İNTERAKTİF KÜLTÜR DERGİSİ NİSAN 2016 KANAL
Transkript
İNTERAKTİF KÜLTÜR DERGİSİ NİSAN 2016 KANAL
KİTAPSANATFİLMTİYATROMÜZİKTARİHFELSEFEBİLİMYAZARDİZİEĞİTİMKİŞİVİDEOEKONOMİOYUNTEKNOLOJİSPOR Y OUREAD S SEYAHATHABERMEKANİLİŞKİLERSAĞLIKYAZILIMSİYASETSORUCEVAPETKİNLİKYEMEİÇMEÇEŞİTLİANKETYOUREADS KANAL KİTAP SANATÇININ BİR GENÇ ADAM OLARAK PORTRESİ İ N TE R A K Tİ F KÜLTÜR DER GİSİ NİSAN 2016 FİLM THE COOK, THE THIEF, HIS WIFE & HER LOVER ÖYKÜ OCAYAKÜSTÜ HİKAYELER AKDENEME TEDRİSAT-I ALİYE OSMANLI'DA CELLATLAR ...BENCE ŞİİR ŞİİR İSTEK KİPİNDE ÜTOPYA YERSİNA PETRİS SAN'A ÇIKAN YOLLAR 7 FELSEFE KÖŞESİ NIETZSCHE VE ŞİİR -ŞİİR OLMA İSTEĞİ YOLUNDA FELSEFİ ŞAİRLİK BİLİM KÖŞESİ MADDE YOUREADS SEÇKİSİ NİSAN 2016 EDİTÖR Kanal Nisan-2016 @abi YAZARLAR @robespierre @sde @multiple personality syndrome @koktenbilimci @bona dea @akinburak @deanmoriarty @ismin e-hali @jokerhyme Süleyman Altunbaş ÇİZERLER @yudum cetin @ismin e-hali KAPAK FOTO @enhalnas Sevgili Kanal Dergisi okurları, Üç aylık dergimiz Kanal'ın yepyeni sayısını sizlere sunmaktan gurur duyuyoruz. Bu sayıda Felsefe Köşesi ve Bilim Köşesi'ni dergimize eklemiş bulunuyoruz. Böylelikle Youreads Kanal Dergisi edebiyat, sanat, sinema, öykü, deneme, makale, bilim, felsefe, şiir, resim, çizim, fotoğraf alanlarında paylaşımda bulunma idealine kavuşmuş oldu. Kanal Dergisi artık 1 yaşında. 2015 Nisan ayında bir heves çıkarmıştık, ortaya koyduğumuz çalışma amatör ve bir o kadar da güzeldi. Bugün de amatör ruhumuzdan bir şey kaybetmedik. Çok sevgili youser'lar bu konuda emeğini esirgemedi, yazılarını çizimlerini göndermeye devam ettiler. Dergi fikri ilk ortaya atıldığında "en azından yapılabiliyor olduğunu gösterelim, bu bize yeter" demiştik. Aradan geçen 1 yılın neticesinde dergimiz, Youreads'in vazgeçilmezi haline geldi. Ayrıca bizden başka 2 farklı sözlük sitesi daha dergi çıkarma girişiminde bulundu. Onlara da bu yolda başarılar diliyorum. Bu sayıda geleneğimizi bozmadık ve bir öncekinin üstüne çıkmayı yine başardık diye düşünüyorum. Sizlerin de görüş ve eleştirilerinizi merakla bekliyoruz. Herkese keyifli okumalar dileriz. @abi İçindekiler 4 Yazar Aynası Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi - James Joyce 6 Beyaz Perde 8 Felsefe Köşesi 8 Bilim Köşesi 8 Öykü The Cook, The Thief, His Wfe & Her Lover (Peter Greenaway) Nietzsche ve Şiir -Şiir Olma İsteği Yolunda Felsefi Şairlik Madde Ayaküstü Hikayeler 10 Deneme Tedrisat-ı Aliye Bence Şiir Kemerle Fermuar Arasına Sıkışmış Aşkların Zamanı page 10 Osmanlı'da Cellatlar 11 Şiir Şiir Seçkisi 13 Youreads Seçkisi Nisan 2016 14Görsel Taş Boyama Sanatı Resim, Çizim M A R C H 2 0 1 1 U Nocak I V E 2016 R S A Lyoureads M A G A Zkanal INE 3 S EyCaTz IaOr Na yNnAaM sE ı @robespierre S a n atç ın ın Bir G enç Adam O l a ra k Por t re si "Yapayalnızdı. Kimsenin dikkatini çekmiyordu, mutluydu, yaşamın vahşi kalbine yaklaşmıştı. Yalnızdı, gençti, başına buyruk ve yabanıl yürekliydi. Sert havanın ıssızlığı, acı sular, denizden gelme kabuklar ve yosunlar ile perdelenmiş kurşuni günışığında bir başınaydı..." JAMES JOYCE 4 Uyoureads N I V E R Skanal A L Mnisan A G A 2016 ZINE M A R C H 2 0 11 yazar aynası T sI O @Sr E oC be p iNe rNr A eME Dubliners`'deki yalın ifadelere yakınlığı bir kenara bilinç akışı eserlerin rahatlıkla okunabildiği belki de bir kaç romandan biridir. Hem o kadar yoğun değil hem de pek çok defa bilince geçmeden önce okurun 'düşündü' diye uyarıldığına rastlayabiliyoruz. Yine de `a portrait of the artist as a young man`,james joyce diyince ulysses'i anmamak olamayacağından okunması zor bir roman oluyor. Kitabın genel havasını pek de kapsamayan bir anne motifi ilk dikkati çeken çok şey oluyor. Annesinin kendisinin öpüp öpmediğini soran suale vardığı evet-hayırlı iki cevabın da arkadaşlarını güldürmesini anlamlandıramayan çocuk dedalus, gençlik yıllarında yine anne motifi üzerinden bir konuşmayı sürdürürken freudcu soluk tanımlamanın hüznünü arşınlıyor. En güzel yanı benim için Ulysses'in, içinde büyük gizem barındıran karakteri stephan dedalus'u tekrar ve bu defa daha yakından inceleyebilme keyfiydi. Dini ve politik bir hengamenin irlandalılığında henüz etrafını anlamlandırmaya çalışan bir çocuk dedalus. Cizvitlerin sıkı disiplini altında aldığı eğitim, masa başlarında ailesinin büyüklerinin politika üzerine tartışmalarına kulak veren bu çocuğun muhtemelen -joyce'un- ilk fark ettiği şey din ve politikanın iç içe geçip kendilerini sulandırması oluyor. Fakat bu karşılıklı M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S Ayoureads L M A G Akanal ZINE 5 S EyCaTz IaOr Na yNnAaM sE ı @robespierre Beslemede dedalus'un kendisini nereye konumlandıracağını okur olarak merak ediyorsunuz -ulysses'i okuyanlar dedalus'u ve dolayısıyla buck mulliganlı bölümleri hatırlayacaklardırVe başından geçen ilk cinsel deneyimin ardından ruhu ateşler içinde yanar. Ne yapacağını bilemez, çünkü yaşadığı sancının sebebi aşk belası değildir. Günah çıkarmaya kendini ikna edişinin ardından bir süreliğine sıkı bir dindar olacaktır. İşte dedalus'un içinde bulantıya neden olan şeyi kavraması böylece gerçekleşir. Artık kavrayışının dışında çıkmış olan yerleşik politik ve dini geleneklerin sıkı biçimde kabul ettirildiğinin farkına varır. Dedalus'un dini düstur konusunda yaşadığı gelgitler ve kendisine gelen rahiplik teklifi sonrası yaşadığı `epiphany`en yakınlarına kardeş demekten alıkoyacaktır. bu kelimeleri ruhumda herhangi bir huzursuzluk duymadan yazıp söyleyemiyorum. Onun dili, hem o kadar tanıdık hem de o kadar yabancı, benim için hep sonradan edinilmiş bir dil olacak. Onun sözcüklerini, ben yapmadım ama kabul etmedim. Sesim onları hep yadırgayacak. Onun dilinin gölgesi ruhumu kemiriyor." Bir başkasında `stephan`'ın da özgür dil özgür ulus muhabbetine yakınlaştırmaya çalışan bir arkadaşıyla tartışır; "Beni ortaya çıkaran bu ırk ve bu ülke ve bu hayattır, dedi. Kendimi olduğum gibi dile getireceğim." "Bizden biri olmaya çalış, diye tekrarladı davin. Senin de yüreğin irlandalı ama fazla gururlusun." "Atalarım irlanda dilini terk edip başka bir dil edindiler, dedi stephan. Bir avuç yabancının onları boyunduruk altına almasına izin verJoyce'un özellikle din üzerinden gerçekleş- diler. Onların borçlarını ben kendi hayatım tirdiği yoğun anlatılar dedalus'un arayışları- ve kendi kişiliğimle öder miyim sanıyorsun?" nın sadece bir kaç ayakizidir. Milliyetçilik, aşk ve sanat bu takibin diğer önemli kavramları olacaktır. Üniversitedeki arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmalar o yaşların en dokunaklı uğraşlarıdır belki. Çevresinde şair olarak anılan bu genç adamın hayranlık ve kıskançlıkla kendine çevrilen yüzlere aldırmazlığı ile noktalanırken irlanda milliyetçiliği üzerine sorgular durur kendisini; "Konuştuğumuz dil benden önce ona ait ev, isa , bira, efendi, sözcükleri onun dudaklarına bende olduğundan ne kadar farklı! Ben 6 Uyoureads N I V E R Skanal A L Mnisan A G A 2016 ZINE M A R C H 2 0 11 yazar aynası Ve konuşmanın devamında dedalus, ulusçuluk, dil ve dinin ağlarından kaçmaya çalışacağını ifade eder. İrlanda reflekslerini az çok takip eden biri olarak o zamanki tartışmaların gölgesini takip ederek bizim üstümüze su sıçratmayayım, yine de dedalus'un çizdiği çizginin bir sanatçı tavrı olarak bizzat - joyce'un- tavrı olduğunu idrak etmek oldukça rahatlatıcı oluyor. Çünkü ideolojinin ne çeşit bir aptallık olduğunun farkına varmak - suya sabuna dokunmamak- anlamına gelmiyor. SE Ny u Nm AME @C nT u rI O an Kendisi de onlara katılmadan önce ailesinin yoksulluğuna maruz kalan bu çocukların seslerindeki yorgunluk tınılarını dinler. Sonuçta hayat müşterektir ve her ne hikmetse hayata karşı herkes aynı zamanda sorumluluk sahibidir. @robespierre Ayrıca kitapta en sevdiğim kısım ise, varlıklı bir çocukluğun ardından zaman geçtikçe yoksullaşan dedalus ailesinin taşınıp durma seansları sürüp giderken, bir akşam eve gelen stephan kardeşlerine sorar; "niye taşındıklarını sormamın bir sakıncası var mı," diye, aldığı yanıtın ardından en küçük kardeşi 'oft in the stilly night' şarkısını söyler. M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S Ayoureads L M A G Akanal ZINE 7 C zT IpOeN bS eE ya r dN eA M E @sde Th e Co ok , Th e Th ief, H is Wife & H er Lover Peter Greenaway "Metin! metin! metin! Sinemada koro şeflerine değil, bestekarlara ihtiyaç var. Bence hikaye anlatımı da sinemanın konusu değil. İyi filmlerde hatırladığımız; "hikaye değil, sinemasal bir andır." 8 Uyoureads N I V E R Skanal A L Mnisan A G A 2016 ZINE M A R C H 2 0 11 beyaz perde SECTION @ sN dA eME Dışavurumcu sanatın şahsına münhasır ço- The thief: (kahkahalar) "hayır seni katır. O cuğu Greenaway, bu sözlerini Lean-luc Go- derisidir. Şimdi yut onu.. Şimdi Mitchel, kodard, Pedro Almodovar ve Lars Vor Trier gibi yun taşağı yemiş oldun." yönetmenlere eleştiri mahiyetinde sarfeder. Sinemanın, geleneksel kuralların dışına çıkarak gerçeğin biçimini bozduğunu ve yönetmenin öznel hislerine dayanması gerektiğini düşünegelmesinden olacak ki, daha çok Emir Kusturica ve Leos Carax sinematografisine benzer filmler çeker. Faşizm kitabını Opus Magnum'u olarak kabul eden toplumlarda istisnasız görülen hastalıktır 2+2=5. Mussolini'nin ütopyası. Yukarıdaki diyalog bu filmden 14 Yıl önce çekilmiş salo'daki gerçekliği çarpıtma eğilimine bir örnektir. The thief: "bunun bir istiridye olduğunu dü- İslak bir ekmeğin istiridyeye dönüşmesi, haşün. Şimde ye onu. Tadı nasıl?" yal gücü yüksek bir muktedirin iki dudağının arasından çıkan bir kelimeye bağlıdır. Mitchel: "islak ekmek." The thief, yani geçimsiz diktatörümüz onThe thief: "hayır. Yumuşak ve içinde çakıl tolojik olarak ona yarar sağlayacak bütün parçaları var." olumsuz özelliklere çelişkili söylemleriyle beraber sahiptir. Mitchel: "ona kum denir." M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S Ayoureads L M A G Akanal ZINE 9 C zT IpOeN bS eE ya r dN eA M E @sde Refah toplumunu yok ettiği iddia edilen demir leydi dönemine göndermelerde bulunduğu su götürmeyen bir gerçek olan bu film, yönetmenin çeşitli yönlendirmeleriyle (Frans Hals'ın 1616 tarihli tablosu) Politik metinler- yanlış okumaların önünü kesiyor. Yine de rahatlıkla söyleyebiliriz ki insan bazlı bir okuma da diğeri kadar iş görür nitelikte olacaktır. lerdir. Hırsız sürekli yer, öğütür. Seçim yapmaz. Bu yüzden katili olduğu adamı yemekten alıkoyamaz kendini. Tek işi parçalamaktır. Ruhsal açlığını da öğütmekle giderir. Siyah Greenaway zaten bu fikirle yola çıkmış ve yemekler yiyip ölümü altettiğini sanır. Hırsıautorlerin keskin silahı metaforuyla beraber zın karısı çiftdüşün kurbanı ve toplumu kuroldukça ilgi çekici bir işe imza atmış. tarabilecek tek umuttur. Metaforlar filmi anlamaktan çok tüketmeye hizmet ettiğinden onları bir bir açıklamaktan ziyade birkaç örnek ile anlatmaya çalışalım. Yaşamasının nedeni sadece ölmemesi olan, hayata bağlayacak hiçbir sebebi olmayan bu kadın hırsızla çıkar çatışmasına dayanan bir ilişki içindedir. Aşçı parayı elinde tutan kişi. Değer oluşturan. Kapitale sahip olmasa da ona değer kazandıran bir aracı. Hırsıza ve avanelerine nefis yemekler hazırlayan kişi. Parasından yararlanır ve bu davranışı yüzünden ondan ayrılma fikrini kendine yakıştırmaz. Kendine söz geçirecek yüzü yoktur çünkü. Fransız olması hasebiyle hazırladığı yemek- Aslında metniyle olduğu kadar sinemasal ler bir nevi talipleri doyuran devrimci fikir- üslubuyla da öne çıkıyor film. 1 0 youreads U N I V E Rkanal S A L nisan MAGA ZINE 2016 M A R C H 2 0 11 beyaz perde Orwell'in 1984 distopyasındaki gibi duygularını tekrar kazanmış çiftin kaçamak sevişmeleri ve Big Brother ile olan çatışmaları, beyazlara bürünmüş tuvalette birbirlerine kavuşmuş çiftin kırmızılara bürünen koridor ışığıyla taciz edilmesine benzetilebilir. . Aşçı tarafından 'the wife and her lover' a mabed yapılan mutfaktaki yeşil ve sevişme sahnelerindeki sarı sinemayı greenaway gibi algılayanlara kaçırılmaz bir nimet gibi gelebilir. SECTION @ sN dA eME Hırsız tarafından katledilen aşığı hakkında bilgi toplamaya çalışan talihsiz kadınla aşçı arasında şu diyaloglar geçer: The wife: "tanık olmazsa, onun beni sevdiğini nereden bilebilirim?" The cook: "eğer onu gerçekten sevdiysen, bu önemli bir soru olamaz." The wife: "evet önemli ne bildiğini anlat!" The cook: "benim gördüklerim, sizin görmeme izin verdiklerinizdi." The wife: "tabii ki öyle. Biri izlemedikçe, olanların gerçek olduğunu nereden bilebilirim?" Gerçeklik algısının tamamen manipüle edilebildiği bir zaman. Etrafındakilerin gerçeği olmak yerine kendi gerçeğini yaratmaya çalışan bir kadın. Gerçeklik düzleminde boğulan bir aşık. Nede olsa: "gerçek dediğimiz, herkesin kabul ettiği bir şey değil midir?" @sde M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 11 felsefe @multiple personality syndrome N ietzsche ve Şiir -Şiir Olma İsteği Yolunda Felsefi Ş air lik ‘’ İyi edebiyat, felsefedir. ‘’ Jacques Derrida Nietzsche’nin şiirle ilintisini anlamlandırabilmek için epey uzun bir geri dönüş yapmak elzemdir. Sokratik dönemden itibaren dünya felsefe tarihinin, hakikât arayışındaki başat paradigma kaymalarına bakmalıyız. Şiirin yadsınışı ilkin Platon’un Devlet’inde açık şekilde dile getirilir. Platon, şairleri yalancı olarak addeder ve bu özelliklerinden dolayı hakikât aranımındaki faydasızlıkları öngörüsüyle onları hakikât aranımının dışarısına iter. Bu durumda olmasının gerekçesi, hocası Sokrates’in ‘ussallık temelli insan’ modelini benimsemesindendir aleni olarak. Nietzsche’ye göre de, pre-sokratik çağdaki trajedik felsefeyi daha da trajik hale getiren, ‘bilgi’ üzerinden yükselecek yeni felsefenin temeli burada atılmıştır. Yani ‘şiir’in ötelendiği ve ‘mantık’ın ululandığı ilk karşıtlıkların ayyuka çıktığı paradigma kaymasında. Mantıksal pozitivizmin bu temelleri üzerinde ilerleyen felsefe tarihinde ‘şiirsel dil’ her daim görmezden gelinmiştir. Bütün bu uzun mantıksal ilerleyişten sonra Nietzsche’nin ilk ‘dizesi’ olan Tragedya’nın Doğuşu’nun yani Nietzsche’nin ilk şair adımlarının, şairliğinin zirvesine değin işleyen sürecin devindirici dinamikleri ise diğer paradigma kaymalarının özneleri; Gottfried Wilhelm Leibniz, Baruch Spinoza, İmmanuel Kant ve Arthur Schopenhauer’dur. Bahsolunan düşünürlerin, Nietzsche’nin ‘şiir olma’ yoluna girmesine yaptıkları katkıları ‘kendilik’ bağlamında kısaca ve basitçe açıklamaya çalışırsak; Leibniz, monad doktrini ile ‘kendilik’ ilkesini, özgür bir irade’yi, yalnızca Tanrı’ya atfeder. Yalnızca Tanrı ‘kendi’ olabilir der. Bu en önemli paradigma kaymalarındandır. M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 12 @multiple personality syndrome felsefe Spinoza ise, Leibniz’in sadece Tanrı’da bulunabilir dediği özelliklerin insanda da bulunduğunu söyler. Her şey’de Tanrısallık vardır der. Tasavvufi ‘vahdet-i vücut’ ile bağdaştırılması da bu sebeptendir. İmmanuel Kant’ta kendilik ise daha karmaşık tezahür eder. Kant’a göre insanda iki uzam bulunur, fenomenal ve numenal olmak üzere. Fenomen ve numen uzamlarını dahiliyetinde bulunduran insan, duyumsal, sensöriyel temayülleri ile fenomenal uzam içerisinde, insan olması ve diğer canlılardan farklı olarak aklı olması gerekçesiyle de ‘deterministiklik’ barındıran uzam olan numen alan içerisindedir. Kant’ın açımladığı bu durumlara göre ise ‘kendilik’, duyusal alandan uzaklaşarak aklını kullanan insanda gerçekleşebilir. Bütün bunlara ek olarak bu akli uzamda seyreden insanın ahlakilikle donanmasını da ister Kant. Gelelim Schopenhauer’a; Schopenhauer, Kant’ın ‘kendiliğin’ numenal uzam içerisinde bulunacağına dair görüşüne karşı çıkar. O’na göre ‘kendilik’ ne deterministik numenal alanda ne de duyumsal fenomenal alandadır. Bu iki uzam da ‘istenç’in bir tortusudur der. İstenç yani irade, akıllanmamızı istediğinden dolayı akıllandık ve yine duyumsamamızı istediğinden dolayı duyumsadık. Şöyle der tam olarak Kant’ın söylevlerine dair; ‘Bu ayrımlar, ancak onların içinde doğar. Şöyle ya da böyle dünyaya ait olan ya da olabilen her şey, kaçınılmaz biçimde şundan etkilenir: O, özne tarafından koşullanır, yalnızca özne için vardır. Dünya, tasarımdır. ‘ ( istenç ve tasarım olarak dünya ) Ancak Schopenhauer’da ilginç olan bir şey vardır bu da, kendi yarattığı ‘istenci’ nihayetinde kötümser bulur ve buna bağlı olan arzu’yu reddeder. Ve bu oluş içerisinde bulunması yazık ki onu da Nietzsche’nin tekmeleyeceği bir merdiven yapmıştır. Nietzsche, bütün bu ‘basamaklar’ üzerinden yükselerek ve aynı zamanda bu basamakların oluşturduğu merdivenleri tekmeleyerek kendisinin hiçbir merdivene benzemeyen ‘kendi’ merdivenini Tragedya’nın Doğuşu’nda yaratmaya başlamıştır. Bu diğerlerine benzemeyişin tınısı, Nietzsche’nin en başından, kimsenin yapamadığı şekilde -özellikle Schopenhauer’un sonuna kadar gidemeyişi ürkekliğini barındırmayarak- Platonik felsefenin kalıntıları üzerinden ilerlemeyip, bütün bunlara reddiye vereceğinin işaretleriyle dolu olmasıdır. Zirâ bu art planına rasyonalitel bir şekilde sâdık ananevi ilerleyişin, her daim, ‘Dionysosça’ dediği özgürlük alanını kısıtlar, bastırır halde olduğunu görmüştür. O, istenc’i hiç reddetmemiştir. İstenci reddetmenin nihilizme yol açtığını ve bir ahmaklık olduğunu söyler. Ve bu söylevi ile paradigma kaymalarının nihai durumunu yani modern felsefenin sonunu imlemiştir. ‘Kendiliği’ salt eyleyişsel zuhurlar bulunan antik yunan mitologyalarındaki apollon-dionysos ikiliğine indirgeyerek bahsettiğimiz bütün teorik, ussal insan sürecini ‘apollon’ tekeline alıp, karşısına ‘dionysos’u diker. Bilinen bu tarihsel süreci yeniden hatırlatma sebebim, Nietzsche’nin neyi görerek felsefeyi aşmak isteğini, şiirsel oluş metamorfozuna uğrayış sebebini bizim de görebilecek olmamız sebebiyledir. M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 13 felsefe @multiple personality syndrome Akli uzamın yüzyıllarlık çırpınışının faydasızlığını görmüştür Nietzsche. Hep bir başkasını aşmak üzere ve yeni bir basamak eklemekle geçen koca bir süreç. Artık başka bir oluş gereklidir ona göre. Paradigmalar her daim kayacaktır, bir paradigmanın kaymaması ancak paradigma dışılıkta husule gelebilir. Bu sebepten salt evetleyen bir eyleyişsel uzamda seyralınmasını salık verir, us’u, tarih’i, ahlak’ı, dil’i ve bunların sürüklediği boğuntu durumu nihilizm’i reddederek. Ve böylece kendi üzerinde durduğu, yarattığı merdivenini de tekmeleye meyyal olur. Bunun, Nietzsche’nin ‘ İnsan, hayvan ile üstinsan arasında gerili duran bir iptir ‘inin apaçık esin kaynağı olduğu görülüyor. Hölderlin şiirlerinin Nietzsche üzerindeki etkisini Richard Wagner’in karısı Cosima Wagner günlüğünde şöyle dile getirir; ‘’ Malwida, Wagner’e Hölderlin’in eserlerini vermişti. Wagner ve ben bu yazarın Profesör Nietzsche üzerindeki büyük etkisini fark edince biraz endişelendik; retorik tumturaklılık, tuhaf bir şekilde dizilmiş imgeler (kuzey rüzgarı söyletir tomurcukları v.s.); ama aynı zamanda da güzel, soylu bir anlam. ‘’ Böylelikle, Dionysosça esrikliğe en yakın oluş hal’ini, küçük yaşlarından beri önem verdiği ve hayran olduğu şiirselliğe yayma süreci başlamıştır. Elbette bu çabasının altı boş değildir. Wagner’lerin bu endişe durumu, Nietzsche’nin artık benimsediği yola girdiğinin kanıtıdır. Yani ‘şairliğe’.Dionysosça esrikliğin talipliğine. Nietzsche bundan kelli felsefe yapmamakta, felsefeyi varsayıp bunun üzerinden bamBu çabasının dinamiğinde en sevdiği şair başka bir dil üretmektedir. Güç istenci, benFriedrich Hölderlin yatmaktadır. gi-dönüş, trajedik tarihin aşımı, amor fati, Nietzsche’nin bu şairi neden bu denli çok üstinsan doktrinleri ile yerleşikleştirip var sevdiğini, şairin yaşamına ve söylevlerine saydığı felsefe, şiirce satırlara sızıp neşvünebakarak ivedice görebiliriz. ma bulacaktır artık. Nietzsche gibi Hölderlin de babasını erken yaşta kaybetmiş, annesinin etkisiyle büyümüştür. Nietzsche gibi doğayı sever ve onun üzerine şiirler yazardı. Nietzsche gibi o da yatılı okulda kalmış idi. Nietzsche gibi o da antik yunan’a ilgi duyar ve alman kültürünün kendi dönemindeki durumundan rahatsızlık duyardı. Ve en önemlisi Hölderlin, ‘ Şairler insan ile tanrı arasında bir köprüdür. ‘ diye bir söz söylemiştir. Bu ‘şiirce satırlar’ dediğimiz ve Cosima Wagner’in ‘ tuhaf şekilde dizilmiş imgeler ‘ aşamasının da kozaları bulunmakta elbet. Herkesin aşina olduğu bu kozalardan birisi ‘aforizma’ kozasıdır. Şöyle der bu durumuna dair Nietzsche; ‘ Ustası olduğum aforizma biçimi bir bengilik biçimidir. Yapmak istediğim; başkasının bir kitapta söyleyebildiğini hatta bir kitapta bile söyleyemediğini on cümlede söylemektir. ‘ M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 14 @multiple personality syndrome felsefe Burada, başkasının yetersizliğinden dem vurmaktan daha öte bir şey var. Burada, dil’in yetersizliğinden dem vurma durumu var, Nietzsche’de ‘kendiliğin’ ne’liğine dair izleri var. Reddettiği dil’sel uzama rağmen onun çıkmaz sokağında kısıtlı kalmış olduğunun ve sokağın duvarını yumruklamanın tezahürü. maktan çıkar; çelişkiler onun ta kendisini kendi düşüncesi içerisinde hedef alır, ileri sürdüğü gerçeklerle yetinmesi için onların üstünde deneme yapması, onları sınaması, aşması sonra da onlara dönmesi şart olan enerjik düşüncesinin dışavurumudur bunlar. Böylece güç istenci, kimi zaman öz’ü dile getiren, şeylerin kökünü dile getiren varlıksal bir açıklama ilkesi olabilir, kimi zaman da her türlü aşmanın gereği, kendini gerek olarak da aşan gerek olabilir. Bengi dönüş kimi zaman kozmolojik bir gerçektir, kimi zaman etik bir kararın dile getirilişidir, kimi zaman da oluşum olarak düşünülen varlık düşüncesidir v.s. Söz ne kadar ussal lineerlikten uzaklaşırsa duvara savrulan yumruklar o denli sertleşecektir. Bunun bilinciyle aforizma kozasından da çıkmış artık ‘tuhaf şekilde dizilmiş imgeler’ yoluna koyulmuştur. Yani, partiküler yazı biçimine. Nietzsche’de bu partiküler yazma biçiminin içeriği non-lineer işler. İnsanlar bir yazıyı okudukları zaman yazının bir düzen içerisinde olmasını beklerler ve bu düzenliliğin muhtevasındaki bahsedilenlerin bağlılaşık olmasını. Yazının ereğinin işaret etmek istediği ‘bütün’e vakıf olunabilinmesi için ‘elzemdir’ bu. Lâkin Nietzsche’nin partiküler yazı biçiminde bu gelenek değişir. Direkt olarak bir düzen içerisinde söylemek istediğini söylemez. Bu karşıtlıklar bir tür çoğul doğruyu ortaya koyar ve değere göre doğruyu söylemek gerektiğinde çoğul düşünme zaruretini ayyuka çıkarır, - ama bu çoğulluğun hâlâ Bir’le ilişkisi vardır, hâlâ Bir’in çoğullaşmış olumlanışıdır. ‘’ Partiküler yazı biçimi ve ‘tuhaf şekilde dizilmiş imgeler’ durumu Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında açıkça sergilenir, zirvesine ulaşır. Ve bu zirveye ulaşmayı, yine burada da bir metamorfozun gerekli olduğunu Böyle Buyurdu Bu durumu obskürantizm (anlamasınlarcılık) Zerdüşt’ünde ‘Efkâr Şarkısı’ adlı bölümde şöyle olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Zirâ dile getirir Nietzsche; Nietzsche’nin partiküler biçimini akarsular olarak görmeli ve bunların kesin şekilde bir denizde birleştiğini. Buna rağmen Nietzsche denizi ‘ Hava berraklaştığında, işaret etmez, etmemek gerektiğini söyler. De- Çiyin tesellisi çoktan, Yeryüzüne damladığında nizi görmek okuyucunun yetkinliğiyle ilgilidir. Görünmeden, duyulmadan: Bu durumu Maurice Blanchot şöyle açıklar; – Çünkü narin ayakkabılar giyer teselli veren çiy, tüm yumuşacık teselli verenler gibi – ‘’ Nietzsche, bulunduğu yerde çürüttüğü söy- Hatırlar mısın, söyle hatırlar mısın, ey ateşli yülemden yola çıkarak düşünmek ve konuşmak rek, zorunda olduğunu bilir: -hâlâ çürüttüğü söyle- Bir zamanlar nasıl da susamıştın, Göğün gözme bağlıdır- tıpkı herkesin bağlı olduğu gibi: yaşlarına ve çiy damlalarına, bu halde Nietzsche’nin partiküler yazısında Yanıp kavrulmuş, susamış, yorgunken sen, Sagörülen çelişkiler, polemik ya da eleştirel ol- rarmış çimenli patikalarda M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 15 felsefe @multiple personality syndrome Akşam güneşinin hain bakışları Karanlık ağaçların arasından süzülüp de etrafında koşuşurken, Göz kamaştıran güneşin kızgın bakışlarını, o fesadı? “Hakikatin talibi? Sen ha?” – diye alay ederlerdi seninle – “Hayır! Şairin biri sadece! ‘’ Bir hayvan ki, kurnaz, yırtıcı, sinsice yaklaşan, Yalan söylemek zorunda, Bile bile, isteye isteye yalan söylemek zorunda: Av peşinde, Yüzünde rengârenk bir maske, Kendisi kendisinin maskesi, Kendisi kendisinin avı Bu mu, – hakikatin talibi? Hayır! Sadece soytarı! Sadece şair! Sadece rengârenk konuşan, Soytarı maskelerinin ardından rengârenk çığlıklar atan, Yalancı söz köprüleri üzerinde yükselen, Rengârenk gökkuşakları üzerinde, Sahte göklerle Sahte yerler arasında, Gezinip salınan, Sadece soytarı! Sadece şair! ‘Bu mu hakikatin talibi? ‘ haber yapması yıllarıyla aynı yıllardır, Dionysos Dithyrambosları’nın yılları. Bu, Nietzsche’nin en önemli çıkımsızlık çığlığıdır belki de. Kozadan çıkamayaşın çığlığı. Bu çığlığı içinde barındırarak yaşamını sürdürmeye devam etmiştir Nietzsche. Ta ki kendince bir yol bulana daha doğrusu yaratana, ‘Dionysos Dithyrambosları’na değin. Bu tamamen şiirden oluşan, yani tamamen ‘şiirleşmiş’ bir Nietzsche’den oluşan kitapta artık deniz, en yetkin okuyucusu için bile görünmez olmuştur. Bu sadece kendisinin görebildiği akarsuların birleşimidir. Allgemeine Schweizer gazetesinin Nietzsche’nin akli durumunu yitirdiğine dair Shakespeare’den alıntı yaparak ‘ Ne Büyük Bir Zihin Devrildi Burada ‘ başlığıyla Burada, derginin ilk defa açılan felsefe köşesinde felsefenin aktüel halini göstermekti amacım. Umarım köhneleşmişliğe takılı kalınmayıp, artık felsefenin bu durumu üzerinden yükselir düşünceler. Öğrendiniz mi şarkımı? Anladınız mı ne manaya geldiğini? Pekâlâ! Hadi bakalım! Siz daha yüce insanlar, hep birlikte söyleyin şarkımı! "Böyle Buyurdu Zerdüşt - Friedrich Wilhelm Nietzsche " @m u l t i p l e p e r s o n a l i t y s y n d r o m Yani Nietzsche’nin mental med-cezirler yaşadığı yıllar. Onu tüm öğretisine karşı çıkarak değerlendirirsek evet ‘devrilmiştir’. Bence ulaşmak istediği, ‘sadece soytarı’lıktan sıtkını sıyırmak istediği o uzamsız uzama hastalığı sayesinde yükselmiştir. Lâkin herkes Nietzsche gibi şanslı değildi. Yarattığı postmodern durumun kayda değer bütün düşünürleri onun yumrukladığı çıkmaz sokaktaki duvarda bulunan yumruk izlerine bakarak duvarı aşmanın ya da aşmamanın yollarını kendilerince yaratmaya çalışmış, yaratmaya çalışıyor. Wittgenstein, Derrida, Deleuze, Guattari, Foucault, Blanchot, Kafka, Heidegger, Sartre, Saussure, Freud ve daha bir çoğu. Bu yazı, felsefenin artık nerede olduğunun, ne ile uğraştığının veya ne ile uğraşması gerektiğinin kısa bir özetini geçmekte. Elbette daha geniş bir perspektiften ele alınması gerekti bütün bu durumun lâkin bu halde ele almanın herhangi bir böylesi kısa yazı ile mümkünü yoktur. Sadece bir perde aralaması bu. M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 16 bilim @koktenbilimci M adde e=mc² İnsanoğlu, tarihi boyunca bilmediği akıl yürütemediği konularda karamsar bir ruh haline ürünmüş, akıl sağlığını ve toplumsal yaşantısını korumak için açıklayamadığı her konuya hayali bir takım çıkarımlar getirerek konu hakkında düşünmekten süreli olarak kendisini muaf kılmayı başarabilmiştir. Ne kadar gözlem yapabiliyoruz? Bu sorunun cevabını bilim insanları farklı şekilde yanıtlasa da, ortak buluştukları payda %3 ila %5 civarında. Yani 200.000 Bin yıl içinde yaşadığımız evrenin sadece %4’ünü görebilmeyi ve algılayabilmeyi başarabilmişiz. Bilinmeyen bir olgudan korkmak dna yapımıza kodlanmış bir sigortadır, ana bütünü korur. Korkularımıza hızlıca bir göz atarsak hepsinin yaşamımızı devam ettirmek için aslında ne kadar gerekli olduğunu anlayabiliriz. Bu bilgiler doğrultusunda bir denklem kurarsak kabaca 200.000 Yılda %4 ilerleme ile uzay çağına geldiğimiz sonucuna ulaşmamız kaçınılmaz. Neyse ki bundan sonraki her %1 gelişim için 50.000 Yıl beklemek zorunda değiliz. Teknolojinin teknoloji yarattığı bir dönemde gelişimlerin eskiye kısayla daha kısa Algı ve gözlem yeteneklerimiz arttıkça kor- sürmesi bilinen bir gerçek. kularımızın azalması, insan ırkının bir sonraki nesle bırakacağı genetik mirası değerli kılmaktadır. Bu çıkarım ile daha çok bildikçe daha az korkarız demek yanlış olmaz. Neleri biliyoruz? İnsanoğlu 200.000 Yıllık tarihinde bize göre bilimsel açıdan birçok başarılar elde etti, teknolojilerini geliştirdi. Mağara yaşamından uzay çağına uzanan bir gelişimi görece bir zamanda tamamlayarak bir sonraki yüz bin yılın artık doğduğu geliştiği gezegende devam etmeyeceği edemeyeceği bir noktaya geldi ve bunları sadece gözlem ve algı yetenekleri ile başardı. M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 17 bilim @koktenbilimci %5 İçin önümüzdeki ilk problem; larda daha net anlaşıldı ki algılarımızın çok üstünde şimdilik bir muamma.Bilimin tanımı Yazının gidişatından anlaşılabileceği gibi iler- açıktır, ispat gerektirir ve herkes tarafından lememizin önündeki en büyük engel gözlem aynı sonuca ulaşılmalıdır. Fakat algılayamave algı yeteneğimizin kısıtlı olması daha doğ- dığımız bir olguyu nasıl ispatlayabiliriz? ru bir tabir ile görememek algılayamamak. Dünya üzerinde birçok bilim insanı yaşadığı Son 5-10 yıl içinde uzmanlık alanınız olma- çağdan çok ileride çıkarımlarda bulunmuş, o sa bile karanlık madde, karanlık enerji, anti- dönem için kabul edilemeyecek teoriler ormadde, cern gibi terim ve yerleri gerek ha- taya atmışlardır. Bunlardan en çok bilineni berlerden gerekse ilgili insanlardan mutlaka dünya yuvarlaktır teorisi ile roma engizisyoduymuşsunuzdur. Bu bilim insanları ve bilim nu tarafından soruşturulan galileo’dur. Daha merkezleri aslında 5 duyu organımızın başa- yakın dönemde albert einstein çağının öteramadığı bir durumu açıklamaya ve görebil- sinde teorileri ile günümüzde bile en çok komenin yeni yollarını araştırıyorlar. nuşulan bilim insanlarının başında gelir. İnsanoğlu bu güne kadar sadece algı ve gözlem yeteneklerini baz alarak bir takım çıkarımlarda bulundu. Bilim ve felsefe alanlarında gözlemlerinden edindiği bilgileri işleyerek teoriler üretti. Karanlık enerji, karanlık madde Bundan birkaç on yıl önce uzay boşluğu terimi sık sık kullanılırdı, gelişen bilimsel veriler ışığında sanıldığını gibi uzayda boşluk olmadığı, aksine her bir santimetresinin madde ve enerji ile çevrili olduğu anlaşıldı. Kabaca evren %74 karanlık enerji, % 22 karanlık madde, %4 ise bildiğimiz maddeler ile oluştuğu anlaşılmıştır. Daha iyi gözlem yapabilen insanlar bilim insanı ve felsefeci oldu bize verilen %4 ile kendimizi bu evrenin efendisi kabul ettik, peki aslında çok büyük bir yanlışın içindeysek? Ya bugüne kadar algıladığımız dış dünya sadece bir yanılsamadan ibaretse? Einstein, görecelik teorisindeki formüllerinde karanlık enerjiyi hesaba katmış fakat bu Madde enerji türüne “saçma sapan enerji” ismini takarak çok fazla önemsememiştir. Madde ya da diğer ismi ile özdek uzayda yer kaplayan, hacmi ve kütlesi olan her türlü ya- Karanlık enerji ve karanlık maddeye “karanpıya verilen isimdir. Maddeyi ayrıca duyu or- lık isminin verilmiş olmasının sebebi ise bu ganlarımız ile algılayabilmemiz gerekir. enerji ve madde formunun gerçekten karanlık (gözlemlenemez) olmasından kaynaklaModern bilim ile gerçek arasında fark vardır. nır. Modern bilim günümüz teknolojisi ile algılayabildiklerimiz, aslolan ise özellikle son yıl- Gözlemlenemez tabiri hafif kaçtıysa sıkı duM A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 18 bilim @koktenbilimci un, bu madde ve enerji bizim fizik kuralları- Planc’ın teorisine göre ise ışık “kuanta” adı vemız için de , ve bildiğimiz hiçbir madde ile rilen küçük parçacıklar halinde yayılıyordu. hatta ışıkla bile etkileşime geçmiyor. 1920’Lerde Schrödinger ve Heisenberg “yeni Karanlık madde ve karanlık enerjiyi şimdilik kuantum teorisini” keşfettiler. Teorideki tek sadece “(bkz: kütleçekim) ” yasasına göre var- sorun özel görelilik teorisine uygulanabilir lıklarını biliyoruz. olmamasıydı. 1928’De paul dirac problemi çözdü ve elektron davranışını tanımlamak için özel görelilik ve kuantum teorisini bir araya getirdi. Dirac denkleminde biri pozitif diğeri negatif enerjili olmak üzere iki adet çözüm yolu vardı. Klasik fizik ise parçacığın enerjisinin daima pozitif bir sayı olması gerektiğini söylüyordu. Antimadde Denklem aslında bize, her bir parçacığın kendisi ile tıpatıp aynı ama yükü zıt olan bir karşıt parçacığı olacağını açıkladı. Teorideki tek kusur dönemin teknolojisinin karşıt maddeyi fiziksel olarak algılamaktan uzak olmasıydı. Antimadde, kısaca maddenin ters ikizi olarak tanımlanabilir. Antimadde ya da karşıt madde 1928 yılında paul dirac isimli bir fizikçinin matematiksel denklemlerinden karşımıza çıktı, sonrasında bir çok bilim insanı üzerine çalışmalar yaptı bu çalışmalar bilim insanlarına nobel ödülleri ve daha iyi çalışma ortamları sağladı günümüzde geldiğimiz son nokta cern’de yapılan ve bir çok ulus tarafından desteklenen bir insanlık projesine dönüştü. Özel görelilik kuramı, uzay-zaman ve kütleenerji arasındaki ilişkiyi açıklayabiliyordu. Aynı dönemde yapılan deneyler ile ışığın farklı akımlar halinde davrandığı gözlemlendi. İşık bazen dalga bazen küçük parçacık akımları halinde kendini gösteriyordu. Max M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 19 bilim 1930’Dan sonra birçok tesis ve bilim insanı “karşı madde” arayışına girdi. Parçacık hızlandırıcıların hayatımıza girmesine ile proton çarpıştırmak ve negatif yükleme yapmanın kapıları açılmış oldu. @koktenbilimci 1995 Yılında Cern’de bulunan (lear) düşük enerjili karşıt proton çemberi sayesinde 9 adet karşı atom üretilebildi. Günümüzde halen cern’de düşük ve yüksek enerjili çarpıştırma deneyleri ile bilinen atomların ve maddelerin karşıt atomları ve karşı maddeleri ile ilgili deneyler devam etmektedir. Karşıt madde ile çalışabilmenin tek yolu özel tesisler değildir. Karşıt madde evrende her zaman bulunabilir. Dirac teoreminde karşı maddeyi astronomik ölçekte bulabilmek için çok uğraşmıştır. Teoreminin ispatından sonra pozitron, karşıt proton ve karşıt nötronun ortaya çıkması sonucunda çok daha zihin yakan fikirler ortaya atıldı. 1954 Yılına geldiğimizde 6,2 gev enerji ile 2 Karşıt gezegen, karşıt yıldızlar, karşıt galaksielektron karşıt proton üretebilmek için çar- ler ve hatta karşıt bir evren. pıştırılabiliyordu. 1955 Yılında negatif yüklü protonlar yani, yeni atom parçacığı bulundu @koktenbilimci ve doğanın temel simetrisi madde ve antimadde kanıtlandı. İlerleyen yıllarda atomun temel 3 parçacığının birer karşıt parçacığı olduğu biliniyordu. Karşıt çekirdeğin varlığının da kanıtlanması ile bilim insanlarının aklına gelen ilk soru doğal olarak “karşıt elektron ve karşıt çekirdek ile maddeyi oluşturacak fiziksel bağlar yapılabilir mi?” Oldu. M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 20 öykü @deanmoriarty Aya k üs t ü H ik aye le r İsmini sormayı akıl edemediğim, Adana’da Adanalı bir taksicinin askerlik hikâyesini yazacağım aklıma gelmezdi hiç. … I. yanından yeni ayrılmış bir insan, o kadar samimi biçimde dinlemeye başladım. Son derece samimiyetsiz gülümsememle de bu durumu destekledim. Ancak fark etmedi. Devam etti. “Kaçtım kaçtım ama 35 yaşında aldılar askere” Ağlaya ağlaya bindiğimde taksiye, henüz veda dedi. Evet dedim kendi kendime yol kısa zaten, anını da layığıyla yerine getirememiş, en azından zorlarsam dinlenebilir bu hikaye. elimi sol omzumdan belimin sağına çaprazlamasına indirip, işaret dilinde bir “seni seviyorum” la Şimdi hatırlamadığım, açıkçası o an bile kısa süretaçlandıramamışken, aklımı da ondan öte bir yere li belleğime almadığım bir celp dönemiyle gitmiş çevirememişken üstelik, sordu adanalı taksici. Gaziemir’e acemiliğe. Askere gitmemek için üni“Asker mi?” “hı-hı” diyebildim sadece, sesimin tit- versiteyi olabildiğince uzatmış, araya dönemin siremesine tahammülüm olamayacağını düşündü- yasi karışıklıkları, karıştığı olaylar, uzaklaştırmalar, ğüm için. Nereye? Der gibi baktı. İnce bir “havaa- gözaltına alınmalar – ve bir duraklama sesinde – lanı” çıktı boğazımdan. belki de bir hapis dönemi girmiş. Sonunda otuz beş yaşında almışlar askere. Sonra acemiliğin bit“E onu da götürseydik geri getirirdim ben” dedi. mesine yakın nedendir bilmem 45 gün hava de“Yok” dedim. Teslim olması lazım, vakti yok.” Sesi- ğişimi vermişler. min daha güçlü çıkması ikimizi de şaşırttı. Bir kız varmış Adana’da sevdiği. Korkmuş asker“Uçağa daha varsa onu götürseydik seni geri ge- deyken başkasına verecekler diye. Apar topar da tirirdim” dedi. Şimdiden 5.45 lira yazmış taksimet- askere alınınca – otuz beşinde artık ne kadar apar renin olduğu aynaya doğru gülümsemekle yetin- toparsa – istetememiş kızı babasına. Hava değişidim. Sessiz kaldım… mine gelince evlenelim demiş. Kızın babası ver… mezmiş fakülteyi bitirmedi diye. “Bak” dedi buraII. da araya girip; “o zaman bile kız almak için okul bitirmek önemliydi burada”. Neyse diye devam “Ben askerliğimde önce İzmir Gaziemir’e gittim” etti. diye başladı anlatmaya. Aniden başlayan askerlik anısını ne kadar dinleyebilirse asker sevgilisinin 2 1 youreads UNIVERS AL M A G A2016 ZINE kanal nisan M A R C H 2 0 11 öykü @deanmoriarty Gel kız demiş kaçırayım seni. Olurdu olmazdı derken tutmuş kaçırmış kızı bir gece. Onun da evlenmeye gönlü varmış hani nicedir, içten içe fakülte yolu, asker yolu beklemekteymiş de ağırdan satıyormuş kendini yok diyerek. Hava değişimi diye gelip nikah yapıp dönmüş askere. Para da yok fakülteyi bitirememiş asker adamda. Düğün yapamamışlar. O kırk beş gün bitmiş, usta birliği İstanbul Çengelköy’e çıkmış. A-aa dedim araya girerek biz de Beykoz’dayız. “güzeldir oralar ama gezemedik ki, İstanbul büyük şehir, benim dosya gelip vukuatlar öğrenilince o karışıklıkta tutmadılar beni orda Tekirdağ- Malkara’ya gönderdiler hemen” dedi. Giderken asker harçlığı, evlilik hediyesi diye verilenlerle bir fotoğraf makinesi almışlar, elden düşme. Hanım demiş “fotoğraflarını çek de bana gönder, bakayım.” - E yeni evli tabi, özlüyor insan. Gitmiş Malkara’ya, Askerler hemen amca sıfatını yapıştırmışlar üstüne, sözü geçer olmuş tertiplerine. Vermiş makineyi yeğenler dediği askerlere, çekin beni demiş. O zaman tabi böyle çubuklar yok. İnsan kendi anını yakalatmak için başkasına muhtaç. O zaman demiş askerler sen de bizi çek. Bir iki fotoğraf çekmiş, film bitmiş ama tab ettirecek, bastıracak para yok. Askerler sen çek biz karşılarız demişler. Sonra iş büyümüş, düzene oturmuş. Fotoğraf başına para almaya başlamış. Birkaç fotoğrafla başlayan iş günde otuz altılık pozdan on – on iki film bitirmeye kadar çıkmış. Merkezde bir fotoğrafçıyla anlaşmış, fotoğrafları çarşıya çıktıkça tab ettirmek için. Ama kışla merkeze uzak, git-gel bir de orda bekle derken uzun sürüyor, bazı filmler aynı güne yetişmiyor, öyle olunca gecikiyor da askerlere teslim etmek ki memlekete gönderebilsinler. Fotoğrafçı da iyi para kazanıyor sonuçta bu işten. Bir araba ayarlamış bizim amcaya. Her çarşıda arabayla gidip geliyormuş merkeze. Her hafta da eve para gönderiyor, kaçırıp evlendiği, düğün bile yapamadığı gencecik hanımına askerden bakıyormuş. 2 2 youreads UNIVERS AL M A G A2016 ZINE kanal nisan M A R C H 2 0 11 Taburda fotoğrafını çekmediği kimse kalmayınca tabur komutanının bu durumu duyması da zor olmamış tabi. Çağırtmış bir gün yavere. Korkmuş bizimki makineyi alacaklar ekmek parasından olacak diye. Tabur komutanı konuşmuş konuşmuş, sormuş ne kadar kazandığını, parayı ne yaptığını… Tek ricam var demiş koca tabur komutanı “amca”nın rütbesizliğine bakmadan. “Doğudan gelen yoksul askerler var” demiş. “Teskereden sonra eve dönecek paraları yok. Onlara bilet al evlerine dönebilsinler.” Zamanı geldikçe almış biletlerini, vermiş fotoğraflarını, yolcu etmiş memleketlerine tertiplerini. Paradan da çok hayır duası almış askerliğinde. Artık dönmesine yakın bakmış eve gönderdiğinin dışında da birikmiş parası var. Fotoğrafçının da yardımıyla gitmiş bir araba almış kendine, yine elden düşme. Terhis olduktan sonra inmiş Tekirdağ’a arabasıyla. Çekmiş gelinlikçinin önüne. Gencecik kız, düğün yapamadık içinde kalmasın” diye güzel bir gelinlik almış askerinin yolunu bekleyen hanımına. Bir de ayakkabı uydurmuşlar gelinliğin altına; beyaz, topuksuz, bilekten bantlı çocuk ayakkabılarından. Otuz beş numara hanımın ayakları, küçücük. Arabada koymuş yan koltuğa gelinliği, çocuk ayakkabılarını, çıkmış Tekirdağ’dan yola. Yol boyunca geçtiği yerlerin fotoğraflarını çeke çeke, filmleri bitirip molalarda tab ettire, bastıra tam 2 günde varmış Adana’ya. Evlendikten 17 ay sonra askerde fotoğraf çekerek kazandığı parayla dillere destan bir düğün yapmış gencecik hanımına. … III. Havaalanı sapağına geliyoruz hikayenin bitişiyle denk bir şekilde, ne zaman gelirsen diyor ara ben gelir alırım seni de askeri de. Hem hanım da ister sizi görmek. Kartını uzatıyor; bu hikayeyi yazıp bitirdikten sonra aklıma geliyor cüzdanımda kartı bulup ismini okumak. Mehmet “Amca” böyle giriyor hayatıma hikayesiyle… @deanmoriarty deneme Ted r is at- ı Aliye Eğitim sistemimiz yıllardır bir standarda bağlanamadı. Her yıl değişen müfredatlar, sınavlar, yönetmelikler ve sonunda ulaşılamayan hedefler. Milli eğitimden sorumlu kimselerin neyi hedeflediklerini çok merak ediyorum. Zamanında Anadolu liseleri, fen liseleri ve öğretmen okulları belli bir kalitede öğrenci yetiştirmeye yönelik eğitim vermeyi amaçlıyorlardı. Öğretmen okullarından bırakın mezun olmayı bu okullara kabul edilmek bile büyük bir meseleydi. Doğal olarak mezun olan insanlar da vatana, millete hayırlı birer evlat olarak yetişmiş ve en keskin mevkilerde görev almışlardır. Günümüzde bu ve bunun gibi insan yetiştirme çabası görünmemektedir. Aksine nicelik olarak arttırılan okullarda eğitimin niteliği kaybolmuş ve çocuklar neredeyse boş bir şekilde diplomaya ulaşabilmektedirler. Ve hatta sadece diplomanın önemsendiği bir kafa yapısı ile mezunlar verilmektedir. Ahlak, onur, şeref, insanlık gibi temel karakterlerin okullarda anlatılması hayal olmuşken bugünün Türkiye’sinde materyalist ve kapitalist bir pragmatizm içinde yoğrulan bir gençlik ortaya çıkmıştır. Yazık. 2 3 youreads UNIVERS AL M A G A2016 ZINE kanal nisan M A R C H 2 0 11 @akinburak Bu yazıya başlamadan önce yakın zamanda birinci ayağı uygulanmış olan üniversite sınavı hakkında bir şeyler düşünmüştüm. Konuyu daha fazla dağıtmadan bundan bahsedeyim: Üniversite giriş sınavı her yıl olduğu gibi bu yıl da tartışmaya mahal vermemek için bütün samimiyetini koruyarak çalkantılı bir dönemde yapılmıştır. Nedir; her yıl bu sınavın gençlerin bilgilerini ölçmediği, tüm öğrenim hayatının 3-4 saatlik bir sınava bağlanmasının anlamsız olduğu gibi tedirginliklerle her yıl muhalefet edilen sınav şekilden şekle girmiştir. 2013 yılında parça parça olan sınavın her parçası arasında bir haftalık süre vardı. İki sınav arasındaki süre sınav motivasyonunu olumsuz etkilemekteydi. deneme @akinburak Bu durum tahmin edildiği üzere bir yıl sonra motivasyonu düşmüş ve artık müfredatı bideğişti ve 2016 yılında araları makul uzak- tirmek ya da takip etmek gibi bir hedefi kallıkta olmak üzere yine iki aşamalı hale geldi. mamıştır. Devlet okullarında durum bu derece vahimken özel okullardaki durum tahmin Dikkat çekici bir nokta; soruların zorluk de- edildiği kadar pembe değildir. recelerinin yıllara göre çok fark göstermeleridir. Bir önceki yılın sınav sorularından en Özel okullarda velilerin beklentisi kaliteli bir az 15 tanesinin kalem bile oynatmadan işa- eğitim ve öğretim için para ödemekten biraz retlenebilmesinin yanında bir sonraki yılın sapmıştır. Artık aileler çocuklarının bir kalıp sorularında en az 15 tane soruda kalem bile içerisinde yetişmesi kaygısına kapılmışlar ve oynatmadan işaretleme yapılamıyor olması bu da toplumda kutupsal okulların patlaeşitsizliğin bir göstergesidir. Yıllara göre so- masına imkan vermiştir. ruların değişen zorluk dereceleri müfredatı sorgulamamızı gerektirir. Zorluk derecesin- Sağ-sol ayrımından kurtulamamış bir topden maksadım, hali hazırda verilen müfre- lumda eğitim için bile ayrım yapılmasını dat yüküne bağlı olarak sorulan soruların beklemek anlamsız olmayacaktır. İlginç olan uyumsuz olmasıdır. Nedir; okullarda sınavda sağ-sol gibi iki kutuplu eksenin din odaklı sorulan soruların herhangi birinin çözülmüş çevreler tarafından bir üçüncü kutba ayrılolma ihtimalinin çok düşük olmasındandır. masıdır. İnsanların dershanelere akın etmelerinin doğal sonucu olarak okullarda yürütülen konu takibinde birçok konu pas geçilirken bu konuların dershanelerde tamamlanması beklenmektedir. (Dershanelerin ülkemizde son yıllardaki durumlarını burada konu dışında tutuyorum. Konuya sadece niteliksel açıdan yaklaşmak istiyorum. Hepimiz dershanelerin o veya bu şekilde var olacaklarını biliyoruz) Yıllardır üzerimize yapıştırılmış olan dershane kavramı artık milli eğitim sistemimizin bir parçası haline getirilmiştir. Dershane desteği olmadan sınav başarısı göstermenin mümkün olmadığı bugünlerde dershaneler bile artık kendi aralarında kalite spektrumu oluşturmaktadırlar. Bir zamanların fen, Anadolu liseleri ve öğretmen okulları ayarlarında dershaneler türemiştir. Öğrencisi dershaneye giden öğretmenin de sınıf dersindeki 2 4 youreads UNIVERS AL M A G A2016 ZINE kanal nisan M A R C H 2 0 11 Okullarda üstünkörü anlatılan konular ve çözülen sorular sebebiyle düşen kalite kendini sınav sonuçlarında göstermektedir. Soruların beklentilerin üzerinde zor olduğunun düşünülmesi aslında soruları zanlı hale getirmemektedir. Hatta soru hazırlama komitesinin de bu uygulamada bir suçu yoktur. @akinburak deneme Toplumdan kopuk uygulamalar ve standartlar sayesinde bugünkü tablo ortaya çıkmaktadır. Sınav sorularını hayatında ilk defa gören öğrenciler olabildiği gibi soruları bir çırpıda ezbere çözebilen bir güruh da var olmuştur. Her iki grubun da ortak sıkıntısı ezber olmalarıdır. Sorgulayıcı ve tatbik edici bir eğitim sistemi yürütülmediğinden öğrenciler daha önceden çözdükleri soru tipleri dışında bir soru tipi ile karşılaştıklarında fikir yürütememektedirler. Lise düzeyindeki bu eksiklik ileride üniversite yıllarında da kendini gösterecek ve yüksek öğrenim düzeyinde sıkıntılar baş gösterecektir ki, hali onlardan çok bizim zararımızadır. Henüz hazırda bu durum yaşanmaktadır. yozlaşmamış, kirlenmemiş ve şekillenmeHer yıl sınav sisteminin yararsız olduğu ve miş fikirlerinden en erken dönemlerinde değiştirilmesi hususundaki serzenişler bu faydalanmak uygun olacaktır. İlkokuldan yıl da seslendirilmiştir. Halbuki, sınav sistemi itibaren çocuklara onların da birer birey oltüm eğitim sistemi içerisinde küçük bir ay- dukları ve onların da fikirleri olabileceği ve rıntıdır. Resmin tamamına bakılacak olursa, bu fikirlerini ifade edebilecekleri ve bu fikirbu sistem içerisinde bu sınav uygulaması- lerinin mutlaka değerlendirileceği anlayışı nın aslında en masum olan kısmının olduğu verilecek olursa aslında eğitimin bir ayağı görülecektir. Niyetim sınav sistemini övmek tamamlanmış olacaktır. değildir; fakat yaklaşımın ne kadar önemli Artık sınıf derslerinde çocukları, tabiri caizolduğu aşikardır. Milli eğitim sistemimizde se, “zapt etmek” zorunda kalınmayacaktır; yapılacak köklü değişiklikler bu sınav siste- çünkü artık talep eden taraf onlar olacaklarmini de mutlaka ortadan kaldıracaktır. Ge- dır. Talepleri dikkate alınıyor olmak çocukrekli çalışmalar çok uzun yıllar alabilir; fakat ları yarın için daha umutlu ve dinamik kılabundan sonraki kuşakların yararına olacak caktır. Kendi mühendislerinin, mimarlarının olan bir çalışmanın ne kadar süreceği çok yapılarını, kendi artistlerinin eserlerini takip ederek ilham alacak olan çocuklar kendi fibüyük önem arz etmemektedir kanımca. kirlerine de bir yön verme eğilimi içinde olaÜlkelerin eğitim, savunma, sağlık gibi temel bileceklerdir. konulardaki politikaları o ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile doğrudan ilişkilidir. Bizim hala bir sistem oluşturamamış olmamız gelişmişlik düzeyimizin nerelerde olduğunun da bir nevi göstergesidir. Gençleri en verimli dönemlerinde politikadan uzaklaştırmak 2 5 youreads UNIVERS AL M A G A2016 ZINE kanal nisan M A R C H 2 0 11 Benim öne sürdüğüm naçizane bir öneridir. Bu konuda bile karar verirken gençlerin fikirlerine intizar etmek bize hiçbir şey kaybettirmeyecektir. @akinburak deneme @bona dea O sma n lı 'd a Ce llatla r Osmanlı döneminde cellatlar 15. Yüzyildan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Cellatlar 16.Yüzyılda bostanlı ocağına bağlı bir ocak kurmuşlardı. Cellatlar ocağa bağlı. Cellatbaşı bostancıların lideri ‘bostancıbaşına’ bağlıydı. Cellatlar genellikle hırvat dönmeleri ve çingenelerden seçilirdi. Cellatların sağır ve dilsiz olması gerekiyordu. Bu yüzden saraya cellat olarak kabul edilenlerin dilleri kesiliyordu. Mahkumun son çığlığını duyup merhamete gelmesinler, etkilenmesinler diye sağırlık ön koşuldu. Cellatlar sarayda sürekli hazır bulunduruluyordu.Cellatlar aynı zamanda padişahların özel korumasıydılar. Osmanlı sarayında cezalar asmak, boğmak, kelle kesmek şeklinde uygulanıyordu. Cezalar suçun şekline, mahkumun sosyal statüsüne göre uygulanıyordu. İnfazlar topkapı sarayının önünde bulunan cellat çeşmesi diğer adıyla siyaset çeşmesinin önünde infaz edilirdi. İnfazdan sonra eller ve baltalar bu çeşmede yıkanır, kelleler çeşmenin sağında ve solunda kesilmiş kafaların sergilendiği kelle taşlarının üzerinde 3 gün sergilenirdi.Kelle taşlarının bir diğer ismi ibret taşlarıydı. Mahkumların üzerindeki giysiler, değerli eşyalar cellatların malıydı. Ayrıca cellatlar 2 6 youreads UNIVERS AL M A G A2016 ZINE kanal nisan M A R C H 2 0 11 isterlerse idam ettikleri kişilerin bedenleri atar, isterlerse ailelerine para karşılığı verirlerdi. İnfaz edilen kişi müslümansa sırtüstü uzatılır ve kesilen başı koltuk altına konurdu. Gayri müslim ise, yüzükoyun uzatılır ve kellesi kalçasına konurdu. Kelle koltukta deyimi de buradan gelmektedir. @bona dea deneme Her infazın farklı kuralları vardı. Vezirler, sadrazamlar, devlet adamları kementle boğdurulur ölümlerinden sonra inandırıcı olması açısından "şifre" denilen özel bir usturayla başları gövdelerinden ayrılırdı. Yeniçerilerin idamları cellat satırıyla gerçekleşirdi. Halktan olanlar ise kılıçla idam edilirdi. Şehzadelerin kellesi vurulmaz, osmanlı hanedanı soyu mukaddes sayıldığından kanları akıtılmaz yedikule zindanlarında yay kirişi ile boğularak infaz edilirlerdi. Yay kirişi öldürme şekli türklerin müslüman olmadan önceki dinleri şamanizmden gelmektedir. Osmanlı tarihinin en meşhur ve en acımasız cellatlarından biri kara ali'dir.Kara ali ilk padişah cellatı olarak tarihe geçmiştir. Sadrazam Sofu Mehmet Paşa'nın emriyle Sultan İbrahim'i boğarak infaz etmiştir. İnfazdan sonra kesilen başlar padişaha sunulurdu. İmparatorluğun uzak bir yerinde idam edilenlerin kelleleri ise meşin bir kırbaya konur içine bal doldurularak saraya ulaştırılır ve gümüş bir tepsi içinde padişaha gösterilirdi. Bedenleri ise infaz edildikleri İslam dininde adam öldürmek en büyük güyere gömülürdü. Bu sebeple başı başka yer- nah olduğu için bu can alan cellatlara halk de, bedeni başka yerdedir. iyi gözle bakmamış ve öldüklerinde cenazelerini kendi mezarlıklarına gömdürmemişSadrazamlar ve devlet adamları çoktur. Me- lerdi.Mezarlarının bile cellat mezarı yanında sela viyana kuşatmasındaki başarısızlığı se- olmasını istemediklerinden cellatların farklı bebiyle başı kesilen ve bir bal torbası içinde bir mezarlıkları vardı. Cellatlar, o zamanlar pâyitahta gönderilen, sonra da denize atılan istanbul’un en uç noktalarından biri kabul merzifonlu kara mustafa paşa gibi. edilen, karyağdı tekkesinin 100 m. İlerisindeki cellat mezarlığı’na defnedilirlerdi. BaşFatih sultan mehmetin imparatorluğun de- larına uzun bir taş dikilirdi. Taşta hiçbir bilgi vamı için nizam-ı alem fermanı çıkarmıştı. yazmazdı. Bu ferman " her kimseye evladından saltanat müyesser ola kardeşlerini nizam-ı alem Cellat mezarları zaman içinde kaybolmuş için katletmek münasiptir" şeklinde idi. Bu günümüzde sadece eyüp mezarlığında bifermana dayanarak padişahlar kardeşlerini linmeyen iki cellatın diktörtgen kesimli meidam ettiriyordu. Iıı. Mehmet 19 çocuk şeh- zar taşları kalmıştır. zadeyi bir gecede cellatlarına boğdurarak tarihe geçmiştir. I.Mehmet tahta geçince @bona dea 150 yıllık nizamı alem kanunu kaldırmış ve kardeş öldürme geleneğine son vermiştir. 2 7 youreads UNIVERS AL M A G A2016 ZINE kanal nisan M A R C H 2 0 11 şiir/deneme …BENCE ŞİİR….. …Ben, yüreğimizde biriktirdiğimiz mavi ve hüzün kokulu duygularımızın kelimelerle su yüzüne çıkışına şiir diyorum. Şiir ,kar beyaz bir dokunuştur.Yeni doğan bir güne tatlı bir gülüştür. Bazen savunmasız masum bir bebek,bazen sevgiliye uzatılan bir demet papatyadır. Bazen de boğaza oturup,yutulamayan bir hüzündür… Şiir,ezelden gelip,ebede gider. Şiir bilindik bütün dillerden daha etkilidir,daha çarpıcıdır.Şiir bahardır, domur domur gül,patır patır açan erik ağacı,sapsarı açan bahar mimozasıdır. Şiir bir hayat tarzıdır insanoğlu için; farkında olsun olmasın.. Şiir,umuttur,mutluluktur,güzelliktir,özlemdir.Şiir hayatın ta kendisidir.O küllenmiş bir mangal değil,hayatın cap canlı ta kendisidir.Şiir sabah kalktığında geride bıraktığın yatağın gibi sıcaktır.Şiir bir yelkenlidir,masmavi okyanusa alıp,götürür seni hayallerinle. Türk toplumunun ağırlığı duygusal insanlardan meydana geliyor. Kime sorsanız mutlaka çocukluğunda ,ya ergenliğinde yada üniversitede yolu mutlaka şiire düşmüştür. Buna rağmen bir kitapçıya, yada kitap fuarına gittiklerinde ne yazık ki en son para vererek alacağı kitap şiir kitabıdır. Konu buraya kadar gelmişken ben bazı araştırmalardan çıkan çarpıcı sonuçlara da değinmek istiyorum.Şu an dünyada tam 164 ülkeden 123’ü bizim şiirimizi taklit ediyor.Bu 123 ülke bizim şiirlerimizden hareketle kendi şiirlerinde yeni bir soluk arıyor ve buluyorlar.Ve yeni edebiyat ortaya koyuyorlar. Mesela İskoçya bizim “ozanlık geleneğimiz”i taklit ediyor.Biz ise ne yapacağımızı bilemiyoruz. Süleyman Altunbaş….09 nisan 2016...00:59 …KEMERLE FERMUAR ARASINA SIKIŞMIŞ AŞKLARIN ZAMANI… Üşüyen rüzgârın soğuğunda yazıldı şiir Kırılan kapı kolunun kilidine asıldı maviler Sigarası dudağında söndü gece Âsumandan yere atladı kurbağalar Durdu saatler köprü altı çocukları sokaklardayken Ve sürgülenmiş dış kapının dışında kaldı Süleyman Peki sebep? Sebep: Matemin dansa dönüştüğü andı o başını eğdiğinde. Ve dönüp ürkek adımlarla gittiğinde… Farkında değildi ama, O benden gitmeye başladığında sanki kentimin bütün caddeleri,bulvarları onunla birlikte gidiyordu benden. Ve ardından “tek”leşti aşk bende. Çünkü; Sözlerle davranışların birbirini tutmadığı, Sadakâtin, Sarsılmaz güvenin Yücelmiş sevginin Değil, Kemerle fermuar arasına sıkışmış aşkların zamanıydı. Kemerle fermuar arasına sıkışmış aşkların zamanı… Süleyman Altunbaş…14 ekim 2015…17:51 2 8 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A2016 ZINE nisan M A R C H 2 0 11 şiir İstek Kipinde Ütopya San'a Çıkan Yollar Bir sabaha, Bir de geceye düşer selamlarımız. Arada kalan zaman, Gül yaprağımışçasına, Yağmur yağmışçasına, Tanrıya inanmışçasına, kitap arasında kuruttuklarımız. Sabahı da unutur gül yaprağı, Selamı da. Gül yaprağı kalır yıllarca bir kitabın, Tozlu, ıssız, belki de bizi anımsatan Sayfaların arasında. Her zaman seni buluyorum bir toplumun, Kabuk bağlayan yarasında. Yarasın! İçtiğin meyler, Verdiğin şu kız çocukları kalbime, Yarasın. Yarasın ki sen tekrardan, Sen tekrardan o yaraları sarasın. Sesini tam olarak duyamıyorum sevda. Sen ya hayattan, Ya da Tanrıdan yanasın. Yanasın her defasında, benden uzak kaldığın her defasında. Her defasında bir vaveyla duyasın. Bir avuç su uzatan kalbime hasret, kalasın. Sen tam şu anda, on ikiye çeyrek kalasın. "Gittiğin yolun hiçbir önemi yok. " -İçindeki diğer san'a çıkıyor. (tüm yollar) ve "Bunu anlaman bazen yıllar alıyor. " Bazen "Anlayamadan göçüp gidiyorsun " (Kendinden) @jokerhyme/Remzi Ünal @ismin e-hali Yersina Petris Sevdaya bağnazlık diyemeyiz Yobazlık hiç diyemeyiz Böyle bir kararı verebilmek için önce Birçok kafa kesmemiz gerekir. Global dünyadaki bağnazlık ve Yobazlığın gerçek tanımı bu. Lakin sevda… İnanıyorum, onun bir gücü var. Suyun kaldırma kuvveti kadar, Yer çekimi kadar, fizik kadar! İsterse o kesilen kafaları tekrar birleştirebilir. Sevda dünyadan çocuk almaz Ütopya, Sevda dünyaya çocuk verir! Sabahı göremeyecek şehirlere, Yeni bir güneş verir. Aldığı tek şey, insanların saçmalıkla inandığı düşüncelerdir. Sevdalı insan düşünemez diyorlar, yalan! Aynı şeyi 14. yüz yılda vebalı insanlar için de söylüyorlardı. En çok onlar düşünür. Düşünür ki varız biz. Düşünür ki hissederiz. Sevda insan evrimini meşru kılar sevgilim. Gerçekten. Tanrı diyorlar, Theos diyorlar, Jumala diyorlar, Itga diyorlar. İlginç. Elimden gelse kendimi tüm dinlerden aforoz ederim, Sen hariç. @jokerhyme/Remzi Ünal M A R C H 2 0 1 1 Unisan N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 29 youreads seçkisi 46 Yok Olan Olmuş dizidir. Beklentimin bir kaç tık üzerindedir ama bazı eksikleri olduğunu söylemek gerçekçi olur : - Pazar günü saat 11:30'da yayına sokuyorsun diziyi ve başrol bir bilim adamı. Yani bu diziyi ev hanımlarının ya da ilkokul terk adamların izleyebileceğini düşünmüyorsun.Hedef kitlen bilim kurgudan,gerilimden haz alan kitleyse danışman ekibin çok sağlam olacak. 4) Şaman iksirinin vücuttaki etkisini göstermek adına yaptığınız o media player efektine tek söz etmiyorum zaten. Çok mu zordu kardeşim oraya bir kaç tane nöronlardaki elektrik akımı görseli yerleştirmeniz. 5) Yine laboratuvarda kullanılan o mikroskop elektron mikroskobu değil kardeşim, saniyeler içindeki hücre dejenerasyonunu koca profesöre o mikroskoptan izletmeyi düşünürken hiç mi uyarmadı kimse sizi, o mikroskoptan 1) Yıllardır komada olan soğan zarı bile birkaç dakikabir hasta var ve oksijen sa- da anca izleniyor. turasyonu %54 lerde. Yani o kızın o kadar yaşaması Bunlar izlerken direkt gözüimkansız,yaşasa bile bitkisel me çarpanlar. Dizi olmuş muhayattan asla çıkamaz. dur, evet olmuştur. Ama hedef kitlenizin izlerken gözüne 2) Genetik profesörü adam komik gelecek böyle detayladerse giriyor ve de ilkokul bi- ra özen göstermesseniz nur yoloji dersinde anlatılan dna topu gibi bir 'doktorlar' dizisarmalı resmini mi çiziyor miz daha olacak bilmiş olun. yani tahtaya.Kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi. @emekli sadrazam İnsan daha moleküler daha akademik şeyler bekliyor. Hayata Bağlayan Şey 3) Laboratuvarda tüplerin dizili olduğu kutu bir santifürüj İstinye'den emirgana dönen cihazı, neredeyse tüm aile yolda, yolun tarifine uygun hekimliklerinde bile var. O ci- bir şekilde istinye'den emirhaza asrın buluşu muamelesi gana doğru yürüyorum. Ayyapmanın alemi yok yani. lardan şubat. Karakış geçiyor 3 0 youreads U N I V E Rkanal S A L nisan MAGA ZINE 2016 M A R C H 2 0 11 üstümüzden. Bir bankanın herhangi bir departmanında çalışıyorum. Her gün takım elbise, toplantı, hedefler, saçma sapan konuşmalarla bir hayatı maaşın alındığı hafta kurulan rakı masalarına endekslemişim. İçeride biriken izinler işten atılma durumunda tazminata ek olacak diye izin yapmıyoruz. Ama mevzuatı bilenler bunu farkedip, para kaybetmektense eleman kaybetmeyi göze alırım düsturu ile zorunlu izne tabi tutuyor bizi. Aylardan şubat. Karakıştan geçiyoruz. Bir haftalık özgürlüğüm var. Follow the sun yapıp güney yarımküreye inecek, yazı yaşayacak ne param ne bilgim ne de vizyonum var. Ben de tek bir şeyin hayalini kuruyorum. Her gün emirgana gider, nargilemi içer, kitabımı okur akşam üstü eve dönerim. Herkesler çalışırken ben keyif yaparım. Nasıl olmuşsa hava durumu tanrıları benden yana olmuş. Şubatın ortasında, hava günlük güneşlik, biraz serin, öyle tişörtle çıkayım, güneşleneyim güneşi değil. Kış güneşi. Bir hafta boyunca her gün öğleden sonra bir ila dört arası herkes çalışırken kitap okuyup nargile içmenin verdiği gazla senelerdir hayata bağlı bir şekilde yaşıyorum. Emirgan çay bahçesine gelen youreads seçkisi emekli amcalar, teyzelerle soh- Namus iki bacak arasınbet, işsiz güçsüz ya da çok zengin da değilse nerededir insanların buluştuğu saatlerde buluşuyorum denizle, martılarla. Tdk'ya göre "namus"un anlamları şu şekilde: Sanırım beni hayata çok ufak şeyler bağlıyor. Çaydanlığın çı- 1. Bir toplum içinde ahlak kuralkardığı duman mesela. Soğuk larına ve toplumsal değerlere kış günlerini en çok sevme ne- bağlılık, iffet denim. Yağmur yağarken, başımı sokacak bir delik bulduktan 2. Dürüstlük, doğruluk sonra, yağmuru izleyebilmek ya da delicesine ıslanırken aynı ka- Yani aslında namus kafa yapısıyderi paylaştığın biri ile karşılıklı la, zihniyetle alakalıdır. Mesela selamlaşabilmek. Çok severek insanları kandırarak mal satan okuduğun kitabını bitirdikten bir esnaf sırf dükkanında seks sonra gökyüzüne bakıp, tekrar yapmıyor diye namuslu olarak okumam lazım bunu diyebil- adlandırılamaz. Eğer namus iki mek, en sevdiğin caddeyi her bacağın arasında olsa idi bu kigün tekrar adımlayabilmek. Ha- şiye de "namusuyla para kazanıyatını idame ettirecek kadar para yor" diyebilirdik. Gerçi her türlü kazandıktan sonra fazlasını iste- pisliği yapan birine bunu söymeyecek olgunluğa gelebilmek. lediğinizde "ne namussuzluğu, milletin karısına kızına mı sarkıntılık ettik" gibi bir cevap almanız @yeter artik yazdim buraya olası. İşte bunlar hep namusu Her konuda fikir sahibi bacak arasında aramak... @tabi canim insanda akil oldukolmak tan sonra Eskilerin allame dedikleri insandır. Allameler her/çoğu konuda Fyodor Mihailyeviç Dosaz çok bilgi sahibi olurlar ama toyevski bunlar hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmazlarmış. Derin- Gençliğimin baharına - o büyülü lemesine bilgi sahibi olanlara ise zamanlardan, yetkinliğime, galimütebahhir(ilme dalan) denir- ba beni manen etkilemiş en büyük romancıdır. miş. Zira uzun yıllara dayalı bu tespiŞöyle bir şey de var tabi, eskiden timden her zaman şüphe duycahil insanlar bilmediği şeylerin muşumdur. Şimdi daha açık ve cahiliymiş, şimdiyse bildiğini sa- gözle görülür somutlukta - etrafım, yaşamım, eylemlerim nanların çoğu bildiğinin cahili. dostoyevski"ye duyduğum ya@hayali kınlık (hatta buna telapetik ilişki de diyebiliriz) beni kişiliğinin, 3 1 youreads U N I V E Rkanal S A L nisan MAGA ZINE 2016 M A R C H 2 0 11 karakterinin de ötesinde - romanlarının dünyasına bir gezgin gibi dalmamı ön görüyor. Onun roman kahramanlarına mı benziyorum? Pek değil. Olsa bile (sözümona biraz ivan karamazov ve rogojin, razumihin karışımı bir karaktere ait olurdum) bu karakterleri romanlarının asıl söz sahibi değillerdir. Yani demem o ki, raskolnikovun büyülü cinayeti, mışkin"in idiot ve tanrılsal karışımdan doğan aşkı, kolya krostkin"in kendine has - çocuksu - alayı (ki kendisi bir baş karaman değildir, ama en az baş karaman niteliğindedir) değildir bu yakınlığın sebebi. Başka şeyler var, azizim... Başka hayatlardan başka hayatlara ait izlerden bahsediyorum galiba. Oysa çok isterdim çocukluk ve gençlik aşkım çehov"a aşık kalmayı. Biraz büyüyünce, tolstoy"u daha çok sevmeyi. Ama dostoyevski başka. Onda bulduğum huzuru bir tek bach"da bulurum. Oysa wagner"in yeri ayrıdır, onu bütün hisslerimle dinlerim. Ya purcell? Aşkı handel"le beraber buldular romantik müzikte... Konuyu çarpıtmadan şuna getirmek derdindeyim: fyodor mihayloviç"i pek o kadar sevmiyorum - ki buna gerek de yoktur, ona duyduğum yakınlığın yanında. O, orada iyidir ve böylesine bir dünyadan (artık iyi mi, kötü mü, sizin bileceğiniz iş) bir dostoyevski"nin geçmesi çok harika bir olaydır. @karamazov S Et C T IbOoNy aNm AaM E aş Taş B oyama Taş boyama, kolaylıkla uygulamaya geçebileceğiniz bir hobidir. İhtiyacınız olan ana malzeme olan taş doğada rahatlıkla bulunabilmekle birlikte, benim gibi dalgaların pürüzsüz hale getirdiği oval taşlardan yanaysanız işiniz pek de kolay sayılmaz. Taşlı bir deniz kenarı bulunup, itinayla taşlar toplanır, en keyifli kısım, taşlar yıkanıp kuruladıktan sonra boyamaya hazır hale getirilir. Tercihe bağlı olmakla birlikte, akrilik boya çabuk kuruması avantajı nedeniyle tercih edilebilir. Sosyal medyada, internet sitelerinde envai çeşit boyanmış taş bulunabilmekle birlikte, esas marifet orijinal parçalar ortaya koymaktır kanımca. Akla hayale sığmayacağını düşündüğünüz görseller topladığınız taşlar üzerinde yerlerini alır. 3 2 youreads U N I V E R kanal SAL M AGAZINE nisan2016 M A R C H 2 0 11 @yudum çetin Her defasında bir öncekinden daha iyi çalışmalar ortaya çıkar. Ünlü ressamların bir resim için defalarca eskiz hazırladığını da göz önünde bulundurursak ne kadar taş o kadar güzel çalışmalar demektir. Eşinize dostunuza hediye edebileceğiniz gibi, özellikle tatil yörelerinde sergileyebilirsiniz de taşlarınızı. Ya da benim gibi evin dört bir köşesini taşlarla doldurabilirsiniz. Bitmek tükenmek bilmeyen bir boyama aşkıdır bu. Boyamak iptiladır, müptelalara selam… @yudum cetin S Et C T IbOoNy aNm AaM E aş @yudum çetin *Evde ya da ofiste size eşlik edecek bir başka taş boyama çalışması. 3 3 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A2016 ZINE nisan M A R C H 2 0 11 S Er C T iIm ON NAME es 3 4 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A2016 ZINE nisan @yudum cetin M A R C H 2 0 11 S EçC ON NAME i zTiIm 3 5 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A2016 ZINE nisan @ismin e-hali M A R C H 2 0 11 S EçC ON NAME i zTiIm 3 6 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A2016 ZINE nisan @ismin e-hali M A R C H 2 0 11 sE S E C TyI o OuNr eNaAdM youreads kanal nisan 2016 iletişim: [email protected] M A R C H 2 0 1 1youreads U N I V E kanal R S A Lnisan M A G2016 AZINE 37