UĞUR DAĞLI-NiL P.ŞAHiN
Transkript
UĞUR DAĞLI-NiL P.ŞAHiN
+ Uğur Dağlı -> Sayfa 3 Eski Lefkoşa Sur-içini Özlüyorum Evden Evrene: Habitat’a Methiye - II Naciye Doratlı Hera-C -> Sayfa 4 -> Sayfa 5 ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI İÇMİMARLIK Guita Farivarsadri- Uğur Dağlı- Nil P. Şahin GELENEKTEN EVRENSELE Bir Ressam – Bir Bina GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 06 HAZİRAN 2010/ SAYI 8 Kıbrıs’ta Dış Mekan ve Yaşam Kağan Günçe konuk yazar: NiL P. ŞahiN -> Sayfa 6 Madrid’den İki Meydan: Del Sol ve Plaza Mayor KENTİN TADI TUZU Şebnem Hoşkara konuk yazar: BESER O. Vehbi -> Sayfa 11 AL GÖZÜM SEYREYLE Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Ceren BOğAç -> Sayfa 12 Bir Genç Türk: Musa Farhi Beril Özmen Mayer konuk yazar: TOPLUM, ATIK VE TASARIM-> S 7-8 MEKANA YENİ BİR ANLAM KATMAK… Karim Rashid ve Mekanları -> S 9-10 GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER Kağan Güner PROVO-K-İTAP kapak resmi: Ceren Boğaç Kutsal Öztürk Begüm Mozaikçi + -> Sayfa13 Kuzey Kıbrıs’ta Yapı Denetimi Ercan Hoşkara SORULAR-CEVAPLAR ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI- İÇMİMARLIK İnsan Tanrıların Kırallığı CMYK -> Sayfa 14 + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. 02 EDİTÖR Naciye Doratlı Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] EDİTÖR’DEN... Herkese Merhaba, Yerel seçimlerle ilgili propaganda öğrencisi olduğum, daha sonra da öğretim üyesi olarak kadrosunda yer aldığım kendi kuruma hiç düşünmeden kefil olabilirim. çalışmalarının yoğunlaşmaya başladığı bugünlerde, Belediye Başkan adayları önümüzdeki dört yıllık dönemle ilgili olarak projelerini açıklamaya başladılar. 29 Mayıs 2010 tarihli gazetelerde, Girne Kordonboyu Projesi’nin, ‘Girne’de Çağın Projesi’ olarak tanıtıldığı ve projenin ODTÜ’nün vakıf kuruluşu (EBİ) grubu ile iki yıllık bir ortak çalışmanın ürünü olduğu haberi vardı. Bu haberi okuduğumda, bu ve benzer birçok prejenin uygulamaya konması için yapılan/cak çalışmalarda bizim üniversitelerimizin niye akla gelmediğini sordum kendi kendime. Aslında bu soruyu herkesin kendine sorması gerektiğini düşünüyorum. Sadece tasarım alanında değil, zaman zaman başka alanlarda da Kuzey Kıbrıs dışından danışmanlık, proje bağlamında veya başka türden hizmet alımları yapılıyor. Kuzey Kıbrıs’ta bu gibi işleri yapabilecek kişi ya da kuruluşlar yok mu? Devlet yetkililerinin çeşitli vesilelerle ekonomimizin turizmle birlikte lokomotif sektörü ve aynı zamanda gurur kaynağımız olduğunu ifade ettikleri ‘üniversitelerimiz’ proje üretmek, danışmanlık yapmak konularında yetersiz mi görülüyor acaba? Bu sorulara cevap bulmak gerçekten zor. Öncelikle Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi olarak, böyle ya da benzer projelerin altından kalkabilecek donanımda akademik kadro ve alt yapıya sahip olduğumuzu vurgulamak isterim. Hiç bir şeyi kanıtlamak durumunda değiliz; ama fakültemizde üretilen projeler, uluslararası kurum ve kuruluşlara yapmakta olduğumuz katkılar, potansiyelimizin en iyi göstergesidir. Şu anda önümde fakültemiz öğretim üyeleri tarafından gerçekleştirilen projeler ve katıldıkları etkinliklerin dökümü yok ama, ilk anda aklıma gelenler arasında aşağıdakileri sayabilirim: Kuzey Kıbrıs için hazırlanan ve bazıları uygulanan projeler: Bu noktada, mimarlık alanına giren konularda üniversitelerimizin neler yapabileceğini hatırlatmakta yarar görüyorum. K.K.T.C’de beş mimarlık okulu var. Bu okulların tek bina ya da kentsel tasarım projeleri üretebilecek yetkinlikte olduğunu düşünüyorum. Düşüncenin ötesinde, önce master ve doktora Yurt dışından gelen talep üzerine hazırlanmış proje veya katkı konulan (konferans ve sempozyumlar dışında) önemli etkinlikler: Kraliyet Bakanlığı için hazırladığı ‘Kıbrıs’ta Kent Sorunları ve Politikaları’ raporu; •Şebnem Hoşkara’nın MİAK’da (Türkiye Mimarlık Akreditasyon Kururlu) denetleme takımı üyesi olarak görev alması; •Benim Europa Nostra Bilim Kurulu üyeliğim ve Avrupa Komisyonu 7. Çerçeve Programı için hakemliğim. Bunlar yukarıda da belirttiğim gibi bir çırpıda aklıma gelenler. Bizim fakültemiz dışından, DAÜ’lü birçok akademisyenin yurtdışında çeşitli örgütlerde etkin görevler yapmakta olduklarını da biliyoruz. Bunlar arasında yine ilk aklıma gelenlere çeşitli finans kuruluşlarına danışmanlık yapan Glenn Jenkins ve Avrupa Komisyonu 7. Çerçeve Programı içinde yoğun bir çalışma sergileyen Huriye İcil’i örnek verebiliriz. Hatırlayamadıklarımın sayısı çok olabilir. Burada ismini ve projesini atladığım arkadaşlar beni lütfen mazur görsün. Ayrıca burada sözünü ettiğim kapsam dışında değerli arkadaşlarımın pek çok ve önemli araştırma projesi üzerinde çalışmalarını yürütmekte olduklarının da göz ardı edilmemesi gerektiğini söylemekte yarar var. •Özgür Dinçyürek ve ekibinin Bafra Rekreasyon alanı projesi; •Derya Oktay’ın Büyükkonuk küyü için hazırladığı proje; •Şebnem Hoşkara ve benim koordinatörlüğümde hazırlanmış Dip Karpaz Köyü Canlamdırma Projesi; •Benim Koordinatörlüğümde K.K.T.C Gençlik ve Spor Bakanlığı için hazırlanan ve Moskova’da bir yarışmada mansiyon ödülü alan ‘Gazimağusa Hendek Projesi’. Devlet kurumlarının proje hazırlatma ve danışmanlık konularında yurtdışındaki uzman ya da üniversitelere başvurmalarına yönelik serzenişim, aynı zamanda bana çelişkili bir durumu da hatırlattı. Cumhurbaşkanlığımız, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yürütülmekte olan görüşmeler için oluşturduğu heyetlere üniversitelerimizden saygın akademisyenleri dâhil ediyor. Peki, böyle önemli bir konuda kendi değerlerimize güvenilirken, proje ve danışmanlık •İbrahim Numan’ın Cami projesi (Bosna Hersek); •Derya Oktay’ın Hollanda İçişleri ve konularında yurtdışından uzman aranması bir çelişki değil mi? Buraya kadar sözünü ettiğim bilgiye ve değerlere sahip çıkılmasının öneminin yanında, konunun bir diğer yüzü daha var. Küçük bir ülkede yaşıyoruz ve ölçeğimizden dolayı üretilebilecek proje sayısı zaten sınırlı. Sınırlı sayıdaki projeyi yurt dışında yaptırırsanız, buradaki işin ehli kişiler ne yapacak? Unutulmaması gerekir ki her yeni proje, o projeyi hazırlayan ekip için kendini yenileme, bilgilerini tazeleme ve yeni bilgilere ulaşıp bu bilgiler doğrultusunda öneriler geliştirme fırsatı demektir. İşin bir de mali boyutu var. Büyük kentsel tasarım ve peyzaj projelerinin fikir projesi olarak hazırlanmasının maliyeti oldukça yüksek. Peyzaj projesi için (fikir projesi olarak) maliyetin dönüm başına 250 Stg olduğunu göz önünde bulundurursak, yüz dönümlük bir alanın peyzaj projesi hazırlanmasının maliyeti 25 000 Stg olacaktır. Uygulama projesi de hazırlanacaksa bu maliyet katlanıyor. Bu para niye yurtdışına gitsin? Bu mesajımın tüm ilgililer tarafından doğru algılanmasını diliyor ve ümit etmek istiyorum ki sadece Belediyeler değil, diğer kurumlar da kendi üniversitelerimizin potansiyelinin farkına vararak, yurt dışına başvurmadan önce çareyi buralarda arasın. İyi günler dileklerimle........ Naciye Doratlı Bu Sayımızdaki Konuk Yazarlar: Uğur Dağlı(Ekibimizden ama aynı zamanda konuk) Nil Paşaoğluları Şahin Guita Farivarsadri Kağan Güner Ceren Boğaç (Ekibimizden ama aynı zamanda konuk) Beser Oktay Vehbi Değerli arkadaşlarımıza katkıları için çok teşekkür ediyoruz. Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Ceren Boğaç, Şebnem Hoşkara, Kağan Günçe. Soldan sağa (alt): Ercan Hoşkara,Begüm Mozaikci, Hıfsiye Pulhan,Naciye Doratlı, Kutsal Öztürk, Uğur Dağlı, Türkan Ulusu Uraz. MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. BİR BİNA- BİR MİMAR Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 03 Uğur Dağlı “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] BİR RESSAM – BİR BİNA Bu hafta sayfamı bir mimar, bir bina yerine Tarihin içinden çıkmış bir aktivite yumağı bu evi şekillendirmiştir. Kıbrıs’taki gotik mimarinin bir göstergesi olan sivri kemer evin girişini vurgulamada kullanılırken; Kıbrıs’ın iklimsel özelliğinden dolayı önemli bir mekan olan iç avlu, evin hem önünde, hem de binanın ortasında yer almaktadır. Denize açılma istemi ise, teras ve ana yaşama mekanının geniş pencereleri ile sağlanmıştı. Evle İlk Tanışma 1974 yılı sonrasında ev, kapalı bölge de kalma gibi bir şansızlığa uğramıştı. Aslında kuzeyin açık bölümünde kalsaydı durum farklı olacak mıydı bu da tartışılabilir ama bugünkü durumu gözönüne alınırsa durum düşündürücüdür. Evin önünde yer alan alçı kabartması artık başka bir evin önünü süslemekteydi(!). Aslında ortaya koyduğu bu kabartmanın bir süsten çok, bir tamamlayıcılık özelliği vardı. Binadaki Kıbrıs karakteri, kendi özel karakteri ile bütünleşiyordu. İşte bu kavram kendine bir ressam - bir mimara ayırmaya karar verdim. Nedenine gelince duygusallık, yokoluş, yeniden yaratma isteği gibi birçok boyut vardır. Bazen soyut, duygu içeren kelimeler bizim yapacaklarımıza yön verir. Yönlendirme o kelimelerin öncülüğünde olur. İşte böyle duygusal, bir yaklaşım ressam Xanthos’un evinin kapılarını size açmama yönlendirdi. 1996 yılında evimi tamamladığımda, birkaç kişiden Ressam’ın Maraş taki evine benziyor yorumunu almıştım... O zamana kadar bu Ressam’ın varlığından bile haberim olmamakla beraber evim bitene kadar hatta evimde dört yıl yaşamama rağmen o evi görme imkanım olmamıştı... Ama niye benzetilmişti? Bunu ben ve eşim çok merak etmiştik. İşte bu merak 2000 yılında bir temmuz sıcağında, bizi savaşın henüz dün tamamlanmış olduğu izleniminin vurgulandığı, Kapalı Maraş’ın ürkütücü atmosferi içinde, bir eve doğru sürükledi… ait bu tür detaylarla tamalanıyordu binanın bütününde. Girne’ye her gittiğimde ve Karaoğlanoğlun’dan Liman’a gitmek için kullanmak zorunda kaldığım OTEM’in bulunduğu yola dönmeden önce tam köşede, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’nın yaşadığı konutun önünde bu kabartmanın süs(!) görevini sürdürmekte olduğunu hayretler içinde görürüm…. Evet, evin tüm parçaları üzerinden koparılmış. Yok olmamaya ve ağaçların altına gizlenmeye çalışıyor zaman içinde sessizce. Ressam Xanthos Hadjisotiriou, evinden zorla koparıldığı gün, belki de bir daha o eve geri dönemeyeceğini düşünmemişti. Belki de, 1975 yılında da evinin balkonunda, denizin hareketiyle coşup resimlerini çizeceğini düşünmüştü… Fakat o, evinin içine girememişti bir daha. Ölümüne kadar olan sürede güneyden kuzey yönüne doğru denize açılıp hergün Budanmamış cemile ağaçları altında kaybolan bu evi ilk bakışta zor algıladım… Fakat hüznünün içinde bir coşku ile bana gülümsemişti. Hüzünlüydü çünkü terkedilmişdi. Hüzünlüydü çünkü talan edilmişti. Hüzünlüydü çünkü kendine ait olan parçalarını kaybetmişti. Coşkuluydu çünkü Kıbrıs kimliğini taşıyordu. Coşkuluydu çünkü ressam sahibinin duygularına sahipti… Son Söz Ve işte o gün anlamıştım niye benim evim ile o ev benzetildiğini. Binalar farklı dönemlerde, farklı kişiler tarafından tasarlansa da, ana tema ayni olunca, o binalardan ayni tad alınabiliniyor. İkimizin evinde de Kıbrıs ve Akdeniz kimliği teması işlenince ortaklıklar ortaya çıkmıştı. Biran kendimi ressamın yerine koydum ve elimle her noktasına anlam verdiğim evimden gitmek zorunda bırakıldığımı ve asla bir daha orada yaşayamayacığımı düşündüm. İşte içimdeki sızı ile, bunun kabullenilemeyecek bir insani duygu olduğunu hissettim. Herkesin mutlu evlerinde uzun süre yaşamaları dileğiyle. Uğur Dağlı Evin Özellikleri Ressam Xanthos Hadjisotiriou’n resimlerini incelediğimde, özü yansıtma arayışı içinde, doğadan sadeleştirme, soyutlama kavramalarını yakalayabilmekteyim; yani pürizm’e yakın bir konsepti olduğuna dair bir inancım vardır. Zamanını ve emeğini koyduğu bu evde de bu kavramları yakalamak mümkündür. Kıbrıs’ın doğasından ve tarihinden çıkmış tüm yapı malzemeleri soyutlanarak bu yapının parçaları durumuna gelmiştir. evin seyretmiş uzaktan bir tablo gibi. Her değişen günde, her değişen mevsimde, binayı değişik tonlarda algılamanın coşkusu ile hüznünü yaşamış ayni anda… Halbuki bir sanatçı olarak biliyordu ki, mimari bir eserin diğer sanat eserlerinden farkı onun insan hareketi ile tamamlanıyor olmasıdır. Ve belki de o evin içinde başka birileri yaşasaydı ve o eve gereken değer verilseydi, Ressam Xanthos Hadjisotiriou biraz olsun huzurlu ölecekti… İç-Mekan 1 İç-Mekan 2 Giriş + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. 04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI Naciye Doratlı Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] ESKİ LEFKOŞA SUR-İÇİNİ ÖZLÜYORUM Seyrek de olsa Lefkoşa Sur-içi’ne gittiğimde, çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği eski Sur-içi’ni çok özlediğimi fark ediyorum. Bu özlem, sokaklarında yürüdükçe hüzüne dönüşüyor çoğu zaman. Özlemim, 1960’lı yılların zorlu yaşam koşullarına rağmen Sur-içi’nin güzel ve güvenli bir yaşam alanı oluşunadır. Hüznüm ise orasının sosyal açıdan başkalaşıp çöküntü alanına dönüşmesinden ve iyileştirme yapılmış olan Arabahmet, Selimiye ve Arasta gibi bölgeleri dışındaki alanlarda her birinin benzer ya da farklı hikâyeleri olan binaların ayakta durmakta zorluk çekmesinden ve hatta yok olmasındandır. Konunun duygusal yanını bir kenara bırakırsak, kentsel koruma uzmanı olarak yıllar boyunca biriktirdiğim, dünyada benzer yaşam alanlarına verilen önemi ve yapılan uygulamaları da içeren bilgim, hüznümü derinleştiriyor, hatta biraz da öfkeye dönüştürüyor. Neden? Hüzün ve öfke duyuyorum çünkü bu kötü durumu değiştirmek için yeni bir keşifte bulunmamıza gerek yok. Nasıl hastalıklar bilinen tedavi yöntemleri ile Sarayönü Meydanı Arasta Lefkoşa Suriçi canlandırılmasında istenilen/beklenen etkiyi yaratamadı. Durum böyleyken Nisan 2008’de Lokmacı kapısı açıldıktan sonra dönemin Bakanlar Kurulu, kapının açılışının çevresel ve ekonomik etkileriyle ilgili çalışmalar yapmak üzere bir komite kurulması kararı aldı. Lefkoşa Türk Belediyesi’yle birlikte alınacak önlemlerin hayata geçirilmesi için dönemin İçişleri Bakanı Özkan Murat başkanlığında kurulan komitede, Başbakanlık, Maliye Bakanlığı, Ekonomi ve Turizm Bakanlığı, Esnaf ve Zanaatkârlar Odası ve Kıbrıs Türk Ticaret Odası temsilcileri yer aldı. Bakanlar Kurulu’nun, Lefkoşa’da, surlariçi, surlar ve hendeklerini kapsayan alanı “Özel Turizm Alanı” ilan eden kararı, Resmi Gazete’de yayınlandı. 11 Nisan tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan karar uyarınca, “Özel Turizm Alanı”, “Selimiye, Lokmacı, Asmaaltı, Arasta’yı kapsayan bölge”; “Cumhurbaşkanlığı binasının bulunduğu bölge” ve Yenicami, Haydarpaşa ve yöreyi içine alan bölge” olmak üzere 3 bölüme ayrıldı. Lefkoşa Suriçi tedavi ediliyorsa, biz de başka yerlerde denemiş başarılı uygulamaları örnek alarak kendi bünyemize uygulamalıyız. Sur-içi gibi alanların değişen dünya ve yaşam koşullarına bağlı olarak değişimi kaçınılmazdır. Uzun yıllar boyunca oluşmuş fiziki dokusu- binaları, yolları ve meydanları- çağdaş gereksinimlere cevap veremedikleri için eskir. Binalar günün beklentilerine cevap vermeyebilir, daracık sokaklar araç trafiğine uygun olmayabilir, bölge konum itibarı ile cazip bir alan olmaktan çıkabilir, tarihi bir bölge olması nedeni ile buralarda uygulanan bir takım yasal uygulamalar, alanın mal sahibi, kullanıcı veya yatırımcı için cazibesini yitirmesine neden olabilir. Bu durumda olan birçok yerde alınan tedbirlerle, belki eski yaşamın aynısı değil ama, günün koşullarının gerektirdiği biçimde ve uluslararası toplumun kabul ettiği koruma ve restorasyon kurallarına göre ‘yenilenen’ kabuk, en uygun içerikle doldurularak yeni bir hayat başlar. Birden burada yazdıklarımın, geçen sayımızda değindiğim tarihi alanlardaki sayıca çok ve her geçen gün kaybetmekte olduğumuz kültür varlıklarımız, konutlar ve anıtsal olmayan yapılarla ilgili söylemimin kısmen tekrarı gibi olduğunu fark ettim. Eğer, konunun öneminin vurgulanmasına ve okuyan herkesin, birey olarak da bir sorumluluğu olduğunu anlamasına yardım edecekse, hepimizi birlikte hareket etmeye hazırlayacaksa ve daha da önemlisi kültür varlıklarının korunması ve canlandırılması faaliyetlerini yöneten/yönetmesi gereken ve/veya yönlendiren/yönlendirmesi gereken yetkililerin dikkatini çekecekse, ben bu konuları tekrar etmeye devam edeceğim. Ama her seferinde yeni bir şeyler ekleyerek.... Geçen sayıdaki yazımı, Sur-içi gibi alanlarımızı koruyup canlandırmak için her şeyden önce vizyon sahibi olmamız gerektiğini ifade ederek tamamlamıştım. Bu, tabii ki ilk adım. Bunun yanı sıra, fiziki, sosyal ve ekonomik boyutu da içeren bütüncül bir yaklaşım sergilenmesi, doğru teşhis ve önlemlerin belirlenmesi ve uygulanması, neyin, niye yapılmakta olduğunun, kazanımların ne olacağının doğru bir biçimde belirlenmesi çok önemli. Bu açıdan bakacak olursak 1980’li yıllardan beri Lefkoşa İmar Planı 2. Etap çalışmaları kapsamında Sur-içi’nin canlandırılması hedefi ile uygulanan projeler, ekonomik ve sosyal boyutları da içeren bütüncül bir yaklaşım eksikliği nedeni ile Sur-içi’nin bir bütün olarak CMYK + Bunu niye yazmak ihtiyacını duydum? Lefkoşa Sur-içi’nin canlandırılması için uygulamalar 1984 yılında başladı ve 1989’da koruma alanı ilan edildi. Sanki tüm bu çalışmalar ve kararlar başka bir yer için alınmış gibi, ancak 2008 yılına gelindiğinde ve sanki sıfırdan başlanıyormuşçasına ‘yeni’ kararlar alındı. Oysaki, bu çaba yirmi yıl önce alınabilseydi, şimdiye kadar çok daha büyük bir yol kat edilmiş ve belki de Sur-içi bugünkü durumuna gelmemiş olacaktı. Zararın Neresinden Dönülse Kârdır. Naciye Doratlı + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. KONUT VE YAŞAM Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 05 Hera-C SAYFA [email protected] EVDEN EVRENE: HABiTAT’A METHİYE - II için tıkabasa doldurdukları evler gibiyken, diğerleri de varlıklı olup da hayatlarındaki boşlukların dolduramadığı soyutlanmış bir boşluğa sahip ‘bomboş’ evlerden sözeder. Evlerin kullanımı ile ev sakinlerinin yaşam anlamının betimlendiği bu benzetme bize daha felsefi ve psikolojik bir bakışı anlatır ve farklı dünyaların kapılarını açar (2). Yuvaya dönmekten bahsederken evlerin kapılarının yüklediği anlamdan yola çıkan yazarlar da vardır. Kapının bir ‘gözenek’ veya bir ‘geçit’ olduğunu tartışan farklı ikilemlerden sözeden filozoflar Simmel ve Heidegger aracılığıyla bizi o eşiklerden atlatarak, aralanan kapılardan, çocukluğumuzun oyun çağını geçirdiğimiz taşlıklara ve yemekler paylaştığımız ev halkı ve komşularımızın anılarıyla dolu bahçelere götürür bizleri. Kapılar bizi bir varlığa açar ve bu varlık, aslında bir geçittir, bizi kendi mekanımıza götüren. Yoksul ya da varsıl olsak da değişmez bu. Artık o bizim sığınağımız bizim yerimiz haline gelmiş olan evimize geçirir bizi. Hundertwasser tarafından boyanan evler ‘Böylece evler dünyayı kendi duvarları içine aldıkları ölçüde dışarıda bırakabilirler. Bu alma ve aynı zamanda dışardabırakma kapının işidir!’ (3). Böylece ‘Kendimizi evinde hissetmeye’ başlarız. Ev ev nerde senin gibisi ? Sözcüklerin çıkış noktaları hep onların hikayelerini anlatır bizlere. ‘Habitat’, Latincede içerisinde yaşam olan bir ekolojiyi ya da çevreyi ifade eden bu bütünsel bir kavram aslında evin ve canlıların ortaya çıkışına dayanan bir arka plan oluşturuyor konutun başlangıç serüvenü için. Kendimizi Evrenimiz’de de hissedeceğiz’ yakında. Gittikçe artan küresel gelişmeden de nasibini alarak, insanın başka evlerde, kentlerde ve ülkelerde de artık kendini evinde hissettirecek çağdaş normlara ve hareketliliğe sahip olması ‘Evin Evrene Dönüşmesinin Son Perdesi’ olacak bu gidişle. Ve benim Kaplumbağa ya da Caretta sendromu diye nitelendirdiğim ‘evini yanında taşımak’ ya da ‘küresel gezgin – Globe Trotter’ olmak hep yeni dönem alışkanlıkları bize göstermektedir. Evsizlik sorununun bu kadar arttığı bir dünyada ki Evsizler Ulusu adı altında dile getirilen 125 milyondan fazla insandan söz ediyoruz, etnik temizliğe kurban giden, savaşlarda ölen ya da kaybedilen onca insan her gün eklenen 10.000 yeni evsizle Dünya ve Tabiat Ana, yine bizim evimiz olmakta devam ediyor (4). İçerisinde ortaya çıkan yaşam biçimleri ise bu doğallığın ve Evren’in sunduğu şartlara göre şekillenmekte ve hatta yaşayan her tür organizma, ister insan, ister bitki ve hayvan olsun, fiziksel çevre etkisinde hep birlikte sıkı bir işbirliği oluştururlar. Evrenin ve canlıların oluşumuyla başlayan evimizin ilk ve en doğal halini anlatır bize bu durum. 1970’li yılarda mimarlık alanındaki bir kısım araştırmacının öne sürdüğü bir sorunu da çağrıştırır bu açılım biz mimarlara: Konut tasarımı ve inşası insanın kendi deneyimlendiği bir doğal süreç değil midir? Bu doğal tasarım sürecinin dışına çıkıldığında, yani günümüzde olduğu gibi insanın kendi evini hiçbir şekilde tasarlayamadığı ve inşa edemediği ihtisaslaşmış toplumlarda, konut sahibi ya da kullanıcısı bu doğal kurgu içerisinde nasıl tekrar temel konumuna yerleştirebilir? Bu yeni sistematik düşünce ve yorumlar ise evrenin bize sunduğu ‘Doğal Habitat’dan nasıl olup da bugünki ‘beton yığınları, konserve kutularına ya da modern hapishanelere geldiğimizin hikayesi bir şekilde daha mutlu sona ulaşamadan kesintiye uğradığını anlatıyor. Kişiliksiz tasarlanıp inşa edilen onlarca evin tekrar kişiselleştirilmesi için Alman sanatçı Hundertwasser’ın yaptığı katkı da bahsetmeye değer. ‘Evleri İnsanlara Geri Veriyorum’ der (1): Şu andan itibaren, hapishaneye benzeyen birbirinin aynı pürüzlü kutularda oturan herkesin, bu kutudan kendi elleriyle İlk yazımızdan hatırlayalım sorumuz: ‘Evimiz mi büyük Evren mi?’ idi. Evren’den yola çıkan Ev fikri, tekrar Ev’den ‘Evren’e dönmekte ve neredeyse Ev ve Evren’in, neredeyse Yıldız Savaşları’nın başlayacağı yeni Milenyum’da tekrar soyut olarak eşitlendiğini görmekteyiz. Ne diyelim ‘Evli Ev’ine, Köylü Köy’üne’, Gezegenli Gezegenine.. İnsan- kullanıcının gözyaşları Beril Özmen Mayer yeniden biçimlendirmek hakkı ve yükümlülüğüdür. İçerde ve dışarda, tam da oturduğu yerde. Vesayet altına girmeden…. Böylelikle kendi beyaz tek biçimli giriş kapısını, kendi beyaz tek biçimli pencere çerçevesini kırmızı ya da yeşile ya da hangi rengi seviyorsa ona boyamaya başlıyor. Özellikle dışın, böylelikle, yorgun argın eve döndüğünde kendi penceresini tanıyabilsin diye.. + Gelgelelim, ortaya çıkan farklı konut ve yaşam biçimlerine ve bunlarla ilgili farklı yorumlar ve düşüncelere. Her duyduğumuza hemen hak verecek değiliz ya! Bıraz gezinelim etrafta kitaplarda kim ne demiş güzelim evlerimiz için.. Bazıları evlerin sahiplerinden dem vurur, bazıları evlerin içindeki yaşamdan.. Bazıları da evin doluluğu ya da bomboş olmasından sözeder. Dolu olan evlerin bir kısmı, İtalyan yönetmen Elio Petri’nin ‘İşçi Sınıfı Cennete Gider’ filmindeki gibi yoksulların kendilerini varsıl hissetmeleri CMYK Kaynakça: Cogito, Özel sayı: Bir Anatomi Dersi Ev’. Yapı Kredi Yayınları, Bahar, 18, 1999. (1) Hundertwasser, (çev. Mustafa Tüzel), sakinlere Çağrı, s. 267. (2) Ettore Sottsass, çev. Işık Ergüden, Bomboş Evler Kime Ait?, s. 113-115. (3) Onay Sözer, ‘Yuvaya Dönüş’te Kapı Sorunu, s. 113-115. (4) Ömer Madra, ‘Evli Evine, Köylü Köyüne’ , s. 269. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. 06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ Kağan GünÇe- konuk yazar: NiL P. ŞahiN Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] KIBRIS’TA DIŞ MEKAN VE YAŞAM İklim verileri ve sosyo – kültürel yaşamın belirleyici etkisi ile var olan dış mekan kullanım alışkanlığı hayatlarımızın her kesitinde var olmuştur. Dış mekanla ilgili tanımlı aktiviteler, Kıbrıs insanının hayatında gelenekselleşmiştir. Bugün, “Gelenekten Evrensele Mimari” isimli sayfamda sizlere sunulacak olan yazı, çok kıymetli arkadaşım Nil Paşaoğluları Şahin’e ait. Nil, yazısında bizlere geçmişten günümüze kadar uzanan bir perspektif içerisinde Kıbrıs’ta gelenekselleşmiş dış mekan kullanımı ile ilgili keyifli kesitler sunacak... Kağan Günçe zaman da özel bir günü kutlamak için uğradığımız mekanlar... parçası olan pazaryerlerini bir diğer önemli dış mekan tipi olarak tanımlayabiliriz. Kıbrıs ile ilgili yazılmış birçok kaynakta pazaryerlerine değinilmekte; 18. yüzyılda Kıbrıs’a yaptığı gezi sonrası kaleme aldığı ‘Levkosia: The Capital City of Cyprus’ isimli kitabında L. Salvator pazaryerlerinin Kıbrıs halkının hayatında farklı tipleri ile önemli bir yeri olduğuna değinmektedir. Aynı zamanda bu mekanların, o zamanlar şehirlerin en önemli odak noktalarından birisi olduğundan bahseder. Pazaryerleri bir dönem önemini yitirdikten sonra son bir kaç yıldır eski önemini kazanmasa da Kıbrıs halkının hayatının önemli bir parçası olmaya başlamıştırlar. Adada alışveriş olgusunun boyut değiştirmesiyle, dış mekan kullanımının arttığı ve çeştlilik Kıbrıs’ta sokağın da bambaşka anlamları vardır. Bir soluk, bir nefes almak, komşularla sohbet etmek, bir yudum güneş için en güzel yerdir sokaklar. Özellikle geleneksel kent dokusuna sahip olan mahallelerde, trafiğin olmadığı ya da yoğun olmadığı bölgelerde, kapı önüne çıkarılan bir sandalye, bu mekanları kullanmaya yeterlidir. Kimi zaman birkaç kişinin sohbet etmek için toplandığı, kimi zaman işyerinin ta kendisidir sokaklar... Geçmişten günümüze süregelen, bir dönem yok olan, fakat son zamanlarda yeniden Kıbrıs halkının hayatının bir Dış mekanda vakit geçirmek bir Kıbrıslı için yaşamının olmazsa olmazlarındandır. Gelenekselleşmiş olan bu alışkanlık doğar doğmaz girer Kıbrıslı’nın hayatına. Çocukken kapısının önü, evinin önündeki sokak veya yanındaki boş tarladır oyun alanı. Komşuluk ilişkileri dış mekanda daha da güçlenir; molehiyalar birlikte ayıklanır, günün yemeğinin hazırlığına kapı önünde başlanır. Kahvaltı sonrası kahve keyifleri mutlaka dış mekanda yapılır, bir asma altı veya kapı önü yeterlidir keyif için... Sohbetler edilir, hatta fallar bakılır... Bunlar, özellikle benim çocukluğumdan aklımda kalanlardan bazıları... Aslında hepimizin çok iyi bildiği, geçmişten günümüze Kıbrıs’ta dış mekanlar ve yaşam tarzını söyle bir yorumlamak ve anımsatmak, biraz da sizleri anılarla gülümsetmek istedim bu yazıyla. Hep birlikte hatırlayalım neleri yaşattığımızı, neleri yitirdiğimizi... Geçmişten günümüze Kıbrıs’ta dış mekan kullanımı Dış mekan, işyerinin ta kendisi... Kıbrıs’ta yaşam tarzının belirleyici unsurları olan birçok uğraş da dış mekanlarda gerçekleşmektedir. Özellikle köylerde yapılmakta olan tarım ve hayvancılık... Lefkara işleri veya sepetçilik; iklim müsait olduğu sürece kimi zaman bir kapı önünde veya asma altında gerçekleşmekte ve dış mekanda yaşamın bir bölümünü oluşturmaktadır. Ayrıca bunlara ek olarak sucuk, pilavuna, çörek, peksemet, bulla ve hellim yapımı, evlerin bahçelerinde geçmişten günümüze dış mekanlarda gerçekleşen gelenklerimiz ve göreneklerimizden sadece bazılarını oluşturmaktadır. Son dönemlerde özellikle köylerde, köylere özgü gelenekler, dış mekanlarda düzenlenen festivallerlele gündeme getirilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle, bir süreliğine de olsa yitirilen değerlerimiz yeniden hatırlanmaya ve yeniden hayatımızın parçası haline gelmeye başlıyorlar. Zeytin festivali, harup festivali, üzüm festivali, enginar festivali, Eko-gün ve benzeri festivallerle birçok değer gün yüzüne çıkıyor ve dış mekanlar şenleniyor. Yeni gelişen bölgelerde dış mekan..... Tüm bu bahsedilenler ve anılarımızla birlikte gülümseyerek hatırladığımız dış mekan kullanımlarından sonra; günümüzde yeni gelişen bölgelerde insanlar için değil, arabalar içindir dış mekanlar. Ve apartmanlar arasında ‘dış mekan’ olmaktan vazgeçmiştir dış mekanlar. Sokağa taşınmış yaşamdan ipuçları Yeni gelişen bölgelerde kent dokusu, geleneksel kent dokusuna kıyasla birçok farklılık göstermektedir. Binalar çok katlı olarak tasarlanmakta ve dış mekanlar kullanım için uygun olmayan genelde otlarla kaplanmış veya çöplerle dolmuş artık mekanlar halinde karşımıza çıkmaktadırlar. Bu nedenle, geleneksel kent dokusuna sahip bölgelerde karşılaştığımız dış mekan aktivitelerine, yeni yapılaşan bölgelerde rastlamak çoğu zaman imkansızdır. Ayrıca, sokaklar caddelere veya bulvarlara dönüştüğünden hızlı trafik, sokakların sosyal aktiviteler için kullanılmasına engel teşkil etmektedir. Yeni gelişen bölgelerde dış mekan kullanımı yitirilen bir değerdir; anılardaki dış mekan kullanımını çocuklarımıza anlatsak da anlayamayacakları, fakat yaşatılması ve ‘Kıbrıslı’ kimliğinin sürdürülebilmesi için modern hayata entegre edilmesi gereklidir. Çok eski yıllardan beri süregelen dış mekan kullanım alışkanlığı, Kıbrıs halkının hayatında ve yaşam tarzının şekillenmesinde her zaman önemli bir yer almıştır. Geçmişte, özellikle kamusal alanlar düşünüldüğünde köylerin, kentlerin, şehirlerin meydanlarında konumlanmış kahvehaneler ve bu kahvehanelerin kapı önleri, asma altları yani genel anlamda dış mekanları en çok bilinen, bir dost sohbeti için, küçük bir mola vermek için gidilen dış mekanlardandır. Günümüzde bu yerler hala güncelliğini korumakta ve özellikle erkeklerin rağbet ettigi, bir çok konunun tartışıldıgı bazen bir mahalle arasında, bazen bir köy meydanında bazen bir sokak arasında karşımıza çıkmaktadırlar. Biraz daha modern anlamda düşünüldüğünde ise, bu mekanlar yeni şekilleri ile cafeler olarak karşımıza çıkar ve özellikle gençler tarafından rağbet edilen bu yapıların dış mekanları, gelenekten gelen alışkanlıklarla, aktif olarak kullanılmaktadır. Hatta son dönemde sırf kahvesi ile ünlü belli markaların bulunduğu yapılarda dış mekanların daha çok kullanıldığı gözlemlenmektedir. Buralar, vakit geçirmekten keyif aldığımız; kimi zaman çalışmak, kimi zaman sohbet etmek, kimi kazandığı şüphesizdir. Günümüzde, birçok kentimizde bu tür mekanlarla önemli alışveriş caddeleri veya alışveriş bölgeleri oluşmuştur. Nil Paşaoğluları Şahin Büyükkonuk köy meydanında gerçekleştirilen ‘eko gün’ etkinliği + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 07 GuiTA FariVarsadri “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] TOPLUM, ATIK VE TASARIM Bilinçsiz tasarım, üretim ve tüketim çevremizi bir felakete sürüklüyor. Dur demenin zamanı gelmedi mi? nereye gidiyor? Sonra ne oluyor? diye düşünmeden biz sadece atıyoruz! Peki neden? Çağımızda yeni icat edilmiş olgulardan biri de İngilizce dilinde ‘Planned obsolescence/ built-in obsolescence’ diye adlandırılan Türkçede ‘planlı eskitme’ veya ‘planlı işe yaramazlık’ olarak tercüme edebileceğimiz bir olgudur. Bunun anlamı bilinçli olarak belli bir zaman içinde işe yaramayacak ürünler tasarlamaktır. Başka bir deyişle bir firmanın belli bir zaman içinde işe yaramaz veya moda dışı veya kullanışsız bir hale gelen ürünler üretilmesidir. Bütün bunların amacı bir ürün için planlı bir talep yaratmaktır. Yeni çağımızın üretim ve kar üretim sistemi böyle çalışır. İlk bakışta çok akıl dışı gelen bu olguyla aslında hergün karşı karşıya geliyoruz ve biz de ister istemez bu sistemin bir parçası oluyoruz. Belli bir zaman içinde problem çıkaran arabalar, küçük bir parça değişimi ile yenilenebilecek ama yeni çıkan parçaları (mesela REM) uymadığı için değiştirmek zorunda kaldığımız bilgisayarlar, modası değişen kıyafetler ve ayakkabılar bunlardan sadece bir kaç örnek ve bu liste böylece uzayabilir. Bu planlı işe yaramazlığın farklı biçimleri var. Bunlardan ilki teknolojik veya işlevsel olarak işe yaramazlık. Yukarıda verdiğimiz bilgisayar örneği bu kategoriye dahil olabilir. İkinci biçim stil veya tarz olarak işe yaramazlık, veya algılanan işe yaramazlıktır. Sadece topuk modeli artık moda olmadığı için giyilmeyen ayakkabılar ve modası geçen kiyafetler bu gruba dahil edilebilir. Üçüncü olarak işe yaramazlık nedeni olarak ‘son kullanma tarihi’ni gösterebiliriz. göze çarpan ürünler. Pazara sunuldukları, güçlü reklamlarla birleştiğinde tüketicide yenisine sahip olma arzusunu uyandıran bu ürünler, sürekli olarak elimizdeki çalışan ve iş gören ürünlerden mutsuzluğumuzu ve daha güzel ürünlere sahip olma güdümüzü beslemektedir. Çevre Bilincimiz İçin Sorular Bütün bu duygular çok masumane gelse de ürünün atığa dönüşmesi sürecindeki esas problem bu aşamadan sonra başlıyor. Bir dizi soruyu bu kapsamda bilincimizi uyarmak için ortaya koyabiliriz: Bu ürünleri tüketmek için dünyamızdaki sınırlı kaynakların ne kadarını kullanıyoruz? Kullanılan kaynakların çoğunun yerini doldurmak için hiç bir şansımız olmadığını biliyor muyuz? Bu ürünleri üretirken çevreye saldığımız toksinlerden neden bahsetmiyoruz? Ve sonra artık kullanmak istemediğimiz, atıklarımıza ne oluyor? Ve sonra artık kullanmak istemediğimiz, attıklarmıza ne oluyor? Sokaklardan çöplerimiz toplanıyor ama yok olmuyor. Başka bir yere taşınır. Bizim görmediğimiz bir yere! Günlük çağdaş hayatımızın tembelliği içerisinde bu soruları sormuyoruz. Sormayınca hesap sormak için bir adım atmıyoruz.Bu nedenle hiç birimiz masum değiliz! Gana’da elektronik çöplük http://www.google.com.tr/imgres?imgurl=http://greensafeguard.com/wp-content/ uploads/2008/08/ghana_children.jpg Çağımızın en önemli özelliklerinden biri de tüketimin tarihin tüm dönemlerinden çok daha büyük boyutlara ulaşmış olmasıdır. Tüketici toplumu dediğimiz yeni bir toplum tipi ortaya çıkmış durumda. Çağımızın bir olgusu olan bu toplumlarda insanlar aslında bir somut değer üretmeksizin durmadan başkaların ürettiği malları tüketirler. Durumu şöyle açıklayalım. Genel olarak her ürünün yaşam döngüsü aşağıdaki temel evrelerden oluşur:Çıkartım süreci(istihraç), üretim, dağıtım, tüketim, ve Atık Süreci (yok etme-elden çıkartma, bertaraf etmek). Geleneksel toplumlarda, mesela köylerde bu döngü gayet basit bir şekilde işler. Ham maddenin nereden geldiği, nasıl bir ürüne dönüştüğü, nasıl başkalarına dağıtıldığı ve tüketildiği ve sonra da nasıl bir ‘çöp’ e dönüştüğü hemen hemen herkes tarafından bilinir. Hatta bir çok geleneksel toplumda, mesela köylerde çıkan çöp miktarı hiç denilecek kadar azdır. Çünkü insanlar gerçekten ihtiyacı olanı, ihtiyacı olduğu kadar tüketir. Kalan bir şey varsa da bir şekilde değerlendirilir (Konserve kutularının saksı olması gibi). Daha gelişmiş toplumlarda ise; insanlar bu döngünün neredeyse sadece küçük bir bölümü ile ilgilenirler. Örnek verirsek: Kullandığımız herhangi bir ürünün, mesela buzdolabımızın ham maddelerinin nereden geldiği, bir ürüne dönüşürken hangi süreçlerden geçtiği ve bu süreçte hangi ek maddeler kullanıldığı, bunların doğaya nasıl bir zarar verdiği, sonra nasıl dağıtıldığı hakkında bir bilgiye sahip olmadan sadece tüketiriz! Ve daha sonra bu ürün eskidiğinde veya değiştirdiğimizde onun ‘çöpü’nün nereye gittiğini ve doğaya nasıl bir zarar verdiğini de bilmeyiz. Aslında insanları daha fazla tüketime yönlendirmek için galiba biraz da bu bilinçsizlik halinin devam etmesi gerekir. Hele global dünyamızda bir çok ürünün ham maddeleri çoğumuzun adını bile bilmediğiniz ülkelerden gelir (ki gelişmiş ülkeler de kendi kaynaklarının tükenmemesi için bunu özellikle tercih ederler!). Sonra ürün iş gücünün daha ucuz olduğu ülkelerde üretilir ve sonra da tüm dünyaya dağıtılır ve satılır. Bütün bu aşamaların son noktasında (ki bu yazının da esas konusudur) atıklar ve atıklardan kurtulma konusu gelir. Çinde Elektronik atıkları ayrıştıranlar http://raimd.files.wordpress.com/2009/09/e-waste-orange-stuff.jpg Çevre Dostu Tasarım Yaklaşımları Biraz daha yakın çevremize, her gün ne kadar fazla çöp ürettiğimize (ki bunların çoğu organik çöpler de değil!) bir bakalım. Tüm bu plastik kutular, poşetler, vs. + Bir çok ürün (gıda maddeleri, kremler, makyaj malzemeleri, vs.) bitmeden son kullanma tarihi geçtiği için çöpe gidiyor. Bu olguya en çok hizmet eden ürünlerin ise tasarımcılar tarafından üretilen, yeni şekillendiren, yeniden tasarlanan ürünler olduğunu görüyoruz. Sürekli ve düzenli olarak yeni modelleri ile güncellenen cep telefonları ve arabalar bu kategoride ilk CMYK Bu atıkların bir kısmı var ki onlardan özel olarak bahsetmek gerekiyor. Bunlar ‘elektronik atık’ diye adlandırdığımız atıklardır. >> DEVAMI SAYFA 8’DE + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. 08 ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI GuiTA FariVarsadri Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] TOPLUM, ATIK VE TASARIM >> SAYFA 7’DEN DEVAM Elektronik Atıklar Elektronik atık nedir? Genel olarak elektronik atıklar artık ihtiyaç duymadığımız, kullanılmaz durumda olan veya bozuk elektronik aletlere denir. Aynı zamanda ‘kullanılabilirliğin’ sonuna yaklaşan bilgisayar, televizyon, monitor, müzik aletleri, faks, vs. gibi elektronik aletler de bu kategoriye dahil olabilir. Bu atıklar genellikle hızlı teknolojik değişimler neticesinde yenisinin fiyatı eskisini yenilemekten ucuz olmaları nedeniyle ve tabii ki planlı işe yaramazlık sonucu meydana gelmektedir. İstatistiklere göre ABD de her sene yaklaşık 30 milyon bilgisayarın, Avrupa’da 100 milyon civarında telefonun çöpe atıldığını biliyoruz (wikipedia.org). Bu atıklar dünyamızda büyük bir problem haline gelmiş durumda. Çünkü bu atıkların çok küçük bir yüzdesi geri dönüşüm işlemine tabi tutuluyor. Atık durumuna gelmiş elektronik ürünlerin içindeki kurşun, civa, kadmiyum gibi son derece zehirli ağır metaller ve zararlı kimyasal maddeler ile PVC gibi çevreyi kirleten plastiklerin doğal yaşam zincirindeki tahribatı artık geri dönülemez boyutlara ulaşmış durumda. Çevreye bırakılan bir floresan lambanın kırılması neticesinde içindeki civanın havada 320 km. gidebildiğini veya sürekli kullandığımız pillerin içindeki zararlı maddelerin sebzelerimizin yetiştiği toprağa, su kaynaklarımıza saldığı zehirli toksinlerin insanda ve doğada verdiği zararın boyutlarının güvenlik sınırlarını kat kat aştığını biliyor muyuz? Bu nedenle bu atıkların olabildiği kadarıyla geri dönüştürülmesi, ve dönüştürülemeyen parçalarının da titizlikle yok edilmeli. Gelişmiş ülkelerde bile bu atıkların geri dönüşümü ve yok edilmesi çalışanlar ve toplum için büyük riskler taşıması nedeniyle; bir çok gelişmiş ülkenin bu atıkları daha az gelişmiş ülkelere, Çin ve Gana gibi ülkere gönderdiği ve bu ülkelerde atıkların en ilkel yöntemlerle ayrıştırıldığı da bilinen bir gerçektir. Bu ülkelerde düşük maliyetlerle ve korunmasız ilkel yöntemlerle ayrıştırılan bu çok tehilkeli atıkalr, insan ve çevre sağlığına ciddi zararlar vermektedir. Çin’de Guiyu adında bir köy bu merkezlerden biridir. Bu bölgede yaşayan ve bu tesislerde çalışan insanların yara ve yanıkalrla kaplı vücutları aynı zamanda akciğer kanseri ve nefes darlığı gibi problemlerle mücadele etmekte. Bölgedeki su kaynaklarının içilmez durumda olduğu ve her on çocuktan yedisinin kanında normalin çok üstünde kurşun olduğu bu bölgede çocuk düşükleri de dünya standardların altı katıdır. Atık Probleminde Tasarımcıların Rolü Günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası durumuna gelen ürünlerin atık probleminin yarattığı sorunlar karşısında tasarımcıların rolu nedir? Tasarımcılar ne yapmalı? Endüstri Tasarımının sosyal sorumluluğu üzerine çalışmalarıyla bilinen tasarım felsefecesi ve uygulayıcısı Victor Papanek ‘Gerçek Dünya için Çin’de çocuklar ve elektronik çöpü Çin’de elektronik çöplük http://www.greenpeace.org/international/en/multimedia/photos/does-this-belong-to-you-apple/ Tasarım’ kitabında çok çarpıcı bir gerçeğin altını çiziyor. Papanek’e göre Endüstri Tasarımcılar; yaşadığımız çevreyi işgal eden yeni ve kalıcı çöp çeşitleri yaratmak ile, soluduğumuz havayı kirleten malzeme ve süreçleri seçmek ile endüstri tasarımını çok tehlikeli bir meslek haline getirmişlerdir. Bir tasarımcı olarak bu gerçeği inkar etmek kolay değil. Fakat Endüstri Tasarımı aynı zamanda tüm bu sorunların çözümü için de çalışabilir. Toplumsal sorumluluğa sahip tasarımcılar toplumların gerçek sorunları ile uğraşırlar. Unutmamak gerekir ki sürdürebilir kaynaklar ve gerçek atık yönetimi, iyi ürün tasarımları ve üreticinin sorumluluğu ile başlar. Tasarım, çevre kirliliğini azaltmak ve çevresel etkiyi azaltmaya yardım edebilir ve üretimde ‘yeşil teknolojiler’ kullanabilir (http://www.arup.com). Aynı zamanda ürünlerde enerji kaynağı olarak güneş enerjisi gibi yenilenebilir ve temiz enerji kaynakları kullanılabilir. Yeniden kullanma ve geri dönüşümlü malzemelerin kullanımı çevreye zarar veren atıkların azalması yönünde alınabilen diğer önlemlerdir. Ve kuşkusuz atıkları azaltmak için gereken her şeyin yapılması gerekir. Bunların en etkilisi tasarlanan ürünlerin ömrünü uzatmaktır. Bu da her ürünün en ‘zayıf noktasının’ güçlendirilmesi ve gerekirse (tercihen sahibi tarafından) tamir edilmesi veya değiştirilmesine olanak sağlayacak şekilde tasarlanması ve modaya uygun olan tasarımlar yerine ‘klasikleşebilen’ ve zaman içinde keyifle kullanılabilen tasarımlar yaratmak yolu ile olabilir. (http:// www.1000ventures.com) Konusunda Önlemler KKTC’de Ne Yapmalı? Tüm bunların yanısıra atıkları azaltmak ile ilgili önlemler almak gerekir. Bu konuda 3 ana kelime: azaltmak (miktar ve hacim olarak), yeniden kullanım ve geri dönüşüm ilke olarak benimsenmeli. Uluslararası ‘Green peace’ örgütü bu konuda aşağıdaki önlemleri önerir: Peki ülkemizde durum nasıldır? • Elektronik eşya üreten firmalar üretikleri eşyaların sorumluluğunu üretimden kullanım ömrünün sonuna kadar almalı. • Elektronik atık krizine yol açmamak için üreticiler daha uzun ömürlü ve çalışanları ve çevreye zararlı kimyasallara maruz bırakmayan objeler tasarlatmaları gerekir. ‘Çevre için tasarım’ ancak firmaların ürün tasarımı kararlarına kapsamlı olarak çevre ile ilgili konulara yer vermeleri ile mümkün (Joseph Fiksel, 1996). Atıkları azaltmak için firmalar ürün ağırlıklarını indirmeli ve geri dönüşümü daha kolay ve daha ucuz olan ürünler tasarlatmalı. Bu ancak ürünlerde kullanılan malzemelerin değişmesi, çok çeşitli malzemelerin aynı üründe kullanılmaması, kullanıldığı takdirde onları kodlamak ve etiketlemek ve ürünlerin ayrıştırılmasını kolaylaştıran tasarımlar ile mümkün olabilir (U.S. Congress Office of Technology Assessment, 1992). (www.greenpeace.org/ international) CMYK • Elektronik Atıklar + http://stevehavas.com/Tess/wp-content/ uploads/2009/04/kid_with_e-waste.jpg Ülkemizde durum hala bir çok gelişmiş ülke kadar vahim olmasa da şimdiden yeterince önlem alınmazsa yakında bu konu çok ciddi bir çevre felaketine yol açabilir. Bu nedenle şimdi bunu yapmanın tam zamanı. Yerel yöneyimlerin katılımı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti tüm atıklar ve özellikle elektronik atıklar ile ilgili bir atık yönetim programı geliştirmeli. Atıkların toplanması, ayrıştırılması ve yeniden kullanımı konusunda gerekirse uzman olan firmalarla işbirliğine girilmeli. Bu yoldan KKTC’yi bekleyen çevre felaketi önlenirken heba olan bu kaynaklar ülkeye artı değer olarak geri kazandırılabilir. Bütün bunlar elbette ki ancak toplumun duyarlılığı ve tam desteği ile mümkün olacak. Bu nedenle de çalışmalar eğitim ve halkı bilgilendirme kampanyaları ile beraber sürdürülmeli, toplum bu konuda bilinçlenmeli ve toplumdaki bireyler, bu sosyal sorumluluk progarmına nasıl bir katkı koyacağı konusunda bilgilendirilmelidir. Çok geç olmadan hepimiz elele vermeli ve bir şeyler yapmalıyız.... Guita Farivarsadri Kaynaklar: Papanek,V. (1985), ‘Design for the Real World’, USA: Academy Chicago. http://en.wikipedia.org/wiki/Electronic_waste http://www.arup.com/Markets/Resources_and_ Waste.aspx http://www.1000ventures.com/environment/ ecodesign_waste_min.html http://www.greenpeace.org/international + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. İÇMİMARLIK Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 09 Uğur Dağlı-NiL P. ŞahiN “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] MEKANA YENİ BİR ANLAM KATMAK… Karim Rashid ve Mekanları “Bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum” Murathan Mungan İç Mimarlık, öylesine bir heyecandır ki özgü güçlü tasarım kimliği ile dikkat çeken bir tasarımcı Karim Rashid. Tasarımları kimi zaman tasarım eğitiminin ilk günlerinden itibaren sürekli dile getirilen “bütünlük” ilkesi ile ters düşen bir yapı sergiliyor olsa da, başarılı işlere imza attığı tartışmasız bir gerçektir. Renkli kişiliğinin yansımalarını farklı disiplinlerde hayata geçirdiği tasarımlarda canlı ve iddialı renk kullanımları ile görmekteyiz. Tasarımda renk kullanımı cesaret isteyen bir konudur. Fakat, Karim Rashid tasarımda renk kullanımını tüm dünyaya meydan okurmuşçasına ele alarak korkusuzca sergilemektedir. Farklı ölçekte tasarladığı birçok tasarımda bir diğer ortak özellik ise parlak yüzeyler, dalgalı formlar ve maximalist-abartılı doku kullanımıdır. Tüm bu bahsedilen özellikleri iç mekan tasarımından örneklerle hep birlikte deneyimleyelim. tasarımcı yarattığı mekan içinde adeta bir detay durumuna dönüşür, hatta mekanın bütününü oluşturan bir görüntü durumunda olur. Bazen mekana girdiğiniz anda tasarımcının o mekanın içindeymiş hissine katılırsınız, bazen de mekanın bütününde onu algılarsınız. Gerek kullandığı renkler ile, gerek mekan içindeki forumlar ile, gerekse mekansal geçişler ile sanki tasarımcının görüntüsü ordaymış hissi doğar. Bir mekanda tasarımcının gülümsediğini hissedersiniz, diğer mekan da ise coşkusunu, bir başka mekanda ise hüznünü yakalayabilirsiniz. İşte böyle bu hafta, her tasarımında kendinden parçalar yakalanabilen ve daha önceki İç Mimarlık Dosya konularında adını birçok örnekle birlikte andığımız, çok yönlü tasarımcı Karim Rashid’e yer vermenin iyi bir fikir olduğunu düşüncesiyle hep birlikte Karim Rashid’i ve onun renkli kişiliğini sergilediği iç mekan tasarımı disiplinindeki uygulamalarını detaylı olarak ele almak istedik. Las Vegas’taki Silk Road Restorant, 2009 Cupid Jewels “Ayni dili konuşan değil, aynı duyguları Mekanların parçası olan Karim Rashid Karim Rashid kimdir? “Aşk, imkansız birçok şeyi mümkün kılar.” (Goethe) “Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yalnız kalırlar.” (Newton) Karim Rashid jenerasyonunun en üretken tasarımcılarından birisidir. 35 farklı ülkede hayata geçirdiği tasarımları ile kariyerini 3000den fazla tasarım ve 300’ü aşkın ödül ile taçlandırmıştır. Ödül almış projeleri arasında Garbo konserve kutusu, Umbra için tasarladığı sandalye, iç mekan tasarımı alanında Philedelphia’daki Morimoto Restorant, Atina’daki Semiramis Otel ve birçok diğer proje bulunmaktadır. Tasarımcı, Red Dot award, Chicago Athenaeum Good Design award, I.D. Magazine Annual Design Review, IDSA Industrial Design Excellence award, ödüllerini birçok kez alması ile bilinmektedir. Ayrıca dünya çapında birçok üniversitede de konuk öğretim üyesi olarak bilgi ve tecrübesini öğrenciler ile paylaşmaktadır. Prize Hotel Dünyaya meydan okuyan renk, doku ve yüzey tasarımı… “Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsın.” (Confucius) “ Mal kaybeden, bir şey kaybetmistir, onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir. Fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmistir.” (Goethe) İddialı tasarımları ile tanınan, kendine CMYK + paylaşanlar anlaşabilirler.” (Mevlana) Silk Road Restorant’ın tasarım yaklaşımı birçok farklı ayrıntıyı birarada barındırması ile tanımlanabilir. Bu ayrıntılar tarihi “İpekyolu” hikayesinden yola çıkarak dolaylı bir yol ile ona atıfta bulunmaktadır. Mekanda bir tarafta altın parlak yüzeyler ile birlikte kullanılan turuncu ve sarı renkler varken, diğer bir tarafta cesurca pembeler ve kırmızılar iddialı formlar ile hayat bulmaktadır. Tasarımlarındaki genel özellik olan abartı bu tasarımında da çizgi-üstü karakterini koruyarak karşımıza çıkıyor. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. 10 İÇMİMARLIK Uğur Dağlı-NiL P. ŞahiN Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] [email protected] MEKANA YENİ BİR ANLAM KATMAK… Karim Rashid ve Mekanları >> SAYFA 9’DAN DEVAM Silk Road Prizeotel, Bremen, Almanya, 2009 “ Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür.” (Aristo) Prizeotel’de yaklaşım ve hedef yüksek kalitede ulaşılabilir bir tasarım yaratmak olarak dile getiriliyor. Bu yolda, şık, ekonomik, birçok seçeneği barındırırken aynı zamanda etkileyici ve akıllarda kalıcı bir izlenim bırakan bir tasarım hayat buluyor. Birçok kullanıcının izlenimlerini Silk Road aktardığı yorumlarda tasarımın tarifsiz ve benzersiz bir deneyim yaşattığından bahsediliyor. Bina dışarıdan minimal çizgisel hatlara sahip iken iç mekanda yalınlığına ek olarak Karim Rashid’in temel özellikerinden de izler taşıyor. Birçok tasarımındaki karmaşanın aksine Prizotel’de karmaşıklıktan uzak, ayakları yere basan bir tasarım ile karşılaşıyoruz. Tasarımlarında kullanmaktan hoşlandığı iddialı ve bağıran renkler yerini daha çekimser ve yumuşak tonlara bırakıyor. Fakat bu tonlar arasında bile iddialı bir sarı-yeşil birkaç noktada tekrarlanarak ağırbaşlı tonları canlandırıyor. Powder, New York, 2002 “Dünya güzeldir, ama bir şairin gözüyle daha da güzel olur.” (Goethe) “ Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir.” (Tolstoy) Minimal hatların hakim olduğu bir cephe tasarımının ardında hafif tasarım elemanlarının oluşturduğu oldukça aklı başında bir çizgiye sahip bir tasarım var karşımızda. Elemanların yalınlığı renk seçimlerindeki abartı ile bir zıtlık oluşturuyor. Renk özellikle aydınlatma tasarımı ile sağlanmış ve mekana mistik bir hava katmış. Aydınlatma tasarımının esnek bir yapıya sahip olduğu ve farklı zamanlarda aydınlatma renklerinde tonlamalar yapmanın mümkün olduğundan bahsediliyor. Tasarımda kullanılan turuncu şeffaf korkuluklar ana mekanı alt mekanlara ayırmakta ve farklı kullanımlar arasında bir sınır oluşturmak için kullanılmış. Cupid Jewels Flagship Store, Singapore, 2010 “ Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür.” (Balzac) “ İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, içleri doldukça eğilirler. (Montaigne) Tasarımcının son tasarımlarından birisi. Mekana girdiğiniz andan itibaren futurist bir tasarım sizi karşılıyor. Detaylarda altın, gümüş ve siyahlar göze çarpıyor. Çok katlı bir yapıya sahip mekan farklı bölümler halinde tasarlanmış fakat mekanların akıcı bir şekilde birbirne bağlanmış olması kullanıcıyı bir mekandan diğerine taşıyor. Mücevherlerin sergi birimleri farklı ürünlere göre çeşitlilik gösteriyor. Son söz “Insan ne kadar büyük ruhlu olursa, aşkı o kadar derin bir şekilde duyar.” (Leonardo da Vinci) Mekana yeni bir anlam katmak aslında bir aşk hikayesidir. Cesaret isteyen, ayni dili konuşmak, ayni duyguları paylaşmaktır. Bir şiirdir, bir güzelliktir. Tasarımları ile birçok aşk hikayesine adını yazdırmış Karim Rashid’in daha birçok aşk hikayesine imzasını atacağına inanıyoruz. Bazen hüzünlü bazen coşkulu. Cupid Jewels + Uğur Dağlı Nil Paşaoğulları Şahin CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. KENTİN TADI TUZU Doğu Akdeniz Üniversitesi Şebnem HoŞKARA- “Uluslararası Kariyer İçin” konuk yazar: SAYFA 11 Beser O. Vehbi [email protected] - [email protected] MADRİD’DEN İKİ MEYDAN: DEL SOL VE PLAZA MAYOR İşte yine büyülü bir Akdenizli - Avrupa kenti ve meydanları….. Bu hafta Beser Oktay Vehbi, bizi İspanya’nın Madrid kentindeki iki meydana götürecek yazısıyla. Meydanların mekansal özellikleri ile kullanım ve kullanıcıları arasındaki ilişkiyi vurgulayan yazısında Beser arkadaşımız, kent dokularını oluşturan binalara ve aralarındaki kentsel mekanlara Madrid kenti içinden bakacak, hem bir turist hem de bir meslek kişisi olarak… Şebem Hoşkara Bu hafta, Kentin Tadı-Tuzu sayfasında, sizlere geçen ay konferansa katılmak için ailem ve arkadaşlarım ile gittiğimiz Madrid kentinin en önemli meydanı Plaza Mayor ve aynı zamanda tüm yolların kesişme noktası olan Puerta Del Sol meydanını tanıtacağım. Ancak, bu iki meydanı sizlere anlatmadan önce biraz Madrid’den bahsetmek istiyorum. İkinci yüzyılda Romalıların yerleştiği Madrid, 865’te Mağribiler tarafından surlarla çevrili bir şehre dönüştü. Katolik Hükümdarlar 1476 yılında şehir surlarının ve kapılarının kaldırılmasını istediler, II. Felipe ise, 1561 yılında sarayını Toledo’dan buraya taşıdı ve böylece Madrid’i İspanya’nın başkenti olarak ilan etti. Zamanla genişleyip, gelişerek İspanya İmparatorluğu’nun en önemli kenti haline geldi. Madrid ismi, rivayete göre, Arap Sultanı Muhammed bin Abdurrahman’ın şehre yaptırdığı ve “Magerit” adını verdiği bir kaleden geliyor. Madrid’e vardığım ilk gün bu kentin ciddi ve düzenli oluşu (başkent olmasından dolayı herhalde) bana İstanbul sonrası gidilen Ankara’nın dinginliğini hatırlattı. Bu özelliğinin yanısıra Madrid, tarihi ve anıtsal binaları, kozmopolit görüntüsü ile insanın aklını başından alan bir yapıya sahip. Şehir, en büyük atılımı 16.yy’da yapmış. Bu dönemde şehre kilise ve saraylar inşa edilmiş. 17. yy’da kente mükemmel bir kare meydan olan Plaza Mayor eklenmiş. Şehrin merkezi olan Puerta del Sol (Güneş Kapısı) ise sadece Madrid’in değil tüm İspanya’nın coğrafi merkezi haline gelmiş. Madrid’in eski sloganı nehirler üzerine kurulmuş 7 tepeli şehir, fakat zamanla nehirlerin üzeri kapatılmış ve zamanla Madridliler’in buluşma noktası, aynı zamanda ülkenin tüm karayollarının da sıfırıncı kilometresi kabul edilen Sol meydanında bulunan ayı ve madrano (bir tür çilek ağacı) ağacı şehrin simgesi olmuş. Madrid’in “Güneş Kapısı” – Yolların kesişme Noktası: Puerta del Sol Madrid’in önemli meydanlarından “Puerta del Sol” (Güneş Kapısı) yarım ay şeklinde tasarlanmış. Calle del Arenal, Preciados, Calle Carmen, Montera gibi şehrin en büyük bulvarlarının çıkış noktası olan bu meydan, şehir içindeki coğrafi önemi açısından birçok kişiye göre Paris’teki Arc de Triomphe’yi andırıyor. Meydanın ortasında at üzerinde Kral III.Carlos heykeli ve 1866 yılında eklenen saat kulesi diğer dikkat çekici sokak elemanları. Diğer tarihi kent meydanlarından farklı olarak bu meydanı saran kafeler veya restoranları görmek mümkün değil ama haraketsiz duran şehir sanatçıları, İspanyol, Meksikalı müzik grupları, Disneyland çizgifilm kahramanları kılığında çocuklarla fotoğraf çektiren göstericiler sayesinde insan ister istemez bu meydanda duraklayarak bu gösterileri izlemek istiyor. Bizler otelden 5 dakikalık bir yürüyüşle del Sol meydanına varıyorduk. Otelden meydana giderken her seferinde, köşe binalar üzerinde bulunan sanat eseri değerindeki seramik sokak tabelalarında okuduğumuz farklı sokaklara giriyorduk, Genelde 6 katlı bitişik nizam olarak tasarlanan binalar düz fakat eğimli sokakları sararken, üzerlerine takılmış küçük bar veya kafelerde oturanları izleyerek varıyorduk Sol meydanına. Her varışımızda farklı sokak gösterileri ama aynı kalabalık bizleri bekliyordu. Meydana ilk vardığımızda, meydanın zeminin hafif eğimli olduğunu, meydana bağlanan sokakların ise (kent planında yarım dairenin merkezinden çıktıkları gözlenen) zeminlerinin eğimli, kıvrımlı sokaklar olduklarını gördük. Her bir sokak bizleri del Sol meydanından kentin ünlü alışveriş merkezilerinin yer aldığı Madrid’in Nişantaşı diyebileceğim Gran Via’ya taşıyordu. Del Sol’den Gran Via’ya ulaşan sokaklar yaklaşık 6 metre genişliğinde yayalaştırılmış ve gerektiğinde acil durum araçlarının (polisi, itfaiye ve belediye) kullandığı alanlar olarak tasarlanmış. Puerta Del Sol’da bizim gibi grup halinde veya tek olarak önceden belirttiğim etkinlikleri izlemek, dinlenmek veya biryerlere gitmeye çalışan farklı yaş gruplarından yerli ve yabancıları görmek günün her saatinde mümkün. Kentte düzenlenen ‘city tour’ durak noktası, ana metro hatlarının birleşme noktası ve araç yollarının kesişme noktası olan Del Sol’u aslında İstanbul’un Taksim meydanına benzetmek yanlış olmaz herhalde. üst: Plaza Mayor/ alt: Del Sol dar ama yaklaşık 10 metre yüksekliğinde kemer şeklinde girişi olan geniş bir meydan bulacağımızı tahmin etmiyorduk. Bu meydana dört tarafından aynı form ve yükseklikte 4 kemerli kapı ile giriliyor. Meydana ilk gittiğimiz gün öğle vakti olması nedeni ile pek fazla kalabalık yoktu ve ben bu meydanın devlet törenleri olduğu zaman kullanıldığını yani kurumsal bir meydan olduğunu düşündüm. Daha sonra Plaza Mayor’a tatil günü olan 1 Mayıs’ta gittiğimizde meydandaki kalabalığa inanamadık. Yerli halkın bu alanları akşam üzeri, iş çıkışı evlerine gitmeden uğrayıp birkaç kadeh birşeyler içmek veya yemek yemek için gece geç saatlere kadar kullandıklarına tanık olduk. Böylece Plaza Mayor, benim gözümde canlandırdığım meydan kavramını cephelerinde bir mimari bütünlük olan binalarla sarılmış, giriş katlarında halka hizmet veren farklı aktiviteleri barındıran, zemini yaya hareketini kolaylaştıran zemin kaplaması ve kent mobilyaları ile süslenmiş ama en önemlisi kullanıcısı olan bir meydana dönüştürmüş oldu. Büyük Kalabalıkları Kendine Çeken bir Buluşma Noktası Plaza Mayor Madrid’in diğer önemli meydanı olan Plaza Mayor (Büyük meydan) adına yaraşır 120mx90m boyutlarında Madrid’in merkezinde dikdörtgen biçimde konumlanmış. Meydan ahşaptan yapılmış 4 katlı binalarla çevriliymiş. Daha sonra farklı yıllarda 1631, 1672 ve 1790’da yangına mağruz kalan bu binalar yenilenerek bugünkü halini almış. Madrid’e kent turu aldığımız gün tanıştığımız bir rehberin bize aktardığına göre kurulduğu yıllardan beri Plaza Mayor, bu kentte düzenlenen festivallerin, boğa güreşlerinin ve idam olaylarının yapıldığı bir meydanmış. Artık günümüzde ise sadece festivallerin, yeni yıl kutlamalarının ve günlük yaya aktivitelerinin yapıldığı, biz kentsel tasarımcıların tanımı ile “yaşayan, tanımlı ve birçok kullanım ve kullanıcıya ev sahipliği yapan” bir meydan konumunda. Bizler Sol meydanında elimizde haritalarımız ile Madrid’in sokaklarından Plaza Mayor’a doğru ilerlerken, karşımızda Meydanı saran arkadlı binaların yüksekliği meydanın genişliği ile başarılı biçimde tasarlanmış olduğundan kendimizi bu ihtişamlı, büyük alanda kaybolmuş hissetmedik. Bunun bir diğer nedeni ise meydanın yanyana dizilmiş biribirine dokunan binalarının giriş katlarında bulunan kafeler ve onların yarı açık dış + CMYK mekanları ile sarılmış olması; tüm bunlar, meydanı bir şekilde insan ölçeğine çekiyor. Bu birbirine bitişik yapıların cepheleri ise birbirinin kopyası. Biribirini tekrarlayan aynı yükseklik ve genişlikteki balkon kapılarında ve çatıda gri renk hakimken ön cepheler kırmızıya çalan kiremit renginde. Günümüzde her kent mekanında görmeğe aşina olduğumuz sokak göstericilerini bu meydanda da bulmak mümkün. Hepsi meydanın farklı noktalarını kendilerine gösteri alanı olarak seçmiş ve meydanın kullanıcılarını eğlendirmeye çalışıyor, aynı zamanda para kazanıyorlar. Özellikle kızım Maya bu göstericiler ile fotoğraf çektirmekten çok mutlu olmuştu. Bizler binaların, yeşil alanların peyzaj tasarımını, çağdaş sokak mobilyalarını fotoğraflarken, onun dikkatini , sokak göstericileri (müzik gösterisi yapanlar, keçi kılığına girenler, mickey mouse, vs) çekiyordu. Plaza Mayor’dan ayrılırken hava karanlık olmuştu. Dönüp birkez daha bu meydana baktım ve “aslında çok basit tasarlanmış ama herşeyi ile bina bütünlüğü, ışıklandırması, farklı kullanım ve kullanıcıları ile yaşayan ve kentin odak noktasıve büyük kalabalıkları kendine çekmeyi bu özelliklerinden dolayı başarmış bir alan” dedim kendi kendime… Madrid’e yolunuz düştüğünde bu meydanların tadını çıkarmanız dileklerimle..... Beser Oktay Vehbi + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. 12 AL GÖZÜM SEYREYLE Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Ceren Boğaç Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA [email protected] [email protected] “Uluslararası Kariyer İçin” SEFALETE İNAT MÜKEMMELLİĞİN SONSUZLUĞA TAŞIDIĞI ŞEHİR: KAHİRE Güneş Kırallığını Sonsuzluğa Taşıyan Mükemmelliyetçilik ve Sahra Bu sayıda Ceren Boğaç’la Kahire’ye kısa bir yolculuk yapacağız. Rehberimizin bu konuda çok özel bir rotası var ve sizi buna son derece siirsel bir dille davet ediyor. Yalnızca, kentle ilk yüzleşme anının yarattığı hayal kırıklığından hızla kurtulmanızı öneriyoruz. Zira sonunda düşlerinizdeki Kahire’yi bulacaksınız ve ölümsüzlüğün izlerini süreceksiniz birlikte. Emin olun bu bir ‘mumyanın intikamı’ filmi olmayacak. İyi seyirler. Gize bölgesinden sonra, Kahire müzesine doğru yol alırken, size bildiğiniz bütün denizlerden daha engin görünen Sahra’nın kurak çöllerinin, ülkenin geçmiş hazinelerini yok olmaktan nasıl ustalıkla koruduğunu okuyorum: Nemden uzak iklim sayesinde yapılar, yapıların içlerindeki duvar kabartmaları, resimler ve çeşitli organik maddelerle yapılan figürler, binlerce yılı kat edip günümüze kadar ulaşabilmiş. Mezarlardan çıkarılan mumyalar, altın masklar, heykeller, takılar ve eski mobilyalar, kısaca eski Mısır’a dair her şey bugün Kahire müzesinde sergileniyor. Mısır hiyeroglif yazısının nasıl çözüldüğünden, mumyalanmanın nasıl yapıldığına kadar merak ettiğiniz her şey, bu müzede aydınlanıyor. Müzeyi hayranlıkla gezerken, eski Mısır’da insanın kil ya da kaburga kemiğinden değil, insandan doğduğunu ve Tanrı olduğunu anlıyorsunuz! Hemen hemen her yazıtta, Nil’in bu sarı topraklara armağanı olan iki ağaç tasviri Lotus (yukarı Mısırı temsili) ve Papirus (aşağı yani Kuzey Mısır’ın temsili) çıkıyor karşınıza. Onlar tüm zıtlıklarıyla yaşamı dengelerken, firavunların çağlar öncesinden bugün hala onları yaşatan nefesindeki sırrı perdeliyorlar sanki... Turkan Ulusu Uraz 2010 Mart aynıda, Güneş’in kırallığına kısa yolculuk: Kahire. Ancak, bu şehir hakkında belki önceden okuduğunuz, belki de tanıdıklarınızdan duyduklarınıza benzer hiçbir şeyi; ‘hava alanından başlayarak ziyaretinizin son anına kadar sizden neredeyse zorla bahşiş koparmaya çalışan insanların ısrarını, bitmek tükenmek bilmez korna sesleriyle bir kaos olan hızlı trafiğini ya da şehrin kendine has ağır kokusunu’ aşağıdaki satırlarda bulamayacaksınız. Tüm bunları yoksaymak, Kahire’de hiç görmediğim veya yaşamadığım için değil, ama, insanın kendini tanrıyla eş tuttuğu zamanların bu gizemli şehrinde, dışınızdaki tüm sesleri susturduğunuzda başbaşa kaldığınız o görkemini paylaşmak istediğimden sizlerle... Kahire görünmez bir perdeyle ikiye ayrılmış bir şehir: 20 milyon insanın yaşadığı, bir yanda 24 saat kesintisiz canlı yaşantısı ve lüks otellerle çevrilmiş bir çehre, diğer yanda ise kuma bulanmış bir hayatın kıyısında yaşayan umarsız, şakacı, kaygısız ve kendi tabirleriyle her daim ‘mutlu’ insanlar var. Bu iki yüzün ara kesitinde, her başkentte olduğu gibi birçok okul, tiyatro, müze ve abideler bulunuyor. 5000 yıllık Eski Mısır tarihi üzerine kurulmuş Kahire, Mısır’ın kalbi ve Arap dünyasının vitrini. Nil deltasının geniş vadisine kurulmuş olan bu şehir, 1979 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor ve şehirin coğrafi konum olarak deprem kuşağından uzak olması, bugün hala bu mirası deneyimleyebilme şansı veriyor bizlere. Gize’nin Gizemi Ölümsüzlüğü istemek için, ölümü düşünerek yaşamak gerektiğini bilen eski Mısır’lılar, olağanüstü güzellikler yaratmışlar. Bugünkü halksa, geçmişin aksine öyle çok bugüne dönük yaşıyor ki, herkes umarsız bir dinginlikle sadece ‘an’ın peşinde. Bunu, Gize yakınlarını kuşatmış kilometreler boyunca uzayan, sıvasız, zaman zaman penceresiz/ kapısız; inşaat demirlerinin yükselmek için bırakılmış filizleri zamanı delerken, sizin acı bir gülümsemeyle seyrettiğiniz gecekondulardan anlıyorsunuz. Oysa ben, çocukluğumdan beri ziyaret etmek istediğim bu yeri hep, Güneş’in koynunda kilometrelerce yol alan Nil sularının, Papirus ağaçlarını tanrılara armağan Kahire’den görünüş- Mısır Gize bölgesinden görünüş: Piramitler- Kahire/ Mısır olarak sunduğu çölün boşluğunda, tüm yalınlıklarıyla sonsuz hayata doğru yükselen Piramitler’den ibaret olacağını hayal etmiştim... Yol boyunca, betondemir-tuğla yığınları arasında bir görünüp bir kaybolan Piramitlere yaklaştıkça, insan yine de tarifsiz bir heycana kapılıyor. bilinmez, ama doğan Güneş’i selamlayan ‘bekçi’, beni piramitlerden daha çok etkiliyor! 73 metre uzunluk ve 20 metre yüksekliğindeki Sfenks’in yüzünde taştan bir ilahi gülümseme, ağzını açsa bu çağı kutsayacakmış gibi, bana bakıyor... Aslan gövdesi doğadan gelen gücü, insan başıysa yaratan ve üreten zekayı temsil ediyor. Gün, piramitlerin ardından batar ve kızıl bir bulut şehri örterken, ışık gösterisiyle Eski Mısır’ın tüm tanrıları yeniden canlanıyor. Sfenks size karşısında eğilmiş hükümdarları, zaferleri ve yok oluşları, çeşitli dillerde tekrar tekrar anlatırken, Mısır’da her hikayenin sonunun aşka bağlandığını anlıyorsunuz. Binlerce yıl boyunca firavunlar için aşk insanın kutsal sureti, ölüm sonrası yaşamsa hayatın tek gerçeği olmuş. Gize, yeniden diriliş hazırlığı üzerine örülmüş gibi, orada- öylece karşımda duruyor... Etrafını çevreleyen kalabalığa, kargaşaya rağmen, hiç söz olmadan etkileyen gücüyle göğe yükselen üç piramit: Keops, Kefren ve Mikerinos. Geçmişte 145 metre dolaylarında olduğu sanılan; ama bugün 10 metresini kaybetmiş en büyük piramit Mikerinos, 43 yüzyıl boyunca dünyanın en yüksek yapısı olmayı başarmış. Bizlerse, Eski Mısırlı’lardan sonra ancak 19. yüzyılda bu yapının yüksekliğini geçebilmişiz. Bir an bu görkem karşısında başınızı kaldırıp, Mikerinos’un eşsiz gölgesinde, yeri ve zamanı belli olmayan o kum taneleri, soluğunuza, uçan kuşun kanadına, yaşama karışmışken, eğer kendinizi bulunduğunuz anın ve orada turist olmanın tüm önyargı ve maddiyatından bir an olsun soyutlamayı başarabilirseniz; ve işte o anda haykırsanız, sesinizin daha güçlü çıkacağını anlıyorsunuz. Aralarında hiçbir harç bulunmadan, her biri birkaç ton ağırlığında olan iki milyon taş blok, 5000 yıl öncesinden sizi selamlayıp, haykırışınızı sonsuzlukta yankılanan bir coşkuya dönüştürüyorlar adeta... İçten içe piramitlerin, ölümün gölgeleri arasında sonsuzluğa duran mezarlar olduğunu bilmenin tuhaf hissinden mi Kahire’den ayrılış Sahra ikliminde şehir Güneş’le soluklanıyor, o gökyüzünden kaybolduğunda siz Ay’la. Bu şehri deneyimledikten sonra anlıyorsunuz ki, Kahire’de binlerce yıl önce hüküm sürmüş tüm firavunlar hala yaşıyoryoksa akşamın yaslı karanlığında kim bir ölüyü düşünür? Gündüzlerin sıcağı yerini gecenin serinliğine bırakınca, otel odasının penceresinden seyrettiğim yıldızlar uzaklarda üşür sanıyorum. Geçmişin görkemi, yeni bir şey üretmeden kazanmaya alışmış Mısır’lıları geleceğe daha ne kadar taşır bilemesem de, Kahire’de zamanın ve kalabalığın kımıldadığı sefaletin dışında yaşayan başka bir şey olduğunu biliyorum artık... Ceren Boğaç Sfenks- Kahire/ Mısır + Kahire’de zaman, büyük şehirlerin kendilerine has hızında akıyor... Baharat kokuları içinde Orta Doğu’nun en büyük pazarında alışveriş yapan, Nil nehri boyunca koşullanmış oryantalist mekanlarda değişik tatlar deneyen, parfüm dükkanlarında Mısır kültüründe çok önemli rol oynamış çeşitli bitki esaslarını deneyimleyip zengin kullanım alanları hakkında fikirler edinen, çeşitli atölyelerde papirüs yapımını görüp sevdiklerine hediyeler alan ve çoğu Osmanlı idaresi sırasında inşa edilmiş zengin mimari özelliklere sahip camileri ziyaret edenler, akşam karanlığında çeşitli mekanlara dağılıp, Kahire’nin gece yaşantısında bambaşka yolculuklara çıkıyor... CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. PROVO- K- İ -TAP Doğu Akdeniz Üniversitesi Beril Özmen Mayer- “Uluslararası Kariyer İçin” konuk yazar: SAYFA 13 Kağan Güner [email protected] - [email protected] BİR GENÇ TÜRK: MUSA FARHİ Moris Farhi, ya da Londra’daki Türklerin Moris Farhi, cumhuriyetin ilk yıllarından alıp, yakın geçmişe kadar getirdiği on üç “Genç Türk”ün hikayesiyle, genç cumhuriyetin kuruluşuna ve gelişmesine tanıklık ediyor. Birbirlerine aşk, okul, mahalle arkadaşlığı ya da akrabalıkla bağlı bu gençler, bir yandan okurlara kendi küllerinden yeniden doğan bir ülkedeki dinamikleri, İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini, öne çıkan bazı siyasi olayların sıradan insan üzerinde bıraktığı izleri yansıtırken, diğer yandan da çocuk, ergen ve genç olmanın fırtınalı hallerini hatırlatıyor. Sade, özenli, hareketli ve sürükleyici bir eser olan Genç Türk, bir dönem romanı, bir Atatürk Türkiye’si mehtiyesi, ya da bir çoğulculuk methiyesi olarak okunabilir. Ya da belki, Moris Farhi’nin edebi yeteneğinin methiyesi olarak. Bu kitapta “kendinize” ve “insana” dair çok şey bulacaksınız...’ Musa Ağabeyi. Kendisiyle en son, Londra’da 14 Eylül 2009’da yeni kitabı ‘A Designated Man’ üzerine Londra Üniversitesi-Şarkiyat Fakültesi’ndeki (SOAS-School of Oriental and African Studies) söyleşisinde biraraya gelmiştik. Eşi Nina’yı yeni kaybetmişti. ‘A Designated Man’ Nina’nın son günlerinde tamamlanmış romanıydı ve bu kitap Nina olmadan yayınlanmak gibi bir kadere sahip olmuştu. Yazarı kısaca tanıtmak istersek: 1935 Ankara doğumlu Musa Farhi, Türkiyeli bir Yahudi. 1954 yılında Robert Kolej’i bitirdikten sonra Londra’ya yerleşir. Royal Academy of Dramatic Art’da drama eğitimi alır. 1994-1997 yılları arasında International PEN’in ‘Hapiste Olan Yazarlar Komitesi’nin başkanlığını yapan ve Kasım 2001 yılında PEN’in Genel Başkan Yardımcılığı’na seçilen Farhi, aynı yıl İngiltere kraliçesi tarafından edebiyata yaptığı katkılar nedeniyle MBE ile ödüllendirildi. 1954 yılından beri Londra’da yaşayan Farhi romanlarını İngilizce yazıyor. Bu romanları sırasıyla: • The Pleasure of Your Death (Constable, 1972) • The Last of Days (Bodley Head & Crown, US, 1983) • Journey Through the Wilderness (Macmillan/Picador, 1989) • Children of the Rainbow (Saqi, 1999) • Young Turk (Saqi 2004) • A Designated Man (Telegram Books, 2009) Bu romanlardan Children of the Rainbow (Gökkuşağı Çocukları); 2002 yılında İtalya Roma Cemaati Kuruluşu’nun “Amico Rom”ödülüne ve 2003 yılında Alman Roma Kültür ve Bilim Akademisi’nin Özel Ödülüne layık görüldü. ‘Jeunes Turcs’ adıyla Fransızca’ya çevrilen Genç Türk romanı ise 2007 yılında Alberto Benveniste ödülünü aldı. İngilizce yazdığı romanlarının Türkçe çevirileri ile Türkiye okuru 2005 yılından beri tanışmaya başladı. Ekim 2005 yılında İthaki Yayınları’ndan çevirisi yapılan GENÇ TÜRK romanı, birkaç nedenden dolayı bu yazının konusu olmak istiyor. Genç Türk Romanı önümüzdeki yıl Almanya tarafından filme çekiliyor. Dolayısıyla bilinmeyen nedenlerden dolayı Türkiye’de edebiyat çevrelerinin pek tartışma gündemine girmeyen bu roman, film dolayısıyla gündeme gelecek. İngiltere, Fransa ve Almanya’da oldukça ses getiren Genç Türk romanı, Alman Faşizminin yükselişe geçtiği 1930’ların ve 1940’ların İstanbul’unu anlatıyor. Onüç ayrı çocuk ve onüç ayrı kimlik üzerinden, İstanbul’un ara sokakalarındaki hayatlarına, meydanlarına iniyorsunuz. Bir kenti kent yapan hayat hikayeleri onüç epizod okar romanın omurgasını oluşturuyor. ‘... İstanbul çocuğu Rıfat sünnet düğününe, dolayısıyla erkeklerin dünyasına girmeye Genç Türk kitap kapağı Genç Türk (İngilizce) kitap kapağı Kitap bu satırlarla tanıtılıyor. Kasım 2009 tarihindeki Londra Üniversitesi’ndeki söyleşide, Genç Türk üzerine gündeme gelen en önemli tespit; bu kitabın şimdiye kadar yazılmış ilk ve tek Atatürk romanı olduğu gerçeğiydi. Onüç ayrı gencin hayat episodları üzerinden ve İstanbul sokaklarındaki hayatlardan, okuyup okuyabileceğiniz en güzel Nazım Hikmet tanımlarından, Musa Farhi’nin aradığı ‘Türk’ kimliği, Atatürk’ün ve Atatürk Cumhuriyeti’nin idealleri etrafında bir örgü örmektedir. Bu örgüyü sıradışı diliyle ören Farhi, ‘magical realism’ (büyülü gerçekçilik) yazım tekniğini öylesine başarılı kullanmaktadır ki, elinizdeki romanın bir ‘fiction’ (kurmaca) olduğunu unutmanız kuvvetle mümkündür. Farhi’nin sıradışı dili dedik. İngilizceye Türkçeyi yedirmiş ve su gibi içilen bir dildir Farhi’nin edebiyat dili. Kimdir Genç Türk? Türk, Yahudi, Ermeni, Rum, Roman... Farhi bu soruyu ‘Atatürk’ün Çocukları’ olarak yanıtlar. Etnisitenin ötesindeki ‘ulus kimliği’ne vurgu yapar. 14 Eylül 2009 Londra Üniversitesi; soldan sağa: Moris Farhi, Sevda Velidedeoğlu, Kağan Güner Londra Üniversitesi’ndeki söyleşisinde; kendisine varlık vergisi yıllarında Aşkale’ye taş ocaklarına çalışmaya gönderilen babasını sorduklarında ise şöyle yanıtlamıştı bu soruyu: ‘Babam 6 ay sonra Aşkale’den kilo almış olarak geldi. Çünkü Aşakale’deki Kürtler ocaklarda çalışan musevilere ve Ermenilere bakmışlar ve her gün ocaklara yemek taşımışlar. Bana gelince; evimizdeki herşeyimiz satılmış ve parasızdık. Çok sonraları hergün okula götürdüğüm sefer tasımdaki yemeklerin müslüman komşularımız tarafından doldurulduğunu öğrenecektim. İşte Türkiye mozayiği budur.’ Moris Farhi hazırlanmaktadır. Musa’nın hiç haberi olmasa da, hamamdan, dolayısıyla cenetten atılmasına pek de bir şey kalmamıştır. 1940’lar... Robbie İstanbul’da + gençlerin bilgeliğini ve cesaretini ilk elden tecrübe etmek üzeredir. Selma zor geçen senelere, unutmadığı aşkına yazdığı mektuplarla dayanmaya çalışmaktadır. CMYK Londra’daki Türklerin Musa Ağabey ya da bizim Musa diye tanıdıkları; 50’li yılların ince ve kibar Türkçesi ile konuşan Morris Farhi’nin Young Turk romanına, Türkiye’de havaalanına indiğinizde muhakkak bakın, D&R raflarında kitap sizi bekliyor olacak. Bir solukta okuyacaksınız. İstanbul’u ve Genç Türkleri belki bir kez daha keşfedeceksiniz... Kağan Güner + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. 14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR Ercan HoŞKARA SAYFA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] KUZEY KIBRIS’TA YAPI DENETİMİ Bu çalışmada, özetle, Kuzey Kıbrıs’ta yapı denetiminde yetki ve sorumlulukların nasıl dağıldığı, yapı denetimi açısından Kuzey Kıbrıs’taki mevcut durumun ne olduğu ve sorunların çözümüne yönelik neler yapılması gerektiği ile ilgili sorulara cevap aranacaktır. Yapı denetimi nedir? Yapı Denetimi; planlama/tasarım aşamasından, uygulama, kullanım ve geri-dönüşüm aşamalarına kadar bütün yapım sürecinde, Güvenli, Sağlıklı, Konforlu, Ekonomik, Fonksiyonel, Estetik yapı elde edebilmek amacına yönelik olarak, yapının yürürlükteki yasa, yapı yönetmenlikleri, yönerge ve standartlara uygun olarak yapılmasının sağlanması süreci olarak tanımlanabilir. Kuzey Kıbrıs’ta yapı denetimi yetkisi kime aittir? Kuzey Kıbrıs’ta, yollar ve binaların yapımını düzenleme yasası olarak yürürlükte bulunan ve “Fasıl 96” olarak bilinen yasa ile, yapıların denetim yetkisi “yetkili makam” olarak belediyelere veya kaymakamlıklara verilmiştir. Fakat bugün fiilen bu yetkilerin bir çoğu kullanılmamaktadır. Ayrıca, projenin uygulama sırasında denetim/kontrol hakkı ilgili müellife (proje mimarı ve mühendisi) ait olduğu KTMMOB Birlik Yasası’nda belirtilmektedir. Ancak, bu denetim hakkı müşterinin talebi ile gerçekleşebilecek iyi niyet temelindeki bir uygulamadır ve herhangi bir yasal yaptırımı yoktur. İnşaat sonrasında ise, belediye/ilgili kaymakamlıklar tarafından inşaat öncesi ruhsatlı proje ile uygulamanın örtüşüp örtüşmediğine bakılmaktadır. Bir sorun olmadığı durumda onaylanan inşaat uygulaması ‘Son Kabul’ alarak ilgili tesisat/altyapı için gerekli müracaatlar yapılabilmektedir. Yapı denetiminde yetki paylaşımı • Planlama açısından denetim=> şehircilik • Proje denetimi=> meslek odaları ve belediye veya kaymakamlıklar (ilgili tüm dairelerden görüş alarak) • Uygulama denetimi => kontrol mimar / mühendis, belediye / kaymakamlık, müteahhit Yapı denetiminde Paydaşlar? • Şehir planlama dairesi • Meslek odaları • Mühendis ve mimarlar, yapı denetim ofisleri • Müteahhitler • Sıhhi işler, telekominikasyon, elektrik dairesi, karayolları dairesi, su dairesi, itfaiye v.s • Belediyeler veya Kaymakamlıklar • Malsahibi Yapı denetiminde “yetkili makamın” yetkileri nelerdir? Fasıl 96’nın 8. maddesi uyarınca yetkili makam...ruhsat vermeden önce özellikle bu maddede belirtilen • sağlık ve güvenlik koşullarının sağlanması; • inşa edilmiş veya edilecek olan binaların benzerlik veya uygun nitelik veya stilinin korunması ve, • arazinin gelecekteki inkişafı ile ilgili yol, kamuya açık yeşil alan ve diğer kamu gereksinmelerinin sağlanması; amaçlarına yönelik “belirli planlar, çizimler ve hesapların sunulmasını veya uygun ve gerekli göreceği biçimde tasarlanan işin tanımlanmasının yapılmasını ve sunulan planlar, çizimler veya hesapların değiştirilmesini isteyebilir.” yetkili makam olarak belediyelerin veya kaymakamlıkların proje üzerinde uyguladıkları belli bir denetim söz konusudur. Fakat, ruhsatlandırılmış projelerin aslına ve projede belirtilen niteliklere uygun olarak uygulanması aşamasında yapılması gereken denetimler açısından ciddi bir eksiklik bulunmaktadır. Yetkili makam genelde, ruhsatladığı projelerin uygulamasını denetleyememektedir. Hatta, bazı zaman proje ve inşaat ruhsatı uygulamanın arkasından gelmektedir. Yetkili makam ancak “son kabul” olarak bilinen onay aşamasında, yani bina bittikten sonra bir denetim uygulamaktadır. Fasıl 96’nın 10. maddesinde belirtildiği üzere “Yetkili makam iş veya inşaatın ruhsat uyarınca gerekli biçimde tamamlandığından tatmin olursa, ruhsatın verildiği iş veya inşaat ile ilgili olarak ruhsat sahibine bir onay belgesi verir.” Bu onay belgesi olmadan ise hiç bir kimse o binayı işgal edemez veya kullanamaz (KKTC Mahkemeler, 2009). bu maddenin uygulanma kabiliyetini daha da azaltmaktadır. Aslında fiili durum, burda belirtilenlerin bir nevi ispatıdır. Fakat, bu “son kabul” aşamasında, iş işten geçmiş olmakta ve pratikte ancak yüzeysel bir denetim yapılabilmektedir. Bu noktada, yetkili makamın, yetki ve sorumluluklarını etkin bir şekilde işletememesi, proje kaliteli olsa dahi gerçek uygulamanın proje kalitesini yansıtamaması gibi, başka bir sorunu daha yaratmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta gerek yapı denetim yasası gerekse fasıl 96 altında herhangi bir yapı denetim tüzüğü bulunmaması da yapım denetiminin bugüne kadar yeterince önemsenmediğinin bir göstergesi olarak algılanabilir. Fasıl 96 altında tüzük yapma yetkisi ise madde 19’da belirtildiği gibi Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Bu bağlamda, diğer bir sorun veya sorunu büyüten diğer bir unsur da, 21/2005 sayılı Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yasasının 43 maddesinde belirtildiği gibi Projenin uygulanması sırasında denetim/kontrol görevi (sorumluluğu) ilgili müellife ait olduğu belirtilse de, bu uygulamanın müşterinin talebi ile gerçekleşebilecek iyi niyet temelindeki bir uygulamadan öteye geçememesidir. Çünkü bu uygulama gerçekleştirilmediğinde fiilen uygulanan herhangi bir yaptırımı bulunmamaktadır. Bunun yanında, ilgili yasanın yine aynı maddesinde belirtilen “mal sahibi veya işveren istediği takdirde bir başka uygulamacı üyeye de kontrol yaptırabilir” (KKTC Resmi Gazete, 2005, s.32), ifadesi Peki neler yapılmalıdır? Bu sorunun ortaya çıkmasındaki temel neden, malsahibi veya işverenin dentim/ kontrol hizmetinin yaratacağı ek maliyetten (uzun vadedeki karlılığı algılayamadığı veya bunu değerlendirecek durumda olmadığı için) kaçmak istemesi ve bu kaçış imkanının var olmasıdır. Burada serbest piyasa ekonomisindeki maksimum karlılık ilkesi çalışmakta, fakat ortaya çıkan ürünün kalitesine yönelik ilgili kurum, kuruluş ve kişilerin yetki ve sorumlulukları işlememektedir. Yasada, belirtilen kontrol hizmetinin uygulayıcı mimarlar tarafından istisnasız olarak gerçekleştirilebilmesi için mutlaka bağlayıcı ve yaptırımı olan düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Büyük bir felaket beklenmeden yapı denetimini daha sağlıklı yürütebilmek için bir yapı denetim yasası veya tüzüğü ve ona bağlı yönetmelikler ve standartlar çıkartılması gerekmektedir. Bu bağlamda Birlik Yasasında da belirtilen kontrol hizmetinin uygulayıcı mimarlar ve mühendisler tarafından istisnasız olarak gerçekleştirilebilmesi için mutlaka bağlayıcı ve yaptırımı olan düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Yapı denetimi yasa ve yönetmeliklerinde kamusal bir yaklaşımla yeni düzenlemeler yapıldıktan sonra ilgili tüm kurum(merkezi/ yerel yönetim), meslek odaları, kamuoyunun bilinçlendirilmesine yönelik eğitim/seminerler düzenlenerek, proje uygulama sürecinde, denetim/kontrolun öneminin anlaşılması sağlanmalıdır. Denetim süreci rant ilişkilerinin dışına taşınmalıdır. Ayrıca, Fasıl 96’nın 9. maddesinde belirtildiği gibi Yetkili makam, ruhsat verirken, “yürürlükteki Tüzüklere bağlı kalınması koşuluyla,” ruhsata, Bir yol açılması veya yapılması ile ilgili olarak; yeni bina inşası veya mevcut bir binaya ilave, tadilat veya tamirat ile ilgili olarak; ve İnşaat amaçları için arazi açılması veya bölünmesi ile ilgili olarak; bu başlıklar altında belirtilen bir çok konuda koşul koyma yetkisine sahiptir. (KKTC Mahkemeler, 2009). Yapı Denetimi ile ilgili düzenlemeler bağımsız denetlemeyi öngörse dahi, proje müellifinin bu süreçte yer alması muhakkak sağlanmalıdır. Müellifin ayrıca kullanım sürecinde de yer alması çok önem arzetmektedir. Yapı üretim sürecinin muhatabı tüm ilgili kurum ve kuruluşların sağlıklı denetim yapılması konusunda eşgüdümü sağlayacak yeni düzenlemelere gidilmelidir. Yapı denetimi açısından ülkedeki mevcut durum nedir? Londra’da bir inşaat Peki bu sorunun temel nedeni nedir? Mali ve mesleki sorumluluk sigortası getirilmesi için çalışma yapılmalıdır. Ercan Hoşkara Ülkemizde, yukarda da belirtildiği üzere, inşaat ruhsatı verilmesi aşamasında hem ilgili meslek odalarının hem de Güney Lefkoşa’da bir inşaat + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010. GÜNCEL HABERLER Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 15 Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ “Uluslararası Kariyer İçin” [email protected] - [email protected] Bu sayımızın haberler bölümünde, bu kez daha önceden okuyucularımızın alışmış oluğu standardın dışına çıkarak, gençlerimiz için çok önemli olan ‘üniversite sınavıyla’ ilgili bilgilere yer vermek istedik. Özellikle tasarım alanının özel yetenek gerektiren bölümleri olan ve ayda bir kez konularıyla Mekanperest’te sizlerle buluşan ‘İçmimarlık’ ve ‘Endüstri Ürünleri’ bölümlerinde eğitim görmeyi düşünen genç arkadaşlarımızın, bu habere dikkat etmesi gerekmektedir. DAÜ GİRİŞ VE BURS SINAVI - 2010 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti [KKTC] uyruklu öğrenciler için yapılan 2010 - 2011 Akademik Yılı, DAÜ GİRİŞ VE BURS SINAVI – 2010, 08 Haziran 2010 Salı günü, 14:00 – 16:00 saatleri arasında tek oturum halinde; Gazimağusa’da DAÜ Kampüsünde ve Lefkoşa’da Şehit Hüseyin Ruso Ortaokulu’nda yapılacaktır. Sonuçlar sınavla aynı gün DAÜ web sitesinden ilan edilecektir. Başvurular, 7 Haziran’a kadar DAÜ Öğrenci İşleri Müdürlüğü’ne veya DAÜ Lefkoşa İrtibat Bürosu’na yapılabilir. Detaylı bilgi için: http://www. emu.edu.tr/announce/ DAUGIRISBURSSINAVI/rehber. html Türkiye Cumhuriyeti [TC] uyruklu öğrenciler belirlenen kontenjanlar çerçevesinde aşağıdaki koşullarda Doğu Akdeniz Üniversitesi’ne kabul edilirler: • Dört ve iki yıllık programlar için TC. Yükseköğretim Kurulu Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından düzenlenen Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sonucunda dört yıllık programlar ile iki yıllık programlara yerleştirilmiş olmak. Detaylı bilgi için: http://ogrenciadaylari.emu. edu.tr/ogrencikabulu.htm + CMYK • ÖSYM tarafından düzenlenen Öğrenci Seçme Sınavının ilk aşaması olan YGS puan türlerinin herhangi birinden 140 ve üzeri puan alan öğrenciler belirlenen kontenjanlar çerçevesinde özel yetenek gerektiren bölümler (İç Mimarlık, İç Mimarlık (Türkçe), Endüstri Ürünleri Tasarımı, Müzik Öğretmenliği, Rekreasyon, Görsel Sanatlar & Görsel İletişim Tasarımı) için yapılan sınavlarda başarılı olarak ön kayıt ile kayıt hakkı elde etmiş olmak. Detaylı bilgi için: http:// registrar.emu.edu.tr/ ozelyetenek/ozelyetenek. + + REKLAM CMYK