“Spekülatif Kurgu Konferansı: Doğa ve Kent”in

Transkript

“Spekülatif Kurgu Konferansı: Doğa ve Kent”in
0
Spekülatif Kurgu Konferansı: Doğa ve Kent
İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı tarafından düzenlenen ulusal bir
konferanstır.
15 Mayıs 2014 Perşembe -16 Mayıs 2014 Cuma
Avrasya Enstitüsü Konferans Salonu, Vezneciler, İstanbul.
Kapak: 12 Temmuz 1861 günü Kaptan F. B. Schaeffer'in komutasındaki birliğin konumunu gösteren
çizim. Karakalem, çini ve suluboya, 1861. Kongre Kütüphanesi, Washington, D. C.
1
Spekülatif Kurgu Konferansı: Doğa ve Kent
15 Mayıs 2014 Perşembe -16 Mayıs 2014 Cuma
Avrasya Enstitüsü Konferans Salonu
Program
15 Mayıs 2014 Perşembe
9:3010:00
10:0010:15
10:1511:45
11:4512:00
12:0013:30
13:3014:30
14:3016:00
16:0016:10
16:1017:10
Oturum Başkanı: Esra Melikoğlu
Ana Konuşmacı:
Kutlukhan Kutlu: "Ozymandias'ın Mirası: Eserlerimiz ve Esaretimiz"
Çay-Kahve Arası
FANTASTİK
Oturum Başkanı: Cristiano Bedin
• Tuğba Hacaloğlu Tosun (İstanbul Üniversitesi): "İktidarın ve/veya Direnişin Mekânı
olarak King’s Landing"
• Neslihan Yücelşen (İstanbul Üniversitesi) & Sibel Ay (İstanbul Üniversitesi): "Perg
Efsaneleri Serisinde Kullanılan Mekânın Fantastik Kurguya Etkileri"
• Selena Erkızan: "Tanrı’nın Şehirleri: La Divina Commedia’da Ptolemaik Bir Kozmolojik
Tasarım Olarak Paradiso"
Ara
BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK
Oturum Başkanı: Tuğba Hacaloğlu Tosun
• Şebnem Atakan (Ankara Üniversitesi): "İnsan, doğa ve yolculuk üzerine bir yapıt: Elif"
• Cristiano Bedin (İstanbul Üniversitesi): "Antonio Tabucchi’nin Eserlerinde Doğa ve Kent
ilişkisi: Postmodern bir Yorum"
• Kerim Can Yazgünoğlu (Hacettepe Üniversitesi): "Kara Ekoloji: Latife Tekin’in Berci
Kristin Çöp Masalları’nda Posthümanist Doğakültürler"
Öğle Yemeği ve Oturum Öncesi Çay-Kahve Arası
DOĞA VE ŞİİR, DOĞA-KENT VE TÜRKÜ
Oturum Başkanı: Şebnem Atakan
• Esin Ozansoy (İstanbul Üniversitesi): "Girit Edebiyatında İda Dağı’nın Pastoral Şiir
Üzerindeki Yansımaları"
• Nazan Tutaş (Ankara Üniversitesi): "İngiliz Romantik Şairlerde Çevreci Bakış Açısı ve
Doğa"
• Pınar Somakcı (Haliç Üniversitesi): "Türkiye Coğrafi Bölgerinden Seçilmiş Bazı ŞarkıTürkü Sözlerinde Ele Alınan Doğa ve Kent Uyumu"
Çay-Kahve Arası
DOĞA VE SİNEMA, DOĞA VE EDEBİYAT
Oturum Başkanı: Kerim Can Yazgünoğlu
• Deniz Postacı: "r"
• Zümre Gizem Yılmaz (Hacettepe Üniversitesi): "Maddesel Söylemsel Oluşumlar: Doğa
ve İnsan Kavramlarının Yok Oluşu"
2
9:3011:00
11:0011:15
11:1512:15
12:1513:45
13:4515:15
15:1515:30
15:3017:00
16 Mayıs 2014 Cuma
ÜTOPYA VE MİMARİ, MİMARİ, DOĞA, KENT VE SANAT, EDEBİYAT
Oturum Başkanı: Arpine Mızıkyan
• Raşit Mutlu (İstanbul Üniversitesi): "Sanat, Olasılık, Mimari: Simülakrlar ve
Simülasyonlar Çağında Mimari Bir Kırılma Mümkün Mü?"
• Müjde Dila Gümüş (İstanbul Üniversitesi): "Erken Cumhuriyet Dönemi’nde ‘Kübik’
Mimarlık Tartışmaları ve Edebiyat"
• Elif İpek Akkaya (İstanbul Üniversitesi): "Yeniden Yapılandırılan Kent: Paris ve
Empresyonistlerin Gözünden Değişen Kent-Doğa Algısı"
Çay-Kahve Arası
ÜTOPYA VE DOĞA, DİSTOPYA VE KENT
Oturum Başkanı: Raşit Mutlu
• Funda Civelekoğlu (Ege Üniversitesi): "Kentin Şizofrenik Doğasında Kaybolmak"
• Özge Özkan (Celal Bayar Üniversitesi): "Şehirden Uzak, Hailsham’da Tutsak: Beni Asla
Bırakma’da Yatılı Okul Sembolü"
Öğle Yemeği ve Oturum Öncesi Çay-Kahve Arası
KORKU
Oturum Başkanı: Funda Civelekoğlu
• Ferah İncesu (İstanbul Üniversitesi): "Kötücül Sanatçının Mekânı Doğa-Kent: Edith
Nesbit’in ‘Man-Size in Marble’ Öyküsünde Taşra"
• Emel Uğuz (Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Üniversitesi): "Robert Kirman ve Jay
Bonansigna’nın Yürüyen Ölüler Romanındaki İnsan, Doğa, Şehir Üçlemesi ve Tek
Tipleştirme Kavramı"
• Abdullah Derin (Dokuz Eylül Üniversitesi): "Devlerin Savaşı: Clive Barker ve Şehir"
Çay-Kahve Arası
ANİME, OYUN
Oturum Başkanı: Emel Uğuz
• Fatma Aykanat (Bülent Ecevit Üniversitesi): "Distopik Kent Arka Planında Nostaljik Bir
İmge Olarak Doğa: Wall-E’ye Ekoeleştirel Bir Yaklaşım"
• Şafak Horzum (Hacettepe Üniversitesi): "Naruto Anime Serilerinde Doğa-İnsan İlişkisine
Ekoeleştirel Yaklaşım"
• Onur Kaya (İstanbul Üniversitesi): "Oyunlarda Doğa ve Şehir Etkileşimleri/Tasarımları"
3
Konuşmacıların Alfabetik Sıralaması
İsim
Elif İpek Akkaya
Şebnem Atakan
Fatma Aykanat
Cristiano Bedin
Funda Civelekoğlu
Abdullah Derin
Selena Erkızan
Müjde Dila Gümüş
Tuğba Hacaloğlu Tosun
Şafak Horzum
Ferah İncesu
Onur Kaya
Kutlukhan Kutlu
Raşit Mutlu
Esin Ozansoy
Özge Özkan
Deniz Postacı
Pınar Somakcı
Nazan Tutaş
Emel Uğuz
Kerim Can Yazgünoğlu
Zümre Gizem Yılmaz
Neslihan Yücelşen ve Sibel Ay
Sayfa Numarası
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
4
Özet ve Özgeçmişler
Yeniden Yapılandırılan Kent: Paris ve Empresyonistlerin Gözünden Değişen Kent-Doğa Algısı
Elif İpek Akkaya
İstanbul Üniversitesi
Tarihte ve sanatta modernitenin kentleşmedeki etkisini keşfe çıkanların pusulası 19. yüzyıl
Paris’ini işaret etmektedir. Modern şehircilik disiplininin babası Haussmann, III. Napolyon’un
görevlendirmesi ile döneminde tüm Avrupa kara kıtasının başkenti sayılan Paris’i sarsıcı bir
dönüşümün içine sokmuştur. Modernleşme başlığı altında başlatılan bu dönüşüm, bir yandan
gündelik hayat ve kent dokusu üzerinde travmalar yaratırken, bir yandan da Paris halkına yeni bir
dünya vaad etmekteydi. Kentin artan nüfus yoğunluğunun beraberinde getirdiği temiz su,
kanalizasyon ve ulaşım sorunlarına çözüm aranırken hapishane, hastane, okul ve park gibi modern
kent yaşamının gerektirdiği birçok yeni kamusal alan da inşa edilmiştir.
Modern sınıfların karşılıklı saflaşması, farklı idealler peşindeki burjuvazi ile emekçileri karşı
karşıya getirmiştir. Kent yaşamının dönüşümü, beraberinde toplumsal alışkanlıkların da dönüşüme
uğramasına neden olmuştur. Farklı sosyal sınıflar, evlerden sokaklara, gündüzlerden gecelere
taşan, kişileri kamusal alanlarda kesiştiren yeni kent karakterini benimsemişlerdir. Yeniden
düzenlenen ya da sıfırdan tasarlanan park ve bahçeler Paris halkına, kalabalıklaşan kent
dokusundan arındıran bir doğa konsepti sunmuştur. Diğer yandan doğanın temsilinin kent
merkezine getirilmesi, halkın sosyalleşmesine olanak sağlarken, imparatorluk rejiminin başarısını
da gözler önüne sermiştir. Kent merkezine yerleştirilen park ve bahçelerin haricinde, şehirliler doğa
ile temas kurmak için hafta sonlarını, şehir merkezini terk ederek kırsal
alanda geçirmekteydi. Kentin yoğun baskısından bunalan orta ve varlıklı sınıf, demiryollarının
gelişimi sayesinde kolay ulaşılabilir hale gelen kırsal kesimleri ve deniz kenarlarını, hafta sonları
zevk ve sefa sürmek için ideal bir kaçış noktası olarak görmekteydi.
Doğa ve doğaya erişimin metalaşması, bu duruma ek olarak kent yaşamının kötüye giden
koşullarına tepki göstermek amacıyla Parislilerin doğa ile iç içe olma arzuları onlara yeni
sosyalleşme mekanları sunmuştur. Gerek kent içindeki parklarda gerekse kent dışında sayfiye
yerlerinde görülen bu yeni yaşam tarzı, sanattaki yansımasını ise empresyonist ressamların
tablolarında kendini göstermiş, “doğa” ve “kent” imgeleri empresyonistlerin sıklıkla ele aldığı bir
konu haline gelmiştir. Sanat tarihinden seçilen görsel örneklerle desteklenecek olan “kent ve doğa”
konulu bu çalışmada, 19. yüzyıl Paris’inde kişilerdeki kent-doğa algısı üzerinde durulacaktır.
Özgeçmiş
1982 İstanbul doğumluyum. 2002’de Saint-Joseph Fransız Lisesi’ni, 2006’da ise İstanbul
Üniversitesi Sanat Tarihi ve Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümlerini bitirdim. 2007’de Paris Sorbonne
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde bir yıl süreyle yüksek lisans eğitimi aldım. İstanbul
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Yüksek Lisans programını 2010 senesinde bitirdikten sonra aynı
üniversitenin doktora programına kaydoldum. 2011’den bu yana İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölümü Genel Sanat Tarihi Anabilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktayım ve Doktora
tez çalışmalarıma devam etmekteyim.
5
İnsan, doğa ve yolculuk üzerine bir yapıt: Elif
Şebnem Atakan
Ankara Üniversitesi
Dünyaca tanınmış Brezilyalı yazar Paulo Coelho, 2010 yılında yayımlanan Elif (Aleph) adlı
romanında daha önce hiç denemediği bir tecrübeyi yaşamak amacıyla Moskova-Vladivostok
arasında Orta Asya bozkırları, Sibirya taygaları, Ural Dağları'nı aşarak Japon Denizi'ne kadar ulaşan
Trans-Sibirya tren yolculuğu sırasında yaşadıklarını anlatır. Farklı doğa koşullarına tanıklık edildiği
bu yolculuk sırasında ona keman sanatçısı genç bir kadın, Rus yayıncısı ve bir Tao ustası eşlik eder.
“İnsan yaşamalı, tecrübe etmeli ve hayatın anlamına kafa yormalı” diyen Coelho kendisini
“doğuştan seyyah” olarak tanımlar. Yaklaşık 9 bin kilometrenin aşıldığı efsanevi tren yolculuğu
sırasında bir araya gelen farklı kültürlerden insanlar olağanüstü bir doğanın eşliğinde geçmişlerini,
umutlarını, beklentilerini yani başka bir deyişle bütün yaşamlarını sorgulama fırsatını elde ederler.
“İnsan, doğa ve yolculuk üzerine bir yapıt: Elif” başlıklı bu çalışmayla biz de doğa ve yolculuğun
farklı ülkelerden, farklı kültürlerden gelen insanları nasıl etkilediğini irdelemeye çalışacağız.
Özgeçmiş
Doç. Dr. Şebnem Atakan Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları
Bölümü, İspanyol Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’ndan mezun oldu. Yüksek lisansını ve doktorasını
aynı bölümde tamamladı. İkinci yüksek lisansını ise Ankara Üniversitesi, Tarih (Ortaçağ Tarihi)
Bölümü’nde bitirdi. Yayımlanmış kitap, makale ve çevirileri bulunmaktadır. Atakan günümüzde
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır.
6
Distopik Kent Arka Planında Nostaljik Bir İmge Olarak Doğa:
Wall-E’ye Ekoeleştirel Bir Yaklaşım
Fatma Aykanat
Bülent Ecevit Üniversitesi
Doğa, sanılanın aksine insanın yaşamında yalnızca sabit bir çerçeve, üzerinde insan-merkezli
aktivitelerin gerçekleşmesi için tasarlanmış pasif bir sahne değil, doğanın ve beşeri kültürün
etkileşim halinde şekillendiği ortak bir yaşam platformudur. Doğanın herhangi bir şekilde zarar
gören, yok edilen bir parçası, üzerinde yaşayan canlılardan yalnızca biri olan insanoğlunun da
beşeri hafızasında telafisi imkânsız kayıplara neden olacaktır.
Bu bağlamda, benzer gelecek kaygıları taşıyan ve ekolojik bir bilinç oluşturma amaçlı
üretilen çevre temalı animasyonlardan biri de Wall-E’dir. Söz konusu animasyon filmi, birbirine
yabancılaşmış doğa ve kent temasının, artık üzerinde herhangi bir organik yaşam biriminin
hayatına devam etmesinin imkansız hale geldiği devasa bir çöp alanına dönüşmüş ve nihayetinde
de, antropomorfik özellikler yüklenmiş bir robot olan Wall-E’ye emanet edilerek tamamen terk
edilmiş Yerküre tasviri ile altını çizer. Filmin ilk sahnesinden itibaren, izleyiciye günümüz küresel
dünyasındaki pek çok büyük sanayi kentiyle kolayca özdeşleştirilebilecek bir kent arka planı
sunulur. İnsanoğlu, doğadan kopmasıyla Yerküre’deki yaşamına dair hatıralarını da kaybetmiş ve
Yerküre dışındaki sonsuz uzayda amaçsız bir şekilde gezinmekte olan Axiom adlı uzay gemisine
adeta hapsolarak, doğayla bağlarını koparmış, yapay bir yaşam sürmektedir. Tasvir edilen bu
distopik kent arka planında doğa yalnızca nostaljik bir imgeye dönüşmüş, insanoğlunun
hafızasından neredeyse tamamen silinmiştir. Her şeye rağmen hayatta kalmayı başaran doğadan
arta kalan tek parça ise sembolik olarak insanoğlunun yitirdiği hafızasını ve geleceğe dair
umutlarını temsil eden yeşil bir bitkidir. Filmde, içinde bulundukları durumun farkında olmayan
pasif bireylere dönüşmüş insanoğlunun trajik kaderi, ironik bir şekilde, komik özellikler atfedilmiş
mekanik bir kahramanın; yani Wall-E’nin ellerindedir.
Sonuç olarak, Wall-E “çevresel hafıza”nın insanoğlunun hayatındaki yerini ve önemini
vurgulayan, “doğa ve kent çatışması”nın kısa vadede insanoğlunun açgözlü egosunu tatmin eder
görünse de, uzun vadede insanoğluna geri dönüşü olmayan zararlar getirebilecek tehlikeli bir oyun
olduğu gerçeğine ayna tutan bir spekülatif kurgu ürünüdür.
Özgeçmiş
Fatma Aykanat, 2004 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nden mezun olmuş, aynı yıl Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde
Yüksek Lisans eğitimine başlamıştır. Halen Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim
Dalı, İngiliz Kültür Araştırmaları alanında doktora öğrenimine devam etmekte aynı zamanda da
Bülent Ecevit Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak
çalışmaktadır.
7
Antonio Tabucchi’nin Eserlerinde Doğa ve Kent ilişkisi: Postmodern bir Yorum
Cristiano Bedin
İstanbul Üniversitesi
En önemli İtalyan postmodern yazarlarından biri olan Antonio Tabucchi’nin eserlerinde
Doğa ve Kent olguları çok büyük önem taşımaktadırlar. Nitekim hem doğa hem kent olgularında
belli bir anlatımsal işlev bulunur ve geleneksel anlatımlarda kullanılan biçimlere benzemeyen bir
şekilde karakterlerin ruhsal durumunu yansıtır. Tabucchi’nin kentlerinin merkezi yoktur ve
kahramanın kaybolduğu dağınık bir labirenttir. Eserlerinde kimi zaman kentin boyutu bir takım
yazınsal alıntılar, çağrıştırmalar ve izlemler üzerinde kurulmaktadır, kimi zaman hayali ve rüyamsı
dolaşmaların, despot rejimlerin veya korkunç cinayetlerin arka planıdır. Çağdaş küresel (global) ve
postmodern eserlerin arka planı olan birçok kente karşın, Lisbon, Pisa, Genova gibi Tabucchi’nin
kentlerinde sokaklar, meydanlar ve binalar gibi uzamsal koordinatlar çok titiz bir şekilde
belirginleştirilmektedir ve alışveriş merkezleri, eğlence parkları ve fast food gibi Global Village’nin
simgeleri bulunmamaktadır. Tabucchi’nin kentleri, postmodern bir boyutta bulunmalarına rağmen,
henüz küreselleşme tarafından işgal edilmemiş, Avrupalı bir alandır. Kent bir labirentse, doğa ise
karakterlerin huzur bulabilmek için çekildikleri yerdir. Tabucchi’nin eserlerinde toplumdan
uzaklaşmak isteyenlerin veya uzaklaştırılanların sığındıkları yerdir. Örneğin, Damasceno
Monteiro’nun Kayıp Başı eserinde kentte yaşayanların nefret ettikleri Çingeneler, ormanlarda
yaşarlar ve doğa ile özel bir ilişkiye sahiplerdir. Ayrıca doğa ve, özel olarak, deniz kıyısı, birçok
gizemli olayın çözüldüğü, cinayet işleyen suçluların bulunduğu veya fantastik ve hayali
buluşmaların gerçekleştiği yerdir. Sonuç olarak Tabucchi’nin romanlarında doğa ve kent ilişkileri ve
çelişkileri postmodern bir açıdan tekrar yorumlanır ve yeni bir boyut kazanır. Bu çalışma, özellikle
Ufuk Cizgisi, Requiem ve Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı romanlarını ve Porto Pim’in Kadını
öykülerini göz önünde bulundurarak bu yeni yorumu ve boyutu tespit edip incelemeye
hedeflenmektedir.
Özgeçmiş
İtalya Vicenza’da doğdu. 2005 yılında Venedik ‘Cà Foscari’ Üniversitesi Doğu Dilleri ve
Medeniyetleri Bölümündeki Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'ndan mezun oldu. 2010’da Pisa
Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeki üç yıllık lisans programını tamamladı. Eylül
2012’de Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde yüksek lisans programını bitirdi.
Şubat 2013’den itibaren İstanbul Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı doktora programında
okumaktadır.
İstanbul Yeditepe Üniversitesi’nde 2006-2009 seneleri arasında Okutman ve 2009-2011
yılları arasında ise İtalyanca Dersleri Koordinatörü olarak çalıştı. 2012 yılında İstanbul Üniversitesi
İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümünde Okutman olarak görev almaya başladı.
8
Kentin Şizofrenik Doğasında Kaybolmak
Funda Civelekoğlu
Ege Üniversitesi
2000’li yılların baslarından itibaren kültür çalışmaları ve edebiyat alanlarında gerçekleşmiş
olan “topografik dönüş,” Alman kuramcı Sigrid Weigel tarafından adlandırılmış bir kavramdır.
Edebiyat eserlerinin uzama dair özelliklerine yoğunlaşarak sembolik topografik figürlerin kurmaca
bir karşıt söylem oluşturduğu varsayılır. Terminolojik düzlemde kültürel coğrafyayla
ilişkilendirilerek disiplinlerarası bir bakış açısı sağlayan topografik dönüş, edebiyat eserlerindeki
mekanların salt coğrafi özelliklerinden ziyade tarihsel ve kültürel düzlemde ne şekilde ortaya çıktığı
üzerine yoğunlaşmaktadır. Örneğin, kentlerin kültürel geçmişleriyle ilişkilendirilebilecek birer ruhu
olduğu düşünülür; zira, antik Roma’da da “genius loci” kavramıyla açıklanan bu durum mekanların
bireyler ve gerçekleşen olaylar üzerindeki etkinliğinin izini sürer. Bu sunumda 1986 yılında Ümit
Ünal’ın senaryosunu yazdığı ve aynı yılda Milliyet Gazetesi Senaryo Yarışması’nda birincilik ödülü
aldığı ve akabinde Halit Refiğ tarafından çekilmiş olan Teyzem adlı film incelenecektir. Film, geriye
dönüşlerle Umur’un bakış açısından teyzesi Üftade’nin yaşamından bir kesit sunar. Hikaye, yıllar
sonra Umur’un teyzesine ait yazı ve resimleri bulmasıyla başlar. Umur, annesi ve babası, babası
polis tarafından arandığı için anneannesine gelirler ve bu süreçte Umur tüm vaktini teyzesiyle
geçirir. Kimseden görmediği yakınlığı teyzesinden görür ve onun sırdaşı olur. Umur’un teyzesi ile
birlikte yaşadığı serüven, dış mekan çekimleri vasıtasıyla yoğun bir biçimde kent dokusuyla
bezenmiştir. Bu anlamda, İstanbul’un tarihinden günümüze kadar getirdiği kozmopolitan, doğubatı sentezi gibi özellikleri kentin ve karakterlerin şizofrenik doğasına eşlik ettiği düşünülür. Sunum
esnasında mekansal özelliklerin ve şehir dokusunun filmin naratolojik yapısıyla nasıl
ilişkilendirilebileceği üzerinde durularak İstanbul’un edebi bir topografya olarak nasıl ortaya çıktığı
ve kentin insan doğasını ne şekilde etkilediği farklı anlatılara da yer verilerek incelenecektir.
Özgeçmiş
Yard. Doç. Dr. Funda Civelekoğlu, Ege Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde ders
vermektedir. 2008 yılında bitirdiği “Poetics of Gothic: (Re)Presenting the Uncanny in the Gothic ReFormed” başlıklı doktora tezinde çağdaş gotik edebiyat ve kültürel ekoloji ile üzerine çalışmıştır.
Edebiyat ve Sinema, Gotik Edebiyat ve Kültürel Ekoloji Olarak Edebiyat Kuramı üzerine çeşitli
yayınları vardır.
9
Devlerin Savaşı-Clive Barker ve Şehir
Abdullah Derin
Dokuz Eylül Üniversitesi
Kendilerini hücre misali birbirine bağlamış ve bir dev haline gelmiş Popolac ve Podujevo
kentleri her 10 senede bir yaptıkları paganik ritüellerini kullanarak birbirleri ile savaşmaktadırlar.
Bu devlerin savaşında binlerce insan, dev organizmaya hizmet etmenin gururu ile en amansız ve
dayanılmaz şekillerde ölmektedir. Clive Barker tarafından ele alınmış bu inanılmaz kurgu "In the
Hills, Two Cities" bize birey, şehir ve ulus ilişkisini sembolik olarak çok güçlü bir yolla geçirmekte ve
şehrin, aslında inanılmaz bir şekilde doğanın parçası olduğunu; hayalindeki şehirleri et ve kan ile
oluşturarak göstermektedir. Bu harika kısa hikaye bizlere; ideolojiler, şehir ve birey, bireyler ve
jenerasyonlar, şehir ve doğa incelemeleri için çok güzel ipuçları sunmaktadır. Bütün bunlardan yola
çıkarak, makalemde, şehir ve doğa arasındaki sınır nedir, ideolojiler jenerasyonlar ile ne derecede
kaybolur gibi soruların hikaye üzerinden giderek cevabını arayacak ve doğa ve kültür çatışması
üzerine bilgiler sunacağım.
Özgeçmiş
Adım Abdullah Derin. Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü,
lisans programını tamamlayarak Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimime başladım.
Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi, Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü
önlisans programı mezunuyum. 3. üniversite olarak yine Anadolu Üniversitesi programı olan Radyo
ve Televizyon Programcılığı Bölümü'ne devam etmekteyim. Film Araştırmaları ve Gotik Edebiyat ile
ilgileniyorum. 5 yıldır İzmir'de yaşıyorum. 22 yaşındayım.
10
Tanrı’nın Şehirleri: La Divina Commedia’da Ptolemaik Bir Kozmolojik Tasarım Olarak Paradiso
Selena Erkızan
Mitolojilerde, dinlerde ve çeşitli diğer dünya görüşlerinde cennet ya da insanların "bir
zamanlar mutlu olduğu yüce evren" kavramı kendisine bu görüşlerin arasında ütopik bir yer edinir
gibidir. Çünkü bu evren, Antik Yunanlıların "eu-" takısı ile güzelleştirdikleri "u-" takısıyla "yok"
belledikleri ve muhtemelen insanların özlem duymakla beraber var edemeyeceklerini bildikleri bir
macrocosmos’u ifade eder. Dolayısıyla cennet, insanların "yok şehri"dir. O halde cennet
betimlemelerini erken modern dönemden Thomas More’un Utopia’sıyla, çağdaş dönemden ise
Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’i (The Dispossessed) ile özdeşleştirmek olanaklı görünmektedir.
La Divina Commedia elbette ki dini bir metindir. Fakat Dominiken bir rahip, şair ve gök
bilimci olan Giordano Bruno’ya bile esin vermiş bir eser olduğu hatırlanılırsa, La Divina
Commedia’yı bir evren tasarımı olarak da görmek mümkündür. Çünkü en başta--Dante’nin Romalı
şair Virgil ile çıktığı bu yolculukta--Inferno ve Purgatorio’dan başlayarak, yazar bir günahlar
hiyerarşisi oluşturmakta ve bunları belli katmanlara ayırmaktadır. Paradiso ise bu kozmolojik
katmanlamanın doruk noktasına ulaştığı nokta gibi durmaktadır. Dikkatle incelendiğinde takdirde
ise görülebilir ki, her bir katman (Inferno, Purgatorio ve Paradiso) kendi içerisinde özenle inşa
edilmiş tanrısal şehirler gibi durmaktadır.
O halde, Paradiso’yu bu bağlamda ütopik ve tanrısal bir şehir olarak ele almak bu
çalışmanın tezi konumundadır. Ancak elbette bu noktada Dante’nin bu düzeni hangi kozmolojik
temeller üzerine inşa etiiği vurgulanmalıdır ki bu da araştırmacıyı doğrudan doğruya Ptolemaik ve
Ortaçağcı bir evren kavrayışına yönlendirecektir. Dante bu ütopik evrende şehirleri, dört temel
erdemi ve üç teolojik erdemi kullanarak gökbilimsel katmanlara ayırır. ‘Primum mobile’ ile
taçlandırdığı bu evren ise tamı tamına ilahi bir ‘yüce şehrin’ tepe noktasını oluşturur gibidir.
La Divina Commedia’yı bu bağlamda spekülatif kurgu içerisine dahil etmek mümkün
gözükmektedir. Bu çalışma ise eserin kendi içerisinde vücuda getirdiği ilahi şehri kozmolojik ve bir
anlamda ‘mimari’ açıdan incelemeyi hedef edinmektedir.
Özgeçmiş
Selena Erkızan, Colchester-Essex, İngiltere’de dünyaya gelmiştir. St. John’s’ta tamamladığı
eğitiminden sonra Türkiye’ye dönmüştür. Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili ve
Edebiyatı mezunudur. Antik Yunanca, Latince, Türkçe ve İngilizce bilmektedir. İlgi alanları arasında,
Klasik Edebiyat, Ortaçağ Avrupa Edebiyatı, Erken Modern Dönem İngiliz Edebiyatı, Kozmoloji, Bilim
ile Edebiyat bulunmaktadır.
11
Erken Cumhuriyet Dönemi’nde "Kübik" Mimarlık Tartışmaları ve Edebiyat
Müjde Dila Gümüş
İstanbul Üniversitesi
İkinci Meşrutiyet’in ilanının ardından, milliyetçilik akımlarına paralel olarak ortaya çıkan
Birinci Ulusal Mimarlık akımı üretimlerinde, temel olarak Selçuklu ve klasik Osmanlı mimarilerinden
alınan öğelerin yeni inşaat teknikleri ile beraber kullanılması amaçlanır. Cumhuriyetin ilanının
ardından etkisi bir süre daha devam eden mimari akım, 1920’lerin sonunda çeşitli politik,
ekonomik ve sosyal sebeplerle uygulama alanlarını kaybetmeye başlar. Mimarlığın, Cumhuriyet
inkılaplarıyla ilişkilendirilmesi ve yeni "batılı" yaşam biçiminin önemli bir aracı olarak görülmesiyle
beraber, Avrupa mimarlık ortamında etkili olan modernist mimari dil Türkiye’de de görünürlük
kazanır. Yalın geometrik biçimlerin hakim olduğu, süslemeden arınmış yapılar halk arasında "kübik"
olarak adlandırılır ve bu kullanım, beraberinde çeşitli tartışmalarla birlikte dönemin roman,
karikatür, şarkı sözü gibi farklı kültürel üretimlerinde sıkça karşımıza çıkar. Birinci Ulusal Mimarlık
akımının gözden düşmesi ve modernist mimarinin benimsenmesinin yol açtığı görüş ayrılıkları,
Ahmet Haşim, Peyami Safa, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi dönemin etkili yazarlarının edebi
eserlerine yansımıştır. Bu çalışma Erken Cumhuriyet Dönemi’nde yaşanan mimari dönüşümün
etrafında şekillenen tartışmaların, aynı döneme ait roman, karikatür ve şarkı sözü gibi farklı
üretimler üzerinden takip edilmesi ve incelenmesine odaklanacaktır.
Özgeçmiş
Müjde Dila Gümüş
Eğitim
Lise:
Lisans:
Yüksek Lisans:
Tez Konusu:
Danışman:
Doktora:
Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Lisesi, 2005
Yeditepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü, 2009 (%100 YÖK bursu ile)
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü, 2013
Erken Cumhuriyet Dönemi Konut Mimarlığında Modernizm Etkileri
Doç. Dr. Tarkan Okçuoğlu
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü (2013-halen)
Yurtdışı Burslar – Araştırmalar:
Stiftung Bauhaus Dessau, ‘After Levittown’ araştırma projesi katılımcısı, 2011-2012 (Stiftung
Bauhaus Dessau bursu ile)
12
İktidarın ve/veya Direnişin Mekânı Olarak King’s Landing
Tuğba Hacaloğlu Tosun
İstanbul Üniversitesi
Bu çalışma temel olarak George R. R. Martin’in Buz ve Ateş’in Şarkısı’ndaki King’s Landing
betimlemesini, şehir planı üzerinden, önce Ortaçağ’daki şehir-devlet oluşumlarına kısaca göz
attıktan sonra, De Certeau’nun “mekân pratikleri” anlayışına paralel olarak incelemeyi
hedeflemektedir. Martin’in popüler serisindeki başkent, coğrafyası, sokaklarının fiziki yapısı,
dehlizleri (Red Keep’in içindekiler ve şehir geneline yayılanlar), o sokaklar ve dehlizleri
arşınlayanların şehir yapısıyla bağıntısı, genelevleri, ibadet mekânları ve sokak hayvanlarıyla
mercek altına yatırılırken, bir yandan da şehrin doğa (deniz, Godswood, sokak hayvanları) ile ilişkisi
açısından (diğer şehirlerle de kısaca karşılaştırılarak) analiz edilecektir. Elde edilen bulgular,
Foucault’nun “iktidar” kavramı ve onun mekân üzerindeki etkisine bakılarak değerlendirilecektir.
Özgeçmiş
Tuğba Hacaloğlu Tosun 1971 yılında İstanbul’da doğmuştur. Maçka İlkokulu ve Özel Sankt
Georg Avusturya Lisesi’nden sonra, 1996 yılında Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatı
bölümünden mezun olmuştur. Prof. Dr. Sibel Irzık’ın danışmanlığında yazdığı bitirme tezi, Iris
Murdoch’ın Under the Net romanındaki varoluşsal kimlik üzerinedir. Aynı yıl Iris Murdoch’ın
Jackson’s Dilemma (İkilem) adlı eserini İnkılâp Yayınları için Türkçe’ye çevirmiştir.
Temmuz 1996’de Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak
göreve başladıktan sonra 1997 Şubat’ta aynı bölümde yüksek lisans programına kabul edilmiştir.
Yüksek lisans tezini Prof. Dr. Aslı Tekinay’ın danışmanlığında Sara Suleri, Jamaica Kincaid ve Ama
Ata Aidoo’nun romanları ekseninde “postkoloniyel kimliğin postkoloniyel romanlarda yeniden
inşası” konusunda vermiştir.
Yüksek Lisans mezuniyetinden sonra Eylül 2002’de İstanbul Üniversitesi‘nde İngilizce
Okutmanı kadrosuna geçiş yapmıştır. Hazırlık sınıflarının yanı sıra 2003-2007 yılları arasında Filoloji
öğrencileri için uyarlanan hazırlık programında, 2003-2005 ve 2007-2008 yıllarında İ.Ü. Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nde Prof. Dr. Fatmagül Berktay’ın gözetimdeki Siyaset Felsefesi temelli Diplomatik
ve Mesleki Yabancı Dil derslerinin okutmanlığında görev almıştır.
Kasım 2007’de Bulgaristan’ın Blagoevgrad kentinde gerçekleşen “Boundaries Boundary
Crossing Cross-Boundary Transfer” başlıklı konferansta “On and Off the Route: Crossing the
Boundaries of Gender with The Turn of the Screw” başlıklı bir bildiri sunmuştur.
Halen İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Bölümünde okutmanlık görevini sürdürmekte
olup, Boğaziçi Üniversitesinde doktora öğrencisi olarak tez aşamasında bulunmaktadır. Şu sıralar
bir kitap çevirisini üzerinde çalışmaktadır.
İlgi alanları arasında Mitoloji, Aydınlanma Felsefesi, Roman Kuramı, Edebiyat-Sinema ilişkisi,
Postyapısalcılık, Edgar Allan Poe, Franz Kafka ve Kuir Kuramı bulunmaktadır.
Almanca, İngilizce ve orta seviyede Fransızca bilen Tosun, evli ve iki çocuk sahibidir.
13
Naruto Anime Serilerinde Doğa-İnsan İlişkisine Ekoeleştirel Yaklaşım
Şafak Horzum
Hacettepe Üniversitesi
Japon film yapımcılarının 20. yüzyılın başlarında çeşitli animasyon tekniklerini keşfetmesiyle
ortaya çıkan ve zamanla film sektöründe Japon canlandırma tekniklerinin oluşmasını sağlayan
animeler, özellikle 1990’lar ve 2000’ler itibariyle dünya çapında ilgi uyandırmış olup kendisiyle
beraber pek çok ticari sektörün gelişmesine katkıda bulunmuştur. Günümüzde görsel ve hareketli
medya endüstrisinin % 10 gibi önemli bir oranını elinde tutan “anime”ler ulaştığı milyonlar ve
içerisinde işlediği temalar bakımından çocuk edebiyatı bağlamında önemli bir yer tutmaya başlamış
bulunmaktadır. Animelerin yetişmesinde ortak olduğu nesillere sağladığı faydalar bakımından, 21.
yüzyılın başlıca sorunlarından bir tanesi olan doğa-insan ilişkisi de bu temalardan bir tanesi olup
insan-doğa ilişkilerine eleştirel bir bakış açısı sunan disiplinlerarası bir bakış açısıyla çevre ve
edebiyat alanlarının bütünleşik çalışmalarını yürüten ekoeleştiri alanının kapsamına girmektedir.
Masashi Kishimoto’nun yazıp Hayato Date’nin yönettiği Naruto (2002-2007) ve Naruto Shippuden
(2007-…) adlı animeler de, kendi çıkarları için doğanın dengeli işleyişini değiştiren ve bozan insan
türünün doğaya ve doğadaki insan olmayan varlıklara yaklaşımını retrospektif ve analitik bir izlekte
ele almakta olup insan türünün doğal ve doğaüstü hayvanlara yaklaşımını ilgi çekici unsurlarla
aktarmaktadır. Bu sebeple, Naruto anime serisi insan olmayan hayvanların ve ekosistemlerin insan
merkezli yaklaşımdan olabildiğince uzak incelenmesinde teknokrasi ve ilkelcilik arasındaki
çekişmeye takılmaksızın kat edilebilecek yolu aydınlatır. Üstteki bilgiler ışığında, bu yazının amacı
ustalıkla doğayı medeniyet içerisinde sorun olan her şeyin karşısında duran bir öge olarak ekofobik
bir anlayışla kötüleştirip ötekileştiren insan türünün Naruto ve Naruto Shippuden adlı animelerde
canavarlaştırılmış doğa imgesinin temsilini çökertmekte olduğunu ve hayvan hakları ile doğaya
karşı sorumluluk sahibi olan medyanın anime izleyicileri üzerindeki olumlayıcı çabalarını ifade
etmektir.
Özgeçmiş
Şafak Horzum 2010’da Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden lisans
derecesini almış olup 2012 itibariyle “Çapkından Züppeye Töre Komedisinde Erkeklik Tasvirleri:
George Etherege’ın The Man of Mode; or Sir Fopling Flutter (1676) ve Oscar Wilde’ın Lady
Windermere’s Fan (1896) Adlı Oyunları” başlıklı tezi ile yüksek lisans eğitimine devam etmektedir.
Son zamanlarda odaklandığı konular çağdaş İngiliz tiyatrosu, ekoeleştiri ve erkeklik çalışmalarını
içermektedir.
14
Kötücül Sanatçının Mekânı Doğa-Kent:
Edith Nesbit’in "Man-Size in Marble" Öyküsünde Taşra
Ferah İncesu
İstanbul Üniversitesi
"Man-Size in Marble" başlıklı kısa öykü üzerine yapılabilecek okuma/yorumlardan biri sanat
ve sanatçının kötücüllüğü temasıdır. Bu izlekte öykü mekânı olarak seçilen taşra çift yönlü
özelliğiyle sanatçı/insanın uyumlu ve yapıcı olmayan taraflarını sunmada işlev taşımaktadır.
Nesbit’in öyküsü romantik yazın ve gotik öğelerden beslenen bir hortlak hikayesi ve korku anlatısı
olarak sınıflandırılmış ve incelenmiştir. Bunlarla birlikte, metin sanatçı baş karakterler sayesinde
sanat ve sanat dünyasına göndermelerde bulunur. Sanatçı ve toplum, sanatın malzemesi, yaratma
süreçleri, sanat dünyası ve gerçek dünya arasında kalan sanatçı, sanatsal yetilerin kötücül
kullanımı, gerçek ve kurmaca ayrımı ve örtüşmesi gibi estetik disipline giren konular da öykünün
kapsamındadır. Bu açılardan yaklaşılınca, metnin temelindeki hortlak hikayesi sanatçının hem
sanata hem varlığa/hayata/doğaya ihanetinin taşıyıcısı ve perdesi olurken sanatçı da
eylemde/inşada/yaratıda bulunan kötücül insan metaforuna bürünür.
Tüm bunlara sahne teşkil eden taşra ise doğal, kırsal arazi ortasında insan müdahalesi,
eylem ve inşa olguları eşliğinde aynı zamanda uygarlık, kültür ve kent/yerleşim alanı özelliğiyle
doğa-kent konumunda, ikili ve ikircikli nitelik taşır. Öyküde sınırlanmayan denizin görüş sahasında
yer aldığı, ara ara "kötü" nefesini salan kurutulmamış bataklığın pek de uzağında kalmadığı, bir
zamanlar daha geniş olan ormanın yamacındaki taşra mekân, köy, mera, geniş mezarlıklı, yüzlerce
yıllık kilise, yabanıl çalılıkların yanı sıra ekili çiçekleri de barındıran bahçeli kulübesiyle doğa ve kent
arasında kalmış bir ortam sunar. Sanatına ve yaşama sanatına mekândaki gibi kuşatıcı, çok yönlü
yapıcılığı mı dışlayıcı, güvensiz yıkıcılığı mı odaklayacağı kararı erkek sanatçı figürüne kalır. Ancak
yapıtta gizeme büründürülen sonuç taşlaşmış bir kalp, nesneleştirilmiş bir aşık ve soğumuş bir
kadın cesedidir.
Özgeçmiş
1992 yılında İstanbul Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’ndan mezun oldu.
1995 yılında aynı anabilim dalında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1998 yılında
İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı’nda "The Fallen
Child: From The Coral Island and Treasure Island to Lord of the Flies" başlıklı tezi ile yüksek lisans
çalışmalarını, 2007 yılında ise "Tainted Art: The Reflection of the Defective Function of Art in the
English Novel After the Second World War" başlıklı tez ile aynı bilim dalında doktora programını
tamamlamıştır. Sanat kuramları, İngiliz romanı, tiyatrosu, kısa öyküsü, Victoria dönemi ve çağdaş
dönem İngiliz yazını üzerine bildiri ve makaleleri yayınlanmıştır. 2008 yılından itibaren Yardımcı
Doçent olarak görev yapmaktadır.
15
Oyunlarda Doğa ve Şehir Etkileşimleri/ Tasarımları
Onur Kaya
İstanbul Üniversitesi
Bazı örnek oyunlar ve oyun serileri üzerinden oyunlarda doğa ve şehir etkileşimlerini ve
tasarımlarını tartışacağım. Assassin’s Creed'de Akka, Kudüs, Şam, İstanbul, Roma, Floransa,
Venedik, Kingston, Havana, New York gibi şehirlerin gerçekteki tarihi eser ve mimarilerinin sanal
ortama aktarımını görebiliriz. Öte yandan, tamamıyla kendi kurallarına, mitolojisine, tarihine,
kültürüne, doğal yaşam ve bitki örtüsüne sahip dünyalar barındıran oyun serileri de bulunmaktadır.
Elder Scrolls'daki farklı coğrafi özelliklere ve yaşayanlara sahip bölgelerden oluşan Tamriel kıtası,
doğal hayat ve şehirlerarası medeniyet arası uyum/çatışması buna örnek olarak verilebilir. Fallout
ise nükleer savaş sonrası bir gelecekte, yok olmadan önce günümüzden ileri teknolojiye sahip
olunduğu halde 50’lili yıllara ait tasarıma sahip olmasıyla normal dünyadan ayrılan, genelde
Amerika’da geçen ve radyasyonun etkisiyle oluşmuş canlıları, bitkileri ile farklı bir ortam
sunmaktadır. Oyuncuya tam anlamıyla serbest dolaşım imkanı vermese bile genel konusunu ütopik
şehirlerin çöküşü üzerine kurduğu içi, içinde geçtiği şehir oldukça detaylı olarak anlatan oyunlar
arasında, biz vizyonerin sanatçı ve bilim adamlarının hiçbir dış baskı altında kalmadan kendilerini
özgürce ifade edebilmeleri adına kurduğu okyanus gibi şehri, kuruluş ilkesinin etrafında yıkılması
ve doğanın kendine ait olanı geriye almasıyla Bioshock'taki Rapture sayılabilir.
Özgeçmiş
24 Mayıs 1993 doğumludur. İstanbul Üniversite İngiliz Dili ve Edebiyatı lisans öğrencisidir.
Oyungezer dergisinde serbest yazarlık yapmaktadır. İlgi alanları arasında bilgisayar oyunları
oynamak, kitap, çizgi roman okumak ve bunlarla ilgili yazı yazmak, ayrıca çizim yapmak vardır.
16
Ozymandias'ın Mirası: Eserlerimiz ve Esaretimiz
Kutlukhan Kutlu
Özgeçmiş
1972′de İstanbul’da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve
Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1991′de Nokta dergisinin Ne Nerede ekini çıkaran kadroya katılarak
sinema, edebiyat ve müzik üzerine yazmaya başladı. O zamandan beri de çeşitli yayın organlarında
yazarlık ve editörlük yaptı.
Radikal, Yeni Binyıl, Akşam ve Taraf gazeteleri ve Sinerama, Picus ve Total Film dergileri de
dahil olmak üzere çok sayıda farklı yere sinema ve edebiyat yazıları yazdı. Özellikle spekülatif kurgu
alanına giren filmler ve kitaplar üzerine incelemeler ve yazı dosyaları hazırladı. En uzun süre
çalıştığı yayın organı ise, 1995′ten itibaren yazdığı Sinema dergisi. Bu dergideki Günümüzün
Klasikleri serisi, dergi tarafından iki cilt halinde kitaplaştırıldı.
Bir taraftan çevirmenlik de yapıyor. Çevirileri arasında Harry Potter kitap serisinden
kitaplar, Hayali Yerler Sözlüğü ve NTV Çizgi Klasikler serisinden Kafka, Poe ve Arthur Conan Doyle
klasikleri sayılabilir.
17
Sanat, Olasılık, Mimari: Simülakrlar ve Simülasyonlar Çağında Mimari Bir Kırılma Mümükün Mü?
Raşit Mutlu
İstanbul Üniversitesi
Jean Nouvel’in "Mimarlık dünyasında Duchamp’ın eşdeğeri neden yok?" sorusuyla ortaya
attığı tartışma, sanat, tekillik ve mimarlık kavramlarının birbirleriyle nasıl etkileştiklerini
sorunsallaştırıyor. Baudrillard ile birlikte Nouvel, mimari alanda neden skandal yaratacak ve belki
de bir kırılmaya yol açacak eserlerin ortaya çıkamadığını tartışırken, mimari ve
modelleme/klonlama, mimari ve gerçek/ütopya, kısıtlı bir sanat alanı olarak mimarlık, mimari ve
soylulaştırma gibi pek çok felsefi ve sosyolojik konuya da eğiliyor.
Sunum, mimari gerçekten kısıtlı bir sanat alanı mıdır, eğer öyle ise bu kısıtlamaları "gerçek
dünyada" veya teorik alanda aşmak mümkün müdür, mimari olanın görsel sanatlar içinde yeri
nedir, görsel sanatlar bu imkânsız yapıların yaratılabileceği bir alan olarak ele alınabilir mi gibi
sorulardan yola çıkacak. Bu sorular ve savlar gerçekleştirilememiş şehir planlarına (e.g. Garden City
Ward and Centre), görsel sanatlarda kurgusal yapılara (e.g. Ahmet Doğu İpek, Building Porn Series)
atıflarda bulunarak açımlanmaya çalışılacaktır.
Bu bağlamda mimarlık Baudrillard’ın felsefesi ekseninde düşünülürken, sanatçıların
işledikleri mimari temanın yapay dünyayı inşa etmekten öte bir ütopyayı hayal edip, onu
kurgularken daha önce değinilen sorular ile kendi sanat pratikleri düzeyinde nasıl bir etkileşim içine
girdikleri sorgulanmaya çalışılıyor. Sunum, soylulaştırma, tek tipleştirme, modelleme gibi güncel
mimari ve toplumsal sorunları da kapsamında tartışırken, mimarinin (ve bağlam içinde sanatın)
politik bir aktivizm alternatifi sunup sunamayacağını da sorguluyor. Bu noktada sunum, emeğin,
üretimin, politik ekonominin sonunda, post-modern dünyada, yeniden üretime, kayboluşa ve
hiçliğe dair yeni bir perspektif sunmayı amaç ediniyor.
Özgeçmiş
1992'de İstanbul'da doğan Raşit Mutlu lisans eğitimine İngiliz Edebiyatı alanında devam
ediyor. Bugüne kadar iki sergide küratör ve çeşitli sergilerde küratör asistanı olarak rol aldı. Bunun
yanında halen Kare Sanat ve Artbosphorus Çağdaş Sanat Fuarı'nda çalışmayı sürdürüyor. Yüksek
lisans eğitimini küratöryel çalışmalar alanında tamamlayıp, ses ve video yerleştirmeleri
konusunda uzmanlaşmak istiyor.
18
Girit Edebiyatında İda Dağı'nın Pastoral Şiir Üzerindeki Yansımaları
Esin Ozansoy
İstanbul Üniversitesi
Girit Rethymnos doğumlu olan şair Georgios Khortatsis (16. yy. ortaları-17. yy. başları)’in
Panoria adlı pastoral dramı 1590-1600 yılları arasında yazılmıştır. Georgios Khortatsis’in Panoria
adlı pastoral dramında ve Giritli yazar Antonios Pantimos’un İtalyanca yazdığı L’Amorosa Fede adlı
pastoral traji-komik yapıtında, Antik çağda mitolojik ve kutsal bir dağ olan Girit’teki İda Dağı'nın
(Girit Adası'nın ortasında bulunan, bugünkü adı Psiloritis olan İda Dağı 2456 m. yükseklikle Girit’in
en yüksek dağıdır) yazları serin, çok hoş, güzel olduğundan söz edilmekte ve avların yapıldığı, yaban
kuşlarının tutulduğu, genç çiftlerin balayılarını geçirdiği, kent yaşamının yoruculuğundan uzaklaşıp
huzurun bulunduğu bir yer olarak gösterilmektedir. İda Dağı'nın, her iki Giritli yazar tarafından, iki
önemli yapıtta seçilmiş olması rastlantı değildir. Girit pastoral şiirlerinde İda Dağı'nın nasıl sık
ormanlarla kaplı olduğu ve geyiklerin yaşadığı dile getirilmektedir. Ayrıca dağdaki bitki örtüsünden
ve bu bitkilerin hastalıkların tedavisinde nasıl şifa getirdirdikleri ve çok zengin selvi ağaçlarıyla kaplı
olduğu da tarif edilmiştir.
Başka bir Giritli yazar Vitzentzos Kornaros (Girit Siteia, 1553-1613/1614)’un ilk kez 1713
yılında Venedik’te basılan Erotokritos adlı yapıtı 1600-1610 yılları arasında yazılmıştır. Erotokritos
adlı lirik-destansı şiirinde, pastoral bölüm içinde dile getirilen İda Dağı, beklenmedik ve pastoral
trajik bir sapmayla karşımıza çıkmaktadır. Giritli cengâver Kharidimos ve aşığının İda Dağı'ndaki
büyüleyici balayılarını nasıl geçirdikleri ve sonunda da aşığının trajik ölümü anlatılmaktadır.
Girit’in Venedik egemenliği döneminde, Girit’te yaşayan İtalyan yazar Giovanni Carolo
Perisio "Ottowa Rima" adlı şiirinde, İda Dağı'nın muhteşem manzarası, bu dağın çevresindeki
avcılar ve avcıların kuşları ve tavşanları, şahinler ve av köpekleri eşliğinde nasıl avladıkları gözler
önüne serilmektedir. Dağın tepesinde genç güzel bir çobanın oturduğu ve beyaz giysiler içinde ve
başında çiçeklerden yapılmış bir tacının olduğu ve koyunlarını seyrettiği ve Yunanca şarkılar
söylediği ifade edilmiştir.
Ayrıca Girit’e gelen Floransalı Cristoforo Buondelmonti (1385-1430) (1415); İngiliz Fynes
Moryson (1566-1630) (1596); İskoç William Lithgow (1582-1645) (1610); İngiliz George Sandys
(1578-1644) (1611) adlı yazar ve gezginlerin, İda Dağı'nın doğal çevresinden nasıl etkilendikleri
yapıtlarında betimlenmiştir.
Girit Edebiyatında İda Dağı önemli rol oynamış ve çeşitli Giritli ve Girit’te yaşayan İtalyan
yazarların ve Girit’e gelen çeşitli İngiliz yazar ve gezginlerin yapıtlarında daima yer almıştır.
Özgeçmiş
Doç. Dr. Esin Ozansoy, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları
Bölümü, Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanıdır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü Mezunu, Atina Üniversitesi Felsefe Fakültesinde Yunan Devlet
Bursuyla doktorasını yapmış, Ph.D. unvanını almıştır. 2010 yılında Doçent olmuş ve halen aynı
anabilim dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Eski Yunan ve Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı
alanında karşılaştırmalı edebiyat; Bizans Edebiyatı ve Bizans Kaynakları üzerine çalışmalar
yapmaktadır.
19
Şehirden Uzak, Hailsham’da Tutsak: Beni Asla Bırakma’da Yatılı Okul Sembolü
Özge Özkan
Celal Bayar Üniversitesi
Kazuo Ishiguro’nun Beni Asla Bırakma adlı romanında ilk başta Kathy’nin bizde uyandırdığı
izlenim şehir yaşamından mahrum, Hailsham yatılı okulu dışında gidecek ve kalacak bir yerleri
olmayan, birbirileri ve "gözetmen"leri dışında kimseleri olmayan bir grup öğrencinin hikayesini
anlatıyor gibi gözükse de romanın gelecekle ilgili çoğu bilim kurgu eserinin aksine alternatif bir
distopik dünya sunarak yatılı okul ve romanın ilerleyen kısımlarında şok edici bir çarpıcılıkla
okuyucusuna ifşa ettiği "gerçek dünya" aslında şehir-doğa diyalektiğinin nasıl "evrim" geçirip
teknolojinin sadece doğayı ve kırsal yaşamı hükmetmekle sınırlı kalmayıp, artık insanları
klonlayarak insan doğasını da manipüle ettiğini sürükleyici kurgusuyla ortaya koyar. Dolayısıyla
Hailsham yalnız bir yatılı okul olmaktan çıkıp, gelecekte kendilerine ne olacağından habersiz
hayatlarını sürdüren öğrencilerin sığındıkları liman, aynı zamanda da kurtulmaları imkansız olan
sonun habercisi olan bir işaret olarak var olmaktadır.
Özgeçmiş
Ege Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 2008 yılında mezun olmuştur. 2011
yılından beri Celal Bayar Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak
çalışmakta olup, aynı zamanda Ege Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam etmektedir.
20
r
Deniz Postacı
Özgeçmiş
Adım Deniz Postacı. İstanbul Üniversitesi İngiliz dili ve Edebiyatı / Amerikan Kültürü ve
Edebiyatı mezunuyum. Sürdürülebilir Birlikte İşlerlik üzerine çalışmaktayım. Bu paralelde doğa,
insan ve makina etkileşimlerinin sürüdürülebilirliği üzerine teknik ve sosyal sürdürülebilirlik
konularında bireysel ve çeşitli topluluklarla faaliyet göstermekteyim.
Dünya Yazarlar Birliği Türkiye Merkezi (PEN) tarafından 22 Nisan Dünya Günü'nü kutlamak
amacıyla 17 Nisan’da yapılan Doğa ve Edebiyat Paneli’ne doğa yazarı olarak katıldım ve PEN
Türkiye Merkezi ile başlattığımız GreenPEN programı için de bu bir ilk adım oldu:
http://www.dogadernegi.org/doga-ve-edebiyat-paneli.aspx
2009’da Hacettepe ve Ankara Üniversitesi’nin Doğa ve Edebiyat bağlamında Türkiye’de ilk
kez düzenlenen "ecocriticism" başlıklı uluslaraları yapılan ilk konferansa baş konuşmacılardan biri
olarak davet edildim: http://www.ecocriticism.hacettepe.edu.tr/.
Konuyla ilgili diğer yayınlanmış yazılarım: http://goo.gl/xwxOmi.
21
Türkiye Coğrafi Bölgelerinden Seçilmiş
Bazı Şarkı-Türkü Sözlerinde Ele Alınan Doğa ve Kent Uyumu
Pınar Somakcı
Haliç Üniversitesi
Bir yaşam alanı olarak kentler, farklı etnik, toplumsal ve kültürel alışkanlıklara, yaşam
tarzına ve sosyal profile sahip, çevresel algıları değişkenlik gösteren, insanların birlikte yaşamak
durumunda kaldığı mekanlardır. Kısacası kent, doğal çevre, insan ve onun eserlerinden oluşan bir
yerleşim birimidir.
Kentin üzerine yerleştiği doğa parçası, öncelikle doğal çevre bileşenleri tarafından
oluşturulan belirli bir işleyiş düzenine tabidir. Jeolojik yapı, iklim koşulları, su kaynakları, toprak,
bitki örtüsü gibi doğal çevre bileşenleri, kentte yaşayan insanların yaşam tarzlarını, ekonomik
faaliyetlerini biçimlendirir, yerleşimin geleceğini belirler (Karadağ, 2009, s:32).
Türkiye bilindiği gibi, yedi coğrafi bölgeden oluşan, geniş alana yayılmış zengin doğa
kaynakları olan bir ülkedir. Dolayısıyla kentlerin sahip olduğu doğal yapıdaki estetik güzellikler,
sanat alanı içersinde duyguları ifade etmek adına şarkı ve türkü sözlerine de yansımıştır. Bu
çalışmadaki amaç, geleneksel şarkı ve türkü sözlerimizde, doğa ve kent uyumunun nasıl ele alındığı
ve kentlerin hangi özellikleriyle işlendiğini ortaya koymaktır. Bu çalışmada yöntem olarak,
ülkemizin her bölgesinden en az birer şarkı veya türkü örneği seçilerek, eserlerin sözleri, doğa-kent
uyumu açısından incelenerek yorumlanacaktır.
Sonuç olarak, şarkı ve türkü sözlerimizde genel olarak, doğa ve kentin uyumlu olarak
işlenmiş olduğu anlaşılmıştır.
Özgeçmiş
Doç. Dr. Pınar Somakcı, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü'nden
bölüm ve fakülte birincisi olarak mezun oldu ve aynı bölüme Araştırma Görevlisi olarak atandı.
Selçuk Üniversitesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı'nda Yüksek Lisans eğitimini, Gazi
Üniversitesi Müzik Eğitimi Anabilim Dalı'nda da doktora programını tamamladı.
1999-2000 yılları arasında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü'nde
Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. 2000-2013 yılları arasında Haliç Üniversitesi Konservatuvar Türk
Musikisi Bölümü'nde Doçent Öğretim Üyesi, Bölüm ve Anasanat Dalı Başkanı, Uluslararası İlişkiler
(Erasmus, Farabi vb) Fakülte Koordinatörü olarak görevler yaptı.
Meslek çalgısı kanundur. Çalıştığı üniversitelerde Meslek Çalgısı (Kanun) derslerinin yanı
sıra, Türk Sanat Müziği Nazariyat ve Solfeji, Çalgı Bilimi, Türk Müziği Ses Sistemleri, Müzik
Eğitiminde Program, Seminer, Bilimsel Anlatım ve Yazım Teknikleri ve Çağdaş Sanat Metinleri gibi
dersler vermiştir.
Cinuçen Tanrıkorur Saz Eserleri adı altında Kanun-Ud albümü, Tutku adında Kanun-Tanbur,
Klasik Türk Müziği saz eserleri albümü, Rüya adı altında ise Kanun-Viyola-Piano Alaeddin Yavaşça
Saz Eserleri olmak üzere üç enstrumantal CD albümü çıkmıştır.
Ayrıca Somakcı’nın, Kanun Öğretimine Giriş adlı kitabı ve Türk Müziği Nazariyat ve Solfeji
adı altında 4 ciltlik DVD’li kitapları bulunmaktadır.
22
İngiliz Romantik Şairlerde Çevreci Bakış Açısı ve Doğa
Nazan Tutaş
Ankara Üniversitesi
Fransız devrimi ve Endüstri devrimin gerçekleştiği 18. yüzyılın ikinci yarısı İngiliz Romantik
döneminin başlangıcı olarak bilinir. İngiliz Romantik şairler özellikle Endüstri Devrimi'nin sonucu
olarak, çevre ve doğa konusunda duydukları kaygıları eserlerinde yansıtmış, endüstrileşmenin
doğaya yaptığı olumsuz etkilerden dolayı kendi çağlarının "çevreci"leri olmuşlardır. Doğa, hemen
hemen bütün romantiklerin ve romantik edebiyatın ortak ve temel konularından birisidir.
Romantikler sık sık doğaya yönelir; kırları, ormanları, ağaçları, çiçekleri, kuşları, hayvanları
eserlerinde anlattılar. Zira doğa, eşsiz güzellikleri ile bulunmaz bir ilham kaynağıdır ve romantikler
için tam bir sığınak ve bir tapınak niteliği taşır. Nitekim romantikler, içine düştükleri bunalımdan,
hayatın çirkinliklerinden kaçmak için sürekli olarak doğaya sığınır; dertlerine orada çare ararlar.
Onlar için doğa, sükûnet, huzur ve saflıktır.
Shelley, şiirin insanların dünyayı düzeltmeleri için bir esin kaynağı olduğuna inanıyordu.
Arkadaşı Lord Byron’ın tedirgin duyarlığı ise Childe Harold (1812-18) ve Don Juan (1819-24) gibi şiir
kitaplarında yankılanır. Wordsworth ise "The World is Too Much with Us" (Dünya Çok Fazladır
Bizimle) adlı şiirinde Endüstri Devrimi sırasında yaşamın hızla değişiminden ne kadar rahatsız
olduğunu, The Prelude'da ise doğa sevgisini ve güzellikleri anlatır.
Bu çalışmanın amacı, İngiliz Romantik şairlerin Endüstri Devrimi'nden sonra çevre ve doğa
konusundaki kaygılarını şiirlerinde nasıl yansıttıklarını ve doğaya yönelip onu nasıl bir sığınak olarak
görüp ilham aldıklarını şiirlerinden alınan dizelerle göstermektir.
Özgeçmiş
Doç. Dr. Nazan Tutaş, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Batı Dilleri ve
Edebiyatları Bölümü’nde, İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır.
Lisansını Selçuk Üniversitesi’nden, yüksek lisansını Bilkent Üniversitesi’nden ve doktora derecesini
İngiltere’de Reading Üniversitesi’nden almıştır. Yazınsal metinlerde dil ve biçem incelemeleri
alanında çalışmaları bulunmaktadır.
23
Robert Kirman ve Jay Bonansigna’nın Yürüyen Ölüler Romanındaki
İnsan, Doğa, Şehir Üçlemesi ve Tek Tipleştirme Kavramı
Emel Uğuz
Hakkâri Üniversitesi
Timothy Bewes, "tüketici toplumlardaki hayatın kolektif bir halüsinasyon" olduğunu söyler.
Kapitalizmin ürünü olan tüketim üzerine inşa edilmiş bu tarz toplumlarda, devlet, din, para gibi
sahnenin arkasında ya da önünde yer alan güç mekanizmaları tarafından kurgusal, kolektif bir
hayat üretilir ve herkesin üretilen halüsinasyonu görmesi sağlanır. Her biri ayrı bir dünya olarak
yaratılmış insanoğlu, bu kurgusal dünyanın üretilmiş pasif birer parçası haline getirilir, tüketim
zehri enjekte edilerek tek tipleştirilir. Yani insanoğlu, kitlesel bir canavara dönüşmüş olan tüketim
zihniyeti tarafından "şeyleştirilir," yok edilir. Yalnızca soyutta gerçek anlamda var olabilen insan
ruhu, özünden uzaklaştırılıp maddeyle tanımlanır hale getirilir. Böyle toplumlarda gerçek, var olan
değil kurgulanandır, üretilendir. Bu yok eden kapitalist algıdan, insan gibi doğa da nasibini alır.
Modernleşmenin anahtar kelimesi olarak kabul edilen şehirleşme adı altında dünyanın gerçek yüzü
olan doğa, betona gömülür. Yani kısacası tüketim üzerine kurulu toplumlarda doğal ve doğallığı
ölçüsünde gerçek olan her şey yok edilir.
Robert Kirkman ve Jay Bonansigna’nın dizi uyarlaması da yapılan Yürüyen Ölüler adlı kitabı,
taşrada yaşayan bir ailenin, insan üreten kapitalist sisteme karşı ayakta kalma savaşını resmederek,
bu çok boyutlu yok edilişin hikâyesini anlatır. Bu kapsamda doğa ve insan arasında paralellik kuran
eser, şehir hayatına yaptığı göndermelerle tüketici toplumun mekanize edilmiş hayatını, zıt
kurgulamalar yaparak gözler önüne serer. Kapitalizmin ürettiği suni dünyayı, gerçek dünyaya
alternatif olağanüstü bir kurguyla, başka bir boyuttan göstererek sunar.
Bu çalışmanın amacı, Kirkman ve Bonansigna’nın yarattığı spekülatif kurgu ile Kapitalist
toplumların, insanı maddeleştiren, aynılaştıran sistemini aile motifinin altını çizerek anlatmaktır.
Ayrıca bu çalışma, şehirleşme, insan ve doğa üçlemesiyle, hayatın ve insanın nasıl
mekanikleştirildiği ve özünden nasıl uzaklaştırıldığı sorusuna cevap vermeyi amaç edinmiştir.
Hikâye ve karakterler bireysellik ve kitlesel algı noktasında analiz edilecek, kapitalist ve varoluşçu
algı arasındaki çelişki bu noktada değerlendirilecektir.
Özgeçmiş
Emel Uğuz, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yüksek lisans
öğrencisidir. Pamukkale Üniversitesi’nden "Absürt Oyunlardan Politik Oyunlara Harold Pinter
Dramaturgisi" başlıklı lisans tezi ile mezun olmuştur ve şu an "Clifford Odets ve Harold Pinter
Eserlerinde Çok Boyutlu Baskı Kavramı ve Totaliter Zihniyet" konulu yüksek lisans tezi üzerinde
çalışmaktadır. Yaklaşık beş yıldır Hakkâri Üniversitesi’nde İngilizce Okutmanı olarak çalışmaktadır.
24
Kara Ekoloji: Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları’nda Posthümanist Doğakültürler
Kerim Can Yazgünoğlu
Hacettepe Üniversitesi
Posthümanizm, disiplinlerarası ve birçok alanı kapsayan bir düşünce sistemi olarak 20.
yüzyılın son çeyreği ve 21. yüzyılın başlarında teknobilimsel gelişmelerin odağında ortaya çıkmıştır.
Aydınlanma çağından itibaren insan, sosyal, kültürel ve politik bağlamlarda ayrıcalıklı görülmüştür.
Ancak, posthümanizm mevcut felsefi, sosyal ve politik düşünceden ve uygulamadan ayrılarak
insanın üstünlüğüne karşı gelir. İnsanın hiçbir şeyin merkezinde olmadığını ileri süren
posthümanizm, insanların insan olmayan canlıların bir parçası olduğunu savunarak insan merkezli
yaklaşıma karşı çıkar. Bu anlamda posthümanizm, insan ve insan olmayan her türlü
"doğakültür"leri kapsar. Bu düşünce sisteminde maddenin eyleyici olduğu fikri ön plana
çıkmaktadır. Bu bağlamda 1984 yılında Latife Tekin’in kaleme aldığı Berci Kristin Çöp Masalları’nda
insan bedenlerinin diğer doğakültürlerin bedenleriyle "içten-etkime"de bulunarak Çiçektepe’deki
oluşumun diğer eyleyenler sayesinde nasıl yeniden yapılandığı anlatılır. Yeni maddecilik
kuramlardan yararlanan bu bildiride etkin eyleyiciler olarak tanımlanan "kir, atık ve çöp" üçlüsünün
romanda insanların toplumsal, siyasi ve kültürel yaşamlarını nasıl etkiledeğini tartışacağım. Yeni
maddecilik kuramları, dil, gerçeklik, doğa, kültür, birey, maddesel kişilik, toplumsal cinsiyet rolleri,
ırk, türler gibi konulara yeni anlamlar yüklememiz gerektiğini tartışır. Bu açıdan bakıldığında Berci
Kristin Çöp Masalları romanında cinsiyet, birey, toplumsal cinsiyet rolleri, ırklar, mezhepler
konularındaki farklı bakış açılarını, hatta toplumun önyargılarını okuyabiliriz. Latife Tekin’in
yarattığı fenomende tüm bedenlerin önemli bir rol oynadığını görmekteyiz. Roman bize, maddeselsöylemsel gücün, insanlara, çevreye, hayvanlara ve diğer doğakültürlere olan bakışımızı nasıl
etkileyip normlaştırdığını göstermektedir.
Özgeçmiş
Kerim Can Yazgünoğlu, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı
Bölümü'nde doktora öğrencisi ve ÖYP kapsamında Araştırma Görevlisi'dir. 2010 yılında Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun
olmuştur. "Corporeal and Trans-Corporeal Reflections in Angela Carter’s The Passion of New Eve
and Jeanette Winterson’s The Stone Gods" adlı yüksek lisans tezinden de anlaşılacağı üzere
Yazgünoğlu’nun araştırmaları, 21. yüzyıldaki Yeni Maddecilik ve Kuir kuramları ışığında çağdaş
kadın ve kuir yazınında beden, toplumsal cinsiyet ve cinsellik, çevre ve madde gibi konuları
içermektedir.
25
Maddesel Söylemsel Oluşumlar: Doğa ve İnsan Kavramlarının Yok Oluşu
Zümre Gizem Yılmaz
Hacettepe Üniversitesi
Canlı ya da cansız her bir organizmanın ve maddenin, ekolojik denge ve söylemsel kurumlar
üzerinde çok önemli etkisi olduğu gerçeği yüzyıllardır inkar edilmiştir. İnsanlar, Descartes’in
temellerini attığı "Düşünüyorum, öyleyse varım" felsefesi ile kendilerini "Üstün Canlı" ve "Bilgi
Üretici" olarak ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmiş, dolayısıyla kendilerinin aslında bir bütünün
parçası olduğunu kabul etmemişlerdir. Akıl ve beden arasında yapılan ikili düşünme sistemiyle,
insan gibi "düşünmeyen" ya da insan dili konuşmayan canlıları "madde" kategorisine koyup, onları
kendi çıkarları doğrultusunda kullanma hakkını kendilerinde görmüşlerdir. Bu tür ikili düşünme
(Cartesian Dualism) neticesinde de insan olmayan canlılar ve cansızlar her zaman ötekileştirilmiştir.
Fakat, ekoeleştirinin son çalışmalarına gore, posthümanizm maddenin ve insan olmayan canlıların
da, insanlar kadar, eyleyiciliğe sahip olduğunu kanıtlamıştır. Bilgi oluşumunda, maddesel
oluşumların söylemsel oluşumlar kadar önemli olduğu kanıtlanmış olsa da, insanlar günlük
hayatlarında, insan merkezli bakış açısından uzaklaşamamışlardır. Bu çalışmanın amacı, orman
yangılarına insanların insan merkezli bakış açısını sergilemek ve bu konuya yeni maddecilik
felsefesiyle, maddesel söylemsel oluşumların bir arada olduğunu belirterek, yaklaşmaktır. Yaşar
Kemal, Denizler Kurudu (1993) adlı kitabındaki "Yanan Ormanlarda Elli Gün" yazısında, insanların
orman yangınlarına bakış açısını ve ormanlara verilen toplumsal ve dini değerlerin maddesel
gerçeklikten bağımsız söylemsel olarak nasıl oluşturulduğunu göstermektedir. Bu çalışmamda,
Yaşar Kemal’in kitabından örneklerle maddesel ve söylemsel oluşumların bir arada olması gerektiği
savunulacaktır.
Özgeçmiş
Araştırma Görevlisi Zümre Gizem Yılmaz lisans derecesini 2010’da, yüksek lisans derecesini
"The Illustration of Epic Theatre Devices in Selected Plays by Caryl Churchill" başlıklı teziyle
2012’de Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamlamıştır. Halen aynı
bölümde doktora çalışmalarına devam etmektedir. Araştırma konuları posthümanizm, ekoeleştiri,
çağdaş tiyatro ve cadı imgeleridir.
26
Perg Efsaneleri Serisinde Kullanılan Mekanın Fantastik Kurguya Etkileri
Neslihan YÜCELŞEN
Sibel AY
İstanbul Üniversitesi
İnsanın “var olmayana” duyduğu merakın karşılığı olarak ifade edebileceğimiz fantastik,
edebiyatımızda ihmal edilmiş bir türdür. Fantastik, okuyucu üzerindeki etkisini okuyucunun hayal
gücünün genişliği ölçüsünde gösterir. Romanın beş temel öğesinden biri olan mekân da
okuyucunun olayları zihninde canlandırmasındaki en etkin unsurdur. Bu açıdan fantastik bir
romanda mekânın doğru çizimi ve kullanımı, romanın anlaşılması ve zihinde kurgulanması
açısından yadsınamaz bir öneme sahiptir. Barış Müstecaplıoğlu tarafından 2002-2005 yılları
arasında kaleme alınmış olan Perg Efsaneleri, edebiyatımızın ilk fantastik roman serisidir. Sırasıyla
Korkak ve Canavar, Merderan’ın Sırrı, Bataklık Ülke ve Tanrıların Alfabesi isimli dört kitaplardan
oluşan seride mekân olarak genellikle dağ, ova, köy gibi kırsal alanlar tercih edildiğinden doğa
unsurları ön planda çıkmıştır. Çalışmamızda öncelikle fantastik türün özelliklerine değinilecek,
mekân unsurunun fantastik tür üzerindeki etkisinden bahsedilecektir. Sonrasında seçilen roman
serisinden hareketle örneklemeler yapılacaktır. Çalışmamızın yöntemi, betimsel tarama
yöntemidir.
Özgeçmişler
Neslihan Yücelşen
1989 yılında İstanbul’da doğmuşum. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. 2007
yılında Sakarya Üniversitesi, Türkçe Öğretmenliği Bölümü’ne girmeye hak kazandım. 2011 yılında
lisans öğrenimimi tamamladım. 2012 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi, Türkçe Eğitimi yüksek
lisans programındaki eğitimime devam etmekte ve aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak
çalışmaktayım.
Sibel Ay
1989 yılında İzmir’de doğmuşum. İlk ve orta öğrenimimi İzmir’de tamamladım. 2007 yılında
Fatih Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne burslu olarak girmeye hak kazandım. 2011
yılında lisans öğrenimimi tamamladım. 2012 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Anabilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda yüksek lisans programındaki eğitimime
devam etmekte ve aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktayım.
27