pdf olarak indirmek için tıklayınız

Transkript

pdf olarak indirmek için tıklayınız
Söz: Şenol Göka
Beste - Solist: Kerem Demircioğlu
Düzenleme: Murat Tunalı
Tulum: Volkan Arslan
Supervisor: Amber Türkmen
Şenol GÖKA
TRT Genel Müdürü
BİR BÜTÜNÜN İKİ FARKLI GÖRÜNTÜSÜ İNSAN VE MEKÂN
Mekân "olmak" tan türeyerek, varoluşu anlatıyor. İnsan da ünsiyeti; varoluşun temeliyle yakınlığı,
uyumu ya da nisyanı; yani unutabilen ilk varlık olarak, varoluşu unutmayı...
İster yalnızca insan ve kapladığı alan, ister kâinat, madde ya da mana nasıl ele alınırsa alınsın, mekânla
insan arasında derin bir bağ vardır. Mekân "kevn" den geliyor. Kevn, olmak demek. İnsanla mekân
arasında "olmak" kadar önemli bir bağ var. Tarihin bütün dönemlerindeki mekân düzenlemelerinde
bu bağ gözetilmiş. Yeni adına, bu bağı görmezden gelmek ve insanı mekândan ayrı düşünmek
anlamsız… "Sen kendini küçük bir cisim sanma, sende bir âlem gizlidir" diyor Hz. Ali. Görülebilirse âlem
insandır, insan da âlem. Tarih sahnesinde yer alan bütün uygarlıklar, hayatı anlamak ve anlamlandırmak
için bu derin bağı gözetmişler.
İnsan içinde bulunduğu mekân ile sürekli bir etkileşim halinde olup, içinde bulunduğu mekânı
duyular yoluyla algılar. Bu algılar bilgi ve tecrübelerden yararlanarak yorumlanıyor elbette. Algılamanın
büyük bir kısmını, görme duyusu kaynaklı görsel algı oluşturmaktadır. Biçim, renk, malzeme, doku
ve ışık kavramları ise mekândaki görsel algıyı etkileyen tasarım ögeleridir. Görsel algılamanın dışında
“boyutsal, ısısal ve işitsel” algı çeşitleri de mekânı algılamamızda rol oynuyorlar. İnsanın yapay çevresi ile
uyumu, dış fiziksel uyarılara karşı tepki göstererek biyolojik, fizyolojik ve psikolojik bir denge kurması ile
mümkün olabiliyor.
Mekân ve insan arasındaki bu güçlü bağ, insana dair tüm alanları kapsamakla birlikte kültür ve
sanatın içerisinde de oldukça ehemmiyet kazanıyor. Özellikle de sanatın en önemli dallarından biri
olan müziği ele alacak olursak; müziğin icra edildiği mekânlar, konser salonları, çeşitli sahneler, kayıt
stüdyoları ve tüm alanlarda müziğin doğru dinlenmesi, belirli teknik şartların gerçekleştirilebilmesiyle
mümkün olmaktadır. Müzik dinleme alanlarının özel bir akustik tasarıma ihtiyacı olduğu aşikârdır.
Yapılan tüm tasarımın temel unsuru dinleyici ve dinleyiciler bölgesine ses sinyalinin eksiksiz
ulaşmasının sağlanmasıdır. Aksi halde mekânların akustik karakterleri; dinleme noktası ve ses sistemi
yerleşimi açısından, üretilen sesin, kulağa gelene kadar izlediği yolda ciddi kalite kayıplarına neden
olabilmektedir.
Mimari algının şekillenmesinde, bazen duyulan müzik esin kaynağı olabileceği gibi bazen de müzik,
mekânsal geçişleri kolaylaştırır ve mekânlar müziklere ev sahipliği yapar.
O halde şöyle ifade edilebilir, insan ve mekân arasındaki bağ ne kadar güçlü ise, müzik ve mekân
arasındaki bağ da insan temeli üzerinden düşünülürse, bir o kadar güçlüdür ve birbirinden ayrı
düşünülemez.
Yeni bir sayının daha siz değerli okurlarımıza rehberlik etmesi temennisiyle…
BİR DÜNYA KONU
DUVARLARIN
DİLİ OLSA...
12
Müzikal bir enstrüman olarak düşündüğümüz
mekanlar, dünü, bugünü ve tüm ayrıntılarıyla
dergimizin sayfalarında...
TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON
KURUMU ADINA SAHİBİ ve
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Amber TÜRKMEN
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
EDİTÖRLER
Figen GÖKTAŞ
Ümit DİRİCAN
Nesri BÜYÜKTURAN
GRAFİK TASARIM
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
YÖNETİM YERİ
TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI
TRT SİTESİ A BLOK KAT 9
Tel: (312)463 32 48
ISSN 2149-7982
SAYI 11 / HAZİRAN 2016
YAYIN TÜRÜ
Yaygın/Süreli
YAYIN TARİHİ
1 HAZİRAN 2016
YAYIN YERİ
www.trtmuzikdairesibaskanligi.com
TRT Bir Dünya Müzik
@birdunyamuzik
[email protected]
2
MÜZİĞİN ELLERİ
MAESTRO: DANKO
16
Adı sosyal projelerde de geçen, müzik
misyoneri, yetenekli olduğu kadar
alçakgönüllü maestrodan müzik ve mekân
üzerine doyumsuz bir söyleşi…
HAKAN AYSEV…
24
Muhteşem ve güçlü sesiyle kulaklarımızda
ve dahi söylediği mekânlarda silinmez izler
bırakan sanatçımız, yorumcu-mekân ilişkisini
anlatıyor.
MÜZİĞİN MEKÂNI 26
MEKÂNIN MÜZİĞİ…
Büyük şehirlerimizde muhteşem
organizasyonlara ev sahipliği yapan Ankara
Congresium, İstanbul Zorlu PSM, İzmir Arena
gibi özel mekânlar, söyleşi ve araştırmalarla
tanıtılıyor…
GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN
Bir Dünya Selam,
TÜRKAN ŞORAY…
38
UNICEF Türkiye iyi niyet elçisi, oyuncu,
senarist, yönetmen olan sinemamızın sultanı
Türkan Şoray ile Ankara’da sinema üzerine
keyifli bir sohbet...
ZAMAN-MEKÂN… 42
Kent Hikâyeleri yazarımız Reşit Saraçoğlu
“İnsan ilmik ilmik örer mekânlarında hayatı.
Hatıralarını harcına karıştırır gittiği her
mekânın ve o mekân artık onun olur.” diyor
doyumsuz yazısında…
MÜZİK KUTUSU
44
Müzik Kutusu yazarımız Rahmi Mert Özcan
da müziğin sihrinden dem vurmuş yazısında.
Sihirli kelime müziğin tüm duygulara ve
bazen de hayatımızın tam merkezine
etki ettiğini, söyleyemediklerimize cevap
olduğunu belirtiyor…
KAZIM KOYUNCU…46
25 Haziran 2005’te yitirdiğimiz güzel
sesli, güzel gönüllü müzik adamı Kazım
Koyuncu’yu sevgili yazarımız Murat Örem
dokunaklı üslubuyla aktardı sayfasında…
Müziği farklı halleriyle masaya yatırdığımız dergimizde bu
ayki konumuz mekânlar. “Duvarların Dili Olsa” temasıyla işlediğimiz konular, ağırladığımız konuklar, sayfaları
çevirdikçe sizi selamlayacak. Ankara Radyosu spikerlerinin
gönüllü olarak seslendirdiği, teknik personelinin de gönüllü
katkılarıyla hazırladığımız sesli dergi CD’si her ay olduğu
gibi, bu ay da görme engelli okurlarımızla buluştu. Ayrıca
pek çok konuda birikimlerinden yararlandığımız, radyo-televizyon program yapımcısı ve sunucusu sevgili Erhan
Konuk’a ve her sayımızın ardından olumlu geri bildirimlerle
şevkimizi kat be kat artıran sizlere de teşekkür etmeden geçemeyiz… Bu sayıda sizler için seçtiğimiz kapak konumuz
olan “Duvarların Dili Olsa” ile müzik-mekân ve mekân-müzik ilişkisini ele alarak enine boyuna irdeledik ve yazdık. Ünlü
ve başarılı isimlerle konuştuk, birikimleri bize esin kaynağı
oldu. Vee… İhtişamlı duruşları ve hikâyeleriyle mekânlar...
Haliç Kongre Merkezi denize nazır muhteşem manzarasıyla
karşıladı bizleri Zümrüd-ü Anka müzikalini izlemeden
önce… Ümit Dirican Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, TRT
Müzik Dairesi Başkanlığının projesinin mimarlarından Sırrı
Ali Talay ile provalar sırasında konuştu. Müzikalin sonunda
bir konuşma yapan Sayın Genel Müdürümüz Şenol
Göka projeyi değerlendirdi. Nesrin Büyükturan, Başkentte
müzikseverlere yıllardır ev sahipliği yapan iki güzel bina CSO
ve Operayı anlattı ardından, Indiana Üniversitesi Jacobs
Müzik Okulu Opera ve Bale Merkezi’nin orkestra şeflerinden
Danko Daniel Drusk ile yaptığı röportajda ise mekânları
sordu. Tarihsel dokuları ve ihtişamları ile Antik tiyatrolar ve
açık hava tiyatrolarının Antalya bölümü, Tayfun Yönlü’nün
bakış açısıyla yansıdı sayfalarımıza. Figen Göktaş, ünlü
tenorumuz Hakan Aysev ile yaptığı söyleşide sanatçı-mekân
ilişkisini konu etti, bir diğer söyleşisinde ise Ankara’nın müzik
mekânlarını, işletmeci-mekân-izleyici çerçevesinden ele
almaya çalıştı. İstanbul’da Zorlu Performans Sanatları
merkezi Genel Müdürü Murat Abbas ve İzmir’de de Arena
Kurumsal İletişim Pazarlama Müdürü Gamze Senger Öztürk
Ümit Dirican’ın konuğu oldu. Dünyada müzik icra edilen
muhteşem mekânlardan örnekleri Pelin Akan sayfalarımıza
taşıdı. İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyosunun varoluş
hikayesini de prodüktör Osman Nuri Boyacı kaleme aldı.
Sinemanın sultanı Türkan Şoray, Nesrin Büyükturan’ın
röportajıyla sayfalarımıza renk kattı. Sesli Kütüphane
bölümünde, Ankara Radyosu’ndan Neşe Tartanoğlu
Radyo-3’ün programlarından “Müzik Ataşesi” ve “Gençlere”
ile bizimleydi. Dergimizin daimi yazarlarından Rahmi Mert
Özcan Müzik Kutusunda “Acıdan Geçmeyen Şarkılar Biraz
Eksiktir” derken Kent Hikayeleri ’nin yazarı Reşit Saraçoğlu
zaman-mekan ilişkisinin harmonisinden bahsediyor. Murat
Örem ise duygulu anlatımıyla Kazım Koyuncu’yu anıyor ve
hatırlatıyor yazısında… Feridun Ertaşkan bu sayıda müzik
mekânlarının unutulmaz mimarı Zaha Hadid’i anlatıyor.
Klasik albümler ve Albüm Ekşisinde Murat Ekşi her zamanki
özgün yorumlarıyla bizimle oluyor, Cahit Cesur Zaman
Tüneli’nde Avni Anıl’ı anıyor ve tarihte bu ay köşesiyle sayfalarımızda yer alıyor.
Temmuz sayımızda görüşmek dileğiyle, müzikle kalın.
Amber TÜRKMEN
3
BİR DÜNYA KONSER
İSTANBUL
HAZİRAN
KONSERLERİ
Sahnelerden...
Özgür Tuncer Piyano Resitali 1 Haziran’da Caddebostan
Kültür Merkezi’nde klasik müzikseverlere unutulmaz bir
gece yaşatacak. Dünyaca ünlü “Starsailor” grubunun kurucusu ve solisti James Walsh 3 Haziran’da The Ritz-Carlton’da Bleu Lounge’da sahne alıyor. Dropout Festival’de;
Rap, rave, hiphop, punk, pop, dubstep karışımı benzersiz
tarzları ile merakla beklenen Die Antwoord 5 Haziran’da
Küçük Çiftlik Park’ta izlenebilir. İngiliz şarkıcı, besteci, şair
ve yazar PJ Harvey 8 Haziran’da Zorlu Performans Sanatları
Merkezi’nde sahne alıyor. Şebnem Ferah 18 Haziran, MFÖ
19 Haziran’da Atlantis Yapım organizasyonuyla Harbiye
Açıkhava Konserleri kapsamında Cemil Topuzlu Harbiye
Açıkhava sahnesinde olacak. Sadece müzik tarihine değil
sanat tarihine de damgasını vuran yaşayan efsane Patti
Smith, 23 Haziran’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi
sahnesinde izleyicilerine ömür boyu unutamayacakları bir
deneyim yaşatacak.
23. İstanbul Caz Festivali...
27 Haziran-25 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek
festival “The Orchestra of Syrian Musicians”- Damon Albarn- Guests konseriyle 27 Haziran’da Cemil Topuzlu Açık
Hava Sahnesi’nde açılış yapıyor. Chic Feat. Nile Rodgers /
Unknown Mortal Orchestra konseri ise 28 Haziran’da Küçük Çiftlik Park’ta caz severlerle buluşuyor.
44. İstanbul Müzik Festivali...
1-24 Haziran tarihleri arasında, Shakespeare’in “Eğer Müzik
Aşkın Gıdasıysa, Durmadan Çalınız” dizelerinden esinlenen temasıyla yürütülen festivalde, müzikseverlere etkileyici bir program sunulacak. Festivalin açılış konserinde
yine genç bir yıldız dinleyicilerle buluşuyor. Uluslararası
4
Çaykovski Piyano Yarışması 2015 yılı birincisi Dmitry Masleev ile festivalin yerleşik orkestrası Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nı, Sacha Goetzel yönetiminde bir araya
getiriyor. Konser 1 Haziran’da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi
Sarayı’nda gerçekleşecek. Festival programında: İdil Biret,
Murray Perahia, Gautier Capuçon, Angel Blue, Gérard Caussé, Herbert Schuch, Patricia Petibon, Alice Sara Ott, Maria João Pires, Antonio Meneses, Maxim Vengerov, Richard
Galliano, Sylvain Luc gibi isimlerle dünyanın önde gelen
topluluklarından Viyana Senfoni Orkestrası, Venedik Barok
Orkestrası, Orchestra of the Swan, Artemis Quartet, Academy of St Martin in the Fields ve festivalin bu yılki yerleşik konuk orkestrası Varşova Filarmoni’nin de bulunduğu
600’e yakın yerli ve yabancı sanatçı yer alıyor.
“Sunar Medya Yaz Konserleri”
10 Haziran - 12 Ağustos
tarihleri arasında gerçekleştirilecek yaz konserleri;
Mustafa Ceceli ile 10 Haziran’da Romantika Garden
Açık Hava sahnesinde açılış yapıyor.
Sahne Üstü Ayakta Konser..
İzlanda’da başlayan serüvenini büyük bir başarıyla tüm dünyaya taşıyan,
post-rock sahnesinin en önemli gruplarından Sigur Rós,
uzun zamandır beklenen canlı performansıyla Türkiye’de
ilk kez 11 Haziran 2016’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde.
BİR DÜNYA KONSER
ANKARA
Sahnelerden..
Nazım Hikmet’in şiirlerinin
Azeri besteci Arif Melikov’un
müziği ile buluştuğu konser,
soprano Demet Gürhan ve
piyanist Güler Demirova’nın
katılımıyla 3 Haziran’da Mozarthaus Sanat ve Konser
Evi’nde izlenebilir. Rock müzik grupları “Son Feci Bisiklet
Adamlar ve Deniz Tekin” 3
Haziran’da ODTÜ Vişnelik’te
sahne alıyor. Mavi Köprü, 4
Haziran’da IF Performance
Hall sahnesinde... Yıllara meydan okuyan Selami Şahin,
unutulmaz şarkıları ve keyifli sahne şovuyla 3 Haziran’da
Türk pop müziğinin güçlü seslerinden Levent Yüksel, 4
Haziran’da Jolly Joker Ankara sahnesinde sevenleriyle
buluşuyor. Anadolu Ateşi’nin 15. yılına özel muhteşem
gösterisi 11 Haziran’da ODTÜ Vişnelik Çim sahnesinde...
İZMİR
Sahnelerden..
Olten Filarmoni Orkestrası “MerQury Queen Classical” ile
1 Haziran’da İzmir Arena’da 2015-2016 sezonunu kapatıyor. Rock müzik grupları “Son Feci Bisiklet Adamlar ve
Deniz Tekin” 4 Haziran’da İzmir Fuar Açıkhava Tiyatrosu’nda sahne alıyor. Sevilen sanatçılar Bülent Ortaçgil, Erkan
Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu 6 Haziran’da Bostanlı
Suat Taşer Tiyatrosu’nda en sevilen şarkılarını seslendirecekler. İncesazın kendine özgü tınısı, rengi, tanburu, kemençesi, kanunu ve Melihat Gülses’in harika yorumuyla
muhteşem bir gece 7 Haziran’da Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda sizleri bekliyor.
“30. Uluslararası İzmir Festivali”
Bu yıl 17 Mayıs - 25 Haziran tarihlerinde gerçekleşen
festival, sanatseverleri bir araya getiriyor. 2 Haziran’da
“Sahnede İsyan”, 14 Haziran’da Flamenco gitarın efsane
ismi Paco Peña, 16 Haziran’da Sihirli Flüt Mercelli, 20 Haziran’da “Sinemanın Büyülü Melodileri” ve 22 Haziran’da
“Celsus’ta Chopin Esintileri” yer alıyor.
ŞEHİR ŞEHİR
“The Beatles” Resitali..
Türkiye’de ilk kez gerçekleşecek bu projede Yunuscan
Kaya, efsanevi İngiliz rock grubu The Beatles’ın 20 şarkısının, aslına sadık kalarak gerçekleştirdiği solo piyano düzenlemeleri ile 4 Haziran’da Mozarthaus Sanat ve Konser
Evi’nde izlenebilir.
BSO’DAN
4 Haziran’da şef İbrahim Yazıcı eşliğinde Fazıl Say ve Carmina Burana konseri, 18 Haziran’da Işın Metin şefliğinde
“Film Müzikleri Konseri” yer alıyor.
Devlet Opera ve Balesi’nden
“La Traviata” opereti 4 ve 5 Haziran’da, Lied konser etkinliği 6 Haziran’da Devlet Opera ve Bale Sahnesi’nde yer
alacak.
Sahnelerden
Sevilen dizilere yaptıkları müziklerle dikkatleri çeken Pera,
yeni albümü ile 1 Haziran’da Kocaeli Hayal Kahvesi sahnesinde yer alıyor. Pop müziğin güçlü yorumcularından
Berkay, 1 Haziran’da Trabzon Yalıpark Otel sahnesinde
müzikseverlerle buluşuyor. Yaşar 3 Haziran’da, Yıldız Tilbe
ise 4 Haziran’da birbirinden güzel şarkılarını Jolly Joker
Antalya Sahnesi’nde seslendiriyor. Anadolu Ateşi 7 Haziran’da Aspendos Arena’da büyüleyici bir şov sergiliyor.
Anadolu müziğini batı enstrümanlarıyla birlikte kullanan
Ahmet Aslan, 11 Haziran’da Bursa Akademik Odalar Birliği Oditoryumu’nda dinleyicileriyle buluşuyor. Ceylan
Ertem yoğun istek üzerine Sezen Aksu Tribute projesi
ile 17 Haziran’da Tudors Arena sahnesinde sevenleriyle
bir araya gelirken, Türk pop müziğinin ünlü isimlerinden
Gülşen, 25 Haziran’da Adam & Eve sahnesinde beğenilen
şarkılarını seslendirecek.
5
Genç operacılar yarıştı…
Türkiye’nin opera alanındaki ilk ulusal yarışması olan
Siemens Opera Yarışması kazananları özel bir tören
ile ödüllerini aldılar. Siemens Opera Yarışması her yıl
olduğu gibi bu yıl da operaya gönül veren sanatçılar
tarafından büyük ilgi gördü. Jüri koltuğunda; Karlsruhe Operası Genel Müdürü Peter Spuhler ile Münster
Operası Genel Müdürü Ulrich Peters, Siemens AG
Kültür ve Sponsorluk bölümü Direktörü Stephan Frucht’un yer aldığı yarışmada birinciliğe İlkin Alpay layık
görülürken, ikinciliği Gürkan Gider, üçüncülüğü ise
Uğur Yılmaz elde etti. Genç soprano Dilara Kaymak
ise mansiyon ödülünün sahibi oldu.
Pink Floyd plakları yakında
yeniden raflarda…
Efsane İngiliz grup Pink Floyd, albümlerini plak formatında yeniden yayınlama kararı aldı. 3 Haziran’da ilk dört
Pink Floyd albümü plak formatında piyasaya çıkacak. Bu
dört albüm 1967 tarihli ‘The Piper at the Gates of Dawn’,
1968 yılından ‘A Saucerful of Secrets’, 1969’da yayınlanan
‘More’ ve çift albüm ‘Ummagumma’ olarak sıralanıyor.
Plakların albüm kapakları ve kılıfları orijinal baskıların aynısı olacak.
Prince’in saklı besteleri bulundu…
21 Nisan’da hayatını kaybeden rock yıldızı Prince’in evindeki kasalardan
yüzlerce yeni şarkı çıktı. Prince’in Minnesota’daki evinde bulunan kasalar yıldızın mirasının yönetimini bıraktığı Bremer Trust tarafından miras
temsilcilerinin de katılımıyla açıldı. Kasaların şifreleri sadece Prince tarafından bilindiği için kasalar delinmek suretiyle içindekilere erişildi. ABC
News’un haberine göre kasalardan hiç duyulmamış ve kaydedilmemiş
yüzlerce şarkı çıktı. Prince’le birlikte çalışan müzisyenler, onun işkolik olduğunu ve mükemmeliyetçiliği yüzünden yazdığı birçok şarkıyı yayınlamadığını ifade etmişlerdi. Dolayısıyla kasaların yüzlerce yeni şarkı ile
dolu olduğu tahmin ediliyordu. Şarkıların akıbetinin ne olacağı henüz
belli değil.
Emre Gökalp Paris Yarışması
Birincisi…
Ahmet Kanneci’nin öğrencilerinden master çalışmasını Londra Kraliyet Müzik Akademisi’nde tamamlayan Emre Gökalp Paris Guitar
Foundation 1. Uluslararası Gitar Yarışması’nda birinciliği elde etti. İki
aşamalı olan bu yarışmaya çeşitli ülkelerden 30’u aşkın klasik gitarist,
daha önce yayınlanmamış ve yarışmaya özel olarak çekilen video kayıtlarını göndererek katıldı. Videolar jüri tarafından; program seçimi,
teknik kontrol, müziğin dönemine uygun çalınması, yorumun kalitesi,
sahne sunumu ölçütlerine göre yapıldı. Birinciliğe layık görülen Emre
Gökalp, Paris Guitar Foundation’un ödül olarak koyduğu özel tanıtım
video çekiminde yer alacak.
6
BİR DÜNYA HABER
Leyla Gencer
anısına Norma:
Radiohead’cilere müjde!
Ünlü alternatif rock grubu Radiohead, 5 yıl aradan sonra ilk albümünü çıkardı.
Şu aşamada yalnız dijital platformlarda satışa sunulan albümün ismi, “A Moon
Shaped Pool”. Otoriteler albümü şu ana kadar ki en melodik Radiohead albümü olarak yorumluyor. Ünlü müzik grubu Radiohead’in “A Moon Shaped Pool”
adını verdiği yeni albümü 11 şarkıdan oluşuyor. Albümün Haziran ortalarında
fiziksel formatta satışa sunulması bekleniyor.
6. Donizetti Klasik Müzik Ödülleri
Andante Dergisi’nin Beyoğlu Belediyesi işbirliği ile bu yıl altıncısını organize ettiği Donizetti Klasik
Müzik Ödülleri, sahiplerini buldu. Törende bu
yıl 15 kategoride ödül
verildi. Andante yönetici ve yazarlarından
oluşan bir kurul tarafından, bir önceki yıl
gerçekleştirilen etkinliklerin değerlendirilmesi
sonucunda Yılın Bestecisi ödülüne Hasan Niyazi Tura, Yılın Piyanisti
ödülüne Ayşe Deniz
Gökçin, Yılın Yaylı Çalgılar Yorumcusu ödülüne Orhan Ahıskal, Yılın Üflemeli Çalgılar Yorumcusu
ödülüne Sezai Kocabıyık, Yılın Orkestrası ödülüne Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası, Yılın Oda Müziği Topluluğu ödülüne Semplice Quartet, Yılın
Orkestra Şefi ödülüne Orhun Orhon, Yılın Kadın Opera Şarkıcısı ödülüne
Nurdan Küçükekmekçi, Yılın Erkek Opera Şarkıcısı ödülüne Tuncay Kurtoğlu, Yılın Klasik Müzik Etkinliği ödülüne Klasik Keyifler, Yılın Genç Müzisyeni
ödülüne Poyraz Baltacıgil, Yaşam Boyu Başarı ödülüne Ayşegül Sarıca, Özel
Başarı ödülüne İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Mikrop Gramofon Kayıt
ödülüne Dilbağ Tokay ve Emine Serdaroğlu, Yılın Koro/ Vokal Topluluğu
ödülüne ise Saygun Filarmoni Korosu layık görüldü.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın (BİFO) her sezon Leyla Gencer’in anısına düzenlendiği konserler
bu yıl da devam etti. Bu yıl Vincenzo
Bellini’nin başyapıtı ve Belcanto’nun
zirvesindeki operalardan biri olan
Norma’nın konser versiyonu, tam
kırk dört yıl sonra İstanbullularla buluştu. Leyla Gencer’in altın imzasını
taşıyan karakterler arasında belki de
akla ilk gelenlerden biri olan Norma
rolünü, bu konser versiyonunda Maria Pia Piscitelli seslendirdi. Operanın
ikinci kadın başrolü olan Adalgisa’yı
da Mariinski, Metropolitan, Covent
Garden, Bavyera, Viyana ve Berlin
devlet operalarının sevilen mezzosopranosu Ekaterina Gubanova seslendirdi.
7
BİR DÜNYA HABER
RADYO, ANTALYA’DA
“ETE KEMİĞE” BÜRÜNDÜ
RADYO GÜNLERİ...
Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ
2009 yılında İstanbul’da yapılan Radyo
Günlerine bu sene Antalya ev sahipliği yaptı. Radyo Günleri kapsamında
önce Radyo köyü kuruldu, köyün içine radyoya ait unsurlar yerleştirildi.
Radyo dinleme alanları oluşturuldu.
Konuklar, kulaklıklarını takarak TRT
Radyolarını canlı olarak dinledi. Drama masalarında Radyo Tiyatrosu ve
Arkası Yarın gibi klasikler dinlendi... İstanbul Radyo’sunun hazırladığı Radyo
Tiyatrosu bölümünde ise ziyaretçiler
kendi yazdıkları oyunları ya da verilen tekstlerdeki bölümleri oynadılar.
Bir de Tamer Karadağlı, Zuhal Olcay
gibi ünlü oyuncuların önceden seslendirdiği metinler vardı ve konuklar
bu oyuncularla konuşarak, sanki ünlü
oyuncularla bir sahneyi canlandırıyormuş hissini yaşadı. Bu kayıtlar montajlanarak konuk dinleyicilere hediye
edildi. En çok rağbet gören alanlardan
biri buydu... Çukurova Radyosu’nun
düzenlediği “Kendin Yap” alanında ise
radyo programlarının nasıl yapıldığını
8
merak edenler için bir bölüm oluşturuldu. Burada program metinlerinin
yazımı, seslendirilmesi, ardından müzik seçilip, montajlanmasına kadar
her aşamasında istekli konuklar yer
aldı.Köyün ziyaretçileri İzmir Radyosu’nun hazırladığı eğitim salonunda
da deneyimli spikerlerden etkin konuşma, drama, diksiyon dersleri aldı...
Genç radyo severlerin rağbet ettiği
bir bölüm de karaoke idi, bu bölümde şarkılarını söyleyip güzel anılarla
evlerine döndüler. Konuklar Radyo
Hatırası bölümünde, çektirdikleri birer
fotoğrafla turlarını tamamladı.
Camla kaplı stüdyoda ise 9 ülkeden
gelen konuk prodüktörler programlarını ülkeleriyle aynı saatte bu stüdyodan yaptı ve ülkemizin güzelliklerini,
misafirperverliğini anlattılar. Bulgaristan, Romanya, İspanya, Arnavutluk,
Irak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
Almanya, Kosova ve Fransa’dan gelen
radyoculara, Antalya ve çevresinde
düzenlenen gezilerle bölge tanıtıldı.
Antalya’dan oldukça mutlu ayrılan
radyocu dostlarımız, Radyo Günleri boyunca hem ülkemizin hem de
TRT’nin reklamını yaptı. Yavuz Özcan
Parkındaki stüdyoda ise TRT radyolarındaki bazı programların yayını yapıldı. Ayrıca Radyo Köyünde kurulan
konser salonunda verilen, halka açık
konserler sayesinde, TRT sanatçıları
Antalyalılarla buluştu.
Radyo Günleri etkinlik programlarını
duyuran “6 Mayıs Radyosu” 2 Mayıs’ta
yayına başladı. Bunun için, önce frekans bulunup, sıfırdan bir radyo kuruldu. Bu da radyo günlerinde “ilkler” arasına girdi… Etkinlik radyosu fikrinin
TRT Radyo ve Müzik Dairesi Başkanı
Amber Türkmen’e ait olduğunu söyleyen Antalya Radyosu Müdürü Alper Baysan “ halkla yan yana diz dize,
ses sese olmanın hazzı da bir başka
oluyormuş, yaşayınca anladık.” dedi.
Alper Baysan, dinleyicinin “görünmez
dünyası” olan radyonun bu etkinlikler
sayesinde görünür olduğunu söyledi
ve duygularını, “dinleyicinin hayalinde
canlandırdığı radyo ete kemiğe büründü” sözleriyle ifade etti...
Bir deneme de kesintisiz yayın uygulamasıydı. Radyo Günleri’nin ilk gününde TRT Genel Müdür Yardımcısı Erkan
Durdu’nun katılımıyla helikopterde
başlayan yayın, karada ve sonra denizde olmak üzere toplam 40 dakika boyunca başarıyla gerçekleştirildi.
“Radyo’da söz mü, müzik mi daha
önemli?” paradoksu yıllardır güncelliğini yitirmeden tartışılıyor. Şimdi “bu da
nereden çıktı” demeyin. Radyo Günleri
kapsamındaki münazaranın konusu
buydu. Antalya Radyosu, etkinliğin
ikinci gününde, Konya ve Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerini
bir araya getirdi. Süleyman Demirel
Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin de jüride yer aldığı münazara,
TRT Radyo-1, Antalya Radyosu ve 6
Mayıs etkinlik radyosundan naklen yayınlandı. Hem savunmaya hem de jüriye, TRT yöneticileri ve spikerleri yardım
etti. Münazaranın sonucunda, “sözü”
savunan ekip kazandı. Ödül ise TRT‘nin
Nostaljik Radyosuydu…
BİR DÜNYA HABER
Simurgun I zinde
“Bir Medeniyet Destani”
Hazırlayan: Ümit DİRİCAN
TRT’nin eşsiz sahne tasarımı ve efektleriyle görsel bir şölene dönüşen projesi “Zümrüd-ü Anka, Bir Medeniyet
Müzikali”, İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde görkemli bir galayla sanatseverlerle buluştu. TRT Müzik Dairesi
Başkanlığı tarafından hazırlanan ve
Cumhurbaşkanlığı tarafından himaye altına alınan müzikal, izleyenleri,
Zümrüd-ü Anka’nın kanatlarında Türk
tarihinde bir yoluculuğa çıkarıyor.
Yoğun bir katılımın gerçekleştiği gösterimin ardından bir konuşma yapan
TRT Genel Müdürü Şenol Göka, müzi-
kalin oluşum süreci
hakkında bilgi verdi.
Göka, “Sayın Cumhurbaşkanımıza bu
müzikali tanıtmak
için konuyu açtığımda gerçekten
çok heyecanlandı
ve bunun adını destan koyalım dedi.
Destansı bir anlatımla sunalım dedi.
Biz de aynı söylediği ve tarif ettiği gibi
yapmaya çalıştık,
İnşallah hoşunuza
gitmiştir. Zümrüd-ü Anka hepimizin
bildiği gibi aşk ile yanan, daha sonra
küllerinden yeniden doğan efsanevi
bir kuştur. Biz bunu, hep kendimizle,
memleketimizle ve memleketimizin
tarihiyle özdeşleştirdik. Öyle inandık
öyle hissettik ve bu eseri Sayın Cumhurbaşkanımızın teveccühüne mazhar olacak şekilde, sizlerin takdirine
sunmaya gayret ettik.” dedi.
Sanatsal bir performans olan müzikalin aynı zamanda “Bir Medeniyet
Müzikali” de olduğunu vurgulayan
Göka, “Evet, burada herkes vardı, tarihimizde olduğu gibi bir medeniyet
coğrafyasını dolaştınız. Kadim bir medeniyeti hissettiniz. Sünni buradaydı
Alevi buradaydı; Kürt buradaydı Türk
buradaydı; Laz buradaydı Çerkez buradaydı; Boşnak buradaydı; Gürcü,
Abaza buradaydı… İnşallah bundan
sonra da yeni Türkiye destanını hep
birlikte yazacağız, çok teşekkür ediyorum, ayağınıza gönlünüze, yüreğinize
sağlık.” şeklinde konuştu.
Katkılarından dolayı Cumhurbaşkanlığı’na ve seyircilere şükran dileklerini
ileten TRT Genel Müdürü, sözlerini
şöyle sürdürdü:
“Bu müzikal Cumhurbaşkanlığı himayesi altında gerçekleşti. Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Cumhurbaşkanlığında Sayın Orhan Karakurt
ve Cumhurbaşkanlığı ekibine teşekkür ediyorum. TRT’den Müzik ve Radyo Dairesi Başkanımız Sayın Amber
Türkmen Hanımefendi başta olmak
üzere Sırrı Ali Talay, Elif Gökalp ve mükemmel bir performans sergileyen
sanatçı arkadaşlarıma da teşekkür
ediyorum. Ayrıca Şefimiz Musa Göçmen’e TRT Çoksesli Korosu, İstanbul
Caz Orkestramıza, Türk Halk müziği ve
Türk Sanat müziği sazlarına... Evet, asıl
teşekkürü tabii ki sizlere yapmak istiyorum. Gönlünüze, ellerinize, yüreklerinize sağlık, İnşallah bundan sonra
devam eden konserlerimizde yine
birlikte oluruz, ayağınıza sağlık çok teşekkür ediyorum…”
9
BİR DÜNYA MEKAN
Zümrüd-ü Anka
Kanatlandı...
“Bir Medeniyet Müzikali”
Hazırlayan: Ümit DİRİCAN
Cumhurbaşkanlığı tarafından himaye altına alınan projelerden biri olan
ve gerçek bir milli proje olma özelliği
gösteren, TRT Radyo Dairesi Başkanı
ve Müzik Dairesi Başkan Vekili Amber
Türkmen öncülüğünde yürütülen
Zümrüd-ü Anka müzikali, görkemli
bir Gala’yla Haliç Kongre Merkezi’nde
seyirci karşısına çıktı. Bu muhteşem
Gala’nın sergilendiği Haliç Kongre
Merkezi’nden de bahsetmek isteriz.
İstanbul’un deniz kenarında konumlanmış bu yegâne mekânı, bir yanda
kentin sesleri diğer bir yanda martı
ve dalga seslerinin birbirine karıştığı
apayrı bir toplantı merkezi. Ayrıca Haliç, diğer adıyla “Altınboynuz”, güneş
ışınları sular üzerinde parladıkça, kıyıda
ziyaretçilerine unutamayacakları tarihi
bir İstanbul manzarası sunuyor. Haliç
Kongre Merkezi, aynı zamanda, İstanbul’un en çok alternatif sunan kongre
merkezi olma özelliğine sahip. Salonları, oditoryumları, fuayeleri ve açık
alanları sayesinde kongreler, toplantılar, fuarlar-sergiler, film galaları, gösteriler, kültür ve sanat etkinlikleri gibi
organizasyonların en çok tercih edilen
mekânları arasında. Haliç Kongre Merkezi, en son teknoloji ürünlerinden
oluşan altyapısıyla aynı zamanda İstanbul’daki en geniş oditoryumlardan
birine de ev sahipliği yapmaktadır. İşte
bu görkemli organizasyonlardan birisi
de Zümrüd-ü Anka Müzikali…
TRT tarafından sahneye konulan “Zümrüd-ü Anka” müzikalinin gala gösterimi
öncesinde düzenlenen tanıtım toplantısında konuşan TRT Radyo Dairesi
10
“Bir Medeniyet Müzikali olan Zümrüd-ü
Anka ile geçmişten günümüze bizi biz
yapan özelliklerimizin, kültür
değerlerimizin zenginliğini ve çeşitliliğini
sergilemek için müziğin birleştirici
gücünden faydalandık.”
Amber TÜRKMEN
Başkanı ve Müzik Dairesi Başkan Vekili
Amber Türkmen, “Her defasında küllerinden doğan bir milletin” zengin
tarihinin; Türk Halk Müziğinden caza
kadar uzanan geniş bir repertuvar ile
sahneye aktarıldığını belirterek, “Zümrüd-ü Anka” müzikali zengin içeriği ve
tarihi dokusuyla kültürel çeşitliliğimizi
anlatıyor.” dedi.
Kök ve izlerimizin bulunduğu coğrafyalardaki kültür değerlerimizi korumanın, yaşatmanın, gelecek nesillere
aktarmak ve bu değerlerle bağları
kuvvetlendirmek açısından önemine
vurgu yapan Türkmen, “Bu bağlamda
‘Zümrüd-ü Anka’ müzikalinde, bulduğumuz iz ve alametlerimizi, müzik,
dans ve yeni nesil multimedya görsel
efektleriyle destekleyerek, destansı,
kültürel bir şölen havasında sunmaya
çalıştık… Bu müzikal eserde her izleyici kitlesi kendinden bir parça, bir iz
bulacaktır.” diye konuştu.
Müzikalin teknik detayları ise şöyle:
35.000 yapay tüyün bir araya getiril-
mesiyle oluşan ana sahne perdesinin
yanında, 16 projektör de 60 metre
genişliğindeki görüntüleri video mapping sistemi ile salonun duvarlarına
yansıttı. Sahnede aynı anda koro ve
orkestra olmak üzere 120 kişi bulunurken, ışık ve ses sisteminde de dünyanın en önemli müzikallerinde de yer
alan en son sistemler kullanıldı.
Yurt dışında da gösterimi planlanan
bu muhteşem temsilin, Librettosunu
yazan, aynı zamanda temsilde 3 bestesi ve bir icrasıyla da yer alan Sırrı Ali Talay’la da Zümrüd-ü Anka müzikalinin
provaları esnasında konuştuk. Talay,
projenin doğuşunu ve ana temasını
şöyle anlattı:
“2 yıl önce Sayın Amber Türkmen
Radyo Müdürümüzdü, Elif Gökalp ise
Çoksesli Müzikler Müdürü’ydü. Onların akıllarında böyle bir proje vardı. Bir
proje gündeme getirelim ve Çoksesli koro ve İstanbul Caz Orkestrasının
birlikte yapabilecekleri bir proje ol-
ZÜMRÜD-Ü ANKA
sun diye söylendi. İlk fikir Amber Hanım’dan çıktı. Sonra Elif Hanım bana
söyledi, ben de Çoksesli Müzikler korosu sanatçısıyım. Ben üzerinde biraz
düşündüm ve fikrimi söyledim daha
Zümrüd-ü Anka yoktu. Geleneksel ve
batı orkestrasını ve caz orkestrasını
kapsayacak bir orkestra düzenlemesiyle, türkülerimizi, koroyla birlikte seslendirmekti amaç, belirli bir metne bağlı
olarak tabii. Sayın Cumhurbaşkanımızın bir sözü vardı “Küllerinden yeni doğan yeni Türkiye” diye. Onun da Anka
kuşuyla bağlantısı vardı. Onunla da
örtüşüyor. Onun üzerine güzel bir ça-
lışma olacağını düşündük. Biz Türkler
geçtiğimiz bölgelerde izlerimizle her
zaman yeniden bir doğuş meydana
getiriyoruz. Orta Asya’dan başlayıp Selçuklu Devleti’ni Anadolu’da kurmamız,
sonra Selçuklu Devleti’nin beyliklerle
son bulması, sonra beyliklerin Osman
Bey’e devredilmesi ve onun Osmanlı
İmparatorluğu’nu küllerinden yeniden
kurması, sonra Çanakkale’de yeniden
doğuşun ilk nüvelerini almamız, burada Mustafa Kemal Atatürk’ün çok
önemli bir yeri ve başarısı var. Ondan
sonra Kurtuluş Savaşı’nın olması orada
Cumhuriyetin ilk filizlerini görüyoruz.
Daha sonra işte Zümrüd-ü Anka kuşu
7 bölgeden geçer, 7 zorlu vadiden. Biz
de onunla bir bağlantı kurduk. Oradaki
renkleri, bizi biz yapan renklerimizi işledik. Başta Sayın Genel Müdürümüz
Şenol Göka’nın ve sonra Sayın Amber
Türkmen‘in çok büyük katkısı ve desteği var. Çok büyük bir gösteri olacak.
107 sanatçı arkadaşımız eşlik edecek
bize. Geleneksel müzik topluluğu,
batı müziği orkestrası ve caz müziği
orkestrasından gelen arkadaşlar bize
eşlik ediyor. 12 solistimiz var, 44 korist
sanatçı arkadaşımız var. Onlarla birlikte
bir de konuşmacımız var, 20 kişilik bir
dans ekibimiz var.”
Birden çok mesaj barındıran projenin
evrensel yanına da vurgu yapan Talay,
“Projenin birçok mesajı var. Bir tanesi bizim bir olduğumuz, dünyada bir
birlik içerisinde olduğumuzu söylüyoruz. Aslında hepimiz bu dünyanın
renkleriyiz, özünde o var. Kendi kültürümüzdeki veya dünya kültüründeki
başka insanların aslında ortak özellikte
buluşabileceğini, din dil olarak da, fikir
olarak da eksikliklerimizi tamamlayacak şeyler olduğunu, herkes birbirinin
eksiğini tamamlıyor. Böyle şeyler üzerine kurduk.” dedi.
Sonra böyle büyük bir
şey düşündük ve işte
“3d video mapping”
denilen bir sistem var
onunla çalışıyoruz.
Şu anda arkanızda gördüğünüz perde, tamamen tüylerden oluşan
bir perde, 35 bin tane
tüy var perde üzerinde.
60 metrelik perde genişliğimiz var çok büyük
bir gösteri olacak.
Sırrı Ali Talay
11
BİR DÜNYA MEKAN
n
ı
r
a
l
r
uva …
ili Olsa
D
n
â
k
e
M
k
a
r
a
l
O
n
a
m
ü
r
t
s
n
E
r
i
B
l
a
k
i
z
ü
M
Kent mimarisinde sanat yapıları, her daim kentin en özel
binaları olmuştur. Mimarinin de prestijli örnekleridir. Müziğin ruhu beslediği, kültürel kalkınma fabrikalarıdır. Hayatın
aynasıdır. Düşünce, akıl, his âleminde ne varsa bu ikisine
de yansır hemen. Zamana karşı değerini artırarak gelen
mekân ve müzik toplumsal kültürü kuşaklar arasında el
ele taşır. Geçmişin gözle görülür halidir her ikisi de.
Mekân, geçmişin ve bugünün etkisiyle şekillenir. Tıpkı müzik gibi… Toplumsal gelişmişliğin temel göstergeleridir.
Mimarinin melodisi vardır ve bu melodik yapı zenginleştikçe, müzikle mimarinin ilişkisi de derinleşir.
Fransız sosyolog ve düşünür Henri Lefebvre bu ilişkiyi ritim analiz üzerinden açıklar. Lefebvre’ye göre; yer, zaman
ve enerji harcanması eyleminin kesişmesiyle çeşitli ritimler oluşur ve bizler bu ritimler aracılığıyla kenti ve toplumu
algılarız. Bu ritimler insan bedeninden başlar, kent yaşamının her yanında karşımıza çıkar. Müzik ve mekân, kentte
üst üste binen iki ritim örüntüsü meydana getirir. Bu sebeple müziğin ritimleri ile üretimindeki ritimler arasındaki
ilişki müziğin kentteki yaşam döngüsünde belirleyicidir.
12
Mekânın sesle, sesin de mekânla fiziki ilişkisi de çok güçlü
ve belirleyicidir. Sesin yansıyacağı, çarpacağı ögeler, sesi
doğrudan belirler. Mekâna yüklenen anlam da müziğin
icrasına dâhildir çağımızda. Sesi görüntü ve teknoloji ile
besler, büyütür. Bir performans bütün duyulara hitap ettiği oranda güçlenir. Mekân, seyirciyi performansın içine
dâhil ettikçe izleyici de üretilene dâhil olur. Etkisi de katlanarak büyür. Yapıdaki estetik ve matematik müziğe yansır
ve onun bir parçası olur. Amfi tiyatroların akustik dehası,
tarihi etkisiyle dramatik etkiyi artırması bu halin en güzel
örnekleridir.
Müzik icra edilen mekânlar, her zaman mimarinin en etkileyici örnekleri olmuştur aynı zamanda. Milano’da La Scala, Paris’te Palais Garnier, Birleşik Krallık’ta Royal Albert Hall,
Moskova’da Bolshoi ve İsveç’te Kraliyet Operası gibi tarihi
mekânların yanı sıra İspanya’da Auditorio de Tenerife, İspanya’da Casa da Música, Danimarka’da Kopenhag Konser
Salonu gibi modern mimarinin örnekleri müzikle mimari
ilişkisinin en güzelinden yaşandığı mekânlardır. Karşılıklı
bir etkileşimdir bu. Müziğin karakteri mekâna yansır, adeta
mekânı notalarla şekillendirir. Mekân da ta
geçmişten beri biriktirdiği ezgileri, hayatın
nabzını katar müziğe. Bazen de müziği ve
dinleyenini en son teknolojiyle sarmalayıp
performansın bir üyesiymiş gibi, bir enstrüman gibi rol alır. Yüzlerce yıldır mühendislik harikası mimarisiyle ve akustiğiyle müziğe ev sahipliği yapan Denizli-Hierapolis,
Aspendos, Efes antik tiyatroları ile Ankara
Congresium, İzmir Arena, İstanbul Zorlu
Performans Sanatları ve Jolly Joker’lerde
olduğu gibi.
Hele tarih, doğa ve teknoloji el ele vermişse geçmişten günümüze bir keyif yolculuğuna dönüşür bu işbirliği. TRT’nin çok özel
projesi “Zümrüd-ü Anka: Bir Medeniyet
Müzikali ”ne de ev sahipliği yapan Haliç
Kongre Merkezi, “Altınboynuz” kıyısındaki
eşsiz konumu sayesinde müziğin, tarihi bir
İstanbul manzarasıyla buluşmasına vesile
oluyor. Merkez, en son teknoloji ürünlerinden oluşan alt yapısıyla İstanbul’un en
çok alternatif sunan kongre merkezi olmasının yanında Avrupa’nın alanında sayılı
mekânlarındandır. Yurt içinden ve dışından müzikseverlerle müzisyenleri buluşturan mekânların öyküsünü paylaştık bu
sayıda sizlerle. Umarız notaların buluştuğu
mekânlara yenileri de katılarak kenti ve insanı güzelleştirmeye devam ederler.
13
BİR DÜNYA MEKAN
lar
ve ALKIŞLAR
Hazırlayan: Nesrin BÜYÜKTURAN
Bir kenti kent yapan ana göstergelerdendir kültür mekânları; opera binaları,
konser salonları, tiyatroları, müzeleri. Ve bu mekânlarda gerçekleştirilen konserler, opera, operet, bale, tiyatro gibi sanat etkinlikleridir o kentin insanına dair iyi
bir gelecek vaadini gerçeğe taşıyan.
Ankara’da müzikseverlere yıllardır ev sahipliği yapan iki güzel binanın öyküsü
bu yolculuğun şahitleridir; Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na ev sahipliği
yapan CSO binası ve Devlet Opera ve Balesi’nin kullandığı Opera binası. Bozkırın ortasında toza belenmiş, can sıkıcı bir sessizliğin içindeki küçük şehirden
kültürün ve sanatın başkenti bir Ankara yaratmanın, modern bir devlete doğru dönüşümün de hikâyesidir. Açıldıkları günden bu yana yüzlerce müzisyenin
notalarının, binlerce sanatseverin alkışlarıyla buluştuğu, notaların betona can
verdiği bu iki bina, mimari ve sanat tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Kültür
tarihimizde de.
Müziğin simge binalarından Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), Türkiye`de çok sesli müziği tanıtma, sevdirme, Türk bestecilerin eserlerini yurtdışında
seslendirme amaçlarına hizmet eden Ankara’da yerleşik senfoni orkestrasıdır.
1826’da II. Mahmut devrinde İstanbul’da batılı bir bando oluşturmak düşüncesiyle Mızıka-i Hümayun adı ile kurulan topluluk, dünyada bugüne kadar kesintisiz yaşamını sürdürebilmiş senfoni orkestralarının da en eskilerinden biridir.
Kuruluş kanununun çıkarıldığı 1957 yılından bu yana Ankara’da sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapar; yüzlerce konser, radyo-televizyon, gençlik ve halk
konseri, açıklamalı çocuk ve okul konserlerinin yanı sıra Edirne’den Hakkâri’ye
kadar yurdun her köşesinde yurtiçi ve pilot bölge konserleri verir. Avrupa’dan
Amerika’ya, Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya dünyanın dört bir yanında Türk müziğini tanıtma, müzik üzerinden kültür alış verişini sağlama misyonunu da yerine
getirir.
14
Orkestra’nın bugün kullandığı binası
ise 1958’de, sergi evi olarak inşa edilir.
Daha sonra 1961’de orkestraya tahsis
edilir. 1962’de Ertuğrul Özakdemir ve
Feridun Helvacıoğlu tarafından konser salonuna dönüştürülür. Günümüze kadar birçok kez yenilenen, bina
ulusal mimarinin özelliklerini taşımakla birlikte neoklasik üslupta detaylar
da içermektedir. Geleneksel modernizmin temel yapılarını hâlâ koruyan
başkentin siyasi, sosyal, kültürel ikliminin de bir sembolüdür yapılan her değişiklik. Mekânda gözlenen değişim,
aynı zamanda toplumsal değişimin
de ifadesidir. Toplumsal değişimler,
mekândan insana doğru kendisini
daha güçlü hissettirirler. Bozkırın ortasındaki bir kentten, klasik müziği
severek, bilerek, anlayarak dinleyen
başkentlilere yolculuğun, insan, sanat
ve mekân arasında yaşanan değişimin dönüşümün serüvenidir binanın
serüveni aynı zamanda.
Ankara’nın hemen hemen aynı ruhla
yola başlayan bir diğer binası da Ope-
OPERA VE CSO
ra binasıdır. Yıl 1933. Milli İktisat ve
Tasarruf Cemiyeti, Sergi Evi Projesi için
mimari proje yarışması düzenler. Onu
yabancı, yirmi altı projenin katıldığı
yarışma sonucunda, Şevki Balmumcu’nun projesi kabul görür.
Dönemin yaygın mimari üslubu,
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da ortaya çıkan Uluslararası
Üslup’tur. Temel özellikleri; mimaride
yalınlık, akılcılık ve işlevsellik olan bu
üslup, kaynak kullanımında da özenlidir. Mimar Şevki Balmumcu’nun
projesi cumhuriyetin kıt kaynakları
açısından ve henüz genç bir devletin yaratmaya çalıştığı kültürel iklimin
oluşturulmasına zemin oluşturmak
açısından uygundur.
Sergi Evi, 1935 yılında açılır ve 1946
yılına kadar çeşitli sergilere ev sahipliği yapar. Binanın esas kullanım amacı;
Türkiye’nin kendi kaynaklarıyla ulaştığı gelişmelerin topluma gösterilmesi
ve böylece yönetimin modernleşme
hedefinin toplumla paylaşılmasıdır.
Uzun yıllar bu görevi yerine getirir.
1946 yılında, Sergi Evi’nin, Opera binasına dönüştürülmesine karar verilir.
Dönüşümün, binanın mimarı Şevki
Balmumcu tarafından yapılması beklenirken, son anda bir karar değişik-
liğiyle iş Alman mimar Paul Bonatz’a
verilir.
Şevki Bey’in Sergi Evi, on bir yıllık yolculuğunu, 1946’da sonlandırır. Bu
dönüşümün, Şevki Bey’in hayatında
yıkıcı bir etkisi olur. Mimarı olduğu binanın, işlevsel ve biçimsel değişimi ve
bu değişimin başka bir mimar eliyle
yapılması, Balmumcu’yu derinden etkiler ve mimarlıktan uzaklaştırır. Dört
duvardan oluşan mekânın, insanın bir
uzantısı olarak yorumlanabileceğinin
bir göstergesidir sanki bu durum. Binanın sadece bir işlevin gerçekleştirildiği
yer olmaktan çıkıp insanla ruhsal ve
sosyal etkileşime geçişinin de şahididir. 2 Nisan 1948 tarihinde, Adnan Saygun’un Kerem Operası ile açılır Opera
Sahnesi. O günden beri de operanın
seçkin örneklerini müzikseverlerle buluşturur. Hem sadece müzikseverlerle
de kalmaz alış-verişi. Şehre karışır. Kentin insanları da o semti binanın adıyla
anarlar. Bina kentin dokusuna karışır,
birlikte yaşarlar.
Binalar, kentler değişir, dönüşür de insan değişmez mi? Çoğu enstrümanın
sesine yabancı, çok sesli müzikten,
operadan ve pek çok müzikal türden
bihaber insanlardan, bilerek, seçerek
müzik dinleyen kentliler yaratmada
aslan payı bu iki ihtiyar delikanlıya
aittir. Yepyeni bir müziği sabırla tanıtıp, sevdirip müdavimler oluşturdular.
Dünyanın müziğini ve müzisyenini
ayaklarına taşıdılar ve taşıyorlar. Şimdi
çocukların çoğu keman, flüt, piyano
gibi enstrümanları çalmayı öğrenmek
istiyorlarsa bunda bu iki kurumun
payı büyüktür.
Şehrin sembolü iki binanın tarihine
kısa bir bakıştı bizimki. Binaların sadece
demir-çimento
ve dört duvar demek
olmadığını, hem kişisel
hem de toplumsal tarihe tanıklık ettiklerini anlatmaya çalıştık. Notalar
ve alkışlarla can bulan
bu iki binanın müzisyenleri kadar mimarlarına teşekkürü de bir borç
biliriz.
15
BİR DÜNYA SOHBET
Müziğin Elleri
Maestro: Danko D. Drusk
Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN
Orkestra şefi deyince bir durup kendimize çeki düzen
veresimiz gelir. Öyle büyük
bir yeteneği temsil ederler ki
yaptıkları işi anlamaya çalışmak yerine tabulaştırırız. Ama Indiana Üniversitesi Jacobs Müzik Okulu
Opera ve Bale Merkezi’nin orkestra
şeflerinden Danko Daniel Drusk bu
tabuyu yıkan maestrolardan birisi.
Kendisini klasik müziği tanıtmaya,
anlatmaya, özellikle de bu müziğe
ulaşma olanağı olmayanlarla buluşturmaya adamış bir müzik misyoneri.
Amerika gezimiz sırasında adını çok
özel sosyal projelerde duyduğumuz
maestro, görüşme talebimizi hemen
kabul etti ve bizi provalarına davet
etti. Bu yetenekli, alçakgönüllü ve
sempatik maestro ile müzik ve mekânı konuştuk.
16
Yola çıkış hikâyenizi bize anlatır
mısınız?
Almanya’da doğdum, annem ve babam Hırvatistan’dan geldiler. Ben 1
yaşındayken Hırvatistan’a taşındık, 4
yaşındayken de Almanya’ya geri döndük. Eğitimimi Almanya’da tamamladım, sonra da ufkumu genişletmek,
yeni görenekleri ve kültürleri öğrenmek istedim. Amerika’da orkestra yöneticiliği ders programları olduğunu
gördüm. Burada orkestra yöneticiliği
öğrencilerine, gerçek orkestralarla
çalışma olanağı sunuyorlar. Bu benim
Amerika’yı seçmemde en önemli sebep oldu.
Performanslarda orkestra şefinin rolü
nedir, performansa
nerede dâhil olur?
Orkestra şefinin rolü
provalarda başlar. Bizim işimiz müzisyenlerin parlamasını, verebileceklerinin en iyisini vermelerini sağlamaktır.
Partisyon üzerinde çalışıp zihnimizde
nasıl bir sesin çıkacağını hayal ederiz.
Orkestrayla çalışıyorsak bütün bir orkestrayı kendi fikrimiz doğrultusunda
ikna etmeye çalışırız. Bu yüzden demokratik olmalı, nasıl konuşmamız
gerektiğini bilmeliyiz. Sosyal zeka ve
empati çok önemlidir. Prova kısıtlı bir
sürede gerçekleşir. Fazla konuşamayız, bu yüzden istediğimiz şeyi kollarımızla, ellerimizle ve gözlerimizle,
bazen de bedenimizin tümüyle göstermek zorundayız.
DANKO D. DRUSK
Şef istediği müziği orkestraya nasıl
anlatıyor, uyumu nasıl sağlıyor?
Partisyondaki müziğe bakarız, müzik
zihnimize, ellerimize, gözlerimize nüfuz eder, bunu müzisyenlere aktarırız,
onlar da gözleriyle, beyinleriyle bunu
kabul ederek çalgılarıyla icra etmeye
çalışırlar. Her bir şef kendine özgüdür,
partisyonu ne kadar iyi çalıştığı, müziği ne kadar bildiğinden çok, orkestrayla ne kadar iyi iletişim kurabildiği
önemlidir. Bu yüzden aynı parça, farklı
şeflerin yönetiminde farklı seslendirilir. Şef olmak, müziği anlamak demektir ama aynı zamanda mümkün
olduğunca az konuşarak müziği aktarmak demektir. Orkestra şefi yeterince becerikli değilse orkestra onun
gösterdiğini yapmayacaktır. Bence
uyum, müzikle ve şefle müzisyenlerin
arasındaki insani bağlantıyla yaratılır.
İyi hazırlanılmazsa konser bir boğuşmaya dönüşür. Eğer hazırlık layıkıyla
olursa orkestra kendisi çalabilir çünkü
siz şef olarak onların bunu başarmasına yardımcı olmuşsunuzdur.
Biz izleyicilerin duyduğu müzikal
seslerin hepsini siz nota olarak duyuyor musunuz?
Bir şef olarak bir parçayı saatlerce
çalışmak zorundayız. Her bir kısmını
ve her notayı vokal olarak söyleyebilmeliyiz. Kendimizi hazır hissettiğimizde, partisyonu “bildiğimize” karar
verdiğimizde, her bir notayı duyabilir
hale geldiğimizde orkestranın karşısına çıkabiliriz artık. Orkestra çalmaya
başlar başlamaz her bir notayı “işitiriz”.
Herhangi bir nota veya ritim yanlış çalındığında durdurup düzeltmek bizim
görevimizdir. Bu yüzden
her bir notayı bilmek zorundayız.
Müziğin icra edildiği
mekân önemli midir?
Evet çoğu kez. Hem
orkestranıza göre bir
mekân olsun istersiniz
hem de performansınızı
parlatıp etkisini artıracak,
ruhuna uygun bir salon
olmasını istersiniz. Akustiğin rolü çok büyüktür.
Hangi mekânda çalındığı; seslerin
istenilen etkiyi vermesi, doğru sesin
dinleyenlere ulaşması için çok önemlidir. Bırakın büyüklüğünü, salonun
dizaynı, yapımında kullanılan malzeme bile önemlidir. Mekânın çalınacak
parçanın ruhuna uygun olması da
performansın dramatik etkisini arttırır.
Mesela tarihi bir salonda orkestra
yönetmenin duygusal etkisi performansa da yansır mı?
Pek etkisinin olmamasını düşünmek
isterdim. Herhangi bir yerde ve her
yerde müzik yapabilmeliyiz. Ben müziği böyle algıladığım için tavrım da
bu yönde. Ne kadar çok insana ulaşabilirsek o kadar iyi diye düşündüğüm
için mekânın işlevsel fonksiyonlarının
yeterli olması benim için yeterli. Örneğin konuştuğum birçok müzisyen,
bir müziğin ilk icra edildiği mekânda
veya yazıldığı şehirde icra ettiklerinde
Bir şef olarak bir parçayı
saatlerce çalışmak
zorundayız. Partisyonu
“bildiğimize” karar
verdiğimizde
orkestranın karşısına
çıkabiliriz artık. Orkestra
çalmaya başlar
başlamaz her bir notayı
“işitiriz”.
özel bir deneyim yaşadıklarını anlatmıştır. Bu tamamen müzisyenin ruh
haliyle ilgili gibi geliyor bana. Ben bu
salonlarda bulunma imkânı olmayanlara müziği götürmeye yoğunlaştığım
için belki de bu etki üzerinde fazla
durmuyorum.
Müziğin herkese ulaşması daha mı
önemli?
Hayat müziği belirler, müzik de hayatı dönüştürür, diller üstü bir üst dildir.
Herkesin ortak dilidir. Birleştiricidir.
Köprü kurucudur. Kendimizi, kültürümüzü birbirimize en kolay ifade etme
aracımızdır. Onun için de bu araçtan
yoksun olanlara ulaşmak benim açımdan birincil önem taşıyor.
Bu kadar işin içinde pek çok sosyal
sorumluluk projesinde de yer alıyorsunuz…
Müziği yitirdiğimizde kimliğimizi ve
kültürümüzü de yitiririz. Bu yüzden
bu projeleri yapıyorum. En son projemde evlatlık çocuklara yardım etmeyi amaçladım. Bunu babamın 20.
ölüm yıldönümü olduğu için planladım. Kendisi de evlatlıktı. Daha 6 yaşındayken annesi babası boşanmış ve
onu Hırvatistan sokaklarında tek başına bırakmışlar. 14 yaşına kadar hayatta kalabilmek için kendi başına mücadele etmiş. Çocuklara elimi uzatmak
ve bu çocukların yardıma gereksinimi
olduğunu topluma anlatmak ve müziği paylaşmak istiyorum. Bloomington’daki “Hoosier Filarmoni Orkestrası”
böyle bir şey işte. Bu orkestrayı ben
kurdum, bütün müzisyenleri kendim
buldum, bütün lojistiğini kendim sağladım.
“Sound Exchange Orkestrası” var bir de.
Orkestra şefliğini yaptığım “Sound Exchange Orkestrası” Rochester’daki bir öğrenci
orkestrasıydı. Amacımız
insanlarla özellikle de
çocuklarla ve sosyal haklardan yoksun, müzik
hakkında pek fazla bilgisi olmayan insanlarla
müziği paylaşmaktı.
17
BİR DÜNYA MEKAN
Kapıdan girdikten sonra artık mekânı gezme ve keşfetme
isteği uyanır içinizde. Son derece geniş ve bütün mekâna
hâkim olan sahnede birkaç dakika gezdikten sonra
seyircilerin oturdukları basamaklardan tırmanmaya
başlarsınız. Kaçınılmaz olarak ilk fark ettiğiniz şey yapının
inanılmaz akustiğidir.
T
arihi
Eser
em
H
Konser Mekânı
Türkiye’deki Açık Hava Tiyatroları
Antik Tiyatrolar tarihi yapılar içerisinde yer alan, kültür-sanat anlamında birçok etkinliğe ev sahipliği yapan
mekânlardandır. Bu etkinliklerin büyük bölümünü ise
konserler ve festivaller oluşturur. Bu mekânlar, insanlara
açık havada inanılmaz bir atmosfer sunar ve muhteşem
akustiğiyle de farkını ortaya koyar. Mekânları konu edindiğimiz bu sayımızda ülkemizde yer alan Antik tiyatroların inanılmaz atmosferini işi bilenlerle konuşup, zamanın
ötesine geçen bu büyülü dünyanın ev sahipleriyle sizi tanıştırmak istedik…
Dünya Miras’ına ait bir Antik Tiyatro
“DENİZLİ-HİERAPOLİS”
Hazırlayan: Ümit DİRİCAN
Denizli iline bağlı Pamukkale “Hierapolis” antik kenti, ar-
18
keoloji literatüründe “Holy City” yani “Kutsal Kent” olarak
adlandırılmakta ve bu ismi, kentte bilinen birçok tapınak
ve diğer dinsel yapının varlığından aldığı düşünülür. Antik coğrafyacılardan; Strabon ile Ptolemaios aktardıkları
bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis
kentlerine yakınlığı ile Hierapolis’in bir Frigya kenti olduğunu ileri sürerler. Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Bergama Kralı 2. Eumenes tarafından,
MÖ. 2. YY. başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi
kurucusu Telephosun karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan
dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinir.
Hierapolis’in, MS. 60’ta Roma İmparatoru Neron döneminde gerçekleşen büyük depreme kadar Hellenistik kentleşme türüne ait özgün dokusunu sürdürdüğü ve 12. yüzyıl
sonlarına doğru da Türklerin eline geçtiği söylenir. Hiera-
AÇIK HAVA TİYATROLARI
ların önünde 10 adet sütun yer alır. Hierapolis Antik Tiyatro
sütunlarının arası, heykellerle süslenmiş olup, tiyatroda yer
alan kabartmalı frizlerde, Apollon ve Artemis’in doğuşu, dini
ayin sahneleri, Dionysos, Satyr ve Menad’lardan oluşan eğlence sahneleri, Marsyas ve Apollon arasında geçen müzik
yarışması, tanrılar ile devler arasındaki savaşlar, yer altı tanrısı
Hades’in tanrıça Persephone’yi yer altına kaçırması gibi mitolojik konular ile Hierapolis kenti için yapılan sportif yarış
sahneleri, arşitravın kral kapısı üstünde İmparator Septimus
Severus’un taç giyme merasimi tasvir edilir.
Pamukkale Hierapolis Antik Tiyatro’da başlayan restorasyon çalışmaları, 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
ödenekleriyle tamamlanmış ve Pamukkale Antik Tiyatro
yeniden her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin ziyaret
ettiği, konser, festival gibi sanatsal faaliyetlere ev sahipliği
yapacak bir duruma gelmiştir.
Pamukkale ve yanındaki Hierapolis Antik Kenti’ne her yıl
ortalama 2 milyona yakın ziyaretçi geliyor. Burada yaz döneminde sürekli aktiviteler yapılarak, Pamukkale travertenlerine ve Hierapolis Antik Kenti’ne gelen ziyaretçilere
daha farklı alternatifler sunulmak isteniyor. Burası akustik
yapısı ile konser ve tiyatro çalışmaları için de çok uygun
bir mekân.
2013 yılında Pamukkale travertenleri ve Hierapolis Antik
Kentinin Unesco Dünya Miras Listesine alınışının 25. yıl
dönümü, konserler ve görkemli etkinliklerle kutlanmıştı.
Mekân, TRT’de geçmiş yıllarda yapılan Türkçevizyon yarışmalarına ev sahipliği yapmış, bunun yanı sıra Ajda Pekkan
ve İtalyan müzik topluluğu Caffè İtaliano da antik tiyatro
sahnesinde dinleyicilere konserler sunmuştu.
polis Antik Kenti 2500 yıllık geçmişe sahip. Kayıtlara göre
yapımı 148 yıl süren ve geçirdiği sayısız depremlere karşı
dimdik ayakta kalan yapı da 1800 yıllık bir tiyatro ve arkasındaki sahne ile Akdeniz Bölgesindeki en iddialı sahnelerden bir tanesi...
Bu muhteşem antik kent, aynı zamanda muazzam sahnesiyle nice temsillere yer vermiştir. Grek tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 91 metre ve tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. M.S 60 yılında olan büyük bir depremin
ardından M.S 62 yılında inşasına başlanmıştır. Yapı Severuslar
döneminde M.S 206 yılında tamamlanmıştır.
Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın ortasında yer alan
krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 3.66 metre yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunur, bun-
ASPENDOS ANTİK TİYATRO
Hazırlayan: Tayfun YÖNLÜ
Sahne sanatlarını izlemek insanoğluna keyif verir. Ancak bazı mekânlar vardır ki o etkinliği izlemek mi yoksa o
mekânda bulunuyor olmak mı daha keyiflidir karar veremezsiniz. İşte bu yazıda sizleri öyle bir mekâna götüreceğiz: Aspendos Antik Tiyatrosu’na…
“Aspendos kralının bir zamanlar herkesin evlenmek istediği çok güzel bir kızı vardır. Kral kızını kime vereceğini bilemediği için halka, “Kim halkımız ve kentimiz için en yararlı
şeyi yaparsa kızımı ona vereceğim” diye duyurur. Bunun
üzerine iki kardeş iki büyük yapı yaparlar. Biri kente çok
uzaklardan, karmaşık yolları ve birçok zorluğu geçerek
su getiren kemerleri; öteki ortasında yere metal para atıldığında üst sıralardan bile sesinin rahatlıkla duyulduğu
dünyanın akustik olarak en iyi tiyatrosudur. Kral su kemerlerini gördükten sonra kızını bunu yapana vermek ister.
Bunun üzerine tiyatronun mimarı Zenon krala bir oyun
oynar. Kral tiyatronun üst sıralarında gezerken bir fısıltı
duyar: “Kral kızını bana vermeli.” Akustiğe hayran kalan
kral kızını büyük bir kılıçla ikiye ayırır ve kardeşlere verir…”
17
BİR DÜNYA MEKAN
Antalya’dan doğuya, Alanya’ya doğru yola çıkıp 44.
kilometreden sola, kuzeye doğru döndüğünüzde
yaklaşık 4 kilometre sonra
sizi bütün görkemiyle, tarihi dokusuyla ve yaşanmışlıklarıyla karşılar Aspendos.
Sadece Anadolu’nun değil,
tüm Akdeniz havzasının da en iyi korunmuş Roma dönemi
tiyatrosundasınız artık. Yakınındaki nehir ve bereketli topraklarıyla Aspendos şehri sadece antik tiyatroya değil aynı
zamanda tiyatronun sırtını yasladığı tepenin düzlüklerindeki diğer antik yapılara da ev sahipliği yapar.
Tiyatronun kapısından içeri ilk adımınızı attığınızda yüzlerce yıla meydan okuyan ve bugün hala dimdik ayakta olan
tarihi sütunlar ve kirişlerin adeta kokusunu alırsınız... Yirmi
bin kişiyi içine sığdırabilen mekânın M.S. 161 -180 yılları
arasında nasıl inşa edildiğini, mekânı oluşturan o büyük
ve ağır taşların nasıl üst üste konabildiğini düşünürken
bulursunuz kendinizi ilk anda. “Demek ki…” dersiniz kendi
kendinize, “…dönemin ufak ölçekteki bu kenti Akdeniz’in
en geçerli parasını bastığına göre, ekonomisi de o nispette güçlüydü. Böyle büyük ve görkemli bir yapı güçlü bir
ekonominin sonucu olsa gerek…”
Kafanızı kaldırıp yapıyı dikkatle incelediğinizde yapının
sadece Roma İmparatorluğu döneminin izlerini taşımadığını görürsünüz. Bizans ve Selçuklu döneminde de varlı-
20
ğını sürdüren bölgede
o dönemlerde yapılmış
tadilatlar bir anıtsal kapı
ve cephesindeki koyu
kırmızı geometrik desenli sıva kaplamasıyla
gösterir kendini. Şehrin
bugün bu ölçüde sağlam şekilde ayakta kalabilmesi, Selçukluların onarım ve korumacılığına bağlanır.
Atatürk de 1930 yılında burayı ziyaret ettiğinde mekânın
harap olduğunu görerek onarılıp yeniden kullanılması yönünde direktif vermiştir.
Kapıdan girdikten sonra artık mekânı gezme ve keşfetme
isteği uyanır içinizde. Son derece geniş ve bütün mekâna
hâkim olan sahnede birkaç dakika gezdikten sonra seyircilerin oturdukları basamaklardan tırmanmaya başlarsınız.
Kaçınılmaz olarak ilk fark ettiğiniz şey yapının inanılmaz
akustiğidir. En üst basamaklara tırmanıp o uzaklığa rağmen
sahnedeki kişilerin fısıltılarını net biçimde duyduğunuzda,
bu akustiğin bugünkü teknolojiye rağmen günümüz tiyatro binalarında neden başarılamadığına hayıflanırsınız.
Oldukça dik biçimde tırmanan yüksek konumlu yapının en
üstünde yapıyı yuvarlak bir taç gibi saran koridor sistemi,
bugün hala stadyum inşaatlarında uygulananlarla aynıdır.
Bu, insan sirkülasyonunu kolaylaştıran ve çevreye fazla rahatsızlık vermeden yapı içinde rahat hareket etmeyi sağlayan bir sistemdir.
AÇIK HAVA TİYATROLARI
İnşa edildiği dönemde tiyatro oyunları için kullanılan mekân
hiçbir zaman kanlı gladyatör kapışmalarına sahne olmamıştır. Yapıldığı dönem ve sonrası gibi günümüzde de kültür
organizasyonları için kullanılmaya devam edilmektedir.
Kültür Bakanlığı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği “Uluslararası Aspendos Opera Ve Bale
Festivali” 22 yıldır bu mekânda gerçekleştirilen en önemli
etkinliklerden biridir. Son derece görkemli ve canlı geçen
bu festival bu yıl 3 -15 Eylül tarihleri arasında yeniden
Opera ve Bale severlerle buluşacak.
Antalya Büyükşehir Belediyesi’nce gerçekleştirilen iki
önemli etkinlik olan Uluslararası Antalya Piyano Festivali
ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin prestij gecelerine yine Aspendos ev sahipliği yapar.
Bütün bunların dışında zaman zaman senfoni orkestraları ve önemli virtüöz ve solistlerin konserleri de Aspendos
Antik Tiyatro’da yapılabilmektedir. Ancak günümüz ses ve
ışık teknolojilerinin yapıya zarar vermemesi için mekânın
günlük kirası yüksek tutulmakta ve bazı organizasyonların
burada yapılmasına izin verilmemektedir. Yapılan teknik
açıklamada mekânda oluşacak ses düzeyinin 110 desibeli aşmaması gerektiği öngörülmektedir. Zarar gördüğü
için 2008 yılında bir süre organizasyonlara kapatılan Aspendos, yapılan restorasyonun ardından 2015 yazında
yeniden etkinliklere açılmıştı. Kaba bir hesapla 1800 yıldır
ayakta duran tiyatronun varlığına gelecek nesiller tarafın-
dan da şahitlik edilebilmesi için iyi korunması gerektiği
açıktır. Bugün inşa ettiğimiz herhangi bir yapının 3800 yılında hala ayakta olduğunu düşünsenize…
KONYAALTI AÇIK HAVA TİYATROSU
Röportaj: Tayfun YÖNLÜ
Ülkemizde konser verilebilecek, gösteri yapılabilecek
mekânların sayısı hızla artıyor. Sanatçılar artık büyük
mekânlar ve organizasyonlarda yılın belli dönemlerinde
konser vermek yerine daha küçük mekânlarda daha sık
sahne almayı tercih ediyorlar. Bahar ve yaz aylarında ise
açık hava konserleri veya gösterilerinin sayısı artıyor. Bu
yazıda sizleri sadece Antalya’nın değil, ülkemizin en tanınan ve sevilen açık hava gösteri merkezlerinden bir olan
Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu’nda bir gezintiye çıkaracağız. Bu gezinti Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu’nun uzun
yıllardır işletmecisi olan Hedef Sanat Production’ın sahibi
Hüseyin Demirtaş’ın anlatımı ile sayfamızda…
Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu’nun öyküsü nasıl başladı?
Burası 1985 yılında Akdeniz Müzik Festivali’nin sahnelenebilmesi için doğan ihtiyaçtan ortaya çıkmış. O zaman
bölgede etkinliğin sahnelenebileceği bir yer yokmuş. Bir
tek Aspendos varmış. Dönemin belediye başkanı rahmetli
Yener Ulusoy yaptırmış burayı. Ben 1987 yılında üniversite
öğrencisiyken ilk kez Ferhan Şensoy’la beraber geldim bu-
21
BİR DÜNYA MEKAN
raya. O zaman tamamen
ahşaptı. Sonra 1992 yılında Hasan Subaşı’nın
başkanlığı döneminde
revize edildi. Hiç unutmam Kayahan’ın verdiği bir konser sırasında sahnenin tam karşısındaki seyirci
bölümü gümbür gümbür çöktü. Seyirciler bir anda 1,5
– 2 metre birden aşağı inivermişlerdi. Bir gün de Coşkun
Sabah’ın verdiği bir konser sırasında yangın çıkmıştı arka
tarafta. Biz buranın işletmeciliğini 1996 yılında aldık, 2002
yılında da Büyükşehir Belediyesi ile anlaşarak tamamen
yıktık ve yeniden yaptık burayı.
Alanın mülkiyeti kime ait?
Büyükşehir Belediyesi burayı Milli Emlak’tan kiralamış. Biz
de bugün kira karşılığı işletmeciliğini yapıyoruz. Burayı
devralıp konserler yapmaya başladıktan sonra buradaki
insan yapısı da değişti. Hemen yan tarafta falezlerin içindeki mağaralarda insanlar kalır, yaşarlardı. Burada sirkülasyon arttıkça onlar da uzaklaşmaya başladılar. Havası değişti yani buranın.
Neler gördü Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu? Kimler
sahne aldı burada?
Burası uzun yıllar boyunca Antalya’nın epey bir ağırlığını çekti. Burada yapmadığımız iş, getirmediğimiz sanatçı
kalmadı. Saymaya kalksak sabaha kadar konuşuruz. Yurt
22
dışından da çok gelen
oldu. Örnek hangi birini vereyim? Klasik müzik konserlerinden rock
festivallerine kadar çok
iş oldu. Eskiden burada
yılda 40 – 50 organizasyon yapıyorduk. Saymak, olacak
gibi değil. Sadece bu mekânda olmuş işler de var. Mesela
Şener Şen, Uğur Yücel’le beraber burada bir müzikal sahneye koydu. 7 temsil yapıldı ve o oyun Türkiye’de sadece
burada oynandı.
Biz burayı yeniden inşa ederken esas Anadolu Ateşi’ne
göre yapmış, inşa etmiştik. Anadolu Ateşi burada yüzlerce
kez sahnelendi. 2002 – 2003 yılı civarında bir yıl boyunca
sadece burada oynandı Anadolu Ateşi.
Eğer burası olmasaydı Aspendos Antik Tiyatrosu belki de
yıkılırdı şimdiye kadar. Çünkü oranın yükünü de zaman
içinde burası aldı. Orada konser vermek artık dayanıklılığını sınamak oluyor. Burası sayesinde orası da korunmuş
oldu.
Teknik özelliklerinden biraz bahseder misiniz?
Eski dönemde kulis yok, tuvalet yok… İdareten yapılmış
bir yerdi burası. Biz yeniden inşa ettikten sonra Türkiye’nin
en iyi Açık hava mekânlarından biri oldu. 500 metrekare
alanı, sahnesi, kulisleri ile altyapısı yeterli bir mekândır.
3200 seyirci kapasitesi var. Kulislerinde 50 kişi aynı anda
AÇIK HAVA TİYATROLARI
makyaj yapabilir. Duşları, tuvaletleri yeterlidir. Starların kullanabileceği
özel odalar var. Antalya’ya çok hizmeti oldu buranın. Yeri çok güzel ve
merkezi. Meltem Mahallesi’nin güneyinde, Cam Piramit’in hemen altında,
varyantın indiği ve Konyaaltı plajlarının başladığı noktanın tam üstünde
burası. Falez yapının içine gömülü
olduğu için üst taraftaki yoldan gelen
gürültü tiyatronun üzerinden geçip
gider, duymazsınız. Şehrin içinde olmasına rağmen sessizdir. Buranın sesi
de şehri hiç rahatsız etmez. Saklıdır
biraz. Akustiği çok güzeldir. Yukarı bakarsanız buranın doğal yapısını, taşları
ve ağaçları bozmadığımızı görürsünüz. Oradaki yapı aynı zamanda sesin
de sağlıklı ve güzel çıkmasını sağlıyor.
Ses çok düzgündür.
Bu sene bayramdan sonra kimler
gelecek? Hangi konserler yapılacak burada?
Sibel Can, Funda Arar, Sıla, Ata Demirer, Volkan Konak, Koray planladığımız
etkinliklerden bazıları. Başka konserler
Efes harabelerinin
en güzel yapılarından
biri olan tiyatro, oldukça
sağlam kalmış ve
bir süre öncesine kadar
Efes Festivali gibi
şenliklerde ve çeşitli
kültür-sanat
etkinliklerinde rahatlıkla
kullanılabilmiştir.
Ancak aşırı kullanımdan
kaynaklanan kaymalar
nedeniyle tekrar
restorasyon çalışmaları
başlamış ve korumaya
alınmıştır.
de çıkar. Sene sonuna kadar 20 – 30
organizasyon yaparız.
ARTIK KORUMA ALTINDA BİR
MEKÂN: EFES
Hazırlayan: Ümit DİRİCAN
Efes harabelerinin en güzel yapılarından biri olan tiyatro, oldukça sağlam
kalmış ve bir süre öncesine kadar
Efes Festivali gibi şenliklerde ve çeşitli
kültür-sanat etkinliklerinde rahatlıkla
kullanılabilmiştir. Ancak aşırı kullanımdan kaynaklanan kaymalar nedeniyle
tekrar restorasyon çalışmaları başlamış ve korumaya alınmıştır.
25000 kişilik tiyatronun ilk kez Hellenistik dönemde yapıldığı bilinmekte
ise de bugüne kadar gelen tiyatronun İmparator Cladius zamanında
yeniden inşasına başlandığı, İmparator Trianus M.S. 98-117 döneminde
tamamlandığı bilinmektedir. Sahne
binası 18m. yüksekliğindedir. Rivayete
göre M.S.54 yıllarında St.Paul’un bu
tiyatrodan Efeslilere seslenmiş ve büyük tepkiyle karşılanmıştır.
23
BİR DÜNYA SOHBET
Röportaj: Figen GÖKTAŞ
Okul yıllarında müzik dersinden kalan
bir öğrenciyken sevgili annesinin ısrarlarıyla Ankara Devlet Konservatuarına
girer Hakan Aysev. 1988 yılında mezuniyetinden sonra Viyana’ya giden sanatçımızın Avusturya yolculuğu, Viyana Devlet Operası’nda kadrolu sanatçı olana
dek sürdü. Aynı zamanda Luciano Pavarotti’nin öğrencisiydi. 1991 yılında Almanya’da Koblenz Devlet Operasına katıldı ve birçok eserde rol aldı. 1995-1997
yılları arasında Darmstadt Devlet Operasında majör rolleri üstlendi. 1997’nin
Mart ayında Norveç’te Rigoletto, Ağustos’ta Fransa’da Carmen Operalarında
sahneye çıktı. Hakan Aysev bugüne kadar Düsseldorf, Texas, Basel, Bern, Heilderberg operalarında da misafir sanatçı
olarak yer aldı. Ayrıca 1997 yılında Verdi/Requiem’in CD kaydını yaptı. 1998 yılında Bulutsuzluk Özlemi ile gerçekleştirdiği rock-opera konserini bugünkü gibi
hatırlıyorum pek çoğunuz gibi. Tadına
doyulmaz bir müzik şöleniydi.
2005 yılında Buenos Aires Teatro Colon’da König Kandaules operasında başrol oynadı. Barcelona Senfoni Orkestrası
eşliğinde Ludwig van Beethoven’ın 9.
Senfoni’sini seslendirdi. Bitmedi elbette… Hakan Aysev muhteşem ve güçlü
sesiyle kulaklarımızda ve dahi söylediği
mekânlarda silinmez izler bıraktı. Değerli sanatçımız, bu ayki konumuz olan
mekânları, yorumcu-mekân ilişkisi cephesinden değerlendirdi.
Konser mekânlarının fiziki koşulları
sanatçının performansını nasıl etkiler?
Özellikle akustiği çok çok önemli konser
verdiğiniz mekânın, ondan sonra seyirci
faktörü giriyor devreye, konumu, şehrin neresinde olduğu… Ben bu konuda
çok şanslıydım; hayatım boyunca Viyana
Devlet Operası, Bastil Paris, Tiyatro Colon
Buenos Aires, Düseldorf Operası, Teksas
Austin Operası gibi sayabileceğim pek
çok yerde konser verdim, şarkı söyledim.
Bunların içinde çok klasik binalar da var
çok modern binalar da var. Mesela Viyana
24
Sınırları Aşan, Yürekleri
Titreten Güçlü Ses…
Hakan sev
HAKAN AYSEV
Devlet Operası’nın o klasik hali ve kusursuz akustiği beni ne kadar etkilediyse, Bastil Operası’nın modern mimarisi ve harikulade akustiği, muhteşem
atmosferi de bir o kadar etkilemiştir.
Düşünün o kadar mükemmel ki Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François
Mitterrand Bastil Operası için “Benim
en değerli yapıtım” der.
Klasik ya da modern yapılar, bir
eseri yorumlarken farklılık yaratıyor mu?
Gerçekten farklı farklı hissiyatlar uyandırıyor. Sonuçta opera sanatçıları mikrofonsuz 70- 80 kişilik orkestrayı aşıp,
1500-2000 kişiye sesini duyurması çok
önemli olduğu için yine akustik öncelikli olgu. Ancak tabii ki karşınızda Barok yapıda yapılmış 5 katlı bir bina ve
“Viyana Devlet
Operası’nın o klasik hali
ve kusursuz akustiği
beni ne kadar
etkilediyse, Bastil
Operasının
modern mimarisi ve
harikulade akustiği,
muhteşem atmosferi de
bir o kadar etkilemiştir.”
ellerinde notalarla sizi takip eden bir
seyirci olunca bambaşka oluyor.
Mekâna ruh katan biraz da seyircisi
sanırım. Bu anlamda seyirci profili,
sayısı, kalitesi gibi unsurlar sanatçıyı nasıl etkiliyor?
Elbette çok çok önemli ama tabii seyirci algıları değişebilir. Beş bin kişilik
bir salondaki seyirci algısı bazen düşük
olabilir, bunların yüzde 70’i sizi algılamaz. Ama bin kişilik bir salondaki yüzde 70 çok çok farklı olabilir, o da zaten
sanatçının performansında oldukça
etkili rol oynuyor. Dünya çapında tenorlar ki birebir konuştum, Placido
Domingo, rahmetli Luciano Pavarotti,
Jose Carreras, ünlü bariton Piero Cappuccilli gibi, bu sanatçılar paradan ya
da büyük prodüksiyon olmasından
önce hangi binada söyleyeceklerine
bakarlar, ilgilenirler.
Repertuarınızı konser vereceğiniz
mekâna göre hazırladığınız olur
mu?
Tabii ki. Tek çıkacağım konserlerde
mekâna göre repertuar yaptığım çok
olmuştur. Daha klasik, tarihi dokusu
olan mekânlarda ona göre daha klasik eserler, daha modern merkezlerde,
salonlarda daha farklı eserlerden bir
seçki yapıyorum. Ona göre dengeliyorum, konserden konsere değişiyor
gerçekten.
“Ah keşke burada da konser verebilseydim” dediğiniz bir konser
mekânı var mı?
Var olmaz mı? La Scala Opera Binasında henüz söylemedim, çok isterim.
Benim için çok ulaşılmaz ve inanılmaz
bir sahnedir. Tabii bu binaların bir de
yaşanmışlıkları var. O sahnede Tito
Gobbi’den Maria Callas’a, Leyla Gencer’den Domingo, Pavorotti’ye birçok
sanatçının performansları var, bu çok
önemli. Ben konserden önce boş sahneye çıkarım ve daha önceki seslere,
mekâna kulak veririm, dinlemeye çalışırım kendimce… Değerli insanlar
şarkı söylemiştir, onları duymaya çalışırım. Bunlar bu tür mekânları daha da
zenginleştiren olgulardır. Çünkü o sesler bu evrende kalıyor ve o tiyatronun
içinde de kalıyor diye düşünüyorum.
25
Müziğin
Mekânı-Mekânın
Müziği
BİR DÜNYA MEKAN
Tiyatro salonu, konser, konferans salonu, oditoryum gibi
kültürel faaliyetlerin yapılabilmesine olanak sağlayan
yapıların zengin oluşu, bir toplumun kültür düzeyinin
yüksekliğinin göstergelerinden birisidir. Mekânın fonksiyonuna ve kullanım amacına uygun olarak seslerin dinleyicilerce net ve anlaşılabilir şekilde algılanması ise akustik
konfor seviyesini belirlemektedir. Mekânın akustik konforu kadar, ergonomisi ve yarattığı atmosfer de çok büyük
önem taşımaktadır. Türkiye’de ses getiren büyük ve profesyonel organizasyonlarıyla, adeta dünyayı ayağınıza
getiren müzik mekânları, kaliteden ödün vermeksizin, her
geçen gün yeni etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Bu özel
mekânları araştırma ve söyleşilerimiz eşliğinde tanımaya
ne dersiniz?
Ankara’nın Dünya’ya Açılan Kapısı Congresium
Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ
Mekânların ihtişamından, mimarisinden ya da etkileyici
hikâyelerinden bahsediyoruz bu sayıda… Bu anlamda
Ankara ayağında iki mekânı ziyaret ettik sizler için.
“Alt tarafı bir konser izleyeceğiz, koltuğum rahat
olsun yeter” kanaati artık
geçerli değil. Değişen ve
gelişen dünyada hayatla
birlikte sanatı da yaşamak
isteyenler için beklentiler
26
yüksek ve değişken. Doğrusu mekân işletenlerin de işi
zor… Biz de müziği bir ucundan tutmuş yüklenen, bunu
iş edinmiş vizyonu geniş insanlarla konuşup hizmete sundukları bu mekânları tanıtmak istedik. Çünkü farklı organizasyonlara aynı mekânda ev sahipliği yapmak bir de izleyiciye bunların en iyi şekilde sunumunu sağlamak başka
bir ustalık, bazende sihirbazlık gerektirir sanırım. İşte bunlardan biri de Congresium… Pazarlama Direktörü Şafak
Aksöyek Toros bize bu etkileyici mekânı tanıttı.
GL events 5 kıta ve 17 ülkede 3.500’den fazla profesyonel
çalışanı ile hizmet veriyor. GL events Dünya çapında yılda 250’den fazla uluslararası fuar, sergi, kongre, toplantı,
kültür ve spor faaliyeti, siyasi organizasyon ve gösteri düzenliyor. Congresium Ankara, GL events’in yönettiği Ankara’nın en büyük gösteri merkezi. Congresium Ankara fuar,
konser, tanıtım, toplantı ve kongre organizasyonları başta
olmak üzere, bugüne kadar birçok etkinlik ve organizasyona başarıyla ev sahipliği yaptı. Ulusal ve uluslararası organizasyonları gerçekleştirerek Ankara’nın bir kültür şehri
olarak anılmasını da sağlayan Congresium, şehrimizi
bir çekim merkezi haline
getirmeyi hedefliyor.
Congresium Ankara sadece mimarisiyle değil, gelişmiş teknolojik altyapısı ve
çözümleriyle de tercih nok-
CONGRESSIUM-JOLLY JOKER
tası olmaktadır. 3.107 kişi kapasiteli Gordion Oditoryum
salonu gösteri, şov ve konser denildiğinde Ankara’da akla
gelen ilk isim oluyor. Atmosferiyle misafirleri büyüleyen
salon, bilgiyi, eğlenceyi ve dinamizmi bir arada sunabilmek amacıyla tasarlanmış. Kapasitesi, teknolojik altyapısı
ve görsel estetiğiyle Avrupa’da 4. sırada yer alan Gordion
Oditoryum, kurumsal etkinliklerde verimliliği en üst noktaya taşıyabilir ya da performans gösterilerinde konuklara
eşsiz bir görsel şölen sunabilmektedir. Maksimum konfor,
üst düzey ve yüksek kalite standardıyla Gordion Oditoryum hem uluslararası hem de ulusal olmak üzere birçok
konser ve gösteriye ev sahipliği yaparak başkentlileri akıllardan silinmeyecek organizasyonlarla buluşturdu ve buluşturmaya devam ediyor.
Ayrıca, Congresium’ un 4.700 ve 650 m² Panoramik Ankara Manzaralı, aktivitelere ve organizasyonlara uygun Açık
Hava Terası, Ankara’nın yaz aylarında gösteri ve konserler
için de vazgeçilmez mekânlarından biridir. Yeşilin ve Ankara manzarasının buluştuğu Açık Hava Terası, konser ve
gösteriler için misafirlerine büyüleyici bir atmosfer sunuyor.
Görkemli sunumuyla Congresium, 2012 yılından itibaren
ulusal ve uluslararası birbirinden farklı ve özel organizasyona ev sahipliği yaptı. Bubble Show, Madagascar Live,
Beauty&The Beast, Stomp, David HELFGOTT, Farid FARJAD, Buika, Pink MARTINI, Goran BREGOVIC, Sezen Aksu,
Sıla ve Cem Yılmaz bu isimlerden sadece bir kaçıdır.
Başkentin Eğlence Hayatına Yön Veren Mekân
JOLLY JOKER
Klasik, modern, popüler müzik türleri gibi artık bu müziklerin icrasının yapıldığı mekânlar da değişiklik gösteriyor.
Gençlerin tabiri caizse takıldığı, orta yaşın rağbet ettiği,
caz severlerin, pop severlerin tercih ettiği gibi ayrımlar söz
konusu günümüzde…
Bütün bunların ayrımına profesyonel bir bakışla ve ticari bir
zekâyla yaklaşan mekân sahipleri her türlü zevke hitap ediyor. Hem sanatçı tarafından tercih edilmek, hem de izleyenleri mekâna çekmek, rekabetin arena tadında yaşandığı
günümüzde oldukça çetin bir iş. İşte bunlardan biri de Jolly
Joker olarak bildiğimiz konser salonları zinciri. Bu mekânı
da sizler için Etkinlik ve Müzik Direktörü Yusuf Torun anlatıyor…
Jolly Joker Türkiye, 2005 yılında Antalya’da pub olarak hizmete başlamıştır. Mekânımız, 2006 yılında yine Antalya’nın
Konyaaltı bölgesinde Jolly Joker XL markasıyla birçok yerli ve yabancı sanatçıyı ağırladı. 2008 Eylül’de Beyoğlu’nda
Jolly Joker İstanbul hizmete açıldı ve açıldığından bu yana
1000’in üzerinde yerli yabancı ünlü müzisyen sahne aldı.
Yıl 2011 olduğunda, Jolly Joker tarihinin en ihtişamlı ve en
büyük konser salonu 2000 kişilik kapasitesiyle Ankara’da
açıldı. Birçok kıtadan ve yerli sanatçıların sahne aldığı bu
mekân, Avrupa’nın en iyi kapalı konser salonlarından biri
olarak gösterildi. Açıldığı günden bu yana 500’ün üzerinde
canlı performans sergilendi.
27
BİR DÜNYA MEKAN
Kavaklıdere’de bulunan Jolly Joker Ankara, ağırladığı birbirinden ünlü yerli ve yabancı isimle Ankara’nın eğlence hayatına yön veriyor.
Wishbone Ash, Smokie, Paul Gilbert, Archive, Epica & Katatonia ve Pentgram gibi dünyaca ünlü isimleri ağırlayan Jolly
Joker Ankara, aynı zamanda Halil Sezai, Gökhan Türkmen,
Fettah Can, Yaşar, Soner Sarıkabadayı, Duman, Nev, Hüsnü Şenlendirici, Emre Aydın, Model, Karmate, MFÖ, Gripin,
Göksel, Pinhani ve daha birçok sevilen sanatçıyı Başkentliler
ile buluşturdu.
Antalya’da bir dönem konserlerine ara veren Jolly Joker, 2013
yılında Lara bölgesinde Concert Hall konseptinde 1500 kişi
kapasiteli yeni bir konser salonu açtı. 2014’ün son çeyreğinde
Jolly Joker Bursa 1700 kişilik kapasitesiyle Bursa gece ve konser hayatına yön vererek açılışını yaptı.
Halen devam etmekte olan konser salonları yılda 500 binin üzerinde kişiyi ve yerli yabancı birçok ünlü ismi ağırlamaya devam ediyor.
MAVİ VE YEŞİL’İN BULUŞTUĞU SANAT NOKTASI
ARENA-İZMİR
Röportaj: Ümit DİRİCAN
İzmir’de bulunan çok amaçlı bir kültür-sanat ve eğlence
noktası İzmir Arena... Bayraklı Turan Eğlence Merkezi alanı içerisinde yer alan mekân, 305 mt deniz cepheli, 16000
m2 açık, 2200 m2 kapalı alan üzerine kurulmuş, yaklaşık
35.000 kişiyi misafir edecek, 16.000 metrekarelik genişlikte ve denize sıfır bir konumda bulunuyor. Bir önemli
özelliği de İzmir’in göbeğinde, mavi ve yeşilin birleştiği bir
noktada yer alması olabilir. Birçok konser ve festivale ev
sahipliği yapan işletmenin sahibi, Umut Ertuğrul. Biz de
bu güzel mekânı sizlere tanıtmak, özelliklerinden bahsetmek istedik ve İzmir Arena Kurumsal İletişim Pazarlama
Müdürü Gamze Senger Öztürk keyifli bir söyleşide, sorularımızı yanıtladı.
28
Çok geniş bir alan üzerine kurulan İzmir ARENA; kurumsal, kültürel sanat etkinlikleri için İzmir’de en
önemli adreslerden biri haline geldi. Aynı zamanda
2011 yılında T.C. Turizm ve Kültür Bakanlığınca “En iyi
Eğlence Mekânı” ödülüne de layık görülmüştür. Arena nasıl kaygılarla kuruldu ve gösterdiği başarının
sırrı nedir?
Öncelikli olarak İzmir Arena, İzmir eğlence hayatına farklı bir
soluk getirmek için, İzmir’ in konum olarak en iyi bölgelerinden birinde kurulmuştur. Yaz aylarında denize sıfır bir konumda; konser festival gibi aktiviteler ile katılımcılara eşsiz
bir deneyim sunmaktadır. Başarının sırrına gelince hizmet
sektöründeki her başarılı firma gibi, hizmet kalitesini üst
düzeye çıkarıp gelen konukları buradan eşsiz bir deneyim
yaşatarak uğurlamak en büyük amacımız olmuştur.
Bir mekân için sadece geniş bir alana sahip olması
başlı başına yeterli midir? Yoksa mekânın tercih edilmesi için farklı koşulların da bulunması önemli midir?
İzmir Arena; İzmir’in tam ortasında, İzmir’in kalbinin attığı
yerde, lokasyan olarak her bölgeye yakın, denize sıfır, eşsiz
körfez manzarası ve güzel atmosferi ile geniş bir alanda,
kaliteli hizmet vermesi sebebiyle konser etkinlik ve organizasyonlara ev sahipliği yapıyor.
Özellikle müzik organizasyonlarının yapıldığı mekânların akustiği çok önemlidir. Bu akustiği sağlarken neler yapılıyor? Mekânlar için akustiğin yanında görsellik de önemli oluyor mu?
Kapalı alanımız denize sıfır olan konumumuzdan dolayı
ön cephesi komple panoramik cam şeklinde dizayn edilmiştir. Sizin de belirttiğiniz gibi konserlerde akustik büyük
önem taşımakta İzmir Arena olarak hem akustiği sağlama,
hem de mekânın dizaynından ödün vermemek adına
cam olan kısımları dekoratif perdeler ve yalıtım malzemeleri ile akustik anlamında maksimum verim alabileceğimiz
şekilde tasarlanmıştır.
ARENA-İZMİR
Konser ve festivalleri katılımcılar için daha
keyifli hale getirebilmek adına, konser
öncesinde ve sonrasında yan aktiviteler
oluşturmaktayız. Aynı zamanda tesisimizin
en önemli özelliklerinden biri olan
konumundan faydalanarak katılımcılara
alternatif alanlar yaratmaktayız.
Konser, festival gibi etkinliklere katılacak izleyicilere,
mekânı daha ilgi çekici ve uygun hale getirmek için neler yapıyorsunuz? Ya da bu konuda neler yapılmalıdır?
Konser ve festivalleri katılımcılar için daha keyifli hale getirebilmek adına, konser öncesinde ve sonrasında yan
aktiviteler oluşturmaktayız. Aynı zamanda tesisimizin en
önemli özelliklerinden biri olan konumundan faydalanarak katılımcılara alternatif alanlar yaratmaktayız. Bunların
haricinde aktivitenin hitap ettiği izleyici kitlesine göre
sponsorluk destekleri ile farklı projeler geliştirmekteyiz.
Konserler veya çeşitli kültürel etkinlikler düzenlenirken izleyici profili önemli midir? Katılacak izleyicilere
göre konser ve mekân seçimleri yapılıyor mu?
Konseri gerçekleşen sanatçının dinleyici kitlesine ait beklentilerin, mekânın konsepti ile örtüşüyor olması çok
önemli bir konu. Izmir Arena, hizmet vermeye başladığı
tarihten itibaren birçok farklı tarzda etkinliğe ev sahipliği
yaparak gerçekleşen projelerin hedef kitlelerine uyum
sağlamış ve bu sayede geniş bir yelpazede faaliyet göstermiştir.
Bu yıl İzmir Arena’da gerçekleşecek büyük projeler
görebilecek miyiz?
28 Mayıs 2016 tarihinde bugüne kadar İzmir’de gerçekleşen en büyük projelerden birine ev sahipliği yapıyor olacağız. Dünya’nın en renkli partisi Life In Color Kingdom,
İstanbul’da gerçekleşen ve çok beğenilen Unleash ve
Big Bang Tour şovlarının ardından bu kez İzmir’de binlerce elektronik müziksevere unutulmaz bir şov yaşatmaya
geliyor. Dünyaca ünlü Dj’lerin performanslarıyla gerçekleşecek Life In Color’da rengarenk bir gün yepyeni bir prodüksiyon ve çok daha fazlası katılımcıları bekliyor olacak.
Aynı zamanda Olten Filarmoni ve Izmir Arena ev sahipliğiyle 1970 yılında kurulmuş ve tüm Dünya’da albümleri
300 milyondan fazla satmış İngiliz Rock grubu olan Queen
’in eserlerini yorumlayan dünyaca ünlü ‘’ MerQury Queen
Classical ‘’ Izmir Arena’nın müthiş atmosferi ile İzmirli din-
29
BİR DÜNYA MEKAN
leyicilerle buluşacak. Life In Color ve MerQury Queen Classical’ın yanı sıra Türk pop müziğinin en önemli temsilcilerinden Sıla’nın yeni albümünün ilk konseri de 3 Haziran’da
Izmir Arena’da gerçekleşecek.
“SANATIN BULUŞMA ADRESİ”
Zorlu Performans Sanatları Merkezi…
3 yıl önce, dünyaca ünlü Broadway müzikali “Cats” ile kapılarını açan Zorlu Performans Sanatları Merkezi (PSM),
sadece içinde yer aldığı Zorlu Center yaşam merkezi ve İstanbul’a değil, tüm Türkiye’ye değer katacak bir kültür-sanat merkezi olma iddiasıyla yola koyulmuştu.
“Bu üç sezon içinde hedeflerine ulaştı mı?” derseniz; müzikallerden, konserlere, birbirinden ünlü gruplara ve isimlere ev sahipliği yapan etkinlikleriyle “evet” diyebiliriz. Zenginleştirilmiş akustik özelliğe sahip 2242 kişi kapasiteli
ana tiyatro ve doğal akustik donanımla tasarlanan 717
kişi kapasiteli drama sahnesi ile İstanbul’u dünyaca ünlü
eserlerle buluşturuyor. Sanatın çeşitli dallarına ev sahipliği yapmak üzere, çok amaçlı sanat merkezi olarak tasarlanan Zorlu PSM’de aynı zamanda, Londra - West End, New
York - Broadway’de gösterimi gerçekleşen müzikallerin
ve oyunların da dünya prömiyerleri sergileniyor. Toplam
50.000 m² kapalı alana sahip olan Performans Sanatları
Merkezi; farklı katlarda her türlü ihtiyaca yönelik 5.200
m² fuaye alanına, görsel ve çağdaş sanat eserlerinin sergilenmesi için galeri alanlarına ve sanat ile kendini ifade
etmek isteyen herkese kapıları açık olan, son teknoloji ile
donanımlı Şehir Sahnesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca
butik gösteriler, akustik konserler ve diğer etkinlikler için
kara-kutu tiyatrosu olarak da kullanılan, Avrupa’nın en
büyük ve en donanımlı, son teknoloji bir kayıt stüdyosunu da bünyesinde bulunduruyor. Aslında sadece bu özel
salonlar bile, İstanbul gibi, Avrupa’nın kültür-sanat merkezi olma iddiasında bir kent için büyük bir fırsat… Tüm
30
bu hedeflerin hayata geçirilmesinde büyük payı olan, Zorlu PSM Genel Müdürü Murat Abbas ile hem Zorlu PSM’yi,
hem de “Müzik Mekânları”nın özelliklerine dair ayrıntıları
konuştuk…
Zorlu PSM ne zaman faaliyete başladı ve ne kadar bir
süredir böyle büyük konser organizasyonları veriyor?
Zorlu Performans Sanatları Merkezi, Ekim 2013’te faaliyete geçti. Şimdi, üçüncü sezonumuzu geride bırakıyoruz.
Yeni sezonumuz için çalışmalarımız çoktan başladı. Zorlu
PSM’yi tek bir koldan değerlendirmek pek doğru olmaz.
Büyük konserler düzenlediğimiz gibi, dev müzikalleri, ful
prodüksiyonları da getirmeye devam ediyoruz. “Yoldan
Çıkan Oyun” gibi kendi prodüksiyonumuz olan oyunun
yanı sıra, pek çok tiyatroya da ev sahipliği yaptık. Salı konserlerimizle, her hafta Türkiye’den sanatçılarla izleyicilerimizi buluşturduk. Bu sezon 2 farklı sergiyi de bünyemizde
sanatseverlerle buluşturduk. Digital Revolution sergisi 12
Haziran’a kadar, SkyLounge’da, futbol dünyasından objeler içeren Goal Sergisi ise 5 Haziran’a kadar Meydan Fuaye
’de devam ediyor.
Bu sezon hayata geçirdiğimiz bir başka yenilik ise yabancı ve alternatif sanatçıları sahnelerimizde ağırlamak oldu.
Müzik dünyasında heyecanla beklenen pek çok ismi bu
yaz sahnelerimizde ağırlıyoruz. Dolayısıyla sorunuza yanıtımı şöyle özetleyebilirim; ilk sezonumuzdan bu yana gerçekleştirdiğimiz etkinliklerin kalitesi değişmeden sürdü.
Bu süre zarfında da katlanarak, çeşitliliğimizi artırdık. Bu
yolda devam etmeyi hedefliyoruz.
Bir mekânda konser organizasyonları düzenleyebilmek için gerekli ortam ve koşullar neler olmalıdır?
Ortamın akustiğinin önemini ve daha farklı koşulları
değerlendirebilir misiniz?
Misafirin bir organizasyondan memnun ayrılması için yaşayacağı deneyim; bulunduğu son mekândan çıkışıyla
ZORLU PSM
başlar, organizasyon sonrası varacağı son noktaya ulaşmasıyla sona erer. Dolayısıyla bir mekânın “iyi” bir mekân
olabilmesi için; o mekâna ulaşım, araçla gelindiyse park
imkânları, mekâna girişler, mekânın aydınlatması, havalandırması, mekânda sizi karşılayan görevliler, biletinizi
teslim almanız, yiyecek-içecek ihtiyaçlarını gidermeniz
için sağlanan imkânlar da en az bir konser izlerken oturacağınız koltuğun rahatlığı, duyacağınız sesin kalitesi,
sahnenin aydınlatması kadar önemlidir. Zorlu Performans
Sanatları Merkezi olarak tüm bu olanakları, ulaşım kolaylığımız, konforumuz, çalışan kalitemiz ve teknik imkânlarımızla karşılayabiliyoruz.
Bir mekânı gelecek izleyici ve katılımcılara daha ilgi
çekici ve uygun hale getirmek için neler yapıyorsunuz? Veya neler yapılmalıdır?
Hizmet sektörü dünyada en hızlı gelişen sektörlerden biri.
Ölçümlemesi çok kolay olmasa da sürekli tercih edilmek,
size doğru yolda olduğunuzu gösteriyor. Öncelikle içerik
ve içeriğin doğru anlatılması, tanıtılması, aktarılması çok
önemli.
İçerikle birlikte bu sektörde konforun önemi de her geçen
gün artıyor. Buraya gelen sanatseverlerin mekânda daha
güzel ve kaliteli zaman geçirebilmeleri için kendimizi her
gün geliştirmeye dikkat ediyoruz, bu konu üzerinde titizlikle duruyoruz.
Konserlerde veya etkinliklerde izleyici profili de
önemli midir?
Bir konserin enerjisini, sanatçı ya da gruplar olduğu kadar
seyirci de yaratır. Elbette izleyici profili konserlerde çok
önemli.
Onları iyi anlayıp, sevdikleri sanatçı ya da sanatçıları nasıl
izlemek isteyebileceklerine odaklanıyoruz. Örneğin; yiyecek ve içeceğini yanına alarak izlemek isteyebilir, ayakta,
hareket halinde olmak isteyebilir, yerine göre salondan hiç
ses çıkmasın isteyebilir... Çok farklı kriter ve deneyim şe-
killeri belirleyebilirsiniz. Bazı durumlarda biz de seyirciye,
onun aklına gelmeyen bir deneyim şekli de sunabiliyoruz.
İşimiz gereği, konserden memnun ve mutlu ayrılacağına
emin olmamız gerekiyor.
“Sahne Üstü Ayakta Konser” adında yepyeni bir sahne planınız var. Bu yenilikle ilgili neler söylemek istersiniz? Ne gibi amaçlarla bu projeyi geliştirdiniz?
Zorlu PSM’de göreve geldiğimde, gördüğüm en önemli
eksikliklerden birisi “ayakta” konser ve etkinliklerin yapılamıyor olmasıydı. Buna da çareyi, Ana Tiyatro’muzdaki
sahnenin bizzat kendisini kullanarak bulduk. Ana Tiyatro’
muzda müzikallerin ve diğer tüm etkinliklerin gerçekleştiği sahne 1.750 metrekarelik çok geniş bir alan. 30 metre
tavan yüksekliği ve muhteşem bir akustiği var. Bu alanda
yaklaşık 3.000-3.200 kişi ayakta konser seyredebiliyor. Bunu
kâğıt üzerinde anlatması çok kolay değil, çünkü insanların
aklında halen “Zorlu PSM’de ayakta konser nasıl olacak?”
sorusu var. Bu soruya en güzel cevap, bu “ayakta” etkinliklere katılmak ve deneyimlemek olacak. Merak edenler, 8
Haziran’da PJ Harvey ve 11 Haziran’da da Sigur Ros konserlerimizde nasıl bir ortam yarattığımızı deneyimleyebilir.
Dünyaca ünlü isimleri Türkiye’ye getirip büyük konser organizasyonlarına imza atıyorsunuz. Bu isimlerin
konserleri için tercih ettiği mekân özellikleri nelerdir?
Bir mekânı neden tercih ederler?
Çok yazılı çizili değil gibi gözükse de sanatçıların mekân
tercihleri için önemli kriterler vardır. Bunların başında profesyonel yaklaşım gelir. Eğer siz mekânınızı teknik anlamda
doğru bir biçimde yarattıysanız ve bu sistemi profesyonelce yönetip, ilgilileriyle aynı şekilde iletişim kurabiliyorsanız,
sanatçılar da sizinle çalışmaktan memnun oluyor, siz de
sektörde iyi bir yer edinebiliyorsunuz. Dolayısıyla tercih
edilebilmek için “doğru, güvenilir, profesyonel” bir mekân
olmak gerekiyor. Biz de bu kriterlere uyum sağlayabildiğimiz için tercih ediliyoruz diye düşünüyorum.
31
BİR DÜNYA MEKAN
Müzik, Sanat ve İhtişamı
buluşturan iç mekan
Hazırlayan: Pelin AKAN
Opera
İç mekanı göz alıcılıkla bütünleştiren opera binaları gerek barındırdığı mimari detaylarıyla gerekse de
sahnelediği sanatsal etkinliklerle,
izleyicilere uzun yıllar hafızalarından
silinmeyecek izler bırakır. Opera dendiğinde akla ilk Avrupa opera binaları
gelir ki, bunlardan bazıları (Paris, Milano, Napoli) şehrin sembolleri arasında yer alır.
Dünyanın en ünlü opera binası dendiğinde ise akla ilk gelen Paris Palais
Garnier’dir. Yapımı 1875 yılında biten,
1979 koltuklu opera binası Gaston
32
Leroux’nun 1910 yılında kaleme aldığı
ve sonrasında Andrew Lloyd Webber
tarafından müzikali de yapılan ‘Operadaki Hayalet’ isimli yapıta da ilham
kaynağı olmuştur. Fakat, Palais Garnier ihtişamının etkisi altında kalan
tek eser ‘Operadaki Hayalet’ değildir.
Mimarisi ile Krakow Juliusz Slowacki
Tiyatrosu, Varşova Filarmoni Orkestrası Binası, Hanoi Opera Binası, Rio de
Janeiro Opera Binası, Lviv Tiyatrosu,
Manaus Amazon Tiyatrosu gibi dünyanın bir çok önemli tiyatro ve opera
binalarına da ilham kaynağı olmuştur.
OPERA
Milano’da 1778 yılında sanatseverlerle buluşan İtalya’nın
en önemli operası ‘La Scala’ dünya çapında da büyük bir
üne sahiptir. İsmini taşıyan koro, bale ve orkestrasının dışında müzik ve dans alanında profesyonel eğitim veren
Akademisi bulunmaktadır. Dünyanın en önemli opera
sanatçılarının ve müzisyenlerinin sahne aldığı La Scala’nın
yeri elbette biz Türkler için ayrıdır. Leyla Gencer’in yıllarını
verdiği bu önemli opera, Türk sopranonun emeğini karşılıksız bırakmayıp onun ismini her yıl daha da ileriye taşımaya devam ediyor. ‘Leyla Gencer Ses Yarışması’ birçok
önemli opera sesinin müzik dünyasında sağlam bir yere
sahip olmasına yardımcı olmakla beraber İstanbul Süreyya
Operasını da dünyaya tanıtıyor. Der Rosenkavalier(Pembe
Şövalye), L’enfant et les sortilèges (Çocuk ve Büyüler), Simon Boccanegra ve Swan Lake (Kuğu Gölü) Haziran ayında sanatseverleri La Scala’da bekleyen eserlerdir.
Moskova’da bulunan dünyanın en eski ve en tanınmış
opera ve balelerinden biri olan Bolshoi; Mussorgsky, Glinka ve Rimsky-Korsakov’un Rus opera klasiklerinden Rossini, Verdi, Puccini gibi önemli İtalyan bestecilerin eserlerine
kadar dünyaca ünlü bir çok başyapıta sahne olmuştur.
1990’ların ortalarına kadar Bolshoi operasında sahnelenen
eserler yalnızca Rus dilinde sahnelenmekteydi fakat günümüzde İtalyanca başta olmak üzere diğer yabancı diller
Rusça’dan daha çok duyulmakta. Bolshoi orkestrası ise belirli zamanlarda hem Bolshoi operasında hem yurtdışında
senfoni müzik konserleri vermektedir. Bolshoi operasının
geçmiş müzik direktörleri arasında Samuil Samosud, Gennady Rozhdestvensky, Ariy Pazovsky, Alexander Lazarev,
Peter Ferenec, Mark Ermler, Alexander Vedernikov ve
Vassily Sinaisky isimleri göze çarpar. 20 Ocak 2014 tarihinden beri bu önemli görevi Tugan Sokhiev yürütmektedir.
Rusya’nın dünyaca ünlü bir diğer operası ise Saint Petersburg’de bulunan Mariinsky’dir. 1860 yılında açılan ve
son dönem XIX. yy. Rusyasının en seçkin müzik tiyatrosu
Mariinsky; Tchaikovsky, Mussorgsky, Rimsky-Korsakov’un
önemli eserlerinin galasına ev sahipliği yapmıştır. Beyaz
33
OPERA
Opera dendiğinde akla ilk Avrupa opera
binaları gelir ki, bunlardan bazıları
şehrin sembolleri arasında yer alır.
geceleriyle ünlü Saint Petersburg ‘Beyaz Geceler Festivali’
ile bu ününü dünyaya duyurmayı başarmıştır. Mayıs ayında başlayıp temmuz ayında son bulan bu festival, Mariinsky’de gerçekleşen ‘Beyaz Gecelerin Yıldızları’ etkinliği ile
açılışını yapar. 1993 yılından itibaren her yıl gerçekleşen
bu etkinlikte sahne alan müzisyenler arasında Placido Domingo, James Conlon, Carlo Maria Giulini, Anna Netrebko,
Gidon Kremer, Alexander Toradze, Deborah Voigt, Alfred
Brendel ve Olga Borodina da görmekteyiz.
Yoğun geçen sezonlarıyla dikkat çeken Londra Kraliyet
Operası ise eylül-temmuz arası ortalama 150 performansa ev sahipliği yaparak dikkatleri çekmeyi başarmaktadır.
34
Dünyanın en önemli müzisyenleri arasında gösterilen
Joseph Calleja, Sarah Connolly, Placido Domingo, Juan
Diego Florez, Vittorio Grigolo, Anna Netrebko, Bryn Terfel,
Thomas Allen, Anna Caterina’nın da sahne aldığı Londra
Kraliyet Operası, izleyici kitlesini geliştirmesinde izlediği
yenilikçi yöntemlerle de sanatseverlerin takdirini almaya
devam ediyor. Sinema, televizyon ve radyo yayınından
sonra YouTube’daki ücretsiz yayınlarıyla da izleyici kitlesini
İngiltere dışına taşımaktadır.
Stockholm’ün kalbinde yer alan, Kraliyet Sarayı’na yürüme
mesafesinde bulunan İsveç Kraliyet Opera Binası müzeyi
aratmayan iç dekoruyla görenleri kelimenin tam anlamıyla büyülemektedir. Ünlü İsveçli müzisyen Birgit Nilsson’un
da büstünün bulunduğu ‘Altın Koridor’ ve neo klasik detayları barındıran melek fresklerle süslü 1200 koltuk kapasiteli sahne Jussi Björling, Gösta Winbergh, Nicolai
Gedda, Peter Mattei, Jenny Lind, Birgit Nilsson, Elisabeth
Söderström, Anne Sofie von Otter, Katarina Dalayman ve
Nina Stemme gibi bir çok ünlü sanatçıyı ağırlamıştır. İzleyicileri bu ay bekleyen eserler ise Romeo & Juliet, Madame
Butterfly, Turandot ve La Bohème’dir.
…
ANKARA RADYOSU
Tarihi Radyo Binalarında
Müziğin Yankıları
TRT Radyoları kurulduğu yıllardan itibaren sanatın ve müziğin öncüsü olmuş, yetiştirdiği nice değerli sanatçılar ve
korolarıyla ülkenin müzik kültürüne büyük katkılar sunmuştur. Aynı zamanda müzik icra edilen binalarıyla da
özel bir yeri vardır TRT Radyolarının. Çünkü bir müzik tarihi
saklıdır o binalarda, daha ilk adımınızı attığınız anda dahi
hissedersiniz o duyguyu. Müzik ve mekânlardan bahsediyorsak TRT’nin radyo binalarını anmamak olmaz. Seyircinin ve dinleyicinin
kulaklarında ve kalplerinde çok önemli bir
yer taşır TRT Radyoları...
İçinde bir tarih yatan
TRT Ankara Radyosu ve
İstanbul Mesud Cemil
Stüdyoları’na şöyle bir
uzanalım...
BİR TARİH SAKLI
MEKÂN:
ANKARA
RADYOSU
Ankara Radyosu, 1927
yılının Kasım ayında Türk
Telsiz Telefon Anonim
Şirketi tarafından devreye sokulmuş ve ilk defa 1554 metre üzerinden 5 kW gücündeki vericiyle yayın hayatına başlamıştır. Daha sonra uzun dalga 182 kHz frekansında 120
kW gücüyle yayın yapmaya başlayan radyo, birçok defa
yayın binasını değiştirmiş, 28 Ekim 1938’de Ankara Sıhhıye’de özel olarak yapılmış bugünkü binasına taşınmıştır.
Bu bina Almanlar tarafından kayanın içi oyularak yapılmış
ve çok özel bir akustiğe sahiptir. İçerisinde barındırdığı
birçok radyo stüdyosu ve
bir büyük konser stüdyosuyla müziğin Ankara’daki
okulu olmaya devam etmektedir. Nice sanatçılara
ve konserlere ev sahipliği
yapmış ve hâlâ Ankara’nın
en önemli müzik mabedidir diyebiliriz. Muzaffer
Sarısözenler, Nida Tüfekçiler, Yurttan Sesler, Beraber ve Solo Şarkılar hâlâ
Ankara Radyosu duvarlarında yankılanır...
35
BİR DÜNYA MEKAN
‘‘Mesud Cemil’de
Konser’’
Hazırlayan: Osman Nuri BOYACI
İstanbul Radyosu-Prodüktör
36
Türk Müziği’nin zirve isimlerinden Tamburi Cemil Bey’in 1902
yılının Aralık ayında bir çocuğu dünyaya gelir. Çocuğa Mesud
adı verilir. Müzik icrasında neredeyse erişilmez bir mertebeye
erişen Tamburi Cemil Bey’in bir özelliği de olağanüstü besteleridir. Çocukluk yılları, babasının müzik çevrelerinde geçen
ve ondan birkaç ders alan Mesud Cemil, daha sonra Batı müziği eğitimine ilgi duyar.
Mesud Cemil, babasının ölümünden sonra, onun yetiştirdiği sanatçılardan Kadı Fuat Efendi ve Refik Fersan’dan tambur
dersleri alır. On yedi yaşına geldiğinde artık bir tamburi olarak
tanınmaya başlar. Müzik eğitimini Almanya’da sürdürür.
Türkiye’de radyo yayıncılığı, 1927’de kurulan Türk Telsiz ve
Telefon Şirketi’yle sesini duyurmaya başlar. 6. Mayıs 1927’de
Sirkeci’deki Büyük Postane binasında başlayan radyo yayını,
dinleyicilerine zengin bir birikimi taşır. Büyük Postane ’nin ardından Radyo, İstanbul’da önce Ambassador Oteli ve ardından Galatasaray Postanesi’nde yayınına devam eder. 1949’da
Harbiye’deki yeni binasına taşınan radyonun en görkemli
stüdyosu o dönemki adıyla A Stüdyosu’dur. Canlı konserler,
eğlence programlarıyla; İstanbul halkının çok sevdiği sanatçıları, yazarları ağırlayan bu stüdyo, radyonun canlı damarlarından biri haline gelir. O dönemin İstanbul eğlence ve kültür
hayatının kalbi burada atar. Safiye Ayla, Münir Nureddin Selçuk, Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Âşık Veysel ve nice sanatçı
A Stüdyosu’nda konser verir. Dönemin kültür, sanat ve tiyatro
insanları bu stüdyoda dinleyiciyle buluşur. Daha da eskiye gidersek, İstanbul Radyosu’nun ilk sanatçı kadrosunda; Neyzen
Tevfik, Ruşen Ferid Kam, Refik Fersan, Veciha Daryal, Cevdet
Çağla ve Tamburi Cemil Bey isimleri öne çıkar.
Mesud Cemil, Türk radyo tarihinin en başında yer almış, sembol bir kişiydi. 1927‘de İstanbul Radyosu’nda görev almış;
spiker, programcı, idareci ve sanatçı olarak radyo yayınlarına
damgasını vurmuştu. Ankara Radyosu’nda ilk Klasik koroyu
kuran Mesud Cemil, İstanbul’da birçok yeniliğin de sahibiydi. 1953 yılında İstanbul Radyosu Klasik Koroyu yönetmeye
başlayan sanatçı, halk müziği çalışmalarında Muzaffer Sarısözen ve Ahmet Yamacı’ya görev verir. Cemal Reşit Rey ise Batı
müziğinin her türünü ve rengini yayına taşır. 1950‘li yıllarda
İstanbul Radyosu A Stüdyosu’nda pek çok orkestra, dinleyici huzurunda konser verir, eğlence dünyamızın vazgeçilmez
bir mekânı olur. Radyo Salon Orkestrası, Semih Argeşo, yönetiminde, Küçük Orkestra Orhan Borar yönetiminde radyo
MESUD CEMİL
konserlerine devam eder. İstanbul Radyosu’nun bu muhteşem stüdyosu, pek çok orkestra ve topluluğu dinleyicilerle buluşturarak dinleyicilerin müzik kültürünü geliştirirken, birçok sanatçıyı da tanınır hale getirir. Bu orkestra
ve toplulukların sayısının, kimi kaynaklarca otuza yakın
olduğu aktarılmaktadır. Dönemin bazı isimlerini ve topluluklarını hatırlayalım; Sabahattin Volkan yönetiminde Hafif
Müzik Orkestrası, Cemal Özgen Topluluğu, Şevket Yücesaz Orkestrası, Misak Perler Hafif Müzik Orkestrası, Coni
yönetimindeki Gitar Topluluğu. Ayrıca Fehmi Ege Tango
Orkestrası, Edward Aris Topluluğu, Faruk Akel Topluğu da
A Stüdyosu ses kayıtlarının ve konserlerinin vazgeçilmez
topluluklarıdır.
Türk radyoculuğunun çok önemli bir ismi olan Mesud
Cemil, 31 Ekim 1963 tarihinde aramızdan ayrılır. Mesud
Cemil, sanatçı, idareci ve programcı olarak yaptığı hizmetlerde İstanbul Radyosu’nda sembol bir isim olarak görülür.
1964 yılında, İstanbul Radyosu’ndan dinleyicilere akseden
hayatın sesleri artık Mesud Cemil ‘in ismiyle bir aradadır.
O günlerden bugüne dinleyicinin katılımıyla gerçekleşen
konserler, adı artık Mesud Cemil Stüdyosu olarak değişen bu büyülü mekândan yayınlanır.
Tamburi Refik Fersan, Mesud Cemil
için: “Bir ayna küreye benzer; her taraftan başka görülür” der, onun radyo
dünyamızdaki hali de böyleydi. O, spiker, program yapımcısı, yönetici yazar,
koro şefi, bestekâr ve döneminin sanatçılarını yönlendiren, eğiten biri olmuştur.
1964 yılından bugüne İstanbul Radyosu
bünyesinde çalışmalarını sürdüren koro
ve topluluklar, Türk müziğinin seçkin
örneklerini dinleyiciyle buluşturmaya
devam ediyor. Türk Sanat ve Halk Müziği sanatçılarının konserleri, yine benzeri
1950 ‘li yıllarda İstanbul Radyosu
A Stüdyosu’nda pek çok orkestra
dinleyici huzurunda konser verir ,
eğlence dünyamızın vazgeçilmez bir
mekanı olur. Radyo Salon Orkestrası
Semih Argeşo, yönetiminde , Küçük
Orkestra Orhan Borar yönetiminde
radyo konserlerine devam eder.
olmayan güzelliklerin sesi oluyor. Ülkemizin tek Hafif Müzik
ve Caz Orkestrası her ay Mesud Cemil’den sesini duyuruyor.
Radyo sanatçılarımızın söylediği şarkı ve türküler bu stüdyoda yeniden anlam kazanıyor. Ve bu konserler her zaman
“Mesud Cemil Stüdyosu’na hoş geldiniz” sözüyle başlıyor ve
“Mesud Cemil’de Konser “sözüyle bitiyor.
37
BİR DÜNYA SOHBET
Kaf Dağının Sultanı
Sinema En Güzel Onun Gözlerinde İzlenir
Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN
Orta halli bir ailenin üç kızından biriydi. Merak edip komşularının kızıyla birlikte gittiği film setinde Türker İnanoğlu ondaki sinema ışığını fark etti. Öylesine güzel, alımlı ve
yetenekliydi ki 16 yaşında adım attığı Yeşilçam’ın “Sultanı”
oldu. Sinemasal açıdan çok çekici görüntüsü, star ışığı, yeteneği, sıcacık kişiliği ve tevazuu hem sinemamızdaki hem
de gönüllerdeki tahtını daha da kuvvetlendirmesini sağladı. Zengin, yoksul, kentli, köylü, her sınıftan kadını, hem
güldürü hem de dramlarda büyük başarıyla canlandıran
Türk sinemasının Sultanı, toplumsal olaylara hassasiyeti
ile de bilinir. Başta film festivalleri olmak üzere eğitime,
kadına, sinemaya katkısı olan her organizasyona gönülden destek verir. Onlarca sinema ödülünün sahibi, UNICEF Türkiye iyi niyet elçisi, oyuncu, senarist, yönetmen, sinemamızın Sultanı Türkan Şoray’la Ankara’da sinemadan
müziğe çok keyifli bir sohbet yaptık.
Yılanı Öldürseler filminden otuz dört yıl sonra sizi kamera arkasına geçiren motivasyon neydi?
Kızım. Ben cesaret edemiyordum yeniden yönetmen koltuğuna oturmaya. Kızım bir yapım şirketi kurdu ve “anne
ben seni istiyorum yönetmen olarak” dedi. Genç bir yapımcı olarak bana güvenmesi beni çok gururlandırdı. Ben
de “evet” dedim.
Filmde çok güzel bir Yeşilçam kokusu var.
Ben Yeşilçam’dan geldiğim için, o dönem sinemacısı ol-
38
duğum için o koku benim genlerime işlemiş. Yeşilçam’ın
ayrı bir tadı vardı. İnsani değerleri ön planda tutan sıcacık bir havası vardı. Biz de o ruhla bütünleştik. Bu ruh ister
istemez, yaptığınız filme de yansıyor. Bugün çok başarılı
filmlere imza atan yönetmenlerimizin de, doğdukları günden itibaren ruhlarına işlemiştir Türk filmleri. O dönemden
beslenmişlerdir. O dönemden ışık almışlardır. O dönemi
devralarak bugüne geldiler. Atıf Yılmazlar, Halit Refiğler,
Lütfi Akadlar, Metin Erksanlar’dan aldıkları mirasla bugün
çok güzel işler yapıyorlar.
Bir yandan Yeşilçam döneminin sona erdiği söyleniyor. Fakat bir yandan da sinemamızda hâlâ Yeşilçam’ın izlerini görüyoruz.
Toplum değiştikçe bu sinemaya yansıyor. Televizyonun
yaygın olmadığı dönemde halkın en büyük eğlencesi sinemaydı. İnsan ilişkilerinin daha sıcak olduğu bir dönemdi. Sinema aynasıdır toplumun. Yeşilçam da toplumdan
beslenmiştir. Bu birliktelik bugün de devam etmektedir.
Bir dönem Amerikan filmlerinin etkisiyle geride kalsa da
daha sonra Türk sineması yine seyircisiyle buluşmuştur.
Yeni yönetmenler kendi sinema dillerini geliştirdiler. Karakter üzerine yoğunlaştılar, karakterler derinleşti. Anlatım
tarzı değişti. Sinema dünyaya açıldı. Bu anlamda Yeşilçam
bitmedi sadece anlatım teknikleri değişti. Bugünkü başarıların altında Yeşilçam vardır. Mutlaka Atıf Yılmaz’ın, Metin
TÜRKAN ŞORAY
Erksan’ın, Vesikalı Yarim’in etkileri vardır. Bugün çok izlenen dizilerde dahi Yeşilçam sinemasını görebilirsiniz. Benim oynadığım pek çok filmin uyarlaması yapıldı. Hanımın
Çiftliği, Dilâ Hanım, Selvi Boylum… Yeşilçam hikâyelerinden kopamıyorlar.
Yeşilçam Türk sinemasında bir şekilde devam ediyor
diyebilir miyiz?
Bugünün sinemacıları bayrağı çok iyi devralmış diyorum.
Çağdaş bakışla film yapıyorlar. Özgürce yazıp çekiyorlar.
Yurt dışı ile bağlar oluşturuyorlar. Türk sineması mükemmel bir yerde.
Filminiz, erkek egemen bir sektöre kadın damgası vuruyor. Senaryoya katkınız oldu mu?
Bu benim projem. Hazır bir senaryo üzerinden filmi yapmadık. Gerçek bir olaydan yola çıkıldı. Atıf Yılmaz’la yapacaktık bu filmi onu kaybetmeden önce. Yıllarca benim
kafamda gelişti proje. Zor şartlarda çalışan ve ön yargıyla
mücadele etmek zorunda kalan kadınların hayatına mercek tutmak istedim. Bu isteğimi senariste anlattım ve “bu
hikâyeden bu netice çıksın istiyorum” dedim. Onur Ünlü
yazdı senaryoyu ancak maalesef yarısına kadar yazabildi.
Bütünü yazamadı. O bizim için biraz şanssızlık oldu. Ve bu
duygularla bu filmi yaptım. Kadın filmidir.
Filminizde müzik düzenlemesi ve müzik kullanımı da çok
başarılı. Dünyaca ünlü bir isimle, Rahman Altın’la çalıştınız.
Dünya çapında bir isim. Çok önemli başarılara imza atmış
bir müzik insanı. Filmde de onunla çalışmaktan çok keyif
aldım. Filme gerçekten çok büyük katkısı oldu. Çok isabetli
bir tercih oldu bizim açımızdan.
Yeşilçam, müziği çok kullanırdı. Sizin filminizde de
müzik filmin önemli bir karakteri.
Filme ruh katan önemli bir enstrüman müzik. Duygularımız hemen harekete geçiyor müzikle. Günlük hayatımızda da öyle. Bir de görüntüyle birleşince etkisi artıyor.
Yeşilçam’da müzik çok önemli bir parçasıdır işin. Dönem
dönem etkisi artıp azalsa da filmin ana unsurlarından biri
olarak görüldü hep. Yeşilçam’da çok önemli müzisyenlerle çalıştım. Cahit Berkay bu isimlerden biridir. O bir Selvi
Boylum yaptı… Film de müzik de ölümsüzleşti. Müthiş bir
müzik. Bu filmde de Rahman Altın çok önemli işler yaptı.
Filme çok büyük katkısı oldu.
Filmde kısa bir süre uzaklardan da olsa sizi görüyoruz. Yeşilçam filmleri severlere bir göz kırpıyorsunuz
sanki.
Aaa şöyle bir görünüyorum evet. Ama kendimi hiç beğenmedim. Montaj masasında “ne olur Türkan Hanım kesmeyin” dediler ama kestim kendimi. Benim önümde ya
makas. Çok daha uzun süre görünüyordum ama kestim.
Yağmur yalvardı “ne olur anneciğim kesme” diye. Oldukça
tartışmalı oldu o süreç. Ama kendimi beğenmediğim için
sadece bir saniyelik bir görüntümü bıraktım. Hem oynamak hem yönetmek tam bir çılgınlık.
39
SESLİ KÜTÜPHANE
Radyo-3 mutfağından
‘‘Müzik Ataşesi’’
’’Gençlerle’’
Hazırlayan: Neşe Tartanoğlu
2000 yılından itibaren “Gençlere”
programında yine 7’den 77’ye
sanatçılarımız canlı olarak
stüdyomuzda yer aldılar. 16 yıl
boyunca kimler gelmedi ki…
Uzun yıllardır bütün dünyanın
tanıdığı yıldızlarımız da konuğumuz
oldu, kariyerlerinin çok başındaki genç
yeteneklerimiz de...
Programın olmazsa olmazı olan,
dinleyici istekleriyle de çok sıcak ilişkiler
kuruldu yıllar boyu dinleyicilerimizle…
Radyo-3 Sesli Kütüphane’mizin müzik dolu “raflarından”
her ay bir program alıp, programı ve program yapımcılarını
sizlerle buluşturmaya çalışıyoruz. Bu ay da bu güzel programlardan ikisiyle daha tanışmaya ne dersiniz? Radyo-3’ün
sevilen ve takip edilen programları “Müzik Ataşesi” ve “Gençlere” . Programların yapımcılığını Neşe Tartanoğlu üstleniyor.
Yapımcı; “Beyaz Perdeden”, “Şimdi Klasik Müzik” “Yorumcularımız”, “Genç Solistler” ve “Gizli Notalar” gibi Radyo-3’te yayınlanan ve çok beğenilen programlara da imza atmış. Aynı
zamanda, “Yorumcularımız” ve “Şimdi Klasik Müzik” programlarıyla da, Mavi Nota Müzik ve Sanat Dergisi tarafından
verilen, “Radyo Nitelikli Müzik Programcılığı Ödülü ”’nün de
sahibi.
40
Bugüne kadar Finlandiya,
Avusturya, Hollanda,
Macaristan, Azerbaycan,
Avustralya, Şili, İspanya,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
Kore ve Kolombiyalı
konuklarımız oldu
stüdyomuzda. Bu ay sıra
(Haziran) İtalya, Venezuela ve
Arjantin’de.
1989 yılından beri Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler Müdürlüğü’nde Klasik Batı Müziği programları hazırlıyorum. Ülkemizde bu alanda çalışmaları olan sanatçılarımızla, “Yorumcularımız” adlı programımla başladı bağım.
2000 yılından itibaren de “Gençlere” programında yine 7’den
77’ye sanatçılarımız canlı olarak stüdyomuzda yer aldılar. 16
yıl boyunca kimler gelmedi ki… Uzun yıllardır bütün dünyanın tanıdığı yıldızlarımız da konuğumuz oldu, kariyerlerinin
çok başındaki genç yeteneklerimiz de. Onların konser ve resitallerini, katıldıkları festivalleri de yerinde izleyerek röportajlarla duyurduk dinleyicilerimize. Bilkent Üniversitesi Müzik ve
Sahne Sanatları Fakültesinin bir dönem gerçekleştirdiği Anadolu Festivalleri, Ankara, İstanbul, İzmir ve Mersin Festivallerindeki birbirinden önemli konserler ve izlenimler bugün en
değerli anılarım arasında. Programın olmazsa olmazı olan,
dinleyici istekleriyle de çok sıcak ilişkiler kuruldu yıllar boyu
dinleyicilerimizle…
Yayın süresince telefonla, son yıllarda sosyal medya aracılığıyla çok rahat ulaşıyorlar bize. Her hafta her şartta bizi arayan,
konuştuğumuz dinleyicilerimiz var. Bu mutluluk veren öyle
bir bağ ki sözlerle anlatılamaz.
RADYO-3
Mutluluğum bu yıl bir kat daha arttı. Pazartesi günleri 14.00’de
canlı olarak yayınlanan “Müzik Ataşesi” adlı programımla, Ankara’da konuk ettiğimiz Büyükelçileri ve Kültür Ataşelerini
tanıyarak, dinleyicilerimizle tanıştırarak müzik ve radyo aracılığıyla dünyayla dostluk bağları kuruyoruz artık.
Programa konuk olmaları için konuştuğum her Kültür Ataşesi, önce ilgiyle kabul etti teklifimi, sonra büyükelçilerine de
iletmeleri gerektiğini söyledi.
Görüşmelerinden çok güzel bir sonuç çıktı. Artık ülkelerin
önce büyükelçileri geliyor programa…
Bir saat boyunca onları ve ülkelerinin müzik yaşamını, müzik
eğitimlerini, bestecilerini, solistlerini tanıyıp, birlikte seçtiğimiz müziklerini sunuyoruz.
Bunlardan birinden söz etmeden geçemeyeceğim. Avustralya Büyükelçisi Sayın James Larsen, 18 Mart’ta 101. yılını kutladığımız Çanakkale Zaferi’nden sonraki hafta geldi stüdyomuza ve Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan 11 bestecinin,
zaferin 100. yıl dönümü anısına hazırladığı Gelibolu Senfonisi
kaydını getirdi. Büyük bir heyecanla bölümlerin öykülerini
anlattı ve birlikte dinledik bu müzikleri.
Sadece müzikler değil; ünlü yazarlar, Nobel ödülü alan isimler ve öne çıkarmak istedikleri konular da yer alıyor. O ülkeyle
ilgili ikinci bir programı Kültür Ataşeleri ile yapmak üzere tarih
belirliyoruz. Bugüne kadar Finlandiya, Avusturya, Hollanda,
Macaristan, Azerbaycan, Avustralya, Şili, İspanya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kore ve Kolombiya’lı konuklarımız oldu
stüdyomuzda. Bu ay sıra (Haziran) İtalya, Venezuela ve Arjantin’de.
Bu yıl 16. yaşını kutlayan “Gençlere”yi ve kendisine henüz
düşünce halindeyken söz ettiğim “Müzik Ataşesi”ni, adını verecek kadar destekleyen Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler
Müdürü Elif Gökalp’e çok teşekkür ediyorum.
Bir teşekkür de elbette hem 2009 yılından beri “Gençlere”yi
hem de “Müzik Ataşesi”ni birlikte sunduğumuz programlarıma canla, başla, heyecanla katılan ve çok şeyler katan sevgili
arkadaşım Selvi Karakoç’a…
41
KENT HİKAYELERİ
ZAMAN- MEKAN
Reşit SARAÇOĞLU
[email protected]
ABD’li psikolog Abraham Maslow, 1943 yılında ortaya attığı ve genellikle bir piramit çizimiyle anlatılan “İhtiyaçlar
Hiyerarşisi” teorisinde insanın önce yeme içme gibi fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamanın peşine düştüğünü söyler. Bu
ihtiyacını gören, karnı tok, sırtı pek hale gelen insanoğlu bu
kez gözünü hiyerarşinin bir sonraki basamağına diker ve
güvenlik kaygılarını gidermeye uğraşır. Güvenliğin en temel
bileşeni doğal olarak barınmadır. İnsan başını sokacak bir
mekân, kendisini koruyacak bir dört duvar arar ahir ömründe. Mekân önemlidir insanoğlunun hayatında ve Maslow
yerinde bir tespitle bu duruma işaret eder.
Neden önemlidir mekân? Sadece güvenliğimizi sağladığı
için mi? Bizi gecenin ayazından, karanlığın korkularından
koruduğu için mi önemlidir? Bu ve daha fazlasıdır aslında
olan. İnşa etme becerisi, en önemli özelliktir belki de insanoğlunu doğadaki diğer canlılardan ayıran.
İnsanoğlu inşa eder, yaratır. Öncesinde kocaman bir boşluktan ibaret olan alanlar insanoğlunun elinde mekânlarla
dolar taşar. Küçük yerleşim birimleri çıkar ortaya önce. Köy-
42
İnsanoğlu kendisini bir yere,
bir ortama, bir mekâna ait hissetmek
ister içgüdüsel olarak ve geçmişini
merak eder. Tam da bu yüzden
geçmişin mekânları ister mütevazı
ister görkemli olsun büyük ilgi çeker
ve mekânlar adeta
bir zaman makinesi gibi çalışır.
ler, kasabalar… Sonra iş büyür, dev yerleşim bölgeleri oluşur. Milyonlarca insanın aynı mekânlarda, aynı ortamlarda
bir arada yaşadığı kocaman yaşam alanları. Mekânları aynı,
mekânlara dercedilen hatıraları tamamen farklı dev tiyatro
sahneleri.
Gariptir yaşanan. Bir yandan, aynen tiyatro sanatında oldu-
ZAMAN-MEKAN
ğu gibi sahne önemsizdir zira mekânı
anlamlandıran insandır. A binasının
yapılışı o bina hiç kimse tarafından
kullanılmasa tamamen manasız bir
eylem olacakken, insanoğlunun varlığı ve harcına kattığı anılar, binayı
canlandırır. Öte yandan, çok önemlidir sahne zira mekân, bonkör bir hatıra defteri gibi kendisine dokunan
tüm insanların anılarını saklar. Ve her
mekân, kendi özelliklerini biraz biraz
insanına da katar.
Bu bağlamda, bir toplumun gelişmişlik seviyesinin en güzel tezahürü galiba mekânlarıyla ilişkisinde gözlenir.
Yaşam kalitesinde, eğitimde, hayatın
algılanmasında ileri seviyeye gelmiş
toplumlar mekânlarını anlamlandırır,
anlamlı buldukları mekânları ölesiye
korurlar. Böyle toplumlarda, örneğin
bir binanın yapımının 200 yıl sürmesi
Ayasofya Müzesi’ne ne tip kıyafetler giydiğini merak edersinormal kabul edilir. Hatta daha da anlamlı bulunur. Öyle ya da böyle daha geri
niz. Yaşamının nasıl olduğunu, ailesini,
gittiğinizde
ve
kalmış toplumların övündüğü şey ise gearkadaşlarını öğrenme dürtüsü kaplar
nelde sürattir. Bir mekânın güzel, doğru, üst katta bir Viking’in, içinizi. Ve içten içe gülersiniz. Aradan
kaliteli ve estetik olması yerine hızlı inşa
geçen yüzlerce yılın insan doğasında bir
bildiğiniz Viking’in şey değiştirmediğini, beklemekten canı
edilmiş olması yeterli kabul edilir. Henüz
doğru düzgün hatıra bile biriktiremeyen
sıkılan birinin o zaman da sağa sola bir
taşa
kazıdığı
eski mekânlardan çabucak kurtulur bu
şeyler kazımaktan geri durmadığını fark
tip toplumlar ve yerine süratle “modern” “Halvdan buradaydı” eder, gülersiniz. Aslında kızılacak, ayıplamekânlar kurar. Kalıcılık ve geleceğe
nacak bir harekettir mekânların taşlarına
yazısını
gördüğünüzde
uzanma, inşa edenlerin ya da ettirenlerin
bir şeyler kazımak ama o paralı asker, can
kaygıları arasında yer almaz.
garip bir duygu kaplar sıkıntısından Ayasofya’nın taşını kazımakKalıcılık ve geleceğe uzanma, insanın
la kalmamış, tarihin ötesine kazımıştır
yolculuğundaki en önemli yapıtaşların- benliğinizi. Tam orada adını. Haşmetli Ayasofya’nın, bir Viking’in
dandır hâlbuki. İnsanoğlu kendisini bir
mütevazı dokunuşunu zamanın ötesine
durmaktasınızdır.
yere, bir ortama, bir mekâna ait hissettaşıyabilmesine saygı duyar, derin dümek ister içgüdüsel olarak ve geçmişini Sizden yaklaşık 1200 yıl şüncelere dalarsınız.
merak eder. Tam da bu yüzden geçmişin
Böyledir mekânlar. Derin düşüncelere
önce
o
yazıyı
o
taşa
mekânları ister mütevazı ister görkemdaldırır insanı. Şurada harika bir konser
li olsun büyük ilgi çeker ve mekânlar
izlemişsinizdir. Orada sevdiceğinizle en
kazıyan Viking’in
adeta bir zaman makinesi gibi çalışır.
derin hayallere dalmışsınızdır. Hayatınızın
Örneğin, İstanbul’da Ayasofya Müzesi’ne
durduğu noktada. en sevinçli haberini, hayatınızın en üzügittiğinizde ve üst katta bir Viking’in, bilcü haberini burada almışsınızdır. Tam da
diğiniz Viking’in taşa kazıdığı “Halvdan buradaydı” yazısını o noktada sevilmediğiniz söylenmiştir size. Tam da şu nokgördüğünüzde garip bir duygu kaplar benliğinizi. Tam ora- tada aşk gözlerinizi kör etmiştir. Tam da burada hayatınız
da durmaktasınızdır. Sizden yaklaşık 1200 yıl önce o yazıyı başlamış, tam da burada hayatınız sona ermiştir.
o taşa kazıyan Viking’in durduğu noktada. Muhtemelen bir İnsan önce karnını doyurmaya bakar hayatta. Sonra, başını
paralı asker olan ve gene muhtemelen canı çok sıkıldığı için sokacak bir mekân arar. Ve insan, ilmik ilmik örer mekânlataşa o yazıyı kazıyan o paralı askeri merak edersiniz. Onca rında hayatı. Hatıralarını harcına karıştırır gittiği her mekânın
yolu aşıp Avrupa’nın kuzeyinden İstanbul’a neden geldiği- ve o mekân artık onun olur. İnsan mekânla, mekân insanla
ni merak edersiniz. Fiziksel görünümünün nasıl olduğunu, anlam bulur.
43
MÜZİK KUTUSU
ACIDAN GEÇMEYEN
ŞARKILAR BİRAZ EKSİKTİR
Rahmi Mert ÖZCAN
[email protected]
“Eskiden çok kolaydı tekrar aşık olmak.
Ama zor keşfettim ve bu acıya yönelten bir yol.
Aşkın sadece bir oyundan daha fazlası olduğunu buldum.
Kazanmak için oynuyorsun ama aynı şekilde kaybediyorsun.”
( Gary Moore - Still got the Blues )
Hayat tek kelime zorlu bir yolculuk… Mantık
ve duygular arasında labirentleşen, gördüklerin ve yaşadıkların arasında tepkimeye giren,
önce kendinle birleşen bazen çelişen, herkese
göre tanımı farklı ama yaşanması gereken en
büyük tecrübe. Bence bu hayat yolculuğunda bizi zorlayan en önemli etkenlerden birisi
duygularımız. İfade etmesinin zor olduğu,
hatta ifade etseniz de anlaşılmasının da yine
bir o kadar zor olduğu duygularımız... İşte bu
büyülü, manevi ruh yolculuğunda sihirli tek bir kelime dokunabiliyor tüm duygulara ve bazen de hayatımızın tam
merkezine bırakıyor kendisini. Söyleyemediklerimize, kuramadığımız cümlelere, anlatamadıklarımıza, anlamadıklarımıza kısacası pek çok sorumuza cevap verebiliyor bu
sihirli sözcük. Tek kelime, MÜZİK...
“Artık giderek yaşlandığımı hissediyorum...
Ve söylediğim şarkılar uzaklarda yankılanıyor.
Tıpkı dönüp duran bir yel değirmeninin sesi gibi.
Sanırım ben hep bir ganimet avcısı olarak kalacağım.”
( Deep Purple - Soldier of Fortune )
44
Müzik uçsuz bucaksız kocaman bir sonsuz… İçinde kaybolma garantili. Yüzyılları takip edip her dönemden, her
yöreden bir şeyler keşfetmek mümkün. Bir insan düşünün
ki önüne sunulmuş bir dolu alternatif var ve bir o kadar da
duygulara tercüman olmuş ve olmaya devam
eden sanatçılar ve müzisyenler topluluğu var.
Bunların içinden herhangi birisinin tadını alıp
onu keşfetmeye doğru yürüdüğünüzde önünüze açılacak bir dünya yeni kapılara da hazır
olmanız gerektiğinin heyecanını yaşayacaksınız.
Geri dönüşü olmayan yola hoş geldiniz.
Geri dönüşü olmayan bu yolda duygulara tercüman en güzel formlardan birisi kesinlikle
şarkılardır. En başında da söylediğim gibi tüm duygulara
tercüman olan, bizi anlatan, bizim sevdiğimiz, bize özgü
ve sadece bizi yaşayan şarkılar. Mutluluğu, acıyı, huzuru,
imkânsızlığı, çaresizliği, düzeni, birliği, dirliği ve çok daha
fazlasını anlatan sihirli notalar topluluğu ve o notaları anlamlandıran, şarkıları unutulmaz kılan sihirli müzisyenler.
“Benimle usulca konuş, gözlerinde bir şey var.
Başını acı içinde eğme ve lütfen ağlama.
İçinde nasıl hissettiğini biliyorum.
Daha önce oradaydım...”
( Guns’N Roses - Don’t Cry )
BİR DÜNYA ACI
Sanırım şarkılardan duygu olarak en büyük beklentimiz
acılarımıza dair. İnsanlığın melankolik yapısını ve kaçınılmaz yalnızlığını da düşündüğümüzde buna çok da fazla
şaşırmamalı. Aşk, ölüm, yalnızlık, mutsuzluk, ayrılık, dünya
meseleleri vb. gibi durumlar bize acı getiren başlıca duygular. Bu duygularla yoğrulmuş ve bizimle kavrulmuş bu
şarkılar olmazsa olmazlarımız. Ya açar hemen dinleriz o
şarkıyı veya sesimizin nasıl olduğunun bir önemi olmadan
haykırırız onu boşluğa ya da yapmayı en çok sevdiğimiz
olan, açar armağan ederiz şarkıyı, duygularımıza tercüman olan. Hem kendimizi anlatırız, hem acının verdiği o
tuhaf mutluluk hissini tadarız. En çok da o zaman yakınlaşırız şarkının sahibine. Kısacası acının, dozunda, güzel bir
his olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Zaten Sezen
Aksu da tam da öyle dememiş mi “ Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir. “ diye?
“Nerede olduğunu merak ediyorum ve ne yaptığını.
Bir yerde kendini yalnız mı hissediyorsun?
Ya da birileri seni sevmiyor mu?
Bana kalbini nasıl kazanacağımı anlat.
Çünkü hiç bir fikrim yok...”
( Lionel Richie - Hello )
Bir de bir zamanlar huzur verip şimdilerde ise acı veren
şarkılar vardır. Veya tam tersi… Zamanında yaşadıklarımız,
zamanın nelere kadir olduğu veya zaman aşımı gibi. Tıpkı
her yaşın bir acısı, her acının bir yaşı ya da tüm hayatın
en az tek acısı olduğu gibi. Bu durumları açıklayacak, bu
durumu özetleyecek bir dünya şarkı da var tabii ki. Gary
Moore-Still Got The Blues, Deep Purple-Soldier of Fortune
ve Radiohead-Street Spirit parçaları acının farklı tonlarını
bize gösterirken; Judas Priest-Before The Down, Megadeth-Promises ve Dream Theatre-Space Dye West yapıtları ise net olarak acının en sert vurgusunu bizlere ulaştıracaktır.
“Birbiriyle konuşmaması gereken iki kalp…
Bir hapishane odası gibi bir kasabada,
Birbirine yaklaşıyor.
Sokaklarda insanlar sessiz tonlarda adımızı konuşuyor.
Anlatacakları hikâyeler...
Ah! Birileri dinleseydi...”
( Megadeth - Promises)
Hayat için en büyük tecrübe, müzik için geri dönüşü olmayan yol ve şarkılar içinse duygulara tercüman en güzel
form deyip, üç büyük kalpten bahsettik birbiriyle konuşması gereken. Kocaman sonsuzlukta birbirine daha da
yaklaşan ve duygularımıza sessiz sessiz adını işleyen bu
kalplerin hikâyesi, işte bazen acının ta kendisi. Hepsi aslında hepimizin hikâyesi… Ah keşke birileri dinleseydi...
45
BİR DÜNYA İNSAN
Kazım Koyuncu
Murat ÖREM
[email protected]
Yeryüzünden Hakiki Şarkılarla Türkülerle Geçen Adam…
“Kötü şeyler gördük...
Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük...
Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar,
topluluklar gördük.
Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük.
Yoksul insanlar, ağlayan anne babalar,
tinerci çocuklar gördük.
Biz de öldük...
Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.
Teşekkürler dünya.”
Bu cümleler bugüne ait değil...
Bu cümleler, tam 11 yıl önce yine bir Haziran gününde yalnızca 34 yaşındayken aramızdan ayrılan Kazım Koyuncu
’ya ait... Yeryüzünde, duruşu olan şarkılar türküler ve cümleler söyledi Kazım Koyuncu. Ve öyle geçip gitti aramızda.
Uzun süren hastalığının son günlerinde…
“İşte gidiyorum
bir şey demeden
arkamı dönmeden
şikayet etmeden
hiçbir şey almadan
bir şey vermeden
yol ayrılmış
görmeden gidiyorum...
Ne küslük var
ne pişmanlık kalbimde
yürüyorum senin yanında
sesin uzaklaşır her bir adımda
ayak izin kalmadan gidiyorum.” Dedi.
46
Ama şarkısındaki cümlelere inat geride kalanlara hem bir
şeyler vererek gitti hem de ayak izini bırakarak. Kazım Koyuncu öldüğünde tarih 25 Haziran 2005’ti...11 yıl geçmiş
aradan ve bilenler bilir çok yakın zaman önce babası da
evladı Kazım Koyuncu’nun yanına gitti. Kazım Koyuncu’nun ömür yolculuğu 1971 yılının Kasım ayında başladı.
Koyuncu’nun da en büyük talihsizliği, ilk gençlik günlerini geçirdiği zamanlarda yaşanan Çernobil faciası oldu…
1986 yılının baharında yaşanan Çernobil faciası yalnızca
bulunduğu coğrafyaya değil bütün dünyaya kanser ve
ölüm taşıdı çünkü radyoaktif bulutlarla… Kazım Koyuncu’nun ölümü de kanserden oldu. Çernobil, adeta çöküşün ve yıkılışın işaret fişeğiydi Sovyetler Birliği için de...
Çernobil’deki patlamanın ardından ülkemiz de ve özellikle
Doğu Karadeniz bölgesi de payına düşeni aldı, ölümcül
radyasyon bulutu yağmurundan, günler haftalar aylar ve
yıllar boyu...
Gerçi dönemin yetkili isimleri radyasyon bulutlarının Türkiye’ye gelmediğini kanıtlamak için (!) kameralar karşısında bardak bardak çayları, sütleri içtiler ama aradan geçen
yıllarda o melun hastalık özellikle Doğu Karadeniz’de deyim yerindeyse patladı.
Radyasyon bulutları rüzgârla taşınmış ve özellikle bahar
yağmurlarıyla da toprağa sızmıştı çünkü. Ota, süte, ete,
çaya... Sızmıştı çünkü. Arsız bir misafir gibi, gitmeye de hiç
niyeti yoktu. Ve radyasyonun yarı ömrü bile daha onlarca
yıl sürecekti... Hala da sürüyor.
Kazım Koyuncu da o Çernobil günlerinde, hücrelerin
kendini yoğun olarak yenilediği ilk gençlik yıllarındaydı...
Kanserin en sevdiği şeydi gençlik dönemindeki hızlı hücre
KAZIM KOYUNCU
yazıyla anarken, Koyuncu’nun ölümüyenilenmelerinde kendine daha kolay
nün hemen arkasından abisi, hemyer bulmak. Bütün vücudu arsızca ele
“İşte gidiyorum
şehrisi Volkan Konak’ın yazıp söylediği
geçirmek...
Gardaş isimli yakıcı şarkının sözlerine
bir şey demeden
Kâzım Koyuncu 35’e bile gelemeyen
de bir bakın isteriz… Volkan Konak da
hayatında yeni ve içten şeyler söylearkamı dönmeden
Kazım Koyuncu’nun ölümünün çok
di. İyi müzik yaptı bir yandan da çevre
öncesinde canını kaybetmişti yine
konusunda duruşu olan cümleler kurşikayet etmeden
kanserden. Unutulmaz Cerrahpaşa
du. Bu duruşunu politik hayatında da
hiçbir şey almadan
ağıtı da o günlerde yazılmıştı.
sürdürdü ama kimseleri kamplaştırmaKazım Koyuncu’nun ardından da şu
dan… Kendisiyle özdeşleşen sözüne
bir
şey
vermeden
cümleleri yazıp söyledi Volkan Konak
atıf yaparak ve bir kez daha hatırlataonun için;
rak söylersek “Şarkılarla ve iz bırakarak
yol ayrılmış
“Gökten bir yıldız kaydı Karadeniz’e
geçti aramızdan Kazım Koyuncu…”
Lazca müzik konusunda da çalışmaları görmeden gidiyorum... düştü
Aman gardaş yaralıyım
olan Kazım Koyuncu, geleneksel Laz
Ne küslük var
Onu sevenlerinin yürekleri tutuştu
halk müziğini rock tabanlı olarak yoSusun kuşlar susun kara karalıyım...
rumladı, son günlerine dek de ayakta ne pişmanlık kalbimde
Bu
amansız hastalık tatlı canını aldı
kaldı, konserler verdi. Yıllardır sessiz
yürüyorum
senin
yanında
Kemençesi duvarda gitarı nerde kaldı
sedasız emek emek belgesellere imza
atan Ümit Kıvanç, Kazım Koyuncu’nun
sesin uzaklaşır her bir Kalksın dağların karı kervanım yürüyecek
ölümünden sonra onu anlatan “Şaradımda
O güzelim saçları toprakta çürüyecek
kılarla Geçtim Aranızdan” belgeselini
Gene geldi yaz başı şenlenir yüksek
de yaptı kadir kıymet bilirlikle... ”Kazım
ayak
izin
kalmadan
dağlar
Koyuncu, tam da bu memleketin en
Aman aman gardaş yara yaralıyım
çok ihtiyaç duyduğu insanlardandı.
gidiyorum.”
Demedi mi Azrail, var sevgilisi ağlar
Memleket bunu ne kadar fark etti, biSusun kuşlar susun kara karalıyım
lemiyoruz. Ama ben öyle düşündüm...”
demişti Ümit Kıvanç, belgesel için emeklerini ortaya koy- Aman aman gardaş yara yaralıyım...”
Şarkılarla aramızdan geçen yakışıklı ve adam gibi adamın,
duktan sonraki cümlelerinde.
Kazım Koyuncu’yu ölümünün 11. yıldönümünde şu kısa Kazım Koyuncu’nun anısı önünde saygıyla…
47
BİR DÜNYA CAZ
Cazın Mekânları
Feridun ERTAŞKAN
Cazkolik.com
beş-otuz yıl önce yurtdışından bir
ünlü sanatçı gelse nerede konser
verdireceğimizi şaşırırdık. Geçen
gün Antalya EXPO 2016 kapsamında 6.500 kişilik salonda arka
arkaya konserler verildiği haberini
duyunca ancak bu kadar büyük
bir salonun varlığından haberdar
olduk.
İnsanoğlu her zaman sahip olduğunun daha büyüğünü, daha
modernini ister ama müzikler
bulunduğu mekânlarla kaimdir.
Caz müziği küçük, basık, sıkış tepiş, sağlıksız ama insanların içinde
olmaktan mutlu olduğu kulüpGeçtiğimiz haftalarda sessiz sedasız yüzyılın en
önemli mimarlarından birinin öldüğü haberi geldi.
Türkiye’de gündem çok hızlı değiştiği için gazete köşelerinde küçük bir haber olarak yayınlandı gitti, oysa,
Zaha Hadid, Frank Gehry gibi bir ismin ardından müzik mekanları, konser salonları, kültür merkezleri mimarisi konusunda dünyanın en önemli isimlerinden
biriydi, çok yaşlı değildi, altmışların ortasındaydı ve
Irak doğumlu bir Müslüman kadın olarak 20. yüzyıl
mimarisinin en önemli isimlerinden biriydi. Yazıya
Zaha Hadid ile başladık zira Hadid tıpkı Gehry gibi
konser mekânları konusunda dünyanın en iddialı
yapıtlarına imza atmıştı. Konumuz Hadid ya da bir
başka mimar değil ama onların imzasını attığı yapıtlar bulundukları şehrin simgelerine dönüşüyor. Belki
farkında değiliz ama içlerinde icra edilen müziği de
etkiliyor.
Müziğin mimarisi değişiyor
Son yıllarda dünyanın her yıl birbiriyle yarışarak modernleşen iki kitlesel eğlence türü var; Spor ve Müzik.
Bu iki türün yarıştığı ortak alan ise her yıl dünyanın bir
yerinde giderek ‘bir öncekinden daha modern’ merkezlerin açılması. Eskiden ancak devletlerin altından
kalkabildiği bu tarz büyük yatırımları artık belediyeler, özel şirketler hatta vakıflar, sivil toplum kuruluşları dahi yapabiliyor. Oysa, çok değil, bundan yirmi
48
lerde büyüdü. Opera, insan sesinin en baskın formu
olduğu için her zaman büyük ve süslü salonlara ihtiyaç duydu. Avrupa, daha 16-17. yüzyıllarda bile görkemli salonlara sahipti. Geceleri ışıkların ve müziğin
etkisiyle büyüleyici gelen pek çok rock barına gündüz gözüyle bakın gözlerinize inanamazsınız ama
bir sonraki gece yine aynı yerde yepyeni bir müzikle
karşılaşabileceğiniz gerçeğini değiştirmez. Modernleşme eskiyi muhafaza etmekle yeninin şekillenmesi
arasında kendine yeni yollar bulmaya ve müzik türleri üzerinden hayat tarzlarını belirlemeye çalışırken
bu yönlendirmeyi yapan en önemli etken müziğin
değişen, çeşitlenen ve endüstrileşen türleriydi. Dok-
sanlara kadar süren sağlıksız müzik mekânları sigaranın yasaklanmasıyla tarihe karıştı. Zaman müzik gibi
mekânları da değiştirdi.
Küçük bohem mekânlardan büyük, ‘modern cultural centre’lara...
O eski, basık ve küçük müzik mekânları hâlâ var ve
hâlâ gözdeler, hiç bir zaman da gözden düşmeyecekler, onların ihtiyaç alanları farklı ama iki binli yıllarda
müzikle modern mimarinin iç içe geçtiği büyük ya-
pılar yeniden dünyayı sarmaya başladı. Barok opera binaları yerlerini bilimkurgu filmlerinde uzay gemilerine
benzeyen yepyeni yapılara bırakmaya başladı. Bir yandan bu gelişmeler olurken bir yandan müziğin açıldığı sosyal alanlar her ülkenin kendi koşullarına göre
artmaya ve çeşitlenmeye başladı. Bugün, bir yandan
Zaha Hadid gibi büyük formların mimarlarının aklı zorlayan tasarımları sınırları belirlerken bir yandan tarihi
şehirlerin eski semtlerinin en küçük alanları dahi birer
konser mekânına dönüşmeye başladı.
Günümüzde konser mekânları hangi yöne evriliyor?
Günümüz insanı dinlediği müziği mekânıyla birlikte
algılamayı ve yaşamayı seviyor. Eskiden imkânsız olan
dini mekanlarda müzik konserleri artık bildik bir hâl
aldı. Kiliseler, sinagoglar notaların yayıldığı mekânlar
oldu. İstanbul’un en mutena semtlerinde konuşlanmış muhteşem manzaralara sahip elçilikler artık bi-
nalarını konserlere açmaktan çekinmiyor. Bu sayede
daha düne kadar üç-beş konser mekânımız bile yok-
ken artık onlarca eşsiz muhitte, inanılmaz manzaralara bakarak müzik dinleyebiliyorsunuz. Yanı
sıra, müzikseverler büyük kültürel aktivitelerin
gerçekleştiği sürrealist merkezlerin de içinde gezinmek, aynı anda sahneye bakan binlerce koltuktan birinde oturmak istiyor. Yani, şehrin hem
geçmişini, hem geleceğini yaşayabilmeyi istiyor.
Dinlediğiniz müziği mekânıyla
bütünleştirmek
Son yılların trendlerinden biri de eski sanayi tesislerini konser mekânlarına çevirmek. Özellikle daha
avangart müzikler için müziğin doğal mekânı haline
dönüşebilen böylesi yerler şehrin doğal ortamı olarak müziğin dokusuna erişebiliyor ve dinleyiciler de
müziği klasik bir
konser
salonundansa böyle yerlerde daha rahat içselleştirebiliyor.
Dijitalleşen müzik
kendi mekânlarını üretiyor
Dijital müzik diğer müzik türleri
gibi orijinal bir mimarinin peşinde
koşmaktansa sersemletici ışık ve
sahneden başlayıp
her yere yansıyan
görsel şovların peşinde. Yeni mekân
üretmektense bulunduğu mekânı kendi estetiğine
dönüştüren bir müzik türü olarak konser alanları için
belirleyici yeni kavramlar üretiyor.
49
BİR DÜNYA ALBÜM
Gecenin İçinde
Tango
Tango in the Night
Murat EKŞİ
[email protected]
Yıl 1987. Aylardan Nisan. Günlerden ise 13’ü. 20 küsur yıl
öncesinde blues-rock grubu olarak yola çıkmış grubun yeni
albümü piyasaya çıkıyor. Albüm, grubun son zamanlarının
tavrını sürdürecek şekilde pop-rock bir ambalajda sunuluyor. Grubun kadrosu ise çoğunlukla grubun pop-rock tarafını sevenler için en iyi konumunda bulunuyor:
Lindsey Buckingham, Stevie Nicks, Christine McVie, John
McVie ve Mick Fleetwood.
50
“Tango in the Night” özellikle Lindsay Buckingham’ın vurucu ve keskin pop tarafının Stevie Nicks gibi büyük bir ses
ile buluştuğu, Christine McVie gibi bir sakinliğin derininde
ironi yarattığı bir pop-rock/soft-rock şaheseri. Hemen her
şarkıda başrolü bir başka ismin aldığı, ağırlığın başka bir
tarza kaydığı, bestelerin sözle uyum içinde dans ettiği bir
komple albüm.
FLEETWOOD MAC
“Big Love”, klasik bir Lindsay Buckingham bestesi. Seri, çekici, akılda kalıcı.
Albümün ruhu için iyi bir imza olabilir. “Seven Wonders”, Stewie Nicks’in
yazarlar içinde olduğu ve onun ses
rengine çok uyan bir parça; hafiften
Amerikan kokan ve rock soundu tatlı bir hüzün içeren bu şarkı tam da
Nicks’in duruşunun bir resmi adeta.
“Everywhere”de sahne alan C. McVie
şarkıyı seslendiren ve yazan konumunda. Bu sefer Fleetwood Mac’in sakinlik
ile güzel imtihanını görüyoruz. Ve “Tango in the Night”. Albüme ismini veren
şarkı Buckingham’ın rock tarafını ortaya koyduğu, gitarların öne çıktığı bir
görkemli şarkı denemesi. Denemenin
başarılı olduğunu söylemek mümkün.
“Little Lies” plak formatında basılan albümlerin B kısmına denk düşen ilk parça. Harika bir beste ve akılda kalıcılığı
çok üst düzeyde bir nakarattan oluşan
şarkı, albümün en çok bilinen şarkılarından biri.
“Family Man”, Lindsay Buckingham’ın
seri ve akılda kalıcı pop üstatlığının
bir ürünü, harika bir akıcılık ve groove
içeriyor. “Isn’t It Midnight” tam bir 80’ler
pop’u tınısında bir şarkı. 80’ler B-movie’lerinin kahramanlık sahnelerine
koyun, su gibi aksın gitsin, o derece.
“You and I, Part II”, Buckingham’ın sanki
yılbaşı için gitarlı sessiz sakin yazdığı bir
şarkının hızlandırılmış hali gibi. İçinde
bir iyimserlik, bir olumlu şeyler var ve
sıcak. Ve elbette Buckingham’ın tarzı
gereği hızlı bir şarkı.
“Tango in the Night”, Fleetwood
Mac’in ilk blues zamanlarını sevip, ona
gönül verenler için fazla anlam içermeyen ama benim gibi grubun blues
sonrası zamanlarını çok sevenler için
bulunmaz bir hint kumaşı.
Temiz ve özenli kaydı, akıp giden yakalayıcı besteleri, pop’un kaliteden taviz
bölgesindeki merkezi yaklaşımı ve her
yerde bulunmayacak grup içi rol dağıtımı ile çok özel bir albüm. Gecenin
içinde tango yapmanızı belki sağlamaz ama gecenizi bir harika yapar, bizden söylemesi.
Albümdeki şarkılar ise şu şekilde sıralanıyor:
1 – Big Love
3 – Everywhere
5 – Tango in the Night
7 – Little Lies
9 – Welcome to the Room... Sara
11 – When I See You Again
2 – Seven Wonders
4 – Caroline
6 – Mystified
8 – Family Man
10-Isn’t It Midnight
12- You and I, Part II
51
BİR DÜNYA ALBÜM
Murat EKŞİ
[email protected]
Jakuzi – Fantezi Müzik
Adına aldanıp bir fantezi müzik albümü sanmayın diyerek uyarımızı yapalım öncelikle. Jakuzi, Kutay Soyocak ve
Taner Yücel’den müteşekkil bir grup, bir proje grubu. Peygamber Vitesi’nden tanıdığımız Kutay Soyocak ve Domuz
Records’un ta kendisi Taner Yücel’in Jakuzi projesi açıkçası yılın en güzel sürprizlerinden. Synthpop, dreampop ve
new wave arasında gidip gelen, üzerinde düşünülmüş
beste ve sözleriyle dikkat çeken bir albüm “Fantezi Müzik”. Etkileyici ve buralar için şaşırtıcı kalitedeki “Koca Bir
Saçmalık” şarkısı ile tanıtılan albüm, bu ülkenin müzik
üretimleri arasında adeta mücevher gibi parlıyor. Sıradan
ve vasıfsız pop üretimlerine derinliği ve ustalığı ile adeta
ders veren Jakuzi’nin “Fantezi Müzik”i tartışmasız ve
açık ara yılın şu ana dek çıkan en iyi yerli albümü. Kendilerini büyük sanatçı zanneden bir takım “şarkıcı”ların ders
almaları dileklerimizle.
Yıldız Tilbe – Oynat
Yıldız Tilbe’nin Türkiye pop müzik tarihindeki yeri, öyle
ya da böyle, yadsınamaz durumda. Ülke sahnelerinde
ve ekranlarında yer almaya başladığı andan itibaren
kendine has üslubu ile kendine özgü bir hayran kitlesi
edinen sanatçının yeni albümü huzurlarınızda.
“Oynat”ta 10 adet şarkı var ve bu şarkıların tamamının
söz ve bestesi sanatçının kendisine ait. Albümün tamamında alışılagelmiş Tilbe vokal, söz ve beste üçlüsünü
bulabiliyorsunuz. Buna karşın Tilbe kendi geçmişine bu
albümle bir şey ekleyebilmiş mi sorusunun cevabı ise
net bir hayır oluyor. Üstüne üstlük “patlayabilecek”, her
yerde çalınacak bir şarkı var mı sorusunun cevabı da net
değil. Tilbe ve Türk pop müzik hayranları için beklendik
bir üretim “Oynat”. Yılın en iyilerinden mi? Hayır.
Serdar Ortaç – Gıybet
Serdar Ortaç’ın 18. (evet 18.) albümü “Gıybet” müzik marketlerdeki yerini aldı. 10 adet şarkıdan oluşan albümde 7
şarkıda sanatçının imzasını söz ve/veya bestede görmekteyiz. Ortaç’ın bütün diğer albümleri gibi bu albümde aynı
tarz basit, tek düze vokal bestesi, sabit ve sıkıcı bir ritm
üzerine kurgulanmış şarkılardan oluşuyor. Uzatmaya gerek
yok: Müzikalite olarak diplerde dolaşan, dinleyene hemen
hiçbir şey veremeyen/vaat edemeyen, sanat adına en küçük olumlu bir ayrıntı içermeyen bir albüm “Gıybet”.
52
ALBÜM EKŞİSİ
ANOHNI – Hopelessness
Şu bileşime bakınız: Antony ve Hudson Mohawke! Romantizm, elektronik tarafın keskin yüzeylerine taşınıyor!
Antony and The Johnsons’ın Antony’si artık ANOHNI adını
aldı ve yeni albümünde duygularını ve düşüncelerini yeni
beat kuşağının en önemli dâhilerinden Hudson Mohawke’ın ritimleri üzerine bırakıyor. Orta tempoda dans edilebilecek hassas melodiler ve eşsiz bir vokal için, yeni zamanların elektronik harikası “Hopelessness”e buyurunuz.
Radiohead – A Moon
Shaped Pool
Son yılların en sabırsızlıkla beklenen albümlerinden biri
oldu “A Moon Shaped Pool”. İngiliz grubun 9. stüdyo
albümü bu ve grubun brit-alternatif/rock’dan başlayıp
deneysel/elektronik/psikedelik yönlere evrilen müzikal
tarihinin son noktasını oluşturuyor. Albüm hakkında çok
olumlu yazılıp çizilenlerden ve konuşulanlardan dolayı
umutluysanız size kötü bir haberimiz var ve bu haber
tek bir kelime: Vasat. “A Moon Shaped Pool”, overrated
(gereğinden fazla abartılmış) albümler tarihindeki yerine layığıyla yerleşiyor.
Kristin Kontrol
X-Communicate
Dum Dum Girls’ün Dee Dee Penny’si, aslen Kristin
Welchez, yeni alter-ego’su Kristin Kontrol ile karşımızda. Dum Dum Girls’ün eskiye öykünen garaj
soundundan çok farklı bir noktada “X-Communicate”; içinde rock tadı olan power-pop’dan evrilmiş bir
synth-pop. Kontrol bunu yaparken
80’lerin karanlık pop tadına yaklaşmış ve o zamanların kadın seslerine de -Siouxsie Sioux gibi- bir nevi
öykünmüş. Synth tabanlı kaliteli pop dinlemek isteyenlerin, 80’leri yad etmek isteyenlerin ve bunları
yaparken de bugünden elini çekmek istemeyenlerin
bu yılki hediyesi “X-Communicate”.
53
Cahit CESUR
[email protected]
14 Haziran 2008
Avni Anıl hayatını kaybetti.
“TRT Kurumu henüz yoktu. Ankara, İstanbul, İzmir Radyoları vardı. İstanbul Radyosu’nun müdürü Mesut Cemil’di ve Nevzat
Atlığ’da onun muaviniydi. Üsküdar Musiki
Cemiyeti’ndeki arkadaşlarının Arif Sami
Toker, ney üstadı Niyazi Sayın, kemençe
üstadı Cüneyd Orhon (1943 yılında polis
enstitüsünü bitiren ve emniyet amiri olarak emekli olan İbrahim Hilmi Orhon’un
oğludur) radyoya girmişler, benim için de
“ne işi var onun emniyette” diye radyo yetkililerine söylemişler. Bunu duyan Enstitü
hocamız Kemal Kestelli tepki göstermiş,
benim ertesi yıl Polis Enstitüsünün yüksek
bölümüne gidebileceğimi söylemiş. O zaman Enstitüde iki yıl daha okunup komiser,
müdür olunuyordu. Öte yandan Haşim Aytural beni arayarak Kriminoloji eğitimi için Almanya’ya gideceğimi bildirdi. Ama bunlardan hiç biri olmadı. Gönlümü emniyette bırakıp musikiye gittim. İki yıllık polislik serüvenim sona
erdi. 1954 yılında kadrom, Başbakanlık Basın Yayın Umum Müdürlüğüne aktarıldı.” Avni Anıl, kendisiyle yapılan bir söyleşide,
Adana’da polislik yaptığı dönemde başından geçenleri böyle
anlatıyor.
Türk Sanat Müziği’nin ünlü bestekârı, unutulmaz eserleriyle
tanınan devlet sanatçısı Avni Anıl, 1928 yılının 23 Nisan’ında
doğdu. Bulgaristan’ın Varna kentinden Türkiye’ye gelmiş ve
Edirne’ye yerleşmiş olan ailesi daha sonra Biga’nın Kozçeşme
nahiyesine göç etmişler. Eşi Mine ile 45 yıllık evliliğinden iki kızı
ve keman virtüözü olan Ezgi Anıl adında 28 yaşında bir oğlu
vardır. Kız kardeşi Berhayat Anıl, konservatuar mezunu ve Radyodan emekli oldu. Çocukluğu, Üsküdar’da geçti. 1942 yılında Paşakapısı Ortaokulunu bitirdi. Haydarpaşa Lisesine kaydını
yaptırdı. Ara vermek zorunda kaldığı lise eğitimini, 1966 yılında
açılan olgunluk sınav sonucunda tamamladı. 1949 yılında askerlik görevine İstanbul’da başladı.
1952 yılında, babasının kara sarılık hastalığına yakalanmasından sonra aile bütçesine katkıda bulunmak için polislik sınavlarına girdi. Sınavı birincilikle kazandı ve görev yeri İzmir Fuarı
oldu. Daha sonra Ankara Polis Okulunda eğitimini tamamlayarak İstanbul’a döndü ve ilk ataması Adana Emniyet Müdürlüğü oldu. Polislik mesleğini bırakarak İstanbul Radyosu’nda
çalışmaya başladı. Konya Selçuk Üniversitesinin fahri doktorluk
unvanıyla onurlandırıldı.
Musikiye çocukluk yıllarında Üsküdar Halkevinde başladı. O zamanlar Ord. Prof. Reşat Kaynar, Üsküdar Halkevinin başkanıydı.
Müziğin ilk öğelerini Üsküdar Halkevinde öğrendi.
1943-1946 yılları arasında cumartesi ve pazar günleri müzik
54
öğretmeni Kemal Beyle Çamlıca Kısıklı’daki
aile çay bahçesinde program yapıyorlardı.
Öğretmeni akordeon, Hacettepe Üniversitesinden emekli olan Orhan Andaç piyano,
Anıl ise bateri çalıyordu.
1950 yılında Üsküdar Musiki Cemiyetinde
Emin Ongan ‘la tanıştı ve ders almaya başladı. Orada 7 yıl süreyle Türk müziğinin ne
olduğunu öğrendi. Beste, şarkı formu, günün şarkılarını meşk yoluyla öğrendi.
İlk beste denemelerine Üsküdar Musiki
Derneğinde başladı. Arif Sami Toker vasıtasıyla notalarını Emin Ongan’a götürdü.
Emin Ongan notaları inceledikten sonra:
“Aman Avni, bunlar ne güzel şeyler” dedi.
İlk eseri “Sordular Mecnun’a Leyla’nın Saadethanesin” güfteli rast makamından olan
şarkısıdır. Hüzzam makamındaki “Ağla Çeşmem, Eski Lezzet
Kalmamış” adlı bestesini Adana ‘da polisken yaptı.
1972 yılında İzmir Radyosunda 10 yıl süre ile müzik yayın şefliği
yaptı. 1982 yılında İzmir Radyosundan emekliye ayrıldı. 1990
yılında Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Devlet Türk Sanat Musikisi topluluklarının sınavlarını yapmak için
uzman sanatçı kadrosu ile yeniden memurluğa başladı. 1993
yılına kadar Elazığ, Diyarbakır, Samsun, Konya ve Bursa’da koroların kurulması çalışmalarında bulundu.
1955 yılında, Akşam gazetesinde “Türk Musikisi ve Radyolarımız” başlığıyla yazılar yazdı. Münir Nurettin, Sadettin Kaynak
gibi ünlü müzisyenlerle röportaj yaptı. Dünya gazetesinde 7
yıl çalıştı.
1969 yılından itibaren 36 sayı ve üç cilt olarak yayımlanan “Musiki ve Nota” adlı dergiyi çıkardı.
Emekli olduktan sonra, 1983 yılında Alsancak’ta “Avni Anıl Yayınevi’ni kurdu.
Önceki yıllarda yayımlanan “Musiki ve Nota” dergisini bu defa
Yeni Dizi Sayı 1 diyerek yeniden çıkarmaya başladı. Ayrıca “Anılar ve Belgelerle Musikimiz”, “Bestecilerimizden Ezgiler” adlı
nota fasikülleri ve kitaplar yayınladı. Musikimizden Portreler
isimli belgeseli ile televizyona başladı. Radyolarda da “Sazdan
Söze” ve “Dizelerden Ezgi Bahçesine” isimli programlara imza
attı.
1998 yılında Kültür Bakanlığınca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı.
14 Haziran 2008 yılında solunum yetmezliğine yol açan kronik
bir akciğer hastalığı olan akciğer amfizemi nedeniyle İzmir’deki evinde, seksen yaşında vefat etti.
Sanat yaşamı boyunca yüzden fazla şarkı besteleyen sanatçı,
yirmiyi aşkın filmin de müziğini yapmıştır.
ZAMAN TÜNELİ
8 Haziran 1671
İtalyan Besteci
Tomaso Albinoni doğdu.
80 civarında opera bestesi olan Tomaso Albinoni Venedik’te dünyaya geldi.
Eserlerinin çoğunun notaları 1945 Dresden bombardımanında yok oldu. Aynı
zamanda ünlü bir keman sanatçısı olan
Albinoni, varlıklı bir aileden gelmesi sebebiyle müzikle maddi sıkıntılar olmaksızın ilgilenme şansı bulmuştur. 1720
yıllarında operaları İtalya dışında Münih’te tanıtılmıştır. Başlıca eserleri: “Op.
1: 12 Suonate a tre”, “Op. 3: 12 Baletti a
tre”, “Op. 5: 12 Concerti a cinque”, “Op.
8: 6 Balletti e 6 Sonate a tre”, “Op. 10: 12
Concerti a cinque pour 3 violons, alto,
violoncelle”
21 Haziran 1940
24 Haziran 1941
Devlet operası ilk temsilini
verdi: Mozart’tan “Bastien ile
Bastienne”.
Mozart, ilk opera eserlerinden birisi olan
Bastien ile Bastienne operasını daha 12
yaşındayken yazmıştır. Mozart bu operayı 1768’de, Viyana’da o zaman çok
tanınmış hipnotizmacı Doktor Anton
Mesmer’in siparişi üzerine yazmış ve o yıl
Viyana’da Mesmer’in bahçesinde bulunan tiyatrosunda sahnelenmişti. 1890’a
dek sahnelenmeyerek unutulmuş olan
bu eserin, 2 Ekim 1890’da Berlin Architektenhaus’da prömiyeri yapılmıştı.
Devlet operası ilk temsilinde Mozart’tan
“Bastien ile Bastienne” adlı operasını sahnelemişti.
Rock Müziğimizin Yaşayan
En Büyük İsmi Erkin Koray
dünyaya geldi.
Rock müziğimizin yaşayan efsanesi Erkin
Koray Kadıköy İstanbul’da dünyaya geldi.
Türk Halk ve Türk Sanat Müziği formundaki parçaları rock formunda yorumlayarak unutulmaz eserler verdi. “Cemalım”,
“Köprüden Geçti Gelin”, “Çiçekdağı”, “Nihansın Dideden”, “Kıskanırım” bu formda
yorumladığı eserlerinden bazılarıdır.
1960’lı yılların sonunda, bağlama sesini
rock müziğinde de kullanabilmek için
elektro bağlamayı icat etti. Diğer unutulmaz eserleri şunlardır: “Şaşkın”, “Fesuphanallah”, “Çöpçüler”, “Ankara Rüzgarı”,
“Anma Arkadaş”, “Öyle Bir Geçer”, “Hay
Yam Yam”.
21 Haziran 1948
Columbia Records plak
şirketi, ilk Uzunçalar (Long
Play - LP) müzik albümünün
tanıtımını New York’ta
Waldorf-Astoria Oteli’nde
geçekleştirdi.
Uzunçalar, bir müzik albümünün tamamından ya da içinden seçme 8-10
parçasından oluşan plaklara verilen alt
isimdir. Bu plaklar 33 1/3 devir olarak
kaydedilirler. Çapları ortalama 30 santimetredir. Plastik malzemeden yapılan
uzunçalar plakların bir yüzüne ortalama
23 dakikalık şarkı kaydedilebilir. Plak üzerine kayıtlar, günümüz kayıtlarının aksine
dijital değil analog olarak yapılmaktadır.
Tarihte birçok yeniliğe öncülük etmiş,
tarih süreçleri boyunca yeni çalışmalar
üzerinde durmuş bir müzik şirketi olan
Columbia Records plak şirketi, ilk müzik albümünün tanıtımını New York’ta
Waldorf-Astoria Oteli’nde geçekleştirdi.
1980’li yıllarda kasetler, plakların yerini
almaya başlamış ve daha sonra CD’ler
de kasetlerin yerini almıştı.
55
01 Haziran 1967
13 Haziran 1964
10 Haziran 1949
Bütün zamanların en
iyi albümü kabul edilen
The Beatles grubunun
Sgt. Pepper’s Lonely
Hearts Club Band adlı
rock albümleri piyasaya
sürüldü.
Klasik Türk Müziği Bestecisi ve Müzikbilimci
Refik Fersan öldü.
Devlet Tiyatro ve Operası TBMM’de kabul edilen
yasayla kuruldu.
The Beatles grubunun 1967 yılında piyasaya sürdüğü Sgt. Peppers
Lonely Hearts Club Band uzunçaları gelmiş geçmiş en iyi albüm
olarak kabul edilir. The Beatles’ın
bir grup olarak uyumlu bir biçimde yaptıkları bu son albüm ile grup
kariyerinin zirvesine ulaştırmıştır.
İlk konsept albümleridir.
O zamana kadar yapılan albümlerde, şarkılar birbiri ile alakasız, uyumlu olmayan parçalardan oluşurken,
Sgt. Peppers Lonely Hearts Club
Band, küçük çocuklardan huzurevindeki yaşlılara, gençlerden uyuşturucu müptelası hippilere kadar
herkese hitap eden, melodik, şiirsel,
mizahi ve renkli bir albümdür. Albüm 13 parçadan oluşur.
26 Haziran 1977
20. yüzyıl Türk Musikisi bestekârlarının en önemlilerinden biri
olan Refik Fersan, özellikle saz
eserleri açısından gerçekten kuvvetli bir bestekârdır. 1924-1927
yılları arasında “Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti Şefi” olarak çalışan Fersan daha sonraki yıllarda
konser ve plak çalışmalarına ağırlık vermiştir. İstanbul ve Ankara
Radyosu’nda birçok hizmetlerde
bulunmuştur. Hamparsum notası bilgisi bulunduğundan, bu nota
ile yazılmış eski külliyatlardan birçok eseri batı notasına çevirmiştir. Başlıca eserleri: “Bekliyorum
günlerdir gelmiyorsun sen a güzel”, “Bir neşe yarat hasta gönül,
sen de biraz gül”, “Dün yine günümüz geçti beraber”, “Herkes
gitti yalnız kaldım meyhanede”,
“Rüzgâr uyumuş ay dalıyor, her
taraf ıssız”, “Düştü enginlere bir
ince hüzün”.
Elvis Presley
son konserini verdi.
1977 yılı şubatı ile birlikte yeni turnelere çıkan Elvis, o dönemde yapılması planlanan
yeni albüm çalışmasını gerçekleştirmedi. Mart, Nisan, Mayıs ayları birbiri ardına verilen
konserlerle geçti. Yeni çalışma yapılmayınca RCA, 1976 yılı kayıtlarının yanı sıra ve konser şarkılarını da içeren albümü ‘Moody Blue’yu yayınladı. Bu arada 1 Haziran’da Elvis’in
CBS Televizyonu’nda yeni bir şovunun yayınlanacağı ilan edildi. Bu program Elvis’in
haziran turnesinden görüntüler içerecekti. Çekimler 19 ve 21 Haziran tarihlerinde yapıldı. 26 Haziran 1977’de Indianapolis’te kariyerinin son konserine çıktı.
56
Türk tiyatrosunun batılı anlamda
kurucusu olarak kabul edilen Muhsin Ertuğrul, sinema alanında da
Türkiye’de ilk önemli katkıları gerçekleştirmiş; 1922-1939 yılları arasında Türkiye’de film yapan tek kişi
olarak kalmıştır. Devlet Tiyatroları
1947’den 1949 yılına kadar olan geçiş döneminin ardından 10 Haziran
1949 yılında Devlet Tiyatrosu, Opera
ve Balesi’nin Kuruluş Kanunu resmen çıkmış, Tatbikat Sahnesi tarihe
karışmıştır. Muhsin Ertuğrul ise Devlet Tiyatro ve Operası Genel Müdürlüğü’ne getirilmiştir. Ertuğrul’un
1949 – 1951 yılları arasındaki Genel
Müdürlüğü süresince tiyatro, opera
ve çocuk gösterileri sürdürülmüş.
Ankara Devlet Operası’nın kuruluşunda önemle yer alması gereken
opera orkestrası, korosu ve balesi de
1950–52 yıllarından itibaren organize edilmelerine başlanmıştır.

Benzer belgeler