.ODTÜ yay.2003.s.64
31.Güneydoğu Ekspres gazetesi 26 Eylül 2009 32.Tutal Z:Diyarbakır’da mermercilik ve tarihçesi.UDUSİS-Diyarbakır2010.s.155
33.Erkanol D,Akalın N,Aydındağ A,Ertuğrul SiBakır MF.Diyarbakır ili
mermer potansiyeli.UDUSİS-Diyarbakır-2010.s.93-94
333
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
DİYARBAKIR‘DA PETROL VE ÇEVRESEL ETKİLERİ
334
ÖZET
Petrol, enerji kaynağı olarak tarih boyunca taşıdığı değeri korumaya devam
etmektedir. Çevre sorunlarının birçoğu petrolün üretimi, stoklanması
ve taşınması sırasında gerçekleşmektedir. Petrol, başta enerji olmak
üzere birçok kullanım alanıyla insanlığa faydası yanında, doğayla teması
durumunda temizlenmesi yıllar alan kirliliklere neden olmaktadır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Petrol sızıntıları bu kirliliğe yol açan nedenlerden biridir. Doğal ve yapay
petrol sızıntıları petrol kirliliğine neden olmakta ve çevrede geri dönüşümü
zor olan hasarlara neden olmaktadır. Bu kapsamda Diyarbakır’daki petrol
kaynakları ve bu kaynakların çevresel etkileri incelenmiştir. Aynı zamanda
petrol üretimi yapan şirketler ve bu şirketlerin petrol üretimi esnasında
oluşabilecek petrol kirlilikleri değerlendirilmiştir.
GİRİŞ
Yunanca Petra “Rock” ve Latince Oleum “Oil” sözcüklerinden türemiştir.
Kimyasal ve görünüm olarak çok değişik şekilleri vardır. İçerik olarak en
fazla Karbon, Hidrojen ve az miktarda Oksijen, Nitrojen, Sülfür, Vanadyum
ve Nikel mevcuttur.
Rengi koyu sarı, yeşil, haki, kahverengi, koyu kahverengi ve siyah olabilir.
Hafif petrollerin özgül ağırlığı suyun özgül ağırlığından küçük, ağır
petrollerin özgül ağırlığı suyun özgül ağırlığından yüksektir. Petrol’ün
kalitesi API denilen bir ölçme birimi ile belirlenir. Gravite büyüdükçe
yoğunluk küçülmekte ve petrolün kalitesi yükselmektedir.
Gravite küçüldükçe yoğunluk artmakta ve petrolün kalitesi düşmektedir.
API gravitesi yükseldikçe petrol incelir (hafifleşir) ve kıymeti artar. En hafif
olarak bilinen bir Rus petrolünün özgül ağırlığı 0.650 gr/cm3 ve en ağır
olarak bilinen bir Meksika petrolünün özgül ağırlığı ise 1.080 gr/cm3’dir.
API gravitelerine göre sınıflandırma şu şekilde yapılmaktadır [1–5].
Hafif Petrol = API>30
Orta Petrol=API=20–30
Ağır Petrol=API<20
Petrol yeraltında doğal hali ile sıvı halde bulunan ve atmosferik koşullara maruz
kaldığında da sıvı halde bulunan hidrokarbon karışımına denir (Şekil–1 ).
335
Orhan KAVAK1
Kıvılcım ÖNEN2
1
Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Maden Mühendisliği
Bölümü, Diyarbakır
2
Dicle Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü Kimya
Anabilim Dalı, Diyarbakır
[email protected]
[email protected]
Türüm:
Organik maddenin ısı ile petrole
dönüşmesidir.
Göç: Oluşan petrol’ün rezervuar kayaya doğru
yol almasıdır
Kapan: Petrol’ün rezervuar kayada uygun
gözeneklilik ve geçirgenlik ortamında boşlukları
dolduracak şekilde yerleşmesidir.
Korunum: Rezervuar’a yerleşmiş petrol’ün
buradan gidebilmek için başka bir yol
bulamamasıdır [11–15].
Petrol’ün Ana Maddesi Nedir?
Şekil–1. Hidrokarbonun Gaz, Sıvı ve Katı hali
Petrol’ün Oluşması İçin 5 Temel Olmazsa
Olmaz Öğe Vardır
• Organik maddece zengin kaynak kaya olması
• Bu kaynak kayanın sıcaklık ve basınç ile
yeterince ısıtılması
• Yeterli oranda gözeneklilik ve geçirgenliğe
sahip bir rezervuar kaya olması
• Rezervuar kayayı örten geçirimsiz örtü kaya
olması
• Kaynak kaya, rezervuar kaya ve de örtü
kayanın yapısal veya stratigrafik olarak
kapan oluşturması gereklidir [6–10].
Petrol’ün Oluşması İçin Bu 5 Temel
Öğenin Geçirmesi Gereken Süreçler
Şunlardır:
• Petrol karasal veya denizel bitkilerden ya da
hayvanlardan oluşmaktadır.
• Yeryüzündeki toplam C miktarı 2,65*1020
gramdır. Bunun %82 si kayaçlar içerisinde
%18 i ise organik karbon olarak kömür,
petrol ve doğal gaz içerisindedir.
• Organik maddenin korunmasına en uygun
ortamlar içerisinde hızlı çökelim olan ve
anaerobik (oksijensiz) taban koşullarına
sahip ortamlardır.
• Petrol genellikle çökel kayalar içerisinde
bulunur.
• Petrolü içerisinde bulunduran çökel kayalar
geçirimsiz kayalarla örtülmüş ya da
çevrelenmişlerdir
• Petrol, jeolojik devirlerde oluşmuş bir fosil
yakıttır. Milyonlarca yıl süren işlemler
sonucunda oluşan petrol, bulunduğu yeri
terk ederek göçer, ancak göçemeyeceği
ortamlarda sıkışıp kalabilir. Buna petrolün
kapaklanması
denmektedir
[16–20]
(Şekil–2).
336
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Şekil–2. Petrol Sistemi Süreçleri
Petrol Sızıntısı
Petrol sızıntısını iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi doğal petrol
sızıntısı ikincisi ise yapay petrol sızıntısıdır.
Doğal Petrol Sızıntıları
Doğal petrol sızıntısı, yeraltında var olan rezervuar veya kaynak kayalardan
yüzdürme özelliği yoluyla petrolün aktığı göç yollarının bir ifadesidir [ 4 ].
Hidrokarbon sızıntıları başlıca tektonik ya da stratigrafik kökenli oluşumlar
olarak değerlendirilir [11].
Doğal petrol sızıntısı denildiğinde, yerkabuğu üzerinde yalnızca gözle
tanımlanabilen makro-sızıntılar veya çeşitli jeokimyasal anomali
değerlendirme parametreleri ile izlenebilen mikro-sızıntılardan
bahsedilmektedir.
Abrams [1] ise sızıntıları aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayırmıştır.
Yeraltındaki hidrokarbon birikimlerinin büyük miktarda ve sürekli olarak
yüzeydeki denizel sedimanlar üzerinde gözlendikleri sızıntılar aktif sızıntı
(makro-sızıntı) olarak adlandırılmıştır.
Sedimanların gözeneklerinde alışılmışın dışında görülebilecek ölçüde
lekeler bırakan aktif sızıntılar düşük ve yüksek moleküler ağırlıktaki
hidrokarbonları içerir.
Yüzeyde sürekli akıntılar şeklinde gözlenmeyen önceki kalıntılar ise pasif
sızıntılar (mikro-sızıntı) olarak tanımlanır. Pasif sızıntılar sadece düşük
ağırlıklı hidrokarbon sızıntılarını içerir ( Şekil–4 ).
337
sızıntıları genellikle çeşitli mekanizmalarla
tekrarlanan göçlere bağlı olarak oluşur [
8 ] . Petrolün göçünü etkileyebilen jeolojik
katmanların yüzeyde ve yeraltındaki konumu;
erozyon etkisi, faylanma ve kıvrımlanmaya
bağlı olarak gelişmektedir. Sızıntılar genellikle
levha sınırlarında yaygın olarak görülür ayrıca
uyumsuzluk, fay ve kıvrımlı bölgelerde de
izlenebilir ( Şekil–5 ).
Şekil–3. Mikro-Sızıntı Modelini Gösterir Kesit ( www.
gmtgeochem.com).
Şekil–4. Yüzeydeki Petrol Sızıntısını Etkileyen Aşınma
Süreçleri ( ITOPF, 2002).
Doğal Petrol
Şekilleri
Sızıntılarının
Şekil–5. Farklı Sızıntı Sistemlerinin Tektonik ve
Stratigrafik Şematik Kesiti ( AAPG/ American Association
of Petroleum Geologists ).
Oluşum
Sızıntıların oluşumları ile ilgili olarak literatür
de farklı mekanizmalar belirtilmekle birlikte
bunlar arasında en kabul gören oluşum
modelleri aşağıda sıralanmıştır;
• Olgunlaşmış ana kayadan doğrudan yüzeye
doğru hareketlenme,
• Tektonik faaliyetlere bağlı olarak normal
faylar boyunca gelişen sızıntılar ( Örneğin;
Gebel Zeit, Mısır) [ 1, 12–13, 21–22 ]
• Bindirmeler boyunca gelişenler [ 10 ],
• Çamur volkanları ve sokulumlarla ilgili
olanlar ( Hazar Denizi, Bakü),
• Bakteriyel olarak oluşan sığ gazların ortaya
çıkışı,
• Tuz domlarının yakınındaki sızıntılar (Gulf
Sahili, ABD) [21–22] .
Geniş yayılım alanları gösteren hidrokarbon
Yapay Petrol Sızıntıları
Yapay petrol sızıntıları bilindiği gibi değişik
şekillerde oluşmaktadır. Bunları sıraladığımız
zaman petrol sondajı ( karada veya açık denizde)
yapılma zamanında ve sonrasında çıkarılan
petrolün ayrıştırması sonucunda gelişen
sızıntılar
• Petrol’ ün ( karada veya açık denizde )
boru hatları vasıtasıyla nakil işlemlerinde
kullanılması durumunda oluşan sızıntılar
• Petrol stoklanma sahalarında bekletilmesi
sonucunda tanklarda oluşan sızıntılar
• Deniz Tankerlerinin taşımacılığı sırasında
çeşitli nedenlerden dolayı oluşanlar
• Petrol kirliliğinin nedenleri araştırıldığında
petrolün üretimi ve nakli sırasında meydana
338
gelen kazalardan kaynaklandığı görülmektedir. Denizde tanker
taşımacılığı sırasında karada ise üretim kuyuları, pompa istasyonları
ve boru hatlarında oluşan arıza ve hasarlar sonucunda etrafa yayılan
petrol veya ürünleri kirliliğe yol açmaktadır ( Şekil–6 ).
1960 yıllarından bu yana büyük boyutlarda kirliliğe yol açan birçok petrol
kazalarının meydana geldiği görülmektedir. Son yılların büyük kazalarına
örnek olarak Meksika körfezi, Alaska, Antartika’da meydana gelen tanker
kazaları gösterilebilir.
Tarihteki 5.büyük petrol sızıntısına The Amoco Cadiz adlı süper tanker yol
açmıştır. 16 Mart 1978’de geminin taşıdığı 1.619.048 varil petrol Brittany
sahillerine akmış ve 76 sahil tümüyle petrole bulanmıştır.
Exxon Valdez Şirketinin petrol tankeri ’den 24 Mart 1898 günü yaklaşık 1130 milyon galon (50.000-150.000m³) petrol denize boşalmıştır. Prestige
petrol sızıntısı İspanya’nın kuzeybatısındaki Galiçya’da 13 Kasım 2002
tarihinde Yunan bandıralı Prestige gemisinden denize kimi kaynaklara
göre 63,000 ton petrol akmıştır.
Şekil–6. Petrol Taşımacılığı Sırasında Dökülmüş Petrol
Atıkların Çevreye Verdiği Zararlar
339
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Diyarbakır ‘da Petrol Ve Çevresel Etkileri
Diyarbakır yer alan doğal petrol sahalarının ve üretim bilgileri aşağıda verilmiştir ( Tablo–1 ).
SAHASI
KAPAN
PETROL
YAPI
İL
SONDAJ
G.HAZRO
HAZRO
G.KAYAKÖY
DERDERE
DERDERE
DERDERE
KARTALTEPE
DERDERE
(DERDERE)
KAYAYOLU
(HAZRO-F4)
SARICAK
YENİKÖY
(DERDERE)
YENİKÖY
(SABUNSUYU)
YAPISAL
G. ŞAHABAN
ANTİKLİNAL
DERDERE
KAYAYOLU
KUMTAŞI
DOLOMİTİK
KİREÇTAŞI
DOLOMİT
SABUNSUYU KİREÇTAŞI
G.SARICAK
KASTEL
LİT.
YAŞ
DERİNLİĞİ
m
G.KIRTEPE
DİYARBAKIR
FORMASYON
MARDİN
DOLOMİT
KİREÇTAŞI
DOLOMİTİK
KİREÇTAŞI
DOLOMİTİK
KİREÇTAŞI
DOLOMİT
KİREÇTAŞI
KUYU
API
ADEDİ GRAV.
YER.
ÜRET.
TOP.
TOP.
PETROL
PETROL
PETROL
SU
MİKTARI
MİKTARI
ÜRETİMİ
ÜRETİMİ
,stb
,stb
,stb
,stb
48,726
171
KRETASE
3780
5
45
8,600,000
860,000
KRETASE
2620
12
30.4
7,884,000
3,469,000
KRETASE
1725
6
25.4 20,000,000 6,000,000
KRETASE
1600
25
KRETASE
1660
16
KRETASE
2000
9
KRETASE
2400
28
34.7 27,735,000 9,030,000 17,936,802 8,357,246
KRETASE
2750
1
22.4
1,300,000
195,000
144,825
107,984
31
3,299,950 37,541,933
275,744
109,712
41,895,400 8,380,000
6,467,504 17,985,929
33.2 11,840,000 5,209,600
4,875,781 56,887,842
32
7,550,000
2,642,500
2,204,728
4,364,704
DERDERE
KİREÇTAŞI
HAZRO-F4
KİREÇTAŞI DEVONİYEN
4332
1
37.5
865,000
130,000
6,791
19,324
DERDERE
KİREÇTAŞI
KRETASE
1600
9
31.5
6,610,000
3,210,000
3,207,761
6,892,702
KRETASE
1940
39
32
41,348,000 17,800,000 17,560,786 46,258,530
KRETASE
2100
39
32
9,218,000
DERDERE
SABUNSUYU
DOLOMİT
KİREÇTAŞI
DOLOMİT
KİREÇTAŞI
Tablo 1 – Diyarbakır’da ki petrol sahası bilgileri (PİGEM)
340
1,482,000 17,560,786 46,258,530
Diyarbakır ve çevresinde yer alan doğal petrol sızıntıları aşağıdaki
şekildedir ( Şekil–7 ).
Şekil-7. Diyarbakır Hazro’da yer alan İşkar ve Dadaş Doğal Petrol Sızıntıları
Sızıntıların Çevresel Etkileri
Petrolün yapısındaki düşük kaynama noktasına sahip bileşiklerin ve
aromatiklerin canlı organizmalar üzerinde zehirleyici etkisi, bazılarının ise
kansorejen etki yaptıkları bilinmektedir.
Bununla birlikte karadaki petrol kirlenmelerinde bitkiler üzerinde görülen
etkinin niteliği ve boyutu farklıdır. Petrol tabakası bitkileri ince tabaka
halinde kaplayarak oksijen difüzyonunu engellemekte ve bitki köklerine
oksijen gitmesini engellemektedir. Bitki birkaç gün yeşil kaldıktan sonra
sararmakta ve solunum yapamaz hale gelmektedir.
Petrol sızıntıları bitkilere zarar vermenin yanı sıra, toprağın fiziksel
özelliklerini değiştirmekte biyolojik aktiviteyi etkilemektedir. Aynı zamanda
toprağın yapısına dökülen petrol miktarına ve petrol viskozitesine bağlı
olarak toprakta sızma oluşmakta ve yeraltı su kaynaklarının kirlenmesine
yol açmaktadır.
İnsan yapımı kirlilikten farklı olarak, çoğu petrol ve gaz sızıntısı
milyon yıldan fazla zamanda doğal jeolojik süreçlerle oluşurlar. Doğal
olmalarına karşın, hava ve suyu kirletebilme özelliğine sahiplerdir.
Petrol ve gaz sızıntılarının sonucu olarak potansiyel çevresel problemlerin
bazı örnekleri bu fotoğrafta gösterilmektedir ( Şekil–8 ). Santa Barbara
(Kaliforniya) yanındaki uçurumun tabanındaki bu doğal petrol sızıntısı, siyah
asfaltın etkileyici gelişimiyle sahil kumunu kaplamıştır. Bu asfalt benzeri
madde, uzaklarda diğer sahillere kıyı akıntılarıyla taşınan asfalt yığınlarını
oluşturmak için dalgalar yoluyla aşınır ve yine dalgalar ile taşınır.
341
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
zorunluluğu getirilmiştir. Değişik zaman
periyodlarında beykan sahasından 19,57*106
m3, kurkan sahasından 33,63*106 m3, şahaban
sahasından ise 22,66*106 m3 petrollü su Midyat
Akiferine enjekte edilmiştir.
Bunun haricinde Diyarbakır ve çevresinde yer
alan petrol boru hatları ile petrol tankaların
evsafını yitirmelerinden dolayı toprak örtüsüne
ve Yüzey sularına ciddi boyutta çevresel zarar
vermiştir ( Şekil–8 ).
Sonuç
Şekil–8. Santa Barbara (Kaliforniya) ve Santa Cruz Doğal
Petrol Sızıntısı (www.geomaps. wr.usgs.gov).
Şekil–8. Yapay Petrol Sızıntısı ve Akarsu Kaynaklarına
Karışmasını Önleyen Sistem
Petrol ile kirlenmiş toprakların arıtılması
oldukça pahalı ve güç olup, uzun zaman
gerektirmektedir. bu işlemde, petrolün içeriği
ve kirlettiği hacim toprağın yapısı, mevsimsel
özellikler göz önüne alınarak uygun arıtım
yöntemleri denenmektedir. Örneğin toprakta
petrolün dağılması yüzeyde kalıp yaklaşık 5
cm derinliğe kadar sızmış ise en pratik çözüm
kirlenmiş toprağın yüzeyden toplanarak
kaldırılmasıdır. Toplanan toprak yakma fırınında
yakılarak petrolden arıtılır ve kontrollü olarak
araziye gömülerek uzaklaştırılır. Toprağın daha
derinlere sızması durumunda köpük flotasyonu,
absorpsiyon yöntemi, biyolojik arıtım süper
kritik gaz ekstraksiyonu kullanılır.
Yapay petrol sızıntılarını önlemek için alınacak
önlemler
Diyarbakır’da ki Petrol Kirliliği
Diyarbakır’ın 30 km kuzey ve kuzeybatısında
bulunan Beykan, Kurkan ve Şahaban sahalarında
üretilen petrollü su 1bir dönem boyunca
yeraltında bulunan akifer’ e enjekte edilmiştir.
Bu enjeksiyon daha sonra durdurulmuş ve
enjeksiyonun petrol elde edilen birime yapılması
• Petrol nakil hatlarının periyodik bakımının
yapılması ve sızdırmazlığının sağlanması
ve oluşan sızıntıların birikmesini sağlayan
sistemlerin yapılması ( Şekil–8 ).
• Petrol tanklarında yaşanan taşmalar
sonucu yaşanan kirliliği önlemek için beton
342
havuzunda yer alan geri aktarım pompalarının bulunduğu işletmeler
yapmak
• Kuyu başlarında sızdırmazlık sağlamak
• Taşımacılıkta kullanılan tankerlerin periyodik bakımının yapılarak nakil
sırasında sızıntı oluşumunu engellemek
• Beş yüz groston veya daha fazla petrol taşıyan gemiler ile petrol icra
eden kıyı tesislerinin yetkili kurumlarca denetlenmesi
Katkı Belirtme ve Teşekkür
Bu verilerin büyük çoğunluğu TÜBİTAK-ÇAYDAĞ 107Y201 Nolu projeden
ve projede bursiyer olan Merve FAKILI’nın hazırlamış olduğu seminer
notlarından alınmıştır.
343
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Kaynaklar
1. Abrams, M.A., 1996, Distribution of subsurface hydrocarbon seepage in near surface marine
sediments. In: Hydrocarbon migration and its near surface expressions (D. Schumacher and
M.A. Abrams, eds.). Mem. Am. Ass. Petrol. Geol., 66, 1-14.
2. Abrams, M. A., 2005, Significance of hydrocarbon seepage relative to petroleum generation
and entrapment, Marine and Petroleum Geology Vol. 22, pp. 457–477.
3. Almeida-Filho, R., de Miranda, F.P., Lorenzzetti, J.A., Pedroso, E.C., Beisl, C.H., Landau, L.,
Baptista, M.C., Camargo, E.G. 2004, Exploration assessment in a petroleum frontier area
offshore the Amazon River mouth using RADARSAT-1 images, Geoscience and Remote Sensing
Symposium, IGARSS ‘04. Proceedings. 2004 IEEE International Vol. 6, pp. 4135 – 4138.
4. Clarke, R. H., Cleverly, R. W. 1991, Petroleum seepage and postaccumulation migration. In:
England WA, Fleet JA (Eds) Petroleum migration. Geological Society Publication, Geological
Society Publication, pp. 265–271.
5. Clayton, C. J., M.D. Lines and S.J. Hay, 1991, Leakage and Seepage, An Explorers Guide. BP
Internal Publication – (now available from Robertson Research International).
6. Clementz, D. M., G. J. Demaison and A. R. Daly, 1979, Well site geochemistry by programmed
pyrolysis. Paper 3410, 11th Offshore Technology Conference, Houston, April 30-May 3.
7. Faber, E., and W. Stahl, 1984, Geochemical surface exploration for hydrocarbons in North Sea.
AAPG Bulletin, 68, 363-386.
8. Hunt, J.M., 1996, Petroleum Geochemstry and Geology, W.H. Freeman and Company, New York,
743 p.
9. Landes, K. K., 1973, Mother Nature as an oil polluter. AAPG Bulletin, 57, 637-641.
10.Link, W. K, 1952, Signifiance of oil and gas seeps in world oil exploration. AAPG Bulletin, 36,
1505-1540.
11.MacDonald IR., 2002, Spatial and temporal patterns in seep communities. In: MacDonald IR (ed)
Stability and change in Gulf of Mexico chemosynthetic communities. US Dept Interior, Minerals
Management Service, New Orleans, Louisiana. OCS Study MMS 2002-036 vol II Tech Rep, pp
7.1–7.43.
12.Moore, J.C., 1999, Fluid seeps at continental margins. Margins Newsl., 4, 12-14.
13.Reitsema, R.H., Linberg, F.A., and Kaltenback, A.J., 1978, Light hydrocarbons in Gulf of Mexico
water: sources and relation to structural highs.J.Geochem. Exp., 10, 139-151.
14.Rogers, K.M., A J. D. Collen, J. H. Johnston and Nils E. Elgar, 1999, Geochemical apprasial of oil
seeps from the East Cost Basin, New Zeland, Organic Geochemistry, vol 30, 7, 593-605.
15.Rollet, N., Logan, G. A., Kennard, J. M., O’Brien, P. E., Jones, A. T., Sexton M., 2006, Characterisation
and correlation of active hydrocarbon seepage using geophysical data sets: An example from
the tropical,carbonate Yampi Shelf, Northwest Australia, Marine and Petroleum Geology, Vol.
23, pp. 145–164.
16.Sanchez, C., Permanyer, A., 2006, Origin and alteration of oils and oil seeps from the Sinu-San
344
Jacinto Basin, Colombia, in pres, vol 37, 12, 1831-1845.
17.Saunders, D.F., Burson, K.R. and Thompson,C.K.,1999,Model for
hydrocarbon microseepage and related near-surface alternations.
Bull.Am.Ass.Pet.Geol.,83,170-185.
18.Simoneit, B.R.T, Tarek A.T., Aboul-Kassim, Tircelin, J.J. 2000,
Hydrothermal petroleum from lacustrine sedimentary organic matter
in the East African Rift, Applied Geochemistry, 15, 355-368.
19.Stach, E., 1975, The microscopically recognizable constituents of coal.
In: Stach E, Mackowsky MT, Teichmüller M, Taylor GH, Chandra D, and
Teichmüller R (Eds), Stach’s textbook of coal petrology, Berlin: Gebr.
Bornträger. pp 54–108.
20.The International Tanker Owners Pollution Federation Limited (ITOPF),
2002, Tecnical Information Paper: Fate of Marine Oil Spills, No. 2, 8
pages
21.Tedesco, S.A., 1995, Surface Geochemistry in petroleum exploration.
Chapman&Hall, New York.
345
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
DİYARBAKIR YÖRESİNDE MADENCİLİK
VE ÇEVRESEL ETKİLERİ
346
ÖZET
Diyarbakır ve yakın yöresi çeşitli ortamlarda meydana gelen jeolojik birim
çeşitliliğine bağlı olarak Kambriyen’den Kuvatemer’e kadar değişen geniş
bir yaş aralığında oluşan, zengin bir maden çeşitliliği sunar. Bu jeolojik
oluşuma bağlı olarak bölgenin güneyinde gübre hammaddesi olarak
kullanılan sedimanter fosfatlar, güneyi ve orta kesimlerinde yer yer
mermer olarak kullanılan karbonatlar, doğal gaz, petrol, kömür yatakları,
alçı taşları, çimento hammaddesi olarak kullanılan kil ve marnlar, tuğla
kiremit sanayiinde kullanılan killer ve inşaat sektöründe kullanılan kum ve
çakıl seviyeleri, sedimanter olarak meydana gelen en önemli maden veya
endüstriyel hammadde kaynağını oluşturmaktadırlar. Bölgenin kuzeyinde
dalma batma zonu olarak oluşan kenet kuşağı boyunca da, jeolojik
konum ve oluşumuna bağlı olarak, çoğu iki bindirme zonu arasında olmak
üzere, ultra bazik birimler içinde krom, masif sülfid bakır-kurşun-çinko,
manganez ve nikel oluşumları gibi metalik maden yatakları ve asbest gibi
hammaddeler bulunmuştur. Metamorfik kökenli değişik fasiyesler içinde
oluşan farklı birimler içeren Bitlis Masifi içinde ise, bir kuşak boyunca
volkano sedimanter kökenli apatitli magnetitler, değişik demir yatakları
gibi metalik maden yatakları ve pirofillit ve disten gibi metamorfizmaya
bağlı endüstriyel hammaddeler ile hidrotermal kökenli barit, kurşun
ve demirli zuhurlar oluşmuştur. Bölgenin orta ve güney kesimlerinde,
Diyarbakır, Mazıdağı ve Derik yöresinde Karacadağ volkanizmasının değişik
evrelerinde oluşan volkan konilerinde çimento fabrikalarında tras ve yol
malzemesi olarak kullanılabilen volkanik cüruflar ve bu koniler etrafında
geniş alanlar kaplayan, parke taşı, kaldırım taşı, mıcır gibi değişik alanlarda
kullanılan bazaltik lavlar yer almaktadır. Bu zengin çeşitliliğe uygun olarak
Diyarbakır yöresinde Maden ve Şirvan’da metalik maden olarak bakır,
Mazıdağı’nda fosfat, Ergani, Mardin, Derik, Kurtalan ve Şanlıurfa’da çimento
hammaddeleri, Batman yöresinde alçıtaşı ve Diyarbakır Lice, Hazro, Hani,
Ergani, Çermik ve Çüngüş yörelerinde Mermer, Diyarbakır yöresinde tuğla
kiremit işletmeleri mevcuttur (Şekil 1).
Bu işletmelerden yalnız bakır fabrikalarında proses gereği zenginleştirmede
flotasyon yöntemi uygulanmaktadır. Çimento ve alçı taşı fabrikalarında
kırma öğütme ve fırınlama prosesleri uygulanmaktadır. Mermercilik
faaliyetlerinde işe yaramayan blokların ocakta bırakılmaları ve bütün
maden ve hammaddelere ait ocak işletmelerinde kaçınılmaz olan doğa
tahribatı , fosfat, çimento ve alçı fabrikalarından havaya salınan partiküller
347
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Yrd.Doç. Dr. M. Şefik
İMAMOĞLU 1
Arş.Gör. Kamuran MUŞ2
1
Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Maden Mühendisliği Bölümü
Genel Jeoloji Anabilim Dalı
DİYARBAKIR
2
Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Maden Mühendisliği Bölümü
Cevher Hazırlama Anabilim
Dalı - DİYARBAKIR
[email protected]
[email protected]
ve baca gazları, bakır zenginleştirme tesislerinde
flotaston sonrası atık havuzlarına gönderilen
ancak yeterli önlem alınmadığı için yüzey
sularına karışan bakır bileşikleri bölgede ciddi
kirliliğe neden olmaktadır. Bu nedenle gerekli
önlemler alınmalı ve ocak işletmeciliği sonrası
mutlaka ocakların rekreasyonları yapılmalı ve
doğaya kazandırılmalıdır.
Bölgenin maden potansiyeli ve gelişmekte
öncelikli bölgeler arasında olduğu göz önüne
alınırsa, madencilik faaliyetlerinin çevreye
zarar vermeyecek şekilde sürdürülmesi
gerekmektedir.
Madenciliğin çalışma sahası doğadır. Birebir
ilişkide olduğumuz bu sahaya zarar vermemiz
ise kaçınılmazdır.
GİRİŞ
Diyarbakır ve yakın yöresi mermer, jips, tuğla
kiremit toprağı, marn, kalker ve tras gibi
endüstriyel hammaddeler ve asfaltit, petrol
ve kömür gibi enerji hammaddeleri açısından
oldukça zengindir. Türkiye’nin gübre sektöründe
çok önemli bir yere sahip olan en önemli fosfat
yatakları da bu bölgede yer almaktadır. Ayrıca,
Diyarbakır’da renk ve desen bakımından uluslar
arası pazarda yoğun talep gören kireçtaşı
kökenli önemli mermer alanları mevcuttur.
Bölge metalik madenler açısından fakir olup,
kuzeyde yitim ve bindirme zonunda masif sülfit
ve metamorfizma sırasından oluşmuş veya
yeniden yataklanmış metalik yataklar gözlenir.
Şekil 1’de Diyarbakır ve yakın yöresinde yer
alan maden yatakları görülmektedir.
Madencilik faaliyetleri; yerüstü madenciliği,
yeraltı madenciliği ve cevher hazırlama
süreçlerini kapsar. Bu süreçler içerisinde çevreye
en az zarar veren faaliyetler yeraltı madencilik
çalışmalarıdır. Çalışmalar yerin yüzlerce metre
altında sürdürüldüğü için yerüstünde herhangi
bir tahribata yol açmazlar. Yüzey madenciliği
daha çok görsel kirlilik oluşturur. Cevher
hazırlama süreçlerinde oluşan atıkların bertaraf
edilmesi beraberinde birçok çevre sorunu
getirir.
Bölgede Yapılan Madencilik Faaliyetleri
ve Çevreye Olan Etkileri
Bölgede ağırlıklı olarak yerüstü madencilik
faaliyetleri yapılmaktadır. Özellikle çimento
sanayisine hammadde üreten bir çok taş ocağı
bulunmaktadır. Bölgenin mermer potansiyeli
de dikkate alınırsa, görsel tahribata neden olan
yüzey madencilik faaliyetleri göze çarpar.
Çimento Hammaddeleri
Şekil 1. Diyarbakır ve yakın yöresinde yer alan maden
yatakları (As-Asfaltit, Asb-Asbest, Ba-Barit, C-Kömür,
Cr-Krom Cu-Pb-Zn-Bakır-Kurşun-Çinko, Ç-Çimento hammaddeleri, D-Disten, Fe-Demir, J-Jips, K-Kireç Ln-Linyit,
Mn-Mangan, Mr-Mermer, P-Fosfat, Pr- Pirofillit, T-Tras
malzemesi, TK-Tuğla kiremit killeri,Tr-Traverten )
Çimento hammaddeleri denilince akla kireçtaşı,
kil ve marn gelmektedir. Şekil 2’de çimento
hammaddesi üretim sahası ve oluşturduğu
görsel tahribat görülmektedir. Bu madenler
yüzey madenciliği ile çıkarılır. Yüzey madenciliği
yeryüzünün genel yapısını bozar, yer altı ve
348
yerüstü sularını kirletir, gürültü ve toz oluşturur. En önemli tahribat ise
görseldir. Görsel tahribatın nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz; dekapaj
yığını, stok alanı, yollar, rampalar, basamaklar, iş makineleri ve şantiyedir.
Döküm sahasının yeri iyi belirlenerek, bozulan arazilerin yeniden
düzenlenme ve iyileştirme çalışmaları işletmeye başlamadan önce
planlanıp üretimle paralel olarak sürdürülerek görsel tahribatın önüne
geçilebilir.
Şekil 2. Çimento Hammaddesi Üretim Sahası
Bölgede beş tane önemli çimento fabrikası bulunur. Bunlar; Mardin, Siirt,
Ergani, Şanlıurfa ve Derik’tedir.
Diyarbakır Ergani’deki çimento fabrikası önemli çevre sorunları
oluşturmaktadır. Genel anlamda çimento fabrikaları partiküler hava
kirleticiler arasında başta gelir. Diyarbakır- Ergani’deki çimento fabrikası
bölgenin önemli çimento fabrikaları arasındadır.
Çimento fabrikalarından çevreye yayılan kirleticiler, fırınlarda meydana
gelen (SO2, CO ve NOx) gazları, kireçtaşı ve çimento tozudur. Ergani
çimentonun çevreye verdiği zararların nedenleri şunlardır;
Fabrikanın ilçe merkezinin hemen yakınında bulunması, rüzgarın yönünün
fabrika bacalarından çıkan tozları ilçe merkezine ulaştıracak yönde esmesi,
hammaddenin taşınması, öğütme ve karışım hazırlama işlemleri sonucunda
toz oluşması ve fırında gerekli ısı için yakılan yakıttan kaynaklanan gazların
ve tozların çevreye salınmasıdır.
Bunların sonucunda baca tozlarının yayılması çıplak gözle bile
görülebilmektedir. Toprağın yapısı bozulurken, tarım alanları olumsuz
yönde etkilenmekte, bağ ve bahçelerden yeterli verim alınamamaktadır.
349
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Fosfat Madenciliği
Güneydoğu
Anadolu
bölgesi
Türkiye’nin
en önemli fosfat bölgesi konumundadır.
Mardin-Mazıdağı fosfatları 1993 yılına kadar
işletilmekteydi. Zenginleştirilmesi gereken
atıklar büyük stoklar oluşturduğundan üretim
durdurulmuştur. Üretim; dekapaj, açık işletme
ve cevher hazırlama süreçlerini kapsamaktaydı.
Şekil 3’de Mazıdağı Fosfat Zenginleştirme Tesisi
ve stok sahası görülmektedir.
Şekil 4. Mermer Üretim Faaliyetleri
Şekil 5. Oluşan Mermer Atıkları
Şekil 3. Mazıdağı Fosfat Zenginleştirme Tesisi
Mazıdağı fosfatlarının bir diğer önemli sorunu
konsantrenin pazarlanamamasıydı. Konsantre
uzak
mesafelere
taşındığından
maliyet
artmaktaydı. Bunun yerine yanı başına fosforik
asit ve gübre tesisinin kurulması Mazıdağı
fosfatlarını ekonomik hale getirecektir.
Diyarbakır Mermercilik Sektörü
Ülkemizde mermer ocaklarında yaklaşık
olarak %15–25 oranında net blok üretimi,
%75-85 oranında ise atık oluşmaktadır.
Bunun en önemli nedeni; jeolojik yapıdır.
Bir diğer nedeni ise yanlış işletmecilik ve
uygun makinelerin seçilememesidir. Oluşan
atıkların çok az bir kısmı mıcır üretiminde
kullanılarak değerlendirilmektedir. Şekil 4’de
Diyarbakır’da mermercilik faaliyetleri ve şekil
5’de mermercilik faaliyetleri sonucunda oluşan
atıklardan görüntüler verilmektedir.
Oluşan artıklar mıcır üretimi dışında satılabilir
blok niteliği taşımayanlar renk ve homojenliğine
göre ayrı ayrı istiflenerek talebe göre yeniden
değerlendirilebilir. Terk edilen sahalara üretimi
yapılan yerlerde oluşan artıklar doldurulabilir.
Bölgede Metal Madenciliği
Diyarbakır ve yakın yöresinde zengin
krom yatakları dikkat çekmektedir. ElazığGuleman yöresinde halen işletilmekte olan
bir krom madeni bulunmaktadır. Tüm metal
madenciliğine olduğu gibi kromda da cevher
artıklarının depolanması beraberinde çevre
sorunlarını getirir. Oluşan artıklar için atık
barajları inşa edilmektedir. Atık barajları inşa
edilirken barajın tabanı geçirimsiz hale getirilir.
Böylece yüzey ve yer altı sularının kirlenmesi
önlenmiş olur.
Bölgede iki tane bakır madeni bulunmaktadır.
Bunlardan biri 2006 yılında üretime geçen
Siirt-Madenköy Bakır madeni ve üretimi sona
350
ermiş olan Elazığ-Maden’dir. Elazığ-Maden’deki bakır madeni atıklarının
gereğince depolanamaması nedeniyle yüzey sularının kirlendiği yöre
insanları tarafından söylenmektedir.
Tras Malzemeler
Herhangi bir iyileştirme çalışması yapılmadan terkedilmiş tras sahaları
görüntü kirliliği oluşturmaktadır.
SONUÇ
Diyarbakır ve yakın yöresi endüstriyel hammaddeler açısından oldukça
zengindir. Bölgede endüstriyel hammaddelerin çıkarılması sırasında
uygulanan yüzey madenciliği önemli ölçüde görüntü kirliliğine neden
olmaktadır. Ergani ilçesinde bulunan çimento fabrikası çevreye ve insan
sağlığına zarar vermektedir. Mardin-Mazıdağı fosfatlarının oluşturdukları
büyük stoklar değerlendirilmelidir. Mermercilik sektöründe %75-85
oranında atık oluşmaktadır. Bu atıkların değerlendirilmesi gerekmektedir.
Metal madenciliğinde oluşan atıklar çevreye zarar vermeyecek şekilde
geçirimsizliği sağlanmış atık barajlarında depolanmalıdır.
351
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
KAYNAKLAR
1. AYHAN M., KARAKUŞ A., AYHAN F.D., ABAKAY H., ‘Diyarbakır Mermer Sektöründe Oluşan
Atıklar ve Özellikleri’ Mermer Artıklarının Değerlendirilmesi ve Çevresel Etkilerinin Azaltılması
Sempozyumu, Diyarbakır, 2009.
2. AYDIN M.E., ‘Etibank Guleman Kef Konsantratör Tesisi Kromit Atıklarının Değerlendirilmesi’
Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Diyarbakır, 2001.
3. İMAMOĞLU M.Ş., MUŞ K., ‘Diyarbakır ve Yakın Yöresinin Maden Potansiyeli Açısından
Değerlendirilmesi’ U.D.U.S.İ.S, Diyarbakır, 2010.
4. URL-1 maden.org.tr.
352
MADENCİLİK İŞLETMELERİNİN ÇEVRESEL ETKİSİ VE
ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
354
ÖZET
Günlük yaşamımızda kullandığımız metalik, malzemeler, endüstriyel
hammaddeler ve her türlü yenilenebilen ve yenilenemeyen enerji
kaynaklarının üretimi, madencilik faaliyetleri sonucunda üretilmektedir.
Bunun yanında, kaçınılmaz olarak, madencilik işletmelerinin çevreye, her
açıdan olumsuz etkileri bulunmaktadır. Maden ocaklarından yeraltı ve
yerüstü madenciliği sırasında, çıkarılan madenler, yeryüzünün jeomorfolojik
görünümünü kötüleştirmekte, bitki örtüsünü tahrip etmekte, atmosferi
ve yer altı sularını kirleterek yaşamı zorlaştırmaktadır. Bu zararların en
aza indirilebilmesi için bir takım tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Bu çalışmada madencilik faaliyetlerine ülkemizden örnekler verilerek,
alınması gereken önlemler üzerinde durulacaktır. Özellikle mermer ve taş
işletmelerinde blok verimi oldukça düşük olup, blok verimini artırarak, çevre
kirlenmesinin önüne geçmek olasıdır. Diğer madencilik çalışmalarında da
benzer önlemler alınarak çevrenin iyileştirilmesine önemli ölçüde katkılar
sağlanabilecektir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Environmental Impact Of Mining Activities And Some
Measures To Be Taken
Abstract
We use in our daily life, metallic, materials, industrial raw materials and
all kinds of renewable and nonrenewable sources of energy production,
is produced as a result of mining activities.. As well as the inevitable,
mining activities in all aspects of the environment has adverse effects.
Underground and surface mining of minerals of the earth removed during
mining geomorphological appearance worsens, destroying vegetation,
pollute the atmosphere and underground water as their life difficult. To
minimize this loss of a number of measures should be taken. In this study
our country by giving examples of mining activities, will focus on measures
to be taken. Especially in marble and stone quarrying block efficieny is very
low, by increasing the block efficiency is likely to prevent environmental
pollution. Similar measures in other mining activities as a significant
contribution to improving the environment will be provided.
GİRİŞ
Günlük yaşamımızda kullandığımız metalik, malzemeler, endüstriyel
hammaddeler ve her türlü yenilenebilen ve yenilenemeyen enerji
355
Ali Bilgin1
Veli Kara2
1
Batman Üniversitesi,
Mühendislik ve Mimarlık
Fakültesi, Jeoloji
Mühendisliği Bölümü,
Batman.
2
Süleyman Demirel
Üniversitesi, Mühendislik ve
Mimarlık Fakültesi, Jeofizik
Mühendisliği Bölümü,
Isparta.
[email protected]
[email protected]
kaynaklarının üretimi, madencilik faaliyetleri
sonucunda üretilmektedir. Madencilikte maden
işletmesi, açık ocak veya yeraltı işletmesi
şeklinde yapılmaktadır. Çıkarılan madenlerde,
ekonomik değer taşıyan minerallere eşlik
eden fakat ekonomik değer taşımayan
mineraller de bulunmaktadır. Ekonomik
değer taşıyan minerallerin ekonomik değer
taşımayan minerallerden ayrılması, şartlar
elveriyorsa madenin çıkarıldığı yerde, aksi
takdirde cevher zenginleştirme tesislerinde
gerçekleştirilmektedir. İşte bu malzemeler
toplandığı alanlarda büyük yığınlar oluşturarak
Mermercilik, taş ocağı ve diğer her türlü
madencilik faaliyetleri sırasında, maden işletme
yöntemine bağlı olarak, gerek açık işletme
ve gerekse yeraltı işletmelerinde önemli
düzeylerde kazılar yapılmaktadır. Bu kazılar
sırasında, arazinin doğal konumu bozulmakta,
araziye bırakılan artık malzemelerle, maden
alanında görünüm kirliliği ortaya çıkmaktadır.
görünüm kirliliğine neden olmaktadır.
sahasına bırakılan bu artık malzemelerin
geçici veya sürekli olarak toplandığı alanı,
arazinin yeniden kazanımı, maden işletmesi
sırasında açılan çukurları yeniden doldurmak,
yamaç duraylılığını sağlamak, tesviye etmek,
tesviye alanlarına peyderpey organik madde
bakımından zengin toprak sermek, buraları
yeniden ağaçlandırmak ve bu tahrip edilmiş olan
alanları yeniden kazanmak gibi tüm işlemlere
iyileştirme faaliyetleri adı verilmektedir. Yeni
kazanılan alanlarda, jeomorfolojik konuma bağlı
olarak, kütle hareketleri, heyelan gibi ortaya
çıkabilecek olan jeolojik tehlikelere karşı da bir
takım yeni önlemlerin alınması gerekmektedir.
Bunun yanında, kaçınılmaz olarak, maden
işletmelerinin çevreye, her açıdan olumsuz
etkileri bulunmaktadır. Maden ocaklarından
yeraltı ve yerüstü madenciliği sırasında,
çıkarılan madenler, yeryüzünün jeomorfolojik
görünümünü kötüleştirmekte, bitki örtüsünü
tahrip etmekte, atmosferi ve yer altı sularını
kirleterek
yaşamı
zorlaştırmaktadır.
Bu
zararların en aza indirilebilmesi için bir takım
önlemlerin alınması gerekmektedir.
Bu
çalışmada
madencilik
faaliyetlerine
ülkemizden örnekler verilerek, alınması
gereken başlıca önlemler üzerinde ayrıntılı
olarak durulacaktır. Özellikle ülkemizdeki pek
çok işletmelerde mermer ve taş işletmelerinde
blok verimi oldukça düşük olup, blok verimini
artırarak, çevre kirlenmesinin önüne geçmek
olasıdır. Diğer madencilik çalışmalarında
da maden işletmesinin ve bunlara bağlı
zenginleştirme tesislerinde, benzer önlemler
alınarak çevrenin iyileştirilmesine önemli
boyutta katkılar sağlanabilecektir.
Böylece, madencilik faaliyeti sonucu kazı
alanlarında büyük çukurluklar ve araziye
bırakılmış büyük yığınlar şeklinde artık
malzemeler dikkati çekmektedir. Maden
Ayrıca madencilik faaliyetleri sonucu oluşan
yeni yapı deprem risklerine karşı da güvenli
olmalıdır. Arazi kullanımı dikkate alınarak
madencilik sonrası oluşturulacak olan saha için
jeoteknik haritalar hazırlanarak, arazi kullanım
amacına bağlı olarak, yeniden düzenlenmelidir.
Yeraltı madenciliği yapılan bir alanda maden
sahasında, çökmeler olabileceği için herhangi
bir konut yapımına kesinlikle izin verilmemelidir.
Kömür işletmeleri ve diğer madencilik
356
faaliyetlerinde açık işletmelerde üstte organik maddece zengin bir toprak
katmanı varsa bu topraklar, belirli yerlerde depolanarak, tekrar yeniden
kullanım için mutlaka saklanmalıdır.
Maden sahalarının genel özellikleri; maden sahası, hareketli elemanlar, her
türlü yapılar, atık türleri, arazinin morfolojik konumu, madencilik faaliyeti
sonucu ortaya çıkan değişimler ve iyileştirme çalışmaları olmak üzere
özetlenmiştir (Çizelge-1).
1-Maden ocak cinsi ve özellikleri
Açık işletme
Yeraltı işletmesi
Ekskavatörler
2-Hareketli elemanlar
Kepçeler
Damperli kamyonlar
Bant konveyorlar
İdare binaları
Sosyal tesisler
3-Her türlü yapılar
Araç garajı
Araç bakım ve onarım binası
Yollar ve köprüler
Dekapaj malzemesi
4-Atık türleri
Gang mineralleri
Düz arazi
5-Arazinin Jeomorfolojik konumu
Engebeli arazi
Dağlık arazi
Arazide morfolojik bir değişim yok
6-Madencilik faaliyeti sonucu arazi yapısında
ortaya çıkan değişimler
Arazide derin çukurluklar mevcut
Arazide çökmeler var
Patlatmalar sonucu arazide kırık ve çatlaklar
ortaya çıkmış
Çukurların doldurulması
Galerilerin doldurulması
7-Maden sahasını iyileştirme çalışmaları
Mermer artıklarının yapay mermer üretiminde
kullanılması.
Çevrenin yeşertilmesi
Jeofizik çalışmalar
Çizelge-1. Maden sahalarının genel özellikleri
357
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Madenler yenilenemeyen hammadde ve
enerji kaynakları olduklarından yerine yenileri
konulamamakta ve kapladığı alanlarda geçici
olarak, bir zaman dilimi içinde işletilmekte
ve sonra terk edilmektedir. Dolayısıyla bu
yerler yeni değerlendirmelerle kullanılabilir ve
yararlanabilir konuma getirilecek mutlaka yeni
düzenlemelere tabi tutulmalıdır.
Madenciliğin Çevreye Olan Görsel
Etkileri
Maden ocağı açılmadan önce, maden sahasının
kendine özgü doğal jeomorfolojik görünümü
mevcuttur. Maden ocağı açıldıktan sonra
hafriyat ve diğer kazıları da içine alan tüm
madencilik faaliyetleriyle çevrenin doğal
görünümü bozularak, estetik açıdan hoş
olmayan bir topoğrafik görünüm ortaya çıkar.
Ülkemizde Burdur Isparta ve diğer alanlarda
uygulanan açık işletme yöntemleri, yapısal
özellikler ve diğer faktörlere dayalı olarak
mermer üretiminde blok verimi oldukça düşüktür
(Bilgin ve Özkahraman, 2009). Dolayısıyla
önemli düzeyde dekapaj malzemeleri ve artık
mermerler arazide yığınlar oluşturarak görsel
açıdan, topografya üzerinde görünüm kirliliğine
neden olmaktadır (Şekil-1).
Şekil-1. Bucak traverten ocağında mermer pasalarının
oluşturduğu yığınlar.
Madencilik türü, yeraltı işletmeciliği şeklindeyse,
açılan galerilerden alınan cevherlerin yerleri
tam doldurulmadığı için arazide zaman içinde
çökmeler kaçınılmazdır. Çökmeler ortaya
çıkınca yeryüzündeki bina ve yollarda tahrip
olmaktadır.
Arsenik Cevherleşmeleri
Isparta Burdur Karayolu üzerinde Gölbaşı
Köyü’nün 4 km güneyinde Gölbaşı As
cevherleşmesi, yer almaktadır (Şekil-2).
Arsenik cevherleşmesi dar bir alanda kendisini
göstermekte olup, kuzey güney yönünde dike
yakın damarlar şeklinde dikkati çekmektedir.
Damarların kalınlığı 60 cm ile 100 cm arasında
değişmektedir. Arsenik içeren damarlar fliş
fasiyesindeki (kumtaşı-şeyl) litolojiler içinde
dere içinde mostralar vermektedir. Arsenik
içeren realgar minerallerine damarlarda yer
yer kalsit ve barit gang mineralleri şeklinde
eşlik etmektedir (Şekil-3). Bunlar içerisindeki As
miktarı, % 1.30 ile % 25.00 arasında değişmekte
olup, hesaplamalarda ortalama As değerinin %
11 dolayında olduğu anlaşılmıştır (Kuşcu, 1995).
Gölbaşı Köyü arsenik zuhurlarının çevresel
etkisi nedir? Bu zuhurlardan kaynaklanan As,
yeraltı sularına nasıl geçer diye sorgulanırsa,
yağışlarla yağmur suları yüzeydeki kayaçların
çatlaklarından aşağıya doğru süzülürken,
arsenik bulunduran realgar minerali ile
etkileşerek, realgar minerallerinde yer alan
As elementini katyon halinde bünyesine alır.
İşte bu cevher mostralarını yıkayan yağmur
suları, yeraltı su tablasını da As ile kirleterek,
bu sulardan içme suyu olarak yararlanan tüm
canlılarda telafisi mümkün olmayan hastalıklara
neden olmaktadır. Bu hastalık ellerde, dudaklar
civarında
iyileşmeyen
yaralar
şeklinde
358
görülmektedir. İçme suyunda eser miktarda yer alan As, bu suyu içen
hayvan ve insanların sinir yüzeylerinde iltihaplanmalara, siroza, anemiye,
ülsere, akciğerlerde iltihaba, mesane kanserine, kromozom bozukluğuna
ve cilt kanserlerine neden olmaktadır (Aswathanarayana, 1995).
Dünya sağlık teşkilatının ve EPA’nın verilerine göre içme suyundaki As
nispeti hiçbir zaman 100 ppb’yi geçmemelidir (WHO). Bu nedenle Gölbaşı
Köyü içme sularını besleyen yeraltı sularında As’in olumsuz bir etkisinin
olup olmadığı araştırılmalıdır (Bilgin ve diğ.,2005).
Şekil-2. Isparta Burdur karayolunda Gölbaşı mevkisi yakınındaki arsenik zuhurlarında
realgar minerali.
Şekil-3 Gölbaşı arsenik zuhurlarını gösteren jeolojik harita.
Atmosferik Etkiler
Bütün madencilik faaliyetlerinde mutlaka hava kirliliği söz konusudur.
Özellikle açık işletme yöntemiyle çalıştırılan maden ocaklarında en dikkati
çeken sorun, toz problemidir. Madenin üzerindeki örtü katmanı alındığında,
bitki örtüsü de tahrip olmaktadır. Bitki örtüsü ortadan kalkınca ayrışmış
küçük kayaç parçacıkları rüzgarla birlikte hareket ederek, maden civarında
yaşamlarını sürdüren tüm canlıları olumsuz olarak etkilemektedir.
İşletilen madenin türüne göre, maden içerisindeki, sağlığa zararlı olan As,
S, Hg, Cd, Pb gibi zararlı maddelerde rüzgarla taşınarak, solunan havayla
birlikte akciğerlerimize ulaşarak sağlığımızı bozarak, telafisi mümkün
olmayan hastalıklara yol açabilmektedir.
359
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Çoğu kentlerimiz, jeomorfolojik konumu
itibariyle, korunmaya elverişli olduğu için
karstik bir polye içinde kurulmuştur. Karstik
kireçtaşlarının çözülmesi sonucu söz konusu
polye ortaya çıkmıştır. Toroslar’da Isparta ve
diğer kentlerin civarında çok sayıda benzer
polyeler dikkati çekmektedir (Dayan ve diğ.,
1999). Bu tür polyelerde oturanlar kış aylarında
hava sirkülasyonun yeterli olmadığı dönemlerde
ısınmada kullanılan kömürlerden kaynaklanan
SO2 ve diğer madde parçacıkları atmosferde
hava kirliliğine yol açmaktadır. Bu kirlilikte
sağlık açısından yaşamımızı olumsuz olarak
etkilemekte olup pek çok hastalıklara neden
olmaktadır.
Farklı gazların karışımından ibaret ve yedi
ayrı katmandan oluşan atmosferin en alt
bölümünde canlılar yaşamlarını sürdürmektedir.
Atmosferde kirliliğe neden olan başlıca gazlar;
H2O, CH4, NO3, NO2, NH3, SO2, ve H2S bileşenlerdir.
Bazen de aerosol adı verilen ağır metaller ve
cıva gibi buharlaşabilen ağır metaller atmosfer
de yer alır. Aeroseller mikroskobik boyutta
olup, endüstriyel alanlardan kaynaklanan farklı
kimyasal bileşimlerdeki bileşenlerdir. Bunların
boyutları 0.001-100 μm arasında değişir.
Kentlerde araba eksozlarından aerosoller
ortaya çıkar. 1000 arabanın bir saatte
atmosfere bıraktığı aerosel miktarı 0.49 gr/l dir
(Aswathanaranaya,1995).
Fosil yakıtlardan kömürler, yakıldıklarında
atmosfere SO2 ve CO2 verilmektedir. Bu durum
küresel ısınmayla sera etkisi de yapmaktadır.
Aerosollerde serinletici etki yapmaktadır. CO2
yağmur suları ile birleşerek asit yağmurlarına
neden olur. Bu asit yağmurları canlılar, yer
üstü ve yeraltı sularına da olumsuz etkide
bulunur. Özellikle binalarda kullanılan yapı
malzemeleri bu yağmurlardan etkilenmekte
ve ayrışmaktadır. Isparta’da kaynaklanmış tüf
(köfke) ve traki andezitlerden yapılmış tarihi
binalarda ve ören yerlerdeki yapılarda bu etki,
açık bir şekilde görülmektedir.
Ülkelerin çoğunda sağlık açısından teneffüs
edilecek havanın kalitesi ile alakalı ölçüler
belirlenmiştir. Buna göre SO2 miktarı 80 μgr/
m3, NO2 miktarı 100 μgr/m3, CO miktarı 10
mg/m3, tozlar 75 μgr/m3 ve CH4 miktarı da
160 μgr/m3 rakamların altında olmalıdır
(Aswathanaranaya,1995).
Yukarıdaki veriler değerlendirildiğinde kışın pek
çok kentimizde ısıtmada kullanılan yakıtlardaki
SO2 değerinin normal değerlerin (80 μgr/m3)
üzerinde olduğu görülmektedir (Şekil-4). Bu
nedenle şehrin ısıtılmasında hava kirliliğine yol
açmayacak çevre dostu enerji kaynaklarından
yararlanılması uygun olacaktır (Dayan ve
Özkahraman,1997).
Şekil-4. Isparta’da kış aylarına ait 13 yıllık SO2 ve
partikül miktarı (mg/m3)olarak verilen hava kirliliği
(Çevre İl Müdürlüğü’nden alınmıştır).
Sülfidli Madenlerle Yer Üstü Ve Yeraltı
Sularının Kirlenmesi
Asidik tür madenlerin drenajı sonucu maden
sahası ve civarındaki yer üstü ve yeraltı
360
sularında önemli boyutta kirlenmeler ortaya çıkmaktadır. Bu sular,
akarsulara boşalım yapıyorsa akarsularda da kirlenmeler olmaktadır.
Terk edilmiş madenlerde de benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Isparta
Keçiborlu ve Kıbrıs Toreodos Masifindeki bakır madeni bunlara güzel birer
örnektir. Özellikle madenlerin nakliyesi sırasında da çevredeki sular yoğun
bir şekilde kirletilmektedir. Bileşiminde kükürt bulunduran mineraller,
havanın oksijenini alarak, sulara karışır, bu karışım sonucu suların asitlik
derecesini artırmaktadır.
2FeS2 + 7O2 + 2H2O ―‣ 2Fe+2 + 4SO4-2 + 4H+ (1)
FeS2 + 14Fe+3 + 8H2O ―‣ 15Fe+2 + 2SO4-2 16H+ (2)
Bu tür maden işletmelerindeki sular, Fe ve Cu içeren minerallerden
kalkopirit ve piriti yıkayıp, oksitlenerek, demir sülfat ve sülfürik asit içeren
sulara dönüşür (1, 2). Pekiyi bu şekilde yeraltı ve yerüstü sularının asitliği
artınca ne olur? Bu asitli sularda yaşayan tüm canlılar, hemen yaşamlarını
yitirirler. Bu tür asidik bileşimli sular metalden yapılmış tüm alet ve
cihazların da korozyona uğramasına neden olur. Bu tür bakır üretilen
maden işletmelerine, ülkemizdeki Ergani, Murgul ve diğer Doğu Karadeniz
bölgesindeki bakır madenleri, çevresel kirlenmelerin sıkça görüldüğü
yöreler arasındadır. Jeotermal alanlarda, kömür ve uranyum madenlerinde
de benzer çevre kirlenmeleri söz konusudur. Aşağıdaki çizelgede maden
çeşidi, oluşabilecek olan mineralize sular, bu suların pH’ı ve kimyasal
kirlenmeler hakkında genel bilgiler sunulmuştur (Çizelge-2).
Maden Çeşidi
Açık işletme sülfidli
Atık Sular
Yağmur sularıyla
cevher
yıkanma
Altın üretiminde
Altın Madeni
kullanılan siyanür
Suyun Özelliği
Düşük pH≤5
Yüksek pH≥10
gibi kimyasallar
Uranyum madeni
Petrol ve doğal gaz
Kömür madeni
Kimyasal Kirlenme
Cu arsenik ve
antimuan
Arsenik, siyanür ve
cıva
Düşük pH ve
As, Cd, Cr, Co, F, Pb,
Tuz ve
yüksek SO4
Yüksek NaCl,
Hg, Mo, Ni
Bor, hidrokarbon
hidrokarbonlar
Zengin SO4
CH4.
Düşük pH≤5
fluorid, uranyum
Cu, Fe, Ni ve Cd
Asitle yıkama
Çizelge-2. Maden alanlarında muhtemel kirlenmeler
361
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Kanserojen Mineraller
Asbest ve diğer kanserojen minerallerde sağlık
açısından önem taşımaktadır. Asbest madeninde
çalışan işçilerde gerek maden işçiliği ve gerekse
bu madenin taşınması sırasında akciğerlerinin
asbestten etkilenmesi sonucu, akciğer kanseri
görülmektedir.
Maden sahalarında açık işletme ve yeraltı
işletmeleri sırasında ortaya çıkan tozlardan
lifimsi yapıdaki minerallerden kaynaklananlar
kanserojen nitelikteki minerallerdir.
Türkiye’de kanser açısından risk taşıyan alanlar
harita’da verilmiştir (Şekil-5)
bir gazdır. Organik maddelerin (bitkiler) fizikokimyasal etkilerle milyonlarca yıllık bozuşma
sürecinde oluşan kömür yatakları, doğal
olarak bünyelerinde bol miktarda metan gazı
bulundururlar.
Yine çöp toplama sahalarında nerdeyse bir
kenti ısıtacak kadar metan gazı üretirler. Metan
gazı kömürden sızan bir gazdır. Bu gaz, hava
ve oksijenle karışarak her an patlamaya hazır
durumdadır.
Metan gazının havayla birleşmesiyle, grizu
adı verilen oldukça yanıcı ve patlayıcı yeni bir
gaz karışımı ortaya çıkar. Yeraltında metan
gazının (CH4) ocak havasındaki derişimi %2-4
oranındaysa yanıcı, % 4,5-14,5 oranında
patlayıcı, % 15’den sonra ise boğucu bir özellik
taşıdığı bilinmektedir.
Kömür madeni ocağında, metan gazının % 4,5% 14,5 arasında olması durumunda küçük bir
kıvılcım grizu patlamasına neden olabilmektedir.
Şekil-5. Türkiye’de asbest ve kanserojen minerallerden
erityonitten etkilenen alanlar (Barış, 2003 ve Atabey,
2005’den değiştirilerek)
Lifimsi minerallerden amfibol ve serpantin grubu
minerallerden bazıları, zeolit minerallerinden
de erityonit ve morderit kansorejen mineraller
arasında sayılmaktadır (Kadir, 2009)
Kömür Madenlerinde Grizu Patlamaları
Kömür madenlerinde dikkati çeken en önemli
tehlikelerden birisi de grizu patlamasıdır.
Grizu metan gazının hava ile olan karışımı
olarak bilinmektedir. Metan gazı (CH4), organik
maddelerin bozunması sonucu ortaya çıkan
Grizu patlamasının önlenebilmesi için kömür
ocağının havalandırılmasının çok iyi olması
gerekmektedir. Emniyet açısından ocaklarda
sistematik olarak gaz ölçümleri yapılmalıdır.
Tedbir olarak ocakların aydınlatma için akülü
lambalar kullanılmalıdır.
Maden Alanının Doldurularak Yeniden
Kazanımı
Maden alanlarındaki artık maddeler maden
sahasındaki galerilere ve diğer çukur bölümlere
doldurularak, bu artıkların çevreyi görünüm
kirliliği yapmasının önüne geçmek mümkündür
(Şekil- 6).
362
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Şekil-6. Stevensan’da doldurularak kazanılmış bir maden alanı
(Wikipedia, the free encyclopedia)
Maden alanlarının özellikle yeraltı işletmeciliği yapılarak çalıştırılmış
bulunan madenlerde daha sonra çökmeler sonucu ortaya çıkabilecek
olan tehlikelerde bertaraf edilmektedir. Bu tür yeniden kazanılan alanlara
rekreasyon sahaları adı verilmektedir.
Şekil-7 Amerika’da Alaska Altın madeni rekreasyon alanı
(Vasia Alaska, Wikipedia, the free encyclopedia)
SONUÇ
Mermer ve taş işletmelerinin artıklarının kimyasal açıdan herhangi
bir çevresel etkisi yoktur. Bunlar Burdur ve Isparta yöresinde yığınlar
oluşturarak sadece görsel açıdan çevresel kirlenmeye neden olmaktadır.
Maden sahalarında en önemli sorun, madenin kazılması, taşınması ve
öğütülmesi sırasında ortaya çıkan tozlar, diğer bir anlatımla katı atıklardır.
Bu malzemelerden mermer artıkları günümüz teknolojisinde yapay
mermer, mıcır, derz ve sönmüş kireç üretiminde değerlendirilir.
Sülfitli mineraller ayrışarak sülfatlı bileşiklere dönüşerek, yağmur sularının
kayaçların süreksizlik düzlemleri boyunca yeraltına sızmasıyla yer altı
sularını rahatça kirletebilmekte ve canlıların yaşamlarını tehdit etmektedir.
Maden alanlarında, hazırlanan jeoteknik haritalarla, arazinin jeomorfolojik
konumu, yamaç eğimleri, asidik suların etkilediği tarım toprakları ve diğer
363
ortaya çıkabilecek olan kitle hareketlerinin yerleri ayrıntılı olarak işaretlenmelidir. Asidik alanlara
kireçtaşları serilerek toprağın asitliği önemli düzeyde azaltılabilir.
Özellikle ülkemizdeki pek çok işletmelerde mermer ve taş işletmelerinde blok verimi oldukça
düşük olup, blok verimini artırarak, çevre kirlenmesinin önüne geçmek olasıdır. Diğer madencilik
çalışmalarında da maden işletmesinin ve bunlara bağlı zenginleştirme tesislerinde, benzer
önlemler alınarak çevrenin iyileştirilmesine önemli boyutta katkılar sağlanabilecektir.
364
KAYNAKLAR
1. Aswathanarayana, U., 1995, Geoenvironment, A.A. Balkema, pp.233235, Rotterdam
2. Atabey, E., 2005, Tıbbi jeoloji, TMMO Jeoloji Mühendisleri Odası,
Yayını, 195 p., Ankara
3. Barış, Y.I., 2003,”Anne bana kerpeteni getir” Anadolu’nun bitmeyen
akciğer kanseri, Bilimsel Tıp Yay., 224 p.
4. Bilgin, A., Ismailov, T., Caran, Ş., 2006, Isparta Yöresi kaynak
sularında flüor, iyot, arsenik düzeyleriyle insan kökenli (antropojenik)
kirlenme ve sağlığa etkileri, 1. Tıbbi Jeoloji Semp. TMMOB Jeol. Müh.
Odası Yay. No. 95, pp.228-229, Ankara. 5. Bilgin, A., Özkahraman, T., 2009, Marble potential of Isparta and
some related problems, International Symposium on Engineering and
Architectural Sciences, Balkan Caucasus and Turkic Republics. I, 22-24
October, pp.231-237, Isparta, Turkey
6. Dayan, E., Özkahraman, T.,1997, Isparta’da yakıt olarak kullanılan
linyitlerin hava kirliliğine etkisi ve alınması gereken önlemler. TMMOB,
Isparta’da Hava Kirliliği ve Doğalgaz 97, pp.152-158, Isparta.
7. Dayan, E., Bilgin, A., Hancer, M.,1999, Die Karsterscheinungen an
den östlichen Hangen des Davras Dağı (Westlicher Taurus): Karren
Dolines, Uvalas, Z.Geomorph. 43/3, pp.321-340.
8. Kadir, S., 2009, I Tıbbi Jeoloji Çalıştayı, 30 Ekim-1 Kasım 2009, Ürgüp.
9. Kuşcu, M., 1995, Gölbaşı (Isparta) epitermal arsenik mineralizasyonunun
jeolojik özellikleri, Türkiye Jeoloji Bült, c.38, s. 2, pp43-52, Ankara.
10.
Şentürk, A., Gündüz, L., Tosun, Y.İ., Sarıışık, A., 1996.
Mermer Teknolojisi Kitabı, S.D.Ü.Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Maden
Mühendisliği Bölümü, 242 p., Isparta.
11. Yücetürk, G., 2010, Göller Bölgesindeki Kayaçların Minerolojik ve
Petrografik Özelliklerinin Yapay Mermer Kalitesine Etkileri, S.D.Ü. Fen
Bilimleri Enst. Doktora Tezi, Isparta.
365
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
DİYARBAKIR VE ÇEVRESİNDE NEOLİTİK DÖNEMDEN
(M.Ö.10.000) GÜNÜMÜZE MADEN
366
ÖZET
Dünya’da yerleşik hayata adımların atıldığı bu bölgede insanların önceleri
sileksit (Çakmak Taşı) ve Opsidiyen gibi doğal taşlardan faydalanarak,
bunlardan çeşitli aletler yaptıkları bilinmektedir. Yerleşik hayata geçme
ile birlikte bölge insanının bakır (malakit) , çinko, arsenik, altın, gümüş,
kurşun ve demir gibi madenleri keşfettikleri görülmektedir. Günümüzden
binlerce yıl önce keşfettikleri bazı maden (mineral-kayaç-kıymetli taşlar
v.b) ocaklarını işleterek, buradan çıkardıkları madenleri ham veya işlenmiş
olarak Yakındoğu’nun diğer bölgelerine pazarlayan bölge insanının bu yolla
büyük ekonomik kazanç, prestij ve güç elde ettiği anlaşılmaktadır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Bu çalışmada Diyarbakır ve çevresinde neolitik dönemden günümüze kadar
önemini devam ettiren madenler üzerinde durulmuştur.
GİRİŞ
İnsanoğlu için mihenk taşı olarak adlandırılan bazı kavramlar vardır.
Örneğin bunlardan bir tanesi kesin olarak ne zaman kullanıldığı bilinmeyen
ateştir. Bir diğeri ise hayvanların evcilleştirilmesi aşamasıdır. Üçüncüsü
belki de en önemlisi ise insanların yerleşik hayata geçmesini, uygarlaşma
sürecini başlatan tarımı öğrenmesidir. Ancak insanların ilerlemesi ve
günümüz sürecine varmasına yani teknoloji çağına erişmesine ve bu
yolda ilerlemesini sağlayan “madeni”de kullanmış olması en az onlar
kadar önemlidir. Çünkü bilim adamları insanların geçirmiş olduğu evreleri,
insanların kullanmış olduğu alet ve edevatların ve yapım malzemelerine
göre değerlendirme yaparak isimlendirme yoluna gitmiştir. Biz bunlara
Tarihi Devirler diyoruz. İlk devir Neolitik yani yeni taş devri; ilk olarak taştan
aletlerin yapıldığı devirdir. İkincisi, Kalkolitik yani Khalkos: bakır ve Litos:
taş’ın bir arada kullanıldığı devir. Üçüncüsü ise Tunç Devri ya da Bronz
Devri olarak adlandırılan devirdir ki bu da bakıra arsenik veya kalayın
karıştırılarak sertleştirilmesinin sağlanmasıyla oluşan yeni alaşımdan
ismini almıştır.
Enver AKIN1
Orhan KAVAK2
Dicle Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Diyarbakır
2
Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Maden Mühendisliği Bölümü
Diyarbakır
[email protected]
[email protected]
1
Maden olarak bildiğimiz şey esas olarak kayaçlar içerisinde saklı olan bu
cevher ile insanların ilk görsel tanışıklığı çok daha erkene dayanabileceğini
söylemek mümkünse de son yıllardaki arkeolojik veriler, madenlerden
faydalanmanın Neolitik Çağ ile başladığını ortaya koymuştur. Özellikle ilk
denemelerin maden pasları olarak bilinen doğal akıntılar veya kayaçlardan
elde edilen çeşitli renk tonlarındaki boyalar ile çeşitli bezemelerin yapıldığını
367
göstermekteyiz. Çatalhöyük’te tapınak duvarına
işlenen kadın betiminde kullanılan boyanın
metal oksit olması bunun en güzel örneklerinden
biridir (Resim 1). Neolitik çağda Proteknoloji
olarak bilinen metal oksit kullanımı ile sınırlı
kalınırken, Kalkolitik Çağ’da ise isminden de
anlaşılacağı üzere taş malzemelerin yanında
bakırdan bazı malzemelerin de kullanılmaya
başlandığı dönemdir. Daha önceleri taştan ve
pişmiş topraktan yapılan kapların kırılması veya
parçalanması durumundan sonra bir daha aynı
amaç için kullanılması mümkün olamazken,
madenlerden yapılan kapların kırılıp dökülse
bile geri dönüşümünün olduğu ve eritilme yolu
ile bir daha kullanılma şansının olması, dönem
insanı için çok önemli bir avantaj sağlamış
olmalıdır.
Resim 1 Çatalhöyük tapınak duvarında kadın betimi
Madenden yapılan kapların eritildikten sonra
hazırlanan kalıba aktarılarak şekillendirilmesi
işçilik ve emek açısından insanoğluna büyük
bir olanak sağladığı gibi, aynı hacimli kapların
değiştirilmeksizin seri olarak üretilmesi yani
fabrikasyon sisteminin oturmasını aslında
ilk endüstri devrimi olarak nitelendirmek
mümkündür. Hiçbir zaman için eşit hacim
taş-pişmiş toprak ve ahşaptan kap yapılma
şansı olmazken Kalkolitik Çağ’da madenden
kalıp yöntemi ile standart kapların üretilmesi
aynı zamanda toplumda norm olarak
adlandırabileceğimiz matematiksel kuralların
da yerleşmesine neden olmuştur. Artık mal
üretiminin bir ölçüsü olmuş, serbest ticaretteki
trampa sistemi ölçüye dayandırılmış, bir işçinin
emek karşılığı kap ölçekleri ile daha doğru ve adil
bir hale getirilmiştir. Bu basit ama çok önemli
dönüşümün matematiksel kural ve kavramların
çok daha fazla gelişmesine ve yerleşmesine ön
ayak olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki sonraki
süreçte arazi ölçümleri ve hangi araziye ne
kadar suyun ayrılması gerektiği de ilerletilen
matematiksel kurallara bağlanabilmiştir.
Doğrudan madenden faydalanmanın en güzel
örneği ise M.Ö.7250-6750. yılları arasında
Diyarbakır-Ergani
yakınındaki
Çayönü
yerleşmesinde ele geçen bakırdan yapılmış
örneklerdir (Özdoğan ve diğ., 1994). Doğal
bakır olarak bilinen malakit’ten yapılan bir
boncuğun yeryüzüne doğal yollarla ulaşan
bakır rezervinden alınarak soğuk dövme yolu
ile şekillendirildiği anlaşılmaktadır (Özdoğan
ve diğ., 1994). Önceleri doğadan alınan doğal
bakırın dövülme yöntemleri ile çok sınırlı
oranda metalden alet yapılabilmişken, sonraları
ısıtarak eritilme yönteminin ilerlemesi ile artık
maden ocaklarının işletilmeye başlandığına
tanık oluyoruz (Savaş 2006). Pişmiş topraktan,
taş, ahşap ve kemikten yapılmış geri dönüşümü
olmayan aletler yerine eritilerek kalıplama
yöntemi ile yapılan geri dönüşümlü madeni
368
alet ve edevatların kullanılmaya başlanması en başta tarım alanında
çeşitli kolaylıklar sağladığı gibi üretimin de katlanarak artmasına da
neden olmuştur. Tüm bunların yanında sürekli gelişen ve değişik ihtiyaçlar
hisseden toplumda doğası gereği daha yumuşak olan bakır madeninin her
alanda kullanılabilmesi sıkıntı yaşattığı düşünülmüş olmalı ki insanlar buna
beli oranda arsenik katarak bakırı sertleştirmeyi yani tunç haline getirmeye
başladıklarına tanık oluyoruz. M.Ö. 4.binlerin son çeyreği ile başlatılan bu
süreç yeni bir çağ olarak Tunç veya Bronz Çağ’ı (M.Ö.3200-1200) olarak
ta adlandırılan yeni bir dönemin başlamasını da beraberinde getirmiştir.
Anadolu’da Tunç Çağ’ının erken dönemlerinde bakıra karışım olarak keskin
ve kötü bir kokusu olan zehir oranı yüksek arsenik kullanılmışken, M.Ö.
2. binin başlarından itibaren arsenik yerine kokusuz ve zehirsiz kalayın
kullanılmaya başlandığına tanık oluyoruz. O dönemde Anadolu’da arseniğin
kullanılmış olmasının nedeni olasılıkla Anadolu’daki bolluğu şeklinde
açıklanabilirken, kalayın azlığı onun Mezopotamya tüccarları tarafından
coğrafyaya pazarlandığını göstermektedir. M.Ö. 2. binin son çeyreğinde
ise yeni bir dönemin Demir Çağ’ının Anadolu’da gelişmeye başlandığına
tanık oluyoruz. Aslında Hitit kaynaklarında çok daha önceleri demirin
kullanıldığına (Yalçın 1999) tanık olunurken ( Hitit kaynaklarında amutum
şeklinde geçmektedir) bunun sınırlı kullanılmış olmasından dolayı M.Ö.
1200’ler de Anadolu’ya göç eden Deniz Kavimleri yolu ile yerleştirildiği
düşünüldüğünden bu sürece Demir Çağı adı verilmiştir.
Tarihsel süreçte Anadolu’daki en önemli bölgelerden bir tanesi Güneydoğu
Anadolu olarak görülmektedir. Dicle ve Fırat ırmakları arasında kalan
ve Mezopotamya olarak adlandırılan bu bölgede yer alan ve sulanabilen
toprakların Anadolu’daki en erken yerleşmelerin bu coğrafyada
gelişmesindeki ana etkenlerden biridir. Geniş tarım alanları ve su
kaynakları yanında zengin maden kaynaklar ile de dikkat çeken bölgenin
sürekli olarak insan topluluklarını cezb ettiği anlaşılmaktadır. Diyarbakır
ve çevresinde özellikle Ergani-Maden civarındaki bakır yataklarının
Neolitik Dönem’den itibaren aralıksız olarak günümüze kadar kullanıldığı
anlaşılmaktadır ki bazı araştırmacıların bu günkü Diyarbakır isminin de
bakır madeni ile ilişkili olabileceği tezini savunmalarına neden olmuştur.
Çayönü yerleşmesinde kullanılan ilk bakır işlemesi ile başlayan sürecin
arkeolojik veriler ve yazılı kayıtlar ışığında sürekliliğini devam ettirdiği
gözlemleniyor. Sümer yerleşme yerlerinin bu bölgede yoğunlaşması aynı
zamanda bakır madenlerini de kontrol etme çabası olarak yorumlanabilir.
369
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Çünkü bugünkü Irak topraklarında kalan aşağı
Mezopotamya’nın madenler konusunda zengin
olmadığı bilinmektedir. Hitit kaynaklarında I.
Hattuşili’nin bu bölgeye yaptığı seferlerden
sonra bölgeden götürülen zengin ganimetlerden
dolayı başkent Hattuşa’nın hazinesinde çeşitli
madenlerin başının ve sonunun olmadığından
söz edilmektedir (Savaş, 2006).
Diyarbakır bölgesi ile ilgili bazı yazılı kaynaklarda
M.Ö. 14.yy. da Tuşhan’da (Bugünkü Bismil
ilçesine bağlı Üçtepe veya Tepe beldesindeki
Ziyaret Tepe) krallık yapan Tişşatal’ın kendi
kentlerinde üretilen bakır kazanları komşu
ve dost ülke krallarına hediye ettiğinden söz
edilmektedir ( Loon, 1977).
Ayrıca bölgede üretilen bakır kazanların Doğu
Akdeniz’deki Tyr, Sidon (Sayda) ve Al Mina
limanları yolu ile Yunanistan, Adalar ve Güney
İtalya liman kentlerine ihraç edilmesinden söz
edilir (Loon, 1977). Yine madencilik konusunda
son derece ilerlemiş olan Urartu Krallığının
maden yatakları üzerinde strateji geliştirdiği
anlaşılmaktadır ki, Siirt Madenköy olarak
bilinen yerde bulunan maden ocaklarını uzun
süre kendileri tarafından işletildiği, arkeolojik
verilerce de doğrulanabilmektedir (Belli, 2000).
Resim 2 Van Pürneşe den üfleme boruları
SONUÇ
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, özellikle Diyarbakır
ve çevresinde, arkeolojik kazıların ve yazılı
kayıtların yetersizliğinden, maden üretimi
işlenmesi ve pazarlanması konusunda elimizde
yeterli veri bulunmasa da bölgede özellikle
Diyarbakır, Mardin ve Midyat çevresinde
köklü altın ve gümüş işlemeciliğinin varlığını
günümüzde de devam ettirmesi,
bölge
insanının tarihin derinliklerinden bu yana
maden işletmeciliği konusunda uzman olduğunu
göstermektedir.
Burada yapılan incelemelerde çok sayıda ateş
ocakları, maden cürufları ve üfleme boruları
ele geçmiştir (Resim 2). Tarihte Anadolu’ya
özellikle Urartu üzerine düzenli seferler
yapmaları ile tanınan Asur İmparatorluğu’nun
temel hedeflerinden biri Urartu’nun ve bölgenin
zengin madeni ganimetlerini elde etmek ve
maden ocaklarını kontrol etme çabası gerçeği
bu tezi doğrular niteliktedir.
370
KAYNAKLAR
1. Belli, O., 2000. ‘Eskiçağ Dünyası’nın En Büyük Madenci Krallığı:
Urartular’, Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi
2. Loon, M. N. v., 1977. The Place of Urartu in the First Millenium B.C.
Trade
3. Savaş, S.Ö., 2006. Çivi Yazılı Belgeler Işığında Anadolu’da ( İ.Ö. 2. Bin
Yilında) Madencilik ve Maden Kullanımı
4. Özdoğan, M., Özdoğan, A., Bar-Yosef, D., Van Zeist, W., 1994.
Çayönü Kazısı ve Güneydoğu Anadolu Karma Projesi 30 Yıllık Genel
Değerlendirme, KST 15/1,
5. Yalçın, Ü., 1999. Early iron metallurgy in Anatolıa, AnSt 49 (Anatolian
Iron Ages 4)
371
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
YAKINDOĞU VE DİYARBAKIR ÇEVRESİNDE MEYDANA GELEN TARİHİ
DEPREMLER VE SOSYO-KÜLTÜREL ETKİLERİ
372
ÖZET
Dünyadaki en erken kültürlerin Yakındoğu’da geliştiği bilinmektedir. Bu
coğrafya da Deprem Bölgesi üzerinde yer almaktadır. Anadolu, Eğe Adaları,
Yunanistan ve İran coğrafyalarında gelişen kültürlerin bu depremlerden
büyük zarar gördükleri ve hatta bazılarının bu yıkımlar nedeniyle ortadan
kalktığını görmekteyiz. Bu coğrafyadaki depremlerin yarattığı olumsuz
etkileri antik kaynaklar ve arkeolojik kazılardan da öğrenebilmekteyiz.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Bu çalışmada özellikle Anadolu Topraklarında yer alan Kuzey Anadolu Fayı,
Doğu Anadolu Fayı, Ege Horst-Grabenleri gibi aktif tektonizma sonucu
oluşan Yakındoğu ve çevresinde oluşan tarihi depremler irdelenmeye
çalışılacaktır.
GİRİŞ
Depremler, yeraltında biriken potansiyel enerjinin, aniden boşalması olarak
tanımlanan jeolojik bir olaydır. Yeryüzü tabakalarının birbiri üzerine belirli
noktalarda kuvvet uygulaması sonucunda biriken bu potansiyel enerji,
fiziki kurallara uygun olarak paralel şekilde yayılır. Bu durum sonucunda
meydana gelen sarsıntılar, ses-ışık-ısı-gürültü şeklindeki enerjiler olarak
yaşanır ve bu kırılma noktalarında yeryüzü çatlakları oluşur. Yeryüzündeki
arazı parçalarının birbirini sıkıştırması ile oluşan basınç sonucundaki
kırılmalar, yanardağlardaki volkanik patlamalar ve tsunamiler yeryüzündeki
insan için hep felaket ve yıkım olarak görülmüştür. Dünyanın oluşumu ile
birlikte var olduğu bilinen bu jeolojik olayların en eski insanlar tarafından
nasıl algılandığı bilinmemektedir. Ancak Neolitik çağla birlikte yerleşik
hayata geçen insanların bu tip doğa olaylarını betimlemeye başlaması ile
birlikte kendisinin de onu açıklaması ile ilgili bir ön görüsünün olabileceğini
düşünmek mümkündür. Çatalhöyük’te tapınak duvarına işlenen ve üzerinde
bazı noktaların işaret edildiği görülen harita şeklindeki duvar resminin
hemen yakınındaki eski bir volkanik dağ olan Hasan Dağı ile ilişkili olabileceği
(Karagöz, 2005) düşünülmektedir (Resim 1). Bu resmin, tapınak duvarında
işlenmesi yanardağ patlamaları ve benzer diğer felaketlerin nedenlerini
din ve inanç ile açıklanması şeklinde yorumlanabilmektedir. Gerçektende
yazının kullanılmaya başlanması ile birlikte Anadolu, Mezopotamya ve diğer
Yakındoğu bölgelerinde ele geçen birçok yazılı belgede, deprem felaketleri,
tanrılara karşı yapılan saygısızlıklarla ilişkilendirilerek tanrıların insanlara
karşı bir gazabı olarak nitelendirildiklerini görmekteyiz.
373
Enver Akın1
Orhan KAVAK2
Dicle Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Diyarbakır
2
Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Maden Mühendisliği Bölümü
Diyarbakır
[email protected]
[email protected]
1
Resim 1 Çatalhöyük Hasandağı Haritası
Günümüzde deprem olarak nitelendirilen
jeolojik
olayların
oluşumunu,
deprem
dalgalarının
yayılma
biçimlerini,
ölçüm
aletlerini inceleyen ve değerlendiren bilimsel
incelemelere sismoloji denilmektedir. Dilimize
girmiş olan bu kelimenin kökeni Grekçe’dir ve
seio (sallamak, sarsmak) ile seismos (sarsıntı,
şok) kelimelerinden türetilmiştir. Bu kelimenin
de deniz tanrısı Poseidon ile ilişkili olması,
Greklerin’de depremleri dinsel yolla açıklamaya
çalıştığının bir göstergesi olmalıdır (Grimall,
1997). Enosigaios kelimesi Poseidon için
denizleri titreten anlamına gelmektedir.
Böyle denmesinin nedeni olasılıkla adalar,
yarımadalar ve deniz çevresinde yaşayan
Greklerin çevrelerinde yaşanan depremlerde
sarsıntılardan sonra deniz sularının yükselmesi
sonucu oluşan tsunami ile ilişkili olmalıdır.
Sismoloji kelimesinin depremle ilişkili olarak
kullanılması M.Ö. 6. yüzyılda bilimin temellerinin
atıldığı İonya Bölgesinde başlamaktadır.
Daha sonra 19. yüzyıl fiziki coğrafyacıları ve
araştırmacıları da bilimsel yer hareketleri ile ilgili
çalışmalarında aynı sözcüğü kullanmışlardır.
Büyük ve küçük çok sayıdaki adalardan oluşan
Ege Adaları aktif bir fay hattı üzerinde yer
almaktadırlar. Çok eski tarihlerden bu yana bu
adalar üzerinde meydana gelen depremlerde
çok önemli tahribatların yaşandığı bilinmektedir.
M.Ö. 3. binin başları ile birlikte Saray Çağı olarak
adlandırılan yüksek bir uygarlık ile karşımıza
çıkan Girit’in Minos Uygarlığı, başta Mısır ve
Suriye limanları ile yaptığı ticaret sayesinde
dönemin en önemli uygarlıklarından biri haline
gelmişti (Resim 2). Ancak büyük bir talihsizlik
olmalı ki M.Ö. 16. yüzyılda meydana şiddetli bir
deprem ile merkezi otoritesini önemli ölçüde
kaybettiği, daha sonra da Thera’da meydana
gelen volkan patlaması ile gücünün tamamını
kaybederek köklü Minos Uygarlığının tarihten
silindiğine tanık oluyoruz. Meydana gelen bu
ağır tahribat sonrasında savunmasız hale gelen
Girit’e daha önceleri göçmen tüccar olarak
buraya yerleşen Akha’lar (Myken) tarafından
iskân edilmeye başladığına tanık oluyoruz.
Görüldüğü gibi depremler sadece tahribat
ile ölçülemez, aynı zamanda beraberlerinde
sosyo kültürel ve ekonomik bir dönüşümü
de getirebilmektedir. Adalar ve yarımadalar
üzerinde kurulu Grek kültüründe de depremlere
dinsel anlamda çözüm getirilmeye çalışıldığı
anlaşılmaktadır. Çünkü seiso ve seismos
kelimelerinin de Enosgaios’tan yani tanrı
Poseidon için denizleri titreten anlamındaki
kelimelerden türetilmiş olmalıdır.
Poseidon aslında deniz tanrısı iken depremle
ilgili boyutu nedeni ile karalarda da deprem
felaketlerinin yaşanması, onu denizden uzak
kalan kara yerleşme yerlerinde de önemli
kılmıştır. Bu öneminden dolayı olmalıdır ki hem
deniz kenarındaki yerleşme yerlerinde hem de
iç bölgelerdeki yerleşme yerlerinde yaşanan
şiddetli depremler tanrıya karşı bir duyarsızlık
ve
saygısızlık
şeklinde
yorumlanmıştır.
Depremlerden sonra tanrı için yeni tapınaklar
374
yapılmış, kurbanlar kesilmiş ve hatta depremlerden korusun diye bir çok
kentte üzerinde Poseidon’un yer aldığı sikkelerde (para) basılmıştır (Güney,
2007).
Resim 2 Girit Knossos sarayı içerisinden bir görüntü
Arkeolojik veriler ve yazılı kayıtlar tarihin derinliklerinden itibaren bazı
şiddetli depremlerin yaşanmış olduğunu göstermektedir. Bunlardan en
önemlisi daha sonraki Yakındoğu mitoslarını temelden etkileyecek olan
“Tufan Efsanesi”dir. İnsanların çoğalması, uygarlaşması, sanatı ve mimariyi
geliştirmesi, madeni kullanması sonucu, kısacası uygarlaşması tanrılar
tarafından kalabalık ve rahatsız edici saygısızlık şeklinde algılandığından,
onların neslini yok etme yoluna gittikleri düşünülmektedir. Tanrılar
birliğinden çıkan karar suların yükseltilerek insanların yok edilmesi
şeklinde olmuştur. Ancak insanlara çok yakın duran Eridu kentinin baş
tanrısı, Mezopotamya kültürlerinin su ve akıl tanrısı Ea, diğer adı ile Enki,
bu karara karşı çıktıysa da başaramamış.
Bunun üzerine insan soyunu kurtarma adına sevdiği sofusu Utnapiştim’e
ulaşarak bir gemi yapmasını ailesi ile birlikte, ihtiyacı olan gerekli araçgereç ve yiyeceklerin yanı sıra her hayvan türünden de birer çifti yanına
almasını gizlice söylemiştir. Bunlardan çıkan sonuca göre, Mezopotamya’da
da deprem ve benzeri gibi doğal olayların gerekçesi din ve tanrılarla
açıklanmaya çalışılmıştır. Gerçektende, son arkeolojik verilere göre M.Ö. 4.
bin öncesinde Mezopotamya’nın Basra Körfezi kıyılarında olasılıkla büyük
bir depremin sonucu suların yükselmesi ile bir tsunami’nin oluşmasından
dolayı birçok kentin sular altında kaldığı anlaşılmaktadır. Uruk’ta yapılan
kazılarda yerleşmesinin altında kalınlığı 2-3m. yi bulan kalın bir kum
tabakasına rastlanılmıştır. Bu kum tabakasının kaldırılmasından sonra
altında daha erken bir yerleşmenin ortaya çıkmış olması böyle bir felaketin
yaşanmasını doğrulaya bildiği gibi Tufan Efsanesi’nin de bu olayla ilişkili
olabileceğini düşündürmektedir.
375
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Son derece aktif fay hatlarının bulunduğu
Anadolu’da dünyada günümüze kadar yaşanmış
olan depremler açısından Çin’den sonra
ikinci sırada yer almaktadır. Neolitik Çağ’da
Çatalhöyük’te tapınak duvarına işlenen ve
yakınındaki bir volkanik dağ olan Hasan Dağı
ile ilişkilendirilen betimleme Anadolu’da ki
en eski betimdir. Kalkolitik Çağ’da benzer
betimlemelerin
ele
geçmemiş
olması
Anadolu’da bu dönemde depremin yaşanmadığı
anlamına gelmemelidir. Çünkü kazıları yapılan
birçok Kalkolitik yerleşme yerlerinde ortaya
çıkan bazı kırılma izleri ve yangın katman izleri
olan bazı depremler hakkında ayrıntılı bilgi
sahibi olmamızı sağlamaktadır. M.Ö. 4.yüzyıl ve
sonrasında Anadolu coğrafyasında kayıtlı olarak
bilinen yüzden fazla deprem yaşanmıştır. Bu
kayıt altındaki depremlerin çoğu o dönemin en
önemli metropol diyebileceğimiz Bergama, Efes,
Milet, Kyzikos Antakya ve Konstantinopolis ve
çevrelerinde yaşanırken, kayıt altına alındıkları
için bilinmektedir. Örneğin depremlerin
oluştuğu kentlerdeki yıkılan devlet binaları,
surlar ve halka yapılan yardımlar ve vergi
muafiyetleri ile ilgili günümüze ulaşan çok
sayıda yazılı belge mevcuttur. Fakat daha küçük
mevcuttur. Düşündürücü olan bu belirgin izlerin
bulunduğu alanlarda herhangi bir savaş aletinin
ele geçmemiş olması ve iskanların kültür
düzeyinin en yüksek seviyede iken kesilmesi
nedensel olarak deprem gibi doğal felaketlerle
ilişkili olabileceği yanlış olmayacaktır. M.Ö. 3. bin
sonlarında Anadolu’ya gelerek Hatti topraklarına
yerleşen Hititlerin, Orta Anadolu’da yaşanan bir
depremden sonra zayıflayan Hatti otoritesinin
ardından bölgeye egemen olmaya başladıklarını
düşünmek olasıdır. Doğu Anadolu’da aktif fay
hatları üzerinde kurulan Urartu devleti’nin
mimari bilinci hareketli coğrafyasına göre
şekillendirdiği anlaşılmaktadır. Kale ve sur
duvarlarında kyklopik denen devasa taşların
kullanılması, depremlere karşı bir önlem
gibi görülmektedir. Ancak yinede sürekli
yaşanan depremlerden fazlası ile etkilenmiş
olmalı ki M.Ö. 7. yüzyılda merkezi otoritesinin
zayıflaması sonucu dışarıdan gelen saldırılara
karşı direnç gösteremeyip ortadan kalktığı
anlaşılmaktadır.
Anadolu’da depremlerin
şiddetinin en bariz şekilde anlaşılabilen dönemi
M.Ö. 1. bin ve sonrasıdır. Yazılı kayıtların
bolluğu ve arkeolojik veriler, meydana gelmiş
yerleşme yerlerinde kayıt altına alınmayan
yaşanmış olan yüzlerce ciddi depremlerinde de
Anadolu’da yaşanmış olabileceğini söylemek
yanlış olmayacaktır.
Önemli bir bölümü hareketli fay hatları üzerinde
olan Anadolu’da Bizans Dönemi’nde de özellikle
İstanbul ve Marmara Bölgesinde çok önemli
depremlerin yaşandığı bilinmektedir. Aynı
durum Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri için de
geçerlidir. Doğu Anadolu’da ilk çağda olduğu
gibi orta çağda da kayıtlı verilerin azlığı nedeni
ile en az diğer bölgeler kadar ciddi depremlerin
yaşandığını tahmin etmemizle birlikte tarihleri
ve tahribat boyutları açısından çok fazla
bilgiye sahip değiliz. Son yıllarda Diyarbakır
ve çevresinde gerçekleştirilen arkeolojik
kazılardan biri olan Salat Tepe çalışmalarından
Tunç Çağı’nda ciddi bir depremlerin yaşandığı
anlaşılmaktadır. Bu depremlerin izlerini
Üçtepe, Gricano, Kavuşan Höyük, Ziyaret Tepe,
Kenan Tepe ve Hırbe Merdan (Esentürk ve diğ.,
2007) gibi yerleşim yerlerinde ortaya çıkarılan
kesitlerden takip edebilmekteyiz (Resim 3).
376
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Resim 3 Salattepe kazından depremden etkilenen mimari yapı
Deprem Fay hatları içerisinde yer alan Diyarbakır merkezinde de ciddi
tahribatları gösteren kayıtlar mevcuttur ( Resim 4 ) bu kayıtlara göre M.S.
1114-1115 yılında Diyarbakırda meydana gelen deprem sonucu ile kentteki
Ulu Cami’nin tahrip olduğu ve bir yangının yaşandığını öğrenmekteyiz (
Mateos, 1962).
Resim 4 Diyarbakır ilinin Deprem riski haritası
Anadolu’nun bu talihsiz deprem kaderi ile ilgili en acı örnek tıpkı 24 Ağustos
1999’da Marmara depreminde görüldüğü gibi aynı coğrafyada hatta aynı
bölgede Roma Dönemi’nde yaşanan bir depremde küçücük çocuğunu
kaybeden bir babanın oğluna yaptırdığı mezar stelinden okunabilmektedir
(Karagöz, 2005).
SONUÇ
Tarihteki depremler incelendiğinde eski insanların sosyo-kültürel, ekonomik
ve dinsel yapılanmalarının izlerinin görülebileceği anlaşılmaktadır.
Günümüzde bile incelendiğinde bu izlerin yaşamlarında sürdürüldüğünü
anlamak mümkündür. Gelecekte meydana gelebilecek depremleri tahmin
etmenin en önemli yollarından bir tanesi de geçmişte ne olduğunu iyi
bilmektir. Eski çalışmalarda, bir bölgede meydana gelen depremlerin
tahmininde, sadece aletsel olarak kayıt edilebilen son yüzyıl depremleri
kullanılırken artık günümüzde tarihsel dönem kayıtlarının da önemli olduğu
anlaşılmıştır. Arkeolojik kanıt bir deprem için kesin bilgi vermemekle
377
birlikte arkeojeoloji, arkeosismoloji, arkeojeofizik vb. gibi disiplinler arası çalışmalar ile kısmen de
olsa kesinlik kazanmaktadır. Bizim yapmış olduğumuz çalışma bu anlamda önem kazanmaktadır.
KAYNAKLAR
1. Esentürk, Y., Ökse, A.T., Görmüş, A., 2007. İnternational Earthouake Symposıum, s. 758-762,
Kocaeli
2. Grimal, P., 1997. Mitoloji Sözlüğü, Yunan ve Roma
3. Güney, H., 2007. Antik Çağda Deprem ve Tanrı Poseıdon, İnternational Earthouake Symposıum,
s. 767-768, Kocaeli
4. Karagöz, Ş., 2005. Eskiçağ’da Depremler
5. Urfalı Mateos, 1962. Vakayiname, Çev: H. D. Andreasyon
378
ENERJİ KAYNAKLARI
BİYOGAZ VE BİYODİZELİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ
382
ÖZET
İçinde yaşadığımız dönem klasik bir deyimle, konvansiyonel olarak bilinen
kullanımdaki enerji kaynaklarının riskinin arttığı bir sürecin başlangıcıdır.
Bu risk birçok faktörü içerir. Birincisi, klasik enerji kaynaklarının birçoğu
hesaplanan yaklaşık bir süre sonunda tükenecektir. İkincisi, bu tür kaynaklar
çevre için büyük ve geri dönüşümü olmayan tehlikeler yaymaktadır.
Üçüncüsü, klasik enerji kaynaklarının artan ihtiyacı ve gelişen teknolojiyi
beslemekte yetersiz kalmasıdır. Dördüncüsü ve en önemlisi, gelişmiş ülkeler
enerji çeşitliliğini artırmakta, yaymakta ve belli enerji kaynağı türlerine
büyük oranlarda bağımlı olmamaya çalışmaktadır, yani “Yumurtalarının
hepsini aynı sepete koyma” felsefesine uygun düşünülmektedir. Türkiye
gibi geçmişte petrol, günümüzde petrol+doğalgaz ve gelecekte doğalgaz
bağımlısı olacak bir ülkenin bugünü ve geleceği açısından bu felsefenin
önemi daha da artmaktadır. Çağımızda yeni veya yenilenebilir enerji
kaynaklarının çeşitliliği artmakta, bir kısmı ekonomik alternatiflik açısından
değer kazanmakta, bir kısmı üzerinde ekonomik analizler yapılmakta
ve her gün başka enerji kaynakları ortaya çıkmaktadır. Bu kaynakların
neredeyse tamamının ortak yönü çevreye kısa ve uzun vadede olumsuz
etki oluşturmamasıdır. Biyogaz ve biodizel yakıtlar bu kapsamda en yeniler
arasındadır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Enerji rezervlerinin tükenmeye yüz tuttuğu ve en pahalı üretim girdilerinden
birinin enerji olduğu bu günün şartlarında, yeni ve yenilenebilir enerji
kaynaklarının araştırılması söz konusu olmuştur. Bu enerji kaynakları,
enerji sıkıntısının aşılmasında bilinen enerji kaynaklarına alternatif
olarak görülmektedir. Bu alternatif enerji kaynaklarından biri də biyogaz
enerjisidir. Bu enerji kaynağı, organik atıkların kıymetlendirilmesinde
oldukça büyük bir öneme sahiptir. Hayvansal ve bitkisel atıklar,
çoğunlukla ya doğrudan yakılmakta, yada tarım topraklarına gübre olarak
verilmektedir. Ancak, atıkların yakılarak ısı üretiminde kullanılması daha
yaygın olarak görülmektedir. Bu şekilde istenen özellikte ısı üretilemediği
gibi, ısı üretiminden sonra atıkların gübre gibi kullanılması da mümkün
olmamaktadır. Biyogaz teknolojisi ise organik menşeli atıklardan hem enerji
eldesine hem de atıkların toprağa kazandırılmasına imkan vermektedir.
Hayvan gübresinin yakılmasının önlenerek tarım topraklarına kazandırılması,
kırsal kesime bu enerjinin yerine ikame edeceği bir enerjinin verilmesi ile
mümkündür. Bu ikame enerji, yine hayvan gübresinden elde edilebilecek
383
Murat TOMAR
Diyarbakır
[email protected]
olan biyogazdır.Biyogaz, çok yönlü bir enerji
kaynağı olarak doğrudan ısıtma ve aydınlatma
amacıyla kullanıldığı gibi, biyogazın elektrik
enerjisine ve mekanik enerjiye çevrilmesi de
mümkün olmaktadır.
BİYOGAZ
Biyogaz, hayvansal ve bitkisel atıkların oksijensiz
ortamda ayrışması sonucu ortaya çıkan bir gaz
karışımıdır. Bileşiminde % 60-70 metan (CH4),
% 30-40 karbondioksit (CO2), % 0-2 hidrojen
sülfür (H2S) ile çok az miktarda azot (N2) ve
hidrojen (H2) bulunmaktadır.
Ülkemizde hayvansal ve bitkisel atıklar,
çoğunlukla ya doğrudan doğruya yakılmakta
veya tarım topraklarına gübre olarak
verilmektedir. Ancak atıkların yakılarak ısı
üretiminde kullanılması daha yaygın olarak
görülmektedir. Bu şekilde istenilen özellikte
ısı üretilemediği gibi, ısı üretiminden sonra
atıkların gübre olarak kullanılması da mümkün
olmamaktadır. Biyogaz teknolojisi ise organik
kökenli atıklardan hem enerji eldesine hem
de atıkların toprağa kazandırılmasına imkan
vermektedir.
1 m3 biyogazın etkili ısısı;
Biyogaz Üretiminde Kullanılabilecek
Bazı Atıklar
0.62 l gazyağının
Hayvansal Atıklar : Sığır, at, koyun, tavuk gibi
hayvanların gübreleri, insan dışkısı, mezbaha
atıkları ve hayvansal ürünlerin işlenmesi
sırasında ortaya çıkan atıklar
Bitkisel Atıklar : İnce kıyılmış sap, saman, mısır
artıkları, şeker pancarı yaprakları gibi bitkilerin
işlenmeyen kısımları ile bitkisel ürünlerin
işlenmesi sırasında ortaya çıkan atıklar.
Biyogaz üretiminde hayvansal ve bitkisel atıklar
tek başına kullanılabileceği gibi belli esaslar
doğrultusunda karıştırılarak da kullanılabilir.
3.47 kg odunun
1.46 kg odun kömürünün
0.43 kg bütan gazının
12.30 kg tezeğin
4.70 Kwh elektriğin
= 0.66 l motorin
1 m3
biyogaz
= 0.75 l benzin
= 0.25 m3 propan
= 0.2 m3 bütan
= 0.85 kg kömür
1.18 m3 havagazı’nın
sağladığı etkili ısıya eşdeğerdir.
·
Biyogaz temiz ve ısı değeri yüksek bir enerji kaynağıdır.
·
Biyogaz üretiminden sonra atıklar yok olmamakta üstelik
çok daha değerli bir gübre haline dönüşmektedir.
Biyogaz temiz ve mavi bir alevle yanar.
Biyogaz, kullanılmadığı zaman çürük yumurta
kokusundadır ancak yanarken bu koku kaybolur.
Bu özellik, biyogazı ileten borularda kaçak olup
olmadığını anlamada kolaylık sağlar.
·
Biyogaz üretimi sonucu hayvan gübresinde bulunabilecek
yabancı ot tohumları çimlenme özelliğini kaybetmektedir.
·
Biyogaz özellikle kırsal kesimde çevre sağlığını olumlu
etkilemektedir. Çünkü; biyogaz üretimi sonucunda hayvan
Biyogaz çok düşük sıcaklıklarda (-164 °C)
sıvılaştırılabilmektedir.Bu işlem çok pahalıdır bu
nedenle gaz tüplerine depolanması ekonomik
değildir. Genellikle gaz halinde kullanılmaktadır.
384
gübresinin kokusu hissedilmeyecek ölçüde yok olmaktadır.
Ayrıca gübrelerden kaynaklanan insan sağlığını tehdit eden
hastalık etmenleri büyük oranda etkinliğini kaybetmektedir.
Biyogazın Kullanım Alanları
Biyogaz, çok yönlü bir enerji kaynağı olarak doğrudan ısıtma ve aydınlatma
amacıyla kullanıldığı gibi, elektrik enerjisine ve mekanik enerjiye çevrilmesi
de mümkün olmaktadır.
Biyogazın Isıtmada Kullanımı
Biyogazın yanma özelliği bileşiminde bulunan metan (CH4) gazından ileri
gelmektedir. Biyogaz, hava ile yaklaşık 1/7 oranında karıştığı zaman
tam yanma gerçekleşmektedir. Isıtma amacıyla gaz yakıtlarla çalışan
fırın ve ocaklardan yararlanılabileceği gibi termosifon ve şofbenlerde
biyogazla çalıştırılarak kullanılabilir. Biyogaz sıvılaştırılmış petrol gazı ile
çalışan sobaların meme çaplarında basınç ayarlaması yapılarak kolaylıkla
kullanılabilmektedir. Biyogaz sobalarda kullanıldığında bünyesinde bulunan
hidrojen sülfür (H2S) gazının yanmadan ortama yayılmasını önlemek üzere
bir baca sistemi gerekli olmaktadır. Bu nedenle daha sağlıklı bir ısınma için
kalorifer sistemleri tercih edilmektedir.
Biyogazın Aydınlatmada Kullanımı
Biyogaz hem doğrudan yanma ile hem de elektrik enerjisine çevrilerek
de aydınlatmada kullanılabilmektedir. Biyogazın doğrudan aydınlatmada
kullanımında sıvılaştırılmış petrol gazları ile çalışan lambalardan
yararlanılmaktadır. Bu sistemde aydınlatma alevini artırmak üzere amyant
gömlek ve cam fanus kullanılmaktadır. Cam fanus ışığı sabitleştirdiği gibi
çıkan ısıyı geri vererek alevin daha fazla olmasını sağlamaktadır.
Biyogazın Motorlarda Kullanımı
Biyogaz benzinle çalışan motorlarda hiçbir katkı maddesine gerek kalmadan
doğrudan kullanılabildiği gibi saflaştırılarakta kullanılabilmektedir.Dizel
motorlarda kullanılması durumunda belirli oranda (% 18-20) motorin ile
karıştırılması gerekmektedir.
Biyogaz Üretimi Iki Ayrı Yöntemle Gerçekleşmektedir
Kesik Besleme Yöntemi
Tesis hayvansal ve/veya bitkisel atıklarla doldurulmakta ve alıkoymabekleme süresi kadar beklenmektedir.Bu süre sonunda tesis tamamen
boşaltılmakta ve işlem sürekli tekrarlanarak gaz üretimi sağlanmaktadır.
385
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Sürekli Besleme Yöntemi
Tesis hayvansal ve/veya bitkisel atıklarla
doldurulmakta ve alıkoyma süresi kadar
beklenmektedir.Daha sonra biyogaz üretim
tankının (fermantör) sıcaklığına bağlı olarak
günlük beslemelere geçilmekte ve sürekli gaz
üretimi sağlanmaktadır.
Birçok ülkede biyogaz tesisleri planlanan
amaca göre farklı teknolojiler kullanılarak inşa
edilmektedir.
Biyogaz tesisleri, aile tipi (6-12 m3 kapasiteli)
çiftlik tipi (50-100-150 m3 kapasiteli), köy tipi
(100-200 m3 kapasiteli) tesisler olarak ele
alınabileceği gibi başta Almanya olmak üzere
Amerika, Danimarka, İsviçre gibi pek çok ülkede
1000-10.000 m3 kapasiteli biyogaz tesisleri
işletilmektedir.
Aile tipi 6-12 m3 kapasiteli sabit kubbeli
biyogaz tesisleri Çin’de çok yaygın bir biçimde
kullanılmakta ve bu tip tesislerde oluşan biyogaz
tesis içinde (kubbe bölümünde) toplanmakta
ayrı bir gaz depolama tankı kullanılmamaktadır.
Ancak bu durum biyogazın kullanımı sırasında
gaz basıncının düşmesine neden olmakta
dolayısıyla gaz basıncı sabit kalmamaktadır.
Yeterli gaz basıncını sağlamak üzere Çin tipi
tesisler genellikle kullanım yerlerine yakın
kurulmaktadır. Büyük kapasiteli tesislerde ise
oluşan biyogaz, tesisten ayrı veya tesis içinde
sabit olmayan bir yerde toplanmakta (gaz
depolama tankı) ve gaz basıncının sabit kalması
sağlanabilmektedir. Bu tip biyogaz tesislerine
en çok Hindistan’da rastlanmaktadır.
Aile tipi biyogaz tesisleri dışındaki diğer
tesislerin çoğunda biyogazın oluştuğu ortamın
(fermantör) ısıtılması optimum biyogaz üretimi
için gerekli olmaktadır.
Biyogaz üretiminde ortam sıcaklığı çok
önemlidir. Genel bir kural olarak bu sıcaklığın
30-35 °C olması istenir. Isıtmalı olmayan
tesislerde özellikle kış aylarında sıcaklığın bu
derecelere ulaşması mümkün değildir. Sıcaklığın
10 °C’nin altına düşmesi biyogaz üretimini
durdurabilmektedir.
Biyogaz tesislerinde ısı kontrolünün sağlanması
amacıyla güneş enerjisinden yararlanılabileceği
gibi en pratik ve en yaygın kullanılan
sistem,tesis içine yerleştirilen serpantinlerden
yararlanmaktadır ( sıcak su boruları).Bu
sistemde su, tesis tarafından sağlanan biyogazla
ısıtılarak sirkülasyon pompası ile tesis içine
yerleştirilen serpantinler içinde dolaştırılarak
ısıtma sağlanmaktadır.
Biyogaz Tesislerinin
Kapasitelendirilmesi
Biyogaz tesisleri projelendirilirken öncelikle
kapasitenin tesbiti gerekmektedir. Bunun için
tesiste, sadece hayvan gübresi kullanılacaksa;
günlük ortaya çıkan gübre miktarı, hayvanların
beslenme şekilleri ve gübrelerin katı madde
miktarları bilinmelidir.
Günlük ortaya çıkan gübre miktarı
Hayvanların gübre verimleri cinslerine göre
değişik miktarlarda olabilmektedir. Gübre
miktarının hesabında; büyükbaş hayvanlar
için 10-20 kg/gün (yaş) gübre verimi kabul
edilebileceği gibi canlı ağırlığın % 5-6’sı da
günlük gübre miktarına esas alınabilir. Aynı
386
şekilde koyun ve keçi için 2 kg (yaş)/gün veya canlı ağırlığın % 4-5’i günlük
gübre üretimi olarak kabul edilebilmektedir. Tavuk için günlük gübre
üretimi ise 0.08-0.1 kg (yaş)/gün veya canlı ağırlığın % 3-4’üdür.
Hayvanların Beslenme Şekilleri
Hayvanların mera da veya ahırda beslenmeleri günlük gübre üretimini
etkiler.
Gübrelerin Katı Madde Oranları
Optimum biyogaz oluşumu için tesis içi gübre-su karışımının katı madde
oranının % 7-9 olması gerekmektedir. Katı madde oranları; sığır gübresinin
% 15-20, tavuk gübresinin % 30, koyun gübresinin ise % 40 civarındadır.
Bilinmesi gereken diğer bir konu ise hayvan gübrelerinin değişik sıcaklıklarda
optimum alıkoyma-bekleme süreleri ve biyogaz üretim miktarlarıdır.
20 büyükbaş hayvanı olan bir çiftçi ailesi için gerekli olan biyogaz tesisinin
kapasite hesabı aşağıda verilmiştir.
Kabuller:
Fermantör sıcaklığı :
Üretilen gübre miktarı :
Gübrenin katı madde oranı :
Alıkoyma-bekleme süresi :
Gübrenin yoğunluğu :
Günlük gübre üretimi :
30°C
10 kg (yaş)/gün/hayvan
% 20
30 gün
975 kg/m3
20x10 = 200 kg (ağırlık olarak)
200/975 = 0.205 m3 (hacim olarak)
Tesise günlük beslemede verilecek
su miktarı :
Tesisin hacmi :
200 kg (% 10 katı maddenin sağlanması için
gerekli su miktarı)
200 x 2 x 30 /1000 = 12 m3
12 m3 kapasiteli bir biyogaz tesisinden yukarıda belirtilen koşullarda
günlük elde edilebilecek biyogaz miktarı 6-7 m3 civarındadır.
Bu hesabı tavuk gübresi için yaptığımız takdirde, yine tesisi 30 °C’de
çalıştırdığımızı kabul edersek, 12 m3 kapasiteli bir tesis için gerekli olan
tavuk sayısı yaklaşık 2000’dir ve bu tesisten günde 14-15 m3 biyogaz elde
387
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
edilebilir.
Biyogaz tesislerinin tasarımında ele alınması
gereken diğer konular ise;
Aşağıda tavuk ve büyükbaş hayvan işletmelerinin
hayvan sayılarına bağlı olarak kurabilecekleri
biyogaz tesislerinin; büyüklüğü, günlük biyogaz
üretimleri ve bu gazın etkili eşdeğer ısı karşılığı
LPG miktarları verilmiştir.
İşletmelerin Uygun Tesis
Günlük
Üretilebilecek
Eşdeğer
Hayvan
Büyüklüğü
Beslemeler İçin
Biyogaz
LPG
Sayısı
(m3)
Gereken Gübre
Miktarı
Miktarı
(kg(yaş)/gün)
(m3/gün)
(kg)
15
200
17
7
30
400
34
14
60
800
68
28
120
1600
136
56
300
4000
340
140
5 m3
75
2,5
1
10
150
5
2
50
750
25
10
100
1500
50
20
2.500
adet tavuk
5.000
adet tavuk
10.000
adet tavuk
20.000
adet tavuk
50.000
adet tavuk
5 adet
büyükbaş
10 adet
büyükbaş
50 adet
büyükbaş
100 adet
büyükbaş
•
•
•
•
•
•
•
Tesisin kurulacağı yerin seçimi
Tesis inşaatı, tesisin yalıtımı
Tesisin ısıtılması, tesisin işletme koşulları
Biyogazın depolanması ve dağıtımı
Biyogazın taşınması,
Biyogaz kullanım araçlarının belirlenmesi,
Tesisten çıkan biyogübrenin depolanması,
tarlaya taşınması ve dağıtımı gibi esaslarının
önceden ortaya konmasıdır.
Biyogaz tesislerinde çıkan gübre (fermente
gübre) sıvı formdadır. Fermente gübre tarlaya
sıvı
formda
uygulanabilir.Granül
haline
getirilebilir, beton veya toprak havuzlarda doğal
kurumaya bırakılabilir.
Kabuller: Fermantör sıcaklığı: 30 °C, gübrelerin
katı madde oranı: büyükbaş hayvan için 15
kg (yaş)/gün, tavuk için 0.08 kg (yaş)/gün,
alıkoyma-bekleme süresi: büyükbaş hayvan için
30 gün, tavuk için 24 gün.
Ülkemizde biyogaz üretimi ile ilgili araştırma
çalışmaları en yoğun biçimde 1980-86 yılları
arasında
Merkez
TOPRAKSU
Araştırma
Enstitüsünde (Köy Hizmetleri Ankara Araştırma
Enstitüsü) yürütülmüş ve biyogaz üretimi ile
ilgili birçok temel bulgular elde edilmiştir. Aynı
zamanda, yapılan araştırma, uygulama, eğitim
ve yayım çalışmaları başarılı sonuçlar vermiş,
kamuoyunun ilgisi çekilmiş ve önemli düzeyde
bilgi birikimi sağlanmıştır. Söz konusu Enstitü’de
kurulan biyogaz laboratuvarında yürütülen
araştırmalar ve elde edilen sonuçlar aşağıda
özetlenmiştir.
-YIL 19821- “Sığır-Koyun-Tavuk Gübreleri ve Bunların
Karışımlarından Elde Edilebilecek Biyogaz
Verimleri”. Araştırma fermantör sıcaklığı 30
°C’de sabit tutulan 1 m3 kapasiteli prototip
388
biyogaz tesislerinde yürütülmüştür. En yüksek biyogaz verimi tavuk
gübresinden elde edilmiştir (1215.6 l./m3). Tavuk gübresinin karışıma
girdiği konularda biyogaz üretimi artmıştır.
2- “Ankara Koşullarında 12 m3 Kapasiteli TOPRAKSU Tip A Biyogaz
Tesisinde Sığır Gübresinin Biyogaz Verimi”. Araştırma sabit kubbeli
(Çin Tipi) biyogaz tesisinde yürütülmüş, fermantör sıcaklığına müdahale
edilmemiştir. Fermantör sıcaklığı 9 °C’de biyogaz verimi 1.4 m3/gün, 20
°C’de 5.9 m3/gün olmuştur.
3- “Ankara Koşullarında 28 m3 Kapasiteli Biyogaz Tesisinin Gaz
Verimi”. Bu araştırma, çiftlik tipi ısıtmalı ve gaz depolama tankı tesisten
ayrı olan bir biyogaz tesisinde, karıştırma sistemlerinin karşılaştırılması
amacıyla yürütülmüştür. Tesis sıcaklığı 20 °C ile 30 °C arasında tutulmuş,
mekanik karıştırmalı uygulamadan 9.97-25.05 m3/gün, babılgan (kabarcık
tüfeği) ile karıştırmalı uygulamadan ise 7.64-14.56 m3/gün biyogaz elde
edilmiştir.
4- “Değişik Sıcaklıklarda Sığır ve Tavuk Gübrelerinden Elde Edilen
Biyogaz Miktarları” Sığır ve tavuk gübresinden 9-18-27 ve 36 °C’de elde
edilebilecek biyogaz miktarları araştırılmış ve sonuçlar aşağıda verilmiştir.
Fermantör Sıcaklığı (°C)
Sığır Gübresi (l./m3)
Tavuk Gübresi (l./m3)
9
101,4
253,3
18
339,7
448,0
27
509,8
1008,9
36
686,0
1266,2
Sığır ve Tavuk Gübrelerinin Değişik Sıcaklıklarda Biyogaz Verimleri
5- “Değişik Besleme Aralıklarında Sığır ve Tavuk Gübrelerinden
Elde Edilen Biyogaz Miktarları” Fermantör sıcaklıkları 30 °C’de sabit
tutularak hergün, üç günde bir, beş günde bir ve yedi günde bir besleme
yapılmıştır. Sığır gübresinden en yüksek biyogaz verimi, beş günde bir
beslenen konudan sağlanırken (785.7 l./m3) tavuk gübresinden en yüksek
biyogaz verimi hergün beslenen konudan elde edilmiştir (1099.7 l./m3).
6- “12 m3 Kapasiteli Biyogaz Tesisinde Tavuk Gübresinin Gaz Verimi”
Doğal koşullarda yürütülen araştırmada fermantör sıcaklığı 5-19 °C
389
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
arasında gerçekleşmiştir. Tesisten 10 °C’de 2.4
m3/gün, 15 °C’de 4.8 m3/gün ve 19 °C’de 6.9
m3/gün biyogaz elde edilmiştir.
Biyogaz üretim teknolojisinin ülkemizde başarılı
olabilmesi için daha pek konuda araştırma
yapılması gerekmektedir. Bugüne kadar yapılan
araştırmalar belirli bir bilgi birikimi sağlamıştır.
Ancak bu yeterli değildir. Yapılması gereken
araştırmalarda öncelik verilecek konular
aşağıdaki gibi sıralanabilir;
• Biyogaz tesislerinin inşaat tiplerinin bölge
koşullarına göre geliştirilmesi,
• Ucuz ve yöresel izolasyon materyallerinin
saptanması,
• Biyogaz kullanım araçlarının geliştirilmesi,
• Bitkisel atıklardan da biyogaz elde edilmesi
olanaklarının saptanması,
• Biyogaz tesislerinden çıkan gübrenin bitkisel
üretime ve toprak özelliklerine etkilerinin
araştırılması,
• Biyogaz tesislerinden çıkan gübrenin
araziye taşınımını ve dağıtımını sağlayıcı
mekanizasyonun geliştirilmesi,
• Biyogazın çevre sağlığına olan katkılarının
saptanması.
• Biyogaz üretim teknolojisinin kırsal kesimde
yaratacağı
sosyo-ekonomik
etkilerinin
araştırılması.
A – Akış şeması
B – Veriler
KABULLER
Fermantör sıcaklığı
36°C
Üretilen gübre miktarı
15 kg (yaş) / gün / hayvan
Gübrenin
katı
madde
oranı
Alıkoyma-bekletilme
süresi
20%
20 gün
Gübrenin yoğunluğu
975 kg/m3
Günlük gübre üretimi
15 x 300 = 4500 kg ağırlığında
4500/975 = 4,6 m3 hacminde
4500 kg (10% katı maddenin
sağlanması için gerekli su miktarı)
Tesise günlük beslemede İlk etapta 90000 kg gübre için
verilecek su miktarı
90000 kg su konmalı, daha sonra
her gün 4500 kg gübre için 4500 kg
su ilave edilmelidir.
Tesisin hacmi
4,5 x 2 x 20 (gün) = 184 m3
Biodizel
İşletmenin
Uygun
Günlük
hayvan
tesis
beslemeler için
sayısı
büyüklüğü gereken gübre
biyogaz
LPG
miktarı (m3/
miktarı
(m )
(kg (yaş) / gün)
gün)
(kg)
184 m3
4500
150
60
3
300 adet
Üretilebilecek Eşdeğer
büyük baş
Dizel motorlarda yakıt olarak kullanılan ve
yenilenebilir biyolojik maddelerden türetilen
yakıtlar biodizel olarak adlandırılır [1]. Hayvansal
yağlar ile soya fasulyesi, mısır ve ayçiçeği gibi
bitkisel ürünlerin yağlarından biodizel yakıt
üretiminde faydalanılır. Biodizel saf olarak
kullanılabileceği gibi petrolden elde edilen dizel
yakıtla karıştırılarak da kullanılabilir. Sebze
yağlarının yakıt olarak kullanılabileceğini ilk
olarak 1900 lü yılların başında Rudolph DIESEL
390
yer fıstığı yağıyla dizel motoru çalıştırarak göstermiştir. Fakat petrol hazır
bir sektör olduğu için yaygınlaşması ancak bazı özel olaylar sonucu ve
kısıtlı olmuştur. İkinci dünya savaşı, 1970‘lerdeki petrol darboğazı ve yeni
dönemde çevre bilincinin artması yeni enerji kaynaklarına ilgiyi artırmıştır
[2]. Biodizel ismi ilk olarak 1992 yılında Amerika Ulusal SoyDiesel
Geliştirme Kuruluşu tarafından telaffuz edildi. Kimyasal olarak yenilenebilir
yağ kaynağından türetilen uzun zincirli yağlı asitlerin mono alkol esterleri
olarak tanımlanır. Yani biyolojik kaynaklardan elde edilen ester tabanlı
bir tür oksijenli yakıttır ve sıkıştırmalı (dizel) motorlarda kullanılabilir
[3]. Mazotla belli oranlarda karıştırılarak kullanılabilir. Bu oran; ekonomi,
gaz emisyonu, yama özelliği gibi birçok faktöre bağlıdır ve genelde %20
lik karışım kullanılır. Bakterilerle ayrışabilen, zehirsiz, sülfürsüz ve hoş
kokuludur. Bitkisel yağların metil veya etil esteridir. Bu konuda araştırma
ve üretim yapan ülkelerin favori ürünü soya fasulyesidir. Elde edilen bitkisel
veya biyolojik yağlar alkolle (genelde metanol) karıştırılır ve sodyum
hidroksitle tepkime hızlandırılır. Kimyasal reaksiyon sonunda bir ester ve
gliserin oluşur. Ester yakıt olurken gliserinde değerli bir ürün olarak birçok
sektörde kullanılır [4].
Biodizel verim olarak mazota yakın ve motor performansı olarak eşdeğerdir.
Diğer yakıt türlerine göre üstünlükleri [5];
• Bir ülkenin dışa bağımlı olmadan üretebileceği bir yakıttır,
• Tarımsal sanayinin güçlenmesini sağlar ve kırsal alandan göçü azaltır,
• Tarımsal ürünlerden ve atıklardan üretilebilir,
• Üretimi kolaydır ve nitrojen tutma özelliği fertilize ihtiyacını azaltır,
• Zehirli atık içermez,
• Şeker gibi doğada hızlı ve güvenli çözünür, mazotla karıştırılıp
kullanıldığında karışımın çözülümünü hızlandırır,
• Egzoz duman gazlarını azaltır,
• Saf veya karışımlı kullanıldığında kokusu mazotunkinden daha iyidir,
• Duman soluma durumunda mide bulantısını azaltır.
Gelişmiş ülkelerde bu konuda yapılan Pazar Araştırması, Ürün Geliştirme,
Bilinçlendirme ve Fiyat İyileştirme gibi araştırma faaliyetleri sonucunda
üretimde büyük aşamalar kaydedilmiştir. Tüketimi ise sürekli verim ve
etkileri konusunda izlenmektedir. İlk yaygın kullanım alanı eski model
belediye otobüsleri olmuş (1993); fiyat konusunda mazottan pahalı olması
sebebiyle %20 karışımı kullanılmıştır. Su araçlarında kullanımının çok daha
391
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
fazla çevresel fayda oluşturduğu 180 Beygir
Gücündeki bir test teknesinde kullanımıyla
gösterilmiştir (1994). Kaptan Bryan Peteson
saf biodizel yakıtla 40.000 mil ve 40 ülkeyi
kapsayan iki buçuk yıllık test gezisi yapmıştır.
Diğer bir faydalı kullanım alanı ise yer altı
maden sektörüdür.
için gerekli süre 30 gün civarında iken biodizel
katkılı yakıtta bu süre iç kat kısalmaktadır. En
yaygın araştırma yapılan yerler; bazı Avrupa
ülkeleri, Amerika, Yeni Zelanda ve Kanada’dır.
En çok kullanılan deneme alanları ise; kamyon,
araba, lokomotif, otobüs traktör ve deniz
araçlarıdır.
Çift zamanlı, dört zamanlı, mekanik kontrollü,
elektronik kontrollü, direk enjeksiyonlu ve endirek
enjeksiyonlu motorlarda yapılan deneylerde
saf biodizelin kullanılmasıyla motorun daha
yeni ve temiz kaldığı gözenmiştir. Karbon atımı
Karşılaşılan en önemli dezavantaj ise maliyet
fiyatı konusunda olmaktadır. Şu anda 26$
olan petrole karşı biodizelin fiyatı 40-50$
civarında olmaktadır. Eğer devletlerin çevreci
bakış açısı gelişirse sübvansiyon uygulamak
faydalı olacaktır. Yoğunluğunun fazla olması da
soğuk iklimli yerlerde saf kullanımı bir sorun
oluşturmaktadır [9].
azalmış ve çözülmüş organik saçılma artmıştır.
Bu araştırmalar bir ürün standardı oluşturma
çabasıdır, bu konuda Amerika ve Avrupa’da
çalışmalar vardır ve ulaşılmak istenen nokta bir
dünya standardı oluşturmaktır.
Üretim
Yakıt olarak kullanılacak yağlardaki ilk işlem
yoğunluğunu azaltmaktır. Yağları alkolle
esterleme işlemi alkolün katalizör etkisinden
de faydalanmak amacıyla tercih edilmektedir.
Bu işlemlerin sonucunda her 100 birim
biodizel yakıt elde edilirken 11 birim gliserin
ortaya çıkmaktadır. Atık gibi görünen gliserin
birçok sanayi alanında kullanılmaktadır. Diğer
bir yakıt üretim yöntemi ise Kolza (Brassica
Napus: Avrupa kökenli sarı çiçekli yağlı bir yem
bitkisi) tohumlarının soğuk preslenmesidir. Bu
yöntemde gliserin yan ürünü ortaya çıkmaz.
İşlenmemiş yağı yakıt olarak kullanan araçlar
da yapılmaktadır. Fakat motor teknolojileri yeni
ve seri üretimde olmadığı için şimdilik pahalıdır.
Kanada’nın Su ile Kimyasal İşlem ismini verdiği
farklı bir yöntemi de vardır [6-8].
Mazot egzoz atığının zehirli etkisinin yok olması
Avrupa’da 1995-1996 yıllarında yağlı tohum
fiyatlarının yarı yarıya artması ile üretim alanı
0.9 milyon hektara ulaşmıştır. Sadece soya
fasulyesi için planlanan hammadde amaçlı
ekimin 1 milyon tona ulaşması beklenmektedir.
Ayrıca petrol ürünü yakıtlara uygulanan
yüksek vergilerin %90’ının biodizel yakıtlara
uygulanmaması 1994 Şubatında Avrupa
Parlamentosu’ nda kabul edilmiştir. Bunlar
biodizelin mazota alternatif olabilme şansını
artırmıştır. Batı Avrupa’da 1995 yılında
esterleme işlemi ile elde edilen biodizel yakıt
1.1 milyon ton olmuştur. Yan ürün olarak elde
edilen gliserin ise 80.000 tondur.
Bu yüzden Almanya gibi bazı ülkeler gliserin
oluşturmamak için esterleme ile biodizel elde
etme yöntemine sınırlama getirmiştir. Gliserin
açığa çıkarmayan bir yöntem yakma işlemidir.
Fakat bu yöntem atıkları, çevresel etkisi ve ek
maliyeti yüzünden tercih edilmemektedir.
392
Bu yüzden Almanya soğuk presleme yöntemine odaklanmaya başlamıştır.
1995 yılının başlarında Japonya’da üç yıllık çalışma sonucu 0.2 milyon
tonluk yıllık yağlı tohum ekim seviyesine ulaşılmıştır. Amerika’da ise 2000 li
yıllarda alternatif yakıt katkı miktarının %10 seviyesine ve 2010 lu yıllarda
ise %30 düzeyine çıkarılması amaçlanmıştır. Bu amaçla resmi araçlarda
%10 katkılı dizel yakıt kullanımı başlamıştır. Karşılaşılan en büyük sorun
büyük petrol şirketlerinin aleyhte kampanyalarıdır. 1990 yılında Kanada
CANOLA (Canada ve Oil isimlerinin birleşmesinden adlandırılmış ve
Kanada’nın genetik ıslah ile 1956 yılında geliştirdiği bir üründür) ekimine
başladı fakat pahalılığı sorun olamaya başlayınca 1994 yılında Brassica
Juncia çeşitlerine yönelmekle maliyeti düşürmeye çalışmıştır. Kanada
CANOLA üretiminin en önemli müşterisi Japonya’dır. Kanada petrol rafine
tekniğine benzer bir yöntem ile biodizel üretimi yapmaktadır. Bu yöntemle
CETANE (dizel yakıt güçlendiricisi), NAFTA (benzin katkısı) gibi yan ürünler
elde edilmektedir. CETANE katkılı dizel yakıt yeşil dizel olarak bilinir.
Emisyon ve performans testlerinin olumlu çıkması yüzünden bu isim
verilmiştir. Tüm üretimine rağmen Kanada’da biodizel yakıt olarak ticari
bir sektör henüz yoktur [10-12].
Yüksek üretim maliyeti yüzünden saf veya katkı olarak biodizelin kullanımı
çok ilgi çekmemiştir. Atık yağlarının geri dönüşümlü olması maliyeti az
miktarda düşürmektedir. Bu ise kısa vadede mazota rakip olma şansını
ortadan kaldırmaktadır. Avrupa, yaygın üretimi sübvansiyon ve petrol
ürünlerinden alınan yüksek vergilerle teşvik etmektedir. Bazı büyük
şehirlerdeki hava kirliliği de biodizel katkılı kullanımını zorunlu hale
getirmiştir [13].
Fiyatında bir ucuzlama olmaz ise, madenlerde, hava kirliliği olan alanlarda,
ırmak kenarı yerleşimin yoğun olduğu yerlerde her şeye rağmen tercih
edileceği düşünülmektedir. Ayrıca vergilerdeki bir miktar azaltma katkılı
dizelin fiyatını düşürecektir.
Süper CETANE katkılı dizel ise zaten fiyat açısından cazip bir katkıdır [14].
Kullanımını teşvik amacıyla 2002 temmuz ve ağustos aylarında
Amerikanın Kentucky ve Ohio bölgelerinde 280 otobüs 50.000 galonluk
%20 katkılı biodizel yakıtla 4.000.000 km yol kat etmiştir. Minnesota
eyaletinde 2001 yılında katkılı biodizel yakıta %2 ve 2002 yılında %5 lik
393
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
vergi indirimi yapılmıştır. Ayrıca mazotun toksik
etkisini %90 azalttığı önemli bir propaganda
malzemesi yapılmıştır. Amerika’daki en önemli
reklam avantajları olarak global ısınma, enerji
güvenliği, çevresel ve tarımsal faydaları,
petroldeki sülfür seviyesinin düşürülmesindeki
politik baskılar sık sık vurgulanmaktadır. 2001
yılında yeni enerji kaynaklarına aktarılan devlet
desteği 2000 bütçesine göre 240.000.000$
daha fazla olmuştur. Ağırlığını ağaç ve
etanolun oluşturduğu biokütle Amerika enerji
kullanımının %3 ünü karşılamıştır. Gelecekte
biokütle kullanımının yıllık 348 milyon varile
yani üç katına çıkması planlanmaktadır. Böylece
70 milyon arabadan yayılan 100 milyon ton
egzoz gaz atığından kurtulmak planlanmaktadır
[15-17].
Çiftliklerde ölen hayvanların bedenlerinden
biodizel elde etme çalışmaları İskoçya’ da devam
etmektedir. Dünyadaki en büyük biodizel üretim
tesisi California’ daki Bakersfield tesisinde
1999 üretimi 500.000 galon ve 2002 üretimi 15
milyon galon iken 2003 üretiminin 35 milyon
galona çıkması planlanmaktadır [18].
İki yıl önce Almanya’da bir çiftlikte bir araba ve
traktörün CANOLA yağından elde edilen yakıtla
çalıştırıldığını duyan Joshua and Kaia Tickell
çifti 1997 yılında University of South Florida’s
New College in Sarasota (USA) da bir araştırma
çalışması başlattılar. Tadilat yaptıkları güneş
enerjisi destekli biodizel ile çalışan Veggie Van
isimli panelvan ile 10.000 millik bir seyahate
çıktılar. Bu seyahatin tamamında lokantalardan
topladıkları atık yağlarla kendi ürettikleri yakıtı
kullandılar [19].
Polonya’da 1991 yılından beri Aviation Enstitüsü,
Varşova’da kolza tohumlarından metil ester ile
biodizel elde etmek için çalışma ve testler devam
etmektedir. Ve 7 ayrı benzin istasyonunda %5
lik karışımlı yakıt satılmaktadır [20].
Teknik
Esterleme yeni bir işlem değildir. 1853 yılının
başında E.Duffy ve J.Patrick tanımlanmıştır.
Esterlenmiş bitkisel yağ ilk olarak II.Dünya
Savaşı’nda Güney Afrika’da iş makinalarında
kullanılmıştır. Yoğunluğu mazotun iki katı
ve moleküler ağırlığı ise 1/3 dür. Dizel
motorların çoğu yağlamalı ve yüksek sülfür
içeren yakıt sistemi üzerine tasarlanmıştır. Bu
motorlarda biodizel yakıtın kullanımı sülfür
emisyonunu azaltırken yağlı içeriği ile motorun
yağlanmasına da yardımcı olmaktadır. Egzozdan
atılan yanmış yağ ise tekrar esterleme ile
yakıta dönüştürülebilmektedir. Kimyasal olarak
esterlemenin tanımı ise; ortamdan trigliserin
molekülü veya yağlı asit almak, serbest asitleri
nötrleştirmek, gliseirni çıkarmak ve bir alkol
esteri oluşturmaktır. Yukarıdaki söylenenleri
gerçekleştirmek için, metanol (odun alkolü)
sodyum hidroksitle karıştırılır ve sodyum
metoksit elde edilir. Bu tehlikeli sıvı bitkisel
yağla karıştırılıp dinlenmeye bırakılınca, gliserin
dibe çöker ve metil ester (biodizel) üstte kalır.
Gliserin başta sabun olmak üzere 1500 çeşitten
fazla üründe kullanılmaktadır [19].
17 Kasım 1997 tarihinde yakıt tankında soya
fasulyesinden elde edilen biodizel bulunan
küçük bir uçak Minesota (USA) göklerinde
gösteri uçuşu yaptı (Pilotun ismi James Tasma).
Daha sonraki model uçaklar üzerinde yapılan
uzun süreli testlerde, yakıt verimi ve yakıt
394
temizliğinin yanında yakıt borularında tıkanma/korozyon problemlerinde
de azalma gözlenmiştir.
Günümüzde Amerika’da üretilen biodizel yakıtın %90 lık kısmı soya
fasulyesi esaslıdır. Smithfield isimli bir şirket çöp atıklarından biogaz
üretimi yapmaktadır. Bu gaz daha sonra biometanol haline dönüştürülüp
nakledilmekte ve kullanım yerlerinin yakınlarında biodizel haline
getirilmektedir [18].
SONUÇ
Biyomotorin Türkiye’de mevcut olanaklarla uygulamaya alınabilecek
en önemli alternatif yakıt seçeneklerinden biridir. Ülkemizde kara
taşımacılığının önemli bölümünde ve deniz taşımacılığında Diesel motorlu
taşıtlar kullanılmaktadır. Ayrıca endüstride jeneratörler için önemli
miktarda motorin kullanılmaktadır. Petrol tüketimimizin ancak % 15’i
yerli üretimle sağlanabilmektedir. Petrol ürünleri tüketimi içinde ise, en
büyük pay % 34 değeri ile motorine aittir. Biyomotorin kullanımı ile petrol
tüketiminde ve egzoz gazı kirliliğinde azalma gerçekleşecektir.
Biyomotorin üretmek ve kullanmak için Türkiye yeterli ve uygun alt yapıya
sahiptir. Türkiye’de kolza (kanola), ayçiçeği, soya, aspir gibi yağlı tohum
bitkilerinin enerji amaçlı tarımı mümkündür. Hükümetimizin aldığı son
tasarruf önlemleri kapsamında tarımda sadece kanola ve soya ekimine
destek verilme kararı alınmıştır. Bu durum, çiftçiye bir yön vermektedir.
Kanola ve soya ekimi ek bir bedelle desteklenmektedir.
GAP Bölgesi’nde 2010 yılı itibariyle 1.8 Milyon hektar alanda sulu tarım
olanağı vardır; bölgede pamuk yanısıra dönüşümlü olarak kanola ve/
veya soya ekimi olumlu olacaktır. Çok genel bir hesaplama ile, GAP
Bölgesi’nde kanola üretiminin 4 Milyon ton/yıl, sulu tarım kanola ortalama
veriminin 400 kg/da, elde edilecek yağ miktarının yaklaşık 1.6 Milyon ton/
yıl ve biyomotorin üretiminin ise 1.5 milyon ton/yıl olacağı söylenebilir.
Enerji amaçlı tarımın, Türkiye tarım politikası içinde yer alması, çiftçinin
yönlendirilmesi yararlı olacaktır.
Türkiye biyomotorin üretimini gerçekleştirebilecek teknolojiye sahiptir.
Ayrıca yakıtın kullanımına kolaylıkla uyum sağlayabilir. Çeşitli kapasitelerde
biyomotorin üretim tesisleri öncelikle kırsal kesimde konuçlandırılarak,
395
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
tarım makinelerinin, kamyonların yakıtı
kullanımı
özendirilebilir.
Ayrıca
egzoz
kirliliğinin yoğun olduğu büyük şehirlerde toplu
taşımacılıkta biyomotorin kullanımı yararlı
olacaktır. İlk aşamada motorine, % 5-50 değişen
oranlarında biyomotorin katılarak kullanmak
yakıta kademeli geçişi sağlayacaktır.
Biyomotorinin ilgili bakanlıklarca ve devlet
kurumlarınca
tanımlanması,
mevzuatının
oluşturulması, yatırım teşvikleri ve vergi
indirimleri
ile
desteklenmesi
gereklidir.
Konunun başarılı uygulamasının olduğu
ülkelerde, devlet-petrol firmaları-biyomotorin
• Yenilenebilir bir enerji kaynağı olması,
• Atıklarının gübre ve yem olması ve doğaya
zarar vermemesi,
• Hidrokarbon ve karbonmonoksit yayılışını
azaltması,
• Parçacık ve duman yayılışını azaltması,
• Yüksek miktarda CETANE içermesi,
• Kalitesi çeşitli Uluslararası standartlarca kabul
edilmiş olmasıdır.
üreticileri
ve
tüketicileri
koordinasyonu
düzgün ilerlemektedir. Biyomotorin çevre
dostu-yenilenebilir enerji alternatifi olarak
devletimizce desteklenmelidir.
Biyomotorinin alternatif motorin olarak tescil
edilmesi ve yakıt için en kısa sürede TSE
standartlarının oluşturulması ve yürürlüğe
girmesi şarttır. Taşıt üreticileri de biyomotorin
kullanımını garanti kapsamına almalıdırlar.
Yukarıda
anlatılanların
dışında
biodizel
sektörünün diğer bir avantajı ise, soya fasulyesi
bitkisinin toprağı temizleme ve havadaki
karbondioksiti emmesidir. Bu özelliği ve yakıt
olarak kullanılması ile küresel ısınma açısından
da yararlı bir yakıttır. Biodizelin; temiz,
zehirsiz, bakterilerle ayrışabilir, sülfürsüz ve
kansere neden olmamasının yanı sıra aşağıdaki
özelliklere de sahiptir.
• Tarım sektöründe canlanma,
• İç göç azalması,
• Fabrika ve istihdam oluşturma,
• Petrol ambargo ve kriz risklerini azaltma,
• CO2 miktarını %78 oranında düşürmesi,
• Dış bağımlılığı azaltması,
396
KAYNAKLAR
1. Joshua Tickell, From the Fryer to the Fuel Tank, Tickell Enerji Consulting,
Ashland Ohio, 2000
2. Georges Vermeersch, “Development of a Biodiesel Activity”,
International Congress and Expo Lipids, Fats, and Oils, sayfa 3,
Würzburg, Almanya, 8-10 Ekim 2000
3. J. Connemann ve J Fischer, “Biodiesel World 2000”, International
Congress and Expo Lipids, Fats, and Oils, sayfa 4, Würzburg, Almanya,
8-10 Ekim 2000
4. www.baat.com/
5. www.aromaland.com/
6. www.canola.com/
7. www.veggievan.com/
8. www.selectoil.com/
9. www.northidahofarmers.org/
10.www.northerncanola.com/
11.www.agric.gov.ab.ca/
12.www.rapeseed.net/
13.www.biodiesel.org/
14.www.hyperfuels.com/
15.www.biodizel.de/
16.www.maubiodiesel.org/
17.www.projectbiodiesel.org/
18.www.biomass.org/
19.www.greenfuels.org/
20.www.canola-council.org
21.(21)icerik.asp?efl=biyogaz/biyogaz.htm&curdir=\sanal_kutuphane\
biyogaz&fl=hinttipi1.jpg
22.Alişiroğlu Fırat (Ankara 2006)
23.(Karaosmanoğlu 2001)
397
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
RÜZGAR ENERJİSİNE GENEL BAKIŞ
398
ÖZET
Günümüzde giderek artan enerji ihtiyacı, fosil enerji kaynaklarının
yarattığı çevresel etkiler ve bu yakıtların tükenecek olması, yeni enerji
kaynaklarının arayışını zorunlu kılmıştır. Yeni enerji kaynaklarından çevreye
zarar vermeyen ve yenilenebilir nitelikte olan kaynaklar yenilenebilir
enerji kaynakları olarak tanımlanmaktadır. Bu kaynakların en önemlileri
arasında güneş ve rüzgar enerjileri sayılabilir. Bu çalışmada dünyada ve
Türkiye’de rüzgar enerjisinin potansiyeli, kullanımı konusunda genel bilgiler
verilecektir. Bunun yanında ülkemizde rüzgar enerjisinin kullanımında
görülen sıkıntılar da belirtilecektir.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
GİRİŞ
Günümüze kadar enerji kullanımı hakkındaki tüm kararlar maliyet
ve mevcudiyet üzerine dayandırılırken, günümüzde fosil yakıtlardan
kaynaklanan karbon emisyonları küresel iklim değişimine neden olmaya
başlayınca, çevresel endişeler giderek önem kazanmaya başlamıştır. Bu
durum tüm dünyada yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının ciddi
olarak düşünülmesine neden olmaktadır.
Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulum maliyetlerinin nispeten
yüksek olması ve kaynakların enerji sağlama olanaklarının stabil olmaması
bu kaynaklara geçiş konusunda özellikle endüstri çevreleri tarafından
direnmelere neden olmaktadır. Her ne kadar rüzgar enerjisi dünyadaki
en hızlı büyüyen enerji kaynağı olarak karşımıza çıksa da, toplam enerji
üretimi içerisindeki payı diğer kaynaklara göre oldukça azdır [1].
Rüzgar enerjisi aslında yeni değildir. 2000 yıl önce su ve rüzgar
değirmenleri dünyanın ilk endüstrilerine güç sağlamıştır. Günümüzde, yeni
teknoloji ve yeni malzemelerle, rüzgar türbinleri yardımıyla elde edilen
elektrik enerjisi ihtiyaçlarımızı karşılayabilmektedir. Temiz enerji sınıfında
değerlendirebileceğimiz bu enerji türünün kanıtlanmış bir başarısı vardır
ve kullanımı hızla artmaktadır. Dünyada giderek artan bir hızda artan
rüzgar santralleri ile elektrik üretilmektedir. Bunların birçoğu, rüzgar
çiftlikleri denen, belli bir kapasitede elektrik üreten rüzgar türbin grupları
olarak çalışmaktadır [1].
Avrupa Ülkelerinde Rüzgar Enerjisinin Kullanımı
Avrupa Birliği Ülkeleri, rüzgar enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir
399
Yrd.Doç.Dr.Bilal Gümüş
Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi,
Elektrik Elektronik
Mühendisliği Bölümü,
Diyarbakır
[email protected]
enerji kaynaklarının kullanım oranlarının
arttırılmasına yönelik hedefler ortaya koymuş
ve bu hedeflere ulaşmaya odaklanmıştır.
Avrupa’daki ve diğer bölgelerdeki ülkeler bu
hedefleri tutturabilmek için çeşitli piyasa destek
yöntemlerini benimsemişlerdir. Bu ülkeler,
üretilen birim enerji başına prim ödenmesi,
özel tarifeler uygulanması, yenilenebilir enerji
kaynaklarını kullanan elektrik santrallerine vergi
teşviki ve sübvansiyonu, enerji üreticilerinin
enerji arzlarının gittikçe artan bir yüzdesini
yenilenebilir kaynaklardan elde etmeye
zorunlu olması gibi bir takım yöntemlerden
Şekil 1. Avrupa ülkelerinde 2009 yılı sonu itibari ile
rüzgar enerjisi kurulu güçleri [2]
faydalanmışlardır.[2] 2009 yılı içerisinde de
Avrupa’da rüzgar enerjisi kullanımı artarak
devam etmiştir. Bu alanda Almanya liderliğini
korumuştur ve İspanya onu takip etmektedir.
İtalya ve Fransa’da rüzgar enerjisinin kullanımı
ise gittikçe artmaktadır.
AB’ye yeni üye olan ülkeler rüzgar enerjisi
kullanımında henüz istenilen seviyede değildir.
Ayrıca deniz üstü (offshore) rüzgar enerji santral
(RES) kurulu gücü de 2061 MW olup Avrupa’daki
toplam rüzgar enerjisi kurulu güç olan 76,152
MW içerisinde %2.7 orana sahiptir. Deniz üstü
RES projelerinin önümüzdeki yıllarda artacağı
tahmin edilmektedir.
Şekil 1’de Avrupa ülkelerinde rüzgar enerjisi
kurulu güçleri gösterilmiştir, Tablo 1 de ise AB
Ülkelerindeki 2009 sonu itibarı ile olan kurulu
güçler görülmektedir. AB Ülkelerinde 2008 yılı
sonunda 65,741 MW olan kurulu güce, 2009
yılında 10,526 MW kurulu güç eklenerek toplam
kurulu güç 76,152 MW olmuş ve sektör %16
yıllık büyüme gerçekleştirmiştir [2-3].
Tablo 1. 2009 yılı sonu itibari ile Avrupa’nın kurulu
rüzgar gücü.
Dünya’da Rüzgar Enerjisinin Kullanımı ve
Gelişimi
Avrupa’da olduğu gibi, bütün dünyada rüzgar
enerjisi en hızlı yayılan enerji kaynaklarından
biridir. Dünyada rüzgar enerjisi kurulu
400
güçlerinde 1996-2009 yılları arasında görülen yıllık kümülatif artış Sekil
2’de gösterilmiştir. Bu şekil incelendiğinde özellikle 2005 yılından sonra
ciddi bir artış gözlendiği görülmektedir. Bu artışta sadece Avrupa ülkeleri
değil, Amerika, Çin ve Hindistan’ın kurulu güçlerinde görülen artışlar da
etkili olmuştur (Şekil 3) [2].
Şekil 2. Dünyada 1996-2009 yılları arasında rüzgar enerjisi kurulu gücünde görülen
kümülatif artış
Şekil 3. 2003-2009 yılları arasında rüzgar enerjisinde kıtalara göre yıllık artış
Dünyadaki en büyük on pazarın rüzgar enerjisi kurulu güçleri ve pazar
payları Tablo 2’de verilmiştir. Bu tablodan dünyadaki kurulu gücün önemli
büyük kısmının en büyük pazara sahip ülkeler tarafından sahip olunduğu
görülmektedir. Bu durum üretimde büyük paya sahip ülkelerin yeni
enerji kaynaklarına daha fazla yatırım yaptıklarının da bir göstergesidir.
2009 yılı sonu itibarı ile dünyada toplam 157,899 MW toplam kurulu
güç bulunmakta ve Avrupa 76,152 MW ile rüzgar enerjisinde liderliğini
korumaktadır. Toplam dünya kurulu rüzgar gücünün %48’ine sahip Avrupa,
2009 yılında %16 büyüyerek toplam kurulu elektrik kapasitesinin %6’sını
rüzgar enerjisinden karşılar hale gelmiştir. Çin pazarı da 1 Ocak 2006’da
401
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
çıkan Yenilenebilir Enerji Kanunu ile büyümeye
başlayarak 2009 yılında 13,000 MW eklemiş
ve %110’luk bir büyüme gerçekleştirmiştir.
Avustralya, 2009 yılı sonunda 1712 MW kurulu
rüzgar gücüne ulaşmıştır. Eyalet merkezli
teşvik sistemi ile bu büyüme trendini devam
ettirmek istemektedir. 2009 yılında 406 MW
yeni kapasite eklenmiştir. Genç bir pazar olan
Afrika ve Ortadoğu’da ise, Mısır (430 MW), Fas
(253 MW) ve İran (91 MW) dikkati çekmektedir.
%36’ya yakın bir büyüme gerçekleştirmişlerdir.
Dünyadaki 10 büyük pazarın ve diğer ülkelerin
2009 yılında eklediği kapasite ve bu kapasitenin
yüzde olarak karşılık gelen değeri de Tablo 6 ile
görülmektedir. Görüldüğü gibi Çin 2009 yılında
%34.7’lik artışla dünyada ilk sırayı almaktadır.
2010 yılındaki gelişmelere bakılırsa bu durum
devam edecek gibi gözükmektedir.
Türkiye’nin teknik rüzgar enerjisi potansiyeli
83.000 MW dır. Bu değer, Türkiye’nin biran önce
kullanması gereken önemli bir rüzgar enerjisi
potansiyeli olduğunu göstermektedir [2-4,5].
Ülkemizde rüzgar enerjisinden elektrik elde
etme amacına yönelik çalışmalar 1990’lı yılların
hemen basında başlanmışsa da, daha çok teorik
çalışmalar seviyesinde kalmıştır.
Bununla beraber, esas gelişme 1996 yılından
itibaren başlamıştır. Birçok özel sektör firması
konu ile ilgili yatırımlara başlamıştır ve
hemen hemen ülkemizin tamamında ölçümler
yapılmıştır. İlk rüzgar elektrik santralı, 1997
yılında devreye girmiştir. Ülkemizde 4628 Sayılı
Kanun ile beraber serbest elektrik piyasası
modeline geçilmiştir. Bu kapsamda Tablo 3’den
görüleceği üzere RES başvuruları alınmıştır.
Bu başvurulardan da görüleceği üzere
ülkemizde gerekli düzen sağlanmadan alınan
bu başvurular kapasitenin üzerindedir. Yapılan
yanlış uygulamalar bazı bölgelerde birden
fazla lisans alınmasına ve lisans ticaretinin
oluşmasına neden olmuştur.
Tablo 2. Dünya pazarındaki en büyük paya sahip on ülkenin rüzgar enerjisi kurulu güçleri
Türkiye’de Rüzgar Enerjisinin Durumu ve
Gelişimi
Türkiye’deki rüzgar enerjisi kaynakları teorik
olarak Türkiye’nin elektriğinin tamamını
karşılayabilecek yeterliliktedir. Fakat rüzgar
enerjisinin sisteme girişinin tutarlı bir biçiminde
gerçekleşmesini kolaylaştırmak üzere gerekli
altyapı tasarlanmalıdır.
Sonradan alınan tedbirler ile bu durum nispeten
düzeltilmiştir. İşletmede olan santraller ise
Tablo 4’de gösterilmiştir [2,6].
402
Tablo 3. Türkiye’de yapılan RES başvuruları
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Tablo 4. Türkiye’de 14.02.2010 tarihi ile işletmede olan rüzgar santralleri
Şu anda RES projelerinin büyük çoğunluğu EPDK’da inceleme ve
değerlendirme aşamasındadır. Bu kapsamda 1 Kasım 2007 başvurularından
önceki projeler ile ilgili olarak TEİAŞ, toplam 4916 MW uygun bağlantı görüsü
vermiş olup, bunun 3284 MW’ı lisanslanmıştır. Türkiye’de kurulu rüzgar
enerji güçlerinin gelişimi Şekil 4’de gösterilmiştir. Şekil incelendiğinde
önemli güç artışının son iki yılda olduğu görülmektedir [2].
Şekil 4. Türkiye’de rüzgar enerjisinin gelişimi.
403
SONUÇ
Türkiye 2020 yılında kurmayı hedeflediği toplam
elektrik enerjisi üretim kapasitesinin %18 ‘i
kadarını rüzgar güç santral kapasitesini mevcut
altyapıda radikal değişiklikler yapmadan tesis
edebilecektir. Bu hedefe ulaşılabilmesi için:
• Türkiye’de rüzgar gücü tesisi için uzun vadeli
hedefler konmalıdır.
• Halen yenilenebilir enerji kaynakları ve
enerjinin etkin kullanımını cezalandıran
kömür, akaryakıt ve doğal gaza sağlanan
teşvikler ve sübvansiyonlar kaldırılmalıdır.
• Enerji sektörüne ilişkin kararlar alınırken
fosil ve nükleer güç santrallarının neden
olduğu toplumsal maliyetler ekonomik
fizibilite çalışmalarında hesaba katılmalıdır.
Rüzgar enerjisi elektrik enerjisi üretmek
amacıyla kullanılması ülkelere göre farklılık
göstermektedir.
Bunun
nedeni
mevcut
potansiyelin farklı olmasının yanı sıra uygulanan
politikalardan kaynaklanmaktadır.
yerine teknik açıdan daha gelişmiş türbinler
seçilmelidir.
Son yıllarda artan rüzgar enerjisi santrallerinin
elektrik enerjisi üretim teknikleri, kullanılan
kaynağın her zaman bulunup bulunmaması,
bağlantı noktalarının güçlü şebekeye genelde
uzak olması, konvansiyonel enerji kaynakları
ile elektrik üretim tekniklerinden farklı
olmalarından dolayı bu santrallerin elektrik
şebekesine bağlantısının yapılmasından önce,
bölge şebeke altyapısının incelenmesi, gerekli
güçlendirme işlemlerinin yapılması gereklidir.
Böylelikle iletim hatlarında tıkanıklıkların
oluşması engellenmeli ve sistem çökmesi
gibi durumlar dikkate alınarak iletim hatları
boyutlandırılmalıdır. Aksi durumda ülkemizin
elektrik şebekesine yapılacak olan bağlantıların
şebekenin dinamiği, enerji kalitesi ve kararlılığı
üzerinde
olumsuz
sonuçlar
doğurması
kaçınılmazdır.
Ülkemizde, 2005 yılında kabul edilmiş olan
yenilenebilir enerji kanununun amaçlarından
bir tanesi de yenilenebilir enerji kullanımının
artırılması için ihtiyaç duyulan imalat sektörünün
geliştirilmesidir.
Bunun yapılabilmesi için rüzgar türbinleri
konusunda yapılan çalışmalar desteklenmelidir.
Enerji
kaynaklarının
fiyatlarının
artma
eğiliminde olması ve bunun gelecek de devam
edeceği yönündeki beklentilerden dolayı
ülkemizde kurulacak olan tesisler için türbin
tipleri seçilirken eski ve küçük güçlü türbinler
404
KAYNAKLAR
1. Uyar Tanay Sıdkı, Elektrik Mühendisleri Odası Rüzgar Enerjisi Raporu,
EMO Enerji Çalışma Grubu Raporları, 2007
2. Durak Murat, 2009 Yılı Sonu itibariyle Türkiye’de Rüzgar Enerji Santral
Projelerinin Son Durumu, Türeb Mayıs 2010,
3. IEA (International Energy Agency), Key World Energy Statistics, OECD/
IEA, Paris, 2008
4. Akdağ, S. A., Güler Ö, Dünyada Uygulanan Destek Modellerine Bağlı
Olarak Rüzgar Enerjisi ile Sektörünün Gelişimi ve Ülkemizdeki Mevcut
Durumun Değerlendirilmesi,Türkiye 6. Enerji Sempozyumu, 22-24
Ekim 2007,Ankara
5. EIE, Elektrik İşleri Etüt İdaresi, www.eie.gov.tr
6. Gümüş Bilal, GAP Bölgesinde Enerji Politikaları, V. GAP ve Sanayi
Kongresi, 2007 Diyarbakır
405
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
DİYARBAKIR’DA GÜNEŞ VE RÜZGAR ENERJİSİ
POTANSİYELİ VE KULLANIMI
406
ÖZET
Kısaca Türkiyedeki güneş ve rüzgar enerjisi potansiyeline ve bu alandaki
çalışmalarına değinildikten sonra, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin güneş
ve rüzgar enerjisi potansiyeli üzerinde durulmuştur. Bu bölgede ve
Diyarbakır’da güneş ve rüzgar enerjisi uygulamalarının zaman içerisinde
nasıl geliştiği ve bazı uygulamaları üzerinde durulmuştur. Yenilenebilir
enerjiler yasasının rüzgar enerjisiyle ilgili maddelerinin güneş enerjisiyle
ilgili faaliyetleri kapsayacak şekilde genişletilerek özellikle bu bölgedeki
güneş enerjisi faaliyet ve yatırımları için öncelikli olarak uygulanmasının
uygun olacağı vurgulanmıştır.
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
The Potential Of Solar And Wind Energy And Their Useage At
Diyarbakir And South East Of Anatolia
Abstract
The potential of solar and wind energy of Turkey shortly are explained.
Detail of solar and wind energy potential of South East Anatolia region
is explained. By the time in this region and at Diyarbakir, the useage of
solar and of wind energy how developed and some of their applications
are explained. It emphasised that related sections of renewable energies
law, must extend to cover solar energy projects and specially to the solar
energy projects and investments which have been planned for South East
Anatolia region.
GİRİŞ
Neredeyse tükenme noktasına gelen fosil yakıtlar günümüzde artan enerji
ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalmaktadırlar. Türkiye‘de bu ihtiyacı
karşılamak için başvurulan nükleer enerji santralleri ise hem pahalı hem
de çevreye fosil yakıtlar gibi birçok yönden zarar verecektir. Yapılan
birçok araştırmada görülmüştür ki Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları
açısından çok zengin bir ülkedir. İhtiyacı olan enerjiyi fazlasıyla yenilenebilir
kaynakları kullanarak karşılayabilme kapasitesine sahiptir.
Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyeli tüm Avrupa ülkelerinin potansiyelinin
toplamına eşdeğer olup (Gürsoy 2004), EİEİ tarafından yapılan çalışmaya
göre ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2640 saat, ortalama
toplam ışınım şiddeti 1311 kWsaat/m2yıl olduğu saptanmıştır (Türkiyede
Güneş enerjisi, Türkiye’nin tüm yüzeyine yaklaşık ortalama 1.25.1011 (Ton
407
Mahmut AYDINOL
Dicle Üniversitesi
Fen Fakültesi, Fizik Bölümü,
Diyarbakır
[email protected]
Eşdeğer Taşkömürü = TET) = 7.106 kilokalori
güneş enerjisi düşmektedir. Bu enerjinin 0,001
nin doğal amaçların dışında
kullanılması
halinde ekolojik dengenin yani doğa dengesinin
bozulmayacağı varsayılır.
Küresel iklim değişikliğinin de etkisiyle, yağışlı
gün sayısının azalmasının
ileriki yıllarda
Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyelini arttırıcı
bir rol oynaması da kaçınılmazdır. Fakat, bu
güneş enerjisi potansiyeli artışının Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde(GDADB) ve Diyarbakır’da ne
kadar olacağı şimdiden araştırılmalıdır(TMMOB,
2007)(2).
Türkiye’de ekonomik olarak potansiyeli en
yüksek yenilenebilir enerji kaynaklarından biri
de rüzgar enerjisidir. Avrupa ölçeğinde yapılan
araştırmalara göre, 19 Avrupa ülkesi içinde
rüzgar potansiyeli en iyi olan ülkelerden birisi
Türkiyedir. Türkiye için tahmin edilen rüzgar
enerjisi gizil gücü 83-88 GWsaat(gigawattsaat)
dır. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin, kara
ve denizlerdeki sıcaklık farklarını arttırarak
ülkemizin rüzgar enerjisi potansiyelini olumlu
yönde etkileyeceği beklenmektedir.
Bu değişiklikle ilgili araştırmalara da şimdiden
başlanmalıdır(2). Ayrıca, güneş ve
rüzgar
enerjisinden elektrik üretimi politikaları ve
yasaları çıkarılırken bu tip değişimlerde göz
önünde tutulmalıdır.
Doğal olarak gece-gündüz sıcaklık farkınında
daha da büyümesi GDADB daki rüzgar
potansiyelini de etkileyecektir.(Eriş, 2003;
Gürsoy 2004)(4, 3).
Türkiyede Güneş Enerjisiyle İlgili
Çalışmaların Gelişimi
İlk bilimsel çalışmalar 1960’lı yıllarda
üniversitelerde(İTÜ, ODTÜ, İÜ, AÜ) başlamıştır.
Bu dönemde su ısıtma sistemleri de yapılmıştır.
1973 de ilgili bakanlık bünyesinde oluşturulan
Güneş Enerjisi Koordinasyon Kurulu 1975 yılına
kadar çalışmıştır. Sonra, İlgili bakanlık 1975 de
Maden Tetkik Arama Enstitüsünü güneş enerjisi
çalışmaları için görevlendirmiştir. Yine 1975 de
Marmaris Güneş ve Rüzgar Enerjisi Araştırma
Merkezi kurulmuştur.
Fakat bu merkez 1980 de kapatılarak görev
1981 da Elektrik İşleri Etüt İdaresine verilmiştir.
Çukurova
Üniversitesinde
1976
yılında
Güneş Havuzu, Hacettepe Ünivesitesinde
Güneş Evi yapılıp güneş ışınlarının yutulması
ve depolanması konularında çalışmalara
başlanılmıştır. 1986 yılında düzlem kolektörler
ile silindiroparaboloid aynalar kullanılarak
Dicle Üniversitesi Fen Fakültesinde damıtık
su elde etme sistemi projesine başlanılmıştır.
Düzlem kolektörlü su ısıtıcıları üretimine
standardizasyon getirilmiş ve 1994 de yapılan
bir araştırma sonucu Türkiye genelinde 1,5.106
m2 güneş kolektörünün kullanıldığı tespit
edilmiştir. 2000 li yıllara gelindiğinde bazı
Üniversitelerimizde(örneğin Ege de) Güneş
Enerjisi Araştırma Enstitüsü gibi merkezlerin
kurulduğunu
ve
yenilenebilir
enerjiler
konusundaki tez çalışmalarını içeren projeleri
görüyoruz. GDADB de Diyarbakır Güneş Evi(Yeşil
Ev)
2003-2008 yılları arasında tasarlanıp
işletmeye alınmıştır. Fotovoltaik panellerden
elde edilen elektrik enerjisiyle çalışan bir
arabada yeşil evin yapımında ve işletilmesinde
görevli G. Aydeniz tarafından yapılmıştır(5). Bu
408
iki yapıt Şekil.1 ve 2 de görülmektedir. Birçok üniversitelerimizde olduğu
gibi, Atatürk Üniversitesi, Mühendislik Fakültesinin de ilgili bölümüne bağlı
bir güneş enerjisi ünitesi vardır. Beş yıllık kalkınma planı ihtisas komisyonu
raporuna göre 2010 yılında güneşten 61 GWsaat lık enerji üretimi hedefi
öngörülmüştür. Ama bu hedefe yaklaşılamamıştır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde(Gdadb) ve Diyarbakır’da
Güneş Enerjisi
GDADB de ve Diyarbakır’da metrekareye düşen güneş enerjisi Türkiye
ortalamasının çok üzerinde olup 1821 kWsaat/m2.yıl dır. Diyarbakır ilinin
güneş verileri bölgedeki Mardin ve Şanlı Urfa illerine ait verilerden biraz
daha yüksektir. Diyarbakır ili için son 10 yılın güneş radyasyonu verileri
Meteoroloji işleri Genel Müdürlüğünce hazırlanmıştır (MİGM, 2009)(5).
Diyarbakırda da, her yerde olduğu gibi kapalı mekanlarında doğal güneş
ışığıyla aydınlatılmasına dikkat edildiği tarihi han, hamam cami medrese
ve surlardaki burçların yapısından anlaşılmaktadır. Güneş ışınları uzun
yıllar olduğu gibi hala doğal kurutma amaçlı(çamaşır, salça, sebze, meyve,
sucuk, pastırma, v.s.) kullanılmaktadır.
Diyarbakır’da soğutma amaçlı, Karaçadağ’ın püskürdüğü volkanik delikli
taşları su ile ıslatarak ve sonra, sıcakta suyun buharlaşmasıyla evlerin
serinlemesi sağlanmaktadır. Bugüne kadar pasif sistemler ile güneş
enerjisinden faydalanılan Diyarbakır’da son zamanlarda aktif sistemlerde
kullanılarak güneş enerjisinden faydalanılmaktadır.
Bunlar, 1980 li yıllarda, konutların ve iş yerlerinin sıcak su ihtiyacını
gidermek, kurutma üniteleri gibi sistemlerdi daha sonraları paraboloid
aynalarla düzlem güneş kolektörleri birleştirilerek daha yüksek sıcaklıktaki
su gereksinimleri karşılanmaya başlanmıştır.
Kamu kurumlarına ait lojmanlar ile pek çok bina ve işyerlerinin çatısında
geleneksel veya dörtmevsim(dona karşı selektif camlı ve antifrizli,
vakumlu) çalışabilen düzlem güneş kolektörlü sıcak su sistemleri artarak
kullanılmaktadır.
Dicle Üniversitesi Fen Fakültesinde, düzlem kolektör ve Paraboloid
yoğunlaştırıcılar içeren bir su damıtma sistemi 1986-1989 yılları arasında
kurulup denenmiş ve verimlilik hesapları yayınlanmıştır(2003)(6). Bu
409
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
sistem Şekil.3 deki fotoğrafta görülmektedir.
da sergilenmektedir. Atık su arıtma sistemi de
güneşten elde edilen enerji ile çalışmaktadır.
Diyarbakır’da 4628 sayılı Teşvik yasası çıktıktan
sonra, NetEnerji.com, SunMex.com firmalar ısıl
amaçlı güneş kolektörleri, ev apartman ısıtma
sistemleri ve güneş enerjisiyle elektrik üretim
işiyle ilgilenen(fotovoltaik panel ve aksesuarları
dahil) pazarlama şirketleri ortaya çıkmıştır.
Şekil.1 Diyarbakır Güneş evi(yeşil ev)(5).
Fotovoltaik güneş panelleri kullanılarak elektrik
üretiminin
yaygınlaşmasında
Büyükşehir
Belediyesinin öncü rolü ve katkıları büyüktür.
Hala bu yöntemle ekonomik boyutlarda
güneş enerjisinden elektrik üretmende bazı
sınırlamalar vardır. Bunlardan birisi güneş
panellerinin pahalı olması, diğer bir konu da
verimliliklerinin %5-20 aralığında olmalarıdır.
Üretilen elektriğin maliyeti hidroelektrik
santrallerinden üretilen elektriğin maliyetine
göre çok fazladır. Güneş olmadığı zaman,
örneğin bulutlu ve gece olduğunda fotovoltaik
yöntemle elektrik üretilmez.
Şekil.2. Güneş enerjisiyle çalışan araba(5).
Şekil.3 Güneş enerjisiyle distile su eldesi(6).
Diyarbakır Belediyesi ile birlikte 20 kadar
sponsor firma ve bilim adamlarının katkılarıyla
her türlü elektrik ihtiyacını ve iklimlendirmesini
güneş enerjisinden(fotovoltaik ve düzlem ısı
kolektörleri ile) karşılayan bir yeşil ev projesi
gerçekleştirilmiştir(5). Bu ev yenilenebilir enerji
konusunda eğitim amaçlı da kullanılmaktadır.
Örneğin,
bu
ev
içerisinde
fotovoltaik
panellerden üretilen elektrik enerjisi akülerde
depolanmaktadır. Yine fotovoltaik panellerden
elde edilen enerjileri kullanan şelale uygulaması
vardır. Güneş fırını ve Güneş oçağı uygulamaları
Prof H.Güler’in ülkemiz için, “Türkiye, enerji
üretilen ülkeler ile yoğun enerji tüketen ülkeler
arasında enerji köprüsü görevi görebilecek bir
ülke” konumunda olduğunu belirtmişti(6.03.2010
hürriyet gazetesi sa.5).
Türkiye’nin en sıcak bölgesi GDADB ve Diyarbakır
içinde aynı tespit geçerlidir.
Türkiye’nin ve
Diyarbakır’ın stratejik konumu ve zengin güneş
enerjisi potansiyelini iyi değerlendirmek gerekir.
Bu yolla enerjide dışa bağımlılıktan kurtulup
büyük kazanımlarda elde edebiliriz. Yenilenebilir
enerji kaynaklarından elektrik üretimini teşvik
yasasının güneş enerjisinden elektrik üretimini
teşviki ve desteklemeyi içermemesi büyük
410
bir eksikliktir. Bu nedenle bir çok yatırımcı bu teşvik yasası kapsamının
genişletilerek güneş enerjisinden de elektrik enerjisi üretimini teşvik ve
destekleyecek şekilde genişletilmesi bu konuda yatırım yapacak vatandaşa
fırsat eşitliği sağlaması açısından anayasal bir zorunluluktur.
Ayrıca, yasanın kapsamının genişletilmesi, Hükümetçe, 2007 de imzalanan
Kyoto protokolünün içeriğine de uygundur. Diyarbakır ve çevresi, büyük
bir güneş enerjisi potansiyeline sahiptir.
Diyarbakır’daki evlerin sadece %40 ı üzerine
yerleştirilerek elde edilecek
elektrik ile tüm
Bölgesindeki yerleşim yerlerinin enerji ihtiyacı
ek olarak güneş bacaları ve kuleleri yöntemiyle
fotovoltaik paneller
Güneydoğu Anadolu
karşılanabilir. Buna
üretilen kontrollü ve
yapay rüzgarlarla elde edilecek rüzgar enerjisini de hesaba katarsak,
ulusal elektrik şebekesine ve çevre ülkelere de enerji aktarımı ve satışı
gerçekleştirilebilir.
Dışa bağımlı ve dövizle aldığımız doğalgaz şebekesinin Diyarbakır’a
döşenmekte olduğu şu günlerde bu konuya kasıtlı değindiğimiz
düşünülmesin.
1969 dan bu yana dünyadaki enerji kaynaklarının ve güneş enerjisinden
faydalanma yöntemlerinin çeşitlendirilmesi gerekliliğine inanıyoruz: Isınma
ve sıcak su ihtiyacı için kullanılan düzlem kolektörlerle bu ısı kullanılabilir
hale getirilebilir.
Bu kolektörlerin yıllık dönüştürüm verim oranları yapım teknolojisine
göre %30-%60 arasında olabilmektedir. Bu varsayımlara göre Türkiye de
güneşten bir yılda 36 Milyon TET değerinde düşük sıcaklıkta ısı enerjisi
üretmek mümkün olabilir. Türkiye’de güneş enerjisi ile ilgili ölçümlerin
alınması Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü(DMIGM) tarafından
yapılmaktadır(1).
Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki 9 ilde, 10m2 lik toplayıcı alana sahip
değişik fotovoltaik paneller yardımıyla üretilebilecek enerji miktarları
kWh/m2 .yıl olarak Tablo.1 de verilmiştir(1,2).
411
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Batman Diyarbakır
Mardin
Siirt
Şırnak
Adıyaman
Gaziantep
Kilis
Şanlıurfa
G.D.Anadolu Böl.Ort. Türkiye ortalaması
Kristal silikon
Mono kris. Poli kris. İnce Cu film Cd-Te
2700
2300
1400
1200
2500 2200
1300
1100
2600 2300
1400
1200
2700
2400
1400
1200
2700
2400
1400
1200
2700
2400
1400
1200
2600
2300
1400
1200
2600
2300
1300
1200
2600
2300
1400
1200
2500
2200
1300
1100
2500
2200
1300
1100
amorf silikon
1050
1000
1500
1050
1050
1050
1000
1000
1000
1000
1000
Tablo.1 GDADB deki 9 ilde, 10m2 lik toplayıcı alana sahip değişik fotovoltaik paneller yardımıyla
üretilebilecek enerji miktarları kWh/m2 yıl olarak Tablo.1 de verilmiştir(1,2).
Birim alan başına, yıllık güneş enerjisi potansiyeli açısından Türkiyenin en iyi bölgesi Güneydoğu
Anadolu Bölgesidir. Diyarbakır için, yatay düzleme gelen(yatay d. g) , atmosfer öncesi(atm. önc.)
son beş yılın aylara göre aylık ortalama radyasyon değerleri, uzun yıllar ortalama güneşlenme
süreleri(G.s.) saat-dakika cinsinden, rüzgar hızı(v) m/sn cinsinden,
100cm de ölçülen toprak sıcaklıkları(t.s) oC cinsinden Tablo. 2 de verilmiştir(DDMİ).
Ay
Ocak
Şubat
Mart
Nisan
Mayıs
Haziran Temmuz Ağustos
Eylül
Ekim
Kasım
Aralık
Yıllık
Yat.
Dg.r.
6676
9344
13947
16955
20869
23897
23448
21052
17392
12104
8096
6076
15023
Atm.
Önr.
16563 21713 28265
34922
39523
41328
40327
36622
30618
23613
17752
15135 28865
G.
Süresi
3,46
4,56
5,39
7,14
9,45
12,28
12,43
12,53
10,23
7,46
5,32
3,57
8
Toprak
S.
11,1
9,6
10,6
13,7
17,9
21,8
25,5
27,6
26,8
23,6
19,0
14,1
18,4
v(m/sn)
2,0
2,3
2,7
2,3
2,2
3,0
3,3
3,0
2,5
2,0
1,6
1,6
2,4
Tablo.2 Diyarbakır için bazı güneş enerjisi değerleri(ayrıntılar metin içindedir)(1).
Daha fazla bilgi ve veriler (1, 7) nolu referans da bulunabilir.
412
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Diyarbakır’da Rüzgar
Enerjisi
Bu bölgede ve Diyarbakır çevresinde yıllık ortalama rüzgar hızı 5 m/sn
kadardır. Belli ve mevsimsel belirli bir hakim rüzgar yönü de yoktur. Bu
nedenle güneş enerjisinden önce rüzgar üretir, sonrada rüzgar türbinleri
kullanarak istediğimiz kadar elektrik enerjisi üretebiliriz: Güneydoğu
Anadolu Bölgesinin ekonomik boyutlarda elektrik üretimi açısından rüzgar
enerjisi potansiyeli yetersiz kabul edilmektedir. Bir rüzgar santralinin
ekonomiksel olması için gerekli koşulların başında: Kurulacağı yerde,
yerden 50 m yükseklikteki rüzgar hızı 7 m/sn veya daha büyük, 50 m
yükseklikteki kapasite faktörü %35 veya daha büyük olmalıdır. Kurulacak
rüzgar santrallerinin ulusal trafo merkezlerine veya ulusal gride yakın
yerlerde olması tercih edilir. Türkiye’nin Rüzgar Eenerjisi Potansiyeli
Atlası(REPA) EİEİ tarafından hazırlanmıştır(8).
Güneş bacası ile sıcak
soğuk farkı yaratıp rüzgar elde edilebilir. İstenirse baca uçları arasındaki
sıcaklık farkı arttırılır, ısınan hava yükselir. Baca bir rüzgar tüneli gibi çalışır.
Mekanik enerjinin oluşması sağlanır. Mekanik enerjiyi elektrik enerjisine
dönüştüren sistemler sayesinde elektrik enerjisi elde edilir(9).
Kullanılmayan arazilerde ve kırsal kesimlerde baca yöntemiyle
istenilen miktarda rüzgar ve elektrik üretilebilir. Küresel ısınma ve iklim
değişikliğinin, kara ve denizlerdeki sıcaklık farklarını arttırarak ülkemizin
rüzgar enerjisi potansiyelini olumlu yönde etkileyeceği beklenmektedir. Bu
değişiklikle ilgili araştırmalara da şimdiden başlanmalıdır. Ayrıca, güneş ve
rüzgar enerjisinden elektrik üretimi politikaları planlanırken ve yasaları
çıkarılırken bu tip değişimlerde göz önünde tutulmalıdır. Doğal olarak
gece-gündüz sıcaklık farkının da daha da büyümesi Güneydoğu Anadolu’
daki rüzgar potansiyelini de etkileyecektir.(Eriş, 2003; Gürsoy 2004)(1, 4,
3, 12).
Sonuç
Yıllık güneş enerjisi potansiyeli açısından Türkiyenin en iyi bölgesi Güneydoğu
Anadolu Bölgesidir. Bu bölgede, zirai amaçlı pompaların çalıştırılmasında,
kritik kurumların elektrik ihtiyaçlarının karşılanmasında(sinyal aktarım,
sismik kayıt ve gözetleme yerleri vs.), trafik ışıkları ve bahçe, iç veya
dış vitrin ve bina aydınlatılmasında fotovoltaik sistemlerle elde edilen
elektrik enerjisi şehir merkezlerinde ve kırsal kesimlerde kullanılmaya
başlanmıştır. Bu kullanım özel teşvik yasalarıyla daha da desteklenmelidir.
413
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Bölgedeki termal kaplıca sularıyla güneş enerjisi ve güneş bacası sistemleri birlikte uygulanarak
daha ekonomik elektrik enerjisi üretim tesisleri kurulabilir(Pamukova/Aydın daki gibi). Hatta güneş
enerjisiyle üretilen kızgın buharlar Raman petrol kuyularına basılarak petrolün çıkarılmasına
katkı sağlanabilir. Bölge, rüzgar enerjisi potansiyeli açısından değerlendirildiğinde ise Türkiye
ortalamasının altında bir ekonomiksel üretim kapasitesine sahip olduğu görülmektedir. Fakat
mevcut güneş enerjisi potansiyelini ek teknolojiler kullanmak suretiyle örneğin, güneş bacası
yardımıyla sabit hızlı etkin rüzgarlar oluşturarak ekonomik boyutlarda rüzgardan elektrik enerji
üretimi Güneydoğu Anadolu Bölgesinde de mümkün gözükmektedir(9, 12). Bu değerlendirme
küresel ısınma ve iklim değişiklikleri sürecinde de önemini koruyacaktır. Amerika’nın en önemli
eğitim kurumlarından biri olan M.I.T. profesörlerinden Daniel N. nin önerdiği gibi “Daha harcamadan
ve ailenin büyüklüğüyle orantılı adil bir vergilendirmeyle elektrik bedellerinin tahsiliyle kaçak
elektrik kullanımı kavramının ortadan kaldırılabileceği görüşü”(11). Türkiye genelinde yeni dağıtım
şirketlerince uygulanırsa, bölgede elektriğimiz çok ucuzlar ve yenilenebilir enerji üretiminin önü
açılarak havası ve çevresi daha temiz bir ülkede yaşamımızı sürdürebiliriz.
414
Kaynaklar
1. Elektrik İşleri Etüt İdaresi web sitesi:http:// www.eie.gov.tr
2. Örçen, İlke ve Uğurlu Örgen, “Küresel Isınmanın Türkiye’nin Enerji
Kaynaklarına Olası Etkisi” Küresel Enerji Politikaları i ver
Türkiye Gerçeği, TMMOB, Türkiye VI. Enerji Sempozyumu Bildiriler
Kitabı, 565-573, Ankara, 2007
3. Gürsoy, Umur, Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir
Enerji Kaynakları, Türk Tabipler Birliği Yayınları, Ankara, 2004.
4. Eriş A., “Enerji Politikaları ile Yerli, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları”
. TMMO Türkiye VI. Enerji Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara, 2003.
5. diyarbakirgunesevi.com
6. Aydınol M., A. Kaplan, Güneş Enerjisinden Faydalanarak Damıtık Su
Eldesi, Güneş Enerjisi Sistemleri Sempozyumu ve Sergisi, Mersin, 2021/6/2003, 117-128, TMMOB, Mersin.
7. MIGM web sitesi: www.migm.gov.tr
8. Rüzgar Enerjisi Potansiyeli Atlası(REPA), Türkiye Rüzgar santraları,
Elektrik İşleri Etüt İdaresi web sitesi:http:// www.eie.gov.tr
9. www.epdk.org.tr/lisans/elektrik/yek/rüzgarprojeleriningelisimi.doc
10.Electricity Production by Solar Chimney Project in Laboratory
Conditions(Model Study) Proje no:2009- FF-12, DÜBAP, Dicle
Üniversitesi.
11.Daniel N., Personalized Energy, http://MITworld.mit.edu/video/728,
15, September 2009.
12.Karadağ Ç. Gülsaç, I. I., Ersöz A., Çalışkan M. Yenilenebilir Enerji
Kaynakları, Bilim ve Teknik, Tübitak, Mayıs, 2009, 24-27.
415
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
FOTOVOLTAİK PİL TEKNOLOJİSİNE GENEL BAKIŞ
416
ÖZET
Günümüz dünyasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına olan
ilgi artmaktadır. Mevcut yenilenebilir enerji kaynaklarının başında güneş
enerjisi gelmektedir. Güneş enerjisinden en iyi faydalanabilme yollarından
biri fotovoltaik pillerin kullanımıdır.
Bu çalışmada, önce yarıiletkenler hakkında bilgi verilecek ve fotovoltaik
pillerin çalışma prensiplerinden bahsedilecektir. Ardından, günümüzde
kullanılan ve bilim adamlarının üzerinde çalıştıkları fotovoltaik piller
hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra fotovoltaik pillerin verimini etkileyen
faktörlerden bahsedilerek, fotovoltaik teknolojilerin piyasada tahmini
bulunabilirlik süreleri ile ilgili öngörülerden bahsedilecektir.
GİRİŞ
Fotovoltaik piller güneş enerjisini doğrudan elektrik enerjisine çeviren
aygıtlardır. Güneş pillerinin çalışma prensibi temelde fotovoltaik olay
olarak bilinen bir kuantum mekaniksel işleme dayanır. Fotovoltaik
kelimesinin kökeni Latince “Işık” anlamına gelen “Photo” kelimesi ve ilk
pili icat eden İtalyan Fizikçi Alessandro Volta’nın isminin birleştirilmesi ile
elde edilmiştir [1].
Fosil tabanı yakıtlar gibi geleneksel elektrik elde etme yöntemleri küresel
ısınmaya sebep olan ve çevreyi kirleten bileşiklerin üretilmesine neden
olurlar. Güneş pilinin tek kaynağı güneş ışınlarıdır.
Güneş ışığı temiz ve etkin olarak sınırsız olduğu için güneş pilleri geleneksel
enerji kaynaklarının en önemli alternatifi olarak kabul edilebilir. Güneş
pilleri şehir şebekesinden bağımsız olarak her yerde yıllarca güvenilir bir
şekilde kullanılabileceği için kırsal bölgelerde de rahatlıkla kullanılabilir.
Fotovoltaik Pillerin Çalışma Prensibi
Güneş pilleri silisyum vb yarıiletkenlerden yapılır. Yarıiletkenler
bilgisayarlardaki mikroişlemciler gibi bir çok elektriksel aygıtta
kullanılmaktadır.
Yarıiletkenler
farklı
özelliklerdeki
maddelerle
katkılandırılarak, n-tipi (negatif) ve p-tipi (pozitif) yarıiletkenler
haline getirilirler. Şekil 1’de katkısız, n-tipi ve p-tipi Si yarıiletkenleri
gösterilmektedir.
417
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
Yusuf Selim OCAK1
Tahsin KILIÇOĞLU2
1
Dicle Üniversitesi, Z.G.
Eğitim Fakültesi, Fen Bilgisi
Öğretmenliği, Diyarbakır
2
Batman Üniversitesi, Fen
Edebiyat Fakültesi, Fizik
Bölümü, Batman
[email protected],
[email protected]
Fotovoltaik Pillerin Kullanımı
Şekil 1. Katkısız, fosfor (n-tipi) ve bor (p-tipi) ile
katkılandırılmış Silisyumlar.
Güneş pilleri p-tipi ve n-tipi yarıiletkenlerin bir
araya getirilmesi ile elde edilen p-n eklemlerdir.
Güneş pillerinde oluşan akımı toplayabilmek
için pilin arkaya yüzeyi tamamen ve ön yüzeyi
kısmen metal kontakla kaplanır. Fotonların
p-n eklem tarafından emilmesi ile, fotonların
enerjisi yarıiletkenlerdeki bazı elektronlara
aktarılır ve bu elektronlar p-n eklem boyunca
hareket edebilir. Her negatif yüklü elektron için,
deşik adı verilen pozitif yüklü parçacıklar oluşur.
Her hangi bir yarıiletkende bu elektronlar ve
deşikler kısa bir süre içerisinde tekrar birleşir
ve enerjileri ısıya dönüşür. Güneş pillerinde ise,
p-n eklem sınırında oluşan elektron ve deşikler
elektrik alan etkisi ile zıt yönlere akarlar. Bu
yük ayrışımı aygıtta potansiyel fark oluşumuna
sebep olur. Pil bir devreye bağlandığında,
elektronlar akmaya başlar ve elektron akışı
elektrik akımına sebep olur. Şekil 2’de bir p-n
eklemin ışığa maruz kaldığında devreye elektrik
akımı verişini göstermektedir.
Fotovoltaik piller başlangıçta yüksek üretim
maliyetleri ve düşük verimden dolayı kısıtlı
kullanım alanlarına sahipti. Günümüzde
fotovoltaik pillerin hem üretim maliyeti oldukça
düşmüş hem de pillerden elde edilen verim
oldukça artmıştır. Bundan dolayı fotovoltaik
pillerin kullanım alanları çoğalmıştır. Hatta
bir çok devlet için en önemli enerji kaynakları
arasına girmiştir. Şekil 3’de fotovoltaik
modüllerin üretim maliyeti ve üretilen enerjinin
market kapasitesinin yıllara göre değişimi
gösterilmektedir
Fotovoltaik piller özellikle uzay uygulamalarında
kullanılmaktadır. Uzaya gönderilen uyduların
enerji kaynağı güneştir ve bu enerji
kaynağından uydular üzerinde mevcut bulunan
güneş panelleri ile yararlanırlar. Dolayısıyla
uyduların ömrü üzerlerinde mevcut bulunan
güneş panellerinin ömrü ile eşdeğerdir.
Uydularda silisyum tabanlı güneş panelleri
kullanıldığından 25 yıl ömre sahiptirler. Bunun
haricinde telekomünikasyon, ulaşım sektörü,
tarımsal sulama ve aydınlatma gibi bir çok
alanda fotovoltaik piller kullanılmaktadır.
Şekil 3. 1993-2008 yılları arasında,
dünyada fotovoltaik modül
maliyeti ve enerji üretiminin yıllara göre değişimi [2]
Şekil 2. Bir p-n eklemin ışığa maruz kaldığında devreye
elektrik akımı verişi
418
Fotovoltaik Pil Çeşitleri
Tek Kristal ve Polikristal Tabanlı Piller
Günümüzde kullanılan fotovoltaik pillerin çoğu kristal silisyum tabanlıdır. Bu
tür panellerin marketteki payı %78-80 civarındadır [3]. Bu tür piller bilinen
en klasik yapılardır. Kristal silisyumun iki türü endüstride kullanılmaktadır.
Bunlardan birincisi tek kristal yapılardır ki, yaklaşık 350 nm kalınlığındaki
ve 150 mm çapındaki aşırı saf silisyum yongalardan elde edilirler. İkinci tür
ise çoklu kristal silisyumlardır. Bunlar tırtıklı bir şekilde bloklara ayrılmış
ve ardından yonga haline getirilmiş silisyumlardan elde edilir. Her iki tür
yapıda da bor katkılı (p-tipi) yarıiletken yüzeyin üzerine fosforun (n-tipi katkı
maddesi) difüzyonu ile elde edilir. Pilin ön yüzüne maksimum miktarda ışık
gelecek şekilde ve arka kısmına ise tamamen metal kontak atılır ve böylece
pil elde edilir. Piller farklı kombinasyonlarda seri ve paralel bağlanarak
istenilen akım ve gerilime sahip paneller oluşturulabilir. Şekil 4’te tek ve
çoklu kristal Silisyumdan elde edilmiş güneş panelleri gösterilmektedir.
Şekil 4. Tek kristal ve çoklu kristal Silisyumdan elde edilmiş paneller
İnce Film Piller
Kristal piller haricinde piyasada en çok kullanılan ise, ince film güneş
pilleridir. Bu tür panellerin market payı %18-20 civarındadır [3]. İnce film
olarak en çok kullanılan malzemeler, amorf silisyum, bakır indiyum (ve
germanyum) selen (CIS veya CIGS) ve kadmiyum tellür (CdTe) gibi polikristal
malzemelerdir. CIS piller genelde Tablo 1’de verilen elementlerin farklı
kombinasyonları ile elde edilirler.
Bu tür yapılar elde edilirken önce cam ve çelik gibi bir altlık üzerine
ince bir tabaka molibden filmi oluşturulur. Bu film üzerine istenilen
kombinasyonlarda CIS filmi oluşturulur. Yüksek sıcaklıkta tavlanan yapı
üzerine CdS ve iletken oksit tabaka atılır ve pilden akım alabilmek için
metal kontaklar atılır. Bu şekilde oluşturulmuş bir pil yapısı Şekil 5’te
419
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
gösterilmiştir.
Cu
Ag
Au
Al
Ga
In
S
Se
Te
Tablo 1. CIS pillerde en çok kullanılan elementler
Şekil 6a. Plastik güneş pilinin şeması
Şekil 5. Örnek bir CIS yapısı
Organik Tabanlı Piller
Kristal ve ince film piller haricinde daha ucuz
ve daha
uzun ömürlü fotovoltaik yapılar
oluşturabilmek için bilim adamları pek çok
çalışmalar yapmaktadır.
Bu çalışmaların başında polimer tabanlı plastik
güneş pilleri ve boyar madde ile duyarlılaştırılmış
güneş pilleri, DSC (Dye-sensitized solar cell),
gelmektedir. Plastik güneş pilleri olarak
nitelendirilen yapı iletken oksit, genelde ITO
(indiyum kalay oksit), kaplı bir yüzey üzerine
PEDOT:PSS (Poli (3, 4 - etilendioksitiyofen)
poli (sitirensülfonat)) gibi iletken bir polimerin
ince filminin oluşturulması ve bu yapı üzerine
organik aktif tabaka oluşturulması ile elde edilir
[4]. Bu yapı üzerine metal buharlaştırılmadan
önce ince bir LiF ara tabaka oluşturulur.
Plastik bir güneş pilinin yapısı Şekil 6a’da
gösterilmektedir. Bu tür yapılarda ışık iletken
oksit kaplı yüzeyden alınır ve pilden böylece
faydalanılır.
İkinci organik tabanlı pil çeşidi aynı zamanda
organik-inorganik hibrit güneş pili olan DSC
yapılardır. Bu yapılarda yine iletken bir oksit
üzerine TiO2 gibi bir yarıiletken oksit tabaka
oluşturulur. Bu tabaka önce yüksek sıcaklıkta
tavlanır ve ardından uzun bir süre organik bir
boyar içerisine daldırılarak organik-inorganik
bir yapı oluşturulur. Arka kontak ile bu yapı
arasına I çözeltisi ilave edilerek bu yapıdan daha
etkin akım alınması sağlanır [5]. Anlatılan yapı
Şekil 6b’da gösterilmektedir.
Şekil 6b. Organik-inorganik güneş pilinin şeması
Diğer Yaklaşımlar
Birçok araştırıcı farklı yöntemler kullanarak
daha az alanda daha fazla elektrik elde etmek
için uğraşmaktadır. Bunlara örnek olarak, nano
çubuklu (nanorod) yapılar ve çok katmanlı
(tandem cell) yapılar gösterilebilir. Nano çubuklu
pillerdeki temel yaklaşım, nano boyutlarda
çubuklar oluşturulur ve bu çubukların arası
istenilen organik veya inorganik madde ile
420
doldurularak, her iki yarıiletkenin daha küçük bir alanda daha fazla
etkileşmesi ve bu etkileşen bölgelere güneş ışığı düştüğünde daha fazla
taşıyıcı oluşturulması hedeflenmektedir.
Fotovoltaik yapıların verimini etkileyen en önemli durumlardan biri
gönderilen ışık ile yarıiletkenlerin bant aralıklarının uyumudur. Bant
aralığının üzerindeki foton enerjisi ısıya dönüşür ve bant aralığının altındaki
foton enerjisi soğurulamaz. Çok katmanlı piller, bant aralıkları farklı birkaç
pilin art arda aynı düzlemde oluşturulması ile elde edilir. Bu yöntem hem
çok zor hem de diğer yöntemlere göre daha pahalı olmasına rağmen,
daha az alanda daha fazla enerji elde edilmesinden dolayı, özellikle uzay
uygulamaları için çok uygun gözükmektedir. Şekil 7’ bu yöntemle elde
edilen bir çok katmalı fotovoltaik pili göstermektedir.
Şekil 7. Örnek bir çok katmanlı bir fotovoltaik pil [6]
Fotovoltaik Pillerin Verimini Etkileyen Faktörler
Fotovoltaik piller için en önemli parametrelerden biri olan verimi etkileyen
faktörler aşağıda sırasıyla verilmiştir.
• Ön yüzdeki yansıma, gölgeleme vb etkiler
• Band Aralığı etkisi
• Band aralığının üzerindeki foton enerjisi ısıya dönüşür
• Band aralığının altındaki foton enerjisi soğurulamaz..
• Seri direnç etkisi
• Metal ile kristal gibi bazı etkileşimler
• Paralel Direnç
• Kristaldeki katkılar ve safsızlıklar
Fotovoltaik Pillerin Geleceği
Fotovoltaik piller üzerine yapılan çalışmaları iki başlıkta toplamak
mümkündür. Bunlardan biri fotovoltaik özelliklere sahip yeni bileşik veya
alaşımların elde edilmesi, diğeri bu malzemeleri en uygun kompozisyonlarda
421
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
kullanmaktır. Bilindiği gibi fotovoltaik piller üzerine yapılan çalışmalar silisyum tabanlı kristal
piller ile başlamıştır. Bu piller halen günümüz piyasasının %78-80’ini kapsamaktadır. Daha sonra
geliştirilen ince film pillerde piyasada önemli yer edinmiştir. Fakat kısa ömürlü olmaları gibi bazı
dezavantajlarından dolayı piyasaya henüz girememiş bir çok farklı fotovoltaik pil üzerine bilim
adamları tarafından çok yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Tablo 2 farklı niteliklerdeki fotovoltaik
pillerin öngörülen piyasada bulunma sürelerini göstermektedir. Tablodan da çok net şekilde
görülebileceği gibi önümüzdeki yüzyılda özellikle organik, hibrit yapılar ve biyolojik tabanlı pillerin
markette önemli yer tutacağı öngörülmektedir [7].
Fotovoltaik Teknoloji
Kristal Silisyum
Amorf Silisyum
Silisyum ince film
CdTe
CIS
DSC (Boyar madde)
DSC-hibrit
Organik-hibrit
Biyolojik
Fotovoltaik Nesil
1
2
2
2
2
3
3+
3+
4
Tahmini markette
kullanılabilirliği
1970-2020
1983-2025
2001-2050
1995-2010
2000-2050
2003-2055
2015-2100
2015-2100
2030-2100+
Tablo 2. Fotovoltaik teknolojilerin piyasada tahmini bulunabilirlik süreleri
422
KAYNAKLAR
1. www.explainthatstuff.com/solarcells.html
2. www.gtmresearch.com/
3. www.solarbuzz.com
4. Shaheen, S.E., Brabec, C.J., Sariciftci, N.S., Padinger, F., Fromherz, T.
Hummelen J.C., 2.5% efficient organic plastic solar cells, Appl. Phys.
Lett. 78, 841-843, 2001
5. O’Regan, B., Grätzel, M., A low-cost, high-efficiency solar cell based on
dye-sensitized colloidal TiO2 films, Nature 353, 737 – 740, 1991
6. www.spectrolab.com/DataSheets/TNJCell/utj3.pdf
7. Tulloch, S. Solar Cells for Tomorrow, First International Conference on
Energy Efficiency and Conversation, Hong Kong, 32-33, 2003.
423
DİYARBAKIR’DA
DOĞAL HAYAT
SU, İKLİM,
ENERJİ VE
MADEN
424

Benzer belgeler