Jinekoloji - Obstetrik ve NeonatolojiTıp Dergisi

Transkript

Jinekoloji - Obstetrik ve NeonatolojiTıp Dergisi
Jinekoloji
ve Neonatoloji
NeonatolojiTıpTıpDergisi
Dergisi
Jinekoloji-- Obstetrik
Obstetrik ve
The
Obstetricsand
andNeonatology
Neonatology
TheJournal
JournalofofGynecology
Gynecology - Obstetrics
ÖZELAralık
SAYI ://1December
(SUPPLEMENT
Cilt/ Vol:
/ Vol:1111/ /Sayı:4
Sayı:4
Aralık
December
Cilt
2014 - I)
ISSN 1304 - 5512 ISSN
- 5512
ISSN1304
1304
- 5512
İstemli
gebeliksonlandırılması,
sonlandırılması,bir
biraile
aile planlaması
planlaması yöntemi
 İstemli
gebelik
yöntemi midir?
midir?
Is voluntary termination of pregnancy a family planning method?
Is voluntary termination of pregnancy a family planning method?
 Sistosel grand multipar gebelerde doğumun aktif faz süresini uzatan bir risk faktörü müdür?
 Sistosel grand multipar gebelerde doğumun aktif faz süresini uzatan bir risk faktörü müdür?
Is cystocele a risk factor for prolonged active phase of labour in grandmultipar pregnancies?
Is cystocele a risk factor for prolonged active phase of labour in grandmultipar pregnancies?
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve
Obstetrik Kongresi
Özel Sayısı
 Romatoid artrit ve gebelik: 15 olgu sunumu
 Romatoid
artrit
ve gebelik:
15 olgu sunumu
Rheumatoid
Arthritis
and Pregnancy:
15 case report
Rheumatoid Arthritis and Pregnancy: 15 case report
 İlk antenatal vizit sırasında maternal mikrobesin düzeylerinin değerlendirilmesi
 İlkEvaluation
antenatalof
vizit
sırasında
maternal levels
mikrobesin
düzeylerinin
maternal
micronutrient
in first antenatal
visitdeğerlendirilmesi
Evaluation of maternal micronutrient levels in first antenatal visit
 Healthcare professionals’ attitude and knowledge on double test and pregnancy termination for
Down syndrome
 Healthcare
professionals’ attitude and knowledge on double test and pregnancy termination for
Hekimlerin
ikili test hakkında bilgi düzeyi, düşünceleri ve Down sendromunda terminasyon kararları
Down
syndrome
Hekimlerin ikili test hakkında bilgi düzeyi, düşünceleri ve Down sendromunda terminasyon kararları
 Relationship between first trimester low pregnancy associated plasma protein a levels with second
trimester uterine
artery
Doppler,
placental
size and adverse
obstetric
outcomes
 Relationship
between
first
trimester
low pregnancy
associated
plasma
protein a levels with second
Birinci trimester gebelikle ilişkili plasma protein-a düzeyinin, ikinci trimester uterin arter Doppler, plasental
trimester uterine artery Doppler, placental size and adverse obstetric outcomes
boyut ve kötü obstetrik sonuçlarla ilişkisi
Birinci trimester gebelikle ilişkili plasma protein-a düzeyinin, ikinci trimester uterin arter Doppler, plasental
boyut
vegebelik
kötü obstetrik
sonuçlarla
ilişkisi olarak değerlendirilmesi ve gebelik sonuçları ile ilişkisi

Erken
kesesinin
ultrasonografik
Ultrasonographic assessment of early gestational sac and its association with pregnancy outcomes
 Erken gebelik kesesinin ultrasonografik olarak değerlendirilmesi ve gebelik sonuçları ile ilişkisi

Torakoamniyotikassessment
şant uygulamasi:
tersiyer
bir merkezde
gözden
Ultrasonographic
of early
gestational
sac and10
itsvakanın
association
withgeçirilmesi
pregnancy outcomes
Thoracoamniotic shunt procedure: review of 10 cases at a tertiary setting
 Torakoamniyotik şant uygulamasi: tersiyer bir merkezde 10 vakanın gözden geçirilmesi

YÜT kullanılan olgularda
2. gün vereview
3. günofembriyo
transferi
sonuçlarının
Thoracoamniotic
shunt procedure:
10 cases
at a tertiary
setting retrospektif olarak karşılaştırılması
Retrospective comparison of results of day 2 and 3 embryo transfers in ART
 YÜT kullanılan olgularda 2. gün ve 3. gün embriyo transferi sonuçlarının retrospektif olarak karşılaştırılması
 ADAMTS gen ailesinin obstetrik ve jinekolojideki yeri
Retrospective comparison of results of day 2 and 3 embryo transfers in ART
Role of ADAMTS gene family in obstetrics and gynecology
 ADAMTS gen ailesinin obstetrik ve jinekolojideki yeri
 Gebelikte tiroid hastalıkları ve neonatal sonuçları
Role
of ADAMTS
family inand
obstetrics
gynecology
Thyroid
disease gene
in pregnancy
neonataland
outcome
 Gebelikte
tiroid hastalıkları
ve neonatal
sonuçları
Kutis marmorata
telenjiektatika
konjenita:
Bir olgu sunumu
Thyroid
disease
in
pregnancy
and
neonatal
outcome
Cutis marmorata telangiectatica congenita: A case report
HİSTEROSKOPİ KURSU
 Kutis
marmorata
konjenita:
Bir Bir
olguolgu
sunumu
Rektumu
perforetelenjiektatika
eden kayıp intrauterin
araç:
sunumu
Translocated
intrauterine
devicecongenita:
leading to rectal
perforation:
A case report
Cutis
marmorata
telangiectatica
A case
report
MODERATÖR: Prof. Dr. Osama SHAWKI
BAKAN
LIĞ
I
 Rektumu perfore eden kayıp intrauterin araç: Bir olgu sunumu
Translocated intrauterine device leading to rectal perforation: A case report
S
Z.T
IN
. BU
RAK KAD
ŞT
IRM
Sİ
A HASTANE
IK
ĞL
SA
12 Kasım 2015 Tarihinde Prof. Dr. Osama SHAWKI moderatörlüğünde
www.jgon.org
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
AĞ
A
LIĞ
AR
I EĞİTİM VE
BAKAN
LIĞ
I
Z.T
IN
. BU
RAK KAD
IRM
Sİ
A HASTANE
IK
ĞL
SA
I
Jinekoloji - Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi
The Journal of Gynecology - Obstetrics and Neonatology
ZEKAİ
SAĞLIĞI EĞİTİM
EĞİTİMVE
VEARAŞTIRMA
ARAŞTIRMA
HASTANESİ
ADINA
İMTİYAZ
SAHİBİ
ZEKAİTAHİR
TAHİRBURAK
BURAK KADIN
KADIN SAĞLIĞI
HASTANESİ
ADINA
İMTİYAZ
SAHİBİ
Dr. Salim ERKAYA
Dr. Halil([email protected])
İbrahim YAKUT
SORUMLUYAZI
YAZIİŞLERİ
İŞLERİMÜDÜRÜ
MÜDÜRÜ
SORUMLU
Dr. Hasan Onur
Dr. TOPÇU
Mehmet([email protected])
Ş.ÖZKAN
BAŞEDİTÖR
EDİTÖR
BAŞ
Dr.
([email protected])
Dr.Salim
Salim ERKAYA
ERKAYA ([email protected])
EDİTÖRLER
EDİTÖRLER
Dr.
Yaprak
ÜSTÜN
([email protected])
Dr. Yaprak ÜSTÜN ([email protected])
Dr. Esma SARIKAYA ([email protected])
Dr. Suna OĞUZ ([email protected])
Dr. Suna OĞUZ ([email protected])
Dr. Esma SARIKAYA ([email protected])
EDİTÖRYARDIMCILARI
YARDIMCILARI
EDİTÖRLER
Dr. İbrahim
Halil İbrahim
([email protected])
Dr. Halil
YAKUTYAKUT
([email protected])
Dr.
Evrim
DİZDAR
ALYAMAÇ
([email protected])
Dr. Evrim DİZDAR ALYAMAÇ ([email protected])
Dr. Emre
CANPOLAT
([email protected])
Dr. Emre
CANPOLAT
([email protected])
Dr. Zeynep
ERAS
([email protected])
Dr. Melike
DOĞANAY
([email protected])
Dr. Ayşe
Seval
ERDİNÇ ([email protected])
Dr. Zeynep
ERAS
([email protected])
Dr. Seval
ÖzlemERDİNÇ
EVLİYAOĞLU
([email protected])
Dr. Ayşe
([email protected])
Dr. Özlem EVLİYAOĞLU ([email protected])
Dr. Tayfun GÜNGÖR ([email protected]
Dr. Tayfun GÜNGÖR ([email protected]
Dr. Nafiye
KARAKAŞ YILMAZ ([email protected])
Dr. Nafiye KARAKAŞ YILMAZ
([email protected])
Özlem MORALOĞLU ([email protected])
Dr. Şebnem ŞEN ÖZYERDr.([email protected])
Dr. Şebnem ŞEN ÖZYER ([email protected])
Dr. Nurdan URAŞ ([email protected])
Dr. Nurdan URAŞ ([email protected])
Dr. Dilek UYGUR ([email protected])
Dr. Dilek UYGUR ([email protected])
Dr. Aykan YÜCEL ([email protected])
DANIŞMA
KURULU
DANIŞMA
KURULU
Dr.
Ali
ACAR
(Necmettin
Dr. Ali ACAR (Necmettin
ErbakanErbakan
Üniv.) Üniv.)
Dr.
Münire
Erman
AKAR
(Akdeniz
Dr. Münire Erman AKAR (Akdeniz Üniv.) Üniv.)
Dr. Orhan
AKSAKAL
Dr. Orhan
AKSAKAL
(ZTB) (ZTB)
Dr.
Cem
ATABEKOĞLU
Dr. Cem ATABEKOĞLU (Ankara(Ankara
Üniv.) Üniv.)
Dr.
Ramazan
ATAK
(İnönü
Dr. Erkut ATTAR (İstanbul Üniv. İst.Üniv.)
Tıp)
Dr.AVŞAR
Erkut ATTAR
Üniv. İst. Tıp)
Dr. Filiz
(Yıldırım(İstanbul
Beyazıt Üniv.)
Filiz AVŞAR
Beyazıt Üniv.)
Dr. AliDr.
AYHAN
(Başkent(Yıldırım
Üniv. Hast.)
Dr. AliYağmur
AYHANBAŞ
(Başkent
Üniv. Hast.)
Dr. Ahmet
(Etlik Zübeyde
Hanım EAH)
Dr. Ahmet
Yağmur
Zübeyde Hanım EAH)
Dr. İskender
BAŞER
(UfukBAŞ
Üniv.(Etlik
Ankara)
Dr. BAYAR
İskender
BAŞER (Ufuk
Üniv. Ankara)
Dr. Ülkü
(Zonguldak
Karaelmas
Üniv.)
ÜlküBEKSAÇ
BAYAR (Hacettepe
(ZonguldakÜniv.)
Karaelmas Üniv.)
Dr. M.Dr.Sinan
Dr. M.
Sinan BEKSAÇ
(Hacettepe Üniv.)
Dr. Nuray
BOZKURT
(Gazi Üniv.)
Dr.
Nuray
BOZKURT
(Gazi
Üniv.)
Dr. A.Turhan ÇAĞLAR (ZTB)
Dr. A.Turhan
ÇAĞLAR (ZTB)
Dr. Şevki
ÇELEN (ZTB)
ŞevkiÇİÇEK
ÇELEN
(ZTB)
Dr. M.Dr.Nedim
(ZTB)
Dr.
M.
Nedim
ÇİÇEK
Dr. A.Nuri DANIŞMAN (ZTB)(ZTB)
Dr.DAVAS
A.Nuri(İstanbul)
DANIŞMAN (ZTB)
Dr. İnci
Dr.
İnci
DAVAS
Dr. Hülya DEDE (ZTB) (İstanbul)
Dr. Namık
Dr. Namık
DEMİRDEMİR
(İzmir) (İzmir)
Dr. Özgür
( Hacettepe
Dr. Özgür
DERENDEREN
( Hacettepe
Üniv.) Üniv.)
Dr.
Serdar
DİLBAZ
(Etlik
Dr. Serdar DİLBAZ (Düzce Üniv.)Zübeyde Hanım EAH)
Dr. Berna
Zübeyde
Dr. Uğur
DİLMENDİLBAZ
(Yıldırım(Etlik
Beyazıt
Üniv.) Hanım EAH)
Dr. Dilek
DİLLİ
(Dr.Zübeyde
Sami Ulus
Çocuk
Dr. Berna
DİLBAZ
(Etlik
Hanım
EAH)Hast.)
Dr.
Melike
DOĞANAY
(ZTB)
Dr. Dilek DİLLİ (Dr. Sami Ulus Çocuk Hast.)
Dr. Fatih
DURMUŞOĞLU
(İstanbul)
Dr. Fatih
DURMUŞOĞLU
(İstanbul)
Dr. Ömer
ERDEVE
Dr. Ömer
ERDEVE
(Ankara(Ankara
Üniv.) Üniv.)
Dr. Mithat
ERENUS
(İstanbul
Dr. Mithat
ERENUS
(İstanbul
Üniv.) Üniv.)
Dr. Bülent
ERGÜN
(İstanbul
Dr. Bülent
ERGÜN
(İstanbul
Çapa) Çapa)
Dr. Bülent
GÜLEKLİ
Eylül Üniv.)
Dr. Bülent
GÜLEKLİ
(Dokuz(Dokuz
Eylül Üniv.)
Dr.
Cavidan
GÜLERMAN
(Karabük
Dr. Cavidan GÜLERMAN (Karabük Üniv.) Üniv.)
Dr. Özlem
GÜN ERYILMAZ
Dr. Özlem
GÜN ERYILMAZ
(ZTB) (ZTB)
Dr. Tayfun
GÜNGÖR
Dr. Tayfun
GÜNGÖR
(ZTB) (ZTB)
Dr. Mete
GÜNGÖR(Necmettin
(Acıbadem
Hast.) Üniv.)
Dr. Hüseyin
GÖRKEMLİ
Erbakan
Hüseyin(Başkent
GÖRKEMLİ
Dr. AliDr.
HABERAL
Üniv.)(Necmettin Erbakan Üniv.)
Dr. AliHASSA
HABERAL
(BaşkentÜniv.)
Üniv.)
Dr. Hikmet
(Osmangazi
Dr.
Hikmet
HASSA
(Osmangazi
Dr. Babür KALELİ (Pamukkale Üniv.) Üniv.)
Dr. Babür
KALELİ
(Pamukkale
Dr. Ahmet
KARADAĞ
(İnönü
Üniv.) Üniv.)
Dr. Ateş KARATEKE (Yeditepe Üniv.)
Dr. Gözde
Dr. Yakup KUMTEPE (Atatürk
Üniv.)KANMAZ (ZTB)
Dr.
Ateş
Dr. Esra KUŞÇU (Başkent Üniv.) KARATEKE (Yeditepe Üniv.)
Dr. Yakup
Dr. İrfan KUTLAR (Gaziantep
Üniv.)KUMTEPE (Atatürk Üniv.)
Dr. Esra
KUŞÇU (Başkent Üniv.)
Dr. Rıza MADAZLI (İstanbul
Cerrahpaşa)
Dr. İrfan
KUTLAR (Gaziantep Üniv.)
Dr. Mehmet Mutlu MEYDANLI
(ZTB)
Rıza MADAZLI (İstanbul Cerrahpaşa)
Dr. Özlem MORALOĞLUDr.
(ZTB)
Mehmet Mutlu MEYDANLI (ZTB)
Dr. M. Tamer MUNGAN Dr.
(Ankara)
Dr. Sami
M. Tamer
MUNGAN (Ankara)
Dr. Nurullah OKUMUŞ (Dr.
Ulus EAH)
Nurullah
Dr. Fahri OVALI (ZeynepDr.
Kamil
EAH) OKUMUŞ (Dr. Sami Ulus EAH)
Fahri OVALI (İstanbul Medeniyet Üniv.)
Dr. Rahmi ÖRS (Selçuk Dr.
Üniv.)
Dr. Rahmi
Dr. Gülnur ÖZAKŞİT (Kafkas
Üniv.) ÖRS (Selçuk Üniv.)
Dr. Bülent ÖZDAL (ZTB)Dr. Gülnur ÖZAKŞİT (Kafkas Üniv.)
Dr. Bülent
Dr. Selçuk ÖZDEN (Sakarya
Üniv.) ÖZDAL (ZTB)
Dr. Selçuk
Dr. Semih ÖZEREN (Kocaeli
Üniv.) ÖZDEN (Sakarya Üniv.)
Dr.Üniv.)
Semih ÖZEREN (Kocaeli Üniv.)
Dr. Recai PABUÇCU (Ufuk
Dr.
Dr. Berna SEÇKİN (ZTB) Recai PABUÇCU (Ufuk Üniv.)
Dr. Fatmanur
Dr. Murat SÖNMEZER (Ankara
Üniv.) SARI (ZTB)
Dr. Berna
SEÇKİN (ZTB)
Dr. Feride SÖYLEMEZ (Ankara
Üniv.)
Dr.
Murat
SÖNMEZER
(Ankara Üniv.)
Dr. Ayhan SUCAK (ZTB)
Dr. Feride
SÖYLEMEZ (Ankara Üniv.)
Dr. Güler ŞAHİN (Van Yüzüncü
Yıl Üniv.)
Dr.Üniv.)
Ayhan SUCAK (ZTB)
Dr. Yılmaz ŞAHİN (Erciyes
Dr. Güler ŞAHİN (Van Yüzüncü Yıl Üniv.)
Dr. Cihat ŞEN (İstanbul Cerrahpaşa)
Yılmaz ŞAHİN (Erciyes Üniv.)
Dr. Şebnem ŞEN ÖZYERDr.(ZTB)
Dr.
Cihat ŞEN
(İstanbul Cerrahpaşa)
Dr. Ömer Yavuz ŞİMŞEK (Kırıkkale
Üniv.)
Dr. Zeki TANER (Gazi Üniv.)
Dr. Zeki TANER (Gazi Üniv.)
Dr. Nurten TARLAN ( ZTB)
Dr. Nurten TARLAN ( ZTB)
Dr. Yasemin TAŞÇI (ZTB)Dr. Yasemin TAŞÇI (ZTB)
Dr. Cüneyt
TAYMAN (ZTB)
Dr. Selçuk TUNCER (Hacettepe
Üniv.)
Selçuk TUNCER (Hacettepe Üniv.)
Dr. Cem TURHAN (KartalDr.EAH)
Dr.Üniv.)
Cem TURHAN (Kartal EAH)
Dr. Gürkan UNCU (Uludağ
Dr. Hast.)
Gürkan UNCU (Uludağ Üniv.)
Dr. Cihat ÜNLÜ (Acıbadem
Cihat ÜNLÜ (Acıbadem Hast.)
Dr. Yusuf ÜSTÜN (DüzceDr.
Üniv.)
Dr.
Dr. Elif Gül YAPAR EYİ (ZTB)Yusuf ÜSTÜN (Ankara)
Dr. ElifYıldırım
Gül YAPAR
EYİEAH)
(ZTB)
Dr. Ahmet YEŞİLYURT(Dışkapı
Beyazıt
Dr. Ahmet YEŞİLYURT(Dışkapı Yıldırım Beyazıt EAH)
Dr. Hüseyin YEŞİLYURT (ZTB)
Dr. Hüseyin
YEŞİLYURT
(ZTB)
Dr. Ayşegül ZENCİRLİOĞLU
(Sami Ulus
EAH)
Sema ZERGEROĞLU (ZTB)
Dr. Sema ZERGEROĞLUDr.
(ZTB)
Dr. Aykan YÜCEL ([email protected])
YAYIN
YAYINSEKRETERLERİ
SEKRETERLERİ
Op.Op.
Dr.Dr.
Sabri
SabriCAVKAYTAR
CAVKAYTAR([email protected])
([email protected])
Op.
Op.Dr.Dr.Emre
EmreÖZGÜ
ÖZGÜ([email protected])
([email protected])
YAZI
YAZIİŞLERİ
İŞLERİ SEKRETERİ
SEKRETERİ
Döndü
DöndüDAŞKIN
DAŞKIN([email protected])
([email protected])
Editörden
Size
Editorial
Editörden
Editörden
Size
Size
/ /Editorial
/ Editorial
Değerli Okuyucular,
Değerli Okuyucular,
Değerli Okuyucular,
Jinekoloji Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi 2014 yılı son sayısıyla sizlerin huzurundayız. Bu sayımızda dokuz özgün araştırma, iki derleme ve
Jinekoloji Jinekoloji
Obstetrik Obstetrik
ve Neonatoloji
ve Neonatoloji
Tıp Dergisi
Tıp2014
Dergisi
yılı 2014
son sayısıyla
yılı son sayısıyla
sizlerin huzurundayız.
sizlerin huzurundayız.
Bu sayımızda
Bu sayımızda
dokuz özgün
dokuzaraştırma,
özgün araştırma,
iki derleme
iki derleme
ve
ve
iki olgu sunumu olmak üzere toplam on üç adet bilimsel yazı yer almaktadır. İstemli gebelik sonlandırmasının bir aile planlanması yöntemi olmadığı
iki olgu sunumu
iki olguolmak
sunumu
üzere
olmak
toplam
üzereontoplam
üç adetonbilimsel
üç adetyazı
bilimsel
yer almaktadır.
yazı yer almaktadır.
İstemli gebelik
İstemlisonlandırmasının
gebelik sonlandırmasının
bir aile planlanması
bir aile planlanması
yöntemi yöntemi
olmadığıolmadığı
mesajının verildiği makalede aile planlaması yöntemlerinin geniş kitlelere ulaştırılması gerekliliği üzerinde durulmaktadır.
mesajının mesajının
verildiği makalede
verildiği makalede
aile planlaması
aile planlaması
yöntemlerinin
yöntemlerinin
geniş kitlelere
genişulaştırılması
kitlelere ulaştırılması
gerekliliğigerekliliği
üzerinde üzerinde
durulmaktadır.
durulmaktadır.
Değerli Okuyucular,
Yine torakoamniyotik şant uygulamalarının değerlendirildiği makalede fetal hidrotoraks varlığında torakoamniyotik şant uygulamasının perinatal sonuçYine torakoamniyotik
Yine torakoamniyotik
şant uygulamalarının
şant uygulamalarının
değerlendirildiği
değerlendirildiği
makaledemakalede
fetal hidrotoraks
fetal hidrotoraks
varlığındavarlığında
torakoamniyotik
torakoamniyotik
şant uygulamasının
şant uygulamasının
perinatalperinatal
sonuç- sonuçlar
üzerineKasım
olumlu etkisi
belirtilmektedir.
12-14
2015olduğu
tarihinde
JW Marriot Otel’de gerçekleştirdiğimiz 12. ZEKAİ TAHİR BURAK JİNEKOLOJİ
lar üzerinelarolumlu
üzerine
etkisi
olumlu
olduğu
etkisi
belirtilmektedir.
olduğu belirtilmektedir.
VE OBSTETRİK KONGRESİ’nin poster ve sözel sunumlarını bulacağınız kongre özel sayımızı yayınlamak-
Tüm okurlarımıza iyi bir yıl geçirmeleri dileğiyle, saygılarımı sunarım.
Tüm
Tüm okurlarımıza
iyiduyuyorum.
bir yıl geçirmeleri
iyi bir yıl geçirmeleri
dileğiyle, saygılarımı
dileğiyle, saygılarımı
sunarım. sunarım.
tanokurlarımıza
mutluluk
Kongremize desteğini esirgemeyen değerli hocalarımıza ve tüm meslektaşlarımıza Zekai Tahir Burak ailesi
olarak teşekkür ederiz.
Doç. Dr. Salim ERKAYA
Doç. Dr. Salim
Doç. Dr.
ERKAYA
Salim ERKAYA
Jinekoloji Obstetrik ve Neonatoloji
JinekolojiJinekoloji
ObstetrikObstetrik
ve Neonatoloji
ve Neonatoloji
Tıp Dergisi Baş Editörü
Tıp Dergisi
TıpBaş
Dergisi
Editörü
Baş Editörü
Doç. Dr. Salim ERKAYA
Jinekoloji Obstetrik ve Neonatoloji
Tıp Dergisi Baş Editörü
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
SÖZEL SUNUMLAR
nezde rol aldıkları düşünülmektedir. Patofizyolojisi net olarak bilinmeyen
endometriosizin gelişmesinde apopitosiz ve angiogenez belirteçlerin rolünü ortaya koymayı amaçladık.
Yöntem: Laparoskopik cerrahi veya histerektomi sonrasında histopatolojik olarak 30 endometriosiz tanısı konan hastalar ile rutin kontrollere
gelen 30 sağlıklı olan gönüllü hastalar çalışmaya alındı. Çalışma gruplarında, hücre yüzey belirteci olan ve aynı zamanda apoptosizin tetikleyici
moleküllerinden olan CD95 ile angiogenez belirteci olan, endotel trozin
kinaz-2 ve hipoksi ile indüklenen faktör-1alfa (HIF-1α)’ nın serum düzeyleri çalışıldı.
Bulgular: Endometriosiz tanısı konan hasta ile kontrol gurubu karşılaştırıldığı zaman, sosyodemografik ve hematolojik parametreler yönünden
anlamlı fark yoktu (p>0.05). Her iki grup arasında serum Tie-2 düzeyi
açısından fark yok iken (p>0.05), hasta gurubunda serum CD95 ve HIF1α düzeyleri istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05).
Sonuç: Endometriosiz daha çok üreme çağındaki kadınları etkileyen
patofizyolojisi halen tartışmalı olan bir hastalık olmasına rağmen, son
yıllarda, angiogenez ve apoptozisin hastalığın patogenezi ile ilgili dikkat
çeken bir konu olarak incelenmektedir. Çalışmamızda da gösterdiğimiz
gibi, endometriosiz patofizyolojisinde bazı angiogenez ve apoptosiz belirteçlerinin salgılandığı bilinmektedir. Endometriosiz patofizyolojisinde yer
alan apoptosizin, angiogenesiz sonucu gelişen dokuların büyümesinde
ve anormal fonksiyonlu hücrelerin pelvik organlarda yayılmasında önemli
rolü olduğu düşünülebilir. Apoptotik belirteçler bu amaçla kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Endometriosiz, angiogenez, apoptosiz
[Abstract:0241][SS-001]
PKOS, Myoma Uteri Ve Endometriomalı Hastalarda Endometriyel
Reseptivitenin Değerlendirilmesinde Endometriyal Yıkama Sıvısı
Αvβ3 İntegrin, Glikodelin Ve PGF2α Düzeyleri
Bülent Yılmaz1, Mustafa Demir1, Onur İnce2, Bülent Özkan3, Sefa Kelekçi1, Recep Sütçü4
1
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve
Doğum A.B.D, İzmir
2
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kliniği, İzmir
3
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.B.D, İzmir
4
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya A.B.D, İzmir
Amaç: Embriyonun uterusa başarılı implantasyonu, fertil kadınlarda
menstrüel döngünün implantasyon penceresinde kısa bir dönem için
sağlanabilen reseptif bir endometrium gerektirir. Endometrial sekresyonların analizi, endometrial reseptivite ve embriyo implantasyonun
belirlenmesinde kilit rol oynadığı gösterilen sekresyon içeriklerinin değerlendirilmesine yönelik anlamlı bulgular verir. αVβ3 integrin, glikodelin
ve PGF2α, insan embriyonik implantasyonuna dahil olan markerlardır.
Bu çalışmanın amacı polikistik over sendromu (PKOS), endometrioma,
myoma uteri tanısı alan hastalar ile daha önce doğum yapmış infertilite
hikayesi olmayan sağlıklı kadınların endometrial yıkama sıvısında endometrial reseptivite belirteçleri olan αVβ3 integrin, glikodelin ve PGF2α
düzeylerinin karşılaştırılmasıdır.
Yöntem: Bu kesitsel çalışma 2013’ün Ocak ve Haziran ayları arasında üniversite hastanesine başvuran, PKOS (n=20), myoma uteri (n=20),
endometrioma (n=19) tanısı alan ve sağlıklı (n=20) kadınları kapsayan
toplamda 79 hasta üzerinde yapılmıştır. Endometrial yıkama sıvıları ovulatuar gönüllülerin midluteal fazında toplanmıştır. Örnekler -80 °C’de depolanmış ve sonrasında ELISA kullanılarak αVβ3 integrin, glikodelin ve
PGF2α seviyeleri analiz edilmiştir.
Bulgular: Gruplar arasında yaş (sırasıyla PKOS, myoma uteri, endometrioma ve kontrol gruplarında; 28.90±5.45, 37.25±2.73, 32.84±6.62
ve 37.25±2.73), vücut kitle indeksi, gravidite, parite ve midluteal serum
progesteron seviyeleri açısından anlamlı farklar saptanmıştır. αVβ3 integrin seviyeleri (ng/ml) ayrı gruplar arasında karşılaştırıldığında, endometriomalı hastalarda (9.70±1.72); myoma uteri (8.34±1.35) ve kontrol
gruplarına (7.64±3.34) göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksek
saptanırken, PKOS grubuyla (9.52±2.15) anlamlı fark izlenmemiştir. Benzer şekilde, endometriomalı grupta (341.04±93.32) glikodelin seviyeleri
(ng/ml); PKOS (261.92±87.82; P<0.01), myoma uteri (220.37±67.77;
P<0.001) ve kontrol grubuna (231±83.15; P<0.001) göre anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. Dahası, PGF2α seviyeleri PKOS’lu hastalarda
(350.04±464.50 ng/ml); myoma uteri (19.55±87.42; P<0.001), endometrioma (153.39 ±370.59; P<0.05), ve kontrol grubuyla (194.98±412.89;
P<0.05) karşılaştırıldığında, istatistiki olarak yüksek saptanmıştır.
Sonuç: PKOS ve endometrioma hastalarının endometrial yıkama sıvısında, sırasıyla PGF2α ve glikodelin seviyelerinde belirli ölçüde artış saptanmıştır. Literatürdeki bu tür çalışmaların yetersizliği nedeniyle PKOS,
myoma uteri ve endometriomalı hastaların endometrial yıkama sıvısındaki αVβ3 integrin, glikodelin ve PGF2α seviyelerini değerlendiren daha
ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Endometrial reseptivite, αvβ3 integrin, glikodelin,
pgf2α, infertilite
[Abstract:0102][SS-003]
İnfertil Kadınların Eş Uyumunun Ve Aile Içi Şiddete Maruz Kalma
Durumlarının Belirlenmesi
Nilüfer Tuğut1, Gülbahtiyar Demirel2, Meral Karataş3
1
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü,
Sivas
2
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas
3
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma
Hastanesi, Sivas
Amaç: Bu araştırmada infertil kadınların eş uyumunun ve aile içi şiddete
maruz kalma durumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Araştırmanın evrenini bir üniversite hastanesinde bir yıllık süre
içinde Doğum-Kadın Hastalıkları kliniğine başvuran infertil kadınlar oluşturmuştur. 2013 yılında bu hastaneye 192 infertil kadın başvurmuştur.
Örneklem %95 güvenirlik ve %5 yanılma payı ile 98 kadın olarak belirlenmiştir. Araştırma verileri Tanıtıcı Bilgi Formu, Yenilenmiş Çift Uyum Ölçeği
(YÇUÖ) ve Aile İçi Şiddet Tarama Formu kullanılarak toplanmıştır. Elde
edilen veriler SPSS 16.0 yazılım programında değerlendirilmiştir.
Bulgular: İnfertil kadınların yaş ortalamasının 30.97±7.96, eş yaş ortalamasının 35.18±8.31 ve evlilik yılı yaş ortalamasının 7.91±8.41 olduğu ve %65.3’ünün anlaşarak evlendiği belirlenmiştir. İnfertil kadınların
%59.2’sinin, eşlerinin %74.5’inin eğitim düzeyi 6 yıl ve üzeridir. İnfertil
kadınların %87.8’i herhangi bir işte çalışmazken, eşlerinin %87.5’i herhangi bir işte çalışmaktadır. İnfertil kadınların %63.3’ü şehirde, %67.3’ü
çekirdek ailede yaşarken %78.6’sının gelir durumlarının orta düzey olduğu belirlenmiştir. İnfertilite nedenlerinin; %34.7’sinin açıklanamadığı,
%32.7’sinin kadına ait, %20.4’ünün erkeğe ait, %12.2’sinin her ikisine
ait nedenler olduğu saptanmıştır. İnfertil kadınların yaşadığı yer, aile
tipi, çalışma durumu, gelir, eş çalışma durumuna göre YÇUÖ puan
ortalamasının istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.05).
Kadınların %34.7’si infertilite tanısı almadan aile içi şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Bu kadınların; %66’sı duygusal ve sözel şiddete,
%13.6’sı cinsel şiddete, %12.2’si fiziksel şiddete ve %8.2’si ekonomik
şiddete maruz kalmıştır. İnfertilite tanısı aldıktan sonra ise kadınların
%44.9’unun aile içi şiddet yaşadığı belirlenmiştir. Bu kadınların; %54.5’i
duygusal/sözel şiddet, %27.6’sı cinsel şiddet, %10.8’i fiziksel şiddet ve
%7.1’i ekonomik şiddete maruz kalmaktadır. İnfertil kadınların YÇUÖ
toplam puan ortalaması 42.66±5.70 olarak bulunmuştur. Şiddet yaşayan infertil kadınların YÇUÖ puan ortalamaları şiddet yaşamayanlara göre düşük ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05).
Sonuç: İnfertilite tanısı sonrası kadınların daha fazla şiddete maruz kaldığı ve şiddet türü olarak cinsel şiddetin arttığı bulunmuştur. Bu durumdan
infertil kadınların çift uyumlarının olumsuz yönde etkilendiği belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: İnfertilite, eş uyumu, aile içi şiddet
[Abstract:0271][SS-002]
Endometriosizin Gelişmesinde Angiogenez Ve Apoptosizin Yeri
Savaş Karakuş1, Enver Sancakdar2, Özlem Bozoklu Akkar1, Çağlar Yıldız1, Özlem Demirpence2, Ali Çetin1
1
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Sivas
2
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D,Sivas
Amaç: Endometriumun gland ve stromal hücrelerinin uterin kavite dışında bulunması olarak tanımlanan endometriosiz; infertilite, disparoni ve
pelvik ağrı gibi klinik probleme neden olan östrojen bağımlı, kronik bir
jinekolojik hastalıktır. Hastalığın nedeni halen tartışmalı olmakla beraber,
günümüzde retrograd menstrüasyon sonrasında birçok faktörün patoge-
1
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0198][SS-004]
Gebe Ratlarda Vitamin C Kullanımının Kardinal Ve Sakrouterin Ligament Kollajen Yapısına Etkisi
Rahime Bedir Fındık1, Fatih İlkaya2, Servet Güreşci3, Hasan Güzel2,
Şefika Karabulu3, Jale Karakaya4
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Obsetrik ve Jinekoloji Bölümü, Ankara
2
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farmakoloji A.B.D,
Samsun
3
Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji A.B.D, Ankara
4
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Bioistatistik A.B.D, Ankara
Amaç: Askorbik asit (AA) kollajen metabolizmasında önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada amacımız gebeliği boyunca AA verilen ratların
kardinal ve skrauterin ligamentlerindeki kollajen yapısındaki değişiklikleri
araştırmaktır. Metod: 18 dişi rat 3 gruba ayrıldı.
A grubu: Gebeliği boyunca 1,25 mg/1 ml içme suyuna AA verilen 6 rat B grubu: Gebe olmayan hiç doğum yapmamış 6 rat C grubu: Gebeliği boyunca C vit verilmeyen 6 rat
Doğumdan 15 gün sonra tüm ratların uterusu çıkarıldı. İmmunohistokimyasal olarak kardinal ve sakrouterin ligamentlerdeki Tip 1 ve Tip 3 kollajen intencity ve extentleri ile H skorları ve elastic fiber intensity incelendi. Bulgular: Independent-samples ve Kruskal -Wallis testi kullanılarak yapılan değerlendirmede Tip I Intencity, Tip I extent, Tip III Intencity, Tip III
extent, Tip I H Scor, Tip III H Scor, Tip III/Tip I H Scor değerlerinin her biri
gruplar arasında anlamlı farklı tespit edilmiştir (Table 3).
C vit verilen gebe ratlarda (A group), gebe olmayan ratlara göre (B group)
tüm değerlerde istatiksel anlamlı artış görüldü (Tip 1 kollagen intencity
p=0,001; tip 1 extent p=0; tip 1 h scor p=0;tip 3 intencyty p= 0,002; tip 3
extent p= 0,007; tip 3 h scor p= 0,017; tip 3 h scor/tip1 h scor p= 0,039;
elastic fiber p= 0,097)
C vit verilen (A group ) gebe ratlarda verilmeyen gebe ratlara (C group)
göre tip ııı/tip ı kollojen h skorları arasında anlamlı farklılık (p=0,002) izlendi.
Tartışma: Artan gebelik ve doğum sayısı ile POP(pelvik organ prolapsusu ) ve UI (üriner inkontinans) artmakta ve bu durum gebelik boyunca
kardinal ligamentte kollajen ve elastik lif yapısında değişikliklerle ilişkilendirilmektedir. Gebe ratlara gebelik boyunca AA uygulaması ile kardinal
lişgamentteki kollajen yapısı olumlu etkilenmektedir. Bu sonuç ise gebelikte C vit takviyesinin POP ve UI gibi hastalıklarda korunmada önemli
olabileceğini düşündürmektedir. Konuyla ilgili ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç
vardır.
Anahtar Kelimeler: Vitamin C, kardinal ligament, sakrouterin ligament,
pelvic organ prolapse, kollagen
Sosyodemografik veriler, antepartum, intrapartum test sonuçları, eylem
ve doğum özellikleri ile yenidoğan bebeklerin muayene bulguları, doppler USG yapılma zamanı ile doğum arasındaki süre kaydedildi. Gruplar
arasındaki kan gazı parametreleri, eritropoetin ve CD33 düzeylerinin
birbirleriyle olan ilişkileri araştırıldı. İstatistiksel yöntem olarak t-testi ve
Mann-Whitney U testi kullanıldı.
Bulgular: Gruplar arasında parite, gebelik yaşları, gebelik haftası ve yenidoğan bebeklerin doğum ağrıları açısından istatistiksel olarak anlamlı
bir farklılık yoktu. doppler USG incelemede anormallik saptanan grupta
diğer gruba göre kordon kanında anlamlı derecede yüksek CD33 ve eritropoetin değerleri saptandı.
Sonuç: Kronik hipoksemiyle doppler USG anormalliğinin iç içe olduğunu ve özellikle son yıllarda kordon kanı transplantasyonu için kullanımı
tercih edilen yüksek CD33 değerli kanların anormal doppler USG bulguları saptanan gebelerin kordon kanı için de geçerli olabileceği sonucuna
varabiliriz.
Anahtar Kelimeler: Antenatal Bakım, CD33, doppler ultrasonografi, eritropoetin, perinatoloji
Abstract:0109][SS-006]
Is Anti–Mullerian Hormone A Good Diagnostic Marker For Adolescent And Young Adult Turkish Patients With Polycystic Ovary Syndrome?
Aytekin Tokmak, Hakan Timur, Nafiye Yılmaz
Department of Gynecology and Obstetrics, Dr. Zekai Tahir Burak
Women’s Health Research and Education Hospital, Ankara, Turkey
Objective: The aim of this study was to evaluate the serum anti–mullerian hormone (AMH) levels in adolescent and young adult (AYA) Turkish
patients with polycystic ovary syndrome (PCOS), and to determine whether it had a diagnostic value.
Methods: A total of 90 AYA patients were recruited for this study. The
study group consisted of 43 patients diagnosed with PCOS, and the control group was 47 age-matched patients. The diagnosis of PCOS was
dependent upon the recent Amsterdam ESHRE/ASRM proposal and the
presence of all three of the Rotterdam criteria for diagnosing PCOS in
adolescents was required. In all patients, serum AMH levels were measured by enzyme linked immune assay. Receiver operator characteristics
(ROC) curve analysis was performed to reveal diagnostic potential of
AMH.
Results: Serum AMH levels was higher in PCOS group when compared with the controls, but the difference was not statistically significant
(10.1±6.9 ng/mL vs. 9.4±5.5 ng/mL, p=0.198). There was a significant
age-related decrease in AMH levels in both study and control groups (r =
-0.331, p=0.001). Also there was significant inverse correlation between
serum AMH and FSH levels in all patients (r= -0.227, p=0.031). ROC
analyses demonstrated that the AUC indicative of AMH value for discriminating PCOS was 0.579 with a confidence interval (CI) of 0.453-0.705
(p=0.198). The cut-off value according to the highest Youden index was
calculated to be 14.0 ng/mL with a 48.8% of sensitivity and 77.1% of
specificity.
Conclusion: Serum AMH levels are slightly higher in AYA patients with
PCOS than in the controls. However, AMH is not a good marker for the
diagnosis of PCOS in AYA patients.
Keywords: Anti–Mullerian hormone, adolescent, polycystic ovary syndrome
[Abstract:0192][SS-005]
Anormal Doppler Bulguları Olan Gebelerin Kordon Kanı CD33 Ve
Eritropoetin Seviyelerinin Normal Gebelerle Karşılaştırılması
Nilay Karaca1, Gökhan Bolluk2, Yaşam Kemal Akpak3, Aslıhan Erken4,
Serkan Oral5
1
Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
İstanbul
2
Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
İstanbul
3
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
4
Bayrampaşa Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
İstanbul
5
LIV Hastanesi, Tüp Bebek Ünitesi, İstanbul
[Abstract:0205][SS-007]
İnfertilite İle Depresyon Ve Anksiyete İlişkisinin Araştırılması
Mine İslimye Taskin1, Akın Usta1, Coşkun Cüce2, Ertan Adalı1, Mehmet Arslan2
1
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Balıkesir
2
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı A.B.D, Balıkesir
Amaç: İnfertilite tedavisinde amaç gebelik ve canlı doğum amaçlandığı
için hastaların mental durumu genellikle ihmal edilir. Bazı çalışmalarda
infertil hastalarda depresyon oranının yüksek olduğu saptanmıştır. Bu
çalışmada infertilite tedavisi alan kadınlar ile infertil olmayan grupta depresyon ve anksiyete skorlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu kesitsel çalışmaya hastanemiz kadın hastalıkları ve doğum
Amaç: Bu çalışmada umbilikal ve uterin arter doppler ultrason (USG)
incelemede anormallik saptanan gebelerin umbilikal kord kanı Siglec-3
(CD 33) ve eritropoetin değerlerinin irdelenmesi ve bunların normal gebelerle karşılaştırılması amaçlandı.
Yöntem: Doğumları kliniğimizde gerçekleştirilen toplam 40 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastalardan 20’sinde umbilikal ve uterin arter doppler USG incelemede anormallik saptanırken, diğer 20’sinde doppler USG
incelemede bir anormallik saptanmamıştı. Bu hastalardan, doğumdan
sonra her iki taraftan çift klemplenmiş umbilikal kordonda, umbilikal arterden kan gazı, eritropoetin ve CD33 ölçümleri için kan örnekleri alındı.
2
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
polikliniğine başvuran 18-40 yaş arası 177 infertil kadın ile yine aynı yaş
grubunda infertilite öyküsü olmayan 152 kadın dahil edilmiştir. Çalışma
Ağustos 2014 ile Ekim 2015 tarihleri arasında polikliniğe başvuran hastalarda uygulanmış; hastaların demografik bilgilerini içeren soru formları
verilmiş; depresyon durumlarını belirlemek için Beck Depresyon ölçeği;
anksiyete düzeylerinin belirlenmesi için The State-Trait Anxiety Inventory
(STAI) anksiyete ölçeği kullanılmış; elde edilen veriler SPSS 11.0 programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: İnfertil grupta Beck depresyon skorlarına göre hafif depresyon
%19,1; orta dereceli depresyon %13,3; ağır depresyon bulguları %2,3 idi.
Fertil grupta ise bu değerler sırasıyla %28,4, %8,1, %1,4 olup infertil grup
ile fertil grup arasında istatistiksel fark saptanmadı (p=0,143). Anksiyete değerlendirmesinde STAI-S (anlık-güncel anksiyete skoru) ve STAI-T
(genel anksiyete skoru) skorları iki grup arasında benzerdi (p=0,411 ve
p=0,812). Korelasyon analizi yapıldığında STAI-S ile gebe kalamama süresi ve tedavi süresi arasında korelasyon saptanmazken; STAI-T skoru
ile tedavi süresi arasında düşük dereceli lineer pozitif korelasyon saptandı. İnfertil ve kontrol grubu mesleklere göre değerlendirildiğinde ev
hanımlarının STAI-T skoru daha yüksekti. İnfertilite nedeni olarak hem
erkeğe hem de kadına ait faktörlerin rol oynadığı durumlarda infertil kadınlardaki STAI-S skorunun daha yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Bizim çalışma grubumuzda infertil ve fertil gruplarda anksiyete
ve depresyon skorları benzerdir. Bu sonuçlara göre; infertilite psikososyal
iyilik haline etki etmiyor gibi gözükmekle beraber; tedavi süresinin uzaması, kadınların çalışma hayatından uzak kalması ve infertilite nedeninin
hem kadın hem de erkeğe bağlı olduğu durumlarda anksiyete skorları
artmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Fertilite, infertilite, anksiyete, depresyon
mamıştır (p>0.05) (Tablo 1). Sonuç: Ebelerin empati eğitimi alma dönemlerine göre; annelerin memnuniyet düzeyi değişmektedir. Anahtar Kelimeler: Doğum salonu, doğumdan memnuniyet, ebe, empati eğitimi, izlem
[Abstract:0251][SS-009]
Hipogonadotropik Hipogonadizm Tanılı Erkek Hastalarda Kisspeptin Düzeyleri Ve Glikoz-İnsülin Dinamiği Üzerine Etkisi
Hasan Öztin1, Eylem Çağıltay2, Sinan Çağlayan3, Mustafa Kaplan4, Yaşam Kemal Akpak5, Nilay Karaca6, Mesut Tığlıoğlu7
1
GATA Askeri Tıp Fakültesi Hastanesi, İç Hastalıkları A.B.D, Geriatri
Kliniği, Ankara
2
İzmir Asker Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İzmir
3
Medipol Üniversitesi Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolizma
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
4
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İstanbul
5
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
6
Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Istanbul
7
Çanakkale Asker Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Çanakkale
Amaç: Erkek hipogonadizmi testisler tarafından sentezlenen testosteron
ve sperm üretiminin veya her ikisinin yetersizliği olarak tanımlanır. Hipogonadizmin nedenleri primer yani testisküler, sekonder yani hipotalomohipofizer olabilir. Hipogonadotropik hipogonadizm de hipotalamik veya
hipofizer nedenlerle gonadotropik hormonlarda yetersizlik meydana gelir.
Gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) başta lüteinize edici hormon
(LH) olmak üzere follikül stimülan hormonun (FSH) salınmasında önemli bir uyarıcıdır. GnRH hormonu da birçok hormonal veya uyarıcı faktör
etkisindedir. Kisspeptin hipotalamik anteroventral periventriküler nükleus
ve arcuat nükleusta daha fazla olmak üzere birçok yerde bulunmaktadır.
Kiss1 tarafından sentezlenen kisspeptin meme kanseri ve malign melanom metaztazları gibi birçok tümör metaztazında supresor etkisi vardır
ve bu yüzden ‘metastin’ olarak isimlendirilmektedir. Kisspeptin GnRH’nın
güçlü bir stimülanıdır. İdiyopatik hipogonadotropik hipogonadizm (İHH)
etyolojisinde ise net olarak açıklanamayan gonadotropik hormon salınımında yetersizlik mevcuttur. Yöntem: Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma
Hastalıkları Servisine müracaat eden 18 yaşından büyük toplam 30 erkek
hipogonadotropik hipogonadizm tanılı hasta çalışmaya alındı. Çalışmamızda kontrol grubuyla karşılaştırarak hipogonadotropik hipogonadizmli
erkek hastalarda kisspeptinin etkisi ve hipogonadizm hastalarında gelişen insülin direnci üzerine olan etkisi araştırıldı. Bulgular: Grupların kisspeptin ölçümleri ortalamaları arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık saptandı (p<0,01). Hasta grupta
bulunan olguların kisspeptin ölçümleri anlamlı şekilde yüksek tespit edildi. Kisspeptin ile LH/FSH düzeyleri arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Hasta grubu olguların kisspeptin ölçümleriyle HOMA-IR
ölçümleri arasındaki pozitif yönlü zayıf ilişki saptanmasına rağmen bu
ilişki, istatistiksel olarak anlamlı değildi. Hasta grup ile kontrol grubu HOMA-IR açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık
saptanmadı. Sonuç: Kisspeptin düzeylerinin kontrol grubuna göre hasta grupta yüksek çıkmasının sebebi GPR54 direnç ya da GnRH nöronal ileti yolağında
bir defekt olabileceğini akla getirmektedir. Hasta grup ile kontrol grubu
HOMA-IR açısından karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmaması hastaların çoğunluğunun testesteron replasman tedavisi almaları nedeniyle ortaya çıktığını düşündürmüştür. Kisspeptinin
hipogonadotropik hipogonadizm nedenlerinden biri olduğunu ve insülin
direnci üzerinde daha az etkisinin olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: İdiopatik hipogonadotropik hipogonadizm, kisspeptin, glikoz, insülin, insülin direnci
[Abstract:0176][SS-008]
Ebelerin Empati Eğitimi Alma Dönemlerine Göre, Vajinal Doğum Yapan Annelerin Doğumdan Memnuniyet Düzeylerinin Karşılaştırılması: Bir İzlem Çalışması
Songül Aktaş1, Türkan Pasinlioğlu2, Kıymet Yeşilçiçek Çalık1
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Trabzon
2
Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Erzurum
Amaç: Ebelerin empati eğitimi alma dönemlerine göre, doğum yapan annelerin doğumdan memnuniyet düzeylerinin karşılaştırılmasıdır.
Yöntem: İzleme dayalı deneysel olan çalışma, Şubat 2013- Ocak 2014
tarihlerinde Trabzon KEA hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın
evrenini vajinal doğum yapan anneler, örneklemini ise güç analizine göre
belirlenen 74’şer anne (toplam 222) oluşturmaktadır. Çalışmada; etik kurul izni ve annelerden yazılı onam alınmıştır. Doğum salonunda çalışan
15 ebenin vajinal doğumuna yardım ettiği (doğumun 1.,2.,3. ve doğumdan sonraki ilk 2 saat ) anneler, çalışma kapsamına alınmıştır. Ebelere
empati eğitimi; alanında uzmanlarca didaktik anlatım, yaratıcı drama,
psikodrama, video gösterimi vb teknikleriyle 8 oturumda 32 saatte verilmiştir. Veriler ebelerin empati eğitim öncesi (EEEÖDA), eğitimden hemen (EEESDA) ve 8 hafta sonrası doğuran anneler (EEE8HSDA) olmak
üzere; üç aşamada toplanmıştır. Anneler; sosyo- demografik (yaş, eğitim,
aile tipi), obstetrik (primipar- multipar, gebelik haftası, gebeliği planlama,
antenatal bakım), doğumdaki tıbbi müdahaleler (oksitosin, epizyotomi )
gibi özellikleriyle gruplararası homojen tutulmuştur. Veriler soru formu ve
NDAMDÖ’le (normal doğumda anne memnuniyeti değerlendirme ölçeği)
toplanmış; Ki-Kare, Mann W-U analizleriyle değerlendirilmiştir. Çalışmadaki cronbach’s alpha 0.88-0.97 arasındadır. Bulgular: Annelerin NDAMDÖ toplam puan ortalamaları; EEEÖDA ile
EEESDA ve EEESDA ile EEE8HSDA arasında gruplararası ikişerli karşılaştırılmıştır. NDAMDÖ puan ortalaması EEEÖDA’de 116.28±22.13; EEESDA’de ise 184.82±17.12’e yükselmiştir(p<0.05) (Tablo 1). EEESDA’de
184.82±17.12 olan puan ortalaması, EEE8HSDA’de 171.35±28.75’e
düşmüştür (p<0.05). Ölçeğin kesme noktasına göre memnuniyet düzeyi “yüksek” anne oranı; EEEÖDA’lerde %9.5, EEESDA’lerde %93.2,
EEE8HSDA’lerde %86.5 olarak belirlenmiştir (p<0.05) (Şekil 1). NDAMDÖ’nin ölçeğinin tüm alt boyutları olan sağlık ekibini algılayışı, ebelik
bakımı,rahatlatma, kararlara katma, bebekle tanışma, pospartum bakım,
hastane odası, mahremiyete saygı, beklentilerin karşılanması, hastane olanakları puanı EEESDA’de; EEEÖDA’e göre yüksek bulunmuştur
(p<0.05). EEE8HSDA’de; sağlık ekibini algılayış, ebelik bakımı, rahatlatma, kararlara katma puan ortalamaları EEESDA’e göre düşük (p<0.05),
diğer alt boyutlarının puan ortalamalarındaysa gruplararası fark saptan-
3
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
POSTER SUNUMLARI
pılardır. RM myokardın herhangi bir yerinden köken alabilir. Benign ve
spontan regrese olma eğilimindedirler. Bu tümörler 32. Haftaya kadar
büyüme gösterir, sonrasında kademeli olarak spontan regresyona uğrar.
Fetal kardiyak RM olan tüm gebeliklere tüberoskleroz ayırıcı tanısı için
genetik konsültasyon ve prenatal moleküler genetik testler mutlaka önerilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Rhabdomyoma, kardiyak tümör
[Abstract:0318][PS-001]
Maternal Beden Kütle İndeksi Ve Gebelikte Vücut Ağırlığı Artışının
Perinatal Sonuçlara Etkisi
Nilüfer Akgün1, Hüseyin Levent Keskin1, Işık Üstüner1, Gülden Pekcan2,
Ayşe Filiz Yavuz Avşar1
1
Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kliniği, Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Beslenme
Bilimleri, Ankara
Amaç: Gebelikte vücut ağırlığı kazanımında etkili olan pregestasyonel
beden kütle indeksi (BKİ), yaş, parite, sigara gibi alışkanlıkların gebelikte
vücut ağırlığı kazanımındaki etkisini incelemek; ayrıca gebelikte kazanılan vücut ağırlığının doğum süreci, yenidoğan vücut ağırlığı, annedeki
komplikasyonlar ile ilişkisini saptamaktır.
Yöntem: Retrospektif olarak Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde gebelik izlemleri yapılan
986 gebe değerlendirmeye alınmıştır. Gebelerin yaşı, gebelik sayısı, paritesi, gebelik haftası, gebelik öncesi vücut ağırlığı, boy uzunluğu, BKİ,
doğum öncesi son vücut ağırlığı, gebelikte kazanılan aylık vücut ağırlığı artışı, mesleği, sigara kullanımı, bebeğin doğum ağırlığı ve cinsiyeti,
maternal komplikasyonlar değerlendirilmiştir. p<0.05 istatistiksel olarak
anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Toplam 986 gebenin vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve BKİ ortalaması (±S) sırasıyla 61.6 ±11.6 kg, 161.5±6.3 cm ve 23.6±4.3 kg/m2
olarak saptanmıştır. Grupların gebelik süresince vücut ağırlığının artışı parite, çalışma durumu ve sigara içimi ile anlamlı fark mevcut iken
(p<0.05), gebelik süresince vücut ağırlığı kazanımı ile maternal komplikasyon oranları ve doğum şekli arasında anlamlı ilişki gözlenmemiştir
(p>0.05). Gebelik başlangıç BKİ’ne göre veriler değerlendirildiğinde ise
gebelik başlangıç BKİ arttıkça olguların maternal komplikasyon oranı, sezaryen sayısı istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır (p<0.05). Olguların
%75.3’ünde maternal komplikasyon gözlenmezken, en sık komplikasyon
olarak %24.6 ile fetal distres saptanmış, bunu %19.7 ile gestasyonel diyabet takip etmiştir. Gebelik başlangıç BKİ arttıkça bebek doğum ağırlığı
artışı istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0.05).
Sonuç: Gebelik döneminde vücut ağırlık kazanımı ve gebeliğe başlangıç BKİ değeri maternal komplikasyonları ve neonatal sonuçlara etkisi
bulunmaktadır. Gebelikte önerilen miktar kadar ağırlık artışı önemlidir
ancak gebeliğe başlangıç BKİ maternal komplikasyonlar açısından daha
ön planda değerlendirilmelidir. İdeal bir BKİ ile gebeliğe başlamak sağlıklı anne ve sağlıklı yenidoğan ilkesinin gerçekleştirilmesinde yardımcı
olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Gebelik, ağırlık kazancı, beden kütle indeksi, maternal komplikasyonlar
[Abstract:0210][PS-003]
Epitelyal Over Kanseri Hastalarında Postoperatif Albumin Düzeylerinin Erken Dönem Komplikasyonlar Ve Morbidite İle İlişkisi
Murat Öz, Emin Levent Aksoy, Nilufer Cetinkaya, Eyüp Gökhan Durmuş,
Burak Ersak, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Sitoredüktif cerrahi yapılan epitelyal over kanseri (EOK) hastalarında preoperatif hipoalbuminemi saptanmasının artmış postoperatif
morbidite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda postoperatif 0.
gün ve 1. gün saptanan hipoalbumineminin erken dönem morbidite üzerindeki etkisi araştırılmıştır.
Yöntem: Retrospektif kohort çalışması olarak tasarlanan çalışmamıza
Ocak 2008-Aralık 2015 tarihleri arasında merkezimizde malign over kanseri ve borderline over tümörü nedeniyle sitoredüktif cerrahi yapılan hastalar dahil edilmiştir. Hipoalbuminemi sınırı 3.5 g/dl olarak belirlenmiştir.
Post operatif komplikasyonlar “Clavien-Dindo sınıflaması (CDS)” kullanılarak gruplandırıldı. Postoperatif 0. Gün ve 1. gün albumin düzeyleri ile
postoperatif komplikasyon oranları, yoğun bakımda ve hastanede kalış
süreleri arasındaki ilişki Fisher Exact testi, Pearson korelasyon testi ve
Lojistik regresyon testleri kullanılarak araştırıldı. Bulgular: Çalışmada incelenen tarihler arasında toplam 200 hastanın
bilgilerine ulaşıldı. Hastaların ortalama yaşı 52±13 (18-81 arasında), 124
hasta (62%) EOK, 25 hasta (12.5%) seks kord stromal tümör (SKST), 10
hasta (5%) germ hücreli tümör (GHT), 41 hasta (20.5%) borderline over
tümörü (BOT) endikasyonu ile evreleme cerrahisi yapıldı. Hastaların 28
tanesine (14%) fertilite koruyucu evreleme yapılırken 172 tanesine (86%)
debulking cerrahisi yapıldı. 130 hasta (65%) evre 2B ve daha erken evredeyken 70 hasta (%35) evre 3A ve daha ileri evre idi. Hastaların 185’inde
(92.5%) postoperatif 0. Gün hipoalbuminemi saptanırken,189’inde
(94.5%) post operatif 1. günde hipoalbuminemi saptandı. Toplamda 104
hastada (52%) CDS grade 2 ve üzeri komplikasyon izlendi. Postoperatif
erken dönem hipoalbuminemi saptanan olgularda CDS grade 2 ve üzeri komplikasyon daha sık gözlendi (p<0.05, OR 2.5 (95% CI 0.7-9.1)).
Ayrıca post operatif albumin düzeyleri ile yoğun bakım ve serviste yatış
süreleri arasında anlamlı ve ters orantılı ilişki saptandı (p<0.001).
Sonuç: Over kanseri nedeniyle debulking cerrahisi yapılan hastalarda
postoperatif hipoalbuminemi gelişmesi erken dönem artmış morbidite ile
ilişkili bulunmuştur, ayrıca bu hastalarda yoğun bakım ve serviste yatış
süreleri anlamlı olarak artmıştır. Anahtar Kelimeler: Over Kanseri, debulking, hipoalbuminemi, komplikasyon, morbidite
[Abstract:0319][PS-002]
Nadir Bir Olgu Sunumu; Bilateral Fetal Kardiyak Rhabdomyoma
Bergen Laleli, Hakan Timur, Zeynep Ataman, Aykan Yücel, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Rhabdomyomlar (RM) en sık görülen fetal kardiyak tümörlerdir.
Primer fetal kardiyak tümörlerin yaklaşık üçte ikisini oluştururlar. RM genellikle cok sayıda ve enkapsüledirler. Karakteristik olarak geç orataya
çıkan rabdomyomalar neonatal dönemde kendiliğinden kaybolurlar. RM
sonografik olarak hiperekoik, düzgün sınırlı, nodüler multiple lezyon görünümdedirler. Biz burada prenatal ultrasonografide saptadığımız tuberoskleroz’un eşlik etmediği izole bilateral kardiyak rhabdomyom olgusunu
sunmayı amaçladık.
Olgu: Düzenli antenatal kontrollerine gelen 24 yaşında g1p0y0a0 olan
hastaya 28. haftada yapılan rutin ultrasonografide sağ ventrikülde büyüklüğü yaklaşık 21x24 mm, sol ventrikülde 9x19 mm boyutlarında bilateral
hiperekojenik nodül izlendi. Gebelik takiplerinde kitlede büyüme, fetal
aritmi, hidrops ve kalp yetmezliği bulguları gelişmeyen fetus 39. Haftada
3330 gr sefalopelvik uyumsuzluk nedeniyle sezeryan ile doğurtulmuştur.
Neonatal takiplerinde tuberoskleroz izlenmeyen hastanın kardiyak kitlesi
spontan regrese olmuştur.
Sonuç: RM genellikle dört odacık kesitinde rahatlıkla gözlenebilir.İyi sınırlı,yuvarlak yada oval ve çevre dokudan kolaylıkla ayırt edilebilen ya-
[Abstract:0101][PS-004]
Hemşirelik Eğitiminde Mini-CEX İle Gebe Muayenesi Simülasyonunun Değerlendirilmesi: Afyonkarahisar Deneyimi
Ayşe Koyun, Dilek Öcalan
Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Afyonkarahisar
Amaç: Simülasyonun kullanımı hemşirelikte beceri değerlendirilmesi için
güçlü bir eğitim stratejisi olarak tavsiye edilmektedir. Bu çalışma hemşirelik eğitiminde Mini-Klinik Değerlendirme Egzersizi (Mini-CEX) ile gebe
muayenesi simülasyonunun değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Bu çalışma tek gruplu yarı deneysel bir çalışmadır. Çalışma
Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü üçüncü sınıf öğrencileri (n=109) ile 14 Eylül - 14 Aralık 2014 tarihleri
arasında ile yapılmıştır. Öğrencilere obstetrik simulator ve modeller kullanılarak gebe muayenesi simülasyonunun temel prosedürleri öğretilmiştir.
Veriler, hemşirelik öğrencilerinin klinik yeterlilik düzeyini ölçen Mini-CEX,
simülasyon uygulaması ile ilgili öğrencilerin memnuniyet düzeylerini
ve düşüncelerini ölçen aynı 10 maddeden oluşan Simülasyon Öncesi
Geribildirim Formu (SÖGF) ve Simülasyon Sonrası Geribildirim Formu
4
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Tablo 1. Annelerin NDAMDÖ toplam puan ortalaması ile doğumdaki
ebe sayısı ve ebeden memnuniyet düzeyi arasında ilişkinin incelenmesi
(SSGF) kullanılarak toplanmıştır. SÖGF ve SSGF maddeleri 1 “katılmıyorum”, 2 “fikrim yok”, 3 “katılıyorum” şeklinde değerlendirilmiştir. Öğrencilerin bireysel gebe muayenesi simülasyon uygulama basamakları,
Mini-CEX’in maddelerine (hemşirelik görüşme becerileri, fizik muayene
becerileri, iletişim becerileri, hastanın bakımı, klinik karar verme, organizasyon becerileri ve genel klinik yeterlilik) göre 1 “beklenenin altında”, 2
“beklenen düzeyde” ve 3 “beklenen düzeyin üzerinde” olarak değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, t-test ve
korelasyon katsayısı kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 21,8±2,0’dir. Öğrencilerin %83,5’i
kızdır. Öğrencilerin Mini-CEX puan ortalamaları 2,8±0,2 olarak tespit edilmiştir. Mini-CEX’in maddelerin arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişki
olduğu tespit edilmiştir (0,41 <= r <= 0,80). SSÖGB ve SSDF’nin puanları
arasındaki farklılık istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (3. ve 6. maddeleri hariç). Simülasyon sonunda öğrencilerin geri bildirimlerinin daha
olumlu oldu tespit edilmiştir.
Sonuç: Öğrenciler genel olarak simülasyon uygulamalarının klinik uygulamalarında yararlı olacağını ifade etmişlerdir. Hemşirelik öğrencilerinin
klinik yeterliliklerini ve böylece bakımın kalitesini arttıracağı düşünülerek,
hemşirelik eğitiminde simülasyon uygulamalarının arttırılması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Gebe muayenesi, hemşirelik eğitimi, mini-klinik değerlendirme egzersizi, simülasyon
Değişkenler
r
p
Doğum eylemi boyunca anneye yardım eden ebe sayısı ile
NDAMDÖ puan ort. arasında ilişki
-,428*
0.000
Annelerin doğumuna yardım ettiği ebelerden memnuniyet
düzeyi ile NDAMDÖ puan ort. arasında ilişki
,655*
0.000
*İstatistiksel değerlendirme Spearman Korelasyon analizi ile yapılmıştır.
[Abstract:0127][PS-006]
Konizasyon Yapılan Hastalarda Cerrahi Sınır Pozitifliği İçin Risk
Faktörlerinin Araştırılması
Ayşegül Baylas, Aslı Oskovi, Sinem Tavşan, Aybala Gürsoy, Hasan Onur Topçu, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Yüksek gradeli servikal intraepitelyal lezyonların (CIN 2-3) tedavisinde lezyonun histolojik konfirmasyonunun sağlanması, invaziv kanserin dışlanması, cerrahi sınırın incelenebilmesi ve fertilitenin korunması
açısından, konizasyon standart cerrahi prosedür olarak uygulanmaktadır.
Bu çalışmada konizasyon sonrası cerrahi sınır pozitifliğinin öngörülebilmesi için olası risk faktörlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Jinekolojik Onkoloji kliniğinde 2012-2015 yılları arasında konizasyon operasyonu geçiren 148 hasta retrospektif olarak; cerrahi sınır
pozitifliği, yaş, gravida-parite, menopoz durumu, servikal sitoloji, HPV
tipi, servikal biyopsi sonucu, endoservikal tutulum varlığı açısından değerlendirildi. Bulgular: Cerrahi sınırı negatif olan 74 hasta ile cerrahi sınır pozitifliği
olan 74 hastanın karşılaştırılmasında ileri yaş (sırası ile 39.59 ± 10.39
vs. 44.76 ± 9,74; p=0.002), menopozda olmamak (sırası ile n=20; 27%
vs. n=11; 14.9%) cerrahi sınır pozitifliği riski açısından istatistiksel anlamlı iken; gravida-parite, HPV pozitifliği ve endoservikal tutulum açısından
anlamlı fark izlenmedi. Yetmiş iki hastada HPV pozitifliği mevcuttu. En sık
saptanan HPV tipi HPV16 iken; HPV tipi cerrahi sınır pozitifliği açısından
istatistiksel anlamlı bir risk faktörü olarak bulunmadı (p= 0.496). Her iki
grup arasında konizasyon öncesi alınan servikal sitoloji ve servikal biyopsi sonuçları açısından anlamlı fark saptanmadı (p=0.175 ve p=0.168).
Sonuç: Hastanın ileri yaşta olması ve pre-menopozal dönemde olması
cerrahi sınır pozitifliği açısından risk taşımaktadır. Konizasyon sonrası
cerrahi sınır pozitifliği olan olguların yönetimi rezidüel hastalık ve invaziv
kansere ilerleme riski açısından önemlidir. Cerrahi sınır pozitifliği açısından risk taşıyan grupların belirlenmesi, tedavi yönetiminde hem gereksiz
aşırı tedavinin hem de kesin tedavide gecikmenin önlenmesi açısından
yol gösterici olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Konizasyon, cerrahi sınır pozitifliği
[Abstract:0182][PS-005]
Doğumdaki Ebe Sayısı Ve Ebeden Memnuniyet Düzeyi İle Annelerin
Doğum Memnuniyeti Arasında Bir İlişki Var Mı?
Songül Aktaş
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Trabzon
Amaç: Doğumdaki ebe sayısı ve ebeden memnuniyet düzeyi ile annelerin doğum memnuniyeti arasındaki ilişkiyi incelemektir.
Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı özellikte olan bu çalışma, Şubat
2013- Ocak 2014 tarihleri arasında Trabzon KEA hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini vajinal doğum yapan anneler; örneklemini ise doğumun 1. Evresinin aktif fazında doğum salonuna başvuran ve
doğumunu vajinal yolla gerçekleştiren 222 anne (111 primipar, 111 multipar) oluşturmaktadır. 15 ebenin bizzat doğumuna yardım ettiği (doğumun
1.,2.,3. ve doğum sonrası ilk 2 saat içerisinde) anneler çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışma; etik kurul ve annelerden yazılı onam alınarak
yapılmıştır. Veriler; soru formu, ebe gözlem formu ve NDAMDÖ (Normal
Doğumda Anne Memnuniyeti Değerlendirme Ölçeği) ile toplanmış, Spearman korelasyon analiziyle değerlendirilmiştir.
Bulgular: Annelerin yaş ortalaması 26.68±0.33, %88.7’si ev hanımı,
%99.7’si çekirdek aile, %86.9’u orta gelir ve gebelik haftası 39.22±0.57’dir.
Çalışmada annelerin NDAMDÖ toplam puanı ile; doğum eylemi boyunca
ona yardım eden ebe sayısı arasında orta düzeyde, negatif yönde bir ilişki saptanmıştır (Tablo 1). Bir diğer ifadeyle doğum eylemi boyunca tek bir
ebeden bakım alan annelerin doğumdan memnuniyet puanı; iki ve daha
fazla sayıda ebeden bakım alanlara göre daha yüksek saptanmıştır. Yine
araştırmada, annelerin doğum eylemindeki ebe / ebelerden memnuniyet
düzeyleri (memnun değil, kısmen memnun, memnun) ile NDAMDÖ toplam puanı arasında; iyi düzeyde pozitif yönde bir ilişkinin olduğu, annelerin ebeden memnuniyetlerinin artmasıyla doğum memnuniyetlerininde
önemli oranda arttığı belirlenmiştir (Tablo 1).
Sonuç: Doğumda kadına yardım eden ebe sayısı ile annenin doğum
memnuniyeti arasında negatif; annenin ebeden memnuniyet düzeyi ile
doğum memnuniyeti arasında pozitif yönde bir ilişki vardır. Çalışmanın bu
sonucu; doğum çiftliği olan ebe Ina May Gaskin’inde (2015 ) belirttiği gibi
“anneler doğumuna yardım eden en az sayıda ebe ile; doğumda daha az
yabancılık, müdahale ve bilinmezlik yaşayarak, ebesiyle daha duygudaş
bir bağ kurduğu ve memnuniyeti yüksek bir doğum deneyimlediği” şeklinde yorumlanabilir. Bu çalışma 113S672 nolu TÜBİTAK projesi tarafından
desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Anne memnuniyeti, ebe sayısı, ebeden memnuniyet, vajinal doğum
[Abstract:0306][PS-007]
Anne Sütü Eğitiminin Emzirme Başarısı Üzerindeki Etkisi
Elif Yılmaz1, Mehmet Fatih Karslı1, Zehra Yılmaz2, Meryem Ceyhan1,
Selma Mahmutoğlu1, İsmail Burak Gültekin1, Osman Fadıl Kara1, Tuncay Küçüközkan1
1
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
Amaç: Çalışmanın amacı emzirme danışmanlığı eğitimi almış uzman
doktor ve ebe hemşireler tarafından emzirme eğitimi verilen lohusaların
emzirme başarılarında fark olup olmadığının araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışma Mayıs-Haziran 2015 tarihleri arasında Dr. Sami Ulus
Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Doğum Kliniği’nde
miadında ilk doğumunu yapmış olan 100 lohusa üzerinde yapılmıştır.
Haftanın belirli üç gününde ebe, iki gün ise doktor tarafından anne doğum sonrası yatağına alınıp durumu stabil hale geldikten sonra emzirme
eğitimi verilmiştir. Farklı bir araştırmacı tarafından anne bebeğini emzirirken gözlenerek LATCH Emzirme Tanılama Ölçeği doldurulmuştur. Her
annenin LATCH puanı hesaplandıktan sonra eğitim veren kişilere göre iki
grup emzirme başarıları açısından karşılaştırılmıştır. Analizler için SPSS-
5
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
15 programı kullanılmış, frekanslar, ortalama, standart sapma, minimum,
maksimum değerler hesaplanmıştır. Karşılaştırmalar X² testi ile yapılmıştır. Önemlilik düzeyi p<0.05 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Lohusaların yaş ortalaması 24.18±4.21 (16.0- 37.0) idi. %66’sı
ilköğretim, %24.5’i lise, %9.5’i yüksekokul mezunu idi. %94’ünün sağlık
güvencesi vardı. Tüm grubun toplam LATCH ortalaması 8.9±1.6 (2.010.0) iken, doktorlar tarafından eğitim verilen lohusaların ortalaması
8.3±1.9 (2.0- 10.0) ebeler tarafından eğitim verilen grubun ortalaması
9.5±1.1 (4.0-10.0) olarak bulunmuş olup aradaki fark istatistiksel olarak
anlamlıydı (p<0.05). LATCH Skorunu oluşturan maddeler değerlendirildiğinde sırasıyla ebelerin eğitim verdiği grupta ve doktorların eğitim verdiği
grupta memeyi tutma skoru ortalaması 1.9±0.4, 1.5±0.7, yutma hareketi
ortalaması 1.9±0.4, 1.5±0.7, meme ucu tipi ortalaması 2.0±0.2, 1.8±0.5,
meme ucunda yara ortalaması 2.0±0.2, 1.7±0.5, bebeği tutuş puanı ortalaması 1.9±0.4, 1.8±0.5 olarak bulunmuş olup, bebeği tutuş haricindeki tüm maddelerde istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmiştir (p<0.05).
Sonuç: Anneye iyi bir emzirme eğitimi verilmesi emzirmenin başlatılmasında, devamlığının sağlanmasında ve emzirme başarısının arttırılmasında çok önemlidir. Ebelerin verdiği eğitimin daha etkili olmasında hem
hastalar tarafından daha kolay ulaşılabilir olmalarının, hem de onlarla
daha iyi iletişim kurmalarının etkisi vardır. Ebeler emzirme konusunda ne
kadar önemli bir yere sahip olduklarını unutmamalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Emzirme eğitimi, LATCH, ebe, doktor
hastalık prognozuna etkili faktörlerin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Vulva kanseri nedeniyle 2008-2015 yılları arasında tedavi edilmiş 30 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör tipi, tümör çapı, invazyon
derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı varlığı ve
postoperatif dönemdeki adjuvan tedavi gereksinimleri kaydedildi. Olguların 5-yıllık kümülatif sağ kalım oranı ve kaba sağ kalım süreleri hesaplandı. Kaba sağ kalım süresine etki eden prognostik faktörler belirlendi. Bulgular:Tanı anında ortalama yaş 66.6±12.7 idi. Toplam 27 hastaya histolojik tanı sonrası radikal vulvektomi vebilateral inguinofemoral
lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Nihai patolojik incelemede, ortalama tümör çapı ve invazyon derinliği 3.4±1.7 cm ve 10.4±8.5 mm olarak saptandı. Olguların 5’inde (%18.5) ortalama tümör çapı 4 cm’in üzerinde,
8’inde ise (%29.6) ortalama stromal invazyon derinliği 10 mm’den fazla idi. Sadece 7 olguda (%25.9) lenf nodu metastazı saptandı. Ortalama kaba sağ kalım süresi 53.5±10.6 ay olarak hesaplandı. Olguların
5-yıllık kümülatif sağ kalım oranı ise %40.3 idi. Tümör çapı ve stromal
invazyon derinliğinin kaba sağ kalım süresi üzerine istatistiksel olarak
anlamlı derecede etkisi görülmezken, lenf nodu metastazı varlığında
kaba sağ kalım süresinin anlamlı düzeyde kısaldığı görüldü (p= 0.04). Sonuç:Vulva kanseri olgularında, lenf nodu metastazı kaba sağ kalım
süresi üzerine etkili en önemli prognostik faktördür.
Anahtar Kelimeler: Vulva Kanseri, kaba sağ kalım, prognostik faktör
[Abstract:0194][PS-008]
Servikal Adenokarsinomlarda Kaba Sağ Kalım Süresi Üzerine Etkili
Prognostik Faktörler
Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Mine Çavdar Atlı, Nilüfer Alagöz, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Servikal adenokarsinom nedeniyle tedavi edilen olguların histolojik özelliklerinin değerlendirilmesiyle kaba sağ kalım üzerine etkili faktörlerin değerlendirilmesi. Yöntem: Servikal adenokarsinom nedeniyle 2008-2015 yılları arasında
tedavi edilmiş 40 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların
demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör çapı, invazyon
derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı varlığı ve
adjuvan tedavi uygulamaları kaydedildi. Olguların ortalama kaba sağ kalım süresi ve 5-yıllık kümülatif sağ kalım oranları hesaplandı. Kaba sağ
kalım süresine etkili prognostik faktörler belirlendi. Bulgular:Tanı anında ortalama yaş 48.7±11.2 idi. Klinik değerlendirmede Evre IB-IIA hastalık nedeniyle 38 hasta (%95) opere edildi. Patolojik
incelemede ortalama tümör çapı 2.8±1.7 cm olarak saptandı. Olguların
28’inde (%70) serviks stroması 1/2’den fazla tutulu iken, 14 olguda (%35)
tam kat stromal invazyon görüldü. 24 hastada (%60) lenfovasküler boşluk tutulumu ve 16 hastada (%40) lenf nodu metastazı saptandı. Parametriyal tutulum oranı %5 (N: 2) olarak belirlendi. Sadece 8 olgu (%20)
adjuvan tedavisiz takibe alındı. Olguların medyan takip süresi 36 ay
(dağılım: 1-110 ay) idi. Takip süresince bir olguda (%2.5) nüks saptandı.
Ortalama kaba sağ kalım süresi 77.1±8.3 ay, 5-yıllık kümülatif sağ kalım
oranı ise %60.9 olarak hesaplandı. Tam kat servikal stromal tutulum varlığı, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı ve parametriyal
tutulum varlığında kaba sağ kalım süresinin anlamlı düzeyde kısaldığı
görüldü (P< 0.05). Sonuç: Servikal adenokarsinomlarda, tam kat servikal stromal tutulum,
lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı ve parametriyal tutulum kaba sağ kalım süresi üzerine etkili önemli prognostik faktörlerdir.
Anahtar Kelimeler: Servikal adenokarsinom, sağ kalım, prognoz
Abstract:0317][PS-010]
Türkiye’de Prenatal Diagnostik İnvaziv Girişime Bağlı Meydana Gelen Anne Ölümleri
Bekir Keskinkılıç, Hüseyin Levent Keskin, Sema Sanisoğlu, Yaprak
Engin Üstün, Dilek Uygur, Ayşe Özcan, Selma Karaahmetoğlu, Meral
Esen, İrfan Şencan
T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Anne Ölümleri
Öninceleme Komisyonu, Ankara
Amaç: Prenatal tanı veya tedavi amacıyla yapılan invaziv girişimlere
bağlı meydana gelen maternal mortalite olgularını incelemek ve bu konuya dikkat çekmektir.
Yöntem: 2007 -2014 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen ve Ölüm
Bildirim Sistemi üzerinden Halk Sağlığı Kurumu’na zorunlu bildirimleri
yapılan tüm anne ölümleri Sağlık Bakanlığı Anne Ölümleri Öninceleme
Komisyonu tarafından değerlendirildi. Bu süre içinde doğrudan veya dolaylı sebeplerle gerçekleşmiş 1788 anne ölümünden 24’ünde gebeliği sırasında tanı veya tedavi amacıyla prenatal invaziv girişim (amniosentez
(A/S), koryon villus örneklemesi (CVS)) yapıldığı saptandı. Bu olgulardan
10’unda prenatal invaziv işlem (A/S 9 olgu, CVS 1 olgu) sonrasında koryoamnionit gelişmesine bağlı doğrudan maternal ölüm meydana geldiği
görüldü. Olgular demografik verileri, risk faktörleri ve DSÖ kriterlerine
göre gecikme modelleri yönünden incelendi.
Bulgular: Olguların yaş ortalaması 33.2 ±7.6 (ortanca: 36, en az: 18
– en çok: 43) yıl idi. Prenatal invaziv girişimin yapıldığı gebelik haftası
ortanca 17.hafta idi. İnvaziv girişimler 9 olguda karyotip tayini, 1 olguda
ise mutasyon (orak hücreli anemi) tayini amacıyla, 6 olguda üniversite
hastanesinde 3 olguda Eğitim Araştırma Hastanesi’nde, 1 olguda ise özel
merkezde yapılmıştı. 3 olguda birden çok kez girişim yapılmıştı. Olguların
8’inde maternal risk faktörü mevcuttu. Olgularında 8’inde son muayenede intrauterin ex gerçekleştiği saptanmıştı. 4 olguda gebelik medikal terminasyon ile 1 olguda ise spontan vajinal doğum ile sonlandırılmıştı. 2 olguda ise prostaglandin ile medikal terminasyon işlemi başlandıktan sonra
uterus rüptürü gelişmesi üzerine L/T ile gebelik sonlandırıldı. 3 olguda ise
halen gebelik devam ederken anne ölümü gerçekleşmişti. Yapılan girişimle ölüm arasında geçen süre ortalama 25.2 ±19.6 gün olarak hesaplandı. Gecikme modellerine göre değerlendirildiğinde 6 olguda gecikme
saptanmamış iken, 3 olguda 3.gecikme modelinin, bir olguda ise hem 1.
hem de 3.gecikme modelinin yaşandığı görülmüştür.
Sonuç: Prenatal diagnostik invaziv girişimler anne ölümleri için bir risk
faktörüdür ve işlem sonrasında gelişen koryoamnionit doğrudan anne
ölümleri sebeplerinden birisidir.
Anahtar Kelimeler: Anne Ölümü, prenatal invaziv girişim, amniosentez,
koryoamnionit
[Abstract:0196][PS-009]
Vulva Kanserinde Tek Merkez Sonuçları - Zekai Tahir Burak Kadın
Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Deneyimi
Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Nilüfer Alagöz, Mine Çavdar Atlı, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Vulva kanserinin genital traktüs tümörleri içerisinde nadir görülen
bir tümör tipi olması nedeniyle prognostik açıdan sağ kalım üzerine etkili
faktörler halen tartışmalıdır. Bu çalışmada, vulva kanseri nedeniyle tedavi edilmiş olguların klinik ve histopatolojik özelliklerinin değerlendirilerek
6
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0249][PS-011]
Virgo Hastada Pelvik Organ Prolapsusu İle Prezente Olan Nabothi
Kisti Olgusu
Rampia Nizam, Cem Akaltun, Barış Korkmaz, Halide Gül Okuducu,
Tayfur Çift, Emin Üstünyurt
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları
ve Doğum Kliniği, Bursa
Giriş: Pelvik organ prolapsusu sıklıkla postmenapozal kadınlarda görülen pelvik organların herniasyonu ile karakterize bir durumdur. Olguda 20
yaşında virgo bir hastada total uterin prolapsus şeklinde prezente olan bir
nabothi kistini sunuyoruz.
Olgu: Jinekoloji polikliniğine 20 yaşında, bekar bir hasta vajenden dışarı
çıkan, ele gelen kitle nedeniyle başvurdu. Ayrıntılı olarak alınan anamnezde, hastanın 2 yıl önce vajende eline gelen kitleyi fark ettiği bu dönem
boyunca kitle boyutunda bir artış olmadığı öğrenildi. Hastanın özgeçmiş
ve soy geçmişinde bir özellik saptanmadı. Hastanın litotomi pozisyonunda yapılan jinekolojik muayenesinde, serviksin hymenden yaklaşık 1 cm
kadar dışarıda olduğu ve serviksi sola doğru deplase eden yaklaşık 5x
4cm ebadında serviksten kaynaklı bir kistik kitle bulunduğu gözlendi.
Mevcut bulgularla operasyona alınan hastada spinal anestezi altında serviks kaynaklı kistik kitle eksize edildi. İçerisinde müsinöz materyal gözlendi. Kistin eksizyonunu takiben serviksin hymenin yaklaşık 2 cm yukarı
seviyesine gerilediği gözlenmesi üzerine, operasyona son verildi. Serviks
kaynaklı kistik kitlenin histopatolojisi nabothi kisti olarak rapor edildi.
Sonuç: Nabothi kisti üreme çağındaki kadınlarda sık görülen genel olarak tedavi gerektirmeyen küçük boyutlu servikal kitlelerdir. Genç hastalarda gözlenen pelvik organ prolapsus olgularında bu duruma servikal
bir kitlenin eşlik edebileceği akılda tutulmalı ve bu olgularda prolapsusu
düzeltmeye yönelik ek bir cerrahi işlem kararı, bu kitlelerin eksizyonu
sonrası tekrar değerlendirme yapılarak verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Nabothi kisti, uterin prolapsus, primer cerrahi
[Abstract:0186][PS-013]
Atipik Glandüler Hücrelerin Yüksek Dereceli Servikal Patolojiler
Üzerine Etkisi
İlker Selcuk1, Zeliha Fırat Cüylan1, Derya Solmaz1, Aslı Oskovi1, Tayfun Güngör2, Mehmet Mutlu Meydanlı1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Jinekolojik Onkoloji Ünitesi, Ankara
2
Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Çorum
Amaç: Atipik glandüler hücreler (AGC) olarak sonuçlanan servikal sitolojilerin yüksek dereceli servikal patolojiler üzerine etkisini araştırmak.
Yöntem: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2012 Ocak ve 2015 Haziran ayları arasında servikal sitoloji sonucu
AGC olan hastalar dosyalarından retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Toplamda 92 hasta değerlendirilmiştir. Hastaların median yaşı
43.5 olup, ortalama yaş 44.02±9.2’dir. Yirmiiki (%23.9) hasta postmenopozal ve ondört (%15.2) hasta semptomatikti. En sık semptom postkoital
kanamaydı (s=7,%50). En sık kolposkopi bulgusu asetik asit ile beyaz
(ASB) alan tespitiydi (s=54, %58.6), bu hastaların 15’inde (%27.7) ise
2’den fazla alanda ASB bulgu mevcuttu. Servikal biyopsi sonucunda 6
(%6.5) hastanın sonucu CIN 3 olarak gelirken, 13 (%14.1) hasta CIN 1
ve bir (%1.1) hasta da servikal adenokarsinom tanısı aldı. Tüm hastalara
endometrial biopsi yapıldı; bir hasta atipili hiperplazi tanısı alırken, bir
hasta da endometrioid adenokarsinom tanısı aldı. CIN 1 üzeri lezyonların
2’den fazla farklı alanda ASB alan bulgusu (p=0.005) olan hastalarla ve
semptomatik hastalarla (p<0.001) istatistiksel olarak anlamlı beraberliği
izlenirken; yaş, menopozal durum ve endometrial patolojiler ile anlamlı
ilişkisi tespit edilmedi.
Sonuç: Servikal smear sonucunda AGC gelen hastalar eğer semptomatik ise ve kolposkopide ikiden fazla alanda ASB alan bulgusu mevcut ise
yüksek dereceli bir servikal patoloji açısından dikkatli olmak gerekir.
Anahtar Kelimeler: AGC, CIN, postkoital kanama, kolposkopi, aseto-beyaz
[Abstract:0312][PS-012]
STAT 3 Molekülü Eksikliğine Bağlı Hiper Ige Sendromu İçin İnsan
Lökosit Antijenleri Tiplendirmesi Amacıyla Uygulanmış Preimplantasyon Genetik Tarama: Olgu Sunumu
Yeşim Bardakçı, Yaprak Engin Üstün, Nafiye Yılmaz, Mustafa Kurt,
Cavidan Gülerman
Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara, Türkiye
Giriş: HLA (Human Leukocyte Antigens) doku uyum antijenleri olarak
bilinir. Embriyoların HLA antijenlerinin tiplemeleri hasta çocukla uyumlu
HLA antijenleri olan fetusun doğarak hasta çocuğa kord kanı verilmesine
olanak tanır. Olgu: Çiftimizin STAT 3 molekülü eksikliğine bağlı hiper immünglobulin M sendromlu bir çocuğu olup kendilerine hematologlar tarafından
HLA doku grupları uyumlu bir bebek dünyaya getirirlerse kemik iliği transplantasyonu şansı olabileceği söylenmiştir. İn vitro fertilizasyon ve preimplantasyon genetik tarama (PGT) önerilmiştir. Hiper immünglobulin M sendromu IgG, IgA, IgG düzeylerinde azalma varken
serum IgM düzeyinin yüksek olması ile karakterize bir immün yetmezlik tablosudur. Tekrarlayan piyojenik enfeksiyonlar, otoimmün bozukluklar ve malign lenfoproliferatif hastalıklara yatkınlık söz konusudur. Çiftimizin kadın yaşı 36, erkek yaşı 42 idi. Oral kontraseptif + uzun agonist + rekombinant folikül uyarıcı hormon (rec FSH) protokolü başlandı.
Altı gün 300 IU rec FSH verilerek 8. gün human koryonik gonadotropin
yapıldı. Oosit toplama işleminde 10’u metafaz II olan 17 oosit toplandı.
İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu sonrası toplanan oositlerden 7’si fertilize oldu, 6’sı yarıklandı. Elde edilen 6 embriyonun HLA antijenlerine
bakılarak HLA doku grubu uyumlu embriyo 5. gün transfer edildi ve gebelik elde edildi. Sağlıklı doğum gerçekleşti ve hasta kardeşine umut oldu.
Sonuç: HLA tipleme çalışmaları ile PGT, ailelerin sağlıklı bir bebek sahibi
olmasını sağlarken hasta çocukların doğan kardeşlerinden alınan HLA
uyumlu kök hücreler ile tedavi olabilmesini de mümkün kılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İnsan lökosit antijenleri, preimplantasyon genetik
tanı
[Abstract:0275][PS-014]
Plateletcrit Ve Trigliserid/Yüksek Dansiteli Liporotein Oranının Prematür Ovaryan Yetmezlikle İlişkisi
Hatice Işık1, Ahmet Şahbaz1, Hakan Timur2, Öner Aynıoğlu1, Hüsnü
Alptekin3, Ülkü Özmen1
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları
ve Doğum A.B.D, Zonguldak
2
Zekai Tahir Burak Doğumevi, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Ankara
3
Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum A.B.D, Konya
Amaç: Prematür ovaryen yetmezlikde (POY) kardiyovasküler hastalık
riski arttığı bilinmektedir. Bu çalışmada serum plateletcrit değerleri ve
kardiyovasküler hastalıkların belirteci için kulanılan TG/HDL oranın POY
ile ilişkisini araştırmak istedik. Yöntem: Çalışmaya Mart 2014- Haziran 2015 tarihleri arasında Bülent
Ecevit Üniversitesi Jinekoloji polikliniğine gelen 30 POY ve 30 sağlıklı
kontrol hasta alındı. Hastaların tam kan parametreleri, rutin biyokimya ve
25-OH Vit D değerleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ve vücut kitle indeksleri (VKİ) arasında fark yoktu. Platelet ve plateletcrit değerleri POY’lu hastalarda kontrol grubuna
göre belirgin artmıştı (p<0.001). Yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) düzeyleri POY lu hastalarda düşerken(p= 0.008) düşük dansiteli lipoprotein
(LDL) ve total kolesterol (TC) düzeyleri artmış olarak bulundu (sırasıyla
p=0.032 ve p=0.007 ). TG/HDL oranı POY’lu hastalarda kontrole göre
artmış olarak bulundu(p=0.01). Nötrofil-lenfosit oranı (NLR) iki grup arasında fark yoktu. 25-OH Vit D seviyeleri de kontrol hastalar göre POY lu
hastalarda belirgin olarak düşmüştü (p<0.001). FSH seviyeleri ile PLT,PCT, PDW,MPV ve TG/HDL oranı arasında pozitif korelasyon, FSH ile Vit
D arasında negatif korelasyon vardı.
Sonuç: Plateletcrit, MPV, TG/HDL düzeylerinin POY lu hastalarda yükselmesi ve düşük Vit D düzeyleri kardiyovasküler risk artışı için belirteç
olabilir.
Anahtar Kelimeler: Prematür ovaryen yetmezlik, plateletcrit, TG/HDL,
vitamin D
7
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Tablo 1
PDW
Vitamin
D
NLO
TG/HDL
r=0.265
p=0.041
r= 0.255
p=0.049
r= -0,349
p= 0.011
NS
r= 0.288
p=
0.026
r= 0.518
p<0.001
NS
r= -0.327
p= 0.011
NS
r= 0,453
p<0.001
r= 0.280
p= 0.03
NS
NS
NS
Değişkenler
(n=60)
PLT
PCT
MPV
FSH
r= 0.470
p<0.001
r= 0.590
p<0.001
PCT
r= 0.887
p<0.001
TG/HDL
r= 0.360
p= 0.005
r= 0.453
p<
0.001
olarak p<0.05 kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan gebelerin yaşları 17-38 arasında olup, ortalama 26.3±4.8 yıldır. Gebelik haftası 28-30 olan gebe sayısı 66 (%30.0),
31-33 olan gebe sayısı 52 (%23.6), 34-36 olan gebe sayısı 46 (%20.9)
ve 37-40 olan gebe sayısı 56 (%25.5)’dır.Gebelerin WDB/DÖ puanları
15-130 arasında değişmekte olup, ortalama 56.6±18.8’dir. Gebelerin
aile SDÖ’den aldıkları puanlar 23.0-40.0 arasında olup, ortalama puan
30.0; arkadaş SDÖ’den aldıkları puanlar ise 25.0-50.0 arasında olup, ortalama 31.0’dır. Gebelikte doğuma ilişkin yaşanan endişe nedenleri ile
doğum korkusu arasında istatistiksel bir fark bulunamamıştır (F=1.960;
p=0.086).Aile SDÖ puanlar ile WDB/DÖ’den alınan puanlar arasında pozitif yönde zayıf bir ilişki görülmüştür (r=0.213; p=0.001).Yine arkadaş
SDÖ’den alınan puanlar ile WDB/DÖ’den alınan puanlar arasında da pozitif yönde çok zayıf bir ilişki bulunmuştur (r=0.157; p=0.020). Sonuç : Gebelerin algıladıkları hem aile hem de arkadaş sosyal destek
düzeyi ile doğum deneyimi beklentisi arasında pozitif yönde zayıf bir ilişki
olduğu saptanmıştır. Bununla beraber sonuçların güvenirliliği ve geçerliliği açısından konu ile ilgili daha büyük örneklem grupları ile çalışmaların
yapılması gerekmektedir. Doğum korkusunun azaltılmasında ve olumlu
doğum deneyimi beklentisinin oluşturulmasında sosyal destek gruplarından çok sağlık profesyonellerinin özellikle ebelerin katkısının daha fazla
olması beklenmektedir. Ebeler, doğum korkusu ve beklentisinin olumlu
yönde etkilenmesi için sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesinde
önemli rol almalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Doğum, doğum beklentisi, gebe, sosyal destek
FSH ile PLT, PCT, PDW, MPV, Dvit, NLR ve HDL/TC arasındaki korelasyon. FSH: follikül stimüle edici hormon, PLT: platelet, PCT: plateletcrit, PDW: platelet dağılım aralığı, NLO: nötrofil
lenfosit oranı, TG/HDL: Trigliserid /yüksek dansite lipoprotein, NS: nonspesifik
[Abstract:0113][PS-015]
Erken Evre Uterin Endometrioid Adenokarsinomun Sonografik Morfolojisi
Metin Kaplan, Tuğba Kınay, Fulya Kayıkçıoğlu
Ankara Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
Amaç: Erken evre endometrioid adenokarsinomun sonografik morfolojisi
ve renkli Doppler bulgularını tanımlamak.
Yöntem: Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde, endometrial biyopsi materyalinin histopatolojik incelenmesi sonucu endometrioid adenokarsinom tanısı almış ve cerrahi evreleme
yapılmış yedi hasta olgu serisine dahil edildi. Operasyon öncesinde hastalar transvajinal ultrasonografi ile değerlendirildi. Endometriyal kalınlık,
ekojenite, Endomyometriyal sınırın düzenliliği, endo- myometriyal sınırdaki damar sayısı, damarlardaki dallanma, renkli Doppler skoru incelendi.
Bulgular: Cerrahi evreleme sonucunda, olgu serisine dahil edilen hastaların beşinde evre IA, ikisinde evre IB endometrioid adenokarsinom saptandı. Hastaların preoperatif ultrasonografik incelemesinde kalınlaşmış
endometrium içinde düzenli yerleşim gösteren hiperekoik ve hipoekoik
alanlar izlendi. Myometriumdan daha hipoekoik endometriyal kavite içinde ince hiperekoik çizgilerin birleşmesi ile oluşan geniş tabanlı demetler izlendi. Geniş tabanları endo – myometriyal sınırda olan hiperekoik
demetler endometriyal orta hata doğru incelerek uzanmaktaydı. Renkli
Doppler ultrasonografi ile tüm olgularda endometrial vaskularizasyonun
arttığı saptandı. Multifokal orijinli, endometrium içinde dallanan vaskuler
yapılar izlendi. Endometriyumun renkli Doppler skoru 3 idi.
Sonuç: Erken evre uterin endometrioid adenokarsinomun kendine özgü
sonografik morfolojisi vardır. Tanımlanan ultrasonografik bulgular cerrahi evreleme ve tedavi öncesinde hastalığın evresinin tahmininde faydalı
olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Endometrioid adenokarsinom, endometriyum, erken
evre, ultrasonografi
[Abstract:0240][PS-017]
ASCUS Sitolojisi Sonrası Kolposkopik Biyopsi Sonucu HGSIL Gelen Hastaların Eksizyonel Tedavi ve Takip Sonuçları
Mustafa Erkan Sarı, Nazlı Topfedaisi Özkan, Can Tercan, Onur Arzık,
Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Servikal smear sonucu, önemi belirlenemeyen atipik skuamöz
hücreler (ASCUS) olarak değerlendirilip kolposkopik biyopside yüksek
dereceli servikal lezyon tespit edilen hastaların eksizyonel tedavi ve ortalama 2 yıllık takip sonuçlarının analizi Yöntem: Ağustos 2008-Ocak 2014 yılları arası Ankara Zekai Tahir Burak
Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Polikliniğine başvuran veya refere edilen, servikal smear sonucu ascus olarak
değerlendirilip kolposkopik biyopside yüksek dereceli servikal lezyon tespit edilen 67 hastanın eksizyonel tedavi sonrası patoloji sonuçları (Lezyon yok-Servikal İntraepitelyal Neoplazi (CIN)I-II-III-invaziv karsinom) ve
ortalama 2 yılllık takip sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 41 iken median takip süresi 22,4
ay idi. 7 hastada (%10,4)lezyon izlenmedi, 17 hastada CIN I(%25,3),
43(%64,1) hastada CIN II-III lezyonlar izlenirken eksizyonel tedavi sonrası hiçbir hastada invaziv karsinom izlenmedi. Yüksek dereceli lezyon(CIN
II-III) izlenen ve cerrahi sınır pozitif olan 8 hastanın 4’ünün rekonizasyon sonucu cerrahi sınırlar negatif olarak geldi. Ortalama yaşı 54 olan
3 hastaya uygulanan histerektomi sonucu invaziv karsinom izlenmedi.
Cerrahi sınır negatif olan 35 hastanın takiplerinde 6 hastada ASCUS sitolojisi sonrası alınan kolposkopik biyopsi sonuçları normal gelirken, 3
hastada düşük dereceli servikal intraepitelyal lezyon(LGSIL) sitolojileri
sonrası kolposkopik biyopsiler normal olarak değerlendirildi. 1 hastada
takipte ASC-H sitolojisi sonrası alınan kolposkopik biyopsi CIN III gelmesi
üzerine rekonizasyon uygulandı. Sonuç: Hastanemizde ASCUS sitolojik tanısı refere olgulardan dolayı
yüksek(%7,6) olmakla beraber ASCUS’a yüksek grade’li lezyon eşlik
etme olasılığı literatürle benzer (% 5,2) görünmektedir. Smear sonucu
ASCUS gelip kolposkopik biyopsi sonucu CIN II-III gelen hastalarda konizasyon sonucu invaziv karsinom izlemedik. Bu hasta grubunda cerrahi
sınır pozitiflik oranları(%11) biyopsi öncesi sitolojisi LGSIL veya yüksek
dereceli servikal intraepitelyal lezyon(HGSIL) olan eksizyonel tedavi
gruplarına göre daha düşük görünmektedir.
Anahtar Kelimeler: ASCUS, kolposkopik biyopsi, konizasyon
[Abstract:0256][PS-016]
Gebelerin Algıladıkları Sosyal Destek Yapılarının Doğum Korkusu/
Doğum Beklentisi Üzerine Etkisi
Fatma Deniz Sayıner1, Aladdin Ünsal2, Ayşegül Özkaya1, Yasemin Hamlacı1, Burcu Tuncer1
1
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik
A.B.D., Eskişehir
2
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halksağlığı A.B.D.,
Eskişehir
Amaç: Çalışma gebelerin algıladıkları sosyal destek yapılarının doğum
korkusu/beklentisi üzerine etkisini belirlemek ve değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya Ocak 2014-Mayıs 2014 tarihleri arasında Eskişehir il
merkezinde bulunan üç ayrı aile sağlığı merkezine başvuran, son trimesterda olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 220 gebe dahil edilmiştir.
Verilerin toplanmasında tanımlayıcı bilgi formu, Wijma Doğum Beklentisi/
Deneyimi Ölçeği( WDB/DÖ) ve Sosyal Destek Ölçeği (SDÖ) kullanılmıştır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin
değerlendirilmesinde IBM SPSS (sürüm 20.0) istatistik paket programı
kullanılmıştır. Veriler, student t testi, tek yönlü varyans analizi ve Spearman korelasyon testleri ile analiz edilmiş ve istatistiksel anlamlılık değeri
8
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0121][PS-018]
Postpuerperal Dönemde Saptanan Ve Termde Normal Doğumu Takiben Gelişen Geç Postpartum Kanamanın Nadir Bir Nedeni Rezidüel
Trofoblatik Doku: 2 Olgu Sunumu
İlker Gülbaşaran, Aytekin Tokmak, Esma Sarıkaya
Kadın Hastalıkları ve Doğum, Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Postpartum kanama (PPK) doğumdan sonraki 24 saat içinde 500
cc’den fazla kanama olarak tanımlanır. 24 saat-6 hafta arasındaki kanamalar geç PPK olarak adlandırılır. Geç PPK’nın en sık nedenleri rezidüel
trofoblastik doku (RTD), submüköz myom ve endometriyal poliplerdir.
RTD, retansiyone plasenta fragmanları, plasental kalıntı ve konsepsiyon
ürünlerinin retansiyonu olarak da isimlendirilmektedir. RTD tüm gebeliklerin yaklaşık %1’ini komplike eder ve genellikle gebelik terminasyonlarından sonra görülür. Ancak, RTD nadiren term/preterm vajinal doğum ile
seksiyo sonrasında da oluşabilir. Hastalar genellikle uzamış PPK şikayeti
ile başvururlar. Ultrasonografi ilk tanısal araçken, altın standart tanı-tedavi yöntemi histeroskopidir(HS). HS güvenli-efektif, düşük komplikasyonlu
minimal invaziv bir prosedürdür. RTD’nin kesin tanısı cerrahi eksplorasyon sonrasında yapılan histopatolojik değerlendirme ile konulur. Burada,
geç PPK şikâyeti ile başvuran ve RTD tanısı konulan iki olguyu sunmayı
amaçladık.
Olgu1: 23 yaşında (G3P1) hasta vajinal kanama şikayeti ile başvurdu.
Anamnezinde 45 gün önce miadında vajinal doğum yaptığını belirtti. Pelvik muayenesinde minimal vajinal kanama dışında patoloji saptanmadı.
Gebelik testi negatif ve rutin laboratuvar testleri normaldi. Transvajinal
ultrasonografide (TVUS) endometriyum 14 mm, myometriyum ve adneksler normaldi. Ayrıca, kavitede 24×12 mm boyutunda hiperekojenite
izlendi. Ofis HS’de ön duvardan köken alan yaklaşık 3 cm geniş tabanlı
lezyon saptandı. Rest plasenta/ submüköz myom öntanılarıyla operatif
HS yapılan hastadaki lezyon rezeke edildi. Histopatojik tanı, dejeneratif
değişiklikler içeren koryonik elemanlar oldu. Olgu2: 27 yaşında kadın
hasta (G2P2), vajinal kanamayla başvurdu. 50 gün önce termde normal
doğum yaptığını belirten hastanın mens vasfında kanaması saptandı. β-hCG negatif ve rutinleri normaldi. TVUS’de endometrium 20 mm,
myometrium homojen, overler normaldi. Kavitede 21×14 ve 12×8 mm
boyutunlarında rest plasenta ile uyumlu solid görünümler izlendi. Ofis HS
sonrası operatif HS’ye alınan hastada uterin fundustaki 3×4 cm’lik düzensiz lezyon rezeke edildi.Histopatojik olarak değerlendirilen materyal
plasental dokular olarak raporlandı.
Sonuç: RTD, 6 haftadan uzun süren PPK’ların ayırıcı tanısında göz
önünde bulundurulmalıdır. HS, RTD’lerin tanı ve tedavisinde etkili, güvenli ve minimal invaziv bir cerrahi prosedürdür. Kesin tanı cerrahi sonrası histopatolojik değerlendirmede konulur.
Anahtar Kelimeler: Geç postpartum kanama, histeroskopi, rezidüel trofoblastik doku
(p<0.05); yaş, seksüel partner sayısı ya da kullanılan kontraseptif metod
HR-HPV pozitifliği ile korele bulunmamıştır. Çalışmamızın sonuçları göstermiştir ki bizim popülasyonumuz için HPV 16 ve 18 dışındaki yüksek
riskli tipler en yüksek orana sahip saptanmıştır. HR-HPV, ASCUS, LSIL,
HSIL için sırasıyla %16.7, %80, %50 pozitif saptanmıştır. Sonuç: Bizim bölgemizde HR-HPV sıklığı %5.4 bulunmuş olup daha büyük hasta grupları ile yapılan calışmalarla yeni tarama metotlarının ve
ikinci jenerasyon HPV aşılarının geliştirilmesinin mümkün olacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: HPV, HR-HPV Tipleri, servikal kanser, PCR
[Abstract:0216][PS-020]
Uterin Sarkomlarda Cerrahi Evre İle Preoperatif Servikal Sitoloji Ve
Endometriyal Örneklemenin İlişkisi
Elmas Korkmaz, Servet Çalıkoğlu, Murat Öz, Emin Levent Aksoy, Zafer Arık, Tayfun Güngör, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Uterin sarkomlarda cerrahi evre ile preoperatif dönemde alınan
servikal sitoloji ve endometriyal örnekleme sonuçlarının arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını araştırmak
Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Kliniği’nde Temmuz 2008-Temmuz 2015
tarihleri arasında ameliyat edilen ve uterin sarkom tanısı alan 44 hasta
retrospektif olarak tarandı; cerrahi evre, servikal sitoloji ve endometriyal
örnekleme sonuçları kaydedildi. Cerrahi evre 1-2 erken evre, evre 3-4 ise
ileri evre olarak kabul edildi. Bulgular: Uterin sarkom tanısı alan 44 hastadan 7’si (%15,9) ileri evre;
37’si (%84,1) erken evreydi. Preoperatif servikal sitolojilerine ulaşılabilen
35 hasta değerlendirildiğinde erken evre olan 29 hastanın 4’ünde, ileri
evre olan 6 hastanın 3’ünde anormal sitolojik bulgular saptandı. İki grup
karşılaştırıldığında ileri evre olgularda servikal sitolojinin tanıya katkısı
anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0,044). Endometriyal örneklemenin tanıya katkısı açısından karşılaştırıldığında iki grup arasında anlamlı
fark saptanmadı (erken evrede 8/27; ileri evrede 3/6).
Sonuç: Uterin sarkomlar preoperatif tanı koyulması zor malign tümörlerdir. Tanı koydurucu olmamakla birlikte servikal biyopsi sonuçları malignite
göstermeyen anormal servikal sitolojik bulgular ve olgularımızda olduğu
gibi malign mezenkimal hücreler gösteren endometriyal örneklemeler ileri evre hastalık açısından uyarıcı olabilir, bu da operasyon planı açısından fayda sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Endometriyal örnekleme, servikal sitoloji, uterin sarkom
[Abstract:0195][PS-021]
Skuamöz Hücreli Serviks Kanserinde Prognostik Faktörler
Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Mine Çavdar Atlı, Nilüfer Alagöz, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Skuamöz hücreli serviks kanseri nedeniyle tedavi edilen olguların histopatolojik özelliklerinin değerlendirilmesiyle kaba sağ kalım süresi
üzerine etkili faktörlerin incelenmesi. Yöntem: Skuamöz hücreli serviks kanseri nedeniyle 2008-2015 yılları
arasında tedavi edilmiş 156 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi.
Olguların demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör çapı,
invazyon derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, lenf nodu metastazı
varlığı ve adjuvan tedavi uygulamaları kaydedildi. Olguların ortalama
kaba sağ kalım süresi, 5 ve 8-yıllık kümülatif sağ kalım oranları hesaplandı. Kaba sağ kalım süresine etkili prognostik faktörler belirlendi. Bulgular: Tanı anında ortalama yaş 52.1±12.3 idi. Klinik değerlendirmede Evre IB-IIA hastalık nedeniyle 131 hasta (%84) opere edildi. Nihai
patoloji sonuçlarında ortalama tümör çapı 3.01±1.4 cm olarak saptandı.
Olguların 97’sinde (%62.2) serviks stroması %50’den fazla tutulu iken, 55
olguda (%35.3) tam kat stromal invazyon görüldü. 96 hastada (%61.5)
lenfovasküler boşluk tutulumu ve 57 hastada (%36.5) lenf nodu metastazı saptandı. Parametriyal tutulum oranı %10.3 (N: 16) olarak belirlendi.
Sadece 16 olgu (%10.3) adjuvant tedavisiz takibe alındı. Olguların medyan takip süresi 29 ay (dağılım: 1-116 ay) idi. Takip süresince 4 olguda
(%2.6) nüks saptandı. Ortalama kaba sağ kalım süresi 78.6±4.4 ay, 5 ve
8-yıllık kümülatif sağ kalım oranları ise %66.7 ve %62.5 olarak hesap-
[Abstract:0161][PS-019]
Balıkesir Üniversitesi Hastanesine Başvuran Kadınlarda Yüksek
Riskli HPV Tiplerinin Servikal Swap Örneklerinde Real Time PCR ile
Belirlenmesi ve Tiplendirilmesi
Mine İslimye Taskin1, Ertan Adalı1, Tevfik Yavuz2, Coşkun Cüce3,
Mehmet Ünlü2
1
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Balıkesir
2
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji A.B.D, Balıkesir
3
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk sağlığı A.B.D, Balıkesir
Amaç: Onkojenik human papilloma virus tipleri (HPV) yüksek oranda
servikal kanser gelişim riski ile beraberdir ve bu çalışma Balıkesir ilindeki
kadınlarda yüksek riskli HPV tiplerinin (HR-HPV) prevelansının araştırılması için düzenlenmiştir.
Yöntem: 204 kadın hastanın servikal örnekleri servikal sitolojik değerlendirme ve Xpert HPV PCR testi ile HR-HPV tiplerinin belirlenmesi için
toplanmıştır. HR-HPV prevelansı ve sitolojik sonuçlar ile ilişkisi ve epidemiyolojik veriler SPSS programı ile değerlendirilmiştir. Bulgular: HR-HPV sıklığı%5.4 bulunmuştur (204 hastanın 13’ü). Anormal servikal sitolojili kadınlarda HR-HPV pozitifliğinin normal sitolojili kadınlara göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (%3.2 vs.%46.7) (p<0.01).
İlk cinsel ilişki yaşı ve abortusların sayısı ile HR-HPV pozitifliği korele iken
9
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
landı. Cerrahi inoperabilite, lenf nodu metastazı, parametriyal tutulum ve
rekürren hastalık varlığında kaba sağ kalım süresinin anlamlı düzeyde
kısaldığı görüldü (P< 0.05). Sonuç: Skuamöz hücreli serviks kanseri olgularında, cerrahi operabilite,
lenf nodu metastazı, parametriyal tutulum ve rekürren hastalık kaba sağ
kalım süresi üzerine etkili önemli prognostik faktörlerdir.
Anahtar Kelimeler: Serviks kanseri, sağ kalım, prognoz
lignite şüphesi ile opere edilen hastalar kanser kayıt sisteminden taranarak primer fallop tüpü kökenli kanser hastaları dosyalarından yaş, preoperatif tümör marker, semptom, sonografi, patoloji sonucu ve rekürrens
açısından araştırılmıştır.
Bulgular: Toplamda 25 hasta değerlendirilmiştir. Hastalar rekürrens
varlığına göre iki gruba ayrıldığında 12 (%48) hastada rekürrens gözlenirken 13 hastada rekürrens gözlenmemiştir. Rekürens izlenen ve izlenmeyen grupta sırasıyla median yaş 59, 63; kitle boyutu 6, 6cm; Ca
125 121, 81.2 IU/mL; Ca 19-9 6, 16.1 IU/mL; Ca 15-3 14.6, 17 IU/mL
olarak izlenmiş olup aralarında anlamlı fark saptanmamıştır. Her iki grupta da hastalar çoğunlukla postmenopozal olup en sık gözlenen semptom
kasık ağrısı olarak izlenmiştir. Preoperatif sonografide esasen kompleks
kistik lezyon görülmüştür; unilateralite veya bilateralite açısından anlamlı fark tespit edilmemiştir. Rekürrens görülen grupta seröz histopatoloji
%100 olarak gözlenmiş olup bu hastaların %10’u evre 1 olarak tespit
edilmiştir; bu hastaların %75’inde lenfovasküler alan tutulumu görülmüştür ve asit %43 hastada tespit edilmiştir. Bu parametreler rekürrens izlenmeyen grupta sırasıyla %63.6, %45.5, %23.1 ve %22.2 olarak tespit
edilmiştir. Değerlendirilen parametreler içinde rekürrens ile sadece lenfovasküler alan tutulumu anlamlı olarak ilişkili bulunmuştur (p=0.017).
Sonuç: Lenfovasküler alan tutulumu primer fallop tüpü kanserlerine rekürrensi öngörmede anlamlı bir parametre olarak kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Fallop tüpü, kanser, lenfovasküler alan, rekürrens
[Abstract:0183][PS-022]
Bir Serviko-İstmik Gebelik Öyküsü
Özge Erdoğan Kunt1, Özlem Ece Başaran1, Süleyman Bekirçavuşoğlu2,
Cavit Kart1, Emine Seda Güvendağ Güven1, Süleyman Güven1
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları Ve
Doğum A.B.D, Trabzon
2
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji A.B.D, Trabzon
Giriş: Servikal gebelik ektopik gebeliklerin nadir bir formudur.İnsidansı
9000 gebelikte 1’dir.Risk faktörleri arasında yardımcı üreme teknikleri,geçirilmiş servikal veya uterin cerrahi(c/s ve küretaj) gösterilebilir.In-vitrofertilizasyonla(IVF) elde edilen gebeliklerin % 0,1’i ve IVF sonrası gelişen
ektopik gebeliklerin %3,7’si servikal gebeliktir.
Olgu: 38 yaşında bir abortus sonrası küretaj öyküsü olan ve IVF yardımı
ile son adet tarihine göre 9 haftalık gebeliği varken yapılan ultrasonografisinde serviks süperior kesiminde yerleşimli gestasyon kesesi ve kese
içerisinde 8 hafta 6 gün ile uyumlu tek canlı embriyo izlendi. Kesenin
%40’ı servikal kanala yerleşip, inferiorundaki servikal kanal uzunluğu 22
mm olarak ölçüldü. Serviko-istmik gebelik tanısı alan olgu gebeliğin seyri
ve riskleri konusunda bilgilendirildi, gebeliğin devamını istemesi üzerine
rutin gebelik takibine alındı.Takipleri sorunsuz devam eden olgunun 19
haftalıkken yapılan ayrıntılı ultrasonografisinde plasenta servikal kanal
içerisine uzanım göstermekte, plasenta dışında kalan serviks vertikal
uzunluğu 16 mm idi.20 haftalıkken yapılan manyetik rezonans görüntülemede intrauterin korpus inferior-serviks superior kesimde yerleşimli
fetus izlendi.Plasenta serviks içerisine uzanım göstermekte ve kanalı tamamen kapatmaktaydı.İnferiorda yaklaşık 10 mm uzunluğunda normal
serviks dokusu izlenmekteydi. (Resim 1) Olgu 31 hafta 1 günlük gebeliği
varken kanama ve sancı şikayeti ile başvurdu,preterm eylem tanısı ile
betametazon uygulanması sonrasında sezeryan planlandı. Masif kanama, histerektomi ve maternal mortalite riski nedeniyle kanamanın kontrol
edilmesi amacıyla her iki internal iliak artere geçici balon okluzyonu yapılması planlandı.Her iki internal iliak artere 8x40 mm’lik balon anjioplasti
kateteri yerleştirilerek sezeryan ile 3/8 apgar,1800 gr,kız bebek doğurtuldu.Plasenta çıkartıldıktan sonra kanama kontrolu yapılıncaya kadar
balonlar internal iliak arterlerde tutuldu. Buna rağmen plasental yatakta
kanamanın devam etmesi üzerine kese ağzı dikişiyle (purse string) plasental yatak sütüre edildi. Operasyon bittikten sonra balonlar indirilerek
çıkartıldı.(Resim 2)Postoperatif dönemde komplikasyon gelişmemesi
üzerine üçüncü günde bebeğiyle şifa ile taburcu edildi.
Sonuç: Servikste plasentanın yerleşimi uterin arterlerde erozyona yol
açarak, plasenta çıkarılırken masif kanamaya yol açabilir ve sıklıkla
histerektomiyle sonuçlanabilir.Plasentanın çıkarılması esnasında masif
kanama riskini azaltmak için uygulanan internal iliak artere geçici balon
oklüzyonu yöntemi,maternal mortalite ve morbiditeyi azaltıp, fertiliteyi korumada yardımcıdır.
Anahtar Kelimeler: Balon oklüzyon, fertilite, plasenta previa, serviko-istmik gebelik
[Abstract:0226][PS-024]
Erken Postpartum Dönemde Annelerde Depresyon, Anksiyete ve
Yaşam Kalitesi
Gülseren Dağlar, Dilek Bilgiç
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Sivas
Amaç: Postpartum dönem, aile için olumlu, doyum sağlayan, aile bağlarının güçlendiği bir dönem olarak yaşanabileceği gibi kriz dönemi de
olabilmektedir. Bu dönemde yaşanan stres, anksiyete ve depresyon annenin fonksiyonel durumunu ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.
Çalışmada, annelerin postpartum dönemde anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesi düzeyleri ve arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Kesitsel olarak planlanan çalışma üç aylık sürede, postpartum
birinci haftada olan, Aile Sağlığı Merkezi’ne (ASM) gelen 162 anne ile
yapılmıştır. Çalışma Sivas Merkezde bulunan 24 ASM arasından sistematik örnekleme yöntemiyle seçilen 6 ASM’de yüzyüze görüşme yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılmayı kabul edenlere Bireysel
Tanıtım Formu, Epidemiyolojik Araştırmalar Merkezi Depresyon Skalası,
Beck Anksiyete Envanteri (BAE) ve Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOLBREF(TR)) doldurulmuştur. Verilerin değerlendirilmesinde Tanımlayıcı
İstatistik Ölçütleri, t testi, Mann-Whitney U Testi, Kruskal Wallis Varyans
Analizi ve Korelasyon Katsayısı kullanılmış, p<0.05 alınmıştır.
BulgularAnnelerin yaş ortalaması 27.24±5.49 yıldır. Annelerin
%46.3’ünün lise ve üzeri eğitimi olduğu, %37.7’sinin üçüncü ve üzeri
gebelik yaşadığı saptanmıştır. Postpartum depresyon riski %33.3, BAE
puan ortalaması 11,12±7.58 (0-39) olarak belirlenmiştir. Depresyon ve
anksiyete düzeyi ile yaşam kalitesi ölçeği alt boyutları puan ortalamaları
arasında anlamlı ve negatif (fiziksel alan r= -0.302, p=0.000/ r= -310,
p=0.000; ruhsal alan r= -0.606, p=0.000/ r= -0.426, p=0.000; sosyal alan
r= -0.209, p=0.008/ r= -0.227, p=0.004; ulusal çevresel alan r= -0.210,
p=0.007/ r= -0.170, p=0.031) ilişki belirlenmiştir.
Sonuç: Doğum sonrası annelerin depresyon ve anksiyete düzeyleri arttıkça yaşam kalitesi ölçeğinin fiziksel, ruhsal, sosyal ve ulusal çevresel
alan alt boyutları olumsuz etkilenmektedir. Sağlık çalışanının annenin
ruhsal sağlığını etkileyen faktörleri belirlemesi ve bu faktörlerin anneyi
etkilemesini önlenmesi postpartum dönemin anne ve aile için olumlu, doyum sağlayan, aile bağlarının güçlendiği bir dönem olarak yaşanabilmesine katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Anksiyete, depresyon, yaşam kalitesi, postpartum
dönem, ebelik
[Abstract:0199][PS-023]
Lenfovasküler Alan Tutulumu Tubal Kanserlerde Rekürrensi Gösterebilir Mi?
Zeliha Fırat Cüylan1, İlker Selçuk1, Mülkiye Kabakçı1, Buğra Coşkun1,
Tayfun Güngör2, Mehmet Mutlu Meydanlı1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Jinekolojik Onkoloji Ünitesi, Ankara
2
Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Çorum
Amaç: Primer fallop tüpü kaynaklı kanserlerde rekürrens ile ilişkili faktörleri saptamak.
Yöntem: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Jinekolojik Onkoloji Ünitesi’nde 2008 Ocak ve 2015 Ocak arasında ma-
[Abstract:0260][PS-025]
Doğum Salonunda Çalışan Ebelere Verilen Empati Eğitiminin; Annelerin Ebeden Memnuniyet İfadelerine Etkisi
Songül Aktaş1, Türkan Pasinlioğlu2, Kıymet Yeşilçiçek Çalık1
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Trabzon
2
Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Erzurum
10
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Amaç: Ebelere verilen empati eğitiminin; annelerin doğumuna yardım
eden ebeden memnuniyet ifadelerine etkisinin incelenmesidir. Yöntem: Deneysel olan çalışma, Şubat 2013- Ocak 2014 tarihlerinde
Trabzon KEA hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini vajinal doğum yapan anneler, örneklemini ise güç analizine göre belirlenen
74’şer anne (toplam 222) oluşturmaktadır. Çalışmada; etik kurul izni ve
yazılı onam alınmıştır. Doğum salonunda çalışan 15 ebenin vajinal doğumuna yardım ettiği (doğumun 1.,2.,3. ve doğumdan sonraki ilk 2 saat) anneler, çalışma kapsamındadır. Ebelere empati eğitimi; didaktik anlatım,
yaratıcı drama, psikodrama, video gösterimi vb teknikleriyle 32 saatte verilmiştir. Veriler ebelerin empati eğitim öncesi (EEEÖDA), eğitimden hemen (EEESDA) ve 8 hafta sonrası doğuran anneler (EEE8HSDA) olmak
üzere; üç aşamada toplanmıştır. Anneler; sosyo- demografik, obstetrik,
tıbbi müdahaleler gibi özellikleriyle gruplararası homojendir. Veriler anne
soru formuyla toplanmış; yüzdelik oranlarıyla değerlendirilmiştir. Bulgular: Doğumuna yardım eden ebeleri EEEÖDA’in %27.6’sı, EEESDA’in %39.6’sı, EEE8HSDA’in %33.7’si “güleryüzlü, sevecen”; EEEÖDA’in %31’i, EEESDA’in %38.2’si, EEE8HSDA’in %33.7’si “anlayışlı”; EEEÖDA’in %15.7’si, EEESDA’in %44.9’u, EEE8HSDA’in %39.3’ü
“güven verici”; EEEÖDA’in %19.5’si, EEESDA’in %39.8’i, EEE8HSDA’in
%40.6’sı “cesaretlendirici, motive edici”; EEEÖDA’in %22.1’i, EEESDA’in
%37.5’i, EEE8HSDA’in %40.4’ü “mahcup etmeyen (yargılamayan)”; EEEÖDA’in %5.3’ü, EEESDA ve EEE8HSDA’in %47.4’ü “yaptığı muayenede izin alan”, EEEÖDA’in %19.8’i, EEESDA’in %45.6’sı, EEE8HSDA’in
%35.1’i “sorduğumda istediğim bilgiyi verici, sorularıma yanıt vermesi”,
EEEÖDA’in %22.5’i, EEESDA’in %33.8’i, EEE8HSDA’in %43.8’i “doğum
eyleminde fundal bası uygulamayışları” gibi ifadelerle memnuniyet verici
bulmuşlardır. Ebelerden “memnun kalmadıklarını” belirten annelerinse
başlıca ifadeleri şöyledir: EEEÖDA’in %55.3’ü, EEESDA’in %17’si, EEE8HSDA’in %27.7’si “yeterince ilgili olmayışı”; EEEÖDA’in %56.9’u, EEESDA’in %17.6’sı, EEE8HSDA’in %25.5’i “etkili dinlemeyişi”; EEEÖDA’in
%53.2’si, EEESDA’in %17’si, EEE8HSDA’in %29.8’i “yargılayıcı, mahcup
edici”; EEEÖDA’in %56.2’si, EEESDA’in %15.6’sı, EEE8HSDA’in %28.1’i
“yüz ifadelerinin sert oluşu”; EEEÖDA’in %52.5’i, EEESDA’in %21.3’ü,
EEE8HSDA’in %26.2’si “yaptığı uygulamalarda yeterince özenli olmayışı” EEEÖDA’in %81’i, EEESDA’ın %7.4’ü ve EEE8HSDA’in %11.6’sı “uygulamalarda yeterince açıklayıcı, bilgi verici olmayışı” şeklindedir. Sonuç: Ebelere verilen empati eğitimi, annelerin ebeden memnuniyet
ifadelerini olumlu etkilemektedir. Bu çalışma, 113S672 nolu TÜBİTAK projesi kapsamında desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Doğum salonu, ebe, ebeden memnuniyet, empati
eğitimi, annelerin ifadeleri
vam eden hastaya histerektomi ve bilateral hipogastrik arter ligasyonu
yapılmıştır. Post-operatif dönemde hastaya kan, TDP ve faktör 8 takviyesi yapılmıştır. Hastanın hematolojik tetkikler sonunda hastada faktör 8
inhibitörü saptanması üzerine hasta edinsel hemofili A tanısı ile rekombinan faktör 7a tedavisine başlanılmıştır. Kanama kontrolü sağlanan hasta
post-operatif 7. günde hematoloji takibine alınarak taburcu edilmiştir. Sonuç: Edinsel hemofili nadir görülen ancak morbidite ve mortalitesi
yüksek bir tablodur ve en sık gözlendiği hasta gruplarından birisi obstetrik hastalardır. Tedavide amaç akut dönemde kanama kontrolünün sağlanması olmakla birlikte izleyen sürede oluşan inhibitör aktivitesini yok
etmek mutlak gereklidir.Edinsel hemofili A hastalığı tedavisinde kadın
hastalıkları ve doğum ve Hematoloji hekimlerinin multidisipliner bir yaklaşımı hayati tehdit eden bu akut obstetrik acil durumlarda çok önemlidir. Anahtar Kelimeler: Geç post partum kanama, edinsel hemofili a
[Abstract:0111][PS-027]
Gebelikte Hospitalizasyon Gerektiren Influenza Enfeksiyonunun
Gebelik Üzerine Etkileri
Ali Ozgur Ersoy1, Serpil Unlu2, Sibel Ozler1, Dilek Uygur1, Aykan Yucel1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara
2
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Enfeksiyon Hastalıkları, Ankara
Amaç: Gebelikte Influenza enfeksiyonu, yüksek ateş, öksürük, boğaz
ağrısı, myalji belirtileri gösterebilen, ciddiyeti artınca arteryel oksijen satürasyonu düşmelerine ve mekanik ventilasyona kadar gidebilen yoğun
bakım endikasyonu doğurabilen bir klinik durumdur. Çalışmamızın amacı, hastanemize Influenza klinik bulguları ile gelen hastalarda Influenza
tiplendirmesi sonuçlarını ve gebelik sonuçlarını irdelemektir.
Yöntem: Hastanemize Eylül 2014- Mayıs 2015 arasında üst solunum
yolu enfeksiyonu tanısı ile yatıp Influenza virüs enfeksiyonu bulguları
gösteren gebe kadınların Influenza real-time reverse-transkriptaz yöntemiyle Influenza tiplendirmesi, gebelik sonuçları ve maternal ek morbiditeleri araştırıldı.
Bulgular: Influenza enfeksiyonu kliniği olan 47 gebenin hepsine Nöraminidaz inhibitörü Oseltamivir 75 mg. (12 saatte bir) tedavisi başlandı. Bu
gebelerin 12’sine tiplendirme yapılamadı. Tiplendirme yapılan 35 gebeden 12’sinde H1N1 enfeksiyonu, 10’unda Influenza B enfeksiyonu, geriye
kalan 25 gebede de negatif Influenza tiplendirmesi saptandı. Hastaların
yaşları 30,06±5,85 şeklinde dağılmaktaydı. Bir hasta 5 haftalık iken tanı
alıp, 7 haftalık iken düşük yaptı. 7 hasta preterm doğum yaptı (%14,8).
Sonuç: Erken tanı, tedavi ve temas izolasyonu, enfeksiyondan en az
zarar görme noktasında oldukça önemlidir. Influenza enfeksiyonu gebelikte daha ağır seyretmekte olup, Amerikan Kadın Hastalıkları Ve Doğum
Uzmanları Birliği (ACOG), Hastalık Kontrol Ve Önleme Merkezi (CDC),
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tüm gebelere Influenza aşısı önermektedir.
Influenza pnömonisi düşünülen gebelere infiltrasyonun yaygınlığını görmek için akciğer grafisi çekilmelidir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, gebelik sonuçları, Influenza, neonatal sonuçlar
1
[Abstract:0112][PS-026]
Nadir Bir Geç Post-Partum Kanama Sebebi: Edinsel Hemofili A
Fatoş Dilan Köseoğlu1, Deniz Şimşek2, Çağdaş Şahin2, Ali Akdemir2,
Çağrı Güven2, Fahri Şahin1, Güray Saydam1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji A.B.D, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum
A.B.D, İzmir
Giriş: Post partum kanama, obstetrik gelişmelere rağmen halen gelişmekte olan ülkelerde en sık gebe ölümü nedenidir. Edinsel Hemofili, milyonda 0.2-1 sıklıkla görülen ve nedeni en sık Faktör VIII’e karşı inhibitör
gelişimiyle seyreden, geç post-partum kanamaya neden olabilen kanama
hastalığıdır. Edinsel hemofili hastaları sıklıkla hayati tehlike taşıyan olgular şeklinde karşımıza çıkar ve en sık doğum sonrası uzamış kanama
nedeni ile yapılan tetkiklerle tanı alır. Daha önceden hemostaz sistemi
normal bir bireyde ani ortaya çıkan kanama varlığında veya kanama olmaksızın PZ normal ve aPTZ’si uzamış bulunan olgularda edinsel hemofilinin laboratuar araştırması yapılmalıdır.
Olgu: 24 yaşında G2P1, eski sezaryenli 37-38 haftalık gebe 10cm servikal açıklık nedeni ile dış merkeze başvurmuş acil sezaryen ile doğumu gerçekleştirilmiştir. Post-partum 1. günde yoğun vajinal kanama, kan
transfüzyonuna rağmen hemogram değerlerinde düşme olması üzerine
hasta yeniden operasyona alınmış, sağ parametrial alanda 1000cc’lik
hematom alanı izlenmiş ve drene edilmiştir. Hasta 7. günde taburcu edilmiş ancak vajinal kanaması devam etmesi üzerine yeniden hospitalize
edilmiştir. Bakri-Balon uygulanmış ancak devam eden kanama nedeniyle
hasta kliniğimize sevk edilmiştir. Hasta kliniğimizce kabul edildiğinde aktif vajinal kanaması ve uzamış aPTZ değeri olması üzerine hematoloji
hekimlerinin önerileri ile kan ve TDP replasmanı yapıldı. Kanaması de-
[Abstract:0185][PS-028]
Azalmış Oksidatif Stresin Plasenta Akreata Sürecindeki Rolü
Sibel Özler1, Efser Öztaş1, Merve Ergin2, Özcan Erel2, Ali Turhan Çağlar1, Aykan Yücel1, Dilek Uygur1, Nuri Danışman1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Perinatoloji Kliniği Ankara
2
Yıldırım Beyazit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.B.D, Ankara
Amaç: Bu çalışmada, plasenta akreata olan gebeler ile plasental invazyon anomalisi olmayan sağlıklı gebelerin serum total oksidan düzeyi
(TOS), oksidatif stres indeksini (OSI) ve aril esteraz (ARES) düzeyini belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Çalışmaya yaş, body mass indexi (BMI) ve doğum haftası homojenize edilen toplam 57 gebe dahil edilmiştir, bunlardan 27’si klinik ve
patolojik olarak plasenta akreata, 30’u ise plasental invazyon anomalisi
olmayan sağlıklı gebelerdi. Maternal serum TAS, TOS, OSI ve ARES düzeyleri yeni otomatize kalorimetrik yöntem ile belirlendi. Bulgular: Plasenta akreata ve kontrol grubu arasında klinik, antropometik ve laboratuvar verilerinin karşılaştırılması tablo1 de gö-
11
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
rülmektedir. Plasenta akreata grubunda OSI düzeyinin anlamlı olarak azaldığı (OR=0.999, 95%CI: 0.998-1.000, P=0.035) ve ARES
düzeyinin anlamlı olarak arttığı (OR=0.981, 95%CI: 0.970-0.993,
P=0.001) belirlendi. Maternal serum TOS, TAS, OSI ve ARES düzeylerinin olumsuz perinatal sonuçlar ile ilişkisi saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Plasenta akreata hastalarının serum OSI düzeyindeki azalma
ve ARES düzeyindeki artış anormal plasental invazyon sürecine katkıda
bulunabilir.
Anahtar Kelimeler: Aril esteraz, oksidatif stres indeksi, total antioksidan
status, total oksidatif status
[Abstract:0255][PS-029]
Benign Vajinal Kistlerin Retrospektif Analizi
Burcu Kisa Karakaya, Hatice Kansu Çelik, Mehmet Keçecioğlu, Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Salim Erkaya
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi,Ankara
Amaç: Vajinal kistler genellikle jinekolojik muayene esnasında insidental
olarak saptanan, konjenital kökenli ve asemptomatik oluşumlardır. Biz bu
çalışmamızda vajinal kistlerin demografik, klinik ve patolojik özelliklerini
ortaya koymayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya Kasım 2010-Haziran 2015 tarihleri arasında Zekai
Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi jinekoloji polikliniğine başvuran ve vajinal kist tanısı ile opere olan hastalar dâhil edildi.
Bartolin bezi kistleri ve subüretral kistler çalışma dışı bırakıldı. Hastaların
yaş, semptomları, kistlerin boyutu, lokalizasyonu ve nihayi patoloji sonuçları retrospektif olarak yatış dosyalarından incelendi. Bulgular: Otuz beş hastada benign vajinal kist saptandı. Hastaların ortalama yaşı 45,74±9,04’dü. Hastaların % 65’i (n=23) asemptomikti. Kistlerin ortalama çapı 3,88±1,71 cm idi. Lezyonların %62,85’i (n=22) lateral ve
%28’i (n=10) anterior duvarda lokalize idi. En sık karşılaşılan tipler Müllerian kistler (%40, n=14) ve skuamoz inklüzyon kistleri (%31,42, n=11)
idi. Patoloji sonucu kist hidatik saptanan bir olguda operasyon esnasında üretrada laserasyon oluşup takibinde laparatomiye geçilerek uç uca
anastomoz yapıldı ve antihelmintik tedavi başlandı. Sonuç: Asemptomatik ve çoğunlukla insidental olarak karşımıza çıkan vajinal kistler sıklıkla vajenin lateral ve anterior duvarından kaynaklanmaktadır. En sık histopatolojik tanıyı müllerian kistler ve inklüzyon kistleri oluşturur. Kistlerin total eksizyonu küratif tedavidir.
Vajinal kistlerin çok nadir bir nedeni olan kist hidatik Echinococcus granulosus’un neden olduğu paraziter bir enfeksiyondur. Vakalardan biri
önceden olgu sunumu olarak yayınlanan kist hidatik literatürde toplam
5 vaka olarak bildirilmiştir. Cerrahi morbiditesi yüksek olan bu olguların
preoperatif tanısı zor olmakla birlikte ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Anterior yerleşimli vajinal kistlerin yaklaşımında müllerian kaynaklı olması ve muhtemel üriner trakt ile bağlantısı göz önünde bulundurulmalıdır.
Pre-post operatif süreçte sistoskopik değerlendirme gerekebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Vajinal kist, müllerian kist, inklüzyon kisti, kist hidatik
[Abstract:0234][PS-030]
İnfertil Olguların Değerlendirmesinde Histerosalpingografi Sonuçlarının Karşılaştırılması
Özge Erdoğan Kunt, Tuba Bıyık, Cavit Kart, Emine Seda Güvendağ
Güven, Süleyman Güven
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve
Doğum A.B.D, Trabzon
Bulgular: Hiç gebe kalmamış olgularda HSG’de patoloji saptanma oranı
%37.5 iken, abortusu olan olgularda abortus sayısı arttıkça HSG’de patoloji saptanma oranları arasında korelasyon bulunmadı.Olgularda en sık
saptanan patoloji tubal obstrüksiyon iken,en sık saptanan uterin patoloji
ise arkuat uterustu.
Sonuç: İnfertilite nedeniyle değerlendirilen tüm olgularda %60.9 oranında HSG normal olarak değerlendirilirken,geriye kalan HSG’de en az bir
patoloji saptanan %39.1 olguda en sık tubal obstrüksiyon saptandı.Bu
bağlamda her grupta en sık saptanan patoloji tubal faktörler olduğu için
tüm infertil olgularda değerlendirmede,tanı ve tedaviye katkı sağlaması
nedeniyle HSG ile değerlendirme gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Abortus, histerosalpingografi, infertilite
[Abstract:0175][PS-031]
Gebelik Öncesi Serolojik Durumu Bilinmeyen Gebelerde Sitomegalovirus Enfeksiyonu Taraması
Akın Usta1, Mine İslimye Taskin1, Ceyda Sancaklı Usta2, Eylem Şen Dalkıran3, Osman Kılınç4, Elif Duş2
1
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Balıkesir
2
Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum,
Balıkesir
3
Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları,
Balıkesir
4
Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi, Mikrobiyoloji, Balıkesir
Amaç: Sitomegalovirus (CMV) konjenital enfeksiyona en sık neden olan
patojenlerden biri olarak bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı gebelik öncesi serolojik durumu bilinmeyen gebelerde CMV seroprevalansını değerlendirmektir.
Yöntem: Bu çalışma Ocak 2014-Ocak 2015 tarihleri arasında ilk gebelik muayenelerinde (6-12 hafta) CMV IgG ve IgM CMV taraması yapılan
gebelerde dizayn edildi. Tüm kadınlar CMV IgG ve IgM sonuçlarına göre
seropozitif, seronegatif ve CMV enfeksiyonu olarak sınıflandırıldı. CMV
enfeksiyonu tespit edilen gebelerde primer enfeksiyonu ve rekurrensi
(latent enfeksiyonun reaktive olması veya daha önce CMV enfeksiyonu
geçirmiş olan hastanın yeni bir CMV subgrubu ile tekrar enfekte olması) ayırt edebilmek için anti-CMV IgG avidite testi yapıldı. Test sonucuna
göre primer CMV enfeksiyonu tespit edilen hastalar perinatal bakım ünitesine refere edildi. Rekurrens tespit edilen hastalar konjenital enfeksiyon
açısından ultrasonografi yardımıyla doğuma kadar takip edildi. Doğum
sonrası tüm yenidoğanlar uzman çocuk doktoru tarafından muayene
edildi.
Bulgular: Bu çalışma süresince toplam 3212 gebe tarandı. Taranan
gebelerdeki CMV seropozitifitesi ve seronegativitesi sırasıyla %97.9 ve
%1.3 olarak bulundu. Gebelerdeki CMV enfeksiyon oranı %1.1 (34 hasta) olarak bulundu. Bu hastalar içinde primer enfeksiyon ve rekürrens
oranı sırayla %0.3 ve %0.8 olarak bulundu. Doğuma kadar takip edilen
hastaların doğum sonu yapılan yenidoğan muayenelerinde primer CMV
enfeksiyonunu gösterir majör bir bulguya rastlanmadı.
Sonuç: Gebelerde CMV IgM pozitifliğinin ardından yapılan IgG avidite değerlendirmesi rekürrens CMV infeksiyonunu ayırd etmek için kabul
edilebilir bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: CMV, Ig G avidite, konjenital enfeksiyon
[Abstract:0189][PS-032]
Gestasyonel Diabetes Mellitus Tedavisindeki Prediktif Risk Faktörleri
Amaç: En az 1 yıl herhangi bir korunma yöntemi uygulanmaksızın, haftada 2-3 kere girilen cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edilmemesi infertilite olarak adlandırılır.Tek bir aydaki %25 olan gebelik elde etme şansı(fertilite) bir yılın sonunda %85’e çıkar.Yani bir yıl sonunda her 100 çiftten
85’inde gebelik elde edilecektir.Geri kalan 15 çift ise infertilite ile karşı
karşıya demektir.İnfertilite araştırılırken kullanılan tanısal yöntemlerden
biri histerosalpingografi(HSG)dir.
Yöntem: Çalışmamızda hastanemizde 08.07.2014-08.07.2015 tarihleri
arasında infertilite nedeniyle başvuran ve HSG çekilen 284 olgu retrospektif olarak incelendik.HSG çekilen olguları hiç gebe kalmamış,1,2,3 ve
daha fazla abort yapan olgular olarak sınıflandırdık ve HSG’lerini karşılaştırdık.Patolojik olarak değerlendirdiğimiz HSG’lerde bulgular tubal
obstrüksiyon,bikornu uterus,unikornu uterus,arkuat uterus,servikal stenoz ve uterin sineşiydi.
Lebriz Hale Aktun1, Betül Yorgunlar1, Nilay Karaca2, Yaşam Kemal Akpak3
1
Medipol Üniversitesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Istanbul
2
Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Istanbul
3
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
Amaç: Bu çalışmanın amacı gestasyonel diabetes mellitus (GDM) tedavisinde prediktif risk faktörlerini incelemektir. Yöntem: Gebeliğin 24-28 haftalarında 75 g oral glukoz tolerans testi
(OGTT) uygulanan toplam 256 gebe kadın Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre çalışmaya alındı. Hastaların yaşı, paritesi, ailesel diyabet öy-
12
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Amaç: Literatürde gebeliğin birinci ve ikinci trimesterindeki serum analit
düzeylerinin plasentasyon bozuklukları ile ilişkili olduğunu ortaya koyan
çok sayıda çalışma olmasına karşılık bu belirteçlerin plasental dekolman
olgularını ön görmedeki rolü tartışmalıdır. Özellikle plasenta dekolmanı
için tanımlanan risk faktörleri olan, grand multiparite,hipertansiyon, preterm doğum ve/veya dekolman plasenta öyküsü gibi risk faktörleri olmadan plasenta dekolmanı gelişen gebelerde 1. ve 2. trimester serum
belirteçlerinin dekolmanı ön görmedeki rolü ile ilgili yapılmış bir çalışma
bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı plasenta dekolmanı termde gebelikle ilişkili hipertansiyon, erken membran ruptürü, ya da plasenta previa gibi peripartum risk faktörleri olmaksızın gelişen bir obstetrik popülasyonda ilk ve ikinci trimester anöplodi taramasında kullanılan belirteçlerin
dekolmanı ön görmedeki rolünü araştırmaktır
Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya sezaryanla doğum yapmış 120 term
gebe kadın dahil edilmiştir. Prekonsepsiyonel ya da konsepsiyonel herhangi bir risk faktörü olmadan plasenta dekolmanı nedeniyle sezeryan
olan 40 gebeye ait 1. Ve 2. Trimester serum belirteç düzeyleri (PAPP-A,
free β-HCG, uE3 ve AFP) olgu/kontrol oranı 1’e 2 olacak şekilde ve prezentasyon bozukluğu ve önceki sezaryan operasyonu nedeniyle sezaryan uygulanan 80 gebeden oluşan kontrol grubuna ait değerler ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışma ve kontrol grubundaki olgular yaş, gravida, parite,yaşayan, abortus ve gebelik haftası bakımından benzerdi. Gruplar arasında
yenidoğanın doğum ağırlığı, PAPP-A, free β-HCG, uE3 ve AFP değerleri
benzer olarak saptandı. Fetal ense saydamlığı (NT) ölçüm değerleri dekolman grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı yüksek değerlerde izlendi (p<0,001). Plasenta dekolmanının ön görmede NT için cut
off değer %70 sensitivite ve %66 spesifite ile 0,84 mm olarak hesaplandı.
Sonuç: Ablasyo plasenta günümüzde halen maternal ve fetal morbidite ve mortalitenin sık nedenlerinden birisidir. Gebeliğin birinci ve ikinci
trimesterlarında plasenta dekolmanının ön görülebilmesi olası maternal
ve fetal komplikasyonların önüne geçilmesini sağlayabilir. Bu çalışmada
bilinen risk faktörleri olmadan termde plasenta dekolmanı gelişen olguları
ön görmede birinci ve ikinci trimesterda bakılan biyomarkerlardan ziyade
fetal ense saydamlığında artışın önemli olabileceği vurgulanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Antenatal tarama testleri, fetal ense kalınlığı, plasenta dekolmanı
küsü, GDM tanısı sırasında ve gebelik öncesindeki kilosu dahil demografik özellikleri kaydedildi. Tanı anındaki açlık insülin ve hemoglobin A1c
(HbA1c) değerleri değerlendirildi. Amerikan Diyabet Derneği önerilerine
göre hastalar iki gruba ayrıldı: Gebelik sırasında insülin tedavisi gerektiren grup (insülin grubu, n=89) ve diyet tedavisi gören grup (diyet grubu,
n=167).
Bulgular: GDM’li gebelerin %34,76’sı insülin tedavisine alındı. Bu hastaların yaş ortalaması, gebelik öncesi vücut kitle indeksi ortalamaları ve
OGTT sırasındaki açlık kan glikozu değerleri diyet grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksekti [sırasıyla, 34.9±0.6
yıl/31.9±0.6 yıl (P= 0.004); 32±0.9 kg/m2/29±0.7 kg/m2 (P= 0.004);
105,6±2,1 mg/dL ve 96.7±1.1 mg/dL (P< 0.001)]. Her iki grup arasında açlık plazma glikozu açısından anlamlı farklılık yok iken (P= 0.069),
ikinci saat plazma glikozu değerleri insülin grubunda 161.1±6.8 mg/dL
iken diyet grubunda 145.1±3.7 mg/dL olarak saptandı (P= 0.027). Diyet
grubuyla karşılaştırıldığında, insülin grubundaki GDM tanısı anında bakılan HbA1c değerleri anlamlı derecede yüksek bulundu (5.3± 0.1/4.9±0.1;
P= 0.001). Gruplar arasında açlık kan glikozu ve homeostasis model assessment-insülin direnci (HOMA-IR) açısından anlamlı farklılı saptanmadı (P= 0.908, P= 0.073).
Sonuç: Çalışmamız sonuçlarına göre yaş, ailede diyabet öyküsü, gebelik öncesi hastanın kilosu, açlık kan glikozu ve HbA1c değerleri insülin
tedavisinin gerekliliğinin belirleyicisidir.
Anahtar Kelimeler: Açlık kan şekeri, gebelik, antenatal takip, oral glikoz
tolerans testi, hemoglobin A1c
[Abstract:0167][PS-033]
Gebelikte Bilateral Femur Başı Aseptik Nekrozu (FBAN): Oldukça
Nadir Görülen Bir Olgu
Nadi Keskin, Suna Kabil Kucur, Kadriye Beril Yüksel, Ali Seven, Nuh Mehmet Erbakırcı
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kütahya
Giriş: Femur başı aseptik nekrozu, femur başında kanlanmanın bozulması nedeniyle oluştuğu düşünülen bir patolojidir. Genellikle alkolizm,
travma veya steroid kullanımı öyküsü mevcuttur. Gebelikte oldukça nadir
görülen bilateral femurbaşı aseptik nekrozu olan hastayı literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.
Olgu: Otuziki yaşında olan hasta gittikçe artan kalça ağrısı ve eklem hareket kısıtlığı ile 33. gebelik haftasında polikliniğimize başvurdu. Ortopedi
bölümünce konsültasyonu yapılan hastanın yapılan muayenesinde kalça ekleminde hareket kısıtlılığı olduğu izlenmesi üzerine çekilen MRI’da
sağda daha belirgin olmak üzere bilateral femur başı nekrozu izlendi.
Hikâyesinde bir nedene bağlanmamış tekrarlayan gebelik kayıpları ve
sekonder infertilitesi mevcuttu. Hastanın öyküsünde ovulasyon indüksiyonu ile oluşan gebeliğinde DMAH ve 100 mg Aspirin kullanımı vardı.
Hastanın takibinde miyadında doğumu gerçekleştirilmiş olup postpartum
takiplerinde FBAN’ nun gerilediği izlenmiştir.
Sonuç: Gebelikle ilişkili FBAN çok nadir bir durumdur. Etyopatogenezi
net açıklanamamış olup multifaktöryel olduğu düşünülür. Gebelikte artmış koagulabilite, hormonal etkenler, venöz staz ve mekanik stresin etkili
olabileceği öne sürülmüştür. Ayrıca, gebelikte kortizol yapımı artmasa da
serbest kortizol miktarı da artmaktadır. Progesteronun da kortizol benzeri etkileri olduğu bildirilmiştir. Ayrıca olgumuzda olduğu gibi ovulasyon
indüksiyonu da koagulasyon ve fibrinolitik sistemi aktive ederek katkıda
bulunabilir. Gebelikte kalça ağrısı sıklıkla izlenebilen bir durum olduğundan dolayı tanıda gecikmeler olabilir. Bu nedenle postpartum dönemde
tanı almış olgular bildirilmiştir. Anamnez, klinik muayene ve MRI tanıya
yardımcıdır. Sonuç olarak, gebelikle ilişkili FBAN nadir görülüp nedeni ve
optimal tedavisi net aydınlatılmamış bir durumdur.
Anahtar Kelimeler: Gebelik, femur başı aseptik nekrozu, osteonekroz
[Abstract:0244][PS-035]
Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus Pelvik Organ Prolapsusu İçin
Birer Risk Faktörü Müdür?
Hatice Işık1, Öner Aynıoğlu1, Ahmet Şahbaz1, Refika Selimoğlu2, Hakan Timur3
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları
ve Doğum A.B.D, Zonguldak
2
Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum A.B.D, Konya
3
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum, Perinatoloji Kliniği, Ankara
Amaç:Pelvik organ prolapsusu (POP) birçok etyolojik faktörü olan önemli
bir jinekolojik patolojidir. Bu çalışmanın amacı hipertansiyon (HT) ve diabetes mellitus (DM)un POP daki rolünü araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya Eylül 2013-Nisan 2015 tarihleri arasında Bülent
Ecevit Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği'ne histerektomi
için yatırılan 586 hasta alındı. Hastaların 186 'sında POP vardı, 400'ünde
ise POP yoktu. Hastaların demografik özellikleri, yaşı, vücut kitle indeksi(VKİ), obstetrik öyküsü, doğum şekli, eşlik eden hastalıklar ve benign
jinekolojik patolojileri kaydedildi. HT, DM veya HT+DM birlikteliği eşlik
eden hastalıklar olarak değerlendirildi. Bulgular: POP lu hastaların medyan gravida, parite, ve canlı doğum sayıları POP olmayan hastalara göre belirgin yüksekti (p<0.001). POPlu
hastalar POP lu olmayan hastalara göre daha obezdi (p<0.001). Vajinal
doğum beraberinde sezeryan öyküsü olsun veya olmasın POP frekansını %25.8 arttırmıştı.(p<0.001). İki grup arasında endometrit, endometrial
polipler, endometrial hiperplazi açısından fark yoktu(p>0.05). Eşlik eden
hastalıklar açısından anlamlı farklılık vardı (p<0.001). Logistik regresyon
analizinde yaş, vaginal doğum, VKİ ve HT+DM birlikteliği POP riskini belirgin artırmıştı (p<0.05, OR:1.9, %95 CI:1.1-3.16). Sonuç: HT+DM birlikteliği POP riskini arttıran bir faktör olarak değerlendirilebilir. HT+DM olan hastalarda POP gelişimini önlemek için bu hastalar yaşam sitillerini değiştirmeye özendirilmelidir.
[Abstract:0160][PS-034]
Risk Faktörü Olmadan Meydana Gelen Plasenta Dekolmanları Önceden Öngörülebilir Mi?
Mehmet Keçecioğlu1, Sezen Bozkurt Köseoğlu2, Aytekin Tokmak1,
Tuğban Seçkin Keçecioğlu1, Burcu Kısa Karakaya1, Ebru Ersoy1,
Yasemin Taşçı1
1
Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara
2
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Muğla
13
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Anahtar Kelimeler: Pelvik organ prolapsus, risk faktör, hipertansiyon,
diabetes mellitus
Yaş, diabetes mellitus, hipertansiyon ve hepatosteatoz varlığı için lojistik
regresyon analizi yapıldığında, yaş ve hepatosteatoz varlığının endometrium kanseri için bağımsız risk faktörleri olduğu belirlendi.
Tüm çalışma grubu içinde hepatosteatozu olan grupta endometrium kanseri olma oranı daha yüksek bulundu.
Sonuç: Metabolik sendrom ve obezitenin endometrium kanseri için risk
faktörü olduğu bilinmektedir. Bununla ilişkili olarak hepatosteatoz endometrium kanseri için risk faktörü olabilir.
Anahtar Kelimeler: Endometrium kanseri, hepatosteatoz, non-alkolik
yağli karaciğer hastaliği
[Abstract:0173][PS-036]
Miadında Gebenin Posterior Maksillasında Solid Bir Kitle
Can Engin Durmaz1, Aydın Gülses1, Yaşam Kemal Akpak2, Nilay Karaca3
1
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Diş Hastalıkları Kliniği, Ankara
2
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
3
Bezmialem Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Istanbul
Giriş: Oral lezyonlar, gebelik esnasında, alışılmışın dışında klinik bulgularla seyredebilirler. Bunun yanında, söz konusu lezyonlara diş hekimleri
ve jinekologlar uzmanlarınca tanı konulması, zaman zaman güç olabilmektedir. Biz bu olgu sunumunda gebe bir hastada tanı konan maksiller
bir solid kitlenin yönetimini değerlendirmeyi amaçladık.
Olgu: Gebeliğinin üçüncü trimesterinde bulunan 22 yaşındaki bayan
hasta sağ maksiller bölgede ağrı ve akıntı şikâyetiyle başvurdu. Hastanın
dental muayenesinde sürmüş odontoma ve ekspoze nekrotik kemik ayırıcı tanısı ile maksiller lezyonu değerlendirildi. Hastanın yapılan konsültasyonlar sonrası panaromik film çekimi ile cerrahi işlemi doğum sonrasına
ertelendi. Postpartum sürecinin 4. haftasında hastaya panoramik film
çekildi. Radyoopak kitle ve iyi tanımlanamayan gömülü büyük azı dişleri
tespit edildi Genel anestezi altında yapılan cerrahi girişim sonrasında patolojik değerlendirmede, ossifiye fibroma tanısına karar verildi.
Sonuç: Ossifiye fibromalar, genellikle fibro-osseöz lezyonlar grubundan
olduğu kabul edilen, iyi huylu kemik neoplasmlardır. Bu lezyonlar hem
maksillada, hem de mandibulada gözlenirler. Alışılmışın dışında klinik ve
radyolojik bulgulara sahip fibro-osseöz lezyonlar, diş hekimini ve hastayı
tedirgin edebilirler. Diş hekimi ve jinekoloji uzmanının koopere çalışması,
gebelik döneminde ortaya çıkan oral lezyonların tanı ve tedavisinde oldukça yararlı olabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Diş cerrahisi, dişeti büyümesi, fibro-osseöz lezyonlar, postpartum, gebelik
[Abstract:0190][PS-038]
Ankara İlinin 2009-2014 Yılları Arasındaki Anne Ölümlerinin Analizi
Rukiye Gül, Yıldız Aras, Ayten Türkay, Şazimet Arıcan, Nazan Çetin, Elif Birsen, Asiye Çiğdem Şimşek, Süleyman Rahmi Acar
Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü
Amaç: 2007 yılından itibaren Bakanlığımız tarafından “Anne Ölümleri
İzleme Değerlendirme Programı” yürütülmektedir. Ülkemizde meydana
gelen tüm anne ölümleri ICD-10 koduna, gecikme modeline ve önlenebilirlik durumuna göre incelenip değerlendirilmektedir. Bu çalışmada;
Ankara ilinde, 2009-2014 yılları arasında meydana gelen anne ölümleri
nedenlerine, gecikme modellerine ve önlenebilirlik durumuna göre incelenip değerlendirilmiştir. Yöntem:Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü Anne Ölümleri İl Bildirim Formu,
Ölüm Bilgi Sistemi, birinci, ikinci ve 3. Basamak sağlık kuruluşu, üniversite ve özel hastane kayıtları, Anne Ölümleri İl İnceleme Komisyonu, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Anne Ölümü Ön inceleme ve Merkez Komisyon
raporları incelenmiş ve Excel tabloda analizleri yapılmıştır.
Bulgular: İlimizin son beş yılın anne ölüm oranı yüzbinde 9,6,
ölümlerin
%54,8’i
doğrudan,
%35,7’si
dolaylı
nedenlerdendir. %4,8’ine tanı konamamıştır. Doğrudan nedenler; kanama
11,9, preeklampsi – eklampsi 23,8, emboli14,3, enfeksiyon 4,8. Dolaylı nedenler; kardiyovasküler sistem hastalıkları %16,7, serebrovasküler sistem hastalıkları %11,9, enfeksiyonlar %2,4, diğer dolaylı
nedenler %4,8. Gecikme modelleri; ölümlerin %59,5’inde gecikme yaşanmamıştır. 1. Gecikme %14,3, 3. Gecikme %19 olarak gerçekleşmiştir.
Önlenebilirlik; önlenebilir anne ölümü %31 olup, %59,5 önlenemez anne
ölümüdür. %4,8’ine karar verilememiştir. Anne ölümlerinin %71,4’ü postpartum dönemde meydana gelmiş olup, ölümlerin %30’u preeklampsi –
eklampsi, %16,6’sı kanama, %10’u emboli nedeni iledir.
Sonuç: İlimizdeki anne ölüm oranı Türkiye ortalamasının altında gerçekleşmiştir. Nedensel dağılımda; doğrudan nedenlerle meydana gelen
ölümlerin daha yüksek olduğu, preeklampsi-eklampsi gibi hipertansif
hastalıklardan ölümlerin birinci, embolinin ikinci, kanamanın üçüncü
sırada yer aldığını görmekteyiz. Dolaylı nedenler içinde; kardiyovasküler sistem hastalıkları birinci, serebrovasküler sistem hastalıkları ikinci
sırada yer almaktadır. Öncelikle; -Gebelik öncesi dönemde 15-49 yaş kadın izlemlerinde risk tespitinin, -“Doğum Öncesi Bakım Yönetim Rehberi”ne göre gebe,
-“Doğum Sonu Bakım Yönetim Rehberi”ne göre lohusa izlemlerinin
yapılması,
- Gebeliği sırasında mutlaka hekim tarafından en az bir kez sistemik
muayenesinin gerçekleştirilmesi, - Acil obstetrik bakım sisteminin gözden geçirilmesi gerekir.
Anahtar Kelimeler: Ankara, anne ölümü, nedensel dağilim
[Abstract:0151][PS-037]
Hepatosteatoz Endometrium Kanseri İçin Bir Risk Faktörü Müdür?
Nazlı Topfedaisi Özkan, Mustafa Erkan Sarı, Ali Onur Arzık, Can Tercan, Özlem Evliyaoğlu, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Obezite ve metabolik sendrom endometrium kanseri için tanımlanmış risk faktörleridir. Obez ve metabolik sendromu olan bireylerde
NAFLD (non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı/ hepatosteatoz) görülme
sıklığı normal populasyona göre daha fazladır. NAFLD ve kanser arasında nedeni tam olarak açıklanamayan bir ilişki mevcuttur. NAFLD, insülin
rezistansı ve düşük dereceli sistemik bir enflamasyon ile birliktelik gösterir. İnsülin ve insülin like growth faktör-1 apoptozu önlerken hücresel
proliferasyonu tetikler. Kronik enflamasyon sürecinde rol oynayan TNF-α,
IL6 ve diğer proinflamatuar sitokinler de kanser gelişiminde rol oynamaktadır. Çalışmamızın amacı endometrium kanseri olan olgularda, preoperatif yapılan rutin abdominal ultrasonografik görüntüleme ile belirlenmiş
NAFLD arasındaki ilişkiyi kantitatif olarak belirlemektir.
Yöntem: Çalışmamızda, hastanemizde 2011-2015 yılları arasında endometrium kanseri nedeni ile opere olmuş 207 hasta, kontrol grubu olarak malignansi öyküsü olmayan 243 jinekolojik hasta randomize olarak
seçilmiştir. Hasta ve kontrol grubunun demografik özellikleri, komorbid
hastalıkları ve histopatolojik sonuçları dosya kayıtlarından elde edildi. Karaciğer dansiteleri ultrasonografik olarak derecelendirildi ve serum aminotransferaz değerleri hasta ve kontrol grubu için preoperatif alınan kan
örnekleri sonuçlarına göre karşılaştırıldı. Verilerin değerlendirilmesinde
SPSS for Windows programı kullanıldı. Kategorik değişkenler ki-kare testi kullanılarak, devamlı değişkenler ise student’s t testi kullanılarak analiz
edildi. Binary lojistik regresyon analizi ile endometrial kanser oluşumuna
yol açabilecek risk faktörlerinin Odss Ratio değerleri hesaplandı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubu yaş,hipertansiyon, diabetes mellitus
varlığı, AST, ALT düzeyleri ve hepatosteatoz varlığına göre değerlendirildiğinde yaş, hipertansiyon ve hepatosteatoz varlığı hasta grubunda
anlamlı olarak yüksek bulundu.
[Abstract:0207][PS-039]
ZTB Hastanesi 2013-2014 Yılları Arasında Hiperemezis Gravidarum
Tanısıyla Hospitalize Edilmiş Gebelerin Maternal Sonuçları
Gökçe Naz Küçükbaş, Fahrünnisa Sevinç, Necati Hançerlioğulları, Dilek Uygur, Özlem Moraloğlu, Salim Erkaya
Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Ankara
Amaç: Bulantı ve kusma ilk trimesterde gebeliklerin yarısından fazlasını
etkilemektedir. Ciddi bulantı ve kusma ile seyreden hiperemezis gravidarum (HEG) hastalığı ise gebeliklerin %0.5-3.0’ünde görülmektedir. Dehidratasyon ve kilo kaybı ile seyreden bu hastalık, erken gebelikte hospitalizasyon endikasyonu doğurur. Çalışmanın amacı, hospitalize edilen
HEG’li gebelerin maternal sonuçlarının incelenmesidir. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Hastanesi’ne (AZTHB) 2013-2014
14
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
yılları arasında kusma ve bulantı nedeniyle başvuran 1724 gebeden, Erken Gebelik Servisi’nde hospitalize edilen 698 gebe incelendi. Bu gebelerden, AZTBH’de takip edilmiş ve doğumunu AZTBH’de gerçekleştirmiş
hastalar ayrıştırıldı. 313’ünde gestasyonel morbidite izlenmedi, morbiditesi olan 92 hastanın dosya kayıtları doğum yöntemi, morbidite, hospitalizasyon süresi ve komplikasyon açısından tarandı. Bulgular: Yapılan tarama sonucunda 92 HEG öyküsü olup gestasyonel morbiditesi olan hastaların % 53,2’si sezaryen ile doğum yapmıştır.
Bu hastaların %27’si gebelikte guatr,%21’i trombofili, %17’si hipertansiyon, %15’I diyabet tanısı almıştır; %9’u çoğul gebeliktir. Hastaların %7’si
gebeliğinde depresyon tanısı almıştır. Hastaların geri kalanında astım,
böbrek yetmezliği ve migren saptanmıştır. Bu hastalar, normal doğum ile
ortalama 23 ±5 saat; sezaryen ile ortalama 44 ±11 saat hospitalize edilmiştir. Hastaların birinde komplikasyon olarak postop selülit görülmüştür.
Sonuç: HEG öykülü doğum yapan morbiditeli gebelerde %53,2 oranında sezaryen ile doğum görülmüştür. Bu oran hastanemizin son 5
yıllık ortalama sezaryen oranı olan %36,2'le kıyaslandığında yüksektir. HEG öykülü gebelerde morbidite olarak en sık guatr görülmektedir.
Bunu takiben trombofili, hipertansiyon, diyabet görülmüştür. Literatürde
belirtildiği gibi HEG’li gebelerde Mallory-Weiss yırtığı, Wernicke ensefalopatisine rastlanmamıştır. Ancak, trombofili ve depresyon AZTBH’ye
gelen HEG öyküsü olan ve doğum yapan hastalarda da görülmüştür.
Hospitalizasyon süresi bakımından fark yoktur. Bunun yanı sıra sadece bir hastada komplikasyon görülmüştür. Literatürde de HEG’in maternal sonuçları olumsuz yönde etkilemediğine dair çalışmalar mevcuttur. Sonuçta, HEG tanısı alan gebelerde maternal sonuçların sezaryen oranında artış bakımından olumsuz etkilendiği, hastaların hospitalizasyon
süresi ve komplikasyon bakımından olumsuz yönde etkilenmediği görülmektedir. Bunun yanında HEG’li hastalarda guatr ve trombofilinin eşlik
edebileceğini göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Hiperemezis gravidarum, maternal sonuçlar, morbidite
[Abstract:0158][PS-040]
Adneksial Kitlelerin Malign-Benign Ayrımında, Tümör Belirteçleri
CA-125, HE4 ve CA-125 İle HE4 Kombinasyonu’nun Pre-Operatif Değerlendirilmesi
Abdül Hamid Güler, Yüksel Sayın
Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, İstanbul
Amaç: Malign ve benign adneksial kitlelerin pre-operatif ayırımında tümör belirteçlerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Adneksial kitle endikasyonu sonrası laparatomi ve laparaskopi
yöntemi ile ardışık opere edilen 63 olgu çalışmaya dahil edildi. Benign
kitleli 54 olgu ve malign ovarian kitleli dokuz olguya ait serum CA-125 ve
HE4 değerleri saptanarak analizler yapıldı.
Bulgular: Benign gruba ait yaş ortalaması 42,8±13,1, malign gruba
ait ise 50,78±5,67 olarak saptandı. Serum CA-125 değişkeni benign
kitlelilerde 113,4±139,4 IU/ml, malign olanlarda 568,28±653,47 IU/ml
(p:0,0001). HE4 değişkeni açısından benign ve malign gruplarda sırayla
49,9±50,9 pmol/L ve 418,6±457,3 pmol/L saptandı (p:0,0001). Patoloji
sonuçlarına göre CA-125 ve HE4 birlikte değerlendirildiğinde testin duyarlılığı %44,44 olarak; özgüllüğü %100 olarak; doğruluğu %42,85 olarak
saptanmıştır. Pozitif kestirim değeri ise %100 ve negatif kestirim değeri
ise %91,52 bulundu. Sonuç: Çalışmamızda CA-125 ve HE4 kombinasyonunda, spesifite değeri artarken, sensivite değeri beklendiği üzere düşük çıktı. HE4'ün benign kitleler arasındaki serum değerleri de benzerdi. Ayrıca bulgularımız
serum CA-125'in değerinin yanlış olarak arttığı benign adneksial kitlelerde (endometrioma ve abse gibi ) HE4 seviyesinde belirgin değişikliğe yol
açmadığı görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Adneksial kitle, Ca-125, He4, over kanseri
Giriş: Vajinal histerektominin, laparoskopik ya da abdominal histerektomiye göre daha kısa ameliyat süresi, daha kısa hastanede kalış, normal
aktiviteye daha hızlı dönüş ve daha az febril komplikasyonla ilişkili olduğu
gösterilmiştir. Güvenli ve etkin bir yöntem olmasına rağmen vajinal histerektomide de intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar izlenebilir. Amaç: Vajinal histerektomi sonrası ortaya çıkan intraoperatif ve erken
postoperatif komplikasyonların araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışmamızda Ocak 2013-Haziran 2015 tarihleri arasında Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştrma Hastanesi Jinekoloji
servisinde benign nedenlerle vajinal histerektomi yapılan 471 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların ulaşılabilen hastane kayıtları
incelenerek vajinal histerektomi geçiren hastalarda intraoperatif komplikasyonlar (mesane yaralanması, barsak yaralanması) ve hemoraji (intraoperatif ve postoperatif kan transfüzyonu gerektiren, laparotomi yapılan),
febril morbidite (idrar yolu enfeksiyonu, vajinal cuff enfeksiyonu gibi) gibi
erken postoperatif komplikasyonlar ve erken rehospitalizasyon nedenleri
incelenmiştir.
Bulgular: Vajinal histerektomi yapılan 471 hastadan intraoperatif 4 hastada mesane yaralanması, 4 hastada barsak yaralanması oluşmuştur ve
intraoperatif primer onarılmıştır. Bu hastaların postoperatif takiplerinde
ek sıkıntı izlenmemiştir. Adneksiyal kitleleri nedeniyle intraoperatif frozen değerlendirilmesi istenen hastalardan 3 hastanın frozen patolojisinde overde malignite (1 seröz borderline tümör, 2 endometrioid kanser)
bulgusu saptanması üzerine laparotomiye geçilerek evreleme cerrahisi
uygulanmıştır. Adneksiyal kitlesine vajinal yoldan ulaşılamayan 2 hastanın 1’ine laparoskopi (matür kistik teratom), 1’ine laparotomi (seröz
kistadenofibrom) ile salfingo-ooferektomi yapılmıştır. Vajinal histerektomi yapılan hastalarda müdahale gerektiren erken postoperatif komplikasyonlar olarak en sık hemoraji ve febril morbidite ile karşılaşılmıştır.
Histerektomi sonrası laparotomiye geçilen 8 hastadan 4’ünde neden hemorajidir. Bu hastalardan 1’i intraoperatif 3’ünde postoperatif dönemde laparotomi uygulanmıştır. Postoperatif eksploratif laparotomi yapılan bir hasta exitus ile sonuçlanmıştır, mortalite nedeni
kardiyoloji tarafından pulmoner tromboemboli olarak düşünülmüştür. Yeniden yatış nedenleri içinde postoperatif ateş %1,6 ile başı çekmektedir.
Sonuç: Histerektomi uygulanma yolu olarak mümkün olduğu durumlarda vajinal histerektomi seçilmesini önerilmektedir. Erken postoperatif
dönemde hemorajik ve febril komplikasyonlara karşı dikkatli olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Vajinal histerektomi, komplikasyon
[Abstract:0211][PS-042]
Trizomi 18 (Edward’s Sendromu): Olgu Sunumu
Eyüp Gökhan Turmuş, Efser Öztaş, Sibel Özler, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Perinatoloji Kliniği Ankara
Giriş: Edward’s Sendromu, Down Sendromundan sonra en sık görülen
otozomal trizomidir. 1000 canlı doğumda 0,3 oranında görülmektedir. Trizomi 18 fetusların %95’i doğum aşamasına gelmeden kaybedilmektedir.
%5-10’u ilk yılının sonuna kadar yaşamlarını sürdürmektedir. Edward’s
sendromunda en sık görülen anormallikler; el ayak anormallikleri (clenched hand, rocker-bottom feet), intrauterin gelişme geriliği, mikrosefali,
mikrognati, düşük kulaklar ve kardiyak anormalliklerdir. Burada 27 yaşında 28. gestasyonel haftasında ultasonografik olarak yaygın bulguları olan
Trizomi 18 sendromlu bir olgu sunmaktayız.
Olgu :27 yaşında G3P2Y2, 28 gestasyonel haftasında olan gebenin
yapılan ultrasonografisinde polihidroamniyos, ekstremitelerde clenched
hand, rocker-bottom feet, bilateral katarakt, mikrognatti, serebellar hipoplazisi, kavum septum pellisidum ve korpus kallosum agenezisi, kraniyum
belirgin hipoplastik, VSD, bilateral kulak deformitesi izlendi ve ayrıca
gebelik haftasına göre yaklaşık beş haftalık gelişme geriliği saptandı.
Hastanın, antenatal takiplerinde ikili ve üçlü tarama sonuçlarının trizomi
18, 21 ve 13 açısından risk belirlenmediği öğrenildi. Sonraki antenatal
takiplerinin düzensiz olduğu öğrenilen hastanın gebeliği sonlandırıldı. tek
kız fetusta prenatal ultrasonografik bulgular ile uyumlu postnatal görüntü
mevcuttu (Şekil 1). Yapılan sitogenetik analizİ 47,XX +18 olarak belirlendi.
Sonuç: Metabolik sendrom ve obezitenin endometrium kanseri için risk
faktörü olduğu bilinmektedir. Bununla ilişkili olarak hepatosteatoz endometrium kanseri için risk faktörü olabilir.
Anahtar Kelimeler: Trizomi 18, ultrasonografi
[Abstract:0200][PS-041]
Histerektomi Hangi Yolla? Vaginal? Abdominal? Laparoskopi?
Son 3 Yılda Kliniğimizde Vajinal Histerektomi Yapılan Hastalarda
Görülen Erken Komplikasyonlar
Nurten Tarlan, Orhan Aksakal, Kuntay Kokanalı, Sabri Cavkaytar, Ali İrfan Güzel, Merve Erel, Zeynep Burcu Şeker, Salim Erkaya
Zekai Tahir Burak Kadin Sagligi Egitim ve Arastirma Hastanesi, Ankara
15
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0106][PS-043]
Doğum Eyleminin Birinci Ve İkinci Evresinde Uygulanan Sezaryen
Operasyonunun Maternal Ve Perinatal Sonuçlarının Karşılaştırılması
Mahmut Kuntay Kokanalı, Demet Kokanalı, Ali İrfan Güzel, Sabri Cavkaytar, Burak Elmas, Melike Doğanay
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Doğum eyleminin birinci ve ikinci evresinde uygulanan sezaryen
operasyonun maternal ve perinatal sonuçlarının karşılaştırılması
Yöntem: Geriye dönük olarak hazırlanan bu vaka kontrol çalışmamızda, bir yıllık süre zarfında doğum eyleminin ikinci evresinde sezaryen
operasyonu ile doğumu yaptırılan 22 gebe vaka grubunu oluşturdu. Aynı
süre zarfında doğum eyleminin birinci evresinde ilerlemeyen doğum eylemi nedeniyle sezaryen operasyonu ile doğurtulan gebeler arasından
rastgele seçilen 22 gebe ise kontrol grubunu oluşturdu. İki grubun gebelik
dönemi, doğum eylemi, intraoperatif ve postoperatif dönem ve perinatal
sonuçlar ile ilgili verilerine hastane kayıtlarından ulaşıldı.
Bulgular: Vaka ve kontrol grupları anne yaşı, parite sayısı, gebelik süresi, doğum eylemi sırasında İ.V. oksitosin uygulanımı sıklığı, yenidoğan kilosu ve hastanede kalış süresi bakımından istatistiksel olarak benzer idi.
Postpartum uterin kanama-atoni, kan transfüzyonu, İ.V. antibiotik tedavisi
ve yenidoğanda 1. ve 5. dk APGAR skorunda <7 sıklığı vaka grubunda
kontrol grubuna göre daha fazla olmasına rağmen gruplar arasındaki
farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi. Buna karşın sezaryen süresi,
postpartum dönemde hemoglobin seviyesindeki azalma miktarı ve yenidoğan bebeklerin yoğun bakım ünitesine başvuru sıklığı vaka grubunda
kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha fazla idi.
Sonuç: Doğum eyleminin ikinci evresinde yapılan sezaryen operasyonu
maternal ve perinatal morbiditeyi arttırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sezaryen, doğum evresi, morbidite
özellikle de SGA ve LGA doğanları belirlemede faydalı bir parametre olabilir. Ancak, daha kesin sonuca varmak için geniş katılımlı ve prospektif
çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Doğum kilosu, gebelik, tarama testi
[Abstract:0179][PS-045]
Hiperemezisin Gebelerde Kaygı Üzerine Etkisi
Zeynep Us1, Ecem Baklan1, Perinur Kalafat1, Ömer Demirtaş2, Tolga Güler2
1
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Denizli
2
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Denizli
Amaç: Bu çalışmada hafif-orta düzeyde hiperemezis tanısıyla takip edilen hastaların durumluk ve sürekli kaygı düzeylerinin belirlenmesi ve normal gebeler ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Hafif-orta düzeyde hiperemezisi bulunan 12 gebelik haftasından küçük olan gebeler çalışmaya dahil edilmiştir. Yaş olarak eşlenmiş
hiperemezisi bulunmayan gebeler kontrol grubu olarak alınmıştır. Hastaların sosyo-demografik özellikleri ve gebelik öyküsü sorgulanmış ve
hastalara durumluk-sürekli kaygı envanteri uygulanmıştır. Anket skoru
hesaplanırken, doğrudan ve tersine çevrilmiş ifadelerin toplam ağırlıklı skorları saptanarak, doğrudan ifadeler için elde edilen toplam ağırlıklı
puandan, ters ifadelerin toplam ağırlıklı puanı çıkarılmıştır. Bu değere durumluk kaygı ölçeği için 50, sürekli kaygı ölçeği için 35 ilave edilerek total
skorlar belirlenmiştir. Bulgular: Kontrol grubunda 30, çalışma grubunda 31 olmak üzere, toplamda 61 hasta analize dahil edilmiştir. Hastaların ortalama yaşı kontrol
grubu ve hasta grubunda sırası ile 28,7 ve 28,3 olarak saptanmıştır. Hastaların gravidası her iki grupta sırası ile 2,6 ve 2,7 olarak izlenmiştir. Bununla beraber hastaların doğum şekilleri ve düşük sayısı da her iki grup
arasında benzer şekilde izlenmiştir. Her iki grubun sürekli kaygı düzeyleri
arasında anlamlı fark bulunmamaktadır (toplam sürekli kaygı skoru sırası
ile 46,4 ve 45,0, p=0,55). Aynı zamanda her iki grup durumluk kaygı skoru için de karşılaştırılmıştır. Kontrol grubunda total durumluk kaygı skoru
38,6 iken hiperemezis grubunda 38,5 olarak bulunmuştur (p=0,99). Sonuç: Hafif-orta düzeyde hiperemezisi bulunan gebelerde, durumluk-sürekli kaygı envanteri ile ölçülen kaygı düzeyi normal kontrollere
göre farklı bulunmamaktadır. Bu nedenle bu hastaların anksiyete düzeyinde bir artış olmadığı düşünülmüştür. Ancak, bu hastaların ayaktan
izlenen hastalar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, şiddetli hiperemezisi olan olgulardaki sonuçlar için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Hiperemezis, kaygı
[Abstract:0107][PS-044]
Birinci Trimester Prenatal Tarama Testi Parametrelerinin Doğum Kilosunu Öngörmedeki Rolü
Mahmut Kuntay Kokanalı, Demet Kokanalı, Hasan Onur Topçu, Ali İrfan Güzel, Murat Tandoğan, Yasemin Taşçı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Birinci trimester prenatal tarama testi parametrelerinin doğum kilosunu öngörmedeki rolünü değerlendirmek.
Yöntem: Bu çalışmada, antenatal takipleri ve doğumları yaptırılan 452
tekil gebelik retrospektif olarak incelendi. Takiplerinde kromozomal/yapısal anomali tespit edilen, çoğul gebeliklere sahip, aktif sigara içicisi ve
obez [Vücut kitle indeksi (VKİ)>=30kg/m2] olan gebeler çalışma dışı bırakıldı. Hastaların verilerine hastane kayıtlarından ulaşıldı. Tüm gebelerin,
11-14 gebelik haftaları arasındaki ikili tarama testi biyokimyasal parametreleri, fetüsün ultrasonografik nukal translusensi (NT) kalınlık ve baş-popo (CRL) uzunluk ölçümleri, gebelik süreleri ve yeni doğanların doğum
kiloları kaydedildi. Yeni doğanlar, gebelik süresi ve doğum kilolarına göre
gebelik yaşına göre küçük (SGA), uygun (AGA) ve büyük (LGA) ağırlıklı
diye üç gruba ayrıldı.
Bulgular: 452 yeni doğanın, 46 (%10,2) tanesi SGA grubunda, 324
(%71,7) tanesi AGA grubunda, 82 (%18,1) tanesi ise LGA grubundaydı. Gruplar anne yaşı, ikili tarama testi sırasındaki anne VKİ, NT kalınlık
ve CRL uzunluk ölçümleri, ikili test free-βhCG düzeyi ve toplam gebelik süresi bakımından istatistiksel olarak benzerdi. Buna karşın gruplar
arasında ikili test PAPP-A düzeyi bakımından anlamlı derecede fark
mevcuttu (p<0,001). SGA grubundaki değer (0,63±0,23 mom) AGA ve
LGA grubundaki değerlerden (1,03±0,54 mom ve 1,28±0,76 mom, sırasıyla) anlamlı derecede daha düşükken (p<0,001 ve p<0,001, sırasıyla), LGA grubundaki değer de AGA grubundakinden anlamlı derecede
yüksekti (p<0,001)(Tablo 1). ROC analizinde PAPP-A değeri SGA [Eğri
altında kalan alan (EAA)=0,752, Standart Hata (SH)=0,040, 95% Güven Aralığı (CI)= 0,673-0,830, p<0,001] ve LGA (EAA=0,611, SH=0,054;
%95CI=0,505-0,717, p=0,026) doğanları öngörmede anlamlı bir parametre olarak tanımlanırken, bu anlam AGA (EAA=0,468, p= 0,451) doğanlar
için geçerli değildi. PAPP-A için 0,925 mom’luk eşik değerinin SGA doğanları %91,3 duyarlılık ve %53,7 özgüllükle; 1,005 mom’luk değerin ise
LGA doğanları %61,0 duyarlılık ve %61,1 özgüllükle öngördüğü bulundu.
Sonuç: İkili tarama testi PAPP-A değeri doğum kilosunu öngörmede,
[Abstract:0301][PS-046]
Riskli Gebelerde Prenatal Bağlanma
Nezide Topuz, Gamze Doğaner, Feride Alagöz, Sultan Pekşen, Merkube Özdemir, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Gebelik kadın yaşamında gelişimsel bir kriz ya da kritik bir dönem
olarak değerlendirilen önemli bir süreçtir. Özellikle yüksek riskli gebeliklerin kadınlarda stres düzeyini artırdığı bilinmektedir. Gebe kadın kişilik
yapısı, savunma düzenekleri, ailesel ve sosyal destek sistemlerine bağlı
olarak riskli gebeliğe değişik tepkiler gösterir. Genellikle bu durum anne
olabilme yönünde güven sarsıcı olur ve benlik saygısı azalır. Sıkıntı, kızgınlık, korkular, kendini suçlama eğilimleri, depresif yaşantılar ve regresif davranışlar gelişebilir. Kadının prenatal dönemdeki ruhsal sağlığı ile
bebeğine bağlanması ilişkilidir. Zayıf bağlanmanın postpartum anksiyete
ve depresyonla ilişkili olduğu da yapılan çalışmalarla bildirilmiştir. Bu çalışma; riskli gebelerin normal gebelere oranla prenatal dönemde anne
bebek bağlanması yönünden nasıl etkilendiklerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma S.B. Zekai Tahir Burak Hastanesi Perinatoloji Kliniğine yatışı yapılan ve 3 günden fazla hastanede yatan 50 gebe (Vaka)
ve Antenatal Polikliniği’ne takip amaçlı gelen ve risk grubu olmayan 50
gebeyle (Kontrol) yapılmıştır ve gruplar prenatal bağlanmaya etkileri yönünden karşılaştırılmıştır. Veri toplanmasında gebelerin sosyo demografik ve obstetrik özelliklerini belirlemek amacıyla hazırlanan bir form ve
Prenatal Bağlanma Envanteri (PBE) kullanılmıştır. Veriler araştırmacılar
tarafından yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır.
16
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Bulgular: Gruplar yaş ortalamaları, gravida, parite, küretaj, abortus yönünden homojenize edilmiştir. Grupların önceki ve şimdiki gebeliklerinde yaşamış oldukları sorunlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Gebelerin eğitim ve meslek durumlarıyla ilgili istatistiksel olarak anlamlı
fark tespit edilmemiştir. Gruplar arasında kronik hastalık durumu, normal standartlara göre anlamlı seviyede bulunmuştur. Gruplara uygulanan Prenatal Bağlanma Envanteri’nin sonuçlarına göre her iki grubun da
bağlanma düzeyleri yüksek çıkmıştır. Ancak vaka grubunun bağlanma
düzeyinin kontrol grubuna kıyasla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Sonuç: Bu sonuçlar doğrultusunda ülkemizde riskli gebelerin normal gebelere oranla, bebeklerinin ve kendilerinin hayatlarından endişe etmeleri
nedeniyle daha çok iletişime geçtikleri ve bağlanma düzeylerinin bununla
doğru orantılı olarak daha yüksek olduğu düşünülmüştür. Ancak çalışmanın daha büyük örneklem grupları ile tekrarlanması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Prenatal bağlanma, riskli gebelik
[Abstract:0137][PS-047]
Lavanta (Lavander) Kokusunun Jinekolojik Muayene Sırasında Yaşanan Kaygı ve Ağrı Düzeyine Etkisi
Nilüfer Tuğut1, Gülbahtiyar Demirel2, Mürüvvet Başer3, Elvan Emine Ata4, Savaş Karakuş5
1
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü,
Sivas
2
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas
3
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü,
Kayseri
4
Giresun Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü,
Piraziz, Giresun
5
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Sivas
Amaç: Bu araştırmanın amacı lavanta kokusunun jinekolojik muayene
sırasında yaşanan kaygı ve ağrı düzeyine etkisini belirlemektir.
Yöntem: Araştırma randomize kontrollü deneysel bir çalışma olup, çalışmaya bir üniversite hastanesindeki Kadın Hastalıkları Polikliniği’ne
başvuran ve araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan 156 kadın
katılmıştır. Bireylere numara verilerek rastgele sayılar tablosundan seçilerek deney (78 kadın) ve kontrol (78 kadın) grubu oluşturulmuştur. Her
iki grubun jinekolojik muayenesi tek ve aynı hekim tarafından yapılmıştır.
Deney grubu lavanta kokulu odada muayene edilmiştir. Lavanta kokusunu elde etmek için %10’luk lavanta yağı hazırlanmıştır. Lavanta kokusu
jinekolojik muayene masasının 15 cm’lik uzağına yerleştirilmiş ve oda
ısısı 21-24 οC olacak şeklinde ayarlanmıştır. Deney grubundakilere lavanta kokusunu ortalama 15 dakika inhale etmeleri sağlanmıştır. Veriler
Kişisel Bilgi Formu, Durumluluk, Sürekli Kaygı Ölçeği ve Vizüal Analog
Skala (VAS) ile toplanmış olup ki-kare, bağımsız örneklerde t testi ve
eşleştirilmiş t testleri ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Deney ve kontrol grubunun durumluk ve sürekli kaygı
puan ortalamalarının uygulama öncesi benzer olduğu saptanmıştır
(p>0,05). Uygulama sonrası deney grubundakilerin durumluk kaygı puan ortalaması karşılaştırıldığında puan ortalamaları arasındaki
fark anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Deney grubunun durumluk kaygı ölçeği puan ortalaması uygulama öncesi 39,8±5,4 iken, uygulama
sonrası 37,0±5,2 olduğu ve puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Kontrol grubunun
uygulama öncesi durumluk kaygı puan ortalaması 38,1±6,0 olup uygulama sonrası ise 46,8 ± 3,3’dür. Puan ortalamaları karşılaştırıldığında aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Her iki grupta da sürekli kaygı ölçeği puan ortalamaları uygulama öncesi
ve sonrası benzer düzeyde olduğu ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark
olmadığı saptanmıştır (p>0,05). Jinekolojik muayene sırasında deney
grubundaki kadınların yaşadığı ağrı (VAS) puan ortalaması 1,5±0,9 iken
kontrol grubundaki kadınların ağrı puan ortalaması 5,5±1,8 olup aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Bu çalışmada kullanılan lavanta kokusu kadınların jinekolojik
muayene sırasında yaşadığı kaygı ve ağrıyı azaltmıştır. Anahtar Kelimeler: Lavanta (lavander), jinekolojik muayene, kaygı, ağrı
17
[Abstract:0286][PS-048]
Obstetrik Jel Kullanımının Doğumun İkinci Evresi Üzerine Etkisi
Serkan Kara, Ömer Demirtaş, Tolga Güler
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Denizli
Amaç: Primipar gebelerde doğumun aktif fazı sırasında obstetrik jel kullanımının doğumun ikinci evresinin süresi üzerindeki etkisini değerlendirmek. Yöntem: Primipar gebelerde 5-6 cm servikal açıklık sonrası obstetrik jel
kullanılan jel grubu ile yaş olarak eşleştirilmiş kontrol grubu, doğumun
ikinci evresinin süresi açısından karşılaştırılmıştır. Fetal stres nedeniyle
acil sezaryen kararı alınan veya bilinen obstetrik problemi olan gebeler
analize dahil edilmemiştir. Yeni doğan ağırlığı 2500 gram altında ya da
4000 gram üzerinde olan olgular dışlanmıştır. Toplamda 20 hasta (10
kontrol, 10 jel grubu) ön analiz için değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı kontrol grubunda 23,3 iken jel grubunda 24,2 olarak bulunmaktadır. Ortalama yeni doğan kilosu kontrol
grubunda 3310 g iken jel grubunda 3200 g olarak izlenmiştir. Olguların
hiçbirinde doğum eylemini başlatmak için indüksiyon kullanılmamış olup
eylemin seyri boyunca ilgili hekimin uygun gördüğü durumlarda oksitosin ile augmentasyon yapılmıştır. Doğumun ikinci evresinin süresi her iki
grup için parametrik olmayan şekilde karşılaştırılmıştır. Doğumun ikinci
evresinin ortanca süresi kontrol grubunda 52,5 dk iken jel grubunda 35
dk olarak bulunmuştur (p=0,43). Sonuç: Bu çalışmada obstetrik jel kullanımına servikal açıklık 5-6 cm
olduğunda başlanmış olduğundan, literatürdeki diğer çalışmalardan farklı
bir çalışma grubu tanımlanmaktadır. Kısıtlı hasta sayısı ile yapılan bu
ön analizde, belirtilen hasta popülasyonunda doğum jeli kullanımının
doğumun ikinci evresinde kısalma ile ilişkili olduğu yönünde bir eğilim
saptanmıştır. Ancak kesin sonuca ulaşabilmek için daha büyük hasta sayısı ile ve randomize dizayn ile bu değerlendirme tekrarlanmalıdır. Bunun
yanında obstetrik jel kullanımı ile doğum komplikasyonlarının ve perineal
laserasyonların ilişkisini değerlendirmek için ileri çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Doğum, obstetrik jel
[Abstract:0141][PS-049]
Ailevi Akdeniz Ateşi, Pelvik Psödokist Sıklığını Arttırır Mı?
Filiz Avşar Yavuz1, Gülin Feykan Yeğin Akçay2, Şükran Erten3, Levent Keskin2, Emre Erdem Taş1
1
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim
Dalı, Ankara
2
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kliniği, Ankara
3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İç hastalıkları A.B.D, Romatoloji A.B.D,
Ankara
Amaç: Pelvik psödokist ve ailevi akdeniz ateşi arasındaki ilişkiyi araştırmak.
Yöntem: 82 ailevi akdeniz ateşi(AAA) olgusu pelvik psödokist açısından
araştırılarak, hastaların yaşı, AAA tanısı aldıkları tarih, hastalık süresi ve
varsa geçirilmiş operasyonlar kaydedildi. Pelvik psödokist tanısı klinik ve
radyolojik (abdominal ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi) değerlendirmeler esas alınarak konuldu. İki hasta akut abdomen tablosu nedeniyle acil operasyona alındı. Operasyona alınan hastalara kist drenajı ve
adezyolizis yapılarak, ayırıcı tanı amaçlı peritoneal-karaciğer biyopsileri
alındı. Pelvik psödokist tanısı alan ve almayan tüm AAA olgularına ait
klinik ve demografik veriler ki-kare test kullanılarak karşılaştırıldı. p˂0,05
değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Değerlendirilen 82 AAA olgusunun 17(%20,7)’sinde pelvik
psödokist saptandı ve bu hastaların 13(%76,5)’inde geçirilmiş operasyon öyküsü mevcuttu. Geçirilmiş operasyon öyküsü olan AAA grubunda,
psödokist olan ve olmayan olguların oranları arasındaki fark istatistiksel
olarak anlamlı saptandı (%40,6 vs. %59,4; p < 0,001).
Sonuç: Klinik ve cerrahi değerlendirmelerde, peritoneal kistik lezyonlarla
karşılaşılması halinde, özellikle Türkiye gibi kalıtsal inflamatuar hastalıkların endemik olduğu yerlerde, ailevi Akdeniz ateşi hastalığının ayırıcı
tanıda düşünülmesi ve hastanın ilgili bölümlere konsültasyonu faydalı
olabilir.
Anahtar Kelimeler: Psödokist, ailevi akdeniz ateşi, peritoneal kist
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0270][PS-050]
Uterin Kitleyle İlişkili Spontan Uterin Rüptüre Bağlı Hemoperitonyum
Hale Göksever Çelik1, Engin Çelik1, Özge Deniz Gündüz2
1
Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
2
Hilvan Devlet Hastanesi, Şanlıurfa
olan kadınların stresle başa çıkma tarzlarının etkisiz olduğu bulunmuştur.
Yapılan korelasyon analizinde ise SBÇTÖ alt boyutlarından kendine güvenli yaklaşım ile iyimser yaklaşım, kendine güvenli yaklaşım ile sosyal
destek arama yaklaşımı, iyimser yaklaşım ile sosyal destek arama yaklaşımı ve çaresiz yaklaşım ile boyun eğici yaklaşım arasında pozitif yönlü
bir ilişki saptanmıştır (p<0,05). İyimser yaklaşıma sahip kadınların kendilerine güven düzeylerinin oldukça yüksek olduğu görülmektedir (r=0,482,
p˂0,0001). Ayrıca çalışmada kendine güvenli yaklaşım ile çaresiz yaklaşım ve iyimser yaklaşım ile çaresiz yaklaşım arasında negatif yönlü bir
ilişki belirlenmiştir (p<0,05).
Sonuç: Bu çalışmada ilk defa jinekolojik muayene olacak kadınların kaygılarının olduğu ve bazı kadınların stresle başa çıkma tarzlarının etkisiz
olduğu bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Adolesan, anksiyete, jinekolojik muayene, stresle
başa çıkma
Giriş: Uterin rüptür, genelde intrapartum karşılaşılan nadir bir durum olmakla birlikte gerçek bir obstetrik acildir. Rüptür myomektomi, sezaryan
veya küretaj gibi uterin cerrahi geçiren kadınlarda karşılaşılır. Skarı olmayan bir uterusta nadir bir durumdur. Yol açacağı morbidite ve mortalite
riski yüksek olduğu için erken tanı ve yönetimi önemlidir. Son yayınlar,
uterin rüptür riskinin 4.dekad sonrasında anlamlı arttığını, bu artışın da
artan obstetrik girişimlere bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Uterin rüptürün ilk semptomları, ani başlayan karın ağrısı ve hipertonik bir uterustur.
Rüptür sonrasında uterus gevşer ve ağrı geçer. Rüptüre bağlı ciddi fetal
bradikardi izlenir. Asıl tedavisi kanama kontrolü, primer onarım veya histerektomidir.
Olgu: Karın ağrısı şikayeti ile başvuran hasta, 54 yaşında olup 4 doğumunu spontan vajinal yolla gerçekleştirmiştir. Kabulünde, vital bulguları
stabil olan hastanın guatr ve tiroidektomi dışında özgeçmişinde özellik
bulunmamaktadır. Vajinal kanaması olmayan hastanın transvajinal ultrasonunda 150x130 mm boyutlarında intramural myom olduğu düşünülen
kitle ve yaygın serbest mai izlenmiştir (Figür 1). Bu bulgular tomografik
incelemede de doğrulanmıştır. Laboratuar sonuçlarında bir anormallik
izlenmemiştir. Operasyonda abdominal kaviteden yaklaşık 2000 cc kan
ve 1000 cc hematom boşaltılmıştır. 12 haftalık gebelik cesametinde olan
uterusun yüzeyinde yaygın variköz venler izlenmiştir (Figür 2). Uterusun
posterior yüzünde yaklaşık 1 cm’lik defektten aktif kanama gözlenmiş ve
uterusun spontan rüptürü tanısına varılmıştır (Figür 3). Histerektomi ve
bilateral salpingoooferektomi uygulanıp kanama kontrolü sağlanmıştır.
Hasta postoperatif dönemde yoğun bakım ünitesinde yeterli destek tedavisiyle izlenmiş, ardından serviste 10 günlük takibi yapıldıktan sonra
sağlıklı şekilde taburcu edilmiştir. Patolojik incelemesi dejenere myoma
uteri ve spontan uterin rüptür olarak sonuçlanmıştır. Sonuç: Bizim vakamız skarı olmayan uterusta oluştuğu ve doğum esnasında karşılaşılmadığı için literatürdeki diğer vakalardan farklıdır. Belirti ve bulguları diğer rüptür vakalarında olduğu gibi ani karın ağrısıdır.
Tedavisi de kanama kontrolü ve histerektomi şeklinde olmuştur. Sonuç
olarak, uterin rüptürden şüphelenmek özellikle obstetrik girişim geçirmiş
kadınlarda çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Abdominal ağrı, uterin rüptür
[Abstract:0243][PS-052]
Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Evliya Çelebi Eğitim Ve Araştırma
Hastanesi’nde Kullanılan Farklı Servikal Smear Tekniklerinin Sonuçlarının Karşılaştırılması
Ali Seven1, Suna Kabil Kucur1, Nuh Mehmet Erbakırcı1, İlay Gözükara2,
Kadriye Beril Yüksel1, Cengiz Koçak3, Hüseyin Metineren3, Nadi Keskin1
1
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kütahya
2
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Hatay
3
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Kütahya
Amaç: Günümüzde jinekolojik kanserler önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olarak kabul görmekte ve bu kanserler için doğru ve erken
tanı/tarama yöntemlerinin önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır.
Çalışmamızda hastanemiz polikliniklerine başvuran hastaların smear sonuçlarını değerlendirip, kullanılan smear tekniklerinden hangisinin daha
kıymetli sonuçlar vereceğini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniklerine 2013 Kasım - 2014
Ekim tarihleri arasında başvuran hastaların konvansiyonel Pap smear
sonuçlarını ve 2014 Aralık- 2015 Temmuz sıvı bazlı Pap smear sonuçlarını retrospektif olarak analiz ettik. Polikliniklerde yapılan muayeneler
sonrası servikal Pap-smear alınmasını kabul eden hastalara ait sonuçlar
analiz edildi. Sonuçlar Bethesda 2001 sistemine göre değerlendirildi.
Bulgular: Yaklaşık olarak iki yıllık dönem içerisinde alınan servikal smearların; 7466’sında konvansiyonel smear tekniği ve 1775’inde sıvı bazlı
smear tekniği kullanılmıştı. Sıvı bazlı teknikte yetersiz materyal olarak
rapor edilen patoloji sonucu < %0,1 iken, konvansiyonel teknikte %0,6 idi.
Sıvı bazlı teknikte ASCUS, HG-SIL, LG-SIL olarak rapor edilen patoloji
sonucu %2’iken, konvansiyonel teknikte %0,8 idi (Tablo 1).
Sonuç: Daha önce yapılan çalışmalarda Pap-smear yetersiz materyal
oranı %0,5-7,2 arasında değişmekle birlikte ortalama değeri %0,5 şeklinde bildirilmiştir. Daha önce yapılan bir çalışmada dünyada ortalama
yetersizlik oranı %0,5 olarak bildirilmiştir. Çalışmamızda konvansiyonel
smearlarda yetersiz materyal %0,6, sıvı bazlıda %0,05 bulunmuştur. Literatürdeki çalışmalarda farklı oranlar olmakla birlikte bir patoloji laboratuvarında incelenen Pap-smearlar içinde, ASC-US oranının ortalaması
% 4,4 olmalıdır. Konvansiyonel smear yöntemi en sık kullanılan yöntem
olarak günümüze gelmiştir ve dezavantajlarından biri yanlış negatiflik
oranının yüksek olmasıdır. Konvansiyonel yöntemde smear alınırken
lama transfer esnasında epitelyal hücreler zarar görür ve örnekleme randomize olamaz. Bu da negatif sonuçlara neden olur. Sıvı bazlı yöntem
ile tüm hücreler homojenize olarak dağılır ve yanlış negatiflik azalır. Sıvı
bazlı yöntemde tüm epitelyal hücreler görülür, bazal ve parabazal hücreler daha az sıklıkta görülür. Ayrıca premalign ve malign lezyonlar sıvı
bazlı yöntem ile daha yüksek oranda belirlenir.
Anahtar Kelimeler: Pap-smear, konvansiyonel teknik, sıvı bazlı teknik
[Abstract:0142][PS-051]
İlk Defa Jinekolojik Muayene Olacak Adolesanların Anksiyete Düzeyleri Ve Stresle Başa Çıkma Tarzları
Gülbahtiyar Demirel, Şükran Ertekin Pınar, Dilek Bilgiç
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas
Amaç: Çalışma ilk defa jinekolojik muayene olacak adolesanların anksiyete düzeyleri ve stresle başa çıkma tarzlarını belirlemek amacı ile yapılmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı türdeki çalışmanın örneklemini 01.12.2014/
31.05.2015 tarihleri arasında Sivas Devlet Hastanesi’ne ilk defa jinekolojik muayeneye gelen, araştırmaya katılmayı kabul eden, sözel iletişim
kurabilen, işitme problemi olmayan evli ve bekar 223 adolesan kadın
oluşturmuştur. Veriler Kişisel Bilgi Formu, Durumluluk Kaygı Envanteri
(DKE) ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÇTÖ) ile araştırmacılar
tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi SPSS paket programında yüzdelik dağılım, tek yönlü varyans
analizi, t testi ve Pearson korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. İstatistiksel anlamlılık p<0,05 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: İlk defa jinekolojik muayene olacak kadınların; %87’si evli,
%52,9’unun başvuru nedeni gebelik, %74,4’ünün muayeneyi yapacak
sağlık personeli tercihi kadın, %58,3’ü muayene sırasında yanında hiç
kimseyi istememektedir. Muayene öncesinde kadınların %58,7’si korku/
utanma, %38,6’sı endişe/huzursuzluk hissetmektedir. Kadınların yaş,
eğitim düzeyi, yerleşim yeri ve muayeneye gelme nedenlerine göre durumluluk kaygı düzeyleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Okuryazar olan ve olmayan, 15-17 yaş grubunda,
ilçede yaşayan, düşük ve kanama nedeniyle başvuran, çalışan, bekar
18
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0168][PS-053][Kabul:Poster]
Olgu Sunumu: Perivasküler Epiteloid Hücre Tümörü
Alper Başbuğ1, Derya Başbuğ2, Mete Çağlar1, Ali Yavuzcan1, Merve Baştan1, Attila Özkara1, İsmail Özdemir1, Murat Oktay3, Feyza
Başar3
1
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Düzce
2
Serbest Hekim, Düzce
3
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Düzce
Giriş: Perivasküler epiteloid hücre tümörleri (PEComa) sıklıkla orta yaşlı
hastalarda, kadınlarda erkeklere göre yaklaşık 7 kat fazla görülmektedir.
PEComalar histolojik olarak saydam ve/veya eozinofilik sitoplazmaya sahip, iğsi ve/veya epiteloid hücreleri içeren, HMB-45 başta olmak üzere
melanositik markerlar için immünpozitiflik gösteren tümörlerdir. Bu raporda PECOMA olgusu sunulmuştur.
Olgu:44 yaşında kadın hasta kliniğimize anormal uterin kanama ve karında ele gelen kitle şikayeti ile başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde
uterus yaklaşık 18-20 hafta cesametteydi. TVUS’de endometriumu deplase eden 100x74 mm boyutlarında heterojen ekoda uterus leiomyomu
olması muhtemel görünüm izlendi, her iki adneks doğaldı. Alınan endometrium biopsisinde smearında patolojik bulgu yoktu. Yapılan preoperatif
değerlendirilmede akciğer grafisi normaldi. Hastaya anormal uterin kanama ve myoma uteri ön tanıları ile total abdominal histerektomi ve bilateral
salpingooferektomi yapıldı. Materyalin yapılan makroskopik incelemesinde intramural yerleşimli 12x11x6 cm boyutunda 1 adet beyaz renkli,
orta sertlikte, yer yer kanama odakları içeren myom nodulü tespit edildi.
Kitlenin mikroskopik incelemesinde ise sellüleritesinin yüksek olduğu,
10/BBa’da 3-4 mitotik aktivite içerdiği, orta derecede atipiye sahip olduğu, nekrozun ve lenfovasküler boşluk invazyonunun olmadığı görüldü.
Immünohistokimyasal incelemede SMA, Kİ67 ve HMB45 pozitifti, CD10
fokal pozitifti, CD34 damar yapılarında pozitifti. MELEN-A ise negatifti.
Serviks uteri, endometrium, tuba uterinalar ve overlerde patolojik bulgu
saptanmadı. Tümor boyutunun büyük olması ve sellülaritenin yüksek olması nedeni ile malignite açısından yüksek riskli olarak değerlendirilen
hastanın yapılan ilk 6 aylık takiplerinde patolojik bir bulgu saptanmadı ve
hastanın takibi devam etmektedir.
Sonuç: PEComaların tedavi modaliteleri oldukça değişkendir. Malign
uterin PEComalarda en sık yaklaşım cerrahi eksizyonken; bazı hastalar
beraberinde RT ve/veya kemoterapi hatta hormonoterapi alabilir. Lokal
nüks ve metastaz riskine karşı tümörün biyolojik davranışını belirlemek
amacıyla hastalar uzun süre takip edilmelidirler.
Anahtar Kelimeler: PECOMA, leiomyom
nama ve şiddetli karın ağrısıyla başvuran hastaya akut batın nedeniyle
acil laparatomi uygulandı. İzlemde sezaryen skar hattında rüptür ve aktif
kanama saptandı. Plasentanın ayrılmaması nedeniyle histerektomi uygulandı. Postoperatif izlemde sorun olmadı.
Sonuç: Erken gebelikte haftalarında uterin anomaliler, plasental invazyon anomalileri ve sezaryen skar gebelikleri gibi nedenlere bağlı olarak
uterin rüptür gelişebilmektedir. Masif kanama riski nedeniyle vakaların
erken tespit edilmesi önemlidir. Rüptür hattının primer onarılması, parsiyel rezeksiyon sonrası onarım veya histerektomi tedavi seçenekleri
arasındadır.
Anahtar Kelimeler: Kanama, histerektomi, uterin rüptür
[Abstract:0217][PS-055]
Klomifen Sitrat Tedavisi Verilen İnfertil Hastalarda İntrauterin İnseminasyon Zamanlamasına Göre Siklus Sonuçları: Retrospektif Bir
Çalışma
Ömer Hamid Yumuşak1, Serkan Kahyaoğlu1, Meryem Kuru Pekcan1,
Esra İşçi2, Şebnem Özyer1, Mahmut Nedim Çiçek1, Yasemin Taşçı1,
Salim Erkaya1
1
Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
Ankara
Amaç: Semen analizi normal sınırlarda olan, en az bir patent fallop tüpü
olan ovulatuar infertil hastalarda intrauterin inseminasyon (İUİ) etkili bir
tedavi seçeneğidir. İUİ ile gebelik elde edilme şansını etkileyen faktörler
çiftin yaşı, infertilite tipi, ovaryan stimülasyon ve İUİ zamanlamasıdır. Çalışmamızda klomifen sitrat (CC) tedavisi verilen infertil hastalarda hCG
ile ovulasyon tetiklenmesini takiben 24. ve 36. saatte yapılan İUİ işlemi
sonrası siklus sonuçları karşılaştırıldı. Yöntem: Hastanemiz infertilite polikliniğinde 2013 Ocak-2015 Mart ayları
arasında klomifen sitrat ile ovulasyon indüksiyonu yapılan histerosalpingografide en az bir tüpü açık olan ve semen analizi normal sınırlarda olan
280 infertil hastanın dosyaları incelenerek, hastaların demografik özellikleri, infertilite tipi, ovulasyon indüksiyonu yöntemi, elde edilen dominant
folikül sayısı, kullanılan hCG tipi, hCG günü endometriyum kalınlığı, intrauterin inseminasyon zamanlaması ve gebelik sonuçları kaydedilip, elde
edilen sonuçlar istatistiksel olarak uygun yöntemler ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların yaş, bazal FSH, matür folikül sayısı ortalamaları ve
infertilite süreleri sırasıyla 26,4±4,9; 6,6±1,6; 1,55±0,6 ve 3,3±2,0 olarak
tespit edildi. Hastaların %39’u (n:110) polikistik over sendromu (PCOS),
%61’i (n:170) ise açıklanamayan infertildi. Siklus başına klinik gebelik
oranı PCOS grubunda %12,7, açıklanamayan infertil hasta grubunda
%11,2 olarak tespit edildi (p=0,69). Her iki hasta grubunda hCG ile ovulasyon tetiklenmesini takiben 24. saat ve 36. saatte yapılan İUİ tedavisi
sonrası klinik gebelik oranları benzerdi (p=0,97). Matür folikül çapı ile klinik gebelik elde edilmesi arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmedi (ROC
AUC=0,48; p=0,79). Klinik gebelik elde edilen hastaların ovulasyon indüksiyonu sırasında hCG gününe kadarki geçen siklus günü ortalaması
gebelik elde edilmeyen hastalara göre istatistiksel anlamlı olarak daha
uzundu (Ortalama gün sayısı: 14,1±2,9 vs. 13,3±2,5; ROC AUC=0,59;
p=0,01). Sonuç: Açıklanamayan infertilite veya PCOS hastalarında İUİ işleminin
CC tedavisi sırasında hCG ile ovulasyon tetiklenmesinden 24 veya 36
saat sonra yapılmasının klinik gebelik oranları açısından bir farkı yoktur.
Bu hasta grubunda CC tedavisinde siklusun uzunluğu klinik gebelik oranlarını pozitif yönde etkilemektedir.
Anahtar Kelimeler: İnfertilite, intrauterin inseminasyon, klinik gebelik,
klomifen sitrat
[Abstract:0156][PS-054]
Erken Gebelikte 3 Uterin Rüptür Vakası
Alev Özer, Bülent Köstü, Önder Ercan, Murat Bakacak, Erkan Mavigök,
İnci Hansu, Zekariya Balık
Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kahramanmaraş
Giriş: Erken gebelikte tespit edilen 3 uterin rüptür olgusunu sunmak.
Olgu 1: 21 yaşında gravida 1 olan hasta şiddetli karın ağrısı şikayetiyle
başvurdu. Öyküsünden antenatal takiplere gitmediği öğrenilen hastanın
yapılan muayenesinde kan basıncı 70/40 mm Hg, nabız 112/dk ve batında rebound saptandı. Ultrasonografide batında yaygın serbest sıvı saptanması nedeniyle acil laparotomi uygulandı. Bikornu görünümde olan
uterusun sağ kornusunda aktif kanamaya neden olan rüptür izlendi. Yaklaşık 20 haftalık gebelik materyali batına rüptüre olmuştu. Kavitede kalan gebelik materyalinin elle temizlenmesini takiben rüptür hattı onarıldı.
Postoperatif izlemde sorun olmadı. Olgu 2: 29 yaşında gravida 2 parite
1 olan ve düzenli antenatal takiplere gitmemiş olan hasta vajinal kanama ve karın ağrısı şikayetiyle başvurdu. Ultrasonografide uterin fundusta
yaklaşık 8 cm’lik myom ve kavitede aşağı yerleşimli CRL’si 12 haftayla
uyumlu gebelik, sezaryen skar hattında yaklaşık 5 cm’lik hematom ve batında serbest sıvı izlendi. Laparatomide sezaryen skar yerinden rüptür ve
yoğun kanama izlendi. Hastanın hemodinamik instabilitesi ve rüptür hattının onarılmaya çalışılmasına rağmen yoğun kanamanın devam etmesi
nedeniyle histerektomi uygulandı (Resim 1). Postoperatif izlemde sorun
olmadı. Olgu 3: 27 yaşında gravida 3 parite 1 olan hasta aşağı yerleşimli
plasenta nedeniyle takip edilmekteydi. 21. gebelik haftasında vajinal ka-
[Abstract:0197][PS-056]
Vajinal Kanser: 9 Olguluk Vaka Serisi
Nilüfer Çetinkaya Kocadal, Sevda Baş, Nilüfer Alagöz, Mine Çavdar Atlı, Mehmet Mutlu Meydanlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Vajen kanseri kadın genital traktüs tümörleri içerisinde %1-2 sıklıkta görülür. Nadir görülmeleri ve primer tedavinin sadece erken evre
olgularda cerrahi olarak yapılabilmesi nedeniyle prognostik açıdan sağ
kalım üzerine etkili histopatolojik faktörler tartışmalıdır. Bu çalışmada,
19
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
vajen kanseri nedeniyle cerrahi olarak tedavi edilmiş olguların klinik ve
histopatolojik özelliklerinin değerlendirilerek hastalık prognozuna etkili
faktörlerin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Primer vajen kanseri nedeniyle 2008-2015 yılları arasında cerrahi olarak tedavi edilmiş 9 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi.
Olguların demografik özellikleri, histopatolojik incelemedeki tümör tipi,
tümör çapı, invazyon derecesi, lenfovasküler boşluk tutulumu, perinöral
invazyon durumu ve lenf nodu metastazı varlığı kaydedildi. Olguların ortalama kaba sağ kalım süreleri hesaplanarak kaba sağ kalım süresine
etki eden prognostik histopatolojik faktörler belirlendi. Bulgular: Tanı anında ortalama yaş 60,7±10,9 idi. Nihai patolojik incelemede, 4 olguda (%44,4) yassı hücreli karsinom, 3 olguda melanom
(%33,3) ve 2 olguda (%22,2) berrak hücreli vajen kanseri varlığı saptandı. Ortalama tümör çapı ve invazyon derinliği 4,8±2,4 cm ve 19,3±16,3
mm olarak izlendi. Toplam 4 olguda (%44,4) lenfovasküler boşluk tutulumu ve perinöral invazyon varlığı görülürken, sadece bir olguda (%11,1)
lenf nodu metastazı saptandı. Olguların ortalama kaba sağ kalım süresi
25,0±5,8 ay olarak hesaplandı. Kaba sağ kalım süresi üzerine histolojik
tümör tipinin istatistiksel olarak anlamlı düzeyde etki etmediği görülürken,
lenfovasküler boşluk tutulumu saptanan olgularda ortalama kaba sağ kalım süresi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde kısa olarak saptandı (p=
0,003).
Sonuç: Vajen kanseri olgularında, lenfovasküler boşluk tutulumu kaba
sağ kalım süresi üzerine etkili önemli bir prognostik faktördür. Tümör
çapı ve invazyon derinliğinin kaba sağ kalım süresi üzerine etkilerinin
net olarak değerlendirilebilmesi için daha geniş olgu serilerine ihtiyaç bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Vajinal kanser, kaba sağ kalım, prognostik faktör
Sonrasında kız kardeşinde de KAİS tanısı konulduğu öğrenildi.
Sonuç: Primer amenoreik ve inguinal kitle öyküsü olan hastalarda KAİS
akılda bulundurulmalı, bu hastalara genetik ve psikiyatrik danışmanlık
verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Komplet androjen insensitivite sendromu, inguinal
herni, aile anamnezi
[Abstract:0104][PS-058]
Remisyondaki Non-Jinekolojik Kanserli Hastalarda Gebelik Sonuçları
Aytekin Tokmak, Hakan Timur, Cantekin İskender, Dilek Uygur, Nuri Danışman
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara
Amaç: Bu çalışmada amacımız non–jinekolojik kanser tanısı almış ve
tedavi edilmiş kadınların gebelik sonuçlarını değerlendirmek ve sağlıklı
gebeliklerle karşılaştırmaktır.
Yöntem: Bu retrospektif çalışma, Ocak 2010–2015 tarihleri arasında
gebelik ve kanser tanısı ile Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve
Araştırma Hastanesi yüksek riskli gebelikler kliniğine yatırılan 21 remisyondaki non–jinekolojik kanserli gebe (çalışma grubu) ile 63 kanser öyküsü olmayan gebe (kontrol grubu) dahil edilerek gerçekleştirildi. Hastaların
demografik özellikleri, obstetrik ve perinatal sonuçları kaydedildi. Her bir
kadın için yaş, gravida, parite, abortus, vücut kitle indeksi (VKİ), gebelik
haftası, sigara, doğum şekli, doğum kilosu, perinatal sonuçlar araştırıldı.
Bulgular: En sık rastlanan kanser türlerinin tiroid (%28,5) ve meme
kanseri (%23,8) olduğu ve bu kanserlerin gebelikte görülen tüm non–jinekolojik kanser olgularının yaklaşık yarısını oluşturduğu görüldü. Tanı
üzerinden geçen süre, ortalama 3,8±2,2 (1–9) yıl olarak hesaplandı. İki
grup arasında yaş, gebelik haftası, obstetrik hikâye, VKİ ve sigara kullanımı açısından istatistiksel anlamlı fark yoktu (p>0,05). Çalışma grubunda sezaryenle doğumun daha sık uygulandığı, kız cinsiyet oranının
daha yüksek olduğu ve yeni doğan yoğun bakım ihtiyacının daha çok
gerektiği, ancak bu farkların istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü
(p>0,05). En sık sezaryen endikasyonu, remisyondaki non–jinekolojik
kanserli gebelerde fetal distres, kontrol grubunda mükerrer sezaryen olarak kaydedildi.
Sonuç: Remisyondaki non–jinekolojik kanserli gebelerin olumsuz gebelik sonuçları kabul edilebilir düzeylerdedir. Bu grup hastalar gebe kalmamaları yönünde teşvik edilmemelidir.
Anahtar Kelimeler: Gebelik, gebelik sonucu, kanser
[Abstract:0097][PS-057]
İnfertilite Polikliniğine Başvuran Yanlış Ve Gecikmeli Tanı Konulan
Komplet Androjen İnsensitivite Sendromu: Vaka Sunumu
Keziban Doğan1, Hakan Güraslan1, Halil Fırat Baytekin2, Ali Yeşil1, Hediye Dağdeviren1
1
Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları
ve Doğum Kliniği, İstanbul
2
Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği,
İstanbul
Giriş: Erişkin dönemde tanı alan komplet androjen insensitivite sendromlu (KAİS) olgunun sunulması amaçlanmıştır.
Olgu: 25 yaşındaki kadın hasta, çocuk istemi ve primer amenore şikayetleriyle infertilite polikliniğimize başvurdu. Anamnezinde iki yıldır evli
olduğu, hiç adet görmediği, hiç gebe kalmadığı ve düzenli cinsel yaşamı
olduğu öğrenildi. 12 yaşında iken adet görmediği için doktora başvurduğu, oral kontraseptif (OKS) başlandığı, ancak ilaca rağmen adet görmediği anlaşıldı. Ayrıca 2004 yılında, 15 yaşındayken acil şartlarda sol
inguinal herniden opere edilmiş, 2009 yılında sağ inguinal herni operasyonu geçirmiş, 2013 yılında ise primer amenore nedeniyle çekilen pelvik
magnetik resorans görüntülemede (MRG) normalden küçük rahmi olduğu rapor edilmiş ve adet görebileceği söylenmişti. Aile anamnezinde 3 kız
kardeşinin daha olduğu, 2 büyük kardeşin, adet gördüğü ve çocuk sahibi
oldukları, ancak köyde yaşayan 17 yaşındaki kız kardeşinin kendisi gibi
hiç adet görmediği öğrenildi. Yapılan fizik muayenede, 170 cm boyunda,
66 kg ağırlığında idi. Pubik ve axiller kıllanma çok seyrekti, meme gelişimi tanner stage III olarak değerlendirildi. Labia major, minör, klitoris,
üretral orifis ve anüs normal gelişim ve görünümdeydi. Vajinal muayenede 5-6cm’lik kör vajen izlendi, serviks gözlenmedi. Transvajinal ultrasonografide uterus ve overler izlenmedi. FSH: 2,68 mlU/ml, LH:10,18 mlU/
ml, total testosterone: 3,17 ng/dl (erişkin erkek içi referans değer: 1,757,81 ng/dl; erişkin kadın için referans değer: 0,1-0,75 ng/dl ) ve estradiol:
60,05 pg/ml (erişkin erkek için referans değer: <20-47 pg/ml) idi. Pelvik
MRG da overler ve uterus izlenmedi, bilateral inguinal kanal girişinde
ön planda testis olduğu düşünülen 3x2 cm lik dokular izlendi. Karyotip
analizinde 46XY tespit edilmesi üzerine hastaya KAİS tanısı konularak,
gelişebilecek gonadal malignansi açısından vaka ayrıntılı bilgilendirildi ve
laparaskopik gonadektomi önerildi. Hastanın onay vermesi üzerine laparaskopik bilateral gonadektomi yapılarak patolojiye gönderildi, patoloji
sonucu testis dokusu olarak bildirildi. Hasta ve eşi mevcut durum hakkında ayrıntılı bilgilendirildi, OKS tedavisi düzenlendi, psikiyatrik destek
alınması önerildi. Ayrınca köyde yaşayan kız kardeşinin de en yakın üniversite hastanesine başvurması ve gerekli tetkiklerin yapılması önerildi.
[Abstract:0299][PS-059]
Klinefelter Sendromlu Bir Olguda Testiküler Sperm Ekstraksiyonu,
İntrasitoplazmik Sperm Enjeksiyonu Ve Preimplantasyon Genetik
Tarama Yöntemi Sonrası Sağlıklı Bebek
Yeşim Bardakçı, Yaprak Engin Üstün, Nafiye Yılmaz, Mustafa Kurt,
Deniz Tuzluoğlu, Volkan Baltacı, Cavidan Gülerman
Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Klinefelter sendromu, fazladan bir X kromozomu ile karakterize, erkeklerde en sık görülen seks kromozom bozukluğudur. Etkilenen erkekler
önikoid vücut yapısına sahip hipogonadik, yüz kılları seyrek, öğrenme ve
sözel kapasiteleri zayıf ve erişkinlikte infertildirler.
Olgu: 1,5 yıllık primer infertilite şikâyeti ile başvuran çiftin 26 yaşındaki
Klinefelter sendrom tanılı erkek eşinde tetkikler sonrasında azospermi
saptandı. 25 yaşında normoovulatuar olan eşine long agonist + 200 IU
rekombinant folikül stimülan hormon başlandı. 10 günlük tedavi sonrası
insan koryonik gonadotropin uygulamasından 36 saat sonra yapılan yumurta toplama işleminde 15 MII olmak üzere 19 oosit toplandı. Testiküler
sperm ekstraksiyonu (TESE) sonrası elde edilen spermlerle uygulanan
intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) sonrası 5 oositte fertilizasyon
izlendi, dördü yarıklandı, yapılan preeimplantasyon genetik taramada
(PGT) dört embriyoda da anormallik izlendi (Monozomi 22, Turner S,
Anükleer, Monozomi 13, 21). Embriyo transferi uygulanmadı. Üç ay sonra yapılan 2. denemede antagonist protokol + 225 IU rekombinant folikül
stimülan hormon uygulandı. On günlük indüksiyon sonrası insan koryonik
gonadotropin uygulamasından 36 saat sonra yapılan yumurta toplama
işleminde toplanan 6’sı MII, 7 oositin 5’i TESE’den elde edilen spermlerle
20
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
ICSI yöntemi ile fertilize oldu. Bunun 5’i de yarıklandı. Beş adet üçüncü
gün embriyolarından alınan biyopsi sonrası uygulanan PGT’de 2 embriyo
sağlıklı bulundu. Sağlıklı embriyolardan biri 4. gün transfer edildi, diğeri
donduruldu. Gebelik elde edildi. Sağlıklı 40 hafta gebelik süreci sonrası
sağlıklı bir kız bebek doğurtuldu.
Sonuç: Klinefelter sendromlu erkekler nonobstrüktif azoospermiktir.
1996’ya kadar infertil kabul edilen bu bireylerin yeni ilerlemelerle sağlıklı
çocukları olabilmektedir. TESE yöntemi ile sperm ekstraksiyonu olasılığı
%40-50, ICSI sonrası gebelik ihtimali %20-25 arasındadır. Doğan bebeklerde kromozomal hiperploidi oranları yüksektir. Bu hastalarda PGT
uygulaması önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Klinefelter sendromu, preimplantasyon genetik tarama
lasyonunu takiben hasta over kanseri ön tanısı ile operasyona alındı. Sağ
adneksial kitlenin frozen incelemesinin yüksek-dereceli seröz karsinom
olarak yorumlanması üzerine hastaya total abdominal histerektomi, sol
salpingo-oferektomi, bilateral pelvik paraaortik lenf nodu disseksiyonu,
appendektomi ve total omentektomi yapıldı. İntraoperatif gözlemde, sağ
pelvik yan duvar peritonunda izlenen sarı, nodüler, yaklaşık 5 mm büyüklüğündeki şüpheli alandan biyopsi alındı. Histopatolojik inceleme sonucunda seröz yüzeylerin papiller karsinomu tanısı alan hastanın, pelvik
yan duvardaki şüpheli alandan alınan periton biyopsisinde, 5 mm çaplı
heterotopik adrenal doku saptandı. Adrenal dokuda zona glomeruloza ve
fasikulata tabakaları mevcut olduğu, doku santralinde matür metaplastik
yağ doku ile hematopoetik elemanlardan meydana gelen myeolipoma
odakları izlendiği raporlandı ve tanı immünhistokimyasal çalışma(Melan-A) ile doğrulandı.
Sonuç: Olgudaki heterotopik adrenal doku; peritoneal yerleşimi açısından özgündür. Atipik lokalizasyonlu adrenal dokunun klinik anlamda önemi ise endokrin düzensizliklere sebep olabilme ve malign transformasyon
potansiyelidir. Özellikle intraoperatif değerlendirmelerde makroskobisi
şüphe uyandıran alanlardan patolojik örnekleme ve immünhistokimyasal
çalışma ayırıcı tanıda faydalı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Heterotopik adrenal, pelvik adrenal, periton
[Abstract:0090][PS-060]
Histerektomi Materyallerinde Histopatolojik Tanıların Değerlendirilmesi
Çiğdem Kunt İşgüder, Hatice Yılmaz Doğru, Asker Zeki Özsoy, İlhan Bahri Delibaş
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D,Tokat
Amaç: Benign endikasyonlarla yapılan histerektomilerin preoperatif klinik
endikasyonlarını ve postoperatif histopatolojik tanılarını değerlendirmek.
Yöntem: Mart 2013-Mayıs 2015 tarihleri arasında Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde benign
endikasyonlarla histerektomi uygulanan 170 hastanın klinik özellikleri ve
postoperatif histopatolojik tanı raporları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 50,48±7,50 (min:38, max:74) idi. En
sık histerektomi endikasyonu 77 olgu (%45,3) ile leiomyoma idi. Daha
sonra sırası ile disfonksiyonel uterin kanama 50 (%29,49) ve endometrial hiperplazi 22 (%12,9) olarak tespit edildi. Diğer klinik endikasyonlar
uterus prolapsus 17 (%10), kronik pelvik ağrı 2 (%1,2) ve adenomyozis 2 (%1,2) idi. Histerektomi materyallerinin histopatolojik raporlarının
değerlendirilmesi sonucunda, en yaygın patoloji leiomyoma 87olguda
(%51,2), takiben adenomyozis 35 olguda (% 20,5) ve endometrial hiperplazi 31(18,3) saptandı. Endometrial polip 10 olguda (%5,9) ve 7 olguda
(%4,1) ise atrofik endometrium mevcuttu. 44 histerektomi materyalinde
kombine patoloji tanımlandı. %50 oranında leiomyoma ve endometrial
hiperplazi en yaygın kombibasyon olarak tespit edildi. Ayrıca histerektomi materyallerinin serviks incelemelerinde %64,7 ‘sinde kronik servisit
olduğu gözlendi.
Sonuç: 4. ve 5. dekatta açıklanamayan menometroraji, sekonder dismenore ve kronik pelvik ağrı ile başvuran hastaların tanısında ve tedavileri
planlanırken mutlaka adenomyozis akla gelmelidir. Leiomyama ve endometrial hiperplazilerin yüksek oranda birlikteliğinden dolayı leiomyoma
tanısıyla histerektomi planlanan olgularda menometroraji de mevcut ise
endometrial örnekleme yapılmasının gerekli olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Histerektomi, histerektomi endikasyonları, patoloji
[Abstract:0267][PS-062]
Yardımcı Üreme Teknikleri Uygulamalarının Kadın Ve Erkek Psikolojisine Etkisi
Yaprak Engin Üstün, Nafiye Yılmaz, Mustafa Kurt, Cavidan Gülerman,
Salim Erkaya
Reprodüktif Endokrinoloji Bölümü, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Beck Depresyon Ölçeği 1920’lerde Aaron Beck tarafından geliştirilmiş, 21 ifadenin çoktan seçmeli şekilde cevaplandırılarak kişinin kendisini ifade edebileceği dünyanın en çok kullanılan psikometrik testlerinden
biridir. Yardımcı üreme teknikleri; öncesinde çevresel baskıların söz konusu olduğu, uzun, yorucu ve masraflı işlemler gerektiren, hayal kırıklığıyla sonuçlanabilecek bir tedavi sürecidir. Çalışmamızda bu durumun
kadın ve erkeği psikolojik olarak nasıl etkilediğini incelemeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamızı hastanemiz in vitro fertilizasyon ünitesine başvuran ve IVF/ICSI programına alınan 27 çift ile gerçekleştirdik. Kadın ve
erkek bireylere ayrı ayrı Beck depresyon ölçeği uygulandı. Ölçek, BD II
versiyonu olup 13 yaşın üstündeki bireylere ümitsizlik, asabiyet, suçluluk,
cezalandırılmış olma gibi bilişsel sorular yanında yorgunluk, kilo kaybı,
sekse ilgi azalması gibi fiziksel semptomlar da sorgulanarak yapılmaktadır. Ölçekte alınan puanlara göre minimal, hafif, orta ve ileri derecede
depresyon olmak üzere gruplara ayrıldı. Hastaların yaşları, sosyoekonomik düzeyi, infertilite süresi, nedeni, daha önceki IVF tedavisi uygulamaları, eğitim durumları kaydedildi. İstatistiksel inceleme için SPSS
(Statistical package for the social sciences) 17.0 programı kullanıldı. Karşılaştırma ki kare analizi ile yapıldı.
Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 29,6±4,1, erkeklerin yaş ortalaması ise 32,1±4,6 idi. İnfertilite süresi ortalaması 5,62±4,54 yıl olarak hesaplandı. Hiçbir hastada ileri derecede depresyon gözlenmedi. Minimal
depresyonlu hastaların 18’ini (%46,2) kadınlar, 21’ini (%53,8) erkekler
oluşturmaktaydı. Orta dereceli depresyonlu hastaların ise 7’sini (%87,5)
kadınlar, yalnızca 1’ini (%12,5) erkekler oluşturmaktaydı (p=0,049). Sonuç: Kadınlar psikolojik anlamda yardımcı üreme teknikleri sürecinden daha fazla etkilenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Beck depresyon skoru, yardımcı üreme teknikleri
[Abstract:0163][PS-061]
Pelvik Peritoneal Yerleşimli Heterotopik Adrenal
Filiz Ayşe Avşar Yavuz1, Gülin Feykan Yeğin Akçay2, Levent Keskin2,
Emre Erdem Taş1, Aylin Yazgan3
1
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Ankara
2
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kliniği, Ankara
3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Patoloji A.B.D, Ankara
Giriş: Pelvik peritonda yerleşmiş, atipik lokalizasyonlu heterotopik adrenal olgusunu sunmaktır.,
Olgu: 63 yaşında kliniğimize kasık ağrısı sebebiyle başvuran postmenapozal hasta ileri incelemeye alındı. Klinik incelemede, tiroid stimulan
hormon(TSH) 50 µU/ml, CA 125 200 U/ml saptanırken diğer laboratuar
tetkikleri normaldi. Transvajinal ultrasonografide, yaklaşık 15 X 13 cm,
multilokular kistik kitle saptanan hastanın tüm abdomen tomografisinde
sağ adneks kaynaklı 128 X 159 mm, papiller projeksiyonlar içeren, solid komponentli kistik kitle, batında yaygın assit ve en büyüğü 30 mm
multiple peritoneal implantlar izlendi. Parasentez yapılan hastanın assit
mayisinin patolojik incelemesinde malign hücre saptanmadı. TSH regü-
[Abstract:0139][PS-063]
Kadınlar Eşlerinin Doğurganlığın Düzenlenmesine Katılımı Konusunda Ne Düşünüyor?
Dilek Bilgiç, Gülbahtiyar Demirel, Gülseren Dağlar
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas
Amaç: Bu araştırmanın amacı doğurganlığın düzenlenmesine erkeklerin
katılımı konusunda kadınların düşüncelerini belirlemektir.
Yöntem: Araştırma tanımlayıcı bir çalışma olup örneklemini 30 Haziran-30 Kasım 2014 tarihleri arasında Sivas Devlet Hastanesinin aile
planlaması bölümüne ve kadın doğum polikliniğine başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden 247 kadın oluşturmuştur. Veriler araştır-
21
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
macılar tarafından literatür doğrultusunda oluşturulan sosyodemografik
özelliklerin (15 soru) ve kadınların eşlerinin doğurganlığın düzenlenmesine ilişkin soruların (18 soru) yer aldığı anket formu kullanılarak, yüz
yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi SPSS
(21.0) paket programında ortalama, standart sapma, yüzde, Fisher exact
test ve ki-kare testi kullanılarak tablolaştırılmıştır. İstatistiksel anlamlılık
p<0,05 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Araştırma esnasında doğurganlığın düzenlenmesi için aile
planlaması yöntemi kullanım oranı %72,5 olarak saptanmıştır. Bu oranın %44,1’ini erkek kondomu, %27,4’ünü RİA, %13,4’ünü de geri çekme
yöntemi oluşturmaktadır. Kadınların %61,9’u kendi kullandığı, %39,7’si
eşinin kullandığı yöntemden memnundur. Kadınların %29,6’sı kendileri istediği için eşlerinin yöntem kullandığını belirtmiştir. Eşi yöntem kullanmayan kadınların; %65,3’ünün eşlerinin yöntem kullanması, bunların
%46,2’si erkeğe ait yöntem kullanımlarının daha kolay olduğu, %58,8’i
bu nedenle kondom kullanılması gerektiği düşüncesine sahiptir. Çoğu
kadın (%88,3) doğurganlığın düzenlenmesinde kadınların sorumluluk aldığını, bunun sebebi olarak da %48,2 oranında kadın, erkeklerin yöntem
kullanmak istememesinden kaynaklandığını düşünmektedir. Kadınların;
%83,8’i erkeklerin doğurganlığın düzenlenmesine katılması gerektiği,
%77,3’ü istenen çocuk sayısına ulaşıldığında eşlerinin vazektomi yaptırmayacağı görüşündedir. Kadının yaşı, evlilik süresi, gebelik ve düşük
sayısı, eşin yaşı, çalışması ve eğitiminin kadınların korunma durumlarını,
korundukları yöntem seçimini, yöntemden memnuniyetini, isteyerek korunmayı ve eşinin kullanmasını istediği yöntem seçimini anlamlı düzeyde
etkilediği saptanmıştır (P<0,05).
Sonuç: Bu çalışmada kadınlar doğurganlığın düzenlenmesinde eşlerinin
yeterince sorumluluk almadıklarını düşünmektedirler.
Anahtar Kelimeler: Doğurganlığın düzenlenmesi, erkek, kadınların düşünceleri
[Abstract:0227][PS-064]
Postpartum Üriner Retansiyon
Beril Yüksel, Halime Şencan, Suna Kabil Kucur, Ali Seven, Nuh Mehmet Erbakırcı, Murat Polat, Huri Güvey, Nadi Keskin
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya
Giriş: Postpartum üriner retansiyon, vajinal doğumdan sonra %0,70,9 oranında görülen nadir bir durumdur. Vajinal doğumdan sonra ilk
6 saatte idrar yapamama ve mesane volümünün 400 ml’den fazla olması şeklinde tanımlanır. Risk faktörleri: Eylemin 1. ve 2. fazının uzaması, izole 2. fazın uzaması, müdahaleli doğum yaptırılması, perineal laserasyon, nulliparite ve iri fetustur. Farkedilmemesi durumunda;
atoni ve vajinal kanamaya veya mesane perforasyonuna neden olabilir. Tedavisi aralıklı kataterizasyondur. İntermitten kataterizasyon
üriner enfeksiyon riskini arttırdığı için ek olarak proflaktik antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Üriner retansiyon çoğunlukla 72 saat içinde geriler.
Olgu: 28 yaşında G3P3A0 olan normal vajinal doğum yapan hasta
postpartum 5. günde kasık ağrısı şikayetiyle polikliniğimize başvurdu.
Yapılan muayenede glob vezikale geliştiği tespit edildi. Aralıklı mesane kateteri uygulaması neticesinde hastadan toplamda 8750cc idrar çıkışı olduğu izlendi. Vajinal muayenede epizyo hattı intaktı, üretra
ve vajen doğaldı; laserasyon, hematom izlenmedi. Hasta kabülünde
BUN:25, kreatinin:2,09, Ca:8 iken diğer elektrolitler normaldi. Yapılan
üriner USG’de sağ ve sol böbreklerde minimal pelvikalisyel dilatasyon
izlendi. Mesane konturları düzgün, duvar kalınlığı diffuz artmıştı. Hastaya antibiyotik başlandı. Hidrasyon yapıldı. Kataterizasyonu sonrası böbrek fonksiyon testleri normale döndü. Mesane sondası 4 gün
sonra çıkarıldı; fakat aynı gün tekrar globe vezikale gelişmesi üzerine
sonda tekrar takıldı. 1100 cc idrar boşaltıldı. 10 günlük takibinde idrar
çıkışı normale dönen hastanın sondası mesane jimnastiği ile çekildi. Sonuç: Postpartum üriner retansiyon nadir gelişen bir durum olmakla
birlikte mesane perforasyonu ya da atoni gibi ciddi komplikasyonlara yol
açabilmektedir. Literatürde mesane kateterizasyonu ile postpartum 85
güne kadar uzayan vakalar olduğu bildirilmiştir. Bu vakada, postpartum
dönemde üriner retansiyon risk faktörlerinin iyi değerlendirilmesi gerektiği, iyileşmenin uzun sürebileceği, hasta yönetiminde sabırlı olmak gerektiği, retansiyonun antibiyotik tedavisi altında kateterizasyonla tedavi
edilebileceği konusundaki tecrübelerimizi sunmak istedik.
Anahtar Kelimeler: Postpartum, üriner retansiyon, glob vezikale
22
[Abstract:0140][PS-065]
Parsiyel Sistektomi Yapılan 2 Plasenta Perkrata Vakası
Alev Özer1, Bülent Köstü1, Önder Ercan1, Murat Bakacak1, Salih Serin2,
Ferhat Aslan1, Güven Arslan1, Şakir Aydoğdu1
1
Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kahramanmaraş
2
Kadın Hastalıkları ve Doğum Departmanı, Tatvan Devlet Hastanesi,
Bitlis
Giriş: Plasenta perkrata nedeniyle sezaryen histerektomi ve parsiyel sistektomi yapılan 2 vakanın sunulması.
Olgu 1: 38 yaşında gravida 11 parite 10, 5 kez sezaryenle doğum (SD)
öyküsü mecvut. Antenatal takipte ultrasonografik olarak plasenta previa
ve plasenta perkrata (PP) tanısı ile izlenmekte olan hasta minimal ağrı ve
vajinal kanama şikayetleri nedeniyle 32. haftadan itibaren yatırılarak takip edildi (Resim 1). Kanama şikayetinin artması nedeniyle 34/4. gebelik
haftasında sezaryen histerektomi uygulandı. Olgu 2: 33 yaşında gravida
4 parite 1,abortus 2, 1 kez SD öyküsü mevcut. Antenatal takipte ultrasonografik olarak plasenta previa ve PP tanısı ile izlenmekte olan hastaya
elektif olarak 37. haftada sezaryen histerektomi uygulandı. Her 2 olguda
mesane kubbesindeki yaygın damarlanma artışı ve plasental yapışıklığa bağlı kanama nedeniyle yaklaşık mesanenin üst 1/4 ‘lük segmentine
sistektomi yapıldı. Mesane onarıldı. Postoperatif izlemde sorun olmadı.
Sonuç: Plasental invazyon anomalilerin yaklaşık %7’sini oluşturan PP,
koryonik villüslerin desiduayı aşıp serozaya ve bazen çevre organlara
invazyonu olarak tanımlanmaktadır. PP için majör risk faktörleri SD ve
plasenta previadır. Her 2 olguda SD öyküsü mevcuttu ve antenatal takipte ultrasonografik olarak plasenta previa ve PP tanısı konulmuştu. Yine
her 2 hastaya operasyon öncesinde histerektomi ve yoğun kanama riski
hakkında bilgi verilmişti. Masif kanama ve buna bağlı riskler nedeniyle PP
vakalarının preoperatif kan hazırlığı yapılarak 3. basamak merkezlerde
opere edilmeleri gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Plasenta perkrata, sistektomi
[Abstract:0103][PS-066]
Ankilozan Spondilitli Hastalarda Gebelik Sonuçları
Hakan Timur1, Aytekin Tokmak1, Gülenay Türkmen1, Hasan Ali İnal2,
Dilek Uygur1, Nuri Danışman1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara
2
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kliniği, Konya
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Ankilozan Spondilitli (AS) kadınlarda gebelik sonuçlarını araştırmak ve gebelik sırasında ve doğum sonrası dönemde hastalığın seyrini değerlendirmektir.
Yöntem: Retrospektif vaka kontrol çalışma olarak planladığımız bu çalışma, Mart 2007 ve 2015 tarihleri arasında kliniğimize AS tanısıyla yatırılıp doğum yapan 20 gebe kadın ile yine aynı tarihlerde perinatoloji
kliniğimizde doğum yapan ve AS tanısı olmayan 40 gebe dahil edilerek
gerçekleştirildi. Hastaların klinik özellikleri, gebelik komplikasyonları
ve perinatal sonuçları hasta dosyaları ve hastane kayıtlarından araştırılarak kaydedildi. Ayrıca AS’li kadınlar gebelik öncesi, gebelik sırasında ve doğum sonrasında hastalığın şiddetini belirlemek amacıyla
Ankilozan Spondilit Hastalık Aktivite Skoru (ASDAS) ile değerlendirildi.
Bulgular: AS’li gebe kadınların gebelik sırasındaki ortalama yaşı kontrol grubuna göre daha yüksekti (p=0,037). Kız fetüs oranı bu hastalarda
sağlıklı kontrollerden daha yüksek bulundu (p=0,041). AS’li hastaların
hiçbirisinde olumsuz gebelik sonucuna rastlanmadı. 20 hastanın 14 (%
70)’ünde gebelik sırasında ASDAS düşerken, 6 (% 30) hastada değişmedi. Doğum sonrası alevlenme hastaların 6 (% 30)’sında gözlendi. Bunun
dışında, hastalığın gebelik sırasındaki evresi 15 (% 75) olguda aynı kaldı.
Gebelik sırasında AS’li hastalarda en sık bildirilen belirtiler artrit ve üveitti.
Sonuç: AS’li kadınlarda gebelik sonuçları sağlıklı kontrollerden farklı değildir. Gebelik, hastalığın aktivitesini ve şiddetini olumsuz yönde etkilemez.
Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, gebelik sonucu, hastalık aktivitesi
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0120][PS-067]
Gebelerin Psikososyal Sağlık Durumlarının Prenatal Bağlanma İle
İlişkisi
Hediye Bekmezci1, Hava Özkan2
1
KTO Karatay Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Konya
2
Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Ana Bilim Dalı,
Erzurum
Amaç: Gebelerin psikososyal sağlık durumlarının prenatal bağlanma ile
ilişkisini ve etkileyen faktörleri incelemek.
Yöntem: Araştırma; Erzurum ili Nenehatun Kadın Doğum Hastanesi polikliniklerinde Eylül 2014/Mayıs 2015 tarihleri arasında başvuran gönüllü
ve araştırmaya katılabilme kriterlerini taşıyan 305 gebe ile yürütülmüştür. Veriler; kişisel bilgi formu, GPSDÖ (Gebelikte Psikososyal Sağlığı
Değerlendirme Ölçeği) ve PBE (Prenatal Bağlanma Envanteri) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistikler,
Güvenirlik testi, t-testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Kruskall Wallis, Mann
Whitney-U, Pearson Korelasyon Analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Gebelerin PBE’den aldıkları toplam puan ortalaması
56.97±11.58 ve GPSDÖ’den aldıkları toplam puan ortalaması 4.15±0.40
olarak bulunmuştur. Gebe ve eşinin eğitim durumu (p=0.001), evlilik süresi, gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı, abortus öyküsü, düzenli kontrole gitme durumu, gebe ve eşinin gebeliği isteme durumu (p=0.000),
ölü doğum sayısı (p=0.013), bebeğin cinsiyeti (p=0.002) prenatal bağlanma düzeyini etkilemiştir. GPSDÖ ile PBE puan ortalamaları arasında
ilişki incelendiğinde; gebelerin psikososyal sağlık durumları ile prenatal
bağlanma arasında pozitif yönde istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu
saptanmıştır (p=0.000, r=0.307).
Sonuç: Gebelerin GPSDÖ’den ve PBE’den aldıkları toplam puan ortalamalarına göre psikososyal sağlık durumlarının iyi düzeyde olduğu,
prenatal bağlanma düzeylerinin ise orta düzeyde olduğu belirlenmiştir.
Gebelerin psikososyal sağlık düzeyi arttıkça prenatal bağlanma düzeyinin de arttığı saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ebe, gebe, gebelik süreci, prenatal bağlanma, psikososyal sağlık
Amaç: Kliniğimizde son 5 yılda amniosentez yapılan hastalarda işleme
bağlı fetal kayıp riskinin ve kötü gebelik sonuçlarının artıp artmadığını
değerlendirmek.
Yöntem: Bu retrospektif çalışma Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde 2011 Ocak ile
2015 Temmuz tarihleri arasında amniosentez yapılan 387 hastanın dosyalarından ve genetik merkezin kayıtlarından incelenerek yapıldı. Ayrıca
kliniğimize kontrole gelen ve amniosentez yapılmayan düşük riskli 250
hasta kontrol grubu olarak belirlendi.
Bulgular: Çalışma süresince amniosentez endikasyonu olan 688 hasta
mevcuttu. Bunlardan 387 hastaya amniosentez yapıldı. %43.8 amniosentez reddetme oranı mevcuttu. En sık amniosentez endikasyonu anormal
Down sendromu tarama testi iken (%57.6), 2. sıklıkla ileri maternal yaş
(%22.5) görülmektedir. Amniosentez yapılan hastaların 24’ünde (%6.2)
kromozomal anormallik mevcut olup bunlar içerisinde en sık Down sendromu izlendi (%54). Amniosentez sonrası fetal kayıp 2 hastada (%0.5)
görülmüştür. Toplamda kötü gebelik sonuçlarına bakıldığında amniosentez yapılanlarda 8, kontrol grubunda 5 hastada kötü gebelik sonuçları
izlenmiş olup gruplar arasında istatisitksel anlamlı fark yoktu (p=0.263).
Sonuç: Amniosentez günümüzde sıklıkla kullanılan invaziv prenatal tanı
testidir. İşleme bağlı olarak gebelik komplikasyonlarında bir artış görülmemektedir. Amniosentez öncesinde hastalara mutlaka yapılacak işlem
ve sonuçları hakkında detaylı danışmanlık verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Amniosentez, down sendromu
[Abstract:0239][PS-070]
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde
Epizyotomili Ve Epizyotomisiz Normal Doğum Oranları
Betül Kalkan, Sümeyye Yılmaz, Özlem Moraloğlu
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Epizyotomi obstetrik pratikte en sık kullanılan cerrahi işlemdir.
Günümüzde doğumlarda rutin epizyotomi uygulamasından ziyade endike olgularda selektif epizyotomi uygulaması tercih edilmektedir. Perine
gövde bütünlüğünü korumaya çalışmak, yani mümkünse hem epizyotomi
açmamak hem de laserasyonları engellemek son derece önemlidir. Bu
çalışma hastanemiz doğum salonu servisinde epizyotomili ve epizyotomisiz doğum sayılarını belirlemek için yapılmıştır.
Yöntem: Bu çalışma Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma
Hastanesi doğum salonu servisinde doğum yapan hastaların arşiv kayıtlarından epizyotomili ve epizyotomisiz doğum sayıları alınarak yapıldı.
Bulgular: Yıllara göre yıllık toplam doğum sayısı 6727 ile 8288 arasında, epizyotomili doğum oranı ise %53 ile %77 arasında değişmekteydi.
Yıllara göre toplam doğum sayılarında belirgin bir değişiklik olmamasına
rağmen epizyotomi oranının ilerleyen yıllar ile gittikçe azaldığı gözlendi.
Sonuç: Kliniğimizde epizyotomi oranında yıllara paralel bir azalma gözlenmektedir. Literatürde son 20 yıldır pek çok sistemik inceleme, gözlemsel ve randomize araştırmalar epizyotomi kullanımının sınırlandırılması
gerektiğini göstermektedir. Yapılan daha önceki sistematik incelemeler,
rutin epizyotomi kullanımının sonuçlarının, sınırlayıcı epizyotomi kullanımından daha kötü olduğunu, sınırlayıcı epizyotomi kullanımında daha
az perineal travma, daha az sütur ve daha az komplikasyon oluştuğunu
göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Epizyotomili doğum, epizyotomisiz doğum, oran
[Abstract:0084][PS-068]
Ankara Onkoloji Hastanesi Genital Kondilom Sıklığı Ve Tedavi Yöntemleri
Kadir Çetinkaya, Dursun Haluk Dervişoğlu
Ankara Onkoloji Hastanesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara
Amaç: Genital kondilom (Condylomata acuminata) toplumda en sık izlenen hastalıklardan biridir. Polikliniğimize başvuran hastalardaki kondilom
sıklığını ortaya koymak, uygulanan tedavi yöntemlerini tartışmak ve ülkemizdeki HPV sıklığı ile karşılaştırmasını yapmak amaçlandı.
Yöntem: 2013 ve 2014 yıllarında yapılan toplam başvuru ve bunlardan
genital kondilom tanısını alanlar tespit edildi. Toplam başvurular içerisindeki kondilom sıklığı hesaplandı. Uygulanan başlıca tedavi şekilleri tespit
edildi. Ülkemizdeki HPV sıklığı verileri Sağlık Bakanlığı’ndan temin edildi.
Bulgular: Jinekoloji polikliniğine 2013 yılında 20930, 2014 yılında ise
19629 başvuru gerçekleşti. 2013 yılında 278 (%1.32), 2014 yılında ise
482 (%2.45) kondilom olgusu tespit edildi. Toplamda kondilom sıklığı
%1.87 olarak hesaplandı. Kondilom tanısı konulmuş hastalar için tedavi
şekli ise koterizasyon, eksizyon ya da medikal yöntemler için sırasıyla,
%24.2, %29.6 ve %46.1 oranında uygulandığı görüldü. Aynı dönemde Sağlık Bakanlığı’nın geniş tabanlı çalışmasında HPV pozitiflik oranı
%2.7-3.1 aralığında izlendi.
Sonuç: Sağlık Bakanlığı verileri ile karşılaştırıldığında, hastanemizde
2013-2014 yıllarında %1.87 sıklıkta kondilom tespit edilmiş olması, alttiplerden bağımsız olarak persiste HPV pozitif olan hastaların toplamda
yaklaşık %60’nda genital kondilom geliştiğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Genital kondilom, HPV
[Abstract:0233][PS-071]
Bir Grup Üniversite Öğrencisinde Dismenore Ve Dismenoreyi Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi
Melike Yavaş Çelik1, Şenay Çetinkaya2
1
Kilis 7 Aralık Üniversitesi Yusuf Şerefoğlu Sağlık Yüksekokulu,
Hemşirelik Bölümü, Kilis
2
Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü,
Adana
Amaç: Genç kızların yaşadıkları sağlık sorunları incelendiğinde mensturasyona ilişkin sorunların ön planda olduğu ve bunların içinde de
dismenoreye bağlı yakınmaların birinci sırada yer aldığı bildirilmiştir.
Yöntem: Çukurova Üniversitesi Adana Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik ve Ebelik 1. sınıf öğrencilerinde, 2012 yılı Nisan ayında, dismenore sıklığı ve dismenore yaşamalarını etkileyen bazı durumları
incelenme amacıyla yapılan tanımlayıcı bir araştırmadır. Verilerin top-
[Abstract:0145][PS-069]
Amniosentez Fetal Kayıp Ve Kötü Gebelik Sonuçlarını Arttırır Mı?
Önder Ercan, Bülent Köstü, Güven Arslan, Murat Bakacak, Alev Özer,
Deniz Cemgil Arıkan
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş
23
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
lanmasında literatürden yararlanılarak hazırlanan 30 sorudan oluşan anket formu, araştırmaya katılmayı gönüllü olarak isteyen 100
öğrenciye gözetim altında uygulanmıştır. SPSS (13.0) programında tanımlayıcı ve ki-kare testleri kullanılarak analizi yapılmıştır.
Bulgular: Yaş ortalaması 20.44±1.35, menarj yaşı 13.3±1.19’dur. Öğrencilerin %94’ü sigara kullanırken, alkol kullanan öğrenci bulunmamaktadır. Menstrasyonu düzenli olan öğrenci %89, menstral siklusu
27.91±3.73 gündür. Menstral süresi 5.69±1.46 (min=3, max=10) gün
olarak bulunmuştur. Menstral dönemde yaşadıkları sıkıntılar bel ve
kasık ağrısı %44, yorgunluk %40, anksiyete %33, bacaklarda ağrı
%32 olarak ifade edilmiştir. Öğrencilerin %78’i menstral ağrılarını primer dismenore olarak tanımlayıp, %77’si bunu her ay yaşadığını ifade
etmiştir. Öğrenciler üşüttüklerinde %76, ayaklarına çorap giymediklerinde %62, kış aylarında %60, stresli durumlarda %54 daha fazla
dismenore yaşadıklarını belirtmiştir. Stresli durumlarda öğrencilerin
dismenore yaşama durumları anlamlı bulunmuştur(p<005). Öğrencilerin sadece %46’sının menstrasyona dair bilgi aldığı saptanmıştır.
Öğrencilerin ağrıyı dindirmek için kullandıkları yöntemler arasında en çok
(%84) sıcak uygulama yer almaktadır. İkinci sırada ise (%62) bitkisel ilaç
kullanımı ve evde yatarak ağrının geçmesini beklemek yer almaktadır. Dismenoreyi yaşamayı etkileyen durumlar incelendiğinde yaz
aylarında, kış aylarında, ayağına çorap giymediğinde, üşüttüğünde, banyo yaptığında, stresli durumlar yaşadığında, uykusuz olduğunda anlamlı (p<0.05) bulunurken gazlı yiyecek ve içecek tüketilmesinin anlamlı etki etmediği (p>0.05) bulunmuştur.
Sonuç: Genç kızların primer dismenore yaşadıkları ve bunu düzenli olarak yaşadıkları bulunmuştur. Menstral döneme ait bilgi alma durumları da
düşük olarak bulunmuş, banyo yapmanın dismenoreyi arttırdığını düşünenlerin bulunması da ilginç olarak değerlendirilmiştir. Bu durum kişisel
bakımlarını ve sağlıklarını olumsuz olarak etkileyebilir. Preadölesan döneminde öğrencilere bu konuda eğitici bilgilerin verilmesi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Dismenore, menstrasyon, hemşirelik
[Abstract:0229][PS-072]
Bartolin Bezi Apselerinde Klinik Ve Mikrobiyolojik Özellikler
Esma Sarıkaya1, Özlem Evliyaoğlu1, Burak Elmas1, Hatice Kansu Çelik1,
Gülçin Yıldırım2, Melike Doğanay1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı, Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
2
Nene Hatun Kadın Doğum Hastanesi, Erzurum
Amaç: Bartolin bezi kanalının kist ve apseleri üreme çağındaki kadınların
yaklaşık %2’sini etkileyen yaygın bir problemdir. Bu çalışmada bartolin
apselerinin demografik, klinik özellikleri ve kültür sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya Ekim 2013- Mart 2014 tarihleri arasında Zekai Tahir
Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi jinekoloji polikliniğine
başvuran ve bartolin apsesi tanısı alan hastalar dahil edildi. İşlem esnasında tüm apselerden püy kültürü alındı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 60 hastanın ortalama yaşı 31,6 (19-49)
idi. Hastaların 45’i (%75) cinsel olarak aktif olduklarını belirtti. Hastaların büyük kısmını (36 hasta,%60) multipar hastalar oluşturdu. Hastaların
ortalama C-reaktif protein 21,1 mg/L (2-245) olarak bulundu. Vakaların
%65’i (39 hasta) ilk defa tedavi alırken, olguların %35’ini nüks vakalar
oluşturdu. Apselerin coğunluğu (%60) sağ labium majusda lokalize idi.
Hastaların tamamina cerrahi tedavi uygulandı. Kültürlerin 39’unda (%65)
üreme olmazken, üreme saptananlarda en sık etkeni E.coli oluşturdu.
Sonuç: Bartolin bezi enfeksiyonu düşük-orta sosyo-ekonomik seviyedeki, daha önceden bu bölgede cerrahi girişim öyküsü olan, üreme çağındaki, cinsel aktif bireylerde daha sık görülmektedir. Nüks vakalarda total
eksizyon ve marsupiyelizasyon daha çok tercih edilmekle beraber gümüş
nitrat tedavisinin de etkinliğini gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Apse
kültürlerin %65’inde üreme olmazken, en çok üreyen ajan E.coli (%21.7)
oldu. Bizim çalışmamızda stafilococous aerus ve stafilococus warneri
gibi az beklenen etkenler de izole edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Bartolin bezi apsesi, marsipiyelizasyon, total eksizyon, gümüş nitrat
[Abstract:0237][PS-073]
Hastanemizde Sağlık Personelinin Palyatif Bakım Hakkında Farkındalık Düzeylerinin Belirlenmesi
Meral Göktaş1, Tülay Kuzlu Ayyıldız2, Derya Şahin1, Nilüfer Ercan1,
Rukiye Altın1, Ayten Kurt1, Gülay Aydoğdu1, Huriye Kaan Güven1,
Ağsuman Özdil1, Fulya Doğan1, Aynur Çapur1, Gülper Çalışkan1
1
Dr.Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
2
Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Hemşireliği A.B.D, Zonguldak
Amaç: Palyatif bakım, hastanın ve ailenin yaşam kalitesini arttırmayı, ailesinin ve kendisinin hayatı tehdit edici durumlarını engellemeyi, sorunları
erken dönemde tanımlamayı, değerlendirmeyi, tedavi etmeyi amaçlayan
yaklaşımdır. Sağlık çalışanlarının aşina olmadığı bir konu olarak görülmesinden yola çıkarak yapılan bu çalışma, sağlık çalışanlarının palyatif
bakım hakkında farkındalık düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı tipte olup 1Eylül–1Ekim 2015 tarihleri
arasında Dr.Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde belirtilen tarihlerde araştırmaya katılmayı kabul eden 217 sağlık
personeli oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak, katılımcı bilgi formu,
sağlık personelinin palyatif bakıma yönelik mevcut farkındalık düzeylerini ve palyatif bakıma ilişkin görüş ifadeleri belirleyici form kullanılmıştır.
Veriler yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmış olup değerlendirilmesinde
istatistiksel analizler kullanılmıştır.
Bulgular: Sağlık personelinin yaş ortalamalarının 35.99±8.77; çoğunluğunun kadın(%87.6) ve lisans mezunu (%41),meslekte çalışma yılı ortalamasının 14.12±9.7 yıl olduğu belirlenmiştir. Sağlık personelinin%.41’i
palyatif bakım hakkında bilgi sahibi olmadığını,%45.6’sı palyatif bakımdan yararlanabilecek hasta grubunun onkolojik hastalar olduğunu ve
%66.8’si palyatif bakımın hastane ortamında verilmesi gerektiğini ifade
etmişlerdir. Sağlık personeli palyatif bakımın anlamı ve amacını sıklıkla “semptom yönetimi (ağrı, acı)” şeklinde ifade etmişlerdir. Çalışmaya
katılan bireylerin ülkemizde palyatif bakım hizmetlerinin henüz gelişememesinin nedenlerini ise toplumsal bilinç eksikliği(%33.6) ve güncel
bir kavram olmaması(%15.2)olarak belirtmişlerdir. Sağlık personelinin
%44.7’si “Palyatif bakım terminal dönem kanser hastaları için sunulan
hizmetleri kapsar.” %40.6’i “Palyatif bakıma, küratif tedavinin mümkün
olmadığı durumda ya da ileri evre hastalık aşamasında başlanılması uygundur.”%45.6’sı “Palyatif bakımda hasta ve ailesi karar verici bir ekip
üyesidir.” %40.6’sı “Hasta ve bakım verenler palyatif bakım profesyonellerine 7 gün 24 saat ulaşabilmelidir.” %36.9’u “Palyatif bakım merkezleri
hastane temelli olmalıdır.” %47.0 “Palyatif bakım ayrı bir uzmanlık alanı
olmalıdır” ifadesine katıldıklarını belirtmişlerdir. Katılımcıların yaş, meslek, eğitim ve palyatif bakıma ile ilgili bilgi alma durumlarına göre palyatif
bakıma ilişkin bazı ifadelere katılma durumları arasındaki fark istatistiksel
olarak anlamlı bulunmuştur(p<0.05).
Sonuç: Araştırmamızda elde edilen bulgular doğrultusunda sağlık personelinin palyatif bakım konusunda tutum ve davranışlarına yönelik ileri
çalışmalar yapılması önerilir.
Anahtar Kelimeler: :Palyatif, bakım, sağlık personeli
[Abstract:0278][PS-074]
Vücut Kitle İndeksinin Semen Parametreleri Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi
Ali Seven1, Hikmet Hassa2, Yunus Aydın2, İyimser Üre3, Beril Yüksel1,
Fezan Şahin Mutlu4, Filiz Günal5
1
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kütahya
2
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Eskişehir
3
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A.B.D, Eskişehir
4
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.B.D, Eskişehir
5
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Prof. Dr. Hikmet HASSA Ü.S.M
Androloji Birimi, Eskişehir
Amaç: Kilo anormalliklerinin kadın üremesine etkisi incelenmiş ve Vücut
Kitle İndeksi (VKİ) 25 kg/m2 üstü ve 18 kg/m2 altı olan kadınlarda ovülasyon disfonksiyonu ve düşük gebelik oranlarıyla ilişkili olduğu saptanmıştır. Yakın zamanda bazı araştırmacılar obezitenin erkek hastalarda
24
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Anahtar Kelimeler: Laparoskopi, histereskopi, Re-hospitalizasyon
bazı sperm parametrelerini kötü yönde etkilediği sonucuna vardılar. Biz
de çalışmamızda VKİ ile sperm parametreleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya; Ekim 2013 - Ekim 2015 tarihleri arasında Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı Prof. Dr. Hikmet HASSA
Üreme Sağlığı Merkezi Androloji birimine başvuran 2015 hastaya ait semen örneği dahil edildi. Çalışma retrospektif kohort analiz olarak dizayn
edildi. Hastalar VKİ’ne göre <18.5 olanlar zayıf, 18.5-24.99 arasında
olanlar normal, 25-29.99 arasında olanlar fazla kilolu, 30-34.99 olanlar
obez, >=35 olanlar ise ciddi obez olmak üzere 5 gruba ayrıldı.
Bulgular: Gruplar arasında sperm konsantrasyonu(milyon/ml) açısından
farklılık saptandı (Tablo 1, p=0.033). Bu farklılık normal grubu ile aşırı
obez grubu arasındaydı (P=0.026). Toplam semen volümü açısından
karşılaştırılan hasta grupları arasında da anlamlı fark bulundu(p=0.040).
Bu farklılık ise; zayıf grubu ile aşırı obez grubu arasındaydı(p=0.017).
Gruplar arasında viabilite, motil sperm, ileri motil sperm, morfoloji ve pH
değerleri açısından anlamlı fark yoktu.
Sonuç: Çalışmamız geniş bir hasta popülasyonuyla ve tek merkezde
yapılmıştır. Sonuçlarımıza göre; semen konsantrasyonu kilo artışı ile
azalmaktaydı. Semen volümü ise; kilo artışı ile artmaktaydı. Semen volümünün ciddi obez hastalarda daha yüksek olması genel literatür bilgisi ile
uyumlu değildi. Konsantrasyonun ciddi obez hastalarda normal hastalara
göre düşük olması dikkate değer bir bulgu olup; bu sonuca bağlı olarak
hastalara kilo vermeleri önerilebilir ancak bu konuda daha geniş hasta
serileri ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Semen parametreleri, semen konsantrasyonu, vücut kitle indeksi, obezite
[Abstract:0261][PS-076]
Endometrial Polip Tanısı İle Opere Edilen Hastaların Patoloji Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Esma Sarıkaya, Özlem Evliyaoğlu, Aytekin Tokmak, Hasan Onur Topçu,
Emre Özgü, Fatma Akkuş, Servet Çalıkoğlu, Salim Erkaya
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Endometrial polip jinekoloji pratiğinde en sık rastlanan cerrahi
anormal uterin kanama sebeplerindendir. Bu çalışmamızda klinik olarak
endometrial polip ön tanısı ile yatırılan hastaların operatif histereskopi ya
da total abdominal histerektomi ile cerrahi sonrası histopatolojik sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Jinekoloji Kliniği’nde 2010- 2015 yılları arasında transvajinal
ultrasonografik ve ofis histereskopik değerlendirme sonrası endometrial
polip ön tanısı ile opere edilen hastaların histopatoloji sonuçları retrospektif olarak hastane veri tabanından taranarak değerlendirildi.
Bulgular: Yapılan inceleme sonucunda 5 yıllık süre içerisinde hastanemiz jinekoloji servisinde toplam 2056 hasta endometrial polip ön tanısı ile
opere edildi. Bu hastalar arasında, 2033 hastaya operatif histereskopi, 23
hastaya total abdominal histerektomi yapılmıştır. Histopatoloji sonuçları
değerlendirildiğinde 1852 hastanın (%90) endometrial polip, 120 hastanın (%5,8) submüköz leiomyoma, 42 hastanın (%2) endometrial doku, 14
hastanın (%1,3) fibrin-mukus kümesi, 14 hastanın (%1,3) endometrit, 10
hastanın (%0,4) rest plasenta, 4 hastanın (%0,2) adenokarsinom olarak
raporlandığı saptanmıştır. Patoloji sonucu endometrial polip olan hastalardan endometrial polip zemininde 20 hastada basit atipisiz hiperplazi, 2
basit atipili hiperplazi, 26 kompleks atipisiz hiperlazi, 22 kompleks atipili
hiperplazi saptanmıştır. 42 hastada hiperplastik polip raporlanmıştır. Patoloji sonuçları değerlendirildikten sonra kompleks atipili hiperplazi tespit edilen tüm hastalara histerektomi uygulanmış bunlardan 3 tanesinde
evre 1 endometrioid adenokarsinom saptanmıştır.
Sonuç: Endometrial polip genellikle anormal uterin kanama ile belirti
veren bir patolojidir. Semptomatik tedavi için polip eksizyonu yapılması
gerekliliğinin yanında malignite de her zaman akılda tutulmalıdır. Endometrial polip ön tanısı ile opere edilen hastalarda malignite nadir görülmesine rağmen; özellikle polip zemininde izlenebileceği akılda tutulmalı
ve uygun tedavi şekli planlanarak tüm poliplerden histopatolojik örnekleme yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Endometrial polip, histereskopi, patolojik inceleme
[Abstract:0307][PS-075]
Endoskopik Cerrahi Yapılan Vakalarda Re-Hospitalizasyon Nedenleri Ve Risk Faktörlerinin Araştırılması
Esma Sarıkaya, Özlem Evliyaoglu, Gonca Göksu, Aslı Oskovi, Tuba Memur, Aytekin Tokmak, Emre Özgü
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Endoskopik cerrahi özellikle son 20 yılda jinekoloji pratiğinde artan oranda kendine yer bulmuş bir cerrahi modalitedir. Kısa hastanede
kalış süresi, erken dönemde günlük aktiviteye dönüş olanağı sağlaması
ve daha az invazif bir işlem olması sebebiyle popülerliği gün geçtikçe
artmaktadır. Bu çalışmamızda minimal invazif bir yöntem olması sebebiyle cerrahi ve post-operatif komplikasyonlar açısından da açık cerrahiye
üstünlüğü olduğu bilinen bu işlemin post- operatif komplikasyonlarının
değerlendirilmesini amaçladık. Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Hastanesi Jinekoloji Kliniğinde Ocak
2013 – Haziran 2015 tarihleri arasında tanı koyularak endoskopik cerrahi
müdahale kararı alınmış, cerrahi (laparoskopi ve histeroskopi) geçiren
ve post-operatif ilk 30 gün içinde operasyona bağlı sebeplerden dolayı
hastaneye tekrar yatışı olan hastalar yatış nedeni, klinik özellikleri ve risk
faktörleri açısından retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Toplamda 3029 histereskopi vakası gerçekleştirilmiş olup 1
hasta (%0,03), toplam 2118 laparaskopi vakasından 8 hasta(%0,37) ilk
30 gün içinde hastaneye tekrar başvurmuş ve re-hospitalize edilmiştir.
Tekrar hastaneye yatışı yapılan hastalardan ikisi laparoskopik kistektomi,
ikisi laparoskopik salpinjektomi, ikisi laparoskopik histerektomi ve bilateral salpingooferektomi, 1 tanesi laparoskopik parsiyel ooferektomi, 1
tanesi laparoskopik unilateral salphingooferektomi, 1 tanesi histeroskopik polipektomi geçirmiştir. Bunlardan 6 tanesi post-operatif ağrı, 1 tanesi
post-operatif kanama, 1 tanesi post-operatif yara yeri enfeksiyonu tanısı
ile re-hospitalize edilmiştir. Ortalama yaş 39,2(33-54), ortalama vücut kitle
indeksi 27,9(23,6-37,3), ortalama operasyon süresi 1,1 (1-2 ) saat, operasyon sonrası ortalama hospitalizasyon süresi 5,5 (1-10) gün, ortalama
re-hospitalizasyon süresi 2,6 (2-4) gün, taburculuk ve re-hospitalizasyon
arası süre ortalama 7,25 (2-14) gün idi. Hastalardan 1 tanesinde diabetes mellitus, 2 tanesinde geçirilmiş pelvik cerrahi öyküsü bulunmaktaydı
ve re-hospitalize edilen hastaların hepsine medikal tedavi uygulanmıştır.
Sonuç: Jinekolojide endoskopik cerrahi kısa hastanede kalış suresi,
post-operatif erken dönemde günlük aktiviteye dönüş gibi çeşitli avantajlarından dolayı açık cerrahiye kıyasla günümüzde daha sık tercih
edilmektedir. Minimal invazif bir yöntem olarak endoskopik cerrahinin
post-operatif iyileşme döneminde konvansiyonel açık cerrahi ile karşılaştırıldığında re-hospitalizasyon riski oldukça düşük olduğu gözlenmektedir.
[Abstract:0147][PS-077]
Down Sendromlu Olguda Koryoamniyotik Membran Ayrılması
Oğuzhan İnceli, Gülenay Gençosmanoğlu Türkmen, Hakan Timur, Zehra Yılmaz, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum, Ankara
Giriş: Embriyolojik gelişim esnasında koryonik ve amniyotik membranların her biri kendi germ yaprağından gelişerek 1. trimesterde çölomik
kaviteyi oluştururlar. 2. trimesterin başında kavite küçülür ve membranlar
birleşir; ancak membranlar kendiliğinden veya invaziv intrauterin prosedüre bağlı olarak ayrılabilirler. Bu patolojik durum koryoamniyotik membran ayrılması (KMA) olarak adlandırılır.
Olgu: 30 yaşında gravida 4, para 2, abortus 1 olan hasta 18 hafta 5 günde yapılan amniyosentez sonucu trizomi 21 gelmesi üzerine gebeliğinin
21 haftasında terminasyon amacıyla yönlendirildi. Yapılan usg’sinde 21
haftayla uyumlu fetüs izlendi. Fetal nukal cilt kalınlığı artmış (8mm) olarak
tespit edildi. İntraamniyotik kavitenin her yerinde dalgalanan tabandan
ayrı membranöz bir yapı izlenerek amion-korionun tam birleşmediği izlendi. Sonuç: Çoğunlukla benign bir durum olsa da korioamniotik seperasyon
düşük, fetal ölüm, neonatal ölüm, amniotik bant sendromu, umblikal kord
komplikasyonları ve preterm eyleme neden olabilir. Genelde invaziv intrauterin işlemler sonucu tespit edilmesine rağmen trizomi 21’li fetuslarda
amnion ve korionun füzyonun spontan olarak gecikebilir. Bu yüzden özellikle başka belirteçlerin de varlığında KMA dikkate alınmalı, ayrıntılı ultrasonografik değerlendirme yapılarak karyotiplendirme akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Down sendromu, koryoamniotik membran, memb-
25
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
ran ayrılması, trizomi 21
neonatal morbidite ve mortalite açısından çok faydalı sonuçlar sağlayacağı kanaatindeyiz. 29. gebelik haftası altındaki olgularda neonatal prognoz “bekle ve gör” yaklaşımını desteklemeyecek kadar düşüktür.
Anahtar Kelimeler: Preterm erken membran rüptürü, respiratuar distres
sendromu
[Abstract:0098][PS-078]
Olgu Sunumu: Fetal Kronik İntrakraniel Kanama
Alev Esercan1, Burcu Akdağ Özkök2, Nazlı Aksoy Kala3, Dilek Uygur2
1
Şanlıurfa Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Şanlıurfa
2
Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Ankara
3
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Fetal intrakranial kanama serebral ventriküllerde olabildiği gibi
subdural boşluk veya infratentoriel fossada da olabilmektedir. Kanamalar; mekanik travmaya (maternal batın künt travma veya doğum travması
), ciddi fetal hipoksi, fetal trombositopeni, maternal trombositopeni, fetal
intrakraniel tümörün içine kanama, ikizden ikize transfüzyon veya ikiz eşinin ölümü nedenleriyle oluşabilir.
Olgu:19 yaşında ilk gebeliği olan, bilinen bir hastalığı olmayan hasta gebeliğinde daha önce takibe gelmemiş olup ilk kontrolüne 21.haftasında
gelmiştir. 21.hafta obstetrik ultrasonunda tek canlı fetüs,21-21-21 hafta
ile uyumlu olarak değerlendirilmiş olup fetal anomali saptanmamıştır.
32.hafta ultrasonunda tek canlı baş geliş fetal biyometrisi 32-31-32 hafta
ile uyumlu, amnion mayiisi normal gebeliği mevcuttu. Ultrasonunda fetal kraniumda sağ lateral ventrikül genişliği oksipitalde 8 mm, sol lateral
ventrikül genişliği ise 10 mmdir. Sol lateral ventrikül duvarları kalınlaşmış
ve ekojenik görünümdedir. Koroid pleksus ekosu solda heterojen görünümdedir. Hastaya fetal MR planlandı. Fetal MR incelemesinde sağ
lateral ventrikül dilate görünümde olup trigon düzeyinde çap 16-17 mm
ölçülmüştür. Çevre dokuda gross ensefalomalazi ayırt edilememektedir.
Sol lateral ventrikül ependimal yüzde nodüler fokal sinyal değişiklikleri
dikkati çekmiş olup kan yıkım ürünlerine işaret olabilir. Diğer kranial yapılar normaldir. Hasta 37.haftasında fetal anomali /fetal ventrikülomegali?
endikasyonuyla C/S’ye alınmış olup yenidoğan doktoru tarafından yapılan değerlendirmede nörolojik ve yenidoğan muayenelerinde patoloji
saptanmamıştır.
Sonuç: Antenatal ultrasonda fetal intrakraniel hemorajinin görünümü kanamanın yeri ve zamanına bağlı olarak son derece değişkendir. Masif intraparenkimal hemoraji genellikle düzensiz hiperkojenik kitle gibi görünürken hemoraji zamanla porensefalik kist oluşumu veya fetal intrakraniel
kalsifikasyon şekline de dönüşebilir. Parenkimal ve subdural hemorajilerde sonuçlar kötü iken, intraventriküler hemorajilerde prognoz daha iyidir.
Anahtar Kelimeler: Fetal intrakraniel kanama, intraventriküler kanama,
ensefalomalazi
[Abstract:0221][PS-080]
Patolojik Kilo Kaybı Nedeniyle Doğum Sonrası Hastaneye Yatırılan
Yenidoğanların Değerlendirilmesi
Fatma Akyüz, Dilek Kaya, Zeynep Akben Akcebe, Sevim Ünal, Merve Sarıbay
Ankara Çocuk Sağlığı Hematoloji Onkoloji Eğitim Hastanesi, Ankara
Amaç: Bu çalışmada yenidoğan yoğunbakım ünitesine (YYBÜ) doğumdan sonra anne sütüyle beslenme sorunu yaşayan, yetersiz kilo alımı
veya orta-ağır dehidratasyon nedeniyle yatırılan yenidoğanların değerlendirilmesi amaçlandı. Yetersiz anne sütü alımıyla doğum şekli, anne
yaşı, kaçıncı yaşayan olduğu, gebelik haftası, mevsim, cins, doğum ağırlığı arasında ilişkinin araştırılması planlandı.
Yöntem: Ankara Çocuk Sağlığı Hematoloji Onkoloji Eğitim Hastanesi
YYBÜ’ne Ocak 2011-Haziran 2015 tarihleri arasında patolojik kilo kaybı
olduğu için yatırılan yenidoğanların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Veriler SPSS 15.0 programı kullanılarak sayı, yüzde, ortalama, standart sapma ve Ki-kare testleri ile analiz edildi.
Bulgular: Çalışmaya 175 bebek alındı, doğum ağırlıkları 3188±490
(1700-4250) g, gebelik yaşları 39.2±2.1 (32-42) hafta, anne yaşları
26.2±5.5 (17-47) yıl idi. Premature doğanlar (37 haftadan önce doğum)
%9.1 (n=16), geç prematureler %7.4 (n=13), erken term bebekler (3738.6 hafta) %26.9 (n=47) oranındaydı. Olguların %42.9’u erkek, %68.6’sı
vajinal yolla doğmuştu. Hastaneye yatış sırasında yaşları 6.3±5.9 (1-27)
gün, yatış süreleri 3.9±3.1 (1-27) gün bulundu. Bebeklerin %99.4’ü sadece anne sütü ile beslenmiş, %21.7’si sonbahar, %36’sı yaz, %22.9’u
ilkbahar, %19.4’ü kış aylarında yatırılmıştı. Çalışma sürecinde yatırılan
bebeklerin yıllara göre dağılımı homojendi. Doğum ağırlığı <2000 g olan
bebekler %1.7, 4000 g< olanlar %3.4 oranındaydı. Çalışmaya alınan bebeklerden %58.9’u ilk yaşayan, %21.7’si 2. yaşayan, %12’si 3. yaşayan
bebeklerdi. Annelerin ilk iki bebekleriyle, doğum sonrası yaşı küçük olanların daha uzun süre yatış gereksinimi oldu (p=0.000). Yenidoğanların
yetersiz anne sütü alımına bağlı hastaneye yatırılmaları açısından mevsimler arasında fark yoktu.
Sonuç: Çalışma sonucunda doğum sonrası yaşı küçük yenidoğanlarla, ilk iki yaşayanların yetersiz anne sütü alımına bağlı hastanede daha
uzun süre yatırılma riski olduğu bulundu. Bunun daha çok anne sütüyle beslenme sorunu yaşamış olabilecekleri, altta yatan nedenlerin annenin tecrübesiz olması veya profesyonel desteğin yetersiz olmasıyla
ilişkili olabileceği düşünüldü. Sağlık çalışanlarının anneleri ilk veya ikinci
doğumlardan sonra erken dönemde anne sütüyle beslenme açısından
daha çok desteklemeleri gerektiği sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler: Hastane yatışı, anne sütü, yenidoğan
[Abstract:0159][PS-079]
Preterm Erken Membran Rüptürü Olgularında Maternal Ve Neonatal
Sonuçların Değerlendirilmesi
Abdül Hamid Güler, Yüksel Sayın
Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Preterm Erken Membran Rüptürü (PEMR) olgularında maternal
ve neonatal sonuçların araştırılmasını amaçladık.
Yöntem: PEMR tanısı alan 145 tekiz gebelik geriye dönük incelendi. Maternal ve fetal etkilerin incelenmesinde gebelik haftasına göre üç gruba
ayrıldı. 1. Grup: 29 gebelik haftası ve altı, 13 hasta. 2. Grup: 30-34 gebelik haftası, 46 hasta. 3. Grup: 34 gebelik haftası ve üzeri, 86 hasta olarak
belirlendi. Grupların maternal ve neonatal sonuçları analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya katılan olguların yaş ortalaması 28,2±5,53 yıl olarak bulundu. Gestasyonel hafta ayrımına göre, olguların yaş, gravida,
parite dağılımı, eğitim durumu, USG'de AFI dağılımı, idrar kültürü dağılımı, tokoliz durumu, latent süre dağılımı arasında anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05). Gestasyonel hafta ayrımına göre olguların CRP, WBC ve
ateş durumu dağılımında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi
(p<0.05). Gestasyonel hafta ayrımına göre olguların doğum şekli dağılımında da anlamlı farklılık vardı (p<0.05).
Sonuçlar: Çalışmamızda morbidite ve mortalite oranını gebelik yaşına
göre irdelediğimizde yenidoğan açısından en önemli morbidite nedeni
olan RDS' un 29. gebelik haftası ile başlayarak giderek azaldığı, her hafta için yaklaşık %10-15 lik azalma saptandığı belirlenmiştir. 29. gebelik
haftası ile birlikte PEMR olgularında neonatal mortalite %50' nin altına
inerken, 32. gebelik haftası ile %10' un altına inmektedir. PEMR olgularının 29. gebelik haftası ile birlikte “bekle ve gör” yaklaşımı ile izlenmesinin
[Abstract:0309][PS-081]
Sezaryen Sırasında Alt Segment Transvers İnsizyondan Yapılan
Myomektomi: Olgu Sunumu
Ayşe Altındiş Bal, Nermin Köşüş, Aydın Köşüş, Deniz Hızlı, Ebru Yüce
Turgut Özal Üniversitesi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D.,
Ankara
Giriş: Uterin myomların gebelikteki prevelansı; tespit edildikleri trimestıra
bağlı olarak %2.7 ila 10.7 arasında değişir. Sezaryen sırasında myomektomi; histerektomi ihtiyacı doğuracak yoğun kanama riski taşıdığı için genellikle tercih edilmez.
Olgu: Biz çalışmamızda; 32 yaşından, G1P0 36/6 hafta gebelik ve erken
membran rüptürü ile kliniğimize başvuran, sefalopelvik uyumsuzluk nedenli sezaryen ile doğum uygulanan, ve sezaryen sırasında uterin sağ
yan duvar yerleşimli yaklaşık 12x10cmlik intramural myom enokülasyonu
yapılan bir vakayı sunmak istedik. Bu vakada myomektomi; bu myomun
kornu, uterin arter ve pelvik damarlara yakın komşuluğu nedeniyle uterus
dış yüzünden uygulanmak yerine, sezaryene ait alt segment transvers
insizyondan uygulandı; myom %25’lik submüköz kısmından tutularak
enoküle edildi.
Sonuç: Böylece myomektominin uygulama tekniği kolaylaşmış olup;
26
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
myomektomiye ikincil kanama miktarı artışından ve operasyon süresinin
uzamasından kaçınılmış oldu.
Anahtar Kelimeler: Myomektomi, sezaryen, alt segment transvers insizyon
lerek hastaya karyotip analizi önerilmiş fakat hasta kabul etmemiş tahliye
isteminde bulunmuştur. Vajinal yolla 580 gram, uzunluğu 32 cm ve baş
çevresi: 22 cm olan kız fetüs tahliye edildi.
Sonuç: Holoprozensefali; 4. ve 8.haftalar arasında embriyonik ön beyin veya prozonsefali olarak adlandırılan yapının iki serebral hemisfer ve
lateral ventriküle farklılaşmasında gelişimsel defekt sonucu oluşur. Orta
hat fasial defektler eşik edebilmektedir. Hafif formlarında mikrosefali,
mikroftalmi, okuler hipotelorizm, midfasial hipoplazi, yarık dudak ve/veya
damak eşlik edebilir. Şiddetli formlarında orta fasial yarık, primitif nazal
yapı, siklopi izlenebilir. Prenatal ultrasonografi ile ilk trimester da şiddetli
form ve fasial defektler tespit edilebilir. Bizim olgumuzda fasial orta hat
defekti olmayan semilobar holoprosensefali izlenmiştir. HPE fetuse sahip
ailelere detaylı genetik danışmanlık ve sonraki gebeliklerdeki rekurrens
riski hakkında ayrıntılı bilgi verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Holoprozensefali, corpus callosum agenezisi, prenatal tanı
[Abstract:0136][PS-082]
Yeni Pronatalist Perspektifin Kadınların Doğurganlık Özelliklerine
Ve Çocuk İsteme Durumlarına Etkisi: Anadolu’dan Bir Durum Analizi
Ayşe Koyun, Yeşim Ceylantekin, Dilek Öcalan
Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik
Bölümü, Afyonkarahisar
Amaç: Afyonkarahisar’da, bilinçli ve kendine güvenen sağlıklı bireyler ile
genç nüfusun arttırılmasına destek vermek, sağlıklı doğumların artmasına ve önlenebilir bebek ölümlerinin azaltılmasına katkı sağlamak amacıyla Afyonkarahisar Valiliği tarafından Nüfus Artışı Projesi (NAP) yürütülmektedir. NAP’ın paydaşı olarak yürüttüğümüz bu çalışmamızın amacı,
yeni pronatalist perspektifin Afyonkarahisar’daki kadınların doğurganlık
özelliklerine ve çocuk isteme durumlarına etkisini incelemek ve durum
analizi yapmaktır.
Yöntem: Kesitsel araştırma tipindeki bu çalışma, 16 Mart - 30 Haziran
2015 tarihleri arasında Afyonkarahisar Aile Sağlığı Merkezleri’ne başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden, gelişigüzel örnekleme yöntemiyle
seçilmiş 1342 kadın ile yürütülmüştür. Veriler araştırmacılar tarafından
hazırlanan 32 adet sorudan oluşan anket formu yardımıyla toplanmıştır.
Veriler SPSS 18,0 programı kullanılarak tanımlayıcı istatistikler ve ki-kare
testi ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Araştırma kapsamına alınan kadınların yaş ortalaması
32,9±7,1’dir. Kadınların %26,9’unu üniversite mezunudur. Kadınların
%45,2’i çalışmaktadır ve %93,9’u ekonomik durumlarını orta-iyi olarak
tanımlamıştır. Yapılan istatistiksel analizde, 18-29 yaş arasındaki, ortaöğretim mezunu, serbest meslekle uğraşan, geniş ailede yaşayan, ekonomik durumu iyi olan, 30 yaş ve üzerinde evlenen, evlilik süresi 5 yıldan
kısa olan, hiç gebeliği olmayan, hiç yaşayan çocuğu olmayan, ilk doğumunu 20 yaşından sonra yapan ve aile planlaması yöntemi kullanmayan
kadınlar başka çocuk sahibi olmak istemektedir. Kadınlar arasında en
çok başka çocuk istememe nedenleri; yeterli çocuğa sahip olmak, maddi yetersizlik ve yaş etkenidir. Ekonomik şartlar iyileştirildiği takdirde her
dört kadından biri başka çocuk isteyebileceğini belirtmiştir.
Sonuç: Doğurganlık seviyesinin istenilen düzeye gelmesi için sayısal sınırlar koymak yerine, nüfusun niteliksel özelliklerini arttıracak tedbirlerin
alınmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Çocuk İsteme, doğurganlık, doğurganlık hızı, kadın
[Abstract:0122][PS-084]
Bir Heterotopik Gebelik Öyküsü: Rüptüre Ektopik Gebelik Ve Miada
Ulaşan İntrauterin Gebelik
Özlem Ece Başaran1, Özge Erdoğan Kunt1, Merve Erkan2, Cavit Kart1,
Emine Seda Güvendağ Güven1, Süleyman Güven1
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi,Kadın Hastalıkları ve
Doğum Ana Bilim Dalı,Trabzon
2
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi,Radyoloji A.B.D,
Trabzon
Giriş: Heterotopik gebelik, iki farklı implantasyon bölgesinde eşzamanlı
gebeliklerin varlığını ifade eder. Heterotopik gebelik, tahmini 30.000 gebelikte 1 görülür. Süper ovülasyon, intrauterin inseminasyon ve in vitro
fertilizasyon dahil yardımcı üreme teknikleri risk faktörleridir.
Olgu: 35 yaşında ilk gebeliği olan olgunun son adet tarihine göre 10 hafta
4 günlük gebeliği varken bulantı, kusma ve karın ağrısı nedeniyle başvurduğu merkezde hiperemezis nedeniyle takip edilmiş ve ağrısının geçmemesi nedeniyle over torsiyonu düşünülerek sevk edildi. Özgeçmişinde
özellik yok, ailede ikiz gebelik öyküsü yoktu. Yapılan ilk değerlendirilmesinde intrauterin fetal kardiyak aktivitesi pozitif 11 hafta 5 günle uyumlu fetus ve batında yaygın hemorajik mayi izlenmiş olup sol adnekste yaklaşık
10x6 cm boyutunda heterojen hipoekoik kitlesel lezyon mevcuttu. Manyetik rezonans görüntülemesinde uterusta endometrial kavitede embriyo
izlenmekte. Solda uterus süperior komşuluğunda 75x50 mm boyutunda
santralinde kistik alanlar bulunan ektopik gebelikle uyumlu lezyon mevcut. Batında yaygın mayi izlenen hasta rüptüre ektopik gebelik şüphesi
ile operasyona alındı. Hastaya laparotomik sol salpenjektomi yapıldı ve
patoloji sonucu rüptüre tubal ektopik gebelik olarak raporlandı. Hasta 3.
gününde şifa ile taburcu edildi. İntrauterin gebelik takibi sorunsuz olarak
devam etti ve miadında vajinal doğumla sonuçlandı.
Sonuç: Heterotopik gebelikler çoğunlukla tek başına ektopik gebeliğin
aksine klinik işaretler oluştuktan sonra tanı alır. Bunun nedeni seri β-hcg
ölçümü ve transvajinal ultrason gibi erken tanıda yardımcı olan tanısal
yöntemlerin heterotopik gebelikte pek yardımcı olamamasındandır. Takipte kullanılabilen belirteç olmadığı için tedavide izlemin yeri yoktur. Kliniği stabil seyreden, akut batın bulgusu olmayan hasta grubunda medikal
tedavi uygulanabilir. Sistemik metotreksat tedavisi fetal kardiyak aktivitesi pozitif intrauterin gebeliği olan hastalarda kontreendikedir. Bu hasta
grubunda ultrasonografi rehberliğinde lokal metotreksat veya potasyum
klorid uygulaması ile başarılı sonuçlar bildirilmiştir. Hemodinamisi stabil
olmayan, rüptür düşülen hastada laparotomik salpenjektomi standart cerrahi yaklaşımdır. Laparoskopi hemodinamisi stabil seyreden hastalarda
uygulanabilir. İlk trimestrda karın veya kasık ağrısı ile gelen her gebe
mutlaka heterotopik gebelik açısından değerlendirilmelidir. Etkin tedavi
ile intrauterin gebelik miada taşınarak sağlam ve sağlıklı doğurtulabilir.
Anahtar Kelimeler: Akut batın, ektopik gebelik, hemoperitonium, heterotopik gebelik
[Abstract:0125][PS-083]
Olgu Sunumu; Fetal Yüz Orta Hat Yapıları Normal Olan Semilobar
Holoprozensefalili Bir Fetusun Prenatal Tanısı
Tuba Memur, Hakan Timur, Servet Çalıkoğlu, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Holoprozensefali (HP) terimi prozensefalonun bölünmesindeki bir
hata sonucunda serebellar hemisferlerin ve telensefalonun diensefalondan yetersiz ayrılmasına yol açan ön beynin kompleks bir grup anomalilerini betimlemek için kullanılır. Holoprosensefali ciddiyetine göre dört ana
gruba ayrılır: alobar, semilobar, lobar ve son yıllarda bu gruplamaya eklenen sintelensefalidir. Semilobar holoprosensefali de arka boynuzları olan
rudimenter lateral ventriküller, yalnızca posterioru gelişen interhemisferik
fissür ve falx serebri mevcudiyetiyle beraber parsıyel corpus callosum ve
septum pellusidum yokluğu ile karakterizedir. Çok merkezli çalışmalarda
10.000 doğumda 1.31 prevelansa sahip HP’nin şiddetli formları yaşamla
bağdaşmaz ve erken infant döneminde kaybedilirken; hafif formlar multidisipliner bir yaklaşımla genetik danışmalık verilerek takip edilebilir.
Olgu: 33 yaşında G3P2Y2A0 hasta son adet tarihine göre 23 hafta 5
gün gebelik haftasında fetal kranial anomali öntanısı nedenle hastanemize refere edildi. İlk iki gebeliğinde herhangi bir patoloji öyküsü olmayan
hasta ikili ve üçlü tarama testlerini yaptırmamıştı. Hastanın ultrasonografisinde mikrosefali, kavum septum pellucidi ve posterior korpus callozum
yokluğu, posteriorda füzyone olan tek ventriküler yapı izlendi. Fetal yüz
yapıları normal görünümdeydi. Prenatal ultrasonografik bulguların ışığında fetüsa holoprozensefali tanısı konuldu. Aileye mikrosefali, semilobar
holoprozensefali, korpus callozum agenezisi hakkında danışmanlık veri-
27
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0170][PS-085]
Olgu Sunumu: Fetal İntraabdominal Umblical Ven Varisi
Alper Başbuğ1, Derya Başbuğ2, Mete Çağlar1, Ali Yavuzcan1, Merve Baştan1, Özge Beyazçiçek3
1
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Düzce
2
Serbest Hekim, Düzce
3
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji A.B.D, Düzce
Giriş: Fetal intraabdominal umbilikal ven varisi (FIUVV), 0.4-1.1/1000
arasında nadir olarak görülmektedir. Tanı ultrasonografi ile konulmaktadır. FIUVV umbilikal ven çapının 9 mm’ den fazla olduğu veya üst umbilikal venin subhepatik kısmındaki genişlemenin intrahepatik umbilikal ven
çapından en az %50 fazla olduğu bir durum olarak tanımlanmaktadır. Bu
raporda FIUVV olgusu sunulmuştur.
Olgu: Kliniğimizde takip edilen 29 yaşında hastanın öyküsünde G1,P0,
bilinen kronik hastalığı yok. 20. Gebelik haftasında yapılan muayenede,
renkli dopler görüntülemesinde türbülanslı akış izlenen 10mm çapında
fetal intra-abdominal umbilikal ven dilatasyonu izlendi. Eşlik eden ek
anomali izlenmedi. Ultrasonografik incelemede, gri skala görüntülemede transvers kesitte karaciğerin alt kesiminde 7 mm genişliğindeki ekoik
olmayan dilatasyonun, oblik kesitte umblikal ven ile devamlılık gösterdiği
gözlendi. FIUVV çapı dışçap-iççap olarak umbilikal venin fetal abdomen
girdiği yerden ölçüldü. Renkli Doppler incelemede bu alanda renkle tam
bir dolumun izlenmesi ve spektral Doppler analizi ile variköz segmentte
venöz akım saptanması ile FIUVV tanısı konuldu. Gebelik takibi 2 hafta
aralıklarla yapıldı. Takiplerinde fetal gelişim kısıtlılığı izlendi. 32. Gebelik
haftasında FIUVV çapı 12mm izlendi. Hasta şu anda 34 haftalık gebe,
takibi devam etmektedir.
Sonuç: FIUVV nadir rastlanan bir fetal vasküler anomalidir. Yapılan çalışmalara göre izole olarak saptanması durumunda gebelik prognozu iyidir.
Dilatasyon çapındaki artışı ve trombus varlığını değerlendirmek için 3.
Trimesterde ultrason takibi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Umbilikal ven varisi, fetal varis
olup, gebelik ile ilgili bazı özelliklerin bağlanmayı etkilediği saptanmıştır.
Bu doğrultuda gebelerin bağlanma düzeylerine etki eden faktörlerin bilinmesi ve bunlara yönelik gerekli girişimlerin planlanması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Prenatal, anne, bebek, bağlanma
[Abstract:0219][PS-086]
Gebelerin Anne Bebek Bağlanma Durumları Ve İlişkili Faktörlerin
İncelenmesi
Derya Şahin1, Aysel Topan2, Tülay Kuzlu Ayyıldız2, Fatma Göksu3
1
Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Yüksek Riskli Gebe Kliniği, Ankara
2
Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Hemşireliği A.B.D, Zonguldak
3
Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi,
Dermatoloji ve Fizik Tedavi Kliniği, Zonguldak
Amaç: Doğum öncesi dönemde bağlanma, anne-bebek arasında kurulan kendine özgü ilişkiyi ifade eden duygusal bir bağdır. Araştırma,
gebelerde prenatal anne bebek bağlanma düzeyleri ile ilişkili faktörleri
belirlenmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı tipte olup, 01.08.2015-01.10.2015 tarihleri arasında Dr. Zekai Tahir Burak Eğitim Araştırma Hastanesi riskli
gebelik servisinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini belirtilen
tarihlerde araştırmaya katılmayı kabul eden 351 gebe oluşturmuştur.
Veri toplama aracı olarak, katılımcı bilgi formu ve prenatal bağlanma
envanteri kullanılmıştır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde istatistiksel analizler kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmada, gebelerin yaş ortalamasının 28.6 ±6.4 (17-49) olduğu, gebelerin %33’ünün lise mezunu ve %80.6’sının çalışmadığı saptanmıştır. Gebelerin gebelikle ilgili özellikleri incelendiğinde; gebelerin %
25.1’inin kronik hastalığının olduğu ve sürekli ilaç kullandığı, % 81.8’inin
isteyerek gebe kaldığı, % 5.4 ‘ünün gebeliğini sonlandırmayı düşündüğü, gebelik sayısının ortalama 2.4±1.45 (1-8 ) olduğu ve % 27.1’inin
planlanmış bir gebelik olduğu saptanmıştır. Kadınların gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı, gebe olduğunu öğrenince hissettikleri, gebe
kalma isteği ve gebeliği sonlandırma düşüncesi, ile prenatal bağlanma
durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Bağlanmış bir anne adayı doğmamış bebeğinin kendisiyle ilişki
kurduğuna, onun ayrı bir birey olduğunu bebeğin gelişmesi için kendine bağımlı olduğunu bilmektedir. Araştırmaya katılan kadınların prenatal bağlanma envanteri puan ortalaması 63.68±1.04 (21-84) saptanmış
28
[Abstract:0272][PS-087]
Uterin Anomali, Tekrarlayan Erken Doğum Ve Fetal Prezentasyon
İlişkisi
Gökhan Gönen1, Yaşam Kemal Akpak2
1
Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kliniği, Kocaeli
2
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
Giriş: Konjenital uterin anomaliler, embriolojik gelişim sırasında mezonefrik kanalların gelişimsel bozukluklarının neden olduğu müllerian kanal
malformasyonlarıdır. Tekrarlayan gebelik kayıpları, prematürite, infertilite,
prezentasyon anomalileri gibi artmış maternal ve fetal komplikasyonlar
ile ilişkilidirler. Uterus unikornis, müllerian kanallardan birinin gelişmemesi sonucu oluşur. Hastamız 30 yaşında olup erken gebelik kaybı,
tekrarlayan erken doğumu, tekrarlayan prezentasyon anomalisi ve sezeryan doğumları öyküsü ile uterus unikornis anomalisinin neden olabileceği komplikasyonlara örnek olması açısından sunmayı amaçladık. Olgu: Hasta 30 yaşında gravida 4 parite 2 abortus 1 olup yaşayan 2
çocuğu bulunmaktaydı. Hastanın 32 ve 35 hafta olmak üzere iki erken
doğum ve iki sezeryan doğumu mevcuttu. Hastanın ilk gebeliği ilk trimester spontan abortus ile sonuçlanmış, ikinci gebelikte ise 32 hafta
gebe iken primipar makat ve erken doğum eyleminin başlaması endikasyonu ile sezeryan doğum yapmıştır. Üçüncü gebelikte 35. haftada erken doğum eylemi nedeniyle sezeryan doğum öyküsü mevcuttu.
Hasta 4. gebeliğinde son adet tarihine göre 35 hafta gebe iken erken
doğum eylemi ön tanısıyla kliniğimizde yatırılarak takip ve tedavisi yapılmaktaydı. Hastanın fetal biyometrik ölçümleri 35 hafta ile uyumlu
ve makadi prezantasyonda idi. Ağrılarının artması ve erken membran
rüptürü gelişmesi nedeniyle acil sezeryan doğuma alındı. Phanennstiel
insizyonla batına girildi. Base transversalis Munro Kerr insizyonla uterusa girilmesini takiben apgarı 8/10 olan makadi prezentasyonda tek
canlı fetüs doğurtuldu. İntraoperatif inspeksiyonda uterus unikornus
hali mevcuttu (Resim 1-2). Uterus sol lateralde yoğun variköz damarlanma mevcuttu (Resim 3). Rudimenter horn varlığı ayırt edilemedi.
Sonuç: Uterus unikornusun genel populasyonda görülme oranı 4020’de
bir olup tekrarlayan gebelik kaybı olan infertil hastalarda görülme oranı
daha fazladır. Son yayınlarda uterus unikorniste ektopik gebelik oranı
%2,7, ilk trimester abort oranı %24,3, preterm doğum oranı %20,1, intrauterin ölü doğum oranı %10,5 ve canlı doğum oranı %49,4 olarak tespit
edilmiştir. Uterus unikornis anomalisinin kötü obstetrik sonuçlarla birliktelik gösterdiği görülmektedir. Bu nedenle hastaların yüksek riskli gebelik
statüsünde değerlendirilmesinin uygun olduğu değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Uterin anomali, acil sezeryan doğum, prezentasyon
anomalisi, erken doğum, erken membran rüptürü
[Abstract:0224][PS-088]
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesinde Sezaryen Sonrası Gelişen Cerrahi Alan Enfeksiyonlarının Yıllara Göre
Dağılımı
Yasemin Dursun Güler, Belgin Erdoğan, Serpil Ünlü, Esra Ercan, Meral
Göktaş
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Zekai Tahir Burak kadın sağlığı eğitim araştırma hastanesinde sezaryen sonrası gelişen cerrahi alan enfeksiyonlarının yıllara göre değerlendirmiştir.
Yöntem: Hastalar sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon gelişimi açısından
aktif sürveyans ve retrospektif sürveyans yöntemiyle CDC (Centers for
Disease Control and Prevention) kriterlerine göre tanı konularak değerlendirilmiştir.
Hastalara insizyon yerinin temiz ve kuru tutulmasını sağlamak ile ilgili
eğitim verilmiştir. Sezaryen sonrası cerrahi alan enfeksiyonlarının gelişimini önlemek için insizyon yerinin takibi; hematom, şişkinlik, ağrı gibi bulguların ortaya çıkması halinde ve rutin kontrol için 10 gün sonra doğum
sonrası kontrol polikliniğine başvurmaları istenmiştir.
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Bulgular: 2012-2014 yıllarında hastanemiz doğum sonu kliniklerinin ve
doğum sonrası kontrol polikliniği ile acil servisine başvuruları sırasında,
sezaryen sonrası gelişen cerrahi alan enfeksiyon tanısı konulan vakalar
tablo 1 de sunulmuştur.
Sonuç: Bu çalışma sonucunda yara yeri bakımı ve enfeksiyon gelişimini
önlemek için verilen eğitimin etkinliğinin değerlendirilmesinin uygun olacağı görüşündeyiz
Anahtar Kelimeler: Enfeksiyon, sezaryen, cerrahi alan
[Abstract:0188][PS-089]
Fetal Over Kisti: Olgu Sunumu
Efser Öztaş, Sibel Özler, Ali Özgür Ersoy, Ali Turhan Çağlar, Nuri Danışman
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Perinatoloji Kliniği Ankara, Türkiye
Giriş: Fetal over kistleri, fetal intrauterin kitlelerin en sık görülenidir.
Fetal over kisti, genellikle ileri gestasyonel haftalarda ve gestasyonel
diyabet, preeklampsi gibi çeşitli maternal komplikasyonlar ile ortaya
çıkmaktadır. Canlı doğumlarda insidansı 1/2500 dir. Etiyolojisinde maternal ve fetal hormonlar sorumlu tutulmaktadır. Sıklıkla fonksiyonel
kistler olup büyük çoğunluğu doğum sonrası ya da intaruterin hayatta
kendiliğinden kaybolmaktadır. Ultrasonografide kist içeriği homojen
izlenen kistler “basit over kisti”; kist içeriği heterojen, içerisinde septa ve debris içeren kistler “komplike over kisti” olarak adlandırılmaktadır. Basit over kistleri intrauterin torsiyon ya da kist içerisine hemoraji
gelişimde komplike over kisti haline dönüşebilmektedir. Biz burada
gebeliğinin 3. trimesterinde komplike over kisti saptanan ve antenatal
takiplerinde regresyona uğrayan fetal over kisti olgusu sunmaktayız. Olgu:28 yaşında G3P2Y2 olan hastanın antenatal takipleri sırasında kız
fetusta 31 gebelik haftasında sağ overde komplike kist saptandı. Hastadan alınan anamnezde antenatal takiplerinde fetusta herhangi bir patolojiye rastlanmamış ve tarama testleri normal sınırlar içinde değerlendirilmiştir. Hastanın yapılan ultrasonunda gestasyonel haftası ile uyumlu tek
canlı kız fetusun sağ overden kaynaklanan yaklaşık 55*40 mm içerisinde
septalar bulunan hiperekojen kompleks folikül kisti saptandı. Overin kanlanması normal olarak izlendi (Şekil 1). Hasta iki hafta aralarla antenatal
takiplerinde ultrason ile değerlendirildi, takipleri sırasında kist çapı giderek azaldı (şekil 2) ve doppler bulgularında hiçbir değişiklik saptanmadı.
39 gestasyonel haftada sezeryan ile doğurtulan fetusun yapılan ultrasonunda yaklaşık 15*20 mm gerilimi kaybetmiş hiperekojen hemorojik kistle
uyumlu görünüm izlendi. Yenidoğan dönemindeki takiplerinde takiplerinde tamamen regrese olduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: Fetal over kisti, fetal intraabdominal kitle, ultrasonografi
[Abstract:0184][PS-090]
Adenomyozisin Preoperatif Tanısında Nötrofil Lenfosit Oranının
Rolü
Mehmet Keçecioğlu1, Aytekin Tokmak1, Esma Sarıkaya1, Tuğban Seçkin Keçecioğlu1, Burak Akselim2, Sezen Bozkurt Köseoğlu3,
Burcu Kısa Karakaya1
1
Ankara Dr.Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
3
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
Amaç: Adenomyozis, endometrial bez ve stromasının derin myometrial doku içerisinde yer alması olarak tanımlanmakta, gerçek tanı ise
ancak patolojik olarak konulabilmektedir. Kliniğe dayalı olarak adenomyozis tanısının konulabilmesinin literatürde %2.6-%26 gibi oldukça düşük oranda olduğu belirtilmektedir. Operasyon öncesi gereksiz
müdahaleleri önlemek veya cerrahi dışı alternatif tedavi yöntemlerini
değerlendirmek açısından gerçek tanıyı koyabilmek oldukça önem kazanmaktadır.Adenomyozis histopatolojik ve klinik bulguları ile endometriozise yakın özellikler göstermektedir.Her iki durumdada sitokin dengesinin inflamatuar yönde değiştiğini gösteren çalışmalar bulunmaktadır.
Literatürde endometriozisin sistemik inflamatuar prosesine bağlı olarak
nötrofil lenfosit oranının(NLO) artığını gösteren birçok çalışma yapılmıştır.Biz bu çalışmamızda NLO’nun adenomyozisin preoperatif tanısındaki yerini ve adenomyozisin sistemik inflamatuar etkisini araştırdık.
Yöntem: Çalışmamız retrospektif karşılaştırmalı bir çalışma olarak tasarlandı.Opere olup patoloji sonucunda adenomyozis dışında ek patolojisi(adneksiyal kitle,endometriozis,myoma uteri,endometrial polip gibi)
olmayan 72 perimenopozal hasta çalışma grubunu oluşturdu.Desensus
uteri,disfonksiyonel uterin kanama gibi nedenlerle opere olup patolojisinde normal bulgular izlenen 100 perimenopozal hasta kontrol grubunu
oluşturdu. Hastalar retrospektif olarak tarandı.Her bir olgu için hasta dosyalarından kaydedilen parametreler şu şekildeydi yaş,obstetrik özellikler,Hb,Nötrofil,lenfosit,platelet,MPV,FSH,Ca125,NLO
Bulgular: 172 hastanın dahil edildiği bu çalışmamızda ortalama gebelik
sayısı (P<0,05) çalışma grubumuzda istatistiksel anlamlı olarak yüksek
bulundu.Yaş,nötrofil,lenfosit,platelet,FSH,Ca125 değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark izlenmedi.NLO çalışma grubunda (2,3±1,4) kontrol
grubundan (2,1±1,0) daha yüksek bulunmasına rağmen aralarında istatistiksel anlamlı fark izlenmedi.
Sonuç: Sistemik inflamasyonun basit ve kolay uygulanabilir bir biyolojik
belirteci olan NLO’nun adenomyozisin preoperatif tanısına katkı sağlamadığını düşünmekteyiz.Bu durum adenomyozisin daha çok lokal bir
inflamatuar süreçle ilişkisi olmasından kaynaklanıyor olabilir.NLO’nun
adenomyozisteki tanısal değeri ile ilgili ileri araştırmalara gerek vardır.
Anahtar Kelimeler: Adenomyozis, nötrofil lenfosit oranı
[Abstract:0268][PS-091]
Dermoid Kist Tanısında Tümör Belirteçlerin, Tümör Çapı Ve Ultrasonografik Özellikleri İle İlişkisi
Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Emre Özgü, Aytekin Tokmak, Burcu Kısa Karakaya, İrem Güler Özgür, Nilay Kandemir Özcan, Serra Akar
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Jinekoloji Kliniği, Ankara
Amaç: Dermoid kisti olan hastalarda, preoperatif tümör belirteçlerin dermoid kistin tanısı, çapı ve ultrasonografik özellikleri ile ilişkisini saptamak.
Yöntem: Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Jinekoloji kliniğinde 2010-2015 tarihleri arasında over kisti nedeniyle ameliyat edilen 1000 hasta retrospektif olarak tarandı ve
dermoid kist tanısı alan 111 hasta incelendi. Hastaların yaşları, serum
alfa-fetoprotein, CA 125, CA 19-9, CEA, CA 15-3 değerleri, ultrasonografik kitle çapı ölçümleri ve gerçek tümör çapları kayıt edildi. Serum tümör belirteç değerleri ile ultrasonografik ve gerçek tümör çapı arasında
muhtemel bir ilişki saptama amacıyla, Pearson korelasyonları kullanıldı.
Bulgular: Dermoid kist tanısı alan 111 hastanın yaş ortalaması 39,42
± 9,79 idi. Hastaların ortalama kist boyutu 5.44 cm ± 2.5 olarak saptandı. Korelasyon analizinde tümör boyutu ile tümör belirteçleri arasındaki bağlantı incelendiğinde sadece CA 125 ile tümör boyutu
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir bağlantı saptandı (r =0,272
p<0,005). Kitlelerin ultrasonografik özellikleri ile tümör belirteçleri ve tümör çapı arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı.
Sonuç: Dermoid kistlerin tanısında tümör belirteçlerinin yerini incelemeyi
amaçladığımız bu çalışmada dermoid kistlerde spesifik olarak artan bir
tümör belirteci saptayamadık. Tümör belirteç seviyelerinin kitle çapı ve
kitlelerin ultrasonografik özellikleri ile bir bağlantısı belirlenemedi. Serum
CA 125 değerleri ile tümör boyutu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
bağlantı saptandı ancak dermoid kistin preoperatif tanısı için CA 125’ten
ziyade halen en sağlıklı yöntemin yapılan ultrasonografide gözlenen hiperekojenik kist içeriği olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Dermoid kist, tümör belirteçleri, ultrasonografi
[Abstract:0172][PS-092]
Fetal Over Kist Torsiyonu: Antenatal Takip Ve Yönetimi
Necip Cihangir Yılanlıoğlu1, Altuğ Semiz1, Yaşam Kemal Akpak2, Nüvit Sarımurat3, Ercan Tutak4, Yasemin Çekmez5, Meltem Özben6
1
Memorial Şişli Hastanesi, Fetal Tıp Ünitesi, İstanbul
2
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
3
Memorial Şişli Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği, İstanbul
4
Memorial Şişli Hastanesi, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul
5
Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kliniği, İstanbul
6
Özel Balat Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul
29
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Giriş: Fetal hastalıklara antenatal olarak tanı konulması, fetüs sağlığı ve
sağ kalımı açısından son derece önemlidir. 2 cm’nin altında normal kabul
edilmekle birlikte ultrasonografik takiplerle sürekli değerlendirme gerektirmektedir. Bu olgu sunumunda antenatal dönemde tespit edilen torsiyone
fetal over kistinin literatür eşliğinde yönetimini değerlendirmeyi amaçladık.
Olgu: 40 yaşında olan hastanın 2. gebeliği olup daha önce 1 sezaryen
doğum öyküsü mevcuttu. Başka merkezde yapılan 2. düzey ultrasonografisi dahil antenatal takiplerinde herhangi bir anomali saptanmamış
ve normal sınırlarda değerlendirilmişti. 35+2 haftalık gebe iken yapılan
obstetrik ultrasonda tahmini fetüs ağırlığı 2780 g, mide lojunun altında
sol adenksial alanda yaklaşık 4x3 cm çapında heterojen ekojenitede
over kisti izlendi (Resim 1). Doppler ultrasonografi ile değerlendirilen kitlede şüpheli-zayıf akım izlendi. Karın çevresi (AC) ölçümünün 1 hafta
ileride bulunmasından başka özellik veya normal dışı durum tespit edilmedi. Fetal over kist torsiyunu ön tanısı konuldu. Doppler akımda belirgin azalma izlenmesi nedeniyle overi kurtarabilmek için aileye sezaryen seçeneği sunuldu. Ailenin sezaryen kararı üzerine çocuk cerrahisi
de bilgilendirilerek sezaryen doğum uygulandı. 2790 g ağırlığında bir
kız bebek doğurtuldu. Bebeğe doppler ultrason uygulandı ve intrauterin bulguların aynısı izlendi. Bebek opere edildi. Sol adneksial alanda
torsiyone over kisti ve adneks izlendi (Resim 2). Kist detorsiyone edildi.
Rengi düzeldi. Kapsülünden sıyrılarak patolojiye yollandı. Tuba ve overin
yeniden kanlandığı izlenerek batın kapatıldı. Bebek postopertaif 1 gün
yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlendi. Takiben servise alındı ve 2
gün sonra sağlıkla taburcu edildi. Patoloji raporu kalsifiye, eski kanama
ve fibrin içeren, torsiyone over kisti olarak raporlandı. Postoperatif 7.
gün transabdominal ultrason ile over dolaşımı ve yapısı normal izlendi. Sonuç: Ovaryan kistlerin prenatal ve postnatal yönetimi hala net değildir.
Cerrahi müdaleyide, bekle-gör taktiğiyle ultrason ile izlemide etkin ve makul bulanlar mevcuttur. Sonuç olarak, fetal over kistleri kendi kaybolabilen
patolojiler olsa da yakın olarak takip edilmeli, yapıları ve boyutlarındaki
değişime göre ekspektan veya cerrahi yöntem belirlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Fetal over kisti, prenatal tanı, fetal abdominal kitle,
ultrason taraması, over torsiyonu
[Abstract:0155][PS-093]
Mpv Primer Dismenore Şiddetini Belirleyen Bir Belirteç Olabilir Mi?
Suna Kabil Kucur1, Ali Seven1, Kadriye Beril Yüksel1, Halime Şencan1,
İlay Gözükara2, Nadi Keskin1
1
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kütahya
2
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kütahya
Amaç: MPV trombosit fonksiyon ve aktivitesini gösteren ve tam kan sayımından kolayca elde edilebilen bir parametredir. Çeşitli inflamatuar hastalıklarda hastalık aktivitesiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda
primer dismenoreli (PD) hastalarda dismenorenin şiddetiyle MPV değeri
arasındaki ilişkiyi araştırdık.
Yöntem: Bu prospektif kesitsel çalışma Dumlupınar Üniversitesi Evliya
Çelebi hastanesi jinekoloji polikiniğinde primer dismenore tanısı almış 67
hasta ile 38 sağlıklı kontrolü içermekteydi. Çalışma grubunda 16 orta ve
39 ciddi PD hastası mevcuttu. Tam otomatize tam kan sayımı cihazı ile
EDTA’ lı tüpe alınmış venöz kanlarda hemogram parametreleri menstrual
siklusun ilk dört gününde ölçüldü. Ağrının skorlanması için VAS (visual
anolog skala) kullanıldı. VAS soldan sağa 100 mm olan bir skaladır. Buna
göre ağrının şiddeti hafif (<40mm), orta (40-60mm) ve ağır (>60mm) olarak gruplandırıldı. Gruplar yaş, vücut kitle indeksi, hemoglobin konsantrasyonu ve parite bakımından benzerdi. İstatistiksel çalışma için SPSS 15.0
kullanıldı. Niceliksel değişkenler arasındaki farkı değerlendirmek için bağımsız iki örnek t-testi kullanıldı. P<0.05 istatistiksel anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Çalışma ve kontrol grubu arasında MPV değerleri bakımından
istatistiksel anlamlı bir fark izlenmedi (p> 0.05). Fakat, MPV değerleri ciddi dismenore grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (p:
0.04). Diğer hemogram parametreleri gruplar arası benzerdi (p> 0.05).
Sonuç: Çalışmamızda ciddi PD’de kontrol grubuna göre anlamlı olarak
düşük MPV değerleri izlendi. Trombositlerin ciddi PD’nin patogenezindeki rollerini ortaya koyabilecek çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Primer dismenore, mean platelet volume, mpv, pelvik ağrı
[Abstract:0308][PS-094]
Adölesan Annelerin Emzirme Oranları ve Bunu Etkileyen Faktörler
Elif Yılmaz1, Zehra Yılmaz2, Selma Mahmutoğlu1, İsmail Burak Gültekin1,
Banu Seven1, Osman Fadıl Kara1, Tuncay Küçüközkan1
1
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
Amaç: Bu çalışma primipar adölesan annelerin 6. ay sonunda emzirme
oranlarını ve emzirmelerini etkileyen faktörleri incelemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışmaya Nisan-Ağustos 2015 tarihleri arasında Dr. Sami
Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH Jinekoloji Polikliniğine başvuran ve yaşayan bir çocuğu olan adölesan (<=19 yaş)
150 hasta dahil edildi. Hastaların obstetrik öykülerini, demografik
özelliklerini, emzirme ile ilgili verilerini içeren anket formu araştırmacı tarafından yüzyüze görüşülerek dolduruldu. Birden fazla doğumu
olan, gebeliği esnasında ciddi komplikasyon yaşayan, intrauterin gelişme geriliği olan, preterm ve prematür doğum yapan anneler çalışma dışında bırakıldı. Hastaların bebeklerini ilk 6 ay sadece anne sütü
ile besleme oranları ve bunu etkileyen faktörler incelendi. İstatistiksel
analizler için SPSS-15 programı kullanıldı. Frekanslar, ortalama, standart sapma, minimum, maksimum değerler hesaplandı. Karşılaştırmalar X² testi ile yapıldı. Önemlilik düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışma grubundaki adölesanların yaş ortalaması 17.6±1.20
(min. 15.0-max. 19.0) idi. %71.3’ü ilköğretim mezunu iken, %28.7’si lise
mezunu idi. %85’i ev hanımı idi. %92.7’sinin sağlık güvencesi vardı.
%82.9’u gebelikleri süresince düzenli, %9.1’i düzensiz olarak takiplerine gelmişken, %8’i takipsiz gebelikti. %75.3’ü istenen gebelikti. Hastaneden taburcu olmadan emzirmeye başlama oranları %97 iken, 6. ayın
sonunda sadece anne sütü ile beslemeye devam edenlerin oranı %38.2
olarak bulundu. 6. Ayın sonunda emziren (grup 1) ve emzirmeyen gruplar (grup 2) karşılaştırıldığında emziren grupta eğitim seviyesi, gebelikte
düzenli takip, istenen gebelik ve gebelikte emzirme eğitimi alma oranları istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek, emzik-biberon kullanma ve çalışma oranları anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Emzirmeye başlama ülkemizde yaygın olmasına rağmen sadece anne sütü ile beslenme yeterli düzeyde değildir. Adölesan annelerin,
gebelikten itibaren anne sütünün yararları konusunda bilgilendirilmesi ve
yeterli bir emzirme eğitimi verilmesi, ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmenin devamlılığı açısından gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Adölesan, emzirme
[Abstract:0091][PS-095]
OHVIRA Sendromu ve Rekürren Hematokolpometra: Vaka Sunumu
Zeynep Aslı Oskovi, Hüseyin Yeşilyurt, Meryem Kuru Pekcan, Aytekin Tokmak
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş:Konjenital uterin anomalilerin prevalansı genel populasyonda
%6,7 olarak bildirilse de, infertil ve rekürren gebelik kaybı olanlarda
bu oran daha yüksektir. Ayrıca renal anomaliler ve uterus didelfis arasında güçlü bir ilişki olduğu bilinmektedir. Duplike uterus, obstrükte
vajinal septum ve aynı tarafta renal anomali birlikteliği OHVIRA (Obstructed hemivagina- ipsilateral renal anomaly) sendromu olarak adlandırılan bir mülleryan gelişim bozukluğudur. Oldukça nadir görülen
bu sendrom ile ilgili literatürde sınırlı sayıda olgu sunumu mevcuttur.
Olgu:18 yaşında virgo hasta pelvik ağrı şikayeti ile kliniğimize yatırıldı. Fizik muayenesinde abdominal hassasiyet ve pelvik kitle saptandı.
Ultrasonografide bikornu uterus, sağ tarafta 197x80mm boyutunda hematometra ve hematokolpos ile uyumlu görünüm ve yine sağda 55x43
mm hematosalpinks izlendi. CA-125 = 553 U/mL, CA 15-3 = 73 U/mL idi.
Bilateral grade II-III hidronefroz ve IVPde non-fonksiyone displastik sağ
böbrek izlendi. Hasta adneksiyal kitle ve akut batın ön tanıları ile laparotomiye alındı. Gözlemde çift uterus mevcuttu, 24 hafta cesamette sağ
uterin horn ve sağ hematosalpinks izlendi. Hymenotomi sonrası transvajinal muayenede tek serviks izlenmesi üzerine, vajinal septum varlığından şüphelenildi ve OHVIRA sendromu düşünüldü. Sağ uterin horn rezeksiyonu ve salpinjektomi yapıldı, vajinal septum rezeksiyonu için hasta
menstrüel dönemde çağrıldı. Operasyon sonrası takibe gelmeyen hasta
10 ay sonra hematokolpometra ve hidroüreteronefroz ile tekrar başvur-
30
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
du; vajinal septum rezeksiyonu yapılıp foley kateter yerleştirilerek drenajı
sağlandı. Postop ikinci ve dördüncü yılında reobstruksiyon nedeniyle hematokoplometranın tekrarlaması üzerine tekrar vajinal septum açılması,
marsupyalizasyonu ve kateterizasyon ile hematom drenajı ihtiyacı oldu. Sonuç:OHVIRA sendromunun heterojen ve kompleks yapısı nedeniyle
en başta tanınması zor olabilir. Vajinal septum rezeksiyonu için septumun
yüksekte yer alması, adölesanların dar vajenlerinde müdahale güçlüğü
gibi faktörler, rezeke edilen septumun tekrar obstrüksiyonuna neden olabilir. Jinekolog, pediatrist ve ürologların farkındalığı ve erken tanı ile multidisipliner yaklaşım ve yakın takip anatomik distorsiyon ve infertilite ve
renal hasar gibi olası komplikasyonların önlenmesi açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Mülleryan anomali, ohvıra sendromu, hematometra,
hematokolpos
[Abstract:0201][PS-096]
Çok Yüksek Ca 19-9 Yüksekliği İle Seyreden Borderline Over Tümörüne Klinik Yaklaşım
Mustafa Ulubay1, Mehmet Ferdi Kıncı1, Mustafa Öztürk3, Ulaş Fidan1,
Uğur Keskin1, Güzin Deveci2, Müfit Cemal Yenen1
1
GATA Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara
2
GATA Tıp Fakültesi, Patoloji A.B.D, Ankara
3
Etimesgut Asker Hastanesi, Ankara
Giriş: Başlıca pankreatikobiliyer sistemin malign hastalıkları olmak
üzere çeşitli over kanserlerinde de yükselebilen CA 19-9 düzeyleri her zaman agresif maligniteyi düşündürmeyebilir. Preoperatif olarak Ca 19-9 seviyesinin 19024 U/ml olduğu ve patoloji sonucu borderline over tümörü saptanan hastamıza yaklaşımımızı sunuyoruz.
Olgu: 32 yaşında Gravidası 0 olan hasta karında karın ağrısı nedeniyle polikliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde ve soygeçmişinde özellik arz
eden durum yoktu. Transvaginal ultrasonografisinde sol overde yaklaşık 6 cmlik hetorojen vasıfta, yer yer septasyon izlenen kalın cidarlı
kistik kitle izlendi. Yapılan biyokimya tetkikleri normal aralıkta saptandı.
CA-125 değeri 104,9 U/ml, CA-19-9 değeri 19024 U/ml; CEA 1.04 U/
ml, AFP 1.4 U/ml, CA-15-3 13.1 U/ml olarak saptandı. Hastaya laparoskopik tümöral ovaryan kist eksizyonu işlemi yapıldı. Patoloji sonucu borderline müsinöz tümör olarak raporlandı. Hastanın fertilite
beklentisi nedeniyle ek bir tedaviye gerek görülmedi. Operasyondan
yaklaşık 6 ay sonra yapılan kontrol muayenesinde CA-125: 9.8 U/ml,
CA-19-9: 16.41 U/ml olarak raporlandı. Hasta gebelik planlamaktadır.
Sonuç: Tümör belirteçleri, birçok kanserde malignite taramasının yapılması, tanısının konulması ve prognozun belirlenmesi için kullanılmaktadır. CA-125, CA-19-9, CEA, AFP, B-HCG jinekolojik malignitelerde
tümör belirteci olarak kullanılmaktadır. Borderline over tümörleri epitelyal over tümörlerinin yaklaşık %15’ ini oluşturur. En sık görülme yaşı
30-50 arasındadır. En sık başvuru şikayeti karın ağrısıdır. Tanı için sıklıkla CA-125 kullanılır ve yüksek saptanır. Bizim vakamızda ise CA-199: 19024 U/ml, CA-125: 104 U/ml olarak saptanmıştı. Borderline over
tümörlerinin temel tedavisi cerrahidir. Postmenapozal vakalarda Total
abdominal histerektomi bilateral salpingooferektomi (TAH-BSO) seçeneği uygundur. Fertilite isteği olanlarda ise uterus ve kontrolateral over
korunabilir. Seröz over tümörleri daha yüksek sıklıkta rekürrense sahiptir. Fakat yapılan çalışmalarda kistektomi gibi konservatif yaklaşımlarda
rekürrens oranı TAH-BSO yapılan vakalara daha yüksek saptanmıştır.
Bu şekilde akut batın ile kendini gösteren vakalarda operasyon öncesi
hastanın gebelik isteği, yaşı, kitlenin durumu, rekürrens riski göz önüne
alınarak bilgilendirilmeli ve en uygun karar klinisyen ile birlikte alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Tümör belirteci, borderline over tümörü, fertilite koruyucu cerrahi
bozan, medikal yardım gerektirecek kadar şiddetli nonsiklik ağrı olarak
tanımlanır.Etyolojide genellikle gastrointestinal veya genitoüriner sistem
organlarından köken alan visseral ağrılarla pelvik kemik, kas, ligament
ve fasyalardan köken alan somatik ağrılar yer almaktadır.KPA jinekoloji
kliniklerinde en çok karışıklıklara, yanlış tanı/tedaviye ve hasta memnuniyetsizliğine yol açan bir semptomdur.İnterstisyel sistit (İS), mesanenin
sebebi bilinmeyen kronik inflamatuar bir hastalığıdır.Çoğunlukla 40 yaş
civarındaki kadınlarda dizüri, noktüri, pollaküri ve şiddetli suprapubik ağrı
ile karakterize hastalık değişik derecelerde morbiditeye yol açabilmektedir.Tanımlanmasının üzerinden yaklaşık 50 yıl geçmesine rağmen halen
tanısı oldukça zor ve tedavisi palyatif bir hastalıktır.Bu sunumda KPA ile
gelen atipik klinik prezentasyonlu bir İS olgusunu sunmayı amaçladık.
Olgu: 38 yaşında (G3P3) hasta KPA şikâyeti ile başvurdu. Anamnezinde
yaklaşık bir yıldır alt karın bölgesinde yerini tam olarak lokalize edemediği
kramp tarzında ağrı tarifleyen hastanın ağrısının non siklik olduğu ve beraberinde menstrüel düzensizliğinin bulunduğu belirlendi.Eşlik eden disparoni, lökore, gastarointestinal semptomlar ile dizüri ve pollaküri gibi ürolojik şikâyetlerinin olmadığı anlaşıldı.Daha önce genel cerrahi, nöroloji, fizik
tedavi gibi farklı disiplinler tarafından değerlendirildiği, ancak tanı konulamadığı öğrenildi.Geçirilmiş umblikal ve lumbal disk hernisi dışında operayonu olmayan hastanın abdominopelvik muayenesinde suprapubik hassasiyet dışında patoloji saptanmadı.Ultrason ve kan tetkiklerinde anlamlı
bir patoloji bulunmayan hastanın idrar tetkikinde mikroskopik hematüri ve
lökositüri (12 erirosit, 18 lökosit) izlendi. CVS ve pipelle sonucu normal
olarak raporlanan hastadan alınan servikal ve idrar kültürlerinde üreme
olmadı.Tanısal laparoskopi öncesinde üroloji konsültasyonunda belirgin
ürolojik şikayeti olmamasına rağmen eş zamanlı sistoskopi önerildi.Laparoskopide intraabdominal patoloji gözlenmedi.Sistoskopide mesane mukozası ileri derecede vaskülarizeydi, hiperemik ve ödemli mukozal alanlar izlendi (Resim 1).Mesane biyopsi sonrası histopatolojik tanı kronik İS
oldu.Hasta antibiyotik ve antienflamatuar tedavi ile ürolojik takibe alındı. Sonuç: KPA şikâyeti ile başvuran ve jinekolojik patoloji saptanmayan
hastalarda tipik ürolojik şikâyetleri olmasa da kronik İS akılda bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Kronik pelvik ağrı, intersitisyel sistit, atipik klinik prezentasyon
[Abstract:0280][PS-098]
Tubaovaryen Abse Nedeniyle Hastaneye Yatışı Yapılan Hastaların
Servikal Kültür Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Nurten Tarlan, Orhan Aksakal, İlker Gülbaşaran, Okan Yenicesu, Emre Özgü, Aytekin Tokmak, Salim Erkaya
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Jinekoloji, Ankara
Amaç: Kliniğimizde TOA nedeniyle hastaneye yatışı yapılan hastaları retrospektif olarak araştırarak servikal kültür sonuçlarını, laboratuar sonuclarını, uygulanan tedavi yöntemlerini incelemektir.
Yöntem: Aralık 2010- Agustos 2015 tarihleri arasında hastanemiz jinekoloji servisine yatırılan 94 hasta retrospektif incelendi. Hastaların demografik özellikleri, servikal kültür sonuçları, enfeksiyon markerları, abse
çapları, medikal ve cerrahi tedavi gereklilikleri, rahim içi araç kullanımları
kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda 94 hastanın yaş ortalamaları 38,2 idi. Bu hastaların %95,7’si multipar idi. Beş tanesi postmenopozal dönemde idi. RİA
kullanım prevalansı %25,5 idi. Hastaların %61,7’ sinin servikal kültür
sonuçlarında üreme olmadı. En çok %17,0 Escherichia coli izole edildi.
Lökositoz %51,0, CRP yüksekliği %87,2 hastada mevcut idi. Ultrason
ile tespit edilen ortalama kitle çapları 6,14 santimetre idi. Bu hastaların
%34’ ü medikal tedavi edilirken, %65,9’ una cerrahi tedavi uygulandı. Sonuç: TOA hestaneye yatış gerektiren, morbidite oranı yüksek,azalmış
fertilite oranlarına neden olabilensık ve ciddi jinekolojik hastalıklarda birisidir. Bu yüzden erken tanı ve tedavi oldukça önemlidir. TOA reprodüktif
çağdaki multipar, RİA kullanan hastalarda daha sık görülmekte ve cerrahi
tedavi daha sık uygulanmaktadır. Bu hastaların servikal kültürlerinde en
sık izole edilen mikroorganizma E.coli olmakla beraber genellikle servikal
kültürlerde ajan izole edilememektedir.
Anahtar Kelimeler: Tubaovaryen abse, servikal kültür, pelvik inflamatuar hastalık, rahim içi araç
[Abstract:0223][PS-097]
Atipik Klinik Prezentasyonlu Bir Kronik İntersitisyel Sistit Olgusu
Ahmet Yanar1, Aytekin Tokmak1, Esma Sarıkaya1, Hakan Demir1, Erkan Özdemir2, Özlem Özdeğirmenci1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara
2
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji
Kliniği, Ankara
Giriş: Kronik pelvik ağrı (KPA) enaz 6 aydır süren umblikus altı karın
ön duvarı, lumbosakral bölge ve kalçalarda hissedilen, yaşam kalitesini
31
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0108][PS-099]
Yenidoğan Yoğun Bakımda Bebeği Yatan Annelerin Akılcı İlaç Kullanım Uygulamaları
Reyyan Güney1, Şükriye Sisli2, Akben Akcebe1
1
Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim
Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Gebelik ve emzirme döneminde ilaç tedavisi uygulanırken ilacın hem annenin ve gebeliğin hem de bebeğin sağlığına olası etkileri
mutlaka ayrı ayrı değerlendirilir. Kuşkusuz bu kritik zaman dilimlerinde
anneler, normaldekinden daha duyarlı davranmalıdırlar. Doğmamış
bebeğe anneden ilaç geçişi biyolojik bariyerin kolay geçirgenliği sayesinde çoğu ilaç için son derece kolaydır.Teratojenik etki bakımından özellikle ilk üç ay çok daha risklidir. Diğer aylarda da teratojenite
riski azalmakla birlikte devam etmektedir. Annenin kullandığı ilaçların,
emen bebekler üzerinde kısa ve uzun dönem çeşitli istenmeyen etkileri söz konusu olabilir. Bazı ilaçlar emen bebekte diğerlerine göre daha
fazla risk oluşturabilir. Özellikle yeni doğan dönemi çok daha risklidir.
Emzirme sırasında da anne sütüyle bebeğe geçiş olasılığı açısından
ilaçların kontrollü bir şekilde uygulanması gerekir. Bu çalışma, bebeği yenidoğan yoğun bakımda yatan annelerin gebelikleri sırasında ilaç
kullanma durumlarını incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Yöntem: Çalışma Ankara il merkezinde bulunan bir kamu hastanesinin yenidoğan yoğun bakım servisinde 01 Ağustos 2014 -1
Ağustos 2015 tarihleri arasında herhangi bir sebeple bebeği yatan
18 yaş ve üzerinde olan 582 annenin anamnez bilgileri incelenmiştir. Verilerin toplanmasında; hastaların yatış dosyaları kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan annelerin yaş ortalaması 26 ±5,4 ve ortalama gebelik sayıları ise 2.3±1.4’dür. Annelerin yaşayan çocuklarının
sayısı ise ortalama 1,9 ±1.1’dir.Çalışmaya alınan her annenin gebeliği
sırasında düzenli doktor kontrolü olmasına rağmen %34,2’sinin gebeliği sırasında herhangi bir ilaç kullandığı belirlenmiştir. Gebeliği sırasında
annelerin büyük çoğunluğunun (%90,2) demir ilacı kullandığı saptanmıştır. İlaç kullanan annelerin en çok kullandıkları ilaçlar sırasıyla (%30,1)
antibiyotik, (%16,6) antitrombolitik ve (%12,1) levotiroksin sodyumdur. Sonuç: Araştırma sonucunda, yenidoğan yoğun bakımda bebeği yatan
annelerin çoğunluğunun teratojenite risk değerlendirme kategorisindeki
ilaçlardan A kategorisindeki ilaçları kullandıkları, bebeklerine zarar vereceği endişesiyle ilaç kullanmaktan kaçındıkları belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: İlaç, akılcı ilaç, gebelik ve ilaç, yenidoğan
[Abstract:0236][PS-100]
Konkomitan Kemoterapi Ve Radyoterapi Primer Tedavisi Sonrasında Nüks Olması Nedeniyle Total Pelvik Ekzenterasyon + Ürostomi +
Kolostomi Yapılması Sonucunda Gelişen Fistül, Beyin Ödemi, Enfeksion, Psikolojik Problemler Yaşayan 24 Yaşında Hasta
Sakine Yılmaz
Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Jinekoloji Kliniği, Ankara
Giriş: Serviks kanseri, kadınlarda dünyada dördüncü, ülkemizde ise, en
sık görülen dokuzuncu kanser türü olup tüm toplumlar için önemli sağlık
sorunudur.
Tarama ve tetkik ihmaliyle ilerlemiş vakada, önlenmesi gereken konuların
açığa çıkarılmasıdır. Kanserin tedavisinde oluşabilecek komplikasyonların ve gereken uygulamaların öğrenilmesidir.
Olgu: Bilgiler, vakanın dosyasından alınmıştır. Bulgular: Vakamız, 24 yaşında, istemeyerek evlendiği eşinden boşanmış, bir çocuk annesidir. Aile,
çevre desteği ve maddi sıkıntılar yaşayan bireyin, bilgi, ilgi ve benzeri
eksikliklerden hastalığı ilerlemiştir. 02.01.2014’te opere edilmiş, post-op
dönemde şiddetli ağrı, solunum sıkıntısı gözlenmiş, beslenme yetersizliği
saptanmıştır. Operasyona bağlı ağrıları non-farmokolojik (sıcak, soğuk
uygulama, terapötik dokunma) ve farmakolojik yöntemlerle azaltıldı. Solunumu düzensizleşen vakaya solunum egzersizleri öğretildi. Parenteral
beslenme başlanan vakanın metobolik gereksinimlerine uyumlu besin
alımı sağlandı. Vakada, sosyal destek yoksunluğu hissettiğinde görme
kaybı, tremor ve kasılmalar eşliğinde konversif davranışlar saptanmıştır.
Beden imajının değişmesine bağlı sosyal izolasyon yaşayan vaka için
psikiyatriden yardım alarak hastanın duygularını ifade etmesi sağlandı.
Hasta ile hemşire arasında karşılıklı güven duygusu oluşturularak iletişim
ve destekle vakada konversif davranışların azaldığı, hemşire tarafından
verilen önerilere uyduğu, tedaviyi kabullendiği ve iyileşmek için çaba gösterdiği gözlenmiştir. Aile desteği ve gelecek beklentisinden yoksun vakanın öz bakım gereksinimleri, vücut, kolostomi, ileostomi, kateter bakımı
yapılarak enfeksiyon ve diğer riskler açısından düzenli olarak değerlendirilmiş, vaka ve ailesine eğitim verilmiştir. Genel durumunda tam bir düzelme sağlanamayan vaka, kendisinin ve ailesinin isteğiyle taburcu edilmiştir. Destek ve bakım yetersizliği nedeniyle taburculuğundan yaklaşık
bir ay sonra enfeksiyon, anemi ve fistül gelişen vakamız tekrar yatırılmış,
17.03.2014’te yoğun bakımda kaybedilmiştir.
Sonuç: Vakanın, tedavi, hemşirelik uygulamaları, psikolojik destek ve
danışmanlıkla yaşam kalitesi yükseltilmiş, sağkalım süresi arttırılmışken
bakım ve destek eksikliğinden kaybedilmiştir. Dolayısıyla kadınların serviks kanseri konusunda bilinçlendirilmesinin ve bu vakaların erken teşhis
edilmesinin önemi vurgulanmalıdır. Tedavi aşamasında, bakım vericilerin
ve sağlık profesyonellerinin uygulamalarının, komplikasyonları önleme
açısından rolü çok önemlidir. Bu tür vakalarda bakım verenlerin bilinçlendirilmesinde hemşirelerin rolü çok önemlidir. Anahtar kelimeler: Serviks
kanseri, hemşirelik bakımı.
Anahtar Kelimeler: Hemşirelik bakımı, serviks kanseri
[Abstract:0157][PS-101]
Abdominal Fasyayı Penetre Eden İnsizyonel Dev Endometrioma
Alev Esercan1, Ayşegül Öksüzoğlu2, Feray Aydın2, Esma Sarıkaya2
1
Şanlıurfa Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Şanlıurfa
2
Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Ankara
Giriş: Batın duvarı ekstrapelvik endometrioz için nadir bir alandır. Batındaki kitlelerin ayırıcı tanısında daha önceden geçirilmiş operasyon varlığında
akla gelmelidir. Doppler ultrason, magnetik rezonans görüntüleme ve bilgisayarlı tomografi yararlı olabildiği gibi esas tanı histopatolojik olarak konur.
Olgu: Fistül hattının oluşumu endometriomaların infiltratif kronik inflamatuar sürecinde düzensiz yapılanmasının bir sonucu olduğu düşünülmektedir35 yaşında hasta kliniğimize atipik siklik ağrı ve mens döneminde
phannenstiel insizyonundan kanama şikayeti ile başvurdu. Bilinen kronik hastalığı olmayan hastanın üç yıl önce geçirilmiş sezaryen öyküsü
mevcut olup şikayetleri son bir aydır başlamıştır. Endometriosis öyküsü bulunmamaktadır. Fizik muayenede C/S skarında orta hat boyunca
uzanan fikse ve sert bir kitle mevcuttur. Ultrasonda batın ön duvarında
2 cm fistül hattı ve 6 cmlik hipoekoik heterojen lezyon izlenmektedir.
İntraoperatif değerlendirmede fasya boyunca uzanan heterojen kitle izlenmekte olup kitleye intraperitoneal yolla ulaşılmıştır. Kitle fasyayı eritmiş olup fasya altında salpinks,barsak ve omentum konglomerat oluşturarak yapışmıştır.Adezyolizis yapılarak 8 cmlik kitle çıkartılmıştır. Fasya
defekti tension-free meshle onarılmıştır. Hasta sorunsuz iyileşmiştir..
Sonuç:Bu kitlelerin ayırıcı tanısında metastaz da düşünülmeli bu yüzden
cerrahiyi kabul etmeyen hastalarda en azından usg eşliğinde ince iğne
aspirasyon biyopsisi planlanmalıdır.
Sezaryen skarında endometrioma oluşumunda endometrial hücrelerin
yayılması ve hormonal değişimler etkili olmaktadır. Jinekolojik prosedürlerde de görülen vakalar mevcuttur. Endometriotik implant gelişiminde
ve invazyonunda antiapoptotik görevli survivin geni rol oynamaktadır.
Histerektomi sonrası batın duvarı endometriozundan endometrioid karsinom gelişen vakalar olduğu gibi dünya çapında skar endometriozundan
malign transformasyonda artış görülmektedir. En az 1 cm temiz cerrahi
sınır bırakacak kadar geniş eksizyon ve oluşabilecek fasya defekti için
greftler önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: İnsizyonel endometrioma, fasya defekti, tension-free
mesh, abdominal fasya
[Abstract:0169][PS-102]
Olgu Sunumu: Uterusun Malign Potansiyeli Belli Olmayan Düz Kas
Tümörleri (STUMP)
Alper Başbuğ1, Derya Başbuğ2, Mete Çağlar1, Ali Yavuzcan1, Merve Baştan1, Attila Özkara1, Murat Oktay3, Feyza Başar3
1
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Düzce
2
Serbest Hekim, Düzce
3
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Düzce
32
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Giriş: Uterusun malign potansiyeli belli olmayan düz kas tümörlerinin (STUMP) ortalama görülme yaşı 45 dir ve %80’ i premenopozal dönemde görülür. STUMP’ların çoğu benign seyre sahiptir.
Olgu: 51 yaşında kadın hasta postmenopozal kanama ve uterin kitle
nedeni ile kliniğimize refere edildi. Hastanın anamnezinde g:6 p:2 y:2
d&c:3 ektopik gebelik:1, 7 yıldır naturel menopozda olduğu, diabetes
mellitus ve hipertansiyon nedeni ile medikal tedavi aldığı, 31 yıl önce ektopik gebelik nedeni ile sağ salpingoooferektomi yapıldığı saptandı. Aile
öyküsünde herhangi bir patolojik özellik olmayan hastanın ek malignite
öyküsü de bulunmamaktaydı. Yapılan transvajinal sonografik incelemede
uterus boyutları artmış, myometriumda 60x54 mm boyutunda düzensiz
sınırlı, septasyonlar içeren kistik kitle izlenmiş olup endometrium net değerlendirilemedi. MRI’da uterus fundusunda T2 AG’de kalın septasyonlar
içeren hiperintens T1 AG’de minimal hipointens görünümde kalın duvarlı
70x58x60 mm boyutunda kistik kitle lezyonu izlenmişti. Yapılan endometrial biyopsi sonucunda ve servikovajinal smearında patolojik bulgu
yoktu. Tanı postoperatif dönemde yapılan histopatolojik inceleme sonucunda olguda izlenen diffüz atipi varlığı ve nekroz-mitotik aktivite artışının olmaması nedeni ile konuldu. Postoperatif ilk 6 ayında yapılan fizik
muayene ve görüntüleme yöntemlerinde patolojik bir bulgu saptanmadı.
Sonuç: STUMP tanısının prognozu belirsizdir. STUMP tanısı konan hastalar nüks potansiyeline sahip olması nedeniyle yakından izlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: STUMP, leiomyom
[Abstract:0126][PS-104]
40 Yaş Ve Altı Hastalarda Tespit Edilen Leiomyosarkomlar: Olgu Serisi
Esma Sarıkaya1, Özlem Evliyaoğlu2, Nurten Tarlan2, Mahmut Kuntay
Kokanalı2, Özgül Kafadar2, Okan Yenicesu2, Salim Erkaya2
1
Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları Ve Doğum Eğitim Araştırma
Hastanesi ;Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara
2
Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları Ve Doğum Eğitim Araştırma
Hastanesi,Ankara
Giriş:Uterin leiomyosarkomlar nadir ve agresif seyreden malign tümörlerdir.Etyolojisi kesin olmamakla beraber ileri yaş, nulliparite, siyah ırk,
tamoksifen kullanımı, pelvik radyasyon ve genetik yatkınlık ilgili risk faktörleridir. Aynı klinik özelliklere sahip olmaları nedeniyle preoperatif leiomyomlardan ayrımı zordur. Genellikle >=50 yaşta tanı almakla beraber
nadiren <=40 yaşta izlenmektedirler. Çalışmamızda <=40 yaş hastalarda
tesbit edilen olguları sunmayı ve sahip oldukları klinik özellikleri literatür
eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmamızda 2013 ve 2015 yılları arasında kliniğimizde, myoma uteri tanısı alan ve opere edilen hastalar retrospektif olarak incelendi.
Postoperatif pataloji sonucu leiomyosarkom olarak raporlanan hastalardan <=40 yaş vakaların demografik ve klinik özellikleri değerlendirildi ve
bu vakalar için kümülatif risk hesaplandı.
Bulgular: İki yıllık süre zarfında operasyon uygulanan 919 myoma uteri olgusunun 7 tanesinde leiomyosarkom tesbit edildi. Bunların 4 tanesi
<=40 yaş idi, bu grup hasta için hesaplanan kümülatif risk %0.4 olarak
hesaplandı. Olguların özellikleri Tablo 1’de sunulmuştur. En büyük myom
boyutları 4-8 cm arasında değişirken, myomlar intramural ve submukozal
yerleşimliydiler. Hastaların tümünün anormal uterin kanama şikayeti ile
başvurması ve preoperatif endometrial örneklemelerinde malignite lehine
bir bulgu olmaması dikkat çekiciydi.
Tartışma: Dünyada <=40 yaş hastada leiomyosarkom sıklığı %0.04%0.06 arasında değişmektedir. Çalışmamızda bu oran %0.4 olarak bulunmuştur. Referans hastanesi olan kliniğimize genelde şüpheli hastaların refere edilmesi bu farkın nedeni olabilir.Literatürde kesin bir kriter
olmamakla beraber submokozal yerleşimli malign olgularda endometrial
örneklemenin ve myom çapının >7 cm olmasının maligniteyi öngörmede
faydalı olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak bulgularımız bu verileri desteklememektedir.
Sonuç:<=40 yaş altı leiomyosarkom olguları nadir olmakla beraber preoperatif tanıları zordur. Yine de operasyon önerilen hastalara bu durum ve
düşük olasılık hakkında bilgi verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Demografik, kümülatif risk, leiomyosarkom, retrospektif
[Abstract:0284][PS-103]
Total Abdominal Histerektomi Sonrası Rehospitalizasyon Nedenleri
ve Risk Faktörleri
Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Nurten Tarlan, Ayşegül Öksüzoğlu,
Nilay Kandemir, Emre Özgü, Özgün Ceylan, İrem Güler, İrem Usta
Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
Giriş: Cerrahi operasyonlar sonrası rehospitalizasyon hem hastanede
yatış süresini, hem işe dönüş süresini, hem de yaşam kalitesini olumsuz
yönde etkileyen bir durumdur.Bu çalışmamızda total abdominal histerektomi sonrası rehospitalize edilen hastaların hospitalizasyon sebeplerini
belirlemeyi ve muhtemel risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Jinekoloji Kliniğine 2013 Ocak ve 2015 Eylül tarihleri arasında total abdominal histerektomi operasyonu geçiren hastalar hastane veri sisteminden
retrospektif olarak tarandı.Bu hastalar arasında taburcu olduktan sonra
primer operasyonuna bağlı sebeplerle tekrar hospitalize edilen hastaların
yatış tanıları, hastanede kalış süreleri, primer operasyonlarının özellikleri
kayıt altına alındı
Bulgular: Araştırmanın yapıldığı Ocak 2013- Eylül 2015 tarihleri arasında toplam 1522 total abdominal histerektomi operasyonu gerçekleştirildi.1190 total abdominal histerektomi ile beraber bilateral salpingooferektomi yapılırken, 332 hastaya total abdominal histerektomi
yapıldı.Bu operasyonlardan 48 tanesi için taburculuk sonrası rehospitalizasyon ihtiyacı doğdu.Rehospitalizasyon yüzdesi %3,15 olarak
saptandı.Rehospitalize edilen hastaların ortalama yaşı 49.04 ± 6,9127
Rehospitalize edilenhastaların ilk operasyon için yatışları incelendiğinde
ortalama yatış süresi 5,06±5,7475 olarak saptandı. Rehospitalizasyon
sürecinde ortalama yatış süresi ise 4.34 ± 3.47 idi. Rehospitalizasyon sebepleri incelendiğinde ise enfekte insizyon 27 (%56,3), postoperatif ağrı
7 (%14,6), vajinal kanama veya hematom 7 (%14,6), cuff enfeksiyonu 3
(%6,3) postoperatif ateş 3 (%6,3), postoperatif hepatit 1 (%2,1) hastada
gözlendi.Hastaların 45’ine (%93,8) medikal tedavi uygulanırken, 3 hasta
(%6,3) tekrar opere edildi.Rehospitalize edilen hastaların hepsinde en az
bir kronik hastalık bulunması dikkat çekiciydi
Sonuç: Hastanemiz için total abdominal histerektomilerimizde saptadığımız %3,15 rehospitalizasyon oranı literatür ile karşılaştırıldığında,
postop yara yeri enfeksiyonu oranı %3, intraop ve postop komplikasyon
oranı %3,6 ile benzerlik göstermekteydi.Rehospitalize edilen hastaların
primer cerrahisi sırasındaki hastanede kalış süresinin rutin hastane kalış
süresine göre yaklaşık iki kattan daha uzun olması primer cerrahi sonrası komplikasyon gelişebilecek vakaların primer cerahi sonrası erken
postoperatif dönemde de problemleri olduğunu göstermektedir.Uzamış
ameliyat süresi ve uzamış hastanede kalış süresi büyük çoğunluğunun
enfeksiyona bağlı rehospitalizasyon sebepleriiçin risk faktörü olduğu gözlenmektedir. Anahtar Kelimeler: Total abdominal histerektomi, rehospitalizasyon
[Abstract:0220][PS-105]
Geçirilmiş Sezeryan Öyküsü Olan Hastada Gebelik Terminasyonu
İçin Misoprostol Kullanımı Sonrası Uterin Rüptür: Olgu Sunumu
Nazife Kartal, Okan Aytekin, Tuğba Kınay, Metin Altay
Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ankara
Giriş: Günümüzde artan sezaryen oranı nedeniyle eski sezaryenli olgularda fetal anomali ya da intrauterin fetal ölüm nedeniyle gebelik terminasyonu gereksiniminde artış olmaktadır. Gebelik
terminasyonlarında
prostoglandin
analogları
özellikle
misoprostol sıklıkla kullanılmaktadır(1). Sunulan olguda, geçirilmiş sezaryen öyküsü olan hastada, ikinci trimesterde gebelik terminasyonu
için misoprostol kullanımı sonrası gelişen uterin rüptür olgusu tartışıldı.
Olgu: Otuziki yaşında, gravida 3, parite 2, iki kez sezaryen ile doğum
öyküsü olan hastanın antenatal takibi sırasında; sonografik ölçümlerine
göre 17. gebelik haftasındaki tek canlı fetuste lumbosakral bölgede meningomyelosel ve hidrosefali saptandı. Gebelik terminasyonu için 200
mikrogram misoprostol vaginal ve 200 mikrogram misoprostol sublingual
yükleme ve her 2 saatte bir idame 100 mikrogram misoprostol sublingual verildi. Kanama ya da ağrısı olmayan hastanın 24 saat sonunda
tekrar muayenesi yapıldı. Vaginal muayenede servikal açıklık yoktu.
Ultrasonografik incelemede gebelik kesesi ve plasentanın uterin kavite dışında olduğu, plasentanın eski sezaryen skarına uyan yerde uterus ön duvarına bitişik olduğu izlendi. Uterin rüptür ön tanısıyla hastaya
acil laparatomi yapıldı. Batına girildiğinde intakt kese içerisinde fetusun
33
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
ve plasentanın uterus dışında olduğu gözlendi. Plasentanın bir kısmı
rüptüre olan eski sezaryen skar yerini kapatarak batın içi kanamaya
engel olmuştu. Plasenta ve fetüs kese ile birlikte batın dışına çıkarıldı.
Eski insizyon skarında 5 cm ‘lik rüptür alanı sütüre edildi. Postoperatif
takiplerinde sorun olmayan hasta postop ikinci günde taburcu edildi. Sonuç: İkinci trimesterdaki gebelik terminasyonunda pek çok yöntem
olmakla birlikte; misoprostol düşük maliyeti, kullanım kolaylığı gibi avantajları nedeniyle sıklıkla tercih edilmektedir(2). Goyal’in 2009 yılında yaptığı derlemede ikinci trimester gebelik terminasyonlarında uterin rüptür
oranı daha önce sezaryen ile doğum yapmamış olanlarda %0.02 iken
sezaryen ile doğum yapmış olanlarda %0.28 olarak bildirilmiştir(3). Gebelik haftası arttıkça terapötik amaçlı abortusla ilgili mortalite ve morbidite artar. Bu nedenle ikinci trimester gebeliklerde olası komplikasyonları
azaltmak için misoprostol dozu ve sıklığının 1.trimestere göre azaltılması
ve uterin cerrahi öyküsü de varsa rüptür açısından daha yakından takip
edilmesi önerilmektedir(4).
Anahtar Kelimeler: Gebelik terminasyonu, misoprostol, uterin rüptür
[Abstract:0304][PS-106]
Ebe Ve Hemşirelerin Sığınmacı Kadınlara Hizmet Verirken Yaşadıkları Sıkıntıların Belirlenmesi
İlknur Münevver Gönenç1, Meral Göktaş2, Rukiye Dursun Altın2, Fadik Çökelek2, Nilüfer Ercan2, Derya Şahin2
1
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ankara
2
ZTB Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Araştırma ebe ve hemşirelerin sığınmacı kadınlara hizmet verirken yaşadıkları sıkıntıların belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini 491 ebe ve hemşire oluşturmuştur.
Yöntem: Evrendeki birey sayısının bilindiği örneklem formülüne göre
216 kişinin çalışmanın örneklemi kapsamına alınmasına karar verilmiştir.
Örneklem sayısı ebe ve hemşire sayısına göre tabakalandırılarak, 119
ebe ve 97 hemşire çalışma kapsamına alınmıştır. Veriler anket yöntemi
ile toplanmıştır. Veriler, toplanmasında soru formu, Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği ve Kültürel Zeka Ölçeği kullanılmıştır. Çalışmanın verilerinin
değerlendirilmesinde bir bilgisayar programı kullanılmış, verilerin değerlendirilmesinde, frekans ve yüzde hesaplamaları, sample T testi, tek
yönlü varyans analizi ve bu analiz sonucunda farklılığı yaratan grupların
incelenmesinde Tukey HSD testi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılanların %52.5’i ebe, %47.5’i hemşire, %86.4’ü
kadın olup %53.3’ü lisans mezunudur. Katılımcıların %66.7’si sığınmacılara hizmet verdiğini, %27.7’si hizmet verirken çaresizlik, %20’si ise
acıma duygusu yaşadığını ifade etmiştir. Sığınmacılara hizmet verdiğini
ifade edenlerin %97.6’sı hizmet verirken sıkıntı yaşadığını belirtmiştir. Sıkıntı yaşadığını ifade edenlerin %98.8’i dil problemi yaşadığını, %66.3’ü
hastaya daha fazla zaman ayırmak zorunda olduğunu, %57.5’i tedaviye
uyumlarında problem yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Sorunların çözümü
için %66.7’si sığınmacıların polikliniklerinin ayrı olmasını, %61.3’ü farklı
dil bilen sağlık personelinin bu hizmetlerde kullanılmasını, %46.7’si sağlık
personelinin sığınmacılara hizmet sunma konusunda eğitilmesini, %39.3’ü
iletişimi artırmak için gönüllü kişilerin çalıştırılmasını ve %37.3’ü sığınmacılara sunulacak hizmet konusunda rehberler geliştirilmesini önermişlerdir.
Sonuç: Çalışmamızda sığınmacılara hizmet sunan ebe ve hemşirelerin
neredeyse tamamının hizmet sunarken sıkıntı yaşadığı, dil probleminin
en büyük sorun olduğu ve bu sorunların çözümünde hizmet sunulan birimlerin sığınmacılara özel olması, personelin bu konuda eğitilmesi ve
hizmet konusunda rehberlerin geliştirilmesi önerilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, sığınmacı, ebe, hemşire
Giriş: Postpartum depresyon yeni doğum yapmış annelerde % 10-15
sıklıkta gözlenen bir hastalıktır. Semptomları arasında uyku bozuklukları,
duygudurum değişiklikleri, enerji kaybı bulunmakla birlikte, annede ortaya çıkan hastalık, bebekte de kısa ve/veya uzun süreli etkilere neden
olmaktadır. Bu olguda, poliklinik muayenesi sırasında gelişme geriliği
saptanan bir bebeğin annesinde postpartum depresyon tanısı konması
ve tedavi süreci anlatılmaktadır.
Olgu: 18 aylık erkek bebek, konuşmasında gecikme, adı söylendiğinde
bakmama, iştah kaybı yakınmaları nedeniyle ebeveynleri tarafından polikliniğe getirildi. Öyküsünden, miadında spontan vajinal doğum ile 3800
gram ağırlığında doğduğu, 11 ay süreyle anne sütü ile beslendiği öğrenildi. Dismorfik özellikler gözlenmeyen, normal sınırlarda nörolojik muayeneye sahip hastanın ince motor gelişiminin 12 aylık ile, dil gelişiminin ise
9 ay ile uyumlu olduğu saptandı. Metabolik hastalıkları, tam kan sayımı,
rutin laboratuar tetkiki, çeşitli viral hastalıkları içeren laboratuar testleri,
kromozom analizi, elektroensefalogram ve beyin görüntüleme sonuçları
normal olarak değerlendirildi. Bu veriler ışığında klinik görünümü gelişme geriliği olarak değerlendirilen hastanın annesinin sağlıklı bir hamilelik
dönemi geçirmesine karşın, sürekli yorgun hissetme, duygularını kontrol
etmekte zorlanma, ümitsizlik düşünceleri şeklinde belirtileri ve yakınmaları saptandı. DSM-IV tanı ölçütlerine göre postpartum depresyon tanısı
konan anneye antidepresan tedavisi ve yapılandırılmış psikoterapi uygulandı.
Sonuç: Postpartum depresyon, annenin yanı sıra diğer aile üyelerini
de etkileyen bir hastalıktır. Hastalığın bebek üzerindeki etkileri, ergenlik
dönemine dek uzayabilir. Bu yüzden, annede depresyon varlığından şüphelenildiğinde, uygun yönlendirmede bulunmak, poliklinikte hem bebeği
hem de anneyi eş zamanlı olarak değerlendirme olanağına sahip hekimler için önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Antidepresanlar, çocuk gelişimi, doğum sonrası
depresyon, gebelik, psikoterapi
[Abstract:0302][PS-108]
Leiyomiyosarkom: Takipte Aralıklı Multipl Metastaz Ve Metastazektomiler
Kadir Çetinkaya1, Hüseyin Çakmak2, Ahmet Bacınoğlu1
1
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kliniği, Ankara
2
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği,
Ankara
Amaç: Miyom ameliyatlarını takiben leiyomiyosarkom tanısı ile karşılaşma oranı 1/350 ile 1/500 arasında değişmektedir ve tüm uterus malignitelerinin de %1-2’sini oluşturmaktadır. Hematojen yayılımın baskın olması
nedeniyle uzak metastazlar izlenebilmektedir. Altı yıldır takibimizde olan
ve aralıklı olarak uzak metastaz şeklinde nüks eden ancak metastazektomi uyguladığımız olgumuzu sunmayı amaçladık.
Olgu: 2009’da memleketi Ordu’da 55 yaşında miyom uteri tanısı ile
TAH BSO uygulanıyor. Postoperatif patoloji raporu: Leiyomiyosarkom, mitoz sayısı 18-20, atipi mevcut, tümör >5 cm olarak bildiriliyor.
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi (AOEAH)’ne bu tanı ile
sevk ediliyor ve patolojik tanı teyit ediliyor. Bilgisayarlı tomografi (BT)
ve diğer görüntülemelerde: uzak metastaz yok, lenfatik metastaz yok.
AOEAH’de tamamlayıcı evreleme cerrahisi yapıldı. Rezidü tümör yok.
Evre 1B hastalık olarak değerlendirildi.
Medikal Onkoloji (MO) kliniği önerisi ile ifosfamid, mesna, adrioblastin
(İMA) kemoterapi (KT)’si başlandı. KT bitiminden yaklaşık 6 ay sonra
kontrolde bilateral akciğer metastazı saptanıyor. MO second line KT
başlıyor. KT’ye parsiyel yanıt alınıyor. MO ve kliniğimizin önerisi ile belli
aralıklarla sağa 3 kez, sola 4 kez torakotomi ve metastazektomi uygulanıyor. Her metastazektomi sonrası görüntüleme ile rezidü tümör kalmadığı
teyit ediliyor. Son metastazektomiyi takiben yaklaşık bir yıllık hastalıksız
dönem geçiriyor. Ağustos 2014 PET’de akciğerde yeni metastaz ve ense-servikal bölgede cilt altında 5 cm çaplı kitle izleniyor. Hem akciğerde
hem de sistemik hastalık mevcut. MO kliniği pazopanib başlıyor, 4 aylık
kullanımda hastada progresyon izlendi. Ağrı palyasyonu için servikal bölgedeki kitleye RT aldı. Halen Vinorelbin KT’si almakta ve KT’ye parsiyel
yanıt mevcuttur. Sonuç: Leiyomiyosarkom daha çok hematojen metastaz yapma eğiliminde bir tümör olup, takipte tekrarlayan metastazektomilerden fayda
görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Leiyomiyosarkom, metastaz, metastazektomi
[Abstract:0171][PS-107]
Postpartum Depresyon Ve Psikomotor Gelişme Geriliği Birlikteliği:
Olgu Sunumu
Genco Usta1, Yaşam Kemal Akpak2, Onat Yılmaz3
1
Boylam Psikiyatri Hastanesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Kliniği, Ankara
2
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
3
Kasımpaşa Asker Hastanesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği,
Istanbul
34
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0242][PS-109]
Hastanemizde Son Üç Yılda Yapılan Abdominal Histerektomi Sonuçları
Nadi Keskin, Murat Polat, Beril Yüksel, Ali Seven, Halime Şencan, Suna Kabil Kucur, Nuh Mehmet Erbakırcı
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya
Amaç: Histerektomi, jinekoloji pratiğinde sezaryenden sonra ikinci en
sık uygulanan majör cerrahidir. Amerika Birleşik Devletlerinde yılda
500.000’den fazla histerektomi yapılmaktadır. Histerektominin pekçok
endikasyonu bulunmakla birlikte leomyomlar, adenomyozis, endometriozis, kronik pelvik ağrı, pelvik organ prolapsusları, jinekolojik maligniteler
ve gebelikle ilgili durumlar en sık sebepleri oluşturmaktadır. Bu çalışmamızda hastanemizde benign jinekolojik nedenlerle yapılan abdominal
histerektomilerin patoloji sonuçları ve bunların CA-125 ile CA 19-9 seviyeleri ile ilişkilerini incelemeyi amaçladık.
Yöntem: Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ocak 2013 - Temmuz 2015 tarihleri arasında yapılan histerektomiler retrospektif olarak tarandı. Onkolojik ve obstetrik nedenlerle
yapılan histerektomiler çalışma dışı bırakıldı. Kalan vakaların tümör belirteçleri ve patoloji sonuçları kaydedildi. Veriler toplandı ve SPSS for Windows version 22.0 (SPSS, Inc., Chicago, IL) programı ile analiz edildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 50.2±7.2 idi. Taranan 202 abdominal histerektominin patoloji sonuçları incelendiğinde; sırası ile 89’unun
leiomyom (%44), 23’ünün adenomyozis (%11), 3’ünün endometriozis
(%1.4), 30’unun adneksiyel kitle (%14.8), 11’inin endometrial hiperplazi
(%5.4), 46’sının (%22.7) ise patolojisinde herhangi bir bulgu olamayan
hastalar olduğu görüldü. Patoloji sonuçlarına göre CA-125 ve CA 19-9
değerleri incelendiğinde ise endometriosis ve adneksiyel kitlelerde belirgin olarak Ca 125 değerlerinin daha yüksek olduğu izlendi (Tablo 1).
Sonuç: Histerektomi materyalleri incelendiğinde en sık patolojinin leiomyomlar olması, literatürde yer alan sonuçlar ile uyumludur. Sonuçlarımızda ikinci sırada yer alan ve patolojisinde herhangi bir bulgu olmayan grubu ise kronik pelvik ağrı ve tedaviye dirençli disfonksiyonel uterin kanama
nedeniyle opere olan hastalar oluşturmaktadır. Amerika ve Avrupa’da
histerektomi endikasyonlarının oranlarını gösteren birçok çalışma mevcuttur. Ülkemizde ise yapılan histerektomilerin endikasyon oranlarını net
bir şekilde ortaya koyabilmek için daha fazla veriye ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Histerektom, endikasyon
ve postmenapozal dönemde benzerdi (sırasıyla 16,5% ve 23,8%). Tüm olguların demografik ve klinik özellikleri ile olgular endometriozis
bulunup bulunmamasına göre gruplara ayırıldıktan sonra elden edilen
değerler Tablo 1’de sunulmuştur.
Sonuç: TOA ile endometriozis birlikteliğini öngörecek bir veri bulamasak da, endometriozis TOA’ya yüksek oranda eşlik etmekte ve bu oran
menapozda da değişmemektedir(p=0,52). Dieğr taraftan, endometriozisi olan olgularda RİA kullanım oranı endometriozisi olmayan olgularla
benzer olup(23,8%’e 45,4%), gruplar arası anlamlı farklılık bulunmamıştır(p=0,089).
Anahtar Kelimeler: Tubooveryan abse, endometriozis, rahim içi araç
[Abstract:0297][PS-111]
Denge Bozukluğu İle Prezente Olan Jinekoloji Hastası
Kadir Çetinkaya1, Suat Canbay2, Ahmet Bacınoğlu1
1
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kliniği, Ankara
2
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahi Kliniği,
Ankara
Giriş: Malign olgular primer bulunduğu alanın dışına metastaz yapabilmekte ve nadir durumlarda primer tümör henüz belirti vermeden metastatik tümöre bağlı belirtilerle hasta başvurabilmektedir. Bu yazıda ilginç
şekilde henüz postmenopozal kanama yapmadan ve herhangi bir jinekolojik yakınması olmayan beyin metastazlı bir endometrium kanseri olgusunu sunmayı amaçladık.
Olgu: 55 yaşında Nöroloji Kliniğine denge bozukluğu ile başvuruyor.
Serebellumda kitle tespit ediliyor. Kranitomi ve biopsi yapılıyor. Patoloji Raporu: Malign metastatik kitle olarak bildiriliyor. Ancak primeri tespit
edilemiyor. Öncelikle adenokanser akciğer kaynaklı olabilir düşüncesiyle
bronkoskopi planlanıyor. Yapılan bronkoskopide akciğerde sorun izlenmiyor. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuruyor.
Hastanemizde kranial görüntülemelerinde 36x32 mm kitle tespit ediliyor.
Primer tümöre yönelik etiyolojik araştırmalar sırasında yapılan jinekolojik
muayenede endometrial biopsi de alınıyor. Endometrial biopsi patoloji
raporu: Malign epitelyal tümör, az diferansiye endometrium kanseri olarak bildiriliyor. Ardından beyine yönelik radyoterapi (RT) alıyor. Takiben
medikal onkoloji kliniği kemoterapi (KT) uyguluyor. KT’den sonra yeni
metastatik kitle olmaması ve serebullumdaki kitlenin de kontrol altında
olması nedeniyle (preoperatif PET: sadece uterusda tutulum var) hastaya
jinekolojik evreleme cerrahi uygulanıyor. Postoperatif patoloji: skuamöz
diferansiasyon gösteren undiferansiye karsinom. İnvazyon derinliği > ½
olarak bildiriliyor. Postoperatif adjuvan RT (primer tümöre yönelik brakiterapi) ve Beyin RT alıyor. Halen nüks yok, üç yıldır hastalıksız takipte.
Lokal kontrol tam ve yeni metastaz yok.
Sonuç: Jinekolojik tümörler nadiren de olsa jinekolojik belirti vermeden,
metastazları ile belirti verebilmektedir. Dikkatli bir muayene ve biopsi ile
doku tanısı elde edilebilir. Jinekolojik cerrahiden önce metastazların kontrol altına alınması önemlidir. Jinekolojik cerrahiyi takiben adjuvan tedaviler uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Endometrium kanseri, beyin metastazı
[Abstract:0093][PS-110]
Endometriozis Tuboovaryan Abse İçin Risk Faktörü Müdür Ve Bu
Risk Önceden Belirlenebilir Mi?
Emre Erdem Taş1, Huseyin Levent Keskin2, Ulviya Abdullayeva2, İnji Suleymanova1, Gökçen Kaya2, Ayşe Filiz Avşar2
1
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum A.B.D, Ankara
2
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kliniği, Ankara
Amaç: Tuboovaryan abseler(TOA), pelvik inflamatuar hastalık(PIH) tanısı ile tedavi edilen hastaların 10–34%’ünde gelişen şiddetli bir komplikasyondur. Ancak, TOA’nın hangi hastalarda gelişeceği öngörülememektedir. Yakın zamanda yapılan çalışmalarda ise endometriozisin TOA için bir
risk faktörü olabileceği belirtilmektedir. Bu çalışma ile TOA ve endometriozis arasındaki ilişki araştırılmaya çalışıldı.
Yöntem: Ocak 2006-Aralık 2014 arası dönemde TOA tanısı konularak
cerrahi ile tedavi edilen 118 olgunun demografik ve klinik özellikleri retrospektif olarak incelendi. Uygulanan tüm testlerde p<0.05 anlamlı olarak
kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan olguların 97(82,2%)’si premenapozal dönemdeyken, 21(17,8%)’i postmenapozal dönemdeydi. Rahim içi araç(RİA) 6’sı(%5) postmenapozal dönemde olmak üzere toplam 49(%41,5)
olguda mevcuttu. On altı(13,6%) olguda başlıca hipertansiyon ve diyabet olmak üzere ek hastalık varken, 43(36,4%) olguda başta sezaryen
olmak üzere geçirilmiş pelvik cerrahi öyküsü vardı. Patoloji sonuçları incelendiğinde ise, 94(79,7%) olguda sadece TOA raporlanırken,
21(17,8%) olguda endometriozis, 2(1,7%) olguda teratom ve 1(0,8%)
olguda overyan benign müsinöz kistadenom, eş zamanlı olarak raporlanmıştı. Endometriozisin TOA’ya eşlik etme oranın premenapoz
[Abstract:0181][PS-112]
Bursa İli 2005-2014 Yılları Arası Doğum Yapan Adölesan Gebelerin
İrdelenmesi
Tayfur Çift, Emin Üstünyurt, Barış Korkmaz, Cem Akaltun, Onur Özdenoğlu
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları
ve Doğum Bölümü,Bursa
Amaç: Adölesan gebelikler özelikle gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerde görülmektedir. Bu tür gebelikler hem bireyin fizyolojik ve psikolojik
gelişimini etkilemekte hem de gebelik komplikasyonlarının daha sık ortaya çıktığı grubu oluşturmaktadır. Yöntem: Çalışmamıza ait veriler 2005-2014 yılları arası Bursa Yüksek
İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doğum yapan 18 yaş altı gebelerin dosyalarının retrospektif olarak irdelenmesiyle elde edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya 243 gebe dahil edilmiştir. Gebelerin yaş dağılımları
Tablo.1’ de gösterilmiştir. En küçük yaş 15 olarak belirlenmiştir. Gebelerin
obstetrik geçmişi Tablo.2’ de gösterilmiştir. Gravidaları incelendiğinde en
fazla 4 genel itibari ile 1 olarak belirlenmiştir. 35
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Sonuç: Adölesan gebelikler fiziksel ve ruhsal gelişimini tamamlamadan oluşan gebelikler olduğu için doğum sürecinde ve doğum sonrasında komplikasyonlara yol açması muhtemeldir. Nitekim bir çalışmada
bu gebelerde ve doğum sonrasında artmış maternal ve fetal mortalite
oranları ve psikolojik olarak post-travmatik stres bozukluğu, depresyon
ve anksiyete bozukluğunun görülme sıklığında artış olduğu bildirilmiştir.
Doğum süreci incelendiğinde sezaryen oranların daha yüksek olduğu
bildirilmiş. Ayrıca travay esnasında kooperasyonda problemler yaşandığı bu yüzden de müdaheleleli doğuma ihtiyaç duyulabilceği bildirilmiştir.
Bu yüzden problemin sosyal bir sorun olarak algılanması ve toplumun
eğitimiyle sıfırlanmasa bile en alt seviyeye indirgenmesi amaçlanmalıdır.
18 yaş altı gebeler sadece medikal problemlere yol açmamakta, ayrıca
sosyokültürel olarak da bu bireylerin toplumdan soyutlanmasına neden
olmaktadır. Bu durumun engellenmesi ne kadar yasalarla önlenmeye
çalışılsa da toplumun eğitimi ve meydana getirdiği zararların halka basın-yayın kuruluşları, ücretsiz seminerlerle anlatılarak azaltılması planlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Adölesan, gebelik, doğum
uterus rüptürü olgusu sunulmuştur. Bizim ön tanımızda uterus rüptürü
şeklinde olmuş; sonrasında yapılan laparatomi de bu tanıyı doğrulamıştır.
Sonuç: Erken gebelikteki uterus rüptürünün klinik bulguları nonspesifiktir
ve ektopik gebelik gibi acil akut batın nedenlerinden ayırt edilmesi gerekir. Spontan uterus rüptürü hemoperitoneum riski nedeniyle hem anne
hem de fetüs açısından hayatı tehtit edici bir obstetrik acil olabilir. Ancak
burada 13 hf missed fetüs ile birlikte intraabdominal kanamanın olmadığı
bir uterus rüptürü olgusu sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Missed fetüs, skar, uterus rüptürü
[Abstract:0165][PS-115]
Sezaryen Sırasında Saptanan İnsidental Adneksiyal Kitleler
Fedi Ercan, Cemre Alan, Hüseyin Görkemli, Ali Acar
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Konya
Amaç: İnsidental olarak sezaryen sırasında saptanan adneksiyal kitlelerin sonuçlarının incelenmesi.
Yöntem: 2006-2015 yılları arasında gerçekleştirilen 17.918 canlı doğum
ve 14.034 sezaryen doğum retrospektif olarak tarandı. Sezaryen sırasında insidental olarak saptanan adneksiyal kitleler ve yapılan cerrahi
müdahaleler değerlendirildi. Histopatolojik sonuçları ve ilişkili durumlar
incelendi.
Bulgular: Doksan bir hastada sezaryen sırasında adneksiyal kitle vardı.
Sezaryen sırasında saptanan adneksiyal kitle insidansı 1/154 idi. En sık
histopatolojik tanı basit seröz kist (%25.2) olup bunu matür kistik teratom
(%16.4) izlemektedir. Ortalama kitle çapı basit seröz kistler için 4.6 cm
(3-7 cm) matür kistik teratomlar için 5.5 cm (4-8 cm) arasındaydı. Üç
hastada kitleler bilateraldi (%3.2). Kitlelerin üçü malign idi.
Sonuç: İnsidental olarak sezaryen sırasında saptanan adneksiyal kitleler
malignite olasılıklarını dışlamak adına ekstirpe edilmelidir. Gerekli olabilecek ek cerrahi işlemler açısından hastalar sezaryen sonrasında takip
edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Adneksiyal kitle, sezaryen, gebelik
[Abstract:0146][PS-113]
Kütahya D.P.Ü Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hekimlerinin Doğum Şekline Yönelik Tercihleri ve Bunları Etkileyen Faktörler
Beril Yüksel1, Murat Polat1, Ali Seven1, Suna Kabil Kucur1, Halime Şencan1, Nuh Mehmet Erbakırcı1, Nadi Keskin1, Hilmi Koputan2
1
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya
2
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Anestezioloji A.B.D, Kütahya
Amaç: Hekimlerin hastalar üzerinde yönlendirici de olabilmeleri nedeniyle hangi doğum yöntemini tercih ettiğini etkileyen sebepleri ortaya koyabilmek son derece önemlidir. Bu nedenle bu çalışmamızda hastanemizdeki doktorların kendileri veya eşleri için hangi doğum yöntemini tercih
ettiklerini ve altında yatan sebepleri sorgulamayı amaçladık.
Yöntem: Kütahya D.P.Ü. Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
doktorlarından 49 erkek ve 50 kadın doktora anket soruları yöneltildi.
Çocuğu olanların daha önceki doğum şekilleri, çocuğu olmayanların ise
ileride hangi doğum şeklini tercih etmek istedikleri ve nedenleri soruldu.
Çocuğu olanlar için daha önce tercih ettikleri doğum şeklini değiştirmek
isteyip istemedikleri, değiştirmek isteyenlere ise sebebi soruldu.
Bulgular: Tüm katılımcıların %61.6’sı sezaryeni, %38.4’ü vajinal doğumu tercih ettiğini belirtti. Erkek doktorların %65.3’ü eşleri için sezaryen,
%34.7’si de vajinal doğumu; kadın doktorların ise %58’i sezaryen, %42’si
ise vajinal doğumu tercih ettiklerini belirtti. Sezeryan tercih sebepleri irdelendiğinde; kadınlarda %31’i tıbbi endikasyon nedenli iken, %34.4’ü daha
kolay bir doğum şekli olduğunu düşünmesini, %62’si vajinal doğuma bağlı oluşabilecek komplikasyonlardan korkmasını öne sürdü. Erkek grubunda ise %65.6’sı “vajinal doğuma bağlı oluşabilecek komplikasyonlardan
korktuklarını”, %40.6’sı “daha kolay bir doğum şekli olduğunu”, %28.1’i
“daha az ağrılı bir doğum şekli olduğunu” düşündüğünü belirtti.
Sonuç: Hekimler arasındaki sezeryan tercih oranı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2013 raporunda belirtilen ve Türkiye ortalaması
olan %48.1’in oldukça üzerindedir. Bizim çalışmamızda sezaryen tercihinde en sık neden olarak “vajinal doğuma bağlı bebekte oluşabilecek
komplikasyon korkusu“ her iki grupta ilk sırada yer almaktadır. Sonuç
olarak çalışmamızda çıkan bu veriler hekimlerin bile vajinal doğum konusunda aslında çok da bilimsel temellere dayanmayan korkularının olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Sezaryen, vajinal doğum, tercih, doktor
[Abstract:0131][PS-116]
Annelik Rolü Ve Ebeveynlik Davranışı Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
Özlem Koç1, Hava Özkan1, Hediye Bekmezci2
1
Atatürk Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü,Erzurum
2
Karatay Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu,Hemşirelik
Bölümü,Konya
Amaç: Bu çalışma, annelik rolü ve ebeveynlik davranışı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma Erzurum Nenehatun Kadın Doğum Hastanesi’nde Obstetri-Postpartum Servislerine 1 Mayıs 2015/18 Eylül 2015 tarihleri arasında başvuran anneler üzerinde tanımlayıcı tipte yapılmıştır. Araştırmaya alınması gereken minimum
örneklem büyüklüğünü hesaplamak için evrendeki eleman sayısının
bilindiği durumlardaki örneklem seçme formülü ile belirlenen 226 anne
alınması hesaplanmış, ancak araştırma 291 anne ile tamamlanmıştır. Araştırma verilerin toplanmasında; araştırmacı tarafından hazırlanan
Kişisel Bilgi Formu, Anlamsal Farklılık Ölçeği-Anne Olarak Ben, Doğum
Sonrası Ebeveynlik Davranışı Ölçeği (DSEDÖ) kullanılmıştır. DSEDÖ
gözleme dayalı olarak değerlendirilmiştir. Güvenilirlik testi, t-testi, Tek
Yönlü Varyans Analizi, Kruskall Wallis, Mann Whitney-U, Spearman Korelasyon Analizi ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Annelerin “Anlamsal Farklılık Ölçeği-Anne Olarak Ben” ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 52.15±6.62 ve DSEDÖ’den aldıkları puan
ortalaması 4.68±1.33 olarak bulunmuştur. Annelerin yaşı, gelir durumu
algısı, çalışma durumu, yaşayan çocuk sayısı, doğum öncesi bakım alma
durumu (p=<0.001), eğitim durumu, gebelik sayısı, abortus/kürtaj sayısı
(p=0.002), aile tipi (p=0.005), yerleşim yeri (p=0.06), gebeliğin planlı olma
durumu (p=0.009) annelik rolü düzeyini etkilemiştir. Annelerin yaşı, eğitim
durumu, çalışma durumu, gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı, gebeliğin
planlı olma durumu, doğum öncesi bakım alma durumu (p=0.000), gelir durumu algısı (p=0.05), doğum şekli (p=0.007), ölen çocuk sayısı (p=0.009),
yerleşim yeri (p=0.021) ebeveynlik davranışı düzeyini etkilemiştir. Anlamsal Farklılık -Anne Olarak Ben Ölçeği ile DSEDÖ’nin puan ortalamaları arasındaki ilişki incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
[Abstract:0115][PS-114]
Birinci Trimesterda Missed Fetusun Eşlik Ettiği Spontan Uterus
Rüptürü
Mine İslimye Taskin, Ertan Adalı
Balikesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Balıkesir
Giriş: Erken gebelikte spontan uterin rüptür nadir görülür ve genellikle
eski uterin skarda karşımıza çıkar.
Olgu: Burada 32 yaş kadın hastada 13 hf gebelikte ortaya çıkan spontan
36
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
saptanmamıştır ( r=0.055, p=0.348).
Sonuç: Annelerin Anlamsal Farklılık -Anne Olarak Ben Ölçeği ile DSEDÖ’den aldıkları toplam puan ortalamalarına göre annelik rolü ve ebeveynlik davranışlarının iyi düzeyde olduğu belirlenmiştir. Annelik rolü ve
ebeveynlik davranışı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Anne, annelik rolü, ebeveynlik davranışı
tus izlendi.Tedavi öncesi beta- hCG değeri 21208 mIU/ml idi. Ultrason
eşliğinde vakum küretaj uygulan hastaya bakri balon yerleştirildi. Balon 6
saat sonra çekildi. Postoperatif 1. günde beta- hCG değeri 6354 mIU/ml
idi. Tedavi sonrası yapılan ultrasonografide endometrium kalınlığı 6 mm
idi, gebelik ile uyumlu materyal yoktu. Hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: Sezeryan skar gebeliği ektopik gebeliğin en nadir formlarından
biridir fakat son yıllarda sezaryen oranının artmasıyla daha sık görülmektedir. Sezeryan skar gebeliği hayati risk içerebilen ve fertilite kaybına
neden olabilecek sezeryan doğumun geç dönem komplikasyonudur. Değişik tedavi seçenekleri uygulanmasına rağmen en uygun tedavi yöntemi
hakkında fikir birliğine varılamamıştır. Yakın zamana kadar tedavide histerektomi tercih edilirken son yıllarda erken tanı ile daha konservatif tedavi seçenekleri tercih edilmektedir. Sonuç olarak vakum küretaj sonrası
bakri balon uygulaması hemodinamik olarak stabil ve fertilite isteği olan
hastalarda başarılı bir tedavi seçeneği olabilir
Anahtar Kelimeler: Ektopik gebelik, skar gebeliği
[Abstract:0118][PS-117]
Plasenta Akreta Vakalarında Bakri Balon Uygulaması
Alev Özer1, Murat Bakacak1, Önder Ercan1, Bülent Köstü1, Salih Serin2,
Hilal Sakallı1
1
Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D., Kahramanmaraş
2
Tatvan Devlet Hastanesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum departmanı,
Bitlis
Amaç: Bakri balon kullanılarak uterin tamponad yapılan plasenta akreta
olgularının demografik bulgularının ve klinik sonuçların değerlendirilmesi
Yöntem: Ocak 2014- Haziran 2015 tarihleri arasında bakri balon yerleştirilen toplam 21 plasenta akreta vakasının kayıtları incelendi. Fetüsün
doğurtulmasın takiben spontan plasental ayrılması gerçekleşmediği için
elle ayrılan yapışık plasentalar plasenta akreta olarak kabul edildi.Bu
vakalarda plasental yataktaki kanamaların hemostazı için sütür koyuldu.
Buna rağmen devam eden kanamalarda uterin tamponad yapmak için
uterin kaviteye Bakri balon yerleştirilip 350-400 ml’ye kadar şişirildi ve 24
saat kavitede birakıldı. Bulgular: Ortalama yaş 30,5 olarak saptandı. Ortalama gravida ve parite sırasıyla 4,3 ve 2,6 olarak belirlendi. Sadece bir olgu dışında tüm
olgularda geçirilmiş sezaryenle doğum (SD) öyküsü mevcuttu. Ortalama
gebelik haftası 33,6 hafta olup olguların %57’sinde elektif şartlarda kalan %43’ünde vajinal kanama nedeniyle acil olarak SD gerçekleştirildi.
Operasyondaki ortalama kan kaybı 983,3 ml olarak belirlendi. Transfüze
edilen ortalama eritrosit süspansiyonuı (ES) ve trombosit süspansiyonu
sayısı sırasıyla 0.95 ve 0.24 olarak belirlendi. Hastanede ortalama kalış
süresi 2.2 gün olarak tespit edildi. Hiçbir vakada histerektomi yapılmadı. Sonuç: Son yıllarda plasental invazyon anomali artış izlenmektedir.
Buna bağlı olarak peripartum kanama ve histerektomi oranlarında artış
izlenmektedir. Özellikle fertilite arzusu olan plasenta akreta (plasenta,
myometriyuma yapışmış ancak penetre olmamış ) vakalarında uterusun
korunabilmesi için plasental yatağa hemostatik sütürler koyulması ve
mekanik kompresyon yapılması seçenekler arasındadır. Çalışmamızda
Bakri balon kullanılarak mekanik kompresyon yapılan plasenta akreta
olgularının hiçbirinde histerektomiye gerek duyulmadı. Plasenta akreta
vakalarında Bakri balon kullanımının etkinliğinin değerlendirilebilmesi için
daha geniş vaka sayılı çalışmalar gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Plasenta akreta, bakri balon
[Abstract:0130][PS-118]
Ultrason Eşliğinde Vakum Küretaj Sonrası Balon Tamponad ile Tedavi Edilen Sezeryan Skar Gebeliği: Olgu Sunumu
Duygu Tuğrul, Zehra Yılmaz, Gülenay Gençosmanoğlu Türkmen, Özgür Kara, Ali Özgür Ersoy, Turhan Çağlar
Dr.Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Ve Hastalıkalrı Eğitim Araştırma
Hastanesi, Ankara
Giriş: Sezaryen skarına implante olan gebelik (SSG), dış gebeliğin en
nadir formlarından biridir ve tanı almazsa rüptür ve kanamaya neden
olarak hayati tehlike içerebilir. Tanıda primer olarak transvajinal ultrasonografi kullanılır. Boş uterin kavite, boş servikal kanal, gestasyonel kesenin anterior istmik miyometriumda izlenmesi sonografik tanı kriterleridir. Erken tanı ve tedavi bu hastalarda uterus ve fertilitenin korunması
ile beraber hayat kurtarıcı olabilmektedir. Biz burada erken dönemde tanı konan ve ultrason eşliğinde vakum küretaj sonrası bakri balon
ile başarılı bir şekilde tedavi edilen SSG vakası sunmayı amaçladık. Olgu: 24 yaşında G3P1 olan hasta ektopik gebelik ön tanısı ile kliniğimize başvurdu. Obstetrik öyküsünde bir kez sezeryan geçirdiği öğrenildi.
Vital bulguları normal olan hastanın az miktarda vajinal kanaması mevcut
idi. Pelvik muayenede uterus ve serviks normal görünümdeydi.Yapılan
transvajinal ultrasonografide uterin kavitenin boş olduğu, eski sezeryan
skarına implante olan gebelik kesesi ve içinde CRL 7 mm olan canlı fe-
37
[Abstract:0154][PS-119]
Geç Dönem Yara Yerinde Dikiş Sinüsü Nedeni: Ciltaltı Emilmeyen
Sütür
Suna Kabil Kucur1, Murat Polat1, Kadriye Beril Yüksel1, Ali Seven1, İlay Gözükara2, Nadi Keskin1
1
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Kütahya
2
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Hatay
Giriş: Yara yeri enfeksiyonları postoperatif sık görülen komplikasyonlardan biridir. Genellikle postoperatif ilk bir ay içinde görülen bu durum nadiren geç de görülebilir. Bunun başta gelen nedenlerinden biriside insizyon
hattında yabancı cisim kalmasıdır. Olgu: 26 yaşında bayan hasta düzensiz mensturasyon ve sezaryen yerinde akıntı olduğu şikâyetiyle polikliniğimize başvurdu. Sezaryen ameliyatını 7 yıl önce olduğunu belirten hastanın özgeçmişi; G2P2, kronik
hastalığı yok, iki defa sezaryen olduğu başka operasyon öyküsü olmadığı
öğrenildi. Anamnezinden yara yerinde birkaç kez kızarıklık olduğu ve antibiyotik tedavisiyle geçtiği, fakat yakın zamana insizyonun iki ucundan
akıntısının olmadığı alındı. Hastanın yapılan muayenesinde insizyon
hattının iki ucunda dikiş sinüsü izlendi. Prolen sütür epitel altında sinüs
traktında izlenmekteydi. Sütür lokal anestezi altında çıkarıldı.
Sonuç: Cerrahi prosedürler sırasında ve sonrasında komplikasyonları
azaltmak için çeşitli önlemler alınsa da bazen kaçınılmazdır. İnsizyon
hattında yabancı cisim kalması genellikle postoperatif dönemde birkaç
hafta içinde tespit edilir ancak çok nadiren olgumuzda olduğu gibi 7 yıl
atlanabilecek bir durumdur. Hastaların ameliyattan aylar sonra insizyon
hattında akıntı olması durumunda yabancı cisim reaksiyonları akla getirilmelidir. Bunun önüne geçmek için emilebilir sütürlerin kullanılmasının
faydalı bir çözüm olabileceğini düşünüyoruz. Bunun mümkün olmadığı
durumlarda hastalara sütürlerin alınmasının gerekliliği ve yabancı cisim
reaksiyonu ile karşılaşılmaması için sütür aldırma işlemini ihmal etmemesi konusunda uyarılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Yara yeri enfeksiyonu, dikiş sinüsü, sezeryan
[Abstract:0191][PS-120]
Karın Duvarı Endometriozisi: Olgu Sunumu
Ergin Arslan1, Sevinç Şahin2, Emel Kıyak Çağlayan3, Halil İbrahim
Serin4, Kasım Çağlayan1, Faruk Önder Aytekin1, Selda Seçkin2
1
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi A.B.D, Yozgat
2
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.B.D, Yozgat
3
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Yozgat
4
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji A.B.D, Yozgat
Giriş:Endometriozis fonksiyonel endometrial dokunun uterin kavite dışında yerleşmesidir. Dismenore, disparoni, kronik pelvik ağrı ve infertiliteye neden olabilir. En sık olarak pelviste (overler, periton, uterosakral
ligamanlar, douglas ve rektovaginal septum) bulunur. Pelvis dışı endometriozis nadir olmakla birlikte vücudun birçok dokusunda ve hemen hemen her organda bulunabilir. Olgu: Otuz yaşında kadın hasta phannenstiel kesi skarının 4 cm yukarısında, orta hatta ağrılı kitle şikayeti ile başvurdu. Altı yıl önce sezaryen ile
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0283][PS-122]
Doğum Sonrası Geç Dönemde Bulgu Veren Kayıp Rahim İçi Araç
Olgusu
Özlem Uzunlar, Nurten Tarlan, Kadriye Nilay Özcan, Mine Atlı
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş:Rahim İçi Araç Sistemleri (RİA), uzun süreli kontraseptif yöntemler
içinde etkin, güvenli, kolay ve en sık kullanılanlardandır. Olgu:3 gebelik ve 3 spontan vaginal doğum hikayesi olan 26 yaşındaki
hasta karın ağrısı şikayeti ile polikliniğimize başvurmuştur. Anamnezinden yaklaşık 3 yıl önce TCu380A kontraseptif RİA takılmış olduğu ancak
hasta işlemden 1 yıl sonra gebe kalarak sağlıklı vaginal doğum yaptığı
öğrenilmiştir. Kendisine gerek gebelik takiplerinde, gerekse intrapartum
ve postpartum muayenesinde RİA izlenmediği söylenmiştir. Doğumdan
1 yıl sonra karın ağrısı şikayeti nedeni ile değerlendirilen hastanın yapılan muayenesinde ultrasonografide uterin kavitede RİA görülememiş,
ancak batın grafisinde pelvik bölgede RIA ile uyumlu olabilecek radyoopak görünüm izlenmiştir. Kayıp RİA endikasyonu ile hastaya diagnostik
histeroskopi ve laparoskopi planlanmıştır. Histeroskopik gözlem normal
olarak değerlendirilmiştir. Laparoskopik gözlemde ise uterus normal
görünümde olup, batın ön duvarına yapışık olan omentum içerisinde
RİA ve etrafında granülamatöz doku izlenmiştir. Batın içi yaygın yapışıklıklar keskin diseksiyonla açılıp, granulom eksizyonu yapılarak RİA
komplet olarak çıkarılmıştır. Postoperatif dönem sorunsuz seyretmiştir.
Rahim içi araç malpozisyonu, myometrium içine(perforasyon) ya da endoservikal kanala doğru(dislokasyon, ekspulsiyon) şeklinde olabilmektedir. Malpozisyon oranı %10 olarak bildirimiştir. Uterin perforasyon oranı
1/1000 olarak bildirilmiştir.Risk faktörleri deneyimsiz klinisyen, stenotik
serviks, immobil ve aşırı anteflex ya da retroflex konumdaki uterus olarak sıralanabilir. Perforasyon ve intraabdominal migrasyon, komşu organ
yaralanmaları, pelvik enflamatuar hastalık yabancı cisme bağlı yaygın
adezyon oluşumu, komşu organlara penetrasyonla komplike olabilemektedir. Bizim olgumuzda myometriuma invaze halde bulunan RİA nın, doğum eylemi esnasında veya postpartum uterin involusyon esnasında batına migrasyonu düşünülmektedir. Ağrı semptomunun geç bulgu vermesi,
doğum ve postpartum erken döneme bağlı ağrı nedeni ile maskelenmiş
olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca olgumuzla, Ria’nın neden olduğu
uterin perforasyonun gelecekteki gebeliği ve normal doğumu engellemediği görüşüne varılmıştır. Sonuç:RİA malpozisyonundan şüphelenilen olgularda intraabdominal
migrasyon göz önünde bulundurularak abdominal X-ray ile değerlendirme gereklidir. Uterin perforasyon ya da intraabdominal migrasyon tesbit
edilen olgularda RIA laparoskopik olarak çıkarılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Laparoskopi, malpozisyon, rahim içi araç
doğum yapmış olan hastanın öyküsünden kitleyi 4 aydır fark ettiğini, kitlenin zamanla büyüdüğünü ve kitle üzerindeki ağrının menstruasyon ile ilişkili ol¬duğunu öğrendik. Fizik muayenede göbeğin yaklaşık 4 cm altında
ve orta hattan 2 cm uzaklıkta 4x3x2 cm büyüklüğünde kitle pal¬pe edildi.
Hastanın jinekolojik muayenesinde uterus ve overler doğal saptandı. Yüzeyel ultrasonografide 36x33x15 mm ölçülerinde rektus fasiası altında
lokalize heterojen görümlü solid kitle izlendi. Magnetik rezonans görüntüleme incelemesinde rektus kası içerisinde lokalize 11x7 mm boyutlarında
T1A serilerde izo-hafif hipointens, T2A serilerde hiperintens nodüler lezyon saptandı. Peroperatif orta hat sağ tarafta rektus kası ve arka kılıfını
içeren, sınırları düzensiz 5x4 cm lik kitle tespit edildi. Kitle çevresinde
yaklaşık 1 cm lik sağlam doku ile birlikte total olarak eksize edildi ve operasyon sonlandırıldı. Makroskopik olarak, operasyon materyali 7x5.5x3
cm ölçülerinde kahverenkli düzensiz doku parçası idi. Mikroskopik olarak kesitlerde yoğun kollojenize fibröz bağ dokuda endometrial glandlar
ve stromal hücreler görüldü. Endometrial glandların bir kısmı genişleyip
kistik hal almıştı ve lümenleri kanla dolu idi. Çevrede gruplar halinde histiyositler de izlendi ve olguya endometriozis tanısı kondu. Histopatolojik
tanının endometriozis olması üzerine hastaya günlük 3mg Drospirenone/
00.3 mg Ethinyl Estradiol başlandı. Hastanın 3 ay sonraki kontrollerinde
şikayetlerinin gerilediği görüldü.
Sonuç: Batın ön duvarı kitlelerinin değerlendirilmesinde endometriozis
tanısı akılda tutulmalı ve ultrasonografi ve MRG incelemeleri ile bu tanı
güçlenirse teşhis ve tedavi için total eksizyon uygulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Endometriozis, batın duvarı
[Abstract:0110][PS-121]
Batın İçi Kanamaya Neden Olan Subseröz Myom Olgusu
Çağrı Güven1, Deniz Şimşek1, Çağdaş Şahin1, Ali Akdemir1, Barış Büke2
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İzmir
2
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
Giriş:Uterus myomları, uterusun kas ve bağ dokularından kaynaklanan
selim tümörlerdir. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık %20’sinde görülür.Myomlar sıklıkla asemptomatik olmakla beraber; anormal uterin kanama, pelvik ağrı, komşu organlara bası ve infertilite sık rastlanan şikayetler
olarak kliniğe yansımaktadır. Myomlar nadiren de olsa torsiyon ve batın
içerisine kanamaya sebep olarak akut batın durumuna sebep olabilirler.
Kliniğimize akut batın tablosu ile başvuran, batın içi yaygın serbest sıvı
ve adneksiyel kitle nedeniyle opere edilen ve subseröz myom yüzeyinden kanama saptanan hasta olgu sunumu olarak sunulmuştur.
Olgu:44 yaşında hasta, ani başlayan sağ alt kadran ağrısı ile acil servise başvurdu. Ağrı sağ alt kadrandan başlayıp tüm batına yayılmaktaydı.
TA: 90/55 N: 110 olarak saptandı. Fizik muayenede batın alt kadranlarda hassasiyet, defans ve rebound pozitif olarak saptandı. Tuşe vajinalde
Douglas poushunu dolduran kitle formasyonu palpe edildi. Vajinal ultrasonografide; batın içerisinde yaygın sıvı, uterus posterior duvardan kaynaklandığı düşünülen yaklaşık 9cm boyutunda kitle formasyonu izlendi.
Hastada akut batın tablosu olması ve yaygın batın içi serbest sıvısı olması üzerine hastaya eksploratif laparotomi planlandı. Batında yaklaşık
1 litre serbest kan saptandı. Uterus yaklaşık 3 aylık gebelik cesametinde
ve myomatö izlendi. Uterus korpus posteriorda yaklaşık 9 cm boyutunda, üzerinde tortiyöz damarlar barındıran myom izlendi. Bu damarlardan
birinde aktif venöz kanama izlendi. Hastaya myomektomi ardından histerektomi uygulandı. Komplikasyonsuz geçen post-operatif dönem sonrasında hasta 3. gün taburcu edildi. Sonuç: Uterus myomları üreme çağındaki bayanlarda en sık görülen benign tümöral oluşumlardır. Batın içine kanama üreme çağındaki bayanlarda en sık ektopik gebelik rüptürü, over kist rüptürü ve adneksiyal torsiyon sonrası meydana gelmektedir. Subserozal myom yüzeyinden venöz
kanama sonrası gelişen hemoperitonyum çok nadir bir olgudur. Sıklıkla
travma, myom torsiyonu ve gebelik esnasında olmakla beraber spontan
myom rüptürü çok nadir bir durumdur. Kesin tanı eksploratif laparotomi
ile konulmaktadır. Tedavide myomun çıkarılması ve hemostatik sütürlerin
yeri tartışılmazdır. İleri yaş ve ailesini tamamlamış kişilerde operasyona
histerektomi eklenebilir.
Anahtar Kelimeler: Myoma, hemoperitoneum, akut batın
[Abstract:0311][PS-123]
Gebelik Sürecinde Vücut Kitle İndeksindeki Değişimin Bebek Doğum Kilosuna Etkisi
Seda Şahin Aker, Tuncay Yüce, Feride Söylemez
Ankara Üniversitesi Tıp fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Ankara
Amaç: Gebelik sürecinde vücut kitle indeksindeki(VKİ) değisimin bebek
doğum kilosu üzerine etkisi olup olmadığını araştırdık.
Yöntem: Kliniğimize başvuran sistemik hastalığı olmayan,tekiz gebelikler çalışmaya dahil edilmiştir. 361 gebe VKİ’ne göre 3 gruba ayrıldı:Grup
1: normal (VKİ 20-24.9 kg/m2) (n =208); Grup 2:fazla kilolu (VKİ 25-29.9
kg/m2) (n = 97);Grup3:obez (VKİ > 30 kg/m2) (n = 56). Bulgular: VKİ’ne göre her 3 grup arasında yaş,gravida,parite,daha önceki bebek doğum kiloları,doğum haftaları,1. ve 5. dakika Apgar skorları
arasında fark izlenmedi. Grup 1’deki VKİ değişimi: 2,94. Grup 2’de VKİ
değişimi:2,66, Grup 3’te VKİ değişimi 2,14 idi ve istatistiksel anlamlıydı
(p: 0,00). Grup 1’de bebek doğum ağırlığı:3412 gr, Grup 2’de bebek doğum ağırlığı 3383 gr, Grup 3’te bebek doğum ağırlığı: 2930 gramdı ve ve
istatistiksel anlamlıydı (p< 0,001).
Sonuç: Çalışmamızda gebelik öncesi VKİ yüksek olan hastaların gebelik sürecnide daha az kilo aldıkları, daha düşük ağırlıklı bebek doğum
ağırlıklarına sahip oldukları görüldü. Gebelik süresinde ideal kilo alımı,gebelik öncesi obez hastaların kilo vermesi,gebelikte düzgün beslenme
sağlıklı gebelik geçirilmesi ve sağlıklı bebeklerin dünyaya gelmesi için
çok önem taşımaktadır.
38
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Anahtar Kelimeler: Gebelikte kilo alımı, beslenme, doğum ağırlığı
de fıtık gelişebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.Bu nedenle laparoskopik işlemler sonrası trokar hernisi gelişim riskinin azaltılması amacıyla; özellikle 10 mm ve daha büyük trokar giriş yerleri rutin olarak sütüre
edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Herni, laparoskopi, trokar
[Abstract:0128][PS-124]
Fetal Ölüme Neden Olan Amniyotik Band
Gülenay Gencosmanoğlu Türkmen, Hakan Timur, Zehra Yılmaz, Halil
Korkut Dağlar, Özgür Kara, Dilek Uygur, Nuri Danışman
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Amniyotik band sendromu amniyotik membranın erken dönemde
rüptürüne bağlı olarak oluştuğu düşünülen intrauterin fibröz bantların fetal yapıları sıkıştırdığı nadir bir konjenital bozukluktur. Sendroma bağlı
oluşan anomaliler minör parmak ampütasyonlarından lethal anomallilere
uzanan geniş bir yelpazededir ve izole yada multipl olabilir. En sık tespit
edilen defekt ekstremite sıkışması olmakla birlikte tespit edilen anomalilerin asimetrik oluşu kilit noktadır. Defektin boyutuna bağlı olarak takip
yada terminasyon önerilmektedir. Spontan rezolusyon literatürde bildirilmiştir.
Olgu: 23 yaşında primigravid hasta 18. gebelik haftasında intrauterin ex
fetüs nedeniyle kliniğimize refere edildi. Hastanın öyküsünde bir özellik
saptanmadı. Hasta durumu hakkında bilgiledirilerek terminasyon gerçekleştirildi. Terminasyon sonrasında değerlendirilen fetusun sol kolunu saran amniotik bandın fetal kordonu da içine aldığı ve sıktığı izlendi. Sol kolda belirgin ödem mevcuttu. Otopsi hasta izni alınamadığı için yapılamadı.
Sonuç: Amniyotik band sendromu canlı doğumlarda 1/1200 ila 1-15000
arasında görülmektedir.. Erken tanı çoğunlukla mümkün olmamakta ve
vakalar çeşitli anomaliler sonucu tespit edilebilmektedir. %10 vakada
umblikal kord sıkışması olaya eşlik etmektedir. Umblikal kordun eşlik ettiği durumlarda fetal ölüm sıklıkla görülmektedir. Amniyotik band tespit
edilen hastalarda umblikal kordon değerlendirilmesi yapılarak hastaya
bilgi verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Amniyotik band, fetal ölüm
[Abstract:0116][PS-126]
4 Kez Geçirilmiş Sezaryen Sonrası Vajinal Doğum
Alev Özer1, Serdar Özer2, Bülent Köstü1, Önder Ercan1, Murat Bakacak1
1
Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D,Kahramanmaraş
2
Pazarcık Devlet Hastanesi,Kadın Hastalıkları ve Doğum Departmanı,
Kahramanmaraş
Giriş: Son yıllarda sezaryenle doğum (SD)oranlarında hızlı bir artış görülmektedir.Obstetri pratiğinde bir kez SD sonrasındaki doğumların da
tekrar sezaryenle yaptırılması görüşü hakimdir. Ancak artan SD oranları
artmış postoperatif febril ve tromboembolik olaylarla ilişkili olduğu gibi
sonraki gebeliklerde plasental invazyon anomalisi riskini de arttırmaktadır.
Olgu: 41 yaşında G5P4Y4 olan hasta doğum ağrılarının başlaması şikayetiyle başvurdu.Yapılan muayenesinde servikal açılması ve silinmesinin tam olduğu, fetal başın doğum kanalında +1 seviyesinde olduğu ve
amniyon poşunun spontan açılmış olduğu belirlendi. Öyküsünden 4 kez
sezaryenle doğum yapmış olduğu öğrenildi. Özgeçmiş ve soygeçmişinde
özellik saptanmadı. Vajinal yolla 3570 gr ağırlığında fetüs 9/10 APGAR ile
doğurtuldu. Doğum sonrası manuel olarak uterin kavite kontrolü yapıldı.
Rüptür saptanmadı. Ultrasonografik değerlendirme normaldi. Postpartum
izleminde herhangi bir sorun olmayan hasta 48 saat sonra taburcu edildi.
Sonuç: SSVD yaptırılan hastalarda %0.5 uterin rüptür oranı bildirilmektedir. 4 kez geçirilmiş SD öyküsü olan bu olguda vajinal doğum sorunsuz bir
şekilde gerçekleşmiştir. SD oranlarının azaltılabilmesi için uygun vakalarda sezaryen sonrası vajinal doğum (SSVD) tercih edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Vajinal doğum sonrası sezaryenle doğum, uterin
rüptür
[Abstract:0265][PS-125]
Laparoskopi Sonrası Trokar Giriş Yerinde Herni: 2 Olgu Sunumu
Esma Sarıkaya1, Özlem Evliyaoğlu1, Mine Atlı1, Serdar Gökay Terzioğlu2, Mahmut Kuntay Kokanalı1, Hatice Yetkiner1,
Özge Şehirli1, Kanşav Tunç Kızılkanat1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Tüm cerrahi işlemlerde olduğu gibi laparoskopi tekniğinin de kendisine özgü minör ve majör birçok komplikasyonu vardır. Nadir komplikasyonlardan olan trokar giriş yerinde insizyonel herni gelişimi laparoskopik ameliyatlara özgü komplikasyonlardan biri olup insidansı %0,02-3,6
arasında bildirilmektedir.Bu yazıda 5 mm’lik trokar giriş yerinde gelişmiş
insizyonel hernisi olan ve ameliyat edilen iki olgu sunulmaktadır.
Olgu Sunumu 1 : 43 yaşında pelvik ağrı şikayeti ile jinekoloji kliniğine başvuran hasta tubo-ovaryen abse tanısı ile hospitalize edildi.
Antibiyoterapinin 3. gününde operasyona alındı. Laparoskopik cerrahi için bir adet umblikal 10 mm trokar, iki adet 5 mm’lik trokarlar yerleştirildi. Gözlemde her iki tubadan kaynaklı overlerle konglemerat
oluşturmuş barsaklara ve douglasa dens olarak yapışık abse izlendi.
Bilateral salphingooferektomi yapıldı. Sol 5 mm’lik trokar giriş yeri 20
mm’e genişletilerek abse materyali batın dışına alındı. Postoperatif 2.
gününde ileus gelişti. Postoperatif 3. gününde yapılan yüzeyel ultrasonografide solda trokar lokalizasyonunda cilde doğru uzanan dilate
barsak ansı izlendi. Laparatomide soldaki trokar girişinde jejunum ansının fasyadaki defekte sıkışarak cilt altına strangüle olduğu ve tam kat
perfore olduğu gözlendi. Barsak sistemi dekomprese edildikten sonra jejunojejunostomi yapıldı. Postoperatif 10. gününde taburcu edildi.
Olgu Sunumu 2 : 45 yaşında nulligravid hasta kronik pelvik ağrı nedeniyle hospitalize edildi. En son 3 yıl önce olmak üzere 4 kere laparoskopik
cerrahi öyküsü mevcuttu. Umblikal 10 mm trokar yerleştirildikten sonra
gözlemde uterus, overler ve barsaklar dens yapışık,sol alt kadrandaki
eski 5 mm trokar yerinden omentumun herniye olduğu gözlendi. Omentum serbestleştirilip batın içerisine bırakıldı. Uyandırma aşamasında kardiak arrest gelişen ve ressüsite edilen hasta dış merkez yoğun bakıma
sevk edilmiş ve yoğun bakımda ex olmuştur. Hastada pulmoner emboli
saptanmıştır.
Sonuç: Laparoskopik cerrahi işlemler sonrası daha sık büyük trokar giriş
yerlerinde olmakla birlikte, 5 mm ve daha küçük trokar giriş yerlerinde
[Abstract:0310][PS-127]
Sistosel ve Stres İnkontinanslı Olgularda Dört Kollu Polypropylene
Mesh ile Mesane ve Midüretra Takviyesi; Mesh Erozyonu
Bulat Aytek Şık1, Serkan Kumbasar2, Alim Özcan3, Ozan Özolcay4,
Bülent Tekin5, Süleyman Salman6
1
İstanbul Aydın Üniversitesi, İstanbul
2
Sakarya Üniversitesi, Sakarya
3
Fulya Acıbadem Hastanesi, İstanbul
4
Can Tıp Merkezi,İstanbul
5
Yeni Yüzyıl Üniversitesi,İstanbul
6
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi,İstanbul
Giriş: Sistosel ve stres inkontinanslı olguların, cerrahi tedavisinde, 2013
ve 2014 yıllarında toplam 9 hastada dört kollu polypropylene mesh kullandık. Bu teknikle yaptığımız amelyatlarda ilk bir yılda 9 hastamızda tam
iyileşme izledik. Bir yıllık takiplerde sadece 1 vakada mesh erozyonu görülmüş olup, bu vakanın tartışılması amaçlandı.
Olgu: Olgu-59 yaşında G5P4A1, koitus sonrasında eşinin ağrı hissetmesi şikayeti ile başvurdu. Öyküsünde aktivite ile istemsiz idrar kaçırma,
3.derece sistorektosel, 2.derece rektosel,stres testi pozitifliği, ürodinamik
inceleme de stres inkontinans tanısı ile 6 ay önce tarafımızdan dört kollu
polypropylene mesh operasyonu ile stres inkontinans ve sistosel amelyatı yapıldığı öğrenildi. Muayenesinde vagina iç tarafında saat 11 hizasında
2 cm’lik mesh’in vagen dokusundan dışarı çıkarak erezyone olduğu görüldü. Hastanın inkontinans şikayeti yoktu. Erezyone olmuş vagen dokusu ve meshin bir kısmı, sağ ve soldan 1 cm sağlam vagen dokusu ile
birlikte çıkarıldı. Operasyon sonrası 24 saatte taburcu edildi. Operasyon
sonrası 14.gün, 1.ay, 3.ay ve 6.ay yapılan kontrollerde şikayeti olmayan
hastada tam iyileşme görüldü, inkontinans tekrarlamadı.
Sonuç: Sistosel ve stres inkontinanslı olgularda tek bir polypropylene
mesh ile mesane ve midüretra takviyesi başarılı, etkili, düşük morbiditeli
ve iyi tolere edilen bir yöntem olarak kabul edilebilir.Bu amelyatta görülebilcek en kötü komplikasyonlardan birinin de mesh erozyonu olabileceği
unutulmamalıdır 39
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Anahtar Kelimeler: Polypropylene dörtkollu mesh, sistosel, stres inkontinans
[Abstract:0313][PS-130]
Geç Reproduktif Dönem Kanamalarında Gestasyonel Trofoblastik
Hastalıklar
Eren Pek, Evren Çavuş, Ayşe Nur Çakır Güngör, Fatma Sılan, Servet
Hacıvelioğlu, Ahmet Uysal, Meryem Gencer, Eda Duru Bardakcı
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çanakkale
[Abstract:0148][PS-128]
Korpus Kallozum Agenezisi
Savaş Özgür Ağlamış, Kübra Akkaya, Ece Ateş, Göknur Şahin, Cem Sanhal, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak EAH, Ankara
Giriş:Korpus Kallozum Agenezisi Ultrasonografi Bulguları Sunumu
Olgu: 27 YAŞ G1 P0 olan hastamız perinatoloji kliniğimize(3.basamak)
28.haftasında başvurdu.Soygeçmiş ve Özgeçmişinde özellik yoktu.Gebeliğinde ilaç kullanım öyküsü,radyasyona maruziyet,yüksek ateş öyküsü
yoktu.Ultrasonografimizde 28 hafta biyometrisi ile uyumlu tek canlı amniyotik indeksi yeterli fetüs izlendi.Abdominal organ ve ekstremiteler normal izlendi.Aksiyal planda yapılan Ultrasonografide Kolposefali(Göz yaşı
damlası) ve Kavum Septum Pellicidum yokluğu,koronal planda yapılan
USG’de Frontal boynuzlarda lateral konveksite ve artmış mesafe izlendi.
Ayrıca yapılan Ultrasonografide Frontal boynuzların iç duvarı Probst liflerinin mediale doğru konkavitesi izlendi. Bu görüntü Üçüncü ventrikülün
lümeni ile birlikte ‘’Boğa Başı’’görüntüsünü oluşturuyordu.Tüm bu kranial
sonogram sonuçları Korpus Kallozum Agenezisi lehine değerlendirildi.
36.haftada SVND İle 2670 gr erkek 7-9 Apgar bebek doğurtuldu.Doğum
sonrası Pediatri Kliniğimize refere edilen bebekte çekilen Kranial MR görüntülemede Korpus Kallozum Agenezisi olarak raporlandı.
Sonuç:Özellikle 2.trimesterda tecrübeli ellerde ve merkezlerde yapılan
Ultrasonografide Korpus Kallozum Agenezisi tanısı konulabilmekte,sensörinöronal gelişim anomalisine neden olan bu durumda doğumdan sonra yapılan MR görüntüleme ile netleştirilebilmekte ve Pediatri Kliniğine
erken dönemde refere edilebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kolposefali, korpus kallozum, boğa başı
Giriş:GTHlar plasenta kaynaklı hastalıklar kümesini ifade eder.Hidatiform mol sıklığı 1/1000 kabul edilir.En sık kabul edilen mekanizma
duplikatif paternal uniparental izodisomidir.Komplet mol olgusunu sunarak,gelişim mekanizmalarını,risk faktörleri,tedavi ve hizmet sunduğumuz
kesimde menapozal geçiş döneminde görülebilen hastalıklar karşısında
yeteri kadar bilgilendirme yapıp yapmadığımız konusunda tartışmayı
planladık. GTHlarda koryokarsinom riski sebebiyle kür sağlanmalıdır.Molar gebeliklerde en önemli risk faktörlerinden biri anne yaşıdır.20yaş altı
ve 35yaş üzeri risk artmıştır. İleri yaşlarda malignite artış gösterir.Komplet
mol diploiddir. %75-8046XX kalanı 46XYdir.Kabul edilen mekanizma;boş
ovumun haploid spermle döllenmesi sonra duplikasyonu,46XX homozigot yapı oluşması,diğeri boş ovumun 2haploid spermle döllenmesi46XX
veya 46XY oluşmasıdır.Genetik yapı paternal,üzüme benzer embriyo
izlenmez.Komplet mollerin lokal invazyon ve uzak metastaz yapabilme
potansiyelleri vardır.Boşaltıldıktan sonra lokal invazyon riski%15ve metastaz olasılığı %4dür.Kabul edilen izlem süresi12aydır.3negatif değere
kadar hcg haftada 1 sonra ayda 1,12 ay yapılmalıdır ve 12 ay boyunca
kontrasepsiyon önerilmelidir.
Olgu:45yas,7w3d adet gecikmesi,ardından kanama ile başvurdu.Karın
ağrısı,bulantı-kusma şikayet olmamış. G9P7Y5A1, GTH öyküsü yok.C/S
yok.HTveAstım(+)BRh(+)Akraba evliliği yok.PMde koyu renkli pıhtılı lekelenme tarzında kanama(+)uterus12w cesametinde ve yumuşak izlendi.USGde kavitenin ekmekiçi yapılı materyal ile full dolu olduğu izlendi.
Başvuru hcgsi 192716 TFTnormaldi.PA Akc Normal.Labaratuar normaldi.2.hcg 236604idi.Küretajı yapıldı komplikasyonu olmadı.hcg takibi ile
taburcu edildi.7.gün hcg 3951 idi.2.hafta 524,3.hafta 158,4.hafta 52idi.8.
hafta hcg normaldi.Patoloji komplet mol olarak raporlandı,invazyon yok
idi.Genetik46XXpaternal uniparental isodisomi, haploid 23X bir spermin
boş ovumla döllenmesiyle duplikasyonu sonucu oluştuğunu raporladı.
Sonuç ve Tartışma: GTHlar yüksek mortlite morbidite oluştururlar.Geç
reproduktif dönemde adet gecikmesi menapozal geçiş şeklinde yorumlanıp,başvuruda gecikme mortalityi artırır.Hastamızı başvurmaya yönelten
nedenin menapoz ve ardından kanama ile rahim kanseri olma korkusu
olduğunu vurgulamak isteriz.Bu yüzden polikliniklerimizde veya yapılan
bilgilendirme toplantılarında,söyleşilerinde böyle bir hastalığında olduğu
ve bununda aslında bazen korktukları rahim kanseri kadar tehlikeli bir
hastalık olduğu ve önemli olduğunu anlatmamızda,toplumu bilgilendirme
konusunda eksikliklerimiz olduğunu bize düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Molar gebelik, geç reprodüktif uterin kanamalar
[Abstract:0250][PS-129]
Sağlıklı Bir Yenidoğan İle Sonuçlanan Bir İkiz Komplet Mol Olgusu
Elif Eratn Palabıyık, Tuğberk Güçlü, Hacer Özdemir, Arzu Sümer Ortaç,
Merve Olgun, Tayfur Çift, Emin Üstünyurt
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları
ve Doğum Kliniği, Bursa
Giriş: Komplet mol hidatiform ve canlı fetus birlikteliği 22000 ila
100000’de bir görülen nadir bir durumdur. Burada 33. haftada sağlıklı bir
yenidoğan ile sonuçlanan ikiz molar gebelik olgusunu sunuyoruz. Olgu: 33 yaşında öyküde 3 abortus ve 2 normal spontan doğumu bulunan, son adet tarihine göre 9 haftalık olan gebe acil servise kanama
şikayeti ile başvurdu. Acil serviste yapılan ultrasonografide intrauterin
fetal kalp atışları olan tek fetus ve subkoryonik hematom saptandı. Hasta habituel abortus ve abortus imminens tanıları ile hospitalize edildi.
Yatışından 4 gün sonra şifa ile taburcu edilen hasta gebeliğin 17.haftasında rutin muayene amacıyla polikliniğe başvurdu. Bu haftada serum
beta hCG değeri 8.04 MOM olarak saptandı. Ultrasononografide normal
fetal anatomi ve komşuluğunda 13x5 cm boyutunda multiple milimetrik
anekoik alanlar içeren heterojen ekoda lezyon izlendi. Hastaya amniyosentez önerildi ancak hasta kabul etmedi. Antenatal dönemi olağan seyreden hasta gebeliğinin 33. haftasında preterm eylem tanısı ile yatırıldı
ve aynı gün vajinal doğum ile APGAR skorları 1.dakika 9, 5. Dakika 9
olan 2100 gr canlı erkek bebek doğurtuldu. Plasenta ve ekleri ayrıldıktan
sonra 77x87 mm çapında içerisinde multiple kistik odaklar olan molar
doku ayrıldı. Plasenta ile birlikte gönderilen dokunun histopatolojik incelemesi komplet mol hidatiform olarak rapor edildi. Hastanın postpartum 3.
Hafta kontrol muayenesinde serum ß-hcg değeri 0 mIU/ml, akciğer grafisi
doğal olarak izlendi.
Sonuç: Komplet hidatiform mol ve canlı fetus birlikteliğinin doğal seyri
kadar yaklaşım algoritması da belirsizdir. Her ne kadar parsiyel molar
gebelikte anormal fetal karyotip olmakta ve gebeliğin terminasyonunu
gerektirmekteyse de, komplet hidatiform mol ve canlı fetus içeren ikiz
gebeliklerde normal fetus izlenebilmektedir. Bu olguların yönetiminde gelişebilecek komplikasyonlar açısından hasta bilgilendirilmeli ve gebeliğe
devam kararı verilmesi halinde olgular yakından izlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Komplet hidatiform mol, canlı fetus, ikiz gebelik
[Abstract:0094][PS-131]
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesine
Vajinal Kanama Nedeniyle Başvuran Postmenopozal Hastaların Değerlendirilmesi
Özlem Evliyaoğlu, Hasan Onur Topçu, Aslı Oskovi, Salim Erkaya
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara
Amaç: Toplumumuzda postmenopozal uterin kanama (PUK) nedenlerini
araştırmak.
Yöntem: Bu tanımlayıcı retrospektif çalışma, Ekim 2008- Mayıs 2015
arası, Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesine
PUK nedeniyle başvuran toplam 979 kadının sosyodemografik ve klinik
bilgileri, medikal kayıtlardan elde edilerek yapılmıştır. Hastaların yaş,
gravida, parite, endometrial kalınlıkları ve endometriumun histopatoloji
sonuçları incelenmiştir.
Bulgular: PUK nedeniyle başvuran hastaların yaşlarının ortanca değeri
55 (42-88) idi. Gravida ve parite ortanca değerleri sırasıyla 5 (0-22), 3 (015) idi. Endometrial kalınlık ise 7.3 ± 6.5 mm idi. PUK nedenlerinde atrofi
ve yetersiz endometrium %33.5 ile ilk sırada yer almaktaydı. Bunu %
28.2 ile yüzeyel epitel, proliferatif veya sekretuar endometrium ve %26.6
ile endometrial polip izlemekteydi. Endometrium kanseri hastaların % 4.3
‘ünde tespit edildi, servikal patolojiler ise % 2.8 oranında gözlendi.
Sonuç: PUK çoğunlukla benign endometrial patolojiler ile birliktelik göstermektedir, ancak PUK nedeniyle başvuran her 20-25 kadından 1’inde
40
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
endometrium kanseri tespit edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: PMK, menopoz, kanama
[Abstract:0202][PS-132]
Endometriozis Zemininde Gelişen Akut Apendisit: Olgu Sunumu
Mustafa Ulubay1, Mehmet Ferdi Kıncı1, Mustafa Öztürk3, Ulaş Fidan1,
Uğur Keskin1, Ali Fuat Çiçek2, Rahman Şenocak4, Müfit Cemal Yenen1
1
GATA Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Ankara
2
GATA Tıp Fakültesi, Patoloji A.B.D, Ankara
3
Etimesgut Asker Hastanesi, Ankara
4
GATA Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi A.B.D, Ankara
Giriş: Akut apandisit 10 ile 30 lu yaşlar arasında izlenen ve acil cerrahi
girişim gerektiren bir tablodur. Çeşitli etyolojik nedenleri olmakla birlikte
endometrisosise bağlı akut apandisit izlenmesi oldukça nadirdir. Kliniğimize akut batın şikayetleri ile başvuran ve endometriozis nedeniyle akut
apendisit gelişen olguya klinik yaklaşımımızı sunuyoruz. Olgu: 24 yaşında Gravida 0 olan hasta karın ağrısı şikayeti ile acil polikliniğine başvurdu. Fizik muayenesinde defans, rebound pozitif, barsak
sesleri normoaktif olarak izlendi. Yapılan tam kan sayımında beyaz küre
8500 x 10.e3/uL olup hemoglobin 12.4 g/dl, hematokrit %37.9, sedim 11
mm/saat olarak saptandı. Ayakta direk batın grafisinde hava-sıvı seviyesi saptanmadı. Tam idrar tahlilinde ise birkaç lökosit ve eritrosit izlendi.
Abdominal ultrasonografisinde bilateral overler doğal olarak ve douglasta
minimal serbest mayi izlendi. Apendiks genişliği 10 mm olarak visüalize edildi. Hastaya bu bulgular ile laparaskopik apendektomi planlandı.
İntraoperatif olarak apendiks üzerinde ve periton üzerinde endometriotik
implantlar izlendi. Özellikle apendiks endometriotik implantlar nedeniyle
fibrotik ve over üzerine adeze olarak izlendi. Adezyolizis yapılarak apendektomi ve endometriotik implant fulgarizasyonu yapıldı. Postoperatif
patolojik incelemede apendiks duvarında endometrial stroma ve glanlardan oluşan multifokal endometriozis odakları görülmektedir. İmmunohistokimyasal olarak endometrial stroma da CD10, endometrial glandlardan
CK7 pozitifliği mevcuttu. Sonuç: Endometriozis, genellikle dismenore, disparoni, menstrual düzensizlik ve infertilite şikayetleri ile prezente olur. İnsidansı gastrointestinal sistemde görülme sıklığı %3-30, apendikste görülme sıklığı ise %3
oranındadır. En sık overde, daha az sıklıkla barsak, üreter ve mesane
gibi pelvik bölge organlarında görülür. Endometirozisin reproduktif dönemdeki kadınlarda akut apendisit etyolojisinde yer alabileceği akılda
tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Apandisit, endometriosis, laparaskopi
RİA’nın nadir (% 0,1) fakat önemli bir komplikasyonudur. RİA’nın neden
olduğu abdominal komplikasyonlar nonspesifik olabilmektedir. Olgumuzda karın ağrısı, defans, bulantı, ateş gibi peritoneal irritasyon bulguları
görülmüş, laparoskopik yaklaşım sırasında RİA etrafında inflamatuar reaksiyon ve buna sekonder sıvı birikimi ve granülasyon dokusu izlenmiştir. RİA takılması öyküsü olan, akut batın kliniğiyle başvuran, yapılan muayeneler sonrasında RİA ipi görülmeyen veya vajinal ultrasonografide
endometrial kavite içerisinde RİA imajının izlenmediği durumlarda uterus
perforasyonu ilk planda düşünülmelidir. Tanıda radyolojik yöntemler (direkt grafi, tomografi, magnetic rezonans, kolonoskopi) ultrasonografinin
yetersiz kaldığı ve batın içi RİA düşünülen olgularda tercih edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Kayıp ria, akut batın
[Abstract:0087][PS-134]
Laparoskopik Endometrioma Eksizyonunu Takiben Gelişen Nadir
Bir Komplikasyon: Vulvar Hematom
Aytekin Tokmak, İlker Gülbaşaran, Serra Akar, Hüseyin Yeşilyurt
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara
Giriş: Literatürde sınırlı sayıda laparoskopik adneksiyal cerrahi sonrası
gelişen vulvar hematom olgusu bildirilmiştir. Damarsal yaralanmalar ve
barsak yaralanması laparoskopiye bağlı komplikasyonların en yaygın
sebepleri olmasına rağmen, nadiren vulvar hematom ile karşımıza çıkabilir. Laparoskopi sonrası gelişen bu durum karın duvarı veya pelvik
bir damar yaralanmasının göstergesi olabilir. Bu çalışmada laparoskopik
endometrioma eksizyonu sonrası vulvar hematom gelişen bir olguyu sunmayı amaçladık.
Olgu: 26 yaşında nulligravid hasta şiddetli dismenore şikayeti ile başvurdu. Transvajinal ultrasonografide sağ overde 3*3 cm, solda 7*5 cm çapında endometrioma ile uyumlu bilateral homojen hipoekoik kistik lezyon
saptandı. Başvuru sırasında hemoglobin düzeyi 13 g/dl ve Ca125 düzeyi
96 U/mL olarak tespit edilen hastada sorunsuz bir laparoskopik bilateral endometrioma eksizyonu operasyonu gerçekleştirildi. Postoperatif 6.
saatte bakılan hemoglobin düzeyi 10.3 g/dL olan hasta, cerrahi sonrası
1. günde vital bulguları stabil ve fizik muayene bulguları normal olarak
taburcu edildi. Posteperatif 2. günde hipotansiyon, taşikardi ve vulvada
mor renkte şişlik şikayeti ile başvuran hasta vulvar hematom tanısıyla
rehospitalize edildi. Yapılan ultrasonografide yaklaşık 10 cm çapında
pelvik hematom izlendi, ancak douglas poşunda serbest sıvı saptanmadı. Hemoglobi düzeyi 6.6 g/dL, platelet sayısı 160 bin ve koagülasyon
testleri normaldi. Hastaya 2 ünite eritrosit süspansüyonu transfüze edildi,
profilaktik antibiyotik, antienflamatuar ve lokal eu de glaurde solüsyonu
ile kompresyon uygulandı. Genel durumu düzelen, vital bulguları stabilleşen ve hematom boyutunda artış saptanmayan hasta ekspektan yaklaşımla takip edildi. Postoperatif 10. gününde hemoglobin değerinin 10.4
g/dL olması ve pelvik hematomun 8*5 cm boyutlarına gerilemesi üzerine
taburcu edildi.
Sonuç: Laparoskopik cerrahi sonrası vulvar hematom oldukça nadir
görülen bir komplikasyondur. Bu durum laproskopi sırasında abdominal
duvarda veya pelvik damarlardaki yaralanmaya sekonder olarak gelişebilir. Hastalar cerrahi sonrası anstabil vital bulgular, anemi, vulvar kitle ve
pelvik hematom ile başvurabilir. Eğer ciddi bir damar yaralanmasından
şüphe edilmiyorsa, hastalar yakın monitörizasyon ile ekspektan olarak
takip edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Komplikayon, operatif laparoskopi, vulvar hematom
[Abstract:0294][PS-133]
Nadir Bir Akut Batın Sebebi: Douglasa Gömülü Rahim İçi Araç (Ria)
Ahmet Erol, Ahmet Şahbaz, Oğuz Özdemir, Müge Harma, Mehmet Harma
Bülent Ecevit Üniversitesi
Giriş: Uterin perforasyon RİA yerleştirilmesi sırasında oluşabilen önemli
bir komplikasyondur. Asemptomatik olabildiği gibi, intraabdominal migrasyona bağlı komşu organ laserasyonu, pelvik apse, adezyon, fistül gibi
akut batın kliniğine de neden olabilmektedir. 32 yaşında akut batın kliniğine yol açan laparoskopik yaklaşımın tercih edildiği douglasa gömülü RİA
olgusu sunulmuştur.
Olgu: 32 yaşında 3 gebelik, 2 sezaryen doğumu olan hasta 3 gündür devam eden bulantı, kusma, karın ağrısı şikayetleriyle acil servise başvurdu. Fizik incelemede defans, suprapubik, servikal ve adneksiyel hassasiyet mevcuttu. Ateş 38 ᵒC, nabız 90/dk, TA 110/60 mmHg idi. Laboratuar
parametrelerinde lökosit 12500/mm3 hemoglobin 10,6 g/dl, biyokimyasal
parametreler normal olarak saptandı. Ayakta direkt karın grafisinde orta
hattın soluna deviye olmuş RİA gözlendi. Hastanın 1 hafta önce RİA yerleştirilmesi öyküsü mevcuttu. Jinekolojik muayenede servikal os ta RİA ipi
gözlenmedi. Transvajinal ultrasonda RİA uterin kavite dışında douglasta
gözlendi. Uterin perforasyon, batın içi RİA migrasyonu düşünülen hastaya yapılan kolonoskopide özellik gözlenmemesi üzerine hastaya diagnostik laparoskopi yapıldı. Uterus korpus posteriordan perfore, sigmoid
kolon mezosuyla komşuluk gösteren, douglasa gömülü RİA batından çıkartıldı. Postop antibiyoterapi sonrası hasta şifayla taburcu edildi.
Sonuç: RİA geri dönüşümlü, uzun dönem kullanılabilen ve yüksek koruyuculuğa sahip bir kontrasepsiyon yöntemidir. Uterus perforasyonu
[Abstract:0143][PS-135]
Primer Vagen Leiomyomu: Nadir Bir Olgu
Suna Kabil Kucur1, Murat Polat1, Ali Seven1, Kadriye Beril Yüksel1,
Cengiz Koçak2, İlay Gözükara3, Nadi Keskin1
1
Dumlupınar Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,Kütahya
2
Dumlupınar Üniversitesi Patoloji A.B.D,Kütahya
3
Mustafa Kemal Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D,Kütahya
Giriş: Vajinal leiomyomlar nadir görülen, genellikle vajen ön duvarda oluşan ve nadiren vajen arka duvarda oluşan bening tümörlerdir. Burada
vajen üst posterior duvardan köken alan myom tesbit edilen bir hastayı
sunacağız.
Olgu:45 yaşında bayan hasta son bir aydır vajende ele gelen kitle nedeniyle kliniğimize başvurdu. Adet düzensizliği olan hastanın özgeçmişi;
41
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
G2P2, iki doğumu da vajinal doğum, hastalık ve ilaç kullanım öyküsü
yoktu. Hastanın yapılan jinekolojik muayenesinde vajen araka duvar
posterior fornikse yakın yerleşimli yaklaşık 3x2 cm boyutunda kitle palpe
izlendi, serviks normal görünümdeydi. Rektovajinal muayenede kitlenin
rektumla ilişkili olmadığı görüldü. Hastanın menstrual düzeni normaldi.
Yapılan transvajinal ultrasonografide; vajen araka duvarda 33mm çaplı solid kitle izlendi, uterus ve her iki over doğal olarak değerlendirildi.
Hastaya kitle enukleasyon ve eksizyonu yapıldı. Patolojik incelemede
tümoral dokunun birbiriyle çaprazlaşan kesişen uzun demetler şeklinde
gelişim gösterdiği, nispeten uniform iğsi, normokromatik nükleuslu düz
kas hücrelerinden oluşan vasküler leiomyom olduğu izlendi. Lezyonda
hücresel atipi, mitotik aktivite ve nekroz gibi malignite bulguları olmadığı,
immünhistokimyasal boyamada lezyonu oluşturan hücrelerde düz kas
aktin (SMA) ile hafif pozitif, desmin ile kuvvetli diffüz boyanma izlendi.
CD-34 ile damar duvarlarında endotel hücrelerinde pozitif S 100 ile boyanma olmadı.
Sonuç: Leomyomlar kadın genital traktının yaygın tümörleri olasalarda
vajinal leomyomlara oldukça nadir rastlanırlar. Literatürde bildirilmiş toplam 300’ e yakın olgu bulunmaktadır. Vajinal leiomyomlar olgumuzda olduğu gibi vajen arka duvarda oldukça nadiren bulunurlar. Yerleşim yerlerine göre vajinal leomyomlar değişik semptomlarla karşımıza çıkabilirler.
Nadiren sunduğumuz hastadaki gibi asemptomatik olabileceği gibi; dizüri, disparoni, vajinal kanama, üriner retansiyon gibi çok çeşitli semptomlara neden olabilirler. Ultrasonografi preoperatif değerlendirmede kullanılabilen tanısal araçtır. Özellikle posterior vajinal duvar kökenli myomlarda
rektovajinal muayene ayırıcı tanıda ve preoperatif olarak kitlenin komşu
organlarla ilişkisinin değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Vajinal yolla
enukleasyon ve eksizyon genellikle tercih edilen tedavi şeklidir. Ancak
bazı büyük tümörlerde yaklaşım olarak abdominal yol tercih edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Vajinal myom, myoma uteri, vajinal kitle
gebeliğin etkisiyle hastalığın önemli ölçüde HBS semptomları ortaya çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: Abortus imminens, gebe, huzursuz bacak sendromu, preterm eylem
[Abstract:0269][PS-137]
Plasenta Previa Perkreata: Olgu Sunumu
Duygu Aktok, Sibel Özler, Efser Öztaş, Dilek Uygur, Turhan Çağlar
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara
Giriş:Plasental invazyon anomalisi, plasental trofoblastik hücrelerin plasenta ve uterus endometriyumu arasında yer alan nitabuch tabakasını
geçerek uterus endometriyumuna (plasenta akreata) ve/veya myometriyumuna (plasenta increata ve perkeata) invaze olmasıdır. Etyolojisi
halen belirlenememiştir. Tüm gebeliklerin ortalama %7 sinde plasenta
previa perkreata görülmektedir. Biz de burada doppler ultrason ile mesane duvar invazyonu saptanan plasenta previa perkreata olgusu sunmayı
amaçlıyoruz.
Olgu1: 42 yaşında G3P2Y2A0, daha önceki iki doğumunu sezaryen ile
yapmış olan olgu dış 34 gestasyonel haftada bel ağrısı ve lekelenme
şeklinde olan kanama şikayeti ile hastanemiz acile başvurmuş ve plasenta previa totalis tanısı ile perinatoloji kliniğimize yatırılmıştır. Yapılan
ultrasonografiye biyometrik ölçümleri gestasyonel haftası ile uyumlu tekil
gebelik mevcuttu, plasenta uterus sol yan duvardan gelip servikal osu
tamamen kapatıyordu, myometriyum ve plasenta arasında yer alan nitabuch tabakası görünmüyordu, doppler ultrasonografide plasentadan
uterus myometriyumuna ve mesane duvarına kadar devam eden yoğun
damarlanma izlendi .
Olgu 2: 35. gebelik haftasında sezaryane alındı. Göbek altı median kesi
ile batına girildi, gözlemde uterus ön duvarı ve mesaneye invaze görünümde plasenta perkreata izlendi . Üst segmental vertikal kesi ile uterusa
girildi bir adet 7/9 apgar, 2830 gram ağırlığında bebek doğurtuldu. Umblikal kordon klemplendikten sonra plasenta yerinde bırakılarak bilateral
hipogastrik arterler bağlanarak histerektomiye geçildi. Mesane duvarına
tamamen invaze olan plasenta kısmı mesane rezeksiyonu yapılmadan
yerinde bırakıldı (Şekil 3). İntraoperatif hastaya 12 ünite eritrosit süspansiyonu (ES), 10 ünite taze donmuş plazma (TDP), 5 ünite trombosit süspansiyonu (TS) verildi. Operasyona kanama kontrolünün ardından batına
lastik dren konularak son verilmiştir. Olgu postoeratif dönemde altı gün
yoğun bakımda takip edilmiştir, bu dönemde 6 ünite ES, 4 ünite TDP, 6
ünite TS ve 2 gram fibrinojen replasmanı daha yapıldı. Olgu postoperatif
onuncu gününde taburcu edildi.
Sonuç: Son yıllarda sezaryen ile doğumun oranının artışına bağlı olarak
plasenta invazyon anomalilerinin insidansında artış olmuştur. Plasental
invazyon anomalilerinin özellikle plasenta previa perkreatanın maternal
morbitide ve mortalite oranı yüksektir
Anahtar Kelimeler: Plasenta previa perkreata, doppler ultrasonografi
[Abstract:0258][PS-136]
Perinatoloji Ünitesinde Yatan Hastaların Huzursuz Bacak Sendromu
Sıklığı Ve Şiddeti Yönünden İncelenmesi
Ayşe Aydın, Şehri Özdemir, Havva Keskin, Dilek Kara, Gülay Balun,
Dilek Uygur, Cantekin İskender
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara
Amaç: Huzursuz bacak sendromu (HBS), uykuya dalmayı engelleyen
dizestezinin de eşlik ettiği özellikle istirahatte artan, bacaklarda karşı konulamayan hareket ettirme dürtüsü, rahatsızlık hissi ile karakterize sensorimotor bir bozukluktur. Semptomlar genellikle bacaklarda, nadiren de
kollarda, iki taraflı, simetrik çoğunlukla geceleri oluşur, uzun süreli hareketsizlik durumlarında kötüleşip, hareketle düzelir. Hastalık aralıklı olarak
alevlenir ve uzun süreli asemptomatik dönemler olabilir. Gebelik, HBS
semptomlarının başlamasında ve/veya kötüleşmesinde önemli bir risk
faktörü olarak kabul edilmektedir. Gebelikte meydana gelen hormonal
(prolaktin, progesteron, östrojenler seviyeleri), psikomotor, davranışsal
değişikliklerin, uyku alışkanlıklarında ve folik asit-demir düzeylerinde oluşan değişikliklerin etkili olabileceği düşünülmektedir.Bu araştırma, perinatoloji ünitesinde Preterm eylem ve Abortus İmminens nedeniyle yatan
hastalarda HBS sıklığını, şiddetini belirtmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı-kesitsel olarak yapılan araştırmanın evrenini Zekai
Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Perinatoloji
servisinde preterm eylem ve abortus imminens tanısı ile yatan toplam
60 gebe araştırmaya dahil edilmiştir. Uluslararası HBS çalışma grubu tarafından geliştirilen anket hastalığın tanısını koymaya yönelik 4 soru ve
şiddetini belirlemeye yönelik 10 soru içerir.
Bulgular: Preterm eylem grubundaki hastaların % 50’sinde,Abortus İmminens grubundaki hastaların % 30’unda HBS saptanmıştır. HBS şiddeti
skalası, her iki gruptaki HBS tanısı konan ve HBS tanısı konmayan gebelerde önemli ölçüde benzerdir. Preterm eylem grubunda HBS tanısı alan
hastaların semptom şiddeti skalası ortalaması 18.5,ortancası 17 olarak
bulunmuştur. Aynı grupta HBS tanısı konamamış hastaların semptom
şiddeti skalası ortalaması 14.2, ortancası 13 olarak bulunmuştur. Abortus
imminens grubunda ise HBS tanısı alan hastaların semptom şiddeti skalası ortalaması 16 ve ortancası 14 olarak bulunmuştur. Aynı grupta HBS
tanısı konamamış hastaların semptom şiddeti skalası ortalaması 12.4 ve
ortancası 15 olarak bulunmuştur.
Sonuç: Sonuç olarak; Preterm eylem ve Abortus İmminens nedeniyle
hospitalize edilen gebelerde HBS sıklığı yüksektir. Ayrıca her iki grupta HBS tanısı kriterlerini karşılamayan hastalarda da, muhtemelen riskli
[Abstract:0134][PS-138]
Prenatal Ultrasonografide Görülen Nadir Bir Plasenta Anomalisi:
Succenturiate Plasenta
Sinem Eldem, Hakan Timur, Elif Ece Ece, Aykan Yücel, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağliğı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara
Giriş: Succenturiate plasenta morfolojik plasenta anomalilerinden biri
olup bir veya daha fazla aksesuar lobun ana plasenta parçasına kord
damarları ile bağlanması sonucu meydana gelir. Succenturiate plasenta
da loblar arasında belirgin boyut farkı vardır. Ana plasenta parçasından
daha küçük olan parçaya aksesuar lob denilmektedir.
Olgu:34 yaşında G5P3A1Y3 olan hasta son adet tarihine göre 33 hafta
gebelik ve travma tanısıyla Perinatoloji servisimize yatırıldı. Hasta 3-4
basamaklı merdivenlerden düştüğünü ifade etti. Hastanın kabulünde vaginal kanama, membran rütürü, servikal açıklık ve uterin kontraksiyonlar
izlenmedi. Hastanın yapılan ultrasonografisinde fetal gelişmenin 33 haftayla uyumlu olduğu,amniotik sıvı indeksinin yeterli,fetal umbrikal arter
dopplerinin normal olduğu gözlendi. Anterior yerleşimli plasentaya beraber boyutu yaklaşık 56x48 mm olan fetusle ilişkisiz, plasental kaynaklı
olduğu düşünülen başka bir yapıda izlendi.Sonrasında Serviste takiplerinin yapıldığı hastada Non stres testte spontan deselerasyonu izlenen
hastaya oksitosin challenge test (OCT) planlandı. OCT’de geç deselerasyonları olan hastaya doğum kararı verildi. Bir adet canlı 7/9 APGAR
42
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
skorlu 43 cm boyunda 2070 gr kız bebek sezeryan ile doğurtuldu.Erken
dönem veya geç dönem komplikasyon olmadı. Plasentanın makroskopik
muayenesinde boyutu yaklaşık 5 cm’lik aksesuar plasental lob izlendi.
Sonuç: Yaklaşık görülme sıklığı 16-28:10000 gebelik olup etyopatogenezinden sorumlu olan mekanizma koryonik villüslerin anormal dağilim
göstermesidir.. Bu durum fetal anomali insidansını arttırmaz. Fakat bu
plasental patoloji daha önceden biliniyorsa ana plasenta parçasıyla aksesuar lobun damarsal bağlantılarına dikkat edilmesi gerekir zira doğum
esnasında bu damarlar rüptüre olup fetusun ölümüne sebep olabilir.Ayrıca bu plasental patoloji bazen plasenta retansiyonu nedeniyle postpartum kanamalara sebep olabilir.Bizim olgumuzda prenatal ultrasonografide tesadüfen yakalanan aksesuar plasenta olgusu sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Succenturiate plasenta, aksesuar lob, prenatal ultrasonografi, postpartum kanama
mu gerçekleştirildi. 3440 g ağırlında tek canlı bebek doğurtuldu. Plasenta
endometriyal duvardan zor ayrıldı. Kordonun plasentaya insersiyo yerinin
tabanında yağlı dejenerasyona benzer görüntüsü olan, uterus posterior
duvara 4 cm tabanla tutunan ve kavite içine uzanan yaklaşık 7x5 cm
boyutlarında myomu düşündüren yapı tabanına klemp konularak eksize
edildi (Resim 1-2). Uterotonikler ve endometriyal sütür ile kanama kontrolü sağlandıktan sonra uterus tek kat kontinue kapatıldı. Patoloji sonucu
leiyomyom ile uyumlu geldi. Hasta 2 gün sonra şifa ile taburcu edildi.
Sonuç: Sezaryen doğum sırasında yapılan myomektomi hasta seçiminin çok önemli olduğu bir konudur.Özellikle intramural ve 5 cm’den daha
büyük myomların operasyonları konusunda daha dikkatli olunmalıdır. İntraoperatif en çok korkulan komplikasyon kanamadır. Bu durum oksitosin
infüzyonu veya turnikeyle uterin arter ligasyonu yoluyla azaltılabilir.
Anahtar Kelimeler: Leiyomyom, myomektomi, sezaryen doğum, kanama, uterin arter
[Abstract:0238][PS-139]
Holoprosensefali Olgu Sunumu
Gülenay Gencosmanoğlu Türkmen, Ebru Biberoğlu, Zehra Yılmaz,
Abdullah Tabakçı, Hakan Timur, Halil Korkut Dağlar, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara
Giriş: Holoprosensefali, erken embriyonik dönemde ön beynin gelişimsel
bozukluğundan kaynaklanan, nadir görülen bir beyin anomalisidir. Prosensefalonun eksik ayrılması yada ayrılamaması sonucu oluşur. Serebral hemisferler, talamus ve basal ganglia prosensefalondan oluşur. Bu
yüzden prosensefalonun gelişimsel anomallikleri sonucunda, bu yapıların çeşitli füzyon anomalileri oluşur. Alobar form en kötü prognozlu tip
iken lobar form en hafif tiptir. Tek ventriküler kavite, kavum septum pellucidumun gözlenememesi, üçüncü ventrikül yokluğu, talamus füzyonu,
kelebek işaretinin gözlenememesi gibi sonografik kriterler sayesinde holoprosensefalinin ilk trimestersonografi ile erken prenatal tanısı mümkün
olmaktadır.
Olgu: 28 yaşında gravida 2 para 1 hasta 23. gebelik haftasında holoprosensefali nedeniyle terminasyon amacıyla refere edildi. Hastanın ilk
gebeliğinden 39.haftada doğmuş sağlıklı bir kız çocuğu vardı. Medikal
öyküsünde sezaryen öyküsü dışında dikkate değer bir bulgu yoktu. 2’li ve
3’lü tarama testleri normaldi. Yapılan ultrasonografisinde lobar holoprosensefali, median yarık dudak, arini izlendi. Fetal kardiak muayenede
AVSD izlendi. Aileye prognoz hakkında bilgi verildi. Ailenin de isteğiyle
terminasyon gerçekleştirildi. Sonuç: Özellikle yaygın olarak uygulanan birinci trimester sonografik değerlendirme sırasında fetal kafa içi yapılarının da dikkatle değerlendirilmesiyle holoprosensefali gibi yaşamla bağdaşmayan anomalilerin erken
dönemde saptanması mümkündür. Bu sayede erken dönemde yapılan
terminasyon ile annenin deforme fetüs doğurarak uğradığı psikolojik travma önlenebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Holoprosensefali, erken tanı
[Abstract:0248][PS-140]
Sezaryen Doğum Ve Myomektomi
Gayem İnayet Turgay Çelik1, Yaşam Kemal Akpak2
1
Özel Sada Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İzmir
2
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Ankara
Giriş: Sezaryen doğum srasında yapılan myomektomi operasyonu
hala tartışmalı bir konudur. Son dönemde yapılan çalışmalarda sezaryen doğum sırasında yapılan myomektominin yapılmayan hastalara göre hemoglobin değerlerinde, postoperatif ateş insidansında ve hastanede kalma sürelerinde istatistiksel olarak anlamlı bir
değişiklik yapmadığı yönünde bilgiler mevcuttur. Biz bu olguda sezaryen doğum sırasında yapılan myomektomiyi sunmayı amaçladık. Olgu: Hasta 29 yaşında olup, kişisel medikal hikayesinde 1 sezaryen
doğum öyküsü dışında önem arzedecek başka bir problem izlenmedi.
Hastanemize 2. çocuğuna 22 hafta gebe iken ileri düzey ultrasonografi için başvurdu. Fetal anomali saptanmayan fetüs dışında; gestasyonel
kese inferior sol lateral komşuluğunda yaklaşık 67X43 mm boyutunda
lobüle konturlu, submukozal myom izlendi. Sonraki takiplerinde gelişimi
normal olan gebeye 39. gebelik haftasında elektif sezeryan planlandı.
Preoperatif hemoglobin değeri 8.9 mg/dl olan hastaya intraoperatif 2 ünite eritrosit süspansiyonu verildi. Spinal anestezi altında sezaryen doğu-
43
[Abstract:0114][PS-141]
Uterin Leiomyom Olgularında Sezaryen İle Doğum Öyküsü Anormal
Uterin Kanama İçin Bir Risk Faktörü Müdür?
Tuğba Kınay1, Zehra Öztürk Başarır2, Serap Fırtına Tuncer1, Funda Akpınar1, Fulya Kayıkçıoğlu1, Sevgi Koç1, Jale Karakaya3
1
Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
2
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
3
Hacettepe Üniversitesi, Ankara
Amaç: Uterin leiomyom olgularında anormal uterin kanama patofizyolojisi ve risk faktörleri net olarak bilinmemektedir. Çalışmanın amacı uterin leiomyom olgularında sezaryen ile doğum öyküsünün anormal uterin kanama için bir risk faktörü olup olmadığını
incelemek ve bu semptom ile ilişkili diğer risk faktörlerini araştırmaktır. Yöntem: 2009 - 2014 yılları arasında, Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, uterin leiomyom tanısı ile histerektomi uygulanmış hastaların tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Histerektomi materyalinin histopatolojik incelenmesi sonucu uterin leiomyom tanısı kesinleşen hastalar çalışmaya dahil edildi. Düzensiz adet,
yoğun kanama, adetler arasında kanama anormal uterin kanama olarak
kabul edildi. Anormal uterin kanama öyküsü olan ve olmayan hastaların
demografik özellikleri, laboratuar ve histopatolojik bulguları karşılaştırıldı.
Bulgular: Toplam 865 histerektomi yapılan hastadan, 501’inde (%57.9)
anormal uterin kanama öyküsü mevcutken, 364 hasta (% 42.1) diğer
semptomlar nedeni ile opere edilmişti. Sezaryen ile doğum öyküsü oranı
anormal uterin kanama nedeni ile opere olan hastalarda daha yüksekti (%17.6 vs. %9.3, P = 0.001). Submukoz yerleşimli leiomyom (%25.3
vs. %15.1 P < 0.001) ve leiomyoma eşlik eden adenomyosis (%19.2 vs.
%12.9, P = 0.002)varlığında da anormal uterin kanama riskinin arttığı bulundu. Gravida, parite, vücut kitle indeksi, sigara, rahim içi araç kullanımı,
leiomyom sayısı, leiomyoma eşlik eden endometrial polip, endometrial
hiperplazi, endoservikal polip varlığı ile anormal uterin kanama arasında
ilişki saptanmadı (P > 0.05).
Sonuç: Sezaryen ile doğum öyküsü uterin leiomyom olgularında anormal uterin kanama için bir risk faktörüdür. Submukozal yerleşimli leiomyom ve eşlik eden adenomyosis de risk faktörü olarak bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Adenomyosis, anormal uterin kanama, leiomyom,
sezaryen ile doğum öyküsü, sumukoz leiomyom
[Abstract:0089][PS-142]
Sağlık Meslek Yüksek Okulu Öğrencilerinin Hpv Aşısı Bilgi Düzeyini
Değerlendiren Anket Çalışması
Çiğdem Kunt İşgüder1, Gülseren Oktay2, Hatice Yılmaz Doğru1, İlhan Bahri Delibaş1, Asker Zeki Özsoy1, Yunus Emre Bulut3, Nagihan Yıldız Çeltek2
1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve
Doğum A.B.D,Tokat
2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.B.D,Tokat
3
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.B.D,Tokat
Amaç: Serviks kanseri gelişmekte olan ülkelerde, hala en ölümcül kanserlerden biridir. Bugün human papilloma virüs (HPV)’ünün serviks kanserine neden olduğu bilinmektedir. Diğer risk faktörleri viral persistansı
artırıp karsinojenik süreci hızlandırır. Bu çalışmanın amacı; sağlık meslek
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0285][PS-144]
Yaş Gruplarına Göre Kadınların Aile Planlamasına Bakışları Ve Seçtikleri Yöntemlerin Değerlendirilmesi
Hatice Yılmaz Doğru1, Gülseren Oktay2, Çiğdem Kunt İşgüder1, Asker Zeki Özsoy1, Bülent Çakmak1, İlhan Bahri Delibaş1, Nagihan Yıldız Çeltek2
1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum A.B.D,Tokat
2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği A.B.D, Tokat
Amaç: Bireylerin istedikleri zaman aralığında istedikleri kadar çocuk
sahibi olabilmelerini kontrol edebilmelerine aile planlaması denir. Aile
planlamasının temel amacı annelerin ve çocukların sağlık düzeylerinin
yükseltilmesi, çiftleri doğru bilgilendirip istenmeyen gebelikten korumak
için danışmanlık hizmeti vermenin yanında çocuk sahibi olamayan ailelere de yardım hizmeti sunmaktır. Günümüzde reprodüktif yaştaki
kadınların sağlığını etkileyen gebelik ile ilişkili faktörlerin başında gebelik sayısının fazla olması ve gebelikler arası sürenin kısa olması gelir.
Bu çalışmadaki amacımız kadınların seçtikleri aile planlaması yöntemleri
üzerine yaş ve eğitim durumunun etkisini araştırmaktır.
Yöntem: Bu çalışmada; çalışmaya katılmayı kabul eden ve yüz yüze
görüşülerek doldurulan anketlerden elde edilen 250 hastanın verileri kullanıldı. Anketlerden, hastanın obstetrik ve demografik özelliklerini içeren
veriler yanında kullanılan aile planlaması yöntemleri ile ilgili elde edilen
veriler kullanıldı.
Bulgular: Kadınların %93,6’sı aile planlamasının gerekli olduğunu düşünürken, toplam %50,6’sının aile planlaması kullandığı tespit edildi. Tüm
yaş gruplarında en fazla kullanılan yöntem geleneksel yöntem olan geri
çekme olarak tespit edildi. Tüp ligasyon yönteminin en sık 35 yaş üstünde, kondomun 25-35 yaş arasında ve RIA’ın 25 yaş altında daha sık
olarak tercih edildiği saptandı. Üniversite mezunlarında %69,2 oranında
modern yöntem kullanılıyor olduğu ve bunların da %30,8’inin kondom
olduğu belirlendi. İlkokul mezunlarının ise %41,6’sı modern yöntemi kullanıyor olduğu ve bunların da %15,6’sının tüp ligasyonu olduğu tespit
edildi.
Sonuç: Sonuç olarak bu çalışmada; bütün yaş gruplarında en sık tercih
edilen modern yöntem kondom olmakla beraber; geri çekme yöntemi halen ülkemiz verileriyle uyumlu olarak ilk sırada tercih edilen yöntem olarak
karşımıza çıkmaktadır. Etkili ve yaşa özel bir aile planlaması danışmanlığı ile istenmeyen gebeliklerin önlenebileceği ve planlanmış gebelikler
sayesinde de anne ve bebek sağlığının korunabileceği kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: Aile planlaması, yaş, eğitim durumu
yüksek okulu öğrencileri arasında HPV enfeksiyonu ve aşı bilgi düzeyinin
belirlenmesi ve elde edilen veriler ışığında hem öğrencilere verilecek eğitim programlarının hem de toplum bilgilendirilmesine yönelik yapılacakların gözden geçirilmesidir. Yöntem: Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksek Okulu’ndaki birinci ve dördüncü sınıf toplam 245 öğrenciye 20 soruluk anket formu
verilmiş ve cevaplamaları istenmiştir. Bulgular: HPV aşısı uygulaması olduğunu bilme oranı birinci sınıflarda
%25, dördüncü sınıflarda %90.3 olup, 99 birinci sınıf öğrencinin, 11 dördüncü sınıf öğrencinin aşı konusunda herhangi bir bilgisi olmadığı tespit
edildi. Aşının serviks kanserine karşı koruyucu olduğunu bilme oranı birinci sınıflarda % 9.8 iken dördüncü sınıflarda %63.7 idi. HPV aşısı ve
enfeksiyonu hakkında sınıflar arasında istatistiksel anlamlı fark mevcut
idi (p<0.001). Sonuç: Sağlık meslek yüksek okulu öğrencileri, geleceğin sağlık personeli olmaları ve HPV enfeksiyonu ve ilişkili komplikasyonlar açısından
risk grubu oluşturmaları nedeniyle, HPV enfeksiyonu ve aşıları konusunda yeterli bilgiye sahip olması gereken önemli bir topluluktur. Ayrıca
toplum sağlığı açısından HPV aşısı ve serviks kanser tarama programlarının tanıtılması ülke genelinde sürdürülmeye çalışılsa da yeterli düzeye ulaşılamamıştır. Medya organlarının daha aktif katılımıyla bu konuya
yönelik önlemlerin süratle alınması gerektiği ve öğrencilere verilecek
eğitim programlarının planlanmasında bu sonuçların katkı sağlayacağı
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Öğrenciler, human papilloma virüs, HPV aşıları
[Abstract:0132][PS-143][Kabul:Poster]
Olgu Sunumu: Dev Kistik Higromalı Fetusun Prenatal Tanısı Ve Yönetimi
Tuba Memur, Hakan Timur, Fatma Aybala Gürsoy, Aykan Yücel, Dilek Uygur
Zekai Tahir Burak Kadın Sağliğı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara
Giriş: Bu olguda, prenatal dönemde ultrasonografi ile dev kistik higroma
(KHG) saptanan fetusun tanısı ve yönetimi amaçlanmıştır.
Olgu: 31 yaşında G2P1Y1 olan hasta Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Araştırma Hastanesi perinatoloji kliniğine dışmerkezden kistik higroma öntanısı ile sevkedilmiştir.Hastanın özgeçmişinde ve bir
önceki gebeliğinde herhangi bir problem yoktu. Son adet tarihi ve
ultrasonografiye göre 12 hafta biyometrisi olan fetusun 32 mm'lik
septalı nukal kistik higroması, yaygın plevral ve perikardial efüzyonu, Ductus venozusta ters a dalgası mevcuttu. Yapılan detaylı ultrasonografik değerlendirmede başka bir bulguya rastlanmadı.
Hastaya ve eşine ayrıntılı bilgi verilerek karyotip analizi için koryon villüs biyopsisi (CVS) önerildi. Hastanın yapılan CVS sonrası moleküler sitogenetiği Turner sendromu (45X0) olarak rapor edilmiştir.. Aileye turner
sendromu (TS) ile ilgili genetik danışmanlık verilmiştir. Hastanın 15 hafta
4 gün iken yapılan ultrasonografisinde fetusun hidropik yapıda olup,batında yaygın assit ve plevral efüzyon izlenmesi;tüm vücut etrafında ve
ekstremitelerde yaygın ödem olması üzerine hastanın da isteği doğrultusunda dev KHG ve TS tanısı nedeniyle tıbbi tahliye kararı verilmiştir.
Tahliye sonrası yapılan fetus muayenesinde 110 gr ağırlığında 13cm boyunda kız fetuste, fenotipik olarak yaygın anazarka tarzında ödem ve dev
KHG mevcuttu. Sonuç: KHG izole olabileceği gibi özellikle kromozomal anomaliler olmak üzere bir grup hastalığa eşlik edebilir. KHG’lı fetüslerin %40- 80’inde
TS izlenmektedir. TS ilk olarak 1938 yılında tanımlanmış, yaklaşık spontan abortusların %10’unda ve tüm zigotların yaklaşık %1’inde görülür.
TS’nun tanısı genellikle prenatal koryon villus örneklemesi (CVS) ve amniyosentez konmaktadır. İleri anne yaşı bu sendrom için risk faktörü değildir. TS’nun tanısında ultrason çok değerli bir tanı aracıdır. Ultrasonda,
en sık KHG anomalisi olmak üzere, ekstremite, kardiak ve diğer TS’nu
düşündüren anormal bulgular, kromozom analizi ile konfirme edilmelidir.
Kesin tanı karyotip analizi ile olmaktadır.Biz bu olgumuzda Ultrasonografik olarak dev kistik higroma saptadığımız fetusun prenatal tanısı ve
yönetimini paylaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kistik higroma, turner sendromu, prenatal ultrasonografi
[Abstract:0152][PS-145]
2.Trimester Holoprozensefali Olgusu Üzerinden Holoprozensefaliye
Yaklaşım
Hatice Laçin, Selçuk Özden, Arif Serhan Çevrioğlu, Orhan Ünal, Nermin Akdemir, Sühha Bostancı
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Sakarya
Amaç: Holoprozensefalili fetüsa yaklaşım Yöntem: Semilobar holoprozensefali fetüs vaka sunumu
Bulgu: Gebedeki en önemli sonografik bulgusu tipik olarak frontal boynuzlardaki füzyonun dört köşe yapı şeklinde gösterilmesidir. Son adet
tarihine göre haftası bilinmeyen gebelikte ultrasonografik ölçülere göre
gebelik 29 hafta ile uyumlu; lateral ventrikül 19 mm (tek ventrikül), falks
serebrinin 1/2 ‘sinde 1.2 cm ‘lik defekt, izole damak yarığı saptanması
üzerine fetüse Semilobar Holoprozensefali teşhisi konuldu. Ultrasonografik tanı sonrası aileye danışmanlık verilmesi;aile onamı alınmasının
ardından servikal foley balon uygulanması ve 200 mg misoprostol başlanarak terminasyon gerçekleştirildi.
Sonuç: Holoprozensefali (hpe) ön beyin olarak bilinen prozensefalonun
yarıklanma eksikliği ile seyreden konjenital bir anomalidir. Normalde
ventral indüksiyon olarak bilinen yarıklanma ve orta hat beyin gelişimi
embriyonal hayatın dört ve sekizinci haftaları arasında gerçekleşir. Orta
hat beyin gelişimi yüz gelişimiyle de ilişkili olduğundan holoprozensefaliye yüz anomalileri de eşlik edebilir. Görülme sıklığı 5200 ile 16000 canlı
doğumda bir olarak rapor edilmektedir. Holoprozensefali mevcut beyin
anomalisinin derecesine göre alobar, semilobar ve lobar olarak üç grupta
sınıflandırılmaktadır Etyolojisinde diabetik anne, radyasyona maruz kal-
44
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
ma, salisilat ve alkol kullanımı rubella, sitomegalovirus, toksoplazma enfeksiyonları rol oynayabilir. Holoprozensefalinin alobar, semilobar ve lobar olmak üzere üç tipi vardır. Alobar holoprozensefali prognozu en kötü
olandır. Alobar ve semilobar holoprozensefalinin prenatal tanısı sonografide tek ventriküler kavitenin görülmesiyle konulur. Falks serebri, kavum septum pellusidum, korpus kallosum ve III. ventrikül yoktur, talamus
bazal ganglionlarla birleşmiştir. Semilobar holoprozensefalide alobar holoprozensefaliden farklı olarak temporal lobda daha fazla beyin dokusu
vardır. Lobar holoprozensefalinin sonografik tanısı için tipik bulgu frontal
boynuzlardaki füzyonun dört köşe yapı şeklinde gösterilmesidir. Holoprozensefalide prognozun kötü olması birinci ve erken ikinci trimesterdeki
tanıyı değerli kılmaktadır Ultrasonografik tanı sonrası terminasyon uygulanması maternal morbidite ve psikolojik travmaların azalmasında katkıda bulunmaktadır.
Anahtar kelimeler: Holoprozensefali, orta hat beyin gelişimi, terminasyon
[Abstract:0225][PS-146]
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesinde
Epizyotomi Enfeksiyonlarının Yıllara Göre Dağılımı
Belgin Erdoğan, Yasemin Dursun Güler, Serpil Ünlü, Süreyya Yılmaz,
Meral Göktaş
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesinde epizyotomi enfeksiyonlarının yıllara göre değerlendirmiştir.
Yöntem: Hastalar sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon gelişimi açısından aktif
sürveyans ve retrospektif sürveyans yöntemiyle CDC (Centers for Disease Control and Prevention) kriterlerine göre tanı konularak değerlendirilmiştir. Enfeksiyonları önlemek için insizyon yerinin temiz ve kuru tutulmasını sağlamak, temizliğin önden arkaya doğru yapılması ve kurulanması
ve temiz ped kullanılması, tuvalete girmeden önce ve sonra ellerin yıkanması pedlerin sık değiştirilmesi ile ilgili eğitim verilmiştir. Hastaların 7-10
gün sonra doğum sonrası kontrol polikliniğine başvurmaları istenmiştir.
Bulgular: 2012-2015 yıllarında hastanemiz doğum sonu kliniklerinin ve
doğum sonrası kontrol polikliniği ile acil servisine başvuruları sırasında,
epizyotomi enfeksiyonu tanısı konulan vakalar Tablo 1 de sunulmuştur.
yolojide gebelik döneminde annenin ilaç kullanımı, alkol ve sigara maruziyeti, konjenital sifiliz gibi sebepler suçlanmakla beraber pathogenezi
tam olarak bilinmemektedir. Bizim hastamızda da herhangi bir risk faktörü yoktu. Prenatal tanıda maternal serum AFP yükselmesi yol gösterici
olmakla beraber esas tanı ultrasonografide oksipital kemik defekti, fetal
başın hiperekstansiyonda olması, servikotorasik vertebrada malformasyon görülmesi ile konur. Anomaliye ayrıca omfalosel, diyafragma hernisi,
kalp anomalileri, pulmoner hipoplazi, club foot, gastrointestinal atresi gibi
bazı ilave anomaliler de eşlik edebilir. İniensafali ayrıca trisomi 18, parsiyel monosomi 6p ve parsiyel trisomi 11q ile gösterilmiştir. Sonuç olarak
prenatal ultrasonografide fetusun postürüne dikkat edilmesi özellikle fetal
başın hiperekstansiyonu durumunda yaşam ile bağdaşmayan bir anomali olan iniensefaliden şüphelenmek gerekir.
Anahtar Kelimeler: İniensefali, ultrasonografi, prenatal
[Abstract:0254][PS-148]
Submuköz Myom Boyutu ve Serum Hemoglobin Seviyesi Arasındaki İlişki
Burcu Kısa Karakaya, Hatice Kansu Çelik, Mehmet Keçecioğlu, Özlem Evliyaoğlu, Esma Sarıkaya, Salim Erkaya
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Submüköz myom tanısı ile opere edilen hastalarda preoperatif
hemoglobin düzeylerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya Ağustos 2013-Haziran 2015 tarihleri arasında Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Araştırma Hastanesi jinekoloji servisinde anormal uterin kanama şikayeti nedeniyle operatif histeroskopi
ile submüköz myomektomi yapılan ve patoloji sonucu myomla uyumlu
çıkan hastalar dahil edildi. Menopoz varlığı ve vajene doğmuş myomlar
çalışma dışı bırakıldı. Hastaların myom boyutu, lokalizasyonu, nihayi patoloji sonuçları ve preoperatif hemoglobin değerleri retrospektif olarak yatış dosyalarından incelendi. Anemi serum hemoglobin seviyesi <11 mg/dl
olarak tanımlandı. Submüköz myomlarla operasyon öncesi hemoglobin
değerleri arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 86 hastanın ortalama yaşı 43,14±5,54
idi. Submüköz myomların ortalama çapı 3,48±1,10 cm idi. Myomlar büyük kısmı yan (%31) ve ön (%26) duvarda lokalize idi. Preoperatif ortalama hemoglobin değeri 11,96±1,77 mg/dl olarak saptandı. Bu hastaların
%25 (n=22)’ inde anemi saptandı. Pearson korelasyon analizinde serum
hemoglobin seviyesi ile myomun boyutu arasında herhangi bir korelasyon saptanmadı (CC=0,081; p=0,458). Sonuç: Submüköz myom %25 hastada anemi ile beraber olmasına rağmen myom boyutu ile serum hemoglobin değerleri arasında herhangi bir
korelasyon saptanmadı.
Anahtar Kelimeler: Submüköz myom, anemi, hemoglobin seviyesi,
myom boyutu
Sonuç: Bu çalışma sonucunda epizyotomi bakımı ve enfeksiyon gelişimini önlemek için verilen eğitim etkinliğinin değerlendirilmesinin uygun
olacağı görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: Enfeksiyon, epizyotomi, normal doğum
Tablo
1
[Abstract:0150][PS-149]
Sezaryen Sonrası Postoperatif Drenajda Oluşabilecek Bir Komplikasyon; Omentum Evisserasyonu
Hakan Timur1, Sinem Eldem1, Burak Ersak1, Dilek Uygur1, Nuri Danışman1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara
[Abstract:0212][PS-147]
İniensefali: Olgu Sunumu
Zehra Yılmaz, Cem Yaşar Sanhal, Buğra Coşkun, Özgür Kara, Aykan Yücel
Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
Giriş: İniensefali üst vertebral seviyede segmentasyon yetersizliği, oksipital kemik defekti, boyun kısalığı ve başın hiperekstansiyonu ile karakterize bir malformasyondur. Nöral tüp kapanma defektlerinin en nadir
izlenen şeklidir. İniensefali ultrasonografi ile ilk trimesterin sonlarında
saptanabilir. İniensefali ile beraber ensefalosel varsa iniensefali apertus,
ensefalosel yoksa iniensefali clausus olarak sınıflandırılmıştır Biz burada
erken ikinci trimesterde tanı alan bir iniensefali clausus olgusu sunmayı
amaçladık.
Olgu: 22 yaşında, gravida 2 abortus 1,son adet tarihine göre 21 haftalık
gebe olan hasta dış merkezde yapılan ultrasonografide oksipital bölgede
anekoik kistik görünüm nedeni ile basvurdu. Hastanın eşi ile akrabalık
öyküsü yoktu. Yapılan ultrasonografide fetal başta hiperekstansiyon,
servikal ve torasik vertebrada füzyon defekti, bilateral clubfoot saptandı
ve iniensefali tanısı kondu. Hastaya karyotiplendirme yapıldıktan sonra
terminasyon önerildi. Sonuç: İniensefali nöral tüp defektlerinin en nadir görülen formudur. Eti-
Giriş: Sezaryen operasyonu günümüzde en cok yapılan operasyonlardan biri haline gelmiştir. Sezaryen sonrası kanama riski olan hastalarda
kanama komplikasyonun takibinde ve tedavisinde intra-abdominal dren
kullanımı gittikçe yaygın hale gelmiştir. Sezaryen operasyonu sırasında
sadece kanama değil aynı zamanda diğer batın içi organ yaralanmalarının takibinde de intra-abdominal drenaj uygulaması yapılmaktadır. Başarılı drenaj uygulamasının ardından dren çekilirken gelişebilecek intra-abdominal organ evisserasyonları, komplikasyonsuz giden bir ameliyat
sonrası hem hasta hem de kadın doğum hekimi açısından istenmeyen
sıkıntılara neden olabilen nadir, fakat ciddi olabilecek bir komplikasyondur. Biz bu olgumuzda kanama riski yüksek olan hastamıza sezeryan
operasyonu sonrası intraabdominal dren konulmuş olup dren çıkarılması
sonrasında gelişen omentum evisserasyonun sunulması amaçlanmıştır.
Olgu: 26 yaşında G3P2Y2A0 olan hasta Perinatoloji kliniğimize plasenta previa totalis tanısıyla yatırıldı. Hastanın daha önceden geçirilmiş sezaryeni yoktu. Yapılan obstetrik ultrasonografisinde hastanın 37 haftayla
uyumlu biyometrisi mevcuttu ve plasenta uterin korpus anteriorundan
45
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
gelip servikal ostiumu tamamen kapatıyordu. Gerekli hazırlıklar ve hasta
onamı alındıktan sonra hasta sezaryene alındı. Post operatif kanama riski olan hastaya intrauterin balon katater ve intraabdominal dren konularak ameliyata son verildi. Takiplerinde kanaması olmayan hastanın balon
katateri postoperatif 8. saatte intraabdominal dreni 32. saatte çıkarıldı.
Dren çıkarıldıktan sonra dren bölgesinden omentum dokusunun evissere olduğu gözlendi. Hastanın onamı alınarak ameliyathane şartlarında
sedasyon altında omentum dokusu abdomen içine iade edildi. Fasyada
mevcut olan 1,5 cm’lik açıklık no:1 Poliglactin 910 sütür materyali kullanılarak kapatıldı.
Sonuç: Sezeryan sonrası kanama riski olan hastalara postoperatif drenaj uygulaması yaygın kullanılır hale gelmiştir. Drenaj sağlandıktan sonra
dren çekilirken dikkatli olunmalıdır çünkü drenle beraber çeşitli intra-abdomial organlar (bağırsak, tuba uterina, appendiks ) evissere olabilir.
Uzun süren bir drenaj işleminden sonra evisserasyonu önlemek için
irrigasyon düşünülebilir. Her türlü önleme rağmen evisserasyon olursa
evissere olan organ uygun bir şekilde intraabdominal bölgedeki lokalizasyonuna geri konulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Evisserasyon, komplikasyon, intra-abdominal drenaj, omentum
[Abstract:0129][PS-150]
Conservative Management Of Large Ovarian Cystic Teratoma During Pregnancy
Nurcan Yörük1, Mahmut İlkin Yeral1, Kerem Doğa Seçkin2, Ömer Erkan Yapça3, Nida Erol1, Berrin Göktuğ Kadıoğlu1
1
Nene Hatun Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Erzurum
2
Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum Bölümü, İstanbul
3
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D.,
Erzurum
Objectives: Our aim was to evaluate the adequacy of conservative management during pregnancy and labor in women with
an ultrasonographically diagnosed large ovarian cystic teratoma.
Materials-Methods: A 34 year old patient who had one abortion and 4
term pregnancies. Ovarian cystic teratoma 8 cm in size has been diagnosed in gestation of 36 weeks. Ultrasonographic examinations before gestation of 36 weeks were not performed, because she didn`t
apply to doctor through pregnancy. Serial ultrasonographic examinations were performed to detect changes in the size of the cystic teratoma to gestation of 38 weeks and 3 days. There was no complication. Results: She was followed closely during pregnancy and elective cesarean section was performed at 38 weeks and 3 days of gestation. A
male fetus with 3500g, 51 cm was delivered. The patient had had two
cesarean section before. That`s why, elective cesarean section was performed. Cyst size remained unchanged. The classical complications attributed to dermoid cysts such as torsion, dystocia, or rupture were not
occurred through our following. Right ovarian cystic teratoma was removed. Pathologic review was assessed as ovarian matur cystic teratoma. Conclusions: Ovarian dermoid cysts <6 cm are not expected to grow
during pregnancy or to cause complications like torsion, dystocia, or rupture in pregnancy and labor in literature. Cesarean section is preferred
only if a cyst in the pelvis will obstruct labour. We made cesarean section
to our patient because she had two cesarean section before. If a cyst
persiste and >6 cm should be removed. Our patient came to us very late.
So, she follewed two weeks. If there is not malignant criteria for ultrasonographically or complications for cyst with diameter > 6 cm at the last
weeks, it can be follow to labor and during cesarean section, removal of
a cyst should be performed.
Keywords: Ovarian cystic, teratoma, pregnancy
[Abstract:0092][PS-151]
Olgu Sunumu: Homozigot Gldc Genine Bağlı Non-Ketotik Hiperglisinemi Olan Fetusün Tanısı
Selver Kübra Akkaya1, Savaş Özgür Ağlamış1, Nurten Asmalı1, Dilek Uygur1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: İlk gebeliğinde non-ketotik hiperglisinemi hastalığına sahip bir
bebek dünyaya getirmiş olan olgunun, ikinci gebeliğinin ilk trimesterinde
46
CVS (chorion villüs sampling) ile genetik inceleme yapılarak hastalığın
tekrar edip etmediği araştırılmıştır. Bu olguda, non-ketotik hiperglisinemi
hastalığı olan bir bebek dünyaya getiren hastanın, şimdiki gebeliğinde
hastalığın tekrarı incelenmiştir.
Olgu: 27 yaşında ikinci gebeliği olan hasta Zekai Tahir Burak Kadın
Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, perinatoloji kliniğine başvurdu.
İlk gebeliğinin 37. haftasında IUGG (intra uterin gelişme geriliği) ön tanısıyla hastanemizde takip edilmiş, 39. haftasında sefalo-pelvik uyumsuzluk nedeniyle sezaryen ile 7-9 apgarlı kız bebek dünyaya getirmiştir.
Taburculuk sonrası bebekte gelişen progresif uyku hali ve emmede güçlük şikayetleri nedeniyle yapılan genetik inceleme sonrası GLDC geni
homozigot delesyonu tespit edilmiş, bebeğe non-ketotik hiperglisinemi
olarak bilinen konjenital metabolizma hastalığı tanısı konulmuştur. Önceki gebeliğindeki öyküsü doğrultusunda hastanın ikinci gebeliğinin 11.haftasında genetik konsultasyon yapılarak CVS yapılmıştır. Bu gebelikte de
genetik incelemede, GLDC geni homozigot mutasyonu rapor edilmiştir.
Gebeliğinin takibinde hiçbir patolojik bulgu izlenmeyen, 13 hafta gebelikle
uyumlu fetüsün 13. Haftasında CVS sonucunda GLDC geni homozigot
delesyonu tesbiti üzerine hastaya danışmanlık verilerek gebeliğinin sonlandırılmasına karar verildi. Tahliye edilen 50 gram, 14cm erkek fetüsün
fenotipik incelenmesinde patolojik bulguya rastlanılmadı. Sonuç: Non-ketototik hiperglisinemi çoğunlukla yenidoğan döneminde
bulgu veren birkaç saat veya gün içerisinde progresif letarji, hipotoni,
myoklonik nöbetlerle seyreden konjenital metabolik bir hastalıktır. Bu olguda hastanın önceki gebeliğinde yaşanan öyküsüne dayanarak yapılan
incelemeler sonucu hastalık tespit edilebilmiştir. Günümüzde rutin gebelik takiplerinde herhangi bir bulgu vermeyen bu hastalığın, standart tarama testleri ile tanısının konulması mümkün değildir. İlk gebelik öyküsüne
göre GLDC gen mutasyonu saptanan hastanın ikinci gebeliğindeki tıbbı
tahliye olgusunu sunduk.
Anahtar Kelimeler: Tıbbi tahliye, koryon villüs örneklemesi, gen mutasyonu, metabolik hastalık
[Abstract:0287][PS-152]
İntrauterin İnseminasyon Sonrası Ektopik Gebelik: Olgu Sunumu
Meryem Kuru Pekcan1, Yasemin Taşçı1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Ektopik gebelik, gelişmiş ülkelerde gebelikle ilgili birinci trimester
anne ölümlerinin en sık sebebini oluşturmaktadır. Asiste reprodüktif teknoloji ve ovulasyon indüksiyon metodlarının artması ile birlikte ektopik
gebelik insidansı artmıştır. Ektopik gebeliğin erken tanısı maternal fetal mortalitenin önlenmesi ve sonraki gebeliklerin korunması açısından
önem arz etmektedir.
Olgu: Biz bu vakada kasık ağrısı şikayetiyle hastanemize başvuran, yapılan muayene ve tetkikler doğrultusunda intrauterin inseminasyon sonrası
ektopik gebelik tespit edilen bir olguyu sunmak istedik. Olgu 23 yaşında,
klomifen sitrat ile ovulasyon indüksiyonu yapılmış 8 yıllık evli primer infertildi. Başvuru esnasında genel durumu iyi, vital bulguları stabildi. Yapılan
muayenesinde batın rahattı, defans ve rebaund izlenmedi. Transvajinal
ultrasonografisinde uterus antevert konumda normal boyutlarda, endometrium kalınlığı 7 mm, myometrium homojen ekoda, sağ overde 15 mm
ve 17 mm, sol overde 16 mm ve 17 mm yoğun içerikli kist ve douglasta 18
mm serbest sıvı, sağ tubada hemorajik mayi izlendi. Rutin tetkiklerinde
Hb:12,3 gr/dl, Htc: %36,7, Wbc:8600, Plt: 334000; B-hCG: 154 IU/L idi.
Karaciğer, böbrek fonksiyonları normaldi. Hastaya 80 mg Metotreksat (50
mg/m2) intramuskuler yoldan yapıldı. Hemogram, biyokimya ve B-hCG
takibi yapıldı. 4. ve 7.gün B-hCG değerleri sırasıyla 204 ve 107 IU/L olarak geldi. B-hCG değerleri takiplerinde geriledi.
Sonuç: Sonuç olarak asiste reprodüktif teknoloji ve ovulasyon indüksiyonu sonrası gebe kalan hastalarda erken dönemde özellikle vajinal kanama ve karın ağrısı varlığında, ektopik gebelik olasılığı da akılda tutulmalı
ve tedavi seçeneklerini uygularken de hastanın fertilite isteği göz önünde
tutulmalı ve agresif müdahalelerden kaçınılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Ektopik gebelik, klomifen sitrat, ovulasyon indüksiyonu
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0279][PS-153]
Endometriozis Ve Adenomyozis Zemininde Atipik Leiomyom: Olgu
Sunumu
Canan Tapkan1, Hakan Demir1, Yasemin Taşçı1, Serkan Kahyaoğlu1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
kanama semptomundan ziyade, hastanın sadece akıntı ile başvurmasına ve kitlenin büyük boyutlara gelerek, daha geç tanı almasına neden olmuştur. Literatürde polipektomi materyallerinde malignansi ve endometriozis gibi olgular raporlandığı için, semptomatik olan ve özellikle >=3cm
olan polipler çıkarılmalı ve histolojik olarak değerlendirilmelidir (3,4).
Anahtar Kelimeler: Servikal polip, polipektomi, akıntı
Giriş: Endometriozis, adenomyozis ve uterin myomlarreprodüktif dönemdeki kadınları etkiler ve bu rahim hastalıklarının hepsi östrojen bağımlı iyi tümörlerdir. Bu hastalıklar birbirleriyle yakın ilişkilidirler ve bazen
aynı hastada görülebilirler.
Olgu: Olgumuz 43 yaşında bekar olup menoraji ve kronik pelvik ağrı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Yapılan pelvik ultrasonografide uterus
antevert, endometrium 12mm, korpus anteriorda 141*99mm boyutunda
kitle (myoma uteri?), sol over 50mm çapında yoğun içerikli kistik lezyon
izlendi. Gerekli preoperatif tetkik ve değerlendirmeler sonucu hastaya laparotomi ve myomektomi operasyonu planlandı. Göbek altı median kesi
ile batına girildi. İntraoperatif değerlendirmede uterus yaklaşık 20 hafta cesamette diffüz olarak büyük damarlanması artmış olup çok sayıda
myom içerdiği gözlendi. Sağ over doğal olarak gözlendi. Sol overde yaklaşık 6-7 cm lik endometriotik sıvı ile dolu kist gözlendi. Hastanın mevcut
kliniği ve intraoperatif değerlendirmesi sonucu histerektominin daha yararlı olacağı düşünülerek histerektomi+sol kistektomi+bilateral salpenjektomi yapıldı. Patoloji sonucu myomlarda minimal ve orta derecede hücresel atipi ve 1-2 adet mitotik aktivite izlendi. uterus patolojisi; endometrial
polip, adenomyozis, sol over kisti patolojisi; endometriozis olarak geldi.
Sonuç: Uterin leiomyom nedeni ile opere olan olgularda sık karşılaşılan bir patoloji olan adenomyozisin yapılan bir çalışmadaki sıklığı % 13.6
olarak bulunmuş ve myom nedeni ile opere olup, yalnızca adenomyozis
saptanan olgu sayısı ise 7 (% 1.8) saptanmıştır. Preoperatif adenomyozis
tanısı koymak ya da adenomyozisin ayırıcı tanısını yapmak, adenomyozisin patognomonik belirti ve bulgularının ve fizik muayene bulgusunun
olmaması nedeni ile son derece zordur. Endometriozis, leiomyom ve
adenomyozis gibi benign jinekolojik hastalıklara sahip kişilere ilerde gelişebilecek endometrium, over kanseri ve STUMP ‘a yönelik danışmanlık
verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Endometriozis, adenomyozis, leiomyom
[Abstract:0153][PS-155]
Mol Gebelik Tahliyesi Sonrası Metotreksat Tedavisine Başlanan Mol
Gebelik Olgusu
Hatice Laçin1, Selçuk Özden1, Arif Serhan Çevrioğlu1, Orhan Ünal1,
Nermin Akdemir1, Sühha Bostancı1
1
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana
Bilim Dalı, Sakarya
Giriş: Mol Hidatiform olgusunda tahliye sonrası izlem ve tedavi amaçlanmıştır.
Olgu: Mol hidatiformun ultrasonografik tipik görüntüsü; fetüs veya amniyon kesesinin eşlik etmediği kompleks ve çok sayıda kistik boşlukla dolu ekojenik görünümde uterin kitledir. Son
adet tarihine göre 8 hafta gebelikte mol gebelik tahliyesi yapılan
olguda (Bhg: >225.000), tahliye sonrası 4. haftadaki kontrol Bhcg değerinin düşmemesi üzerine medikal onkoloji bölümünün önerisi üzerine haftalık 50mg/ml olmak üzere Methotreksat tedavisi başlanmıştır. Hastanın çıkan patoloji sonucu komplet tip mol hidatiform gelmiştir. Hastanın aldığı 6 kür medikal tedavi sonrası kontrol Bhcg değeri 7 gelmiştir ve kontrol Tvusg deki tipik görüntüsünde gerileme izlenmiştir. Hastanın
patolojik tanısının ardından çekilen PA AC filminde nodül şüphesi üzerine
Thorax BT çekildi ve hastada metastaz lehine bulgu olmadığı saptanmıştır. Bhcg düzeyi gerileyen hasta 1yıllık izleme alındı ve hastaya oral kontraseptif ilaç başlandı. Sonuç: Gestasyonel trofoblastik hastalık gebelikle ilişkili plasental tümörleri ifade eder. Molar gebelik histolojik olarak trofoblastik proliferasyon ve villöz stromada ödemden oluşan koryonik villus anomaliliği ile
karakterizedir. Komplet tip mol hidatiformda makroskobik olarak koryonik
villuslarda belirgin veziküller görülür. Histolojik olarak hidropik dejenerasyon ve villöz ödem tipik görüntüdür, villuslarda kan damarı yoktur,trofoblastik epitelde değişik derecede proliferasyon vardır, fetüs ve amniyon
gibi embriyonik yapıları içermez. 46,XX ya da 46, XY karyotipe sahiptir.
Molar gebelikte mortalite ve morbidite oranları hızlı tanı, yakın izlem ve
uygun tedavi ile neredeyse sıfıra kadar indirilebilmiştir. Anahtar Kelimeler: Mol gebelik, βhcg, metotreksat
[Abstract:0282][PS-154]
Himen İntakt Hastada Servikal Polip
Erdinç Sarıdoğan1, Yasemin Taşcı1, Burak Ersak1, Özlem Gün Eryılmaz1
1
Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
Giriş: Servikal polip sıkılıkla 40 yaşın üzerinde üreme çağındaki kadınlarda görülen, etyolojisi bilinmeyen, hormonal faktörlere bağlı kronik
servikal inflamasyon nedeniyle oluştuğu tahmin edilen bir patolojidir (1).
Polip, obezitesi olan hastalarda iki kat daha sık görülmekle birlikte, miyoma uteri, adenomiyozis, endometriyozis, endometrial hiperplazi ve endometrium kanseri gibi östrojenle ilişkili lezyonlarla beraberliği sıktır (1,2).
Polipler, tek veya birden fazla olabilirler. Endoservikal kanaldan kaynaklandığı gibi nadiren portio bölgesinden de gelişebilir. Parçalı veya lobüler;
kırmızı, mor veya vücut renginde; kanlanması olabilen; genelde sulu ve
parlak şekilde görünürler. Boyut olarak, genellikle 3 santimetrenin altındadırlar, fakat vajinayı dolduran ve introitustan görülebilen polip vakaları
da bildirilmiştir. Histolojik olarak vasküler bağ dokusuyla çevrili kolumnar
skuamöz ve skuamokolumnar epitel içerirler. Tedavide esas polibi tabanından çıkarmaktır. Bu işlem için polip kendi etrafında çevrilerek ektirpe
edilir ve tabanı görülüyor ise kanamayı ve rekürrensi azaltmak için bu
bölge koterize edilebilir.
Olgu: 42 yaşında olan hasta, Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, İnfertilite kliniğine akıntı şikayeti ile başvurdu. Anamnezinde
hastanın virgo olduğu öğrenildi. Özgeçmişinde sigara kullanımı dışında
başka bir özellik yoktu. Vücüt kitle indeksi 29,1 idi. Hastanın vajinal muayenesinde, intakt hymen zarından protrusyon gösteren bir polip izlendi
(Resim 1). Yapılan vajinoskopik incelemede, serviks alt dudaktan kaynaklandığı ve geniş tabanlı olduğu tespit edildi. Genel anestezi altında,
operatif rezekteskop ile, yaklaşık 4 santimetrelik servikal polip rezeke
edildi. Histolojik incelemede kitle, benign servikal polip olarak değerlendirildi. Sonuç: Servikal polip, sık görülen jinekolojik patalojilerden biridir ve sıklıkla insidental olarak saptanır. Bizim vakamızda intakt hymen olması,
[Abstract:0119][PS-156]
Celiac Disease İs Associated With Recurrent Pregnancy Loss
Nurcan Yörük1, Mahmut İlkin Yeral1, Kerem Doğa Seçkin2, Nida Erol1,
Gülçin Yıldırım1
1
Nene Hatun Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Erzurum
2
Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Objectives: To report a case of celiac disease (gluten enteropathy) diagnosed during the investigation of recurrent pregnancy loss and delivered
term pregnancy following appropriate management.
Materials-Methods: A 31 year old patient who had 3 abortions and 2 term
pregnancies. She has been diagnosed as having celiac disease during
investigation of abortions. She has had celiac disease for ten years. Treatment of celiac disease is possible by way of a glutenfree diet, which may
improve a patient’s overall health. After the stabilization of the disease, she
got pregnant and this resulted in two term delivery. Her pregnancies resulted in abortion in three instances when she didn`t follow glutenfree diet.
Results: She was followed closely during pregnancy and elective cesarean section was performed at 38 weeks and 3 days of gestation. A male
fetus with 2585g, 47 cm was delivered though using all possible means.
Conclusions: It can be difficult to follow a glutenfree diet for some families which have few socioeconomic resources. In women, celiac disease has been associated with gynecologic and obstetric problems such
as infertility, elevated miscarriage risk, intrauterine growth retardation,
preeclampsia, preterm labor, etc. Gluten enteropathy should be noted
in cases of recurrent pregnancy loss. If gluten enteropathy is diagnosed,
maximum supportive treatment should be provided. Keywords: Celiac disease, recurrent pregnancy loss
47
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0215][PS-157]
Atipik Lokalizasyonlu Gebeliklerde Ekspektan Yönetim
Eren Pek1, Evren Çavuş1,Eda Duru Bardakçı1, Ayşe Nur Çakır Güngör1,
Servet Hacıvelioğlu1, Meryem Gencer1, Ahmet Uysal1
1
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çanakkale
Giriş: Ektopik gebelikler yaklaşık olarak tüm gebeliklerin 1000de 1.5-2sidir.Büyük kısmını ampuller olanlar oluşturur.Erken gebelik haftalarında
atipik lokalizasyonlu GSlerin izlenmesi,mevcut gebeliğin ektopik-normal
mi olduğu konusunda bizleri tereddüte düşürmektedir.Tanı konusunda
zorlayan intrauterin isthmus lokalizasyonlu başlayıp‘expectant management’ olarak isimlendirilen yöntemi kullandığımız olguyu paylaşmak
istedik. Gebelik materyalinin implantasyonu genellikle uterusun üst
arka yüzünden gerçekleşir. Fakat daha aşağı lokalizasyonlardada implantasyonun gerçekleştiği,sonrasında çekilme yoluyla normale ulaştığını bilmekteyiz.İstmus lokalizasyonlu olanlar,düşünüyoruz ki intrauterin
olup ektopik-sağlıklı gebelik konusunda ençok arada bırakanlardir.Kullandığımız tanı kriterlerimiz olmasına rağmen tanı konusunda yetersiz
olduğu durumlar vardır. Örneğin normal gebeliklerde kabul etmiş olduğumuz günaşırı bakılan hcgnin %66dan dahaaz yükselişi genelde ektopik
gebelik tanısına götürür. Fakat unutulmamalıdır ki hcg değerleri erken
ektopik gebeliklerin %13ünde günaşırı yapılan ölçümlerde %66ve daha
fazla olacak şekilde artabilmektedir. Yada normal sağlıklı gebeliklerin de
%15inde%66dan daha az oranda artış gösterebilmektedir.Kullandığımız
ek ölçümününde ektopik-normal gebelik ayrımını sağlamada hatalara yol
açabileceği kabul edilmiş ek21mm ve üzerinde olduğunda%96 intrauterin
gebelikten bahsedilebilinir.
Olgu: 21 yaş hasta 6w2d adet gecikmesiyle başvurdu.Özgeçmişinde özellik yok.G1P0A0.USG ek12mm eksternal servikal osun yanında
4.43mm çaplı GS izlendi.Serbest mayi yok,overlerde özellik yoktu.hcg
798idi.Pmde hassasiyet kanama yok.3 gün sonra hcg 2356 normal gebelik düşündürsede kontrol USGde GSnin aynıyerde çapının 5.54mm olması hala ektopik konusunda tereddütyaşatmakla beraber erken dönemde kayıpla sonlanabilecek gebelik konusundada şüpheye yol açtı.4.gün
hcg2843,5.gün hcg3679idi.USGde eksternal osun yanında izlediğimiz
GS kavitede ortahatta fakat hala isthmusdaydı ve lekelenmesi oldu.6.
gün(7w1d)hcg2291 veUSGde GSyoktu.lekelenmesi devam etmekteydi.
Sonrasında hcg1119 – 629 – 398 – 274idi kanaması devametti.EK 10mm
idi aile küretajı reddetti.
Sonuç: Olgumuzda başlangıçta süpheli isthmusta ektopik gebelik olarak değerlendirdiğimiz,takibinde kaviteye çekilmesi sırasında tutunamayıp abortusu gerçekleşen gebeliği paylaştık.
Expectant
management
neticesinde
ektopik-normal
gebelik
olduğu hususunda klinik olarak ortak karar veremediğimiz olguyu sunduk
Ektopik kabul etmediğimizde,başlangıcında rutindışı lokalizasyonlardaki
gebeliklerin gelişemeyip erken dönemde kayıpla sonlandığı düşüncesi
oluştuğu,normal lokalizasyonlarına çekilmelerinde bunların süreci tamamlayamadıkları başarısız oldukları bunun da anormal şekilde exprese
edilen ‘alfaVbeta3’ve‘alfa4beta1’ile ilişkili olup olmadığını tartışmaya sunmayı hatırlatmayı amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Ektopik gebelik, erken gebelik kaybı, ekspektan yönetim
tırma Hastanesi’nde 2014 Ocak ile 2015 Haziran arasında H/S yapılan
hastaların dosyaları ve patoloji sonuçları tarandı. Malign hastalığı ve
leiomyomu olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Ayrıca inflamasyon sürecini etkileyebileceği düşünülerek, hipertansiyon ve diabetes mellitus
tanısı olan hastalarda çalışma dışı bırakıldı. Hastalar H/S’de herhangi
bir patolojisi olmayanlar (kontrol grubu) ve endometrial polipi (polip grubu) olanlar şeklinde iki gruba ayrıldı. Veriler toplandıktan sonra SPSS for
Windows version 22.0 (SPSS, Inc., Chicago, IL) programı ile analiz edildi
ve p<0.05 olan sonuçlar anlamlı sayıldı.
Bulgular: Çalışmaya; 51’i endometrial polip tanısı almış ve 45’i kontrol
grubu olmak üzere toplam 96 hasta dahil edildi. Kontrol grubu ile polip grubunun yaş ortalamaları sırasıyla 43.53±8.35 ve 43.62±9.50 idi
(p=0.96). Her iki grubun Ortalama Platelet Hacmi (MPV) değerleri ise
kontrol gurubunun 8.6±0.98 ve polip grubunun 8.31±0.89 (p=0.13) bulundu. Kontrol grubunun Platetelet/Lenfosit Oranı (PLR) 138.98±60.51
iken polip grubunda 146.89±61.33 idi (p=0.52). Nötrofil lenfosit oranları
ise kontrol grubunun 2.45±1.45, polip grubunun 2.79±2.25 (p=0.81) şeklinde idi. Hastaların beyaz küre (WBC) değerleri ise kontrol grubunun
7.72±1.89, polip grubunun 7.83±2.62 (p=0.81) bulunmuştur. Sonuç: Endometrium kanseri ve hiperplazilerde PLR ile beraber MPV’nin
yükselmesi inflamatuar sürecin tetiklediği bazı sitokinlerin salınması sonucunda olduğu bilinmektedir. Bizim çalışmamızda bu değerler arasında
anlamlı fark olmaması endometrial polipi olan hastalarda MPV ve PLR’yi
değiştirecek yeterli düzeyde inflamasyon olmamasından kaynaklanabilir. Aynı zamanda çalışmamızda hasta sayısının az olması bir limitasyon
oluşturmaktadır bu nedenle daha geniş bir popülasyonda endometrial
polip inflamasyon ilişkisinin incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Histeroskopi, polip, hemogram
[Abstract:0295][PS-159]
Multipl Senkron Malign Neoplazi
Kadir Çetinkaya1, Melahat Atasever2, Dursun Haluk Dervişoğlu1
1
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kliniği, Ankara
2
Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Giresun
Giriş: Birden fazla malign tümör yaklaşık %0.9-%3.9 oranında aynı hastada bulunabilmektedir. Bu tümörler aynı anda veya altı aya kadar bir sürede ortaya çıkarsa senkron tümörler, altı aydan daha uzun sürede ortaya
çıkarlarsa metakron tümörler olarak adlandırılmaktadır. Bu yazıda aynı
anda üç farklı primer tümörü bulunan bir olgumuzu sunmayı amaçladık.
Olgu: 57 yaşında, morbid obezite, batında kitle ve asit nedeniyle başvurdu. Hastada subklinik hipotiroidi, solunum sıkıntısı izlendi. Sol adneksial bölgeden alınan parasentez sitolojide malignite negatif olarak
bildirildi. Ardından hastaya üst ve alt GİS endoskopi yapıldı ve erozif kronik antral gastrit ve inen kolonda hiperplastik polip tespit edildi.
Görüntülemelerinde hastada batın içi yaygın hastalık izlenmesi üzerine laparatomi planlandı ve evreleme cerrahisi uygulandı. Postoperatif
patoloji raporu sol overde müsinöz karsinom, uterusda karsinosarkom
(yüksek greyd endometrial stromal sarkom) ve greyd 1 müsinöz diferansiasyon gösteren endometrioid adenokarsinom olarak bildirildi. Sonuç: Multipl primer kanser risk artışı, radyoterapi, kemoterapi veya
kombine tedaviler sonrasında da gözlenebilir. Aynı kişide birden fazla
malignitenin oluşması, bir koinsidans olabileceği gibi immün yetmezlik,
genetik defekt, tümör süpresör genlerde mutasyon, sigara, diyet gibi risk
faktörlerinin birlikte bulunmasından da kaynaklanabilmektedir. Multipl
senkron malign neoplaziler tekli primer olgulara göre daha kötü prognozlu seyretmektedir. Bu nedenle tedavide multidisipliner yaklaşım önem
taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Multipl kanser, senkron tümör
[Abstract:0288][PS-158]
Endometrial Polip Varlığının Hemogram Parametrelerine Etkisinin
Değerlendirilmesi
Ali Seven1, Suna Kabil Kucur1, Cengiz Koçak2, İlay Gözükara3, Beril Yüksel1, Murat Polat1, Hüseyin Metineren2, Nadi Keskin1
1
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Kütahya
2
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Patoloji A.B.D, Kütahya
3
Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Kadın
Hastalıkları ve Doğum A.B.D, Hatay
Amaç: Daha önce yapılan çalışmalarda endometrium kanseri, endometrial hiperplaziler ile tam kan sayımındaki parametreler arasında anlamlı ilişki olduğu bulundu. Bizim çalışmamızda histeroskopi (H/S) yapılan
hastalarda endometrial patolojisi olmayan ve endometrial polipi olan hastaların tam kan sayımı parametreleri karşılaştırıldı.
Yöntem: Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araş-
[Abstract:0263][PS-160]
Kardiyovasküler Sistem Hastalıklarına Bağlı Ulusal Anne Ölüm Olgularının Değerlendirilmesi
Yaprak Engin Üstün1, Sema Sanisoğlu1, Selma Karaahmetoğlu1, Dilek Uygur1, Ayşe Özcan1, Hüseyin Levent Keskin1, Aysun Kabasakal1,
Yurdum Karabacak1, Bekir Keskinkılıç1, İrfan Şencan1
1
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kadın ve Üreme Sağlığı Daire Başkanlığı, Ankara
48
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Amaç: 2014 yılında kardiyovasküler sistem hastalıklarına bağlı görülen
anne ölüm olgularının değerlendirilmesidir.
Yöntem: Bu çalışmada 2014 yılında Türkiye’de gerçekleşen gebelikle
ilişkili tüm anne ölümleri retrospektif olarak değerlendirildi ve kardiyovasküler sistem hastalıklarına bağlı görülen anne ölüm olguları incelendi.
Türkiye’de 2014 yılında 212 anne ölümü görüldü. Maternal mortalite
oranı 100 bin canlı doğumda 15.2 olarak hesaplandı. Dünya Sağlık Örgütü’nün ICD-10 kodlama sistemi kullanıldı. Ölümlerin önlenebilir olup
olmadığı Anne Ölümleri İnceleme Komisyonu tarafından belirlendi. Ölümlerin gerçekleştiği dönem, gecikme modelleri, gerçekleştiği sağlık kuruluşu kaydedildi.
Bulgular: Kardiyovasküler sistem hastalıklarına bağlı olarak kaybedilen
53 olgu olduğu tespit edildi. Bu ölümlerin %13.2’sinin doğum sonrası ilk
48 saatte, %15.1’inin doğum sonrası 48 saat-7 günde, %41.5’inin 1 hafta-42 gün içinde, %13.2’sinin ise 22-36. gebelik haftalarında gerçekleştiği
görüldü. Doğum yaptıkları yerler irdelendiğinde %49’unun 3. basamakta doğum yaptığı görüldü. İkinci basamakta doğum yapan olguların (16
olgunun ikisinde) % 11.1’inde 3. gecikme yaşandığı saptandı. Kardiyovasküler sistem hastalığı nedeniyle kaybedilen 53 olgunun birinde terminasyon önerilmesine rağmen gebenin terminasyonu kabul etmediği, dört
olgunun ise yetersiz ya da hiç doğum öncesi bakım almadığı için 1. gecikme yaşadığı görüldü. Kaybedilen 53 hastanın dördünde antikoagülan
tedavinin yetersiz kalması nedeniyle 3. gecikme düşünüldü.
Sonuç: Kompleks kalp hastalığı olan gebelerin yönetiminde multidisipliner yaklaşım gereklidir. Danışmanlık verilmesi ve erken dönemde gebelik
terminasyonu kardiyak nedenli anne ölümlerini azaltacaktır.
Anahtar Kelimeler: Anne ölümü, kardiyovasküler sistem hastalıkları
[Abstract:0209][PS-161]
İstmik Gebelik: Olgu Sunumu
Özgün Ceylan1, Özlem Evliyaoğlu1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
Giriş: Ektopik gebelik, fertilize olan ovumun blastokist evresinde endometriyal kavite dışında herhangi bir yere implantasyonudur. Gebeliğin erken dönemindeki maternal mortalitenin önemli bir
nedenidir (%10 ACOG). Tanı öncesi geçen süre çok önemlidir. Ektopik gebelik en sık fallop tüpünde görülür (%98 ACOG). İstmik gebeliğin görülme oranı %12’dir. Bu yazı 31 yaşında olan bir hastanın sol istmik bölgedeki ektopik gebeliğiyle ilgili bir olgu sunumudur. Olgu: 31 yaşında gravida 2, parite 1, yaşayan:1 abortus 0 olan hasta
il dışından ektopik gebelik ön tanısıyla hastanemize sevk edilmiş. Son
adet tarihine göre 8 hafta olan hastanın yapılan muayenesinde uterus
ve adneksler serbest ve palpasyonda sol adneksiyal bölgede hassasiyet mevcuttu. Transvajinal ultrasonografide endometrium 8 mm, sol
adneksiyal bölgede 39x32 mmlik ektopik gebelikle uyumlu görünüm
mevcuttu. Bhcg değeri 8964’tü. Karın ağrısı olan hasta preop hazırlıkların ardından ameliyata alındı. Yapılan laparoskopide gözlemde
sol istmik bölgede yaklaşık 4-5 cmlik ektopik gebelik görünümü izlendi. Hastaya usulüne uygun sol salphenjektomi + probe-c yapıldı. Histopatolojik Bulgu: Laparoskopide gözlemde sol istmik bölgede 4-5
cmlik intakt ektopik gebelik görünümü izlendi. Yapılan sol salphenjektominin patoloji raporu Plasental dokular, tuba uterina ve probe-c
sonucu ise küçük sekretuar endometrial dokular olarak raporlandı.
Sonuç: Ektopik gebeliklerin istmik bölgede yerleşme oranı %12’dir. Tubal rüptür, mortalite ve morbidite ile sonuçlanabilecek şiddetli kanamaya yol açabilir. Tubal rüptür oranı %20-35 arasındadır. Tuba rüptürünün
zamanı, kısmen dış gebeliğin yerleşim bölgesine bağlıdır. Kural olarak
eğer dış gebelik istmus ve ampulla yerleşimli ise tuba rüptürü daha erken
olur. Yapılan çalışmalarda ampuller yerleşimli ektopik gebeliklerin yarısının lümen içine yerleştiğini ve %85’inde kas tabakasının korunduğunu
göstermiş. Aksine istmik yerleşimli ektopik gebelikler hem lümen içi hem
de lümen dışı yerleşim gösterdiğinden tuba duvarına daha fazla hasar
verdiği bildirilmiş. Vakamızda istmik yerleşimli ve 4-5 cm ebatındaki ektopik gebelik görünümü gergin olmasına rağmen intakt haldeydi. Bizim vakamızdaki karın ağrısı gibi semptomatik olan ektopik gebeliklerde erken
yapılan cerrahi tubal rüptür oranını düşürebilir.
Anahtar Kelimeler: İstmik gebelik, tubal ruptür
49
[Abstract:0320][PS-162]
Heterotopik Gebeliği Taklit Eden Myoma Uteri: Olgu Sunumu
Mustafa Kurt1, Necip Tiynak1
1
Karadeniz Ereğli Devlet Hastanesi, Zonguldak
Giriş: Myoma uteri kendini gebe kalmada güçlük düşük sebebi veya
gebelikte ağrı semptomlarıyla gösteren uterus yapısını fiziksel olarak da değiştiren bir patolojidir. Kliniğimizde nadir rastlanan bir durum olarak gebelikteki myomun batın içine yaptığı kanamayı ne şekilde tedavi ettiğimizi ve nasıl teşhis koyduğumuzu sunmak istedik.
Olgu: 31 yaşında 3 çocuklu ultrasonda 9 hafta 3 günlük tek canlı intrauterin gebeliği olan hastamızın rutin muayenesinde uterin fundusta 44 mm boyunda myomu ve hafif karın ağrısı mevcuttu. Hastaya
intravenöz mai ve hyosin N-bütilbromür order edilip acil serviste takip
edilmesi planlandı. İlerleyen saatlerde hastanın karın ağrısı artarak,
müphem ağrısının bıçak saplanır tarzda olması, solukluk ve hemoglobininde(5,8 gr/dl) düşme nedeniyle hastamız heterotopik-abdominal
gebelik ön tanısı ile genel cerrahi ile pfannenstiel insizyonla laparotomiye alınmış, kanayan bölgenin heterotopik gebelik değil myom serozası
olduğu gözlenmiş ve koterize edilmiştir. Hastanın gebe olması dolayısı
ile ve histerektomi olasılığı nedeni ile myomektomi yapılmadı. Kanaması durdurulan hastaya gerekli kan replasmanları yapıldıktan sonra
myomun ilerleyen dönemde anne yaşamı için tehdit oluşturacağı öngörülerek 2 gün sonra onamı alınarak hastaya yasal tahliye yapılmıştır.
İlk ameliyattan belli bir süre sonra da hastaya myomektomi yapılmıştır.
Sonuç: Myoma uteri gebelikte her ne kadar operasyonundan kaçınılagelen bir durum olsa da istisnai bu vakada hayatı tehtit eder hale gelmiş
hasta acil ameliyat edilmiştir. Subseröz myoma uteri ağrı komplikasyonu
da varsa hastanın yakından takip edilmesini gerektiren çok da masum
olmayan bir durumdur.
Anahtar Kelimeler: Myoma uteri, gebelik, internal hemoraji
[Abstract:0264][PS-163]
2014 Yılı Ulusal Anne Ölümlerinin Demografik Verilere Göre Değerlendirilmesi
İrfan Şencan1, Yaprak Engin Üstün1, Sema Sanisoğlu1, Ayşe Özcan1,
Selma Karaahmetoğlu1, Hüseyin Levent Keskin1, Dilek Uygur1, Aysun Kabasakal1, Meral Esen1, Bekir Keskinkılıç1
1
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kadın ve Üreme Sağlığı Daire
Başkanlığı, Ankara
Amaç: Bu çalışmada 2014 yılı ulusal anne ölümlerinin demografik verilere göre değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: 2014 yılında ülkemizde gerçekleşen tüm anne ölümleri Anne
Ölümleri Ön İnceleme Komisyonu tarafından retrospektif olarak değerlendirildi. Anne ölümü, gebeliğin başlangıcından doğum sonrası 42. günü
kapsayacak şekilde, kaza ve tesadüfi sebeplerden kaynaklanmayan, gebelik veya gebeliğin yönetimiyle ilgili olan veya bunların ağırlaştırdığı herhangi bir sebeple kadının ölmesi olarak tanımlandı. Kaybedilen annelerin
yaşı, gravida ve paritesi, eğitim durumu, gebelik öyküsü, gebelik aralığı
değerlendirildi.
Bulgular: Türkiye’de 2014 yılında maternal mortalite oranı 100 bin canlı doğumda 15.2 olarak hesaplandı (212 anne ölümü). Anne ölümünün
(n=212) gerçekleştiği ortalama yaş 31.7 ± 6.5 (Median: 31; Min:17- max
49) olarak saptandı. Anne ölümlerinin 35 yaş ve üzerinde daha sık görüldüğü tespit edildi. Adolesan anne ölümlerinin %1.4 olduğu görüldü.
Anne ölümlerinin % 23.1’inin annenin ilk gebeliği sırasında, % 12.3’ünün
grandmultipar hasta grubunda (parite >=5) olduğu saptandı. Kaybedilen
annelerin %26.9’unun okur yazar olmadığı görüldü. Obstetrik öyküye
göre yapılan değerlendirmede 57 (%26.9) olgunun geçirilmiş sezaryen, 1
olgunun geçirilmiş myomektomi öyküsü olduğu, 36 olgunun gebelik aralığının 2 yılın altında olduğu saptandı. Sonuç: İleri yaş gebelerde erken risk tespitinin yapılması ve tüm gebelerin eğitim düzeyini iyileştirme çalışmaları anne ölüm oranını azaltmada
önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Anne ölümü, demografik veriler
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0174][PS-164]
Servikal Myom Desensus Uteri Nedeni Olabilir Mi?
Levent Seçkin1, Özlem Şimşek Tanin1, Sevinç Şahin2, Mustafa Kara1
1
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D.,
Yozgat
2
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji A.B.D., Yozgat
Giriş: Uterin prolapsus (desensus uteri) cerrahi rekonstrüksiyon gerektiren bir pelvik taban hastalığıdır. Bilinen risk faktörleri yaş, artmış parite,
obezite ve pelvik cerrahidir. Menopoz, ağır yük kaldırma, konstipasyon,
kronik öksürük de pelvik organ prolapsusunda kolaylaştırıcı faktörlerdir.
Literatürde vajene doğmuş submuköz myomların neden olduğu uterin
prolapsus vakaları da vardır. Biz bu çalışmada sayılan risk faktörleri olmayan ancak subseröz bir servikal myomu olan ve kliniğimizde cerrahi
rekonstrüksiyon uygulanan bir olguyu sizlerle paylaşmak istedik.
Olgu: 47 yaşında 2 normal doğum yapmış ve halen adet görmekte olan
vaka 10 yılı aşkın süredir var olan genital organ sarkması yakınması ile
kliniğimize başvurdu. Anamnezinde genital organ prolapsusu açısından
risk oluşturabilecek faktörlere rastlanmadı. Muayenede 3.evre desensus
uteri, elongasyo kolli ve sistosel saptandı. Hastanın serviksi hipertrofikti
ve ön kısmında 3-4cm’lik subseröz myomu mevcuttu. Vajinal histerektomi, Mc Call kuldoplasti, ön-arka onarım yapılan hasta sorunsuz olarak
taburcu edildi.
Sonuç: Pelvik organ prolapsusu (POP) açısından riskli bir anamnezi olmasa da, uzun süredir pelvik organ prolapsusu olan vakada, patolojik
olarak da saptanan servikal myomun etyolojik faktör olabileceğini düşündük.
Anahtar Kelimeler: Pelvik organ prolapsusu, servikal myoma uteri, vajinal histerektomi
[Abstract:0149][PS-166]
Postpatum Geç HELLP Sendromu: Olgu Sunumu
Ulaş Fidan1, Mehmet Ferdi Kıncı1, Mustafa Ulubay1, Uğur Keskin1,
Serkan Bodur1, Kazım Emre Karaşahin1
1
GATA Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D., Ankara
Giriş: Gebeliğe bağlı hipertansif bozukluklar tüm gebeliklerin yaklaşık
%12-22’ sinde görülür. HELLP sendromu genellikle preeklampsi / eklampsi zemininden gelişir. HELLP sendromu, hemoliz belirtileri, platelet
sayısında azalma ve karaciğer enzim yüksekliği bulguları ile seyreder.
Bu nedenle ayrıntılı anamnez, fizik muayene ve laboratuar tetkiklerinin
iyi değerlendirilmesi gereklidir. HELLP sendromunun %30’ u postpartum
ilk 48 saatte gelişir. Biz 20 yaşında ilk gebeliği olan ve postpartum geç
HELLP sendromu tanısıyla takip ettiğimiz olguyu sunduk. Olgu: Hasta, bilinç bulanıklığı şikayeti ve epileptik nöbet tanısıyla acil servise kabul edilmiştir. Obstetrik ultrasonografisinde 32 hafta ile uyumlu tek vital fetüs izlendi. Hasta eklampsi ön tanısıyla kliniğe kabul edildi. Stabilize edilen hastaya sezaryen doğum yapıldı. Sezaryenden yaklaşık 8 saat sonra Bilgisayarlı Beyin Tomografisinde
bir patolojiye rastlanmadı. Magnezyum infüzyonuna ve antihipertansif
tedavisine devam ediildi. Sezaryenden yaklaşık 60 saat sonra şiddetli
karın ağrısı, baş ağrısı şikayetleri ve tansiyon yüksekliği saptanması üzerine rutin kan ve biyokimyasal inceleme yapıldı. Geç postpartum HELLP
sendromu ile uyumlu laboratuvar bulguları görüldü.(Grafik-1, Grafik-2)
Hastaya bu tanı üzerine kan ve kan ürünleri transfüzyonu yapıldı. (Grafik-1, Grafik-2) Hastanın tedavi sonrası 5. günde tüm vital bulguları ve
laboratuvar değerleri normale döndü. Sonuç: HELLP sendromu, gebelik ile ilgili hipertansif komplikasyonlar
arasında en yüksek maternal ve fetal mortaliteye neden olan klinik tablodur. Bu sendromun yaklaşık 1/3’ü postpartum dönemde ortaya çıkar ve
bunların büyük bir çoğunluğu ilk 48 saat içerisindedir. Bizim olgumuzun
özelliği ise postpartum 60. saatte ortaya çıkmasıdır. Bundan dolayı, doğum sonrası dönemde 3. günde bile bu komplikasyonun ortaya çıkabileceği olasılığını düşünerek, özellikle riskli hastaların postpartum dönemde
en az 5 gün hospitalize edilmesi çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Preeklampsi, hellp, hospitalizasyon
[Abstract:0316][PS-165]
2013 Yılı Kanamaya Bağlı Ulusal Anne Ölümlerinin Değerlendirilmesi
Sema Sanisoğlu1, Yaprak Engin Üstün1, Selma Karaahmetoğlu1, Ayşe Özcan1, Hüseyin Levent Keskin1, Dilek Uygur1, Aysun Kabasakal1,
Veli Ongun1, Bekir Keskinkılıç1, İrfan Şencan1
1
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kadın ve Üreme Sağlığı Daire
Başkanlığı, Ankara
Amaç: Postpartum kanamalar dünyada anne ölümlerinin en önemli
nedenidir ve insidansı 2-11/100 bin canlı doğumdur. Çalışmanın amacı
2013 yılı kanamaya bağlı ulusal anne ölümlerinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: 2013 yılında ülkemizde gerçekleşen tüm anne ölümleri Anne
Ölümleri Ön İnceleme Komisyonu tarafından retrospektif olarak tarandı
ve kanamaya bağlı olan olgular değerlendirildi. Kanama nedeni, maternal
yaş, gravida ve parite, eğitim durumu, gebelik öyküsü, gebelik aralığı,
ölümün gerçekleştiği bölge ve dönem kaydedildi.
Bulgular: 2013 yılı kanama nedeni ile meydana gelmiş olan toplam 41
anne ölümü değerlendirildiğinde; uterin atoni nedeniyle 17 (%41.5), uterus rüptürü nedeniyle 10 (% 24), plasenta retansiyonuna bağlı 4, plasenta dekolmanı 3, pelvik hematom 3, plasenta yerleşim anomalisi 2, dış
gebelik rüptürü 1, vajinal laserasyon nedeniyle 1 annenin kaybedilmiş
olduğu görüldü. Kanama nedeniyle kaybettiğimiz annelerin %41’i 30-34
yaş, %41’i 35 yaş ve üstü, geri kalan %17’si ise 25-29 yaş grubu idi. Kanama nedenli anne ölümlerinin %53.7 (n=22)’sinin Güneydoğu ve Doğu
Anadolu bölgesinde olduğu görüldü. Eğitim durumlarına baktığımızda 28
annenin (%68) ilköğretim 1. kademe mezunu veya sadece okuryazar olduğu saptandı. 20 olgunun gebelik sayısının 5 ve üzerinde olduğu izlendi. Uterin rüptür nedeniyle kaybedilen 10 olgudan 4’ünde plasenta previa
totalis saptandı. 2 olguda propess ile doğum indüksiyonu söz konusu
iken, 2 olgu normal doğuran grandmultipar hasta, 1 olgu tam açıklıkta
doğurması beklenmiş ancak sezaryene alınmadan rüptür sonucuyla kaybedilmiştir. 1 olgu ise ileri yaş gebeliği olan, geçirilmiş sezaryen öyküsü
olup 25. haftada atlanmış bir rüptür olgusudur. Kanamaya bağlı ölümlerin
%63’ü ilk 48 saat, %21’i 48 saat-7 gün içinde görülmüştür.
Sonuç: Postpartum ilk 48 saat maternal ölüm açısından riski en yüksek
dönemdir. Bu durum postpartum bakımın önemini göstermektedir. Eğer
anneler prenatal bakımı aldığı gibi düzenli ve dikkatli bir postpartum bakım alırsa maternal mortalite azalacaktır.
Anahtar Kelimeler: Anne ölümleri, kanama
[Abstract:0315][PS-167]
Anne Bebek Uyum Odası: Bir Hastane Deneyimi
Müşerref Coşkun1, Serap Tepedelenlioğlu1, Müslüme Çakmaktaşı1, Fadik Çökelek1, Gülay Güngör1, Şefika Karabulut1, Bensu Erdem Deniz1, Songül Yıldız1, Bedia Özçelik1,
Ebru İnan Kırmızıgül1, Rukiye Dursun Altın1, Münevver İlknur Gönenç2
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Ankara
Amaç: Doğum sonrası tüm ebeveynler sağlıklı bir şekilde bebeklerini
kucaklarına almayı planlarken, yenidoğanın hospitalizasyonu aile açısından hayal kırıklığına sebep olmakta ve stres kaynağı oluşturmaktadır.
Yenidoğanın hastaneye yatışı ile birlikte aile ve bebek arasında iletişim
bozulmakta, yenidoğan aileden izole edilmektedir. Yenidoğanın ailesinden uzakta olması ebeveyn/bebek bağlanmasını olumsuz etkilemektedir.
Bu sorunun azaltılmasında sağlık personeli tarafından verilen bakımın
önemi büyüktür. Sunulan tüm hizmetlerde ailenin sürece dahil edilmesi, aileye rol ve sorumluluk verilmesi önemlidir. Yenidoğanın bakımında
aileyi ön planda tutan ve aileleri sağlık ekibinin bir üyesi olarak görme
düşüncesine dayanan bakım yaklaşımı aile merkezli bakımdır. Yöntem: Aile merkezli bakım uygulaması kapsamında Zekai Tahir Burak
Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 17 Kasım 2014 tarihinde Anne Bebek Uyum Servisi 13 yatak kapasite ile hizmet vermeye başlamıştır. Şubat-Ekim 2015 tarihleri arasında 947 anne-bebek çifti hizmet
almıştır. 17 Kasım 2014- Şubat 2015 arası yenidoğan yoğun bakım ünitesi ile ortak kayıt yapılması sebebi ile hasta kayıtlarına ulaşılamamıştır.
Bulgular: Toplam yatan bebeklerin 425 (%44.87)’i kız ve 552 (%55.13)’si
erkektir. Bu odalara yatan toplam 947 bebeğin 174 (%18.37)’ü poliklinik
ve acil servisten, 774 (%81.63)’ü yenidoğan yoğun bakım ünitesinden
taburculuğa hazırlık için yatırılmıştır. Kalış süresi yenidoğanın yatış nedenine göre değişmekte olup, ortalama 24 saat ile 7 gün arasındadır.
Uyum sürecine alınan aileye yenidoğanın özel durumu ile ilgili eğitimler,
yenidoğanın bakımı, beslenmesi, tedavisi, takibi gibi konularda eğitimler
verilmektedir. Uyum odalarında kaldıkları süreçte beslenme, bakım, te-
50
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
davi gibi uygulamalarda rol ve sorumluluklar verilerek ebeveynlere destek olunmaktadır. Şubat-Ekim tarihleri arasında taburcu olan bebeklerin
%95.67 (906)’si şifa ile taburcu olurken, %4.33 (41)’ü yenidoğan yoğun
bakım ünitesinin bölümlerine tekrar yatırılarak tedavilerine devam edilmiştir.
Sonuç: Hastanenin deneyimleri sonucunda anne bebek uyum odası uygulamasının anne bebek iletişimini artırdığı, bağlanma sürecine katkıda
bulunduğu, taburculuk öncesinde ailenin bilgi düzeyini ve kendine güvenini arttırdığı, anksiyetesini azalttığı, yenidoğanın taburculuk sonrası
evde bakımına katkı sağladığı düşünülmektedir. Bu nedenle yenidoğan
yoğun bakım üniteleri bulunan sağlık kurumlarında yaygınlaştırılması
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aile merkezli bakım, anne bebek uyum odası, bağlanma, yenidoğan
noz hastalığın evresine bağlı olup histolojik tiplere göre değişkenlik gösterebilmektedir. Tedavide çoğunlukla multimodal yaklaşım önerilir, cerrahinin yeri sınırlı olup, kemoterapi ve immünoterapi ile olumlu sonuçlar
alınabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Serviks kanseri, lenfoma
[Abstract:0235][PS-168]
Kistik Higromayı Taklit Eden Dicephalus Parafagus Olgusu
Gülenay Gencosmanoğlu Türkmen1, Cemal Ünlü1, Didem Kaymak1,
Uğur Öztürk1, Cem Yaşar Sanhal1, Ali Turhan Çağlar1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Yapışık ikizlik 50bin doğumda bir görülen nadir bir durumdur. Dicephalus parafagus ise iki bacak, iki kol, bir gövde; ancak iki başın olduğu çok daha nadir bir yapışık ikizlik formudur. Bu infantların çoğu anne
karnında yada doğumdan kısa bir süre sonra kaybedilmektedir. Erken
gebelikte tespit edildiğinde terminasyon önerilmektedir.
Olgu: 26 yaşında daha önce bir kez abortus öyküsü olan hasta 2. gebeliğinin 11. Haftasında kistik higroma öntanısıyla kliniğimize refere
edilmiştir. Hastanın öyküsünde önemli bir özellik izlenmemiştir. Yapılan
transabdominal usg’sinde 11 hafta ile uyumlu fka pozitif gebelik izlenmiş
olup posterior fossada genişlik tespit edilmesi üzerine transvajinal usg
yapılmıştır. Yapılan tvs’de tek gövde ve ekstremiteler ile 2 baş izlenmiştir.
Hasta durumu hakkında bilgilendirilmiş ve terminasyon önerilmiştir. Sonuç: Kistik higroma çoğunlukla 12-14. Haftalarda tanı konulan genelde fetal boynun arkasında tespit edilen sıvı dolu genişlemiş alanlarla
karakterize konjenital lenfatik anormalliktir. Ayırıcı tanıda temel olarak
oksipital meningosel, servikal teratom, artmış nukal kalınlık ve servikal
lenfanjiom akla gelmelidir. Vakaların %60’ında kardiak defekt, iskelet
displazisi, diafram hernisi ve santral sinir sistemi anormalliklerini içeren
malformasyonlar izlenmektedir. Dicephalus parafagus yapışık ikizlerin
çok nadir formlarından olup literatürde az sayıda olgu bulunmaktadır. Klinik prognozun kötü olması nedeniyle erken tespit ile hastaya daha erken
dönemde terminasyon önerilebilinmektedir. Kistik higroma tespit edilen
hastalarda transvajinal ultrasonografi yapılarak tanı netleştirilmeli, nadir
de olsa dicephalus parafagus ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Kistik higroma, dicephalus parafagus
[Abstract:0086][PS-169]
Serviks Yerleşimli Primer Lenfoma
Kadir Çetinkaya1, Melahat Atasever2
1
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kliniği, Ankara
2
Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D,
Giresun
Giriş: Primer olarak serviksten kaynaklanan lenfomalar ender izlenir,
ancak buna karşın sistemik lenfomada serviks tutulumu nispeten daha
sıktır. Primer servikal lenfoma hastaları epitelial anormallik olmaksızın
genellikle vajinal kanama ve subepitelyal kitle ile başvurmaktadır. Çoğunlukla Pap smear testi bu lezyonları tespit edemez. Tanı için punch biopsi
ya da konizasyon gereklidir.
Olgu: Olgumuz 27 yaşında, bir aydır cinsel ilişki sonrası kanama, kanlı kötü
kokulu vajinal akıntı nedeni ile başvurdu. Servikal muayenede hiperemik,
geniş, düzensiz polipoid kitle mevcuttu. Tümöre ait nekrotik lezyon serviksi fıçı gibi büyütmüştü ve her iki yanda parametrial tutulum vardı. Servikal
punch biopsi tanısı Hodgkin-Dışı Lenfoma (HDL) büyük hücreli tip idi. Tedavide olguların çoğunda multidisipliner yaklaşım ve sistemik kombinasyon kemoterapi (KT) ve/veya radyoterapi (RT) rejimleri uygulanmaktadır.
Sonuç: Jinekolojik maligniteler arasında genital yerleşimli HDL oldukça
nadir izlenmesi nedeniyle tedavi yaklaşımı hastaya özgü olmalıdır. Prog-
51
[Abstract:0138][PS-170]
Postmatür Gebelikte Boyna Kordon Dolanması Bazen Olumsuz Doğum Sonuçlarına Neden Olabilir: Bir Olgu Sunumu
Hasan Ali Inal1, Zeynep Hafiza Öztürk İnal1
1
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Konya
Giriş: Nukal kord (boyna kordon dolanması) gözlemlenmesi gebeliklerin
yaklaşık %15-30’da görülen yaygın bir durumdur. Tek kord dolanması %
10.6, iki kez dolanma % 2.5, üç kez dolanma % 0.5 ve dört kez dolanma %
0.1 oranında görülmektedir. Umbilical kord 20. gebelik haftasından önce
kısa olmasına rağmen ilk trimesterde bile nukal kord tespit edilebilinir. Gebelik süresinin yarısını geçince görülme oranı artmaktadır. Nukal kord 36.
gebelik haftasından önce yapılan USG ile saptanması oldukça kolaydır.
Gebeliklerin çoğunda boyuna kordon dolanması bebek açısından olumsuz sonuçlar yaratmasa da, bazen istenilmeyen sonuçlara da neden olabilmektedir. Zaman aşımı olan gebeliklerdeki kordun bebeğin boynunda
olması nadir olarak gözlemlenir, ancak çoklu (birden fazla) kordonun boyuna dolanması bizim vakamızda olduğu gibi bebeğin ölümüne neden
olabilmektedir. Olgu: Biz burada 42 hafta 4 günlük bir gebelikte boyna çoklu kordon
dolanmasına bağlı olarak gelişen fetal ölüm vakasını sunduk.
Sonuç: Tek bir kez nukal kord amniyonu azaltabilir ve doğumun birinci ve
ikinci evresinde fetal disstrese neden olabilir. Bu durum nonreaktif stress
testinde akut umbilical kordun sıkışmasına bağlı olarak variable deselerasyon şeklinde kendini gösterir. Genellikle kompresyon uzun sürmez
ve bebek oksijen desteğini rezerv dokulardan temin edebilir. Ancak nadir
de olsa kompresyon daha fazla sürebilir ve bu durum beyin kan akımını
bozabilir ve sistemik hipoksiye, hiperkapniye ve asidoza neden olabilir.
Normal gebelik takibinde nukal kord taraması yapmak gereksizdir ancak postterm gebeliklerde özellikle bebk hareketlerinin azaldığı durumlarda olumsuz perinatal sonuçlardan kaçınmak
için USG ile nukal kord durumuna bakılması önem arz edebilir. Özellikle çoklu nukal kord durumlarında doğum esnasında NST ile bebeğin kalp atımını kaydedilmesi önerilmektedir. Nukal kord saptanması durumunda aileye bilgi verirken gereksiz anksiyete ye neden olmamak için dikkatli olunması
gerekmektedir, çünkü gereksiz sezaryan ile doğuma neden olunabilinir.
Özetle nukal kord varlığı normal gebeliklerde olumsuz perinatal sonuçlara neden olmamktadır. Ancak postterm gebeliklerde nukal kord varlığı
sıkı takip edilmezse istenilmeyen perinatal sonuçlara neden olabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Nukal kord, gebelik sonuçları, postterm gebelik
[Abstract:0277][PS-171]
32. Haftada Rudimenter Horn Gebeliğinde Ruptür
Oya Soylu Karapınar1, Hanifi Şahin1, İlay Gözükara1
1
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum
A.B.D, Hatay
Giriş: Rudimenter horn uterusun bir gelişimsel anomalisidir. Rudimente
hornda gebelik nadirdir ve ektopik gebeliğin bir formudur. Rüptüre olmadan önce rudimente horn gebeliklerinin tanısı oldukça zordur ve önemli
oranda mortalite ve morbidite ile ilişkilidir.
Olgu: Biz kommunike rudimente hornda 32. gebelik haftasında rüptüre
olan vakayı sunmayı istedik. Akut batın tablosu ile acile gelen hastada
batında serbest sıvı görülmesi üzerine acil laparotomiye karar verildi.
Laparotomide rudimente horn gebeliğinin rüptürü gözlendi.1900 gr ağırlığında ex kız bebek doğurtuldu. rüptüre rudimente horn ve sol tuba eksize
edildi.
Sonuç: Rudimenter horn gebeliği rüptürü acil serviste nadiren karşılaşılan fakat hayatı tehdit eden bir obstetrik acildir.
Anahtar Kelimeler: Rudimenter horn gebeliği, ektopik gebelik, rüptür,
mülleryan anomali
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
[Abstract:0180][PS-172]
Gebelik ve Addison hastalığı
Hülya Türkmen1, Hacer Yalnız2, Aysel Bülez3
1
Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Sağlık Yüksek Okulu, Ebelik Bölümü,
Balıkesir
2
Akdeniz Üniversitesi, Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma Uygulama
Merkezi, Antalya
3
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik
Bölümü, Eskişehir
Amaç: Addison hastalığı genellikle gebelik öncesinde tanılanmaktadır ancak gebelikte de tanılanması mümkündür. Bu çalışma, nadir
görülmesine rağmen tanı konulmazsa maternal mortalite riski yüksek olan ve belirtilerinin gebelikte görülen semptomlar ile karışabildiği
addison hastalığının tanılanması ve komplikasyonlarının önlenebilmesinde ebelik bakımının önemini vurgulamak amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı tipte retrospektif bir literatür review
çalışması olup; Balıkesir Üniversitesi ağı üzerinden Pubmed, Medline, EBSCOHost, Sciencedirect ve Google Akademik’te yer alan addison hastalığı ve gebelik ile ilgili 2000–2015 tarihleri arasında yayınlanmış tüm makaleler incelenerek yapılmıştır. Yapılan taramada
“Gebelik, Addison Hastalığı, Ebelik” anahtar kelimeleri kullanılmıştır. Bulgular: İncelenen makalelerde Addison hastalığı insidansının 1/10000
olduğu ve gebelerin 1/12000’ni etkilediği düşünülmektedir. Bayrak ve
ark. (2011), Özdemir ve ark. (2004), Gradden ve ark. (2001) olgu sunumlarında addison hastalığında görülen aşırı bulantı ve kusma, hipotansiyon, halsizlik, yorgunluk ve hiperpigmentasyon gibi belirtiler
gebelikte de görülebileceği için ayırıcı tanının önem taşıdığını belirtmişlerdir. Gebeler ile en sık karşılaşan meslek grubu olan ebeler addison hastalığının belirti ve bulguları açısından dikkatli davranarak gebeyi sağlık kuruluşuna yönlendirmelidir. Hastalık ilerledikçe, sıklıkla bir
enfeksiyon ya da stres sonucunda addison krizi gelişebilir. Øksnes ve
ark. (2015), Girling ve Sykes (2013), Lekarev ve New (2011), Hahner
ve Allolio (2009), Shehata ve Ahmed (2004) makalelerinde enfeksiyon, hiperemezis gravidarum ve doğumda tedavi dozunun arttırılması
ve günlük dozun bölünerek verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Ayrıca
tedavi olmayan gebelerde erken doğum ve düşük doğum ağırlıklı yenidoğan riskinin yüksek olduğunu açıklamışlardır. Bu nedenle ebeler
bu gebelerde kriz gelişimini önlemek üzere gebenin bol sıvı ve yeterli
tuz almasını sağlamalı, günlük kilo ve tansiyon takibini yapmalı, hijyen
eğitimi vermeli, stres gelişimini önlemek için doğum konusunda açıklayıcı bilgiler sunmalı ve gebenin stresle baş edebilmesini sağlamalıdır.
Sonuç: Addison krizinin gelişimi maternal mortaliteyi arttırmaktadır. Ebelerin bu gebeleri dikkatli takibiyle ve basit önleme yöntemleriyle mortalite gelişme riskinin önüne geçilebilir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, addison hastalığı, ebelik
[Abstract:0273][PS-173]
Menopoz Sonrası Organlarda Meydana Gelen Histolojik Değişimler
Barış Baykal1, Cem Korkmaz2
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fakültesi, Histoloji ve
Embriyoloji A.B.D, Ankara
2
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Askeri Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları
ve Doğum A.B.D, Ankara
Amaç: Menopoz fizyolojik bir süreçtir. Ovaryumlarda üretilen hormonların artık üretilememesi nedeniyle çeşitli organlarda histolojik değişimler meydana gelmektedir. Bu derlemenin amacı menopoz sonrası çeşitli organlarda meydana gelen değişimleri sunmaktır.
Yöntem: Menopoz sonrasında organlarda meydana gelen histolojik değişiklikler ile ilgili yayınlar derlenerek sunulmuştur.
Bulgular: Menopoz sonrası ovaryumlardaki foliküller tükenir, organ
stroma bakımından zengin bir hale gelir ve az miktarda progesteron
üretir. Organ büzüştüğü için boyutları azalır. Menopoz sonrası atrofiye uğrayan endometriyumda az sayıda küçük bez ve fibröz bir stroma
içeren ince bir mukoza bulunur. Menopoz sonrası meme regresyona
uğrar. Tip 1 lobül sayısı artarken tip 2 ve tip 3 lobül sayısı azalır. İntralobüler stroma bağ dokusundan ve duktüllerin arasındaki orta miktarda lenfositten meydana gelir. Postmenopozal dönemde kemik dokusundaki ana histomorfometrik bulgu ise kemik rezorpsiyonu artışıdır.
Sonuç: Menopozdan sonra azalan hormonların etki gösterdiği organlarda atrofi yönünde fizyolojik değişimler meydana gelmektedir. Bu değişimlerden özellikte kemikte meydana gelenler patolojik hal alabilir. Bu
nedenle menopozda uygun replasman tedavilerinin uygulanması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Menopoz, ovaryum, endometriyum, meme, histopatoloji
[Abstract:0214][PS-174]
Gebeliğin Kadın Cinselliğine Ve Evlilik Uyumuna Etkisinin Değerlendirilmesi
Semra Tuncay1, Sena Kaplan2, Hamide Altundağ1, Nilüfer Ercan1, Meral Göktaş1
1
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ankara
Amaç: Bu araştırma, gebeliğin kadın cinselliğine ve evlilik uyumuna etkisinin değerlendirilmesi amacı ile tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Yöntem: Çalışma, 27 Ağustos-1 Ekim 2015 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini Ankara Zekai Tahir Burak Eğitim Araştırma Hastanesi’ nin gebe polikliniğine başvuran ve araştırmaya katılmayı
kabul eden 117 gebe oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak “Bireysel Bilgi Formu”, “Kadının Cinsel Fonksiyon Durum Ölçeği” ve
“Evlilik Uyumu Ölçeği” kullanılmıştır. Bulgular: Çalışma kapsamındaki gebelerin yaş ortalaması 27,9±5,92’dir.
Çalışmada ortalama gebelik haftası 32,7±8,58 olarak belirlenmiş olup,
gebelerin büyük çoğunluğu (%91.7) gebeliklerinin isteğe bağlı olduğunu belirtmiştir. Gebelerin yarısı gebelik döneminde cinsel yaşamın devamlılığını onaylarken, diğer yarısı ise onaylamadığını ifade etmiştir.
Bunun yanında gebelerin %91.7’si gebelik öncesi dönemde eşiyle cinsel sorunlarının, %88.5’i ise evlilik uyum sorunlarının bulunmadığını
belirtmiştir. Araştırmamızda gebelerin cinsel fonksiyon puan ortalaması
20,08±1.0 olup, evlilik uyum ölçeği puanı ortalaması ise 44,3±1.0’dir. Gebelik döneminde cinsel yaşamın sürdürülmesi yönünde görüş veren ve
gebelik öncesi dönemde cinsel sağlık sorunu yaşamadığını ifade eden
gebelerde cinsel fonksiyon puan ortalaması yükselmekte olup, bu durum cinsel sorunların daha az görüldüğünü göstermektedir (p˂0.05).
Bunun yanında gebelik öncesi döneminde cinsel sağlık sorunu yaşamayan ve gebelik döneminde cinsel sağlık konusunda bilgi alan gebelerde eş uyumunun arttığı belirlenmiştir (p˂0.05). Çalışmamızda kendi
ve eşin eğitim düzeyi, gelir durumu, gebelik haftası ve gebelikte sağlık sorunu yaşama ile cinsel fonksiyon ve evlilik uyum puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p˃0.05).
Ayrıca gebelikte cinsel yaşamın devamlılığını onaylama durumu ile
evlilik uyumu, gebelik öncesi evlilik uyumu durumu ile cinsel fonksiyon
puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p˃0.05).
Sonuç: Bütüncül hemşirelik yaklaşımı çerçevesinde; gebelik döneminde
cinsel fonksiyonların değerlendirilmesi ve sağlıklı sürdürülmesi konusunda danışmanlık yapılması önerilir.
Anahtar Kelimeler: Evlilik uyumu, gebelik, kadın cinsel fonksiyonu
[Abstract:0245][PS-175]
Postmenopozal Dönemdeki Kadınlarda Kefirin Uyku Ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkileri
Handan Özcan1, Ümran Oskay2, Ali Fuat Bodur3
1
Gümüşhane Üniversitesi, SHMYO
2
İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi
3
Gümüşhane Üniversitesi, SYO
Amaç: Çalışma menopoz dönemindeki kadınların yaşam kalitesini etkileyen uyku sorunları için, alternatif bir tedavi olarak düşünülen kefirin
etkisini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 45-65 yaş aralığında ve en az 1 yıl menopoz döneminde olan, herhangi bir tanı konulmuş psikiyatrik ve kronik hastalığı
olmayan, cerrahi olarak menopoza girmemiş, kliniğe menopoz şikayetleriyle başvuran, en az 1 yıldır uyku problemi yaşayan, hormon tedavisi ve
reçeteli uyku ilacı kullanmayan, çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul
eden kadınlar dahil edildi. Çalışma; 34 kefir, 34 kontrol grubu olmak üzere toplam 68 kadın ile tamamlandı. Kontrol grubuna 1 ay boyunca herhangi bir müdahale yapılmadı. Kefir grubuna 1 ay boyunca her gün 500
ml kefir verildi. Kadınlara, çalışma öncesi ve sonrası ‘Menopoza Özgü
52
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Yaşam Kalitesi Ölçeği (MÖYKÖ)’ ‘Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ)’, Kadın
Sağlığı İnisiyatifi Uykusuzluk Ölçeği (KSİUÖ) uygulandı. Bulgular: Katılımcıların menopoz yaş ortalaması 47±4.08,
Beden
kitle
indeks
ortalaması
29.24±4.85
kg/m2’dir. Kadınların tümü menopoz sonrası uyku sorunları olduğunu, %93.7’si
uyku sürelerinin azaldığını, %51.2’si ateş basması ve terleme, %48.6’sı
ise stres ve huzursuzluk, nedeniyle uyku problemi yaşadığını bildirdi.
Çalışma sonrası karşılaştırılan kefir ve kontrol grupları arasında; yaşam kalitesi ve uykusuzluk puanları arasında ileri derecede anlamlı farklar bulunmuş
olup (p:0.000), depresyon puanları arasında fark bulunmamıştır (p: 0.078). Çalışma öncesi ve sonrası değerlendirilen kefir grubunda MÖYKÖ, BDÖ
ve KSİUÖ puan ortalamaları arasında ileri derecede anlamlı farklar bulunmuştur (p:0.000). Sonuç: Kefirin postmenopozal dönemdeki kadınların, depresyon ve
uyku problemlerinin giderilmesine, yaşam kalitesine olumlu etkileri olduğu bulundu. Bu çalışma kefirin bilinen birçok sağlık yararı nedeniyle,
postmenopozal dönem yaşam kalitesinin artırılmasında iyi bir alternatif
tedavi yöntemi olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Menopoz, yaşam kalitesi, uykusuzluk, depresyon
53
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
YAZAR LİSTESİ
YAZARLAR
POSTERLER
A
Ayşegül Öksüzoğlu
PS-101, PS-103
Ayşegül Özkaya
PS-016
Aytekin Tokmak
SS-006, PS-018, PS-034, PS-058, PS-066, PS-075,
PS-076, PS-090, PS-091, PS-095, PS-097, PS-098,
PS-134
Abdullah Tabakçı
PS-139
Ayten Kurt
PS-073
Abdül Hamid Güler
PS-040, PS-079
Ayten Türkay
PS-038
Ağsuman Özdil
PS-073
B
Ahmet Bacınoğlu
PS-108, PS-111
Ahmet Erol
PS-133
Ahmet Şahbaz
PS-014, PS-035, PS-133
Ahmet Uysal
PS-130, PS-157
Ahmet Yanar
PS-097
Akben Akcebe
PS-099
Akın Usta
SS-007, PS-031
Aladdin Ünsal
PS-016
Alev Esercan
PS-078, PS-101
Alev Özer
PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126
Ali Acar
PS-115
Ali Akdemir
Banu Seven
PS-094
Barış Baykal
PS-173
Barış Büke
PS-121
Barış Korkmaz
PS-011, PS-112
Bedia Özçelik
PS-167
Bekir Keskinkılıç
PS-010, PS-160, PS-163, PS-165
Belgin Erdoğan
PS-088, PS-146
Bensu Erdem Deniz
PS-167
Bergen Laleli
PS-002
Beril Yüksel
PS-064, PS-074, PS-109, PS-113, PS-158
PS-026, PS-121
Berrin Göktuğ
Kadıoğlu
PS-150
Ali Çetin
SS-002
Betül Kalkan
PS-070
Ali Fuat Bodur
PS-175
Betül Yorgunlar
PS-032
Ali Fuat Çiçek
PS-132
Buğra Coşkun
PS-023, PS-147
Ali İrfan Güzel
PS-041, PS-043, PS-044
Bulat Aytek Şık
PS-127
Ali Onur Arzık
PS-037
Burak Akselim
PS-090
Ali Ozgur Ersoy
PS-027, PS-089, PS-118
Burak Elmas
PS-043, PS-072
Ali Seven
PS-033, PS-052, PS-064, PS-074, PS-093, PS-109,
PS-113, PS-119, PS-135, PS-158
Burak Ersak
PS-003, PS-149, PS-154
Burcu Akdağ Özkök
PS-078
Burcu Kısa Karakaya
PS-034, PS-090, PS-091, PS-148, PS-029
Burcu Tuncer
PS-016
Bülent Çakmak
PS-144
Bülent Köstü
PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126
Bülent Özkan
SS-001
Bülent Tekin
PS-127
Bülent Yılmaz
SS-001
Ali Turhan Çağlar
PS-028, PS-089, PS-168
Ali Yavuzcan
PS-053, PS-085, PS-102
Ali Yeşil
PS-057
Alim Özcan
PS-127
Alper Başbuğ
PS-053, PS-085, PS-102
Altuğ Semiz
PS-092
Arif Serhan Çevrioğlu
PS-145, PS-155
Arzu Sümer Oratç
PS-129
Asiye Çiğdem Şimşek
PS-038
Asker Zeki Özsoy
PS-060, PS-142, PS-144
Aslı Oskovi
PS-006, PS-013, PS-075, PS-131
Aslıhan Erken
SS-005
Attila Özkara
PS-053, PS-102
Aybala Gürsoy
PS-006
Aydın Gülses
PS-036
Aydın Köşüş
PS-081
Aykan Yucel
PS-027, PS-002, PS-028, PS-138, PS-143, PS-147
Aylin Yazgan
PS-061
Aynur Çapur
PS-073
Aysel Bülez
PS-172
Aysel Topan
PS-086
Aysun Kabasakal
PS-160, PS-163, PS-165
Ayşe Altındiş Bal
PS-081
Ayşe Aydın
PS-136
Ayşe Filiz Yavuz Avşar
PS-001, PS-049, PS-061, PS-110,
Ayşe Koyun
PS-004, PS-082
Ayşe Nur Çakır
Güngör
PS-130, PS-157
Ayşe Özcan
PS-010, PS-160, PS-163, PS-165
Ayşegül Baylas
PS-006
C
Can Engin Durmaz
PS-036
Can Tercan
PS-017, PS-037
Canan Tapkan
PS-153
Cantekin İskender
PS-058, PS-136
Cavidan Gülerman
PS-012, PS-059, PS-062
Cavit Kart
PS-022, PS-030, PS-084
Cem Akaltun
PS-011, PS-112
Cem Korkmaz
PS-173
Cem Yaşar Sanhal
PS-128, PS-147, PS-168
Cemal Ünlü
PS-168
Cemre Alan
PS-115
Cengiz Koçak
PS-052, PS-135, PS-158
Ceyda Sancaklı Usta
PS-031
Coşkun Cüce
SS-007, PS-019
Çağdaş Şahin
PS-026, PS-121
Çağlar Yıldız
SS-002
Çağrı Güven
PS-026, PS-121
Çiğdem Kunt İşgüder
PS-060, PS-142, PS-144
D
54
Demet Kokanalı
PS-043, PS-044
Deniz Cemgil Arıkan
PS-069
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Deniz Hızlı
PS-081
Deniz Şimşek
PS-026, PS-121
Deniz Tuzluoğlu
PS-059
Derya Başbuğ
PS-053, PS-085, PS-102
Derya Solmaz
PS-013
Derya Şahin
PS-073, PS-086, PS-106
Didem Kaymak
PS-168
Dilek Bilgiç
PS-024, PS-051, PS-063, PS-136, PS-080
Dilek Öcalan
PS-004, PS-082
Dilek Uygur
PS-002, PS-010, PS-027, PS-028, PS-039, PS-042,
PS-046, PS-058, PS-066, PS-077, PS-078, PS-083,
PS-124, PS-128, PS-136, PS-137, PS-138, PS-139,
PS-143, PS-149, PS-151, PS-160, PS-163, PS-165
F
Fadik Çökelek
PS-106, PS-167
Fahri Şahin
PS-026
Fahrünnisa Sevinç
PS-039
Faruk Önder Aytekin
PS-120
Fatih İlkaya
SS-004
Fatma Akkuş
PS-076
Fatma Akyüz
PS-080
Fatma Aybala Gürsoy
PS-143
Fatma Deniz Sayıner
PS-016
Fatma Göksu
PS-086
Fatma Sılan
PS-130
Fatoş Dilan Köseoğlu
PS-026
Dursun Haluk
Dervişoğlu
PS-068, PS-159
Duygu Aktok
PS-137
Fedi Ercan
PS-115
Duygu Tuğrul
PS-118
Feray Aydın
PS-101
Ferhat Aslan
PS-065
Feride Alagöz
PS-046
PS-123
E
Ebru Biberoğlu
PS-139
Ebru Ersoy
PS-034
Feride Söylemez
Ebru İnan Kırmızıgül
PS-167
Feyza Başar
PS-053, PS-102
PS-081
Fezan Şahin Mutlu
PS-074
PS-128
Filiz Günal
PS-074
PS-045
Fulya Doğan
PS-073
Eda Duru Bardakcı
PS-130, PS-157
Fulya Kayıkçıoğlu
PS-015, PS-141
Efser Öztaş
PS-028, PS-042, PS-089, PS-137
Funda Akpınar
PS-141
Elif Birsen
PS-038
G
Elif Duş
PS-031
Gamze Doğaner
PS-046
Elif Ece Ece
PS-138
PS-140
Elif Ertan Palabıyık
PS-129
Gayem İnayet Turgay
Çelik
Elif Yılmaz
PS-007, PS-094
Genco Usta
PS-107
Elmas Korkmaz
PS-020
Gonca Göksu
PS-075
Elvan Emine Ata
PS-047
Gökçe Naz Küçükbaş
PS-039
Emel Kıyak Çağlayan
PS-120
Gökçen Kaya
PS-110
Emin Levent Aksoy
PS-003, PS-020
Gökhan Bolluk
SS-005
Emin Üstünyurt
PS-011, PS-112, PS-129
Gökhan Gönen
PS-087
Emine Seda
Güvendağ Güven
PS-022, PS-030, PS-084
Göknur Şahin
PS-128
Gülay Aydoğdu
PS-073
Emre Erdem Taş
PS-049, PS-110, PS-061
Gülay Balun
PS-136
Emre Özgü
PS-075, PS-076, PS-091, PS-098, PS-103
Gülay Güngör
PS-167
Engin Çelik
PS-050
Gülbahtiyar Demirel
SS-003, PS-047, PS-051, PS-063
Enver Sancakdar
SS-002
Gülçin Yıldırım
PS-072, PS-156
Ercan Tutak
PS-092
Gülden Pekcan
PS-001
Erdinç Sarıdoğan
PS-154
PS-066, PS-077, PS-118, PS-124, PS-139, PS-168
Eren Pek
PS-130, PS-157
Ergin Arslan
PS-120
Gülenay
Gencosmanoğlu
Türkmen
PS-054
Gülin Feykan Yeğin
Akçay
PS-049, PS-061
Erkan Mavigök
Erkan Özdemir
PS-097
Gülper Çalışkan
PS-073
Ertan Adalı
SS-007, PS-019, PS-114
Gülseren Dağlar
PS-024, PS-063
Esma Sarıkaya
PS-018, PS-072, PS-075, PS-076, PS-090, PS-091,
PS-097, PS-098, PS-101, PS-103, PS-104, PS-125,
PS-148, PS-029
Gülseren Oktay
PS-142, PS-144
Güray Saydam
PS-026
Esra Ercan
PS-088
Güven Arslan
PS-065, PS-069
Esra İşçi
PS-055
Güzin Deveci
PS-096
Evren Çavuş
PS-130, PS-157
Eylem Çağıltay
SS-009
Hacer Özdemir
PS-129
Eylem Şen Dalkıran
PS-031
Hacer Yalnız
PS-172
PS-003, PS-042
Hakan Demir
PS-097, PS-153
Hakan Güraslan
PS-057
Ebru Yüce
Ece Ateş
Ecem Baklan
Eyüp Gökhan Turmuş
H
55
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Hakan Timur
SS-006, PS-002, PS-014, PS-035, PS-058, PS-066,
PS-077, PS-083, PS-124, PS-138, PS-139, PS-143,
PS-149
K
Hale Göksever Çelik
PS-050
Kadir Çetinkaya
PS-068, PS-108, PS-111, PS-159, PS-169
Kadriye Beril Yüksel
PS-033, PS-052, PS-093, PS-119, PS-135
Halide Gül Okuducu
PS-011
Kadriye Nilay Özcan
PS-122
Halil Fırat Baytekin
PS-057
PS-125
Halil İbrahim Serin
PS-120
Kanşav Tunç
Kızılkanat
Halil Korkut Dağlar
PS-124, PS-139
Kasım Çağlayan
PS-120
Halime Şencan
PS-064, PS-093, PS-109, PS-113
Kazım Emre
Karaşahin
PS-166
Hamide Altundağ
PS-174
Kerem Doğa Seçkin
PS-150, PS-156
Handan Özcan
PS-175
Keziban Doğan
PS-057
Hanifi Şahin
PS-171
PS-066, PS-170
Kıymet Yeşilçiçek
Çalık
SS-008, PS-025
Hasan Ali Inal
Hasan Güzel
SS-004
Kübra Akkaya
PS-128
Hasan Onur Topçu
PS-006, PS-044, PS-076, PS-131
Hasan Öztin
SS-009
Lebriz Hale Aktun
PS-032
Hatice Işık
PS-014, PS-035
Levent Keskin
PS-049, PS-061
PS-029, PS-072, PS-148
Levent Seçkin
PS-164
Hatice Laçin
PS-145, PS-155
M
Hatice Yetkiner
PS-125
Hatice Yılmaz Doğru
PS-060, PS-142, PS-144
Hava Özkan
PS-067, PS-116
Havva Keskin
PS-136
Hediye Bekmezci
PS-067, PS-116
Hediye Dağdeviren
PS-057
Hikmet Hassa
PS-074
Hilal Sakallı
PS-117
Hilmi Koputan
PS-113
Huri Güvey
Hatice Kansu Çelik
L
Mahmut İlkin Yeral
PS-150, PS-156
Mahmut Kuntay
Kokanalı
PS-041, PS-043, PS-044, PS-104, PS-125
Mahmut Nedim Çiçek
PS-055
Mehmet Arslan
SS-007
Mehmet Fatih Karslı
PS-007
Mehmet Ferdi Kıncı
PS-096, PS-132, PS-166
Mehmet Harma
PS-133
Mehmet Keçecioğlu
PS-029, PS-034, PS-090, PS-148
PS-064
Mehmet Mutlu
Meydanlı
PS-003, PS-006, PS-008, PS-009, PS-013, PS-017,
PS-020, PS-021, PS-023, PS-037, PS-056
Huriye Kaan Güven
PS-073
Mehmet Ünlü
PS-019
Hülya Türkmen
PS-172
Melahat Atasever
PS-159, PS-169
Hüseyin Çakmak
PS-108
Melike Doğanay
PS-043, PS-072
Hüseyin Görkemli
PS-115
Melike Yavaş Çelik
PS-071
Hüseyin Levent Keskin
PS-001, PS-010, PS-110, PS-160, PS-163, PS-165
Meltem Özben
PS-092
Hüseyin Metineren
PS-052, PS-158
Meral Esen
PS-010, PS-163
Hüseyin Yeşilyurt
PS-095, PS-134
Meral Göktaş
PS-073, PS-088, PS-106, PS-146, PS-174
Hüsnü Alptekin
PS-014
Meral Karataş
SS-003
Merkube Özdemir
PS-046
Merve Baştan
PS-053, PS-085, PS-102
Merve Erel
PS-041
Merve Ergin
PS-028
Merve Erkan
PS-084
Merve Olgun
PS-129
Merve Sarıbay
PS-080
Meryem Ceyhan
PS-007
Meryem Gencer
PS-130, PS-157
I
Işık Üstüner
PS-001
İ
İlay Gözükara
PS-052, PS-093, PS-119, PS-135, PS-158, PS-171
İlhan Bahri Delibaş
PS-060, PS-142, PS-144
İlker Gülbaşaran
PS-018, PS-098, PS-134
İlker Selcuk
PS-013, PS-023
İlknur Münevver
Gönenç
PS-106
İnci Hansu
PS-054
Meryem Kuru Pekcan
PS-055, PS-095, PS-152
İnji Suleymanova
PS-110
Mesut Tığlıoğlu
SS-009
İrem Güler Özgür
PS-091, PS-103
Mete Çağlar
PS-053, PS-085, PS-102
İrem Usta
PS-103
Metin Altay
PS-105
İrfan Şencan
PS-010, PS-160, PS-163, PS-165
Metin Kaplan
PS-015
İsmail Burak Gültekin
PS-007, PS-094
Mine Atlı
PS-122, PS-125
İsmail Özdemir
PS-053
Mine Çavdar Atlı
PS-008, PS-009, PS-021, PS-056
İyimser Üre
PS-074
Mine İslimye Taskin
SS-007, PS-019, PS-031, PS-114
Murat Bakacak
PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126
Murat Oktay
PS-053, PS-102
Murat Öz
PS-003, PS-020
J
Jale Karakaya
SS-004, PS-141
56
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Murat Polat
PS-064, PS-109, PS-113, PS-119, PS-135, PS-158
Onur Özdenoğlu
PS-112
Murat Tandoğan
PS-044
Orhan Aksakal
PS-041, PS-098
Mustafa Demir
SS-001
Orhan Ünal
PS-145, PS-155
Mustafa Erkan Sarı
PS-017, PS-037
Osman Fadıl Kara
PS-007, PS-094
Mustafa Kaplan
SS-009
Osman Kılınç
PS-031
Mustafa Kara
PS-164
Oya Soylu Karapınar
PS-171
Mustafa Kurt
PS-012, PS-059, PS-062, PS-162
Ozan Özolcay
PS-127
Mustafa Öztürk
PS-096, PS-132
Ö
Mustafa Ulubay
PS-096, PS-132, PS-166
Müfit Cemal Yenen
PS-096, PS-132
Müge Harma
PS-133
Mülkiye Kabakçı
PS-023
Münevver İlknur
Gönenç
PS-167
Mürüvvet Başer
Müslüme Çakmaktaşı
Müşerref Coşkun
Ömer Demirtaş
PS-045, PS-048
Ömer Erkan Yapça
PS-150
Ömer Hamid Yumuşak
PS-055
Önder Ercan
PS-054, PS-065, PS-069, PS-117, PS-126
Öner Aynıoğlu
PS-014, PS-035
PS-047
Özcan Erel
PS-028
PS-167
Özge Beyazçiçek
PS-085
PS-167
Özge Deniz Gündüz
PS-050
Özge Erdoğan Kunt
PS-022, PS-030, PS-084
Özge Şehirli
PS-125
N
Nadi Keskin
PS-033, PS-052, PS-064, PS-093, PS-109, PS-113,
PS-119, PS-135, PS-158
Özgül Kafadar
PS-104
Nafiye Yılmaz
SS-006, PS-012, PS-059, PS-062
Özgün Ceylan
PS-103, PS-161
Nagihan Yıldız Çeltek
PS-142, PS-144
Özgür Kara
PS-118, PS-124, PS-147
PS-038
Özlem Bozoklu Akkar
SS-002
Nazife Kartal
PS-105
Özlem Demirpence
SS-002
Nazlı Aksoy Kala
PS-078
Özlem Ece Başaran
PS-022, PS-084
Nazlı Topfedaisi
Özkan
PS-017, PS-037
Özlem Evliyaoglu
Necati Hançerlioğulları
PS-039
PS-029, PS-037, PS-072, PS-075, PS-076, PS-091,
PS-098, PS-103, PS-104, PS-125, PS-131, PS-148,
PS-161
Necip Cihangir
Yılanlıoğlu
PS-092
Özlem Gün Eryılmaz
PS-154
Özlem Koç
PS-116
Necip Tiynak
PS-162
Özlem Moraloğlu
PS-039, PS-070
Nermin Akdemir
PS-145, PS-155
Özlem Özdeğirmenci
PS-097
Nermin Köşüş
PS-081
Özlem Şimşek Tanin
PS-164
Nezide Topuz
PS-046
Özlem Uzunlar
PS-122
Nida Erol
PS-150, PS-156
P
Nilay Kandemir Özcan
PS-091, PS-103
Nilay Karaca
SS-005, SS-009, PS-032, PS-036
Nilufer Cetinkaya
PS-003
Nilüfer Akgün
PS-001
Nilüfer Alagöz
PS-008, PS-009, PS-021, PS-056
Nilüfer Çetinkaya
Kocadal
PS-008, PS-009, PS-021, PS-056
Nilüfer Ercan
Nazan Çetin
Perinur Kalafat
PS-045
R
Rahime Bedir Fındık
SS-004
Rahman Şenocak
PS-132
Rampia Nizam
PS-011
Recep Sütçü
SS-001
PS-073, PS-106, PS-174
Refika Selimoğlu
PS-035
Nilüfer Tuğut
SS-003, PS-047
Reyyan Güney
PS-099
Nuh Mehmet Erbakırcı
PS-033, PS-052, PS-064, PS-109, PS-113
Rukiye Altın
PS-073
Nurcan Yörük
PS-150, PS-156
Rukiye Dursun Altın
PS-106, PS-167
Nuri Danışman
PS-028, PS-058, PS-066, PS-089, PS-124, PS-149
Rukiye Gül
PS-038
Nurten Asmalı
PS-151
S
Nurten Tarlan
PS-041, PS-098, PS-103, PS-104, PS-122
Nüvit Sarımurat
PS-092
O
Oğuz Özdemir
PS-133
Oğuzhan İnceli
PS-077
Okan Aytekin
PS-105
Okan Yenicesu
PS-098, PS-104
Onat Yılmaz
PS-107
Onur Arzık
PS-017
Onur İnce
SS-001
57
Sabri Cavkaytar
PS-041, PS-043
Sakine Yılmaz
PS-100
Salih Serin
PS-065, PS-117
Salim Erkaya
PS-029, PS-039, PS-041, PS-055, PS-062, PS-076,
PS-098, PS-104, PS-131, PS-148
Savaş Karakuş
SS-002, PS-047
Savaş Özgür Ağlamış
PS-128, PS-151
Seda Şahin Aker
PS-123
Sefa Kelekçi
SS-001
Selçuk Özden
PS-145, PS-155
12. Zekai Tahir Burak Jinekoloji ve Obstetrik
Kongresi Özel Sayısı
Selda Seçkin
PS-120
Tevfik Yavuz
PS-019
Selma Karaahmetoğlu
PS-010, PS-160, PS-163, PS-165
Tolga Güler
PS-045, PS-048
Selma Mahmutoğlu
PS-007, PS-094
Tuba Bıyık
PS-030
Selver Kübra Akkaya
PS-151
Tuba Memur
PS-075, PS-083, PS-143
Sema Sanisoğlu
PS-010, PS-160, PS-163, PS-165
Tuğba Kınay
PS-015, PS-105, PS-141
Semra Tuncay
PS-174
PS-034, PS-090
Sena Kaplan
PS-174
Tuğban Seçkin
Keçecioğlu
Serap Fırtına Tuncer
PS-141
Tuğberk Güçlü
PS-129
Serap Tepedelenlioğlu
PS-167
Tuncay Küçüközkan
PS-007, PS-094
Serdar Gökay
Terzioğlu
PS-125
Tuncay Yüce
PS-123
Turhan Çağlar
PS-118, PS-137
Serdar Özer
PS-126
Tülay Kuzlu Ayyıldız
PS-073, PS-086
Serkan Bodur
PS-166
Türkan Pasinlioğlu
SS-008, PS-025
Serkan Kahyaoğlu
PS-055, PS-153
U
Serkan Kara
PS-048
Serkan Kumbasar
PS-127
Serkan Oral
SS-005
Serpil Ünlü
PS-027, PS-088, PS-146
Serra Akar
PS-091, PS-134
Servet Çalıkoğlu
PS-020, PS-076, PS-083
Servet Güreşci
SS-004
Servet Hacıvelioğlu
PS-130, PS-157
Sevda Baş
PS-008, PS-009, PS-021, PS-056
Sevgi Koç
PS-141
Veli Ongun
PS-165
Sevim Ünal
PS-080
Volkan Baltacı
PS-059
Sevinç Şahin
PS-120, PS-164
Y
Sezen Bozkurt
Köseoğlu
PS-034, PS-090
Yaprak Engin Üstün
Sibel Özler
PS-027, PS-028, PS-042, PS-089, PS-137
PS-010, PS-012, PS-059, PS-062, PS-160, PS-163,
PS-165
Yasemin Çekmez
PS-092
Sinan Çağlayan
SS-009
Yasemin Dursun Güler
PS-088, PS-146
Sinem Eldem
PS-138, PS-149
Yasemin Hamlacı
PS-016
Sinem Tavşan
PS-006
Yasemin Taşcı
PS-154, PS-034, PS-044, PS-055, PS-152, PS-153
Songül Aktaş
SS-008, PS-005, PS-025
Yaşam Kemal Akpak
Songül Yıldız
PS-167
SS-005, SS-009, PS-032, PS-036, PS-087, PS-092,
PS-107, PS-140
Suat Canbay
PS-111
Yeşim Bardakçı
PS-012, PS-059
Sultan Pekşen
PS-046
Yeşim Ceylantekin
PS-082
Suna Kabil Kucur
PS-033, PS-052, PS-064, PS-093, PS-109, PS-113,
PS-119, PS-135, PS-158
Yıldız Aras
PS-038
Yunus Aydın
PS-074
Sühha Bostancı
PS-145, PS-155
Yunus Emre Bulut
PS-142
Süleyman
Bekirçavuşoğlu
PS-022
Yurdum Karabacak
PS-160
Süleyman Güven
PS-022, PS-030, PS-084
Yüksel Sayın
PS-040, PS-079
Süleyman Rahmi Acar
PS-038
Z
Süleyman Salman
PS-127
Zafer Arık
PS-020
Sümeyye Yılmaz
PS-070, PS-146
Zehra Öztürk Başarır
PS-141
Zehra Yılmaz
PS-007, PS-077, PS-094, PS-118, PS-124, PS-139,
PS-147
Uğur Keskin
PS-096, PS-132, PS-166
Uğur Öztürk
PS-168
Ulaş Fidan
PS-096, PS-132, PS-166
Ulviya Abdullayeva
PS-110
Ü
Ülkü Özmen
PS-014
Ümran Oskay
PS-175
V
Ş
Şakir Aydoğdu
PS-065
Zekariya Balık
PS-054
Şazimet Arıcan
PS-038
Zeliha Fırat Cüylan
PS-013, PS-023
Şebnem Özyer
PS-055
Zeynep Akben Akcebe
PS-080
Şefika Karabulut
SS-004, PS-167
Zeynep Aslı Oskovi
PS-095
Şehri Özdemir
PS-136
Zeynep Ataman
PS-002
Şenay Çetinkaya
PS-071
Zeynep Burcu Şeker
PS-041
Şükran Ertekin Pınar
PS-051
PS-170
Şükran Erten
PS-049
Zeynep Hafiza Öztürk
İnal
Şükriye Sisli
PS-099
Zeynep Us
PS-045
T
Tayfun Güngör
PS-013, PS-020, PS-023
Tayfur Çift
PS-011, PS-112, PS-129
58
BAKAN
LIĞ
I
S
Z.T
IN
. BU
RAK KAD
ŞT
IRM
Sİ
A HASTANE
IK
ĞL
SA
AĞ
A
LIĞ
AR
I EĞİTİM VE
Jinekoloji - Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi
The Journal Of Gynecology - Obstetrics and Neonatology
Eğitim Yayın Birimi: Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi / Talatpaşa Bulvarı, Hamamönü - ANKARA
Tel: 0 (312) 310 31 00 & Faks: 0 (312) 312 49 31

Benzer belgeler