elektroakustik terimlerinin oluşturulmasındaki düşünce yolları

Transkript

elektroakustik terimlerinin oluşturulmasındaki düşünce yolları
ELEKTROAKUSTİK TERİMLERİNİN
OLUŞTURULMASINDAKİ DÜŞÜNCE YOLLARI
Eren BAŞARAN
Elektronik Yüksek Mühendisi ( İ.T.Ü.)
Boğazköy Girne
[email protected]
1. GİRİŞ
2. İNSANLAR DİLLERİNİ İHTİYAÇ DUYDUKÇA GELİŞTİRİYORLAR
Her dil insan toplulukları arasında binlerce yıl boyunca gelişerek oluşmuş ,
insanların meramlarını anlatmak için
kullandıkları bir sesli işaretler sistemidir.
Bütün dünya dillerinin “Gökten zenbille
indiğine inanmazsanız”, bu dillerin insanoğlunun yaratıcılığı sayesinde ihtiyaçlar oluştukça , üretildiği veya uydurulduğu bir gerçektir.Dili, ihtiyaç duydukça
insanlar yaratırlar .Dili, ihtiyaç duydukça
insanlar yaparlar.Dili, ihtiyaç duydukça
insanlar geliştirirler ve zenginleştirirler.
Gelişmiş ve zengin dediğimiz dillerin
kelimelerini , o dili konuşanlar ihtiyaç
duydukça üretmişlerdir, yaratmışlardır,
türetmişlerdir veya uydurmuşlardır.
3. UYDURULAN TERİMLERİN
DOĞAL AYIKLANMASI
Ortaya konan yeni teknik terimlerin,
yeni doğan terimlerin,yeni uydurulan
terimlerin ilgili bilim ve teknoloji sahalarında uğraşanlar tarafından, haliyle
doğal bir ayıklanması
( seleksiyonu ) sözkonusudur . Uyduracağınız
veya türeteceğiniz veya ortaya atacağı-
4. DEVENİN FARKLI YÜRÜŞ BİÇİMLERİ İÇİN BİN KELİME
Bedevi Araplarında devenin farklı yürüyüşlerini, çeşitli yürüyüş tarzlarını ifade
eden en az 1000 kelime varmış.Biz ülkemizde nadiren deve görüyoruz.Çöldeki
Araplar gibi develerle uğraşmadığımız
için, bizim, deve sahasında bu kadar terime pek ihtiyacımız yoktur. “Deve yürüyor” dememiz bile şimdilik bize yetiyor.
İngilizce, günümüzde “bilim ve teknoloji dili” olarak, dünyanın en gelişmiş ,
en zengin, ve en işlek bir dili haline gelmiştir veya getirilmiştir.Böyle olmasına
rağmen, İngilizce dilinde de yeni teknik
kavramlara yeni yeni terimler yakıştırılmakta, üretilmekte, türetilmekte veya
uydurulmaktadır. Bu işler yapılırken
,yepyeni kurallar ve yöntemler de ortaya koyulmaktadır.
5. YABANCI DİLLERDEKİ TERİMLERİN EĞRETİ
DURUŞLARI
Türkçe metinler içinde yer alan yabancı dillerdeki terimler , gerek yazımı ve
gerekse telaffuzu gırtlak yapımıza veya
hançeremize uymuyorsa , eğreti duruyorlar demektir.Bu yabancı dillerdeki
terimler kulağımızı tırmalıyorsa veya
bir çırpıda söylenemeyen kakışık kelimelere filiz vermeye başlıyorsa , bu kelimelerin eğreti ve sığıntı bir durumda
olduğu belirginleşiyor, demektir. Böyle
durumlarda isabetli yeni Türkçe terimlerin türetilmesi veya uydurulması zorunlu olmaktadır.
Ne var ki, İngilizce’de bir kelimelik bir
terime iki kelimeden , veya üç kelimeden veya daha fazla kelimeden oluşan
bir karşılık bulursanız , Türkçeyi Bilim
ve Teknoloji dili olarak zenginleştirmiş
değil de fukaralaştırmış olursunuz. Kavram ayrıntılarını veren kelimelerin bolluğu bir dili zenginleştirir.Aynı kavrama
;iki veya üç tane karşılık bulmak o dili
zenginleştirmez.
Dilimizdeki dil akımlarıyla ilgili olarak,
olayın daha kolay anlaşılmasını sağlamak üzere pek de abartılı olmayan
bir örnek vereyim : Bazı dilcilerimiz ve
bunları izleyenler “bizim dilimizde her
kavramın karşılığı vardır” demektedir.
Yeni terim ortaya koyulacaksa, Türkçede
mevcut kelimelerin dışına çıkılmasını
istememektedirler.Dilde bu kişileri izleyenler , örneğin diyelim ki <<saç , sakal
, bıyık >> gibi dilimizde olmayan yeni
kavramlar karşısında da “bizde karşılıkları var” diye hepsine birden “KIL” demeyi tercih etmektedir. Bu durum haliyle
en azından hem kavram kargaşısına yol
açmakta ve hem de Türkçeyi fukaralaştırmaktadır. Bu tutum benimsenirse,
ileride Türkçemizi Bilim ve Teknoloji dili
Yıl:8, Sayı 19,Nisan 2008-KTMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Yayınıdır
İstanbul Teknik Üniversitesinde bizim zamanımızda hocalarımız yabancı dildeki terimlere Türkçe karşılıklar
bulmak için çırpınıyorlardı ve Türkçe
teknik dili de çok büyük bir ustalıkla
kullanıyorlardı.1964 yıllarında, hocamız merhum Prof. Dr. Adnan ATAMAN’ı
hatırlıyorum : “Çocuklar, ben şu preemphasis terimine ön-dengeleme
diyeceğim ve de-emphasis terimine
de son-dengeleme diyeceğim. Ne
dersiniz?”diye sınıfta soruyordu. Ben o
zamanlar Türkçe terimlerin İngilizce karşılıklarını ve İngilizce terimlerin Türkçe
karşılıklarını birlikte öğrenmeye çalışıyordum.
nız veya oluşturacağınız terimler insanlarımız tarafından ancak benimsenirse
tutunacak ve yaygınlaşacaktır. Her yeni
terim insanlarımızın beğeni süzgecinden geçmektedir ve geçecektir.Bilim ve
teknolojinin ilgili sahalarında uğraşmıyorsanız, ve geniş bir kitleyi kendi anadilinde eğitmek, ve ilgili sahanın temel
bilgilerini yazılı veya sözlü olarak aktarmak gibi herhangibir derdiniz yoksa,
kendi anadilinizde terim türetmenize,
terim üretmenize veya uydurmanıza
pek gerek yoktur. Olanlarla idare edersiniz. Olanlarla yetinirsiniz.
Dilin geliştirilmesi, zenginleştirilmesi
ve işlerlik kazandırılması sözkonusuysa,
daha iyiye, daha güzele ve daha mükemmele ulaşabilmek için, bu konularda çalışmaların ve tartışmaların da
yapılması gerekiyor. Türkçemizi bilim
ve teknoloji dili olarak geliştirmemiz
ve zenginleştirmemiz sözkonusuysa ,
karşılaştığımız pürüzleri özgürce gözler
önüne sermemiz , tekleme ve pürüzlere insanlarımızın subjektif dil zevkini de
gözönüne alarak , çözüm yolları bulmamız gerekiyor. Bilim ve teknoloji sürekli
olarak geliştiğine göre, sürekli olarak
yabancı dillerdeki yeni terimlere de karşılıklar bulmak durumundayız.
olmaktan çıkaracaktır.
6. MERAMIMIZI ANLATAMAMIZIN
SONUÇLARI
Özellikle, mevcut Türkçe kelimelere bir
sürü yeni kavramlar yükleyerek yaratacağımız kavram kargaşaları dolayısıyla
, meramımızı tam olarak anlatamazsak
ne gibi sorunların ortaya çıkabileceği,
espritüel ve ilginç bir tarzda aşağıdaki
şekilde görülüyor .
[Bu şekil, künyesi “Business Communication - P.D.Hemphill & D.W.McCormick
–Prentice Hall, 1996, sayfa13” olan
kitaptan alınmış olup şekildeki yazıların Türkçeye çevirisi tarafımdan
yapılmıştır.E.Başaran]
7. YENİ TEKNİK TERİMLERİ KİMLER OLUŞTURACAK ?
Kullandığımız ve kullanacağımız Bilimsel ve Teknolojik terimleri teknik elemanlarımız , insanlarımızın hançeresine ve gırtlak yapısına uygun bir şekilde
bulmak veya türetmek veya ortaya koymak veya oluşturmak veya uydurmak
zorundadır. Genellikle, teknik elemanlarımız dil ile ilgili herşeyi dilcilere bırakmakta, dil ile ilgili konular “bizi ilgilendirmez” demektedirler. Öteyandan,
genellikle dilcilerimiz de “teknik konular bizi ilgilendirmez” demektedirler.
1977 yılı ortalarına doğru Elektroakustik konusunda bir kitap yazmak için
hazırlıklar yapmaya başladığımda ve
kollarımı sıvadığımda, bu sahada yüzlerce Türkçe karşılığı olmayan yabancı
dillerdeki terimlerle karşılaştım. Ben
kitabımı, bu terimleri “pas” geçerek hazırlamak
istemedim.Onları söylemeden, onları
atlayarak, eksik bir eser ortaya koymak
istemedim. Böylece, “İngilizcedeki bir
kelimelik bir terime karşılık, bir kelimelik olabildiğince kısa ve söylenişi kolay
bir terim ortaya koymayı veya oluşturmayı, kendime ilke edindim. O zamanlar kendi kendime, “yirmi otuz yıl sonra,
insanlarımızın benim karşılaştığım güçlükler ve zorluklarla karşılaşmamaları
için , muhakkak birşeyler yapmam gerekiyor.” diye düşündüm.
Bu düşünceyle, çoğunlukla 1981 yıllarında ortaya çıkan terimlerin bellibaşlılarını aşağıya “TÜRKÇE TEKNİK
TERİMLERİN OLUŞTURULMASINDAKİ
DÜŞÜNCE YOLLARINA ÖRNEKLER” başlığı altında veriyorum. Bu arada, bu terimlerle ilgili görüş ve yorumlarımı, ve
cümle içindeki örneklerini de birlikte
vermeye çalıştım. Bu sahada çalışacak
olanlara oldukça yararlı olabileceğini
umuyorum. Türkçemizin geliştirilmesi
ve zenginleştirilmesiyle ilgili olarak yapılan veya yapılacak olan çalışmalar ,
dilde birikim yapmakta ve ileride Türkçenin anlatımının daha da mükemmel
bir hale gelmesini sağlamaktadır.
Şunu da belirteyim ki, herhangibir dil,
kurallardan değil de kurallar dilden
çıkmaktadır.Dolayısıyla aşırı derecede
kuralcı olmanın ve meşhur “mahalle
baskısı” yaratmanın, birçok sakıncaları
vardır. Özellikle pürüzlü ve teklemeli
söylenişleri olabileceği için, kendiliğinden birçok kısıtlamalar ve sınırlamalar
sözkonusu olduğundan , dilimizin takılar ve eklerle uygulanabilir türetme
olanaklarının sanıldığı gibi çok fazla
veya “bengileyin” (“namütenahi”) olduğunu sanmıyorum.
8. YENİ TEKNİK TERİMLER NASIL
OLUŞTURULACAK?
BİLİMSEL VE TEKNİK TERİM YARATIRKEN ONİKİ ALTIN KURAL :
1. Terim, olabildiğince işlevine uygun
olmalı,
2.Terim, olabildiğince anlamıyla çağrışım yapmalı,
3. Terim, olabildiğince kısa olmalı,
6.Terim, olabildiğince çeşitli takılarla
kolayca türetilebilir olmalı,
7.Terim, olabildiğince tek kavrama karşılık olmalı,
8. Terim, hançerimize ve geniz yapımıza
uygun olmalı,
9. Terim, olabildiğince geçerli dilbilgisi
kurallarına uygun olmalı,
10. Terim, kulakta tekleme yaratmadan
kolayca söylenebilmeli,
11.Terim, cümle içinde kavram karışıklığı yaratmamalıdır.
12.Yerleşmiş terimleri değiştirmek yönüne gitmemelidir.
9. İNGİLİZCEDE YENİ TEKNİK TERİMLERİN UYDURULMA YÖNTEMİNE ÖRNEKLER
Bu başlıkta kullandığım “uydurulma” veya “uydurma” terimi çok geniş
kapsamlıdır ve bu terimde kısıtlama ve
sınırlama, ve olumsuz bir yan sözkonusu değildir.İngilizce elektrik-elektronik
mühendisliğindeki “impedance matching” terimine, “empedans uydurma”
diyoruz ve bu “uydurma” sözünü kuralsız, hesapsız kitapsız, atmasyon yapılan bir iş olarak algılamıyoruz.Oysa,
“türetme” teriminde kısıtlamalar ve sınırlamalar sözkonusudur.Yani, mevcut
bir kelime takısından, bir türetme ( İng.
derivation ) yapma sözkonusudur. Kimi
dilcilerimiz, bir başka dilcileri eleştirmek
üzere kullandıkları en iğneleyici ifadeler
: aşağı yukarı şöyle olmaktadır “Sizin türettiğiniz kelimeler uydurmasyon .Sizin
türettiğiniz kelimeler uyduruktur.” diye
birbirlerine taş atıyorlar.Bir zamanlar,
1960lı yıllarda İstanbul’da “Rus Salatası”
sözüne insanlarımızın müthiş bir alerjisi
vardı. Bazı akıllılar, o zamanlar İstanbullulara, “Rus Salatası”nı sevimli ve şirin
göstermek için, “Amerikan Salatası” demeye başladılardı. İngilizce’deki uydurma deyince, acaba bu “uydurma” veya
“uydurulma” sözünü, şirin ve sevimli
göstermemiz mümkün olabilecek mi ?
:-)
İngilizcede yeni terim uydurma
sorunu, dil kuralları tıkandığında ,hemen hemen hiçbir kural tanımaksızın
Latince ,Grekçe ve daha başka dillerden de alıntılar yaparak yakıştırmalar,
türetmeler veya uydurmalarla çözülmektedir.Örnekleri aşağıda verilmiştir.
“CEPSTRUM ANALYSIS” başlığı altında,
Brüel & Kjaer tarafından 1981 yılında
yayımlanan Technical Review adlı dergiden alınmıştır.
ÖRNEK 1: Aşağıdaki yazıda “Cepstrum,
Quefrency, Rahmonics, Saphe, Lifter,
Short-pass Lifter, Long-pass Lifter” terimlerinin nasıl ortaya çıktığı İngilizce
olarak açıklanmaktadır.Bu terimler işlevleriyle ilişkili olarak yepyeni bir yöntemle uydurulmuşlardır. Şimdiye değin,
“İngilizcemizin kurallarına uyulmuyor,
İngilizcemizi yozlaştırıyorlar “, deyenlerini ne gördüm ve ne de duydum...
CEPSTRUM ANALYSIS
by R.B.Randall and Jens Hee
Technical Review
ISSN 0007-2621
No.3-1981, sayfa 3-40
Brüel
&
Kjaer
,DK-2850,
NAERUM,DENMARK
Terminology ( sayfa 13 )
The name “cepstrum” is derived by paraphrasing the word “spectrum” and
was proposed in the original paper (Ref.
[1]) along with a number of similarly
derived terms.The reason was presumably that the cepstrum is a spectrum
of a spectrum, but of course the same
applies to the autocorrelation function,
and the really distintive feature of the
cepstrum is the logarithmic conversion
of the original spectrum.
Even so, many of the original terms are
still found in the cepstrum literature,
and so a short list will be given here of
the most common :
Cepstrum from Spectrum
Quefrency from Frequency
Rahmonics from Harmonics
Gamnitude from Magnitude ( amplitude )
Saphe from Phase
Lifter from Filter
Short-pass Lifter from Low-pass Filter
Long-pass Lifter from High-pass Filter
In the author’s opinion, not
all the above terms are necessary, or
useful,but some are. For example, the
quefrency is now well established as the
X-axis of the cepstrum, even though it is
idendical with time.In principle there is
no difference between quefrency and
the “τ” of the autocorreletion function.
Even so it is useful to speak of a “high
quefrency” as representing rapid fluctuations in the spectrum ( i.e. small frequency spacings ) and “low quefrency”
for more gentle variations ( large frequency spacings ) . It can also be useful to
distinguish between the actual “rahmonics” in the cepstrum and the effect in
the effect in the cepstrum of a family of
harmonics in the spectrum.
Ref (1) BOGERT,B.P.,HEALY,M.J.R. &
TUKEY,J.W., “The Quefrency Analysis of
Time Series for Echoes: Ceptrum, PseudoAutocovariance, Cross-cepstrum and
Saphe Cracking”, in Proceedings of
Symposium on Time Series Analysis by Rosenblatt,M.,(Ed.),Wiley,N.Y.
1963,pp.209-243.
ÖRNEK 2 : Aşağıda çok iyi bilinen SONAR teriminin nasıl ortaya çıktığını göstermektedir.Görüleceği üzere, sistemi
oluşturan 4 kelimenin ilk harfi veya ilk
iki harfi alınıp yanyana konarak SONAR
kelimesi türetiliyor.
SONAR : High-frequency ultrasonic waves are used in a system called “SOUND
NAVIGATION AND RANGING,” or sonar.
Bu yakıştırma işlemi de terim yapmada
bir yöntem oluyor. Nitekim, MORTGAGE
karşılığı olarak TDK tarafından önerilen
TUTULU SATIŞ kelimelerinden , en nihayet yine TDK tarafından da benimsenen
ve duyurusu yapılan TUTSAT oluşturul-
muş olunuyor. Artık “mortgage yasası”
için “tutsat yasası” deyebilirsiniz...
10. TÜRKÇE TEKNİK TERİMLERİN
OLUŞTURULMASINDAKİ DÜŞÜNCE YOLLARINA ÖRNEKLER
Aşağıdaki terimleri, herhangibir arama motoruna yazarak internetteki kullanımını gözlemleyebilirsiniz veya
“Eren BAŞARAN” diye yazarsanız, SES,
MÜZİK, KAMERA, TİYATRO vs ile ilgili birçok Türkçe web sitelerinde kitabımdan
alıntılara yer verdiklerini ve özellikle
aşağıdaki çoğu terimlerin de ne denli
yaygın olarak kullanıldığını göreceksiniz.
10.1. BÖLÜŞTÜRME DEVRESİ
( İng. Cross-over Network )
Bölüştürme Devresine , Bölüştürücü
Devre de diyebiliriz. Türkçe teknik kitaplarda 1981 yılına değin doğrudan doğruya “Cross-over Network” olarak yazılan bu terime, uygun bir Türkçe karşılık
bulabilir miyim ? diye düşündüm. 1940
yıllarına uzanan İngilizce teknik makaleleri incelediğimde, eskiden “Cross-over
Network” terimine “partition network”
dediklerini gördüm. Bu son ifade “taksim devresi” anlamına geliyor. Aslına
bakılırsa, burada “partition” ile anlatılmak istenen “bölüştürme” olayıdır.Türkçemizde “partition” ifadesini karşılayan
çok isabetli bir kelimemiz vardı : Bölüştürme veya Bölüştürücü kelimeleri.İkisinden biri olabilir. Nitekim, “cross-over
network” ifadesinin işlevi de bir tür “bölüştürmedir”.Bu devre belirli frekansları
sözkonusu hoparlörlere bölüştürerek
veriyor. Dolayısıyla , “Cross-over Filter”
devresine “Bölüştürme Filtresi” dedim.
Bunu “Bölüştüme Süzgeci” veya “Bölüştürücü Süzgeç” olarak da yazabilirsiniz.
Bilgisayar terminolojisinde “network”
terimine “ağ” diyorlar da elektroakustik
veya elektronik mühendisliği terminolojisinde buna “devre” demek çok daha
uygundur Böylece “bölüştürme devresi
” veya “bölüştürücü süzgeç” terimleri ,
ilk kez 1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” adlı kitabımla Türkçe elektroakustik
terminolojisine girmiştir.
Örnekler :
1. Cross-over filters for three-way
systems may use band-pass filters for
mid-range frequencies.
2. Cross-over filter networks for high fidelity applications are characterized by
the following features .
3. The attenuation at the cross-over frequency is 3 dB.
4. The circuit of the cross-over network
given in the following figure shows how
the components are connected together.
5. Ideally, a cross-over network should
be designed in conjunction with the
speakers and the enclosure to be used.
6. In a cross-over filter for 3-way system
,attenuation is 6 dB/octave , symmetrical and cross-over frequencies are 500
Hz and 4500 Hz.
10.2. ÇETELE KURALI ( İng. rule
of thumb )
İngilizcedeki bu “rule of thumb” deyişi
, Elektronikle ilgili kitaplarda hayli karşımıza çıkmaktadır.İngilizcede bunun
anlamı gayet açıktır: Türkçesi “göz kararı
, el kararı kabilinden ,derinliğine bir hesap kitap yapmadan”demektir.Böyle bir
anlamı vardır.
Türkçede “parmak kuralı” veya
“parmak kaidesi” diyecek olsak , “acaba
bu kişi ne demek istiyor ?” diye bel bel
yüzümüze bakacaklar. Yani “parmak kuralı” olarak çevirisi pek uygun değildir.
Köylerimizde çobanlar ağıla giren koyunlarını veya keçilerini sayarken , her
koyun ve keçi için duvara bir çizik atarlar.Buna “çetele” denir. Dolayısıyla , “rule
of thumb” karşılığı olarak “ çetele kuralı”
dedim ve bu terim de ilk kez 1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” kitabımla Türkçeye girmiştir.
Örnekler
1.
In order to understand the
electrical measurements and not merely proceed by rule of thumb, certain
basic features must first be discussed.
2.
In certain transistor circuits as
a rule of thumb, we can select the linear
stabilization factor between 5 and 15.
3. Çetele Kuralı uyarınca, transistörlü
devrelerde önsaptama yaparken lineer
Stabilizasyon Katsayısının 5 ile 15 arasında alınması uygundur.
10.3. ÇINLAMA SÜRESİ
( İng. Reverberation Time )
M.I.T. profesörlerinden Prof.Dr.Francis
Weston SEARS tarafından kaleme alınan
“Fizik Prensipleri I ( Mekanik, Isı ve Ses )”
adlı bir üniversite fiziği kitabının, 1957
yılında İstanbul Teknik Üniversite’sinde
çevirisinin ikinci baskısı yayımlanmıştı.
Bu kitabı o zamanlar hemşehrimiz olduğu söylenen Ord.Prof.Dr.Salih Murat
UZDİLEK hocamız Türkçeye çevirmişti.
“Reverberation Time” terimini Türkçeye
o zamanlar “Reverberasyon müddeti”
olarak çevirmişti. Bu o kadar önemli mi
? Evet önemlidir. Hernekadar İngilizcede “time” olarak geçiyorsa da, manasını
anlamadan bunu “zaman” olarak çevirenler ve “karmaşa” ve “kargaşa” yaratanlar da vardır.İngilizcede kendine
özgü yapısına uygun olarak “reverberation time” terimi bir süreyi belirtiyor
.Ancak,“reverberasyon zamanı” ifadesi
Türkçede belirli bir anı ifade eder.Müddeti, fasılayı veya süreyi ifade etmiyor.
Öyleyse, kafalarda bulanıklık yaratmamak için ,en azından “reverberasyon süresi” denmesi gerekirdi.
Hocamız merhum Ord.Prof.
Dr.Salih Murat UZDİLEK’in çevirdiği bu
kitapta “Salon Akustiği ve İnsan kulağının özellikleriyle” ilgili bilgiler de vardı.
Belirli konularda eserlerin olmasının
daima faydası vardır. Türkçe teknik anlatıma belirli bir işlerlik kazandırır. Bu
sahalarda bir birikim oluşturur.
1981 yılından önce , herhangi bir yazılı
kaynakta “reverberation time” terimini
“Çınlama Süresi” olarak görmedim. Ne
var ki, İ.T.Ü.’de o zamanlar 1964 yıllarında “Genel Elektroakustik” dersinde
hocam merhum Prof . Dr. Ziyaeddin
SÜDER , böyle diyordu. “Çınlama Süresi”
diyordu. Bildiğim kadarıyla , hocam bu
konuda yazılı herhangibir belge veya
ders notları bırakmadı. Ders kitabı da
yoktu.
Günümüzde, internette herhangi bir
arama motoruna “Çınlama Süresi” yazarsanız, kullanımının çok yaygınlaştığını görebilirsiniz.Nitekim , T.C. Başbakanlığı ve Ticaret Odaları yönetmeliklerinde
“Çınlama Süresi” terimini kullandıklarını
da görebilirsiniz.
“Reverberation Time” karşılığı olarak
“Çınlama Süresi” terimi Türkçe teknik
terminolojiye ,ilk kez 1981 yılında “Ses
Frekans Tekniği” adlı kitabımla girmiştir.
Örnekler : ( Türkçe )
1.Çınlama süresi, salondaki bir ses basınç şiddetinin, ilk değerinin milyonda
birine düşmesi için geçen süreye denir.
2.Salondaki ses basınç seviyesinin 60 dB
azalması için geçen süreye “çınlama süresi” adı verilir.
Örnekler : ( İngilizce )
1. The reverberation time of a room is
defined as the time it takes the sound
level in a room to decrease 60 dB when
a sound source is suddenly switched
off.
2. The Reverberation Time is defined as
time taken for a steady sound pressure
level in a room to decease by 60 dB and
can be measured directly from a suitable decay curve.
3. In an anechoic chamber where all the
walls, the ceiling and the floor are covered by a highly absorptive material , the
reverberation time is nearly zero.
4. It follows that the Reverberation Time
is liable to vary with frequency.
5. Generally , the Reverberation Time is
longer at lower frequencies because lower frequencies are usually less effectively absorbed than higher frequencies.
6. In a room with highly reflecting surfaces, such as a bathroom,the reverberation time is relatively long.
10.4.ÇINLATGAN ( İng. reverberant )
“Çınlatgan” ; çınlatması çok olan bir nesne, yüzey veya mekan .ve “Yansıtgan”
; yansıtması çok olan bir nesne, yüzey
veya mekan. ve “Soğurgan” terimi de :
soğuruculuğu çok olan bir nesne, yüzey
veya mekan olarak tanımlanabilir.Bu terim çevirisini düşünerek bulunur.
Örnekler :
1. A reverberant room is designed to
obtain diffuse field.
2. In practice, the majority of sound measurements are made in rooms that are
neither anechoic nor reverberant , but
somewhat in-between.
3. An excessively reverberant room will
reduce the intelligibility of any sound
reinforcement system.
4. The opposite of an anechoic room is
the reverberation chamber where all
surfaces are made as hard and reflec-
tive as possible and where no parallel
surfaces exist.
5. Reverberations chambers are cheaper
to construct than anechoic chambers,
they find widespread use for machinery
noise investigations.
10.5. DENE-DENE-BUL YÖNTMİ
( İng. cut-and-try method )
“Cut-and-try” terimini , “kes-ve-çabala”
diye çevirirseniz pek uygun olmaz. Çünkü, buradaki “try” kelimesi , “çabala” veya
“gayret göster” veya “ uğraş” anlamında
değildir. Burada “try” dene demektir.
Örneğin, “try this dress please” demek
“Lütfen bu elbiseyi deneyiniz” demektir. Hatta açıkçası; “bu elbiseyi üstünüze
giyerek deneyiniz.Size olur mu, olmaz
mı , görünüz, demektir.” Biraz fazla uzadı ancak görünmeyen anlamlarını da
bilmek gerekiyor. Dolayısıyla , “cut-and
try method” ifadesi için “dene-dene-bul
yöntemi” dedim.Bu arada, İngilizcedeki
“trial-and-error” deyişi de var ki buna da
“deneme-yanılma yöntemi” diyoruz.
Redhouse Sözlüğüne bakarsanız “ trial and error” için “çeşitli yolları
deneme” ; “sınama ve yanılma” yazdığını
göreceksiniz. Dolayısıyla buna “Sınamayanılma yöntemi” de diyebilirsiniz.
“Cut-and-Try method” ifadesinin karşılığı olarak “dene-dene-bul yöntemi” Türkçe teknik terminolojiye ilk kez
1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” adlı
kitabımla girmiştir ve daha sonra 1983
yılında Türkiye Elektrik Mühendisliği
dergisinde yayımlanan bir çeviri yazımda da kullanmıştım. Çevirenin Notu olarak “dene-dene-bul” yöntemine atıfta
bulunmuştum.
10.6. DEVİNTİ ( Ing. excursion ;
displacement )
Hoparlörlerde devinti, hoparlör diyafram deviniminin uzunluğudur.
Hoparlöre sinüzoidal gerilimin uygulanması durumunda, devinti uzunluğu =
Χo•Sin2 πt oluyor. Χo tepe değer, Χmax
tepeden tepeye devinti uzunluğu olup
Χmax = 2Χo olarak yazılır.Devinti hızı =
2πf Xo Cos 2πf t olur.Devinti hızı, devinti
uzunluğunun zamana göre türevini alarak bulunmuştur.
İngilizce’de , displacement bile, muhtemelen tam olarak sözkonusu kavramın tam karşılığını verememiş ki,
buna ek olarak çoğu kaynaklarda “excursion” denmiştir.Bu nedenle, tek kelimelik “devinti” dururken, iki kelimeden oluşan “yer değiştirme” ifadesini
kullanmıyoruz.“Devinti” diye bilinen ve
kullanımı çok yaygın olan bu terim, ilk
kez Türkçe terminolojiye 1981 yılında
“Ses Frekans Tekniği” kitabımla girmiştir
ve kullanımı çok fazla yaygınlaşmıştır ve
epeyce de tutunmuştur.
Örnekler
1. İnsan kulağının müsamaha edebileceği distorsiyon miktarına tekabül eden
diyafram devinti uzunluğu en fazla 2
mm olabilir.
2. Büyük akustik çıkış güçlerinde , diyafram devinti uzunluğu büyüyecektir.
3.At low frequencies the continuous
power rating of the speaker may be reduced because of limitations imposed
on diaphragm excursion.
adlı kitabımla , Türkçe teknik terminolojiye ilk kez 1981 yılında girmiştir.
Örnekler :
1.Some manufacturers of domestic
machines employ an elegant method
for determining the bias current.
2.The standard of domestic hi-fi and
stereo equipment has accustomed the
public to hear a far better quality of sound so audiences are more discerning
in their appreciation of sound.
4.The competition of recent years in the
domestic tape recorder market has unfortunately led manufactureres to try to
go one better in their specifications.
5. Domestic tape recorders should have
a universal field of application and should be easy to operate while being relatively inexpensive.
Burada , İngilizcedeki “domestic” ifadesi “evlerde kullanılan, ev için
hazırlanmış, evlerde bulundurulan” anlamındadır. Buradaki “domestic” ; ehlileşmiş veya evcil anlamında kullanılmıyor. Türkçede biz buna
“evcil cihazlar” dersek , okuyucuları şaşırtabiliriz. Ancak, “evcel” dersek, daha
uygun olur. Belki de şimdi niye “sel” ekini kullanmadık , diyeceksiniz. 1950 yılından bu yana, kelime türetirken “sel” eki
öylesine çok kullanılmış ki, dilciler tarafından bu ekin aşırı derecede kullanılmaması önerilmektedir.Hatta bazı ünlü
dilciler bu “sel” ekine karşı müthiş bir
cephe almışlardır. Neyse, “güncel” ifadesindeki “cel” takısı gibi , burada da aynı
takı kullanılmıştır . Bu “cel” takısının çok
az kullanılmış olması , teknik terimlerde
en azından herhangibir kavram kargaşası yaratmaması yönünden işimize de
yarayıyor.
Burada, hayvanlardaki “ehil” anlamında “evcil” ve öteyandan “evlerde
kullanılan,evlerde bulundurulan, ev için
hazırlanmış” anlamında “evcel” terimini
kullanıyorsak, ve Türkçemizde her iki
ayrı kavram için iki ayrı terim varsa , bu
husus Türkçemizin zenginliğini göstermektedir.
Böylelikle İngilizce’ye fark yapmış
oluyor. Bu terim “Ses Frekans Tekniği”
me” terimi mühendislik terimi olarak
çok eskiden beri İ.T.Ü.’de kullanımaktaydı.Bu terimi muhtemelen 1950 yıllarından itibaren “Elektron Tüpleri” dersini
veren Prof. Dr. Mustafa SANTUR hocamız ortaya koymuş olabilir.Bu terim, orijinal terimin Türkçeye doğrudan doğruya çevirisiyle oluşmuştur.Türkçe eğitim
terminolojisinde ise daha başka karşılıkları vardır.Kimisi buna “dönüt” diyor ve
kimisi de buna “geri bildirim” diyor. Aslında bu terimin, “bildirim” karşılığı olan
İngilizce’deki “declare” veya “announce”
ile zerre kadar bir ilgisi yoktur. Bazen ,
“Biz yaptık, oldu” oluyor ☺
Sönümleme de çok eskiden
beri İ.T.Ü.’de bilinen ve kullanılan terimlerdendir. “Over-damping / sıkı sönümleme” , “under-damping / gevşek
sönümleme” , ve “critical-damping / kritik sönümleme” .Ben bu terimleri, yanılmıyorsam, İ.T.Ü.’de hocam Prof. Tahsin
SAYA’nın derslerinde duymuştum.Bu
terimleri “Ses Frekans Tekniği” kitabımda sayfa 406’da İngilizceleriyle beraber
yazdım.Ben bu karşılıkları çok beğeniyorum.Bunlardan ikisi çok isabetli karşılıklar.İşlevlerine bakılarak uygun bir
karşılık bulunmuş.Gevşek sönümleme
ile sıkı sönümleme , çok mükemmel buluşlar...
10.8. GERİBESLEME ( İng. feedback ) ve SÖNÜMLEME ( İng.
10.7. EVCEL CİHAZLAR ( İng. damping )
domestic machines )
“Feedback” karşılığı olarak “Geribesle-
Bir zamanlar 1964 yıllarında
merhum Prof. Dr. Tarık ÖZKER hocamız
“ROOT LOCUS METHOD” terimine “KÖK
EĞRİLERİ YÖNTEMİ” diyordu. Şimdi “köklerin geometrik yeri yöntemi” de diyorlar.Bunu bir teknik dergide yayımlanan
bir teknik kitap reklamında gördüm.
Çeşitli teknik kaynaklarda yayımlanan
terimlerin sürekli ve sistematik olarak
derlenmesi ve yayımlanması da yararlı
olacaktır.
Örnekler:
1. In feedback circuits, it is important
to consider how the feedback signal is
“derived” from the output and how it is
“fed” to the input.
2. The following derivations apply only
when the feedback is negative; opposite effects should be expected if the
feedback is positive.
3. In order for series-fed feedback to be
most effective, the circuit should be driven from a constant voltage source and
from a source whose internal resistance
is small compared with input impedance.
4.While the principle of feedback, or
the comparison of the output of a device with its input to improve the accuracy of the output-input relation, had
been previously applied in the processcontrol.
5. The vacuum tube , combined with feedback becomes a precise and dependable tool.
6. The feedback is then said to be positive, and the circuit is regenerative.
7. The feedback is then said to be negative, or inverse, and the circuit is degenerative.
8. Inverse feedback reduces gain, reduces distortion and noise, increases stability .
9. Feedback will also reduce amplitude
distortion.
10. Noise, or hum, components introduced into a amplifier inside the feedback
loop are also reduced by feedback.
11. A great variety of circuits may be
used to introduce negative feedback
into an amplifier.
12. However, they all fall into two general classes known as voltage feedback
and current feedback.
13. In current feedback the voltage fed
back is fed back is proportional to the
current through load.
14. Thus voltage feedback reduces the
internal resistance of an amplifier and
tends to maintain constant voltage
with changes in load resistance.
10.9.GÜRLÜK ( İng. Loudness )
Gürlük; insan kulağının sesin şiddeti
hakkında yaptığı bir değerlendirmedir.
Gürlük, fizyolojik bir büyüklüktür.Dolayısıyla, “Loudness” karşılığı olarak “Gürlük” terimi Türkçe terminolojiye 1981
yılında ilk kez “Ses Frekans Tekniği” kitabımla girmiştir ve çok beğenilen ve yaygın kullanımı olan bir terim olmuştur.
Bunu internette gözlemleyebilirsiniz.
Çünkü daha önce bazı sözlükler tarafından “Loudness” için yanıltıcı ve yanlış
karşılıklar verilmiştir ve verilmektedir.
Hem “loudness” için ve hem de “pitch”
için “yükseklik” demektedirler.Her ikisi
de sesin fizyolojik özellikleri arasındadır.
Sesin fizyolojik özelliklerini sıralarken,
birinci özelliği yükseklik (pitch), ikinci
özelliği yükseklik (loudness) ve üçüncü özelliği de tını’dır mı diyeceğiz ? Bu
şekilde yaratılan ve sürdürülen kaosla
Türkçe’nin kısır bir dil olduğunun ileri
sürülmesine de yol açmaktadırlar.
Yanlışlık insanlara özgüdür.Ne var ki,
bazı çevreler, “Ancak biz türetirsek ve
uydurursak benimseriz” zihniyetiyle hareket
ettiklerinden, yanlış ve hatalı
karşılıklar,
sözlüklerinde sırıtmakta ve çeyrek
asırdan bu yana
da durmaktadır. Böylelikle, teknik
terimlerle ilgili,
ne dil ile ilgili kurumların ve ne de
diğer meslek
odalarının ciddi ve kapsamlı bir
araştırmaları ve
incelemeleri olmadığı anlaşılmaktadır.
Örnekler :
1. The human perception of loudness
of pure tones and other noise types has
been investigated and various sets of
equal loudness level contours proposed.
2. The ear’s assessment of loudness is
very non-linear in relation to both frequency and absolute sound pressure
level.
3. On this semi-logarithmic scale 1 sone
is defined as the loudness of a sound of
loudness level 40 phons, so 30 phons
is 0.5 sones ,50 phons is 2 sones , 60
phons is 4 sones.
4. The human perception of loudness
of pure tones and other noise types has
been exhaustively investigated and various sets of equal loudness level contours proposed.
5. Masking is the reduction in the subjective loudness of one tone by the introduction of another tone.
6. From the results of many subjective
experiments, contours of equal loudness can be drawn on an intensity versus frequency diagram.
7. Loudness is a personal sensation and
therefore a subjective effect so that this
comparison can only properly be made
by a human observer or by several people giving a concensus of opinion.
8. Loudness measured in this way is
expressed in phons.
10.10. HEYEDE EFEKTİ
( İng. Spatial Effect or Stereo Effect )
Heyede Efekti için Stereo Efekti, Uzamsal
Efekt veya Üç Boyutlu Etki de deniyor.
Üç boyutlu etki ; hareket, yön ve derinlik
olduğundan ; bu etkilerin baş harflerini
alarak , H.Y.D. yazılabilmesi nedeniyle
, “HeYeDe” yani kısaca “heyede” efekti,
diyoruz.Kulağımızla; bir ses kaynağının
hareketini, yönünü ve derinliğini belirleyebilmekteyiz.İki kulakla işitmede, bu
“H.Y.D.” ( heyede efekti, yani “hareket,
yön, ve derinlik”) efekti vardır.Bu efekte
“uzamsal efekt” adı da verilmektdir.
Bu “heyede efekti” , Türkçe
elektroakustik terminolojisine ilk kez
1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” kitabımla girmiştir ve bu terimi eski öğrencilerim çok beğenmiştir.Aradan 34 yıl
geçse de, BRTK’da çalıştığını söyleyen
bir öğrencime , “Geride kalanlardan
ne hatırlıyorsunuz ?” diye sorduğumda
bana “HEYEDE EFEKTİ, HOCAM” demiştir..:-)
10.11. HOPARLÖR DİREME
GÜCÜ (İng. Loudspeaker Power Handling Capacity )
Eskiden Kıbrıs’ta aşırı dere-
cede çalı, çirpi ve odun yüklenmiş bir
eşek yokuş çıkarken, yükü kaldıramayıp
çökmüşse, bu durumda “Eşek yükü direyemedi” deniyordu. Nitekim, “direnç,
direnme, direniş, direnişçi” hep aynı
köktendir. İngilizce’de “diremek” kavramını karşılamak için “handle” kelimesini
kullanıyorlar. “Eşek yükü direyemedi”
ifadesini “The donkey could not handle
the load” olarak çevirebiliriz.
Hoparlörlerde geçen ve İngilizce elektroakustik terminolojisinde “POWER
HANDLING CAPACITY” olarak kullanılan
terime “ HOPARLÖR DİREME GÜCÜ” deyebiliriz ve haliyle bunun birimi “watt”
olup kapasiteyle zerre kadar bir ilişkisi
yoktur. İngilizce’deki bu “capacity” kelimesi, Türkçedeki “yetenek, kabiliyet”
anlamındadır.
“HOPARLÖR DİREME GÜCÜ” sonuna,
İngilizce’de var diye, bir de “kapasite”
koymamıza gerek yoktur. Burada Türkçe
, bu terim ile İngilizce’ye fark yapmakta
ve daha yetenekli olduğu görülmektedir. Hatta İngiltere’de “Goodmans” gibi
bazı dünyaca ünlü hoparlör üreticisi
firmalar , bu “capacity” terimini kaldırmışlar ve “direme gücü” için, kataloglarında sadece “power handling” terimini
kullanmaktadırlar. Dolayısıyla , bazı teknik elemanlarımızın ve firmalarımızın
, böyle bir terimin sonuna, İngilizce’de
vardır diye, bir de “kapasite” kelimesini eklemeleri, hem hatalı ve hem de
gereksizdir.Bu kez “kapasite” ile biten
terimin biriminin “mikrofarad” değil de
“watt” olduğunu da açıklamak zorunda
kalıyorlar.
Hoparlör Direme Gücü terimi Türkçe
elektroakustik terminolojisine ilk kez
1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” adlı
kitabımla girmiştir.
Örnekler :
1.These useful loudspeakers combine
the extremes of high power handling
capacity and high sensitivity.
2. Power handling means exactly what
it says – it is the input power that the loudspeaker can handle without blowing
up – nothing more, nothing less.
3. Exceeding the power handling capacity of the speaker system will result in
distortion and, if the additional power
is much too great, will obviously damage your loudspeakers.
4. The power handling capacity of the
high power bass loudspeakers is between 10 W and 100 W.
10.12. İZGELEME ( İng. tracking )
İngilizcede genellikle pikapbaşlarıyla
ilgili olarak elektroakustik terminolojisinde “tracking” terimi “ iz sürme veya iz
sürebilme yeteneği” anlamındadır.Bunu
böyle bırakabilirsiniz. Ancak bunun bir
sakıncası vardır. İngilizcede bir tek kelimeyle ifade edilen bir terimi ,Türkçemizde ancak iki kelimeyle ifade edebildik. Şayet yabancı bir dildeki bir terimi ,
iki ,üç veya daha fazla kelimelerle ifade
edersek , Türkçemizi zenginleştirmiş
değil de “fukaralaştırmış” oluruz.
Bu nedenle, “tracking” karşılığı olarak
“izgeleme” dedik. “İzgeleme”; “iz sürme
veya iz sürebilme yeteneği” demektir.
Öteyandan, single-track için tek-izgeli,
twin-track için ikiz-izgeli veya çift-izgeli
ve 4-track için de 4-izgeli deyebiliriz.
“İzgeleme” terimi , Türkçe Elektroakustik
terminolojiye ilk kez 1981 yılında “Ses
Frekans Tekniği” kitabımla girmiştir.
Örnekler :
1. To determine the maximum tracking
ability of a pick-up, an available test record contains a track with a 1 kHz signal
recorded at very high levels from 0 dB
up to 8 dB in steps of 2 dB.
2. To determine the maximum tracking
ability of a pick-up, an available test record contains a track with a 1 kHz signal
recorded at very high levels from 0 dB
up to 8 dB in steps of 2 dB.
10.13. ÖNSAPTAMA ( İng.bias )
İngilizce’deki bu “bias” terimi
özen gösterilmezse çok fazla sorun yaratan bir terimdir. Elektron tüpleri zamanında İ.T.Ü.’de muhtemelen 1950li
yıllardan itibaren “Elektron Tüpleri”
derslerinin hocası Prof. Dr.
Mustafa SANTUR , bu bias terimini, o zaman elektron tüplerindeki işleviyle ilgili
olarak “öngerilim” terimiyle karşılamıştı.
Transistörlerin, 1948 yılında icat edildiği duyurulduktan sonra, transistörlerde
de bias işleminin olduğu , ancak bunun
gerilim ile değil de akım ile ilgili bir büyüklük olduğu görülmüştür.Ne var ki
çoğu kimse nerede “bias” terimi görürse
bunu “öngerilim” ile karşılamaya çalışmıştır.Oysa, transistörlerde sözkonusu
olan “gerilim” değil de “akım” dır. Dolayısıyla, transistörlerde ( şayet FET tipi
transistör değilse ) “bias” teriminin karşlığı “öngerilim” değil de “önakım” veya
“önakımlama” olması gerekir. Fransa’da
öğrenim görenler veya Fransızca’dan
yararlananlar ise “bias” terimi için “polarma, polarizasyon, ve kutuplandırma”
demişlerdir.Hatta “bias” teriminin söylenişinden “bayaz” diyenler de vardır.
“Bias” işleminin akım veya gerilim ile
, veya başka bir büyüklükle yapıldığı
belirtilmek istenmezse “önsaptama” terimi kullanılabilir. Teyp cihazlarında da
“önsaptama” (İng. bias) sözkonusudur.
Gerek “önakım” , gerek “önakımlama”,
ve gerekse “önsaptama” terimleri Türkçe
elektronik ve elektroakustik terminolojisine , ilk kez 1981 yılında “Ses Frekans
Tekniği” kitabımla girmiştir.
Örnekler :
2. We already know that an oscillator
with an input in the frequency range 40
to 80 kHz is required for erasing and biasing the tape.
3. In the case of bias, however, the HF
must be at least three times the highest
frequency to be recorded.
4. The higher the bias frequency, the
smaller the influence of the AF harmonics.
5.In order to manage with a single oscillator, the erase frequency is set at about
60 kHz and this same used for the bias.
6.The diode is reverse-biased, but the
voltage is not sufficient to cause breakdown.
7. These characteristics, for both forward and reverse bias , are shown in the
figure.
8 We now apply an external voltage
Vbb from base to emitter whose polarity forward-biases this junction.
9. We now have a forward-biased baseemitter junction and reverse-biased
collector-base junction.
10. In practice , bias currents from 1.0
to 20.0 milliamperes are common,and
they may be 5 to 30 times the signal
current, depending upon the tape and
head charecteristics.
11. Care must also be taken to provide
a harmonically pure sinewave bias current to minimize distortion products
12. The circuit shown in figure employs
constant base current biasing.
13. Actually, a constant base current
produces the worst possible type of biasing.
14. In summary, fixed biasing provided
a simple and inexpensive means for establishing an operating point.
10.14. KARLANMA ( İng. snowing )
İ.T.Ü.’de, bundan kırk yıl önce
hocamız Dr.Ergür TÜTÜNCÜOĞLU , 5
Aralık 1967 tarihinde başlamak üzere,
uygulamalı “Televizyon Gece Kursu”
veriyordu. Ben de pratiğimi artırabilmek için bu kursu takip ediyordum.O
kadar güzel bir program hazırlanmıştı
ki el’an bu programı saklıyorum ve günümüzdeki teknolojik gelişmelerden
de yararlanarak, bunu bir tarayıcıdan
geçirerek bilgisayarıma jpg formatında
aktardım.Neyse, “karlanma” terimini,
ben ilk kez bu televizyon gece kursunda duymuştum..Daha sonra Kıbrıs’a
geldim ve Lefkoşa’da Asmaaltı’nda
Kumarcılar Hanı’nın arkasında, Agah
Efendi Sokağında , güney yakasında
köşe bitişiğinde, sendeli bir dükkanda ,
“Radyo,Teyp,Televizyon,Yüksek Frekanslı Kaynak Makineleri, Tiyatro Dimmerleri, Elektronik Medikal Cihazlar ve Metal
Dedektörler” vesaire gibi cihazların
servisi ve onarımı işleriyle uğraşıyorduk.
O zamanlar Kıbrıs’a geldiğimde, küçücük adamızda elektronik cihaz yönünden pek birşey olmadığını sanıyordum.
Meğer, ne kadar da çok şey varmış Piyasamızda , albüm vs yapımında kullanılan İngiltere’deki STANELCO firmasının
“yüksek frekanslı kaynak makineleri” (
high frequency welding maching ) vardı.Bunların servisini de biz yapıyorduk.
Arasıra Avusturyalı B.M. askerlerinin
bozulan telsiz cihazlarının arızalarının
giderilmesi için de bize geliyorlardı.
“Snowing” karşılığı olarak kullanılan “karlanma” arızası , televizyon alıcılarında karşılaşılan bir arızadır.Transistör
ve elektron tüplerinin iç-gürültüleri T.V.
ekranında , anten yok iken, tüm ekranı
kaplayan siyah benecikler oluşturmaktadır.
Bildiğiniz gibi, Trodos dağlarının yüksek tepeleri hariç, Kıbrıs’a kar
nadiren yağar. Belki de 15 yılda bir
yağmaktadır. Dolayısıyla, hayatlarında
nadiren kar gören insanlar, televizyonlarındaki “karlanma” arızasını bildikleri
şeylere benzeterek tarif edeceklerdi. Nitekim, Kıbrıs’ta ise o zamanlar müşterilerimiz bu arızayı, olayı bildikleri şeylere
benzetmeye çalışarak, “ekranıma sanki
karıncalar üşüşüyor” diyorlardı ve kısaca
ekranımda “karıncalanma” oluyor diyorlardı. Teknik dilde bu “karlanma” arızasına, Türkçe’de “kumlanma” da diyorlardı.
Bir başka ilginç durum, o zamanlar “integrated circuit” karşılığı olan “tümleşik devreye” de kimi teknisyenlerimiz,
“elektronik kırkayak” diyordu.Gerçekten
bu “tümleşik dervreler” çok-bacaklı kırkayağa benziyordu...
“Ses Frekans Tekniği” kitabımda sayfa 494’de SNOWING karşılığı olarak
KARLANMA, KUMLANMA ve KARINCALANMA terimlerinin kullanılabileceğini yazmıştım. KARINCALANMA terimi
Elektronik terminolojisine ilk kez 1981
yılında “Ses Frekans Tekniği” kitabımla
girmiştir.
10.15. PERDEŞİM ( İng. pitch )
Elektroakustik
terminolijide
perdeşim terimi , İngilizcede “pitch” kelimesiyle ifade edilmektedir.Kimi müzisyenlerimiz buna “yükseklik” diyorlar.
Ne var ki “yükseklik” terimi Türkçemizde
öylesine çok anlama gidiyor ki,buna bir
de “pitch” karşılığını yüklemek , biraz
fazla oluyor.İngilizcede terim uyduranlar isteseydi , “PITCH” kelimesine “HEIGHT” deyebilirdi. Ancak demediler.Niye
desinler ki ? İngilizceyi, ileride kavram
kargaşalarıyla dolu olan bir dil yapmak
istemiyorlardı da ondan.İleriyi görebiliyorlar...
Buna “pitch” terimine , Türkçede ilkin hangi aklıevvel “yükseklik”
demişse, doğru bir seçim , isabetli bir
uydurma yapamamıştır.Örneğin “highpitched sound” deyişini Türkçemize
çevirecek olsak “yüksek-yükseklikli ses”
veya “yüksekliği yüksek ses” dememiz
gerekir.Öteyandan, “low-pitched sound” için de “alçak-yükseklikli ses” veya
“yüksekliği alçak ses” dememiz gerekir.
Burada söylenmesi zor, pürüzlü ve tekleyen bir ifade vardır.Kuşkusuz bunu
“pas” geçmek isterseniz, herhangibir sorununuz olmayacaktır. Terim uydururken , uyduracağınız terim hem kavram
kargaşı yaratmamalı ve hem de söylenmesi zor olmamasına özen göstermek
gerekiyor.
Öteyandan, “yüksek perdeşimli ses” ile
“alçak perdeşimli ses” deyişleri ağızdan
gayet akıcı bir şekilde çıkmaktadır.
Özetle, sesin fizyolojik özellikleri arasında yer alan “pitch” için “perdeşim”,
“timbre” için “tını”, ve “loudness” için
“gürlük” diyoruz.Bazı eski İngilizce kaynaklarda “timbre” için “quality” terimi de
de kullanılıyordu.
Perdeşim terimi ilk kez 1981 yılında “Ses
Frekans Tekniği” adlı kitabımla Türkçe
elektroakustik terminolojiye girmiştir
ve arama motorları aracalığıyla görebileceğiniz gibi
kullanımı çok yaygınlaşmıştır.
Örnekler :
1. A singer can shatter glass by singing a
clear, strong, high-pitched note.
2. A sound is music if it has a pleasing
quality, a definite identifiable pitch,
and a definite repeated timing called
rhythm.
3. The pitch of a sound depends primarily upon the frequency of the vibrations.
4. The loudness of a sound depends,
naturally, upon the amplitude of the
sound wave, and has some slight effect
upon the pitch so far as the response of
the ear concerned.
5. Even small periodic variations in speed lead to pitch variations which strike
the ear as extremely disagreeable especially in the case of piano music.
6. However, the ear is fairly insensitive
to such pitch deviations and even professional musicians may be unaware of
deviations of a few per cent.
7. If different machines with tape speeds that are not absolutely identical are
used for recording and playback, the
reproduced pitch will differ from the
original pitch by an amount proportional to the difference in speeds.
8. The position of a sound in the musical
scale may be described as its pitch.
9. Sounds may be high pitched and low
pitched.
10. Amplitude, frequency,and wave interaction determine the properties of
sound known as intensity,frequency,
and quality. The effects of these properties on the ear are respectively loud-
ness, pitch and timbre.
11. Why can you tell the difference between the sound of a trumpet and the
sound of a flute even when they are playing the same note ? The instruments
have a different sound quality.Sound
quality is called timbre.
12. In music, frequency is referred to
as pitch, whereas the character of a sound which depends on the proportion
of harmonics it contains, is known as
timbre.
13. In music, frequency is referred to
as pitch, whereas the character of a sound which depends on the proportion
of harmonics it contains, is known as
timbre.
14. It seems to agree in that highpitched noise is more annoying than
low-pitched noise.
15. A musical note has three characteristics ; pitch, loudness, and quality .
16.The greater the number of vibrations
per second, the higher is the pitch.
10.16. SAHNE KÖKENLİ SESLENDİRME
( İng. one point sonorization )
Sesi, dinleyicilere , sahneye konan
hoparlörlerden kaynaklandırıyorsak ,
buna sahne kökenli seslendirme deniyor.Dinleyicilerin sahneden geldiğini
sanması sahne kökenli seslendirmede
esas unsurdur.
Sahne Kökenli Seslendirme Türkçe
elektroakustik terminolojiye ilk kez
1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” kitabımla girmiştir ve yaygın olarak kullanılmaktadır.
Örnekler :
1. One point sonorization is the term given to sound systems where the sonorization takes place from the stage.
2. A drawback to one point sonorization is that members of the audience
can suffer some discomfort if they are
located too near the high power stage
loudspeakers.
3. A multi-loudspeaker system that provides virtually one-point sonorization
can be set-up using sound delay machine, with the advantage it is completely
independent of the acoustic surroundings.
10.17. SES GÜÇLENDİRME SİSTEMİ
( İng. Sound Reinforcement
System )
Ses Güçlendirme Sistemi terimi Türkçe elektroakustik terminolojiye ilk kez
1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” kitabımla girmiştir.
Örnekler :
1. A Public Address system in a railway
station or a sports arena is greatly different from a conference system in an
auditorium or a sound reinforcement
system in a theater hall.
2. The sound reinforcement system and
sound reproduction system are used to
bring the spoken word or music to the
listeners, preferable as clear and naturally as undistorted as possible.
3. It is often said that a sound reinforcement and sound reproduction system
is perfect when nobody present notices
it.
4. The problems with sound reinforcement systems can only be solved by
paying attention to the location, its
acoustic properties and its function i.e.
whether it is used for music or for speech only, or a combination of both.
10.18. SES ÜRETİŞLEME SİSTEMİ ( İng. Sound Reproducing
System )
Ses Üretişleme Sistemi terimi
Türkçe elektroakustik terminolojiye ilk
kez 1981 yılında “Ses Frekans Tekniği”
kitabımla girmiştir.
Örnekler :
1.The Omnidirectional microphones
ensures top quality of sound reproduction professional studios.
5. With sound reproduction systems,
since there is no feedback loop the
problems are usually solved at manufacture by ensuring that recorder or
pick-up exhibits the requisite characteristics
10.19.TEMASSIZLIK KAYIPLARI
( İng. seperation losses or spacing losses ) ve HİZASIZLIK KAYIPLARI
( İng. azimuth losses )
Temassızlık kayıpları; teyp cihazlarında teyp-bandı ile teyp-kafasının
tam temas etmemesinden oluşmaktadır.Teyp-bandına kaydedilen magnetik
sinyal izi , teyp okuma-kafası tam bir
temas yapmıyorsa üretişlenen ( İng.
reproduced ) sinyalde ( çıkış sinyalinde
) zayıflama olacaktır.Görüleceği üzere,
İngilizcede bu kavrama olayla ilgili olarak uydurulan “ seperation losses” terimi
bazı çevrelerce pek fazla beğenilmemiş
ki onlar da bu terime “spacing losses”
demişlerdir. Ben olaya baktığımda
“değmesizlik kayıpları” da diyebilirdim.
Ancak, olayı o kadar iyi çağrıştıramıyor.
Halbuki, “temassızlık kayıpları” dediğim
zaman, hemen “teyp bandı ile teyp kafasının iyi temas etmemesi” akla gelebiliyor. Dolayısıyla, teknik bir kitap yazarken “kolayca anlaşılabilir” olmak gibi bir
ilkeniz varsa , “seperation losses” karşılığının “temassızlık kayıpları” olmasını
tercih edersiniz.
Hizasızlık kayıpları; teyp cihazlarında
okuma-kafası aralığı , kayıt-kafası aralığı
ile tam paralel bir hizaya getirelememişse, yüksek frekanslarda çıkış sinyali zayıflayarak hizasızlık kayıpları oluşmaktadır.
Temassızlık kayıpları ve hizasızlık kayıpları Türkçe elektroakustik terminolojiye
ilk kez 1981 yılında “Ses Frekans Tekniği”
kitabımla girmiştir.
Örnekler
1.Separation Loss is seen in the reproduced signal as very short and random
reductions (or dropouts ) in signal level.
2. Seven factors such as gap effect,
recording
demagnetization,
selfdemagnetization, penetration losses,
head losses, separation losses, and azimuth misalignment.
4. No account needs to be taken of the
so-called spacing effect ( the effect of
a space between the tape and head )
when deciding what the frequency response to be.
10.20. TÜMCEL ( İng. integrand
) ve diğer matematik terimleri
Bir zamanlar çok sayıda Türkçe
matematik literatürünü gözden geçirdiğim halde “integrand” terimi yerine ,
söylenmesi kolay ve bir tek kelimeden
oluşan bir karşılığının bulunduğunu
göremedim.Ancak “integrand” sözü yerine çoğunlukla “integral işareti altındaki fonksiyon” ibaresi kullanılmaktadır.
Ne var ki , bu durum bana “sakal” sözü
yerine “yüz üzerindeki kıllar topluluğu”
demeğe benzer gibi geldi.Kuşkusuz ,
“saç” diyeceğimize , her seferinde “baş
üzerindeki kıllar topluluğu” diyebiliriz
ve bu şekilde de meramımızı anlatabiliriz.Bıyık diyeceğimize de “üst dudağın
üzerindeki kıllar” da diyebiliriz. Ancak ,
bilim dillerinin karekteristik niteliklerinden olan “dilde ekonomik olmak “ ilkesiyle bağdaşmayı sağlayabilmek üzere
; bu yeni kavrama , bir tek kelimeden
oluşan , söylenmesi kolay, olabildiğince
de kısa ve anlamıyla çağrışım yapabilen
bir karşılık bulmak gerekiyordu.
Ben bu terime 1986 yılında yayımlanan
[ Örneklerle Açıklamalı Belirsiz İntegral
Çizelgeleri ] adlı kitabımda “tümcel” dedim. “Integrated Circuit” terimine nasıl
ki “Tümleşik Devre” diyorlar: buradaki
“tümleşik” kelimesinin “tüm” takısına ,
“cel” ekini ekledim. Nasıl ki “cel” takısını kullanarak “güncel” diyoruz, “tümcel”
niye demeyelim ki ? Üstelik anlamını
çağrıştıran bir terim.
Öteyandan, 1986 yılına değin – benim kitabım yayımlanana değin - “Improper Integral” karşılığı olarak
“gayri has integral” veya “ has olmayan
integral” deniyordu.Ben 1986 yıllarında
yayımlanan [ “Örneklerle Açıklamalı Belirsiz İntegral Çizelgeleri” adlı kitabımda
“Improper Integrals” yerine “Özgesiz İntegraller” , ve “Infinite Integrals” yerine
de “Bengisel İntegraller” demeyi , daha
uygun buldum.
İngilizcedeki “to substitute”
karşılığı olarak da “yergelemek” dedim.
Buna “ikame etmek” de diyorlar.Ayrıca,
kullanılanagelen Osmanlıca “kaim” teriminin İngilizcedeki karşılığı “substitution” terimi olup “kaim” teriminin yerine
“yergeleme” veya “yergeşik” dedim. Bu
önerilen terimler , görüleceği üzere ,
anlamıyla da çağrışım yapan, türetilen
terimlerdir ve Türkçe matematik terminolojisine ilk kez sözkonusu “Örneklerle
Açıklamalı Belirsiz İntegral Çizelgeleri”
adlı kitabımla 1986 yılında girmiştir.
10.21.ÜRETİŞİM ( İng. reproduction )
İngilizce’de Elektroakusik ter-
minolojisinde çok yaygın olarak kullanılan “to reproduce” terimini karşılamak
üzere “üretişlemek” veya “üretişim yapmak”terimlerini kullandım. İngilizce’deki
bu “RE-........” takısı yerine geçebilen, kısa
ve uygun bir takı ve ek bulabilen kişi,
Türkçemizin gelişmesine çok büyük bir
katkı yapmış olacaktır. Şimdilik “üretişim” ile yetinmek zorundayız.
“Reproduction” karşılığı olarak
“üretişim” teriminin anlamı şudur : Ses
bilgisinin; teyp cihazı, mikrofon ,yükselteç veya hoparlör kullanarak yeniden
üretilmesi veya yeniden hasıl edilmesi
veya yeniden oluşturulması demektir.
Bir teyp bandına veya bir plağa kayıtlı
bir ses bilgisinin , herhangi bir araçla
yeniden oluşturulmasına “üretişim” (
reprodüksiyon ) adı veriliyor.
“Reproduction” terimi için “yeniden hasıl edilmesi” veya “yeniden üretilmesi” yazarsanız, bu karşılık oldukça
eksik olacaktır..Çünkü, “reproduction”
karşılığı olan “üretişim” terimi ile maksat; “ses bilgisinin teyp cihazı, yükselteç,
hoparlör gibi araçlar aracılığıyla yeniden
oluşturulması, yeniden hasıl edilmesi
veya yeniden üretilmesi,” demektir.
Sadece yalın olarak “yeniden hasıl edilmesi” değildir.Üstelik, “yeniden üretilmesi” veya “yeniden hasıl edilmesi” yazdıktan sonra , bunu tanımlayarak, buna
sözü edilen kavramı yüklemek mümkün
değildir.
Reproduction için üretişim , ve reproducible için de üretişlenebilir karşılıklarını kullandım.Üretişim , üretişimlemek,
üretişim yapmak terimleri Türkçe elektroakustik terminolojiye ilk kez 1981 yılında “Ses Frekans Tekniği” adlı kitabımla girmiştir.
Örnekler
1. A fifteen inch loudspeaker with twin
cone has proved very successful in discotheque speaker systems for its fine
bass reproduction.
2. Thus high precision of tape transport
is demanded for acceptable recording
and reproduction of good music , and
the lower the tape speed ,the higher
the precision necessary.
3. The term high fidelity is used to describe the most realistic sound reproduction obtainable; we can never expect
complete fidelity to the original sound
because our listening surroundings dif-
fer from those of the original.
4. Let us decide to reproduce our music
at a maximum level of 100 dB.
5.Fortunately, the higher limit of the
frequency range presents no problems
in reproduction.
6. For the reproduction of signals which
have relatively narrow bandwiths, e.g.
speech for P.A. and electric guitars, sealed enclosures of the specified volume
are adequate.
7.Fortunately, the higher limit of the
frequency range presents no problems
in reproduction.
8. A fifteen inch loudspeaker with twin
cone which has proved very successful
in discotheque speaker systems for its
fine bass reproduction.
9. The gramophone represents another
means of reproducing sound.
10. The loudspeaker is indispensable for
reproduction of sound.
11.Penetration losses are wavelengthdependent and cause another reduction in the reproduced signal level.
10.22. YANITSAMA ( İng. response ) ve YANITSAMAK ( İng.
to respond )
Genellikle, iki büyüklük arasındaki bağıntıyı gösteren karakteristiğe veya grafiğe veya davranışa “yanıtsama” adı verilmektedir. Frekans yanıtsaması demek,
frekans ile bir başka büyüklük arasındaki bağıntıya veya bağıntıyı gösteren
grafiğe veya davranışa denir. Aşağıda
verilen İngilizce örnek cümlelerden, yanıtsamanın cümle içinde hangi anlamlarda kullanıldığı daha iyi anlaşılacaktır.
Hemen hemen tüm mühendislik dallarında , elektrik elektronik haberleşme ve
makine mühendisliğinde ve otomatik
kontrol mühendisliğinde “YANITSAMA”
(İng. response ) çok yaygın olarak kullanılan bir terimdir.
Diğer yandan, “response” karşılığı olarak eskiden bazı çevreler “cevap” veya
“yanıt” diyorlardı. Bunların İngilizce’de
“answer” veya “reply” olarak karşılıkları
vardır. Bunlara bir de farklı “response”
terimini yüklemek haliyle kavram kargaşasına da yol açmaktadır.
Yanıtsama ve yanıtsamak terimleri Türkçe elektronik, elektroakustik, ve genel
mühendislik terminolojisine ilk kez 1981
yılında “Ses Frekans Tekniği” kitabımla
girmiştir ve çok da tutunmuştur.
Örnekler :
1. The high-frequency response falls
off because of the term in the denominator of the voltage gain..
2. Poor sound fidelity is normally caused by frequency response problems
or by the presence of distortion.
3. The various microphones can obviously be identified by the response
to sound pressure arriving at different
angles to the microphone .
4. Too much bias will greatly reduce
the high-frequency response ,while
inadequate bias will cause increased
distortion of the lower frequencies.
5.Two form of response of importance
are the time response or time-domain
response ( meaning the variation of
some response with time ) and the
sinusoidal frequency response or
frequency-domain response.
6. In network synthesis the “response”
to a certain impulse” is given ( prescribed ) , and the problem is to design
a network having such properties that
is responds in a prescribed manner to
the applied impulse.
7.Three such words which are used
extensively in describing the behavior
of electric networks are the network,
the excitation, and the response.
8. An alternative criterion of amplifier
fidelity is the response of the amplifier
to a particular input waveform.
9. The most complete way of charecterizing the transient response of a
system is to measure its phase and
amplitude response.
10. The response charecteristics of a
microphone depend not only upon
the mechanical construction, but also
upon the physical function.
10.23. YANKIMASIZ ODA
( İng. anechoic chamber )
Yankımasız Oda karşılığı olan “Anechoic Chambers” terimine İngilizce’de
“Sound Absorbing Rooms” adı verilir
ve Çınlatgan Oda karşılığı olan “Reverberation Chambers” için İngilizce’de
“Sound Reflecting Rooms” adı da verilmektedir.
“Yankımasız Oda” terimi Türkçe elektroakustik terminolojiye ilk kez 1981
yılında “Ses Frekans Tekniği” kitabımla
girmiştir.
10.24.YÖNELGENLİK ( İng. directivity ) ve PETE FİLTRESİ (
İng. pop filter )
Mikrofonlarla yakından ses alırken, “ p
, t , f ” gibi harfler bulanıklaşmaktadır.
Bunu önlemek için mikrofonlarda “PETE
FİLTRESİ” ( PeTe Filtresi ) kullanılmaktadır. Bu terim, sorun yaratan harflerden
ikisini yanyana koyarak elde edilmiştir.
İngilizce’de buna POP FILTER adı verilmektedir.
İngilizce’de “mikrofonla ses alma işlemine” kısaca “miking” diyorlar. Ben buna
“mikleme ; mikleme yapmak ; miklendirmek” adlarını verdim.
Directivity karşılığı olan yönelgenlik terimi ile mikrofonlarda kullanılan ve “pop
filter” karşılığı olan “pete filtresi” terimleri ve “mikleme ; miklendirme ; mikleme
yapmak” terimleri Türkçe elektroakustik
terminolojiye, ilk kez 1981 yılında “Ses
Frekans Tekniği” adlı kitabımla girmiştir
ve hepsi de tutunmuştur.İnternetten
sorgulayabilir ve gözlemleyebilirsiniz.
Örnek :
1. The directivity of the acoustic radiation is normally determined by measuring the polar response.
10.25. YÖREGELENDİRME
( İng. localisation )
Seskaynağını yöregelendirme ; seskaynağının nerede olduğunu, seskaynağının nereden geldiğini, seskaynağının
hangi yörede, hangi bölgede olduğunun dinleyici tarafından belirlenebilmesi , demektir.Buna seskaynağının lokalizasyonu da denir.
Seskaynağını dinleyicinin yöregeleyebilmesi demek, dinleyicin ,kulağıyla
yaptığı değerlendirme sayesinde ,esas
seskaynağının nerede olduğunu, nereden geldiğini,hangi yörede olduğunu,
hangi yöreden geldiğini belirleyebilmesi demektir.
Dinleyiciye , esas seskaynağından , direkt gelen ses dalgası yeterince gür
değilse,dinleyici gerçek ses kaynağını
yöregelemeyecektir.Yani, esas seskaynağının yerini saptayamayacaktır.
Yöregelendirme, Yöregelemek, Yöre-
geleme terimleri Türkçe elektroakustik
terminolojiye ilk kez 1981 yılında “Ses
Frekans Tekniği” kitabımla girmiştir ve
yaygın olarak kullanılmaktadır.
Örnek:
1.In old P.A. sytem with column loudspeakers distibuted over the pillars had
bad localisation and weak intelligibility
in the middle of the first few seating
rows
11.VARDAMA ( İng. conclusion )
Vardama; “sonuç çıkarma” demektir.
Osmanlıca’da buna “İSTİDLÂL” diyorlardı. “Vardama” terimini bir zamanlar Türkiye Elektrik Mühendisliği dergisinde
görmüştüm ve o günden bu yana da
“CONCLUSION” karşılığı olarak kullanıyorum. İnternette istatistikle ilgili kesimler
tarafından yaygın olarak kullanıldığını
da görüyorum ve ayraç içinde “istidlâl”
diye Osmanlıcasını da yazıyorlar.
Genellikle insanlarımız, hem
“RESULT” için “SONUÇ” demekte ve hem
de “CONCLUSION” için de “SONUÇ” demektedir. İngilizce’deki iki farklı kavrama, Türkçede bir tek kelime koyuyoruz.
Dildeki pürüzlü ve kavram kargaşasına
yol açan durumları belirleyip düzeltmek
ilgi sahaları olanlar , hernedense, öncelikle kendileri, örneğin “bıyık” , “saç” ve
“sakal” gibi terimlerin hepsine birden
KIL demekte bir beis görmüyor…
Dolayısıyla, teknik elemanlarımız, Bilim
ve Teknoloji dili olarak Türkçemizin geliştirilmesine katkı koymalı ve terim yapma çalışmalarının bizzat içinde olmaları
gerekir. Herşeyi belirli bir merkez yapsın
derseniz, merkezdeki bozukluklar, önyargılar ve distorsiyonlar hemen hemen
her yere sirayet edebilir.
KAYNAKÇA :
1. Ses Frekans Tekniği
Eren BAŞARAN
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı
İstanbul, 1981,No: 48
2.Örneklerle Açıklamalı Belirsiz
İntegral Çizelgeleri
Eren BAŞARAN , Lefkoşa
Sebil International Press,1986
Bu makale EMO Bilim dergisine ilk kez
23 Kasım 2007 tarihinde gönderilmiştir.

Benzer belgeler