Jinekoloji - Obstetrik ve NeonatolojiTıp Dergisi
Transkript
Jinekoloji - Obstetrik ve NeonatolojiTıp Dergisi
Jinekoloji ve Neonatoloji NeonatolojiTıpTıpDergisi Dergisi Jinekoloji-- Obstetrik Obstetrik ve The Obstetricsand andNeonatology Neonatology TheJournal JournalofofGynecology Gynecology - Obstetrics ÖZELAralık SAYI ://1December (SUPPLEMENT Cilt/ Vol: / Vol:1111/ /Sayı:4 Sayı:4 Aralık December Cilt 2014 - I) ISSN 1304 - 5512 ISSN - 5512 ISSN1304 1304 - 5512 İstemli gebeliksonlandırılması, sonlandırılması,bir biraile aile planlaması planlaması yöntemi İstemli gebelik yöntemi midir? midir? Is voluntary termination of pregnancy a family planning method? Is voluntary termination of pregnancy a family planning method? Sistosel grand multipar gebelerde doğumun aktif faz süresini uzatan bir risk faktörü müdür? Sistosel grand multipar gebelerde doğumun aktif faz süresini uzatan bir risk faktörü müdür? Is cystocele a risk factor for prolonged active phase of labour in grandmultipar pregnancies? Is cystocele a risk factor for prolonged active phase of labour in grandmultipar pregnancies? 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Romatoid artrit ve gebelik: 15 olgu sunumu Romatoid artrit ve gebelik: 15 olgu sunumu Rheumatoid Arthritis and Pregnancy: 15 case report Rheumatoid Arthritis and Pregnancy: 15 case report İlk antenatal vizit sırasında maternal mikrobesin düzeylerinin değerlendirilmesi İlkEvaluation antenatalof vizit sırasında maternal levels mikrobesin düzeylerinin maternal micronutrient in first antenatal visitdeğerlendirilmesi Evaluation of maternal micronutrient levels in first antenatal visit Healthcare professionals’ attitude and knowledge on double test and pregnancy termination for Down syndrome Healthcare professionals’ attitude and knowledge on double test and pregnancy termination for Hekimlerin ikili test hakkında bilgi düzeyi, düşünceleri ve Down sendromunda terminasyon kararları Down syndrome Hekimlerin ikili test hakkında bilgi düzeyi, düşünceleri ve Down sendromunda terminasyon kararları Relationship between first trimester low pregnancy associated plasma protein a levels with second trimester uterine artery Doppler, placental size and adverse obstetric outcomes Relationship between first trimester low pregnancy associated plasma protein a levels with second Birinci trimester gebelikle ilişkili plasma protein-a düzeyinin, ikinci trimester uterin arter Doppler, plasental trimester uterine artery Doppler, placental size and adverse obstetric outcomes boyut ve kötü obstetrik sonuçlarla ilişkisi Birinci trimester gebelikle ilişkili plasma protein-a düzeyinin, ikinci trimester uterin arter Doppler, plasental boyut vegebelik kötü obstetrik sonuçlarla ilişkisi olarak değerlendirilmesi ve gebelik sonuçları ile ilişkisi Erken kesesinin ultrasonografik Ultrasonographic assessment of early gestational sac and its association with pregnancy outcomes Erken gebelik kesesinin ultrasonografik olarak değerlendirilmesi ve gebelik sonuçları ile ilişkisi Torakoamniyotikassessment şant uygulamasi: tersiyer bir merkezde gözden Ultrasonographic of early gestational sac and10 itsvakanın association withgeçirilmesi pregnancy outcomes Thoracoamniotic shunt procedure: review of 10 cases at a tertiary setting Torakoamniyotik şant uygulamasi: tersiyer bir merkezde 10 vakanın gözden geçirilmesi YÜT kullanılan olgularda 2. gün vereview 3. günofembriyo transferi sonuçlarının Thoracoamniotic shunt procedure: 10 cases at a tertiary setting retrospektif olarak karşılaştırılması Retrospective comparison of results of day 2 and 3 embryo transfers in ART YÜT kullanılan olgularda 2. gün ve 3. gün embriyo transferi sonuçlarının retrospektif olarak karşılaştırılması ADAMTS gen ailesinin obstetrik ve jinekolojideki yeri Retrospective comparison of results of day 2 and 3 embryo transfers in ART Role of ADAMTS gene family in obstetrics and gynecology ADAMTS gen ailesinin obstetrik ve jinekolojideki yeri Gebelikte tiroid hastalıkları ve neonatal sonuçları Role of ADAMTS family inand obstetrics gynecology Thyroid disease gene in pregnancy neonataland outcome Gebelikte tiroid hastalıkları ve neonatal sonuçları Kutis marmorata telenjiektatika konjenita: Bir olgu sunumu Thyroid disease in pregnancy and neonatal outcome Cutis marmorata telangiectatica congenita: A case report HİSTEROSKOPİ KURSU Kutis marmorata konjenita: Bir Bir olguolgu sunumu Rektumu perforetelenjiektatika eden kayıp intrauterin araç: sunumu Translocated intrauterine devicecongenita: leading to rectal perforation: A case report Cutis marmorata telangiectatica A case report MODERATÖR: Prof. Dr. Osama SHAWKI BAKAN LIĞ I Rektumu perfore eden kayıp intrauterin araç: Bir olgu sunumu Translocated intrauterine device leading to rectal perforation: A case report S Z.T IN . BU RAK KAD ŞT IRM Sİ A HASTANE IK ĞL SA 12 Kasım 2015 Tarihinde Prof. Dr. Osama SHAWKI moderatörlüğünde www.jgon.org Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde AĞ A LIĞ AR I EĞİTİM VE BAKAN LIĞ I Z.T IN . BU RAK KAD IRM Sİ A HASTANE IK ĞL SA I Jinekoloji - Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi The Journal of Gynecology - Obstetrics and Neonatology ZEKAİ SAĞLIĞI EĞİTİM EĞİTİMVE VEARAŞTIRMA ARAŞTIRMA HASTANESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ ZEKAİTAHİR TAHİRBURAK BURAK KADIN KADIN SAĞLIĞI HASTANESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ Dr. Salim ERKAYA Dr. Halil([email protected]) İbrahim YAKUT SORUMLUYAZI YAZIİŞLERİ İŞLERİMÜDÜRÜ MÜDÜRÜ SORUMLU Dr. Hasan Onur Dr. TOPÇU Mehmet([email protected]) Ş.ÖZKAN BAŞEDİTÖR EDİTÖR BAŞ Dr. ([email protected]) Dr.Salim Salim ERKAYA ERKAYA ([email protected]) EDİTÖRLER EDİTÖRLER Dr. Yaprak ÜSTÜN ([email protected]) Dr. Yaprak ÜSTÜN ([email protected]) Dr. Esma SARIKAYA ([email protected]) Dr. Suna OĞUZ ([email protected]) Dr. Suna OĞUZ ([email protected]) Dr. Esma SARIKAYA ([email protected]) EDİTÖRYARDIMCILARI YARDIMCILARI EDİTÖRLER Dr. İbrahim Halil İbrahim ([email protected]) Dr. Halil YAKUTYAKUT ([email protected]) Dr. Evrim DİZDAR ALYAMAÇ ([email protected]) Dr. Evrim DİZDAR ALYAMAÇ ([email protected]) Dr. Emre CANPOLAT ([email protected]) Dr. Emre CANPOLAT ([email protected]) Dr. Zeynep ERAS ([email protected]) Dr. Melike DOĞANAY ([email protected]) Dr. Ayşe Seval ERDİNÇ ([email protected]) Dr. Zeynep ERAS ([email protected]) Dr. Seval ÖzlemERDİNÇ EVLİYAOĞLU ([email protected]) Dr. Ayşe ([email protected]) Dr. Özlem EVLİYAOĞLU ([email protected]) Dr. Tayfun GÜNGÖR ([email protected] Dr. Tayfun GÜNGÖR ([email protected] Dr. Nafiye KARAKAŞ YILMAZ ([email protected]) Dr. Nafiye KARAKAŞ YILMAZ ([email protected]) Özlem MORALOĞLU ([email protected]) Dr. Şebnem ŞEN ÖZYERDr.([email protected]) Dr. Şebnem ŞEN ÖZYER ([email protected]) Dr. Nurdan URAŞ ([email protected]) Dr. Nurdan URAŞ ([email protected]) Dr. Dilek UYGUR ([email protected]) Dr. Dilek UYGUR ([email protected]) Dr. Aykan YÜCEL ([email protected]) DANIŞMA KURULU DANIŞMA KURULU Dr. Ali ACAR (Necmettin Dr. Ali ACAR (Necmettin ErbakanErbakan Üniv.) Üniv.) Dr. Münire Erman AKAR (Akdeniz Dr. Münire Erman AKAR (Akdeniz Üniv.) Üniv.) Dr. Orhan AKSAKAL Dr. Orhan AKSAKAL (ZTB) (ZTB) Dr. Cem ATABEKOĞLU Dr. Cem ATABEKOĞLU (Ankara(Ankara Üniv.) Üniv.) Dr. Ramazan ATAK (İnönü Dr. Erkut ATTAR (İstanbul Üniv. İst.Üniv.) Tıp) Dr.AVŞAR Erkut ATTAR Üniv. İst. Tıp) Dr. Filiz (Yıldırım(İstanbul Beyazıt Üniv.) Filiz AVŞAR Beyazıt Üniv.) Dr. AliDr. AYHAN (Başkent(Yıldırım Üniv. Hast.) Dr. AliYağmur AYHANBAŞ (Başkent Üniv. Hast.) Dr. Ahmet (Etlik Zübeyde Hanım EAH) Dr. Ahmet Yağmur Zübeyde Hanım EAH) Dr. İskender BAŞER (UfukBAŞ Üniv.(Etlik Ankara) Dr. BAYAR İskender BAŞER (Ufuk Üniv. Ankara) Dr. Ülkü (Zonguldak Karaelmas Üniv.) ÜlküBEKSAÇ BAYAR (Hacettepe (ZonguldakÜniv.) Karaelmas Üniv.) Dr. M.Dr.Sinan Dr. M. Sinan BEKSAÇ (Hacettepe Üniv.) Dr. Nuray BOZKURT (Gazi Üniv.) Dr. Nuray BOZKURT (Gazi Üniv.) Dr. A.Turhan ÇAĞLAR (ZTB) Dr. A.Turhan ÇAĞLAR (ZTB) Dr. Şevki ÇELEN (ZTB) ŞevkiÇİÇEK ÇELEN (ZTB) Dr. M.Dr.Nedim (ZTB) Dr. M. Nedim ÇİÇEK Dr. A.Nuri DANIŞMAN (ZTB)(ZTB) Dr.DAVAS A.Nuri(İstanbul) DANIŞMAN (ZTB) Dr. İnci Dr. İnci DAVAS Dr. Hülya DEDE (ZTB) (İstanbul) Dr. Namık Dr. Namık DEMİRDEMİR (İzmir) (İzmir) Dr. Özgür ( Hacettepe Dr. Özgür DERENDEREN ( Hacettepe Üniv.) Üniv.) Dr. Serdar DİLBAZ (Etlik Dr. Serdar DİLBAZ (Düzce Üniv.)Zübeyde Hanım EAH) Dr. Berna Zübeyde Dr. Uğur DİLMENDİLBAZ (Yıldırım(Etlik Beyazıt Üniv.) Hanım EAH) Dr. Dilek DİLLİ (Dr.Zübeyde Sami Ulus Çocuk Dr. Berna DİLBAZ (Etlik Hanım EAH)Hast.) Dr. Melike DOĞANAY (ZTB) Dr. Dilek DİLLİ (Dr. Sami Ulus Çocuk Hast.) Dr. Fatih DURMUŞOĞLU (İstanbul) Dr. Fatih DURMUŞOĞLU (İstanbul) Dr. Ömer ERDEVE Dr. Ömer ERDEVE (Ankara(Ankara Üniv.) Üniv.) Dr. Mithat ERENUS (İstanbul Dr. Mithat ERENUS (İstanbul Üniv.) Üniv.) Dr. Bülent ERGÜN (İstanbul Dr. Bülent ERGÜN (İstanbul Çapa) Çapa) Dr. Bülent GÜLEKLİ Eylül Üniv.) Dr. Bülent GÜLEKLİ (Dokuz(Dokuz Eylül Üniv.) Dr. Cavidan GÜLERMAN (Karabük Dr. Cavidan GÜLERMAN (Karabük Üniv.) Üniv.) Dr. Özlem GÜN ERYILMAZ Dr. Özlem GÜN ERYILMAZ (ZTB) (ZTB) Dr. Tayfun GÜNGÖR Dr. Tayfun GÜNGÖR (ZTB) (ZTB) Dr. Mete GÜNGÖR(Necmettin (Acıbadem Hast.) Üniv.) Dr. Hüseyin GÖRKEMLİ Erbakan Hüseyin(Başkent GÖRKEMLİ Dr. AliDr. HABERAL Üniv.)(Necmettin Erbakan Üniv.) Dr. AliHASSA HABERAL (BaşkentÜniv.) Üniv.) Dr. Hikmet (Osmangazi Dr. Hikmet HASSA (Osmangazi Dr. Babür KALELİ (Pamukkale Üniv.) Üniv.) Dr. Babür KALELİ (Pamukkale Dr. Ahmet KARADAĞ (İnönü Üniv.) Üniv.) Dr. Ateş KARATEKE (Yeditepe Üniv.) Dr. Gözde Dr. Yakup KUMTEPE (Atatürk Üniv.)KANMAZ (ZTB) Dr. Ateş Dr. Esra KUŞÇU (Başkent Üniv.) KARATEKE (Yeditepe Üniv.) Dr. Yakup Dr. İrfan KUTLAR (Gaziantep Üniv.)KUMTEPE (Atatürk Üniv.) Dr. Esra KUŞÇU (Başkent Üniv.) Dr. Rıza MADAZLI (İstanbul Cerrahpaşa) Dr. İrfan KUTLAR (Gaziantep Üniv.) Dr. Mehmet Mutlu MEYDANLI (ZTB) Rıza MADAZLI (İstanbul Cerrahpaşa) Dr. Özlem MORALOĞLUDr. (ZTB) Mehmet Mutlu MEYDANLI (ZTB) Dr. M. Tamer MUNGAN Dr. (Ankara) Dr. Sami M. Tamer MUNGAN (Ankara) Dr. Nurullah OKUMUŞ (Dr. Ulus EAH) Nurullah Dr. Fahri OVALI (ZeynepDr. Kamil EAH) OKUMUŞ (Dr. Sami Ulus EAH) Fahri OVALI (İstanbul Medeniyet Üniv.) Dr. Rahmi ÖRS (Selçuk Dr. Üniv.) Dr. Rahmi Dr. Gülnur ÖZAKŞİT (Kafkas Üniv.) ÖRS (Selçuk Üniv.) Dr. Bülent ÖZDAL (ZTB)Dr. Gülnur ÖZAKŞİT (Kafkas Üniv.) Dr. Bülent Dr. Selçuk ÖZDEN (Sakarya Üniv.) ÖZDAL (ZTB) Dr. Selçuk Dr. Semih ÖZEREN (Kocaeli Üniv.) ÖZDEN (Sakarya Üniv.) Dr.Üniv.) Semih ÖZEREN (Kocaeli Üniv.) Dr. Recai PABUÇCU (Ufuk Dr. Dr. Berna SEÇKİN (ZTB) Recai PABUÇCU (Ufuk Üniv.) Dr. Fatmanur Dr. Murat SÖNMEZER (Ankara Üniv.) SARI (ZTB) Dr. Berna SEÇKİN (ZTB) Dr. Feride SÖYLEMEZ (Ankara Üniv.) Dr. Murat SÖNMEZER (Ankara Üniv.) Dr. Ayhan SUCAK (ZTB) Dr. Feride SÖYLEMEZ (Ankara Üniv.) Dr. Güler ŞAHİN (Van Yüzüncü Yıl Üniv.) Dr.Üniv.) Ayhan SUCAK (ZTB) Dr. Yılmaz ŞAHİN (Erciyes Dr. Güler ŞAHİN (Van Yüzüncü Yıl Üniv.) Dr. Cihat ŞEN (İstanbul Cerrahpaşa) Yılmaz ŞAHİN (Erciyes Üniv.) Dr. Şebnem ŞEN ÖZYERDr.(ZTB) Dr. Cihat ŞEN (İstanbul Cerrahpaşa) Dr. Ömer Yavuz ŞİMŞEK (Kırıkkale Üniv.) Dr. Zeki TANER (Gazi Üniv.) Dr. Zeki TANER (Gazi Üniv.) Dr. Nurten TARLAN ( ZTB) Dr. Nurten TARLAN ( ZTB) Dr. Yasemin TAŞÇI (ZTB)Dr. Yasemin TAŞÇI (ZTB) Dr. Cüneyt TAYMAN (ZTB) Dr. Selçuk TUNCER (Hacettepe Üniv.) Selçuk TUNCER (Hacettepe Üniv.) Dr. Cem TURHAN (KartalDr.EAH) Dr.Üniv.) Cem TURHAN (Kartal EAH) Dr. Gürkan UNCU (Uludağ Dr. Hast.) Gürkan UNCU (Uludağ Üniv.) Dr. Cihat ÜNLÜ (Acıbadem Cihat ÜNLÜ (Acıbadem Hast.) Dr. Yusuf ÜSTÜN (DüzceDr. Üniv.) Dr. Dr. Elif Gül YAPAR EYİ (ZTB)Yusuf ÜSTÜN (Ankara) Dr. ElifYıldırım Gül YAPAR EYİEAH) (ZTB) Dr. Ahmet YEŞİLYURT(Dışkapı Beyazıt Dr. Ahmet YEŞİLYURT(Dışkapı Yıldırım Beyazıt EAH) Dr. Hüseyin YEŞİLYURT (ZTB) Dr. Hüseyin YEŞİLYURT (ZTB) Dr. Ayşegül ZENCİRLİOĞLU (Sami Ulus EAH) Sema ZERGEROĞLU (ZTB) Dr. Sema ZERGEROĞLUDr. (ZTB) Dr. Aykan YÜCEL ([email protected]) YAYIN YAYINSEKRETERLERİ SEKRETERLERİ Op.Op. Dr.Dr. Sabri SabriCAVKAYTAR CAVKAYTAR([email protected]) ([email protected]) Op. Op.Dr.Dr.Emre EmreÖZGÜ ÖZGÜ([email protected]) ([email protected]) YAZI YAZIİŞLERİ İŞLERİ SEKRETERİ SEKRETERİ Döndü DöndüDAŞKIN DAŞKIN([email protected]) ([email protected]) Editörden Size Editorial Editörden Editörden Size Size / /Editorial / Editorial Değerli Okuyucular, Değerli Okuyucular, Değerli Okuyucular, Jinekoloji Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi 2014 yılı son sayısıyla sizlerin huzurundayız. Bu sayımızda dokuz özgün araştırma, iki derleme ve Jinekoloji Jinekoloji Obstetrik Obstetrik ve Neonatoloji ve Neonatoloji Tıp Dergisi Tıp2014 Dergisi yılı 2014 son sayısıyla yılı son sayısıyla sizlerin huzurundayız. sizlerin huzurundayız. Bu sayımızda Bu sayımızda dokuz özgün dokuzaraştırma, özgün araştırma, iki derleme iki derleme ve ve iki olgu sunumu olmak üzere toplam on üç adet bilimsel yazı yer almaktadır. İstemli gebelik sonlandırmasının bir aile planlanması yöntemi olmadığı iki olgu sunumu iki olguolmak sunumu üzere olmak toplam üzereontoplam üç adetonbilimsel üç adetyazı bilimsel yer almaktadır. yazı yer almaktadır. İstemli gebelik İstemlisonlandırmasının gebelik sonlandırmasının bir aile planlanması bir aile planlanması yöntemi yöntemi olmadığıolmadığı mesajının verildiği makalede aile planlaması yöntemlerinin geniş kitlelere ulaştırılması gerekliliği üzerinde durulmaktadır. mesajının mesajının verildiği makalede verildiği makalede aile planlaması aile planlaması yöntemlerinin yöntemlerinin geniş kitlelere genişulaştırılması kitlelere ulaştırılması gerekliliğigerekliliği üzerinde üzerinde durulmaktadır. durulmaktadır. Değerli Okuyucular, Yine torakoamniyotik şant uygulamalarının değerlendirildiği makalede fetal hidrotoraks varlığında torakoamniyotik şant uygulamasının perinatal sonuçYine torakoamniyotik Yine torakoamniyotik şant uygulamalarının şant uygulamalarının değerlendirildiği değerlendirildiği makaledemakalede fetal hidrotoraks fetal hidrotoraks varlığındavarlığında torakoamniyotik torakoamniyotik şant uygulamasının şant uygulamasının perinatalperinatal sonuç- sonuçlar üzerineKasım olumlu etkisi belirtilmektedir. 12-14 2015olduğu tarihinde JW Marriot Otel’de gerçekleştirdiğimiz 12. ZEKAİ TAHİR BURAK JİNEKOLOJİ lar üzerinelarolumlu üzerine etkisi olumlu olduğu etkisi belirtilmektedir. olduğu belirtilmektedir. VE OBSTETRİK KONGRESİ’nin poster ve sözel sunumlarını bulacağınız kongre özel sayımızı yayınlamak- Tüm okurlarımıza iyi bir yıl geçirmeleri dileğiyle, saygılarımı sunarım. Tüm Tüm okurlarımıza iyiduyuyorum. bir yıl geçirmeleri iyi bir yıl geçirmeleri dileğiyle, saygılarımı dileğiyle, saygılarımı sunarım. sunarım. tanokurlarımıza mutluluk Kongremize desteğini esirgemeyen değerli hocalarımıza ve tüm meslektaşlarımıza Zekai Tahir Burak ailesi olarak teşekkür ederiz. Doç. Dr. Salim ERKAYA Doç. Dr. Salim Doç. Dr. ERKAYA Salim ERKAYA Jinekoloji Obstetrik ve Neonatoloji JinekolojiJinekoloji ObstetrikObstetrik ve Neonatoloji ve Neonatoloji Tıp Dergisi Baş Editörü Tıp Dergisi TıpBaş Dergisi Editörü Baş Editörü Doç. Dr. Salim ERKAYA Jinekoloji Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi Baş Editörü 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı SÖZEL SUNUMLAR nezde rol aldıkları düşünülmektedir. Patofizyolojisi net olarak bilinmeyen endometriosizin gelişmesinde apopitosiz ve angiogenez belirteçlerin rolünü ortaya koymayı amaçladık. Yöntem: Laparoskopik cerrahi veya histerektomi sonrasında histopatolojik olarak 30 endometriosiz tanısı konan hastalar ile rutin kontrollere gelen 30 sağlıklı olan gönüllü hastalar çalışmaya alındı. Çalışma gruplarında, hücre yüzey belirteci olan ve aynı zamanda apoptosizin tetikleyici moleküllerinden olan CD95 ile angiogenez belirteci olan, endotel trozin kinaz-2 ve hipoksi ile indüklenen faktör-1alfa (HIF-1α)’ nın serum düzeyleri çalışıldı. Bulgular: Endometriosiz tanısı konan hasta ile kontrol gurubu karşılaştırıldığı zaman, sosyodemografik ve hematolojik parametreler yönünden anlamlı fark yoktu (p>0.05). Her iki grup arasında serum Tie-2 düzeyi açısından fark yok iken (p>0.05), hasta gurubunda serum CD95 ve HIF1α düzeyleri istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). Sonuç: Endometriosiz daha çok üreme çağındaki kadınları etkileyen patofizyolojisi halen tartışmalı olan bir hastalık olmasına rağmen, son yıllarda, angiogenez ve apoptozisin hastalığın patogenezi ile ilgili dikkat çeken bir konu olarak incelenmektedir. Çalışmamızda da gösterdiğimiz gibi, endometriosiz patofizyolojisinde bazı angiogenez ve apoptosiz belirteçlerinin salgılandığı bilinmektedir. Endometriosiz patofizyolojisinde yer alan apoptosizin, angiogenesiz sonucu gelişen dokuların büyümesinde ve anormal fonksiyonlu hücrelerin pelvik organlarda yayılmasında önemli rolü olduğu düşünülebilir. Apoptotik belirteçler bu amaçla kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Endometriosiz, angiogenez, apoptosiz [Abstract:0241][SS-001] PKOS, Myoma Uteri Ve Endometriomalı Hastalarda Endometriyel Reseptivitenin Değerlendirilmesinde Endometriyal Yıkama Sıvısı Αvβ3 İntegrin, Glikodelin Ve PGF2α Düzeyleri Bülent Yılmaz1, Mustafa Demir1, Onur İnce2, Bülent Özkan3, Sefa Kelekçi1, Recep Sütçü4 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, İzmir 2 Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İzmir 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.B.D, İzmir 4 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya A.B.D, İzmir Amaç: Embriyonun uterusa başarılı implantasyonu, fertil kadınlarda menstrüel döngünün implantasyon penceresinde kısa bir dönem için sağlanabilen reseptif bir endometrium gerektirir. Endometrial sekresyonların analizi, endometrial reseptivite ve embriyo implantasyonun belirlenmesinde kilit rol oynadığı gösterilen sekresyon içeriklerinin değerlendirilmesine yönelik anlamlı bulgular verir. αVβ3 integrin, glikodelin ve PGF2α, insan embriyonik implantasyonuna dahil olan markerlardır. Bu çalışmanın amacı polikistik over sendromu (PKOS), endometrioma, myoma uteri tanısı alan hastalar ile daha önce doğum yapmış infertilite hikayesi olmayan sağlıklı kadınların endometrial yıkama sıvısında endometrial reseptivite belirteçleri olan αVβ3 integrin, glikodelin ve PGF2α düzeylerinin karşılaştırılmasıdır. Yöntem: Bu kesitsel çalışma 2013’ün Ocak ve Haziran ayları arasında üniversite hastanesine başvuran, PKOS (n=20), myoma uteri (n=20), endometrioma (n=19) tanısı alan ve sağlıklı (n=20) kadınları kapsayan toplamda 79 hasta üzerinde yapılmıştır. Endometrial yıkama sıvıları ovulatuar gönüllülerin midluteal fazında toplanmıştır. Örnekler -80 °C’de depolanmış ve sonrasında ELISA kullanılarak αVβ3 integrin, glikodelin ve PGF2α seviyeleri analiz edilmiştir. Bulgular: Gruplar arasında yaş (sırasıyla PKOS, myoma uteri, endometrioma ve kontrol gruplarında; 28.90±5.45, 37.25±2.73, 32.84±6.62 ve 37.25±2.73), vücut kitle indeksi, gravidite, parite ve midluteal serum progesteron seviyeleri açısından anlamlı farklar saptanmıştır. αVβ3 integrin seviyeleri (ng/ml) ayrı gruplar arasında karşılaştırıldığında, endometriomalı hastalarda (9.70±1.72); myoma uteri (8.34±1.35) ve kontrol gruplarına (7.64±3.34) göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksek saptanırken, PKOS grubuyla (9.52±2.15) anlamlı fark izlenmemiştir. Benzer şekilde, endometriomalı grupta (341.04±93.32) glikodelin seviyeleri (ng/ml); PKOS (261.92±87.82; P<0.01), myoma uteri (220.37±67.77; P<0.001) ve kontrol grubuna (231±83.15; P<0.001) göre anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. Dahası, PGF2α seviyeleri PKOS’lu hastalarda (350.04±464.50 ng/ml); myoma uteri (19.55±87.42; P<0.001), endometrioma (153.39 ±370.59; P<0.05), ve kontrol grubuyla (194.98±412.89; P<0.05) karşılaştırıldığında, istatistiki olarak yüksek saptanmıştır. Sonuç: PKOS ve endometrioma hastalarının endometrial yıkama sıvısında, sırasıyla PGF2α ve glikodelin seviyelerinde belirli ölçüde artış saptanmıştır. Literatürdeki bu tür çalışmaların yetersizliği nedeniyle PKOS, myoma uteri ve endometriomalı hastaların endometrial yıkama sıvısındaki αVβ3 integrin, glikodelin ve PGF2α seviyelerini değerlendiren daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Endometrial reseptivite, αvβ3 integrin, glikodelin, pgf2α, infertilite [Abstract:0102][SS-003] İnfertil Kadınların Eş Uyumunun Ve Aile Içi Şiddete Maruz Kalma Durumlarının Belirlenmesi Nilüfer Tuğut1, Gülbahtiyar Demirel2, Meral Karataş3 1 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Sivas 2 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas 3 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Sivas Amaç: Bu araştırmada infertil kadınların eş uyumunun ve aile içi şiddete maruz kalma durumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini bir üniversite hastanesinde bir yıllık süre içinde Doğum-Kadın Hastalıkları kliniğine başvuran infertil kadınlar oluşturmuştur. 2013 yılında bu hastaneye 192 infertil kadın başvurmuştur. Örneklem %95 güvenirlik ve %5 yanılma payı ile 98 kadın olarak belirlenmiştir. Araştırma verileri Tanıtıcı Bilgi Formu, Yenilenmiş Çift Uyum Ölçeği (YÇUÖ) ve Aile İçi Şiddet Tarama Formu kullanılarak toplanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 16.0 yazılım programında değerlendirilmiştir. Bulgular: İnfertil kadınların yaş ortalamasının 30.97±7.96, eş yaş ortalamasının 35.18±8.31 ve evlilik yılı yaş ortalamasının 7.91±8.41 olduğu ve %65.3’ünün anlaşarak evlendiği belirlenmiştir. İnfertil kadınların %59.2’sinin, eşlerinin %74.5’inin eğitim düzeyi 6 yıl ve üzeridir. İnfertil kadınların %87.8’i herhangi bir işte çalışmazken, eşlerinin %87.5’i herhangi bir işte çalışmaktadır. İnfertil kadınların %63.3’ü şehirde, %67.3’ü çekirdek ailede yaşarken %78.6’sının gelir durumlarının orta düzey olduğu belirlenmiştir. İnfertilite nedenlerinin; %34.7’sinin açıklanamadığı, %32.7’sinin kadına ait, %20.4’ünün erkeğe ait, %12.2’sinin her ikisine ait nedenler olduğu saptanmıştır. İnfertil kadınların yaşadığı yer, aile tipi, çalışma durumu, gelir, eş çalışma durumuna göre YÇUÖ puan ortalamasının istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.05). Kadınların %34.7’si infertilite tanısı almadan aile içi şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Bu kadınların; %66’sı duygusal ve sözel şiddete, %13.6’sı cinsel şiddete, %12.2’si fiziksel şiddete ve %8.2’si ekonomik şiddete maruz kalmıştır. İnfertilite tanısı aldıktan sonra ise kadınların %44.9’unun aile içi şiddet yaşadığı belirlenmiştir. Bu kadınların; %54.5’i duygusal/sözel şiddet, %27.6’sı cinsel şiddet, %10.8’i fiziksel şiddet ve %7.1’i ekonomik şiddete maruz kalmaktadır. İnfertil kadınların YÇUÖ toplam puan ortalaması 42.66±5.70 olarak bulunmuştur. Şiddet yaşayan infertil kadınların YÇUÖ puan ortalamaları şiddet yaşamayanlara göre düşük ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: İnfertilite tanısı sonrası kadınların daha fazla şiddete maruz kaldığı ve şiddet türü olarak cinsel şiddetin arttığı bulunmuştur. Bu durumdan infertil kadınların çift uyumlarının olumsuz yönde etkilendiği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: İnfertilite, eş uyumu, aile içi şiddet [Abstract:0271][SS-002] Endometriosizin Gelişmesinde Angiogenez Ve Apoptosizin Yeri Savaş Karakuş1, Enver Sancakdar2, Özlem Bozoklu Akkar1, Çağlar Yıldız1, Özlem Demirpence2, Ali Çetin1 1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Sivas 2 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D,Sivas Amaç: Endometriumun gland ve stromal hücrelerinin uterin kavite dışında bulunması olarak tanımlanan endometriosiz; infertilite, disparoni ve pelvik ağrı gibi klinik probleme neden olan östrojen bağımlı, kronik bir jinekolojik hastalıktır. Hastalığın nedeni halen tartışmalı olmakla beraber, günümüzde retrograd menstrüasyon sonrasında birçok faktörün patoge- 1 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0198][SS-004] Gebe Ratlarda Vitamin C Kullanımının Kardinal Ve Sakrouterin Ligament Kollajen Yapısına Etkisi Rahime Bedir Fındık1, Fatih İlkaya2, Servet Güreşci3, Hasan Güzel2, Şefika Karabulu3, Jale Karakaya4 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Obsetrik ve Jinekoloji Bölümü, Ankara 2 Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farmakoloji A.B.D, Samsun 3 Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji A.B.D, Ankara 4 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Bioistatistik A.B.D, Ankara Amaç: Askorbik asit (AA) kollajen metabolizmasında önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada amacımız gebeliği boyunca AA verilen ratların kardinal ve skrauterin ligamentlerindeki kollajen yapısındaki değişiklikleri araştırmaktır. Metod: 18 dişi rat 3 gruba ayrıldı. A grubu: Gebeliği boyunca 1,25 mg/1 ml içme suyuna AA verilen 6 rat B grubu: Gebe olmayan hiç doğum yapmamış 6 rat C grubu: Gebeliği boyunca C vit verilmeyen 6 rat Doğumdan 15 gün sonra tüm ratların uterusu çıkarıldı. İmmunohistokimyasal olarak kardinal ve sakrouterin ligamentlerdeki Tip 1 ve Tip 3 kollajen intencity ve extentleri ile H skorları ve elastic fiber intensity incelendi. Bulgular: Independent-samples ve Kruskal -Wallis testi kullanılarak yapılan değerlendirmede Tip I Intencity, Tip I extent, Tip III Intencity, Tip III extent, Tip I H Scor, Tip III H Scor, Tip III/Tip I H Scor değerlerinin her biri gruplar arasında anlamlı farklı tespit edilmiştir (Table 3). C vit verilen gebe ratlarda (A group), gebe olmayan ratlara göre (B group) tüm değerlerde istatiksel anlamlı artış görüldü (Tip 1 kollagen intencity p=0,001; tip 1 extent p=0; tip 1 h scor p=0;tip 3 intencyty p= 0,002; tip 3 extent p= 0,007; tip 3 h scor p= 0,017; tip 3 h scor/tip1 h scor p= 0,039; elastic fiber p= 0,097) C vit verilen (A group ) gebe ratlarda verilmeyen gebe ratlara (C group) göre tip ııı/tip ı kollojen h skorları arasında anlamlı farklılık (p=0,002) izlendi. Tartışma: Artan gebelik ve doğum sayısı ile POP(pelvik organ prolapsusu ) ve UI (üriner inkontinans) artmakta ve bu durum gebelik boyunca kardinal ligamentte kollajen ve elastik lif yapısında değişikliklerle ilişkilendirilmektedir. Gebe ratlara gebelik boyunca AA uygulaması ile kardinal lişgamentteki kollajen yapısı olumlu etkilenmektedir. Bu sonuç ise gebelikte C vit takviyesinin POP ve UI gibi hastalıklarda korunmada önemli olabileceğini düşündürmektedir. Konuyla ilgili ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Vitamin C, kardinal ligament, sakrouterin ligament, pelvic organ prolapse, kollagen Sosyodemografik veriler, antepartum, intrapartum test sonuçları, eylem ve doğum özellikleri ile yenidoğan bebeklerin muayene bulguları, doppler USG yapılma zamanı ile doğum arasındaki süre kaydedildi. Gruplar arasındaki kan gazı parametreleri, eritropoetin ve CD33 düzeylerinin birbirleriyle olan ilişkileri araştırıldı. İstatistiksel yöntem olarak t-testi ve Mann-Whitney U testi kullanıldı. Bulgular: Gruplar arasında parite, gebelik yaşları, gebelik haftası ve yenidoğan bebeklerin doğum ağrıları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu. doppler USG incelemede anormallik saptanan grupta diğer gruba göre kordon kanında anlamlı derecede yüksek CD33 ve eritropoetin değerleri saptandı. Sonuç: Kronik hipoksemiyle doppler USG anormalliğinin iç içe olduğunu ve özellikle son yıllarda kordon kanı transplantasyonu için kullanımı tercih edilen yüksek CD33 değerli kanların anormal doppler USG bulguları saptanan gebelerin kordon kanı için de geçerli olabileceği sonucuna varabiliriz. Anahtar Kelimeler: Antenatal Bakım, CD33, doppler ultrasonografi, eritropoetin, perinatoloji Abstract:0109][SS-006] Is Anti–Mullerian Hormone A Good Diagnostic Marker For Adolescent And Young Adult Turkish Patients With Polycystic Ovary Syndrome? Aytekin Tokmak, Hakan Timur, Nafiye Yılmaz Department of Gynecology and Obstetrics, Dr. Zekai Tahir Burak Women’s Health Research and Education Hospital, Ankara, Turkey Objective: The aim of this study was to evaluate the serum anti–mullerian hormone (AMH) levels in adolescent and young adult (AYA) Turkish patients with polycystic ovary syndrome (PCOS), and to determine whether it had a diagnostic value. Methods: A total of 90 AYA patients were recruited for this study. The study group consisted of 43 patients diagnosed with PCOS, and the control group was 47 age-matched patients. The diagnosis of PCOS was dependent upon the recent Amsterdam ESHRE/ASRM proposal and the presence of all three of the Rotterdam criteria for diagnosing PCOS in adolescents was required. In all patients, serum AMH levels were measured by enzyme linked immune assay. Receiver operator characteristics (ROC) curve analysis was performed to reveal diagnostic potential of AMH. Results: Serum AMH levels was higher in PCOS group when compared with the controls, but the difference was not statistically significant (10.1±6.9 ng/mL vs. 9.4±5.5 ng/mL, p=0.198). There was a significant age-related decrease in AMH levels in both study and control groups (r = -0.331, p=0.001). Also there was significant inverse correlation between serum AMH and FSH levels in all patients (r= -0.227, p=0.031). ROC analyses demonstrated that the AUC indicative of AMH value for discriminating PCOS was 0.579 with a confidence interval (CI) of 0.453-0.705 (p=0.198). The cut-off value according to the highest Youden index was calculated to be 14.0 ng/mL with a 48.8% of sensitivity and 77.1% of specificity. Conclusion: Serum AMH levels are slightly higher in AYA patients with PCOS than in the controls. However, AMH is not a good marker for the diagnosis of PCOS in AYA patients. Keywords: Anti–Mullerian hormone, adolescent, polycystic ovary syndrome [Abstract:0192][SS-005] Anormal Doppler Bulguları Olan Gebelerin Kordon Kanı CD33 Ve Eritropoetin Seviyelerinin Normal Gebelerle Karşılaştırılması Nilay Karaca1, Gökhan Bolluk2, Yaşam Kemal Akpak3, Aslıhan Erken4, Serkan Oral5 1 Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul 2 Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul 3 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 4 Bayrampaşa Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul 5 LIV Hastanesi, Tüp Bebek Ünitesi, İstanbul [Abstract:0205][SS-007] İnfertilite İle Depresyon Ve Anksiyete İlişkisinin Araştırılması Mine İslimye Taskin1, Akın Usta1, Coşkun Cüce2, Ertan Adalı1, Mehmet Arslan2 1 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Balıkesir 2 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı A.B.D, Balıkesir Amaç: İnfertilite tedavisinde amaç gebelik ve canlı doğum amaçlandığı için hastaların mental durumu genellikle ihmal edilir. Bazı çalışmalarda infertil hastalarda depresyon oranının yüksek olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada infertilite tedavisi alan kadınlar ile infertil olmayan grupta depresyon ve anksiyete skorlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu kesitsel çalışmaya hastanemiz kadın hastalıkları ve doğum Amaç: Bu çalışmada umbilikal ve uterin arter doppler ultrason (USG) incelemede anormallik saptanan gebelerin umbilikal kord kanı Siglec-3 (CD 33) ve eritropoetin değerlerinin irdelenmesi ve bunların normal gebelerle karşılaştırılması amaçlandı. Yöntem: Doğumları kliniğimizde gerçekleştirilen toplam 40 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastalardan 20’sinde umbilikal ve uterin arter doppler USG incelemede anormallik saptanırken, diğer 20’sinde doppler USG incelemede bir anormallik saptanmamıştı. Bu hastalardan, doğumdan sonra her iki taraftan çift klemplenmiş umbilikal kordonda, umbilikal arterden kan gazı, eritropoetin ve CD33 ölçümleri için kan örnekleri alındı. 2 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı polikliniğine başvuran 18-40 yaş arası 177 infertil kadın ile yine aynı yaş grubunda infertilite öyküsü olmayan 152 kadın dahil edilmiştir. Çalışma Ağustos 2014 ile Ekim 2015 tarihleri arasında polikliniğe başvuran hastalarda uygulanmış; hastaların demografik bilgilerini içeren soru formları verilmiş; depresyon durumlarını belirlemek için Beck Depresyon ölçeği; anksiyete düzeylerinin belirlenmesi için The State-Trait Anxiety Inventory (STAI) anksiyete ölçeği kullanılmış; elde edilen veriler SPSS 11.0 programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: İnfertil grupta Beck depresyon skorlarına göre hafif depresyon %19,1; orta dereceli depresyon %13,3; ağır depresyon bulguları %2,3 idi. Fertil grupta ise bu değerler sırasıyla %28,4, %8,1, %1,4 olup infertil grup ile fertil grup arasında istatistiksel fark saptanmadı (p=0,143). Anksiyete değerlendirmesinde STAI-S (anlık-güncel anksiyete skoru) ve STAI-T (genel anksiyete skoru) skorları iki grup arasında benzerdi (p=0,411 ve p=0,812). Korelasyon analizi yapıldığında STAI-S ile gebe kalamama süresi ve tedavi süresi arasında korelasyon saptanmazken; STAI-T skoru ile tedavi süresi arasında düşük dereceli lineer pozitif korelasyon saptandı. İnfertil ve kontrol grubu mesleklere göre değerlendirildiğinde ev hanımlarının STAI-T skoru daha yüksekti. İnfertilite nedeni olarak hem erkeğe hem de kadına ait faktörlerin rol oynadığı durumlarda infertil kadınlardaki STAI-S skorunun daha yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Bizim çalışma grubumuzda infertil ve fertil gruplarda anksiyete ve depresyon skorları benzerdir. Bu sonuçlara göre; infertilite psikososyal iyilik haline etki etmiyor gibi gözükmekle beraber; tedavi süresinin uzaması, kadınların çalışma hayatından uzak kalması ve infertilite nedeninin hem kadın hem de erkeğe bağlı olduğu durumlarda anksiyete skorları artmaktadır. Anahtar Kelimeler: Fertilite, infertilite, anksiyete, depresyon mamıştır (p>0.05) (Tablo 1). Sonuç: Ebelerin empati eğitimi alma dönemlerine göre; annelerin memnuniyet düzeyi değişmektedir. Anahtar Kelimeler: Doğum salonu, doğumdan memnuniyet, ebe, empati eğitimi, izlem [Abstract:0251][SS-009] Hipogonadotropik Hipogonadizm Tanılı Erkek Hastalarda Kisspeptin Düzeyleri Ve Glikoz-İnsülin Dinamiği Üzerine Etkisi Hasan Öztin1, Eylem Çağıltay2, Sinan Çağlayan3, Mustafa Kaplan4, Yaşam Kemal Akpak5, Nilay Karaca6, Mesut Tığlıoğlu7 1 GATA Askeri Tıp Fakültesi Hastanesi, İç Hastalıkları A.B.D, Geriatri Kliniği, Ankara 2 İzmir Asker Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İzmir 3 Medipol Üniversitesi Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kliniği, İstanbul 4 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İstanbul 5 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 6 Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Istanbul 7 Çanakkale Asker Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Çanakkale Amaç: Erkek hipogonadizmi testisler tarafından sentezlenen testosteron ve sperm üretiminin veya her ikisinin yetersizliği olarak tanımlanır. Hipogonadizmin nedenleri primer yani testisküler, sekonder yani hipotalomohipofizer olabilir. Hipogonadotropik hipogonadizm de hipotalamik veya hipofizer nedenlerle gonadotropik hormonlarda yetersizlik meydana gelir. Gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) başta lüteinize edici hormon (LH) olmak üzere follikül stimülan hormonun (FSH) salınmasında önemli bir uyarıcıdır. GnRH hormonu da birçok hormonal veya uyarıcı faktör etkisindedir. Kisspeptin hipotalamik anteroventral periventriküler nükleus ve arcuat nükleusta daha fazla olmak üzere birçok yerde bulunmaktadır. Kiss1 tarafından sentezlenen kisspeptin meme kanseri ve malign melanom metaztazları gibi birçok tümör metaztazında supresor etkisi vardır ve bu yüzden ‘metastin’ olarak isimlendirilmektedir. Kisspeptin GnRH’nın güçlü bir stimülanıdır. İdiyopatik hipogonadotropik hipogonadizm (İHH) etyolojisinde ise net olarak açıklanamayan gonadotropik hormon salınımında yetersizlik mevcuttur. Yöntem: Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Servisine müracaat eden 18 yaşından büyük toplam 30 erkek hipogonadotropik hipogonadizm tanılı hasta çalışmaya alındı. Çalışmamızda kontrol grubuyla karşılaştırarak hipogonadotropik hipogonadizmli erkek hastalarda kisspeptinin etkisi ve hipogonadizm hastalarında gelişen insülin direnci üzerine olan etkisi araştırıldı. Bulgular: Grupların kisspeptin ölçümleri ortalamaları arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık saptandı (p<0,01). Hasta grupta bulunan olguların kisspeptin ölçümleri anlamlı şekilde yüksek tespit edildi. Kisspeptin ile LH/FSH düzeyleri arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Hasta grubu olguların kisspeptin ölçümleriyle HOMA-IR ölçümleri arasındaki pozitif yönlü zayıf ilişki saptanmasına rağmen bu ilişki, istatistiksel olarak anlamlı değildi. Hasta grup ile kontrol grubu HOMA-IR açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı. Sonuç: Kisspeptin düzeylerinin kontrol grubuna göre hasta grupta yüksek çıkmasının sebebi GPR54 direnç ya da GnRH nöronal ileti yolağında bir defekt olabileceğini akla getirmektedir. Hasta grup ile kontrol grubu HOMA-IR açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmaması hastaların çoğunluğunun testesteron replasman tedavisi almaları nedeniyle ortaya çıktığını düşündürmüştür. Kisspeptinin hipogonadotropik hipogonadizm nedenlerinden biri olduğunu ve insülin direnci üzerinde daha az etkisinin olduğu düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: İdiopatik hipogonadotropik hipogonadizm, kisspeptin, glikoz, insülin, insülin direnci [Abstract:0176][SS-008] Ebelerin Empati Eğitimi Alma Dönemlerine Göre, Vajinal Doğum Yapan Annelerin Doğumdan Memnuniyet Düzeylerinin Karşılaştırılması: Bir İzlem Çalışması Songül Aktaş1, Türkan Pasinlioğlu2, Kıymet Yeşilçiçek Çalık1 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Trabzon 2 Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Erzurum Amaç: Ebelerin empati eğitimi alma dönemlerine göre, doğum yapan annelerin doğumdan memnuniyet düzeylerinin karşılaştırılmasıdır. Yöntem: İzleme dayalı deneysel olan çalışma, Şubat 2013- Ocak 2014 tarihlerinde Trabzon KEA hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini vajinal doğum yapan anneler, örneklemini ise güç analizine göre belirlenen 74’şer anne (toplam 222) oluşturmaktadır. Çalışmada; etik kurul izni ve annelerden yazılı onam alınmıştır. Doğum salonunda çalışan 15 ebenin vajinal doğumuna yardım ettiği (doğumun 1.,2.,3. ve doğumdan sonraki ilk 2 saat ) anneler, çalışma kapsamına alınmıştır. Ebelere empati eğitimi; alanında uzmanlarca didaktik anlatım, yaratıcı drama, psikodrama, video gösterimi vb teknikleriyle 8 oturumda 32 saatte verilmiştir. Veriler ebelerin empati eğitim öncesi (EEEÖDA), eğitimden hemen (EEESDA) ve 8 hafta sonrası doğuran anneler (EEE8HSDA) olmak üzere; üç aşamada toplanmıştır. Anneler; sosyo- demografik (yaş, eğitim, aile tipi), obstetrik (primipar- multipar, gebelik haftası, gebeliği planlama, antenatal bakım), doğumdaki tıbbi müdahaleler (oksitosin, epizyotomi ) gibi özellikleriyle gruplararası homojen tutulmuştur. Veriler soru formu ve NDAMDÖ’le (normal doğumda anne memnuniyeti değerlendirme ölçeği) toplanmış; Ki-Kare, Mann W-U analizleriyle değerlendirilmiştir. Çalışmadaki cronbach’s alpha 0.88-0.97 arasındadır. Bulgular: Annelerin NDAMDÖ toplam puan ortalamaları; EEEÖDA ile EEESDA ve EEESDA ile EEE8HSDA arasında gruplararası ikişerli karşılaştırılmıştır. NDAMDÖ puan ortalaması EEEÖDA’de 116.28±22.13; EEESDA’de ise 184.82±17.12’e yükselmiştir(p<0.05) (Tablo 1). EEESDA’de 184.82±17.12 olan puan ortalaması, EEE8HSDA’de 171.35±28.75’e düşmüştür (p<0.05). Ölçeğin kesme noktasına göre memnuniyet düzeyi “yüksek” anne oranı; EEEÖDA’lerde %9.5, EEESDA’lerde %93.2, EEE8HSDA’lerde %86.5 olarak belirlenmiştir (p<0.05) (Şekil 1). NDAMDÖ’nin ölçeğinin tüm alt boyutları olan sağlık ekibini algılayışı, ebelik bakımı,rahatlatma, kararlara katma, bebekle tanışma, pospartum bakım, hastane odası, mahremiyete saygı, beklentilerin karşılanması, hastane olanakları puanı EEESDA’de; EEEÖDA’e göre yüksek bulunmuştur (p<0.05). EEE8HSDA’de; sağlık ekibini algılayış, ebelik bakımı, rahatlatma, kararlara katma puan ortalamaları EEESDA’e göre düşük (p<0.05), diğer alt boyutlarının puan ortalamalarındaysa gruplararası fark saptan- 3 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı POSTER SUNUMLARI pılardır. RM myokardın herhangi bir yerinden köken alabilir. Benign ve spontan regrese olma eğilimindedirler. Bu tümörler 32. Haftaya kadar büyüme gösterir, sonrasında kademeli olarak spontan regresyona uğrar. Fetal kardiyak RM olan tüm gebeliklere tüberoskleroz ayırıcı tanısı için genetik konsültasyon ve prenatal moleküler genetik testler mutlaka önerilmelidir. Anahtar Kelimeler: Rhabdomyoma, kardiyak tümör [Abstract:0318][PS-001] Maternal Beden Kütle İndeksi Ve Gebelikte Vücut Ağırlığı Artışının Perinatal Sonuçlara Etkisi Nilüfer Akgün1, Hüseyin Levent Keskin1, Işık Üstüner1, Gülden Pekcan2, Ayşe Filiz Yavuz Avşar1 1 Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Beslenme Bilimleri, Ankara Amaç: Gebelikte vücut ağırlığı kazanımında etkili olan pregestasyonel beden kütle indeksi (BKİ), yaş, parite, sigara gibi alışkanlıkların gebelikte vücut ağırlığı kazanımındaki etkisini incelemek; ayrıca gebelikte kazanılan vücut ağırlığının doğum süreci, yenidoğan vücut ağırlığı, annedeki komplikasyonlar ile ilişkisini saptamaktır. Yöntem: Retrospektif olarak Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde gebelik izlemleri yapılan 986 gebe değerlendirmeye alınmıştır. Gebelerin yaşı, gebelik sayısı, paritesi, gebelik haftası, gebelik öncesi vücut ağırlığı, boy uzunluğu, BKİ, doğum öncesi son vücut ağırlığı, gebelikte kazanılan aylık vücut ağırlığı artışı, mesleği, sigara kullanımı, bebeğin doğum ağırlığı ve cinsiyeti, maternal komplikasyonlar değerlendirilmiştir. p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Toplam 986 gebenin vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve BKİ ortalaması (±S) sırasıyla 61.6 ±11.6 kg, 161.5±6.3 cm ve 23.6±4.3 kg/m2 olarak saptanmıştır. Grupların gebelik süresince vücut ağırlığının artışı parite, çalışma durumu ve sigara içimi ile anlamlı fark mevcut iken (p<0.05), gebelik süresince vücut ağırlığı kazanımı ile maternal komplikasyon oranları ve doğum şekli arasında anlamlı ilişki gözlenmemiştir (p>0.05). Gebelik başlangıç BKİ’ne göre veriler değerlendirildiğinde ise gebelik başlangıç BKİ arttıkça olguların maternal komplikasyon oranı, sezaryen sayısı istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır (p<0.05). Olguların %75.3’ünde maternal komplikasyon gözlenmezken, en sık komplikasyon olarak %24.6 ile fetal distres saptanmış, bunu %19.7 ile gestasyonel diyabet takip etmiştir. Gebelik başlangıç BKİ arttıkça bebek doğum ağırlığı artışı istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0.05). Sonuç: Gebelik döneminde vücut ağırlık kazanımı ve gebeliğe başlangıç BKİ değeri maternal komplikasyonları ve neonatal sonuçlara etkisi bulunmaktadır. Gebelikte önerilen miktar kadar ağırlık artışı önemlidir ancak gebeliğe başlangıç BKİ maternal komplikasyonlar açısından daha ön planda değerlendirilmelidir. İdeal bir BKİ ile gebeliğe başlamak sağlıklı anne ve sağlıklı yenidoğan ilkesinin gerçekleştirilmesinde yardımcı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Gebelik, ağırlık kazancı, beden kütle indeksi, maternal komplikasyonlar [Abstract:0210][PS-003] Epitelyal Over Kanseri Hastalarında Postoperatif Albumin Düzeylerinin Erken Dönem Komplikasyonlar Ve Morbidite İle İlişkisi Murat Öz, Emin Levent Aksoy, Nilufer Cetinkaya, Eyüp Gökhan Durmuş, Burak Ersak, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Sitoredüktif cerrahi yapılan epitelyal over kanseri (EOK) hastalarında preoperatif hipoalbuminemi saptanmasının artmış postoperatif morbidite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda postoperatif 0. gün ve 1. gün saptanan hipoalbumineminin erken dönem morbidite üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yöntem: Retrospektif kohort çalışması olarak tasarlanan çalışmamıza Ocak 2008-Aralık 2015 tarihleri arasında merkezimizde malign over kanseri ve borderline over tümörü nedeniyle sitoredüktif cerrahi yapılan hastalar dahil edilmiştir. Hipoalbuminemi sınırı 3.5 g/dl olarak belirlenmiştir. Post operatif komplikasyonlar “Clavien-Dindo sınıflaması (CDS)” kullanılarak gruplandırıldı. Postoperatif 0. Gün ve 1. gün albumin düzeyleri ile postoperatif komplikasyon oranları, yoğun bakımda ve hastanede kalış süreleri arasındaki ilişki Fisher Exact testi, Pearson korelasyon testi ve Lojistik regresyon testleri kullanılarak araştırıldı. Bulgular: Çalışmada incelenen tarihler arasında toplam 200 hastanın bilgilerine ulaşıldı. Hastaların ortalama yaşı 52±13 (18-81 arasında), 124 hasta (62%) EOK, 25 hasta (12.5%) seks kord stromal tümör (SKST), 10 hasta (5%) germ hücreli tümör (GHT), 41 hasta (20.5%) borderline over tümörü (BOT) endikasyonu ile evreleme cerrahisi yapıldı. Hastaların 28 tanesine (14%) fertilite koruyucu evreleme yapılırken 172 tanesine (86%) debulking cerrahisi yapıldı. 130 hasta (65%) evre 2B ve daha erken evredeyken 70 hasta (%35) evre 3A ve daha ileri evre idi. Hastaların 185’inde (92.5%) postoperatif 0. Gün hipoalbuminemi saptanırken,189’inde (94.5%) post operatif 1. günde hipoalbuminemi saptandı. Toplamda 104 hastada (52%) CDS grade 2 ve üzeri komplikasyon izlendi. Postoperatif erken dönem hipoalbuminemi saptanan olgularda CDS grade 2 ve üzeri komplikasyon daha sık gözlendi (p<0.05, OR 2.5 (95% CI 0.7-9.1)). Ayrıca post operatif albumin düzeyleri ile yoğun bakım ve serviste yatış süreleri arasında anlamlı ve ters orantılı ilişki saptandı (p<0.001). Sonuç: Over kanseri nedeniyle debulking cerrahisi yapılan hastalarda postoperatif hipoalbuminemi gelişmesi erken dönem artmış morbidite ile ilişkili bulunmuştur, ayrıca bu hastalarda yoğun bakım ve serviste yatış süreleri anlamlı olarak artmıştır. Anahtar Kelimeler: Over Kanseri, debulking, hipoalbuminemi, komplikasyon, morbidite [Abstract:0319][PS-002] Nadir Bir Olgu Sunumu; Bilateral Fetal Kardiyak Rhabdomyoma Bergen Laleli, Hakan Timur, Zeynep Ataman, Aykan Yücel, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Rhabdomyomlar (RM) en sık görülen fetal kardiyak tümörlerdir. Primer fetal kardiyak tümörlerin yaklaşık üçte ikisini oluştururlar. RM genellikle cok sayıda ve enkapsüledirler. Karakteristik olarak geç orataya çıkan rabdomyomalar neonatal dönemde kendiliğinden kaybolurlar. RM sonografik olarak hiperekoik, düzgün sınırlı, nodüler multiple lezyon görünümdedirler. Biz burada prenatal ultrasonografide saptadığımız tuberoskleroz’un eşlik etmediği izole bilateral kardiyak rhabdomyom olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu: Düzenli antenatal kontrollerine gelen 24 yaşında g1p0y0a0 olan hastaya 28. haftada yapılan rutin ultrasonografide sağ ventrikülde büyüklüğü yaklaşık 21x24 mm, sol ventrikülde 9x19 mm boyutlarında bilateral hiperekojenik nodül izlendi. Gebelik takiplerinde kitlede büyüme, fetal aritmi, hidrops ve kalp yetmezliği bulguları gelişmeyen fetus 39. Haftada 3330 gr sefalopelvik uyumsuzluk nedeniyle sezeryan ile doğurtulmuştur. Neonatal takiplerinde tuberoskleroz izlenmeyen hastanın kardiyak kitlesi spontan regrese olmuştur. Sonuç: RM genellikle dört odacık kesitinde rahatlıkla gözlenebilir.İyi sınırlı,yuvarlak yada oval ve çevre dokudan kolaylıkla ayırt edilebilen ya- [Abstract:0101][PS-004] Hemşirelik Eğitiminde Mini-CEX İle Gebe Muayenesi Simülasyonunun Değerlendirilmesi: Afyonkarahisar Deneyimi Ayşe Koyun, Dilek Öcalan Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Afyonkarahisar Amaç: Simülasyonun kullanımı hemşirelikte beceri değerlendirilmesi için güçlü bir eğitim stratejisi olarak tavsiye edilmektedir. Bu çalışma hemşirelik eğitiminde Mini-Klinik Değerlendirme Egzersizi (Mini-CEX) ile gebe muayenesi simülasyonunun değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Bu çalışma tek gruplu yarı deneysel bir çalışmadır. Çalışma Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü üçüncü sınıf öğrencileri (n=109) ile 14 Eylül - 14 Aralık 2014 tarihleri arasında ile yapılmıştır. Öğrencilere obstetrik simulator ve modeller kullanılarak gebe muayenesi simülasyonunun temel prosedürleri öğretilmiştir. Veriler, hemşirelik öğrencilerinin klinik yeterlilik düzeyini ölçen Mini-CEX, simülasyon uygulaması ile ilgili öğrencilerin memnuniyet düzeylerini ve düşüncelerini ölçen aynı 10 maddeden oluşan Simülasyon Öncesi Geribildirim Formu (SÖGF) ve Simülasyon Sonrası Geribildirim Formu 4 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Tablo 1. Annelerin NDAMDÖ toplam puan ortalaması ile doğumdaki ebe sayısı ve ebeden memnuniyet düzeyi arasında ilişkinin incelenmesi (SSGF) kullanılarak toplanmıştır. SÖGF ve SSGF maddeleri 1 “katılmıyorum”, 2 “fikrim yok”, 3 “katılıyorum” şeklinde değerlendirilmiştir. Öğrencilerin bireysel gebe muayenesi simülasyon uygulama basamakları, Mini-CEX’in maddelerine (hemşirelik görüşme becerileri, fizik muayene becerileri, iletişim becerileri, hastanın bakımı, klinik karar verme, organizasyon becerileri ve genel klinik yeterlilik) göre 1 “beklenenin altında”, 2 “beklenen düzeyde” ve 3 “beklenen düzeyin üzerinde” olarak değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, t-test ve korelasyon katsayısı kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 21,8±2,0’dir. Öğrencilerin %83,5’i kızdır. Öğrencilerin Mini-CEX puan ortalamaları 2,8±0,2 olarak tespit edilmiştir. Mini-CEX’in maddelerin arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir (0,41 <= r <= 0,80). SSÖGB ve SSDF’nin puanları arasındaki farklılık istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (3. ve 6. maddeleri hariç). Simülasyon sonunda öğrencilerin geri bildirimlerinin daha olumlu oldu tespit edilmiştir. Sonuç: Öğrenciler genel olarak simülasyon uygulamalarının klinik uygulamalarında yararlı olacağını ifade etmişlerdir. Hemşirelik öğrencilerinin klinik yeterliliklerini ve böylece bakımın kalitesini arttıracağı düşünülerek, hemşirelik eğitiminde simülasyon uygulamalarının arttırılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Gebe muayenesi, hemşirelik eğitimi, mini-klinik değerlendirme egzersizi, simülasyon Değişkenler r p Doğum eylemi boyunca anneye yardım eden ebe sayısı ile NDAMDÖ puan ort. arasında ilişki -,428* 0.000 Annelerin doğumuna yardım ettiği ebelerden memnuniyet düzeyi ile NDAMDÖ puan ort. arasında ilişki ,655* 0.000 *İstatistiksel değerlendirme Spearman Korelasyon analizi ile yapılmıştır. [Abstract:0127][PS-006] Konizasyon Yapılan Hastalarda Cerrahi Sınır Pozitifliği İçin Risk Faktörlerinin Araştırılması Ayşegül Baylas, Aslı Oskovi, Sinem Tavşan, Aybala Gürsoy, Hasan Onur Topçu, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Yüksek gradeli servikal intraepitelyal lezyonların (CIN 2-3) tedavisinde lezyonun histolojik konfirmasyonunun sağlanması, invaziv kanserin dışlanması, cerrahi sınırın incelenebilmesi ve fertilitenin korunması açısından, konizasyon standart cerrahi prosedür olarak uygulanmaktadır. Bu çalışmada konizasyon sonrası cerrahi sınır pozitifliğinin öngörülebilmesi için olası risk faktörlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik Onkoloji kliniğinde 2012-2015 yılları arasında konizasyon operasyonu geçiren 148 hasta retrospektif olarak; cerrahi sınır pozitifliği, yaş, gravida-parite, menopoz durumu, servikal sitoloji, HPV tipi, servikal biyopsi sonucu, endoservikal tutulum varlığı açısından değerlendirildi. Bulgular: Cerrahi sınırı negatif olan 74 hasta ile cerrahi sınır pozitifliği olan 74 hastanın karşılaştırılmasında ileri yaş (sırası ile 39.59 ± 10.39 vs. 44.76 ± 9,74; p=0.002), menopozda olmamak (sırası ile n=20; 27% vs. n=11; 14.9%) cerrahi sınır pozitifliği riski açısından istatistiksel anlamlı iken; gravida-parite, HPV pozitifliği ve endoservikal tutulum açısından anlamlı fark izlenmedi. Yetmiş iki hastada HPV pozitifliği mevcuttu. En sık saptanan HPV tipi HPV16 iken; HPV tipi cerrahi sınır pozitifliği açısından istatistiksel anlamlı bir risk faktörü olarak bulunmadı (p= 0.496). Her iki grup arasında konizasyon öncesi alınan servikal sitoloji ve servikal biyopsi sonuçları açısından anlamlı fark saptanmadı (p=0.175 ve p=0.168). Sonuç: Hastanın ileri yaşta olması ve pre-menopozal dönemde olması cerrahi sınır pozitifliği açısından risk taşımaktadır. Konizasyon sonrası cerrahi sınır pozitifliği olan olguların yönetimi rezidüel hastalık ve invaziv kansere ilerleme riski açısından önemlidir. Cerrahi sınır pozitifliği açısından risk taşıyan grupların belirlenmesi, tedavi yönetiminde hem gereksiz aşırı tedavinin hem de kesin tedavide gecikmenin önlenmesi açısından yol gösterici olacaktır. Anahtar Kelimeler: Konizasyon, cerrahi sınır pozitifliği [Abstract:0182][PS-005] Doğumdaki Ebe Sayısı Ve Ebeden Memnuniyet Düzeyi İle Annelerin Doğum Memnuniyeti Arasında Bir İlişki Var Mı? Songül Aktaş Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Trabzon Amaç: Doğumdaki ebe sayısı ve ebeden memnuniyet düzeyi ile annelerin doğum memnuniyeti arasındaki ilişkiyi incelemektir. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı özellikte olan bu çalışma, Şubat 2013- Ocak 2014 tarihleri arasında Trabzon KEA hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini vajinal doğum yapan anneler; örneklemini ise doğumun 1. Evresinin aktif fazında doğum salonuna başvuran ve doğumunu vajinal yolla gerçekleştiren 222 anne (111 primipar, 111 multipar) oluşturmaktadır. 15 ebenin bizzat doğumuna yardım ettiği (doğumun 1.,2.,3. ve doğum sonrası ilk 2 saat içerisinde) anneler çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışma; etik kurul ve annelerden yazılı onam alınarak yapılmıştır. Veriler; soru formu, ebe gözlem formu ve NDAMDÖ (Normal Doğumda Anne Memnuniyeti Değerlendirme Ölçeği) ile toplanmış, Spearman korelasyon analiziyle değerlendirilmiştir. Bulgular: Annelerin yaş ortalaması 26.68±0.33, %88.7’si ev hanımı, %99.7’si çekirdek aile, %86.9’u orta gelir ve gebelik haftası 39.22±0.57’dir. Çalışmada annelerin NDAMDÖ toplam puanı ile; doğum eylemi boyunca ona yardım eden ebe sayısı arasında orta düzeyde, negatif yönde bir ilişki saptanmıştır (Tablo 1). Bir diğer ifadeyle doğum eylemi boyunca tek bir ebeden bakım alan annelerin doğumdan memnuniyet puanı; iki ve daha fazla sayıda ebeden bakım alanlara göre daha yüksek saptanmıştır. Yine araştırmada, annelerin doğum eylemindeki ebe / ebelerden memnuniyet düzeyleri (memnun değil, kısmen memnun, memnun) ile NDAMDÖ toplam puanı arasında; iyi düzeyde pozitif yönde bir ilişkinin olduğu, annelerin ebeden memnuniyetlerinin artmasıyla doğum memnuniyetlerininde önemli oranda arttığı belirlenmiştir (Tablo 1). Sonuç: Doğumda kadına yardım eden ebe sayısı ile annenin doğum memnuniyeti arasında negatif; annenin ebeden memnuniyet düzeyi ile doğum memnuniyeti arasında pozitif yönde bir ilişki vardır. Çalışmanın bu sonucu; doğum çiftliği olan ebe Ina May Gaskin’inde (2015 ) belirttiği gibi “anneler doğumuna yardım eden en az sayıda ebe ile; doğumda daha az yabancılık, müdahale ve bilinmezlik yaşayarak, ebesiyle daha duygudaş bir bağ kurduğu ve memnuniyeti yüksek bir doğum deneyimlediği” şeklinde yorumlanabilir. Bu çalışma 113S672 nolu TÜBİTAK projesi tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Anne memnuniyeti, ebe sayısı, ebeden memnuniyet, vajinal doğum [Abstract:0306][PS-007] Anne Sütü Eğitiminin Emzirme Başarısı Üzerindeki Etkisi Elif Yılmaz1, Mehmet Fatih Karslı1, Zehra Yılmaz2, Meryem Ceyhan1, Selma Mahmutoğlu1, İsmail Burak Gültekin1, Osman Fadıl Kara1, Tuncay Küçüközkan1 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Çalışmanın amacı emzirme danışmanlığı eğitimi almış uzman doktor ve ebe hemşireler tarafından emzirme eğitimi verilen lohusaların emzirme başarılarında fark olup olmadığının araştırılmasıdır. Yöntem: Çalışma Mayıs-Haziran 2015 tarihleri arasında Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Doğum Kliniği’nde miadında ilk doğumunu yapmış olan 100 lohusa üzerinde yapılmıştır. Haftanın belirli üç gününde ebe, iki gün ise doktor tarafından anne doğum sonrası yatağına alınıp durumu stabil hale geldikten sonra emzirme eğitimi verilmiştir. Farklı bir araştırmacı tarafından anne bebeğini emzirirken gözlenerek LATCH Emzirme Tanılama Ölçeği doldurulmuştur. Her annenin LATCH puanı hesaplandıktan sonra eğitim veren kişilere göre iki grup emzirme başarıları açısından karşılaştırılmıştır. Analizler için SPSS- 5 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı 15 programı kullanılmış, frekanslar, ortalama, standart sapma, minimum, maksimum değerler hesaplanmıştır. Karşılaştırmalar X² testi ile yapılmıştır. Önemlilik düzeyi p<0.05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Lohusaların yaş ortalaması 24.18±4.21 (16.0- 37.0) idi. %66’sı ilköğretim, %24.5’i lise, %9.5’i yüksekokul mezunu idi. %94’ünün sağlık güvencesi vardı. Tüm grubun toplam LATCH ortalaması 8.9±1.6 (2.010.0) iken, doktorlar tarafından eğitim verilen lohusaların ortalaması 8.3±1.9 (2.0- 10.0) ebeler tarafından eğitim verilen grubun ortalaması 9.5±1.1 (4.0-10.0) olarak bulunmuş olup aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). LATCH Skorunu oluşturan maddeler değerlendirildiğinde sırasıyla ebelerin eğitim verdiği grupta ve doktorların eğitim verdiği grupta memeyi tutma skoru ortalaması 1.9±0.4, 1.5±0.7, yutma hareketi ortalaması 1.9±0.4, 1.5±0.7, meme ucu tipi ortalaması 2.0±0.2, 1.8±0.5, meme ucunda yara ortalaması 2.0±0.2, 1.7±0.5, bebeği tutuş puanı ortalaması 1.9±0.4, 1.8±0.5 olarak bulunmuş olup, bebeği tutuş haricindeki tüm maddelerde istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Anneye iyi bir emzirme eğitimi verilmesi emzirmenin başlatılmasında, devamlığının sağlanmasında ve emzirme başarısının arttırılmasında çok önemlidir. Ebelerin verdiği eğitimin daha etkili olmasında hem hastalar tarafından daha kolay ulaşılabilir olmalarının, hem de onlarla daha iyi iletişim kurmalarının etkisi vardır. Ebeler emzirme konusunda ne kadar önemli bir yere sahip olduklarını unutmamalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Emzirme eğitimi, LATCH, ebe, doktor hastalık prognozuna etkili faktörlerin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Vulva kanseri nedeniyle 2008-2015 yılları arasında tedavi edilmiş 30 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör tipi, tümör çapı, invazyon derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı varlığı ve postoperatif dönemdeki adjuvan tedavi gereksinimleri kaydedildi. Olguların 5-yıllık kümülatif sağ kalım oranı ve kaba sağ kalım süreleri hesaplandı. Kaba sağ kalım süresine etki eden prognostik faktörler belirlendi. Bulgular:Tanı anında ortalama yaş 66.6±12.7 idi. Toplam 27 hastaya histolojik tanı sonrası radikal vulvektomi vebilateral inguinofemoral lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Nihai patolojik incelemede, ortalama tümör çapı ve invazyon derinliği 3.4±1.7 cm ve 10.4±8.5 mm olarak saptandı. Olguların 5’inde (%18.5) ortalama tümör çapı 4 cm’in üzerinde, 8’inde ise (%29.6) ortalama stromal invazyon derinliği 10 mm’den fazla idi. Sadece 7 olguda (%25.9) lenf nodu metastazı saptandı. Ortalama kaba sağ kalım süresi 53.5±10.6 ay olarak hesaplandı. Olguların 5-yıllık kümülatif sağ kalım oranı ise %40.3 idi. Tümör çapı ve stromal invazyon derinliğinin kaba sağ kalım süresi üzerine istatistiksel olarak anlamlı derecede etkisi görülmezken, lenf nodu metastazı varlığında kaba sağ kalım süresinin anlamlı düzeyde kısaldığı görüldü (p= 0.04). Sonuç:Vulva kanseri olgularında, lenf nodu metastazı kaba sağ kalım süresi üzerine etkili en önemli prognostik faktördür. Anahtar Kelimeler: Vulva Kanseri, kaba sağ kalım, prognostik faktör [Abstract:0194][PS-008] Servikal Adenokarsinomlarda Kaba Sağ Kalım Süresi Üzerine Etkili Prognostik Faktörler Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Mine Çavdar Atlı, Nilüfer Alagöz, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Servikal adenokarsinom nedeniyle tedavi edilen olguların histolojik özelliklerinin değerlendirilmesiyle kaba sağ kalım üzerine etkili faktörlerin değerlendirilmesi. Yöntem: Servikal adenokarsinom nedeniyle 2008-2015 yılları arasında tedavi edilmiş 40 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör çapı, invazyon derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı varlığı ve adjuvan tedavi uygulamaları kaydedildi. Olguların ortalama kaba sağ kalım süresi ve 5-yıllık kümülatif sağ kalım oranları hesaplandı. Kaba sağ kalım süresine etkili prognostik faktörler belirlendi. Bulgular:Tanı anında ortalama yaş 48.7±11.2 idi. Klinik değerlendirmede Evre IB-IIA hastalık nedeniyle 38 hasta (%95) opere edildi. Patolojik incelemede ortalama tümör çapı 2.8±1.7 cm olarak saptandı. Olguların 28’inde (%70) serviks stroması 1/2’den fazla tutulu iken, 14 olguda (%35) tam kat stromal invazyon görüldü. 24 hastada (%60) lenfovasküler boşluk tutulumu ve 16 hastada (%40) lenf nodu metastazı saptandı. Parametriyal tutulum oranı %5 (N: 2) olarak belirlendi. Sadece 8 olgu (%20) adjuvan tedavisiz takibe alındı. Olguların medyan takip süresi 36 ay (dağılım: 1-110 ay) idi. Takip süresince bir olguda (%2.5) nüks saptandı. Ortalama kaba sağ kalım süresi 77.1±8.3 ay, 5-yıllık kümülatif sağ kalım oranı ise %60.9 olarak hesaplandı. Tam kat servikal stromal tutulum varlığı, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı ve parametriyal tutulum varlığında kaba sağ kalım süresinin anlamlı düzeyde kısaldığı görüldü (P< 0.05). Sonuç: Servikal adenokarsinomlarda, tam kat servikal stromal tutulum, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı ve parametriyal tutulum kaba sağ kalım süresi üzerine etkili önemli prognostik faktörlerdir. Anahtar Kelimeler: Servikal adenokarsinom, sağ kalım, prognoz Abstract:0317][PS-010] Türkiye’de Prenatal Diagnostik İnvaziv Girişime Bağlı Meydana Gelen Anne Ölümleri Bekir Keskinkılıç, Hüseyin Levent Keskin, Sema Sanisoğlu, Yaprak Engin Üstün, Dilek Uygur, Ayşe Özcan, Selma Karaahmetoğlu, Meral Esen, İrfan Şencan T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Anne Ölümleri Öninceleme Komisyonu, Ankara Amaç: Prenatal tanı veya tedavi amacıyla yapılan invaziv girişimlere bağlı meydana gelen maternal mortalite olgularını incelemek ve bu konuya dikkat çekmektir. Yöntem: 2007 -2014 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen ve Ölüm Bildirim Sistemi üzerinden Halk Sağlığı Kurumu’na zorunlu bildirimleri yapılan tüm anne ölümleri Sağlık Bakanlığı Anne Ölümleri Öninceleme Komisyonu tarafından değerlendirildi. Bu süre içinde doğrudan veya dolaylı sebeplerle gerçekleşmiş 1788 anne ölümünden 24’ünde gebeliği sırasında tanı veya tedavi amacıyla prenatal invaziv girişim (amniosentez (A/S), koryon villus örneklemesi (CVS)) yapıldığı saptandı. Bu olgulardan 10’unda prenatal invaziv işlem (A/S 9 olgu, CVS 1 olgu) sonrasında koryoamnionit gelişmesine bağlı doğrudan maternal ölüm meydana geldiği görüldü. Olgular demografik verileri, risk faktörleri ve DSÖ kriterlerine göre gecikme modelleri yönünden incelendi. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 33.2 ±7.6 (ortanca: 36, en az: 18 – en çok: 43) yıl idi. Prenatal invaziv girişimin yapıldığı gebelik haftası ortanca 17.hafta idi. İnvaziv girişimler 9 olguda karyotip tayini, 1 olguda ise mutasyon (orak hücreli anemi) tayini amacıyla, 6 olguda üniversite hastanesinde 3 olguda Eğitim Araştırma Hastanesi’nde, 1 olguda ise özel merkezde yapılmıştı. 3 olguda birden çok kez girişim yapılmıştı. Olguların 8’inde maternal risk faktörü mevcuttu. Olgularında 8’inde son muayenede intrauterin ex gerçekleştiği saptanmıştı. 4 olguda gebelik medikal terminasyon ile 1 olguda ise spontan vajinal doğum ile sonlandırılmıştı. 2 olguda ise prostaglandin ile medikal terminasyon işlemi başlandıktan sonra uterus rüptürü gelişmesi üzerine L/T ile gebelik sonlandırıldı. 3 olguda ise halen gebelik devam ederken anne ölümü gerçekleşmişti. Yapılan girişimle ölüm arasında geçen süre ortalama 25.2 ±19.6 gün olarak hesaplandı. Gecikme modellerine göre değerlendirildiğinde 6 olguda gecikme saptanmamış iken, 3 olguda 3.gecikme modelinin, bir olguda ise hem 1. hem de 3.gecikme modelinin yaşandığı görülmüştür. Sonuç: Prenatal diagnostik invaziv girişimler anne ölümleri için bir risk faktörüdür ve işlem sonrasında gelişen koryoamnionit doğrudan anne ölümleri sebeplerinden birisidir. Anahtar Kelimeler: Anne Ölümü, prenatal invaziv girişim, amniosentez, koryoamnionit [Abstract:0196][PS-009] Vulva Kanserinde Tek Merkez Sonuçları - Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Deneyimi Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Nilüfer Alagöz, Mine Çavdar Atlı, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Vulva kanserinin genital traktüs tümörleri içerisinde nadir görülen bir tümör tipi olması nedeniyle prognostik açıdan sağ kalım üzerine etkili faktörler halen tartışmalıdır. Bu çalışmada, vulva kanseri nedeniyle tedavi edilmiş olguların klinik ve histopatolojik özelliklerinin değerlendirilerek 6 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0249][PS-011] Virgo Hastada Pelvik Organ Prolapsusu İle Prezente Olan Nabothi Kisti Olgusu Rampia Nizam, Cem Akaltun, Barış Korkmaz, Halide Gül Okuducu, Tayfur Çift, Emin Üstünyurt Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Bursa Giriş: Pelvik organ prolapsusu sıklıkla postmenapozal kadınlarda görülen pelvik organların herniasyonu ile karakterize bir durumdur. Olguda 20 yaşında virgo bir hastada total uterin prolapsus şeklinde prezente olan bir nabothi kistini sunuyoruz. Olgu: Jinekoloji polikliniğine 20 yaşında, bekar bir hasta vajenden dışarı çıkan, ele gelen kitle nedeniyle başvurdu. Ayrıntılı olarak alınan anamnezde, hastanın 2 yıl önce vajende eline gelen kitleyi fark ettiği bu dönem boyunca kitle boyutunda bir artış olmadığı öğrenildi. Hastanın özgeçmiş ve soy geçmişinde bir özellik saptanmadı. Hastanın litotomi pozisyonunda yapılan jinekolojik muayenesinde, serviksin hymenden yaklaşık 1 cm kadar dışarıda olduğu ve serviksi sola doğru deplase eden yaklaşık 5x 4cm ebadında serviksten kaynaklı bir kistik kitle bulunduğu gözlendi. Mevcut bulgularla operasyona alınan hastada spinal anestezi altında serviks kaynaklı kistik kitle eksize edildi. İçerisinde müsinöz materyal gözlendi. Kistin eksizyonunu takiben serviksin hymenin yaklaşık 2 cm yukarı seviyesine gerilediği gözlenmesi üzerine, operasyona son verildi. Serviks kaynaklı kistik kitlenin histopatolojisi nabothi kisti olarak rapor edildi. Sonuç: Nabothi kisti üreme çağındaki kadınlarda sık görülen genel olarak tedavi gerektirmeyen küçük boyutlu servikal kitlelerdir. Genç hastalarda gözlenen pelvik organ prolapsus olgularında bu duruma servikal bir kitlenin eşlik edebileceği akılda tutulmalı ve bu olgularda prolapsusu düzeltmeye yönelik ek bir cerrahi işlem kararı, bu kitlelerin eksizyonu sonrası tekrar değerlendirme yapılarak verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Nabothi kisti, uterin prolapsus, primer cerrahi [Abstract:0186][PS-013] Atipik Glandüler Hücrelerin Yüksek Dereceli Servikal Patolojiler Üzerine Etkisi İlker Selcuk1, Zeliha Fırat Cüylan1, Derya Solmaz1, Aslı Oskovi1, Tayfun Güngör2, Mehmet Mutlu Meydanlı1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Jinekolojik Onkoloji Ünitesi, Ankara 2 Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Çorum Amaç: Atipik glandüler hücreler (AGC) olarak sonuçlanan servikal sitolojilerin yüksek dereceli servikal patolojiler üzerine etkisini araştırmak. Yöntem: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2012 Ocak ve 2015 Haziran ayları arasında servikal sitoloji sonucu AGC olan hastalar dosyalarından retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Toplamda 92 hasta değerlendirilmiştir. Hastaların median yaşı 43.5 olup, ortalama yaş 44.02±9.2’dir. Yirmiiki (%23.9) hasta postmenopozal ve ondört (%15.2) hasta semptomatikti. En sık semptom postkoital kanamaydı (s=7,%50). En sık kolposkopi bulgusu asetik asit ile beyaz (ASB) alan tespitiydi (s=54, %58.6), bu hastaların 15’inde (%27.7) ise 2’den fazla alanda ASB bulgu mevcuttu. Servikal biyopsi sonucunda 6 (%6.5) hastanın sonucu CIN 3 olarak gelirken, 13 (%14.1) hasta CIN 1 ve bir (%1.1) hasta da servikal adenokarsinom tanısı aldı. Tüm hastalara endometrial biopsi yapıldı; bir hasta atipili hiperplazi tanısı alırken, bir hasta da endometrioid adenokarsinom tanısı aldı. CIN 1 üzeri lezyonların 2’den fazla farklı alanda ASB alan bulgusu (p=0.005) olan hastalarla ve semptomatik hastalarla (p<0.001) istatistiksel olarak anlamlı beraberliği izlenirken; yaş, menopozal durum ve endometrial patolojiler ile anlamlı ilişkisi tespit edilmedi. Sonuç: Servikal smear sonucunda AGC gelen hastalar eğer semptomatik ise ve kolposkopide ikiden fazla alanda ASB alan bulgusu mevcut ise yüksek dereceli bir servikal patoloji açısından dikkatli olmak gerekir. Anahtar Kelimeler: AGC, CIN, postkoital kanama, kolposkopi, aseto-beyaz [Abstract:0312][PS-012] STAT 3 Molekülü Eksikliğine Bağlı Hiper Ige Sendromu İçin İnsan Lökosit Antijenleri Tiplendirmesi Amacıyla Uygulanmış Preimplantasyon Genetik Tarama: Olgu Sunumu Yeşim Bardakçı, Yaprak Engin Üstün, Nafiye Yılmaz, Mustafa Kurt, Cavidan Gülerman Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara, Türkiye Giriş: HLA (Human Leukocyte Antigens) doku uyum antijenleri olarak bilinir. Embriyoların HLA antijenlerinin tiplemeleri hasta çocukla uyumlu HLA antijenleri olan fetusun doğarak hasta çocuğa kord kanı verilmesine olanak tanır. Olgu: Çiftimizin STAT 3 molekülü eksikliğine bağlı hiper immünglobulin M sendromlu bir çocuğu olup kendilerine hematologlar tarafından HLA doku grupları uyumlu bir bebek dünyaya getirirlerse kemik iliği transplantasyonu şansı olabileceği söylenmiştir. İn vitro fertilizasyon ve preimplantasyon genetik tarama (PGT) önerilmiştir. Hiper immünglobulin M sendromu IgG, IgA, IgG düzeylerinde azalma varken serum IgM düzeyinin yüksek olması ile karakterize bir immün yetmezlik tablosudur. Tekrarlayan piyojenik enfeksiyonlar, otoimmün bozukluklar ve malign lenfoproliferatif hastalıklara yatkınlık söz konusudur. Çiftimizin kadın yaşı 36, erkek yaşı 42 idi. Oral kontraseptif + uzun agonist + rekombinant folikül uyarıcı hormon (rec FSH) protokolü başlandı. Altı gün 300 IU rec FSH verilerek 8. gün human koryonik gonadotropin yapıldı. Oosit toplama işleminde 10’u metafaz II olan 17 oosit toplandı. İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu sonrası toplanan oositlerden 7’si fertilize oldu, 6’sı yarıklandı. Elde edilen 6 embriyonun HLA antijenlerine bakılarak HLA doku grubu uyumlu embriyo 5. gün transfer edildi ve gebelik elde edildi. Sağlıklı doğum gerçekleşti ve hasta kardeşine umut oldu. Sonuç: HLA tipleme çalışmaları ile PGT, ailelerin sağlıklı bir bebek sahibi olmasını sağlarken hasta çocukların doğan kardeşlerinden alınan HLA uyumlu kök hücreler ile tedavi olabilmesini de mümkün kılmıştır. Anahtar Kelimeler: İnsan lökosit antijenleri, preimplantasyon genetik tanı [Abstract:0275][PS-014] Plateletcrit Ve Trigliserid/Yüksek Dansiteli Liporotein Oranının Prematür Ovaryan Yetmezlikle İlişkisi Hatice Işık1, Ahmet Şahbaz1, Hakan Timur2, Öner Aynıoğlu1, Hüsnü Alptekin3, Ülkü Özmen1 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Zonguldak 2 Zekai Tahir Burak Doğumevi, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Ankara 3 Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Konya Amaç: Prematür ovaryen yetmezlikde (POY) kardiyovasküler hastalık riski arttığı bilinmektedir. Bu çalışmada serum plateletcrit değerleri ve kardiyovasküler hastalıkların belirteci için kulanılan TG/HDL oranın POY ile ilişkisini araştırmak istedik. Yöntem: Çalışmaya Mart 2014- Haziran 2015 tarihleri arasında Bülent Ecevit Üniversitesi Jinekoloji polikliniğine gelen 30 POY ve 30 sağlıklı kontrol hasta alındı. Hastaların tam kan parametreleri, rutin biyokimya ve 25-OH Vit D değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların yaş ve vücut kitle indeksleri (VKİ) arasında fark yoktu. Platelet ve plateletcrit değerleri POY’lu hastalarda kontrol grubuna göre belirgin artmıştı (p<0.001). Yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) düzeyleri POY lu hastalarda düşerken(p= 0.008) düşük dansiteli lipoprotein (LDL) ve total kolesterol (TC) düzeyleri artmış olarak bulundu (sırasıyla p=0.032 ve p=0.007 ). TG/HDL oranı POY’lu hastalarda kontrole göre artmış olarak bulundu(p=0.01). Nötrofil-lenfosit oranı (NLR) iki grup arasında fark yoktu. 25-OH Vit D seviyeleri de kontrol hastalar göre POY lu hastalarda belirgin olarak düşmüştü (p<0.001). FSH seviyeleri ile PLT,PCT, PDW,MPV ve TG/HDL oranı arasında pozitif korelasyon, FSH ile Vit D arasında negatif korelasyon vardı. Sonuç: Plateletcrit, MPV, TG/HDL düzeylerinin POY lu hastalarda yükselmesi ve düşük Vit D düzeyleri kardiyovasküler risk artışı için belirteç olabilir. Anahtar Kelimeler: Prematür ovaryen yetmezlik, plateletcrit, TG/HDL, vitamin D 7 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Tablo 1 PDW Vitamin D NLO TG/HDL r=0.265 p=0.041 r= 0.255 p=0.049 r= -0,349 p= 0.011 NS r= 0.288 p= 0.026 r= 0.518 p<0.001 NS r= -0.327 p= 0.011 NS r= 0,453 p<0.001 r= 0.280 p= 0.03 NS NS NS Değişkenler (n=60) PLT PCT MPV FSH r= 0.470 p<0.001 r= 0.590 p<0.001 PCT r= 0.887 p<0.001 TG/HDL r= 0.360 p= 0.005 r= 0.453 p< 0.001 olarak p<0.05 kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan gebelerin yaşları 17-38 arasında olup, ortalama 26.3±4.8 yıldır. Gebelik haftası 28-30 olan gebe sayısı 66 (%30.0), 31-33 olan gebe sayısı 52 (%23.6), 34-36 olan gebe sayısı 46 (%20.9) ve 37-40 olan gebe sayısı 56 (%25.5)’dır.Gebelerin WDB/DÖ puanları 15-130 arasında değişmekte olup, ortalama 56.6±18.8’dir. Gebelerin aile SDÖ’den aldıkları puanlar 23.0-40.0 arasında olup, ortalama puan 30.0; arkadaş SDÖ’den aldıkları puanlar ise 25.0-50.0 arasında olup, ortalama 31.0’dır. Gebelikte doğuma ilişkin yaşanan endişe nedenleri ile doğum korkusu arasında istatistiksel bir fark bulunamamıştır (F=1.960; p=0.086).Aile SDÖ puanlar ile WDB/DÖ’den alınan puanlar arasında pozitif yönde zayıf bir ilişki görülmüştür (r=0.213; p=0.001).Yine arkadaş SDÖ’den alınan puanlar ile WDB/DÖ’den alınan puanlar arasında da pozitif yönde çok zayıf bir ilişki bulunmuştur (r=0.157; p=0.020). Sonuç : Gebelerin algıladıkları hem aile hem de arkadaş sosyal destek düzeyi ile doğum deneyimi beklentisi arasında pozitif yönde zayıf bir ilişki olduğu saptanmıştır. Bununla beraber sonuçların güvenirliliği ve geçerliliği açısından konu ile ilgili daha büyük örneklem grupları ile çalışmaların yapılması gerekmektedir. Doğum korkusunun azaltılmasında ve olumlu doğum deneyimi beklentisinin oluşturulmasında sosyal destek gruplarından çok sağlık profesyonellerinin özellikle ebelerin katkısının daha fazla olması beklenmektedir. Ebeler, doğum korkusu ve beklentisinin olumlu yönde etkilenmesi için sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesinde önemli rol almalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Doğum, doğum beklentisi, gebe, sosyal destek FSH ile PLT, PCT, PDW, MPV, Dvit, NLR ve HDL/TC arasındaki korelasyon. FSH: follikül stimüle edici hormon, PLT: platelet, PCT: plateletcrit, PDW: platelet dağılım aralığı, NLO: nötrofil lenfosit oranı, TG/HDL: Trigliserid /yüksek dansite lipoprotein, NS: nonspesifik [Abstract:0113][PS-015] Erken Evre Uterin Endometrioid Adenokarsinomun Sonografik Morfolojisi Metin Kaplan, Tuğba Kınay, Fulya Kayıkçıoğlu Ankara Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Erken evre endometrioid adenokarsinomun sonografik morfolojisi ve renkli Doppler bulgularını tanımlamak. Yöntem: Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, endometrial biyopsi materyalinin histopatolojik incelenmesi sonucu endometrioid adenokarsinom tanısı almış ve cerrahi evreleme yapılmış yedi hasta olgu serisine dahil edildi. Operasyon öncesinde hastalar transvajinal ultrasonografi ile değerlendirildi. Endometriyal kalınlık, ekojenite, Endomyometriyal sınırın düzenliliği, endo- myometriyal sınırdaki damar sayısı, damarlardaki dallanma, renkli Doppler skoru incelendi. Bulgular: Cerrahi evreleme sonucunda, olgu serisine dahil edilen hastaların beşinde evre IA, ikisinde evre IB endometrioid adenokarsinom saptandı. Hastaların preoperatif ultrasonografik incelemesinde kalınlaşmış endometrium içinde düzenli yerleşim gösteren hiperekoik ve hipoekoik alanlar izlendi. Myometriumdan daha hipoekoik endometriyal kavite içinde ince hiperekoik çizgilerin birleşmesi ile oluşan geniş tabanlı demetler izlendi. Geniş tabanları endo – myometriyal sınırda olan hiperekoik demetler endometriyal orta hata doğru incelerek uzanmaktaydı. Renkli Doppler ultrasonografi ile tüm olgularda endometrial vaskularizasyonun arttığı saptandı. Multifokal orijinli, endometrium içinde dallanan vaskuler yapılar izlendi. Endometriyumun renkli Doppler skoru 3 idi. Sonuç: Erken evre uterin endometrioid adenokarsinomun kendine özgü sonografik morfolojisi vardır. Tanımlanan ultrasonografik bulgular cerrahi evreleme ve tedavi öncesinde hastalığın evresinin tahmininde faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Endometrioid adenokarsinom, endometriyum, erken evre, ultrasonografi [Abstract:0240][PS-017] ASCUS Sitolojisi Sonrası Kolposkopik Biyopsi Sonucu HGSIL Gelen Hastaların Eksizyonel Tedavi ve Takip Sonuçları Mustafa Erkan Sarı, Nazlı Topfedaisi Özkan, Can Tercan, Onur Arzık, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Servikal smear sonucu, önemi belirlenemeyen atipik skuamöz hücreler (ASCUS) olarak değerlendirilip kolposkopik biyopside yüksek dereceli servikal lezyon tespit edilen hastaların eksizyonel tedavi ve ortalama 2 yıllık takip sonuçlarının analizi Yöntem: Ağustos 2008-Ocak 2014 yılları arası Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Polikliniğine başvuran veya refere edilen, servikal smear sonucu ascus olarak değerlendirilip kolposkopik biyopside yüksek dereceli servikal lezyon tespit edilen 67 hastanın eksizyonel tedavi sonrası patoloji sonuçları (Lezyon yok-Servikal İntraepitelyal Neoplazi (CIN)I-II-III-invaziv karsinom) ve ortalama 2 yılllık takip sonuçları değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 41 iken median takip süresi 22,4 ay idi. 7 hastada (%10,4)lezyon izlenmedi, 17 hastada CIN I(%25,3), 43(%64,1) hastada CIN II-III lezyonlar izlenirken eksizyonel tedavi sonrası hiçbir hastada invaziv karsinom izlenmedi. Yüksek dereceli lezyon(CIN II-III) izlenen ve cerrahi sınır pozitif olan 8 hastanın 4’ünün rekonizasyon sonucu cerrahi sınırlar negatif olarak geldi. Ortalama yaşı 54 olan 3 hastaya uygulanan histerektomi sonucu invaziv karsinom izlenmedi. Cerrahi sınır negatif olan 35 hastanın takiplerinde 6 hastada ASCUS sitolojisi sonrası alınan kolposkopik biyopsi sonuçları normal gelirken, 3 hastada düşük dereceli servikal intraepitelyal lezyon(LGSIL) sitolojileri sonrası kolposkopik biyopsiler normal olarak değerlendirildi. 1 hastada takipte ASC-H sitolojisi sonrası alınan kolposkopik biyopsi CIN III gelmesi üzerine rekonizasyon uygulandı. Sonuç: Hastanemizde ASCUS sitolojik tanısı refere olgulardan dolayı yüksek(%7,6) olmakla beraber ASCUS’a yüksek grade’li lezyon eşlik etme olasılığı literatürle benzer (% 5,2) görünmektedir. Smear sonucu ASCUS gelip kolposkopik biyopsi sonucu CIN II-III gelen hastalarda konizasyon sonucu invaziv karsinom izlemedik. Bu hasta grubunda cerrahi sınır pozitiflik oranları(%11) biyopsi öncesi sitolojisi LGSIL veya yüksek dereceli servikal intraepitelyal lezyon(HGSIL) olan eksizyonel tedavi gruplarına göre daha düşük görünmektedir. Anahtar Kelimeler: ASCUS, kolposkopik biyopsi, konizasyon [Abstract:0256][PS-016] Gebelerin Algıladıkları Sosyal Destek Yapılarının Doğum Korkusu/ Doğum Beklentisi Üzerine Etkisi Fatma Deniz Sayıner1, Aladdin Ünsal2, Ayşegül Özkaya1, Yasemin Hamlacı1, Burcu Tuncer1 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik A.B.D., Eskişehir 2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halksağlığı A.B.D., Eskişehir Amaç: Çalışma gebelerin algıladıkları sosyal destek yapılarının doğum korkusu/beklentisi üzerine etkisini belirlemek ve değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya Ocak 2014-Mayıs 2014 tarihleri arasında Eskişehir il merkezinde bulunan üç ayrı aile sağlığı merkezine başvuran, son trimesterda olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 220 gebe dahil edilmiştir. Verilerin toplanmasında tanımlayıcı bilgi formu, Wijma Doğum Beklentisi/ Deneyimi Ölçeği( WDB/DÖ) ve Sosyal Destek Ölçeği (SDÖ) kullanılmıştır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde IBM SPSS (sürüm 20.0) istatistik paket programı kullanılmıştır. Veriler, student t testi, tek yönlü varyans analizi ve Spearman korelasyon testleri ile analiz edilmiş ve istatistiksel anlamlılık değeri 8 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0121][PS-018] Postpuerperal Dönemde Saptanan Ve Termde Normal Doğumu Takiben Gelişen Geç Postpartum Kanamanın Nadir Bir Nedeni Rezidüel Trofoblatik Doku: 2 Olgu Sunumu İlker Gülbaşaran, Aytekin Tokmak, Esma Sarıkaya Kadın Hastalıkları ve Doğum, Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Postpartum kanama (PPK) doğumdan sonraki 24 saat içinde 500 cc’den fazla kanama olarak tanımlanır. 24 saat-6 hafta arasındaki kanamalar geç PPK olarak adlandırılır. Geç PPK’nın en sık nedenleri rezidüel trofoblastik doku (RTD), submüköz myom ve endometriyal poliplerdir. RTD, retansiyone plasenta fragmanları, plasental kalıntı ve konsepsiyon ürünlerinin retansiyonu olarak da isimlendirilmektedir. RTD tüm gebeliklerin yaklaşık %1’ini komplike eder ve genellikle gebelik terminasyonlarından sonra görülür. Ancak, RTD nadiren term/preterm vajinal doğum ile seksiyo sonrasında da oluşabilir. Hastalar genellikle uzamış PPK şikayeti ile başvururlar. Ultrasonografi ilk tanısal araçken, altın standart tanı-tedavi yöntemi histeroskopidir(HS). HS güvenli-efektif, düşük komplikasyonlu minimal invaziv bir prosedürdür. RTD’nin kesin tanısı cerrahi eksplorasyon sonrasında yapılan histopatolojik değerlendirme ile konulur. Burada, geç PPK şikâyeti ile başvuran ve RTD tanısı konulan iki olguyu sunmayı amaçladık. Olgu1: 23 yaşında (G3P1) hasta vajinal kanama şikayeti ile başvurdu. Anamnezinde 45 gün önce miadında vajinal doğum yaptığını belirtti. Pelvik muayenesinde minimal vajinal kanama dışında patoloji saptanmadı. Gebelik testi negatif ve rutin laboratuvar testleri normaldi. Transvajinal ultrasonografide (TVUS) endometriyum 14 mm, myometriyum ve adneksler normaldi. Ayrıca, kavitede 24×12 mm boyutunda hiperekojenite izlendi. Ofis HS’de ön duvardan köken alan yaklaşık 3 cm geniş tabanlı lezyon saptandı. Rest plasenta/ submüköz myom öntanılarıyla operatif HS yapılan hastadaki lezyon rezeke edildi. Histopatojik tanı, dejeneratif değişiklikler içeren koryonik elemanlar oldu. Olgu2: 27 yaşında kadın hasta (G2P2), vajinal kanamayla başvurdu. 50 gün önce termde normal doğum yaptığını belirten hastanın mens vasfında kanaması saptandı. β-hCG negatif ve rutinleri normaldi. TVUS’de endometrium 20 mm, myometrium homojen, overler normaldi. Kavitede 21×14 ve 12×8 mm boyutunlarında rest plasenta ile uyumlu solid görünümler izlendi. Ofis HS sonrası operatif HS’ye alınan hastada uterin fundustaki 3×4 cm’lik düzensiz lezyon rezeke edildi.Histopatojik olarak değerlendirilen materyal plasental dokular olarak raporlandı. Sonuç: RTD, 6 haftadan uzun süren PPK’ların ayırıcı tanısında göz önünde bulundurulmalıdır. HS, RTD’lerin tanı ve tedavisinde etkili, güvenli ve minimal invaziv bir cerrahi prosedürdür. Kesin tanı cerrahi sonrası histopatolojik değerlendirmede konulur. Anahtar Kelimeler: Geç postpartum kanama, histeroskopi, rezidüel trofoblastik doku (p<0.05); yaş, seksüel partner sayısı ya da kullanılan kontraseptif metod HR-HPV pozitifliği ile korele bulunmamıştır. Çalışmamızın sonuçları göstermiştir ki bizim popülasyonumuz için HPV 16 ve 18 dışındaki yüksek riskli tipler en yüksek orana sahip saptanmıştır. HR-HPV, ASCUS, LSIL, HSIL için sırasıyla %16.7, %80, %50 pozitif saptanmıştır. Sonuç: Bizim bölgemizde HR-HPV sıklığı %5.4 bulunmuş olup daha büyük hasta grupları ile yapılan calışmalarla yeni tarama metotlarının ve ikinci jenerasyon HPV aşılarının geliştirilmesinin mümkün olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: HPV, HR-HPV Tipleri, servikal kanser, PCR [Abstract:0216][PS-020] Uterin Sarkomlarda Cerrahi Evre İle Preoperatif Servikal Sitoloji Ve Endometriyal Örneklemenin İlişkisi Elmas Korkmaz, Servet Çalıkoğlu, Murat Öz, Emin Levent Aksoy, Zafer Arık, Tayfun Güngör, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Uterin sarkomlarda cerrahi evre ile preoperatif dönemde alınan servikal sitoloji ve endometriyal örnekleme sonuçlarının arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını araştırmak Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Kliniği’nde Temmuz 2008-Temmuz 2015 tarihleri arasında ameliyat edilen ve uterin sarkom tanısı alan 44 hasta retrospektif olarak tarandı; cerrahi evre, servikal sitoloji ve endometriyal örnekleme sonuçları kaydedildi. Cerrahi evre 1-2 erken evre, evre 3-4 ise ileri evre olarak kabul edildi. Bulgular: Uterin sarkom tanısı alan 44 hastadan 7’si (%15,9) ileri evre; 37’si (%84,1) erken evreydi. Preoperatif servikal sitolojilerine ulaşılabilen 35 hasta değerlendirildiğinde erken evre olan 29 hastanın 4’ünde, ileri evre olan 6 hastanın 3’ünde anormal sitolojik bulgular saptandı. İki grup karşılaştırıldığında ileri evre olgularda servikal sitolojinin tanıya katkısı anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0,044). Endometriyal örneklemenin tanıya katkısı açısından karşılaştırıldığında iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (erken evrede 8/27; ileri evrede 3/6). Sonuç: Uterin sarkomlar preoperatif tanı koyulması zor malign tümörlerdir. Tanı koydurucu olmamakla birlikte servikal biyopsi sonuçları malignite göstermeyen anormal servikal sitolojik bulgular ve olgularımızda olduğu gibi malign mezenkimal hücreler gösteren endometriyal örneklemeler ileri evre hastalık açısından uyarıcı olabilir, bu da operasyon planı açısından fayda sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: Endometriyal örnekleme, servikal sitoloji, uterin sarkom [Abstract:0195][PS-021] Skuamöz Hücreli Serviks Kanserinde Prognostik Faktörler Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Mine Çavdar Atlı, Nilüfer Alagöz, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Skuamöz hücreli serviks kanseri nedeniyle tedavi edilen olguların histopatolojik özelliklerinin değerlendirilmesiyle kaba sağ kalım süresi üzerine etkili faktörlerin incelenmesi. Yöntem: Skuamöz hücreli serviks kanseri nedeniyle 2008-2015 yılları arasında tedavi edilmiş 156 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör çapı, invazyon derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı varlığı ve adjuvan tedavi uygulamaları kaydedildi. Olguların ortalama kaba sağ kalım süresi, 5 ve 8-yıllık kümülatif sağ kalım oranları hesaplandı. Kaba sağ kalım süresine etkili prognostik faktörler belirlendi. Bulgular: Tanı anında ortalama yaş 52.1±12.3 idi. Klinik değerlendirmede Evre IB-IIA hastalık nedeniyle 131 hasta (%84) opere edildi. Nihai patoloji sonuçlarında ortalama tümör çapı 3.01±1.4 cm olarak saptandı. Olguların 97’sinde (%62.2) serviks stroması %50’den fazla tutulu iken, 55 olguda (%35.3) tam kat stromal invazyon görüldü. 96 hastada (%61.5) lenfovasküler boşluk tutulumu ve 57 hastada (%36.5) lenf nodu metastazı saptandı. Parametriyal tutulum oranı %10.3 (N: 16) olarak belirlendi. Sadece 16 olgu (%10.3) adjuvant tedavisiz takibe alındı. Olguların medyan takip süresi 29 ay (dağılım: 1-116 ay) idi. Takip süresince 4 olguda (%2.6) nüks saptandı. Ortalama kaba sağ kalım süresi 78.6±4.4 ay, 5 ve 8-yıllık kümülatif sağ kalım oranları ise %66.7 ve %62.5 olarak hesap- [Abstract:0161][PS-019] Balıkesir Üniversitesi Hastanesine Başvuran Kadınlarda Yüksek Riskli HPV Tiplerinin Servikal Swap Örneklerinde Real Time PCR ile Belirlenmesi ve Tiplendirilmesi Mine İslimye Taskin1, Ertan Adalı1, Tevfik Yavuz2, Coşkun Cüce3, Mehmet Ünlü2 1 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Balıkesir 2 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji A.B.D, Balıkesir 3 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk sağlığı A.B.D, Balıkesir Amaç: Onkojenik human papilloma virus tipleri (HPV) yüksek oranda servikal kanser gelişim riski ile beraberdir ve bu çalışma Balıkesir ilindeki kadınlarda yüksek riskli HPV tiplerinin (HR-HPV) prevelansının araştırılması için düzenlenmiştir. Yöntem: 204 kadın hastanın servikal örnekleri servikal sitolojik değerlendirme ve Xpert HPV PCR testi ile HR-HPV tiplerinin belirlenmesi için toplanmıştır. HR-HPV prevelansı ve sitolojik sonuçlar ile ilişkisi ve epidemiyolojik veriler SPSS programı ile değerlendirilmiştir. Bulgular: HR-HPV sıklığı%5.4 bulunmuştur (204 hastanın 13’ü). Anormal servikal sitolojili kadınlarda HR-HPV pozitifliğinin normal sitolojili kadınlara göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (%3.2 vs.%46.7) (p<0.01). İlk cinsel ilişki yaşı ve abortusların sayısı ile HR-HPV pozitifliği korele iken 9 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı landı. Cerrahi inoperabilite, lenf nodu metastazı, parametriyal tutulum ve rekürren hastalık varlığında kaba sağ kalım süresinin anlamlı düzeyde kısaldığı görüldü (P< 0.05). Sonuç: Skuamöz hücreli serviks kanseri olgularında, cerrahi operabilite, lenf nodu metastazı, parametriyal tutulum ve rekürren hastalık kaba sağ kalım süresi üzerine etkili önemli prognostik faktörlerdir. Anahtar Kelimeler: Serviks kanseri, sağ kalım, prognoz lignite şüphesi ile opere edilen hastalar kanser kayıt sisteminden taranarak primer fallop tüpü kökenli kanser hastaları dosyalarından yaş, preoperatif tümör marker, semptom, sonografi, patoloji sonucu ve rekürrens açısından araştırılmıştır. Bulgular: Toplamda 25 hasta değerlendirilmiştir. Hastalar rekürrens varlığına göre iki gruba ayrıldığında 12 (%48) hastada rekürrens gözlenirken 13 hastada rekürrens gözlenmemiştir. Rekürens izlenen ve izlenmeyen grupta sırasıyla median yaş 59, 63; kitle boyutu 6, 6cm; Ca 125 121, 81.2 IU/mL; Ca 19-9 6, 16.1 IU/mL; Ca 15-3 14.6, 17 IU/mL olarak izlenmiş olup aralarında anlamlı fark saptanmamıştır. Her iki grupta da hastalar çoğunlukla postmenopozal olup en sık gözlenen semptom kasık ağrısı olarak izlenmiştir. Preoperatif sonografide esasen kompleks kistik lezyon görülmüştür; unilateralite veya bilateralite açısından anlamlı fark tespit edilmemiştir. Rekürrens görülen grupta seröz histopatoloji %100 olarak gözlenmiş olup bu hastaların %10’u evre 1 olarak tespit edilmiştir; bu hastaların %75’inde lenfovasküler alan tutulumu görülmüştür ve asit %43 hastada tespit edilmiştir. Bu parametreler rekürrens izlenmeyen grupta sırasıyla %63.6, %45.5, %23.1 ve %22.2 olarak tespit edilmiştir. Değerlendirilen parametreler içinde rekürrens ile sadece lenfovasküler alan tutulumu anlamlı olarak ilişkili bulunmuştur (p=0.017). Sonuç: Lenfovasküler alan tutulumu primer fallop tüpü kanserlerine rekürrensi öngörmede anlamlı bir parametre olarak kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Fallop tüpü, kanser, lenfovasküler alan, rekürrens [Abstract:0183][PS-022] Bir Serviko-İstmik Gebelik Öyküsü Özge Erdoğan Kunt1, Özlem Ece Başaran1, Süleyman Bekirçavuşoğlu2, Cavit Kart1, Emine Seda Güvendağ Güven1, Süleyman Güven1 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları Ve Doğum A.B.D, Trabzon 2 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji A.B.D, Trabzon Giriş: Servikal gebelik ektopik gebeliklerin nadir bir formudur.İnsidansı 9000 gebelikte 1’dir.Risk faktörleri arasında yardımcı üreme teknikleri,geçirilmiş servikal veya uterin cerrahi(c/s ve küretaj) gösterilebilir.In-vitrofertilizasyonla(IVF) elde edilen gebeliklerin % 0,1’i ve IVF sonrası gelişen ektopik gebeliklerin %3,7’si servikal gebeliktir. Olgu: 38 yaşında bir abortus sonrası küretaj öyküsü olan ve IVF yardımı ile son adet tarihine göre 9 haftalık gebeliği varken yapılan ultrasonografisinde serviks süperior kesiminde yerleşimli gestasyon kesesi ve kese içerisinde 8 hafta 6 gün ile uyumlu tek canlı embriyo izlendi. Kesenin %40’ı servikal kanala yerleşip, inferiorundaki servikal kanal uzunluğu 22 mm olarak ölçüldü. Serviko-istmik gebelik tanısı alan olgu gebeliğin seyri ve riskleri konusunda bilgilendirildi, gebeliğin devamını istemesi üzerine rutin gebelik takibine alındı.Takipleri sorunsuz devam eden olgunun 19 haftalıkken yapılan ayrıntılı ultrasonografisinde plasenta servikal kanal içerisine uzanım göstermekte, plasenta dışında kalan serviks vertikal uzunluğu 16 mm idi.20 haftalıkken yapılan manyetik rezonans görüntülemede intrauterin korpus inferior-serviks superior kesimde yerleşimli fetus izlendi.Plasenta serviks içerisine uzanım göstermekte ve kanalı tamamen kapatmaktaydı.İnferiorda yaklaşık 10 mm uzunluğunda normal serviks dokusu izlenmekteydi. (Resim 1) Olgu 31 hafta 1 günlük gebeliği varken kanama ve sancı şikayeti ile başvurdu,preterm eylem tanısı ile betametazon uygulanması sonrasında sezeryan planlandı. Masif kanama, histerektomi ve maternal mortalite riski nedeniyle kanamanın kontrol edilmesi amacıyla her iki internal iliak artere geçici balon okluzyonu yapılması planlandı.Her iki internal iliak artere 8x40 mm’lik balon anjioplasti kateteri yerleştirilerek sezeryan ile 3/8 apgar,1800 gr,kız bebek doğurtuldu.Plasenta çıkartıldıktan sonra kanama kontrolu yapılıncaya kadar balonlar internal iliak arterlerde tutuldu. Buna rağmen plasental yatakta kanamanın devam etmesi üzerine kese ağzı dikişiyle (purse string) plasental yatak sütüre edildi. Operasyon bittikten sonra balonlar indirilerek çıkartıldı.(Resim 2)Postoperatif dönemde komplikasyon gelişmemesi üzerine üçüncü günde bebeğiyle şifa ile taburcu edildi. Sonuç: Servikste plasentanın yerleşimi uterin arterlerde erozyona yol açarak, plasenta çıkarılırken masif kanamaya yol açabilir ve sıklıkla histerektomiyle sonuçlanabilir.Plasentanın çıkarılması esnasında masif kanama riskini azaltmak için uygulanan internal iliak artere geçici balon oklüzyonu yöntemi,maternal mortalite ve morbiditeyi azaltıp, fertiliteyi korumada yardımcıdır. Anahtar Kelimeler: Balon oklüzyon, fertilite, plasenta previa, serviko-istmik gebelik [Abstract:0226][PS-024] Erken Postpartum Dönemde Annelerde Depresyon, Anksiyete ve Yaşam Kalitesi Gülseren Dağlar, Dilek Bilgiç Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Sivas Amaç: Postpartum dönem, aile için olumlu, doyum sağlayan, aile bağlarının güçlendiği bir dönem olarak yaşanabileceği gibi kriz dönemi de olabilmektedir. Bu dönemde yaşanan stres, anksiyete ve depresyon annenin fonksiyonel durumunu ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Çalışmada, annelerin postpartum dönemde anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesi düzeyleri ve arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel olarak planlanan çalışma üç aylık sürede, postpartum birinci haftada olan, Aile Sağlığı Merkezi’ne (ASM) gelen 162 anne ile yapılmıştır. Çalışma Sivas Merkezde bulunan 24 ASM arasından sistematik örnekleme yöntemiyle seçilen 6 ASM’de yüzyüze görüşme yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılmayı kabul edenlere Bireysel Tanıtım Formu, Epidemiyolojik Araştırmalar Merkezi Depresyon Skalası, Beck Anksiyete Envanteri (BAE) ve Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOLBREF(TR)) doldurulmuştur. Verilerin değerlendirilmesinde Tanımlayıcı İstatistik Ölçütleri, t testi, Mann-Whitney U Testi, Kruskal Wallis Varyans Analizi ve Korelasyon Katsayısı kullanılmış, p<0.05 alınmıştır. BulgularAnnelerin yaş ortalaması 27.24±5.49 yıldır. Annelerin %46.3’ünün lise ve üzeri eğitimi olduğu, %37.7’sinin üçüncü ve üzeri gebelik yaşadığı saptanmıştır. Postpartum depresyon riski %33.3, BAE puan ortalaması 11,12±7.58 (0-39) olarak belirlenmiştir. Depresyon ve anksiyete düzeyi ile yaşam kalitesi ölçeği alt boyutları puan ortalamaları arasında anlamlı ve negatif (fiziksel alan r= -0.302, p=0.000/ r= -310, p=0.000; ruhsal alan r= -0.606, p=0.000/ r= -0.426, p=0.000; sosyal alan r= -0.209, p=0.008/ r= -0.227, p=0.004; ulusal çevresel alan r= -0.210, p=0.007/ r= -0.170, p=0.031) ilişki belirlenmiştir. Sonuç: Doğum sonrası annelerin depresyon ve anksiyete düzeyleri arttıkça yaşam kalitesi ölçeğinin fiziksel, ruhsal, sosyal ve ulusal çevresel alan alt boyutları olumsuz etkilenmektedir. Sağlık çalışanının annenin ruhsal sağlığını etkileyen faktörleri belirlemesi ve bu faktörlerin anneyi etkilemesini önlenmesi postpartum dönemin anne ve aile için olumlu, doyum sağlayan, aile bağlarının güçlendiği bir dönem olarak yaşanabilmesine katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Anksiyete, depresyon, yaşam kalitesi, postpartum dönem, ebelik [Abstract:0199][PS-023] Lenfovasküler Alan Tutulumu Tubal Kanserlerde Rekürrensi Gösterebilir Mi? Zeliha Fırat Cüylan1, İlker Selçuk1, Mülkiye Kabakçı1, Buğra Coşkun1, Tayfun Güngör2, Mehmet Mutlu Meydanlı1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Jinekolojik Onkoloji Ünitesi, Ankara 2 Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Çorum Amaç: Primer fallop tüpü kaynaklı kanserlerde rekürrens ile ilişkili faktörleri saptamak. Yöntem: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Ünitesi’nde 2008 Ocak ve 2015 Ocak arasında ma- [Abstract:0260][PS-025] Doğum Salonunda Çalışan Ebelere Verilen Empati Eğitiminin; Annelerin Ebeden Memnuniyet İfadelerine Etkisi Songül Aktaş1, Türkan Pasinlioğlu2, Kıymet Yeşilçiçek Çalık1 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Trabzon 2 Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Erzurum 10 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Amaç: Ebelere verilen empati eğitiminin; annelerin doğumuna yardım eden ebeden memnuniyet ifadelerine etkisinin incelenmesidir. Yöntem: Deneysel olan çalışma, Şubat 2013- Ocak 2014 tarihlerinde Trabzon KEA hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini vajinal doğum yapan anneler, örneklemini ise güç analizine göre belirlenen 74’şer anne (toplam 222) oluşturmaktadır. Çalışmada; etik kurul izni ve yazılı onam alınmıştır. Doğum salonunda çalışan 15 ebenin vajinal doğumuna yardım ettiği (doğumun 1.,2.,3. ve doğumdan sonraki ilk 2 saat) anneler, çalışma kapsamındadır. Ebelere empati eğitimi; didaktik anlatım, yaratıcı drama, psikodrama, video gösterimi vb teknikleriyle 32 saatte verilmiştir. Veriler ebelerin empati eğitim öncesi (EEEÖDA), eğitimden hemen (EEESDA) ve 8 hafta sonrası doğuran anneler (EEE8HSDA) olmak üzere; üç aşamada toplanmıştır. Anneler; sosyo- demografik, obstetrik, tıbbi müdahaleler gibi özellikleriyle gruplararası homojendir. Veriler anne soru formuyla toplanmış; yüzdelik oranlarıyla değerlendirilmiştir. Bulgular: Doğumuna yardım eden ebeleri EEEÖDA’in %27.6’sı, EEESDA’in %39.6’sı, EEE8HSDA’in %33.7’si “güleryüzlü, sevecen”; EEEÖDA’in %31’i, EEESDA’in %38.2’si, EEE8HSDA’in %33.7’si “anlayışlı”; EEEÖDA’in %15.7’si, EEESDA’in %44.9’u, EEE8HSDA’in %39.3’ü “güven verici”; EEEÖDA’in %19.5’si, EEESDA’in %39.8’i, EEE8HSDA’in %40.6’sı “cesaretlendirici, motive edici”; EEEÖDA’in %22.1’i, EEESDA’in %37.5’i, EEE8HSDA’in %40.4’ü “mahcup etmeyen (yargılamayan)”; EEEÖDA’in %5.3’ü, EEESDA ve EEE8HSDA’in %47.4’ü “yaptığı muayenede izin alan”, EEEÖDA’in %19.8’i, EEESDA’in %45.6’sı, EEE8HSDA’in %35.1’i “sorduğumda istediğim bilgiyi verici, sorularıma yanıt vermesi”, EEEÖDA’in %22.5’i, EEESDA’in %33.8’i, EEE8HSDA’in %43.8’i “doğum eyleminde fundal bası uygulamayışları” gibi ifadelerle memnuniyet verici bulmuşlardır. Ebelerden “memnun kalmadıklarını” belirten annelerinse başlıca ifadeleri şöyledir: EEEÖDA’in %55.3’ü, EEESDA’in %17’si, EEE8HSDA’in %27.7’si “yeterince ilgili olmayışı”; EEEÖDA’in %56.9’u, EEESDA’in %17.6’sı, EEE8HSDA’in %25.5’i “etkili dinlemeyişi”; EEEÖDA’in %53.2’si, EEESDA’in %17’si, EEE8HSDA’in %29.8’i “yargılayıcı, mahcup edici”; EEEÖDA’in %56.2’si, EEESDA’in %15.6’sı, EEE8HSDA’in %28.1’i “yüz ifadelerinin sert oluşu”; EEEÖDA’in %52.5’i, EEESDA’in %21.3’ü, EEE8HSDA’in %26.2’si “yaptığı uygulamalarda yeterince özenli olmayışı” EEEÖDA’in %81’i, EEESDA’ın %7.4’ü ve EEE8HSDA’in %11.6’sı “uygulamalarda yeterince açıklayıcı, bilgi verici olmayışı” şeklindedir. Sonuç: Ebelere verilen empati eğitimi, annelerin ebeden memnuniyet ifadelerini olumlu etkilemektedir. Bu çalışma, 113S672 nolu TÜBİTAK projesi kapsamında desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Doğum salonu, ebe, ebeden memnuniyet, empati eğitimi, annelerin ifadeleri vam eden hastaya histerektomi ve bilateral hipogastrik arter ligasyonu yapılmıştır. Post-operatif dönemde hastaya kan, TDP ve faktör 8 takviyesi yapılmıştır. Hastanın hematolojik tetkikler sonunda hastada faktör 8 inhibitörü saptanması üzerine hasta edinsel hemofili A tanısı ile rekombinan faktör 7a tedavisine başlanılmıştır. Kanama kontrolü sağlanan hasta post-operatif 7. günde hematoloji takibine alınarak taburcu edilmiştir. Sonuç: Edinsel hemofili nadir görülen ancak morbidite ve mortalitesi yüksek bir tablodur ve en sık gözlendiği hasta gruplarından birisi obstetrik hastalardır. Tedavide amaç akut dönemde kanama kontrolünün sağlanması olmakla birlikte izleyen sürede oluşan inhibitör aktivitesini yok etmek mutlak gereklidir.Edinsel hemofili A hastalığı tedavisinde kadın hastalıkları ve doğum ve Hematoloji hekimlerinin multidisipliner bir yaklaşımı hayati tehdit eden bu akut obstetrik acil durumlarda çok önemlidir. Anahtar Kelimeler: Geç post partum kanama, edinsel hemofili a [Abstract:0111][PS-027] Gebelikte Hospitalizasyon Gerektiren Influenza Enfeksiyonunun Gebelik Üzerine Etkileri Ali Ozgur Ersoy1, Serpil Unlu2, Sibel Ozler1, Dilek Uygur1, Aykan Yucel1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları, Ankara Amaç: Gebelikte Influenza enfeksiyonu, yüksek ateş, öksürük, boğaz ağrısı, myalji belirtileri gösterebilen, ciddiyeti artınca arteryel oksijen satürasyonu düşmelerine ve mekanik ventilasyona kadar gidebilen yoğun bakım endikasyonu doğurabilen bir klinik durumdur. Çalışmamızın amacı, hastanemize Influenza klinik bulguları ile gelen hastalarda Influenza tiplendirmesi sonuçlarını ve gebelik sonuçlarını irdelemektir. Yöntem: Hastanemize Eylül 2014- Mayıs 2015 arasında üst solunum yolu enfeksiyonu tanısı ile yatıp Influenza virüs enfeksiyonu bulguları gösteren gebe kadınların Influenza real-time reverse-transkriptaz yöntemiyle Influenza tiplendirmesi, gebelik sonuçları ve maternal ek morbiditeleri araştırıldı. Bulgular: Influenza enfeksiyonu kliniği olan 47 gebenin hepsine Nöraminidaz inhibitörü Oseltamivir 75 mg. (12 saatte bir) tedavisi başlandı. Bu gebelerin 12’sine tiplendirme yapılamadı. Tiplendirme yapılan 35 gebeden 12’sinde H1N1 enfeksiyonu, 10’unda Influenza B enfeksiyonu, geriye kalan 25 gebede de negatif Influenza tiplendirmesi saptandı. Hastaların yaşları 30,06±5,85 şeklinde dağılmaktaydı. Bir hasta 5 haftalık iken tanı alıp, 7 haftalık iken düşük yaptı. 7 hasta preterm doğum yaptı (%14,8). Sonuç: Erken tanı, tedavi ve temas izolasyonu, enfeksiyondan en az zarar görme noktasında oldukça önemlidir. Influenza enfeksiyonu gebelikte daha ağır seyretmekte olup, Amerikan Kadın Hastalıkları Ve Doğum Uzmanları Birliği (ACOG), Hastalık Kontrol Ve Önleme Merkezi (CDC), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tüm gebelere Influenza aşısı önermektedir. Influenza pnömonisi düşünülen gebelere infiltrasyonun yaygınlığını görmek için akciğer grafisi çekilmelidir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, gebelik sonuçları, Influenza, neonatal sonuçlar 1 [Abstract:0112][PS-026] Nadir Bir Geç Post-Partum Kanama Sebebi: Edinsel Hemofili A Fatoş Dilan Köseoğlu1, Deniz Şimşek2, Çağdaş Şahin2, Ali Akdemir2, Çağrı Güven2, Fahri Şahin1, Güray Saydam1 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji A.B.D, İzmir 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum A.B.D, İzmir Giriş: Post partum kanama, obstetrik gelişmelere rağmen halen gelişmekte olan ülkelerde en sık gebe ölümü nedenidir. Edinsel Hemofili, milyonda 0.2-1 sıklıkla görülen ve nedeni en sık Faktör VIII’e karşı inhibitör gelişimiyle seyreden, geç post-partum kanamaya neden olabilen kanama hastalığıdır. Edinsel hemofili hastaları sıklıkla hayati tehlike taşıyan olgular şeklinde karşımıza çıkar ve en sık doğum sonrası uzamış kanama nedeni ile yapılan tetkiklerle tanı alır. Daha önceden hemostaz sistemi normal bir bireyde ani ortaya çıkan kanama varlığında veya kanama olmaksızın PZ normal ve aPTZ’si uzamış bulunan olgularda edinsel hemofilinin laboratuar araştırması yapılmalıdır. Olgu: 24 yaşında G2P1, eski sezaryenli 37-38 haftalık gebe 10cm servikal açıklık nedeni ile dış merkeze başvurmuş acil sezaryen ile doğumu gerçekleştirilmiştir. Post-partum 1. günde yoğun vajinal kanama, kan transfüzyonuna rağmen hemogram değerlerinde düşme olması üzerine hasta yeniden operasyona alınmış, sağ parametrial alanda 1000cc’lik hematom alanı izlenmiş ve drene edilmiştir. Hasta 7. günde taburcu edilmiş ancak vajinal kanaması devam etmesi üzerine yeniden hospitalize edilmiştir. Bakri-Balon uygulanmış ancak devam eden kanama nedeniyle hasta kliniğimize sevk edilmiştir. Hasta kliniğimizce kabul edildiğinde aktif vajinal kanaması ve uzamış aPTZ değeri olması üzerine hematoloji hekimlerinin önerileri ile kan ve TDP replasmanı yapıldı. Kanaması de- [Abstract:0185][PS-028] Azalmış Oksidatif Stresin Plasenta Akreata Sürecindeki Rolü Sibel Özler1, Efser Öztaş1, Merve Ergin2, Özcan Erel2, Ali Turhan Çağlar1, Aykan Yücel1, Dilek Uygur1, Nuri Danışman1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Perinatoloji Kliniği Ankara 2 Yıldırım Beyazit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Ankara Amaç: Bu çalışmada, plasenta akreata olan gebeler ile plasental invazyon anomalisi olmayan sağlıklı gebelerin serum total oksidan düzeyi (TOS), oksidatif stres indeksini (OSI) ve aril esteraz (ARES) düzeyini belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Çalışmaya yaş, body mass indexi (BMI) ve doğum haftası homojenize edilen toplam 57 gebe dahil edilmiştir, bunlardan 27’si klinik ve patolojik olarak plasenta akreata, 30’u ise plasental invazyon anomalisi olmayan sağlıklı gebelerdi. Maternal serum TAS, TOS, OSI ve ARES düzeyleri yeni otomatize kalorimetrik yöntem ile belirlendi. Bulgular: Plasenta akreata ve kontrol grubu arasında klinik, antropometik ve laboratuvar verilerinin karşılaştırılması tablo1 de gö- 11 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı rülmektedir. Plasenta akreata grubunda OSI düzeyinin anlamlı olarak azaldığı (OR=0.999, 95%CI: 0.998-1.000, P=0.035) ve ARES düzeyinin anlamlı olarak arttığı (OR=0.981, 95%CI: 0.970-0.993, P=0.001) belirlendi. Maternal serum TOS, TAS, OSI ve ARES düzeylerinin olumsuz perinatal sonuçlar ile ilişkisi saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Plasenta akreata hastalarının serum OSI düzeyindeki azalma ve ARES düzeyindeki artış anormal plasental invazyon sürecine katkıda bulunabilir. Anahtar Kelimeler: Aril esteraz, oksidatif stres indeksi, total antioksidan status, total oksidatif status [Abstract:0255][PS-029] Benign Vajinal Kistlerin Retrospektif Analizi Burcu Kisa Karakaya, Hatice Kansu Çelik, Mehmet Keçecioğlu, Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Salim Erkaya Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi,Ankara Amaç: Vajinal kistler genellikle jinekolojik muayene esnasında insidental olarak saptanan, konjenital kökenli ve asemptomatik oluşumlardır. Biz bu çalışmamızda vajinal kistlerin demografik, klinik ve patolojik özelliklerini ortaya koymayı amaçladık. Yöntem: Çalışmaya Kasım 2010-Haziran 2015 tarihleri arasında Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi jinekoloji polikliniğine başvuran ve vajinal kist tanısı ile opere olan hastalar dâhil edildi. Bartolin bezi kistleri ve subüretral kistler çalışma dışı bırakıldı. Hastaların yaş, semptomları, kistlerin boyutu, lokalizasyonu ve nihayi patoloji sonuçları retrospektif olarak yatış dosyalarından incelendi. Bulgular: Otuz beş hastada benign vajinal kist saptandı. Hastaların ortalama yaşı 45,74±9,04’dü. Hastaların % 65’i (n=23) asemptomikti. Kistlerin ortalama çapı 3,88±1,71 cm idi. Lezyonların %62,85’i (n=22) lateral ve %28’i (n=10) anterior duvarda lokalize idi. En sık karşılaşılan tipler Müllerian kistler (%40, n=14) ve skuamoz inklüzyon kistleri (%31,42, n=11) idi. Patoloji sonucu kist hidatik saptanan bir olguda operasyon esnasında üretrada laserasyon oluşup takibinde laparatomiye geçilerek uç uca anastomoz yapıldı ve antihelmintik tedavi başlandı. Sonuç: Asemptomatik ve çoğunlukla insidental olarak karşımıza çıkan vajinal kistler sıklıkla vajenin lateral ve anterior duvarından kaynaklanmaktadır. En sık histopatolojik tanıyı müllerian kistler ve inklüzyon kistleri oluşturur. Kistlerin total eksizyonu küratif tedavidir. Vajinal kistlerin çok nadir bir nedeni olan kist hidatik Echinococcus granulosus’un neden olduğu paraziter bir enfeksiyondur. Vakalardan biri önceden olgu sunumu olarak yayınlanan kist hidatik literatürde toplam 5 vaka olarak bildirilmiştir. Cerrahi morbiditesi yüksek olan bu olguların preoperatif tanısı zor olmakla birlikte ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Anterior yerleşimli vajinal kistlerin yaklaşımında müllerian kaynaklı olması ve muhtemel üriner trakt ile bağlantısı göz önünde bulundurulmalıdır. Pre-post operatif süreçte sistoskopik değerlendirme gerekebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Vajinal kist, müllerian kist, inklüzyon kisti, kist hidatik [Abstract:0234][PS-030] İnfertil Olguların Değerlendirmesinde Histerosalpingografi Sonuçlarının Karşılaştırılması Özge Erdoğan Kunt, Tuba Bıyık, Cavit Kart, Emine Seda Güvendağ Güven, Süleyman Güven Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum A.B.D, Trabzon Bulgular: Hiç gebe kalmamış olgularda HSG’de patoloji saptanma oranı %37.5 iken, abortusu olan olgularda abortus sayısı arttıkça HSG’de patoloji saptanma oranları arasında korelasyon bulunmadı.Olgularda en sık saptanan patoloji tubal obstrüksiyon iken,en sık saptanan uterin patoloji ise arkuat uterustu. Sonuç: İnfertilite nedeniyle değerlendirilen tüm olgularda %60.9 oranında HSG normal olarak değerlendirilirken,geriye kalan HSG’de en az bir patoloji saptanan %39.1 olguda en sık tubal obstrüksiyon saptandı.Bu bağlamda her grupta en sık saptanan patoloji tubal faktörler olduğu için tüm infertil olgularda değerlendirmede,tanı ve tedaviye katkı sağlaması nedeniyle HSG ile değerlendirme gereklidir. Anahtar Kelimeler: Abortus, histerosalpingografi, infertilite [Abstract:0175][PS-031] Gebelik Öncesi Serolojik Durumu Bilinmeyen Gebelerde Sitomegalovirus Enfeksiyonu Taraması Akın Usta1, Mine İslimye Taskin1, Ceyda Sancaklı Usta2, Eylem Şen Dalkıran3, Osman Kılınç4, Elif Duş2 1 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Balıkesir 2 Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Balıkesir 3 Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Balıkesir 4 Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi, Mikrobiyoloji, Balıkesir Amaç: Sitomegalovirus (CMV) konjenital enfeksiyona en sık neden olan patojenlerden biri olarak bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı gebelik öncesi serolojik durumu bilinmeyen gebelerde CMV seroprevalansını değerlendirmektir. Yöntem: Bu çalışma Ocak 2014-Ocak 2015 tarihleri arasında ilk gebelik muayenelerinde (6-12 hafta) CMV IgG ve IgM CMV taraması yapılan gebelerde dizayn edildi. Tüm kadınlar CMV IgG ve IgM sonuçlarına göre seropozitif, seronegatif ve CMV enfeksiyonu olarak sınıflandırıldı. CMV enfeksiyonu tespit edilen gebelerde primer enfeksiyonu ve rekurrensi (latent enfeksiyonun reaktive olması veya daha önce CMV enfeksiyonu geçirmiş olan hastanın yeni bir CMV subgrubu ile tekrar enfekte olması) ayırt edebilmek için anti-CMV IgG avidite testi yapıldı. Test sonucuna göre primer CMV enfeksiyonu tespit edilen hastalar perinatal bakım ünitesine refere edildi. Rekurrens tespit edilen hastalar konjenital enfeksiyon açısından ultrasonografi yardımıyla doğuma kadar takip edildi. Doğum sonrası tüm yenidoğanlar uzman çocuk doktoru tarafından muayene edildi. Bulgular: Bu çalışma süresince toplam 3212 gebe tarandı. Taranan gebelerdeki CMV seropozitifitesi ve seronegativitesi sırasıyla %97.9 ve %1.3 olarak bulundu. Gebelerdeki CMV enfeksiyon oranı %1.1 (34 hasta) olarak bulundu. Bu hastalar içinde primer enfeksiyon ve rekürrens oranı sırayla %0.3 ve %0.8 olarak bulundu. Doğuma kadar takip edilen hastaların doğum sonu yapılan yenidoğan muayenelerinde primer CMV enfeksiyonunu gösterir majör bir bulguya rastlanmadı. Sonuç: Gebelerde CMV IgM pozitifliğinin ardından yapılan IgG avidite değerlendirmesi rekürrens CMV infeksiyonunu ayırd etmek için kabul edilebilir bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: CMV, Ig G avidite, konjenital enfeksiyon [Abstract:0189][PS-032] Gestasyonel Diabetes Mellitus Tedavisindeki Prediktif Risk Faktörleri Amaç: En az 1 yıl herhangi bir korunma yöntemi uygulanmaksızın, haftada 2-3 kere girilen cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edilmemesi infertilite olarak adlandırılır.Tek bir aydaki %25 olan gebelik elde etme şansı(fertilite) bir yılın sonunda %85’e çıkar.Yani bir yıl sonunda her 100 çiftten 85’inde gebelik elde edilecektir.Geri kalan 15 çift ise infertilite ile karşı karşıya demektir.İnfertilite araştırılırken kullanılan tanısal yöntemlerden biri histerosalpingografi(HSG)dir. Yöntem: Çalışmamızda hastanemizde 08.07.2014-08.07.2015 tarihleri arasında infertilite nedeniyle başvuran ve HSG çekilen 284 olgu retrospektif olarak incelendik.HSG çekilen olguları hiç gebe kalmamış,1,2,3 ve daha fazla abort yapan olgular olarak sınıflandırdık ve HSG’lerini karşılaştırdık.Patolojik olarak değerlendirdiğimiz HSG’lerde bulgular tubal obstrüksiyon,bikornu uterus,unikornu uterus,arkuat uterus,servikal stenoz ve uterin sineşiydi. Lebriz Hale Aktun1, Betül Yorgunlar1, Nilay Karaca2, Yaşam Kemal Akpak3 1 Medipol Üniversitesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Istanbul 2 Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Istanbul 3 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara Amaç: Bu çalışmanın amacı gestasyonel diabetes mellitus (GDM) tedavisinde prediktif risk faktörlerini incelemektir. Yöntem: Gebeliğin 24-28 haftalarında 75 g oral glukoz tolerans testi (OGTT) uygulanan toplam 256 gebe kadın Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre çalışmaya alındı. Hastaların yaşı, paritesi, ailesel diyabet öy- 12 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Amaç: Literatürde gebeliğin birinci ve ikinci trimesterindeki serum analit düzeylerinin plasentasyon bozuklukları ile ilişkili olduğunu ortaya koyan çok sayıda çalışma olmasına karşılık bu belirteçlerin plasental dekolman olgularını ön görmedeki rolü tartışmalıdır. Özellikle plasenta dekolmanı için tanımlanan risk faktörleri olan, grand multiparite,hipertansiyon, preterm doğum ve/veya dekolman plasenta öyküsü gibi risk faktörleri olmadan plasenta dekolmanı gelişen gebelerde 1. ve 2. trimester serum belirteçlerinin dekolmanı ön görmedeki rolü ile ilgili yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı plasenta dekolmanı termde gebelikle ilişkili hipertansiyon, erken membran ruptürü, ya da plasenta previa gibi peripartum risk faktörleri olmaksızın gelişen bir obstetrik popülasyonda ilk ve ikinci trimester anöplodi taramasında kullanılan belirteçlerin dekolmanı ön görmedeki rolünü araştırmaktır Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya sezaryanla doğum yapmış 120 term gebe kadın dahil edilmiştir. Prekonsepsiyonel ya da konsepsiyonel herhangi bir risk faktörü olmadan plasenta dekolmanı nedeniyle sezeryan olan 40 gebeye ait 1. Ve 2. Trimester serum belirteç düzeyleri (PAPP-A, free β-HCG, uE3 ve AFP) olgu/kontrol oranı 1’e 2 olacak şekilde ve prezentasyon bozukluğu ve önceki sezaryan operasyonu nedeniyle sezaryan uygulanan 80 gebeden oluşan kontrol grubuna ait değerler ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışma ve kontrol grubundaki olgular yaş, gravida, parite,yaşayan, abortus ve gebelik haftası bakımından benzerdi. Gruplar arasında yenidoğanın doğum ağırlığı, PAPP-A, free β-HCG, uE3 ve AFP değerleri benzer olarak saptandı. Fetal ense saydamlığı (NT) ölçüm değerleri dekolman grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı yüksek değerlerde izlendi (p<0,001). Plasenta dekolmanının ön görmede NT için cut off değer %70 sensitivite ve %66 spesifite ile 0,84 mm olarak hesaplandı. Sonuç: Ablasyo plasenta günümüzde halen maternal ve fetal morbidite ve mortalitenin sık nedenlerinden birisidir. Gebeliğin birinci ve ikinci trimesterlarında plasenta dekolmanının ön görülebilmesi olası maternal ve fetal komplikasyonların önüne geçilmesini sağlayabilir. Bu çalışmada bilinen risk faktörleri olmadan termde plasenta dekolmanı gelişen olguları ön görmede birinci ve ikinci trimesterda bakılan biyomarkerlardan ziyade fetal ense saydamlığında artışın önemli olabileceği vurgulanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Antenatal tarama testleri, fetal ense kalınlığı, plasenta dekolmanı küsü, GDM tanısı sırasında ve gebelik öncesindeki kilosu dahil demografik özellikleri kaydedildi. Tanı anındaki açlık insülin ve hemoglobin A1c (HbA1c) değerleri değerlendirildi. Amerikan Diyabet Derneği önerilerine göre hastalar iki gruba ayrıldı: Gebelik sırasında insülin tedavisi gerektiren grup (insülin grubu, n=89) ve diyet tedavisi gören grup (diyet grubu, n=167). Bulgular: GDM’li gebelerin %34,76’sı insülin tedavisine alındı. Bu hastaların yaş ortalaması, gebelik öncesi vücut kitle indeksi ortalamaları ve OGTT sırasındaki açlık kan glikozu değerleri diyet grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksekti [sırasıyla, 34.9±0.6 yıl/31.9±0.6 yıl (P= 0.004); 32±0.9 kg/m2/29±0.7 kg/m2 (P= 0.004); 105,6±2,1 mg/dL ve 96.7±1.1 mg/dL (P< 0.001)]. Her iki grup arasında açlık plazma glikozu açısından anlamlı farklılık yok iken (P= 0.069), ikinci saat plazma glikozu değerleri insülin grubunda 161.1±6.8 mg/dL iken diyet grubunda 145.1±3.7 mg/dL olarak saptandı (P= 0.027). Diyet grubuyla karşılaştırıldığında, insülin grubundaki GDM tanısı anında bakılan HbA1c değerleri anlamlı derecede yüksek bulundu (5.3± 0.1/4.9±0.1; P= 0.001). Gruplar arasında açlık kan glikozu ve homeostasis model assessment-insülin direnci (HOMA-IR) açısından anlamlı farklılı saptanmadı (P= 0.908, P= 0.073). Sonuç: Çalışmamız sonuçlarına göre yaş, ailede diyabet öyküsü, gebelik öncesi hastanın kilosu, açlık kan glikozu ve HbA1c değerleri insülin tedavisinin gerekliliğinin belirleyicisidir. Anahtar Kelimeler: Açlık kan şekeri, gebelik, antenatal takip, oral glikoz tolerans testi, hemoglobin A1c [Abstract:0167][PS-033] Gebelikte Bilateral Femur Başı Aseptik Nekrozu (FBAN): Oldukça Nadir Görülen Bir Olgu Nadi Keskin, Suna Kabil Kucur, Kadriye Beril Yüksel, Ali Seven, Nuh Mehmet Erbakırcı Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya Giriş: Femur başı aseptik nekrozu, femur başında kanlanmanın bozulması nedeniyle oluştuğu düşünülen bir patolojidir. Genellikle alkolizm, travma veya steroid kullanımı öyküsü mevcuttur. Gebelikte oldukça nadir görülen bilateral femurbaşı aseptik nekrozu olan hastayı literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. Olgu: Otuziki yaşında olan hasta gittikçe artan kalça ağrısı ve eklem hareket kısıtlığı ile 33. gebelik haftasında polikliniğimize başvurdu. Ortopedi bölümünce konsültasyonu yapılan hastanın yapılan muayenesinde kalça ekleminde hareket kısıtlılığı olduğu izlenmesi üzerine çekilen MRI’da sağda daha belirgin olmak üzere bilateral femur başı nekrozu izlendi. Hikâyesinde bir nedene bağlanmamış tekrarlayan gebelik kayıpları ve sekonder infertilitesi mevcuttu. Hastanın öyküsünde ovulasyon indüksiyonu ile oluşan gebeliğinde DMAH ve 100 mg Aspirin kullanımı vardı. Hastanın takibinde miyadında doğumu gerçekleştirilmiş olup postpartum takiplerinde FBAN’ nun gerilediği izlenmiştir. Sonuç: Gebelikle ilişkili FBAN çok nadir bir durumdur. Etyopatogenezi net açıklanamamış olup multifaktöryel olduğu düşünülür. Gebelikte artmış koagulabilite, hormonal etkenler, venöz staz ve mekanik stresin etkili olabileceği öne sürülmüştür. Ayrıca, gebelikte kortizol yapımı artmasa da serbest kortizol miktarı da artmaktadır. Progesteronun da kortizol benzeri etkileri olduğu bildirilmiştir. Ayrıca olgumuzda olduğu gibi ovulasyon indüksiyonu da koagulasyon ve fibrinolitik sistemi aktive ederek katkıda bulunabilir. Gebelikte kalça ağrısı sıklıkla izlenebilen bir durum olduğundan dolayı tanıda gecikmeler olabilir. Bu nedenle postpartum dönemde tanı almış olgular bildirilmiştir. Anamnez, klinik muayene ve MRI tanıya yardımcıdır. Sonuç olarak, gebelikle ilişkili FBAN nadir görülüp nedeni ve optimal tedavisi net aydınlatılmamış bir durumdur. Anahtar Kelimeler: Gebelik, femur başı aseptik nekrozu, osteonekroz [Abstract:0244][PS-035] Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus Pelvik Organ Prolapsusu İçin Birer Risk Faktörü Müdür? Hatice Işık1, Öner Aynıoğlu1, Ahmet Şahbaz1, Refika Selimoğlu2, Hakan Timur3 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Zonguldak 2 Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Konya 3 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Perinatoloji Kliniği, Ankara Amaç:Pelvik organ prolapsusu (POP) birçok etyolojik faktörü olan önemli bir jinekolojik patolojidir. Bu çalışmanın amacı hipertansiyon (HT) ve diabetes mellitus (DM)un POP daki rolünü araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya Eylül 2013-Nisan 2015 tarihleri arasında Bülent Ecevit Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği'ne histerektomi için yatırılan 586 hasta alındı. Hastaların 186 'sında POP vardı, 400'ünde ise POP yoktu. Hastaların demografik özellikleri, yaşı, vücut kitle indeksi(VKİ), obstetrik öyküsü, doğum şekli, eşlik eden hastalıklar ve benign jinekolojik patolojileri kaydedildi. HT, DM veya HT+DM birlikteliği eşlik eden hastalıklar olarak değerlendirildi. Bulgular: POP lu hastaların medyan gravida, parite, ve canlı doğum sayıları POP olmayan hastalara göre belirgin yüksekti (p<0.001). POPlu hastalar POP lu olmayan hastalara göre daha obezdi (p<0.001). Vajinal doğum beraberinde sezeryan öyküsü olsun veya olmasın POP frekansını %25.8 arttırmıştı.(p<0.001). İki grup arasında endometrit, endometrial polipler, endometrial hiperplazi açısından fark yoktu(p>0.05). Eşlik eden hastalıklar açısından anlamlı farklılık vardı (p<0.001). Logistik regresyon analizinde yaş, vaginal doğum, VKİ ve HT+DM birlikteliği POP riskini belirgin artırmıştı (p<0.05, OR:1.9, %95 CI:1.1-3.16). Sonuç: HT+DM birlikteliği POP riskini arttıran bir faktör olarak değerlendirilebilir. HT+DM olan hastalarda POP gelişimini önlemek için bu hastalar yaşam sitillerini değiştirmeye özendirilmelidir. [Abstract:0160][PS-034] Risk Faktörü Olmadan Meydana Gelen Plasenta Dekolmanları Önceden Öngörülebilir Mi? Mehmet Keçecioğlu1, Sezen Bozkurt Köseoğlu2, Aytekin Tokmak1, Tuğban Seçkin Keçecioğlu1, Burcu Kısa Karakaya1, Ebru Ersoy1, Yasemin Taşçı1 1 Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara 2 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Muğla 13 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Anahtar Kelimeler: Pelvik organ prolapsus, risk faktör, hipertansiyon, diabetes mellitus Yaş, diabetes mellitus, hipertansiyon ve hepatosteatoz varlığı için lojistik regresyon analizi yapıldığında, yaş ve hepatosteatoz varlığının endometrium kanseri için bağımsız risk faktörleri olduğu belirlendi. Tüm çalışma grubu içinde hepatosteatozu olan grupta endometrium kanseri olma oranı daha yüksek bulundu. Sonuç: Metabolik sendrom ve obezitenin endometrium kanseri için risk faktörü olduğu bilinmektedir. Bununla ilişkili olarak hepatosteatoz endometrium kanseri için risk faktörü olabilir. Anahtar Kelimeler: Endometrium kanseri, hepatosteatoz, non-alkolik yağli karaciğer hastaliği [Abstract:0173][PS-036] Miadında Gebenin Posterior Maksillasında Solid Bir Kitle Can Engin Durmaz1, Aydın Gülses1, Yaşam Kemal Akpak2, Nilay Karaca3 1 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Diş Hastalıkları Kliniği, Ankara 2 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 3 Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Istanbul Giriş: Oral lezyonlar, gebelik esnasında, alışılmışın dışında klinik bulgularla seyredebilirler. Bunun yanında, söz konusu lezyonlara diş hekimleri ve jinekologlar uzmanlarınca tanı konulması, zaman zaman güç olabilmektedir. Biz bu olgu sunumunda gebe bir hastada tanı konan maksiller bir solid kitlenin yönetimini değerlendirmeyi amaçladık. Olgu: Gebeliğinin üçüncü trimesterinde bulunan 22 yaşındaki bayan hasta sağ maksiller bölgede ağrı ve akıntı şikâyetiyle başvurdu. Hastanın dental muayenesinde sürmüş odontoma ve ekspoze nekrotik kemik ayırıcı tanısı ile maksiller lezyonu değerlendirildi. Hastanın yapılan konsültasyonlar sonrası panaromik film çekimi ile cerrahi işlemi doğum sonrasına ertelendi. Postpartum sürecinin 4. haftasında hastaya panoramik film çekildi. Radyoopak kitle ve iyi tanımlanamayan gömülü büyük azı dişleri tespit edildi Genel anestezi altında yapılan cerrahi girişim sonrasında patolojik değerlendirmede, ossifiye fibroma tanısına karar verildi. Sonuç: Ossifiye fibromalar, genellikle fibro-osseöz lezyonlar grubundan olduğu kabul edilen, iyi huylu kemik neoplasmlardır. Bu lezyonlar hem maksillada, hem de mandibulada gözlenirler. Alışılmışın dışında klinik ve radyolojik bulgulara sahip fibro-osseöz lezyonlar, diş hekimini ve hastayı tedirgin edebilirler. Diş hekimi ve jinekoloji uzmanının koopere çalışması, gebelik döneminde ortaya çıkan oral lezyonların tanı ve tedavisinde oldukça yararlı olabilmektedir. Anahtar Kelimeler: Diş cerrahisi, dişeti büyümesi, fibro-osseöz lezyonlar, postpartum, gebelik [Abstract:0190][PS-038] Ankara İlinin 2009-2014 Yılları Arasındaki Anne Ölümlerinin Analizi Rukiye Gül, Yıldız Aras, Ayten Türkay, Şazimet Arıcan, Nazan Çetin, Elif Birsen, Asiye Çiğdem Şimşek, Süleyman Rahmi Acar Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü Amaç: 2007 yılından itibaren Bakanlığımız tarafından “Anne Ölümleri İzleme Değerlendirme Programı” yürütülmektedir. Ülkemizde meydana gelen tüm anne ölümleri ICD-10 koduna, gecikme modeline ve önlenebilirlik durumuna göre incelenip değerlendirilmektedir. Bu çalışmada; Ankara ilinde, 2009-2014 yılları arasında meydana gelen anne ölümleri nedenlerine, gecikme modellerine ve önlenebilirlik durumuna göre incelenip değerlendirilmiştir. Yöntem:Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü Anne Ölümleri İl Bildirim Formu, Ölüm Bilgi Sistemi, birinci, ikinci ve 3. Basamak sağlık kuruluşu, üniversite ve özel hastane kayıtları, Anne Ölümleri İl İnceleme Komisyonu, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Anne Ölümü Ön inceleme ve Merkez Komisyon raporları incelenmiş ve Excel tabloda analizleri yapılmıştır. Bulgular: İlimizin son beş yılın anne ölüm oranı yüzbinde 9,6, ölümlerin %54,8’i doğrudan, %35,7’si dolaylı nedenlerdendir. %4,8’ine tanı konamamıştır. Doğrudan nedenler; kanama 11,9, preeklampsi – eklampsi 23,8, emboli14,3, enfeksiyon 4,8. Dolaylı nedenler; kardiyovasküler sistem hastalıkları %16,7, serebrovasküler sistem hastalıkları %11,9, enfeksiyonlar %2,4, diğer dolaylı nedenler %4,8. Gecikme modelleri; ölümlerin %59,5’inde gecikme yaşanmamıştır. 1. Gecikme %14,3, 3. Gecikme %19 olarak gerçekleşmiştir. Önlenebilirlik; önlenebilir anne ölümü %31 olup, %59,5 önlenemez anne ölümüdür. %4,8’ine karar verilememiştir. Anne ölümlerinin %71,4’ü postpartum dönemde meydana gelmiş olup, ölümlerin %30’u preeklampsi – eklampsi, %16,6’sı kanama, %10’u emboli nedeni iledir. Sonuç: İlimizdeki anne ölüm oranı Türkiye ortalamasının altında gerçekleşmiştir. Nedensel dağılımda; doğrudan nedenlerle meydana gelen ölümlerin daha yüksek olduğu, preeklampsi-eklampsi gibi hipertansif hastalıklardan ölümlerin birinci, embolinin ikinci, kanamanın üçüncü sırada yer aldığını görmekteyiz. Dolaylı nedenler içinde; kardiyovasküler sistem hastalıkları birinci, serebrovasküler sistem hastalıkları ikinci sırada yer almaktadır. Öncelikle; -Gebelik öncesi dönemde 15-49 yaş kadın izlemlerinde risk tespitinin, -“Doğum Öncesi Bakım Yönetim Rehberi”ne göre gebe, -“Doğum Sonu Bakım Yönetim Rehberi”ne göre lohusa izlemlerinin yapılması, - Gebeliği sırasında mutlaka hekim tarafından en az bir kez sistemik muayenesinin gerçekleştirilmesi, - Acil obstetrik bakım sisteminin gözden geçirilmesi gerekir. Anahtar Kelimeler: Ankara, anne ölümü, nedensel dağilim [Abstract:0151][PS-037] Hepatosteatoz Endometrium Kanseri İçin Bir Risk Faktörü Müdür? Nazlı Topfedaisi Özkan, Mustafa Erkan Sarı, Ali Onur Arzık, Can Tercan, Özlem Evliyaoğlu, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Obezite ve metabolik sendrom endometrium kanseri için tanımlanmış risk faktörleridir. Obez ve metabolik sendromu olan bireylerde NAFLD (non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı/ hepatosteatoz) görülme sıklığı normal populasyona göre daha fazladır. NAFLD ve kanser arasında nedeni tam olarak açıklanamayan bir ilişki mevcuttur. NAFLD, insülin rezistansı ve düşük dereceli sistemik bir enflamasyon ile birliktelik gösterir. İnsülin ve insülin like growth faktör-1 apoptozu önlerken hücresel proliferasyonu tetikler. Kronik enflamasyon sürecinde rol oynayan TNF-α, IL6 ve diğer proinflamatuar sitokinler de kanser gelişiminde rol oynamaktadır. Çalışmamızın amacı endometrium kanseri olan olgularda, preoperatif yapılan rutin abdominal ultrasonografik görüntüleme ile belirlenmiş NAFLD arasındaki ilişkiyi kantitatif olarak belirlemektir. Yöntem: Çalışmamızda, hastanemizde 2011-2015 yılları arasında endometrium kanseri nedeni ile opere olmuş 207 hasta, kontrol grubu olarak malignansi öyküsü olmayan 243 jinekolojik hasta randomize olarak seçilmiştir. Hasta ve kontrol grubunun demografik özellikleri, komorbid hastalıkları ve histopatolojik sonuçları dosya kayıtlarından elde edildi. Karaciğer dansiteleri ultrasonografik olarak derecelendirildi ve serum aminotransferaz değerleri hasta ve kontrol grubu için preoperatif alınan kan örnekleri sonuçlarına göre karşılaştırıldı. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS for Windows programı kullanıldı. Kategorik değişkenler ki-kare testi kullanılarak, devamlı değişkenler ise student’s t testi kullanılarak analiz edildi. Binary lojistik regresyon analizi ile endometrial kanser oluşumuna yol açabilecek risk faktörlerinin Odss Ratio değerleri hesaplandı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubu yaş,hipertansiyon, diabetes mellitus varlığı, AST, ALT düzeyleri ve hepatosteatoz varlığına göre değerlendirildiğinde yaş, hipertansiyon ve hepatosteatoz varlığı hasta grubunda anlamlı olarak yüksek bulundu. [Abstract:0207][PS-039] ZTB Hastanesi 2013-2014 Yılları Arasında Hiperemezis Gravidarum Tanısıyla Hospitalize Edilmiş Gebelerin Maternal Sonuçları Gökçe Naz Küçükbaş, Fahrünnisa Sevinç, Necati Hançerlioğulları, Dilek Uygur, Özlem Moraloğlu, Salim Erkaya Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Ankara Amaç: Bulantı ve kusma ilk trimesterde gebeliklerin yarısından fazlasını etkilemektedir. Ciddi bulantı ve kusma ile seyreden hiperemezis gravidarum (HEG) hastalığı ise gebeliklerin %0.5-3.0’ünde görülmektedir. Dehidratasyon ve kilo kaybı ile seyreden bu hastalık, erken gebelikte hospitalizasyon endikasyonu doğurur. Çalışmanın amacı, hospitalize edilen HEG’li gebelerin maternal sonuçlarının incelenmesidir. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Hastanesi’ne (AZTHB) 2013-2014 14 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı yılları arasında kusma ve bulantı nedeniyle başvuran 1724 gebeden, Erken Gebelik Servisi’nde hospitalize edilen 698 gebe incelendi. Bu gebelerden, AZTBH’de takip edilmiş ve doğumunu AZTBH’de gerçekleştirmiş hastalar ayrıştırıldı. 313’ünde gestasyonel morbidite izlenmedi, morbiditesi olan 92 hastanın dosya kayıtları doğum yöntemi, morbidite, hospitalizasyon süresi ve komplikasyon açısından tarandı. Bulgular: Yapılan tarama sonucunda 92 HEG öyküsü olup gestasyonel morbiditesi olan hastaların % 53,2’si sezaryen ile doğum yapmıştır. Bu hastaların %27’si gebelikte guatr,%21’i trombofili, %17’si hipertansiyon, %15’I diyabet tanısı almıştır; %9’u çoğul gebeliktir. Hastaların %7’si gebeliğinde depresyon tanısı almıştır. Hastaların geri kalanında astım, böbrek yetmezliği ve migren saptanmıştır. Bu hastalar, normal doğum ile ortalama 23 ±5 saat; sezaryen ile ortalama 44 ±11 saat hospitalize edilmiştir. Hastaların birinde komplikasyon olarak postop selülit görülmüştür. Sonuç: HEG öykülü doğum yapan morbiditeli gebelerde %53,2 oranında sezaryen ile doğum görülmüştür. Bu oran hastanemizin son 5 yıllık ortalama sezaryen oranı olan %36,2'le kıyaslandığında yüksektir. HEG öykülü gebelerde morbidite olarak en sık guatr görülmektedir. Bunu takiben trombofili, hipertansiyon, diyabet görülmüştür. Literatürde belirtildiği gibi HEG’li gebelerde Mallory-Weiss yırtığı, Wernicke ensefalopatisine rastlanmamıştır. Ancak, trombofili ve depresyon AZTBH’ye gelen HEG öyküsü olan ve doğum yapan hastalarda da görülmüştür. Hospitalizasyon süresi bakımından fark yoktur. Bunun yanı sıra sadece bir hastada komplikasyon görülmüştür. Literatürde de HEG’in maternal sonuçları olumsuz yönde etkilemediğine dair çalışmalar mevcuttur. Sonuçta, HEG tanısı alan gebelerde maternal sonuçların sezaryen oranında artış bakımından olumsuz etkilendiği, hastaların hospitalizasyon süresi ve komplikasyon bakımından olumsuz yönde etkilenmediği görülmektedir. Bunun yanında HEG’li hastalarda guatr ve trombofilinin eşlik edebileceğini göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Hiperemezis gravidarum, maternal sonuçlar, morbidite [Abstract:0158][PS-040] Adneksial Kitlelerin Malign-Benign Ayrımında, Tümör Belirteçleri CA-125, HE4 ve CA-125 İle HE4 Kombinasyonu’nun Pre-Operatif Değerlendirilmesi Abdül Hamid Güler, Yüksel Sayın Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, İstanbul Amaç: Malign ve benign adneksial kitlelerin pre-operatif ayırımında tümör belirteçlerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Adneksial kitle endikasyonu sonrası laparatomi ve laparaskopi yöntemi ile ardışık opere edilen 63 olgu çalışmaya dahil edildi. Benign kitleli 54 olgu ve malign ovarian kitleli dokuz olguya ait serum CA-125 ve HE4 değerleri saptanarak analizler yapıldı. Bulgular: Benign gruba ait yaş ortalaması 42,8±13,1, malign gruba ait ise 50,78±5,67 olarak saptandı. Serum CA-125 değişkeni benign kitlelilerde 113,4±139,4 IU/ml, malign olanlarda 568,28±653,47 IU/ml (p:0,0001). HE4 değişkeni açısından benign ve malign gruplarda sırayla 49,9±50,9 pmol/L ve 418,6±457,3 pmol/L saptandı (p:0,0001). Patoloji sonuçlarına göre CA-125 ve HE4 birlikte değerlendirildiğinde testin duyarlılığı %44,44 olarak; özgüllüğü %100 olarak; doğruluğu %42,85 olarak saptanmıştır. Pozitif kestirim değeri ise %100 ve negatif kestirim değeri ise %91,52 bulundu. Sonuç: Çalışmamızda CA-125 ve HE4 kombinasyonunda, spesifite değeri artarken, sensivite değeri beklendiği üzere düşük çıktı. HE4'ün benign kitleler arasındaki serum değerleri de benzerdi. Ayrıca bulgularımız serum CA-125'in değerinin yanlış olarak arttığı benign adneksial kitlelerde (endometrioma ve abse gibi ) HE4 seviyesinde belirgin değişikliğe yol açmadığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Adneksial kitle, Ca-125, He4, over kanseri Giriş: Vajinal histerektominin, laparoskopik ya da abdominal histerektomiye göre daha kısa ameliyat süresi, daha kısa hastanede kalış, normal aktiviteye daha hızlı dönüş ve daha az febril komplikasyonla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Güvenli ve etkin bir yöntem olmasına rağmen vajinal histerektomide de intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar izlenebilir. Amaç: Vajinal histerektomi sonrası ortaya çıkan intraoperatif ve erken postoperatif komplikasyonların araştırılmasıdır. Yöntem: Çalışmamızda Ocak 2013-Haziran 2015 tarihleri arasında Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştrma Hastanesi Jinekoloji servisinde benign nedenlerle vajinal histerektomi yapılan 471 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların ulaşılabilen hastane kayıtları incelenerek vajinal histerektomi geçiren hastalarda intraoperatif komplikasyonlar (mesane yaralanması, barsak yaralanması) ve hemoraji (intraoperatif ve postoperatif kan transfüzyonu gerektiren, laparotomi yapılan), febril morbidite (idrar yolu enfeksiyonu, vajinal cuff enfeksiyonu gibi) gibi erken postoperatif komplikasyonlar ve erken rehospitalizasyon nedenleri incelenmiştir. Bulgular: Vajinal histerektomi yapılan 471 hastadan intraoperatif 4 hastada mesane yaralanması, 4 hastada barsak yaralanması oluşmuştur ve intraoperatif primer onarılmıştır. Bu hastaların postoperatif takiplerinde ek sıkıntı izlenmemiştir. Adneksiyal kitleleri nedeniyle intraoperatif frozen değerlendirilmesi istenen hastalardan 3 hastanın frozen patolojisinde overde malignite (1 seröz borderline tümör, 2 endometrioid kanser) bulgusu saptanması üzerine laparotomiye geçilerek evreleme cerrahisi uygulanmıştır. Adneksiyal kitlesine vajinal yoldan ulaşılamayan 2 hastanın 1’ine laparoskopi (matür kistik teratom), 1’ine laparotomi (seröz kistadenofibrom) ile salfingo-ooferektomi yapılmıştır. Vajinal histerektomi yapılan hastalarda müdahale gerektiren erken postoperatif komplikasyonlar olarak en sık hemoraji ve febril morbidite ile karşılaşılmıştır. Histerektomi sonrası laparotomiye geçilen 8 hastadan 4’ünde neden hemorajidir. Bu hastalardan 1’i intraoperatif 3’ünde postoperatif dönemde laparotomi uygulanmıştır. Postoperatif eksploratif laparotomi yapılan bir hasta exitus ile sonuçlanmıştır, mortalite nedeni kardiyoloji tarafından pulmoner tromboemboli olarak düşünülmüştür. Yeniden yatış nedenleri içinde postoperatif ateş %1,6 ile başı çekmektedir. Sonuç: Histerektomi uygulanma yolu olarak mümkün olduğu durumlarda vajinal histerektomi seçilmesini önerilmektedir. Erken postoperatif dönemde hemorajik ve febril komplikasyonlara karşı dikkatli olunmalıdır. Anahtar Kelimeler: Vajinal histerektomi, komplikasyon [Abstract:0211][PS-042] Trizomi 18 (Edward’s Sendromu): Olgu Sunumu Eyüp Gökhan Turmuş, Efser Öztaş, Sibel Özler, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Perinatoloji Kliniği Ankara Giriş: Edward’s Sendromu, Down Sendromundan sonra en sık görülen otozomal trizomidir. 1000 canlı doğumda 0,3 oranında görülmektedir. Trizomi 18 fetusların %95’i doğum aşamasına gelmeden kaybedilmektedir. %5-10’u ilk yılının sonuna kadar yaşamlarını sürdürmektedir. Edward’s sendromunda en sık görülen anormallikler; el ayak anormallikleri (clenched hand, rocker-bottom feet), intrauterin gelişme geriliği, mikrosefali, mikrognati, düşük kulaklar ve kardiyak anormalliklerdir. Burada 27 yaşında 28. gestasyonel haftasında ultasonografik olarak yaygın bulguları olan Trizomi 18 sendromlu bir olgu sunmaktayız. Olgu :27 yaşında G3P2Y2, 28 gestasyonel haftasında olan gebenin yapılan ultrasonografisinde polihidroamniyos, ekstremitelerde clenched hand, rocker-bottom feet, bilateral katarakt, mikrognatti, serebellar hipoplazisi, kavum septum pellisidum ve korpus kallosum agenezisi, kraniyum belirgin hipoplastik, VSD, bilateral kulak deformitesi izlendi ve ayrıca gebelik haftasına göre yaklaşık beş haftalık gelişme geriliği saptandı. Hastanın, antenatal takiplerinde ikili ve üçlü tarama sonuçlarının trizomi 18, 21 ve 13 açısından risk belirlenmediği öğrenildi. Sonraki antenatal takiplerinin düzensiz olduğu öğrenilen hastanın gebeliği sonlandırıldı. tek kız fetusta prenatal ultrasonografik bulgular ile uyumlu postnatal görüntü mevcuttu (Şekil 1). Yapılan sitogenetik analizİ 47,XX +18 olarak belirlendi. Sonuç: Metabolik sendrom ve obezitenin endometrium kanseri için risk faktörü olduğu bilinmektedir. Bununla ilişkili olarak hepatosteatoz endometrium kanseri için risk faktörü olabilir. Anahtar Kelimeler: Trizomi 18, ultrasonografi [Abstract:0200][PS-041] Histerektomi Hangi Yolla? Vaginal? Abdominal? Laparoskopi? Son 3 Yılda Kliniğimizde Vajinal Histerektomi Yapılan Hastalarda Görülen Erken Komplikasyonlar Nurten Tarlan, Orhan Aksakal, Kuntay Kokanalı, Sabri Cavkaytar, Ali İrfan Güzel, Merve Erel, Zeynep Burcu Şeker, Salim Erkaya Zekai Tahir Burak Kadin Sagligi Egitim ve Arastirma Hastanesi, Ankara 15 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0106][PS-043] Doğum Eyleminin Birinci Ve İkinci Evresinde Uygulanan Sezaryen Operasyonunun Maternal Ve Perinatal Sonuçlarının Karşılaştırılması Mahmut Kuntay Kokanalı, Demet Kokanalı, Ali İrfan Güzel, Sabri Cavkaytar, Burak Elmas, Melike Doğanay Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Doğum eyleminin birinci ve ikinci evresinde uygulanan sezaryen operasyonun maternal ve perinatal sonuçlarının karşılaştırılması Yöntem: Geriye dönük olarak hazırlanan bu vaka kontrol çalışmamızda, bir yıllık süre zarfında doğum eyleminin ikinci evresinde sezaryen operasyonu ile doğumu yaptırılan 22 gebe vaka grubunu oluşturdu. Aynı süre zarfında doğum eyleminin birinci evresinde ilerlemeyen doğum eylemi nedeniyle sezaryen operasyonu ile doğurtulan gebeler arasından rastgele seçilen 22 gebe ise kontrol grubunu oluşturdu. İki grubun gebelik dönemi, doğum eylemi, intraoperatif ve postoperatif dönem ve perinatal sonuçlar ile ilgili verilerine hastane kayıtlarından ulaşıldı. Bulgular: Vaka ve kontrol grupları anne yaşı, parite sayısı, gebelik süresi, doğum eylemi sırasında İ.V. oksitosin uygulanımı sıklığı, yenidoğan kilosu ve hastanede kalış süresi bakımından istatistiksel olarak benzer idi. Postpartum uterin kanama-atoni, kan transfüzyonu, İ.V. antibiotik tedavisi ve yenidoğanda 1. ve 5. dk APGAR skorunda <7 sıklığı vaka grubunda kontrol grubuna göre daha fazla olmasına rağmen gruplar arasındaki farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi. Buna karşın sezaryen süresi, postpartum dönemde hemoglobin seviyesindeki azalma miktarı ve yenidoğan bebeklerin yoğun bakım ünitesine başvuru sıklığı vaka grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha fazla idi. Sonuç: Doğum eyleminin ikinci evresinde yapılan sezaryen operasyonu maternal ve perinatal morbiditeyi arttırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Sezaryen, doğum evresi, morbidite özellikle de SGA ve LGA doğanları belirlemede faydalı bir parametre olabilir. Ancak, daha kesin sonuca varmak için geniş katılımlı ve prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Doğum kilosu, gebelik, tarama testi [Abstract:0179][PS-045] Hiperemezisin Gebelerde Kaygı Üzerine Etkisi Zeynep Us1, Ecem Baklan1, Perinur Kalafat1, Ömer Demirtaş2, Tolga Güler2 1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Denizli 2 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Denizli Amaç: Bu çalışmada hafif-orta düzeyde hiperemezis tanısıyla takip edilen hastaların durumluk ve sürekli kaygı düzeylerinin belirlenmesi ve normal gebeler ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Hafif-orta düzeyde hiperemezisi bulunan 12 gebelik haftasından küçük olan gebeler çalışmaya dahil edilmiştir. Yaş olarak eşlenmiş hiperemezisi bulunmayan gebeler kontrol grubu olarak alınmıştır. Hastaların sosyo-demografik özellikleri ve gebelik öyküsü sorgulanmış ve hastalara durumluk-sürekli kaygı envanteri uygulanmıştır. Anket skoru hesaplanırken, doğrudan ve tersine çevrilmiş ifadelerin toplam ağırlıklı skorları saptanarak, doğrudan ifadeler için elde edilen toplam ağırlıklı puandan, ters ifadelerin toplam ağırlıklı puanı çıkarılmıştır. Bu değere durumluk kaygı ölçeği için 50, sürekli kaygı ölçeği için 35 ilave edilerek total skorlar belirlenmiştir. Bulgular: Kontrol grubunda 30, çalışma grubunda 31 olmak üzere, toplamda 61 hasta analize dahil edilmiştir. Hastaların ortalama yaşı kontrol grubu ve hasta grubunda sırası ile 28,7 ve 28,3 olarak saptanmıştır. Hastaların gravidası her iki grupta sırası ile 2,6 ve 2,7 olarak izlenmiştir. Bununla beraber hastaların doğum şekilleri ve düşük sayısı da her iki grup arasında benzer şekilde izlenmiştir. Her iki grubun sürekli kaygı düzeyleri arasında anlamlı fark bulunmamaktadır (toplam sürekli kaygı skoru sırası ile 46,4 ve 45,0, p=0,55). Aynı zamanda her iki grup durumluk kaygı skoru için de karşılaştırılmıştır. Kontrol grubunda total durumluk kaygı skoru 38,6 iken hiperemezis grubunda 38,5 olarak bulunmuştur (p=0,99). Sonuç: Hafif-orta düzeyde hiperemezisi bulunan gebelerde, durumluk-sürekli kaygı envanteri ile ölçülen kaygı düzeyi normal kontrollere göre farklı bulunmamaktadır. Bu nedenle bu hastaların anksiyete düzeyinde bir artış olmadığı düşünülmüştür. Ancak, bu hastaların ayaktan izlenen hastalar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, şiddetli hiperemezisi olan olgulardaki sonuçlar için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Hiperemezis, kaygı [Abstract:0107][PS-044] Birinci Trimester Prenatal Tarama Testi Parametrelerinin Doğum Kilosunu Öngörmedeki Rolü Mahmut Kuntay Kokanalı, Demet Kokanalı, Hasan Onur Topçu, Ali İrfan Güzel, Murat Tandoğan, Yasemin Taşçı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Birinci trimester prenatal tarama testi parametrelerinin doğum kilosunu öngörmedeki rolünü değerlendirmek. Yöntem: Bu çalışmada, antenatal takipleri ve doğumları yaptırılan 452 tekil gebelik retrospektif olarak incelendi. Takiplerinde kromozomal/yapısal anomali tespit edilen, çoğul gebeliklere sahip, aktif sigara içicisi ve obez [Vücut kitle indeksi (VKİ)>=30kg/m2] olan gebeler çalışma dışı bırakıldı. Hastaların verilerine hastane kayıtlarından ulaşıldı. Tüm gebelerin, 11-14 gebelik haftaları arasındaki ikili tarama testi biyokimyasal parametreleri, fetüsün ultrasonografik nukal translusensi (NT) kalınlık ve baş-popo (CRL) uzunluk ölçümleri, gebelik süreleri ve yeni doğanların doğum kiloları kaydedildi. Yeni doğanlar, gebelik süresi ve doğum kilolarına göre gebelik yaşına göre küçük (SGA), uygun (AGA) ve büyük (LGA) ağırlıklı diye üç gruba ayrıldı. Bulgular: 452 yeni doğanın, 46 (%10,2) tanesi SGA grubunda, 324 (%71,7) tanesi AGA grubunda, 82 (%18,1) tanesi ise LGA grubundaydı. Gruplar anne yaşı, ikili tarama testi sırasındaki anne VKİ, NT kalınlık ve CRL uzunluk ölçümleri, ikili test free-βhCG düzeyi ve toplam gebelik süresi bakımından istatistiksel olarak benzerdi. Buna karşın gruplar arasında ikili test PAPP-A düzeyi bakımından anlamlı derecede fark mevcuttu (p<0,001). SGA grubundaki değer (0,63±0,23 mom) AGA ve LGA grubundaki değerlerden (1,03±0,54 mom ve 1,28±0,76 mom, sırasıyla) anlamlı derecede daha düşükken (p<0,001 ve p<0,001, sırasıyla), LGA grubundaki değer de AGA grubundakinden anlamlı derecede yüksekti (p<0,001)(Tablo 1). ROC analizinde PAPP-A değeri SGA [Eğri altında kalan alan (EAA)=0,752, Standart Hata (SH)=0,040, 95% Güven Aralığı (CI)= 0,673-0,830, p<0,001] ve LGA (EAA=0,611, SH=0,054; %95CI=0,505-0,717, p=0,026) doğanları öngörmede anlamlı bir parametre olarak tanımlanırken, bu anlam AGA (EAA=0,468, p= 0,451) doğanlar için geçerli değildi. PAPP-A için 0,925 mom’luk eşik değerinin SGA doğanları %91,3 duyarlılık ve %53,7 özgüllükle; 1,005 mom’luk değerin ise LGA doğanları %61,0 duyarlılık ve %61,1 özgüllükle öngördüğü bulundu. Sonuç: İkili tarama testi PAPP-A değeri doğum kilosunu öngörmede, [Abstract:0301][PS-046] Riskli Gebelerde Prenatal Bağlanma Nezide Topuz, Gamze Doğaner, Feride Alagöz, Sultan Pekşen, Merkube Özdemir, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Gebelik kadın yaşamında gelişimsel bir kriz ya da kritik bir dönem olarak değerlendirilen önemli bir süreçtir. Özellikle yüksek riskli gebeliklerin kadınlarda stres düzeyini artırdığı bilinmektedir. Gebe kadın kişilik yapısı, savunma düzenekleri, ailesel ve sosyal destek sistemlerine bağlı olarak riskli gebeliğe değişik tepkiler gösterir. Genellikle bu durum anne olabilme yönünde güven sarsıcı olur ve benlik saygısı azalır. Sıkıntı, kızgınlık, korkular, kendini suçlama eğilimleri, depresif yaşantılar ve regresif davranışlar gelişebilir. Kadının prenatal dönemdeki ruhsal sağlığı ile bebeğine bağlanması ilişkilidir. Zayıf bağlanmanın postpartum anksiyete ve depresyonla ilişkili olduğu da yapılan çalışmalarla bildirilmiştir. Bu çalışma; riskli gebelerin normal gebelere oranla prenatal dönemde anne bebek bağlanması yönünden nasıl etkilendiklerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma S.B. Zekai Tahir Burak Hastanesi Perinatoloji Kliniğine yatışı yapılan ve 3 günden fazla hastanede yatan 50 gebe (Vaka) ve Antenatal Polikliniği’ne takip amaçlı gelen ve risk grubu olmayan 50 gebeyle (Kontrol) yapılmıştır ve gruplar prenatal bağlanmaya etkileri yönünden karşılaştırılmıştır. Veri toplanmasında gebelerin sosyo demografik ve obstetrik özelliklerini belirlemek amacıyla hazırlanan bir form ve Prenatal Bağlanma Envanteri (PBE) kullanılmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. 16 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Bulgular: Gruplar yaş ortalamaları, gravida, parite, küretaj, abortus yönünden homojenize edilmiştir. Grupların önceki ve şimdiki gebeliklerinde yaşamış oldukları sorunlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Gebelerin eğitim ve meslek durumlarıyla ilgili istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmemiştir. Gruplar arasında kronik hastalık durumu, normal standartlara göre anlamlı seviyede bulunmuştur. Gruplara uygulanan Prenatal Bağlanma Envanteri’nin sonuçlarına göre her iki grubun da bağlanma düzeyleri yüksek çıkmıştır. Ancak vaka grubunun bağlanma düzeyinin kontrol grubuna kıyasla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Bu sonuçlar doğrultusunda ülkemizde riskli gebelerin normal gebelere oranla, bebeklerinin ve kendilerinin hayatlarından endişe etmeleri nedeniyle daha çok iletişime geçtikleri ve bağlanma düzeylerinin bununla doğru orantılı olarak daha yüksek olduğu düşünülmüştür. Ancak çalışmanın daha büyük örneklem grupları ile tekrarlanması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Prenatal bağlanma, riskli gebelik [Abstract:0137][PS-047] Lavanta (Lavander) Kokusunun Jinekolojik Muayene Sırasında Yaşanan Kaygı ve Ağrı Düzeyine Etkisi Nilüfer Tuğut1, Gülbahtiyar Demirel2, Mürüvvet Başer3, Elvan Emine Ata4, Savaş Karakuş5 1 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Sivas 2 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas 3 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Kayseri 4 Giresun Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Piraziz, Giresun 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Sivas Amaç: Bu araştırmanın amacı lavanta kokusunun jinekolojik muayene sırasında yaşanan kaygı ve ağrı düzeyine etkisini belirlemektir. Yöntem: Araştırma randomize kontrollü deneysel bir çalışma olup, çalışmaya bir üniversite hastanesindeki Kadın Hastalıkları Polikliniği’ne başvuran ve araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 156 kadın katılmıştır. Bireylere numara verilerek rastgele sayılar tablosundan seçilerek deney (78 kadın) ve kontrol (78 kadın) grubu oluşturulmuştur. Her iki grubun jinekolojik muayenesi tek ve aynı hekim tarafından yapılmıştır. Deney grubu lavanta kokulu odada muayene edilmiştir. Lavanta kokusunu elde etmek için %10’luk lavanta yağı hazırlanmıştır. Lavanta kokusu jinekolojik muayene masasının 15 cm’lik uzağına yerleştirilmiş ve oda ısısı 21-24 οC olacak şeklinde ayarlanmıştır. Deney grubundakilere lavanta kokusunu ortalama 15 dakika inhale etmeleri sağlanmıştır. Veriler Kişisel Bilgi Formu, Durumluluk, Sürekli Kaygı Ölçeği ve Vizüal Analog Skala (VAS) ile toplanmış olup ki-kare, bağımsız örneklerde t testi ve eşleştirilmiş t testleri ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Deney ve kontrol grubunun durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamalarının uygulama öncesi benzer olduğu saptanmıştır (p>0,05). Uygulama sonrası deney grubundakilerin durumluk kaygı puan ortalaması karşılaştırıldığında puan ortalamaları arasındaki fark anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Deney grubunun durumluk kaygı ölçeği puan ortalaması uygulama öncesi 39,8±5,4 iken, uygulama sonrası 37,0±5,2 olduğu ve puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Kontrol grubunun uygulama öncesi durumluk kaygı puan ortalaması 38,1±6,0 olup uygulama sonrası ise 46,8 ± 3,3’dür. Puan ortalamaları karşılaştırıldığında aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Her iki grupta da sürekli kaygı ölçeği puan ortalamaları uygulama öncesi ve sonrası benzer düzeyde olduğu ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (p>0,05). Jinekolojik muayene sırasında deney grubundaki kadınların yaşadığı ağrı (VAS) puan ortalaması 1,5±0,9 iken kontrol grubundaki kadınların ağrı puan ortalaması 5,5±1,8 olup aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Bu çalışmada kullanılan lavanta kokusu kadınların jinekolojik muayene sırasında yaşadığı kaygı ve ağrıyı azaltmıştır. Anahtar Kelimeler: Lavanta (lavander), jinekolojik muayene, kaygı, ağrı 17 [Abstract:0286][PS-048] Obstetrik Jel Kullanımının Doğumun İkinci Evresi Üzerine Etkisi Serkan Kara, Ömer Demirtaş, Tolga Güler Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Denizli Amaç: Primipar gebelerde doğumun aktif fazı sırasında obstetrik jel kullanımının doğumun ikinci evresinin süresi üzerindeki etkisini değerlendirmek. Yöntem: Primipar gebelerde 5-6 cm servikal açıklık sonrası obstetrik jel kullanılan jel grubu ile yaş olarak eşleştirilmiş kontrol grubu, doğumun ikinci evresinin süresi açısından karşılaştırılmıştır. Fetal stres nedeniyle acil sezaryen kararı alınan veya bilinen obstetrik problemi olan gebeler analize dahil edilmemiştir. Yeni doğan ağırlığı 2500 gram altında ya da 4000 gram üzerinde olan olgular dışlanmıştır. Toplamda 20 hasta (10 kontrol, 10 jel grubu) ön analiz için değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı kontrol grubunda 23,3 iken jel grubunda 24,2 olarak bulunmaktadır. Ortalama yeni doğan kilosu kontrol grubunda 3310 g iken jel grubunda 3200 g olarak izlenmiştir. Olguların hiçbirinde doğum eylemini başlatmak için indüksiyon kullanılmamış olup eylemin seyri boyunca ilgili hekimin uygun gördüğü durumlarda oksitosin ile augmentasyon yapılmıştır. Doğumun ikinci evresinin süresi her iki grup için parametrik olmayan şekilde karşılaştırılmıştır. Doğumun ikinci evresinin ortanca süresi kontrol grubunda 52,5 dk iken jel grubunda 35 dk olarak bulunmuştur (p=0,43). Sonuç: Bu çalışmada obstetrik jel kullanımına servikal açıklık 5-6 cm olduğunda başlanmış olduğundan, literatürdeki diğer çalışmalardan farklı bir çalışma grubu tanımlanmaktadır. Kısıtlı hasta sayısı ile yapılan bu ön analizde, belirtilen hasta popülasyonunda doğum jeli kullanımının doğumun ikinci evresinde kısalma ile ilişkili olduğu yönünde bir eğilim saptanmıştır. Ancak kesin sonuca ulaşabilmek için daha büyük hasta sayısı ile ve randomize dizayn ile bu değerlendirme tekrarlanmalıdır. Bunun yanında obstetrik jel kullanımı ile doğum komplikasyonlarının ve perineal laserasyonların ilişkisini değerlendirmek için ileri çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Anahtar Kelimeler: Doğum, obstetrik jel [Abstract:0141][PS-049] Ailevi Akdeniz Ateşi, Pelvik Psödokist Sıklığını Arttırır Mı? Filiz Avşar Yavuz1, Gülin Feykan Yeğin Akçay2, Şükran Erten3, Levent Keskin2, Emre Erdem Taş1 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, Ankara 2 Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İç hastalıkları A.B.D, Romatoloji A.B.D, Ankara Amaç: Pelvik psödokist ve ailevi akdeniz ateşi arasındaki ilişkiyi araştırmak. Yöntem: 82 ailevi akdeniz ateşi(AAA) olgusu pelvik psödokist açısından araştırılarak, hastaların yaşı, AAA tanısı aldıkları tarih, hastalık süresi ve varsa geçirilmiş operasyonlar kaydedildi. Pelvik psödokist tanısı klinik ve radyolojik (abdominal ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi) değerlendirmeler esas alınarak konuldu. İki hasta akut abdomen tablosu nedeniyle acil operasyona alındı. Operasyona alınan hastalara kist drenajı ve adezyolizis yapılarak, ayırıcı tanı amaçlı peritoneal-karaciğer biyopsileri alındı. Pelvik psödokist tanısı alan ve almayan tüm AAA olgularına ait klinik ve demografik veriler ki-kare test kullanılarak karşılaştırıldı. p˂0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Değerlendirilen 82 AAA olgusunun 17(%20,7)’sinde pelvik psödokist saptandı ve bu hastaların 13(%76,5)’inde geçirilmiş operasyon öyküsü mevcuttu. Geçirilmiş operasyon öyküsü olan AAA grubunda, psödokist olan ve olmayan olguların oranları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı saptandı (%40,6 vs. %59,4; p < 0,001). Sonuç: Klinik ve cerrahi değerlendirmelerde, peritoneal kistik lezyonlarla karşılaşılması halinde, özellikle Türkiye gibi kalıtsal inflamatuar hastalıkların endemik olduğu yerlerde, ailevi Akdeniz ateşi hastalığının ayırıcı tanıda düşünülmesi ve hastanın ilgili bölümlere konsültasyonu faydalı olabilir. Anahtar Kelimeler: Psödokist, ailevi akdeniz ateşi, peritoneal kist 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0270][PS-050] Uterin Kitleyle İlişkili Spontan Uterin Rüptüre Bağlı Hemoperitonyum Hale Göksever Çelik1, Engin Çelik1, Özge Deniz Gündüz2 1 Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 Hilvan Devlet Hastanesi, Şanlıurfa olan kadınların stresle başa çıkma tarzlarının etkisiz olduğu bulunmuştur. Yapılan korelasyon analizinde ise SBÇTÖ alt boyutlarından kendine güvenli yaklaşım ile iyimser yaklaşım, kendine güvenli yaklaşım ile sosyal destek arama yaklaşımı, iyimser yaklaşım ile sosyal destek arama yaklaşımı ve çaresiz yaklaşım ile boyun eğici yaklaşım arasında pozitif yönlü bir ilişki saptanmıştır (p<0,05). İyimser yaklaşıma sahip kadınların kendilerine güven düzeylerinin oldukça yüksek olduğu görülmektedir (r=0,482, p˂0,0001). Ayrıca çalışmada kendine güvenli yaklaşım ile çaresiz yaklaşım ve iyimser yaklaşım ile çaresiz yaklaşım arasında negatif yönlü bir ilişki belirlenmiştir (p<0,05). Sonuç: Bu çalışmada ilk defa jinekolojik muayene olacak kadınların kaygılarının olduğu ve bazı kadınların stresle başa çıkma tarzlarının etkisiz olduğu bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Adolesan, anksiyete, jinekolojik muayene, stresle başa çıkma Giriş: Uterin rüptür, genelde intrapartum karşılaşılan nadir bir durum olmakla birlikte gerçek bir obstetrik acildir. Rüptür myomektomi, sezaryan veya küretaj gibi uterin cerrahi geçiren kadınlarda karşılaşılır. Skarı olmayan bir uterusta nadir bir durumdur. Yol açacağı morbidite ve mortalite riski yüksek olduğu için erken tanı ve yönetimi önemlidir. Son yayınlar, uterin rüptür riskinin 4.dekad sonrasında anlamlı arttığını, bu artışın da artan obstetrik girişimlere bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Uterin rüptürün ilk semptomları, ani başlayan karın ağrısı ve hipertonik bir uterustur. Rüptür sonrasında uterus gevşer ve ağrı geçer. Rüptüre bağlı ciddi fetal bradikardi izlenir. Asıl tedavisi kanama kontrolü, primer onarım veya histerektomidir. Olgu: Karın ağrısı şikayeti ile başvuran hasta, 54 yaşında olup 4 doğumunu spontan vajinal yolla gerçekleştirmiştir. Kabulünde, vital bulguları stabil olan hastanın guatr ve tiroidektomi dışında özgeçmişinde özellik bulunmamaktadır. Vajinal kanaması olmayan hastanın transvajinal ultrasonunda 150x130 mm boyutlarında intramural myom olduğu düşünülen kitle ve yaygın serbest mai izlenmiştir (Figür 1). Bu bulgular tomografik incelemede de doğrulanmıştır. Laboratuar sonuçlarında bir anormallik izlenmemiştir. Operasyonda abdominal kaviteden yaklaşık 2000 cc kan ve 1000 cc hematom boşaltılmıştır. 12 haftalık gebelik cesametinde olan uterusun yüzeyinde yaygın variköz venler izlenmiştir (Figür 2). Uterusun posterior yüzünde yaklaşık 1 cm’lik defektten aktif kanama gözlenmiş ve uterusun spontan rüptürü tanısına varılmıştır (Figür 3). Histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi uygulanıp kanama kontrolü sağlanmıştır. Hasta postoperatif dönemde yoğun bakım ünitesinde yeterli destek tedavisiyle izlenmiş, ardından serviste 10 günlük takibi yapıldıktan sonra sağlıklı şekilde taburcu edilmiştir. Patolojik incelemesi dejenere myoma uteri ve spontan uterin rüptür olarak sonuçlanmıştır. Sonuç: Bizim vakamız skarı olmayan uterusta oluştuğu ve doğum esnasında karşılaşılmadığı için literatürdeki diğer vakalardan farklıdır. Belirti ve bulguları diğer rüptür vakalarında olduğu gibi ani karın ağrısıdır. Tedavisi de kanama kontrolü ve histerektomi şeklinde olmuştur. Sonuç olarak, uterin rüptürden şüphelenmek özellikle obstetrik girişim geçirmiş kadınlarda çok önemlidir. Anahtar Kelimeler: Abdominal ağrı, uterin rüptür [Abstract:0243][PS-052] Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Evliya Çelebi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde Kullanılan Farklı Servikal Smear Tekniklerinin Sonuçlarının Karşılaştırılması Ali Seven1, Suna Kabil Kucur1, Nuh Mehmet Erbakırcı1, İlay Gözükara2, Kadriye Beril Yüksel1, Cengiz Koçak3, Hüseyin Metineren3, Nadi Keskin1 1 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya 2 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Hatay 3 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Kütahya Amaç: Günümüzde jinekolojik kanserler önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olarak kabul görmekte ve bu kanserler için doğru ve erken tanı/tarama yöntemlerinin önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Çalışmamızda hastanemiz polikliniklerine başvuran hastaların smear sonuçlarını değerlendirip, kullanılan smear tekniklerinden hangisinin daha kıymetli sonuçlar vereceğini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniklerine 2013 Kasım - 2014 Ekim tarihleri arasında başvuran hastaların konvansiyonel Pap smear sonuçlarını ve 2014 Aralık- 2015 Temmuz sıvı bazlı Pap smear sonuçlarını retrospektif olarak analiz ettik. Polikliniklerde yapılan muayeneler sonrası servikal Pap-smear alınmasını kabul eden hastalara ait sonuçlar analiz edildi. Sonuçlar Bethesda 2001 sistemine göre değerlendirildi. Bulgular: Yaklaşık olarak iki yıllık dönem içerisinde alınan servikal smearların; 7466’sında konvansiyonel smear tekniği ve 1775’inde sıvı bazlı smear tekniği kullanılmıştı. Sıvı bazlı teknikte yetersiz materyal olarak rapor edilen patoloji sonucu < %0,1 iken, konvansiyonel teknikte %0,6 idi. Sıvı bazlı teknikte ASCUS, HG-SIL, LG-SIL olarak rapor edilen patoloji sonucu %2’iken, konvansiyonel teknikte %0,8 idi (Tablo 1). Sonuç: Daha önce yapılan çalışmalarda Pap-smear yetersiz materyal oranı %0,5-7,2 arasında değişmekle birlikte ortalama değeri %0,5 şeklinde bildirilmiştir. Daha önce yapılan bir çalışmada dünyada ortalama yetersizlik oranı %0,5 olarak bildirilmiştir. Çalışmamızda konvansiyonel smearlarda yetersiz materyal %0,6, sıvı bazlıda %0,05 bulunmuştur. Literatürdeki çalışmalarda farklı oranlar olmakla birlikte bir patoloji laboratuvarında incelenen Pap-smearlar içinde, ASC-US oranının ortalaması % 4,4 olmalıdır. Konvansiyonel smear yöntemi en sık kullanılan yöntem olarak günümüze gelmiştir ve dezavantajlarından biri yanlış negatiflik oranının yüksek olmasıdır. Konvansiyonel yöntemde smear alınırken lama transfer esnasında epitelyal hücreler zarar görür ve örnekleme randomize olamaz. Bu da negatif sonuçlara neden olur. Sıvı bazlı yöntem ile tüm hücreler homojenize olarak dağılır ve yanlış negatiflik azalır. Sıvı bazlı yöntemde tüm epitelyal hücreler görülür, bazal ve parabazal hücreler daha az sıklıkta görülür. Ayrıca premalign ve malign lezyonlar sıvı bazlı yöntem ile daha yüksek oranda belirlenir. Anahtar Kelimeler: Pap-smear, konvansiyonel teknik, sıvı bazlı teknik [Abstract:0142][PS-051] İlk Defa Jinekolojik Muayene Olacak Adolesanların Anksiyete Düzeyleri Ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Gülbahtiyar Demirel, Şükran Ertekin Pınar, Dilek Bilgiç Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas Amaç: Çalışma ilk defa jinekolojik muayene olacak adolesanların anksiyete düzeyleri ve stresle başa çıkma tarzlarını belirlemek amacı ile yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı türdeki çalışmanın örneklemini 01.12.2014/ 31.05.2015 tarihleri arasında Sivas Devlet Hastanesi’ne ilk defa jinekolojik muayeneye gelen, araştırmaya katılmayı kabul eden, sözel iletişim kurabilen, işitme problemi olmayan evli ve bekar 223 adolesan kadın oluşturmuştur. Veriler Kişisel Bilgi Formu, Durumluluk Kaygı Envanteri (DKE) ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÇTÖ) ile araştırmacılar tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi SPSS paket programında yüzdelik dağılım, tek yönlü varyans analizi, t testi ve Pearson korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. İstatistiksel anlamlılık p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: İlk defa jinekolojik muayene olacak kadınların; %87’si evli, %52,9’unun başvuru nedeni gebelik, %74,4’ünün muayeneyi yapacak sağlık personeli tercihi kadın, %58,3’ü muayene sırasında yanında hiç kimseyi istememektedir. Muayene öncesinde kadınların %58,7’si korku/ utanma, %38,6’sı endişe/huzursuzluk hissetmektedir. Kadınların yaş, eğitim düzeyi, yerleşim yeri ve muayeneye gelme nedenlerine göre durumluluk kaygı düzeyleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Okuryazar olan ve olmayan, 15-17 yaş grubunda, ilçede yaşayan, düşük ve kanama nedeniyle başvuran, çalışan, bekar 18 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0168][PS-053][Kabul:Poster] Olgu Sunumu: Perivasküler Epiteloid Hücre Tümörü Alper Başbuğ1, Derya Başbuğ2, Mete Çağlar1, Ali Yavuzcan1, Merve Baştan1, Attila Özkara1, İsmail Özdemir1, Murat Oktay3, Feyza Başar3 1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Düzce 2 Serbest Hekim, Düzce 3 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Düzce Giriş: Perivasküler epiteloid hücre tümörleri (PEComa) sıklıkla orta yaşlı hastalarda, kadınlarda erkeklere göre yaklaşık 7 kat fazla görülmektedir. PEComalar histolojik olarak saydam ve/veya eozinofilik sitoplazmaya sahip, iğsi ve/veya epiteloid hücreleri içeren, HMB-45 başta olmak üzere melanositik markerlar için immünpozitiflik gösteren tümörlerdir. Bu raporda PECOMA olgusu sunulmuştur. Olgu:44 yaşında kadın hasta kliniğimize anormal uterin kanama ve karında ele gelen kitle şikayeti ile başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde uterus yaklaşık 18-20 hafta cesametteydi. TVUS’de endometriumu deplase eden 100x74 mm boyutlarında heterojen ekoda uterus leiomyomu olması muhtemel görünüm izlendi, her iki adneks doğaldı. Alınan endometrium biopsisinde smearında patolojik bulgu yoktu. Yapılan preoperatif değerlendirilmede akciğer grafisi normaldi. Hastaya anormal uterin kanama ve myoma uteri ön tanıları ile total abdominal histerektomi ve bilateral salpingooferektomi yapıldı. Materyalin yapılan makroskopik incelemesinde intramural yerleşimli 12x11x6 cm boyutunda 1 adet beyaz renkli, orta sertlikte, yer yer kanama odakları içeren myom nodulü tespit edildi. Kitlenin mikroskopik incelemesinde ise sellüleritesinin yüksek olduğu, 10/BBa’da 3-4 mitotik aktivite içerdiği, orta derecede atipiye sahip olduğu, nekrozun ve lenfovasküler boşluk invazyonunun olmadığı görüldü. Immünohistokimyasal incelemede SMA, Kİ67 ve HMB45 pozitifti, CD10 fokal pozitifti, CD34 damar yapılarında pozitifti. MELEN-A ise negatifti. Serviks uteri, endometrium, tuba uterinalar ve overlerde patolojik bulgu saptanmadı. Tümor boyutunun büyük olması ve sellülaritenin yüksek olması nedeni ile malignite açısından yüksek riskli olarak değerlendirilen hastanın yapılan ilk 6 aylık takiplerinde patolojik bir bulgu saptanmadı ve hastanın takibi devam etmektedir. Sonuç: PEComaların tedavi modaliteleri oldukça değişkendir. Malign uterin PEComalarda en sık yaklaşım cerrahi eksizyonken; bazı hastalar beraberinde RT ve/veya kemoterapi hatta hormonoterapi alabilir. Lokal nüks ve metastaz riskine karşı tümörün biyolojik davranışını belirlemek amacıyla hastalar uzun süre takip edilmelidirler. Anahtar Kelimeler: PECOMA, leiomyom nama ve şiddetli karın ağrısıyla başvuran hastaya akut batın nedeniyle acil laparatomi uygulandı. İzlemde sezaryen skar hattında rüptür ve aktif kanama saptandı. Plasentanın ayrılmaması nedeniyle histerektomi uygulandı. Postoperatif izlemde sorun olmadı. Sonuç: Erken gebelikte haftalarında uterin anomaliler, plasental invazyon anomalileri ve sezaryen skar gebelikleri gibi nedenlere bağlı olarak uterin rüptür gelişebilmektedir. Masif kanama riski nedeniyle vakaların erken tespit edilmesi önemlidir. Rüptür hattının primer onarılması, parsiyel rezeksiyon sonrası onarım veya histerektomi tedavi seçenekleri arasındadır. Anahtar Kelimeler: Kanama, histerektomi, uterin rüptür [Abstract:0217][PS-055] Klomifen Sitrat Tedavisi Verilen İnfertil Hastalarda İntrauterin İnseminasyon Zamanlamasına Göre Siklus Sonuçları: Retrospektif Bir Çalışma Ömer Hamid Yumuşak1, Serkan Kahyaoğlu1, Meryem Kuru Pekcan1, Esra İşçi2, Şebnem Özyer1, Mahmut Nedim Çiçek1, Yasemin Taşçı1, Salim Erkaya1 1 Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ankara Amaç: Semen analizi normal sınırlarda olan, en az bir patent fallop tüpü olan ovulatuar infertil hastalarda intrauterin inseminasyon (İUİ) etkili bir tedavi seçeneğidir. İUİ ile gebelik elde edilme şansını etkileyen faktörler çiftin yaşı, infertilite tipi, ovaryan stimülasyon ve İUİ zamanlamasıdır. Çalışmamızda klomifen sitrat (CC) tedavisi verilen infertil hastalarda hCG ile ovulasyon tetiklenmesini takiben 24. ve 36. saatte yapılan İUİ işlemi sonrası siklus sonuçları karşılaştırıldı. Yöntem: Hastanemiz infertilite polikliniğinde 2013 Ocak-2015 Mart ayları arasında klomifen sitrat ile ovulasyon indüksiyonu yapılan histerosalpingografide en az bir tüpü açık olan ve semen analizi normal sınırlarda olan 280 infertil hastanın dosyaları incelenerek, hastaların demografik özellikleri, infertilite tipi, ovulasyon indüksiyonu yöntemi, elde edilen dominant folikül sayısı, kullanılan hCG tipi, hCG günü endometriyum kalınlığı, intrauterin inseminasyon zamanlaması ve gebelik sonuçları kaydedilip, elde edilen sonuçlar istatistiksel olarak uygun yöntemler ile karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların yaş, bazal FSH, matür folikül sayısı ortalamaları ve infertilite süreleri sırasıyla 26,4±4,9; 6,6±1,6; 1,55±0,6 ve 3,3±2,0 olarak tespit edildi. Hastaların %39’u (n:110) polikistik over sendromu (PCOS), %61’i (n:170) ise açıklanamayan infertildi. Siklus başına klinik gebelik oranı PCOS grubunda %12,7, açıklanamayan infertil hasta grubunda %11,2 olarak tespit edildi (p=0,69). Her iki hasta grubunda hCG ile ovulasyon tetiklenmesini takiben 24. saat ve 36. saatte yapılan İUİ tedavisi sonrası klinik gebelik oranları benzerdi (p=0,97). Matür folikül çapı ile klinik gebelik elde edilmesi arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmedi (ROC AUC=0,48; p=0,79). Klinik gebelik elde edilen hastaların ovulasyon indüksiyonu sırasında hCG gününe kadarki geçen siklus günü ortalaması gebelik elde edilmeyen hastalara göre istatistiksel anlamlı olarak daha uzundu (Ortalama gün sayısı: 14,1±2,9 vs. 13,3±2,5; ROC AUC=0,59; p=0,01). Sonuç: Açıklanamayan infertilite veya PCOS hastalarında İUİ işleminin CC tedavisi sırasında hCG ile ovulasyon tetiklenmesinden 24 veya 36 saat sonra yapılmasının klinik gebelik oranları açısından bir farkı yoktur. Bu hasta grubunda CC tedavisinde siklusun uzunluğu klinik gebelik oranlarını pozitif yönde etkilemektedir. Anahtar Kelimeler: İnfertilite, intrauterin inseminasyon, klinik gebelik, klomifen sitrat [Abstract:0156][PS-054] Erken Gebelikte 3 Uterin Rüptür Vakası Alev Özer, Bülent Köstü, Önder Ercan, Murat Bakacak, Erkan Mavigök, İnci Hansu, Zekariya Balık Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kahramanmaraş Giriş: Erken gebelikte tespit edilen 3 uterin rüptür olgusunu sunmak. Olgu 1: 21 yaşında gravida 1 olan hasta şiddetli karın ağrısı şikayetiyle başvurdu. Öyküsünden antenatal takiplere gitmediği öğrenilen hastanın yapılan muayenesinde kan basıncı 70/40 mm Hg, nabız 112/dk ve batında rebound saptandı. Ultrasonografide batında yaygın serbest sıvı saptanması nedeniyle acil laparotomi uygulandı. Bikornu görünümde olan uterusun sağ kornusunda aktif kanamaya neden olan rüptür izlendi. Yaklaşık 20 haftalık gebelik materyali batına rüptüre olmuştu. Kavitede kalan gebelik materyalinin elle temizlenmesini takiben rüptür hattı onarıldı. Postoperatif izlemde sorun olmadı. Olgu 2: 29 yaşında gravida 2 parite 1 olan ve düzenli antenatal takiplere gitmemiş olan hasta vajinal kanama ve karın ağrısı şikayetiyle başvurdu. Ultrasonografide uterin fundusta yaklaşık 8 cm’lik myom ve kavitede aşağı yerleşimli CRL’si 12 haftayla uyumlu gebelik, sezaryen skar hattında yaklaşık 5 cm’lik hematom ve batında serbest sıvı izlendi. Laparatomide sezaryen skar yerinden rüptür ve yoğun kanama izlendi. Hastanın hemodinamik instabilitesi ve rüptür hattının onarılmaya çalışılmasına rağmen yoğun kanamanın devam etmesi nedeniyle histerektomi uygulandı (Resim 1). Postoperatif izlemde sorun olmadı. Olgu 3: 27 yaşında gravida 3 parite 1 olan hasta aşağı yerleşimli plasenta nedeniyle takip edilmekteydi. 21. gebelik haftasında vajinal ka- [Abstract:0197][PS-056] Vajinal Kanser: 9 Olguluk Vaka Serisi Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Nilüfer Alagöz, Mine Çavdar Atlı, Mehmet Mutlu Meydanlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Vajen kanseri kadın genital traktüs tümörleri içerisinde %1-2 sıklıkta görülür. Nadir görülmeleri ve primer tedavinin sadece erken evre olgularda cerrahi olarak yapılabilmesi nedeniyle prognostik açıdan sağ kalım üzerine etkili histopatolojik faktörler tartışmalıdır. Bu çalışmada, 19 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı vajen kanseri nedeniyle cerrahi olarak tedavi edilmiş olguların klinik ve histopatolojik özelliklerinin değerlendirilerek hastalık prognozuna etkili faktörlerin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Primer vajen kanseri nedeniyle 2008-2015 yılları arasında cerrahi olarak tedavi edilmiş 9 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör tipi, tümör çapı, invazyon derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, perinöral invazyon durumu ve lenf nodu metastazı varlığı kaydedildi. Olguların ortalama kaba sağ kalım süreleri hesaplanarak kaba sağ kalım süresine etki eden prognostik histopatolojik faktörler belirlendi. Bulgular: Tanı anında ortalama yaş 60,7±10,9 idi. Nihai patolojik incelemede, 4 olguda (%44,4) yassı hücreli karsinom, 3 olguda melanom (%33,3) ve 2 olguda (%22,2) berrak hücreli vajen kanseri varlığı saptandı. Ortalama tümör çapı ve invazyon derinliği 4,8±2,4 cm ve 19,3±16,3 mm olarak izlendi. Toplam 4 olguda (%44,4) lenfovasküler boşluk tutulumu ve perinöral invazyon varlığı görülürken, sadece bir olguda (%11,1) lenf nodu metastazı saptandı. Olguların ortalama kaba sağ kalım süresi 25,0±5,8 ay olarak hesaplandı. Kaba sağ kalım süresi üzerine histolojik tümör tipinin istatistiksel olarak anlamlı düzeyde etki etmediği görülürken, lenfovasküler boşluk tutulumu saptanan olgularda ortalama kaba sağ kalım süresi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde kısa olarak saptandı (p= 0,003). Sonuç: Vajen kanseri olgularında, lenfovasküler boşluk tutulumu kaba sağ kalım süresi üzerine etkili önemli bir prognostik faktördür. Tümör çapı ve invazyon derinliğinin kaba sağ kalım süresi üzerine etkilerinin net olarak değerlendirilebilmesi için daha geniş olgu serilerine ihtiyaç bulunmaktadır. Anahtar Kelimeler: Vajinal kanser, kaba sağ kalım, prognostik faktör Sonrasında kız kardeşinde de KAİS tanısı konulduğu öğrenildi. Sonuç: Primer amenoreik ve inguinal kitle öyküsü olan hastalarda KAİS akılda bulundurulmalı, bu hastalara genetik ve psikiyatrik danışmanlık verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Komplet androjen insensitivite sendromu, inguinal herni, aile anamnezi [Abstract:0104][PS-058] Remisyondaki Non-Jinekolojik Kanserli Hastalarda Gebelik Sonuçları Aytekin Tokmak, Hakan Timur, Cantekin İskender, Dilek Uygur, Nuri Danışman Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara Amaç: Bu çalışmada amacımız non–jinekolojik kanser tanısı almış ve tedavi edilmiş kadınların gebelik sonuçlarını değerlendirmek ve sağlıklı gebeliklerle karşılaştırmaktır. Yöntem: Bu retrospektif çalışma, Ocak 2010–2015 tarihleri arasında gebelik ve kanser tanısı ile Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi yüksek riskli gebelikler kliniğine yatırılan 21 remisyondaki non–jinekolojik kanserli gebe (çalışma grubu) ile 63 kanser öyküsü olmayan gebe (kontrol grubu) dahil edilerek gerçekleştirildi. Hastaların demografik özellikleri, obstetrik ve perinatal sonuçları kaydedildi. Her bir kadın için yaş, gravida, parite, abortus, vücut kitle indeksi (VKİ), gebelik haftası, sigara, doğum şekli, doğum kilosu, perinatal sonuçlar araştırıldı. Bulgular: En sık rastlanan kanser türlerinin tiroid (%28,5) ve meme kanseri (%23,8) olduğu ve bu kanserlerin gebelikte görülen tüm non–jinekolojik kanser olgularının yaklaşık yarısını oluşturduğu görüldü. Tanı üzerinden geçen süre, ortalama 3,8±2,2 (1–9) yıl olarak hesaplandı. İki grup arasında yaş, gebelik haftası, obstetrik hikâye, VKİ ve sigara kullanımı açısından istatistiksel anlamlı fark yoktu (p>0,05). Çalışma grubunda sezaryenle doğumun daha sık uygulandığı, kız cinsiyet oranının daha yüksek olduğu ve yeni doğan yoğun bakım ihtiyacının daha çok gerektiği, ancak bu farkların istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü (p>0,05). En sık sezaryen endikasyonu, remisyondaki non–jinekolojik kanserli gebelerde fetal distres, kontrol grubunda mükerrer sezaryen olarak kaydedildi. Sonuç: Remisyondaki non–jinekolojik kanserli gebelerin olumsuz gebelik sonuçları kabul edilebilir düzeylerdedir. Bu grup hastalar gebe kalmamaları yönünde teşvik edilmemelidir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, gebelik sonucu, kanser [Abstract:0097][PS-057] İnfertilite Polikliniğine Başvuran Yanlış Ve Gecikmeli Tanı Konulan Komplet Androjen İnsensitivite Sendromu: Vaka Sunumu Keziban Doğan1, Hakan Güraslan1, Halil Fırat Baytekin2, Ali Yeşil1, Hediye Dağdeviren1 1 Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul 2 Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul Giriş: Erişkin dönemde tanı alan komplet androjen insensitivite sendromlu (KAİS) olgunun sunulması amaçlanmıştır. Olgu: 25 yaşındaki kadın hasta, çocuk istemi ve primer amenore şikayetleriyle infertilite polikliniğimize başvurdu. Anamnezinde iki yıldır evli olduğu, hiç adet görmediği, hiç gebe kalmadığı ve düzenli cinsel yaşamı olduğu öğrenildi. 12 yaşında iken adet görmediği için doktora başvurduğu, oral kontraseptif (OKS) başlandığı, ancak ilaca rağmen adet görmediği anlaşıldı. Ayrıca 2004 yılında, 15 yaşındayken acil şartlarda sol inguinal herniden opere edilmiş, 2009 yılında sağ inguinal herni operasyonu geçirmiş, 2013 yılında ise primer amenore nedeniyle çekilen pelvik magnetik resorans görüntülemede (MRG) normalden küçük rahmi olduğu rapor edilmiş ve adet görebileceği söylenmişti. Aile anamnezinde 3 kız kardeşinin daha olduğu, 2 büyük kardeşin, adet gördüğü ve çocuk sahibi oldukları, ancak köyde yaşayan 17 yaşındaki kız kardeşinin kendisi gibi hiç adet görmediği öğrenildi. Yapılan fizik muayenede, 170 cm boyunda, 66 kg ağırlığında idi. Pubik ve axiller kıllanma çok seyrekti, meme gelişimi tanner stage III olarak değerlendirildi. Labia major, minör, klitoris, üretral orifis ve anüs normal gelişim ve görünümdeydi. Vajinal muayenede 5-6cm’lik kör vajen izlendi, serviks gözlenmedi. Transvajinal ultrasonografide uterus ve overler izlenmedi. FSH: 2,68 mlU/ml, LH:10,18 mlU/ ml, total testosterone: 3,17 ng/dl (erişkin erkek içi referans değer: 1,757,81 ng/dl; erişkin kadın için referans değer: 0,1-0,75 ng/dl ) ve estradiol: 60,05 pg/ml (erişkin erkek için referans değer: <20-47 pg/ml) idi. Pelvik MRG da overler ve uterus izlenmedi, bilateral inguinal kanal girişinde ön planda testis olduğu düşünülen 3x2 cm lik dokular izlendi. Karyotip analizinde 46XY tespit edilmesi üzerine hastaya KAİS tanısı konularak, gelişebilecek gonadal malignansi açısından vaka ayrıntılı bilgilendirildi ve laparaskopik gonadektomi önerildi. Hastanın onay vermesi üzerine laparaskopik bilateral gonadektomi yapılarak patolojiye gönderildi, patoloji sonucu testis dokusu olarak bildirildi. Hasta ve eşi mevcut durum hakkında ayrıntılı bilgilendirildi, OKS tedavisi düzenlendi, psikiyatrik destek alınması önerildi. Ayrınca köyde yaşayan kız kardeşinin de en yakın üniversite hastanesine başvurması ve gerekli tetkiklerin yapılması önerildi. [Abstract:0299][PS-059] Klinefelter Sendromlu Bir Olguda Testiküler Sperm Ekstraksiyonu, İntrasitoplazmik Sperm Enjeksiyonu Ve Preimplantasyon Genetik Tarama Yöntemi Sonrası Sağlıklı Bebek Yeşim Bardakçı, Yaprak Engin Üstün, Nafiye Yılmaz, Mustafa Kurt, Deniz Tuzluoğlu, Volkan Baltacı, Cavidan Gülerman Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Klinefelter sendromu, fazladan bir X kromozomu ile karakterize, erkeklerde en sık görülen seks kromozom bozukluğudur. Etkilenen erkekler önikoid vücut yapısına sahip hipogonadik, yüz kılları seyrek, öğrenme ve sözel kapasiteleri zayıf ve erişkinlikte infertildirler. Olgu: 1,5 yıllık primer infertilite şikâyeti ile başvuran çiftin 26 yaşındaki Klinefelter sendrom tanılı erkek eşinde tetkikler sonrasında azospermi saptandı. 25 yaşında normoovulatuar olan eşine long agonist + 200 IU rekombinant folikül stimülan hormon başlandı. 10 günlük tedavi sonrası insan koryonik gonadotropin uygulamasından 36 saat sonra yapılan yumurta toplama işleminde 15 MII olmak üzere 19 oosit toplandı. Testiküler sperm ekstraksiyonu (TESE) sonrası elde edilen spermlerle uygulanan intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) sonrası 5 oositte fertilizasyon izlendi, dördü yarıklandı, yapılan preeimplantasyon genetik taramada (PGT) dört embriyoda da anormallik izlendi (Monozomi 22, Turner S, Anükleer, Monozomi 13, 21). Embriyo transferi uygulanmadı. Üç ay sonra yapılan 2. denemede antagonist protokol + 225 IU rekombinant folikül stimülan hormon uygulandı. On günlük indüksiyon sonrası insan koryonik gonadotropin uygulamasından 36 saat sonra yapılan yumurta toplama işleminde toplanan 6’sı MII, 7 oositin 5’i TESE’den elde edilen spermlerle 20 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı ICSI yöntemi ile fertilize oldu. Bunun 5’i de yarıklandı. Beş adet üçüncü gün embriyolarından alınan biyopsi sonrası uygulanan PGT’de 2 embriyo sağlıklı bulundu. Sağlıklı embriyolardan biri 4. gün transfer edildi, diğeri donduruldu. Gebelik elde edildi. Sağlıklı 40 hafta gebelik süreci sonrası sağlıklı bir kız bebek doğurtuldu. Sonuç: Klinefelter sendromlu erkekler nonobstrüktif azoospermiktir. 1996’ya kadar infertil kabul edilen bu bireylerin yeni ilerlemelerle sağlıklı çocukları olabilmektedir. TESE yöntemi ile sperm ekstraksiyonu olasılığı %40-50, ICSI sonrası gebelik ihtimali %20-25 arasındadır. Doğan bebeklerde kromozomal hiperploidi oranları yüksektir. Bu hastalarda PGT uygulaması önemlidir. Anahtar Kelimeler: Klinefelter sendromu, preimplantasyon genetik tarama lasyonunu takiben hasta over kanseri ön tanısı ile operasyona alındı. Sağ adneksial kitlenin frozen incelemesinin yüksek-dereceli seröz karsinom olarak yorumlanması üzerine hastaya total abdominal histerektomi, sol salpingo-oferektomi, bilateral pelvik paraaortik lenf nodu disseksiyonu, appendektomi ve total omentektomi yapıldı. İntraoperatif gözlemde, sağ pelvik yan duvar peritonunda izlenen sarı, nodüler, yaklaşık 5 mm büyüklüğündeki şüpheli alandan biyopsi alındı. Histopatolojik inceleme sonucunda seröz yüzeylerin papiller karsinomu tanısı alan hastanın, pelvik yan duvardaki şüpheli alandan alınan periton biyopsisinde, 5 mm çaplı heterotopik adrenal doku saptandı. Adrenal dokuda zona glomeruloza ve fasikulata tabakaları mevcut olduğu, doku santralinde matür metaplastik yağ doku ile hematopoetik elemanlardan meydana gelen myeolipoma odakları izlendiği raporlandı ve tanı immünhistokimyasal çalışma(Melan-A) ile doğrulandı. Sonuç: Olgudaki heterotopik adrenal doku; peritoneal yerleşimi açısından özgündür. Atipik lokalizasyonlu adrenal dokunun klinik anlamda önemi ise endokrin düzensizliklere sebep olabilme ve malign transformasyon potansiyelidir. Özellikle intraoperatif değerlendirmelerde makroskobisi şüphe uyandıran alanlardan patolojik örnekleme ve immünhistokimyasal çalışma ayırıcı tanıda faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Heterotopik adrenal, pelvik adrenal, periton [Abstract:0090][PS-060] Histerektomi Materyallerinde Histopatolojik Tanıların Değerlendirilmesi Çiğdem Kunt İşgüder, Hatice Yılmaz Doğru, Asker Zeki Özsoy, İlhan Bahri Delibaş Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Tokat Amaç: Benign endikasyonlarla yapılan histerektomilerin preoperatif klinik endikasyonlarını ve postoperatif histopatolojik tanılarını değerlendirmek. Yöntem: Mart 2013-Mayıs 2015 tarihleri arasında Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde benign endikasyonlarla histerektomi uygulanan 170 hastanın klinik özellikleri ve postoperatif histopatolojik tanı raporları retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 50,48±7,50 (min:38, max:74) idi. En sık histerektomi endikasyonu 77 olgu (%45,3) ile leiomyoma idi. Daha sonra sırası ile disfonksiyonel uterin kanama 50 (%29,49) ve endometrial hiperplazi 22 (%12,9) olarak tespit edildi. Diğer klinik endikasyonlar uterus prolapsus 17 (%10), kronik pelvik ağrı 2 (%1,2) ve adenomyozis 2 (%1,2) idi. Histerektomi materyallerinin histopatolojik raporlarının değerlendirilmesi sonucunda, en yaygın patoloji leiomyoma 87olguda (%51,2), takiben adenomyozis 35 olguda (% 20,5) ve endometrial hiperplazi 31(18,3) saptandı. Endometrial polip 10 olguda (%5,9) ve 7 olguda (%4,1) ise atrofik endometrium mevcuttu. 44 histerektomi materyalinde kombine patoloji tanımlandı. %50 oranında leiomyoma ve endometrial hiperplazi en yaygın kombibasyon olarak tespit edildi. Ayrıca histerektomi materyallerinin serviks incelemelerinde %64,7 ‘sinde kronik servisit olduğu gözlendi. Sonuç: 4. ve 5. dekatta açıklanamayan menometroraji, sekonder dismenore ve kronik pelvik ağrı ile başvuran hastaların tanısında ve tedavileri planlanırken mutlaka adenomyozis akla gelmelidir. Leiomyama ve endometrial hiperplazilerin yüksek oranda birlikteliğinden dolayı leiomyoma tanısıyla histerektomi planlanan olgularda menometroraji de mevcut ise endometrial örnekleme yapılmasının gerekli olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Histerektomi, histerektomi endikasyonları, patoloji [Abstract:0267][PS-062] Yardımcı Üreme Teknikleri Uygulamalarının Kadın Ve Erkek Psikolojisine Etkisi Yaprak Engin Üstün, Nafiye Yılmaz, Mustafa Kurt, Cavidan Gülerman, Salim Erkaya Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Beck Depresyon Ölçeği 1920’lerde Aaron Beck tarafından geliştirilmiş, 21 ifadenin çoktan seçmeli şekilde cevaplandırılarak kişinin kendisini ifade edebileceği dünyanın en çok kullanılan psikometrik testlerinden biridir. Yardımcı üreme teknikleri; öncesinde çevresel baskıların söz konusu olduğu, uzun, yorucu ve masraflı işlemler gerektiren, hayal kırıklığıyla sonuçlanabilecek bir tedavi sürecidir. Çalışmamızda bu durumun kadın ve erkeği psikolojik olarak nasıl etkilediğini incelemeyi amaçladık. Yöntem: Çalışmamızı hastanemiz in vitro fertilizasyon ünitesine başvuran ve IVF/ICSI programına alınan 27 çift ile gerçekleştirdik. Kadın ve erkek bireylere ayrı ayrı Beck depresyon ölçeği uygulandı. Ölçek, BD II versiyonu olup 13 yaşın üstündeki bireylere ümitsizlik, asabiyet, suçluluk, cezalandırılmış olma gibi bilişsel sorular yanında yorgunluk, kilo kaybı, sekse ilgi azalması gibi fiziksel semptomlar da sorgulanarak yapılmaktadır. Ölçekte alınan puanlara göre minimal, hafif, orta ve ileri derecede depresyon olmak üzere gruplara ayrıldı. Hastaların yaşları, sosyoekonomik düzeyi, infertilite süresi, nedeni, daha önceki IVF tedavisi uygulamaları, eğitim durumları kaydedildi. İstatistiksel inceleme için SPSS (Statistical package for the social sciences) 17.0 programı kullanıldı. Karşılaştırma ki kare analizi ile yapıldı. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 29,6±4,1, erkeklerin yaş ortalaması ise 32,1±4,6 idi. İnfertilite süresi ortalaması 5,62±4,54 yıl olarak hesaplandı. Hiçbir hastada ileri derecede depresyon gözlenmedi. Minimal depresyonlu hastaların 18’ini (%46,2) kadınlar, 21’ini (%53,8) erkekler oluşturmaktaydı. Orta dereceli depresyonlu hastaların ise 7’sini (%87,5) kadınlar, yalnızca 1’ini (%12,5) erkekler oluşturmaktaydı (p=0,049). Sonuç: Kadınlar psikolojik anlamda yardımcı üreme teknikleri sürecinden daha fazla etkilenmektedir. Anahtar Kelimeler: Beck depresyon skoru, yardımcı üreme teknikleri [Abstract:0163][PS-061] Pelvik Peritoneal Yerleşimli Heterotopik Adrenal Filiz Ayşe Avşar Yavuz1, Gülin Feykan Yeğin Akçay2, Levent Keskin2, Emre Erdem Taş1, Aylin Yazgan3 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara 2 Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Patoloji A.B.D, Ankara Giriş: Pelvik peritonda yerleşmiş, atipik lokalizasyonlu heterotopik adrenal olgusunu sunmaktır., Olgu: 63 yaşında kliniğimize kasık ağrısı sebebiyle başvuran postmenapozal hasta ileri incelemeye alındı. Klinik incelemede, tiroid stimulan hormon(TSH) 50 µU/ml, CA 125 200 U/ml saptanırken diğer laboratuar tetkikleri normaldi. Transvajinal ultrasonografide, yaklaşık 15 X 13 cm, multilokular kistik kitle saptanan hastanın tüm abdomen tomografisinde sağ adneks kaynaklı 128 X 159 mm, papiller projeksiyonlar içeren, solid komponentli kistik kitle, batında yaygın assit ve en büyüğü 30 mm multiple peritoneal implantlar izlendi. Parasentez yapılan hastanın assit mayisinin patolojik incelemesinde malign hücre saptanmadı. TSH regü- [Abstract:0139][PS-063] Kadınlar Eşlerinin Doğurganlığın Düzenlenmesine Katılımı Konusunda Ne Düşünüyor? Dilek Bilgiç, Gülbahtiyar Demirel, Gülseren Dağlar Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas Amaç: Bu araştırmanın amacı doğurganlığın düzenlenmesine erkeklerin katılımı konusunda kadınların düşüncelerini belirlemektir. Yöntem: Araştırma tanımlayıcı bir çalışma olup örneklemini 30 Haziran-30 Kasım 2014 tarihleri arasında Sivas Devlet Hastanesinin aile planlaması bölümüne ve kadın doğum polikliniğine başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden 247 kadın oluşturmuştur. Veriler araştır- 21 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı macılar tarafından literatür doğrultusunda oluşturulan sosyodemografik özelliklerin (15 soru) ve kadınların eşlerinin doğurganlığın düzenlenmesine ilişkin soruların (18 soru) yer aldığı anket formu kullanılarak, yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi SPSS (21.0) paket programında ortalama, standart sapma, yüzde, Fisher exact test ve ki-kare testi kullanılarak tablolaştırılmıştır. İstatistiksel anlamlılık p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırma esnasında doğurganlığın düzenlenmesi için aile planlaması yöntemi kullanım oranı %72,5 olarak saptanmıştır. Bu oranın %44,1’ini erkek kondomu, %27,4’ünü RİA, %13,4’ünü de geri çekme yöntemi oluşturmaktadır. Kadınların %61,9’u kendi kullandığı, %39,7’si eşinin kullandığı yöntemden memnundur. Kadınların %29,6’sı kendileri istediği için eşlerinin yöntem kullandığını belirtmiştir. Eşi yöntem kullanmayan kadınların; %65,3’ünün eşlerinin yöntem kullanması, bunların %46,2’si erkeğe ait yöntem kullanımlarının daha kolay olduğu, %58,8’i bu nedenle kondom kullanılması gerektiği düşüncesine sahiptir. Çoğu kadın (%88,3) doğurganlığın düzenlenmesinde kadınların sorumluluk aldığını, bunun sebebi olarak da %48,2 oranında kadın, erkeklerin yöntem kullanmak istememesinden kaynaklandığını düşünmektedir. Kadınların; %83,8’i erkeklerin doğurganlığın düzenlenmesine katılması gerektiği, %77,3’ü istenen çocuk sayısına ulaşıldığında eşlerinin vazektomi yaptırmayacağı görüşündedir. Kadının yaşı, evlilik süresi, gebelik ve düşük sayısı, eşin yaşı, çalışması ve eğitiminin kadınların korunma durumlarını, korundukları yöntem seçimini, yöntemden memnuniyetini, isteyerek korunmayı ve eşinin kullanmasını istediği yöntem seçimini anlamlı düzeyde etkilediği saptanmıştır (P<0,05). Sonuç: Bu çalışmada kadınlar doğurganlığın düzenlenmesinde eşlerinin yeterince sorumluluk almadıklarını düşünmektedirler. Anahtar Kelimeler: Doğurganlığın düzenlenmesi, erkek, kadınların düşünceleri [Abstract:0227][PS-064] Postpartum Üriner Retansiyon Beril Yüksel, Halime Şencan, Suna Kabil Kucur, Ali Seven, Nuh Mehmet Erbakırcı, Murat Polat, Huri Güvey, Nadi Keskin Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya Giriş: Postpartum üriner retansiyon, vajinal doğumdan sonra %0,70,9 oranında görülen nadir bir durumdur. Vajinal doğumdan sonra ilk 6 saatte idrar yapamama ve mesane volümünün 400 ml’den fazla olması şeklinde tanımlanır. Risk faktörleri: Eylemin 1. ve 2. fazının uzaması, izole 2. fazın uzaması, müdahaleli doğum yaptırılması, perineal laserasyon, nulliparite ve iri fetustur. Farkedilmemesi durumunda; atoni ve vajinal kanamaya veya mesane perforasyonuna neden olabilir. Tedavisi aralıklı kataterizasyondur. İntermitten kataterizasyon üriner enfeksiyon riskini arttırdığı için ek olarak proflaktik antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Üriner retansiyon çoğunlukla 72 saat içinde geriler. Olgu: 28 yaşında G3P3A0 olan normal vajinal doğum yapan hasta postpartum 5. günde kasık ağrısı şikayetiyle polikliniğimize başvurdu. Yapılan muayenede glob vezikale geliştiği tespit edildi. Aralıklı mesane kateteri uygulaması neticesinde hastadan toplamda 8750cc idrar çıkışı olduğu izlendi. Vajinal muayenede epizyo hattı intaktı, üretra ve vajen doğaldı; laserasyon, hematom izlenmedi. Hasta kabülünde BUN:25, kreatinin:2,09, Ca:8 iken diğer elektrolitler normaldi. Yapılan üriner USG’de sağ ve sol böbreklerde minimal pelvikalisyel dilatasyon izlendi. Mesane konturları düzgün, duvar kalınlığı diffuz artmıştı. Hastaya antibiyotik başlandı. Hidrasyon yapıldı. Kataterizasyonu sonrası böbrek fonksiyon testleri normale döndü. Mesane sondası 4 gün sonra çıkarıldı; fakat aynı gün tekrar globe vezikale gelişmesi üzerine sonda tekrar takıldı. 1100 cc idrar boşaltıldı. 10 günlük takibinde idrar çıkışı normale dönen hastanın sondası mesane jimnastiği ile çekildi. Sonuç: Postpartum üriner retansiyon nadir gelişen bir durum olmakla birlikte mesane perforasyonu ya da atoni gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilmektedir. Literatürde mesane kateterizasyonu ile postpartum 85 güne kadar uzayan vakalar olduğu bildirilmiştir. Bu vakada, postpartum dönemde üriner retansiyon risk faktörlerinin iyi değerlendirilmesi gerektiği, iyileşmenin uzun sürebileceği, hasta yönetiminde sabırlı olmak gerektiği, retansiyonun antibiyotik tedavisi altında kateterizasyonla tedavi edilebileceği konusundaki tecrübelerimizi sunmak istedik. Anahtar Kelimeler: Postpartum, üriner retansiyon, glob vezikale 22 [Abstract:0140][PS-065] Parsiyel Sistektomi Yapılan 2 Plasenta Perkrata Vakası Alev Özer1, Bülent Köstü1, Önder Ercan1, Murat Bakacak1, Salih Serin2, Ferhat Aslan1, Güven Arslan1, Şakir Aydoğdu1 1 Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kahramanmaraş 2 Kadın Hastalıkları ve Doğum Departmanı, Tatvan Devlet Hastanesi, Bitlis Giriş: Plasenta perkrata nedeniyle sezaryen histerektomi ve parsiyel sistektomi yapılan 2 vakanın sunulması. Olgu 1: 38 yaşında gravida 11 parite 10, 5 kez sezaryenle doğum (SD) öyküsü mecvut. Antenatal takipte ultrasonografik olarak plasenta previa ve plasenta perkrata (PP) tanısı ile izlenmekte olan hasta minimal ağrı ve vajinal kanama şikayetleri nedeniyle 32. haftadan itibaren yatırılarak takip edildi (Resim 1). Kanama şikayetinin artması nedeniyle 34/4. gebelik haftasında sezaryen histerektomi uygulandı. Olgu 2: 33 yaşında gravida 4 parite 1,abortus 2, 1 kez SD öyküsü mevcut. Antenatal takipte ultrasonografik olarak plasenta previa ve PP tanısı ile izlenmekte olan hastaya elektif olarak 37. haftada sezaryen histerektomi uygulandı. Her 2 olguda mesane kubbesindeki yaygın damarlanma artışı ve plasental yapışıklığa bağlı kanama nedeniyle yaklaşık mesanenin üst 1/4 ‘lük segmentine sistektomi yapıldı. Mesane onarıldı. Postoperatif izlemde sorun olmadı. Sonuç: Plasental invazyon anomalilerin yaklaşık %7’sini oluşturan PP, koryonik villüslerin desiduayı aşıp serozaya ve bazen çevre organlara invazyonu olarak tanımlanmaktadır. PP için majör risk faktörleri SD ve plasenta previadır. Her 2 olguda SD öyküsü mevcuttu ve antenatal takipte ultrasonografik olarak plasenta previa ve PP tanısı konulmuştu. Yine her 2 hastaya operasyon öncesinde histerektomi ve yoğun kanama riski hakkında bilgi verilmişti. Masif kanama ve buna bağlı riskler nedeniyle PP vakalarının preoperatif kan hazırlığı yapılarak 3. basamak merkezlerde opere edilmeleri gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Plasenta perkrata, sistektomi [Abstract:0103][PS-066] Ankilozan Spondilitli Hastalarda Gebelik Sonuçları Hakan Timur1, Aytekin Tokmak1, Gülenay Türkmen1, Hasan Ali İnal2, Dilek Uygur1, Nuri Danışman1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Konya Amaç: Bu çalışmanın amacı, Ankilozan Spondilitli (AS) kadınlarda gebelik sonuçlarını araştırmak ve gebelik sırasında ve doğum sonrası dönemde hastalığın seyrini değerlendirmektir. Yöntem: Retrospektif vaka kontrol çalışma olarak planladığımız bu çalışma, Mart 2007 ve 2015 tarihleri arasında kliniğimize AS tanısıyla yatırılıp doğum yapan 20 gebe kadın ile yine aynı tarihlerde perinatoloji kliniğimizde doğum yapan ve AS tanısı olmayan 40 gebe dahil edilerek gerçekleştirildi. Hastaların klinik özellikleri, gebelik komplikasyonları ve perinatal sonuçları hasta dosyaları ve hastane kayıtlarından araştırılarak kaydedildi. Ayrıca AS’li kadınlar gebelik öncesi, gebelik sırasında ve doğum sonrasında hastalığın şiddetini belirlemek amacıyla Ankilozan Spondilit Hastalık Aktivite Skoru (ASDAS) ile değerlendirildi. Bulgular: AS’li gebe kadınların gebelik sırasındaki ortalama yaşı kontrol grubuna göre daha yüksekti (p=0,037). Kız fetüs oranı bu hastalarda sağlıklı kontrollerden daha yüksek bulundu (p=0,041). AS’li hastaların hiçbirisinde olumsuz gebelik sonucuna rastlanmadı. 20 hastanın 14 (% 70)’ünde gebelik sırasında ASDAS düşerken, 6 (% 30) hastada değişmedi. Doğum sonrası alevlenme hastaların 6 (% 30)’sında gözlendi. Bunun dışında, hastalığın gebelik sırasındaki evresi 15 (% 75) olguda aynı kaldı. Gebelik sırasında AS’li hastalarda en sık bildirilen belirtiler artrit ve üveitti. Sonuç: AS’li kadınlarda gebelik sonuçları sağlıklı kontrollerden farklı değildir. Gebelik, hastalığın aktivitesini ve şiddetini olumsuz yönde etkilemez. Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, gebelik sonucu, hastalık aktivitesi 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0120][PS-067] Gebelerin Psikososyal Sağlık Durumlarının Prenatal Bağlanma İle İlişkisi Hediye Bekmezci1, Hava Özkan2 1 KTO Karatay Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Konya 2 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Ana Bilim Dalı, Erzurum Amaç: Gebelerin psikososyal sağlık durumlarının prenatal bağlanma ile ilişkisini ve etkileyen faktörleri incelemek. Yöntem: Araştırma; Erzurum ili Nenehatun Kadın Doğum Hastanesi polikliniklerinde Eylül 2014/Mayıs 2015 tarihleri arasında başvuran gönüllü ve araştırmaya katılabilme kriterlerini taşıyan 305 gebe ile yürütülmüştür. Veriler; kişisel bilgi formu, GPSDÖ (Gebelikte Psikososyal Sağlığı Değerlendirme Ölçeği) ve PBE (Prenatal Bağlanma Envanteri) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistikler, Güvenirlik testi, t-testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Kruskall Wallis, Mann Whitney-U, Pearson Korelasyon Analizi kullanılmıştır. Bulgular: Gebelerin PBE’den aldıkları toplam puan ortalaması 56.97±11.58 ve GPSDÖ’den aldıkları toplam puan ortalaması 4.15±0.40 olarak bulunmuştur. Gebe ve eşinin eğitim durumu (p=0.001), evlilik süresi, gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı, abortus öyküsü, düzenli kontrole gitme durumu, gebe ve eşinin gebeliği isteme durumu (p=0.000), ölü doğum sayısı (p=0.013), bebeğin cinsiyeti (p=0.002) prenatal bağlanma düzeyini etkilemiştir. GPSDÖ ile PBE puan ortalamaları arasında ilişki incelendiğinde; gebelerin psikososyal sağlık durumları ile prenatal bağlanma arasında pozitif yönde istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır (p=0.000, r=0.307). Sonuç: Gebelerin GPSDÖ’den ve PBE’den aldıkları toplam puan ortalamalarına göre psikososyal sağlık durumlarının iyi düzeyde olduğu, prenatal bağlanma düzeylerinin ise orta düzeyde olduğu belirlenmiştir. Gebelerin psikososyal sağlık düzeyi arttıkça prenatal bağlanma düzeyinin de arttığı saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Ebe, gebe, gebelik süreci, prenatal bağlanma, psikososyal sağlık Amaç: Kliniğimizde son 5 yılda amniosentez yapılan hastalarda işleme bağlı fetal kayıp riskinin ve kötü gebelik sonuçlarının artıp artmadığını değerlendirmek. Yöntem: Bu retrospektif çalışma Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde 2011 Ocak ile 2015 Temmuz tarihleri arasında amniosentez yapılan 387 hastanın dosyalarından ve genetik merkezin kayıtlarından incelenerek yapıldı. Ayrıca kliniğimize kontrole gelen ve amniosentez yapılmayan düşük riskli 250 hasta kontrol grubu olarak belirlendi. Bulgular: Çalışma süresince amniosentez endikasyonu olan 688 hasta mevcuttu. Bunlardan 387 hastaya amniosentez yapıldı. %43.8 amniosentez reddetme oranı mevcuttu. En sık amniosentez endikasyonu anormal Down sendromu tarama testi iken (%57.6), 2. sıklıkla ileri maternal yaş (%22.5) görülmektedir. Amniosentez yapılan hastaların 24’ünde (%6.2) kromozomal anormallik mevcut olup bunlar içerisinde en sık Down sendromu izlendi (%54). Amniosentez sonrası fetal kayıp 2 hastada (%0.5) görülmüştür. Toplamda kötü gebelik sonuçlarına bakıldığında amniosentez yapılanlarda 8, kontrol grubunda 5 hastada kötü gebelik sonuçları izlenmiş olup gruplar arasında istatisitksel anlamlı fark yoktu (p=0.263). Sonuç: Amniosentez günümüzde sıklıkla kullanılan invaziv prenatal tanı testidir. İşleme bağlı olarak gebelik komplikasyonlarında bir artış görülmemektedir. Amniosentez öncesinde hastalara mutlaka yapılacak işlem ve sonuçları hakkında detaylı danışmanlık verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Amniosentez, down sendromu [Abstract:0239][PS-070] Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde Epizyotomili Ve Epizyotomisiz Normal Doğum Oranları Betül Kalkan, Sümeyye Yılmaz, Özlem Moraloğlu Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Epizyotomi obstetrik pratikte en sık kullanılan cerrahi işlemdir. Günümüzde doğumlarda rutin epizyotomi uygulamasından ziyade endike olgularda selektif epizyotomi uygulaması tercih edilmektedir. Perine gövde bütünlüğünü korumaya çalışmak, yani mümkünse hem epizyotomi açmamak hem de laserasyonları engellemek son derece önemlidir. Bu çalışma hastanemiz doğum salonu servisinde epizyotomili ve epizyotomisiz doğum sayılarını belirlemek için yapılmıştır. Yöntem: Bu çalışma Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi doğum salonu servisinde doğum yapan hastaların arşiv kayıtlarından epizyotomili ve epizyotomisiz doğum sayıları alınarak yapıldı. Bulgular: Yıllara göre yıllık toplam doğum sayısı 6727 ile 8288 arasında, epizyotomili doğum oranı ise %53 ile %77 arasında değişmekteydi. Yıllara göre toplam doğum sayılarında belirgin bir değişiklik olmamasına rağmen epizyotomi oranının ilerleyen yıllar ile gittikçe azaldığı gözlendi. Sonuç: Kliniğimizde epizyotomi oranında yıllara paralel bir azalma gözlenmektedir. Literatürde son 20 yıldır pek çok sistemik inceleme, gözlemsel ve randomize araştırmalar epizyotomi kullanımının sınırlandırılması gerektiğini göstermektedir. Yapılan daha önceki sistematik incelemeler, rutin epizyotomi kullanımının sonuçlarının, sınırlayıcı epizyotomi kullanımından daha kötü olduğunu, sınırlayıcı epizyotomi kullanımında daha az perineal travma, daha az sütur ve daha az komplikasyon oluştuğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Epizyotomili doğum, epizyotomisiz doğum, oran [Abstract:0084][PS-068] Ankara Onkoloji Hastanesi Genital Kondilom Sıklığı Ve Tedavi Yöntemleri Kadir Çetinkaya, Dursun Haluk Dervişoğlu Ankara Onkoloji Hastanesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara Amaç: Genital kondilom (Condylomata acuminata) toplumda en sık izlenen hastalıklardan biridir. Polikliniğimize başvuran hastalardaki kondilom sıklığını ortaya koymak, uygulanan tedavi yöntemlerini tartışmak ve ülkemizdeki HPV sıklığı ile karşılaştırmasını yapmak amaçlandı. Yöntem: 2013 ve 2014 yıllarında yapılan toplam başvuru ve bunlardan genital kondilom tanısını alanlar tespit edildi. Toplam başvurular içerisindeki kondilom sıklığı hesaplandı. Uygulanan başlıca tedavi şekilleri tespit edildi. Ülkemizdeki HPV sıklığı verileri Sağlık Bakanlığı’ndan temin edildi. Bulgular: Jinekoloji polikliniğine 2013 yılında 20930, 2014 yılında ise 19629 başvuru gerçekleşti. 2013 yılında 278 (%1.32), 2014 yılında ise 482 (%2.45) kondilom olgusu tespit edildi. Toplamda kondilom sıklığı %1.87 olarak hesaplandı. Kondilom tanısı konulmuş hastalar için tedavi şekli ise koterizasyon, eksizyon ya da medikal yöntemler için sırasıyla, %24.2, %29.6 ve %46.1 oranında uygulandığı görüldü. Aynı dönemde Sağlık Bakanlığı’nın geniş tabanlı çalışmasında HPV pozitiflik oranı %2.7-3.1 aralığında izlendi. Sonuç: Sağlık Bakanlığı verileri ile karşılaştırıldığında, hastanemizde 2013-2014 yıllarında %1.87 sıklıkta kondilom tespit edilmiş olması, alttiplerden bağımsız olarak persiste HPV pozitif olan hastaların toplamda yaklaşık %60’nda genital kondilom geliştiğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Genital kondilom, HPV [Abstract:0233][PS-071] Bir Grup Üniversite Öğrencisinde Dismenore Ve Dismenoreyi Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi Melike Yavaş Çelik1, Şenay Çetinkaya2 1 Kilis 7 Aralık Üniversitesi Yusuf Şerefoğlu Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Kilis 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Adana Amaç: Genç kızların yaşadıkları sağlık sorunları incelendiğinde mensturasyona ilişkin sorunların ön planda olduğu ve bunların içinde de dismenoreye bağlı yakınmaların birinci sırada yer aldığı bildirilmiştir. Yöntem: Çukurova Üniversitesi Adana Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik ve Ebelik 1. sınıf öğrencilerinde, 2012 yılı Nisan ayında, dismenore sıklığı ve dismenore yaşamalarını etkileyen bazı durumları incelenme amacıyla yapılan tanımlayıcı bir araştırmadır. Verilerin top- [Abstract:0145][PS-069] Amniosentez Fetal Kayıp Ve Kötü Gebelik Sonuçlarını Arttırır Mı? Önder Ercan, Bülent Köstü, Güven Arslan, Murat Bakacak, Alev Özer, Deniz Cemgil Arıkan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş 23 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı lanmasında literatürden yararlanılarak hazırlanan 30 sorudan oluşan anket formu, araştırmaya katılmayı gönüllü olarak isteyen 100 öğrenciye gözetim altında uygulanmıştır. SPSS (13.0) programında tanımlayıcı ve ki-kare testleri kullanılarak analizi yapılmıştır. Bulgular: Yaş ortalaması 20.44±1.35, menarj yaşı 13.3±1.19’dur. Öğrencilerin %94’ü sigara kullanırken, alkol kullanan öğrenci bulunmamaktadır. Menstrasyonu düzenli olan öğrenci %89, menstral siklusu 27.91±3.73 gündür. Menstral süresi 5.69±1.46 (min=3, max=10) gün olarak bulunmuştur. Menstral dönemde yaşadıkları sıkıntılar bel ve kasık ağrısı %44, yorgunluk %40, anksiyete %33, bacaklarda ağrı %32 olarak ifade edilmiştir. Öğrencilerin %78’i menstral ağrılarını primer dismenore olarak tanımlayıp, %77’si bunu her ay yaşadığını ifade etmiştir. Öğrenciler üşüttüklerinde %76, ayaklarına çorap giymediklerinde %62, kış aylarında %60, stresli durumlarda %54 daha fazla dismenore yaşadıklarını belirtmiştir. Stresli durumlarda öğrencilerin dismenore yaşama durumları anlamlı bulunmuştur(p<005). Öğrencilerin sadece %46’sının menstrasyona dair bilgi aldığı saptanmıştır. Öğrencilerin ağrıyı dindirmek için kullandıkları yöntemler arasında en çok (%84) sıcak uygulama yer almaktadır. İkinci sırada ise (%62) bitkisel ilaç kullanımı ve evde yatarak ağrının geçmesini beklemek yer almaktadır. Dismenoreyi yaşamayı etkileyen durumlar incelendiğinde yaz aylarında, kış aylarında, ayağına çorap giymediğinde, üşüttüğünde, banyo yaptığında, stresli durumlar yaşadığında, uykusuz olduğunda anlamlı (p<0.05) bulunurken gazlı yiyecek ve içecek tüketilmesinin anlamlı etki etmediği (p>0.05) bulunmuştur. Sonuç: Genç kızların primer dismenore yaşadıkları ve bunu düzenli olarak yaşadıkları bulunmuştur. Menstral döneme ait bilgi alma durumları da düşük olarak bulunmuş, banyo yapmanın dismenoreyi arttırdığını düşünenlerin bulunması da ilginç olarak değerlendirilmiştir. Bu durum kişisel bakımlarını ve sağlıklarını olumsuz olarak etkileyebilir. Preadölesan döneminde öğrencilere bu konuda eğitici bilgilerin verilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Dismenore, menstrasyon, hemşirelik [Abstract:0229][PS-072] Bartolin Bezi Apselerinde Klinik Ve Mikrobiyolojik Özellikler Esma Sarıkaya1, Özlem Evliyaoğlu1, Burak Elmas1, Hatice Kansu Çelik1, Gülçin Yıldırım2, Melike Doğanay1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Nene Hatun Kadın Doğum Hastanesi, Erzurum Amaç: Bartolin bezi kanalının kist ve apseleri üreme çağındaki kadınların yaklaşık %2’sini etkileyen yaygın bir problemdir. Bu çalışmada bartolin apselerinin demografik, klinik özellikleri ve kültür sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya Ekim 2013- Mart 2014 tarihleri arasında Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi jinekoloji polikliniğine başvuran ve bartolin apsesi tanısı alan hastalar dahil edildi. İşlem esnasında tüm apselerden püy kültürü alındı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 60 hastanın ortalama yaşı 31,6 (19-49) idi. Hastaların 45’i (%75) cinsel olarak aktif olduklarını belirtti. Hastaların büyük kısmını (36 hasta,%60) multipar hastalar oluşturdu. Hastaların ortalama C-reaktif protein 21,1 mg/L (2-245) olarak bulundu. Vakaların %65’i (39 hasta) ilk defa tedavi alırken, olguların %35’ini nüks vakalar oluşturdu. Apselerin coğunluğu (%60) sağ labium majusda lokalize idi. Hastaların tamamina cerrahi tedavi uygulandı. Kültürlerin 39’unda (%65) üreme olmazken, üreme saptananlarda en sık etkeni E.coli oluşturdu. Sonuç: Bartolin bezi enfeksiyonu düşük-orta sosyo-ekonomik seviyedeki, daha önceden bu bölgede cerrahi girişim öyküsü olan, üreme çağındaki, cinsel aktif bireylerde daha sık görülmektedir. Nüks vakalarda total eksizyon ve marsupiyelizasyon daha çok tercih edilmekle beraber gümüş nitrat tedavisinin de etkinliğini gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Apse kültürlerin %65’inde üreme olmazken, en çok üreyen ajan E.coli (%21.7) oldu. Bizim çalışmamızda stafilococous aerus ve stafilococus warneri gibi az beklenen etkenler de izole edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Bartolin bezi apsesi, marsipiyelizasyon, total eksizyon, gümüş nitrat [Abstract:0237][PS-073] Hastanemizde Sağlık Personelinin Palyatif Bakım Hakkında Farkındalık Düzeylerinin Belirlenmesi Meral Göktaş1, Tülay Kuzlu Ayyıldız2, Derya Şahin1, Nilüfer Ercan1, Rukiye Altın1, Ayten Kurt1, Gülay Aydoğdu1, Huriye Kaan Güven1, Ağsuman Özdil1, Fulya Doğan1, Aynur Çapur1, Gülper Çalışkan1 1 Dr.Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.B.D, Zonguldak Amaç: Palyatif bakım, hastanın ve ailenin yaşam kalitesini arttırmayı, ailesinin ve kendisinin hayatı tehdit edici durumlarını engellemeyi, sorunları erken dönemde tanımlamayı, değerlendirmeyi, tedavi etmeyi amaçlayan yaklaşımdır. Sağlık çalışanlarının aşina olmadığı bir konu olarak görülmesinden yola çıkarak yapılan bu çalışma, sağlık çalışanlarının palyatif bakım hakkında farkındalık düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı tipte olup 1Eylül–1Ekim 2015 tarihleri arasında Dr.Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde belirtilen tarihlerde araştırmaya katılmayı kabul eden 217 sağlık personeli oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak, katılımcı bilgi formu, sağlık personelinin palyatif bakıma yönelik mevcut farkındalık düzeylerini ve palyatif bakıma ilişkin görüş ifadeleri belirleyici form kullanılmıştır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmış olup değerlendirilmesinde istatistiksel analizler kullanılmıştır. Bulgular: Sağlık personelinin yaş ortalamalarının 35.99±8.77; çoğunluğunun kadın(%87.6) ve lisans mezunu (%41),meslekte çalışma yılı ortalamasının 14.12±9.7 yıl olduğu belirlenmiştir. Sağlık personelinin%.41’i palyatif bakım hakkında bilgi sahibi olmadığını,%45.6’sı palyatif bakımdan yararlanabilecek hasta grubunun onkolojik hastalar olduğunu ve %66.8’si palyatif bakımın hastane ortamında verilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Sağlık personeli palyatif bakımın anlamı ve amacını sıklıkla “semptom yönetimi (ağrı, acı)” şeklinde ifade etmişlerdir. Çalışmaya katılan bireylerin ülkemizde palyatif bakım hizmetlerinin henüz gelişememesinin nedenlerini ise toplumsal bilinç eksikliği(%33.6) ve güncel bir kavram olmaması(%15.2)olarak belirtmişlerdir. Sağlık personelinin %44.7’si “Palyatif bakım terminal dönem kanser hastaları için sunulan hizmetleri kapsar.” %40.6’i “Palyatif bakıma, küratif tedavinin mümkün olmadığı durumda ya da ileri evre hastalık aşamasında başlanılması uygundur.”%45.6’sı “Palyatif bakımda hasta ve ailesi karar verici bir ekip üyesidir.” %40.6’sı “Hasta ve bakım verenler palyatif bakım profesyonellerine 7 gün 24 saat ulaşabilmelidir.” %36.9’u “Palyatif bakım merkezleri hastane temelli olmalıdır.” %47.0 “Palyatif bakım ayrı bir uzmanlık alanı olmalıdır” ifadesine katıldıklarını belirtmişlerdir. Katılımcıların yaş, meslek, eğitim ve palyatif bakıma ile ilgili bilgi alma durumlarına göre palyatif bakıma ilişkin bazı ifadelere katılma durumları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0.05). Sonuç: Araştırmamızda elde edilen bulgular doğrultusunda sağlık personelinin palyatif bakım konusunda tutum ve davranışlarına yönelik ileri çalışmalar yapılması önerilir. Anahtar Kelimeler: :Palyatif, bakım, sağlık personeli [Abstract:0278][PS-074] Vücut Kitle İndeksinin Semen Parametreleri Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi Ali Seven1, Hikmet Hassa2, Yunus Aydın2, İyimser Üre3, Beril Yüksel1, Fezan Şahin Mutlu4, Filiz Günal5 1 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya 2 Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Eskişehir 3 Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A.B.D, Eskişehir 4 Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.B.D, Eskişehir 5 Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Prof. Dr. Hikmet HASSA Ü.S.M Androloji Birimi, Eskişehir Amaç: Kilo anormalliklerinin kadın üremesine etkisi incelenmiş ve Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 25 kg/m2 üstü ve 18 kg/m2 altı olan kadınlarda ovülasyon disfonksiyonu ve düşük gebelik oranlarıyla ilişkili olduğu saptanmıştır. Yakın zamanda bazı araştırmacılar obezitenin erkek hastalarda 24 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Anahtar Kelimeler: Laparoskopi, histereskopi, Re-hospitalizasyon bazı sperm parametrelerini kötü yönde etkilediği sonucuna vardılar. Biz de çalışmamızda VKİ ile sperm parametreleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Çalışmaya; Ekim 2013 - Ekim 2015 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı Prof. Dr. Hikmet HASSA Üreme Sağlığı Merkezi Androloji birimine başvuran 2015 hastaya ait semen örneği dahil edildi. Çalışma retrospektif kohort analiz olarak dizayn edildi. Hastalar VKİ’ne göre <18.5 olanlar zayıf, 18.5-24.99 arasında olanlar normal, 25-29.99 arasında olanlar fazla kilolu, 30-34.99 olanlar obez, >=35 olanlar ise ciddi obez olmak üzere 5 gruba ayrıldı. Bulgular: Gruplar arasında sperm konsantrasyonu(milyon/ml) açısından farklılık saptandı (Tablo 1, p=0.033). Bu farklılık normal grubu ile aşırı obez grubu arasındaydı (P=0.026). Toplam semen volümü açısından karşılaştırılan hasta grupları arasında da anlamlı fark bulundu(p=0.040). Bu farklılık ise; zayıf grubu ile aşırı obez grubu arasındaydı(p=0.017). Gruplar arasında viabilite, motil sperm, ileri motil sperm, morfoloji ve pH değerleri açısından anlamlı fark yoktu. Sonuç: Çalışmamız geniş bir hasta popülasyonuyla ve tek merkezde yapılmıştır. Sonuçlarımıza göre; semen konsantrasyonu kilo artışı ile azalmaktaydı. Semen volümü ise; kilo artışı ile artmaktaydı. Semen volümünün ciddi obez hastalarda daha yüksek olması genel literatür bilgisi ile uyumlu değildi. Konsantrasyonun ciddi obez hastalarda normal hastalara göre düşük olması dikkate değer bir bulgu olup; bu sonuca bağlı olarak hastalara kilo vermeleri önerilebilir ancak bu konuda daha geniş hasta serileri ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Semen parametreleri, semen konsantrasyonu, vücut kitle indeksi, obezite [Abstract:0261][PS-076] Endometrial Polip Tanısı İle Opere Edilen Hastaların Patoloji Sonuçlarının Değerlendirilmesi Esma Sarıkaya, Özlem Evliyaoğlu, Aytekin Tokmak, Hasan Onur Topçu, Emre Özgü, Fatma Akkuş, Servet Çalıkoğlu, Salim Erkaya Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Endometrial polip jinekoloji pratiğinde en sık rastlanan cerrahi anormal uterin kanama sebeplerindendir. Bu çalışmamızda klinik olarak endometrial polip ön tanısı ile yatırılan hastaların operatif histereskopi ya da total abdominal histerektomi ile cerrahi sonrası histopatolojik sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekoloji Kliniği’nde 2010- 2015 yılları arasında transvajinal ultrasonografik ve ofis histereskopik değerlendirme sonrası endometrial polip ön tanısı ile opere edilen hastaların histopatoloji sonuçları retrospektif olarak hastane veri tabanından taranarak değerlendirildi. Bulgular: Yapılan inceleme sonucunda 5 yıllık süre içerisinde hastanemiz jinekoloji servisinde toplam 2056 hasta endometrial polip ön tanısı ile opere edildi. Bu hastalar arasında, 2033 hastaya operatif histereskopi, 23 hastaya total abdominal histerektomi yapılmıştır. Histopatoloji sonuçları değerlendirildiğinde 1852 hastanın (%90) endometrial polip, 120 hastanın (%5,8) submüköz leiomyoma, 42 hastanın (%2) endometrial doku, 14 hastanın (%1,3) fibrin-mukus kümesi, 14 hastanın (%1,3) endometrit, 10 hastanın (%0,4) rest plasenta, 4 hastanın (%0,2) adenokarsinom olarak raporlandığı saptanmıştır. Patoloji sonucu endometrial polip olan hastalardan endometrial polip zemininde 20 hastada basit atipisiz hiperplazi, 2 basit atipili hiperplazi, 26 kompleks atipisiz hiperlazi, 22 kompleks atipili hiperplazi saptanmıştır. 42 hastada hiperplastik polip raporlanmıştır. Patoloji sonuçları değerlendirildikten sonra kompleks atipili hiperplazi tespit edilen tüm hastalara histerektomi uygulanmış bunlardan 3 tanesinde evre 1 endometrioid adenokarsinom saptanmıştır. Sonuç: Endometrial polip genellikle anormal uterin kanama ile belirti veren bir patolojidir. Semptomatik tedavi için polip eksizyonu yapılması gerekliliğinin yanında malignite de her zaman akılda tutulmalıdır. Endometrial polip ön tanısı ile opere edilen hastalarda malignite nadir görülmesine rağmen; özellikle polip zemininde izlenebileceği akılda tutulmalı ve uygun tedavi şekli planlanarak tüm poliplerden histopatolojik örnekleme yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Endometrial polip, histereskopi, patolojik inceleme [Abstract:0307][PS-075] Endoskopik Cerrahi Yapılan Vakalarda Re-Hospitalizasyon Nedenleri Ve Risk Faktörlerinin Araştırılması Esma Sarıkaya, Özlem Evliyaoglu, Gonca Göksu, Aslı Oskovi, Tuba Memur, Aytekin Tokmak, Emre Özgü Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Endoskopik cerrahi özellikle son 20 yılda jinekoloji pratiğinde artan oranda kendine yer bulmuş bir cerrahi modalitedir. Kısa hastanede kalış süresi, erken dönemde günlük aktiviteye dönüş olanağı sağlaması ve daha az invazif bir işlem olması sebebiyle popülerliği gün geçtikçe artmaktadır. Bu çalışmamızda minimal invazif bir yöntem olması sebebiyle cerrahi ve post-operatif komplikasyonlar açısından da açık cerrahiye üstünlüğü olduğu bilinen bu işlemin post- operatif komplikasyonlarının değerlendirilmesini amaçladık. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Hastanesi Jinekoloji Kliniğinde Ocak 2013 – Haziran 2015 tarihleri arasında tanı koyularak endoskopik cerrahi müdahale kararı alınmış, cerrahi (laparoskopi ve histeroskopi) geçiren ve post-operatif ilk 30 gün içinde operasyona bağlı sebeplerden dolayı hastaneye tekrar yatışı olan hastalar yatış nedeni, klinik özellikleri ve risk faktörleri açısından retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Toplamda 3029 histereskopi vakası gerçekleştirilmiş olup 1 hasta (%0,03), toplam 2118 laparaskopi vakasından 8 hasta(%0,37) ilk 30 gün içinde hastaneye tekrar başvurmuş ve re-hospitalize edilmiştir. Tekrar hastaneye yatışı yapılan hastalardan ikisi laparoskopik kistektomi, ikisi laparoskopik salpinjektomi, ikisi laparoskopik histerektomi ve bilateral salpingooferektomi, 1 tanesi laparoskopik parsiyel ooferektomi, 1 tanesi laparoskopik unilateral salphingooferektomi, 1 tanesi histeroskopik polipektomi geçirmiştir. Bunlardan 6 tanesi post-operatif ağrı, 1 tanesi post-operatif kanama, 1 tanesi post-operatif yara yeri enfeksiyonu tanısı ile re-hospitalize edilmiştir. Ortalama yaş 39,2(33-54), ortalama vücut kitle indeksi 27,9(23,6-37,3), ortalama operasyon süresi 1,1 (1-2 ) saat, operasyon sonrası ortalama hospitalizasyon süresi 5,5 (1-10) gün, ortalama re-hospitalizasyon süresi 2,6 (2-4) gün, taburculuk ve re-hospitalizasyon arası süre ortalama 7,25 (2-14) gün idi. Hastalardan 1 tanesinde diabetes mellitus, 2 tanesinde geçirilmiş pelvik cerrahi öyküsü bulunmaktaydı ve re-hospitalize edilen hastaların hepsine medikal tedavi uygulanmıştır. Sonuç: Jinekolojide endoskopik cerrahi kısa hastanede kalış suresi, post-operatif erken dönemde günlük aktiviteye dönüş gibi çeşitli avantajlarından dolayı açık cerrahiye kıyasla günümüzde daha sık tercih edilmektedir. Minimal invazif bir yöntem olarak endoskopik cerrahinin post-operatif iyileşme döneminde konvansiyonel açık cerrahi ile karşılaştırıldığında re-hospitalizasyon riski oldukça düşük olduğu gözlenmektedir. [Abstract:0147][PS-077] Down Sendromlu Olguda Koryoamniyotik Membran Ayrılması Oğuzhan İnceli, Gülenay Gençosmanoğlu Türkmen, Hakan Timur, Zehra Yılmaz, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Ankara Giriş: Embriyolojik gelişim esnasında koryonik ve amniyotik membranların her biri kendi germ yaprağından gelişerek 1. trimesterde çölomik kaviteyi oluştururlar. 2. trimesterin başında kavite küçülür ve membranlar birleşir; ancak membranlar kendiliğinden veya invaziv intrauterin prosedüre bağlı olarak ayrılabilirler. Bu patolojik durum koryoamniyotik membran ayrılması (KMA) olarak adlandırılır. Olgu: 30 yaşında gravida 4, para 2, abortus 1 olan hasta 18 hafta 5 günde yapılan amniyosentez sonucu trizomi 21 gelmesi üzerine gebeliğinin 21 haftasında terminasyon amacıyla yönlendirildi. Yapılan usg’sinde 21 haftayla uyumlu fetüs izlendi. Fetal nukal cilt kalınlığı artmış (8mm) olarak tespit edildi. İntraamniyotik kavitenin her yerinde dalgalanan tabandan ayrı membranöz bir yapı izlenerek amion-korionun tam birleşmediği izlendi. Sonuç: Çoğunlukla benign bir durum olsa da korioamniotik seperasyon düşük, fetal ölüm, neonatal ölüm, amniotik bant sendromu, umblikal kord komplikasyonları ve preterm eyleme neden olabilir. Genelde invaziv intrauterin işlemler sonucu tespit edilmesine rağmen trizomi 21’li fetuslarda amnion ve korionun füzyonun spontan olarak gecikebilir. Bu yüzden özellikle başka belirteçlerin de varlığında KMA dikkate alınmalı, ayrıntılı ultrasonografik değerlendirme yapılarak karyotiplendirme akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Down sendromu, koryoamniotik membran, memb- 25 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı ran ayrılması, trizomi 21 neonatal morbidite ve mortalite açısından çok faydalı sonuçlar sağlayacağı kanaatindeyiz. 29. gebelik haftası altındaki olgularda neonatal prognoz “bekle ve gör” yaklaşımını desteklemeyecek kadar düşüktür. Anahtar Kelimeler: Preterm erken membran rüptürü, respiratuar distres sendromu [Abstract:0098][PS-078] Olgu Sunumu: Fetal Kronik İntrakraniel Kanama Alev Esercan1, Burcu Akdağ Özkök2, Nazlı Aksoy Kala3, Dilek Uygur2 1 Şanlıurfa Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Şanlıurfa 2 Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Ankara 3 Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Fetal intrakranial kanama serebral ventriküllerde olabildiği gibi subdural boşluk veya infratentoriel fossada da olabilmektedir. Kanamalar; mekanik travmaya (maternal batın künt travma veya doğum travması ), ciddi fetal hipoksi, fetal trombositopeni, maternal trombositopeni, fetal intrakraniel tümörün içine kanama, ikizden ikize transfüzyon veya ikiz eşinin ölümü nedenleriyle oluşabilir. Olgu:19 yaşında ilk gebeliği olan, bilinen bir hastalığı olmayan hasta gebeliğinde daha önce takibe gelmemiş olup ilk kontrolüne 21.haftasında gelmiştir. 21.hafta obstetrik ultrasonunda tek canlı fetüs,21-21-21 hafta ile uyumlu olarak değerlendirilmiş olup fetal anomali saptanmamıştır. 32.hafta ultrasonunda tek canlı baş geliş fetal biyometrisi 32-31-32 hafta ile uyumlu, amnion mayiisi normal gebeliği mevcuttu. Ultrasonunda fetal kraniumda sağ lateral ventrikül genişliği oksipitalde 8 mm, sol lateral ventrikül genişliği ise 10 mmdir. Sol lateral ventrikül duvarları kalınlaşmış ve ekojenik görünümdedir. Koroid pleksus ekosu solda heterojen görünümdedir. Hastaya fetal MR planlandı. Fetal MR incelemesinde sağ lateral ventrikül dilate görünümde olup trigon düzeyinde çap 16-17 mm ölçülmüştür. Çevre dokuda gross ensefalomalazi ayırt edilememektedir. Sol lateral ventrikül ependimal yüzde nodüler fokal sinyal değişiklikleri dikkati çekmiş olup kan yıkım ürünlerine işaret olabilir. Diğer kranial yapılar normaldir. Hasta 37.haftasında fetal anomali /fetal ventrikülomegali? endikasyonuyla C/S’ye alınmış olup yenidoğan doktoru tarafından yapılan değerlendirmede nörolojik ve yenidoğan muayenelerinde patoloji saptanmamıştır. Sonuç: Antenatal ultrasonda fetal intrakraniel hemorajinin görünümü kanamanın yeri ve zamanına bağlı olarak son derece değişkendir. Masif intraparenkimal hemoraji genellikle düzensiz hiperkojenik kitle gibi görünürken hemoraji zamanla porensefalik kist oluşumu veya fetal intrakraniel kalsifikasyon şekline de dönüşebilir. Parenkimal ve subdural hemorajilerde sonuçlar kötü iken, intraventriküler hemorajilerde prognoz daha iyidir. Anahtar Kelimeler: Fetal intrakraniel kanama, intraventriküler kanama, ensefalomalazi [Abstract:0221][PS-080] Patolojik Kilo Kaybı Nedeniyle Doğum Sonrası Hastaneye Yatırılan Yenidoğanların Değerlendirilmesi Fatma Akyüz, Dilek Kaya, Zeynep Akben Akcebe, Sevim Ünal, Merve Sarıbay Ankara Çocuk Sağlığı Hematoloji Onkoloji Eğitim Hastanesi, Ankara Amaç: Bu çalışmada yenidoğan yoğunbakım ünitesine (YYBÜ) doğumdan sonra anne sütüyle beslenme sorunu yaşayan, yetersiz kilo alımı veya orta-ağır dehidratasyon nedeniyle yatırılan yenidoğanların değerlendirilmesi amaçlandı. Yetersiz anne sütü alımıyla doğum şekli, anne yaşı, kaçıncı yaşayan olduğu, gebelik haftası, mevsim, cins, doğum ağırlığı arasında ilişkinin araştırılması planlandı. Yöntem: Ankara Çocuk Sağlığı Hematoloji Onkoloji Eğitim Hastanesi YYBÜ’ne Ocak 2011-Haziran 2015 tarihleri arasında patolojik kilo kaybı olduğu için yatırılan yenidoğanların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Veriler SPSS 15.0 programı kullanılarak sayı, yüzde, ortalama, standart sapma ve Ki-kare testleri ile analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya 175 bebek alındı, doğum ağırlıkları 3188±490 (1700-4250) g, gebelik yaşları 39.2±2.1 (32-42) hafta, anne yaşları 26.2±5.5 (17-47) yıl idi. Premature doğanlar (37 haftadan önce doğum) %9.1 (n=16), geç prematureler %7.4 (n=13), erken term bebekler (3738.6 hafta) %26.9 (n=47) oranındaydı. Olguların %42.9’u erkek, %68.6’sı vajinal yolla doğmuştu. Hastaneye yatış sırasında yaşları 6.3±5.9 (1-27) gün, yatış süreleri 3.9±3.1 (1-27) gün bulundu. Bebeklerin %99.4’ü sadece anne sütü ile beslenmiş, %21.7’si sonbahar, %36’sı yaz, %22.9’u ilkbahar, %19.4’ü kış aylarında yatırılmıştı. Çalışma sürecinde yatırılan bebeklerin yıllara göre dağılımı homojendi. Doğum ağırlığı <2000 g olan bebekler %1.7, 4000 g< olanlar %3.4 oranındaydı. Çalışmaya alınan bebeklerden %58.9’u ilk yaşayan, %21.7’si 2. yaşayan, %12’si 3. yaşayan bebeklerdi. Annelerin ilk iki bebekleriyle, doğum sonrası yaşı küçük olanların daha uzun süre yatış gereksinimi oldu (p=0.000). Yenidoğanların yetersiz anne sütü alımına bağlı hastaneye yatırılmaları açısından mevsimler arasında fark yoktu. Sonuç: Çalışma sonucunda doğum sonrası yaşı küçük yenidoğanlarla, ilk iki yaşayanların yetersiz anne sütü alımına bağlı hastanede daha uzun süre yatırılma riski olduğu bulundu. Bunun daha çok anne sütüyle beslenme sorunu yaşamış olabilecekleri, altta yatan nedenlerin annenin tecrübesiz olması veya profesyonel desteğin yetersiz olmasıyla ilişkili olabileceği düşünüldü. Sağlık çalışanlarının anneleri ilk veya ikinci doğumlardan sonra erken dönemde anne sütüyle beslenme açısından daha çok desteklemeleri gerektiği sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: Hastane yatışı, anne sütü, yenidoğan [Abstract:0159][PS-079] Preterm Erken Membran Rüptürü Olgularında Maternal Ve Neonatal Sonuçların Değerlendirilmesi Abdül Hamid Güler, Yüksel Sayın Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Preterm Erken Membran Rüptürü (PEMR) olgularında maternal ve neonatal sonuçların araştırılmasını amaçladık. Yöntem: PEMR tanısı alan 145 tekiz gebelik geriye dönük incelendi. Maternal ve fetal etkilerin incelenmesinde gebelik haftasına göre üç gruba ayrıldı. 1. Grup: 29 gebelik haftası ve altı, 13 hasta. 2. Grup: 30-34 gebelik haftası, 46 hasta. 3. Grup: 34 gebelik haftası ve üzeri, 86 hasta olarak belirlendi. Grupların maternal ve neonatal sonuçları analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan olguların yaş ortalaması 28,2±5,53 yıl olarak bulundu. Gestasyonel hafta ayrımına göre, olguların yaş, gravida, parite dağılımı, eğitim durumu, USG'de AFI dağılımı, idrar kültürü dağılımı, tokoliz durumu, latent süre dağılımı arasında anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05). Gestasyonel hafta ayrımına göre olguların CRP, WBC ve ateş durumu dağılımında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi (p<0.05). Gestasyonel hafta ayrımına göre olguların doğum şekli dağılımında da anlamlı farklılık vardı (p<0.05). Sonuçlar: Çalışmamızda morbidite ve mortalite oranını gebelik yaşına göre irdelediğimizde yenidoğan açısından en önemli morbidite nedeni olan RDS' un 29. gebelik haftası ile başlayarak giderek azaldığı, her hafta için yaklaşık %10-15 lik azalma saptandığı belirlenmiştir. 29. gebelik haftası ile birlikte PEMR olgularında neonatal mortalite %50' nin altına inerken, 32. gebelik haftası ile %10' un altına inmektedir. PEMR olgularının 29. gebelik haftası ile birlikte “bekle ve gör” yaklaşımı ile izlenmesinin [Abstract:0309][PS-081] Sezaryen Sırasında Alt Segment Transvers İnsizyondan Yapılan Myomektomi: Olgu Sunumu Ayşe Altındiş Bal, Nermin Köşüş, Aydın Köşüş, Deniz Hızlı, Ebru Yüce Turgut Özal Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D., Ankara Giriş: Uterin myomların gebelikteki prevelansı; tespit edildikleri trimestıra bağlı olarak %2.7 ila 10.7 arasında değişir. Sezaryen sırasında myomektomi; histerektomi ihtiyacı doğuracak yoğun kanama riski taşıdığı için genellikle tercih edilmez. Olgu: Biz çalışmamızda; 32 yaşından, G1P0 36/6 hafta gebelik ve erken membran rüptürü ile kliniğimize başvuran, sefalopelvik uyumsuzluk nedenli sezaryen ile doğum uygulanan, ve sezaryen sırasında uterin sağ yan duvar yerleşimli yaklaşık 12x10cmlik intramural myom enokülasyonu yapılan bir vakayı sunmak istedik. Bu vakada myomektomi; bu myomun kornu, uterin arter ve pelvik damarlara yakın komşuluğu nedeniyle uterus dış yüzünden uygulanmak yerine, sezaryene ait alt segment transvers insizyondan uygulandı; myom %25’lik submüköz kısmından tutularak enoküle edildi. Sonuç: Böylece myomektominin uygulama tekniği kolaylaşmış olup; 26 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı myomektomiye ikincil kanama miktarı artışından ve operasyon süresinin uzamasından kaçınılmış oldu. Anahtar Kelimeler: Myomektomi, sezaryen, alt segment transvers insizyon lerek hastaya karyotip analizi önerilmiş fakat hasta kabul etmemiş tahliye isteminde bulunmuştur. Vajinal yolla 580 gram, uzunluğu 32 cm ve baş çevresi: 22 cm olan kız fetüs tahliye edildi. Sonuç: Holoprozensefali; 4. ve 8.haftalar arasında embriyonik ön beyin veya prozonsefali olarak adlandırılan yapının iki serebral hemisfer ve lateral ventriküle farklılaşmasında gelişimsel defekt sonucu oluşur. Orta hat fasial defektler eşik edebilmektedir. Hafif formlarında mikrosefali, mikroftalmi, okuler hipotelorizm, midfasial hipoplazi, yarık dudak ve/veya damak eşlik edebilir. Şiddetli formlarında orta fasial yarık, primitif nazal yapı, siklopi izlenebilir. Prenatal ultrasonografi ile ilk trimester da şiddetli form ve fasial defektler tespit edilebilir. Bizim olgumuzda fasial orta hat defekti olmayan semilobar holoprosensefali izlenmiştir. HPE fetuse sahip ailelere detaylı genetik danışmanlık ve sonraki gebeliklerdeki rekurrens riski hakkında ayrıntılı bilgi verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Holoprozensefali, corpus callosum agenezisi, prenatal tanı [Abstract:0136][PS-082] Yeni Pronatalist Perspektifin Kadınların Doğurganlık Özelliklerine Ve Çocuk İsteme Durumlarına Etkisi: Anadolu’dan Bir Durum Analizi Ayşe Koyun, Yeşim Ceylantekin, Dilek Öcalan Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Afyonkarahisar Amaç: Afyonkarahisar’da, bilinçli ve kendine güvenen sağlıklı bireyler ile genç nüfusun arttırılmasına destek vermek, sağlıklı doğumların artmasına ve önlenebilir bebek ölümlerinin azaltılmasına katkı sağlamak amacıyla Afyonkarahisar Valiliği tarafından Nüfus Artışı Projesi (NAP) yürütülmektedir. NAP’ın paydaşı olarak yürüttüğümüz bu çalışmamızın amacı, yeni pronatalist perspektifin Afyonkarahisar’daki kadınların doğurganlık özelliklerine ve çocuk isteme durumlarına etkisini incelemek ve durum analizi yapmaktır. Yöntem: Kesitsel araştırma tipindeki bu çalışma, 16 Mart - 30 Haziran 2015 tarihleri arasında Afyonkarahisar Aile Sağlığı Merkezleri’ne başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden, gelişigüzel örnekleme yöntemiyle seçilmiş 1342 kadın ile yürütülmüştür. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan 32 adet sorudan oluşan anket formu yardımıyla toplanmıştır. Veriler SPSS 18,0 programı kullanılarak tanımlayıcı istatistikler ve ki-kare testi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan kadınların yaş ortalaması 32,9±7,1’dir. Kadınların %26,9’unu üniversite mezunudur. Kadınların %45,2’i çalışmaktadır ve %93,9’u ekonomik durumlarını orta-iyi olarak tanımlamıştır. Yapılan istatistiksel analizde, 18-29 yaş arasındaki, ortaöğretim mezunu, serbest meslekle uğraşan, geniş ailede yaşayan, ekonomik durumu iyi olan, 30 yaş ve üzerinde evlenen, evlilik süresi 5 yıldan kısa olan, hiç gebeliği olmayan, hiç yaşayan çocuğu olmayan, ilk doğumunu 20 yaşından sonra yapan ve aile planlaması yöntemi kullanmayan kadınlar başka çocuk sahibi olmak istemektedir. Kadınlar arasında en çok başka çocuk istememe nedenleri; yeterli çocuğa sahip olmak, maddi yetersizlik ve yaş etkenidir. Ekonomik şartlar iyileştirildiği takdirde her dört kadından biri başka çocuk isteyebileceğini belirtmiştir. Sonuç: Doğurganlık seviyesinin istenilen düzeye gelmesi için sayısal sınırlar koymak yerine, nüfusun niteliksel özelliklerini arttıracak tedbirlerin alınmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Çocuk İsteme, doğurganlık, doğurganlık hızı, kadın [Abstract:0122][PS-084] Bir Heterotopik Gebelik Öyküsü: Rüptüre Ektopik Gebelik Ve Miada Ulaşan İntrauterin Gebelik Özlem Ece Başaran1, Özge Erdoğan Kunt1, Merve Erkan2, Cavit Kart1, Emine Seda Güvendağ Güven1, Süleyman Güven1 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı,Trabzon 2 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi,Radyoloji A.B.D, Trabzon Giriş: Heterotopik gebelik, iki farklı implantasyon bölgesinde eşzamanlı gebeliklerin varlığını ifade eder. Heterotopik gebelik, tahmini 30.000 gebelikte 1 görülür. Süper ovülasyon, intrauterin inseminasyon ve in vitro fertilizasyon dahil yardımcı üreme teknikleri risk faktörleridir. Olgu: 35 yaşında ilk gebeliği olan olgunun son adet tarihine göre 10 hafta 4 günlük gebeliği varken bulantı, kusma ve karın ağrısı nedeniyle başvurduğu merkezde hiperemezis nedeniyle takip edilmiş ve ağrısının geçmemesi nedeniyle over torsiyonu düşünülerek sevk edildi. Özgeçmişinde özellik yok, ailede ikiz gebelik öyküsü yoktu. Yapılan ilk değerlendirilmesinde intrauterin fetal kardiyak aktivitesi pozitif 11 hafta 5 günle uyumlu fetus ve batında yaygın hemorajik mayi izlenmiş olup sol adnekste yaklaşık 10x6 cm boyutunda heterojen hipoekoik kitlesel lezyon mevcuttu. Manyetik rezonans görüntülemesinde uterusta endometrial kavitede embriyo izlenmekte. Solda uterus süperior komşuluğunda 75x50 mm boyutunda santralinde kistik alanlar bulunan ektopik gebelikle uyumlu lezyon mevcut. Batında yaygın mayi izlenen hasta rüptüre ektopik gebelik şüphesi ile operasyona alındı. Hastaya laparotomik sol salpenjektomi yapıldı ve patoloji sonucu rüptüre tubal ektopik gebelik olarak raporlandı. Hasta 3. gününde şifa ile taburcu edildi. İntrauterin gebelik takibi sorunsuz olarak devam etti ve miadında vajinal doğumla sonuçlandı. Sonuç: Heterotopik gebelikler çoğunlukla tek başına ektopik gebeliğin aksine klinik işaretler oluştuktan sonra tanı alır. Bunun nedeni seri β-hcg ölçümü ve transvajinal ultrason gibi erken tanıda yardımcı olan tanısal yöntemlerin heterotopik gebelikte pek yardımcı olamamasındandır. Takipte kullanılabilen belirteç olmadığı için tedavide izlemin yeri yoktur. Kliniği stabil seyreden, akut batın bulgusu olmayan hasta grubunda medikal tedavi uygulanabilir. Sistemik metotreksat tedavisi fetal kardiyak aktivitesi pozitif intrauterin gebeliği olan hastalarda kontreendikedir. Bu hasta grubunda ultrasonografi rehberliğinde lokal metotreksat veya potasyum klorid uygulaması ile başarılı sonuçlar bildirilmiştir. Hemodinamisi stabil olmayan, rüptür düşülen hastada laparotomik salpenjektomi standart cerrahi yaklaşımdır. Laparoskopi hemodinamisi stabil seyreden hastalarda uygulanabilir. İlk trimestrda karın veya kasık ağrısı ile gelen her gebe mutlaka heterotopik gebelik açısından değerlendirilmelidir. Etkin tedavi ile intrauterin gebelik miada taşınarak sağlam ve sağlıklı doğurtulabilir. Anahtar Kelimeler: Akut batın, ektopik gebelik, hemoperitonium, heterotopik gebelik [Abstract:0125][PS-083] Olgu Sunumu; Fetal Yüz Orta Hat Yapıları Normal Olan Semilobar Holoprozensefalili Bir Fetusun Prenatal Tanısı Tuba Memur, Hakan Timur, Servet Çalıkoğlu, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Holoprozensefali (HP) terimi prozensefalonun bölünmesindeki bir hata sonucunda serebellar hemisferlerin ve telensefalonun diensefalondan yetersiz ayrılmasına yol açan ön beynin kompleks bir grup anomalilerini betimlemek için kullanılır. Holoprosensefali ciddiyetine göre dört ana gruba ayrılır: alobar, semilobar, lobar ve son yıllarda bu gruplamaya eklenen sintelensefalidir. Semilobar holoprosensefali de arka boynuzları olan rudimenter lateral ventriküller, yalnızca posterioru gelişen interhemisferik fissür ve falx serebri mevcudiyetiyle beraber parsıyel corpus callosum ve septum pellusidum yokluğu ile karakterizedir. Çok merkezli çalışmalarda 10.000 doğumda 1.31 prevelansa sahip HP’nin şiddetli formları yaşamla bağdaşmaz ve erken infant döneminde kaybedilirken; hafif formlar multidisipliner bir yaklaşımla genetik danışmalık verilerek takip edilebilir. Olgu: 33 yaşında G3P2Y2A0 hasta son adet tarihine göre 23 hafta 5 gün gebelik haftasında fetal kranial anomali öntanısı nedenle hastanemize refere edildi. İlk iki gebeliğinde herhangi bir patoloji öyküsü olmayan hasta ikili ve üçlü tarama testlerini yaptırmamıştı. Hastanın ultrasonografisinde mikrosefali, kavum septum pellucidi ve posterior korpus callozum yokluğu, posteriorda füzyone olan tek ventriküler yapı izlendi. Fetal yüz yapıları normal görünümdeydi. Prenatal ultrasonografik bulguların ışığında fetüsa holoprozensefali tanısı konuldu. Aileye mikrosefali, semilobar holoprozensefali, korpus callozum agenezisi hakkında danışmanlık veri- 27 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0170][PS-085] Olgu Sunumu: Fetal İntraabdominal Umblical Ven Varisi Alper Başbuğ1, Derya Başbuğ2, Mete Çağlar1, Ali Yavuzcan1, Merve Baştan1, Özge Beyazçiçek3 1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Düzce 2 Serbest Hekim, Düzce 3 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji A.B.D, Düzce Giriş: Fetal intraabdominal umbilikal ven varisi (FIUVV), 0.4-1.1/1000 arasında nadir olarak görülmektedir. Tanı ultrasonografi ile konulmaktadır. FIUVV umbilikal ven çapının 9 mm’ den fazla olduğu veya üst umbilikal venin subhepatik kısmındaki genişlemenin intrahepatik umbilikal ven çapından en az %50 fazla olduğu bir durum olarak tanımlanmaktadır. Bu raporda FIUVV olgusu sunulmuştur. Olgu: Kliniğimizde takip edilen 29 yaşında hastanın öyküsünde G1,P0, bilinen kronik hastalığı yok. 20. Gebelik haftasında yapılan muayenede, renkli dopler görüntülemesinde türbülanslı akış izlenen 10mm çapında fetal intra-abdominal umbilikal ven dilatasyonu izlendi. Eşlik eden ek anomali izlenmedi. Ultrasonografik incelemede, gri skala görüntülemede transvers kesitte karaciğerin alt kesiminde 7 mm genişliğindeki ekoik olmayan dilatasyonun, oblik kesitte umblikal ven ile devamlılık gösterdiği gözlendi. FIUVV çapı dışçap-iççap olarak umbilikal venin fetal abdomen girdiği yerden ölçüldü. Renkli Doppler incelemede bu alanda renkle tam bir dolumun izlenmesi ve spektral Doppler analizi ile variköz segmentte venöz akım saptanması ile FIUVV tanısı konuldu. Gebelik takibi 2 hafta aralıklarla yapıldı. Takiplerinde fetal gelişim kısıtlılığı izlendi. 32. Gebelik haftasında FIUVV çapı 12mm izlendi. Hasta şu anda 34 haftalık gebe, takibi devam etmektedir. Sonuç: FIUVV nadir rastlanan bir fetal vasküler anomalidir. Yapılan çalışmalara göre izole olarak saptanması durumunda gebelik prognozu iyidir. Dilatasyon çapındaki artışı ve trombus varlığını değerlendirmek için 3. Trimesterde ultrason takibi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Umbilikal ven varisi, fetal varis olup, gebelik ile ilgili bazı özelliklerin bağlanmayı etkilediği saptanmıştır. Bu doğrultuda gebelerin bağlanma düzeylerine etki eden faktörlerin bilinmesi ve bunlara yönelik gerekli girişimlerin planlanması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Prenatal, anne, bebek, bağlanma [Abstract:0219][PS-086] Gebelerin Anne Bebek Bağlanma Durumları Ve İlişkili Faktörlerin İncelenmesi Derya Şahin1, Aysel Topan2, Tülay Kuzlu Ayyıldız2, Fatma Göksu3 1 Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yüksek Riskli Gebe Kliniği, Ankara 2 Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.B.D, Zonguldak 3 Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Dermatoloji ve Fizik Tedavi Kliniği, Zonguldak Amaç: Doğum öncesi dönemde bağlanma, anne-bebek arasında kurulan kendine özgü ilişkiyi ifade eden duygusal bir bağdır. Araştırma, gebelerde prenatal anne bebek bağlanma düzeyleri ile ilişkili faktörleri belirlenmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı tipte olup, 01.08.2015-01.10.2015 tarihleri arasında Dr. Zekai Tahir Burak Eğitim Araştırma Hastanesi riskli gebelik servisinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini belirtilen tarihlerde araştırmaya katılmayı kabul eden 351 gebe oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak, katılımcı bilgi formu ve prenatal bağlanma envanteri kullanılmıştır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde istatistiksel analizler kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada, gebelerin yaş ortalamasının 28.6 ±6.4 (17-49) olduğu, gebelerin %33’ünün lise mezunu ve %80.6’sının çalışmadığı saptanmıştır. Gebelerin gebelikle ilgili özellikleri incelendiğinde; gebelerin % 25.1’inin kronik hastalığının olduğu ve sürekli ilaç kullandığı, % 81.8’inin isteyerek gebe kaldığı, % 5.4 ‘ünün gebeliğini sonlandırmayı düşündüğü, gebelik sayısının ortalama 2.4±1.45 (1-8 ) olduğu ve % 27.1’inin planlanmış bir gebelik olduğu saptanmıştır. Kadınların gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı, gebe olduğunu öğrenince hissettikleri, gebe kalma isteği ve gebeliği sonlandırma düşüncesi, ile prenatal bağlanma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Bağlanmış bir anne adayı doğmamış bebeğinin kendisiyle ilişki kurduğuna, onun ayrı bir birey olduğunu bebeğin gelişmesi için kendine bağımlı olduğunu bilmektedir. Araştırmaya katılan kadınların prenatal bağlanma envanteri puan ortalaması 63.68±1.04 (21-84) saptanmış 28 [Abstract:0272][PS-087] Uterin Anomali, Tekrarlayan Erken Doğum Ve Fetal Prezentasyon İlişkisi Gökhan Gönen1, Yaşam Kemal Akpak2 1 Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Kocaeli 2 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara Giriş: Konjenital uterin anomaliler, embriolojik gelişim sırasında mezonefrik kanalların gelişimsel bozukluklarının neden olduğu müllerian kanal malformasyonlarıdır. Tekrarlayan gebelik kayıpları, prematürite, infertilite, prezentasyon anomalileri gibi artmış maternal ve fetal komplikasyonlar ile ilişkilidirler. Uterus unikornis, müllerian kanallardan birinin gelişmemesi sonucu oluşur. Hastamız 30 yaşında olup erken gebelik kaybı, tekrarlayan erken doğumu, tekrarlayan prezentasyon anomalisi ve sezeryan doğumları öyküsü ile uterus unikornis anomalisinin neden olabileceği komplikasyonlara örnek olması açısından sunmayı amaçladık. Olgu: Hasta 30 yaşında gravida 4 parite 2 abortus 1 olup yaşayan 2 çocuğu bulunmaktaydı. Hastanın 32 ve 35 hafta olmak üzere iki erken doğum ve iki sezeryan doğumu mevcuttu. Hastanın ilk gebeliği ilk trimester spontan abortus ile sonuçlanmış, ikinci gebelikte ise 32 hafta gebe iken primipar makat ve erken doğum eyleminin başlaması endikasyonu ile sezeryan doğum yapmıştır. Üçüncü gebelikte 35. haftada erken doğum eylemi nedeniyle sezeryan doğum öyküsü mevcuttu. Hasta 4. gebeliğinde son adet tarihine göre 35 hafta gebe iken erken doğum eylemi ön tanısıyla kliniğimizde yatırılarak takip ve tedavisi yapılmaktaydı. Hastanın fetal biyometrik ölçümleri 35 hafta ile uyumlu ve makadi prezantasyonda idi. Ağrılarının artması ve erken membran rüptürü gelişmesi nedeniyle acil sezeryan doğuma alındı. Phanennstiel insizyonla batına girildi. Base transversalis Munro Kerr insizyonla uterusa girilmesini takiben apgarı 8/10 olan makadi prezentasyonda tek canlı fetüs doğurtuldu. İntraoperatif inspeksiyonda uterus unikornus hali mevcuttu (Resim 1-2). Uterus sol lateralde yoğun variköz damarlanma mevcuttu (Resim 3). Rudimenter horn varlığı ayırt edilemedi. Sonuç: Uterus unikornusun genel populasyonda görülme oranı 4020’de bir olup tekrarlayan gebelik kaybı olan infertil hastalarda görülme oranı daha fazladır. Son yayınlarda uterus unikorniste ektopik gebelik oranı %2,7, ilk trimester abort oranı %24,3, preterm doğum oranı %20,1, intrauterin ölü doğum oranı %10,5 ve canlı doğum oranı %49,4 olarak tespit edilmiştir. Uterus unikornis anomalisinin kötü obstetrik sonuçlarla birliktelik gösterdiği görülmektedir. Bu nedenle hastaların yüksek riskli gebelik statüsünde değerlendirilmesinin uygun olduğu değerlendirilmektedir. Anahtar Kelimeler: Uterin anomali, acil sezeryan doğum, prezentasyon anomalisi, erken doğum, erken membran rüptürü [Abstract:0224][PS-088] Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesinde Sezaryen Sonrası Gelişen Cerrahi Alan Enfeksiyonlarının Yıllara Göre Dağılımı Yasemin Dursun Güler, Belgin Erdoğan, Serpil Ünlü, Esra Ercan, Meral Göktaş Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Zekai Tahir Burak kadın sağlığı eğitim araştırma hastanesinde sezaryen sonrası gelişen cerrahi alan enfeksiyonlarının yıllara göre değerlendirmiştir. Yöntem: Hastalar sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon gelişimi açısından aktif sürveyans ve retrospektif sürveyans yöntemiyle CDC (Centers for Disease Control and Prevention) kriterlerine göre tanı konularak değerlendirilmiştir. Hastalara insizyon yerinin temiz ve kuru tutulmasını sağlamak ile ilgili eğitim verilmiştir. Sezaryen sonrası cerrahi alan enfeksiyonlarının gelişimini önlemek için insizyon yerinin takibi; hematom, şişkinlik, ağrı gibi bulguların ortaya çıkması halinde ve rutin kontrol için 10 gün sonra doğum sonrası kontrol polikliniğine başvurmaları istenmiştir. 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Bulgular: 2012-2014 yıllarında hastanemiz doğum sonu kliniklerinin ve doğum sonrası kontrol polikliniği ile acil servisine başvuruları sırasında, sezaryen sonrası gelişen cerrahi alan enfeksiyon tanısı konulan vakalar tablo 1 de sunulmuştur. Sonuç: Bu çalışma sonucunda yara yeri bakımı ve enfeksiyon gelişimini önlemek için verilen eğitimin etkinliğinin değerlendirilmesinin uygun olacağı görüşündeyiz Anahtar Kelimeler: Enfeksiyon, sezaryen, cerrahi alan [Abstract:0188][PS-089] Fetal Over Kisti: Olgu Sunumu Efser Öztaş, Sibel Özler, Ali Özgür Ersoy, Ali Turhan Çağlar, Nuri Danışman Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Perinatoloji Kliniği Ankara, Türkiye Giriş: Fetal over kistleri, fetal intrauterin kitlelerin en sık görülenidir. Fetal over kisti, genellikle ileri gestasyonel haftalarda ve gestasyonel diyabet, preeklampsi gibi çeşitli maternal komplikasyonlar ile ortaya çıkmaktadır. Canlı doğumlarda insidansı 1/2500 dir. Etiyolojisinde maternal ve fetal hormonlar sorumlu tutulmaktadır. Sıklıkla fonksiyonel kistler olup büyük çoğunluğu doğum sonrası ya da intaruterin hayatta kendiliğinden kaybolmaktadır. Ultrasonografide kist içeriği homojen izlenen kistler “basit over kisti”; kist içeriği heterojen, içerisinde septa ve debris içeren kistler “komplike over kisti” olarak adlandırılmaktadır. Basit over kistleri intrauterin torsiyon ya da kist içerisine hemoraji gelişimde komplike over kisti haline dönüşebilmektedir. Biz burada gebeliğinin 3. trimesterinde komplike over kisti saptanan ve antenatal takiplerinde regresyona uğrayan fetal over kisti olgusu sunmaktayız. Olgu:28 yaşında G3P2Y2 olan hastanın antenatal takipleri sırasında kız fetusta 31 gebelik haftasında sağ overde komplike kist saptandı. Hastadan alınan anamnezde antenatal takiplerinde fetusta herhangi bir patolojiye rastlanmamış ve tarama testleri normal sınırlar içinde değerlendirilmiştir. Hastanın yapılan ultrasonunda gestasyonel haftası ile uyumlu tek canlı kız fetusun sağ overden kaynaklanan yaklaşık 55*40 mm içerisinde septalar bulunan hiperekojen kompleks folikül kisti saptandı. Overin kanlanması normal olarak izlendi (Şekil 1). Hasta iki hafta aralarla antenatal takiplerinde ultrason ile değerlendirildi, takipleri sırasında kist çapı giderek azaldı (şekil 2) ve doppler bulgularında hiçbir değişiklik saptanmadı. 39 gestasyonel haftada sezeryan ile doğurtulan fetusun yapılan ultrasonunda yaklaşık 15*20 mm gerilimi kaybetmiş hiperekojen hemorojik kistle uyumlu görünüm izlendi. Yenidoğan dönemindeki takiplerinde takiplerinde tamamen regrese olduğu görüldü. Anahtar Kelimeler: Fetal over kisti, fetal intraabdominal kitle, ultrasonografi [Abstract:0184][PS-090] Adenomyozisin Preoperatif Tanısında Nötrofil Lenfosit Oranının Rolü Mehmet Keçecioğlu1, Aytekin Tokmak1, Esma Sarıkaya1, Tuğban Seçkin Keçecioğlu1, Burak Akselim2, Sezen Bozkurt Köseoğlu3, Burcu Kısa Karakaya1 1 Ankara Dr.Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 3 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Adenomyozis, endometrial bez ve stromasının derin myometrial doku içerisinde yer alması olarak tanımlanmakta, gerçek tanı ise ancak patolojik olarak konulabilmektedir. Kliniğe dayalı olarak adenomyozis tanısının konulabilmesinin literatürde %2.6-%26 gibi oldukça düşük oranda olduğu belirtilmektedir. Operasyon öncesi gereksiz müdahaleleri önlemek veya cerrahi dışı alternatif tedavi yöntemlerini değerlendirmek açısından gerçek tanıyı koyabilmek oldukça önem kazanmaktadır.Adenomyozis histopatolojik ve klinik bulguları ile endometriozise yakın özellikler göstermektedir.Her iki durumdada sitokin dengesinin inflamatuar yönde değiştiğini gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Literatürde endometriozisin sistemik inflamatuar prosesine bağlı olarak nötrofil lenfosit oranının(NLO) artığını gösteren birçok çalışma yapılmıştır.Biz bu çalışmamızda NLO’nun adenomyozisin preoperatif tanısındaki yerini ve adenomyozisin sistemik inflamatuar etkisini araştırdık. Yöntem: Çalışmamız retrospektif karşılaştırmalı bir çalışma olarak tasarlandı.Opere olup patoloji sonucunda adenomyozis dışında ek patolojisi(adneksiyal kitle,endometriozis,myoma uteri,endometrial polip gibi) olmayan 72 perimenopozal hasta çalışma grubunu oluşturdu.Desensus uteri,disfonksiyonel uterin kanama gibi nedenlerle opere olup patolojisinde normal bulgular izlenen 100 perimenopozal hasta kontrol grubunu oluşturdu. Hastalar retrospektif olarak tarandı.Her bir olgu için hasta dosyalarından kaydedilen parametreler şu şekildeydi yaş,obstetrik özellikler,Hb,Nötrofil,lenfosit,platelet,MPV,FSH,Ca125,NLO Bulgular: 172 hastanın dahil edildiği bu çalışmamızda ortalama gebelik sayısı (P<0,05) çalışma grubumuzda istatistiksel anlamlı olarak yüksek bulundu.Yaş,nötrofil,lenfosit,platelet,FSH,Ca125 değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark izlenmedi.NLO çalışma grubunda (2,3±1,4) kontrol grubundan (2,1±1,0) daha yüksek bulunmasına rağmen aralarında istatistiksel anlamlı fark izlenmedi. Sonuç: Sistemik inflamasyonun basit ve kolay uygulanabilir bir biyolojik belirteci olan NLO’nun adenomyozisin preoperatif tanısına katkı sağlamadığını düşünmekteyiz.Bu durum adenomyozisin daha çok lokal bir inflamatuar süreçle ilişkisi olmasından kaynaklanıyor olabilir.NLO’nun adenomyozisteki tanısal değeri ile ilgili ileri araştırmalara gerek vardır. Anahtar Kelimeler: Adenomyozis, nötrofil lenfosit oranı [Abstract:0268][PS-091] Dermoid Kist Tanısında Tümör Belirteçlerin, Tümör Çapı Ve Ultrasonografik Özellikleri İle İlişkisi Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Emre Özgü, Aytekin Tokmak, Burcu Kısa Karakaya, İrem Güler Özgür, Nilay Kandemir Özcan, Serra Akar Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Jinekoloji Kliniği, Ankara Amaç: Dermoid kisti olan hastalarda, preoperatif tümör belirteçlerin dermoid kistin tanısı, çapı ve ultrasonografik özellikleri ile ilişkisini saptamak. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Jinekoloji kliniğinde 2010-2015 tarihleri arasında over kisti nedeniyle ameliyat edilen 1000 hasta retrospektif olarak tarandı ve dermoid kist tanısı alan 111 hasta incelendi. Hastaların yaşları, serum alfa-fetoprotein, CA 125, CA 19-9, CEA, CA 15-3 değerleri, ultrasonografik kitle çapı ölçümleri ve gerçek tümör çapları kayıt edildi. Serum tümör belirteç değerleri ile ultrasonografik ve gerçek tümör çapı arasında muhtemel bir ilişki saptama amacıyla, Pearson korelasyonları kullanıldı. Bulgular: Dermoid kist tanısı alan 111 hastanın yaş ortalaması 39,42 ± 9,79 idi. Hastaların ortalama kist boyutu 5.44 cm ± 2.5 olarak saptandı. Korelasyon analizinde tümör boyutu ile tümör belirteçleri arasındaki bağlantı incelendiğinde sadece CA 125 ile tümör boyutu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir bağlantı saptandı (r =0,272 p<0,005). Kitlelerin ultrasonografik özellikleri ile tümör belirteçleri ve tümör çapı arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı. Sonuç: Dermoid kistlerin tanısında tümör belirteçlerinin yerini incelemeyi amaçladığımız bu çalışmada dermoid kistlerde spesifik olarak artan bir tümör belirteci saptayamadık. Tümör belirteç seviyelerinin kitle çapı ve kitlelerin ultrasonografik özellikleri ile bir bağlantısı belirlenemedi. Serum CA 125 değerleri ile tümör boyutu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir bağlantı saptandı ancak dermoid kistin preoperatif tanısı için CA 125’ten ziyade halen en sağlıklı yöntemin yapılan ultrasonografide gözlenen hiperekojenik kist içeriği olduğunu düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Dermoid kist, tümör belirteçleri, ultrasonografi [Abstract:0172][PS-092] Fetal Over Kist Torsiyonu: Antenatal Takip Ve Yönetimi Necip Cihangir Yılanlıoğlu1, Altuğ Semiz1, Yaşam Kemal Akpak2, Nüvit Sarımurat3, Ercan Tutak4, Yasemin Çekmez5, Meltem Özben6 1 Memorial Şişli Hastanesi, Fetal Tıp Ünitesi, İstanbul 2 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 3 Memorial Şişli Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği, İstanbul 4 Memorial Şişli Hastanesi, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul 5 Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul 6 Özel Balat Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul 29 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Giriş: Fetal hastalıklara antenatal olarak tanı konulması, fetüs sağlığı ve sağ kalımı açısından son derece önemlidir. 2 cm’nin altında normal kabul edilmekle birlikte ultrasonografik takiplerle sürekli değerlendirme gerektirmektedir. Bu olgu sunumunda antenatal dönemde tespit edilen torsiyone fetal over kistinin literatür eşliğinde yönetimini değerlendirmeyi amaçladık. Olgu: 40 yaşında olan hastanın 2. gebeliği olup daha önce 1 sezaryen doğum öyküsü mevcuttu. Başka merkezde yapılan 2. düzey ultrasonografisi dahil antenatal takiplerinde herhangi bir anomali saptanmamış ve normal sınırlarda değerlendirilmişti. 35+2 haftalık gebe iken yapılan obstetrik ultrasonda tahmini fetüs ağırlığı 2780 g, mide lojunun altında sol adenksial alanda yaklaşık 4x3 cm çapında heterojen ekojenitede over kisti izlendi (Resim 1). Doppler ultrasonografi ile değerlendirilen kitlede şüpheli-zayıf akım izlendi. Karın çevresi (AC) ölçümünün 1 hafta ileride bulunmasından başka özellik veya normal dışı durum tespit edilmedi. Fetal over kist torsiyunu ön tanısı konuldu. Doppler akımda belirgin azalma izlenmesi nedeniyle overi kurtarabilmek için aileye sezaryen seçeneği sunuldu. Ailenin sezaryen kararı üzerine çocuk cerrahisi de bilgilendirilerek sezaryen doğum uygulandı. 2790 g ağırlığında bir kız bebek doğurtuldu. Bebeğe doppler ultrason uygulandı ve intrauterin bulguların aynısı izlendi. Bebek opere edildi. Sol adneksial alanda torsiyone over kisti ve adneks izlendi (Resim 2). Kist detorsiyone edildi. Rengi düzeldi. Kapsülünden sıyrılarak patolojiye yollandı. Tuba ve overin yeniden kanlandığı izlenerek batın kapatıldı. Bebek postopertaif 1 gün yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlendi. Takiben servise alındı ve 2 gün sonra sağlıkla taburcu edildi. Patoloji raporu kalsifiye, eski kanama ve fibrin içeren, torsiyone over kisti olarak raporlandı. Postoperatif 7. gün transabdominal ultrason ile over dolaşımı ve yapısı normal izlendi. Sonuç: Ovaryan kistlerin prenatal ve postnatal yönetimi hala net değildir. Cerrahi müdaleyide, bekle-gör taktiğiyle ultrason ile izlemide etkin ve makul bulanlar mevcuttur. Sonuç olarak, fetal over kistleri kendi kaybolabilen patolojiler olsa da yakın olarak takip edilmeli, yapıları ve boyutlarındaki değişime göre ekspektan veya cerrahi yöntem belirlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Fetal over kisti, prenatal tanı, fetal abdominal kitle, ultrason taraması, over torsiyonu [Abstract:0155][PS-093] Mpv Primer Dismenore Şiddetini Belirleyen Bir Belirteç Olabilir Mi? Suna Kabil Kucur1, Ali Seven1, Kadriye Beril Yüksel1, Halime Şencan1, İlay Gözükara2, Nadi Keskin1 1 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya 2 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya Amaç: MPV trombosit fonksiyon ve aktivitesini gösteren ve tam kan sayımından kolayca elde edilebilen bir parametredir. Çeşitli inflamatuar hastalıklarda hastalık aktivitesiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda primer dismenoreli (PD) hastalarda dismenorenin şiddetiyle MPV değeri arasındaki ilişkiyi araştırdık. Yöntem: Bu prospektif kesitsel çalışma Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi hastanesi jinekoloji polikiniğinde primer dismenore tanısı almış 67 hasta ile 38 sağlıklı kontrolü içermekteydi. Çalışma grubunda 16 orta ve 39 ciddi PD hastası mevcuttu. Tam otomatize tam kan sayımı cihazı ile EDTA’ lı tüpe alınmış venöz kanlarda hemogram parametreleri menstrual siklusun ilk dört gününde ölçüldü. Ağrının skorlanması için VAS (visual anolog skala) kullanıldı. VAS soldan sağa 100 mm olan bir skaladır. Buna göre ağrının şiddeti hafif (<40mm), orta (40-60mm) ve ağır (>60mm) olarak gruplandırıldı. Gruplar yaş, vücut kitle indeksi, hemoglobin konsantrasyonu ve parite bakımından benzerdi. İstatistiksel çalışma için SPSS 15.0 kullanıldı. Niceliksel değişkenler arasındaki farkı değerlendirmek için bağımsız iki örnek t-testi kullanıldı. P<0.05 istatistiksel anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışma ve kontrol grubu arasında MPV değerleri bakımından istatistiksel anlamlı bir fark izlenmedi (p> 0.05). Fakat, MPV değerleri ciddi dismenore grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (p: 0.04). Diğer hemogram parametreleri gruplar arası benzerdi (p> 0.05). Sonuç: Çalışmamızda ciddi PD’de kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük MPV değerleri izlendi. Trombositlerin ciddi PD’nin patogenezindeki rollerini ortaya koyabilecek çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Primer dismenore, mean platelet volume, mpv, pelvik ağrı [Abstract:0308][PS-094] Adölesan Annelerin Emzirme Oranları ve Bunu Etkileyen Faktörler Elif Yılmaz1, Zehra Yılmaz2, Selma Mahmutoğlu1, İsmail Burak Gültekin1, Banu Seven1, Osman Fadıl Kara1, Tuncay Küçüközkan1 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Bu çalışma primipar adölesan annelerin 6. ay sonunda emzirme oranlarını ve emzirmelerini etkileyen faktörleri incelemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışmaya Nisan-Ağustos 2015 tarihleri arasında Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Jinekoloji Polikliniğine başvuran ve yaşayan bir çocuğu olan adölesan (<=19 yaş) 150 hasta dahil edildi. Hastaların obstetrik öykülerini, demografik özelliklerini, emzirme ile ilgili verilerini içeren anket formu araştırmacı tarafından yüzyüze görüşülerek dolduruldu. Birden fazla doğumu olan, gebeliği esnasında ciddi komplikasyon yaşayan, intrauterin gelişme geriliği olan, preterm ve prematür doğum yapan anneler çalışma dışında bırakıldı. Hastaların bebeklerini ilk 6 ay sadece anne sütü ile besleme oranları ve bunu etkileyen faktörler incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS-15 programı kullanıldı. Frekanslar, ortalama, standart sapma, minimum, maksimum değerler hesaplandı. Karşılaştırmalar X² testi ile yapıldı. Önemlilik düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışma grubundaki adölesanların yaş ortalaması 17.6±1.20 (min. 15.0-max. 19.0) idi. %71.3’ü ilköğretim mezunu iken, %28.7’si lise mezunu idi. %85’i ev hanımı idi. %92.7’sinin sağlık güvencesi vardı. %82.9’u gebelikleri süresince düzenli, %9.1’i düzensiz olarak takiplerine gelmişken, %8’i takipsiz gebelikti. %75.3’ü istenen gebelikti. Hastaneden taburcu olmadan emzirmeye başlama oranları %97 iken, 6. ayın sonunda sadece anne sütü ile beslemeye devam edenlerin oranı %38.2 olarak bulundu. 6. Ayın sonunda emziren (grup 1) ve emzirmeyen gruplar (grup 2) karşılaştırıldığında emziren grupta eğitim seviyesi, gebelikte düzenli takip, istenen gebelik ve gebelikte emzirme eğitimi alma oranları istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek, emzik-biberon kullanma ve çalışma oranları anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Emzirmeye başlama ülkemizde yaygın olmasına rağmen sadece anne sütü ile beslenme yeterli düzeyde değildir. Adölesan annelerin, gebelikten itibaren anne sütünün yararları konusunda bilgilendirilmesi ve yeterli bir emzirme eğitimi verilmesi, ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmenin devamlılığı açısından gereklidir. Anahtar Kelimeler: Adölesan, emzirme [Abstract:0091][PS-095] OHVIRA Sendromu ve Rekürren Hematokolpometra: Vaka Sunumu Zeynep Aslı Oskovi, Hüseyin Yeşilyurt, Meryem Kuru Pekcan, Aytekin Tokmak Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş:Konjenital uterin anomalilerin prevalansı genel populasyonda %6,7 olarak bildirilse de, infertil ve rekürren gebelik kaybı olanlarda bu oran daha yüksektir. Ayrıca renal anomaliler ve uterus didelfis arasında güçlü bir ilişki olduğu bilinmektedir. Duplike uterus, obstrükte vajinal septum ve aynı tarafta renal anomali birlikteliği OHVIRA (Obstructed hemivagina- ipsilateral renal anomaly) sendromu olarak adlandırılan bir mülleryan gelişim bozukluğudur. Oldukça nadir görülen bu sendrom ile ilgili literatürde sınırlı sayıda olgu sunumu mevcuttur. Olgu:18 yaşında virgo hasta pelvik ağrı şikayeti ile kliniğimize yatırıldı. Fizik muayenesinde abdominal hassasiyet ve pelvik kitle saptandı. Ultrasonografide bikornu uterus, sağ tarafta 197x80mm boyutunda hematometra ve hematokolpos ile uyumlu görünüm ve yine sağda 55x43 mm hematosalpinks izlendi. CA-125 = 553 U/mL, CA 15-3 = 73 U/mL idi. Bilateral grade II-III hidronefroz ve IVPde non-fonksiyone displastik sağ böbrek izlendi. Hasta adneksiyal kitle ve akut batın ön tanıları ile laparotomiye alındı. Gözlemde çift uterus mevcuttu, 24 hafta cesamette sağ uterin horn ve sağ hematosalpinks izlendi. Hymenotomi sonrası transvajinal muayenede tek serviks izlenmesi üzerine, vajinal septum varlığından şüphelenildi ve OHVIRA sendromu düşünüldü. Sağ uterin horn rezeksiyonu ve salpinjektomi yapıldı, vajinal septum rezeksiyonu için hasta menstrüel dönemde çağrıldı. Operasyon sonrası takibe gelmeyen hasta 10 ay sonra hematokolpometra ve hidroüreteronefroz ile tekrar başvur- 30 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı du; vajinal septum rezeksiyonu yapılıp foley kateter yerleştirilerek drenajı sağlandı. Postop ikinci ve dördüncü yılında reobstruksiyon nedeniyle hematokoplometranın tekrarlaması üzerine tekrar vajinal septum açılması, marsupyalizasyonu ve kateterizasyon ile hematom drenajı ihtiyacı oldu. Sonuç:OHVIRA sendromunun heterojen ve kompleks yapısı nedeniyle en başta tanınması zor olabilir. Vajinal septum rezeksiyonu için septumun yüksekte yer alması, adölesanların dar vajenlerinde müdahale güçlüğü gibi faktörler, rezeke edilen septumun tekrar obstrüksiyonuna neden olabilir. Jinekolog, pediatrist ve ürologların farkındalığı ve erken tanı ile multidisipliner yaklaşım ve yakın takip anatomik distorsiyon ve infertilite ve renal hasar gibi olası komplikasyonların önlenmesi açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: Mülleryan anomali, ohvıra sendromu, hematometra, hematokolpos [Abstract:0201][PS-096] Çok Yüksek Ca 19-9 Yüksekliği İle Seyreden Borderline Over Tümörüne Klinik Yaklaşım Mustafa Ulubay1, Mehmet Ferdi Kıncı1, Mustafa Öztürk3, Ulaş Fidan1, Uğur Keskin1, Güzin Deveci2, Müfit Cemal Yenen1 1 GATA Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara 2 GATA Tıp Fakültesi, Patoloji A.B.D, Ankara 3 Etimesgut Asker Hastanesi, Ankara Giriş: Başlıca pankreatikobiliyer sistemin malign hastalıkları olmak üzere çeşitli over kanserlerinde de yükselebilen CA 19-9 düzeyleri her zaman agresif maligniteyi düşündürmeyebilir. Preoperatif olarak Ca 19-9 seviyesinin 19024 U/ml olduğu ve patoloji sonucu borderline over tümörü saptanan hastamıza yaklaşımımızı sunuyoruz. Olgu: 32 yaşında Gravidası 0 olan hasta karında karın ağrısı nedeniyle polikliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde ve soygeçmişinde özellik arz eden durum yoktu. Transvaginal ultrasonografisinde sol overde yaklaşık 6 cmlik hetorojen vasıfta, yer yer septasyon izlenen kalın cidarlı kistik kitle izlendi. Yapılan biyokimya tetkikleri normal aralıkta saptandı. CA-125 değeri 104,9 U/ml, CA-19-9 değeri 19024 U/ml; CEA 1.04 U/ ml, AFP 1.4 U/ml, CA-15-3 13.1 U/ml olarak saptandı. Hastaya laparoskopik tümöral ovaryan kist eksizyonu işlemi yapıldı. Patoloji sonucu borderline müsinöz tümör olarak raporlandı. Hastanın fertilite beklentisi nedeniyle ek bir tedaviye gerek görülmedi. Operasyondan yaklaşık 6 ay sonra yapılan kontrol muayenesinde CA-125: 9.8 U/ml, CA-19-9: 16.41 U/ml olarak raporlandı. Hasta gebelik planlamaktadır. Sonuç: Tümör belirteçleri, birçok kanserde malignite taramasının yapılması, tanısının konulması ve prognozun belirlenmesi için kullanılmaktadır. CA-125, CA-19-9, CEA, AFP, B-HCG jinekolojik malignitelerde tümör belirteci olarak kullanılmaktadır. Borderline over tümörleri epitelyal over tümörlerinin yaklaşık %15’ ini oluşturur. En sık görülme yaşı 30-50 arasındadır. En sık başvuru şikayeti karın ağrısıdır. Tanı için sıklıkla CA-125 kullanılır ve yüksek saptanır. Bizim vakamızda ise CA-199: 19024 U/ml, CA-125: 104 U/ml olarak saptanmıştı. Borderline over tümörlerinin temel tedavisi cerrahidir. Postmenapozal vakalarda Total abdominal histerektomi bilateral salpingooferektomi (TAH-BSO) seçeneği uygundur. Fertilite isteği olanlarda ise uterus ve kontrolateral over korunabilir. Seröz over tümörleri daha yüksek sıklıkta rekürrense sahiptir. Fakat yapılan çalışmalarda kistektomi gibi konservatif yaklaşımlarda rekürrens oranı TAH-BSO yapılan vakalara daha yüksek saptanmıştır. Bu şekilde akut batın ile kendini gösteren vakalarda operasyon öncesi hastanın gebelik isteği, yaşı, kitlenin durumu, rekürrens riski göz önüne alınarak bilgilendirilmeli ve en uygun karar klinisyen ile birlikte alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: Tümör belirteci, borderline over tümörü, fertilite koruyucu cerrahi bozan, medikal yardım gerektirecek kadar şiddetli nonsiklik ağrı olarak tanımlanır.Etyolojide genellikle gastrointestinal veya genitoüriner sistem organlarından köken alan visseral ağrılarla pelvik kemik, kas, ligament ve fasyalardan köken alan somatik ağrılar yer almaktadır.KPA jinekoloji kliniklerinde en çok karışıklıklara, yanlış tanı/tedaviye ve hasta memnuniyetsizliğine yol açan bir semptomdur.İnterstisyel sistit (İS), mesanenin sebebi bilinmeyen kronik inflamatuar bir hastalığıdır.Çoğunlukla 40 yaş civarındaki kadınlarda dizüri, noktüri, pollaküri ve şiddetli suprapubik ağrı ile karakterize hastalık değişik derecelerde morbiditeye yol açabilmektedir.Tanımlanmasının üzerinden yaklaşık 50 yıl geçmesine rağmen halen tanısı oldukça zor ve tedavisi palyatif bir hastalıktır.Bu sunumda KPA ile gelen atipik klinik prezentasyonlu bir İS olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu: 38 yaşında (G3P3) hasta KPA şikâyeti ile başvurdu. Anamnezinde yaklaşık bir yıldır alt karın bölgesinde yerini tam olarak lokalize edemediği kramp tarzında ağrı tarifleyen hastanın ağrısının non siklik olduğu ve beraberinde menstrüel düzensizliğinin bulunduğu belirlendi.Eşlik eden disparoni, lökore, gastarointestinal semptomlar ile dizüri ve pollaküri gibi ürolojik şikâyetlerinin olmadığı anlaşıldı.Daha önce genel cerrahi, nöroloji, fizik tedavi gibi farklı disiplinler tarafından değerlendirildiği, ancak tanı konulamadığı öğrenildi.Geçirilmiş umblikal ve lumbal disk hernisi dışında operayonu olmayan hastanın abdominopelvik muayenesinde suprapubik hassasiyet dışında patoloji saptanmadı.Ultrason ve kan tetkiklerinde anlamlı bir patoloji bulunmayan hastanın idrar tetkikinde mikroskopik hematüri ve lökositüri (12 erirosit, 18 lökosit) izlendi. CVS ve pipelle sonucu normal olarak raporlanan hastadan alınan servikal ve idrar kültürlerinde üreme olmadı.Tanısal laparoskopi öncesinde üroloji konsültasyonunda belirgin ürolojik şikayeti olmamasına rağmen eş zamanlı sistoskopi önerildi.Laparoskopide intraabdominal patoloji gözlenmedi.Sistoskopide mesane mukozası ileri derecede vaskülarizeydi, hiperemik ve ödemli mukozal alanlar izlendi (Resim 1).Mesane biyopsi sonrası histopatolojik tanı kronik İS oldu.Hasta antibiyotik ve antienflamatuar tedavi ile ürolojik takibe alındı. Sonuç: KPA şikâyeti ile başvuran ve jinekolojik patoloji saptanmayan hastalarda tipik ürolojik şikâyetleri olmasa da kronik İS akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Kronik pelvik ağrı, intersitisyel sistit, atipik klinik prezentasyon [Abstract:0280][PS-098] Tubaovaryen Abse Nedeniyle Hastaneye Yatışı Yapılan Hastaların Servikal Kültür Sonuçlarının Değerlendirilmesi Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Nurten Tarlan, Orhan Aksakal, İlker Gülbaşaran, Okan Yenicesu, Emre Özgü, Aytekin Tokmak, Salim Erkaya Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Jinekoloji, Ankara Amaç: Kliniğimizde TOA nedeniyle hastaneye yatışı yapılan hastaları retrospektif olarak araştırarak servikal kültür sonuçlarını, laboratuar sonuclarını, uygulanan tedavi yöntemlerini incelemektir. Yöntem: Aralık 2010- Agustos 2015 tarihleri arasında hastanemiz jinekoloji servisine yatırılan 94 hasta retrospektif incelendi. Hastaların demografik özellikleri, servikal kültür sonuçları, enfeksiyon markerları, abse çapları, medikal ve cerrahi tedavi gereklilikleri, rahim içi araç kullanımları kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda 94 hastanın yaş ortalamaları 38,2 idi. Bu hastaların %95,7’si multipar idi. Beş tanesi postmenopozal dönemde idi. RİA kullanım prevalansı %25,5 idi. Hastaların %61,7’ sinin servikal kültür sonuçlarında üreme olmadı. En çok %17,0 Escherichia coli izole edildi. Lökositoz %51,0, CRP yüksekliği %87,2 hastada mevcut idi. Ultrason ile tespit edilen ortalama kitle çapları 6,14 santimetre idi. Bu hastaların %34’ ü medikal tedavi edilirken, %65,9’ una cerrahi tedavi uygulandı. Sonuç: TOA hestaneye yatış gerektiren, morbidite oranı yüksek,azalmış fertilite oranlarına neden olabilensık ve ciddi jinekolojik hastalıklarda birisidir. Bu yüzden erken tanı ve tedavi oldukça önemlidir. TOA reprodüktif çağdaki multipar, RİA kullanan hastalarda daha sık görülmekte ve cerrahi tedavi daha sık uygulanmaktadır. Bu hastaların servikal kültürlerinde en sık izole edilen mikroorganizma E.coli olmakla beraber genellikle servikal kültürlerde ajan izole edilememektedir. Anahtar Kelimeler: Tubaovaryen abse, servikal kültür, pelvik inflamatuar hastalık, rahim içi araç [Abstract:0223][PS-097] Atipik Klinik Prezentasyonlu Bir Kronik İntersitisyel Sistit Olgusu Ahmet Yanar1, Aytekin Tokmak1, Esma Sarıkaya1, Hakan Demir1, Erkan Özdemir2, Özlem Özdeğirmenci1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara Giriş: Kronik pelvik ağrı (KPA) enaz 6 aydır süren umblikus altı karın ön duvarı, lumbosakral bölge ve kalçalarda hissedilen, yaşam kalitesini 31 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0108][PS-099] Yenidoğan Yoğun Bakımda Bebeği Yatan Annelerin Akılcı İlaç Kullanım Uygulamaları Reyyan Güney1, Şükriye Sisli2, Akben Akcebe1 1 Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Gebelik ve emzirme döneminde ilaç tedavisi uygulanırken ilacın hem annenin ve gebeliğin hem de bebeğin sağlığına olası etkileri mutlaka ayrı ayrı değerlendirilir. Kuşkusuz bu kritik zaman dilimlerinde anneler, normaldekinden daha duyarlı davranmalıdırlar. Doğmamış bebeğe anneden ilaç geçişi biyolojik bariyerin kolay geçirgenliği sayesinde çoğu ilaç için son derece kolaydır.Teratojenik etki bakımından özellikle ilk üç ay çok daha risklidir. Diğer aylarda da teratojenite riski azalmakla birlikte devam etmektedir. Annenin kullandığı ilaçların, emen bebekler üzerinde kısa ve uzun dönem çeşitli istenmeyen etkileri söz konusu olabilir. Bazı ilaçlar emen bebekte diğerlerine göre daha fazla risk oluşturabilir. Özellikle yeni doğan dönemi çok daha risklidir. Emzirme sırasında da anne sütüyle bebeğe geçiş olasılığı açısından ilaçların kontrollü bir şekilde uygulanması gerekir. Bu çalışma, bebeği yenidoğan yoğun bakımda yatan annelerin gebelikleri sırasında ilaç kullanma durumlarını incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Çalışma Ankara il merkezinde bulunan bir kamu hastanesinin yenidoğan yoğun bakım servisinde 01 Ağustos 2014 -1 Ağustos 2015 tarihleri arasında herhangi bir sebeple bebeği yatan 18 yaş ve üzerinde olan 582 annenin anamnez bilgileri incelenmiştir. Verilerin toplanmasında; hastaların yatış dosyaları kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan annelerin yaş ortalaması 26 ±5,4 ve ortalama gebelik sayıları ise 2.3±1.4’dür. Annelerin yaşayan çocuklarının sayısı ise ortalama 1,9 ±1.1’dir.Çalışmaya alınan her annenin gebeliği sırasında düzenli doktor kontrolü olmasına rağmen %34,2’sinin gebeliği sırasında herhangi bir ilaç kullandığı belirlenmiştir. Gebeliği sırasında annelerin büyük çoğunluğunun (%90,2) demir ilacı kullandığı saptanmıştır. İlaç kullanan annelerin en çok kullandıkları ilaçlar sırasıyla (%30,1) antibiyotik, (%16,6) antitrombolitik ve (%12,1) levotiroksin sodyumdur. Sonuç: Araştırma sonucunda, yenidoğan yoğun bakımda bebeği yatan annelerin çoğunluğunun teratojenite risk değerlendirme kategorisindeki ilaçlardan A kategorisindeki ilaçları kullandıkları, bebeklerine zarar vereceği endişesiyle ilaç kullanmaktan kaçındıkları belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: İlaç, akılcı ilaç, gebelik ve ilaç, yenidoğan [Abstract:0236][PS-100] Konkomitan Kemoterapi Ve Radyoterapi Primer Tedavisi Sonrasında Nüks Olması Nedeniyle Total Pelvik Ekzenterasyon + Ürostomi + Kolostomi Yapılması Sonucunda Gelişen Fistül, Beyin Ödemi, Enfeksion, Psikolojik Problemler Yaşayan 24 Yaşında Hasta Sakine Yılmaz Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekoloji Kliniği, Ankara Giriş: Serviks kanseri, kadınlarda dünyada dördüncü, ülkemizde ise, en sık görülen dokuzuncu kanser türü olup tüm toplumlar için önemli sağlık sorunudur. Tarama ve tetkik ihmaliyle ilerlemiş vakada, önlenmesi gereken konuların açığa çıkarılmasıdır. Kanserin tedavisinde oluşabilecek komplikasyonların ve gereken uygulamaların öğrenilmesidir. Olgu: Bilgiler, vakanın dosyasından alınmıştır. Bulgular: Vakamız, 24 yaşında, istemeyerek evlendiği eşinden boşanmış, bir çocuk annesidir. Aile, çevre desteği ve maddi sıkıntılar yaşayan bireyin, bilgi, ilgi ve benzeri eksikliklerden hastalığı ilerlemiştir. 02.01.2014’te opere edilmiş, post-op dönemde şiddetli ağrı, solunum sıkıntısı gözlenmiş, beslenme yetersizliği saptanmıştır. Operasyona bağlı ağrıları non-farmokolojik (sıcak, soğuk uygulama, terapötik dokunma) ve farmakolojik yöntemlerle azaltıldı. Solunumu düzensizleşen vakaya solunum egzersizleri öğretildi. Parenteral beslenme başlanan vakanın metobolik gereksinimlerine uyumlu besin alımı sağlandı. Vakada, sosyal destek yoksunluğu hissettiğinde görme kaybı, tremor ve kasılmalar eşliğinde konversif davranışlar saptanmıştır. Beden imajının değişmesine bağlı sosyal izolasyon yaşayan vaka için psikiyatriden yardım alarak hastanın duygularını ifade etmesi sağlandı. Hasta ile hemşire arasında karşılıklı güven duygusu oluşturularak iletişim ve destekle vakada konversif davranışların azaldığı, hemşire tarafından verilen önerilere uyduğu, tedaviyi kabullendiği ve iyileşmek için çaba gösterdiği gözlenmiştir. Aile desteği ve gelecek beklentisinden yoksun vakanın öz bakım gereksinimleri, vücut, kolostomi, ileostomi, kateter bakımı yapılarak enfeksiyon ve diğer riskler açısından düzenli olarak değerlendirilmiş, vaka ve ailesine eğitim verilmiştir. Genel durumunda tam bir düzelme sağlanamayan vaka, kendisinin ve ailesinin isteğiyle taburcu edilmiştir. Destek ve bakım yetersizliği nedeniyle taburculuğundan yaklaşık bir ay sonra enfeksiyon, anemi ve fistül gelişen vakamız tekrar yatırılmış, 17.03.2014’te yoğun bakımda kaybedilmiştir. Sonuç: Vakanın, tedavi, hemşirelik uygulamaları, psikolojik destek ve danışmanlıkla yaşam kalitesi yükseltilmiş, sağkalım süresi arttırılmışken bakım ve destek eksikliğinden kaybedilmiştir. Dolayısıyla kadınların serviks kanseri konusunda bilinçlendirilmesinin ve bu vakaların erken teşhis edilmesinin önemi vurgulanmalıdır. Tedavi aşamasında, bakım vericilerin ve sağlık profesyonellerinin uygulamalarının, komplikasyonları önleme açısından rolü çok önemlidir. Bu tür vakalarda bakım verenlerin bilinçlendirilmesinde hemşirelerin rolü çok önemlidir. Anahtar kelimeler: Serviks kanseri, hemşirelik bakımı. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik bakımı, serviks kanseri [Abstract:0157][PS-101] Abdominal Fasyayı Penetre Eden İnsizyonel Dev Endometrioma Alev Esercan1, Ayşegül Öksüzoğlu2, Feray Aydın2, Esma Sarıkaya2 1 Şanlıurfa Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Şanlıurfa 2 Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Ankara Giriş: Batın duvarı ekstrapelvik endometrioz için nadir bir alandır. Batındaki kitlelerin ayırıcı tanısında daha önceden geçirilmiş operasyon varlığında akla gelmelidir. Doppler ultrason, magnetik rezonans görüntüleme ve bilgisayarlı tomografi yararlı olabildiği gibi esas tanı histopatolojik olarak konur. Olgu: Fistül hattının oluşumu endometriomaların infiltratif kronik inflamatuar sürecinde düzensiz yapılanmasının bir sonucu olduğu düşünülmektedir35 yaşında hasta kliniğimize atipik siklik ağrı ve mens döneminde phannenstiel insizyonundan kanama şikayeti ile başvurdu. Bilinen kronik hastalığı olmayan hastanın üç yıl önce geçirilmiş sezaryen öyküsü mevcut olup şikayetleri son bir aydır başlamıştır. Endometriosis öyküsü bulunmamaktadır. Fizik muayenede C/S skarında orta hat boyunca uzanan fikse ve sert bir kitle mevcuttur. Ultrasonda batın ön duvarında 2 cm fistül hattı ve 6 cmlik hipoekoik heterojen lezyon izlenmektedir. İntraoperatif değerlendirmede fasya boyunca uzanan heterojen kitle izlenmekte olup kitleye intraperitoneal yolla ulaşılmıştır. Kitle fasyayı eritmiş olup fasya altında salpinks,barsak ve omentum konglomerat oluşturarak yapışmıştır.Adezyolizis yapılarak 8 cmlik kitle çıkartılmıştır. Fasya defekti tension-free meshle onarılmıştır. Hasta sorunsuz iyileşmiştir.. Sonuç:Bu kitlelerin ayırıcı tanısında metastaz da düşünülmeli bu yüzden cerrahiyi kabul etmeyen hastalarda en azından usg eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi planlanmalıdır. Sezaryen skarında endometrioma oluşumunda endometrial hücrelerin yayılması ve hormonal değişimler etkili olmaktadır. Jinekolojik prosedürlerde de görülen vakalar mevcuttur. Endometriotik implant gelişiminde ve invazyonunda antiapoptotik görevli survivin geni rol oynamaktadır. Histerektomi sonrası batın duvarı endometriozundan endometrioid karsinom gelişen vakalar olduğu gibi dünya çapında skar endometriozundan malign transformasyonda artış görülmektedir. En az 1 cm temiz cerrahi sınır bırakacak kadar geniş eksizyon ve oluşabilecek fasya defekti için greftler önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: İnsizyonel endometrioma, fasya defekti, tension-free mesh, abdominal fasya [Abstract:0169][PS-102] Olgu Sunumu: Uterusun Malign Potansiyeli Belli Olmayan Düz Kas Tümörleri (STUMP) Alper Başbuğ1, Derya Başbuğ2, Mete Çağlar1, Ali Yavuzcan1, Merve Baştan1, Attila Özkara1, Murat Oktay3, Feyza Başar3 1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Düzce 2 Serbest Hekim, Düzce 3 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Düzce 32 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Giriş: Uterusun malign potansiyeli belli olmayan düz kas tümörlerinin (STUMP) ortalama görülme yaşı 45 dir ve %80’ i premenopozal dönemde görülür. STUMP’ların çoğu benign seyre sahiptir. Olgu: 51 yaşında kadın hasta postmenopozal kanama ve uterin kitle nedeni ile kliniğimize refere edildi. Hastanın anamnezinde g:6 p:2 y:2 d&c:3 ektopik gebelik:1, 7 yıldır naturel menopozda olduğu, diabetes mellitus ve hipertansiyon nedeni ile medikal tedavi aldığı, 31 yıl önce ektopik gebelik nedeni ile sağ salpingoooferektomi yapıldığı saptandı. Aile öyküsünde herhangi bir patolojik özellik olmayan hastanın ek malignite öyküsü de bulunmamaktaydı. Yapılan transvajinal sonografik incelemede uterus boyutları artmış, myometriumda 60x54 mm boyutunda düzensiz sınırlı, septasyonlar içeren kistik kitle izlenmiş olup endometrium net değerlendirilemedi. MRI’da uterus fundusunda T2 AG’de kalın septasyonlar içeren hiperintens T1 AG’de minimal hipointens görünümde kalın duvarlı 70x58x60 mm boyutunda kistik kitle lezyonu izlenmişti. Yapılan endometrial biyopsi sonucunda ve servikovajinal smearında patolojik bulgu yoktu. Tanı postoperatif dönemde yapılan histopatolojik inceleme sonucunda olguda izlenen diffüz atipi varlığı ve nekroz-mitotik aktivite artışının olmaması nedeni ile konuldu. Postoperatif ilk 6 ayında yapılan fizik muayene ve görüntüleme yöntemlerinde patolojik bir bulgu saptanmadı. Sonuç: STUMP tanısının prognozu belirsizdir. STUMP tanısı konan hastalar nüks potansiyeline sahip olması nedeniyle yakından izlenmelidir. Anahtar Kelimeler: STUMP, leiomyom [Abstract:0126][PS-104] 40 Yaş Ve Altı Hastalarda Tespit Edilen Leiomyosarkomlar: Olgu Serisi Esma Sarıkaya1, Özlem Evliyaoğlu2, Nurten Tarlan2, Mahmut Kuntay Kokanalı2, Özgül Kafadar2, Okan Yenicesu2, Salim Erkaya2 1 Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları Ve Doğum Eğitim Araştırma Hastanesi ;Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara 2 Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları Ve Doğum Eğitim Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş:Uterin leiomyosarkomlar nadir ve agresif seyreden malign tümörlerdir.Etyolojisi kesin olmamakla beraber ileri yaş, nulliparite, siyah ırk, tamoksifen kullanımı, pelvik radyasyon ve genetik yatkınlık ilgili risk faktörleridir. Aynı klinik özelliklere sahip olmaları nedeniyle preoperatif leiomyomlardan ayrımı zordur. Genellikle >=50 yaşta tanı almakla beraber nadiren <=40 yaşta izlenmektedirler. Çalışmamızda <=40 yaş hastalarda tesbit edilen olguları sunmayı ve sahip oldukları klinik özellikleri literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık. Yöntem: Çalışmamızda 2013 ve 2015 yılları arasında kliniğimizde, myoma uteri tanısı alan ve opere edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Postoperatif pataloji sonucu leiomyosarkom olarak raporlanan hastalardan <=40 yaş vakaların demografik ve klinik özellikleri değerlendirildi ve bu vakalar için kümülatif risk hesaplandı. Bulgular: İki yıllık süre zarfında operasyon uygulanan 919 myoma uteri olgusunun 7 tanesinde leiomyosarkom tesbit edildi. Bunların 4 tanesi <=40 yaş idi, bu grup hasta için hesaplanan kümülatif risk %0.4 olarak hesaplandı. Olguların özellikleri Tablo 1’de sunulmuştur. En büyük myom boyutları 4-8 cm arasında değişirken, myomlar intramural ve submukozal yerleşimliydiler. Hastaların tümünün anormal uterin kanama şikayeti ile başvurması ve preoperatif endometrial örneklemelerinde malignite lehine bir bulgu olmaması dikkat çekiciydi. Tartışma: Dünyada <=40 yaş hastada leiomyosarkom sıklığı %0.04%0.06 arasında değişmektedir. Çalışmamızda bu oran %0.4 olarak bulunmuştur. Referans hastanesi olan kliniğimize genelde şüpheli hastaların refere edilmesi bu farkın nedeni olabilir.Literatürde kesin bir kriter olmamakla beraber submokozal yerleşimli malign olgularda endometrial örneklemenin ve myom çapının >7 cm olmasının maligniteyi öngörmede faydalı olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak bulgularımız bu verileri desteklememektedir. Sonuç:<=40 yaş altı leiomyosarkom olguları nadir olmakla beraber preoperatif tanıları zordur. Yine de operasyon önerilen hastalara bu durum ve düşük olasılık hakkında bilgi verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Demografik, kümülatif risk, leiomyosarkom, retrospektif [Abstract:0284][PS-103] Total Abdominal Histerektomi Sonrası Rehospitalizasyon Nedenleri ve Risk Faktörleri Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Nurten Tarlan, Ayşegül Öksüzoğlu, Nilay Kandemir, Emre Özgü, Özgün Ceylan, İrem Güler, İrem Usta Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Cerrahi operasyonlar sonrası rehospitalizasyon hem hastanede yatış süresini, hem işe dönüş süresini, hem de yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir durumdur.Bu çalışmamızda total abdominal histerektomi sonrası rehospitalize edilen hastaların hospitalizasyon sebeplerini belirlemeyi ve muhtemel risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekoloji Kliniğine 2013 Ocak ve 2015 Eylül tarihleri arasında total abdominal histerektomi operasyonu geçiren hastalar hastane veri sisteminden retrospektif olarak tarandı.Bu hastalar arasında taburcu olduktan sonra primer operasyonuna bağlı sebeplerle tekrar hospitalize edilen hastaların yatış tanıları, hastanede kalış süreleri, primer operasyonlarının özellikleri kayıt altına alındı Bulgular: Araştırmanın yapıldığı Ocak 2013- Eylül 2015 tarihleri arasında toplam 1522 total abdominal histerektomi operasyonu gerçekleştirildi.1190 total abdominal histerektomi ile beraber bilateral salpingooferektomi yapılırken, 332 hastaya total abdominal histerektomi yapıldı.Bu operasyonlardan 48 tanesi için taburculuk sonrası rehospitalizasyon ihtiyacı doğdu.Rehospitalizasyon yüzdesi %3,15 olarak saptandı.Rehospitalize edilen hastaların ortalama yaşı 49.04 ± 6,9127 Rehospitalize edilenhastaların ilk operasyon için yatışları incelendiğinde ortalama yatış süresi 5,06±5,7475 olarak saptandı. Rehospitalizasyon sürecinde ortalama yatış süresi ise 4.34 ± 3.47 idi. Rehospitalizasyon sebepleri incelendiğinde ise enfekte insizyon 27 (%56,3), postoperatif ağrı 7 (%14,6), vajinal kanama veya hematom 7 (%14,6), cuff enfeksiyonu 3 (%6,3) postoperatif ateş 3 (%6,3), postoperatif hepatit 1 (%2,1) hastada gözlendi.Hastaların 45’ine (%93,8) medikal tedavi uygulanırken, 3 hasta (%6,3) tekrar opere edildi.Rehospitalize edilen hastaların hepsinde en az bir kronik hastalık bulunması dikkat çekiciydi Sonuç: Hastanemiz için total abdominal histerektomilerimizde saptadığımız %3,15 rehospitalizasyon oranı literatür ile karşılaştırıldığında, postop yara yeri enfeksiyonu oranı %3, intraop ve postop komplikasyon oranı %3,6 ile benzerlik göstermekteydi.Rehospitalize edilen hastaların primer cerrahisi sırasındaki hastanede kalış süresinin rutin hastane kalış süresine göre yaklaşık iki kattan daha uzun olması primer cerrahi sonrası komplikasyon gelişebilecek vakaların primer cerahi sonrası erken postoperatif dönemde de problemleri olduğunu göstermektedir.Uzamış ameliyat süresi ve uzamış hastanede kalış süresi büyük çoğunluğunun enfeksiyona bağlı rehospitalizasyon sebepleriiçin risk faktörü olduğu gözlenmektedir. Anahtar Kelimeler: Total abdominal histerektomi, rehospitalizasyon [Abstract:0220][PS-105] Geçirilmiş Sezeryan Öyküsü Olan Hastada Gebelik Terminasyonu İçin Misoprostol Kullanımı Sonrası Uterin Rüptür: Olgu Sunumu Nazife Kartal, Okan Aytekin, Tuğba Kınay, Metin Altay Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara Giriş: Günümüzde artan sezaryen oranı nedeniyle eski sezaryenli olgularda fetal anomali ya da intrauterin fetal ölüm nedeniyle gebelik terminasyonu gereksiniminde artış olmaktadır. Gebelik terminasyonlarında prostoglandin analogları özellikle misoprostol sıklıkla kullanılmaktadır(1). Sunulan olguda, geçirilmiş sezaryen öyküsü olan hastada, ikinci trimesterde gebelik terminasyonu için misoprostol kullanımı sonrası gelişen uterin rüptür olgusu tartışıldı. Olgu: Otuziki yaşında, gravida 3, parite 2, iki kez sezaryen ile doğum öyküsü olan hastanın antenatal takibi sırasında; sonografik ölçümlerine göre 17. gebelik haftasındaki tek canlı fetuste lumbosakral bölgede meningomyelosel ve hidrosefali saptandı. Gebelik terminasyonu için 200 mikrogram misoprostol vaginal ve 200 mikrogram misoprostol sublingual yükleme ve her 2 saatte bir idame 100 mikrogram misoprostol sublingual verildi. Kanama ya da ağrısı olmayan hastanın 24 saat sonunda tekrar muayenesi yapıldı. Vaginal muayenede servikal açıklık yoktu. Ultrasonografik incelemede gebelik kesesi ve plasentanın uterin kavite dışında olduğu, plasentanın eski sezaryen skarına uyan yerde uterus ön duvarına bitişik olduğu izlendi. Uterin rüptür ön tanısıyla hastaya acil laparatomi yapıldı. Batına girildiğinde intakt kese içerisinde fetusun 33 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı ve plasentanın uterus dışında olduğu gözlendi. Plasentanın bir kısmı rüptüre olan eski sezaryen skar yerini kapatarak batın içi kanamaya engel olmuştu. Plasenta ve fetüs kese ile birlikte batın dışına çıkarıldı. Eski insizyon skarında 5 cm ‘lik rüptür alanı sütüre edildi. Postoperatif takiplerinde sorun olmayan hasta postop ikinci günde taburcu edildi. Sonuç: İkinci trimesterdaki gebelik terminasyonunda pek çok yöntem olmakla birlikte; misoprostol düşük maliyeti, kullanım kolaylığı gibi avantajları nedeniyle sıklıkla tercih edilmektedir(2). Goyal’in 2009 yılında yaptığı derlemede ikinci trimester gebelik terminasyonlarında uterin rüptür oranı daha önce sezaryen ile doğum yapmamış olanlarda %0.02 iken sezaryen ile doğum yapmış olanlarda %0.28 olarak bildirilmiştir(3). Gebelik haftası arttıkça terapötik amaçlı abortusla ilgili mortalite ve morbidite artar. Bu nedenle ikinci trimester gebeliklerde olası komplikasyonları azaltmak için misoprostol dozu ve sıklığının 1.trimestere göre azaltılması ve uterin cerrahi öyküsü de varsa rüptür açısından daha yakından takip edilmesi önerilmektedir(4). Anahtar Kelimeler: Gebelik terminasyonu, misoprostol, uterin rüptür [Abstract:0304][PS-106] Ebe Ve Hemşirelerin Sığınmacı Kadınlara Hizmet Verirken Yaşadıkları Sıkıntıların Belirlenmesi İlknur Münevver Gönenç1, Meral Göktaş2, Rukiye Dursun Altın2, Fadik Çökelek2, Nilüfer Ercan2, Derya Şahin2 1 Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ankara 2 ZTB Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Araştırma ebe ve hemşirelerin sığınmacı kadınlara hizmet verirken yaşadıkları sıkıntıların belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini 491 ebe ve hemşire oluşturmuştur. Yöntem: Evrendeki birey sayısının bilindiği örneklem formülüne göre 216 kişinin çalışmanın örneklemi kapsamına alınmasına karar verilmiştir. Örneklem sayısı ebe ve hemşire sayısına göre tabakalandırılarak, 119 ebe ve 97 hemşire çalışma kapsamına alınmıştır. Veriler anket yöntemi ile toplanmıştır. Veriler, toplanmasında soru formu, Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği ve Kültürel Zeka Ölçeği kullanılmıştır. Çalışmanın verilerinin değerlendirilmesinde bir bilgisayar programı kullanılmış, verilerin değerlendirilmesinde, frekans ve yüzde hesaplamaları, sample T testi, tek yönlü varyans analizi ve bu analiz sonucunda farklılığı yaratan grupların incelenmesinde Tukey HSD testi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılanların %52.5’i ebe, %47.5’i hemşire, %86.4’ü kadın olup %53.3’ü lisans mezunudur. Katılımcıların %66.7’si sığınmacılara hizmet verdiğini, %27.7’si hizmet verirken çaresizlik, %20’si ise acıma duygusu yaşadığını ifade etmiştir. Sığınmacılara hizmet verdiğini ifade edenlerin %97.6’sı hizmet verirken sıkıntı yaşadığını belirtmiştir. Sıkıntı yaşadığını ifade edenlerin %98.8’i dil problemi yaşadığını, %66.3’ü hastaya daha fazla zaman ayırmak zorunda olduğunu, %57.5’i tedaviye uyumlarında problem yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Sorunların çözümü için %66.7’si sığınmacıların polikliniklerinin ayrı olmasını, %61.3’ü farklı dil bilen sağlık personelinin bu hizmetlerde kullanılmasını, %46.7’si sağlık personelinin sığınmacılara hizmet sunma konusunda eğitilmesini, %39.3’ü iletişimi artırmak için gönüllü kişilerin çalıştırılmasını ve %37.3’ü sığınmacılara sunulacak hizmet konusunda rehberler geliştirilmesini önermişlerdir. Sonuç: Çalışmamızda sığınmacılara hizmet sunan ebe ve hemşirelerin neredeyse tamamının hizmet sunarken sıkıntı yaşadığı, dil probleminin en büyük sorun olduğu ve bu sorunların çözümünde hizmet sunulan birimlerin sığınmacılara özel olması, personelin bu konuda eğitilmesi ve hizmet konusunda rehberlerin geliştirilmesi önerilmiştir. Anahtar Kelimeler: Kadın, sığınmacı, ebe, hemşire Giriş: Postpartum depresyon yeni doğum yapmış annelerde % 10-15 sıklıkta gözlenen bir hastalıktır. Semptomları arasında uyku bozuklukları, duygudurum değişiklikleri, enerji kaybı bulunmakla birlikte, annede ortaya çıkan hastalık, bebekte de kısa ve/veya uzun süreli etkilere neden olmaktadır. Bu olguda, poliklinik muayenesi sırasında gelişme geriliği saptanan bir bebeğin annesinde postpartum depresyon tanısı konması ve tedavi süreci anlatılmaktadır. Olgu: 18 aylık erkek bebek, konuşmasında gecikme, adı söylendiğinde bakmama, iştah kaybı yakınmaları nedeniyle ebeveynleri tarafından polikliniğe getirildi. Öyküsünden, miadında spontan vajinal doğum ile 3800 gram ağırlığında doğduğu, 11 ay süreyle anne sütü ile beslendiği öğrenildi. Dismorfik özellikler gözlenmeyen, normal sınırlarda nörolojik muayeneye sahip hastanın ince motor gelişiminin 12 aylık ile, dil gelişiminin ise 9 ay ile uyumlu olduğu saptandı. Metabolik hastalıkları, tam kan sayımı, rutin laboratuar tetkiki, çeşitli viral hastalıkları içeren laboratuar testleri, kromozom analizi, elektroensefalogram ve beyin görüntüleme sonuçları normal olarak değerlendirildi. Bu veriler ışığında klinik görünümü gelişme geriliği olarak değerlendirilen hastanın annesinin sağlıklı bir hamilelik dönemi geçirmesine karşın, sürekli yorgun hissetme, duygularını kontrol etmekte zorlanma, ümitsizlik düşünceleri şeklinde belirtileri ve yakınmaları saptandı. DSM-IV tanı ölçütlerine göre postpartum depresyon tanısı konan anneye antidepresan tedavisi ve yapılandırılmış psikoterapi uygulandı. Sonuç: Postpartum depresyon, annenin yanı sıra diğer aile üyelerini de etkileyen bir hastalıktır. Hastalığın bebek üzerindeki etkileri, ergenlik dönemine dek uzayabilir. Bu yüzden, annede depresyon varlığından şüphelenildiğinde, uygun yönlendirmede bulunmak, poliklinikte hem bebeği hem de anneyi eş zamanlı olarak değerlendirme olanağına sahip hekimler için önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Antidepresanlar, çocuk gelişimi, doğum sonrası depresyon, gebelik, psikoterapi [Abstract:0302][PS-108] Leiyomiyosarkom: Takipte Aralıklı Multipl Metastaz Ve Metastazektomiler Kadir Çetinkaya1, Hüseyin Çakmak2, Ahmet Bacınoğlu1 1 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Ankara Amaç: Miyom ameliyatlarını takiben leiyomiyosarkom tanısı ile karşılaşma oranı 1/350 ile 1/500 arasında değişmektedir ve tüm uterus malignitelerinin de %1-2’sini oluşturmaktadır. Hematojen yayılımın baskın olması nedeniyle uzak metastazlar izlenebilmektedir. Altı yıldır takibimizde olan ve aralıklı olarak uzak metastaz şeklinde nüks eden ancak metastazektomi uyguladığımız olgumuzu sunmayı amaçladık. Olgu: 2009’da memleketi Ordu’da 55 yaşında miyom uteri tanısı ile TAH BSO uygulanıyor. Postoperatif patoloji raporu: Leiyomiyosarkom, mitoz sayısı 18-20, atipi mevcut, tümör >5 cm olarak bildiriliyor. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi (AOEAH)’ne bu tanı ile sevk ediliyor ve patolojik tanı teyit ediliyor. Bilgisayarlı tomografi (BT) ve diğer görüntülemelerde: uzak metastaz yok, lenfatik metastaz yok. AOEAH’de tamamlayıcı evreleme cerrahisi yapıldı. Rezidü tümör yok. Evre 1B hastalık olarak değerlendirildi. Medikal Onkoloji (MO) kliniği önerisi ile ifosfamid, mesna, adrioblastin (İMA) kemoterapi (KT)’si başlandı. KT bitiminden yaklaşık 6 ay sonra kontrolde bilateral akciğer metastazı saptanıyor. MO second line KT başlıyor. KT’ye parsiyel yanıt alınıyor. MO ve kliniğimizin önerisi ile belli aralıklarla sağa 3 kez, sola 4 kez torakotomi ve metastazektomi uygulanıyor. Her metastazektomi sonrası görüntüleme ile rezidü tümör kalmadığı teyit ediliyor. Son metastazektomiyi takiben yaklaşık bir yıllık hastalıksız dönem geçiriyor. Ağustos 2014 PET’de akciğerde yeni metastaz ve ense-servikal bölgede cilt altında 5 cm çaplı kitle izleniyor. Hem akciğerde hem de sistemik hastalık mevcut. MO kliniği pazopanib başlıyor, 4 aylık kullanımda hastada progresyon izlendi. Ağrı palyasyonu için servikal bölgedeki kitleye RT aldı. Halen Vinorelbin KT’si almakta ve KT’ye parsiyel yanıt mevcuttur. Sonuç: Leiyomiyosarkom daha çok hematojen metastaz yapma eğiliminde bir tümör olup, takipte tekrarlayan metastazektomilerden fayda görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Leiyomiyosarkom, metastaz, metastazektomi [Abstract:0171][PS-107] Postpartum Depresyon Ve Psikomotor Gelişme Geriliği Birlikteliği: Olgu Sunumu Genco Usta1, Yaşam Kemal Akpak2, Onat Yılmaz3 1 Boylam Psikiyatri Hastanesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Ankara 2 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 3 Kasımpaşa Asker Hastanesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Istanbul 34 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0242][PS-109] Hastanemizde Son Üç Yılda Yapılan Abdominal Histerektomi Sonuçları Nadi Keskin, Murat Polat, Beril Yüksel, Ali Seven, Halime Şencan, Suna Kabil Kucur, Nuh Mehmet Erbakırcı Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya Amaç: Histerektomi, jinekoloji pratiğinde sezaryenden sonra ikinci en sık uygulanan majör cerrahidir. Amerika Birleşik Devletlerinde yılda 500.000’den fazla histerektomi yapılmaktadır. Histerektominin pekçok endikasyonu bulunmakla birlikte leomyomlar, adenomyozis, endometriozis, kronik pelvik ağrı, pelvik organ prolapsusları, jinekolojik maligniteler ve gebelikle ilgili durumlar en sık sebepleri oluşturmaktadır. Bu çalışmamızda hastanemizde benign jinekolojik nedenlerle yapılan abdominal histerektomilerin patoloji sonuçları ve bunların CA-125 ile CA 19-9 seviyeleri ile ilişkilerini incelemeyi amaçladık. Yöntem: Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ocak 2013 - Temmuz 2015 tarihleri arasında yapılan histerektomiler retrospektif olarak tarandı. Onkolojik ve obstetrik nedenlerle yapılan histerektomiler çalışma dışı bırakıldı. Kalan vakaların tümör belirteçleri ve patoloji sonuçları kaydedildi. Veriler toplandı ve SPSS for Windows version 22.0 (SPSS, Inc., Chicago, IL) programı ile analiz edildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 50.2±7.2 idi. Taranan 202 abdominal histerektominin patoloji sonuçları incelendiğinde; sırası ile 89’unun leiomyom (%44), 23’ünün adenomyozis (%11), 3’ünün endometriozis (%1.4), 30’unun adneksiyel kitle (%14.8), 11’inin endometrial hiperplazi (%5.4), 46’sının (%22.7) ise patolojisinde herhangi bir bulgu olamayan hastalar olduğu görüldü. Patoloji sonuçlarına göre CA-125 ve CA 19-9 değerleri incelendiğinde ise endometriosis ve adneksiyel kitlelerde belirgin olarak Ca 125 değerlerinin daha yüksek olduğu izlendi (Tablo 1). Sonuç: Histerektomi materyalleri incelendiğinde en sık patolojinin leiomyomlar olması, literatürde yer alan sonuçlar ile uyumludur. Sonuçlarımızda ikinci sırada yer alan ve patolojisinde herhangi bir bulgu olmayan grubu ise kronik pelvik ağrı ve tedaviye dirençli disfonksiyonel uterin kanama nedeniyle opere olan hastalar oluşturmaktadır. Amerika ve Avrupa’da histerektomi endikasyonlarının oranlarını gösteren birçok çalışma mevcuttur. Ülkemizde ise yapılan histerektomilerin endikasyon oranlarını net bir şekilde ortaya koyabilmek için daha fazla veriye ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Histerektom, endikasyon ve postmenapozal dönemde benzerdi (sırasıyla 16,5% ve 23,8%). Tüm olguların demografik ve klinik özellikleri ile olgular endometriozis bulunup bulunmamasına göre gruplara ayırıldıktan sonra elden edilen değerler Tablo 1’de sunulmuştur. Sonuç: TOA ile endometriozis birlikteliğini öngörecek bir veri bulamasak da, endometriozis TOA’ya yüksek oranda eşlik etmekte ve bu oran menapozda da değişmemektedir(p=0,52). Dieğr taraftan, endometriozisi olan olgularda RİA kullanım oranı endometriozisi olmayan olgularla benzer olup(23,8%’e 45,4%), gruplar arası anlamlı farklılık bulunmamıştır(p=0,089). Anahtar Kelimeler: Tubooveryan abse, endometriozis, rahim içi araç [Abstract:0297][PS-111] Denge Bozukluğu İle Prezente Olan Jinekoloji Hastası Kadir Çetinkaya1, Suat Canbay2, Ahmet Bacınoğlu1 1 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahi Kliniği, Ankara Giriş: Malign olgular primer bulunduğu alanın dışına metastaz yapabilmekte ve nadir durumlarda primer tümör henüz belirti vermeden metastatik tümöre bağlı belirtilerle hasta başvurabilmektedir. Bu yazıda ilginç şekilde henüz postmenopozal kanama yapmadan ve herhangi bir jinekolojik yakınması olmayan beyin metastazlı bir endometrium kanseri olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu: 55 yaşında Nöroloji Kliniğine denge bozukluğu ile başvuruyor. Serebellumda kitle tespit ediliyor. Kranitomi ve biopsi yapılıyor. Patoloji Raporu: Malign metastatik kitle olarak bildiriliyor. Ancak primeri tespit edilemiyor. Öncelikle adenokanser akciğer kaynaklı olabilir düşüncesiyle bronkoskopi planlanıyor. Yapılan bronkoskopide akciğerde sorun izlenmiyor. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuruyor. Hastanemizde kranial görüntülemelerinde 36x32 mm kitle tespit ediliyor. Primer tümöre yönelik etiyolojik araştırmalar sırasında yapılan jinekolojik muayenede endometrial biopsi de alınıyor. Endometrial biopsi patoloji raporu: Malign epitelyal tümör, az diferansiye endometrium kanseri olarak bildiriliyor. Ardından beyine yönelik radyoterapi (RT) alıyor. Takiben medikal onkoloji kliniği kemoterapi (KT) uyguluyor. KT’den sonra yeni metastatik kitle olmaması ve serebullumdaki kitlenin de kontrol altında olması nedeniyle (preoperatif PET: sadece uterusda tutulum var) hastaya jinekolojik evreleme cerrahi uygulanıyor. Postoperatif patoloji: skuamöz diferansiasyon gösteren undiferansiye karsinom. İnvazyon derinliği > ½ olarak bildiriliyor. Postoperatif adjuvan RT (primer tümöre yönelik brakiterapi) ve Beyin RT alıyor. Halen nüks yok, üç yıldır hastalıksız takipte. Lokal kontrol tam ve yeni metastaz yok. Sonuç: Jinekolojik tümörler nadiren de olsa jinekolojik belirti vermeden, metastazları ile belirti verebilmektedir. Dikkatli bir muayene ve biopsi ile doku tanısı elde edilebilir. Jinekolojik cerrahiden önce metastazların kontrol altına alınması önemlidir. Jinekolojik cerrahiyi takiben adjuvan tedaviler uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Endometrium kanseri, beyin metastazı [Abstract:0093][PS-110] Endometriozis Tuboovaryan Abse İçin Risk Faktörü Müdür Ve Bu Risk Önceden Belirlenebilir Mi? Emre Erdem Taş1, Huseyin Levent Keskin2, Ulviya Abdullayeva2, İnji Suleymanova1, Gökçen Kaya2, Ayşe Filiz Avşar2 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara 2 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara Amaç: Tuboovaryan abseler(TOA), pelvik inflamatuar hastalık(PIH) tanısı ile tedavi edilen hastaların 10–34%’ünde gelişen şiddetli bir komplikasyondur. Ancak, TOA’nın hangi hastalarda gelişeceği öngörülememektedir. Yakın zamanda yapılan çalışmalarda ise endometriozisin TOA için bir risk faktörü olabileceği belirtilmektedir. Bu çalışma ile TOA ve endometriozis arasındaki ilişki araştırılmaya çalışıldı. Yöntem: Ocak 2006-Aralık 2014 arası dönemde TOA tanısı konularak cerrahi ile tedavi edilen 118 olgunun demografik ve klinik özellikleri retrospektif olarak incelendi. Uygulanan tüm testlerde p<0.05 anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya alınan olguların 97(82,2%)’si premenapozal dönemdeyken, 21(17,8%)’i postmenapozal dönemdeydi. Rahim içi araç(RİA) 6’sı(%5) postmenapozal dönemde olmak üzere toplam 49(%41,5) olguda mevcuttu. On altı(13,6%) olguda başlıca hipertansiyon ve diyabet olmak üzere ek hastalık varken, 43(36,4%) olguda başta sezaryen olmak üzere geçirilmiş pelvik cerrahi öyküsü vardı. Patoloji sonuçları incelendiğinde ise, 94(79,7%) olguda sadece TOA raporlanırken, 21(17,8%) olguda endometriozis, 2(1,7%) olguda teratom ve 1(0,8%) olguda overyan benign müsinöz kistadenom, eş zamanlı olarak raporlanmıştı. Endometriozisin TOA’ya eşlik etme oranın premenapoz [Abstract:0181][PS-112] Bursa İli 2005-2014 Yılları Arası Doğum Yapan Adölesan Gebelerin İrdelenmesi Tayfur Çift, Emin Üstünyurt, Barış Korkmaz, Cem Akaltun, Onur Özdenoğlu Bursa Yüksek İhtisas Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü,Bursa Amaç: Adölesan gebelikler özelikle gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerde görülmektedir. Bu tür gebelikler hem bireyin fizyolojik ve psikolojik gelişimini etkilemekte hem de gebelik komplikasyonlarının daha sık ortaya çıktığı grubu oluşturmaktadır. Yöntem: Çalışmamıza ait veriler 2005-2014 yılları arası Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doğum yapan 18 yaş altı gebelerin dosyalarının retrospektif olarak irdelenmesiyle elde edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 243 gebe dahil edilmiştir. Gebelerin yaş dağılımları Tablo.1’ de gösterilmiştir. En küçük yaş 15 olarak belirlenmiştir. Gebelerin obstetrik geçmişi Tablo.2’ de gösterilmiştir. Gravidaları incelendiğinde en fazla 4 genel itibari ile 1 olarak belirlenmiştir. 35 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Sonuç: Adölesan gebelikler fiziksel ve ruhsal gelişimini tamamlamadan oluşan gebelikler olduğu için doğum sürecinde ve doğum sonrasında komplikasyonlara yol açması muhtemeldir. Nitekim bir çalışmada bu gebelerde ve doğum sonrasında artmış maternal ve fetal mortalite oranları ve psikolojik olarak post-travmatik stres bozukluğu, depresyon ve anksiyete bozukluğunun görülme sıklığında artış olduğu bildirilmiştir. Doğum süreci incelendiğinde sezaryen oranların daha yüksek olduğu bildirilmiş. Ayrıca travay esnasında kooperasyonda problemler yaşandığı bu yüzden de müdaheleleli doğuma ihtiyaç duyulabilceği bildirilmiştir. Bu yüzden problemin sosyal bir sorun olarak algılanması ve toplumun eğitimiyle sıfırlanmasa bile en alt seviyeye indirgenmesi amaçlanmalıdır. 18 yaş altı gebeler sadece medikal problemlere yol açmamakta, ayrıca sosyokültürel olarak da bu bireylerin toplumdan soyutlanmasına neden olmaktadır. Bu durumun engellenmesi ne kadar yasalarla önlenmeye çalışılsa da toplumun eğitimi ve meydana getirdiği zararların halka basın-yayın kuruluşları, ücretsiz seminerlerle anlatılarak azaltılması planlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Adölesan, gebelik, doğum uterus rüptürü olgusu sunulmuştur. Bizim ön tanımızda uterus rüptürü şeklinde olmuş; sonrasında yapılan laparatomi de bu tanıyı doğrulamıştır. Sonuç: Erken gebelikteki uterus rüptürünün klinik bulguları nonspesifiktir ve ektopik gebelik gibi acil akut batın nedenlerinden ayırt edilmesi gerekir. Spontan uterus rüptürü hemoperitoneum riski nedeniyle hem anne hem de fetüs açısından hayatı tehtit edici bir obstetrik acil olabilir. Ancak burada 13 hf missed fetüs ile birlikte intraabdominal kanamanın olmadığı bir uterus rüptürü olgusu sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Missed fetüs, skar, uterus rüptürü [Abstract:0165][PS-115] Sezaryen Sırasında Saptanan İnsidental Adneksiyal Kitleler Fedi Ercan, Cemre Alan, Hüseyin Görkemli, Ali Acar Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Konya Amaç: İnsidental olarak sezaryen sırasında saptanan adneksiyal kitlelerin sonuçlarının incelenmesi. Yöntem: 2006-2015 yılları arasında gerçekleştirilen 17.918 canlı doğum ve 14.034 sezaryen doğum retrospektif olarak tarandı. Sezaryen sırasında insidental olarak saptanan adneksiyal kitleler ve yapılan cerrahi müdahaleler değerlendirildi. Histopatolojik sonuçları ve ilişkili durumlar incelendi. Bulgular: Doksan bir hastada sezaryen sırasında adneksiyal kitle vardı. Sezaryen sırasında saptanan adneksiyal kitle insidansı 1/154 idi. En sık histopatolojik tanı basit seröz kist (%25.2) olup bunu matür kistik teratom (%16.4) izlemektedir. Ortalama kitle çapı basit seröz kistler için 4.6 cm (3-7 cm) matür kistik teratomlar için 5.5 cm (4-8 cm) arasındaydı. Üç hastada kitleler bilateraldi (%3.2). Kitlelerin üçü malign idi. Sonuç: İnsidental olarak sezaryen sırasında saptanan adneksiyal kitleler malignite olasılıklarını dışlamak adına ekstirpe edilmelidir. Gerekli olabilecek ek cerrahi işlemler açısından hastalar sezaryen sonrasında takip edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Adneksiyal kitle, sezaryen, gebelik [Abstract:0146][PS-113] Kütahya D.P.Ü Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hekimlerinin Doğum Şekline Yönelik Tercihleri ve Bunları Etkileyen Faktörler Beril Yüksel1, Murat Polat1, Ali Seven1, Suna Kabil Kucur1, Halime Şencan1, Nuh Mehmet Erbakırcı1, Nadi Keskin1, Hilmi Koputan2 1 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya 2 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezioloji A.B.D, Kütahya Amaç: Hekimlerin hastalar üzerinde yönlendirici de olabilmeleri nedeniyle hangi doğum yöntemini tercih ettiğini etkileyen sebepleri ortaya koyabilmek son derece önemlidir. Bu nedenle bu çalışmamızda hastanemizdeki doktorların kendileri veya eşleri için hangi doğum yöntemini tercih ettiklerini ve altında yatan sebepleri sorgulamayı amaçladık. Yöntem: Kütahya D.P.Ü. Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi doktorlarından 49 erkek ve 50 kadın doktora anket soruları yöneltildi. Çocuğu olanların daha önceki doğum şekilleri, çocuğu olmayanların ise ileride hangi doğum şeklini tercih etmek istedikleri ve nedenleri soruldu. Çocuğu olanlar için daha önce tercih ettikleri doğum şeklini değiştirmek isteyip istemedikleri, değiştirmek isteyenlere ise sebebi soruldu. Bulgular: Tüm katılımcıların %61.6’sı sezaryeni, %38.4’ü vajinal doğumu tercih ettiğini belirtti. Erkek doktorların %65.3’ü eşleri için sezaryen, %34.7’si de vajinal doğumu; kadın doktorların ise %58’i sezaryen, %42’si ise vajinal doğumu tercih ettiklerini belirtti. Sezeryan tercih sebepleri irdelendiğinde; kadınlarda %31’i tıbbi endikasyon nedenli iken, %34.4’ü daha kolay bir doğum şekli olduğunu düşünmesini, %62’si vajinal doğuma bağlı oluşabilecek komplikasyonlardan korkmasını öne sürdü. Erkek grubunda ise %65.6’sı “vajinal doğuma bağlı oluşabilecek komplikasyonlardan korktuklarını”, %40.6’sı “daha kolay bir doğum şekli olduğunu”, %28.1’i “daha az ağrılı bir doğum şekli olduğunu” düşündüğünü belirtti. Sonuç: Hekimler arasındaki sezeryan tercih oranı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2013 raporunda belirtilen ve Türkiye ortalaması olan %48.1’in oldukça üzerindedir. Bizim çalışmamızda sezaryen tercihinde en sık neden olarak “vajinal doğuma bağlı bebekte oluşabilecek komplikasyon korkusu“ her iki grupta ilk sırada yer almaktadır. Sonuç olarak çalışmamızda çıkan bu veriler hekimlerin bile vajinal doğum konusunda aslında çok da bilimsel temellere dayanmayan korkularının olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Sezaryen, vajinal doğum, tercih, doktor [Abstract:0131][PS-116] Annelik Rolü Ve Ebeveynlik Davranışı Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi Özlem Koç1, Hava Özkan1, Hediye Bekmezci2 1 Atatürk Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü,Erzurum 2 Karatay Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu,Hemşirelik Bölümü,Konya Amaç: Bu çalışma, annelik rolü ve ebeveynlik davranışı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma Erzurum Nenehatun Kadın Doğum Hastanesi’nde Obstetri-Postpartum Servislerine 1 Mayıs 2015/18 Eylül 2015 tarihleri arasında başvuran anneler üzerinde tanımlayıcı tipte yapılmıştır. Araştırmaya alınması gereken minimum örneklem büyüklüğünü hesaplamak için evrendeki eleman sayısının bilindiği durumlardaki örneklem seçme formülü ile belirlenen 226 anne alınması hesaplanmış, ancak araştırma 291 anne ile tamamlanmıştır. Araştırma verilerin toplanmasında; araştırmacı tarafından hazırlanan Kişisel Bilgi Formu, Anlamsal Farklılık Ölçeği-Anne Olarak Ben, Doğum Sonrası Ebeveynlik Davranışı Ölçeği (DSEDÖ) kullanılmıştır. DSEDÖ gözleme dayalı olarak değerlendirilmiştir. Güvenilirlik testi, t-testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Kruskall Wallis, Mann Whitney-U, Spearman Korelasyon Analizi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Annelerin “Anlamsal Farklılık Ölçeği-Anne Olarak Ben” ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 52.15±6.62 ve DSEDÖ’den aldıkları puan ortalaması 4.68±1.33 olarak bulunmuştur. Annelerin yaşı, gelir durumu algısı, çalışma durumu, yaşayan çocuk sayısı, doğum öncesi bakım alma durumu (p=<0.001), eğitim durumu, gebelik sayısı, abortus/kürtaj sayısı (p=0.002), aile tipi (p=0.005), yerleşim yeri (p=0.06), gebeliğin planlı olma durumu (p=0.009) annelik rolü düzeyini etkilemiştir. Annelerin yaşı, eğitim durumu, çalışma durumu, gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı, gebeliğin planlı olma durumu, doğum öncesi bakım alma durumu (p=0.000), gelir durumu algısı (p=0.05), doğum şekli (p=0.007), ölen çocuk sayısı (p=0.009), yerleşim yeri (p=0.021) ebeveynlik davranışı düzeyini etkilemiştir. Anlamsal Farklılık -Anne Olarak Ben Ölçeği ile DSEDÖ’nin puan ortalamaları arasındaki ilişki incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki [Abstract:0115][PS-114] Birinci Trimesterda Missed Fetusun Eşlik Ettiği Spontan Uterus Rüptürü Mine İslimye Taskin, Ertan Adalı Balikesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Balıkesir Giriş: Erken gebelikte spontan uterin rüptür nadir görülür ve genellikle eski uterin skarda karşımıza çıkar. Olgu: Burada 32 yaş kadın hastada 13 hf gebelikte ortaya çıkan spontan 36 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı saptanmamıştır ( r=0.055, p=0.348). Sonuç: Annelerin Anlamsal Farklılık -Anne Olarak Ben Ölçeği ile DSEDÖ’den aldıkları toplam puan ortalamalarına göre annelik rolü ve ebeveynlik davranışlarının iyi düzeyde olduğu belirlenmiştir. Annelik rolü ve ebeveynlik davranışı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Anahtar Kelimeler: Anne, annelik rolü, ebeveynlik davranışı tus izlendi.Tedavi öncesi beta- hCG değeri 21208 mIU/ml idi. Ultrason eşliğinde vakum küretaj uygulan hastaya bakri balon yerleştirildi. Balon 6 saat sonra çekildi. Postoperatif 1. günde beta- hCG değeri 6354 mIU/ml idi. Tedavi sonrası yapılan ultrasonografide endometrium kalınlığı 6 mm idi, gebelik ile uyumlu materyal yoktu. Hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: Sezeryan skar gebeliği ektopik gebeliğin en nadir formlarından biridir fakat son yıllarda sezaryen oranının artmasıyla daha sık görülmektedir. Sezeryan skar gebeliği hayati risk içerebilen ve fertilite kaybına neden olabilecek sezeryan doğumun geç dönem komplikasyonudur. Değişik tedavi seçenekleri uygulanmasına rağmen en uygun tedavi yöntemi hakkında fikir birliğine varılamamıştır. Yakın zamana kadar tedavide histerektomi tercih edilirken son yıllarda erken tanı ile daha konservatif tedavi seçenekleri tercih edilmektedir. Sonuç olarak vakum küretaj sonrası bakri balon uygulaması hemodinamik olarak stabil ve fertilite isteği olan hastalarda başarılı bir tedavi seçeneği olabilir Anahtar Kelimeler: Ektopik gebelik, skar gebeliği [Abstract:0118][PS-117] Plasenta Akreta Vakalarında Bakri Balon Uygulaması Alev Özer1, Murat Bakacak1, Önder Ercan1, Bülent Köstü1, Salih Serin2, Hilal Sakallı1 1 Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D., Kahramanmaraş 2 Tatvan Devlet Hastanesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum departmanı, Bitlis Amaç: Bakri balon kullanılarak uterin tamponad yapılan plasenta akreta olgularının demografik bulgularının ve klinik sonuçların değerlendirilmesi Yöntem: Ocak 2014- Haziran 2015 tarihleri arasında bakri balon yerleştirilen toplam 21 plasenta akreta vakasının kayıtları incelendi. Fetüsün doğurtulmasın takiben spontan plasental ayrılması gerçekleşmediği için elle ayrılan yapışık plasentalar plasenta akreta olarak kabul edildi.Bu vakalarda plasental yataktaki kanamaların hemostazı için sütür koyuldu. Buna rağmen devam eden kanamalarda uterin tamponad yapmak için uterin kaviteye Bakri balon yerleştirilip 350-400 ml’ye kadar şişirildi ve 24 saat kavitede birakıldı. Bulgular: Ortalama yaş 30,5 olarak saptandı. Ortalama gravida ve parite sırasıyla 4,3 ve 2,6 olarak belirlendi. Sadece bir olgu dışında tüm olgularda geçirilmiş sezaryenle doğum (SD) öyküsü mevcuttu. Ortalama gebelik haftası 33,6 hafta olup olguların %57’sinde elektif şartlarda kalan %43’ünde vajinal kanama nedeniyle acil olarak SD gerçekleştirildi. Operasyondaki ortalama kan kaybı 983,3 ml olarak belirlendi. Transfüze edilen ortalama eritrosit süspansiyonuı (ES) ve trombosit süspansiyonu sayısı sırasıyla 0.95 ve 0.24 olarak belirlendi. Hastanede ortalama kalış süresi 2.2 gün olarak tespit edildi. Hiçbir vakada histerektomi yapılmadı. Sonuç: Son yıllarda plasental invazyon anomali artış izlenmektedir. Buna bağlı olarak peripartum kanama ve histerektomi oranlarında artış izlenmektedir. Özellikle fertilite arzusu olan plasenta akreta (plasenta, myometriyuma yapışmış ancak penetre olmamış ) vakalarında uterusun korunabilmesi için plasental yatağa hemostatik sütürler koyulması ve mekanik kompresyon yapılması seçenekler arasındadır. Çalışmamızda Bakri balon kullanılarak mekanik kompresyon yapılan plasenta akreta olgularının hiçbirinde histerektomiye gerek duyulmadı. Plasenta akreta vakalarında Bakri balon kullanımının etkinliğinin değerlendirilebilmesi için daha geniş vaka sayılı çalışmalar gereklidir. Anahtar Kelimeler: Plasenta akreta, bakri balon [Abstract:0130][PS-118] Ultrason Eşliğinde Vakum Küretaj Sonrası Balon Tamponad ile Tedavi Edilen Sezeryan Skar Gebeliği: Olgu Sunumu Duygu Tuğrul, Zehra Yılmaz, Gülenay Gençosmanoğlu Türkmen, Özgür Kara, Ali Özgür Ersoy, Turhan Çağlar Dr.Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Ve Hastalıkalrı Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Sezaryen skarına implante olan gebelik (SSG), dış gebeliğin en nadir formlarından biridir ve tanı almazsa rüptür ve kanamaya neden olarak hayati tehlike içerebilir. Tanıda primer olarak transvajinal ultrasonografi kullanılır. Boş uterin kavite, boş servikal kanal, gestasyonel kesenin anterior istmik miyometriumda izlenmesi sonografik tanı kriterleridir. Erken tanı ve tedavi bu hastalarda uterus ve fertilitenin korunması ile beraber hayat kurtarıcı olabilmektedir. Biz burada erken dönemde tanı konan ve ultrason eşliğinde vakum küretaj sonrası bakri balon ile başarılı bir şekilde tedavi edilen SSG vakası sunmayı amaçladık. Olgu: 24 yaşında G3P1 olan hasta ektopik gebelik ön tanısı ile kliniğimize başvurdu. Obstetrik öyküsünde bir kez sezeryan geçirdiği öğrenildi. Vital bulguları normal olan hastanın az miktarda vajinal kanaması mevcut idi. Pelvik muayenede uterus ve serviks normal görünümdeydi.Yapılan transvajinal ultrasonografide uterin kavitenin boş olduğu, eski sezeryan skarına implante olan gebelik kesesi ve içinde CRL 7 mm olan canlı fe- 37 [Abstract:0154][PS-119] Geç Dönem Yara Yerinde Dikiş Sinüsü Nedeni: Ciltaltı Emilmeyen Sütür Suna Kabil Kucur1, Murat Polat1, Kadriye Beril Yüksel1, Ali Seven1, İlay Gözükara2, Nadi Keskin1 1 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya 2 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Hatay Giriş: Yara yeri enfeksiyonları postoperatif sık görülen komplikasyonlardan biridir. Genellikle postoperatif ilk bir ay içinde görülen bu durum nadiren geç de görülebilir. Bunun başta gelen nedenlerinden biriside insizyon hattında yabancı cisim kalmasıdır. Olgu: 26 yaşında bayan hasta düzensiz mensturasyon ve sezaryen yerinde akıntı olduğu şikâyetiyle polikliniğimize başvurdu. Sezaryen ameliyatını 7 yıl önce olduğunu belirten hastanın özgeçmişi; G2P2, kronik hastalığı yok, iki defa sezaryen olduğu başka operasyon öyküsü olmadığı öğrenildi. Anamnezinden yara yerinde birkaç kez kızarıklık olduğu ve antibiyotik tedavisiyle geçtiği, fakat yakın zamana insizyonun iki ucundan akıntısının olmadığı alındı. Hastanın yapılan muayenesinde insizyon hattının iki ucunda dikiş sinüsü izlendi. Prolen sütür epitel altında sinüs traktında izlenmekteydi. Sütür lokal anestezi altında çıkarıldı. Sonuç: Cerrahi prosedürler sırasında ve sonrasında komplikasyonları azaltmak için çeşitli önlemler alınsa da bazen kaçınılmazdır. İnsizyon hattında yabancı cisim kalması genellikle postoperatif dönemde birkaç hafta içinde tespit edilir ancak çok nadiren olgumuzda olduğu gibi 7 yıl atlanabilecek bir durumdur. Hastaların ameliyattan aylar sonra insizyon hattında akıntı olması durumunda yabancı cisim reaksiyonları akla getirilmelidir. Bunun önüne geçmek için emilebilir sütürlerin kullanılmasının faydalı bir çözüm olabileceğini düşünüyoruz. Bunun mümkün olmadığı durumlarda hastalara sütürlerin alınmasının gerekliliği ve yabancı cisim reaksiyonu ile karşılaşılmaması için sütür aldırma işlemini ihmal etmemesi konusunda uyarılması gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Yara yeri enfeksiyonu, dikiş sinüsü, sezeryan [Abstract:0191][PS-120] Karın Duvarı Endometriozisi: Olgu Sunumu Ergin Arslan1, Sevinç Şahin2, Emel Kıyak Çağlayan3, Halil İbrahim Serin4, Kasım Çağlayan1, Faruk Önder Aytekin1, Selda Seçkin2 1 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi A.B.D, Yozgat 2 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Yozgat 3 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Yozgat 4 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji A.B.D, Yozgat Giriş:Endometriozis fonksiyonel endometrial dokunun uterin kavite dışında yerleşmesidir. Dismenore, disparoni, kronik pelvik ağrı ve infertiliteye neden olabilir. En sık olarak pelviste (overler, periton, uterosakral ligamanlar, douglas ve rektovaginal septum) bulunur. Pelvis dışı endometriozis nadir olmakla birlikte vücudun birçok dokusunda ve hemen hemen her organda bulunabilir. Olgu: Otuz yaşında kadın hasta phannenstiel kesi skarının 4 cm yukarısında, orta hatta ağrılı kitle şikayeti ile başvurdu. Altı yıl önce sezaryen ile 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0283][PS-122] Doğum Sonrası Geç Dönemde Bulgu Veren Kayıp Rahim İçi Araç Olgusu Özlem Uzunlar, Nurten Tarlan, Kadriye Nilay Özcan, Mine Atlı Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş:Rahim İçi Araç Sistemleri (RİA), uzun süreli kontraseptif yöntemler içinde etkin, güvenli, kolay ve en sık kullanılanlardandır. Olgu:3 gebelik ve 3 spontan vaginal doğum hikayesi olan 26 yaşındaki hasta karın ağrısı şikayeti ile polikliniğimize başvurmuştur. Anamnezinden yaklaşık 3 yıl önce TCu380A kontraseptif RİA takılmış olduğu ancak hasta işlemden 1 yıl sonra gebe kalarak sağlıklı vaginal doğum yaptığı öğrenilmiştir. Kendisine gerek gebelik takiplerinde, gerekse intrapartum ve postpartum muayenesinde RİA izlenmediği söylenmiştir. Doğumdan 1 yıl sonra karın ağrısı şikayeti nedeni ile değerlendirilen hastanın yapılan muayenesinde ultrasonografide uterin kavitede RİA görülememiş, ancak batın grafisinde pelvik bölgede RIA ile uyumlu olabilecek radyoopak görünüm izlenmiştir. Kayıp RİA endikasyonu ile hastaya diagnostik histeroskopi ve laparoskopi planlanmıştır. Histeroskopik gözlem normal olarak değerlendirilmiştir. Laparoskopik gözlemde ise uterus normal görünümde olup, batın ön duvarına yapışık olan omentum içerisinde RİA ve etrafında granülamatöz doku izlenmiştir. Batın içi yaygın yapışıklıklar keskin diseksiyonla açılıp, granulom eksizyonu yapılarak RİA komplet olarak çıkarılmıştır. Postoperatif dönem sorunsuz seyretmiştir. Rahim içi araç malpozisyonu, myometrium içine(perforasyon) ya da endoservikal kanala doğru(dislokasyon, ekspulsiyon) şeklinde olabilmektedir. Malpozisyon oranı %10 olarak bildirimiştir. Uterin perforasyon oranı 1/1000 olarak bildirilmiştir.Risk faktörleri deneyimsiz klinisyen, stenotik serviks, immobil ve aşırı anteflex ya da retroflex konumdaki uterus olarak sıralanabilir. Perforasyon ve intraabdominal migrasyon, komşu organ yaralanmaları, pelvik enflamatuar hastalık yabancı cisme bağlı yaygın adezyon oluşumu, komşu organlara penetrasyonla komplike olabilemektedir. Bizim olgumuzda myometriuma invaze halde bulunan RİA nın, doğum eylemi esnasında veya postpartum uterin involusyon esnasında batına migrasyonu düşünülmektedir. Ağrı semptomunun geç bulgu vermesi, doğum ve postpartum erken döneme bağlı ağrı nedeni ile maskelenmiş olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca olgumuzla, Ria’nın neden olduğu uterin perforasyonun gelecekteki gebeliği ve normal doğumu engellemediği görüşüne varılmıştır. Sonuç:RİA malpozisyonundan şüphelenilen olgularda intraabdominal migrasyon göz önünde bulundurularak abdominal X-ray ile değerlendirme gereklidir. Uterin perforasyon ya da intraabdominal migrasyon tesbit edilen olgularda RIA laparoskopik olarak çıkarılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Laparoskopi, malpozisyon, rahim içi araç doğum yapmış olan hastanın öyküsünden kitleyi 4 aydır fark ettiğini, kitlenin zamanla büyüdüğünü ve kitle üzerindeki ağrının menstruasyon ile ilişkili ol¬duğunu öğrendik. Fizik muayenede göbeğin yaklaşık 4 cm altında ve orta hattan 2 cm uzaklıkta 4x3x2 cm büyüklüğünde kitle pal¬pe edildi. Hastanın jinekolojik muayenesinde uterus ve overler doğal saptandı. Yüzeyel ultrasonografide 36x33x15 mm ölçülerinde rektus fasiası altında lokalize heterojen görümlü solid kitle izlendi. Magnetik rezonans görüntüleme incelemesinde rektus kası içerisinde lokalize 11x7 mm boyutlarında T1A serilerde izo-hafif hipointens, T2A serilerde hiperintens nodüler lezyon saptandı. Peroperatif orta hat sağ tarafta rektus kası ve arka kılıfını içeren, sınırları düzensiz 5x4 cm lik kitle tespit edildi. Kitle çevresinde yaklaşık 1 cm lik sağlam doku ile birlikte total olarak eksize edildi ve operasyon sonlandırıldı. Makroskopik olarak, operasyon materyali 7x5.5x3 cm ölçülerinde kahverenkli düzensiz doku parçası idi. Mikroskopik olarak kesitlerde yoğun kollojenize fibröz bağ dokuda endometrial glandlar ve stromal hücreler görüldü. Endometrial glandların bir kısmı genişleyip kistik hal almıştı ve lümenleri kanla dolu idi. Çevrede gruplar halinde histiyositler de izlendi ve olguya endometriozis tanısı kondu. Histopatolojik tanının endometriozis olması üzerine hastaya günlük 3mg Drospirenone/ 00.3 mg Ethinyl Estradiol başlandı. Hastanın 3 ay sonraki kontrollerinde şikayetlerinin gerilediği görüldü. Sonuç: Batın ön duvarı kitlelerinin değerlendirilmesinde endometriozis tanısı akılda tutulmalı ve ultrasonografi ve MRG incelemeleri ile bu tanı güçlenirse teşhis ve tedavi için total eksizyon uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Endometriozis, batın duvarı [Abstract:0110][PS-121] Batın İçi Kanamaya Neden Olan Subseröz Myom Olgusu Çağrı Güven1, Deniz Şimşek1, Çağdaş Şahin1, Ali Akdemir1, Barış Büke2 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İzmir 2 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir Giriş:Uterus myomları, uterusun kas ve bağ dokularından kaynaklanan selim tümörlerdir. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık %20’sinde görülür.Myomlar sıklıkla asemptomatik olmakla beraber; anormal uterin kanama, pelvik ağrı, komşu organlara bası ve infertilite sık rastlanan şikayetler olarak kliniğe yansımaktadır. Myomlar nadiren de olsa torsiyon ve batın içerisine kanamaya sebep olarak akut batın durumuna sebep olabilirler. Kliniğimize akut batın tablosu ile başvuran, batın içi yaygın serbest sıvı ve adneksiyel kitle nedeniyle opere edilen ve subseröz myom yüzeyinden kanama saptanan hasta olgu sunumu olarak sunulmuştur. Olgu:44 yaşında hasta, ani başlayan sağ alt kadran ağrısı ile acil servise başvurdu. Ağrı sağ alt kadrandan başlayıp tüm batına yayılmaktaydı. TA: 90/55 N: 110 olarak saptandı. Fizik muayenede batın alt kadranlarda hassasiyet, defans ve rebound pozitif olarak saptandı. Tuşe vajinalde Douglas poushunu dolduran kitle formasyonu palpe edildi. Vajinal ultrasonografide; batın içerisinde yaygın sıvı, uterus posterior duvardan kaynaklandığı düşünülen yaklaşık 9cm boyutunda kitle formasyonu izlendi. Hastada akut batın tablosu olması ve yaygın batın içi serbest sıvısı olması üzerine hastaya eksploratif laparotomi planlandı. Batında yaklaşık 1 litre serbest kan saptandı. Uterus yaklaşık 3 aylık gebelik cesametinde ve myomatö izlendi. Uterus korpus posteriorda yaklaşık 9 cm boyutunda, üzerinde tortiyöz damarlar barındıran myom izlendi. Bu damarlardan birinde aktif venöz kanama izlendi. Hastaya myomektomi ardından histerektomi uygulandı. Komplikasyonsuz geçen post-operatif dönem sonrasında hasta 3. gün taburcu edildi. Sonuç: Uterus myomları üreme çağındaki bayanlarda en sık görülen benign tümöral oluşumlardır. Batın içine kanama üreme çağındaki bayanlarda en sık ektopik gebelik rüptürü, over kist rüptürü ve adneksiyal torsiyon sonrası meydana gelmektedir. Subserozal myom yüzeyinden venöz kanama sonrası gelişen hemoperitonyum çok nadir bir olgudur. Sıklıkla travma, myom torsiyonu ve gebelik esnasında olmakla beraber spontan myom rüptürü çok nadir bir durumdur. Kesin tanı eksploratif laparotomi ile konulmaktadır. Tedavide myomun çıkarılması ve hemostatik sütürlerin yeri tartışılmazdır. İleri yaş ve ailesini tamamlamış kişilerde operasyona histerektomi eklenebilir. Anahtar Kelimeler: Myoma, hemoperitoneum, akut batın [Abstract:0311][PS-123] Gebelik Sürecinde Vücut Kitle İndeksindeki Değişimin Bebek Doğum Kilosuna Etkisi Seda Şahin Aker, Tuncay Yüce, Feride Söylemez Ankara Üniversitesi Tıp fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara Amaç: Gebelik sürecinde vücut kitle indeksindeki(VKİ) değisimin bebek doğum kilosu üzerine etkisi olup olmadığını araştırdık. Yöntem: Kliniğimize başvuran sistemik hastalığı olmayan,tekiz gebelikler çalışmaya dahil edilmiştir. 361 gebe VKİ’ne göre 3 gruba ayrıldı:Grup 1: normal (VKİ 20-24.9 kg/m2) (n =208); Grup 2:fazla kilolu (VKİ 25-29.9 kg/m2) (n = 97);Grup3:obez (VKİ > 30 kg/m2) (n = 56). Bulgular: VKİ’ne göre her 3 grup arasında yaş,gravida,parite,daha önceki bebek doğum kiloları,doğum haftaları,1. ve 5. dakika Apgar skorları arasında fark izlenmedi. Grup 1’deki VKİ değişimi: 2,94. Grup 2’de VKİ değişimi:2,66, Grup 3’te VKİ değişimi 2,14 idi ve istatistiksel anlamlıydı (p: 0,00). Grup 1’de bebek doğum ağırlığı:3412 gr, Grup 2’de bebek doğum ağırlığı 3383 gr, Grup 3’te bebek doğum ağırlığı: 2930 gramdı ve ve istatistiksel anlamlıydı (p< 0,001). Sonuç: Çalışmamızda gebelik öncesi VKİ yüksek olan hastaların gebelik sürecnide daha az kilo aldıkları, daha düşük ağırlıklı bebek doğum ağırlıklarına sahip oldukları görüldü. Gebelik süresinde ideal kilo alımı,gebelik öncesi obez hastaların kilo vermesi,gebelikte düzgün beslenme sağlıklı gebelik geçirilmesi ve sağlıklı bebeklerin dünyaya gelmesi için çok önem taşımaktadır. 38 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Anahtar Kelimeler: Gebelikte kilo alımı, beslenme, doğum ağırlığı de fıtık gelişebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.Bu nedenle laparoskopik işlemler sonrası trokar hernisi gelişim riskinin azaltılması amacıyla; özellikle 10 mm ve daha büyük trokar giriş yerleri rutin olarak sütüre edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Herni, laparoskopi, trokar [Abstract:0128][PS-124] Fetal Ölüme Neden Olan Amniyotik Band Gülenay Gencosmanoğlu Türkmen, Hakan Timur, Zehra Yılmaz, Halil Korkut Dağlar, Özgür Kara, Dilek Uygur, Nuri Danışman Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Amniyotik band sendromu amniyotik membranın erken dönemde rüptürüne bağlı olarak oluştuğu düşünülen intrauterin fibröz bantların fetal yapıları sıkıştırdığı nadir bir konjenital bozukluktur. Sendroma bağlı oluşan anomaliler minör parmak ampütasyonlarından lethal anomallilere uzanan geniş bir yelpazededir ve izole yada multipl olabilir. En sık tespit edilen defekt ekstremite sıkışması olmakla birlikte tespit edilen anomalilerin asimetrik oluşu kilit noktadır. Defektin boyutuna bağlı olarak takip yada terminasyon önerilmektedir. Spontan rezolusyon literatürde bildirilmiştir. Olgu: 23 yaşında primigravid hasta 18. gebelik haftasında intrauterin ex fetüs nedeniyle kliniğimize refere edildi. Hastanın öyküsünde bir özellik saptanmadı. Hasta durumu hakkında bilgiledirilerek terminasyon gerçekleştirildi. Terminasyon sonrasında değerlendirilen fetusun sol kolunu saran amniotik bandın fetal kordonu da içine aldığı ve sıktığı izlendi. Sol kolda belirgin ödem mevcuttu. Otopsi hasta izni alınamadığı için yapılamadı. Sonuç: Amniyotik band sendromu canlı doğumlarda 1/1200 ila 1-15000 arasında görülmektedir.. Erken tanı çoğunlukla mümkün olmamakta ve vakalar çeşitli anomaliler sonucu tespit edilebilmektedir. %10 vakada umblikal kord sıkışması olaya eşlik etmektedir. Umblikal kordun eşlik ettiği durumlarda fetal ölüm sıklıkla görülmektedir. Amniyotik band tespit edilen hastalarda umblikal kordon değerlendirilmesi yapılarak hastaya bilgi verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Amniyotik band, fetal ölüm [Abstract:0116][PS-126] 4 Kez Geçirilmiş Sezaryen Sonrası Vajinal Doğum Alev Özer1, Serdar Özer2, Bülent Köstü1, Önder Ercan1, Murat Bakacak1 1 Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Kahramanmaraş 2 Pazarcık Devlet Hastanesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum Departmanı, Kahramanmaraş Giriş: Son yıllarda sezaryenle doğum (SD)oranlarında hızlı bir artış görülmektedir.Obstetri pratiğinde bir kez SD sonrasındaki doğumların da tekrar sezaryenle yaptırılması görüşü hakimdir. Ancak artan SD oranları artmış postoperatif febril ve tromboembolik olaylarla ilişkili olduğu gibi sonraki gebeliklerde plasental invazyon anomalisi riskini de arttırmaktadır. Olgu: 41 yaşında G5P4Y4 olan hasta doğum ağrılarının başlaması şikayetiyle başvurdu.Yapılan muayenesinde servikal açılması ve silinmesinin tam olduğu, fetal başın doğum kanalında +1 seviyesinde olduğu ve amniyon poşunun spontan açılmış olduğu belirlendi. Öyküsünden 4 kez sezaryenle doğum yapmış olduğu öğrenildi. Özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik saptanmadı. Vajinal yolla 3570 gr ağırlığında fetüs 9/10 APGAR ile doğurtuldu. Doğum sonrası manuel olarak uterin kavite kontrolü yapıldı. Rüptür saptanmadı. Ultrasonografik değerlendirme normaldi. Postpartum izleminde herhangi bir sorun olmayan hasta 48 saat sonra taburcu edildi. Sonuç: SSVD yaptırılan hastalarda %0.5 uterin rüptür oranı bildirilmektedir. 4 kez geçirilmiş SD öyküsü olan bu olguda vajinal doğum sorunsuz bir şekilde gerçekleşmiştir. SD oranlarının azaltılabilmesi için uygun vakalarda sezaryen sonrası vajinal doğum (SSVD) tercih edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Vajinal doğum sonrası sezaryenle doğum, uterin rüptür [Abstract:0265][PS-125] Laparoskopi Sonrası Trokar Giriş Yerinde Herni: 2 Olgu Sunumu Esma Sarıkaya1, Özlem Evliyaoğlu1, Mine Atlı1, Serdar Gökay Terzioğlu2, Mahmut Kuntay Kokanalı1, Hatice Yetkiner1, Özge Şehirli1, Kanşav Tunç Kızılkanat1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Tüm cerrahi işlemlerde olduğu gibi laparoskopi tekniğinin de kendisine özgü minör ve majör birçok komplikasyonu vardır. Nadir komplikasyonlardan olan trokar giriş yerinde insizyonel herni gelişimi laparoskopik ameliyatlara özgü komplikasyonlardan biri olup insidansı %0,02-3,6 arasında bildirilmektedir.Bu yazıda 5 mm’lik trokar giriş yerinde gelişmiş insizyonel hernisi olan ve ameliyat edilen iki olgu sunulmaktadır. Olgu Sunumu 1 : 43 yaşında pelvik ağrı şikayeti ile jinekoloji kliniğine başvuran hasta tubo-ovaryen abse tanısı ile hospitalize edildi. Antibiyoterapinin 3. gününde operasyona alındı. Laparoskopik cerrahi için bir adet umblikal 10 mm trokar, iki adet 5 mm’lik trokarlar yerleştirildi. Gözlemde her iki tubadan kaynaklı overlerle konglemerat oluşturmuş barsaklara ve douglasa dens olarak yapışık abse izlendi. Bilateral salphingooferektomi yapıldı. Sol 5 mm’lik trokar giriş yeri 20 mm’e genişletilerek abse materyali batın dışına alındı. Postoperatif 2. gününde ileus gelişti. Postoperatif 3. gününde yapılan yüzeyel ultrasonografide solda trokar lokalizasyonunda cilde doğru uzanan dilate barsak ansı izlendi. Laparatomide soldaki trokar girişinde jejunum ansının fasyadaki defekte sıkışarak cilt altına strangüle olduğu ve tam kat perfore olduğu gözlendi. Barsak sistemi dekomprese edildikten sonra jejunojejunostomi yapıldı. Postoperatif 10. gününde taburcu edildi. Olgu Sunumu 2 : 45 yaşında nulligravid hasta kronik pelvik ağrı nedeniyle hospitalize edildi. En son 3 yıl önce olmak üzere 4 kere laparoskopik cerrahi öyküsü mevcuttu. Umblikal 10 mm trokar yerleştirildikten sonra gözlemde uterus, overler ve barsaklar dens yapışık,sol alt kadrandaki eski 5 mm trokar yerinden omentumun herniye olduğu gözlendi. Omentum serbestleştirilip batın içerisine bırakıldı. Uyandırma aşamasında kardiak arrest gelişen ve ressüsite edilen hasta dış merkez yoğun bakıma sevk edilmiş ve yoğun bakımda ex olmuştur. Hastada pulmoner emboli saptanmıştır. Sonuç: Laparoskopik cerrahi işlemler sonrası daha sık büyük trokar giriş yerlerinde olmakla birlikte, 5 mm ve daha küçük trokar giriş yerlerinde [Abstract:0310][PS-127] Sistosel ve Stres İnkontinanslı Olgularda Dört Kollu Polypropylene Mesh ile Mesane ve Midüretra Takviyesi; Mesh Erozyonu Bulat Aytek Şık1, Serkan Kumbasar2, Alim Özcan3, Ozan Özolcay4, Bülent Tekin5, Süleyman Salman6 1 İstanbul Aydın Üniversitesi, İstanbul 2 Sakarya Üniversitesi, Sakarya 3 Fulya Acıbadem Hastanesi, İstanbul 4 Can Tıp Merkezi,İstanbul 5 Yeni Yüzyıl Üniversitesi,İstanbul 6 Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi,İstanbul Giriş: Sistosel ve stres inkontinanslı olguların, cerrahi tedavisinde, 2013 ve 2014 yıllarında toplam 9 hastada dört kollu polypropylene mesh kullandık. Bu teknikle yaptığımız amelyatlarda ilk bir yılda 9 hastamızda tam iyileşme izledik. Bir yıllık takiplerde sadece 1 vakada mesh erozyonu görülmüş olup, bu vakanın tartışılması amaçlandı. Olgu: Olgu-59 yaşında G5P4A1, koitus sonrasında eşinin ağrı hissetmesi şikayeti ile başvurdu. Öyküsünde aktivite ile istemsiz idrar kaçırma, 3.derece sistorektosel, 2.derece rektosel,stres testi pozitifliği, ürodinamik inceleme de stres inkontinans tanısı ile 6 ay önce tarafımızdan dört kollu polypropylene mesh operasyonu ile stres inkontinans ve sistosel amelyatı yapıldığı öğrenildi. Muayenesinde vagina iç tarafında saat 11 hizasında 2 cm’lik mesh’in vagen dokusundan dışarı çıkarak erezyone olduğu görüldü. Hastanın inkontinans şikayeti yoktu. Erezyone olmuş vagen dokusu ve meshin bir kısmı, sağ ve soldan 1 cm sağlam vagen dokusu ile birlikte çıkarıldı. Operasyon sonrası 24 saatte taburcu edildi. Operasyon sonrası 14.gün, 1.ay, 3.ay ve 6.ay yapılan kontrollerde şikayeti olmayan hastada tam iyileşme görüldü, inkontinans tekrarlamadı. Sonuç: Sistosel ve stres inkontinanslı olgularda tek bir polypropylene mesh ile mesane ve midüretra takviyesi başarılı, etkili, düşük morbiditeli ve iyi tolere edilen bir yöntem olarak kabul edilebilir.Bu amelyatta görülebilcek en kötü komplikasyonlardan birinin de mesh erozyonu olabileceği unutulmamalıdır 39 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Anahtar Kelimeler: Polypropylene dörtkollu mesh, sistosel, stres inkontinans [Abstract:0313][PS-130] Geç Reproduktif Dönem Kanamalarında Gestasyonel Trofoblastik Hastalıklar Eren Pek, Evren Çavuş, Ayşe Nur Çakır Güngör, Fatma Sılan, Servet Hacıvelioğlu, Ahmet Uysal, Meryem Gencer, Eda Duru Bardakcı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çanakkale [Abstract:0148][PS-128] Korpus Kallozum Agenezisi Savaş Özgür Ağlamış, Kübra Akkaya, Ece Ateş, Göknur Şahin, Cem Sanhal, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak EAH, Ankara Giriş:Korpus Kallozum Agenezisi Ultrasonografi Bulguları Sunumu Olgu: 27 YAŞ G1 P0 olan hastamız perinatoloji kliniğimize(3.basamak) 28.haftasında başvurdu.Soygeçmiş ve Özgeçmişinde özellik yoktu.Gebeliğinde ilaç kullanım öyküsü,radyasyona maruziyet,yüksek ateş öyküsü yoktu.Ultrasonografimizde 28 hafta biyometrisi ile uyumlu tek canlı amniyotik indeksi yeterli fetüs izlendi.Abdominal organ ve ekstremiteler normal izlendi.Aksiyal planda yapılan Ultrasonografide Kolposefali(Göz yaşı damlası) ve Kavum Septum Pellicidum yokluğu,koronal planda yapılan USG’de Frontal boynuzlarda lateral konveksite ve artmış mesafe izlendi. Ayrıca yapılan Ultrasonografide Frontal boynuzların iç duvarı Probst liflerinin mediale doğru konkavitesi izlendi. Bu görüntü Üçüncü ventrikülün lümeni ile birlikte ‘’Boğa Başı’’görüntüsünü oluşturuyordu.Tüm bu kranial sonogram sonuçları Korpus Kallozum Agenezisi lehine değerlendirildi. 36.haftada SVND İle 2670 gr erkek 7-9 Apgar bebek doğurtuldu.Doğum sonrası Pediatri Kliniğimize refere edilen bebekte çekilen Kranial MR görüntülemede Korpus Kallozum Agenezisi olarak raporlandı. Sonuç:Özellikle 2.trimesterda tecrübeli ellerde ve merkezlerde yapılan Ultrasonografide Korpus Kallozum Agenezisi tanısı konulabilmekte,sensörinöronal gelişim anomalisine neden olan bu durumda doğumdan sonra yapılan MR görüntüleme ile netleştirilebilmekte ve Pediatri Kliniğine erken dönemde refere edilebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Kolposefali, korpus kallozum, boğa başı Giriş:GTHlar plasenta kaynaklı hastalıklar kümesini ifade eder.Hidatiform mol sıklığı 1/1000 kabul edilir.En sık kabul edilen mekanizma duplikatif paternal uniparental izodisomidir.Komplet mol olgusunu sunarak,gelişim mekanizmalarını,risk faktörleri,tedavi ve hizmet sunduğumuz kesimde menapozal geçiş döneminde görülebilen hastalıklar karşısında yeteri kadar bilgilendirme yapıp yapmadığımız konusunda tartışmayı planladık. GTHlarda koryokarsinom riski sebebiyle kür sağlanmalıdır.Molar gebeliklerde en önemli risk faktörlerinden biri anne yaşıdır.20yaş altı ve 35yaş üzeri risk artmıştır. İleri yaşlarda malignite artış gösterir.Komplet mol diploiddir. %75-8046XX kalanı 46XYdir.Kabul edilen mekanizma;boş ovumun haploid spermle döllenmesi sonra duplikasyonu,46XX homozigot yapı oluşması,diğeri boş ovumun 2haploid spermle döllenmesi46XX veya 46XY oluşmasıdır.Genetik yapı paternal,üzüme benzer embriyo izlenmez.Komplet mollerin lokal invazyon ve uzak metastaz yapabilme potansiyelleri vardır.Boşaltıldıktan sonra lokal invazyon riski%15ve metastaz olasılığı %4dür.Kabul edilen izlem süresi12aydır.3negatif değere kadar hcg haftada 1 sonra ayda 1,12 ay yapılmalıdır ve 12 ay boyunca kontrasepsiyon önerilmelidir. Olgu:45yas,7w3d adet gecikmesi,ardından kanama ile başvurdu.Karın ağrısı,bulantı-kusma şikayet olmamış. G9P7Y5A1, GTH öyküsü yok.C/S yok.HTveAstım(+)BRh(+)Akraba evliliği yok.PMde koyu renkli pıhtılı lekelenme tarzında kanama(+)uterus12w cesametinde ve yumuşak izlendi.USGde kavitenin ekmekiçi yapılı materyal ile full dolu olduğu izlendi. Başvuru hcgsi 192716 TFTnormaldi.PA Akc Normal.Labaratuar normaldi.2.hcg 236604idi.Küretajı yapıldı komplikasyonu olmadı.hcg takibi ile taburcu edildi.7.gün hcg 3951 idi.2.hafta 524,3.hafta 158,4.hafta 52idi.8. hafta hcg normaldi.Patoloji komplet mol olarak raporlandı,invazyon yok idi.Genetik46XXpaternal uniparental isodisomi, haploid 23X bir spermin boş ovumla döllenmesiyle duplikasyonu sonucu oluştuğunu raporladı. Sonuç ve Tartışma: GTHlar yüksek mortlite morbidite oluştururlar.Geç reproduktif dönemde adet gecikmesi menapozal geçiş şeklinde yorumlanıp,başvuruda gecikme mortalityi artırır.Hastamızı başvurmaya yönelten nedenin menapoz ve ardından kanama ile rahim kanseri olma korkusu olduğunu vurgulamak isteriz.Bu yüzden polikliniklerimizde veya yapılan bilgilendirme toplantılarında,söyleşilerinde böyle bir hastalığında olduğu ve bununda aslında bazen korktukları rahim kanseri kadar tehlikeli bir hastalık olduğu ve önemli olduğunu anlatmamızda,toplumu bilgilendirme konusunda eksikliklerimiz olduğunu bize düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Molar gebelik, geç reprodüktif uterin kanamalar [Abstract:0250][PS-129] Sağlıklı Bir Yenidoğan İle Sonuçlanan Bir İkiz Komplet Mol Olgusu Elif Eratn Palabıyık, Tuğberk Güçlü, Hacer Özdemir, Arzu Sümer Ortaç, Merve Olgun, Tayfur Çift, Emin Üstünyurt Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Bursa Giriş: Komplet mol hidatiform ve canlı fetus birlikteliği 22000 ila 100000’de bir görülen nadir bir durumdur. Burada 33. haftada sağlıklı bir yenidoğan ile sonuçlanan ikiz molar gebelik olgusunu sunuyoruz. Olgu: 33 yaşında öyküde 3 abortus ve 2 normal spontan doğumu bulunan, son adet tarihine göre 9 haftalık olan gebe acil servise kanama şikayeti ile başvurdu. Acil serviste yapılan ultrasonografide intrauterin fetal kalp atışları olan tek fetus ve subkoryonik hematom saptandı. Hasta habituel abortus ve abortus imminens tanıları ile hospitalize edildi. Yatışından 4 gün sonra şifa ile taburcu edilen hasta gebeliğin 17.haftasında rutin muayene amacıyla polikliniğe başvurdu. Bu haftada serum beta hCG değeri 8.04 MOM olarak saptandı. Ultrasononografide normal fetal anatomi ve komşuluğunda 13x5 cm boyutunda multiple milimetrik anekoik alanlar içeren heterojen ekoda lezyon izlendi. Hastaya amniyosentez önerildi ancak hasta kabul etmedi. Antenatal dönemi olağan seyreden hasta gebeliğinin 33. haftasında preterm eylem tanısı ile yatırıldı ve aynı gün vajinal doğum ile APGAR skorları 1.dakika 9, 5. Dakika 9 olan 2100 gr canlı erkek bebek doğurtuldu. Plasenta ve ekleri ayrıldıktan sonra 77x87 mm çapında içerisinde multiple kistik odaklar olan molar doku ayrıldı. Plasenta ile birlikte gönderilen dokunun histopatolojik incelemesi komplet mol hidatiform olarak rapor edildi. Hastanın postpartum 3. Hafta kontrol muayenesinde serum ß-hcg değeri 0 mIU/ml, akciğer grafisi doğal olarak izlendi. Sonuç: Komplet hidatiform mol ve canlı fetus birlikteliğinin doğal seyri kadar yaklaşım algoritması da belirsizdir. Her ne kadar parsiyel molar gebelikte anormal fetal karyotip olmakta ve gebeliğin terminasyonunu gerektirmekteyse de, komplet hidatiform mol ve canlı fetus içeren ikiz gebeliklerde normal fetus izlenebilmektedir. Bu olguların yönetiminde gelişebilecek komplikasyonlar açısından hasta bilgilendirilmeli ve gebeliğe devam kararı verilmesi halinde olgular yakından izlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Komplet hidatiform mol, canlı fetus, ikiz gebelik [Abstract:0094][PS-131] Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesine Vajinal Kanama Nedeniyle Başvuran Postmenopozal Hastaların Değerlendirilmesi Özlem Evliyaoğlu, Hasan Onur Topçu, Aslı Oskovi, Salim Erkaya Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara Amaç: Toplumumuzda postmenopozal uterin kanama (PUK) nedenlerini araştırmak. Yöntem: Bu tanımlayıcı retrospektif çalışma, Ekim 2008- Mayıs 2015 arası, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesine PUK nedeniyle başvuran toplam 979 kadının sosyodemografik ve klinik bilgileri, medikal kayıtlardan elde edilerek yapılmıştır. Hastaların yaş, gravida, parite, endometrial kalınlıkları ve endometriumun histopatoloji sonuçları incelenmiştir. Bulgular: PUK nedeniyle başvuran hastaların yaşlarının ortanca değeri 55 (42-88) idi. Gravida ve parite ortanca değerleri sırasıyla 5 (0-22), 3 (015) idi. Endometrial kalınlık ise 7.3 ± 6.5 mm idi. PUK nedenlerinde atrofi ve yetersiz endometrium %33.5 ile ilk sırada yer almaktaydı. Bunu % 28.2 ile yüzeyel epitel, proliferatif veya sekretuar endometrium ve %26.6 ile endometrial polip izlemekteydi. Endometrium kanseri hastaların % 4.3 ‘ünde tespit edildi, servikal patolojiler ise % 2.8 oranında gözlendi. Sonuç: PUK çoğunlukla benign endometrial patolojiler ile birliktelik göstermektedir, ancak PUK nedeniyle başvuran her 20-25 kadından 1’inde 40 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı endometrium kanseri tespit edilmektedir. Anahtar Kelimeler: PMK, menopoz, kanama [Abstract:0202][PS-132] Endometriozis Zemininde Gelişen Akut Apendisit: Olgu Sunumu Mustafa Ulubay1, Mehmet Ferdi Kıncı1, Mustafa Öztürk3, Ulaş Fidan1, Uğur Keskin1, Ali Fuat Çiçek2, Rahman Şenocak4, Müfit Cemal Yenen1 1 GATA Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara 2 GATA Tıp Fakültesi, Patoloji A.B.D, Ankara 3 Etimesgut Asker Hastanesi, Ankara 4 GATA Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi A.B.D, Ankara Giriş: Akut apandisit 10 ile 30 lu yaşlar arasında izlenen ve acil cerrahi girişim gerektiren bir tablodur. Çeşitli etyolojik nedenleri olmakla birlikte endometrisosise bağlı akut apandisit izlenmesi oldukça nadirdir. Kliniğimize akut batın şikayetleri ile başvuran ve endometriozis nedeniyle akut apendisit gelişen olguya klinik yaklaşımımızı sunuyoruz. Olgu: 24 yaşında Gravida 0 olan hasta karın ağrısı şikayeti ile acil polikliniğine başvurdu. Fizik muayenesinde defans, rebound pozitif, barsak sesleri normoaktif olarak izlendi. Yapılan tam kan sayımında beyaz küre 8500 x 10.e3/uL olup hemoglobin 12.4 g/dl, hematokrit %37.9, sedim 11 mm/saat olarak saptandı. Ayakta direk batın grafisinde hava-sıvı seviyesi saptanmadı. Tam idrar tahlilinde ise birkaç lökosit ve eritrosit izlendi. Abdominal ultrasonografisinde bilateral overler doğal olarak ve douglasta minimal serbest mayi izlendi. Apendiks genişliği 10 mm olarak visüalize edildi. Hastaya bu bulgular ile laparaskopik apendektomi planlandı. İntraoperatif olarak apendiks üzerinde ve periton üzerinde endometriotik implantlar izlendi. Özellikle apendiks endometriotik implantlar nedeniyle fibrotik ve over üzerine adeze olarak izlendi. Adezyolizis yapılarak apendektomi ve endometriotik implant fulgarizasyonu yapıldı. Postoperatif patolojik incelemede apendiks duvarında endometrial stroma ve glanlardan oluşan multifokal endometriozis odakları görülmektedir. İmmunohistokimyasal olarak endometrial stroma da CD10, endometrial glandlardan CK7 pozitifliği mevcuttu. Sonuç: Endometriozis, genellikle dismenore, disparoni, menstrual düzensizlik ve infertilite şikayetleri ile prezente olur. İnsidansı gastrointestinal sistemde görülme sıklığı %3-30, apendikste görülme sıklığı ise %3 oranındadır. En sık overde, daha az sıklıkla barsak, üreter ve mesane gibi pelvik bölge organlarında görülür. Endometirozisin reproduktif dönemdeki kadınlarda akut apendisit etyolojisinde yer alabileceği akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Apandisit, endometriosis, laparaskopi RİA’nın nadir (% 0,1) fakat önemli bir komplikasyonudur. RİA’nın neden olduğu abdominal komplikasyonlar nonspesifik olabilmektedir. Olgumuzda karın ağrısı, defans, bulantı, ateş gibi peritoneal irritasyon bulguları görülmüş, laparoskopik yaklaşım sırasında RİA etrafında inflamatuar reaksiyon ve buna sekonder sıvı birikimi ve granülasyon dokusu izlenmiştir. RİA takılması öyküsü olan, akut batın kliniğiyle başvuran, yapılan muayeneler sonrasında RİA ipi görülmeyen veya vajinal ultrasonografide endometrial kavite içerisinde RİA imajının izlenmediği durumlarda uterus perforasyonu ilk planda düşünülmelidir. Tanıda radyolojik yöntemler (direkt grafi, tomografi, magnetic rezonans, kolonoskopi) ultrasonografinin yetersiz kaldığı ve batın içi RİA düşünülen olgularda tercih edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Kayıp ria, akut batın [Abstract:0087][PS-134] Laparoskopik Endometrioma Eksizyonunu Takiben Gelişen Nadir Bir Komplikasyon: Vulvar Hematom Aytekin Tokmak, İlker Gülbaşaran, Serra Akar, Hüseyin Yeşilyurt Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş: Literatürde sınırlı sayıda laparoskopik adneksiyal cerrahi sonrası gelişen vulvar hematom olgusu bildirilmiştir. Damarsal yaralanmalar ve barsak yaralanması laparoskopiye bağlı komplikasyonların en yaygın sebepleri olmasına rağmen, nadiren vulvar hematom ile karşımıza çıkabilir. Laparoskopi sonrası gelişen bu durum karın duvarı veya pelvik bir damar yaralanmasının göstergesi olabilir. Bu çalışmada laparoskopik endometrioma eksizyonu sonrası vulvar hematom gelişen bir olguyu sunmayı amaçladık. Olgu: 26 yaşında nulligravid hasta şiddetli dismenore şikayeti ile başvurdu. Transvajinal ultrasonografide sağ overde 3*3 cm, solda 7*5 cm çapında endometrioma ile uyumlu bilateral homojen hipoekoik kistik lezyon saptandı. Başvuru sırasında hemoglobin düzeyi 13 g/dl ve Ca125 düzeyi 96 U/mL olarak tespit edilen hastada sorunsuz bir laparoskopik bilateral endometrioma eksizyonu operasyonu gerçekleştirildi. Postoperatif 6. saatte bakılan hemoglobin düzeyi 10.3 g/dL olan hasta, cerrahi sonrası 1. günde vital bulguları stabil ve fizik muayene bulguları normal olarak taburcu edildi. Posteperatif 2. günde hipotansiyon, taşikardi ve vulvada mor renkte şişlik şikayeti ile başvuran hasta vulvar hematom tanısıyla rehospitalize edildi. Yapılan ultrasonografide yaklaşık 10 cm çapında pelvik hematom izlendi, ancak douglas poşunda serbest sıvı saptanmadı. Hemoglobi düzeyi 6.6 g/dL, platelet sayısı 160 bin ve koagülasyon testleri normaldi. Hastaya 2 ünite eritrosit süspansüyonu transfüze edildi, profilaktik antibiyotik, antienflamatuar ve lokal eu de glaurde solüsyonu ile kompresyon uygulandı. Genel durumu düzelen, vital bulguları stabilleşen ve hematom boyutunda artış saptanmayan hasta ekspektan yaklaşımla takip edildi. Postoperatif 10. gününde hemoglobin değerinin 10.4 g/dL olması ve pelvik hematomun 8*5 cm boyutlarına gerilemesi üzerine taburcu edildi. Sonuç: Laparoskopik cerrahi sonrası vulvar hematom oldukça nadir görülen bir komplikasyondur. Bu durum laproskopi sırasında abdominal duvarda veya pelvik damarlardaki yaralanmaya sekonder olarak gelişebilir. Hastalar cerrahi sonrası anstabil vital bulgular, anemi, vulvar kitle ve pelvik hematom ile başvurabilir. Eğer ciddi bir damar yaralanmasından şüphe edilmiyorsa, hastalar yakın monitörizasyon ile ekspektan olarak takip edilebilir. Anahtar Kelimeler: Komplikayon, operatif laparoskopi, vulvar hematom [Abstract:0294][PS-133] Nadir Bir Akut Batın Sebebi: Douglasa Gömülü Rahim İçi Araç (Ria) Ahmet Erol, Ahmet Şahbaz, Oğuz Özdemir, Müge Harma, Mehmet Harma Bülent Ecevit Üniversitesi Giriş: Uterin perforasyon RİA yerleştirilmesi sırasında oluşabilen önemli bir komplikasyondur. Asemptomatik olabildiği gibi, intraabdominal migrasyona bağlı komşu organ laserasyonu, pelvik apse, adezyon, fistül gibi akut batın kliniğine de neden olabilmektedir. 32 yaşında akut batın kliniğine yol açan laparoskopik yaklaşımın tercih edildiği douglasa gömülü RİA olgusu sunulmuştur. Olgu: 32 yaşında 3 gebelik, 2 sezaryen doğumu olan hasta 3 gündür devam eden bulantı, kusma, karın ağrısı şikayetleriyle acil servise başvurdu. Fizik incelemede defans, suprapubik, servikal ve adneksiyel hassasiyet mevcuttu. Ateş 38 ᵒC, nabız 90/dk, TA 110/60 mmHg idi. Laboratuar parametrelerinde lökosit 12500/mm3 hemoglobin 10,6 g/dl, biyokimyasal parametreler normal olarak saptandı. Ayakta direkt karın grafisinde orta hattın soluna deviye olmuş RİA gözlendi. Hastanın 1 hafta önce RİA yerleştirilmesi öyküsü mevcuttu. Jinekolojik muayenede servikal os ta RİA ipi gözlenmedi. Transvajinal ultrasonda RİA uterin kavite dışında douglasta gözlendi. Uterin perforasyon, batın içi RİA migrasyonu düşünülen hastaya yapılan kolonoskopide özellik gözlenmemesi üzerine hastaya diagnostik laparoskopi yapıldı. Uterus korpus posteriordan perfore, sigmoid kolon mezosuyla komşuluk gösteren, douglasa gömülü RİA batından çıkartıldı. Postop antibiyoterapi sonrası hasta şifayla taburcu edildi. Sonuç: RİA geri dönüşümlü, uzun dönem kullanılabilen ve yüksek koruyuculuğa sahip bir kontrasepsiyon yöntemidir. Uterus perforasyonu [Abstract:0143][PS-135] Primer Vagen Leiomyomu: Nadir Bir Olgu Suna Kabil Kucur1, Murat Polat1, Ali Seven1, Kadriye Beril Yüksel1, Cengiz Koçak2, İlay Gözükara3, Nadi Keskin1 1 Dumlupınar Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Kütahya 2 Dumlupınar Üniversitesi Patoloji A.B.D,Kütahya 3 Mustafa Kemal Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Kütahya Giriş: Vajinal leiomyomlar nadir görülen, genellikle vajen ön duvarda oluşan ve nadiren vajen arka duvarda oluşan bening tümörlerdir. Burada vajen üst posterior duvardan köken alan myom tesbit edilen bir hastayı sunacağız. Olgu:45 yaşında bayan hasta son bir aydır vajende ele gelen kitle nedeniyle kliniğimize başvurdu. Adet düzensizliği olan hastanın özgeçmişi; 41 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı G2P2, iki doğumu da vajinal doğum, hastalık ve ilaç kullanım öyküsü yoktu. Hastanın yapılan jinekolojik muayenesinde vajen araka duvar posterior fornikse yakın yerleşimli yaklaşık 3x2 cm boyutunda kitle palpe izlendi, serviks normal görünümdeydi. Rektovajinal muayenede kitlenin rektumla ilişkili olmadığı görüldü. Hastanın menstrual düzeni normaldi. Yapılan transvajinal ultrasonografide; vajen araka duvarda 33mm çaplı solid kitle izlendi, uterus ve her iki over doğal olarak değerlendirildi. Hastaya kitle enukleasyon ve eksizyonu yapıldı. Patolojik incelemede tümoral dokunun birbiriyle çaprazlaşan kesişen uzun demetler şeklinde gelişim gösterdiği, nispeten uniform iğsi, normokromatik nükleuslu düz kas hücrelerinden oluşan vasküler leiomyom olduğu izlendi. Lezyonda hücresel atipi, mitotik aktivite ve nekroz gibi malignite bulguları olmadığı, immünhistokimyasal boyamada lezyonu oluşturan hücrelerde düz kas aktin (SMA) ile hafif pozitif, desmin ile kuvvetli diffüz boyanma izlendi. CD-34 ile damar duvarlarında endotel hücrelerinde pozitif S 100 ile boyanma olmadı. Sonuç: Leomyomlar kadın genital traktının yaygın tümörleri olasalarda vajinal leomyomlara oldukça nadir rastlanırlar. Literatürde bildirilmiş toplam 300’ e yakın olgu bulunmaktadır. Vajinal leiomyomlar olgumuzda olduğu gibi vajen arka duvarda oldukça nadiren bulunurlar. Yerleşim yerlerine göre vajinal leomyomlar değişik semptomlarla karşımıza çıkabilirler. Nadiren sunduğumuz hastadaki gibi asemptomatik olabileceği gibi; dizüri, disparoni, vajinal kanama, üriner retansiyon gibi çok çeşitli semptomlara neden olabilirler. Ultrasonografi preoperatif değerlendirmede kullanılabilen tanısal araçtır. Özellikle posterior vajinal duvar kökenli myomlarda rektovajinal muayene ayırıcı tanıda ve preoperatif olarak kitlenin komşu organlarla ilişkisinin değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Vajinal yolla enukleasyon ve eksizyon genellikle tercih edilen tedavi şeklidir. Ancak bazı büyük tümörlerde yaklaşım olarak abdominal yol tercih edilebilir. Anahtar Kelimeler: Vajinal myom, myoma uteri, vajinal kitle gebeliğin etkisiyle hastalığın önemli ölçüde HBS semptomları ortaya çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: Abortus imminens, gebe, huzursuz bacak sendromu, preterm eylem [Abstract:0269][PS-137] Plasenta Previa Perkreata: Olgu Sunumu Duygu Aktok, Sibel Özler, Efser Öztaş, Dilek Uygur, Turhan Çağlar Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş:Plasental invazyon anomalisi, plasental trofoblastik hücrelerin plasenta ve uterus endometriyumu arasında yer alan nitabuch tabakasını geçerek uterus endometriyumuna (plasenta akreata) ve/veya myometriyumuna (plasenta increata ve perkeata) invaze olmasıdır. Etyolojisi halen belirlenememiştir. Tüm gebeliklerin ortalama %7 sinde plasenta previa perkreata görülmektedir. Biz de burada doppler ultrason ile mesane duvar invazyonu saptanan plasenta previa perkreata olgusu sunmayı amaçlıyoruz. Olgu1: 42 yaşında G3P2Y2A0, daha önceki iki doğumunu sezaryen ile yapmış olan olgu dış 34 gestasyonel haftada bel ağrısı ve lekelenme şeklinde olan kanama şikayeti ile hastanemiz acile başvurmuş ve plasenta previa totalis tanısı ile perinatoloji kliniğimize yatırılmıştır. Yapılan ultrasonografiye biyometrik ölçümleri gestasyonel haftası ile uyumlu tekil gebelik mevcuttu, plasenta uterus sol yan duvardan gelip servikal osu tamamen kapatıyordu, myometriyum ve plasenta arasında yer alan nitabuch tabakası görünmüyordu, doppler ultrasonografide plasentadan uterus myometriyumuna ve mesane duvarına kadar devam eden yoğun damarlanma izlendi . Olgu 2: 35. gebelik haftasında sezaryane alındı. Göbek altı median kesi ile batına girildi, gözlemde uterus ön duvarı ve mesaneye invaze görünümde plasenta perkreata izlendi . Üst segmental vertikal kesi ile uterusa girildi bir adet 7/9 apgar, 2830 gram ağırlığında bebek doğurtuldu. Umblikal kordon klemplendikten sonra plasenta yerinde bırakılarak bilateral hipogastrik arterler bağlanarak histerektomiye geçildi. Mesane duvarına tamamen invaze olan plasenta kısmı mesane rezeksiyonu yapılmadan yerinde bırakıldı (Şekil 3). İntraoperatif hastaya 12 ünite eritrosit süspansiyonu (ES), 10 ünite taze donmuş plazma (TDP), 5 ünite trombosit süspansiyonu (TS) verildi. Operasyona kanama kontrolünün ardından batına lastik dren konularak son verilmiştir. Olgu postoeratif dönemde altı gün yoğun bakımda takip edilmiştir, bu dönemde 6 ünite ES, 4 ünite TDP, 6 ünite TS ve 2 gram fibrinojen replasmanı daha yapıldı. Olgu postoperatif onuncu gününde taburcu edildi. Sonuç: Son yıllarda sezaryen ile doğumun oranının artışına bağlı olarak plasenta invazyon anomalilerinin insidansında artış olmuştur. Plasental invazyon anomalilerinin özellikle plasenta previa perkreatanın maternal morbitide ve mortalite oranı yüksektir Anahtar Kelimeler: Plasenta previa perkreata, doppler ultrasonografi [Abstract:0258][PS-136] Perinatoloji Ünitesinde Yatan Hastaların Huzursuz Bacak Sendromu Sıklığı Ve Şiddeti Yönünden İncelenmesi Ayşe Aydın, Şehri Özdemir, Havva Keskin, Dilek Kara, Gülay Balun, Dilek Uygur, Cantekin İskender Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara Amaç: Huzursuz bacak sendromu (HBS), uykuya dalmayı engelleyen dizestezinin de eşlik ettiği özellikle istirahatte artan, bacaklarda karşı konulamayan hareket ettirme dürtüsü, rahatsızlık hissi ile karakterize sensorimotor bir bozukluktur. Semptomlar genellikle bacaklarda, nadiren de kollarda, iki taraflı, simetrik çoğunlukla geceleri oluşur, uzun süreli hareketsizlik durumlarında kötüleşip, hareketle düzelir. Hastalık aralıklı olarak alevlenir ve uzun süreli asemptomatik dönemler olabilir. Gebelik, HBS semptomlarının başlamasında ve/veya kötüleşmesinde önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Gebelikte meydana gelen hormonal (prolaktin, progesteron, östrojenler seviyeleri), psikomotor, davranışsal değişikliklerin, uyku alışkanlıklarında ve folik asit-demir düzeylerinde oluşan değişikliklerin etkili olabileceği düşünülmektedir.Bu araştırma, perinatoloji ünitesinde Preterm eylem ve Abortus İmminens nedeniyle yatan hastalarda HBS sıklığını, şiddetini belirtmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı-kesitsel olarak yapılan araştırmanın evrenini Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Perinatoloji servisinde preterm eylem ve abortus imminens tanısı ile yatan toplam 60 gebe araştırmaya dahil edilmiştir. Uluslararası HBS çalışma grubu tarafından geliştirilen anket hastalığın tanısını koymaya yönelik 4 soru ve şiddetini belirlemeye yönelik 10 soru içerir. Bulgular: Preterm eylem grubundaki hastaların % 50’sinde,Abortus İmminens grubundaki hastaların % 30’unda HBS saptanmıştır. HBS şiddeti skalası, her iki gruptaki HBS tanısı konan ve HBS tanısı konmayan gebelerde önemli ölçüde benzerdir. Preterm eylem grubunda HBS tanısı alan hastaların semptom şiddeti skalası ortalaması 18.5,ortancası 17 olarak bulunmuştur. Aynı grupta HBS tanısı konamamış hastaların semptom şiddeti skalası ortalaması 14.2, ortancası 13 olarak bulunmuştur. Abortus imminens grubunda ise HBS tanısı alan hastaların semptom şiddeti skalası ortalaması 16 ve ortancası 14 olarak bulunmuştur. Aynı grupta HBS tanısı konamamış hastaların semptom şiddeti skalası ortalaması 12.4 ve ortancası 15 olarak bulunmuştur. Sonuç: Sonuç olarak; Preterm eylem ve Abortus İmminens nedeniyle hospitalize edilen gebelerde HBS sıklığı yüksektir. Ayrıca her iki grupta HBS tanısı kriterlerini karşılamayan hastalarda da, muhtemelen riskli [Abstract:0134][PS-138] Prenatal Ultrasonografide Görülen Nadir Bir Plasenta Anomalisi: Succenturiate Plasenta Sinem Eldem, Hakan Timur, Elif Ece Ece, Aykan Yücel, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağliğı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş: Succenturiate plasenta morfolojik plasenta anomalilerinden biri olup bir veya daha fazla aksesuar lobun ana plasenta parçasına kord damarları ile bağlanması sonucu meydana gelir. Succenturiate plasenta da loblar arasında belirgin boyut farkı vardır. Ana plasenta parçasından daha küçük olan parçaya aksesuar lob denilmektedir. Olgu:34 yaşında G5P3A1Y3 olan hasta son adet tarihine göre 33 hafta gebelik ve travma tanısıyla Perinatoloji servisimize yatırıldı. Hasta 3-4 basamaklı merdivenlerden düştüğünü ifade etti. Hastanın kabulünde vaginal kanama, membran rütürü, servikal açıklık ve uterin kontraksiyonlar izlenmedi. Hastanın yapılan ultrasonografisinde fetal gelişmenin 33 haftayla uyumlu olduğu,amniotik sıvı indeksinin yeterli,fetal umbrikal arter dopplerinin normal olduğu gözlendi. Anterior yerleşimli plasentaya beraber boyutu yaklaşık 56x48 mm olan fetusle ilişkisiz, plasental kaynaklı olduğu düşünülen başka bir yapıda izlendi.Sonrasında Serviste takiplerinin yapıldığı hastada Non stres testte spontan deselerasyonu izlenen hastaya oksitosin challenge test (OCT) planlandı. OCT’de geç deselerasyonları olan hastaya doğum kararı verildi. Bir adet canlı 7/9 APGAR 42 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı skorlu 43 cm boyunda 2070 gr kız bebek sezeryan ile doğurtuldu.Erken dönem veya geç dönem komplikasyon olmadı. Plasentanın makroskopik muayenesinde boyutu yaklaşık 5 cm’lik aksesuar plasental lob izlendi. Sonuç: Yaklaşık görülme sıklığı 16-28:10000 gebelik olup etyopatogenezinden sorumlu olan mekanizma koryonik villüslerin anormal dağilim göstermesidir.. Bu durum fetal anomali insidansını arttırmaz. Fakat bu plasental patoloji daha önceden biliniyorsa ana plasenta parçasıyla aksesuar lobun damarsal bağlantılarına dikkat edilmesi gerekir zira doğum esnasında bu damarlar rüptüre olup fetusun ölümüne sebep olabilir.Ayrıca bu plasental patoloji bazen plasenta retansiyonu nedeniyle postpartum kanamalara sebep olabilir.Bizim olgumuzda prenatal ultrasonografide tesadüfen yakalanan aksesuar plasenta olgusu sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Succenturiate plasenta, aksesuar lob, prenatal ultrasonografi, postpartum kanama mu gerçekleştirildi. 3440 g ağırlında tek canlı bebek doğurtuldu. Plasenta endometriyal duvardan zor ayrıldı. Kordonun plasentaya insersiyo yerinin tabanında yağlı dejenerasyona benzer görüntüsü olan, uterus posterior duvara 4 cm tabanla tutunan ve kavite içine uzanan yaklaşık 7x5 cm boyutlarında myomu düşündüren yapı tabanına klemp konularak eksize edildi (Resim 1-2). Uterotonikler ve endometriyal sütür ile kanama kontrolü sağlandıktan sonra uterus tek kat kontinue kapatıldı. Patoloji sonucu leiyomyom ile uyumlu geldi. Hasta 2 gün sonra şifa ile taburcu edildi. Sonuç: Sezaryen doğum sırasında yapılan myomektomi hasta seçiminin çok önemli olduğu bir konudur.Özellikle intramural ve 5 cm’den daha büyük myomların operasyonları konusunda daha dikkatli olunmalıdır. İntraoperatif en çok korkulan komplikasyon kanamadır. Bu durum oksitosin infüzyonu veya turnikeyle uterin arter ligasyonu yoluyla azaltılabilir. Anahtar Kelimeler: Leiyomyom, myomektomi, sezaryen doğum, kanama, uterin arter [Abstract:0238][PS-139] Holoprosensefali Olgu Sunumu Gülenay Gencosmanoğlu Türkmen, Ebru Biberoğlu, Zehra Yılmaz, Abdullah Tabakçı, Hakan Timur, Halil Korkut Dağlar, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş: Holoprosensefali, erken embriyonik dönemde ön beynin gelişimsel bozukluğundan kaynaklanan, nadir görülen bir beyin anomalisidir. Prosensefalonun eksik ayrılması yada ayrılamaması sonucu oluşur. Serebral hemisferler, talamus ve basal ganglia prosensefalondan oluşur. Bu yüzden prosensefalonun gelişimsel anomallikleri sonucunda, bu yapıların çeşitli füzyon anomalileri oluşur. Alobar form en kötü prognozlu tip iken lobar form en hafif tiptir. Tek ventriküler kavite, kavum septum pellucidumun gözlenememesi, üçüncü ventrikül yokluğu, talamus füzyonu, kelebek işaretinin gözlenememesi gibi sonografik kriterler sayesinde holoprosensefalinin ilk trimestersonografi ile erken prenatal tanısı mümkün olmaktadır. Olgu: 28 yaşında gravida 2 para 1 hasta 23. gebelik haftasında holoprosensefali nedeniyle terminasyon amacıyla refere edildi. Hastanın ilk gebeliğinden 39.haftada doğmuş sağlıklı bir kız çocuğu vardı. Medikal öyküsünde sezaryen öyküsü dışında dikkate değer bir bulgu yoktu. 2’li ve 3’lü tarama testleri normaldi. Yapılan ultrasonografisinde lobar holoprosensefali, median yarık dudak, arini izlendi. Fetal kardiak muayenede AVSD izlendi. Aileye prognoz hakkında bilgi verildi. Ailenin de isteğiyle terminasyon gerçekleştirildi. Sonuç: Özellikle yaygın olarak uygulanan birinci trimester sonografik değerlendirme sırasında fetal kafa içi yapılarının da dikkatle değerlendirilmesiyle holoprosensefali gibi yaşamla bağdaşmayan anomalilerin erken dönemde saptanması mümkündür. Bu sayede erken dönemde yapılan terminasyon ile annenin deforme fetüs doğurarak uğradığı psikolojik travma önlenebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Holoprosensefali, erken tanı [Abstract:0248][PS-140] Sezaryen Doğum Ve Myomektomi Gayem İnayet Turgay Çelik1, Yaşam Kemal Akpak2 1 Özel Sada Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İzmir 2 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara Giriş: Sezaryen doğum srasında yapılan myomektomi operasyonu hala tartışmalı bir konudur. Son dönemde yapılan çalışmalarda sezaryen doğum sırasında yapılan myomektominin yapılmayan hastalara göre hemoglobin değerlerinde, postoperatif ateş insidansında ve hastanede kalma sürelerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik yapmadığı yönünde bilgiler mevcuttur. Biz bu olguda sezaryen doğum sırasında yapılan myomektomiyi sunmayı amaçladık. Olgu: Hasta 29 yaşında olup, kişisel medikal hikayesinde 1 sezaryen doğum öyküsü dışında önem arzedecek başka bir problem izlenmedi. Hastanemize 2. çocuğuna 22 hafta gebe iken ileri düzey ultrasonografi için başvurdu. Fetal anomali saptanmayan fetüs dışında; gestasyonel kese inferior sol lateral komşuluğunda yaklaşık 67X43 mm boyutunda lobüle konturlu, submukozal myom izlendi. Sonraki takiplerinde gelişimi normal olan gebeye 39. gebelik haftasında elektif sezeryan planlandı. Preoperatif hemoglobin değeri 8.9 mg/dl olan hastaya intraoperatif 2 ünite eritrosit süspansiyonu verildi. Spinal anestezi altında sezaryen doğu- 43 [Abstract:0114][PS-141] Uterin Leiomyom Olgularında Sezaryen İle Doğum Öyküsü Anormal Uterin Kanama İçin Bir Risk Faktörü Müdür? Tuğba Kınay1, Zehra Öztürk Başarır2, Serap Fırtına Tuncer1, Funda Akpınar1, Fulya Kayıkçıoğlu1, Sevgi Koç1, Jale Karakaya3 1 Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 3 Hacettepe Üniversitesi, Ankara Amaç: Uterin leiomyom olgularında anormal uterin kanama patofizyolojisi ve risk faktörleri net olarak bilinmemektedir. Çalışmanın amacı uterin leiomyom olgularında sezaryen ile doğum öyküsünün anormal uterin kanama için bir risk faktörü olup olmadığını incelemek ve bu semptom ile ilişkili diğer risk faktörlerini araştırmaktır. Yöntem: 2009 - 2014 yılları arasında, Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, uterin leiomyom tanısı ile histerektomi uygulanmış hastaların tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi. Histerektomi materyalinin histopatolojik incelenmesi sonucu uterin leiomyom tanısı kesinleşen hastalar çalışmaya dahil edildi. Düzensiz adet, yoğun kanama, adetler arasında kanama anormal uterin kanama olarak kabul edildi. Anormal uterin kanama öyküsü olan ve olmayan hastaların demografik özellikleri, laboratuar ve histopatolojik bulguları karşılaştırıldı. Bulgular: Toplam 865 histerektomi yapılan hastadan, 501’inde (%57.9) anormal uterin kanama öyküsü mevcutken, 364 hasta (% 42.1) diğer semptomlar nedeni ile opere edilmişti. Sezaryen ile doğum öyküsü oranı anormal uterin kanama nedeni ile opere olan hastalarda daha yüksekti (%17.6 vs. %9.3, P = 0.001). Submukoz yerleşimli leiomyom (%25.3 vs. %15.1 P < 0.001) ve leiomyoma eşlik eden adenomyosis (%19.2 vs. %12.9, P = 0.002)varlığında da anormal uterin kanama riskinin arttığı bulundu. Gravida, parite, vücut kitle indeksi, sigara, rahim içi araç kullanımı, leiomyom sayısı, leiomyoma eşlik eden endometrial polip, endometrial hiperplazi, endoservikal polip varlığı ile anormal uterin kanama arasında ilişki saptanmadı (P > 0.05). Sonuç: Sezaryen ile doğum öyküsü uterin leiomyom olgularında anormal uterin kanama için bir risk faktörüdür. Submukozal yerleşimli leiomyom ve eşlik eden adenomyosis de risk faktörü olarak bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Adenomyosis, anormal uterin kanama, leiomyom, sezaryen ile doğum öyküsü, sumukoz leiomyom [Abstract:0089][PS-142] Sağlık Meslek Yüksek Okulu Öğrencilerinin Hpv Aşısı Bilgi Düzeyini Değerlendiren Anket Çalışması Çiğdem Kunt İşgüder1, Gülseren Oktay2, Hatice Yılmaz Doğru1, İlhan Bahri Delibaş1, Asker Zeki Özsoy1, Yunus Emre Bulut3, Nagihan Yıldız Çeltek2 1 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Tokat 2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.B.D,Tokat 3 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.B.D,Tokat Amaç: Serviks kanseri gelişmekte olan ülkelerde, hala en ölümcül kanserlerden biridir. Bugün human papilloma virüs (HPV)’ünün serviks kanserine neden olduğu bilinmektedir. Diğer risk faktörleri viral persistansı artırıp karsinojenik süreci hızlandırır. Bu çalışmanın amacı; sağlık meslek 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0285][PS-144] Yaş Gruplarına Göre Kadınların Aile Planlamasına Bakışları Ve Seçtikleri Yöntemlerin Değerlendirilmesi Hatice Yılmaz Doğru1, Gülseren Oktay2, Çiğdem Kunt İşgüder1, Asker Zeki Özsoy1, Bülent Çakmak1, İlhan Bahri Delibaş1, Nagihan Yıldız Çeltek2 1 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Tokat 2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği A.B.D, Tokat Amaç: Bireylerin istedikleri zaman aralığında istedikleri kadar çocuk sahibi olabilmelerini kontrol edebilmelerine aile planlaması denir. Aile planlamasının temel amacı annelerin ve çocukların sağlık düzeylerinin yükseltilmesi, çiftleri doğru bilgilendirip istenmeyen gebelikten korumak için danışmanlık hizmeti vermenin yanında çocuk sahibi olamayan ailelere de yardım hizmeti sunmaktır. Günümüzde reprodüktif yaştaki kadınların sağlığını etkileyen gebelik ile ilişkili faktörlerin başında gebelik sayısının fazla olması ve gebelikler arası sürenin kısa olması gelir. Bu çalışmadaki amacımız kadınların seçtikleri aile planlaması yöntemleri üzerine yaş ve eğitim durumunun etkisini araştırmaktır. Yöntem: Bu çalışmada; çalışmaya katılmayı kabul eden ve yüz yüze görüşülerek doldurulan anketlerden elde edilen 250 hastanın verileri kullanıldı. Anketlerden, hastanın obstetrik ve demografik özelliklerini içeren veriler yanında kullanılan aile planlaması yöntemleri ile ilgili elde edilen veriler kullanıldı. Bulgular: Kadınların %93,6’sı aile planlamasının gerekli olduğunu düşünürken, toplam %50,6’sının aile planlaması kullandığı tespit edildi. Tüm yaş gruplarında en fazla kullanılan yöntem geleneksel yöntem olan geri çekme olarak tespit edildi. Tüp ligasyon yönteminin en sık 35 yaş üstünde, kondomun 25-35 yaş arasında ve RIA’ın 25 yaş altında daha sık olarak tercih edildiği saptandı. Üniversite mezunlarında %69,2 oranında modern yöntem kullanılıyor olduğu ve bunların da %30,8’inin kondom olduğu belirlendi. İlkokul mezunlarının ise %41,6’sı modern yöntemi kullanıyor olduğu ve bunların da %15,6’sının tüp ligasyonu olduğu tespit edildi. Sonuç: Sonuç olarak bu çalışmada; bütün yaş gruplarında en sık tercih edilen modern yöntem kondom olmakla beraber; geri çekme yöntemi halen ülkemiz verileriyle uyumlu olarak ilk sırada tercih edilen yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Etkili ve yaşa özel bir aile planlaması danışmanlığı ile istenmeyen gebeliklerin önlenebileceği ve planlanmış gebelikler sayesinde de anne ve bebek sağlığının korunabileceği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Aile planlaması, yaş, eğitim durumu yüksek okulu öğrencileri arasında HPV enfeksiyonu ve aşı bilgi düzeyinin belirlenmesi ve elde edilen veriler ışığında hem öğrencilere verilecek eğitim programlarının hem de toplum bilgilendirilmesine yönelik yapılacakların gözden geçirilmesidir. Yöntem: Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksek Okulu’ndaki birinci ve dördüncü sınıf toplam 245 öğrenciye 20 soruluk anket formu verilmiş ve cevaplamaları istenmiştir. Bulgular: HPV aşısı uygulaması olduğunu bilme oranı birinci sınıflarda %25, dördüncü sınıflarda %90.3 olup, 99 birinci sınıf öğrencinin, 11 dördüncü sınıf öğrencinin aşı konusunda herhangi bir bilgisi olmadığı tespit edildi. Aşının serviks kanserine karşı koruyucu olduğunu bilme oranı birinci sınıflarda % 9.8 iken dördüncü sınıflarda %63.7 idi. HPV aşısı ve enfeksiyonu hakkında sınıflar arasında istatistiksel anlamlı fark mevcut idi (p<0.001). Sonuç: Sağlık meslek yüksek okulu öğrencileri, geleceğin sağlık personeli olmaları ve HPV enfeksiyonu ve ilişkili komplikasyonlar açısından risk grubu oluşturmaları nedeniyle, HPV enfeksiyonu ve aşıları konusunda yeterli bilgiye sahip olması gereken önemli bir topluluktur. Ayrıca toplum sağlığı açısından HPV aşısı ve serviks kanser tarama programlarının tanıtılması ülke genelinde sürdürülmeye çalışılsa da yeterli düzeye ulaşılamamıştır. Medya organlarının daha aktif katılımıyla bu konuya yönelik önlemlerin süratle alınması gerektiği ve öğrencilere verilecek eğitim programlarının planlanmasında bu sonuçların katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Öğrenciler, human papilloma virüs, HPV aşıları [Abstract:0132][PS-143][Kabul:Poster] Olgu Sunumu: Dev Kistik Higromalı Fetusun Prenatal Tanısı Ve Yönetimi Tuba Memur, Hakan Timur, Fatma Aybala Gürsoy, Aykan Yücel, Dilek Uygur Zekai Tahir Burak Kadın Sağliğı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş: Bu olguda, prenatal dönemde ultrasonografi ile dev kistik higroma (KHG) saptanan fetusun tanısı ve yönetimi amaçlanmıştır. Olgu: 31 yaşında G2P1Y1 olan hasta Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Araştırma Hastanesi perinatoloji kliniğine dışmerkezden kistik higroma öntanısı ile sevkedilmiştir.Hastanın özgeçmişinde ve bir önceki gebeliğinde herhangi bir problem yoktu. Son adet tarihi ve ultrasonografiye göre 12 hafta biyometrisi olan fetusun 32 mm'lik septalı nukal kistik higroması, yaygın plevral ve perikardial efüzyonu, Ductus venozusta ters a dalgası mevcuttu. Yapılan detaylı ultrasonografik değerlendirmede başka bir bulguya rastlanmadı. Hastaya ve eşine ayrıntılı bilgi verilerek karyotip analizi için koryon villüs biyopsisi (CVS) önerildi. Hastanın yapılan CVS sonrası moleküler sitogenetiği Turner sendromu (45X0) olarak rapor edilmiştir.. Aileye turner sendromu (TS) ile ilgili genetik danışmanlık verilmiştir. Hastanın 15 hafta 4 gün iken yapılan ultrasonografisinde fetusun hidropik yapıda olup,batında yaygın assit ve plevral efüzyon izlenmesi;tüm vücut etrafında ve ekstremitelerde yaygın ödem olması üzerine hastanın da isteği doğrultusunda dev KHG ve TS tanısı nedeniyle tıbbi tahliye kararı verilmiştir. Tahliye sonrası yapılan fetus muayenesinde 110 gr ağırlığında 13cm boyunda kız fetuste, fenotipik olarak yaygın anazarka tarzında ödem ve dev KHG mevcuttu. Sonuç: KHG izole olabileceği gibi özellikle kromozomal anomaliler olmak üzere bir grup hastalığa eşlik edebilir. KHG’lı fetüslerin %40- 80’inde TS izlenmektedir. TS ilk olarak 1938 yılında tanımlanmış, yaklaşık spontan abortusların %10’unda ve tüm zigotların yaklaşık %1’inde görülür. TS’nun tanısı genellikle prenatal koryon villus örneklemesi (CVS) ve amniyosentez konmaktadır. İleri anne yaşı bu sendrom için risk faktörü değildir. TS’nun tanısında ultrason çok değerli bir tanı aracıdır. Ultrasonda, en sık KHG anomalisi olmak üzere, ekstremite, kardiak ve diğer TS’nu düşündüren anormal bulgular, kromozom analizi ile konfirme edilmelidir. Kesin tanı karyotip analizi ile olmaktadır.Biz bu olgumuzda Ultrasonografik olarak dev kistik higroma saptadığımız fetusun prenatal tanısı ve yönetimini paylaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kistik higroma, turner sendromu, prenatal ultrasonografi [Abstract:0152][PS-145] 2.Trimester Holoprozensefali Olgusu Üzerinden Holoprozensefaliye Yaklaşım Hatice Laçin, Selçuk Özden, Arif Serhan Çevrioğlu, Orhan Ünal, Nermin Akdemir, Sühha Bostancı Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Sakarya Amaç: Holoprozensefalili fetüsa yaklaşım Yöntem: Semilobar holoprozensefali fetüs vaka sunumu Bulgu: Gebedeki en önemli sonografik bulgusu tipik olarak frontal boynuzlardaki füzyonun dört köşe yapı şeklinde gösterilmesidir. Son adet tarihine göre haftası bilinmeyen gebelikte ultrasonografik ölçülere göre gebelik 29 hafta ile uyumlu; lateral ventrikül 19 mm (tek ventrikül), falks serebrinin 1/2 ‘sinde 1.2 cm ‘lik defekt, izole damak yarığı saptanması üzerine fetüse Semilobar Holoprozensefali teşhisi konuldu. Ultrasonografik tanı sonrası aileye danışmanlık verilmesi;aile onamı alınmasının ardından servikal foley balon uygulanması ve 200 mg misoprostol başlanarak terminasyon gerçekleştirildi. Sonuç: Holoprozensefali (hpe) ön beyin olarak bilinen prozensefalonun yarıklanma eksikliği ile seyreden konjenital bir anomalidir. Normalde ventral indüksiyon olarak bilinen yarıklanma ve orta hat beyin gelişimi embriyonal hayatın dört ve sekizinci haftaları arasında gerçekleşir. Orta hat beyin gelişimi yüz gelişimiyle de ilişkili olduğundan holoprozensefaliye yüz anomalileri de eşlik edebilir. Görülme sıklığı 5200 ile 16000 canlı doğumda bir olarak rapor edilmektedir. Holoprozensefali mevcut beyin anomalisinin derecesine göre alobar, semilobar ve lobar olarak üç grupta sınıflandırılmaktadır Etyolojisinde diabetik anne, radyasyona maruz kal- 44 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı ma, salisilat ve alkol kullanımı rubella, sitomegalovirus, toksoplazma enfeksiyonları rol oynayabilir. Holoprozensefalinin alobar, semilobar ve lobar olmak üzere üç tipi vardır. Alobar holoprozensefali prognozu en kötü olandır. Alobar ve semilobar holoprozensefalinin prenatal tanısı sonografide tek ventriküler kavitenin görülmesiyle konulur. Falks serebri, kavum septum pellusidum, korpus kallosum ve III. ventrikül yoktur, talamus bazal ganglionlarla birleşmiştir. Semilobar holoprozensefalide alobar holoprozensefaliden farklı olarak temporal lobda daha fazla beyin dokusu vardır. Lobar holoprozensefalinin sonografik tanısı için tipik bulgu frontal boynuzlardaki füzyonun dört köşe yapı şeklinde gösterilmesidir. Holoprozensefalide prognozun kötü olması birinci ve erken ikinci trimesterdeki tanıyı değerli kılmaktadır Ultrasonografik tanı sonrası terminasyon uygulanması maternal morbidite ve psikolojik travmaların azalmasında katkıda bulunmaktadır. Anahtar kelimeler: Holoprozensefali, orta hat beyin gelişimi, terminasyon [Abstract:0225][PS-146] Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesinde Epizyotomi Enfeksiyonlarının Yıllara Göre Dağılımı Belgin Erdoğan, Yasemin Dursun Güler, Serpil Ünlü, Süreyya Yılmaz, Meral Göktaş Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesinde epizyotomi enfeksiyonlarının yıllara göre değerlendirmiştir. Yöntem: Hastalar sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon gelişimi açısından aktif sürveyans ve retrospektif sürveyans yöntemiyle CDC (Centers for Disease Control and Prevention) kriterlerine göre tanı konularak değerlendirilmiştir. Enfeksiyonları önlemek için insizyon yerinin temiz ve kuru tutulmasını sağlamak, temizliğin önden arkaya doğru yapılması ve kurulanması ve temiz ped kullanılması, tuvalete girmeden önce ve sonra ellerin yıkanması pedlerin sık değiştirilmesi ile ilgili eğitim verilmiştir. Hastaların 7-10 gün sonra doğum sonrası kontrol polikliniğine başvurmaları istenmiştir. Bulgular: 2012-2015 yıllarında hastanemiz doğum sonu kliniklerinin ve doğum sonrası kontrol polikliniği ile acil servisine başvuruları sırasında, epizyotomi enfeksiyonu tanısı konulan vakalar Tablo 1 de sunulmuştur. yolojide gebelik döneminde annenin ilaç kullanımı, alkol ve sigara maruziyeti, konjenital sifiliz gibi sebepler suçlanmakla beraber pathogenezi tam olarak bilinmemektedir. Bizim hastamızda da herhangi bir risk faktörü yoktu. Prenatal tanıda maternal serum AFP yükselmesi yol gösterici olmakla beraber esas tanı ultrasonografide oksipital kemik defekti, fetal başın hiperekstansiyonda olması, servikotorasik vertebrada malformasyon görülmesi ile konur. Anomaliye ayrıca omfalosel, diyafragma hernisi, kalp anomalileri, pulmoner hipoplazi, club foot, gastrointestinal atresi gibi bazı ilave anomaliler de eşlik edebilir. İniensafali ayrıca trisomi 18, parsiyel monosomi 6p ve parsiyel trisomi 11q ile gösterilmiştir. Sonuç olarak prenatal ultrasonografide fetusun postürüne dikkat edilmesi özellikle fetal başın hiperekstansiyonu durumunda yaşam ile bağdaşmayan bir anomali olan iniensefaliden şüphelenmek gerekir. Anahtar Kelimeler: İniensefali, ultrasonografi, prenatal [Abstract:0254][PS-148] Submuköz Myom Boyutu ve Serum Hemoglobin Seviyesi Arasındaki İlişki Burcu Kısa Karakaya, Hatice Kansu Çelik, Mehmet Keçecioğlu, Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Salim Erkaya Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Submüköz myom tanısı ile opere edilen hastalarda preoperatif hemoglobin düzeylerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya Ağustos 2013-Haziran 2015 tarihleri arasında Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi jinekoloji servisinde anormal uterin kanama şikayeti nedeniyle operatif histeroskopi ile submüköz myomektomi yapılan ve patoloji sonucu myomla uyumlu çıkan hastalar dahil edildi. Menopoz varlığı ve vajene doğmuş myomlar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların myom boyutu, lokalizasyonu, nihayi patoloji sonuçları ve preoperatif hemoglobin değerleri retrospektif olarak yatış dosyalarından incelendi. Anemi serum hemoglobin seviyesi <11 mg/dl olarak tanımlandı. Submüköz myomlarla operasyon öncesi hemoglobin değerleri arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 86 hastanın ortalama yaşı 43,14±5,54 idi. Submüköz myomların ortalama çapı 3,48±1,10 cm idi. Myomlar büyük kısmı yan (%31) ve ön (%26) duvarda lokalize idi. Preoperatif ortalama hemoglobin değeri 11,96±1,77 mg/dl olarak saptandı. Bu hastaların %25 (n=22)’ inde anemi saptandı. Pearson korelasyon analizinde serum hemoglobin seviyesi ile myomun boyutu arasında herhangi bir korelasyon saptanmadı (CC=0,081; p=0,458). Sonuç: Submüköz myom %25 hastada anemi ile beraber olmasına rağmen myom boyutu ile serum hemoglobin değerleri arasında herhangi bir korelasyon saptanmadı. Anahtar Kelimeler: Submüköz myom, anemi, hemoglobin seviyesi, myom boyutu Sonuç: Bu çalışma sonucunda epizyotomi bakımı ve enfeksiyon gelişimini önlemek için verilen eğitim etkinliğinin değerlendirilmesinin uygun olacağı görüşündeyiz. Anahtar Kelimeler: Enfeksiyon, epizyotomi, normal doğum Tablo 1 [Abstract:0150][PS-149] Sezaryen Sonrası Postoperatif Drenajda Oluşabilecek Bir Komplikasyon; Omentum Evisserasyonu Hakan Timur1, Sinem Eldem1, Burak Ersak1, Dilek Uygur1, Nuri Danışman1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara [Abstract:0212][PS-147] İniensefali: Olgu Sunumu Zehra Yılmaz, Cem Yaşar Sanhal, Buğra Coşkun, Özgür Kara, Aykan Yücel Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: İniensefali üst vertebral seviyede segmentasyon yetersizliği, oksipital kemik defekti, boyun kısalığı ve başın hiperekstansiyonu ile karakterize bir malformasyondur. Nöral tüp kapanma defektlerinin en nadir izlenen şeklidir. İniensefali ultrasonografi ile ilk trimesterin sonlarında saptanabilir. İniensefali ile beraber ensefalosel varsa iniensefali apertus, ensefalosel yoksa iniensefali clausus olarak sınıflandırılmıştır Biz burada erken ikinci trimesterde tanı alan bir iniensefali clausus olgusu sunmayı amaçladık. Olgu: 22 yaşında, gravida 2 abortus 1,son adet tarihine göre 21 haftalık gebe olan hasta dış merkezde yapılan ultrasonografide oksipital bölgede anekoik kistik görünüm nedeni ile basvurdu. Hastanın eşi ile akrabalık öyküsü yoktu. Yapılan ultrasonografide fetal başta hiperekstansiyon, servikal ve torasik vertebrada füzyon defekti, bilateral clubfoot saptandı ve iniensefali tanısı kondu. Hastaya karyotiplendirme yapıldıktan sonra terminasyon önerildi. Sonuç: İniensefali nöral tüp defektlerinin en nadir görülen formudur. Eti- Giriş: Sezaryen operasyonu günümüzde en cok yapılan operasyonlardan biri haline gelmiştir. Sezaryen sonrası kanama riski olan hastalarda kanama komplikasyonun takibinde ve tedavisinde intra-abdominal dren kullanımı gittikçe yaygın hale gelmiştir. Sezaryen operasyonu sırasında sadece kanama değil aynı zamanda diğer batın içi organ yaralanmalarının takibinde de intra-abdominal drenaj uygulaması yapılmaktadır. Başarılı drenaj uygulamasının ardından dren çekilirken gelişebilecek intra-abdominal organ evisserasyonları, komplikasyonsuz giden bir ameliyat sonrası hem hasta hem de kadın doğum hekimi açısından istenmeyen sıkıntılara neden olabilen nadir, fakat ciddi olabilecek bir komplikasyondur. Biz bu olgumuzda kanama riski yüksek olan hastamıza sezeryan operasyonu sonrası intraabdominal dren konulmuş olup dren çıkarılması sonrasında gelişen omentum evisserasyonun sunulması amaçlanmıştır. Olgu: 26 yaşında G3P2Y2A0 olan hasta Perinatoloji kliniğimize plasenta previa totalis tanısıyla yatırıldı. Hastanın daha önceden geçirilmiş sezaryeni yoktu. Yapılan obstetrik ultrasonografisinde hastanın 37 haftayla uyumlu biyometrisi mevcuttu ve plasenta uterin korpus anteriorundan 45 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı gelip servikal ostiumu tamamen kapatıyordu. Gerekli hazırlıklar ve hasta onamı alındıktan sonra hasta sezaryene alındı. Post operatif kanama riski olan hastaya intrauterin balon katater ve intraabdominal dren konularak ameliyata son verildi. Takiplerinde kanaması olmayan hastanın balon katateri postoperatif 8. saatte intraabdominal dreni 32. saatte çıkarıldı. Dren çıkarıldıktan sonra dren bölgesinden omentum dokusunun evissere olduğu gözlendi. Hastanın onamı alınarak ameliyathane şartlarında sedasyon altında omentum dokusu abdomen içine iade edildi. Fasyada mevcut olan 1,5 cm’lik açıklık no:1 Poliglactin 910 sütür materyali kullanılarak kapatıldı. Sonuç: Sezeryan sonrası kanama riski olan hastalara postoperatif drenaj uygulaması yaygın kullanılır hale gelmiştir. Drenaj sağlandıktan sonra dren çekilirken dikkatli olunmalıdır çünkü drenle beraber çeşitli intra-abdomial organlar (bağırsak, tuba uterina, appendiks ) evissere olabilir. Uzun süren bir drenaj işleminden sonra evisserasyonu önlemek için irrigasyon düşünülebilir. Her türlü önleme rağmen evisserasyon olursa evissere olan organ uygun bir şekilde intraabdominal bölgedeki lokalizasyonuna geri konulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Evisserasyon, komplikasyon, intra-abdominal drenaj, omentum [Abstract:0129][PS-150] Conservative Management Of Large Ovarian Cystic Teratoma During Pregnancy Nurcan Yörük1, Mahmut İlkin Yeral1, Kerem Doğa Seçkin2, Ömer Erkan Yapça3, Nida Erol1, Berrin Göktuğ Kadıoğlu1 1 Nene Hatun Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Erzurum 2 Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü, İstanbul 3 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D., Erzurum Objectives: Our aim was to evaluate the adequacy of conservative management during pregnancy and labor in women with an ultrasonographically diagnosed large ovarian cystic teratoma. Materials-Methods: A 34 year old patient who had one abortion and 4 term pregnancies. Ovarian cystic teratoma 8 cm in size has been diagnosed in gestation of 36 weeks. Ultrasonographic examinations before gestation of 36 weeks were not performed, because she didn`t apply to doctor through pregnancy. Serial ultrasonographic examinations were performed to detect changes in the size of the cystic teratoma to gestation of 38 weeks and 3 days. There was no complication. Results: She was followed closely during pregnancy and elective cesarean section was performed at 38 weeks and 3 days of gestation. A male fetus with 3500g, 51 cm was delivered. The patient had had two cesarean section before. That`s why, elective cesarean section was performed. Cyst size remained unchanged. The classical complications attributed to dermoid cysts such as torsion, dystocia, or rupture were not occurred through our following. Right ovarian cystic teratoma was removed. Pathologic review was assessed as ovarian matur cystic teratoma. Conclusions: Ovarian dermoid cysts <6 cm are not expected to grow during pregnancy or to cause complications like torsion, dystocia, or rupture in pregnancy and labor in literature. Cesarean section is preferred only if a cyst in the pelvis will obstruct labour. We made cesarean section to our patient because she had two cesarean section before. If a cyst persiste and >6 cm should be removed. Our patient came to us very late. So, she follewed two weeks. If there is not malignant criteria for ultrasonographically or complications for cyst with diameter > 6 cm at the last weeks, it can be follow to labor and during cesarean section, removal of a cyst should be performed. Keywords: Ovarian cystic, teratoma, pregnancy [Abstract:0092][PS-151] Olgu Sunumu: Homozigot Gldc Genine Bağlı Non-Ketotik Hiperglisinemi Olan Fetusün Tanısı Selver Kübra Akkaya1, Savaş Özgür Ağlamış1, Nurten Asmalı1, Dilek Uygur1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: İlk gebeliğinde non-ketotik hiperglisinemi hastalığına sahip bir bebek dünyaya getirmiş olan olgunun, ikinci gebeliğinin ilk trimesterinde 46 CVS (chorion villüs sampling) ile genetik inceleme yapılarak hastalığın tekrar edip etmediği araştırılmıştır. Bu olguda, non-ketotik hiperglisinemi hastalığı olan bir bebek dünyaya getiren hastanın, şimdiki gebeliğinde hastalığın tekrarı incelenmiştir. Olgu: 27 yaşında ikinci gebeliği olan hasta Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, perinatoloji kliniğine başvurdu. İlk gebeliğinin 37. haftasında IUGG (intra uterin gelişme geriliği) ön tanısıyla hastanemizde takip edilmiş, 39. haftasında sefalo-pelvik uyumsuzluk nedeniyle sezaryen ile 7-9 apgarlı kız bebek dünyaya getirmiştir. Taburculuk sonrası bebekte gelişen progresif uyku hali ve emmede güçlük şikayetleri nedeniyle yapılan genetik inceleme sonrası GLDC geni homozigot delesyonu tespit edilmiş, bebeğe non-ketotik hiperglisinemi olarak bilinen konjenital metabolizma hastalığı tanısı konulmuştur. Önceki gebeliğindeki öyküsü doğrultusunda hastanın ikinci gebeliğinin 11.haftasında genetik konsultasyon yapılarak CVS yapılmıştır. Bu gebelikte de genetik incelemede, GLDC geni homozigot mutasyonu rapor edilmiştir. Gebeliğinin takibinde hiçbir patolojik bulgu izlenmeyen, 13 hafta gebelikle uyumlu fetüsün 13. Haftasında CVS sonucunda GLDC geni homozigot delesyonu tesbiti üzerine hastaya danışmanlık verilerek gebeliğinin sonlandırılmasına karar verildi. Tahliye edilen 50 gram, 14cm erkek fetüsün fenotipik incelenmesinde patolojik bulguya rastlanılmadı. Sonuç: Non-ketototik hiperglisinemi çoğunlukla yenidoğan döneminde bulgu veren birkaç saat veya gün içerisinde progresif letarji, hipotoni, myoklonik nöbetlerle seyreden konjenital metabolik bir hastalıktır. Bu olguda hastanın önceki gebeliğinde yaşanan öyküsüne dayanarak yapılan incelemeler sonucu hastalık tespit edilebilmiştir. Günümüzde rutin gebelik takiplerinde herhangi bir bulgu vermeyen bu hastalığın, standart tarama testleri ile tanısının konulması mümkün değildir. İlk gebelik öyküsüne göre GLDC gen mutasyonu saptanan hastanın ikinci gebeliğindeki tıbbı tahliye olgusunu sunduk. Anahtar Kelimeler: Tıbbi tahliye, koryon villüs örneklemesi, gen mutasyonu, metabolik hastalık [Abstract:0287][PS-152] İntrauterin İnseminasyon Sonrası Ektopik Gebelik: Olgu Sunumu Meryem Kuru Pekcan1, Yasemin Taşçı1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Ektopik gebelik, gelişmiş ülkelerde gebelikle ilgili birinci trimester anne ölümlerinin en sık sebebini oluşturmaktadır. Asiste reprodüktif teknoloji ve ovulasyon indüksiyon metodlarının artması ile birlikte ektopik gebelik insidansı artmıştır. Ektopik gebeliğin erken tanısı maternal fetal mortalitenin önlenmesi ve sonraki gebeliklerin korunması açısından önem arz etmektedir. Olgu: Biz bu vakada kasık ağrısı şikayetiyle hastanemize başvuran, yapılan muayene ve tetkikler doğrultusunda intrauterin inseminasyon sonrası ektopik gebelik tespit edilen bir olguyu sunmak istedik. Olgu 23 yaşında, klomifen sitrat ile ovulasyon indüksiyonu yapılmış 8 yıllık evli primer infertildi. Başvuru esnasında genel durumu iyi, vital bulguları stabildi. Yapılan muayenesinde batın rahattı, defans ve rebaund izlenmedi. Transvajinal ultrasonografisinde uterus antevert konumda normal boyutlarda, endometrium kalınlığı 7 mm, myometrium homojen ekoda, sağ overde 15 mm ve 17 mm, sol overde 16 mm ve 17 mm yoğun içerikli kist ve douglasta 18 mm serbest sıvı, sağ tubada hemorajik mayi izlendi. Rutin tetkiklerinde Hb:12,3 gr/dl, Htc: %36,7, Wbc:8600, Plt: 334000; B-hCG: 154 IU/L idi. Karaciğer, böbrek fonksiyonları normaldi. Hastaya 80 mg Metotreksat (50 mg/m2) intramuskuler yoldan yapıldı. Hemogram, biyokimya ve B-hCG takibi yapıldı. 4. ve 7.gün B-hCG değerleri sırasıyla 204 ve 107 IU/L olarak geldi. B-hCG değerleri takiplerinde geriledi. Sonuç: Sonuç olarak asiste reprodüktif teknoloji ve ovulasyon indüksiyonu sonrası gebe kalan hastalarda erken dönemde özellikle vajinal kanama ve karın ağrısı varlığında, ektopik gebelik olasılığı da akılda tutulmalı ve tedavi seçeneklerini uygularken de hastanın fertilite isteği göz önünde tutulmalı ve agresif müdahalelerden kaçınılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Ektopik gebelik, klomifen sitrat, ovulasyon indüksiyonu 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0279][PS-153] Endometriozis Ve Adenomyozis Zemininde Atipik Leiomyom: Olgu Sunumu Canan Tapkan1, Hakan Demir1, Yasemin Taşçı1, Serkan Kahyaoğlu1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara kanama semptomundan ziyade, hastanın sadece akıntı ile başvurmasına ve kitlenin büyük boyutlara gelerek, daha geç tanı almasına neden olmuştur. Literatürde polipektomi materyallerinde malignansi ve endometriozis gibi olgular raporlandığı için, semptomatik olan ve özellikle >=3cm olan polipler çıkarılmalı ve histolojik olarak değerlendirilmelidir (3,4). Anahtar Kelimeler: Servikal polip, polipektomi, akıntı Giriş: Endometriozis, adenomyozis ve uterin myomlarreprodüktif dönemdeki kadınları etkiler ve bu rahim hastalıklarının hepsi östrojen bağımlı iyi tümörlerdir. Bu hastalıklar birbirleriyle yakın ilişkilidirler ve bazen aynı hastada görülebilirler. Olgu: Olgumuz 43 yaşında bekar olup menoraji ve kronik pelvik ağrı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Yapılan pelvik ultrasonografide uterus antevert, endometrium 12mm, korpus anteriorda 141*99mm boyutunda kitle (myoma uteri?), sol over 50mm çapında yoğun içerikli kistik lezyon izlendi. Gerekli preoperatif tetkik ve değerlendirmeler sonucu hastaya laparotomi ve myomektomi operasyonu planlandı. Göbek altı median kesi ile batına girildi. İntraoperatif değerlendirmede uterus yaklaşık 20 hafta cesamette diffüz olarak büyük damarlanması artmış olup çok sayıda myom içerdiği gözlendi. Sağ over doğal olarak gözlendi. Sol overde yaklaşık 6-7 cm lik endometriotik sıvı ile dolu kist gözlendi. Hastanın mevcut kliniği ve intraoperatif değerlendirmesi sonucu histerektominin daha yararlı olacağı düşünülerek histerektomi+sol kistektomi+bilateral salpenjektomi yapıldı. Patoloji sonucu myomlarda minimal ve orta derecede hücresel atipi ve 1-2 adet mitotik aktivite izlendi. uterus patolojisi; endometrial polip, adenomyozis, sol over kisti patolojisi; endometriozis olarak geldi. Sonuç: Uterin leiomyom nedeni ile opere olan olgularda sık karşılaşılan bir patoloji olan adenomyozisin yapılan bir çalışmadaki sıklığı % 13.6 olarak bulunmuş ve myom nedeni ile opere olup, yalnızca adenomyozis saptanan olgu sayısı ise 7 (% 1.8) saptanmıştır. Preoperatif adenomyozis tanısı koymak ya da adenomyozisin ayırıcı tanısını yapmak, adenomyozisin patognomonik belirti ve bulgularının ve fizik muayene bulgusunun olmaması nedeni ile son derece zordur. Endometriozis, leiomyom ve adenomyozis gibi benign jinekolojik hastalıklara sahip kişilere ilerde gelişebilecek endometrium, over kanseri ve STUMP ‘a yönelik danışmanlık verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Endometriozis, adenomyozis, leiomyom [Abstract:0153][PS-155] Mol Gebelik Tahliyesi Sonrası Metotreksat Tedavisine Başlanan Mol Gebelik Olgusu Hatice Laçin1, Selçuk Özden1, Arif Serhan Çevrioğlu1, Orhan Ünal1, Nermin Akdemir1, Sühha Bostancı1 1 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, Sakarya Giriş: Mol Hidatiform olgusunda tahliye sonrası izlem ve tedavi amaçlanmıştır. Olgu: Mol hidatiformun ultrasonografik tipik görüntüsü; fetüs veya amniyon kesesinin eşlik etmediği kompleks ve çok sayıda kistik boşlukla dolu ekojenik görünümde uterin kitledir. Son adet tarihine göre 8 hafta gebelikte mol gebelik tahliyesi yapılan olguda (Bhg: >225.000), tahliye sonrası 4. haftadaki kontrol Bhcg değerinin düşmemesi üzerine medikal onkoloji bölümünün önerisi üzerine haftalık 50mg/ml olmak üzere Methotreksat tedavisi başlanmıştır. Hastanın çıkan patoloji sonucu komplet tip mol hidatiform gelmiştir. Hastanın aldığı 6 kür medikal tedavi sonrası kontrol Bhcg değeri 7 gelmiştir ve kontrol Tvusg deki tipik görüntüsünde gerileme izlenmiştir. Hastanın patolojik tanısının ardından çekilen PA AC filminde nodül şüphesi üzerine Thorax BT çekildi ve hastada metastaz lehine bulgu olmadığı saptanmıştır. Bhcg düzeyi gerileyen hasta 1yıllık izleme alındı ve hastaya oral kontraseptif ilaç başlandı. Sonuç: Gestasyonel trofoblastik hastalık gebelikle ilişkili plasental tümörleri ifade eder. Molar gebelik histolojik olarak trofoblastik proliferasyon ve villöz stromada ödemden oluşan koryonik villus anomaliliği ile karakterizedir. Komplet tip mol hidatiformda makroskobik olarak koryonik villuslarda belirgin veziküller görülür. Histolojik olarak hidropik dejenerasyon ve villöz ödem tipik görüntüdür, villuslarda kan damarı yoktur,trofoblastik epitelde değişik derecede proliferasyon vardır, fetüs ve amniyon gibi embriyonik yapıları içermez. 46,XX ya da 46, XY karyotipe sahiptir. Molar gebelikte mortalite ve morbidite oranları hızlı tanı, yakın izlem ve uygun tedavi ile neredeyse sıfıra kadar indirilebilmiştir. Anahtar Kelimeler: Mol gebelik, βhcg, metotreksat [Abstract:0282][PS-154] Himen İntakt Hastada Servikal Polip Erdinç Sarıdoğan1, Yasemin Taşcı1, Burak Ersak1, Özlem Gün Eryılmaz1 1 Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Servikal polip sıkılıkla 40 yaşın üzerinde üreme çağındaki kadınlarda görülen, etyolojisi bilinmeyen, hormonal faktörlere bağlı kronik servikal inflamasyon nedeniyle oluştuğu tahmin edilen bir patolojidir (1). Polip, obezitesi olan hastalarda iki kat daha sık görülmekle birlikte, miyoma uteri, adenomiyozis, endometriyozis, endometrial hiperplazi ve endometrium kanseri gibi östrojenle ilişkili lezyonlarla beraberliği sıktır (1,2). Polipler, tek veya birden fazla olabilirler. Endoservikal kanaldan kaynaklandığı gibi nadiren portio bölgesinden de gelişebilir. Parçalı veya lobüler; kırmızı, mor veya vücut renginde; kanlanması olabilen; genelde sulu ve parlak şekilde görünürler. Boyut olarak, genellikle 3 santimetrenin altındadırlar, fakat vajinayı dolduran ve introitustan görülebilen polip vakaları da bildirilmiştir. Histolojik olarak vasküler bağ dokusuyla çevrili kolumnar skuamöz ve skuamokolumnar epitel içerirler. Tedavide esas polibi tabanından çıkarmaktır. Bu işlem için polip kendi etrafında çevrilerek ektirpe edilir ve tabanı görülüyor ise kanamayı ve rekürrensi azaltmak için bu bölge koterize edilebilir. Olgu: 42 yaşında olan hasta, Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İnfertilite kliniğine akıntı şikayeti ile başvurdu. Anamnezinde hastanın virgo olduğu öğrenildi. Özgeçmişinde sigara kullanımı dışında başka bir özellik yoktu. Vücüt kitle indeksi 29,1 idi. Hastanın vajinal muayenesinde, intakt hymen zarından protrusyon gösteren bir polip izlendi (Resim 1). Yapılan vajinoskopik incelemede, serviks alt dudaktan kaynaklandığı ve geniş tabanlı olduğu tespit edildi. Genel anestezi altında, operatif rezekteskop ile, yaklaşık 4 santimetrelik servikal polip rezeke edildi. Histolojik incelemede kitle, benign servikal polip olarak değerlendirildi. Sonuç: Servikal polip, sık görülen jinekolojik patalojilerden biridir ve sıklıkla insidental olarak saptanır. Bizim vakamızda intakt hymen olması, [Abstract:0119][PS-156] Celiac Disease İs Associated With Recurrent Pregnancy Loss Nurcan Yörük1, Mahmut İlkin Yeral1, Kerem Doğa Seçkin2, Nida Erol1, Gülçin Yıldırım1 1 Nene Hatun Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Erzurum 2 Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Objectives: To report a case of celiac disease (gluten enteropathy) diagnosed during the investigation of recurrent pregnancy loss and delivered term pregnancy following appropriate management. Materials-Methods: A 31 year old patient who had 3 abortions and 2 term pregnancies. She has been diagnosed as having celiac disease during investigation of abortions. She has had celiac disease for ten years. Treatment of celiac disease is possible by way of a glutenfree diet, which may improve a patient’s overall health. After the stabilization of the disease, she got pregnant and this resulted in two term delivery. Her pregnancies resulted in abortion in three instances when she didn`t follow glutenfree diet. Results: She was followed closely during pregnancy and elective cesarean section was performed at 38 weeks and 3 days of gestation. A male fetus with 2585g, 47 cm was delivered though using all possible means. Conclusions: It can be difficult to follow a glutenfree diet for some families which have few socioeconomic resources. In women, celiac disease has been associated with gynecologic and obstetric problems such as infertility, elevated miscarriage risk, intrauterine growth retardation, preeclampsia, preterm labor, etc. Gluten enteropathy should be noted in cases of recurrent pregnancy loss. If gluten enteropathy is diagnosed, maximum supportive treatment should be provided. Keywords: Celiac disease, recurrent pregnancy loss 47 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0215][PS-157] Atipik Lokalizasyonlu Gebeliklerde Ekspektan Yönetim Eren Pek1, Evren Çavuş1,Eda Duru Bardakçı1, Ayşe Nur Çakır Güngör1, Servet Hacıvelioğlu1, Meryem Gencer1, Ahmet Uysal1 1 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çanakkale Giriş: Ektopik gebelikler yaklaşık olarak tüm gebeliklerin 1000de 1.5-2sidir.Büyük kısmını ampuller olanlar oluşturur.Erken gebelik haftalarında atipik lokalizasyonlu GSlerin izlenmesi,mevcut gebeliğin ektopik-normal mi olduğu konusunda bizleri tereddüte düşürmektedir.Tanı konusunda zorlayan intrauterin isthmus lokalizasyonlu başlayıp‘expectant management’ olarak isimlendirilen yöntemi kullandığımız olguyu paylaşmak istedik. Gebelik materyalinin implantasyonu genellikle uterusun üst arka yüzünden gerçekleşir. Fakat daha aşağı lokalizasyonlardada implantasyonun gerçekleştiği,sonrasında çekilme yoluyla normale ulaştığını bilmekteyiz.İstmus lokalizasyonlu olanlar,düşünüyoruz ki intrauterin olup ektopik-sağlıklı gebelik konusunda ençok arada bırakanlardir.Kullandığımız tanı kriterlerimiz olmasına rağmen tanı konusunda yetersiz olduğu durumlar vardır. Örneğin normal gebeliklerde kabul etmiş olduğumuz günaşırı bakılan hcgnin %66dan dahaaz yükselişi genelde ektopik gebelik tanısına götürür. Fakat unutulmamalıdır ki hcg değerleri erken ektopik gebeliklerin %13ünde günaşırı yapılan ölçümlerde %66ve daha fazla olacak şekilde artabilmektedir. Yada normal sağlıklı gebeliklerin de %15inde%66dan daha az oranda artış gösterebilmektedir.Kullandığımız ek ölçümününde ektopik-normal gebelik ayrımını sağlamada hatalara yol açabileceği kabul edilmiş ek21mm ve üzerinde olduğunda%96 intrauterin gebelikten bahsedilebilinir. Olgu: 21 yaş hasta 6w2d adet gecikmesiyle başvurdu.Özgeçmişinde özellik yok.G1P0A0.USG ek12mm eksternal servikal osun yanında 4.43mm çaplı GS izlendi.Serbest mayi yok,overlerde özellik yoktu.hcg 798idi.Pmde hassasiyet kanama yok.3 gün sonra hcg 2356 normal gebelik düşündürsede kontrol USGde GSnin aynıyerde çapının 5.54mm olması hala ektopik konusunda tereddütyaşatmakla beraber erken dönemde kayıpla sonlanabilecek gebelik konusundada şüpheye yol açtı.4.gün hcg2843,5.gün hcg3679idi.USGde eksternal osun yanında izlediğimiz GS kavitede ortahatta fakat hala isthmusdaydı ve lekelenmesi oldu.6. gün(7w1d)hcg2291 veUSGde GSyoktu.lekelenmesi devam etmekteydi. Sonrasında hcg1119 – 629 – 398 – 274idi kanaması devametti.EK 10mm idi aile küretajı reddetti. Sonuç: Olgumuzda başlangıçta süpheli isthmusta ektopik gebelik olarak değerlendirdiğimiz,takibinde kaviteye çekilmesi sırasında tutunamayıp abortusu gerçekleşen gebeliği paylaştık. Expectant management neticesinde ektopik-normal gebelik olduğu hususunda klinik olarak ortak karar veremediğimiz olguyu sunduk Ektopik kabul etmediğimizde,başlangıcında rutindışı lokalizasyonlardaki gebeliklerin gelişemeyip erken dönemde kayıpla sonlandığı düşüncesi oluştuğu,normal lokalizasyonlarına çekilmelerinde bunların süreci tamamlayamadıkları başarısız oldukları bunun da anormal şekilde exprese edilen ‘alfaVbeta3’ve‘alfa4beta1’ile ilişkili olup olmadığını tartışmaya sunmayı hatırlatmayı amaçladık. Anahtar Kelimeler: Ektopik gebelik, erken gebelik kaybı, ekspektan yönetim tırma Hastanesi’nde 2014 Ocak ile 2015 Haziran arasında H/S yapılan hastaların dosyaları ve patoloji sonuçları tarandı. Malign hastalığı ve leiomyomu olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Ayrıca inflamasyon sürecini etkileyebileceği düşünülerek, hipertansiyon ve diabetes mellitus tanısı olan hastalarda çalışma dışı bırakıldı. Hastalar H/S’de herhangi bir patolojisi olmayanlar (kontrol grubu) ve endometrial polipi (polip grubu) olanlar şeklinde iki gruba ayrıldı. Veriler toplandıktan sonra SPSS for Windows version 22.0 (SPSS, Inc., Chicago, IL) programı ile analiz edildi ve p<0.05 olan sonuçlar anlamlı sayıldı. Bulgular: Çalışmaya; 51’i endometrial polip tanısı almış ve 45’i kontrol grubu olmak üzere toplam 96 hasta dahil edildi. Kontrol grubu ile polip grubunun yaş ortalamaları sırasıyla 43.53±8.35 ve 43.62±9.50 idi (p=0.96). Her iki grubun Ortalama Platelet Hacmi (MPV) değerleri ise kontrol gurubunun 8.6±0.98 ve polip grubunun 8.31±0.89 (p=0.13) bulundu. Kontrol grubunun Platetelet/Lenfosit Oranı (PLR) 138.98±60.51 iken polip grubunda 146.89±61.33 idi (p=0.52). Nötrofil lenfosit oranları ise kontrol grubunun 2.45±1.45, polip grubunun 2.79±2.25 (p=0.81) şeklinde idi. Hastaların beyaz küre (WBC) değerleri ise kontrol grubunun 7.72±1.89, polip grubunun 7.83±2.62 (p=0.81) bulunmuştur. Sonuç: Endometrium kanseri ve hiperplazilerde PLR ile beraber MPV’nin yükselmesi inflamatuar sürecin tetiklediği bazı sitokinlerin salınması sonucunda olduğu bilinmektedir. Bizim çalışmamızda bu değerler arasında anlamlı fark olmaması endometrial polipi olan hastalarda MPV ve PLR’yi değiştirecek yeterli düzeyde inflamasyon olmamasından kaynaklanabilir. Aynı zamanda çalışmamızda hasta sayısının az olması bir limitasyon oluşturmaktadır bu nedenle daha geniş bir popülasyonda endometrial polip inflamasyon ilişkisinin incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Histeroskopi, polip, hemogram [Abstract:0295][PS-159] Multipl Senkron Malign Neoplazi Kadir Çetinkaya1, Melahat Atasever2, Dursun Haluk Dervişoğlu1 1 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Giresun Giriş: Birden fazla malign tümör yaklaşık %0.9-%3.9 oranında aynı hastada bulunabilmektedir. Bu tümörler aynı anda veya altı aya kadar bir sürede ortaya çıkarsa senkron tümörler, altı aydan daha uzun sürede ortaya çıkarlarsa metakron tümörler olarak adlandırılmaktadır. Bu yazıda aynı anda üç farklı primer tümörü bulunan bir olgumuzu sunmayı amaçladık. Olgu: 57 yaşında, morbid obezite, batında kitle ve asit nedeniyle başvurdu. Hastada subklinik hipotiroidi, solunum sıkıntısı izlendi. Sol adneksial bölgeden alınan parasentez sitolojide malignite negatif olarak bildirildi. Ardından hastaya üst ve alt GİS endoskopi yapıldı ve erozif kronik antral gastrit ve inen kolonda hiperplastik polip tespit edildi. Görüntülemelerinde hastada batın içi yaygın hastalık izlenmesi üzerine laparatomi planlandı ve evreleme cerrahisi uygulandı. Postoperatif patoloji raporu sol overde müsinöz karsinom, uterusda karsinosarkom (yüksek greyd endometrial stromal sarkom) ve greyd 1 müsinöz diferansiasyon gösteren endometrioid adenokarsinom olarak bildirildi. Sonuç: Multipl primer kanser risk artışı, radyoterapi, kemoterapi veya kombine tedaviler sonrasında da gözlenebilir. Aynı kişide birden fazla malignitenin oluşması, bir koinsidans olabileceği gibi immün yetmezlik, genetik defekt, tümör süpresör genlerde mutasyon, sigara, diyet gibi risk faktörlerinin birlikte bulunmasından da kaynaklanabilmektedir. Multipl senkron malign neoplaziler tekli primer olgulara göre daha kötü prognozlu seyretmektedir. Bu nedenle tedavide multidisipliner yaklaşım önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Multipl kanser, senkron tümör [Abstract:0288][PS-158] Endometrial Polip Varlığının Hemogram Parametrelerine Etkisinin Değerlendirilmesi Ali Seven1, Suna Kabil Kucur1, Cengiz Koçak2, İlay Gözükara3, Beril Yüksel1, Murat Polat1, Hüseyin Metineren2, Nadi Keskin1 1 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya 2 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji A.B.D, Kütahya 3 Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Hatay Amaç: Daha önce yapılan çalışmalarda endometrium kanseri, endometrial hiperplaziler ile tam kan sayımındaki parametreler arasında anlamlı ilişki olduğu bulundu. Bizim çalışmamızda histeroskopi (H/S) yapılan hastalarda endometrial patolojisi olmayan ve endometrial polipi olan hastaların tam kan sayımı parametreleri karşılaştırıldı. Yöntem: Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araş- [Abstract:0263][PS-160] Kardiyovasküler Sistem Hastalıklarına Bağlı Ulusal Anne Ölüm Olgularının Değerlendirilmesi Yaprak Engin Üstün1, Sema Sanisoğlu1, Selma Karaahmetoğlu1, Dilek Uygur1, Ayşe Özcan1, Hüseyin Levent Keskin1, Aysun Kabasakal1, Yurdum Karabacak1, Bekir Keskinkılıç1, İrfan Şencan1 1 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kadın ve Üreme Sağlığı Daire Başkanlığı, Ankara 48 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Amaç: 2014 yılında kardiyovasküler sistem hastalıklarına bağlı görülen anne ölüm olgularının değerlendirilmesidir. Yöntem: Bu çalışmada 2014 yılında Türkiye’de gerçekleşen gebelikle ilişkili tüm anne ölümleri retrospektif olarak değerlendirildi ve kardiyovasküler sistem hastalıklarına bağlı görülen anne ölüm olguları incelendi. Türkiye’de 2014 yılında 212 anne ölümü görüldü. Maternal mortalite oranı 100 bin canlı doğumda 15.2 olarak hesaplandı. Dünya Sağlık Örgütü’nün ICD-10 kodlama sistemi kullanıldı. Ölümlerin önlenebilir olup olmadığı Anne Ölümleri İnceleme Komisyonu tarafından belirlendi. Ölümlerin gerçekleştiği dönem, gecikme modelleri, gerçekleştiği sağlık kuruluşu kaydedildi. Bulgular: Kardiyovasküler sistem hastalıklarına bağlı olarak kaybedilen 53 olgu olduğu tespit edildi. Bu ölümlerin %13.2’sinin doğum sonrası ilk 48 saatte, %15.1’inin doğum sonrası 48 saat-7 günde, %41.5’inin 1 hafta-42 gün içinde, %13.2’sinin ise 22-36. gebelik haftalarında gerçekleştiği görüldü. Doğum yaptıkları yerler irdelendiğinde %49’unun 3. basamakta doğum yaptığı görüldü. İkinci basamakta doğum yapan olguların (16 olgunun ikisinde) % 11.1’inde 3. gecikme yaşandığı saptandı. Kardiyovasküler sistem hastalığı nedeniyle kaybedilen 53 olgunun birinde terminasyon önerilmesine rağmen gebenin terminasyonu kabul etmediği, dört olgunun ise yetersiz ya da hiç doğum öncesi bakım almadığı için 1. gecikme yaşadığı görüldü. Kaybedilen 53 hastanın dördünde antikoagülan tedavinin yetersiz kalması nedeniyle 3. gecikme düşünüldü. Sonuç: Kompleks kalp hastalığı olan gebelerin yönetiminde multidisipliner yaklaşım gereklidir. Danışmanlık verilmesi ve erken dönemde gebelik terminasyonu kardiyak nedenli anne ölümlerini azaltacaktır. Anahtar Kelimeler: Anne ölümü, kardiyovasküler sistem hastalıkları [Abstract:0209][PS-161] İstmik Gebelik: Olgu Sunumu Özgün Ceylan1, Özlem Evliyaoğlu1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Ektopik gebelik, fertilize olan ovumun blastokist evresinde endometriyal kavite dışında herhangi bir yere implantasyonudur. Gebeliğin erken dönemindeki maternal mortalitenin önemli bir nedenidir (%10 ACOG). Tanı öncesi geçen süre çok önemlidir. Ektopik gebelik en sık fallop tüpünde görülür (%98 ACOG). İstmik gebeliğin görülme oranı %12’dir. Bu yazı 31 yaşında olan bir hastanın sol istmik bölgedeki ektopik gebeliğiyle ilgili bir olgu sunumudur. Olgu: 31 yaşında gravida 2, parite 1, yaşayan:1 abortus 0 olan hasta il dışından ektopik gebelik ön tanısıyla hastanemize sevk edilmiş. Son adet tarihine göre 8 hafta olan hastanın yapılan muayenesinde uterus ve adneksler serbest ve palpasyonda sol adneksiyal bölgede hassasiyet mevcuttu. Transvajinal ultrasonografide endometrium 8 mm, sol adneksiyal bölgede 39x32 mmlik ektopik gebelikle uyumlu görünüm mevcuttu. Bhcg değeri 8964’tü. Karın ağrısı olan hasta preop hazırlıkların ardından ameliyata alındı. Yapılan laparoskopide gözlemde sol istmik bölgede yaklaşık 4-5 cmlik ektopik gebelik görünümü izlendi. Hastaya usulüne uygun sol salphenjektomi + probe-c yapıldı. Histopatolojik Bulgu: Laparoskopide gözlemde sol istmik bölgede 4-5 cmlik intakt ektopik gebelik görünümü izlendi. Yapılan sol salphenjektominin patoloji raporu Plasental dokular, tuba uterina ve probe-c sonucu ise küçük sekretuar endometrial dokular olarak raporlandı. Sonuç: Ektopik gebeliklerin istmik bölgede yerleşme oranı %12’dir. Tubal rüptür, mortalite ve morbidite ile sonuçlanabilecek şiddetli kanamaya yol açabilir. Tubal rüptür oranı %20-35 arasındadır. Tuba rüptürünün zamanı, kısmen dış gebeliğin yerleşim bölgesine bağlıdır. Kural olarak eğer dış gebelik istmus ve ampulla yerleşimli ise tuba rüptürü daha erken olur. Yapılan çalışmalarda ampuller yerleşimli ektopik gebeliklerin yarısının lümen içine yerleştiğini ve %85’inde kas tabakasının korunduğunu göstermiş. Aksine istmik yerleşimli ektopik gebelikler hem lümen içi hem de lümen dışı yerleşim gösterdiğinden tuba duvarına daha fazla hasar verdiği bildirilmiş. Vakamızda istmik yerleşimli ve 4-5 cm ebatındaki ektopik gebelik görünümü gergin olmasına rağmen intakt haldeydi. Bizim vakamızdaki karın ağrısı gibi semptomatik olan ektopik gebeliklerde erken yapılan cerrahi tubal rüptür oranını düşürebilir. Anahtar Kelimeler: İstmik gebelik, tubal ruptür 49 [Abstract:0320][PS-162] Heterotopik Gebeliği Taklit Eden Myoma Uteri: Olgu Sunumu Mustafa Kurt1, Necip Tiynak1 1 Karadeniz Ereğli Devlet Hastanesi, Zonguldak Giriş: Myoma uteri kendini gebe kalmada güçlük düşük sebebi veya gebelikte ağrı semptomlarıyla gösteren uterus yapısını fiziksel olarak da değiştiren bir patolojidir. Kliniğimizde nadir rastlanan bir durum olarak gebelikteki myomun batın içine yaptığı kanamayı ne şekilde tedavi ettiğimizi ve nasıl teşhis koyduğumuzu sunmak istedik. Olgu: 31 yaşında 3 çocuklu ultrasonda 9 hafta 3 günlük tek canlı intrauterin gebeliği olan hastamızın rutin muayenesinde uterin fundusta 44 mm boyunda myomu ve hafif karın ağrısı mevcuttu. Hastaya intravenöz mai ve hyosin N-bütilbromür order edilip acil serviste takip edilmesi planlandı. İlerleyen saatlerde hastanın karın ağrısı artarak, müphem ağrısının bıçak saplanır tarzda olması, solukluk ve hemoglobininde(5,8 gr/dl) düşme nedeniyle hastamız heterotopik-abdominal gebelik ön tanısı ile genel cerrahi ile pfannenstiel insizyonla laparotomiye alınmış, kanayan bölgenin heterotopik gebelik değil myom serozası olduğu gözlenmiş ve koterize edilmiştir. Hastanın gebe olması dolayısı ile ve histerektomi olasılığı nedeni ile myomektomi yapılmadı. Kanaması durdurulan hastaya gerekli kan replasmanları yapıldıktan sonra myomun ilerleyen dönemde anne yaşamı için tehdit oluşturacağı öngörülerek 2 gün sonra onamı alınarak hastaya yasal tahliye yapılmıştır. İlk ameliyattan belli bir süre sonra da hastaya myomektomi yapılmıştır. Sonuç: Myoma uteri gebelikte her ne kadar operasyonundan kaçınılagelen bir durum olsa da istisnai bu vakada hayatı tehtit eder hale gelmiş hasta acil ameliyat edilmiştir. Subseröz myoma uteri ağrı komplikasyonu da varsa hastanın yakından takip edilmesini gerektiren çok da masum olmayan bir durumdur. Anahtar Kelimeler: Myoma uteri, gebelik, internal hemoraji [Abstract:0264][PS-163] 2014 Yılı Ulusal Anne Ölümlerinin Demografik Verilere Göre Değerlendirilmesi İrfan Şencan1, Yaprak Engin Üstün1, Sema Sanisoğlu1, Ayşe Özcan1, Selma Karaahmetoğlu1, Hüseyin Levent Keskin1, Dilek Uygur1, Aysun Kabasakal1, Meral Esen1, Bekir Keskinkılıç1 1 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kadın ve Üreme Sağlığı Daire Başkanlığı, Ankara Amaç: Bu çalışmada 2014 yılı ulusal anne ölümlerinin demografik verilere göre değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: 2014 yılında ülkemizde gerçekleşen tüm anne ölümleri Anne Ölümleri Ön İnceleme Komisyonu tarafından retrospektif olarak değerlendirildi. Anne ölümü, gebeliğin başlangıcından doğum sonrası 42. günü kapsayacak şekilde, kaza ve tesadüfi sebeplerden kaynaklanmayan, gebelik veya gebeliğin yönetimiyle ilgili olan veya bunların ağırlaştırdığı herhangi bir sebeple kadının ölmesi olarak tanımlandı. Kaybedilen annelerin yaşı, gravida ve paritesi, eğitim durumu, gebelik öyküsü, gebelik aralığı değerlendirildi. Bulgular: Türkiye’de 2014 yılında maternal mortalite oranı 100 bin canlı doğumda 15.2 olarak hesaplandı (212 anne ölümü). Anne ölümünün (n=212) gerçekleştiği ortalama yaş 31.7 ± 6.5 (Median: 31; Min:17- max 49) olarak saptandı. Anne ölümlerinin 35 yaş ve üzerinde daha sık görüldüğü tespit edildi. Adolesan anne ölümlerinin %1.4 olduğu görüldü. Anne ölümlerinin % 23.1’inin annenin ilk gebeliği sırasında, % 12.3’ünün grandmultipar hasta grubunda (parite >=5) olduğu saptandı. Kaybedilen annelerin %26.9’unun okur yazar olmadığı görüldü. Obstetrik öyküye göre yapılan değerlendirmede 57 (%26.9) olgunun geçirilmiş sezaryen, 1 olgunun geçirilmiş myomektomi öyküsü olduğu, 36 olgunun gebelik aralığının 2 yılın altında olduğu saptandı. Sonuç: İleri yaş gebelerde erken risk tespitinin yapılması ve tüm gebelerin eğitim düzeyini iyileştirme çalışmaları anne ölüm oranını azaltmada önemlidir. Anahtar Kelimeler: Anne ölümü, demografik veriler 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0174][PS-164] Servikal Myom Desensus Uteri Nedeni Olabilir Mi? Levent Seçkin1, Özlem Şimşek Tanin1, Sevinç Şahin2, Mustafa Kara1 1 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D., Yozgat 2 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji A.B.D., Yozgat Giriş: Uterin prolapsus (desensus uteri) cerrahi rekonstrüksiyon gerektiren bir pelvik taban hastalığıdır. Bilinen risk faktörleri yaş, artmış parite, obezite ve pelvik cerrahidir. Menopoz, ağır yük kaldırma, konstipasyon, kronik öksürük de pelvik organ prolapsusunda kolaylaştırıcı faktörlerdir. Literatürde vajene doğmuş submuköz myomların neden olduğu uterin prolapsus vakaları da vardır. Biz bu çalışmada sayılan risk faktörleri olmayan ancak subseröz bir servikal myomu olan ve kliniğimizde cerrahi rekonstrüksiyon uygulanan bir olguyu sizlerle paylaşmak istedik. Olgu: 47 yaşında 2 normal doğum yapmış ve halen adet görmekte olan vaka 10 yılı aşkın süredir var olan genital organ sarkması yakınması ile kliniğimize başvurdu. Anamnezinde genital organ prolapsusu açısından risk oluşturabilecek faktörlere rastlanmadı. Muayenede 3.evre desensus uteri, elongasyo kolli ve sistosel saptandı. Hastanın serviksi hipertrofikti ve ön kısmında 3-4cm’lik subseröz myomu mevcuttu. Vajinal histerektomi, Mc Call kuldoplasti, ön-arka onarım yapılan hasta sorunsuz olarak taburcu edildi. Sonuç: Pelvik organ prolapsusu (POP) açısından riskli bir anamnezi olmasa da, uzun süredir pelvik organ prolapsusu olan vakada, patolojik olarak da saptanan servikal myomun etyolojik faktör olabileceğini düşündük. Anahtar Kelimeler: Pelvik organ prolapsusu, servikal myoma uteri, vajinal histerektomi [Abstract:0149][PS-166] Postpatum Geç HELLP Sendromu: Olgu Sunumu Ulaş Fidan1, Mehmet Ferdi Kıncı1, Mustafa Ulubay1, Uğur Keskin1, Serkan Bodur1, Kazım Emre Karaşahin1 1 GATA Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D., Ankara Giriş: Gebeliğe bağlı hipertansif bozukluklar tüm gebeliklerin yaklaşık %12-22’ sinde görülür. HELLP sendromu genellikle preeklampsi / eklampsi zemininden gelişir. HELLP sendromu, hemoliz belirtileri, platelet sayısında azalma ve karaciğer enzim yüksekliği bulguları ile seyreder. Bu nedenle ayrıntılı anamnez, fizik muayene ve laboratuar tetkiklerinin iyi değerlendirilmesi gereklidir. HELLP sendromunun %30’ u postpartum ilk 48 saatte gelişir. Biz 20 yaşında ilk gebeliği olan ve postpartum geç HELLP sendromu tanısıyla takip ettiğimiz olguyu sunduk. Olgu: Hasta, bilinç bulanıklığı şikayeti ve epileptik nöbet tanısıyla acil servise kabul edilmiştir. Obstetrik ultrasonografisinde 32 hafta ile uyumlu tek vital fetüs izlendi. Hasta eklampsi ön tanısıyla kliniğe kabul edildi. Stabilize edilen hastaya sezaryen doğum yapıldı. Sezaryenden yaklaşık 8 saat sonra Bilgisayarlı Beyin Tomografisinde bir patolojiye rastlanmadı. Magnezyum infüzyonuna ve antihipertansif tedavisine devam ediildi. Sezaryenden yaklaşık 60 saat sonra şiddetli karın ağrısı, baş ağrısı şikayetleri ve tansiyon yüksekliği saptanması üzerine rutin kan ve biyokimyasal inceleme yapıldı. Geç postpartum HELLP sendromu ile uyumlu laboratuvar bulguları görüldü.(Grafik-1, Grafik-2) Hastaya bu tanı üzerine kan ve kan ürünleri transfüzyonu yapıldı. (Grafik-1, Grafik-2) Hastanın tedavi sonrası 5. günde tüm vital bulguları ve laboratuvar değerleri normale döndü. Sonuç: HELLP sendromu, gebelik ile ilgili hipertansif komplikasyonlar arasında en yüksek maternal ve fetal mortaliteye neden olan klinik tablodur. Bu sendromun yaklaşık 1/3’ü postpartum dönemde ortaya çıkar ve bunların büyük bir çoğunluğu ilk 48 saat içerisindedir. Bizim olgumuzun özelliği ise postpartum 60. saatte ortaya çıkmasıdır. Bundan dolayı, doğum sonrası dönemde 3. günde bile bu komplikasyonun ortaya çıkabileceği olasılığını düşünerek, özellikle riskli hastaların postpartum dönemde en az 5 gün hospitalize edilmesi çok önemlidir. Anahtar Kelimeler: Preeklampsi, hellp, hospitalizasyon [Abstract:0316][PS-165] 2013 Yılı Kanamaya Bağlı Ulusal Anne Ölümlerinin Değerlendirilmesi Sema Sanisoğlu1, Yaprak Engin Üstün1, Selma Karaahmetoğlu1, Ayşe Özcan1, Hüseyin Levent Keskin1, Dilek Uygur1, Aysun Kabasakal1, Veli Ongun1, Bekir Keskinkılıç1, İrfan Şencan1 1 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kadın ve Üreme Sağlığı Daire Başkanlığı, Ankara Amaç: Postpartum kanamalar dünyada anne ölümlerinin en önemli nedenidir ve insidansı 2-11/100 bin canlı doğumdur. Çalışmanın amacı 2013 yılı kanamaya bağlı ulusal anne ölümlerinin değerlendirilmesidir. Yöntem: 2013 yılında ülkemizde gerçekleşen tüm anne ölümleri Anne Ölümleri Ön İnceleme Komisyonu tarafından retrospektif olarak tarandı ve kanamaya bağlı olan olgular değerlendirildi. Kanama nedeni, maternal yaş, gravida ve parite, eğitim durumu, gebelik öyküsü, gebelik aralığı, ölümün gerçekleştiği bölge ve dönem kaydedildi. Bulgular: 2013 yılı kanama nedeni ile meydana gelmiş olan toplam 41 anne ölümü değerlendirildiğinde; uterin atoni nedeniyle 17 (%41.5), uterus rüptürü nedeniyle 10 (% 24), plasenta retansiyonuna bağlı 4, plasenta dekolmanı 3, pelvik hematom 3, plasenta yerleşim anomalisi 2, dış gebelik rüptürü 1, vajinal laserasyon nedeniyle 1 annenin kaybedilmiş olduğu görüldü. Kanama nedeniyle kaybettiğimiz annelerin %41’i 30-34 yaş, %41’i 35 yaş ve üstü, geri kalan %17’si ise 25-29 yaş grubu idi. Kanama nedenli anne ölümlerinin %53.7 (n=22)’sinin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde olduğu görüldü. Eğitim durumlarına baktığımızda 28 annenin (%68) ilköğretim 1. kademe mezunu veya sadece okuryazar olduğu saptandı. 20 olgunun gebelik sayısının 5 ve üzerinde olduğu izlendi. Uterin rüptür nedeniyle kaybedilen 10 olgudan 4’ünde plasenta previa totalis saptandı. 2 olguda propess ile doğum indüksiyonu söz konusu iken, 2 olgu normal doğuran grandmultipar hasta, 1 olgu tam açıklıkta doğurması beklenmiş ancak sezaryene alınmadan rüptür sonucuyla kaybedilmiştir. 1 olgu ise ileri yaş gebeliği olan, geçirilmiş sezaryen öyküsü olup 25. haftada atlanmış bir rüptür olgusudur. Kanamaya bağlı ölümlerin %63’ü ilk 48 saat, %21’i 48 saat-7 gün içinde görülmüştür. Sonuç: Postpartum ilk 48 saat maternal ölüm açısından riski en yüksek dönemdir. Bu durum postpartum bakımın önemini göstermektedir. Eğer anneler prenatal bakımı aldığı gibi düzenli ve dikkatli bir postpartum bakım alırsa maternal mortalite azalacaktır. Anahtar Kelimeler: Anne ölümleri, kanama [Abstract:0315][PS-167] Anne Bebek Uyum Odası: Bir Hastane Deneyimi Müşerref Coşkun1, Serap Tepedelenlioğlu1, Müslüme Çakmaktaşı1, Fadik Çökelek1, Gülay Güngör1, Şefika Karabulut1, Bensu Erdem Deniz1, Songül Yıldız1, Bedia Özçelik1, Ebru İnan Kırmızıgül1, Rukiye Dursun Altın1, Münevver İlknur Gönenç2 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Ankara Amaç: Doğum sonrası tüm ebeveynler sağlıklı bir şekilde bebeklerini kucaklarına almayı planlarken, yenidoğanın hospitalizasyonu aile açısından hayal kırıklığına sebep olmakta ve stres kaynağı oluşturmaktadır. Yenidoğanın hastaneye yatışı ile birlikte aile ve bebek arasında iletişim bozulmakta, yenidoğan aileden izole edilmektedir. Yenidoğanın ailesinden uzakta olması ebeveyn/bebek bağlanmasını olumsuz etkilemektedir. Bu sorunun azaltılmasında sağlık personeli tarafından verilen bakımın önemi büyüktür. Sunulan tüm hizmetlerde ailenin sürece dahil edilmesi, aileye rol ve sorumluluk verilmesi önemlidir. Yenidoğanın bakımında aileyi ön planda tutan ve aileleri sağlık ekibinin bir üyesi olarak görme düşüncesine dayanan bakım yaklaşımı aile merkezli bakımdır. Yöntem: Aile merkezli bakım uygulaması kapsamında Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 17 Kasım 2014 tarihinde Anne Bebek Uyum Servisi 13 yatak kapasite ile hizmet vermeye başlamıştır. Şubat-Ekim 2015 tarihleri arasında 947 anne-bebek çifti hizmet almıştır. 17 Kasım 2014- Şubat 2015 arası yenidoğan yoğun bakım ünitesi ile ortak kayıt yapılması sebebi ile hasta kayıtlarına ulaşılamamıştır. Bulgular: Toplam yatan bebeklerin 425 (%44.87)’i kız ve 552 (%55.13)’si erkektir. Bu odalara yatan toplam 947 bebeğin 174 (%18.37)’ü poliklinik ve acil servisten, 774 (%81.63)’ü yenidoğan yoğun bakım ünitesinden taburculuğa hazırlık için yatırılmıştır. Kalış süresi yenidoğanın yatış nedenine göre değişmekte olup, ortalama 24 saat ile 7 gün arasındadır. Uyum sürecine alınan aileye yenidoğanın özel durumu ile ilgili eğitimler, yenidoğanın bakımı, beslenmesi, tedavisi, takibi gibi konularda eğitimler verilmektedir. Uyum odalarında kaldıkları süreçte beslenme, bakım, te- 50 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı davi gibi uygulamalarda rol ve sorumluluklar verilerek ebeveynlere destek olunmaktadır. Şubat-Ekim tarihleri arasında taburcu olan bebeklerin %95.67 (906)’si şifa ile taburcu olurken, %4.33 (41)’ü yenidoğan yoğun bakım ünitesinin bölümlerine tekrar yatırılarak tedavilerine devam edilmiştir. Sonuç: Hastanenin deneyimleri sonucunda anne bebek uyum odası uygulamasının anne bebek iletişimini artırdığı, bağlanma sürecine katkıda bulunduğu, taburculuk öncesinde ailenin bilgi düzeyini ve kendine güvenini arttırdığı, anksiyetesini azalttığı, yenidoğanın taburculuk sonrası evde bakımına katkı sağladığı düşünülmektedir. Bu nedenle yenidoğan yoğun bakım üniteleri bulunan sağlık kurumlarında yaygınlaştırılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Aile merkezli bakım, anne bebek uyum odası, bağlanma, yenidoğan noz hastalığın evresine bağlı olup histolojik tiplere göre değişkenlik gösterebilmektedir. Tedavide çoğunlukla multimodal yaklaşım önerilir, cerrahinin yeri sınırlı olup, kemoterapi ve immünoterapi ile olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Anahtar Kelimeler: Serviks kanseri, lenfoma [Abstract:0235][PS-168] Kistik Higromayı Taklit Eden Dicephalus Parafagus Olgusu Gülenay Gencosmanoğlu Türkmen1, Cemal Ünlü1, Didem Kaymak1, Uğur Öztürk1, Cem Yaşar Sanhal1, Ali Turhan Çağlar1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Yapışık ikizlik 50bin doğumda bir görülen nadir bir durumdur. Dicephalus parafagus ise iki bacak, iki kol, bir gövde; ancak iki başın olduğu çok daha nadir bir yapışık ikizlik formudur. Bu infantların çoğu anne karnında yada doğumdan kısa bir süre sonra kaybedilmektedir. Erken gebelikte tespit edildiğinde terminasyon önerilmektedir. Olgu: 26 yaşında daha önce bir kez abortus öyküsü olan hasta 2. gebeliğinin 11. Haftasında kistik higroma öntanısıyla kliniğimize refere edilmiştir. Hastanın öyküsünde önemli bir özellik izlenmemiştir. Yapılan transabdominal usg’sinde 11 hafta ile uyumlu fka pozitif gebelik izlenmiş olup posterior fossada genişlik tespit edilmesi üzerine transvajinal usg yapılmıştır. Yapılan tvs’de tek gövde ve ekstremiteler ile 2 baş izlenmiştir. Hasta durumu hakkında bilgilendirilmiş ve terminasyon önerilmiştir. Sonuç: Kistik higroma çoğunlukla 12-14. Haftalarda tanı konulan genelde fetal boynun arkasında tespit edilen sıvı dolu genişlemiş alanlarla karakterize konjenital lenfatik anormalliktir. Ayırıcı tanıda temel olarak oksipital meningosel, servikal teratom, artmış nukal kalınlık ve servikal lenfanjiom akla gelmelidir. Vakaların %60’ında kardiak defekt, iskelet displazisi, diafram hernisi ve santral sinir sistemi anormalliklerini içeren malformasyonlar izlenmektedir. Dicephalus parafagus yapışık ikizlerin çok nadir formlarından olup literatürde az sayıda olgu bulunmaktadır. Klinik prognozun kötü olması nedeniyle erken tespit ile hastaya daha erken dönemde terminasyon önerilebilinmektedir. Kistik higroma tespit edilen hastalarda transvajinal ultrasonografi yapılarak tanı netleştirilmeli, nadir de olsa dicephalus parafagus ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Kistik higroma, dicephalus parafagus [Abstract:0086][PS-169] Serviks Yerleşimli Primer Lenfoma Kadir Çetinkaya1, Melahat Atasever2 1 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara 2 Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Giresun Giriş: Primer olarak serviksten kaynaklanan lenfomalar ender izlenir, ancak buna karşın sistemik lenfomada serviks tutulumu nispeten daha sıktır. Primer servikal lenfoma hastaları epitelial anormallik olmaksızın genellikle vajinal kanama ve subepitelyal kitle ile başvurmaktadır. Çoğunlukla Pap smear testi bu lezyonları tespit edemez. Tanı için punch biopsi ya da konizasyon gereklidir. Olgu: Olgumuz 27 yaşında, bir aydır cinsel ilişki sonrası kanama, kanlı kötü kokulu vajinal akıntı nedeni ile başvurdu. Servikal muayenede hiperemik, geniş, düzensiz polipoid kitle mevcuttu. Tümöre ait nekrotik lezyon serviksi fıçı gibi büyütmüştü ve her iki yanda parametrial tutulum vardı. Servikal punch biopsi tanısı Hodgkin-Dışı Lenfoma (HDL) büyük hücreli tip idi. Tedavide olguların çoğunda multidisipliner yaklaşım ve sistemik kombinasyon kemoterapi (KT) ve/veya radyoterapi (RT) rejimleri uygulanmaktadır. Sonuç: Jinekolojik maligniteler arasında genital yerleşimli HDL oldukça nadir izlenmesi nedeniyle tedavi yaklaşımı hastaya özgü olmalıdır. Prog- 51 [Abstract:0138][PS-170] Postmatür Gebelikte Boyna Kordon Dolanması Bazen Olumsuz Doğum Sonuçlarına Neden Olabilir: Bir Olgu Sunumu Hasan Ali Inal1, Zeynep Hafiza Öztürk İnal1 1 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Konya Giriş: Nukal kord (boyna kordon dolanması) gözlemlenmesi gebeliklerin yaklaşık %15-30’da görülen yaygın bir durumdur. Tek kord dolanması % 10.6, iki kez dolanma % 2.5, üç kez dolanma % 0.5 ve dört kez dolanma % 0.1 oranında görülmektedir. Umbilical kord 20. gebelik haftasından önce kısa olmasına rağmen ilk trimesterde bile nukal kord tespit edilebilinir. Gebelik süresinin yarısını geçince görülme oranı artmaktadır. Nukal kord 36. gebelik haftasından önce yapılan USG ile saptanması oldukça kolaydır. Gebeliklerin çoğunda boyuna kordon dolanması bebek açısından olumsuz sonuçlar yaratmasa da, bazen istenilmeyen sonuçlara da neden olabilmektedir. Zaman aşımı olan gebeliklerdeki kordun bebeğin boynunda olması nadir olarak gözlemlenir, ancak çoklu (birden fazla) kordonun boyuna dolanması bizim vakamızda olduğu gibi bebeğin ölümüne neden olabilmektedir. Olgu: Biz burada 42 hafta 4 günlük bir gebelikte boyna çoklu kordon dolanmasına bağlı olarak gelişen fetal ölüm vakasını sunduk. Sonuç: Tek bir kez nukal kord amniyonu azaltabilir ve doğumun birinci ve ikinci evresinde fetal disstrese neden olabilir. Bu durum nonreaktif stress testinde akut umbilical kordun sıkışmasına bağlı olarak variable deselerasyon şeklinde kendini gösterir. Genellikle kompresyon uzun sürmez ve bebek oksijen desteğini rezerv dokulardan temin edebilir. Ancak nadir de olsa kompresyon daha fazla sürebilir ve bu durum beyin kan akımını bozabilir ve sistemik hipoksiye, hiperkapniye ve asidoza neden olabilir. Normal gebelik takibinde nukal kord taraması yapmak gereksizdir ancak postterm gebeliklerde özellikle bebk hareketlerinin azaldığı durumlarda olumsuz perinatal sonuçlardan kaçınmak için USG ile nukal kord durumuna bakılması önem arz edebilir. Özellikle çoklu nukal kord durumlarında doğum esnasında NST ile bebeğin kalp atımını kaydedilmesi önerilmektedir. Nukal kord saptanması durumunda aileye bilgi verirken gereksiz anksiyete ye neden olmamak için dikkatli olunması gerekmektedir, çünkü gereksiz sezaryan ile doğuma neden olunabilinir. Özetle nukal kord varlığı normal gebeliklerde olumsuz perinatal sonuçlara neden olmamktadır. Ancak postterm gebeliklerde nukal kord varlığı sıkı takip edilmezse istenilmeyen perinatal sonuçlara neden olabilmektedir. Anahtar Kelimeler: Nukal kord, gebelik sonuçları, postterm gebelik [Abstract:0277][PS-171] 32. Haftada Rudimenter Horn Gebeliğinde Ruptür Oya Soylu Karapınar1, Hanifi Şahin1, İlay Gözükara1 1 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Hatay Giriş: Rudimenter horn uterusun bir gelişimsel anomalisidir. Rudimente hornda gebelik nadirdir ve ektopik gebeliğin bir formudur. Rüptüre olmadan önce rudimente horn gebeliklerinin tanısı oldukça zordur ve önemli oranda mortalite ve morbidite ile ilişkilidir. Olgu: Biz kommunike rudimente hornda 32. gebelik haftasında rüptüre olan vakayı sunmayı istedik. Akut batın tablosu ile acile gelen hastada batında serbest sıvı görülmesi üzerine acil laparotomiye karar verildi. Laparotomide rudimente horn gebeliğinin rüptürü gözlendi.1900 gr ağırlığında ex kız bebek doğurtuldu. rüptüre rudimente horn ve sol tuba eksize edildi. Sonuç: Rudimenter horn gebeliği rüptürü acil serviste nadiren karşılaşılan fakat hayatı tehdit eden bir obstetrik acildir. Anahtar Kelimeler: Rudimenter horn gebeliği, ektopik gebelik, rüptür, mülleryan anomali 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı [Abstract:0180][PS-172] Gebelik ve Addison hastalığı Hülya Türkmen1, Hacer Yalnız2, Aysel Bülez3 1 Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Sağlık Yüksek Okulu, Ebelik Bölümü, Balıkesir 2 Akdeniz Üniversitesi, Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma Uygulama Merkezi, Antalya 3 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Eskişehir Amaç: Addison hastalığı genellikle gebelik öncesinde tanılanmaktadır ancak gebelikte de tanılanması mümkündür. Bu çalışma, nadir görülmesine rağmen tanı konulmazsa maternal mortalite riski yüksek olan ve belirtilerinin gebelikte görülen semptomlar ile karışabildiği addison hastalığının tanılanması ve komplikasyonlarının önlenebilmesinde ebelik bakımının önemini vurgulamak amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı tipte retrospektif bir literatür review çalışması olup; Balıkesir Üniversitesi ağı üzerinden Pubmed, Medline, EBSCOHost, Sciencedirect ve Google Akademik’te yer alan addison hastalığı ve gebelik ile ilgili 2000–2015 tarihleri arasında yayınlanmış tüm makaleler incelenerek yapılmıştır. Yapılan taramada “Gebelik, Addison Hastalığı, Ebelik” anahtar kelimeleri kullanılmıştır. Bulgular: İncelenen makalelerde Addison hastalığı insidansının 1/10000 olduğu ve gebelerin 1/12000’ni etkilediği düşünülmektedir. Bayrak ve ark. (2011), Özdemir ve ark. (2004), Gradden ve ark. (2001) olgu sunumlarında addison hastalığında görülen aşırı bulantı ve kusma, hipotansiyon, halsizlik, yorgunluk ve hiperpigmentasyon gibi belirtiler gebelikte de görülebileceği için ayırıcı tanının önem taşıdığını belirtmişlerdir. Gebeler ile en sık karşılaşan meslek grubu olan ebeler addison hastalığının belirti ve bulguları açısından dikkatli davranarak gebeyi sağlık kuruluşuna yönlendirmelidir. Hastalık ilerledikçe, sıklıkla bir enfeksiyon ya da stres sonucunda addison krizi gelişebilir. Øksnes ve ark. (2015), Girling ve Sykes (2013), Lekarev ve New (2011), Hahner ve Allolio (2009), Shehata ve Ahmed (2004) makalelerinde enfeksiyon, hiperemezis gravidarum ve doğumda tedavi dozunun arttırılması ve günlük dozun bölünerek verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Ayrıca tedavi olmayan gebelerde erken doğum ve düşük doğum ağırlıklı yenidoğan riskinin yüksek olduğunu açıklamışlardır. Bu nedenle ebeler bu gebelerde kriz gelişimini önlemek üzere gebenin bol sıvı ve yeterli tuz almasını sağlamalı, günlük kilo ve tansiyon takibini yapmalı, hijyen eğitimi vermeli, stres gelişimini önlemek için doğum konusunda açıklayıcı bilgiler sunmalı ve gebenin stresle baş edebilmesini sağlamalıdır. Sonuç: Addison krizinin gelişimi maternal mortaliteyi arttırmaktadır. Ebelerin bu gebeleri dikkatli takibiyle ve basit önleme yöntemleriyle mortalite gelişme riskinin önüne geçilebilir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, addison hastalığı, ebelik [Abstract:0273][PS-173] Menopoz Sonrası Organlarda Meydana Gelen Histolojik Değişimler Barış Baykal1, Cem Korkmaz2 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji A.B.D, Ankara 2 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara Amaç: Menopoz fizyolojik bir süreçtir. Ovaryumlarda üretilen hormonların artık üretilememesi nedeniyle çeşitli organlarda histolojik değişimler meydana gelmektedir. Bu derlemenin amacı menopoz sonrası çeşitli organlarda meydana gelen değişimleri sunmaktır. Yöntem: Menopoz sonrasında organlarda meydana gelen histolojik değişiklikler ile ilgili yayınlar derlenerek sunulmuştur. Bulgular: Menopoz sonrası ovaryumlardaki foliküller tükenir, organ stroma bakımından zengin bir hale gelir ve az miktarda progesteron üretir. Organ büzüştüğü için boyutları azalır. Menopoz sonrası atrofiye uğrayan endometriyumda az sayıda küçük bez ve fibröz bir stroma içeren ince bir mukoza bulunur. Menopoz sonrası meme regresyona uğrar. Tip 1 lobül sayısı artarken tip 2 ve tip 3 lobül sayısı azalır. İntralobüler stroma bağ dokusundan ve duktüllerin arasındaki orta miktarda lenfositten meydana gelir. Postmenopozal dönemde kemik dokusundaki ana histomorfometrik bulgu ise kemik rezorpsiyonu artışıdır. Sonuç: Menopozdan sonra azalan hormonların etki gösterdiği organlarda atrofi yönünde fizyolojik değişimler meydana gelmektedir. Bu değişimlerden özellikte kemikte meydana gelenler patolojik hal alabilir. Bu nedenle menopozda uygun replasman tedavilerinin uygulanması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Menopoz, ovaryum, endometriyum, meme, histopatoloji [Abstract:0214][PS-174] Gebeliğin Kadın Cinselliğine Ve Evlilik Uyumuna Etkisinin Değerlendirilmesi Semra Tuncay1, Sena Kaplan2, Hamide Altundağ1, Nilüfer Ercan1, Meral Göktaş1 1 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ankara Amaç: Bu araştırma, gebeliğin kadın cinselliğine ve evlilik uyumuna etkisinin değerlendirilmesi amacı ile tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Yöntem: Çalışma, 27 Ağustos-1 Ekim 2015 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini Ankara Zekai Tahir Burak Eğitim Araştırma Hastanesi’ nin gebe polikliniğine başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden 117 gebe oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak “Bireysel Bilgi Formu”, “Kadının Cinsel Fonksiyon Durum Ölçeği” ve “Evlilik Uyumu Ölçeği” kullanılmıştır. Bulgular: Çalışma kapsamındaki gebelerin yaş ortalaması 27,9±5,92’dir. Çalışmada ortalama gebelik haftası 32,7±8,58 olarak belirlenmiş olup, gebelerin büyük çoğunluğu (%91.7) gebeliklerinin isteğe bağlı olduğunu belirtmiştir. Gebelerin yarısı gebelik döneminde cinsel yaşamın devamlılığını onaylarken, diğer yarısı ise onaylamadığını ifade etmiştir. Bunun yanında gebelerin %91.7’si gebelik öncesi dönemde eşiyle cinsel sorunlarının, %88.5’i ise evlilik uyum sorunlarının bulunmadığını belirtmiştir. Araştırmamızda gebelerin cinsel fonksiyon puan ortalaması 20,08±1.0 olup, evlilik uyum ölçeği puanı ortalaması ise 44,3±1.0’dir. Gebelik döneminde cinsel yaşamın sürdürülmesi yönünde görüş veren ve gebelik öncesi dönemde cinsel sağlık sorunu yaşamadığını ifade eden gebelerde cinsel fonksiyon puan ortalaması yükselmekte olup, bu durum cinsel sorunların daha az görüldüğünü göstermektedir (p˂0.05). Bunun yanında gebelik öncesi döneminde cinsel sağlık sorunu yaşamayan ve gebelik döneminde cinsel sağlık konusunda bilgi alan gebelerde eş uyumunun arttığı belirlenmiştir (p˂0.05). Çalışmamızda kendi ve eşin eğitim düzeyi, gelir durumu, gebelik haftası ve gebelikte sağlık sorunu yaşama ile cinsel fonksiyon ve evlilik uyum puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p˃0.05). Ayrıca gebelikte cinsel yaşamın devamlılığını onaylama durumu ile evlilik uyumu, gebelik öncesi evlilik uyumu durumu ile cinsel fonksiyon puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p˃0.05). Sonuç: Bütüncül hemşirelik yaklaşımı çerçevesinde; gebelik döneminde cinsel fonksiyonların değerlendirilmesi ve sağlıklı sürdürülmesi konusunda danışmanlık yapılması önerilir. Anahtar Kelimeler: Evlilik uyumu, gebelik, kadın cinsel fonksiyonu [Abstract:0245][PS-175] Postmenopozal Dönemdeki Kadınlarda Kefirin Uyku Ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkileri Handan Özcan1, Ümran Oskay2, Ali Fuat Bodur3 1 Gümüşhane Üniversitesi, SHMYO 2 İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi 3 Gümüşhane Üniversitesi, SYO Amaç: Çalışma menopoz dönemindeki kadınların yaşam kalitesini etkileyen uyku sorunları için, alternatif bir tedavi olarak düşünülen kefirin etkisini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 45-65 yaş aralığında ve en az 1 yıl menopoz döneminde olan, herhangi bir tanı konulmuş psikiyatrik ve kronik hastalığı olmayan, cerrahi olarak menopoza girmemiş, kliniğe menopoz şikayetleriyle başvuran, en az 1 yıldır uyku problemi yaşayan, hormon tedavisi ve reçeteli uyku ilacı kullanmayan, çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden kadınlar dahil edildi. Çalışma; 34 kefir, 34 kontrol grubu olmak üzere toplam 68 kadın ile tamamlandı. Kontrol grubuna 1 ay boyunca herhangi bir müdahale yapılmadı. Kefir grubuna 1 ay boyunca her gün 500 ml kefir verildi. Kadınlara, çalışma öncesi ve sonrası ‘Menopoza Özgü 52 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Yaşam Kalitesi Ölçeği (MÖYKÖ)’ ‘Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ)’, Kadın Sağlığı İnisiyatifi Uykusuzluk Ölçeği (KSİUÖ) uygulandı. Bulgular: Katılımcıların menopoz yaş ortalaması 47±4.08, Beden kitle indeks ortalaması 29.24±4.85 kg/m2’dir. Kadınların tümü menopoz sonrası uyku sorunları olduğunu, %93.7’si uyku sürelerinin azaldığını, %51.2’si ateş basması ve terleme, %48.6’sı ise stres ve huzursuzluk, nedeniyle uyku problemi yaşadığını bildirdi. Çalışma sonrası karşılaştırılan kefir ve kontrol grupları arasında; yaşam kalitesi ve uykusuzluk puanları arasında ileri derecede anlamlı farklar bulunmuş olup (p:0.000), depresyon puanları arasında fark bulunmamıştır (p: 0.078). Çalışma öncesi ve sonrası değerlendirilen kefir grubunda MÖYKÖ, BDÖ ve KSİUÖ puan ortalamaları arasında ileri derecede anlamlı farklar bulunmuştur (p:0.000). Sonuç: Kefirin postmenopozal dönemdeki kadınların, depresyon ve uyku problemlerinin giderilmesine, yaşam kalitesine olumlu etkileri olduğu bulundu. Bu çalışma kefirin bilinen birçok sağlık yararı nedeniyle, postmenopozal dönem yaşam kalitesinin artırılmasında iyi bir alternatif tedavi yöntemi olabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Menopoz, yaşam kalitesi, uykusuzluk, depresyon 53 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı YAZAR LİSTESİ YAZARLAR POSTERLER A Ayşegül Öksüzoğlu PS-101, PS-103 Ayşegül Özkaya PS-016 Aytekin Tokmak SS-006, PS-018, PS-034, PS-058, PS-066, PS-075, PS-076, PS-090, PS-091, PS-095, PS-097, PS-098, PS-134 Abdullah Tabakçı PS-139 Ayten Kurt PS-073 Abdül Hamid Güler PS-040, PS-079 Ayten Türkay PS-038 Ağsuman Özdil PS-073 B Ahmet Bacınoğlu PS-108, PS-111 Ahmet Erol PS-133 Ahmet Şahbaz PS-014, PS-035, PS-133 Ahmet Uysal PS-130, PS-157 Ahmet Yanar PS-097 Akben Akcebe PS-099 Akın Usta SS-007, PS-031 Aladdin Ünsal PS-016 Alev Esercan PS-078, PS-101 Alev Özer PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126 Ali Acar PS-115 Ali Akdemir Banu Seven PS-094 Barış Baykal PS-173 Barış Büke PS-121 Barış Korkmaz PS-011, PS-112 Bedia Özçelik PS-167 Bekir Keskinkılıç PS-010, PS-160, PS-163, PS-165 Belgin Erdoğan PS-088, PS-146 Bensu Erdem Deniz PS-167 Bergen Laleli PS-002 Beril Yüksel PS-064, PS-074, PS-109, PS-113, PS-158 PS-026, PS-121 Berrin Göktuğ Kadıoğlu PS-150 Ali Çetin SS-002 Betül Kalkan PS-070 Ali Fuat Bodur PS-175 Betül Yorgunlar PS-032 Ali Fuat Çiçek PS-132 Buğra Coşkun PS-023, PS-147 Ali İrfan Güzel PS-041, PS-043, PS-044 Bulat Aytek Şık PS-127 Ali Onur Arzık PS-037 Burak Akselim PS-090 Ali Ozgur Ersoy PS-027, PS-089, PS-118 Burak Elmas PS-043, PS-072 Ali Seven PS-033, PS-052, PS-064, PS-074, PS-093, PS-109, PS-113, PS-119, PS-135, PS-158 Burak Ersak PS-003, PS-149, PS-154 Burcu Akdağ Özkök PS-078 Burcu Kısa Karakaya PS-034, PS-090, PS-091, PS-148, PS-029 Burcu Tuncer PS-016 Bülent Çakmak PS-144 Bülent Köstü PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126 Bülent Özkan SS-001 Bülent Tekin PS-127 Bülent Yılmaz SS-001 Ali Turhan Çağlar PS-028, PS-089, PS-168 Ali Yavuzcan PS-053, PS-085, PS-102 Ali Yeşil PS-057 Alim Özcan PS-127 Alper Başbuğ PS-053, PS-085, PS-102 Altuğ Semiz PS-092 Arif Serhan Çevrioğlu PS-145, PS-155 Arzu Sümer Oratç PS-129 Asiye Çiğdem Şimşek PS-038 Asker Zeki Özsoy PS-060, PS-142, PS-144 Aslı Oskovi PS-006, PS-013, PS-075, PS-131 Aslıhan Erken SS-005 Attila Özkara PS-053, PS-102 Aybala Gürsoy PS-006 Aydın Gülses PS-036 Aydın Köşüş PS-081 Aykan Yucel PS-027, PS-002, PS-028, PS-138, PS-143, PS-147 Aylin Yazgan PS-061 Aynur Çapur PS-073 Aysel Bülez PS-172 Aysel Topan PS-086 Aysun Kabasakal PS-160, PS-163, PS-165 Ayşe Altındiş Bal PS-081 Ayşe Aydın PS-136 Ayşe Filiz Yavuz Avşar PS-001, PS-049, PS-061, PS-110, Ayşe Koyun PS-004, PS-082 Ayşe Nur Çakır Güngör PS-130, PS-157 Ayşe Özcan PS-010, PS-160, PS-163, PS-165 Ayşegül Baylas PS-006 C Can Engin Durmaz PS-036 Can Tercan PS-017, PS-037 Canan Tapkan PS-153 Cantekin İskender PS-058, PS-136 Cavidan Gülerman PS-012, PS-059, PS-062 Cavit Kart PS-022, PS-030, PS-084 Cem Akaltun PS-011, PS-112 Cem Korkmaz PS-173 Cem Yaşar Sanhal PS-128, PS-147, PS-168 Cemal Ünlü PS-168 Cemre Alan PS-115 Cengiz Koçak PS-052, PS-135, PS-158 Ceyda Sancaklı Usta PS-031 Coşkun Cüce SS-007, PS-019 Çağdaş Şahin PS-026, PS-121 Çağlar Yıldız SS-002 Çağrı Güven PS-026, PS-121 Çiğdem Kunt İşgüder PS-060, PS-142, PS-144 D 54 Demet Kokanalı PS-043, PS-044 Deniz Cemgil Arıkan PS-069 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Deniz Hızlı PS-081 Deniz Şimşek PS-026, PS-121 Deniz Tuzluoğlu PS-059 Derya Başbuğ PS-053, PS-085, PS-102 Derya Solmaz PS-013 Derya Şahin PS-073, PS-086, PS-106 Didem Kaymak PS-168 Dilek Bilgiç PS-024, PS-051, PS-063, PS-136, PS-080 Dilek Öcalan PS-004, PS-082 Dilek Uygur PS-002, PS-010, PS-027, PS-028, PS-039, PS-042, PS-046, PS-058, PS-066, PS-077, PS-078, PS-083, PS-124, PS-128, PS-136, PS-137, PS-138, PS-139, PS-143, PS-149, PS-151, PS-160, PS-163, PS-165 F Fadik Çökelek PS-106, PS-167 Fahri Şahin PS-026 Fahrünnisa Sevinç PS-039 Faruk Önder Aytekin PS-120 Fatih İlkaya SS-004 Fatma Akkuş PS-076 Fatma Akyüz PS-080 Fatma Aybala Gürsoy PS-143 Fatma Deniz Sayıner PS-016 Fatma Göksu PS-086 Fatma Sılan PS-130 Fatoş Dilan Köseoğlu PS-026 Dursun Haluk Dervişoğlu PS-068, PS-159 Duygu Aktok PS-137 Fedi Ercan PS-115 Duygu Tuğrul PS-118 Feray Aydın PS-101 Ferhat Aslan PS-065 Feride Alagöz PS-046 PS-123 E Ebru Biberoğlu PS-139 Ebru Ersoy PS-034 Feride Söylemez Ebru İnan Kırmızıgül PS-167 Feyza Başar PS-053, PS-102 PS-081 Fezan Şahin Mutlu PS-074 PS-128 Filiz Günal PS-074 PS-045 Fulya Doğan PS-073 Eda Duru Bardakcı PS-130, PS-157 Fulya Kayıkçıoğlu PS-015, PS-141 Efser Öztaş PS-028, PS-042, PS-089, PS-137 Funda Akpınar PS-141 Elif Birsen PS-038 G Elif Duş PS-031 Gamze Doğaner PS-046 Elif Ece Ece PS-138 PS-140 Elif Ertan Palabıyık PS-129 Gayem İnayet Turgay Çelik Elif Yılmaz PS-007, PS-094 Genco Usta PS-107 Elmas Korkmaz PS-020 Gonca Göksu PS-075 Elvan Emine Ata PS-047 Gökçe Naz Küçükbaş PS-039 Emel Kıyak Çağlayan PS-120 Gökçen Kaya PS-110 Emin Levent Aksoy PS-003, PS-020 Gökhan Bolluk SS-005 Emin Üstünyurt PS-011, PS-112, PS-129 Gökhan Gönen PS-087 Emine Seda Güvendağ Güven PS-022, PS-030, PS-084 Göknur Şahin PS-128 Gülay Aydoğdu PS-073 Emre Erdem Taş PS-049, PS-110, PS-061 Gülay Balun PS-136 Emre Özgü PS-075, PS-076, PS-091, PS-098, PS-103 Gülay Güngör PS-167 Engin Çelik PS-050 Gülbahtiyar Demirel SS-003, PS-047, PS-051, PS-063 Enver Sancakdar SS-002 Gülçin Yıldırım PS-072, PS-156 Ercan Tutak PS-092 Gülden Pekcan PS-001 Erdinç Sarıdoğan PS-154 PS-066, PS-077, PS-118, PS-124, PS-139, PS-168 Eren Pek PS-130, PS-157 Ergin Arslan PS-120 Gülenay Gencosmanoğlu Türkmen PS-054 Gülin Feykan Yeğin Akçay PS-049, PS-061 Erkan Mavigök Erkan Özdemir PS-097 Gülper Çalışkan PS-073 Ertan Adalı SS-007, PS-019, PS-114 Gülseren Dağlar PS-024, PS-063 Esma Sarıkaya PS-018, PS-072, PS-075, PS-076, PS-090, PS-091, PS-097, PS-098, PS-101, PS-103, PS-104, PS-125, PS-148, PS-029 Gülseren Oktay PS-142, PS-144 Güray Saydam PS-026 Esra Ercan PS-088 Güven Arslan PS-065, PS-069 Esra İşçi PS-055 Güzin Deveci PS-096 Evren Çavuş PS-130, PS-157 Eylem Çağıltay SS-009 Hacer Özdemir PS-129 Eylem Şen Dalkıran PS-031 Hacer Yalnız PS-172 PS-003, PS-042 Hakan Demir PS-097, PS-153 Hakan Güraslan PS-057 Ebru Yüce Ece Ateş Ecem Baklan Eyüp Gökhan Turmuş H 55 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Hakan Timur SS-006, PS-002, PS-014, PS-035, PS-058, PS-066, PS-077, PS-083, PS-124, PS-138, PS-139, PS-143, PS-149 K Hale Göksever Çelik PS-050 Kadir Çetinkaya PS-068, PS-108, PS-111, PS-159, PS-169 Kadriye Beril Yüksel PS-033, PS-052, PS-093, PS-119, PS-135 Halide Gül Okuducu PS-011 Kadriye Nilay Özcan PS-122 Halil Fırat Baytekin PS-057 PS-125 Halil İbrahim Serin PS-120 Kanşav Tunç Kızılkanat Halil Korkut Dağlar PS-124, PS-139 Kasım Çağlayan PS-120 Halime Şencan PS-064, PS-093, PS-109, PS-113 Kazım Emre Karaşahin PS-166 Hamide Altundağ PS-174 Kerem Doğa Seçkin PS-150, PS-156 Handan Özcan PS-175 Keziban Doğan PS-057 Hanifi Şahin PS-171 PS-066, PS-170 Kıymet Yeşilçiçek Çalık SS-008, PS-025 Hasan Ali Inal Hasan Güzel SS-004 Kübra Akkaya PS-128 Hasan Onur Topçu PS-006, PS-044, PS-076, PS-131 Hasan Öztin SS-009 Lebriz Hale Aktun PS-032 Hatice Işık PS-014, PS-035 Levent Keskin PS-049, PS-061 PS-029, PS-072, PS-148 Levent Seçkin PS-164 Hatice Laçin PS-145, PS-155 M Hatice Yetkiner PS-125 Hatice Yılmaz Doğru PS-060, PS-142, PS-144 Hava Özkan PS-067, PS-116 Havva Keskin PS-136 Hediye Bekmezci PS-067, PS-116 Hediye Dağdeviren PS-057 Hikmet Hassa PS-074 Hilal Sakallı PS-117 Hilmi Koputan PS-113 Huri Güvey Hatice Kansu Çelik L Mahmut İlkin Yeral PS-150, PS-156 Mahmut Kuntay Kokanalı PS-041, PS-043, PS-044, PS-104, PS-125 Mahmut Nedim Çiçek PS-055 Mehmet Arslan SS-007 Mehmet Fatih Karslı PS-007 Mehmet Ferdi Kıncı PS-096, PS-132, PS-166 Mehmet Harma PS-133 Mehmet Keçecioğlu PS-029, PS-034, PS-090, PS-148 PS-064 Mehmet Mutlu Meydanlı PS-003, PS-006, PS-008, PS-009, PS-013, PS-017, PS-020, PS-021, PS-023, PS-037, PS-056 Huriye Kaan Güven PS-073 Mehmet Ünlü PS-019 Hülya Türkmen PS-172 Melahat Atasever PS-159, PS-169 Hüseyin Çakmak PS-108 Melike Doğanay PS-043, PS-072 Hüseyin Görkemli PS-115 Melike Yavaş Çelik PS-071 Hüseyin Levent Keskin PS-001, PS-010, PS-110, PS-160, PS-163, PS-165 Meltem Özben PS-092 Hüseyin Metineren PS-052, PS-158 Meral Esen PS-010, PS-163 Hüseyin Yeşilyurt PS-095, PS-134 Meral Göktaş PS-073, PS-088, PS-106, PS-146, PS-174 Hüsnü Alptekin PS-014 Meral Karataş SS-003 Merkube Özdemir PS-046 Merve Baştan PS-053, PS-085, PS-102 Merve Erel PS-041 Merve Ergin PS-028 Merve Erkan PS-084 Merve Olgun PS-129 Merve Sarıbay PS-080 Meryem Ceyhan PS-007 Meryem Gencer PS-130, PS-157 I Işık Üstüner PS-001 İ İlay Gözükara PS-052, PS-093, PS-119, PS-135, PS-158, PS-171 İlhan Bahri Delibaş PS-060, PS-142, PS-144 İlker Gülbaşaran PS-018, PS-098, PS-134 İlker Selcuk PS-013, PS-023 İlknur Münevver Gönenç PS-106 İnci Hansu PS-054 Meryem Kuru Pekcan PS-055, PS-095, PS-152 İnji Suleymanova PS-110 Mesut Tığlıoğlu SS-009 İrem Güler Özgür PS-091, PS-103 Mete Çağlar PS-053, PS-085, PS-102 İrem Usta PS-103 Metin Altay PS-105 İrfan Şencan PS-010, PS-160, PS-163, PS-165 Metin Kaplan PS-015 İsmail Burak Gültekin PS-007, PS-094 Mine Atlı PS-122, PS-125 İsmail Özdemir PS-053 Mine Çavdar Atlı PS-008, PS-009, PS-021, PS-056 İyimser Üre PS-074 Mine İslimye Taskin SS-007, PS-019, PS-031, PS-114 Murat Bakacak PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126 Murat Oktay PS-053, PS-102 Murat Öz PS-003, PS-020 J Jale Karakaya SS-004, PS-141 56 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Murat Polat PS-064, PS-109, PS-113, PS-119, PS-135, PS-158 Onur Özdenoğlu PS-112 Murat Tandoğan PS-044 Orhan Aksakal PS-041, PS-098 Mustafa Demir SS-001 Orhan Ünal PS-145, PS-155 Mustafa Erkan Sarı PS-017, PS-037 Osman Fadıl Kara PS-007, PS-094 Mustafa Kaplan SS-009 Osman Kılınç PS-031 Mustafa Kara PS-164 Oya Soylu Karapınar PS-171 Mustafa Kurt PS-012, PS-059, PS-062, PS-162 Ozan Özolcay PS-127 Mustafa Öztürk PS-096, PS-132 Ö Mustafa Ulubay PS-096, PS-132, PS-166 Müfit Cemal Yenen PS-096, PS-132 Müge Harma PS-133 Mülkiye Kabakçı PS-023 Münevver İlknur Gönenç PS-167 Mürüvvet Başer Müslüme Çakmaktaşı Müşerref Coşkun Ömer Demirtaş PS-045, PS-048 Ömer Erkan Yapça PS-150 Ömer Hamid Yumuşak PS-055 Önder Ercan PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126 Öner Aynıoğlu PS-014, PS-035 PS-047 Özcan Erel PS-028 PS-167 Özge Beyazçiçek PS-085 PS-167 Özge Deniz Gündüz PS-050 Özge Erdoğan Kunt PS-022, PS-030, PS-084 Özge Şehirli PS-125 N Nadi Keskin PS-033, PS-052, PS-064, PS-093, PS-109, PS-113, PS-119, PS-135, PS-158 Özgül Kafadar PS-104 Nafiye Yılmaz SS-006, PS-012, PS-059, PS-062 Özgün Ceylan PS-103, PS-161 Nagihan Yıldız Çeltek PS-142, PS-144 Özgür Kara PS-118, PS-124, PS-147 PS-038 Özlem Bozoklu Akkar SS-002 Nazife Kartal PS-105 Özlem Demirpence SS-002 Nazlı Aksoy Kala PS-078 Özlem Ece Başaran PS-022, PS-084 Nazlı Topfedaisi Özkan PS-017, PS-037 Özlem Evliyaoglu Necati Hançerlioğulları PS-039 PS-029, PS-037, PS-072, PS-075, PS-076, PS-091, PS-098, PS-103, PS-104, PS-125, PS-131, PS-148, PS-161 Necip Cihangir Yılanlıoğlu PS-092 Özlem Gün Eryılmaz PS-154 Özlem Koç PS-116 Necip Tiynak PS-162 Özlem Moraloğlu PS-039, PS-070 Nermin Akdemir PS-145, PS-155 Özlem Özdeğirmenci PS-097 Nermin Köşüş PS-081 Özlem Şimşek Tanin PS-164 Nezide Topuz PS-046 Özlem Uzunlar PS-122 Nida Erol PS-150, PS-156 P Nilay Kandemir Özcan PS-091, PS-103 Nilay Karaca SS-005, SS-009, PS-032, PS-036 Nilufer Cetinkaya PS-003 Nilüfer Akgün PS-001 Nilüfer Alagöz PS-008, PS-009, PS-021, PS-056 Nilüfer Çetinkaya Kocadal PS-008, PS-009, PS-021, PS-056 Nilüfer Ercan Nazan Çetin Perinur Kalafat PS-045 R Rahime Bedir Fındık SS-004 Rahman Şenocak PS-132 Rampia Nizam PS-011 Recep Sütçü SS-001 PS-073, PS-106, PS-174 Refika Selimoğlu PS-035 Nilüfer Tuğut SS-003, PS-047 Reyyan Güney PS-099 Nuh Mehmet Erbakırcı PS-033, PS-052, PS-064, PS-109, PS-113 Rukiye Altın PS-073 Nurcan Yörük PS-150, PS-156 Rukiye Dursun Altın PS-106, PS-167 Nuri Danışman PS-028, PS-058, PS-066, PS-089, PS-124, PS-149 Rukiye Gül PS-038 Nurten Asmalı PS-151 S Nurten Tarlan PS-041, PS-098, PS-103, PS-104, PS-122 Nüvit Sarımurat PS-092 O Oğuz Özdemir PS-133 Oğuzhan İnceli PS-077 Okan Aytekin PS-105 Okan Yenicesu PS-098, PS-104 Onat Yılmaz PS-107 Onur Arzık PS-017 Onur İnce SS-001 57 Sabri Cavkaytar PS-041, PS-043 Sakine Yılmaz PS-100 Salih Serin PS-065, PS-117 Salim Erkaya PS-029, PS-039, PS-041, PS-055, PS-062, PS-076, PS-098, PS-104, PS-131, PS-148 Savaş Karakuş SS-002, PS-047 Savaş Özgür Ağlamış PS-128, PS-151 Seda Şahin Aker PS-123 Sefa Kelekçi SS-001 Selçuk Özden PS-145, PS-155 12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Özel Sayısı Selda Seçkin PS-120 Tevfik Yavuz PS-019 Selma Karaahmetoğlu PS-010, PS-160, PS-163, PS-165 Tolga Güler PS-045, PS-048 Selma Mahmutoğlu PS-007, PS-094 Tuba Bıyık PS-030 Selver Kübra Akkaya PS-151 Tuba Memur PS-075, PS-083, PS-143 Sema Sanisoğlu PS-010, PS-160, PS-163, PS-165 Tuğba Kınay PS-015, PS-105, PS-141 Semra Tuncay PS-174 PS-034, PS-090 Sena Kaplan PS-174 Tuğban Seçkin Keçecioğlu Serap Fırtına Tuncer PS-141 Tuğberk Güçlü PS-129 Serap Tepedelenlioğlu PS-167 Tuncay Küçüközkan PS-007, PS-094 Serdar Gökay Terzioğlu PS-125 Tuncay Yüce PS-123 Turhan Çağlar PS-118, PS-137 Serdar Özer PS-126 Tülay Kuzlu Ayyıldız PS-073, PS-086 Serkan Bodur PS-166 Türkan Pasinlioğlu SS-008, PS-025 Serkan Kahyaoğlu PS-055, PS-153 U Serkan Kara PS-048 Serkan Kumbasar PS-127 Serkan Oral SS-005 Serpil Ünlü PS-027, PS-088, PS-146 Serra Akar PS-091, PS-134 Servet Çalıkoğlu PS-020, PS-076, PS-083 Servet Güreşci SS-004 Servet Hacıvelioğlu PS-130, PS-157 Sevda Baş PS-008, PS-009, PS-021, PS-056 Sevgi Koç PS-141 Veli Ongun PS-165 Sevim Ünal PS-080 Volkan Baltacı PS-059 Sevinç Şahin PS-120, PS-164 Y Sezen Bozkurt Köseoğlu PS-034, PS-090 Yaprak Engin Üstün Sibel Özler PS-027, PS-028, PS-042, PS-089, PS-137 PS-010, PS-012, PS-059, PS-062, PS-160, PS-163, PS-165 Yasemin Çekmez PS-092 Sinan Çağlayan SS-009 Yasemin Dursun Güler PS-088, PS-146 Sinem Eldem PS-138, PS-149 Yasemin Hamlacı PS-016 Sinem Tavşan PS-006 Yasemin Taşcı PS-154, PS-034, PS-044, PS-055, PS-152, PS-153 Songül Aktaş SS-008, PS-005, PS-025 Yaşam Kemal Akpak Songül Yıldız PS-167 SS-005, SS-009, PS-032, PS-036, PS-087, PS-092, PS-107, PS-140 Suat Canbay PS-111 Yeşim Bardakçı PS-012, PS-059 Sultan Pekşen PS-046 Yeşim Ceylantekin PS-082 Suna Kabil Kucur PS-033, PS-052, PS-064, PS-093, PS-109, PS-113, PS-119, PS-135, PS-158 Yıldız Aras PS-038 Yunus Aydın PS-074 Sühha Bostancı PS-145, PS-155 Yunus Emre Bulut PS-142 Süleyman Bekirçavuşoğlu PS-022 Yurdum Karabacak PS-160 Süleyman Güven PS-022, PS-030, PS-084 Yüksel Sayın PS-040, PS-079 Süleyman Rahmi Acar PS-038 Z Süleyman Salman PS-127 Zafer Arık PS-020 Sümeyye Yılmaz PS-070, PS-146 Zehra Öztürk Başarır PS-141 Zehra Yılmaz PS-007, PS-077, PS-094, PS-118, PS-124, PS-139, PS-147 Uğur Keskin PS-096, PS-132, PS-166 Uğur Öztürk PS-168 Ulaş Fidan PS-096, PS-132, PS-166 Ulviya Abdullayeva PS-110 Ü Ülkü Özmen PS-014 Ümran Oskay PS-175 V Ş Şakir Aydoğdu PS-065 Zekariya Balık PS-054 Şazimet Arıcan PS-038 Zeliha Fırat Cüylan PS-013, PS-023 Şebnem Özyer PS-055 Zeynep Akben Akcebe PS-080 Şefika Karabulut SS-004, PS-167 Zeynep Aslı Oskovi PS-095 Şehri Özdemir PS-136 Zeynep Ataman PS-002 Şenay Çetinkaya PS-071 Zeynep Burcu Şeker PS-041 Şükran Ertekin Pınar PS-051 PS-170 Şükran Erten PS-049 Zeynep Hafiza Öztürk İnal Şükriye Sisli PS-099 Zeynep Us PS-045 T Tayfun Güngör PS-013, PS-020, PS-023 Tayfur Çift PS-011, PS-112, PS-129 58 BAKAN LIĞ I S Z.T IN . BU RAK KAD ŞT IRM Sİ A HASTANE IK ĞL SA AĞ A LIĞ AR I EĞİTİM VE Jinekoloji - Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi The Journal Of Gynecology - Obstetrics and Neonatology Eğitim Yayın Birimi: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi / Talatpaşa Bulvarı, Hamamönü - ANKARA Tel: 0 (312) 310 31 00 & Faks: 0 (312) 312 49 31