alternatif eğitim fikri mülkiyet değerleri istanbul fashıon

Transkript

alternatif eğitim fikri mülkiyet değerleri istanbul fashıon
MAYIS 2014
ALTERNATİF EĞİTİM
(ANADOLU ÜNİVERSİTESİ TASARIM KULÜBÜ BU SENEKİ TOPLANTILARININ ADINI
“BU TERSLİKTE BİR İŞ VAR” KOYMUŞ YA, NE İSABETLİ OLMUŞ SAHİ!)
“ÖTE” YAN GENİŞ OLUNCA, GELECEĞE DOĞRU ATILAN ADIM SAYISI VERİLEN
EMEKLE MAALESEF EŞ DEĞİL. KOPYALANAN EMEKLERİN ZİHNİMİN FARKLI
KÖŞELERİNDEN ÇIKIP, ASIL “EMEKÇİLERİN” ÖNÜNE GEÇİŞİ İSE BOŞ DEĞİL: DAHA
GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE DÜNYA PATENT ÖRGÜTÜ (WIPO) ÖNCÜLÜĞÜNDE, DÜNYA
FİKRİ MÜLKİYET GÜNÜ’NÜ 10. KEZ KUTLADIK. TÜSİAD TÜRKIYE’DE SON 15
YILDA AR-GE HARCAMALARININ YILLIK YÜZDE 10’UN ÜZERİNDE ARTMASINDAN
DUYDUĞU MEMNUNİYETİ BELİRTTİKTEN SONRA EKLEDİ: “GERÇEKLEŞTİRİLEN ARGE FAALİYETLERİ BİR YENİLİKLE SONUÇLANMADIĞI VE BU YENİLİK FİKRİ VE SINAİ
MÜLKİYET HAKLARI İLE KORUMA ALTINA ALINMADIĞI TAKDİRDE, YENİLİKÇİ
DÜŞÜNCEYİ VE HEDEFLENEN KATMA DEĞERLİ ÜRETİMİ SAĞLAMAK MÜMKÜN
GÖZÜKMÜYOR.”
18. GRAFİST
FİKRİ MÜLKİYET DEĞERLERİ
ULUSAL MİMARLIK ÖDÜLLERİ
İSTANBUL FASHION INCUBE
PORTİZMİR3
“BİRLİK, DAYANIŞMA VE HAKSIZLIKLARLA MÜCADELE” GÜNÜNÜN ÜZERİNDEN
2 GÜN GEÇTİ MALUM... TASARIM EMEKÇİLERİ VAR AKLIMDA. TÜRK PATENT
ENSTİTÜSÜ’NÜN GEÇTİĞİMİZ ŞUBAT AYINDA YAYIMLADIĞI RAPORUNDA GÖZÜM;
2013 YILINDA YAPILAN YERLİ ENDÜSTRİYEL TASARIM BAŞVURU SAYISININ
43626 ADET OLDUĞU YAZILI. TESCİL BAŞVURUSU YAPILMAYA DEĞER BULUNAN,
GÜNDE 119. 5 ÜRÜN... HALBUKİ NE ÇOK TASARIM ‘EMEKÇİSİ’ VAR ÜLKEMİZDE...
KAVGASIYLA GÜRÜLTÜSÜYLE, ÜNİVERSİTELİSİ, LİSELİSİ, ALAYLISI BİR YANDA...
SESSİZ SAKİN TASARLANMIŞLARI KOPYALAMAYA ‘EMEK’ HARCAYANLAR İSE
“ÖTE” YANDA!
TAKLİT VE KORSANIN YILLIK EKONOMİK DEĞERİNİN GSYH’NIN YÜZDE 1’İNİ AŞTIĞI
DİLDEN DİLE DOLAŞAN ÜLKEMİZDE YENİLİKLE SONUÇLANAN, KORUNMAYA
ALINABİLEN GÜNDE 119,5 ÜRÜNE BAKINCA… YARATICI EMEĞİN HAK ETTİĞİ
YERİ BULMASI, GELECEĞİN KAPILARINI ARALAMASI İÇİN ÇOK YOLUMUZ OLDUĞU
AŞİKAR.
VAKİT KAYBETMEDEN BİRLİK OLMALI, DAYANIŞMA YAPMALI VE HAKSIZLIKLA
MÜCADELE ETMELİ...
YALNIZCA 1 MAYIS’TA DEĞİL, HER GÜN EMEĞİNE, AKLINA VE FİKRİNE SAHİP
ÇIKMALI...
Umut Kart
[email protected]
+!,%ª4!3!2)-ª-%2+%:î.î.ª!9,)+ª4!3!2)-ª'!:%4%3î$î2ª0!2!ªî,%ª3!4),-!:
KALEBODUR
HER AÇIDAN
BEKLENMEYENİ
YA R AT I R .
C-Extreme
Çimento, traverten ve
ahşap doku görünümünü
buluşturan fullbody porselen.
Kalebodur’dan.
kale.com.tr
facebook.com/kalebodur
MAYIS/2014
03
FİKRİ MÜLKİYET DEĞERLERİ
NASIL YÖNETİLEBİLİR?
Kale Tasarım Merkezi’nin ev sahipliğinde, İstanbul Moda Akademisi’nin desteğiyle
fikri mülkiyet değerlerinin nasıl yönetilebileceği konusunda interaktif bir atölye
çalışması düzenlendi.
Kale Tasarım Merkezi ( KTM ) kurulduğu
günden bu yana birçok tasarım odaklı etkinliğe
evsahipliği yaptı. Tasarımcı ve mimarları
biraraya getiren etkinlikler zihinlerdeki
ergonomiden, satış noktasında tasarıma,
ambalaj tasarımından, ulusal tasarım
politikalarının tartışıldığı platformlara kadar
birçok farklı konuda tartışma platformu
yarattı. Farklı endüstriler ve farklı ihtiyaçların
tümünün ortak noktası geliştirilen fikir ve
projelerin nasıl korunabileceği ve muhafazası
konusuydu. Nisan ayı toplantısı da bu
çerçevede planlandı.
1990’lı yılların ortasında AB normları
çerçevesinde Gümrük Birliği’ne gireceğimiz
dönemde, o dönem hükümetinin aldığı bir
karar ile KHK (Kanun Hükmünde Kararname)
çerçevesinde patent, marka ve endüstriyel
tasarım tescili koruma yasaları AB normları
ile eşdeğer hale getirildi. Bu çerçevede
TPE yeniden yapılandırılırken, özellikle
tasarımcılar için tasarımlarını koruma,
kurumlar için de özgün ürünler üretme fırsatı
oluştu. Özellikle Batılı büyük firmalar için
Türkiye pazarının cazip hale gelmesi, kopye
ürünler üreten küçük ölçekli firmaların artık
bu ürünleri yasa gereği üretemez hale gelmesi
ülkemiz için kısa dönemde bir kayıp orta
uzun vade de ise kazanç üretecekti. Tasarım
ve tasarımcı kavramlarını legalize eden bu
gelişme, ülkemizdeki sistemin WIPO (Dünya
Patent Örgütü) ile senkronize olması ile
günümüze kadar gelen gelişmeleri tetikledi.
Tasarım ve üretim endüstrisi arasındaki
etkileşimli ilişkinin ürün ve marka arasında
güçlü olması gerekliliği o dönem öğrenilen
diğer gelişmeler arasındadır.
Günümüz rekabet koşullarında ise farklı
yönetim stratejileri ile birçok farklı alanda
başarılı sınavlar veren kurumlar, Fikri
Mülkiyet Hakları Yönetimi konusu gündeme
geldiğinde sınıfta kalabiliyorlar. Bu problemli
eşik aslında sadece kurumların ve markaların
sıkıntı yaşadığı bir alan değil. Yaratıcı
endüstrilerin kalbi olan tasarımcılar da
geliştirdikleri fikirleri, ürünleri, önerileri
nasıl koruyabileceklerini bilmediklerini ifade
ediyorlar. Yerel ve uluslararası prosedürlerin
sınırlarını öngöremediklerini, gelişmeleri de
izleyemediklerini belirtiyorlar.
Bu ihtiyaçtan yola çıkarak tasarım
profesyonelleri, tasarım öğrencileri ve konuya
ilgi duyan diğer disiplinlerden temsilcileri
biraraya gelerek konu tartışıldı. Bu çerçevede
Kale Tasarım Merkezi’nin ev sahipliğinde,
İstanbul Moda Akademisi’nin desteğinde
yarım günlük bir atölye çalışması düzenlendi.
Katılımcıların yeni yasal düzenlemeler ve
prosedürler hakkında bilgilendirilmesi somut
vaka analizleri ile yapılırken, toplantıya
hukuk, endüstri ürünleri tasarımı öğrencileri,
tasarım profesyonelleri, mimarlık ve moda
alanından temsilciler katıldı.
Kale Yapı Grubu Stratejik Tasarım
Koordinatörü Sertaç Ersayın’ın
moderatörlüğünde APB (Ankara Patent
Bürosu) Genel Md. Yardımcısı Aysu
Dericioğlu ve Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hakan
Ertem’in sunumları ile Fikri Mülkiyet
Değerlerinin nasıl yönetilebileceği konusunda
interaktif bir toplantı gerçekleştirildi.
Özellikle ambalaj, endüstriyel ürün, tekstil,
iletişim ve moda sektörlerine ait örneklerle
yapılan sunumlar ilgi çekerken, ülkemizde bu
konuda uzmanlaşmış yetkili mahkemelerin
azlığı, sektör içinde fikri haklar farkındalığı
yüksek olan firmaların azlığına dikkat çekildi.
Adnan Serbest, Aykut Erol, Oğuz Sağdıç,
Ela Cindoruk, Gamze Güzen, Zafer Akay,
Taner Şekercioğlu gibi kendi alanlarında
tanınan uzman isimlerin katıldığı çalışma
toplantısında, ülkemiz üretim endüstrisinin
Faydalı Model, Patent, Tasarım ve Marka
üzerinden sahip olduğu dokunulamayan,
görülmeyen değerlerini daha iyi yönetmesi
gerektiği tekrar gündeme getirildi. İçinde
bulunduğumuz kritik eşik, Tasarımcılar
ile beraber üretim endüstrisinin de bu
konuya destek vermesi ile aşılabileceği
konusunda ortak görüş belirtildi. Özellikle
TPE’ne yapılan son dönem başvuruları
içinde nitelikli ürün ve fikirlerin sayısının
artması gerektiği özellikle gündeme
getirilirken, proje veya fikir geliştirmeden
önce o ana kadar yapılmış başvuru ve
tescillerin de incelenmesi kültürünü
benimsememiz gerektiği ifade edildi.
Özellikle Tasarım Tescili, Faydalı Model
ve Patent alanında benzer konularda daha
önce yapılmış tesciller ve alınmış mesafeleri
öngörebilmenin stratejik önemi de örnekleri
ile tartışıldı.
Kale Tasarım Merkezi’nin 2014 yılı içinde ev
sahipliği yaptığı toplantıların üçüncüsünde
Fikri Hakların Yönetimi konusunda tekrar
biraraya gelme konusunda katılımcılar
hemfikir oldu. Özellikle özgün ürün ve
hizmet geliştirmenin rekabette getirdiği
faydalara referans verirken, İstanbul
tandanslı bir yaratıcı endüstri platformuna
uluslararası bir kimlikte sahip olmayı arzu
ediyorsak, fikri haklar yönetiminde de en az
batı standartları ölçüsünde yetkin olmamız
gerektiği konusunda ortak görüş bildirildi.
Rekabetin gelişmesi, bilginin hızla
yayılabilmesi geliştirdiğimiz fikir ve projelerin
irademiz dışında kamuoyu ile paylaşılması
risklerini de beraberinde getiriyor. Bu sebeple
pazarda satılan, raflarda sergilenen, tescil
kitaplarında yayınlanan, dergilerde tanıtımı
yapılan ürünleri de mutlaka gözlem altına
almamız gerektiği konusunun da altını
çizerek, vaka analizleri ile bu toplantıların
devamı konusunda karar kılındı.
04
Bahar Türkay
[email protected]
TEKNOLOJİ,
GRAFİK VE 18. GRAFIST
Bu sene 18. Kez düzenenlenen Grafist vesilesiyle, bir süredir farklı bağlamlarda
tartışılan, teknolojik gelişmelerin meslek özelindeki yansımalarını, etkinliğin
konukları ve alanın önemli temsilcileriyle değerlendirdik.
İstanbul Grafik Tasarım Günleri’nin (Grafist)
bu yıl onsekizincisi gerçekleşti. Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Tasarım
Bölümü’nün, GMK Grafikerler Meslek Kuruluşu
işbirliğiyle düzenlediği etkinlik, 14-18 Nisan
tarihlerinde seminer, atölye çalışması ve
sergilerden oluşan program kapsamında, Lech
Majewski, Astrid Stavro, Niels Schrader, Pierre
Bernard ve Pablo Martin gibi önemli konukları
ağırladı. Türkiye’den Burcu Dündar da sergi ve
atölye çalışmasıyla programda yer aldı.
Bir süredir farklı bağlamlarda tartışılan,
teknolojik gelişmelerin ve dijital dünyanın
bu meslek özelindeki yansımaları konusunu,
18. İstanbul Grafik Tasarım Günleri
vesilesiyle, etkinliğin konuğu olan uluslararası
tasarımcılarla ve Türkiye’den alanın önemli
temsilcileriyle değerlendirdik.
ICOGRADA (The International Council of
Graphic Design), 2000’de Seul’de yayınladığı
Tasarım Eğitimi Manifestosu’nda, medya
teknolojisi ve bilgilendirme ekonomisi
alanındaki gelişmelerin mesleği büyük ölçüde
etkilediğini ve tasarımcının yeni yüzleşmelerle
karşı karşıya olduğunu deklare ediyor.
Manifesto, yakın ve uzak gelecek hakkında
düşünme gücünü, görsel iletişim tasarımının
vazgeçilmez bir parçası olarak tanımlıyor.
Tasarımın yeni eğiliminin ise, geçmiş,
bugün ve gelecek arasında dengeli bir uyum
sağlamayı vadettiğini belirtiyor.
Genç kuşak grafik tasarımcılardan, Future
Anecdotes İstanbul ofisinin kurucusu Aslı
Altay’ın mesleki değerlendirmesi olumlu
yönde. Altay, grafik tasarımın gidişatında
gözlemlediği iki zıt kutuptan birisini, teknoloji
ve arayüzlerin yayılması sonucu her formatta
herkesin birşeyler üretebiliyor olma durumu
olarak açıklıyor. Altay, bu gelişmelerin, grafik
tasarımcılar olarak onları, yaptıkları işleri
neden ve nasıl yaptıklarıyla ilgili daha fazla
düşünmeye ve tartışmaya iteceği umudunu
taşıyor.
Türkiye’nin önemli grafik tasarımcılarından,
ICOGRADA Başkan Yardımcısı, aynı zamanda
18.İstanbul Grafik
Tasarım Günleri Sergiler
Pierre Bernard, Lech Majewski,
Niels Schrader
14 Nisan-18 Mayıs 2014
MSGSÜ, Osman Hamdi Bey Salonu /
Fındıklı 09.00-17.00, Her gün
MSGSÜ’da akademisyen olan Yeşim Demir de
gelişmelerin mesleki yansımalarına geniş bir
perspektiften bakıyor. Tasarımı, düşünmek,
soru sormak, soru yaratmak ve önermede
bulunmakla ilgili olarak ve eylemden önce
soyut bir sürecin varlığıyla tarifleyen Demir,
tasarımın teknolojiyle değil içerik, bağlam,
üslup ve yönlendirme becerisiyle var olduğunu
savunuyor.
Grafist’in konuklarından Astrid Stavro ise,
tasarım mesleğinin günümüzde ilgi çekici
bir alan oluşunu, tasarımcıların içinde
bulundukları bu iki kültürlü çelişkiye bağlıyor.
Zamanından bağımsız editoryal içeriklerin
ve basılı tasarım malzemelerinin birer değer
olarak, dijital dünyanın yaklaşımlarıyla
karşılaştırılamayacağını düşünmekle birlikte,
teknolojik gelişmelerin heyecan verici,
kışkırtıcı yeni seçenekler, olanaklar sunduğu
görüşünde. Sonuçta “iyi” tasarımın yalın,
keyifli, yorucu olmayan bir kullanıcı deneyimi
sunmasının öneminden hareketle, tüm bu
teknolojik gelişmeler deneyimi her anlamda
genişletiyor.
Grafist’in bir diğer konuğu Lech Majewski
ise, teknolojik gelişmeleri mesleki anlamda
bir risk olarak görmüyor, çünkü maharet
yaratıcı kişinin aklındaki fikirde. Teknoloji
ve programlar birer araç ve yeni grafik
tasarım çözümleri üretmek adına bir nevi
itici güç. Majewski’ye göre, dijital grafik
tasarım yaklaşımının tek önemli sorunuysa
“aynılaştırma” tehlikesi. Kişinin kendinden
kattığı “persona” ve özgünlüğün kaybolma
riski mevcut. Etrafta pek çok şeyin aynı
görünmeye başladığı dünyada, Majewski tam
da bu nedenle öğrencilerini öncelikle analog
çalışmaya sevk ediyor.
Konunun bir de eğitim boyutu var. Şu anda
grafik tasarım/görsel iletişim tasarımı eğitimi
alan öğrenciler dijital bir dünyaya doğdular.
ICOGRADA manifestosunda, tasarım eğitimin
her zamankinden daha fazla öğrencileri
değişime hazırlaması gerektiğini duyuruyor
ve bu noktada öğrencileri teknolojik,
çevresel, kültürel, toplumsal ve ekonomik
alandaki değişimlere hazırlamak amacıyla,
daha katılımcı sorun tanımlamalarına geçişi
savunuyorlar.
2014 yılının başına kadar MSGSÜ’de ders
veren önemli grafik tasarımcılardan Sadık
Karamustafa, çok aşamalı projelerde melez
yöntemler kullanarak proje yürütüyor.
Öğrencileri, teknolojinin yeni dilinden
sonuna kadar yararlanmaları konusunda
teşvik etmeye gayret ediyor. Bununla
birlikte, derslerinde fikir bulma aşamasında
öğrencilerin elle çalışmaları konusunda
ısrarcı olduğunu paylaşıyor. Çünkü, asıl kaydı
öğrencilerin çevrelerine bakmamaları.
Yeşim Demir’in öğrencilerin yaklaşımlarına
olan inancıysa olumlu yönde. Demir,
öğrencilerinin anlam ve içerikten kopmamak
gerekliliğinin farkında olarak, masa başında
yalnızca program imkanıyla “yapmaya”
kalkışmadıklarına inanıyor. Üretimin içinde
olan bir akademisyen olarak gerçek üretimle,
ekran arasındaki bilgi ve ölçü algısının farkına
dikkat çekiyor ve malzeme ile öğrencilerin
arasını iyi tutmaya çalışıyor.
Pablo Martin, Astrid Stavro
14 Nisan-18 Mayıs 2014
Ark Kültür / Beyoğlu
10.00-18.00, Pazar hariç
Burcu Dündar
14 Nisan-18 Mayıs 2014
Bahçeşehir Üniversitesi Galata
Yerleşkesi / Karaköy 09.00-17.00,
Her gün
Henryk Tomaszewski 100 Yaşında,
Tomaszewski’den Afişler
15 Nisan-18 Mayıs 2014
Salt Beyoğlu, Forum
12.00-20.00, Salı-Pazar
Paralel Etkinlikler
Emre Senan, “Banal”
05 Nisan-03 Mayıs 2014
Galeri Apel, Beyoğlu
Selçuk Demirel, “Şimdi”
04 Nisan-05 Mayıs 2014
Galeri Nev, Beyoğlu
Selçuk Demirel, “İnsanoğlu Kuş Misali”
02 Nisan-31 Ağustos 2014
İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Taksim
Merve Morkoç, “2+1”
17 Nisan-17 Mayıs 2014
Galerist, Tepebaşı
Amanda Visell, “Hunger”
01 Mayıs-31 Mayıs 2014
Milk Galery, Galata
Ayrıca, 18. İstanbul Grafik Tasarım
Günleri kitabevlerinde satışta…
MAYIS/2014
05
Sanem Odabaşı
[email protected]
İSTANBUL FASHION INCUBE
Genç, yetenekli ve gelecek vaat eden moda tasarımcıları kendi ayakları üstünde
nasıl durabilir? İşte bu sorunun cevabını verebilmek için hayata geçen İstanbul
Fashion Incube, şimdiden dikkatleri üzerine topladı.
Türkiye moda sektörü açısından son
yıllarda oldukça ilerleme kaydetti. Özellikle
İstanbul’un tasarım merkezi haline gelmesiyle
tasarımcının da önemi arttı ve tasarımcıya
olan yaklaşımlar değişti. Türkiye sadece
üretim yapan bir konumda değil artık,
tasarımın da ülkesi. Bu yüzden tasarımcının
görevi büyük.
Peki bu ihtiyaçlara karşılık vermek isteyen
genç, yetenekli ve gelecek vaat eden moda
tasarımcıları kendi ayakları üstünde nasıl
durabilir? Kendi markalarını, kimliklerini
yaratırken geçirdikleri süreçler neler?
İşte hem bu süreçleri takip ederek doğru
yönlendirmeler yapmak, hem de güçlü
altyapıları olan tasarımcılara destek vermek
amacıyla İstanbul Fashion Incube Ocak
2013’te hayata geçti.
İstanbul Fashion Incube moda tasarımcılarına
kendi markalarını büyütmek için destek
veren bir merkez. Merkezin asıl amaçlarından
biri, genç tasarımcıların hem ulusal hem
de uluslararası alanda profesyonel bir yol
izlemelerini sağlamak. Merkezin binası
Nişantaşı’nda, böylece İstanbul’un moda
ve tasarım semti diyebileceğimiz bir
noktada tasarımcılar sektörle etkileşimde
bulunabiliyor. Merkez, tasarımcılara ofis,
üretim atölyeleri, materyal kütüphanesi
ve showroom imkanı sağlarken bütün bu
koleksiyon üretim sonucunda da MercedesBenz Fashion Week İstanbul, Who’s Next
Paris, Paris Sur Mode gibi uluslararası defile
ve fuarlara da katılmalarına destek veriyor.
Sadece üretim için verilen destek yeterli değil
tasarımcılar için, uluslararası platformda
güçlerini ve kapasitelerini ölçebilecekleri,
pazarlama, finans, girişimcilik gibi ticari
ve marka yönetimi odaklı konularda da
kendilerini geliştiriyorlar.
Ocak 2014 ‘de desteklediği 10 tasarımcıyla
birlikte başarılı bir yılı geride bırakan İstanbul
Fashion Incube, moda endüstrisi için kilit rol
oynayan İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon
İhracatçıları Birliği ( İHKİB) tarafından
sağlanan destekle faaliyetlerine devam
etmekte. “Yeni Moda Girişimcileri Programı”
ile destek vereceği yeni moda tasarımcılarına
da kapılarını açan merkez için 5 Mayıs 2014
tarihine kadar www.fashionincube.com
adresinden başvuruların yapabileceğini
duyurdu.
Incube genç, dinamik, azimli, yeniliklere açık
ve tasarımcıya doğan ihtiyacın farkında olması
sebebiyle, hep bir adım ötesini hedefliyor. Bu
merkezin Danışma Kurulu Üyesi olan İstanbul
Moda Akademisi Direktörü Seda Lafçı Incube
ve Türkiye’deki moda sektörü ile ilgili soruları
yanıtladı:
Fashion Incube moda tasarım alanında çok
yeni, dinamik ve aslında birçok ihtiyacı da
karşılayan bir merkez. Bunun parçası olan
tasarımcılarınızı nasıl seçiyorsunuz?
İstanbul Fashion Incube Türkiye’nin ilk
moda girişimcilik merkezi. Bu anlamda
girişimcilik ruhu olan, tasarım algısı belirgin,
kendi markasını kurmuş ve ileri taşıma
vizyonuna sahip tasarımcıları radarımıza
alıyoruz. Duyurumuza başvuran tasarımcılar
seçilirken sektörün kanaat önderlerinden
oluşan danışma komitemizin öncülüğünde,
yaratıcılık, özgünlük, teknik yetenek, iş modeli
ve ticari bakış açısı gibi kriterler göz önünde
bulunduruluyor.
Türkiye’deki genç moda tasarımcılarının ne
gibi kaygıları var?
Son yıllarda moda tasarım alanında adı
sıklıkla geçen ülkemizde, tasarımcıların ulusal
ve uluslararası satış ağlarını kar sağlayan
bir sistem haline getirmekte zorlanmaları
denilebilir.
Fashion Incube ile neleri başarmayı
hedefliyorsunuz?
En önemli hedefimiz Fashion Incube’u
geliştirerek ileri taşımak. Bunun temel
dayanağı Incube çıktılarının çok iyi olması,
Türkiye’den uluslararası platformlarda yer
alan tasarımcı markaları yaratıyor olmak.
Desteklediğimiz tasarım markalarının doğru
yer ve zamanda doğru ticarileşme faaliyeti
içinde alıcılarla buluşturmak çok önemli.
Birinci seneyi tamamlamış bulunmaktasınız,
yurt içinden ve yurtdışından tepkiler nasıl?
Çok kısa süre içerisinde proje tanınmaya
başlandı. Ülkemiz içinden ve dışından
birçok ziyaretçimiz oldu. Kanada, Belçika
ve İngiltere’de uzun senelerdir benzer
yapıda faaliyet gösteren merkezlerdeki
yöneticilerden çok yapıcı eleştiriler aldık.
Geçen yıl ilk grup tasarımcılarımızı alırken,
duyuru sonrası başvuru sayımız yaklaşık 25
kadardı. Şu an başvuruları henüz açılmamış
olmamıza rağmen 40’tan fazla tasarımcı
bizimle iletişime geçmiş durumda.
Yurt dışı ile karşılaştırdığınız zaman,
ülkemizdeki tasarımcıların zayıf oldukları
alanlar neler?
Aslında dünyanın her yerinde tasarımcı
hep benzer sorunlar ile karşı karşıya
bu da genelde satış realizasyonu.
Bizim tasarımcılarımız da aynı sorunu
yaşıyor. Bir de Türk tasarımcılarında çok
parçalı koleksiyon yapma eğilimi olması
koleksiyonun birden fazla müşteri grubuna
yönelik olarak hazırlanmış izlenimi bırakıyor,
bu da toplu satışları güçleştiriyor.
Fashion Incube bir moda girişimcilik
merkezi. Tasarımda girişimciliğin
önemi nedir?
Tasarımcının hazırladığı her koleksiyon
hayata geçirdiği bir yeni proje aslında.
Onu başarıyla kotarmak, satışını yapmak
ve geliri ile tekrar yeni bir koleksiyon
üretmek ve sonuçta şirketini büyütmek
başarması gereken bir meydan
okuma. Onun da onaylanmaya, motive
edilmeye, iş modelinin yönetilmesine ve
yönlendirilmesine ihtiyacı var. İşte İstanbul
Fashion Incube tam bu noktada onların
yanında ve onlara desteğe hazır ve bunu
sadece Türk moda tasarımının güçlenmesi
için yapmakta.
06
Yasemin Şener
[email protected]
ARMAN TASARIM’DAN
ÇİFTE RED DOT BAŞARISI
Ürün tasarımı, tasarım mühendisliği, proje yönetimi ve ürün geliştirme danışmanlığı
hizmetleri veren Arman Tasarım, dünyanın en prestijli tasarım ödüllerinden biri olan
Red Dot 2014’te iki ayrı tasarımıyla iki ödül birden alarak önemli bir başarıya imza attı.
Arman Tasarım kimdir?
Arman Tasarım imzalı Fibermak Lazer
Makinası ve Armas Flare İnce Sinyal ürünleri,
tasarım dünyasının en saygın ödüllerinden
biri olan Red Dot 2014’te iki ayrı ödüle
layık görüldü. Red Dot’ın uluslararası jürisi,
Tasarımcı Murat Armağan ve ekibinin
geliştirdiği Fibermak Lazer Makinası
ve Armas Flare İnce Sinyal ürünlerini
yenilikçilik, tasarım ruhu, işlevsellik, estetik,
teknik özellikler ve tüketiciye sağladığı fayda
kriterleriyle ödül almaya değer buldu.
Arman Design tarafından Ermaksan için
tasarlanan ve iki yıllık yoğun bir çalışmanın
ürünü olan Fibermak, lazer kesim teknolojisi
ile çalışan bir metal işleme makinası.
Kusursuz kesim kalitesi ve yüksek enerji
tasarrufu sağlayan ürünün tasarımında
kontrol paneli ve ana güvenlik ışığı ile
birleşim köşesi benzersiz formun başlangıç
noktası olarak tanımlanıyor. Keskin kenarları
ve fonsiyonel yüzeyler arasındaki geçiş
özelliği ile Fibermak metal biçimleme
endüstrisinin doğasından ilham alıyor.
Tasarım ve mühendislik süreçleri Arman
Tasarım tarafından yürütülen Fibermak,
Red Dot 2014 ödülünün yanı sıra teknolojik
yenilikleri ve üstün tasarım özellikleriyle
tasarım dünyasının en prestijli iki ödülünün,
2014 iF Product Design ve 2013 Good Design
ödüllerinin de sahibi oldu.
Red Dot 2014’te Arman Tasarım’a ikinci
ödülünü getiren, Armas Elektronik için
tasarlanmış Flare Araç Üstü İnce Sinyal
ürünü ise polis, kurtarma ve kamu güvenlik
araçlarında kullanılmak üzere üretilmiş,
ışıklı ve sesli uyarı sistemine sahip olan
bir tavan sinyal cihazı. Farklı ölçü ve
fonksiyonlara uyarlanabilmesi için modüler
yapıya uygun üretim yöntemleri seçilerek
tasarlanan ürünün alüminyum ekstrüzyon
metodu ile üretilmiş gövdesi, yan fonksiyon
birimlerinin üretim aşamasında kolaylıkla
eklemlenebildiği bir taşıyıcı omurgayı
oluşturuyor.
Kullanılan led teknolojisi ile siren ve
projektör mühendisliği sayesinde ince
ve hafif bir görünüme sahip olan ürünün
yan siren birimlerinden başlayan dinamik
formunun ürün tüm çevresinde sürdürülmüş.
Böylelikle fonksiyonel niteliği olan
ürün, dengeli bir biçim diline ve tasarım
bütünlüğüne sahip olmuş.
Endüstri Ürünleri Tasarımcısı Murat
Armağan liderliğinde ürün tasarımı,
tasarım mühendisliği, proje yönetimi
ve ürün geliştirme danışmanlığı
hizmetleri veren Arman Tasarım, tüketici
elektroniği, endüstriyel ekipmanlar,
kamusal teknolojiler, ambalaj,
mobilya, kent mobilyaları, medikal gibi
sektörlerde iddialı projeler geliştiriyor.
Ürün geliştirme süreçlerinin titizlikle
uygulayan, tasarım, mühendislik ve
üretim yöntemleri konularında uzman
ekibi ile ürün sonucuna hızlı ve güvenli
bir biçimde ulaşarak yüksek verimlilik
sağlayan Arman Tasarım, sektöründe
yaratıcılığı bilimsel metotlarla iş
modellerine dönüştürerek, yüksek katma
değer yaratıyor. Ürün geliştirme ve ürün
çeşitlendirme stratejileri oluştururken
yenilik ve katma değer yaratma
kriterlerine öncelik veren firma, müşteri
odaklı yüksek verimliliği hedefleyen
projelere imza atıyor.
Birçok proje yatırımında işverenlerinin
tasarım, üretim ve satış üçgenindeki
ihtiyaçlarını en yaratıcı ve verimli
yöntemlerle çözen Arman Tasarım’ın
Red Dot 2014’te aldığı ödüller, firmanın
uluslararası boyuttaki ilk başarısı
değil. Fibermak Lazer Makinası ile
alınan iF Design 2014 Ödülü; PARS
Dijital Takograf cihazı, Fibermak Lazer
Makinası, Abkant Makinası ve Diamond
Akaryakıt Dispenseri ürünleriyle
alınan Good Design 2013 Ödülü; Arkel
Elektronik ile birlikte hayata geçirilen
Arcode İnvertor Sistemi ile Good Design
2013’te alınan Takdir Ödülü ve 2012’de
Design TURKEY’de Yatırım Ürünleri
kategorisinde alınan İyi Tasarım Ödülü;
Tümsaş A.Ş. tarafından üretilen Aura
gösterge serisi ile Design Turkey 2012’de
Kamusal Ticari Ürünler kategorisinde
alınan İyi Tasarım Ödülü, Ecolinn
Biyoçözünür Temizlik Serisi ile Ambalaj
Ay Yıldızları 2011’de Gıda Dışı Ürün
Ambalajları kategorisinde alınan Gümüş
Ödül ve Biorichi Medikal Kozmetik
Serisi ile Ambalaj Ay Yıldızları 2011’de
“Grafik Tasarımı” kategorisinde alınan
Bronz Ödül, Arman Design’ın ulusal ve
uluslararası ödülleri arasında yer alıyor.
MAYIS/2014
07
Ömer Durmaz
[email protected]
ULUSLARARASI BODRUM
GRAFİK TASARIM GÜNLERİ
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü,
uyguladığı eğitim programını zenginleştirmek ve öğrencilerine çağdaş anlatım biçimleri
kazandırmak için “Uluslararası Bodrum Grafik Tasarım Günleri”ni düzenledi.
edebiyatçı ve şair olarak tanınmasından
çok önce basın–yayın ressamlığı yaptığı,
bu alanın gelişiminde öncü bir rol oynadığı,
basın–yayın ressamlarının da bugünün
grafik tasarımcılarının öncüleri olduğu
sunumun içeriğini oluşturuyordu. “Grafik
Tasarımdan Önceki Grafik Tasarımcılar:
Basın Yayın Ressamlarının Öncülerinden
Cevat Şakir Kabaağaçlı” adlı seminerde,
Halikarnas Balıkçısı’nın çizgileriyle
oluşturduğu kitap ve dergi kapakları, kitap
resimlemeleri, editoryal illüstrasyonlar
gösterildi. Kabaağaçlı’nın akrabalarının
özel arşivlerinden derlenen günışığı
görmemiş belgelerle, Kabaağaçlı’nın
sanatçı yönüyle ilgili hâlâ bilinmeyenler
olduğu gözler önüne serildi.
Geçtiğimiz aylarda kuruluşunun onuncu
yılını kutlayan fakülte, daha önce farklı
aylarda gerçekleştirdiği grafik tasarım
etkinliklerini, bundan böyle Bodrum Grafik
Tasarım Günleri adıyla belirli bir zaman
dilimi içinde düzenleyecek. Bu yıl 26–28
Mart 2014 tarihlerinde ilki gerçekleşen
etkinlikle, tasarım öğrencilerine yeni
bakış açıları ve deneyim kazandırmanın
yanı sıra, grafik tasarım disipliniyle ilgili
farkındalık yaratarak, başta Bodrum olmak
üzere Muğla kentinde grafik tasarımın
bilinirliğine katkı sağlayacağı umuluyor.
Etkinliğin ilk davetli konuklarını, ulusal ve
uluslararası düzeyde kendini kanıtlamış
grafik tasarımcı ve akademisyenler
oluşturdu: Sadık Karamustafa, Alessandro
Segalini, Zülfikar Sayın, Ömer Durmaz,
Yusuf Keş ve Murat Çeliker.
Onur konuğu Sadık Karamustafa’nın yarım
asrı bulan kariyerini anlattığı “Düşünceden
Deneyime Grafik Tasarım” adlı sunumu,
Karamustafa’nın genç meslektaş adayları
tasarım öğrencileri tarafından özel bir
ilgi gördü. Grafik tasarımın bir meslek
olarak tanımlanıp henüz kabul görmediği,
sadece sınırlı bir çevre tarafından bilindiği
yıllarda tasarım çalışmalarına başlayan
Karamustafa için “uluslararası düzeyde en
çok tanınan grafik tasarımcımızdır” demek,
hak bilirlik olur. Geçmişten günümüze birer
vaka olarak kabül gören afiş tasarımlarını
gösterirken, yapıldıkları dönemin
dinamiklerine de değinerek verdiği bilgiler,
sunumunu adeta bir sözlü tarih görüşmesi
niteliğine taşıdı.
Zülfikar Sayın’ın “Grafik Göstergelerle
Anlamlandırma”, Alessandro Segali’nin
“Tipografide Temel İlkeler”, Murat
Çeliker’in “Afiş Tasarımında Alıntılama”
adlı sunumlarından sonra ilgi gören bir
başka seminer de, “Halikarnas Balıkçısı”
lakaplı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın pek de
bilinmeyen 1928 yılı öncesindeki hayatına
ışık tutan Ömer Durmaz’ın sunumuydu.
Kabaağaçlı’nın Bodrumlu yılları olarak
bilinen “Mavi Sürgün” döneminden önce,
Nisan ayında 18’incisi düzenlenen
İstanbul Grafik Tasarım Günleri Grafist’i
örnek alan etkinliğin, Grafist’in 18 yıl
önce başladığı devrin tasarım dünyası
dikkate alındığında çok daha iyi bir yerden
başladığı söylenebilir. Grafik tasarım
etkinliklerinin geldiği düzeyin birikimini
değerlendiren MSKÜ GSF Dekanı Prof. Erol
Turgut ve Grafik Tasarım Bölüm Başkanı
Doç. Dr. Enis Timuçin Tan, profesyonel
bir organizasyona imza attıkları için
taktir edildiler. İzleyiciler arasında yer
alan Bodrum’a yerleşmiş ünlü yazar ve
tiyatrocularla, etkinliğin Bodrum’un sanat–
kültür hayatına da hareketlilik kazandırdığı
görüldü. Açıkhava tasarımları ve afişlerle
kenti kaplayan tanıtım çalışmaları ise
beğeni topladı.
Öğrenciler kadar, Bodrum’daki reklam
ajansları, kurumların tanıtım birimleri
ve grafik tasarım alanına ilgi duyanlara
açık gerçekleşen Bodrum Grafik Tasarım
Günleri, kayda değer bir çıkış yaparak
Türkiye’nin sayıları hızla artan grafik
tasarım etkinlikleri listesinde üst sıralarda
yerini aldı.
08
Dilek Himam-Er
[email protected]
PORTİZMİR 3
İNSAF DEDİ
K2 Güncel Sanat Merkezi’nin düzenlediği, küratörlüğünü Slovenyalı sanat tarihçisi ve
küratör Saša Nabergoj’un üstlendiği, Portİzmir bu yıl “İNSAF” teması ile kapılarını açtı.
Uluslararası Güncel Sanat Trienali,
PORTİZMİR 3, farklı kültürlerden gelen 23
sanatçının katılımı ile İzmir’i bir çalışma
alanı olarak belirleyip kentin sosyal, politik
ve ideolojik dinamiklerinin doğal yapısını
izleyerek buradan evrensel değerlere
ulaşmayı hedefledi. Pasaport’taki eski
Austo-Türk Tütün Deposu’nda gerçekleşen
etkinlikte ilk defa çok disiplinli çalışma
grupları çeşitli alanlarda örgütlenerek farklı
alan çalışmaları ile ziyaretçilerle buluştu.
İzmir kentinin farklı noktalarında organik
olarak faaliyet gösterebilecek çok disiplinli
çalışma gruplarından oluşan Alan Çalışmaları;
Derin Mavi (Su/ Kıyı/ Bellek); Yeniden
Yapılandırılmış Kent(Yapı / Kent/ Bellek);
Yaban Bostan (Kültür/ Yemek/ Bellek);
Stüdyo Okul (Mekan/ Kolektif/ Bellek) ve
Yavaş Tasarım: Beden/ Giysi/ Bellek adlı
Alan Çalışmaları yapıtları ile Görsel Arşiv
sergisinde yer aldı. Serginin en ilgi çeken
kısımlarından biri de bu anlamda alan
çalışmaları seçkisinden oluştu.
Görsel Arşiv Sergisi içinde İzmir Ekonomi
Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım
Fakültesi’nden moda tasarımcısı ve
teorisyeni öğretim üyesi Şölen Kipöz’ün,
Slovenyalı tekstil tasarımcıları ve görsel
sanatçılar Oloop- Jasmina Fercek,
Tjasa Bavcon ve Katja Burger ve Yaşar
Tek parça kaşe kumaştan kıvrılarak hacim
alan bu bebek tasarımında bedendeki
bağlantı noktaları adeta eklemsiz bir his
yaratıyor. Bebeklere giydirilen kıyafetler
ise tasarımcının çocukluğunda ilk moda
öğretisini oluşturan kağıt bebeklerden ilhamla
hazırlanıyor.
Üniversitesi, Endüstriyel Tasarım Bölümü
Başkanı öğretim üyesi Mine Ovacık ile
birlikte “yavaş tasarım” hareketinin Beden/
Giysi / Bellek ile ilişkisini disiplinler ve
kültürler arası bir çerçevede inceledikleri
sergi dikkat çekiciydi.Bu sergide dişi bedenin
yeryüzü ile ilişkisinde biyolojik döngüsünü
ele alan sanatçılar, çalışmalarında
modern dünyada unutulmaya yüz tutmuş
dişi bilgeliğinin, kadının belleğinin ve
içgüdüsel sezgilerinin kadının üretkenliğine,
doğurganlığına ve dolayısı ile yaratıcılığına
nasıl aktarıldığına vurgu yaptılar.
Sergiye “Cepteki Miras“ adlı eseriyle katılan
Şölen Kipöz tasarım sürecine “Kadın kimdir?
Kadın olmak ne demektir? Beden ve bellek
arasında dişi beden nasıl tanımlanabilir?”
sorularını sorarak başladığını ifade ediyor.
Kipöz, modern dünyada unutulmaya yüz
tutmuş “dişi bilgeliğini” kendinden sonraki
kuşaklara aktarmanın ne denli önemli
olduğunu bir kez daha fark ettim” derken,
saklaması için annesinden miras kalan
bez bebeği sayesinde erginlenen bir kızın
hikayesini anlatan bir masaldan yola çıkıyor.
Tasarımcı bu süreç sonunda ortaya kadınsı
ve bir o kadar da cinsiyetsiz siluetleriyle yeni
bir bebek formu tasarımı ortaya çıkartıyor.
Bu kıyafetlerin yaratımında kadın emeğini
değerlendirmek ve kadınlara kendi hikayeleri
ve anılarını paylaşma fırsatı vermek için
Ödemiş Kadın Kooperatifi’nin üyeleri ile
atölye çalışmaları düzenleyen Kipöz burada
farklı sınıfsal katmanlardan gelen kadınlarla
buluşuyor. Bu buluşma, hem bu kadınların
zanaat becerilerinin tasarımla buluşmasını
hedefleyen, kadınların üretirken anlattığı
katılımcı tasarım süreci olarak anlam
kazanıyor. Sergi boyunca farklı üretici
topluluklarla çalışmaya devam edecek olan
Kipöz, böylece tasarımı sosyal dönüşüm için
bir araç haline getirmeyi hedefliyor. Bu bez
bebekler bu yüzden hepimizin aşina olduğu
bebeklerden biraz farklı. Çünkü kimisi bir
çocuk gelinin ellerinde kırılgan bir hikâye
ile biçimlenirken kimisi de aksine aktivist
bir sanatçı kadının hayallerini anlatıyor. Bu
bebeklerle tanışmak istiyorsanız PORTIZMIR3
sergisini 21 Haziran 2014 tarihine kadar
eski Austo-Türk Tütün Deposu’nda ziyaret
edebilirsiniz.
MAYIS/2014
09
Yasemin Şener
[email protected]
TÜRK MİMARLIĞI’NIN
EN İYİLERİ
Türkiye’deki mimarlık kültürünün gelişmesi için Mimarlar Odası tarafından 14. kez
düzenlenen Ulusal Mimarlık Ödüleri’nde, bu yıl toplam 209 eser değerlendirmeye alındı.
Türkiye’nin en önemli mimarlık ödülü
olan ve Mimarlar Odası tarafından
düzenlenen Ulusal Mimarlık Sergisi ve
Ödülleri’nin 2014 yılı sahipleri açıklandı.
Her iki yılda bir düzenlenen ve bu
yıl 14.dönemi gerçekleştirilen rekor
katılımla gerçekleştirildi. Ödülün 2014
dönemi seçici kurulu, 209 esere ait 285
panoyu değerlendirmeye aldı. Haydar
Karabey başkanlığında, Nur Akın, Ferhat
Hacıalibeyoğlu, Ahmet Özgüner ve Semra
Teber Yener’den oluşan seçici kurul, “Mimar
Sinan Büyük Ödülü” , “Mimarlığa Katkı
Dalı Başarı Ödülleri” ve “Anma Programı”
için ödüle değer görülen isimleri ve “Yapı”,
“Proje” ve “Fikir Sunumu” dallarında ödül
adaylarını belirledi ve kamuoyuna önceden
duyurdu. Ödüller ise, 11 Nisan 2014, Cuma
günü, Ankara’da ODTÜ KKM’de yapılan bir
törenle açıklandı ve sahiplerini buldu.
Emre Arolat tasarımı Sancaklar Camii, Can
Çinici imzalı Nef İlkokulu yapısı, Cem Sorguç
tarafından tasarlanan Cihangir’deki NoXX
Apartmanı ve Hasan Şener ile Ahsen Özsoy
tasarımı İTÜ Merkezi Derslik binası Yapı
Dalı’nda ödüle layık görülen projeler oldu.
Aydın Nazilli’deki 1881 tarihli TCDD Hangar
Binaları’nın restorasyon projesi nedeniyle
de Şerife Türk Derin’e Yapı Dalı / Koruma ve
Yaşatma Başarı Ödülü verildi.
Proje Dalı Başarı Ödülleri ise Abdullah Gül
Üniversitesi Mimar Sinan Kampüsü ile Alişan
Çırakoğlu ve Ilgın Avcı’ya Konya Yaşam
Merkezi projesiyle de Mehmet Kütükçüoğlu
ve Ertuğ Uçar’a verildi.
Hangi yapı/proje, neden ödül aldı?
Ödül seçici kurulunun yaptığı açıklamaya
göre, Emre Arolat’ın Sancaklar Camii projesi
yapı dili ve kurgusunun yerleşik cami
mimarisi tipolojisi karşısında biçimsel ve
sembolik arayışlardan uzak duruşu gibi
nedenlerle, Can Çinici imzalı Nef İlkokulu ise
çevresiyle ilişki kurma çabası, bulunduğu
çevre içinde gösterdiği mimari jestlerle
çevresi için de yol gösterici ve tetikleyici
olması gibi nedenlerle ödüle layık görüldü.
Cem Sorguç tarafından tasarlanan
Cihangir’deki NoXX Apartmanı ise seçici
kurul tarafından yalın kitle formunun
temel bileşeni olarak tasarlanan değişken
ve geçirgen cephe karakteri, iç mekan
kurgusunun malzeme, renk ve strüktürel
ifadesinin olgunluğu, iç mekanda
oluşturulan yatay / düşey mekansal
süreklilikler ve genel kütle biçimlenmesi ile
iç mekan arasındaki karşıtlığın yarattığı algı
zenginliği nedeniyle ödüle değer bulundu.
Seçici kurul, Hasan Şener ve Ahsen Özsoy
imzalı İTÜ Merkezi Derslik Binası’nı da
kitle formunun temel bileşeni olarak
tasarlanan değişken ve geçirgen cephe
karakteri, iç mekan kurgusunun malzeme,
renk ve strüktürel ifadesinin olgunluğu gibi
nedenlerle ödüllendirdi.
Fikir Sunumu dalında Ahmet Korfalı, Totem
adlı projesiyle ödüle layık görülürken,
Çeyrek asırlık bir zaman diliminde iki yılda
bir düzenli olarak Türkiye mimarlık ortamının
düşünme ve uygulama alanlarındaki
üretimlerini belgeleyerek, birer dönem
kesiti halinde mimarlık ortamının ve
kamuoyunun ilgisine sunan Ulusal Mimarlık
Sergisi ve Ödülleri’nin gelenekselleşmiş
kategorilerinde “Mimar Sinan Büyük Ödülü”
bu yıl Ersen Gürsel’in oldu. Mimarlar Odası
Anma Programı çerçevesinde önümüzdeki
iki yıl boyunca çeşitli yayın ve etkinliklerle
gündeme getireceği isim Ernst Arnold Egli
olarak belirlendi. İlhan Tekeli ve Besim
Çeçener ise Mimarlığa Katkı Dalı Başarı
ödüllerinin bu yılki sahipleri oldu.
Ödüller kapsamında yapılacak olan Ulusal
Mimarlık Sergisi 16 Mayıs-6 Haziran
tarihleri arasında Karaköy’deki Mimarlar
Odası İstanbul BK Şubesi Sergi Salonu’nda
izleyicilerle buluşacak. Ödüle başvuran
tüm projelerin yer alacağı sergi daha sonra
8-19 Ekim’de İzmir Mimarlar Odası’nda,
25 Ekim-10 Kasım tarihleri arasında da
Kayseri’de izlenebilecek.
10
Gözde Severoğlu
[email protected]
CAM SAKLAMAZ, AFİŞE EDER
Camın binlerce yıllık yolculuğunu ve sunduğu imkanları farklı araçlarla ifade
eden Anadolu Cam, malzeme ile ilgili bilinç yaratılmasına yönelik çalışmalarına
hızla devam ediyor.
Tasarım odaklı iletişim stratejisinin
kaçınılmaz bir sonucu oluveren tasarım
yarışmalarına her geçen gün bir yenisi
ekleniyor. Bu yarışmalar arasında,
hedefine ulaşabilen ve zorunlu olarak
yoluna devam eden arasındaki farkı
kolaylıkla okuyabiliyorsunuz. Henüz
ikinci senesinde ilk gruba dahil oluveren
Anadolu Cam Afiş Tasarım Yarışması
ise başvuru sayısındaki artışın yanında
zengin içerikleri ile profesyonel jürinin ve
kurumun beğenisini topladı. Yarışmaya
gösterilen ilgi, sadece markanın değil,
aynı zamanda cam ambalaj sektörünün
de bir kazanımı olarak görülüyor.
Üniversitesi’nden Mehmet Güzel ise
mansiyon alan bir diğer öğrenci oldu.
Mansiyon alan üç öğrenci için de ayrı ayrı
1500 TL para ödülü verildi. Ödül alan bu
6 çalışmanın dışında sergilenmeye hak
kazanan 30 afiş, 11 Mayıs 2014 tarihine
dek Rahmi M. Koç Müzesi’nde görülebilir.
İçindeki ürüne duyduğunuz güveni
artıran, bazen satın almanızı
kolaylaştıran, nadiren de gramaj hesabı
nedeni ile zorlaştıran cam; estetik ve
duygusal faydalara sahip. Diğer ambalaj
malzemelerine göre daha sağlıklı, çevreye
daha duyarlı olan cam, 5 bin yıllık geçmişi
ile ilham verici. İçindeki her şeyi olduğu
gibi dışa yansıtan, adeta afişe eden
malzeme, bilgiyi gizlemek yerine dışa
vuran bir samimiyete sahip. %100 geri
dönüştürülebilen tek ambalaj olan camın
en vurucu özelliği ise sağlık alanında
vurgulanıyor.
29 üniversitenin güzel sanatlar
fakültelerinden, görsel sanatlar ve
görsel iletişim bölümlerinden 200’den
fazla başvuru aldı. Yarışmaya katılacak
tüm afişlerde, camın en doğal ve en
sağlıklı ambalaj malzemesi olduğunun
vurgulanması istendi. Grafik Tasarımcı
Aydın Erkmen’nin başkanlığını yürüttüğü
jüride, yine Grafik Tasarımcı Ali Batı,
Ulaş Eryavuz ve Onur Bayiç, Anadolu Cam
Ürün Tasarım Şefi Eda Yılmaz ve Endüstri
Ürünleri Tasarımcısı Oya Akman yer aldı.
‘‘Cam Ambalaj, Sağlıklı Ambalaj’’
teması ile camın sağlık ile ilişkisinin
değerlendirildiği bu seneki yarışmaya,
“Cam Ambalajda Sağlık Var” dediği
afişi ile İstanbul Kemerburgaz
Üniversitesi’nden Ayşe Kaptan birinciliğe
layık görüldü ve 7500 TL para ödülünün
sahibi oldu. “Camdan Zarar Gelmez”
diyerek cam ambalajın masumiyetine
vurgu yapan Anadolu Üniversitesi
öğrencisi Cihat Yıldız ise ikinci oldu
ve 5000 TL kazandı. “Sağlıklı Gelecek
Cam ile Gelecek” temasına sahip
tazeliği vurguladığı afişi ile üçüncülüğe
ve 2500 TL para ödülüne Atatürk
Üniversitesi’nden Sema Gürsoy layık
görüldü. Yine aynı üniversiteden Meltem
İşleyen, doğa kadar sağlıklı dediği günlük
süte ve tazeliğe vurgu yapan afişi ile,
Turgay Feyzi ise “Cam Sağlıktır” dediği
afişi ile mansiyon aldı. Ambalajın sağlıklı
olanı doğal olanıdır diyen Marmara
Hayatımızdaki cam miktarını artırmaya
istekli Anadolu Cam, söz verdiği
gibi yoluna inanarak ve üreterek
devam ediyor. Geçtiğimiz sene ilkini
gerçekleştirdikleri Afiş Tasarım Yarışması
ile beraber markanın cam ambalaj
konusunda farkındalığı artırmak ve
kullanıcıyı bilgilendirmek üzere çıktığı
yol sanayi-üniversite iş birliklerine bir
örnek oluşturuyor. Önerdiği kazankazan durumunun verimliliği taraflarca
değerlendirilebilecek olsa da marka
yatırımlarına yenilerini eklemeye devam
ediyor. www.hayatacamkat.com adresinde,
geçen senenin kazananlarından oluşan
sanal sergiyi gezebildiğiniz gibi cam
ambalaj konusunda detaylı bilgilere
ulaşabilirsiniz.
Çok yakında bu senenin kazananlarını
görme imkanınızın da olacağı site, takip
edilmek istenecek türden. Yarışmanın
gelecek seneki teması için ise hazırlıklara
şimdiden başlandığını belirtmek isteriz.
MAYIS/2014
11
Esra Bici Nasır
[email protected]
PATRICIA URQUIOLA
BİZİM MUTFAKTA
Tüm dünyada yarattığı trendler ve sıra dışı tasarımlarla tanınan Patricia Urquiola’nın,
Arçelik için tasarladığı Leisure Patricia Urquiola Serisi, artık Türkiye’de tüketicilerle
buluşacak. Bu özel seri, tasarım tutkunlarını bir araya getiren bir dizi etkinlikle tanıtıldı.
Tüm dünyada yarattığı trendler ve
tasarımlarla tanınan Patricia Urquiola’nın
tasarladığı ankastre fırın, ocak, davlumbaz,
bulaşık makinesi ve buzdolabından oluşan
bu çok özel tasarım serisi, Türkiye’de Nisan
ayı itibarıyla belirli konsept mağazalarda
tüketicinin beğenisine sunuldu.
Leisure Patricia Urquiola Serisi, tasarım
tutkunlarını bir araya getiren bir dizi
etkinlikle tanıtıldı. Rahmi M. Koç Müzesi’nde
gerçekleştirilen lansman etkinlikleri
kapsamında Patricia Urquiola, tasarım
yaklaşımını akademisyenler, öğrenciler,
mimarlar ve tasarım dünyasına merak
duyan katılımcıların bir araya geldiği
bir konferansla paylaştı. Konferansın
ardından düzenlenen lansman
etkinliğine, Türkiye’nin ünlü mimarları ile
inşaat dünyasının önde gelen isimleri katıldı.
Patricia Urquiola
Kimdir?
Lansman etkinliğinde, Leisure Patricia
Urquiola Serisi’nin yeni reklam filminin
de ilk gösterimi gerçekleştirildi.
Yönetmenliğini Nicolas Caicoya’nın,
görüntü yönetmenliğini de pek çok
uluslararası festivalde ödül kazanan Jose Luis
Alcaine’nin yaptığı filmin çekimleri Milano ve
Como’da gerçekleştirildi.
Patricia Urquiola
ve Arçelik İşbirliği
Patricia Urquiola ve Arçelik İşbirliği, Koç
Holding Dayanıklı Tüketim grubu Başkanı ve
Arçelik Genel Müdürü Levent Çakıroğlu’nun,
Patricia Urquiola’dan, sadece yemeklerin
hazırlandığı ortamlar olmaktan ziyade,
ailelerin, arkadaşların bir araya geldikleri,
birlikte keyifle vakit geçirdikleri yaşam
alanları haline gelen mutfaklarda keyifle
kullanılabilecek; bu arada teknolojiden
veya tasarımdan ödün vermeyen ve
ikisi arasında güçlü bir denge kuran bir
ürün serisi tasarlamasını istemesiyle
başladı. Çakıroğlu, çalışma süresince;
Patricia’nın tasarım yeteneğinin, teknoloji ile
harmanlanarak, ürünlere yansımasına büyük
bir hayranlıkla tanık olduğunu belirtti.
ve etkileri konusunda çok daha farkındalık
sahibi olduğunu, bu farkındalığın da sürekli
gelişimi gerekli kıldığını vurguladı.
Patricia Urquiola Arçelik ile ilk olarak 2012
yılında çalışmaya başladı. Arçelik’in köklü
geçmişinden ve yenilikçi anlayışından çok
etkilendiğini, Leisure Patricia Urquiola
Serisi’ne de bunu yansıttığını ifade eden
Urquiola, Türkiye’nin, Doğu ve Batı arasındaki
birleştirici konumunun onu farklı kıldığını ve
özellikle İstanbul’un her bir köşesinin şaşırtıcı
boyutlarda ilham verici olduğunu belirtti.
Tasarımın her gün sergilenen farklı davranış
şekilleri ile yakından ilgili olduğunu ifade
eden Urquiola’ya göre, tüketicinin algısını
tasarımın fonksiyonel tarafı oluşturuyor.
Kullanıcı, obje ve yaşam alanını birbirinden
bağımsız düşünmüyor. Tasarımcı, tam da bu
noktada gelecekte tasarımın hayatımızda
çok daha önemli bir yer tutacağının altını
çiziyor. Urquiola, dijital iletişim dünyası
sayesinde tasarımın sürekli bir gelişim
halinde olduğunu, insanların neyi neden
tükettiklerinin daha çok farkında olduklarını,
bu da tasarımın önemini günden güne
arttırdığını vurguladı.
Tüketici davranışları ve ihtiyaçlarının Arçelik
ile hayata geçirilen işbirliğinde özel bir
öneme sahip olduğunu belirten Urquiola,
günümüzde tüketicilerin ürünlerin değerleri
Birçok kez uluslararası ödüle layık
görülen ve dünya çapında yayınlar
tarafından defalarca yılın tasarımcısı
seçilen Patricia Urquiola, bugün
modern tasarımın önde gelen
isimlerinden biri. İtalya’nın Milano
kentinde, tasarım efsanesi Achille
Castiglioni’den eğitim alan Patricia
Urquiola, uzun yıllar dünyanın en iyi
tasarımcılarıyla birlikte çalıştıktan
sonra, kendi tasarım atölyesini açtı.
Patricia Urquiola, İtalya’nın en önde
gelen markaları ile yaptığı başarılı
çalışmaların yanı sıra dünyaca ünlü
markalarla da çalışıyor. Alessi, Axor
Hans Grohe, Baccarat, B&B Italia,
BMW, Flos, Four Seasons, Kartell, Louis
Vuitton, Mandarin Oriental Hotels,
Molteni, Moroso, Mutina, Rosenthal,
W Hotels gibi pek çok ünlü marka için
yaptığı çalışmalar arasında mimari
tasarım alanında yaptığı showroom,
hotel ve restoranlarının tasarımları
gibi çalışmalar da yer alıyor. Patricia
Urquiola, aynı zamanda ödülleri ve
ikonik tasarımları olan bir tasarımcı.
A&W Designer of the Year ve Design
Prize Cologne gibi pek çok ödüle sahip
olan Urquiola’nın, 2011 yılında Venedik
Bienali’nde yer alan bir tasarımı da
modern tasarım ikonları arasında
sayılıyor.
12
MAYIS/2014
13
Dilek Öztürk
[email protected]
TASARIM DÜNYASI NELERE TUTULDU?
Bu sene Milano Tasarım Haftası tekrarlanan konseptlere ne kadar yakalansa da, deneysellik ve ilklere
açık bir platform da hazırladı. Geleceğin tasarım kültürü nasıl olacak derken, DIY akımı ve deneysellik
özellikle Brera ve Lambrate’de cüretkar yaklaşımlarla sunuldu. İşte bu senenin Milano seçkisi...
FOMO - Kaçırma Korkusu
Caeserstone’un mermerleri
Eğer etkinlik kültürü bir suçsa, yayın da
cezadır. Joseph Grima’nın yönetiminde,
etkinlik kültürü ve yayıncılığa deneysel bir
yaklaşım getiren FOMO, ilk kez Milano Tasarım
Haftası’nda sunuldu.
Palazzo Clerici bu sene hem deneysel, hem de
en inovatif tasarımları çatısında toplandı. Bu
güzel yapının en iyi işlerinden biri, hiç şüphesiz
ki, bu sezon başında Maison&Objet fuarından
beri trend olan mermer kullanımına son noktayı
koydu. Hem mutfak, hem de banyo konseptinde
mermer kullanan Caeserstone, sarayın üst
katında, yaklaşık 7 metrelik çok fonksiyonlu
mermerden bir mutfak masası kurdu. Masada
hem yemek hazırlamak, yemek yapmak ve
sunmak için üniteler mevcut.
Dünyada birçok tasarım haftası, etkinliği
düzenlenirken, hep bir şeyleri kaçırma
korkusuna kapılırız. Bu konu üzerinden
gelişen proje, Milano’daki Palazzo
Clerici’nin avlusunda, Nike’ın havada asılı
duran ve kocaman bir bulutu andıran
enstalasyonu Aero-Statik Kubbe’nin
altında yapılan paneller şeklinde gelişti.
Fomo konsepti, paneller sırasında
#ontheflymilan hashtagi ile yapılan sosyal
medya yayınlarından, panel sürecinde bir
dergi çıkarmayı hedefliyor. Bunun için bir
algoritma yazan ekip, dergi yayını için bir
yandan bulut yayıncılığı teşvik ederken,
bir yandan da analog makineler kullanıyor.
FOMO’nun bir sonraki durağı Venedik
Mimarlık Bienali.
Banyo için de, mermer bir küvet ve küvetin
yanlara açılan sehpa bölümleri tasarlanmış.
Hem mutfak masası, hem de banyo küvetinde;
yuvarlak mermer disklerden tasarlanan
ayaklar, ününleri benzerlerinden ayırıyor.
Danimarka ekolü; HAY
Danimarkalı marka, bu sene Brera’da kendi
tasarım kültürünü ve işbirliklerini sergilediği
büyük bir alan seçmiş. Dünyadan birçok farklı
tasarımcı ve stüdyo ile işbirliğinde bulunan
HAY, kendi çizgisini yansıtan ürünleriyle bir de
dükkan kurmuştu.
Marka’nın kültürünü yansıtan ve geçmişinden
günümüze ufak bir retrospektif sergisi olarak
adlandırılabilecek etkinlikte, Hollandalı
tasarım stüdyosu Scholten Baijings’in kağıt
porselen masa üstü objeleri ve artık imzaları
sayılan neon ve pastel renk skalalrıyla tekstil
tasarımları dikkat çekti.
bitişik oturma ünitesi, Grcic’in Galata
ve Taksim isimli birbirini tamamlayan
tabureleri ve Nigro’nun randevu isimli hem
tuvalet, hem çalışma masası serginin güçlü
tasarımlarındandı.
Mermeri günlük hayatın her anında, bir
mobilya, aksesuar ve fonksiyonel bir obje
olarak gören seçki, sezonun trendiyle
neler yapılabileceğini gösteren ve
çeşitlilik açısından değer taşıyan bir kurgu
sunuyordu.
Marsotto Edizioni
Nendo for COS
Mermer trendini alıp yeniden yorumlayan
bir başka sergi ise Marsotto Edizioni’nin
oldu. Marsotto Edizioni; Ross Lovegrove,
Konstantin Grcic, Studio Irvine, Jasper
Morrison, Philippe Nigro, Naoto Fukasawa
gibi son yüzyılın kendi alanlarında sıyrılan
başarılı tasarımcılarıyla bir koleksiyon
sergiledi.
İsveç ve Japon kültürünün birleşmesini
Şubat ayında Stockholm Tasarım Haftası’nda
malzeme kütüphanesi üzerinden izlemiştik.
Milano’da her iki ülkenin tasarım alanında
belirli bir duruşu olan iddialı iki isim birleşti
bu defa.
Ross Lovegrove’un satranç masasıyla
Mimarlık ve tasarımda yalın ve minimal
çizgileri savunan Nendo, Milano Tasarım
Haftası’nda, kendi çizgisine yakın bir moda
markası olan COS için çoğunlukla gömlek ve
takılardan oluşan bir koleksiyon hazırladı.
Milano’nun tasarım mağazalarıyla ünlü
mahallesi Lanza’daki COS’un mekanında,
gömlekler, tavana demir çubuklar ve
misinalarla asılmış bir şekilde sergilendi.
Takı tasarımları, Nendo’nun diğer
tasarımlarındaki yalınlığı ve geometrik
formları andırıyordu.
Edelkoort: Modada Fetişizm
Bu kadın ne yapsa olay olur, demek çok
yanlış değil. Sergi konseptlerinin altına
en az konsept kadar cüretkar yaklaşımlar
bulan küratör ve trend kahini olarak bilinen
Lidewij Edelkoort, 2013’te hazırladığı sergi
konseptini bu sene Milano’da sergileme
şansı buldu.
Lambrate’nin en iyi sergilerinden biri olan
“Fethishism in Fashion” modada fetişizme
atıfta bulunan detayları, hem kumaş, hem
moda fotoğrafı, hem de modayı mobilya
olarak görme noktasında farklı mecralar
arasında gidip gelerek sunuyor. Deri ve
doğal kumaşlarla sarılan, gizlenmeye
çalışılan ya da tam tersi bu yöntemle ikinci
bir deri tabakasına sahip olan mobilyalar,
sergide bir fetişizm objesi olarak duruyor.
Özellikle İzlanda gibi kuzey ülkelerinden
tasarımcıların işlerinin bulunduğu sergide,
bu bölgelerdeki av konsepti ve hayvan
derileri; maskeler ve yüceltilen objeler
haline sokulmuş.
LEXUS - Dokunsal Gerçeklik
Merakı nasıl resmedersiniz? Tasarımcıysanız,
nasıl uygulamaya aktarırsınız, demek daha
doğru olur herhalde. Geçtiğimiz sene Lexus
Design Award kapsamında açılan yarışmada
bu konu başlığında toplam 12 başvuru
kabul edildi. Başvurular arasından Fabio
Novembre, Nao Tamura ve MIT Tangible
Media Group’tan Nao Tamura’nın seçilen
projeleri bu sene Milano Tasarım Haftası’nda
sergilendi.
Fabio Novembre hareketle etkileşen
tasarımda bir şarkıyı kullanırken, MIT’den
Nao Tamura’nın çalışması, hareket
sensörleriyle aktif olan mimari bir strüktürü
andırıyor. Nao Tamura’nın kırılgan
disklerden hazırladığı enstalasyon, kişisel
hayat akışına odaklanmış bir döngüye atıfta
bulunuyor.
Wallpaper - Handmade
Milano’nun merakla beklenenen sergisi
Wallpaper Dergisi’nin bu sene 5. Kez
düzenlediği “Handmade” başlıklı sergisiydi.
Zanaati, el sanatlarını, yaratıcılığı ve
işbirliğine bir övgü şeklinde sunulan
sergi kurgusu, tasarımcıları, üreticilerle
birleştirdi. Wallpaper’ın seçkisinde her
tasarımcı, bir üretici firmayla birlikte çalıştı
ve Milano Tasarım Haftası için bir proje
hazırladılar.
Leciettico Galeri’de yer alan serginin en
ilgi çeken işi, New York’ta çalışmalarını
sürdüren, piksel işleriyle bilinen sanatçı
ve ilüstratör Ian Wright’n Caran d’Ache
kalemleriyle oluşturduğu Emmanuel Poiré
portresiydi.
Peugeot Design Lab
Konsept ve kurgu anlamında Tortona’nın
en başarılı sergilenden biri ve hatta
bu sene Tortona’nın en iyisi. (Belki
de tek iyisi) Geçtiğimiz sene Mini ve
Dezzen’ın Zona Tortona’daki tahtını,
bu sene Peugeot almış durumda. Araç
tasarımı deyince hafızamızda önemli bir
iz bırakmış olan Peugeot, bu sene kendi
tasarımı bir piyanoyu ilk kez Milano’da
sergiledi.
Bunun dışında Peugeot, farklı
malzemelerin birbirine eklemlendiği, üç
boyutlu yazıcıdan çıkan objeleri de ön
plana çıkardı. 3d yazıcıdan çıkan yıldız
formlu metal ve meteor taşının birleştiği
bir bıçak, obsidiyen ve betonun birleştiği
bank tasarımları, Peugeot Design Lab’de
fosillerin sergilenme şekli gibi, fanuslarda,
açıklayıcı metinler eşliğinde sergilendi.
14
Yasemin Şener
[email protected]
AVCI ARCHITECTS’E
LONDRA’DAN BÜYÜK ÖDÜL!
Avcı Architects tarafından tasarlanan Ankara’daki Türkiye Müteahitler Birliği (TMB)
binası, İngiltere’nin en prestijli mimarlık ödüllerinden biri olan Building Awards
2014’te “Yılın En İyi Uluslararası Projesi” ödülüne layık görüldü.
Avcı Architects tarafından Ankara’da
tasarlanan ve geçtiğimiz Ocak ayında açılışı
yapılan Türkiye Müteahhitler Birliği Binası,
mimarlık, iç mimarlık, yapı ve gayrımenkul
sektörlerinde faaliyet gösteren İngiliz
UBM Built Environment firması ve Londra
merkezli Building dergisi tarafından organize
edilen Building Awards Ödülleri’nde En İyi
Uluslararası Proje seçildi.
Jüri heyeti, TMB Binası’nı ödüle taşıyan en
önemli nitelikleri, “projenin üstün entegre
tasarım anlayışı, yerellik vurgusu, inşaat
sektöründe AR-GE çalışmalarını teşvik edici
olması ile mimarlık ve inşaat sektörlerinde eşik
yükselten yaklaşımı” ifadeleriyle dile getirdi.
Türkiye Müteahhitler Birliği’nin, Ankara’daki
yeni genel merkez binası için düzenlediği
davetli proje yarışmasında birinci seçilerek
inşa edilen binanın Avcı Architects imzalı
tasarımını benzersiz kılan en önemli
unsurlardan biri de, yeşil bina teknolojilerini
bir adım öteye taşıyan “termal labirent
sistemi”nin Türkiye’de ilk kez bu projede
kullanılıyor olması. Sürdürülebilirlik
danışmanlığını Londra merkezli danışmanlık
firması Atelier Ten’in yaptığı proje, toprak
zeminin belli bir derinliğinde yıl boyu
sabit olan sıcaklığı kullanarak ısıtma ve
soğutmadaki enerji tüketimini minimize
eden labirent sistemi başta olmak üzere,
bünyesindeki çok çeşitli ekolojik uygulamalar
sayesinde standart binalara oranla yüzde
50’ye yakın enerji tasarrufu sağlıyor ve bu
nitelikleriyle de Türk inşaat sektörüne öncülük
yapıyor.
Mimar İşveren Uyumu
Türkiye Müteahhitler Birliği’nin 60. kuruluş
yıldönümünde ana yüklenici olan MESA’nın
titiz üretim süreci ve yüksek inşaat kalitesiyle
hayata geçirilen ve Türkiye’de yeşil bina
kategorisinde benzersiz teknolojilerle inşa
edilerek bir örnek proje heline gelen TMB Genel
Merkez Binası, mimar ve işveren uyumunun
da Türkiye’deki başarılı örneklerinden biri.
TMB Başkanı Emin Sazak’ın vizyonu ile Avcı
Architects’ın kurucusu, Mimar Selçuk Avcı’nın
sürdürülebilir entegre tasarım alanındaki
uluslararası deneyimleriyle hayata geçen proje,
LEED Platinum sertifikasına da aday.
TMB Binası’nın
Sürdürülebilirlik Kriterleri
Proje, tasarım çalışmaları kapsamında tüm
disiplinlerin mimar tarafından koordine
edildiği, etütlerin, AR-GE çalışmalarının
yapılarak, Türkiye’deki inşaat ve malzeme
sektörünün gelişimine katkıda bulunan
ve yerel malzemelerin kullanımını teşvik
eden bir ‘entegre tasarım’ örneği.inanın
cephesinde kullanılan ve paslanmaz çelik
“Çevre için çabalayanlara
yol gösterecek bir işaret
ışığı…”
Selçuk Avcı, Mimar
Avcı Architects
“TMB Binası, ülkemizde ve bölgemizde
sürdürülebilir inşaat, sürdürülebilir çevre
için çabalayanlara yol gösterecek iyi bir
örnek, bir işaret ışığıdır. Sürdürülebilirliğe
giden yolda insani ve ekolojik sağlık
yalnızca ilk adımdır. TMB’nin yeni genel
merkez binası, tüm bu kavramlarla ilgili
farkındalık yaratmak, teşvik etmek gibi bir
öncü rol üstlenmiştir.
TMB Binası’nın İngiltere’nin en prestijli
mimarlık ödüllerinden biri olan Building
Awards 2014’te jüri tarafından ‘üstün
entegre tasarım anlayışı’ ve ‘mimarlık
ve inşaat dünyasında eşik yükselten
yaklaşımı’ nedeniyle “Yılın En İyi
Uluslararası Projesi” ödülüne layık
görülmüş olması yapının sahip olduğu
bu değerlerin yalnız Türkiye’de değil,
uluslararası arenada da öncül nitelik
taşıdığını gösteriyor.”
malzemeden üretilen mesh (ağ) sistemi,
güneşe açık yüzeylerde aşırı ısınmayı
önlüyor ve binanın aldığı gün ışığını
optimize ediyor. Binada kütlesel ısıtma ve
soğutma sağlayan betonarme döşeme içi
borular, bina iklimlendirmesinde enerji
tasarrufu sağlayan “chilled-beam” (soğuk
kiriş) sistemi, su tasarrufu sağlayan vitrifiye
elemanları, sıcak su sağlanmasında kullanılan
güneş kolektörleri, bahçe sulamasında ve
tuvaletlerde kullanılmak üzere yağmur
suyunun toplanması gibi ekolojik sistemler
yer alıyor.
16
Eray Çaylı
[email protected]
ORADA...
BİR ANIT VAR UZAKTA
Gerek coğrafi anlamda gerekse anaakım iletişim platformlarında kendisine ayrılan
yerin kısıtlılığı nedeniyle geniş kitlelerin görüş açısına girmeyen şiddet olayları
ve kurbanları tasarım üzerinden görünür kılınabilir mi?
Geride bıraktığımız ayın onsekizi, her
yıl, Uluslararası Anıtlar ve Sit Alanları
Konseyi ICOMOS tarafından kuruma
adını veren kavramlara dair bir kutlama
günü olarak idrak ediliyor. ICOMOS, bu
yılki Anıtlar ve Sit Alanları Günü’nün
temasını, Birinci Dünya Savaşı’nın
yüzüncü yıldönümünün yaklaşıyor
olmasının da etkisiyle “anmanın mirası”
olarak seçti. Söz konusu tema aynı
günlerde memlekette de, 28 Aralık
2011 tarihinde Şırnak ili Uludere ilçesi
Roboskî köyünde gerçekleşen askerî
hava saldırısında öldürülen otuzdört
köylünün hayatlarını kaybettikleri
yerde anılabilmelerini sağlayacak bir
tasarımın çağrısını yapan “Roboskî
Müzesi ve Anma Yeri Mimari Tasarım
Yarışması” sayesinde gündeme geldi.
Her ne kadar yarışmanın duyurusu henüz
yapılmış olsa da, şimdiden, katılımcıların
Roboskî’yi alışılagelmiş anıt ve sit alanı
örneklerinden ayıran bir sorunsalı
dikkate almak durumunda olduklarından
bahsedilebilir. “Görünürlük” kavramı
etrafında şekillendiği savunulabilecek bu
sorunsalı gelin yine geçtiğimiz haftalarda
dünyanın farklı noktalarında üretilen iki
proje üzerinden kısaca tartışalım.
Görünürlüğün, Uludere benzeri
örneklerde en az iki nedenle öncelikli
bir kaygıya işaret etmesi gerektiği
savunulabilir. Bunlardan ilki, mimarlık
aracılığıyla anılması söz konusu olan
tarihsel olayın yaşandığı yerin coğrafi
olarak “gözden ırak” oluşuna, yani geniş
kitlelerin gündelik hayatındaki görüş
açılarında kendisine yer bulamayışına
ilişkin. Benzer bir sorunsalın 2011’de
aşırı sağcı Anders Breivik tarafından
Norveç’in Utøya adasında gerçekleştirilen
ve yetmişyedi kişinin hayatını kaybettiği
saldırı sonrası gündeme geldiği
söylenebilir. Saldırının gerçekleştiği
yerde anılabilmesini mümkün kılacak
bir anıtın yapılması için açılan
kendilerine istatistiksel bir veri olmanın
ötesinde yer bulamayan kurbanların
öznellikleriyle ilgili. Benzer bir mesele
geçtiğimiz günlerde Pakistan kırsalında
insansız hava araçları tarafından
gerçekleştirilen saldırılarda hayatını
kaybeden siviller için gerçekleştirilen bir
projede gündeme geldi. “#NotABugSplat”
adlı projede, söz konusu saldırıları
bilgisayar destekli platformlar üzerinden
yürüten operatörlerin yol açtıkları
ölümlerden kendi aralarında bahsederken
kullandıkları ve hem “hata” hem de
“böcek” anlamına gelebilen “bug” kavramı
ele alınıyor. Bölgede faaliyet gösteren bir
sivil toplum örgütüyle ortak çalışan bir
grup sanatçının imzasını taşıyan projenin
hedefi, metrelerce uzaktan bakıldığında
ve hele ki dijital ortamlar aracılığıyla
izlendiğinde küçücük önemsiz birer nokta
gibi görünebilen kurbanların her birinin
aslında birer insan olduğu gerçeğini hava
saldırılarını gerçekleştirenlere hatırlatmak.
Sanatçılar söz konusu hatırlatmayı, yakın
geçmişte benzer bir hava saldırısında
hayatını kaybetmiş bir kız çocuğunun
fotoğrafının metrelerce yukarıdan dahî
görülebilecek şekilde büyüterek ve
sonuçta ortaya çıkan posteri insansız
hava araçları tarafından gerçekleştirilen
saldırıların yoğun olarak yaşandığı bir
bölgeye yerleştirerek yapıyor.
tasarım yarışması geçtiğimiz günlerde
sonuçlandı. Yarışmayı kazanan sanatçı
Jonas Dahlberg’in tasarımı, Utøya’daki
bir kayalıkta enlemesine açılacak bir
yarık ve bu işlem sırasında çıkarılacak
taşların başkent Oslo’ya taşınarak burada
inşa edilecek bir anıtta kullanılması
fikri üzerinden şekilleniyor. Dahlberg,
tasarımıyla, 2011’deki saldırının açtığı
yaranın kapatılmasının ne kadar güç
olduğunu şeklen temsil etmeyi ve aynı
zamanda coğrafi olarak merkeze oldukça
uzak olan olay yeriyle ülkenin kalbi
Oslo arasında maddi bir bağ kurmayı
hedeflediğini belirtiyor. Sanatçının,
böylece, tarihsel olaya hem olayın
yaşandığı yerde hem de daha geniş
kitlelerin gündelik yaşamlarına nüfuz
edebilecek bir noktada görünürlük
katmayı amaçladığı söylenebilir.
Uludere benzeri örneklerde görünürlüğü
bir sorunsal olarak gündeme getirebilecek
ikinci bir neden daha var. O da, kitlesel
ölümlerin yaşandığı süreçlerde hayatlarını
kaybeden ve resmi tarih anlatılarında
Tasarım, tarihsel olayları yalnızca belirli
gün ve haftalarda anmanın ötesinde ele
alabilir mi? Mimari formlar üzerinden
gerçekleşecek anma pratikleri, kurbanları
zayiat çizelgelerindeki birer rakam olarak
hatırlatmanın ötesinde görünür kılabilir
mi? Anıt projelerini gerçekleştirenlerin
öteden beri boğuşmak durumunda olduğu
bu soruların, resmi tarih anlatılarında
ve kitle iletişim araçlarında kendine
yer bulmakta zorlanan ve gözden ırak
addedilen coğrafyalarda gerçekleşmiş
olaylar söz konusu olduğunda daha da
yakıcı hale geldiği söylenebilir.
MAYIS/2014
17
Onur Mengi
[email protected]
KAMUSAL SÜRPRİZ
Bugünlerde şehirde karşımıza ne çıkacağını hiç bilemiyoruz. Fütüristik düşünce,
söylem ve eylemlerinin, sinema ve modadan sonra artık kamusal mekanda da
üretildiğini ve geliştirildiğini görüyoruz.
Bir kamu mekanı düşünün... Yürürken karşınıza
ışıldayan kocaman bir küp çıkıyor ya da elinizle
dokunduğunuz her şey parlayıveriyor. Bunlar
Geleceğe Dönüş filminde olmuyor. Bugünlerde
tasarımcılar, bazen çevresel kaygıları üzerine
buldukları çözümleri gözümüze sokarak
sokağa taşıyorlar, bazen de o mekanı tanıtım
amaçlı daha çekici kılmak adına akla belki de
hiç gelmeyecek önerilerle çıkageliyorlar. Amacı
ne olursa olsun, günümüz kamusal mekanında
pek de güvercinlere ekmek atılmıyor eskisi
gibi.
Geçtiğimiz günlerdeki tasarım temelli
girişimlerden sonra, Milano’da Piazza San
Fedele Meydanı’nda ve Sicilya’da Selinunte
isimli arkeolojik alanda bazı şeyler artık eskisi
gibi olmayacak. ‘E-QBO’ isimli kara kutu,
kentsel tasarım uygulamalarının günümüze
kadar nasıl da evrildiğinin belki de en yakın ve
en somut örneği. Modüler sistem ile tasarlanıp
üretilmiş bu küpler, Ricerca Sistema
Energetico araştırma enstitüsü ile T°RED
firmasının ortaklığı sonucu ortaya çıkan bir
grup İtalyan tasarımcının, güneş enerjisinin
kamusal mekanda daha etkin hale getirilmesi
ve bunu yaparken toplumsal bir bilinç de
yaratmasını amaçlarken ortaya çıkmış. E-QBO,
birçok mimari ölçekte uygulanabilmesi
sayesinde herhangi bir dış mekana kolayca
kurulabiliyor. Photovoltaic akümülatör
davranışı gösteren küp, doğa ya da kent ile
kuvvetli bir ilişki kurmak üzere tasarlanmış.
Esas görevi enerji üretmek olurken,
tasarımı ile aynı zamanda kullanıcıların
ihtiyaç duyduğu kentsel fonksiyonu da
karşılayabiliyor. Kafeden tutun da, kişisel
spa alanı ya da şarj ünitesine kadar birçok
akla gelmeyecek enterasan fonksiyonda ve
ölçekte çalışabiliyor. E-QBO, kamusal veya
özel kullanıma uygun. Üzerindeki PV paneller
1mX1m ebatlarda standart olarak üretilirken,
istenilen büyüklükte uygulanabiliyor. Bu da,
e-QBO’yu enerji üreten ve cep telefonu ya da
elektrikli araç şarj eden güçlü bir kaynaktan,
içerisinde yaşanabilir bir mekana kadar birçok
ölçekte çalışan bir kara kutuya dönüştürüyor.
Bu paneller, tamamen ihtiyaca göre ahşap
yada çelik birçok strüktürün üzerinde
kullanılabiliyor. 5mX5m’lik boyutu ise
yaklaşık 150.000 dolar maliyetinde. Aslında,
enerji üretmek, kentsel çekicilik yaratmak ve
kapalı mekan oluşturmak gibi özelliklerine
bakıldığında hiç de pahalı değil. Milano’nun
60 km güneybatısında yeralan Piancenza
yerleşmesi bu kutulardan bir tane sipariş
vermiş bile; Milano’nun ev sahipliği yapacağı
EXPO 2015’de turistik bilgi ünitesi olarak
kullanılmak üzere kuruluma hazır. Şu sıralar,
bu firmanın, e-QBO ile Lübnan’daki turistik
bir otelde 200 metrekarelik bir iç mekan
yaratmak üzere olduğunu da ekleyelim.
Geçtiğimiz senelerde de benzer uygulamalar
görmüştük. ‘Reactive Sparks’ isimli çift
yüzeyli kübik bilgilendirme panoları Markus
Lerner tarafından tasarlanmıştı. Bu tasarımlar
Almanya Münih’teki aydınlatma firması
OSRAM ofisinin dış mekanına uygulanmıştı.
Bu bilgilendirme panoları, hemen yanından
akan trafik hakkında verileri toplayıp ve
bu verileri işleyip, sürücülere daha güvenli
bir sürüş sağlamak üzere LED ışıklar
aracılığıyla görsel olarak bilgilendirme
sağlıyordu. Örneğin, yol üzerinde seyreden
taşıt sayısı arttıkça, LED’lerin parlaklığı da
artıyordu. Berlin, Barselona ve Lizbon’da
bulunan ‘Liquid Space 2.1’ isimli dijital
mekanda ise, tasarımının bir parçası olan
yazılım ve elektronik sistemleri sayesinde
mekandaki kullanıcılar bu kentsel alanda
etkileşime geçebiliyordu. Kullanıcılar
4mx4x4m’lik bu mekan üzerinden kendi
ritim ve tarzlarını o mekanda sergileyip,
keyifli zaman geçirebiliyorlardı. Bunun
için, likit ile doldurulmuş büyük plastik
hortumlar, modüler çalışan bir sistem, ses
sistemi ve aydınlatma elemanları tasarımın
temel noktaları olarak kurgulanmıştı. ‘The
GS Caltex Pavilion’ isimli, Atelier Brückner
Studio tarafından tasarlanan, Güney Kore’de
yeralan EXPO 2012 pavyonu ise bir diğer
kamusal alan uygulaması. Doğadaki enerji
akışından esinlenen, rüzgarda süzülen 380
adet ışık yayan çubuk tıpkı gelecekteki bir
tarlayı tarifliyordu sanki. Dokunma duyarlı
bu mekan, kullanıcının hareketlerine göre
de tepki gösteriyordu. Sosyal etkileşim ve
paylaşım yaratma amaçlı yola çıkan bir
tasarım da, Aspect Studios mimarlık ofisi
tarafından tasarlanan ‘The Meeting Place’.
Kamusal mekan kullanıcılarının yönlenmesini
ve birbirlerini görmezden gelerek geçmelerini
engellemeyi amaçlayan tasarım, eğimli
sarı yüzeyleri sayesinde kentlileri daha da
yakınlaştırıyordu.
Hal böyle olunca geçmişin kamusal mekan
pratiklerini yavaş yavaş geride bırakıyoruz.
Kent yaşamında, sosyal olarak olmasa da
fiziksel olarak bir dönüşüm içinde olduğumuz
su götürmez bir gerçek. O filmlerde
gördüğümüz fütüristik tavrı, kent planlaması
ve mimarlık altında geçen günlük hayatta
daha çok deneyimleyeceğe benziyoruz
önümüzdeki yıllarda.
18
Onur Mengi
[email protected]
KİM, KİMİNLE,
NEREDE, NE YAPTI?
İyi tanıdığınız bir markayı düşünün. Bir de o çok sevdiğiniz tasarımcıyı… Keşke bir
araya gelseler dedikleriniz aslında bunu dönemlik de olsa, oldukça sık yapıyorlar.
Birçok tasarım alanında gerçekleşen
tasarımcı-marka işbirliği, sezonluk da
olsa, bir pazarlama taktiği olarak küresel
ölçekte büyük ses getirmeye devam ediyor.
Tıpkı geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya
bomba gibi düşen, Amerikalı ünlü tasarımcı
Alexander Wang’in, Instagram hesabı
üzerinden önümüzdeki sezon H&M ile
çalışacağını açıklaması gibi. Halihazırda
zaten almış başını gitmiş tüketim pratiklerini
bir de körükleyen bu işbirliklerine, kim
kiminle nerede ne yaptı sorusu ile bir
cevap arayalım dedik. Yalnızca moda değil,
ambalajdan iç mekan tasarımlarına kadar
farklı ölçeklerde karşımıza çıkan geçmiş
örneklere hızlıca bir bakalım.
H&M’in kreatif danışmanı Margareta van
den Bosch’a göre Alexander Wang moda
endüstrisinin bu dönemki en önemli
seslerinden. Ona göre Alexander, kimin
ne giymek istediğini çok iyi biliyor ve
bunu büyük bir enerji ve tutku ile yapıyor.
Markanın böyle bir tasarımcı ile çalışması
senenin en büyük tasarımcı-marka
işbirliği olarak gösteriliyor. Böylelikle
H&M’in müdavimlerinin, böylesine genç
bir tasarımcının yalnızca kıyafetlerinden
değil yaşam biçiminden ve yaratıcılığından
faydalanabileceği düşünülüyor. Her ne
kadar satış kaygısı olmayan bir markadan
bahsetsek de, marka değerini üst raflara
taşımanın bir aracı olarak bu işbirliğini iyi
bir ustalıkla yapıyor H&M. Daha önceki
senelerde de farklı isimler ile adından
söz ettiren markaya kimler uğramadı ki…
2004’te Karl Lagerfeld, 2007’de Roberto
Cavalli, 2008‘de Comme des Garçons,
2009’da Jimmy Choo koleksiyonunu H&M’e
taşıdı. En çok da 2011 yılındaki Versace for
H&M ses getirmişti. Geçtiğimiz senede ise,
Isabel Marant ile çalışan marka, Marant’ın
klasik Paris stiline sezonluk ev sahipliği
yapmıştı.
2013 senesinin diğer bombalarının
ise, UNIQLO ile biraraya gelen, Japon
markanın çağdaş yapısını 60’ların
nostaljik tasarımları ile birleştiren İngiliz
tasarımcı Celia Birtwell, Amerikan sokak
stili öncüsü ayakkabı markası Vans ile
farklı doku ve desenler çalışan Kenzo,
Topshop ile 90’ların başındaki Rock müziğe
ve Japon lolitalara öykünen Meadham
Kirchhoff, ve Damien Hirst’in 10. Yılı
şerefine bol kurukafalı, kelebekli fular ve
eşarp tasarımları ile Alexander McQueen
olduğunu iç rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Türkiye’den iyi bir örnek olarak ise
Hakan Yıldırım 2011-2012 Sonbahar-Kış
sezonunda Hakan Yıldırım for KOTON
Night&Day koleksiyonu var. Koton daha
önce de benzer bir açılımı moda tasarımcısı
Bora Aksu’yla yapmıştı. Bunların yanı sıra,
büyük markaların da işbirlikleri oldu. Olur
mu demeyin, bira markası Heineken’nın,
Japon denim markası Neighborhood ile bir
araya geldiğini gördük.
Yalnızca moda tasarımı değil, listeye bir
de diğer tasarım alanlarını ekleyelim.
Hong Kong’daki The Landmark Mandarin
Oriental Oteli’nin 5 çayını kim tasarladı
dersiniz? Marc Jacobs. Tasarımcının o çok
yakından bildiğimiz 1980’lerin anlayışı ile
harmanlanmış punk Lindy çanta tasarımları,
bu çay setinin en önemli parçası. Jacobs
lüksüne ve meşhur çantasına dair birçok
tasarım detayını bu set üzerinden okumak
mümkün. Diğer taraftan, Method isimli
sıvı sabunları bilmeyen yoktur herhalde.
Sade ambalaj tasarımları ile örnek teşkil
eden marka, 2012’de Londra’nın ünlü
moda tasarımcısı Orla Kiely’nin kendine
has grafik tasarımları ile buluşunca, ortaya
albenisi yüksek, her eve lazım ambalajlar
çıkmıştı. Benzer bir ambalaj tasarımını
2010’da, içme suyu markası Evian, Issey
Miyake ile yapmıştı. Paket tasarımından
mekana geçişte, Fransız tasarımcı Christian
Lacroix’nın, Paris’teki the Hôtel du Continent
için yılın ilk aylarında tamamladığı iç
mekan tasarımlarını ise atlamayalım.
Otelin her bir katını, farklı kıtalarda yeralan
farklı kültürlere göre tasarlayan Lacroix,
yalnızca kültürel somut ve görsel öğelere
yaptığı vurguyla değil, aynı zamanda
yaşam pratiklerine yaptığı göndermeler ile
şimdilerde bu işin en başarılılarından biri
olarak gösteriliyor.
Peki, önümüzdeki günlerde bizi ne mi
bekliyor? Lüks tüketim markasının önemli
temsilcisi Porsche Design ve çok yakında
tanıdığımız spor markası Adidas’ın işbirliği
ile geliştirilen Adidas Porsche Design
Sport. İlkbahar/Yaz 2014 Koleksiyonu ile
karşımıza ilk çıkacak ikili. Golf, koşu ve gym
kategorilerine katılan yeni erkek kategorisi
“Elements” altında sunulacak tasarımlar,
doğa yürüyüşü, patika koşusu ve yürüyüş
gibi açık hava sporları için konforlu ve
nefes alabilen kıyafetlerden oluşacak.
Söylemeden geçmemek gerek.
MAYIS/2014
19
Bikem de Montebello
[email protected]
LÜKSÜN ÖN KOŞULU: TASARIM
Bulgari, Cartier, Tiffany ya da bir başkası... Lüksün tarihini yazan markaların hepsinin
ortak bir özelliği var: Tasarım. Elizabeth Taylor boş yere “sadece üç kelime İtalyanca
bilirim, Bulgari Bulgari Bulgari” dememiş.
Kimse isimsiz bir pırltantadan bahsetmiyor
ve mücehverler aslında onları yaratan marka
ve tasarımcılarla ölümsüzleşiyor. Ancak
çok değerli taşların, onları taçlandıran
tasarımlardan bağımsız çok uzun bir
ömrü var. Örneğin Hindistan’da bir Buda
heykelinin gözünden koparılıp Avrupa’ya
getirilen 69 karatlık mavi “Hope” elması,
14. Louis’nin göğsünde, Marie Antoinette’in
boynunda ve II. Abdülhamid’in hazinesinde
yer aldıktan sonra bugün hayatını
Washington Smithsonian Müzesi’nde
sürdürüyor. Keza Topkapı’nın medar-ı
iftiharı Kaşıkçı Elması ya da dünyanın en
büyük elmasları Kuh-i Nur ve Derya-i Nur’un
hikayelerine de değinebiliriz.
En güzel taşların kaynağı, aynı zamanda
5000 yıllık bir mücehver işçiliği geleneğine
sahip Hindistan’dan 19.yüzyıl itibariyle
neden maharacalar çıkıp tüm değerli
taşlarını toparlayıp Avrupa’lı mücehvercilere
getirmiş? Neden bugün en pahalı
mücehverler için Bulgari’ler, Cartier’ler,
Van Cleef’lerden bahsediyoruz? Van Cleef
& Arpels’ın iletişim ve pazarlama müdürü
Jean Bienaymé bunun sırrının “Maison”ların
kendine özgü stili, sofistikasyonu , eşsiz
tasarımları ve tartışmasız işçiliği olduğunu
söylüyor. Ne de olsa kendileri, 1933‘te “Serti
Mystérieux”nün, yani taşların, montürleri
gözükmeyecek şekilde yerleştirilmesi
tekniğini bulan “Maison” değil mi? Van
Cleef deyince aklımıza kesin bir tarz, periler,
çiçekler, böcekler ve 40 yıldır gündemden
düşmeyen “Alhambra” modelinin birçok
versiyonu gelmiyor mu?
1900’lerin başında pırlantaları platin ayağa
yerleştiren ve mücehvere inanılmaz bir
incelik, hafiflik ve esneklik getiren marka
ise Cartier. Bu tiaralar Stella Mc Cartney’nin
2012’deki seçimi olacak kadar hala modern.
Louis Cartier’nin, zamanı için çok öncü,
günlük kullanım için yarattığı, iç içe geçen
bir pembe, beyaz ve sarı altın halkadan
oluşan Trinity modelini bilmeyenimiz var
mı? Cartier 1924’ ten beri bu modeli gerek
pırlantalısı gerek değişik versiyonlarıyla
sürekli gündemde tutuyor. Panter ise
gözümüzü kapayıp sayabileceğimiz bir diğer
Cartier ikonu. 1949 yılı doğum tarihli ve
Windsor Düşesi tarafından anında adapte
edilen bu tüyleri beyaz, gözleri sarı pırlanta,
benekleri ise safirden panter günümüzde
hala Cartier’nin sembolü.
Özetle tasarımlarının özelliği, kişiliği
olmayan, bir inovasyona imza atmamış
lüks markası olamaz.
Örnekleri çoğaltmak mümkün: İtalyanlar’ın
en asil mücehver markası Buccelatti’nin
fırçalı altın takılarını, tül dantel içine
pırlantalı yüzüklerini başka kimse yapamaz.
Chopard deyince, kaygısız ve özgür boşlukta
sallanan “Happy diamonds” pırlantalar,
Bulgari deyince mücehveri klasik bir gece
aksesuarı olmaktan çıkartıp modern kadının
günlük kullanımına uyarlayan rengarenk, iri,
kaboşon kesimli taşlar akla gelir.
Esas işleri pırlanta olanlar ise farkı taş
kalitesinde arıyor, damgasını taşın kendine
vuruyor. Graff, pırlantaların üstüne
mikroskopik inisiyallerini yerleştirirken,
bugün başında ailenin 14. kuşağının
bulunduğu 1613’den beri saray mücehvercisi
Mellerio, ‘’ Mellerio cut “ adı altında 57
fasetli bir elips içine oval yerleştirerek kendi
pırlanta kesimini yaratmış durumda.
Louis Vuitton’un da yüksek mücehver
pazarına girdiğinde, yaptığı ilk işlerden biri
monogramındaki çiçeklerden esinlenen
61 ve 77 faset arasında değişen kendine
özgü bir pırlanta kesimi geliştirip onu
patentlemesi oldu.
Vuitton’un tasarımcısı ise, aynı zamanda
kendi markasını çalışan Lorenz Baumer.
Şimdiden Vendôme meydanında en
prestijli yüzyıllık mücehvercilerin yanında
yerini alan ve kendini bir mimar, bahçıvan
ve şair olarak tanımlayan Baumer, eğer
günümüzün en pahalı ve gözde mücehver
markaları arasına girdiyse bundaki en büyük
faktör tasarımlarının son derece özgün ve
teknik olarak zorlayıcı oluşu. Neler yok ki?
Yaprağını açtığınızda içinden boynunuza
asabileceğiniz ufak bir örümcek çıkan,
etobur çiçeklerden broşlar, kanatları açılan
ve içine parfüm sıkabileceğiniz skarabeler,
inanılmaz güzellikte bir barok inciden oluşan
gövdesiyle yavaş yavaş süzülen denizatları,
pembe pırlantalı deniz kestanesi ya da
birbirinden güzel renkli taşlardan oluşan
meyve sepeti misali yüzükler…
Lüks’ün değişik tanımlamaları ve birçok
değişik tipi olsa da, herkesin birleştiği
nokta bir lüks markasının lüks sayılabilmesi
için, yüksek kaliteli, yüksek fiyatlı, estetik
zevkimizi okşayan ürünler yaratması,
tarihi ve kökleriyle kendine has bir dünya
kurarak bizleri özendirmesi, bizlere hayal
kurdurabilmesi.
Bu yol ise kendine özgü bir tasarım stilini
zaman içinde geliştirmesinden geçer.
Taşlar ise her ne kadar değerliyse de onları
eşsiz işçilikleri ve tasarımlarıyla neredeyse
bir sanat eserine dönüştürenler markalar ve
tasarımcılarıdır.
20
Dilek Himam
[email protected]
SADUN ERSİN’İN İZLERİ...
TBMM’nin ilk mobilyalarından müzik enstrümanlarına geniş bir yelpazede
tasarım çalışmalarına imza atan Sadun Ersin’in eserlerinden oluşan İz Sergisi
İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde görülebilir.
1930 İstanbul doğumlu Sadun Ersin, Türk
tasarım tarihinde ve tasarım eğitiminde
birçok ilke imza atmış bir isim. Özellikle
içmimarlık alanında mesleğe ilişkin pek
çok yeniliği Türkiye’ye getiren Ersin
sadece tasarımcı kimliği ile tanınmıyor.
O aynı zamanda heykeltıraş, ressam,
müzisyen, tiyatro sahne tasarımcısı ve
akademisyen olarak da yaşam serüvenini
başarılı ve öncül işlerle doldurmuş bir
isim.
Ülkemizdeki tiyatro dekorlarının
kurulmasına öncülük etmiş olan Ersin,
meslekle ilgili pek çok alana isim
babalığı yapmış. Bugün tasarım eğitimi
terminolojisindeki birçok isim ve kavram
da Ersin tarafından dilimize kazandırılmış.
TBMM’nin ilk mobilyalarını yarışma
birincisi olarak tasarlamış biri olmasının
yanı sıra çocukluğundan beri sanat içinde
yoğrulduğunu belirten Ersin müzik aletleri
tasarımları ile de biliniyor. Bunlardan en
çok bilineni ise kendi yaptığı ve icrasını
da yaptığı santur aleti. 1945 yılında
yetenek sınavı ile girdiği Akademi yılları
sırasında müziğe olan ilgisi de ortaya
çıkınca müzik yapmak dışında müzik
aletlerinin tasarımıyla da ilgileniyor. Ersin,
1953-54 yılları arasında Roma Mimarlık
Fakültesi’nde iç imarlık, dekorasyon ve
tiyatro dekorları konusunda uzmanlık
eğitimi alıyor. İtalya’dan dönünce
Akademi’nin İçmimarlık bölümünde
asistan olarak göreve başlıyor. 1975
Ekim’inde Akademi Başkanı seçildikten
sonra günümüz tasarım ve sanat
eğitiminin sağlam temellere oturtulması,
kültürel eylemlerin yoğunlaştırılması için
ömrünü mesleğine adamış bir isim.
Sadun Ersin, kendi tasarım ve sanat
hayatına yönelik “İZ”ler başlığı altında
bir seminer ve sergi ile 16 Nisan 2014
tarihinde “Talking Interiors: İç Mekanları
Konuşmak Seminer Serisi” ve “İçmimarlık
ve Çevre Tasarımında Uygulamalı Atölye
II” dersi kapsamında İzmir Ekonomi
Üniversitesi, İçmimarlık ve Çevre Tasarımı
Bölümü’nün konuğu oldu. İçmimarlık
ve Çevre Tasarımı Bölüm Başkanı Doç.
Dr. Deniz Hasırcı ve Güzel Sanatlar ve
Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ender
Yazgan Bulgun ’un açılış konuşmalarını
yaptığı etkinlikte Ersin, kendi öğrencilik
yıllarındaki içmimarlık eğitimini ve
1950’lerden itibaren Türkiye’de içmimarlık
eğitiminin şekillenmesine olan katkılarını
aktardı. Profesyonel hayatta başarı
ile tamamladığı projelerini detaylı bir
şekilde açıklayan Sadun Ersin, semineri
öğrencilerin sorularına verdiği cevaplar ile
tamamladı.
Sergiyi oluşturan görseller, (DATUM)
Dokümantasyon ve Arşivleme Türkiye’deki
Modern Mobilya Tasarımı başlıklı, Bilimsel
Araştırma Projesi kapsamında oluşturuldu.
Sergiyi oluşturan proje ekibinde araştırma
ve koordinasyon Doç. Dr. Deniz Hasırcı,
Yard. Doç. Dr. Zeynep Tuna Ultav, Araş.
Gör. Seren Borvalı ve Araş. Gör. Hande
Atmaca tarafından yapıldı. Ali İnceoğlu,
Edip Çakır ve Ersan Çeliktaş etkinliğe
fotoğraflarıyla katkıda bulundular. Sadun
Ersin’e ait paftalar Buse Buluç, M. Cüneyt
Danacı, Merve Çelebi, Özhan Gül, Sinem
Yaralı adlı öğrencilerin çalışmaları
sonucu ortaya çıktı. Sergi hazırlığında
ise Batu Akın, Elif Tekcan, Emre Bayındır,
Eser Sivri, Ezgi Uysal, İpek Kaştaş, Nazlı
Dinmez, Onur İşgüzerer, Ünal Çiçek,
Yasemin Albayrak’tan oluşan oldukça
kalabalık bir ekip yer aldı. Sergiye,
İçmimarlar Odası İzmir Şubesi, sektörden
ve dönemin mobilya tasarımcıları,
dönemin içmimarları, şehir içi ve dışı
üniversitelerden öğretim elemanları
ve öğrenciler, tasarımcı, sanatçı ve
müzisyenler de katıldı. Seminerin
ardından Sadun Ersin’in 1950’lerden
günümüze gelen, çok zengin arşivinden
derlenen projelerinden ve el çizimlerinden
oluşan sergisinin açılışı gerçekleşti.
Sadun Ersin’in kariyerinin çok önemli
çalışmalarına tanık olabileceğiniz sergisi,
İzmir Ekonomi Üniversitesi İçmimarlık ve
Çevre Tasarımı Bölümü’nün ev sahipliğiyle
D Blok Çok Amaçlı Sergi Salonu’nda 16
Nisan - 2 Mayıs 2014 tarihleri arasında
açık kalacak.
MAYIS/2014
21
Beste Sabır
[email protected]
ALTERNATİF EĞİTİM
MÜMKÜN!
Okul her zaman dersliklere bölünmek zorunda değil. Tüm sıralar öğretmen masasına
odaklanmasa da olur. Alternatif eğitim sistemlerini incelerken Radikal Mimarlık akımı
üyelerinin geliştirdiği anti-akademik sistem Global Tools’a da bakmakta fayda var.
Dikey -tepeden aşağıya- bir eğitim
sisteminin yanı sıra yatayda yayılan birçok
alternatif sistem mevcut. Sadece giriş
kapısı olan, içinde başka hiçbir kapının
olmadığı, öğrencilerin geçirgen, esnek,
etkileşimli bir sistemle öğrenip üreterek
paylaştıkları okulların sayısı dünyada
gittikçe artıyor.
Öğrenmek için sadece bir tek yol yok.
Alternatif eğitimin tarihsel sürecine
baktığımız zaman; ana akım eğitime bir
karşı çıkış niteliğindeki Rousseau’nın
doğacı yaklaşımı, Tolstoy’un Iasnaia
Poliana okulu, Özgür okul, Ev okulu,
Sudbury Valley okulları, Waldorf okulları
gibi örnekler karşımıza çıkıyor. Son
dönemde Türkiye’de “Başka Bir Okul
Mümkün” Derneği, yaratıcı projeler
geliştirmeye devam ediyor.
Başka Bir Okul’un projelerinden biri,
Bodrum’da 2013’te açılan Mutlu Keçi
İlkokulu. Yeşil Okullar Ağı (The Green
Schools Alliance) üyesi olan ve alternatif
bir eğitim veren okul, çocukları merkeze
koyarken ekolojik bir farkındalık yaratmayı
amaçlıyor. Başka Bir Okul Mümkün Derneği
çalışmaları Bodrum’un ardından Ankara,
İzmir ve Kaş’ta da projeler üreterek devam
ediyor. Bali’deki Green School bütünsel ve
öğrenci-merkezli bir diğer örnek. Okulun
konumlandığı çevrenin de katkısıyla
öğrenciler yaratıcı, yenilikçi bir sürecin
içinden geçiyorlar.
Waldorf Okulları’nın temelinde ise
çocukluğun ilk yedi yılının, hayatın
bütününü belirlediğinden yola çıkan
Waldorf pedagojisi bulunuyor. Sistem,
çocuğu birey olarak görüp yaratıcılığını,
öğrenme yeteneğini, düş gücünü, iradesini
ve iyimserliğini destekleyen, bütüncül bir
eğitim tasarımını savunuyor. Bir Afrika
atasözüyle ifade edilen “otlar çekince daha
hızlı uzamaz” bakış açısından hareket
eden Waldorf pedagojisi, “her şeyi kendi
zamanında yapma” görüşüne odaklanıyor.
Buna göre çocukların okullaşma yaşının
takvime bakılarak belirlenemeyeceğini,
aksine çocukların bedensel, ruhsal,
zihinsel sağlığı ve bireysel gelişimine önem
verilmesi gerektiğini savunuyor. Eğitim
felsefesinde ayrıca baskı ve ezber bilgiler
reddedilirken, bunların yerine çocukların
doğa ile iç içe, ritmik gündelik yaşam
içerisinde hayatı öğrenmesi hedefleniyor.
Rudolf Steiner tarafından oluşturulan
ve 1919 yılında Almanya’da açılan ilk
Waldorf okulu metodu, bütün dünyaya
yayıldı. Steiner, çocuğu akıl, kalp ve ruh
unsurlarının bütünü olarak ele alıyor ve
çocuğu eğitirken bu unsurları beslemek
gerektiğini savunuyor. Bugün Waldorf
pedagojisini uygulayan 80 ülke, 1000
civarında yuva, ilkokul, lise ve hatta
üniversite bulunuyor.
Tüm bu konunun paralelinde Mart ayında
SALT Beyoğlu’nda gerçekleşen “Global
Tools 1973-1975: Bir Tasarım Ekolojisine
Doğru” sergisi ve paralelindeki etkinlikler
süresince benzer konular sorgulanıyordu.
1973’te İtalya’da Radikal Mimarlık hareketi
öncüleri tarafından geliştirilen multidisipliner tasarım eğitim programı Global
Tools ekibi üyeleri de okul olmayan bir
okulun programını tasarlama peşindelerdi.
Okullarda yürütülen anti-söylemsel
projelerden, çizim ve modellerden öte;
doğaçlama, zanaat, performans gibi
konulardan bahsediyorlardı. Bu paralelde
onlara göre mimari proje; tinsel, cisimsiz
(immaterial) de olabilir, bir dergi, bir fikir,
bir deneyim ya da bir durum olabilirdi.
Radikal Mimarlık akımının üyeleri (Anrea
Branzi, Ettore Sottsass vb), İtalyan
avangardı üyeleri, CasaBella gibi dergiler,
Arte Povera ve kavramsal sanatçılardan
Franco Vaccari, German Ocheland’ın
da içinde bulunduğu bu geniş grup,
manifestolarını birleştirip tüm antiakademik fikirlerini ortaya koyarak bu
eğitim sistemini geliştirdiler. Ülkedeki
konservatif eğitim tipolojisinin yanı sıra
dönemin ekonomik ve politik koşullarına
karşı inşa edilen bu anti-akademik sistem
paralelinde mimarlık ve politika ilişkisinin
altı çiziliyordu. Global Tools programı;
beden (bedenin limitlerini ve çevre
ilişkilerini araştırmak), iletişim (deneysel
bir şekilde mekanla iletişim kurmak), teori,
inşaat ve hayatta kalma gibi beş bölümden
oluşuyor. Dönemin zor sosyal koşullarına
bir cevap olarak geliştirilen Global Tools
metodolojisi, bir anlamda bölgesel olmayan
(un-territorial) bir proje. Yaşamanın,
hayatta kalmanın anlamını sorguluyor,
binaları giydirmek üzerine düşünceler
geliştiriyor, bedenin limitlerini sorguluyor.
Hepsinden ötesi bunları anti-akademik bir
düzlemde yapma çabası içinde.
Fakat ekibin üyelerinin parçalanması ile
Global Tools’tan günümüze değen somut
bir üretim yok. Bununla birlikte, dönemi
için erken ve öncü düşünceleri günümüz
koşullarına altlık oluşturup ilişki kurabilecek
birçok köke sahip. Cisimsiz ve tinsel kalmayı
tercih eden grubun eğitime olan yaklaşımı,
günümüz eğitim mekanlarının ve sisteminin
gelişimi ve izleyeceği yol için birçok önemli
temel fikir sunuyor.
Bütün alternatif eğitim metotları, farklı
tür öğrenme mekanlarını beraberinde
getiriyor. Okulun formu, seçilen malzemeler,
hacimler, çevre ilişkileri, konum gibi
noktalar tüm bu deneyimsel sürecin
tamamlayıcı parçaları. Eğitimin enformal
hali mekana nasıl yansır? Alternatif eğitimin
mekanları nasıl olmalıdır? Öğrenciler
bilgi almak-tüketmek yerine üretken bir
şekilde mekansal anlamda bu süreçte nasıl
konumlanabilirler? Artık Neufert’in mimari
mekan gereksinimlerinden, kalıp ölçülerden,
düşüncelerden uzaklaşıp daha tinsel olanın,
anlık durumların, iletişimin, paylaşmanın,
keşfetmenin izini sürme vaktidir.
22
Bahar Aksel
[email protected]
BİR AÇIK ALAN KULLANIMI
OLARAK PİKNİK
Kentin açık alanlarını çok daha fazla kullanmaya başladığımız şu günlerde
çevremize farklı bir gözle bakıp, kendi ihtiyaçlarımızı ve mekanların özelliklerini
düşünerek orijinal fikirler ve yaklaşımlar geliştirmeye çalışabiliriz.
Sonunda havalar ısındı, bahar geldi ve tüm
kışı apartmanlarda, ofis binalarında, araçların
içinde geçiren kentliler kendilerini sokaklara,
parklara attılar. Açık alanlara hasret büyük
kentlerde daha yoğun görülmekle birlikte
bir açık alan kullanım hali olarak piknik
toplumumuzda çok önemli bir yere sahip.
1800’lerin ikinci yarısından sonra Avrupa’da
popüler hale gelen piknik güzel bir park,
peyzaj içinde, açık havada, genellikle soğuk
yiyecekler ile yapılan yeme ve vakit geçirme
eylemi olarak tanımlanıyor. Piknik sırasında
aynı zamanda yemek pişirme durumu varsa
bu durumda mangal/barbekü yapmak olarak
adlandırılıyor. Kalabalık gruplar halinde
hazırlıklar yapılıp, birlikte eğlenildiği, çeşitli
oyunlar oynandığı örnekler de mevcut.
Avrupa’da popüler olmasının ardından sanat
eserlerinde de yerini alan piknik, Osmanlı
İstanbul’unda Mesire’ye çıkmak olarak
adlandırılmakta ve popülerliği Lale devrine
kadar dayanmakta. 1850’lerde İstanbul’un
en popüler mesire yerleri Kağıthane, Beykoz
ve Veliefendi çayırları ile Fener Bahçesi.
Zaman içinde kalabalıklaşan ve yapılaşan
kent modern planlama ilkeleri ile şekillenirken
piknik ve mangal konusunda toplumun ilgisi
devam etmektedir.
1985 tarihli Planlı Alanlar Tip İmar
Yönetmeliği piknik alanlarını kentin yeşil
alanlar sistemi içinde tanımlamakla birlikte,
“Piknik ve eğlence (rekreasyon) alanları” adı
ile yeni bir alt başlık oluşturarak yapılanma
koşulları konusunda “Kentin açık ve yeşil
alan ihtiyacı başta olmak üzere, kent
içinde ve çevresinde günü birlik kullanıma
yönelik ve imar planı kararı ile belirlenmiş;
eğlence, dinlenme, piknik ihtiyaçlarının
karşılanabileceği lokanta, gazino, kahvehane,
çay bahçesi, büfe, otopark gibi kullanımlar ile,
tenis, yüzme, mini golf, otokros gibi her tür
sportif faaliyetlerin yer alabileceği alanlardır.
Bu alanda yapılacak yapıların emsali (0,05)
i, kat adedi 2’yi, asma katlı yapılarda (9.30)
m.yi, asma katsız yapılarda (8,30) m.yi
geçemez.” hükümlerini getirmekte.
üreterek otoban kenarında bulunan refüjlerde
açık hava ihtiyacını giderip, mangal ve piknik
yapmakta.
5 Mart 2013 tarihli ve 28578 sayılı resmi
gazetede yayınlanan Mesire Yerleri
Yönetmeliği Türkiye’de mesire yeri
olarak tanımlanan alanların barındıracağı
kullanımları, yapı tiplerini ve kiralanma
koşullarını tanımlamakta.
Özelllikle piknik alanı olarak tanımlanan
bölgelerde peyzaj düzenlemesi ve kentsel
tasarım detay projeleri kullanıcıların
konforunu ve çevrenin kalitesini düşünülerek
piknik alanlarını düzenlemekte. Belirli
mesafelerde piknik masaları yerleştirmekte,
çöp kutuları, gerektiğinde küçük lavabolar ve
mangal yakma alanları tanımlamakta.
Günümüzde İstanbul’un Kuzey Ormanları
içinde tanımlanan mesire yerleri, Bentler
bölgesinde yer alan kimi boş alanlar ile
sahillerde yer alan kıyı banları özellikle en
popüler piknik ve mangal alanları haline
gelmiş. Yapılaşmanın içinde kalan az
sayıdaki yeşil alan ve parklar da bu amaçla
kullanılabilmekte. Yeşil alan konusunda en
yetersiz ilçelerde ise halk kendi çözümünü
Toplumsal olarak en sevdiğimiz dış mekan
etkinliklerinin başında yer alan piknik ve
mangal konusunda standart düzenlemeler
dışında kentsel tasarım ölçeğinde alternatif
tasarım yaklaşımları arandığında ne yazık
ki İstanbul’a ya da Türkiye’ye özgü çok fazla
yaklaşım üretildiği söylenemez. Kullanılan
ürün grupları açısından düşünüldüğünde
ise büyük alışveriş zincirlerinin yurtdışından
getirdiği masa, sandalye, piknik sepeti,
güneşlik vb ürünler piyasayı oluşturmakta.
Özgün ürün olarak akla tek gelen ise Can
Yalman (2004) tasarımı Pic:Nic (6 kişilik
piknik seti).
Kentin açık alanlarını çok daha fazla
kullanmaya başladığımız şu günlerde
çevremize farklı bir gözle bakıp, kendi
ihtiyaçlarımızı ve mekanların özelliklerini
düşünerek orijinal fikirler ve yaklaşımlar
geliştirmeye çalışabiliriz. Pratik ihtiyaçlardan
doğan anlık kullanıcı çözümlerinin tespit
edilmesi bile kullanılan mekanların
kalitelerinin gelişmesinde çok önemli role
sahip olabilir.
MAYIS/2014
Yarışma
Hikayeleri
Arkitera Mimarlık
Merkezi’nin daha iyi
projeler ve daha nitelikli
bir fiziksel çevre için
yerel idarelerle kamu ve
özel sektör kurumlarına
yaptığı ‘Yarışmayla Yap’
çağrısı, Seranit Yapı Grubu
sponsorluğunda hayat
buluyor. Proje kapsamında
her yıl çeşitli üniversitelerle
işbirliği halinde farklı
temalarla düzenlenmesi
planlanan ‘’Yarışmalar ve
Mimarlık Sempozyumu’’
7 Mayıs 2013’te İstanbul
Teknik Üniversitesi
Taşkışla Kampüsü’nde
gerçekleştirilecek. Türk
mimarisinin geçmiş
yarışma hikayelerinin ele
alınacağı sempozyum,
bir düşünce üretme
platformu oluşturarak
mimarlıkta yarışma
ortamının canlanmasına
ve gelişmesine katkıda
bulunmayı amaçlıyor.
Yapı Fuarı
Başlıyor
‘Yapı Fuarı- Turkeybuild
İstanbul 6-10 Mayıs 2014
tarihleri arasında TÜYAP’ta
düzenlenecek. Fuar, konuk
ülke olarak Güney Kore’yi
ağırlayacak. Güney Kore ile
Türkiye’nin özellikle yurtdışı
müteahhitlik sektöründe
toplamda yılda yaklaşık
100 milyar dolarlık işbirliği
yapabilecekleri belirtiliyor.
Türk yapı sektörünün ve
bölgenin en büyük yapı
fuarlarından biri olan
‘Turkeybuild’de bin 150
firma ürünlerini tanıtmak için
yerini alacak. Fuarı 111 binin
üstünde katılımcının ziyaret
etmesi bekleniyor. 23
Tasarıma
Türk İmzası
Ambalaj
Tasarımı
Plastik ve Metal Ambalaj
Tasarım Yarışması’nın amacı
Plastik ve Metal ambalaj
sektörlerinde yenilikçi
fikirleri desteklemek,
profesyonel ve Öğrenci
tasarımcıların Ambalaj
sektörüne olan ilgisini
artırmak ve sektörle
buluşturmak, ülkemiz
ihracatçı firmalarının dünya
piyasalarında rekabet gücünü
artıracak, katma değeri
yüksek, özgün ve modern
ürünlerin tasarlanmasına
zemin hazırlamak. Jürisinde;
Murat Akyüz, Pelin Karadeniz,
Özge Yavuz, Selçuk Kamil Yarangümelioğlu, Aslan
Kilic, Arslan Özbiçer, Çınar
Narter, Orhan Irmak, Serhan
Güzelderen, Ayberk Yağız,
Ali Bakova, Hazel MacMillan
gibi isimlerin bulunduğu
yarışmanın son başvuru tarihi
16 Mayıs 2014.
Türk Jüri
C&A’nın bu yıl ikincisini
düzenlediği ‘Re-Imagine
Tasarım Yarışması’
başladı. Bu yılki yarışmada
aralarında Niyazi Erdoğan’ın
da bulunduğu 8 tasarımcı, 173 yıllık
tasarım tarihini yeniden
yorumlayacak. C&A’nın
Düsseldorf mağazasında
gerçekleştirilen lansman
etkinliğiyle başlayan
tasarım yolculuğunun her
aşaması, www.facebook.
canda.com adresinden takip
edilebilecek.
Serap Alp
İtalya’nın Milano kentinde
2010 yılından itibaren
düzenlenen ve dünyanın
en kapsamlı tasarım
yarışmaları arasında yer alan
A’ Design Award Tasarım
Ödülleri bu yıl da sahiplerini
buldu. Uluslararası alanda
208 ülkeden 12,000’in
üzerinde katılımın
gerçekleştiği yarışmada,
kazanan tasarımcılar
listesinin başında ise bir
Türk tasarımcı yer alıyor.
Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’yi
dünya sıralamasında
ikinciliğe taşıyan ekibi ile
Dr. Hakan Gürsu, bu yıl 15
ödül birden kazanarak “En
çok ödül alan tasarımcı”
unvanını korudu.
[email protected]
Feyz’de Tersine
Yürüyüş
Anadolu Üniversitesi
Tasarım Kulübü’nün bu yıl
ikincisini gerçekleştireceği
FEYZ, “Bu Terslikte Bir İş
Var!” ana başlığı ile 2-34 Mayıs 2014 tarihlerinde
yapılıyor. Konuşmacı olarak;
reklamcılık, tasarım ve
sanat dünyasından Yılmaz
Zenger, Haluk Mesci, Ferdi
Alıcı, Kağan İşmen, Serkan
Güneş, Aren Kurtgözü,
Can Kazaz, Damla Özlüer,
Ömer Durmaz gibi isimlerin
yanında TAK, Avareler,
Awesome Broduction
gibi genç, yenilikçi ya da
deneysel grup ve ajansların
da katılacağı FEYZ, bu yıl
altı oturum ve bir tasarım
yürüyüşü ile gerçekleşiyor.
Eskişehir’in ilk tasarım
yürüyüşü “Tersine Yürüyüş”
başlığıyla hayata geçiyor.
Moda
Konferansı
The Woolmark Company ünlü
moda yazarı ve
tarihçisi Colin McDowell ile
İtalyan modasının gözde
tasarımcısı Antonio Berardi’yi
İstanbul’da bir araya
getirecek. Türkiye Giyim
ve Sanayiciler Derneği’nin
(TGSD) öncülüğünde bu
yıl 7’ncisi düzenlenecek
olan Moda Konferansı,
8-9 Mayıs tarihlerinde
gerçekleştirilecek. Nicole
Kidman, Cate Blanchette,
Amy Adams, Madonna, Anne
Hathaway, Zoe Saldana,
Beyonce, Diane Kruger,
Kate Hudson and Rosie
Huntington Whitely gibi
Hollywood oyuncuların
takip ettiği Berardi, Moda
Konferansı’nda yeni tür
kumaşlar ve tasarımlarında
dikkat ettiği noktaları
katılımcılara aktaracak.
Logo
Yarışması
Aydın İl Halk
Kütüphanesi’nin ülkemizde
ve dünyada tanıtılması ve
bilinirliğinin artırılması
amaçlarına yönelik
olarak anlaşılabilir,
özgün, estetik ve akılda
kalıcı bir şekilde temsil
edecek bir logonun özgün
tasarımı amacıyla yapılan
yarışmada, sonuçlar
açıklandı. Birincilik; Özgür
Özak, İkincilik; Zeynep
Çoruh, Üçüncülük; Sinan
Ekrem Saraç. Birinciliği alan
logo kullanılmaya başladı.
Seramik
Tasarımı
Zeki Yurtbay Tasarım
Yarışması’nın amacı
Seramik sektörü alanında
tasarımın önemini
vurgulamak, genç
tasarımcıları desteklemek
ve seramik sektörüne
teşvik edip, başarılı
tasarımları ödüllendirmek.
Tasarımların son teslim
tarihi 1 Temmuz 2014 olan
yarışma, üniversitelerin
Endüstri Ürünleri Tasarımı
ve Seramik Tasarımı
bölümünden 2. , 3. ve 4.
sınıf öğrencilerine açık.
Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi
Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur,
Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan
Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre
Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale
Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95
[email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.
www.kaletasarimmerkezi.com

Benzer belgeler