UĞUR DAĞLI-NiL P.ŞAHiN

Transkript

UĞUR DAĞLI-NiL P.ŞAHiN
+
Uğur Dağlı
-> Sayfa 3
Eski Lefkoşa Sur-içini Özlüyorum
Evden Evrene: Habitat’a Methiye - II
Naciye Doratlı
Hera-C
-> Sayfa 4
-> Sayfa 5
ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
İÇMİMARLIK
Guita Farivarsadri- Uğur Dağlı- Nil P. Şahin
GELENEKTEN EVRENSELE
Bir Ressam – Bir Bina
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
KENT
MİMARLIK
ve TASARIM
GAZETESİ
15 GÜNDE BİR YAYINLANIR
06 HAZİRAN 2010/ SAYI 8
Kıbrıs’ta Dış Mekan ve Yaşam
Kağan Günçe
konuk yazar:
NiL P. ŞahiN
-> Sayfa 6
Madrid’den İki Meydan: Del Sol ve
Plaza Mayor
KENTİN TADI TUZU
Şebnem Hoşkara
konuk yazar:
BESER O. Vehbi
-> Sayfa 11
AL GÖZÜM SEYREYLE
Türkan Ulusu Uraz
konuk yazar:
Ceren BOğAç
-> Sayfa 12
Bir Genç Türk: Musa Farhi
Beril Özmen Mayer
konuk yazar:
TOPLUM, ATIK VE TASARIM-> S 7-8
MEKANA YENİ BİR ANLAM KATMAK… Karim Rashid
ve Mekanları -> S 9-10
GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR
S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER
Kağan Güner
PROVO-K-İTAP
kapak resmi: Ceren Boğaç
Kutsal Öztürk
Begüm Mozaikçi
+
-> Sayfa13
Kuzey Kıbrıs’ta Yapı Denetimi
Ercan Hoşkara
SORULAR-CEVAPLAR
ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI- İÇMİMARLIK
İnsan Tanrıların Kırallığı
CMYK
-> Sayfa 14
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
02 EDİTÖR
Naciye Doratlı
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
EDİTÖR’DEN...
Herkese Merhaba,
Yerel seçimlerle ilgili propaganda
öğrencisi olduğum, daha sonra da öğretim
üyesi olarak kadrosunda yer aldığım kendi
kuruma hiç düşünmeden kefil olabilirim.
çalışmalarının yoğunlaşmaya başladığı
bugünlerde, Belediye Başkan adayları
önümüzdeki dört yıllık dönemle ilgili olarak
projelerini açıklamaya başladılar. 29
Mayıs 2010 tarihli gazetelerde, Girne
Kordonboyu Projesi’nin, ‘Girne’de Çağın
Projesi’ olarak tanıtıldığı ve projenin
ODTÜ’nün vakıf kuruluşu (EBİ) grubu ile
iki yıllık bir ortak çalışmanın ürünü olduğu
haberi vardı. Bu haberi okuduğumda, bu
ve benzer birçok prejenin uygulamaya
konması için yapılan/cak çalışmalarda
bizim üniversitelerimizin niye akla
gelmediğini sordum kendi kendime.
Aslında bu soruyu herkesin kendine
sorması gerektiğini düşünüyorum. Sadece
tasarım alanında değil, zaman zaman
başka alanlarda da Kuzey Kıbrıs dışından
danışmanlık, proje bağlamında veya başka
türden hizmet alımları yapılıyor. Kuzey
Kıbrıs’ta bu gibi işleri yapabilecek kişi ya
da kuruluşlar yok mu? Devlet yetkililerinin
çeşitli vesilelerle ekonomimizin turizmle
birlikte lokomotif sektörü ve aynı zamanda
gurur kaynağımız olduğunu ifade
ettikleri ‘üniversitelerimiz’ proje üretmek,
danışmanlık yapmak konularında yetersiz
mi görülüyor acaba? Bu sorulara cevap
bulmak gerçekten zor.
Öncelikle Doğu Akdeniz Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi olarak, böyle ya da
benzer projelerin altından kalkabilecek
donanımda akademik kadro ve alt
yapıya sahip olduğumuzu vurgulamak
isterim. Hiç bir şeyi kanıtlamak
durumunda değiliz; ama fakültemizde
üretilen projeler, uluslararası kurum ve
kuruluşlara yapmakta olduğumuz katkılar,
potansiyelimizin en iyi göstergesidir. Şu
anda önümde fakültemiz öğretim üyeleri
tarafından gerçekleştirilen projeler ve
katıldıkları etkinliklerin dökümü yok
ama, ilk anda aklıma gelenler arasında
aşağıdakileri sayabilirim:
Kuzey Kıbrıs için hazırlanan ve bazıları
uygulanan projeler:
Bu noktada, mimarlık alanına giren
konularda üniversitelerimizin neler
yapabileceğini hatırlatmakta yarar
görüyorum. K.K.T.C’de beş mimarlık okulu
var. Bu okulların tek bina ya da kentsel
tasarım projeleri üretebilecek yetkinlikte
olduğunu düşünüyorum. Düşüncenin
ötesinde, önce master ve doktora
Yurt dışından gelen talep üzerine
hazırlanmış proje veya katkı konulan
(konferans ve sempozyumlar dışında)
önemli etkinlikler:
Kraliyet Bakanlığı için hazırladığı ‘Kıbrıs’ta
Kent Sorunları ve Politikaları’ raporu;
•Şebnem Hoşkara’nın MİAK’da (Türkiye
Mimarlık Akreditasyon Kururlu) denetleme
takımı üyesi olarak görev alması;
•Benim Europa Nostra Bilim Kurulu
üyeliğim ve Avrupa Komisyonu 7. Çerçeve
Programı için hakemliğim.
Bunlar yukarıda da belirttiğim gibi bir
çırpıda aklıma gelenler. Bizim fakültemiz
dışından, DAÜ’lü birçok akademisyenin
yurtdışında çeşitli örgütlerde etkin görevler
yapmakta olduklarını da biliyoruz. Bunlar
arasında yine ilk aklıma gelenlere çeşitli
finans kuruluşlarına danışmanlık yapan
Glenn Jenkins ve Avrupa Komisyonu
7. Çerçeve Programı içinde yoğun bir
çalışma sergileyen Huriye İcil’i örnek
verebiliriz. Hatırlayamadıklarımın sayısı
çok olabilir. Burada ismini ve projesini
atladığım arkadaşlar beni lütfen mazur
görsün. Ayrıca burada sözünü ettiğim
kapsam dışında değerli arkadaşlarımın
pek çok ve önemli araştırma projesi
üzerinde çalışmalarını yürütmekte
olduklarının da göz ardı edilmemesi
gerektiğini söylemekte yarar var.
•Özgür Dinçyürek ve ekibinin Bafra
Rekreasyon alanı projesi;
•Derya Oktay’ın Büyükkonuk küyü için
hazırladığı proje;
•Şebnem Hoşkara ve benim
koordinatörlüğümde hazırlanmış Dip
Karpaz Köyü Canlamdırma Projesi;
•Benim Koordinatörlüğümde K.K.T.C
Gençlik ve Spor Bakanlığı için hazırlanan
ve Moskova’da bir yarışmada mansiyon
ödülü alan ‘Gazimağusa Hendek Projesi’.
Devlet kurumlarının proje hazırlatma
ve danışmanlık konularında
yurtdışındaki uzman ya da üniversitelere
başvurmalarına yönelik serzenişim, aynı
zamanda bana çelişkili bir durumu da
hatırlattı. Cumhurbaşkanlığımız, Kıbrıs
sorununa çözüm bulunması için Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi ile yürütülmekte
olan görüşmeler için oluşturduğu
heyetlere üniversitelerimizden saygın
akademisyenleri dâhil ediyor. Peki, böyle
önemli bir konuda kendi değerlerimize
güvenilirken, proje ve danışmanlık
•İbrahim Numan’ın Cami projesi (Bosna
Hersek);
•Derya Oktay’ın Hollanda İçişleri ve
konularında yurtdışından uzman aranması
bir çelişki değil mi?
Buraya kadar sözünü ettiğim bilgiye ve
değerlere sahip çıkılmasının öneminin
yanında, konunun bir diğer yüzü daha
var. Küçük bir ülkede yaşıyoruz ve
ölçeğimizden dolayı üretilebilecek proje
sayısı zaten sınırlı. Sınırlı sayıdaki projeyi
yurt dışında yaptırırsanız, buradaki işin ehli
kişiler ne yapacak? Unutulmaması gerekir
ki her yeni proje, o projeyi hazırlayan
ekip için kendini yenileme, bilgilerini
tazeleme ve yeni bilgilere ulaşıp bu bilgiler
doğrultusunda öneriler geliştirme fırsatı
demektir. İşin bir de mali boyutu var. Büyük
kentsel tasarım ve peyzaj projelerinin
fikir projesi olarak hazırlanmasının
maliyeti oldukça yüksek. Peyzaj projesi
için (fikir projesi olarak) maliyetin dönüm
başına 250 Stg olduğunu göz önünde
bulundurursak, yüz dönümlük bir alanın
peyzaj projesi hazırlanmasının maliyeti
25 000 Stg olacaktır. Uygulama projesi de
hazırlanacaksa bu maliyet katlanıyor. Bu
para niye yurtdışına gitsin?
Bu mesajımın tüm ilgililer tarafından
doğru algılanmasını diliyor ve ümit etmek
istiyorum ki sadece Belediyeler değil,
diğer kurumlar da kendi üniversitelerimizin
potansiyelinin farkına vararak, yurt dışına
başvurmadan önce çareyi buralarda
arasın.
İyi günler dileklerimle........
Naciye Doratlı
Bu Sayımızdaki Konuk Yazarlar:
Uğur Dağlı(Ekibimizden ama aynı
zamanda konuk)
Nil Paşaoğluları Şahin
Guita Farivarsadri
Kağan Güner
Ceren Boğaç (Ekibimizden ama
aynı zamanda konuk)
Beser Oktay Vehbi
Değerli arkadaşlarımıza katkıları için
çok teşekkür ediyoruz.
Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Ceren Boğaç, Şebnem Hoşkara, Kağan Günçe.
Soldan sağa (alt): Ercan Hoşkara,Begüm Mozaikci, Hıfsiye Pulhan,Naciye Doratlı, Kutsal Öztürk, Uğur Dağlı,
Türkan Ulusu Uraz.
MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara.
Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa.
Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa.
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
BİR BİNA- BİR MİMAR
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
03
Uğur Dağlı
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
BİR RESSAM – BİR BİNA
Bu hafta sayfamı bir mimar, bir bina yerine
Tarihin içinden çıkmış bir aktivite yumağı
bu evi şekillendirmiştir. Kıbrıs’taki gotik
mimarinin bir göstergesi olan sivri kemer
evin girişini vurgulamada kullanılırken;
Kıbrıs’ın iklimsel özelliğinden dolayı önemli
bir mekan olan iç avlu, evin hem önünde,
hem de binanın ortasında yer almaktadır.
Denize açılma istemi ise, teras ve ana
yaşama mekanının geniş pencereleri ile
sağlanmıştı.
Evle İlk Tanışma
1974 yılı sonrasında ev, kapalı bölge de
kalma gibi bir şansızlığa uğramıştı. Aslında
kuzeyin açık bölümünde kalsaydı durum
farklı olacak mıydı bu da tartışılabilir
ama bugünkü durumu gözönüne alınırsa
durum düşündürücüdür. Evin önünde yer
alan alçı kabartması artık başka bir evin
önünü süslemekteydi(!). Aslında ortaya
koyduğu bu kabartmanın bir süsten çok,
bir tamamlayıcılık özelliği vardı. Binadaki
Kıbrıs karakteri, kendi özel karakteri ile
bütünleşiyordu. İşte bu kavram kendine
bir ressam - bir mimara ayırmaya karar
verdim. Nedenine gelince duygusallık,
yokoluş, yeniden yaratma isteği gibi birçok
boyut vardır. Bazen soyut, duygu içeren
kelimeler bizim yapacaklarımıza yön verir.
Yönlendirme o kelimelerin öncülüğünde
olur. İşte böyle duygusal, bir yaklaşım
ressam Xanthos’un evinin kapılarını size
açmama yönlendirdi.
1996 yılında evimi tamamladığımda,
birkaç kişiden Ressam’ın Maraş taki evine
benziyor yorumunu almıştım... O zamana
kadar bu Ressam’ın varlığından bile
haberim olmamakla beraber evim bitene
kadar hatta evimde dört yıl yaşamama
rağmen o evi görme imkanım olmamıştı...
Ama niye benzetilmişti? Bunu ben ve
eşim çok merak etmiştik. İşte bu merak
2000 yılında bir temmuz sıcağında, bizi
savaşın henüz dün tamamlanmış olduğu
izleniminin vurgulandığı, Kapalı Maraş’ın
ürkütücü atmosferi içinde, bir eve doğru
sürükledi…
ait bu tür detaylarla tamalanıyordu binanın
bütününde. Girne’ye her gittiğimde ve
Karaoğlanoğlun’dan Liman’a gitmek için
kullanmak zorunda kaldığım OTEM’in
bulunduğu yola dönmeden önce tam
köşede, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’nın
yaşadığı konutun önünde bu kabartmanın
süs(!) görevini sürdürmekte olduğunu
hayretler içinde görürüm….
Evet, evin tüm parçaları üzerinden
koparılmış. Yok olmamaya ve ağaçların
altına gizlenmeye çalışıyor zaman içinde
sessizce. Ressam Xanthos Hadjisotiriou,
evinden zorla koparıldığı gün, belki de
bir daha o eve geri dönemeyeceğini
düşünmemişti. Belki de, 1975 yılında da
evinin balkonunda, denizin hareketiyle
coşup resimlerini çizeceğini düşünmüştü…
Fakat o, evinin içine girememişti bir daha.
Ölümüne kadar olan sürede güneyden
kuzey yönüne doğru denize açılıp hergün
Budanmamış cemile ağaçları altında
kaybolan bu evi ilk bakışta zor algıladım…
Fakat hüznünün içinde bir coşku ile
bana gülümsemişti. Hüzünlüydü çünkü
terkedilmişdi. Hüzünlüydü çünkü talan
edilmişti. Hüzünlüydü çünkü kendine ait
olan parçalarını kaybetmişti. Coşkuluydu
çünkü Kıbrıs kimliğini taşıyordu.
Coşkuluydu çünkü ressam sahibinin
duygularına sahipti…
Son Söz
Ve işte o gün anlamıştım niye benim
evim ile o ev benzetildiğini. Binalar farklı
dönemlerde, farklı kişiler tarafından
tasarlansa da, ana tema ayni olunca, o
binalardan ayni tad alınabiliniyor. İkimizin
evinde de Kıbrıs ve Akdeniz kimliği teması
işlenince ortaklıklar ortaya çıkmıştı.
Biran kendimi ressamın yerine koydum
ve elimle her noktasına anlam verdiğim
evimden gitmek zorunda bırakıldığımı ve
asla bir daha orada yaşayamayacığımı
düşündüm. İşte içimdeki sızı ile, bunun
kabullenilemeyecek bir insani duygu
olduğunu hissettim.
Herkesin mutlu evlerinde uzun süre
yaşamaları dileğiyle.
Uğur Dağlı
Evin Özellikleri
Ressam Xanthos Hadjisotiriou’n resimlerini
incelediğimde, özü yansıtma arayışı
içinde, doğadan sadeleştirme, soyutlama
kavramalarını yakalayabilmekteyim; yani
pürizm’e yakın bir konsepti olduğuna
dair bir inancım vardır. Zamanını
ve emeğini koyduğu bu evde de bu
kavramları yakalamak mümkündür.
Kıbrıs’ın doğasından ve tarihinden çıkmış
tüm yapı malzemeleri soyutlanarak bu
yapının parçaları durumuna gelmiştir.
evin seyretmiş uzaktan bir tablo gibi. Her
değişen günde, her değişen mevsimde,
binayı değişik tonlarda algılamanın
coşkusu ile hüznünü yaşamış ayni anda…
Halbuki bir sanatçı olarak biliyordu ki,
mimari bir eserin diğer sanat eserlerinden
farkı onun insan hareketi ile tamamlanıyor
olmasıdır. Ve belki de o evin içinde başka
birileri yaşasaydı ve o eve gereken değer
verilseydi, Ressam Xanthos Hadjisotiriou
biraz olsun huzurlu ölecekti…
İç-Mekan 1
İç-Mekan 2
Giriş
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
Naciye Doratlı
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
ESKİ LEFKOŞA SUR-İÇİNİ ÖZLÜYORUM
Seyrek de olsa Lefkoşa Sur-içi’ne
gittiğimde, çocukluğumun ve gençliğimin
geçtiği eski Sur-içi’ni çok özlediğimi
fark ediyorum. Bu özlem, sokaklarında
yürüdükçe hüzüne dönüşüyor çoğu
zaman. Özlemim, 1960’lı yılların zorlu
yaşam koşullarına rağmen Sur-içi’nin
güzel ve güvenli bir yaşam alanı
oluşunadır. Hüznüm ise orasının sosyal
açıdan başkalaşıp çöküntü alanına
dönüşmesinden ve iyileştirme yapılmış
olan Arabahmet, Selimiye ve Arasta gibi
bölgeleri dışındaki alanlarda her birinin
benzer ya da farklı hikâyeleri olan binaların
ayakta durmakta zorluk çekmesinden ve
hatta yok olmasındandır.
Konunun duygusal yanını bir kenara
bırakırsak, kentsel koruma uzmanı olarak
yıllar boyunca biriktirdiğim, dünyada
benzer yaşam alanlarına verilen önemi
ve yapılan uygulamaları da içeren bilgim,
hüznümü derinleştiriyor, hatta biraz da
öfkeye dönüştürüyor.
Neden?
Hüzün ve öfke duyuyorum çünkü bu
kötü durumu değiştirmek için yeni bir
keşifte bulunmamıza gerek yok. Nasıl
hastalıklar bilinen tedavi yöntemleri ile
Sarayönü Meydanı
Arasta
Lefkoşa Suriçi
canlandırılmasında istenilen/beklenen
etkiyi yaratamadı.
Durum böyleyken Nisan 2008’de Lokmacı
kapısı açıldıktan sonra dönemin Bakanlar
Kurulu, kapının açılışının çevresel ve
ekonomik etkileriyle ilgili çalışmalar
yapmak üzere bir komite kurulması
kararı aldı. Lefkoşa Türk Belediyesi’yle
birlikte alınacak önlemlerin hayata
geçirilmesi için dönemin İçişleri Bakanı
Özkan Murat başkanlığında kurulan
komitede, Başbakanlık, Maliye Bakanlığı,
Ekonomi ve Turizm Bakanlığı, Esnaf ve
Zanaatkârlar Odası ve Kıbrıs Türk Ticaret
Odası temsilcileri yer aldı. Bakanlar
Kurulu’nun, Lefkoşa’da, surlariçi, surlar ve
hendeklerini kapsayan alanı “Özel Turizm
Alanı” ilan eden kararı, Resmi Gazete’de
yayınlandı. 11 Nisan tarihli Resmi
Gazete’de yayınlanan karar uyarınca,
“Özel Turizm Alanı”, “Selimiye, Lokmacı,
Asmaaltı, Arasta’yı kapsayan bölge”;
“Cumhurbaşkanlığı binasının bulunduğu
bölge” ve Yenicami, Haydarpaşa ve yöreyi
içine alan bölge” olmak üzere 3 bölüme
ayrıldı.
Lefkoşa Suriçi
tedavi ediliyorsa, biz de başka yerlerde
denemiş başarılı uygulamaları örnek
alarak kendi bünyemize uygulamalıyız.
Sur-içi gibi alanların değişen dünya ve
yaşam koşullarına bağlı olarak değişimi
kaçınılmazdır. Uzun yıllar boyunca
oluşmuş fiziki dokusu- binaları, yolları ve
meydanları- çağdaş gereksinimlere cevap
veremedikleri için eskir. Binalar günün
beklentilerine cevap vermeyebilir, daracık
sokaklar araç trafiğine uygun olmayabilir,
bölge konum itibarı ile cazip bir alan
olmaktan çıkabilir, tarihi bir bölge olması
nedeni ile buralarda uygulanan bir takım
yasal uygulamalar, alanın mal sahibi,
kullanıcı veya yatırımcı için cazibesini
yitirmesine neden olabilir. Bu durumda
olan birçok yerde alınan tedbirlerle, belki
eski yaşamın aynısı değil ama, günün
koşullarının gerektirdiği biçimde ve
uluslararası toplumun kabul ettiği koruma
ve restorasyon kurallarına göre ‘yenilenen’
kabuk, en uygun içerikle doldurularak yeni
bir hayat başlar.
Birden burada yazdıklarımın, geçen
sayımızda değindiğim tarihi alanlardaki
sayıca çok ve her geçen gün kaybetmekte
olduğumuz kültür varlıklarımız, konutlar ve
anıtsal olmayan yapılarla ilgili söylemimin
kısmen tekrarı gibi olduğunu fark ettim.
Eğer, konunun öneminin vurgulanmasına
ve okuyan herkesin, birey olarak da bir
sorumluluğu olduğunu anlamasına yardım
edecekse, hepimizi birlikte hareket etmeye
hazırlayacaksa ve daha da önemlisi kültür
varlıklarının korunması ve canlandırılması
faaliyetlerini yöneten/yönetmesi gereken
ve/veya yönlendiren/yönlendirmesi
gereken yetkililerin dikkatini çekecekse,
ben bu konuları tekrar etmeye devam
edeceğim. Ama her seferinde yeni bir
şeyler ekleyerek....
Geçen sayıdaki yazımı, Sur-içi gibi
alanlarımızı koruyup canlandırmak için
her şeyden önce vizyon sahibi olmamız
gerektiğini ifade ederek tamamlamıştım.
Bu, tabii ki ilk adım. Bunun yanı sıra,
fiziki, sosyal ve ekonomik boyutu da
içeren bütüncül bir yaklaşım sergilenmesi,
doğru teşhis ve önlemlerin belirlenmesi
ve uygulanması, neyin, niye yapılmakta
olduğunun, kazanımların ne olacağının
doğru bir biçimde belirlenmesi çok önemli.
Bu açıdan bakacak olursak 1980’li
yıllardan beri Lefkoşa İmar Planı 2.
Etap çalışmaları kapsamında Sur-içi’nin
canlandırılması hedefi ile uygulanan
projeler, ekonomik ve sosyal boyutları
da içeren bütüncül bir yaklaşım eksikliği
nedeni ile Sur-içi’nin bir bütün olarak
CMYK
+
Bunu niye yazmak ihtiyacını
duydum?
Lefkoşa Sur-içi’nin canlandırılması için
uygulamalar 1984 yılında başladı ve
1989’da koruma alanı ilan edildi. Sanki tüm
bu çalışmalar ve kararlar başka bir yer için
alınmış gibi, ancak 2008 yılına gelindiğinde
ve sanki sıfırdan başlanıyormuşçasına
‘yeni’ kararlar alındı. Oysaki, bu çaba yirmi
yıl önce alınabilseydi, şimdiye kadar çok
daha büyük bir yol kat edilmiş ve belki
de Sur-içi bugünkü durumuna gelmemiş
olacaktı.
Zararın Neresinden Dönülse Kârdır.
Naciye Doratlı
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
KONUT VE YAŞAM
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
05
Hera-C
SAYFA
[email protected]
EVDEN EVRENE: HABiTAT’A METHİYE - II
için tıkabasa doldurdukları evler gibiyken,
diğerleri de varlıklı olup da hayatlarındaki
boşlukların dolduramadığı soyutlanmış bir
boşluğa sahip ‘bomboş’ evlerden sözeder.
Evlerin kullanımı ile ev sakinlerinin yaşam
anlamının betimlendiği bu benzetme bize
daha felsefi ve psikolojik bir bakışı anlatır
ve farklı dünyaların kapılarını açar (2).
Yuvaya dönmekten bahsederken evlerin
kapılarının yüklediği anlamdan yola
çıkan yazarlar da vardır. Kapının bir
‘gözenek’ veya bir ‘geçit’ olduğunu tartışan
farklı ikilemlerden sözeden filozoflar
Simmel ve Heidegger aracılığıyla bizi o
eşiklerden atlatarak, aralanan kapılardan,
çocukluğumuzun oyun çağını geçirdiğimiz
taşlıklara ve yemekler paylaştığımız ev
halkı ve komşularımızın anılarıyla dolu
bahçelere götürür bizleri.
Kapılar bizi bir varlığa açar ve bu varlık,
aslında bir geçittir, bizi kendi mekanımıza
götüren. Yoksul ya da varsıl olsak da
değişmez bu. Artık o bizim sığınağımız
bizim yerimiz haline gelmiş olan evimize
geçirir bizi.
Hundertwasser tarafından boyanan evler
‘Böylece evler dünyayı kendi duvarları
içine aldıkları ölçüde dışarıda bırakabilirler.
Bu alma ve aynı zamanda dışardabırakma kapının işidir!’ (3).
Böylece ‘Kendimizi evinde hissetmeye’
başlarız.
Ev ev nerde senin gibisi ?
Sözcüklerin çıkış noktaları hep
onların hikayelerini anlatır bizlere.
‘Habitat’, Latincede içerisinde yaşam
olan bir ekolojiyi ya da çevreyi ifade eden
bu bütünsel bir kavram aslında evin ve
canlıların ortaya çıkışına dayanan bir
arka plan oluşturuyor konutun başlangıç
serüvenü için.
Kendimizi Evrenimiz’de de hissedeceğiz’
yakında. Gittikçe artan küresel gelişmeden
de nasibini alarak, insanın başka evlerde,
kentlerde ve ülkelerde de artık kendini
evinde hissettirecek çağdaş normlara ve
hareketliliğe sahip olması ‘Evin Evrene
Dönüşmesinin Son Perdesi’ olacak bu
gidişle. Ve benim Kaplumbağa ya da
Caretta sendromu diye nitelendirdiğim
‘evini yanında taşımak’ ya da ‘küresel
gezgin – Globe Trotter’ olmak hep yeni
dönem alışkanlıkları bize göstermektedir.
Evsizlik sorununun bu kadar arttığı bir
dünyada ki Evsizler Ulusu adı altında dile
getirilen 125 milyondan fazla insandan
söz ediyoruz, etnik temizliğe kurban giden,
savaşlarda ölen ya da kaybedilen onca
insan her gün eklenen 10.000 yeni evsizle
Dünya ve Tabiat Ana, yine bizim evimiz
olmakta devam ediyor (4).
İçerisinde ortaya çıkan yaşam biçimleri ise
bu doğallığın ve Evren’in sunduğu şartlara
göre şekillenmekte ve hatta yaşayan her
tür organizma, ister insan, ister bitki ve
hayvan olsun, fiziksel çevre etkisinde hep
birlikte sıkı bir işbirliği oluştururlar. Evrenin
ve canlıların oluşumuyla başlayan evimizin
ilk ve en doğal halini anlatır bize bu durum.
1970’li yılarda mimarlık alanındaki
bir kısım araştırmacının öne sürdüğü
bir sorunu da çağrıştırır bu açılım biz
mimarlara: Konut tasarımı ve inşası
insanın kendi deneyimlendiği bir doğal
süreç değil midir? Bu doğal tasarım
sürecinin dışına çıkıldığında, yani
günümüzde olduğu gibi insanın kendi
evini hiçbir şekilde tasarlayamadığı ve
inşa edemediği ihtisaslaşmış toplumlarda,
konut sahibi ya da kullanıcısı bu doğal
kurgu içerisinde nasıl tekrar temel
konumuna yerleştirebilir?
Bu yeni sistematik düşünce ve yorumlar
ise evrenin bize sunduğu ‘Doğal
Habitat’dan nasıl olup da bugünki
‘beton yığınları, konserve kutularına ya
da modern hapishanelere geldiğimizin
hikayesi bir şekilde daha mutlu sona
ulaşamadan kesintiye uğradığını anlatıyor.
Kişiliksiz tasarlanıp inşa edilen onlarca
evin tekrar kişiselleştirilmesi için Alman
sanatçı Hundertwasser’ın yaptığı katkı da
bahsetmeye değer. ‘Evleri İnsanlara Geri
Veriyorum’ der (1):
Şu andan itibaren, hapishaneye
benzeyen birbirinin aynı pürüzlü
kutularda oturan herkesin,
bu kutudan kendi elleriyle
İlk yazımızdan hatırlayalım sorumuz:
‘Evimiz mi büyük Evren mi?’ idi.
Evren’den yola çıkan Ev fikri, tekrar Ev’den
‘Evren’e dönmekte ve neredeyse Ev ve
Evren’in, neredeyse Yıldız Savaşları’nın
başlayacağı yeni Milenyum’da tekrar soyut
olarak eşitlendiğini görmekteyiz.
Ne diyelim ‘Evli Ev’ine, Köylü Köy’üne’,
Gezegenli Gezegenine..
İnsan- kullanıcının gözyaşları
Beril Özmen Mayer
yeniden biçimlendirmek hakkı
ve yükümlülüğüdür. İçerde ve
dışarda, tam da oturduğu yerde.
Vesayet altına girmeden….
Böylelikle kendi beyaz tek biçimli
giriş kapısını, kendi beyaz tek
biçimli pencere çerçevesini kırmızı
ya da yeşile ya da hangi rengi
seviyorsa ona boyamaya başlıyor.
Özellikle dışın, böylelikle, yorgun
argın eve döndüğünde kendi
penceresini tanıyabilsin diye..
+
Gelgelelim, ortaya çıkan farklı konut
ve yaşam biçimlerine ve bunlarla ilgili
farklı yorumlar ve düşüncelere. Her
duyduğumuza hemen hak verecek değiliz
ya! Bıraz gezinelim etrafta kitaplarda kim
ne demiş güzelim evlerimiz için..
Bazıları evlerin sahiplerinden dem vurur,
bazıları evlerin içindeki yaşamdan..
Bazıları da evin doluluğu ya da bomboş
olmasından sözeder. Dolu olan evlerin
bir kısmı, İtalyan yönetmen Elio Petri’nin
‘İşçi Sınıfı Cennete Gider’ filmindeki gibi
yoksulların kendilerini varsıl hissetmeleri
CMYK
Kaynakça: Cogito, Özel sayı: Bir Anatomi
Dersi Ev’. Yapı Kredi Yayınları, Bahar, 18, 1999.
(1) Hundertwasser, (çev. Mustafa Tüzel),
sakinlere Çağrı, s. 267.
(2) Ettore Sottsass, çev. Işık Ergüden,
Bomboş Evler Kime Ait?, s. 113-115.
(3) Onay Sözer, ‘Yuvaya Dönüş’te Kapı
Sorunu, s. 113-115.
(4) Ömer Madra, ‘Evli Evine, Köylü
Köyüne’ , s. 269.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
Kağan GünÇe- konuk yazar: NiL P. ŞahiN
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
KIBRIS’TA DIŞ MEKAN VE YAŞAM
İklim verileri ve sosyo – kültürel yaşamın
belirleyici etkisi ile var olan dış mekan
kullanım alışkanlığı hayatlarımızın her
kesitinde var olmuştur. Dış mekanla
ilgili tanımlı aktiviteler, Kıbrıs insanının
hayatında gelenekselleşmiştir. Bugün,
“Gelenekten Evrensele Mimari” isimli
sayfamda sizlere sunulacak olan yazı,
çok kıymetli arkadaşım Nil Paşaoğluları
Şahin’e ait. Nil, yazısında bizlere
geçmişten günümüze kadar uzanan
bir perspektif içerisinde Kıbrıs’ta
gelenekselleşmiş dış mekan kullanımı
ile ilgili keyifli kesitler sunacak...
Kağan Günçe
zaman da özel bir günü kutlamak için
uğradığımız mekanlar...
parçası olan pazaryerlerini bir diğer önemli
dış mekan tipi olarak tanımlayabiliriz.
Kıbrıs ile ilgili yazılmış birçok kaynakta
pazaryerlerine değinilmekte; 18. yüzyılda
Kıbrıs’a yaptığı gezi sonrası kaleme aldığı
‘Levkosia: The Capital City of Cyprus’
isimli kitabında L. Salvator pazaryerlerinin
Kıbrıs halkının hayatında farklı tipleri ile
önemli bir yeri olduğuna değinmektedir.
Aynı zamanda bu mekanların, o zamanlar
şehirlerin en önemli odak noktalarından
birisi olduğundan bahseder. Pazaryerleri
bir dönem önemini yitirdikten sonra son
bir kaç yıldır eski önemini kazanmasa
da Kıbrıs halkının hayatının önemli bir
parçası olmaya başlamıştırlar. Adada
alışveriş olgusunun boyut değiştirmesiyle,
dış mekan kullanımının arttığı ve çeştlilik
Kıbrıs’ta sokağın da bambaşka anlamları
vardır. Bir soluk, bir nefes almak,
komşularla sohbet etmek, bir yudum
güneş için en güzel yerdir sokaklar.
Özellikle geleneksel kent dokusuna sahip
olan mahallelerde, trafiğin olmadığı ya da
yoğun olmadığı bölgelerde, kapı önüne
çıkarılan bir sandalye, bu mekanları
kullanmaya yeterlidir. Kimi zaman birkaç
kişinin sohbet etmek için toplandığı, kimi
zaman işyerinin ta kendisidir sokaklar...
Geçmişten günümüze süregelen, bir
dönem yok olan, fakat son zamanlarda
yeniden Kıbrıs halkının hayatının bir
Dış mekanda vakit geçirmek bir Kıbrıslı
için yaşamının olmazsa olmazlarındandır.
Gelenekselleşmiş olan bu alışkanlık
doğar doğmaz girer Kıbrıslı’nın hayatına.
Çocukken kapısının önü, evinin önündeki
sokak veya yanındaki boş tarladır oyun
alanı. Komşuluk ilişkileri dış mekanda
daha da güçlenir; molehiyalar birlikte
ayıklanır, günün yemeğinin hazırlığına kapı
önünde başlanır. Kahvaltı sonrası kahve
keyifleri mutlaka dış mekanda yapılır, bir
asma altı veya kapı önü yeterlidir keyif
için... Sohbetler edilir, hatta fallar bakılır...
Bunlar, özellikle benim çocukluğumdan
aklımda kalanlardan bazıları... Aslında
hepimizin çok iyi bildiği, geçmişten
günümüze Kıbrıs’ta dış mekanlar ve
yaşam tarzını söyle bir yorumlamak ve
anımsatmak, biraz da sizleri anılarla
gülümsetmek istedim bu yazıyla. Hep
birlikte hatırlayalım neleri yaşattığımızı,
neleri yitirdiğimizi...
Geçmişten günümüze
Kıbrıs’ta dış mekan
kullanımı
Dış mekan, işyerinin ta
kendisi...
Kıbrıs’ta yaşam tarzının belirleyici
unsurları olan birçok uğraş da dış
mekanlarda gerçekleşmektedir. Özellikle
köylerde yapılmakta olan tarım ve
hayvancılık... Lefkara işleri veya sepetçilik;
iklim müsait olduğu sürece kimi zaman
bir kapı önünde veya asma altında
gerçekleşmekte ve dış mekanda yaşamın
bir bölümünü oluşturmaktadır. Ayrıca
bunlara ek olarak sucuk, pilavuna, çörek,
peksemet, bulla ve hellim yapımı, evlerin
bahçelerinde geçmişten günümüze dış
mekanlarda gerçekleşen gelenklerimiz
ve göreneklerimizden sadece bazılarını
oluşturmaktadır.
Son dönemlerde özellikle köylerde,
köylere özgü gelenekler, dış mekanlarda
düzenlenen festivallerlele gündeme
getirilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle, bir
süreliğine de olsa yitirilen değerlerimiz
yeniden hatırlanmaya ve yeniden
hayatımızın parçası haline gelmeye
başlıyorlar. Zeytin festivali, harup festivali,
üzüm festivali, enginar festivali, Eko-gün
ve benzeri festivallerle birçok değer gün
yüzüne çıkıyor ve dış mekanlar şenleniyor.
Yeni gelişen bölgelerde dış
mekan.....
Tüm bu bahsedilenler ve anılarımızla
birlikte gülümseyerek hatırladığımız
dış mekan kullanımlarından sonra;
günümüzde yeni gelişen bölgelerde
insanlar için değil, arabalar içindir dış
mekanlar. Ve apartmanlar arasında
‘dış mekan’ olmaktan vazgeçmiştir dış
mekanlar.
Sokağa taşınmış yaşamdan ipuçları
Yeni gelişen bölgelerde kent dokusu,
geleneksel kent dokusuna kıyasla
birçok farklılık göstermektedir. Binalar
çok katlı olarak tasarlanmakta ve dış
mekanlar kullanım için uygun olmayan
genelde otlarla kaplanmış veya çöplerle
dolmuş artık mekanlar halinde karşımıza
çıkmaktadırlar. Bu nedenle, geleneksel
kent dokusuna sahip bölgelerde
karşılaştığımız dış mekan aktivitelerine,
yeni yapılaşan bölgelerde rastlamak
çoğu zaman imkansızdır. Ayrıca, sokaklar
caddelere veya bulvarlara dönüştüğünden
hızlı trafik, sokakların sosyal aktiviteler için
kullanılmasına engel teşkil etmektedir. Yeni
gelişen bölgelerde dış mekan kullanımı
yitirilen bir değerdir; anılardaki dış mekan
kullanımını çocuklarımıza anlatsak da
anlayamayacakları, fakat yaşatılması ve
‘Kıbrıslı’ kimliğinin sürdürülebilmesi için
modern hayata entegre edilmesi gereklidir.
Çok eski yıllardan beri süregelen dış
mekan kullanım alışkanlığı, Kıbrıs
halkının hayatında ve yaşam tarzının
şekillenmesinde her zaman önemli bir
yer almıştır. Geçmişte, özellikle kamusal
alanlar düşünüldüğünde köylerin, kentlerin,
şehirlerin meydanlarında konumlanmış
kahvehaneler ve bu kahvehanelerin kapı
önleri, asma altları yani genel anlamda dış
mekanları en çok bilinen, bir dost sohbeti
için, küçük bir mola vermek için gidilen dış
mekanlardandır.
Günümüzde bu yerler hala güncelliğini
korumakta ve özellikle erkeklerin rağbet
ettigi, bir çok konunun tartışıldıgı bazen
bir mahalle arasında, bazen bir köy
meydanında bazen bir sokak arasında
karşımıza çıkmaktadırlar. Biraz daha
modern anlamda düşünüldüğünde ise,
bu mekanlar yeni şekilleri ile cafeler
olarak karşımıza çıkar ve özellikle
gençler tarafından rağbet edilen bu
yapıların dış mekanları, gelenekten gelen
alışkanlıklarla, aktif olarak kullanılmaktadır.
Hatta son dönemde sırf kahvesi ile ünlü
belli markaların bulunduğu yapılarda
dış mekanların daha çok kullanıldığı
gözlemlenmektedir. Buralar, vakit
geçirmekten keyif aldığımız; kimi zaman
çalışmak, kimi zaman sohbet etmek, kimi
kazandığı şüphesizdir. Günümüzde, birçok
kentimizde bu tür mekanlarla önemli
alışveriş caddeleri veya alışveriş bölgeleri
oluşmuştur.
Nil Paşaoğluları Şahin
Büyükkonuk köy meydanında gerçekleştirilen ‘eko gün’ etkinliği
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
07
GuiTA FariVarsadri
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
TOPLUM, ATIK VE TASARIM
Bilinçsiz tasarım, üretim ve tüketim çevremizi bir felakete sürüklüyor. Dur demenin zamanı gelmedi mi?
nereye gidiyor? Sonra ne oluyor? diye
düşünmeden biz sadece atıyoruz! Peki
neden? Çağımızda yeni icat edilmiş
olgulardan biri de İngilizce dilinde ‘Planned
obsolescence/ built-in obsolescence’
diye adlandırılan Türkçede ‘planlı
eskitme’ veya ‘planlı işe yaramazlık’
olarak tercüme edebileceğimiz bir
olgudur. Bunun anlamı bilinçli olarak
belli bir zaman içinde işe yaramayacak
ürünler tasarlamaktır. Başka bir deyişle
bir firmanın belli bir zaman içinde işe
yaramaz veya moda dışı veya kullanışsız
bir hale gelen ürünler üretilmesidir. Bütün
bunların amacı bir ürün için planlı bir talep
yaratmaktır. Yeni çağımızın üretim ve kar
üretim sistemi böyle çalışır. İlk bakışta çok
akıl dışı gelen bu olguyla aslında hergün
karşı karşıya geliyoruz ve biz de ister
istemez bu sistemin bir parçası oluyoruz.
Belli bir zaman içinde problem çıkaran
arabalar, küçük bir parça değişimi ile
yenilenebilecek ama yeni çıkan parçaları
(mesela REM) uymadığı için değiştirmek
zorunda kaldığımız bilgisayarlar, modası
değişen kıyafetler ve ayakkabılar
bunlardan sadece bir kaç örnek ve bu
liste böylece uzayabilir. Bu planlı işe
yaramazlığın farklı biçimleri var. Bunlardan
ilki teknolojik veya işlevsel olarak işe
yaramazlık. Yukarıda verdiğimiz bilgisayar
örneği bu kategoriye dahil olabilir. İkinci
biçim stil veya tarz olarak işe yaramazlık,
veya algılanan işe yaramazlıktır. Sadece
topuk modeli artık moda olmadığı için
giyilmeyen ayakkabılar ve modası geçen
kiyafetler bu gruba dahil edilebilir. Üçüncü
olarak işe yaramazlık nedeni olarak
‘son kullanma tarihi’ni gösterebiliriz.
göze çarpan ürünler. Pazara sunuldukları,
güçlü reklamlarla birleştiğinde tüketicide
yenisine sahip olma arzusunu uyandıran
bu ürünler, sürekli olarak elimizdeki çalışan
ve iş gören ürünlerden mutsuzluğumuzu
ve daha güzel ürünlere sahip olma
güdümüzü beslemektedir.
Çevre Bilincimiz İçin Sorular
Bütün bu duygular çok masumane gelse
de ürünün atığa dönüşmesi sürecindeki
esas problem bu aşamadan sonra
başlıyor. Bir dizi soruyu bu kapsamda
bilincimizi uyarmak için ortaya koyabiliriz:
Bu ürünleri tüketmek için dünyamızdaki
sınırlı kaynakların ne kadarını
kullanıyoruz?
Kullanılan kaynakların çoğunun yerini
doldurmak için hiç bir şansımız olmadığını
biliyor muyuz?
Bu ürünleri üretirken çevreye saldığımız
toksinlerden neden bahsetmiyoruz? Ve
sonra artık kullanmak istemediğimiz,
atıklarımıza ne oluyor?
Ve sonra artık kullanmak istemediğimiz,
attıklarmıza ne oluyor? Sokaklardan
çöplerimiz toplanıyor ama yok olmuyor.
Başka bir yere taşınır. Bizim görmediğimiz
bir yere!
Günlük çağdaş hayatımızın tembelliği
içerisinde bu soruları sormuyoruz.
Sormayınca hesap sormak için bir adım
atmıyoruz.Bu nedenle hiç birimiz masum
değiliz!
Gana’da elektronik çöplük
http://www.google.com.tr/imgres?imgurl=http://greensafeguard.com/wp-content/
uploads/2008/08/ghana_children.jpg
Çağımızın en önemli özelliklerinden biri
de tüketimin tarihin tüm dönemlerinden çok
daha büyük boyutlara ulaşmış olmasıdır.
Tüketici toplumu dediğimiz yeni bir toplum
tipi ortaya çıkmış durumda. Çağımızın
bir olgusu olan bu toplumlarda insanlar
aslında bir somut değer üretmeksizin
durmadan başkaların ürettiği malları
tüketirler. Durumu şöyle açıklayalım.
Genel olarak her ürünün yaşam
döngüsü aşağıdaki temel evrelerden
oluşur:Çıkartım süreci(istihraç), üretim,
dağıtım, tüketim, ve Atık Süreci (yok
etme-elden çıkartma, bertaraf etmek).
Geleneksel toplumlarda, mesela köylerde
bu döngü gayet basit bir şekilde işler. Ham
maddenin nereden geldiği, nasıl bir ürüne
dönüştüğü, nasıl başkalarına dağıtıldığı
ve tüketildiği ve sonra da nasıl bir ‘çöp’
e dönüştüğü hemen hemen herkes
tarafından bilinir. Hatta bir çok geleneksel
toplumda, mesela köylerde çıkan çöp
miktarı hiç denilecek kadar azdır. Çünkü
insanlar gerçekten ihtiyacı olanı, ihtiyacı
olduğu kadar tüketir. Kalan bir şey varsa
da bir şekilde değerlendirilir (Konserve
kutularının saksı olması gibi).
Daha gelişmiş toplumlarda ise; insanlar
bu döngünün neredeyse sadece küçük
bir bölümü ile ilgilenirler. Örnek verirsek:
Kullandığımız herhangi bir ürünün,
mesela buzdolabımızın ham maddelerinin
nereden geldiği, bir ürüne dönüşürken
hangi süreçlerden geçtiği ve bu süreçte
hangi ek maddeler kullanıldığı, bunların
doğaya nasıl bir zarar verdiği, sonra
nasıl dağıtıldığı hakkında bir bilgiye
sahip olmadan sadece tüketiriz! Ve
daha sonra bu ürün eskidiğinde veya
değiştirdiğimizde onun ‘çöpü’nün nereye
gittiğini ve doğaya nasıl bir zarar verdiğini
de bilmeyiz. Aslında insanları daha fazla
tüketime yönlendirmek için galiba biraz
da bu bilinçsizlik halinin devam etmesi
gerekir. Hele global dünyamızda bir
çok ürünün ham maddeleri çoğumuzun
adını bile bilmediğiniz ülkelerden gelir (ki
gelişmiş ülkeler de kendi kaynaklarının
tükenmemesi için bunu özellikle tercih
ederler!). Sonra ürün iş gücünün daha
ucuz olduğu ülkelerde üretilir ve sonra da
tüm dünyaya dağıtılır ve satılır. Bütün bu
aşamaların son noktasında (ki bu yazının
da esas konusudur) atıklar ve atıklardan
kurtulma konusu gelir.
Çinde Elektronik atıkları ayrıştıranlar
http://raimd.files.wordpress.com/2009/09/e-waste-orange-stuff.jpg
Çevre Dostu Tasarım
Yaklaşımları
Biraz daha yakın çevremize, her gün ne
kadar fazla çöp ürettiğimize (ki bunların
çoğu organik çöpler de değil!) bir bakalım.
Tüm bu plastik kutular, poşetler, vs.
+
Bir çok ürün (gıda maddeleri, kremler,
makyaj malzemeleri, vs.) bitmeden son
kullanma tarihi geçtiği için çöpe gidiyor.
Bu olguya en çok hizmet eden ürünlerin
ise tasarımcılar tarafından üretilen, yeni
şekillendiren, yeniden tasarlanan ürünler
olduğunu görüyoruz. Sürekli ve düzenli
olarak yeni modelleri ile güncellenen cep
telefonları ve arabalar bu kategoride ilk
CMYK
Bu atıkların bir kısmı var ki onlardan
özel olarak bahsetmek gerekiyor. Bunlar
‘elektronik atık’ diye adlandırdığımız
atıklardır.
>> DEVAMI SAYFA 8’DE
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
08 ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
GuiTA FariVarsadri
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
TOPLUM, ATIK VE TASARIM
>> SAYFA 7’DEN DEVAM
Elektronik Atıklar
Elektronik atık nedir? Genel olarak
elektronik atıklar artık ihtiyaç
duymadığımız, kullanılmaz durumda
olan veya bozuk elektronik aletlere denir.
Aynı zamanda ‘kullanılabilirliğin’ sonuna
yaklaşan bilgisayar, televizyon, monitor,
müzik aletleri, faks, vs. gibi elektronik
aletler de bu kategoriye dahil olabilir. Bu
atıklar genellikle hızlı teknolojik değişimler
neticesinde yenisinin fiyatı eskisini
yenilemekten ucuz olmaları nedeniyle
ve tabii ki planlı işe yaramazlık sonucu
meydana gelmektedir. İstatistiklere göre
ABD de her sene yaklaşık 30 milyon
bilgisayarın, Avrupa’da 100 milyon
civarında telefonun çöpe atıldığını
biliyoruz (wikipedia.org). Bu atıklar
dünyamızda büyük bir problem haline
gelmiş durumda. Çünkü bu atıkların çok
küçük bir yüzdesi geri dönüşüm işlemine
tabi tutuluyor. Atık durumuna gelmiş
elektronik ürünlerin içindeki kurşun, civa,
kadmiyum gibi son derece zehirli ağır
metaller ve zararlı kimyasal maddeler
ile PVC gibi çevreyi kirleten plastiklerin
doğal yaşam zincirindeki tahribatı artık
geri dönülemez boyutlara ulaşmış
durumda. Çevreye bırakılan bir floresan
lambanın kırılması neticesinde içindeki
civanın havada 320 km. gidebildiğini
veya sürekli kullandığımız pillerin içindeki
zararlı maddelerin sebzelerimizin yetiştiği
toprağa, su kaynaklarımıza saldığı zehirli
toksinlerin insanda ve doğada verdiği
zararın boyutlarının güvenlik sınırlarını
kat kat aştığını biliyor muyuz? Bu nedenle
bu atıkların olabildiği kadarıyla geri
dönüştürülmesi, ve dönüştürülemeyen
parçalarının da titizlikle yok edilmeli.
Gelişmiş ülkelerde bile bu atıkların geri
dönüşümü ve yok edilmesi çalışanlar
ve toplum için büyük riskler taşıması
nedeniyle; bir çok gelişmiş ülkenin bu
atıkları daha az gelişmiş ülkelere, Çin
ve Gana gibi ülkere gönderdiği ve bu
ülkelerde atıkların en ilkel yöntemlerle
ayrıştırıldığı da bilinen bir gerçektir.
Bu ülkelerde düşük maliyetlerle ve
korunmasız ilkel yöntemlerle ayrıştırılan
bu çok tehilkeli atıkalr, insan ve çevre
sağlığına ciddi zararlar vermektedir. Çin’de
Guiyu adında bir köy bu merkezlerden
biridir. Bu bölgede yaşayan ve bu
tesislerde çalışan insanların yara ve
yanıkalrla kaplı vücutları aynı zamanda
akciğer kanseri ve nefes darlığı gibi
problemlerle mücadele etmekte. Bölgedeki
su kaynaklarının içilmez durumda olduğu
ve her on çocuktan yedisinin kanında
normalin çok üstünde kurşun olduğu
bu bölgede çocuk düşükleri de dünya
standardların altı katıdır.
Atık Probleminde
Tasarımcıların Rolü
Günlük yaşamımızın ayrılmaz bir
parçası durumuna gelen ürünlerin atık
probleminin yarattığı sorunlar karşısında
tasarımcıların rolu nedir? Tasarımcılar
ne yapmalı? Endüstri Tasarımının sosyal
sorumluluğu üzerine çalışmalarıyla
bilinen tasarım felsefecesi ve uygulayıcısı
Victor Papanek ‘Gerçek Dünya için
Çin’de çocuklar ve elektronik çöpü
Çin’de elektronik çöplük
http://www.greenpeace.org/international/en/multimedia/photos/does-this-belong-to-you-apple/
Tasarım’ kitabında çok çarpıcı bir
gerçeğin altını çiziyor. Papanek’e göre
Endüstri Tasarımcılar; yaşadığımız çevreyi
işgal eden yeni ve kalıcı çöp çeşitleri
yaratmak ile, soluduğumuz havayı kirleten
malzeme ve süreçleri seçmek ile endüstri
tasarımını çok tehlikeli bir meslek haline
getirmişlerdir. Bir tasarımcı olarak bu
gerçeği inkar etmek kolay değil. Fakat
Endüstri Tasarımı aynı zamanda tüm
bu sorunların çözümü için de çalışabilir.
Toplumsal sorumluluğa sahip tasarımcılar
toplumların gerçek sorunları ile uğraşırlar.
Unutmamak gerekir ki sürdürebilir
kaynaklar ve gerçek atık yönetimi, iyi ürün
tasarımları ve üreticinin sorumluluğu ile
başlar. Tasarım, çevre kirliliğini azaltmak
ve çevresel etkiyi azaltmaya yardım
edebilir ve üretimde ‘yeşil teknolojiler’
kullanabilir (http://www.arup.com).
Aynı zamanda ürünlerde enerji kaynağı
olarak güneş enerjisi gibi yenilenebilir
ve temiz enerji kaynakları kullanılabilir.
Yeniden kullanma ve geri dönüşümlü
malzemelerin kullanımı çevreye zarar
veren atıkların azalması yönünde
alınabilen diğer önlemlerdir. Ve kuşkusuz
atıkları azaltmak için gereken her şeyin
yapılması gerekir. Bunların en etkilisi
tasarlanan ürünlerin ömrünü uzatmaktır.
Bu da her ürünün en ‘zayıf noktasının’
güçlendirilmesi ve gerekirse (tercihen
sahibi tarafından) tamir edilmesi veya
değiştirilmesine olanak sağlayacak
şekilde tasarlanması ve modaya uygun
olan tasarımlar yerine ‘klasikleşebilen’
ve zaman içinde keyifle kullanılabilen
tasarımlar yaratmak yolu ile olabilir. (http://
www.1000ventures.com)
Konusunda Önlemler
KKTC’de Ne Yapmalı?
Tüm bunların yanısıra atıkları azaltmak ile
ilgili önlemler almak gerekir. Bu konuda
3 ana kelime: azaltmak (miktar ve hacim
olarak), yeniden kullanım ve geri dönüşüm
ilke olarak benimsenmeli. Uluslararası
‘Green peace’ örgütü bu konuda aşağıdaki
önlemleri önerir:
Peki ülkemizde durum nasıldır?
•
Elektronik eşya üreten firmalar
üretikleri eşyaların sorumluluğunu
üretimden kullanım ömrünün
sonuna kadar almalı.
•
Elektronik atık krizine yol
açmamak için üreticiler daha uzun
ömürlü ve çalışanları ve çevreye
zararlı kimyasallara maruz
bırakmayan objeler tasarlatmaları
gerekir.
‘Çevre için tasarım’ ancak
firmaların ürün tasarımı kararlarına
kapsamlı olarak çevre ile ilgili
konulara yer vermeleri ile mümkün
(Joseph Fiksel, 1996).
 Atıkları azaltmak için firmalar
ürün ağırlıklarını indirmeli ve geri
dönüşümü daha kolay ve daha
ucuz olan ürünler tasarlatmalı.
Bu ancak ürünlerde kullanılan
malzemelerin değişmesi, çok
çeşitli malzemelerin aynı üründe
kullanılmaması, kullanıldığı
takdirde onları kodlamak
ve etiketlemek ve ürünlerin
ayrıştırılmasını kolaylaştıran
tasarımlar ile mümkün olabilir
(U.S. Congress Office of
Technology Assessment,
1992). (www.greenpeace.org/
international)
CMYK
•
Elektronik Atıklar
+
http://stevehavas.com/Tess/wp-content/
uploads/2009/04/kid_with_e-waste.jpg
Ülkemizde durum hala bir çok gelişmiş
ülke kadar vahim olmasa da şimdiden
yeterince önlem alınmazsa yakında bu
konu çok ciddi bir çevre felaketine yol
açabilir. Bu nedenle şimdi bunu yapmanın
tam zamanı. Yerel yöneyimlerin katılımı
ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti
tüm atıklar ve özellikle elektronik atıklar ile
ilgili bir atık yönetim programı geliştirmeli.
Atıkların toplanması, ayrıştırılması ve
yeniden kullanımı konusunda gerekirse
uzman olan firmalarla işbirliğine girilmeli.
Bu yoldan KKTC’yi bekleyen çevre felaketi
önlenirken heba olan bu kaynaklar ülkeye
artı değer olarak geri kazandırılabilir.
Bütün bunlar elbette ki ancak toplumun
duyarlılığı ve tam desteği ile mümkün
olacak. Bu nedenle de çalışmalar eğitim
ve halkı bilgilendirme kampanyaları ile
beraber sürdürülmeli, toplum bu konuda
bilinçlenmeli ve toplumdaki bireyler,
bu sosyal sorumluluk progarmına
nasıl bir katkı koyacağı konusunda
bilgilendirilmelidir.
Çok geç olmadan hepimiz elele vermeli ve
bir şeyler yapmalıyız....
Guita Farivarsadri
Kaynaklar:
Papanek,V. (1985), ‘Design for the Real World’,
USA: Academy Chicago.
http://en.wikipedia.org/wiki/Electronic_waste
http://www.arup.com/Markets/Resources_and_
Waste.aspx
http://www.1000ventures.com/environment/
ecodesign_waste_min.html
http://www.greenpeace.org/international
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
İÇMİMARLIK
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
09
Uğur Dağlı-NiL P. ŞahiN
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
MEKANA YENİ BİR ANLAM KATMAK… Karim Rashid ve Mekanları
“Bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum”
Murathan Mungan
İç Mimarlık, öylesine bir heyecandır ki
özgü güçlü tasarım kimliği ile dikkat çeken
bir tasarımcı Karim Rashid. Tasarımları
kimi zaman tasarım eğitiminin ilk
günlerinden itibaren sürekli dile getirilen
“bütünlük” ilkesi ile ters düşen bir yapı
sergiliyor olsa da, başarılı işlere imza attığı
tartışmasız bir gerçektir. Renkli kişiliğinin
yansımalarını farklı disiplinlerde hayata
geçirdiği tasarımlarda canlı ve iddialı renk
kullanımları ile görmekteyiz. Tasarımda
renk kullanımı cesaret isteyen bir
konudur. Fakat, Karim Rashid tasarımda
renk kullanımını tüm dünyaya meydan
okurmuşçasına ele alarak korkusuzca
sergilemektedir. Farklı ölçekte tasarladığı
birçok tasarımda bir diğer ortak özellik
ise parlak yüzeyler, dalgalı formlar ve
maximalist-abartılı doku kullanımıdır.
Tüm bu bahsedilen özellikleri iç mekan
tasarımından örneklerle hep birlikte
deneyimleyelim.
tasarımcı yarattığı mekan içinde adeta
bir detay durumuna dönüşür, hatta
mekanın bütününü oluşturan bir görüntü
durumunda olur. Bazen mekana girdiğiniz
anda tasarımcının o mekanın içindeymiş
hissine katılırsınız, bazen de mekanın
bütününde onu algılarsınız. Gerek
kullandığı renkler ile, gerek mekan içindeki
forumlar ile, gerekse mekansal geçişler
ile sanki tasarımcının görüntüsü ordaymış
hissi doğar. Bir mekanda tasarımcının
gülümsediğini hissedersiniz, diğer mekan
da ise coşkusunu, bir başka mekanda ise
hüznünü yakalayabilirsiniz.
İşte böyle bu hafta, her tasarımında
kendinden parçalar yakalanabilen ve daha
önceki İç Mimarlık Dosya konularında
adını birçok örnekle birlikte andığımız,
çok yönlü tasarımcı Karim Rashid’e yer
vermenin iyi bir fikir olduğunu düşüncesiyle
hep birlikte Karim Rashid’i ve onun renkli
kişiliğini sergilediği iç mekan tasarımı
disiplinindeki uygulamalarını detaylı olarak
ele almak istedik.
Las Vegas’taki Silk Road
Restorant, 2009
Cupid Jewels
“Ayni dili konuşan değil, aynı duyguları
Mekanların parçası olan Karim Rashid
Karim Rashid kimdir?
“Aşk, imkansız birçok şeyi mümkün
kılar.” (Goethe)
“Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü
kuracakları yerde, duvar ördükleri
için yalnız kalırlar.” (Newton)
Karim Rashid jenerasyonunun en
üretken tasarımcılarından birisidir. 35
farklı ülkede hayata geçirdiği tasarımları
ile kariyerini 3000den fazla tasarım
ve 300’ü aşkın ödül ile taçlandırmıştır.
Ödül almış projeleri arasında Garbo
konserve kutusu, Umbra için tasarladığı
sandalye, iç mekan tasarımı alanında
Philedelphia’daki Morimoto Restorant,
Atina’daki Semiramis Otel ve birçok diğer
proje bulunmaktadır. Tasarımcı, Red Dot
award, Chicago Athenaeum Good Design
award, I.D. Magazine Annual Design
Review, IDSA Industrial Design Excellence
award, ödüllerini birçok kez alması ile
bilinmektedir. Ayrıca dünya çapında birçok
üniversitede de konuk öğretim üyesi
olarak bilgi ve tecrübesini öğrenciler ile
paylaşmaktadır.
Prize Hotel
Dünyaya meydan okuyan
renk, doku ve yüzey
tasarımı…
“Kelimelerin gücünü anlamadan,
insanların gücünü anlayamazsın.”
(Confucius)
“ Mal kaybeden, bir şey kaybetmistir,
onurunu kaybeden birçok şey
kaybetmiştir. Fakat cesaretini
kaybeden her şeyini kaybetmistir.”
(Goethe)
İddialı tasarımları ile tanınan, kendine
CMYK
+
paylaşanlar anlaşabilirler.” (Mevlana)
Silk Road Restorant’ın tasarım yaklaşımı
birçok farklı ayrıntıyı birarada barındırması
ile tanımlanabilir. Bu ayrıntılar tarihi
“İpekyolu” hikayesinden yola çıkarak
dolaylı bir yol ile ona atıfta bulunmaktadır.
Mekanda bir tarafta altın parlak yüzeyler
ile birlikte kullanılan turuncu ve sarı renkler
varken, diğer bir tarafta cesurca pembeler
ve kırmızılar iddialı formlar ile hayat
bulmaktadır. Tasarımlarındaki genel özellik
olan abartı bu tasarımında da çizgi-üstü
karakterini koruyarak karşımıza çıkıyor.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
10 İÇMİMARLIK
Uğur Dağlı-NiL P. ŞahiN
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
MEKANA YENİ BİR ANLAM KATMAK… Karim Rashid ve Mekanları
>> SAYFA 9’DAN DEVAM
Silk Road
Prizeotel, Bremen, Almanya,
2009
“ Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak
söylediği, dinleyenin de yararlandığı
sözdür.” (Aristo)
Prizeotel’de yaklaşım ve hedef yüksek
kalitede ulaşılabilir bir tasarım yaratmak
olarak dile getiriliyor. Bu yolda, şık,
ekonomik, birçok seçeneği barındırırken
aynı zamanda etkileyici ve akıllarda kalıcı
bir izlenim bırakan bir tasarım hayat
buluyor. Birçok kullanıcının izlenimlerini
Silk Road
aktardığı yorumlarda tasarımın tarifsiz
ve benzersiz bir deneyim yaşattığından
bahsediliyor. Bina dışarıdan minimal
çizgisel hatlara sahip iken iç mekanda
yalınlığına ek olarak Karim Rashid’in
temel özellikerinden de izler taşıyor.
Birçok tasarımındaki karmaşanın aksine
Prizotel’de karmaşıklıktan uzak, ayakları
yere basan bir tasarım ile karşılaşıyoruz.
Tasarımlarında kullanmaktan hoşlandığı
iddialı ve bağıran renkler yerini daha
çekimser ve yumuşak tonlara bırakıyor.
Fakat bu tonlar arasında bile iddialı bir
sarı-yeşil birkaç noktada tekrarlanarak
ağırbaşlı tonları canlandırıyor.
Powder, New York, 2002
“Dünya güzeldir, ama bir şairin gözüyle
daha da güzel olur.” (Goethe)
“ Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan
güzeldir.” (Tolstoy)
Minimal hatların hakim olduğu bir
cephe tasarımının ardında hafif tasarım
elemanlarının oluşturduğu oldukça aklı
başında bir çizgiye sahip bir tasarım
var karşımızda. Elemanların yalınlığı
renk seçimlerindeki abartı ile bir zıtlık
oluşturuyor. Renk özellikle aydınlatma
tasarımı ile sağlanmış ve mekana mistik
bir hava katmış. Aydınlatma tasarımının
esnek bir yapıya sahip olduğu ve farklı
zamanlarda aydınlatma renklerinde
tonlamalar yapmanın mümkün olduğundan
bahsediliyor. Tasarımda kullanılan
turuncu şeffaf korkuluklar ana mekanı alt
mekanlara ayırmakta ve farklı kullanımlar
arasında bir sınır oluşturmak için
kullanılmış.
Cupid Jewels Flagship
Store, Singapore, 2010
“ Güzellik, çoğu zaman kusurları
gizleyen bir örtüdür.” (Balzac)
“ İnsanlar başaklara benzerler, içleri
boşken başları havadadır, içleri
doldukça eğilirler. (Montaigne)
Tasarımcının son tasarımlarından birisi.
Mekana girdiğiniz andan itibaren futurist
bir tasarım sizi karşılıyor. Detaylarda altın,
gümüş ve siyahlar göze çarpıyor. Çok katlı
bir yapıya sahip mekan farklı bölümler
halinde tasarlanmış fakat mekanların
akıcı bir şekilde birbirne bağlanmış olması
kullanıcıyı bir mekandan diğerine taşıyor.
Mücevherlerin sergi birimleri farklı ürünlere
göre çeşitlilik gösteriyor.
Son söz
“Insan ne kadar büyük ruhlu olursa,
aşkı o kadar derin bir şekilde duyar.”
(Leonardo da Vinci)
Mekana yeni bir anlam katmak aslında bir
aşk hikayesidir. Cesaret isteyen, ayni dili
konuşmak, ayni duyguları paylaşmaktır. Bir
şiirdir, bir güzelliktir. Tasarımları ile birçok
aşk hikayesine adını yazdırmış Karim
Rashid’in daha birçok aşk hikayesine
imzasını atacağına inanıyoruz. Bazen
hüzünlü bazen coşkulu.
Cupid Jewels
+
Uğur Dağlı
Nil Paşaoğulları Şahin
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
KENTİN TADI TUZU
Doğu Akdeniz Üniversitesi
Şebnem HoŞKARA-
“Uluslararası Kariyer İçin”
konuk yazar:
SAYFA
11
Beser O. Vehbi
[email protected] - [email protected]
MADRİD’DEN İKİ MEYDAN: DEL SOL VE PLAZA MAYOR
İşte yine büyülü bir Akdenizli -
Avrupa
kenti ve meydanları….. Bu hafta Beser
Oktay Vehbi, bizi İspanya’nın Madrid
kentindeki iki meydana götürecek
yazısıyla. Meydanların mekansal
özellikleri ile kullanım ve kullanıcıları
arasındaki ilişkiyi vurgulayan yazısında
Beser arkadaşımız, kent dokularını
oluşturan binalara ve aralarındaki
kentsel mekanlara Madrid kenti içinden
bakacak, hem bir turist hem de bir
meslek kişisi olarak…
Şebem Hoşkara
Bu hafta, Kentin Tadı-Tuzu sayfasında,
sizlere geçen ay konferansa katılmak için
ailem ve arkadaşlarım ile gittiğimiz Madrid
kentinin en önemli meydanı Plaza Mayor
ve aynı zamanda tüm yolların kesişme
noktası olan Puerta Del Sol meydanını
tanıtacağım. Ancak, bu iki meydanı
sizlere anlatmadan önce biraz Madrid’den
bahsetmek istiyorum.
İkinci yüzyılda Romalıların yerleştiği
Madrid, 865’te Mağribiler tarafından
surlarla çevrili bir şehre dönüştü. Katolik
Hükümdarlar 1476 yılında şehir surlarının
ve kapılarının kaldırılmasını istediler,
II. Felipe ise, 1561 yılında sarayını
Toledo’dan buraya taşıdı ve böylece
Madrid’i İspanya’nın başkenti olarak ilan
etti. Zamanla genişleyip, gelişerek İspanya
İmparatorluğu’nun en önemli kenti haline
geldi. Madrid ismi, rivayete göre, Arap
Sultanı Muhammed bin Abdurrahman’ın
şehre yaptırdığı ve “Magerit” adını verdiği
bir kaleden geliyor.
Madrid’e vardığım ilk gün bu kentin ciddi
ve düzenli oluşu (başkent olmasından
dolayı herhalde) bana İstanbul sonrası
gidilen Ankara’nın dinginliğini hatırlattı. Bu
özelliğinin yanısıra Madrid, tarihi ve anıtsal
binaları, kozmopolit görüntüsü ile insanın
aklını başından alan bir yapıya sahip.
Şehir, en büyük atılımı 16.yy’da yapmış.
Bu dönemde şehre kilise ve saraylar inşa
edilmiş. 17. yy’da kente mükemmel bir
kare meydan olan Plaza Mayor eklenmiş.
Şehrin merkezi olan Puerta del Sol
(Güneş Kapısı) ise sadece Madrid’in değil
tüm İspanya’nın coğrafi merkezi haline
gelmiş. Madrid’in eski sloganı nehirler
üzerine kurulmuş 7 tepeli şehir, fakat
zamanla nehirlerin üzeri kapatılmış ve
zamanla Madridliler’in buluşma noktası,
aynı zamanda ülkenin tüm karayollarının
da sıfırıncı kilometresi kabul edilen Sol
meydanında bulunan ayı ve madrano
(bir tür çilek ağacı) ağacı şehrin simgesi
olmuş.
Madrid’in “Güneş Kapısı”
– Yolların kesişme Noktası:
Puerta del Sol
Madrid’in önemli meydanlarından “Puerta
del Sol” (Güneş Kapısı) yarım ay şeklinde
tasarlanmış. Calle del Arenal, Preciados,
Calle Carmen, Montera gibi şehrin en
büyük bulvarlarının çıkış noktası olan
bu meydan, şehir içindeki coğrafi önemi
açısından birçok kişiye göre Paris’teki
Arc de Triomphe’yi andırıyor. Meydanın
ortasında at üzerinde Kral III.Carlos
heykeli ve 1866 yılında eklenen saat kulesi
diğer dikkat çekici sokak elemanları. Diğer
tarihi kent meydanlarından farklı olarak bu
meydanı saran kafeler veya restoranları
görmek mümkün değil ama haraketsiz
duran şehir sanatçıları, İspanyol, Meksikalı
müzik grupları, Disneyland çizgifilm
kahramanları kılığında çocuklarla fotoğraf
çektiren göstericiler sayesinde insan ister
istemez bu meydanda duraklayarak bu
gösterileri izlemek istiyor.
Bizler otelden 5 dakikalık bir yürüyüşle
del Sol meydanına varıyorduk. Otelden
meydana giderken her seferinde, köşe
binalar üzerinde bulunan sanat eseri
değerindeki seramik sokak tabelalarında
okuduğumuz farklı sokaklara giriyorduk,
Genelde 6 katlı bitişik nizam olarak
tasarlanan binalar düz fakat eğimli
sokakları sararken, üzerlerine takılmış
küçük bar veya kafelerde oturanları
izleyerek varıyorduk Sol meydanına. Her
varışımızda farklı sokak gösterileri ama
aynı kalabalık bizleri bekliyordu.
Meydana ilk vardığımızda, meydanın
zeminin hafif eğimli olduğunu, meydana
bağlanan sokakların ise (kent planında
yarım dairenin merkezinden çıktıkları
gözlenen) zeminlerinin eğimli, kıvrımlı
sokaklar olduklarını gördük. Her bir
sokak bizleri del Sol meydanından
kentin ünlü alışveriş merkezilerinin yer
aldığı Madrid’in Nişantaşı diyebileceğim
Gran Via’ya taşıyordu. Del Sol’den Gran
Via’ya ulaşan sokaklar yaklaşık 6 metre
genişliğinde yayalaştırılmış ve gerektiğinde
acil durum araçlarının (polisi, itfaiye
ve belediye) kullandığı alanlar olarak
tasarlanmış. Puerta Del Sol’da bizim gibi
grup halinde veya tek olarak önceden
belirttiğim etkinlikleri izlemek, dinlenmek
veya biryerlere gitmeye çalışan farklı yaş
gruplarından yerli ve yabancıları görmek
günün her saatinde mümkün. Kentte
düzenlenen ‘city tour’ durak noktası, ana
metro hatlarının birleşme noktası ve araç
yollarının kesişme noktası olan Del Sol’u
aslında İstanbul’un Taksim meydanına
benzetmek yanlış olmaz herhalde.
üst: Plaza Mayor/ alt: Del Sol
dar ama yaklaşık 10 metre yüksekliğinde
kemer şeklinde girişi olan geniş bir
meydan bulacağımızı tahmin etmiyorduk.
Bu meydana dört tarafından aynı form
ve yükseklikte 4 kemerli kapı ile giriliyor.
Meydana ilk gittiğimiz gün öğle vakti
olması nedeni ile pek fazla kalabalık
yoktu ve ben bu meydanın devlet törenleri
olduğu zaman kullanıldığını yani kurumsal
bir meydan olduğunu düşündüm. Daha
sonra Plaza Mayor’a tatil günü olan
1 Mayıs’ta gittiğimizde meydandaki
kalabalığa inanamadık. Yerli halkın bu
alanları akşam üzeri, iş çıkışı evlerine
gitmeden uğrayıp birkaç kadeh birşeyler
içmek veya yemek yemek için gece geç
saatlere kadar kullandıklarına tanık olduk.
Böylece Plaza Mayor, benim gözümde
canlandırdığım meydan kavramını cephelerinde bir mimari bütünlük olan
binalarla sarılmış, giriş katlarında halka
hizmet veren farklı aktiviteleri barındıran,
zemini yaya hareketini kolaylaştıran
zemin kaplaması ve kent mobilyaları ile
süslenmiş ama en önemlisi kullanıcısı olan
bir meydana dönüştürmüş oldu.
Büyük Kalabalıkları Kendine
Çeken bir Buluşma Noktası Plaza Mayor
Madrid’in diğer önemli meydanı olan
Plaza Mayor (Büyük meydan) adına
yaraşır 120mx90m boyutlarında
Madrid’in merkezinde dikdörtgen biçimde
konumlanmış. Meydan ahşaptan
yapılmış 4 katlı binalarla çevriliymiş.
Daha sonra farklı yıllarda 1631, 1672
ve 1790’da yangına mağruz kalan bu
binalar yenilenerek bugünkü halini
almış. Madrid’e kent turu aldığımız gün
tanıştığımız bir rehberin bize aktardığına
göre kurulduğu yıllardan beri Plaza Mayor,
bu kentte düzenlenen festivallerin, boğa
güreşlerinin ve idam olaylarının yapıldığı
bir meydanmış. Artık günümüzde ise
sadece festivallerin, yeni yıl kutlamalarının
ve günlük yaya aktivitelerinin yapıldığı, biz
kentsel tasarımcıların tanımı ile “yaşayan,
tanımlı ve birçok kullanım ve kullanıcıya ev
sahipliği yapan” bir meydan konumunda.
Bizler Sol meydanında elimizde
haritalarımız ile Madrid’in sokaklarından
Plaza Mayor’a doğru ilerlerken, karşımızda
Meydanı saran arkadlı binaların yüksekliği
meydanın genişliği ile başarılı biçimde
tasarlanmış olduğundan kendimizi bu
ihtişamlı, büyük alanda kaybolmuş
hissetmedik. Bunun bir diğer nedeni ise
meydanın yanyana dizilmiş biribirine
dokunan binalarının giriş katlarında
bulunan kafeler ve onların yarı açık dış
+
CMYK
mekanları ile sarılmış olması; tüm bunlar,
meydanı bir şekilde insan ölçeğine çekiyor.
Bu birbirine bitişik yapıların cepheleri ise
birbirinin kopyası. Biribirini tekrarlayan
aynı yükseklik ve genişlikteki balkon
kapılarında ve çatıda gri renk hakimken ön
cepheler kırmızıya çalan kiremit renginde.
Günümüzde her kent mekanında görmeğe
aşina olduğumuz sokak göstericilerini bu
meydanda da bulmak mümkün. Hepsi
meydanın farklı noktalarını kendilerine
gösteri alanı olarak seçmiş ve meydanın
kullanıcılarını eğlendirmeye çalışıyor, aynı
zamanda para kazanıyorlar. Özellikle
kızım Maya bu göstericiler ile fotoğraf
çektirmekten çok mutlu olmuştu. Bizler
binaların, yeşil alanların peyzaj tasarımını,
çağdaş sokak mobilyalarını fotoğraflarken,
onun dikkatini , sokak göstericileri (müzik
gösterisi yapanlar, keçi kılığına girenler,
mickey mouse, vs) çekiyordu.
Plaza Mayor’dan ayrılırken hava
karanlık olmuştu. Dönüp birkez daha
bu meydana baktım ve “aslında çok
basit tasarlanmış ama herşeyi ile bina
bütünlüğü, ışıklandırması, farklı kullanım
ve kullanıcıları ile yaşayan ve kentin odak
noktasıve büyük kalabalıkları kendine
çekmeyi bu özelliklerinden dolayı başarmış
bir alan” dedim kendi kendime…
Madrid’e yolunuz düştüğünde bu
meydanların tadını çıkarmanız
dileklerimle.....
Beser Oktay Vehbi
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
12 AL GÖZÜM SEYREYLE
Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Ceren Boğaç
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
[email protected] [email protected]
“Uluslararası Kariyer İçin”
SEFALETE İNAT MÜKEMMELLİĞİN SONSUZLUĞA TAŞIDIĞI ŞEHİR:
KAHİRE
Güneş Kırallığını
Sonsuzluğa Taşıyan
Mükemmelliyetçilik ve Sahra
Bu sayıda Ceren Boğaç’la Kahire’ye
kısa bir yolculuk yapacağız.
Rehberimizin bu konuda çok özel bir
rotası var ve sizi buna son derece
siirsel bir dille davet ediyor. Yalnızca,
kentle ilk yüzleşme anının yarattığı
hayal kırıklığından hızla kurtulmanızı
öneriyoruz. Zira sonunda düşlerinizdeki
Kahire’yi bulacaksınız ve ölümsüzlüğün
izlerini süreceksiniz birlikte. Emin
olun bu bir ‘mumyanın intikamı’ filmi
olmayacak. İyi seyirler.
Gize bölgesinden sonra, Kahire müzesine
doğru yol alırken, size bildiğiniz bütün
denizlerden daha engin görünen
Sahra’nın kurak çöllerinin, ülkenin
geçmiş hazinelerini yok olmaktan nasıl
ustalıkla koruduğunu okuyorum: Nemden
uzak iklim sayesinde yapılar, yapıların
içlerindeki duvar kabartmaları, resimler
ve çeşitli organik maddelerle yapılan
figürler, binlerce yılı kat edip günümüze
kadar ulaşabilmiş. Mezarlardan çıkarılan
mumyalar, altın masklar, heykeller, takılar
ve eski mobilyalar, kısaca eski Mısır’a
dair her şey bugün Kahire müzesinde
sergileniyor. Mısır hiyeroglif yazısının
nasıl çözüldüğünden, mumyalanmanın
nasıl yapıldığına kadar merak ettiğiniz
her şey, bu müzede aydınlanıyor. Müzeyi
hayranlıkla gezerken, eski Mısır’da insanın
kil ya da kaburga kemiğinden değil,
insandan doğduğunu ve Tanrı olduğunu
anlıyorsunuz! Hemen hemen her yazıtta,
Nil’in bu sarı topraklara armağanı olan iki
ağaç tasviri Lotus (yukarı Mısırı temsili) ve
Papirus (aşağı yani Kuzey Mısır’ın temsili)
çıkıyor karşınıza. Onlar tüm zıtlıklarıyla
yaşamı dengelerken, firavunların çağlar
öncesinden bugün hala onları yaşatan
nefesindeki sırrı perdeliyorlar sanki...
Turkan Ulusu Uraz
2010 Mart aynıda, Güneş’in kırallığına
kısa yolculuk: Kahire. Ancak, bu şehir
hakkında belki önceden okuduğunuz,
belki de tanıdıklarınızdan duyduklarınıza
benzer hiçbir şeyi; ‘hava alanından
başlayarak ziyaretinizin son anına kadar
sizden neredeyse zorla bahşiş
koparmaya çalışan insanların ısrarını,
bitmek tükenmek bilmez korna
sesleriyle bir kaos olan hızlı trafiğini ya da
şehrin kendine has ağır kokusunu’
aşağıdaki satırlarda bulamayacaksınız.
Tüm bunları yoksaymak, Kahire’de hiç görmediğim veya yaşamadığım için
değil, ama, insanın kendini tanrıyla eş
tuttuğu zamanların bu gizemli şehrinde,
dışınızdaki tüm sesleri susturduğunuzda
başbaşa kaldığınız o görkemini paylaşmak
istediğimden sizlerle...
Kahire görünmez bir perdeyle ikiye
ayrılmış bir şehir: 20 milyon insanın
yaşadığı, bir yanda 24 saat kesintisiz
canlı yaşantısı ve lüks otellerle çevrilmiş
bir çehre, diğer yanda ise kuma bulanmış bir hayatın kıyısında yaşayan umarsız,
şakacı, kaygısız ve kendi tabirleriyle her
daim ‘mutlu’ insanlar var. Bu iki yüzün ara
kesitinde, her başkentte olduğu gibi
birçok okul, tiyatro, müze ve abideler
bulunuyor. 5000 yıllık Eski Mısır tarihi
üzerine kurulmuş Kahire, Mısır’ın
kalbi ve Arap dünyasının vitrini. Nil
deltasının geniş vadisine kurulmuş olan bu
şehir, 1979 yılından beri UNESCO
Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor ve
şehirin coğrafi konum olarak deprem
kuşağından uzak olması, bugün hala bu
mirası deneyimleyebilme şansı veriyor
bizlere.
Gize’nin Gizemi
Ölümsüzlüğü istemek için, ölümü
düşünerek yaşamak gerektiğini bilen
eski Mısır’lılar, olağanüstü güzellikler
yaratmışlar. Bugünkü halksa, geçmişin
aksine öyle çok bugüne dönük yaşıyor
ki, herkes umarsız bir dinginlikle sadece
‘an’ın peşinde. Bunu, Gize yakınlarını
kuşatmış kilometreler boyunca uzayan,
sıvasız, zaman zaman penceresiz/
kapısız; inşaat demirlerinin yükselmek
için bırakılmış filizleri zamanı delerken,
sizin acı bir gülümsemeyle seyrettiğiniz
gecekondulardan anlıyorsunuz. Oysa
ben, çocukluğumdan beri ziyaret etmek
istediğim bu yeri hep, Güneş’in koynunda
kilometrelerce yol alan Nil sularının,
Papirus ağaçlarını tanrılara armağan
Kahire’den görünüş- Mısır
Gize bölgesinden görünüş: Piramitler- Kahire/ Mısır
olarak sunduğu çölün boşluğunda, tüm
yalınlıklarıyla sonsuz hayata doğru
yükselen Piramitler’den ibaret olacağını
hayal etmiştim... Yol boyunca, betondemir-tuğla yığınları arasında bir görünüp
bir kaybolan Piramitlere yaklaştıkça, insan
yine de tarifsiz bir heycana kapılıyor.
bilinmez, ama doğan Güneş’i selamlayan
‘bekçi’, beni piramitlerden daha çok
etkiliyor! 73 metre uzunluk ve 20 metre
yüksekliğindeki Sfenks’in yüzünde taştan
bir ilahi gülümseme, ağzını açsa bu
çağı kutsayacakmış gibi, bana bakıyor...
Aslan gövdesi doğadan gelen gücü,
insan başıysa yaratan ve üreten zekayı
temsil ediyor. Gün, piramitlerin ardından
batar ve kızıl bir bulut şehri örterken, ışık
gösterisiyle Eski Mısır’ın tüm tanrıları
yeniden canlanıyor. Sfenks size karşısında
eğilmiş hükümdarları, zaferleri ve yok
oluşları, çeşitli dillerde tekrar tekrar
anlatırken, Mısır’da her hikayenin sonunun
aşka bağlandığını anlıyorsunuz. Binlerce
yıl boyunca firavunlar için aşk insanın
kutsal sureti, ölüm sonrası yaşamsa
hayatın tek gerçeği olmuş.
Gize, yeniden diriliş hazırlığı üzerine
örülmüş gibi, orada- öylece karşımda
duruyor... Etrafını çevreleyen kalabalığa,
kargaşaya rağmen, hiç söz olmadan
etkileyen gücüyle göğe yükselen üç
piramit: Keops, Kefren ve Mikerinos.
Geçmişte 145 metre dolaylarında
olduğu sanılan; ama bugün 10 metresini
kaybetmiş en büyük piramit Mikerinos,
43 yüzyıl boyunca dünyanın en yüksek
yapısı olmayı başarmış. Bizlerse, Eski
Mısırlı’lardan sonra ancak 19. yüzyılda bu
yapının yüksekliğini geçebilmişiz. Bir an
bu görkem karşısında başınızı kaldırıp,
Mikerinos’un eşsiz gölgesinde, yeri ve
zamanı belli olmayan o kum taneleri,
soluğunuza, uçan kuşun kanadına,
yaşama karışmışken, eğer kendinizi
bulunduğunuz anın ve orada turist olmanın
tüm önyargı ve maddiyatından bir an
olsun soyutlamayı başarabilirseniz; ve
işte o anda haykırsanız, sesinizin daha
güçlü çıkacağını anlıyorsunuz. Aralarında
hiçbir harç bulunmadan, her biri birkaç
ton ağırlığında olan iki milyon taş blok,
5000 yıl öncesinden sizi selamlayıp,
haykırışınızı sonsuzlukta yankılanan bir
coşkuya dönüştürüyorlar adeta...
İçten içe piramitlerin, ölümün gölgeleri
arasında sonsuzluğa duran mezarlar
olduğunu bilmenin tuhaf hissinden mi
Kahire’den ayrılış
Sahra ikliminde şehir Güneş’le
soluklanıyor, o gökyüzünden
kaybolduğunda siz Ay’la. Bu şehri
deneyimledikten sonra anlıyorsunuz
ki, Kahire’de binlerce yıl önce hüküm
sürmüş tüm firavunlar hala yaşıyoryoksa akşamın yaslı karanlığında kim
bir ölüyü düşünür? Gündüzlerin sıcağı
yerini gecenin serinliğine bırakınca, otel
odasının penceresinden seyrettiğim
yıldızlar uzaklarda üşür sanıyorum.
Geçmişin görkemi, yeni bir şey üretmeden
kazanmaya alışmış Mısır’lıları geleceğe
daha ne kadar taşır bilemesem de,
Kahire’de zamanın ve kalabalığın
kımıldadığı sefaletin dışında yaşayan
başka bir şey olduğunu biliyorum artık...
Ceren Boğaç
Sfenks- Kahire/ Mısır
+
Kahire’de zaman, büyük şehirlerin
kendilerine has hızında akıyor... Baharat
kokuları içinde Orta Doğu’nun en
büyük pazarında alışveriş yapan, Nil
nehri boyunca koşullanmış oryantalist
mekanlarda değişik tatlar deneyen, parfüm
dükkanlarında Mısır kültüründe çok
önemli rol oynamış çeşitli bitki esaslarını
deneyimleyip zengin kullanım alanları
hakkında fikirler edinen, çeşitli atölyelerde
papirüs yapımını görüp sevdiklerine
hediyeler alan ve çoğu Osmanlı idaresi
sırasında inşa edilmiş zengin mimari
özelliklere sahip camileri ziyaret edenler,
akşam karanlığında çeşitli mekanlara
dağılıp, Kahire’nin gece yaşantısında
bambaşka yolculuklara çıkıyor...
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
PROVO- K- İ -TAP
Doğu Akdeniz Üniversitesi
Beril Özmen Mayer-
“Uluslararası Kariyer İçin”
konuk yazar:
SAYFA
13
Kağan Güner
[email protected] - [email protected]
BİR GENÇ TÜRK: MUSA FARHİ
Moris Farhi, ya da Londra’daki Türklerin
Moris Farhi, cumhuriyetin ilk yıllarından
alıp, yakın geçmişe kadar getirdiği on
üç “Genç Türk”ün hikayesiyle, genç
cumhuriyetin kuruluşuna ve gelişmesine
tanıklık ediyor. Birbirlerine aşk, okul,
mahalle arkadaşlığı ya da akrabalıkla
bağlı bu gençler, bir yandan okurlara kendi
küllerinden yeniden doğan bir ülkedeki
dinamikleri, İkinci Dünya Savaşı’nın
etkilerini, öne çıkan bazı siyasi olayların
sıradan insan üzerinde bıraktığı izleri
yansıtırken, diğer yandan da çocuk,
ergen ve genç olmanın fırtınalı hallerini
hatırlatıyor. Sade, özenli, hareketli ve
sürükleyici bir eser olan Genç Türk, bir
dönem romanı, bir Atatürk Türkiye’si
mehtiyesi, ya da bir çoğulculuk methiyesi
olarak okunabilir. Ya da belki, Moris
Farhi’nin edebi yeteneğinin methiyesi
olarak. Bu kitapta “kendinize” ve “insana”
dair çok şey bulacaksınız...’
Musa Ağabeyi. Kendisiyle en son,
Londra’da 14 Eylül 2009’da yeni kitabı
‘A Designated Man’ üzerine Londra
Üniversitesi-Şarkiyat Fakültesi’ndeki
(SOAS-School of Oriental and African
Studies) söyleşisinde biraraya gelmiştik.
Eşi Nina’yı yeni kaybetmişti. ‘A
Designated Man’ Nina’nın son günlerinde
tamamlanmış romanıydı ve bu kitap Nina
olmadan yayınlanmak gibi bir kadere sahip
olmuştu.
Yazarı kısaca tanıtmak istersek: 1935
Ankara doğumlu Musa Farhi, Türkiyeli
bir Yahudi. 1954 yılında Robert Kolej’i
bitirdikten sonra Londra’ya yerleşir. Royal
Academy of Dramatic Art’da drama
eğitimi alır. 1994-1997 yılları arasında
International PEN’in ‘Hapiste Olan
Yazarlar Komitesi’nin başkanlığını yapan
ve Kasım 2001 yılında PEN’in Genel
Başkan Yardımcılığı’na seçilen Farhi, aynı
yıl İngiltere kraliçesi tarafından edebiyata
yaptığı katkılar nedeniyle MBE ile
ödüllendirildi. 1954 yılından beri Londra’da
yaşayan Farhi romanlarını İngilizce
yazıyor. Bu romanları sırasıyla:
•
The Pleasure of Your Death
(Constable, 1972)
•
The Last of Days (Bodley Head &
Crown, US, 1983)
•
Journey Through the Wilderness
(Macmillan/Picador, 1989)
•
Children of the Rainbow (Saqi,
1999)
•
Young Turk (Saqi 2004)
•
A Designated Man (Telegram
Books, 2009)
Bu romanlardan Children of the Rainbow
(Gökkuşağı Çocukları); 2002 yılında İtalya
Roma Cemaati Kuruluşu’nun “Amico
Rom”ödülüne ve 2003 yılında Alman
Roma Kültür ve Bilim Akademisi’nin Özel
Ödülüne layık görüldü. ‘Jeunes Turcs’
adıyla Fransızca’ya çevrilen Genç Türk
romanı ise 2007 yılında Alberto Benveniste
ödülünü aldı. İngilizce yazdığı romanlarının Türkçe
çevirileri ile Türkiye okuru 2005 yılından
beri tanışmaya başladı. Ekim 2005 yılında
İthaki Yayınları’ndan çevirisi yapılan GENÇ
TÜRK romanı, birkaç nedenden dolayı
bu yazının konusu olmak istiyor. Genç
Türk Romanı önümüzdeki yıl Almanya
tarafından filme çekiliyor. Dolayısıyla
bilinmeyen nedenlerden dolayı Türkiye’de
edebiyat çevrelerinin pek tartışma
gündemine girmeyen bu roman, film
dolayısıyla gündeme gelecek. İngiltere,
Fransa ve Almanya’da oldukça ses getiren
Genç Türk romanı, Alman Faşizminin
yükselişe geçtiği 1930’ların ve 1940’ların
İstanbul’unu anlatıyor. Onüç ayrı çocuk ve
onüç ayrı kimlik üzerinden, İstanbul’un ara
sokakalarındaki hayatlarına, meydanlarına
iniyorsunuz. Bir kenti kent yapan hayat
hikayeleri onüç epizod okar romanın
omurgasını oluşturuyor.
‘... İstanbul çocuğu Rıfat sünnet düğününe,
dolayısıyla erkeklerin dünyasına girmeye
Genç Türk kitap kapağı
Genç Türk (İngilizce) kitap kapağı
Kitap bu satırlarla tanıtılıyor. Kasım 2009
tarihindeki Londra Üniversitesi’ndeki
söyleşide, Genç Türk üzerine gündeme
gelen en önemli tespit; bu kitabın şimdiye
kadar yazılmış ilk ve tek Atatürk romanı
olduğu gerçeğiydi. Onüç ayrı gencin
hayat episodları üzerinden ve İstanbul
sokaklarındaki hayatlardan, okuyup
okuyabileceğiniz en güzel Nazım Hikmet
tanımlarından, Musa Farhi’nin aradığı
‘Türk’ kimliği, Atatürk’ün ve Atatürk
Cumhuriyeti’nin idealleri etrafında bir örgü
örmektedir.
Bu örgüyü sıradışı diliyle ören Farhi,
‘magical realism’ (büyülü gerçekçilik)
yazım tekniğini öylesine başarılı
kullanmaktadır ki, elinizdeki romanın bir
‘fiction’ (kurmaca) olduğunu unutmanız
kuvvetle mümkündür. Farhi’nin sıradışı dili
dedik. İngilizceye Türkçeyi yedirmiş ve su
gibi içilen bir dildir Farhi’nin edebiyat dili.
Kimdir Genç Türk? Türk, Yahudi, Ermeni,
Rum, Roman... Farhi bu soruyu ‘Atatürk’ün
Çocukları’ olarak yanıtlar. Etnisitenin
ötesindeki ‘ulus kimliği’ne vurgu yapar.
14 Eylül 2009 Londra Üniversitesi; soldan sağa: Moris Farhi, Sevda
Velidedeoğlu, Kağan Güner
Londra Üniversitesi’ndeki söyleşisinde;
kendisine varlık vergisi yıllarında Aşkale’ye
taş ocaklarına çalışmaya gönderilen
babasını sorduklarında ise şöyle
yanıtlamıştı bu soruyu:
‘Babam 6 ay sonra Aşkale’den kilo
almış olarak geldi. Çünkü Aşakale’deki
Kürtler ocaklarda çalışan musevilere
ve Ermenilere bakmışlar ve her gün
ocaklara yemek taşımışlar. Bana gelince;
evimizdeki herşeyimiz satılmış ve
parasızdık. Çok sonraları hergün okula
götürdüğüm sefer tasımdaki yemeklerin
müslüman komşularımız tarafından
doldurulduğunu öğrenecektim. İşte Türkiye
mozayiği budur.’
Moris Farhi
hazırlanmaktadır. Musa’nın hiç haberi
olmasa da, hamamdan, dolayısıyla
cenetten atılmasına pek de bir şey
kalmamıştır. 1940’lar... Robbie İstanbul’da
+
gençlerin bilgeliğini ve cesaretini ilk elden
tecrübe etmek üzeredir. Selma zor geçen
senelere, unutmadığı aşkına yazdığı
mektuplarla dayanmaya çalışmaktadır.
CMYK
Londra’daki Türklerin Musa Ağabey ya da
bizim Musa diye tanıdıkları; 50’li yılların
ince ve kibar Türkçesi ile konuşan Morris
Farhi’nin Young Turk romanına, Türkiye’de
havaalanına indiğinizde muhakkak bakın,
D&R raflarında kitap sizi bekliyor olacak.
Bir solukta okuyacaksınız. İstanbul’u
ve Genç Türkleri belki bir kez daha
keşfedeceksiniz... Kağan Güner
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR
Ercan HoŞKARA
SAYFA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
KUZEY KIBRIS’TA YAPI DENETİMİ
Bu çalışmada, özetle, Kuzey Kıbrıs’ta
yapı denetiminde yetki ve sorumlulukların
nasıl dağıldığı, yapı denetimi açısından
Kuzey Kıbrıs’taki mevcut durumun ne
olduğu ve sorunların çözümüne yönelik
neler yapılması gerektiği ile ilgili sorulara
cevap aranacaktır.
Yapı denetimi nedir?
Yapı Denetimi; planlama/tasarım
aşamasından, uygulama, kullanım ve
geri-dönüşüm aşamalarına kadar bütün
yapım sürecinde, Güvenli, Sağlıklı,
Konforlu, Ekonomik, Fonksiyonel, Estetik
yapı elde edebilmek amacına yönelik
olarak, yapının yürürlükteki yasa, yapı
yönetmenlikleri, yönerge ve standartlara
uygun olarak yapılmasının sağlanması
süreci olarak tanımlanabilir.
Kuzey Kıbrıs’ta yapı
denetimi yetkisi kime aittir?
Kuzey Kıbrıs’ta, yollar ve binaların
yapımını düzenleme yasası olarak
yürürlükte bulunan ve “Fasıl 96” olarak
bilinen yasa ile, yapıların denetim yetkisi
“yetkili makam” olarak belediyelere
veya kaymakamlıklara verilmiştir.
Fakat bugün fiilen bu yetkilerin bir çoğu
kullanılmamaktadır.
Ayrıca, projenin uygulama sırasında
denetim/kontrol hakkı ilgili müellife (proje
mimarı ve mühendisi) ait olduğu KTMMOB
Birlik Yasası’nda belirtilmektedir. Ancak,
bu denetim hakkı müşterinin talebi ile
gerçekleşebilecek iyi niyet temelindeki
bir uygulamadır ve herhangi bir yasal
yaptırımı yoktur.
İnşaat sonrasında ise, belediye/ilgili
kaymakamlıklar tarafından inşaat öncesi
ruhsatlı proje ile uygulamanın örtüşüp
örtüşmediğine bakılmaktadır. Bir sorun
olmadığı durumda onaylanan inşaat
uygulaması ‘Son Kabul’ alarak ilgili
tesisat/altyapı için gerekli müracaatlar
yapılabilmektedir.
Yapı denetiminde yetki
paylaşımı
• Planlama açısından denetim=>
şehircilik
• Proje denetimi=> meslek
odaları ve belediye veya
kaymakamlıklar (ilgili tüm
dairelerden görüş alarak)
• Uygulama denetimi => kontrol
mimar / mühendis, belediye /
kaymakamlık, müteahhit
Yapı denetiminde
Paydaşlar?
• Şehir planlama dairesi
• Meslek odaları
• Mühendis ve mimarlar, yapı
denetim ofisleri
• Müteahhitler
• Sıhhi işler, telekominikasyon,
elektrik dairesi, karayolları
dairesi, su dairesi, itfaiye v.s
• Belediyeler veya
Kaymakamlıklar
• Malsahibi
Yapı denetiminde “yetkili
makamın” yetkileri nelerdir?
Fasıl 96’nın 8. maddesi uyarınca yetkili
makam...ruhsat vermeden önce özellikle
bu maddede belirtilen
• sağlık ve güvenlik koşullarının
sağlanması;
• inşa edilmiş veya edilecek olan
binaların benzerlik veya uygun
nitelik veya stilinin korunması ve,
• arazinin gelecekteki inkişafı ile
ilgili yol, kamuya açık yeşil alan
ve diğer kamu gereksinmelerinin
sağlanması;
amaçlarına yönelik “belirli planlar, çizimler
ve hesapların sunulmasını veya uygun
ve gerekli göreceği biçimde tasarlanan
işin tanımlanmasının yapılmasını ve
sunulan planlar, çizimler veya hesapların
değiştirilmesini isteyebilir.”
yetkili makam olarak belediyelerin
veya kaymakamlıkların proje üzerinde
uyguladıkları belli bir denetim söz
konusudur. Fakat, ruhsatlandırılmış
projelerin aslına ve projede belirtilen
niteliklere uygun olarak uygulanması
aşamasında yapılması gereken
denetimler açısından ciddi bir eksiklik
bulunmaktadır. Yetkili makam genelde,
ruhsatladığı projelerin uygulamasını
denetleyememektedir. Hatta, bazı zaman
proje ve inşaat ruhsatı uygulamanın
arkasından gelmektedir. Yetkili makam
ancak “son kabul” olarak bilinen onay
aşamasında, yani bina bittikten sonra
bir denetim uygulamaktadır. Fasıl 96’nın
10. maddesinde belirtildiği üzere “Yetkili
makam iş veya inşaatın ruhsat uyarınca
gerekli biçimde tamamlandığından tatmin
olursa, ruhsatın verildiği iş veya inşaat
ile ilgili olarak ruhsat sahibine bir onay
belgesi verir.” Bu onay belgesi olmadan ise
hiç bir kimse o binayı işgal edemez veya
kullanamaz (KKTC Mahkemeler, 2009).
bu maddenin uygulanma kabiliyetini daha
da azaltmaktadır. Aslında fiili durum, burda
belirtilenlerin bir nevi ispatıdır.
Fakat, bu “son kabul” aşamasında, iş işten
geçmiş olmakta ve pratikte ancak yüzeysel
bir denetim yapılabilmektedir. Bu noktada,
yetkili makamın, yetki ve sorumluluklarını
etkin bir şekilde işletememesi, proje kaliteli
olsa dahi gerçek uygulamanın proje
kalitesini yansıtamaması gibi, başka bir
sorunu daha yaratmaktadır.
Kuzey Kıbrıs’ta gerek yapı denetim yasası
gerekse fasıl 96 altında herhangi bir yapı
denetim tüzüğü bulunmaması da yapım
denetiminin bugüne kadar yeterince
önemsenmediğinin bir göstergesi olarak
algılanabilir. Fasıl 96 altında tüzük yapma
yetkisi ise madde 19’da belirtildiği gibi
Bakanlar Kuruluna verilmiştir.
Bu bağlamda, diğer bir sorun veya
sorunu büyüten diğer bir unsur da,
21/2005 sayılı Kıbrıs Türk Mühendis
ve Mimar Odaları Birliği Yasasının 43
maddesinde belirtildiği gibi Projenin
uygulanması sırasında denetim/kontrol
görevi (sorumluluğu) ilgili müellife ait
olduğu belirtilse de, bu uygulamanın
müşterinin talebi ile gerçekleşebilecek iyi
niyet temelindeki bir uygulamadan öteye
geçememesidir. Çünkü bu uygulama
gerçekleştirilmediğinde fiilen uygulanan
herhangi bir yaptırımı bulunmamaktadır.
Bunun yanında, ilgili yasanın yine
aynı maddesinde belirtilen “mal sahibi
veya işveren istediği takdirde bir başka
uygulamacı üyeye de kontrol yaptırabilir”
(KKTC Resmi Gazete, 2005, s.32), ifadesi
Peki neler yapılmalıdır?
Bu sorunun ortaya çıkmasındaki temel
neden, malsahibi veya işverenin dentim/
kontrol hizmetinin yaratacağı ek maliyetten
(uzun vadedeki karlılığı algılayamadığı
veya bunu değerlendirecek durumda
olmadığı için) kaçmak istemesi ve bu
kaçış imkanının var olmasıdır. Burada
serbest piyasa ekonomisindeki maksimum
karlılık ilkesi çalışmakta, fakat ortaya çıkan
ürünün kalitesine yönelik ilgili kurum,
kuruluş ve kişilerin yetki ve sorumlulukları
işlememektedir. Yasada, belirtilen kontrol
hizmetinin uygulayıcı mimarlar tarafından
istisnasız olarak gerçekleştirilebilmesi
için mutlaka bağlayıcı ve yaptırımı olan
düzenlemeler hayata geçirilmelidir.
Büyük bir felaket beklenmeden yapı
denetimini daha sağlıklı yürütebilmek
için bir yapı denetim yasası veya
tüzüğü ve ona bağlı yönetmelikler ve
standartlar çıkartılması gerekmektedir. Bu
bağlamda Birlik Yasasında da belirtilen
kontrol hizmetinin uygulayıcı mimarlar
ve mühendisler tarafından istisnasız
olarak gerçekleştirilebilmesi için mutlaka
bağlayıcı ve yaptırımı olan düzenlemeler
hayata geçirilmelidir.
Yapı denetimi yasa ve yönetmeliklerinde
kamusal bir yaklaşımla yeni düzenlemeler
yapıldıktan sonra ilgili tüm kurum(merkezi/
yerel yönetim), meslek odaları,
kamuoyunun bilinçlendirilmesine yönelik
eğitim/seminerler düzenlenerek, proje
uygulama sürecinde, denetim/kontrolun
öneminin anlaşılması sağlanmalıdır.
Denetim süreci rant ilişkilerinin dışına
taşınmalıdır.
Ayrıca, Fasıl 96’nın 9. maddesinde
belirtildiği gibi Yetkili makam, ruhsat
verirken, “yürürlükteki Tüzüklere bağlı
kalınması koşuluyla,” ruhsata, Bir yol
açılması veya yapılması ile ilgili olarak;
yeni bina inşası veya mevcut bir binaya
ilave, tadilat veya tamirat ile ilgili olarak;
ve İnşaat amaçları için arazi açılması
veya bölünmesi ile ilgili olarak; bu
başlıklar altında belirtilen bir çok konuda
koşul koyma yetkisine sahiptir. (KKTC
Mahkemeler, 2009).
Yapı Denetimi ile ilgili düzenlemeler
bağımsız denetlemeyi öngörse dahi,
proje müellifinin bu süreçte yer alması
muhakkak sağlanmalıdır. Müellifin ayrıca
kullanım sürecinde de yer alması çok
önem arzetmektedir.
Yapı üretim sürecinin muhatabı tüm
ilgili kurum ve kuruluşların sağlıklı
denetim yapılması konusunda eşgüdümü
sağlayacak yeni düzenlemelere
gidilmelidir.
Yapı denetimi açısından
ülkedeki mevcut durum
nedir?
Londra’da bir inşaat
Peki bu sorunun temel
nedeni nedir?
Mali ve mesleki sorumluluk sigortası getirilmesi için çalışma yapılmalıdır.
Ercan Hoşkara
Ülkemizde, yukarda da belirtildiği üzere,
inşaat ruhsatı verilmesi aşamasında
hem ilgili meslek odalarının hem de
Güney Lefkoşa’da bir inşaat
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 06 HAZİRAN. SAYI 8. 2010.
GÜNCEL HABERLER
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
15
Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] - [email protected]
Bu sayımızın haberler
bölümünde, bu kez daha önceden
okuyucularımızın alışmış oluğu
standardın dışına çıkarak,
gençlerimiz için çok önemli olan
‘üniversite sınavıyla’ ilgili bilgilere
yer vermek istedik. Özellikle
tasarım alanının özel yetenek
gerektiren bölümleri olan ve ayda
bir kez konularıyla Mekanperest’te
sizlerle buluşan ‘İçmimarlık’ ve
‘Endüstri Ürünleri’ bölümlerinde
eğitim görmeyi düşünen genç
arkadaşlarımızın, bu habere dikkat
etmesi gerekmektedir.
DAÜ GİRİŞ VE BURS SINAVI - 2010
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
[KKTC] uyruklu öğrenciler için
yapılan 2010 - 2011 Akademik
Yılı, DAÜ GİRİŞ VE BURS
SINAVI – 2010, 08 Haziran 2010
Salı günü, 14:00 – 16:00 saatleri
arasında tek oturum halinde;
Gazimağusa’da DAÜ
Kampüsünde ve
Lefkoşa’da Şehit Hüseyin Ruso
Ortaokulu’nda
yapılacaktır. Sonuçlar sınavla
aynı gün DAÜ web sitesinden
ilan edilecektir. Başvurular, 7
Haziran’a kadar DAÜ Öğrenci
İşleri Müdürlüğü’ne veya DAÜ
Lefkoşa İrtibat Bürosu’na
yapılabilir.
Detaylı bilgi için: http://www.
emu.edu.tr/announce/
DAUGIRISBURSSINAVI/rehber.
html
Türkiye Cumhuriyeti [TC] uyruklu
öğrenciler belirlenen kontenjanlar
çerçevesinde aşağıdaki koşullarda
Doğu Akdeniz Üniversitesi’ne kabul
edilirler:
• Dört ve iki yıllık programlar
için TC. Yükseköğretim
Kurulu Öğrenci Seçme
ve Yerleştirme Merkezi
tarafından düzenlenen
Öğrenci Seçme Sınavı
(ÖSS) sonucunda dört
yıllık programlar ile iki yıllık
programlara yerleştirilmiş
olmak. Detaylı bilgi için:
http://ogrenciadaylari.emu.
edu.tr/ogrencikabulu.htm
+
CMYK
• ÖSYM tarafından
düzenlenen Öğrenci Seçme
Sınavının ilk aşaması
olan YGS puan türlerinin
herhangi birinden 140
ve üzeri puan alan
öğrenciler belirlenen
kontenjanlar çerçevesinde
özel yetenek gerektiren
bölümler (İç Mimarlık, İç
Mimarlık (Türkçe), Endüstri
Ürünleri Tasarımı, Müzik
Öğretmenliği, Rekreasyon,
Görsel Sanatlar & Görsel
İletişim Tasarımı) için
yapılan sınavlarda başarılı
olarak ön kayıt ile kayıt
hakkı elde etmiş olmak.
Detaylı bilgi için: http://
registrar.emu.edu.tr/
ozelyetenek/ozelyetenek.
+
+
REKLAM
CMYK

Benzer belgeler