Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç

Transkript

Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç
EĞİTİM
İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı
Yayını
NİSAN - HAZİRAN 2015
SAYI 68
Prof. Dr. Mehmet Karaca
Prof. Dr. Gülsün Sağlamer
Doç. Dr. Selçuk Şirin
Prof. Dr. Emine Erktin
Prof. Dr. Lerzan Özkale
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Güngör Evren
Prof. Dr. Ergün Toğrol
Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu
Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok
Prof. Dr. Doğan Kuban
Bülent Yalazı
Zeynep Afşeören
Mevlüde Bakır
Metin Tükenmez
NİSAN-HAZİRAN 2015
| SAYI 68
İmtiyaz Sahibi:
İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca
Yayın Kurulu:
Prof. Dr. Yıldız Sey
Y. Müh. Naci Endem
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Mete Tapan
Kenan Çolpan
Hatice Yazıcı Şahinli
Kenan Mete
Yazı İşleri Müdürü:
Hatice Yazıcı Şahinli
Yayın Koordinatörü:
Kenan Mete
Reklam ve Halkla İlişkiler:
Fahri Sarrafoğlu
Grafik Uygulama:
Murat Beşiktaş
Katkıda Bulunanlar:
Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan,
Osman Keskin, Altan Bal,
Arzu Eryılmaz, Gözde Çalışır,
Yavuz Dürüst, Engin Yıldırım
Yönetim Yeri:
İTÜ Vakfı Merkezi
İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394
Teşvikiye / İSTANBUL
Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71
Faks: 0212 231 46 33
Baskı:
Azra Matbaacılık
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok
1. Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu /
İSTANBUL
Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27
Yayın Türü:
Yaygın, Süreli
E-posta: [email protected]
www.ituvakif.org.tr
Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar
yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır.
Dergiyi ve Yayın Kurulu'nu bağlayıcı
nitelik taşımaz.
İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve
fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu
ile alıntı yapılabilir.
...........................................................................................................................................................................................................................................
VAKFI DERGİSİ
10
İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak 250. Yıla Doğru
16
Türkiye’de Yükseköğretim Nereye Gidiyor?
18
Prof. Dr. Mehmet Karaca
Prof. Dr. Gülsün Sağlamer
PISA Ölçme Değerlendirme Programı Işığında Dünyada ve Türkiye’de
Durum - Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerileri
Doç. Dr. Selçuk Şirin
21
Teknik Üniversitelerin Eğitime Katkısı: Tasarım Eğitimi-Eğitim Tasarımı
23
2015 Yılında Türkiye’de Yükseköğretimin Sorunları Üzerine Düşünmek
26
Üniversitelerde Yabancı Dille Öğretim!
29
Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin Mühendislik
33
Zamanın Örgüsü İstanbul Teknik Üniversitesi
38
İTÜ Tarihinde Mimarlık Eğitiminin 167 ve Mimarlık Fakültesi’nin 70
Yılının Ardından: Dünden Bugüne ve Yarınlara
43
Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey Düşüklüğü
48
Yeni Söylem Yaratmak İçin Ona İnanmak Gerek
52
İklim Değişikliği İle İlgili Afetlerin Kentsel Dönüşüm İle Ele Alınması
55
Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından Bakış
58
62
70
96
98
102
110
114
Prof. Dr. Emine Erktin
Prof. Dr. Lerzan Özkale
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Prof. Dr. Güngör Evren
Prof. Dr. Ergün Toğrol
Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu
Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok
Prof. Dr. Doğan Kuban
Bülent Yalazı
Zeynep Afşeören
Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?
Mevlüde Bakır
Teknokent Dosyası
İTÜ’den Haberler
Mezunlardan
İTÜ Vakfı’ndan Haberler
Spor
Yayınlar
Briç
itü vakfı dergisi 5
6 itü vakfı dergisi
Mühendislik “Best Seller’ı”
Cisimlerin Mukavemeti
Yenilenmiş 9. Baskı Çıktı…
Prof. Dr. Mustafa İnan
İTÜ Vakfı Yayınları
ISBN: 978-975-7463-05-4
618 sayfa, 16.5x23.5 cm
Şubat 2015
İTÜ Vakfı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin efsane hocalarından Prof.
Dr. Mustafa İnan’ın İTÜ’ye ve Türkiye’de mühendislik dünyasına son
armağanı olan CİSİMLERİN MUKAVEMETİ kitabının 9. Baskısını
yayımlamaktan dolayı onur duymaktadır.
YENİ
İTÜ Vakfı Yayınları
Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları
İtuyayinlari.com.tr
Online Sipariş: www.1773itu.com
Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05
[email protected]
Lansman Fiyatı: 35 TL
İlk baskısı 1967 yılında yapılan ve tüm mühendislik dallarının temel
dersleri arasında yer alan “mukavemet” konusundaki bu eserin,
gerek öğrencilerin ve gerekse mühendislerin göstermiş olduğu ilgi ile
aranılırlığı gün geçtikçe artmıştır. Konuları ele alışı ve işleyişi açısından
alanındaki yeri tartışılmaz olan bu eserin, öğrenci açısından tek kullanım
zorluğu yazım dili idi. Doğal olarak 1960’ların “Türkçesi” ile günümüz
Türkçesi arasındaki farklar öğrenciyi zorlamaya başladığı için bu baskıda
kitabın bütünlüğü bozulmadan diline günümüz Türkçesi uyarlandı ve
buna ek olarak birim sistemi bugün uluslararası birim sistemi olarak
kabul edilen (SI) sistemine çevrildi. Bundan sonraki baskılarında son
yıllarda “mukavemet” dersi kapsamına alınan birkaç konuyu daha
katarak ve uygulamaları çoğaltarak bu eseri iki cilt halinde basmayı
tasarlıyoruz. Dileğimiz Mustafa Hoca’nın dileği olan, bu kitabın tüm
mühendislere ve mühendislik öğrencilerine ışık tutması ve yol gösterici
olmasıdır.
Mustafa İnan, akademik hayatı boyunca yayınlamış olduğu makale,
bildiri ve kitaplar ile birlikte İTÜ’de mühendislik alanında doktora
çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda doktora öğrencisi yetiştirmiştir.
Bugün mekanik dalındaki çalışmaları ile tüm bilim dünyasında tanınan
bilim insanları yetiştiren Mustafa İnan’a bu çalışmaları nedeniyle
vefatının ardında TÜBİTAK tarafından “HİZMET ÖDÜLÜ” verilmiştir.
Bilimsel yaşamının yanı sıra, edebiyattan sanat ve müziğe, tarihten
dilbilgisine kadar geniş bir alanı kapsayan genel kültürü ve bu konuda
verdiği çeşitli konferanslarla Prof.Dr. Mustafa İnan’ın ünü bilim alanının
dışına da taşmıştır. Tüm yaşamı ve başarıları ile gençlere yüreklendirici
örnek olması için TÜBİTAK, Mustafa İnan’ın vefatının ardından
yaşamının roman şeklinde yazılması için bir proje önermiştir. Bu proje
Prof. Dr. Mustafa İnan’ın eşi Prof.Dr Jale İnan’ın yürütücülüğünde,
usta yazarımız Oğuz Atay’ın kalemi ile gerçekleştirilmiş ve “Bir Bilim
Adamının Romanı, Mustafa İnan” adı altında basılarak yıllar boyu
gençlere yol gösteren bir eser olmuştur.
8 itü vakfı dergisi
itü vakfı dergisi 9
Bu sayıda
Sevgili Okurlar,
Bildiğiniz gibi her sayımızda güncel bir konu ile karşınıza çıkıyoruz.
Bu sayımızda da güncelliği hiç bitmeyen “Eğitim”i seçtik ve konuyu çeşitli açılardan irdeleyen yazarların sunumlarına ayırdık.
Eğitim konusunu bir yandan konunun uzmanlarının görüşlerine
açarken, diğer yandan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bugünü ve
geleceği için öngörülen hedeflerini açıklayan yazılara yer vererek
kapsamı genişletmek istedik.
Eğitim dosyamızın ilk yazısı olan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca'nın “ İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak 250.
Yıla Doğru” başlıklı makalesi ile yönetimin üniversitenin geleceğine
nasıl baktığı, nelerin hedeflendiği ve özellikle inovasyonun önemine değinilerek, üniversitenin ülke kalkınmasına destek olması gereğine işaret edilmesi, 21. yüzyılda önemli atılımların yapılacağını
gösteriyor.
Yükseköğretim kurumları ile ilgili görüş ve eleştirilerin süregeldiği
gündemde Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’in “Türkiye’de Yüksek Öğretim Nereye Gidiyor?” sorusu, içinde bulunduğumuz koşullarla ve
başka ülkelerdeki koşullarla yüzleşmek açısından önemli konuları
ortaya çıkarıyor.
Eğitim alanında uzman olan iki akademisyenden rica ettiğimiz yazılar dergimize önemli katkılar yapıyor. Öncelikle kendilerine teşekkür ediyoruz.
Doç. Dr. Selçuk Şirin yazısında, küreselleşmiş bir rekabet ortamında eğitim sisteminin sadece ülke içi verilerle değerlendirilemeyeceğini ve ekonominin itici gücünün nitelikli bir eğitim olduğunu
belirterek, OECD tarafından geliştirilmiş bir 15 yaş grubu öğrenci
değerlendirme sistemi olan PİSA’nın, 2012 uygulaması sonuçlarında Türkiye’nin yerini önümüze çıkarıyor ve “Ne yapmalı? sorusunun cevaplarını araştırıyor.
Prof. Dr. Emine Erktin ise günümüzde eğitim araştırmalarında “öğretim” odaklı yaklaşım yerine öğrenim odaklı yaklaşımın benimsenmeye başladığını ve önemli adımlar atıldığını, “Öğrenim Bilimleri”nde araştırma yöntemi olarak tasarım temelli araştırmaların
benimsendiğini söyledikten sonra, 21. yüzyılda eğitim anlayışını
belirleyecek kavramın “tasarım” olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını vurguluyor.
“Yüksek Öğretimin Sorunları Üzerinde Düşünmek: Bütüncül Eğitim
Politikası” başlıklı yazısı ile Prof. Dr. Lerzan Özkale önce ekonomik
kalkınma - eğitim ilişkisi üzerinde duruyor ve mevcut durumu anlatıyor. Ayrıca, Türkiye’de eğitim politikasının bulunmamasının çeşitli
sakıncalar doğurduğunu belirtiyor ve yüksek öğretimde uygulanabilecek yöntemlere dikkat çekiyor.
Üniversitelerde yabancı dille öğretim konusu uzun süredir tartışılan
bir konu. Dr. Doğan Hasol, daha önceleri de çeşitli yayın organlarındaki yazılarında değindiği bu konuyu bu kez de dergimizde ele
alıyor; bu öğretimle Türkçenin yoksullaşacağı kanısını ileri sürüyor
ve çeşitli sakıncalarını sıralıyor.
Eğitim dosyamız, özellikle mühendislik ve mimarlık eğitimi tarihini
kapsayan üç yazı ile devam ediyor.
8 itü vakfı dergisi
Prof. Dr. Güngör Evren “Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin
Mühendislik” başlıklı yazısında, mühendislik okullarının kuruluşundan başlayarak günümüze kadarki gelişimini anlattıktan
sonra, konuyu “Yetkin Mühendislik” kavramı ve Türkiye’deki uygulanışı ile tamamlıyor.
Prof. Dr. Ergün Toğrol “Zamanın Örgüsü İstanbul Teknik Üniversitesi” başlıklı yazısında, İTÜ’nün kısa bir tarihini verdikten ve
bugün öğrenci tercihi açısından diğer yedi üniversite ile kıyaslamasını yaptıktan sonra yabancı dilde eğitim, İTÜ tarihi, yerleşkeler ve eğitim konularına değiniyor.
Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu’nun “Dünden Bugüne ve Yarınlara”
başlıklı yazısı ise ağırlıklı olarak Mimarlık eğitimi ve İTÜ Mimarlık
Fakültesi tarihini ele alıyor. Eğitim sistemindeki değişiklikler ve
Taşkışla’nın korunması ayrıntılı olarak veriliyor.
Eğitim dosyamızın son yazısı Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok tarafından hazırlanan “Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel
Düzey Düşüklüğü” konusuna değiniyor. Matematik ile ilgili genel
anlatımdan sonra, Türkiye’de matematik eğitimi, matematiğin
temel nitelikleri ele alınıyor ve eğitimin gelişmesi için “Ne yapmalı?” sorusu cevaplanıyor.
Yayın Kurulumuz 68. Sayı ile birlikte yeni bir dosya daha açıyor. Okurlarımızdan gelen önerileri değerlendirerek İTÜ’de yetişmiş, görev almış ve başarılarıyla tanınmış kişilerle röportaj
yaparak deneyimlerinden ve görüşlerinden yararlanmak… İlk
uygulamaya Prof. Dr. Doğan Kuban ile başladık. Hocamızın aniden çıkan isteğimizi kabul etmesi bizi çok mutllu etti. Kendisine
çok teşekkür ediyoruz.
Deprem ve Kentsel Dönüşüm konuları ile ilgili olan üç yazı bu
sayımızda Deprem Dosyası içinde yer alıyor. Bülent Yalazı’nın
“İklim Değişikliği ile İlgili Afetlerin Kentsel Dönüşümle Ele Alınması” adlı yazısı konuyla ilgili eylem planı kapsamında ele alınıyor.
İkinci yazı olan“Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından
Bakış” Zeynep Afşeören ‘e ait. Konuyla ilgili mevzuat, yazıda
ayrıntılı olarak tanıtılıyor.
Üçüncü yazı ise “Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?” başlığı
altında, Mevlüde Bakır tarafından ve zengin bir kaynakçaya dayanılarak hazırlanmış bulunuyor.
İTÜ Arı Teknokent’in çalışmaları kurumun yeni girişimlerini içeriyor. “İTÜ ARI Teknokent Girişimcilere Amerika Kapılarını Açıyor”
adlı yazıda, yenilikçi firmaların yurt dışına götürülmeleri ve orada yeni iş ortaklıkları kurmalarının destekleneceği; İTÜ Çekirdek
firmalarının StartupTurkey‘deki sunumları; Prof. Dr. Üner Çolak’ın
bir özel sektör Ar-Ge kuruluşu ile, atıklardan enerji üretimine
yönelik işbirliği projesi; ARI Teknokent firması Greenway'in yeni
güneş enerjisi santrali haberleri yer alıyor.
İTÜ’den Haberler ve Vakıf’tan Haberler ile 68. sayıyı sonuçlandırıyoruz.
Saygılarımızla,
Prof. Dr. Yıldız Sey
D O S YA
EĞİTİM
itü vakfı dergisi 9
EĞİTİM DOSYASI
İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak
250. Yıla Doğru
Ü
Prof. Dr. Mehmet Karaca
İTÜ Rektörü
Cumhuriyetimizin 100.
Yılında kuruluşunun
250. Yılını kutlayacak olan
üniversitemizde öğretim
kalitesinin her geçen gün
daha da yükselmesi, bilimsel
çalışmaların artarak sürmesi,
teknoloji ve inovasyon
odaklı adımlar atılması temel
hedeflerimiz arasındadır.
Özellikle inovasyon, ülke
menfaatlerinin korunması,
mevcut kaynakların en etkin
biçimde değerlendirilmesi,
önceliklerin tespiti, istihdamın
genişletilmesi ve etkin hizmet
arzının gerçekleştirilmesi
için zorunludur. İnovatif
çalışabilmek ve bunu
sağlayacak insan kaynağını
yetiştirmek, günümüzde
rekabetin yegane
yoludur. Bu noktada İTÜ,
sadece kurum olarak
gelişmesi için değil, ülke
kalkınmasına sunacağı
destek için üstlenmesi
gereken rolün
bilincindedir…
niversite merakın ve eleştirel aklın
beşiğidir. Özünde öğretme çabasından çok anlamaya çalışma uğraşı vardır. Her şeyin temeli bilgidir ve bilgiye ulaşılan, bilgiyi işleyen, yeni sorular
üreten yer üniversitedir.
Üniversite yüzyıllardır varlığını sürdüren, sürekli değişen ve gelişen bir yapıdır.
Üniversite kurumunun küresel düzeyde
son yüzyıldaki evrimine bakarsak, 19.
Yüzyılın öğretme faaliyetiyle öne çıktığını
görürüz. 20. Yüzyılda üniversitelerin araştırma faaliyetleri, bilimsel literatürün zenginleşmesi için yapılan çalışmalar ağırlık
kazanmıştır; makale yazımına yoğunlaşılmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl ise
üniversitelerin girişimcilik odaklı evrimine sahne olmaktadır. Dünyada Oxford,
Cambridge, Harvard gibi üniversitelerde
gördüğümüz yeni bilginin keşfine odaklanmış üniversiteler, yerini bilginin ve
bilimin ekonomiyle bütünleşebildiği üniversite modeline bırakmaktadır. Bu yeni
üniversite anlayışının dünya çapında lokomotifi Standford, MIT, UCLA üniversiteleridir. Inovasyon odaklı üniversite anlayışını getiren ve güçlendiren bu kurumlar,
Türk üniversitelerinin geleceği için de rol
İTÜ Rektörü
Prof. Dr. Mehmet Karaca
10 itü vakfı dergisi
model olmalıdır. Bilimsel bilgi teknolojik
gelişimle birleşemediğinde etkisi sınırlı
kalır. Teknolojik gelişim hem kalkınmanın
hem de rekabetçi üstünlüğün anahtarıdır.
Teknolojik gelişimin temel parçaları ise
“inovasyon, girişimcilik ve ar-ge”dir. Tüm
bunlar ışığında, İTÜ için teknoloji üretmeyi
hem misyon kabul ediyor hem de kurum
yapımızı bu misyona uygun bir vizyon ile
şekillendiriyoruz.
‘İlk’leri başarmak İTÜ’lülük ruhunda var
İTÜ, 242 yıllık tarihiyle dünyanın en eski
üniversiteleri arasında yer alır. Ülkemizde
gerek yükseköğretim gerekse bilimsel ve
teknolojik ilerleyişin öncülerindendir. Sayısız ilkle dolu tarihi, gördüğümüz birçok
teknolojik adımda bize kendini hatırlatır.
Türkiye televizyon ile İTÜ sayesinde tanışır, bugün onlarca üniversite radyosu kurulmasının önünü açan adım 70 yıl önce
İTÜ’de atılmıştır. Ülkemizin ilk küp uydusundan hidrojenle çalışan ilk teknesine
kadar onlarca bilimsel ve teknolojik gelişmenin altında hep İTÜ imzası vardır.
Bugün de aynı anlayışı sürdürmeyi
ilke ediniyoruz çünkü İTÜ’lülerin ruhunda öncü çalışmalar yapmak, yeniyi aramak vardır. Bu arayışı, özellikle ülkemizin
geleceği için önemli olan alanlarda destekleyecek şekilde belirli konular üzerine
yoğunlaşarak ilerletiyoruz. Lokomotif rol
üstlenmeyi amaçladığımız alanlardan biri
Bilimsel bilgi teknolojik gelişimle
birleşemediğinde etkisi sınırlı kalır.
Teknolojik gelişim hem kalkınmanın
hem de rekabetçi üstünlüğün
anahtarıdır. Teknolojik gelişimin
temel parçaları ise “inovasyon,
girişimcilik ve ar-ge”dir. Tüm bunlar
ışığında, İTÜ için teknoloji üretmeyi
hem misyon kabul ediyor hem de
kurum yapımızı bu misyona uygun
bir vizyon ile şekillendiriyoruz.
otomotiv. Özellikle yerli araç üretimi ve
yenilenebilir otomotiv teknolojilerinin kullanımı konusunda akademisyenlerimiz,
teknokent firmalarımız ve öğrencilerimiz
olmak üzere tüm bileşenlerimizle çalışıyoruz. Ülkemizin en kısa şarj mesafesiyle
en uzun yol kateden elektrikli minibüsü
İTÜ’de yapıldı. Geçen yıl test sürüşünü
Sayın Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Fikri Işık’ın gerçekleştirdiği minibüsümüzün, şarj süresini 2 saatin altına indirmek
ve bir şarjla aldığı yolu da 400 km’nin üze-
itü vakfı dergisi 11
EĞİTİM DOSYASI
rine çıkarmak için çalışmalarımız sürüyor.
Elektrikli minibüsümüzün, öncelikle İTÜ
kampüslerinde kullanılmasını sağlamayı
ve sadece üretimde değil uygulamada da
örnek bir model ortaya koymayı amaçlıyoruz. İTÜ Güneş Arabası ekibimiz ise güneş enerjili ilk aile arabasını tasarlıyor. Bu
projenin tamamen öğrencilerimize ait olması değerini daha da artıyor. Yaz ayında
çıkacağı tur ile tüm Türkiye’nin yakından
tanıyacağı aracımız ARUNA, bizi Avusturalya’da gerçekleştirilecek yarışta da temsil edecek.
Öncü programlar, araştırma merkezleri
İTÜ’nün ana hedefi “bilginin, bilimin ve
teknolojinin uluslararası merkezi” olmaktır.
Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak en önemli belirleyicilerden biri ise lisansüstü eğitimde nicelik ve nitelik açısından yüksek
bir çıtayı yakalamaktır. İTÜ gerek yüksek
lisans gerekse doktora programları ile
otorite kabul edilen bir kurumdur. Hem uzmanlaşmış işgücü yetiştirmek hem de evrensel bilgi üretimine katkı yapmak, bizim
gibi bir dünya üniversitesinin asli görevidir. Bu nedenle lisansın yanı sıra yüksek
lisansta da yeni mühendislik alanlarının
izinden gidiyor, çağın koşullarını izleyerek
ülkemize yeni programlar kazandırıyoruz.
Havacılık alanındaki yeni yatırımlar ve bu
alanda uzmanlaşmış işgücüne duyulan
ihtiyaçtan hareketle Türkiye’nin ilk Hava
Taşımacılığı Yüksek Lisans Programını,
12 itü vakfı dergisi
İTÜ’nün ana hedefi “bilginin,
bilimin ve teknolojinin uluslararası
merkezi” olmaktır. Bu hedefe
ulaşmayı sağlayacak en önemli
belirleyicilerden biri ise lisansüstü
eğitimde nicelik ve nitelik açısından
yüksek bir çıtayı yakalamaktır.
İTÜ gerek yüksek lisans gerekse
doktora programları ile otorite
kabul edilen bir kurumdur.
THY ve Boeing işbirliğiyle hayata geçirdik.Dünyada raylı ulaşım eğiliminin artması ve ülkemizde bu alanda yapılan yatırımlara ağırlık verilmesine paralel olarak Raylı
Sistemler Mühendisliği Yüksek Lisans
Programımızı açtık. Türkiye’nin ilk Açık
Deniz Mühendisliği Lisansüstü Programı
2015-2016 Akademik Yılı itibariyle öğrenci almaya başlayacak. Ülkemizdeki gemi
inşa sanayinin açık deniz yapıları sahasına yönelme kararı üzerine yurtdışındaki
örnekler incelenerek geliştirilen bu yeni
programımız, sanayinin bu alandaki gelişimini de destekleyecek.
Öte yandan araştırma merkezlerimiz,
akademik varlığımızı ve bilimsel çalışmalarımızı güçlendiriyor. İTÜ’nün 250. yaşına, dünyanın önde gelen araştırma üniversitelerinden biri olarak ulaşması, bizim
için çok önemli bir hedef. Tıpkı akademik
programlarımızda olduğu gibi araştırma
merkezlerimizde de küresel geçerliliği
olan yeniliklerin izinden gidiyoruz. Örneğin ülkemizin ilk Kutup Araştırmaları Merkezi bu yıl İTÜ’de açıldı.
İTÜ’de İçin Önemli Bir İlk: Eğitim Şurası
Üniversitemizde 2014 yılında bir ilki gerçekleştirerek “Eğitim Şurası” düzenlendi.
İTÜ’nün eksikleri, eğitim – öğretim kalitesinde durum tespiti, gelecek vizyonu
üzerine odaklanan bu şuranın 2. toplantısı
Mart 2015’te gerçekleştirildi. Hem İTÜ’nün
akademisyenleri hem de farklı sektörlerden katılımcılar davet edildi. Derin bir fikir
alışverişi ve özeleştiri ortamı oluşturmamız
güzeldi. İkinci toplantı ile birlikte bir dizi
tavsiye kararı alındı. Bu kararlar değerlendirilmesi için İTÜ Senatosu’na sunulacak.
Ancak süreç bununla son bulmayacak. 3.
toplantımızı bu kez diğer paydaşlar olan
öğrencilerimizle ve asistanlarımızla yapacağız. Onların değerlendirmeleri ve tavsiyeleriyle de daha ileri gideceğimize inanıyoruz. Ülkemizde hatta dünyada, üniversite
içi eğitim – öğretim kalitesine ve gelecek
vizyonuna bu denli kapsamlı yaklaşım gösteren başka bir örneğe pek rastlanmıyor.
Mühendislik Eğitiminde
Mükemmeliyet Merkezi
Bu yılın mart ayında İTÜ Senatosu'nca,
üniversitemizde bir ‘Mühendislik Eğiti-
İTÜ, mühendislik eğitiminde
dünyanın en önemli denetleyici
kuruluşu kabul edilen ABET’e
(Accreditation Board for
Engineering and Technology)
23 bölümü ile aynı zamanda
akredite olarak dünya çapında
rekor kırmıştı. Halen dünyada
en fazla akredite bölüme sahip
üniversiteyiz. ABET, İTÜ’lü
mühendislerin diplomalarının
ABD’de birebir geçerli
olmasını sağlıyor.
minde Mükemmeliyet Merkezi’ kurulması
kararı alındı. Detaylarını çok yakında hem
İTÜ’lüler ile hem de kamuoyu ile paylaşacağımız bu adımın amacı; mühendislik
eğitiminin geleceğini dikkate alarak yeni
metodolojiler ortaya koymak, y ve z nesilleri için hazırlık yapmak, akademik programları ve öğretim biçimlerini buna göre
şekillendirmek. Dünya için de yeni bir oluşum sayılan bu merkezlerin örnekleri sadece birkaç yerde var.
Hibrit çalışma anlayışını
kazandırmalıyız
İTÜ, çağın koşullarını kavramak ve geleceğe göre kendini şekillendirmek zorunda.
Bunun için üniversitemizin eksiklerini belirleme ve tamamlama yönündeki çalışmalarımızda, dünyanın artık tek boyutlu çalışmalara göre şekillenmediği gerçeği önemli
bir yol gösterici. Öncelikle uzmanlaşma
üniversiteleri ve hibrit çalışma anlayışını
kavramak istiyoruz. Bunun için gelecekte
daha da önem kazanacak alanlara göre
akademik gelişim stratejimizi belirliyoruz.
Gelecek hedeflerimizde malzeme bilimleri,
havacılık ve uzay bilimleri ile enerji konularında öne çıkmak var. Özellikle enerji gittikçe önem kazanan bir alan. Dünyadaki ekonomik dinamikleri ve sınırları belirleyebilme
gücüne sahip. Birçok alt dalı var ve hepsi
de ayrı öneme sahip. Yenilenebilir enerji,
enerji kaynaklarının verimli kullanımı, alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi gibi
konularda çalışmak üzere, alanın çok sayıda uzman yetiştirmesi gerekiyor. Malzeme
bilimlerini de geleceğin stratejik alanları
arasında planlamak gerekiyor. Endüstriyel
gelişimi, yeni ürün - üretim biçimlerini şe-
itü vakfı dergisi 13
EĞİTİM DOSYASI
killendirecek temeller arasında malzeme
bilimleri yer alıyor. İTÜ’nün bu alanlara
akademik ve teknolojik yatırım yapan, ilgili
alt dallarda uzmanlaşarak dünyadaki otoriteler arasında yer alan bir üniversite olmasını hedefliyoruz. Örneğin ülkemizin ilk
Enerji Teknokentini, bu vizyonun bir parçası olarak 2014 yılında hayata geçirdik. Yine
ülkemizin ilk Nükleer Enerji Bilgilendirme
Merkezini açtık.
Uzmanlaşmanın yanı sıra hibrit çalışma
anlayışını da kavramalıyız. Sadece akademisyenlerimizin değil öğrencilerimizin
de hibrit anlayışı kazanmasını çok önemsiyoruz. Çünkü dünya artık bir alana sıkışıp
kalmış, sadece kendi alanındaki gelişmelerle ilgilenen üniversite mezunlarına ihtiyaç
duymuyor. Bunun için öğrenci kulüplerinin
çeşitlenmesi ve birbiriyle iç içeliği, beraber
çalışmalar yürütmeleri önemli. Hibritliğin
anlamını ve birlikte çalışma kültürünü kavramaları gerekiyor. Bu noktada fiziki olarak da
bir arada bulunmaları, zaman geçirmeleri
gerekiyor. Bu birlikteliği sağlamak için İTÜ
Öğrenci Merkezi projesini hazırladık. Üniversitemiz çok önem taşıyan, yakın ve orta
vadede değerli geri dönüşleri alabileceği-
14 itü vakfı dergisi
miz bu proje, disiplinlerarası çalışma kültürünü yerleştirmek için büyük bir adım olacak.
Halihazırda kaynak arayışı süren proje sayesinde, öğrencilerimizin farklı bakış açıları
geliştirmesi ve birbirlerinin deneyimlerinden
yararlanması, ortak çalışmalar üretmesi için
muazzam bir ortam oluşturacak.
İyi bir üniversitenin olmazsa olmazı
Akademik açıdan başarılı ve sürekli gelişim gösteren tüm üniversitelere baktığımızda aynı ortak noktayı görürüz. O
da zengin bir kütüphane varlığıdır. İyi bir
üniversitenin olmazsa olmazı çok iyi bir
kütüphanedir. Araştırmayı, öğrenmeyi,
keşfetmeyi desteklemek için bilgi – belge
varlığımızı yükseltmemiz zorunlu. Çünkü
İTÜ sadece iyi öğrenci yetiştiren bir üniversite değil, aynı zamanda bir araştırma
üniversitesi. Şu anda Türkiye’nin en büyük
ikinci üniversite kütüphanesine sahibiz,
hedefimiz ise 2016’ya kadar Türkiye’nin
en büyük üniversite kütüphanesine ulaşmak. 700 binlerde olan basılı kaynak varlığımızı 2 yılda 900 binin üzerine taşıdık
ama amacımız 2016 itibariyle 1,5 milyona
ulaşmak. Ne var ki tek başına kitap varlığı-
nı artırmak da yeterli değil, bu kaynakların
rahatlıkla kullanılacağı, her an ulaşılabilir
olacağı, verimli çalışılabilecek fiziki ortamları da kurmak gerekiyor. Bu noktada
bir diğer önemli projemiz, Mustafa İnan
Kütüphanemiz için ek bina yaparak, fiziki
kapasitemizi ciddi oranda artırmak. Bunun için de hem ek bina maliyetleri hem
de yeni kitaplar için bağış kaynağı arayışlarımız sürüyor.
Elektrikli minibüsümüzün, öncelikle
İTÜ kampüslerinde kullanılmasını
sağlamayı ve sadece üretimde
değil uygulamada da örnek bir
model ortaya koymayı amaçlıyoruz.
İTÜ Güneş Arabası ekibimiz ise
güneş enerjili ilk aile arabasını
tasarlıyor. Bu projenin tamamen
öğrencilerimize ait olması değerini
daha da artıyor. Yaz ayında çıkacağı
tur ile tüm Türkiye’nin yakından
tanıyacağı aracımız ARUNA, bizi
Avusturalya’da gerçekleştirilecek
yarışta da temsil edecek.
değil Türkiye için önemli bir yenilik ve ilk
olma özelliği taşıyor.
900 Erasmus Anlaşması
Erasmus değişim programını ilk uygulamaya başlayan üniversitelerden biri İTÜ. Halen 900’ü aşkın ikili anlaşma yürütüyoruz.
Norveç ve İzlanda hariç tüm Avrupa ülkeleri ile anlaşmamız bulunuyor. Öğrencilerimizin Erasmus süresince aldığı tüm dersler,
dönem dersleri arasında sayılıyor. Bu da
öğrencilerimiz için büyük avantaj çünkü
normal eğitim süresinde kayıp yaşatmıyor.
Uluslararası Akreditasyonlar
İTÜ, akademik eğitim kalitesinin dünyanın
önde gelen üniversiteleri ile eşdeğer olduğunu gösteren uluslararası akreditasyonlara
sahip. Bu akreditasyonlar dışarıdan değerlendirme – danetleme yapılması ve kendimizi sürekli geliştirme sorumluluğumuzu
desteklemesi açısından önem taşıyor. İTÜ,
mühendislik eğitiminde dünyanın en önemli denetleyici kuruluşu kabul edilen ABET’e
(Accreditation Board for Engineering and
Technology) 23 bölümü ile aynı zamanda
akredite olarak dünya çapında rekor kırmıştı.
Halen dünyada en fazla akredite bölüme sahip üniversiteyiz. ABET, İTÜ’lü mühendislerin
diplomalarının ABD’de birebir geçerli olmasını sağlıyor. Mimarlık alanında, ABD dışından sadece iki üniversitenin sahip olduğu
American National Architectural Accrediting
Board (NAAB) akreditasyonunu aldık. Denizcilik Fakültemiz International MaritimeOrganization (IMO) akreditasyonuna sahip.
Yabancı Diller Yüksekokulumuz ise yakın
zaman önce CEA akreditasyonu aldı.
UOLP ile Hem İTÜ Hem ABD Diploması
İTÜ, Uluslararası Ortak Lisans Programları
(UOLP) ile Amerika’nın seçkin üniversiteleri ile işbirliği yürüyor. UOLP, öğrencilerimize
sadece iki önemli diploma değil çok kültürlülük ve yabancı dili etkin kullanma becerisi de sağlıyor. Eğitimin 2 yılını İTÜ’de 2
yılını Amerika’da gören öğrencilerimiz, çok
önemli deneyimler ve uluslararası iş – staj
bağlantıları edinerek mezun oluyorlar. Yürüttüğü 10 program ile İTÜ, Türkiye’nin en
fazla UOLP’yesahip üniversitesi.
Amerika’da, tarihi 1891 yılına
uzanan Yetkin Mühendislik Sınavı,
dünya çapında geçerliliğe sahip.
Bu sınavı Türkiye’de yapmaya
yetkili tek kurum ise İTÜ. Yetkin
Mühendislik birinci aşama
sınavı (FE) ve lisans verilmesini
sağlayan ikinci aşama sınavını (PE)
gerçekleştiriyoruz.
Yetkin Mühendislik Farkı
Amerika’da, tarihi 1891 yılına uzanan Yetkin Mühendislik Sınavı, dünya çapında
geçerliliğe sahip. Bu sınavı Türkiye’de
yapmaya yetkili tek kurum ise İTÜ. Yetkin
Mühendislik birinci aşama sınavı (FE) ve
lisans verilmesini sağlayan ikinci aşama
sınavını (PE) gerçekleştiriyoruz. FE sınavına sadece İTÜ son sınıf öğrencilerimiz ve
mezunlarımız katılabiliyor; PE sınavına ise
mühendislik alanında en az 4 yıl iş tecrübesi olan ve FE sınavını geçmiş olan İTÜ
lisans veya yüksek lisans mezunları giriyor.
Yetkin Mühendislik Sınavı sadece İTÜ için
250. Yıla Doğru
Dünyada, yaklaşık 20 bin üniversite bulunuyor. Gerek tarihi mirası gerek iz bırakan
çalışmaları gerekse büyük mezun ailesi
ve onların başarıları açısından değerlendirildiğinde, İTÜ’nün basamağındaki üniversitelerin sayısı sınırlıdır. Böylesi güçlü
kurumlar için stratejik planlamalar ve bu
planlamaların orta ve uzun vadeye yönelik
olması çok mühimdir. Bu vizyonla, üniversitemizde yürüttüğümüz tüm çalışmaları
titiz bir stratejik planlamaya göre şekillendiriyoruz. Bu planlama ise üniversitemizin
tüm paydaşlarının geri bildirimleri ve önerileriyle hazırlandı. Amacımız, üniversitemizin 250. Yılına dünya çapında bir araştırma
ve inovasyon üniversitesi olarak girmesidir.
Cumhuriyetimizin 100. Yılında kuruluşunun
250. Yılını kutlayacak olan üniversitemizde
öğretim kalitesinin her geçen gün daha
da yükselmesi, bilimsel çalışmaların artarak sürmesi, teknoloji ve inovasyon odaklı
adımlar atılması temel hedeflerimiz arasındadır. Özellikle inovasyon, ülke menfaatlerinin korunması, mevcut kaynakların en
etkin biçimde değerlendirilmesi, önceliklerin tespiti, istihdamın genişletilmesi ve
etkin hizmet arzının gerçekleştirilmesi için
zorunludur. İnovatif çalışabilmek ve bunu
sağlayacak insan kaynağını yetiştirmek,
günümüzde rekabetin yegane yoludur. Bu
noktada İTÜ, sadece kurum olarak gelişmesi için değil, ülke kalkınmasına sunacağı destek için üstlenmesi gereken rolün
bilincindedir. Osmanlı Devletinde modernleşmenin ve ilerlemenin temsili olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yurdun
dört bir yanını arı gibi çalışarak yeniden
inşa eden İTÜ, bugün de köklerinden gelen ülkeye, insanlığa ve bilime hizmet aşkıyla çalışmaktadır. Hem öğretim hem de
araştırma faaliyetlerinin temelinde, bu aşk
yatmaktadır…
itü vakfı dergisi 15
EĞİTİM DOSYASI
Türkiye’de Yükseköğretim
Nereye Gidiyor?
Prof. Dr. Gülsün Sağlamer
İTÜ Mimarlık Fakültesi
Türkiye’de yükseköğretim
bugün hala 1982 yılında
yürürlüğe giren 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu
ile merkezi bir yapı içinde
yürütülmeye çalışılmaktadır.
Gerçi yürürlüğe girdiği
günden beri üzerinde pek
çok küçük değişiklik yapılmış
olmasına karşın, 2547 sayılı
YÖK, ana ekseni olan merkezi
yönetim ilkesinden asla taviz
vermemiştir. Geçen 30 yılı aşkın
sürede yaşanan onca değişime
karşın ana ekseni değişmeyen
bu yasa üniversitelerimizin
özerklik kazanmasına olanak
vermemektedir...
İ
nsanlığın gelişmesi şüphesiz ki çağlar
boyu üretilen bilgi, keşif ve buluşlarla birlikte kültür ve sanat alanındaki ilerlemelerle biçimlenirken bu gelişmeleri yaratan ve
sürdürülebilirliğini sağlayan eğitim de yaşanan değişime bağlı olarak çağlar boyu evrilerek yapılanmakta, gelişmekte veya gelişmeye çalışmaktadır. Değişimin artan hızı ve
genişleyen kapsamı eğitim ve öğretime yeni
boyutlar kazandırmakta, eğitim ve öğretimi
ve bu hizmetleri sunan kuruluşları/organizasyonları da çeşitlendirmektedir. Ülkeler ve
kurumlar alışılmış kalıplara takılıp kaldıkça
değişime ayak uyduramamakta, günümüzün küreselleşen ortamında giderek marjinalleşmekte ve âdeta haritadan silinmektedirler. Kalıpları sorgulayarak değiştirmeye
çalışanlar, içinde bulundukları ortamlarda
rüyalarını gerçekleştirme şansını yakalayabilirlerse küresel yarışa katılabilmekte ve
değişim kültürünü yerleştirmeye çalışmaktadırlar. İşte tam da bu noktada Türkiye ne
yapmaktadır? Türkiyenin Yükseköğretimi nereye doğru yol almaktadır? Gidilen yol bizi
16 itü vakfı dergisi
dünyada saygın bir konuma taşıyabilecek
midir? Bu kısa yazı kapsamında tüm bu soruları enine boyuna tartışmak olanaksız olsa
da bazı görünen gerçekleri özetlemenin yararlı olacağını düşünüyorum.
Türkiye’de yükseköğretim bugün hala
1982 yılında yürürlüğe giren 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu ile merkezi bir yapı
içinde yürütülmeye çalışılmaktadır. Gerçi
yürürlüğe girdiği günden beri üzerinde pek
çok küçük değişiklik yapılmış olmasına karşın 2547 sayılı YÖK, ana ekseni olan merkezi yönetim ilkesinden asla taviz vermemiştir.
Geçen 30 yılı aşkın sürede yaşanan onca
değişime karşın ana ekseni değişmeyen bu
yasa üniversitelerimizin özerklik kazanmasına olanak vermemektedir. 1982’den bugüne
Yükseköğretimde belirli alanlarda önemli
gelişmelerin de sağlanmış olduğu bilinen bir
gerçektir. Örneğin son yıllarda üniversitelerin
performansı düşmüş olmasına karşın 2009
yılına kadar yayınlarda ve atıflarda sağlanan
önemli artışlar, uluslararasılaşmada atılan
adımlar, kurulan yeni üniversitelerle yükseköğretimde okullaşma oranlarında sağlanan
büyüme, Açık Öğretimde ulaşılan kapasite
önemli gelişmelerdir.
Diğer taraftan YÖK, özellikle son yıllarda kurulan çok sayıdaki üniversitelerin
kalite kontrolunu yapabilecek bağımsız değerlendirme ve akreditasyon kurumlarının
kurulmasına henüz olanak sağlamamış, bu
gelişmelere paralel olarak hesap verebilirlik
mekanizmalarını da devreye alamamıştır. Bu
durumda kendilerini diğer üniversitelerden
farklı bir kalite düzeyinde gören Türkiye’nin
gelişmiş birçok üniversitesi uluslararası değerlendirme ve akreditasyon kuruluşlarına
başvurarak uluslararası akreditasyon almayı
benimsemektedirler. İstanbul Teknik Üniversitesi 2000’li yıllardan başlayan girişimlerini
2003 - 2004 yılında sonuçlandırarak mühendislik ve mimarlık eğitimi veren bölümlerini-fakültelerini akredite etmiştir ve yerleştirdiği kalite kültürü ile bu akreditasyonların
sürdürülebilirliğini rektörler, dekanlar değişmesine karşın sağlayabilmiştir. Bu açıdan
İTÜ, ODTÜ ve BÜ ile birlikte Türkiye’de kalite
kültürünün gelişmesine önemli katkılar yapmış öncü üniversitelerden biridir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer
konu 2547 sayılı yasanın tanımladığı yönetim
organlarının yapısı ile ilgilidir. YÖK, Yüksek
Öğretim Genel Kurulunun kompozisyonunda
Cumhurbaşkanı ve Hükümete (1/3+1/3=2/3 )
oranında üye belirleme yetkisi vermektedir.
Cumhurbaşkanı ve Hükümetin ayrı politik
partilerden gelmesi durumunda Genel Kurul
içinde bir denge kurulması sağlanabilmektedir. Ancak YÖK Başkanını atama yetkisine
de sahip olan Cumhurbaşkanlarının hükümet ile aynı partiden geliyor olmaları kuvvetler ayrılığının sağlayacağı denge ortamını
yok edebilmekte, YÖK’ün tamamen iktidar
partisinin kontrolüne geçmesine neden
olabilmektedir. Böyle dönemlerde üniversitelerin hareket alanı daralmakta ve özerklik
konusunda önemli sorunlar yaşanmaktadır.
European University Association tarafından özerklik konusunda Avrupa üniversite-
leri üzerinde yapılan bir araştırmada (20092011) Türkiye maalesef üniversite özerkliği
sıralamasında en arkalarda yer almaktadır
(EUA, University Autonomy in Europe II, The
Scoreboard 2011). Özerkliğin farklı boyutlarının incelendiği bu araştırmada Türkiye 28
ülke arasında Organizasyonel Özerklikte
sondan 2., Finansal Özerklikte sondan 6.,
Personel Atama Özerkliğinde sondan 8.,
Akademik Özerklikte ise sondan 4. sırada
yer almaktadır. Koşulların 2011 yılından beri
pozitif yönde gelişmediği de dikkate alınacak olursa üniversitelerimizin içinde bulunduğu ortamı daha fazla anlatmaya gerek
olmadığı kanısındayım.
Rektör ve dekan atamalarından atama
ve yükseltmelere kadar politikanın egemen
olduğu, liyakatin unutulduğu bir yükseköğretim ortamı toplumun geleceğini oluşturacak
insan kaynaklarının büyük bir bölümünün
beklenen standartların çok altında kalmasına neden olmaktadır. Özerkliğin olmadığı bir
yükseköğretimden uluslarası düzeyde başarı beklemek olanaksızdır. Üniversiteler giderek liyakatten uzak keyfi yönetimlerin esiri
haline gelme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ülkemizde karar vericiler OECD’nin PISA göstergelerindeki Türkiye’nin performansından
hiç söz etmemekte, görmezden gelmekte
ve kaliteyi dikkate almayan bazı sayısal verilerle başarıyı ölçmeyi tercih etmektedirler .
Türkiye 65 ülke arasında PISA’da 44. sırada
yer almaktadır (2012 OECD PISA Results
in Focus What 15-year- old know and about
what they can do with what they know).
Son yıllarda Türkiye’deki Yükseköğretimin bulunduğu durumu, küresel kuruluşların
istatistikleri açıkça göstermektedir. Ülkenin
genç nüfusu ve yükseköğretimdeki okullaşma oranlarının düşük olması hükümetleri
yeni üniversitelerin kurulmasına yönlendirmektedir. Bu haklı gerekçe hazırlıksız olarak kurulan bu üniversiteleri sayısal açıdan
problemi çözüyor gibi gösterse de sonuçta
yeterli ve kaliteli öğretim üyesi, altyapısı olmayan bu yeni kuruluşlar kalite konusunda
onarılamayacak sorunlar yaratmaktadır.
Probleme sayısal büyüklük olarak bakılması
sonucunda popülist yaklaşımlarla son 10 yıl
içinde %121 büyüyen yükseköğretim sektörü mezun ettiği dünya standartlarından uzak
diplomalı insanları nerede nasıl istihdam
edeceğini bilememektedir. Yükseköğretimin
uluslararası standartlara ulaşabilmesi için
önce kaliteli insan kaynaklarına, sonra yeterli
finans kaynaklarına sahip olması gerekirken
Türkiye bu iki kaynağı da sağlayacak önlem-
leri almak, liyakate dayalı sistemlere öncelik
vermek yerine, çağın gerekleri ile bağdaşmayan politikalarla insan kaynaklarının kalite
yönünde iyileştirilmesini ve dünyada yarışacak konuma getirilmesini geciktirmektedir.
Türkiye’de 2013 yılı itibariyle 71’i Vakıf
Üniversitesi, 114’ü devlet üniversitesi olmak
üzere 185 üniversite bulunmaktadır. Toplam
yaklaşık 5.5 milyon öğrencinin % 6.4’ü vakıf
üniversitelerinde, toplam öğrencilerin yaklaşık 1/3’ü Açık Öğretimde eğitimlerini sürdürmektedir. Burada sayıları hızla artan vakıf
üniversitelerinin halen ve önümüzdeki yıllarda yeterli öğrenci çekmekte karşılaşacakları
güçlükleri unutmamak gerekir. Toplam doktora öğrenci sayısı 55.120, toplam Yüksek
Lisans öğrenci sayısı 176.000, toplam doktora derecesine sahip akademik personel
60.000 ve toplam akademik personel ise
133.000’dir (Çetinsaya, G., 2014). Türkiye
Türkiye her yıl doktora derecesi
alanların toplam sayısı itibariyle
OECD sıralamasında sondan 4.
sırada, her bin kişiye düşen doktora
dereceli araştırmacı sıralamasında
ise sondan 2. sırada yer almaktadır
(OECD-KNOWINNO, 2013). Bütün
bu göstergeler Türkiye’nin eğitim
alanında, özellikle yükseköğretimde
ve araştırma-inovasyon alanlarında
kapsamlı bir atılım yapması
gerektiği gerçeğini ortaya
koymaktadır.
her yıl doktora derecesi alanların toplam sayısı itibariyle OECD sıralamasında sondan 4.
sırada, her bin kişiye düşen doktora dereceli araştırmacı sıralamasında ise sondan 2.
sırada yer almaktadır (OECD-KNOWINNO,
2013). Bütün bu göstergeler Türkiye’nin eğitim alanında, özellikle yükseköğretimde ve
araştırma-inovasyon alanlarında kapsamlı
bir atılım yapması gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği istatistiklerine
göre AB araştırma kaynaklarını kullanan ülke
sıralamasında Türkiye ya sonuncu ya da
sondan ikinci veya üçüncü olabilmektedir.
Ülke içindeki araştırma kaynaklarının sınırlı
olması, ayrıca bu kaynakların dağıtımında
yaşanan sorunlar araştırma kültürünün yerleşme ve gelişmesine olanak vermemektedir. Bu nedenle uluslararası araştırma
kaynaklarına ulaşmada da önemli sorunlar
yaşanmaktadır.
Türkiye öğretime (% 4.1 TR- %5.6
OECD), yükseköğretime (%1.0 TR- %1.6
OECD) ve araştırmaya (%0.86 TR- %2.40
OECD- %2.06 EU) (Source: Education at
a Glance: OECD Indicators. Paris: OECD)
yeterli finansal kaynak ayırmamakta, insan
kaynaklarının kalitesini artıracak önemli değişimleri gerçekleştirme konusunda
ciddi girişimlerde bulunmamakta ve girdiği
bu çevirimden kurtulmak için çaba harcayamamaktadır. Türkiye’de Yükseköğretimde öğrenci başına ayrılan finasal kaynaklar 1995’te 5241 USD iken 2011 yılında
9235 USD’a yükselmiştir. OECD ortalaması 17.929 USD, EU ortalaması ise 13.572
USD’dır . Ayrılan kaynakların dağılımında
da performansa yönelik bir değerlendirme
yapılamamakta ve kaynaklar bu nedenle
verimli ve etkin bir biçimde kullanılamamaktadır.
Türkiye’de 1000 kişiye 3 araştırmacı
düşerken OECD ortalaması 7.68, EU ortalaması 7.28, Kore de ise 11.92’dir. Türkiye’de
araştırmaya GSMH’dan %0.86 pay ayrılırken bu oran OECD de %2.40, EU28 de
%2.06, Kore de ise % 4.04’tür. Türkiye toplam yayın sıralamasında 2000 yılında dünyada 26.sıradan 2005 yılında 19. sıraya ve
2009 yılında 17. sıraya yükselmişken 2012
yılı itibariyle 20. sıraya gerilemiştir. Bunun da
ötesinde 1995-2005 yıllarında toplam atıf
sayısı 34.788’den 157.590’a çıkarken 2010
yılında bu değer 77.660’a, 2012 yılında ise
46.196’a gerilemiş bulunmaktadır (Çetinsaya, 2014). Yayınlarda sayısal yönden sıralamamız gerilerken kalite açısından daha da
büyük kayıplara uğrandığı anlaşılmaktadır.
Gerçeklerle yüzleşmeden kendimizi
bazı sayılarla avutmanın son yıllarda nelere mal olduğunu uluslararası göstergeler
gözler önüne sermektedir. Türkiye G20
de bulunmakla övünebilmek için yukarıda
sıralanan alanlarda daha üst düzeyde performans göstermek durumundadır. Aksi
halde altı boş bir G20’nin bizi G10’a taşıması, gerçekleşmesi olanaksız bir hayaldir. Bu
durumda ülkemizdeki karar vericilerin gerçeklerle yüzleşerek kapsamlı, kısa ve uzun
vadeli atılımları planlayarak gerçekleştirmeleri; yandaş değil liyakate dayalı sistemlerin
uygulanmasına, kaliteli insan kaynaklarının
kaybının engellenmesine ve yeniden devreye sokulmasına, yenilerinin yetişmesine,
yerleşmesine ve sürdürülebilir gelişmelerin
sağlanması için gerekli yasal, yapısal ve finansal reformların yapılmasına olanak sağlamaları zorunludur.
itü vakfı dergisi 17
EĞİTİM DOSYASI
Doç. Dr. Selçuk Şirin
New York Üniversitesi Öğretim Üyesi
Türkiye eğer katma değeri
yüksek ekonomiye geçecekse
bunun yolu muhakkak surette
eğitimde reformdan geçiyor.
Ancak eğitim sisteminde
yapılacak tüm reformlar
tek başına bir toplumu
dönüştürmeye yetmez. Çünkü
ileri teknoloji kullanmak sadece
teknik bilgi gerektirmiyor. Bilgi
ekonomisi aynı zamanda bilgiye
bireylerin özgürce ulaşmasını
ve insanların becerileriyle
ortaya koyduğu katma değerin
yasalarca güvence altına
alınmasını gerektiriyor. Yani
tahayyül özgürlüğü ve adil
rekabet koşulları şart.
W
hatsapp, 53 kişinin kurduğu 5
yıllık küçük bir şirket ama bu şirket Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi
boyunca ortaya çıkardığı en büyük dört
şirketin pazar değerinden daha yüksek
bir değere satıldı. Birkaç ay önce çocuklar
için geliştirilen bir madencilik oyunu olan
Minecraft 2,5 milyar dolara satıldı! Hesaplamaya korktum, zira bu oyun bizim Zonguldak madenlerinden daha kıymetli olabilir. Bir kamyon domatesin, şu an bu yazıyı
okuduğunuz sırada basit bir bilgisayar ya
da telefon kadar etmediğini hatırlatmaya
gerek yok. Dünyada artık yeni bir ekonomi
kuruluyor ve bizim bu pazarda yerimiz yok!
Olsaydık, NASDAQ’ta bir şirketimiz göstermelik de olsa işlem görürdü. Yunanistan’ın
20’yi aşkın, İsrail’in 70’i aşkın şirketi bu yüksek teknoloji pazarında at koştururken biz
neden yokuz?
Yukarıdaki sorunun cevabı PİSA testinde mevcut.
18 itü vakfı dergisi
PISA Ölçme Değerlendirme Programı Işığında
Dünyada ve Türkiye’de Durum
Eğitim Sorunları ve
Çözüm Önerileri
PISA Nedir?
OECD tarafından geliştirilen PISA uluslararası bir eğitim-değerlendirme sistemidir.
Temel amacı, her bir ülkenin 15 yaş grubundaki gençleri ne denli iyi eğittiğini ortaya koymaktır. PİSA 3 yılda bir katılımcı ülkeleri ölçer. En son yapılan PISA’ya, dünya
ekonomisinin %90’ını temsil eden ülkeler
katıldı. İşgücünün hızla küreselleştiği, üretimin çok coğrafyalı bir yapıya dönüştüğü
21. yüzyıl ekonomisinde bir ülkenin eğitim
sistemi yalnızca ülke içi verilerle değerlendirilemez. Rekabetin küresel olduğu yeni
yüzyılın performans standardının da küresel olması zorunludur. Bu ihtiyaçtan yola
çıkarak, ekonominin itici gücünün nitelikli
ve eğitimli işgücü olduğunun altını çizen
Ekonomik İşbirliği ve KalkınmaTeşkilatı
(OECD), eğitim sistemlerini değerlendirmek amacıyla uluslararası bir eğitim performans endeksi geliştirmiştir. Kısa adıyla
PISA (The Programme for International
Student Assessment) olarak anılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı
eğitim çıktılarını, örneklem bazlı verilerle
değerlendirmektedir. Günümüzde PISA
en güvenilir uluslararası eğitim sistemleri
performans değerlendirme indeksi olarak
kabul edilmektedir. Spesifik olarak, PISA
ile fen bilgisi, matematik ve okuma becerileri ölçülmektedir. PISA’nın en önemli faydası, sonuçlar kamuoyuna açıklandığında
tüm dünyada eğitimi bir numaralı gündem
maddesi yapmasıdır. Karar vericiler, medya ve aileler, ülkelerindeki okulların öğrencileri modern dünyaya ne derece hazırladığı sorusuna PISA verileriyle yanıt ararlar.
Türkiye’nin PISA Karnesi
İlk olarak 2000 yılında başlayan PISA’ya
Türkiye 2003 yılından beri katılmaktadır.
2000 yılında OECD ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirilen PISA’ya, son yıllarda
OECD ülkelerinin yanısıra diğer pek çok
ülke de katılmaktadır. 3 Aralık 2013 tarihinde sonuçları açıklanan PISA 2012’ye
34’ü OECD ülkesi, toplam 65 ülke ve ekonomi katılmıştır (Çin bir ülke olarak henüz
PISA’ya katılmamakta, Çin’e bağlı ekonomilerden katılım olmaktadır). 2012 ölçümünde, bu ülkelerde yaşayan, 15 yaş grubundaki 28 milyon genci temsilen 510.000
öğrenciden veri toplanmıştır.
18. Ekonomiyiz Ama Çocuklarımız
Dünyada İlk 40’a Giremiyor!
Türkiye’nin son 12 yılda katıldığı 4 PISA
testinde diğer ülkelere göre bulunduğu
konum aşağıdaki tabloda sunulmuştur.
2012 PISA sonuçlarında Türkiye OECD
ülkelerinin ortalama puanının çok altında bir performans göstermiştir. Maalesef,
OECD ülkeleri arasında Türkiye matematik ve fen alanlarında son sırada, okuma
becerileri alanında ise Slovakya’yı aşarak
sondan ikinci sırada yer almaktadır. PISA’ya katılan 65 ülke içinde ise, matematik
alanında 448 puanla 44., fen alanında 463
puanla 43. ve okuma becerileri alanında
475 puanla 41. sırada yer almaktadır.
PISA’ya ilk olarak katıldığımız 2003 yılından bugüne kadar Türkiye’nin matematik başarı sıralaması neredeyse hiç değişmemiştir. 2003 yılında PISA’ya katılan 41
ülke arasında sondan 7. sırada yer aldık.
Diğer yıllarda PISA’ya katılan ülke sayısı
artmış olsa da Türkiye’nin sıralamadaki
yeri pek değişmemiş ve her bir ölçümde
43. sırada yer almıştır.
Aşağıdaki tablonun özeti şudur. Türkiye yıllar içinde PISA testlerinde puanını
artırmış olsa da bu puan artışı rekabet ettiği başka ülkelerle arasındaki farkın kapanmasına katkıta bulunacak boyutlarda
olmamıştır.
Çocuklarımızı 21. Yüzyıla
Yetiştiremiyoruz!
Bu sonuçlar niçin önemli? Önemli çünkü artık beceri bazlı yeni bir ekonomiye
geçiyoruz. Türkiye ekonomisi son 7 yıldır
kişi başına 10 bin dolar milli gelir bandına sıkışıp kalmış durumdadır. Bu seviyeye
belki yollarla barajlarla gelmiş olabiliriz
ama bu seviyeden ilerisine gitmek için
katma değeri yüksek üretime geçmek
zorundayız. Bunun da yolu çocuklarımıza
21. yüzyıl becerileri kazandıracak bir eğitim vermektir. Bu anlamda PISA sonuçları
bize pek umut vermiyor. Bu verilerin altını
çizdiği basit bir realite var. Yüksek tekno-
loji yarışında yer alacak genç yetenekleri
yetiştirmeyi bilmiyoruz.
Ne Yapmalı?
Türkiye’de eğitimdeki en can alıcı sorun,
reform yapma pratiğinin verilerden bağımsız olmasıdır. Dünyanın her yerinde eğitim
en çok tartışılan ve en çok reform edilen
alandır. İnsan değişiyor, toplum değişiyor.
Eğitim de buna göre elbette sürekli değişmeli. Önemli olan reformların bu değişimi
dikkate alarak yapılıp yapılmadığı gerçeğidir. Bu noktada maalesef Türkiye’de
eğitim adına yapılan reformlar verilerden
uzak bir şekilde yapılmaktadır. Sorunların
belirlenmesinden, çözüm alternatiflerinin
rekabet etmesine, öne çıkan çözümlerin
pilot uygulamasından etkinlik analizine
dair her aşamada kararlar verilerle alınmalıdır. Maalesef bizim reform pratiğimiz
bu sistematik yaklaşımdan çok uzaktır.
Geçtiğimiz yıl bu açığı kapatmak için
TÜSİAD ve TÖDER (Tüm Özel Öğretim
Kurumları Derneği) için Dr. Sinem Vatanartıran ile birlikte veriye dayalı reform yaklaşımına örnek teşkil edecek bir çalışmayı
gerçekleştirdim (Raporun tamamına TUSİAD sitesinden ulaşabilirsiniz.). Aşağıda
o raporda sunduğumuz çözüm önerilerinin bir özetini paylaşıyorum.
Okul Öncesi Eğitim
Eğitim üzerine yapılan araştırmaların en
net sonuçlarından biri okul öncesi eğitimin, geri dönüşü en yüksek yatırım olduğu
gerçeği. Maalesef, bu alan bizim eğitim
sistemimizin en sorunlu olduğu alan. Türkiye okul öncesi eğitime katılımda yaklaşık
% 30 ile AB ülkeleri arasında en son sırada
yer almakla kalkmıyor, bizden sonra gelen
ülkelerdeki katılımın yarısına bile ulaşamıyor! Türkiye’nin eğitim reformu öncelikleri
içerisinde en kalıcı sonucu verecek girişim kaliteli okul öncesi eğitimi tüm ülkede
zorunlu kılmaktır. Bunun için okul öncesi
eğitim öğretmeni yetiştirmekten, müfredat
PISA 2003-2012 Fen Başarı Sıralamaları
2003
Sıra
Ülke
2006
Sıra
Ülke
2009
Sıra
Ülke
2012
Sıra
Ülke
1
Finlandiya
1
Finlandiya
1
Şanghay-Çin
1
Şanghay-Çin
2
Kore
2
Hong Kong-Çin
2
Finlandiya
2
Hong Kong
33
TÜRKİYE
44
TÜRKİYE
43
TÜRKİYE
43
TÜRKİYE
Toplam Ülke
41
57
65
65
PISA 2003-2012 Matematik Başarı Sıralamaları
2003
Sıra
Ülke
2006
Sıra
Ülke
2009
Sıra
Ülke
2012
Sıra
Ülke
1
Finlandiya
1
Tayvan
1
Şanghay-Çin
1
Şanghay-Çin
2
Kore
2
Finlandiya
2
Singapur
2
Singapur
35
TÜRKİYE
43
TÜRKİYE
43
TÜRKİYE
43
TÜRKİYE
Toplam Ülke
41
57
65
65
PISA 2003-2012 Okuma Becerisi Alanı Başarı Sıralamaları
2003
Sıra
Ülke
2006
Sıra
Ülke
2009
Sıra
Ülke
2012
Sıra
Ülke
1
Finlandiya
1
Kore
1
Şanghay-Çin
1
Şanghay-Çin
2
Kore
2
Finlandiya
2
Kore
2
Hong Kong-Çin
35
TÜRKİYE
37
TÜRKİYE
41
TÜRKİYE
41
TÜRKİYE
Toplam Ülke
41
57
65
65
itü vakfı dergisi 19
EĞİTİM DOSYASI
geliştirmeye her alanda ciddi bir yatırım
yapılması kaçınılmazdır. Geleceğimiz için
eğitim alanında yapılacak en büyük yatırım bu alanda olmalıdır.
Öğretmenlik Profesyonel Bir Meslek
Olmalı
Öğretmenlerin iş yetkinliklerini ve iş tatminlerini artırmadan herhangi bir eğitim
reformunun başarıya ulaşması mümkün
değildir. Asya ülkeleri ve Finlandiya'nın
son yıllarda kaydettiği ekonomik başarının
ardında yatan en temel faktör öğretmene
yatırım yapılmış olmasıdır. Bu sistemlerde
öğretmenlik profesyonel bir meslek olarak
tanımlanmış, öğretmen seçimi, eğitimi ve
sosyoekonomik statüsü buna göre organize edilmiştir. Mesleğini yürüten her öğretmen için yüksek kaliteli meslek içi eğitim
şartı konulmuştur. Ülke olarak eğitime yapacağımız yatırımlarda önceliği teknoloji
yerine öğretmene kaydırmak doğru bir
adım olacaktır. Sonuçta teknolojiyi de kullanan yine aynı öğretmenler olacaktır.
Merkezi Yönetimde Esneklik
Türkiye PISA’ya katılan ülkeler içinde hem
kaynak hem de müfredat belirlemede
en merkezi sisteme sahip ülke. Japonya,
Güney Kore, Şangay ve Hong Kong gibi
PISA’da zirvede olan eğitim sistemlerinde okul yöneticileri ve öğretmenler pek
çok alanda karar verici konumda görev
yapmaktadır. Okul yöneticileri başarı kriterlerini belirlemekte, öğretmen alımlarını
yönetmekte, ders kitaplarını seçmekte,
müfredatı çeşitlendirebilmektedir. Türkiye’deki sistem ise hali hazırda bütün kararları lokal koşullardan uzak bir şekilde
merkezde almaktadır. Türkiye gibi büyük
bir ülkede bütün kararların merkezden
alınması doğal olarak pek çok sorunu çözümsüzlüğe itmektedir. Bu anlamda merkezi yönetimin elinde olan bazı yetkilerin
okul yönetimlerine aktarılmasının zamanı
gelmiştir.
Dezavantajlı Öğrencilere Küçük
Sınıflar
Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı
hem akademik başarıyı hem de öğrencilerin okula olan ilgisini artıran bir faktör.
OECD ülkeleri arasında fakir öğrencilerin
sayısı arttıkça sınıfların kalabalıklaştığı tek
sistem bize ait. Türkiye OECD ülkelerinin
çoğunluğunda olduğu gibi sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı öğrencilerin git-
20 itü vakfı dergisi
Spesifik olarak, PISA ile fen bilgisi,
matematik ve okuma becerileri
ölçülmektedir. PISA’nın en önemli
faydası, sonuçlar kamuoyuna
açıklandığında tüm dünyada eğitimi
bir numaralı gündem maddesi
yapmasıdır. Karar vericiler, medya
ve aileler, ülkelerindeki okulların,
öğrencileri modern dünyaya ne
derecede hazırladığı sorusuna PISA
verileriyle yanıt ararlar.
tiği okullarda sınıf mevcudunu düşürmeli
ve kişi başına düşen öğretmen oranını
artırmalıdır. Bir başka deyişle, dezavantajlı öğrenciye okulda öncelik tanıyan uygulamalara öncelik verilmelidir. Bu hem
sınıf mevcudunda iyileştirmeyle hem de
kaliteli öğretmenlerin dar gelirli ailelerin
gittiği okullara yönlendirilmesiyle mümkün
olacaktır.
mühendislik eğitimi) reform girişiminde olduğu gibi bizim de acil olarak ulusal bir
kampanya başlatmamız gerekmektedir.
Teknolojinin, inovasyona dayalı üretimin
esas olduğu yeni ekonomide rekabet etmemiz bu alandaki reformların başarısına
bağlıdır.
Sınav Yöntemi ve İçeriği Değişmeli
Ulusal sınavlarımız eğitim sisteminin pusulası görevini yürütmektedir ve maalesef bu pusula şu haliyle öğrencileri yanlış
yönlendirmektedir. Tamamen çoktan seçmeli ve temel becerilere dayalı sınavlar
öğrencilerin ezber yeteneklerini ölçmekten öte bir işleve sahip değil. O nedenle
eğitim reformunun başarısı sınavların topyekün gözden geçirilmesine bağlıdır. Tıpkı
PISA’da olduğu gibi açık-uçlu sorulara ve
muhakeme, eleştirel düşünce gibi üst beceri seviyelerine hitap eden yeni bir ulusal
sınav sistemi kurmak zorundayız.
Üst Seviye Beceri Eğitimi
Bizim sistem öğrencilere temel becerileri
kazandırmak üzerine kurulu bir sistem.
Ancak daha etkin rekabet için orta ve üst
düzey becerilerde başarı kaydetmemiz
gerekmektedir. Matematik, okuma becerileri ve fen alanında PISA testlerinde üstün
başarı seviyesini (5 ve 6. düzeyler) yakalayan öğrencilerimizin oranı yüzde 6 dolayında. Bu oran OECD ortalamasının yarısı. Bilgi ekonomisinde rekabet etmek için
çocuklarımıza ileri derecede matematik,
fen ve okuma becerileri kazandırmak gerekmektedir. Bu amaçla eleştirel beceri ve
muhakeme yeteneğine öncelik veren yeni
bir müfredat, bu müfredata uygun ulusal
sınav sistemi ve elbette bu eğitimi sunacak öğretmen ve okul altyapısın bir reform
paketi olarak gündeme gelmelidir. Temel
becerilerle inovasyon ekonomisinde rekabet etmek mümkün olmayacaktır.
Eğitim De Bir Yere Kadar!
Türkiye eğer katma değeri yüksek ekonomiye geçecekse bunun yolu muhakkak surette eğitimde reformdan geçiyor.
Ancak eğitim sisteminde yapılacak tüm
reformlar tek başına bir toplumu dönüştürmeye yetmez. Çünkü ileri teknoloji kullanmak sadece teknik bilgi gerektirmiyor.
Bilgi ekonomisi aynı zamanda bilgiye bireylerin özgürce ulaşmasını ve insanların
becerileriyle ortaya koyduğu katma değerin yasalarca güvence altına alınmasını
gerektiriyor. Yani tahayyül özgürlüğü ve
adil rekabet koşulları şart. Önümüzdeki
dönemde eğer amacımız ekonomik olarak şu an içinde bulunduğumuz orta gelir tuzağından kurtulmak ise önce eğitim
sistemimizde reform yapmalıyız. Buna ek
olarak da özgürlükler, hukukun üstünlüğü
noktasında, rekabet ettiğimiz dünyanın
standartlarını kendi insanımız için de yakalamalıyız.
STEM Seferberliği
PISA verileri içinde, ülkemizde bilim, teknoloji ve inovasyonun geleceği açısından
en endişe verici sonuç fen alanında en
üst seviyede başarı gösteren öğrencilerimizin neredeyse hiç olmamasıdır. Fen
ve matematik alanları bilgi ekonomisinin
dinamosudur. Bu alanlarda ileri seviyede
eğitim veren okullarımızın sayısını ve niteliğini gözden geçirmemiz kaçınılmaz. Tıpkı
ABD’deki STEM (fen, teknoloji, matematik,
Doç. Dr. Selçuk R. Şirin
New York Üniversitesi’nde (NYU) araştırma
yöntemleri ve istatistik dersleri vermektedir.
ODTÜ’den lisans, SUNY-Albany’den yüksek
lisans ve Boston College’den doktora derecesi
almış olan Şirin’in 70’i aşkın akademik yayını
bulunmaktadır. Hürriyet’te köşe yazarlığı yapan Dr. Şirin, İksara Veri Araştırma Analiz A.Ş.
ve Bahçeşehir Araştırma Yöntemleri Okulu
(BAYO) kurucusudur.Twitter: https://twitter.com/
SelcukRSirin
Teknik Üniversitelerin Eğitime Katkısı:
Tasarım Eğitimi - Eğitim Tasarımı
Prof. Dr. Emine Erktin
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı
Gelişmiş bir toplumun
uygarlığını sürdürebilmesi
ve geliştirebilmesi için yeni
yüzyılın insanı nasıl eğitilmeli?
Yirminci yüzyılda hayal edilen,
her açıdan gelişmiş, bir efsane
de olsa “beyninin daha büyük
yüzdesini kullanabilen”, bilinçli
insan türünü yaygınlaştıracak
eğitim modeli, yirmi birinci
yüzyılda hala ütopyadan
öteye gidememişe benziyor.
Bu durum dünya nüfusunun
hatırı sayılır bir oranının
ortaçağ düşünce yapısını
sürdürmekteki ısrarı,
doğa talanı, insan hakları
ihlalleri, cinayetler, terör
ve baskıcı yönetimler veya
özentileri ile her gün yüzümüze
vuruluyor.
G
elişmiş bir toplumun uygarlığını sürdürebilmesi ve geliştirebilmesi için
yeni yüzyılın insanı nasıl eğitilmeli?
Yirminci yüzyılda hayal edilen, her açıdan
gelişmiş, bir efsane de olsa “beyninin daha
büyük yüzdesini kullanabilen”, bilinçli insan türünü yaygınlaştıracak eğitim modeli,
yirmi birinci yüzyılda hala ütopyadan öteye gidememişe benziyor. Bu durum dünya
nüfusunun hatırı sayılır bir oranının ortaçağ
düşünce yapısını sürdürmekteki ısrarı, doğa
talanı, insan hakları ihlalleri, cinayetler, terör ve baskıcı yönetimler veya özentileri ile
her gün yüzümüze vuruluyor. Bununla birlikte bilim ve onun uzantısı olarak teknoloji,
mühendislik, tıp gibi alanlardaki umut verici
gelişmelerin, iyi örneklerin, düzgün yeterli
ve yetkin bir temel eğitim, ortaöğretim ve
yükseköğrenim eğitiminin sonucu olduğu
da kabul edilmeli.
Temel eğitime bakıldığında, bilim ve
teknoloji okuryazarı, düşünme becerilerine
sahip, akıl yürütebilen, problem çözebilen
aynı zamanda yüzyıllar boyu edinilen yerel
ve küresel kültürel mirası özümsemiş, etkin bir insan yetiştirmek üzere tasarlanan
bir eğitimin önemi gelişmiş uygarlıkların
olmazsa olmazı bir insan hakkı olarak tüm
dünyada yaygın bir kabul görüyor. Bu bağlamda temel eğitimin hedeflerine erişiyi/
başarıyı ölçerek farklı ülkelerdeki sonuçlarını
karşılaştıran çalışmalar son yıllarda eğitimcilerin olduğu kadar kamuoyunun da ilgisini
çekiyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) üye ülkelerin katıldığı üçer
yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki
öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesi
olan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme
Programı (PISA), Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Projesi (PIRLS), Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması
(TIMSS) gibi karşılaştırma çalışmalarının
sonuçlarının basında sıkça yer bulduğu görülüyor. Bu çalışmalardaki ülkemize ilişkin
bulguların okuma yazma, matematik ve fen
bilgisi alanlarında 60 küsur ülke arasında
40’lı sıralara işaret etmesine odaklanılırken,
sonuçlar “eğitim sistemimizin yazboz tahtasına dönüşmüş olması” şeklindeki yüzeysel
yorumlamalardan, eğitim bilimcilerin derin-
lemesine çözümlemelerine kadar birçok
farklı düzeyde tartışılıyor. Esasen, bu gibi
karşılaştırma araştırmalarına katılan bütün
ülkeler sıralamadaki yerlerini sorguluyor. En
üst düzeyde başarı gösteren Uzakdoğu ülkelerinin ve Kuzey Avrupa ülkelerinin, özelikle Finlandiya’nın eğitim sistemleri bütün
dünyada mercek altına alınıyor.
Ortaöğretimin değerlendirilmesine ilişkin çalışmalar temel eğitimde olduğu gibi
yaygın uluslararası karşılaştırmalardan çok
yükseköğrenime geçiş oranları ve meslek
edindirmede ara eleman yetiştirme bağlamında ele alınıyor. Niteliğe ilişkin yorumlamalar daha çok üniversiteye giriş sınavı üzerinden tartışılıyor. Yükseköğrenime geçişte
kullanılan merkezi değerlendirme çoğu zaman ortaöğretimin niteliğine ilişkin yegâne
veriyi oluşturduğundan bir seçme sınavının
sonuçları bir düzey belirleme değerlendirmesiymiş gibi ele alınarak yorumlanıyor.
“Matematikten ortalama 7 soru çözülmüş”,
“Fende Türkiye ortalaması 3 soruymuş” gibi
“çarpıcı” sonuçlar değerlendiriliyor. Üniversite sınavı geçip öğrenciler yükseköğrenim
kurumlarına yerleştikten sonra da bu yorumlar çoğunlukla unutuluyor, bir sonraki yıla kadar rafa kaldırılıyor…
Yükseköğrenimin değerlendirilmesi son
dönemlerde farklı ölçütleri esas alan dünya
sıralamalarının yaygınlaşması ile kamuoyunda da popülerlik kazandı. Daha önce bu
konularla hiç ilgilenmemiş kişiler bile üniversitelerin dünya sıralamalarındaki yerlerini
konuşur oldular. Yayın sayıları, öğretim üyesi
öğrenci oranları, tanınırlık gibi onlarca kıstas
kamuoyunun dikkatine gelmeye başladı.
Kuşkusuz bu değerlendirmelerin üniversitelerin niteliğinin geliştirilmesine katkısı olacaktır. Bunların yanı sıra bağımsız kuruluşlar
tarafından akredite edilmek gibi, 47 ülkenin
ve 850’den fazla yükseköğretim kurumunun
katıldığı Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA)
gibi üniversitelere yükseköğrenimde niteliği
arttırma ve araştırma politikalarında işbirliği
ve eşgüdüm olanağı sağlayan kurumlara
katılmak gibi etkinliklerin yükseköğrenimin değerlendirilmesi ve iyileştirilmesi için
önemli fırsatlar sunduğu görülüyor.
Eğitimin temel eğitimden yükseköğrenime her düzeyde değerlendirilmesi ve iyi-
itü vakfı dergisi 21
EĞİTİM DOSYASI
leştirilmesi için eğitim politikalarının belirlenmesi gerekliliği açıktır. Her alanda olduğu
gibi, hatta daha da fazla, eğitim politikalarının bilimsel çalışmaların ışığında yürütülmesinin önemi yadsınamaz. Hatta bunun
aksinin söz konusu bile olmaması gerekir.
Ne yazık ki eğitim politikalarının bilimsel
araştırmalara dayandığı ideal hatta olağan
durumdan bir hayli uzaktayız. Kimin hangi
ara karar verdiği belirsiz eğitim modellerinin konunun uzmanlarının serzeniş, uyarı
ve bazen feryatlarına rağmen uygulamaya
konduğu durumlar özellikle temel eğitim ve
ortaöğretim sistemlerinde sıkça görülüyor.
Bazı zamanlarda bu modellerin işlemediğinde, başta karşı çıkmış eğitim uzmanlarından yardım istenmesi de, sistemlerin sıklıkla
yeniden değiştirilmesi de alışık olmadığımız
durumlar değil.
“Eğitimin eğitimcilere bırakılmayacak
kadar ciddi bir iş olduğu” nüktesini duymazdan gelerek, eğitim bilimleri araştırmalarının geldiği noktadan bir sosyal bilim
olarak söz etmek yerinde olur. Ülkemizde
Eğitim Fakültelerinin kurulmasının eğitimin
bir bilim alanı olarak kabul görmesinde
kuşkusuz önemli bir rolü olmuştur. Eğitim
araştırmaları eğitimin farklı boyutlarını inceleyen alanların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Temeldeki rolünün öğretmen yetiştirme
olduğu kanısı yaygın olmakla birlikte; nasıl
Mühendislik Fakülteleri mühendis yetiştirmenin yanısıra teknolojinin gelişmesine
bilimsel yaklaşımlarla katkıda bulunuyorsa
Eğitim Fakültelerinden de eğitim bilimleri,
matematik eğitimi, fizik eğitimi sosyal bilgiler eğitimi gibi alan eğitimleri ve eğitim
teknolojileri gibi birçok farklı alana katkılar
yapılmaktadır.
"Bilen öğretir" anlayışının çok gerilerde
kaldığı günümüzde bir bilim alanı olarak
eğitim çok disiplinli bir yapıda evrilerek gelişiyor. Söz gelimi, pedagoji bilgisinin ön plana çıktığı öğretmen yetiştirme dönemlerinde alan eğitimini almış bir kişinin “pedagojik
formasyon” adı altında bir sertifika programını tamamlayarak öğretmenlik yapması
olağan karşılanırdı. Ancak alan eğitimi denilen konularda yapılan çalışmalar alan bilgisi
ve pedagoji bilgisinin bir konuyu öğretmekte
yetersiz kaldığını ve “pedagojik alan bilgisi”
denilen yeni bir bilgi birikimine ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Sanal ortamların
yaşamımızdaki yerini hızla arttırması ile “pedagojik teknolojik alan bilgisi” de öğretmen
yetiştirme programlarında ve eğitim teknolojileri alanında yer bulmaya başlamaktadır.
22 itü vakfı dergisi
Eğitim bilimlerinin meslek edindirme
yönü eğitim bilimleri araştırmaları sayesinde
gelişirken, bilimsel araştırma yönü de, sözü
edilen çok disiplinli yapı ile bilimin doğası
gereği sürekli bir devinim içerisinde gelişmektedir. Yirminci yüzyılın başlarında doğa
bilimlerinin yöntemlerinin davranış bilimlerinde geçerli olması gerektiği düşüncesi
psikometri ve eğitimde ölçme alnına önemli
katkılar yapan istatistik teknik ve yöntemlerin gelişmesine yol açmıştı. Zekânın boyutlarını, okul başarısına etki eden etmenleri
irdelemeye yönelen çalışmalar ve benzeri
araştırmalar bu yöntembilim sayesinde
mümkün olmuştu.
Yirminci yüzyılın sonlarına doğru sosyal
bilimler alanındaki bir paradigma değişikliği
eğitim bilimlerine de yansıdı. Gerek eğitim
bilimleri gibi davranış bilimlerinin inceleme
konularındaki soyut kavramların ölçülmesinde karşılaşılan güçlükler, gerekse antropolojide olduğu gibi açıklanmaya çalışılan
olguların karmaşıklığı belli bir araştırmacının
birikimine ihtiyaç duyan, onun perspektifini
esas alan ve bunun getirdiği sübjektifliği pek
de dert etmeyen nitel yöntemleri zorunlu kıldı. Bu paradigma değişikliği zaman içinde
yerini nitel çalışmaların nicel araştırmaların
objektif verileri ile destekleyen karma yöntemlere bırakmışa benziyor. Böylece hem
araştırmaların kalitesi hem de yöntembilimin
gelişmesi söz konusu oluyor.
Eğitim araştırmalarının yöntemlerini bir
an için bir yana bırakıp içeriklerine odaklanalım. Eğitim alanının gidişatından hâlihazırdaki çok disiplinli yapısının teknolojinin
ve görüntüleme yöntem ve araçlarının gelişmesi ile daha da genişleyerek önünde
sonunda bilişsel sinirbilim ile kesişeceğini
kestirmek zor değil. Bilişsel bilim, öğrenmeyi açıklamak üzere çalışmalarını psikoloji,
dilbilim, bilgisayar bilimleri, tıp ve zaman
zaman eğitim uzmanları araştırmacılardan
oluşan ekipler ile sürdürmektedir. Kuşkusuz
Ne yazık ki eğitim politikalarının
bilimsel araştırmalara dayandığı
ideal hatta olağan durumdan
bir hayli uzaktayız. Kimin hangi
ara karar verdiği belirsiz eğitim
modellerinin konunun uzmanlarının
serzeniş, uyarı ve bazen
feryatlarına rağmen uygulamaya
konduğu durumlar özellikle temel
eğitim ve ortaöğretim sistemlerinde
sıkça görülüyor.
bu çalışmalar eğitim bilimlerine önemli katkılar sunmaktadır.
Ancak günümüzde gelinen noktada,
eğitim araştırmacılarının önünde baştan
beri sözünü ettiğimiz eğitim politikalarının
belirlenmesi, yürürlüğe konan politikaların
işlerliğinin değerlendirilmesi ve geliştirilmesi
problemleri durmaktadır. Bu aşamada eğitim araştırma çalışmalarında geçmişin “öğretim” odaklı yaklaşımı yerine “öğrenme”ye
odaklanan bir yaklaşımı benimseme yolunda önemli adımlar atılmaktadır.
“Öğrenim bilimleri” (Learning Sciences) günden güne artan bir sayıda eğitim
fakültesi ve eğitim araştırma merkezinde
çalışmaların odağı olmaya başlamaktadır.
Bu konuda farklı ülkelerde açılan lisansüstü programların bir işbirliği ağı oluşturduğu
görülmektedir. “Öğrenim bilimleri” başta
matematik ve fen bilgisi eğitimcileri, eğitim
tasarımcıları ile psikoloji, bilişsel sinirbilim,
bilgisayar bilimleri, dilbilim ve benzeri alanlardan bilim insanlarının ortak çalışmalarını
içerir. Burada öğrenmenin nasıl gerçekleştiği araştırılırken aynı zamanda daha etkin
bir öğrenme için ne tür tasarımlar yapılması
gerektiği ön plandadır. Eğitim politikaları bu
tür çalışmaların ışığında belirlenmeli ve sınanmalıdır.
Öğrenim bilimlerinde araştırma yöntemi olarak “tasarım temelli araştırmalar” benimsenmektedir. Bu, mühendislikte yapılan
araştırma geliştirme çalışmalarında kullanılan araştırma yöntemlerinin bir karşılığı olmalıdır. Tasarımın geliştirilmesi, sınanması,
değerlendirilip iyileştirilmesi aşamalarından
oluşan iterasyonları içermektedir. Bu alanda
kuşkusuz teknik üniversitelerin hem araştırma deneyimlerine hem de tasarım eğitimi
konusundaki bilgi birikimine ihtiyaç duyulacaktır. Tasarım eğitiminin bir araştırma
konusu olarak mühendislik ve mimarlık fakültelerinde gittikçe artan sayıda araştırma
ile irdelenmesi bir eğitim bilimi alanı olarak
yükseköğrenim açısından önemli bir kazanımdır. Eğitim bilimleri bu bilgi birikiminden
mutlaka yararlanacaktır.
Herhalde yeniçağın eğitim anlayışını belirleyecek kavramın “tasarım” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Eğitim bilimcilerin eğitim
tasarımlarının araştırılıp geliştirilmesinde teknik üniversitelerde elde edilmiş deneyimlere
gereksinimi olduğu açıktır. Mühendislik bilimlerinin eğitim bilimcilerin araştırmalarından
almak isteyecekleri katkıları kendilerine bırakalım. Eğitimciler “fıtratları” gereği bilgi paylaşımından her zaman büyük keyif alırlar…
2015 Yılında Türkiye’de
Yükseköğretimin Sorunları
Üzerine Düşünmek
Prof. Dr. Lerzan Özkale
İTÜ İşletme Fakültesi
Türkiye, içinde bulunduğu
konumdan sıyrılabilmesi için
eğitime daha fazla kaynak
ayrılması zorunluluğunun
farkına varmalıdır. 2023
yılı için, basit bir hesapla
gerçekleşmeyeceği görülebilen
ve birbiriyle çelişkili 2 trilyon
dolarlık GSYİH ve dünyanın 10.
ekonomisi olma gibi hedefler
koymak yerine; Türkiye’yi bilgi
toplumu yapacak, niteliksiz,
emeğe dayalı-düşük katma
değerli ürünler değil yüksek
teknoloji ürünü mühendislik
malları üreten bir ekonomiye
dönüştürecek bütüncül
eğitim politikası üzerinde
çalışılmalıdır…
Başlarken
K
üresel ekonomide kaydedilen gelmiş geçmiş en büyük krizin ardından toparlanma çabaları sürerken,
krizin nedenleri üzerine yoğunlaşan iktisat
alanındaki çalışmalar büyük dikkat çekiyor.
Krizin ana kaynağı olan ABD ekonomisinde görünür nedenin, yani finansal balondan başlayan açıklamaların ardına geçen
çalışmalar, kurumsal ve yasal düzenlemelerin veya düzenleme yokluğundan kaynaklanan gelir dağılımındaki bozulmanın
yol açtığı dengesizliklerin üzerinde duruyor. Krizden çıkış için yapılan öneriler arasında finansal kurumlara ilişkin kapsamlı
düzenlemelerin yanında göze çarpan en
önemli temel politika iyileştirme önerisi ise
kanımızca eğitim alanında, zira fırsat eşitliğine ulaşmak için temel koşul emeğin nite-
Tablo 1: İlkokul öncesinden yükseköğretime kadar öğrenci başına
eğitim harcamaları karşılaştırması:
İlkokul öncesi:
Ortaokul-lise:
Türkiye
Türkiye 2412 $
OECD ortalama
7428 $
İlkokul:
9280 $
Yükseköğretim:
Türkiye 2218 $
OECD ortalama
2736 $
OECD ortalama
Türkiye
8296 $
OECD ortalama
8193 $
13958 $
liğinin artırılması. ABD ekonomisi için dahi
çözümün büyük ölçüde eğitimde aranıyor
olması, Türkiye’de bizlere sadece eğitim
alanında çalışanlar olarak değil, tüm ülke
ekonomisinin kalkınmasının anahtarı olarak
fikir vermeli1.
Bu yazının amacı Türkiye’de birbirinden son derece kopuk konuşulan (ya da
konuşulmayan) ekonomik kalkınma ile eğitimin çok yakın bağını akılda tutarak, yükseköğretim üzerine mevcut durumun bir
değerlendirmesini yapmak, çözüm için kilit
önemdeki noktalara ışık tutmaktır.
Mevcut Durum
Önce mevcut duruma ilişkin kısa bir değerlendirme için öğrenci başına harcama
verilerine (OECD 2014), PISA 2012 testi
sonuçlarına ve imalat sanayi ürünleri içinde teknoloji ürünleri payına bakmak yeterli
olacaktır.
Buna göre (Tablo. 1) Türkiye’de öğrenci
başına eğitim harcaması OECD ortalamasından, değişik eğitim düzeylerinde kabaca yarı yarıya ile dörtte bir oranlarında
farklılaşıyor. En yüksek fark ilkokulda % 28
düzeyinde iken yükseköğretimde % 59’a
geriliyor.
Harcamalardaki önemli farkın, öğrencilerin çeşitli alanlardaki bilgi ve becerileri
arasında da farka yol açması kaçınılmaz.
Nitekim 15 yaş grubu öğrencilerinin temel
bilgi ve becerilerini ölçen PISA 2012 testi
itü vakfı dergisi 23
EĞİTİM DOSYASI
sonuçlarına göre OECD ülkeleri ortalamasının 494 olduğu Matematik puanında Türkiye
448 ile 65 ülke arasında 44. geliyor. Okumada 475 (OECD ortalaması 496) ile 42.,
Fen’de ise 463 (OECD ortalaması 501) ile
43. sırada yer alıyor.Türkiye’deki karar alıcılar, Türkiye, içinde bulunduğu konumdan
sıyrılabilmesi için eğitime daha fazla kaynak
ayrılması zorunluluğunun farkına varmalıdır.
2023 yılı için, basit bir hesapla gerçekleşmeyeceği görülebilen ve birbiriyle çelişkili 2
trilyon dolarlık GSYİH ve dünyanın 10. ekonomisi olma gibi hedefler koymak yerine;
Türkiye’yi bilgi toplumu yapacak, niteliksiz
emeğe dayalı-düşük katma değerli ürünler
değil yüksek teknoloji ürünü mühendislik
malları üreten bir ekonomiye dönüştürecek
bütüncül eğitim politikası üzerinde çalışılmalıdır. Zira halihazırda yüksek teknoloji
ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı
içindeki payına bakıldığında Türkiye % 1,8
ile hem OECD ortalamasının (% 16,5) hem
de örneğin Güney Kore’nin (% 26,2) çok
çok gerisindedir.
Öte yandan, Türkiye’nin ilk katıldığı
PISA 2003 testine ilişkin olarak Dışişleri
Bakanlığı web sayfasında yer alan “PISA
testleriyle ülkemiz açısından edinilen diğer
önemli bir tespit de çeşitli okullar ve farklı
gelir gruplarından gelen öğrenciler arasındaki başarı farklılıklarının OECD ortalamasının oldukça üstünde gerçekleşmiş olmasıdır” değerlendirmesi, yukarda ABD için
sözü edilen gelir dağılımı bozukluğunun
eğitimde fırsat eşitliğini bozucu etkisinin
Türkiye’de de gözlemlendiğini ortaya koymakta ve durum Dışişleri Bakanlığı tarafından da kamuoyuna ilan edilmektedir (Kül,
2004). Eğilim, izleyen PISA testlerinde de
aynen sürmektedir. Değerlendirme, bilgi
ekonomisine geçiş için test sonuçlarından
yararlanılmasının ve iyi ülke örnekleri ile
karşılaştırmalı çalışmalar yapılarak, eğitim
sistemimizde gerekli iyileştirmelerin yapılmasının kararlaştırıldığı belirtilerek sona
ermektedir. Oysa 2004’den bu yana Türkiye’de eğitim alanında izlediğimiz gelişmeler bunun tam tersini göstermiştir.
Eğitim Politikası Yoksunluğu
Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nın on yıldan
fazla bir süredir gerçekleştirdiği uygulamalar bir eğitim politikası olarak adlandırılmaktan çok uzaktır. Yükseköğretim konulu
bu yazıda, önceki eğitim kademesine ilişkin
ayrıntıya girilmesi hedeflenmiyor. Bununla
beraber, ortaöğretimden gelen öğrencinin
24 itü vakfı dergisi
Yükseköğretim modelleri
incelenirken sadece Avrupa’da
değil dünyada öne çıkan
İskoçya örneğinin başarısı,
öğrenmenin “merak uyandırarak”
yönlendirilmesine bağlanmaktadır.
Kanımızca Türkiye’de eğitim
sisteminin en büyük eksiği ve
yükseköğretimde bizlerin başa
çıkmakta en çok zorlandığımız konu
da merak eksiğidir.
bilgi ve öğrenme becerileri, yükseköğretimin başarısını belirlediği ölçüde yaşamsal
önemdedir.
Yükseköğretim için YÖK koordinasyonunda tüm yükseköğretim kurumlarının
katılımı ile hazırlanmış olan Ulusal Yeterlilikler Çerçevesinin Türkiye için bağlayıcı
olan EHEA (European Higher Education
Area) Yeterlilikler Çerçevesi Dublin Tanımlayıcıları yerine EQF (European Qualifications Framework)’i model alması da
bu nedenledir. Dublin Tanımlayıcıları ön
lisanstan doktoraya kadarki dört yükseköğretim kademesine ilişkin yeterlilikleri
çerçevelerken, Avrupa Komisyonu’nun
Avrupa Birliği (AB) ülkelerine tavsiye ettiği EQF, ilkokul öncesinden başlayarak her
düzey için alandan bağımsız yeterlilikleri
tanımlamıştır. Türkiye’de mevcut gereksinimler göz önünde bulundurularak ikinci
yaklaşımın daha sağlıklı sonuç vereceği
kararlaştırılmış olmakla birlikte, yükseköğretim öncesi düzeylerin yeterlilikleri 2015
yılı itibariyle halen hazırlanmamıştır. Mesleki Yeterlilikler Kurumu tarafından koordine edilen söz konusu çalışma mesleki
eğitim için de yapılmış olup, Milli Eğitim
Bakanlığı kapsamındaki eğitim düzeylerine ilişkin çalışmanın ivedilikle tamamlanması büyük önem taşımaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeterlilikler
çalışmasını tamamlamakta gecikmesinin
nedeni kanımızca ciddi bir eğitim politikası üzerinde çalışılmamış olmasıdır. Son
on yılda daha da belirgin hale gelmiş olan
ancak kökeni çok daha eskilere giden bu
politikasızlık, eğitime gündelik siyasetin
şekil vermesi gibi son derece sakıncalı bir
sonuç doğurmakta, bu ise birkaç yılda bir
değiştirilen sınav sistemleri, statüsü değişmiş okullar ve içeriği değişen müfredat yüzünden “kafası karışmış” ve ezbere dayalı
yöntemlerle çalışmaya alışmış öğrencileri
yükseköğretime ulaştırmaktadır.
Yükseköğretime Dair Gözlemler
Yükseköğretim modelleri incelenirken sadece Avrupa’da değil, dünyada öne çıkan
İskoçya örneğinin başarısı, öğrenmenin
“merak uyandırarak” yönlendirilmesine
bağlanmaktadır. Kanımızca Türkiye’de
eğitim sisteminin en büyük eksiği ve yükseköğretimde bizlerin başa çıkmakta en
çok zorlandığımız konu da merak eksiğidir. Geçmiş yıllarda Avrupa Ekonomisi
dersinde Fransa üzerine dönem ödevi hazırlayan bir öğrencimin dünya turizm gelirlerinde ikinci olduğunu belirtmesi üzerine “ilki hangi ülkeymiş” soruma hayretle
“benim ödevim Fransa üzerineydi Hocam”
demesi bu merak yoksunluğuna çarpıcı
bir örnektir.
Yükseköğretimdeki öğrencilerin merak
eksikliği bir yandan kendi öğrenmelerini
yavaşlatır ve azaltırken, bir yandan da zaman zaman şikayet ettikleri öğretim üyesi
niteliklerini olumsuz etkilemekte ve onların
öğrenmelerini de sekteye uğratmaktadır.
Oysa öğrenmenin önü hiç olmadığı kadar
açık: MOOCS (Massively Open Online
Courses) veya diğer web üzerinden erişilebilir ders kaynakları ile dünyanın en ünlü
eğitim kurumlarında aynı derslerin nasıl
işlendiği hem öğrencilerin hem öğretim
üyelerinin erişimine açık. Derse bir de bu
kaynaklardan hazırlanan öğrencilerin sınıflarımıza gelmesinin hepimiz üzerinde ne
büyük bir teşvik unsuru olacağını hayal etmekten gerçekleştirme safhasına geçmek,
Türkiye’de yükseköğretimin önemli bir dönemeci geçmesini sağlayacaktır.
Öğretim üyeleri ile öğrencileri bir araya
getirecek bir başka yöntem de araştırmaya
dayalı eğitimdir. Bugün gelişmiş ülkelerde
giderek yaygınlaşan bu uygulama, araştırma kapasitesini lisans öğrencilerine kadar
yayarak bilgi toplumunun oluşumuna da
katkı sunmaktadır. Sadece lisansüstü öğrencilerini değil, lisans öğrencilerinin de en
iyi % 5-10’luk diliminden dileyen öğrencilerin, öğretim üyelerinin yürütmekte oldukları projelere araştırmacı adayı olarak dahil edilmesi, öğrenme merakını beslemesi
açısından önemlidir. Türkiye’de buna örnek
olabilecek uygulamalar bulunmakla birlikte
sistematik hale gelmemiş olması önemli bir
kayıp oluşturmaktadır. Araştırmaya dayalı
eğitimin üniversitelerde yaygınlaşmasının
bir başka faydası ise araştırma ile eğitim
arasında süregelen kopukluğu gidermesi
olasılığıdır. Mart 2015’de Royal Academy
of Engineering tarafından yayınlanan bir
araştırmanın sonuçlarına göre İngiltere’de
öğretim üyelerinin üçte ikisi mühendislik
eğitimindeki yüksek eğitici niteliğinin atama/yükseltmelerde hiçbir şekilde değerlendirmeye alınmadığını düşünürken, aynı
kurumlardaki yöneticilerin yine üçte ikisi
bunun büyük öneme sahip olduğunu belirtmişlerdir (Graham, 2015). Görülüyor ki bu
sorun sadece Türkiye’de değil, eğitim sistemleri örnek alınabilen ülkelerde de ciddi
bir kopuşa yol açıyor. Araştırmaya dayalı
eğitimin lisanstan başlayarak kurum/ülke
kültürüne ve yapısına uygun bir modelle
yaygınlaştırılması ciddi bir artı güç (sinerji)
yaratacaktır.
Böyle bir süreç öğretim kadrosunun
kalite iyileştirme etkinliklerini içselleştirmesine de yarayacaktır. Zira Türkiye’de gerek
kurumsal değerlendirme gerekse program akreditasyonu olsun, kalite iyileştirme
süreçlerinin yararı ne yazık ki henüz tüm
öğretim üyelerince bizzat deneyimlenerek
içselleştirilebilmiş değildir. Bu ise kalite sürecini sürekli bir nitelik/içerik iyileştirmesinden çok “mekanik bir yapılması gerekenler” bütününe indirgemekte ve o nedenle
de öğrencilere kazandırılması hedeflenen
yeterlilikler ile ilgili sorunlar çıkabilmektedir.
Üstelik kalite süreçleri ulusal düzeyde henüz zorunlu hale gelmediğinden bu durum
kuruluşunu tamamlamış, köklü yükseköğretim kurumları sınıflamasına dahil olan görece az sayıdaki, kendi isteği ile dış kalite
değerlendirmesinden geçen üniversitelerde dahi ortaya çıkabilmektedir.
Bugün sayıları 193’e ulaşmış olan yükseköğretim kurumlarının 82’sinin 2006 yılı
ve sonrasında kurulduğu düşünülürse,
YÖK’ün Türkiye’de kalite süreçlerini zorunlu hale getirerek tüm yükseköğretim
programlarında yeterliliklerin sınanmasının
önünü açması daha uzunca bir süre gerçekleşemeyebilir. Bir önceki YÖK Başkanı
Gökhan Çetinsaya (2014) bu sorunlara
dikkat çeken kapsamlı çalışmasında Türkiye’de yükseköğretimin durumunu karşılaştırmalı istatistiklerle inceledikten sonra,
özellikle kalite ve uluslararasılaşma yönünde izlenmesi gereken yol haritasını ortaya
koyuyor ve aşırı hızlı büyümenin yarattığı
doktoralı öğretim elemanı açığının giderilebilmesi için bir stratejik plan gereğine
işaret ediyor. Türkiye’de son altı yılda ikiye
katlanan üniversite sayısıyla bugün öğretim elemanı başına öğrenci sayısı 20 iken,
OECD ortalaması 14’dür (OECD, 2014).
Çetinsaya 2013 yılı verileriyle yıllık 4.500
olan doktora mezunu sayısının 2019’da
10.000’e, 2023’de ise 15.000’e çıkartılması gereğinden bahsetmektedir. Çalışmanın başlığında yer alan kalite ifadesi
göz önünde bulundurulduğunda doktora
çalışması gibi bir bilimsel üretim sürecinin
on yıl içinde üç katına çıkartılması hedefi
oldukça tartışmalıdır.
Bitirirken
Türkiye’de eğitimin kısa bir değerlendirmesinin yapıldığı bu yazı, yükseköğretimin
halihazırdaki en ciddi sorunu olan eğitim
kalitesi konusuna değinilerek bitirilecektir.
Bir yükseköğretim kurumunun temel niteliklerini ve olmazsa olmazlarını teyid eden
ve aralarında İTÜ dahil Türkiye’den de 32
rektör tarafından imzalanmış olan Magna
Charta Universitatum, akademik özgürlük
ve kurumsal özerkliği temel yapı taşı olarak belirlemekte, ÜNİVERSİTE’yi evrensel bilgiye ulaşma amacı doğrultusunda
tüm coğrafi ve politik sınırları reddeden ve
değişik kültürlerin birbirini tanımasının ve
birbiriyle etkileşiminin yaşamsal gereğini
kabul eden bir kurum olarak tanımlamaktadır . Bu tanım üniversitenin doğası gereği
uluslararası bir ortam olduğunu da içinde
barındırmakta, bildirge bu konuyu sonuç
paragrafında vurgulamaktadır.
Nitekim uluslararasılaşma 90’lı yıllardan
başlayarak üniversitelerin öncelikli politika
alanı haline gelmiş ve uluslararası dış kalite değerlendirmesi ise bunun adeta bir
ön koşulu olmuştur. Yukarda sözü edilen
kalite süreçlerinin içselleştirme sorunu aşılmadan Türkiye’deki üniversitelerin gerçek
anlamda uluslararası eğitim ortamına eklemlenebilmeleri mümkün değildir. İTÜ gibi
kendi isteği ile dış kalite değerlendirmesinden geçen üniversiteler bu konuda öncü
görevlerini sürdürürken, kalite süreçlerine
19. Yüzyıl Avrupa üniversitelerinden örneklerle karşı çıkılması doğru değildir. Kitlesel
eğitim öncesi üniversitelerde öğretim üyesi
başına düşük öğrenci sayıları sayesinde,
öğrencilerin bilgi ve becerileri bireysel ola-
Öğretim üyeleri ile öğrencileri bir
araya getirecek bir başka yöntem
de araştırmaya dayalı eğitimdir.
Bugün gelişmiş ülkelerde giderek
yaygınlaşan bu uygulama araştırma
kapasitesini lisans öğrencilerine
kadar yayarak bilgi toplumunun
oluşumuna da katkı sunmaktadır.
rak izlenebiliyor, böylelikle niteliksiz mezun
verilmesi söz konusu olmuyordu. Bugün bu
izleme işinin tanımlanmış süreçlerle yapılması zorunludur ve üniversitelerin bütün
dünyadan öğrenci ve araştırmacı/eğitici
çeken ortamlar haline gelmesinin temel
koşuludur.
Kaynakça
- Çetinsaya, G (2014) Büyüme, Kalite, Uluslararasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi için bir Yol
Haritası, Ankara: YÖK Yayını.
- Graham, R. (2015) Does teaching advance
your academic career? -Perspectives of promotion procedures in UK higher education- A
report for the Royal Academy of Engineering
Standing Committee for Education and Training.
- Kül, Y. (2004) OECD Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) Testleri: Zorunlu
Eğitimini Tamamlamış Öğrencilerin Değerlendirilmesinde Yeni Ufuklar,http://www.mfa.gov.tr/
oecd-uluslararasi-ogrenci-degerlendirme-programi-_pisa_-testleri_-zorunlu-egitimini-tamamlamis-ogrencilerin-degerlendirilmesinde-yeni-ufuklar-.tr.mfa (Erişim 23.04.2015)
- OECD (2014)Education at a Glance.
- PISA 2012 Results in Focus (2014) What
15-year-olds knowandwhatthey can do withwhattheyknow, OECD.
- Stiglitz, J. E (2015) The Great Divide - Unequal
Societies and What We Can Do About Them –
UK: Penguin Books.
- Stiglitz, J. E (2012) ThePrice of Inequality, USA:
W. W. Norton &Company. Inc.
- Stiglitz, J.E. and Greenwald, B. C (2014) Creating a Learning Society: A New Approach to
Growth, Development, and Social Progress
-Kenneth J. Arrow Lecture Series- New York: Columbia Univ. Press.
Dipnot
1) Artan gelir dağılımı eşitsizliği ABD’de nüfusun
en zengin % 20’lik kesiminin çocuklarına sağladıkları eğitim olanaklarının, yüksek eğitim ücretleri nedeniyle hiçbir şekilde en yoksul % 20’nin
çocuklarına sağlanamaması ciddi bir kısır döngü yaratıyor. Yoksul kesimden öğrencilerin yükseköğretimden yararlanmak için aldığı krediler,
kendilerini üniversite eğitimi sonrasında yüksek
bir borç altında sokuyor ve örneğin lisansüstü
eğitime yönelmelerini adeta olanaksız hale getiriyor. Bu ise artan işsizlik ortamında buldukları
ilk işte ve görece düşük ücretle çalışmalarına yol
açarak sarmalı daha da içinden çıkılmaz hale
getiriyor. Bu koşullar altında yoksul kesimden en
zengin kesime erişimin önü geçmişte hiç olmadığı kadar kesiliyor ve Amerikan rüyasının sonunu
getiriyor (Stiglitz 2012, 2015). Çözüm konusundaki kapsamlı bir çalışma Stiglitz ve Greenwald
(2014)’a ait “Öğrenen Toplumu Yaratmak” kitabıdır.
itü vakfı dergisi 25
EĞİTİM DOSYASI
Üniversitelerde Yabancı Dille Öğretim!
Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol
Has Mimarlık
Son zamanlarda
üniversitelerimiz, yabancı dille
öğretime yönelmiş bulunuyorlar.
Pek çok üniversitemizde
öğretim dili artık İngilizce’dir.
Devlet üniversiteleri ile vakıf
üniversiteleri, öğretimi İngilizce
olarak verme konusunda
yarıştalar. Üniversitelerin
Türkçeyi bir yana iterek yabancı
bir dilde öğretim yapmaları
Türkçenin yoksullaşmasına,
giderek yozlaşmasına yol
açacak tehlikeli bir gidişin
habercisi sayılmalıdır…
S
on zamanlarda üniversitelerimiz,
yabancı dille öğretime yönelmiş bulunuyorlar. Pek çok üniversitemizde
öğretim dili artık İngilizce’dir. Devlet üniversiteleri ile vakıf üniversiteleri, öğretimi İngilizce olarak verme konusunda yarıştalar.
Üniversitelerin Türkçeyi bir yana iterek yabancı bir dilde öğretim yapmaları Türkçenin yoksullaşmasına, giderek yozlaşmasına yol açacak tehlikeli bir gidişin habercisi
sayılmalıdır. Ayrıca, dilin zenginleşmesinde
üniversitelerin yadsınamaz bir yeri vardır.
Yabancı kökenli sözcüklerin, terimlerin
yerine yenilerinin bulunması, uluslararası
alandaki yeni buluşlara, yeni bilimsel ve
teknik kavramlara Türkçe karşılıklar üretilmesi üniversitelerin önemli ödevlerinden
biri olmalıdır.
İstanbul Teknik Üniversitesi de, 2000
yılına doğru, derslerin belli bir yüzdesinin
İngilizce okutulmasına karar verdi. Gerekçe, öğrencilerin ve mezunların İngilizce
26 itü vakfı dergisi
öğrenmelerini ve bu yoldan bilimle ve dış
dünyayla daha kolay bütünleşmelerini sağlamaktı. Bir başka gerekçe de, üniversiteye
girişte öğrenci tercihlerini İTÜ’ye yönlendirmek için özendirici olanaklar yaratmak ve
böylece en iyi öğrencileri İTÜ’ye çekmekti... Öğrencilerin üniversite seçme kararlarında burs, yurt, kampusun niteliği, yabancı dil gibi olanakların etken olduğu biliniyor.
Bir başka etken, yabancı öğrenci kabulü ve Erasmus, Socrates gibi öğrenci
değişim programlarıdır… Bu Avrupa Birliği programları üniversite öğrencilerinin ve
akademisyenlerin kısa süreli olarak farklı
ülke üniversitelerinde deneyim kazanmalarını teşvik etmek üzere kurulmuştur.
Bu programla ülkemiz öğrenci ve öğretim
elemanları yurtdışında kısa süreli öğrenim
olanağı bulurken, yabancılar da değişim
kapsamında bizim üniversitelerimize gelmektedir. Doğal ki bütün bu hareketlilik,
“yabancı dil” gerektirmektedir; ancak tercihte dil tek etmen değildir; okulun düzeyi,
niteliği daha önemlidir.
2009’da İTÜ Senatosu, “Yüzde yüz
İngilizce Eğitim” doğrultusunda bir karar
almıştı. Öğrenciler bu kararı tepkiyle karşıladılar sloganları ”İTÜ, AY-Tİ-YU Olmasın”
şeklindeydi.
Karara, İTÜ’nün eski bir öğretim üyesi
ve bir düşünür olarak Doğan Kuban’ın da
tepkisi vardı: “Bugünlerde üniversite eğitimini 19.yy sömürgelerindeki gibi İngilizce
yapmaya çalışıyorlar. Gençlerin konuşamadıkları, yazamadıkları dille üniversitede
okuyacaklarını sanan insanlar yetiştirmiş
olmamız acıklıdır.”(1)
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu
sorunların başında, her kademede, “eğitim
sorunları” geliyor. İlk ve ortaöğretimdeki eksiklikler yükseköğretime de yansımaktadır.
Ayrıca yükseköğretimin de özellikle, uygulanan popülist politikalardan kaynaklanan
ciddi sorunları var. Bugün ülke yeniden
1960’lı yıllarda yaşanan ve 1971’de Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan özel yüksekokullar serüvenine benzer bir süreçle
bir kez daha karşı karşıyadır. Bu kez, özel
Avrupa ülkeleri, ilk ve ortaöğretimi
kendi dilleriyle sürdürürken,
öğrencilerine bir, hatta birden çok
yabancı dili öğretmenin yolunu
buldular. Biz de bu konuya benzer
yöntemlerle ağırlık vermeliyiz.
Yabancı dil sorununun üniversite
öncesinde çözülmüş olması
gerekir. Yabancı dile üniversite giriş
sınavlarında ağırlık verilmelidir. Dil
öğretmek üniversitelerin işi değildir.
vakıflar eliyle kurulan, birçoğuyükseköğretim sorunlarını göğüslemekten uzak, anormal şekilde çoğalan üniversiteler söz konusudur. Devlet okullarının sayısı da, eğitim
kadroları, öğretim mekânları, araç-gereci
ciddiyetle gözetilmeksizin, ‘istim arkadan
gelsin’ anlayışıyla artmaktadır.
Gariptir… Düzeyi bu olan okullardan
birçoğu öğretim dilinin İngilizce olacağı savıyla yola çıkmakta, ilk yılı İngilizce hazırlık
sınıflarıyla geçiştirerek, yükseköğretimi sürdüreceği kadrosunu adım adım oluşturmak
için kullanmaktadır. Türkçe mesleki öğretim
için bile yeterli kadro sağlamakta sıkıntı çekilirken, dersleri İngilizce (!) olarak verecek
kadro arayışına girişilmektedir.
Burada önemli bir olguya daha değinelim: Okullar için bir derecelendirme,
akreditasyon sistemi etkin şekilde kurulup
işletilmediği gibi mezunların mesleğe katılmalarında da bir yetkinlik belirleme süreci
söz konusu değildir. Dört yıllık bir eğitim sonunda edinilen diploma, sınırsız bir mesleki yetki belgesi olmaktadır. Uygar ülkelerde
böyle bir sistem söz konusu değildir. Bir an
önce üniversite ve yüksekokulların düzeyini belirlemek üzere bir akreditasyon süzgeci getirilmesi gerekiyor. Böylece hem okullar arası haksız rekabet önlenecek hem de
öğrenci hakları korunmuş olacaktır.
Yine Dönelim Yabancı Dille Öğretime…
Öteden beri, iki değişik konuyu birbirine
karıştırırız: Yabancı dil öğretimi mi, yoksa yabancı dille öğretim mi? Amaç hangisidir? Yabancı dil bir araç mıdır, yoksa
amaç mı?...
Günümüzde üniversite öğrencilerinin
en az bir yabancı dil bilmelerinin zorunluluğunu tartışmak gereksiz. Aslında, günümüzde her meslek sahibi, konuşacak,
okuyup anlayacak kadar bir yabancı dil
bilmelidir.
Öncelikle belirtelim ki dil öğrenmenin
yolu, öğretimi yabancı dille yapmak yerine,
yabancı dil öğretimine ağırlık vermekten
geçer. Avrupa ülkeleri, ilk ve ortaöğretimi
kendi dilleriyle sürdürürken, öğrencilerine
bir, hatta birden çok yabancı dili öğretmenin yolunu buldular. Biz de bu konuya benzer yöntemlerle ağırlık vermeliyiz. Yabancı
dil sorununun üniversite öncesinde çözülmüş olması gerekir. Yabancı dile üniversite
giriş sınavlarında ağırlık verilmelidir. Dil öğretmek üniversitelerin işi değildir.
Üniversite derslerini yabancı dille okutmanın yarardan çok zarar getirmesi söz ko-
“Türkçe bilim dili değildir;
uluslararası düzeyde bilim yapmak
istiyorsak, bu ancak İngilizceyle
olur” demek tutarlı değildir. Eğitimi,
gerekçesi ne olursa olsun, Türkçe
yerine egemen dil İngilizceye
dönüştürürseniz, Türkçeden
kaçışla, Türkçeyi yoksullaştırmış
olursunuz.
nusudur. Bugün pratikte sürüp giden pragmatik yaklaşımlardan farklı düşünenlerin
sayısı az değildir. Bakın, Talat S. Halman
bu konuda ne diyordu:“Türkiyemizde bilim
dilimiz yetersiz olduğu için Fransızca yahut
İngilizce eğitim vermek zorunda kalışımızı
kabul edemiyorum, bir bakıma affedemiyorum.” Ve öneriyordu: “Dili bağdaştırıp birleştirmek, emperyalizmden ve yabancı boyunduruğundan kurtulmak, sonra, ulusal
ve evrensel bir kültür ve bilim dili yapmak
için ‘milli misak’ … ” (2).
Türkçenin bilim dili olarak eğitim verilemeyecek düzeyde olduğu şeklindeki kimi
iddialara biliminsanları inanmıyorlar. Prof.
Oktay Sinanoğlu, “yapısının matematik oluşu” bakımından Türkçeyi, bilim dili olmaya
en elverişli dil olarak görüyor (3). Bilişim
devriminin ünlü adlarından Prof. Nicholas
Negraponte, Türkçenin fonetik özellikleri
bakımından, bilgisayar sistemlerinin ideal dili olduğu kanısındadır (4,5). Türkçenin
bilim dili olma yolunda sahip olduğu olanakları ve Türkçenin gücünü sayıp dökmüş
pek çok bilim insanı vardır (6).
“Türkçe bilim dili değildir; uluslararası
düzeyde bilim yapmak istiyorsak, bu ancak İngilizceyle olur” demek tutarlı değildir.
Eğitimi, gerekçesi ne olursa olsun, Türkçe
yerine egemen dil İngilizceye dönüştürürseniz, Türkçeden kaçışla, Türkçeyi yoksullaştırmış olursunuz.
Tarihe göz atalım:
1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane
açıldığında, eğitim dili geçici olarak Fransızca idi; daha sonra, “Osmanlı lisanı üzerine tahsil elbette hayırlıdır” denmiş ve
1870’te Türkçe eğitime geçilmiş. Prof. Dr.
Ekrem Kadri Unat, 31 yıl süren Fransızca
tıp öğretimi sırasında basılan Türkçe tıp kitaplarının sayısı yarım düzineyi geçmediği
halde, Türkçe öğretime geçildikten sonra,
1872-1883 yılları arasında 60 cilt Türkçe tıp
kitabı yayımlandığını belirtiyor (7).
Buna paralel başka bir örnek şudur:
Vaktiyle Avrupa’nın pek çok ülkesinde bilim
dili Latince idi. Daha sonra Latinceden ulusal dillere geçişte ciddi bir bilimsel sıçrama
yaşandı.
Adnan Binyazar bu değişimin Almanya’ya olan etkisine ve sonra da bizim durumumuza şöyle değinir: “… düşünce dilinin
yerini Almancanın almasıyladır ki, ülkede
onca düşünür, bilim insanı, sanatçı yetişmiş, Almanya teknikte de en ileri ülkelerin
yerini almıştır. Kültür tarihine bir göz atalım;
Marx, Kant, Nietzsche, Leibniz, Goethe,
Einstein, Freud nereli? Onlar dillerine kavramsal zenginlik kazandırırken, biz Osmanlıcanın çöplüğünde altın aradık…
Dilin kavramsal zenginliğe eriştirilemediği toplumlarda düşünce gelişmiyor. Olduğumuz yerde oyalanıp gittikçe batağa
saplanmamızın nedeni bu!”(8)
Atatürk döneminde, üniversitede öğretim Türkçe yaptırılmış, hatta konuk yabancı
hocaların sözleşmelerine, belirli bir süre
sonra Türkçe ders vermeleri koşulu konmuştur. Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirsch anılarında bu olguyu dile getirir. Hirsch’in belirttiğine göre iş sözleşmesinin ilgili maddesi
şöyledir: “Profesör, üçüncü yıldan sonra
derslerini Türkçe olarak vermek için elinden geleni yapmakla yükümlüdür” (9).
Hirsch’ in değindiği çok önemli bir görev daha vardır: “Özellikle önemli sorunlardan biri de tüm bilim dallarında o güne
kadar kullanılagelmiş olan Arapça terimlerin yerine konması öngörülen Öz Türkçe terimleri tartışmak ve tespit etmek... Bu terim
tespiti, bütün fakülteleri ilgilendirmekteydi.
Ben, Türkçe hukuk bilim dilini öğrendikten
sonra, 1941 yazında bu terminoloji komisyonunda çalıştım” (10).
İTÜ’deki öğrencilik yıllarımızda, Türkiye’ye yeni gelmiş yabancı öğretim üyelerinin dersleri bir doçent ya da asistan tarafından anında Türkçeye çevrilirdi; Prof.
Horninger gibi yıllanmış hocalar ise derslerini kendi dillerinin vurgulamasıyla, ama
çok düzgün tümcelerle Türkçe olarak verirlerdi.
1970’lerde Üniversitelerarası Kurul, Türkiye’de üniversite dilinin Türkçe olduğunu
benimsemiş, hatta Orta Doğu ve Boğaziçi
Üniversitelerinin Türkçe eğitime geçmeleri
için iki yıllık bir süre vermişti. Yine o yıllarda
YÖK Genel Kurulu da, devlet üniversitelerinde yabancı dille eğitim yapan bölümler
açılmasına izin verilmemesini kararlaştırmıştı. Bunlar uygulanmayan kararlar oldu.
Aynı dönemde Milli Eğitim Bakanlığı da
itü vakfı dergisi 27
EĞİTİM DOSYASI
“Anadolu Liseleri”nde fen derslerinin Türkçe okutulması yönünde bir karar almıştı. 33
demokratik kitle örgütü, Milli Eğitim Bakanlığı’nın o girişimini desteklediğini aşağıdaki
satırlarla bildiriyordu: “Bazı okullarda eğitim yabancı dille verilirse Türkiye’nin dünya
ile daha kolay anlaşacağı, Türkçenin bilim
dili olmadığı, İngilizce ile daha iyi bilim yapılacağı gibi görüşler yanlıştır. Bu görüşler,
emperyalizmin sömürge ülkelere dayattığı anlayışın sonucudur. Her ülkede bilim,
ancak o ülkenin diliyle yapılabilir. Yabancı
dilde eğitim ve öğretim, eğitim bilimine aykırıdır. Bir insan dünyayı en sağlıklı biçimde
ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak
istediğini de en güzel kendi diliyle anlatabilir” (11). Bakanlığın aldığı karar da YÖK kararı gibi, uygulanmadı.
Bütün bu açıklamalardan sonra, yabancı dille öğretimin sakıncalarını şöyle özetleyebiliriz:
1.Türkçenin kenara itilmesiyle yabancı
dillerin egemenliği artacak, Türkçe bilim
dili olmaktan çıkarak yozlaşacak ve yoksullaşacaktır. Türkçe bugün, milyonlarca
insanın konuştuğu, dünyada en çok konuşulan diller arasında sayılan güçlü, sağlam
yapılı bir dildir (12). Bize düşen, Türkçenin
korunmasına ve zenginleştirilmesine özen
göstermektir.
2. Kişi en iyi kendi dilinde düşünür. Ulusal kültür, ulusal dille yakın ilişki içindedir.
Dil zayıflarsa kültür ölür.
3. Üniversitelerde, yabancı dille öğretimi sürdürecek düzeyde yetişmiş, yabancı dil bilen, yeterli sayıda öğretim üyesi
yoktur.
4. Üniversite çağına gelmiş öğrencilerin yaşı, yabancı dil öğrenmek için uygun
değildir. Lise çağı bile bu iş için geçtir. O
nedenle öğrenme çok yavaş olacak, bir ya
da iki yıllık dil hazırlık süreci, ilerideki meslek derslerinin doğru bir şekilde izlenmesine olanak vermekte yetersiz kalacaktır.
Bunun örnekleri bugün yabancı dilde öğretim veren ortaöğretim okullarında açıkça
görülmektedir:
Bilim ve meslek derslerini izleyebilecek
düzeyde yabancı dil bilmeyen öğrenci,
dersi anlamakta ve soru sormakta zorlanacak, utanacak, tartışamayacak ve sonuçta
en önemlisi, öğrenemeyecektir. Böylece,
kendi dilini, bir yabancı dili ve mesleğini ancak yarım yamalak bilen bir kuşakla
başbaşa kalacağız.
5. Dil yetersizliği, sonuçta işi, örnekleri
sıkça görüldüğü gibi, derslerin çoğunun
28 itü vakfı dergisi
Türkiye’nin sorunlarını birbirimizle
İngilizce ya da Fransızca mı
tartışacağız? Öte yandan, düşünme
eylemi en iyi şekilde anadille
oluşur. Bir bilim ve kültür adamı
öncelikle kendi anadilini çok
iyi bilmeli, çok iyi kullanmalıdır.
Toplumsal yapının bağlayıcısı
anadildir.
yine Türkçe anlatılmasına götürecektir. Bugün birçok durumda, yabancı öğrencilere
yönelik olarak, “aranızda Türkçe bilmeyen
var mı?” sorusuna gelen yanıta göre dersler Türkçe olarak sürdürülmektedir.
6. Unat’ın belirttiği gibi, “Türk öğrencilerine, Türk öğretim üyelerinin Türkçe yerine
yabancı dille ders vermesi, yalnızca öğretimi zorlaştırıcı değil, gülünçtür de.” Rona
Aybay’ın deyişiyle de bu iş, “Türk’ün Türk’e
yaptığı işkencedir”.
Türkiye’nin sorunlarını birbirimizle İngilizce ya da Fransızca mı tartışacağız? Öte
yandan, düşünme eylemi en iyi şekilde
anadille oluşur. Bir bilim ve kültür adamı
öncelikle kendi anadilini çok iyi bilmeli, çok
iyi kullanmalıdır. Toplumsal yapının bağlayıcısı anadildir.
Dışarıdan, Fransa’dan bir örnek verecek
olursak, Fransız Dilinin Kullanılmasına ilişkin Yasa, “Anayasa uyarınca Cumhuriyet’in
dili olan Fransız dili, Fransa’nın kişiliğinin ve
ortak değerlerinin temel bir öğesidir”. “Eğitimin, çalışma yaşamının, karşılıklı ilişkilerin
ve kamu hizmetlerinin dilidir” diye başlar.
Yasanın 11. maddesi eğitimin, sınavların,
yarışmaların, kamu kurumları ile özel kuruluşlarda tez ve bildirilerin dilinin Fransızca
olduğunu vurgular. Kısacası, eğitim dilinin
Fransızca olduğu, yasanın daha birinci
maddesinden başlayarak vurgulanmıştır.
Yasa, eğitimin yanısıra reklamlarda, radyo
ve televizyon yayınlarında Fransızcayı zorunlu kılıyor, yabancı sözcükler kullanılmasını yasaklıyor. Buna karşılık İngilizlerin de,
Fransızların girişimlerine tepki olarak kendi
dillerindeki Fransızca sözcükleri ayıklama
girişimleri var.
İletişim çağının yaygınlaştırdığı olanaklar ve küreselleşmeyle, bütün diller
ve kültürler aynı hastalıklarla karşı karşıya. En yaygın tehlike, Amerikanlaşma ve
İngilizce yoluyla tek bir kalıp içinde konuşacak, düşünecek, yaratacak, kültürel çeşitliliği yitirilmiş bir dünyaya doğru gidiş...
Bu gidişe karşı, ülkeler boyutunda sürdü-
rülen değişik çabalar var: örneğin, kimi
ülkelerde dükkân vb. yerlere yabancı adlar verilmesi yasaklandı. Yasaklamalarla
nereye varılır bilemiyorum, ama biz bütün
bu çabaların uzağında, öğretim dilimizi
bile Türkçeden kaçırıp İngilizceye emanet
etme yolundayız.
Üniversiter öğretimde yabancı dil için
önerimiz şu olabilir: Bütün üniversitelerin
lisans düzeyinde İngilizce öğretime odaklanmaları söz konusu olamaz. Bu mümkün
olmadığı gibi yukarıda belirtilen sakıncalar
dikkate alındığında, gerekli ve yararlı da
değildir. Yeterli donanıma sahip olduğunu
kanıtlayan üniversitelerin, özellikle yüksek
lisans ve doktora düzeyinde İngilizce öğretim veren bölümleri olabilir. Ve o bölümlere,
SAT ve Toefl benzeri düzey belirleme sınavlarıyla yerli ve yabancı öğrenci alınabilir. Tekrar edelim: Dil öğretmek üniversitede
filoloji dışındaki dalların işi değildir.
Kaynaklar
1. Doğan Kuban, Medeniyetler İttifakı, Şoven ve
Aptal Bir Batılı Uydurmadır, Cumhuriyet Bilim ve
Teknoloji Eki, 1.5.2009.
2.Talat S. Halman, Türkçe için “Milli Misak”; Türk
Dili Dergisi, Sayı 541, Ocak 1997.
3. Mümtaz Soysal, Dilde Sömürgeleşme, Hürriyet, 30.12.1994.
4. Emre Aköz, Milliyet, 4.10.1996.
5. Bizim Gazete, 17.12.1996.
6. Ayrıntılar için bkz. Rıza Haluk Kul, Kültür Dergisi, Sayı 98, Mart-Nisan 1993.
7. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, Türkiye’de Yabancı Dille Yüksek Öğretim Sorunu, Türk Dili Dergisi
Sayı 541, Ocak 1997.
8. Adnan Binyazar, Dil, yine dil…, Cumhuriyet
Pazar eki, 28.8.2011
9. Ernst E. Hirsch, Anılarım (Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi), Tübitak, 1997,
s. 215.
10. A.g.y. s.236
11. Cumhuriyet, 9.3.1997.
12. Bence bir dili, Çin ve Hindistan örneklerinde
olduğu gibi, çok sayıda insanın kullanmakta olması pek de önemli değil. Önemli olan bilim, teknoloji, kültür, ekonomi bakımından gereksinimleri
karşılamak üzere öğrenilmek isteği uyandırması.
*Yazının hazırlanmasında, 1.”Her Şeyin Mimarı
Var” adlı kitabımdaki “Yabancı Dil Öğretimi mi?
Yabancı Dille Öğretim mi?” 2. 1 Ocak 2000 tarihli
Türk Dili dergisinde yayımlanmış, “Dilin Zenginleşmesinde Üniversitelerin Yeri”.3. “Her Üniversite Eğitim Dilini Kendisi Belirleyecek(miş)” (Yapı
dergisi S.332, Temmuz 2009) başlıklı yazılarımdan yararlanılmıştır.
Bkz: www.doganhasol.net
Prof. Dr. Güngör Evren
İTÜ İnşaat Fakültesi
Türkiye'de mühendislik
eğitiminin son 30 yılını ve
özellikle son 15 yılını dikkatle
değerlendirince, sayısal
büyümeler öne çıkmaktadır.
Büyük sayılar arasında
geleceğimiz açısından yaşamsal
önem taşıyan kalite kaygısı
ve bu yöndeki gelişmeler yer
bulamamıştır. Tüm mühendislik
alanlarını bu bağlamda
gözden geçirmek yararlı olur.
Ancak bu yazı kapsamında
mensubu olduğum inşaat
mühendisliği alanında sınırlı
bir değerlendirmeyle yetinmek
istiyorum. Diğer mühendislik
alanlarında da benzer durumlar
söz konusudur…
Mühendislik Eğitimi,
Sorunlar ve
Yetkin Mühendislik
E
ğitim kuşkusuz ülkelerin ve dünyanın kaderinde , çok önemli bir yere
sahiptir. UNESCO başkanı olarak
Mayor'un şu sözleri dikkat çekicidir : "Eğitim yalnız temel insan hakkı değil, fakat
toplumumuzu rahatsız eden sorunların
çözümü için bir anahtardır. Eğitimsiz halk
topluma tam olarak katılamaz ve orada
gerçek bir demokrasi olamaz. Demokrasisiz, sürdürülebilir kalkınma var olamaz ve
kurma misyonunu taşıdığımız barış kültürü
de olamaz."
Elbette ki ana okulundan yüksek öğretimin en üst düzeyine kadar, eğitimin her
aşaması ayrı ayrı toplumu etkilemektedir.
Ancak, özellikle yaşamakta olduğumuz bilgi çağında yükseköğretim ve üniversiteler
başlı başına belirleyici bir eğitim aşaması
niteliğini kazanmıştır. Yükseköğretimde
teknik alanının özel bir yeri vardır.
Teknik eğitim ve özellikle mühendislik
eğitimi diğer alanlara göre farklı bir gelişme izlemiş, bazı ülkelerde üniversite yerine
yüksek okullarda yerleştirilmiştir.
Dünyada yükseköğretim, doğal olarak,
ülkeden ülkeye farklı şekilde gelişmiştir.
Yükseköğretim ve üniversite için tartışmasız bir başlangıç tarihi vermek kolay değildir. Ama, 1088 yılında öğrenciler tarafından
kurulan, öğrenciler tarafından yönetilen,
rektörü de öğrenci olan ve finanse edilen
öğretim kurumu Bologna Üniversitesi adıyla üniversitelerin başlangıcı olarak kabul
edilmektedir. Öncesinde ve sonrasında
doğuda batıda çağın koşullarına göre üst
düzeyde eğitim veren eğitim kuruluşlarından söz edilse bile örgütsel durumları,
diploma verebilmeleri ve süreklilikleri açısından başlangıç kabulüne uygun bulunmamışlardır.
Üniversitelerin önemli özelliklerinden biri
sürekli ve gelenek sahibi olmalarıdır. Gerçekten, 1520 yılından önce kurulmuş olup
kesintisiz olarak bugüne erişen 80 kuruluştan 70'inin üniversite olması anlamlıdır.
Mühendislik Okullarının Kuruluş ve
Gelişimi
Mühendis yetiştirme amacına yönelik çağdaş anlamda mühendislik okullarının kuruluşu 18. yüzyılın ortalarında gerçekleşebilmiştir.
itü vakfı dergisi 29
EĞİTİM DOSYASI
1088 yılında öğrenciler tarafından kurulan, öğrenciler tarafından yönetilen, rektörü de öğrenci olan ve
finanse edilen öğretim kurumu Bologna Üniversitesi.
İnsanların yaşamlarını kolaylaştıracak
araçlar yapma isteği ve amacı insanlığın
tarihi kadar eskidir.
Endüstri devrimi öncesinde dünyanın
bir çok köşesinde daha çok usta-çırak
yaklaşımıyla mühendis yetiştirilmiştir. Yani
o çağlarda mühendislik hizmeti verenler
okullarda eğitilmiş insanlar değillerdi. Tarihçi Herodotos, Miletli Thales'in mühendislik uygulamalarından söz etmektedir. Bilim
tarihçileri Thales'i aynı zamanda bilimsel
çalışmaları yapan ilk bilim insanı olarak tanımlamaktadır.
18. yüzyılda mühendislik eğitimi gereksinimi ciddi olarak kendini gösterdi. Çünkü
kurumsal eğitime dayanmayan, usta-çırak
yöntemi ile uygulama süreci içinde yetişmiş kişilerin mühendislik hizmeti sunmaları
yetersiz kalıyordu. Endüstri devrimi, teknoloji açısından, üretim araçlarında köklü değişimlerin gerçekleştiği bir dönemi başlattı.
Bu durum mühendislik eğitiminin önemini
belirgin biçimde ortaya çıkardı ve bu yöndeki gelişmeler hızlandı.
İlk mühendislik eğitim kurumu olan
Fransa'daki "Ponts et Chaussées"nin kuruluş yılı 1747'dir.
Ülkemizde, 1734 yılında, yani Ponts et
Chaussées'den 13 yıl önce Üsküdar'da
açılan Mühendishane dönemin koşullarında bir mühendis okulu niteliğini taşıyordu.
Ancak yeniçerilerin karşı koymaları nede-
30 itü vakfı dergisi
niyle 3 yıl sonra kapatıldı. 1759 yılında yeniden açıldı, fakat dikkate değer bir varlık
gösteremedi.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nin kökeni
olan ve 1773 yılında kurulan Mühendishane-i Bahri-i Humâyûn, nitelikleri ve günümüze erişen sürekliliği ile Türkiye'de
mühendislik eğitiminin başlangıcı sayılmaktadır. Bu kurum, deniz kuvvetlerine
mühendis yetiştirme amacı ile kurulmuştu.
1795 yılında da kara ordusunun mühendis
gereksinimini karşılamak üzere Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn açıldı. Bu iki okul
bir süre eğitimlerini birlikte sürdürdüler.
Türkiye'de sivil hizmetlerde yararlanmak üzere mühendis yetiştiren ilk mühendislik yükseköğretim kurumu, 1883'de
UNESCO başkanı olarak Mayor'un
şu sözleri dikkat çekicidir: "Eğitim
yalnız temel insan hakkı değil,
fakat toplumumuzu rahatsız
eden sorunların çözümü için bir
anahtardır. Eğitimsiz halk topluma
tam olarak katılamaz ve orada
gerçek bir demokrasi olamaz.
Demokrasisiz, sürdürülebilir
kalkınma var olamaz ve kurma
misyonunu taşıdığımız barış kültürü
de olamaz."
yönetim açısından Mühendishane-i Berri-i
Hümayun'a bağlı olarak kurulan, Hendese-i Mülkiye'dir. Bu okul öğretim sistemi
olarak Fransa'daki "Ponts et Chaussées"
yi model almıştır. Öğretim üyeleri olarak
Mühendishane-i Berri-i Hümayun'da ders
veren subay ve öğretim üyelerinden yararlanılmıştır. Okul 1909 yılında Nafıa Vekâleti'ne bağlanarak Mühendis Mekteb-i Alisi'ne dönüştürülmüştür.
1928 yılına gelindiğinde, Okul Yüksek
Mühendis Mektebi adını almış ve çıkarılan
kanunla tüzel kişilik kazanmıştır. Bu önemli
gelişmeyi dönemin Nafıa Vekili Behiç (Erkin) Bey, şöyle anlatmaktadır : "... En iyi kalitede mühendis yetiştirmek için neler gerekiyorsa onları yerine getirmek lâzımdı. Yeni
bir kanun, mektebe esaslı bir inkişaf imkânı
verecekti. Bunun için de mektep idaresine
selâhiyet tanımak lâzımdı. Onları bir takım
şahıs ve makamların tesirinden uzak tutarak her türlü imkân ve huzur içinde ilmî ve
teknik çalışmalar ile başbaşa bırakmak kanaatinde idim. İlmî gelişme için birinci şart,
tesirden uzak ve tam bir serbesti içinde
çalışabilmektedir. İlim ve teknik çalışmalar,
görünür ve görünmez bir takım müdahalelerle kayıtlandığı takdirde hakikate ulaşmanın, müsbet neticeye varmanın imkânı
olamaz. Bu hususta da mürşidimiz büyük
Atatürk idi. Bu düşüncemi başta Atatürk olmak üzere o zamanki Başvekil İsmet İnönü
ve kabinenin muhterem üyeleri büyük heyecanla ve takdirle karşıladılar."
4 Şubat 1928 tarihinde mühendislik
eğitimi sorununa çözüm bulmak üzere üç
gün süren kongre düzenlenmiştir. Bu kongrede belirlenen esaslara göre 28 Mayıs
1928 tarihinde 1275 sayılı "Yüksek Mühendis Mektebi Hakkında Kanun" çıkartılmıştır.
Bu kanunla tüzel kişilik kazanan ve "Yüksek
Mühendis Mektebi" adını alan kurumda
"Yol ve Demiryolu" bölümüne ek olarak "Su"
ile "İnşaat ve Mimarî" bölümlerinde de öğretim verilmeye başlanmıştır.
1934 yılında başlatılan makine ve elektrik mühendisliği öğretimi ile Yüksek Mühendis Mektebi'nin öğretim alanı genişletilmiştir.
1941 yılında Bayındırlık Bakanlığı (Nafıa
Vekâleti)'nden ayrılarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanan kurum Yüksek Mühendis
Okulu adını almıştır. Özellikle Osman Tevfik
Taylan'ın müdürlük görevine getirilmesinden sonra okul atılım niteliğinde gelişmeler
göstermiştir.
1944 yılında okul üniversiteye dönüştü-
rülmüştür. 1946 yılında çıkarılan 4936 sayılı kanunla İTÜ özerkliğe sahip üniversite
kimliğine kavuşmuştur.
Yüksek Mühendis Okulu'nun son Müdürü olan Osman Tevfik Taylan İstanbul
Teknik Üniversitesi'nin ilk Rektörü olmuştur.
1940'lı yıllar artık kendini kanıtlayan bir
bilim yuvası, parlak günlere hazırlayan bir
dönem olmuştur. Bu dönemde çağdaş mühendislik öğretiminin yolunu açan önemli
ders planı ve ders içeriği düzenlemeleri yapılmıştır. Bu düzenlemelerin belirgin özelliği
temel bilim ve temel mühendislik derslerinin ağırlık kazanması ve son yılda yapı,
su, ulaştırma alanlarında kollara ayrılarak
belirli ölçüde uzmanlaşmanın sağlanmasıdır. Bu öğretimden mezun olanlara "yüksek mühendis" diploması veriliyordu. Bu
uygulama 1969-1970 öğretim yılına kadar
sürmüş, bu dönemde iki kademeli sisteme
geçilmiştir.
1975 yılında iki kademeli sisteme geçiş,
(temel /temel mühendislik/ /uygulama /sosyal bilim) derslerinin oranlarını ayarlamak
ve haftalık ders saatlerini uygun düzeylere indirmek ve çağdaş eğitim gereklerine
uyum sağlamak amaçlarına yönelik olarak
önemli düzenlemeler yapılmıştır.
Son 30 Yılda Mühendislik Eğitimi
Gelişimi: İnşaat Mühendisliği Örneği
Türkiye'de mühendislik eğitiminin son 30
yılını ve özellikle son 15 yılını dikkatle değerlendirince, sayısal büyümeler öne çıkmaktadır. Büyük sayılar arasında geleceğimiz açısından yaşamsal önem taşıyan
kalite kaygısı ve bu yöndeki gelişmeler yer
bulamamıştır. Tüm mühendislik alanlarını bu bağlamda gözden geçirmek yararlı
olur. Ancak bu yazı kapsamasında mensubu olduğum inşaat mühendisliği alanında
sınırlı bir değerlendirmeyle yetinmek istiyorum. Diğer mühendislik alanlarında da
benzer durumlar söz konusudur.
1992 yılında inşaat mühendisliği öğretim kadrosunun %80'i BÜ+İTÜ+KTÜ+ODTÜ+YTÜ’de toplanmışken, toplam öğrencilerin %53'ü bu üniversitelerde öğrenim
görüyordu. 1993 yılında bu üniversitelerin
öğrenci payı %40'a düşmüştür. 23 üniversiteden 11'inde öğretim üyesi 5 ya da 5'in
altında idi. Bazı anabilim dalları öğretim
üyesinden yoksun bulunuyordu.
1993-1994 öğretim yılında, inşaat mühendisliği eğitimi yapılan 25 üniversiteye
2176 öğrenci alınmıştır.
2007- 2008 öğretim yılında 43'ü nor-
mal öğretim, 14'ü ise ikinci öğretim programı olmak üzere toplam 57 adet inşaat mühendisliği lisans programına 3481 öğrenci
kabul edilmiştir. Bu üniversitelerden 52'si
devlet, 5'i ise vakıf üniversitesidir. 20072008 öğretim yılı için giriş taban puanlarının en yüksek değeri 358.902, en düşük
değeri ise 280.123'tür.
2014-2015 öğretim yılında 70 devlet,
33 vakıf üniversitesi ile 11 Teknoloji Fakültesi içinde olmak üzere 114 üniversitede
inşaat mühendisliği öğretimi yapılmaktadır.
Bu üniversitelerde 47'si ikinci öğretimde olmak üzere 185 programa 10.363 öğrenci
alınmıştır. Görülüyor ki, bu dönemde 7 yıl
öncesine göre inşaat mühendisliği öğretimi
yapılan üniversite sayısı tam iki katına, ikinci öğretim ve İngilizce öğretim programlarına kabul edilen öğrenci sayısı ise yaklaşık
üç katına çıkmıştır. Taban puanlarının en
yükseği 498.062, en düşüğü 196.359'tür.
2007-2008 öğretim yılı ile karşılaştırılınca;
öğrenci sayısının çok yükseldiği, taban puanının düştüğü ve en yüksek taban puanıy-
Son yıllarda üniversite ve
mühendislik fakülteleri sayısal
olarak sıçrama niteliğinde bir
büyüme göstermiştir. Aynı
gelişme öğretim üyesi açısından
sağlanamamış, öğrenci niteliği
giderek düşmüş ve genelde
öğretim koşulları ve öğretim kalitesi
kötüleşmiştir.
la en düşük taban puanı arasındaki yelpaze ciddi ölçüde açılmıştır.
Görülüyor ki, son yıllarda üniversite ve
mühendislik fakülteleri sayısal olarak sıçrama niteliğinde bir büyüme göstermiştir.
Aynı gelişme öğretim üyesi açısından sağlanamamış, öğrenci niteliği giderek düşmüş ve genelde öğretim koşulları ve öğretim kalitesi kötüleşmiştir.
Sonuç yerine...
"Yetkin Mühendislik" kavramı üzerine
Günümüzün mühendisinden beklenenler,
kuşkusuz geçmiştekinden , daha ileridedir.
Geleceğin dünyasında mühendislik, toplumları yönlendiren en etkin meslek alanlarından biri olacaktır. Bu nedenle mühendislik eğitiminin gözden geçirilmesi ve yeniden
düzenlenmesi gerekmektedir. Verimli ve güvenli bir üretim, doğayı ve çevreyi koruyan,
sürdürülebilir bir kalkınma ancak çağdaş
olanak ve yöntemlerle iyi yetişmiş mühendislerle gerçekleştirilebilir. Ahmet İnam,
mühendisin donanımının hiçbir meslekte
bulunmadığını belirttikten sonra şu görüşlere yer vermektedir :" Hem bilim, hem bilimin
uygulaması olan teknoloji, hem toplum, hem
ekonomi ve üstelik estetik ve kültürel boyutu
kattığınız zaman, mühendislik mesleğinin
gerçekten 21. yüzyılda belki önümüzdeki yüzyılda da dünyayı dönüştürmeye en
yakın aday olabilecek bir meslek olduğunu
düşünüyorum."
Bu görüşler bağlamında üniversitelerimizin mühendislik bölümleri mezunlarını
ülkemizi gelecekteki beklentileri doğrultu-
itü vakfı dergisi 31
EĞİTİM DOSYASI
sunda yeterli sayabilmek olanaksızdır. Mühendislik eğitimi veren kurumların tümünü,
istenen nitelikteki mühendisleri yetiştirecek düzeye eriştirme düşüncesi gerçekçi
değildir. Nasıl yapıldığına ve niteliklerine
bakılmaksızın her yapılana "yapılmış yapılmıştır" anlayışıyla değer biçen bir kültür ve
alışkanlığın kalitesizliği cezalandırması ve
iyiyi ödüllendirmesi beklenemez. Yani, gerekli önlemler alınmadığı taktirde, kalitesizlik kendisini sürdürecek ve kaliteyi engelleyecek ortamı bulabilecektir. Bu durumda
mühendislik diplomasına sahip olan herkese mühendislik yetkisi verilmesi uygulaması sürdürülemez.
Bu nedenle mühendislik yetkisi kullanabilmek için diplomanın yeterliliği konusunu
ciddiyetle ele almak zorunlu hale gelmiştir.
Mühendislik yetkisi diploma alındıktan sonra, ABD ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi,
deneyim süreci içinde bir eğitimin sonundaki sınavlarla yeterliliklerini kanıtlayanlara
verilmelidir.
TMMOB'nin ve İnşaat Mühendisleri
Odası (İMO)'nın bu konudaki çalışmalarının başlangıcı 20 yıl öncesine uzanmaktadır. İMO Yasası'na dayanan ve 1 Temmuz
2005'te yürürlüğe giren Yetkin Mühendislik
Yönetmeliği ile uygulamayı başlatmıştır.
Yönetmelikte amaç; "kişiler ve kamu yararı
ile etik ilkelerine uygun, bilimsel gerekler
ve çağdaş tekniklere dayalı, üstün nitelikli
ve güvenilir mühendislik hizmetlerinin sunulması ve bu hizmetlerle ilgili yanlış uygulamaların önlenmesini sağlamak" olarak
belirtilmiştir. Açılan dava sonucunda, yönetmelik için Danıştay tarafından 2005 yılında yürütmeyi durdurma ve 2007 yılında
da iptal kararı alınmıştır. Ardından 2007 ve
2009 yıllarında yinelenen yönetmelik girişimleri de başvuru üzerine Danıştay'ın iptal
kararı ile sona ermiştir. Bu süreç uygulama olanağına kavuşamasa da TMMOB'de
önemli bir bilgi birikiminin oluşmasını sağlamıştır.
İTÜ ise, Türkiye'de ilk kez ABD'nin Yetkin Mühendislik sınavı yapan kurumu Ulusal Yetkin Mühendislik Sınav Konseyi (National Council of Examiners of Engineering
and Surveying) ile yapmış olduğu anlaşmaya dayanarak İTÜ mezunları için yetkin
mühendislik sınavlarını yapmaktadır. 2012
ve 2013 yıllarında İTÜ son sınıf öğrencilerinin katılımıyla yetkin mühendislik birinci
aşama FE (Fundamentals of Engineering)
sınavını gerçekleştirmiştir. Nisan 2015 'de
ikinci aşama PE (Principles and Practice
32 itü vakfı dergisi
Günümüzün mühendisinden
beklenenler, kuşkusuz
geçmiştekinden , daha ileridedir.
Geleceğin dünyasında mühendislik,
toplumları yönlendiren en etkin
meslek alanlarından biri olacaktır.
Bu nedenle mühendislik eğitiminin
gözden geçirilmesi ve yeniden
düzenlenmesi gerekmektedir.
Verimli ve güvenli bir üretim,
doğayı ve çevreyi koruyan,
sürdürülebilir bir kalkınma ancak
çağdaş olanak ve yöntemlerle
iyi yetişmiş mühendislerle
gerçekleştirilebilir.
Engineering) sınavı, mühendislik alanında
en az 4 yıl iş deneyimi olan ve FE sınavını geçmiş olan İTÜ lisans ve yüksek lisans
mezunları için yapılacaktır. Bu deneyim
ve birikimlerin ışığında, daha fazla gecikilmeden yetkin mühendislik uygulaması için
yasal dayanağı olan düzenlemelerin yapılması konusu üzerinde çalışılmalıdır.
Türkiye'de halen mühendislik tanımı yapan, yetki ve sorumluluklarını belirten yasa,
28 Haziran 1938 tarihli 3458 sayılı "Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun" dur. 77
yıllık bir yasa, doğaldır ki, o günün bilim
ve teknoloji koşullarına göre hazırlanmıştır.
Bir 77 yıldaki bilim ve teknoloji gelişimlerini
düşünün, bir de bu yasaya sığdırılmaktan
vazgeçilmeyen mühendisliğimizi. Küçük
düzenlemelerin, düzeltmelerin değil, kökten çözümlerin zamanıdır artık.
Kaynaklar
Omay, E., Mühendislik Eğitiminin Sosyo-Ekonomik Temeli, Teknik Eğitim; Dünü Bugünü ve Geleceği Kongresi, İTÜ,1983.
Çeçen, K., İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Kısa
Tarihçesi, İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Araştırma
Merkezi, İstanbul 1990.
Evren, G., "Türkiye'de İnşaat Mühendisliği Öğretiminin Son 30 Yıl İçindeki Gelişimi", İnşaat Mühendisliği Alanında Son Otuz Yıldaki Gelişmeler,
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Aralık 1984.
------------, İnşaat Mühendisliği Eğitiminde Türkiye Gerçeği, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası,
Eylül 2008.
Çıtıpıtıoğlu, E., Wasti, T., "Profesyonel Mühendislik" Ünvanı Hakkında Görüşler, Türkiye Mühendislik Haberleri, Ekim 1993.
-------------, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Yetkin Mühendislik Uygulaması, Türkiye Mühendislik Haberleri, 2005/3.
Kafesçioğlu, R., Yüksek Mühendis Mektebi'nde
Eğitim ve Yönetim, İTÜ Bugün ve /Gelecek, İTÜ
Vakfı Dergisi, Nisan-Mayıs 2014.
-------------, İnşaat Mühendisliği Eğitimi Vizyon
Raporu 2014, TMMOB İnşaat Mühendisleri
Odası,2014.
-------------, 2014-2015 Yılı İnşaat Mühendisliği
Bölümü Kontenjanlarının Dağılımı, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi bilgi
notu, Mart 2015.
İnam, A., Mühendislik Bilinci, Cumhuriyet Bilim
ve Teknoloji Dergisi, 11 Ocak, 2008.
Zamanın Örgüsü
İstanbul Teknik Üniversitesi
Prof.Dr. Ergün TOĞROL
İTÜ İnşaat Fakültesi
İstanbul Teknik Üniversitesi,
yurdumuzun en eski ve
en başarılı eğitim-öğretim
kurumlarından birisi olarak
kendisinden beklenenler
gerçekleştirebilecek,
yükseköğretimdeki gelişmeleri
yönlendirebilecek altyapıya
sahiptir ve gelişmelere öncülük
edecek konumda bulunmaktadır.
Üniversite’nin en büyük eseri
mezunlarıdır. Mühendislerin
birtakım temel değerlere sahip
olması gerekir. Mezunlarımızın
sahip oldukları, tutarlı kişisel ve
meslekî ahlâk her türlü takdirin
üstündedir…
Mühendis Mektebi’nin ilk sivil müdürü
Mehmet Refik Fenmen.
1928 yılında Nafia Vekili Behiç Erkin’in çabası ile
mektebe tüzel kişilik verildi, adı “Yüksek Mühendis
Mektebi” oldu.
“Meşru mazeret makbul değildir”
latıldı ise “böyle şey olmaz!” demiş. Sadrazam da bu maddeyi yanlış bulmuş, Nafia
Nazırı’na söylemiş, (O tarihte Mektep halâ
Nafia Nezareti’ne bağlı) “Bunu halledin”
demiş. Nazır da Mektep Müdürü’nü aramış, “Halledin” demiş. Sonunda yönetmeliğin hükmünü aşmak için şöyle bir çare
bulmuşlar: Topoğrafya dersinin okutulduğu
yıldan başlayarak okutulan bütün derslerin
sınavlarını tekrar verdirmişler. Mühendis
Mektebi’nde babam, 1912’de Mektebe
başlayıp bir yıl öğrenim görüp Balkan Savaşı (1912-1913) yüzünden Mektebin bir
yıl kapalı kalması nedeni ile öğrenimine ara
vermiş, Mektep açılınca iki yıl okumuş, bu
kez Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) çıkmış, askere almışlar, dört yıl sonra terhis olmuş, tekrar Mektebe başlamış, yönetmelik
maddesi de aşılınca 1922 yılında mezun
olmuş.
İstanbul Teknik Üniversitesi’ni ne kadar
tanıyoruz? Tanımamızı engelleyen ön yargılar var mıdır, nelerdir? İnanıyorum, İTÜ
Vakfı Dergisi’nin sayın okuyucularının hepsinin İstanbul Teknik Üniversitesi ile ilgili
1
922 yılında Mühendis Mektebi’nin
öğretim yönetmeliğinde böyle bir
madde varmış. Babam, Yusuf Nazir Toğrol, başparmağının kopmasına yol
açan bir kaza nedeniyle on beş gün mektebe gelememiş, Topoğrafya ara sınavını
kaçırmış. Sağlık raporu meşru mazeret
oluşturduğu için kabul edilmeyince, bütün
sınavları verdiği halde mezun olması mümkün olmuyormuş. Mektep kurulu toplanmış,
yönetmeliğin amir hükmü nedeniyle bir
şey yapılamayacağına karar vermiş. Hocası Mimar Kemalettin Bey, kurulun tekrar
toplanmasını sağlamış, yönetmelik hükmünün mantıksızlığını savunmuş; karar değişmemiş. Evde anne, anne-anne, dede var.
Onlara da açılamamış. Sonra dede durumu anlayıp sorguya çekince çare aramış,
aklına sınıf arkadaşı olan, o zamanki Sadrazam’ın müsteşarı gelmiş. Ona gitmiş, anlatmış. O da “Meşru mazeret nasıl makbul
olmaz, ben bu konuyu Sadrazam Paşa’ya
anlatayım” demiş. O tarihte olay kime an-
itü vakfı dergisi 33
EĞİTİM DOSYASI
anıları, Üniversite’nin geçirdiği dönemler
ve gelişmeleri konusunda bilgileri vardır.
1950’de, liseyi bitirdiğim zaman, başarılı
lise mezunları için İTÜ tek adresti. Öğrenci sayısı azdı, yükseköğrenim kurumlarının
sayısı azdı, mezunların iş olanakları azdı;
ama orta öğrenim şimdikinden daha kaliteli
idi ve İTÜ ülkenin en başarılı öğrencilerini
alıyordu. Mezunları arasından birçok büyük bilim adamı, toplumda temayüz etmiş
birçok insan, Başbakan, Cumhurbaşkanı
olmuş politikacı çıktı. İTÜ’nün toplumdaki
bugünkü yeri, 1883 yılında Mülkiye Mühendis Mektebi’nin kurulmasından günümüze
kadar, görevli öğretim üyelerimizin ve mezunlarımızın çabaları, emekleri, yurt içinde
ve yurt dışındaki başarılı çalışmaları ile gerçekleştirildi. İstanbul Teknik Üniversitesi,
örnek bir üniversite oldu.
Yükseköğretim
Genel olarak eğitim-öğretim kurumları üçe
ayrılır: İlköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim. Yükseköğretim kurumlarının içerisinde akademiler, teknik okullar, polis koleji,
sağlık koleji gibi özel konularda eğitim-öğ-
retim yapan kurumlar ve üniversiteler bulunmaktadır.
Üniversiteleri diğer yükseköğretim
kurumlarından ayıran en önemli özellik,
üniversitelerin sadece bir konuda meslek
diploması veren kurumlar değil, fakat öğrencilerine yüksek değerler kazandıran
eğitim kurumları olmalarıdır. Üniversite öğrencilerinden beklenenler, insan haklarına
saygılı, insanî değerlere sahip bireyler olarak yetişmeleridir. İnsanî değerler, ahlâk ve
kültürdür. Eğer bir yükseköğretim kurumu
öğrencilerine bu değerleri kazandıramıyorsa kapısına hangi tabelayı asarsa assın
üniversite sayılamaz.
Genellikle, ülke nüfusunun her 1 milyon
kişisi için bir üniversiteye gereksinim olduğu söylenilir. Bazı durumlarda, yerel kalkınmayı teşvik etmek ve desteklemek için de
üniversiteler kurulmaktadır. Doğal olarak
böyle durumlarda kamu kaynaklarından
büyük yatırıma gereksinim duyulur. Gelişmiş ülkelerde dahi, bu amaçla kurulmuş
üniversiteler vardır. Finlandiya’da Juensu
Üniversitesi, Fransa’da Perpignon Üniversitesi gibi.
Tablo 1: Yerleştirilen adayların birinci tercihleri
Üniversite
Birinci tercih
Toplam yerleştirilen
öğrenci sayısı
Birinci tercihi
olanların yüzdesi
İTÜ
542
2940
0.18
Boğaziçi Üniv.
937
1860
0.50
İ.D. Bilkent Üniv.
572
2301
0.25
Hacettepe Üniv.
1906
7035
0.27
Koç Üniv.
253
969
0.26
ODTÜ
802
3535
0.24
80
756
0.11
338
3640
0.09
Sabancı Üniv.
Yıldız T.Ü.
İTÜ’nün toplumdaki bugünkü yeri,
1883 yılında Mülkiye Mühendis
Mektebi’nin kurulmasından
günümüze kadar, görevli öğretim
üyelerimizin ve mezunlarımızın
çabaları, emekleri, yurt içinde ve
yurt dışındaki başarılı çalışmaları
ile gerçekleştirildi. İstanbul
Teknik Üniversitesi, örnek bir
üniversite oldu.
Üniversitelerin iyi veya daha iyi olmalarına karar verilmesi karmaşık bir konudur. Doğal olarak, böyle bir sınıflandırma
yapılabilmesi için, “başarı kriterleri”nin
tanımlanması gerekir. Öğretim Üyelerinin
yaptıkları bilimsel yayınların, aldıkları atıfların sayılması bir kriter olarak görülebilir,
tek kriter değildir. Bir başka kriter öğrenci
tercihleridir. Şurası da dikkatlerden kaçmamalıdır ki, başarılı görünmek isteyen birçok
kurum, şu veya bu şekilde, başarı kriterlerini çarpıtmaktan kaçınmamaktadır. Belki,
bu çerçevede devamlılık iyi bir gösterge
olabilir.
Günümüzde, büyük üniversitelerin eğitim-öğretim alanındaki görevleri yanında
topluma karşı olan görevleri ön plana çıkmaktadır. Gerçi, üniversitede yapılan araştırmalar, öğretim üyelerinin zaman zaman
verdikleri bilimsel raporlar, açıkladıkları düşünceler bir anlamda toplumun yararınadır.
Gene de, daha genel çerçevede, üniversitenin toplumdaki izlenimi, etkisi, çağdaş
üniversite anlayışı ile özdeşleşmektedir.
Burada, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
yükseköğrenimdeki yerini, yükseköğretim
kurumlarına başvuran adayların sayılarına
bakarak irdeleyebiliriz. ÖSYS Merkezi’nin
2014 yılı raporuna göre, yükseköğrenim
Tablo 2: Yerleştirilen adayların 1.,2.,3.,4.,5. tercihleri
Üniversite
Yerleştirilen
toplam
Tercihler
1.
2.
3.
4.
5.
İTÜ
2940
542 (0.18)
482 (0.16)
403 (0.14)
299 (0.10)
259 (0.09)
Boğaziçi Ü.
1860
987 (0.50)
359 (0.19)
200 (0.11)
111 (0.06)
84 (0.05)
İD Bilkent Ü.
2301
572 (0.24)
537 (0.23)
390 (0.17)
220 (0.10)
152 (0.07)
Hacettepe Ü.
7025
1906 (0.27)
1103 (0.16)
703 (0.10)
555 (0.08)
389 (0.06)
Koç Ü.
969
253 (0.26)
226 (0.23)
170 (0.16)
110 (0.11)
66 (0.07)
ODTÜ
3535
862 (0.24)
755 (0.21)
518 (0.15)
334 (0.09)
242 (0.07)
756
86 (0.11)
107 (0.14)
129 (0.17)
92 (0.12)
89 (0.12)
3640
338 (0.09)
404 (0.11)
407 (0.11)
377 (0.10)
319 (0.09)
Sabancı Ü.
Yıldız T.Ü.
34 itü vakfı dergisi
kontenjanlarına başvuran 2.126.684 adaydan1.987.488’i sınava girmiş, testlerde
doğru cevap verme yüzdesi (son üç yılda)
% 40 civarında olmuştur. 140 ve daha yukarı puan alanların yüzdesi, kız adaylar için
%46, erkek adaylar için %87; 180 ve daha
yukarı puan alanların yüzdesi kız adaylar
için %72, erkek adaylar için %66 olmuştur.
ÖSYS Merkezi tarafından verilen bilgilere göre, adaylar, 207 yükseköğretim
kurumu için başvuru yapmıştır. Bu kurumlardan 104’ü devlet üniversitesi, 69’u vakıf
üniversitesi, 8’i meslek yüksekokulu, 31’i
yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarıdır.
Devlet üniversitelerine 58.177, vakıf üniversitelerine 96.301, yurtdışındaki üniversitelere 1593 öğrenci yerleştirilmiştir.
Çeşitli üniversitelere başvuran ve yerleştirilen öğrenci adaylarının sayıları ve
birinci tercihine yerleştirilenlerin sayılarını
gösteren bir karşılaştırma Tablo 1’de özetlenmiştir.
Tercihlerin ne ölçüde karşılandığını görmek için yapılan başvuruların kaçıncı tercih
olarak o kurumu istediğini gösteren daha
ayrıntılı bir tabloya bakmak gerekir (Tablo 2).
Yabancı Dilde Eğitim
Son yıllarda, biraz da öğrenci tercihlerini
yönlendirmek amacıyla, bir çok yükseköğretim kurumunda yabancı dilde eğitim-öğretim yapılmasına başlanılmıştır. Yabancı
dilin küçük yaşta kazanılması daha kolay
ve daha kalıcıdır. Yükseköğretim yaşına
gelmiş bir öğrenciye yabancı dili öğretmek zor ve zaman alıcı bir çabadır. Mümkündür; dil laboratuvarları, anadili yabancı dil olan öğreticiler ve öğrencilerin dil
öğrenimine konsantre olacak zamanları
varsa. Örnek olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde eğitim-öğretimin İngilizce dilinde
olması gösterilir. Robert Kolej, bir devlet
üniversitesi olmak üzere devredilirken
tek koşul, eğitim-öğretim dilinin muhafazası olmuştur. Üniversite’nin ilk yıllarında
ortaöğretimden başlayarak yabancı dil
öğrenmiş öğrenciler bu sisteme kolaylıkla intibak etmişlerdir. İngilizceleri yetersiz
olan öğrenciler, öğrenimlerini Meslek Yüksekokulu’nda Türkçe olarak sürdürmüştür.
1982’den sonra Üniversite’nin bütününde
İngilizce eğitim-öğretime geçilince, Hazırlık sınıfına ağırlık verilmesi gerekmiş, Hazırlık öğrenimi iki yıla çıkarılmış, sınavların
hazırlanması için uzmanlardan oluşan bir
“Testing Office” kurulmuştur. Hazırlık sınıfının iki yıla çıkarılması, öğrenci sayısının
Mühendishane-i Berri-i Hümayun Sahra Topçu talebeleri.
artmasına, başka sorunları birlikte getirmesine yol açmaktadır.
Özetle şunu söylemek isterim ki, küçük
yaşta yabancı dil öğrenmemiş, Türkçe’yi iyi
bilmeyen, yabancı dil öğrenmek için vakti
ve istidadı olmayan öğrencilere, kendisi de
yabancı dili zor konuşan öğretim üyeleri ile
eğitim-öğretim yaptırmak, yapılabileceğini
varsaymak zaman ve kaynak israfıdır.
Popüler Üniversite
Bir tarihte komşu bir ülkeyi ziyaret ettiğimiz günlerde, Rektör seçimi yapılıyordu.
Rektör ve 6 yardımcısı için, siyasi partiler
tarafından desteklenen, belediye seçimlerini andıran kapsamlı bir mücadele vardı.
Sokaklarda afişler asılı idi, gömleklerinde
destekledikleri tarafı gösteren işaret ve
yazılar taşıyan öğrenciler sokaklarda dola-
Üniversitelerin iyi veya daha iyi
olmalarına karar verilmesi karmaşık
bir konudur. Doğal olarak, böyle
bir sınıflandırma yapılabilmesi için,
“başarı kriterleri”nin tanımlanması
gerekir. Öğretim Üyelerinin
yaptıkları bilimsel yayınların,
aldıkları atıfların sayılması bir
kriter olarak görülebilir, tek kriter
değildir. Bir başka kriter öğrenci
tercihleridir.
şıyordu. Seçim konusunu bu kadar büyütmenin üniversiteye ne kadar yararlı olduğu
tartışılabilir.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Rektör
seçimi daima yapılmıştır. Yüksek Mühendis Mektebi haline dönüşürken kurumun
yönetmeliğinde Alman“Technische Hochschule” sisteminin esas alındığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki, üniversite idari ve mali konularda, atanmış bir Genel Sekreter (Curator)
tarafından yönetilmekteydi. Bu sistemde,
Rektör daha çok akademik konularda söz
sahibi idi. Bir başka söyleyişle, Rektör
makamında bulunmasa da üniversitede
işler yürüyordu. Fakülteler malî bakımdan
bağımsızdı. Bütçelerini TBMM’den alırlar
ve ita amiri Dekan olurdu. Buna karşılık,
Kürsüler, Fakülte Kurulları ve Senato yetkili
kurullardı.
Kadro sıkıntılarının birçok üniversitede
yakınmalara yol açtığı bir dönemde Ekim
1960’da 115 sayılı Kanun, 1973’te 1750
sayılı Kanun, eylemli/eylemsiz, üniversite
doçenti/üniversite profesörü gibi kavramları getirdi; kadro sıkışıklıkları, ya da terfi
etmek için kürsü başkanının emekli olmasının beklenmesi zorunluluklarını bir ölçüde
ortadan kaldırdı.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu,
mevcut sistemi radikal bir şekilde değiştirdi. İdarî ve malî konularda, ita amiri olarak
üniversitenin tüm yetkisi Rektör’e verildi.
Kurulların, daha önceki yıllardaki düzenle-
itü vakfı dergisi 35
EĞİTİM DOSYASI
yici yetkisi kalmamıştı. YÖK çok geniş bir
şekilde eleştirildi. Eleştirenler, bazen ‘2547
sayılı Yükseköğretim Kanunu’nu, bazen
‘Yükseköğretim Kurulu’nun icraatını, bazen
de mensubu bulundukları “yükseköğretim
kurumu"nu eleştiriyorlardı. 1991’de Rektör’ün seçimle gelmesini amaçlayan bir
kanun tasarısı, TBMM’deki görüşmeler sonunda, üniversitelerin 6 aday seçmesi, bu
6 adayın Yükseköğretim Kurulu tarafından
3’e indirilerek Cumhurbaşkanlığı’na sunulması, Cumhurbaşkanı’nın bu üç adaydan
birisini Rektör ataması biçimine girdi. Şimdi
bu sistem uygulanmaktadır.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Tarihi
Türkiye’de mühendisliğin gelişmesi yazılırken İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tarihi
önemli bir yer tutmaktadır. 1773 tarihinden
başlayarak önce Mühendishâne-i Bahrî-i
Hümâyûn, daha sonra kara mühendisliği
okulu olan Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn
kuruldu. Üçüncü Selim, Mühendishânelerin
ve Kumbaracı Ocağı’nın yönetim şeklini,
kadrosunu, görevlerin ve malî kurallarını
belirleyen bir kanunname yayınladı. Mühendishâne hocalarının dış etkilerden korunması amacı ile 1795 kanunnamesinde, ”Hangi
tarikten olursa olsun tarikleri kaydolunmayıp
cünh-i azimesi veyahut terki veyahut emr-i
hak zuhuru vuku bulmadıkça azli ve infisalden vareste olarak teyiden hoca olmaları
meşrut kılına …” denilmektedir. Bu hükümler
hocaları baskılara karşı korumakla kalmadı,
eğitim-öğretim düzeyinin yükselmesine de
yaradı.1825 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile Mühendishâne-i Bahrî ve Mühendishâne-i Berrî birbirinden ayrıldı, birincisi
Heybeliada’ya taşındı.
18.Yüzyılda mühendislik askerlik mesleğinin bir bölümü idi. Askerî olmayan mühendislik eğitim-öğretimi 1883’de kurulan
“Hendese-i Mülkiye Mektebi” ile başladı.
Karaca (2012), ilk sınıfın 1 Kasım 1884’te
eğitime başladığını yazmaktadır. İstanbul’da yayınlanan gündelik gazeteleri taradık, ilkokul açılışlar dahi kaydedilmişti. Mühendis Mektebi’nin açılışı ile ilgili bir habere
rastlamadık. Belki de o kadar önemsenmemişti. Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk
mezunlarından olan dedem Şevket Günal’ın hatıralarında (Uluçay, Kartekin, 1958)
açılış tarihi 1299 (1883) olarak verilmektedir. Mektebe kaydolan öğrenciler, bugünkü
tanımı ile ‘tam burslu” idi. “Hendese-i Mülkiye 1299’da teessüs etti. Dört sene üzerine tesis edildi. Henüz dört sene ikmal olun-
36 itü vakfı dergisi
madan mektep müddeti beş seneye iblağ
olundu. İlk sınıf 1304 (1888)’de beş sene
tahsil –üzerinden mezun oldu. Mektebe yirmi kişi dahil olduk 13 efendi mezun oldu.
…Sene arasında hususi imtihanlar var idi
ve tahrîrî olurdu. Umumî imtihanlar şifahî
olurdu. O vakit imtihanlar diğer askerî mekteplerde olduğu gibi Şaban ayı içerisinde
olur ve Ramazan’da talebe sılaya gider veyahut istirahat mezuniyeti olur ve Bayram
ertesi derslere başlanırdı. … İmtihanlar çok
sıkı idi. Mümeyyizler hem askerlerden hem
Nafia Nezareti'nden idi…. Talebelerin almış
oldukları maaş: 1. Sene 30, 2. Sene 60, 3.
Sene 80, 4. Sene 110, 5.sene 180 kuruş
idi. Elbiseler dahili ve harici idi. Dahililer
şayak ceket pantolon ve mes, kundura idi.
İç çamaşırlarını da verirlerdi. Harici elbise
ikinci nevi alâkazmir çuhasından ceket ve
pantolon ve içi kırmızı çuha kaplı kollu ve
kukulatalı şayak kaput ve fes verirlerdi…
Tedrisat günde üç ders idi. Perşembe günleri iki ders idi. Ameliyat da vardı. Topoğraf-
Son yıllarda, biraz da öğrenci
tercihlerini yönlendirmek amacıyla,
bir çok yükseköğretim kurumunda
yabancı dilde eğitim-öğretim
yapılmasına başlanılmıştır. Yabancı
dilin küçük yaşta kazanılması
daha kolay ve daha kalıcıdır.
Yükseköğretim yaşına gelmiş bir
öğrenciye yabancı dili öğretmek zor
ve zaman alıcı bir çabadır.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Halıcıoğlu).
ya için araziye çıkılır idi….Bazı kitaplar tab
olunmuştu ve bir kısımları için hocanın takriri üzerine not tutulur ve talebe dersi o notlardan hazırlardı. Kitaplar Mühendishâne-i
Berrî-i Hümâyûn matbaasında tab edilmişti…Mektep mezunları, Nafia Nezareti’nde
Nazır’ın huzurunda Demiryolları, Turku-u
Muabir Müdürleri vesair erkân hazır olduğu
halde çekilen kur’a üzerine 13 mezundan
3’ü Demiryolları Komiser Muavinliğine, 10’u
Vilâyet Başmühendis Muavinliklerine biner
kuruş maaşla tayin edildiler…”
Mektep Harbiye Nezareti’ne bağlı idi.
Mezunlarına askerî rütbe veriliyordu. 1909
yılında Mektep Nafia Vekâleti’ne bağlandı,
adı Mühendis Mektebi oldu. İlk sivil müdürlüğe Mehmet Refik Fenmen getirildi.
Mektep Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında büyük güçlüklerle karşılaştı,
1915 ve 1921 yıllarında hiç mezun vermedi. 1909-1928 yılları arasında 237 mühendis mezun oldu.
1928 yılında Nafia Vekili Behiç Erkin’in
çabası ile mektebe tüzel kişilik verildi, adı
“Yüksek Mühendis Mektebi” oldu.1929
tarihinde kabul edilen yeni yönetmelikte,
“Mektep Müdürü” unvanı “Rektör” ile değiştirilmiş, Müderrislerin (O zamanki profesörler) kendi aralarından üç senede bir
seçecekleri üç adaydan birinin “Nafia Vekili tarafından tayin ve memuriyeti Cumhur
Reisi tarafından tasdik edilmek suretiyle”
göreve getirilmesi kabul edilmişti.
1933 yılında Darülfünun’un kaldırılması
ve İstanbul Üniversitesi’nin kurulması sırasında, kanuna “Yüksek Mühendis Mekte-
bi’nin İstanbul Üniversitesi teşkilatı arasına almaya İcra Vekiller Heyeti mezundur”
maddesi konuldu; fakat uygulanmadı.
1936 yılında Nafia Vekili Ali Çetinkaya’nın döneminde “Konya Ovası Sulama
İdaresi” ile ilgili kanuna eklenen bir madde
ile Mekteb’in tüzel kişiliği kaldırıldı.
1941 yılında Mektep Bayındırlık Bakanlığından alınarak Milli Eğitim Bakanlığı’na
bağlandı, adı Yüksek Mühendislik Okulu oldu. 1944 yılında çıkarılan bir kanunla
İstanbul Teknik Üniversitesi kuruldu. 1883
yılında Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin kuruluşundan 1934 yılına kadar, Mektep esas
olarak inşaat mühendisliği öğretimi yaptı.
Yerleşke
Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin yeni bir
anlayışla kuruluşu akademik çevrelerde
büyük bir heyecan yarattı. İlginç yenilikler
vardı. Üniversite’nin bir Mütevelli Heyeti
vardı. Öğretim Üyeleri’ne 10 ay çalışıp 12
ay maaş alma, iki aylarını araştırma, kitap
yazma, seyahat etmeleri olanağı tanınıyordu. Bir süre sonra, bileşik kaplar kanunu
gerçekleşti, öğretim üyeleri on iki ay çalışıp
on iki ay maaş almaya başladılar. Mütevelli
Heyeti’ni toplum yaşamında çeşitli konularda seçkinleşmiş, üniversiteye yeni hedefler
gösterebilecek kişiler yerine diğer üniversitelerin öğretim üyeleri oluşturmaya başladı.
Değişikliklere rağmen ODTÜ başarılı
bir yükseköğretim kurumu olmuştu. O tarihlerde, birçok kimse, başarının kaynağını üniversitenin yerleşke sahibi olmasına
bağlıyordu. Sanıyorum, bu düşüncelerle,
Sayın Süleyman Demirel’in ilk Başbakanlığında kendisine başvuruldu ve Ayazağa
Yerleşkesi’nin tahsisi sağlandı. Ayazağa’ya
kısmen veya tamamen taşınılması tartışma
konusu idi. Senato üyesi olan hocam Ord.
Prof.Dr-Ing. Hamdi Peynircioğlu’nun Taşkışla ve Gümüşsuyu binalarının bir ‘şehir
üniversitesi’ olarak muhafaza edilmesini,
Ayazağa’da İTÜ destekli yeni bir üniversite kurulmasını savunduğunu hatırlıyorum.
Bu görüş fazla rağbet görmemiş olacak
ki, Ayazağa’da planlama ve yapım çalışmalarına hemen başlanıldı.“Cumhuriyet’in
50. Yılı, Üniversite’nin kuruluşunun 200.
Yılı” nedeni ile hazırlanan broşürde, Rektör
Prof.Dr. Galip Sağıroğlu, “1967 yılından bu
yana, artan öğrenci sayısını göz önünde tutan Senatomuz, bu önemli ihtiyacı karşılamak amacıyla yeni bir üniversite kampüsünün kurulmasını kararlaştırmış ve İTÜ’nün
kapasitesini üç katına çıkarmak, her gün
gelişmekte olan bilim ve tekniğin gereği
uyarınca bir kısım laboratuvarları modernleştirmek ve yenilerini kurmak için teşebbüse geçmiştir…. Program gereğince,
binaları tamamlanacak olan fakültelerimiz,
inşaatın tümünün bitirilmesi beklenmeden,
yeni kampüse taşınacaklar ve öğretime
yeni tesislerde devam edeceklerdir….” Bu
ifadelerden Üniversite’nin bütünü ile yeni
kampüse taşınmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Toplum üniversitelerden
eğitim-öğretimde öncü
olmalarını, meslek eğitimini
yönlendirmelerini, ileri
araşırmalar yapmalarını
bekler. Üniversiteler masraflı
kurumlardır, iyi üniversitelerin
masrafları daha da çoktur.
Bu bakımdan üniversiteye
yönlendirilen kaynakların
beslenmesi,
artırılması önemlidir.
Ayazağa Yerleşkesi'nin geleceği ile
ilgili ikinci karar 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu çerçevesinde yükseköğretim
kurumları yeniden düzenlenirken ortaya
çıktı. O tarihte, Maçka’da İnşaat, Mimarlık,
Elektrik, Makine Fakülteleri fiilen çalışıyor,
adeta yeni bir üniversitenin çekirdeğini
oluşturuyordu. Yükseköğretim Kanunu, bir
üniversitede aynı isimde iki fakülte olmasına karşı idi. Maçka’daki fakülteler için
birkaç seçeneğin öne sürüldüğü anlaşılıyor. Bunlardan birisi, İstanbul Üniversitesi
bünyesinde Mühendislik Fakültesi olmak,
ya da Ayazağa Yerleşkesi’nde yeni bir
üniversite oluşturmak. O zaman İstanbul
Teknik Üniversitesi yönetiminde söz sahibi olan Öğretim Üyelerinin çabaları ile
Taşkışla, Maçka, Gümüşsuyu, Ayazağa
yerleşkeleri birleştirildi. Fakülteler, laboratuvarlar yeni yerlerine taşındı. Ne Ayazağa Yerleşkesi’nin oluşturulmasında, ne
de Yükseköğretim Kanunu’ndan meydana
gelen yeni durumda öğretim elemanlarının görüşlerine başvurulmadı.
İngiltere’de 1986 yılında yükseköğretim
ile ilgili mevzuatın düzenlenmesine önayak olan Bayan M. Thacher’e fahri doktora
verilmesi için, adet olduğu üzere oylarına
başvurulan Oxford Üniversitesi’nin (M.A.
ünvanı taşıyan) mensupları, oyları ile fahri doktora verilmesini önlemişlerdi. Acaba
Ayazağa Yerleşkesi’ne kısmî nakil konusunda bir oylama yapılamaz mıydı?
Üniversite ve İnşaat Mühendisliği
Eğitimi
Son yıllardaki siyasal ve teknolojik gelişmeler, günümüz toplumlarını etkilemekte ve
yükseköğretim kurumlarından beklentilerimizi artırmaktadır. Çağdaş toplumlar, üniversiteleri daha etkin, daha verimli olmaya
zorlamakta, bir yandan da hesap verebilir
olmalarını beklemektedir.
Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler,
ekonominin büyük önem kazanması, artan
demokratikleşme çabaları, genel ve yükseköğretime talebi büyük ölçüde artırmıştır.
Yükseköğretim kurumları, bugün daha geniş, daha çeşitli bir öğrenci nüfusuna hizmet vermek durumundadır.
Toplum üniversitelerden eğitim-öğretimde öncü olmalarını, meslek eğitimini yönlendirmelerini, ileri araştırmalar yapmalarını
bekler. Üniversiteler masraflı kurumlardır, iyi
üniversitelerin masrafları daha da çoktur. Bu
bakımdan üniversiteye yönlendirilen kaynakların beslenmesi, artırılması önemlidir.
Herhalde, İstanbul Teknik Üniversitesi, yurdumuzun en eski ve en başarılı
eğitim-öğretim kurumlarından birisi olarak
kendisinden beklenenlerl gerçekleştirebilecek, yükseköğretimdeki gelişmeleri
yönlendirebilecek altyapıya sahiptir ve
gelişmelere öncülük edecek konumda bulunmaktadır. Üniversite’nin en büyük eseri
mezunlarıdır. Mühendislerin bir takım temel
değerlere sahip olması gerekir. Mezunlarımızın sahip oldukları, tutarlı kişisel ve meslekî ahlâk her türlü takdirin üstündedir.
Teşekkür
Bu makaleyi yazmak için teşvik eden Sayın
Yük.Müh. Naci Endem’e teşekkür ederim.
Kaynaklar
Beydilli, K. (1995) Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi
Eren Yayıncılık, 550 sf.
Karaca, M.(ed) (2012) İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz İTÜ Maden Fakültesi, 312 sf.
Sağıroğlu, G. (1973) İstanbul Teknik Üniversitesi
Ayazağa Kampüsü, 1972-1984. 17 sf.
Toğrol, E. (1976) İTÜ İnşaat Fakültesi Cumhuriyetin Ellinci Yılı KitabıMatbaa Teknisyenleri Koll.
Şt., 252 sf.
Uluçay, Ç, E.Kartekin (1958) Yüksek Mühendis
Okulu Bersoy Matbaası, 749 sf.
itü vakfı dergisi 37
EĞİTİM DOSYASI
İTÜ Tarihinde Mimarlık Eğitiminin 167 ve Mimarlık Fakültesi'nin 70 Yılının Ardından
Dünden Bugüne ve Yarınlara
Prof.Dr. Erol Kulaksızoğlu
sanayi devrimi gerçekleşiyor. Bu kapsamda batı’da:
• 1245’te bilimsel özerklik tanınan ilk
üniversite nüvesi kuruluyor. Hem de kilise
1847’de Mühendishane-i
tarafından, kiliseden bağımsız özgür bir
Berrî-i Hümayûn’da,
bilimsel eğitim öngörülerek.
“Harbiye” ve “Mimar” sınıfları
• 15 ve 16. yüzyıllarda, antik kültürlenoluşturularak eğitim verilmeye
meye dayalı hümanizm etkisiyle edebiyat,
sanat ve bilimde yenilenme ve reform anbaşlanıyor…
lamında rönesans yaşanıyor, 1517-1520
…1944’te 4619 sayılı özel
arasında da Martin Luther öncülüğünde
kanunla Yüksek Mühendis
dinde reform gerçekleşiyor.
Okulu yerine İstanbul
• 1618-1648 arasında, kilise destekli
Teknik Üniversitesi açılıyor.
imparatorluklara karşı 30 yıl savaşları yaMühendislik Fakülteleri ile
şanıyor, sonunda Protestanlar dinsel ve siMimarlık Fakültesi
yasal bağımsızlık kazanıyorlar, 1789 Frankuruluyor…
sız devrimi sonrasında seküler yaşam ve
laik devlet görüşü yerleşmeye başlıyor.
Bizde ise, 1924’te hilafetin kaldırılmasından sonra 1937’de anayasamızda laiklik ilkesi yer alabiliyor.
014 sonunda Fakültemizin 70. kuru• 1454’te matbaa’nın devreye girişiyluş yılını kutladık. 70 yıllık gurur verici
le kültür birikiminin halk kitleleri arasında
böyle bir öykünün yeterince değeryaygınlaşması sonucu bilim ve teknoloji
lendirilebilmesi bakımından, bu öykünün
alanlarında aydınlanma, araştırma ve atıdününü ve yarınlarını bir bütünlük içinde
lımlar 18. yüzyılda daha da gelişiyor ve 19.
ele almak gerekiyor:
yüzyılda sanayi devrimi gerçekleşiyor. BizÜlkemizde üst düzey eğitim alanında,
de ise sanayi devrimi yüzyılı bütünüyle hiç
Medrese döneminde de Darülfünun döyaşanmıyor.
neminde de “bağnazlık”, “bilim” üzerinde
• Bizde Mühendislik ve Mimarlık alabir baskı unsuru oluşturageliyor, zıtlaşmanında ise, özellikle 1683 Viyana
lar yaşanıyor, bilimsel girişimlere
bozgunu ve ardından 1711 Prut
çoğu kez karşı çıkılıyor, bu giriyenilgisinden sonra, bilim ve tekşimler engelleniyor.
nolojide çok geri kalınmış olduğu
• Selçuklular döneminde 11.
fark ediliyor, öncelikle ordu saflayüzyılda Bağdat’ta 1067’de ilk
rına daha yetkin eleman yetiştiryüksekokul ya da ilk üniversite
me amacıyla askerî okullara fen
kuruluşu sayılabilecek Nizamiye
ve riyaziye dersleri konuyor.
Medresesi açılıyor. Sayıları giderek
• Bizde matbaanın ancak
artan Nizamiye Medreselerinde
1720’de devreye girmesinin arhâdis, fıkıh, kelâm gibi dinî bilimledından, Ordu’da bir reform olarin diğer konulara nazaran giderek
rak Bostancı Ocağı’ndan 300
ağırlık kazandığı görülüyor.
genç seçilerek onlara batı anla• 1550’den sonra Osmanlılar
mında eğitim verilmek isteniyor.
tıp, riyaziye, ilâhiyat alanlarında
Ancak Yeniçeri ayaklanıyor ve
eğitim veren Medreseler açıyorlar.
bu gençlerin çoğu öldürülüyor,
• 1578’de İstanbul’da Tophagirişim yarım kalıyor. (Daha gene’de Takiyeddin Efendi’ye rasatçenlerde, 2014 sonunda, Pakishane kurduruluyor, ancak dinci
24 Aralık 2014. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 70. Yıl kutlaması.
tan’da Taliban tarafından 148
kışkırtmalar üzerine bu rasathane
Ön sıra soldan: Prof. Ruhi Kafescioğlu, Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu,
öğrencinin katledilişi ile çağrışım
1580’de yerle bir ediliyor.
Dekan Prof. Dr. Sinan M. Şener.
İTÜ Mimarlık Fakültesi
2
38 itü vakfı dergisi
17. yüzyıldan sonra, Medreselerde
yozlaşma ve gerileme başlıyor, aklî ilimler
önemsenmiyor, din kökenli konular esas
alınıyor.
• 1839’da Tanzimat Fermanı’ndan
sonra 1863’te İstanbul’da ilk Darülfünun
yeni bir binada eğitime başlıyor, burada
Müderrisler deney yapmaya başlayınca
kıyamet kopuyor ve Darülfünun 1870’de
kapatılıyor.
• İkinci Darülfünun ancak 1898’de
açılabiliyor. Hukuk, tıp, edebiyat ve fen bilimleri alanlarında eğitim veriliyor. Darülfünun’un yanısıra Medreseler de din ağırlıklı
eğitimlerine devam ediyorlar ve Medreseler Cumhuriyet döneminde 1926’da kapatılıyor. Sonradan dinî konularda ilâhiyat
Fakülteleri ve İmam-Hatip Okulları devreye giriyor.
• Darülfünun’larda eğitim meslek okulları düzeyini aşamıyor, bilim ve araştırmaya öncelik verilemiyor. Bu nedenlerle Cumhuriyet döneminde Darülfünun etkinlikleri,
1933’te sonlanıyor ve batı anlamında eğitim ve araştırma yapmak üzere İstanbul
Üniversitesi açılıyor.
Oysa batı’da 18. yüzyıldan önce, dinde
ve bilimde reformlar yaşanıyor, kalkınma
atılımlarının düşünsel temelleri oluşuyor,
aydınlanma dönemi ardından 19. yüzyıl
yapan bir gericilik olayı. Gericiliğin bizleri
kaç yüzyıl geriye götürebileceğinin bir örneği)
• 1793’te Nizam-ı Cedid adı altında kurulan yeni ordu’ya karşı da Yeniçeri gene
ayaklanıyor, bu ordu da dağıtılıyor.
• Tüm bu gerici başkaldırılardan ders
alınarak en sonunda 1826’da Yeniçeri
Ocağı yok edilerek kaldırılıyor, ancak o
zaman yeni ordu kurulabiliyor. 1834’te de,
ordu’ya subay yetiştirmek üzere Mekteb-i
Harbiye devreye giriyor.
• Diğer yandan ordu’ya teknik eleman
yetiştirilmesi de zorunlu görülerek 1773’te
Mühendishane-i Bahrî-i Hümayûn ve
1795’te Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn
açılıyor.
• 1847’de Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn’da “harbiye/topçu” ve “mimar” sınıfları oluşturularak eğitim verilmeye başlıyor. Ayrı sınıf halinde mimarlık eğitimini
yürüten Alman muallim Jachmund/Jasmund’tur. (Bu oluşma, ülkemizde ayrı bir
sınıf/ayrı bir dal niteliğinde “mimarlık eğitimi”nin başlangıcı sayılabilir. Bu açıdan
bakıldığında, bizler bugün mimarlık eğitiminin 167. yılını da aynı zamanda kutluyor
olmalıyız.)
• 1883’e gelindiğinde bu kez Hendese-i Mülkiye mektebi açılıyor. Bu mektep
1884’te Halıcıoğlu’ndaki yeni binasına
taşındığında, bir ilk olarak “sivil devlet
hizmetleri” için “mühendis” ve “mimar”
yetiştirmek üzere ayrı şubeler halinde eğitime geçiliyor. “Mimarlık Şubesi” eğitimini
de gene muallim Jachmund yürütüyor. Bu
okulun mimarlık şubesinden 1891’de Kemalettin Bey birincilikle mezun oluyor.
Mimar Kemalettin Bey, bir ara Jachmund Hoca’nın muavinliğini yapıyor, sonra
Almanya’ya eğitime gönderiliyor, aynı okulda ve 1882’de kurulmuş bulunan Sanayi-i
Nefise Mekteb-i Âlisi’nde Hocalık dışında
ayrıca devlet bayındırlık işlerinde ve serbest olarak da çalışmalar gerçekleştiriyor,
yarattığı eserlerle “millî mimarlık” dönemi
öncülerinden biri olarak ün kazanıyor.
• Bu gelişmelerin ardından, 1909’da
Mühendis Mekteb-i Âlisi kuruluyor.
Bu okul 1928’de Mühendis Mektebi
adını alıyor. Bu arada 1933’te Darülfünun
kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi
açılmıştır.
• 1941’te Mühendis Mektebi, Yüksek
Mühendis Okulu adını alıyor ve bu okulda
3 yıllık ortak eğitimi izleyerek 4-5-6. sınıflarda farklı şubeler halinde mühendislik
1883’e gelindiğinde bu kez
Hendese-i Mülkiye mektebi
açılıyor. Bu mektep 1884’te
Halıcıoğlu’ndaki yeni binasına
taşındığında, bir ilk olarak
“sivil devlet hizmetleri” için
“mühendis” ve “mimar”
yetiştirmek üzere ayrı şubeler
halinde eğitime geçiliyor.
ve mimarlık eğitimleri veriliyor. 3 yıllık şube
eğitim kısmı, sonradan 2 yıla indiriliyor,
toplam 5 yıllık eğitim uygulanmaya başlıyor.
• 1943’te Taşkışla binası harap halde
MEB’na, ardından MEB tarafından da Yüksek Mühendis okuluna tahsis ediliyor.
• 1944’te 4619 sayılı özel kanunla,
Yüksek Mühendis Okulu yerine İstanbul
Teknik Üniversitesi açılıyor. MEB’na bağlı
bu üniversitenin Mimarlık Fakültesine Emin
Onat Dekan olarak atanıyor. (Bu nedenle
2014’te Fakültemizin 70. Kuruluş yılını kutlamaktayız.)
• 1946’da çıkarılan 4936 sayılı Üniversiteler kanunu uyarınca İTÜ tüzel kişilik ve
özerklik kazanıyor. Mimarlık Fakültesine,
Emin Onat bu kez Dekan olarak seçiliyor.
• 1943’te İTÜ’ye tahsisi yapılmış olan
Taşkışla binası, 1943-1950 yılları arasında,
İTÜ Merkez binası ve aynı zamanda oraya yerleşecek Mühendislik Fakülteleri ile
Mimarlık Fakültesi programlarına uygun
bir düzenlemeye göre başarılı bir restorasyon geçiriyor, 1950’de hizmete giriyor. Prof.
Bonatz Hoca, restorasyonu biten bu bina
içinde duydukları huzur ve mutluluğu, Baumeister Dergisi’nin Ağustos 1950 özel
sayısında övgü ile dile getiriyor.
• İTÜ Mimarlık Fakültesinin eğitim
programı, o dönemlerde Avrupa’nın İsviçre, Almanya gibi ülkelerindeki programlarla
eşdeğer, çağdaş içeriktedir.
Akademik Örgütlenme, Bina Bilgisi,
Yapı Bilgisi, Şehircilik, Yapı Statiği-Betonarme, Mimarlık-Sanat Tarihi alanlarında
kurulmuş “Kürsü Şeflikleri” halindedir. Bina
Bilgisi alanında E.Onat, C.Holzmeister, P.
Bonatz Hocaların yönetiminde Bina Bilgisi I-II-III kürsüleri, Yapı Bilgisi alanında M.
Gökdoğan ve O.Safa Hocalar yönetiminde
Yapı Bilgisi I-II kürsüleri, ayrıca Şehircilik
ve Mimarlık-Sanat Tarihi ile Yapı Statiği –
Betonarme Kürsü Şeflerine bağlı kürsüler
olarak toplam 8 kürsü vardır.
1847. Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn’da “Harbiye” ve “Mimar” sınıfları.
1884. Halıcıoğlu’nda yeni binasında Hendese-i
Mülkiye’de “Mühendislik” ve “Mimarlık” şubeleri
eğitimi.
1910. “Mimarlık” şubesi mezunları ve Hocaları
Mimar Kemalettin Bey.
1944/4619 s.kanunla kurulan İTÜ’’de ilk açılış töreni
- İTÜ’de Fakülteleşme.
1946/4936 s. Kanunla İTÜ’ye tüzel kişilik- Rektörlük ve
Fakültelerde Rektör ve Dekanlıklar için özgür seçimler.
itü vakfı dergisi 39
EĞİTİM DOSYASI
Bu dönemde, akademik yükselmelerde “Kütahya Evleri”, “Kayseri Evleri” gibi
yerel mimarî incelemeler, tipolojik bina
bilgileri, yapısal kuruluş ve yapı detayları
bilgisi, yapı statiği ve betonarme hesaplama esasları konularında “yeterlik tezi” çalışmaları geçerlidir.
• 4936 sayılı Üniversiteler kanunu ile,
yetişen ilk kuşaklardan başlayarak “Doktora zorunluluğu” geliyor. 1 ya da 2 yıllık
“Aday Asistanlık” dönemini izleyen 4 yıldan sonra ancak 1 yıl ek süre tanınıyor,
ardından doktorayı başaramama halinde
kurumla ilişki sonlanıyor. Bu dönemde,
Fakültede “bilimsel araştırma” dolayısıyla
eğitimde “bilimsellik” ağırlık kazanıyor. Bu
düzen 1973’e kadar sürüyor ve sonra bir
eğitim reformu gerekiyor.
• 1950-1960 arası DP döneminde Hükümet’in giderek antidemokratik bir gidiş
içine girmesi üzerine ülkede yaşanan huzursuzluk ve çıkan karışıklıkların ardından
1960 darbesi yaşanıyor.
Bu koşullar altında 1960’ta çıkarılan
114 sayılı kanunla 147 öğretim üyesinin
ve bu kapsamda Fakültemizden de bazı
Kürsü Şefleri ile Hocaların üniversite ile
ilişkileri kesiliyor, Hocalarımızın çoğu Almanya’ya giderek eğitim veriyorlar, ancak
1962’de çıkan bir kanunla tekrar görevlerine dönebiliyorlar.
Gene 1960’da çıkarılan 115 sayılı kanuna göre, Asistan ve öğrenci temsilcileri
Yönetim Kurulu’na çağrılabiliyorlar.
• 1966’da Fakültemiz yeni Kütüphanesi’ne kavuşuyor.
• 1968’de birçok Avrupa ülkesinde
gençlik, kurulu düzene karşı “reform” istekleri ile ayaklanıyor, büyük karışıklıklar yaşanıyor. Avrupa Hükümetleri gençliğin haklı
istekleri karşısında beklenen reformları yapıyor, çözüm üretiyor, huzur sağlanıyor.
Bizde ise, “reform” ve “bağımsız Türkiye” sloganlarıyla kurulu düzene karşı çıkan
gençlik hareketleri hoşgörü ve anlayışla
karşılanmıyor ve ne yazık ki bu hareketlerin üzerine şiddetle gidiliyor, bastırılmak isteniyor. Gençlik hareketleri giderek sağ-sol
çatışmalarına dönüşüyor, bir türlü yanıt bulamayan gençler aşırı taşkınlıklara, çılgınlıklara başlıyorlar, işler çığırından çıkıyor.
Sonunda, 1972 ordu muhtıra ve müdahalesi, sıkıyönetim geliyor, yakalanan gençlik
liderleri idam ediliyor.
Oysa Batı’da, gençliğin istediği reformların yapılmasının ve huzura kavuşulmasının ardından, o günlerin 1968 gençliğinin
40 itü vakfı dergisi
1944’te 4619 sayılı özel
kanunla, Yüksek Mühendis
Okulu yerine İstanbul Teknik
Üniversitesi açılıyor. MEB’na
bağlı bu üniversitenin Mimarlık
Fakültesine Emin Onat Dekan
olarak atanıyor.
içinden bugünün Avrupa Birliği’ni kuran,
yaşatan önderler yetişiyor.
• 1968 gençlik olaylarının, ülkemizde
1972 müdahale ve korkunç baskıları altında çok üzücü bir şekilde sonlandırılmak
istenmesinin ardından bu kez üniversiteler
için de yeni bir baskı ve denetim düzeni
öngörülüyor ve 1973’te 1750 sayılı yeni bir
üniversiteler kanunu dayatılıyor.
Bu kanuna göre Üniversitelerarası eşgüdüm, gözetim, denetim amaçlı YÖK,
ÜAK, ÜDK gibi üst kurullar oluşturuluyor.
Bu kurulların ilgili mercilere görüş bildirme
ötesinde başka işlevleri yoktur. Üniversite
yönetimleri için özgür seçim esastır, yönetici atama henüz yoktur. Fakültelerde Profesörler Kurulu kaldırılıyor. Sıra ile Rektör
seçme usulü ve paralel Kürsü / aynı adı
taşıyan Kürsü düzeni kaldırılıyor, 4 yıllık
lisans ve 2 yıllık lisansüstü eğitim sistemi
getiriliyor.
Bu kanuna göre Fakültede yeni bir akademik örgütlenmeye gidilmesi artık zorunlu
hale geliyor. Ayrıca “yeterlik” ve “doktora”
dönemlerinde Fakültede oluşmuş bilimsel
ve eğitsel birikimin de yeni bir yapılaşmaya yönlendirilebilmesi özlemlerinin de aynı
zamanda değerlendirilebilmesi gerekiyor.
Tüm bu amaçları dikkate alan uzun çalışmalar sonunda 1973’te Fakültede bir eğitim reformu’na gidiliyor:
Lisans ve Lisansüstü eğitimleri ile araştırma çalışmalarına yanıt verebilmek üzere
5 Anabilim Dalı ve bu Anabilim Dallarına
bağlı farklı bilim alanlarında/aynı adı taşımayan akademik birikimleri yansıtan 13
kürsü kuruluyor: M.Tasarım grubu olarak
Bina Bilgisi, M. Tasarım Yöntemleri, Bina
Programlama, Çevre Analizi ve Endüstrileşmiş Bina Tasarımı, Mekân Örgütlenmesi
ve Donatımı bilim dallarında 5 Kürsü, Yapı
Bilgisi grubu olarak Yapı Elemanları ve
Malzeme, Yapım ve Yapı Sistemleri, Fiziksel Çevre Kontrolü bilim dallarında 3 kürsü,
Şehircilik (şehir – bölge – ülke planlama)
grubu olarak Planlama Teorileri ve Metodu, Şehirsel Bölgeler ve Ulaşım, Şehirsel
1950. Taşkışla’nın İTÜ’ye tahsisi ve restorasyonunun ardından İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla’da.
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin kurucu Hocaları
öğrencileri ile bir arada.
1981. İlk YÖK toplantısı-Rektör ve Dekan atamalarıÜniversite Fakülteleri ve Fakültemize eğitim programı
dayatmaları – Fakültemiz bu programı reddediyor.
1986-1989. Taşkışla’nın otel yapılmak istenmesi
olayı – Öğretim üyelerince iptal davası süreci
boyunca Taşkışla’da otel inşaatı iskeleleri – Eğitim
sürerken inşaat tacizleri.
Tasarım ve Şehir Yenileme bilim dallarında
3 kürsü, Tarihî Çevre grubu olarak Mimarlık Tarihî ve Restorasyon bilim dalında 1
kürsü, Statik ve Betonarme bilim dalında 1
kürsü olmak üzere toplam 13 kürsü.
• 1980 dönemine kadar bu bilim dallarında lisans ve lisansüstü programlar geliştiriliyor ve uygulanıyor, tez ve araştırma
çalışmaları birikimi sağlanıyor, bu alanlarda akademik kadrolar yetişiyor, bilimsel
eserler kazanılıyor.
• Bu arada 1975’te Fakültede ilk Döner Sermaye çalışmaları başlıyor, öğretim
elemanlarının uygulama ve araştırma deneyimlerinin oluşması yönünde yeni bir
kurumlaşma doğuyor.
• 1977’de Fakülte 109 no.lu amfisine
kavuşuyor.
• 1975’te başlayarak 1980’de bitirilmek
üzere İTÜ Ayazağa Kampüsü projelendirme çalışmaları tamamlanıyor. Bu projelere
dayanılarak uygulamalara başlanmadan
önce, 1973-74 öğretim yılında Ayazağa
Kampüsü Yerleşme Düzeni kapsamında
yönetimim altında 5 farklı çözüm araştırdığımız öğrenci çalışmalarını sergiliyor
ve yayımlıyoruz. Bu uyarıcı çalışmalar hiç
dikkate alınmıyor ve türlü sakıncalarına
değinilen kare iç avlulu şema aynen uygulanıyor.
Kare avlulu şemaya göre Kampüsün
yaklaşık 1/3’ü uygulanarak hatalar gözle görülür hale geldiğinde, 1986’da ikinci
bir inceleme yaparak Fakülte’de ve ayrıca
Rektörlükte tüm ilgililere birer sunuş veriyorum. Haklı görülmeme rağmen uygulamalara aynen devam ediliyor.
Bir süre sonra sakıncaları anlatılmaya çalışılmış bu şema sürdürülemiyor ve
terkediliyor. İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde
bugün, kare avlulu şemaya göre uygulanmış kısımlar dışında arta kalan alanlarda,
sonraki dönemlerde noktasal yapılaşmalar
halinde oluşmuş iki farklı yerleşim biçiminin bir düzensizlik, karmaşa ve sorunlar
yumağı halinde yan yana gelişi önlenememiş bulunuyor.
• 1973-1980 arası dönemde de, ne yazık ki kurulu düzende beklenen reformlar
yerine getirilmemiş, huzur sağlanamamış
olduğundan öğrenci olayları gene durulmuyor, eğitim büyük ölçüde aksıyor, yarıyıllar yitiriliyor, terör olayları tırmanıyor, can
güvenliği kalmıyor. Sonunda, bu olumsuz
gidişe son verme gerekçesiyle, 12 Eylül
1980’de askeri darbe yapılıyor. Ardından,
Üniversitelere de çekidüzen vermek, onla-
rı da denetim altına almak üzere 1981’de
2547 sayılı Y.Ö. Kanunu çıkarılıyor ve YÖK
kuruluyor. YÖK 1982 Anayasası kapsamına da alınıyor.
Bu kanun ile mevcut kürsüler kapatılıyor, bazı Fakülteler birleştiriliyor. Bu
kapsamda, İTÜ Mimarlık Fakültesi ile İTÜ
Maçka MMF Mimarlık Bölümü İTÜ Mimarlık
bünyesinde birleştiriliyor. Rektörlük ve Dekanlıklarda, üniversite elemanlarının seçtikleri adaylar arasından YÖK sıralamasını
izleyen atanma sistemi geliyor. Asistanlık
yerine Araştırma Görevliliği esas alınıyor.
• YÖK, 1982-83 döneminden itibaren,
aynen uygulanmak üzere, hazırlattığı tip
öğretim programları dayatıyor. Bu koşullar altında Fakültemizce, YÖK’ün dayattığı
eğitim programına karşı çıkılarak bu program reddediliyor. Birleştirilen her iki Fakültenin mevcut programlarını tek bir ortak
eğitim – intibak programında birleştiren,
aynı zamanda mimarlık eğitiminde reform
özlemlerine de yanıt verici bir atılım gerçekleştiriliyor. YÖK, diğer kurumlardan da
gelen tepkiler üzerine dayatmalarından
resmen vazgeçmek zorunda kalıyor.
Bu suretle, 1973 eğitim reformundan
sonra Fakültemizde 1982’de de, ikinci bir
eğitim reformu gerçekleştiriliyor ve başarıyla uygulanıyor.
• 1986-1989 arasında, Taşkışla binamızın otele dönüştürülme olayı yaşanıyor.
Buna karşı çıkıldığında Fakültemiz tamamen yapayalnızdır. Buna rağmen benimle
birlikte direnen bir grup öğretim üyesi dava
açıyoruz, ve dava kazanılarak Taşkışla’nın
otele dönüştürülme girişimi engellenebiliyor ve sonunda Taşkışla İTÜ’de kalabiliyor.
• Ardından İTÜ’nün Maçka binalarına
da el konulmak istendiğinde, tüm İTÜ ayağa kalkıyor, birleşiyor. Bizler bu binalar için
de İTÜ’nün haklarını korumak için çaba
veriyoruz. İTÜ Rektörlüğü ancak 1992’de
aldığı Senato kararıyla “çok kampüslülüğü” ve kent içi yapılaşmayı kabul ediyor ve
Mimarlık Fakültemizin Taşkışla’da yerleşik
kalmasını onaylıyor.
Fakültemizde kent planlama,
kentsel dönüşüm, kent yenileme,
çevre koruma, trafikten arındırılmış
yaya bölgeleri, Taksim gibi büyük
kent odaklarında meydan ve çevre
düzenleme benzeri konularda
incelemeler yapılmalı, çözümler
üretilebilmelidir.
1986-89. DAVA SÜRECİNE DESTEK ÇABALAR:
Taşkışla’yı sahiplenen Fakültemiz öğrencileri.
Öğrencilerimizin orta avluda sahneledikleri
tepkisel oyun.
Öğrencilerinin sahneledikleri tepkisel oyunu
izleyenler arasında ön planda Hocaları.
1989. İptal davasının kazanılması ve kesinleşmesi.
1990. Kurulan TEK Derneğince sağlanan zorunlu
onarımlar ardından bugünlere ulaştıran çabalar.
itü vakfı dergisi 41
EĞİTİM DOSYASI
• Bu yaşananlar dikkate alınarak, Taşkışla’nın korunması ve yaşatılmasında
sürekli rol üstlenebilecek bağımsız bir ek
kurumlaşma olarak, 1990 yılında Taşkışla
Eğitim ve Kültür Derneği kuruluyor.
• 1982-1983 Eğitim Reformu’nun ve
buna bağlı akademik örgütlenmenin uygulanmaya başlayışından sonraki yıllarda;
1983’te Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, 1993’te Endüstri Ürünleri Tasarımı
Bölümü, 2002’te Peyzaj Mimarlığı ve İç Mimarlık Bölümleri açılıyor.
• Bu gelişmelere karşın, İTÜ genelinde ve Fakültemizde, kanunun açıkça öngördüğü akademik örgütlenme modelinin/
sisteminin tamamlayıcısı ve belirleyicisi
niteliğinde bir zorunluluk olan, Anabilim
Dallarına bağlı Bilim Dalları, nedense bir
türlü kurulmuyor ve bunda ısrar ediliyor.
Bunun sonucu olarak bilimsel üretim, kişisel tercihler yönünde kotarılan Doçentlik ve Profesörlük tezleri ile araştırmalara
bağlı kalıyor. Bu nedenle zorunlu alanlarda
derinleşmeler sağlanamıyor, boşluklar oluşuyor. Bu alanlarda, öykünülen ABD sistemindeki gibi gerektiğinde yerli-yabancı
otoriteleri istihdam edebilmek üzere yeterli
malî olanaklardan yoksunluğumuz unutuluyor. Dolayısıyla, kıta Avrupası’nda yaygın
ve ülkemizin koşullarına daha uygun olan
kendi akademisyenlerini kendi bünyesinde yetiştirebilme önceliği bir sorun olarak
boşlukta kalıyor.
• Y.Ö. Kanunun dayattığı yönetim ve karar alma düzeninin, uygulamada bir takım
sıkıntıların yaşanmasına neden olduğu da
görülüyor. Örneğin, Bölümlerin ve alt birim
temsilcilerinin katılımıyla oluşan üst kurullarda her zaman uzlaşı sağlanamıyor, atılımlar
aksayabiliyor veya huzursuzluklar giderilemiyor. Yönetim düzeninde yaşanan diyalogsuzluk ve kopuklukları giderecek daha
tutarlı, katılımcı bir düzen sağlanıncaya kadar, örneğin sorunlu konuların / çözümlerin,
geniş katılımlı çalışma gruplarında ortaklaşa
etraflıca incelenerek uzlaşı tabanında olgunlaştırılması, ondan sonra karar kurullarına
sunulması benzeri yollara gidilmiyor.
• 1991-1994 yıllarında, Bilgisayar destekli tasarım eğitimi başlayarak gelişiyor,
zorunlu ders haline geliyor.
Bugün ben kişisel bir gözlem olarak,
bilgisayar destekli tasarım programları ortamında ortaya çıkan projelerin giderek bir
kübizm ve rasyonel mimarlık dönemi geometrik biçimlenişlerine, ya da eğrisel yüzeyli yeni bir sanal dünyaya doğru sürük-
42 itü vakfı dergisi
Bugünkü varlığımız ve
kazanımlarımız için nice savaşımlar
verilmiştir. Bu nedenle birey ve
kurumlar, içinde bulunulan durum
ne olursa olsun, en kötü koşullar
altında dahi, bugün ve her zaman,
varlıklarını daima hissettirebilmeli,
özellikle yetkin oldukları alanlarda
söz sahibi olma ve çözüm üretme
çabalarını toplumumuzdan
esirgememeli, suskun kalmamalı,
toplumumuzun bilinçlenmesine
katkıda bulunmalıdırlar.
lendiklerini izliyorum. Üstat Gehry ya da
Zaha Hadid’in her iki doğrultudaki eserlerinde de bu açıkça gözlemlenebiliyor.
Bu konuda, yeni yeni bilgisayar program ve yöntemlerinin araştırılması, bu suretle, insan beyninin sonsuz yaratıcılık etkinliğinin, bilgisayar ortamı kolaylıkları ile
sınırlanmaması, engellenmemesi gerektiği
kanısındayım.
1973’te Fakültemizde kurulan ve
1981’de YÖK tarafından kaldırılan Mimari
Tasarım Yöntemleri ve Bina Programlama
Kürsüleri bu yönde de araştırmalar yapılabilmesi, çözümler üretilebilmesi için de
öngörülmüş olmalıdırlar. Bu kürsülerden
yetişmiş olanlardan, ayrıca sonradan kurulan MimED gibi kurumlardan da bu yönde
de katkı sağlayıcı çabalar beklenmelidir.
• Akademik Yükselme Kriterleri, Uluslararası Akreditasyon sorunu, YÖK’ün varlığı-yokluğu ve özgür Üniversite konuları
üzerinde de tartışmalar, özeleştiriler yapılabilmeli, çözümler önerilebilmelidir.
• Fakültemizin buraya kadar özetlemeye çalıştığım 70 yıllık geçmişinin ardından,
Ülkemizin bugün içinde bulunduğu bunalımlı ortamdan kopuk olarak Fakültemizin
geleceğini düşünebilmek olanaksızlaşıyor.
Böyle bir dönemde, ülke olarak daha
güçlü ve bilinçli konumda olmamız gerekirken, ülkemizde ne yazık ki çağdışı bir
geriye dönüş, bunalım ve baskı ortamı yaşanıyor.
Böyle bir gidiş devam ederse, kurtuluş ve kuruluş savaşımlarımız sonunda
ulaşmış olduğumuz tüm kazanımların yok
olması, zayıflamamız ve tamamen güdülenebilir konuma düşmemiz önlenemeyecektir.
Bugün ülkemizin içinde bulunduğu ortamda, toplumumuz sanki bir “kanıksama”
hastalığına tutulmuştur. Toplumumuzun temel kurumları, üniversitelerimiz dahil, bir
suskunluk içinde, gündeme ard arda sürülen konuları, olayları izleme ve bekleme ile
yetinir bir görünüm veriyorlar.
• Böyle bir olumsuz gidiş karşısında,
tüm kurumlar, üniversitelerimiz ve Fakültemiz dahil, en azından, kendi alanlarında
söz sahibi oldukları konularda kendilerinden beklenen çabaları toplumdan esirgememeli, çözümler üretebilmeli, kamuoyuna yansıtabilmelidirler.
Örneğin, Fakültemizde kent planlama,
kentsel dönüşüm, kent yenileme, çevre koruma, trafikten arındırılmış yaya bölgeleri,
Taksim gibi büyük kent odaklarında meydan ve çevre düzenleme benzeri konularda
incelemeler yapılmalı, çözümler üretilebilmelidir. Bu amaçla süreli çalışma grupları
oluşturulabilmeli, öğrenci projeleri yaptırılabilmeli, sonuçlar sergilenebilmelidir.
Geçmiş yıllarda başarıyla denenmiş
olan, Fakülteye bağlı Şehircilik ve Planlama, Yapı Araştırma, M.Tasarım alanlarında
yan kurumlar niteliğinde Enstitüler yeniden
kurulabilmeli, bu suretle üniversitenin uygulama alanlarına ve topluma karşı görevleri doğrultusunda sürekli ve aydınlatıcı
etkinlikler daha kapsamlı nitelikte sağlanabilmelidir. Bu suretle Fakültemiz, temsil
ettiği ve söz sahibi olduğu konularda alan
hâkimiyetini ve toplum karşısında saygınlığını koruyabilmelidir.
Son Söz
Burada değinilmeye çalışıldığı gibi, Fakültemizin bugünlerine kolay ulaşılmamıştır.
Bugünkü varlığımız ve kazanımlarımız için
nice savaşımlar verilmiştir. Bu nedenle birey ve kurumlar, içinde bulunulan durum
ne olursa olsun, en kötü koşullar altında
dahi, bugün ve her zaman, varlıklarını daima hissettirebilmeli, özellikle yetkin oldukları alanlarda söz sahibi olma ve çözüm
üretme çabalarını toplumumuzdan esirgememeli, suskun kalmamalı, toplumumuzun
bilinçlenmesine katkıda bulunmalıdırlar.
Aksi halde toplum yalnız ve çaresiz kalmaya devam edecek, cehalet ve gerileme
devreye girecek ve herşeye egemen olacaktır. Bu nedenle, ancak toplumsal bilinçleşme oluştuğu oranda herşeyin doğru
yörüngesine oturmaya başlayabileceği
unutulmamalıdır.
Mensubu olduğumuz bu yüce Kurumun, tüm güçlükleri yenerek daha nice
yılları aşmasını yürekten diliyorum.
Bir dikdörtgenin uzun kenarının kısa kenarına oranını ifade eden Altın Kural'ın sayısal
gösterimi.
Kanımızca matematiğin en yalın, en güzel ve en
önemli denklemlerinden biri de bu denklemdir. Sayıların inşasında temel olan 0 ve 1 gibi
sayılar ile trigonometrik ögeleri de içermektedir.
xn + yn = zn
Fermat denklemi.
Türkiye’de Matematik
Eğitimindeki Genel
Düzey Düşüklüğü
Prof.Dr. Ahmet Fahri ÖZOK
İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü
Bir başka bilim alanındaki
temel kavramlardan (Örneğin
fizik, kimya, ekonomi, psikoloji,
yöneylem araştırması,
üretim planlama ve kontrol
vb. gibi) daha zor bir yapıya
sahip olmayan matematik,
kullanılabilecek tüm matematik
ilkelerinin aynı anda bilinmesini
ve çözülecek problemlerde
kullanılmasını gerektirir. Bu
ise hem iyi bir hafızayı hem de
bilinen bilgilerden yararlanılarak
yaratıcı yeni sentezler
yapabilmeyi gerektirir.
B
aşlığa uygun ayrıntılara girmeden
önce matematiğin bazı temel niteliklerine değinmek uygun olacaktır.
Matematiğin uygarlık tarihi içindeki yeri ve
her ülkenin temel kültüründeki önemi bütün
bilim insanlarınca ve iyi eğitilmiş herkes için
bilinen bir gerçekliktir.
17. yüzyılın başında Francis Bacon ve
René Descartes modern bilimin doğuşu
hakkındaki düşüncelerini ifade ederken
matematiğin çok önemli bir rol oynayacağını ifade etmişlerdi. Bilindiği gibi bilimsel düşüncenin gelişimi de matematiğin yardımı
olmadan düşünülemez.
Bilgimiz sınırları içinde tüm evrende
insan beyninden daha karmaşık ve daha
mükemmel bir yapı yoktur. Matematik ise insan beyninin mantık ve sezgi yoluyla ortaya
koyduğu en önemli eseridir. Son onyıllardaki
büyük bilimsel gelişmelere rağmen beynin
sırrı birçok fonksiyonu için henüz çözülebilmiş değildir. Zaten çözülebilmiş olsaydı
beynimiz umulandan daha az karmaşık bir
yapı göstermiş olacaktı. Matematik insan
Eski uygarlıklarca da bilinen ve özel bir
hikayesi olan Pi sayısı.
beyninin en üst düzeyde kendi kendisiyle
hesaplaşması, sorulan sorulara mantık kuralları içinde yine kendi kendine cevap aramasıdır. Örneğin bir matematik problemi çözerken hiçbir etki altında kalmadan ve hiçbir
dış yardım almadan ve sadece kendi kendimizle başbaşa olduğumuzda matematiğin
aksiyom, postüla, kuram ve teoremlerinden
yararlanarak sonuca ulaşmaya çalışırız. Bu
haliyle matematik kendi kendimizi sorgulamamızı, daha önce doğru veya yanlış adımlar atıp atmadığımızı ve sonuca ne kadar
yakın veya uzak olduğumuzu en sağlıklı bir
şekilde bize gösterir. Matematik bireye düşünmeyi öğretir. Örneğin politikada olduğu
gibi hiçbir demagoji ve yalan matematikte
geçerli değildir. Matematik aracılığıyla bilimsel düşüncenin kurallarını içselleştirmiş olan
bir kimse ise yalan ve demagojiyi kolaylıkla
gerçeklerden ayırdeder.
Uçağı, asma köprüleri, bir kuyruklu yıldıza inebilen uzay araçlarını, tüm dünyadaki
hazır bilgileri bize sunabilen cep telefonlarını ve günlük yaşantımızı kolaylaştıran ve
itü vakfı dergisi 43
EĞİTİM DOSYASI
yaşam kalitemizi artıran tüm araç ve gereci
diğer bilim alanlarındaki (malzeme, makina,
elektronik vb.) gelişmelerle birlikte fakat onlardan çok daha önemli olarak bir üst disiplin ve tüm bilimlerdeki ortak dil ve araç olan
matematiğe borçluyuz. Bir uzay aracını 10
yıldan fazla uzayda dolaştırabilmek, hızını
ayarlayabilmek ve yörüngesini hesaplayabilmek ancak matematik sayesinde mümkün olabilmiştir. Hemen tüm mühendislik
problemlerinde doğru karar vermenin yolu
ancak matematiksel işlemler sonucu elde
edilen bilimsel düşünceden geçer. Bilmeliyiz ki yeni ve yaratıcı teknoloji üretebilen
her ülkede matematik eğitiminin düzeyi de
yüksektir. Bugün Türkiye'de katma değeri
yüksek teknolojik ürünleri yeterince üretemiyorsak bunda başta matematik olmak üzere
temel bilimlere yeterince önem vermeyişimizin önemli bir rolü vardır.
Bir başka bilim alanındaki temel kavramlardan (Örneğin fizik, kimya, ekonomi,
hukuk, psikoloji, yöneylem araştırması, üretim planlama ve kontrol vb. gibi) daha zor
bir yapıya sahip olmayan matematik, kullanılabilecek tüm matematik ilkelerinin aynı
anda bilinmesini ve çözülecek problemlerde kullanılmasını gerektirir. Bu ise hem iyi bir
hafızayı hem de bilinen bilgilerden yararlanılarak yaratıcı yeni sentezler yapabilmeyi
gerektirir.
Sosyal antropolojinin tarihine baktığımızda kültürü uygarlığın bir alt bölümü olarak
ele alırsak, tarih boyunca matematiği kültürlerinde içselleştirmiş olan ulusların ölümsüz
eserler bıraktığını, devasa yapıların binlerce yıldır ancak matematik sayesinde ayakta kaldığını görebiliriz. Bir başka deyişle
matematikle içi içe olan topluluklar yaşam
biçimi ve entelektüel faaliyetler açısından
daima diğer toplumlardan ileri bir uygarlığa
sahip olmuşlardır.
Birçok bilimsel ve kültürel konunun
matematikle içi içe olduğunu düşünürsek,
insanların soyutlama yeteneği ölçüsünde
matematiksel kuramları ortaya koyduklarını
gösterebiliriz. Zira matematik temel karakteri itibariyle bir soyutlamadır. Bilimin her
alanda gelişmesi, -sosyal bilimler de dahil olmak üzere- ve ileriye dönük tahminler
yapılabilmesi ancak matematik sayesinde
mümkün olabilmiştir.
Matematik insanlığın yaratığı en basit
sistematik disiplin olarak gerçeğin çok sınırlı
bir bölümünde yoğunlaşmış olmakla birlikte, sağduyumuzla ulaşamayacağımız sonraki aşamalara ışık tutmaktadır. Üç insan
44 itü vakfı dergisi
Spiraldeki geometri ve estetik.
ve üç elmanın ortak özelliği olan üç sayısı
nesnelerin niteliğinden tamamen bağımsız
olarak elemanter bir özelliktir ve bir soyutlamadır. Beynimizin soyutlama yeteneğine
göre biz matematik kavramlar sayesinde
(Örneğin sanal sayılarla yapılan işlemlerde
olduğu gibi) bazen sanaldan gerçeğe dönüşen sonuçlar da elde edebilmekteyiz.
Matematiğin temel kavramları çok elemanter olmalarına rağmen bu gerçek matematiğin çok kolay ve basit olduğu anlamına
da gelmez. Örneğin daha önce de belirtildiği gibi “sayı nedir?” diye soyut bir soru
sorulduğunda, cevabının çok kolay olmadığını hepimiz biliriz.
Matematik özel simgeleri aracığıyla, somut olguları bile soyut terimlerle dile getirerek genel yargılara varabilme gücünü verir.
Matematik ve matematikçinin ne olduğu
konusunda eski uygarlıklardan günümüze
değin birçok tartışma süregelmiştir. O aynı
zamanda her bilimin temelinde yatan bilimsel bir düşünce olma yanında bilim ve sanat
açısından da çok yönlü bir ilişkiye sahiptir.
Günlük yaşantımızda gereksinim duyduğumuz birçok maddi soruna çözüm bulması
yanında, matematik daha önce de belirtildiği gibi hiçbir maddi sonuca ulaşmayan
entelektüel bir yaratma çabasına da hizmet
eder. Örneğin matematiksel parametreler
arasında bir ilişkiyi ortaya koyma ve bunu
teorem olarak ispatlamaya çalışma çabası
buna örnek olarak verilebilir. Bir problemin
çözümünde ilk aşamada problemi anlama,
yaratıcı düşünce ile sezgi ve imge gücü gerekirken ikinci aşamada belli kural ve yöntemler ışığında mantıksal bir süreçle ulaşılan önermelerin kesin ve açık bir şekilde
ortaya konması gerekir. Bunun ise tartışmasız tek yolu matematiktir. Mantıksal doğruluğun temel niteliği ise analitik olmasındandır.
Bir bilimsel temel olarak ifade etmek gerekirse, çok sayıda parametrenin karmaşık
ilişkilerini matematiksel olarak ifade etmek
istesek bunu kişisel sezgi yoluyla değil adım
adım mantıksal bir süreçle elde etmemiz
gerekir. Doğal bilimlerde olduğu gibi matematiksel sonuçlar da nesnel doğruların
tartışma götürmez gücüne sahiptir. Sosyal
bilimlerde olduğu gibi farklı bakış açısına
göre şöyle veya böyle olabilen yorumlar
matematikte söz konusu değildir.
İnsanların ortak anlayış ve bilinci matematikteki önermelerin anlamlarını kavramamıza ve ortak bilincimizin gelişmesine yardımcı eder. Felsefe, sanat, tarih ve edebiyat
gibi insan bilimleri, matematik esaslara dayanan bir bilimsel bakış açısıyla ele alınmadığı sürece mantıklı dayanaklardan yoksun
çelişkiler yumağı olmanın ötesine gidemez.
İnsanlığın tarih boyunca yarattığı eserlerin
en güvenilir ve sağlam ürünü olan matematik, yine insanoğlunun eseri olan kültür
kavramının çok önemli bir ögesi olarak eski
çağlardan günümüze değin gelişerek varlığını sürdürmüştür.
Eski çağlarda matematik bilmek ve onun
dayandığı aksiyom ve postülalar konusunda
soyut olarak tartışabilmek, bunu yapabilen
toplumları diğer toplumlardan daha üstün
kılmıştır. Zamanımızda matematiğin çeşitli
alanlarında bir yılda yüksek lisans, doktora gibi tez konuları ile makalelerde yaklaşık ikiyüz bin teoremin ispatlandığı ifade
edilmektedir. Bu disiplinin bütün alanlarında söz sahibi olup önermelerin doğruluk
ve yanlışlığı üzerinde fikir sahibi olabilmek
sözkonusu değildir. Seçilen uzmanlık alanına göre derinleşmek mümkün olduğundan
her matematik öğreticisinin temel olarak ancak matematiğin tarihsel gelişimi ve temel
felsefesini bilmesi ve bunu öğrencilerine
aktarabilmesi oranında matematiğin öğretim düzeyinde bir yükselmenin söz konusu
olabileceğini söylemek mümkündür. Doğa
olaylarını açıklarken onun yasaları ile matematik arasındaki hayret verici uyum örnek olarak verilebilir. Deneyimlerimizden
bağımsız olarak ileri doğru matematiğin
türetilmesi, akıl ile matematiğin bir başka
değişle mantık ile matematiğin kabul edilebilir uyumunda ortaya koyar. Doğa insan
etkileşiminden kaynaklanan ilkel matematiksel kavramlar giderek gözlenmesi mümkün olmayan ileri sonuçlarından yararlanma
olanağı doğmuştur.
Matematik, mantıksal yapısının dışında
iç yapısı şiirsel güzelliği ve kapsamlı felsefesi yeterince anlaşılmadığı sürece sadece
sayılar ve semboller yığını olmaktan öte gidemez. Onun olağanüstü güzelliği
ve yalınlığı ona tüm bilimlerin üstünde her zaman ışıklara donanmış
ve insana heyecan veren âdete gizemli bir yücelik kazandırmaktadır.
Seçilen uzmanlık alanına
göre derinleşmek mümkün
olduğundan her matematikçinin
temel olarak ancak matematik,
tarih ve felsefe bilmesi ve bunu
öğrencilerine aktarabilmesi
oranında matematiğin öğretim
düzeyinde bir yükselmenin
söz konusu olabileceğini
söyleriz.
Türkiye'de Matematik Eğitimi
İTÜ Makina Fakültesi'ne 1959 yılında öğrenci olarak girdiğimde bu
Fakültenin öğretim programlarında
matematiğin çok büyük bir ağırlığı vardı. Daha sonraki Asistanlık
yıllarımda da matematiğin güzelliğini, felsefesini ve insan düşüncesindeki yerini giderek daha çok
kavramaya başladım. Matematik
sadece işlem yapmaktan ve bazı
kavramları öğrenmekten daha
farklı ve derin birşeydi benim için.
Bunun üzerine asistanlığım sırasında üniversite giriş sınavlarına girip
Eski uygarlıklarda matematiksel söyleşi.
İstanbul Üniversitesi Teorik Matematik Bölümü'nü bitirdim. Doğrusunu söylemek gerekirse, anladıkça ve
çözebilmesi mümkün değildir. Örneğin, orta
onun iç güzelliğini keşfettikçe matematik-dil,
öğretimde basit problemleri çözerken dahi
matematik-şiir, sanat ve bilimde yaratıcılık
o problemlerin ele alabileceğimiz temel
gibi konulara daha büyük bir heyecanla ilgi
noktalarını ve uygulayabileceğimiz adımladuymaya başladım. Tarihsel gelişim içinde
rını hem kuramsal hem de uygulamalı olamatematiğin derinliklerini keşfedip ve onu
rak; yani problemleri farklı yollarla çözerek
her gün yeni bir heyecanla inceledikçe, mave bunlar üzerinde öğrencilerin yorum yaptematik eğitiminin öğrencilere nasıl verilmemasını sağlayarak konuları işlemek gerekir.
Yapılan incelemeler ve elde edilen sınav
si gerektiği konusunda daha çok düşünme
sonuçları göstermektedir ki ülkemizde ilk,
gereğini duydum. İTÜ Endüstri Mühendisliorta ve yüksek öğretimde genel bir eğitim
ği Bölümü'nde 1989 yılından 2008 yılına kadüzeyi düşüklüğü yanında, özellikle matedar bulanık mantık ve modelleme derslerini
verdim. 1982 yılından itibaren de yine aynı
matik eğitiminde farkedilir bir düzey düşükbölümde 33 yıldır Mühendislik Matematilüğü söz konusudur. Bu düzey düşüklüğüği dersini vermekteyim. Son zamanlarda
nün temel nedenlerinden bazıları aşağıdaki
özellikle gözlemlediğim olgu öğrencilerde
başlıklarda özetlenebilir:
matematik bilgisi düzeyinin büyük ölçüde
1- İlk ve orta öğretimde her milli eğitim
düştüğüdür.
bakanına göre değişen eğitim programları
En alt düzeyden başlayarak matematik
dolayısıyla yerleşmiş bir matematik öğretim
eğitimi, onun tarihsel ve felsefi temelleri göz
sisteminin olmaması,
önüne alınarak yürütülmelidir. Sadece ezbe2- Üniversite sınavlarının sadece dersre dayanan, belli soruların çözümlerinin anhanelerde hazırlanılan ve test- sınav sistelamadan ezberlemeye çalışmış öğrencilerin
mine göre düzenlenmiş olması,
temel bilgilerine dayanarak yeni problemler
3- Öğrencilerin dijital ortamda çok sa-
yıda uğraşları dolayısıyla, analitik düşünce
sistemine yeterince zaman ayırmamaları,
4- Üniversitelerimizde havuz sistemi
dolayısıyla çok farklı niteliklere sahip öğrencilerin aynı derste bir arada bulunmaları
ve sadece diğerlerinden daha yüksek not
almış olanların AA veya BA ile geçme olanağının doğmuş olması,
5- Öğrencilere matematikte yoğunlaşmalarını sağlayacak temel problemlerin öğrenimleri sırasında gösterilememiş
olması,
6- Ülkemizdeki genel yaklaşım ve hakim olan değer yargıları
sisteminin giderek din odaklı hale
gelmesi,
7- Bu konuda ayrılan kaynakların düzenlenmesi ve harcanması
konusunda uzmanlardan yararlanılacak yerde, politik nedenlerle genel halk eğilimine göre ayarlanmış
programlarla hareket edilmesi.
Ne Yapmalı?
Türkiye matematik eğitimin gelişmesi için yukarıdaki yedi maddede sıralanan aksaklıkları birbirleri
ile ilişkisi açısından ve bir sistem
yaklaşımı ile incelemek gerekir.
Bunun için aşağıdaki konuları tartışmaya açmak uygun olur düşüncesindeyim.
1- Öncelikle Türkiye’deki matematik eğitiminde bir sorun olduğu konusu politik irade dahil (Hükümet, Milli Eğitim
Bakanlığı, YÖK) tüm taraflarca ( üniversite
yönetimleri, matematik öğretim üyeleri ve nihayet öğrenciler) tarafından kabul edilmeli.
2- Bu konuda ısrarlı bir çaba gösterilmeli;
yurt içinde gençleri bilimsel düşüncenin en
önemli temeli olan matematiğe yöneltmek
için yarışmalar, kongreler düzenlenmeli.
3- Matematik bütün kavramların sürekli bir şekilde zihinde tutulmasını gerektirir.
Sosyal bilimlerde birbirine bağlı olgular sözkonusu değilse birbirinden bağımsız olarak
bir önceki konuyu öğrenmeden bir sonraki
konuyu öğrenebilmek mümkün olabilir. Matematikte ise birbirine bağlı bir mantıksal
süreç söz konusudur. İlkokuldan itibaren ilk
temel kavramları iyice öğrenmek, ortaokul
ve lisede de bunu devam ettirerek, üniversite ortamında ezbercilikten uzak bir temel
inşa etmek gerekir.
4- Üniversite girişte test sisteminin uygulanmasında genelde olamayacak şıkların
elimine edilmesine dayandığından analitik
itü vakfı dergisi 45
EĞİTİM DOSYASI
olarak teoremlerden yararlanıp işlem yaparak sonuca ulaşmak mümkün olamamaktadır. Bu halde ise ezbere dayanan
bir matematik söz konusu olmakta, bu ise
matematiğin temel kavramlarını öğrencilerin
anlayamamasına neden olmaktadır.
5- Üniversite giriş sınavlarına çok sayıda
öğrencinin girmiş olması sonucu, test sınavı
bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Test sorularını hızlıca cevaplandırma zorunluluğu ise derin analitik düşünmeyi engellemektedir. O halde analitik düşünce bugünkü sistemde mümkün gözükmemektedir.
6- Soyut düşünce matematikte en ileri düzeye vardığına göre, bu soyut genelleme yeteneğinin küçük yaştan itibaren nasıl olup da
geliştirilebileceği çok ayrıntılı ve uzun uğraş
gerektiren bir konudur. Bilim ve sanatın çeşitli
alanlarında da soyut düşünce söz konusu olDoğada geometri ve simetrinin uyumu.
makla birlikte, anlamayı gerektiren matematik, kişiye bağlı olmaktan ziyade her bireyin
nin sırlarını keşfetmek ve buradan hareketle
kendi mantıksal sorumluluğu içindedir.
evrenin tasarımında matematiğin ön planda
olması gerektiği sonucuna götürmüştür. Ha7. Genel olarak "Bilimsel Düşünce'ye"
saygı ve Disiplin tüm toplum bireylerinde
taların azaltılması, çıkartılacak sonuçların
içselleştirilmiş olmalı ve bunun için kitle iledoğruluğu, yerine göre kullanılacak matetişim araçları dahil tüm devlet olanakları sematiksel yöntemlerle mümkün olabilir. Onu
bir korkulacak konu olmaktan çıkartıp zevk
ferber edilmeli.
alınacak hale getirmenin yegâne yolu da taBu konuda insanları rahatlatan ve dogmalara dayanan inançla, bilimsel düşünrihsel gelişimi ve felsefesiyle belki derslerde
sık sık tekrarlayarak öğrencilere aktarmakce arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekir.
Sorgulamadan inanmaya dayanan doğma,
tan geçer.
mantıksal süreçleri izlemeden kesin olarak
Bugün üniversite öğrencilerinin çoğuinanmamayı gerektiren bilim arasındaki çena matematik derslerin nasıl işlendiğini
sorsanız, belki çoğuluğu derslerde ispat
lişkiyi bilinçle öğrenmek gerekir. Çalışmak,
yönteminin genellikle kullanılmadığını
öğrenmek, uğraş vermek, düşünsöyleyeceklerdir. Bu ise matemamek, tam herşeyin üstesinden
geldim, öğrendim, anladım
tiğin en büyük özelliği olan
derken birden bire yanılgının
zihnin kendi kendisiyle heboşluğuna düşmek matesaplaşması ve analitik bir
düşünce sistemi olarak
matik öğrenmenin kadematematiğin inşası dürindendir.
Her konuda olduğu
şüncesine aykırıdır. İspat
gibi herhangi bir alanda
fikrini benimsemiş birisi
derinleşebilmek önce o alaayrıca mesleki yaşamda
hangi olayla karşılaşırsa
nın temel ilkelerini iyice hazPisagor tableti
karşılaşsın ikna edici delliler
metmeyi gerektirir. Bu iyice
olmadan demagoji ve yahazmetme süreci olmazsa
onun üstüne yeni şeyler inşa edilemez. Malanla gerçeklerin üstünü örtme girişiminde
bulunmaz. Çünkü matematik delil olmadan
tematik bir bilgi deposu olarak sadece öğbir şeye inanmanın mümkün olmadığını
renmeye değil öğrenilecek temel kavramlarbize gösterir. Matematiğin bir başka önemli
la yeni kavramların inşasına yönelebilmeyi
özelliği onun sembolik bir dilinin olmasıdır.
öğretmelidir. Bu ise ezbercilikle kesinlikle
Örneğin bir fonksiyon ifadesi söz ile anlatımümkün olamaz.
Matematiğin evrensel geçerliliği güneş
labilecek birçok kavramı kısaca ifade edeışıkları kadar net ve pırıl pırıldır.
bilme olanağı sağlar. Bu gerçek, matemaMatematiğin entelektüel gücünü muhtetiksel kavramları bilmeyenlerin bazı ifadeleri
anlayamamasına da yol açar.
melen ilk defa keşfeden Yunanlılarda, evre-
46 itü vakfı dergisi
Ulusal düzeyde matematik eğitimimizi yeniden ele almanın önemi Türkiye’de
bilimsel düşüncenin gelişimine de yardım
edecektir. Tıpkı felsefe eğitiminde olduğu
gibi insanların düşünebilmesi ve sorgulayabilmesi ancak sorgulaya bilme ilkelerine
sahip olmalarıyla mümkündür. Burada ise
en temel rol tartışmasız matematiğe aittir. Matematiğin meydan okuyucu, tahrik
edici ve insan düşüncesini yeni dünyalara
yöneltici özellikleri, bu özelliklerin kazanılması halinde başka alanlara yansıyacak ve
böylelikle ülkenin entelektüel sermayesinin
gelişmesine yardım edecektir. Zira, ülkelerin gücü ne toprak büyüklüğü, ne insan sayısının çokluğu ne silah gücü ne de başka
faktörlere bağlıdır. Bu konudaki en önemli
etmen entelektüel sermayedir. İnsan gücünü eğitmenin, onun doğru yolu bulmasının ülkesi için en doğru olanı yapabilmesinin erdemli ve etik ilkeler de gözönüne
alınarak ancak bilim sayesinde mümkün
olduğunu düşünürsek matematiğin önemi
daha da artar. Bu konu ülke çapında ele
alınmalıdır. Zira her gün karşılaştığımız
problemleri çözebilmek ve ülkenin uzun
erimli sorunlarının üstesinden gelebilmek
ancak bu sayede mümkün olabilir.
Kaynaklar
1. Klein, M. (1978) “Mathematics in Western Culture” Oxford University Press.
2. Odifreddi, P. (2004) “The Mathematical Century”, Princeton University Press.
3. Özok, A.F. “Matematik ve Kültür”, ( İTÜ 199091 Akademik Yılı Açılış Dersi), İTÜ Vakfı Dergisi,
1990-3, s. 17-23.
Matematikçiler, Fizikçiler,
Mühendisler için…
Lineer Sınır-Değer
Problemleri ve Özel
Fonksiyonlar
1. Baskı Çıktı
Prof. Dr. Mithat İdemen
İTÜ Vakfı Yayınları
ISBN: 978-605-4778-95-9
439 sayfa, 16.5x23.5 cm
Şubat 2015
YENİ
İTÜ Vakfı Yayınları
Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları
İtuyayinlari.com.tr
Online Sipariş: www.1773itu.com
Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05
[email protected]
Tanıtım Fiyatı: 25 TL
Yazarın İstanbul Teknik Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi
ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde aynı ad altında
vermiş olduğu derslerin notları esas alınarak hazırlanmış
bulunan bu kitap, öğrenciye, özel fonksiyonlar olarak tanınan
fonksiyonların ve çekirdeklerinde bu fonksiyonların yer aldığı
integral dönüşümlerin temel özelliklerini, onların klasik teorik
fiziğin lineer sınır-değer problemleri ile ilişkilerini göz önünde
bulundurarak sunmayı amaçlamaktadır. Değişik dillerde yazılmış
bulunan mevcut kitapların hemen hemen hepsinde birbirinden
ayrı şeylermiş gibi sunulan özel fonksiyonların ve integral
dönüşümlerin hepsi, bu kitapta, dalga denkleminin değişkenleri
ayrılmış çözümleri olarak bir çatı altında toplanmakta ve böylece,
verilmiş bir problemi çözmek için izlenmesi gereken en uygun
yöntemin hangisi olduğu, kendiliğinden, berrak biçimde ortaya
çıkmaktadır. Kitap, bazısı ayrıntılı biçimde çözülmüş, bazısı da
yeter derecede yol gösterilerek ayrıntıları okuyucuya bırakılmış
çok sayıda örnek problem içermektedir. Bu problemlerde verilen
sonuçlar, aynı zamanda araştırmacılar için yararlı referans
niteliğindedirler.
PORTRE
DOĞAN KUBAN
Söyleşi: Pelin Derviş
FOTOĞRAF: CEMAL EMDEN
Yeniye nasıl ve nereden
başlayacağız? Yeni bir
söylemden! Yeni söylem
yaratmak için ona inanmak
gerek. Fakat bu inanç telefonlu
ve otomobilli ortaçağcıların bilgi
ve bilinçlerinin çok uzağında.
Burada nasıl çözüleceğini
bilemediğim bir eksiklik var.
Günde 25 kadının öldürüldüğü
toplum sağlıklı düşünceye
olanak vermiyor. Bu toplumsal
cinnet ortamında mimarlık mı
düşüneceğiz…?
48 itü vakfı dergisi
Matematikte iyi olan öğrenciler, biraz da
gösteriş için, onu seçerlerdi.
Emin Onat, bizim akrabamız olur. Ankara’ya geldikçe bize uğrardı. “Ne yapacaksın, nereye gideceksin?” diye bana
sordu. Yüksek Mühendis Mektebi’ne gideceğimi söyledim. “Aferin” dedi. O da
orada okumuş, sonra İsviçre’de ETH’dan
mezun olmuştu. “Peki ne olacaksın?”
Hiçbir kararım yoktu. Her derste iyi bir
öğrenci olduğum için tarihçi veya asker
olmayı düşündüğüm olmuştu, dış işleriyle, felsefe ve matematikle ilgileniyordum. Fakat bir şey bilmiyordum doğrusu. Mühendis Mektebi’nin şöhreti çekici
Yeni söylem
yaratmak için ona
inanmak gerek
Pelin Derviş: Mimarlık öğrenimi görmeyi neden ve nasıl seçtiniz?
Doğan Kuban: Bu benim seçimim değil. Çalışkan bir öğrenci idim. Anadolu’da büyüdüm. Babam askerdi. İlkokulda üçüncü sınıfı Elazığ’da, dördüncü ve
beşinci sınıfı Eğirdir’de, altıncı sınıfı ise
Denizli’de okudum, köylerde yaşadım.
O zamanları hala bir cennet gibi hayal
ediyorum. Geri kalan yılları Ankara Gazi
Lisesi’nde tamamladım. Liseyi bitirdiğim
zaman üniversite olarak iki kurum vardı.
Biri Yüksek Mühendis Mektebi, diğeri
İstanbul Üniversitesi. Çalışkan ve matematiği iyi bilenler Yüksek Mühendis Mektebi’ne giderdi. Sınavla girilen tek yüksek
okul oydu. O dönemde gerçekten iyi lise
sayısı 20’yi geçmiyordu. İyi bir fen öğrencisi olarak liseyi bitirince Yüksek Mühendis Mektebi’ne girmeye karar verdim.
idi. “Gemi İnşaat Mühendisi olacağım”
dedim. “O da nereden çıktı, Türkiye’de
gemi mi yapılıyor?" dedi. O sırada Yüksek
Mühendis Mektebi’nde gemi inşaat mühendisliği falan yoktu. “Peki ne olayım?”
dedim. “Mimar ol” dedi. “Peki” dedim.
Sınavı kazandım. O zaman Mimarlık
Fakültesi de yoktu. Mimarlar, İnşaat Fakültesi içindeki küçük bir gruptu. Bütün
öğrenciler üç yıl birlikte matematik, fizik,
kimya, malzeme, mühendislik dersleri
okur, sonra üç yıl ihtisas yaparlardı. Okuldan Yüksek Mühendis olarak mezun olunurdu.
Girdiğimiz yıl (1943) İnşaat Fakültesi’nde mimar olmak isteyen sekiz kişiydik! Bir Avustralyalı teknik resim hocamız
vardı. O zaman projeksiyon falan yoktu.
Kitaplardan kestiği resimlerle hazırladığı
levhaları duvarlara asmıştı. Bize eski ya-
pıları, resimleri ve heykelleri göstererek
sanata duyarlılığımızı artırmaya çalışırdı.
İkinci sene Yüksek Mühendis Mektebi, Teknik Üniversite’ye dönüştü. Mimarlık
Fakültesi kuruldu (1944). Yüksek Mühendis Mektebi’nden kalan eski öğrenciler
ve o yıl alınan yeni öğrencilerle herhalde
toplam öğrenci sayısı 100 kişiyi geçmeyen bir fakülteydi. En kalabalığı birici sınıftı, eski-yeni toplamı 32 kişi idi. Gümüşsuyu’ndaki binanın üst katındaydık. Bir
tarafta hocalar, öbür tarafta dershaneler.
Üçü Alman olmak üzere toplam altı profesör vardı. Burası bir ev, biz bir aile idik.
Alman hocalarla dil konusu
nasıl aşılıyordu derslerde?
Almanca bilen asistanlar vardı,
onlar çevirirlerdi. Clemens Holzmeister’i Celile Hanım diye bir
doçent vardı, o çevirirdi. Paul
Bonatz’ı başka biri, Gustav Oelsner’i galiba Kemal Ahmet Arû çeviriyordu. Emin Onat’ın iki doçenti
vardı. Orhan Safa ve Kemal Ahmet
Arû GSA’dan gelmişlerdi. Asistan
olunca Profesör Paolo Verzone’nin
Fransızca verdiği dersleri de ben
çevirdim.
Verzone, Türkiye’ye mimarlık
tarihi ve restorasyon dersini, üniversite düzeyinde getiren kişidir.
Biz mimarlık tarihini üniversitede
doğru dürüst okumadık. Restorasyon da görmedik. O zaman her
şey yeni başlıyordu. Hocalar akademisyen değil profesyonel mimarlardı. Fakat genelde İstanbullu uygar
aile çocukları idi. Dil biliyorlardı. Cumhuriyetin ilk kuşakları, en aydın kişilerdi.
Çağdaş dünyada üniversite öğretiminin
ne olduğunu biliyorlardı. Onat İsviçre’de
okumuş, çok zeki ve yetenekli bir adamdı. O küçük grup pek çoğu Anadolu’dan
gelen öğrencilere çağdaş dünyayı öğretti. Ve onların arasından Fakülte’nin geleceğini ellerine teslim edecekleri insanların yetişmesi için büyük bir özveri ile
çalıştılar.
İTÜ’nün bugünkü mimarlık eğitimini
sizin döneminizdeki eğitime kıyasla
biraz daha değerlendirebilir misiniz?
İlk fark sayısal. 32 kişilik bir sınıf. 1993’te
emekli olduğum zaman, Mimarlık Fakültesi (profesörü, doçenti ve talebeleriyle
birlikte) 1000 kişi değildi. Şimdi Fakülte
itü vakfı dergisi 49
PORTRE
3500 kişiymiş. Bunun yeterli bir eğitim
yoğunluğu yaratacağına inanmıyorum. O
dönemde iki tane 16’şar kişilik sınıf vardı. Bonatz yahut Holzmeister gelir, her
öğrencinin başına oturur, eleştirirlerdi.
Şimdi öğrenci başına 5 dakika bile olduğunu sanmıyorum. Mimarlık Fakültesi’ne
girenler gerçekten seçme zekalardı. Dünya görgüleri, çevre deneyimleri ve duyarlıkları ise kuşkusuz çok sınırlı idi.
Biraz da Türkiye’deki koruma
ortamından konuşalım mı?
ICOMOS’un (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) Türkiye’de kuruluşu, Verzone’nin doçenti ve İtalyanların biraz tanıdıkları biri olduğum için benden istendi.
1965’te yeni profesör olmuştum. Ve Verzone’den sonra Restorasyon derslerini
de ben veriyordum. ICOMOS hükümetler
dışı bir statüde kuruldu. 1951 yılında kurulan Anıtlar Yüksek Kurulu’nda çok efendi
insanlar vardı. Tarihçi, arkeolog, müzeci,
aydın ve korumanın
toplumsal ve kültürel
öneminden
haberli insanlar.
Avrupa’ya gitmiş,
bir- iki yıl restorasyon öğrenimi
görmüş sadece Ali
Saim Bey vardı (Ali
Saim Ülgen). Şimdi
üniversitede restorasyon uzmanı olduktan sonra “Ben
uzmanım” diyenlerden duyarlık, kültür
ve sorumluluk açısından çok daha ileriydiler. Kurulda üç-dört mimar vardı. Diğer
üyeler “Siz tartışın, yanıtları sergileyin, biz
oylayalım” derlerdi. Başka bir dünyaydı.
Bitti o dünya! Herkes ‘uzman’ oldu, daha
doğrusu hiçbir şey olmadı.
Bugün Türkiye’de dehşet verici bir
restorasyon etkinliği var. Koruma ölçütleriyle, tümü saldırı ve cinayet. İyi niyetli!
Hele ayrıntıya girince, insanın tüyleri diken diken oluyor: Mozaikler, ortaçağ taş
yontuları, mukarnas onarımları, boyalı
bezemeler. Yakında tarihi mirasa bir cenaze duası okuruz. Bilgi, sevgi, ehliyet,
yetenek. Bunları ithal edemeyiz. Şimdiki
uzmanların içinde de duyarlı olan, sorumluluk hissedenler var kuşkusuz. Ama
kime dinletecekler? Kaldı ki seçen cahil
ve bilinçsiz olunca seçilenler uzman ol-
50 itü vakfı dergisi
Bugün Türkiye'de dehşet verici
bir restorasyon etkinliği var.
Koruma ölçütleriyle, tümü
saldırı ve cinayet. Hele ayrıntıya
girince, insanın tüyleri diken
diken oluyor.
muyor. Anıtlar Kurulu’nun en büyük kavgası resmi makamlara karşı olmuştur.
Peki, biraz da güncel mimarlığa
gelelim isterseniz. Gene belki sizin
mimar olarak mezun olduğunuz
ya da okuduğunuz yıllarla
kıyaslayabilirsiniz.
Sayısız kıyaslama ölçütü olabilir. 1945
sonrası. Biz her şeye yeni başlamıştık.
Değişmeye başlayan bir dünyada yaşıyorduk. Holzmeister klasik gelenek içinde yetişmiş bir adamdı ama modernistti.
Bonatz, yetenekli ve iyi bir mimardı ama
Nazilere daha yakın bir ‘Neocu’ydu. Türkiye’de İkinci Ulusal’ı icat eden Bonatz
gibi adamlardır. Sedad Hakkı Bey (Sedad Hakkı Eldem), modernist başladı.
Emin Onat ve Sergi Evi’ni yapan Şevki
Balmumcu da öyle. Hep modern üslupla
başladılar. Fakat sonra Nazi Almanyası
model oldu. Holzmeister Türkiye’ye bir
Nazi üslubu getirmedi. Ernst Egli ve Bruno Taut da getirmediler.
1947’de Holzmeister’a bir apartman
projesi çizdim. Şimdi Divan Oteli’nin olduğu sırada (Eski Surp Agop Mezarlığı) yeni
bir apartman ve büro dizisi başlıyordu. Ben
de o sıralar Wright’tan etkileniyordum. Wright’vari bir tasarım hazırladım. Holzmeister
suluboyayı çok severdi. İyi perspektif çizerdim ama pek boyama marifetim yoktu. İranlı
bir arkadaşım iyi suluboya yapardı. Sabahleyin çizimi ona götürdüm, boyattım. Hocayı aldatmak için değil. Öyle sevdiği için.
Hoca baktı, kendi yaptıklarından da uzak
bir tasarım. “Buna, Bonatz olsa numara
PROF. DR. DOĞAN KUBAN
1926 yılında Paris’te doğdu.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi’nden 1949 yılında mezun
oldu. Aynı üniversitenin Mimarlık Tarihi
kürsüsünde asistan oldu. Tezini Türk
Barok mimarisi üzerine yaptı. 195455’te İtalya’da Rönesans mimarisi
üzerine çalışarak “Osmanlı Mimarisi’nde
İç Mekan Teşekkülü ve Rönesans’la bir
Mukayese” adlı çalışmasıyla doçent
oldu. 1962-63’te Fullbright bursuyla
Amerika’da Michigan Üniversitesi
İslam Sanatı bölümünde misafir
öğretim üyesi olarak bulundu. 196364 yıllarında Harvard Fellow’u olarak
Washington’da Dumbarton Oaks Bizans
Araştırmaları Merkezi’nde Anadolu
Bizans Mimarisi üzerine çalıştı. 1965’te
“Anadolu Türk Mimarisinin Kaynak
ve Sorunları” adlı kitabıyla profesör
oldu. 1967’den sonra Michigan ve
Minnesota üniversitelerinde İslam
Sanatı ve Mimarisi, 1980-81’de
MIT’de misafir Ağa Han profesörü
olarak İslam Mimarisi Tarihi dersleri
verdi. 1965-75 yıllarında Harvard
Üniversitesi’nin sponsorluğunu
üstlendiği İstanbul’daki Kalenderhane
Camisi kazısı ve restorasyonunda
(Prof. L. Striker’le birlikte) direktör
vermez ama ben sana 20 veriyorum!” dedi.
Bonatz taş kaplama duvar tasarlamaya zorlardı. Ona Ankara’da bir Devlet
Kitaplığı projesi yaptım. Önerdiğim vaziyet planı şemasını beğendi. Fakat ilk iki
katı taş kaplama olacak diye tutturdu. On
katlı kitap deposunun ilk iki katında ders
yapılacak, salonlar vesaire olacak ve o
katlar taş kaplanacaktı. Her şeyi doğru
yapmaya çalışıyorum. Taş kaplama için
Osmanlı’yı, Selçuklu’yu inceledim. İki ay
taş duvar çizdim. Sonunda Bonatz “Çok
güzel bir şema ile başladı ama geliştiremedi” dedi. Ben de kızdım, “Siz bana iki
ay taş kaplama çizdirdiniz!” dedim.
Günümüz mimarisine gelelim. Dünyanın her tarafını dolaştım, Amerika’da
yaşadım, yüksek binaların her türünü
gördüm. Ama yüksek binada oturmadım. Kimse ailesiyle, bağlasan oturmaz o
binalarda. Arsa pahalı, çok kat yapmak
ucuza gelir. Ama işletme ve inşaat pahalıdır. Bunu dünyanın başına Amerikalılar
olarak çalıştı. Kalenderhane, Tahtakale
Hamamı, Kazakistan’da Yesevi Türbesi,
Türkmenistan’ın Merv kentinde Sultan
Sancar Türbesi restorasyonlarının
danışmanı olarak çalıştı. İstanbul,
İzmir, Gaziantep, İznik, Kastamonu,
Sivas ve Erzurum kentleri tarihi çevre
koruma rapor ve projelerini yaptı.
1975’te Mimarlık Tarihi ve Restorasyon
Enstitüsü’nü kurdu ve başkanlığını
yürüttü. İTÜ’de Mimarlık Tarihi ve
Restorasyon kürsüleri başkanlığı (195893) ve Mimarlık Fakültesi dekanlığı yaptı
(1974-77). Ağa Han Mimarlık Ödülü
yürütme komitesinde çalıştı (1978-83).
İlkesel açıdan, atom bombası
gibi dünya geleceğini
karartan nesneler olarak
yüksek yapıyı ve
megalopolisi tümüyle
reddediyorum.
bela olarak sardılar. Ama kendileri çoğunlukla az katlı evlerde otururlar.
Bizde ilk yüksek yapı Mimar Enver Tokay’ın 24 katlı Kızılay Emek İşhanı’dır. İstanbul’da o sırada yüksek yapı yoktu. Cephe
tasarımı, yüksek blok tasarımı zordur. Cam
üretimi gelişmemişti. Şimdi binlerce yüksek bina yapılıyor. Bir sürü kopya. Aralarında iyi olanlar da var. Cam üretimi arttı.
İnşaat mekanik. Cephe etüdü gerekmiyor.
Birkaç günde yüzlerce metrekare cam
cephe yapılıyor. Biz cephe etüdü yaparak
bir ömür geçirdik. Bence yapı tasarımı dibe
vurdu. Çok katlı yapılar çirkin. Hele sitele-
1968-83 yılları arasında Gayrimenkul
Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu
üyesi (1981-83’te başkan yardımcısı)
oldu. 1993’te emekliye ayrıldı. Kültür
Bakanlığı, Mimarlar Odası ve Tübitak
Hizmet ödülleri aldı. 1994 yılında
American Institute of Architects’e
yabancı şeref üyesi seçildi. “Sinan’ın
Sanatı ve Selimiye” (1997) adlı kitabı
ile Aydın Doğan ödülü aldı. İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet
Piriştina’ya danışmanlık yaptı. Kent
ve mimarlık üzerine yayımlanmış pek
çok kitabı bulunan Kuban TÜBA şeref
üyesidir.
rin vaziyet planları, akıl almaz bir toprak
spekülasyonu ve kontrolsüzlük nedeniyle,
utanç verici bir fenomen.
Mezun olduğum zaman Türkiye’de 500
mimar vardı. Şimdi 50.000’e yaklaşmış. İyi
ve yetenekli genç mimarlar, hoş tasarımlar
var. İyi kopyalar bile var. Fakat yoğunluk,
plansızlık kentleri yaşanmaz hale getirdi.
Arsa ve kat spekülasyonu olduğu için nefes alınacak ortamlar değil. Dışarıdan alınan enerji ile ucuz da olamaz. Elektrik kesilince yaşam duruyor. Her tarafı cam olan
yapı sağlıksız. Klima pahalı. Büyük kent de
pahalı. Bunların sosyal, psikolojik, ekonomik, hatta teknolojik sorunları yarım yüz
yıl önce tartışılıyordu. İlkesel açıdan, atom
bombası gibi dünya geleceğini karartan
nesneler olarak yüksek yapıyı ve megalopolisi tümüyle reddediyorum.
Kentler, bizim gibi zavallı ülkelerde, ulaşımları, kötü havası, yeşil tahribi ile “Dünyanın sonu geldi!” diyen felaket habercileridir.
Kanımca İstanbul boşalmazsa Türkiye’nin
sonunu politik partilerden önce getirebilir.
Türkiye’de otomobil bir oyuncak.
Planlama
olanağı
bile vermiyor. Bizim
gelişmemiş
toplumumuzda müthiş bir
spekülatif enerji var.
Tarih, estetik, hukuk
kimsenin umurunda
değil. Kent toprağı
‘yağma Hasan’ın böreği’. İstanbul’da park
yok; kaldırım da yok.
Hepsini otomobiller istila etti. Planı dışladılar. Plancı “Bu ağacı kesmeyin” diyor, işinden atıyorlar.
Eski dünya bitti. Bitirenler de büyük
büyük dedeleri gibi yaşamak istiyorlarmış.
Kabe’yi İstanbul’a getirdiler. Tabii otomobilli
olarak! Pastanın üstüne Kuran resmi koyup
yediler. Bunlar toplumsal şizofreni göstergeleri.
Yeniye nasıl ve nereden başlayacağız?
Yeni bir söylemden! Yeni söylem yaratmak
için ona inanmak gerek. Fakat bu inanç
telefonlu ve otomobilli ortaçağcıların bilgi
ve bilinçlerinin çok uzağında. Burada nasıl
çözüleceğini bilemediğim bir eksiklik var.
Günde 25 kadının öldürüldüğü toplum sağlıklı düşünceye olanak vermiyor. Öldürenler
de intihar ediyorlar. Bu toplumsal cinnet ortamında mimarlık mı düşüneceğiz?
itü vakfı dergisi 51
DEPREM DOSYASI
İklim Değişikliği ile İlgili
Afetlerin Kentsel Dönüşüm
İle Ele Alınması
Bülent Yalazı
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri
Genel Müdürlüğü
Yüksek Şehir Plancısı
2011-2020 dönemini
kapsayacak şekilde Temmuz
2011’de yayımlanan Türkiye
Cumhuriyeti İklim Değişikliği
Ulusal Eylem Planı’nda sera
gazı emisyon kontrolünün
uygulanacağı sektörler
itibariyle uygulanacak hedefler
geliştirilmiştir. Bu noktada
altı çizilmesi gereken husus
ise, kentsel dönüşüm belirli
bir yaşam döngüsü içerisinde
takip edilecek bir süreç olarak
ele alındığı takdirde her bir
adımında bu sektörel
hedeflere katkı sağlayabilecek
olmasıdır…
52 itü vakfı dergisi
Giriş
Ü
lkemizin 1950’li yıllardan beri yaşadığı hızlı kentleşmenin bir sonucu
olarak çarpık kentleşen şehirlerimiz,
aynı zamanda halkın satın alma gücünün
düşüklüğünün bir göstergesi olarak yapı
kalitesinin düşüklüğü ile birleştiğinde, başta depremler olmak üzere afetlere karşı dayanıksız bir görünüm arz etmektedir.
Bu sebeple yayımlanan 6306 sayılı Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun ile afetlere karşı riskli yapıların bulunduğu alanların, bu alanların
dışında kalan münferit yapıların da sürece
dâhil edilmesi suretiyle, sağlıklı ve güvenli
yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilenmeleri amaçlanmaktadır.
Bu amaç çerçevesinde, ülkemizi sarsan deprem afetleri sonucunda daha evvel yayımlanan Deprem Yönetmeliği ve
Yapı Denetim Kanunu gibi kazanımların
elde edildiği 1990 yılı öncesinde yapılmış
yapıların en az yarısının güvensiz olduğu
varsayımından hareketle ortaya konan 6,5
milyon konutun 2023 yılına kadar yenilenmesi hedeflenmiştir.
Kentlerimizin afetlere karşı dayanıklı
hale getirilmesi amacıyla güdülen bu hedefin büyüklüğü ele alındığında dönüşümün çevresel etkilerinin de değerlendirilmesi ihtiyacı ortadadır. Ancak, kentlerimizin
mevcut hali ve halkımızın yaşam tarzları ele
alındığında dönüşüm sayesinde kentlerimizin mevcut çevresel etkilerinin azaltılması
fırsatı da bulunmaktadır.
Bu önemli bir fırsattır, zira depremler
kadar iklim değişikliğinden kaynaklı olarak
yaşanacak özellikle kuraklık ve sel baskınları gibi küresel ısınmanın sonuçları da geleceğin şehirlerinde karşı karşıya kalacağımız fiziki ve sosyal afetlerdir. Bu hususta
alınması gereken tedbirler için Bakanlığın
İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planına başvurulması gerekmektedir.
Kentsel Dönüşümün esas ölçeği olan
yerleşmeler boyutunda, ülkemiz İklim
Değişikliği Eylem Planı içerisinde belirtilen sektörler olan Enerji, Binalar, Sanayi,
Ulaştırma, Atık, Tarım, Arazi Kullanımı ve
Ormancılık gibi sektörlerin her birisine etki
edebilecek tedbirler alınması olasıdır.
Kentsel Dönüşüm ve İklim Değişikliği
Ulusal Eylem Planı
2011-2020 dönemini kapsayacak şekilde Temmuz 2011’de yayımlanan Türkiye
Cumhuriyeti İklim Değişikliği Ulusal Eylem
Planı’nda sera gazı emisyon kontrolünün
uygulanacağı sektörler itibariyle uygulanacak hedefler geliştirilmiştir. Bu noktada altı
çizilmesi gereken husus ise, kentsel dönüşüm belirli bir yaşam döngüsü içerisinde
takip edilecek bir süreç olarak ele alındığı takdirde her bir adımında bu sektörel
hedeflere katkı sağlayabilecek olmasıdır.
Özellikle ölçeği itibariyle sadece bir yapı
yenilemesi işi olmayıp şehirlerin belirli kısımlarının yeniden oluşturulması gibi iddialı
bir hedefe hizmet etmekte, böylece yaşam
tarzlarının yeniden ele alınabilmesi potansiyelini taşımaktadır. Buna göre öncelikle
kentsel dönüşüm süreci tanımlanmalıdır.
Şekil 1’de bu süreç görülmektedir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve
Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından eylem planında tanımlanan
tedbirlerin dâhil edilebileceği bir Ekolojik
Yerleşme Birimi Standardı hazırlanması
için gerekli girişimler başlatılmış bulunmaktadır. Bu çalışmalar 6306 sayılı Kanun kapsamında yürütülecek kentsel dönüşüm çalışmaları çerçevesinde yeni bir uygulama
dili oluşturulmasını hedeflemektedir.
Ancak, belirtilen bütün bu tedbirlerin
her birisinin uygulandığı alana yaptığı pozitif ve negatif çevresel etkilerin bilinebilmesi, buna göre hangi tedbirlerin o yerleşim için daha doğru ve ne oranda faydalı
olacağına ilişkin karar vericileri yönlendirecek bir uygulama aracı ile desteklenmesi
gerekmektedir. Zira her bir tedbir, bir yatırım gerektirecek olup bunun maliyetinin
yerleşmenin sakinlerine yükleyeceği
yükümlülüklere değip değmeyeceği
kısa vadeli ölçütler ile değil daha
kapsamlı değerlendirmeler ile
kıyaslanabilmektedir.
Yaşam Döngüsü
Değerlendirmesi
Yerleşmelerin sürdürülebilir
olması, yani alınan tedbirler
sonucunda sıradan bir yerleşmeden belirli oranlarda
daha az çevresel etkilerinin
olması halinde mali destekler
ile teşvik edilmeleri söz konusu
olduğunda, bunların belgelendirilmesi yasal bir gerekliliğin ötesinde bir zorunluluk haline gelecektir.
Bu amaçla yukarıda belirtilen standart
çalışmasının bir bileşeni olarak bir ulusal
belgelendirme altyapısının kurgulanması
da söz konusudur. Ancak kentsel dönüşümün uzun ve yıllara yayılan bir süreç olması sebebiyle, bu altyapının Yaşam Döngüsü
Analizi etrafında şekillendirilmesi ise teknik
bir gerekliliktir.
Bu noktada, yapı işlerinin sürdürülebilirliği çerçevesinde gerçekleştirilen bilimsel
araştırmalar ve geliştirilen standart ve rehberlerden istifade edilmesi ise kaçınılmazdır.
Standardizasyon örgütleri CEN ve ISO, yapı
işlerinin ve yapı malzemelerinin çevresel etkilerini tanımlayan temel standartları ortaya
koymuş olup, Avrupa Komisyonu bu temel
kararların nasıl uygulanması gerektiğine dair
rehberler hazırlamaktadır. Gerek yapı mal-
Şekil 1: Kentsel dönüşümün yaşam döngüsü
zemelerine ilişkin TS EN 15804 ve gerekse
yapı işlerine ilişkin TS EN 15978 standartları tarafından temel alınan yaşam döngüsü
aşamaları Şekil-2’de görülmektedir.
Yapılar için ise, yapı malzemesi olan
ve olmayan tüm girdilerin belirli bir yaşam
ömrü (ör: 50 yıl) zarfında yapı için öngörülen senaryolara göre yapıda oluşturduğu
toplam çevresel etki ele alınmaktadır. İşlevsel olarak birbirleri ile kıyaslanabilecek
yapıların öngörülen senaryolar çerçevesinde çevresel performansları ortaya konmaktadır.
Yaşam döngüsü değerlendirmeleri bir
proje için projenin farklı aşamalarında yenilenmektedir. Örneğin, yatırım kararlarının
alındığı aşamada, projelerin kesinleştirildiği aşamada ve yatırımın tamamlanıp kullanıma geçildiği aşamada
farklı veri hassasiyetine sahip
değerlendirmeler
yapılmaktadır. Zira nihai performans
kadar yatırım ve tasarım kararlarının alındığı çeşitli aşamalarda karar vericilerin,
projenin performasına ilişkin
fayda maliyet analizleri yapabilmeleri gerekmektedir.
Çünkü bu toplumsal bir süreç olup toplu karar alabilmeyi
gerektirmektedir. Bu sebepten,
proje kapsamında kullanıcıların
projelerinin çevresel etkileri ve maliyetlerine dair fikir alabilecekleri bir
simülasyon programı elde edilmesi ve
web üzerinden halkın kullanımına sunulması da hedeflenmiştir.
Bu anlamda çevresel sürdürülebilirlik
kadar ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik
kavramları da ortaya çıkmaktadır. Çevresel
sürdürülebilirliğin ölçütü olan yaşam döngüsü değerlendirmesine karşılık, ekonomik sürdürülebilirliğin ölçütü olarak yaşam
boyu maliyet kavramı ön plana çıkmaktadır.
Sosyal sürdürülebilirlik ise yerleşme sakinlerinin beden ve ruh sağlıklarının korunması ve bunların sosyal maliyetlerinin minimumda tutulması fikrine dayanmaktadır.
Yerleşme boyutu ise, konut ve konut
dışı yapıların ve altyapıların performanslarının toplamına odaklanmaktadır. Böylece,
alandaki ulaşım ve altyapı taleplerinin sı-
Şekil 2: Yaşam Döngüsü Aşamaları
itü vakfı dergisi 53
DEPREM DOSYASI
nırlanması ya da verimliliği ön plana çıkmaktadır. Alandaki ticaret, işyeri ve donatı
imkânlarının artırılması, su ve atıksu başta
olmak üzere diğer tüm altyapının toplumsal
maliyetlerinin azaltılması öngörülmektedir.
Böylece yapıların ötesindeki çevresel etkilere de odaklanılmakta ve toplumsal hayat
tarzımızın gerçek çevresel etkileri ortaya
konabilmektedir.
Görüldüğü üzere malzeme boyutundan
imar kararlarına varan bir yelpazede çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik
unsurlarını iklim değişikliği potansiyeli çerçevesinde ölçebilecek bir altyapı toplamına ihtiyaç duyulmaktadır. Yapı malzemeleri
için çevresel ürün beyanı (EPD), binalar
için çevresel bina beyanı (EBD), yerleşmeler için de çevresel yerleşme beyanı (ESD)
gibi kavramlar altında etkileri ölçecek TS
ISO 14025 temelli olması gereken bu altyapının, projenin paydaşı olması beklenecek
bir üniversite marifetiyle hayata geçirilmesi
hedeflenmektedir.
En Ekolojik Yerleşme Birimleri
Ama önemli olan, uygulamanın proje
paydaşlarının toplu kararları ile şekillendirilmesi gerekliliğidir. Kat Mülkiyeti Kanunu ile tanımlanan Apartman Yönetimi,
Ada Yönetimi ve Toplu Yapı Yönetimi gibi
birimler bu konuda değerlendirilmesi gereken unsurlardır. Enerji ve su tasarrufuna
ilişkin yatırımların çoğu maliyetin paylaşımı ve verimliliği gereği bireysel yapılardan ziyade ada boyutunda olmalıdır.
Buna göre bir yapı belgesinin muhatabı
ada ölçeğinde örgütlenen bir Ada Yönetimi olmalıdır. Aynı şekilde bir yerleşme
belgesinin muhatabı da asgari olarak
yerleşme ölçeğinde örgütlenen bir Toplu
Yapı Yönetimi olmalıdır.
Şüphesiz bir yerel yönetim de bir yerleşme belgesinin muhatabı olabilir. Özellikle, rezerv yapı alanı ve imar hakkı transferi
gibi araçlar ile yürütülecek projelerde alınacak daha büyük ölçekli kararların muhatabı plan yapma yetkisini haiz idarelerdir.
Bu doğrultuda yönlendirici olması itibariyle
proje ile; yerinde güçlendirme, yerinde yıkıp yapma, yakın rezerv alan, kopuk rezerv
alan ve kentteki diğer boşlukların değerlendirilmesi gibi farklı senaryoların hangilerinin birbirlerine kıyasla çevresel etkilerinin
daha düşük olacağının, başka bir ifade ile
daha ekolojik olacaklarının belirlenmesi de
hedeflenmektedir.
Ancak ekonomik sürdürülebilirlik de bu
54 itü vakfı dergisi
Yapı işlerinin sürdürülebilirliği
çerçevesinde gerçekleştirilen
bilimsel araştırmalar ve geliştirilen
standart ve rehberlerden
istifade edilmesi kaçınılmazdır.
Standardizasyon örgütleri CEN
ve ISO, yapı işlerinin ve yapı
malzemelerinin çevresel etkilerini
tanımlayan temel standartları
ortaya koymuş olup, Avrupa
Komisyonu bu temel kararların
nasıl uygulanması gerektiğine dair
rehberler hazırlamaktadır.
değerlendirmede ele alınması gereken bir
diğer unsurdur. Zira en ekolojik yerleşme
biriminin, yaşam döngüsü çerçevesinde
aynı zamanda en düşük maliyetli (yapım,
işletim, yıkım) olduğunun da gösterilmesi
gerekir. Örneğin, alandaki atık su ve evsel
atık miktarlarının sınırlanması bile alana ilişkin kamusal harcamalarda ciddi bir düşüşe
yol açacaktır. Ama özellikle alandaki ulaşım
taleplerinin sınırlaması doğrudan sakinlerin
cebine yansıyacak boyutta olacaktır. Halkı
iş, okul ve diğer hizmetlere bağlayan yeterli yaya ve toplu ulaşım ve iletişim hizmetleri bu sonucu doğurabilecektir. Atık suyun
değerlendirilmesi yöntemi olarak bahçe ve
katlardaki ortak alanlarda tarımsal üretim
gerçekleştirilmesi de benzer bir ek değer
yaratımına imkân verecektir.
Ancak doğal olarak ekonomik açıdan
pozitif bir Net Güncel Değeri (NPV) haiz
bir projenin ilk yatırım maliyeti, negatif bir
değeri haiz bir projeye göre nisbi olarak
yüksek olacaktır. Bu nisbi değerin yatırım
sahipleri tarafından üstlenilmesi ise belirli
ölçüde teşvik edilmelidir.
Tamamlayıcı Düzenlemeler
Halen 6306 sayılı Kanun kapsamında
kendi evini yıkıp yapanların, Bankalardan
alacağı kredilere ilişkin olarak 2012/3803
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile, Dönüşüm
Gelirleri Özel Hesabından yıllık %4’e kadar
faiz desteği verilmektedir. Kredilendirilecek
gayrimenkullerin sürdürülebilir olmalarını
teşvik etmek amacıyla bu oranın yükseltilmesi, hatta bu gayrimenkuller sürdürülebilir bir yerleşme içinde bulunuyorsa daha da
yükseltilmesi gibi bir düşünce bulunmaktadır. Bu oranın değeri ise 6306 sayılı Kanun
çerçevesinde yeni bir Bakanlar Kurulu kararı alınmasını ya da mevcut kararın güncellenmesini gerektirecektir.
Bunun yanı sıra, kentlerimizin mevcut
yerleşme dokusu ile belirlenen bu hedeflere ulaşılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmektedir. Kentsel Dönüşüm çerçevesinde gereğine göre Uygulama İmar
Planı ve/veya Kentsel Tasarım ile yeniden
oluşturulacak yapı adaları ve mülkiyet yapılanması bir gerekliliktir. Gerek kentlerimizin
mevcut çarpık yapısının giderilmesi, gerekse alanların sürdürülebilirliğinin artırılabilmesi amacıyla konut dışında ilave sosyal
donatı hatta ticaret kullanımları eklenmesi
gerekmektedir. Bu yatırımların kamuya ilave yükler getirmeden sakinleri tarafından
yapılmasını teşvik etmek üzere, sadece
bu kullanımlar için ilave imar hakları verilmesi de bir gerekliliktir. Girişimcinin yerel
yönetimlerin kendisi olması halinde ise bu
haklar doğrudan kamunun mülkiyetinde
değerlendirilebilecektir.
Ancak, bu hakların ne oranda verileceği ise yine yapacağı pozitif çevresel etki
ile orantılı olmalıdır. Zira yapılacak yatırım
belirli bir büyüklüğe vardıktan sonra çevresel etkileri negatife dönmeye başlayabilir.
Buna göre, plan kararlarının verilmesi öncesinde bu yatırımların çevresel etkilerinin
belgelendirilmesi yerinde bir uygulama
yöntemi olacaktır. Bahsi geçen planlama
çalışmalarının yönlendirilebilmesi amacıyla
6306 sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliği’nde bu amaçla güncellemeler yapılması
yerinde olacaktır.
Sonuç
Kentsel dönüşüm, yaşam alanlarımızın sürdürülebilirliğinin artırılması çerçevesinde
ciddi fırsatlar yaratmaktadır. Ancak uygulamanın yönlendirilebilmesi amacıyla yaşam
döngüsü analizine dayalı ciddi bir belgelendirme altyapısı ve uygulama rehberlerinin yayımlanmasını gerektirmektedir. Zira
mevcut kent dokumuzun dönüştürülmesi,
yapı malzemesi boyutundan en üst düzeyde kent planlarına varan ölçeklerde alınacak tedbirleri gerektirmektedir. Ayrıca, bu
tür eylemleri destekleyecek yasal ve idari
düzenlemelerin yapılması da bir gerekliliktir. Tüm bu tedbirler Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nca yayımlanan 6306 sayılı Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine
dair Kanun’un sağladığı yasal çerçevede
alınabilecek durumdadır. Bu doğrultuda
başlatılan “Ekolojik Yerleşme Birimi” standardı çalışması ve pilot proje uygulamasının yanı sıra ilave düzenlemelerin yapılması
da gerekmektedir.
Kentsel Dönüşüm Sürecine
Mevzuat Açısından Bakış
Zeynep Afşeören
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri
Genel Müdürlüğü
Daire Başkanı
Afetler oluştuktan sonra
gerekli tedbirlerin alınması
ve hasar giderme, kaçak
yapılaşmanın engellenmesi,
yapı kalitesinin arttırılması,
kentlerin sağlıklaştırılması,
amaçlarıyla çeşitli mevzuat
düzenlemeleri yapılmış ve
stratejiler belirlenmiştir.
Bunların hepsi doğrudan
kentsel dönüşüm uygulamasına
yönelik olmasa da, gerek afet
riski gerekse de kentsel risklerin
(yapısal ve yaşanabilir şehirler)
giderilmesine yönelik hazırlanan
mevzuatlardır…
K
entsel dönüşüm kavramı son yıllarda
ülkemizde çok fazla konuşulan konuların başında gelmektedir. Kentlerimizin gerek afet riski gerek yapısal sorunları, gerekse de kentsel donatıların yetersizliği
nedeniyle yaşanmaz hale gelmesi kentsel
dönüşümü zorunlu kılmaktadır.
Ülkemizde özellikle 1950’li yıllardan
sonra yaşanan sanayileşme sonrasında
köyden kente yaşanan göç hızlamıştır. Hızlı
göç, kent merkezlerinde kaçak yapılaşma
ve yapı kalitesinin düşmesi gibi sorunları
da beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra
yaşanan afetler de gerekli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmıştır.
Tüm bu sorunlar kentlerimizin yaşanabilirliğini azaltmıştır. Bu nedenle afetler oluştuktan sonra gerekli tedbirlerin alınması ve
hasar giderme, kaçak yapılaşmanın engel-
lenmesi, yapı kalitesinin arttırılması, kentlerin
sağlıklaştırılması, amaçlarıyla çeşitli mevzuat düzenlemeleri yapılmış ve stratejiler belirlenmiştir. Bunların hepsi doğrudan kentsel
dönüşüm uygulamasına yönelik olmasa da,
gerek afet riski gerekse de kentsel risklerin
(yapısal ve yaşanabilir şehirler) giderilmesine yönelik hazırlanan mevzuatlardır.
Ancak, bu düzenlemelerin bir kısmı
gerek mevzuatlardaki eksiklikler gerekse
uygulama sürecinde yaşanan sorunlar nedeniyle istenen amaca ulaşmamış, bazı
uygulamaların sonuçları da amaca hizmet
etmek yerine yeni sorunlar doğurmuştur.
Bu yazıda, temelde bu yasal düzenlemelerin uygulama sorunlarından ziyade,
sadece kronolojik olarak sürecin gelişimi
vurgulanmaktadır.
7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir
Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun:
15.05.1959 tarihinde yürürlüğe giren kanunun amacı “Deprem (Yer sarsıntısı), yangın,
su baskını, yer kayması, kaya düşmesi,
çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları
ve kamu tesisleri, genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi
muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle, yapılacak yardımlar”ın düzenlenmesidir.
Bu kanun, afet öncesi zemin tespitine
ve afet sonrası yapılacaklara ilişkin hükümleri içermekte olup doğal afetler sonrası
yapılacak konut ve diğer yardımlar, borçlandırma usulleri belirtilmektedir. Temelde,
oluşan afetler sonrası zarar gidermeye yönelik devletin yürüteceği iş ve işlemleri belirlemiştir.
Ancak, gerek Kanunun içerik olarak pek
çok konuya ilişkin hükümleri içermesi, gerekse yayımlandığı 1959 tarihinden bu yana
yaşanan afetler sonrasında yapılan revizyon ve eklemelerin fazla olmasından dolayı
uygulanmasında güçlükler ortaya çıkmıştır.
(1960/1968/1981/1985/1992/1993/1995)
775 Sayılı Gecekondu Kanunu: Hızlı ve çarpık yapılaşma sonucu 20.07.1966
tarihinde yürürlüğe giren Kanun, gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, yeniden gecekondu
itü vakfı dergisi 55
DEPREM DOSYASI
yapımının önlenmesi ve bu amaçlarla alınması gereken tedbirleri belirlemektedir.
Ancak ilan edilen gecekondu önleme
bölgelerinde yeniden imar mevzuatına
aykırı yapıların yapılmasının önlenmesine
ilişkin hüküm yetersiz olup gecekondu sorununa bir çözüm üretememiştir. Yeni bir
mülkiyet sorunu doğurmuştur.
2981 Sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak
Bazı İşlemler Hakkında Kanun: İmar ve
gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa
edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek
ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek üzere
düzenlenen mevzuat, 24.02.1984 tarihinde
yürürlüğe girmiştir.
Bu Kanun kapsamında yapılan ıslah
imar planları ile kentin sorunlu bölgeleri
iyileştirilmeye çalışılmış, ancak bu tür yerleşimler düzenli ve yeterli kentsel standartlara hiçbir zaman ulaşamamış, sosyal donatı
alanları, yollar ve yeşil alanlar standartların
çok altında kalmıştır. Günümüzde afet riskli
alanlar genellikle bu tür alanlardan oluşmaktadır.
3194 sayılı İmar Kanunu'nun 39’uncu
maddesi (Maili İnhidam): İmar Kanunu
03.05.1985 tarihinde yürürlüğe girmiş olup
Kanun’un bu maddesi ile sadece yıkık veya
yıkılacak derecede tehlikeli yapılara ilişkin
ilgili idarelerce yapılması gerekli işlemler
belirlenmiştir. Tehlikeli yapıların maliklerce
yıkılması, yıkılmadığı taktirde belediye veya
Valiliklerce yapılan yıkım işleminin giderlerinin yapı sahibinden tahsili öngörülmektedir.
Ancak tahliye ve yıkım işlemlerine ilişkin
finansman düzenlemesi bulunmadığından
uygulanmasında güçlük çekilmektedir.
595 Sayılı KHK (Yapı Denetimi Hakkında) ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında
Kanun: 1999 depremi sonrası yürürlüğe
girmiştir. 19 ilde pilot uygulama öngörülmüş, Yapı Denetim kuruluşları kurulması ve
denetim işlerinin süreci düzenlenmiştir. 24
Mayıs 2001 tarihli Anayasa Mahkemesi Kararıyla iptal edilmiştir.
29.06.2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı
Denetimi Kanunu yürürlüğe girmiş olup can
ve mal güvenliğini teminen, imar plânına,
fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara
uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve
yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlenmiştir.
56 itü vakfı dergisi
Öncelikle pilot illerde geçerli olan düzenleme 01.01.2011 tarihi sonrası tüm illerde
geçerli olmuştur.
Ancak yeni yapılacak yapılara ilişkin bir
düzenleme olup, mevcutta bulunan yapılara ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
5104 Sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu: 12.03.2004
tarihinde yürürlüğe girmiş olup 10 maddelik
bir kanundur. Amacı kuzey Ankara girişi ve
çevresini kapsayan alanlarda, kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde fiziksel durumun ve çevre görüntüsünün geliştirilmesi,
güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerleşim düzeni sağlanması ile kentsel yaşam
düzeyinin yükseltilmesidir.
Proje sınırları kapsamında düzenlenen
alana özgü bir kanun niteliğindedir. Dönüşüm alanında inşa edilecek resmî ve özel
her türlü yapı, altyapı ve sosyal donatı düzenlemeleri ve kamulaştırma işlemleri ile
Projenin amacına uygun gerçekleştirilmesine yönelik usul ve esasları kapsar.
Sınırlı bir alana ilişkin özel bir Kanun olduğundan ülke bütününe yönelik çalışmaları kapsamamaktadır.
5366 Sayılı Yıpranan Tarihi Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek
Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması
Hakkında Kanun: Yıpranan ve özelliğini
kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat
varlıklarını, koruma kurullarınca sit alanı
olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu
bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin
gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve
restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları
oluşturulması, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz
varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılmasını amaçlamakta olup oluşturulacak yenileme alanlarının tespitine,
teknik altyapı ve yapısal standartlarının belirlenmesine, projelerinin oluşturulmasına,
uygulama, örgütlenme, yönetim, denetim,
katılım ve kullanımına ilişkin usûl ve esasları
belirlemiştir.
16.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren
kanunun amaç maddesinde, doğal afetlere karşı tedbirler alınması vurgulanmakta
olup temelde sit alanı ilan edilen alanlara
ilişkin uygulama yapılmasına dair hükümler bulunmaktadır. Bu kanun düzenlemesi
ile Kentsel Yenileme kavramı mevzuata girmiştir.
5543 Sayılı İskan Kanunu: 26.09.2006
tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu kanun ile
14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı İskan Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.
Temelde afet ya da kentleşme ile ilgili
bir düzenleme olmasa da göçmenlerin, göçebelerin, yerleri kamulaştırılanlar ile millî
Özellikle 6306 sayılı Kanunun
yürürlüğe girmesiyle daha çok
konuşulan Kentsel Dönüşüm
kavramı bu temelde büyük
önem arz etmektedir. Afet odaklı
dönüşüm süreci bu kanun ile
tanımlanmış ve uygulama süreci
bütüncül olarak belirlenmiştir.
Gerek alan bazındaki uygulamalar,
gerekse de yapı bazındaki
bireysel uygulamalar, uygulama
araçları ve destek alternatifleri ile
tanımlanmıştır.
alınmasına yönelik hususlar içermemekte
olup Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı
kavramı kanunun uygulama alanıdır.
Bu kanun kapsamında belediyeler bir
çok uygulama yürütmekte olup süreçte
Büyükşehir Belediyelerinin daha etkin rolü
öngörülmektedir.
güvenlik nedeniyle yapılacak iskân çalışmalarını, köylerde fiziksel yerleşimin düzenlenmesine ilişkin uygulamaya esas şartları
ve alınacak tedbirleri, iskân edilenlerin hak
ve yükümlülüklerini düzenlemektir. Devlet
eliyle iskanda; devletin büyük projelerini
gerçekleştirmek için yeni yerleşim alanları
oluşturmak hedeflenmiştir. Ancak afetten
dolayı zarar görebilecek yapılar için bir düzenleme bulunmamaktadır.
2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun
ek 7. Maddesi; 05.05.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş olup bu maddeye göre TOKİ,
gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya
iyileştirilerek yeniden kazanımına yönelik
olarak gecekondu dönüşüm projeleri geliştirebilmekte, inşaat uygulamaları ve finansman düzenlemeleri yapabilmektedir.
Özellikle 2000’li yılların ortasından itibaren bu madde kapsamında TOKİ birçok
bölgede Belediyelerle protokol yaparak konut üretmiş, dönüşüm uygulamaları gerçekleştirmiştir.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73.
Maddesi; Bu madde etkin halini 17.06.2010
tarihinde almış, son şekli 29.05.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. (6306 sayılı Kanun
ile yapılan değişiklik kapsamında)
Belediyelere, kentsel dönüşüm alanı
ilan etme ve projeleri uygulamaya yönelik
yetkiler verilmiştir. Afet riskine karşı tedbirler
Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı (2010-2023): Yüksek
Planlama Kurulu’nun 25.10.2010 tarih ve
2010/34 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve
4 Kasım 2010 tarih ve 27749 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanmıştır. “Sürdürülebilir
ve Çeşitlendirilmiş Arsa ve Konut Üretimini
ve Sunumunu Gerçekleştirmek” ve “Sosyal,
Kültürel ve Ekonomik Boyutlarla Bütünleşik
Bir Kentsel Yenileme ve Dönüşümü Sağlamak” eksenleri altında kentsel dönüşüme
ilişkin Strateji ve Eylemler belirlenmiştir.
6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun:
31.05.2012 tarihinde yürürlüğe giren kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu
alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu
arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve
standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve
esasları belirlemektir.
Çeşitli tarihlerde hazırlanan ve yasalaşmayan Kentsel Dünüşüm Yasa tasarıları
temelinde hazırlanan kanun özellikle 2011
yılı Van depremleri sonrası yapı bazındaki
düzenlemeleri de içerecek şekilde yasalaşmıştır.
Afet odaklı bir dönüşüm kanunu olup
vatandaşların kendi yapılarının dönüşümünü destekleyici düzenlemeler içermekte,
vergi ve harçlardan muafiyet, kira yardımı,
kredi faiz desteği gibi finansal destekler öngörülmektedir.
Yerel Yönetimlere kentsel dönüşüm
uygulamaları için önemli görev ve yetkiler
vermekte olup yerel yönetimlere de finansal
destek verecek düzenlemeler yapılmıştır.
Afetler oluşmadan önce zarar azaltmaya
yönelik gerekli tedbirleri ve pratik ve hızlı
müdahaleyi sağlayacak uygulama araçları
içermektedir.
Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018);
06.07.2013 tarihli 28699 sayılı Mükerrer
Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir. “Rekabetçiliği ve Sosyal Uyumu
Geliştiren Kentsel Dönüşüm Programı”
yer almakta olup bu kapsamda 5 bileşen
oluşturulmuştur. Bu bileşenler; “Şehirlerin
rekabet gücü ve yaşanabilirliğin arttırılması”, “Yerli ve yenilikçi üretim”, “finansmanın
kolaylaştırılması”, “Konut sahipliğinin arttırılması”, “sosyal uyumun güçlendirilmesi“
temelindedir.
Son Söz:
Afet ülkemizin en önemli gerçeklerinden
biri olup yukarıda da belirtildiği gibi risk
azaltma, hasar giderme, kentleşme, yapı
kalitesinin arttırılması, iskan gibi birbiriyle
temelden ilgili konularda problemler oluştukça yasal düzenlemeler yapılarak sorunlar giderilmeye çalışılmıştır. Ancak bu
mevzuatların bir kısmına ilişkin uygulamalar
istenilen sonucu vermekten uzak kalmıştır.
Özellikle 6306 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle daha çok konuşulan Kentsel
Dönüşüm kavramı bu temelde büyük önem
arz etmektedir. Afet odaklı dönüşüm süreci bu kanun ile tanımlanmış ve uygulama
süreci bütüncül olarak belirlenmiştir. Gerek
alan bazındaki uygulamalar, gerekse de
yapı bazındaki bireysel uygulamalar uygulama araçları ve destek alternatifleri ile
tanımlanmıştır. Başta deprem olmak üzere,
doğal afetlerin büyük bir kısmının engellenmesi mümkün olmadığından afet zararlarını azaltıcı tedbirlerin alınması en önemli
çözümdür. Yara sarma değil yara almama
anlayışı ile yerleşim yerlerimizi, yapılarımızı,
kente değer katan başarılı uygulamalar ile
afetlere hazır ve dayanıklı bir hale getirmek
can ve mal kayıplarımızın engellenmesi
adına büyük bir zorunluluktur. Bu nedenle
önyargılardan uzak bir şekilde toplumun
her kesiminin birlikte çalışması ile yürütülecek kentsel dönüşüm uygulamaları ile ancak istenen sonuca ulaşılabilir.
itü vakfı dergisi 57
DEPREM DOSYASI
Doğa Olayı mı, Tanrı’nın Gazabı mı?
Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?
Mevlüde Bakır
İTÜ Sanat Tarihi Bölümü
Bizanslıların yüzyıllar
boyunca depremlerin oluş
sebeplerini farklı şekillerde
yorumladıklarını söyleyebiliriz.
Kimi zaman bilimsel ve dini
sebepler öne çıkarken, kimi
zaman da toplum içerisinde
popüler inanışlar öne çıkmıştır.
Ancak, Bizanslılar arasında
depremlerin oluş sebepleri
için yaygın olan görüşün,
insanların günahlarından
dolayı, Tanrı’nın ilahi adaleti ile
insanları cezalandırması olarak
algılandığını belirtebiliriz…
B
izans İmparatorluğu Anadolu coğrafyasındaki aktif fay hatları üzerinde
hakimiyet sürmüş ve tarihi boyunca
da, özellikle imparatorluğun iki önemli şehri olan başkent Konstantinopolis ile Antakya, sürekli depremlere maruz kalmıştır. Bizans’ta meydana gelen depremler hakkında
kaynaklardan elimize ulaşan bilgiler oldukça
fazladır. Bizans kaynaklarının verdiği bilgilere ek olarak, kronik tarihler, azizlerin yaşam
hikâyeleri, dini hitabeler, ilahiler ve dini takvimler gibi dinsel kaynaklar da depremler
hakkında bilgi vermektedir. Bu kaynaklardan
edindiğimiz bilgiler bize depremlerin oluş
nedenlerine ilişkin teoriler yanında, halkın,
kilisenin ve imparatorların deprem sonrasındaki tutumları hakkındaki bilgileri iletmektedir. Ancak, bu kaynakları incelediğimizde
dikkat etmemiz gereken noktalardan bir
tanesi, kaynakların verdikleri bilgiler açısından zengin olmaları yanında aynı zamanda
verdikleri bilgilerin sınırlı olduğudur. Bizans
erken ortaçağ döneminden elimize ulaşan
bütün kaynaklar küçük veya büyük şiddetli bütün depremler hakkında detaylı bilgiler
verirken, onüçüncü ve ondördüncü yüzyıllara ait kaynakların sağladığı bilgiler daha
sınırlıdır.
Peki Bizanslılar depreme neyin sebep
olduğunu düşünüyorlardı? Depremlerin oluş
sebeplerine ilişkin olarak yapılan bilimsel ve
dinsel açıklamalara ek olarak, Bizanslılar ta-
Depremi tasvir eden Yunanca el yazması 211, Atina Milli Kütüphanesi Michel Kaplan, Bizans’ın Altınları
(Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: 2001).
58 itü vakfı dergisi
rafından naturalist teoriler de ortaya atılmıştır. Bizanslılar tarafından, Aristo’dan itibaren
depremin oluş sebeplerine ilişkin yapılan bilimsel ve dini açıklamalar bilinmekteydi. Antik
çağlardaki yazarların eserleri (Miletli Thales,
Democrit, Anaxagoras gibi) kaybolmuş olsa
da, Aristo ve Seneka’nın eserlerinden bu tarihçilerin çalışmaları hakkında fikir edinmemiz
mümkün olmaktadır. Aristo ve Seneka tarafından savunulan Greko-Romen görüşüne göre,
depremler yeraltındaki büyük boşluklarda
oluşan hava hareketleri sonucunda meydana gelmekteydi. Özellikle Aristo, denize yakın
bölgelerin depreme daha elverişli olduğu görüşünü de savunarak, en şiddetli depremlerin
deniz akıntısının güçlü, toprağın geçirgen ve
derin olduğu bölgelerde olduğunu savunmuştur (Oeser, 1992; Guidoboni vd, 1994).
Günümüze ulaşan Bizans kaynaklarını
incelediğimizde, depremin oluş sebeplerini
araştıran ilk kişinin dördüncü yüzyılda yaşayan tarihçi Ammianus Marcellinus olduğunu
görmekteyiz. Ammianus’a göre, isimsiz bir
pagan tanrısı depremlerin oluşmasına sebep
olmaktaydı: “Dini törenlere ait kitaplar ve dini
makamlarda bulunanlar tarafından depremlere tanrıların sebep oldukları konusunda
birşey söylenmemiş, gerçekte bir tanrının
adının verilmesinden korkulmuştur. Tanrıların
hangisinin depreme neden olduğu bilinmemekle beraber, isim vermek Tanrı’ya karşı bir
suç işlemek olarak düşünülebilir (A.Marcellinus, The History).”
Ammianus’un bu görüşüne karşıt olarak,
altıncı yüzyılda yaşayan Kosmas Indikopleustes Aristo’nun deprem teorisini reddederek, depremlerin havanın etkisiyle oluşmadığını ve yer sarsıntılarının sadece Tanrı’nın
kontrolünde olduğu görüşünü savunmuştur
(Kosmas Indikopleustes, Topographie Chrétienne). Altıncı yüzyılda yaşayan diğer bir
tarihçi Agathias ise, 15 Ağustos 554’te meydana gelen ve etki alanı Konstantinopolis’ten
Antakya, Filistin ve Arap Yarımadası’na kadar uzanan deprem, Agathias’ı, Aristo’nun
özellikle denize yakın bölgelerin depremden
daha çok etkilendiği görüşünü yeniden düşünmeye sevketmiştir. Agathias, insan aklının almadığı konularda yorum yapmanın
mümkün olmadığını, insanın göremediği ve
etkisinin olmadığı konularda kesin bir yargı-
ya varılmasını ummayı anlamadığını, aslında
herşeyin ilahi gücün kontrolünde olduğunun
bilinmesi gerektiğini belirtmiştir (Agathias,
The Histories).
Yedinci yüzyılda yaşayan Theophylaktos
Simokattes 583’te Konstantinopolis’te meydana gelen depremini ve insanların tepkisini
anlatırken, Aristo’nun deprem teorisine referans yaparak, “eğer Aristo’nun bize anlattıklarını kabul edilebilir olarak gören varsa, onu
aklından dolayı tebrik etmemiz gerekir, ama
bunun tersini düşünen varsa bu fikri babasına iade edelim” demiştir (Theophylaktos
Simocattes, Historiarum).
2 Eylül 967’de Bolu ve Konstantinopolis
çevresini etkileyen depremi anlatan onuncu
yüzyıl tarihçilerinden Leo Deacon, depremin Tanrı’nın isteğiyle olduğunu belirterek,
matematikçileri depremin oluş nedenlerini
açıklamak için, kendisinin yanlış ve gereksiz
gördüğü Yunan teorilerini savunmakla suçlamıştır (Leo the Deacon, Historiae). Onbirinci yüzyılda yaşayan Michael Psellos ise 24
Eylül 1063’te Konstaninopolis, İznik ve Balıkesir’de meydana gelen depremi anlatırken
aynı görüşü savunmuştur: “Deprem bir cezalandırma değil, kâinatın değişen düzenine
karşı bir uyarıdır ve Tanrı bu şekilde kızgınlığını göstermiştir. Kâinatın tek hakimi Tanrı’dır
ve kâinatın düzenini bozduğumuz taktirde,
O da bizim düzenimizi bozacaktır.” Psellos’a
göre, Aristo’nun depremin oluş nedenlerine
ilişkin belirttiği teoriler geçerlidir, ancak, rüzgarı estiren de yeryüzünü sallayan da gene
Tanrı’dır (Michael Psellos, Monodies).
Depremin oluş sebeplerinin dini nedenlerle açıklanmasının imparatorluğun son yüzyıllarında bile geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Ortodoks Dininin Hazineleri adlı
eserinde, depremin oluş nedenlerine ilişkin
görüşlerini anlatan onikinci yüzyıl tarihçilerinden Niketas Choniates, depremlerin aslında
Tanrı tarafından insanlara Tanrı korkusunu
öğretmek amacıyla gönderildiğini söylemiştir
(Niketas Choniates, Annals).
Depremlerin oluş sebeplerini dini ve bilimsel nedenlere dayandıran görüşlere karşıt
olarak, onbirinci yüzyıl tarihçilerinden Michael Attaliates Aristo’nun deprem teorisininin doğru olma ihtimalini kabul etmiştir. Ona
göre, “depremin oluş nedenlerine yönelik
olarak hem ilâhi hem de bilimsel açıklamaların bir doğruluk payı vardır. Depremlerin
rüzgârın esmesiyle ve suyun hareketleriyle
olduğunu savunan görüş mantıksız değildir.
Ancak, bu oluşum Tanrı’nın isteğiyle olan bir
harekettir.” Michael Attaliates aynı zamanda
16. yüzyılda Mount Athos’ta Kıyamet Günü’nü
anlatan deprem betimlemesi A. Guillou,
La Civilisation Byzantine (Paris: 1974).
kâinatın yıkılacağı evrensel bir depremin olacağı görüşüne de inanmıştır (Michael Attaleiates, Historia).
Depremlerin oluş nedenlerine yönelik
diğer bir görüşte, insanların depremleri gelecek olan tehlikelerin habercisi olarak görmeleridir. Bu tarz bir yaklaşım ilk olarak Şubat 363’te meydana gelen Konstantinopolis
depremini anlatan Ammianus Marcellinus ile
karşımıza çıkmaktadır. Ammianus, İmparator
Julian döneminin (361-363) sonunu ve savaştaki yenilgisini önceden bildirdiğine inanılan olağandışı ve astronomik olaylardan
bahsedilmesinin, ve depremin, imparatorun
Partlılar üzerine sefer yapmaya hazırlandığı sırada meydana gelmesinin iyi bir işaret
olarak algılanmadığını belirtir (A.Marcellinus,
The History). Kronik ve tarihçilerin eserlerinden anladığımız kadarıyla, depremlerin
bir kehânet alâmeti olarak görüldüğü görüş
bu tarihten sonra da devam etmiştir. 1 Haziran-17 Temmuz 1296’da meydana gelen ve
Konstantinopolis ile civarını etkileyen depremin Venedik saldırısının bir habercisi olarak
görülmesi görüşü George Pachymeres tarafından savunulmuştur (George Pachymeres,
Relations). Buna karşılık, 17 Ocak 1332’de
Konstantinopolis’te meydana gelen deprem
sonrasında olan güneş ve ay tutulmalarıyla
yıldırımlar, Nikephoras Gregoras tarafından,
İmparator Andronikos Palaeologos’un ölümümün habercisi olarak düşünülmüştür
(Nicephoros Gregoras, Byzantinae). 14521453’te meydana gelen ve sebebi anlaşılamayarak olağandışı olarak tanımlanan
depremler ve doğaüstü olaylar, tarihçi Kritoboulos Imbros tarafından Konstantinopolis
şehrinin Osmanlılar’ın eline geçeceğinin habercisi olarak yorumlanmıştır (Kritoboulos of
Imbros, Critobuli).
Depremin sebebini yıldızların hareketlerine bağlama görüşü de Bizanslılar arasında
yaygın olan bir görüştür. İmparator Manuel
Komnenos’un anlattığı bir rivayete göre,
Konstantinopolis şehri kurulurken İmparator
Konstantine astrolog Valens’e şehrin yıldız
haritasına göre şehri kurarken hangi günlerin dikkate alınması gerektiğini sormuş ve
şehri depremlerin, yangınların ve isyanların
önceden haber verilmediği bir günde kurmak istemiştir. İmparator Manuel Komnenos
astrolojiye inanan bir kişi olması sebebiyle,
şehrin kurulması aşamasında İmparator
Konstantine’in yıldızlara ve Tanrı’ya sığınmasını garipsememiştir. Fakat, bu görüş,
Michael Glykas’ın önderliğindeki bir grup
tarafından, Konstantinopolis şehrinin koruyucusunun yıldızlar değil, Meryem Ana ile
İsa olduğu ve Tanrı’nın toprağı sarstığı görüşünü savunmlarına sebep olmuştur (Dagron,
1981; Vercleyen, 1988; Magdalino, 1992).
Dokuzuncu yüzyılda Konstantinopolis
şehrinin patrikliğini yapmış olan Photios,
depremlerin varoluş nedenlerini açıklayan
bilimsel ve dini görüşlerin aksine, aslında
depremlerin yeryüzündeki suların çokluğundan meydana geldiğini savunmuştur. Aynı
görüş, onuncu yüzyılda yaşayan tarihçi Symeon Magister tarafından da tekrarlanmıştır
(Symeon Magister, Chronographia).
Bilimsel ve dini açıklamaların yanısıra
bazen depremlerin oluş nedenlerine ilişkin
olarak popüler inanışlara da rastlamaktayız.
Kaynaklardan, Yahudilerin Tanrı’ya karşı yaptıkları saygısız davranışlardan dolayı depremlerin meydana gelmesine sebep olduklarına inanıldığı gibi, homoseksüellerin de
depreme sebep oldukları düşünülmektedir
(Corpus Iuris Civilis; Vercleyen, 1928).
Bizanslıların genel olarak, depremlerin Tanrı tarafından işledikleri günahlardan
tövbe etmek üzere rehber olması amacıyla
gönderildiğine inandıklarını söyleyebiliriz.
Deprem, onlar için ilahi bir cezalandırmaydı.
Kaynakların depremi nasıl tanımladıklarına
baktığımızda, bu doğa olayının “Tanrı’nın
gazabı, ilahi öfke” (Θεομηνíα, συμφορí) olarak tanımlandığını görüyoruz. Bu tanımlamaların hepsini burada belirtmemiz maalesef
itü vakfı dergisi 59
DEPREM DOSYASI
– Corpus Iuris Civilis, ed.R.Schoell (Berlin: 1928).
mümkün olmamakla beraber, vereceğimiz
bilgiler sınırlıdır. İmparatorlar, kimi zaman
– Dagron, G. “Quand la terre tremble…,” Travaux
birkaç örnek bu konuda genel bir fikir edinhalk ile birlikte Aya Sofya Kilisesi’nde ayine
et mémoires 8 (1981), pp.87-103.
katılmışlar, Noel gibi dini törenlerde taclarını
memize yardımcı olacaktır. İmparator The– E.Oeser, “Historical Earthquake Theories from
takmamışlar, kimi zaman da matem simgesi,
ophanes zamanında (408-450) meydana
Aristotle to Kant,” in Historical Earthquakes in
göstergesi olarak Hipodrom’da geleneksel
gelen deprem, altıncı yüzyıl tarihçilerinden
Central Europe, eds.R.Gutdeutsch, G.Grünthal
olarak düzenlenen yarışları iptal etmişlerdir.
John Malalas tarafından “İznik şehri Tanrı’nın
and R.Musson, Abhandlungen der Geologischen
İmparatorluk makamı nezninde, deprem songazabı ile beşinci kez sallandı” olarak anlaBundesanstalt 48 (Vienna:1992).
tılmıştır (John Malalas, Chronographia). Therasında başkent Konstantinopolis ile impara– Frank Vercleyen, “Tremblements de terre à Consophanes Confessor ise, 29 Kasım 529’da
torluğun diğer şehirleri arasında sergilenen
tantinople: L’impact sur la Population,” Byzantion
Antakya’da meydana gelen depremi “....
tutumun aynı olduğunu söyleyebiliriz. İmpara58 (1988), pp.155-173.
Aynı sene, 29 Kasım Çarşamba günü,
– George Pachymeres, Relations Historiqugünün üçüncü saatinde, Antakya şehri
es, ed.A.Failler, trs.V.Laurent, 2 vols (Paris:
Tanrı’nın gazabına uğradı” olarak an1984).
latmıştır (Theophanes Confessor, Ch– Guidoboni, E.,Comastri, A., Traina, G.
Catalogue of Ancient Earthquakes in the
ronographia). Ekim 1343’de meydana
Mediterranean Area up to the 10th Cengelen ve sarsıntılarıyla beraber oniki
tury (Rome: Istituto Nazionale di Geofisiay boyunca devam ederek, Konstanca,1994).
tinopolis ile Trakya çevresini etkileyen
– John Malalas, Chronographia, ed.L.Dindeprem Nicephoras Gregoras tarafındorf, CSHB, (Bonn:1831);
dan “Tanrı toprağı iki defa salladı” ola– Kosmas Indikopleustes. Topographie Chrak anlatmıştır (Nicephoros Gregoras,
rétienne, ed.Wanda Wolska-Conus, Vol.I.,
Byzantinae). Kaynakların depremleri
(Paris: 1968).
anlatış şekillerinden çıkardığımız diğer
– Kritoboulos of Imbros, Critobuli Imbriotae
bir sonuç da, meydana gelen her depHistoriae, ed.D.R.Reinsch, CFHB, (Berlin/
remden sonra Bizanslılar’ın dünyanın
26 Ekim 740’ta meydana gelen Konstansinopolis depremini anma
New York:1983); trans.Charles T.Rigg as
törenleri (T.F. Mathews, The Early Churches of Constantinople
sonunun geldiğine inandıkları, bunun
History of Mehmed the Conqueror (Prin(Pennsylvania University Press, 1971).
onlar için Kıyamet Günü olarak algıceton: Princeton University Press,1954).
lanmasıydı. Bu görüşlerini de, deprem
– Leo the Deacon. Historiae, ed.C.B.Hasi,
CSHB, (Bonn:1828).
sonrasında gökyüzünde beliren haç işareti
torlar deprem sonrasında halka gösterdikleri
– Michael Attaleiates, Historia, ed.W.Brunet de
ve yıldız ile (Mayıs 525 Antakya, 15 Ağustos
manevi destek yanında finansal açıdan da
Presle & I.Bekker, CSHB, (Bonn:1853).
554 Konstantinopolis ve İznik, 6 Mart 1033
destek olarak, yıkılan şehirlerin ve zarar gö– Michael Psellos, “Monodies inédites de Michel
Konstantinopolis depremleri sonrasında)
ren eserlerin onarımı, yeniden yapılması için
Psellus”, ed.P.Gautier in Revue des Études Byzandesteklemişlerdi.
destek olmuşlardır. Bu vesileyle, depremin
tines 36 (1978), pp.83-151.
Depremlerin Tanrı tarafından ilâhi bir cehem fiziksel hem de psikolojik sonuçlarının
– Nicephoros Gregoras, Byzantinae Historiae,
üstesinden gelmeyi amaçlamışlardır.
zalandırma olarak gönderildiği görüşü, kilise
ed.L.Schopenus, CSHB, 3 Vols., (Bonn:1829tarafından da yoğun bir şekilde desteklenSonuç olarak, Bizanslıların yüzyıllar bo30-35); German translation with commentary by
miştir. Bu görüş, Konstantinopolis şehrinin
yunca depremlerin oluş sebeplerini farklı
J.L.van Dieten, Nikephorus Gregoras, Rhoäische
dini takvimi olan ve onuncu yüzyılda derleşekillerde yorumladıklarını söyleyebiliriz. Kimi
Geschichte, (Stuttgart, 1973-).
zaman bilimsel ve dini sebepler öne çıkarnerek, şehirde yapılan anma törenlerini an– Niketas Choniates, Annals, trans.Harry J.Malatan Synaxarium Ecclesiae Constantinopoken, kimi zaman da toplum içerisinde popügoulias as O City of Byzantium: Annals of Nikelitanae’de de belirtilmiştir. 26 Ekim 740’da
ler inanışlar öne çıkmıştır. Ancak, Bizanslılar
tas Choniates (Detroit: Wayne State University
meydana gelen ve Konstantinopolis, İzmit
arasında depremlerin oluş sebepleri için yayPress,1984).
– Oxford Dictionary of Byzantium. eds. Alexander
ve İznik’i etkileyen depremi anlatırken “....
gın olan görüşün, insanların günahlarından
P.Kazhdan & Alice-Mary Talbot, et al. 3 Vols. ( New
aynı gün günahlarımızdan dolayı olan depdolayı, Tanrı’nın ilahi adaleti ile insanları ceYork: Oxford University Press,1991).
remin acılarını sarmak için biraraya geldik”
zalandırması olarak algılandığını belirtebiliriz.
– Paul Magdalino, The Empire of Manuel I Komdenilmiştir.
Bizans kaynaklarını incelediğimizde ve gününenos, 1143-1180 (Cambridge University Press,
Peki, deprem sonrasında halkın ve impamüz ile karşılaştırdığımızda, insanların depre1992).
ratorların tavırları nasıldı? Deprem sonrasında
min oluş sebeplerine ilişkin inandıkları sebep– Synaxarium Ecclesiae Constantinopolitanae. ed.
halk kiliselere koşarak, dua ve ilâhiler eşliğinlerde bir farklılık olmadığını söyleyebiliriz.
H.Delehaye in Propylaeum ad AASS Novembris
de günahlarından arınmaya çalışmışlardır.
(Brussels:1902).
KAYNAKÇA
Halkın umudunu yitirdiği bu zor zamanlarda,
– Symeon Magister, Chronographia, ed.I.Bekker,
– Agathias, Historiarum, ed.R.Keydell, CFHB,
kendisini peygamber ilan eden kişiler olduğu
CSHB, (Bonn:1838).
(Berlin:1967); Eng.tr.Joseph D.Frendo, The Histogibi, halkın içinde bulunduğu zor durumdan
– Theophanes Confessor, Chronographia, trans.
ries, CFHB, (Berlin:1975).
yararlanmaya çalışan büyücülerin, hırsızların
C.Mango & R.Scott as The Chronicle of Theop– Ammianus Marcellinus. The History, trans.J.
ve yağmacıların da olduğunu söyleyebiliriz.
hanes Confessor, Byzantine and Near Eastern
C.Rolfe (Harvard University Press,1972).
Deprem sonrasında imparatorların tutum ve
History A.D.284-813 (Oxford: Oxford University
– Aristotle. Meteorologia, trans.H.D.P.Lee (Harvard
Press,1997).
tavırları hakkında kaynaklardan bize iletilen
University Press,1952).
60 itü vakfı dergisi
TEKNOKENT DOSYASI
İTÜ ARI Teknokent
Girişimcilere Amerika
Kapılarını Açıyor
Dünyanın en başarılı
kuluçka merkezlerinden
Chicago 1871'de ofis açan İTÜ
ARI Teknokent, teknoloji üreten
yenilikçi firmaları yurtdışına
taşıyarak, yeni iş ortaklıkları
kurmalarını destekleyecek.
İ
TÜ ARI Teknokent yeni açıkladığı destekleme programı ile tüm teknoloji girişimcilerine, dünyanın teknoloji merkezlerinden Chicago’da ofis, pazarlama ve iş
geliştirme hizmetleri sunuyor. Amerika’daki
yatırımcılarla Türkiye’den girişimciler arasında köprü kuruyor.
Türkiye’nin en gelişmiş teknoparkları
arasında yer alan İTÜ ARI Teknokent, Türkiye’deki teknoloji girişimcilerini uluslararası
pazarlarla buluşturmaya hazırlanıyor. Dünyanın en başarılı kuluçka merkezlerinden
Chicago 1871’de ofis açan İTÜ ARI Teknokent, teknoloji üreten yenilikçi firmaları yurtdışına taşımak için sadece bu yıl 1.8 mil-
62 itü vakfı dergisi
yon TL harcayarak, girişimci firmaların yeni
iş ortaklıkları kurmalarını destekleyecek.
Böylece Türkiye’den çıkan girişimci teknoloji firmaları Amerika pazarının ve uluslararası yatırım almanın kapısını aralayacak.
Kabul etmesi zor, avantajları benzersiz
ITU ARI Teknokent’in ofisini açtığı Chicago
1871, Amerika’nın önde gelen donanım,
nanoteknoloji, biyoteknoloji ve robotik girişimcilerine en sahipliği yaparken, Northwestern, Chicago ve Illinois Üniversiteleri ve dünyaca ünlü Techstars kuluçka
merkezlerine ve iş geliştirme ofislerine de
ev sahipliği yapıyor. 4.700 m2 üzerine kurulmuş Chicago 1871’in en büyük özelliklerinden biri ekosistemi içerisine alacağı
kurumları uzun bir süreç içerisinde farklı
değerlendirme kriterlerine göre incelemesi
ve sonrasında merkeze kabul etmesi. Bu
yöntem ile uzun soluklu ve sağlam iş ortaklıkları kuran merkez, kabul ettiği kurumlara
eğitim, uluslararası yatırımcıyla buluşma,
mentorluk ve danışmanlık hizmetleri, dünya genelinde panel ve konferanslara katılım, ofis ve konferans salon kullanımları gibi
çok önemli avantajlar sağlıyor. Yaklaşık iki
yıldır söz konusu değerlendirme sürecinden geçen İTÜ ARI Teknokent, böylece
Amerika’nın en seçkin girişimcilik merkezlerinden birinde girişimcileriyle yıl boyunca ve doğrudan yer alma imkanına sahip
oluyor.
İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü Kenan Çolpan konuya ilişkin yaptığı açıklamada, yeni teknoloji geliştiren girişimcilerin
dünyaya açılan kapısı olma yolunda atılan
bu adımın mutluluk verici olduğunu ifade
ederken; “Chicago 1871’te ofis açmak oldukça zor. Buraya kabul edilmek için çok
farklı aşamalardan geçmek gerekiyor. ITU
ARI Teknokent olarak uzun bir süredir dahil
olduğumuz bu süreci başarıyla tamamlayarak ofisimizi açtık. Türk teknoloji girişimcilerine rekabetin üst düzey yaşandığı ancak
vaat ettikleriyle eşsiz imkanlar sunan Amerika’da bir destek eli sunuyoruz. Girişimcilerimizin bu eli tutarak Türkiye’den çıkan
uluslararası bir marka olmalarına olanak
tanıyacak olmak bize gurur veriyor” dedi.
Önümüzdeki dönemde uluslararası bir
marka çıkarma ve Türk girişimciliğini geliştirme misyonu doğrultusunda yurt dışı
yatırımlarına devam etmeyi planlayan İTÜ
ARI Teknokent, bu tip uluslararası merkezler açmaya kısa süre içinde San Francisco,
Boston, Berlin ve Şanghay’da yeni merkezlerle devam edeceğini bildiriyor.
İ
Girişimciler için pasaportlarını hazırlama vakti geldi:
ITU GATE’in Yeni Dönemi
İçin Başvurular Başladı!
İTÜ ARI Teknokent'in 2015
büyüme hedefleri doğrultusunda
küresel pazarlara açılmasının
önemli bir ayağını oluşturan ITU
GATE Uluslararası Hızlandırma
Programı, firmaları uluslararası
platformlarda yatırımcılarla
buluşturuyor.
TÜ ARI Teknokent’in bu yıl ikincisini
düzenleyeceği “ITU GATE Uluslararası
Hızlandırma Programı” için başvurular
başladı. İTÜ ARI Teknokent’in 2015 büyüme hedefleri doğrultusunda küresel
pazarlara açılmasının önemli bir ayağını oluşturan program, ürün ve servisleri
uluslararası piyasalarda yer almaya hazır
teknoloji tabanlı firmalara, iş geliştirme
desteği ve uluslararası müşteri ve yatırımcılarla bir araya getirme imkanı sunuyor. “ITU GATE Uluslararası Hızlandırma
Programı” için son başvuru tarihi ise 1
Mayıs 2015.
Programa katılacak olan firmalara
öncelikle uluslararası tecrübeye sahip
profesyoneller tarafından tamamen ücretsiz olarak, iş modeli geliştirmeden
pazar araştırması ve analizine mini MBA
eğitimleri verilecek. 6 haftalık eğitim süreci mentorluk, iş geliştirme atölyeleri ve
müşteri odaklı sunum teknikleri ve yatırımcıya sunum hazırlıkları gibi farklı konuları da kapsayacak. Eğitimi başarıyla tamamlayan firmalar arasından seçilecek
olanlar daha sonra İstanbul, Chicago ve
San Francisco’da uzman ve yatırımcılarla bir araya gelerek onlara sunum yapma
fırsatı yakalayacak.
İTÜ ARI Teknokent, programın yurt
dışı ayağında katılımcı firmalara geçtiğimiz ay açtığı ve dünyanın en başarılı
kuluçka merkezlerinden Chicago1871’in
içinde yer alan ITÜ ARI Teknokent Chicago ofisinde iş geliştirme imkanı da sunacak. Hem Chicago hem de San Francisco’da firmaların sektörüne özel doğru
kişilerle randevu alınmasına yönelik destek ve danışmanlık sağlayacak.
“Yurtdışı Piyasalarına Açılmak
Hayal Değil”
“ITU GATE Uluslararası Hızlandırma
Programı” kapsamında girişimci firmaların uluslararası platformlarda yatırımcılarla buluşma fırsatı yakaladıklarını belirten
İTÜ ARI Teknokent CMO’su Deniz Tunçalp, “Geçtiğimiz yıl başladığımız ve ba-
itü vakfı dergisi 63
TEKNOKENT DOSYASI
şarılı sonuçlar aldığımız programa bu yıl
da devam ederek, Türkiye’deki girişimcilerin uluslararası arenada kendilerini
tanıtmalarına destek olmaktan mutluluk
duyuyoruz. Henüz ilk senemizde elde ettiğimiz başarılı sonuçlar bizi dünyanın en
saygın üniversitelerinin de kuluçka merkezlerinin bulunduğu Chicago1871’in
içinde kendi ofisimizi açmaya yöneltti.
Süreç sonunda ITÜ ARI Teknokent Chicago ofisimizi hizmete soktuk. Teknoloji
tabanlı girişimci firmalarımızın dünyanın
en iyi kuluçka merkezlerinin ekosistemlerinde mevcut ve potansiyel yatırımcılarla bir araya gelmesinin bu alanda
sürdürülebilir bir başarı yakalamalarında
önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.
Bu süreçte biz de kendilerine verdiğimiz
eğitimlerden danışmanlığa, strateji geliştirmeden işbirlikleri kuracakları yatırımcılarla tanıştırmaya kadar her konuda yanlarında oluyoruz” değerlendirmesinde
bulundu.
ITU GATE Uluslararası Hızlandırma
Programı’nın ilk döneminde yatırımcıların, Türkiye’den gelen girişimcileri yenilikçi ve merak uyandırıcı buldukları gözleminde bulunan Tunçalp,”Amerika’ya
64 itü vakfı dergisi
ITU GATE Uluslararası Hızlandırma
Programı ilk döneminde Amerika'ya
giden 9 firmadan biri olan ve
hastanelerdeki verililiği artırmaya
yönelik çözüm sunan Borda,
beş potansiyel müşteriye ulaştı;
Zebra d ABD'de 2 bin 500'den
fazla hastaneye ulaşacak bayi/
distribütor firma ile anlaştı; Invent
Analytics, ABD'li perakendecilerle
masaya oturdu...
giden 9 firmadan biri olan ve hastanelerdeki verimliliği artırmaya yönelik radyo
frekansı ile tanıma (RFID) temelli çözüm
sunan Borda’nın bugün Türkiye’de 21
hastane ile anlaşması bulunuyor. Önümüzdeki dönemde de toplam 6 milyon
dolarlık satış bekleyen Borda, ABD’deki
hızlandırıcı programını tamamladıktan
sonra beş potansiyel müşteriye ulaştı.
Zebra (Motorola Solutions) ile bir ortaklığa imza atıp, ABD'de 2 bin 500’den fazla
hastaneye ulaşacak bayi/distribütör firma ile anlaştı.
Perakende sektöründe ürün performansı ve karlılığı arttırıcı bulut tabanlı çözümler üreten Big Data Analytics şirketi
Invent Analytics (www.inventanalytics.
com) ise 2015’te ABD pazarına girmeyi
hedefliyor. ITU GATE’in San Francisco
ayağında IBM Venture Capital Investment Competition’ın finallerine kalan ve
finallerde ikinciliği kazanan Invent, ABD’li
perakendecilerle masaya oturdu. 2015’in
ilk çeyreğinde 1 milyon doların üzerinde
hizmet sözleşmesi imzalayarak seneye
hızlı başladı. Bu başarı hikayeleri hem
yaptığımız işin doğruluğunu bir kez daha
göstermiş oluyor hem de gelecek hedeflerimizi büyütmemizde bizlere büyük bir
motivasyon kaynağı sağlıyor. ITU GATE
sayesinde birçok başarılı girişimcinin
uluslararası pazarlara açılarak büyük başarılar yakalayacağına inancımız tam. Bu
alanda kendini geliştirmek isteyen tüm
firmaları programımıza bekliyoruz.” dedi.
ITU GATE “Rocket Your Business”
hakkında daha fazla bilgiye http://www.
itugate.com linkinden ulaşılabiliyor.
Bilgi için: Erdem Dicle/Mehveş Erdoğan/Artı İletişim Yönetimi / 0212 347 03
30/ [email protected]
İTÜ Çekirdek Firmaları
Startup Turkey'de
Büyük İlgi Gördü
İTÜ Çekirdek'ten firmaları,
Avrasya'nın en büyük internet
ve girişimcilik etkinliği Startup
Turkey finaline kalarak
sunum yaptılar.
B
u yıl 100'ü aşkın girişimi 150'den
fazla yatırımcı ile buluşturan Avrasya'nın en büyük internet ve girişimcilik etkinliği Startup Turkey'de İTÜ Çekirdek'ten firmalarından Tüccarefendi, Kuax,
Tabtoy Studios, ITU Gate firmalarından Katıhal, Imona, SBS, Ingenous İTÜ ARI Teknokent firmalarından Gumush sunum yaptı. Türkiye'deki 300 kayıtlı melek yatırımcı
arasından dokuz adayın ve Startup Turkey
finallerine kalan 15 girişimin değerlendirildiği gecede ITU Gate firmalarından Ingenious Startup Turkey'de son 15'e kalarak
finalde sunum yaptı.
Startup Challenge Finalistleri
kıyasıya yarıştı
Dünya çapında umut vadeden girişimcilerin yarışına sahne olan Startup Turkey,
iki gün boyunca “Startup Challenge” adı
verilen girişimci sunumlarıyla, dünyanın
dört bir yanından gelen 67 girişimi dünya
çapında ün salmış yatırımcılar karşısında
ağırladı. Kitlesel fonlamadan halk ulaşım
bilgilendirme sistemlerine, mobil oyun
geliştiricilerden yenilikçi online yayıncılık
çözümlerine kadar pek çok farklı alanda
geleceğin teknolojilerini yaratma hedefiyle
yola çıkan 15 girişimci, aşamalı elemeler
sonunda dünya devlerinin önünde Startup
Turkey finallerinde ter döktü.
Girişimciler, Sean Percival (500 Startups), Kentaro Sakakibara (Samurai Incubate), Mike Butcher (TechCrunch) ve Vitaly
Golomb'dan (CCC) oluşan zorlu bir jüri
önünde ikişer dakikalık sunumlar ile ürünlerini, ekiplerini ve iş modellerini yatırımcılara
ve internet canlı yayınıyla dünyaya anlatma
fırsatını yakaladı.
Jüri oylaması sonunda finale kalan 15
girişim arasından Ferruh Mavituna’nın ekibiyle birlikte geliştirdiği web uygulamalarının güvenlik açıklarını tarayan ve raporlayan
yazılım Netsparker birinciliği elde etti. Ürdün çıkışlı sosyal oyun geliştiricisi Play3arabi ikincilik ödülünü alırken, farklı müzik
servislerini tek noktada birleştirerek dijital
müzikteki parçalanmış yapıyı ortadan kaldıran Türkiye çıkışlı müzik platformu Cubic.fm
de üçüncü oldu.
Etohum'un Kurucusu Burak Büyükdemir, aynı zamanda Kemal Akçalı ve Caner
Soyer tarafından kurulan, inşaat ve mimarlık
sektörleri için özelleştirilmiş bir artırılmış gerçeklik uygulaması olan Pandora'nın, Startup
Turkey'e katılan yatırımcılar ile 260 bin TL'lik
yatırım sözleşmesine imza attığını duyurdu.
Melek Yatırımcı Ödülleri
sahiplerini buldu
Bu yıl girişimci ekosisteminin en önemli
parçalarından biri olan melek yatırımcıları
ödüllendirmek ve melek yatırımcılığı teşvik
etmek amacıyla ilk kez verilen Melek Yatırımcı Ödülleri, 120'den fazla aday arasından seçildi. Prof. Erhan Erkut, Kenan
Çolpan, Dr. Recep Bildik ve Hakan
Ertürk gibi sektör oyuncularını yakından tanıyan jüri üyelerinin oluşturduğu kısa listede yer alan ilk dokuz
aday, Hasan Aslanoba, Joachim
Behrendt, Mehmet Bodurgan, Ziya
Boyacıgiller, Ahu Büyükkuşoğlu Serter, Emre Kurttepeli, Selçuk Saraç,
Tahir Zaimoğlu ve Umur Özal olarak
belirlendi.
Melek yatırımcıların geçmiş performanslarından portföy büyüklüklüklerine, girişimcilere yönelik mentorluk
süreçlerinden yatırımcı ağı üyeliklerine ve
üniversiteler ile sivil toplum işbirliklerine kadar 15'e yakın farklı kriter ile değerlendirilen
dokuz aday, son olarak melek yatırımcılar
hakkında girişimcilerle yapılan mülakatlar
sonunda belirlendi.
Türkiye melek yatırımcılık ekosistemine
katkılarından dolayı Melek Yatırımcı Ödülleri'yle onurlandırılan melek yatırımcılar ve
melek yatırım kurumları ise şöyle:
Yılın Melek Yatırım Kurumu Ödülü:
T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı ve
TEB Özel Bankacılık
Yaşam Boyu Onur Ödülü: Hasan Aslanoba, Emre Kurttepeli ve Ziya Boyacıgiller
Yılın Melek Yatırımcısı Ödülü: Joachim Behrendt
itü vakfı dergisi 65
TEKNOKENT DOSYASI
İTÜ'lü Mühendisler Daha Temiz
Bir Dünya İçin Çalışıyor
İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar Yenilenebilir
Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Üner Çolak, İTÜNOVA
TTO işbirliğinde, artan nüfusla dünyanın büyük bir sorunu olan
atıkları bertaraf ederken enerji üreterek, “bir taşla birkaç kuş”
hedefleyen bir proje gerçekleştiriyor. İTÜNOVA TTO bünyesinde,
Ar-Ge kuruluşu işbirliği ile gerçekleştirilen TÜBİTAK destekli proje,
"tehlikeli" sınıfındakiler de dahil olmak üzere, atıkları sıvı yakıt,
gaz ve gübre elde edecek biçimde dönüştürecek santraller
kurulmasını hedefliyor…
D
ünya nüfusundaki artış, bir yandan
enerjiye olan talebi tırmandırırken, diğer yandan atıkların çoğalmasına yol
açıyor. Yeryüzünü giderek daha yaşanamaz
hale getiren atıklardan, en düşük maliyetle,
en etkin biçimde kurtulabilmek için, tüm
dünyada alternatif teknolojiler geliştiriliyor.
İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar
Yenilenebilir Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı
Prof. Dr. Üner Çolak tarafından İTÜNOVA
TTO bünyesinde, bir özel sektör Ar-Ge kuruluşu işbirliği ile gerçekleştirilen TÜBİTAK
destekli proje, “tehlikeli” sınıfındakiler de
dahil olmak üzere, atıkları sıvı yakıt, gaz ve
gübre elde edecek biçimde dönüştürecek
santraller kurulmasını hedefliyor.
Günümüzde hızla artan enerji maliyetleri de gösteriyor ki, enerji üretimi ile ona
olan talep arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. 1982 yılında İTÜ’de Türkiye’nin
ilk Metalurji Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, master ve doktorasını ABD’de
tamamlayan; 1989’da Türkiye’ye dönüp
Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Merkezi’nde öğretim üyeliği yapan ve son 3 yıldır da İTÜ’de enerji alanında yeni malzeme
ve teknolojilerin geliştirilmesi konusunda
çalışmalar yürüten Prof. Dr. Üner Çolak,
gelecekte şartların daha da zorlaşacağına işaret ediyor. Prof. Dr. Çolak bu durumu, “Çin ve Hindistan’ın nüfusu milyarın
üzerinde. Sonra da Afrika gerçeği var. Bu
aslında dünyada enerji tüketiminin giderek
daha da artacağını gösteriyor. Türkiye’de
kişi başı enerji elektrik tüketimi yıllık 3200
kilowatsaat mertebesinde. Dünya ortalaması ile hemen hemen aynı düzeyde. Bazı
ülkelere bakıyoruz, bizim neredeyse 15’te,
66 itü vakfı dergisi
30’da birimiz mertebesinde elektrik tüketimi. Dolayısıyla onların da epey yol kat etmesi gerekiyor. Yani enerji, ileride çok daha
önemli hale gelecek” şeklinde özetliyor.
Aslında dünyada nüfusun artmasıyla
beraber bir başka problem daha gündeme
geliyor. O da, atıkların artması. “Atıkları eğer biz bertaraf edemezsek,
dünya yaşanılmaz bir hale gelecek.
Dolayısıyla bizim sürdürülebilir
yaşamımız için birincisi
enerji sağlamamız, ikincisi atıkları herhangi bir
problem yaratmayacak
şekilde bertaraf edebilmemiz lazım”
diyen Prof. Dr.
Üner
Çolak,
İTÜNOVA Teknoloji
Transfer
Ofisi çatısı altında,
üniversite sanayi işbirliğinin çarpıcı bir
örneğini oluşturacak biçimde, bu
alanda “bir taşla birkaç kuş” hedefleyen bir proje gerçekleştiriyor. Prof. Dr. Çolak, projeyi tanımlarken, “En güzeli atıkları bertaraf
ederken, enerjiyi üretebilmek. İşte
benim çalıştığım proje buna ait”
saptamasını yapıyor. “Atıktan enerji dönüşümü, yeni bir proses değil.
Dünyanın pek çok yerinde kullanılıyor. En yaygını ise, atıkların yakılması.
Ama evsel atıkların içinde genellikle,
her tür organik malzeme var, nem
miktarı yüksek, yanması kolay değil.
Ama bertaraf etmek çok önemli olduğu
için, kurutulup yakılması maliyeti göze alınarak gerçekleştirilen bir proses” diyen
Prof. Dr. Çolak, projesini “Benim uğraştığım
farklı bir yanı. Atıkları sıvı yakıta dönüştürmek üzerine çalışıyorum” diye açıklıyor.
Yokluktan teknoloji doğdu…
Geçmişi, sıvı yakıta ihtiyacın karşılanamadığı İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yıllarına kadar giden “sıvılaştırma teknolojisi”nin, Ortadoğu ve Afrika’da sömürgesi
bulunmadığı için petrol bulmakta zorlanan
1940’ların Nazi Almanyası’nın, savaş yakıtı
için kömürü sıvılaştırılması ve gazlaştırılması ile ortaya çıktığını anlatan Prof. Dr. Üner
Çolak, ırkçı Güney Afrika döneminde de,
bu teknolojinin ticarileştirildiğini belirtiyor.
O dönemde Güney Afrika’ya uygulanan
ambargonun, bu teknolojinin Almanlar’dan
satın alınarak, ülkenin büyük akaryakıt şirketi South Africa Sentetic Oil’i ya da bilinen
adıyla Sasol’u ortaya çıkardığını kaydeden
Prof. Dr. Çolak, Sasol’un ise 4-5 yıl önce
teknolojiyi ABD’ye ihraç ettiğini belirtiyor.
Almanya ve Güney Afrika’nın zengin kömür
kaynaklarına dayandırdığı bu teknolojinin,
günümüzde petrol fiyatları karşısında ekonomik hale geldiğini, bunun yanında oksijensiz ortamda yanma sağlayan piroliz
teknolojisi gibi gazlaştırma teknolojilerinin
de kullanılmaya başlandığını anlatan Prof.
Dr. Çolak, “Bu teknolojilerin ortak sorunu
kuru malzeme ihtiyacı. Yani yüksek sıcaklığa çıkarmak için, eğer çok yüksek nemli
bir malzeme varsa, önce onu kurutmamız
lazım. Tabi o da enerji tüketimi yüksek bir
proses. Enerji üretirken, bir miktarını orada
tüketmek gerekiyor” diyor.
Bu alana ilgi duyan bir holdinge bağlı
Ar-Ge şirketinin, Türkiye’de
çeşitli araştırma ve
girişimlerde bulunduktan sonra, bilgi birikimlerinden yararlanmak
amacıyla, işbirliği için
kendilerine başvurduğunu
anlatan Prof. Dr. Üner Çolak, İTÜNOVA TTO’nun
profesyonel desteği ile
geliştirmekte
oldukları
yeni teknolojiyi ise şöyle aktarıyor: “Bizim üzerine uğraştığımız teknoloji, tamamen su içeren
ortamda, yüksek sıcaklık ve
basınçta, uzun organik molekülleri parçalatarak, daha
kısa zincirler oluşumunu ve
böylece organik molekülleri
de, atıktan sıvı hale dönüştürmeyi sağlıyor.
Çünkü molekül uzunlukları kısaldıkça, daha
sıvı, daha gaz haline gelebilen moleküller
oluşuyor. Bu yine çok çok yeni bir düşünce değil. Ama, dünyada ticarileşmesi gerçekleşmemiş bir teknoloji. ABD de bir grup
bununla ilgili çalışmış. Şimdi biz, aslında
onlarla da beraber çalışıyoruz. Amacımız,
özellikle bertaraf etmemiz için para harcamamız gereken negatif değerli atıklar. En
yaygını arıtma tesislerindeki çamur. Bu,
tehlikeli atık sınıfına girebilecek nitelikte bir
atık. Bunun ortadan kaldırılması gerekiyor.
Çünkü çevreye zararlı. Bunları günümüzde
kurutup, çimento fabrikalarında para karşılığında yakarlar. Yani onu yaktırmak için
para ödersiniz. Bizim amacımız o maliyetleri ortadan kaldırmak ve sonuçta o istemediğimiz atıkları da bertaraf etmek. Yan
ürün olarak da, sıvı yakıt elde etmek. Aynı
zamanda bu atıkların içinde, özellikle azot
içeren belli bileşikler var. Bu da bize, özellikle zirai amaçlı kullanılabilecek, besin değeri yüksek gübre olarak faydalı hale dönüşüyor. Dolayısıyla hem sıvı, hem gaz yakıt,
aynı zamanda bir miktar o atığın niteliğine
göre sıvı ve katı gübre sağlanmış oluyor.”
Pilot tesisin bu yıl kurulması
hedefleniyor
Son yıllarda bu teknolojiye olan ilginin daha
da arttığını, İskandinav ülkelerinin endüstri
ormanları oluşturduğunu, örneğin Finlandiya’nın ağaçtan sıvı yakıt dönüşümü sağladığını, Danimarka’nın 20 yıllık amortisman
maliyetini göze alıp, evsel atıkları yakmayı
tercih ettiğini kaydeden Prof. Dr. Çolak,
“Bizimki çok daha yararlı, çünkü depolayıp metan gazı üretmek gibi sakıncalı bir
prosesle uğraşmayacağız. Yakma maliyeti
gibi bir maliyete de girmiyoruz. Çok daha
yüksek karlı biçimde, hem atığı bertaraf
ederken, hem de yararlı ürünleri elde etme
amacını güdüyoruz” vurgusu yapıyor. Prof.
Dr. Çolak, ilk aşamada deneysel başlayan
çalışmaları, bu yıl bir pilot tesise dönüştürmeyi hedeflediklerini belirtiyor.
Inovasyon ve teknoloji, katma değer
üretmekte sınır tanımıyor. Artık, teknolojiye
yön verenler, tek getiri ile ve tek hedefle
yetinmiyor. Zararlı atıkların yok edilmesi ile
ilgili maliyeti ortadan kaldırmak bile önemli
bir ekonomik değer ifade ederken, üstüne
sıvı ve gaz yakıtlar ile gübre gibi çıktılar
elde edebilmek, teknolojinin aynı zamanda
ne denli büyük bir yatım potansiyeli taşıdığını, bir kez daha gözler önüne seriyor.
itü vakfı dergisi 67
TEKNOKENT DOSYASI
GREENWAY’den Türkiye’nin İlk
Kule Tipi Yoğunlaştırılmış
Güneş Enerjisi Santrali
Güneş enerjisi teknolojisi alanında yeni bir sistem olan ve
yüksek verimlilikle çalışan Türkiye'nin ilk 'Kule Tipi Yoğunlaştırılmış
Güneş Enerjisi (YGE) Santrali", Greenway'in Ar-Ge çalışmalarının
bir sonucu olarak Mersin'de kuruldu. İTÜ Enerji Teknokenti
bünyesinde çalışmalarını sürdüren Greenway'in yazılım ve
donanımını özel olarak tasarladığı GreenBox, özel bir algoritma
ile belirli aralıklarda güneşin pozisyonunu hesaplıyor, aynaları
uygun yöne çeviriyor ve gereken kalibrasyonları akıllı yazılımı
sayesinde yapıyor. Yönetim Kurulu Başkanı Serdar E. Erduran bu
yeni sistemin çalışma prensibi ve avantajlarını İTÜ Vakfı Dergisi için
değerlendirdi...
G
ünümüzde enerji ihtiyacının giderek artması ve fosil enerji kaynaklarının tükenmesi, firmaları yeni
enerji kaynakları yaratmak amacıyla proje üretmeye yönlendirmektedir. Bu çalışmalar çoğunluklu doğal enerji kaynakları
üzerinde yoğunlaşmaktadır. Greenway,Türk mühendislerinin 7 yıllık bir AR-GE
çalışmasının ardından 2012 yılında Mersin’de Türkiye’nin ilk “kule tipi yoğunlaştırılmış güneş enerjisi” santralini kurdu.
Türkiye, özellikle güney kesimleri yoğunlaştırılmış güneş enerjisi sistemi için oldukça elverişlidir. Tamamı yerli sermaye
ile kurulan Mersin’deki Ar-Ge tesisimizin
kurulumu 8 ay gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Dünyada sadece birkaç ülkede
uygulanan Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi (YGE) teknolojisi henüz yeni
bir sistem olmasına rağmen verimlilik oranı diğer güneş enerjisi ile elektrik üreten
sistemlere nazaran çok daha yüksektir.
Greenway, 2014 yılında, Türkiye’nin
en prestijli teknoloji ödülü olan TÜBİTAK,
TTGV ve TÜSİAD tarafından düzenlenen
XI. Teknoloji Ödülleri’nde Büyük Ölçekli
Süreç Kategorisi’nde birincilik ödülünü
kazanmıştır.
Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş
Enerjisi Enerjisi (YGE)
Temel çalışma prensibi,heliostat adı verilen yansıtıcı yüzeylerin gün içerisinde
güneşi takip ederek güneş ışınlarının
yansıtılarak kulede odaklanmasıdır. Kule
üzerindeki alıcıya gelen ışınlar yüksek
Greenway, 2014 yılında, XI. Teknoloji Ödülleri’nde Büyük Ölçekli Süreç Kategorisi’nde birincilik ödülünü kazanmıştır.
68 itü vakfı dergisi
montajı kolay olacak şekilde LEGO sitilinde tasarlamıştır.
Ayrıca Avrupa’daki çeşitli kuruluşlarla
yapılan ortak proje ile buhar depolama
sistemi geliştirilmesi üzerinde çalışmalar
yapılmaktadır. Bu sistem gündüz üretilen fazla buharın depolanarak gece de
elektrik üretiminde kullanılmasını sağlayacaktır. Projenin hayata geçirilmesi durumunda güneş ile çalışan sistemlerdeki
en büyük sorunlardan biri olan günde 24
saat aralıksız üretimde kalamama durumu ortadan kalkmış olacaktır. Bu açıdan
bakıldığında tesisimiz bu konuda da dünyadaki emsallerinden farklı olacaktır.
sıcaklık ve basınçta kızgın buhar elde
edilmesini sağlıyor. Elde edilen kızgın
buhar türbinlerde elektrik enerjisine dönüştürülüyor. Buhar, elektrik üretiminin
ana kaynağıdır. Elektrik enerjisi üretiminde çoğunlukla ilk önce buhar, daha sonra
da buhar türbini kullanılarak elektrik elde
edilir. Kule tipi YGE ile direk olarak güneşten kızgın buhar elde etmek mümkün
hale gelmiştir.
yeşil veya fosil enerji kaynaklarıyla beraber entegre olarak kurulup işletilebilir.
Böylece güneşin olmadığı zamanlarda
depolama maliyetine girilmeden elektrik
üretimi devam edebilir. Greenway’in YGE
sistemi ve bileşenleri hafif, dayanıklı ve
İTÜ ARI Teknokent’i Tercih Nedeni
Greenway, İTÜ Enerji Enstitüsü ile beraber yürüttüğü çalışmalarına daha
kolaylıkla devam edebilmek ve ARI
Teknokent’in sunduğu avantajlardan yararlanmak amacıyla Enerji Teknokent’ini
tercih etmiştir. Enerji Enstitüsü ile yakın
olmamız proje çalışmalarımız açısından
büyük kolaylık sağlamaktadır.
Enerji Enstitüsü ile beraber yürüttüğümüz çalışmalarımızda öğretim üyelerinin
de katkılarıyla İTÜ’nün araştırma altyapısı
ve birikiminden faydalanmaktayız.
İTÜ Enerji Enstitüsü öğretim elemanları ve öğrencileriyle proje bazında işbirliği çalışmalarımız artarak ve gelişerek
devam etmektedir. İTÜ öğrencilerine staj
ve iş konularında imkanlarımız ölçüsünde
yardımcı olmaktayız.
GREENWAY Dünyada YGE
Teknolojisine Sahip Üç Firmadan Biri
İspanya, İsrail ve Amerika’da kule tipi
YGE santrali bulunmasına karşın Mersin’deki tesisin dünyadaki benzerlerinden bazı farklılıkları bulunmaktadır. Tesisin kablosuz iletişime sahip olması en
önemli özelliklerinden biridir. Yazılımı ve
donanımı Greenway tarafından özel olarak tasarlanan GreenBox kontrol kartı ile
birimler kablosuz iletişim kuruyor. GreenBox, özel bir algoritma ile belirli aralıklarda güneşin pozisyonunu hesaplıyor,
aynaları uygun yöne çeviriyor ve gereken
kalibrasyonları akıllı yazılımı sayesinde
yapıyor.
Sistem, kolaylıkla hibrit olarak diğer
itü vakfı dergisi 69
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ’den Türkiye’nin
İlk Çelik Test ve
Araştırma Merkezi
Ç
Çelik ürünlerin üretimi,
geliştirilmesi ve test
aşamalarında hizmet verecek
Türkiye’nin ilk Çelik Test ve
Araştırma Merkezi, ilklerin
üniversitesi İTÜ’de kurulacak.
İTÜ, uzman ihtiyacını karşılamak
adına alana yönelik lisansüstü
eğitim programları da
geliştirecek.
elik ürünlerin üretimi, geliştirilmesi ve
test aşamalarında hizmet verecek
Türkiye’nin ilk Çelik Test ve Araştırma Merkezi, ilklerin üniversitesi İTÜ’de
kurulacak. Çelik sektörünün yanı sıra çelik
kullanan ana sektörlere de hizmet verecek
olan merkezde; test analiz maliyetlerinin
düşürülmesi, sektörün rekabet gücünün
artırılması, ar-ge ve inovasyon kapasitesinin geliştirilmesi, yurt içi ve yurt dışı satışlar
için gerekli uygunluk değerlendirmelerinin
yapılması üzerine çalışmalar yürütülecek.
İTÜ, uzman ihtiyacını karşılamak adına alana yönelik lisansüstü eğitim programları da
geliştirecek.
İstanbul Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle
çelik sektörü özelinde hizmet verecek merkezin fiziki kurulumu için İTÜ, İstanbul Kalkınma Ajansı, Türkiye İhracatçılar Meclisi
(TİM), Çelik İhracatçıları Birliği ve sektörel
dernekler tarafından imzalar atıldı. 10 Şu-
bat 2015 tarihinde gerçekleştirilen imza törenine İstanbul Valisi ve İstanbul Kalkınma
Ajansı Başkanı Vasip Şahin, Rektör Prof.
Dr. Mehmet Karaca, TİM Başkan Vekili
Mustafa Çıkrıkçıoğlu, ÇİB Yönetim Kurulu
Başkanı Namık Ekinci ve Çelik Boru İmalatçıları Derneği’nin yanı sıra birçok sektör
temsilcisi katıldı.
Törende konuşan İstanbul Valisi ve İstanbul Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı Vasip Şahin, "Çelik sektörü inovatif olarak en çok gelişmesi gereken sektörlerden
biri. Dolayısıyla projeyi destekledik. Hedefimiz çelik sektörüyle başladığımız desteğin
diğer sektörlere de örnek olması” diye konuştu. ÇİB Yönetim Kurulu Başkanı Namık
Ekinci ise Türkiye’nin en çok ihracat gerçekleştiren sektörleri arasında çeliğin bulunduğunu anımsatarak, merkezin İstanbul'un
bilim ve teknoloji üssü haline gelmesinde ve
Türkiye’nin yanı sıra çevre ülkelere de hitap
eden bir ekonomi başkenti olmasında etki
sağlayacağını söyledi. TİM Başkan Vekili
Mustafa Çıkrıkçıoğlu da Türkiye Cumhuriyeti’nin 2023 hedeflerine işaret ederek, bu
hedeflere ulaşmak için inovasyon, ar-ge, tasarım ve markalaşmaya daha fazla yatırım
yapılması gerektiğini vurguladı.
Rekabet gücü artacak
İTÜ Ayazağa Yerleşkesine kurulacak merkez, kamu, özel sektör ve üniversite işbirliği kapsamında İstanbul’da güdümlü proje
desteği almaya hak kazanan ilk proje oldu.
Mart ayı içinde inşasına başlanacak merkezin yapımı 2 yıl sürecek. Merkezde çelik
sektöründe katma değeri yüksek çelik ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi hedefleniyor.
Merkez; test, analiz ve malzeme karakterizasyonu hizmetleri vererek üniversiteler,
araştırma kuruluşları ve diğer kamu kurumlarıyla ar-ge ve inovasyon projeleri geliştirecek, mesleki ve teknik eğitimle danışmanlık
hizmetleri sağlayacak ve bu sayede bir sektörel veri merkezi olarak faaliyet yürütecek.
Çelik kullanan ana sektörlere de hizmet verecek olan merkezde; test analiz maliyetlerinin düşürülmesi, sektörün rekabet gücünün
artırılması, ar-ge ve inovasyon kapasitesinin
geliştirilmesi, yurt içi ve yurt dışı satışlar için
gerekli uygunluk değerlendirmelerinin yapılması gibi birçok çalışma gerçekleştirilecek.
Ayrıca, merkezin insan kaynağını karşılamak üzere ilerleyen dönemlerde sektöre yönelik yüksek lisans ve doktora programları
açılması da gündemde.
Karaca: Ülkemiz Kazanacak
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca projeye
çok önem verdiklerini belirterek merkezin
çelik sektörüne önemli katkı sağlayacağını söyledi. İTÜ’nün bir ar-ge ve inovasyon
üniversitesi olduğu vurgusunu yineleyen
Karaca, bu niteliğin farklı sektörlerde atılan
adımlarla güçlenmeye devam edeceğini
belirtti. Çelik sektörünün gelişiminin ülke
adına büyük önem taşıdığını kaydeden
Karaca, şöyle konuştu: “Ülkemizde çelik
sektörünün özellikle analiz ve test aşamalarında yurtdışı bağımlılığını ortadan kaldırmak, prosedürleri en aza indirgemek ve
yaşanan zaman kaybını ortadan kaldırmak
adına ciddi bir adım atıyoruz. Merkez ekonomimize katkı, firmalara kolaylık sağlayacak. Ancak bunun da ötesinde, bir ar-ge
merkezi olarak faaliyet gösterileceği için
yeni fikirlere ve sektörün gelişimine önemli
bir kapı açacak.”
Çevre Dostu Hava Taşımacılığı İçin
İTÜ-Safran İşbirliği
Havacılık ve uzay teknolojilerinde Türkiye’nin önde gelen üniversitesi İTÜ, yeni bir
ar-ge projesi daha başlattı. Dünyaca ünlü
Safran Group (Aerospace-Defence-Security) ile anlaşma imzalayan İTÜ, yeni nesil
uçak motorlarında kullanılacak malzemelerin geliştirilmesi için çalışacak.
Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı IDEF’15 kapsamında İTÜ – Safran Group
arasında ar-ge anlaşması imzalandı. İmza
törenine, Savunma Sanayi Müsteşarı Dr.
İsmail Demir, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet
Karaca ve Safran Group Ar-Ge Müdürü
Eric Bachelet katıldı. Anlaşma ile Safran
Group, Türkiye’deki ilk üniversite-sanayi
işbirliğini İTÜ ile gerçekleştirmiş oldu.
Öğrenciler için önemli fırsat
İTÜ ve Safran, yeni nesil uçak motorların-
da kullanılacak seramik matrisli kompozit
malzeme geliştirme çalışmaları yürütecek.
Yüksek sıcaklık ortamında servis veren
seramik matrisli kompozitlerin özelliklerini
geliştirmek üzere yapılacak ar-ge çalışmaları, 2 yıl sürecek. Proje süresince farklı
disiplinlerden araştırmacıların yanı sıra
öğrencilerin de görev alacağı çalışmalar
gerçekleştirilecek.
Çevre dostu havacılık
Projede nano-mimarilerin mevcut kompozitlerin yapısına eklenerek çok fonksiyonluluk elde edilmesi hedefleniyor.
Hafifliklerinin yanı sıra mekanik ve ısıl
dirençlerinden dolayı aranan kompozit
malzemeler sayesinde yakıt tasarruflu ve
çevre dostu bir hava taşımacılığına katkı
sağlanması amaçlanıyor.
itü vakfı dergisi 71
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ – Yıldız Holding Akademik İşbirliği
İTÜ ile Yıldız Holding arasında, akademik ve endüstriyel kalkınmada öncü rol üstlenecek
kapsamlı bir protokol imzalandı. Protokol sayesinde, lisansüstü eğitim çalışmaları, ar-ge
projeleri ve üniversite-sanayi işbirliğinde yeni ufuklar açacak ortak akademik çalışmaların
yürütülmesi hedefleniyor.
“İTÜ – Yıldız Holding Akademik İşbirliği
Protokolü”nün imza töreni, 30 Nisan 2015
Perşembe günü İTÜ Rektörlüğünde gerçekleştirildi. İTÜ adına Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca’nın, Yıldız Holding adına
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker’in imzaladığı protokol ile iki üniversite
– sanayi işbirlikleri kapsamında çok aşamalı büyük bir işbirliği başlatıldı. Törene,
İTÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. İbrahim
Özkol, Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Kimya
Metalurji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Beraat
Özçelik, Kimya Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Güneş, İTÜ Genel
Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kındap ile Yıldız
Holding Global İnovasyon Başkanı Ahmet
Anbarcı da katıldı.
‘Üniversiteyi anlayan sanayi, sanayiyi
anlayan üniversite’
Törende konuşan İTÜ Rektörü Prof. Dr.
Mehmet Karaca, İTÜ’nün 250. Yılına doğru
geri sayıma geçen bir üniversite olduğuna
işaret ederek, “Amacımız tam bir araştırma
ve inovasyon üniversitesi olarak İTÜ’yü ge-
72 itü vakfı dergisi
leceğe taşımak” dedi. Özellikle son 2 yıldır
yeni atılan adımlarla girişimcilik ve inovasyonu destekleyen programlar geliştirdiklerine işaret eden Karaca, öğretim üyesi
projelerine verilen destek miktarı ve proje
sayısının artırıldığının da altını çizdi. Karaca, “Üniversiteyi anlayan bir sanayi, sanayiyi anlayan bir üniversite modeli kurmak
arzusundayız. Ülke kalkınmasının sürdürülebilirliği için akademik ve endüstriyel gelişimin birbirini tamamlaması zorunludur”
dedi. Karaca, İTÜ’nün işbirliği anlaşmalarına hassasiyetle yaklaştığını, dünya markalarıyla somut ve başarılı adımlar atmayı tercih ettiğini belirterek, “Bu açıdan da Yıldız
Holding ile birlikte yürüteceğimiz projelerin
yeni değerler üreteceğine inanıyor, bunun
için heyecan duyuyoruz. Dünyanın en eski
üniversiteleri arasında yer alan yükseköğretimdeki aralıksız 242 yıllık tarihiyle İTÜ
ve dünya pazarındaki prestijli konumuyla
başarılı uluslararası markaları bünyesinde
barından Yıldız Holding’in, akademik çalışmalar ve ar-ge faaliyetleri yürütmesine ilişkin bu protokolün, öncü bir rol üstlenerek
yeniliklere kapı açması amaçlıyoruz” diye
konuştu.
‘Omega-3 üzerine Almanya ile ortak
çalışma’
Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcısı Ali Ülker, kurumların bilim ve
akademi çevreleriyle dirsek temasında
olmasının, birlikte ortak projeler üzerinde çalışmasının önemini vurguladı. Ülker,
“Global bir gıda şirketi olarak akademik işbirlikleriyle topluma fayda sağlayacak işler
yapmak ve bu konuda da öncü olmak istiyoruz. Dünyanın mücadele ettiği sorunlara
çözüm bulabilmek için yeni yaklaşımlar
gerekiyor. Geleneksel entelektüel alanlar
global toplumun karmaşık sorularına cevap bulabilmek için değişiyor. Global sorunlara çözüm üretirken ancak el ele verdiğimiz ortak çözümler etkili oluyor” şeklinde
konuştu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
gıda alanında yaptığı araştırmalarla dünyada da saygın bir yere sahip olduğuna
işaret eden Ali Ülker, “Uzun yıllardır pek
çok projede İTÜ’den destek aldık, birlik-
te araştırmalar yaptık. Bu çalışmayı şimdi
bir protokolle kalıcı hale getiriyoruz. Protokolün ilk adımı olarak, uluslararası bilim,
teknoloji ve sanayi paydaşlarının bir araya
geldiği çok boyutlu bir çalışma üzerine yoğunlaştık. Almanya’dan Kiel Üniversitesi
ve Breko GmbH şirketi ile Türkiye’den İstanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Holding’in inovasyon şirketi NorthStar Innovation, insanlardaki omega-3-yağ asitleri
düzeyini arttırmayı hedefleyen fonksiyonel
ürün üzerinde çalışacak” dedi.
Yeni ürünlere yön verecek
İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü ile Yıldız
Holding arasındaki ortak projeler kapsamında, son olarak yağ-su emülsiyonlarının
stabilitesinin arttırılması üzerine bir çalışma
gerçekleştirilmişti. Gıda bilimi ve teknolojisinin sınırlarını genişleten bu çalışma ile
elde edilen bilimsel veriler, Yıldız Holding’in
ilgili kategorilerinde ürün geliştirme ekipleri
tarafından yeni ürün geliştirme çalışmaları
için yön verici oldu. Bir başka ortak çalışma ise çikolatada doğal olarak bulunan ve
çok sayıda bilimsel çalışma ile insan sağlığına olumlu etkisi kanıtlanmış olan bazı
antioksidantların incelenmesine ilişkindi.
Protokol ile benzer çalışmaların artırılması
da sağlanacak.
Protokol neleri kapsıyor?
Yıldız Holding’de kısa dönem staj yapan
İTÜ’lü öğrencilerden staj sonunda seçilenlere 1 yıl boyunca yarı zamanlı çalışma
imkânı, eğitimini tamamlayan öğrencilere
ise tam zamanlı işe alımlarda öncelik sunulacak. Yıldız Holding’in, ulusal ve uluslararası fonlarla desteklenen projelerinde
öncelikli tercih İTÜ’lü öğretim üyeleri ile
işbirliği yapılması olacak. Yüksek lisans
ve doktora tez çalışmalarını sürdüren
İTÜ’lü öğrenciler, ortak ilgi alanına giren
konularda Yıldız Holding tesis ve laboratu-
varlarını kullanabilecek ve tez çalışmalarını gerçekleştirmek için hammadde, sarf
malzeme desteği alabilecek. Ayrıca yüksek lisans çalışması boyunca 2 yıl süreyle,
doktora çalışması boyunca 4 yıl süreyle
öğrenciler Yıldız Holding bünyesinde yarı
zamanlı çalışma hakkı kazanabilecek. İTÜ
Gıda Mühendisliği Bölümünde belirlenen
bir laboratuvarın Yıldız Holding tarafından
organize edilerek, pilot tesis ve laboratuvar kurulumu üniversitenin tabi olduğu
mevzuat hükümleri doğrultusunda sağlanabilecek.
ASELSAN ve İTÜ Eğitim Gemisi Anlaşması
ASELSAN ve İstanbul Teknik Üniversitesi
(İTÜ) arasında 13 Mart 2015 tarihinde Test
ve Eğitim Gemisi Niyet Anlaşması imzalandı.
ASELSAN Genel Müdür Yardımcısı
Mustafa Kaval ile İTÜ Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik tarafından imzalanan Test ve Eğitim Gemisi Niyet Anlaşması ile her iki kurumun da ihtiyaç duyduğu modern
bir geminin ortak bir proje
ekibi tarafından birlikte projelendirilmesi,
tasarlanıp ürettirilmesi ve birlikte
kullanılması hedefleniyor.
2016 yılı
içinde inşasına başlanması hedeflenen Test ve
Eğitim Gemisi, askeri ve sivil deniz sistemlerinin geliştirme aşamasında denizde denemelerinin yapılması için uygun alt yapılar
ile özel analiz ve test laboratuarlarını bünyesinde bulunduracak.
Üniversite ile sanayi işbirliği için
yeni bir rol model olacak Test ve
Eğitim Gemisi maliyet etkin olarak
test imkanı sunmak yanında, modüler sistemlerin geliştirilmesine
de olanak sağlayacak.
ASELSAN tarafından İstanbul Kalkınma Ajansı’nın finansal desteği ile tedarik edilmesi
öngörülen Test ve
Eğitim Gemisi,
İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesinin katkıları ile ASELSAN tarafından işletilecek. Test ve Eğitim Gemisi ASELSAN
ve İTÜ dışında ürün geliştirmek isteyen şirketler ile diğer üniversitelerin eğitim amaçlı
kullanımına da açık olacak.
Test ve Eğitim Gemisi, ürün geliştirme
yanında Denizcilik Fakültelerindeki öğrencilerin yeni nesil sistemleri,
daha geliştirme aşamasında
tanımasına ve kullanmasına
imkan vererek Türk denizcilerinin modern imkanlar ile
eğitim görmesini de sağlayacak. Test ve Eğitim
Gemisi doğal afetlerde
Lojistik Destek Platformu olarak yararlanılabilecek kapasite,
olanak ve yeteneklere de sahip olacak.
itü vakfı dergisi 73
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ’den Rusya ile Nükleer Eğitim İş Birliği
İTÜ, Rusya Federasyonu’nun nükleer araştırmalar konusunda en güçlü üniversitesi
NSNU-MEPhI ile iş birliği yaptı.
İTÜ ile Rusya Ulusal Nükleer Araştırmalar Üniversitesi - Moskova Mühendislik Fiziği Enstitüsü (NSNU-MEPhI) arasındaki iş
birliği anlaşması, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı’nda düzenlenen törenle imzalandı. İmza törenine, Rektör Prof. Dr. Mehmet
Karaca ve NSNU-MEPhI Rektörü Prof. Dr.
Mikhail N. Strikhanov ile iki üniversiteden
yetkililer ve Bakanlık temsilcileri katıldı.
Lisansüstü desteği
Rektör Karaca, yapılan işbirliği ile İTÜ Enerji
Enstitüsü ve NSNU-MEPhI arasında araştırma ve lisansüstü eğitimde ortak çalışmalar
yapılacağını belirterek, akademisyenlerin
değişimi, lisansüstü öğrencilerin tez aşamasındaki değişimleri ve ortak yayınlar gibi
çeşitli iş birliklerinin organize edilebileceğini
kaydetti.
İTÜ Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr.
Altuğ Şişman ise anlaşmanın uzun süredir
yapılan karşılıklı görüşmeler neticesinde en
fazla ortak faydanın sağlanacağı şekilde
yapılandırıldığını söyledi. İTÜ Enerji Enstitü-
sünün yakında NSNU-MEPhI öğretim üyelerine de ev sahipliği yaparak nükleer alanda
ortak bir lisansüstü programı başlatacağını
ve böylece ortak araştırmalar için köprü
oluşturacaklarını belirtti.
lar, Laser Kesici, CNC Tezgahı, Vinil Kesici,
Enjeksiyon Kalıplayıcı, Masaüstü CNC yer
alıyor. İTÜ öğrencilerinin ve girişimcilerin
bu makineleri uygulamalı olarak deneyimleme olanağı bulacağı GE Garaj atölye çalışmaları, seminerler ile desteklenecek.
GE Garaj Açıldı
İTÜ’nün General Electric (GE) Türkiye ile
yaptığı işbirliğinin en önemli parçası olarak
"GE Garaj" Ayazağa Yerleşkesinde açıldı.
İTÜ GİNOVA’nın ev sahipliğinde İTÜ
Ayazağa Kampüsü Deprem ve Afet Yönetimi Enstitüsü'nde gerçekleştirilen açılış
töreni, katılımcılara GE Garaj’da yaptırılan
tanıtım gezisi ile başladı.
Endüstriyel tasarımcıların, mühendislerin, girişimcilerin ve akademisyenlerin bir
araya gelerek fikirlerini ürünlere dönüştüre-
74 itü vakfı dergisi
ceği bir üretim merkezi olacak GE Garaj,
haziran ayına kadar her hafta çarşamba
ve perşembe günleri hizmet verecek. GE
Garaj’da; 3D Tarayıcı, Arduino, 3D Yazıcı-
İlk Seminer GE İnovasyon ve Pazarlama
Başkanından
Açılış için Türkiye’ye gelen GE Dünya
İnovasyon ve Pazarlama Başkanı Beth
Comstock, ise GE Garaj Atölye Çalışmaları
kapsamında ilk semineri veren isim oldu.
“Endüstrinin Geleceği ve İnovasyonda
Yeni Yaklaşımlar” konulu seminere; öğrenciler, akademisyenler ve farklı sektörlerden
iş dünyası profesyonelleri katıldı. Comstock, inovatif bakış açısının geleceğin dünyasındaki önemine değindiği seminerinde,
öğrencilere tutkularının peşinden gitmelerini tavsiye etti.
İTÜ GİNOVA Müdürü Prof. Dr. Şebnem
Burnaz ise seminerin ardından Beth Comstock’a teşekkürlerini iletirken, etkinliğe ev
sahipliği yapmaktan mutluluk duyduklarını
belirtti. Burnaz, GE Garaj’ın ayrıcalıklı bir
çalışma olduğunu vurgularken, inovatif fikirlerin gelişmesinin destekleneceğini söyledi.
na başvurmak isteyen akademisyenlere
Rektörlüğün her zaman destek olduğunu
söyledi. Araştırmacıların projelerini uluslararası platformlarda tanıtmaları ve destek
almalarının hem kendileri hem de İTÜ için
ne denli önemli olduğuna değinen Karaca,
“İTÜ bir araştırma ve inovasyon üniversitesi diyoruz. Bunu sağlayacak, bu varlığı
güçlendirecek adımı atacak olanlar akademisyenlerimiz. Başka türlü bu niteliği taşıyan bir üniversite olmamız mümkün değil”
dedi. Rektör Mehmet Karaca, toplantıda
akademisyenlerin sorunlarını ve taleplerini
de dinledi.
Akademisyenlere “Horizon
2020 Programı” Tanıtımı
AB’nin Araştırma ve Yenilik Çerçeve Programı olan “Horizon 2020 Programı”, İTÜ
akademisyenlerine tanıtıldı.
İTÜ AB Merkezi Araştırma Ofisi tarafından 28 Nisan Salı günü Ayazağa Yerleşkesi - Kültür Sanat Birliği Küçük Salonda
düzenlenen toplantıya, Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca, Rektör Yardımcısı Prof. Dr.
Mehmet Sabri Çelik ve genç araştırmacılar
katıldı.
Toplantıda akademisyenlerle sohbet eden Karaca, araştırma programları-
Bilgi Toplumu Yolculuğunda
“İTÜ 5G Çalışma Grubu”
İTÜ, Türkiye’nin bilgi toplumu olma yolculuğunda hak ettiği yeri alması, hatta dünyada
lider ülkelerden biri olması adına 5G çalışmalarını çok önemli ve tarihsel bir fırsat olarak değerlendiriyor.
Türkiye’nin iletişim teknolojilerinde sadece kullanıcı ve ithalatçı konumundan çıkıp
hızla teknoloji geliştiren ve satan konuma
gelmesi için Elektrik-Elektronik Fakültesi ve
Bilişim Enstitüsü’nün işbirliği içinde, “5G Çalışma Grubu” oluşturuldu.
Yaklaşık 1 yıldır 5G üzerine araştırmalarına devam eden İTÜ, ileri teknolojilerde
öncü olma misyonuyla yeni bir çalışma başlattı. Bilişim, elektronik ve telekomünikasyon
alanında uzman akademisyenlerden oluşan
“İTÜ 5G Çalışma Grubu” kuruldu. Bu sayede, sadece ülkemiz değil dünya için de yeni
olan bu teknolojiyle ilgili teknolojik bileşenler, standartlar ve insan kaynağı konusunda
araştırmalar yürütülecek.
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca,
“250. Yaşına doğru ilerlerken dünyanın en
köklü üniversitelerinden biri olarak, amacımız yeni teknolojilerin keşfedilme sürecinden
itibaren tüm aşamalarında sektörel paydaşlarla işbirliği yaparak yer almak. İTÜ bilimsel
ve teknolojik çok sayıda yeniliğe imza atmış,
ülkemizi yeni teknolojilerle tanıştırmış bir
kurum olarak bugün de pek çok geleceğe
yönelik çalışma yürütüyor. Şimdi ise dünyanın gündemindeki böyle önemli bir konuda,
geleceğin teknolojilerini yapılandıracak aktörlerden biri olmak için çalışıyoruz” dedi.
İTÜ’nün akademik bir kurum olarak başlıca
görevleri arasında nitelikli insan kaynağı ye-
Horizon 2020 Programı
Avrupa’nın küresel rekabet edebilirliğini güçlendirmeyi amaçlayan Horizon
2020’de, 2014-2020 yılları arasında yürütülen tüm araştırma ve yenilik programlarının
bütüncül bir sistem altında toplanması hedefleniyor. Bilimsel Mükemmeliyet, Endüstriyel Liderlik, Rekabetçilik ile Toplumsal
Sorunlara Çözümler olmak üzere üç ana
başlık altında yapılanan Hoziron 2020’nin
toplam bütçesi 72,5 Milyar Avro.
tiştirmenin olduğuna dikkat çeken Karaca,
şunları kaydetti:
“5G’nin Türkiye’de şekillenmesi sürecinde aktif yer almak istiyoruz. Bunun standartları, frekansları ve alt teknoloji bileşenlerinin
belirlenmesi gibi birçok aşamayı ele alacağız. Ama en önemlisi, bu alanla ilgili uzman
işgücünü yetiştirmek hedefindeyiz. Bunun
için öncelikle insan kaynağı eksikleri nedir,
hangi akademik programlar geliştirilmeli
konularına eğileceğiz. 5G üzerine hem sektörde hem de akademik anlamda çalışacak
insan kaynağını yetiştirmeye yönelik yüksek
lisans ve doktora programları açmayı hedefliyoruz.”
İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Serhat Şeker de mobil internet pazarının giderek büyüdüğüne ve bu temeldeki
teknolojilerin insan hayatının her alanını kolaylaştıracağına dikkat çekti. Şeker, “Mobil
internet, nesnelerin interneti, makineler arası
iletişim ve bulut teknolojilerinin potansiyeli
hem ülkemizin ekonomik kalkınması hem
de bilimsel ve teknolojik ilerleme adına çok
önemli. İTÜ, bilimsel ve akademik ilerlemede
inisiyatif alarak, bu alanda Türkiye’de yapılacak araştırma çalışmalarının mimarları arasında yer alma amacındadır” dedi.
itü vakfı dergisi 75
İTÜ'DEN HABERLER
Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası Açıldı
23 Mart Dünya Meteoroloji Günü
kutlamaları kapsamında İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
tarafından “Şehircilik Meteorolojisi Çalıştayı” ve “Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası” açılışı
gerçekleşti.
Şehircilik ve meteoroloji
konusunda uzman ve akademisyenlerin katıldığı “Şehircilik
Meteorolojisi Çalıştayı” Meteoroloji Mühendisi Çetin Gül’ün
bağlama dinletisi ile başladı.
Meteorolojik açıdan şehirlerin
değerlendirildiği çalıştayın açılış konuşmasını, İTÜ Meteoroloji
Mühendisliği Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Ahmet Duran Şahin yaptı. Meteorolojinin disiplinler arası
bir bilim olduğunu ve özellikle
Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama Bölümleriyle ortak çalışmalar
yapılması gerektiğini vurgulayan
Şahin, “Meteoroloji hayati öneme sahip bir alandır. Meteoroloji, afetlerden
korunmak için, su kaynaklarının korunması
için, ulaşım, havacılık, denizcilik gibi birçok
alanda etkin bir role sahiptir” dedi.
‘Meteoroloji şehircilikten ayrı
düşünülmemeli’
Meteoroloji Mühendisleri Odası Başkanı
Fırat Çukurçayır da meteoroloji biliminin
76 itü vakfı dergisi
yasasında, kanunlarda ve yönetmeliklerde yer bulmalı” diye
konuştu.
dünyada hak ettiği yeri bulamadığını belirterek, “Şehircilikte altyapıdan üstyapıya kadar bütün alanlarda meteorolojinin
yeri olması gerekiyor. Ülkemizde binaların
sadece barınma amaçlı inşa ediliyor. Bu
nedenle şehirlerde yaşadığımız kronik
sorunlarla karşı karşıyayız. Meteoroloji ve
çevre gibi bilimler ülkelerin gelişmişliği ile
bağlantılı olarak ilerliyor. Meteoroloji imar
‘İstanbul laboratuvar gibi’
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca
ise meteoroloji biliminin hemen
her alanı ilgilendirdiğini vurgulayarak, açılışı yapılan Brifing
Odası’nın meteoroloji mühendisliği için gerekliliğine dikkat
çekti. Brifing odası sayesinde
öğrencilerin verileri nasıl değerlendirmeleri gerektiğini öğreneceklerini söyleyen Karaca,
meteoroloji biliminin ve meteoroloji mühendislerinin sektörde
daha etkin rol alması için Rektörlük olarak her zaman destek
sunacaklarını vurguladı. Karaca, iklimin ve meteoroloji biliminin çağlar boyunca önemini
hep koruduğuna işaret ederek
“Binlerce yıl önce insanlar iklim
değişiklikleri yüzünden göçebe hayat sürüyorlardı. Günümüzde yerleşik toplumlar
halinde yaşıyoruz ve iklim değişikliklerine
uyum sağlamak zorundayız. Şehir iklimi
araştırmalarında en önemli laboratuvar İstanbul’dur aslında” dedi.
Hava olaylarının tahmini
Şehircilik Meteorolojisi Çalıştayı açılış konuşmalarının ardından Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası açılışı yapıldı. Açılış
kurdelesini Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ve bir öğrenci kesti. Açılışın ardından
Prof. Dr. Sibel Menteş kısa bir sunum yaparak Brifing Odası hakkında bilgi verdi.
Atmosferin seviye seviye katmanlarını
gösteren 13 ekranlık harita duvara sahip
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odasında önemli hava olaylarının önceden
tahmini yapılabilecek. İstanbul ve önemli
il merkezleri için hava tahmini konusunda kamu ve özel kurumlara meteorolojik
destek verilebilecek. Aynı anda pek çok
haritanın yorumlanabileceği laboratuvar,
öğrencilere teorik bilgileri pratiğe geçirirken görsel bir destek sunacak. Şu an
kullanılan haritaların uluslararası hava istasyonlarından alındığı laboratuvarda en
kısa zamanda İTÜ’nün ürettiği haritalar
üzerinden hava tahmini yapılabilecek.
İTÜ’den Meteorolojik Tahmin ve Analizde Yeni Adım
yorumlanabiliyor ve bu sayede daha hızlı
hava tahmini yapılabiliyor.
Dünyada yıldırım ve şimşek takibi
Avrupa Meteorolojik Uyduları İşletme Teşkilatı’nın (EUMETSAT) sahip olduğu uydu
veri ve görüntülerini gerçek zamanlı olarak yansıtabilme özelliğine sahip Brifing
Odasında, önemli hava olaylarının gerçek
zamanlı takibi yapılabilecek. Meteoroloji
Genel Müdürlüğü’nün işlettiği meteorolojik radarların veri ve görüntüleriyle birlikte,
hava tahmin harita ve ürünlerine ulaşılabilecek. Ayrıca Brifing Odası, küresel olarak
yıldırım ve şimşek olaylarının takibine olanak sağlayacak.
Türkiye’nin ilk ve tek Meteoroloji Mühendisliği Bölümüne sahip İTÜ, meteorolojik
tahminler yayınlamaya ve önemli hava
olaylarının tahmin ve analizinde yeni çalışmalar yapmaya hazırlanıyor. İTÜ Meteoroloji Brifing Odası, kamu ve özel kurumlara
meteorolojik bilgi desteği de verebilecek.
Harita duvar
İTÜ’de Meteoroloji Mühendisliği Bölümünün eğitim kalitesini artırmak ve çalışma-
larında uzmanlığı yükseltmek amacıyla
atılan adımlara bir yenisi daha eklendi.
Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi içinde
Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası
açıldı.
Öğrencilerin bilgi ve becerilerini artıracak ve teorik bilgilerini pratiğe geçirirken
görsel bir destek sağlayacak Brifing Odasında, 13 ekrandan oluşan meteorolojik
harita duvar yer alıyor. Atmosferin seviye
katmanlarını gösteren haritalar, aynı anda
İstanbul ile başlayacak
Meteoroloji Mühendisliği Bölümünde geçtiğimiz yıl açılan WRF sayısal hava tahmin
modelinden elde edilecek harita ve grafiklerin Brifing Odasına sunulmaya başlanması ile birlikte öncelikle İTÜ merkez
yerleşkesi ve İstanbul olmak üzere, daha
sonra da diğer il merkezleri için hava tahminleri yayınlanacak. 24 saat çalışılabilecek laboratuvarda kamu ya da özel sektöre hava tahmini hizmeti verilmesinin yanı
sıra önemli hava olaylarının öncesi ve sonrasında meteorolojik destek sağlanacak.
İTÜ, Açık Deniz Mühendisi Yetiştirecek
Türkiye’nin ilk Açık Deniz Mühendisliği
Lisansüstü Programı, mühendislik eğitiminin 242 yıllık adı olan İTÜ’de açılıyor.
Ülkemizdeki gemi inşa sanayinin açık
deniz yapıları sahasına yönelme kararı
üzerine yurtdışındaki örnekler incelenerek geliştirilen program, sanayinin bu
alandaki gelişimini destekleyecek adres
olacak.
İTÜ, değişen ülke ve sektör koşullarına göre akademik yeniliklere imza atmayı sürdürüyor. Bu kapsamda, İTÜ Gemi
ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Bölümü bünyesinde Açık Deniz Mühendisliği
Lisansüstü Programı hayata geçirilecek.
Gemi inşa sanayinin önümüzdeki yıllarda açık deniz yapıları sahasına yönelme
kararı alması üzerine İTÜ’ye kazandırılan
program, yetiştireceği uzmanlar saye-
sinde ülkemizin bu alandaki gelişiminde
öncü rol üstlenecek.
Sektöre Canlılık
2015-2016 Akademik Yılı itibariyle öğrenci kabul etmeye başlayacak program, özellikle yurtdışından gelen gemi
ve yat siparişlerinde düşüşler yaşayan
sektörün, açık deniz yapılarının inşası-
na yönelmesini destekleyecek profesyonelleri yetiştirecek. Ders programları
ve içerikleri, İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz
Bilimleri Fakültesi akademik kadrosu tarafından yurt dışındaki başarılı programların incelenmesiyle oluşturuldu. Ayrıca,
akademisyenler, sanayiciler ve öğrencilerden geri beslemeler ve öneriler de
alındı.
itü vakfı dergisi 77
İTÜ'DEN HABERLER
Kent İçi Ulaşım Çalıştayı İTÜ'de Yapıldı
İTÜ, Yalova Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve E'PR Yerel Yönetim Ajansı işbirliğiyle düzenlenen “Kent İçi Ulaşım Çalıştayı” 24-25 Mart tarihlerinde İTÜ'nün ev
sahipliğinde gerçekleştirildi.
Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde yapılan çalıştaya,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Feridun Bilgin, Rektör Prof. Dr. Mehmet
Karaca, Yalova Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Niyazi Eruslu, Bahçeşehir Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Şenay Yalçın, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, Hatay Büyükşehir Belediye
Başkanı Lütfü Savaş, yerel yöneticiler, akademisyenler ve ulaşım sektörü temsilcileri
katıldı.
3 araçtan 1’i İstanbul’da
Bakan Feridun Bilgin, 2023 yılında kadar
ülke genelindeki bütün büyük şehirlerde
kent içi ulaşıma yönelik izlenecek eylem
planlarından bahsetti. Kent içi ulaşım sorunun giderilmesi için toplumda toplu taşıma
araçlarının kullanımına ilişkin kültürün yerleşmesi gerektiğini söyleyen Bilgin, “Nüfus
artışı ve büyüme eğilimleri, 2023 yılında
toplam taşıma düzeyinin bugünkünün 3 ka-
78 itü vakfı dergisi
tına çıkacağını gösteriyor” dedi. Bilgin, şu
bilgileri aktardı:
“Ulaştırma, sanayileşme, konut, turizm,
tarım politikalarının birbirini tamamlayacak bir nitelikte olmasını zorunlu kılmaktadır. Kent nüfusunda yaşanan her artış ise
daha fazla taşıt trafiği olarak geri dönmektedir. Bakınız ülkemizde sadece geçen yıl
ülkemizde trafiğe yeni çıkan taşıt sayısı
888 bin 974 oldu. Bu yılın sadece ocak
ayında 137 bin 334 yeni araç trafiğe girdi.
Bu araçların yaklaşık üçte biri İstanbul trafiğine kayıtlıdır.”
'Toplu ulaşımda yenilenebilir
teknolojiler önemli'
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ise ulaşımın
büyükşehirlerde güncelliğini hiçbir zaman
yitirmeyen özellikle, İstanbul’un gündemini
sürekli meşgul eden bir konu olduğuna işaret ettiği konuşmasında, İTÜ’nün yer aldığı
ulaşım projelerinden de bahsetti. Karaca,
toplu ulaşım alternatiflerini ve kapasitelerini
artırmanın çok önemli olduğunu ancak kent
içi ulaşımda nitelikli ve erişilebilir toplu ulaşım alternatifleri sunmak kadar yenilenebilir
teknolojilere yönelmenin de gerekliliğine
dikkat çekti. Karaca, şunları kaydetti:
“İTÜ olarak bu teknolojileri geliştirmek
için çalışan bir üniversiteyiz. Türkiye’nin ilk
elektrikli minibüsünü tasarladık hala geliştiriyoruz; şu anda bir şarjla en az 400 km yol
alabiliyor. Şarj süresini kısaltma ve mesafeyi uzatma yolundaki çalışmalarımız sürüyor.
Tamamlandığında üniversitemizdeki ring
servisleri elektrikli minibüsle gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Ayrıca ülkemizin güneş
enerjili ilk aile arabasını da öğrencilerimiz
tasarlıyor. İsmi ARUNA. İnşallah bu yaz tanışacaksınız, ülkemizi bu araçla yurtdışında
da temsil etmeye hazırlanıyoruz. Biz yenilebilir ulaşım çözümleriyle örnek olmayı da
amaçlıyoruz” dedi.
Çözüm raylı sistemlerde
Çalıştayın ilk oturumu büyükşehir belediye başkanları tarafından gerçekleştirildi.
Başkanlar sunumlarında, şehirlerinde kent
içi ulaşıma yönelik yapılan çalışmalardan
bahsetti. Farklı şehirlere ilişkin yapılan tüm
sunumlarda, çözüm noktası raylı sistem
ağının genişletilmesi üzerinde birleşti. Kent
içi ulaşımının bütün yönleriyle ele alındığı
ve çözüm önerilerinin masaya yatırıldığı
çalıştayda Kentsel Ulaşımda Planlama,
Trafik Yönetimi ve Denetimi, Ulaşım Alt Yapıları, Toplu Taşıma- Raylı Sistemler, Lojistik, Denizyolu ve Organik Ulaşım gibi konu
başlıklarıyla gerçekleştirilen oturumlarda,
çok sayıda sorun uzmanlar tarafından ele
alındı.
“Türkiye’de Anma ve Anıtlaştırma Yolları” Paneli
Çevre ve Şehircilik Uygulama Araştırma
Merkezi tarafından Çanakkale Zaferinin
100. Yılı kapsamında, “Türkiye’de Anma ve
Anıtlaştırma Yolları” başlıklı panel düzenlendi. 18 Mart 2015 Çarşamba günü Mimarlık Fakültesinde gerçekleştirilen etkinlikte, “Zamanın Mekânsal Kurguları: Anma,
Anıtlaştırma Biçimleri ve Anma Mekânları”
araştırmasının çıktıları paylaşıldı.
Panel, Çevre ve Şehircilik Uygulama ve
Araştırma Merkezi Müdür Doç. Dr. Hayriye
Eşbah Tunçay ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sinan Mert Şener’in açılış konuşmalarıyla başladı.
Disiplinlerarası bakış açısıyla Türkiye’deki anma yolları ve anıtlaştırma biçimlerini Çanakkale üzerinden anlamaya
çalışmak ve anmalara yönelik ülkemizdeki çağdaş temsillerin, tasarım dillerinin ve
Doç. Dr. Hayriye Esbah Tunçay
başka zaman algılarının açığa çıkarılması
hedefleriyle 1,5 yılı aşkın araştırma projesindeki gözlem ve deneyimler; sosyoloji,
peyzaj ve tasarım üzerinden katılımcılara
aktarıldı.
İlk oturum konuşmalarında Gelibolu
yarımadasında bütünsel bir temanın olmaması ve birbirinin kopyası anıtlaştırma
örnekleri eleştirilirken, toplumda iz bırakan
olaylar ve anıtlaştırmalar konusunda dünyadan örnekler ile karşılaştırma yapıldı.
Anma mekânlarının yılın 365 günü hayatın
içinde ve bireylere hitap edecek tasarımlara sahip olması gerektiği vurgulanırken,
peyzajın tasarım unsuru olarak kullanılması
gerektiğinin altı çizildi.
Oturum sonlarında güncel bir anma
yolu denemesi olarak sunulan, sanatçı
Ayşe Gül Süter’in video enstalasyonu ve
İTÜ TMDK Müzik Teknolojileri Bölümü öğrencilerinin ses enstalasyonu katılımcılardan oldukça ilgi gördü.
Bilim, Sanat ve Teknoloji
Seminerleri 'Deniz' Temasıyla Sürdü
Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden
Prof. Dr. Odd Magnus Faltinsen, 30 Mart
Pazartesi günü İTÜ’ye konuk oldu. Prof.
Faltinsen,"Challenges in Marine Technology Related to Food, Energy, Transportation and Inrastructure" konulu seminer verdi.
Üniversitemizin Bilim, Sanat ve Teknoloji
Seminerleri serisi kapsamında, Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi tarafından
düzenlenen seminere çok sayıda öğretim
üyesi ve öğrenci katıldı.
Prof. Faltinsen konuşmasında, dünya
denizlerinin beslenme, enerji ve ulaşım
açısından sağladığı olanaklar ile üstesinden gelinmesi gereken güçlüklere dikkat
çekti. Artan dünya nüfusu her gün daha
fazla yiyeceğe ihtiyaç duyduğunu fakat insanların deniz ürünlerinden yeterince faydalanamadığını söyleyen Faltinsen şunları
aktardı:
“Denizlerden daha fazla besin elde etmek için büyük bir potansiyel mevcuttur.
Toplam biyolojik üretim kalori cinsinden
kara ve deniz arasında eşit olarak bölünmüştür. Fakat insanların tüketimi için üretilen yiyeceklerin sadece yüzde 2’si deniz
kaynaklıdır. Dünya denizlerinin yüzde 80’i
3 bin metreden daha derindir. Bu nedenle
denizlerin çeşitli maksatlar için kullanılması
önemli zorlukların üstesinden gelinmesini
gerektirmektedir.”
Dr. Faltinsen, deniz dalgaları, rüzgar ve
akıntı gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının
kullanımının oldukça önemli olduğuna da
dikkat çekerek, bunun hem bugünün hem
de geleceğin gündemi olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Odd Magnus Faltinsen
Hakkında
Odd Faltinsen, 1968 yılında Bergen Üniversitesinden mezun olduktan sonra 1971
yılında Michigan Üniversitesinde Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojileri Mühendisliği
alanında doktorasını yaptı. Faltinsen, Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Deniz
Hidrodinamiği Departmanında hidroelastik
de dahil olmak üzere her türlü deniz yapılarındaki yükler konularında çalışmalar yürütüyor. Prof. Faltinsen’nin dünya çapında
bir başvuru kaynağı olarak kullanılan kitabı
“Sea loads of Ships and Offshore Structures” Korece ve Çince’ye; “Hydrodynamics
of High-Speed Marine Vehicles” kitabı da
Çince’ye çevrilmiştir.
itü vakfı dergisi 79
İTÜ'DEN HABERLER
Prof. Dr. Celâl Şengör Avusturya
Bilimler Akademisi'ne Seçildi
İTÜ Maden Fakültesi ve Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Celâl
Şengör Avusturya Bilimler Akademisi'nin
muhabir üyeliğine seçildi. Şengör, Ord. Prof.
Dr. Ekrem Akurgal'dan sonra bu akademiye
seçilen ikinci Türk oldu.
Akademide, Avusturya vatandaşı olmayan bilim insanları muhabir üyeliğe seçiliyor.
750 üyesi olan akademi, İngiltere'deki Royal
Society ve Almanya'daki Leopoldina'yı model alarak 1847'de kuruldu. Bu yılki bütçesi
97 milyon Avro olan akademi, Avusturya'da
üniversitelerden sonra en kapsamlı bilimsel
araştırma kurumu olma özelliği taşıyor.
Prof. Şengör “Bana bugüne kadar bilimsel araştırmalarımda en büyük desteği sağlayan sizlere, üniversiteme ve İTÜ'deki arkadaşlarıma en içten teşekkürlerimi bildirmek
benim için en büyük zevktir. Bu hiç kuşkusuz hepimize yansıyan bir başarıdır.” dedi.
Prof. Dr. Celâl Şengör daha önce Academia Europaea (ilk Türk), ABD Ulusal
Bilimler Akademisi (ilk Türk), Rus Bilimler
Akademisi (Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü'den
sonra ikinci Türk) ve Leopoldina Alman Ulusal Bilimler Akademisi (Ord. Prof. Hamit Nafiz Pamir'den sonra ikinci Türk) üyeliklerine
de seçilmişti.
Mikro Robotlar Dünyasına Yolculuk
çalışıyoruz. Önemli konuları ele alıyor, değerli isimler ağırlıyoruz” dedi. Arpacı, Dr.
Cavit Çıtak hakkında da konuklara bilgi
aktardı.
Doğadan Esinlenen Robot Tasarımları
Ardından, Max Planck Enstitüsü ve Carnegie Mellon Üniversitesinde çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Metin Sitti “Minyatür
Robotlar” konulu konferans verdi. Sitti,
kan damarları gibi küçük boyutlu alanlara
sığabilen minyatür ve hareketli robotların
tıp, biyomühendislik, mikro üretim, güvenlik ve denetleme gibi alanlarla yeni ve radikal uygulamaları mümkün kılabileceğini
belirtti. Milimetrik ve santimetrik boyuttaki
robotları anlatan Sitti, duvara tırmanan,
su üstünde yürüyen, kanatlarla uçan ve
havaya zıplayıp süzülen robotlar gibi doğadan esinlenen tasarımlar ve bunların
üretim – denetim süreçleri hakkında bilgi
verdi.
İTÜ Makine Fakültesi tarafından, Dr. Cavit
Çıtak anısına bu yıl 8. kez “Dr. Cavit Çıtak
Teknoloji Konferansı” gerçekleştirildi. 15
Nisan Çarşamba günü Makine Fakültesi
Orhan Öcalgiray Konferans Salonunda düzenlenen konferansta, mikro robotlar konuşuldu.
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Maki-
80 itü vakfı dergisi
ne Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Alaittin Arpacı, Çıtak Ailesi, akademisyenler
ve öğrencilerin katıldığı konferans, internet
üzerinden de canlı yayınlandı. Açılış konuşmasını yapan Dekan Prof. Dr. Arpacı,
Makine Fakültesi’nin 70. Yılı için bir seminer dizisi başlattıklarına işaret ederek,
“Her hafta bir seminer yapma gayretiyle
Hap Robot
Tıbbi uygulamalarda kullanılmak üzere tasarlanan, ağızdan yutulan ve mide içinde
görüntü alabilen, biyopsi yapabilen, ilaç
verebilen kapsül boyutundaki robotları da
tanıtan Sitti, neredeyse gözle görünemeyen, manyetik ya da bakteriler tarafından
itilen yeni mikro robotlar hakkında da bilgi
verdi.
Geleceğin
Teknolojilerinde
İTÜ’lülerin Adı
Robotikte Avrupa Üçüncülüğü
Arı Teknoloji Geliştirme Kulübü (ARIGE),
uluslararası çaptaki en büyük ve en prestijli
robot yarışmaları arasında yer alan “Robot
Challenge”da İTÜ’yü temsil ederek, Avrupa üçüncülüğü aldı.
Avusturya'nın Viyana şehrinde düzenlenen ve yaklaşık 500 robotun katıldığı uluslararası robot yarışmasında, İTÜ’yü Makine
Mühendisliği Bölümü öğrencisi Ümit Yelken ve Erdem Şen, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü öğrencileri Talha
Gülbudak, Erkan Şen ve Abdüssamet Hatipoğlu ile Endüstri Mühendisliği Bölümü öğrencisi Elif Almira Sözlü'den oluşan takım
temsil etti. “Puck Collect” kategorisinde
yarışan ve bu kategorideki tek Türk takımı
olan İTÜ ekibi, “The Bee of Vienna” isimli
robotu ile Avrupa üçüncülüğü elde etti.
‘İyi bir ekip çalışması’
Makine Mühendisliği Bölümü 3. sınıf öğrencisi Ümit Yelken, daha yüksek bir derece
alabilecekken yaşadıkları çeşitli olumsuzlukların kendilerini zorladığını belirterek,
“Yarışmaya hazırlanmak için sınavlarımızdan, derslerimizden çok fazla taviz verdik.
Yarışmanın ilk günü teknik bir arıza sonucu
tüm elektronik aksamımız yandı. Ancak
ekip çalışması olarak gerçekten çok iyi
olduğumuz için hızlı bir şekilde tüm elektronik aksamımızı yeniledik” dedi. Ekibin
elinden geleni yaptığını ve böyle prestijli bir
yarışmada ilk 3 derecede yer alabilmenin
önemli olduğunu söyleyen Yelken, şöyle
konuştu:
“Tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür
ediyorum. Çok ciddi rakiplerimiz vardı,
özellikle Ruslar teknik anlamda yarışmaya
çok iyi robotlar getirmişlerdi. Türkiye’den
katılımın çok az olduğu bir yarışmaydı.
Ödülümüz verilirken bayrağımızı dalgalandırmak bizi çok gururlandırdı. Verdiği
destek için üniversitemize de çok teşekkür ederiz.”
Robot Challenge Hakkında
Robot Challenge, katılımcıların kendi otonom ve mobil robotlarını yaptıkları, dünya
çapındaki en büyük etkinlikler arasında yer
alıyor. Dünyanın her yanından robotik konusunda ilgili insanları bir araya getirerek,
geniş kitlelere yaratıcılıklarını sergileme fırsatı sunuyor. 14 farklı yarışma kategorisiyle, yeni başlayanlar kadar deneyimli robot
tasarımcılarına, her yaştan katılımcıya da
mücadele zemini sağlıyor. Bilişim, elektronik, mekanik ve yapay zeka alanında ayların emeğine karşılık, katılımcılar ödül olarak
robotlarını hevesli izleyicilere tanıtma şansı yakalıyor. Son yıllarda robotik alanında
dünya çapındaki en büyük etkinliklerden
biri haline gelen Robot Challenge’da, 2004
yılından bu yana 56 ülkeden 2 binden fazla
robot yarıştı.
Türkiye’de bu yıl ilk kez düzenlenen
IoT Line Fair - Nesnelerin İnterneti
ve Akıllı Ürünler Fuarı kapsamında
düzenlenen yarışmada, öğrencilerimiz iki derece aldı. Aynı tarihlerde
düzenlenen robot yarışlarından ise
yine dereceyle döndü.
18 Nisan 2015 tarihinde üniversitemiz ev sahipliğinde düzenlenen
IoT Line Fair kapsamında çok sayıda akademik toplantı ve proje sergileri gerçekleştirildi. Türkiye’den
alanla ilgili birçok projenin yer aldığı
fuarda, Elektronik Mühendisliği Yüksek Lisans öğrencisi Güray Yıldırım,
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Lisans öğrencisi Burak Acar
ve Elektrik Mühendisliği Lisans öğrencisi Oğuzhan Gençel’den oluşan
takım “Burun” ve “Düşenin Dostu”
projeleriyle ikincilik ve üçüncülük
dereceleri aldı.
Fuarı takiben 19 Nisan 2015 tarihinde Bahçeşehir Üniversitesinde
düzenlenen “BAU Robotics” etkinliğine katılan öğrencilerimiz, Microsoft İnternet Çözümleri kategorisinde “İnternet Will Bee” projesiyle
ikincilik elde etti.
itü vakfı dergisi 81
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ’lülerin Yeni Gururu
Ağustos'ta Türkiye Turunda
rında temsil edecek. İTÜ’lülere ve ülkemize
yeni bir gurur yaşatmayı hedefleyen öğrencilerimiz, “Avusturalya’daki 3 bin km’lik
WSC yarış parkurunu bitirebilen ilk Türk
ekibi olarak Türkiye’nin yenilenebilir enerji ve elektrikli araç teknolojileri konusunda
geldiği noktayı göstermek istiyoruz” diyor.
ARUNA için farklı bölümlerden 26 İTÜ
T
ürkiye Ağustos 2015’te, ülkenin
ilk 4 kişilik güneş enerjili arabası
“ARUNA” ile tanışacak. Kilometrede 1 kuruşluk enerji yakan ARUNA, 70 km/
saat hızla giderken, ev tipi su ısıtıcısı kadar
enerji harcıyor. Türkiye’nin 'en fazla kupaya
sahip güneş arabası ekibi' unvanına sahip
İTÜ Güneş Arabası Takımı (İTÜ GAE) yeni
araç için hem heyecanlı hem de iddialı:
“ARUNA ile yerli otomobil çalışmalarının
ciddileşmesine katkıda bulunacağımıza
inancımız tam.”
Ağustos ayında İstanbul’dan başlayarak Türkiye turuna çıkacak ARUNA, 16
il gezdikten sonra tekrar İstanbul’a dönecek. Ekimde ise kıtalar aşıp Avusturalya’ya
gidecek ve ülkemizi 1987’den bu yana
düzenlenen World Solar Challenge yarışla-
82 itü vakfı dergisi
öğrencisi çalışıyor. Projelerini ve hedeflerini, İTÜ GAE Ekip Lideri Elektrik Mühendisliği Bölümü Öğrencimiz Burak Oklar ve
İTÜ GAE Organizasyon Sorumlusu İnşaat
Mühendisliği Bölümü Öğrencimiz Murat
Kütük anlattı:
“Güneş Enerjili Aile Aracı” Türkiye
için bir ilk olacak ve dünya çapında yarışacaksınız. Ekibe neler hissettiriyor?
- İlk olması hem bizim ekibimiz hem de
üniversitemiz için önemli bir tanıtım kaynağı olacak o yüzden heyecanlıyız. 10 sene
boyunca tek kişilik 7 araç ürettik. 4 kişilik
bir araç üretecek deneyimimizin olmaması
bizim için dezavantajdı. Tasarım başlayınca çok da eksiğimiz olmadığını gördük.
Sadece bazı şeyleri değiştirmemiz gerekiyordu. Başta bizi korkutsa da şu anda öyle
bir korkumuz kalmadı, çalışmalara doludizgin devam ediyoruz. Katılacağımız World
Solar Challenge (WSC), Avusturalya’da 1825 Ekim 2015 tarihlerinde düzenlenecek.
Yarış 3 farklı sınıfta düzenleniyor. Geçmişte
Challenger sınıfında yarışıyorken, şu anda
Cruiser sınıfına geçtik. Birkaç takımın daha
bu sınıfa geçmesini bekliyoruz. Oldukça
heyecan verici bir konsept. Tek kişilik araçlardan sonra yarışa ilaç gibi geldi.
Aracın hangi aşaması daha çok uğraş istiyor? Tasarım boyutu mu, üretim
safhası mı?
- Kabuk tasarımı konusunda epey problem yaşadık. Aracımızın özgün bir tasarıma
sahip olmasını istedik. Bu süreçte birçok
aracı inceledik; çizgileri nasıl, aerodinamik
özellikleri nasıl, birçok araçtan feyz aldık.
Bu güne kadar ürettiğimiz araçların verimli
olması için aerodinamik olması ön planda
idi. Bu aracımızda fonksiyonellik de önem
kazandı.
nımlı fren sistemi (regenerative brake) de
eklendiğinde bu miktar 0.8 kuruşa kadar
düşüyor.
Bu tip aracın dünyada örnekleri
var mı?
- World Solar Challenge yarışları
1987’den bu yana 2 senede 1 defa olmak
üzere Avusturalya’da düzenleniyor. Bochum Üniversitesi 2011 yılında ilk defa sıradan güneş enerjili araç tasarımlarının dışına
çıkarak Cruiser sınıfında bir araç ürettiler
ve büyük beğeni topladılar. BOcruiser adlı
araçlarına atıfta bulunarak Cruiser sınıfı
eklendi. Bochum Üniversitesi araçlarını 4
kıtada toplam 23 bin
km sürerek Guinness Rekorlar Kitabı’na
girdi. 2013 yılında Eindhoven Üniversitesi
Amerika turu gerçekleştirdi. New South Wales Üniversitesi de ürettikleri araçla başka
bir dalda Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi.
Şu anda da araçlarını yollarda yasal olarak
kullanabilmek için çalışmalar yapıyorlar.
Yeni bir sınıf olmasına rağmen dünyada birçok örneği var.
70 km/saat hızla giderken, güneşten enerji
almadan yaklaşık 500
km yol almak. Bu hızla giderken evde kullanılan bir su ısıtıcısı
kadar güç harcıyoruz. Katılacağımız yarışın
kuralları gereği 60 kg’lık bir lityum-iyon bataryaya sahibiz. Bu miktar normal bir araç
için oldukça düşükken ARUNA için normal
kullanımda 500 km’lik menzil demek. Bunda aracımızın günlük araçlara göre 3 kat
daha aerodinamik olmasının çok büyük etkisi var.
‘Temmuz’da yürür hale gelecek’
ARUNA’nın özelliklerini anlatır
mısınız?
- World Solar Challenge kurallarına göre
6 metrekare güneş paneli sınırımız var. Bu
aracımızda yaklaşık olarak 5 metrekare kullanacağız. Bu da bize anlık olarak maksimum 1.2 kW güç sağlıyor. Yaklaşık 11 saatte
sadece güneş enerjisi ile şarj edebiliyoruz.
Oldukça büyük bir akü grubu olması nedeniyle uzun sürüyor. Alternatif olarak atölyemizde kuracağımız 7.5 kW’lık şarj ünitesi ile
2 saatte şarj etmeyi planlıyoruz. Amacımız
Benzinli araca göre maliyet kıyaslaması yapılabilir mi?
- Aslında değişen akaryakıt fiyatları
düşünüldüğünde km/kuruş hesabı yapmak çok sağlıklı bir yöntem değil ancak
petrol fiyatlarının oldukça düşük olduğu
şu dönemde bile km/kuruş oranında oldukça ileride olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ortalama bir benzinli aracın 7 lt/100 km
yakıt tükettiğini düşünürsek kilometrede
30 kuruş yaktığını görüyoruz. Aruna ise kilometrede 1 kuruşluk bir elektrik tüketiyor.
Bu hesaba güneşten alınan ve geri kaza-
Araç şu anda hangi aşamada?
- Aruna’nın tasarımı 2015 ocak sonunda bitti ve kalıp üretimi için ana sponsorumuz Hexagon Studio’ya teslim edildi. Bir
aksilik olmazsa nisan başında kalıplarımız
elimizde olacak ve karbonfiber gövdenin
üretimine başlayacağız. Elektronik devre
kartlarımız elimize ulaştı, elektik ekibimiz
tüm sistemi hazır hale getirmek için üzerinde çalışıyor. Mekanik tasarımlar da sona
ulaşmak üzere ve üretime gönderilecek.
Haziran ayının montaj ayı olarak geçmesini
planlıyoruz. 1 Temmuz’da ise aracımızı yürür hale getireceğiz.
‘ARUNA Geliyormuş!’
Araç tamamlandıktan sonra Türkiye
Turuna çıkacaksınız…
- WSC’a gitmeden önce Türkiye’de 6
bin km yol alarak WSC mesafesini iki kere
turlamak istiyoruz. Aynı zamanda sponsorlarımızın, aracımızın ve İTÜ’lülerin çalışmalarının tanıtımı için de bir fırsat olduğuna
inanıyoruz.
Tur ne zaman başlayacak?
-Türkiye Turumuzu ağustos ayının ikinci
haftası başlatmayı planlıyoruz. Şu an tahmini başlangıç tarihimiz 10 Ağustos olarak
düşünülüyor.
Güzergâh belli mi?
- Tanıtımı İstanbul’dan başlatarak FSM
köprüsünü geçeceğiz ve Ankara’ya doğru
itü vakfı dergisi 83
İTÜ'DEN HABERLER
yol alacağız. Sonrasında Samsun, Trabzon,
Erzurum, Erzincan, Sivas, Malatya, Gaziantep, Adana, Kayseri, Konya, Antalya, İzmir,
Bursa, Çanakkale ve Edirne’den geçerek
tekrar İstanbul’a döneceğiz. Turun son ayağı olan Edirne-İstanbul arasını güneş battıktan sonra kat ederek güneş arabasının gece
de yol alabildiğini göstermek istiyoruz.
Tur için özel bir bilgilendirme ya da gidilen illerde etkinlik düşünüyor musunuz?
- Tur öncesinde kapsamlı bir tanıtım
programı gerçekleştireceğiz. İstanbul çapında billboardlarda ve yazılı-görsel basında çokça yer alarak halkımıza “Aruna
geliyormuş!” dedirtmek istiyoruz. Gittiğimiz
her ilde de şehir merkezi veya sembolik bir
yerde tanıtım gerçekleştirmeyi planlıyoruz.
‘Çölde mahsur da kaldık, kaza da yaptık’
10 yılda çok önemli başarılar kazandınız. Ekibinizde hiç bitmeyen bir istikrar
ve heyecan var. İTÜ GAE’nin farkı ne?
- 2014 TÜBİTAK Formula-G yarışına 18
kişi katılmıştık. 5 arkadaşımız ayrıldı. Bu
sene birçoğumuz son sınıfa geçecek ya da
mezun olacak. Bu nedenle ekibin devamlılığını sağlamak için ekibimize 13 arkadaşımız daha katıldı. Şu an 26 kişiyiz. Farkımıza gelince; hangi bölümden gelirse gelsin
ekipte herkesin heyecanı üst düzeyde tutuluyor. Sağlıklı ve doğru bir iş bölümü yapılıyor. Burada güzel bir aile ortamımız var.
Hani siz üstünüze düşen görevi yapmazsanız kardeşiniz üzülecek duygusu yaşıyorsunuz... O da çalışma hevesinizi hep canlı
tutuyor. Ayrıca tecrübeli üyeler yeni üyelere
büyük destek verip, bilgi aktarımı yapıyorlar.
İTÜ GAE’nin en büyük farkı bu...
Sadece proje bazlı değil akademik
odaklı da çalışıyorsunuz. Bu anlamda da
önemli bir başarıya ulaştınız.
-Evet, akademik çalışmalarda en üst
düzeye 2013 yılında ulaştık. Budapeşte’de
bir konferans gerçekleştirdik ve İngilizce
dergi makalesi yazdık. Şu an yayınlanma
işlemi sürüyor. Özellikle bitirme tezlerine
çok önem veriyoruz. Bu sene Uçak ve Uzay
Bilimleri Fakültesinde düzenlenecek Kompozit Konferansına bir bildiri yazıyoruz. Her
sene bir akademik yayın çıkarmaya özen
gösteriyoruz. Bu konuda hocalarımızın
payı oldukça büyük. Öğrenciler olarak hem
derslerle uğraşıyoruz, hem projeye vakit
ayırmamız gerekiyor. Aslında projeyle uğraşıyoruz, derslere vakit ayırmamız gerekiyor.
84 itü vakfı dergisi
Hocalarımız akademik yayın konusunda
bizi teşvik ediyor. Biz de bundan memnunuz, bu şekilde anılmak çok hoş bir duygu.
final yarışına 11. sırada başladık. Tüm bu
olumsuzluklara rağmen yarışı 2. sırada tamamladık.
10. yılda en önemli hedefiniz nedir?
- Öncelikli hedefimiz aracı yollara çıkarmak ve Türkiye Turunu başarıyla tamamlamak. Sonrasında ise 3 bin km’lik WSC yarış
parkurunu bitirebilen ilk Türk ekibi olarak
Türkiye’nin yenilenebilir enerji ve elektrikli
araç teknolojileri konusunda geldiği noktayı
göstermek istiyoruz.
Aslında çok yorucu, zahmetli, uzun
‘Dünyadaki örneklerden farklıyız’
Yanınızda yer almayı düşünen sponsor firmalara çağrınız var mı?
- Bu araç Türkiye’de bir ilk olacak. 4
kapılı sedan bir araç olması yönüyle dünyadaki örneklerden de farklılaşıyoruz. Biz
yapabileceğimize inanıyoruz. Sadece vaatlerle gitmiyoruz, elimiz oldukça güçlü. Aracı
üretmeye başladık ve 1 Temmuz’da yola
süren çalışmalardan bahsediyoruz. Çalışmaların sürdürülebilmesi için fedakârca çalışılması gerektiği çok açık…
- Kesinlikle doğru, zaman zaman bizi
olumsuz etkileyen şeyler de yaşıyoruz.
Mesela; 2013 yılında Avustralya’da gerçekleşen yarışta araca yanlış yağ konulmasından dolayı yarış aracına eşlik eden
aracımızda yangın çıktı ve arkadaşlarımız
çölde mahsur kaldı. Bu bizi etkileyen bir
olay oldu. Bir diğer olay ise 2014 TÜBİTAK Formula-G yarışı öncesinde yaşadık.
Aracın tüm testlerini yaptıktan sonra Etiler
yolunda bir test daha yapma kararı aldık. Test sırasında virajı alamayarak kaza
kaptık. Yarışa iki haftamız vardı. Biz bu iki
haftalık sürede biraz dinlenmeyi umarken
tekrar çalışmaya başladık ve aracımızı eski
haline getirdik. Yarış haftası da şansımız
yaver gitmedi. Ekip üyelerimiz ilk defa yarışıyordu, tecrübesizdik. Sıralama turlarında birkaç spin attık ve bunun sonuncunda
çıkacağız. Sponsor olan firmalar için büyük
bir tanıtım imkânı olduğunu düşünüyoruz.
Aynı zamanda da Türkiye’nin en başarılı
öğrenci projelerinden birine destek vermiş
olacaklar.
Görüşülen bir firma var mı? Seri üretim çok uzak bir ihtimal mi?
- İTÜ bünyesinde yer alan ve kar amacı
gütmeyen bir öğrenci projesi olarak Aruna’yı seri üretime geçirmemiz mümkün değil maalesef. Ancak planladıklarımızı başarıyla gerçekleştirdiğimiz takdirde gerçekten
de günlük hayatta rahatlıkla kullanılabilecek bir otomobil ortaya çıkaracağız. Belki
babayiğit olamayacağız ancak Türkiye’nin
yerli otomobil çalışmalarına damga vuracağımıza ve kamuoyunun konuya bakışını
değiştirerek yerli otomobil çalışmalarının
ciddileşmesine katkıda bulunacağımıza
inancımız tam.
Söyleşi; www.itu.edu.tr'den aktarılmıştır.
Tasarım Yarışmasında İTÜ Öğrencilerine 9 Ödül
Koçtaş tarafından 5. kez düzenlenen ulusal düzeydeki
“Açık Fikir İç Mekan Tasarım
Yarışması”na İTÜ öğrencileri
damga vurdu. Öğrencilerimiz, birincilik ve ikincilik dahil
olmak üzere toplam 9 ödül
aldı.
Bu yıl “Yatma Mekânı ve
Buradaki Saklama İhtiyacını
Karşılayan Elemanların Tasarımı” ana temasıyla açılan
yarışmaya, Türkiye çapından
çok sayıda üniversitenin mimarlık, iç mimarlık ve endüstri ürünleri
tasarımı bölümlerinde okuyan öğrenciler
başvurdu.
Mimarlık öğrencisi Emre Üngör, “Retire into One’s Shell - Kendi Kabuğuna
Çekilmek” projesiyle birincilik ödülünün
sahibi oldu. İkincilik ödülü ise
İç Mimarlık Bölümü öğrencileri Ece Hapcıoğlu ve İbrahim
Tekin Karatepe’ye verildi.
Teşvik Ödülleri ve mansiyonları da yine İTÜ öğrencileri aldı. Mimarlık Fakültesi
öğrencileri Burcu Berberoğlu, Yasemin Begüm Zinzade,
İrem Naz Kaya ve Endüstri
Ürünleri Tasarımı Bölümü
öğrencisi Onur Tekin Teşvik
Ödülü kazandı. Yine Mimarlık Fakültesi öğrencilerinden
Türker Naci Şaylan, Cihangün Kaan Hacımemişoğlu ve Sara Cansın Güngör ise
mansiyonların sahibi oldu.
800 Robot, İTÜRO’15’te Yarıştı
Seçen, Kendini Dengeleyen, Senaryo
ve Serbest” olmak üzere 10 kategoride
yapıldı.
İTÜ Kontrol ve Otomasyon Kulübü (OTOKON) tarafından bu yıl 9. kez düzenlenen
İTÜ Robot Olimpiyatları’nda 800 robot
yarıştı.
İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman
Demirel Kültür Merkezinde 3 gün süren
İTÜ Robot Olimpiyatları, robotik alanda
çalışan öğrencileri, akademisyenleri ve
endüstri temsilcilerini bir araya getirirken
çok sayıda panel, seminer ve atölye çalışmasına da ev sahipliği yaptı.
Farklı yaş gruplarından binlerce ki-
şinin ziyaret ettiği olimpiyatlarda, 800
robot yarıştı. Yarışmalar; “Çizgi İzleyen,
Basketbol, Mikro Sumo, Yangın Söndüren, Merdiven Çıkan, Labirent, Renk
Eray’dan yine derece
Küçük robot dâhileri, her yıl olduğu gibi
yine olimpiyatların en ilgi çekici yarışmacıları oldu. Daha önce İTÜ Robot Olimpiyatları dahil 6 yarışmada birincilikler alan 12
yaşındaki Eray Aktokluk, tasarladığı üç ayrı
robotla labirent,
yangın, basketbol ve renk seçen olmak üzere 4 kategoride
yarıştı. Eray, Labirent ve Yangın Söndüren
kategorilerinde
birincilik, basketbol kategorisinde ikincilik
elde etti.
itü vakfı dergisi 85
İTÜ'DEN HABERLER
Liselilerin Yenilikçi Fikirlerine 7 bin Ziyaretçi
TÜBİTAK Finalistleri Ankara Yolcusu
Bu yıl 46.’sı gerçekleştirilen “TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışması’nın bölge finaline, 4. kez İTÜ ev sahipliği
yaptı. 61 okuldan 180 öğrencinin katıldığı
İstanbul Avrupa Bölge Finalinde, 30 Mart –
1 Nisan 2015 tarihleri arasında sergilenen
projelerin kazananları, 2 Nisan Perşembe
günü gerçekleştirilen tören ile açıklandı.
Bölge finalistleri, Ankara’da gerçekleştirilecek büyük finalde yarışacak.
‘Çağımızın anahtarı girişimcilik ve
inovasyon’
2 Nisan Perşembe günü İstanbul Teknik
Üniversitesi Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen ödül töreninin açılış konuşmasını,
TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Yarışmaları İstanbul Avrupa Bölgesi
Koordinatörlüğünü yürüten Rektör Yardımcımız Prof. Dr. İbrahim Özkol yaptı.
Özkol, Türkiye’nin 12 farklı bölgesin-
de TÜBİTAK tarafından gerçekleştirilen
yarışmanın Avrupa Bölgesi için 10 farklı
branşta 745 başvuru yapıldığını, İTÜ’ye
davet edilen 100 proje arasından sözlü
mülakatlar sonrasında puanlama esasına göre dereceye girenlerin belirlendiğini
belirtti.
Çağımızın anahtar kavramlarının girişimcilik ve inovasyon olduğunu belirten
Özkol, öğrencilere bu kavramların izini
sürmelerini ve özümsemelerini önerdi.
edebiyat kategorilerinde toplam 100 proje
sergilendi. Öğrencilerin prototipler, maketler, afişler aracılığıyla tanıttığı ve yenilikçi fikirlerin peşinde koştuğu projeleri, 3 günde
5 binden fazla kişi ziyaret etti.
Dışarıdan sağlanan katılımın yanı sıra
İTÜ öğrencilerinin ve akademisyenlerinin
46. TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri
Arası Proje Yarışmasının bölge finalinde
İstanbul Avrupa Yakası, Edirne, Kırklareli
ve Tekirdağ’dan gelen 61 okul, 3 gün boyunca İTÜ Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman
Demirel Kültür Merkezindeydi.
Bilgisayar, biyoloji, fizik, sosyoloji, psikoloji, tarih, matematik, kimya, coğrafya ve
86 itü vakfı dergisi
de oldukça ilgi gösterdiği bölge finalinde,
Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca da stantları
gezdi. Öğrencilerin projeleri hakkında bilgi
alan Rektörümüz, gençleri merak duydukları ve yenilik üretmenin peşinde oldukları
için tebrik ederek, finalde başarılar diledi.
Etkinlik süresince SDKM giriş kata kurulan İTÜ mesaj panosuna ise birbirinden
Dereceye giren okullar ve projeleri:
Bilgisayar:
“Veri Madenciliği İle Maden
Kazaları Risk Tayini” İstanbul Suat Tecimer
Anadolu Lisesi
Matematik:
“3 ve 4 Boyutta Küp
Kesitleri” projesi ile İstanbul
Özel Darüşşafaka Lisesi
/ “Nesbitt Eşitsizliğinin
Geometrik Olarak
İncelenmesi” - İstanbul
Özel İstanbul Fatih Fen
Lisesi
Biyoloji:
“Pavlov Refleksinin
Tigmomorfogenez
Yoluyla Lens Culinaris,
Phaseolus Vulgaris,
Cicer Arietinum Tohum
Türlerine Uygulanması ve
Çimlenme Üzerine Etkisinin
İncelenmesi” - İstanbul
Özel Bahçeşehir Fen ve
Teknoloji Lisesi / “Flow
Sitometri ile Ülkemizin
Doğal Florasında Bulunan
Hypericum Perforatum L.
Popülasyonlarının Çekirdek
DNA İçeriği ve Ploidi
Düzeylerinin Belirlenmesi” Tekirdağ Ebru Nayim Fen
Lisesi
‘Kaybetmek, hata yapmak kazanmaya
giden yoldur’
Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca ise
her yıl sergiyi gezdiğini, projeleri öğrencilerden dinlediğini ve giderek daha da etkileyici fikirlerle projelerle karşılaştığını belirtti.
İTÜ’nün projelerin gerçeğe dönüşmesini
ve ticarileşmesini desteklediğini, girişimciliğe uygun bir ortam sağladığına da dikkat
çeken Karaca, “Hayalleri gerçekleştiren bir
üniversiteyiz” dedi. Bu yarışmanın kaybede-
Coğrafya:
“Ya Kararmazsa?” İstanbul Özel Bahçeşehir
Fen ve Teknoloji Lisesi
Fizik:
“Leap Motıon Aracılığıyla
İşaret Dili Tercüme Cihazı”
- “Kineterapi” - İstanbul
Özel Bahçeşehir Fen ve
Teknoloji Lisesi
Kimya:
“Sulardaki Cıva Tayini için
Ekonomik ve Kullanışlı
Sensör Geliştirilmesi” İstanbul Çapa Anadolu
Öğretmen Lisesi
Sosyoloji:
“Büyükşehirlerde Çocuk
Suçlarının Sebeplerinin
Araştırılması Yeni Sahra
Mahallesi Örneklemi” Galatasaray Lisesi ve
İstanbul Özel Amerikan
Robert Lisesi / “Okul
Başarısında Öğretmen
Faktörü: İbni Sina Anadolu
Lisesi Örneği ve Bir Model
Önerisi - Bisal Eğitim
Modeli” - İstanbul Özel
Çınar Fen Lisesi
Tarih:
"El Yazması Bir Esere
Göre Osmanlı Devleti'nde
Silahşorluk Eğitimi” İstanbul Beşiktaş Bilim
ve Sanat Merkezi /
“Korunan Bellek - T.C.
Başbakanlık Osmanlı
Arşivi Konservasyon
ve Restorasyon Şube
Müdürlüğü Örneğinde
Türkiye'de Kağıt
Konservasyonu ve
Restorasyonu” - İstanbul
Özel Darüşşafaka Lisesi
Psikoloji:
“Bir Benlik Arayışı Olarak
Selfie” - Tekirdağ Ebru
Nayim Fen Lisesi
ni olmadığını ve bölge finaline kalmanın da
önemli bir başarı olduğunu söyleyen Karaca, Michael Jordan’ı örnek vererek binlerce
atış kaçırdıktan sonra kazanmaya başladığını söyledi. Karaca, “Önemli olan hata yaparak, elenerek, yarışmalara katılarak öğrenmek ve bir yerlere gelebilmektir” dedi.
7 bini aşkın ziyaretçi
Konuşmaların ardından, İTÜ TMDK Hazırlayıcı Birim Lise Devresi Repertuvar Sınıfı-
Türk Dili ve Edebiyatı:
“Atasözü Öğretimde
Alternatif Yöntemler” İstanbul Bilim ve Sanat
Merkezi
nın verdiği mini konser ile keyifli bir müzik
arası veren konuklar, ardından ödül heyecanı yaşadı.
İstanbul Avrupa Yakası, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’dan gelen 61 okul’dan 100
proje; prototipler, maketler, afişler aracılığıyla tanıtıldı. Öğrencilerin yenilikçi fikirlerin
peşinde koştuğu sergiyi, 3 günde 7 binden
fazla kişi ziyaret etti. Bölge finalinde birinci
olan projeler, mayıs ayında Ankara’da yapılacak büyük finalde yarışacak.
renkli yorumlar bırakıldı. Öğrenciler hem yarışmanın heyecanı hem de İTÜ’ye duydukları
hayranlığı içeren çok sayıda mesaj yazdı.
Sergi eşliğinde kokteyl
Öğrenciler ve öğretmenler, 31 Mart Salı
günü İTÜ Rektörlüğünün verdiği kokteylde
de bir aradaydı.
TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Yarışmaları İstanbul Avrupa Bölgesi Koordinatörlüğünü yürüten İTÜ Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. İbrahim Özkol da projelerle yakından ilgilenerek, sergi süresince
öğrencileri yalnız bırakmadı.
itü vakfı dergisi 87
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ Konservatuvarı 40 Yaşında
Ülkemizin ilk Türk Müziği Konservatuvarı
olan İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (İTÜ TMDK), kuruluşunun 40. yılını
1 Mart Pazar akşamı gerçekleştirilen görkemli bir törenle kutladı.
İTÜ Maçka Yerleşkesindeki tarihi binaya kırmızı halı geçişiyle alınan konukları, konservatuvar tarihinden siyah beyaz fotoğraflarla bezenen fuaye karşıladı.
Yaklaşık bin kişinin katıldığı gecede, 40.
Yıl Özel Konseri ile Türk Müziği ziyafeti
sunuldu. İTÜ TMDK’dan mezun sanatçılar Sevcan Orhan ve Orhan Hakalmaz’ın
sunuculuğunu üstlendiği konser, 40 yıla
kısa bir yolculuk yaptıran film gösterimi ile
başladı.
Ardından açılış konuşması için sahneye çıkan İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan
Koç, konservatuvarın 1975 yılında büyük
bir özveri ve gayretle kurulduğuna dikkat
çekerek, “Sıfır noktasından itibaren, hangi olumsuz şartlarda, ne gibi yokluklar ile
mücadele edildiğini ve bunlarla nasıl baş
edildiğini anlamak, idrak etmek, günümüz şartlarında çok zordur. Ancak şundan eminiz ki; ulusal müziğimizi koruma,
geliştirme, yayma ve geleceğe aktarma
adına, o günün cefakâr neferlerinin can
siperane savunmaları, bugün burada toplanmamızın yegâne sebebidir. Bu nedenle başta banimiz Ercümend Berker olmak
üzere geçmiş tüm yönetimlerde görev
alan ve bu uğurda emeği geçen herkese
88 itü vakfı dergisi
sonsuz şükranlarımızı arz ediyoruz” diye
konuştu. Koç, şunları kaydetti:
“Bundan tam 40 yıl önce ulusal müziğimize atılmış olan tohum filizlenmiş ve
bereketli meyvelerini her gün artırarak vermiştir. Nitekim bugün burada, yurdun 4 bir
yanından 40. yılımızın heyecanını yaşa-
maya gelen onlarca değerimiz var. Sayıları 3 bin 500’ü bulan mezunlarımız; devlet
kurumları bünyesindeki koro, topluluk ve
orkestralarda Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği ses ve saz sanatçısı, besteci,
dansçı, çalgı yapımcısı, tonmayster, müzikolog, aranjör, üniversitelerde öğretim elemanı gibi meslekler ile sadece alanlarına
katkı sunmakla kalmıyorlar, aynı zamanda
ulusal ölçekte sanat ve müzik gündemine
yön veren aktörler olarak toplumda rol alıyorlar. Bu da şunu gösteriyor ki biz büyük
ve güçlü bir aileyiz. Ve bu büyük potansiyel, 1982 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlanarak İTÜ garantörlüğünde
gerek lisans gerekse lisansüstü seviyede,
yüksek standartlarda eğitim veren bir
güce dönüşmüştür.”
40. Yılda 2 Müjde
Koç, Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanan “Müzik Ortaokulu”nun Eylül 2015 tarihinden
itibaren öğrenci kabulüne başlayacağı
müjdesini de vererek, İTÜ Geliştirme Vakfı
Okulları Beylerbeyi Ortaokulu ile işbirliği
yapıldığını ve artık Türk Müziğinin yeni neferlerinin çekirdekten yetişeceğini söyledi. Bir başka müjde olarak ise 40. Yıl Özel
Albümlerinden bahseden Koç, “Rektörlüğümüzün olağanüstü desteği sayesinde
Konservatuar tarihinde bir ilk olarak kendi
öz kaynaklarımız ile meydana getirdiğimiz
THM alanında Pür Nida, Klasik Türk Müziği alanında ise Meşk-i Sefa ve Aşkname
albümlerini sizlerle paylaşmanın gururunu ve sevincini yaşamaktayız” dedi.
‘Artık Çıtamız Daha da Yükselecek’
Koç’un ardından söz alan Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca da İTÜ TMDK’nın birikimine işaret ederek, “40 yaş çok önemli
bir yaş. Olgunluk yaşı, erdem
yaşı, hatta peygamberlik yaşı
der büyükler. Ben 40. yılın
Konservatuvarımız için dönüm
noktası olduğunu düşünüyorum. Birikimi var, enerjisi var…
Artık bundan sonra farklı bir
çıtaya yükseltmemiz gerekiyor” dedi. Ulusal müziğimizin
çok zengin olduğuna dikkat
çekerek, “Mükemmel bir kültür medeniyetinin üzerinde
oturuyoruz. Sazlarımız, sözlerimiz, hoyratlarımız, nice değerlerimiz var” diyen Karaca,
öz müziğimiz üzerine çalışma
yapmanın önemini vurguladı.
Konservatuvarın YÖK kararı ile İTÜ’ye
bağlandığını hatırlatan Karaca, “Çok
şanslıyız; iyi ki varsınız, iyi ki teknik üniversiteye bağlanmışsınız. Üniversitelerin
müziği ve sanata çok ihtiyacı var, kuruma
çok farklı bir ruh katıyor. Ben 1992 yılından beri teknik üniversitedeyim ve geldiğimden beri konservatuvara bu nedenle
TMDK Koro ve Orkestrası,
THM ve TSM şarkıları ile sahnedeydi.
İlk bölümün sonunda İTÜ
TMDK’nın kurucularından olan
Türk Müziğinin duayen ismi
Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca’ya
doğumgünü sürprizi yapıldı.
Büyük usta sahneye davet
edildi ve kendisi için hazırlanan
doğumgünü pastasını kesti.
hep çok farklı baktım, çok önemsedim.
Şimdi inşallah sizlerle beraber, mezunlarımızın da desteğiyle daha güçlü bir yere
geleceğimizi umuyorum” diye konuştu.
Yavaşca'ya Sahnede Doğumgünü
Mustafa Kemal Amfisinin ev sahipliği yaptığı konserin ilk yarısında, Cihangir Terzi
ve Yeşim Altınel Çoban’ın şefliğinde İTÜ
Solistler geçidi
Konserin ikinci yarısı ise solistler geçidi ile sürdü. Münip Utandı, Melihat Gülses,
Adnan Çoban, Esma Başbuğ, Çiğdem
Yarkın, Orhan Hakalmaz, Adile Kurt Karatepe, Gökhan Tepe, Sevcan Orhan ve
Cumali Özkaya TSM ve THM şarkıları ile
sahnedeydi. Konserin kapanış şarkısı ise
tüm solistlerin yanı sıra İTÜ Rektörü Prof.
Dr. Mehmet Karaca ve İTÜ TMDK Müdürü
Prof. Adnan Koç’un da sahneye çıkmasıyla hep birlikte söylendi.
İTÜ TMDK’dan Dev Sesleri Buluşturan CD'ler
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (İTÜ
TMDK), kuruluşunun 40.
Yılına özel 3 albümlük bir
arşiv serisi hazırladı. Türkiye’nin coğrafi ve kültürel
zenginliğini yansıtan, müziğimizin kronolojik bir özeti
olma niteliği taşıyan CD’ler
için birçok usta sanatçı bir
araya geldi.
İTÜ TMDK 40. Yıl kutlamasına özel, Türk
Halk Müziği, Klasik Türk Müziği ve Çoksesli
Makam Müziği türlerinde olmak üzere 3 albüm hazırladı. İTÜ TMDK Orkestrası ile usta
sesleri buluşturan albümler için, Türkiye’nin
ve müziğimizin zenginliğini yansıtacak nitelikte özel bir repertuvar çalışması yapıldı.
Dört Bir Yandan Türküler Pür Nida’da
THM türündeki Pür Nida, Anadolu’nun derin
köklerinden beslenen halk türküleriyle yurdun dört bir yanından renkler taşıyor. Sanat
Yönetmenliğini İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç’un yaptığı albüm için Erzurum'dan
Yozgat'a, Kırıkkale'den Kütahya'ya farklı
bölgelerden 15 türkü seçildi. Türküleri; Zara, Volkan
Konak, Erol Parlak, Cem
Doğan, Cengiz Özkan,
Nursaç Doğanışık, Erdal
Erzincan, Sevcan Orhan,
Orhan Hakalmaz, Cumali
Özkaya, Adile Kurt Karatepe, Celal Bakar, M. Salih İnan, Deniz Güneş ve
Fatma Şahin seslendirdi.
Esma Başbuğ, Çiğdem Yarkın ve Adnan Çoban seslendirdi.
Meşk-i Safa ile Tarihe Yolculuk
Klasik Türk Müziği albümü Meşk-i Safa ise
sanat müziğinin zengin varlığından yapılan titiz bir seçkiyle hazırlandı. Sanat Yönetmenliğini Yrd. Doç. Dr. Adnan
Çoban’ın üstlendiği ve
kronolojik bir repertuvara
sahip olan albüm, Klasik
Türk Müziğinin geçmişten bugüne uzanan birbirinden güzel şarkılarını aynı CD’de topladı.
Şarkıları; Münip Utandı,
Başarılı Başlangıç
Pür Nida ve Meşk-i Safa, 3 Mart itibariyle
mağaza raflarında ve dijital platformlarda
satışa sunuldu. iTunes, TTNET Müzik, Turkcell Müzik,
Deezer, Spotify gibi önemli
dijital müzik platformlarının
tümünden ulaşılabiliyor.
Yayına girdiği andan itibaren büyük ilgiyle karşılanan albümlerden Pür Nida,
iTunes en çok dinlenen albümler listesinde ilk 10'da yer
aldı.
Aşkname Yakında Satışta
Çoksesli Makam Müziği türündeki Aşkname’nin ise yayına hazırlık aşaması sürüyor.
Aşkname’nin Sanat Yönetmenliğini, İTÜ
TMDK Müzikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Atilla Coşkun Toksoy yürütüyor.
Aşkname de kısa süre içinde serinin 3. albümü olarak satışa sunulacak.
itü vakfı dergisi 89
İTÜ'DEN HABERLER
Lise Öğrencileri İçin İTÜ'de İnovasyon Kampı
İTÜ Girişimcilik ve İnovasyon
Merkezi (GİNOVA) ev sahipliğinde, lise öğrencileri İTÜ’de
inovasyon kampına girdi. General Electric (GE) Türkiye ve
Genç Başarı Eğitim Vakfı işbirliği ile 28 Mart Cumartesi günü
düzenlenen “2. GE – Genç
Başarı İnovasyon Kampı”, öğrencilerin girişimcilik ve yaratıcılık yeteneklerini keşfetmeleri yolunda yeni ufuklar açtı.
İTÜ’de
gerçekleştirilen
GE - Genç Başarı İnovasyon Kampı’na,
8 farklı liseden 64 öğrenci katıldı. Öğrenciler; enerji, sağlık ve endüstriyel internet
konularında geliştirdikleri yenilikçi fikirler ile
yarıştı. Proje sunumları öncesi İTÜ GİNOVA Genel Müdürü Prof. Dr. Şebnem Burnaz
öğrencilere açılış konuşması yaptı. Girişimciliğin öneminden, İTÜ GİNOVA’nın misyonundan bahseden Burnaz, yenilikçi fikir
üretebilmenin geleceğin dünyası için ne
denli değerli olduğuna dikkat çekti. İTÜ Tanıtım Koordinatörlüğü de öğrencilere kısa
bir sunum yaparak; İTÜ’nün ar-ge, girişimcilik ve inovasyona verdiği öneme işaret
ederek, bu kapsamdaki çalışmaları anlattı.
Tema enerji verimliliği
Kampta, öğrencilerin GE tarafından kendilerine verilen konularından birine yönelik
90 itü vakfı dergisi
çözüm üretmeleri ve
ürettikleri çözümleri mentorlarının
da destekleriyle bir iş planına dönüştürerek jüri önünde sunum yapmaları istendi.
Bu kapsamda; enerji, sağlık ve endüstriyel internet alanında daha fazla enerji
verimliliği sağlayacak fütüristik bir dünya
veya üretimden pazarlama ve satışa kadar
verimliliği artıracak fütüristik bir endüstriyel dünya hayal etmeleri ve tasarlamaları
beklendi. Konular üzerine fikir üreten öğrenciler, kamp sonunda hazırladıkları projeleri jüriye sundular.
Jüride yer alan isimler; GE Sağlık Küresel Ürün Müdürü Bertay Fişekçi, İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
ve İTÜ GİNOVA Yönetim Kurulu Üyesi Prof.
Dr. Nihan Yıldırım, TEB Girişim Evi Girişim
Bankacılığı Müdürü İbrahim Coşkuner, In-
tel Kurumsal İlişkiler Yöneticisi Onur Yıldırım, Borsa
İstanbul Özel Pazar Yöneticisi Recep Bildik, Vestel
Elektronik Genel Müdürü
Metin Salt, Arkan & Engin
Corporation Finans Danışmanı ve Genç Başarı Gönüllüsü Doğan Taşkent oldu.
Jüri, değerlendirme sürecinde iş planı, yaratıcılık, sunum
tekniği ve takım ruhu ölçütleri
dikkate alınarak değerlendirme yapıldı.
Birincilik geri dönüşüm projesinin
Tüm gün süren kamp sonunda, ambalaj
atıklarının geri dönüştürüldüğü ve kullanıcıların ulaşım kartlarına yüklendiği akıllı
bir cihaz ile geri dönüşümü teşvik etmeyi
hedefleyen “AT-MAK” adlı proje birinci seçildi. Birinci takım, GE GENIUS programı
kapsamında 3 gün boyunca GE liderlerinden çeşitli eğitimler alacak, toplantılara
katılabilecek ve Gebze’de bulunan Türkiye Teknoloji Merkezi’ni ziyaret ederek GE
teknolojileri ile tanışma fırsatı bulacak.
Diğer taraftan, kazanan takıma GE liderleri ve mevcut stajyerler tarafından koçluk
programı kapsamında kariyerlerine yönelik eğitimler verilecek ve danışmanlık yapılacak.
Mikrotonal Gitar Aşık Veysel'i Singapur’a Taşıdı
kişilik gitar orkestrasının
konuk sanatçısıydı. Çoğulu’nun mikrotonal gitarıyla
sahneye çıktığı konserde,
düzenlemelerini
orkestra
şefi Robert Casteels ve
Tolgahan Çoğulu’nun birlikte yaptığı Aşık Veysel’in
adıyla özdeşleşen eseri
“Kara Toprak” müzikseverlerle buluştu. Yaklaşık 400
kişinin izlediği konserde,
Vivaldi’nin “RV 93 Gitar
Konçertosu" ve Şef Casteels'in mikrotonal gitar için
yazdığı solo eseri “KHI” da
seslendirildi.
İTÜ Türk Musikisi Devlet
Konservatuvarı (İTÜ TMDK)
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tolgahan Çoğulu, usta ozanımız Aşık Veysel’in büyük
eseri Kara Toprak’ın ezgilerini Singapur’a taşıdı.
Çoğulu, 14 Mart’ta Singapur Üniversitesi Gitar
Orkestrası ile birlikte iki
ayrı konserde sahne aldı.
Tasarladığı mikrotonal gitar
ile hem ülkemizde hem de
yurtdışında oldukça ses
getiren ve Margaret Guthman Müzik Ödülü kazanan
Çoğulu, Singapur’daki 60
Kız Öğrencilerimizin Eğitimine Çiçek Gibi Destek
İTÜ Rektörlüğü'nün “Çiçeklenen Burslar”
kampanyası için iş ve cemiyet hayatının 12
tanınmış ismi çiçek tasarım atölyesinde bir
araya geldi. İlk kez çiçek tasarlayan yardımsever kadınların tasarımları, etkinlik sonrasında açık artırma ile satıldı. Elde edilen gelir
İTÜ'lü kız öğrenciler için bursa dönüşecek.
İTÜ Rektörlüğü’nün Başarım Sensin
Derneği ile yaptığı işbirliği ile 16 Mart Pazartesi günü “Çiçeklenen Burslar” kampanyası
düzenlendi. İş, sanat, moda ve medya dünyasının başarılı kadınlarının katılımıyla İTÜ
Ayazağa Yerleşkesinde çiçek tasarım atölyesi düzenlendi. Atölyeye; Başarım Sensin
Derneği Yönetim Kurulu Üyesi - A&D Art
And Design Tasarım ve Mobilya Sahibi Ahu
Orakçıoglu, Moda Tasarımcısı Arzu Kaprol,
Gazeteci Balçiçek İlter, Ses Sanatçısı ve İTÜ
Mezunu Melihat Gülses, Capital
Dergisi Yayın Yönetmeni Sedef
Seçkin Büyük, TÜRDEV Yönetim
Kurulu Başkanı - Gündüz Group
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İTÜ Mezunu Ruken Mızraklı,
Kütahya Porselen Yönetim Kurulu Başkanı Sema Güral Sürmeli,
Moda Tasarımcısı Gizem Turan,
Tasarımcı Gönül Paksoy, Ressam - Tasarımcı Souadad Al-Sigab Kandemir, Tasarımcı Nida
Bulut ve İdil Fırat katıldı.
Etkinliğin açılışını İTÜ Rek-
törü Prof. Dr. Mehmet Karaca yaparak,
gösterilen duyarlılığa teşekkür etti. Daha
sonra atölyenin eğitmenliğini üstlenen,
İTÜ Rektör Danışmanı - Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Telem Gök Sadıkoğlu, öncelikle çiçekler ve çiçek tasarımı hakkında katılımcıları
bilgilendirdi. Çiçek tasarımının çok eski ve
köklü bir alan olduğuna işaret eden Sadıkoğlu, farklı kültürlerde farklı biçimlerde
ortaya çıktığından bahsetti. Atölye çalışmasında kullanılacak çiçekleri de tanıtan
Sadıkoğlu, temel bilgileri verdikten sonra
katılımcılar rengarenk vazoların içinden diledikleri çiçekleri seçti. Büyük bir heyecan
ve özenle kendi tasarımlarını yapan konuk
kadınlar, zaman zaman Sadıkoğlu’ndan
da destek aldı.
Keyifli anlara sahne olan atölyenin sonunda verilen kokteyle, cemiyet hayatının
birçok tanınmış ismi katıldı. Atölyenin katılımcıları ile destek veren kuruluşlara İTÜ
adına teşekkür belgelerini Rektör Prof.
Dr. Mehmet Karaca takdim etti. Karaca,
İTÜ’nün sosyal sorumluluk projelerinde
yer almasını çok önemsediklerini, kadınların başrolde olduğu çalışmaların ise ayrıca önem taşıdığının altını çizerek, destek
veren herkese teşekkür etti. Konuklar ise
İTÜ’nün ev sahipliğinde böyle anlamlı bir
etkinliğe katılmaktan duydukları memnuniyeti paylaşarak, bu vizyona sahip olunmasından ve ortak iş yapabilmekten gurur
duyduklarını belirtti.
Başarım Sensin Derneği Başkanı Şule
Argüder ise dernek adına tüm katılımcılara
ve Rektör Karaca’ya teşekkür
plaketi takdim etti. Argüder, “İTÜ
ile birlikte bu projeyi gerçekleştirmekten çok mutluyuz. Sizlere de
yardımseverliğiniz ve desteğiniz
için teşekkür ederim. İyilikleriniz
karşılığını bulacak” diye konuştu.
Etkinlik, çiçeklerin ünlü müzayede yöneticisi Uğur Batur
tarafından satışıyla sona erdi.
Elde edilen gelir, Başarım Sensin
Derneği çatısı altında bulunan
İTÜ’lü kız öğrencilere burs olarak
aktarılacak.
itü vakfı dergisi 91
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ’ye Bisiklet Evi
İTÜ Yeşil Kampüs projesinin en önemli bileşenlerinden biri Ayazağa Yerleşkemizi bir
“bisiklet kenti” haline getirmek. Bu amaçla
hızla süren bisiklet yolları yapımının yanı
sıra önemli bir adım daha atılıyor. Bisiklet
satışı, tamiri, kiralaması olmak üzere tüm
hizmetlerin bir arada sunulacağı “Bisiklet
jenin, mayıs ayı sonuna doğru tamamlanması hedefleniyor.
İki katlı olacak bisiklet evinin giriş katı,
tamir atölyesi ve kiralama için kullanılacak. İkinci kat ise satış mekânı olacak ve
İTÜ’lülere özel avantajlı fiyatlar sunulacak.
Kiralama ünitelerinde yer alacak bisikletler
arasında akademisyenlerimizin tasarımları
da yer alacak.
Evi” inşası başladı. Yeşil Kundura'nın desteğiyle gerçekleştirilecek proje, Türkiye üniversiteleri
için bir ilk olacak.
Ayazağa Yerleşkemizde, açık tenis
kortları ile servis alanı arasında bulunan
alanda Bisiklet Evi inşasına başlandı. Pro-
Teknik Üniversite İçin Yeşil Gelecek
İTÜ Rektörlüğü’nün 2013 yılında çok aşamalı ve uzun soluklu bir proje olarak başlattığı “Yeşil Kampüs” projesinin en önemli
bileşenlerinden biri, bisikletli ve
yaya sayısının artmasına yönelik
düzenlemeler.
İTÜ’lülerin yerleşkede daha
çok zaman geçirmesi, özgürce
pedal çevirmesi, rahatlıkla yürümesi ayrıcalığını sunmak için
yürütülen yoğun çalışmalar ile
toplam 5 kilometrelik bisiklet ve
yürüyüş yolu yapılacak. Şimdiye dek bu yolun 2 kilometresi
tamamlandı; 1,5 kilometrelik kısmı için ise
çalışmalar sürüyor. Ardından kalan 1,5 kilometre için de yeni çalışma başlayacak.
İTÜ Denizcilik Fakültesi SİSMİK-1 ile Çanakkale’de
Denizcilik Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinin 100. Yıldönümünü kutlamak ve Çanakkale şehitlerini anmak için, fakültenin
SİSMİK-I adlı eğitim gemisi ile Çanakkale’ye gitti.
16-18 Mart 2015 tarihleri arasında gerçekleşen gezide, SİSMİK-I eğitim gemisi
ilk olarak Kepez Limanına demirledi. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri
tarafından karşılanan SİSMİK-I eğitim ge-
92 itü vakfı dergisi
misi, öğrencilerimiz tarafından ziyaretçilere
tanıtıldı.
Program, Şehitler Abidesi’nin ziyareti
ve çelenk konulması ile sürdü. Zaferin mimarlarından Gazi Mustafa Kemal Atatürk
ve Çanakkale Savaşı’nın
tüm komutanları ile isimsiz
kahramanlar olan şehitler
anısına saygı duruşunda
bulunuldu.
Şehitliğin
ardından
Çanakkale Gemi Trafik
Hizmetlerini ziyaret eden İTÜ’lüler, burada
yapılan sunumlarda merkezdeki sistemin
işleyişi hakkında bilgi aldı. Bu sırada öğretim üyeleri ve gemi personelinden oluşan
bir diğer ekip de Liman Başkanlığını ziyaret
etti. Ziyaretler, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
Deniz Bilimleri Fakültesi
Müzesi’nin gezilmesi ile
noktalandı.
18 Mart Salı günü
ise Kepez Limanından
hareket edilerek, denizde şehitler anısına tören
düzenlendi.
SİSMİK-I
Eğitim Gemisi ile Mehmetçik Abidesi önünde saygı duruşunda
bulunuldu, İstiklal Marşı okundu ve ardından
denize çelenk ve duman kandili bırakıldı.
Denizdeki törenin tamamlanmasının
ardından dönüş yoluna geçildi ve 19 Mart
2015 Perşembe sabahı SİSMİK-I yeniden
İTÜ Denizcilik Fakültesinin bulunduğu Tuzla’ya demir attı.
BTM-KAUM Dünya Kadınlar Günü Etkinliği
İTÜ BMT-KAUM tarafından Dünya Kadınlar
Günü kapsamında 9 Mart 2015 tarihinde
‘Üniversitelerde Cinsel Taciz ve Ayrımcılık’
adlı panel düzenlendi. Açılış konuşmasını
Prof. Dr. Fatma Arslan’ın yaptığı panelde
İşletme Fakültesinden Doç. Dr. İpek İlkkaracan Ajas veYrd. Doç. Dr. Çiçek Ersoy,
İnsanve Toplum Bilimleri Bölümünden
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Akalın, İTÜ Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Merkezinden Cem
Demirbaş ve İTÜ Kadın Araştırmaları Kulübü’nden Aslı Ateş panelist olarak yer aldılar.
Etkinlikte ayrıca cinsel taciz ve ayrımcılığa
ilişkin broşür ve kitapçıklarla, İTÜ BMT-KAUM’ un Aralık ayında yayına başlayan dergisi Mimoza’nın ilk sayısı dağıtıldı.
Doç. Dr. İpek İlkkaracan, oturum başkanı olarak paneli açarken İTÜ'de yeni kabul
edilen Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı Önleme
Yönergesinin, İTÜ'de toplumsal cinsiyet
eşitliğini geliştirmek açısından öneminden
ve diğer üniversiteler için örnek teşkil edeceğinden ayrıca bu çerçevede Türkiye'de
kurulan CTS (Cinsel Taciz ve Saldırı) dayanışma, haberleşme ve işbirliği ağından ve
İTÜ’nün buradaki rolünden bahsetti.
İkinci olarak Cem Demirbaş, gelişim
psikolojisi açısından ele alındığında bireyin
aile ile başlayan eğitim sürecinin kadın erkek algılarımızı belirlediği, kültürel ve sosyolojik dinamiklerimizin güç-hak-inanç-erkek-kadın kavramlarına getirdiği toplumsal
bakış acımızın "kadına cinsel taciz" olgusunun belirleyici ana karakterleri olduğunu
söyledi. Cem Demirbaş son olarak farkındalık yaratmak ve önleyici çalışmalarla toplumda ortak akıl ve tepki uyandırmak adına cinsel taciz ve ayrımcılıkla ilgili her tür
faaliyetin başta üniversiteler olmak üzere
toplumsal yaşamın her alanında gerçekleştirilmesi gerektiğini vurguladı.
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Akalın konuşmasında kadına yönelik tacizin genel sosyolojik
anlamlarına değindi. Akalın, “Bugün Türkiye toplumunun hızla değişmesi sebebiyle,
geleneksel ile modern toplum arasında
açık ya da doğrudan yaşanan çatışmalar,
aralarındaki gerilimi kadın kimliğinin üzerine yüklemektedir. Güncel bağlamın böylesi olduğu bir durumda İstanbul Teknik
Üniversitesi gibi toplumda her zaman öncü
rol üstlenmiş kurumların da kadına yönelik
şiddet ve tacizin önlenmesinde merkezi
bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda yakın zaman Senato'dan geçen ve
uygulamaya giren ‘Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı Önlenme Yönergesi’ hem idari hem de
sembolik olarak büyük önem taşımaktadır.
Ancak burada unutulmaması gereken şey,
dünyanın en iyi ve açık görüşlü genelgesinin dahi onu uygulamaya sokacak anlayış
değişikliği olmaksızın yetersiz kalacağıdır.
Kadına yönelik tacizin en yaygın özelliği,
söz konusu suçun faili ile değil mağduru
ile anılan bir "utanç hali" şeklinde ortaya
çıkmasıdır. Bu durum da mağdur kişilerin
kolaylıkla ortaya çıkamamasına ve böylece
de tacizin gündelik olarak süregelmesine
sebep olmaktadır. Bu yüzden kadına yönelik tacizin önlenmesine yönelik eylem
planları ancak ve ancak kurumsal kültürün
de bu yönde değişmesi ile mümkündür.
"Utanç" hissi, kadının omuzlarında alınıp
tacizin failine doğru yönlendirilmelidir” diye
ekledi.
Yrd. Doç. Dr. Çiçek Ersoy, Cinsel Taciz
ve Ayrımcılığı Önleme Kurulunun hukukçu
üyesi olarak yaptığı konuşmada cinsel taciz
ve saldırı fiilinin hukuki sonuçlarını anlattı.
Cinsel tacizin TCK’na göre suç niteliğinde olduğundan, buna ek olarak aynı fiilin
özel hukuk açısından da tazminat borcu
doğurabileceğinden bahseden Ersoy, konuşmasında özellikle faile karşı üniversite
bünyesinde açılan disiplin soruşturmalarında nasıl bir usul izlendiği, hangi fiillerin
taciz suçunu oluşturduğu, soruşturma taraflarının temel hakları ve ispat aracı olarak
ne tür delillere dayanılabileceğini açıkladı.
Çiçek Ersoy, son olarak cinsel tacizi önleme kurulu inceleme ve raporlarının hukuki
niteliğinden bahsederek soruları cevapladı.
Son olarak Kadın Araştırmaları Kulübü
temsilcisi Aslı Ateş kulüplerinin faaliyetlerinden ve yönerge ile ilgili öğrencilerin taleplerinden bahsetti.
itü vakfı dergisi 93
İTÜ'DEN HABERLER
İTÜ RSG'den Altan Bal ile Fotoğraf Atölyesi
İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (İTÜ RSG), sanatçılarla atölye çalışmalarının bir yenisini
gerçekleştirdi. “Kamyoncular” adlı belgesel
fotoğraf sergisi 26 Mart’ta İTÜ RSG’de açılan Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal, 29 Nisan’da
“Fotoğrafı Anlamak, Fotoğrafla Anlatmak”
başlıklı bir atölye çalışması gerçekleştirdi.
Fotoğrafa ilgi duyan herkese açık ve ücretsiz
olarak gerçekleştirilen atölye çalışmasına katılanlara İTÜ tarafından katılım belgesi verildi.
Fotoğraf meraklılarına yönelik Atölye duyurusunda amaç şu şekilde özetlendi: Her
fotoğraf doğası gereği ‘gösterir’, etkili fotoğraflar ise göstermekle kalmaz aynı zamanda
‘anlatır.’ Güçlü fotoğrafların ortak noktası ise
fotoğrafçının ‘gösterdiğinden’ yola çıkarak
kendini anlatmasıdır. Fotoğrafçının onlarca
seçiminden oluşan bir fotoğrafı tam olarak
anlayabilmek için fotoğrafa bakmanın temel
başlıklarını bilmek gerekir. Tıpkı dili kullanmak için dilbilgisi gerektiği gibi… Çünkü bu
başlıklar, fotoğrafçının ‘grameri’dir. ‘Fotoğrafı
Anlamak-Fotoğrafla Anlatmak’ atölyesinde,
gördüğümüzü fotoğrafça anlatmanın temellerinden başlayarak fotoğrafla nasıl anlatacağımızı-fotoğrafla nasıl anlayacağımızı birçok örnek ışığında tartışacağız…”
94 itü vakfı dergisi
Altan Bal Belgesel Fotoğraf Sergisi
“Kamyoncular”
İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi, kapılarını
bu kez belgesel fotoğraf sergisine açtı.
Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal’ın 3 yıllık
emeği ile ortaya çıkan “Kamyoncular”
sergisi, yaşamını yollardan kazanan ve
hayatı özlemek üzerine kurulu olanların
öyküsünü siyah beyaz karelerle anlatıyor.
Kamyoncular sergisinin açılışı, 26
Mart Perşembe akşamı İTÜ RSG’de
verilen davetle yapıldı. Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca, akademisyenler ve
öğrencilerin yanı sıra Bal’ın bir dönem
birlikte çalıştığı Yönetmen Yeşim Ustaoğlu, profesyonel ve amatör birçok fotoğrafçı açılışa katıldı.
Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal, 2008
yılında İstanbul’da, 2012 yılında Almanya’da açılan ve her ikisinde de oldukça
ses getiren “Kamyoncular – Belgesel
Altan Bal Hakkında
1977 İstanbul doğumlu Altan Bal, derece
ile girdiği Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümünden
yine derece ile mezun oldu. Belgesel
fotoğrafçılık üzerine yoğunlaşan çalışmalarını 4 kişisel, 2 karma sergide
sanatseverlerle buluşturdu.
“Bekar Odalar”, “Kağıt Toplayıcılar”
ve “Kamyoncular” projelerine imza attı.
İstanbul Fotoğraf Bienali ve Ulis Uluslararası Fotoğraf Festivalinde çalışmaları sergilendi. 2000 yılında Yunus Nadi Fotoğraf
Ödülünü, 2002 yılında Kodak Türkiye
Fotoğraf Yarışması Profesyonel Kategori
Büyük Ödülünü kazandı. 2015 yılında
Nikon Türkiye Marka Elçisi seçildi.
Fotoğraf Sergisi” ile 26 Mart – 19 Nisan
2015 tarihleri arasında İTÜ RSG’ye konuk oldu.
Bal’ın deyimiyle “kelle koltukta yollara düşen, her iklimde direksiyon sallayan” insanların öyküsünün 71 fotoğrafla
anlatıldığı sergi İFSAK’ın desteğiyle
açıldı.
‘Görmek yetenek işidir’
Rektör Prof. Dr. Karaca, belgesel fotoğraf alanında Türkiye’de az sayıda iş
üretildiğine dikkat çekerek, Bal’ın çalışmalarının oldukça emek isteyen bir projenin ürünü olduğunu söyledi. “Bakmak
var, görmek var… Fotoğraf çekmek kadar neyi çekeceğini görebilmek de yetenek işi. Bu sergide bu yeteneği açıkça
görüyorsunuz” diyen Karaca, Kurumsal
İletişim Biriminde görev yapan Bal’ın
İTÜ ailesinin bir parçası olmasından
ayrıca gurur duyduklarını belirtti. Altan
Bal’ın prestijli ödüller sahibi olduğuna
işaret eden Karaca, “Yunus Nadi Fotoğraf Ödülü, Kodak Türkiye Profesyonel
Kategori Fotoğraf Ödülü almış ve daha
birkaç gün önce Nikon Türkiye Marka
Elçisi seçildi. Bunlar herkese verilen
ödüller, unvanlar değil, çok kıymetli”
dedi.
Altan Bal, fotoğraf kariyerinin yanı
sıra belgesel film çalışmaları da yürüttü.
2010 yılında çektiği “Gümrü Kukla Tiyatrosu” adlı belgesel film, 2011 İstanbul
Film Festivali’nde gösterildi. 2013 yılında
Özden Demir’in yönetmenliğini yaptığı
“Net 1789” filmiyle Ankara Film Festivali’nde “En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü”
aldı. Aynı film ile 2012 İstanbul Tasarım
Bienali’ne katıldı. “Veda Makamı” adlı
kısa filmde görüntü yönetmenliği, “800
Km Engelli” filminde ikinci kameramanlık
ve yardımcı yönetmenlik yaptı. Film Kültür Bakanlığı Belgesel Ödülü aldı.
Altan Bal, profesyonel fotoğrafvideo çalışmalarına İTÜ’de devam ediyor.
İFSAK’ta eğitmenlik yapıyor, seminer ve
atölye çalışmaları gerçekleştiriyor, amatör fotoğrafçılara özel ders veriyor. Bal,
farklı kategorilerde fotoğraf derslerinin
yer aldığı uzaktan eğitim veren
www.onlinefotografokulu.com adlı
sitenin de sahibi.
itü vakfı dergisi 95
MEZUNLARDAN
Dr. Fatih Birol Uluslararası
Enerji Ajansı İcra
Direktörlüğü’ne seçildi
Dr. Fatih Birol,
Uluslararası Enerji Ajansı İcra
Direktörlüğü’ne oybirliğiyle
seçildi. İTÜ Elektrik-Elektronik
Fakültesi Mezunu Fatih Birol,
Uluslararası Enerji Ajansı
(IEA) İcra Direktörlüğü’ne
seçilmeden önce Uluslararası
Enerji Ajansı’nın baş
ekonomisti ve kurumun
enerji ve iklim değişikliği
politikasının ekonomik
analizinden sorumluydu.
I
EA’nın önde gelen yayını olan ve enerji
analizi ve projeksiyonlarıyla ilgili en güvenilir kaynak kabul edilen yıllık World
Energy Outlook raporunu da hazırlayan Birol’un sorumluluk alanına giren IEA Enerji
İş Konseyi ise yasama organlarına enerji
piyasalarıyla ilgili konularda işletme açısından bakış sunuyor. Uluslararası basında sık sık makaleleri yayımlanan ve enerji
konusunda uluslararası otorite olarak kabul
edilen Fatih Birol ayrıca uluslararası zirveler ve konferanslara da çağrılı konuşmacı
olarak katılıyor.
Dr. Fatih Birol, enerji tartışmalarına yaptığı katkılardan ötürü kariyeri boyunca pek
çok ödül aldı. Son olarak, Forbes dergisi
tarafından dünyanın enerji konusundaki en
nüfuzlu dördüncü kişisi seçildi. 2009 yılında, Hollanda Ekonomik İlişkiler Bakanlığı
ve Polonya Ekonomi Bakanlığı’ndan aldığı
ödüllerin yanında, Almanya Federal Liyakat
96 itü vakfı dergisi
Nişanı ile ödüllendirilen Birol, 2007 yılında
Avusturya Cumhuriyeti Altın Onur Madalyası’na, 2006 yılında ise Fransa Akademik
Şövalyelik unvanına layık görüldü. 2005
yılında Uluslararası Enerji Ekonomisi Birliği’nin “Mesleğe Olağanüstü Katkı” ödülünü
kazanan Birol, 2004 yılında ABD Enerji Bakanlığı’ndan ve 2002 yılında Rusya Bilimler
Akademisi’nden de ödüller aldı. Birol, en
son Japonya İmparatoru Akihito’nun prestijli ‘Yükselen Güneş’ ödülünün sahibi oldu.
Dr. Fatih Birol, 1995 yılında IEA’ya katılmadan önce altı yıl süreyle Viyana’da
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)
bünyesinde görev yaptı.
Dr. Fatih Birol, 1958’de Ankara’da
doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Fakültesi’nden
mezun olduktan sonra Viyana Teknik Üniversitesi’nde enerji ekonomisi dalında lisansüstü ve doktora çalışmalarını tamamladı.
Fatih Birol: Türkiye dünyanın enerji kavşağı olabilir…
İTÜ’de öğrenim görmek size ne gibi
katkılar sağladı?
İTÜ bana çok önemli iki özellik kazandırdı: Birincisi, matematik mantığı
ve dünyaya kantitatif açıdan bakma
özelliği. İkisi de çok önemli. Yani belli bir formasyon
verdi analitik düşünme yapısını geliştirdi. Bu analitik
düşünme yapısını bir kere
aldığınız zaman, bugün
benim uğraştığım enerji
meselelerinden tutun da
bir futbol maçını izlerken
bile size yardımcı olabilecek çok önemli bir gözlük
veriyor size. İkincisi de,
İTÜ’de sadece mühendisliği değil Türkiye’yi ve Türkiye’nin bütününü düşünme
özellikleri de kazandım. En
azından ilham aldığımı düşünüyorum.
Kariyerinizde bugünkü
konuma nasıl ulaştınız?
Çok çalıştım, hâlâ çok çalışıyorum. Birincisi bu. İkincisi de biraz şans yardım etti,
biraz da bazı riskleri göze
alarak verdiğim kararlar…
Mesela Türkiye’den Viyana’ya gitmek, Viyana’dan
Paris’e gitmek... Ben Türkiye’de elektrik mühendisi olarak çalıştığım zaman
oldukça iyi bir konumdaydım. Ama doktora yapmak
için Viyana’ya gittim. O
zaman bu karar oldukça
riskliydi.
Viyana’da çok
önemli bir şirkette Petrol
İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde (OPEC)
çalışıyordum. Hayat boyu kontrat vermişti bana. Ama OPEC’i bırakıp Paris’e
Uluslararası Enerji Ajansı’na sadece 13
aylık bir kontratı alarak gittim. Çünkü
o çok istediğim bir işti. 13 aylık kontrat aldım ama şu anda 19 yıldan beri
aynı yerdeyim ve başladığım seviye ile
şu anda geldiğim seviye arasında çok
büyük bir fark var.
Türkiye’nin enerji
alanındaki durumunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Biz her şeyden önce enerji fakiri bir ülkeyiz. Bunu bilmemiz lazım. Petrolümüz,
doğalgazımız, kömürümüz yok. Enerji
tabii ki büyüyecek, nüfus arttıkça daha
fazla enerjiye ihtiyaç duyulacak. Bu
demektir ki daha fazla enerji ithal edeceğiz. Dışa olan bağımlılığımız daha
yüksek seviyeye gelecek. Ama bu, dünyanın sonu değil. Mesela Japonya’nın
veya Kore’nin enerji kaynakları bizden
bile az ama buna rağmen gelişmişler.
Ne yapmak lazım? Bir kere bu gerçeği kabul ettikten sonra ne yapılabilir, bu
durumu nasıl düzeltebiliriz, diye düşünmek lazım. Bunlardan birincisi, bence
elektrik üretiminde nükleerin payının olması. Bu konuda bir çok üniversitemize
ve İTÜ’ye de önemli görevler düşüyor.
Çünkü nükleer enerji bugün elektriği hiç
kesintiye uğratmadan ve çevreye negatif bir etkisi olmadan öğretilebilecek
bir teknoloji. İkincisi, Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarından özellikle
rüzgar, su ve güneşten ekonomiklik
çerçevesinde mümkün olduğu kadar
fazla faydalanılmalı. Üçüncüsü, enerjiyi daha verimli hale getirmek ve daha
verimli kullanmak lazım. Türkiye’de çok
fazla eneji israf ediyoruz. Bunu da gündeme almak gerekiyor. Türkiye için enerji
fakiri diyoruz ama etrafımızda enerji zengini bir çok ülke var. Bu ülkelerde hem
çok fazla enerji kaynakları var hem de
bu enerji kaynakalarının üretim maliyeti
çok ucuz. Mesela, Amerika’da çok fazla
kaya gazı var ve bu Amerika’nın ekonomisine çok büyük bir motor gücü kazandırıyor, çünkü çok ucuz. Bütün dünya
bunu konuşuyor şimdi. Bizim yanıbaşımızda Irak’taki gazın fiyatı kaya gazından bile ucuz. Yani çevremizde hem
çok fazla enerji kaynağı olan ülkeler var
hem de bunların maliyetleri son derece
ucuz. O bakımından Türkiye’nin önünde
çok tarihi bir şans var. O da Türkiye’nin,
dünyanın enerji kavşağı olma şansı.
Önümüzdeki 5 yıl çok önemli. Bu 5 yıla
baktığımız zaman üç önemli ülke var
çalışabileceğimiz ve anlaşabileceğimiz:
Bir tanesi Azerbeycan’dan gelecek olan
gaz, ikincisi Irak’tan petrol ve doğalgaz
kaynaklarını Türkiye üzerinden geçirebiliriz ve bazılarını kendimiz de kullanabiliriz ve satabiliriz; üçüncüsü de Doğu
Akdeniz’de İsrail’de çok ciddi doğalgaz
kaynakları var. O da Türkiye üzerinden
dünyaya satılabilir. Yani Türkiye bu üçünü birleştirebilse önümüzdeki 5 yıl içerisinde dünyanın en önemli enerji kavşağı
haline gelir, ki bu hem Türkiye’nin ekonomisine çok büyük bir ivme kazandırır,
maliyetler daha ucuz olduğu için hem
de Türkiye’nin dünyadaki ve bölgedeki
jeopolitik önemini kat be kat artırır.
Nükleer enerji konusunda ne
yapılması gerekiyor?
Üç şeye dikkat etmek lazım: Birincisi,
partnerlerimizi hem ülke hem firma olarak çok iyi seçmemiz, iyi ve adı duyulmuş partnerlerle çalışmamız lazım. İkincisi, seçeceğimiz teknolojiler. En yeni
en gelişmis teknolojileri seçmek lazım.
Üçüncüsü de olmazsa olmaz prensip,
güvenlik... Güvenlik konusunu son derece ciddi bir şekilde ele alıp, tüm bunları
bilimsel bir çerçeveye oturtmak lazım.
Enerji alanında çalışmak isteyen
mühendis adaylarına tavsiyeleriniz…
Bence enerji, şu an dünyada en gözde meslek dallarından bir tanesi. İleriye
baktığımız zaman da enerji alanında çalışacak mühendislere talebin daha da
artacağını söyleyebilirim. Çünkü sorunlar
daha büyüyor ve komplike hale geliyor.
Bu bakımdan mühendislerin, -bu elektrik olabilir makine, çevre, inşaat olabilirhepsinin enerjiyle ilgisi var. İstekleri ve
eğilimleri varsa enerji konusuna bir göz
atmaları gerektiğini dünüyorum. Şu nokta
da çok önemli; benim tecrübem, insanların en büyük şansı sevdikleri bir işte çalışmak. Bu bakımdan bu seçimi yaparken,
sadece gelecekte nasıl bir iş bulabilirim
diye değil, zevkle çalışabileceğim bir iş
mi? diye düşünmeleri lazım. Mühendis
adayları için enerji sektörünün çok güzel
bir alan olduğunu düşünüyorum.
İTÜ web sitesinde yayımlanan
söyleşiden (video) özetlenmiştir.
itü vakfı dergisi 97
İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER
Mütevelli Heyeti’ne
Yeni Üyeler Seçildi
T
emeli 1984 yılında atılan ve kuruluşunun 30. yılını geride bırakan İTÜ
Vakfı’nın 60. Mütevelli Heyet toplantısı 30 Mart günü İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde yapıldı. İTÜ Vakfı’nın Mütevelli
Heyet toplantısına, kurucularla, İTÜ mezun
ve mensuplarından oluşan çok sayıda üye
katıldı. Vakfın 2014 yılı Yönetim Kurulu faaliyet raporu ile bilanço ve gelir-gider tablosu, Denetim Kurulu raporu görüşülerek
onaylandı, Yönetim ve Denetim Kurulları
ibra edildi, 2015 yılı Çalışma Programı ve
Tahmini Bütçesi görüşmeye açılarak onaylandı. Toplantıda, Vakıf Senedi’nde bazı
değişiklikleri içeren tadil metni de
Mütevelli Heyet üyelerinin görüşüne
sunularak oylandı.
Mütevelli Heyeti’ne, Resmi Senedin ilgili maddesi gereğince yeni üye
seçimi yapıldı. İTÜ Vakfı Yönetim Kurulunca önerilen Prof. Dr. Ramazan
Evren, Prof. Dr. Tayfun Kındap, Kimya Müh. Yalım Çakıroğlu, Uçak Müh.
Serhat Özeren, İnşaat Müh. Necip
Naci Doğru, Makine Müh. Mehmet
Osman Soyoğul, İnş.Yük.Müh. Tayfun
Selen, Metalurji Müh. Ahmet Kamil
Erciyas, Mak.Yük.Müh. Şevki Yöntem
ve Mak.Müh. Suat Necat Öney için
yapılan oylama sonucu, bu isimler
Mütevelli Heyet üyeliğine seçildiler.
Kurulduğu dönem büyük bir heyecan
yaratan ve zaman içinde İTÜ’nün sosyal ve kültürel ortamına yeni bir soluk
getiren, İTÜ’ye ve öğrencilere verdiği
destekle amacını gerçekleştirmekte olan
İTÜ Vakfı’na, yeni Mütevelli Heyet üyelerinin yeni bir güç katacağına inanıyoruz.
Toplantıda konuşan İTÜ Rektörü ve İTÜ
Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karaca, Vakıf Yönetim Kurulu ile çalışmaktan duyduğu gururu vurgulayarak,
98 itü vakfı dergisi
Rektör, İTÜ Vakfı Yönetim
Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Mehmet Karaca
konuşmasında İTÜ'deki
çalışmalar ve hedefleri aktardı.
İTÜ Genel Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kidap’a, İTÜ
Vakfı’na yaptığı katkılar nedeniyle teşekkür plaketi verildi. Soldan sağa: Rektör Prof. Dr. Mehmet
Karaca, İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Y. Müh. Naci Endem ve İTÜ Genel Sekreteri
Prof. Dr. Tayfun Kindap.
Vakfın son dönemdeki ciddi bütçe
artışına ve büyüyen hedeflerine dikkat çekti. İTÜ Vakfı ve iştiraki olan 3M
ARGE A.Ş.’nin
İTÜ’ye yaptığı katkıların ve Maçka Sosyal Tesisleri ile
Verda Üründül Kız Öğrenci Yurduna
yapılan yatırımların çok önemli olduğunu belirten Karaca, söz konusu
yatırımlarla her iki birimin İTÜ’lülere
yakışır hale geldiğini belirterek, bu
çalışmalar nedeniyle Yönetim Kurulu’na ayrıca teşekkür etti.
İTÜ’de eğitim-öğretim ve Ar-Ge
alanındaki çalışmalar ve gelişmeler
hakkında da bilgi veren Rektör Karaca, yurt, yayın ve tarihi bina restorasyonları gibi sorunlara dikkat çekerek,
bu sorunların çözümünde mezun ve
mensupların desteğine ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.
Toplantıda, İTÜ Vakfı çalışmalarına yaptığı katkılardan dolayı İTÜ Genel Sekreteri
Tayfun Kındap’a, İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu’nca bir teşekkür plaketi sunuldu.
Mütevelli Heyet üyelerinin çeşitli konularda görüş ve önerilerini aktardıkları dilekler bölümü ile toplantı sona erdi.
Prof. Dr. Mustafa Gediktaş Anısına Konser
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler
Komitesi, İTÜ öğrencilerine burs desteği sağlamak amacıyla, müzikseverleri
İTÜ’nün unutulmaz hocalarından Prof. Dr.
Mustafa GEDİKTAŞ anısına düzenlenen
“Türk Müziği” konserinde buluşturdu.
Konserin solistleri, Türk Müziğinin günümüzdeki popüler iki ismi Mine GEÇİLİ
ve Bekir ÜNLÜATAER, sevilen eserlerin
yer aldığı zengin bir repertuarla dinleyici karşısına çıktı. Bu konserle Prof. Dr.
Mustafa Gediktaş bir defa daha sevgi ve
özlemle anılırken, konserden sağlanan
gelir de, gençlerimize eğitim yolunda
ışık tutmak üzere Burs Fonu’na aktarıldı.
Konser, önceki yıllarda gerçekleştirilen
anma konserlerinde olduğu gibi Sayın
Tülin Gediktaş’ın katkıları ile gerçekleştirildi.
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler
Komitesi, 26 yıldan bu yana düzenlediği
sayısız etkinlikten elde ettiği gelirle binlerce İTÜ öğrencisine verdiği burslarla
karşılıksız eğitim desteği sağlıyor.
Maçka Sosyal Tesisleri Yenilendi
'İTÜ Maçka Oteli' Konuklarını Bekliyor
İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri konaklama birimi, büyük boyutlu bir tadilat döneminin
ardından yenilenerek “İTÜ Maçka Oteli”
adı ile kapılarını açtı. Tüm odalar, koridorlar ve lobide gerçekleştirilen tadilat
çalışmalarının ardından modern çizgiler
taşıyan bir konsept tasarımla donatılarak 4-5 yıldızlı otel konforuna bürünen
birim hizmet vermeye başladı.
İTÜ Maçka Oteli, mevcut hali ile TV,
klima ve mini bar’lı 2’si suit olmak üzere
36 oda ve 79 yatak kapasitesi ile hizmet
sunuyor. İstanbul dışındaki İTÜ mezunları, mezun ve mensuplarımızın konukları
ile diğer üniversite mensuplarını ağırlamakta olan İTÜ Maçka Oteli, şehir merkezindeki lokasyonu, ulaşım kolaylığı,
kültür-sanat merkezlerine yakınlığı nedeniyle öncelikli tercih ediliyor.
Otel’in modern bir tasarım anlayışıyla
yenilenerek, konukların İTÜ’ye yakışır bir
ortamda ağırlanmasını sağlayan bu çalışma, İTÜ Vakfı iştiraki olan 3M ARGE A.Ş.
tarafından gerçekleştirildi.
itü vakfı dergisi 99
İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER
Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu Yenilendi
İTÜ mezunu Dr. Y. Müh. Sedat Üründül’ün Vakfımıza yaptığı bağışla, eşi anısına 1992 yılında yaptırılan İTÜ Ayazağa
Yerleşkesi’ndeki Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu yenilendi. İTÜ Vakfı iştiraki
3M ARGE A.Ş. tarafından gerçekleştirilen
çalışma ile binanın tüm dış cephesi ve
iç mekanlar yenilendi, odalar ve diğer
birimler günün şartlarına ve öğrenci gereksinimlerine uygun biçimde donatılarak daha konforlu hale getirildi. Açıldığı
tarihten itibaren dönem dönem İTÜ Vakfı
tarafından yenileme çalışmaları yapılmış
olan yurt, geniş kapsamlı son çalışma ile
yeni bir çehreye bürünmüş oldu.
İTÜ Vakfı tarafından yapımı gerçekleştirilen Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu,
5072 sayılı yasa gereğince 2011 yılında
Rektörlüğe devredildi. Üçer kişilik odalara sahip yurt binasında 111 öğrenci
barınıyor.
Ayazağa Çim Halı Saha’da
Barselona Futbol Kulübü
ile Futbol Okulu
Ayazağa Yerleşkesi’ndeki Çim Halı Saha
İTÜ Vakfı iştiraki 3M ARGE A.Ş. tarafından
yenilenerek spor etkinliklerine açıldı. Çim
Halı saha kiralanmak suretiyle çeşitli futbol
etkinliklerinde kullanılabiliyor.
Geçtiğimiz dönem bu saha için futbol
camiasında ilgi uyandıran bir işbirliğine
imza atıldı, Barselona Futbol Kulübü ile
yapılan işbirliği anlaşmasıyla, geleceğin
yıldızlarını yetiştirmek üzere bir Futbol Okulu açıldı. Bu çerçevede, Çim Halı Sahada
sürdürülen Futbol Okulu’nda Barselona
Kulübü antrenörleri tarafından 7-14 yaş
grubuna verilen eğitimle geleceğin yıldızları yetiştiriliyor.
100 itü vakfı dergisi
kullandılar, toplumsal yaşama getirdiler ama
bizi eşit yapmadılar diye… Aslında dünya
çapında kuralsız düzenin çok daha yaygın
yeni çıkış arayışlarında bu sistemde en çok
kadın sömürüsünün kullanıldığı sonucuna varıldı. Amerikan işçileri Konfederasyonu’ndan
bir hukukçu arkadaşımın paylaştığı verilerine
göre; Jordan marka Nike, Endonezya’da üç
buçuk milyon kadın ve çocuk işçi eliyle üretiliyordu. Onların iki buçuk yılda aldığı ücret
toplamı, Michael Jordan’a bir yılda verilen reklam telif ücretine eşdeğerdi. O tarihte bizim
piyasaya baktım. Jordan marka ayakkabıların
diğer Nike ayakkabıların üç buçuk katı fiyatına
olduğunu gördüm.”
Şükran Soner İTÜ Vakfı'nda Dünya
Kadınlar Günü’nün Konuğu Oldu
8
Mart Dünya Kadınlar Günü, İTÜ Vakfı
Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin düzenlediği, Gazeteci-Yazar Şükran Soner’in konuşmacı olarak katıldığı etkinlikle kutlandı.
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar
Günü etkinliği İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde
gerçekleştirildi. Gazeteci-Yazar Şükran Soner’in misafir konuşmacı olarak katıldığı etkinliği Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi
üyeleri, İTÜ Vakfı Genel Sekreter Yardımcısı
Kenan Mete ve çok sayıda davetli izledi. İTÜ
Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarı öğretim
elemanlarından Ayşegül Kostak Toksoy ve
Hatice Doğan Sevinç’in etkinlik kapsamında
verdiği mini Türk Müziği konseri güne ayrı bir
renk kattı.
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi Başkanı Şadiye Karadoğan’ın açılış konuşmasından sonra söz olan Gazeteci- Yazar
Şükran Soner, Cumhuriyet’in kadına kazandırdığı değerler üzerinde durdu.
Kadın sömürüsü ile çocuk sömürüsü
yeniden hortladı
Şükran Soner, konuşmasında dünyada ve
Türkiye’de kadın haklarının geriye gitmeye
başladığını belirterek, kadın ve çocuk emeği
sömürüsünün dünyada yeniden ortaya çıktı-
ğın vurguladı. Soner, “Din kurallarıyla kadının
örtünmesinin özgürlük savaşı gibi olduğunu
söyleyen bir kadın hareketi çıktı. Konu, kadının sokağa çıkma özgürlüğü olarak savunuldu. Ama Cumhuriyet değerleri de geriye püskürtülmeye başlandı." dedi.
Kadın üzerinden siyaset
Dünya sendikacılık hareketi içinde ortaya çıkan “sava mucizesi” kavramından da bahseden Soner, okuma yazma bilmeyen kadınların, bir sendika çatısı altında toplandığını ve
milyonlarca üyeye ulaştığını hatırlatarak şu
bilgileri verdi: “Yaptığı iki önemli iş vardı bu
sendikanın. Birincisi, banka kurdu. Çok komik
paralarla kadınlara borç veriyorlar, o parayı
kadınlar zorla ödüyorlar. Amaç, en ucuz, en
çok sömürülen kadın emeğini istenilen boyutta, yoğun bir şekilde üretime sokmak. Özellikle yoksul ülkelerde bu kuralsız çalıştırılma ile
kadın ve çocuk emeği sömürüsünü bir yanıyla
pozitif olarak destekliyor gibi görünüyor ama
negatif olarak geriye götüren bir olay yaşandı.
Dünya sendikacılık hareketinin sonraki keşfiyle eyvah, dediler. Bizim bu büyük savaşımızı
kadını vitrinde kullanarak, kadın üzerinden
siyaset yaparak kadının ve çocuğun kuralsız düzende sömürülmesinde araç yaptılar,
diye… Bugün türbanlı feminist kadınlarımız
da aynı dertten yakınıyorlar. Bizi çok kötü
Dünyada ilk feminist anayasa metni
Afganistan’da yazıldı
Soner, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Dünyada aslında ilk feminist anayasa
metni Afganistan’da yazılmış. Afganistan anayasasındaki metnin yazımında savaş vermiş
kadın örgütü başkanının sürgünde olduğunu
söylemeye gerek yok zaten. Dünya çapında
yaşadığımız bu süreç aslında evrensel uygarlık ve demokratik insan hakları kazanımlarının
hepsinde 1970’ler püskürtme yaşanan yıllar.
Karamsar değilim!
“Dünyanın her yerinde, her ülkede insan hakları ve demokrasi sorunu var. Özellikle ülkemiz
açısından çok karamsar değilim…” diyen Soner, bu dönemde dünyada ödenen bedellere
bakıldığında en az bedel ödeyen ve en az
savrulan ülkelerden birinin Türkiye olduğunu
söyledi. Henüz geri dönüşü olmayan bedeller ödemedik ama çok risk altındayız ve
hedef noktasındayız. Biz kırıldığımızda İslam
dünyası açısından çok ürkütücü bir geriye
sürüklenme söz konusu olacak. Ama yine
dünyanın her yerinde en çok bedeli ödeyen
kadınların kendi koşulları içinde bir duruşları
da var. Çarşaflı ya da türbanlı, siyasal İslamcı radikal örgütlerdeki kadınlar, çok eşliliği ve
imam nikahını kabul etmediler. Hiçbiri Cumhuriyet’in medeni haklarından vazgeçmeyi
akıllarının ucundan bile geçirmedi. Bu da bir
kazanım. Bu da bir ortak payda... Bir diğer
kazanımımız da artık eskisinden daha çok
ilgiliyiz. Nasılsa bize bir şey olmazın olmadığını anladık. Ve şimdi herkes kendi çapında bir
yerlerde direniyor.
Konuşmasının ardından katılımcıların sorularını yanıtlayan Şükran Soner’e, Komite tarafından bir teşekkür plaketi sunuldu. Etkinlik,
her yıl olduğu gibi, Komite üyelerinin kendi
elleriyle hazırladıkları ikramlarla sürdü.
itü vakfı dergisi 101
SPOR
İTÜ’nün Şampiyon
Tenisçileri
İ
Metin Tükenmez
Türkiye’de üniversite
spor organizasyonundan
söz edildiğinde genellikle
profesyonel dünyanın dışında
kalan amatör oyuncuların
mücadelesi şeklinde bir algı
oluşur. Oysa Manavgat’taki
organizasyonun “Türkiye Tenis
Şampiyonası” kalitesinde
geçtiğine yerinde tanıklık
ettim…
TÜ Vakfı Dergisi’nin 67. Sayısı yayıma
hazırlandığı günlerde Antalya’nın Manavgat ilçesinde Türkiye Üniversite Sporları
Tenis Şampiyonası başlamak üzereydi.
13-17 Mart 2015 günleri düzenlenen şampiyonada üniversitemiz kız takımı 1. Lig erkekler ise süper Lig’de mücadele edecekti.
Organizasyonun düzenlendiği otelin kortları
toprak olduğundan, bizim öğrencilerimiz
ağır ders yükü nedeniyle İTÜ’nün Ayazağa
Yerleşkesi’ndeki sert zeminli kortlarında bile
yeterince antrenman yapamadıkları için, bu
eksikliği giderebilmek amacıyla onları bir
gün önce göndermeyi planladık. Vakıf üniversiteleri ya da özel üniversitelerin sporculara burs vermeleri, İTÜ gibi ders yükü ağır
devlet üniversitelerinde yarışan sporcuların
işini zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda hem
kız hem de erkek takımlarının konumunu koruması bile başarı olarak algılanılabilecek
durumda iken kız takımımızın şampiyon
Kızlar Soldan Sağa: Bahar Sancaklı (Kimya Metalurji Fak.), Selen Deniz İğcioğlu (Maden Fak.), İzel Ece
Yılmaz (Takım kaptanı-İnşaat Fak.), Aslınur Çalışıyor (Fen Edebiyat Fak.)
Erkekler Soldan Sağa: Serhat Naci Çetindemir (Takım kaptanı-Tekstil Fak.), Cem Cingil (İnşaat Fak.),
Berk Dehrioğlu (Bilişim Fak.), Öğr. Gör. Metin Tükenmez (Tenis takımları sorumlusu-Beden Eğitimi
Bölümü), Sercan Posacı (Makine Fak.), Mümin Göker Gayretli (Elektrik Elektronik Fak.),
Buğra Altuncu (Mimarlık Fak.)
102 itü vakfı dergisi
olarak Süper Lig’e çıkması şampiyonaya
katılan üniversiteli tenisçiler arasında ilgi ve
övgüyle karşılandı.
Türkiye’de üniversite spor organizasyonundan söz edildiğinde genellikle profesyonel dünyanın dışında kalan amatör
oyuncuların mücadelesi şeklinde bir algı
oluşur. Oysa Manavgat’taki organizasyonun
“Türkiye Tenis Şampiyonası” kalitesinde
geçtiğine yerinde tanıklık ettim. Asıl işleri
tenis oynamak olan, Türkiye’nin çeşitli tenis
kulüplerinde belli bir antrenman disiplini ve
devamlılıkla tenis oynayan sporcular üniversite oyunlarını bir Türkiye Tenis Şampiyonası’na dönüştürdüler. Bu bağlamda grup
maçlarını birinci bitirip Süper Lig’e çıkma
karşılaşmalarında İzmir Ticaret Üniversitesi’ni 2-1 yenerek başarılı olan kızlarımızın
yanında Süper Lig’deki yerini koruyan erkek
takımımızın da başarılı olduğu kabul edilmelidir. Mesleği spor olan ve aynı zamanda
Spor Yüksek Okulu olan Marmara Üniversitesi’nin Süper Lig’den 1. Lig’e düştüğü göz
önüne alındığında tenisçi öğrencilerimizin
başarısının değeri daha iyi anlaşılabilir.
Baştan söyleyeyim, Avrupa ve Dünya
Kupaları da olmak üzere birçok uluslararası
düzenlemenin içinde günlerce, haftalarca
kaldım ama Manavgat’taki tenis şampiyonası denli hoş bir spor ortamına ilk kez
tanık oldum. Tenis sporunun doğasındaki
saygınlık bir yana, üniversiteli öğrencilerimizin çekişme (rekabet) sırasında birbirlerine
gösterdikleri saygıyla birlikte bu saygı ortamının arasına serpiştirdikleri zeka parıltısı
içeren takılmalar, eğlencenin tadını çıkartarak yarışma içinde kalabilme, birbirlerini
küçük yaşlardan başlamak üzere tanıdıklarından kime nasıl davranılacağını bilmeleri,
herkesin birbirinin işini kolaylaştırmak için
çaba göstermesi, düşenlerin çok da aldırmadıkları, şampiyon olanların sevinçlerini
olduğundan daha büyük göstermedikleri
(abartmadıkları) bir tenis ortamı… Tenisin
araç olduğu bir ortamda yarıştıkça oynayan, oynadıkça yarışan, bir başka deyişle
işin içine eğlenceyi ve oyunu yerleştiren bilinçli bir o kadar da sporcu gençlerimiz…
Evet, oynarken eğlenen, eğlenirken iş
yapan hoş bir ortamın içinde kaldım Ma-
navgat’taki Tenis Şampiyonası’nda. Oyun
oynayan dolayısıyla hareket halinde olan
insan bedeninin güzelliği, en yüksek ifadesini oyunda bulmaktadır. Oyun, en gelişmiş
biçimleri içinde insana bahşedilmiş estetik
algılama yeteneğinin en soylu unsurlarını
oluşturan ritim ve armoni ile doludur. Oyun
ile güzellik arasında çok sayıda bağlantı olduğunu üniversiteli tenisçilerin oyunlarında
gördük. Her oyun, her şeyden önce gönüllü
bir eylemdir. Üniversiteli tenisçilerimizin çekişmelerinden, yarışmalarından bize kalan
ana fikir şudur aslında: Oyun yaşamı süslemekte, yaşamın boşluklarını doldurmakta
ve bu bağlamda vazgeçilmez olmaktadır.
İnsan için çok çeşitli tanımlamalar, betimlemeler yapılmaktadır. Ancak ben Üniversiteler Tenis Şampiyonası’nda Homa Ludens’i
gördüm yani gülen insanı. Puan yitirmek bir
yana maçı kaybederken bile yüzü gülen,
rakibini öven insan yapısını…
Futboldaki ayak oyunlarını düşündüğümde bana olağandışı bir durum gibi geldi. Denebilir ki “Hocam sonuçta üniversite
şampiyonası, bundan daha doğal ne olabilir ki?” Ben nice üniversite futbol şampiyonaları gördüm içinde şiddet barındıran…
Hatta üniversitenin fakülteler arası maçlarında hakemlere yerleşke içinde çeşitli
atletizm rekorları kırdıran nice futbol karşılaşmaları gördüm. İnanıyorum ki güzellik
tenisin doğasında var…
Bir profesyonel futbol takımında (İstanbulspor) düzenli olarak futbola başladığım
yıl Kasım 1973’dür. Yani o günden bu yana
futbolun içindeyim. 1980 yılında Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi’ni bitirdikten sonra ise çoğu spor dalının da yakınında bulundum. Ülkemizin kirli futbol ilişkileri
içinde temiz kalmayı başarmış az sayıda
insanlardan biri olduğumu düşünüyordum.
Manavgat’taki tenis şampiyonasındaki temizlik ve hoşluğu görünce ne denli kirlendiğimin farkına vardım. Belki de Özdemir
Asaf’ın özlü sözü bu noktada yerine oturmaktadır: “Bütün renkler kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.”
Her oyun, her şeyden önce
gönüllü bir eylemdir. Üniversiteli
tenisçilerimizin çekişmelerinden,
yarışmalarından bize kalan ana
fikir şudur aslında: Oyun yaşamı
süslemekte, yaşamın boşluklarını
doldurmakta ve bu bağlamda
vazgeçilmez olmaktadır.
Okçuluk Takımı Türkiye İkincisi
Üniversite Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen "Türkiye Üniversitelerarası Salon Okçuluk Şampiyonası"na katılan Okçuluk Takımımız, Türkiye İkinciliği
de dahil olmak üzere 3 derece ile döndü.
5 – 7 Mart 2015 tarihleri arasında
Eskişehir Anadolu Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen Şampiyonaya, 31
üniversiteden 144 oyuncu katıldı. Şampiyona kapsamında okçular bireysel ve
takım halinde ayrı kategorilerde yarıştı.
Öğrencilerimiz Nurullah Talha Görücü, Doğaç Tarı ve Gökberk Yılmaz’dan
oluşan İTÜ Klasik Yay Erkek Takımı Türkiye İkinciliği elde etti. Gözde Fırtın, Ceren Güngör ve Rüveyda Gargı'dan oluşan
Klasik Yay Bayan Takımı ise Türkiye Dördüncüsü oldu. Mix Takım kategorisinde
ise öğrencilerimiz Nurullah Talha Görücü
ve Gözde Fırtın’dan oluşan takımımız, sıralama atışlarında topladıkları puanlarla
Türkiye Altıncısı oldu.
En Centilmen
Takım İTÜ’den
10. İstanbul Lale Festivali kapsamında
Türkiye’de ilk kez düzenlenen, Üniversiteler Arası Plaj Futbolu Turnuvası "İstanbul
Cup 2015", 12 üniversitenin katılımıyla
6 - 12 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleşti. “En Centilmen Takım Ödülü” alan
İTÜ Plaj Futbolu Takımı, 3.’lük kupasının
da sahibi oldu.
itü vakfı dergisi 103
SPOR
Orienteering Kulübü’nden 9 Madalya
Türkiye Orienteering Federasyonu tarafından 26 Şubat-1 Mart 2015 tarihlerinde
Alanya'da düzenlenen “Antalya Oryantiring
Günleri ve 3.Kademe Mustafa Karataş Yarışması”na katılan İTÜ Orienteering Kulübü
4 madalyayla döndü.
Kulübümüz, 6 sporcuyla katıldığı yarışmada 1 altın, 2 gümüş ve 1 bronz olmak
üzere toplamda 4 madalya kazandı.
4 gün süren yarışmanın 3. gününde
Tutya Yılmaz
Artistik
Jimnastikte
Türkiye Birincisi
İTÜ Spor Kulübü sporcusu ve İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları Ekrem Elginkan Lisesi öğrencisi Tutya Yılmaz, 03-05 Nisan
2015 tarihleri arasında İzmir’de düzenlenen Artistik Jimnastik Kulüpler Arası
1. Etap Yarışmasına İTÜ Spor Kulübünü
104 itü vakfı dergisi
Yeni Başlayan Kadın kategorisinde 2. olan
Selin Çiftçi, 4. gün de 1. olurken, Yeni Başlayan Erkek kategorisinde Halil İbrahim
Karagöz 4. günde 2. oldu. 21 Yaş Kadın
A kategorisinde Ezgi Baştürk yarışmayı 3.
olarak tamamladı.
İstanbul Spring Cup'tan da 5 Madalya
İTÜ Orienteering Kulubümüz, İstanbul Oryantiring İl Temsilciliği'nin desteğiyle 13-
14-15 Mart 2015 tarihlerinde Macera Akademisi tarafından İstanbul’un Sultanahmet,
Belgrad Ormanı ve Kapalıçarşı gibi tarihi
mekânlarda düzenlenen yarışta da yerini
aldı.
3 gün süren yarışta 8 sporcusuyla yarışan İTÜ Orienteering Kulübü toplamda
5 madalya aldı. Mert Sugür 1. gün Yeni
Başlayan Erkek kategorisinde 1.lik, Ezgi
Baştürk 21 Yaş Kadın kategorisinde ilk gün
3.lük, 2. gün ve 3.gün 2.lik, Ahmet Korkmaz 21 Yaş Erkek kategorisinde 3.gün 1.lik
kürsüsüne çıktı.
temsilen katılmış ve 54,35 puan alarak
Türkiye birincisi oldu.
Tutya Yılmaz, aldığı birincilikle Olimpiyat Komitesinin 12-28 Haziran 2015
tarihleri arasında Bakü’de düzenleyeceği ve Avrupa’dan 50 ülkenin 20 branşta 6050 sporcu ile katılacağı 1. Avrupa
Oyunları’nda, Artistik Jimnastik Bayanlar Kategorisinde ülkemizi tek başına
temsil etmeye hak kazandı.
Tutya Yılmaz, İtalya'da düzenlenen
2014 Akdeniz Oyunlarında da şampiyonluk kazanmış ve İTÜ Spor Kulübünün
uluslararası başarılarına yenisini eklemişti.
İTÜ, Amerikan Futbol Türkiye
Şampiyonluğunu üst üste 2. kez kazandı
Ünilig Korumalı Futbol Süper Lig’in final
maçı, 3 Mayıs Pazar günü Samsun’da
oynandı. İTÜ Amerikan Futbol Takımı
“İTÜ Hornets” ile Eskişehir Anadolu Üniversitesi Amerikan Futbol Takımı “Ana-
dolu Rangers”ın karşı karşıya geldiği
maçın sonunda, kupayı kaldıran taraf
İTÜ oldu.
Son derece çekişmeli ve zorlu geçen
maçın ilk yarısını Anadolu Rangers, 24-
14’lük farklı bir skorla önde kapattı. Son
ana kadar kıyasıya mücadele eden İTÜ
ise ikinci yarıda açığı kapattı. Dördüncü çeyreğin son dakikasında oyunun
üstünlüğünü ele geçiren İTÜ Hornets,
baskılı hücumun sonucunda yakaladığı
pozisyonu sayıya çevirerek, maçı 28-27
kazandı.
İTÜ Hornets, geçen yıl final maçında
ODTÜ ile karşılaşmış ve Türkiye Kupasının sahibi olmuştu.
diğini yineleyen Rektör Karaca ise öğrencilerimizi tebrik etti ve hediyelerini takdim
etti. Rektör ve öğrenciler, kulübün ba-
şarısının yükselerek devam etmesi için
sponsorluk arayışı konusunda da fikir
alışverişinde bulundu.
Yelken’de
Çifte Kupa
“MIYC Campus Cup 2015”e katılan Yelken Kulübümüz, 2 kupayla döndü. Mart
ayında Marmaris’te gerçekleştirilen yarışlara, 19 üniversiteden 23 takım katıldı. İTÜ Yelken Kulübü, kendi klasmanda
2.’lik, genel klasmanda ise 3.’lük kupasının sahibi oldu.
Kulüp öğrencilerimiz, başarısını Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’yı makamında ziyaret ederek paylaştı. 10 yıldır kulüp
olarak birçok yarışmada İTÜ’yü temsil
ettiklerini ve başarılar elde ettiklerini anlatan kulübümüz, çalışmaları hakkında
Rektör Karaca’ya bilgi verdi. Spor ve
sanat alanındaki başarıları çok önemse-
itü vakfı dergisi 105
SEKTÖRDEN HABERLER
Eryap’ın
Son Ürünü
Wooler Taşyünü
Eryap’ın son ürünü olan Wooler taşyünü;
ısı, ses ve yangın yalıtımının üçünü birden
sağlayarak diğer yalıtım ürünleri arasında
fark yaratıyor. Wooler ısı yalıtımı özelliği sayesinde; ısıtma ve soğutma masraflarında
%50’ye varan tasarrufun yanı sıra yaşam
alanlarındaki konfor ve hijyenik şartları artırıyor. Ses yalıtımı özelliği sayesinde; kentleşmenin doğal bir sonucu olan gürültünün
özellikle hastane, okul, ofis vb.ortamlarda
günlük hayatımızda sağlığımızı ve konforumuzu tehdit eden boyutlarını en aza indiriyor.
Eryap, Wooler ürün grubunda ürün gamına eklediği 2 yeni ürün ile taş yünü
sektöründeki iddiasını sürdürüyor. Wooler Flexible
Alu Boru Levhası ve Wooler Door Yangın Kapısı
Levhası ile farklı kullanım
yeri ve amacına göre geniş bir alanda hizmet edecek tamamen yerli ve doğal
kaynaklar kullanılarak üretilen
çözümler sunuyor.
Wooler Flexible Alu Boru Levhası; bacalarda ve yüksek sıcaklıktaki sanayi
borularının ısı yalıtımında kullanılmak üzere
100 kg/m3 yoğunlukta ve 25mm kalınlığında
üretilen, 950mm x 8400 mm ebatlarına sahip,
alüminyum folyo kaplı taş yünü levhadır. Ürünün rakiplerinde olmayan kanallı yapısı sayesinde alüminyum folyo yırtılma riski olmadan
100mm-300mm aralığında tüm çaptaki borulara rahatlıkla kaplanabilmektedir.
Wooler Door Yangın Kapısı Levhası levhası ise; 600-1000mm eninde, 1500-2500mm
boyunda isteğe uygun ölçülerde üretilmekte
olup, 150 kg/m3’lük yüksek yoğunluğu sayesinde yangın kapılarında mükemmel yangın
yalıtımı sağlamaktadır.
İzocam 50. Yılını Çırağan’da Kutladı
Türkiye’de yalıtım sektörüne 50 yıldır
yön veren İzocam, bu özel yılı için Çırağan
Palace Kempinski’de düzenlenen bir resepsiyonda davetlilerini ağırladı. Alghanim
Grup ve Saint Gobain’in üst düzey yöneticilerinin de bulunduğu resepsiyona, yalıtım
ve inşaat sektörlerinin önde gelenleri, İzocam bayileri, sektörel
dernekler ve İzocam üst yönetimi katıldı.
İzocam’ın 50. Yıl Resepsiyonu’nda, Fazıl Say'ın “İlk Şarkılar” albümünün vokali olan
ve sesiyle geniş kitleleri kendisine hayran bırakan Serenad
Bağcan sahne aldı. Bağcan’ın
güçlü sesi ve özgün yorumu ile
seslendirdiği şarkılar davetlilere
keyifli anlar yaşattı. 40 kişilik dev
kadrodan oluşan dansçılar ve
orkestra ise İzocam için hazırlanan özel bir repartuarda buluştu
106 itü vakfı dergisi
ve gece boyunca izleyenleri büyüledi.
İzocam Genel Müdürü Nuri Bulut gecede yaptığı açılış konuşmasında, 1965
yılında başlayan yolculuğumuzda 50. yılımıza ulaşmış olmanın heyecanını yaşıyoruz dedi. “Kuruluşumuzla birlikte yalıtım
sektörünün ülkemizdeki tarihini de başlatmış olmak bizler için ayrıca gurur kaynağıdır. İzocam’ın kurulduğu günden bu yana
ürettiği tüm yalıtım ürünleri toplandığında,
bu üretimin ülke ekonomisine ve çevreye sağladığı fayda oldukça çarpıcıdır. 50
yılda, sunduğumuz ürünlerle
200 milyon ton petrole eşdeğer
enerji tasarrufunun gerçekleşmesinde katkıda bulunduk. 650
milyon ton CO2’in atmosfere
salımını önledik. Ürünlerimizle
ülke ekonomisine 50 yılda, 110
milyar dolarlık enerji tasarrufu
sağladık. Elbette ki başarımızın
ardında tüm İzocam ailesinin ve
paydaşlarımızın ilkeli, düzenli, özverili çalışması da yatıyor.
2015 yılında, tüm değerli paydaşlarımızın bu güne dek sağladıkları katkıları sayesinde 50.
yılımızı kutluyoruz.”
Yazıları ve Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş
Yazar: Prof. Dr. Ayla Ödekan
ISBN: 975-561-252-1
Basım Yılı: 2004
Boyutlar: 27 x 39 cm
Cilbent kutu içinde 79 sayfa metin + 108 sayfa rölöve föyleri.
2005
“Yunus al
sy
Nadi So r
le
Bilim
ası”
Araştırm
Ödülü
İTÜ Vakfı Yayınları
Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları
İtuyayinlari.com.tr
Online Sipariş: www.1773itu.com
Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05
[email protected]
Sedat Çetintaş, mimarlık tarihimizde sanatsal ve mimari değeri
güçlü rölöve ve restitüsyonların yaratıcısı, 19. yüzyıl kültürü
ile beslenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Cumhuriyet
aydını. O, Selçuklu dönemi ile Erken ve Klasik Dönem Osmanlı
mimarlığı tutkunu bir ‘Ülkügüder’. Sedat Çetintaş, anıtsal yapıtları
çizimleriyle günümüze taşımakla kalmamış, yazılarıyla da
mimar olarak toplumsal duyarlılığı sürekli diri tutmuş bir aydın.
Ülküsü bir ‘Corpus’ oluşturmak. Amacı doğrultusunda yaklaşık
200 adet rölöve ve restitüsyon üretmiş. Bu ürünlerden 108’i İTÜ
Mimarlık Fakültesi Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu kitap da, Sedat
Çetintaş’ın bu arşivde yer alan yapıtlarını toplu olarak okuyucuya
ulaştırmayı ve araştırmaya açmayı hedefliyor. Buna ek olarak,
çizimleriyle tanıdığımız Sedat Çetintaş’ı yazılarından da okuyarak
‘ülkügider’liğinin insancıl boyutlarına da erişme olanağı veriyor.
Bu nedenle, kitapta yazar sık sık Çetintaş’ın kendi anlatımlarına
yer veriyor. Böylece kendi sözcük ve anlatım dilini okuyucuyla
paylaşarak Çetintaş’ın özellikle eski yapıları koruma konusundaki
savaşçı kişiliğini açığa çıkarıyor. ‘Sedat Çetintaş’ın inanılmaz
rölöveleri karşısında insan şaşırıyor. Şaşırmamız rölövelerin insan
emeğinin ürünleri oluşundan. Hele bilgisayara dayalı bir tasarım
kuşağı içinde olduğumuz günümüzde, bu çizimler doğal olarak
inanılmaz geliyor’ diyor, Prof. Dr. Ayla Ödekan.
ÖĞRENCİ KULÜPLERİ
‘Karşılıksız’ Kelimesinin En Anlamlı Hali:
İTÜ Gönüllülük Kulübü
hükümlü ve tutuklu çocuk ve gençlerin bu
süreçte gelişimlerinin olumsuz etkilerini en
aza indirebilmek amacıyla infaz kurumlarına düzenlenen periyodik ziyaretlerle tiyatro,
müzik, sinema&belgesel ve oyun atölyesi
düzenleniyor.
U
mut Okulu, Yaşayan Kütüphane, Nar
Harekatı, Benimle Oynar mısın?, Engeller Durmasın, Bir Başka Yol, Hayata Bir Adım… Bu başlıklar, İTÜ Gönüllülük Kulübü’nün hayata geçirdiği, karşılıksız
kelimesinin en anlamlı kılındığı projelerden
bazıları.
Toplumsal duyarlılık ve farkındalık yaratmak, ‘sivil toplum’ bilincini yaygınlaştırmak,
gençliğin kişisel gelişimini sağlamak ve İTÜ
öğrencilerinin toplumsal sorunların çözümüne yönelik çalışmalarda etkin rol almasını sağlamak amacıyla yola çıkan Gönüllülük
Kulübü, bu çerçevede toplumsal sorunların
üzerine eğilerek fırsat eşitliği, sosyal haklar,
gençlik, çevre ve toplum bilinci ile ilgili çeşitli gönüllülük faaliyetleri yürütüyor.
Kulübün, gönüllere dokunan bu çalışmaları kapsamında yetiştirme yurdundaki
çocuklar periyodik olarak ziyaret edilerek
ders dışı eğitimler sunuluyor; Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde birleştirilmiş köy okullarına
yardım kampanyaları düzenleniyor; ayrım-
108 itü vakfı dergisi
cılığa yol açan önyargılarla ilgili farkındalık
yaratmak üzere kitap yerine insanı okumayı deneyimleyen Yaşayan Kütüphane etkinliği düzenleniyor; hastanede uzun süre
kalmak zorunda olan çocuklar ziyaret edilerek onlarla eğlenceli ve eğitici etkinlikler
gerçekleştiriliyor; engelli bireylerin hayatını
biraz olsun kolaylaştırmak üzere çözümler
üretiliyor; olanaksızlıklar nedeniyle dersaneye gidemeyen lise öğrencilerine üniversite giriş sınavlarına yönelik dersler veriliyor;
Gönüllülük Kulübü Köy Okullarında
Gönüllülük Kulübü’nün projelerinden biri
olan “Umut Okulu Projesi” ile Anadolu’nun
dört bir köşesindeki okullara ışık saçmaya
devam ediyor. Kulüp üyeleri, kendi olanakları ile oluşturdukları bütçelerle, yaptıkları
duyurular ve girişimlerle topladıkları kitap
ve kırtasiyeden oluşan okul malzemelerini,
ya grup olarak bizzat yollara düşerek okullara götürüyorlar, ya da kargo ile gönderiyorlar.
Ziyaret ettikleri okullarda, kitapla kucaklaşan öğrencilerin heyacanını ve sevincini
görmenin eşsiz bir deneyim olduğunu vurgulayan Gönüllülük Kulübü üyeleri, “Umut
Okulu Projesi” kapsamında bu yıl içinde 80
civarında okula yardım ulaştırmayı başardı. Mayıs 2005 sonuna kadar ise bu sayı
100 okulu aşacak. “Umut Okulu Projesi”ni yürüten üyeler “Bu ay da bizden yardım
bekleyen 20 okulumuza yardım ulaştırmak
istiyor ve sizlerden destek bekliyoruz.” çağrısı yaparak, “Yaptığımız tüm işler için bizleri Facebok, Twitter ve Instagram’dan takip
ederek görebilirsiniz.” diyorlar.
“Umut Okulu Projesi” kapsamında Nisan ayı içinde kitap ve kırtasiye yardımı
gönderilen 10 okul:
Korucu Köyü İlkokulu Gölbaşı / ADANA,
Alaattin Sucular İlkokulu Erciş / VAN, Zaferiye İlkokulu Cihanbeyli / KONYA, Ayrancı
İlkokulu Doğubayazıt / AĞRI, Üzümlük İlkokulu Eruh / SİİRT, Ilıcaksu İlkokulu Domaniç
/ KÜTAHYA, Soma 13 Mayıs Madenciler
İlkokulu Merkez / AĞRI, Aşağı Bağcılar İlkokulu Pervari / SİİRT, Salman Köyü İlkokulu
Mutki / BİTLİS, Arıklı Köyü İlkokulu Kızıltepe
/ MARDİN.
“Ver Bi’ Pati” Projesi
İTÜ Gönüllülük Kulübünün bir diğer projesi
de “Varolanı korumak ve uyum içerisinde
kalmak” anlayışıyla başlattığı “Ver Bi’Pati”
projesi.
Gönüllülük Kulübü üyeleri, ilk defa
gerçekleşen bu öğrenci yaklaşımını şu
cümlelerle anlatıyor: “Bu projede öncelikli
amacımız, kampüslerimizdeki hayvan dostlarımızın yaşam koşullarını iyileştirerek standartlarını yükseltmek ve bu sayede bizlerle
uyum içerisinde yaşamalarını sağlamak.
Gönüllü arkadaşlarımızdan oluşan ekibimizle çalışmalarımıza ocak ayında başladık. Okulumuzdaki hayvanların düzenli
beslenmeleri konusunda önemli adımlar
attık. İTÜ Vakfı aracılığıyla aldığımız 650
kg kuru mama bağışı sayesinde, besleme
ekibimiz her gün belirlenen lokasyonlarda
mama dağıtımı gerçekleştiriyor. Siparişini
verdiğimiz mama odakları ve
su kapları ile beslenmelerini
hem çevreye rahatsızlık vermeden hem de daha düzenli biçimde gerçekleştirmeyi
amaçlıyoruz.
Dostlarımızın sağlık kontrollerinin düzenli olarak yapılması konusunda da çalışma-
larımız devam ediyor. Köpeklerimizin her
birinin sağlık karnelerinin çıkartılıp aşılarının
takip edilmesi için çalışıyoruz. Bunların yanısıra; kampuslardaki köpeklerimizin bizlerle uyum içerisinde yaşamalarını sağlayabilmek adına köpek davranış uzmanlarıyla,
bizlere danışmanlık yapmaları için anlaştık.
Onların da birlikte yaşadığımız kampüsümüzün birer bireyi olduğunu vurgulamak
için her biri için tasma siparişi verdik.
Gönüllü arkadaşlarımızın çoğalması ile
daha güzel işler başarabileceğimize inanıyoruz…”
Bize düşen ne? Tüm çalışmalarını yakından izleyip, inanılmaz çabalarını gördüğümüz Gönüllülük Kulübü
öğrencilerimizin özveri ile
yürüttükleri bu çalışmalara
destek vermek, geleceğimizi
aydınlatacak girişimlerine katkıda bulunmak…
Bilgi ve iletişim için www.
gonullu.itu.edu.tr sayfalarını
ziyaret edebilirsiniz.
itü vakfı dergisi 109
YAYINLAR
"Mühendis" - Ersin Arıoğlu’nun
Yapı Merkezi ile Bütünleşen Hayatı
"B
Yapı Merkezi
Yayınları, 2014.
398 sayfa
u sözlü tarih kitabı,
Ersin’e, aileme ve
Yapı Merkezi’ne karşı
duyduğum sorumluluk neticesinde ortaya
çıktı.” Projenin fikir-annesi ve yöneticisi olan
Y. İnş. Müh. Ülkü Arıoğlu, MÜHENDİS'e yazdığı Önsöz'ü şöyle sürdürüyor: "Ersin’in ...
azim ve heyecanının, ailemizin ve Yapı Merkezi’nin gelecek kuşaklarına, aynı zamanda
genç mühendis ve müteşebbislere de örnek
olabileceğini düşünüyorum."
Ersin Arıoğlu'nun okul arkadaşları, hoca
ve öğrencileri, işarkadaşları, ortakları, inşaat
sektöründe veya toplumsal projelerde birlikte çalıştığı dostları, aile bireyleri ve tabii
bizzat kendisi ile yapılmış görüşmelerin kayıtları, MÜHENDİS adlı ve 11 bölümlü kitabın ana malzemesini oluşturuyor. Bu sözel
birikimin belge, kupür ve fotoğraf desteğiyle
içiçe kurgulanması, metnin ve öykünün kesintisizce akmasını sağlamış oldu.
Kitabın ilk iki bölümünde Ersin ve Ülkü
Arıoğlu'nun çocukluk anıları, Osmanlı dönemine uzanan aile tarihçeleriyle birlikte anlatılıyor. İmparatorluğun çöküşü ve Cumhuriyetin
kuruluşu sırasındaki savaş, göç ve toplumsal
dönüşümlere dair tanıklıklar ise, kitabın yaşam
öyküsüyle sınırlı kalmayıp, Türkiye'nin yakın tarihindeki önemli dönüm noktalarını da içerdiğini
haber veriyor. Nitekim sonraki bölümlerde de
İTÜ'deki öğrencilik ve asistanlık dönemi, sonar
Ersin-Ülkü Arıoğlu birlikteliği ile Yapı Merkezi'nin
eşzamanlı kuruluş ve büyüme süreçleri, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrasın-
110 itü vakfı dergisi
Yapı Merkezi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Arıoğlu'nun Yapı Merkezi ile bütünleşen hayatını
anlatan MÜHENDİS kitabının 9 Nisan 2015 tarihinde, kurucularından biri olduğu Irmak Okulları Kültür
Merkezi’nde yapılan tanıtım toplantısında konuşmasını yaparken.
daki toplumsal çalkantılarla eşzamanlı yürüyor.
Arıoğlu'nun aktif-siyaset dönemini ve
"milletin vekili" olma çabasını anlatan bölüm ise, tercih ve kararlarını bilimsel verilere,
objektif ve özgün fikirlere dayandırmayı ilke
edinmiş bir mühendisin, keyfilik ve sübjektifliğin kol gezdiği siyaset ortamında, mutlu/verimli olmaya çalıştığı yılların "garip-ama-gerçek" öyküsü gibi...
MÜHENDİS'te, inşaat sektörünü doğrudan ilgilendiren temel ve hayati konulara
ağırlıklı yer verilmiş. "İstanbul betonlarının
kalitesi" hakkındaki ilk bilimsel araştırmada,
deprem bölgelerindeki yapılarla ilgili ayrıntılı
incelemelerde, "durup dururken çöküveren"
bir apartmanla ilgili rapor vb. Çalışmalarda
sergilenen sosyal ve siyasal "acı" gerçekler,
mesleği/statüsü ne olursa olsun her okurun
ilgisini çekecek nitelikte. Bu olumsuz örneklere mukabil, "yapıda bilim ve teknoloji" ilkesiyle kurulan Beton Laboratuvarı ve AR-Ge
Bölümündeki yüksek-kaliteli beton üretimleri, "doğal ve kültürel çevreye saygı" ilkesiyle
geliştirilen tasarımlar gibi olumlu çalışmalar
dikkat çekiyor. Aynı bölümde, çok önemli bir
soruya da cevap aranıyor: İnşaat mühendislerinin ve genelde tüm sektörün sorumluluk alanı, nereden başlamakta ve nereye
kadar uzanmaktadır? Bu temel soru, "TMB
Etik İlkeler Belgesi"nin anlatıldığı alt-bölümde cevabını buluyor.
"İyi inşaatçı" olmanın koşulları, kriz yönetimi, yurt içinde ve dışında inşaatçının
yaşadığı ekonomik, politik, lojistik vb. Sorunlar gibi pek çok mesleki konunun yanısıra;
kitabın çeşitli bölümlerinde nitelikli eğitim,
nitelikli bilgi üretimi, nitelikli demokrasi, siyasetin bilimle ve bilimin siyasetle ilişkisi,
kişi-şirket-toplum ölçeğinde gerekli zihniyet
değişimleri, "ölçü organizasyonu" kavramı
gibi genel ve temel konular da sorgulanıp
tartışılıyor ve somut önerilerle besleniyor.
Kitabı farklı kılan diğer bir özellik ise, "aile
şirketi" yapısındaki tüm kuruluşların şu ortak
problemine cevap aranması: Ebeveyn-evlat
ilişkisi ile yönetici-iş arkadaşı ilişkisinin iç içe
geçme olasılığı ve sakıncaları. Kitabın iki bölümü, ailedeki ve şirketteki "birlikte büyüme"
süreçlerine "dışarıdan" ve "içeriden" tanıklık
edenlere ayırılmış.
Kısacası MÜHENDİS; çok geniş konu ve
ilgi alanı yelpazesiyle, her daldan öğrencilerin, her meslekten genç-yaşlı meraklıların,
akademisyenlerin, siyasetçilerin ve doğal
olarak inşaat mühendisleri ile tüm inşaatçıların keyifle okuyabilecekleri bir kitap…
Matematik 1
Çözümlü Problemleri 7. Baskı
Matematik I Çözümlü Problemleri kitabı,
tematik dersiyle ilgili gereksinimlerini karşıyazar Yrd. Doç. Dr. Ayşe Peker Dobie'nin
layacağını umuyoruz.
on yılı aşkın bir süredir, İstanbul Teknik
Matematik 1 Çözümlü Problemleri; GiÜniversitesi Fen ve Mühendislik Fakülteriş, Limit ve Süreklilik, Türev, Türev Uygulalerinin birinci sınıf öğrencilerine vermekte
maları, İntegral, İntegral ve Uygulamaları,
olduğu Matematik I dersinin notlarından
Transandan Fonksiyonlar, İntegrasyon Tekderlenmiş bir problem
nikleri ve L’Hospital Kuralı,
kitabıdır. Her bölümde,
Genelleştirilmiş İntegraller,
Ayşe Peker DOBIE
öncelikle yeterli ölçüde
Kutupsal Koordinatlar olİTÜ Vakfı Yayınları
gerekli olan teorik bilgi
mak üzere 10 bölümden
Yayın Tarihi: 2015
verilmiş olup bu bilgi,
oluşmakta ve her bölüm
Sayfa Sayısı: 475
konu ile ilgili çok sayısonunda Çözümlü ProbISBN No: 978-975-7463-11-5
Fiyatı: 22 TL
da basitten daha zora
lemler yer almaktadır.
sıralanmış
çözümlü
Matematik 1 Çözümproblemlerle pekiştirillü Problemleri kitabının,
miştir. İkinci baskısı kutupsal koordinatla1. Baskıdan itibaren tüm basımlarının telif
rı kapsayacak biçimde genişletilmiş olan
hakları, Yazar Ayşe Peker Dobie tarafınbu problem kitabının, üniversitelerin ilgili
dan, İTÜ öğrencilerine burs verilmek üzere
bölümlerinin birinci sınıfında verilen maİTÜ Vakfı’na bağışlanmıştır.
Yol Türküleri
“Yol Türküleri” adını verdiği 15. Gezi
culuk diğerinin aynısı olmaz…”
kitabı ile bir rekora da imza atan Orhan
Yolculuk; biraz burukluk, biraz telaş,
Kural, “Bu gezi kitabını, altmış yetmiş
biraz kaygı, biraz korku, biraz heyecan,
yıl önceleri bir yandan klarnet çala çala
biraz sıkıntı, biraz gerginlik, biraz merak,
mahalle aralarında dolaşarak bakır sini
biraz özgürlük, biraz yalnızlık barındırır.
içinde satılan o renk renk macunlara
Ama unutmayın hakiki dostlara ancak
benzettim. Ülkeler ile bulundukları coğzor yollarda rastlanır…
“Yalnız gezme” korkutucu görünse
rafyalar da renk renkti” diyor. “Yol Türküde kendinizi daha iyi taleri” kitabında Almanya,
Cayman Adaları, Ermenırsınız, sorunları çözme
Orhan Kural
becerisi
kazanırsınız,
nistan, Guam, İskoçya,
Dinç Ofset Yayınları
lisanınızı
ilerletirsiniz,
İspanya, Jamaika, PaYayın Tarihi: 2015
yerel halkla kaynaşırsılau, Polonya, Reunion,
Sayfa Sayısı: 208
Sao
Tome&Principe,
nız; anlık sürprizler sizi
ISBN No: 978-605-4318-07-0
Slovakya
(Bratislava)
sevindirir, anlık terslikler
ve Yeni Kaledonya’dan
sizi üzer ama inanın hiçilginç bilgiler, renkli kabir gezgin aslında yolda
kalmaz… Bir şekilde hep hedefine doğreler aktaran Kural, kitabın önsözünde
gitmek ve gezmek eylemine dair düşünru devam eder.
Ara sokaklarda amaçsızca yürümek
celerini de şu cümlelerle paylaşıyor:
ve kaybolmak zevklidir. Evleri, meydan“Gitmek; hep başka yerlere, uzaklara seyahat etmek siyah-beyaz bir rüyadır. Neları, mezarlıkları, pazarları, anıtları, heydense hep gidemediğim yerlerde daha
kelleri, kanalları, tapınakları, avluları,
mutlu olacağımı hayal ederim. Yolculuk;
köprüleri, istasyonları uzun uzun seyhep yeni yüzlere, yeni görüntülere, gizleretmek de zevklidir. Gezmek bir bakıma
hayallerin içinde yuvarlanmaktır…”
re ve düşüncelere hamiledir. Hiçbir yol-
itü vakfı dergisi 111
YAYINLAR
İTÜ VAKFI YAYINLARI
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
İstanbul Teknik Üniversitesi ve
Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013
150
TL
Theory and Practice of Ship
Handling
Kinzo Inoue
50 TL
Yazıları ve Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş - 2004
Editör: Ayla Ödekan
150
TL
Mimarlıkta Estetik
Değerlendirme
Mete Tapan
10 TL
Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi
İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik
Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013
Aydın Eken
50 TL
Teknik İngilizce
2014. 5. Baskı
Pamela Edis
15 TL
Essentials Of Research
Paper Writing - 2.baskı,
2013
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
17 TL
Ebrunun Mermer Yüzü
Hikmet Barutçugil
150
TL
Writing Research Papers 2.baskı, 2006
Editörler: Dilek Vidana
Tavaşoğlu, Süeda Albayrak,
Suzan Arıman
15 TL
Muallim İsmail Hakkı Bey
ve Musiki Tekamül Dersleri
2006
Nermin Kaygusuz
10 TL
Matematik I Çözümlü
Problemleri - 7. Baskı, 2013
Ayşe Peker Dobie
22 TL
ORFF Yaklaşımı, Elementer
Müzik ve Hareket Eğitimine
Giriş - 2014
Atilla Coşkun Toksoy
15 TL
Cisimlerin Mukavemeti
Yenilenmiş 9. Baskı
Mustafa İnan
35 TL
Müzikoloji ve Kaynakları 2014
2. Baskı
Yrd. Doç. Dr. Recep USLU
17 TL
Matematik 1 Teoremler,
İspatlar, Problemler - 2008
Mehmet Ali Karaca
25 TL
Analiz
Ratıp Berker
10 TL
Dalga Kırınımında Analitik
Yöntemler Cilt:I-II - 2011
Alinur Büyükaksoy,Gökhan
Uzgören, Ali Alkumru
25 TL
Otomatik Konteyner
Terminalleri ve Terminal
Yönetim Bilgi Sistemleri
Yavuz Keçeli
Volkan Aydoğdu (Çok yakında
kitabevlerinde)
Kompleks Değişkenli
Fonksiyonlar Teorisi - 2008
Mithat İdemen
15 TL
Gemi Formunun
Hidrodinamik Dizaynı
Kemal Kafalı
Diferansiyel Denklemler
2010
Faruk Güngör
25 TL
Gemi İnşaatı ve Deniz
Teknolojisi Mühendisliği
Tarihi
Reşat Baykal (Çok yakında
kitabevlerinde )
Elektromanyetik Alan
Teorisinin Temelleri - 2006
Mithat İdemen
11 TL
İstanbul Boğazı Güneyi ve
Haliç'İn Geçe Kuvaterner
Dip Tortulları
Engin Meriç
10 TL
Mimarlıkta Değerlendirme
2004
Mete Tapan
10 TL
Yüksek Matematik
Cevdet Koçak
10 TL
Planlamada Sayısal
Yöntemler - 2005
Vedia Dökmeci
10 TL
Genel Fizik Deneyleri
Mustafa Çetin
8 TL
Lineer Cebir Çözümlü
Problemleri - 2009
Mehmet Ali Karaca
15 TL
İTÜ Tarihçesi
Kazım Çeçen
10 TL
Uçuşun Yüzüncü Yılında
Modern Aerodinamiğin
Temelleri - 2006
Ülgen Gülçat
17 TL
Sözlü Yazılı ve Bilimsel
Anlatım Teknikleri
Ö.Bayramıçlılar, N.Ak
8 TL
Gökhan Uzgören, Alinur
Büyükaksoy, Ali Alkumru
35TL
Fizik 1
Hüseyin Güven v.d.
8 TL
Mithat İdemen
25 TL
Flotasyon
Suna Atak
Elektromanyetik Alan
Teorisi Çözümlü
Problemleri Cilt:I-II - 2009
Lineer Sınır-Değer
Problemleri ve Özel
Fonksiyonlar
Enstrüman Yapım
Eğitiminde Oransal
Ölçeklendirme
112 itü vakfı dergisi
Eren Özek
(Çok yakında
kitabevlerinde)
10 TL
10 TL
İTÜ VAKFI YAYINLARI SATIŞ YERLERİ:
İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi), Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi), YEM Kitapevi,
Pandora, EDGE Akademi (Ankara)
Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: [email protected]
İstanbul Teknik Üniversitesi
ve Mühendislik Tarihimiz
Editör: Prof. Dr.
MehmetKaraca
2. Baskı
Yazıları ve
Rölöveleriyle
Sedat Çetintaş
Prof. Dr. Ayla Ödekan
Matematik I
Teoremler, İspatlar,
Problemler
Y. Doç. Dr.
Mehmet Ali Karaca
2. Baskı
5. Essentials of
Research Paper
Writing
Dilek Vidana Tavaşoğlu
Suzan Arıman
Süeda Albayrak - 2. Baskı
Matematik I
Çözümlü Problemleri
Y.Doç.Dr.
Ayşe Peker Dobie
7. Baskı
Teknik İngilizce
Pamela Edis
5. Baskı
Ord. Prof. Ata Nutku Türk
Gemi İnşaatı Endüstrisi ve
Mühendislik Eğitiminin
Önderi
Y. Müh. Aydın Eken
Theory and Practice of Ship
Handing
Kinzo Inoue
Elektromagnetik
Alan Teorisinin
Temelleri
Prof. Dr. Mithat İdemen
3. Baskı
Mimarlıkta
Değerlendirme
Prof. Dr. Mete Tapan
Muallim İsmail Hakkı
Bey ve Musiki Tekâmül
Dersleri
Prof. Nermin Kaygusuz
Planlamada
Sayısal Yöntemler
Prof. Dr. Vedia Dökmeci
Cisimlerin Mukavemeti
Prof. Dr. Mustafa İnan
Lineer Sınır-Değer
Problemleri ve Özel
Fonksiyonlar
Prof. Dr. Mithat İdemen
Diferansiyel
Denklemler
Prof. Dr. Faruk Güngör
4. Baskı
itü vakfı dergisi 113
Hazırlayan : Süleyman Kolata
[email protected]
Briç Turnuvaları
2015 İstanbul Açık İkili Şampiyonası 28-29 Mart tarihlerinde yapıldı. 299 çiftin katılımıyla gerçekleşen turnuvada dereceye giren
çiftler şöyle :
1. Kudret Metin – Hasan Yirik
%59,73
2. Levent Özgül – Tayfun Özbey
%59,60
3. Okay Gür – Gökhan Yılmaz
%59,58
Kadın 1 : Pınar Ayaz – Mey Zaim
%56,14
Karışık 1 : Aslı Acar – Erhan Evcimen
%56,08
Senyör 1 : Özkan Avcıoğlu – Rauf Temizel
%54,40
Genç 1 : Nihat Albayrak – Cem Celep
%47,21
17. si düzenlenen İskenderun Briç Festivali patton takımlar ve
ikili turnuva şeklinde 3-5 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi.
37 takımın katılımıyla gerçekleşen Patton takımlar turnuvasının
şonuçları :
1. YARIKKAYA 89 VP
2. 100. YIL ÇANAKKALE
86 VP
3. İSMO
84 VP
91 çiftin katılımıyla gerçekleşen İkili turnuvanın sonuçları :
1. Tevfik Gürkan – İlkay Özge
%63,18
2. Süleyman Kolata – Merter Kapulu Boybek
%61,26
3. Mustafa Özgür – İbrahim Teke %60,66
11. si düzenlenen Tüpraş Briç Festivali BAM takımlar ve
ikili turnuva şeklinde 10-12 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi.
39 takımın katılımıyla gerçekleşen BAM takımlar turnuvasının
sonuçları şöyle :
1. PATAGONYA
34 VP
2. TEZ
33 VP
3. KORKMAZ
32 VP
153 çiftin katılımıyla gerçekleşen ikili turnuvanın dereceye girenleri şöyle :
Üniversitelerarası Briç Kadın Takımlar Şampiyonu Anadolu Üniversitesi Takımı
114 itü vakfı dergisi
1. İhsan Tosun – Volkan Denizci
%62,40
2. Yusuf Kahyaoğlu – Orhan Ekinci
%58,94
3. Yavuz Ferah – Levent Karabaş %58,43
Senyör 1 : Ergun Korkut – Enver Durulmuş
%56,58
Tüpraş 1 : Nami Yılmaz – Hüseyin Büyükyıldız
%55,85
Karışık 1 : İsmail Kandemir – Sevil Nuhoğlu
%54,97
Kadın 1 : Dilek Yavaş – Nur Kumkale
%53,69
Genç 1 : Eren İmdat – Burcu Üsküp %49,52
18. Manisa Egemenlik ve Mesir Briç Turnuvası 23-24 Nisan
tarihlerinde gerçekleştirildi.
21 takımın katılımıyla gerçekleşen Patton takım turnuvasının
sonuçları şöyle:
1. MANİSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE
72 VP
2. EGE71 VP
3. BASEK67 VP
128 çiftin katılımıyla gerçekleşen ikili turnuvanın sonuçları şöyle:
1 Işın Kandemir – Kenan Özkurt
%62,24
2. Akif Dağdelen - İbrahim Kılıç
%61,35
3. Süleyman Kolata - Ömer Kızılok
%60,27
2015 Türkiye Üniversitelerarası Briç Şampiyonası Balıkesir Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 14 açık ve 10 kadın takımının katılımıyla 26-28 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti. Dereceye giren
üniversiteler şu şekildedir :
Açık Takımlar :
1. Koç Üniversitesi
106,94 VP
2. Akdeniz Üniversitesi
99,37 VP
3. Orta Doğu Teknik Üniversitesi
92,17 VP
Kadın Takımlar :
1. Anadolu Üniversitesi
146,05 VP
2. Akdeniz Üniversitesi
145,15 VP
3. Balıkesir Üniversitesi
143,53 VP
Dereceye giren bütün takım ve çiftleri tebrik eder, başarılarının
devamını dileriz.
Üniversitelerarası Briç Açık Takımlar Şampiyonu Koç Üniversitesi Takımı
17. Hatay Büyükşehir Briç Festivali’nden bir el.
El no: 15
Dağıtan: Güney
AV7654
Piki elden alan deklaran trefl As’ını, karo As ve Rua’sını çekerek,
son trefl ile eli güneye verir. Elinde sadece karodan Q8 kalan güney, karo sekizlisini yere vermek zorunda kalır.
Böylece 3N+ tam olur, 100 üzerinden 87 puan Kolata-Boybek
çiftine gider.
AQ108
V6
8
K
R109
V9732
B -----
Q3
----- D
9
R6
AR1032
Aynı Turnuvadan bir el daha:
El no: 9
Dağıtan: Kuzey
9742
ARV5
QV109654
G
-
82
XA64
54
1064
Q8754
KolataEser BoybekAltunbozar
Batı KuzeyDoğu
Güney
-
-
-
pas
1 kör
1 pik
2 karo
pas
2 kör
2 pik
kontur
pas
3 NT
pas
pas
pas
Batı küçük pik atak eder, elden 10’lu ile olan Kolata, kör oynar ve
yerden Rua’yı kazanır. Trefl oynar ve valeyi koyar, trefl asını çekince
kuzey bir adet pik atar. Oynayan şimdi kör oynar.
Kuzey 10’lu ile alır, eğer diğer 2 büyük körünü çekerse, oynayanın son körünü sağlayacaktı. Onun için pik As çeker ve pik devam
eder. Son durum şöyledir artık:
76
V6
-
V97
K
B -----
B -----
----- D
R98
96432
7532
Q2
AR8753
G
A8
ARV875
QV10
V9
----- D
-
9
AK103
A5
97
G
Q875
Q10
Q10
32
Öncü
BoybekArıkanKolata
Batı
Kuzey DoğuGüney
-
2 pik
pas 4pik
Paspaspas
AQ
-
K
R7
Q1063
Kör atağını yerden As ve Rua’yı oynayan Boybek, elden 2 adet
trefl atar. Yerden 2 turda karo damını ve valesini oynayarak Rua
empası yapar.
Bu anda pik asını da çeken Boybek, tekrar sağ kalan vale
körü oynar. Elinde pikden sadece R kalmış olan Doğu çaresizdir.
O çakarken deklaran son kayıp treflisini de kaçar.
İyi oynanmış bir oyun sonucunda 4 pik + 2 olur ve maç
puanlarının 82’si Boybek-Kolata çiftine gider.
itü vakfı dergisi 115
İTÜ VAKFI DERGİSİ
İçerik: İTÜ Vakfı Dergisi
her sayıda özel bir "Dosya
Konusu"nun yanısıra, özgün
bilimsel makale, araştırma
yazıları ve derlemelere;
İTÜ’deki tüm disiplinler ve
disiplinlerarası konularda
güncel bilimsel makalelere;
bilimsel ve teknolojik
gelişmeler ve yeniliklerle
ilgili haberlere; İTÜ öğretim
elemanlarının akademik başarı,
yenilikçi proje ve buluş, yayın
haberlerine ilişkin metin ve
görsel malzeme katkılarına
açıktır.
Yazı Boyutu: İTÜ
Vakfı Dergisi’ne gönderilecek
makaleler 4 sayfa; 1850 sözcük
(15 bin karakter) sınırını
aşmamalıdır. Dipnotlar ve
kaynaklar bu sınırlamaya
dahildir.
Metin Yazım Özellikleri: Dergiye gönderilecek
metin, Microsoft Word programıyla yazılmalı, yazıda 12
punto boyutu kullanılmalı, yazı karakteri olarak Times
New Roman veya Arial tercih edilmelidir.
Görsel Malzeme: Gönderilen yazıda kullanılacak
fotoğraf, şekil, tablo vb. görsel malzemenin sayısı
makaleler için 5’i, haberler için 1’i aşmamalıdır. Görsel
malzeme, kesinlikle metin içine yerleştirilmemeli,
ayrıca iletilmelidir. Renkli, siyah-beyaz fotoğraf görsel
gönderilebilir. Görsel malzemenin dijital imaj dosyası
olarak JPG, TIFF, PSD formatlarında sunulmalı ve
çözünürlükleri 300 DPI’dan
düşük olmamalıdır.
Yazar İsmi: Gönderilen
makale, haber vb. metinlerde
yazar ismi, unvanı ve çalıştığı
kurum/görevi belirtilmelidir.
Metin Başlığı:
Makalelerde başlık
bulunmalıdır.
Dipnot: Dipnotlar sayfa
altında değil, metnin sonunda
yer almalıdır. Metin içinde
dipnot göndermeleri yer
alacaksa, sıra numarası ile
belirtilmeli ve metin sonunda
da aynı sıra numarası ile
yazılmalıdır.
Kaynaklar: Metin
sonunda yer almalı ve sıra
numarası verilmelidir. Metin
içinde kaynaklara gönderme
varsa, parantez içinde
gösterilmelidir. Kaynakça
yazım düzeni; yazar soyadı, adı, basım tarihi, yayın
adı, çevirmen adı-soyadı, yayınevi, basım yeri şeklinde
olmalıdır.
Metin ve görsel malzeme elektronik ortamda
e-posta ile veya CD’ye kayıtlı olarak, aşağıdaki iletişim
adresimize gönderilmelidir.
[email protected] veya
[email protected]
Tel. 0212 291 34 75 – 230 73 71
REGNUM
HOTEL
SUNSET
OTEL
KONYA
GÜRAL
PREMIUM
HOTEL
MAXX
ROYAL
WEST
GATE
NEVȘEHİR
EMNİYET
MÜDÜRLÜĞÜ
İNȘAATI
ADANA
HATAY
KIRIKHAN
DEVLET
HASTANESİ
KOÇAK
VİLLALARI
TOKAT
G.O.P.
ÜNİVERSİTESİ
EK BİNA
RAMADA
OTEL
DİYARBAKIR
DİYARBAKIR
HAVALİMANI
İNȘAATI
TRABZON
YALI PARK
OTEL
İNȘAATI
TOKAT
ÇİMENTO
FABRİKASI
TOROS
GÜBRE
FABRİKASI
SAMSUN
HİLTON
OTEL
GAZİANTEP
ERİKÇE
GAZİANTEP
KONAKLARI
FUAR
KONGRE
MERKEZİ
İSTANBUL: AND PLAZA / MARMARA PARK AVM CİNEBONUS PROJESİ / SABİHA GÖKÇEN HAVALİMANI / UÇAK HANGARI İNȘAATI / MALİYE KOMPLEKSİ / ZENIUM DATA MERKEZİ NEWİSTA / AHL PAT SAHALARI / RİNGS
İSTANBUL PROJESİ SPOR SALONU İNȘAATI / VALLE LACUS / KALEKENT / OKUL PROJELERİ / KULELİ ASKERİ LİSESİ AFYON: ALİA OTEL ANKARA: HORIZON LIFE / KORMAN SİTESİ / UPTOWN İNCEK / KOÇ KULELERİ
GİMAT OTEL ANTALYA: KARMİR OTEL / CARYA BELEK OTEL / DREAM WORLD OTEL / VERTIA OTEL ARTVİN: İMAM HATİP LİSESİ İNȘAATI AYDIN: PAMUKÖREN JEOTERMAL ENERJİ SANTRALİ / KUȘADASI 200 YATAKLI
DEVLET HASTANESİ BALIKESİR: ELBİS OTEL BOLU: GÖYNÜK TERMİK SANTRALİ / İZZET BAYSAL ÜNİ.DİȘ HEKİMLİĞİ FAK BURDUR: BURDUR M.AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ İZMİR: İZMİR ALİAĞA DOĞALGAZ KOMBİNE
ÇEVRİM SANTRALİ / KONAK İL ÖZEL İDARE BİNA İNȘAATI / BORNOVA ANADOLU LİSE İNȘAATI / İZMİR ALİAĞA DOĞALGAZ KOMBİNE ÇEVRİM SANTRALİ / ÖDEMİȘ İMAM HATİP LİSESİ MUĞLA: YATAĞAN TERMİK
SANTRALİ / GOLDEN SAVOY HOTEL / CENNETKÖY KONUT PROJESI RİZE: RİZE SPOR SALONU İNȘAATI / CEMAL KAHVECİ ÖZEL KONUT PROJESİ SAKARYA: HENDEK 100 YATAKLI DEVLET HASTANESİ İNȘAATI....
MERSİN
METCEM
MERSİN
ÇİMENTO
FAB.
ADANA
ÇİMENTO
FABRIKASI
KAYSERİ
2. HAVA
İKMAL
BAKIM
MERK
KASTAMONU
TOSYA
DEVLET
HASTANESİ
NEVȘEHİR
ODTÜ
TEKNOPARK
ANKARA
ÇANKAYA
EVLERİ
AKSARAY
SÜTAȘ
FABRİKASI
ANKARA
ÇUMRA
ȘEKER
FABRİKASI
ESKİȘEHİR
ȘEKER
FABRİKASI
ESKİȘEHİR
ANTALYA
RİYA
KAYA
OTEL
AFYON
ALIA
HOTEL
ESKİȘEHİR
ȘİȘECAM
FABRİKASI
ESKİȘEHİR
TERMİK
SANTRALİ
NEXT
LEVEL
KOÇ
KULELERİ
BİZİ TERCİH EDEN DİĞER REFERANSLARIMIZDAN BAZILARI
BEREKET
ENERJİ JES
DENİZLİ
OTOGAR
YHT
İSTASYONU
BİLECİK
BÜYÜKȘEHİR
BELEDİYE
BİNASI
BURSA
ÇİMENTO
FABRİKASI
BURSA
DENİZLİ
ZORLU
JES
HAVALİMANI
OTOPARK
İNȘ.
KAVUKLAR
AVM
RESİDENCE
TİMSAH
ARENA
RÖNESANS
OFİSPARK
PROJESİ
BATIȘEHİR
PROJESİ
İSTANBUL
QUASAR
PROJESİ
ORHANELİ
TERMİK
SANTRALI
BALIKESİR
BORNOVA
PAZAR YERİ
İNȘAATI
İZMİR
HABAȘ
A.Ș.
İZMİR ALİAĞA
TERMİK
SANTRALİ
İSTWEST
ZORLU
CENTER
AYVALIK
BAGFAȘ
DEVLET
HASTANESİ BANDIRMA
TEKİRDAĞ
SİO
OTOMOTİV
KIRKLARELİ
ASKERİ
LOJMANLAR
VİZE
MODERN
KARTON
KARAYOLLARI
YAPIM İȘİ
VAN
KARAKOL
İNȘAATI
VAN
YÜZÜNCÜ YIL
ÜNİVERSİTESİ
REKTÖRLÜK
BİNASI
KARS
SARIKAMIȘ
ASKERİ
DOĞU
KARS
KIȘLASI
DEVLET
HASTANESİ
T. +90 212 213 15 15
www.wooler.com.tr
www.er-yap.com.tr
ERZURUM
AȘKALE
ÇİMENTO
ARDAHAN
25. MEKANİZE
PİYADE
TUGAYI
TÜRKİYE'NİN KAPLAMA ALANI EN HIZLI BÜYÜYEN TAȘYÜNÜ MARKASI.
TAȘ YÜNÜNÜN PRESTİJLİ ADI
5 kıtada 60 ülkeye yayılan
ihracatı ve ABD’deki üretimiyle
globalleşen bir yıldız
Bakır İhracatında Lideriz.
Sarkuysan, 2014 yılında da İstanbul Maden ve Metaller
İhracatçı Birlikleri tarafından verilen “İhracatın Yıldızları
Ödülleri”nde “Bakır Teller ve Örme Halatlar İhracatı”
kategorisinde 1. sırada yer aldı.
Şirketler Topluluğumuz
www.sarkuysan.com