Birêxistin bibe biafrîne Azadiya Rêber Apo misoger bike

Transkript

Birêxistin bibe biafrîne Azadiya Rêber Apo misoger bike
P
STÊRKA CIWAN
K o v a r a
C i w a n a n
a
M e h a n e
Birêxistin bibe biafrîne
Azadiya Rêber Apo misoger bike
Nîsan 2013
Hejmar:119
Üveyş ANA
Nuda KARKER
(Nazan BAYRAM)
İçindekiler
Editörden
Türkiye’de demokratikleşme sorunları ve
Kürdistan’da çözüm modelleri .................................................................................. 2
Abdullah ÖCALAN
Merhaba Güneş’in genç yoldaşları!
Nisan ayı, ağaçların yeşerdiği, tomurcukların açtığı, suların coşkuyla aktığı,
toprağın suya doyduğu, en güzel çiçeklerin
çıktığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü baharın,
güzelliklerin ve doğanın yaşatma eğiliminin
zirvesidir. Nisan Ayı Önderliğimizin doğduğu ay olmasından dolayı Kürt halkı ve
kadınları olarak büyük anlam yüklediğimiz
bir ay olmaktadır. Bu 4 Nisan’da Reber
Apo, 64. yaşına girmektedir. İmralı’da
esir tutuluşunun ise 14. yılı oldu. Ağır
tecrit koşullarında, dünya kapitalist sisteminin yoğun baskı ve saldırıları altında,
görülmemiş bir direnişle geçen 14 yıl.
8 Mart ve Newroz’u geride bıraktık.
Kürt halkı tarafından her yıl büyük bir
coşkuyla karşılanan Newroz’un bu ay
farklı bir anlamı vardı. Önderlik yeni bir
süreç başlatmış ve mücadeleyi daha geniş
kapsamlı bir mecraya taşımıştır. Ortadoğuda demokratik uygarlığın inşası ve
Kürt halkının özgürlüğü süreci başlamıştır.
Bundan sonra bize düşen Önderliğin
başlatmış olduğu süreci sahiplenmektir.
Kürt gençleri olarak her alanda örgütlenmek, mücadeleyi yükseltmek Önderliğin
başlatmış olduğu sürecin başarıya ulaşması, Kürt gençlerinin bundan sonraki
süreçte de her alanda barışa hazır olduğu
kadar savaşa da hazır olduğunu göstermesi gerekiyor.
Süreç rehavete girme değil aksine daha
fazla mücadele, çalışma ve örgütlenme
dönemidir. Bu süreçte sorumluluklarımız
her zamankinden daha fazla ve elzemdir.
Kürt gençleri hem savaşa
hem barışa hazır olmalıdır............................................................................................... 5
Ciwan AZAD
Tarih bir kişilikte dile gelince..................................................................................... 10
Besî ŞİMAL
Gençlik çağı................................................................................................................................................ 14
Stêrka CIWAN
Şehit Beritan çizgisinde yürüyen genç kadınlar
Saralaşarak özgürlüğü kazanacaktır........................................................... 20
Komalên Jinên Ciwan Koordinasyonu
Apocu felsefe............................................................................................................................................. 28
Rojbîn AMED
Bu mücadelenin
dürüst bir militanı olmak istiyorum............................................................... 32
Nupelda ENGİN
Di dema nû de nasnameya PKK’ê û maneya wê..................... 36
Abdullah Öcalan
Qadro û ciwan....................................................................................................................................... 40
Aqademiya Zanistên Civakî Ya Abdullah Ocalan
Ciwan û tevgera çandê
li rojavayê Kurdistan................................................................................................................ 43
Mistefe REZAN
Ahlaq bingeha civakbûnê ye ....................................................................................... 44
Akademiya Tev-Çand
Pilingên Tamîl Elam .................................................................................................................. 46
Zagros TOLHİLDAN
Çalakiya xweser li Botanê................................................................................................. 51
Sozdar AVESTA
Cemato ehlaqî polîtîk................................................................................................................ 54
Sinan SÜTPAK
Die Amazonen von Mesopotamien.................................................................... 56
Von Dilar DİRİK
Ez Kurdim: « Briser le mur du silence »................................................. 60
Jules RONDEAU
Amed’de buluşmak dileğiyle...
Genç kalın...
Mail adıesi; [email protected]
ÖNDERLİK
STÊRKA CIWAN
Türkiye’de demokratikleşme sorunları ve Kürdistan’da çözüm modelleri
EYLEM PLANI
Abdullah ÖCALAN
“Çağdaş gelişmelerin de
bu yönde olması, ABD ve
AB’nin teşvikleri, medya,
sivil toplum ve
kamuoyunun büyük
bölümü ile Kürtlerin
tamamının bu yönde
eğilim göstermesi, ilk defa
demokratik çözüm
planlarının
uygulanabilirlik şansını
artırmaktadır”
Toplumsal sorunlarda önerilen her
çözüm modeli pratik değer ifade etmedikçe zihin jimnastiği olmaktan
öteye gitmez. Şüphesiz pratik adımlar
da düşünceyle ilgilidir, yürüyen düşüncedir. Yine de başarılı çözümlemelerin değeri ancak pratikle yanıt
bulabilir.
Kendi adıma Kürt sorununun çözümü konusunda oldukça amatörce
de olsa pratik adımlar atmayı tek
taraflı eylem hareketlerinden daha
çok önemsedim. Anlamlı diyaloglara
her zaman öncelik verilmesi gerektiğine inanırım. Ama diyalog adına
kendini kandırmanın da felaket getirdiğini bilirim. Tarafların müzakere
pozisyonunu hiç küçümsememek gerekir. En küçük bir müzakere zemini,
en gelişkin ve başarılı geçen güç eylemlerinden daha değerlidir.
Kürtler konusunda 1970’lerde
Nîsan 2013
PKK’nin doğuş sürecinde çok katı
bir inkar politikası yürürlükteydi. Bu
politikaya sözlü olarak karşı çıkmak
bile en ağır cezalarla karşılık buluyordu. Daha o dönemde sol gruplarla
ortak demokratik çözümlere öncelik
tanındı. ADYÖD (Ankara Demokratik
Yüksek Öğrenim Derneği -1975)
Başkanlığı’na seçilmem bu amaçlaydı.
Yürümediğinde PKK çıkışına yönelim
kaçınılmazdı. 15 Ağustos Hamlesi’ne
yönelim yine inkar ve imha politikasına karşı tek alternatifti. İstediğim
gibi olmasa da, tüm gücümle yüklenmekten çekinmedim.
Cumhurbaşkanı Sayın Turgut
Özal’ın 1990’ların başında sunduğu
diyalog ortamı geliştirilseydi, belki
de Kürt sorunu bugün çok farklı konumlarda olurdu. Devlet kendi başkanına diyalog ve müzakere için fırsat
tanımadı. Geleneksel inkarcı ve imhacı
2
pratik tüm gücüyle devredeydi. Cumhuriyet tarihinin en karanlık döneminden geçiliyordu. 1997-98’de siyasi
ve askeri cepheden yaklaşılan diyalog
denemesi de aynı akıbete uğradı. İç
ve dış engelleyiciler, özcesi tüm siyasi
ve askeri yapı üzerinde etkili olan
gladio, en basit diyalog ve müzakere
pozisyonuna bile olanak tanımıyordu.
İmralı sorgulama sürecimi bir diyalog
ve müzakere zemini olarak değerlendirme konusundaki tüm çabalarıma
rağmen birileri hep bozdu. Tüm önerilerim cevapsız kaldı. Açık ki sonuna
kadar hareketin tasfiyesi planlanıyordu. Müzakere ve diyalogu sonları
gibi gören yapılar vardı. Bunlar müthiş
palazlanmışlar, devlet içinde devlet
olmuşlardı. Bulaşıcı iktidar hastalığını
yaşayan kesimlerin en tehlikelisi ve
en acımasız olanlarıydı. Tüm uyarılarıma rağmen, yine binlerce ölüm
STÊRKA CIWAN
ve hesapsız maddi kayıp gerçekleşti.
Şahsen 1990’lardan beri savaşı sınırlı
tutmayı tercih ediyordum. Fakat bu
sonuç vermeyince, arzulanmadığı halde, Kürdistan ve Kürtler boyutunda
‘varlığını koruma ve özgürlüğünü
sağlama’ amaçlı topyekun direnişin
kaçınılmaz olduğu bir sürece hızla
yaklaşıldığını son uyarı olarak belirtmek, açıklamak zorunda kaldım.
Olası diyalog ve müzakere zemini
bu yönlü olasılıkların gerçekleşebilirliği nedeniyle dile getirildi.
Savaşın tarafları arasında planlar
yok değildir. Eylem planları, üzerinde
en çok durulan ve yapılan çalışmalardır. Kendi deneyimlerimden bu
çalışmaların varlığını çok iyi bilmekteyim. Tek taraflı eylem planları iştiyakla yapılır. Zor olanı, tarafları buluşturacak eylem planları geliştirmektir. Karşılıklı empati olmadan bu
tür planlar geliştirilemez. Tek taraflı
olarak geliştirilen ve halen uygulanan
eylem planları hakkında kısa bir değerlendirmeyle birlikte, iki tarafın
uzlaşmasına yol açacak olası bir
eylem planına ilişkin görüşlerimi sunmaya çalışacağım. Kendimi planın
uygulanmasından sorumlu bir taraf
olarak görmediğimi baştan belirtmeliyim. Çünkü içinde bulunduğum hükümlülük statüsü ve uygulanma koşulları taraf olmamı mümkün kılmaya
elvermez. Sunduğum görüşler daha
çok tarafların birbirini gerçekçi tanımalarını sağlamayı ve olası ortak bir
eylem planına ilişkin olmazlarla olabilirler konusunda aydınlatıcı olmayı
hedefliyor.
Buna göre:
1- Geleneksel inkarcı ve imhacı
çözüm planı: Bu çözüm doğrultusunda eskisi kadar yoğun olmasa da,
halen geliştirilen ve uygulanan planlar
söz konusudur. Sınıfsal temeli devlet
rantına dayalı olarak oluşan orta sınıf
burjuvazisi ve bürokrasisi olan bu
kesimler, içte ve dışta oldukça teşhir
ve tecrit olmalarına karşılık, imha
planlarını tüm sinsi ve kaba yöntemlerle uygulamaktan çekinmemektedir.
Geleneksel Kürt işbirlikçi kesimler
dışındaki tüm Kürtler, bu planın uygulamasına tarihlerinin en kapsamlı
direnişleriyle karşılık vermektedirler.
Direnişin önderliği konumunda olan
PKK, bu planlar uygulanmaya devam
ettikçe, bundan sonra da kendi eylem
planlarını kapsamlıca uygulayabilecek
kapasite ve güce sahiptir. Pasif savunma planlarından aktif savunma
ve topyekun direniş planlarına geçiş
yapabilecek konumdadır. Önümüzdeki
dönemde demokratik çözümde yaşanacak ciddi tıkanıklıklar karşısında
topyekun savunma planına geçmesi
beklenebilir.
2- Federalist, milliyetçi çözüm
planı: Bu planlar da çeşitli boyutlarda
ve alanlarda uygulanma durumundadır. Irak Kürdistanı Federe Yönetimi’nce hayata geçirilen bu planların
arkasında, bölgenin geleneksel sömürgeci ulus devletleriyle küresel
hegemonik güçler durmaktadır. Hepsinin amaçları değişik de olsa, genel
bir mutabakat söz konusudur. Kürtlerdeki devrimci demokratik potansiyeli çarpıtmak amacıyla bu plana
destek vermektedirler. ABD, Kürt
Federe Yönetimi’ni en açık destekleyen hegemonik güç konumundadır.
Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi kontrol
etmede Federe Yönetim stratejik rol
oynamaktadır. Türkiye, İran ve Suriye
yönetimleri, kendi Kürtlerinin direncini kırma ve Kürdistanlarını yok
sayma pahasına, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Kuzey Irak’a sıkıştırılmış
‘Küçük Kürdistan’ planını çeşitli yöntemlerle desteklemektedirler. Kürtler
kendilerine biçilmiş bu rolü aşmak
istediklerinde, bu güçler hep birlikte
karşı çıkmaktadırlar.
3
Böl yönet politikacılığı ve plancılığı
en çok ‘Küçük Kürdistan’ projesiyle
yürütülmektedir. Özellikle devrimci,
radikal demokratlar ve sosyalistler
bu yolla etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Planın temel hedeflerinden
biri de PKK’nin izolasyonudur. ‘Küçük Kürdistan’ karşılığında PKK’nin
izolasyonu ve tasfiyesine ilişkin çok
kapsamlı bir gladio çalışması vardır.
Ayrıca bu plan uluslararası diplomasi
alanında da geniş bir destek bulmaktadır. Kürt Federe Yönetimi’ni de
aralarına katan ABD-Türkiye-Irak
yönetimi, bu plan çerçevesinde şimdilik PKK’yi silahlı mücadeleden
vazgeçirmeye çabalamaktadır. Fakat
bu plan tarafların farklı çıkarları nedeniyle yeterince işlememekte, uygulaması sınırlı kalmaktadır. Kürt
toplumunun geniş kesimleri tarafından
desteklenmediğinden fazla umut vermemektedir. Dar bir elit kesimin çıkarlarına hizmet ettiğinden, her geçen
gün daha çok deşifre olmakta ve tecritle karşılaşmaktadır.
PKK’nin bu plana karşı verdiği
yanıt, ‘teslim olmama ve direnişe devam’ biçiminde olmuştur. Uzun süreden beri saflarında yer alan birçok
kararsız, ahlaki ve ideolojik zayıflık
içindeki kişiliğin kaçıp sığındığı bu
plan sahipleri, yeni bir işbirlikçi hareket geliştirmek istemelerine rağmen,
hemen deşifre olmaktan kurtulamamışlardır. Kürt milliyetçiliği geleneksel zayıflığı nedeniyle tutarlı bir
ulus devletçi plan da geliştiremediğinden, yozlaşıp tasfiye olmak adeta
kaderleri haline gelmiştir. Bu kesimler
tüm umutlarını PKK direnişinin kırılmasına bağlamışlardır. Türkiye hükümetleri de umutlarını uzun süre
aynı yönde kullanmışlardır. ‘Küçük
Kürdistan’a dayalı Kürt milliyetçiliğinden medet ummuşlardır. Rumlara
ve Ermenilere uygulanan planların
bir benzerini ‘Küçük Kürdistan’ teNîsan 2013
STÊRKA CIWAN
melinde Kürtlere uygulamak istemişlerdir. Fakat koşulların farklılığı ve
PKK’nin konumu bu planın ters tepmesine yol açmakta, güçlenen PKK
çizgisi olmaktadır.
3- Demokratik çözüm planı: İlk
iki maddedeki planların fazla umut
vermemesi ve her bakımdan çok pahalıya patlaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratikleşme projelerine
yöneltmiştir. Çağdaş gelişmelerin de
bu yönde olması, ABD ve AB’nin
(uyum yönünde) teşvikleri, medya,
sivil toplum ve kamuoyunun büyük
bölümü ile Kürtlerin tamamının bu
yönde eğilim göstermesi, ilk defa demokratik çözüm planlarının uygulanabilirlik şansını artırmaktadır. Oldukça azınlığa düşmüş ulusalcı milliyetçi faşist cephenin tüm karşı direnmesine rağmen, devletin temel
kurumlarının da demokratik çözüm
projelerine karşı çıkmamaları ve hatta
altyapısının hazırlanmasında önemli
rol oynamaları, çözüm planlarının
gerçekleşme şansını artırmaktadır.
Bu tarihi yeni durum karşısında taraflar arasında uygulanabilecek eylem
planı birkaç aşamadan geçişi gerektirmektedir. Eğer demokratik çözüm
planının ana hatları üzerinde devletin
temel kurumlarıyla hükümetin mutabakatı oluşursa ve Kürt tarafıyla
birlikte demokratik güçlerin de desteğini alırsa, muhtemel uygulamalar-aşamalar şu yönde gelişebilir:
a- Birinci aşama: PKK’nin çatışmasızlık ortamını kalıcı olarak ilan
etmesi. Bu aşamada tarafların provokasyonlara gelmemeye, güçleri
üzerindeki kontrolü sıklaştırmaya ve
kamuoyunu hazırlamaya devam etmeleri gerekir.
b- İkinci aşama: Hükümetin inisiyatifiyle TBMM’nin onayından geçmiş ve hazırlayacağı önerilerle hukuki
engellerin kaldırılmasına yardımcı
olacak bir Hakikat ve Uzlaşma KoNîsan 2013
misyonu’nun teşkil edilmesi. Komisyonun teşkilinde tüm taraflar arasında
azami muvafakat aranacaktır. Bu komisyonda yapılacak itiraflar ve savunmalara bağlı olarak bir af müessesesi önerilerek TBMM’ne sunulacaktır. Yasal engellerin bu biçimde
kaldırılması halinde, PKK yasadışı
konumdaki varlığını ABD, AB, BM,
Irak Kürt Federe Yönetimi ve Türkiye
Cumhuriyeti yetkililerinin içinde bulunacağı bir kurulun denetiminde
Türkiye sınırlarının dışına çıkarabilecektir. Daha sonra bu güçlerini
kontrollü olarak değişik alan ve ülkelerde üslendirebilecektir. Bu aşamada önemli olan kritik nokta, PKK
siyasi tutuklu ve hükümlülerinin bırakılmasıyla PKK silahlı güçlerinin
sınır dışına çekilmesinin birlikte planlanmasıdır. “Biri diğersiz olmaz”
ilkesi geçerlidir.
c- Üçüncü aşama: Demokratikleşmenin anayasal ve yasal adımları
atıldıkça tekrar silahlara başvurmanın
zemini kalmayacaktır. Başta PKK’de
görev almış olanlar olmak üzere,
uzun yıllardan beri sürgün yaşayan,
vatandaşlıktan çıkarılmış ve mülteci
konumuna düşmüş olanların peyderpey yurda dönmesi başlayacaktır.
KCK faaliyetlerinin yasallık kazanmasıyla PKK’nin Türkiye sınırları
dahilinde faaliyet göstermesine gerek
kalmayacaktır. Her bakımdan legal
demokratik siyasal, sosyal, ekonomik
ve kültürel faaliyetler esas alınacaktır.
Bu aşamalı planın hayata geçmesinde Abdullah Öcalan’ın konumu
stratejik önem arz etmektedir. Planın
Öcalansız yürüme şansı çok sınırlıdır.
Dolayısıyla konumuna ilişkin makul
çözümler geliştirilmek durumundadır.
Konumuma ilişkin olası önerilerimi
şu şekilde sunmam mümkündür:
i- Hakikat ve Uzlaşı Komisyonu’nda geliştireceğim savunma te4
melinde özgür bırakılmam görev, iş
gereğidir.
ii- Özgürlük çerçevesinde ama yukarıda adı geçen ABD, AB, BM,
Kürt Federe Yönetimi ve Türkiye
Cumhuriyeti yetkilileriyle, gerekirse
başka ülkeler ve güçlerin temsilcileriyle ittifak halinde, PKK başta olmak
üzere Kürtlerle ilgili olan tüm çevreleri
demokratik çözüme hazırlama ve planın gereklerine uyarlama konusunda
görev yürütmem sağlanmalıdır.
iii- İkamet başta olmak üzere çeşitli
ihtiyaçlarımın giderilmesi için destek
sağlanması gerekir.
Türkiye kamuoyunda ve Kürtlerin
ezici çoğunluğunda yoğunca tartışılan
ve ortaya çıkması benden beklenen
demokratik çözüm ve planlamasına
ilişkin taslak halinde düşünce ve önerilerimi bu biçimde sunabilirim. Açık
ki, taraflardan gelecek düşünce ve
öneriler temelinde düşünce ve önerilerimi gözden geçirmek, değiştirmek
ve geliştirmek durumunda olacağım.
Bu taslak halindeki Rapor-Yol
Haritası’nı hazırlamamdan sonra,
kuşkusuz sorumluluğun en ağırı başta AKP hükümeti olmak üzere,
TBMM ve devletin temel kurumlarının yetkililerine düşmektedir. Genel
bir mutabakat oluşursa, hemen birinci aşamadan işe başlamak gerekecektir. Aksi olursa, tehdit anlamında değil, hiç arzulamadığım halde başta PKK ve KCK bundan sonra
‘Kürtlerin varlığını korumak ve özgür kılmak için topyekun direniş’
denilen aşamaya geçmek zorunda
kalacaklardır. Ne pahasına olursa
olsun buna yol açmamak için herhalde günlük politik hesaplara ve
kariyerist çıkarlara hep birlikte engel
olmak, demokratik açılım ve Kürt
sorununu çözme model ve planımızı
uygulamak durumundayız.
***
STÊRKA CIWAN
PERSPEKTİF
Kürt gençleri hem savaşa hem barışa hazır olmalıdır
Ciwan AZAD
“Kürt gençleri olarak
Kürt Halk Önderi’nin
demokratik çözüm
hamlesinin sonuca
ulaşması için hiçbir
dönemde olmadığı kadar
duyarlı bir mücadele ve
çalışma yürütülmesi
gerekmektedir”
Ortadoğu’da siyasal anlamda büyük
bir alt üst yaşanıyor. Birçok devlet,
siyasi güç bölgede koşullara uyarlanmış
bir dünya savaşının yaşandığını kabul
etmedir. Yina birçok aydın, yazar, uzman da tüm değerlendirmelerinde bu
gerçeğe vurgu yapmaktadır. Bildiği
gibi bu tespiti ilk olarak Kürt Halk
Önderi yapmış ve kapsamlı olarak
değerlendirmiş, demokrasi güçlerinin
buna göre bir pozisyon alması için
dönem görevlerini tespit etmiştir. Son
yıllara damgasını vuran Kürt Halk
Önderi’nin yaptığı tespitler olmuş,
bölge siyasetinde başat bir güç olarak
Kürt özgürlük hareketi bu ideolojik
politik tespitler ışığında insiyatifli,
atak yani belirleyici bir siyaseti yürütmeyi başarmıştır. Her ne kadar bölgedeki sömürgeci güçler tarafından
itiraf edilmese de Ortadoğu bölgesel
çatışma sürecinde gelinen aşamada
başarılı çıkan esas güç Kürt özgürlük
hareketi olmuştur. Bu gerçek bugün
yaşanan tüm gerçeklerle daha iyi ortaya
çıkmaktadır
Özgürlük hareketi daha önce yaptığı
tüm tespitlerde Suriye üzerinde yaşanan
mücadelenin önemini vurgulamış, bölgenin siyasi haritasını ve sistemini oluşturacak temel alanın burası olduğunu
kaydetmişti. Yaşanan gelişmeler gözönüne alındığında bu gerçek hala güncelliğini ve gerçekliğini korumaktadır.
Bu alanda askeri, siyasi mücadelenin
yanında diplomatik açıdan da bir yoğunluk vardır. Suriye’de siyasi islamcı
güçlerin tek başına iktidar olduğu bir
rejim, uluslararası sistemin çıkarları
açısından da kabul görmemekte, hatta
tehlikeli bulunmaktadır. Bu yönlü bir
gelişme, İsrail ile Lübnan’da yaşayan
hıristiyanlar açısından risk oluşturacağı
gibi Suriye’nin bünyesinde bulunan çeşitli etnik ve dini topluluklar açısından
da benzer bir kaygı yaratmaktadır. Küresel sistem yeşil kuşak projesini geliştirirken bunu kontrollü bir şekilde gerçekleştirmeye özen göstermektedir. Ortadoğu’nun tümünü siyasi islamcı güçlere teslim etmeyecektir. Yine bölgedeki
Arap isyanlarını arkasına alarak yeni
5
Osmanlıcılık düşlerini canlandırmak isteyen bir güç de Türk devleti ve AKP
hükümeti olmuştur. Ancak ne uluslararası
güçlerin ne de bölgesel güçlerin ‘model
ülke, model hükümet’ olarak propagandası yapılan Türkiye’ye bu temelde
yaklaşmadığı açığa çıkmıştır. Özellikle
Türkiye'nin Suriye üzerinde etkili olma
temelinde Ortadoğu'da güçlenmesine
kuşkuyla bakılmaktadır.
Suriye açısından uluslararası güçlerin
mevcut rejimle bir görüşme sürecini
başlatacağı anlaşılmaktadır. ABD, Avrupa, Rusya ve diğer ülkelerin de içinde
yer alacağı bu süreç sonucunda rejimin
değişmesi ve yeni siyasal dengelerin
oluşması üzerinden bir uzlaşma sürecinin
yaşanacağı belirtilebilir. Uzlaşma, Esad
rejiminin iktidarda kalması anlamına
gelmemektedir. Ancak birçok örnekte
yaşandığı gibi Suriye’deki değişim, savaşla ya da çok sert bir toplumsal devrimle yıkılması şeklinde de gelişmeyecektir. Elbette silahlarıyla kendisine yönelmiş güçlerin ve toplumsal muhalefetin
etkisi ile değişim olacak, ancak tümden
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
sistemin dağılması üzerinden bir siyasal
şekillenme de ortaya çıkmayacaktır.
Ancak eski sisteme benzer bir sistemin
inşa edilmesi de mümkün değildir. Çünkü geçen birkaç yıl güçlü demokratik
devrim güçlerini de ortaya çıkarmıştır.
Yeni bir rejim bu güçleri de içine alarak
şekillenmek durumundadır. Bu çerçevede rejim değişimi bir müzakere ve
geçiş süreci üzerinden gerçekleşecek,
yeni toplumsal güç dengeleri oluşacaktır.
Siyasi islamcı güçlerin hakim olmadığı
ama onların da sistem içinde yer aldığı,
bununla birlikte diğer toplumsal kesimlerin de varlığını ifade edeceği yeni
bir Suriye ortaya çıkacaktır. Suriye’de
oluşacak olan sistemin görece daha demokratik bir muhteva teşkil etmesi sistemin tercihlerinden çok, var olan toplumsal dinamiklerin çeşitliliğinden kaynağını alan bir zorunluluk olmaktadır.
Demokratikleşen Suriye’nin ise bölgedeki şekillenecek olan sistemin karakteri üzerinde önemli bir baskı kuracağı
da olumlu bir gelişme olarak göz önünde
tutulmalıdır. Bu gelişmeleri; düz bir
yaklaşımla‘Suriye mevcut jeopolitik ve
stratejik konumu nedeniyle demokratik
bir sisteme kavuşacaktır, Kürtler de bunun içinde haklarına kavuşacaktır’ gibi
ele almak yanlış olur. Söz konusu Kürt
halkının statüsü ve geleceği olduğunda
Nîsan 2013
uluslararası güçlerin desteği ile bölgedeki
hakim ulus devletlerin birbirleri ile savaşır konumda iken bile Kürt halkının
inkarında uzlaştıklarını yakın tarih göstermektedir. Çünkü Kürtlerin yoğunlukta
yaşadığı coğrafyada kurulan ulus devletlerin var olma karakteri budur. Kuruluşlarında Kürtlerin inkarına dayalı
bir ulus devlet karakteri temelinde oluştukları bilinmektedir. Hatta uluslararası
güçlerin başta Türkiye olmak üzere
bölge ülkelerini ulus devlet karşılığında
kendilerine bağlama stratejisini bir
politik tarz olarak uyguladıkları görülmektedir. Bunun sonucu bölge devletlerinin karakteri de varlıklarını tamamen
Kürt inkarına dayalı biçimde şekillenmiştir. Bu nedenle başta Kürtler olmak
üzere demokratik modernite güçlerinin
kazanımlarını ellerinde tutacak bir direniş
çizgisi kadar, demokratik özerk yapılarını
kurumlaştırarak kalıcı hale getirme yönünde geliştirdiği politikaları ustalıkla,
zamana yaymadan hayata geçirmeleri
gerekmektedir.
20. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı
olacaktır
Suriye’de yaşanan değişim sürecinin
genel karakterini ifade ettik. Devlet+demokrasi formülü çerçevesinde tüm
6
toplumsal kesimlerin varlığını ifade
edeceği bir demokratik Suriye, özerk
Kürdistan formülü üzerinde yoğunlaşmak gerektiği açıktır. Suriye devletinin asgari düzeyde de olsa özde
bir demokratikleşme dışında farklı
yöntemlerle varlığını sürdüremeyeceği
açığa çıkmıştır. Suriye’yi oluşturan
çeşitli dini, etnik gruplar ve toplumsal
kesimler yaşanan geçiş sürecinde bir
güç haline gelmiştir. Aleviler geçmişten
beri etkinliği olan bir kesimdir, Kürtler
ayaklanmış ve kendi kendilerini yönetecek bir özerk sisteme geçiş yapmıştır. Süryani, Ermeni gibi diğer azınlıkların belirli bir ağırlığı vardır. Suriye’de şekillenecek olan siyasi ve toplumsal sistemde bu kesimlerin yer alması, kendi özgün kimlikleriyle var
olmaları Suriye açısından demokratikleşme anlamına gelmektedir. Suriye’nin siyasi sistemi değişiklik yaşarken
şimdiye kadar bu devlet üzerinde çeşitli
biçimlerde etkisini sürdüren ülkelerle
de ilişkileri devam edecektir. Rusya,
ABD ve Fransa’nın etkisi bir denge
içinde oluşurken, Türkiye’nin ekonomik
ilişkileri ve komşu ülke olmasından
kaynaklı etkileri dışlanmayacaktır. Yine
sistem içine çekilecek olan siyasi İslamcı güçler üzerinden bölgedeki diğer
siyasal İslam etkili Arap dünyasıyla
da ilişkilerin süreceği bir Suriye gerçekliği şekillenecektir. Şu anda böyle
bir süreç yaşanıyor.
Türkiye’nin Suriye üzerindeki hesapları tutmadı, evdeki hesap çarşıya
uymadı. Türk devleti, Arap ve islam
dünyasını doğru okuyamadığı gibi Kürt
halkının Rojava’daki örgütlülüğünü ve
gücünü kestiremedi. ABD gibi Türkiye
de Rojava’da KDP’nin etkin olacağını
sandı. Öte yandan uluslararası güçlerin
bir taşeron gibi Türkiye’yi Ortadoğu
savaşında kullandığını anlayamadı ve
kendisine biçilen rolü abarttı. Bunun
için genel anlamda bölge siyasetinde
özelde ise Suriye’de boşluğa düştü,
STÊRKA CIWAN
geri adım atmak zorunda kaldı. Suriye’de Esad güçlerine karşı savaşan
muhalefeti destekleyen bir pozisyonu
aşamadığından çözüme katkı sunacak
bir politik tutum ortaya koyamadı ve
bu tutumuyla da bölge halkının gözünde
etkisi önemli oranda azaldı. Gelinen
aşamada Türkiye sınır komşusu olduğu
için belirli bir ekonomik ilişkiyi sürdürebilir konumda olsa da Suriye siyasi
olarak Türkiye’ye bağlı bir ülke konumunda olmayacaktır.
Suriye’de hala devlet başkanı pozisyonunu sürdüren Esad’ın son günlerde
yapmış olduğu ‘bir Kürt devleti kapıda,
her an böyle bir gelişme yaşanabilir’
şeklindeki açıklaması dikkat çekicidir.
Suriye’nin Türkiye’de gerçekleşen İmralı görüşmelerini de göz önünde tutarak
böyle bir açıklama yaptığı düşünülebilir.
Kürt sorununun demokratik temelde
çözümü yönündeki gelişmeler 20. yüzyılda Kürt varlığının inkarına dayalı
bölge statükosunun tümden aşılarak
gerçek anlamda Kürtlerin yüzyılı diyebileceğimiz bir döneme giriş anlamına
gelecek, eski dengelerin tümden aşılmasını getirecek ve ezilen, yok sayılan
tüm toplulukları da kapsayan bir demokratik siyasal sistem bölgede gelişecektir. Kürt Halk Önderi’nin demokratik kurtuluş ve özgür toplumu inşa
hamlesinin sonuçlarını Tanzimat’tan
bugüne Türkiye'de gelişen tüm gelişmelerin toplamından katbekat demokratikleşme sonuçlarını ortaya çıkaracağını söylemesini de bu çerçevede anlamak gerekmektedir.
Türkiye’nin yaklaşık yüz yıldır Kürtleri soykırım sistemi içerisinde tutarak
yapay bir Türk devleti kurma hayali
için içine girmediği macera, denemediği
yöntem kalmamıştır. Bölgede etkili olmak isteyen güçlerin Türkiye’nin de
zayıf karnı olan Kürt sorununu canlı
tutarak ayakta kalmaya çalıştığı unutulmamalıdır. Yine çeşitli güçlerin TürkKürt çatışmasından yarar umması ve
Türkiye'den taviz koparma yaklaşımı
da Kürt sorununun çözümsüz kalmasının
en temel etkenlerindendir. Kürt halk
Önderi’nin ‘Kürt Gordion düğümü’ dediği şey de bu çerçevede anlaşılmalıdır.
Bu nedenle Kürt sorununun çözümsüzlüğü bir yönüyle bölge devletlerinde
oluşan zihniyet ve şekillenme nedeniyle
sürerken, diğer yandan, hatta esas olarak
da bu sorunun çözümünü kendi çıkarlarına görmeyenlerin tutumları nedeniyle
sürdüğü de tarihsel bir gerçekliktir.
Tedbirli olmak
Kürtler açısından zorunludur
Kürtlerin yeni siyasal sistem içinde
nasıl yer alacağı belki de en fazla merak
edilen, tartışılan, hesaplanan konu oluyor.
Yakın siyasal durum açısından da Suriye
Kürtlerinin sistem içinde nasıl yer
alacağı temel bir merak konusudur. Bir
halk olarak ‘yok’ olmadıklarını ortaya
koymaları, ölümle yaşam çizgisinin kenarında tutulan toplumsal yaşamlarını
koruyacaklarını 19 Temmuz devrimiyle
ispatlamaları, bunu da aşarak ehveni
şeri dayatmasında bulunan çağı da kendi
demokratik ve özgür toplum örgütlenmesini gerçekleştirerek karşılamaları
dünya toplumları açısından ilgiyle izlenen ve desteklenen bir gelişme durumundadır. Sömürgeci güçler açısından
ise şaşkınlık ve toplumun demokratik
örgütlenmesi karşısında çaresizlik durumu yaşanmaktadır. Kürt halkının hızla
kendini her alanda örgütlemeye yönelmesi, her türlü saldırıyı karşılayacak
bir öz savunmayı göz açıp kapayıncaya
kadar gerçekleştirmesi hayranlıkla karşılanıyor. Kendisi ile gurur duymaya
layık bir halk haline geliyor. Herbiri
hakkında sayfalarca şey söylenebilecek
bu gelişmeler siyasal sisteme nasıl yansıyacaktır?
Elbette Kürtlerin kendi kendini yönettiği bir süreç gelişecektir. Devlet olmayan ama Demokratik Özerklik te7
melinde, devletten de kopuk olmayan
bir sistem olacağı düşünülebilir. Kürtlerin
varlığının reddedilmediği, yerelde kendilerinin yönettikleri özerk demokratik
yeni bir sistem oluşacaktır. Rojava Kürdistan’ın Suriye içindeki pozisyonu
böyle bir sisteme elvermektedir. Devletten çok kopuk bir sistem Kürtlerin
demografik konumlanmaları nedeniyle
ne doğru olur ne de Kürtlerin çıkarınadır.
Demokratik bir ortamda kendi kendini
yönetecek, Kürt halkı kendisiyle ilgili
kararları kendisi verecek, yerel meclisler
üzerinden çalışmalarını yürütecek bir
sistem olacaktır. Rojava Kürdistan’da
dikkat edilmesi gereken bir diğer konu
Cizre dışındaki yerlerin kopuk olmasıdır.
Kobani ayrı, Afrin ayrı ve yine Halep’te
önemli bir Kürt nüfusunun olduğu bölge
ayrı durmaktadır. Kürtler kendi kendini
yönetecektir. Buralarda da Kürtler kendi
sistemlerini kuracaktır. Ancak bunu yaparken Arap halkından ve diğer halklardan kopuk olmayacak, onlarla çok
iyi, birbirini tamamlayan bir demokratik
ilişki sürdürecektir. Yoksa bu alanlarda
ciddi sorunlar yaşamayla karşılaşacaktır.
Bu açıdan bu alanlar için doğru yol uygulanabilir bir siyasal ve toplumsal model oluşturmak zorundadır. Demokratik
Özerklik bu duruma da en iyi cevap
verecek bir sistem konumundadır.
Kuşkusuz devrim ortamı bir yönüyle
ekonomik yıkımlar ve sorunlar getirir.
Bir süre bu sıkıntılar yaşamak mümkündür. Çünkü devrim örgütlendiğinde
ve etkisini ortaya koyduğunda her türlü
soruna çözüm bulacak bir dinamizm
ve potansiyeli ortaya çıkarır. Bu nedenle
ilk dönemdeki zorlukları abartmamak
gerekir. Yaşanan bazı sıkıntılar nedeniyle
bir sorun olarak kamuoyuna yansıdı.
Bu çerçevede tüm parçalardaki halk
destek sunarak yardımcı olmaya çalıştı.
Ancak devrim yapmış bir toplumun
ekonomik sorunlarını çözmek için dışarıdan beklentili hale gelmesi kadar
yanlış bir şey olamaz. Taşıma suyla
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
değirmen dönmez. Kaldı ki devrim demek her konuda örgütlü toplum haline
gelip sorunları çözmek demektir. Bu
çerçevededevrim öncesi sorunları çözmek de örgütlü olma imkanına kavuşmuş
demokratik toplumun görevidir. Devrim
demek budur. Eğer bir yerde gerçekleşen
devrimin toplumu ortaya çıkan sorunların
dışarıdan destekle çözülmesini beklerse
gerçekleşen devrim ayakta kalmayacağı
gibi, ön gördüğü toplumsal sistemi de
inşa edemez.
AKP hükümeti yükselen devrimci
halk savaşı karşısında ciddi
anlamda zorlanmıştır
Bölge güçleri açısından Kürt halkının
mücadelesi karşısındaki politikaların
nasıl gelişeceği henüz netleşmemiştir.
Türkiye’deki görüşmelerle birlikte İran
ve Irak devletlerinin Kürt özgürlük hareketine karşı tutumlarında değişiklik
olabilir. Türkiye ile mücadele eden
PKK ile Türkiye ile uzlaşıp çözüm aramak isteyen PKK'ye karşı tutumları
farklı olacaktır. Ya olası bir çözümü
engellemeye ya da böyle bir yola giren
PKK'yi tasfiye etmeye yönelmeleri de
beklenebilir. Hatta böyle bir PKK'ye
karşı eğer Türk devletinin çözüm değil
tasfiye politikaları sürdürdüğü görülürse
Kürt sorununun çözümünde değil de
ezilmesi, tasfiye edilmesi yönünde de
Türkiye ile bile ortak tutum geliştirebilirler.Bu seçenekler de sürekli olarak
gözetilmesi gereken olası bir durum
oluyor. Unutulmamalıdır ki birbirine
düşman olan, çelişki ve rekabet yaşayan
Türkiye-İran, Türkiye-Suriye gibi ülkeler
bile Kürt sorunu söz konusu olduğunda
birbirini gözetmişlerdir.
Türkiye siyaseti bir bütün olarak İmralı’da Kürt Halk Önderi ile yapılan
görüşmelere kilitlenmiş durumdadır.
Türkiye’nin önümüzdeki günlerdeki siyasetini bu görüşmeler ve bu görüşmelerden çıkacak sonuçlar belirleyecektir.
Nîsan 2013
Her iki taraf açısından da oldukça tarihi,
tarihi olduğu kadar da hassas bir süreç
olarak ifade edilen bu gelişmeleri dikkatli
bir şekilde takip etmek ve topluma bu
konuda doğru bilgilendirmek çok önemlidir. Kürt halkı açısından Kürt Halk
Önderi’nin demokratik kurtuluş hamlesiyle önemli gelişmeler ortaya çıkarmak mümkün hale gelmiş bulunmakla
birlikte, hala net bir çözüm projesi koymayan AKP ve Türk devleti düşünüldüğünde tedbirli ve dikkatli olunması
gereken bir süreç olduğu da açıktır.
Şimdiye kadar AKP hükümeti entegre
strateji adı verilen bir tasfiye politikası
izliyordu. Kuşkusuz bu politikalar
2012’deki başta Önderliğimiz olmak
üzere çok boyutlu direnişle başarısızlığa
uğratılmıştır. Bunun sonucu AKP hükümeti Kürt Halk Önderi’yle görüşmelere başlamıştır. Çünkü 2013 yılında
2012’deki gibi bir direnişle karşılaştığında iktidarını büyük ihtimalle kaybedeceğini, böylece şimdiye kadar elde
ettiği pozisyonunun çok geriye düşeceğini görerek bu yolu seçmiştir. Ancak
gerçek bir çözüm politikası olmadığından
bu görüşmelerin bir çözümle mi sonuçlanacağı yoksa çok şiddetli yeni çatışmalı bir dönem mi başlayacağı hala
belirsizliğini korumaktadır. Kürt Halk
Önderi bu görüşmeler çerçevesinde ortaya koyduğu makul çözüm önerileriyle
AKP devletine adım attırıp Türk devletini
makul bir çözüm sürecine sokmak istemektedir. Özellikle AKP'nin ve Türk
devletinin bölgesel gelişmeler çerçevesinde yaşadığı sıkışıklığı değerlendirerek AKP ve Türk devletini makul
bir çözüm doğrultusunda attırmaya çalışmaktadır. Daha doğrusu böyle bir
sürecin içine sokarak onları makul bir
çözümü kabul edecek konuma getirmek
istemektedir. Ancak bu bir olasılıkken
Türk devletinin bu süreci de bir tasfiye
arayışına dönüştürme ihtimali de bulunmaktadır. Nasıl ki görüşmelere mücadele sonucu yanaştılarsa,devleti bir
8
çözüm içine sokmak da yürütülecek
mücadeleyle bağlantılı bir durumdur.
Türk devleti ve AKP hükümeti Kürt
özgürlük hareketinin öncülüğünde
yükselen devrimci halk savaşı karşısında ciddi anlamda bir zorlanmayı
yaşamış, 2012 yılında içine girdiği
Kürtlerle savaş, demokrasi güçleriyle
savaş, toplumu bir bütünen manipüle
etmeye dayalı özel savaş gerçekliği
ile daha fazla ilerleyemeyeceğini fark
etmiştir. Kürt Halk Önderi ile görüşmeseydi yüksek bir olasılıkla bir yıla
varmadan ciddi bir dağılmayı yaşayacağı gerçeği vardı. AKP’nin Türkiye’de iktidara gelme sürecini sıklıkla
değerlendirdiğimiz için yeniden kapsamlı bir şekilde açmayacağız. Ancak
akıldan çıkarılmaması gereken bir tespite bir kez daha yer vermek gerekiyor.
Bu da AKP’nin Türkiye’de kurmaya
çalıştığı ideolojik hegemonyaya ilişkindir. Nitekim Önderlik BDP ile yapılan görüşmede bu durumu vurgulamaktadır.Bu siyasi oluşumun, Kürt
özgürlük hareketinin sürdürdüğü otuz
yıllık mücadele sonucunda Türkiye’de
işlemez duruma gelen siyasi sistemi
değiştirme iddiası ile iktidara geldiği,
demokrasi söylemini fazlasıyla kullandığı bilinmektedir. Yani yürütülen
mücadelenin Türkiye’yi bir değişimdönüşüm iklimine sürüklediği dönemde
iktidar olmuştur. Toplumsal, siyasal,
ekonomik ve kültürel olarak ciddi bir
dağılma ile karşı karşıya kalındığı bir
dönemde demokratik söylemle Türkiye’nin yeniden yapılanmasını gerçekleştirme iddiası ile iktidara geldi.
Bu noktada amacının ideolojik olduğu
açıktı. İdeolojik duruşu ve geçmişi
nedeniyle bu yapılanmayı demokratik
karakterde mi gerçekleştireceği yoksa
hegemonya mücadelesine girişerek
diğer toplumsal kesimleri ve yapıları
dışlayarak mı gerçekleştireceği merak
ediliyordu. Türk siyasi geleneğinin
temsil ettiği komplocu, darbeci ka-
STÊRKA CIWAN
rakteri ne kadar kıracağı yine sıklıkla
sorulan bir soru durumundaydı.
AKP'nin geçen on yıl boyunca bu
beklentilere demokratik temelde cevap
verme yerine, istismarcı yaklaştığı görülmüştür. Dahası kendisine verilen
desteği koşulsuz ve süresiz sanmış,
güçlendikçe antidemokratikleşmiş, toplumun çeşitli kesimlerinden aldığı desteği yitirmekle yüz yüze kalmıştır. İktidarını sağlamlaştırdıkça Türkiye’yi
ele geçirme, muhalefeti dıştalama, demokratik kesimleri susturma ve öncelikle de Kürt sorununda beyaz Türkçülüğü geride bırakan bir yeşil faşizmi
dayatmıştır. Özellikle son iki yıldır
bütün gücünü Kürt özgürlük hareketini
tasfiye etmeye ve demokrasi dinamiklerini ezmeye adamıştı. Ancak Kürt
özgürlük hareketinin direnmesi sonucunda bu hegemonya hesaplarını gözden
geçirmek zorunda kaldığı belirtilebilir.
Çünkü mevcut politikalarla gittiği takdirde dimyata pirince giderken evdeki
bulgudan da olma durumuyla karşılaşma
olasılığı yüksekti. Gelinen aşamanın
bir tercih ve AKP’de var olan bir demokratik öz ve karakterden değil yapılmak istenenin başarısızlığından kaynağını alan bir zorunluluk olduğu belirtilebilir. Bu nedenle bu süreç kırılgandır ve henüz masada tutulduğu söylenen tasfiye hesaplarının üzeri çizilmemiştir. İşte bu nedenle medya üzerinden yürütülen özel savaş alabildiğine
sürdürülmektedir. Kürt Halk Önderi’ni
PKK ile karşı karşıya getirme çabası
gibi nafile girişimler kadar, en üst perdeden konuşularak olmazı dayatma bu
gerçeklik içinde anlaşılabilir. Bir yandan
çözüme dönük umut pompalanırken
diğer taraftan süren operasyonlar yine
aynı mantık içinde görülmelidir. Özcesi
entegre siyaset kavramı her koşulda
kazanmayı ön gören bir mantık yapısını
taşımaktadır. Görüşmeleri ve Kürt Halk
Önderi’nin demokratik çözüm inisiyatifini zorunluluk gereği kabul etmiş
olan AKP, diğer yandan Kürt özgürlük
hareketini, başta bu mücadeleye öncülük
eden gerilla olmak üzere çeşitli düzeylerde mücadele eden tüm örgütlenmeleri terörize etmeyi sürdürüyor. Bir
yandan operasyon ve tutuklamalar sürerken en büyük fedakarlığı kendilerinin
yaptığından dem vuruyor. Aslında Kürt
Halk Önderi’nin bir demokratik çözüm
hamlesi olarak ortaya koyduğu inisiyatifi
kendi kontrolündeymiş gibi gösterme,
bu çerçevede sürecin bir çözüm çerçevesinde gelişmesini değil de kendi düşündüğü sınırlı bazı adımlarla bu süreci
kotararak Kürtler üzerinde siyasi egemenliğin ve kültürel soykırımın sürdüğü
bir AKP hegemonyasıyla sonuçlandırma
çabası içindedir. Kürt Halk Önderi’nin
inisiyatifiyle gelişen demokratik çözüm
hamlesi sürecinde yürüttüğü psikolojik
savaşı ve yaratmak istediği algıyı bu
çerçevede ele almak gerekir. Ancak
BDP heyetiyle yapılan görüşmenin basına yansımasında da görüldüğü gibi
sürecin AKP'nin istediği biçimde ortaya
çıkmadığı ve gelişmediği açıktır.
Önümüzdeki süreç yoğun
bir mücadele dönemi olacaktır
Kürt Halk Önderi’nin mektubu Özgürlük hareketine ulaştırıldı. Özgürlük
Hareketi'nin, BDP'nin ve Avrupa’daki
Kürt demokratik yönetimin görüşleri
Önderliğe ulaştırılmak üzere gönderilmiştir. Kürt Halk Önderi’nin demokratik
çözüm hamlesinin Kürt Özgürlük Hareketi'nin tüm bileşenlerinin oy birliğiyle
destek verdiği açıklanmıştır. Kürt Halk
Önderi bu gelen mektuplar çerçevesinde
kamuoyuna Amed’deki milyonların
toplantığı tarihi Newroz kutlamasında
açıklamıştır.
21 Mart’ta kamuoyuna açıklanan
mektupla AKP'nin tüm tersyüz etme
çabalarına rağmen Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt sorununun çözümünden geçtiği, Kürt sorununun çö9
zümünde ise tek ve gerçek muhatabın
Kürt Halk Önderi olduğu kamuoyuna
deklere edilmiş ve onaylanmıştır. Her
şeyden önce bunu önemli bir kazanım
olarak görmek gerekir. Bu süreç nasıl
ilerlerse ilerlesin 2013 yılına Kürt halk
Önderi damgasını vurmuştur. Bu yıl
ve bu yıl içerisindeki gelişmeler bu şekilde tarihe geçmiştir.
Bununla birlikte sürecin Kürt halkına
ve onun değerlerine zarar verecek bir
sürece dönüştürülmemesi için Kürt Halk
Önderinin demokratik çözüm hamlesini
güçlendirecek duruş göstermek ve çalışmalar yapmak önemlidir. Kürt gençleri
olarak Kürt Halk Önderi’nin demokratik
çözüm hamlesinin sonuca ulaşması için
hiçbir dönemde olmadığı kadar duyarlı
bir mücadele ve çalışma yürütülmesi
gerekmektedir.
Kuşkusuz yeni süreçle birlikte demokratik çözüm de kendiliğinden gelmeyecektir. Kürt Halk Önderinin çabaları kendiliğinden başarılı olup sonuç
getirmeyecektir. Önümüzdeki süreç
yoğun bir mücadele dönemi olacaktır.
Bu temelde toplumun gücünü örgütlenme ve demokratik mücadele temelinde ortaya koymak büyük önem taşımaktadır. Demokratikserhıldanları
geliştirmek, bunu Kürt Halk Önderi’nin
özgürlüğü ve demokratik siyasal çözümü çerçevesinde toplumu motive
edecek bir etkiye ulaştırmak Kürt
genç-liğinin temel görev olmaktadır.
Kürt toplumunu hem Kürt sorununun
demokratik çözümüne destek veren
bir tutum ve mücadele içine sokmak
hem de gerektiğinde çok ciddi bir savaşın parçası olacak duruma getirmek
çok önemlidir. Sürece böyle bir bütünlükle bakmak, hiçbir seçeneği zayıflatacak bir zihniyet, yaklaşım ve
tutum içinde olmamak bu dönemin
temel hassasiyeti ve görevi olmak durumundadır.
***
Nîsan 2013
DEĞERLENDİRME
STÊRKA CIWAN
TARİH BİR KİŞİLİKTE DİLE GELİNCE
Besê ŞİMAL
“Halkın ve toplumun
yüreğinde büyük yer açan
her insanın, mutlaka o halk
ve toplum için yarattığı çok
büyük değerler, yaptığı çok
büyük hizmetler vardır”
İnsanlık tarihinde bazı anlar vardır
ki, tarihi zamanların başlangıcını
oluşturur. Bazı kişilikler de vardır
ki, bir tarihi kendisinde dile getirir.
Genellikle insanlık bu zamanları
milad olarak tanımlar. Bu anlar o
güne kadar yaşananlara koca bir
nokta koyarak yaşama yeni bir akış
kazandırır ve yeni-farklı bir sürecin
önünü açar. İnsanlık nezdinde bu
süreçlerin anlamı çok büyüktür.
İnsan insan olurken ve insan olmaya devam ederken büyük bir
emek ve anlam katarak yarattığı
değerler, yeni anlamlarda derinleşerek öncekinden daha özgür bir
yaşam doğurur. Yeni doğuşlar her
zaman büyük heyecanlar, coşkular
yaratır, daha derin anlamlara kapı
aralar. Doğuşa giden yolda büyük
bir emek harcanmış, emeğe sevgi
ve acılar katık edilmiş, ortaya ise
yaşamı yücelten bir değer çıkmıştır.
İnsan kendi zihin ve el gücüne daNîsan 2013
yanarak yarattığı bu değere her zaman büyük bir saygı duymuş ve
onu kutsamıştır. Esas olarak kutsadığı ise kendi emeği olmuştur. Yarattığı şey, yaşamının anlamını büyüttüğü, yaşamına katkı sunduğu
onu güzelleştirdiği oranda onun
kutsallık derecesi de o oranda artmış,
kalıcılaşmıştır.
İnsan ateşi bulmuş, ateş kendisini
ısıttığı, birçok ihtiyacını karşıladığı
için onu kutsamıştır. Tarımı geliştirmiş, tarım yaşamsal ihtiyacını
karşıladığı için ona kutsallık atfetmiştir. Doğanın birçok nimetinden
faydalanmayı öğrenmiş, doğa kendisinin ihtiyaçlarını karşıladığı ve
kendisine özgür yaşam zemini sunduğu için onu kutsamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, evcileştirdiği
hayvanların yaşamına katkısını kutsamıştır.
İnsan, emeğine ve yarattıklarına
anlam yükleyip onları kutsadıkça
10
toplumsallaşmıştır. Toplumsallığı
ortaya çıkaran gerçeklik, esas olarak
insanın emeğine yüklediği anlamdır.
Emeğini kutsamasıdır. Anlam, toplumun ahlaki ve politik yapısını
oluşturan temel güçtür. Anlam olmadan insanın insan olması mümkün değildir. İnsanı insan yapan insanın toplumsallaşmasıdır. İnsan
toplumsallaştıkça insanlaşmıştır.
Toplumsallık insanın yarattığı anlam
ile gelişirken, insan ise yarattığı
anlam oranında insanlaşmıştır. Anlamı ortaya çıkaran ise insanın, iyi,
doğru, güzel yaşam arayışı, çabası
ve mücadelesidir. Özünde insanın
özgürlük arayışıdır.
İlk insanın temel kaygısı, iyi, güzel ve doğru yaşam kaygısıdır. Uygarlığın ürettiği iktidar, mülkiyet,
yalan, talan, baskı, şiddet vb kirliliklerden uzak olan bu insan ve
toplumu, doğaya dost, komünal,
eşit, özgür yaşamayı, yaşamının te-
STÊRKA CIWAN
mel anlam gücü haline getirmiş ve
kendi yarattığı bu toplumsal değerleri kutsamıştır. İnsanın değeri ise
toplumuna sunduğu katkı derecesinde ele alınmıştır. Kim daha çok
katkı sunar, yaşamı geliştirir- güzelleştirir, korur ve savunuyorsa,
O insan, aynı oranda saygı görmüş,
değer bulmuş ve kutsanmıştır. Büyük bir yaratım ve emek gücüne
sahip olan Ana Tanrıça gerçeği bu
toplumsal realitenin bir sonucudur.
Toplum düzenlediği ritüellerle yaratıcı ve emekçi insanı kutlayarak
onun şahsında kendi toplumsal değerlerini kutsamıştır.
Önder Apo’nun 4 Nisan doğuşu
bu betonu çatlatarak gün
yüzüne çıkma doğuşudur
Kürt halkı bu özgür, anlamlı zamanların en eski halklarındandır.
Tarım ve köy devriminin yaratıcı
unsurudur. Ahlaki ve politik toplumun oluşturucu gücüdür. İnsanlığın
temel değerleri olan demokratik,
komünal değerleri yaratan, geliştiren, bunlara dayalı ana soylu bir
toplumsal sistem kuran, insanlığın
üzerinde yükseleceği yaşamın temellerini döşeyen özgür bir halktır.
Devlete, iktidara göz dikmeden, her
halk ve her halktan insan ile kardeşçe, dostça yaşamayı öngören,
özgür, demokratik, komünal yaşamak isteyen, bu değerler elinden
alındığı nokta da ise en büyük direnişleri ortaya koyan bir halktır.
Devletçi uygarlığın ortaya çıkışıyla birlikte Kürt halkının tarihi
çok büyük saldırılara ve direnişlere
tanıklık etmiştir. Halkının değerlerine
ters düşerek uygarlığın sahte şaşaasına koşan düşkün ihanetçileri olsa
da direniş, her zaman Kürt halkının
temel bir özelliği olmuştur. Hurrilerin
ve kolları Gutilerin, Hititlerin, Mi-
tanilerin, Nairilerin, Sümer- AkadAsur- Babil sömürgeciliğine karşı
verdiği mücadele, geliştirdiği direniş,
ardılları Med’ler ile sürmüş, Demirci
Kawa şahsında somutlaşan direniş
bir gelenek yaratmıştır. Kürtler tarihte
büyük baskılar ve katliamlar yaşasalar da direnişçi özelliklerinden
kaynaklı, parçalı ve zayıf da olsa
günümüze kadar kendisini taşırmayı
başarmışlardır.
Dediğimiz gibi Kürtler uygarlık
tarihi boyunca büyük işgaller ile
karşı karşıya kalmış, baskı, savaş,
şiddet görmüş, derin acılar yaşamıştır. Ancak belki de Kürtler hiçbir
dönem Türk devletinin hakim olduğu süreç kadar acılı bir yaşama
mahkum olmamışlardır. Tarihin hiçbir dönemi bu dönem kadar Kürt
halkının öz değerlerine, diline, kültürüne, kimliğine, onuruna bu kadar
ahlaksızca saldırmamış, onu inkar
Sistematik bir biçimde kızıl ve
beyaz katliam altında tutularak adeta
kör, sağır, dilsiz ve belleksiz bir
hale getirilmemiştir. En soylu değerlerin sahibi olan ve tüm insanlığa
yetecek kadar değer yaratan bir
halk, hiçbir dönem bu kadar her
türlü hak ve hukuktan mahrum bırakılarak adeta kör bir kuyuya kapatılıp üzeri betonlanmamıştır.
Önder Apo’nun 4 Nisan doğuşu
bu betonu çatlatarak gün yüzüne
çıkma doğuşudur. Düşünün; üzeri
betonlu, kör bir kuyuda ölüme terk
edilen bir halkın içinden bir insan
betonu çatlatarak yeryüzüne doğuyor
ve kendisi ile birlikte bir halkı da
günyüzüne çıkarıyor. 4 Nisan’ın
Kürt halkı açısından Milad değerinde anlam bulması bundandır. Bu
an, ilk insanın ilk anlam damlalarıyla
toplumu yarattığı an kadar değerlidir.
4 Nisan Kürt halkı açısından kendini
etmemiş ve imha üzerine imha planı
yapmamıştır. Hiçbir dönem Kürt
halkı, bu dönem kadar kanlı bir
katliam sürecinden geçmemiştir.
tanıma, tanımlama, kendisini küllerinden yeniden yaratarak varlaşma
günüdür. Hakikatin gün yüzüne çıktığı, kendini inkar eden uygarlık
11
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
ile kıyasıya bir kavgaya girdiği zamanların başlangıç günüdür. Kürt
halkının 4 Nisan’ı kendi doğuş günü
olarak kutlamasının anlamı burada
gizlidir.
Her insan yarattıkları
kadardır
Hiçbir zaman halklar ve toplumlar kendiliğinden bireyleri yüceltip
kutsamazlar. Ortada bir şey yokken
ona büyük meziyetler yükleyerek
büyütmezler. Halkın ve toplumun
yüreğinde büyük yer açan her insanın, mutlaka o halk ve toplum
için yarattığı çok büyük değerler,
yaptığı çok büyük hizmetler vardır.
Şüphesiz her insan yarattıkları kadardır. Bir insanın toplum için yarattıkları ne ise toplum için O insanın değeri de ancak o kadardır.
Toplumların direniş tarihine şöyle
bir göz atacak olursak şunu çok
net göreceğiz; Eyüp, toplum karşısında yüreği taşlaşan, insanları
canlı, acı duyacak varlıklar olarak
dahi düşünmeyen zalim tanrı-krallara; insanların acı çektiğini gösNîsan 2013
termek için çürüyen bedenine aldırmadan direnmeseydi, Eyüp olamazdı. Toplumun belleğine bir direniş ve sabır abidesi olarak yerleşemezdi. İbrahim, -efsanevi deyimle-yakılmayı göze alarak kralların
halk üzerindeki zulmüne isyan etmeseydi İbrahim olamazdı. Acı çeken toplumun özgürlük umudu olarak somutlaşamazdı. Zerdüşt, topluma kan kusturan zalim tanrı-kralların karşısına çıkarak; ‘’Söyle sen
kimsin’’ diye haykırmasaydı Zerdüşt olamazdı. O, insana bilinç
verip irade kazandırmasaydı, toplumun eşitlik, özgürlük, ekolojik
değerlerini en mükemmel bir biçimde kurgulayıp bir inanç sistemine dönüştürmeseydi, aydınlık
ve güneş ile özdeş kılınamazdı.
Musa, kırk yıllık çileyi göze alarak
kavmini kölelikten kurtarmasaydı
Musa olamazdı. İsa, çarmıha gerilmeyi göze alıp Roma’ya baş kaldırmasaydı İsa olamazdı. Muhammed Bizans, Sasani zulmüne ve
tüm Arap gericiliğine karşı savaşmayı göze almasaydı Muhammed
olamazdı. Ortadoğu karanlığına bir
12
ışık gibi doğan Mani, gerici Kartir
rahipleri tarafından öldürülmeyi
göze almasaydı Mani olamazdı. Bu
ve buna benzer çok sayıda örnek
sıralayabiliriz. Bu örneklerde de
çok net görüyoruz ki, halklar ve
toplumlar, kendileri için büyük kavgalara girmiş, büyük acılar çekmiş,
büyük bedeller vermiş her insana
çok büyük değer vererek onu yüceltmiş ve kutsamıştır.
İnsanlık tarihinde Peygamber olarak özel bir yer almış bu insanlar,
dinlerin söylediği tarzda ilahi bir
güce sahip değillerdi. Her insanda
olmayıp da onlarda olan tek şey,
özgürlüğe tutkulu olmaları, toplumun acılarını derinden hissetmeleri
ve toplumun özgürlüğüne dair duydukları yüksek sorumluluk bilinciydi. Ezene duydukları nefret, köleliğe duydukları öfkeydi. Yüce
olan bu duygularını çağın bilgi sınırlarına ulaşarak bilinçleriyle yoğurup toplumsal hakikate ulaştılar
ve güçlü direnişlerin, mücadelelerin
öncü kişilikleri haline geldiler. Toplumsal bilinçleri ve duyarlılıkları
gelişkin bu seçkin kişilikler, uygarlığın anti-insan, anti-toplum ideolojisine karşı, insanı-toplumu merkez
alan özgürlük ideolojileri geliştirerek, toplumun demokratik, komünal,
ahlaki, politik değerlerini savunarak,
toplumun sözcülüğünü yaparak,
toplum nezdinde kurtarıcı görüldüler
ve hak ettikleri değeri de buldular.
Demek ki toplum, kendisinin ahlaki, politik, demokratik, komünal,
özgürlük değerlerini savunan, onları
yaşatmak ve geliştirmek için her
türlü bedeli göze alan, tüm yaşamı-nı toplumun özgürlüğüne adayan
her bir kişiliği yüceltmiştir. Bir
nevi Onun şahsında kendi değerlerini yüceltmiştir. Ona verdiği değer özünde kendisine verdiği değer
olmuştur.
STÊRKA CIWAN
Yaşadığımız tarih açısından bu
gerçekliğe en iyi örnek Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan’dır. Önder
Apo, tarihte ortaya çıkan bütün insanlık mirasına sahip çıkarak, toplumun ideolojik kültür değerlerini
savunarak, doğru savunmanın yeni
ideolojik argümanlarını ve mücadele
araçlarını geliştirerek muhalif değil,
alternatif bir çizgi ortaya koymuştur.
Önder Apo, toplumların üzeri kapatılan ve gizlenen direniş tarihini
açığa çıkarmış, özgürlük sosyolojisine göre yorumlamış ve kirlikomplocu uygarlığın maskelerini
bir bir düşürmüştür. Sistem karşıtı
olarak ortaya çıkan peygamberler
geleneğinin, etnisite direnişlerinin,
reel sosyalizm, feminizm, anarşizm,
ekolojik, kültürel, çok sayıda mezhep, tarikatlar gerçeğinin mücadele
zihniyetini, anlayışını, tarzını ve
yöntemini derinliğine analiz ederek
devlet ve iktidar dışı bir paradigma
ile “Hakikat Aşktır, Aşk Özgür Yaşamdır” gerçeğine ulaşmıştır. Ulaştığı bu sonuçları halkının özgürlük
mücadelesinde temel bir yaşam ve
mücadele ilkesi haline getirmiştir.
Her nefes alış verişini de tümden
bu çizginin başarıya ulaşması için
kullanmıştır.
Tüm yaşamını halkının ve insanlığın özgürlüğüne adayan bir Önder,
elbette halkının gönlünde ve gözünde yüceltilecek ve kutsanacaktır.
Yok oluşla yüz yüze bırakılan bir
halkı tekrardan tarihle, yaşamla,
kimlikle, özgürlükle buluşturmak
O halkı hakikatle tanıştırmak ve
kendini halkının değerleri içinde
eritmek o halkın değerleri ile özdeş
hale gelmektir. Kürt halkı; “Önder
Apo’nun doğuşu, doğuşumuzdur.
sağlığı, sağlığımızdır. Yaşamı, yaşamımızdır. Özgürlüğü, özgürlüğümüzdür. O, ölüm çukurundaysa biz
de ölüm çukurundayız “ derken bu
hakikati haykırmaktadır. Kürt halkının özgürlük ve demokratik değerlerini korumak ve savunmak için
dünyayı karşısına alan, bedelini İmralı’da ölüm çukurunda direnerek
ödeyen bir insan, elbette halkının
sağlığı, yaşamı ve özgürlüğü ile
özdeş hale gelecektir. Ve halkın
tüm toplumsal değerleri o kişilikte
en güzel ifadesine kavuşacaktır.
Bundan daha doğal bir şey olabilir
mi?
Kürtler 4 Nisan’ı kendi özgürlük
doğuşu olarak kutluyor
Kürt halkı 2000 yılından bu yana
kitlesel bir biçimde Önder Apo’nun
4 Nisan doğum gününü kendi doğum günü olarak kutluyor. Her 4
Nisan’da büyük bir insan seli Amara’ya akıyor. Polisle çatışıyor, direniyor, özgürlüğü haykırıyor. Onu
Amara’ya yakınlaştıran her adımda
biraz daha Önder Apo’ya yakınlaş-
tığı hissine kapılıyor. Amara ile buluşmayı Önder Apo ile buluşmak
olarak algılıyor. Amara’nın toprağına
adım basmayı, havasını solumayı,
özgürlük mekanına adım atmak,
özgürlüğü solumak olarak duyumsuyor. Önder Apo’nun doğduğu
yere ayak basmayı, kendisinin özgür
olarak doğduğu, özgür yaşamı yarattığı Verimli Hilal’e ayak basmak
gibi anlamlandırıyor. Bu yüzdendir
ki bu uğurda Mahsumlarını, Mustafalarını şehit vermekten çekinmiyor. Özgürlük yolunda döktüğü kan,
13
özgürlük direnişine yeni bir aşı olup
özgürlük sesini yükseltiyor, özgürlük
yürüyüşünü büyütüyor.
Önder Apo’nun doğuşu Kürt halkı
açısından nasıl bir anlam ifade ediyorsa kadın açısından da daha fazla
bir anlamı ifade ediyor. 4 Nisan’ı
kadın da kendi özgürlük doğuşu
olarak kutluyor. Önder Apo’nun kadın özgürlüğü için erkeğin yarattığı
kadın düşmanı kirli uygarlığa karşı
verdiği mücadele, kadın özgürlüğü
için harcadığı emek, yarattığı değerler sözle ifade edilemez düzeydedir. Geliştirdiği kadın ordulaşması,
partileşmesi, Kadın Kurtuluş İdeolojisi erkek egemen uygarlık karşısında en güçlü özgürlük eğilimi
olma özelliği taşımaktadır. Önder
Apo, erkek egemen zihniyetin parçalanmasında, toplumsal cinsiyetçiliğin aşılmasında özgür, eşit, demokratik bir yaşamın inşa edilmesinde kadın özgürlüğünü eksen alan
bir mücadelenin sahibi olmuş, kadın
ile en güzel arkadaşlığı ve dostluğu
geliştirmiştir. Kadın; “Önder
Apo’nun Özgürlüğü Özgürlüğümüzdür” derken bu gerçeği dile getirmekte ve özgürlüğe olan tutkusunu haykırmaktadır.
Kısacası 4 Nisan sadece Kürt
halkı ve kadın açısından değil, tüm
Ortadoğu halkları ve insanlık açısından da yeni bir doğuştur. Bir
özgürlük doğuşudur. Önder Apo’nun
geliştirdiği demokratik, ekolojik,
cinsiyet özgürlükçü paradigma, insanlığın özgür yaşam paradigmasıdır. Önder Apo, insanlığa düşman
bir sistemin zulmü altında insanlık
değerlerini korumanın direnişini
geliştirirken, ben insanım diyen herkese düşen görev ise, bu direnişe
katılmak, kendi hakikatine sahip
çıkmaktır.
***
Nîsan 2013
YAZI DİZİSİ
STÊRKA CIWAN
TOPLUMSAL GELİŞMEDE GENÇLİĞİN YERİ VE ROLÜ
GENÇLİK ÇAĞI
Stêrka CIWAN
“Gençlik insanın
en dinamik çağıdır.
Bu bakımdan gençliğin
temel özelliği; hareketliliği
ve dinamizmidir.
Bu bakış açısıyla
baktığımızda; gençliğin
devrimci bir karakteri
vardır. Yani devrimciliğe
yatkın bir karaktere
sahiptir”
Gençlik hareketi, özellikle yeni
mücadele süreci açısından, gündemimizde daha fazla yer alan bir konu.
Kuşkusuz geçmişte de önemliydi, fakat yürüttüğümüz silahlı mücadele
gereği, temel mücadele ile birleşmişti.
Gerilla mücadelesi bir gençlik mücadelesi olarak gelişmişti. Toplumun
değişik kesimlerinin daha aktif ve
çok yönlü olarak mücadeleye girmesi
gerektiği bu dönemde, gençliğin bir
kesim olarak mücadele içerisinde
nasıl yer alması gerektiği konusu
gündemimize girdi. Gerilla varlığını
korumakla birlikte yeni stratejik yaklaşım itibariyle gençliğe farklı bir
misyon biçildi. Böyle olunca, gerilla
dışında da bir gençlik hareketini öne
çıkarmak, böyle bir hareketi öngörmek; onun gücünü, dayanaklarını ve
sorunlarını gündemleştirip bunlara
çözüm aramak önemli bir görev haline
geldi.
Nîsan 2013
Stratejik yaklaşım itibariyle de
gençlik, demokratik halk hareketinin
örgütlenme ve eylem alanına öncülük
etme, onun kadrosal gücünü, yine en
dinamik eylemci kitle gücünü oluşturma bakımından temel bir yer tutuyor. Geçmişte daha çok sınıf mücadelesi temelinde yürüttüğümüz mücadelenin şimdi geldiği demokratik
halk hareketi düzeyi, stratejik yapılanma, öncü ve ittifakların belirlenmesi konularında da belli bir ayırımı
ortaya çıkardı. Özgür Kadın Hareketi
bu dönemde ideolojik ve örgütsel
açılardan, yine bir eylem gücü olarak
öne çıktı ve pratik gelişme sağladı.
Kadın hareketine paralel olarak gençlik hareketi de benzer bir stratejik
konum kazandı. Demokratik devrimin
derinleştirilmesi mücadelesinde kadın
ve gençlik hareketinin, halkın ortak
demokratik eylemliliğine öncülük
edecek düzeye getirilmesi, temel bir
14
çalışma haline geldi. Bu nedenle
gençlik hareketini daha özgün ele almak ve tartışmak önem arz ediyor.
Serhildan hareketi açısından öncülüğün iyi tanımlanması ve örgütlü kılınması, mücadelenin başarılı olması
için bu gerekli. Halk hareketine bağlı
olarak yaşadığı sorunları, görevleri
ve yapılanmasını anlamak, sorunlarına
çözüm üretmek için gençlik hareketini
değerlendirmemiz gerekiyor.
Gençlik hareketinin örgütsel ve
kadrosal sorunlarını tartışmadan; genelde gençlik kitlesini aktifleştirme
sorunlarını çözmeden, demokratik
halk hareketini geliştiremeyiz. Bunu
yapamazsak Özgür Kadın Hareketi
de ittifaksız kalır. Bu da demokratik
halk hareketini geliştirmeyi zorlar.
Bu bakımdan gençlik hareketinin özgün tarzda ele alınıp tartışılması,
örgüt ve eylemin bütünlüklü geliştirilmesinin esas alınması, demokratik
STÊRKA CIWAN
devrimi geliştirebilmek açısından zorunludur. Aksi halde köklü bir toplumsal demokrasi mücadelesi verilemez. Devrimci demokratik değişim
motorsuz ve öncüsüz kalarak, kendiliğindenliğe sürüklenir; kaldı ki bu
durumda olan gençlik, gericilik tarafından çarpıtabilir de. Bu bakımdan
gençlik hareketi, dönemin önemli bir
hareketi olarak gündeme geliyor. Aslında gerillayı geliştirerek kitleleri
harekete geçirirken de gençlik hareketi
gündeme gelmişti. Gerillanın güçlendirilmesi açısından da önem taşımıştı. Fakat gençliği artık eski konumuyla ele alamayız. Şöyle düşünülebilir; ne olursa olsun geçmişte de
her şeyi yürüten gençlikti. Gerilla
bir gençlik örgütüydü ve savaş gençliğin mücadelesiydi. Kitle mücadelesi
içerisinde de gençlik önemli bir rol
oynadı. Kitle örgütlenmesine dair ilk
adımları atarken de üzerinde en çok
durduğumuz çalışma yine gençlik
çalışması oldu. Bunların hepsi doğru;
gençler katıldılar, çalıştılar, kadro
örgüt ve mücadele sorunlarını omuzladılar. Fakat mücadele içerisinde özgün özellikleriyle çok etkili, öncü ve
aktif katılan bir gençlik hareketi oluşturulamadı. Tüm bu sebeplerden dolayı gençlik hareketini tartışmamız
gerekiyor.
Toplumsal gelişmede
gençliğin yeri ve rolü
Gençlerin mücadeleye katılması
ve kendisini örgütleyerek yürütmesi
ayrı bir olgu, bir gençlik hareketinin
oluşturulması ise daha farklı bir olgu.
Gençliğin kendi özgünlüğü içerisinde
örgütlenerek, demokratik halk hareketine bir gençlik hareketi olarak katılması ayrı bir şeydir. Bu örgütlenme
gençliğin bütün özelliklerini kapsar.
Diğeri ise, gençliğin herhangi bir siyasal, askeri veya ideolojik mücadele
içerisinde yer alarak, o mücadelenin
görevlerini yerine getirmesini ifade
eder. Bunlar ayrı şeyler. Bu nedenle
gençlerin mücadeleye katılmasından
ziyade, bir gençlik hareketi olarak
katılması, demokratik serhildana gençliğin öncülük yapması üzerinde duruyoruz. Gençlik hareketi ile kastettiğimiz de budur.
Böyle olmazsa demokratik devrim
veya toplumsal özgürlükler gelişip
derinleşemez. Toplumsal değişim
köklü olmaz, ideolojik derinlik ve
dinamizm kazanmaz. Yani örgütlü
öncülük zayıf kalır. Bu, kadın hareketi
açısından geçerli olduğu gibi, gençlik
hareketi için de geçerlidir. Çünkü
ideolojik öz burada saklıdır. Devrimci
değişimin temel karakteri veya özellikleri, burada ifadesini buluyor. Ki
bu da demokratik değişimin özelliklerini veriyor. Kadın özgürlük hareketi
kendi ideolojik ölçülerini toplumu
demokratikleştirmeye katmaz, yine
Özgür Gençlik Hareketi kendi özelliklerini toplumun demokratik değişimine katmazsa, demokratik değişimin kökleşmesi mümkün olmaz.
Dolayısıyla demokratik değişimin
yönü ve derinliği ortaya çıkmaz.
Bunu özgür kadın hareketi ve gençlik
hareketi sağlayacaktır. Zaten öncülük
de burada ifadesini buluyor. Bir; ideolojik derinlik kazandırması, yön vermesi, değişimin ideolojik karakterini
ortaya çıkarması. İki; örgüt ve eylemde
motor gücü olması. Zaten serhildanın
gelişimi, demokratik değişimi gerçekleştirmesi ve demokratik dönemin
motor gücü olarak işlev görmesi de
bu anlama geliyor. Gençlik hareketini
kendi özgünlüğü içerisinde ele alma,
ideolojik ve örgütsel sorunlarını gündemleştirip çözüme bağlama bizim
için bu dönemin çalışmaları açısından
birinci derecede önem taşıyor.
Gençlik hareketini nasıl ele almalıyız? Nasıl tartışmalıyız? Bir hareket
15
olarak ne tür gelişme sorunları yaşıyor? Nerelerde, ne tür çözümler bulunabilir? Esas itibariyle bunları tartışacağız. Öncelikle gençliği tanımak
ve tanımlamak önemli. Gençlik, bir
sınıf özelliği taşımıyor. Ama toplumsal
gelişmede temel bir kesimi ifade ediyor. Toplumsal hareketlilikte bu kesimin belirgin bir rolü var. Bir sınıf
olmamakla birlikte kendine has özellikler taşıyan temel bir kesimdir.
Gençlik basit veya ayırt edici özellikleri olmayan pasif bir kitle de değildir. Yaşam, düşünce ve duygu bakımından toplumun diğer kesimlerinden farklılıkları olan, kendine özgü
özellikler taşıyan bir toplumsal kesimdir. Elbette bir yaş dilimini ifade
ettiğini görmek gerekli. İnsanın, başkalarının bakımına muhtaç olmaktan
çıktığı, büyük arayışlar içerisinde olduğu, çok fazla günlük yaşamla bağı
olmadığı bir yaş kesitini ifade ediyor.
İş yapabilecek düzeye geldiği, büyük
umutlar ve gelecek arayışları içinde
olduğu, yine çok fazla günceli yaşamadığı bir dönem.
Gençlik; on beş ile otuz yaş arası
dönemi kapsıyor. Bu yaş kesitinin
taşıdığı temel özellikler var. Önemli
olan da bu özellikleri bilmektir. Bunlar
bilinmezse çok fazla genç de olunmaz.
Nasıl ki hamal gibi çalışmak bir kişinin sınıf bilinci edinmesini sağlamıyorsa, nasıl ki toplumun en gerisine
düşmüş köle kadını sadece kadın olması özgürlükçü yapmıyorsa, 18-20
yaşında olmak da bir insanı –eğer
onun özelliklerini iyi hissetmezse–
genç yapmaz. Bu bakımdan gençlik,
bir yaş diliminin temel özelliklerini
ifade eden duygu, düşünce ve davranış
toplamı olarak değerlendirilmeli.
Gençlik bu anlamda bir ruhtur.
Gençlik ruhu ve özellikleri nelerdir?
Gençliğin ayırt edici karakteri nedir?
Bunları iyi anlamak, bilmek ve tanımlamak gerekiyor. Neden yaşamın
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
belli bir dilimine böyle bir tanım veriliyor? Gençlik çağı deniliyor. Neden
gençlik çağı diğer çağlardan ayrılıyor?
Kuşkusuz ayrı özelliklerinden dolayı.
Peki, o özellikler nelerdir?
Gençlik toplumsal değişim ve
yenilenmenin vazgeçilmez
gücüdür
Bir insan, yirmi yaşında olduğu
halde bir ihtiyar olabilir. Ama gençlik
özelliklerine ve ideallerine bağlı olarak
yaşayan biri, ömür boyu da genç kalabilir. Tabii eğer kendini canlı tutmayı
başarabilirse, çünkü bu kendiliğinden
olmaz. Bunlar üzerinde düşünmek
gerekiyor. Gençliğin temel üç özelliği
yukarda belirtildi. Gençlik insanın
en dinamik çağıdır. Bu bakımdan
gençliğin temel özelliği; hareketliliği
ve dinamizmidir. Bu bakış açısıyla
baktığımızda; gençliğin devrimci bir
karakteri vardır. Yani devrimciliğe
yatkın bir karaktere sahiptir. Şöyle
deniliyor; “gençken solcu, yaşlıyken
de sağcı olmayan akılsızdır.” Burada
gençliğin taşıdığı dinamizm ile fiziksel
olarak sağladığı gelişmenin önemini
görmek lazım. Eğer bu dinamizmi;
duyguda, düşüncede ve davranışta
toplumsal harekete katabilirse, büyük
bir eylem gücü ortaya çıkarır. Demek
ki, paspal olanlar genç olamazlar.
Gençliğin en önemli ve en temel
özelliği; arayışçılığıdır. Bunun geleceğe dönük tavrı, bugüne fazla bağlanmaması gibi daha birçok özelliği
sıralanabilir. Çıkara bulaşmamış olması, saf, temiz ve umutlu olması,
geleceğe dönük ve günceli yaşamayan
bir karaktere sahip olması kuşkusuz
önemlidir. Bu özellikler devrimci,
aynı zamanda da sosyalist bir karakter
arz ediyor. “Gençler solcu olur” söylemi, buradan ileri geliyor. Günlük
yaşama, güncele bulaşmamıştır; yani
çıkar peşinde değildir. Daha çok eşitNîsan 2013
likten ve adaletten yanadır. Varolanı
kabul etmez; dolayısıyla değişimden
yanadır. Kendi gelişimini ve dinamizmini kullanmak ister. Yine özgürlükten yanadır. Bütün bu saydığım
özellikler gençliğin, dolayısıyla gençlik hareketinin temel özelliklerini
oluşturuyor. Söz konusu özellikler,
sosyalizme denk düşüyor. Özgürlük
ve eşitlik militanı olmaya denk düşüyor. Gençlik, sosyal karakterin en
çok geliştiği bir dönemi ifade ediyor.
Gençlik hareketi, sosyalist hareketin
bir parçası, hem de öncü parçasıdır.
En dinamik parçası olduğundan, motor
gücüdür. O nedenle sosyalist hareketler her zaman gençlik hareketlerine
önem vermişlerdir. Fakat geçmişte
dar sınıfsal yaklaşımlar çok fazla olduğundan dolayı gençlik hareketleri,
sosyalist hareketler içinde tam olarak
yerlerini alamamışlardır. Geçmişte
işçi abartması çok fazla oldu. Kadın
özgürlüğü ve gençlik hareketi, söz
konusu işçi abartmasının tamamlayıcıları oldular. Bu, sosyalist hareketlerin yetersizliğiydi. Şimdi bunu
düzeltiyoruz. Önderlik savunmalarla,
sosyalist harekete yeni bir tanım getirerek, açılım sağlattı. Çünkü işçi
fetişizmine bağlanmış sosyalist hareketlerin, ekonomist ve dar çıkarlar
peşinde koştuklarını gördük. Birçoğu
ütopyadan koparak, sendikalist hareketler oldular. Oysa ütopya, gençlik
hareketinde vardır. Gençlik, baştan
başa bir ütopyadır. Geleceğin özlemi
ve umududur. Kadın özgürlüğü de
öyledir. Maddi yanından ziyade, toplum yaşamını dengeli ve düzenli
kılma yanı vardır. Özgürlük ve eşitlik
yanı fazladır. Kadın ve gençlik hareketi, işçi hareketi gibi dar, kaba ve
maddi eşitçilik öngören bir yaklaşım
içerisinde olamaz. Biz bunu küçük
burjuva eğilim olarak tanımlıyoruz.
Kuşkusuz bu, ideolojik bir yaklaşımı
ifade ediyor. Özgür Kadın Hareketinin
16
özü ve esası, özgürlük ütopyasını dar
çıkarlardan soyutlayarak, toplumsal
yaşamın temel özelliklerine uygun
kılınmasıdır. Bu, sosyalizmin özünün
derinleştirilmesi oluyor. Gençlik hareketi açısından da benzer bir tanım
yapmamız gerekiyor. Buradan baktığımızda, gençlik çağı insanın sosyalizme en yakın, özgürlük ve eşitlik
idealleriyle dolu olduğu; yardımlaşma,
paylaşma ve dayanışma yönlerinin
en güçlü olduğu bir çağdır. Çıkara
bulaşmadığı, kar hırsına kapılmadığı,
dolayısıyla hileye ve aldatmaya baş
vurmadığı bir çağdır. En temiz ve en
sade çağıdır. Dinamizmini en çok
koruduğu, günü yaşayarak güncel
yaşam içinde kaybolmak yerine, insanlık için özgür ve mutlu bir yaşam
ortaya çıkartmak için kendini feda
etmeye hazır olduğu, bu anlamda oldukça fedakar ve cesaretli olduğu bir
çağdır. Gençlik, bu özellikleriyle kendisini ortaya koyuyor. Kendisini bu
şekilde, diğer çağlardan ayırıyor.
Gençlik hareketi de, bu özelliklerden
oluşan bir hareket oluyor. Gençliğin
bu özelliklerini kendi bünyesinde
toplayan ve biriktiren bir harekettir.
Demek ki, gençlik hareketi basit, dar
ve geçici bir hareket değildir.
Gençlik hareketleri toplumun değiştirici bir gücü olarak her zaman
vardır. Böyle olmazsa, toplumun değişimi, ilerleyişi ve gelişimi olmaz.
Bu, toplumsal değişim ve gelişim diyalektiğinin temel yasasıdır. İnsanın
veya toplumun sürekli bir gelişmeyi
yaşaması, değişim dinamiğine sahip
oluşundan ileri geliyor. Öyle olmasaydı, toplumların hayvanlar aleminden fazla bir farkı kalmazdı. İnsanı
hayvanlar aleminden ayıran, onun
farklı bir tür olarak gelişmesine yol
açan en önemli olgulardan birisi değişim dinamiğine sahip olmasıdır.
Gençliğin karakterini ve özelliklerini iyi tanımlamamız ve anlamamız
STÊRKA CIWAN
gerekiyor. Tabii çok fazla idealize
ederek, yaşamdan kopartmamalıyız.
Yaşanması çok zor bir özellikler toplamı haline getirmemeliyiz. Ancak
diğer yandan, gençliği tanımlayan ve
var eden temel özellikleri ortaya çıkartmaktan ve görmekten de geri
durmamalıyız. Söz konusu özelliklerin
anlamını ve içeriğini doğru tanımaktan
ve bilince çıkarmalıyız. Çünkü bu,
toplumsal değişim, gelişim ve yenilenme açısından önemli bir durumu
ifade ediyor. Gençlik olmazsa, –tabii
maddi olarak her zaman varolacak–
temel özellikleriyle tanımlanmazsa,
bu özellikler toplum yaşamında bir
işlev görmezse, o toplum hızlı ilerleyemez. Çok ağır adımlarla ilerler.
Ona değişimde en zayıf toplum denilir.
kadar zayıf olursa, gelişimi de o denli
zayıf ve geri olur.
Toplumsal değişimi sürdüren sınıf
mücadelesidir. Cins mücadelesi, toplumsal değişimde özellikle de kapitalist aydınlanmanın gelişimiyle birlikte önemli bir mücadele haline
geldi. 21. yüzyılda da öne çıkan bir
mücadele oldu. Cins mücadelesi toplumsal değişimi hızlandırıyor. Ancak
toplumun her döneminde varolan değişim dinamiği, gençlik dinamiğidir.
Bu dinamik; toplumsal değişim ve
yenilenmenin vazgeçilmez gücüdür.
Onun işlevi toplumsal yaşamın özel-
toplum bunun yolunu açtı. Gençlik,
hareket olarak toplumun ilerleyişinde
geçmişten çok daha fazla rol oynayan
bir güç haline geldi. Gençlik her zaman toplumsal değişimde rol oynayan
bir kesimdi. Ancak kapitalizmin yarattığı zemin, gençliğin kendini örgütlemesinde, temel özelliklerini örgüte ve eyleme dökmesinde güçlü
bir zemin oluşturdu. Bu, son yüzyıllarda daha da belirgin görüldü. Sınıf,
ulus ve cins hareketlerinde olduğu
gibi, gençlik hareketi de böyle bir
zemininin oluşmasıyla ortaya çıktı.
Gençlik hareketlerini değerlendirirken,
kapitalist toplumla ortaya çıkan bu
durumu görmek lazım.
Gençliğin değişiğim dinamiği nasıldır? Arayışçılığı nedir? Bu hususları
Değişim dinamikleri zayıf olan toplumlara, ihtiyarlamış toplum deniliyor.
Bu, gençliğe dair özellikleri kendi
içinde yeterince taşımayan toplum
anlamına geliyor. Bir toplum için en
büyük güç, onun değişim dinamiğini
temsil eden gençlik özelliklerinin diri
ve canlı tutulmasıdır. Bir toplumda
bu özellikler ne kadar diriyse, değişimi
de o denli hızlı olur. Devrimci bir
toplum olur. Fakat bu özellikler ne
likleriyle belirlenir. Modern toplum,
sınıf ve cins çelişkisinin değişim dinamiğinin gelişmesinde olduğu gibi,
gençlik dinamizminin öne çıkmasında
da bir temel teşkil etti. Diğer sınıf ve
toplumsal kesimler için olduğu kadar,
gençlik için de örgütlenme ve ortak
eyleme geçme zeminini yarattı. Modern toplumlardaki gençlik hareketleri
her zamankinden daha fazla örgütlü
bir güç olarak gelişiyorlar. Kapitalist
yaşamda gözlemlememiz gerekiyor.
Dün ve bugün olgusu tanımlanırken;
“bugün dünden ileri, yarından geriyiz”
deniliyor. Bir çocuk; anne veya babasından ileri, çocuğundan geri olarak
tanımlanır. Bu sözler, toplumsal yenilenmeyi ifade eden sözlerdir. Demek
ki, insan ve toplum yaşamı bir tekerrürü ifade etmiyor. Nasıl ki yaşam
bir tekerrürü ifade etmiyorsa, insan
ve toplum ilerleyişi de bir tekerrürü
Gençlik, kişilik devriminin
yapıldığı çağ oluyor
17
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
ifade etmiyor. Sürekli bir gelişimi ve
değişimi içeriyor. Belirtilenler, metafizik ve diyalektik arasındaki bir
tartışmayı ifade ediyor. Metafiziğe
göre her şey bir öncekinin tekrarıdır.
Diyalektik ise bunu reddediyor. Dıştan
bakıldığında –yaşayan türler için–
öyle gözüküyor olabilir, ama özüne
inildiğine, bunun öyle olmadığı, yani
bir tekrarı yaşamadığı görülecektir.
Her şeyde olduğu gibi, insan ve toplum yaşamında da sürekli bir yenilenme, gelişim ve değişim söz konusudur. Bu değişimi, gelişimi ve yenilenmeyi topluma yaşatan da gençliktir. O nedenle gençlik demek, bir
öncekini reddetmek, çelişmek, ona
karşı mücadele etmek demektir. Bir
öncekiyle çelişmeyen, onu reddederek
aşmaya çalışmayan genç olamaz. Bu,
sosyalist hareketler için de geçerlidir.
Diyalektik herkes ve her şey için geçerlidir. Bütün canlılar, hareketler ve
olgular için geçerlidir. Ama en fazla
da değişim felsefesine, ideolojisine
ve hareketine sahip sosyalist ve devrimci hareketler için geçerlidir.
Gençliğin her zaman için yetişkin
kuşakla bir çelişkisi ve çatışması olmak zorundadır. Bunu böyle görmemiz ve bir olgu olarak kabul etmemiz
lazım. Eğer bir toplumda kuşaklar
arasında çelişki ve çatışma yoksa, o
toplumun değişim dinamiği zayıflamış
Nîsan 2013
demektir. Kuşak çelişkisi ve çatışması
ne kadar güçlü olursa, toplumsal değişimdeki altüst oluş ile yoğunluk
da o denli güçlü olur. Gençlik, karakteri gereği varolanı kabul etmez.
İyiyi, güzeli, eşit ve özgür olanı arar.
Gençlik, bir yönüyle bireyin bir
tür devrimi yaşamasıdır
İnsan ve toplum yaşamı her dönem
ciddi değişiklikler ve yenilikler içeriyor. Ruhta, bilinçte, düşüncede, örgütlülükte, maddi ve manevi yaşamın
her alanında yeni bir şeyler ediniyor.
Bu eski yaşamın bir tekrarı değildir.
Toplumsal değişim ve gelişim düzeyi,
bu farklılıkların açığa çıkartılarak
görülmesindedir. Farklılık ne kadar
fazla olursa, toplumdaki değişim ve
gelişim düzeyi de o kadar ileri olur.
Gençliğin yaklaşımları ve arayışları
bir toplum açısından çok önemli. Günümüz dünyasında gençlik hareketine
sahip olmayan bir toplum, güçlü bir
gelişim içinde olamaz. Öyle bir toplum
ağır aksak yürür. İlerleme gücünü ve
umudunu kaybetmiş bir toplum haline
gelir. Yaşam insanlar için zehir olur.
Günümüzde bazı toplumlar böyle bir
zorlanmayı yaşıyorlar. Örneğin Avrupa’da teknik çok gelişmiş olmasına
rağmen, bazı toplumlar böyle bir durumu yaşıyorlar. Diğer yandan gen18
çliğin çok örgütlü olduğu veya yeni
bilinçler edindiği, kendini örgütleyebildiği, dolayısıyla değişimde rol
oynadığı, kendisinden önceki kuşakla
çelişki ve çatışmaya girdiği toplumlarda ise her bakımdan büyük sarsıntılar yaşanıyor. Bu toplumlar, maddi
ve manevi anlamda ciddi değişiklikler
yaşıyorlar. Hem ruhsal, hem duygusal,
hem de yaşamsal olarak çok ciddi
değişiklikler yaşıyorlar. Bu tür toplumlarda sarsıntı, çelişki ve çatışma
çok yoğun oluyor. Bu da bir zorlayıcılığı ifade ediyor. Değişimin yoğunluğu toplumun bütün iç dengelerini,
yine insanın maddi manevi yaşamının
dengelerini bozuyor. Eğer değişime
yön verilmezse, bu bireyde ve toplumda ciddi tahribatlara yol açabilir.
Ama eğer yön verilirse, birey ve toplum kendini yeniden şekillendirerek,
büyük bir gelişmeyi ortaya çıkarır.
Şimdi bütün bunlardan ne tür sonuçlar çıkarmalıyız? Bir defa gençliği
tanımalıyız. Gençliğin toplumdaki
rolünü doğru anlamalı ve o rolün oynanmasını sağlamalıyız. Tabii devrimci ve sosyalist hareket ile gençlik
ilişkisini iyi tanımalıyız. Eğer kendimizi bu özelliklerle tanımlıyorsak,
o zaman genç olmasını bileceğiz.
Aksi taktirde sistemimizi yürütemeyiz
ve çökeriz. Onun için kuşak çelişkisini, toplumun değişiminde gençliğin
oynadığı rolü ve özellikleri göreceğiz.
Bununla birlikte onun üzerinden geliştirilen ve yürütülen politikaları da
göreceğiz.
Gençlik arayışının hiç olmadığı
veya zayıf olduğu dönem kadar, bireye
ve topluma zarar veren başka bir dönem yoktur. O nedenle her şey çok
mükemmel, doğru bir rotada, başarıyla
yürütülüyormuş gibi bir değerlendirmeye gitmemek lazım. Gençlik dinamizmi örgütlü kılınmazsa, tahribatlar yaşanabilir. Ekonomik ve toplumsal çelişkilerden doğan aşırı ça-
STÊRKA CIWAN
tışma durumu tahribatlara yol açabilir.
Olumlu role sahipken, zorlayıcı ve
tahrip edici sonuçlara neden olabilir.
Bütün bunları iyi görmemiz gerekiyor.
Bu bakımdan, toplum içi çelişkileri
ve mücadeleleri iyi anlamamız lazım.
Sosyoloji bilimi ile psikoloji bilimi
bunu inceliyor. Siyasi hareketler de,
toplumdan destek alabilmeleri için
bireyin ve toplumun yaşadığı
çelişkileri doğru çözümlemeleri lazım. İnsan ve toplum
psikolojisini bilmeleri gerekir.
Toplumun sosyolojik yapısını, çelişkilerini ve çatışmalarını doğru tahlil etmeleri
gerekir ki yön verebilsin, örgütlü kılabilsin, dolayısıyla
desteğini alabilsin. Kuşkusuz
bunu en fazla da; “sosyalist
hareketim, özgürlük ve eşitlik
hareketiyim” diyenler yapmalıdır. Bunu yapmazlarsa,
kaybederler.
Gençlik çağı, yeni insanın
ortaya çıktığı çağdır
Şimdi biz bunu devrim açısından
nasıl tanımlayacağız? Gençlik, bir
yönüyle bireyin bir tür devrimi yaşaması olarak da ele alınabilir. Eskiyi
aşan, reddeden, onunla mücadeleye
giren, toplumla olduğu kadar aile düzeniyle çelişen bir duruş içerisinde
olur. Toplumsal değişimde öncü rolü
oynayan gençlik, bir biçimde aile
devrimini de yapmıştır. Bu, toplumun
bünyesinde varolan eski yaşam özelliklerini kabul etmemeyi ifade ediyor.
Yalnız bu, bazen sınırlı, yani pasifist
olurken, bazen de çok etkili oluyor.
Köylü yaşamında itiraz her zaman
vardır. Yaşlılar gençlere güvenmezler.
Yoğun arayışçılığından dolayı; “nereye
gideceği belli olmaz” derler. Gençler
de, kalıba girmiş yaşamı, bir tekerrürden ibaret olan insanı zayıf görürler,
ona isyan ederler. Zaten çelişki de
buradan doğuyor. Bu çelişki her zaman varoldu ve Kürt ulusal dirilişinde
de, gelişiminde de etkili oldu. Aile
devrimi adeta uluslaşmayı sağlayan,
insanı birey haline getiren, aile, aşiret,
kabile gibi dar bağları kırarak, özgür
bağlılıkları geliştiren bir devrim oldu.
Bizde, aile devrimi bir özgürlük dev-
rimi olarak gelişti. Buna; “ulusal diriliş” de dedik. “Toplumsal demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesi”
de diyoruz. Yeni insanın yaratılması,
kişilik devriminin gerçekleşmesi çok
önemli. Birey olma devrimi ile, aile
ilişkilerini parçalama devrimi çok
şiddetli oldu. Gençliğin varolanı reddetmesi sonucunda yaşanan çatışma
yine öyle. Ancak bununla dar, eskiyi
ifade eden, bireyin gelişimini engelleyen bağlar kırılabildi. Gençlik,
kişilik devriminin yapıldığı çağ oluyor.
Kişilik kazanma süreci oluyor. Çokça
tartıştığımız kişilik özelliklerinin edinildiği süreçtir.
Kuşkusuz aile, aşiret, okul ve sistem
yeni oluşan kişiliğe kendi özelliklerini
vermek istiyor. Tüm bunlara karşı bir
de ulusal demokratik devriminin yaratmak istediği bir kişilik var. Ulusal
demokratik harekete katılmak demek,
bütün o alanların kişilik üzerindeki
yönlendirmelerine karşı mücadele et19
mek demektir. Gençlik, bütün bu özelliklerin içerisinde bir mücadeleyi yaşar.
Kişilik edinme, yoğun bir iç mücadele
anlamına geliyor. Kişilik, kendi doğrularını benimsetmek isteyen ve değişik
yönde etkide bulunmaya çalışan özelliklerle bir savaşımı yaşıyor.
Gençlik çağı, yeni insanın ortaya
çıktığı dönem oluyor. Bir önceki toplum yaşamından daha
ileri bir toplumsal yaşama
geçişi ifade ediyor. Bu
anlamda gençlik, her zaman yenilikçidir. Örgütlü
ve bilinçli kılınmış bir
gençlik, toplumu hızlı ve
köklü değişime uğratacak
kişiliğin ortaya çıkması
anlamına geliyor. Bu, büyük bir olay olduğu gibi
sarsıcılığı da var. Örneğin
bu, bizde oldukça yoğun
ve etkili yaşanan bir olgu
oldu.
Kapitalizmin sanayi üretiminde
sağlanan yoğunlaşma, toplumsal yaşamla bir iç içeliği ve yoğunlaşmayı
getirdi. Toplumsal hareketler açısından
da yeni süreçler başlattı. Ulusal mücadeleler, ulusal örgütlülükler ve
ulusal devrimler gelişti. Yine sınıf
mücadeleleri, sınıf hareketleri, kadın
özgürlük mücadelesi ve gençlik hareketleri gelişti. Feodalizme karşı
mücadelede gençlik önemli bir yer
tuttu. Burjuva devrimlerine demokratik bir içerik vermede, emekçilerin
yanı sıra kadın ve gençliğin de önemli
bir rolü oldu. Fakat tam olarak ağırlığını koyduğu söylenemez. Güç ve
destek veren olarak kaldı. Kapitalizmin ilerlemesi, 20. yüzyıl emperyalizminin gelişmesi, yani dünya uluslararası sisteminin oluşması, diğer
hareketlerde olduğu gibi, gençlik hareketlerinde de bir gelişme yarattı.
devam edecek...
Nîsan 2013
GENÇ KADIN
STÊRKA CIWAN
Şehit Beritan çizgisinde örgütlenen ve zafere yürüyen genç kadınlar
Saralaşarak özgürlüğü kazanacaktır
Komalên Jinên Ciwan Koordinasyonu
“Sömürgeci, işgalci
sisteme karşı tam bir
Apocu genç kadın
ruhuyla dikilmeli ve
hesap sorabilmeliyiz.
Uçurumun kenarındayız.
Ya kanatlanacağız ya da
geriye kalan
bedenlerimizi
uçurumlara usulca
bırakacağız”
Apocu gençliğin ve Özgür Kadın
Hareketi’mizin öncü gücü olan genç
kadınlar olarak 20-22 Ekim ayı tarihleri arasında Komalên Jinên Ciwan
kuruluş konferansımızı alanlardan
gelen belli bir delege sayısıyla gerçekleştirdik. Daha önce Komalên
Ciwan içerisinde özgün örgütlenen
genç kadınlar kuruluş konferansıyla
kendini Komalên Jinên Ciwan olarak
adlandırmış ve konferansta önemli
kararlaşmalara gitmişti. Birinci konferansla beraber genç kadın birliği
yönetmeliğe kavuşturulmuş ve ilanı
da yapılmıştı. Aynı zamanda konferans sonuç bildirgesi de yazılmış, yapılan planlama ve kararlar tüm alanlarımıza ulaştırılmıştı.
Kurucu konferans olması itibariyle
de ilk kez tüm alanların katılımıyla
tek tek tüm alanlardaki özgün faaliyetlerimiz değerlendirilmiş ve çalışmalarımız yeni bir sisteme kavuştuNîsan 2013
rulmuştur. Önceki dönemlerde komite
tarzında yürütülen çalışmalarımız
üstte yürütme alanlarda ise komite
tarzında netleştirilmiştir. Aynı zamanda
Özgür Kadın Hareketimiz açısından
da yeni bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Çünkü bu süreçte Komalên
Jinên Ciwan, Kürdistanlı tüm genç
kadınların bir çatı örgütü olmuştur.
Yani gençlik sistemi içerisinde yer
alan kadınlar, Komalên Ciwan içinde
temsilini Komalên Jinên Ciwan olarak
bulacaktır. Bu süreç itibariyle kimliksel açıdan ete kemiğe kavuşan
genç kadın yapımız kendi adı ve
kendi rengiyle alanlarda daha radikal
mücadele etmeye hazır olduğunu da
ortaya koymuştur. Aynı zamanda
kendi rengini taşıyan bir bayrak belirlemiş ve bayrağıyla yapacağı her
türlü eylem ve etkinliğe kendi imzasını
koyacağını netleştirmiştir. Bu nedenle
ilk konferansını yapmış, yönetmen20
liğiyle ilke ve çalışma prensiplerini
belirlemiş ve amaçlarını ortaya koymuş olan genç kadın birliği somut
planlamalarda çıkarmıştır. Tarihi ve
hamlesel bir süreçte yapılan konferansımızın gündemleri ve tartışmaları
da aynı paralelde geniş ve derin bir
şekilde ele alınmıştır
Binlerce özgür kadının kanıyla
sulanan özgürlük dağlarında Berîtanların, Zeyneplerin ve Meryemlerin
şahsında tüm Ekim ayı şehitlerinin
çizgisinde yürüme temelinde “Şehit
Beritan Çizgisinde Militanlaşalım,
Örgütlenelim Zafere Yürüyelim” şiarıyla dönem yaklaşımını ve amaçlarını
belirlemiştir. Bu amaç doğrultusunda
toplumsal cinsiyetçilikle radikal mücadele, örgütlülüğünü büyütme temelinde her alanda her yerde genç
kadın birliklerinin kurulması ve Özgürlük mücadelesine öncülük etme
temelinde bir süreç başlatıldı. Bilin-
STÊRKA CIWAN
diği üzere Paris katliamı ile erkek
egemenlikli sistem biz genç kadın
birliğine de bir darbe vurmuştur. Özgür Kadın Hareketi’nin ve PKK’nin
kurucu kadrolarından olan Sara yoldaşın katledilmesi, tüm Kürdistanlı
kadınlara bir saldırı olmuştur. Yine
Rojbîn arkadaş şahsında emekçi, siyaset yapan ve uluslar arası alanda
diplomasi faaliyeti yürüten tüm kadınlar vurulmak istenmiştir. Ronahî
arkadaş şahsında da tüm genç kadın
kadrolar, savaşçılar ve çalışanlar katledilmek istenmiştir. Ronahî arkadaş
belli bir süredir Komalên Jinên Ciwan
kadrosu olarak çalışmalarda yer almaktaydı. Ali Çiçek akademisinde
eğitim görmüş ve daha sonra Avrupa
çalışmalarımıza düzenlenmişti. Saflığı, dürüstlüğü ve radikalliği ile tüm
yapı içerisinde sevilen ve saygı gören
bir yoldaşımızdı. Ronahî arkadaşımızın şehadeti hepimizin yüreğini
acıttığı gibi mücadele azmimizi yükseltmiş ve düşmana olan kin-öfkemizi
artırmıştır. Bertanların çizgisinde mücadeleyi radikalleştirip Saraların,
Rojbînlerin ve Ronahîlerin izinde
zafere ulaştıracağımız kesindir. Bin
yıllardır katliam uygulayan erkek
egemenlikli sistem, Paris katliamıyla
katliamlarına bir yenisini eklemiş ve
tüm dünya kadınlarının daha çok örgütlemesi gerektiğinin altını çizmiştir.
Ulusal ve uluslar arası alanda demokratik, sosyalist ve özgürlükçü
kadınların dayanışma ve birliktelik
ruhunu canlandırmıştır. Komalên Jinên Ciwan olarak da Ronahîlerin
mücadelesini radikalleştirme ve zafere
taşımada öncü olacağımızı belirtmek
istiyoruz.
Değerli kadın yoldaşlar;
Apocu gençlik mücadelemiz özlü
bir biçimde yürütülürse elde edemeyeceğimiz zafer yoktur. Genç kadın
kadrolarımızın Kürdistan devrimindeki
yeri ve misyonu oldukça kayda değer
ve oldukça dikkat çeken en önemli
çalışmalarımızdan birisi olarak hem
imkan dahiline girmiş hem de temel
tarzını yakalamaya başlamaktadır.
Hem içerisinden geçtiğimiz tarihi
süreç açısından hem de kadının özgürlük mücadelesinin geldiği boyut
açısından bunu rahatlıkla belirtebiliriz.
Özellikle genç olan kadınların mücadelede edindikleri bilinç, Apocu gençliğin özgürlüğe olan tutkusu genç
kadınlarda ifade kazanmakta ve anlamlaşmaktadır. Genç kadın kimdir?
Genç kadın nasıl yaşar? Gibi soruların
da sorulması gerekmektedir. Bugüne
kadar gerçek anlamda çözümlemesi
yapılmayan ve halende çözülmesi,
tanımlanması gereken kadın gerçeğinin
yanında genç kadın da vardır. Bu anlamda tanımlanmaya ve gün begün
çözümlenmeye ihtiyaç duymaktadır.
Kendimizden, gerçeğimizden yola çıkarak bunu yapabiliriz. Genç kadın
çalışmalarında nasıl bir genç kadın
kadrosu mevcuttur? Mevcut genç kadın, toplum içindeki kadınların öncülüğünü yapabilecek düzeyde midir?
Kendini çözemeyen tanımlamayan
insan özgür kadın mücadelesinde nasıl
başarılı olabilecektir? Devrim öncülüğü neyi gerektirmektedir? Önümüze
hangi sorumlulukları koymaktadır?
Ne yazık ki, ezici bir çoğunluğun
bunu yapamadığı geçmiş dönem pratiklerimizden ortaya çıkmıştır. Kürdistansız bir Kürt nasıl mümkün değilse, özgürlüksüz bir kadın ve yaşam
da mümkün değildir. Kürdistan olmadan Kürtler yaşayamamıştır. Ya
bir efendinin kölesi olmuş ya da işbirlikçi bir ihanetçi olmuş yada sırtını
dağlara dayayarak onurluca savaşmıştır. Bu gerçeklik kadın açısından
daha acılı ve daha kanlı olmuştur.
Kadın yerinden, vatanından edinildiği
yetmiyormuş gibi bin yıllarca köle
olarak yaşamaya mahkûm edilmiştir.
21
Başkaldırılar da hep olmuştur. Ancak
bu başkaldırılar örgütlü olmadığı için
bir güce dönüşememiş ve kadının
acılı kaybıyla sonuçlanmıştır. Fakat
kadın özgürlük mücadelesi, demokratik modernite çerçevesinde hep
bir direniş hattı olarak aslında kapitalist
moderniteye karşı direnmiştir. Kadının
köleleştirilme tarihi daha eskidir. Bu
da bir tarihsellik kazandırmaktadır.
Kadının kölelik tarihi özgürlük tarihinden daha az bir zamanı kapsamaktadır. Fakat finans kapital süreciyle
beraber kadın da içerisinde bulunduğu
durumu kabul eder hale gelmiştir.
Kadın, statüsüzlüğü kadınlığın bir gereği olarak görmektedir. Kırılacak,
nazlanacak, korunacak bir nesne olarak
yaşamda yerini almaktadır. Bu anlamda kadının kölelik düzeyini ve
köleliğe biçtiği anlamı değerlendirmek,
üzerinde ciddiyetle durmak gerekmektedir. Bir kadın olarak erkeksileştirilmiş, sistemin öncüsü haline getirilen kadına karşı da mücadele yürütmek gerekmektedir. Kendi cinsimizi
özgür yaşama kazandıramazsak erkek
egemen dünya her gün büyüyerek ve
güçlenerek kazanmaya devam edecek ve kadın ölecektir. Bu çerçevede
genç kadını analize tabi tutmak önem
taşımaktadır.
Kendini çözümlemeyen genç kadın
kadrolarımız örgütsel konularda yetkinlik, ideolojik anlamda yetersiz ve
pratik anlamda geride kalma durumuna düşmektedir. Kapitalist modern
sistemin çarklarında paramparça edilmiş kişiliklerle mücadele etme elbette
kolay değildir. Bunun için müthiş bir
donanım gerekmektedir. Duyguda,
düşüncede, hal ve hareketlerine kadar
son derece körleşmiş ve doyumsuz
bir kişilik yapısı oluşmuştur. Çarpık,
kozmopolit bir yapıya sahip kişilikler
formsuz, anlam gücünden yoksun ve
pasiftirler. Bu nedenle devrim, zafer
gibi önemli kutsal görevlerimiz vardır.
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
Kişiliğinde devrimi bölük pörçük yapan, ideolojik, felsefi yönüyle sığ
kalmış bir yapı devrimle uğraşamaz.
O ancak kendisiyle uğraşır. Amaç
büyük ama çaba zayıf kalmaktadır.
Hatta bazen amaçta bile zayıflığın
olduğu ortaya çıkmıştır. Hedef net
değilse yürüyüş olmaz. Nereye, nasıl,
hangi tempoda yürüyeceğimizi amacın
berraklığı belirlemektedir. Güneş kadar net değilsek yol ve yöntem bulamayız. Ne düz ne de engebeli yolda
yürüyebiliriz.
Öncelikli olarak yapılması
gereken öncü olarak kendimizi
ciddiye alıp tekrardan
yapılandırmamızdır
Nîsan 2013
Dönem itibariyle devrimci halk
savaşı sürecindeyiz. Yani devrimi
halk ile yapacağımız bir süreçtir.
“Biz daha önce de halkla yapıyorduk”
diyebilirsiniz. Evet, PKK bir halk
isyanıdır. Dağların ve halkının müttefikidir. Ancak 40 yılı aşkındır süren
mücadelemiz çok önemli kazanımlar
elde etmiş ve belli bir özgürlük düzeyini çok acılı da olsa ortaya çıkarmasını bilmiştir. Bunun yanında
Kürdistan’da halen bir işgal ve soykırım durumu vardır. Kadın mücadelesi hızından hiçbir şey kaybetmeden devam etmektedir. Kadının
henüz devirmesi gereken binlerce
mevzi vardır. Yani devrim hareketi
ve devrim kadroları olarak biz henüz
22
özgür bir ülke ve özgür bir kişiliği
ortaya koyamadığımız için mücadelemize hız kazandırarak, yenilik
yaparak devam edeceğiz. Biz baştan
itibaren kendini yeniden yeniden
yapma hareketi olduk. Sağından solundan yapmaya çalıştığımız devrimin orta yerine girip yapma dönemi
başlamış hatta bunda biz çok gecikmiş durumdayız. Alanlarımızda yaşadığımız kimi sorunlar bunun bir
göstergesi durumundadır. Yine kadroların kendine göreliği, kendini harekete partiye dayatması, düzenlemesini alanını beğenmemesi, şikayetçiliği ve kendini çalışmasına adamaması da bu gerçeği ortaya koymaktadır. Bir devrimcide bulunmaması gereken en önemli özellik kendini devrime dayatmasıdır. Ancak
biz ilk önce kendimizi dayatmaktayız.
Bu durum alan yönetimlerimiz bazında da ortaya çıkmıştır. Kadrosunu
eğitecek, motive edecek, yoğunlaştıracak, örnek olacak kimi alan yönetimlerimiz yardıma muhtaç duruma
gelmişlerdir. Sorunların çözümünde
öncülük değil, sorunların ortaya çıkmasında öncülük yapmışlardır. Öncülüğü tersinden okumuşlardır. Süreci
anlamamış, devrimci halk savaşı
stratejisini kavramamış ve onun yönetim erki olamamıştır. Yapısını pratik güç kendisini sorunlu bir güç olmayı kabullenmemiştir. İçten içe bu
durumu hazmetmiş ve kadrosunun
da bu durumu kabul etmesini istemiştir. Devrimci bir genç kadın kadrosu ve yönetiminde bulunması gereken özelliklerin başında öncülük
gelmektedir. Doğruya, kazandıran
tarza yönteme öncülük etmelidir.
Önderlik felsefesi doğrultusunda önder-öncü bir karaktere kavuşmak tarihi bir görev olmaktadır. Kendimizi
misyonsuzlaştırarak, değersiz görerek
kadın mücadelesinde rol sahibi olamayız. Öncelikli olarak yapılması
STÊRKA CIWAN
gereken öncü olarak kendimizi ciddiye alıp tekrardan yapılandırmamızdır. İdeolojik argümanlarımız
derya kadardır. Özgür Kadın Hareketimizin tecrübe ve birikimi bize
müthiş bir zemin sunmaktadır. Dersler çıkarabilir ve mücadelemizi daha
radikal, daha aktif kılabiliriz. Önderliğin devrim yapma görevini üstlenen kadro için yaptığı bir çözümleme çok çarpıcıdır.” Devrim, düşüncede, duyguda bıçak gibi keskin,
keskin olduğu kadar da adil olan insanların eseri olabilir. Son derece
çocukça, toyca, son derece ölçüsüz
veya serbest bırakıldığınızda, devrim
adına nelerin olacağını da göz önüne
getirdiğimizde, o zaman bu işin ciddiyetini varın düşünelim. Hala bu
ciddiyeti kavratamıyoruz. O çocuk
halinizle kendinize güldüğünüz gibi,
aynen cüceliğe takılmış devrimin
çocukları gibi kendinizi bize dayatıyorsunuz; gülmek veya güldürmek
hiçbir şeyi çözmüyor. Devrim bu
kadar problemli insanlarla yürüyecek
bir sanat değildir. Devrim, kendini
bu kadar enkaz gibi ortaya atanlarla
yürüyecek bir olay, olgu değildir.
Kudretli olduğu kadar güçlü bir iradenin amansız sahibidir ve bütünüyle
yürütebilendir belirlemesinde bulunmaktadır. Devrim mücadelesinin
kadroları olmak istiyorsak, kadın
özgürlük mücadelemizi en öne alacak
ve tüm sorumluluklarımızı bütünüyle
yürüteceğiz. Bunu komple bir kadro
gerçekliğine ulaşarak gerçekleştirebiliriz. Komple kadro olmakta kendini adamak ve yaratmakla mümkündür. Genç kadın kadrolarımız
açısından bu durum kaçınılmazdır.
Kadın çalışması tarihi önemde
bir çalışmadır. Bunun farkında olunmadığı da kesindir. Eğer farkındaysak
o zaman gereği neden yapılmıyor
diyeceğiz. Farkında olmak demek
birçok sorumluluğu üstlenmek de-
mektir. Sorumluluğu üstleniyoruz
deniliyorsa o zaman pratiğimiz neden
böyle zayıf ve cılız? Hem farkında
olmak hem sorumluluk üstlenmek
hem de yapmamak başka bir şeydir.
Bilinçli olduğunu düşünmüyoruz.
Daha çok gücünün ve iradenin ne
kadar büyük olduğunun bilinmemesiyle ilgilidir. Kendine güvensizlik,
yeterli ideolojik birikime sahip olmama, eğitimsizlikle ilgili durumlardır. Kapitalist sistemin olumsuz
faktörleriyle de değerlendirilebilir.
Özgürlüğe en fazla ihtiyacı olan
ve en fazla mücadele eden de
yine bizleriz
Kadın özgürlük mücadelemiz uzun
yıllar sürecek bir mücadeledir. Çünkü
biz bin yılların toplum zihniyetini
değiştirmek istiyoruz. Toplumu gerçek
özüyle komünal değerleriyle buluşturma göreviyle mükellef kılınmışız.
Ancak kimi planlamalarımız ve kararlarımız bir ayda, bir yılda gerçekleşebilme potansiyeline sahiptir. Gerçekten iddiası olanlar ve kararında
ısrarcı olanlar her şeyi başarabilir.
Sistemimizin en radikal, en genç, en
dinamik ve en özgürlüğe yakın kesimini ifade etmekteyiz. İstersek, başarma azmiyle dolup taşıyorsak genç
kadın yapısı olarak Apocu gençliği
harekete geçirebilir, eğitebilir ve tüm
Kürdistanlı gençlerin lideri olabiliriz.
Kendini muhatap durumuna koymak
isteyen, iradesine saygı göstermesini
isteyen bizleriz. Özgürlüğe en fazla
ihtiyacı olan ve en fazla mücadele
eden de yine bizleriz. O zaman neden
karşımızdakinden ya da erkekten bekliyoruz ki? Neden hala şikâyetçiyiz
ki? Zaten erkek kendini sorunun kaynağı olarak görmüyor, görmeyecek
de. Çözüm isteyen, özgürlük isteyen,
eşit yaklaşım isteyen ve bunun kavgasını veren biziz. Bu nedenle hakkın
23
verilmesini beklemek ya da mücadele
etmeden sadece eleştirmek yanlıştır.
Şu an Komalên Jinên Ciwan olarak
yeni bir hamle sürecini yaşıyoruz.
Aslında en büyük hamlemiz konferansın gerçekleşmesiydi. Konferansla
irademizi ortaya koyduk. “Biz de varız” dedik. Ancak konferansa sahip
çıkmadık.
Toplumda üzerinde durulması çözümlenmesi gereken kesim genç kadınlardır. Çünkü toplumun dinamik
gücünü oluşturan ve toplumda en
fazla yer edinen, toplumu etkileme
gücü olan; değiştirme ve geliştirme
yönü ön planda olan bir kesimdir.
Genç kadın aslında gençliğin ve kadının bileşkesidir. Hem genç hem
kadın olmasından kaynaklı iki kimliğe
sahiptir. Kadının toplumsal öncülüğüyle gençliğin yenilikçi, dinamik
özelliklerinin toplandığı ve bu karakterlerin öncülüğünü yapan kesimdir
de. Yani toplumdaki yeri ve konumu
itibariyle öncülerin öncüsüdür. Sistemin toplumsal cinsiyetçi yaklaşımlarının esas hedefinde olan ve jerontokrasinin üzerinde en fazla uygulandığı, kesim yine genç kadınlar olmaktadır. Genç kadınların özgün örgütlenmesi çok önemli bir husustur.
Çünkü sistem, toplum içerisinde en
fazla genç kadınlar üzerinde durmakta,
kadının sömürüsü genç yaşta başlatılmaktadır. Kadın fiziği, emeği en
fazla sömürü malzemesi yapılmakta,
kapitalizm kadının fiziğini pazar
haline getirip parça parça satmaktadır.
Sınırsız kar hırsıyla gözü dönmüş
kapital tekeller, tekstil atölyelerinde
sağlıksız koşullarda ve hiçbir güvence
olmadan sayısı çok fazla olan genç
kadınları gece gündüz asgari bir ücret
karşılığında çalıştırmaktadır. Aynı şekilde Kürdistan’dan, metropollere
mevsimlik işçi olarak en fazla genç
kadınlar gitmektedir. Fuhuş, uyuşturucu, çocuk yaşta evlilikler, namus
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
cinayetleri, tecavüz vb. politikalar
kadını düşürme aracı olarak kullanılmakta ve kadının böylece toplum
içinde etkisi kırdırılmaktadır. Özellikle
genç kadınlar üzerinde oynanan oyunlar çok daha kapsamlıdır. Genç kadınlar sistem içileştirilerek, kendi
özünden koparılarak pasifleştiriliyor.
Devletin prototipi olarak nitelendirilen
aile, genç kadınları erken yaşta evlendirerek, “büyürse sözümüzü dinlemez, başına buyruk olur, erken
yaşta evlensin de daha sonra başkaldırmasın” diyerek kadını denetim altında tutmayı hedefler. Sistem de
aynı şekilde kadına bazı olanaklar
sunarak, kendi çarkına bir diş daha
eklemeyi hedefler ve genç kadınları
böyle etki altına alır. Sistemin politikası daha ince ve derinliklidir. Örneğin
genç kadınları sistem içileştirmek ve
asimilasyonu derinleştirmek için ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası başlatmış
ve toplumda dinamik güç olan ve
sisteme karşı yapacağı şeylerden korktuğu genç kadınları yanına çekerek
onları pasifleştirmiştir. Çünkü bir insanı özünden koparmanın en etkili
yolu onu değerlerinden uzaklaştırmaktır. Tıpkı Dersim katliamından
sonra genç kızlar ailelerinden koparılarak yatılı okullarda ya da Türk
bir ailenin yanında Türk dili öğretilerek Türkleştirilmesi politikası gibi
bu kampanyada genç kadınlar üzerinde uygulanan incelikli bir politikadır. “Şark Islahat Planı” bu anlamda
en fazla kadınları ve çocukları etkilemiştir denilebilir. İskan politikaları,
zorla yatılı okullara öğrenci alma vs
ile kız çocukları ana kucağından alınmış ve asimilasyon merkezlerinde
eğitilmiş ve Türkleştirilmiştir. İşte
devletin genç kadınlar üzerinde uyguladığı bu politikalar gösteriyor ki
genç kadın toplum içinde değiştirici
dönüştürücü ve kültür aktarıcı bir
role sahiptir.
Nîsan 2013
Kuruluş konferansı daha
güçlü sahiplenilmeliydi
Kürdistan’da, genç kadınlar üzerinde uygulanan bu politikaların boşa
çıkarılması için genç kadınların özgün örgütlenmesi şarttır. Bu çerçevede kurulmuş olan Komalên Jinên
Ciwan örgütü yapmış olduğu kuruluş
konferansıyla Kürdistan’ın dört parçasında ve Avrupa’da yaşayan genç
Kürt kadınları bir çatı altında tutmayı
hedeflemiştir ve bunun için çalışmalarına başlamıştır. Fakat konferansta açığa çıkan genç kadının
özgün örgütlenme bilinci, alanlarda
tam olarak yansımasını bulmamıştır.
Bunun öncülüğünü yapması gereken
esas güç, genç kadın kadroları olması
gerekirken, pratiklerden açığa çıkan
sonuç, kadroların bu bilince tam
olarak ulaşamadığıdır. Eğer genç
kadın kadrolar bu bilinci tam olarak
açığa çıkartamamışsa genel olarak
Kürdistan’daki genç kadınların yaşamış olduğu sorunlara çözüm olamaz ve kadın bilincini ortaya çıkaramaz. Aynı zamanda düşmanın politikalarını boşa çıkaramaz ve bu
politikaların engellenmesinde öncü
rol oynayamaz. Genç kadın kadrolar,
Komalên Jinên Ciwan örgütünün
kurulduğu bu dönemde sömürgeci
ve işgalci bu devletin genç Kürt kadınlar üzerinde uyguladığı bu politikaları boşa çıkarması için kendi
özgün komitelerini oluşturması ve
bu komitelerin işlerliğinin olması
gerekmektedir. Sırf komite oluşturmak adına bir araya gelmek yerine,
misyonunu oynayabilen, ihtiyaçlara
cevap olabilen sorunları saptayıp
anında cevap olabilen, inisiyatifli
ve iradeli komitelerin oluşturulması
gerekmektedir. Genç kadının inisiyatifli ve iradeli olabilmesi için genç
kadın çalışmasının gerekliliğini anlayabilmesi kadının kendine ve genç
24
kadın yoldaşlarına inancının ve güveninin olması gerekir. Başta genç
kadın olmak üzere tüm kadın yapılarımızda bu güvenin doğması, pasifliğin, inisiyatifsizliğin, inançsızlığın, ürkek yaklaşımların kırılması,
kendinde bu yaklaşımların zerresini
yaşatmaması gereklidir. Bir genç
kadın kadromuz etrafındaki yoldaşlarına da güven verebilmeli, belirli
bir moral motivasyonla bir mıknatıs
gibi genç kadınları Komalên Jinên
Ciwan örgütüne çekebilmelidir. Eğer
biz kadına güvenimizi ortaya koyamazsak genç kadını özgür, mücadeleci yaşama çekmekte sıkıntılar yaşarız. Bu yaklaşımlarımızdan kaynaklı sürekli dillendirdiğimiz ama
bir türlü aşamadığımız, genel çalışmaların içinde genç kadın çalışmalarının erimesi ve geri plana atılması
sorununu gideremeyiz. Biz genç kadın kadro ve çalışanları olarak genç
kadın çalışmalarını ne kadar gündemimize alıp önemsersek genel çalışmalar içinde de yansımasını bulacak ve geri planda olmaktan kurtulacaktır. Sürecin gerekliliklerini
gerekçe yapıp rutin yapılması gereken
özgün toplantı, tekmil ve eğitimlerimizi buna bağlı olarak özgün eylemselliklerimizi yapamadığımızı
dile getiriyoruz, tekmillerimizi bile
doğru düzgün almıyoruz. Genel kadro misyonunu yerine getirirken genç
kadın kadro rolümüzü yerine getirmiyoruz. Alana özgün olarak genç
kadın çalışması için konumlandırılan
arkadaşlar bile genel kadro çalışması
yürütüp, özgün çalışmalarını geri
plana atıyor. Bu kadroların çoğunluğu
da yılardır hareket içerisinde olan
deneyimli kadrolar olmasına rağmen
gençlik ruhuna uygun radikal çıkışlar
getiremiyorlar. Rutin çalışmalar yapılsa bile farklı yöntemler, farklı
tarzlar, sürece göre kendini güncelleyen eylemler olmuyor. Komiteler
STÊRKA CIWAN
güçlendirilmiyor, genişletilmiyor ve
olanı korumakla yetiniliyor. Komiteler güçlendirilerek sürece göre konumlandırılmalı, sürecin ruhu onlara
aktarılmalı, inisiyatifli kılınmalıdır.
Yaşanan bu durumlar devrim süreci
içinde kendi misyonumuzun farkına
varamadığımızı gösteriyor. Hiçbir
anlayış ve yaklaşım özgün çalışmalarımızı yürütmememizin gerekçesi
olamaz ve hiçbir gerekçede bunu
açıklayamaz. Örneğin kaç alanımızda
1. Komalên Jinên Ciwan kuruluş
konferansının aktarımı ve bununla
beraber yansıması olmuş ve Komalên
Jinên Ciwan örgütü selamlanmıştır.
Kuruluş konferansı olması nedeniyle
daha güçlü bir yansıma ve sahiplenme olması gerekiyordu, fakat bu
gerçekleşmedi. Örgütün elinde olan
imkanlar değerlendirilmedi ve kurumsallaşma için sağlam bir adım
atılmadı. Konferanstan sonra hedeflerimiz büyükken, ortaya çıkan tablo
gösteriyor ki yapılanlar hedeflenenler
için çok yetersiz kaldı. Bizler genç
kadını toplumun dinamik gücü olarak
görüp genç kadın örgütlenmesine
giderken genç kadınlar kendini bu
süreçte bu misyonun dışında tuttular.
Önderlik kadın üzerinde fazlasıyla
durmakta ve çözümlemelerini derinlikli yapmaktadır. Kadının kendi kimliğini tanıması, gerçekliğinin farkına
varması, sistemin kendi üzerinde yaptığı hesaplar görebilmesi, tüm bunlar
karşısında kendini yeniden kendi
özüyle yaratması için çok çabalamış,
büyük hedefleri olmuştur. Önderlik
neredeyse bütün çözümlemelerinde
kadının özgürleşmeden toplumun özgürleşemeyeceğini dile getirmiş ve
neden kadınlar için özgür kadın kimliğinin gerekli olduğunun üzerinde
ağırlıkla durmuştur. Sömürülen ve
işgal altında olan halklar üzerinde
sistemin en çok uyguladığı taktik kadının köleleştirilmesi olmuştur. Top-
lumun aktif gücü ve doğal öncüsü
olan kadının kendi gücünün, kendi
varlığının bilincine varması ve bu
temelde kendini yeniden var etmesi
işgal altında olan ve köleleştirilen
halkın da uyanışına öncülük edecektir.
Yıllardır tespit edilen ve üzerinde en
çok durulan kadın sorunu, sömürülen
kadınlara aktarılmalı, kavratılmalı ve
kadının eski konumunu elde etmesi
için var olan tüm imkanlar kullanılmalıdır. Fakat hareket kadının aydınlatılması, bilince ulaşması için var
olan imkanlarını seferber etmesine
rağmen, kadrolar bu imkanları iyi
değerlendirememektedir ve kadının
kadın olma bilinci tam olarak açığa
çıkartılamamaktadır.
Kadın tarihi hafızalarda yeniden
canlanırsa toplum tarihi de buna
paralel olarak yaşam bulur
Tarih geçmişle gelecek arasında
köprü görevini gören, toplumun geçmişine ayna tutan ve yol gösteren
bir göreve sahiptir. Toplumun kendi
tarihinden uzaklaşması demek varlığından, kültüründen koparılması
ve yaşam damarlarının kesilmesi anlamına gelmektedir. Kürt halkına bu
on yıllardır uygulanıyor, kendi tarihlerinden uzaklaştırılarak ulusal
hafızası yok edilmeye çalışılıyor.
Bu, aynı zamanda kadının yarattığı
toplumun yok edilmesi, kadının kendi
tarihinin de hafızalardan silinmesi
anlamına geliyor. Kadın tarihi hafızalarda yeniden canlanırsa toplum
tarihi de buna paralel olarak yaşam
bulur. Önderliğin üzerinde yoğunlukla durduğu kadın kimliği ve gerçekliğini anlayabilmek, kadının kendi
tarihini bilmesinden, tanıyıp anlamasından geçmektedir. Yine gelişen
politik süreçleri, günceli ve kadının
devrimsel süreçlerde rolünü anlayabilmesi için bilince çıkarması gereken
25
birçok konu bulunmaktadır. Önderliğin yaratmaya çalıştığı güçlü, iradeli, mücadeleci kadını yaratmak
için, ideolojik farkındalığın ve bilincin olması gerekir. Bu da özgün
kadın eğitimleri ve buna denk pratiklerle mümkün olur. Özgür kadını
açığa çıkarmak istiyorsak özgün kadın eğitimlerini gerçekleştirmeli ve
eğitimlere daha ciddi yaklaşmalıyız.
Örneğin; Rojava’da genç kadın akademimiz açılmış, bir iki devre de
yapılmıştır. Akademinin açılıp devrelerin yapılması, gerçekten genç
kadın eğitim faaliyetlerinin yapıldığı
anlamını taşımıyor. Bu devrelere
kaç genç kadın arkadaşın dahiliyeti
için uğraşılıyor, kaç arkadaş kararlı
çıkıyor, genç kadın özgün çalışmalarının geliştirilmesi ve genişletilmesi
için ne kadar rol oynuyor gibi sorulara cevap aradığımızda, çıkan sonucun çok iyi ve nitelikli olmadığını
görüyoruz. Mesela genel gençlik
akademisine genç kadın arkadaşlar
eğitim için gönderiliyor. Neden Genç
Kadın Akademimize bu ciddiyetle
yaklaşılmıyor ve yeterli sayıda arkadaş eğitime dâhil edemiyoruz?
Yine genç kadın çalışmalarından sorumlu olan arkadaşlar akademi faaliyetlerini takip etmiyor ve arkadaşın
gelişimiyle ilgilenmiyor. Örneğin;
bir haftalık eğitimde hiçbir arkadaş
kendini planlayıp orada sabit kalmıyor ve bu çerçevede eğitimi güçlü
kılmıyor. Bu sadece Rojava alanının
sorunu değildir. Bu yaklaşım birçok
alanda yaşanmaktadır. Bu da eğitimlerimize ve genç kadın çalışmalarımıza yaklaşımımızın çok ciddi
olmadığını böyle olsa bile pratiğe
yansımadığını göstermektedir. Kadının eğitimi ve bilinçlenmesi konusunda kadrolarımızın daha fazla
yoğunlaşması, özgün eğitimlere daha
fazla yer verilmesi, kadın sorunlarının
daha fazla tartışılması ve tartışmaların
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
alanın var olan sorunlarıyla daha
fazla bütünleştirilmesi ve sorunların
çözüme kavuşturulması için yöntemler üzerinde daha derinlikli durulması gerekmektedir.
Ses getirebilecek, yankı
uyandırabilecek, genç kadın
kimliğini yansıtabilecek
eylemsellikler yapılmıyor.
Genel gençlik çalışmalarındaki
kadrolardan beklentili ruh halimiz
,özgün faaliyetler içerisindeki eğitim
çalışmalarımıza da yansıyor. Örneğin;
hala “genel gençlik akademisine kadın arkadaş yollanıyor da, genç kadın
akademisine neden kadın arkadaş
yollanmıyor” diye sorabiliyorsak,
bunun cevabını kendimiz vermemiz
gerekir. Eğer kendi özgün örgütlenmemizi güçlendirseydik, özgün çalışmalarımızdan aktarılan kadın yoldaşları bu kurumlarda eğitebilir ve
daha çok devre geliştirip sonuç alabilirdik. Örgütlülüğümüz oranında
eğitimlerimiz güçlü olur. Genç kadın
çalışmalarımızı genel çalışmaların
gündemine alabildiğimiz oranda, bu
çalışmalara olan yanlış yaklaşımları
Nîsan 2013
kırabiliriz. Tüm alanlarda ortaya çıkan sorun, genç kadın özgün eylemselliklerinin olmaması olsa bile
çok sınırlı ve dar kalmasıdır. Çalışmalar sürüncemede bırakılıp bir planlamaya kavuşturulamıyor. Yapılan
tekmil ve toplantılar rutin çalışmalar
iken, bunlar özgün eylemsellikler
olarak algılanıp özgün kararlarla bir
planlama çıkarılamıyor. Ses getirebilecek yankı uyandırabilecek, genç
kadın kimliğini yansıtabilecek eylemsellikler yapılmıyor. Bir karar
alınsa dahi bu bazen genel çalışmaların gölgesinde kalabiliyor. Hatta
aldığımız kararları, özelde genel çalışmalardaki erkek arkadaşlara onaylatma ihtiyacı duyuyoruz ve bu konuda inisiyatif irade olamıyoruz. Bu
kendimizdeki gücü fark edememe
ve kendimize güvenmemeyle alakalı
bir durumdur. İrademizin zayıf olduğunu düşünebiliyoruz ve bu durum
bazı alanlarda bizi zorladığında sorumluluktan kaçmak adına istifayı
örgütün gündemine koyuyoruz. Hiçbir mücadele kolay olmadığı gibi
genç kadın çalışmalarına olan yaklaşımlarla mücadele etmek de tabii
ki kolay değildir. Ancak mücadele
26
,zorluklar karşısında verildiğinde anlamlıdır. Bilindiği gibi düşmanla
mücadelemiz de sadece zihni değildir.
Bu mücadele pratikte kendini özgün
eylemsellikler ve düşmana karşı özgün öz savunma ile ifadesini bulacaktır. Bu pratiğin bir diğer adımı
da; genç kadının gerillayı büyütmesidir. Bu çerçevede genç kadın öz
savunmasını geliştirmeli, daha yaratıcı eylemsellikler üretebilmeli.
Genç kadınları özgürlük saflarına
yani gerillaya katabilmek için özgün
çalışmalar yürütebilmelidir. Genç
kadınlar olarak düşmana verilebilecek
en güzel cevap, mücadeleyi genişletmek olacaktır. Gerilla saflarında
genç kadınların sayısının artması
hem düşmana hem de kadının gücüne
inanmayan kesimlere anlamlı bir yanıt olacaktır. Bu nedenle amaçlarımızı
ve bu çalışmalara ilişkin planlamalarımızı netleştirmeli ve bununla beraber çalışmalar güçlendirilmelidir.
Özellikle genç kadın kadro ve komitelerine yönelik örgütleme çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Öz savunma varlığın tehlikeye girdiği süreçte ortaya girdiği bir durumdur.
Genç kadınlar olarak varlığımızın
kabul edilmediği çalışmalarda halen
güç olarak görülmediğimiz, genel
olarak erkek arkadaşların gölgesinde
kaldığımız, genç kadınlar olarak adımızı duyurabildiğimiz eylemselliklerimizin olmadığı bir süreci yaşıyoruz. Fakat açığa çıkan sonuç;
bizim de bu durumu kabul ettiğimizi
gösteriyor. Halen bu konuda verdiğimiz mücadelenin yetersiz olması
ve örgütlülüğümüzü geliştirememiş
olmamız, var olan zihniyete ve tutumlara karşı yetersiz bir tepkidir.
Değinilmesi aciliyet gerektiren
diğer bir husus da kadına yönelik
her türden şiddetin ayyuka çıkmış
olması durumudur. Özellikle her
gün artarak devam eden kadın ci-
STÊRKA CIWAN
nayetleri tam bir kadın kırım halini
almış bulunmaktadır. Medyanın bunu
çok az da olsa görünür kılması
olayın vehametini gözler önüne seriyor. Ancak bu kadar yakıcı ve
tarihi bir sorunun hala üçüncü sayfa
haberi olarak yer bulması elbette
sorunun çözümünde hiçbir şeyi ifade
etmemektir, aksine durumu normalleştirmenin temel silahı haline gelmiştir. Uygarlık tarihi kadın eksenli
kültürün yok ediliş tarihidir uygarlığın son hali olan kapitalist modernite girmiş olduğu krizli halden
kadına karşı son darbelerini vurarak,
intikamca saldırılara girerek çıkmak
ister gibidir, son olarak kapitalist
modernitenin merkezinde üç yoldaşımıza dönük geliştirilen acımasız
saldırı da kesinlikle bu nedenledir.
Apocu genç kadınlar olarak hiçbir
saldırıyı, cinayeti yas havasında karşılama gibi bir gaflet içine giremeyiz.
Bu direniş kültürünü Berîtan ve Saralardan alan Apocu hareketin iddia
ve kararlığında olan biz kadın militanları ve fedaileri böylesi durumlar
karşısında matem içinde olmamız
demek, evet “ben bu saldırılar karşısında boyun eğiyorum” demek
olur. Bu da asla kabul edilemez.
Tarihin bu rezilliği karşısında. ‘Meryem Ana’nın gözü yaşlı kaderine
razı gelişi, tanrıça İnanna’nın hani
benim değerlerim” diye serzenişlerde
bulunması gibi benzeri sayısız örnek
bir çaresizliği gösterse de bugün bu
çaresizlik, yerini Roza’lardan Sara’lara büyük çare ve inanışa bırakmıştır. Biz kesinlikle çaresizlik değil,
bu değer üzerinden büyük direniş
kültürü içerisinde yerimizi almalıyız.
Örgütlü gücümüze dönük her türden
saldırıya karşı ve içimizi gün gün
acıtan kadın cinayetleri, tecavüz ve
fuhuş gibi kadın üzerinde gerçekleştirilen politikalara karşı her alan
kendi özgünlüğünde eylemler dü-
zenleyebilmelidir. Ayrıca düşmana
karşı fiziki eylemsellikler ve genelde
yaşanan durumlara karşı genç kadınlar ola-rak tepki gösterip özgün
eylemsellikler düzenlemeliyiz. Fakat
şu ana kadar Komalên Jinên Ciwan
adına herhangi bir eylem gerçekleştiril-medi. Genç kadın örgütü kuruluşumuzu selamlayacak ve kutlayacak herhangi bir eylem yapılmadı.
Bu da kadına olan duyarlılığımızın
ve özgün kadın bilincinin eksik olduğunun bir emaresidir.
Bize özgürlüğü haram edenlere
karşı mücadele etmekten başka
şansımız yoktur
Basın çalışmalarında öncelikle
genç kadının belirleyici ve etkileyici
bir konumunun olması gerekir. Örgütün basın alanındaki imkanı çok
olmasına rağmen bu imkanlar doğru
bir şekilde kullanılmamakta ve genç
kadını yansıtmakta eksik kalmaktadır. Basın çalışmalarında genç kadına daha çok yer verilmesi ve işlenmesi için daha çok çabanın olması
gerekir. Hem gençlik hem de genel
basında genç kadına ilişkin özgün
yazıların ve görsel programların geliştirilmesi gerekir. Genç kadın kadro
ve çalışanlarının var olan gençlik
basın çalışmalarına konumlandırılmaları konusunda daha hassas bir
yaklaşım olmalı. Örneğin, radyo ve
televizyon programlarında genç kadına dönük özgün programlar yapılmalı, çıkan gazete sayfasında
genç kadına ilişkin yazılar yazılmalı.
Özgün çalışmalar gündemleştirilip
propaganda ayağı iyi kullanılmalı
ve ihtiyaçlara cevap olunmalıdır.
Genç kadınların toplumda yaşadığı
sorun ve sıkıntılar (fuhuş, genç yaşta
evlilik, taciz ve tecavüz) belirli programlarda işlenmelidir, gündem oluşturulabilmelidir. Komalên Jinên Ci27
wan örgütünün kuruluş amacı, ilkeleri yansıtılıp bu temelde propagandası yapılmalı, ayrıca dergilerde
de bu iyi işlenebilmelidir. Tüm bunların yapılabilmesi için de yukarıda
belirttiğimiz gibi genç kadın kadrolar
basın çalışmalarına konumlandırılmalıdır. Genç kadın çalışmalarını
hem gençlik hem de kadın sorunlarına cevap olabilecek bir düzeyde
olduğu yansıtılabilmelidir.
Şunu net bir biçimde ifade etmek
gerekir; Özgür kadın mücadelesi ve
cins mücadelesi o kadar geri ve iradesizlik o kadar derin boyutlarda
yaşanmaktadır ki, ülkesizlik-vatansızlık ve özgürlüksüz yaşamak adeta
temel yaşam formu haline getirilmektedir. Bize özgürlüğü haram
edenlere karşı mücadele etmekten
başka şansımız yoktur. Sömürgeci,
işgalci sisteme karşı tam bir Apocu
genç kadın ruhuyla dikilmeli ve hesap sorabilmeliyiz. Uçurumun kenarındayız. Ya kanatlanacağız ya da
geriye kalan bedenlerimizi uçurumlara usulca bırakacağız. Daha çok
örgütlülük, daha çok komite, daha
çok birlik ve daha çok eylemle irademizi ortaya koymalıyız. Bu sürece
tam da biz öncülük yapabilmeliyiz.
Çalışma tempomuzu artırarak, kimlik
ve bayrağımızı dalgalandırarak özgürlük mücadelesine yepyeni bir
hayat katmalıyız. Başaracağımıza
olan inanç ve kararlılıkla birinci
kuruluş konferansımızın ruhuyla
tüm mücadele yoldaşlarımızı selamlıyoruz. Ayrıca 8 Mart Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’nü özgür
dağların zafer havasıyla kutluyor
ve özgür bir Önderlik şiarıyla başarıyı elde edeceğimizi belirtiyoruz.
Çalışmalarınızda üstün başarılar!
BIJÎ RÊBER APO!
BIJÎ PAJK Û PKK!
BIJÎ KOMALÊN JINÊN CIWAN!
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
FELSEFE
APOCU FELSEFE
Rojbîn AMED
“Apocu felsefe varolanla
yetinmeyen, hep bulup
ortaya koyan ve onu
zamanında, koşullara
uygun düzeylerde sunan,
aynı çabayı ve mücadeleyi
yeniden yaratana kadar
sürdüren bir gerçeğe
sahiptir”
Tarih sadece geçmiş midir? Anlaşılabilinse, yeniyi dokumak için kavranabilse... İşte o zaman tarih geçmiş
değil, gelecektir denilebilse... Uçsuz
bucaksız ovalar, çepeçevre yükseklikler... Geçmişle gelecek arasında bir
kapı ve eşiğinde duran bizler... Birbirinden farklı olduğunu sandığımız,
ama aynı şeyle dokunmuş olan yaşamımızla öylece duruyoruz. Sadece
bir adım. Gelecek için ve geçmiş olanı
bilmek için cesaret... Ve bir çağrı ulaştı
bize. Öylece durmuşluğa, arada kalmışlığa son, silikliğe, yok olmaya red
çağrısı. Alındı. Geçmişi geleceğe ekmeye gelmiş olduk. Hikaye sanılan,
efsane olan her şey gerçek oldu. Zorlu
ve acı dolu gerçeğe uzanan insanlar
olduk. Hem ilkler hem tüm değişiklikler
diyarı Mezapotamya’nın efsanelere
nakşedilmiş, unutulmuş sanılan acımasız gerçeğine ve büyük yürüyüşüne
katıldık. Neyi reddettiğini tam bilemeden, gerçeğin gücünün nasıl sarsıcı
Nîsan 2013
ve nasıl dönüştürücü olduğunu kavrayamadan tercih ettik. Özgürlük ruhuyla
dolu dolu, bu sonsuz uzanan ovalara,
geniş geniş açılan ve daracık geçitlerle
ardındakini gizleyen yüksek yüksek
dağlara kendini bırakan öncüler olduk.
İşte her şey öncülerin belirmesiyle
başladı. Öyle bir iradeye çekiliyorduk
ki, kesintisiz bir yürüyüşün Önderinin,
"Apocu olmak her an yeni başlangıçlar
yapabilmektir” dediği şeyin çağrılısı
olduğumuzu, açılan her kapının ardındaki mekana korku ama merakla
yönelmekten kaçınamadığımızı gördük.
Neye çekiliyorduk? Nasıl bir güçtü?
Her birimiz neyi kaybetmiştik ki Apocu
akımla birleşmek istedik? Tanımlayamadığımız, ama en azından sezdiğimiz
bir çelişkili kişilik gerçeğinin değişikliğe
uğratılması, yeniden yaratılması eylemine nasıl katıldık? Niye katıldığımızı
biliyor muyduk? Kaba bir ifadeyle belirtirsek, neydi çıkarımız? Maddi bir
kazancımız olacak mıydı? Reddetti28
ğimiz ve adına düzen yaşamı dediğimiz
yaşamdan gerçek anlamda maddi bir
kazancımız var mıydı?
Dünya hapishanesi. Sadece Kürtler
değil, bütün insanlık bir sistem tarafından koşullandırılmış, ekonomik,
toplumsal ve siyasal tüm biçimleri belirleyen güçlerce kurban edilmiş. Önceden belirlenmiş ve bildirilmiş kılık
kıyafetler, yiyecek içecekler; görülmesi,
duyulması ve kesinlikle anlaşılması,
öğrenilmesi gereken şeylerle dolu yaşamlar. Bir kandırmaca demek doğru
olur sanırım. Gerçekten düşündüğünü,
duygu yüklü olduğunu, dolu dolu yaşadığını sanan insanların korkunç hapishanesi! Sınırlar, çerçeveler, güdümlenmeler, alışkanlıklarla dolu yaşamda
bağımsız, özgür, tümüyle anlamlı bir
yaşama sahip olduğuna inanan insanların dünyasındayız. Aslında çırıl çıplak
olunduğu gerçeği nasıl da trajiktir değil
mi? Tüm sözleri ezberletilmiş ‘uygar
dünyamızın’ neferleri. Başarılar nasıl
STÊRKA CIWAN
da satılığa çıkarılmış. Dünya artık
uçsuz bucaksız, her an keşfedilmeyi
arzular bir büyüklükler dünyası olmaktan çıkarılmış. Yaşadığını zanneden
aldatılmışlar toplumu ve halkları, kadınları ve erkekleri. Amaçtan sapan,
ona bir türlü ulaşamayan, aynı sorunları,
aynı çözümsüzlüğü tekrar tekrar yaşayan bir insan gerçeği böylece yaratılmış olur. Reddettiğimiz bu sistem
gerçeği dünyayı tanımlamada, anlamada
insanlığı ilerletmiş, hatta eyleminin
böyle bir sonucu açığa çıkarttığı bilinciyle yaklaşmış, ama halkları aldatmayı kaçınılmaz görmüştür. Öyle bir
çelişki yaşatır ki, felsefesi bulanık,
karmaşık bir insan gerçeğini hemen
ortaya çıkarır. İnsanlığın gelişme sağlatan dinamiklerinin bin yıllar öncesinden dondurulmuş olması ya da tüm
insanlığın bilgisine, hizmetine sunulmayıp bir kesimin mülkü hali getirilmesi kayıp bir insan gerçeğine yol
açmış olur. Tahlili zor bir gerçeklik.
Çürütülmüş, çürütülmek istenmiş, üstü
cilalanmış bir gerçeğin tamamen anlaşılması zordur artık. Tam bu noktada
sade bir güzellik ve gerçek bir güç
elde edilebilir.
Ne kadar özgür toplum
o kadar özgür birey
Ve işte Apocu felsefe maddi güç
arayışı içinde olamayacak kadar insanca
olan özle birleşen, onu her şeyiyle
açığa çıkartmak için mücadele ederek,
koşullara uygun düzeyde hayat bulmasını sağlayan bir felsefedir. Apocu
felsefe çelişkilerin tahlilinde yeni bir
anlayış, bakış açısı ortaya çıkarmış bir
düşünce gücüdür. İnsana ait her şeye
bir duyarlılıktır. İnsanca bir yaşam için
gerekli olana doğru katılımın gücüdür.
Önderlik felsefesine ulaşmak değişim,
dönüşüm gerçeğine yaklaşmış olmak
anlamına gelmektedir. Onun gerektirdiği örgüte ve pratiğe katılmak olarak
anlaşılmalıdır. O halde biz ne yapıyoruz,
neyi düşünüyoruz, nasıl düşünüyoruz?
Bütün bunlar bir sonuca götürüyor
mu? Ya da bir yaratımı, üretimi ortaya
çıkaracak bir amaca bağlı mı?
Hayatın inkara gelmez bir gerçeğe
sahip olduğunu tüm örgüt pratiğimiz
boyunca anlamış olduk(!) Başarı, mevcut olanı inkar ederek ortaya çıkmıyor.
Neden? Başarılar elde edilemediği
halde kendi gerçeğine neden abartılı
yaklaşılıyor? Yaşama bakış açımızda
ve çelişkileri dönüştürmede uyguladığımız yöntemlerde belli bir inkarı yaşıyor olmamız gerçek bir başarıyı sağlatamıyor. Bu durum öncelikle kendi
kişilik gerçeğimize yaklaşımda açığa
çıkıyor. Kürt gerçekliğinin çözümlenmesi, tarihin tecrübelerinin güne doğru
uyarlanması, kişilikteki cins, sınıf çelişkilerinin, karmaşanın belirlenip güzel
olanı yaratmanın zemini haline getirilmesi çok önemli. Olumlu ya da
olumsuz tüm verileri ele almaktan kaçınmak, korkmak, sanki kişiliğinden
kaynaklı sorunlar yokmuş, zorluğu,
acıyı, kırılmayı ortam yaratıyormuş
gibi görmek daha başında yaşanan bir
başarısızlık olmuyor mu? Birbirine
benzer yaklaşımlarıyla örgüt militanları
bu yaklaşım yetersizliği, yanlışlığı nedeniyle başarısızlığı, hani denir ya bir
‘kader’ gibi örgütün ve kendisinin başına örmüş olmuyor mu? Kürt gerçekliğinin bin yıllardır inkar ediliyor
olmasına büyük bir karşı çıkış olarak
Önderlik, sadece Kürtler için değil,
insana ait olan ne varsa, tarihsel, güncel
tüm birikimi tecrübe ederek gelişme
zemini haline getiren bir gerçeklik
oluyor. Ne cins gerçekliğini inkar, ne
sınıf gerçeğini; ne ulus, ne kültür gerçeğini inkar etmemek, doğru başlangıçlar ve başarılı, güçlü sonuçlar için
Önderlik yaklaşımında belirleyici olmaktadır. Ancak böyle bir insan ve
toplum gerçeği yıkılmaz olabilir. En
büyük savunma gücü, etrafına ördüğü
yaşam ve tarih gerçeğine doğru yak29
laşarak geliştirilebilir. Yine bu yüzden
en büyük savunma gücü, inkar etmeden,
görmezden, anlamazdan gelmeden gerçeğe yaklaşmak oluyor.
İnsanı insan yapanın içindeki gelişim
ve değişim kuvveti olduğunu bilen
sistem, insanda öncelikle bu kuvveti
ortadan kaldıran bir ‘yaşam felsefesi’
yaratır. Gelişim her zaman için yeni
yaşam ölçülerine, yaşam anlayışlarına
kavuşturur. Hiç farkına varmadan aştığımız şeyler o kadar çoktur ki! Bize
önceden anlamlı, güzel, ileri gibi gelen
şeyler, şimdi ya da gelecekte yaşanılamayacak düzeyde geri gelebilir. O
halde mutlak olan hiç bir şey yoktur.
Bu anlamda sabitleyeceğimiz, mutlaklaştıracağımız bir bakış açısı da söz
konusu olamıyor. Hep bir yenilik, hep
bir değişim gerçeği kaçınılmaz oluyor.
Bugün kabul ettiğimiz şey, giderek
reddedilebilir ölçüler halini alabilir.
Bu anlamda doğa ve evren kendi doğal
gelişimiyle bir iradeye, gelişim gücüne
ve değişim kuvvetine sahiptir. İnsan
yaşamı da esasen bu dinamikler dahilinde ilerler. Önderlik “Evrene göreyim.
Evren nasıl ise ben de öyleyim” derken
felsefesinin bu değişim kuvvetiyle tanımlanması gerektiğini ifade etmiş
oluyor. Kırılmayı, durmuşluğu, kuruluğu, dogmatikliği yaşayanlar esasında
bir mahkumiyeti yaşadığının farkına
varamadan iradeli olduğu yanılgısı
içinde dönüp durmaktadırlar. Yaşamlarında değişiklikler yaratıyormuş ve
bu noktada iradeliymiş gibi duran hayatın bir kara deliğe çekildiğinin farkında mıdır? Cüce iken dev olduğunu
sananlar toplumu! İşte büyük bir çelişki.
Bunu aşmak her şeyin önünü açacak.
Önce bireyin, giderek tüm toplumun.
O halde tanrıların olmadığını bildiği
halde tanrıya tapınmanın öncülüğünü
yapan güçlerin elinden tüm inanç sistemlerini de alarak manevi değerleri
yaşatmakla yükümlü olduğumuzu bilmek gerekir. İradeleşme ve bunun için
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
gerekli bilinç düzeyinin bizlerde yaratılması, eskinin yıkılarak değişim ve
dönüşüme uğratılması çok önemlidir.
Bir sorumluluktur. Bir özgürlük düzeyidir. Bireyde özgürlük, toplumda özgürlük. Ne kadar özgür toplum, o
kadar özgür birey.
Çelişki neredeyse oraya yönelerek,
onu hangi yöntemle, neye yönlendireceğini tespit etmek kaçınılmaz. Doğru
bir bakış açısıyla esaslı bir kavrayış.
Ardından dönüşüm neye, nereye ve
nasıl sorularına güçlü cevaplar vermek.
Ve sonsuz bir arayışla, giderek yöntemi
doğrultmayı sağlamak. Bazı sonuçlar
çıktıkça da bunları genele mal etme
büyüklüğü. Elde edileni verebilme derinliği ile ‘hiçbir sorun bizi kendisine
mahkum edemeyecek’ diyebilme iddiası ve emek gücü. Başarıların güçlü
kıldığı bir kişilik, ama başarılarının
onu daha ileriye, daha derinlikli yaklaşımlara, amaçlara, hayallere bağlayabileceği bir sonsuzluk. Bu anlamda
Apocu felsefe, elde edileni topluma
vererek, hatta onun nasıl ele alınacağını,
neye uygulanacağını kavratarak bilinçlendirme ve yeniye, daha çelişkili
olana, bilinmeze yönelerek sürekliliğini
sağlayan bir felsefedir. Bireyciliklerin,
bencilliklerin aşıldığı bir insanlık akımıdır. Sonsuzluk ve hayaller bu anlamda hiç de ütopik değil. Büyük arzular ve hayallere yönelme, ama onu
hep somutlaştırarak güncel amaçlara
da bağlama, yeniye ulaşmayı temsil
etme gücüdür. Kendi bireyciliklerimizin
nerede, ne karşısında geliştiğini bilmek
önemli. Amaçları büyük insanların
kendisinden uzak tutacağı, ‘benimdir’
diyerek mülkleştireceği bir şey kalmaz
artık. Bir düşünce, ama özgür düşünce.
Ve bunu gerçekleştirecek bir beden,
bir can. Ama bedeni yere mıhlayacak
bağlardan da kendini koparmış, bağımsız bir can. Her an uçmaya hazır.
En olmaz alemlere ulaşma gücünü,
arzusunu, heyecanını taşıyan bir can.
Nîsan 2013
İşte emekli ve sonsuz bir yaşam gerçeği
böyle yaratılamaz mı? Hep yeniden
doğan insanlar toplumu haline gelinemez mi? En büyük engel bireyciliklerimiz değil mi? Küçük yaşam beklentilerimiz değil mi? Bu yüzden de bizi
sıkıntıya sokan, daraltan, korku ve cesaretsizlik yaratan bu değil mi? Maddi
şeylere bağlanan, hep bir şeyler yitireceğini sanan, bundan ürken bir gerçeklikle, aranan militan gerçeklik karşısında kendimizi bir çelişki haline
getirmiş olmuyor muyuz? Bu yüzden,
örgütle çeliştiğimiz, Apocu felsefeyle
çeliştiğimiz bir gerçek değil midir? O
halde maddiyat, bizi kendine bağımlı
hale getirmemeli. Biz her an uçmaya
hazır, hep tutkularına emekleriyle bağlanan insanlarız.
“Bana göre doğal insan
en büyük insandır”
İnsan düşünme gücünü eyleme dönüştürdükçe yaratmış ve giderek değişikliğe, gelişmeye yol açmıştır. Gelişim,
yaşama bütün yönleriyle hangi bakış
açısı, yaklaşımı hakim olursa olsun
değişmeyen bir gerçek olarak insanların
üzerinde yürüdüğü sağlam bir zemin
olmuştur. Gelişim zeminine bilinçli
katkı sunan bir örgüt, bir insanlık mücadelesi içindeki bireyler olarak düşünce
tarzımızı nasıl ele alabiliriz? Eleştiriyi,
gelişim ve değişimin hizmetine koyan
bir düzeyde sunabiliyor muyuz? Eleştiri
düzeyimizle insanı, gelişmeye kışkırtıyor muyuz? Bu noktada kendimize
yönelik doğru bir yaklaşımı gösteremememizin bir sonucu olarak eleştiri
adına ifade ettiğimiz her şeyle kendi
gerçeğimizi açığa vurduğumuzu bilmemiz gerekir. Soruna yaklaşımımızda,
geçmişle olan bağlara uzanmadan,
güncel etkilerle nasıl bir değişikliğe,
belki de bozulmaya uğradığını hesaba
katmadan ve amaca yönlendirilemeden
geliştirildiğinden her eleştiri itici, dar30
altıcı, kabul edilemez şeyler oluveriyor.
Burada söylenenin ne kadar doğru olduğu önemini yitiriyor. Doğru bir yöntem uygulanmadığından ilişkilerimiz
birbirini geliştiren ilişkiler haline gelemiyor. Örgüt, bireylerin kollektif
emeklerine dayanarak gelişir. Doğada
her olay bir diğerini koşullar. Her biri
öbürüne bağlıdır. Parça parça duran
her şey köklü bağlar içindedir. Diyalektik, doğada ve toplumda işler haldedir. İnsan eylemi ve düşüncesinin
doğayla uyumu, öncelikle kendi gerçeğinin çözümlenmesi, mevcut çelişkilerinin kaynağının, tüm bağlantılarının, ayrılıklarının iç ve dış tüm yönleriyle anlaşılmasından geçer. Kendisine
böyle yaklaşma gücünü gösteren bir
birey, olay ve olgular karşısında aynı
keskinlikle yaklaşmaya cesaret eder.
Uzlaşılacak, görmezden gelinecek, anlaşılması mümkün olmayan bir şey
kalmayacak. Rastgele yaşayan, neye
vurduğu belli olmayan, eyleminde, sözünde ve bir bütün olarak düşüncesinde
isabetsiz bir militan gerçeğine girmemiş
olacağız. Düşünce tarzında Önderlik
yaklaşımını geliştiremeyen bireylerin,
mücadele tarihi boyunca amaçtan kopuk, sanki büyük baskılar altında yaşıyor gibi duran, ölçüye, ilkeye gelmeyen, keyfi, kendiliğinden bir yaşam
çizgisini tutturduğu kanıtlanmıştır.
İlişki, tarafları netleştirmekten çoğunlukla uzak. Öyle bir düzey yaratılıyor ki her şey zamanla çıplaklaşacağına üzeri örtülebiliyor, maskeler takılıyor, yetkiler uzaklaştırıyor, güç olgusu araya mesafeler açıyor. Artık belirtilen farklılıklar geri felsefelere göre
hayat bulduğu için, doğal, çıplak, ilerleten, bir ilişki düzeyine kavuşamıyor.
Yetki yanlış ele alınıyor. Güç olgusu
ters işletiliyor. Sevgi bilinmiyor. Eleştiri
işlemiyor. Eleştiri işlese bile gerçeğe
yakınlaştıracağına daha da uzağa düşürüyor. İtici bir görüş halinde dillendiriliyor. Oysa Önderliğin insan yak-
STÊRKA CIWAN
laşımında tüm örtüler kalkıyor. Fazladan
konuşulacak hiçbir şey kalmıyor ve
yakalanıveriyorsun. Aldatılamaz bir
insan gerçeği karşısında durduğunu
fark ettiğin zaman esasında kendini
kandırıyor olduğun gerçeği tüm benliğini sarıyor. Bir bakıyorsun ki tüm
süsler dökülmüş, boyalar birbirine karışmış, sözler eski etkisini yitirmiş.
Belki bu bir boşluk anı. Kandırılamaz
bir gerçeğin karşısında sen de kendi
kandırılmışlığından çıkmak istiyorsan
eğer, aslında iyi değerlendirilebilecek
bir boşluk durumu. “Gerçeğin çölüne
hoş geldiniz” diyordu bir film. Bu,
gerçeğin acımasızlığı. Doğadan uzaklaşmış, yabancılaşmış insanın kuraklığı.
Nasıl bir işleyişe, gelişme diyalektiğine
sahip olduğunu bilmek yetmiyor. Onu
kendisine, yitirileni kendisine yaklaştırmak, hatta bütünleştirmek gerekiyor.
Bu, öyle mekanik bir yaklaşımla, kuru
bir biçimde gereklilikler olarak algılanabilecek bir durum değil. Bu bir
ihtiyaç. Bir ölüm ya da yaşam çelişkisi.
Gereklilik, zorunluluk bizde bu düzeyde
işlemekte. İnsanın gözlerine ‘senin
gerçeğin tümüyle şudur ve ben bunu
biliyorum, hissediyorum, anlıyorum’
diyebilecek güçte miyiz? Kandırma
ve kandırılma gerçeği karşısında Önderliğin yalın gerçekliği.
Apocu felsefe insanı düşünce gücüne kavuşturan tek yaklaşım. Düşüncenin dile getirilme gücünün ve
yarattığı etkilerin Önderlik şahsında
nasıl geliştiğini gerçekten anlamak
gerek. Artık çok konuşan insanlar
olduk. Ne düşünüyorsak bir şekilde
ifade edebiliyoruz. Ama nasıl konuşuyoruz. Gerçeğe ne kadar yakın?
Onu nasıl ifade ediyor? Doğallıktan
ne kadar kopuksak, toplumun, doğanın
gelişim ve değişim diyalektiğine ne
kadar uzaksak o kadar karmaşa içindeyiz demektir. Önderlik “Bana göre
doğal insan, en büyük insandır” diyor.
Karmaşaya son vermek elimizde. Bir
gerçeğe asılmak yeterli aslında. Sadece
onun emrine girmek. Zorlu bir yola
çekileceğimizi bilerek onaylamak yeterli. Silahları kuşanarak gerçeğin
arayışçıları olmaya bütünüyle karar
vermek yine. Sahte, süslenmiş, gizlenmiş olana, anlık bir hissedişe bir
küçücük bakışla bile yönelmemek.
Ya da tüm geri yönelimlerimizi büyük
büyük sorgulamak, esasa çekilmeye
hazır durmak. O zaman hayallerimiz
hayat bulur, sözler ağırlığını bilir,
yerini bulur.
Apocu felsefe bu anlamda sonsuz
bir arayıştır
Yaşam nasıl bir işleyişe sahip?
Tespitlerimiz onu her boyutuyla ele
alabilecek bir düzeye sahip mi? Yoksa
sadece bir şeyine asılıp her şeyi bununla mı tanımlıyoruz? Hatta her
şeyin karşısına o kendimizce tespit
ettiğimiz şeyi çıkarıp ‘belirledim,
yargıladım, astım, kestim’ mi diyoruz?
Ne kadar çözüm içeriyor? Bu halimizle çelişkimizi çözümleyecek, tıkanıklıkların önünü açarak yaşamın
doğal akışını sağlayacak sabrı, yöntem
çeşitliliğini, doğru bir yaklaşımı geliştiremiyoruz. Elimizin değdiği şey
aydınlanmıyor. Kürt ve Ortadoğu gerçeği çoğunlukla değişim ve gelişim
önünde bu bakış açısıyla kendisi
engel olmuş durumdadır. İnsana yaklaşımlarımızda da bu ölüm-yaşam
ikilemini yaratıyoruz. Kuraklaştırılmış,
bozulmuş insan gerçeğini, biz bu akkara ikilemimizden dolayı sadece
mahkum etmekle kaldık. Halbuki
çağların yarattığı bu bozulmuş, ama
kısmi gelişme dinamiği taşıyan bir
insan gerçeğiydi. Ve Apocu felsefe
bu insanın en olmaz denilen, gelişmez,
değişmez denilen gerçeğini güzelleştirmek, özgürleştirmek için var.
Demek ki kolay reddedilemez. Anlam
verilip, tüm boyutlarıyla değerlendi31
rilip özü ortaya konulur. Çözüme götüren yöntemi doğru tespit edilir. Değişim önünde engel olanın nasıl bir
tıkanıklığa yol açtığını artık anlamak
gerekir. Önderliğin sadece bize değil,
tüm insanlığa, hatta düşmanına da
bu şekilde yönelip mücadele ederek
bin bir emekle yarattığı yeni yaşam
özelliklerini bilmek gerekmektedir.
Bu noktada bir yüzeysellik, kolaycılık
ortada ve bunun yaşamla ilgili olgu
ve olaylara yaklaşımda yansımalarını
görmemiz gerekir.
Doğuşuna anlam veremeyenlerin
tüm yaşamı boyunca güzelliklere, kısaca yeni yeni doğumları gerçekleştirecek ufka, tutkuya, çabaya sahip
olması beklenemez. Neyi sorgulayabiliriz ki böyle bir durumda? Her
şey yaşamda var, doğadan anlaşılabilir.
Tüm verileri bir araya getirecek bir
yaratıcı yaklaşım gerekir. Her an doğumunu gerçekleştiren, kendi kendisinin ebesi olma sabrına, becerikliliğine kavuşan bir insanlık gücü haline gelinir. Hayatı hep yeni doğuşlarla
karşılama tutkusunu yaşayan insan
yani sonu gelmez bir arayışa sahip
olan insan olur. Apocu felsefe bu
anlamda sonsuz bir arayıştır. Varolanla
yetinmeyen, hep bulup ortaya koyan
ve onu zamanında, koşullara uygun
düzeylerde sunan, aynı çabayı ve
mücadeleyi yeniden yaratana kadar
sürdüren bir gerçeğe sahiptir. Bir insan, hele de bir militan küçük bile
olsa yaşam imkanlarını ve yaşanılan
çelişkileri kişiliğinde değişim dönüşüm potansiyeli haline getirecek düzeyde yoğunlaştıramaz mı? Ve bu
insan hiçbir şeyi idare etmeden, sonsuz
bir arayış ve çalışma tutkusu içerisinde, küçük bile olsa aşılması gereken
şeyi gerçek anlamda bir kişilik değişimine götürecek güçte doğuşlar, patlamalar sağlayamaz mı?
***
Nîsan 2013
GERİLLA ANISI
STÊRKA CIWAN
BU MÜCADELENİN DÜRÜST BİR MİLİTANI OLMAK İSTİYORUM
Nupelda ENGİN
“Ben bu süreçte bir
şeyler yapılması gerektiği
sonucunu çıkardım.
Zilan arkadaş, Beritan
arkadaş ve Slav arkadaşları
okuyorum. İçimdeki kin,
öfke, hırs ve heyecanım
‘hadi ne duruyorsun’ diye
zorluyor beni.
Benim kendimle
hesaplaşmamın
sonucunda bu sürece
denk ve anlamlı bir eylem
sahibi olmak istiyorum”
Dündar arkadaş 1989 yılında Siirt’te
doğar. Asıl adı Abdurrahman Enüştekin’dir. Gabar’ın Xursê köyünde doğan
Dündar arkadaşın ilk yaşam anıları
burada oluşur. Fakat 1993 yılında düşman köylerini yakar. Köylerine terk
edip Siirt’e yerleşirler.
Dündar arkadaş yurtsever bir aile
içinde büyür. Ailesi orta halli bir ailedir.
Dört erkek ve üçte kız olmak üzere
yedi kardeştirler. Mensubu oldukları
aşiretin ismide Boti olmaktadır. Heval
Dündar’ın kendi ailesi yurtsever ailedir.
Yerleştikleri Siirt’e okul okuyan heval Dündar lise birinci sınıfta okulu
terk eder. Okul okumak istememektedir.
Hatta okul okuduğu süreçte kendisinin
deyimiyle “toplum dışı işlerle uğraşır.”
Bunlarla birlikte okul okuduğu süreç
içerisinde babası heval Dündar’a zanaatlar da öğretmeye çalışır. Çalışkan
ve emeği karşılığı geçimini sağlayan
Nîsan 2013
Gabar halkının özellikleri ailesinde de
mevcuttur. Böylelikle heval Dündar’a
babası arıcılık yapmayıda öğretir. Genç
yaşta bir yandan sistemin Kürt halkına
reva gördüğü asi avarelik bir yandan
da Kürt insanın kendi toprağının emekçi, ketum yaşam ile iç içe büyür. Çünkü Gabar’ın insanı herhangi bir üretim
aracına muhtaç olmadan geçimini emeği karşılığında sağlayandırda.
Asi avare gruplar ilgisini çektiği
için bunlarla hareket etmeye başlar.
Böylece İstanbul, Van ve Tatvan illerinde kalır. Bu ilişkilerin içine girmesine
neden olan etkenlerden bir diğeri ise
arkadaşlık ilişkileri olmaktadır. Arkadaşlık ilişkisin de oluşan samimiyetten
kaynaklı bu yaşamı biraz uzar. Sistemin
yaşattıklarına da bir çok defa tanık olmuştur bu yönlü bir öfkesi vardır. Bir
kini vardır. Ama bu kin ve öfkenin
nasıl bir biçime kavuşacağı henüz belli
32
değildir. Bu yaşadığı çelişkileri ve
örgüt içerisinde iken şöyle ifadeye kavuşturur;
“Mevcut kişiliğimi aşmak istiyordum. Evden kaçmakla aile ve de çevreme karşı geliştirdiğim bir eylem ve
isyandı. Ancak geri kalmışlığımdan
kötü yollara girmeme neden olmuştu.
Bu gün de içimi kemiren bir çok şeyin
olduğunu söyleyebilirim. Öfkemi, kinimi kusmak istiyorum. İçimde ki o
hırsa hakim olamıyorum. Nedenleri
ise, en başta Önderliğin esareti, düşmanın her yönüyle Kürt halkına ve
O’nun özgürlük hareketine amansız
yönelimleridir. Buna karşı da hareketimizin içinde bulunduğu durumdur.
Yaşamımızda ki olumsuzluklardır. Tatmin ediçi yaklaşımların olmaması ve
bende ki çaresizlikte beni oludukça
zorlamaktadır. Ben bu mücadelenin
dürüst bir militanı olmak istiyorum. ”
STÊRKA CIWAN
Örgüt yaşamına katıldıktan sonra
tüm bu yaşadıklarını güçlü bir sorgulamadan da geçirir. Çünkü güçlü militan
özelliklerine olan bağlılığı oldukça artmıştır. Özellikle arkadaşlık ilişkileri
ile taşındığı noktayı daha kuvvetli sorgular. Bu aynı zamanda heval Dündar’ın
örgüte bağlılığını zamanla daha bir arttırır. Bu içinde bulunduğu yaşamdan
dolayı çabuk sinirlenen çok tahammül
etmeyen bir şekillenme oluşmuşsada.
Zamanla bunları çözümledikçe kişiliğinde ki mütevazi, örgütleyici, olgun,
sınırsız fedekarlık gösteren yanları daha
bir ortaya çıkmaya başlayacaktır. Aynı
zaman da bu arkadaşlık ilişkileri, samimiyete dayanan fakat bir ahlaki, insani yönü zayıflatan yaşam duruşuna
karşı çözümleyici bir yapılanması gelişir.
Bu tür yaşadığı dönüşümler ile kurduğu
yoldaşlık ilişkilerinde insanlığa yetecek
duyguları ve anlam gücünü adım adım
yakalar. Ve asi avare ve çetevari grupların yaşamı içinde yer almasına etken
olan arkdaşlıkları ve bu ilişkilerinde ki
samimiyeti yol açmıştır. Bunda dolayı
da parti yaşamı içinde hem kendine
karşı hem de ortamda ki bu yönlü gelişebilecek eğilimlere karşı sıkı bir mücadeleci olarak öne çıkar. İyi bir gözlemci ve çabuk görüp anlam vermede
de yeteneklidir.
Arkadaşlık ilişkilerinin düşüşe doğru
götürdüğü bir yaşamdan arkadaşı için
canını vereceği bir yaşama çıkış yapacaktır. Bu öyle bir can vermedir ki
bütün topluma mal olacak. Bir halk bu
öncü kadro duruşunda kendi geleceğini
yaratacak ahlaka ve ölçüye ulaşmaktadır.
Bu çıkış öylesi bir sonuca ulaşacak ki
toplum dışı olma durumuna düşmekten
çıkıp bir toplumun bağrında ki ateşe
dönüşecektir. Bir toplum böylesi yiğit
gençleri olduğu için kendisine karşı
güvenecek ve geleceği yaratan bu gençlerin onurlu duruşları ile ilerleyecektir.
Elbette bu gençler olmasa bir toplum
toplum olmaktan çıkıp sömürgecilerin
filinta uşakları, nazlı fahişeleri olacaktı.
Bu Gabar’ın yiğit genci gibileri olmasaydı bir toplum toplum olmayı unutmak
zorunda kalacaktı.
Sömürgeci ve egemen sistemin kendi
eliyle bu tür toplum dışına düşmüş, asi
avare grupları geliştirdiği bilinmektedir.
Sistem kirli yüzünün mafyalarını böyle
doğal bir örgütlülüğe kavuşturduğu bilinmektedir. Önder Apo “yaşam tüm
değerlerin üstünde tutulmak durumundadır. Özgür yaşamak isteyenin esas
görevi de yaşamı anlamaktır. Anlayabilmek yaşamaktır, yaşabilmek anlamak
içindir”demektedir.
Fakat sistem Kürt toplumunu öyle
bir aşamaya getiriyor ki ölümü de
yaşamı da bir anlam ifade etmiyor Kürt
gençlerinin. Özelde Kürt toplumsal yapısını parçalayarak bunu daha rahat
yapmaktadır. Böylelikle yaşamın anlam
yitirdiği yerde elbette ki ölümde sadece
bir bitiştir, sondur. Kürt halkı böylesi
bir sefil düzeye düşürülmek için neler
yaşamadı ki. Bu gün bu toplumsal geçmişimizi bilmemek bir yandan da toplumsal duyarlılığımızı da azaltmaktadır.
Toplumsallığımız her türlü katliama,
tecavüze uğratılırken bizler sistemin
çarkı içinde dönen bireyler konumuna
indirgeniyoruz. Elbette böylesi bir gerçeklikte yaşam anlamını yitirmiştir.
Kıymeti kalmamıştır. Kıymeti harbiyesi
kalmayan bir yaşam için yapılacak bir
şey kalmamaktadır elbette.
Tüm bunlar bütünün bir parçası olurken heval Dündar o sürecini şu ifadeler
ile getirmektedir. “Kinimi, öfkemi nasıl
ve kime nasıl kusacağımı bilmediğimden
ve sürekli içimi kemiren bazı şeylerin
olması beni sürekli birşeyle yapmaya
zorluyordu.” Ayrıca içinde bulunduğu
yaşam dışı yaşam ona çok fazlası ile
maddi imkan da sunuyor olsa da tatmin
olamamaktadır. Arada bir aklına köyde
iken evlerine gelen gerillalar gelmemektedir. Elinde bulunan imkanlar onu
tatmin etmez yine bir yandan arayışlar
33
heval Dündar’ın kolunu tutmuş kendisi
ile sürüklemektedir. Ve heval Dündar
küçükken köylerine gelen gerillaların
yarattığı etki o yaşam içerisende de
heval Dündar’ın peşini bırakmamıştır.
Belleği hep birşeylere dokunup bir
şeyler hatırlatmaktadır. Çünkü heval
Dündar kendi duyguların da ki yurtseverliğe ihanet etmemiştir henüz. O süreçte gerillaları hatırlarken yaşadığı hislerini de şöyle ifade etmektedir; “duruşları, hal-hareketleri, konuşmaları
bana çekici geliyordu. Ben sürekli bunun
sevgisini içimde yaşıyordum”.
Bir gün yine bir yerde kavga çıkartırlar. Heval Dündarların kavga
ettikleri bu sefer yurtsever gençlikten
olanlardır. Bu kavganın ardından
kavga ettiği yurtsever bir gençle paylaşımları gelişir. “Bu gençle paylaşmamla bu mücadele için bir şeyleri
yapma isteğim doğdu” biçiminde
bunu sonrasında ifade edecektir.
Sonrasında da bu ifadelerini şöyle
sürdürür; “Bu istekle canlı kalkan eyleminin sıcaklığını hissetmemle gidip
bu savaşı durduracağız havasıyla bu
eylemliliğe giriştim. Bu eylemin gerçekleşmesinden sonra HPG saflarına
katılmam ve bu mücadelenin bir militanı
olma kararını aldım.”
Böylelikle 2005 yılında gerçekleştirilen canlı kalkan eylemi ile dağa gelir
ve özgürlük saflarına katılır. Katılımını
gerçekleştirip henüz dağa gelmediği
süreçte gençlik çalışmalarında faaliyet
de yürütür. Tabi bunu fark eden ailesinde
ki devletçi olanların ihbarı ile tutuklanır.
Siirt’e parti faaliyetlerinde çalıştığı için
devlet yanlısı olan akrabalarından sık
sık ölüm tehditi almaya başlar.
Saflara katıldıktan sonra heval Dündar
ile beraber kalan silah arkadaşlarında
biri beraber kaldıkları günleri şöyle değerlendirir.
“Şehit Dündar arkadaşı 2006 yılında tanıdım. Daha önceki ismi Zınar’dı. Zap alanında ana karargaha
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
bağlı diş hastanesinde kalıyordu. Diş
hastanesinin işlerini koordine etmekle
ve gelen giden arkadaşlarla ilgilenmekle uğraşıyordu. O süreçte hastaneye geliş gidişlerde çok olmaktaydı.
Dündar arkadaşın ilgilendiği bu yerde
ki arkadaşlar küçük bir birimdiler.
2-3 kişilik birimdiler; ama bazen
günde 30-40’a yakın arkadaş onların
yanına gelip gidiyordu. Tabi Dündar
arkadaş öyle bir emekçiliği, çabası
vardı ki, arkadaşlara karşı insanları
utandıran bir çabaydı bu. Dündar
arkadaş genç bir arkadaştı. Aslen
Gabar’ın bir köyündendi. Aynı zamanda doğduğu Gabar topraklarında
gerilla olmak gibi bir isteği de vardı.
Bunun üzerine çok yoğunlaşıyordu.
Aslında Gabar halkı ve Gabar gerillasının da karakteristik bir özelliği
olan emekçilik Dündar arkadaşta da
çok belirgindi. Atalarının topraklarında, atalarının diyarlarında gerillacılık yapmak o alanları düşmandan
temizlemek, sömürgeci güçlerden temizlemek gibi çok bir büyük istemi
vardı”
Heval Dündar ile yaklaşık olarak
bir seneye yakın aynı alanda kaldık.
Biz ekmek yapmak onların kampına
gidiyorduk. Güzel bir fırınları vardı.
Nîsan 2013
Her seferinde gittiğimizde onca misafirleri olmasına rağmen o misafirlerle
uğraşıp aynı zamanda bizimle de oranın
yabancısı olmamamıza rağmen bir misafir gibi ilgileniyordu. Büyük emek
veriyordu. Bundan dolayı her zaman
O’nun emekçiliği kalbimin ve zihnimin
bir köşesinde dipdiri durmuştur. Tabi
Dündar arkadaşı 2007’den sonraki
süreçte görme gibi bir şansım olmadı.
En son Şehit Çiçek Devrimci Harekâtı yani Çukurca eylemi sonrasında Türk faşist devletinin geliştirmiş
olduğu saldırılar sonucunda şahadete
ulaştı. Onu cihazdan duyduğumda
çok üzüldüm; çünkü Gabar’a gitmek,
Botan’a gitmeyi çok istiyordu; ama
bu isteğine kavuşamadı. Ama kahramanca şehit düştü. Gerilla tarihinin
en büyük eylemlerinden birisine katılma gibi bir şansı elde etmiş bir arkadaştır. O genç yüzlü, O genç yürekli,
büyük emekçi bir kişilik olarak her
zaman zihnimizde yer tuttu. Şimdi
O’nun gitmek istediği Gabar dağlarında onlarca arkadaşı silah kuşanmış
düşmanla çatışmaktadır. Ve biz O’nu
her ne pahasına olursa olsun unutmayacağız ve de yaşatacağız.”
Ve heval Dündar ile beraber kalmış
bir arkadaşı da şunları dile getiriyor;
34
“Heval Dündar’ın önüne örgüt hangi işi verse yok demezdi. Sonuna kadar
o işi başarılı yapardı. Ve kendini verirdi.
Her zaman ön cephede ön yerlerde
yer almak ve bu gerçekliğe göre rolünü
oynamak istedi. İnsan O’nun katılımdan moral alıyordu. Zor koşullarda
ve yerlerde heval Dündar çok büyük
moral, güç, başarıya yatkın bir enerji
oluştururdu. Katılımı ile çok büyük
rol oynardı. Öyle bir katılımı vardı ki
etrafında ki arkadaşlarda O’nda güç
alıyorlardı, moral alıyorlardı. Yanındaki
yoldaşlarına çok tecrübe veriyordu.
Bunu yaşama katılımı ile günlük olarak
üst düzeyde gerçekleştirdiği katılımı
ile yapıyordu. Katılımı çok sınırsızdı.
Hesapsız, kaygısızdı. Heval Dündar
hiçbir zaman demezdi burası zahmettir,
şurası zordur. Yapamayacağı hiçbir
yer yoktu dağlarda ve başaramayacağı
hiçbir görev yoktu. En zor yerlerde
ve en zor koşullarda bile yapılacak bir
şey vardı heval Dündar’a göre. Fedai
bir ruhu vardı. En zor koşulları kendine
esas alır ve en zor koşullara kendini
hazırlardı. Zor koşullar ve olaylar karşısında bütün bunlar benim için en
büyük tecrübedir derdi. Heval Dündar
yoldaşlığında çok çok fedakardı. Çok
farklı bir yoldaşlığı vardı, kendinden
önce arkadaşını düşünürdü.
Geliye Tiyare olayında bile önce
kendisi kurtuluyor bir arkadaş ile
beraber. Bir yere kadar gidiyor. Ama
arkadaşlar gelmeyince çantasını tekrar bırakıyor ve arkadaşların yanına
dönmeye çalışırken şehit düşüyor.
Kendinden önce arkadaşlarını düşünürdü. Her zaman kuzeye gitmek
istiyordu. Onun için ön alanları öneriyordu. Büyük bir eyleme katılmaktan
keyif alıyordu. Onun için böylesi büyük bir eyleme katılmak büyük bir
şeydi. Büyük bir eylem onun için
normal bir şey değildi. Onun için
eyleme gideceği zaman da bütün arkadaşların önünde yola düştü ve gitti.
STÊRKA CIWAN
Daha biz onu vedalaşmak için görmemiştik ki heval Dündar yola çıkmış
ve gitmişti. Öyle çok büyük bir isteği
vardı. Eylemde de gösterdiği ruhu
her kim duyduysa çok çok etkilendi.
Neden çünkü fedai bir ruhu vardı.
Yoldaşına feda edecek bir canı vardı.
Gerçekten de her arkadaş heval Dündar’ı seviyordu, yaşamda çok fedakârdı. Yaşamda yaptığı işi başararak
yapardı. Bir işi her şeyini vererek
katılırdı. İşini çok iyi yapardı. O
yüzden arkadaşlar ona çok güvenirlerdi. Onun için her işte öncülük yapardı. Çünkü işini çok iyi yapardı.
Arkadaşlarla ilişkilenmesi de çok
iyiydi. Çünkü kendini ortak yaşamın
gerekliliklerinden sorumlu görüyordu.
Bu özellikleri etrafını da etkilemesine
neden oluyordu. Kendi katılım biçimiyle insana yaşama katılımı teşvik
ederdi. Sorumluluğa teşvik ederdi,
heval Dündar da böylesi bir ruh vardı.
İnsan moral alırdı. Ben diyordum bu
arkadaş bu örgütte çok büyük şeyler
yapacak kesin. Çünkü sorumluluk
ruhu, yaşama fedaice katılım ruhu,
her şey karşısında kendini sorumlu
görme ruhu çok öndeydi. Örgüt çizgisini çok savunuyordu. Yaşamda her
zaman örnekti gerçekten. Her zaman
ön alanlara gitme önerisi vardı. Başarı
ruhu ile böylesi alanlarda kalma ruhu
vardı. Zorlu alanlarda kalarak daha
fazla başarmayı öğrenme ruhu onda
vardı. Her zaman başarma ruhunu
kendinde yenilerdi.”
Heval Dündar’ ı görünce bu arkadaş
çalışa çalışa bir gün kendini öldürecek
sanırdınız. Kendini aşan bir temposu
vardı. Heval Dündar her geçen yıl yenilediği yönleri vardı. İlk başta daraldığı
noktalar karşısında sonrada oldukça çözümleyici yaklaşabilen bir duruşa ulaşmıştı. Ama bu duruma ise yoğun emek
vererek kendini aşan bir tempoyla katılarak ulaştığını hepimiz de çok iyi biliyorduk. Bundan dolayı da güvenilen,
çok şey beklenen bir arkadaştı. Ölümsüzler taburuna önerisi vardı. Ve bir raporunda bu yoğunlaşmalarını şöyle yazmış; “Ben bu süreçte bir şeyler yapılması gerektiği sonucunu çıkardım. Zilan arkadaş, Beritan arkadaş ve Slav
arkadaşları okuyorum. İçimdeki kin,
öfke, hırs ve heyevanım ‘hadi ne duruyorsun’ diye zorluyor beni. Benim
kendimle hesaplaşmamın sonucunda
bu sürece denk ve anlamlı bir eylemin
sahibi olmak istiyorum. Bu eylemi bireysel ve daralma sonucu olmadığını
belirtmek istiyorum. Bu eylem ulusal
çıkarlar ve hareketin amacı doğrultusunda hamlesel çıkış yaratmayı hedefliyor”
Ayrıca Gabar’a bir gerilla olarak
gittiği zamanda çok şeyler katacağını
düşünmekteydi. Ama adanmış bir yaşamın alevleri ile büyüyordu. Gabar’a
ulaşamadı belki ama Zap’ta yaptıkları
ve başardıkları ile Gabar’ı yaşadı. Ulaşamadı belki ama bir Gabar’ın yiğit bir
evladı olarak Zap’ta efsaneleşerek sonsuzlaştı. Semedarlara ve Samuraylara
Gabar’dan selam ulaştıran yürek yareni
oldu.
Heval Dündar uçakların vurduğu o
ilk gece en önde olan grubun içindeydi.
Ve vuruşlar esnasında vurulduğumuz
vadiden kendisini bir yoldaşı ile çıkartabilmişti. Sağlam bir yere ulaştıktan
sonra beklemişti. Biz iki sonra geri çekilirken bir taş altında çanta görmüştük.
Neden orada olduğunu bilmiyordum.
Sonradan öğrendim ki oraya kadar gelip
çantasını bırakıyorlar. O gece geliye
Pire vadisinden çıkan ve oldukça da
uzaklaşan heval Dündar arkadaşlardan
hiç kimse gelmeyince tekrar dönüyor.
Hem de düşmanın çok yoğun teknik
kullandığını da gördüğü halde. Arkadaşlar için birşeyler yapabilmek için
geri dönüyor. Daha Pire köyüne ulaşmadan köyün hemen yukarasında ki
Xane ovasına doğru açılan yerinde bulunan köprüden aşağıya doğru inerken
35
fark edilip yoğun bir şekilde uçaklarla
vuruluyorlar.
İki gün sonra ben de yanımda ki arkadaşlar ile suyu geçmek için köprüyü
arıyordum. Tahminen köprünün olduğu
yeri arıyordum. Karanlığın çöktüğü bir
geceydi. Köprünün olduğu yere geldiğimde köprünün etrafındaki bütün ağaçların yandığını fark ettim. İlerleyemedim,
birilerinin orada vurulduğunu anlamıştım. Ama şahadet olmuş mu olmamış
mı bilemiyordum. Etrafa bakınırken ne
kadar yoğun vurulduğunu anladım.
Acaba burada bir grup mu geçmiş arkadaşlar buraya yığılmış mı diye bakınıyordum. Ama taşlar, geçeceğimiz
köprü, hele ağaçlar öylesine bir katliama
uğramıştı ki. Ağaçlar karanlığın içinde
simsiyah közler gibi parlıyordu. Kendimizi suya vurup geçmeye çalışırken
eğilip su içmeye çalıştım; içtiğim bir
avuç su ile adeta boğuldum.
Olay yerinden çıktıktan bir süre sonra
o köprüde arkadaşlara yardıma gelen
iki arkadaşın şehit düşürüldüğünü öğrendim. İki arkadaş için düşman bu
kadar felaket yaratmıştı. Arazinin bütün
şeklini değiştirmiş, yakmıştı. Akan su
bile içilemeyecek kadar kirlenmişti. Ne
büyük bir hainlikle yüklenmişti. Saldırdığı sadece iki gerilla değildi, geri
dönen yoldaşlarını bırakmayan iki Kürt
gencinin ulaştağı bu ruhtu. En çok da
bu ruhtan rahatsız olmuştu. En çok da
bu büyüklük karşısında komplekse kapılmış, bütün aşağılık psikolojisinin
verdiği hınçla iki gence bir şehir dolusu
insana saldırır gibi saldırmıştı. Hem de
keşfinin altında hem de görerek yapmıştı.
Heval Dündar en yaman gerçek olan
ölümsüzlüğü yüklenirken yoldaşlık çizgisinin ölçüsü ve yaşatanı oldu. Yoldaşlarına hiçbir zaman unutmayacakları
ilke oldu. Bütün Kürt gençleri için
onurlu yoldaşlığın ve bağlılığın yaşayan
ve yaşatan bir emsali olarak kaldı.
***
Nîsan 2013
SEROKATÎ
STÊRKA CIWAN
Di Dema Nû De Nasnameya PKK’ê û Maneya Wê
Abdullah OCALAN
“Di dema nû de erka
bingehîn a PKK’ê ji ya
berê cuda ye. PKK’ê di
dema komê de bi bandora
îdeolojîk şer û çalakî dikir
bingehê xwe û rê li ber
tesîra polîtîk vedikir.
Divê tevî vê di dema nû de
bi nasnameya Kurd a
hatiye bidestxistin û bi
xwesteka ji bo jiyana azad
neteweya demokratîk
ava bike”
Bêguman qutbûna ji demên berê
nedihat maneya nasnameyeke cuda,
lê ne kopiyeke demên berê jî bû.
Pêşketina çêdibû ne ji aliyê hejmar
û çendayetiyê bû, pêşketina naverokê bû ango di warê kalîteyê de
bi pêş diket. Ne bi tenê di warê
nasnameya PKK’ê de pêşketin hebû,
di civaka Kurd a xwenûkirî de jî
veguherîneke naverokê ya bi kalîte
pêk hat. Ango mirov niha dikare
nasnameya PKK’ê ya hebûna xwe
ya dema gihiştin û stewînê vebirrî
û îspat kirî bi awayekî berbiçav
bide naskirin û pêkan e ku xwe bigihîne hinek encamên gerdûnî.
a- Serê pêşî bi giştî partî, nexasim
jî PKK partiya dewletdariya netewe
ya berê ya sosyalîzma pêkhatî nîne.
Bi tevahî partiyên sosyalîst weke
prensîb divê bi armanca dewlet
avakirinê neyên damezrandin. Sosyalîzm nabe ku bi amûra dewletê
ya modern bê avakirin. Amûra em
Nîsan 2013
jêre dewlet dibêjin bi xwezaya sosyalîzmê re li hev nake. Dewleta
netewe ya modernîteya kapîtalîst,
stûna sereke ya pîvana kara herî
zêde ya kapîtalîzmê ye. Sîstema
karê ya kapîtalîzmê bêyî dewleta
netewe pêk nayê. Her sîstema dewleta netewe têde hebe, bi pêkanîna
kara kapîtalîst ve girêdayî ye. Rewş
li cem sosyalîzma pêkhatî jî cuda
nîne, heta hebûna kapîtalîzma burokratîk bêhtir hewcedarî dewleta
netewe ye. Sosyalîzma pêkhatî nikarîbû bibe sosyalîzm û di vê de
avahiya dewletdariya netewe bi roleke diyarker rabûye. Ji partiyê ber
bi dewletê, ji dewletê ber bi partiyê
her gava bê avêtin wê bi înkara
sosyalîzma demokratîk bi encam
bibe. Di teoriyê de ji bo xwe gihandina civaka kominîst a weke
civaka bê dewlet tê tesewirkirin, li
gorî sosyalîzmê û şêweyê wê divê
di ti qonaxê de û bi ti sedemê
36
amûra dewletê neyê bikaranîn û ji
bo xwe gihandina civaka kominîst
divê mirov serî li amûra dewletê
nede. Sosyalîzm kengî bi hemû aliyan demokrasiyê pêk bîne wê pêk
bê; ew demokrasiya lîberalîzm wê
bi awayekî durû bi kar tîne û bi
rastî bi naveroka wê re li hev nake.
Mirov nikare bêyî demokrasiyê li
sosyalîzmê bifikire û li derveyî demokrasiyê jî bi riyeke din ti carî
ava nabe. Bi tenê bi jiyaneke demokratîk a tevlîbûna wê herî berfireh mirov dikare sosyalîzmê ava
bike.
Ji lewra xisleta yekemîn a partiyên sosyalîst divê ew be ku xwe
weke protîpeke demokrasiyê ava
bikin. Partiyeke nikaribe xwe demokratîze bike ew nikare civakê
demokratîk bike. Demokrasî bêotorîtetî nîne. Otorîteya demokratîk
ji otorîteya dewletê cuda, dikare
xwe di şert û mercên civaka siyasî
STÊRKA CIWAN
de pêk bîne. Dewlet civaka siyasî
li derve dihêle û xwe pêk tîne, lê ji
bo pêkhatina demokrasiyê hebûna
civaka siyasî ferz e. Civaka siyasî
jî ew civak e ku azadiya xwe pêk
aniye. Diyardeya siyasetê maneya
xwe ew e, civak di mijara berjewendiyên xwe yên heyatî de gihiştiye wê hêzê ku difikire, biryarê
dide û dikeve nava çalakiyê. Civakên siyasî nebûne, nikarin çarenûsa
xwe diyar bikin û di heman demê
de nikarin xwe demokratîk bikin.
Di navbera diyardeyên siyaset,
azadî û demokrasiyê de têkiliyeke
ji hev nabe heye. Yek bê yên din
nabe. Lewma partiyên siyasî bi
tenê weke protîpeke civaka siyasî
ya azad û demokratîk karin bibin
xwedî nasname. Ji lewra bi giştî
modelên desthilatdariyê, bi taybetî
jî desthilatdariya dewletê nikarin
ji xwe re mînak bigirin. Desthilatdarî û dewlet, herçiqasî weke hebûn
diyardeyên cuda bin jî bi awayekî
bingehîn yekdestdariyên hêz û mêtingeriyê ne. Tevî ku hêmanên karûbarê civakê bi rê ve dibin hildigirin jî ev hêman bi rola talî radibin.
Ji bo rewakirina yekdestdariyên
hêz û mêtingeriyê yên bi rola diyarker radibin têne bikaranîn. Ev
sedem hemû îspat dikin û têra xwe
rave dikin ka divê çima partiyeke
sosyalîst bi armancên desthilatdarî
û dewletdariyê neyê avakirin. Dîsa
têra xwe îspat dikin ka divê çima
bi tenê bi awayê demokratîk bên
damezrandin û sazkirin.
b- Partiyên sosyalîst tevî ku saziyên modern in, ji aliyê dîrokî ve
xwedî erk û berpirsiyarî ne ku li
beramberî modernîteya kapîtalîst
modernîteya alternatîf çêkin û biberidînin. Modernîte têgîneke bêalî
û notr nîne; têgînek e ku bingehê
wê yê çînî, siyasî û îdeolojîk heye.
Modernîteya serdest, tevî ku xwedî
karektera kapîtalîst e jî modernîteyên bi tîpên din jî hene. Modernîteya demokratîk di serê van tîpan
de tê. Modernîte di nava xwe de
demên civakî yên veguherînên bi
kok û cuda îfade dikin. Avahiya
îdeolojîk, siyasî, ekonomîk, teknîk
û zanistî ya serdema her modernîteyê xweserî xwe ne. Serdema destpêkê, navîn û nêz, her yek ji wan
li gorî xwe modernîteyekê temsîl
dikin. Wekî din her modernîte li
gorî xwe şêweyên xwe yên serdest
ên çînî, teknîkî, îdeolojîk, siyasî û
ekonomîk hene. Her yek ji wan li
gorî van şêweyên serdest karekterîze
dibe. Di serdema me de ji destpêkê
ve li ser şert û mercên jiyana me
ya modern mohra şêwazê daneheva
kapîtalîst heye, lê tevî vê yekê
mirov nikare vê serdemê bi her
tiştî bike malê kapîtalîzmê. Eger
sosyalîzma pêkhatî bi kapîtalîzmê
bi encam nebûya, pêkan bû wê jî
mohra xwe li modernîteyê bidaya.
Jixwe demeke dirêj jî wisa hat
fêhmkirin. Partiyên sosyalîst heta
ji hêmanên sereke yên modernîteya
kapîtalîst (şêwazê daneheva kapîtalîst, dewleta netewe û îndustriyalîzmê) nebihurin û li dijî wan
tênekoşin nikarin mohra xwe li
modernîteyê bidin. Sosyalîzma pêkhatî li dijî hêmanên modernîteya
kapîtalîst tênekoşiya, berevajî ji
ber ku bi qilifdûritina ji van hêmanan re mijûl bûbû bi kapîtalîzmê
bi encam bû. Eger partiyên sosyalîst
bi tenê hêmanên xwe yên modernîteyê (neteweya demokratîk, îndustriya ekolojîk û ekonomiya bazarê ya sosyalîst) bi pêş bixin karin
ji modernîteya kapîtalîst bibihurin
û karin modernîteya xwe bi rola
sereke rakin.
PKK nikare qîma xwe bi tenê bi
bihurîna ji dewletdariya netewe
bîne; di heman demê de bi xwea37
vakirina weke prototîpa hêmanên
modernîteya demokratîk dikare bi
rola pêşengiyê rabe. Di dema nasnameya nû ya PKK’ê de yek ji erkên wê yên sereke ew e, civaka
Kurd weke neteweya demokratîk
ava bike. Ji bo di vê erka xwe de
bi ser bikeve, beriya her tiştî divê
karibe xwe bike alternatîfa hêmanên
sîstema modernîteya kapîtalîst. Di
navbera xwebûn û bûyîna prototîpa
modernîteya demokratîk de cudahiyeke girîng heye. Eger nebe prototîpa modernîteya demokratîk, zor
e ku civakbûna xwe û serekbûna
xwe bi dest bixe. Jixwe partî ji bo
vê zoriyê ji holê rakin hene; kengî
bibin kakilekî pêşeng dikarin vê
zoriyê li paş bihêlin. Di navbera
hêmanên modernîteyê de, di warê
îdeolojîk, polîtîk û ekonomîk de,
di her qadê de têkoşîneke zêde
heye. Encama têkoşîna di navbera
wan de wê diyar bike ka kîjan modernîte wê bi rola sereke rabe. Partî
hêzên pêşeng ên vê têkoşînê ne. Ji
ber ku di Marksîzmê de têkoşîn
daxistin qada ekonomiyê bi tenê,
encam negirtin. Marksîzmê yeqîn
dikir ku modernîteyê û heta bi
tevahî hêmanên din ên modernîteya
kapîtalîzmê weke hene pêk bîne
wê karibe xwe bigihîne kominîzmê.
Lê têkoşîna modernîteyê ya tevî
hêmanên kapîtalîzmê hemûyan encam diyar kirin. Ji ber vê sedema
bingehîn hewcedarî bi modernîteya
demokratîk heye. Eger têkoşîn di
çarçoveya pêşdebirina alternatîfê
de neyê meşandin, ne pêkan e ku
têkoşîna li dijî kapîtalîzmê û tevahiya hêmanên wê serketî bibe. Divê
mirov bi tenê qîma xwe bi analîza
kapîtalîzmê neyîne, şertê pêşî ew
e, divê mirov teoriya modernîteya
demokratîk û di vê teoriyê de hêmanên alternatîf ên modernîteyê
zelal bike û têbikoşe. Lewma parNîsan 2013
STÊRKA CIWAN
tiyên sosyalîst bi awayekî bingehîn
xwe bi teoriya modernîteya demokratîk zelal dikin û li dijî kapîtalîzmê
têdikoşin. Bi tenê qîma xwe bi têkoşîna teorîk nayînin, tevî vê, amûrên pratîkbûnê jî pêşde dibin ango
neteweya demokratîk pêk tînin,
teknîkên îndustriyel ekolojîk pêşde
dibin û diyardeya bazara sosyalîst
pêk tînin. Kengî ev pêk anîn dikare
li dijî hêmanên modernîteya kapîtalîst serketî be.
Di nasnameya nûkirî ya PKK’ê
de weke berê hûrik û perçikên agahiyan der barê mêtingeriya kapîtalîst
de tinene, pêşbîniyeke têkûz a xwe
disipêre bi tevahî analîzkirina modernîteya kapîtalîst û paradîgmaya
wê ya nû ku xwe disipêre teoriya
wê bi xwe ya modernîteya demokratîk, heye. Qîma xwe nayîne ku
modernîteya kapîtalîst bi tenê tevî
hemû hêmanên wê ji hev derxe;
weke alternatîfa wê modernîteya
demokratîk weke hêzeke pêşeng
derdikeve holê, ev hêza pêşeng
Nîsan 2013
xwedî wê erk û berpirsiyariyê ye
ku tevî kokên xwe yên dîrokî bibe
xwediyê wan hêmanên der barê îro
de û bername, stratejî û taktîkên
van hêmanan bi ser bixin çêke..
c- Herçiqasî gotina hêza pêşeng
modelên partiyên klasîk bi bîra mirov bixe jî ji aliyê cewherî û naverokê ve cudahiyên xwe hene. Hêza
nû ya pêşeng prototîpa civaka demokratîk e. Modela pêş a civaka
neteweya demokratîk pêk tîne. Herçiqasî weke berê yekparebûna bername, stratejî û taktîkê îfade bike
jî di warê naveroka van têgînan de
veguherîneke girîng heye. Stratejiya
wê hêmanên modernîteya demokratîk dike bingehê xwe. Bername,
ji aliyê pîvanan ve diyar dike ka
wê heman hêman çawa bêne avakirin. Taktîk jî nîşan dide ku pîvanên
programatîk wê li ser xeta stratejîk
bi kîjan hêz, amûr û şêweyên têkoşînê bêne bicihanîn. Bername li
gorî paradîgma modernîteya demokratîk hedefên polîtîk, ekonomîk,
38
civakî, çandî, yên xweparastinê û
yên dîplomatîk diyar dike, stratejî
jî ji bo demên pêş diyar dike ka ev
hedef wê li ser kîjan bingeh û hêzên
taktîkî bêne pêkanîn. Ekonomiya
civakan a li dora neteweya demokratîk, îndustriya ekolojîk û bazara
sosyalîst ji hêmanên stratejîk ên
sereke ne. Hêmanên taktîk ên bingehîn jî wê hedefên bingehîn û hêmanên stratejîk bi cih bînin û ji bo
avakirina wan bi awayekî berbiçav
şêweyên rêxistin û têkoşînê yên
pêdivî bi wan heye, diyar dike.
Dema ku behs bibe têkoşîn û rêxistin, pirsa kadro derdikeve pêş.
Di civakên modern de girîngiya
pêşeng û kadroyan kêm nabe. Berevajî, bi sedema ku civak tevlîhevtir û aloztir dibin rola wan bêhtir
girîng dibe. Li vir a girîng ew e,
ka dîsa kîjan perspektîfê dikin bingehê xwe. Eger kadro û pêşengiyên
partiyê ji dinya modernîteya kapîtalîst nebihurin, çi zû çi dereng wê
veguherin hêmanên desthilatdarî û
STÊRKA CIWAN
mêtingeriyê. Eger di hêmanên modernîteya demokratîk de israr bikin,
wê kadro û pêşeng li gorî wê dirûvê
xwe bigirin. Eger li şûna perspektîfa
desthilatdarî û dewletê, ji perspektîfên otorîteya demokratîk, civaka
exlaqî û polîtîk danegerin, li gorî
nasnameya nû ya partiyê pêşeng û
kadroyên demokratîk wê bigihîjin.
Di dema nû de erka bingehîn a
PKK’ê ji ya berê cuda ye. PKK’ê
di dema komê de bi bandora îdeolojîk şer û çalakî dikir bingehê xwe
û rê li ber tesîra polîtîk vedikir.
Divê tevî vê di dema nû de bi nasnameya Kurd a hatiye bidestxistin
û bi xwesteka ji bo jiyana azad neteweya demokratîk ava bike. Herdu
qonaxên pêşî ji bo avakirina neteweya demokratîk gelek nirx bi ser
hev de anîn. Lê avakirina neteweya
demokratîk hê jî weke wezîfeyekê
li pêşiya wê ye. Lewma di dema
nû de yekparebûna bername, stratejî
û taktîkê bi vê avakirinê berpirsiyar
in. Em ê di babeta KCK’ê de rahêjin
hûrguliyên vê mijarê û ji hev derxin.
Di vir de têkiliya PKK û KCK’ê
girîng dibe. Hêza PKK’ê ya îdeolojîk, polîtîk û rêxistinî di çarçoveya
KCK’ê de divê ji bo bicihanîna
wezîfeyên hewce têrê bike.
d- Çawa ku wê ji van tiştên me
gotî hemûyan bê fêhmkirin,
kapasîteya îdeolojîk a
PKK’ê bi rexnekirina sîstema sosyalîzma zanistî û
sosyalîzma pêkhatî bi hêz
bûye. Li şûna nêzîkatiya
dogmatîk dikare nêzîkatiyeke dijwar a lêpirsînê nîşan bide. Di fikirkirina diyalektîk û ketina nava çalakiyê de pêşketin heye.
Di nirxandina rewşa berbiçav û pêkanîna veguherînên hewceyî de li gorî
berê bêhtir xwedî naverok
e, û hêzê dide jiyana azad. Mesafeya
di navbera îdeolojî û sosyolojiyê
de kin bûye. Cudahiya di navbera
sosyolojî û sosyalîzma zanistî de
jî kêm bûye. Danûstendina di navbera fikra îdeolojîk, sosyolojîk û
sosyalîzma zanistî de yekparebûnek
çêbûye û her ku diçe ber bi zanisteke civakî ya hevgirtî ve diberide.
Di vê babetê de PKK di serê wan
partiyên bi îdeal de tê. Hêza bingehîn a partiyeke sosyalîst bi rêjeya
lihevbûna wê ya bi zanista civakî
re tê pîvan. Hêza wê ya diyarker ji
girêdana wê ya bi zanista civakî
ye. Di kapasîteya wê ya îdeolojîk
û sosyolojîk de payeya zanistî çiqasî
bi pêş bikeve, di rola pêşengiyê de
jî wê ewqasî bi pêş bikeve.
Asta polîtîk a PKK’ê li gorî berê
di dema nû de têra xwe bi pêş ketiye. Ji ber ku kapasîteya polîtîk
bêhtir bi ezmûn û tecrûbeyê tê bidestxistin, PKK di vî warî de li
dinyayê yek ji partiyên sereke ye.
Tevî ku modernîteya kapîtalîst di
asta hegemonîk de dor lê girtiye û
lê şidandiye jî tesfiye nabe û ev
yek tecrûbeya polîtîk dide wê ango
wê bi hêz dike. Polîtîkbûna civaka
Kurd û polîtîkbûna PKK’ê di zikhev
de û bi awayekî hevdu bi hêz bikin
pêk hatiye. Gelê Kurd di dîroka
xwe de di dema xwe ya herî bi hêz
a polîtîk de ye û mirov vê rastiyê
ji bo PKK’ê jî bîne ziman di cih
de ye. Li cem PKK’ê polîtîka hundir
û derve di zikhev de pêk tên. Asta
polîtîka pêk tê hem têkiliya wê bi
dîrokê re hem jî têkiliya wê bi rastiya rojane û gerdûnî re hatiye
danîn. Herweha têkiliya di navbera
exlaq û polîtîkayê de jî xurt û têkûz
hatiye danîn. Di dizikhevdebûna
civaka exlaqî û polîtîk de bingeh
tê qebûlkirin. Di bingehê polîtîka
PKK’ê de bi qasî hebûna îdeolojîk
û sosyolojîk ango bi qasî hebûna
hêmanên zanistî, hêmanên exlaqî
û etîk jî hene. Têkiliya bi poetîkayê
re jî ango têkiliya bi hunerê re jî
paşguh nake û girîngiyê pê dide.
Bi vî awayî, polîtîkayê bi tenê bi
îdeolojî û exlaqê bi gewde nake,
bi awayekî hunerî jî wê heyî û manedar dike. Bi vê, hewl dide xwe
ji polîtîkayeke hişk û pûç bigihîne
diyardeyeke polîtîkayê ya dewlemend û heqîqeta wê.
Tevî ku di PKK’ê de ji aliyê
hejmara kadroyan ve ti tengasî çênabe jî di tevahiya deman de pirsgirêka bingehîn ji ber kolektîfnebûnê derketiye holê. Ne ferd bi
rola xwe radibin, ne jî hêza kolektîvîzmê têra xwe tê bikaranîn. Bi
qasî ku rolên ferdî bi rolên
xwe ranabin, reva ji kolektîvîzmê jî timûtim weke
qelsiyekê xwe nîşan dide.
Ji ber vê sedemê, ferd û rêxistinî gelekî ji taqetê dikevin. Pirsgirêka bingehîn a
ku di rojevê de cihê xwe
diparêze, kadroyê rêxistinkirî ye; ango rola ferdî bi
rêxistinbûnê dibe û birêxistinbûn jî bi kadroyên bi însiyatîf dibe.
***
39
Nîsan 2013
CIWAK
STÊRKA CIWAN
QADRO Û CIVAK
Aqademiya Zanistên Civakî Ya Abdullah Ocalan
“Rêber APO, di parêznameya xwe de girîngiyeke
mezin dide vê mijarê. Ji
ber ku di kevneşopiya ku
bi tekoşînên rizgariya
netewî, femînîst, anarşîst û
sosyalîzma pêkhatî zehf
niqaş û hewldan derketin
holê. Lê belê, ezezitiya har
a ku kapîtalîzmê pêşxistiye
li holê ye”
Eger em rastiya qadro, hebûna
qadro, pirsgirêka qadro, li ser bingeha
pêwendiya qadro û heqîqetê binirxînin, em bikaribin vê mijarê vekin,
em ê bikarin gelek mijaran bigrin
dest, gelek xalan binirxînin û gotûbêjan bikin. Lê belê divê em pêwendiya di navbera heqîqet û qadro
de bi zelalî diyar bikin. Biya min,
nirxandineke bi vî awayî, hê baştir
e û wê di cihê xwe de be. Dixwazim
li ser heqîqet û qadro, nêrînên xwe
diyar bikim. Heval dinirxînin, tê zanîn her nêrin, her bîrdozî, her tevger
bi qadroyên xwe heye, bê qadro
nabe. Vê çaxê, ev tê bîra mirov;
qadro her hebû û divê her hebe. Pêdiviya qadro çawa derketiye holê;
mirovatî çima pêwîstî bi hebûna
qadro dît? Gelek navên cur be cur
ên mîna pêxember, nûner, rizgarker,
milîtan û geleke din didin. Em bi
van navan pênaseya qadro dikin; ev
yêk dike ku heçku qadro mirova/ê
Nîsan 2013
bilind e. Em qala miroveke weha
dikin ku, hemû taybetmendiyên baş,
xweşik û bihêz a civakê di xwe de
dihewîne. Ango em dibêjên qadro
wiha ye. Em, qadro mîna rawêjkirina
şênber a heqîqetê diyardikin. Dibêjin
qadro heqîqeta rêxistinkiri û çalak
e. Ev çêbûn, gelo çima û ji ku derkete
holê. Ev pêwîstiya vi qadroyî kengê
derketiye holê. Çi pêwendiya vê, bi
parçekirin û berovajîkirina heqîqetê
re heye. Ez dibêjim eger em ji vir
bigrin û bînin; wê baştir be.
Civakîbûna mirov, rastiya civaka
exlaqî-polîtik, heqîqeta herî mezin
a mirov e. Ev yek, dema li rastî dagirkerî, destavêtin, çewisandin û berovajîkirina hêzên deshilatdar û dagirker were, bi xwe re pirsgirêka
azadiyê tîne. Girêdayî vê yekê, gelek
pirsgirêkên din jî peyda dibin. Qadro,
li hemberî vê berovajîkirin, ji rêderketinê, weke encama lêgerînên
çareseriyê derdikeve holê. Bi vê ras40
tiyê ve diyar dibe ku, di hemû qonaxên dîrokê de çêbûna qadro nîn
e. Bêguman mirovên ku pêşengî dikirin, mirovên ku bi tevlîbûn û çareseriyên xwe, bi afirînerî û desketiyên xwe ve rê nîşanî civakê didan,
jiyan hêsantir dikirin, jiyana mirovatiyê pêşve dibirin hebûn. Lê belê
ew mirov, di nava xwezabûna civak
û demên xwe de derdiketin holê. Lê
belê qadro, di encama tundewarî,
zext, destavêtin, mêtingêrî û berovajîkirina ku ji derve ve li hemberî
civakê dihatin kirin, derkete holê.
Qadro, li hemberê istîsmarkirina heqîqetê, destavêtin; xirakirin û valakirina heqîqetê derket holê. Li hember wan êrîşên dewlet-deshiladariyê,
wekî bersivekî derkete holê. Di vê
watê de çi dike? Nirxên ku tên talankirin, li rastî destavêtinê tên û
hatine xirakirin red dike; li şûna
wan nirx û pîvanên ku tên xwestin,
di kesayeta xwe de pêk tîne û nû-
STÊRKA CIWAN
nertiya wan dike. Bi awayekî giştî
taybetmendiyên qadro ev bûn. Di
vî warî de qadro, di nava civakan
de, wek nirxên pîroz tên bi dest
girtin. Civak nirxê wê/wî dizane.
Lê belê li gel vê rastiyê, ji aliyekî
din ve jî, biguman li nêzî qadro
dibin. Ango ji aliyekê rêzgirtî û bibawerî; ji aliyekî ve jî biguman li
qadro dinêrin. Bi guman nêzîk dibin,
ji ber ku zexta deshilatdaran zêde
zêde ye; dibêjin gelo wê qadro çiqas
bikaribe li hemberî deshilatdariyê
berxwe bide; bikaribe li ser piya bimîne. Ev fikareke her ku diçe kûr
dibe û di roja me ya îro de digihîje
asta herî jor. Ji aliyekî din ve jî herdem bendewariyekê ji qadro dike.
Eger, qadro bikaribe xwe ispat bike,
encax li pey wê/wî dimeşe. Eger bikaribe nûnertiya vê rastiyê bike,
civak wê/wî dide jiyandin, girêdana
xwe raber dike. Mirovên ku ji bo
civakê erk û berpirsiyariyên xwe
yên qadrotiyê bi cîh tînin, civak ti
carî wan bîr nake. Civak kesayet,
taybetmendî û nirxên van mirovan
di çanda xwe, zihniy eta xwe, stran
û folklorên xwe de dide jiyîn.
Dema heqîqet û civakîbûn tê parçekirin, di heman demî de encameke
din jî derdikeve holê. Zêmînê çêbûna
ferd (takekes) jî parçe dike. Li ser
vî esasî, divê em qadro hinek jî li
gorî rastiya ferdbûnê binirxînin. Li
cihê têgihîştina heqîqetê bêsînor tê
pûçkirin takekes, radibe dibêje “ez
takekes im” û dikeve pey ferdbunê.
Dibêje “ez heme, vîneke min jî heye,
nêrîn û nêzîkatiyeke min jî heye” û
bi vî awayî dixwaze ferdbûna xwe
raber bike. Eger mirov bala xwe bidiyê, taybetmendiya herî zêde ya ji
aliyê pergala dewletparêz ve tê bikaranîn ev e. Lê belê ya rastî, heqîqeta wê/wî hatiye parçekirin, ti têgihîştina wî ya heqîqetê nîn e, li
gorî ajo û pêdiviyên rojane tê birê-
vebirin. Lê belê di rewşeke wiha de
dibêje “ez heme, ez kes im.” Di çarçoveya heqîqetê de, rewşa ferdbûnê
wiha ye. Rewşeke trajîkomîk heye.
Eger em vê rastiyê nebînin û ji vir
ve dest pê nekin, em ê nikaribin
xwe bigihînin rastiya qadro. Li cîhekî
ku heqîqet tê parçekirin, têgeheştina
yêkpare ya civakîbûnê tê parçekirin,
ne pêkan e takekes û miroveke/î bitendûristî jî derbikeve. Eger mirov
vê rastiyê ji nêdîtî ve bê, ne pêkan e
xwe bigihîne qadroyeke/î bitendûristî
jî. Dema heqîqet tê parçekirin, zemîna
ku takekes di nav de tevdigere jî tê
lewazkirin û rûxandin. Ev rewş ne
pêvajoyeke hêsan e; pêvajoyeke pênc
hezar salan e. Di pêvajoyeke wiha
de takekes û civak her tê helandin,
parçekirin, berovajîkirin.
Beriya her tiştî, qadro divê di despêkê de pênaseya civakê û pênaseya
takekesbûnê bi awayekî rast bike. Ji
ber vê yekê ji bo mirov bibe kes,
bibe qadro, beriya her tiştî divê li
hemberî ezezitiyê bi awayekî dijwar
têbikoşe. Rêber APO dibêje; “ezezitî
giyana kapîtalîzmê ye.” Eger “ez”
zihniyeta wî be, ezezitî jî giyana wî
ye. Ji bo mirov bibe takekes, divê ev
zanebûna çewt ji holê were rakirin,
divê li hemberî ezezitiyê têkoşîn
were pêkanîn. Bêguman ev têkoşîn
bi hêsanî pêk nayê. Dema heqîqet tê
parçekirin, li şûne wê xwedê, pêxember, qral, xwedaqral, qasid û
hwd. tên peydakirin. Bi vî awayî,
heta qonaxa modernîteya kapîtalîzmê,
zihniyeteke ku takekes dike hîç û
pûç, dike qurbana civakê, civakê jî
dixe bin xizmeta deshilatdaran, serdest
bû. Ev têgihîştina heqîqetê li seranserî
cîhanê û mirovatiyê serdest bû. Di
qonaxên dewleta koledariyê û dewleta
feodal de takekes nîn e, ango tiştekî
bi navê takekesan nîn e. Eger mirov
bala xwe bidiyê, hemû hewldanên
di wan qonaxan de derketine holê,
41
bi tenê wek hewldanên azadiyê nayên
nirxandin. Di feodalaliyê de kes nîn
e, ango tiştekî bi navê takekes, takekesiyê nîn e. Ew hewldanan di heman
demê de wek hewldanên lêgerîn û
xwe afirandinê ya takekesan tên nirxandin. Bi van hewildanan ve dixwestin bandorên koledarî, feodalî,
monarşî, paşayetî û yên din a ku li
ser mirovatiyê bi navê heqîqetê hatine
avakirin, ji holê rabikin. Dixwestin,
mirovatiyê ji bandorên van deshilatdariyan rizgar bikin, xwe bigihînin
mirova/ê azad, civaka azad. Ev armanc, di nava hemû serhildanên ku
li qonaxên koledarî û feodalî de derketine holê de hene. Qadroyên di
wan qonaxan de derketine holê, xwestine xwe bigîhînin têgihîştineke rast
a heqîqetê, têgîhîştineke rast a civakîbûnê; bi vî awayî xwestine kesayeta
xwe ava bikin, xwe bigîhînin rastiya
xwe ya mirovbûnê, bibin pêşeng ji
bo civakê. Ji bona vê armancê, xwe
înziwayên dûrûdirêj dikin, li hemberî
nefsa xwe têkoşîneke demdirêj didin.
Jiyana heyî red dikin, qalibên zihniy
etê yên hene red dikin. Di bingeh
de, kevneşopiya pêxembertiyê, di
rêya takekesbûnê de, mînakên gelek
bihêz in.
Takekesbûneke bi tendûristî, di
heman demê de qadrobûneke bitendûristî jî derdixe holê. Takekesbûneke
bitendûristî jî, encax bi kesayeteke
azad, bi lihevhatina bi civakê re pêkan e. Takekesbûn û ezezitî ji hev
cuda ne. Takekes, li beramberî civakê,
erk û berpirsiyariyên xwe dizane, ji
civaka xwe hez dike, li gel civaka
xwe ye. Pêxember, bi redkirina jiyana
heyî, qalibên zihniyetê yên hene û
jiyana qaşo civakî ya heyî ve dibin
takekes. Hemû hêzên xwe jî, ji wir
digrin. Nirxên ku afirandine, ol û
nêrînên wan, paşê ji aliyê hêzên
dewletparêz û deshilatdar ve hatine
bidestxistin. Mirovên ku di warê taNîsan 2013
STÊRKA CIWAN
kekesbûnê de bûne mînak, li seranserê Rojhilata-Navîn zehf in. Ew
kesayet, di heman demî de li hemberî
qurbanîkirina takekes a bi navê xizmetkirina civakê jî têkoşiyane; li
hemberê xizmetkirina civakê ya ji
bo deshilatdaran jî têkoşiyane. Bi
vê wateyê, lêhûrbûna li ser rêya takekesbûnê û xwe gihandina qadrobûnê zehf girîng e. Takekesbûn mîna
destpêka hemû tiştan e, girîng e.
Takekesbûn, destpêka qadrobûnê ye,
destpêka hunermendiyê ye, destpêka
zanyariyê ye jî. Her çi dibe bila
bibe, lê belê beriya her tiştî divê takekes be. Ev jî encax bi xwe gihandina têgîhîştina heqîqet û têgîhîştina
civakîbûnê ya yekpare ve pêkan e.
Bi tenê xwe gihandina vê têgihîştinê
jî nabe. Pê re girêdayî, hest, fikir û
çalakvantî jî divê hebin. Di vî warî
de, li seranserî dîrokê, têkoşîn û
pevçûnên gelek dijwar; di heman
demê de gelek afirandinên gelekî
mezin jî derketine holê. Qadro, raberkirina yekparebûna fikir-zikir û
çalakiyê ye. Têgihîştina heqîqetê,
mirovbûna yekpare divê çawa be;
di hizir-lêhûrbûn û çalakiya xwe de
divê yekpare be. Civak, vê rastiyê
paşê, bi wêje û gotinan ve hewldide
mayînde bike. Em jî dixwazin vê
mijarê, bi awayên felsefîk, wêjeyî,
hestyarî, zanistî pênase bikin. Lê
belê, ev cure pênasekirin tenê bi me
re sînordar nîn e. Bi taybetî, di
qonaxa reformasyon û ronakbîriyê
de pênaseyên wiha gelek derketine
holê. Di qonaxa ku wek çaxa navîn
a tarî tê binavkirin de navê civakbûnê
zêde hatiye bikaranîn; ev bi xwe
berovajîkirin e. Têgîhîştina çewt a
heqîqetê ya ku takekes dûr dixe û
wî/ê dike qurbana civakê, hemû afirînêriya mirov kuştiye. Ji ber vê
yekê dibêjin çaxa navîn a tarî. Ango
takekes hate kuştin. Civakek heye,
lê belê ew civak jî di bin xizmeta
Nîsan 2013
xwedê de ye. Her wiha li şûna xwedê,
dêr-mizgeft hene, keşîş an jî xelîfe
hene; bi navê xwedê, ew birêvedibin.
Di encamê de tiştek namîne. Afirînerî,
cudahî, pirdengî, lêpirsîn; ew hemû
tên kuştin. Hewldan û têkoşînên takekesbûnê, di bingeh de li hember
van nêzîkatî û bûyeran wek serhildanekî derdikeve holê. Lê belê paşê,
kapîtalîzm wan hewldan û têkoşînan
dixe bin xizmeta xwe. Ew dijbertiyên
takekesî yên ku bi hezaran salan
komî ser hev bûne, li gorî xwe bikartîne; bayê vê têkoşîn û lêgerînê
digre pişta xwe. Var têkoşînan heta
dawiyê îstîsmar dike û bi vî awayî
ezezitiya kapîtalîzmê ya ku ezezitiya
roja me ya îro ye, peyda dike.
Di qonaxên koledarî û feodalî de
çawa bû; “civak her tişt e, takekes
nîn e”. Ango takekes qurbanî civakê
dihate kirin. Lê belê di roja me ya
îro de, bi rêya ezezitiyê, ji civakê
tol tê rakirin; ev jî bi navê takekesbûnê tê kirin. Di qonaxên berê de,
takekes hîç bû, dihata perçiqandin,
bê îrade dihate hiştin, înîsiyatîf jê
re nedihate dayîn. Ev têgihîştin û
helwest, di takekes de dijbertiyeke
hezaran salan afirand. Niha jî ev takekesî, tola xwe ji civakê radike,
hebûna xwe di tunêkirina civakê de
dibîne. Bi vî awayî li hemberê mirovahiyê û xwezaya mirov, êrîşkariyeke zehf mezin pêktê. Kapîtalîzm
vê yekê heta dawiyê bikartîne. Li
pêşiya ezezitiyê, wê çawa were girtin,
li ku derê were sekinandin, çawa ji
asta zirardanê were derxistin? Çareserî çî ye û wê çawa pêk were,
divê em di vir de bersivekê bidin û
çareseriyê diyar bikin.
Rêber APO, di parêznameya xwe
de girîngiyeke mezin dide vê mijarê.
Ji ber ku di kevneşopiya ku bi tekoşînên rizgariya netewî, femînîst,
anarşîst û sosyalîzma pêkhatî zehf
niqaş û hewldan derketin holê. Lê
42
belê, ezezitiya har a ku kapîtalîzmê
pêşxistiye li holê ye. Divê li hemberî
vê çi were kirin; di navbera civak û
takekes de dengeyeke bitendûristî
wê çawa were avakirin? Mirova/ê
ku bi heqîqeta xwe re bûye yek û
heqîqeta xwe pejirandiye wê çawa
were avakirin? Li ser van mijaran
zefh gotûbêj, lêgerîn û têkoşîn pêkhatine. Lê belê bersivên têrker nehatine peydakirin. Girêdayî vê rastiyê,
ezmûna sosyalizma pêkhatî jî, li
hemberî dewletê takekes û civak perçiqand; hem takekes û hem civak
bêbandor hişt. Encamên vê rastiyê
niha eşkere dibin. Bi awayekî herî
xirab, bûye zibilxaneya modernîteya
sermayedariyê. Ev jî nîşan dide ku
sosyalîzma pêkhatî nebûye çareserî.
Tevgerên anarşîstî û fêmînîstî li
ser qadrobûnê zehf niqaş kirine, tesbîtên xurt kirine. Lê belê hewldanên
wan negihiştiye asta rastiya civakî.
Ji ber ku di têgihîştina wan a heqîqetê
têrê nedikir, ev encam derketiye
holê. Pirsgirêka qadro, li pêşiya me
û tevgerên weke me de disekine û li
benda çareseriyê ye. Takekesê/a bitendûristî, civakeke bitendûristî wê
çawa were avakirin; dengeyeke bitendûristî ya pêwendiyê wê çawa
were danîn, divê ev pirs werin bersivandin.
Ji ber vê sedemê, eger em nikaribin
di navbera civak û takekes de diyalektîka rast ava bikin, nikaribin bigihîne têgihîştina rast a qadrobûn û
civakîbûnê; di vê mijarê de em nikaribin kûr bibin em ê encax li ser
pêdîviyên pratîkî yên rojane qadro
pênase bikin. Em dibe ku nirxendinên
baş jî bikin, lê belê wê pênaseya me
ji pêdiviyên pratîkî yên rojane derbas
neke. Ango wê nirxendinên me û
rastiya qadrotiya ku em dijîn û pêdihesin ji hev zehf cuda bin.
***
STÊRKA CIWAN
ROJAVA
CIWAN Û TEVGERA ÇANDÊ LI ROJAVAYÊ KURDISTAN
Mistefa RÊZAN
Dema mirov bahsa çand û huner
kîjan civak an netew bibe bila bibe
bik, mirov hebûn û nasnameyên
hişmendiyê tîne bîr û hişê xwe. Bi hezarên salan, netew û civeka kurd bûye
xwedî çand û hunerek dewlemend tevî
hemû zext û zordariya mêtîngeran.
Xwezayî ye ku ciwan bi têgihştinek ji
vê rastiyê re, cihên xwe di nava xebatên
çand û hunerê de bigirin. Rojavayê
kurdistan beşek ji kurdistana ku di bin
nîrê zordarî û mêtingeriyê de jiya û hê
jî derdê wê dikşîne. Lê mirov berî ku
bahsa rola ciwanan di tevgera çand
kurdî li rojava bike, pirsek wisa tê
bîra mirov; gelo rewşa ciwanên di bin
bandora rejîma Baas û Mordenîta kapîtalîst de çawa bû?
Bêguman rejîma Baas xwest çand
gelê kurd di bin bandora têgîna xwe
ya çand û hunera erebî bifetsîne, çandek biyanî ji çanda gelê kurd biafrîne.
Ciwan jî dema ji deryaya huner û
mûzîka kurdî, berhemên xwe çêdikirin, çanda Arabêsk pir bi bandor
bû. Lome bandora çanda Arabêsk pir
neyinî bû li ser xebatên çand û hunerê
ciwanên kurd. Ji ber ku çanda Arabêsk
berî ku çand û hunerê gelekî xera
bike, ruhê ciwanan dûrî hunera resen
dikir. Baş e ji bo ku mirov karibe
bahsa rola ciwanan di tevgera çand
û hunera rojava bike, pêdîvî heye ku
mirov bahsa danasandina bandora
hunera Arabêsk ya neyinî bike.
Çiye ev hunera Arabêsk? Ciwanek
çawa diafirîne. Çanda Aarabêsk ciwanên bi vîn mirî, bê hest, bi qedera
reş pir bawer û dûrî dînamîmza zanestî
ya mirovan diafrîne. Evîn û bedeweyên ruh dibin dîlên hunera qederek
reş. Hunera Arabêsk dibe girtîgeha
ku ruhê mûzîka kurdî ya resen berbend
dike. Hunera kurdî ji naveroka xwe
ya resen dûr dikeve û dibe jêgirtina
çanda mêtinger û dagirkeran.
Îcar piştî ku çanda Aarabêsk hate
zanîne, mirov dikare bahsa rewşa ciwanên ku di bin vê çandê de xebatên
çand û huner bi rêve dibin bike. Şûna
mûzîk û hunerek akademîk û zanestî
derkeve, rejîma Baas xwest bi çand
Aarabêsk ciwanek bê vîn û zanebûna
ruhê mûzîka resen biafrîne. Şûna ku
insterumantên wek saz, tenbûr, bilûr
pêş bikevin, org bû emrazek alternatîv
di çand û hunera kurdî de. Huner û
filoklora kurd a resen, bi çanda orgê
ya dawetan de êdî di bin metersiya
windabûnê de ma.
Ciwanên ku tekstên stranan dinvîsandin, li gorî çanda Arabêskê berhemên xwe derdixistin. Îcar gotin û
hunermend kurdin, lê awaz û mûzîk
bi ruhê çanda Arabêsk a Erebî bû.
Ciwanên ku di vê şêwaza huner û
çandê de kar dikirin huner û çanda
kurdî belav û xera dikirin. Jêgirtina
çanda Erebî ya dewletên serdest yên
Ereb bû. Lê dema tevgera azadiya
kurdistanê şaxên xwe li rojavayê kurdistanê berdida, komên çand û hunerê
kurdî bi dizî ava bûn. Ciwan li ser
instrumentên tenbûr, bilûr û sazan di
nava van koman de perwerde dibûn.
Lêgerînên li ser çanda resen a filoklora
kurdî û nûjeniyêe destpê kirin. Gav
bi gav ev pergala çanda Arabêskê ya
bi destê rejîma Baasa dihat pêşxistin,
ji hev dikeve.
Êdî ciwan dest avêntin çand gelê
xwe, stranên şoreşî gotin. Mîna gelek
43
ciwanên di koma Botan, Cûdî, Koma
Botan ya Kobanê, Agirî ya Amûdê û
Helebê, Engîzeka Efrîn. Her wiha
gelek hûnermendên ku dixwesin li
kaniya çanda kurdî vegerin, xebatê
dikirin. Ciwan di dibîstanên Amadayî
û zanîngehan pêşengiya vê çand û
hunera şoreşgerî kirin. Stranên azadiyê
û evîna şoreşê dihatin gotin. Hata radeyekê, çanda Aarabêsk paşket û
çanda netewa kurd a şoreşger pêşket.
Ev pêşengî piştî têkoşîna azadiya herêmên rojava ji bermahiyên rejîma
Baas, gihişt lûtkeya xwe ya herî
bilind.
Ciwan li her derê, korsên mûzîkî
li ser nota vedikin. Ev xebat bêtir di
bin banê Tevgera çand û hunera rojava demeşiya. Korsên mûzîkê li
malên gel, navêndên çand û huner
ev kors tên pêşxistin. Ya pir hêvî
didin ku şagirtên dibîstanan êdî berê
xwe didin korsa saz, bilûr, filût,
gîtar, def û her wekî din ji instrumentê
mûzîk hatin vekirin. Ciwan hem
pêşengiya van korsan dikin, hem jî
li ser van emrazên mûzîkê. Ji bo ku
çand û hunera gelê kurd pêşkeve û
çand biyanî li ser çanda azadiya
gelan têkbiçe, rola ciwan rola serekê.
Ciwan dikare di warê zaneyî ya akademîk li hunera kurdî ya resen xwedî
derkeve û çanda kurdî pêşbixe. Niha
jî ciwan gav bi gav ber bi pêvajoyak
girîng û nû ya tevgera çand û huner
ve diçin. Pergala çand biyanî ya li
ser çanda azadiya gelan têk diçe,
huner û çanda azadiyê mîna gulên
azadiyê bişkivin....
***
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
ÇAND
EHLAQ BİNGEHA CİVAKBÛNÊ YE
Akademiya Tev-Çand
“Cihê ku ehlaq lê nebe
pergala desthiladar
lê şintê û koka xwe ya
bêehlaq bêvîjdan di nava
civakêde belav dike”
Ehlaq pênaseya çalekîyên civakî
û şêwaza baş bi rêk û pêk kirina
jiyanêye. Dibingeh de ji bo hemû
pêwîstiyên civakî werin tanzîm kirin
û werin meşandin weke rêbaz pêwîstî
bi ehlaq heye. Diherikîna dîrokê de
jî dema ehlaq baş hatiye bikar anîn
bûye sedema ku civak biawayekî
hevpar, wekhev û di xwezaya xwe
de jiyan bike. Dema ku ji dervayê
pîvan û wata ehlaq derketin çêbû
ye we demê jî berovajî û çewtjiyan
kirin serdest bûye. Ev feraset çawa
ji hezaran sala berê ve di xwest diwarê wîjdanî an go diwarê ehlaqî
de civakê têk bibe, di roja me ya
îro de jî hîn dijwartir di xwaze
civakê ji pîrozîyê wê an go ji ehlaqê
wê qutbike û herwiha ji ehlaq an
go ji wijdan û civakbûnê qut girseya
çêbike. Wekeku têzanîn civak dihebûna xwe de herî zêde di watae
hlaq de jiyan kiriye. Di roja me ya
Nîsan 2013
îro de jî civak bivêrastiyaxwe liser
lingadimîne û tekoşînê li hember
desthilatiyê dide. Bi vê tekoşîna
xwe berhemên ku di afirîne hemû
civakîne.
Hemû nirxên civakî jî ehlaqîne.
Di civaka xwezayî de exlaq di asteke
pir mezin de dihate jiyîn. Her wiha
giredayî rêgezê ehlaq yê herî bingehîn jî baweriye. Berîya ku mirov
biaxivin, bifikirin û şoreşa ziman
pêşbikeve, bawerî jî ji pirtîştan re
pêşengtî kiriye.Civak bê bawerî
nabe.Ehlaq rêgeza civakê ya herî
rexistinkîriye û însan bixwe jî hebunekî ehlaqiye. Ehlaq mejiyê civakê
yê analatîk û hestiyarî dîke yek û
hevsengîya civakî ava dîke. Ehlaq
heza civake ya arişî ye. Hêzekî bi
pîvan û rêxistinkiriye. Minak mirov
bedeneki bifikire dema ku di bedenekîde organekî kem bibe ew beden zûbizû lî ser lîngan nikare bi44
mine, lê dema ku temam bibin ew
beden di xwezaya xwe de dibe hêz.
Ango rehên civakê yên xwînê û ya
ku civakê bi tevger dike, civakê
dide meşandin û ber bi wekheviyê
ve dibe ehlaqe.
Ehlaq nebe tu wateya civaka azad
û wekhev jî nîne. Ev mijara herî
bingehîne ku di civaka xwezayî de
peşengtiya jiyana wekhev kiriye û
wekhev jiyîn dibe bingeha jiyana
biahlaq. An go yêku ferq û cudatî
xistiye navbera mirov û sewala jî
ehlaqe. Politika hîn betir roleki xwe
yê roja ne afrînerî û sazî çêkirinê
dileyîze. Lê ehlaq bingehê civakê
ye. Ev jî hêştiye ku civak heyani
rojame ya iro were. Dema em dibejin civaka xwezayî despekê tişta
ku tê bîra mirov, di nav hevsengiyekî
de jiyan ava kirin, bi pivan û rast
jiyan kirin tê bira mirov. Dîsa bi
nirxê xwe ve giredayî azad jiyîn te
STÊRKA CIWAN
bîra mirov, hevdû hiskirin, hevdû
fikirandin tê bîra mirov. Mînak di
gunda de ev weke çanda dayîkê tê
jiyîn. An go rêgezên civakê yê herî
esasîne ku li ser koka xwe şîn dibin
û Rêber APO jî dibêje ‘her nebatek
liser koka xwe şîn dibe’. Wexta ku
kok xurt û esîl be li hember hemû
bahoz û bagera heza berxwedanê
dikare bide nîşandan. Ya ku dibe
rûbarê herikandina mirovahiyê ehlaqê civakê ye. Civaka bêehlaq tu
ferqa xwe ji koma sewala namîne.
Lê bele di roja meya îro de pergala
deshilatdar bê pîvantiyê bê çandbûnê
bê ehlaqiyê liser civake bi awayek
pir zirav bi teybetî jî birêya medyayê,
dil û mejiyê mirovan dişo, nexweş
dike û dîtevizîne cihê ku ehlaq lê
nebe pergala desthiladar lê şintê û
koka xwe ya bêehlaq bêvîjdan di
nava civakêde belav dike. Disa bi
kuştin, talan, metîngerî û hemû nirxên civakê yê herî pîroz ji xwere
girtin û berovajî kirin, nirxen civakê
yê herî piroz ”jinê“ di seride xistiye,
destavetiyê û jinê kiriye bende. Her
wiha qirîza çand û nasname di seride
şexsê jinê de pêkaniye. Di roja me
ya îro de çiqas hejmara mirov heye,
ji wê hejmarê zedetir cihê fuhûşa
hatiye çekirin. Pergala desthilatdar
çiqas xurtbibe ehlaq jî ewqas kem
dibe, lê ehlaq çiqas xurtbe ewqas
jî pergal lewaz dibe. Dîsa mêjiyê
mirov, hestê mirov hatiye vala kirin,
ji civakê dûr hatiye hêştin ji heqîqetê
qut hatiye dest girtin. Mirov dikare
bêje ku ev ji rê derketine ku pergala
deshilatdar di zihniyeta mirovahiyê
de dixwaze bide avakirin.
Derketina Rêber APO jinûve şinbûna nirxên civaka xwezayiye. An
go civaka xwezayî çawaku ya yekem
be, derketina Rebetijî ya duyeme.
Jiber ku civaka ku hatiye berovajîkirin, hatiye binpêkirin Rêber APO
ji nûve bigiyan û zindi kir. Bi ra-
manên xwe yê
civakparêzî
şoreşa jiyanê,
şoreşa
fikrî
peşxist. Neyênîyên ku pergala
serdest bi civakê
daye qebulkirin
Rebertî her deqe
her dem lêhûrbûnen kûr li ser
daye çêkirin û
nûbûnen nû daye
ava kirin. Lê pergalê di civakêde hêza hizirandin,
nûbûn û pêşveçûnê ji kokêde daye
kuştin. Jiber ku cihê fikir ango lêhûrbûn lê hebe ji bo pergalê xeteriye.
Weke ku di roja me ya îro de jî tê
dîtin, pergala serdest di xwaze cihana
robota bide ava kirin. Jiber ku pergala serdest di ehlaq an go wijdanê
civakî de derze mezin daye çêkirin.
Dîsa hinek kes bi birçîbûnê dimirin
û hinekjî bi dewlemendiyê serxweş
dibin. Di heman demê de ev
serxweşbûn jî ev birçîhêştin jî qira
civakê aniye. Pergala serdest bêçande, bêehlaqe, bêrastiye û bêdîroke. Jiber wê jî di xwaze her
tiştekî wekî xwe bike. Rebertî dibêje
“Dizê Malê” ango mirov ditevizîne
û dikeve rihe mirov. Disa bi tekoşina
PKK re mirovahî careke din xwe
digêhîne heqiqetê û zihniyeta pergalêde rizandin dide çêkirin. Jiber
vê di xwazin têkoşîna me tasfiye
bikin. Lê nizanin ev têkoşîn têkoşîna
gel û ya heqiqetê ye. Ev têkoşîn bi
fikir u ramanê Apoyî hatiye hûnandin
û tu caran neheqiyê be exlaqbûnê
qebûl nake û van xalên ku pergal
dixwaze bi civakê û cîhanê bide
qebûl kirin têkoşîna me tu caran
qebûl nekir û qebûl nake.
Her wiha hiquq jî kirina şuna ehlaq heye. Pergala serdest bivî awayî
dixwaze xwe rewa bike. Hiquq bi
45
zora devlete qanun û pîvanên gorxwe
li ser civakê rewa dike. Tu qanûn û
pîvanê devlete nakeve şuna ehlaq.
Jiber ku ehlaq hêzeki girêdayî civakêye. Civakê bi şeklekî xwezayî
rewa dike û civakê dihûne, diparêze,
hemû rengên koman di nava xwe
de digre. Şûna ku ferq û cûdatiyê
bike navbera koman, her tim hêza
yekîtiyê dide ava kirin. Lê hiqûqa
devlete ya ku niha bi rêka qanûn û
hinek pîvana dixwaze civakê bide
meşandin mirovahiyê xistiye navbera
çar dîwara. Jiber ku mirovahî bi
devlete yan jî bi qanûn û hinek pîvanên devlete şîn nebûye. Hêzek
tene heye, ew jî hêza ehlaqê. Ango
ne ya hiqûqê ye ne jî ya dewletê
ye. Lê wisa kirine wekî ku her tiştek
hiqûqe û bêhiqûq civak nabe. Ev
zihniyeta pir rengbûnê nîne, ya yek
rengbûneye. Ango huqûq ji bo devlet
bihêz bibe û ji bo civakê hilweşîne
ev hiqûq daniye pêşiya xwe û dimeşe. Lê felsefe û bîrdoziya Rêber
APO ya demokratîk li hember pergala serdest di xwaze civaka ehlaqî
û polîtîk ava bike. Her wiha gihêştina
heqîqetê jî hem dibe cewherê civakbûnê derxistina holê û hem jî
dibe rastiya pergala serdest derxistina
holê.
***
Nîsan 2013
TEKOŞİN
STÊRKA CIWAN
PİLİNGÊN TAMÎL ELAM
Zagros TOLHILDAN
“Rêxistina Pilingên Tamîl jî
wek hemû rêxistinên
azadîxwaz ji aliyê hêzên
serdest yên navnetewî ve
wek rêxistinek terorist hat
penasekirin”
Gelê Tamîl jî wek gelê Kurd gelekî
belave ye. ji ber sîyaseta Îngîlîzan bê
statu beşekî wan li Hindê, beşekî wan
jî li Srîlanka maye. Piştî bê statûbûna
bi salan, 1972’yan dî pêşengtiya Vilademir Batabacaranê 18 salî de rêxistina Pilingên Rizgariya Tamil
(Elam) hat avakirin. V.Barabacaran
him damezrêner him jî Serokê rêxistinê
ye. Demekî dirêj piştî kar û barên sîyasî 1983’an de şerê çekdarî dan destpêkirin. Li derveyê welat wek eniyekê
xwe tevger dikin. Alîkariya maddî ji
alîgirên xwe digirtin. Fedayiyên xwe
wekî Pilingên Reş binavdikirin. Di
nav mîlîtanên Tamîl de jinan jî cih
digirtin. Bi vî awayî rêxistinekî di cihanê de herî bi disiplîn û xwedî 1520 hezar gerîlaya bûn. Di nav wan de
bikaranîna maddeyên hisbir, heta cixare jî qedexe bû.
Fermandarên Tamîlan ji bona ku bi
saxî nekevin dest dijminê xwe heb yan
jî dermanên jahrî bi xwe re digerandin.
Pilingên Tamîl gelek çalakiyên bi bandor
û fedaîyane pêşxistin. Ji kuştina şaredaran bigre heta Serokwezîrekî Srîlanka’yê. Dîsa serokê Hindê Raca Gandî
Nîsan 2013
yê ku alîkarî dida hukumeta Srîlankayê
para xwe ji van çalekîyan girt, di encama
çalakiya jinek Tamîl de hat kuştin. Rêxistina Pilingên Tamîl jî wek hemû rêxistinên azadîxwaz ji aliyê hêzên serdest
yên navnetewî ve wek rêxistinek terorist
hat penasekirin. Li rixmê hemû astengiyan Tamîlan bi çalekî û pêkanînên
xwe yên xurt dî sala 2006’an de hukumeta Srîlanka anî ser masê. Di encama
hevdîtinên di bin çavdêriya netewên
yekbûyî de Pilingên Tamîl ji lîsteya
terorê hat derxistin û revebiriya heremên
Bakur rojhilatê Srîlanka’yê ket destê
Tamîlan.
Tamîlên ku li gor pêvajoya nû xwe
ne guhertin û nikaribûn di warê cîvakî
û aborî de xwe pêşbixin û dîsa çepgirtiya
klasîk û hişmendiya dewletparêz ya ku
tevahî çepgeran nikarîbûn xwe jê rizgarbikin, Tamîlan jî xwe jê rizgar nekirin
û pirsgirêkên xwe yên hundirîn çareser
nekirin. Hukumeta Srilanka’yê dema
ev nakokî dîtîn, di nav xwe de hevgirtineke çepgerên netewperest û nîjadperestan avakirin. Teknîkên nû ji derve
anîn û dîsa dest avêtên nav Tamîlan,
kesê dûyemîn di nav Tamîlan de Carola
46
û hin kesên wek wî bi dizî xistin nav
planên xwe, 2009’an êrîşekî berfireh
birin ser Tamîlan.
Encama dorpeçkirin û êrîşa li ser
navenda Tamîla û cîhê Barabacaran de
gelek kuştî û birîndarê Tamîlan û taybet
jî gelê sivil zerarekî mezin dît. Bi nokertiya îxanetkarên wek Carola dewletê
êrîşên xwe berfirehkirin. Heta mecal
neda ku rêxistin avakir, dijminên wî
gelek jê ditirisiyan û dest û alîgerên wî
pêbawerbûn, heya dawî pêve girêdayîbûn, yanî wek pilingê yekem dihat naskirin, hate kuştin û termê wî ket destê
dewleta Srîlanka’yê. Piştî vê bûyerê
Tamîlên ku darbeyên mezin xwarin,
hîn bêtir bêbawer ketin û 6-7 hezar gerîlayên Tamîl cihê ku bi lehengî şer
bikin, çekên xwe danîn û radestî dijminê
xwe bûn.
Di encamê de çend îxanetkaran li
ser hesabê azadiya gelê xwe hin tiştên
maddî û jiyanekî erzan bi destxistin.
Rêxistina ku xwedî disiplîna ji hesin û
hezaran gerîlaya bu tenê navê xwe di
dîroka de hişt.
***
STÊRKA CIWAN
POLÎTİKA
KAPÎTALÎZM
Berîvan ŞAM
“Lewra êdî di vê dema
me de dixwazin çîroka
mirov ji çavkaniyên wî
yên jiyanê bibirin û bê
kok û dîrok mirovan di
kêliyên xweşiya jiyanê de
defin bikin”
Veke mirov her deme em li xweşikbun, rastî û xweşbiyê digerin.
Heke ji şaneya yekemîn heya neha
em timî li bedewî û rastî digerin, bi
sekin em xwe fedayê wê dikin. Gelo
çima lêgerîn û rêka me li dor hevdu
dizivire ? Çima em tevî van derfetên
heyî di cihê xwe de sekinî, yan jî êdî
çav girtî di meşin? Pir li pey pirsê, di
fikrên me deserhildêrîyekî bê ravestan
dikin. Gelo ev çi astenge ku nahêle
mejiyê me aram û bi awayekî têkûz
li bêdawîbûna xweşikbûnê bigere?
Ev Bekoyê ketîye nav bêhname û
evîna heqîqetê de kîye? Ev dijminê
wateyê dikuje çiye?
Civaka me ya bêrawestan li mûmên
heqîqetê di gere, bi kîjan nexweşîyê
ketîye? Yan jî kîjan nexweşîyê xwe
berdaye nav dil û hinavên civaka
me? Emê çawa û bi çi awayî, xwe ji
vê belaya mejiyê me parçe dike xilas
bikin? Di roja me de serê xwe didin
ser çi balgî, êşa wê û ne rehetîya wê
bi dawî nabe?
Dîroka mirovahîyê bi xelatiya û
mizgînîya dayîka xwedavend bû xwediyê kombûn û bereketê. Lê, şahiya
mirovahiyê dereng nema û beramberî
dêwekî heft serî, qet têr nabe, bê rawestan xwîna mirovan vedixwe, civakê parçe dike û roj bi roj gewdê
xwe mezin dike. Ev çîroka dêwê me
ji Sumera heya niha tê hunandin, vegotin, vexwarin, xwarin, avêtin, pêlêkirin, tirsandin û nivîsandin. Ev çîroka ku zarok jê di tirsin, mezin serî
di tewînin, zanayên me nabînin, zindîyan di perçiqînin, hîsên me di tepisînin û axa me di rizînin. Çîrok; bi
kuştina kulîlkekê, windakirina dayîkê
û parçekirina civakê dest pê dike.
Dema di roja me de em li sîstema
kapîtalîzmê temaşe dikin, em kombun
47
û hûnandina Sumera bi awayekî sîstematîk çawa pêk hatîye dibînin. Kapîtalîzma bi zêdebûna hilberînê sermaya xwe di roja me de ava kiriye û
xwe bi navê ebed û ezel, dawî û seratayî li xwe dike. Di van 400-500
salên xwe bi gewde dike de weke
nexweşîyekî her diçe derdora xwe
daqurtîne. Ya ku kapîtalîzm me pê
dixapîne, di serî de koka vê ye. Ango
ji sedsala 16. ve digire dest û dîroka
ji dayîk buyînê xwe na sipêre çaxa
Sumeran. Ticarên ku her tiştî dikin
bihayê kirîn û firotinê, dîroka me ya
nayê kirîn û firotin jî di roja me ya
îro de dikin nav bazarekî pir erzan û
ji me digirin û difiroşine me. Bi rêka
burjiwaziyê Ronesansa ku ji bo nirxên
komunal û mirovheziyê bike bin xizmeta xwe û dewlet netewa ku bûye
bela ava bike. Di sala 1600 dê de bi
mezheba protestantiyê, ango tîcaran
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
bi ol jî karîbûn ticareta xwe rewa
bikin. Her viha şoreşên gelêrî yên
pîşesazîyê jî ku burjiwaziyê ji cewherê
wan vala kir û kirin xizmeta xwe.
Aborî, zanist û felsefe jî bernedan û
girtin gel xwe. Kapîtalîzmê li derdora
hemû pêşketinên mirovahîyê xwe rê
ve bir.
Di roja me ya îro her ku diçe tahakûma mirov li ser xwezayê, ya mirov
li ser mirov her diçe weka çandeke
qirkirinê pêş dikeve. Ango made li
ser ruh hâkim dike û her ku diçe
çanda desthilatiyê rewa dike. Ev cenawirê ku bi berdevkên xwe civakê
ber bi robotbûyînê ve dibin û civakê
ji hîmê wê yê bingehîn ê exlaqî qut
dike. Me gotibû çanda ticaretê di
roja me ya îro de di serî de maneviyatê
dide ber firotinê. Ji ber vê yekê her
legerînên zihnî dema di warê exlaqê
civakî, siyaseta civakî û dîrokê kûr
ne danîne û bihêz neke, wê xwe ji
binkeftin û xefika şaristaniyê xelas
neke. Da ku em bibînin, bibîhizin û
bizanin ka kapîtalîzm çiqqasî kiret û
lekeyekî ser exlaqê mirovahiyê divê
em bixwazin bibînin.
Çîroka lêgerîna me xweşibûn, rast
û xweşbiyê bêrawestan asoyên me
ber bi deryayên bêdawî ve dibe. Tim
û tim ramanên me bi tîrêjên zanebûnê
Nîsan 2013
ditemijîne. Çîroka lêgerîna me mejîyê
me ber bi herikîneke bê sekin lepirsînê
dike. Lê lêgerîna me bê ku têr bibe
kêlî bi kêlî xwe li serpêhatiyên nû
digere. Di mêjiyên me de lêpirsîn
tevna xwe vedide. Bedewî wêneyên
nipî nû nîşanî me dike. Çîroka hebûn
û pêşveçûna me ya ku kapîtalîzm bi
xedarî metînger kiriye. Rastiya me
nav xetmîna xwe de tarûmar dike.
Zanist û hunera ku bi ezmûn û
hestên xwezaya dayîkê hatibû hûnandin, di roja me ya îro de kapîtalîzmê bi awayekî bêhempa dorpêç û
bêrawestan kiriye bin berjewendiyên
komeke kesên ji civakê dûr. Bi dogmayên reşbînî mejiyê insanan bisînor
kirine. Me berê jî gotibû lêgerîn taybetmendiya mirov ya ku serê xwe li
ser balîf datîne û ti demê jê nayê qut
kirin. Bi taybetî vegotin û diyaloga
mirovan ji hevdu û xwezayê qut kiriye. Zanist me gotibû taybetmendiya
mirov e. Di roja me de weke sermayeya xwe ya taybet kiriye û li ser
hukmekî mutleq li ser dide meşandin.
Di heman demê de bi wî awayî dixwazin serhildêriya mirov li hemberî
ji rêderketinê bişkînin û berê mirov
ji ronahiya zanebûnê bidin ber tarîbûneke miriniyê. Lewra êdî di vê
dema me de dixwazin çîroka mirov
48
ji çavkaniyên wî yên jiyanê bibirin û
bê kok û dîrok mirovan di kêliyên
xweşiya jiyanê de defin bikin. Mirovê
ku bi berekî, kulîlkekê û darekî re şa
dibû, di roja me ya îro de di nav
civaka xwe de xemgîn û bêhêvî dijî.
Mirovê ku hemû pirs, zanist, tecrûbe,
kêfxweşî, bawerî, goman û lêger taybetmendîyên wan bûn. Îro di cih de
sekinandin û xwe kirina pêşiya heqîqeta mirov û civakê de. Lewre di
roja me ya îro de tirsa ji tirsê, şer li
ser şer, cîhana me di bin van êrîşan
de dinale.
Ya din jî pir rengîniya mirovan ya
di roja me de tê kuştin û vîn, azadî û
edalet dikevin bin venêrîna madeyake
bê ruh de. Kapîtalîzmê şêwazê çaxa
xwe ya bi navê modernîta kapîtalîst,
mirovan ji cewherê wan vala dike.
Tenê ev nebes bû mirov di cîhana dirûvî de hiştin û bê taybetmendiyên
mirovî hiştin. Teqlîd ku ti demî ne
şêvazê mirov e, ji berk û mirov ti pêdiviya wî/ê pê tine ye. Mirov ku me
gotibû dema ketiye ferqa xwe de dest
bi fikirîn û afrîneriyê kiriye. Di roja
me de em dibînin bûye ‘tiştekî’ nesneyekî herî erzan. Modernîta di serî
de tîpekî mirov yê bêked, hinek mirov
di ser xwe re dîtin û hinek biçûk
dîtin diafirîne. Dema em dibêjin modernîta ku temsîla her tîşt û şêweyê
jiyanekî dike wê demê kapîtalîzm
dema mirovan weka qalikekî bêwate
bike, wê demê çaxeke wisa jî mirov
nikare navê modernîta kapîtalîzmê
lê bike. Ji ber ki ewqasî tevlihevî pekaniye, bi têkoşînekî bêhempa divê
li hember bê rawestandin. Tîpekî mirov yê ku dixapîne, derewan dike,
komploger, tehekûmkar û derdora
xwe dide xapandin çedike. Di dîroka
mirovahiye de çaxekî bi qasî vî çaxê
kapîtalê rezîl wê bibe yekemîn ji
aliyê neyîniyê ve.
***
STÊRKA CIWAN
ANALÎZ
Dayikbûna Mirovahiyê
Zerya MARÎNA
“Mirovahî, destpêkê di
kesayeta jinê de, ji wê
jiyana ku ked, heskirin,
wekhevî, aşti û azadî tê de
serdeste hatiye derxistin,
bûye kole û serdemên ku
di bin dogma zext, zor,
perçiqandin, newekhevî û
tund û tujiyê derbas dibin
destpêkirye”
Rojhilata Navîn, ku penc hezar sal,
di pêşketinan de ji mirovahiyê re pêşengtî û rolê zayînê leyîstiye wê di
ruxandina wê de jî ew cudahiya ku
ev panzde hezar sele hîn jî mirov ji
bin bandora wê derneketine û her tim
bûye, xemila xeyalên wan û hêviyên
wan. Ev taybetmendiya Rojhilata Navîn ji wê dîroka wê ya demdirêj û diyarkeriya wê ya li ser kesayeta mirovahiyê tê. Ji ber vê ye ku Serokatî dibêje; “Rojhilata Navîna kesayet e”
dema ku mirov vê rastiyê bi awayekî
berfereh bidest bigre kesayetî ku hemû
pêşketin û aferînên xwe, xistiye bin
hizmeta mirovahî û dîrokê. Ji bo vê
yekê ye ku pergala şaristaniya ji bo
gelên Rojhilata Navîn jiyanî ye. Lê
belê ev rastiya pergala şaristaniya ji
bo şaristaniyên Ewropî, Emerîkî û
hwd. Ne bi heman rengî ye. Ew vê
rastiyê mina kirisekî ku kevin dibe û
pêwîste dem bi dem bêguhertin bê
guhertin dibînin û wisa tevdigerin.
Lê Serok Apo dibêje; “Rastiya Pergala
Şaristaniyê ji bo Rojhilata Navîn,
jiyan bi xwe ye:”
Ji ber vê ye ku ji Serdema Dayik
Salerî û vir de li hember pergalên
deshilatdar ên li ser navê mirovahiyê
hemû heyîn, bi dagirkirinê, talankirin,
şewitandinê, perçiqandinê... û hwd.
tev tunekirine û ev tunekirin heta roja
me jî bi awayekî hoviyane her ku
diçe dijwartir dibe. Lê Warên Heviyê
li hember vê hovitiyê tu carî, bi tu
awayî hêviya xwe wenda nekiriye û
her dem li benda şinbûna Dara Berû
ya Şaristaniyê ma ye.
Di nava rastiyekî ewqasî dijwar
ku êdî fikir, raman, hest û giyana mirovan tevî, taybetmendiyên xwe yê
mirovî wendakiriye û nikare li hebûna
xwe xwedî derbikeve û bi temamî di
bin bandora pişaftin û dagirkirinê de
mîna ku têkeve bin heft tebeqê erdê
de, 4 ê Avrêlê sala 1949 a li warê pêxembera gundê Riha, Amara ku di
orteya Hîla Zêrîn de cih digre de
Dara Şaristaniyê carekî din zîl dide.
49
Taybetmendiya Amara ya herî berbiçav terzê jiyana mirova ku ayidê
destpêka mirovahiyê yanî Şoreşa
Neolîtîk, gelên cihêreng ku ji destpêka
mirovahiyê de niştecihê van xakên
pîrozin û wateya ku van gelan bi
çanda xwe ya dewlemend û cihê rengiya xwe adeta ew kirine mozayiqa
gelan e.
Wekî ku ji wir vir jî diyar dibe,
van xakên pîroz di dîrokê de her
dem ji gelek pêxember, fîlozof... şaristanî, kralîyet û İmparotiriyan re
rolê dayiktiyê leyîstiye carekî din wê
vê rola xwe ya dîrokî bileyîze, lê vê
carê wê, ev dayiktî ji yên din cûda
be. Ji ber ku Dara Şaristaniyê bi
salan bê rawestan, bi rikdariyek mezin
li benda roja ku tola xwe ji pergala
domdarê Rahîbên Sumerî, ku li “Warê
Jiyanê” hemû jiyan ji wateya wê derxistine, tunekirine û anîne asta ku
êdî mirov nikarin li siya xwe xwedî
derbikevin, wê têkoşînekî bêhempa
bimeşanda.
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
Belê di destpêkê de kesî nizanîbû
ku ew dar, ji darên din cudaye ew
koka ku nû zîl daye, dara Dara Şaristaniyê ya ku bi hezaran sale kokê
wê hatine kolan û bi sale ye, bi hêviyekî mezin li benda şinbûna li ser
kokê xwe û parêzvanê nirxên şaristaniya panzde hezar sal e.
Belê zayîna ku 4 ê Avrêlê pêkhat
parêzvanê nirxên mirovahiyê yê ku
heta niha mirovahî û şaristanî bi hêviyekî mezin li bendewariya wî ne.
Ji ber ve ye ku diyarkerî û cudahiya
wî jî, wê mîna ya şaristiniyê li ser tevahiya mirovahiyê diyarker e. Jixwe
ew diyarkeriya di hîn di dema zarokatiya xwe derbirî û destpêkê di nava
jiyana gund de, li hemberî neheqî,
paşverûtî û dabû nêrîtên heyî, newekheviya di navbera çîn û zayendan
û hwd. her tim serî hildide. Û Li
hemberî wê jiyana ku carî nepejirîne
serî hildide, mîna teyrekî ku nû baskên
wî çêbûne, dixwaze bifire û her deverê
keşif bike, berê xwe dide deşt û newalan. Dema ku di nava wan re dimeşe û dibeze bi maraqekî pir mezin,
di nava fikran de li derdora xwe
mêze dike da ku li du tiştekî wendayî
an ne hatiye keşîfkirin digere.
Ew merap û serhilatdêriya wî her
dem derbas dibe, dibe sedema ku têkeve nava lêgerîn û lêpirsînekî kûrî
ku rê li ber têkoşînekî dîrokî ku heta
niha niha mîsalekî bi vî rengî nehatiye
dîtin.
Ew lêkolîn û lêpirsîna ku bi taybet
jî di kesayet û watedayîna hebûna
xwe de destpêkiriye wê pişt re hem
Ew, hem jî tevahiya derdor û cîhanê
wate bidanayê da ku ew lêpirsîn, lêgerîn û tenêbûn ne taybetmendiyekî
ku ya hemû mirovane, ew, taybetmendê ya pêxember, fîlozof ne.
Lewma wê lêpirsîn û tenêbûne kir
ku di kesayet û watedayîna hebûna
xwe de gelekî ku êdî hebûn û tunebûna
wan jî, nayê hesapkirin ji nû ve vejîne
Nîsan 2013
û di kesayeta wî gelî de jî, tovên hêviyê li Rojhilata Navîn û tevahiya
cîhanê reşand û ji bo şînbûna wî tovî
kete nava têkoşînekî ji agir afirandinê.
Di vê têkoşînê de gelekî ku kesayeta
wan bûye girêka kor, mêjiyê wan
bûye mîna axekî ziwa ku bi salan ne
hatiye avdan û ne jî baranê lêkiriye
ji têhna tev qelişîye, hestên wan
hatine korkirin, guhên wan hatine
kerkirin, çavên wan hatine korkirin
û zimanê wan lal bûye, tiştê herî
xedar û bi êş jî em dev ji zanebûna
ku zarokên dayika ku, şaristanî welidandiye berdin ne di zanebûna hebûna xwe de ne. Jixwe di rewşekî bi
wisa de mirov nikare li benda zanebûnekî wisa be jî.
Belê, ji gelekî wisa gelekî têkoşer
avakirin ne tenê ji bo gelê Kurd ji bo
tevahiya cîhanê dihat gotin ku ev
yek ne rastiye, ev tiştekî evsanewî
ye. Lê ev ne evsane ye rastiyekî ku
kokê wê digihêje çandekî kevna ya
berî panze hezar sal bi xwe ye. Di vê
wateyê de 4 ê Avrêlê, di kesayeta
Serok Apo de, zayîna gelê Kurd e.
Wekî ku tê zanîn gelê şerker têkoşeran pêwîst dike. Lê di rastiya Kurdistanê ya ku bi salan e Komara Tirkiyê bi pergala xwe ya olîgarşîk û
polîtîkaya xwe ya tunekirin, tunehesibandin û pişaftinê li ser dimeşandiye
û di encama van polîtîkayan de gelê
Kurd, bi temamî ji rastiya wan dûr
xistin ye, têkoşerên azadiyê afirandin
têkoşîna herî dijwar û zahmet dixwest.
Ji ber ku şikenandina ewqasî tabû,
dogma û ji rastiya xwe dûrxistin wekî
ku ewqasî hêsan pêk nehatiye, ewqasî
zû jî ji holê nayê ranabe.
Ji bo vê yekê jî, Serokatiyê her
qada jiyanê kir zemînê perwerdê û
bi têkoşînekî bê rawestan û bê navber
saniye bi saniye, bi hemû hêza xwe
têkoşîn kir û bi hezaran têkoşerên
azadiyê yê ku têkoşîna azadiya gelan
dimeşînin afirand.
50
Lê tiştê herî pêwîst ku di têkoşîna
azadiya gelan û mirovahiyê de pêwiste
bê gotin, têkoşîna şerê azadiya jinê û
afirandina jina azad bû. Ji ber ku jin,
di dîrokê de mîna zayend, netew, çîn
û hwd... koleyên yekemin in. Mirovahî, destpêkê di kesayeta jinê de, ji
wê jiyana ku ked, heskirin, wekhevî,
aşti û azadî tê de serdeste hatiye derxistin, bûye kole û serdemên ku di
bin dogma zext, zor, perçiqandin,
newekhevî û tund û tujiyê derbas
dibin destpêkirye.
Ji ber vê yekê jî, çawa ku şaristanî
û mirovahiyê di kesayeta jinê de
wendakiriye û ji hemû warê jiyanê
hatiye qutkirin, pêwîste qezençkirin
û serkeftina mirovahî û şaristaniyê,
carekî din di kesayeta jinê de ava
bibe û ew hesreta mirovahiyê ku di
cewherê Şoreşa Neolîtîk a hemdem
de veşartiye li tevahiya mirovahiyê
bê belav kirin...
Ji xwe kongreya me KADEK, ku
li ser nirxên têkoşîna sih salî ya PKK
ê, di 4 Avrêlê de hatiye damezrandin
û Bizava Azadiya Jinê ku dibin pêşengtiya Serok Apo de, têkoşîna ku
dimeşîne cewherê stratejiya vê têkoşînê bi xwe ye.
İro jî ast û berfirehiya ku têkoşîna
gelê Kurd ya ku di kesayeta Serok
Apo de destpêkiriye, Têkoşîna Azadiya Jinê û serhildanên wan ku li her
deverê Kurdistanê, Rojhilata Navîn
û her çar aliyê cîhanê belav bûye
ispata vê rastiyê ye ku gelê Kurd û
Jina Kurd, zayîna xwe di kesayeta
Serok Apo û KADEKê de dibînin û
bi vê zanebûne bidest digrin. Lewma
ku di kesayeta xwe de, bi biryarbûn
û baweriya ku ew tovên hêviyê yên
li ser van xakên pîroz hatine reşandin
wê carekî din jîndar bikin û li tevahiya
cîhanê belav bikin.
Ji dayikbûna mirovahiyê pîroz be...
***
STÊRKA CIWAN
BÎRANÎNA GERİLLA
ÇALEKIYA XWESER A LI BOTANÊ
Sozdar AVESTA
“Di payîzê de hevalan bi
giştî gundê
van cerdevanan dorpêç
kiribû. Ango berî ku em
pilanê çêbikin û çalakî
li ser wan bikin, dorpêç
kirina Osiyanê pêk
hatibû. Vê dorpêçê bi qasî
deh rojan dewamkir”
Sal 1994 bû. Em yekîneyeke hevalê
jin li Botanêbûn û li herêma Bestayê
diman. Jixwe di zivistana sala 199394 an de artêşa jinê yekemîn yekîniyên
xwe didane avakirin. Di dawiya sala
1993’ yan de ji bona avakirina artêşa
jinê fermana Sreokatiyê hat û her
heremeke Botanê hêzên wê bi şiklê
yekîneyan disekinîn. Ev yekîne hemû
hatin komkirin û rêxistineke wisa
hate çêkirin. Li Cûdî yekîniyek hebû,
li Besta yekîneyek hebû û li Heftenînê
jî du yekîneyên hevalên jin hebûn.
Li Garisa yekîneyek, li Beytûşebabê
jî yekîneyeke hevalê jin hebû. Di wê
demê de hijmara yekîneyan pir zêde
bûn. Hijmara yekîneya me ya herî
biçûk bi qasî 80 ê kesî bûn. Di wê
demê de li Besta yekîneyeke tabûra
bi liv û lebat hebû. Em jî weke yekîneya bi tevger a Bestayê bûn. Di
sala 1993’ yan de em taximeke hevalên jin hebûn. Di şer de tecrûbeyên
me çêbibûn. Lewra taxima parestinê
ya biryargeha Botanê û hevalê jin ji
qadên dîtir jî hatibûn, me xwe weke
yekîneyeke bi tevger birêxistin dikir.
Me di zivistanê de zêdetir perwerde
didît. Çi di hêla bîrdozî û jiyanî de
be, çi jî di hêla rêxistinî de be. Piraniya
xwe em li ser armencê avakirina
artêşê disekinîn. Çima artêşa jinê
hate avakirin? Armenc ji avakirina
artêşê çi ye? Mirazê Serokatî ji avakirina artêşa jinê çi ye?
Di çarçoveya dahûrandinên Serokatiyê yên li ser artêşbûna jinê, me
perwerde didît. Em hemû hevalên
jin bi coşeke mezin û bi heyecaneke
mezin me xwest em fêhimbikin û di
piratîkê de gavên saxlem bavêjin. Li
ser vî esasî ji bo beharê me xwe
amede kir. Li hemû qadan hevalên
jin di mijara artêşbûna jinê de xwedî
heyecan û kêfxweşiyekêbûn. Rexmê
ku di derbarê artêşbûna jinê de fêhimkirineke zêde nebû û kêmahiyên
me hebû jî lê dîsa ew heyecan dihate
51
jiyan kirin. Ji ber ku mijar ji me re
nû bû, dihate gotin: Emê çawabikin?
Di buharê de em çawa ketin piratîkê de, oparasyonên dijmin jî bi
awayek pir berfereh destpêkirin. Li
Gabarê oparesyonên dijmin destpêkirin. Ji ber wê jî ev yek ji bo me
hevalên jin tecrûbeya yekem bû.
Hêzên jin ji bo ku derbekê nexwin,
me li hemû qadê hevalên jin bişiklê
taximan bi cîhkirin.
Berê şêwazê tevgerkirina me manga
bûn. Lê belê di wê demê de me terzê
tevgerkirina xwe guhart û me kirin
taxim. Di şer de tecrûbeyên hevalên
jin jî hebûn. Lewra yekîneyên xwe
belav nekirin. Me jî weke sê taximan
bi hev re tevger dikir. Taximeke me
bi tabûra bi tevger re berbi erkekî ve
çûbûn. Em du taximê mabûn jî, hijmara me 57 kes bûn. Em jî li herêma
Besta diman. Ji cihê me re digotin
Mêrgamar. Em li wê qadê disekinîn
û tu hêz jî nêzî me nebûn. Tenê hêzên
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
jiyanê de be, çi di hêlê çalekiyan de
be û çi jî di hêlê taktîkî de be her tim
pêşengî ji yekîniyên bi tevger tê
xwestin. Ev erk û misyon ji me dihate
xwestin û pêwîst e em di qadê de vî
erkê xwe bi cih bînin. Erkekî mezintir
ji yekîniyên me yên hevalê jin dihate
xwestin. Ji ber ku artêşbûna hevalê
jin nû hatibû avakirin. Me çend caran
komên keşfê derxistin. Piştre me dît
ku du girê wan hene. Wan cerdevanan
jî mîna me ji bo parastinê gir digirtin.
biryargehê bi qasî çar demjimêran
dûrî me bûn. Hêzên dîtir pir ji me
dûrbûn. Lewra erkê me ew bû ku ji
bo dijmin nekevê qadê de em parestina
qadê bikin. Me xwe ji bo çalekiyên
xweser jî amededikir. Cihê ku em lê
diman hedefê dijmin ê herî nêzî me
gundê cerdevananbû. Ji wan re digotin
çetê Osiyan. Ew pir harbûn û erdîngariya qadê baş nasdikirin.
Di payîzê de hevalan bi giştî gundê
van cerdevanan dorpêç kiribû. Ango
berî ku em pilanê çêbikin û çalakî li
ser wan bikin, dorpêç kirina Osiyanê
pêk hatibû. Vê dorpêçê bi qasî deh
rojan dewamkir. Hevalên jin jî, di vê
dorpêçkirinê de cîhê xwe digirtin. Ji
ber vê yekê me digot: Pêwîst e em
derbekê teqez li wan çetan bixin.
Van cerdevanan li hemberî gerîla û
şoreşgeran gelek bi xirabî tevdigeriyan. Ji ber wisa pêwîst e em derbekê
li wan bixin. Em bi vê çalakiya xwe
pir bi israr û bawerbûn. Di heman
demê de hedefên nêzî me ew bû.
Herêma Mêrgemarê devereke xwediyê
daristanên pir geşbû. Te ji daran nikarîbû tevgerê bikî. Cihê ku em lê
diman pir tarîbû ji lewra te nikarî di
nav de bimeşî. Lê belê cihê ku ew lê
diman wisa nebû û rûtbû. Pir caran
hevalê biryargeha Botanê em şiyar
Nîsan 2013
dikirin û digotin: Heval dibe ku ew
çete carekî werin nobedarên we bidest
bigrin û hûn qet bi xwe jî nehesin.
Me jî dixwest ku berî ew werin
derbê li me bidin em derbekê li çetê
Osiyan bixin. Em rabûn me di nava
xwe de nîqaşkir, me got ka emê bi çi
awayî biçin ser wan. Ji ber ku çûyîna
ser wan ewqasî hêsan nebû. Di payîzê
de em weke 6 tabûran çûne ser wan
de û çalakî lidarxist. Niha jî em yekîniyekî hevalê jinin, lewra pêwîst
dike em baş keşif bikin û xwe amedebikin. Ji ber ku ev çalekiya me ya
xweser a yekem e û pêwîst e em
wendahiyan nedin.
Pêre jî derdê me ew bû; yekîniyên
hevalê jin yên xweser nû hatibûn
avakirin. Ji ber wisa pêwîst e em bi
serkeftî vê çalekiyê bikin. Çi di hêlê
52
Pezê wan jî hebû û dema ku dihatin
bêriyê û pezên xwe didotin, ji tirsa
re, berya her tiştî nobedarên xwe
derdixistin. Bêrî jî bi wan re dihatin.
Bêrîvana li wê derê pezên xwe didotin.
Hişedarê wan jî BKC û MG-3 bi
xwe re datanîn li serê gir û bi wî
rengî paristina xwe dikirin. Heta ku
şivanê wan cesaret dikin ku werin
ber sewalê xwe. Me jî pîlan kir ku
em êrîşê ser wan hişedarên ku têne
parestina pezdikin, bikin. Du gir digirtin, yek jê dûrbû û nêzî gundbû,
lê yek jî weke bereya pêşbû û henekî
ji gund dûrbû. Girê ku digirtin biçûkbû, derdorê wê vekirîbû û zozanbû.
Lê belê buharbû û giya digihişte bedena mirovan.
Me keşfa xwe kir, carna hijmara
wan zilamên ku dihatin ew gir digirtin
STÊRKA CIWAN
deh kesbûn û carnan jî kêmtirinbû.
Me ji xwe re digot ev hedefekî baş e.
Me ji nêz ve keşfa wî girî kirbû û me
pîlankir ku em bi şev xwe têxin
hindirê gir de û em xwe di cihê
saxlem de veşêrin. Dema ku cerdevan
hatin serê gir û ji beriya ku bighîjin
serê gir, wê demê emê li wan bixin.
Me pêre parestina hevala jî amedekiribû.
Di berbanga sibehê de û di demjimêr 3’yan de me keşfa xwe temam
kir. Mangekî hevalê jin ji bo çalakiyê
hatibûn amade kirin. Yekîneyeke hevalên jin jî di parestina wan de bû.
Me taximek danîbû parestina fereh û
bi vê awayi heval ji cihê çalekiyê
hetanî cihê me, di hindirê çeperan de
birêzkirîbûn. Cihek hebû nêzî cihê
çalakiyêbû, me jî li wir çalakî bi rê
ve dibir.
Heval çûn û cihê xwe girtin. Bi
rêya bêtêlê danûstendina me bi hevalan re hebû. Hevalan ji me re digotin: Me cihê xwe girtiye. Em ketibûn nava tirsa ku çete wê rojê neyên.
Eger ku neyên em nikarin lêbixin. Ji
ber hedefê me ne sabitbû. Piştre me
dît hîç hedefê xwe şaş nekirin û di
demjimêr neh û nîvan de çete ber bi
cîhê xwe ve hatin. Di pêş de heyanî
ku nêzîkî girbûn bi maşînê hatin.
Piştre peyabûn û çûn ku herin serê
gir. Piştî wê maşînê maşînekî dîtir jî
hat. Ew maşîn tijî bêrîvan bûn, ji bo
dotina pez hatibûn. Hîna bêrîvan peya
nekiribûn, me îşaret da hevalan. Me
got: Di wê maşîneya dîtir de bêrîvan
û bi tevê wan jî zarok hene, bila agahiya we he be, hişyar bin hûn li medeniyan nexin. Di destpêkê de wê
çete werin serê gir. Ev rabûn ber bi
tepa ve çûn, ewan jî mîna me diçûn
çalekiye û wekî me tevdigeriyan.
Wekî du baskan tevger dikirin, çar
bi çar çûn û du kesan jî parestina
wan dikirin. Li ser milê wan BKC
hebû.
Ew gava nêzî hevalan bûn, di navbera wan û hevalan de çar gav mabûn,
wê kêliyê hevalan li wan xistin. Dema
ku dengê çekan hat, ev çete wekî hovan, hema ketin nava tevgerê de.
Heta jinên wan jî ji tiştekî neditirsiyan.
Carekê dema ku heval çalekiyê li ser
wan dikin, jinê van çetan jî bi çek û
bi pêlavan êrîşî hevalan dikin û li
pey hevala dikevin. Hevala dema ku
li wan xistin du kesan parastin dikirin,
van herduyan xwe teqle kirin û xwestin parestinê bikin.
Pêre jî jin û zarokên
wan hemû ketin nava
tevgerê de. Qîreqîra
wan bilindbû. Me
rabû ji hevalan re
got: Xwe bikşînin û
neçin ser wan çekan
û neyînin.
Piştre me bi rêya
cihazê ew guhdar dikirin, kuştî û birîndarê wan çêbibûn.
Ango zerar dîtibûn.
Lê belê ev çalakiya
me ya xweser bi serkeftî derbasbû.
Berê jî destê wan di xwîna hevalan
de hebû. Di wê demê de derbekî
wisa li Osiyan xistin, ji bo me serkeftinek bû û pêwîstbû ev çalekî
werê kirin. Dema ku hevala xwe paş
53
de kişandin, ewan jî dane pey hevalan
û bi rêya bêtêlê dizanîbûn hevalê jin
birêve dibin û ê ku ev çalekî kirine
tev de hevalên jin in. Ji ber wisa li
ser bêtêlê pir gotinên xirab ji me re
digotin. Van çeteyan bêtêla xwe dabûn
jinên xwe û jinê wan digotin: Em
werin emê xortê we bibin, behsa hevalê xort dikirin. Me jî bersiva wan
ne dida.
Piştî çalakiyê me kemîn avête pêşiya wan. Me jî dixwest ku ew werin
û em derbekî dîtir jî li wan bixin.
Pevçûnê hetanî êvarî dewamkir, heval
jî bi wan re ketibûn nava pevçûnê
de. Lê belê dema ku dîtin ji bin kontrolê de derketine vegeriyan. Bê ku
dijmin derbikevê heremê, roja dîtir
piştî çalakiyê, hêzên dijmin jî anîn û
dest bi operasyonê kirin. Lê belê ji
herema xwe derneketin û nêzî qada
ku em lê diman nebûn.
Ev çalakî ji bo me serkeftineke
mezin bû, ji ber ev çalakiya xweser
a yekem bû. Piştre ji rêveberiya qadêre tekmîl hate dayîn û hate gotin:
Hevalên jin bi serê xwe li hemberî
çetê Osiyan çalekî kirin e. Evî jî
bandorekî mezin li ser heremê û li
ser hemû hevalan kir û herkesî ji
me re got: Em ditirsiyan ku ew çete
derbekê li yekîneya we bixin, lê
belê hûn berî wan ketin tevgerê û
we çalakî kir.
Hevalên jin ev çalakî bi serê xwe
kirin. Ev çalakî di buhara sala 1994
ê de hate kirin û yekîneya şehîd Mizgîn ev çalakî kir. Hinek ji wan hevalan
hîna saxin û hinek ji wan hevalan jî
şehîd ketine. Hevala Rewşen hebû.
Ev heval ji Rihanîkê bû. Hevala
Rojda jî ji Şirnexê bû. Hinek ji wan
hevalan niha cihê xwe di xebatê YJA
STAR de digrin. Ev çalakî arîşen
(moral), coş û baweriyeke pir mezin
bi jinê da qezenc kirin.
***
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
KIRMANÇKÎ
CEMATO EHLEQİ POLİTİK
Sinan SUTPAK
“Goreyê raştey da şaran
dê rojakewten da
miyanene projeyê
netewdewlete xinçêrîyena zangarêna û moyane
dê cemat dê rojakewten
da miyanene de bi arizî ji
şar de Kurdî
danisnayene”
Xo silasnayen/ naskerden de Merdimi ya cemat vijyo beyntar. Cemat
bi têhetamyayene, kombiyayene ya
merdimano bi gerar dê piya cuyaneviraziya. Nameyê na piya cuya
yene ya tewr verêne cemato xozayi
yo. Cemato xozayi bi bernameyên
dê pêyz cıyzyene, pêpowitene, ray
ü raybazan dê cu da cemathi ehlaq
o, babetê viraşten da nê ray ci raybazan politika yo. Çirê piyz cuyene
ray ü rêziki mazena. Ne ray ü rêziki
bi mirageseyz yanê bi politikaya
virazenê ü beni raybazê tu da ê cemati. Nê ray ü raybazê cemat dê
xozayi nustey niyê, zey dê ehlaqiya
werişten, ronişten, elege, têhili,
xorzdayen xitab dê merdimi de roşenê ü benê çand- karitena merdim- cemati Nê ray ü raybazi hafıza
da merdimi de yenê ronişten. Naneyê nê ray ü raybozan cemati miyon de zey ehlaqiya yenê silesnayene.
Nîsan 2013
Rêberê şarê Kurdî paradigmaya
şaristaniya demokratiik de nê babeti
wina formule keno: "Ehlaq hafizaya
merdimîya" Na hafiza xoriyey da
mejû ra yena û bena keriten/çanda
cematî. xorzdayene, şimitene, werdene, werişten û roniştene, uslup,
têkîlî, eleqe yê merdiman nimnena.
Hafizaya cemat dê ehlaqî polîtîkî
ware dê babetan dê resnayen da
endaman dê ê cematî de perwerdeyê
domanan, müsnayen da gencan de
zaf hassas tewgerena, haydar a. Bi
perwerde û musnayen da nesil/girn
de newi ya amyayena qewm dê xo
misoger kena. Na kerdena cemat
dê ehlaqî polîtîkî heman wext de
politikayê ê cemati yo.
Cemato ehlaqi cemato polîtîk o.
Reyber Apo polîtîkayî wina biname
keno "polîtîk pirgire/aloziyan dê
rojaneyan seno minaqeşe kerden û
çaregeyrayena cemati bixo ya"
Erciyayenê ziwanardeno ki mer54
dim na jiwere zi vajo û hayr banco
ser ki cemato wayîrê ehlaqî nê aloziyan sero pirsgireyan de xo emriyan
dê xo û dost dê xo sero, zaf heydaro
û zerritenik o. Ma nimuneyanê nînan
senê rojane têkiliyan dê şar dê xo
miyan de bivînîme.
Şarê ma şarên do mazlûm o, bindest o. Peyra verdeya yo. Hetê demariya deme erjê welat dê ma ê
sererd û binerdê ameyê telenkerdene. Na j^ü biya awantajên ki
şarê ma xusletaneê xo yê ehlaqipolîtîkan vinî nêkero, nêbo xeribê
nê hîna ji şar de ma miyan de yen^´
karardene.
Ma do cêr de biyarê ziwan ki bi
çi babet dek û dolaban a, desthildariya hegemonîke waşto ki na xozayîya şer dê ma cêser bifîno, şar
dê ma miyan de xiltey bikaro ki
hafizaya şar dê ma ya cematki de
emelanê zexelan bica kero.
Cemato ehlaqî-polîtîk miyan de
STÊRKA CIWAN
problemo ki di merdîman miyan
de vijeno beyntar zey dê problem
dê camatki gêrêno dest. Ê pirsgire
dê di merdiman sero problemê ceematki yenê rojw, sewata çareserkerdene gêrênê dest, seweta çareserkerdene sere tewneyêno. Bi no
babeta verniya probleman d^´ cematki hewna/hina ki nêbîyê girs
gêrêno. Na rêbazê camat de xozayî
ya dem de dayiksalari ya. Ewro na
rêbaze hareketa tekoşin da şar dê
Kurdî miyan de bi zanayene û bi
verniyinayena yana ramitene û zey
dê çand/karitena tevgere, heme rayvistenan dê hareketî miyan de ameya
roniştene. Heman rêbaze hetani
ewro, şar dê ma miyan zaneyene ki
cemato esir ki cemato xozayî yo.
Rêbaza esirtî ver de dem dê Neolitîkî
ra dest kerdo pey. Şar dê ma kurdan
miyan de no sosyalîte hewna estbiyayena xo rameno, paweno.
Cemato ehlaqi-polîtîk de tewgeyrayenê şexsi zaf kemî yê û zey
şerm yenê vînayênê. Ê ki problemen
estibo o problem ê eşire pero yo,
cematki yo. Çaregerayene ji lazimo
cematki bo. Tewgêrayena şexsi qebûl nêvînena. No rival ra yo ki modernîteyo qapitalist rew rewi rêseno
zîhnîyeta xo ya ferdpawitene defino
nê cemat dê ehlaqi- polîtîkî miyan
çirê ki cemat do ehlaqi polîtîk de
qezenc û vînikerdenî şexsi niye zey
qezenc û vînitkerdenê cematki gêênê
dest. Boreyê qezenc û vğinikerdenan
tedbîrî ji fina cematki yê, cu da cematki ya girêdaye.
Modernîteya qapitalist û cemato
ehlaqî polîtîk
Modernîteyo qapitalist Ewropa
de, bi vervîsten da Endustrîyalîzmî
ya bi ser kewt. Bi na serkewtena
qiwetê hegemonîkî ê newey goreyê
modernîte dê qapitalistî vijyay beyntar û pergala modernîte dê kapîtalîstî
ronê, goreyê raynisten da na pergale
xeftiyay.
Nê qiwetanê hegemonîkan bi
arizî bi destê Agro-saksoniya pirênên
do teliyên/strîyên şaran dê bindestan
rê dest. No pirên bi destê Îngîlizana,
bi ermaye û entellektueliya cihûnaya
feslneya û bi dar dê zoriya, bi fen û
fûtana, dek û dolabana deya şaran
dê rojakewten da mîyanêne ra. Nameyê nê piran dê teliyênî ki beden
dê şaran dê rojakewten da miyanên
de dirbetê seserey akerde "Netewdewlete" bî.
Mejuya modernîte dê Kapîtalîstî
na jiwere ma çiman vero rakena ki
nê modernîteyê bêyewmî tim û tim
cemato cozayî xo rê kerdo hedef.
Bi na tewgeyrayena xoya waşto ki
cemato xozayî cêser bifîno, endamanê cematê xozayî erjan dê ci ra
dûrî fîno û bikero xerîbê erjan de
xo. Çirê ki modernîteyo qapitalistî
bi îdeolojîyê xo lîberalîzma wazeno
ki xîtabê ajoyan dê merdimî bikero,
xo pawitenanê şexsi vejo vernî, bi
no babeta cematê xozayî cêser bifîno
ki bişo endaman goreyê berjewndiyan dê xo vejenê ê cematki, matemwiyatê ê camatî ji xo rê bikero
sermiyan û bixeftno.
Lejê dinyayî o yewmin de Nê
modernîteyê yewmî imparatorîya
cêservistena waşt ki xo rê qoloniyê
newey akero. Seweta qolonî kerden
da newê argûmanê neweyî lazimî
bî ki pa dekewo şaran û cematan
miyan, bixapêno, dekero xizmet de
xo. Argûmanê modernîteyî kapitalistî Netewdewlet bî. Qîwetê hegemonîki reng virna bî. Na renge
letekerdena Kurdistanî, parçekerdena
şar dê Kurdî esas gerîyê bî. Bi na
rengvirnayena şaren dê rojakewten
da miyanene miyan de sînorê sûnî
yê kî maseyan dê Îngilizan sero bi
cetwelan dê cihûyana anciyay bi
amey ronayenê. Polîtîkayê moder55
nîte dê kapîtalistî êdî belî bî. Bi
arizî sewata şar dê Kurdî "Lete ki,
ray a here û çinêbiyaye bihesibni"
Şarê rojkewten da miyanêne zafreng û zafvengî yê. Hetê ol, mezheb,
kamî, ziwan û kareteyî/kulturî ya
babet baetî yê.
Pirênê neteweya dewlete ji goreyê
" jü al, jü ziwan, jü dewlet" ameyo
reslnayene. Na resilnayen da pirên
dê netewdewlete de hîleyên do zaf
batî û nimite ert bî. Mareyêno ki
tede zaf şarî, zaf ziwanî, zaf olî estibê de idarekerdene do senin jü ziwan, jü şar, jü ol û jü dewlete biro
kerdene?
Ne babet dê hîle modernîte de
kapitalisthi sero rayber vina vano;
"Bi viraşten da projeyê netewdewlet
a probleên o ki do se serana biramo
ame destpeykerdene. Projê netewdewlete şaran dê rojakewten da miyanêne miyan de îlan kerdene şerî
ya" Goreyê raştey da şaran dê rojakewten da miyanene projeyê netewdewlete xinçêrîyena zangarêna
û moyane dê cemat dê rojakewten
da miyanene de bi arizî ji şar de
Kurdî danisnayene. Na xinçêrî bi
destê Îngilizana bi sermaye û entellektueliya cihûyane virajiyê. No
sed sero ki na xinçerî ra zengênine
cemat û şaren rojakewten da miyanêne miyan de nweşiyê cematkî,
merdimayî vejenê, dirbeta cinçerî
ra gûnîya ver şina. Bi versiyayen
da na goniya dinamik/livdarê cemat
dê rojakewten da miyanêne
vejan/enerjiyê xo teşqeleyan dê xomiyanênî de xerc kenê. Nê şar û
cematê ki qedimi yê emriyan û birayê pê yê bi no projeya bîyê dişmenê pê. Her roj gonîya pê fijnenê.
Derd hewna ji giran o. Raya çareserey akewten da rojî de ra.
pey ne nîvis eno...
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
FRAU
Die Amazonen von Mesopotamien
Von Dilar DİRİK
“Der Feminismus ist
heute eine Voraussetzung
im kurdischen
Widerstand gegen
Unterdrückung geworden:
Mit der PKK
verbundene Kreise
dulden keine Gewalt an
Frauen und sind aktiv im
Kampf gegen
Kinderheirat, Polygamie,
häusliche Gewalt, Ehrenmorde und
die Vergewaltigungskultur”
Militärkultur geht Hand in Hand
mit dem Patriarchat. Der nationale
Dienst in Form von militärischer
Aktion gewährleistet Männern in allen Arten von Gesellschaften traditionell einen Anspruch auf Staatsbürgerschaft erster Klasse. In Armeen
auf der ganzen Welt wird der ideale
Soldat an seiner Fähigkeit, nach sozial implementierten Konzepten aggressiver Männlichkeit zu streben,
gemessen. Indem sie sich auf idealisierte Konzepte von Maskulinität
und die Feminisierung von Schwäche
beziehen, gewinnen Militärs psychologische Bestätigung. Vergewaltigung und der sexuelle Missbrauch
von Frauen werden oft als systematische Werkzeuge der Kriegsführung
eingesetzt. Angriffe auf die Integrität
von Frauen werden ausgeübt, um
die eigene Macht über den Feind zu
Nîsan 2013
behaupten und ihn psychisch zu
schwächen.
Das Patriarchat konstruiert Frauen
als unterwürfige Teile des Eigentums, das Männer vor allem in
Kriegszeiten schützen müssen. In
den wenigen Fällen, in denen Frauen
eine Rolle im Krieg spielen, werden
sie erst für friedliche Versöhnungszwecke im Diskurs relevant, aber
ihr Engagement wird nie als gleichermaßen bedeutsam oder aktiv
wie das der Männer angesehen.
Frauen, die zu Waffen greifen, um
gegen das männerdominierte System
zu kämpfen, werden als Bedrohung
wahrgenommen. Und wenn Frauen
aus traditionell konservativ-patriarchalischen Gesellschaften sich als
aktive Kämpferinnen mobilisieren,
werden die Dinge sogar noch interessanter...
56
Keine nationale Freiheit ohne
Befreiung der Frau
Die Bedeutung der Frau im Freiheitskampf wurde in der Ideologie
der Arbeiterpartei Kurdistans (PKK)
von Anfang an manifestiert. Anstatt
sich als Nebenzweig der Partei-Ideologie zu entwickeln, ist die Befreiung
der Frau immer ein zentraler Bestandteil in der Theorie und Praxis
der PKK gewesen. Parteiführer Abdullah Öcalan bezeichnet die Versklavung von Frauen als den
schlimmsten Zustand des Nahen Ostens und behauptet, dass nationale
Freiheit ohne die Befreiung der Frau
nicht möglich sein wird. Die kurdische
Frau ist doppelter Unterdrückung
ausgesetzt: das nationalistische, türkische System schließt sie in ethnischer und wirtschaftlicher Hinsicht
STÊRKA CIWAN
aus, während die patriarchalischen
Strukturen der Gesellschaft sie auf
der Basis von Geschlechterdiskriminierung unterdrücken. Der türkische
Feminismus ignorierte die spezifischen Bedürfnisse von kurdischen
Frauen und betrachtete alle Frauen
als Türkinnen, während kurdische
Nationalbewegungen, die der PKK
vorausgingen, sexistische Strukturen
durchsetzten, die die Stimme der
Frauen im nationalen Kampf verstummen ließen. Zudem sind kurdische Männer in einer besseren Lage,
um am türkischen System teilzunehmen, während Frauen nicht die gleiche
soziale Mobilität genießen und weiterhin ausgeschlossen bleiben. Die
übergreifende Diskriminierung auf
mehreren Ebenen ist vielleicht der
Auslöser für das Freiheitsmanifest
der kurdischen Frau.
Autonome Organisation der
Frauen
Die Ideologie der PKK geht von
einem prähistorischen Matriarchat in
Mesopotamien aus, in dem die Menschen weitgehend Göttinnen verehrten, und in dem Frauen starke Führungsrollen in der Gesellschaft besetzten. Historische Quellen außerhalb
der PKK-Ideologie geben ebenfalls
an, dass kurdische Frauen schon immer emanzipierter als ihre arabischen,
türkischen und persischen Nachbarinnen waren. Die Wiederherstellung
der Autoritätsposition von Frauen ist
der PKK zufolge also eine Art Rückkehr zum Naturzustand. Frauen erhalten die gleiche Ausbildung und
auch die gleichen Waffen wie die
Männer, wenn sie sich den Parteireihen anschließen. Trotz des Widerstandes einiger feudal-gesinnter Männer, die der Guerilla aus den ländlichen
Dörfern in den 1980er Jahren beitraten
und die einen starken Kontrast zu
der ursprünglichen intellektuellen
Konstellation der PKK bildeten, setzten sich die Guerilla-Frauen selbst
dafür ein, dass das parteiliche Ideal
auch Realität werde.
Heute begegnet die Bevölkerung
den Frauen in der Guerilla mit großem
Respekt; ihr Status als Kämpferinnen
für nationale und geschlechtsspezifische Befreiung wird von vielen als
ein revolutionärerer Schritt als der
Kampf der kurdischen Männer angesehen. PAJK (Partei der freien
Frauen in Kurdistan), die den unabhängig organisierten ideologischen
Zweig der Frauen in der PKK darstellt,
führt theoretische Diskussionen und
Bildungsseminare zu Frauenfragen,
im Rahmen des Faches "jineology"
(kurd.: jin – Frau) durch, um Geschichte und gesellschaftliche Strukturen aus einer weiblicher Perspektive
zu kritisieren. YJA Star (Union der
Freien Frau) bildet die autonome militärische Organisation der Frauen in
der PKK, um die militärische Unabhängigkeit von Frauen innerhalb der
Partei zu etablieren - "Star" steht für
die antike Göttin Ishtar.
Radikaler Bruch mit Traditionen
Türkische Soldaten haben Guerilla-Kämpferinnen oft vorsätzlich angegriffen und missbraucht, gerade
weil sie Frauen sind. Der bereits aggressive und traumatisierende Krieg
erreicht noch eine weitere unerträgliche Dimension für türkische Männer,
wenn sie mit der Bedrohung durch
bewaffnete kurdische Frauen konfrontiert sind. "Während der offizielle
Nationalismus die Männer als "Terroristen" bezeichnete, reduzierte seine
patriarchalische Politik die Frauen
zu "Prostituierten"'(Mojab, 2001, S.
5). Die Vorstellung, dass Männer im57
mer die Täter und Frauen immer
Opfer sind, erlebt eine peinliche Herausforderung, wenn Frauen die Aggressoren sind und verdeutlicht somit
das sexualisierte Gesicht der Kriegsführung. Cynthia Enloe erklärt:
"Männliche Krieger betrachten Amazonenfrauen als eine militärische Herausforderung und als eine sexuelle
Herausforderung oder besser, als eine
sexuelle Herausforderung, eben weil
sie eine militärische Herausforderung
darzustellen wagen" (Enloe, 1988,
S.117).
Was bedeutet also das Auftreten
von starken, kämpfenden Frauen, die
aus einer traditionell konservativen,
patriarchalischen Kultur stammen,
für die Gesellschaft?
Der radikale Bruch der GuerillaFrauen mit Traditionen, die kurdische
Frauen sonst in einem passiven Zustand halten, ist in vielerlei Hinsicht
ein revolutionärer Schritt. Eine ehemalige Guerilla-Kämpferin, die Archäologie und Kunstgeschichte studierte, bevor sie der PKK beitrat, erklärt: "Kurdische Frauen äußerten
der PKK gegenüber von Anfang an
einen positiven Reflex. Die Frauen
erkennen, dass sie nicht vom nationalistischen und patriarchalischen
System des türkischen Staates profitieren können. Sie haben durch ihn
bereits alles verloren". Durch die
Kampfansage an das Patriarchat,
konnten sich die Guerilla-Frauen
nicht nur in ihren militanten Reihen
emanzipieren, sie üben außerdem einen weitgehenden Einfluss auf die
allgemeine kurdische Bevölkerung
aus.
Gesellschaftliche Transformation
in Kurdistan
Der Feminismus ist heute eine Voraussetzung im kurdischen Widerstand
Nîsan 2013
STÊRKA CIWAN
mur (Südkurdistan) schließt Männer,
die ihre Frauen schlagen aus dem
Lager aus. Kurdische feministische
Organisationen sind zudem sehr fortschrittlich bezüglich sonst tabuisierter
Themen wie Verhütung und den Rechten von LGBT Personen (Lesben,
Schwule, Bisexuelle und Transgender).
Progressive Gleichstellung
gegen Unterdrückung geworden: Mit
der PKK verbundene Kreise dulden
keine Gewalt an Frauen und sind
aktiv im Kampf gegen Kinderheirat,
Polygamie, häusliche Gewalt, Ehrenmorde und die Vergewaltigungskultur. Selbst Personen, die nicht einmal Sympathie mit der kurdischen
Bewegung haben, gestehen sich ein,
dass kurdische Frauen die lebendigsten
Kämpferinnen gegen das Patriarchat
sind. Der türkische Mediendiskurs
charakterisiert Kurden oft als ein
rückständiges Volk und erweckt den
Anschein, dass Ehrenmorde beispielsweise explizite Ausdrücke der kurdischen Kultur sind- tatsächlich wurde
aber durch die Arbeit der kurdischen
Frauenbewegung die Gewalt gegen
Frauen ins öffentliche Bewusstsein
gebracht und die Zahl der Ehrenmorde
gesenkt (Anja Flach, 2007, S.40).
In der lokalen und nationalen Verwaltung, gilt bei der pro-kurdischen
Partei BDP in der Türkei eine Frauenquote von mindestens 40 Prozent,
während gleichzeitig das Prinzip der
Ko-Präsidentschaft einer Frau und
einem Mann den Parteivorsitz zur
Verfügung stellt. Die ersten Bilder
der "Rojava-Revolte", der Befreiung
von kurdischen Städten in Rojava,
Nîsan 2013
Westkurdistan (Syrisch-Kurdistan),
zeigten bewaffnete Frauen. Derzeit
sind Frauen ebenfalls Sinnbild der
kurdischen Freiheit, während sie gegen von der Türkei finanzierte Krieger
in Serê Kaniyê, Westkurdistan, kämpfen. Die Ko-Präsidentin der PYD
(Partei der Demokratischen Einheit),
der volksvertretenden kurdischen Partei in Westkurdistan, Asya Abdullah,
ist eine Frau, und vor ein paar Monaten entschied der kurdische Volksrat
in Syrien, dass männliche Mitglieder
des Rates keine zweite Frau heiraten
dürfen, ohne vom Rat ausgeschlossen
zu werden. Außerdem wurden Brauttausch, Kinderheirat und Zwangsehen
verboten. Das Flüchtlingslager Max-
58
Die vielleicht bemerkenswerteste
Errungenschaft des Geschlechterdiskurses der PKK besteht in der Herausforderung des männlichen Privilegs, welches die Gesellschaft als
selbstverständlich empfindet. Arwa
Damon, eine CNN-Reporterin, die
mit Guerilla-Kämpfern in den Qandil-Bergen sprach, behauptet, dass
"Macho", die größte Beleidigung für
die männlichen Krieger ist, die "sanft,
obwohl sie abgehärtete Kämpfer sind"
(Damon, 2008). Ein männlicher Guerillakämpfer erzählt: "Früher hatte
ich einmal gesehen, wie Männer Brot
backten. Darüber war ich damals
schockiert. Männer, die "Frauenarbeit"
machten! Durch die PKK haben wir
gelernt, dieses Tabu zu zerschmettern.
Wir haben gelernt, unsere eigene Arbeit selber zu machen, für uns selber
zu sorgen"(Flach, 2007, S.107). Anja
Flach beschreibt weiterhin, dass in
einigen Lagern der PKK Männer
mehr Hausarbeit als Frauen erledigen
mussten, damit Frauen sich auf ihre
Ausbildung konzentrieren konnten
und da diese in 5000 Jahren Patriarchat sowieso die ganze Hausarbeit
übernommen hatten.
Die progressive Gleichstellung der
Geschlechter in der PKK fordert nicht
nur die patriarchalischen Normen der
kurdischen Gesellschaft heraus, sondern konstruiert ebenfalls eine Kritik
an westlichen Formen des Feminis-
STÊRKA CIWAN
mus. Das bourgeoise Verständnis von
Feminismus im Sinne des typischen
„Second Wave“-Feminismus, der sich
ausschließlich auf das Patriarchat
konzentriert, wird hinterfragt. Ein
ganzheitliches Konzept der sozialen
Gerechtigkeit, in dem alle Menschen
in Harmonie mit der Natur und gerecht
verteilten Ressourcen leben, gilt als
ein erstrebenswerteres Ziel für die
Frauen und Männer in der PKK. Es
ist daher auffallend, aber nicht überraschend, dass Frauen aus allen möglichen sozialen Schichten und Hintergründen, einschließlich Türkinnen,
Araberinnen, Deutsche, Italienerinnen,
Russinnen, Französinnen und viele
mehr, sich der PKK anschließen.
Viele außenstehende Beobachter sind
zudem oft von der Weiblichkeit der
Kämpferinnen in der PKK überrascht.
Die Erwartung von kämpfenden Frauen enthält oft die Vorstellung von
vermännlichten Frauen- aber eines
der wichtigsten Ziele der PAJK ist
es, voreingestellte Konzepte von
Weiblichkeit und Männlichkeit abzulehnen, um eine freie Selbstbestimmung zu schaffen.
Soziale Revolution in Kurdistan
Unabhängig von Geschlecht, politischen Loyalitäten oder ethnischer
Herkunft, ist es unbestreitbar, dass
die Guerilla-Kämpferinnen der PKK
revolutionäre Frauen sind, die einen
Kampf an zwei Fronten führen: einen
für den nationalen Widerstand, und
einen für die Befreiung vom Patriarchat. Diese Frauen zwingen die patriarchalische Gesellschaft zur Einsicht,
dass Frauen alles tun und sein können,
und drängen somit die breitere Gemeinschaft, ihren Sexismus abzulegen
und die Gleichstellung der Geschlechter als eine natürliche Tatsache zu
akzeptieren. Wie Arshem Kurman er-
klärt: "Wenn eine Frau ihr Haus verlässt und ein Gewehr in die Hand
nimmt, ist das keine Kleinigkeit - das
ist eine soziale Revolution" (AFP,
2006). Den Frauen in der PKK ist es
gelungen, sich von ihrer passiven,
objektivierten Rolle der Schweigsamen
zu lösen und sich als autonome politische Akteure zu etablieren. Die Authentizität der Gleichberechtigung der
Geschlechter in der PKK manifestiert
sich in ihrer Ideologie und organisatorischer Praxis. Wären Frauen nur
in der Ideologie als gleichberechtigt
begriffen worden, ohne gleichermaßen
am Krieg teilzuhaben, oder wären
Frauen nur bewaffnet worden, ohne
sich theoretisch mit dem Patriarchat,
männlichen Privilegien, Frauenfeindlichkeit und Sexismus auseinanderzusetzen, wäre das Paradigma der
Gleichstellung der Geschlechter ein
bloßes Lippenbekenntnis.
Amazonen Mesopotamiens:
Sara, Rojbîn und Ronahî
Am 9. Januar 2013 wurden drei
Frauen, Sakine Cansız (Sara), Fidan
Doğan (Rojbîn) und Leyla Şaylemez
(Ronahî), revolutionäre Aktivistinnen
der kurdischen Freiheitsbewegung
und der Frauenbewegung, kaltblütig
in Paris ermordet. Sakine Cansız wurde bereits im türkischen Gefängnis
sexualisierter Folter ausgesetzt: ihre
Brust wurde verstümmelt. Die Hinrichtung von großen Persönlichkeiten
wie Sakine Cansız, ein Symbol für
das feministische Gesicht der kurdischen Freiheit, ist nicht nur ein hinterhältiger Angriff auf den kurdischen
Freiheitskampf, sondern auch ein widerwärtiger patriarchalischer Mord,
um die freie, unabhängige kurdische
Frau zu töten: Feminizid. Allerdings
zeigt die große Trauer und die Wut
über diesen Verlust für die Menschheit,
59
dass die kurdische Frau eine Revolution im Bewusstsein ihrer Kultur
versinnbildlicht, und dass die Ermordung dieser bewundernswerten Frauen
den Kampf der kurdischen Frau und
der kurdischen Freiheitsbewegung
nur verstärken wird.
In jedem Fall ist der Aktivismus
von Frauen in der PKK, diesen Amazonen von Mesopotamien, die bewusst
aus einer Sackgasse der Unterdrückung getreten sind, um Akteure für
ihre eigene Autonomie zu werden
und für die Gleichstellung der Geschlechter und für ihre nationale Befreiung zu kämpfen, ein Zeichen für
eine radikale gesellschaftliche Herausforderung. Erst mit der gleichberechtigten Teilnahme von Frauen
wird die nationale Befreiung möglich
sein. Die Guerilla-Kämpferinnen in
den Bergen von Kurdistan bilden somit eine Avantgarde für eine freie
Gesellschaft.
Quellen:
Damon, Arwa, 2008, Female
fighters: We won’t stand for male
dominance. Available from: CNN
Online http://articles.cnn.com/200810-06/world/iraq.pkk_1_turkishtroops-pkk- positions-turkishforces?_s=PM:WORLD.
Enloe, Cynthia H., 1988, Does
Khaki become you? The Militarization
of Women’s Lives (London: Pandora).
Flach, Anja, 2007, Frauen in der
kurdischen Guerilla: Motivation, Identität und Geschlechterverhältnis in
der Frauenarmee der PKK (Cologne:
PapyRossa).
Mojab, Shahrzad (ed.), 2001, Women of a Non-State Nation: The
Kurds (Costa Mesa: Mazda Publishers).
***
Nîsan 2013
POLİTİQUE
STÊRKA CIWAN
Ez Kurdim: « Briser le mur du silence »
Jules RONDEAU
“Un mois après les lâches
assassinats de Paris,
le visionnage de ce film
s'impose. Il permet de
mieux comprendre ce
peuple en résistance
depuis plusieurs dizaines
d'années, qui en payent
le prix fort”
Après l'assassinat en plein Paris
des militantes kurdes Sakine Cansiz,
Fidan Dogan (Rojbîn) et Leyla
Soylemez le 9 janvier dernier, les
chaînes d'info en continu et les «
spécialistes » ont semblé découvrir
la question kurde. Cette dernière
n'est en effet ni connue, ni médiatisée en France, malgré les dizaines
de milliers de morts, de prisonniers
politiques et de réfugiés causés par
la répression de l'État turc depuis
des années, avec l'aval de l'OTAN
et de nombreux pays occidentaux.
La Semaine anticoloniale fera la
part belle à la lutte du peuple kurde
avec en ouverture la projection de
Ez Kurdim (Je suis kurde) le 15
février à l'espace Niemeyer, place
du Colonel Fabien à Paris. Nous
avons pu rencontrer les deux réalisateurs du film, Nicolas Bertrand
et Antoine Laurent.
Nîsan 2013
Ce film est un « outil pour informer les gens sur la situation des
kurdes, et sur l'apartheid qui règne
en Turquie. » Des outils pour informer, il y en a besoin, tant la
question est passée sous silence en
France : « En 2011 j'ai participé à
une exposition à au siège du PCF
à Colonel Fabien sur les enfants
kurdes en prison. Cette année-là,
près de 3 000 enfants avaient été
emprisonnés pour des raisons similaires à Sevil [Sevimli] » nous
raconte Antoine. « La question n'est
en effet absolument pas connue en
France, mais dès que tu commences
à t'y intéresser, des évidences te
sautent aux yeux : le peuple kurde
est le plus grand peuple du monde
sans droit ni état, et la répression
qu'il subit est monstrueuse.» ajoute
Nicolas. En effet, les exemples en
sont nombreux : en Turquie, plus
60
de 10 000 personnes sont emprisonnés pour « appartenance à une
organisation terroriste », comprenez
pour délit d'opinion. Parmi eux, 6
députés, environ 80 journalistes,
45 avocats, des centaines de militants, d'étudiants, de syndicalistes
dont une écrasante majorité de
kurdes.
« Revenir au fondement
de l'engagement du mouvement
kurde »
Pourtant dans ce film, vous ne
verrez pas d'images spectaculaires,
pas de coup de feu ni d'explosion,
mais une culture millénaire, riche
et vivante. « On voulait revenir
aux fondements de l'engagement
des kurdes : pouvoir parler librement sa langue, faire vivre sa culture, sa cuisine traditionnelle. Il
STÊRKA CIWAN
fallait rester intemporel pour garder
une portée dans le temps car la
lutte des kurdes, c'est une lutte universelle. » nous dit Nico.
Pour Antoine, « On voit constamment des images de guerre, au point
qu'on ne fasse plus la différence
entre les différents contextes. Nous
avons voulu parler des gens, partir
des gens, et montrer que la répression aussi violente soit-elle est
vaine car la culture kurde continue
d'exister. Ce film est une première
étape, un outil pour contribuer à
briser le mur en
silence en présentant un peuple et
son existence. »
Le récit d'une
culture, mais
aussi de vies
broyées et de familles brisées par
l'appareil répressif turc, comme
lorsqu'on voit des
parents se réunir
depuis des années
avec les photographies de leurs
proches disparus pour réclamer à
l'État turc la vérité sur ces enlèvements politiques perpétrés par l'armée.
Un tournage difficile
« Paradoxalement, les difficultés
ont commencé en France » nous
explique Nico. « Le film commence
sur la libération de Nedim Seven,
un militant kurde emprisonné en
France. A sa sortie, plusieurs personnes dont Rojbîn l'attendaient.
Les policiers de la prison de la
Santé nous ont emmerdés dès le
début ! ». Car pour le gouvernement
français la question kurde est épi-
neuse. Laurent Fabius a ainsi achevé
fin 2012 la ratification d'accords
« antiterroristes » avec Ankara (accords discutés à l'initiative de
Claude Guéant en 2011), qui prévoient l'extradition de certains réfugiés politiques ainsi que l'aide à
la « gestion démocratique des foules
». Étant donné les milliers d'opposants politiques enfermés dans les
prisons turques sous le prétexte de
terrorisme (voir le cas de Sevil Sevimli), la signature de ces accords
est plus que discutable.
Sans surprise, les difficultés se
sont poursuivis par la suite : «
Chaque image prise en Turquie a
été volée. On ne pouvait pas réaliser
un tournage sans finir au poste de
police. C'est une véritable situation
d'apartheid, avec toute la censure,
la surveillance policière et la tension
que ça implique. Lorsque nous
avons voulu suivre Leyla Zana
[première femme député kurde, qui
a purgé 10 ans de prison pour avoir
prêté serment en kurde au Parlement] pour le Newroz, on a vraiment senti la pression qui pèse sur
eux. Nous avons dû nous donner
rendez-vous secrètement pour éviter
la police. »
61
« On ne peut pas s'empêcher de
faire le lien avec l'apartheid
Sud-africain »
Un mois après les lâches assassinats de Paris, le visionnage de ce
film s'impose. Il permet de mieux
comprendre ce peuple en résistance
depuis plusieurs dizaines d'années,
qui en payent le prix fort. Pour
Nicolas « On ne peut pas s'empêcher
de faire le lien avec l'apartheid Sudafricain, qu'on combattait à l'époque
[Nicolas était membre de la JC]. Les
points communs sont nombreux :
les emprisonnements arbitraires, les
lois liberticides, les manifestations
réprimées, et maintenant les assassinats perpétrés à l'étranger. Quand
j'ai appris le meurtre de Rojbîn Leyla
et Sakine je me suis souvenu de
Dulcie September, opposante sudafricaine abattue dans des conditions
similaires en 1988. » Antoine conclut
: « En mémoire à nos amies disparues,
de nouveaux relais doivent être crées.
Le peuple français a un rôle à jouer,
il peut agir comme il l'a déjà fait à
l'époque de la guerre du Vietnam ou
de l'Apartheid en Afrique du Sud ! »
***
Nîsan 2013
ŞİİR KÖŞESİ
STÊRKA CIWAN
Roj bi ruyek tima xwe nisan dida disa...
Di rojek be deng de,
Di xwelidanka bave min de xeyale min i
fetisandi hebun, U me listike nu li hevdu
parve dikir,
Li ber tenura tefandi me ji hevdu re digot
zarok,
Le em ne zarok bun toba me qebul
bibuna...
Di rojek be deng de,
Xıloriken tirse dibariyan,
Demsal navber dixist ara xwe u seve
ripures
Kund u sevsevik li ser meyte gerikek gengesi dikirin. Edi tistek be tirs nema bu,
Dibe ku xwede me di ve seve de dahibe
U ez ji ditirsiyam
Di rojek be deng de...
Rojek Bê Deng
Di rojek be deng de,
Bahozek di kozika xwe de his wenda kiribu, Dara wek derguse dihejand.
Her tist di berzike pele wesandi de dima,
E lal, kilama xwe ji yeki ker digot
U ji bo dengeki zelal heft perce ji xwe
dikir... Di rojek be deng de
Sterka xwe li gose heyve kom dikiri,
Di xwezaya bekes de sih u car deng,
Baperik destbend li emre xwe dixist,
Edi peyv ne dibun yek,
Demjimer nifir li xwe dikir,
U di nav rupele salname de li mirine digeriya...
Di rojek be deng de,
Ji surete dayika kene wan hatibu qesartin.
Tijmare di bin erde de xof digirt ku tuka
xwe ji daqurtine. Zanibu we di gewriya
wi de qesa bigre u bimre!
Wek qaqlibazek fem dikir ji perce simite,
U wek kormiskek ciqas qul dibin ruye
erde de hebin, Xwe di gistuka de diceriband...
Di rojek be deng de,
Dojeh gunehkaran ji xwe re di afirand.
Mire miran bun ku beri barane ewr
dibun peyvdar Axe bincilke xwe ji xwe
dikir.
U ji bo barane amade dikir paxila xwe
Nîsan 2013
Saffet ÇINAR
Helbesta Xwîngirtî
Bêdengî bi welatê min ketiye,
Guh dengan nakin, ziman bêpeyv maye.
Ezman sor bûye ji bêhna xwîna girtiyên
azadiyê, Roj bûye dayîka janê, kedera wê
li serê wê daye. Kulîlk êdî hew vedibin ji
ber zilmên mirovan,
Sêwî edî hew digirîn, bênanmayî ne pirsgirêk e. Mirîşk hew li çîçikên xwe xwedî
derdikevin, Cotkar hew cot dikin...
Teyrê xwînxwarî firîn ji bîr kiriye,
Rowî bi derengmayî digihêje lîstikê
mirîşkan, Gur bêyî goştê bizinan xwe
xwedî dike...
Welatê min di bin giriyên dayîkan de
mezin dibe, Bi ewrên xwişkên
nexweşdayî,
Bi hêzên xortên li ser piyê xwe
qurimayî...
62
STÊRKA CIWAN
İnsanlığın doğuş günü
Êdî welat dengên hemû xweşmahiyan ji
bîr kiriye. Bê doz, bê law, bê keç, bê dê û
bê bav maye...
ji bo girtiyên li ber mirinê...
Suskun bir çoğunluk
çepeçevre karanlık ve sessizlikler içinde
kayıp bir birey, bir kimlik
ve bir halk
beklenen günün doğuşu Dört Nisan gününde diriliş
bir tohum, toprakta sabırsızca hareketlenen
baharı selamlamak için
bir tomurcuk, güllere dönüşen
yaşama güneş rengi vermeye doğmuştur
Dört Nisan günü insanlığın doğuşudur
esaret zincirlerinin kırıldığı gün
ayağa kalkış, diriliş günü...
Berken
Özgürlük Çıglıkları
Ölümdü hayallerimizi mahkum eden,
Bakamıyorduk ülkenin bahar yanlarına
Göremiyorduk güneşin sarı saçlarını,
ısıtmıyordu yüreğimizi... İliklerimizde
hep acı şenleniyordu
Kovmaya çalışıyorduk, gitmiyordu
İnat etmişti bir kere, yayılacaktı tüm
organlarımıza...
Ya onunla yaşamaya alışacaktık ya da...
Denedik olmadı
Sadece organlarımız yetmiyordu,
Daha fazlasını istiyordu; hayatımızı!
İsyan ettik, haykırdık
Dilimizde “berxwedan “ şiarıyla çığlık
olup uzandık gökyüzüne... Madem
hayatımızı istiyordu, “al” dedik,
Bu hayatın içinde sen de varsın; yok olacaksa hayat, sen de olacaksın!
Bedenlerimizi yatırdık ölüme...
Kararlıydık, sabırlıydık
Ya acı defolup gidecekti, ya da beraber
ölecektik...
Bizim için sorun yoktu, “o” içimize
girdiğinden beri hergün ölüydük...
Kendini düşünsün!
Ey acı! Meydan okuyoruz şimdi,
korkmuyoruz!
Direneceğiz, kazanacağız, umut olup
yükseleceğiz dağlara dağlara İnadına
özgürlük inadına özgürlük çığlıklarıyla...
İlk direniş çocukluğunda başladı
ve derken büyüdü
büyüdükçe yürek büyüdü
köylerden şehirlere
şehirlerden meydanlara taşındı, sığmamacasına
kulaktan kulağa yayılan bir sözcükten
bir dil oldu duygulara tercüman olan
ve bir ruh oldu cansız bedenlere
ölüm uykusundan uyanırcasına bir sevinçle
birer birer çoğaldılar
milyonlara dönüşen bir doğuştan
nice doğuşlara yol aldılar
bir damla, deniz oldu
bir kıvılcımla binlerce yürek tutuşturdu
Ey kutsal yüreklerin güneşi
gerçeğin sesi
seninle doğduk seninle öleceğiz
lanetlendi şubat, kirli ellerle
Güneş’e ulaşamadan eridiler sıcaklığında.
Ey Yüce İnsan
kadın seninle kendini buldu
seninle olacak bu beklenen günde.
Ezgî ÇELÎKEL
Bermal HAKKARİ
63
Nîsan 2013
BİLİM&TEKNİK
STÊRKA CIWAN
TANRI PARÇACIĞI BULUNDU
Parçacıklara kütlelerini verdiği düşünülen ve "Higgs Bozonu" adı verilen
atomaltı parçacığının keşfedildiğinden
emin olunduğu açıklandı.
Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi
(Cern) bilim adamları, elde ettikleri
verilerin, Higgs Bozonu'nun varlığını
kanıtladığına artık emin olduklarını
belirtti. 14 milyar yıl önce evrenin
doğumuna yol açtığına inanılan Büyük
Patlama ortamını yaratmayı amaçlayan
10 milyar dolar tutarındaki deney sırasında proton ışınları, 27 kilometrelik
tüneli ışık hızıyla geçerek birbiriyle
çarpıştırılıyordu. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışması
sonucu kozmosun doğasını kavramaya
yarayacak yeni parçacıklar görmeyi
amaçlayan bilim adamları, çarpışma
sırasında özellikle teorik fizikteki kütle
mantığının temelini oluşturan veya kara
maddenin neden yapıldığını anlamaya
yarayacak Higgs parçacığı diye adlandırılan parçacıkların varlığını kanıtlamaya çalışıyordu. Fizikçi Peter Higgs'in,
temel parçacıkların kütle kazanmasını
açıklayan kuramından adını alan "Higgs
Bozonu", 1993 yılında Nobel ödüllü
fizikçi Leon Lederman tarafından "tanrı
parçacığı" olarak da adlandırılmıştı.
Bu “Higgs Bozonu” neden bu
kadar önemli?
Standart Model’in tutarlılığını sağlamak için. Yanıtlayamadığı bazı sorulara
karşın bu model, dört temel doğa kuvvetinden üçünün etkileşimini başarıyla
Nîsan 2013
açıklıyor. Bunlar, atom çekirdekleriyle
çevrelerinde dolanan elektronları bir
arada tutan elektromanyetizma, atom
çekirdeklerindeki proton ve nötron adlı
parçacıkları oluşturan kuark ve gluonları
birbirine çok sıkı biçimde bağlayan
şiddetli çekirdek kuvveti (bazı fizikçilerce “güçlü kuvvet” diye de adlandırılıyor) ve Atomların bozunarak kimlik
değiştirmelerine neden olan zayıf çekirdek kuvveti. Atomaltı düzeylerde etkileşen bu üç kuvvet, “kuantum mekaniği” denen çok başarılı bir fizik kuramının konusu. (Standart Model şablonu,
bu üç kuvvetle karşılaştırılamayacak
kadar zayıf olan dördüncü temel doğa
kuvvetini, yani kütleçekimini açıklayamıyor. Kütleçekimini açıklayan, Einstein’ın genel görelilik kuramı.)
Fizikçiler, bu kuvvetlerin, evrenin
hemen başlangcında ayrıştığını ve Büyük
Patlamadan önce tüm doğayı açıklayan
tek ve bütünsel bir kuramın farklı görünümleri olduğunu düşünüyorlar. Nitekim bir süre önce bilimciler aslında
elektromanyetizma ile zayıf kuvvetin
“elektrozayıf” adlı bir kuvvet olarak
özdeşleştiğini gösterdiler. LHC’den milyonlarca kat daha büyük enerji düzey64
lerinde, bu dört kuvvetin bütünleşeceğine inanılıyor.
Doğa kuvvetlerini özdeşleştirmenin
önündeki kuramsal engel, bunların
güç düzeyleri ve erimleri (menzilleri)
arasındaki büyük farklılık. Örneğin,
elektromanyetik kuvvetin parçacığı,
kütlesiz ve (kütleçekiminin parçacığı
olan graviton gibi) sınırsız erime
sahip mi olan foton. Oysa, bu kuvvetin
özdeşi olduğu gösterilmiş bulunan zayıf
kuvvetin erimi, bir atomun çapını aşmıyor. Üstelik bu kuvveti taşıyan W ve
Z adlı parçacıkların protondan çok daha
büyük kütleleri var. Yine kü-tlesiz ve
sınırsız erimli fotonun aksine Şiddetli
çekirdek kuvvetini taşıyan gluonolarda
kütleye sahip ve sınırları atomun çekirdeğinin çapıyla sınırlı,
Bilimciler bu sorunu (hiyerarşi problemi) diye adlandırıyorlar. İskoçyalı fizikçi Peter Higgs tarafından bu soruna
bulunan çözüm, onun adıyla “Higgs
bozonu” diye adlandırılan bir parçacık.
Bu açıklamaya göre evrenin her noktası,
bu parçacıklardan oluşan bir alanla
dolu. Higgs bozonu, içinden geçen öteki
parçacıkların çevresinde bir sanal parçacıklar bulutu oluşturarak onları bir
yapışkan sıvı içinde yol alıyormuşlar
gibi yavaşlatıyor ve bu yavaşlamanın
(atalet) derecesi, onlara farklı kütleler
kazandırıyor. Bu kütle de parçacıkların
sahip olduğu özellikleri (örneğin erimleri) belirliyor. Dolayısıyla Higgs parçacığının varlığının kanıtlanması, hiyerarşi problemini ortadan kaldıracak.

Benzer belgeler