ANKARA ÇİĞDEMİ

Transkript

ANKARA ÇİĞDEMİ
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Bu Sayı 32
Sayfayız
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ Sayı: 9, Temmuz 2010
Hannover
Bir Tutam Muş
Bitlis’te Beş MiĐnare
Nallıhan’da Renkleri Solumak
Başkentte Dört Mevsim; 3- Yaz
Ankara Keçisi Güney Afrika’ya Nasıl Götürüldü?
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Đçindekiler ______________________________________________
_______________________
3- ÖNSÖZ “Timur Özkan”
4- KISA/KISA; Ankara’dan ve Grubumuzdan Haberler
10- ÜYELERĐMĐZ “Mehmet Fatih Koca”
12- OBJEKTĐF “Rüştü Hatipoğlu”
14- TADI DAMAĞIMDA “Erdem Engin”
15- GEZ/DĐNLE ”Bekıs Ceyla Çetinsoy”
16- DÜNYADAN; CeBIT Gezginleri Đçin Hannover Tavsiyeleri “Levent Boz”
19- GEZ /OKU - GEZ/YAZ “Timur Özkan”
20- TÜRKĐYE’DEN; Bir Tutam Muş “Sümer Özvatan”
23- TÜRKĐYE’DEN; Bitlis’te Beş Minarenin Đzinde “Filiz Serhadlioğlu”
25- GEZGĐNCE “Timur Özkan”
26- ANKARA’DAN; Nallıhan’da Renkleri Solumak “Erdem Engin”
27- BAŞKENTTE DÖRT MEVSĐM; 3- YAZ
30- ANKARA DERGĐLERĐ
31- ANKARA/ANKARA; ÇIKRIKLAR DURUNCA “Turhan Demirbaş”
32- DĐZELERDEN… “Ali Cengizkan”
Ön Kapak: Uçaktan Ankara’nın Tarihi Kent Merkezi (Fotoğraf: T. Özkan)
Arka Kapak: Hacıbayram Camii ve Augustus Tapınağı (Fotoğraf: T. Özkan)
.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir.
Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve
sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir.
Editör: Timur Özkan
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler
[email protected]
ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkındaki her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi, bültenimizde yayımlanmasını istediğiniz etkinlik
haberlerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected] adresine bekliyoruz.
◙
ANKARA ÇĐĞDEMĐ 'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi" klasörünü veya
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20E-Dergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz
sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza
indirmek için aynı şekilde sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz.
◙
Bültenlerimiz dergi formatında tasarlandığından booklet olarak print alırsanız, 24 sayfalık bir dergi olarak okuyabilirsiniz.
◙
Ankara Çiğdemi’nin tüm sayılarını, medya destekçimiz www.fotogezgin.com sitesinden de takip edebilirsiniz…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Önsöz
Ankaralı Gezginler Beş Yaşında...
Timur ÖZKAN [email protected]
Kıtadan” adlı kitaplarını da eklersek grubumuz
üyelerine ait olup bu dönemde yayınlanan kitap
sayısının “10”u bulduğunu görüyoruz.
Bu dönemde burada sayamayacağım kadar çok
sayıda üyemizin gazete ve dergilerde çıkan
birbirinden güzel gezi yazılarını da okuduk. Bunun
yanısıra tamamen grup üyelerimizin yazılarından
oluşan dergiler de yaptık ve yapmaya devam
ediyoruz. Üyelerimizden Dr. Meral Dinçer’in
yayınladığı Seyir Defteri dergisinin Ankaralı
Gezginler Özel Sayısı tamamen grup üyelerimiz
tarafından hazırlanırken Milli Eğitim Bakanlığı
Ankara Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yayımlamakta
olduğu Ankara dergisinin Ankara Özel Sayısı da
büyük ölçüde üyelerimizin yazılarıyla oluştu.
6 Haziran 2005 günü bir grup Ankaralı gezgin
tarafından kurulan grubumuz zaman içinde
büyüyerek beşinci yıldönümünü geride bıraktığımız
kutladığımız bugünlerde; üye sayısı 500’e yaklaşan
bir büyüklüğe ulaşırken daha önemlisi örnek alınan
ve takdir edilen bir topluluk oldu. Bu vesileyle şöyle
bir geriye baktığımızda, beş yıl boyunca hep
beraber
övünebileceğimiz pek
çok
etkinlik
gerçekleştirdiğimizi görüyoruz. Bir dernek, vakıf vb
bir
yapılanmaya
gerek
duymadan
gerçekleştirdiğimiz bu etkinlikler hem grubumuzun
daha çok tanınmasını ve yeni isimlerin aramıza
katılmasını sağladı. Hem de grup üyelerinin daha
çok kaynaşmasını ve aramızdaki iletişimin giderek
artmasını sağladı.
Grubumuz etkinlikleri içinde daha bir ön plana çıkan
kitap çalışmalarımız çeşitlenerek devam ediyor. Her
an yeni bir üyemizin kitap haberiyle mutlu oluyoruz.
Bu beş yılda; çoğunluğunu grup üyelerimizin
oluşturduğu birçok gezin-yazarın ortak eseri “6” gezi
kitabıyla birlikte grup üyelerimizin kendilerine ait “10”
kitabın doğumuna tanık olduk. “Ankaralı Gezginler”
serisinden yayınladığımız “Dünyadan, Türkiye’den
ve Ankara’dan Gezi Yazılar” adlı kitaplarımızı
“Gezgin Gözüyle” serisinden yayınladığımız “Rusya
ve Kafkasya”, “Mısır ve Ortadoğu” ile “Çin ve Uzak
Asya” adlı kitaplarımız izledi.
Bu dönemde üyelerimizden Zafer Bozkaya,
“Hindistan Gezi Rehberi”nin dördüncü baskısını
yaparken “Đran Gezi Rehberi”nin ikinci baskısına
hazırlanıyor. Eser Saka’nın konularında birer ilk
olan; “Uygur Mutfak Kültürü ve Yemekleri” ile
“Düşten Gerçeğe Yolculuk Doğu Türkistan” adlı
kitapları raflardaki yerini aldıktan sonra bu defa
Rüştü Hatipoğlu, Everest Ana Kamp yürüyüşüne ait
notlarını “Defterimle Sohbetler” adıyla yayınladı. Bu
dönemde bir diğer üyemiz Murat Özsoy da çok
özgün bir kitapla karşımıza çıktı. Özsoy’un son
kitabı “Yazarların Ankara’sı” el yazılarıyla 50’den
fazla yazarın Ankara hakkındaki anı ve gözlemlerini
bir araya getiriyordu. Bunlara Timur Özkan’ın”
Gezmek Yaşamaktır, “Gezgince” “4 Kıtadan” ve “5
Sergilere gelince; Çankaya Belediyesi Çağdaş
Sanatlar Merkezi’nde düzenlediğimiz Gezgin
Gözüyle Fotoğraf Sergileri geleneksel hale dönüştü.
Her yıl bir kez düzenlediğimiz ve çok sayıda
üyemizin katıldığı bu sergilerin yanı sıra Timur
Tuğanoğlu ve Eser Saka gibi üyelerimizin kişisel
fotoğraf sergilerini de zevkle gezdik. Bunların
haricinde neredeyse gün geçmiyor ki yeni bir fotosunum haberi almayalım. Her hafta demek belki
biraz abartılı olabilir ama hemen her ay bir, bazen iki
üyemizin foto-sunumunu izliyoruz. Kendi aramızdaki
tanışma toplantıları da benzer foto-sunumlara sahne
olurken bu toplantılarımız değişik ülke mutfaklarına
yönelik olarak çeşitlenerek devam ediyor.
Her zaman söylediğimiz gibi biz bir iletişim grubuyuz
ama bu kadar gezginin bir arada olduğu bir grup
sadece iletişim boyutuyla yetinmiyor ve zaman
zaman tematik Ankara gezileri de gündeme geliyor.
Bu geziler sayesinde bugün en azından
grubumuzda Ankara’da bir Yahudi Mahallesi
olduğunu bilmeyen kalmadı. Veya artık herkes
Roma Hamamı’nın antik bir sit alanı olduğunu biliyor
ve sanıyorum ikinci yılımızdaydı, bir üyemizin
sorduğu gibi “Neden Roma Hamamı’nda yıkanmaya
gitmiyoruz”
şeklinde
–bugün
gülümseyerek
hatırladığımız- sorular ortaya atılmıyor. Ankara
Çiğdemi konulu fotoğraf yarışmasının katılımın çok
az olması nedeniyle gerçekleştiremedik ama artık
grubumuzda herkes Ankara’nın adını uluslararası
botanik diline taşıyan endemik bir çiçeğimiz
olduğunu biliyor. (Ankara Çiğdemi bu açıdan tek
değil, ilerde Ankara Karanfilini ve diğerlerini de hep
beraber tanıyacağız.)
Bir diğer ortak etkinliğimiz olan ANKARA ÇĐĞDEMĐ
adlı e-bültenimiz her üç ayda bir ilginç gezi ve
Ankara yazılarıyla sizlere ulaşmaya devam ediyor.
Son olarak, beşi bitirip altı yaşımıza girdiğimiz
bugünlerde eski yeni tüm üyelerimizi sevgiyle
kucaklıyor, dünyanın farklı coğrafyalarında hep
birlikte sürdürdüğümüz bu ortak yolculuğumuzun hiç
bitmemesini diliyorum.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Kısa/Kısa _____________________________________________
Ankaralı gezginlerden bir günde üç etkinlik birden;
Yeni kitaplarımızı tanıttık, sergi açtık, yaş günümüzü kutladık…
Çoğunluğu grubumuz üyesi
birçok gezgin yazarın ortak
eseri “Gezgin Gözüyle Mısır ve
Ortadoğu” ile “Gezgin Gözüyle
Çin ve Uzak Asya” adlı
kitaplarımız ile Timur Özkan’ın
4 Kıtadan ve 5 Kıtadan adlı iki
yeni gezi kitabının tanıtım
kokteyli 1 Mayıs 2010 tarihinde
Ankara Kulübü’nün merkezi,
tarihi Abidinpaşa Köşkü’nde
gerçekleştirildi.
Çok sayıda, yazar, konuk ve
üyemizin katıldığı toplantı
esnasında grubumuzun 5.
yaşgününü de kutladık.
Yaşgünü pastamızı konuklar
arasında bulunan ANKAMER
Müdürü Prof. Dr. Aliye Öztan ile
bu toplantı için Đzmir’den gelen
genç yazarlarımızdan ve kardeş
grubumuz Đzmirli Gezginler
üyesi Eylül Başak Tuncel
birlikte kestiler.
Bu vesileyle Abidinpaşa
Köşkü’ne gelenler hem restore
edilerek kültür merkezi olarak
kullanılan geleneksel bir Ankara
evini gezme hem de çok özel iki
sergiyi izleme fırsatı buldular.
“Gezginin Çantasından” adını
verdiğimiz ilk sergi grubumuz
üyelerinin dünyanın farklı
coğrafyalarından topladığı
birbirinden ilginç anı
objelerinden oluştu.
Koordinatörlüğünü Necati
Ekmekçioğlu’nun yaptığı
sergiye Belkıs Ceyla Çetinsoy,
Emel Aşkın, Eser Saka, Fatma
Akcengiz, Güneş Demirbaş,
Murat Özsoy, Necati
Ekmekçioğlu, Nihani Bayındır,
Turhan Demirbaş ve Z. Eser
Deniz Oğuz katıldılar.
Sergilenen objeler arasında yer
alan Gülsüm Özkan’a ait dünya
bebekleri koleksiyonu aynı
salonda düzenlenen ve
grubumuz üyelerinden Sema
Şentürk’ün organize ettiği
“Türkiye’nin Bebeği Elif”
sergisiyle anlamlı bir bütünlük
oluşturdu. Böylece Milli Eğitim
Bakanlığı’nın bir projesi
kapsamında Olgunlaşma
Enstitüleri tarafından geliştirilen
Türk model bebekleri dünya
bebekleriyle buluşmuş oldu.
Etkinliğimiz, aralarında Hürriyet
Ankara’nın da bulunduğu birçok
gazetede haber olurken Ankara
ThreeS dergisinin Haziran
sayısında da geniş bir şekilde
yer aldı.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Eskişehirli Gezginlere Konuk Olduk…
Eskişehirli gezgin dostlarımızın davetiyle günübirlik bir
Eskişehir gezisi gerçekleştirdik. 16 Mayıs 2010
tarihinde gerçekleştirdiğimiz ve 22 üyemizin katıldığı
gezi kapsamında; hem kentin tarihi ve turistik yerlerini
gezdik hem de Türkiye’nin ilk ve tek gezgin kafelerinde
ağırlandık…
Bu geziye katılan grubumuz üyelerinden, gezgin
dostumuz Anastasios Zimbrikakis’ın Eskişehir
izlenimleri şöyle;
Ankaralı
gezginler
grubu
ile
ilk
kez
tarihi Ankara gezisinde tanışmıştım. Đkinci gezinin
Eskişehir'e yapılacağını duyduğumda, birinci gezi gibi
güzel olacağı önsezisini hissettim. Gerçekten de
Eskişehir'e yapılan ikinci gezideki izlenimlerim, ilk kez
Eskişehir'e giden biri olarak, mükemmel oldu.
Ankara'dan 16 Mayıs Pazar günü sabah saat 9 hızlı
treni ile gardan hareket ettik. Birbuçuk saatlik
yolculuktan sonra Eskişehir'e vardık. Bizi Eskişehir
gezginler grubundan Candaş ve Murat, Porsuk çayı
yaya yolunda yürüdükten sonra alıp gezi bitene kadar
bize rehberlik edip, saatler boyunca sürecek gezimize
refakat ettiler.
Kahvaltı etmeye Varuna Gezgin Kafe’ye gittik, sunulan
zengin kahvaltı sonunda Eskişehir'i keşfe çıktık.
Merkeze kadar yürüdükten sonra, tarihi eski evlerin,
onarılmış Kervansarayın, Osmanlı dönemi camisinin
bulunduğu, Osmanlı döneminin Eskişehir yerleşimi
olan Odunpazar'ına gittik. Mimari doku o kadar iyi bir
şekilde yaşatılmıştı ki, başka bir devirde yaşıyormuşuz
izlenimi vardı. Lületaşı Müzesini ve atölyesini gezdik.
Lületaşı Eskişehir'in ürünü olmasına rağmen, artık
ustalar ve duyulan ilgi azalmış. Ardından Cam
Müzesini ziyaret ettik.
Odunpazarı evleri ve Kurşunlu Camii ve Külliyesi
bir bütün olarak, Osmanlıdan günümüze kalan
tarihi mirası teşkil ediyor. Bazı evler yeni restore
ediliyor, bazıları ise restore edilmesini bekliyor.
Şimdiye kadar yapılan çalışma çok takdir edici.
Odunpazarı'ndan inip, çağdaş şehir anlayışına
kavuşmak için, şehirden geçen tramvaya bindik.
Đndiğimiz yer Kentpark'tı. Park olarak kurulmuş,
plaj tesisi de yapılan ve Eskişehir'de deniz
varmış imajını yaratmak isteyen bir proje.
Taksilere binerek, şimdi alışveriş dükkanları ve
restoranları olan eski hanı ziyaret ettik.
Yürüyerek merkeze vardık ve bir restoranın
terasında Eskişehir'in meşhur çiğ böreğini yedik.
Soğuk bira eşliğinde harikaydı. Porsuk çayı
etrafında gezinirken, çay turu yapan gondollara
veya gemiye binmek istememiz, rock festivali
çerçevesinde Porsuk çayı üzerinde kurulmuş
olan platformda çalan müzik gruplarından dolayı
suya düştü. Barlar sokağını gezip bara biraz
takıldıktan sonra tekrar gezmeye koyulduk. Bir
kısmımız Porsuk çayı etrafında güneşin battığı
anı fotoğraflarıyla yakalamaya çalıştı ve müzik
konserini dinledi.
Saatin ne kadar çabuk geçtiğini bile fark
etmeden ayrılma zamanı geldiğinde, son hızlı
trene yetişmek için gara hareket ettik. Saat 22de
hareket eden tren, bizi dolu dolu bir gün
yaşadığımız Eskişehir'den hızlı bir şekilde
uzaklaştırıyordu. O kadar yorgunduk ki tren hızlı
olmasına rağmen bize yavaş geldi. Ankara'ya
saat 23.30’da vardığımızda, güzel bir gezinin
anıları ve bol fotoğraf çekimleri ardından,
önümüzdeki
gezinin ne zaman olacağı
düşünceleriyle birbirimizden ayrıldık.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
5 Mayıs’ta Gezginler
Kulübü’ndeydik…
Gezginler Kulübü Derneği’nin
her ayın ilk Çarşamba günü
Armada Otel’de gerçekleştirdiği
aylık toplantılarda Đstanbullu
gezginler bir araya geliyor.
Gezi ve sanat dünyasından
konukların da katıldığı bu
toplantılarda ayrıca gezi içerikli
foto-sunumlar, mini konserler
ve dans gösterileri de
düzenleniyor. Yazarlarımızdan
Şeref Pınarcı; Hamza Kapot ve
Emre Özdemir’in da katıldığı
Gezginler Kulübü’nün Mayıs ayı
toplantısında yeni kitaplarımızın
tanıtımı da yapıldı.
Ankaralı Gezginler Fotoğraf
Sergisi Ankara Kalesi’nde
tekrarlandı
ANKAMER’in
Ayaş Çalıştayı
Her ayın ikinci cumartesi saat
2’de toplu açılış yapmayı bir
gelenek haline getiren Ankara
Kalesi Galerileri grubuyla
düzenlediğimiz bir ortak etkinlik
çerçevesinde; fotoğraflarımızı
Atpazarı sokağın tarihi
atmosferinde bir kez daha
sergiledik. Kısa süren bir yaz
yağmuruna da yakalandığımız
sokak sergimiz çok sayıda
üyemizle birlikte turistler ve
kaleyi gezmekte olan
Ankaralılar tarafında ilgiyle
izlendi.
Ankara Üniversitesi Ankara
Çalışmaları ve Araştırmaları
Uygulama Merkezi ile Ayaş
Belediyesi tarafından
düzenlenen “Ayaş’ın Yarını Đçin
Dünü ve Bugünü Çalıştayı” 12
Haziran 2010 Cumartesi günü
Ayaş’ta gerçekleştirildi.
Çalıştayda aralarında
grubumuz üyelerinden Dr.
Metin Özaslan’ın da bulunduğu
çok sayıda bilim adamı
görüşlerini açıkladıktan sonra
konuklar için Ayaş gezisi
düzenledi.
Seçkin Gezginin “Defteriyle
Sohbetler”i yayınlandı…
Grubumuz üyelerinden A.
Rüştü Hatipoğlu’nun geçen yıl
gerçekleştirdiği Everest Ana
Kamp Yürüyüşü esnasında
yaşadıklarını yazdığı ve
“Everest Ana Kamp Defterimle
Sohbetler” adını verdiği kitabı
Alter Yayıncılık’tan çıktı.
Seçkin gezgin dostumuzu
kutluyor ve 65’ine varmadan
hayalini kurduğu zirveyi de
yapmasını diliyoruz.
4. Ankara Kalesi Festivali
Altındağ Belediyesi ve Ankara
Kalesi Derneği tarafından 4-6
Haziran tarihleri arasında
düzenlenen 4. Ankara Kalesi
Festivali kapsamında çeşitli
etkinlikler gerçekleştirildi..
1. Ödül, Taner Kıral (Bolu)
Çiğdemim Derneği Fotoğraf
Yarışması sonuçlandı
Talat Halman’a nezaket
ziyareti
Çiğdemim Derneği’nin
düzenlediği “Doğada Çiğdem
Çiçeği” konulu fotoğraf
yarışması sonuçlandı. Sekiz
fotoğrafçının katıldığı ve ilk üç
dereceyi Taner Kral, Zeynep
Kavalcı ve Ali Gökçe’nin
paylaştığı yarışmada;
grubumuz üyelerinden Rüştü
Hatipoğlu Eğerli Kuzgunköy’de
çektiği çiğdem fotoğrafıyla
dördüncü oldu.
Cumhuriyet Ankara eki
yazarlarından ve Bilkent
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Talat Halman’ı
ziyaret ettik. ANKARA
ÇĐĞDEMĐ’nin editörlerinden
Belkıs Ceyla Çetinsoy ile 11
Haziran Cuma günü
gerçekleştirdiğimiz ziyaret
esnasında; Ankara Çiğdemini
sık sık köşesinde gündeme
getiren değerli hocamıza
teşekkür ettik.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
“Parkta; Oyuncağım, Oyun
Çağım”
TMMOB Mimarlar Odası
Ankara Şubesi tarafından
yürütülen “Parkta; Oyuncağım,
Oyun Çağım” adlı proje
kapsamında 60 Ankaralı çocuk
tarafından tasarlanan çocuk
parkı oyuncakları Ankara’da
sergilendi.
Cankurtaran’da doğa
yürüyüşü…
28 Mart 2010 tarihinde
düzenlediğimiz ve 15 kadar
üyemizin katıldığı doğa
yürüyüşü esnasında hem güzel
bir gün geçirdik hem de
sezonun son Ankara Çiğdemi’
fotoğraflarını çekme olanağı
bulduk.
Bir sonraki hafta sonu için
Kızılcahamam Sey Hamamı
bölgesine planladığımız geziyi
ise yeteri kadar katılım olmadığı
için gerçekleştirmedik…
Ankara’nın yeni logosu
tartışılıyor…
Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin tartışmalı
ambleminden mahkeme
kararıyla vazgeçmesinin
ardından belediye
encümeninde kabul edilen yeni
logo beraberinde yeni
tartışmalar ve eleştiriler getirdi.
Grafiker Ramazan Türkmen
tarafından hazırlanan ve
Ankara kedisinden uyarlanan
logonun ünlü Cats müzikalinin
logosuyla benzerliği eleştirilerin
başında geliyor.
Olcay Özgen’in fotoğrafı
Cumhuriyet’in Ankara ekinde
Son gelişmelerle artık
60 ülkeye vizesiz
girebiliyoruz…
Suriye, Pakistan, Arnavutluk,
Libya, Ürdün, Lübnan ve son
olarak Rusya’nın da
eklenmesiyle Türkiye’ye vize
uygulamayan ülkelerin sayısı
60’a yükselecek.
Bu ülkeler şunlar; “AntiguaBarbuda, Arjantin, Arnavutluk,
Bahamalar, Barbados, Belize,
Bolivya, Bosna-Hersek,
Brezilya, Ekvador, El Salvador,
Fas, Fiji, Filipinler, Guatemala,
Güney Afrika Cumhuriyeti,
Gürcistan, Haiti, Hırvatistan,
Honduras, Hong Kong, Đran,
Jamaika, Japonya, Karadağ,
Kazakistan, Kenya, Kırgızistan,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
Kolombiya, Kore Cumhuriyeti
(Güney Kore), Kosova, Kosta
Rika, Libya, Lübnan, Makau,
Makedonya, Maldivler,
Malezya, Mauritus, Nikaragua,
Pakistan, Palau Cumhuriyeti,
Paraguay, Rusya, St. VincentGrenadines, Singapur,
Solomon Adaları, Sri Lanka,
Suriye, Svaziland, Şili,
Tanzanya, Tayland, TrinidadTobago, Tunus, Tuvalu,
Uruguay, Ürdün, Venezuela.”
Kaynak: www.gezginler.org.tr
Cumhuriyet gazetesinin 2
Temmuz 2010 tarihli haftalık
Ankara ekindeki “AFSAD’dan
Kareler” köşesinde grubumuz
üyelerinden Olcay Özgen’in
….’dan bir fotoğrafı yayımlandı.
Aynı köşede daha önce de
üyelerimizden Arzu Özgen,
Zeynep Şişman ve Özcan
Şişman’ın da fotoğrafları yer
almıştı.
2011 Evliya Çelebi Yılı
UNESCO, Evliya Çelebi'nin
doğumunun 400. yılına denk
gelen 2011’i, "Evliya Çelebi Yılı"
olarak kabul etti. Gezginlerin ve
gezi yazarlarının piri, tüm
dünyada UNESCO tarafından
düzenlenecek çeşitli
etkinliklerle tanıtılacak. Öte
yandan Avrupa Konseyi de
Evliya Çelebi’yi “21. Yüzyılda
Đnsanlığa Yön Veren En Önemli
20 Kişi”den biri ilan etti.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
“Çocuk Gözüyle Ankara”
Resim Yarışması
Sonuçlandı…
Hamamönü ve Ankara
Kalesi’ni gezdik…
18 Nisan Pazar günü yapılan
ve 24 üyemizin ve yakının
katıldığı gezimiz
Hamamönü’nde başladı. Önce
burada restore edilen Mehmet
Akif, Fırın, Sarıkadın sokaklar
gezildi. Daha sonra Yahudi
Mahallesi, Şengül Hamamı,
Anafartalar Caddesi, Çıkırıkçılar
Yokuşu yoluyla geldiğimiz
Çengel Han’da bir dinlenme
molası verdik.
Gezimiz Ankara Kalesi ve
buradaki Alaeddin ve Musafir
Fakıh camileriyle devam etti. Bu
defa kalenin burçlarından
başka tarihi Saat Kulesi’nde de
çıktık. Yemek molasından
sonra giderek galeriler
sokağına dönüşmekte olan
tarihi Atapazarı Sokaktaki
galerileri, bir Ankara Kalesi
gönüllüsü ve Galeri Z’nin sahibi
Fatma Tuna’nın rehberliğinde
dolaştıktan sonra son olarak
Ahi Şerafettin Camii’ni gezerek
turumuzu tamamladık.
anıtların yapıldıkları tarihlerdeki
fotoğraflarıyla birlikte
belgeleyen Büyük Kolej
öğrencileri, çalışmalarının ikinci
aşaması olarak Cumhuriyet
Dönemi anıtlarını 15 Mayıs
2010 tarihinde Çankaya
Belediyesi Çağdaş Sanatlar
Merkezi’nde sergilediler.
Eser Saka’nın Doğu Türkistan
foto-sunumu…
Grubumuz üyelerinden Eser
Saka, 24 Nisan günü, Türkistan
Kültür ve Dayanışma
Derneği'nde "Doğu TürkistanSincan Uygur Özerk Bölge"
seyahatine dair anılarını ve
gözlemlerini içeren bir konuşma
yaptı ve fotoğraflarını sundu.
Turizm Haftası’nda 27 Aralık
Lions Đlkokulu’ndaydık…
Büyük Kolej’den “Cumhuriyet
Anıtları” Sergisi
Koordinatörlüğünü grubumuz
üyelerinden Alper Güngör’ün
yaptığı bir öğrenci projesi
çerçevesinde Ankara’nın
anıtlarını fotoğraflayan ve bu
Özel Nesibe Aydın Anaokulu ve
Görsel Sanat Eğitimi Derneği
işbirliğiyle düzenlenen ve
Ankara’daki anaokullarında
okuyan öğrencilerin katıldığı
“Benim Şehrim- Çocuk Gözüyle
Ankara” konulu resim yarışması
sonuçlandı. Yarışmaya
gönderilen 350 resim arasında;
birinciliği Mamak Ali Kuşçu
Đlköğretim Okulu’ndan Gazi
Ataol Coşkun’un, ikinciliği
Sincan ĐMKB Đlköğretim Okulu
anasınıfından Buse Yağmur’un,
üçüncülüğü Sincan Hayriye
Andican Anaokulu’ndan Gülsu
Ürkmez’in kazandığı yarışmada
15 öğrencinin resmi de
mansiyonla ödüllendirildi.
Turizm haftası etkinlikleri
çerçevesinde 16 Nisan günü
katıldığımız toplantıda Dikmen
Lions 27 Aralık Đlkokulu’nun 100
civarında öğrencisiyle buluştuk.
Çin, Tayland ve Güney Afrika
fotoğraflarını sunan Timur
Özkan daha sonra geleceğin
gezginlerinin sorularını
yanıtladı…
Ödüller, 17 Nisan Cumartesi
günü Gölbaşı’ndaki okul
yerleşkesinde düzenlenen ve
çok sayıda öğrenci velisiyle
birlikte, okulun kurucusu Nesibe
Aydın ile grubumuz üyelerinden
ve Anaokulu Müdürü Selma
Yıldırım’ın da katıldığı törende
dağıtıldı. Aynı gün açılan ve
yarışmaya katılan tüm
resimlerin yer aldığı sergideki
resimlerin altyazıları arasında;
miniklerin çevre duyarlılığı ve
yeşil özlemi dikkat çekti...
Ankara’nın Kardeş Kentleri
Yazı dizisi devam ediyor…
Ankara ThreeS dergisinde,
Aralık 2009 tarihinden itibaren
devam eden ve Timur Özkan
tarafından hazırlanan
“Ankara’nın Kardeş Kentleri”
yazı dizisinin Temmuz 2010
tarihli 8. sayısının konusu
Bişkek üyelerimizden Ali Adnan
Akgündüz’ün fotoğraflarıyla
yayınlandı.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
Savaş Sönmez’in de bulunduğu
çok sayıda değerli Ankara
araştırmacısı da ilginç yazılarla
yer aldılar.
“Ankara” dergisinin “Ankara”
Özel sayısı çıktı…
Ankara Đl Milli Eğitim
Müdürlüğü’nün yayınladığı ve
tamamen Ankara yazılarına
ayrılan “Ankara” dergisinin
Mayıs-Haziran 2010 tarihli 67.
sayısında çok sayıda üyemiz
yazı ve fotoğraflarıyla
Ankara’mızın çeşitli yönlerini
anlattılar.
Üyelerimizden Haluk Sargın (2),
Meral Dinçer, Turhan Demirbaş
(2), Hakan Kildokum, Ömer
Türkoğlu, Murat Özsoy, Timur
Özkan, Necati Ekmekçioğlu,
Levent Boz, Mehmet Fatih
Koca, Necati Kazancı, Ruhan
Betül Özkan, Belkıs Ceyla
Çetinsoy, Metin Özaslan,
Füsun Uzunoğlu, Eser Saka,
Yalçın Ergir, Selma Yıldırım ve
Bilge Dilmen’in yazılarıyla,
Hande Akçakoca, Esra Akçasu,
Nihani Bayındır, Zeynep
Şişman, Özcan Şişman, Ayşe
Belgin Samurkaşoğlu, Rüştü
Hatipoğlu ve Timur
Tuğanoğlu’nun fotoğraflarıyla
katıldığı “Ankara” dergisinin
“Ankara” özel sayısında ayrıca
aralarında H. Đbrahim Uçak,
Haldun Cezayirlioğlu, Serkan
Akgündüz, Önder Şenyapılı ve
Böylece tarihinden sanat ve
kültürüne, gezilecek görülecek
yerlerinden mutfağına kadar
kapsamlı bir dergi ortaya çıktı
ve Ankara’dan Gezi Yazıları
adıyla yayımladığımız üçüncü
kitabımızdan sonra grubumuz
üyelerinin geniş katılımıyla
hazırlanan Ankara dergisi de
hepimizin kütüphanesinde
bulunması gereken bir yayın
oldu.
Ankara dergisi, Beşevler’deki Đl
Milli Eğitim Müdürlüğü’nün
Basın Yayın Bölümü’nden
ücretsiz olarak alınabilir.
Moderasyon’da Görev
Değişimi
Bilindiği gibi grubumuzda her
yönetici en çok iki yıl görev
yaparken bir öncekilerle
kademeli olarak değişmekte,
böylece her yeni dönemde bir
önceki dönemden devam eden
yöneticiler deneyimlerini yeni
arkadaşlarla paylaşmaktadırlar.
Hep eleştirdiğimiz parti veya
sendika başkanları gibi sürekli
yönetimde kalmak yerine en
başarılı olunduğu anda bile
görevi yeni arkadaşlara
devretmek grubumuzun yazılı
olmayan bir kuralı olarak
işlemektedir.
Olcay Özgen’in sırt
çantasındaki coğrafyalar…
Grubumuz üyelerinden Olcay
Özgen 28 Mayıs Cuma günü
AFSAD’da Brezilya, Mısır,
Laos, Kamboçya, Vietnam,
Tayland, Arnavutluk ve
Makedonya’dan derlediği
fotoğraflarını gezi ve fotoğraf
dostlarıyla paylaştı. Özgen’in
“Sırtçantamdan Coğrafyalar”
adını verdiği foto-sunum
kalabalık bir grup tarafından
ilgiyle izlendi.
Đşte bu özgün yönetim
modelinin gereği olarak iki yıllık
görev süresini dolduran
yöneticimiz Hasan Berk Baysal
bayrağı bir başka deneyimli
gezgin üyemiz Eser Saka’ya
devrederken diğer
yöneticilerimiz Necati
Ekmekçioğlu ve Acar Şensoy
görevlerine devam ediyorlar.
Hasan Berk Baysal’a bu güne
kadarki katkılarından dolayı bir
kez daha teşekkür ederken
Eser Saka’ya hoş geldin diyor
ve başarılar diliyoruz.
Đnternette Ankaralı Gezginler;
http://sozluk.sourtimes.org
1
2
Ankara’da su kesintisi yaşanmasın diye Đ.Melih Gökcek'in aklına uyup tatile çıkan, akabinde hazır
kurtulmuşuz ne diye geri dönelim diye düşünüp gezgin olan tayfa. (arzach, 30.01.2008 09:57)
Pelikan yayınlarından çıkan bir gezi kitabı, tam adı "Ankaralı Gezginler - Gezi Yazıları Seçkisi"
şeklindedir. Đçinde birçok gezginin yazıları yer alıyor. Yazarlar arasında Can Dündar, Tayfun
Taliboğlu, Ufuk Özdemir, Mustafa Balbay, Zafer Bozkaya gibi isimler de var. (leleg cobani,
30.01.2008 10:15)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
Üyelerimiz
Mehmet Fatih KOCA [email protected]
Ben de
Zaten
Norveçli
Değilim…
LATĐN AMERĐKA’DA 100 GÜN…
Önce Mehmet Fatih Koca'yı tanıyalım… Ne is
yapar, neden gezer, gezmekten ne anlar?
Latin Amerika gezisi gibi uzun bir yolculuk nasıl
planlandı, ne amaçlandı?
Bilgisayar mühendisiyim. Bilkent Üniversitesi’nden
mezuniyetimin ardından iki sene Türkiye’de, 2.5
seneye yakın da Hollanda’da yazılım mühendisi
olarak
çalıştım.
Güney
Amerika
gezimi
tamamladıktan sonra bir ay Türkiye’de kalıp
Ağustos ayında ABD Maryland Üniversitesi’nde Đş
Yönetimi Yüksek Lisansı (MBA) eğitimime
başlayacağım.
Aslında fazla planlanamadı. Gezi öncesinde iş ve
özel hayatımdaki yoğunluk nedeniyle sadece kaba
hatlarıyla bir rota çizebildim. Rotayı çizerken de
daha önce bölgede bulunmuş gezginlerin,
çoğunlukla Ankaralı Gezginlerin, tecrübelerine
başvurdum.
Gezginlik bence kronik bir hastalık. Đnsanoğlunun
yakalanabileceği en güzel hastalık. Tedavisi yok.
Gezmeden hafiflemiyor. Gezdikçe hastalık daha da
ilerliyor. Böylesine kısır bir döngü. Gezginlik
hastalığını taşıyıp da bir kere yollara düşen bir
insanın ömür boyu bir daha yola çıkmayı
düşünmemesi imkansız.
Ben de bu hastalığa yakalandığımı ilk Đstanbul’da
fark ettim. Altı hafta Đstanbul’u köşe bucak gezdim.
Ardından da uzun yolculuklara başladım. Đlk gezim
trenle Doğu Anadolu idi. O günden beri de kendimi
yola çıkmaktan alıkoyamadım. Arabayla Güney
Anadolu, Avrupa ve şimdi de Güney Amerika.
Gezmekten anladığım hayatı bir sırt çantasının içine
sığdırıp yola çıkmak. Benim için asıl önemli olan bu.
Gördüğüm yeni yerler, tanıştığım ilginç insanlar,
tattığım değişik yemekler, beynime enjekte ettiğim
farklı kültürler de cabası.
Asıl hedefim Güney Amerika yerli kültürünün
ağırlıkta olduğu Bolivya, Peru ve Ekvator’du. Bu
ülkelerdeki yerli kültürleri gözlemleyip yerel
insanlarla iletişim kurmayı düşündüm. Đspanyolca
öğrenmek de gezimin amaçlarından biriydi. Fakat
kursa gitmeyi sürekli erteleyip de kendi kendime
öğrenmeye çalışınca bu hedefimde amaçladığım
noktaya ne yazık ki ulaşamadım.
Gezi izlenimlerine geçmeden rotanı ve takvimi
özetler misin, ne zaman yola çıktın, bugüne
kadar nereleri gezdin, sırada nereler var ve bu
geziyi ne zaman nerede bitirmeyi planlıyorsun?
28 Mart’ta Buenos Aires’e ulaştım. Kısa bir Uruguay
gezisinin ardından kuzeye çıktım. Iguazu Şelaleleri
ve Rio de Janerio. Ardından Paraguay’ın başkenti
Asuncion’a uğrayıp, kuzey Arjantin’deki Salta
üzerinden Şili’nin kuzeyindeki Atacama Çölü’ne
ulaştım. Bolivya’ya ulaşana kadar geçen bu kısım
bir ay sürdü. Ardından dört haftaya yakın Bolivya’da,
2.5 hafta da Peru’da kaldım. Bolivya’da Altiplano,
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
Uyuni Tuz Gölü, Potosi, Sucre, La Paz, Amazonlar
ve Titicaca Gölü’nü; Peru’da Cuzco, Machu Picchu,
Arequipa, Kolka Kanyonu ve Lima’yı gezdim.
Peru’dan, otobüsle Ekvator’a geçecektim. Nasıl
gideyim hangi şehirlerde durayım diye düşünürken
Arequpa’da tanıştığım Almanyalı Murat aklıma
Kolombiya’yı soktu. Murattan önce de tanıştığım
birçok gezgin Kolombiya hakkında oldukça güzel
yorumlarda bulunmuştu. Bu nedenle bir günde plan
değişikliği
yapıp
Ekvator’a
gitmek
yerine
Kolombiya’ya biletimi aldım. Kolombiya’daki ilk
durağım Cartegena’ya ulaştığımda yanlış bir karar
vermediğimi anladım. Çünkü Cartegena Buenos
Aires ile birlikte gezi boyunca gördüğüm en güzel ve
en eğlenceli şehirdi. Şu an Kolombiya’nın
kuzeyindeki Santa Marta şehrindeyim. Önümüzdeki
iki hafta boyunca Medellin, Bogota ve Kolombiya’nın
kahve tarlalarını gezmeyi planlıyorum. Gezimin son
10 gününü ise Ekvator’da geçireceğim. 5
Temmuz’da Quito’dan Ankara’ya döneceğim.
herhalde diye endişeyle düşünürken gülerek benden
bozulan bilgisayarlarını tamir etmemi istedi.
Mesleğim dolayısıyla birçok kez benzer isteklerle
karşılaştım fakat bir sınır kapısında böyle bir şeyin
başıma gelebileceğini düşünmemiştim.
Rio'daki adrenalin dolu günlerden sonra, gezinin
tansiyonu nasıl oldu? Latin Amerika’ya gitmek
isteyenler açısından ne gibi tavsiyelerin olabilir?
Başından geçen ilginç olaylardan bazılarını
ANKARA ÇĐĞDEMĐ okurlarıyla paylaşır mısın?
Başıma gelen en ilginç olay Tifo’ya yakalanmış
olduğumu öğrenmek oldu. Günlerce Bolivya’nın
yüksek
rakımından
rahatsız
olduğumu
düşünmüştüm. Meğerki, pis yemeklerinden tifo
olmuşum. Tifo’nun ismi kulağa korkutucu geliyor
fakat neyse ki yolculuğuma ufak bir engel olsa da
beni yoldan tamamen alıkoymadı.
Güney Amerika’ya biraz romantik duygularla
gelmiştim. Yerel kıyafetleriyle yüzlerce yıllık
kültürlerini devam ettiren yerlilerle sohbet edip
kültürlerini içime çekeceğimi hayal etmiştim.
Đnkaların torunlarının topraklarına bağlı, beyaz
adamın para hırsından uzak bir yaşayış sürdüklerini
düşünmüştüm. Fakat kendi fotoğraflarını ya da
lamalarının
fotoğraflarını
çekmek
istediğim
köylülerin benden para istemesine tanık olmak, 500
yıl önce inşa edilen Đnka terasları bomboş dururken
gittiğim her turistik yerde neredeyse sinek avlayan
onlarca hediyelik eşya satıcısı köylüye rastlamak da
benim için ilginç, ilginç olduğu kadar da hayal kırıcı
oldu.
Đlginç bir olay da Paraguay sınır kapısında başıma
geldi.
Brezilya’dan
Paraguay’a
geçerken
pasaportumu elinde tutan sınır görevlisi ve
arkadaşları beni içeri çağırdı. Ben bir sorun çıktı
Rio’daki yüksek tansiyona neyse ki bir daha tanık
olmadım. Rio istatistiklerde dünyanın en tehlikeli 10
şehri arasında çıkıyor. Bu unvanını fazlasıyla hak
ettiğini de görmüş oldum. Güney Amerika’da
seyahat dünyanın birçok diğer bölgesinde seyahat
etmekten daha tehlikeli değil. Elbette belli tehlikeleri
var. Sonuçta burası Norveç değil. Ama ben de zaten
Norveçli değilim. Güney Amerika’da gezmek, belli
istisnalar dışında, Đstanbul’da yaşamaktan çok da
tehlikeli değil.
Đstisnalar, büyük şehirler. Genelde küçük şehirlerde
fazla güvenlik sorunu yaşanmıyor ama nüfusu
milyonları bulan büyük şehirlerde dikkat edilmesi
gerekiyor. Bir kaç şehirde ise dikkat de yetmiyor, her
şeye hazırlıklı olup dışarıya çıkarken fazla değerli
eşya bulundurmamak lazım. Rio, Caracas, Bogota
bu şehirlerin önde gelenlerinden. Buralarda güvenlik
zafiyeti çok fazla, gaspçılar silahlı soygun yapmaya
cesaret
edebiliyorlar.
Diğer
yerlerde
ise
yankesicilere ve kapkaççılara dikkat edildiği sürece
herhangi bir sorun söz konusu değil. Tabii her şey
ne kadar yabancı göründüğünüze bağlı. Sarı saçlı
uzun boylu metrelerce öteden turist olduğu belli olan
bir “gringo”nun soyguna ya da kapkaça uğrama
olasılığı Latin Amerikalıya benzeyen birinden
oldukça fazla. Yani sokaklarda dolaşırken hal ve
hareketlerle ve kıyafetlerle ben turistim diye
bağırmamak lazım.
Bu kadar geniş bir birikimi yansıttığın ve
fotogezgin.com’da zevkle izlediğimiz yazılarını
kitap olarak da görebilecek miyiz?
Gezim bittikten sonra, daha önce kitap yayınlamış
değerli gezginlerin yorumlarını alıp bu konuda
çalışmalara başlayacağım. Umarım yazılarımı
benden sonra benzer gezilere çıkacak gezginlere
kaynak olacak bir kitap haline getirebilirim.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
Objektif
Rüştü HATĐPOĞLU arustu1206 @yahoo.co.uk
Kruger Ulusal Parkı, Güney Afrika Cumhuriyeti (2009)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
Ereğli Kuzgunköy (2010)
Kızılcahamam, Yumrutepe Çukurca Köyü (2008)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
Tadı Damağımda
Erdem Engin [email protected]
“Bir tat…”
“Bir Mekan…”
Midyeyi Bir De Böyle Deneyin…
Benimle Bir Kahve Đçer misiniz?
Henüz çeliğin yapılarda kullanılmaya başlanmadığı
dönemlerde, henüz büyük geniş kafeler inşa
edilemiyorken, Victor Horta henüz doğmamışken,
henüz “cafe” kelimesi bile yokken ve dolayısıyla pek
meşhur bulvar kafeleri henüz mevcut değilken
varmış “estaminet”ler… Kelime anlamı için
Fransızca sözlüğe bakacak olursanız, karşısında
“eski Fransızcada, özellikle kuzey Fransa ve
Brüksel’de popüler küçük kafe” yazar, yani isimleri
bile neredeyse tedavülden kalkmıştır bu küçük
sımsıcak kafelerin.
Brüksel’in en bilinen tatlarındandır midye. Kime
sorsanız biradan sonra “Moules&Frites” der Belçika
için. Grand Place’ın arka sokaklarında dolaşırken,
restoranlar sokağında deniz ürünlerinin bolluğunu
görürsünüz, denizden çıkan her türlü ürün
sergidedir. Bizim yediğimizden çok farklı şekilde
tüketirler midyeyi. Siyah tencere içinde sunulan
haşlanmış midye spesiyaliteleridir. Bizim midye
tavanın bir benzerini sadece “Chez Leon”da
bulabilirsiniz. 1893’te “Friture Leon” olarak açılan
küçük dükkan bugün fazlasıyla büyümüş ve
menüsünü zenginleştirmiş olarak hizmet vermekte.
Midyenin her türlüsü yapılır Chez Leon’da, çok da
lezizdir, zaten ünü ülke sınırlarının dışına taşmış,
pek çok ülkede şubeleri vardır. Şarap soslusu,
domates soslusu, kremalısı, çeşit çeşit sosta pişmiş
bir tencere midyeyi afiyetle yiyip, suyunu da kaşık
kaşık içerler. Đlk midyenin kabukları maşa yapılıp
diğerleri bununla yenir. Bana fazla gelse de bir
tenceresi, suyunu içemesem de, aslında sevdim bu
tadı, özellikle fırınlanmış olanını, “midye gratin”i.
Yapımı da çok kolaydır, buralarda büyük
marketlerde bulunur mu bilmiyorum kabuklu midye
ama bulursanız kaçırmayın. Midyeler güzelce
yıkanır, büyük bir tencerede kaynayan tuzlu suya
küçük küçük doğranmış soğan, havuç, maydanoz
ve kereviz saplarıyla atılır, biraz tereyağı ilave edilir.
Kereviz muhakkak olmalı, hoş bir tat veriyor.
Đsterseniz suyu azaltıp, beyaz şarap da ilave
edebilirsiniz. Beş dakika sonra midyeler açılmaya
başladığında yemeye hazır demektir. Gratin için ise
midyenin bir kabuğunu çıkartıp, diğer kabuğun
üzerindeki midyeyi bir fırın kabına dizip, üzerine
küçük parça tereyağı koyup tercihe göre domates,
fesleğen, sarımsaklı sosla fırınlamanız gerekiyor.
Benim tercihim bir parça tereyağ ve rokfor peynirle
fırınlamak. Yiyenler Leon’ dakinden güzel olduğunu
söyledi. Oralardan gelirken marketten bir paket alıp,
Leon’un asırlık tadını buralara taşımaya ve dostlarla
yemeye değer bence…
Paris-Amsterdam arası, gezginlerin şöyle bir
uğradığı yerdir Brüksel. O koşturmada kimseler
görmez tarihe meydan okuyan, zamanın en ateşli
tartışmalarının yapıldığı bu mekanları. Genelde
küçük bir çıkmaz sokağın ucunda olsalar da artistik
tabelaları aslında yolumuzun üstündedir. Kafamızı
uzatsak o koku içeri çekecektir bizi ama işte Grand
Place’daki kafeden yeni kalkmışızdır ve buraya
ayıracak fazla zamanımız da yoktur, hızlı adım yürür
geçeriz fark etmeden. Bol ahşap kaplamalı, küçük
pencereli, duvarlarına, masalarına tarih sinmiş bu
küçük, samimi eski kafeler koruma altına alınmış
kültür varlıklarındandır Brüksel’in.
1600’lu yıllara tarihli “Au Bon Vieux Temps” iki adım
ötesindedir Grand Place’ın. “La Fleur en Papier
Dore”, Sablon’dan eski şehir merkezine inerken
yolunuza çıkar. Biraz dikkat ederseniz daha
onlarcası karşınıza çıkacaktır. Siz de çok turistik
mekânlardan
kaçanlardan,
böyle
yerlerdeki
garsonların
kabalıklarından
bıkanlardansanız,
Fransa
ve
etkisindeki
toplumların,
sosyal
hayatlarının en önemli bölümünü işgal eden kafe
kültürünün köklerini merak ediyorsanız bir kahvekonyak içimi uğramalısınız bu tarihi kafelere.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
“Bir içki…”
Şişede Bir Vedett Lütfen!!!
Gez/Dinle
Gez/Dinle
Belkıs Ceyla ÇETĐNSOY [email protected]
“Une Vedett dans le bouteille svp” yani “Şişede bir
Vedett lütfen” : Brüksel’de en bayıldığım şeylerden
biriydi Bizon Bar’da bar taburesine oturup şişede bir
Vedett istemek ve eğer günlerden pazartesiyse
blues dinlemek, doğaçlama yapılan müziğin tadına
varmak, geniş müşteri profilini seyretmek… Siparişi
böyle vermem, şişeden bira içmekten daha çok keyif
aldığımdan ya da özgür kız imajları değil, başka
bambaşka bir şey…
Vedett yüzlerce çeşit Brüksel birasından sadece
birisi. 1951 doğumlu. Kendisini bir parça farklı
duruşla tanımlıyor, çok ciddi olmayan ama hayatın
tadını önemseyen, retroyla moderni birleştiren…
Pilsener grubundan, alkol derecesi 5, zindeleştirici,
hafif, açık sarı, 33lük şişelerde sunuluyor, sadece
doğal içerikli, buğday, arpa, kişniş, portakal kabuğu
karışımı. Đki tipi var, “extra blonde” ve “extra white”.
Benim tercihim “extra blonde”, yani süper sarışın. E
buraya kadar tamam, her biranın kendini tanımlayışı
farklı, tamam ben biranın sarışınını severim, alkol
derecesi de uygun. Đyi ama bu özelliklerde yüzlerce
bira var piyasada. Aslında yıl boyu her gün farklı bir
bira içebileceğim bu ülkede beni Vedett aşığı yapan
başka bambaşka bir şey…
Belki
bira
severler
dalga geçecek, belki
komik ama beni şişede
Vedett içmeye çeken
tek sebep etiketi, her
şişedeki farklı insan
yüzleri!!! Fotoğrafınızı
seçip gönderiyorsunuz,
Vedett
etiketine
basıyor. Gülümseyen
suratlar, bazen yalnız, bazen dostlarla, bazen
şaşırmış, bazen üzgün, genellikle mutlu insan
yüzleri. Onların enerjisi biraya yansımış sanki…
Vedett bunu “herkes 15 dakikalığına meşhur olabilir”
diyerek yapıyor ama benim şanla şöhretle işim yok.
Bir şişeyi bitiriyorum, sonrakini deli gibi merak
ediyorum, acaba kim var, nasıl bir foto diye… Sevgili
eşim şaşıyor hızıma, onunla yarıştığımı sanıyor ama
hiç ilgisi yok, ben sadece bir sonraki birayı kiminle,
hangi öyküyle içeceğimi merak ediyorum. Bu da
güzel değil mi? “Her biranın farklı bir öyküsü var”...
Belki de aradığım tanıdık bir yüz, saçma biliyorum,
benim dostlarım bizim ülkemizde pazarlanmadığı
için eminim henüz Vedett’le tanışmamıştır. Ama
olsun ben şişede tüm dostlarımı hayal ediyorum, tek
tek yapıştırıyorum şişeye, avucumun içine alıyorum
herkesi. Belki de yollarım Vedett’e, bizim de dostluk
fotoğraflarımız bir Vedett şişesini süsler, biz de eşlik
ederiz bir bira severe, dokunuveririz yalnızlığına, ne
dersiniz?
BOSNIAN ETHNO MUSIC
Kaval ve orkestra eşliğinde icra edilen
Bosna Hersek etno-enstrümantal müziği
Balkanlarda akordeon, gitar, gayda ve flüt
yaygın olmakla birlikte, kaval Boşnak müziğinde
kendine özel bir yer bulmuş. Besteci aranjör
Faruk H. Yajiç ile kaval sanatçısı Ömer Kuliç;
aralarında Prag Senfoni Orkestra’sının yaylı
çalgıları olmak üzere bir grup sanatçıyla bir
albüm çıkartmışlar.
Sevdalinka gibi Boşnak halk müziğinin anonim
eserleri yanında, sanatçıların kendi besteleri de
mevcut. Aşkın dalgalı duygularını oryantal
ezgiler eşliğinde dile getiren hüzün dolu ve
kentli bir şarkı türü olan sevdalinkalar, ancak
dağların melankolik yanık sesli kavalı eşliğinde
kendini bu kadar güzel ifade edebilirdi.
Slav, Osmanlı ve Musevi müziğinin ortak
ezgilerini içeren sevdah şarkıları, Bosna
müziğinin olmazsa olmazı. Tanıttığım albümde
vokal yok, enstrümantal müzik
ziyafeti
sunuluyor.
Ömer Kuliç, halk müziğine olan katkılarının
yanında pilot olup savaş yıllarında THY
ortaklığında kurulan Air Bosna’nın kurucu
direktörü
imiş.
Faruk
H.
Yajiç
ise
müzisyenliğinin yanında bir diplomat. Savaş
yıllarında ilk yurtsever şarkıları besteleyen
sanatçı olmuş. Dinleyince kulağımıza tanıdık
gelen ezgiler de var. Mesela Anadolka, bizim
katibim şarkısının Boşnak versiyonu.
http://www.bosnaton.com/indexb.htm
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010)
Dünyadan
Levent BOZ [email protected]
CeBIT Gezginleri Đçin Hannover Tavsiyeleri
Avrupa’nın en büyük bilişim hadisesi olan
CeBIT ziyareti ile görevlendirilmenin kafamdaki
Almanya
önyargısını
parçalamak
için
mükemmel bir fırsat olduğunun farkındaydım.
Kısa bir hazırlık ve kısa bir uçuşun ardından
hemen havaalanının altındaki istasyondan
kalkan 5 numaralı S-Bahn ile Hannover
Hauptbahnhof’a doğru yol almaya başladım.
Hauptbahnhof’a (yani merkez istasyona)
ulaştığımda Hannover’in eski krallarından Ernst
August’un heykeli beni sevecen bir ifadeyle
karşıladı. Kısa bir yürüyüş sonrasında bir
tanıdık yardımıyla rezerve ettiğim yurt odasına
yerleştim. Fuar zamanı Hannover’de kalacak
yer bulmanın neredeyse imkânsız olduğunu,
evlerdeki
kanepelerden
yurt
odalarına,
depolardan çadırlara kadar uyunabilecek her
türlü yerin kiraya verildiğini, buna rağmen hala
açıkta kalanlar olduğunu bilmek ne kadar şanslı
olduğumu fark etmemi sağladı. Böyle bir ziyaret
niyetiniz varsa, çok önceden kalacak yer
aramaya başlamakta fayda var.
Peki, şehri gezmeye nereden başlamalı?
Hannover’in 13.-17. yüzyıllar arasında Kuzey
Avrupa
şehirleri
arasında
oluşturulan
Hanseatic Ticaret Đttifakı’nın üyesi olduğunu
bilmek –benim için– oldukça heyecan verici.
Böylesi bir durumda yapılacak en güzel şey
görünen en yüksek ve en eski kilise kulesini
takip ederek eski şehir merkezine ulaşmak
olacaktır.
Ve işte karşınızda Hannover’in eski şehir
merkezi: 90 metrelik kulesiyle (ve kulesindeki
ters pentagramla!) geçmişin izlerini gururla
taşıyan Market Kilisesi, hemen yanındaki Eski
Belediye Binası, Leibniz ve Nolte evleri,
Beguine Kulesi, Leine Sarayı, Kreuz Kilisesi,
hayranlık uyandırıcı dar sokaklar ve benim
kadar şanssızsanız insafsız bir yağmur...
Geçmişle günümüzün keyif verici bir harmanı
olarak yorumladığım bu güzel şehirdeki
yürüyüşünüz sırasında savaş mağduru, çatısız,
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
dolayısıyla
havadar
bir
kilise
olan
Aegidienkirche ile karşılaşabilir, devamında
Marstall Geçidi’nden geçip Leine Nehri’ne
ulaşabilirsiniz.
Ayrıca
Marstall
Geçidi
yakınındaki ufak köprünün üzerinde hala “Seni
Seviyorum Pınar” yazıp yazmadığı ayrı bir
araştırma konusu olabilir.
Kısa bir süre sonra göreceğiniz şaha kalkmış at
heykeli, Hannover Üniversitesi’ne geldiğinizin
işareti. Beyaz kireç sıvalı betonarme binaların
içinde okumak zorunda kalan bizler için ne
kadar üzücü bir an değil mi? Bu ruh halinden
hemen karşıdaki Wilhelm-Busch Karikatür
Müzesi’ni ve çevresindeki yeşillikleri dolaşarak
kurtulabilirsiniz.
Bu noktadan sonra ister 3 km kadar güneydoğu
yönüne (pusula ne güzel bir icat...) yürüyebilir,
ister tramvayla önce Kröpcke sonra da aktarma
yaparak
Markthalle
durağına
ulaşmayı
deneyebilirsiniz. Bu yoğun çabanın sonunda
sizi büyük bir ödül bekliyor: Hannover’in
simgesi durumundaki Neues Rathaus yani
Yeni Belediye Binası.
Đzmir Saat Kulesi gibi tarihi bir randevu noktası
olan ve yakın geçmişte yaşamış bir şef garson
olan Kröpcke’nin adını taşıyan Kröpcke Saat
Kulesi çevresindeki dükkânları dolaştıktan
sonra hemen sol taraftaki Hannover Opera
Binası’nı ziyaret edebilir ve akşam hoş bir
dinletiye katılmak adına bir bilet alabilirsiniz.
Ama henüz akşam eğlenceleri hakkında
konuşmak için biraz erken değil mi?
Fakat benim gibi bir müze bağımlısıysanız
belediyenin yan tarafındaki Kestner Müzesi
önceliği ele geçirip sizi kendisine çekebilir.
Benim ziyaretim sırasında Asur, Babil, Mısır ve
Roma medeniyetlerine ait göz doyurucu
arkeolojik eserlerden oluşan bir sergi vardı. Kim
bilir siz ne kadar özel bir sergiyle
karşılaşacaksınız...
Saat kulesinin altındaki Kröpcke durağından
Garbsen yönüne giden 4 numaralı tramvaya
binip Herrenhäuser Gärten istasyonunda inerek
yeni maceranıza başlayabilirsiniz.
Đlk ziyaret noktamız, durağın adından da
anlaşılacağı üzere Herrenhäusen Kraliyet
Bahçeleri. Bu bahçelerin Prenses Sophia’nın
Versailles
Sarayı’nın
Barok
üsluptaki
bahçelerinden
etkilenmesi
sonucu
oluşturulduğunu bilmek bana bir sanat tarihi
sınavında kanaat notu olarak dönmüştü, bence
sizin de aklınızda bulunsun. Herrenhäusen’in
hemen karşısında yer alan ve “Şehir içindeki
gizli cennetler” olarak adlandırılabilecek,
Berggarten ve Georgengarten, -eğer benim
gibi çiçek/böcek alerjiniz yoksa- mutlaka ziyaret
edilmesi gereken huzur ve oksijen merkezleri.
Berggarten, doğal güzelliği ile olduğu kadar,
soylularının ebedi istirahat mekânı olması
açısından da önemli. Örneğin: Şehre
girdiğinizde sizi karşılayan Ernst August’un
mezarı tam da burada...
Az önce bahsettiğim meşhur bahçelerin hemen
sağ tarafında, Hannover’in ünlü (ama girişi
biraz pahalı) akvaryumu Sea Life Center, aslında biraz geride kalmış olmasına rağmenhoş mimari dokusuyla Herrenhäuser Kilisesi
ve çevresindeki sivil yapılar gezintiniz sırasında
sol kanat boyunca size eşlik edecek.
“Sıra sonunda Rathaus’a geldi” demek isterdim
ama bu sefer de aralardan görünen Şehir
Müzesi’nin muhteşem binasının büyüsüne
kapılıp gidiyoruz... Bu müzede Avrupa
sanatının 11. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan
resim ağırlıklı panoramik bir özetini ve tarih
öncesi döneme ait objeleri, doğa tarihi
bölümünde ilgi çekici fosilleri ve müzede çocuk
eğitimi kavramının bir yansıması olan renkli,
hareketli faaliyetleri gözlemleyebilir ve hatta
iştirak edebilirsiniz.
Müzeden çıkınca görkemli ama küskün
görüntüsüyle Rathaus “Sonunda sıra bana
geldi!” dercesine karşınıza dikilecek. Đçeride,
Hannover’in Ortaçağ, 2. Dünya Savaşı öncesi
ve sonrası hallerini tasvir eden maketler
sayesinde bilgi ve görgünüzü arttırdıktan sonra
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
hemen arka taraftaki asansör yardımıyla
kubbeye çıkıp şehri kucaklayan harika
panoramik manzaraya ulaşmayı ihmal etmeyin.
Dikkatinizi çekmiştir: Hannover’de yer gök
orman, şehir yemyeşil. Đnsanın bir bisiklet bulup
ağaçların arasında huzur turu atası geliyor...
Rathaus’un arkasındaki gölün (ve ördeklerin)
boyutları sizi tatmin etmediyse, Sprengel
Modern Sanatlar Müzesi’nin ve 78 hektarlık
yapay Masch Gölü’nün yürüyerek 10 dakika
mesafede olduğunu hatırlatmama izin verin.
Benim tavsiyem mi? Açıkçası içimden bir ses
buralara tekrar geleceğimi, daha uzun vakit
geçireceğimi söylediği için sadece etraflarından
dolaşmayı tercih ettim. Sonuçta, koskoca
adamın içindeki ses yalan söyleyecek değildi
ya! Ayrıca modern sanattan pek hoşlanmam ve
doğal gölleri tercih ederim.
Peki, Hannover’de ne yenir ne içilir? Gezintiniz
sırasında hemen her on dükkândan birinin
dönerci olduğunu fark etmişsinizdir. Ekmek
arası dönerin üzerine koyu kıvamlı bir yoğurt
dökmeye çalışmaları dışında herhangi bir
olumsuzlukları yok. Bunun dışında sağlıksız
Amerikan tarzı hamburger merkezlerinden ve
kuzey tarzı -daha sağlıklı- deniz ürünleri
büfelerine, dünyanın yedi köşesinden yetmiş iki
milletin yerel lezzetlerini sunduğu birbirinden
farklı restoranlara rastlayabilirsiniz. Yerelliği ve
gezginliği kutsamak adına gözünüze en
“Alman” görünen restorana girip ne olduğunu
bilmediğiniz bir tabak (mesela: Rinderroulade)
ve yanında Herrenhäuser Premium Pilsener
söylemek bana kalırsa en güzeli. Ama siz yine
de söylediğiniz ürünün muhteviyatını iyice
araştırın, sonra aramız bozulmasın. Ayrıca
merkez çarşıda, saat kulesinin yanında
inanılmaz lezzetli çikolatalar keşfettiğimi de
meraklısı için eklemek istiyorum.
Bunların dışında, bol miktarda gece kulübü ve
internet kahvehanesi dikkatinizi çekmiştir.
Türkiye’yi aramak konusunda bu internet
noktalarının uygun fiyatlar sunması güzel bir
ayrıntı. Fakat gece kulüpleri konusunda dikkatli
olmakta, elimizi verip kolumuzu kaptırmamakta
fayda var. (Bahreyn’de başıma gelenleri
okumuş muydunuz?) (*)
Başta da belirttiğim gibi, Hannover tam bir
messe /fuar kenti; “Hem ziyaret hem ticaret”
düşüncesine sahip gezginler için bulunmaz bir
fırsat. Son derece dakik olan hafif raylı sistemi
ile şehir içinde ve ondan daha dakik olan tren
hattıyla şehir dışında keyifle istediğiniz yere
ulaşabilirsiniz: Bremen 1, Berlin 1.5, Frankfurt
2.5 saat mesafede. O halde, haydi messe’ye,
Hannover’in altını üstüne getirmeye...
(*) Editörün Notu: Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu
(Pelikan Yayınları, 2010)
Bloglarda Ankaralı Gezginler;
http://ahmethaluk.blogspot.com, [email protected]
Aşağıda sözü edilen "Ankaralı Gezginler"; yaşadıklarını objektifin göbeğinden paylaşanlar,
Objektifleriyle paylaştıklarını aynı zamanda yaşayanlar.
Kaç kişiler diye sorulursa; Haylice, hem de ummadığınız kadar. Hani; çocuğunuzun düğününe kendi
akrabalarınızı çağırmasanız bile salon bulmakta zorlanacağınız ende.
Peki kimdir bunlar denirse, kısaca; Đşlerini yapmaktan, gocunmadan koşturmaktan, daha iyisi için bıkmadan
erinmeden araştırmaktan, okumaktan, dar aile bütçelerinden canlarını yakma pahasına pay ayırmaktan, günler
boyu çalışmaktan, yorgunluktan,.. kaçmayan, yılmayan bu yurdun yürekli insanları.
"Ankara çiğdemi"ni bilir misiniz?, ya da Bir "Ankara gezisi" en az kaç günü alır, ya da Đlk Ankara yağlıboya
resminin hangisi olduğundan vazgeçip, şu an nerede bulunmaktadır? gibisinden sorulacak soruların yanıtlarını
el uzaklığından tutabileceğiniz ancak gezgin olduklarından kolay kolay yakalayamayacağınız, ilkeleri ışığında
yollarında yürüyen "alnında ışığı gören"ler ordusu.
Đyisi mi; siz aşağıdaki sergiye bir uğrayın da benim sözcüklerime muhtaç olmayan, eli yüzü düzgün,
hamuru akılla yoğrulmuş, her bir karesine bir kitap yazılabilecekleri bir görün... derim.
Ahmet Haluk Başaklar
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Gez/Oku _________________________________________
GEZGĐN GÖZÜYLE ÇĐN VE UZAK ASYA
Editör: Timur Özkan, 296 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010
37 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Çin ve Uzak Asya” geçen yıl
yayımlanan “Gezgin Gözüyle Rusya ve Kafkasya” adlı gezi yazıları seçkisinin
devamı niteliğinde. Önsözünü deneyimli bir gezi rehberi ve yazarı olan Saffet
Emre Tonguç’un yazdığı kitapta; Çin’den başka Tayland ve Japonya gibi hem
Türk hem de dünya gezginleri tarafından çokça tercih edilen yerler başta olmak
üzere Uzak Asya’nın 15 ülkesine ait 49 gezi yazısı yer alıyor. Bu ülkeler
mutfaklarından, gezilecek görülecek yerlerine kadar çeşitli yönleriyle tanıtılırken
yazarların başından geçen ilginç gezi anılarına da yer verilmiş…
GEZGĐN GÖZÜYLE MISIR VE ORTADOĞU
Editör: Timur Özkan, 264 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010
40 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu” Türkiye’den en
çok tur düzenlenen ülkelerden Mısır ile birlikte aralarında son zamanlarda popüler
olan Suriye ve her zaman çok popüler Dubai gibi yerlerin de bulunduğu
Ortadoğu’nun 15 ülkesine ait 44 gezi yazısından oluşuyor. Editörlüğünü daha önce
“Rusya ve Kafkasya” ile “Çin ve Uzak Asya” konulu benzer kitapları hazırlayan
Timur Özkan’ın yaptığı kitabın önsözünü Mısır konusunda uzman bir isim olan
Turgay Tuna kaleme aldı. Kitapta; Đsrail, Ürdün, Beyrut, Yemen gibi nispeten
tanınan ülkelerin yanı sıra Irak, Suudi Arabistan, Filistin ve Güney Kıbrıs gibi
ülkeler ilk kez gezgin gözüyle anlatılıyor.
Gez/Yaz _______________________________________
4 KITADAN, Timur Özkan
248 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010
Timur Özkan’ın üçüncü gezi kitabı “4 Kıtadan”, Avrupa, Asya, Afrika ve Güney
Amerika’dan gezi yazılarından oluşuyor. Kitapta ayrıca Türkiye’den gezi yazılarına da
geniş bir bölüm ayrıldı. Bir kısmı daha önce bazı ve gazete ve dergilerde yayımlanan,
bir kısmı ise ilk kez okuyucuya sunulan gezi yazıları arasında; Adriyatik ülkelerindeki
Türk izleri, dünyanın en gözde tren rotalarından Trans Sibirya, Moğolistan’ın uzak
bozkırlarındaki tarih hazinesi Orhun Yazıtları ve Orta Asya ülkelerinin ilginç
başkentleri ilginç yönleriyle tanıtılıyor. Kitabın son bölümünde ise; Dünyada ve
Türkiye’de tematik rotalar, klasik ve çağdaş seyahatnameler, vize, gezi fotoğrafçılığı
vb konularda yapılmış radyo söyleşilerden seçmeler yar alıyor.
5 KITADAN, Timur Özkan
248 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010
Dünyadan, Türkiye’den ve Ankara’dan gezi yazıları başlıklı üç bölümden oluşan
“5 Kıtadan” Timur Özkan’ın son gezi kitabı. Tayland ve Çin gibi Uzak Asya
ülkeleriyle başlayan kitap Asya ve Avrupa’nın bazı kentleriyle devam ediyor.
Daha sonra Kıbrıs ve Mısır üzerinden Afrika’ya uzanıyor ve Tanzanya’dan safari
izlenimlerini okuyoruz. Güney Amerika’da Ekvator, Peru, Bolivya, kuzeyde
baştanbaşa Trans Alaska yazılarıyla beş kıtayı tamamladıktan sonra Đzmir’den
Mardin’e Türkiye’nin birçok yöresine yolculuk yapıyoruz. Kitabın son bölümünde
yer alan Ankara ve çevresinden gezi yazıları arasında ise “Mehmetçik Yolu” adlı
yeni bir tematik rota önerisi bulunuyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Türkiye’den
Sümer ÖZVATAN [email protected]
Đnsanı, doğası, tarihi ve kültürü ile
BĐR TUTAM MUŞ
Fotoğraf Sanatı Kurumu (FSK) olarak gerçekleştirdiğimiz 2009 Nisan ayındaki konaklamalı
fotoğraf gezimizi Türklere Anadolu’nun kapılarının açıldığı topraklara yaptık. Muş gezimize
15 üyemizin yanı sıra Merkez Valisi Sayın Lütfullah Bilgin ve ailesi de katıldı.
Muş’un doğal güzelliklerini seyrettik, her yerde
durmak
zaman
bakımından
mümkün
olmadığından
makinemizle
olmasa
da
gözlerimizle sürekli fotoğraf çekerek Muş’dan
60 km uzaklıktaki Merkez’e bağlı Yukarı
Yongalı Köyü’ne vardık. Köye ulaştığımızda
havanın kapalı –hatta bir ara yağmurlu- olması
ve yaklaşık 1600 yıllık geçmişi olan kiliseden
günümüze sadece birkaç duvar kalıntısının
kalması moralimizi bozsa da köylülerin ve
özellikle de çocukların yakın ilgisi bu
olumsuzlukları ortadan kaldırdı.
Fotoğraf: Necip Evlice
Gezimizin toplanma ve başlangıç noktası
Esenboğa Havaalanı oldu. Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı’nın kutlandığı 23 Nisan 2010
Cuma günü saat 13:50’de, TK 7088 sefer sayılı
Anadolu Jet uçağıyla Muş’a hareket ettik.
Yaklaşık 1,5 saatlik keyifli bir yolculuğun
ardından Muş Havaalanı’nda Muş Valisi Sayın
Erdoğan BEKTAŞ tarafından karşılandık.
Havaalanından Muş’a hareket ettikten çok kısa
bir süre sonra önce havaalanı yakınlarında,
ardından da TĐGEM arazisinde lale fotoğrafları
çekerek Muş gezimize hızlı bir başlangıç
yapmış olduk.
Muş’un sembolü olan ve sadece o yörede
doğal olarak yetişen laleleri fotoğrafladıktan
sonra üç gün boyunca bize refakat edecek olan
Kültür ve Turizm Đl Müdürü Sayın Hayrettin
Çetin’in rehberliğinde Çengilli Kilisesi (Çanlı
Surp Garabet) ve Tarihi Murat Köprüsü’nü
fotoğraflamak için yola koyulduk. Yol boyunca
Çengilli Köyünden dönerken, Muş’a 10 km
uzaklıktaki Murat Suyu üzerinde bulunan ve bir
Selçuklu yapısı olan Tarihi Murat Köprüsü’nü
fotoğrafladık. Gezimizin ilk akşamında, iki gece
konaklayacağımız Polisevi’nde Muş Valisi
Sayın Erdoğan Bektaş’ın verdiği yemekte Muş,
fotoğraf ve FSK üzerine sohbet ettik.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Gezimizin ikinci gününe bir ara sokakta
bulunan bir kahvehanenin önüne sıraladığımız
küçük sehpalarda peynir, zeytin, kaymak, bal,
ceviz ve lavaştan oluşan kahvaltıyla başladık.
Kahvaltının ardından yola koyulduk ve Varto
ilçe merkezinin doğusunda yer alan Hamurpet
(Akdoğan) gölünün bulunduğu 2149 rakımdaki
bölgeye gittik.
Hamurpet gölünü ve bu
yükseklikten
bakıldığından muhteşem bir görüntü oluşturan
Muş
ovasını
ve
Alparslan
Barajı’nı
fotoğrafladıktan sonra öğle yemeği için Bulanık
ilçesine bağlı Yoncalı Beldesine doğru
harekete geçtik.
Yoncalı yakınlarında Sayın
Vali ve beraberindekilerin
bulunduğu konvoya dahil
olarak Yoncalı Belediye
Başkanı Sayın Bedrettin
Akdeniz’in
bizler
için
hazırlattığı
mangallarda
pişen ızgaralarla karnımızı
doyurup, çaylarımızı içtik.
Yemeğin ardından Başkan
Akdeniz, bizi kuş cenneti
olarak
düzenlenmesi
planlanan
sazlık
alana
götürdü.
Burada
kendisinden alan ve proje
hakkında
bilgi
aldık,
fotoğraflar
çektik.
Türkiye’nin en büyük kuş
türü olan ve sadece bu
bölgede
yaşayan
toy
kuşlarından bir tane dahi
görememek bizleri –özellikle
de Mehmet Uçar’ı- üzdü.
Yol üzerinde uzaktaki kazları toy kuşu sanarak
heyecanla arabadan fırlayışımız ise bizi epey
güldürdü.
Akşam yemeğinde Sayın Muş Valisi Erdoğan
Bektaş ile yaptığımız sohbette anıt bölgesiyle
ilgili üzüntümüzü ve düşüncelerimizi kendilerine
aktardık. Bizlere anıt alanıyla ilgili yapmayı
düşündükleri düzenleme ve bakım projesinden
bahsetti. Malazgirt Anıtı ve çevresinin temsil
ettiği manevi anlama uygun hale getirilmesini
ve yılın her günü ziyarete açık olmasının
sağlanmasını umuyor ve diliyoruz.
Malazgirt’in akşam ışığında kaleden fotoğraflar
çektikten sonra yol boyunca Füsun, Turhan ve
Duygu üçlüsünün seslendirdiği şarkı ve
türkülerle yolculuk yaparak Muş’a döndük.
Akşam yemeğinin sonunda gün içinde doğum
günü olduğunu öğrendiğimiz Fikret için alınan
pasta, yemek salonunun sönen ışıkları,
maytaplar ve yapılan mini kutlama gezimize
ayrı bir renk kattı.
Güzel anlar ümit edilir, beklenir ve hızlıca
yaşanıp tüketilir, geriye anılar kalır. Muş
gezimizde de zaman hızla akıyordu ve
gezimizin son gününe başlıyorduk. Pazar
sabahı Muş pırıl pırıl bir ışıkla aydınlanıyordu,
nefis bir bahar havası vardı ve biz kahvaltı için
Muş Belediye Başkanı Sayın Necmettin
Dede’nin davetlisiydik. Belediye Başkanlık
Konağı’ndaki kahvaltı davetine gittiğimizde bizi
gülen yüzleri ile Sayın Başkan ve saygıdeğer
eşi karşıladı.
Sıcak ve sohbet dolu bir ortamda geçen
kahvaltıda bizim için hazırlanmış kahvaltılıkları
afiyetle yedik, çaylarımızı içtik ve birlikte
fotoğraf çektirdik. Hem o güzel ortamda
yaşanan keyfin olabildiğince uzamasını hem de
bir an önce fotoğraf çekmek
için
Muş’un
bir
başka
köşesine gitmeyi istiyorduk.
Çünkü zaman azalmıştı ve
saat
16:00’da
Ankara
uçağımız hareket edecekti.
Son günün ilk durağı Muş’da
yaşayan ve yıllardır Muş’u
fotoğraflayan Sayın Adem
Sönmez’in
rehberliğinde
Korkut
ilçesine
bağlı
Altınova
kasabasıydı.
Kasaba meydanına aracımızı
park ettikten sonra FSK’lılar
gruplar halinde mahallelere
dağıldı. Bazılarımız çocuklar
ve
gençlerle
kasaba
sokaklarında
dolaştı
ve
fotoğraf çekti, bazılarımız
tandırda
ekmek
yapan
kadınları
fotoğrafladı,
bazılarımız portre çalıştı.
Daha sonra kasabanın yaklaşık 5 km uzağında
ve daha yüksekte bulunan Çaksur Deresi
mevkine gittik. Buradaki şelaleyi ve manzarayı
fotoğrafladıktan sonra Yolgözler ve Yünören
köylerini gezdik. Yünören köyündeki 850 yıllık
cami ve Selçuklu mezarları ilgi alanımız oldu.
Đki güne “bir tutam Muş’u” sığdırmaya
çalışmış, bunun için Muş ve çevresinde 600 km
yol yapmıştık. Artık dönüş yoluna çıkma vakti
gelmişti. Muş’a geldiğimizde ilk fotoğrafları
çektiğimiz ve havaalanının yakınındaki lalelerin
yoğun olarak bulunduğu alanda öğle yemeğini
piknik şeklinde yeme kararını yolda oy birliğiyle
aldık. Mönüde sabah şehirde yaptığımız alış
verişte aldığımız peynir, zeytin, helva ve
meşrubat vardı. Melahat Hanımın öğle yemeği
mönüsü ilgili “gurbetlikte berbatlık aranmaz”
sözü bizi güldürdü. Lale bahçesinin kenarında
yenilen her lokmanın tadı ise sadece o ana ve
oraya özgüydü. Uçak ha kalktı ha kalkacak
derken çekilen fotoğraflar, diğer yandan yenilen
peynir-ekmeklerle bir FSK gezisi daha
sonlanıyordu.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Türkiye’den
Filiz SERHADLĐOĞLU fserhatli96 @hotmail.com
BĐTLĐS’TE BEŞ MĐNARENĐN ĐZĐNDE
Tatvan'dayız. Sabahın erken bir saati, fakat gün
içinde kavurucu bir yaz sıcağı yaşanacağı şimdiden
belli. Bizi, Bitlis'e götürecek olan araba gelmiş bile.
Bekletmemek için, yanımıza yolda yiyecek bir şeyler
alıp fırlıyoruz evden.
Bitlis-Tatvan arasındaki mesafe çok kısa. Yol güzel,
keyifler terinde, trafik az. Şarkılı türkülü ilerliyoruz.
Eh, Bitlis'e giderken de ne söylenir? ''Bitlis'te Beş
Minare'' tabii ki. Niye beş minare, ne özellikleri var
acaba diye konuşurken, bizi götüren bey girdi lafa.
Aslında minarelerin özelliğinden ya da güzelliğinden
söylenmemiş o söz. Birinci Dünya Savaşı'nda
cepheden dönen bir baba oğul memlekete
yaklaştıklarında ''oğul'' demiş baba, ''benim içim
götürmeyecek, sen bir bak da söyle bana, şehir ne
durumda?'' Dideban dağı yamaçlarından kente
bakan oğul, ''baba'' demiş, ''beş minare var ayakta,
gerisi yer ile yeksan olmuş.'' Đşte bunun üzerine
baba, şimdi bizim türkü diye okuduğumuz bu ağıdı
yakmış.
...''Yüreğim doldu yare, beri gel oğlan beri gel''...
Geniş bir düzlük olan Rahova'dan geçerken
karşımıza büyük, tarihi bir yapı çıkıyor. El-Aman
Hanı. Bizim istememize kalmadan durduruyor
arabayı Mesut Bey. Đnip geziyoruz. Aslında bir
kervansaray burası. Ama kısaca ''han'' demeyi tercih
etmişler belli ki. 16. yüzyıldan günümüze kalmış, her
ihtiyaca cevap verecek şekilde planlanmış, kesme
taşlarla yapılmış büyük bir yapı. Diyarbakır- MuşBitlis yol ayrımına çok yakın bir yerde. Anlaşılan bu
yol eski çağlarda da kullanılıyormuş. Yolda kalan
katırcılar, kervancılar ''el aman'' deyip burada mola
veriyorlarmış demek ki. Restorasyonu tamamlanmış
olan bu tarihi yapı Doğu Anadolu'nun en büyük
kervansaraylarından olup, kültür bakanlığı yirmi
yıllığına kullanımını Bitlis Eren Üniversitesine
bırakmış. Kültür merkezi olarak değerlendirecekmiş
burayı üniversite.
Kente girdik. Dar, temiz sokaklar... Etrafı yüksek
duvarlarla çevrili, bahçe içinde düz, toprak damlı
evler... Damların düz olması soğuk bölgelere özgü
bir durum. Kışın kar damda birikerek bir çeşit
izolasyon oluşturuyor ve soğuğu geçirmiyor. Kışlar
uzun ve sert geçtiği için her şey iklime göre
düşünülerek
yapılmış.
Bahçelerini
meyve
ağaçlarının gölgelediği, taş avluları olan bu evler,
dışarının sıcağına inat serin ve huzurlu; insanlar
misafirperver, içten ve sakin yapılı.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Bitlis'in tarihinde Urartular, Asurlar, Pers ve Medler,
Makedonlar ve Roma, Bizans yer alsa da, bunların
izlerini ve etkilerini görmek için konunun uzmanı
olmak lazım. Fakat çarşının hemen yanıbaşında
yükselen kale, Büyük Đskender tarafından komutanı
Bedlis'e yaptırılmış. Şehir de adını ondan almış.
Öyle bir kale yapmış ki Bedlis, Đskender seferden
dönüşte tüm uğraşılarına karşın alamamış bu kaleyi
ve kalenin anahtarı bizzat Bedlis tarafından verilmiş
kendisine. Niye mi kale yaptırmış Đskender buraya?
Buranın suyundan şifa bulmuş da ondan. Bugün
hala ''Đskender Çeşmesi'' adını verdikleri bir çeşme
var Bitlis yakınlarında.
kendi buharıyla pişiriliyor. Yanında pilav ve yayık
ayranıyla servis yapıyorlar. Ve üzüm... Of Tanrı'm,
olur da bu kadar mı olur!
Ayrıca yine Bitlis'e özgü, tandırda pişmiş etle
yapılan bir çorbaları varmış: Avşor... Avcılık, atıcılık,
silahşörlük gibi çağrışımlar yaptı ama yanılmışım.
Avşor, tuzlu ve sulu demekmiş. Ağzın şor ola diye
bir beddua olduğuna göre, 'şor' tuz demek oluyor
herhalde. Avşor sabah erkenden tükenirmiş ve
genelde sipariş üzerine yapılırmış. Bu nedenle onun
tadını bilmiyorum.
Çarşıdaki hareketlilik sıcak arttıkça azaldı. Öğlen
uykusunda sanki şimdi. Ama ne ararsanız
bulabilirsiniz. Biz yöresel ürünlerin peşindeyiz tabii.
Balın
tadına
bakıyoruz.
Nefis...
Doğu
Anadolu'nun kır
çiçeklerinin
rayihasını
hissediyorsunuz damağınızda. Küplere basıp
mayalandırdıkları bir peynirleri var. Harika... Kabuklu
ya da kabuksuz fındık ve cevizleri gani... Đklim
nedeniyle kabuklar biraz kalın. Ve tütün; Bitlis'e
hayat veren, Bitlislinin ekmek kapısı dünyaca ünlü
sanayi bitkisi. Ama ille de el dokuması, kök boya
kilimler... Đşte bizim ince ve duygusal kadınımız...
Şehirde dolaşırken adeta tarihe dokunuyor, onu
yaşıyorsunuz. Şerefhanlılardan, Artukoğullarından,
Selçuklulardan kalma eserler dimdik ayakta, sizi
karşılıyorlar. Her yerde karşınıza çıkıveren tarih,
heyecan uyandırıyor. Kenti gezerken aklımız beş
minarede hala. Beşini de göremedik ama isimlerini
öğrendik en azından. Gökmeydan Camii, Ulucami,
Kale Camii, Şerefiye ve Meydan Camileri.
Vilayet binasını geçince solda, Gökmeydan
mahallesinde Đhlasiye Medresesi yer almakta. 1216
yılında Selçuklular yaptırmış. Kubbesiz, düz damlı,
taş bir yapı. Dört köşesinde. silindirik kuleleri var.
Giriş portalindeki taş işlemeler kusursuz. Bugün
Kültür ve Turizm Đl Müdürlüğü olarak kullanılıyor.
Bahçesinde Şerefhanoğullarından Veli, Şemseddin.
Ziyaeddin Han ve 2. Şerefhan ile Üç Bacılar
Türbeleri bulunmakta
Şerefiye Camii, aslında bir külliyenin içinde yer
alıyor. Camiden başka medrese, imarethane ve
türbe var. 16. yüzyılda Şerefhanlılar tarafından
yaptırılmış. Taş işlemeciliğiyle bezenmiş bir taç
kapıyla girilen cami ibadete ve ziyarete açık.
Ulucami ise oldukça mütevazi, kutu gibi dikdörtgen
bir yapı. Etrafı dağlarla çevrili bir çanakta kurulmuş
olan kentin en alçak noktasıymış bulunduğu yer. Bu
da kesme taşlarla yapılmış olup, minaresi camiden
bağımsız olarak inşa edilmiş.
Kentin içinden geçen bir akarsu var. Nehir diyorlar
ama bu ifade bana biraz abartılı geldi. Baharda suyu
fazlalaştığı içindir belki. Bu ''nehir'' üzerine yaptıkları
evler çok ilginç. Yatak, yoldan oldukça aşağıda.
Buradan yukarıya duvarlar örülmüş. Tabii aralarda
su giderlerini sağlayacak pencere gibi mazgallar
var. Duvarın bitimine de evleri yapmışlar.Aşağıdan
bakana gökdelen hissi verebilir. Demek ki sel
tehlikesi yok; hiç de duymadık zaten bu güne
kadar.
Hava iyice yakıcı, biz de
acıktık. Klimalı bir restoran
paklar bizi ancak. Ve gelsin
büryanlar. Büryan, Bitlis'e
özgü bir yemek, bir lezzet.
Keçi
etinden
yapılıyor.
Erkeç diyorlar. Tandırda,
Kentten ayrılmadan, son olarak kaleye çıktık.
Kalenin içi zamanla toprak dolmuş. Burada
yapılacak çok iş var daha. Burçlardan panoramik
olarak şehre baktık. Çarşı hemen ayaklarımızın
altında şimdi. Beş minareyi saymak istedik ama
dördünü sayabildik. Beşinci yok; saklanmış her
halde. Yeşil bahçeleriyle düz, toprak damlı evler;
çinko çatılı yüksekçe yapılar ve nehir kıyısındaki
yüksek izlenimi veren binalarla; tümüyle bir düş
kenti sanki karşımızdaki.
Hoşça kal sevgili Bitlis, bize sunduğun tüm
güzelliklerin için teşekkürler sana.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Gezgince
Timur ÖZKAN [email protected]
UNESCO’NUN DÜNYA MĐRASINDAN 9’U TÜRKĐYE’DE
Dünyanın gezilecek görülecek yerleri arasında bir
seçim yapmak kolay değil, zaman zaman “Dünyanın
En Đlginç Köşeleri”, “En Büyük Şelaleler” veya
“Türkiye’nin En Güzel Koyları” vb listelere rastlarız.
Böyle listeler bazen de “Ölmeden Önce Dünyada
Görülmesi Gereken 40 Yer” veya “101 Yeryüzü
Cenneti” vb şekillerde karşımıza çıkar. Bunların bir
kısmı
ülkeler arasındaki
turizm yarışından
kaynaklanan bir anlamda ticari listeler olmakla
birlikte bazıları gerçekten gezilecek yerlerin önemli
özelliklerine dikkat çekmek açısından faydalı
olmaktadır. Böyle listelerden farklı olarak; UNESCO
Dünya Kültür Mirası Listesi daha evrensel bir öneme
sahip olup bazı gezginler programlarını özellikle bu
listelere göre yapmaktadır. (Örneğin Đzmirli NihalAtilla Ege çifti, bugüne kadar
132 ülkedeki 422 dünya
mirasını görmüş.)
Dünyanın çeşitli yerlerinde
gezerken
tabelalarını
gördüğümüz
veya
gezi
yazıları okurken sık sık
karşılaştığımız
UNESCO
Dünya Mirası Listesi hem
dünyanın doğal ve kültürel
varlıklarını
kapsamaktadır
hem de UNESCO Birleşmiş
Milletler Eğitimsel, Bilimsel ve
Kültürel
Organizasyonu
(United Nations Educational,
Scientific
and
Cultural
Organization)
tarafından
titizlikle yürütülen çalışmalar
sonucunda oluşturulmaktadır.
UNESCO bütün insanlığın
ortak mirası kabul ettiği
kültürel
ve doğal
sitleri
tanıtmak ve toplumda bu mirasa sahip çıkacak bir
bilinç oluşturmak amacıyla 1972’da aldığı bir kararla
“Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına
Dair Sözleşme”yi kabul etmiş. Bu sözleşme Türkiye
tarafından 1982’de yani tam 10 yıl sonra imzalanmış
ve 1983’de Resmi Gazete’de yayınlanarak
yürürlüğe girmiş.
2009 yılı itibariyle 148 ülkeden; 689 kültürel, 176
doğal ve 25 kültürel/doğal olmak üzere toplam
890 adet kültürel ve doğal varlığın yer aldığı
listeye çeşitli tarihlerde Türkiye’den 7’si kültürel
ve 2’si doğal/kültürel olmak üzere 9 varlık dahil
edilmiştir. (http://whc.unesco.org/en/list) UNESCO
listesindeki en çok varlık Đtalya’ya ait, tam 44 doğal
ve kültürel varlıkla listede yer alan Đspanya’yı 41
varlıkla Đspanya ve 38 varlıkla Çin izliyor.
Dördüncülüğü paylaşan Almanya ve Fransa’nın
listede 33’er varlıkları bulunuyor.
1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine dahil
edilen Đstanbul’un Tarihi Alanları, Göreme ve
Kapadokya Milli Parkı (Nevşehir) ile Divriği Ulu
Cami ve Hastanesi (Sivas) ülkemizin ilk dünya
mirası yerleri oldular. 1986’da Hattuşaş’ın
(Boğazköy/Çorum) katıldığı listeye, 1987’de
Nemrut Dağı (Adıyaman), 1988’de ise XanthosLetoon Antik Kenti (Antalya) ve PamukkaleHierapolis (Denizli) dahil edildi. Son olarak ise
1998’de dünya mirası ilan edilen Safranbolu
(Karabük) ve Truva Arkeolojik Kenti (Çanakkale)
ile birlikte Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’nde yer
alan kültürel ve doğal varlıkların sayısı dokuz oldu.
Bu varlıklardan Göreme ve Kapadokya ile
Pamukkale-Hierapolis doğal ve kültürel kategoride,
diğerleri doğal dünya mirası kategorisinde yer
almaktadır.
Öte yandan Türkiye’den 23 kültürel
ve doğal varlık UNESCO’nun
geçici
(endikatif)
listelerinde
bulunuyor. Dünya Mirası ilan
edilmesi için çalışmalar sürdürülen
ve geçici listede bulunan yerler
şunlar;
Selimiye Camii ve
Külliyesi (Edirne), Bursa ve
Cumalıkızık Osmanlı Kentsel ve
Kırsal
Yerleşmeleri,
Konya
Selçuklu
Başkenti,
Alanya
Kalesi ve Tersanesi (Antalya),
Selçuklu
Kervansarayları
(Denizli-Doğubayazıt
arasında
bulunan 33 han, 2 kervansaray ve
1 cami), Đshak Paşa Sarayı
(Doğubayazıt/Ağrı), Harran ve
Şanlıurfa
Yerleşmeleri,
Diyarbakır Kalesi ve Surları,
Mardin, Ahlat Eski Yerleşimi ve
Mezar Taşları (Van Gölü kenarı,
Bitlis),
Sümela
Manastırı
(Trabzon),
Alahan
Manastırı
(Mut/Mersin), St.Nicholos Kilisesi
(Demre/Antalya), St.Paul Kilisesi, Kuyusu ve
Çeşmesi (Tarsus), Kekova Adası (Antalya), Güllük
Dağı ve Termessos Milli Parkı (Antalya), Karain
Mağarası (Antalya) ve Efes Ören Yeri (Đzmir),
Aphrodisias Antik Kenti (Aydın), Sagalassos
Antik Kenti (Burdur), Çatalhöyük Neolitik Kenti
(Konya), Perge Antik Kenti (Antalya) ve Antik
Likya Uyarlığı Kentleri.
Sonuç olarak bu ve benzeri listelerin, ülkemiz gibi
çok zengin bir coğrafyada gezerken bazı önemli
yerleri gözden kaçırmamak açısından hepimize
faydalı olacağı açıktır. Kuşkusuz ülkemizde bunlar
gibi daha pek çok kültür ve doğa mirası eser
bulunmaktadır. Bu eserlerin tanınması, tanıtılması
ve iyi korunması herkesten önce bize düşen bir
görevdir. Böyle anlamlı bir göreve gönüllü olmak
aynı zamanda dünyanın en ilgi çekici yerlerinden
olan ülkemizi gezmek için de güzel bir vesile
olacaktır. UNESCO listeleri, bir yerlerden başlangıç
yapmak isteyenlere güzel bir rehber olabilir.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Ankara’dan
Erdem ENGĐN [email protected]
NALLIHAN’DA RENKLERĐ SOLUMAK
Bir kermeste iğne oyalı değişik tasarımlarından alıp
broşürlerini görünce aklıma düştü gitmek, belli ki
Beypazarı gibi turizmde atağa kalkmıştı. Kitaptan
sarkan iğne oyası ayracı her gördüğümde kitabım
çiçek açmışçasına gülümseyip, “Gitmeli” dedim
kendi kendime. Sonra bir arkadaşım geldi hafta
sonu için uzaklardan, meğer oralıymış, “Gidelim
mi?” dedi, rehberi ayarladı, gittik. Kısa güne çok
şeyler sığdırmaya kalktık, in bin in bin yorulduk ama
değdi.
Nallıhan’a gelmeden yol üzerinde Çayırhan'dan
rehberimizi aldık. (Beypazarı'nda da aynı uygulama
var, kaç kişi olduğunuzun önemi yok, arıyorsunuz,
rehber istiyorsunuz, rehberle geziyorsunuz!) Đlk
molayı birkaç kilometre ileride Kuş Cenneti'nde
verdik. Gördük ve donup kaldık, insanı susturup
ağlatacak kadar huzurlu, yalın, hem renkli hem
dingin gerideki Kız Tepesi. Muhteşem bir jeolojik
formasyon, tüm katmanlar rengârenk karşınızda...
Yürüme yolları, kuş gözlem istasyonları yok henüz
ama olsun görüntü harika. Kalsak saatlerce
kalabiliriz burada ama rehberimizin daha çok
görülecek
var
demesiyle
hareketleniyoruz
istemeden.
Gözlerimize yapışıp kalmış Kız Tepesi’nin renkleri,
ikinci durağımız Yunus Emre'nin hocası Tapduk
Emre'nin türbesi… Tapduk Emre… Yunus Emre…
Bacım Sultan… Hepsi de burnumuzun dibinde
yaşamış meğer Ankara’nın dibinde, burada
Nallıhan’da. Yol boyu kızıl renkli toprak bizi
büyülemeye devam ediyor. Buralara bisikletle
gelmeli, kokuları içine çekmeli, telefon direklerine
yaslanıp daha çok daha çok fotoğraf çekmeli…
Türbe bakımlı, temiz, merdiven boyu Yunus’un
dörtlükleri bizi karşılıyor ve bir anda lise yıllarına
gidiveriyoruz. Hikâyeler bol tabii türbelerde, her
türbe gibi buranın da bir değil birkaç hikâyesi var.
Hikayelere dalıp, biraz daha huzur depolayıp artık
Nallıhan merkeze giriş yapalım diyoruz.
Tarihi Đpek Yolu'ndan, Dokuz Dolambaç'tan
Nallıhan'a iniyoruz. Nallıhan merkezde kısa bir tur,
Nasuh Paşa Cami ve Kocahan ziyareti. Nasuh Paşa
Cami 1595 yılında Nasuh Paşa tarafından
yaptırılmış. Öndeki eklentisi pek uymasa da dokuya,
en azından cami ayakta ve kullanımda. Kocahan da
aynı yıllarda yapılmış, yenileme çalışmaları halen
devam ediyor. Kapısında Nallıhan’ın sembolü nalı
görebilirsiniz. Halk kahramanı Köroğlu buradan
geçerken gece handa konaklamış, ertesi gün
giderken bahçede atının nalı düşmüş. Hancı
tarafından bulunan nal, hanın kapısına asılmış. Bu
nal o nal mıdır bilinmez ama Nallıhan adını bu
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
naldan almış. Sonrasında Nallıhanlı kadınların el
emeği göz nuru iğne oyalarının satış noktasında
alıyoruz soluğu. Hanımlar gerçekten çok özverili.
Burası yedi gün açık, fiyatlar da çok uygun. Ardıç
ağacından esinlenerek yapılmış bileklik ve küpeler
gerçeğe çok uygun yapılmış, takınca ağacı koluma
geçirmiş gibi mutlu oluyorum.
yerleşirler, oraya bir köy kurarlar. Bacım Sultan evini
gelene geçene açar, yedirir, içirir. Bu yüzden de o
köyün adı Tekke Köyü olur.
Sonra yemek noktamız Karacasu Köyü Dinlenme
Yeri'ne gidiyoruz. Amacımız tepeye şelaleye
çıkmak. Bugünün köyün pilav günü olduğunu
öğrenip seviniyoruz. Hazirandan itibaren her hafta
sonu bir köyün pilav günü olurmuş, meydana
kazanlar kurulup, hep birlikte pişirilip, hep birlikte
yenirmiş. Yağan yağmur ve zaman problemi
nedeniyle programın şelale bölümünü iptal etmek
zorunda kalıyoruz. Kır lokantamızda yemek
hazırlanana kadar dut yemeye veriyoruz kendimizi
köy yollarında. (Ah o tepedeki yalnız ağaç ne güzel.
Daha geniş zamanda gelip oturmalı dibinde!)
Menüde
tarhana
çorbasısarmakapama pilav
(buraya özel
etli pilav)baklava
(80 kat) ve
çay var.
Yalnız önceden rezervasyon yaptırmanız şart. (ve
yemek öncesi çok dut yemeyin lütfen.) Eski ilkokulu
otel yapmışlar. Yanında da bizim yemek yediğimiz
lokanta. Đsterseniz çoluk çocuk kalabilirsiniz burada.
Turizm gönüllüleri
gerçekten çok
çalışmış
Nallıhan'da.
Dönüşte Hoşebe'de kahve molası, ardıçların
arasında biraz dinlenme... Buradaki ardıç ormanı
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğüne
bağlı korunan alanlardan. Beş odalı bir konaklama
tesisi de var ve bir de türbesi… Ve tekrar arabaya
binip yola koyuluyoruz. Daha Tekke Köy’e
uğrayacağız, arkadaşımın köyü.
Tekke Köy… Burası Bacım Sultan’ın köyü…
Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocası… Bacım
Sultan, Tapduk Emre’nin kızı… Ben bayıldım
hikayesine!!! “Yaşayacağım yeri kendim seçerim”
diyebilen kadınlardan, hem de tam 13. yüzyılda…
Yunus Emre’nin, Bacım Sultan’ı istediği gerçek mi
orası bilinmez ama Hamza Sultan’ın oğlu Bacım
Sultan’ı ister. Tapduk Emre de kızı verir. Gelin
köyden yola çıkar, öğle namazını kılmak için mola
verilir. Namazdan sonra bir de bakarlar ki gelin yok.
Gelini ararlar ama bulamazlar, Tapduk Emre’ye
haber verirler, “Gelin yerini buldu, orada arayın” der
Tapduk Emre. Ararlar, tararlar ve sonunda bir
tepede ardıç ağacına yaslanmış olarak bulurlar
Bacım Sultan’ı. Gelmesi istendiğinde “Ben buraya
kadar geldim, geri yolu da oğlunuz gelsin” cevabını
alırlar. Sonunda damat gelir ve orada evlenip,
Bacım Sultan, Tekke Köy’ünde o düğün alayını
beklediği ardıç ağacının altında yatıyor şimdi. Köy,
buğday ambarları, samanlıklarıyla çok resimsi...
Biraz terk edilmiş durumda. Sadece 30 kişi kalmış
yaşayan. Okulu kapanmış, çünkü köyde çocuk
kalmamış. Üzerine yapışan terk edilmişlik biraz
daha ilginç kılıyor belki burayı. Çevresi çam
ağaçlarıyla dolu, insan karşı tepelere yürümek
istiyor, tepenin ardını görmek, orada ufuk
çizgisindeki ardıcın altında oturmak, bir sonraki ufuk
çizgisine bakmak…
Belki bir sonraki gün Bacım Sultan’ın türbesinde
ağaçların altında o güzel bankta saatlerce oturup
kitap okumak, çayını yudumlamak, kendilerini terk
edilmiş hisseden ama aslında kanlı canlı karşınızda
duran köyün yaşlılarıyla konuşmak, bahçeyi
sulamak, otları biçmek… Köydeki eski ve boş evler
restore edilse, burası yürüyüş - bisiklet turizmine
açılsa, biz de gelsek kalsak diyoruz. Arkadaşım
hayallerimi
gerçekleştireceğine
söz
verdi.
Anneannesinin evi var orada, terk edilmiş ama olsun
bir hafta sonu orada toplanıp Bacım Sultan’ı
anacağız. Belki Eylül’de, bayramdan sonra köyün
pilav gününde belki daha önce…
Ve akşam oluyor, dönmek gerek. Rehberimiz
Nallıhan’ın daha yarısını bile görmediğimizi
söylüyor. “Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneği”nin
kitapçığına bakıyorum, gerçekten de görmediğimiz
çok şey var. Maalesef asırlık ağaç, şelale turu,
gölde tekne gezintisi ve diğerleri bir sonraki sefere
kalıyor. Biz tekrar buralara gelip trekking yapmak,
şehir merkezindeki 1944’den kalma halk evi-okul
binasından otele çevrilmiş binada kalmak, turizm
gönüllülerine destek olmak istiyoruz. Hafta
sonunuzu geçirmek için tavsiye ederiz Nallıhan
turunu. Gidin, türbeleri ziyaret edin, ipek yolundan
geçin, yöresel yemeklerini tadın, kuşları seyredin,
ardıç ağacını kolunuza takıp gözlerinizde Kız
Tepesi’nin renkleriyle dönün…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Başkentte Dört Mevsim; 3 – Yaz
Başkentte Yaz Günleri Đçin Farklı Seçenekler...
Ankara'da vatandaşların hafta sonları hoşça vakit geçirebilecekleri çok sayıda
alternatif eğlence ve spor mekanı bulunuyor -''aquapark''larda serinleyebilir,
şehrin gürültüsünden uzakta ata binebilir, go-cart, paintball ile stres atabilirsiniz
Başkentte, tatile çıkamayanların hafta sonları hoşça vakit
geçirebilecekleri yemyeşil ''beach''lerden masmavi
''aquapark''lara, eğlenceli ''paintball'' ve ''bowling''
salonlarından, buz pateni sarayı, tenis ve golf sahalarına
kadar pek çok sosyal tesis bulunuyor.
Yazı başkentte geçirenlerin deniz özlemini giderecek
alternatif yerlerin başında havuzlar, aquaparklar ve beach
clublar geliyor. Ankara'da, ünlü tatil beldelerindekileri
aratmayan birçok aquapark ve beach bulunuyor.
Aquaparklar, metrelerce yükseklikteki dev
kaydıraklardan kayıp havuza dalarak eğlenme imkanı
sunarken, yemyeşil beachlerde de yumuşacık yastıklara
sarılıp müzik eşliğinde gün boyu güneşlenilebiliyor.
Başkentin gözde havuz, aquapark ve beachlerinden
bazıları şunlar:
> Avenue: Beştepe'de bulunan tesis, müşterilerine havuz
ve yeşil çimler üzerinde güneşlenme imkanı sunuyor.
> My Garden: Gölbaşı bölgesinin en büyük
havuzlarından birine sahip, Konya yolu 4'üncü
kilometredeki tesiste tenis, basketbol, voleybol sahaları,
paintball ve go-cart yapma imkanı da bulunuyor.
> Dynamic Sport Center: Ümitköy'de hizmet veren
Dynamic Sport Center, hem üyelik hem de günlük giriş
sistemiyle çalışıyor. Açık ve kapalı tenis kortları,
aquapark, salto trambolin, beach volley, jakuzi, sauna ve
fitness center gibi pek çok aktivitenin yapılabildiği
tesiste, saat 20.00'den sonra havuz başında yemek servisi
başlıyor.
> Club Mirador: Ahlatlıbel'de bulunan mekanda havuza
girmek mümkün
> Club Watercity Aquapark: Haymana yolu 6'ncı
kilometrede yer alan ve birçok sporun yapılabildiği
tesiste, büyükler ve küçükler için ayrı su eğlenceleri
bulunuyor.
> Aqua Apple Garden: Ankaralılara serin ve eğlenceli
bir yaz dönemi geçirmeyi vadeden tesiste, çocuk ve
yetişkin havuzları ile su kaydırağı yer alıyor.
OTELLER
Kavurucu yaz sıcaklarından bunalan başkentliler, başta
Sheraton, Hilton, Bilkent, Dedeman, Büyük Anadolu,
Büyükhanlı Park Otel olmak üzere birçok otelin
havuzundan da yararlanabiliyor. Otellerde sadece havuz
değil, fitness, sauna, jakuzi, hamam da bulunuyor.
Ankara'daki bazı oteller ve sunduğu aktiviteler şöyle:
> Ankara Hilton: Hilton Health Club, havuzun yanı sıra
fitness, jakuzi, sauna, masaj gibi yan üniteleriyle de
hizmet veriyor. Otelde hem açık hem de kapalı havuz
bulunuyor. Hilton, sadece üye olanlara hizmet veriyor.
> Sheraton Hotel: Otelde havuzun yanı sıra fitness, tenis
kortu ve sauna hizmetlerinden de yararlanmak mümkün.
> Bilkent Otel: Havuzdan faydalanmak için sezonluk
veya aylık üye olmak gerekiyor.
> Büyük Anadolu Oteli: Bünyesinde aquapark, yüzme
havuzu, tenis kortu, voleybol sahası, çim futbol ve
basketbol sahaları bulunan otel Esenboğa Havaalanı yolu
27'nci kilometrede.
> Büyükhanlı Park Otel: Otelin teras bölümünde havuz,
pool bar ve snack bar bulunuyor. Arzu edenler fitness ve
jakuziden faydalanabiliyor.
> Bilkent Sports International: Bilkent Center'da yer
alan spor merkezinde biri açık, ikisi kapalı havuzların
yanı sıra tenis kortları, basketbol sahaları, fitness ve
squash imkanları bulunuyor. Sport International, üyelikle
hizmet veriyor.
> Dedeman Otel: Otelin havuzdan başka fitness, masaj
ve sauna olanakları da bulunuyor.
> Đçkale Otel: Otelde havuz, sauna, hamam ve jimnastik
salonu bulunuyor.
> Aktif Metropolitan Otel: Konya yolu üzerindeki
otelde havuz, hamam, sauna, jakuzi ve fitness salonu
bulunuyor.
KENTĐN ORTASINDA HAVUZ KEYFĐ
Ulus'taki 19 Mayıs Ziya Ozan Yüzme Havuzu, yaz
aylarında gençlerin vazgeçemediği aktivite alanlarının
başında geliyor. Đçinde olimpik standartlarda havuz
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
bulunan tesis, hafta sonları oldukça kalabalık oluyor.
Havuza, hafta içi tek başına girilebilirken, hafta sonları
ise sadece çiftler alınıyor. Havuzlarda bone takma
zorunluluğu bulunuyor.
Başkentlilerin ulaşması en kolay havuzlardan bir diğeri
de Anıttepe Yüzme Havuzu. Havuza, hafta içi 14.3018.00 saatleri arasında girilebiliyor.
KEÇĐÖREN'DE AQUAPARK KEYFĐ
Keçiören Belediyesince Kalaba Vadisi Projesi
kapsamında yaptırılarak hizmete açılan aquapark, yaz
sezonuyla birlikte yeniden faaliyete geçti. Keçiörenlilerin
yoğun ilgi gösterdiği eğlence mekanı, açık ve kapalı
havuzlar ile su kaydıraklarından oluşuyor. Aquaparktan
dar gelirli aile çocukları ücretsiz yararlanabiliyor.
Ayrıca, başta Kalaba Vadisi, Atatürk Parkı olmak üzere
Keçiören'in birçok yerinde yaptırılan koşu ve yürüyüş
parkurları, futbol, basketbol, voleybol ile tenis
sahalarında vatandaşlar ücretsiz sportif faaliyette
bulunabiliyorlar.
REKREASYON ALANLARININ ALTERNATĐFLERĐ
Başkentte, son 10 yıl içinde yaptırılan toplam 4 milyon
573 bin metre kare büyüklüğündeki rekreasyon
alanlarında ailece hafta sonları hoşça vakit geçirilebilecek
birçok alternatif eğlence mekanı bulunuyor.
Ankara Büyükşehir Belediyesince Kayaş yakınlarında,
Bayındır Barajı'nın rehabilite edilmesiyle oluşturulan
Mavi Göl'de, deniz bisikletlerinden yelkenli teknelere,
mini golf arabalarına, voleybol, basketbol, futbol
sahalarından koşu parkurlarına kadar ailelerin
çocuklarıyla birlikte spor yapıp eğelenebilecekleri çok
sayıda alternatif bulunuyor. Đsteyenlerin balık tutabildiği
rekreasyon alanında, kafe ve lokantalar yer alıyor.
Sincan'da bulunan Yunus Göleti etrafında yapılan
Harikalar Diyarı Rekreasyon Alanı da başkentlilerin
alternatif eğlence arayışlarına cevap verebilecek yerler
arasında bulunuyor. 1 milyon 300 bin metre karelik alan
üzerine kurulan Harikalar Diyarı'nda, çocuklar için
yaptırılan ''Masal Adası''nın yanı sıra futbol, basketbol,
voleybol, hentbol sahaları, özürlülerin de
yararlanabileceği açık ve kapalı yüzme havuzları,
kondisyon salonu, bisiklet yolları bulunuyor. Parkta
ayrıca, go-cart yarışı ve kaykay yapmak, model araba,
gemi ve uçaklarla eğlenmek mümkün.
Yaklaşık 602 bin metre karelik alan üzerine kurulan
Gölbaşı'ndaki Mogan Parkı'nda ise asma köprülerle
ulaşılan marina adası, ahşap kıyı yolu, koşu ve yaya
yolları, çocuk oyun alanları, özürlü çocuklar oyun alanı,
istasyonlu koşu pisti, 3 tenis kortu, 2 mini futbol sahası
ve basketbol sahaları yer alıyor. Ayrıca, park içerisinde
binicilik merkezi, spor merkezi, kayıkhane, tenis kortu,
kaykay pisti bulunuyor.
Eryaman'daki, Susuz Göleti'nin yeniden düzenlenmesiyle
oluşturulan Göksu Park'ta, 550 bin metre karelik alan
içinde 127 bin metre kare büyüklüğünde göl bulunuyor.
Göl etrafındaki ahşap platform iskeleler, seyir fenerleri,
balık tutma iskelesi, su sporları tesislerinden
yararlanılabiliyor. Vatandaşların gölde 45'er dakika
dolaşmalarını sağlayacak bir ''Nehir Gemisi'' bulunan
Göksu Park'ta, ray uzunluğu 550 metre olan Dağ Kızağı
ve ray uzunluğu 2 kilometre olan ''Gezinti Treni'' de
hizmet veriyor. Göl restoranlarının da yer aldığı Göksu
Park'ta bisiklet ve yürüyüş yolları, basketbol, voleybol,
mini futbol ve tenis sahaları gibi tesisler de vatandaşlara
hizmet veriyor.
Aydınlıkevler'de bulunan 640 bin metre karelik alana
kurulu Altınpark da hafta sonları Ankaralıların en sık
uğradığı yerlerden. Park alanında kapalı olimpik havuzun
yanı sıra kapalı ve açık spor alanları, Türk, Đtalyan ve Çin
lokantaları, gölet ve bahçeler, mini golf sahası ve at
harası da vatandaşların faydalanabileceği yerler arasında
bulunuyor.
ÇANKAYA'NIN GÖZDE DĐNLENME TESĐSLERĐ
Çankaya Belediyesinin Ahlatlıbel'deki tesisi, hafta sonu
Ankaralıların yoğun ilgi gösterdiği bir başka önemli
cazibe merkezi... Tesiste açık tenis kortları, halı sahalar,
basketbol, voleybol alanları, koşu ve yürüyüş pisti, açık
alan fitness parkı, çocuk parkı, go-cart alanları bulunuyor.
Çankaya'nın Yıldız semtindeki Lozan Park'ta da açık
tenis kortu, halı futbol sahası, basketbol ve voleybol
sahası, koşu ve yürüyüş pisti, açık alan fitness parkı,
kapalı fitness salonu mevcut.
Son günlerde sıcakların bastırmasıyla birlikte
Çankayalılar Đncek Yüzme Havuzu ve Dinlenme
Tesisleri'ne de akın ediyor. Tesiste, havuz, kapalı fitness
salonu, dama, dart, bilardo, satranç ve bezik
oynanabilecek salonlar yer alıyor.
DĐĞER SEÇENEKLER
Başkent'te güneş ortalığı kavururken buz pateni sahasının
serin pistinde kayarak hoşça vakit geçirmek isteyenler
için Belpa Buz Pateni Sarayı önerilebilir.
Paintball, hafta sonları evde canı sıkılanlar için alternatif
bir eğlence olabilir. Türkiye'ye birkaç yıl önce giren
''Paintball'' mekanlarını Ankara'da da bulmak mümkün.
Paintball'u merak edenler, Ankara-Eskişehir yolunun
28'inci kilometresinde bulunan MTG Paintball arenasında
bu oyunu deneyebilirler.
Đddialı mücadelelere sahne olan bowling ve dart salonları
da hafta sonları gidilebilecek farklı alternatif eğlence
mekanları arasında yer alıyor. Ankara'nın çeşitli
yerlerinde konuşlanan bowling ve dart salonları arasında
Bilkent Rollhouse, Dedeman Park Bowling, Atatürk
Orman Çiftliği'ndeki Mars Bowling önerilebilir.
Başkentte, biniciliğe düşkün olan, şehrin gürültüsünden
uzaklaşıp atlarla gezintiye çıkmak isteyenler için de
uygun mekanlar bulunuyor. Gölbaşı Ballıkpınar
Köyü'ndeki Capital Country Clup ile Beşevler'deki Atlı
Spor Kulübü tesisleri, hangi yaş ve seviyede olursa olsun
ata ve biniciliğe ilgi duyanların vazgeçemeyecekleri spor
kompleksleri arasında yer alıyor.
Atatürk Orman Çiftliği de Ankara'nın alternatif
mekanlarından... Yaban hayatının onlarca türünü bir
arada barındıran hayvanat bahçesi, görülmesi gereken
yerlerden biri…
Gelecek Sayı: Başkentte Güz
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Ankara Dergileri
Timur ÖZKAN [email protected]
ANKARA ThreeS
Sahibi: Ali Kemal Can
Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü: Alev Türker
Aylık, Son Sayısı: 8 (Haziran 2010)
130 Sayfa, Tirajı: 5 000, Fiyatı: 8 TL
Adres: Arjantin Cad. Halıcı Sok. 2/3 Kavaklıdere Tel: 428 22 30
Başlıca bölümleri: Spor, Siyaset, Sanat, Gezi, Sağlık, Cemiyet, Ankara Rehberi
www.three-s.com.tr
ARKADAŞ ANKARA KÜLTÜR SANAT ETKĐNLĐKLERĐ
Sahibi: Arkadaş Yayıncılık ve Pazarlama Dış Tic. Ltd. Şti. Cumhur Özdemir
Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü: Timur Zeren
Aylık, Son Sayısı: 180 (Haziran 2010)
56 Sayfa, Tirajı: 20 000, Fiyatı: Ücretsiz
Adres: Yuva Mahallesi, 3702. Sok 4 Yenimahalle Tel: 396 01 11
Başlıca Bölümleri: Kültür Sanat, Tiyatro, Sergi, Sinema, Kitaplık, Müzik Market, Rehber
[email protected] www.arkadas.com.tr/sanatbulteni
ANKARA EĞĐTĐM, KÜLTÜR VE SANAT DERGĐSĐ
Ankara Đl Milli Eğitim Müdürlüğü Yayını
Yazı Đşleri müdürü: Berrin Varol
Genel Yayın Yönetmeni: Kazım Kızılsu
Yayın Kurulu: Ulvi Kabakçı, Gülay Karakoç, Birten Đkizoğlu, Mahmut Yüceli
2 aylık, Son Sayısı: 67 (Mayıs/Haziran 2010)
128 Sayfa, Tirajı: 5 000, Fiyatı: Ücretsiz
Adres: Milli Eğitim Müdürlüğü, Basın Yayın Bölümü Beşevler Tel: 212 15 91
Her sayıda farklı bir tema: Son temalar: Gezi Yazıları, Yazarlık, Ankara…
ANKARA LIFE
Đmtiyaz Sahibi: NKS Basın Yayın Ltd. Şti. adına Nüket Kantarcı
Genel Yayın Yönetmeni: Sercan Kantarcı
2 Aylık, Son Sayısı: Haziran/Temmuz 2010
128 Sayfa, Tirajı: … Fiyatı: 6 TL
Adres: Çetin Emeç Bulvarı, 1065. Cad. 34/9 Öveçler Tel: 473 97 02
Başlıca Bölümleri: Başkentin Hatıra Defteri, 15 Adımda Ankara, Gezi, Röportaj, Sağlık,
Sanat
www.ankaralife.com.tr
ANKARA The Best
Đmtiyaz Sahibi: L’ajans Mutluson Reklam ve Yayıncılık Ltd. Şti. adına Levent Kaptan
Genel Yayın Yönetmeni: Aslı Kutlucan Kaptan
6 Aylık, Son Sayısı: 4 (Kış-Đlkbahar 2010)
360 Sayfa, Tirajı: 20 000, Fiyatı: 30 TL
Türkçe/Đngilizce
Adres: Cinnah Cad. Ahenk Sok. 7/7 Çankaya Tel: 442 75 10
Başlıca Bölümleri: Kent, Yakın Yerler, Geleneksel, Lezzet Mekanları, Sanat, Rehber
www.ankarathebest.com
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Ankara/Ankara
Turhan DEMĐRBAŞ [email protected]
Ankara Keçisi Güney Afrika’ya Nasıl Götürüldü?
ÇIKRIKLAR DURUNCA, Sadri Etem Ertem
Güney Afrika’da, Karu yaylasının güney
denizine
bakan
yamaçlarında,
Anadolu’dan söz eden iki sarışın ihtiyar,
sözlerini bir an için kestiler, Đhtiyarlardan
biri uzun denizci dürbünü ile uzaktaki;
Fundalar arasından koşan uzun tüylü,
sayıları iki - üç bini aşan tiftik keçilerini
hayranlıkla izlemeye başladı. Keçiler önleri
çitle çevrili ağıllara giriyor, orada uzun
güzel renkli kıvır kıvır saçlarını makas
altında bırakıyorlardı.
Manchester borsasına egemen olmaya
aday, sekiz bin adet keçisi olan, tiftik kralı
Stayvers arkadaşı Tomson’a şöyle dedi;
Asya’dan bir damızlık aldım, Afrika’da
ürettim. Tomson arkadaşına, şu tiftik
öyküsünü anlatır mısın dedi; Koleji bitirdikten sonra
misyoner amcamla Hint gezisine çıktık. Ben gezinin
yarısında Hint ticaret şirketlerinden birine memur oldum
ve gezimi Kaşmir’e dek uzattım. Orada ünlü Kaşmir
yünlerinin işlendiği tezgahları gördüm. Dünya’nın altını,
oluk gibi Kaşmir’e akıyordu. Bunun nedeni de şu
gördüğün keçilerdi. Đngiltere’ye dönünce anlattım,
güldüler. Rober Fulton icat ettiği vapuru Napolyon’a
takdim ettiği zaman;” Alın bu herifi, atın bu dilenciyi, bir
daha
söz
söyletmeyin.”
demiş,
bende
ona
benzemiştim. Nişanlım beni desteklemiş ve teşvik
etmişti. O da belki güzel Kaşmir yünü elbiseler
giyinebileceği içindi. Bilimden anlayanlara sorduğumda;
Orta Asya, keçilerinin iklim itibari ile Britanya adasında
yaşayamayacaklarını anlattılar.
Bir
gün
yolum
Doğu’ya
düştü,
Osmanlı
Đmparatorluğu’nda
bankalar
açılıyor,
demiryolu
ayrıcalıkları alınıyordu, büyük bir ticaret şirketi beni
incelemeyle görevlendirdi. Kendimi; Tüccar memuru
olduğumu ve incelemelerde bulunan ilahiyat uzmanı
olarak tanıttım. Đlahiyat uzmanı sözü ne güzel
anahtarmış, bana başka dinde, fakat iyi kalpli, saf,
içtenlikli birçok meslektaşların kalbini açtı. Bu dostlar
müftü ve imam denen bir sürü adamdı, nereye gitsem
onları buldum. Koskocaman sakalları var. Dünyayı bir
mescit gibi görüyorlar. Tanrı misafirine ikramda
bulunuyorlar ve dini konuşmalar başlıyor. Onlarla dost
oldum, Türkiye benim dostlarımla dolu.
Bir gün valinin verdiği yemekte, yıldızlardan söz
ediliyordu. Avrupa’dan yeni gelmiş bir Türk mühendis
dedi ki; Yıldızlar güneşin etrafında dönerler ve sayıları
sınırlıdır. Vali çok kızdı, müftü cübbesini topladı. Bende
söze karışıp şöyle dedim; Allah bilir, semayı
semadakine, yeri yerdekilere bırakalım, diye bir söz
attım. Bu söz onlara çok uygun gelmiş olmalı ki; vali
elimi sıktı, müftü ise enfiyesinden bir tutam verdi.
Gençlerden şikayetçi oldular. Dinlerimiz ayrıda olsa,
dinsizliğe karşı aynı cephedeyiz dedim. Boynuma
sarılıp beni öptüler, çok sıkı fıkı dost olduk.
Đncelemelerimde bana kolaylık göstermeleri için validen
bir de tavsiye mektubu aldım, işim işti. Doğruca
Anadolu içlerine doğru geziye başladım, elimdeki
kağıdı gösterince herkes selam durdu.
Bana eşlik etmesi için vali bey kendi emir eri
olan; zaptiye çavuşunu yanıma verdi. Çavuş
valinin bir dostuna karşı azami saygıyı
göstermek istiyordu. Çavuş ile dilimin
döndüğü ölçüde ve Doğu Dilleri Okulu’nda
öğrendiğim
Türkçe
ile
konuşmaya
çalışıyordum. Anadolu’nun içlerine doğru
ilerledikçe
mevsim değişiyor,
ağaçlar
bodurlaşıyordu. Orta Anadolu’da yer yer
çekilmiş sulardan kalma tuzlu tortular
gözüme ilişiyordu. Bu tuzlu topraklar,
buharlaşıyordu. Bir öğlen vakti buhar içinde
yürürken gözüme bir sürü ilişti. Orta
Asya’daki gibi kıvır kıvır tüylü, parlak renkli
keçiler önümüzden geçmeye başladılar.
Para ile bir çift tiftik keçisi almak istediğimi
zaptiye çavuşuna söyledim. Bana verdiği
cevap ise; Ne demek çelebi, valinin dostuna para ile
olmaz dedi ve keçi çobanından istedi, adam vermek
zorunda kaldı. Ben iki adet keçi ile memleketime ve
nişanlımın yanına döndüm. Bu hayvanları yaşatabilmek
için Orta Anadolu’nun iklimine uyan bir yer lazımdı.
Güney Afrika’nın Karu yaylasının iklimi Anadolu’nun
ikliminin aynısıydı.
Güney Afrika’ya gidenler altın ve elmas ile
uğraşırlarken, ben ise yeni bir denemenin içinde idim,
sonuç olumlu olmuştu. Ertesi yıl yeniden Anadolu
gezisine çıktım. Türkiye’de parlamento sistemi
olmadığından,
tanıdığım
valiler
görevlerinin
başındaydılar. Konuşmalarda, din konularında onlara
hak veren tutumum işe yarıyordu. Hatta benim gizlice
din değiştirdiğime inanıyorlardı. Mahmudiye altını
olarak verdiğim hediyeler işe yarıyordu. Ziyafetlere
çağrılıyordum. Yine geziye çıktım. Sıddık Çavuş
yanımda idi. Ona da gerekli hediyeleri getirmiştim.
Keçileri sordu, bende yine götürmek istediğimi
söyledim. Bir sürü görünce, çobandan yedi teke ve yedi
dişi keçi benim adıma istemiş oldu. Çoban gitti, bir türlü
gelmedi. Bir süre sonra boş döndü. Sıddık Çavuş
sorduğunda; Onun suçu olmadığını, kadınların
uğursuzluk getirir diye vermeye karşı çıktıklarını
söyledi. Gavur’a mal verilmez sözünü hatırlattı.
Köye doğru devam ettik, bir yaşlı insan; Sıddık ağa,
Çelebi’ye mal verilmez, bu atalardan kalmadır.
Gözümüze dizimize durur. Bizim elimiz gitmez, var sen
kendin al dedi. Tiftik keçilerini aldık, yola devam ettik.
Akşam çamlar arasında bir handa misafir olduk. Ertesi
gün yola devam ettik. Bir süre sonra dar ve sık
ağaçların olduğu yerden, silah sesi duyuldu. Đki taraf
karşılıklı ateşe başladı. Ağaçların arasından sesler
geliyordu.” Hayvanları bırak, canını kurtar” diye. Nal
sesleri ve silah sesleri birbirini kovaladı. Uyandığımda
başka bir köy odasında idik. Hayvan’ların yünleri kesildi
ve siyaha boyayıp öylece kurtulmayı başardık.
Đskoçya’ya gittim, oradan da Güney Afrika’ya;
Üzerinden 15 yıl geçti. Bu yıl, Dünya’da Güney Afrika
yün piyasası Anadolu’ya yegane rakip.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010)
Dizelerden
Dizelerden
Ali Cengizkan
III. KARAOĞLAN CADDESĐ, BALIK PAZARI
“Ankara Ankara Güzel Ankara”dan (1987)
…
Ellerinde su düzeçleri, şaküller, malalar tutanlar
yüz metre ötede Şehir Çarşısı’nda
az yukarda, Hacı bayram’ın orda
(ah orda, her şeyi yeşile boyamak isteyenlerin yanında)
dururlar. Sanki balık görürler
kaldırımda yürüyen her adamın yüzünde,
balık kavağa çıkmaz.
Bilirler.
Ulus! Duvarları tekrar tekrar beyaza boyanan Ulus!
Ulus bir beceriksizlikler semtidir.
Ve asfaltın altında yatan
Roma
ve Bizans
ve Selçuk
ve Osmanlı
sayılmazsa
bu kent çok yeni sanılabilir”

Benzer belgeler

ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi

ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir. Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir....

Detaylı