Bildiri Özetleri Kitabı
Transkript
Bildiri Özetleri Kitabı
TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ MS001 TÜRK HASTA POPULASYONUNDA EORTC QLQ-LC13 AKCİĞER KANSERİNE SPESİFİK YAŞAM KALİTESİ MODÜLÜNÜN GEÇERLİLİK VE GÜVENİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ FATMA ATAMAN 1, NECLA SONGÜR 2, ŞULE KAYA 2, ÇİĞDEM ÖZDİLEKCAN 3, ÜLKÜ YILMAZ TURAY 4, AHMET AKKAYA 2, ANDREW BOTTOMLEY 5 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 3 ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA, TÜRKİYE 4 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA, TÜRKİYE 5 EUROPEAN ORGANİZATİON FOR RESEARCH AND TREATMENT OF CANCER (EORTC) QUALITY OF LIFE DEPARTMENT 9 NİSAN 2009 LC13 dispne alt skalasının hemopzi, öksürük, göğüs ve kol ağrısı ve alopesi ile korelasyonu anlamlı idi (p: 0.010.05). Sonuç: EORTC QLQ-LC13 akciğer kanserli hastalarımızda güvenilir ve geçerli bulundu. Akciğer modülünün geçerlilikgüvenilirliği Türk hasta populasyonunda ilk kez valide edildi ve ülkemizde runde kullanımına olanak verecek referans bir çalışma yapıldı. 1 Amaç: Bu çalışmanın amacı, akciğer kanserine spesifik (QLQLC13) yaşam kalitesi (YK) modülünün Türkçe versiyonun Türk hastalarında transkültürel geçerlilik ve güvenilirliğini ortaya konulmasıdır. Gereç ve Yöntem: Akciğer kanseri tanısı ile tedavi edilmiş 119 hastaya EORTC QLQ -C30 ve -LC13 YK anketleri uygulandı. Hastalar soruları 4-7 arası dereceli Likert skalasına göre yanıtladı ve sonuçlar 0-100 arası skorlandı. Anket skalalarının ve tekil öğelerinin güvenilirliği Cronbach alfa katsayısı, geçerliliği ise alt-skalaların ve semptomların korelasyonuna bakılarak değerlendirildi. Bulgular: 119 hastanın ortanca yaşı 59 (30-79) ve 108 hasta (%91) hasta erkek. EORTC QOL-C30 fiziksel, rol, emosyonel, kognif, sosyal fonksiyonel ve global skalalarının ortalama değerleri sırasıyla 67.4±26.4, 76.6 ±31.5, 79.1±24.2, 85.7±20.2, 83,1±26.7 ve 62,8±21 idi. EORTC QOL-C30 yorgunluk, bulan&kusma, ağrı, dispne, insomnia, iştahsızlık, konspasyon, diare ve mali sıkın öğelerinin ortalamaları sırasıyla 36.3±26.7, 12.5±27.2, 26.9±30.5, 26.3±30.7, 22.4±33.7, 21.3±32.9, 21.3±29.7, 9.9±20.1 ve 29.41±31.86 idi. EORTC QLQ-LC13 dispne, öksürük, hemopzi, disfaji, ağız ağrısı, periferik nöropa, alopesi, göğüs ağrısı, kol ve omuz ağrısı, vücudun diğer alanlarında ağrı semptomlarının ortalama değerleri sırasıyla 30.3±26.2, 35.9±32.2, 10.1±25, 10±21.6, 8.4±23.5, 23.5±28.7, 17.1±28.1, 22.4±28.5, 20.4±28.8, 27.1±31.8 idi. QLQ C30 ve QLQ LC13 çok öğeli skalaları, kognif skala dışında, oldukça güvenilir bulundu (Cronbach Alfa= 0.70-0.95). EORTC QOL-C30 alt skalaların ve semptomların çoğunun korelasyonları, diyare ve konspasyon dışında, anlamlı idi (p=0.01). EORTC QOL- MS002 TÜRKİYEDE 1995-2008 YILLARI ARASINDA AKCİĞER KANSERLİ OLGULARIN EPİDEMİYOLOJİK DEĞİŞİKLİKLERİN VE MESLEKİ RİSKLERİN ANALİZİ SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , NURAY ERDAL , ÖZLEM ORUÇ , FERAH ECE , NİLGÜN HATABAY , HÜSEYİN ARPAĞ , ARMAĞAN HAZAR SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Çalışma 1995-2008 yılları arasında akciğer kanserindeki epidemiyolojik değişiklikleri ve meslek akciğer kanseri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile yapıldı. Gereç ve Yöntem: Onkoloji ünitesinde takip edilen akciğer kanserli olguların epidemiyolojik özellikleri ve histolojik pleri retrospekf olarak kaydedildi. Bulgular: İkibin yediyüz sekiz hasta(192 kadın, 2517 erkek ortalama yaş 57.6) akciğer kanserli olgu var olup çalışma üç periyoda bölünerek yapıldı(period I 1995-1997, period II 1999-2002, period III 2004-2008)Squamöz hücreli akciğer kanseri her üç peryodda da en sık görülen histolojik p(%49.4, %37.8, %48.6). Sex dağılımı I ve II. periyodda benzerdi. Üçüncü periodda kadın olguların sigara içim alışkanlıklarının arşına bağlı olarak(4.3%’ten 12.9%) kadın olguların saysında arş vardı(p<0.001). Akciğer kanserli olgular arasında en sık meslek grupları yapı, inşaat(%20.7), çiçilik(%11.4), ve şöförlüktü(%9.3). Yapı inşaat iş kolu bütün histolojik plerde en sık olan iş kolu idi(p<0.0001). Sonuç: Akciğer kanseri Türk erkek populasyonunda on iki yıl önceye göre hafif derecede düşmekle beraber kadın olgularda sigara alışkanlıklarının değişmesine bağlı olarak arş gözlenmektedir. Akciğer kanseri çeşitli meslek grupları ile birliktelik göstermektedir. Akciğer kanseri ile meslek arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için daha detaylı çalışmalar yapılmalıdır. 1 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 MS003 Sonuç: KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCIĞER KANSERLI HASTALARDA NEOADJUVAN TEDAVİNİN ETKİSİ VE SONUÇLARI:HANGİ HASTALAR EN ÇOK YARAR GÖRÜR? Opere olabilecek akciğer kanserli hastalarda neoadjuvan tedavi, anlamlı bir komplikasyon arşına yol açmaksızın, sağkalım açısından avantaj sağlayabilir. Serum LDH’sı düşük, tümörde ERCC1, EGFR ve p53 ifadesi olmayan hastalar, en çok yarar görebilecek hastalar gibi gözükmektedir. AKİF TURNA 1, MURAT KIYIK 2, VOLKAN KARA 1, ZEKİ GÜNLÜOĞLU 1, SİBEL YURT 2, ADNAN AYDINER 3, ADNAN SAYAR 1, MUZAFFER METİN 1, SAADETTİN ÇIKRIKÇIOĞLU 2, FİLİZ KOŞAR 2, ATİLLA GÜRSES 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ BÖLÜMÜ, İSTANBUL 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMLERİ, İSTANBUL 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, İSTANBUL 1 Amaç: Evre IA küçük hücreli dışı akciğer kanserli olgularda tedavi yalnızca cerrahi tedavi iken, Evre IB ila IIIA arasında bulunan olgularda hem yalnızca cerrahi tedavi yapılabilmekte hem de bu olgularda mulmodal tedavinin daha etkin olduğuna dair veriler bulunmaktadır. Bu çalışmadaki amaç, akciğer kanserli hastalarda uygulanan kemoterapinin tekinliğini ‘olgu-kontrollü’ olarak irdelemek ve neoadjuvan tedaviden en çok yarar gören ve en az komplikasyon oranına sahip hasta grubunu bulmaya çalışmaktadır. Gereç ve Yöntem: Merkezimizde bulunan iki cerrahi kliniğinde 2001 ila 2008 yılları arasında neoadjuvan kemo ve/veya radyoterapi almış 80 olgu ile neoadjuvan almadan rezeke edilmiş küçük hücre dışı akciğer kanseri olan 451 olgu ile karşılaşrıldı. Toplam 496’sı erkek 35 ise bayan olgunun yaş ortalaması 56.2 yıl idi. Neoadjuvan tedavi alan olgulardan 22’si çeşitli nedenlerden opere olamadı. Bulgular: Tüm neoadjuvan alan olgulardan ikisi kaybedildi(%3.4). Neoadjuvan tedavinin komplikasyon oranını anlamlı olçüde ar rmadığı görüldü(p=0.3). Tüm neoadjuvan almayan olgularda 5-yıllık sağkalım; %53.1, neoadjuvan alan olgularda ise, %68.9 olarak bulundu(p=0.08). Evre IIIA olan ol-gularda neoadjuvan tedavi alan ve almayan hastaların sağkalımları arasında istasksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0.18). Bununla birlikte p53, EGFR ve ERCC1 tüm olgular irdelendiğinde (p sırası ile 0.03, 0.03 ve 0.001) ve ERCC1 ise, neoadjuvan uygulanan hastalarda sağkalımı belirleyici faktör olarak saptandı (p=0.02). LDH yüksekliği ise, neoadjuvan alanlarda komplikasyon oranını belirleyici faktör olarak bulundu (p=0.01). Neoadjuvan tedaviden en çok fayda görecek, en az komplikasyon olasılığı olan hasta alt grubu, evre IB veya IIA’da olan LDH’ı düşük p53-ERCC1-EGFR- tümörlü olan hastalar olarak saptandı(p<0.001). 2 MS004 AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA DOLAŞIMDAKİ ADEZYON MOLEKÜLLERİ VE VASKÜLER EPİTELYAL BÜYÜME FAKTÖRÜ DÜZEYLERİNİN TEDAVİ YAKLAŞIMINDAKİ YERİ AHMET SELİM YURDAKUL , ELİF REYHAN HAN , NESLİHAN BUKAN , CAN ÖZTÜRK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. Amaç: Anjiogenezis içinde yer alan matriks metalloproteinaz (MMP) ile vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ve immunglogulin ailesi içinde yer alan transmembranöz bir protein olan dolaşımdaki intersellüler adezyon molekülleri (sICAM) tümör progresyonunda önemli rol oynar. Bu çalışmanın amacı, küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastalarda tedavi öncesi ölçülen MMP-9, MMP-13, VEGF ve sICAM serum düzeylerinin hastaların klinik parametreleri ve yaşam süreleri arasındaki ilişkiyi analiz etmekr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 72 KHDAK’li hasta (ort. yaş: 60.03±10.86) ile 46 sağlıklı kontrol grubunda (ort. yaş: 61.13±14.71) MMP-9, MMP-13, VEGF ve sICAM serum düzeyleri analiz edildi. Analizler ELİSA yöntemi ile yapıldı. Bulgular: KHDAK’li hastaların medyan yaşam süresi 22 ay olarak bulundu. MMP-9, VEGF ve sICAM serum seviyeleri sağlıklı kontrol grubu (300.5±204.1, 182.1±207.5, 2943.6±851.7) ile karşılaşrıldığında, KHDAK’li hastalarda daha yüksek olarak bulundu (985.0±489.4, 248.7±255.9, 5148.2±1996.2). Ancak MMP-13 düzeylerinde sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı bir farklılık saptanmadı (0.46±0.48, 0.53±1.35)(p>0.05). Araşrılan tüm serum parametreleri ile yaş, sigara içimi, ECOG ve cinsiyet arasında istasksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamadı (p>0.05). Ayrıca tüm ölçülen serum parametreleri ile KHDAK’li hastaların yaşam süreleri arasında anlamlı bir ilişki yoktu (p>0.05). TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak, KHDAK’li hastalarda MMP-9, VEGF ve sICAM serum düzeyleri yüksek olarak bulundu. MMP-9, VEGF ve sICAM serum düzeylerinin ölçümü potansiyel bir tümör markırı olabilir. (Bu çalışma (01/2005-31) Gazi Üniversitesi Bilimsel Araşrma Projeleri (BAP) tarandan desteklenmişr.) DNA tamir gen komleksi üyesi olan ERCC1 expresyonun rezeke edilmiş erken evre KHDAK için pozif prognosk marker olduğu belirlendi. SS001 MS005 ÜÇÜNCÜ BASAMAK GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARIN SİGARA İÇME DURUMLARI- KESİTSEL SORGU ÇALIŞMASI REZEKE EDİLMİŞ KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİ’NDE ERCC1 EKPRESYONUNUN SAĞKALIMA ETKİSİ MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN SEDAT ALTIN , EKREM CENGİZ SEYHAN , LEVENT KARASULU , HÜLYA ABALI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI , HANİFE ŞAHİN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: ERCC (excision repair cross complemenng) genleri gen ailesi, DNA zincirindeki nükleodlerdeki hasarını tanır ve tamir eder. Azalmış nükleod eksizyon tamiri tümörün genomik değişkenliğini arrarak daha maling davaranmasına yol açabilir. Bu çalışmada tümör dokusundaki ERCC 1 expresyonunun komplet rezeke edilmiş KHDAK’li hastalarda prognozla ilişkisini saptamak amaçlandı. Gereç ve Yöntem: KHDAK tanısıyla torakotomi yapılmış olan, patolojik evreleme sonucunda T1-2, N0-1, M0 evrelerindeki, rezeksiyonu komplet olarak başarılmış ve kayıtlarına ulaşılmış, operaf mortalite gelişmemiş, postoperaf adjuvan kemoterapi veya radyoterapi uygulanmamış toplam 98 hasta değerlendirildi. 98 hastanın elde edilen tümör örneklerinden immünohistokimyasal boyama yöntemiyle ERCC1 ekspresyon düzeyi incelendi. Hastaların sağkalım oranları hesaplandı. Sağkalımı etkileyen faktörler tek değişkenli ve çok değişkenli olarak analiz edildi. Bulgular: İmmünhistokimyasal boyama yapılan 98 tümörün 76 (%78) sında ERCC1 ekspresyon oranı tespit edildi. ERCC1 ekspresyonu skuamöz hücreli kanserlerde daha sık olarak gözlendi. ERCC1 eksprese eden tümörlü hastaların 5 yıllık sağkalım oranı (%61), ekprese etmeyenlerin oranı (% 47) ile karşılaşrıldığında istasksel olarak anlamlı bulundu (p=0,01). Yapılan çok değişkenli analizde, ERCC1 ekpresyonunun sağkalımı belirgin ve bağımsız olarak etkileyen faktörlerden olduğu görüldü. YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları polikliniğine müracaat eden hastalarımızın sigara içme alışkanlıklarını ve önümüzdeki yıllarda olası hasta yükünü belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Mayıs 2007-Aralık 2007 arasında hastanemize müracaat eden hastalara, ilk başvuru kayıt yerinde çalışan personel tarandan sigarayla ilgili üç soru sorularak, hastaların sigara içme alışkanlıkları hakkında bilgi elde edilmişr. Bulgular: Çalışmanın yapıldığı sekiz aylık süre içerinde başvuran 156.153 kişiye bu anket uygulanmışr. Hastaların 55.122’sinin (% 35,3) sigara içği, 47.470’inin (% 30,4) ise, daha önce içip bırakğı saptanmışr. Hastanemize müracaat edenlerden sigara içmeyenlerin sayısı ve oranı ise 53.561 (% 34,3)’dir. Hem sigara içen hem de içip bırakanların % 95’inin (97.462) üç yıldan fazla süre ile sigara içkleri, % 82,5’nin ise (84.638) günde 10 sigaradan fazla içğini beyan etmişr. Sonuç: Göğüs hastalıkları hastanesi polikliniğine müracaat eden hastalar, ülke ortalamasına yakın sigara içerken, çok büyük bir bölümün 10 paket yıldan fazla sigara içği görülmüştür. Bu sonuçlar, üçüncü basamak hastanelerinde sigaraya bağlı hastalıkların önümüzdeki yıllarda artan oranlarda çok ciddi bir hasta yükü gerebileceğini göstermektedir. 3 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ SS002 SS003 2008-2009 ÖĞRETİM YILINDA SAKARYA ÜNİVERSİTESİ’NE YENİ BAŞLAYAN VE SİGARA İÇEN ÖĞRENCİLERİN SİGARA BIRAKMA KONUSUNDAKİ TUTUMLARI PASİF SİGARA İÇİCİLİĞİ GENEL ANESTEZİ ALAN ÇOCUKLARDA PERİOPERATİF OLUMSUZ ETKİLERLE İLİŞKİLİDİR: PROSPEKTİF, ÇİFT-KÖR KLİNİK ÇALIŞMA. PINAR PAZARLI TÜLAY HOŞTEN SEYİDOV , LEVENT ELEMEN , MİNE SOLAK , MELİH TUGAY , KAMİL TOKER SAKARYA ÜNİVERSİTESİ KOCAELI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI Amaç: Amaç: Bu çalışma, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu’nun, “üniversitemizdeki gençlere sigaradan uzak kalmaları için gereken destek ortamını sağlamak” amaçlı projesine ışık tutması için planlanmışr. Üniversitemiz bünyesinde bulunan sigara bırakma polikliniği hizmenin, planlanan “destek ortamı”ndaki yerini öngörebilmek için Sakarya Üniversitesi’ne yeni başlayan ve sigara içen öğrencilerin sigara bırakma konusundaki tutumlarını değerlendirmek amaçlanmışr. Çocuklarda pasif sigara içiciliği (PSİ) solunum fonksiyonlarını bozar ve bu çocuklar genel anesteziyle havayolu komplikasyonlarına yatkın olabilirler (1). Çalışmamızın amacı genel anestezi alnda opere olan çocuklarda PSİ insidansını ve perioperaf solunum komplikasyonlarını (POSK) araşrmakr Gereç ve Yöntem: 2008-2009 öğrem yılında Sakarya Üniversitesi’nde yeni başlayan öğrencilerin web’den kayıtları sırasında sigara kullanımı ile ilgili toplam 17 sorudan oluşan webanke doldurmaları istendi. Her soruya cevap vermeleri zorunlu tutulmadı. Yaş ve cinsiyet dışında kimlik bilgisi alınmadı. Anken bildirinin içeriği ile ilgili olan kısmında; öğrencilerin sigara içme sıklığı, bırakmak konusunda düşüncesi ve yardım/tavsiye almak isteyip istemedikleri sorgulandı. Bulgular: Toplam 7141 öğrencinin anke değerlendirildi. Öğrencilerin %63,8’i (n=4560/7141) kız; %64,8’i (n=4624/7141) 20 yaşın alndaydı. Sigara içme oranı %24,2 (n=1731/1741) olarak tespit edildi. İçicilerin %81’i (n=1404) hergün en az bir sigara içiyordu. “Sigara içmek sizce sağlığa zararlı mı?” sorusuna %92,2’si “kesinlikle evet” cevabını verdi. %12’si sigarayı bırakmayı hiç düşünmüyordu. %20,6’sı “Bugün-yarın bırakmayı düşünüyorum” ve %57,8’i “Bırakmayı düşünüyorum ama ne zaman bırakacağım belli değil” seçeneğini işaretlemiş. “Sigarayı bırakmaya karar verdiğinizde sizce bu kolay mı zor mu olacak?” sorusuna %44,3’ü zor; %27,2’si kolay olacak cevabını verdi; %28,3’ü “fikrim yok” diyordu. Sigara içen gençlerin %59,1’i bırakma konusunda yardım/destek istemiyordu. Sonuç: Sigara içen gençlerin çok büyük bir kısmı sigaranın sağlığa zararlı olduğunu düşünüyor ve büyük çoğunluğu da bırakmak isyorken ancak yarısından az bir kısmı bağımlılık konusunda farkındalık sahibi ve yardım/öneri talep ediyor. Gençlerimizin nikon bağımlılığı konusunda bilgilendirilmesi, bırakmayı düşünen gençlerin kararlarının netleşmesini ve bağımlılık derinleşmeden yakın gelecekte bırakmak istemelerini sağlayabilir. 4 9 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Bu prospekf çalışmaya lokal ek kurul onayı alındıktan sonra 01 Haziran-30 Eylül-2008 tarihleri arasında genel anestezi alnda opere olacak 3 ay-12 yaş arası hastalar alındı. POSK; laringospazm, öksürük, nefes tutma, desaturasyon, havayolu sekresyonlarında arş, bradikardi olarak tanımlandı ve anestezi süresince ve anesteziden sonra olarak iki kez değerlendirildi. PSİ, başka bir hemşire tarandan ebeveynlerden alınan anamnezle sorgulandı, evde günde en az 10 tane sigara içilmesi PSİ olarak tanımlandı. Bulgular: Çalışmaya kalan 222 çocuğun 121’i (%54.5) PSİ, 101’i (% 45.5) non-PSİ idi. POSK gözlenen 23 hastanın 17’si (%14.1) PSİ, 6’sı ise (% 6) non-PSİ gurubunda idi. PSİ grubunda hem toplam POSK oranı, hem de derlenmede görülen POSK oranı anlamlı derecede yüksek (p=0.048, p=0.042). İstasksel olarak anlamlı olmasa da en sık görülen POSK havayolu sekresyonlarındaki arş Sonuç: PSİ grubunda derlenme komplikasyonlarını ar ran aşırı üst havayolu sekresyonları artmış goblet hücre sayısıyla ilişkili olabilir. Preoperaf dönemde PSİ sorgulanarak anesteziyle ilgili komplikasyonlar önlenebilir. Anahtar kelimeler: Pasif sigara maruziye, çocuklar, genel anestezi 1-Cook DG, Thorax 1999; 54: 357-366. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 SS004 SS005 SAKARYA ÜNİVERSİTESİ (SAÜ) PERSONELİNİN TÜTÜN KONTROL YASASINA UYUMUNU VE FARKINDALIĞINI DEĞERLENDİRMEYE YÖNELİK ANKET SONUÇLARI KADINLARDA SİGARA İÇME ALIŞKANLIĞI VE TÜTÜN BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ PINAR PAZARLI SAKARYA ÜNİVERSİTESİ Amaç: Üniversitemiz personelinin, 4207 sayılı kanunda değişiklik yapan 5727 sayılı “Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun” hükümlerine uyumunu ve farkındalığını değerlendirmek Gereç ve Yöntem: Anketler, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu’nun “Tütün kontolü ilk adım projesi” kapsamında, akademik ve idari birimlerde gerçekleşrilen bilgilendirme seminerleri sırasında uygulandı. Ankee kalımcılara; yaş, cinsiyet, eğim ve sigara içicilik durumu gibi demografik özellikleri belirleyen soruların ardından; 1. Halka açık tüm kapalı alanlarda ve işyerlerinde, tütün ve tütün mamullerinin yasaklanmasını destekliyor musunuz? 2.Sizce devlet, toplumda sigara kullanımını azaltmak için çaba göstermeli mi? 3.Pasif içiciliğin insan sağlığına zararı konusunda ne derece riski olduğunu düşünüyorsunuz? şeklinde 3 soru yönelldi ve son bölümde yasanın bazı hükümlerine yer verilerek mevcut bilgilerine göre bu hükümlerden haberdar olup olmadıkları sorgulandı. Bulgular: 18 akademik ve 14 idari birimden, toplam 775 personel anke değerlendirildi. Kalımcıların %69’u erkek; yaş ortalaması 34,8±8,1 (19-61) idi. %76,2’si lise üstü eğim düzeyine sahip. Genel sigara içicilik oranı %35,6; erkeklerde %36,7; kadınlarda %33,5 olarak saptandı. Personelimizin %88,7’ sinin kapalı alanlardaki yasağı (soru 1) desteklediği; desteklemeyenlerin %81,5’inin sigara içicisi olduğu; ancak genel olarak değerlendirildiğinde içicilerin %75,6’sının kanunu desteklediği tespit edildi. %89,4’ü tütün kontrolünde devlet müdahalesinden yana ve %92,7’si pasif içiciliğin zararlı etkilerinin bilincinde olduğu görüldü. Yasanın ankee yer alan hükümleri, büyük oranda (%73-91,7) bilinmekle birlikte, çocukları tütün ve tütün mamullerinden korumaya yönelik hükümlerin daha az oranda bilindiği saptandı. Sonuç: Eğim düzeyi oldukça yüksek ancak sigara içicilik oranı beklenenin üzerinde olan bir populasyonda, tütün kontrol yasasının ve gerekçelerinin büyük oranda desteklendiği görüldü. Bu sonuç, tütün kontrol çalışmalarının hedefine ulaşabileceği konusunda umut verici olarak değerlendirildi. ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , BANU ERİŞ GÜLBAY , AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , TURAN ACICAN , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Gelişmiş ülkelerde kadınların %22’si gelişmekte olan ülkelerde ise %9’u sigara içmektedir. Kadınlar arasında giderek artan sigara içme oranları, önümüzdeki dekaddlarda mortalite ve morbidite riskini de beraberinde arracakr. Her ne kadar, kadınlar ve erkekler sigaranın zararlarından benzer şekilde etkilenseler de, kadınlarda cinsiyete özel artmış ek sağlık sorunları da bulunmaktadır. Bütün bu sayılanlar göz önünde tutulduğunda, kadınların her geçen gün artan sigara içme nedenlerinin anlaşılması, sigara bırakma oranlarının ve erkeklerle olan farklılıklarının belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 2004 ve 2008 yılları arasında toplam 446 (255 kadın ve 191 erkek) akf sigara içen prospekf olarak değerlendirildi. Her olguya sigara içme durumunu ve bbı öyküsünün içeren bir anket uygulandı. Nikon bağımlılığı ve CO düzeyleri belirlendi. Kılavuzlara göre, her hasta için özel sigara bırakrma programı düzenlendi ve hastalar en az 1 yıl süreyle izlendi. Bulgular: Kadınlar ve erkekler arasında yaş, bazal Fagerstrom nikon bağımlılık puanı, CO düzeyi ve tedavi protokolleri arasında farklılık yoktu. Kadınların (18±4) erkeklere (15±4y) göre daha geç yaşta sigara içmeye başladıkları ve %55’inin üniversite mezunu olduğu görüldü. Diğer taraan, içilen toplam sigara miktarının (23±15pk-yıl), günlük sigara tükeminin (21±10) ve toplam sigara içme süresinin kısa olduğu görüldü (her 3 parametre için p=0.001). Kadınlar erkeklere göre sigarayı daha yüksek oranda bırakmak isyorlardı (p=0.01) ve sigara bırakma denemeleri daha yüksek sayıdaydı (p=0.005). Tüm bunlara rağmen bir yıllık sigara bırakma başarıları erkeklere göre daha düşüktü (kadın/erkek %42/%48, p=0.01) ve sigaraya tekrar başlama oranları da erkeklerden daha yüksek (kadın/erkek %15/%12, p=0.01). Kadınlarda eşlik eden en belirgin patoloji depresyondu ve sigara bırakma başarısını daha da azalyordu (p=0.03). Sonuç: Bu çalışma, iyi eğim düzeylerine rağmen kadınların sigara başlama oranlarının daha yüksek olduğunu ve aynı zamanda sigara bırakma başarılarının da erkeklere göre daha düşük olduğunu gösteriyor. 5 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 SS006 SS007 GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNDE SİGARA BIRAKTIRMA VE SOLUNUM FONKSİYON TESTİNİN ROLÜ SAKARYA ÜNİVERSİTESİ TÜTÜN KONTROLÜ KOORDİNASYON KURULU’NUN PROJELERİ VE ULUSAL TÜTÜN KONTROLÜ ÇALIŞMALARINA KATKISI ŞEREF ÖZKARA , PINAR PAZARLI ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GCEA HASTANESİ, ANKARA SAKARYA ÜNİVERSİTESİ Amaç: Amaç: Tütünün zararını yaşayanlara sigarayı bırakrmak daha kolaydır. Özellikle polikliniğe başvuran hastaya sigarayı bırakrmada hekimin rolü önemlidir. Bu çalışmada göğüs hastalıkları polikliniğinde solunum fonksiyon tes (SFT) bulguları ve hasta semptomları ile sigara bırakma önerisinin etkisi incelenmişr. Gereç ve Yöntem: Hastalıkları, semptomları ve SFT bulguları anlalan hastaların sigarayı bırakmaları ve bir haa sonra tekrar başvurmaları istenmişr. İkinci başvuruda semptomlarındaki ve tekrarlanan SFT bulgularındaki düzelme hasta ile tarşılmış ve sigarasız yaşaması önerilmişr. İki ayrı SFT sonucu olan hastalar çalışmaya alınmış SFT bulgularındaki değişim analiz edilmişr. Bulgular: Toplam 48 hastanın 13’ü kadın idi. Ortalama yaş 47,4±12,1, sigara içme süresi 26,4±12,8 yıl, günlük içilen sigara 16,5±10,2 ade. Ortanca 10 (4-87) gün ara ile alınan iki SFT’nde sırasıyla FVC değerleri %77,8±18,8, ve %84,6±19,8; FEV1 değerleri %67,1±22,3 ve %73,6±23,4; FEV1/FVC oranları %69,9±12,2 ve %70,7±12,9; FEF25-75 değerleri %46,1±28,1 ve %70,7±12,9 idi. FEV1/FVC değeri dışındaki parametrelerde sigarayı bırakktan sonraki arş istaksel olarak anlamlı idi. Sigarayı bırakktan sonra SFT parametrelerinde arş görülenlerin oranı, FVC’de %73, FEV1’de %79 ve FEF25-75’de %67 idi. Başlangıçta öksürük ve nefes darlığı %72, balgam %43 hastada vardı. Sigarayı bırakınca semptomlar %11’inda değişmezken, %64’ünde düzeldi, %24’ünde belirgin düzeldi. Kısa dönemde 2 hasta sigarayı bırakamamış, sadece miktarını azaltmış; diğerleri bırakmış. Sonuç: Bu bulgularla, poliklinikte semptomlar ve SFT bulgularının sigarayı bırakrmada etkili şekilde kullanılabileceği görülmüştür. Sigaranın en çok küçük hava yollarında darlık (FEF25-75 düşüş) oluşturduğu; kısa süreli sigara bırakmanın en fazla FEF25-75 olmak üzere FVC ve FEV1’i arrdığı görülmüştür. Tütün Kontrolü, toplumun tütün ürünleri tükemini ve tütün dumanına maruz kalmasını önleyerek veya azaltarak sağlık düzeylerini yükseltmeyi amaçlayan stratejilerdir. SAÜ Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu (SAÜ TKK Kurulu), bu amaç doğrultusunda kurulmuş; mevcut yapısı ibarıyla ve bir üniversite bünyesinde bu kapsamda kurulan ilk resmi kurul olması nedeniyle önemli bir misyon üstlenmişr. Bildirinin amacı, kurulun projeleri ve ulusal tütün kontrolü çalışmalarına katkısı hakkında bilgi vermekr. Gereç ve Yöntem: Kurul, 14 Şubat 2008 tarihinde “Üniversitelerin Tütün Kontrolü Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi” konulu bir brifing sonrası, senato kararıyla kurulmuştur. Kurul, tüm birimlerden gönüllülük esasına dayanılarak belirlenen akademik ve idari personellerden ve ayrıca öğrenci temsilcilerinden oluşmaktadır. Kurulun ilk projesi olan “Tütün Kontrolü İlk Adım Projesi” kapsamında; “Tütün Kontrolü nedir? Neden gereklidir? Yeni tütün kontrol yasamızın gerdikleri” konulu bilgilendirme seminerleri düzenlenmiş; seminerler sırasında personele yönelik bir anket gerçekleşrilmişr. Bu proje kapsamında ayrıca; Sakarya üniversitesini kazanan ve webden kaydını yapran öğrencilere web-anket düzenlenmişr. Kurulun yeni projesi olan “Bağımlı olma-Özgür ol” projesinde, öğrenci kulüplerinin mevcut faaliyetlerini sigara karşı mesajlarla birleşrerek yaygınlaşrması amaçlanmaktadır. Bulgular: “Tütün Kontrolü İlk Adım Projesi” ile üniversitemiz genelinde tütün kontrolü hakkında farkındalık ve kurulun bundan sonra yapacağı çalışmalar için destek sağlanmışr. Yapılan anketler sayesinde üniversite personeli ve öğrenciler arasında kabaca bir içicilik oranı saptanmış; ayrıca üniversite personelimizin yeni tütün kontrol yasasına uyumu değerlendirilmişr. “Bağımlı olma-Özgür ol” projesinde, üniversitemizin 60’ı aşkın öğrenci kulubüyle işbirliği planlanmışr. Sonuç: Üniversiteler, Ulusal Tütün Kontrol Programının en önemli paydaşlarındandır. “Sigara içmenin kabul gören bir davranış olmadığı” anlayışını yerleşrmek ve gençlerin sigaradan uzak kalması için gereken “destek ortamını” sağlamak konusunda üniversitelerde organize çalışmalara ihyaç vardır. 6 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 SS008 TP001 SİGARA İÇENLERDE VE TANDIR DUMANI MARUZİYETİ OLANLARDA KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH) GELİŞME RİSKİ 2008 YILI TÜRKİYE TAŞKÖMÜRÜ KURUMUNDA ÇALIŞAN İŞÇİLERDE PNÖMOKONYOZ PREVELANSI BÜLENT ÖZBAY , SELVİ ASKER , BÜNYAMİN SERTOĞULLARINDAN , SELAMİ EKİN , HANİFİ YILDIZ , AHMET ARISOY, M. HAKAN BİLGİN , BUKET MERMİT ÇİLİNGİR , MEHMET DURAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD. Amaç: REMZİ ALTIN 1, METİN ÇELİKİZ 2, ABDÜLKADİR ERBAĞCI 2 , LEVENT KART 1, OLGUN KESKİN 1, NİHAN ÇEBİ 3, EMİN PALANCI 2 KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ZONGULDAK GÖĞÜS MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ 3 TÜRKİYE TAŞKÖMÜRÜ KURUMU 1 Amaç: Sigara içenlerde ve tandır dumanı maruziye olanlarda KOAH gelişme riskini araşrmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya akciğerler ile ilgili yakınması olmayan toplam 288 gönüllü alındı.Sigara kullanma durumu ve tandır dumanı maruziye kaydedildi. Tüm kalımcılar spirometre ile tarandı.Solunum fonksiyon testleri yapıldı ve birinci saniye zorlu ekspiratuar hacim (FEV1), zorlu vital kapasite (FVC), birinci saniye zorlu ekspiratuar hacmin zorlu vital kapasiteye oranı (FEV1/FVC) değerleri kaydedildi. İstaksel değerlendirme için tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve Pearson korelasyon tes kullanıldı. Bulgular: Kalımcıların 265 i (%92) erkek ,23’ü (% 8 ) kadındı. Yaş ortalamaları 43.97 ±12 (Ort. ±SS) olarak hesaplandı. Tandır dumanına maruz kalanların sayısı 114’dü (% 36,5 ). Sigara içenlerin sayısı 183’tü (%62,1). Sigara içenlerin ortalama içkleri sigara sayısı yılda 34,8 paket olarak hesaplandı. Tüm kalımcılar için ortalama FEV1 % 91±2 ve ortalama FEV1/ FVC oranı % 83 ± 7 idi. FEV1/FVC oranı % 70’den az olanların sayısı 6 (% 2,1) olarak bulundu. FEV1 % 80’den az olanların sayısı 25 (8,7 %) bulundu. Sigara tükemi ile FEV1 % ve FEV1/ FVC oranı arasında negaf bir ilişki saptandı. (p1<0.05, p2<0.05) Tandır dumanı maruziye ile FEV1 % ve FEV1/ FVC oranı arasında negaf bir ilişki saptandı. ( p1<0.05, p2<0.05). FEV1/FVC ile yaş arasında negaf bir ilişki saptandı (p<0.05). Sigara içen ve tandır dumanı maruziye olan gruplar arasında FEV1 % ve FEV1 / FVC değerleri bakımından istaksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Çalışmamız bölgemizde yaşayan anket çalışmasına kalanların büyük çoğunluğunun sigara içğini ve yaklaşık yarısının tandır dumanına maruz kaldıklarını ve ileri yaşlarda KOAH yönünden risk taşıdıklarını göstermişr. 1986 yılından beri Zonguldak kömür havzasında çalışan işçiler ile ilgili prevelans çalışmaları yayınlanmakta olup bu veriler dünya verilerinin sürekli üstünde bulunmuştur. 1980 sonrası toz kontrolünde sağlanan iyileşrmeler, eski işçilerin emekli edilmesi ve yeni işçi alımları sonrası prevelans durumumuzu değerlendirmek için Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK)’nda çalışan işçilerin 2008 yılı verilerini sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya TTK bünyesinde faaliyet gösteren beş bölgenin (Kozlu, Karadon, Üzülmez, Armutçuk ve Amasra) tüm yer al çalışanlarını (n:6655) dahil ek. Bunların ILO standartlarına uygun posteroanterior akciğer grafileri önce ILO serfikalı A ve daha sonrasında B iki okuyucuya ayrı ayrı okutuldu. İhlaf durumunda B okuyucuları tekrar toplanarak karar verildi. Üç yıl ve üstünde çalışan ve uygun radyolojik görünüme sahip kişilerde pnömokonyoz tanısı konuldu. Bulgular: Pnömokonyoz prevelansı %3.5 olarak bulundu (255/6655 işçi). Bölgelere göre prevelans değerlerine bakıldığında Kozlu %4.1, Karadon %1.5, Üzülmez%3.9, Armutçuk %3.8 ve Amasra’da %3.5 olarak saptanmışr. Lezyonlar çoğunlukla p şeklinde olup yaygınlık açısından ise kategori III düzeyinin alndadır. Komplike pnömokonyoza ait bulguya rastlanmamışr. Sonuç: Çalışma sonuçlarına bakıldığında yeni prevelans değerlerimizin dünya da saptanan %3-5 prevelans değerleri ile uyumlu olduğu görülmektedir. Çalışma bölgeleri arasında farklılık saptanmamışr. 1980 sonrası alınan etkin toz önlemleri ve bu dönem incesi çalışıp emekli edilenlerin yerine alınan işçilerinde bu değerlerde rol oynadığı düşünülebilir. 7 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP002 TP003 KOT KUMLAMACILIĞINA BAĞLI SİLİKOZİS GELİŞEN 50 GENÇ ERKEK HASTA KAYNAKÇI OLARAK ÇALIŞAN İŞÇİLERDE PULMONER SEMPTOMLAR VE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ TEKİN YILDIZ , GÜNGÖR ATEŞ , ALTAN EŞSİOĞLU , LEVENT AKYILDIZ , CİHAN AKGÜL ÖZMEN , FÜSUN TOPÇU , ELİF REYHAN HAN 1, TÜRKAN NADİR ÖZİŞ 1, DİLEK ERGÜN 1, RECAİ ERGÜN 2 ANKARA MESLEK HASTALIKLARI HASTANESİ ANKARA YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 1 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: 2 Amaç: Silikozis serbest kristal silika inhalasyonuna bağlı olarak gelişen mesleki bir akciğer hastalığıdır. Son zamanlarda Türkiye’de teksl sektöründe kot kumlamacılığı işinde silika maruziyene bağlı silikozis gelişimi yeni ve bilinmeyen bir silikozis nedeni olarak bildirilmektedir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Diyarbakır ili Kocaköy ilçesi Ambar köyü ve bağlı mezralarda oturan toplam 50 silikozis olgusu değerlendirildi. Bulgular: Olguların en genci 18, en yaşlısı 43 yaşındaydı. Maruziyet yaşları değerlendirildiğinde en erken maruziyet iki olguda 10 yaşında olmuştu. Çalışma süreleri 3-82 ay arasında değişmekteydi. Olguların tümü de çalışkları atölyelerde konaklamışlardı. En sık rastlanılan semptomlar sırasıyla nefes darlığı, zayıflama, öksürük, göğüs ağrısı, ateş, halsizlik, yorgunluk şeklindeydi. Olguların %54’ü sigara içmekteydi ve tümü sosyal güvenceden yoksun olarak çalışrılmışlarıdı. Koruyucu önlem olarak olguların %65’i basit maske kullanmışlardı. Olguların hiçbiri bu iş kolunun sağlık açısından tehlikeli olduğunu bilmiyordu. Çalışkları sürece hiç sağlık kontrolü yapılmamış. Bizim değerlendirmemize kadar iki olgu dışında hiçbiri doktor kontrolüne gitmemiş. Bu iki olguya da klinik-radyolojik olarak Akciğer Tüberkülozu tanısıyla an-tüberküloz tedavi verilmiş. Mesleki akciğer hastalıklarının erken tanısında periyodik muayenelerin önemi büyüktür. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde Haziran 2007- Ocak 2009 tarihleri arasında periyodik muayeneler sırasında tetkik edilmiş, çeşitli fabrikalarda kaynakçı olarak çalışmış 60 işçinin semptomları ve solunum fonksiyon testleri (SFT), kaynak dumanına maruz kalmamış 60 işçi ile karşılaşrıldı. Çalışmaya alınan vakalara pulmoner semptomları içeren bir anket uygulaması yapıldı. Her iki gruptaki işçilerin semptomları ve SFT bulguları istasksel olarak karşılaşrıldı. Bulgular: Nefes darlığı (%56.1), öksürük (%62.3), balgam (%78.9) şikayetlerinin kaynakçı olarak çalışan işçilerde kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu görüldü (p<0.01, p<0.001, p<0.001). Sigara içen kaynakçılarda kronik bronşik semptomlarının sigara içmeyenler ya da bırakmış olanlara ve kontrol grubuna göre daha fazla olduğu ve istasksel olarak anlamlı olduğu saptandı. İki grup arasında sigara içme alışkanlığı açısından fark yoktu. Çalışmaya alınan hastaların tümünün SFT bulguları normaldi. Obstrüksiyon ya da restriksiyon lehinde bulgu saptanmadı. Kontrol grubunda FEV1 değerinin kaynakçı grubuna göre daha yüksek olduğu ve bu farkın istasksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak bu hastalığın gelişimi engellemek için gerekli tüm polik ve sosyal önlemler derhal alınmalıdır. 8 Riskli iş kollarında çalışan işçilerin belli aralıklarla periyodik muayenelerinin yapılmasının ileride gelişebilecek hastalıkların öngörülmesinde faydalı olacağı görüşündeyiz. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP004 TP005 DİŞ TEKNİSYENİ PNÖMOKONYOZU BRONŞİAL ANTRAKOZ VE ANTRAKOFİBROZ OLGULARININ DEMOGRAFİK, KLİNİK, RADYOLOJİK VE BRONKOSKOPİK ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ SENEM KARABIYIK 1, CEBRAİL ŞİMŞEK 1, DİLEK ERNAM 1, A.İHSAN KEYF 1, ATİLLA GÖKÇEK 2, FETHİYE ÖKTEN 1 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ 1 BENAN ÇAĞLAYAN , ALİ FİDAN , COŞKUN DOĞAN , SEVDA ŞENER CÖMERT , BANU SALEPÇİ , NESRİN KIRAL , DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Amaç: Diş teknisyenlerinde pnömokonyoz prevalansı, oluşan hastalığın ve maruziyen sonuçları, pnömokonyoz gelişiminde rol alan riskler, bu risklerin özel ve resmi laboratuvarlarda hangi boyutlarda olduğu konularını değerlendirmeyi amaçladık. Bu çalışmada bronşial antrakoz saptanan hastaların demografik özelliklerini, klinik bulgularını, radyolojik ve bronkoskopik görünümlerini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Çalışma Ankara ilinde Sağlık Bakanlığına bağlı üç Ağız Diş Sağlığı Merkezi ve bunlarla anlaşmalı olarak çalışan özel kuruluşların diş protez laboratuvarlarında çalışmakta olan 120 diş teknisyeni ile yapıldı. Diş teknisyenlerinde ‘’Toraks Derneği Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları Değerlendirme Formu’’ dolduruldu, akciğer grafisi çekildi ve SFT-Difüzyon testleri yapıldı. Aynı tetkikler kontrol grubunda da yapıldı. Çalışmaya kliniğimiz bronkoskopi ünitesinde 2006-2008 yılları arasında yapılan 1541 bronkoskopi olgusundan antrakoz saptanan 104 olgu alındı. Olguların ikamet yerleri, meslekleri, ısınmak için ve muakta kullandıkları yakıt, başvuru şikayetleri, akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları, bronkoskopik görüntüsü ve bronkoskopi sonucu elde edilen antrakoza eşlik eden tanılar değerlendirildi. Bulgular: Bulgular: Pnönokonyoz prevalansı tüm grupta %31.4 olarak bulundu. Özel laboratuvar teknisyenlerinde %50.9, resmilerde %11.9 olan prevelen özel çalışanlarda anlamlı olarak yüksek çık. Pnömokonyoz gelişiminde riski arran faktörlere bakıldığında ise; maruziyet yılının artması, 20 yıl ve üzeri maruziyet, küçük yaşta işe başlama, genel ve kişisek koruyucu önlem kullanılmaması istasksel olarak anlamlı bulundu.Sigaranın ise pnömokonyoz gelişme riskini istasksel anlamlı olarak arrmadığı saptandı. Diş teknisyenlerinde hem maruziyet hemde pnömokonyoz gelişiminin öksürük, balgam, dispne, hırıllı solunumu içeren solunumsal septomlarda istasksel anlamlı arşa neden olduğu gösterildi. Pnömokonyoz gelişiminin FVC(%), FEV1(%), FEF25-75’te istasksel anlamlı olarak düşüşe neden olduğu ancak FEV1/FVC(%)’ yi anlamlı etkilemediği bulundu. Pnömokonyoz gelişmeksizin yalnızca maruziyen ise FVC(%)’de istasksel olarak anlamlı düşüşe neden olduğu saptanırken, bu sonuç erken evrede oluşmaya başlayan akciğer fibrozisi ile açıklandı. Sonuç: Tüm bu sonuçlar bize diş teknisyenlerinin pnömokonyoz açısından riskli bir meslek grubu olduğunu göstermektedir. Çalışmaya yaş ortalamaları 61.35±13.34 olan 49(%47.1) kadın, 55(%52.9) toplam 104 olgu alındı. En sık başvuru şikayetleri 74(%71.2) olguda öksürük, 60(%57.7) olguda dispne ve 51(%49.0) olguda balgam çıkartma idi. Hastaların 48(%46.1)’inde sigara anamnezi mevcuu. Hastaların 31(%38.3)’inde mesleksel olarak mineral toz veya biomass maruziye izlenirken, 37(%45.7) olgunun ev hanımı olduğu görüldü. Ayrıca olguların tümünde evde ısınmak için veya muakta kullanılan yakıt nedeniyle biomass maruziye mevcuu. Olguların ikamet ekleri şehirlerde Kastamonu (%22.2) ilk sırada yer alıyordu. En sık görülen akciğer grafisi bulguları konsolidasyon (%51.9) ve fibrozis (%18.3) iken, toraks BT bulguları arasında da ilk iki sırada konsolidasyon (%38.5) ve fibrozis (%36.5) saptandı. En sık izlenen bronkoskopik görüntüler ise bilateral antrakoz (%67.3), stenoz (%40.4) ve torsiyon (%23.1) idi. Bronşial antrakoz görülen olguların 11(%10.6)’ne bronkoskopik yöntemlerle malignite, 7(%6.7)’sine ise tüberküloz tanısı konuldu. Sonuç: Biomass maruziyenin yaygın olduğu ülkemizde bronşial antrakoz ve antrakofibrozise ilişkin epidemiyolojik verilerin ortaya konulması için çalışmalara ihyaç vardır. 9 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ TP006 TP007 TOZA MARUZ KALAN İŞÇİLERDE UYGULANAN RADYOGRAFİK TEKNİK STANDARTLARA UYGUN MU? GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA BİR KÖYDE ÇEVRESEL ASBEST MARUZİYETİNE BAĞLI PLEVRAL PLAK VE DİFFÜZ PLEVRAL KALINLAŞMA NACİYE KARATAŞ 1, ALP ALPER ŞAFAK 2, PERİ ARBAK 1, ÖNER BALBAY 1 DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Özellikle pnömokonyoz olgularında uygulanan film taramalarında film kalitesinin hastalığın kategorizasyonunda önemli ve ciddi bir etkisinin bulunduğu anlaşılmışr. Bundan dolayı film kalitesinin düzellmesi, bu yapılamıyorsa uygun olamayan filmlerin yorumlanmaması önerilmişr. Bu da yapılamıyorsa yorumcunun deneyimli olmasının bu dezavantajı azaltacağı belirlmişr. Çalışmamızın amacı bir ndık fabrikasında işçilere uygulanmış film çekimini film kalitesi açısından değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: GÜNGÖR ATEŞ , TEKİN YILDIZ , LEVENT AKYILDIZ , A.FÜSUN TOPÇU , BAYKAL ERTÜRK DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Mineral liflerine çevresel maruziyete bağlı olarak pek çok benign ve malign plevral hastalık gelişmektedir. Asbestle ilişkili plevral hastalıkların en sık görülen formu olan plevral plaklar kalsifiye olduklarında kolaylıkla görülebilmektedirler.Asbest temasının kesilmesinden üç dekat sonra kalsifiye plevral plak (KPP) ve diffüz plevral kalınlaşma (DPK) prevalansındaki muhtemel değişiklikleri saptamak. Gereç ve Yöntem: Çevresel asbest maruziyenin olduğu bilinen bir köyde 274 kişinin göğüs röntgenogramı taranarak kesitsel prevalans çalışması yapıldı. Yıllık radyografi izlemi yapılan tümü kadın, 52 ndık fabrikası çalışanının radyografileri bir göğüs hastalıkları uzmanı, bir radyoloji uzmanı tarandan birlikte değerlendirildi. Radyografiler; filmin dozu, inspiryumekspiryum filmi olup olmadığı, pozisyonu, diafragmaların izlenip izlenmediği, iki taraflı kostodiafragmak sinüslerin gözlenip gözlenmediği, skapulaların ekarte edilip edilmediği açısından değerlendirildi. Bulgular: Bulgular: Asbest temasının kesilmiş olması nedeniyle KPP mevcudiye ileri yaşlara doğru kaymaktadır. Bulgularımız bölgemizde çevresel asbest maruziyene bağlı hastalıkların önümüzdeki dekatlarda azalacağını düşündürmüştür. Grafilerin dozu olguların %46.2’sinde sert, %34.6’sında yumuşak iken ancak %19.2’sinde normaldi. Olguların %32.7’sinde ekspiryum grafisi çekilmiş. Olguların %57.7’sinde sol ön oblik pozisyon vardı ve %30.8 normal pozisyonlu idi. Olguların %11.5’unda diafragmalar görüş alanına girmemiş. Olguların %11.5’unda iki taraflı kostodiafragmak sinüsler görüş alanına girmemiş. Olguların ancak %11.5’unda skapulalar ekarte edilmiş. Sonuç: Sonuçta meslek hastalıkları tanısında önemli yeri bulunan radyografi taramalarında çalışan radyoloji teknisyeni ve hekimlerinin filmlerin tekniği, pozisyonu, inspiryum filmi çekilmesi gerekliliği, tüm göğüs kafesi yapılarının (diafragma ve kostodiafragmak sinüsler dahil) görüntülenmesi gerekliliği konusunda hizmet içi eğimden geçmeleri gerekği vurgulandı. 10 9 NİSAN 2009 Köylülerin %29,9’unda KPP, %4,7’sinde DPK ve %0,7’sinde asbestozis saptandı. Yaş, KPP ve DPK için en önemli değişken olarak saptandı. KPP’lı en genç köylü 33 yaşındaydı ve KPP prevalansı yaşla beraber artmaktaydı. Sonuç: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP008 TP009 ISPARTALI 44-61 YAŞ GRUBU KADINLARDA ELDE HALI YAPIMI VE AKCİĞER FONKSİYONLARI İLE İLİŞKİSİ THE IMPACT ON PULMONARY HEALTH OF OIL FUMES AND GASES NECLA SONGÜR 1, ZEYNEP DİLEK AYDIN 2, ÖNDER ÖZTÜRK 1, ÜNAL ŞAHİN 1, ULUGHBİK KHAYRİ 1, AHMET AKKAYA 1 AFRİM TABAKU 1, SİLVANA BALA 2, ELİZANA PETRELA 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GERİATRİ BD, ISPARTA,TÜRKİYE 1 1 Amaç: Bu çalışma, 44-61yaş grubundaki Türk kadınlarında el ile halı dokumanın akciğer fonksiyonlarına etkisini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, kadınların el yapımı halı sanayisinde yoğun olarak çalışğı Isparta ilinde gerçekleşmişr. Gereç ve Yöntem: 44-61yaş arası 1106 kadın çalışmaya kaldı. Halı dokuma öyküsü, sigara, eğim, sosyoekonomik durum, ailede asm sorgulandı. Antropometrik ve spirometrik ölçümler yapıldı. FEV1 ve FVC’nin sayılan faktörlerle ilişkisi univariate ve mulvariate regresyon analizleriyle (UVA, MVA) değerlendirildi. Adımsal model seçim algoritmasında p <0.15 olan faktörler MVA’e kaldı. Bulgular: 1070 kadın gönüllünün solunum fonksiyon parametreleri teknik olarak yeterliydi ve yaş ortalaması 51,1±3.9, FEV1(lt) ve FVC(lt) ortalamaları 2.27±0.44 ve 2.75±0.55 idi. Kadınların n=707’si (% 66) halı dokumuştu. FEV1ve FVC değerleri menopozda olan kadınlarda anlamlı olarak düşüktü (p<0.05). Halı dokumak, hem UVA hem de MVA de, gerek kategorik bir değişken olarak gerekse sürekli bir değişken olarak FEV1 ve FVC ile negaf ilişkiliydi . Analiz yalnızca sigara içmeyen kadınlar ile sınırlandırıldığında da halı dokumuş olmak ve halı dokunan yıllar önemini korudu. Yaş, boy,VKİ ve ailede asm öyküsü UVA ve MVA’lerde FEV1 ve FVC için önemli belirleyiciler idi. Sigara, aylık gelir, eğim, ailede KOAH öyküsü, DM ve HT, menopoz, doğum, gebelik ve emzirmek UVA’de hem FEV1 ve hem de FVC için önemli belirleyiciler iken MVA’de önemlerini kaybe. Sonuç: El halı yapımı ile uğraşmış olmak ve halı yapımında çalışılan yıllar hem FEV1 hem de FVC’nin daha düşük değerleri ile ilişkili bulunmuştur. Elyapımı halı sektöründe yün tozlarına maruziyet, kadınlarda belirgin azalmış akciğer fonksiyonlarını izah edebilir. PUBLİC HEALTH INSTİTUTE, TİRANA-ALBANİA 2 UNİVERSİTY HOSPİTAL FOR LUNG DİSEASE, TİRANAALBANİA Aim: Exposure of populaons living near oil fields to oil fumes and gases leads to effects on nervous and respiratory systems, as well as cancers of mulple sites, including and pulmonary cancer. The aim of this survey was to assess the link between exposure to oil fumes and gases of inhabitants living near oil fields and possibility for developing chronic pulmonary diseases. Method: A cross - seconal survey was carried out in 220 inhabitants living near oil fields and in 210 inhabitants living faraway from oil field. The survey was based on a retrospecve study on pulmonary cancer cases during past 10 years and on pulmonary funcon measurements. Also, we have used a standardized quesonnaire for collecng data on smoking habit, socioeconomic status, past history of pulmonary disease, current respiratory symptoms, and demographic ones. Stascal processing of the results was carried out by using SPSS 14 package. Results: The results of this survey had shown that there is an elevated risk for developing pulmonary cancer in populaon living near these areas, OR 4.10 (95% CI 1.19 – 16.83). Our data showed a strong relaonship between exposure and possibility to develop restricve disease, OR 5.27 (95% CI 2.43-9.62), mixed (restricve and obstrucve) disease OR 6.75 (95% CI 1.75-27.92) and asthma OR 2.38 (95% CI 1.13 – 5.27), whereas a weak relaonship had resulted for COPD OR 0.84 (95% CI 0.29- 2.44) Conclusion: The results of this survey have shown that there is a high risk for developing pulmonary cancer, and a good relaonship between exposure to oil fumes and gases and possibility for developing restricve, asthma and mixed pulmonary disease. 11 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP010 TP011 KADINLARDA ÖNEMLİ BİR SAĞLIK SORUNU OLARAK BİYOMAS KULLANIMI PERİYODİK SAĞLIK MUAYENELERİNDE ÇEKİLEN POSTERO ANTERİOR AKCİĞER GRAFİLERİNİN RADYOLOJİK DEĞERLENDİRME SONUÇLARI AYLİN ÖNGEL , NADİ BAKIRCI , MAHŞUK TAYLAN , LEYLA BOSTAN , ŞULE KIZILTAŞ , YELDA BAŞBUĞ , HALUK C. ÇALIŞIR H.VOLKAN KARA , KADİR AĞLADIOĞLU , BÜLENT KOÇER , HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU , G.KAAN ATAÇ , SERHAT OĞUZ , SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ VAN ASKER HASTANESİ-VAN Amaç: Amaç: Ülkemizde biyomas maruziye ile ortaya çıkan akciğer hastalıkları, özellikle kadınlarda önemini korumaktadır. Bu çalışma akciğer hastalığı ile başvuran kadın hastalarda biyomas maruziyenin boyutunu araşrmak amacıyla yapılmışr. Danışmanlık, fizik muayene, aşılama, laboratuar tetkikleri kullanılarak sağlıklı gözüken insanların belli aralıklarla değerlendirilmelerine “Periyodik Sağlık Muayenesi” denir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev alan personel 2-3 yıllık aralıklarla periyodik sağlık muayenesinden geçirilirler. Solunum sistemi değerlendirmesi, fizik muayene ve Postero-Anterior (PA) akciğer grafisi ile yapılmaktadır. Gereç ve Yöntem: Hastanemizde Eylül 2008- Ocak 2009 tarihleri arasında hastanemizde KOAH, asm, bronşektazi, tüberküloz, interssyel akciğer hastalıkları tanı ve tedavisi almış, hastalarda ısınma yada yemek pişirmek için biyomas kullanımı (tezek, odun, odun kömür, kuru bitkiler) açısından sorgulandı. Bulgular: Sorgulanan 68 kadın hastanın yaş ortalaması 54,18±18,55 idi. Tanıları 14 (%20.6) KOAH, 11’i (%16.2)’si akciğer Ca, 7’si (%10.3) Asm, 7’si (%10.3) bronşektazi, 21’i (%30.9)’u Tüberküloz, 8’i (%11.8) İnterssyel Akciğer Hastalığı idi. 42’sinde (%62.7)’si ek hastalık eşlik etmekteydi. Hastaların 59’u (%86.76)’sı ev hanımıydı. Biyomas kullanımı açısından sorgulandığında hastaların 61’inde (%89.7)’inde odun, 17’sinde (%25) odun kömürü, 17’sinde (%25) tezek, 10’unda (%14.7) kuru bitki kullanımı mevcuu. Hastaların 5’i (%7.4) şu an sigara kullanmakta, 14’ünde (%20.6) daha öncesinden sigara öyküsü bulunmaktaydı. Sonuç: Hastanemizin hizmet eği hasta popülasyonunda kadın hastalar arasında biyomass maruziyenin halen önemli bir sorun olduğu gözlemlendi. Gereç ve Yöntem: Şubat – Aralık 2008 tarihleri arasında hastanemizde periyodik sağlık muayenesinden geçirilen personele ait 844 Dijital P-A akciğer grafisi retrospekf olarak değerlendirildi. Elliyedi personelin grafisi patolojik olarak yorumlandı, ancak bunların 7 sinde geçirilmiş girişimlere sekonder değişiklikler bulunduğundan çalışma dışı bırakıldı. Bulgular: Vakaların yaş ortalaması 31.9 (20-48 ) idi . Elli (%5.9) personelin grafileri patolojik idi .Bu vakaların yaş ortalaması 35.2 (22-48 ) idi . 15 kişide semptom ya da fizik muayenede patoloji tespit edildi. patolojik grafilerin dağılımda; 24 fibrok değişiklik, 10 nodüler dansite arşı, 9 Aort topuzu belirginleşmesi, 2 kostodiyafragmak sinus küntleşmesi, 1 fibrok değişiklik ve nodüler dansite arşı , 1 havalanma arşı, 1 bronkovaskuler belirginleşme , 1 myosis ossifikans ve 1 skolyoz tespit edildi. İleri tetkik önerilen vakaların hiçbirinde medikal tedavi dışında cerrahi girişim gerekmedi. Sonuç: Patolojik grafilere sahip vakaların yaş ortalaması yüksek bulunmuştur. Normal bulgulara sahip vakaların yaş dağılımı ise daha gençr. Personelin çalışmaya başlamadan önce ayrınlı bir değerlendirmesinden geçirilmesi, periyodik muayenelerin düzenli yapılması, nedeniyle akciğerde rastlansal patolojik bulgu tespit oranı düşüktür. Run çekilen PA akciğer grafileri ilgili yaş grubunda medikal olarak tedavi edilebilen hastalıkların erken teşhisi ve toplum kökenli enfeksiyoz durumların ekarte edilmesi açısından önemlidir. 12 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP012 Sonuç: MALİGNİTE SAPTANMAYAN EMEKLİ MADENCİLERDE BRONKOALVEOLAR LAVAJ SIVISI LENFOSİT SUBPOPULASYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Sigaranın BALS CD4/CD8 üzerine olan etkisi kömür tozu maruziyenden daha fazla bulunmuştur. BALS lenfosit subpopulasyon analizi özellikle radyolojik olarak interssyel patern değiişiklikleri gösteren emekli madencilerde ayırıcı tanıda yararlı olabilir. MELTEM TOR 1, HAKAN TANRIVERDİ 1, AYŞEGÜL TOMRUK 1, FİGEN ATALAY 1, MEHMET ARASLI 2, İSHAK OZEL TEKİN 2, ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ZONGULDAK 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ IMMUNOLOJİ AD ZONGULDAK 1 Amaç: Bronkoalveolar lavaj sıvısındaki (BALS) lenfositlerin immunfenoplemesi interssyel akciğer hastalıklarının ayırıcı tanısında önemlidir. Kömür tozu maruziye de radyolojik interssyel değişiklikler yapabilir. Literatürde madencilerde BALS flow sitometrik (FCM) analiz sonuçları ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda kömür tozu maruziye olan madencilerde BALS lenfosit subpopulasyonunu değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2007-Aralık 2008 tarihleri arasında BAL yapılan madenci olgular retrospekf değerlendirildi. Malign olgular çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya alınan 14 olguda BALS etkin bir şekilde elde edilmiş ve BALS FCM analizi Immunoloji laboratuarımızda yapılmış. Elde edilen parametrelerin istasksel değerlendirmesi SPSS 11.0 kullanılarak yapıldı. Bulgular: Ortalama yer al çalışma süresi 19.21+/-4.94 yıl olan emekli 14 madenci çalışmaya alındı. Olguların yaş ortalaması 63.43+/-10.89 (39-78) idi. 12 (%85) olgu sigara içiyor veya bırakmış (ortalama kullanım 26.93+/12.36 paketyıl). YRBT’de 11 olguda (%78) rekulonoduler infiltratlar , 2 olguda (%14) balpeteği görünümü, 1 (%7) olguda ise progressif masif fibrozis mevcut idi. FCM analizine göre ortalama lenfosit ve granulosit yüzdesi sırası ile % 4.70+/-8.70 ve 26.17+/-12.36 idi. .Ortalama CD4/ CD8: 2.06+/-2.50 bulundu. Subpopulasyon analizinde ise CD3: 58.68+/- 24.85, CD4: 33.13+/-16.58, CD8: 27.90+/16.61, CD19: 0.42+/-0.97, CD 16-56: 8.24+/-8.09, CD316-56: 8.46+/-7.50, TCR gamma delta. 4.06+/-3.52 olarak bulundu. Sigara içimi (pkyıl) ile CD4/CD8 araında anlamlı negaf korelasyon saptanırken (k: -0.674, p: 0.008), yer al çalışma süresi (maruziyet) ile FCM parametreleri arasında korelasyon saptanmadı. Maruziyet beklendiği şekilde radyolojik ağırlık ile (k:0.601, p:0.03), radyolojik ağırlık ise BALS lenfosit yüzdesi ile pozif bir korelasyon gösteriyordu ( k: 0.795, p:0.018). TP013 FINDIK FABRİKASI ÇALIŞANLARINDA BİR YIL ARAYLA VARDİYA ÖNCESİ VE SONRASI ZORLU EKSPİRATUAR AKIM HIZLARININ KARŞILAŞTIRILMASI NACİYE KARATAŞ , PERİ ARBAK , ÖNER BALBAY , SONGÜL UYGUN , ALİ NİHAT ANNAKKAYA DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Fındık işlemeciliği alanında çalışanlarda solunum sisteminin kısa ve uzun dönemde nasıl etkilendiği yeterli düzeyde araşrılmamışr. Gereç ve Yöntem: Seksen sekiz ndık fabrikası çalışanı (79 kadın, 9 erkek) ilk kez 2007 yılında vardiya öncesi ve sonrası zorlu ekspiratuar akım hızları ölçülerek izlenmeye başlanmışr. Olguların solunum sistemi yakınmaları, sigara ve asm/ alerji öyküleri de sorgulanmışr. Bir yıl sonra, çalışmaya geçici işçi olarak tekrar başladıklarında vardiya öncesi ve sonrası solunum fonksiyonu ölçümleri tekrarlanmışr. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 37.1 ± 12.0 (15-58) idi. Olguların 7’sinde öksürük (%8), 9’unda balgam (%10.2), 5’inde nefessizlik (%5.7), 3’ünde göğüste baskı hissi (%3.4) vardı. Olguların 16’sı sigara kullanmaktayken (%18.2), 5’i (% 5.7) bırakmış. Olguların 13’ü (%14.8) farklı etkenlere karşı alerjileri olduğunu belirtmişlerdi. Bir olguda önceden konulmuş asm tanısı vardı. Olguların bir sene arayla vardiya öncesi ve sonrası solunum fonksiyonu ölçümlerine bakıldığında, ikinci yıldaki zorlu vital kapasite (vardiya öncesi: 2876 ml’ye 2689 ml, p=0.000, vardiya sonrası: 2882 ml’ye 2667 ml, p= 0.000), birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volüm (vardiya öncesi: 2620 ml’ye 2336 ml, p= 0.001, vardiya sonrası: 2590 ml’ye 2339 ml, p= 0.001), birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volümün zorlu vital kapasiteye oranı (vardiya öncesi: %91’e % 87, p= 0.000, vardiya sonrası: %89’a % 87, p= 0.031), maksimal midekspiratuar akım hızı (vardiya öncesi: 3290 ml’ye 2775 ml, p= 0.000, vardiya sonrası: 3211ml’ye 2843 ml, p= 0.000) değerlerinin ilk yıldakinden anlamlı olarak yüksek olduğu gözlendi. Olguların ikinci yıl testleri uzun bir dinlenme döneminden sonra yapılmış. 13 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Fındık kabuğu tozlarının tüm zorlu ekspiratuar akım hızlarında anlamlı düşmeye yol açğı gözlenmişr. Ancak FEV1/FVC oranı göreceli olarak normal kaldığı için ndık tozunun restrikf bozukluğa yol açabildiği ileri sürülebilir. Sonuç olarak, PET/BT ‘de yanlış pozif durumlar arasında pnömokonyozların da akılda tutulmasının gerekğini düşünmekteyiz. TP015 TP014 KOT KUMLAMAYA BAĞLI SİLİKOZİS: 6 OLGU NEDENİYLE PNÖMOKONYOZLU HASTALARDA MALİGN HASTALIĞI TAKLİT EDEN 18F-FDG PET/BT BULGULARI (4 OLGU NEDENİYLE) EBRU SULU , LEYLA YAĞCI TUNCER , ÖZKAN DEVRAN , OKTAY TAŞOLAR , ESRA KÖROĞLU , ECE ÖZ , ADNAN YILMAZ , AHMET SELİM YURDAKUL , AYHAN VAROL , SERPİL YENİ AKTEN , CAN ÖZTÜRK , SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ANKARA, TÜRKİYE Amaç: Amaç: Dünyada ve ülkemizde mesleki ve çevresel akciğer hastalıkları halen önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Özellikle silika ve asbest gibi mineral tozlarla çevresel ve mesleki maruziyen akciğer inflamasyonu, fibrozis ve/veya akciğer kanseri insidansında arşa neden olduğu bilinmektedir. Kömür madenciliğinde de bilinen KOAH ve pnömokonyoz riskleri yanında özellikle silika ve diğer karsinojenlere maruziyete bağlı olarak potansiyel akciğer kanseri riski de söz konusudur. Gereç ve Yöntem: Nefes darlığı, hemopzi ve kilo kaybı semptomları olan ve dış merkezde çekilen akciğer tomografilerindeki farklı natürde kitle görünümleri nedeniyle kömür işçisi pnömokonyozu ve akciğer kanseri ön tanısı ile taramıza yönlendirilen olgular kliniğimize ileri tetkik ve tedavi amacı ile yarıldı. Kömür işçisi pnömokonyozu ve akciğer kanseri düşünülen olgulardan tam kan, sedimentasyon, run biyokimya tetkikleri ile birlikte balgam sitolojileri ve PET/BT tetkikleri istendi. Bulgular: Olguların PET/BT’lerinde akciğer tomografilerindeki farklı natürdeki kitle görünümlerinde patolojik düzeyde 18FFDG tutulumları tespit edildi. Malignite ayrımı açısından doku biyopsisi için fiberopk bronkoskopi (Punch biyopsi, Fırçalama biyopsisi, Transbronşiyal biyopsi ve Transbronşiyal iğne aspirasyon biyopsisi) ve/veya mediasnoskopi yapılan olgulardan alınan tüm örnekler benign olarak geldi. Hastaların takiplerinde akciğer tomografilerindeki farklı natürdeki kitle görünümlerinde herhangi bir progresyon izlenmedi. 14 Kot taşlamacılığına bağlı silikozis önemli bir sağlık sorunudur. Bu hastalık önlenebilir bir hastalık olmasına rağmen çoğunlukla mortal seyretmektedir. Bu yazıda kot kumlamaya bağlı gelişen 6 silikozis olgusu prospekf olarak değerlendirilmişr. Gereç ve Yöntem: 6 OLGU PROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMİŞTİR Bulgular: Olguların tümü erkek olup, yaş ortalaması 29.3 yıl( 2139 yıl) idi. Ortalama çalışma süresi 6.16 yıl (2.5-12 yıl) olarak bulundu. En sık saptanan yakınma nefes darlığı idi. Bilateral yaygın nodüler ve interssyel patern en sık görülen radyolojik bulgular olup, bir olguda bilateral spontan pnömotoraks saptandı. Solunum fonksiyon tesnde tüm olgularda restrikf patern bulundu. Silikozis tanısı bir olguda transbronşial biyopsi ile diğer olgularda anamnez ve klinik bulgularla elde edildi. Bir olgu tanıyı takiben 8. ayda kaybedilirken, diğer olgular halen yaşamaktadır ( ortalama 11 ay) Sonuç: Kot kumlamacılığına bağlı silikozis genç yaştaki bireyleri etkileyen bir hastalık olup, önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 MS006 MS007 PULMONER EMBOLİDE SAĞ VENTRİKÜL DİSFONKSİYONU İLE PRO-BNP, C-REAKTİF PROTEİN ARASINDAKİ İLİŞKİSİ PULMONER TROMBOEMBOLİ TANISINDA GECİKME VE D-DİMER İLİŞKİSİ YASİN ABUL , SAİT KARAKURT , ŞEHNAZ TANDOĞDU OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , TURGAY ÇELİKEL , SAVAŞ ÖZSU 1, YILMAZ BÜLBÜL 1, FUNDA ÖZTUNA 1, POLAT KOŞUCU 2, TEVFİK ÖZLÜ 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 KTÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD KTÜ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD Amaç: Amaç: Literatürdeki yeni çalışmalarda inflamasyon ile arteriyal aterotromboz arasindaki ilişki gösterilmişr. CRP’deki yükselmelerin myokard infarktüsü ve inme(stroke)’deki predikf değeri gösterilmişr.Çalışmalarda 10 mg/dl (üst sınır)cutoff olarak öne çıkmaktadır. Aynı şekilde pnömoni hastalarında da CRP ile prognoz arasında 100 mg/dl değeri ve üzerinde ilişki saptanmışr. İnflamasyonun VTE’de rol oynayabileceğini gösteren çalışmalar vardır. İnflamasyonun pulmoner embolideki patogenez ve prognozdaki rolü tam olarak bilinmemektedir. Çalışmamızda inflamatuar belirteçlerden olan C-reakf protein, hasarlı kalp kasından salgılanan pro-BNP ile PE ‘de prognosk önemi olan sağ ventrikül disfonksiyonu(SVD) arasındaki ilişki araşrdık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya akut PE kliniği ile başvuran 56 hasta alındı. CRP ve pro-BNP’yi etkileyen akf hastalıklar çıkarıldıktan sonra kalan 47 hasta değerlendirildi. Hastalar CRP değerlerine göre 10 mg/L ve 100 mg/L üst sınır(cutoff) olarak 3 gruba ayrıldı.Yine sol kalp yetmezliği olmayan 46 hasta pro-BNP üst sınır 500 pg/ml ve 1000 pg/dl olarak gruplara ayrıldı. Bulgular: Sağ ventrikül disfonksiyonu ile CRP ve pro-BNP arasında istaksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p=0,045; p=0,006). Sonuç: Sonuç olarak, akut pulmoner emboli hastalarında inflamasyon ile sağ ventrikül disfonksiyonu ve pro BNP düzeyi arasında pozif ilişki vardır. İnflamatuar belirteçlerin PE’deki rolünün açıklanması gelecekteki tedavi yaklaşımlarında belirleyici olabilir. Pulmoner tromboemboli (PTE)’de erken tanının mortaliteyi azal ğı bilinmesine rağmen birçok olguda tanının bir haadan daha sonra konulduğu bildirilmektedir. Hangi hastalarda tanının gecikği konusunda yeterli veri bulunmamaktadır. Bu çalışmada, başvuru sırasında ölçülen serum D-dimer düzeyi ile başvurudan tanıya kadar olan süre arasındaki ilişkinin araşrılması planlanmışr. Gereç ve Yöntem: Hastanemizde Haziran 2001-Aralık 2008 tarihleri arasında tanı alan 305 PTE olgusu retrospekf olarak incelendi. Olguların %92’inde tanı spiral BT ile %5.9’unda perfüzyon singrafisiyle ve %2’sinde ise klinik ile konuldu. Hastaların şikâyetlerinin başlangıcından tanıya kadar geçen süreler hesaplandı ve tanı anında ölçülen D-dimer düzeyleri kaydedildi. D-dimer düzeyi ELISA yöntemiyle çalışıldı ve normal değer ≤500 ng/ml olarak alındı. Bulgular: Olguların 174’ü kadın ve 131’i erkek olup, yaş ortalamaları 62,9±16 bulundu. D-dimer %3 hastada normal sınırlarda saptandı. D-dimer düzeyine göre olgular 2 gruba ayrıldı. D-dimer değeri ≤4000 ng/ml olan grup-I’de 148 hasta, D-dimer değeri 4000 ng/ml üzerinde olan grupII’de ise 157 hasta mevcuu. Tüm hastaların ortalama tanı süresi 6,8±8.7 gün olarak bulundu. Bu süre grupI’de 7,8±9.3.gün, grup-II’de ise 5,9±8.0. gün bulundu (p=0,012). Nefes darlığı ve/veya bayılma semptomu, grup-II’de anlamlı olarak daha fazlaydı (sıra ile p=0,021, p=0,022). Diğer yandan grup-I’de olguların %9.4’ü, grup-II’deki olguların ise %17.8’i masif emboli olarak değerlendirildi (p=0,034). Mortalite yönünden gruplar arasında istasksel olarak anlamlı fark bulunmadı (Grup I’de 11, grup –II’de 18 hasta). Sonuç: Çalışmamız D-dimer seviyesi yüksek hastalarda masif PTE, nefes darlığı ve/veya bayılma şikâyetlerinin daha sık görüldüğünü ve bu hastaların daha erken tanı aldığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla D-dimer düzeyi yüksekliği ile masif PTE arasında ilişkili olmasına karşın, D-dimer düzeyi yüksek olgularda mortalitenin artmaması erken tanının önemini göstermektedir. 15 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 MS008 PULMONER TROMBOEMBOLİZMDE SİNTİGRAFİSİ İZLEMİ Sonuç: PERFÜZYON GÜLFER OKUMUŞ 1, CÜNEYT TÜRKMEN 2, ESEN KIYAN 1, MÜGE TAMAM 2, IŞIK ADALET 2, LEVENT TABAK 1, HALİM İŞSEVER 3, ORHAN ARSEVEN 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Akut pulmoner tromboembolizm (PTE) tanısı konan olguların takibinde akciğerlerdeki perfüzyon değişimini ve bu değişimi etkileyen faktörleri araşrmak Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2003’ten ibaren klinik ve singrafik olarak yüksek olasılıkla PTE tanısı konan 41 olgu (19Kadın,22Erkek) alındı. Olgulara tedavi başlandıktan 10, 90, 180. gün ve bir yıl sonra yeniden perfüzyon singrafisi yapılarak perfüzyon defektleri kaydedildi. Perfüzyondaki değişimler; demografik özellikler, ek risk faktörleri, uygulanan tedaviler ve nüks açısından karşılaşrıldı. Olgular sekonder profilaksi tamamlandıktan sonra beş yıl boyunca klinik olarak izlendi. İstasksel analiz için Mann-Whitney U, Wilcoxon ve Pearson ki-kare ve testleri kullanıldı. Bulgular: Ortalama yaşları 57±14 yıl olan olguların 10’unda PTE’ye ek olarak derin venöz trombüs saptanırken 13’üne masifsubmasif emboli nedeniyle trombolik tedavi uygulandı. Kontrol singrafilerinin tümünde bazal değerlere göre anlamlı düzelme saptandı (p<0.0001). Onuncu günde 13 (%32.5) olguda tam olmak üzere 31(%75) olguda belirgin düzelme gözlendi. Üçüncü ayın sonunda olguların %53.7’sinde, 6. ayın sonunda %71.4’ünde tama yakın düzelme saptandı. Birinci yılın sonunda yeni bir atak olmamasına rağmen %10 olguda perfüzyon defektleri aynı şekilde devam e. Perfüzyondaki değişimi etkileyen faktörler incelendiğinde yalnızca trombolik tedavi uygulanan olgularda 10. günde perfüzyonda tam düzelme anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.04). İzlemde perfüzyon defektleri devam eden iki olguda pulmoner hipertansiyon gelişirken, perfüzyon defektleri tamamen düzelen dört olguda da nüks görüldü. Beş olgu ala yatan maligniteleri, iki olgu da pulmoner hipertansiyon nedeniyle takiplerinin 1-3. yıllarında kaybedildiler. 16 Akut PTE’li olguların büyük bir kısmında ilk 10 günde perfüzyonda belirgin düzelme saptanırken, trombolik tedavi uygulanan olgularda erken dönemdeki perfüzyon düzelmesi anlamlı olarak yüksek bulundu. MS009 PULMONER EMBOLİ SAPTANAN HASTALARDA KARDİYAK TROPONİN I YÜKSEKLİĞİ GONCA ÖZYOL , ÖMER TAMER DOĞAN , SEFA LEVENT ÖZŞAHİN , SEMA NUR ÇALIŞKAN , İBRAHİM AKKURT CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. Amaç: Biz bu çalışmada, PE hastalarında, cTnI yüksekliğini ve bu yüksekliğin diğer labaratuvar bulguları ile olan ilişkisini incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda PE tanısı kesinleşen 63 hasta ve PE tanısı dışlanan 43 hastadan oluşan toplam 106 hasta alındı. Tüm hastalarda ankoagulan tedavi başlamadan önce alınan kan örneklerinde cTnI değeri ölçüldü. Bulgular: PE saptanan hastaların %50,8’inde ve PE ekarte edilen hastaların %11,6’sında cTnI değeri yüksek bulundu (p<0,001). Çalışmamızda tesn duyarlılığı %50,7, özgüllüğü %88,3, pozif predikf değeri %86,4 ve negaf predikf değeri %55,8 olarak bulunmuştur. Masif PE’lide submasif ve nonmasif PE’ye göre cTnI yüksek olan hasta sayısı daha fazla bulundu ancak aradaki farklılık istasksel olarak anlamlı bulunmadı. PE şüphesi olan ve cTnI yüksek bulunan hastalarda ekokardiyografi (EKO) bulguları ayırt edici bulunmamışr; PE(+) olup cTnI yüksek olan grupta en sık EKO bulgusu pulmoner hipertansiyon (%74) ve sağ ventrikül dilatasyonu (%70)’dur. Sonuç: Sonuç olarak, bu çalışma ile biz PE hastalarında cTnI değerinin yükselebileceğini gösterdik. Açıklanamayan göğüs ağrısı veya dispne ve yükselmiş cTnI seviyesi gösteren hastaların ayırıcı tanıları arasında pulmoner emboli de mutlaka düşünülmelidir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 MS010 Sonuç: ACİL SERVİSTE PULMONER EMBOLİ ŞÜPHESİ OLAN HASTALARDA KLİNİK SKORLAMA YÖNTEMLERİNİN TANISAL ALGORİTME KATKISI Klinik skorlama yöntemleri,acil servise başvuran PTE şüphesi olan hastalarda tanısal açısından yönlendiricidir;özellikle ampirik skorlama,hasta seçiminde etkin bir yöntemdir.D-dimer değerinin klinik skorlama ile birlikte değerlendirilmesi,toraks BT angiografi çekiminin gerekli olduğu hasta grubunu tam olarak belirlemektedir. ONUR TURAN 1, AYŞE YEĞİN 1, DENİZ TURGUT 2, ERKAN YILMAZ 2, ATİLA AKKOÇLU 1, TÜRKAN GÜNAY 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;RADYODİAGNOSTİK AD 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ;HALK SAĞLIĞI AD 1 Amaç: Pulmoner tromboemboli (PTE),pulmoner acillerin başında gelen klinik bir tablodur.Toraks BT anjiyografi, direkt emboliyi görüntüleyebilmesiyle PTE tanısında önemli bir yöntemdir.Radyasyona maruziyet ve kontrast madde yan etkileri nedeniyle,PTE şüphesi olan hastalarda bu yöntemin seçiminde dikkatli olunmalıdır. Bu hasta grubunda tanısal açıdan yönlendirici olabileceği düşünülen klinik skorlama yöntemlerinin toraks BTanjiografiye göre duyarlık,seçicilik,pozif predikf değeri(PPD) ve negaf predikf değerinin(PPD) belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 2007 yılında DEÜTF acil servisine başvurup PTE klinik şüphesiyle toraks BTangiografi çekilen 196 hastanın dosyaları incelendi.Hastalar;ampirik,Wells, Geneva ve Minia yöntemlerinin klinik skorlamasıyla değerlendirilip,PTE varlığı açısından “düşük,orta veya yüksek olasılıklı”olarak sınıflandırıldı.Ayrıca D-dimer değerlerinin düşüklüğü ile klinik skorlama yöntemlerinin birlikteliği değerlendirildi. Bulgular: Hastaların, 107(%54.6) erkek, 89(%45.4) kadın,yaş ortalaması 64.2±17.4 olarak bulundu.Toraks BT angiografi çekilen hastaların 39’una(%19.9) PTE tanısı konuldu.PTE tanısı koyma açısından Toraks BT angiografi ile klinik skorlama yöntemleri karşılaşrıldığında ampirik,Wells, Geneva ve Minia yöntemlerinin sırasıyla duyarlığı %94.9,%89.7, %84.6,%92.3;seçiciliği %54.1,%65.6,%53.5,%56.7; PPD %33.9,%39.3,%31.1,%34.6; NPD %97.7,%96.3, %93.3,%96.7 olarak bulundu.Ampirik yöntemde en yüksek duyarlılık,Wells Yöntemi’nde ise en yüksek seçicilik saptandı.D-dimer değeri düşüklüğü ve klinik skorlamada“düşük olasılık” varlığı birlikte alındığında tüm yöntemlerde duyarlık %100 bulundu. SS009 VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİ KLİNİK VE LABORATUAR ÖZELLİKLERİ YAŞLI HASTALARDA FARKLI MI? MÜGE AYDOĞDU , GÜL GÜRSEL , SEÇİL TAŞYÜREK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ Amaç: Yoğun bakım ünitesi (YBÜ) morbidite ve mortalitesinin önemli bir nedeni olan venlatör ilişkili pnömoni (VİP) gelişimi için ileri yaş oldukça önemli bir risk faktörüdür. Yaşlı hastalarda toplum kökenli pnömonilerin özellikleri ile ilgili çok sayıda çalışma olmakla beraber hastane kökenli ve VİP ile ilgili çalışma sayısı oldukça azdır. Biz de bu çalışmamızda VİP’li hastalarda ileri yaşın klinik ve laboratuar bulgularına etkilerini değerlendirmeyi amaçladık Gereç ve Yöntem: Gözlemsel kohort çalışması. Mikrobiyolojik ve klinik olarak VİP tanısı konulan toplam 160 hasta çalışmaya dahil edildi. Yetmiş yaşın alndaki hastalar Grup I, ≥70 yaşındaki hastalar Grup II olarak sınıflandırıldı. İki grup demografik, klinik ve laboratuar özellikleri açısından karşılaşrıldı. İstasksel analizlerde t-test, ki kare tes ve regresyon analizi kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastalardan 68’i Grup I’de, 92’si Grup II’deydi. Tüm grup değerlendirildiğinde Grup II’de mortalite daha yüksek (%72 vs %37, p=0.001). Her iki grup arasında mekanik venlasyon süresi, YBÜ kalış süresi ve hospitalizasyon süresi açısından anlamlı fark saptanmadı. Laboratuar ve arteriyel kan gazı analizleri, klinik özellikleri, sepsis, sepk şok gelişimi, uygun anbiyok kullanımı açısından da iki grup arasında anlamlı fark saptanmazken, komorbidite (p= 0.009, OR=1.6,%95 CI: 0.920-3.045) ve Acinetobacter enfeksiyonu (p=0.001,OR= 3.4, CI: 1.8-6.2) yaşlı VİP’li hastalarda mortaliteyi arran bağımsız risk faktörleri olarak belirlendi. 17 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: İki grup arasında uygun anbiyok kullanım oranları, YBÜ kalış süreleri, klinik ve laboratuar özellikleri açısından anlamlı fark olmamasına rağmen yaşlı hastalarda VİP’e bağlı mortalitenin yüksek olması bu hasta grubunda daha fazla komorbidite bulunmasına ve çok ilaca dirençli A.baumanii enfeksiyonunun yaşlı hastalarda daha sık görülmesine bağlanabilir. SS010 9 NİSAN 2009 ve mikolojik etken izolasyonu açısından, mini-BAL ve BAL yöntemleri arasında kuvvetli korelasyon (sırasıyla r=0.89 ve r=0.90) bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda mini-BAL ve BAL yöntemleri arasında hem bakteriyolojik hem de mikolojik etken izolasyon açısından kuvvetli korelasyon saptanmışr. Bronkoskopik yöntemlerin komplikasyonları ve maliye göz önüne alındığında, mini-BAL yönteminin, pnömonisi ve solunum yetmezliği olan bağışıklığı baskılanmış olgularda BAL yerine kullanılabileceği düşünülmüştür. (Bu bildiri yazarları tarandan geri çekilmişr) SS012 SS011 BAĞIŞIKLIĞI BASKILANMIŞ OLGULARDA GELİŞEN PNÖMONİLERDE BRONKOALVEOLER LAVAJ (BAL) İLE MİNİ-BAL YÖNTEMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI M.SEZAİ TAŞBAKAN 1, PERVİN K.EKREN 1, ALEV GÜRGÜN 1 , HÜSNÜ PULLUKÇU 2, FEZA BACAKOĞLU 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Bağışıklığı baskılanmış olguların tedavi ve izlemleri sırasında akciğer enfeksiyonları sık olarak gelişmektedir. Tanısında bronkoalveoler lavaj (BAL) gibi bronkoskopik yöntemler ile mini-BAL gibi non-bronkoskopik yöntemler kullanılmaktadır. Bu çalışmada: pnömoni ve solunum yetmezliği nedeniyle invaziv mekanik venlasyon uygulanan bağışıklığı baskılanmış olgularda, mini-BAL ve BAL sonuçlarının, etken mikroorganizma izolasyonu açısından uyumlarının karşılaşrılması amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Solunumsal yoğun bakım ünitesinde pnömoni tanısıyla izlenen bağışıklığı baskılanmış olgulara eş zamanlı olarak mini-BAL ve BAL uygulanmış ve sonuçlar prospekf olarak değerlendirilmişr. Alınan toplam 38 solunum örneğine bakteriyolojik, mikolojik, mikobakteriyolojik ve parazitolojik inceleme yapılmışr. Bulgular: Çalışmaya alınan 19 olgunun (yaş ortalaması 57.0±15.3, 13’ü erkek) 11’inde (% 57.9) hematolojik malignite mevcuur. İncelenen 19 mini-BAL örneğinin 7’sinde (% 36.8) bakteriyel, 9’unda (% 47.4) fungal etken izole edilirken; 19 BAL örneğinin 7’sinde (% 36.8) bakteri, 8’inde (% 42.1) fungus saptanmışr. Hiçbir solunum örneğinin mikobakteriyolojik ve parazitolojik incelemelerinde etken belirlenememişr. Bakteriyolojik 18 VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİ ETKENİNİN TAHMİN EDİLMESİNDE BAŞLANGIÇTA ALINAN SÜRVEYANS KÜLTÜRLERİ İLE SERİ OLARAK ALINAN SÜRVEYANS KÜLTÜRLERİNİN TANI DEĞERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI GÜL GÜRSEL , MÜGE AYDOĞDU , SEÇİL TAŞYÜREK , TÜRKAN N ÖZİŞ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ Amaç: Venlatör ilişkili pnömoni (VİP), yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) sık görülen ve mortalitesi oldukça yüksek infeksiyonlardan biri olup erken tanı ve uygun anbiyok tedavisi ile mortalitesi azallabilir. Yapılan bazı çalışmalar sürveyans kültürlerinin hastaların %60’ında yararlı olabileceğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı entübasyon günü alınan başlangıç surveyans (BS) kültürleri ile daha sonra seri olarak alınan sürveyans (SS) kültürlerinin tanı değerini karşılaşrmakr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya en az 4 gün mekanik venlasyon tedavisi alan 91 hasta alındı. Tüm hastalardan entübasyon günü ve daha sonra 2 günde bir endotrakeal aspirat kültürleri alındı. Hastalar VİP gelişimi açısından her gün takip edilip, tanı klinik ve mikrobiyolojik olarak konuldu. Hastaların BS ve SS kültürleri VİP etkenini önceden öngörmeleri açısından karşılaşrıldı. Bunun için gerçek pozif (GP), gerçek negaf (GN), yalancı pozif (YP) ve negaf (YN) değerler hesaplandı. Bulgular: 91 hastanın hepsi SS sırasında anbiyok kullanıyor olup 59 unda VİP geliş. BS bunlardan %10 (n:6), SS ise %61(n:36) inde VİP etkenini önceden gösterdi (GP). Spesifisite ise BS için %23, SS için %26 olarak saptandı. BS VİP olmayan 32 hastanın 11(%34) inde pozif sonuç verirken, SS %25 inde pozif sonuç verdi. BS’de üreyen mikroorganizmaların % 23’ü, SS’de üreyen mikroorganizmaların ise %71’i çok ilaca dirençli mikroorganizmalardı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları; VİP için yüksek riskli hastalarda, başlangıç sürveyans kültürlerinden çok, seri olarak alınan sürveyans kültürlerinin VİP etkenini öngörmede daha değerli olduğunu düşündürmüştür. Ayrıca seri sürveyans kültürlerinin VİP’li hastaların %60 ında uygun anbiyok tedavisi başlanmasına yardımcı olabileceğini, ancak VİP olmayan hastaların % 28 inde yanlış pozif sonuç verebileceğini dolayısıyla gereksiz ve uygun olmayan anbiyok kullanımına neden olabileceğini göstermişr. NİMV uygulanır iken maske ile etkin destek sağlanamadığı durumlarda miğfer başlık güvenli ve etkin alternaf bir yöntem olarak kullanılabilir. SS013 NON-İNVAZİV MEKANİK VENTİLASYONDA MİĞFER BAŞLIK (HELMET) UYGULAMASI PAMİR ÇERÇİ , BEGÜM ERGAN ARSAVA , ARZU TOPELİ HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, ANKARA Amaç: Non-invaziv mekanik venlasyon (NİMV) desteği çeşitli maskeler (nazal, standart yüz, tam yüz) ile uygulanabilmektedir ancak maske uyumsuzluğunda (yüze uygunsuzluk, kaçak fazlalığı, kooperasyon eksikliği, vb.) NİMV etkinliği ve başarısı azalmaktadır. Ayrıca, özellikle nazal ve yüz maske kullanımı sırasında bası yaraları sıklıkla olmaktadır. Bu durumlarda miğfer başlık ile NİMV uygulaması alternaf bir seçenek olabilir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2007-Aralık 2008 arasında Haceepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ) ’nde NİMV desteğinde miğfer başlık (4vent helm, Rüsch) uygulaması denenen hastalar değerlendirmeye alındı. Klinik ve laboratuvar verileri ile değerlendirilerek, miğfer başlık ile NİMV uygulamasında ilk 24 saa tamamlayan hastalar uyumlu olarak kabul edildi. Bulgular: Otuzal hastanın 37 yaşı değerlendirildi; al hasta, NİMV çok erken dönemde sonlandırıldığından, analize alınmadı. Hastaların %71’inin (n=22) miğfer başlığa uyum sağladığı görüldü. Bu hastaların %68.2’si erkek (n=15), yaş ortancası (çeyrekler arası aralık-[ÇAA]) 68.0 yıl (53.585.0) ve ortanca (ÇAA) APACHE II skoru 22.0 (16.8 – 26.3) olarak saptandı. Akut solunum yetmezliğine yol açan nedenler kardiyojenik pulmoner ödem (%27.3), KOAH (%22.7), bağışıklık baskılanmış durumlar (%18.2), sepsis (%18.2) ve pnömoni (%13.6) idi. Hastaların %9.1’inde (n=2) entübasyon ihyacı oldu. YBÜ ve hastane yaş sürelerinin ortanca (ÇAA) değerleri sırası ile 12.6 (7.4 23.0) ve 19.5 (11.8 – 39.0) gün iken, bu hastalarda YBÜ mortalitesi %36.4 (n=8) , hastane mortalitesi %45.5 (n=10) olarak saptandı. SS014 SOLUNUM YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİLER OLGUN KESKİN , LEVENT KART , MURAT ALTUNTAŞ , REMZİ ALTIN , FİGEN ATALAY , MELTEM TOR ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: Yoğun Bakım Üniteleri hastane kaynaklı infeksiyon için yüksek riske sahipr. Venlatör ilişkili pnömoniler ise (VIP) yoğun bakım ünitelerinde infeksiyon kaynaklı mortalitenin en önemli nedenlerinden biridir. Mekanik venlatördeki hastaların %10-20’sinde VİP gelişmektedir. Amacımız kliniğimizde takip eğimiz VİP’li hastaları literatür ışığında incelemekr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Ekim 2007 Aralık 2008 tarihleri arasında Solunumsal Yoğun Bakım Ünitemizdeki (SYBÜ ) VİP tanısı almış hastaların demografik bilgileri, tanıları, eşlik eden hastalıkları, etken dağılımı ve anbiyok direnç özellikleri retrospekf olarak inceledik. Bulgular: Bu zaman aralığında 257 hasta SYBÜ ne kabul edildi.121 (%47) hasta entübe edildi ve bunların 34’ü (%13) VIP tanısı aldı. VIP li hastaların 28(%82) i erkek, 6 (%18)sı bayandı. Hastaneye yaşın en yaygın nedenleri KOAH’ a bağlı solunum yetmezliği 26/34(%76), pulmoner emboli 5/34(%14) ve akciğer kanseri 3/34(%10) idi. Trakeal aspirat kültürlerinden izole edilen etkenler, Acinetobacter 21/34 (% 59), Pseudomonas aeruginosa 5/34 (%18) , Esherciha coli 3/34 (%9), Stenotrophomonas 1/34 (%3), Klebsiella pnömonia 1/34 (%3), germ + maya 1/34 (%3) idi. Hastaların 2’sinde (%5) etken izole edilmedi. 23 hastanın (68%) anbiyogramında verilen ampirik anbiyok tedavisinde dirençlilik saptandı. Hastaların 8’ inde başlanan tedaviye kültür sonucu alındıktan sonra devam edildi. VIP olgularında mortalite %89 (30/34) bulundu. VIP gelişen hastaların 4’ü (%11) taburcu edildi. Taburcu edilen hastaların SYBÜ nde ortalama kalma süresi 10±2.9 gün idi. Ölen hastaların SYBÜ nde ortalama kalma süresi 25±32.3gün idi. Sonuç: VIP li hastalarda mortalite oranı yüksek oranda görülmektedir. Yoğun bakım ünitemizde çoklu ilaç direncine sahip acinetobacter gibi enfeksiyonlar birincil öneme sahipr. 19 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 SS016 SS015 MEKANİK VENTİLATÖR HASTALARDA MASKE İLE NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMASININ EKSTÜBASYON BAŞARISINA KATKISI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE PROBNP DEĞERLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ EMEL ERYÜKSEL 1, ÖNDER ERGÖNÜL 2, BARAN BALCAN 1 , SAİT KARAKURT 1, TURGAY ÇELİKEL 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI 1 GAZİ GÜLBAŞ 1, LEVENT CEM MUTLU 2, ÖZKAN YETKİN 1, SİNAN TÜRKKAN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, HAKAN GÜNEN 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Solunum yetmezlikli hastaların ekstübasyonunu takiben maske ile noninvaziv mekanik venlasyon (NIMV) uygulamasının ekstübasyon başarısına katkısını değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Aralık 2007-Mayıs 2008 tarihleri arasında solunum yetmezliği nedeniyle mekanik venlatöre bağlı 40 hasta değerlendirildi. Takibi esnasında gelişen diğer bölümlere devredilen ve ex olan 19 hasta çalışmadan çıkarıldı. Kalan 21 hasta randomize olarak, ekstübasyonu takiben maske ile NIMV uygulanan (grup 1, n:12) ve uygulanmayan (grup 2, n:9) iki gruba ayrıldı. Her iki grubun demografik verileri, mortalite, reentübasyon oranları, hastaneden yaş süreleri, hemogram, biyokimya ve arter kan gazı değerleri karşılaşrıldı. Bulgular: Grupların demografik veriler, biyokimya ve hemogram değerleri arasında farklılık yoktu. Hastaların mortalite oranları grup 1’de (n:4, %33.3), grup 2’den (n:4, %44.4) daha düşük bulundu, ancak fark istasksel olarak anlamlı değildi. Hastanede yaş süreleri, grup 1’de 18.6±6.0 gün, grup 2’de 15.2±9.8 gün, fakat gruplar arasındaki fark anlamlı değildi. Reentübasyon oranı, grup1’de %33.3 (n:4), grup2’de %44.4 (n:4) bulundu. Gruplar arasındaki fark istasksel olarak anlamlı değildi (p:0.604). Sonuç: Solunum yetmezliği nedeniyle mekanik venlatöre bağlı hastaların ekstübasyonunda NIMV uygulamasının mortalite ve reentübasyon oranlarını düşürmesine rağmen, gruplar arsasındaki fark istasksel olarak anlamlı değildi. Bu hasta sayısının az olmasına bağlı olabilir. 20 Amaç: ProBNP dekompanse kalp yetmezliği ve akut koroner sendromda kullanılan biokimyasal bir belirtgeçr. İnflamatuar olaylarda da ar ğı bilinen ProBNP nin yoğun bakım hastalarında prognosk değerinin belirlenmesi amacıyla yapılan çalışma sayısı sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı ProBNP nin yoğun bakım hastalarında prognosk değerinin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Yoğun bakıma kabul edilişinin ilk 48 saande proBNP bakılan 115 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar, mortalitelerine göre iki gruba ayrıldı. Bulgular: Yoğun bakıma kabulun ilk 48 saande bakılan ortalama ProBNP değerlerinde iki grup arasında anlamlı derecede fark vardı. ( Ortalama ProBNP ex olan hastalar 18914 ng/ ml, taburcu edilen hastalar 6904 ng/ml, p< 001) Yoğun bakım mortalitesine etki eden faktörlerin araşrılmasında, tekli değişken analizde ProBNP yüksekliği,APACHE II skoru ve invaziv mekanik venlasyon kullanımı ile birlikte istasksel olarak anlamlı etkin bulundu. ( p<0.001) Çoklu değişkenli analizde ise ProBNP yüksekliği mortaliteyi etkilemekle birlikte istasksel anlamlılığa ulaşamadı ( p=0.07). Sonuç: Sonuç olarak, ProBNP yoğun bakım hastalarında artmış mortalite riski ile ilişkili bulunmuştur ve hastaların takibinde prognozun tahmin edilmesinde apache skoru ile birlikte kullanılabilir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP016 TP017 SARKOİDOZ VE KRONİK BERİLYUM HASTALIĞINDA HEM OKSİJENAZ -1 AKTİVİTESİ SİSTEMİK SKLEROZİSTE İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞINI DEĞERLENDİRİLMESİNDE UYARILMIŞ BALGAM VE BRONKOALVEOLAR LAVAJIN KARŞILAŞTIRILMASI NURDAN KÖKTÜRK 1, MOR SABAG 2, MOSHE STARK 2, JOEL GREİF 2, ELİZABETH FİREMAN 2 GAZİ UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 TEL-AVİV UNİVERSİTESİ, SOURASKY MERKEZİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, TEL AVİV, ISRAİL 1 Amaç: Oksidaf stres sarkoidoz ve kronik berilyum hastalığının (KBH) gelişiminde önemlidir. Hemoksijenaz 1 (HO1), hemoksijenaz enziminin indüklenebilir formu olup, vucua oksidaf strese karşı koruyucu rol oynar. Bu çalışmada, indükte balgam HO1 düzeylerinin sarkoidoz, KBH ve sağlıklı bireylerde karşılaşrılması hedeflenmişr. Gereç ve Yöntem: 36 sarkoidoz, 10 KBH, 17 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Indükte balgam standart bir protokol ile elde edildi. Indükte balgam lenfosit (CD4/CD8) alt p analizi FACS metodu ile yapıldı. HO1 akvitesi biluribin-biliverdin redüktaz bağımlı bir reaksiyon ile ölçüldü. Ferrin ve demir enzimak ve kemiluminometrik immunoassay ile ölçüldü. Bulgular: Ort. lenfosit yüzdesi sarkoidoz hastalarında kontrol grubuna göre yüksek saptandı (P = 0.001). Ort. CD4/CD8 oranı sarkoidoz grubunda, KBH ve kontrol grubuna göre yüksek saptandı (P = 0.000 ve 0.002). HO-1 akvitesi sarkoidoz grubunda KBH ve kontrol grubuna göre yüksek saptandı (P = 0.045 ve 0.041). HO-1 akvitesi sarkoidoz evresine göre değişiklik göstermedi. Ort. ferrin ve demir düzeyleri 3 grupta farklılık göstermedi. HO1 ve ferrin düzeyi arasında korelasyon saptandı (P = 0.008). Sonuç: Bu çalışmada ilk defa olarak HO1, intraselüler bir enzim olmasına rağmen ekstraselüler ortamda başarı ile ölçülebilmişr. HO1, sarkoidoz ve KBH’da yükselmişr. HO1 bu hastalıkların patogenezinde rol oynayabilir. YASİN ABUL 1, NESLİHAN YILMAZ 2, SAİT KARAKURT 1 , PEJMAN GOLABİ 1, ÇİĞDEM ÇELİKEL 3, MÜGE BIÇAKCIGİL 4, ŞULE YAVUZ 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ B.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D. 4 YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ B.D. 1 Amaç: Uyarılmış balgam (İS) havayolları hastalıklarının değerlendirilmesinde önerilen non-invaziv bir yöntemdir. İnterssyel akciğer hastalığı tanısında kullanılan bronkoalveolar lavaj (BAL) invaziv bir yöntem olması nedeniyle takipte kullanımı güçtür. Sistemik sklerozlu hastalarda, interssyel akciğer hastalığının tespit edilmesinde İS’ un klinik kullanılabilirliğini değerlendirmek Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 19 kadın SSc’lu hasta ile başka nedenlerle BAL uygulanan 9 kişi (6 kadın, 3 erkek) kontrol grubu olarak dahil edildi.Tüm hasta ve kontrollere BAL ve İS prosedürü uygulandı. Spirometri, ekokardiyografi ve thorax CT (HRCT) görüntülemesi yapıldı. SSc ile kontrol hastaları arasında İS hücre sayıları karşılaşrıldı. SSc’lu hastalarda İS’un,BAL,spirometri ve HRCT ile korelasyonu değerlendirildi. Bulgular: SSc’lu hastaların ortalama yaşı 40,1(± 10,9), hastalık süresi 4(± 4,4) yıl ve akciğer tutulumu süresi 1,6 (±1,3) yıl idi. %89,5 ANA, %47,4 Scl70 pozifliği mevcuu. SSc’lu hastaların HRCT’sinde %15,8 normal, %15,8 rekulonodüler patern, %42,1 buzlu cam, %10,5 fibrozis tespit edilidi. Ekokardiyografide pulmoner basınç 27,9 (± 8,9) mmHg saptandı.SSc’lu hastalarla kontrol grubu arasında yapılan spirometri karşılaşrmasında farklılık saptanmadı.(FVC %80 (39-121) vs %92 (59-107) p>0,05) İS hücre sayılarının karşılaşrmasında; SSc hastalarında kontrol grubuna göre makrofaj anlamlı derecede yüksek ( %59 (27-82) vs %38 (30-67), p=0,02) iken nötrofil sayısı anlamlı derecede düşük (%2 (0-13) vs %18 (0-41), p=0,01) bulundu. SSc’lu hastalarda BAL ile İS hücre sayıları karşılaşrıldığında makrofaj (r=0,55, p=0,02) ve lenfosit (r=0,65, p<0,01) yüzdesi arasında korelasyon saptanırken, nötrofil yüzdesi ve total hücre sayımı arasında korelasyon bulunmadı. (BAL’da nötrofil sayısı daha fazla, total hücre sayısı daha az bulundu) SSc’lı hastalarda İS’daki hücre sayısı ile spirometri ve HRCT’de buzlucam ve rekülonodüler patern varlığı arasında korelasyon saptanmadı. 21 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: İS, SSc’de interssyel akciğer hastalığının değerlendirilmesinde BAL yerine kullanılabilecek kolay ve güvenilir bir yöntemdir. TP018 TRAVMATİZE AKCİĞERDE HASARININ ETKİLERİ İSKEMİ REPERFÜZYON ALİ YEGİNSU 1, MAKBULE ERGİN 1, HÜSEYİN ÖZYURT 2, ÇİĞDEM ELMAS 3, GÜLESER ÇAĞLAR GÖKTAŞ 3, ÜNAL ERKORKMAZ 4 GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI TOKAT 2 GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA ANABİLİM DALI TOKAT 3 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİ ANABİLİM DALI, ANKARA 4 GAZİOSMANPASA UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI TOKAT 1 Amaç: Çalışmamızın amacı travmaze olmuş akciğerlerde iskemi reperfüzyon hasarının etkilerinin araşrılmasıydı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 24 adet Wistar cinsi albino sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele 4 gruba (n=6) ayrıldı. Kontrol gurubunda sadece anestezi ve venlasyon uygulandı, travma gurubunda anestezi sonrasında künt toraks travması oluşturuldu, iskemi reperfüzyon gurubunda (İR) anestezi ve venlasyon sonrasında akciğer iskemi ve reperfüzyon hasarı oluşturuldu, travma+İR gurubunda ise anestezi ile künt toraks travması oluşturulduktan 24 saat sonra İR hasarı oluşturuldu. Deneklerin serum ve akciğerleri alınarak uygun koşullarda saklandı. Spesimenlerden akciğer hasarı ve sistemik inflamasyon parametreleri çalışılarak guruplar istasksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Akciğer inflamasyon, fibrozis ve dejenerasyon dereceleri ve makrofaj ve lenfosit sayıları tüm gruplarda kontrol grubuna kıyasla daha yüksek (p<0.05). Doku ve serum anoksidan enzim akviteleri ve MDA düzeyi tüm gruplarda kontrol grubuna kıyasla yüksek. Bununla birlikte, Sadece İR gurubunda bu fark istasksel olarak anlamlıydı (p<0.05). Travma+IR gurubunda doku düzeylerindeki fark anlamlıyken, serum düzeylerindeki fark istasksel anlamlılık taşımıyordu. Tüm gruplarda İL-8 ve TNF alfa düzeyleri kontrol grubuna kıyasla daha yüksek. Serum ve doku İL-8 ve TNF alfa düzeyleri İR ve travma+İRgurubunda kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak daha yüksek (p<0.05). Travma gurubunda ise serum İL-8 ve doku TNF alfa düzeyleri anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Tüm gruplarda BAL protein düzeyleri kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak daha 22 9 NİSAN 2009 yüksek (p<0.05). Paramatrelerin hiçbirinde İR, travma ve travma+İR grupları arasında anlamlı fark tespit edilmedi. Sonuç: Çalışmamızın bulguları göstermişr ki, travmak akciğer zedelenmesi akciğerleri iskemi reperfüzyon hasarına karşı korumaktadır. Bu koruyucu etkinin ön şartlandırma (precondioning) mekanizması ile ortaya çıkğı düşünülmektedir. TP019 AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA SERUM GHRELİN, LEPTİN, TNF ALFA VE IL-6 DÜZEYLERİ VE KLİNİK KORELASYONLARI LEVENT KART 1, TANER BAYRAKTAR 2, HULUSİ ATMACA 2 , İSHAK TEKİN 5, HAKAN TANRIVERDİ 1, REMZİ ALTIN 1 , MEHMET ARASLI 5, İNCİ GÜLMEZ 3, FAHRETTİN KELEŞTİMUR 4 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENDOKRİNOLOJİ 3 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 4 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENDOKRİNOLOJİ 5 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İMMUNOLOJİ 1 Amaç: Tüberkülozda immün sistem yanında nöroendokrin sistem de etkilenmektedir. Kaşeksi tüberkülozun en sık görülen klinik bulgularındandır. Lepn ve ghrelin iştah ve vücut enerji dengesi üzerinde önemli rolleri olan hormonlardır. Lepn, iştahı azaltarak ve enerji harcanmasını arrarak vücudun enerji dengesinde önemli rol oynar. Ghrelin de iştahı arran bir büyüme hormonu sekretogogu olan doğal bir liganddır. TNF alfa ve IL6 ise inflamasyon kontrolünde ve tüberküloza bağlı meydana gelen kilo kaybında rol alan önemli proinflamatuar sitokinlerdendir. Amacımız akf akciğer tüberkülozlu hastalarda tedavi öncesi ve sonrası serum ghrelin, lepn TNF alfa ve IL-6 seviyelerini ölçmek ve bunların klinik ve birbirleri ile ilişkisine bakmakr. Gereç ve Yöntem: Göğüs hastalıkları ünitelerince takibe alınan 41 akf akciğer tüberkülozlu ve 22 sağlıklı kontrol olgusu çalışmaya alındı. Fizik muayeneleri yapılmış hastaların, akciğer grafileri, BMI’leri ve run laboratuar testleri değerlendirildi. Akf akciğer tüberkülozu tanısı konmuş hastalardan tedavi öncesi ve sonrası serum ve plazma örneklerinden ELISA yöntemi ile serum ghrelin, lepn TNF alpha ve IL6 seviyeleri ölçüldü. Sonuçlar, sağlıklı kontrol grubu ile karşılaşrıldı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: TP021 41 hastadan tedavi sonrası 6. ayda kontrole gelen 25 hasta (5 kadın, 20 erkek) ile 22 sağlıklı birey (7 kadın, 15 erkek) değerlendirmeye alındı. Hasta ve kontrol grubun yaş ortalamaları arasında fark yoktu. (36.6±19.2 yıl, 39.6±15.2 yıl, p:0.216). Hasta ve kontrol grubu arasında serum lepn ve IL-6 düzeylerinde istasksel anlamlılık saptandı (p<0.05). Serum ghrelin ve TNF alfa düzeylerinde farklılık bulunmadı. (p>0.05) (Tablo 1). PROANTOSİYADİNİN RE-EKSPANSİYON PULMONER ÖDEMDE OKSİDATİF STRESİ ÖNLEYİCİ ETKİLERİ Sonuç: Akf tüberkülozlu hastalarda lepn IL-6 ile ters ilişkili olarak azalmaktadır. Ghrelin’in ise proinflamatuar sitokinlerle ve tüberkülozla ilişkili bulunmamışr. TP020 ORHAN YÜCEL 1, ERGUN UÇAR 2, ERGUN TOZKOPARAN 2 , CEMAL AKAY 3, ARMAĞAN GÜNAL 4, SEDAT GÜRKÖK 1 , AHMET AYDIN 3, SEZAİ ÇUBUK 1, KUTHAN KAVAKLI 1, ONUR GENÇ 1 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. 2 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD. 3 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ FARMASÖTİK TOKSİKOLOJİ AD. 4 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ PATOLOJİ AD. 1 Amaç: GENETIC PREDISPOSITIONS OF DEVELOPMENT OF RECURRENT PULMONARY TUBERCULOSIS Çalışmamızda reekspansiyon pulmoner ödem (RPÖ)’ de oksidaf stres rolü ve Proantosiyanidin (PC)’ nin önleyici etkisi araşrıldı. A.S. SADYKOV Gereç ve Yöntem: DEPARTMENT OF PHTHİSİATRY OF THE TASHKENT INSTİTUTE OF PEDİATRY, TASHKENT, UZBEKİSTAN Aim: To study correlaon between genec factors and frequency of recurrent pulmonary tuberculosis. Method: Seventy paents with recurrent pulmonary tuberculosis have been examined. As genec marker a phenotype of carriage of haptoglobin (Нр) was determined, phenotypes Нр1-1, Нр2-1, Нр2-2 separated. Her biri on denekten oluşan üç grup oluşturdu. Birinci Kontrol Grubu (CG): RPÖ oluşturulmadı ve üç gün takip edildi. Takip süresinden sonra denekler sakrifiye edildi. Akciğer dokusundan histopatolojik ve biyokimyasal ((Malondialdehit (MDA) düzeyleri,Katalaz (CAT), Süperoksit dismutaz (SOD) ve Glutatyon peroksidaz (GPx) akviteleri)) inceleme için örnekleme yapıldı. İkincisi RPÖ Grubu (ÖG): KG’ la aynı protokol uygulandı. KG’ dan farklı olarak üç günlük takip süreci öncesinde RPÖ oluşturuldu. Üçüncü Tedavi Grubu (TG): ÖG ile aynı protokol uygulandı. ÖG den farklı olarak RPÖ oluşturulmadan 8 saat önce deneklere PC verildi. Bulgular: Results: Phenotype Нр2-2 was determined in 40,0% of paents with recurrent tuberculosis of the lungs, Нр 1-1 in 27,2% and Нр2-1 in 32,8% of paents. In Нр2-1 prevailed nidal (26%) and infiltrave tuberculosis (50%) , in paents with Нр2-2 and Нр1-1 – fibrous-cavernous tuberculosis - 42 and 61% respecvely. Analysis of relapses’ terms showed development of relapses in the first three years in 43,7% paents in Нр1-1. ÖG’ da perivasküler alanlarda sıvı ekstravazasyonu ve bazı alveolar boşluklarda eozinofilik sıvı birikimi ve alveolar hasar (p=0,011) gözlendi. Alveolar hasar, Ekstravasal ve alveollerdeki bu sıvı birikimi TG da önemli bir şekilde azalmış olduğu gözlendi (p=0,011). ÖG da MDA düzeylerinde artma, GPx, SOD ve CAT akvitelerinde belirgin azalmaya neden oldu (P<0,011). PC tedavisi MDA düzeylerini azal (P<0,011). Sonuç: Conclusion: Chemotherapy rapidly regressed process in paents with Нр2-1. A substanal resoluon was noted in 17,2% paents with Нр2-1, in 8,6% - progression, whereas in phenotype Нр2-2 a marked resoluon and progression were fixed in even oen (10,7%). An essenal differency between these indices was registered in phenotype Нр1-1- improvement in only 6,2% paents, progression - in 25%. Conclusion: The paents carriers of phenotypes Нр2-2 and Нр1-1 have a predisposion to recurrent tuberculosis of the lungs. RPE patofizyolojisinde oksidaf stres önemli rol almaktadır ve güçlü anoksidan özelliği olan PC tedavisinin RPÖ oluşumunu azaltabileceği gösterilmişr. 23 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP022 TP023 SIÇANLARDA OLUŞTURULAN AKUT AKCİĞER HASARI DENEY MODELİNDE ANESTEZİK MADDELERİN ETKİLERİ APOPTOSIS OF THE BRONCHIAL EPITHELIUM IN COPD 1 2 EMİNE YILMAZ SİPAHİ , HÜSEYİN ÜSTÜN , FERRUH NİYAZİ AYOĞLU 1 1 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ANKARA HASTANESİ Amaç: SAYERA ARİFKHANOVA 1, KAMOLA UBAYDULLAEVA 1 , NADİRA ZOİROVA 2, IBROGİM AKHATOV 1, GAFUR MAVLANOV 3 NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT 1 NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL REABİLİTATİON 2 Alpha-naphthylthiourea (ANTU) rodendisit olarak kullanılan kimyasal bir ajandır, doz ve zaman bağımlı olarak akut akciğer hasarı deney modeli oluşturmak için kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda, ANTU’nun akciğer hasar mekanizmasında hedefin kapiller endotel hücresi olduğu gösterilmişr. Endotel hasarı endotel bariyerin kaybolmasına ve kapiller permeabilitenin artmasına ve sonuçta intersiyel ve alveolar ödeme yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı, ANTU ile oluşturulan deneysel akut akciğer hasarı deney modelinde, pentobarbital sodyum, opental sodyum ve üretanın akut etkilerini araşrmakr. Gereç ve Yöntem: ANTU sıçanlara i.p. olarak 10 mg/kg dozunda verildikten sonra 4 saat içinde maksimum düzeye ulaşan, plevral efüzyon (PE) ve akciğer ağırlığı/vücut ağırlığı oranındaki (AA/VA) arşla karakterize akut akciğer hasarı gelişrmektedir. Anestezik maddeler ANTU’dan 30 dakika önce, artan dozlarda verilmiş ve koruyuculukları araşrılmışr. Bulgular: ANTU’dan 30 dakika önce verilen üretan (50, 100 ve 200 mg / 100 g), opental sodyum (25, 50 mg/kg) ve pentobarbital sodyum (40 mg/kg), histopatolojik inceleme ve deney parametrelerinde (PE, AA/VA) akciğer hasarını istasksel anlamlı ölçüde azaltmışr. Sonuç: Bu sonuçlar, üretan, opental sodyum ve pentobarbital sodyumun, ANTU aracılı akut akciğer hasarında koruyucu olduklarını göstermektedir. Anestezik maddelerin akciğer fonksiyonları ve hasar mekanizmaları üzerine olan etkilerinin bilinmesi, bu ilaçların seçiminde önemli rol oynayacakr. 24 3 INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN Aim: To study T - lymphocytes and bronchi epithelial exposure degree to apoptosis in COPD Method: Expression of apoptosis molecules Bc1-2, Bax and P53 was studied in the cells of biopsy of bronchi and T- lymphocytes in bronchoalveolar lavage obtained at bronchoscope (BAL) using flow cytometry from former (16) and current smokers (18) with COPD and 4 healthy subjects. Results: In the paents with COPD there was revealed significant increase in expression of apoptosis molecules in the epithelial cells of bronchi by 92% and in T -lymphocytes by 120% in comparison with healthy subjects. There were no differences in degree of apoptosis expression in bronchial epithelium between smokers and former smokers. Conclusion: Apoptosis, evidently, parcipates in the pathogenesis of COPD and persistent exceeded apoptosis in the former smokers, evidently indicates about presence of persons having natural predisposion to increased apoptosis and, maybe, development of COPD in them. This may explain existent heterogeneity of COPD development in smokers. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 TP024 TP025 VENÖZ TROMBOEMBOLİ’Lİ HASTALARIMIZDA GEN MUTASYONLARININ DAĞILIMI APOPTOSIS OF BRONCHIAL EPITHELIAL CELLS INDUCED BY PESTICIDES IN THE PATIENTS WITH COPD EBRU ŞENGÜL PARLAK , AYŞEGÜL KARALEZLİ , AYŞEGÜL ŞENTÜRK , HATİCE CANAN HASANOĞLU , GÜLAY GÜLEÇ CEYLAN NADİRA ZOİROVA 2, SAYERA ARİFKHANOVA 1, IBROGİM AKHATOV 1, GAFUR MAVLANOV 3 ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 1 NATİONAL INSTİTUTE OF TB TASHKENT 2 Amaç: Bu çalışmanın amacı pulmoner tromboemboli (PTE) tanısı konulan hastalarda risk faktörlerini ve gen mutasyonlarının görülme sıklığını araşrmakr Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yaş ortalaması 56,3±15,5 olan 25-84 yaşları arasında toplam 61 PTE tanısı konulmuş hasta alındı. Hastaların 25’i (%40,9) erkek, 36’sı (%59,1) kadındı. Hastaların özgeçmişleri, trombozis risk analizleri [meltetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) C677T, Faktör V Leiden, Protrombin G20210A, plazminojen akvatör inhibitör 1 (PAI-1) 4G/5G, MTHFR A1298C] ve risk faktörleri retrospekf olarak incelendi. Bulgular: Çalışmaya alınan 61 hastanın risk faktörleri incelendiğinde 6’sında (%9,8) cerrahi, homosisteinemi, derin ven trombozu (DVT), 5’inde (%8,2) cerrahi, homosisteinemi, 5’inde (%8,2) cerrahi, 5’inde (%8,2) homosisteinemi, 5’inde (%8,2) immobilizasyon, 4’ünde (%6,5) DVT, homosisteinemi ve 31’inde (%50,8) diğer risk faktörleri saptandı. Hastaların trombozis risk analizi incelendiğinde 10’unda (%16,3) 2 heterozigot, 11’inde (%18) 1 heterozigot 1 homozigot, 6’sında (%9,8) 1 homozigot, 1’inde (%1,6) 2 homozigot, 9’unda (%14,7) 3 heterozigot, 2’sinde (%3,3) 4 heterozigot, 15’inde (%24,6) 1 heterozigot gen mutasyonu saptandı. 7 (%11,5) hastada gen mutasyonu izlenmedi. Sonuç: Sonuç olarak bu çalışmada hastaların % 63,9’unda en az 2 trombofili faktörü olduğu görüldü. İki veya daha fazla trombofilik durum saptanan olgularda 12 ay veya ömür boyu ankoagülan tedavi önerilmektedir. Bu açıdan bakıldığında hastalara ileri yaşlarda da genek inceleme yapılmalı, fiziksel akvite düzeyleri incelenmeli ve hastalar kar zarar oranları düşünülerek ömür boyu ankoagülasyon açısından değerlendirilmelidir. NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL REABİLİTATİON 3 INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN Aim: To study morphology of the bronchial mucosa (BM) and expressions of cell apoptosis, proliferaon and acvaon in COPD with and without chlororganic pescides in the body (COP). Method: In the biopsies of BM obtained at bronchoscope from 9 paents with COPD without COP (group 1), 12 paents with COP (group 2) and 4 healthy subjects (group 3) there was studied BM morphology with immunohistochemical evaluaon of apoptosis molecule Bc1-2, P53 expression, PCNA proliferaon, NFkappa, CD40/CD40-L acvaon. Results: There was found catarrhal-scleroc bronchis in-group 1 and chronic scleroc (granulang) bronchis in-group 2. The sickness of BM in-group 2 was less than in groups 1 and 3. Expressions of apoptosis molecules Bc1-2, P53 were greater 205% in-group 2, and 110% in-group 1 than in-group 3. Expressions of PCNA, NFkappaB, CD40/ CD40-L was significantly lower than in-group 3. These parameters were lowest in-group 2. Conclusion: The exceeded apoptosis associated with BM atrophy and metaplasia in group 2 indicated about “clueringup” with apoptosis bodies and lesions of mechanisms of cleaning from them with macrophages and adjacent epithelial cells that results in increase of oncological risk and exacerbaon rates. 25 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ TP026 TP027 ÇEVRESEL SİGARA DUMANININ SOLUNUM SİSTEMİNE ETKİLERİNİN SIÇANLARDA HİSTOPATOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ VE Kİ-67 EKSPRESYONUNUN ARAŞTIRILMASI PULMONARY VASCULAR MUSCLE PROLIFERATION AS A RESULT OF PROTEIN AND MRNA-ENOS ALTERATION IN A RAT MODEL OF CHF MESİHA ÇİLİNGİR BABALIK 1, GÜLCİHAN ÖZKAN 1, MEHMET BAYRAM 1, NUR ÜRER 1, MAHMUT BABALIK 2, AYGÜN GÜR 1, GÜNGÖR ÇAMSARI 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KBB KLİNİĞİ 1 Amaç: Sigaranın başta akciğer ve diğer organlarda olmak üzere karsinojenik etkisi bilinmektedir.Pasif sigara içiminin ise ne kadar risk yara ğı halen tarşmalı bir konudur.Bu çalışmada sigara dumanının solunum sistemi üzerine etkilerini göstermek amacıyla histopatolojik değişiklikler ve ki-67 indexi değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: 20 adet dişi Wistar Albino sıçan her bir grupta 10 hayvan olmak üzere 2 gruba,her biri de kendi içinde deney ve kontrol grubu olarak ayrıldı.İlk grup 45 gün,ikinci grup 90 gün sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki farklı saat diliminde birer saat sigara dumanına maruz bırakıldı. Deney sonunda sıçanların trakeo-bronşial sistemi ve akciğerleri, hemotoksilen-eosin boyama yapılarak, epitel ve mukoza değişiklikleri histopatolojik olarak değerlendirildi.Tüm preparatlar ki-67 ile boyanarak proliferasyon değerlendirildi.İstaksel analiz ki-kare tes ile yapıldı. Bulgular: Deney ve kontrol grubu hayvanlar trakea ve bronş sisteminde epitel hiperplazisi, epitelde skuamoz metaplazi, preinvaziv değişiklik, mukozada mononukleer ilhabi infiltrasyon, fibrozis, lenf follikülü ve koleksiyonu,alveolar boşlukta sekresyon,alveol septalardaki epitelyal reaksiyon,inflamasyon,interssy el pigmentasyon açısından incelendi.Bazı hayvanlarda histopatolojik olarak değişiklik gözlenmesine rağmen her iki grup arasında istasksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı, tüm preparatların ki-67 indexi ise %0-1 arasında saptandı. Sonuç: Çevresel sigara dumanının zararlı etkileri, yapılan çalışmalarda üst solunum yolları ve vokal kordlarda daha kısa süreli maruziyetle ortaya çıkmasına rağmen , trakeobronşial sistem ve akciğerlerde kısa süreli maruziyet ile anlamlı değişiklikler gözlenememişr.Bu nedenle daha uzun süreli ve yüksek doz duman maruziye ile daha fazla sayıda deney hayvanı ile yapılacak,çok sayıda deney ve çalışmalara ihyaç olduğu düşünülmüştür. 26 9 NİSAN 2009 MOHAMMAD KHAKSARİ 1, SOHRAB HAJİZADEH 2, MOHAMMAD BİGDELİ 2, SAEED SHAHRAZ 2 1 DEPT OF PHYSİOLOGY AND PHYSİOLOGY RESEARCH CENTER ,KERMAN UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCES,KERMAN ,IRAN 2 DEPT OF PHYSİOLOGY SCHOOL OF MEDICAL SCIENCES TARBIAT MODARES UNIVERSITY TEHRAN-IRAN Aim: Introducon: Congesve heart failure (CHF) generally results in increased pulmonary blood flow and if untreated leads to pulmonary hypertension and heart failure. NO produced by the lung is regulated by systemic blood flow and in turn adjusts smooth muscle proliferaon via altered expression of eNOS. So the aim of this study was to study the effect of arficial aorto-caval shunt in order to increase pulmonary flow for 7 weeks Method: Methods: Anesthesia induced by sodium pentobarbital, a fistula (shunt) was created between aorta and vena cava. Western blong and Northern blong were used to show the difference in eNOS expression and protein level in experimental groups Results: Results showed that: 1- pulmonary arterial medial wall increased in shunted animals whereas the inmal layer remained unchanged. 2- in shunted lung, increased pulmonary flow results in changes in eNOS expression. 3- Western blot analysis demonstrated significant differences in eNOS protein levels in the lungs of animals with small and large shunts Conclusion: In conclusion creaon of large systemic arteriovenous shunt not only caused proliferaon of smooth muscle cells but also cardiac heart mass, heart to body mass and long to body mass rao. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS001 e-PS002 BİLATERAL MULTİPL NODÜLLER: SEPTİK PULMONER EMBOLİ İMMÜNKOMPETAN İNVAZİV ASPERGİLLOZİSLİ BİR OLGU CEMİLE DİLŞAH SÜRMELİ , GÜLHAN BOĞATEKİN , FÜSUN TAKE , GÜNGÖR ATEŞ , TEKİN YILDIZ , VEDAT ERDEM NEZİHE ÖZDOĞAN 1, SEMA OYMAK 1, HAKAN BÜYÜKOĞLAN 1, GÖKHAN BÜYÜKBAYRAM 1, İNCİ GÜLMEZ 1, RAMAZAN DEMİR 1, KEMAL DENİZ 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD Amaç: Sepk pulmoner emboli ani başlangıçlı ateş, solunumsal semptomlar ve mulpl akciğer nodülleri ile karakterize nadir görülen bir hastalıkr. 1 Amaç: 39 yaşında bayan hasta ateş, öksürük, nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikaye ile başvurdu. İnvaziv pulmoner aspergillozis(IPA) nötropenik veya herhangi bir nedenle immün sistemi baskılanmış hastalarda görülür.Bununla birlikte IPA nadiren immünkompetan hastalarda da ortaya çıkabilir. Burada immünyetmezlik durumu olmayan IPA’lı bir vaka sunulmaktadır Bulgular: Gereç ve Yöntem: Hastanın fizik muayenesinde sol akciğer orta alanda raller mevcuu. Laboratuar incelemelerinde lökosit: 3.6 K/UL, Hgb: 10.6 gr/dl, HCT: %32.1, AST: 51 IU/L, ALT: 50 IU/L, LDH: 564 IU/L, pH: 7.49, PaO2: 54 mmHg, pCO2:35 mmHg, HCO3: 27mmol/L, SaO2: %90 idi. Yapılan Dopler ECHO’da PAP max: 25mmHg idi. PA akciğer grafisi ve toraks tomografisinde yaygın subplevral ve parankimal nodüleri olan hasta metastak akciğer kanseri, vaskülit ve sepk pulmoner emboli ön tanılarıyla yarıldı. Alınan kan ve idrar kültürlerinde üreme olmadı. Başlanan bir haalık anbiyoterapiyle klinik ve radyolojik bulgular tamamen düzeldi. Hastanın yapılan sistem taramalarında maligniteye rastlanmadı. Enfeksiyon odağı taramasında herhangi bir kaynak bulunamadı. 18 yaşında erkek hasta, 15 gündür devam eden nefes darlığı,öksürük,kanlı balgam,göğüs ağrısı ve ateş şikaye ile başvurdu.Hastanın geçirilmiş tüberküloz öyküsü veya başka bir sağık problemi yoktu. Alkol,sigara ve madde bağımlılığı bulunmuyordu Gereç ve Yöntem: Sonuç: Sonuç olarak bilateral mulpl nodüller ve ateşle başvuran hastalarda sepk emboli de düşünülmelidir. Bulgular: .Toraks BT’de sol akciğer üst lob apikoposterior segmene kaviter lezyon, kavitasyon içerisinde nodüler yer kaplayıcı lezyon saptandı. Bronkoalveolar lavaj, balgam ve doku kültüründe A.fumigatus üreldi.. İmmünglobülin ve immünglobülin subgrup seviyeleri normal sınırlarda idi.AnHIV ve hepat markerları negaf idi.Bronkoskopide sol üst lob apikoposterior segment genişlemiş ,içerisi irregüler nekrok doku ile sıvalı idi. Histopatolojik incelemede nekrok akciğer yapıları içerisinde 45° ve daha küçük açılarla dallanan mantar hifaları gösterildiAmfoterisin B tedavisi başlandı,üç haa sonra varikonazol tedavisine geçildi.Hasta klinik iyileşme gösterdi Sonuç: IPA immünkompetan hastalarda nadir görülür.Hastalarda klinik şüphe varlığında erken tanı zorunludur,agresif anfungal tedavi iyi prognoz şansını ar rır. 27 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS003 ENDOBRONŞİYAL TUTULUMLA MUKORMİKOZİS OLGUSU e-PS004 SEYREDEN BİR HAKAN TANRIVERDİ , FİGEN ATALAY , LEVENT KART , AYŞEGÜL TOMRUK , MURAT ALTUNTAŞ AYSEL TURAN , RAVZA BAYRAKTAR , MEHMET MERAL , DİDEM PULUR , METİN GÖRGÜNER , ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD Amaç: Amaç: Mukormikozis immün yetmezliği olan hastalarda sıklıkla ölümcül seyreden invaziv fungal bir enfeksiyondur. Endobronşiyal mukormikozis ise oldukça nadir olup Amfotericin B tedavisini takiben cerrahi yapılmayan olgularda mortalite %50‘ den fazladır. Biz de nadir görülen ve mortal seyreden bir hastalık olan endobronşiyal mukormikozis olgusunu sunmayı amaçladık. Akciğer ve kas kist hidaği birlikteliği oldukça nadir gözlenmektedir. Gereç ve Yöntem: 58 yaşında erkek hasta. Nefes darlığı, öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri ile acil servise başvurdu. Özgeçmişinde p II Diabetes Mellitusu mevcuu ve 5 yıldır insülin kullanıyordu. Akciğer grafisinde bilateral infiltrasyonu vardı. Laboratuvar tetkiklerinde, Wbc:22,8 Hgb13,5, kan şekeri: 530 mg/dl, kan gazında hipoksi ve metabolik asidozu vardı. Hasta KOAH akut alevlenme + pnömoni + Diyabek Ketoasidoz + solunum yetmezliği tanıları ile yarıldı Bulgular: Hastaya nonspesifik anbiyoterapi ve bronkodilatatör tedavi başlandı. Takiplerinde tedaviye rağmen akciğer grafisinde infiltrasyonunda düzelme olmadı. Bronkoskopi yapıldı. Sağ bronşiyal sistemin, ana bronştan ibaren tüm mukozayı çepeçevre saran ve lümende daralmaya yol açan nekrok eksüda ile kaplı olduğu görüldü. Kültürde zygomycetes grubu mantar üremesi oldu. Mukoza biyopsisinde mantar hifaları görüldü. Hastaya amfotericin B tedavisi başlandı. Kliniğinde kısmen düzelme olan hasta yoğun bakımdan çıkarıldı. Tedavinin 6. gününde hasta masif hemopzi sonucu ex oldu. Sonuç: Endobronşiyal tutulumla seyreden mukormikozis oldukça nadirdir ve masif hemopziye neden olması ve cerrahi yapılmayan hastalarda mortal seyretmesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bizim hastamızda klinik ve patolojik bulgularla endobronşiyal mukormikozis kanıtlanmış olup medikal tedavinin birinci haasında masif hemopzi sonucu hasta ex olmuştur. Bu nedenle özellikle endobronşiyal tutulum olan mukormikozis vakaları medikal tedavinin ardından vakit kaybetmeden cerrahiye verilmelidir. 28 AKCİĞER VE KAS KİST HİDATİĞİ BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU) Gereç ve Yöntem: Daha önceden KOAH tanısı olan 55 yaşındaki kadın hasta, bir dış merkezde konulan pulmoner tromboemboli tanısı nedeniyle Coumadin kullanıyor. Hasta hemopzi şikaye ile kliniğimize yarıldı. Bulgular: Hastanın hikayesinde 2 yıl önce kist hidak operasyonu geçirmiş olduğu öğrenildi. Akciğer radyografisinde bilateral noduler infiltratları vardı. Çekilen toraks BT’de her iki akciğerde yaygın düzgün sınırlı kist hidak ile uyumlu izodens nodüler opasiteler gözlendi. Hastanın gluteal bölgesindeki şişlik nedeniyle çekilen ban MRG; “intraperitoneal-uterus sağ kesimi, sağ gluteal kas ve sağ iliak kanaa kist hidadoz” olarak yorumlandı. Sağ gluteal bölgeden perkütan kist hidak aspirasyonu yapıldı ve yaklaşık 300 cc kadar mayi boşalldı. Sonuç: Hastaya medikal tedavi kararı alındı ve Albendazol başlandı ve tedavinin 20. gününde ayaktan takip edilmek üzere taburcu edildi. Nadir görülmesi nedeni ile olgunun sunulması uygun bulundu. e-PS005 LEGİONELLA PNÖMONİSİ ÖZLEM YILDIZ , EBRU ÇAKIR EDİS , ERHAN TABAKOĞLU TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, EDİRNE Amaç: Legionella, hastane ve toplum kökenli pnömoni etkenlerinden biridir. Olgumuz; risk faktörü ve uygun klinik özellikler varlığında legionellanın düşünülmesini vurgulamak amacıyla sunulmuştur. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Bulgular: 41 yaşında bayan hasta, üç gündür devam eden halsizlik, ateş, öksürük, balgam, nefes darlığı ile acil servise başvurdu. İki aydır pulmoner hipertansiyon nedeniyle takip edilen hastanın vasoreakvite tes için bir haa önce koroner yoğun bakımda yaş öyküsü mevcuu. Fizik bakıda; ateş (39⁰C), takipne (30/dakika), hipotansiyon (90/60 mHg), siyanoz, bilateral inspiratuar raller mevcuu. PA Akciğer grafisinde kelebek kanadı tarzında bilateral infiltrasyon saptanan hastada yapılan tetkikler ile pulmoner ödem ve immünolojik hastalık ekarte edildi. Ampirik anbiyok tedavisine klinik ve radyolojik yanıt alınamadı ve herhangi bir kanama odağı olmadan hemoglobin değerlerinde düşme saptananan hastaya bronkoskopi yapıldı. Bronkoalveolar lavaj (BAL) sıvısı makroskopik olarak hemoraji ile uyumluydu ve mikroskopik incelemede bol miktarda eritrosit izlendi. BAL kültürü, bakteri, mantar ve asit-rezistan basil yönünden negaf idi ve sitolojik inceleme tanısal değildi. Hastaneye yaşının 5.gününde an-CMV IgM ve IgG yüksek trede pozif olarak gelen hasta maalesef anviral tedavi başlanamadan kaybedildi. Bulgular: Eritrosit sedimentasyon hızı 40 mm/saat, C-reakf protein 3.8 mg/dl, lökosit:10.000, Na: 132 mmol/lt, arter kan gazında pH: 7.48, pO₂: 50 mmHg, pCO₂: 25 mmHg, HCO3: 21, SaO2: %78 idi. Akciğer grafisinde solda daha belirgin bilateral konsolidasyon ve toraks tomografisinde bilateral yamalı konsolidasyon ve buzlu cam görünümü izlendi. Hastadan kan, idrar, balgam kültürü alındı. Balgamda direk floresan ankor (DFA) ile legionella bakıldı. Solunum yetmezliği ile yoğun bakıma alınan hastaya piperasilin-tazobactam ve klaritromisin başlandı. Balgam DFA bakısında legionella saptanması üzerine tedavisine rifampisin eklendi. Sepk şok tablosu gelişen hasta tedavisinin ikinci gününde kaybedildi. Sonuç: Sonuç olarak, ateş, kanlı balgam, alveolar hemoraji ve radyolojik olarak kelebek kanadı tarzında infiltrasyon saptanan hastada, immükompetan bile olsa CMV pnömonisi akılda tutulmalı, tanısal testler planlanmalı ve erken anviral tedavi başlanmalıdır. Sonuç: e-PS007 Genç hastalarda bile legionella pnömonisinin mortalitesi yüksekr. Tanı ve tedavide geç kalınması prognozu etkileyen en önemli faktördür. BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİ TEDAVİSİ SONRASINDA GELİŞEN NOKARDİYOZ OLGUSU e-PS006 İMMÜNKOMPETAN HASTADA SİTOMEGALOVİRÜS PNÖMONİSİNE BAĞLI DİFFÜZ ALVEOLAR HEMORAJİ AYDIN ÇİLEDAĞ , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD Amaç: Sitomegalovirüs (CMV), herpesvirüs ailesinin bir üyesidir. CMV pnömonisi sıklıkla bağışıklığı baskılanmış hastalarda gelişmekte, immünkompetan hastalarda nadiren görülmektedir. Daha da nadir olarak, CMV pnömonisi diffüz alveolar hemoraji (DAH)’ye neden olabilmektedir. Biz de CMV pnömonisi ve CMV pnömonisine bağlı DAH gelişen immünkompetan bir hastayı nadir görülmesi nedeniyle sunduk. Gereç ve Yöntem: MUSTAFA ANIL CÖMERT , TÜLİN SEVİM , TÜLİN KUYUCU SÜRREYYA PAŞA GÖGÜS HATALIKLARI VE GÖGÜS CERRAHİSİ EGİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Bronşiolis obliterans organize pnömoni tedavisi sonrasında gelişen nokardiyoz olgusu Gereç ve Yöntem: 68 yaşında kadın hasta 2 aydır devam eden nefes darlığı, öksürük, halsizlik, kilo kaybı şikayetleri ile başvurdu sol mastektomi operasyonu ve 1 yıl önce nüks nedeniyle radyoterapi öyküsü mevcuu Bulgular: Laboratuar: sedimentasyon 110 mm/st, CRP: 58.1 mg/ l idi. PA akciğer grafisinde bilateral yaygın, yamalı infiltrasyon görüldü. Toraks BT’ de hava bronkogramları içeren alveoler konsolidasyon görüldü. ARB menfi, SFT de orta derecede obstrükf paern, diffüzyonda azalma bulundu. 35 yaşında erkek hasta, 3 haa önce başlayan nefes darlığı, öksürük, kanlı balgam ve ateş şikayetleri ile başvurdu. 29 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Bulgular: Transbronşial biyopsisi bronşiolis obliterans organize pnömoni (BOOP) ile uyumlu saptandı 1 mg/kg/gün dozundan prednizolon başlandı. Bir aylık tedavi sonunda hastanın klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularında düzelme oldu. ikinci ayda gelişen öksürük, halsizlik, ateş ve gece terlemesi şikayetleri nedeniyle çekilen akciğer grafisinde sağ üst zonda kaviter lezyon görüldü.2 kez tekrarlanan balgam kültüründe Nocardia asteroides üremesi oldu. Nörolojik semptomları nedeniyle çekilen Kraniyel MR’da abse formasyonu tesbit edildi. Hastaya 320-1600 mg/gün dozundan trimetoprimsulfametoksazol tedavisi başlandı. Birinci ayın sonunda çekilen kontrol akciğer grafisi ve kraniyel MR’da belirgin regresyon mevcuu.BOOP tedavisi sonunda gelişen nocardiyoz nedeni ile olgu sunuldu Çekilen posterior-anterior akciğer grafisinde özellikle sağ alt zonda yoğunlaşan rekülonodüler gölgelenmeler saptandı. Çekilen bilgisayarlı toraks tomografisinde akciğer grafi bulguları ile uyumlu olarak mulpl nodüler lezyonlar izlendi. Mevcut klinik tablo ve radyoloji ile öncelikli olarak akciğer tüberkülozu düşünüldü. Üç gün ard arda balgamda yapılan Erlich-Zielhl-Nielsen boyamada asido rezistan basil saptanmadı. Yapılan tetkiklerinde brusella standart tüp aglünasyon tes 1/1280 pozif saptanan hastaya bruselloz tanısıyla streptomisin (1x1000 mg), rifampisin (1x600 mg) ve doksisiklin (2 x 100 mg) başlandı. Tedavinin üçüncü haasında klinik, laboratuvar ve radyolojik bulguları tamamen gerileyen hastanın tedavisi al haaya tamamlandı. Sonuç: e-PS008 BRUSELLOZDA PULMONER TUTULUM: BİR OLGU SUNUMU Sonuç olarak burusellozun akciğer tutulumu malignite, tüberküloz ve pnömoni ile karışabilmektedir. Özellikle etyolojik tanının konulamadığı ve tedaviye cevap vermeyen pnömoni olgularında, brusellaya bağlı akciğer tutulumu akılda bulundurulmalıdır. İSMAİL NECATİ HAKYEMEZ 1, MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 2, İRFAN TURSUN 3 e-PS009 SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ KLİNİĞİ, IĞDIR 2 SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, IĞDIR 3 SAĞLIK BAKANLIĞI IĞDIR DEVLET HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ, IĞDIR 1 Amaç: Bruselloz, ülkemizde yaygın olarak görülen, brusella cinsi bakterilerle oluşan mulsistemik tutulum gösteren bir zoonozdur. Pulmoner komplikasyonları seyrekr, pnömoni ve pulmoner tüberküloz ile karışabilir. Bu nedenle tanı koymada zorluklar ve tedavide gecikmeler yaşanmaktadır. Bu yazıda pulmoner tutulum ile seyreden 45 yaşında bir bruselloz olgusu sunulmuştur. MALİGN PLEVRAL MEZOTELYOMAYI TAKLİT EDEN İKİ PLEVRAL TÜBERKÜLOZ OLGUSU UMUT ELBOĞA 1, MUSTAFA YILMAZ 1, FERİDUN IŞIK 2, REŞAT KERVANCIOĞLU 3, ZEKİ CELEN 1, ÖNER DİKENSOY 4 , NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI, GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP 2 GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP 3 RADYODİAGNOSTİK AD. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP 4 GÖĞÜS HASTALIKLARI AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GAZİANTEP 1 Amaç: Gereç ve Yöntem: 45 yaşındaki bayan hasta üç haadır devam eden ateş, öksürük, balgam, göğüs ağrısı, gece terlemesi, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı şikayetleri ile polikliniğe başvurdu. Bir haa önce acil servise başvuran hastaya nonspesifik anbiyoterapi başlanmış. Verilen tedaviye yanıt alınamayan hasta nedeni bilinmeyen ateş tanısıyla ileri tetkik ve tedavi için servisimize yarıldı. 30 Türkiye’de Malin Mezotelyoma ve Tüberküloz sık görülmektedir. Malin plevral mezotelyoma genellikle belirgin plevral kalınlaşma ve/veya plevral efüzyon ile kendisini göstermektedir. Plevral tüberküloz ise genellikle plevral efüzyon ile kendisini gösterip belirgin plevral kalınlaşma nadiren görülmektedir. Bu makalede gerek radyolojik gerekse de FDG-PET tümör taramasında malin mezotelyomayı taklit eden iki plevral tüberküloz olgusu sunularak ülkemizde yaygın görülen bu iki hastalığın karışabileceğine dikkat çekilmesi amaçlanmışr. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Bulgular: Otuz bir ve 60 yaşlarında nefes darlığı, yan ağrısı ve öksürük şikayetleriyle başvuran biri kadın, iki hastamızda klinik ve radyolojik olarak malin plevral efüzyondan şüphelenilerek toraks BT ve FDG-PET tümör taraması yapıldı. Bu işlemleri takiben her iki olguya da kapalı plevra biyopsisleri yapıldı. 1. olgu Ewing sarkomu ile kemoterapi ve radyoterapi alan 13 yaşında genç kızdı. 2. olgu göğüs ve sırt ağrısı ile başvuran metastak akciğer görünümü nedeniyle ileri tetkik edilen 26 yaşında erkek hastaydı. Son olgu ise, genel vücut ağrıları olan 68 yaşında kadın hastaydı ve akciğer radyolojisinde saptanan metastazla uyumlu görünüm nedeniyle primer malignite açısından tetkik edildi. Her üç olguya akciğer grafileri ve toraks bilgisayarlı tomografilerinde saptanan yaygın pulmoner nodüller nedeniyle metastaz ön tanısıyla torakotomi ile nodül eksizyonu uygulandı. Hastaların patolojik incelemeleri BOOP olarak değerlendirildi. 1. olgu 3. ay takibinde ex oldu. 2. olgunun nodüllerinde cerrahi esnasında belirgin düzelme olduğu tespit edildi, 3. olguda ise herhangi bir malignite tespit edilmedi. Bulgular: Toraks BT görüntülemelerde belirgin plevral kalınlaşma izlendi. Yapılan FDG-PET tümör tarama testlerinde her iki hastanın da plevral kalınlaşma alanlarında malignite düzeyinde FDG tutulumları izlendi (SUV değerleri sırasıyla 10.3 ve 8.9). Plevra biyopsilerinin histopatolojik analizlerinde ise kazeifiye granulomatöz enflamasyon saptanan olgulara plevra tüberkülozu tanıları koyuldu. Sonuç: FDG-PET tümör tarama malinite açısından %100 spesifik bir indeks değildir. Ülkemizde oldukça sık görülen tüberkülöz bu indeksin yanlış pozifliğine yol açan önemli ve akıldan çıkarılmaması gereken hastalıkdır. PET tümör tarama tanıda, evrelemede ve tedaviye yanın değerlendirmesinde faydalı bir yöntem olmakla birlikte histopatolojik verifikasyon tanıda aln standart olmayı sürdürmektedir. Sonuç: Hem malignite tanısı alan hastalarda, hem de malignite tanısı almayan hastalarda saptanacak yaygın nodüller görünümleri, metastaz kabul etmeden önce BOOP’un ekarte edilmesi gerekğini düşünmekteyiz. e-PS011 HİPOGAMAGLOBULİNEMİ İLE İLİŞKİLİ İNTERSTİSYEL PNÖMONİ OLGUSU e-PS010 METASTAZ GÖRÜNÜMÜ İLE PRESENTE OLAN BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİ (BOOP) OLGULARI HAKKI ULUTAŞ 1, AKIN KUZUCU 2, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 3, TUNCAY YUMRUTEPE 3, AHMET ERBEY 2 , ÖMER SOYSAL 4 BÖLGE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ ERZURUM 2 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. MALATYA 3 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD. MALATYA 4 VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ İSTANBUL 1 Amaç: Bronşiolis obliterans organize pnömoni (BOOP), bronşiol ve alveollerde intraluminal obliterasyonun ve organize pnömoninin eşlik eği klinik antedir. BOOP’da genellikle yaygın yamasal alveolar infiltrasyonlar görülür. Gereç ve Yöntem: Bu olgu sunumunda, metastaz görünümü ile presente olan üç farklı BOOP olgusunu sunacağız. LENFOSİTİK GÖKHAN TİRELİ , AYDANUR EKİCİ , EMEL BULCUN , EROL ŞENTÜRK , VOLKAN ALTINKAYA , TÜLAY KARAKOÇ , MEHMET EKİCİ KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Lenfosik İnterssyel Pnömoni (LİP) çeşitli uyaranlara yanıt olarak ortaya çıkan, poliklonal lenfositlerin peribronşial ve interssyel diffüz infiltrasyonuyla karakterize inflamatuar bir interssyel pnömoni şeklidir. LİP nadir görülen bir interssyel pnömoni olup immün fonksiyon bozukluğu ile karakterize otoimmün hastalıklarla birliktelik gösterir. İleride lenfoma olarak da karşımıza çıkabilen bir premalign durumu yansır. LİP’de periferal ve mediasnal lenfadenopa ve splenomegali yaygın değildir. LİP’li hastaların %80’inde disproteinemi görülmekte olup sıklıkla poliklonal hipergamaglobulinemi şeklindedir. Burada hipogamaglobulinemi ile birlikte görülen bir LİP olgusunu sunduk. Gereç ve Yöntem: 32 yaşında erkek hasta öksürük şikaye ile kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde vital bulguları stabildi. Yüzeyel lenfadenopa saptanmadı. Solunum sistemi muayenesinde dinlemekle bilateral orta ve bazallerde ralleri, ban muayenesinde splenomegali mevcuu. 31 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Gereç ve Yöntem: Laboratuar incelemelerinde IgG, IgM, IgA düşüklüğü mevcuu. Posteroanterior akciğer grafisinde bilateral orta ve alt zonlarda yer yer birleşme eğilimi gösteren nodüler ve rekülonodüler dansite arşı mevcuu. Toraks Bilgisayarlı Tomografisi (BT)’nde mediastende pretrakeal, prekarinal, subkarinal ve retrokaval lenf nodları izlendi. Parankimde her iki akciğer alt loblarda belirgin yamalı tarzda alveoler-nodüler dansiteler ve bilateral interlobuler septalarda belirginleşme izlendi. PET CT malignite açısından şüpheli olarak değerlendirildi. Hastanın solunum fonksiyon tesnde hafif restriksiyonu, arter kan gazı incelemesinde hafif hipoksemisi mevcuu. Karbonmonoksit difüzyon test değerleri normaldi. Ban BT’sinde splenomegalisi mevcuu. Bronkoskopi ile alınan BAL sitolojisi tanısal olmayan hastaya sağ minitorakotomi ile açık akciğer biyopsisi yapıldı. Biyopsi patolojisi lenfoid infiltrasyon ve fibrozis gösteren akciğer dokusu olarak raporlandı. Yapılan immun histokimyasal incelemede infiltrasyonun polimorfik (T, B, mikst) nitelikte olduğu görüldü. 2008 yılında takibimize alınana kadar hastaya dış merkezlerde idiyopak trombositopenik purpura ve kolelithiazis teşhisleri konulan hastada kolelithiazis operasyon hazırlığı sırasında çekilen PA akciğer grafisinde yaygın pulmoner nodüller tespit edilip alınan biyopsisinde candida geotrichum tespit edildi. Bu aşamadan sonra kliniğimize yönlendirilen hastanın yapılan mediasnoskopi, bronkoskopi ve tüm ban tomografisinde pelvik kas üzerine yerleşimli organlardan bağımsız kitle ve mediasnal lenf nodlarında hiperplazi tespit edildi. Sonuç: Histopatolojik olarak LİP tanısı konulduğunda birlikteliği bulunan durumlar açısından araşrma yapılmalıdır. LİP olgularının hipogamaglobulinemi ile başvurabileceği harlanmalıdır. e-PS012 PELVİK VE PULMONER LENFOMA:OLGU SUNUMU EKSTRANODAL Bulgular: Pelvik kitleye yönelik yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinde MALT lenfoma teşhisi konuldu. Ardından pulmoner nodüllerden IIAB’si tekrarlandı ve pelvik kitle patolojisi ile uyumlu olduğu gözlendi. Hastaya ekstranodal pelvik ve pulmoner yerleşimli MALT lenfoma teşhisi konulduktan sonra 4 kür CVP tedavisi verildi. Hastanın kontrollerinde tüm lezyonlarının gerilediği gözlendi. Hasta şu anda takiplerini düzenli aralıklarla klniğimizde ve Hematoloji polikiniğinde yaprmaktadır. Sonuç: Bu olguda Candida geotrichum saptanması hematolojik bir malignite olabileceğini düşündürmüş ve tanıya ulaşmada bizi yönlendirmişr. Candida geothricum sıklıkla ala yatan immusupresif hastalığı veya hematolojik malignitesi olan olgularda saptanmaktadır MALT e-PS013 ŞEHNAZ OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, PEGAH GOLABİ 2 , IŞIK KAYGUSUZ 3, YASİN ABUL 1, NİHAT KODALLI 4, RENGİN AHISKALI 5, BERRİN CEYHAN 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖGÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, HEMATOLOJİ BİLİM DALI 4 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 5 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, PATOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Ekstranodal MALT(Mucosa-associated lymphoid ssue) lenfomalar tükrük bezleri, mide, akciğer, ince barsaklar ve birçok daha farklı yerden köken almaktadırlar ve tutulan dokuya göre semptomlar değişkenlik göstermektedir. Sunulan olguda, tesadüfen tespit edilen bir pulmoner nodül sonrası beş yıla yakın bir süre zarnda pelvik ve pulmoner ekstranodal MALT lenfoma tanısı konmuştur. 32 TRAKEAL DİVERTİKÜLLERLE SEYREDEN MOUNİER-KUHN SENDROMU OLGUSU BURÇİN ÇELİK 1, SALİH BİLGİN 2, CANAN YÜKSEL 3 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ 3 ÖZEL SAMSUN PATOLOJİ VE SİTOLOJİ TEŞHİS MERKEZİ 1 Amaç: Mounier-Kuhn sendromu (MKS) veya trakeobronkomegali (TBM) trakeanın ve bronşların belirgin dilatasyonu ve tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonları ile karakterize nadir bir klinik ve radyolojik antedir. Bu çalışmanın amacı trakeal diverküllerle seyreden MKS’lu bir olguyu sunmakr. Gereç ve Yöntem: Elli sekiz yaşında erkek hasta kronik öksürük, balgam çıkarma ve göğüs ağrısı şikayetlerinin değerlendirilmesi amacıyla hastaneye başvurdu TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Dinlemekle akciğerlerde yaygın ronküs ve ekspiryumda uzama saptandı. Laboratuar testleri arasında sadece sedimantasyon hızında (47 mm/saat) arş izlendi. Akciğer grafisinde trakea çapında genişleme ve her iki akciğerde amfizem alanları izlendi. Toraks BT’de trakea çapının ar ğı (4.9 cm), trakea kıkırdak halkaları arasında mulpl trakeal diverküller izlendi. Fiberopk bronkoskopide trakeada diverküllerle seyreden bir genişleme, her iki bronş ağacında genişleme tespit edildi. Histokimyasal çalışmada MKS tanısını destekleyen solunum yolları etrandaki elask liflerde yer yer tam kayba varan azalma izlendi. Hasta medikal tedavi ile taburcu edildi. Sonuç: MKS belirgin trakeobronşiyal genişleme ile karakterize bir hastalıkr. Tanı genellikle BT ile konulur. Eyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte üç subpi vardır. Tip 2’de trakeada belirgin genişleme ve diverküller vardır. Tedavi destekleyicidir. Radyolojik bulgu olsun veya olmasın tekrarlayan pnömonilerin ayırıcı tanısında MKS düşünülmelidir. hava bronkogramları içeren kollaps konsolidasyon alanları ve sağ akciğer üst lob posterior segmene kaviter görünüm saptandı. Ban ultrasonunda; karaciğer parankiminde heterojen nodüler görünüm ve paraçölyak lokalizasyonda büyümüş lenf nodları saptandı. Yapılan fiberopk bronkoskopide patolojik bulgu saptanmadı. Sol üst lobdan transbronşial biyopsi alındı. Histopatolojik olarak granülomatöz ilhabi olay olarak değerlendirildi. Cilt lezyonlarından alınan biyopsi ise granülomatöz dermat olarak yorumlandı. PPD tes negai. Sonuç: Tekrarlayan balgam AARB teksif sonuçlarının negaf olması, her iki biyopsi örneğinde yapılan histokimyasal çalışmada EZN ile basil lehine boyanma olmaması ve dokuda çalışılan PCR’ın negaf olması nedeniyle hasta sarkoidoz kabül edilerek steroid tedavisi başlandı. Takibinde akciğerdeki lezyonlarda ve cilt lezyonlarında gerileme izlendi. e-PS015 AKCİĞERE METASTAZ YAPMIŞ NADİR BİR DERİ TÜMÖRÜ: SEBASE KARSİNOM e-PS014 PRİMER KAVİTER PULMONER SARKOİDOZİS OLGUSU MİNE ÖNAL , SİBEL ALPAR , NUR ŞAFAK ALICI , ŞÜKRAN ATİKCAN , MİHRİBAN ÖĞRETENSOY ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Sarkoidoz nedeni bilinmeyen, mulsistemik, nonkazeöz granülomatöz bir hastalıkr. Pulmoner tutulum olguların %90’nında söz konusudur. Radyolojik olarak akciğerde genellikle nodüler veya infiltraf form izlenirken, primer kaviter görünüm oldukça nadirdir. Gereç ve Yöntem: Bu amaçla hasta değerlendirildi. bilgileri retrospekf olarak AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , BARIŞ AÇIKMEŞE , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYSUN ÖLÇMEN , İBRAHİM DİNÇER , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Sebase karsinom nadir bir tümör olup, tüm deri kanserlerinin %0.2 sini oluşturmaktadır.Sıklıkla göz kapağına yerleşir ve genellikle 70 yaş üzerinde görülür. Ekstraoküler yerleşim daha nadir olmakla birlikte metastak potansiyeli yüksekr Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, burun tabanında yerleşim gösteren ve rezeke edildikten 2.5 yıl sonra akciğere metastaz yapan sebase karsinom olgusu sunuldu Bulgular: Bulgular: Yirmi al yaşında bayan hasta, cilt lezyonları, öksürük, balgam ve gece terlemesi yakınmaları ile başvurdu. Öyküsünden 1.5 yıl önce cile beliren lezyonların büyüdüğü ve başka bölgelerde de çıkmaya başladığı öğrenildi. Yapılan fizik muayenesinde cile sağ kulak arkası, boyun, sırt ve alında hiperpigmente lezyonlar ve akciğerde dinlemekle sağ bazalde inspiratuar ince raller dışında patolojik bulgu saptanmadı. Çekilen PA Akciğer grafisinde sağ üst zonda ve sol üst-orta zonda nonhomojen infltraf görünüm izlendi. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografide her iki akciğer üst lob posterior kesimlerde OLGU: 79 yaşında bayan hasta.Nefes darlığı yakınması ile başvurduğunda yapılan tetkiklerinde sol alt lob superior segmene soliter pulmoner nodül saptanarak araşrıldı. Fiberopk bronkoskopi yapıldı.Endobronşiyal lezyon görülmedi.Transtorasik iğne aspirasyonu yapılarak squamöz hücreli karsinomla uyumlu bulundu. PET/CT’ de akciğerdeki lezyon dışında FDG tutulumu saptanmadı. Torakotomi yapılarak wedge rezeksiyon ile lezyon çıkarıldı ve sebase karsinom metastazı olarak rapo 33 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: e-PS017 Nadir görülen ve squamöz hücreli karsinomla karışan sebase karsinomlu olgu literatür bilgileri eşliğinde sunuldu. KRONİK ÖKSÜRÜK ŞİKAYETİ İLE BAŞVURAN ENDOBRONŞİYAL SCHWANNOMA OLGUSU. DUYGU ZORLU KARAYİĞİT 1, ÖNDER ÖZTÜRK 1, NECLA SONGÜR 1, SEMA BİRCAN 2, AHMET BİRCAN 1, SEVDA SERT BEKTAŞ 2, ŞULE KAYA 1, AHMET AKKAYA 1 e-PS016 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ PATOLOJİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE 1 PLEVRANIN SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖRÜ : NADİR GÖRÜLEN MAKROKİSTİK FORMU HAKAN ÇERMİK , ERSİN DEMİRER , HALDUN UMUDUM , EŞREF DEMİR ETİMESGUT ASKER HASTANESİ Amaç: Plevranın soliter fibröz tümörleri (PSFT) nadir görülen tümörlerdendir. Genellikle solid formda olamkla beraber çok nadir olarak makrokisk dejenerasyon gösteren formları tanımlanmışr Gereç ve Yöntem: Olgu Sunumu: 75 yaşında kadın hasta iki aydır süren nefes darlığı şikaye ile başvurdu. Solunum sistemi bulguları sol toraksta kitle bulgularını desteklemekte idi. Yapılan toraks bilgisayarlı tomografi sonucunda sol plevral kavitede yerleşimli, sol akciğer alt loba bası yapan çok sayıda makrokistler içeren yumuşak doku dansitesinde kitle tespit edildi. Bulgular: Eksploraf posterolateral torakotomi yapıldı. Ameliyat sırasında sol plevral kavite yerleşimli sol alt lob viseral plevraya pedikül ile tutulu 20x15x15 cm. boyutlarında kitle görüldü. Sol akciğer baskı alndaydı ve mediasnum sağa basılı görünümde idi. Tümör makroskopik incelemede dış yüzeyi düzgün, pembe kırmızı renkte mullobular görünümde idi. Yapılan kesitlerde kırmızı pembe renkte çok sayıda makrokistlerin yer aldığı yumuşak kıvamda parenkim görüldü. Kistlerden en büyüğü 5 cm. çapındaydı. Nekrok alan izlenmedi. Histolojik olarak tümör yuvarlak sonlanmalar gösteren iğsi hücreler ile çok sayıda küçük kollajen liflerden meydana gelmekteydi. Yapılan immunohistolojik incelemede bazı iğsi hücrelerde CD34 pozifliği görüldü. Sonuç: PSFT klinik görünümü tümörün boyutları ve toraks içi yerleşimine bağlı olarak değişmektedir. Tedavi cerrahi olarak tümörün çıkarılması ile %90 oranında iyileşme sağlanmaktadır. Klasik olarak plevral solid kitle olarak görülmesine rağmen kisk dejenerasyon görülebilir. PSFT nin makrokisk dejenerasyonu az rastlanan bir varyan olmakla birlikte intratorasik tümörlerin ayırıcı tansında akılda bulundurulmalıdır. 34 Amaç: Endobronşiyal schwannom, nörofibrom veya nörilemma olarak da adlandırılan nörolojik orjinli nadir görülen tümoral bir oluşumdur. Toraksta sempak ve intercostal sinirlerden, nadiren vagal sinirden köken alırken, bronş ağacında veya pulmoner parankimde görülmesi nadirdir. Gereç ve Yöntem: Otuz üç yaşında sigara içmeyen kadın hasta, bir yıldır devam eden ve son bir haadır şidde artan öksürük yakınmaları ile başvurdu. Bulgular: Kronik öksürük etyolojisini araşrmak üzere kliniğimize yarılan hastanın run laboratuar tetkikleri, PA akciğer grafisi ve SFT değerleri normaldi. Hasta bir yıldır inhale bronkodilatör ve steroid tedavisi kullanmaktaydı. Hastanın mevcut tedavisine allerjik rinit, farenjit ve reflü şikayetlerine yönelik tedaviler eklenmesine rağmen öksürük şikaye azalmadı. Bronkoskopi yapılması planlandı. Bronkoskopik incelemede; sol ana bronşta posterior duvardan endobronşial uzanım gösteren polipoid lezyon görüldü. Biyopsi materyalinin histopatolojik incelemesi endobronşiyal schwannom olarak rapor edildi. Sonuç: Endobronşiyal schwannom akciğerin nadir görülen benign tümörlerinden olması ve kronik öksürük vakalarında bronkoskopik incelemenin önemini vurgulamak amacıyla olgumuzu sunmayı uygun gördük. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS018 Gereç ve Yöntem: WEGENER GRANULOMATOZDA PAROTİS TUTULUMU 67 yaşında kadın hasta, öksürük, göğüs ağrısı, nefes darlığı yakınmaları ile başvurdu. 2 yıldır giderek artan yakınmaları mevcut olan hasta ev kadını olup çevresel maruziyet veya ilaç kullanımı yok CANAN BOL , SEMA OYMAK , HAKAN BÜYÜKOĞLAN , RAMAZAN DEMİR , İNCİ GÜLMEZ , SÜLEYMAN BALKANLI , NEZİHE ÖZDOĞAN , NURİ TUTAR Bulgular: ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: Wegener granulomtozu nekrozan vaskülit ile seyreden genellikle alt ve üst solunum yolları ve böbreği tutan sistemik bir hastalıkr.WG da paros bezi tutulumu nadir görülür.Biz burada yaygın ve hızlı seyirli bilateral paros bezi tutulumu olan bir olgu sunduk. Gereç ve Yöntem: 5 aydır WG tanısı ile steroid tedavisi alan 43 yaşında kadın hasta ateş ve kan şekeri yüksekliği ile başvurdu. Nonspesifik anbiyok tedavisi başlandı.Takiplerinde bilateral paros bezlerinde şişlik,ağrı ve kızarıklık başladı. Apse düşünülerek drene edildi.Şikayetlerinin geçmemesi üzerine paros biyopsisi yapıldı.Sonuç granulomatoz ilhabi olay gelmesi üzerine WG un paros tutulumu kabul edildi. Fizik muayenesinde bilateral bazallerde inspiratuar raller saptandı. SFT si normal bulunan hastanın ENA profili ve romatolojik muayenesinde patoloji saptanmadı. AC grafisinde her iki akciğerde hafif volüm kaybı ve bilateral bazal rekülonodüler opasiteler gözlendi. HRCT de yer yer buzlu cam opasiteleri, rekulonodüler opasiteler ve fibrosis gözlendi. Tomografi bulgularına dayanılarak hastaya yapılan TBB nin tanısal olmaması nedeni ile Açık Akciğer Biyopsisi yapıldı. Patolojisi Dissemine Pulmoner Ossifikasyon olarak raporlanan hasta hala takibimiz alndadır Sonuç: Dissemine Pulmoner Ossifikasyon nadir görülen bir patoloji olup birçok farklı klinik tabloya eşlik edebilmektedir. Nadir gözlenmesi nedeniyle sunulmuştur. Bulgular: e-PS020 Toraks BT de sol akciğer linguler segmene yaklaşık 6cm çaplı çevresinde buzlu cam görünümlerin ve konsolidasyonun eşlik eği hava sıvı seviyesi içeren kaviter lezyon ve sağ akciğer superiorda yaklaşık 3 cm çaplı kaviter lezyon izlendi.Bronkoskopi enfeksiyonla uyumlu idi.Solda alınan TBBX de süpüraf ilhabi olay olarak geldi.PR3 ANCA 200 posif idi.Paros bezinde alınan biyopsi granulomatöz ilhabi olay geldi. 17 YIL SONRA LİPOSARKOM Sonuç: WG olan hastalarda parosde şişlik ,ağrı ve kızarıklık olduğunda nadir görülen paros tutulumu da göz önünde bulundurulmalıdır. e-PS019 DİSSEMİNE PULMONER OSSİFİKASYON GÜLCİHAN ÖZKAN , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , NUR DİLEK BAKAN , FATMA GÖRGÜLÜ , AYŞE YETER , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ AKCİĞERE METASTAZ YAPAN SEDAT ZİYADE 1, ÖMER SOYSAL 1, OSMAN CEMİL AKDEMİR 1, SACİT İÇTEN 2 VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE 2 * VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE 1 Amaç: Yumuşak doku sarkomları mezenkimal hücrelerden köken alan malign tümörlerdir. Liposarkom, bu tümörler içinde malign fibröz hisyositomadan sonra en sık görülenidir. Hematojen yolla erken dönemde metastaz yaparlar. Biz 17 yıl sonra akciğere metastaz yazmış bir liposarkom olgusunu sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: 59 yaşında bayan hasta. Nonspesifik şikayetlerle gelen hastanın muayenesinde özellik yoktu. Özgeçmişinde 17 yıl önce sağ uyluktan liposarkom eksizyonu mevcuu. Amaç: Nadir görülen bir olgunun sunumu 35 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Bulgular: Akciğer grafisinde sağ akciğer üst zonda periferik yerleşimli 5 cm çaplı kitle lezyonu mevcuu. Toraks BT’de sağ akciğer üst lob anterior segmene plevraya geniş tabanlı oturan düzensiz konturlu, belirgin kontrast tutulumu gösteren 6x3x5 cm boyutlarında kitle lezyonu saptandı. İİAB’nde patolojik inceleme sonucu mezenkimal malign hücreler görüldü. Primer akciğer kanseri ile kesin ayrımı yapılamıyordu. PET-BT’de lezyon SUVmax değeri 4.3’tü ve başka tutulum saptanmadı. Anterior torakotomi ile sağ sleeve orta lobektomi yapıldı. Patolojisi liposarkom metastazı olarak geldi. Postoperaf komplikasyon izlenmedi ve hasta taburcu edildi. Bronkoskopi’de, sağ alt lob lateral segment girişinde lümeni daraltan üzeri nekrok endobronşiyal kitle görüldü. Biyopsi alındı. Ayrıca subkarinal transbronşiyal iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Her iki biyopsi sonucu, epiteloid hisositler ve Langhans pi dev hücrelerin etranı lenfositlerin çevrelediği non-kazeifiye granülom yapıları izlendi. EZN boyamasında basil görülmedi. Granülomatöz ilhap olarak raporlandı. Sonuç: Sonuç: Sarkoidozda malignite görünümü veren endobronşiyal kitle şeklinde tutulum çok nadirdir. Endobronşiyal kitle lezyonlarının ayırıcı tanısında sarkoidoz da akla gerilmelidir. Ekstremite liposarkom olguları uzun dönem sonra da akciğere metastaz yapabilir. e-PS022 e-PS021 ENDOBRONŞİYAL KİTLE LEZYONU YAPAN SARKOİDOZ (OLGU SUNUMU) SERDAR AKPINAR , NAZİRE UÇAR , ZAFER AKTAŞ , YETKİN AĞAÇKIRAN , TUĞRUL ŞİPİT AKCİĞERDE KİTLE LEZYONU GÖRÜNÜMÜNDE KİST HİDATİK OLGUSU AYŞE AYDIN 1, HATİCE SELİMOĞLU ŞEN 1, ABDULHALİM ŞENYİĞİT 2 1 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Sarkoidozda sıklıkla parankimal akciğer hastalığı görülür ancak hava yolları da tutulabilir. Bronşiyal mukozal tutulum genellikle mukozal nodularite ve/veya bronkostenozis şeklindedir. Endobronşiyal kitle lezyonu ise sarkoidozda çok nadir olarak görülmektedir. Bu nedenle endobronşiyal kitle lezyonu bulunan nadir bir sarkoidoz olgusunu sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: Otuzbir yaşında kadın hasta, nefes darlığı yakınmasıyla başvurdu. Akciğer grafisinde, bilateral hiler ve mediasnal genişleme ile bilateral yaygın nonhomojen dansite arşları mevcuu. Toraks BT’de, mediasnal alanlarda karina düzeyinde yaygın konglomere lenfadenopaler ile paraözefagial büyümüş lenf nodları izlendi. YRBT’de, her iki akciğerde perihiler düzeyde belirginleşen yaygın noduler, interssyel infiltrasyonlar, buzlu cam, peribronşiyal kalınlaşmalar, fokal havalanma arşları mevcuu. 36 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖZEL DİYARBAKIR HASTANESİ Amaç: Kist hidak,echinococcus granulosus tarandan oluşturulan parazik infestasyondur. En sık karaciğerde görülmekle birlikte, % 10-30 sıklıkta akciğerde de görülmektedir. Kist hidak coğrafik koşullar nedeni ile ülkemizde sık görülmektedir. Bu çalışmada akciğer kist hidağinin klasik radyolojik ve bronkoskopik görünümleri dışında olan kitle görünümünde bir olgu sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: 17 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, kan tükürme şikayetleri ile başvurdu. Hasta son 2 ay içinde 10 kg kaybetmiş. Çekilen toraks BT’de kitle lezyonu saptanan hastaya fiberopk bronkoskopi (FOB) yapıldı. Bulgular: Fiberopk bronkoskopide sağ akciğer üst lob anterior segmene mukozal tümseklenme ve üzeri nekrok doku kaplı lezyon görüldü. Buradan alınan endobronşial biyopsi sonucunda kist hidak saptandı. Ban ultrasonografisinde epigastriumda kc sol lobunda kisk oluşum görüldü. Hasta operasyon için göğüs cerrahisi kliniğine transfer edildi.Orada yapılan operasyonla kist hidak çıkarıldı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: e-PS024 Akciğer kist hidaği sıklıkla akciğerlerin alt loblarında lokalize olur. Kisn klasik radyolojik, bronkoskopik bulguları olmakla birlikte nadirde olsa farklı radyolojik, bronkoskopik görünümlerde de kist hidaği akla germek gerekir. SOLİTER PULMONER AMİLOİD (AMİLOİDOMA): VAKA SUNUMU NODÜLÜ SERAP DURU 1, ESRA BİLGİN 1, UĞURSAY KIZILTEPE 2, ÖMER ULULAR 2, MURAT ANLAR 3, MURAT ALPER 3, SADIK ARDIÇ 1 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, ANKARA 2 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KALP DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ, ANKARA 3 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2.PATOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA 1 e-PS023 AKCİĞER HİDATİK KİST CERRAHİSİ SONRASINDA INTRAKAVITER ASPERGİLLOMA: OLGU SUNUMU HAKAN KIRAL 1, İRFAN YALÇINKAYA 1, RECEP DEMİRHAN 2 , MUSTAFA KÜPELİ 1 Amaç: SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL 2 DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL Bu yayında nadir görülen ve genelde tesadüfen bulunan akciğer nodülü olan soliter pulmoner amiloid nodüllü bir vakayı sunduk Amaç: Amiloidoz, dokularda fibriler yapıda protein birikimi ve bunun sonucunda ortaya çıkan organ disfonksiyonuyla karakterli heterojen bir hastalık grubudur. Pulmoner amiloidoz, sistemik amiloidozun bir parçası olabilir veya organla sınırlı form olarak görülebilir. Nefes darlığı, göğüs ağrısı şikayetleri ile hastanemize başvuran altmış dört yaşında kadın hasta subakut anteroseptal myokard iskemisi ve Kronik Obsrükf Akciğer Hastalığında (KOAH) alevlenme tanılarıyla acil servisimize alındı. Daha önce bilinen bir koroner arter hastalığı olmayan hastada 30 paket/yıl sigara içme öyküsü mevcuu. Yaklaşık 5 yıldır bronkodilatatör ilaçlar kullanıyordu. 1 Hidak kist endemik bölgesel yayılım gösteren zoonok bir hastalıkr. Pulmoner aspergilloma (mantar topu) ise genellikle akciğerde daha önceden mevcut bir kavitenin içinde gelişen rsatçı bir enfeksiyondur. Bu iki hastalığın birlikte görülebildiğine dair literatürde çok az sayıda vaka yayınlanmışr. Gereç ve Yöntem: Bundan 3.5 yıl önce başka bir merkezde sağ akciğerde kist nedeniyle kistotomi, kapitonaj ameliya yapılan hasta, kliniğimize tekrarlayan hemopzi şikayetleri ile müracaat e. Hastanın toraks Bilgisayarlı Tomografisinde sağ alt lob posterior segmene 3x3x2 cm ebatlarında iç ve dış sınırları düzensiz kalın cidarlı kaviter lezyon ve kavitenin içerisinde yer yer radyodens alanlar tesbit edildi. Bulgular: Hastaya retorakotomi ve alt lobektomi yapıldı. Patolojik inceleme bronşektazi, intraparankimal hemoraji ve intrakaviter aspergilloma olarak rapor edildi. Sonuç: Hidak kist operasyonları sonrası kalan rezidüel boşlukların içinde de aspergilloma gelişebileceğini ve tedavide bunun dikkate alınması gerekğini vurgulamak amacıyla bu çok nadir olguyu sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: Bulgular: Fizik muayenesinde dispneik, bilateral yüksek frekanslı ekspiratuar ronkusleri mevcuu. Yapılan tetkiklerinde kan gazında respiratuar asidoz, serum troponin düzeyinde yükseklik tesbit edildi. Akciğer filminde kardiyotorasik oranda arş, bilateral havalanma fazlalığı mevcuu. Anagregan, aniskemik ve bronkodilatatör tedavi başlanan hastaya ilerleyen günlerde koroner bypass uygulandı. Operasyon esnasında sol akciğerde alt lobda 4×3 cm boyularında sert ve fikse kitle eksize edildi. Patolojik doku tanısı nodüler amiloidoz olarak raporlandı. Sonuç: Bu vakayla pulmoner nodüllerde ayırıcı tanıda amiloid nodüllerinde düşünülmesi gerekğini vurgulamayı amaçladık. Anahtar kelimeler: akciğer,nodül,amiloidozis 37 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ e-PS025 MULTİFOKAL YERLEŞİMLİ GRANÜLOMATOZİS OLGUSU e-PS026 BİR BRONKOSENTRİK NÖROFİBROMATOZİSLİ BİR OLGUDA PLEVRAL KİTLE GÖRÜNÜMÜ :OLGU SUNUMU ALİ KILIÇGÜN 1, BAHAR KURT 2, MURAT BÖLÜK 2, FAHRİ YILMAZ 3 HATİCE SELİMOĞLU ŞEN , ABDURRAHMAN ŞENYİĞİT , AYŞE AYDIN ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ,GÖĞÜS CERRAHİSİ ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ,GÖĞÜS HASTALIKLARI 3 ABANT İZZET BAYSAL TIP FAKÜLTESİ, PATOLOJİ DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D Amaç: Nörofibromatoziste farklı akciğer tutulumları mevcuur. Bu çalışmada Toraks BT’de plevral kitle görünümü veren nörofibromatozisli bir olgu sunulmuştur. 1 2 Bronkosentrik Granülomatozis(BCG), klinik bulgular ile radyolojik görünüm arasında korelasyonun olmadığı nadir bir hastalıkr.Vakaların 1/3 ü astmak ,geri kalanların ise nonastmak olduğu, daha çok erişkinlerde görüldüğü ve tesadüfen saptandığı bildirilen bu hastalığın tanısı açık akciğer biyopsisi ile konur.Akciğer biyopsisinde bronş ve bronşiollerde nekrozan granülomatöz reaksiyon izlenir ,diğer granülomatöz ve fungal hastalıkların dışlanması ile tanı konur. Gereç ve Yöntem: Olgumuz 37 yaşında erkek hastaydı ve 25 paket-yıl sigara içme öyküsü mevcuu.Başka bir sağlık sorunu nedeniyle çekilen akciğer grafisindeki şüpheli görünüm üzerine sarkoidoz, silikozis, malignite ve tüberküloz ön tanılarıyla ileri tetkiklerine başlandı.Bilgisayarlı akciğer tomografisinde periferal yerleşimli çok sayıda nodül izlendi.Solunum fonksiyon testlerinde orta derecede obstrüksiyon(GOLD evre II KOAH) ve DLCO,DLCO / VA da azalma mevcuu. Fiberopk bronkoskopide endobronşial lezyon izlenmedi.Transbronşial biyopsi sonucunda mikroskopik bulguların bronşiolis obliterans organize pnomoni (BOOP) lehine yorumlanması üzerine açık akciğer biyopsisi yapılması planlandı. Amaç: Gereç ve Yöntem: 44 yaşında erkek hasta. Çocukluğundan beri vücudunun birçok yerinde cile nodülleri olan hasta,nörofibromatozis ön tanısı ile tetkik edilmiş.ancak kesin tanı konulamamış. Hastaya,Haziran 2008 de kontrol amaçlı Ban BT ve Toraks BT çekilmiş.Toraks BT’ de ,sol ac alt lob süperior segmene plevraya uzanım gösteren 43*22 mm boyutunda nodüler lezyon tespit edilmiş.Hasta,Akciğer CA ,nörofibromatozis ön tanıları ile yarıldı. Run tetkikler,tümör markerları normal sınırlardaydı..Bronkoskopi yapıldı.Patolojik bulgu saptanmadı.Solunum fonksiyon testleri,CO difüzyon kapasitesi normal idi. D-echo yapıldı.normal sınırlarda idi.Cilt lezyonlarından bir adet biopsi alındıAkciğer lezyonu için transtorasik biopsi planlandı ancak hasta kabul etmedi. Bulgular: Cilt biopsi sonucu nörofibrom olarak geldi.Üç aylık takip sonucunda ,Toraks BT’de,akciğerdeki lezyonda hiçbir değişiklik saptanmadığından lezyonun nörofibromatozisin akciğer tutulumu olduğu düşünüldü. Bulgular: Sonuç: Orta lobdan nodül eksizyonu yapıldı ve histopatolojik inceleme sonucu bronkosentrik granülomatozis ile uyumlu bulundu.Bu patojinin ABPA ‘nın doku invazyonu yapmış şekli olabileceği yönündeki hakim görüşler nedeniyle aspergillus hifalarının incelenmesi ve kültürü yapıldı.Ancak müspet bulgular saptanmadı. Nörofibromatozis tanısı konan olgularda farklı plöropulmoner lezyonlar saptanabilir. Bizim olgumuzda olduğu gibi nörofibromatozis tanılı olgularda plevral kitle görünümü saptandığında primer hastalığa bağlı nörofibrom da düşünülmelidir. Sonuç: BCG ‘nın nadir bir ante olması ve akciğerde mülpl nodüllerin etyolojisinde araşrılması gereken bir durum olması nedeniyle sunmayı istedik. 38 9 NİSAN 2009 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS027 e-PS028 73 YAŞINDA ERKEK HASTADA GÖĞÜS DUVARI PRİMİTİF NÖROENDOKRİN TÜMÖRÜ TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKA: BİR OLGU NEDENİYLE TAMER ALTINOK 1, LEMA TAVLI 2, OKTAY SARI 3, BURÇİN ÇELİK 1, SALİH BİLGİN 2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD 3 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP AD 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ Amaç: Trakeobronkopaa osteokondroplaska (TO) nadir bir hastalıkr. Genellikle 50 yaş üstü insanları etkiler ve klinik belirler obstrükf ve infeksiyöz komplikasyonlar olunca ortaya çıkar. Çalışmanın amacı bronkoskopi ile tanı koyduğumuz bir TO olgusunu sunmak. 1 PNET, sıklıkla çocuk ve adelosanlarda ortaya çıkan oldukça agresiv yuvarlak hücreli yumuşak doku tümörüdür. Çogunlukla santral sinir sisteminde görülmesine karşın ekstrakranial özellikle de göğüs duvarında nadir de olsa görülür. Bu nadir olgu, klinik, radyolojik ve patolojik yönden örnek oluşturması amacıyla sunulmuştur Gereç ve Yöntem: Arka göğüs duvarında ağrı ile başvuran 73 yaşında erkek hastada, sol paravertebral yerleşimli bir kitle tesbit edildi. Bulgular: TTİB ile akciğer parankimi ile ilgisi olmayan küçük hücreli tümör ile uyumlu görünüm saptandı. Radikal kitle ve göğüs duvarı rezeksiyonu ve rekonstruksiyonu yapıldı. Histopatolojik tanı periferal PNET olarak raporlandı. Sonuç: Göğüs duvarı kaynaklı periferik PNET lerin KHAK ile ayırıcı tanısı dikkatli yapılmalıdır. Rekürrens lokal göğüs duvarında, akciğerde veya iskelet sisteminde olabilir. Prognozu kötüdür. Bu nedenle tedavisi cerrahi, kemoterapi ve radyoterapiyi de içerem muldisipliner yaklaşımla olmalıdır. 1 Amaç: Gereç ve Yöntem: Altmış bir yaşında erkek hasta öksürük ve kanlı balgam şikayenin değerlendirilmesi amacıyla başvurdu. Bulgular: Dinlemekle akciğer sesleri özellikle sol alt lobda azalmış. Direkt akciğer grafisinde sol alt zonda infiltrasyon, parankimde yaygın amfizem alanları mevcuu. Toraks BT’de her iki akciğer üst zonlarda amfizem alanları ve subplevral büller, sol alt zonda konsolide alan tespit edildi. Laboratuvar testleri arasında sadece sedimentasyon değeri (62 mm/saat) yüksek. Fleksibl bronkoskopide trakea ön ve yan duvarlarında karinaya kadar devam eden çok sayıda beyaz renkte düzensiz nodüler lezyonlar saptandı. Biyopsi patolojisi TO olarak rapor edildi. Hasta medikal tedavi ile taburcu edildi. Sonuç: TO’nın eyolojisi bilinmemektedir. TO’da genelikle ilk olarak astma ya da kronik bronşit tanısı konulur. Hemen hemen tüm hastalarda tanı bronkoskopi ile konulur. İnatçı öksürük, hemopzi, ısrar eden atelektazi, rekürren segmental veya lober enfeksiyonun ayırıcı tanısında TO düşünülmelidir. Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur. Prognoz genelikle iyidir ve lezyonların yaygınlığına bağlıdır. 39 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ e-PS029 Gereç ve Yöntem: FAMİLYAL İDİOPATİK PULMONER FİBROSİS(3 OLGU SUNUMU) Anabilim Dalımızda Kasım 2000 - Aralık 2008 tarihleri arasında primer akciğer kanseri tanısıyla, N2 ve/veya T4-T3 olan 96 hastaya neoadjuvan tedavi sonrası akciğer rezeksiyonu uygulandı. Bu hastalar içersinden sleeve rezeksiyon uygulanan 15 hasta çalışma grubuna alındı. Sleeve rezeksiyon uygulanan hastalar neoadjuvan tedavi yöntemi, yapılan ameliyat, komplikasyon, operaf mortalite, hastanede kalış süresi ve orta dönemde sağkalım açısından incelendi. DİLEK KANMAZ , ESİN YENTÜRK , ESİN TUNCAY , DERYA YENİBERTİZ , FİRDEVS ATABEY , BARIŞ YILMAZ , YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: İdiyopak pulmoner fibrozis (İPF) ve familyal varyantları, ilerleyici ve moleküler mekanizmaları iyi anlaşılmamış olduğundan çoğunlukla tedavi edilemeyen hastalıklardır.5 yıllık yaşam süresi %20-50 arasındadır. Familyal olgular daha genç yaşta görülür ve İPF olgularının %0.5-3 ‘lük kısmını oluşturur.Familyal İPF %70 oranında otozomal dominant geçişlidir.Familyel IPF nin klinik bulguları kesin olarak tanımlanmamışr. Bulgular: Gereç ve Yöntem: Hastaların 12’si erkek, 3’ü kadın, yaş ortalaması 57.4 olarak hesaplandı. Neoadjuvan tedavi 8 hastada kemoterapi, 7 hastada ise kemoradyoterapiydi. Oniki hastada bronşiyal sleeve lobektomi uygulanırken, 3 hastada çi sleeve lobektomi uygulandı. Komplikasyon oranı % 26,6 olarak bulundu, ortalama hastanede kalış süresi 10.1 gün olarak hesaplandı. Operaf mortalite görülmedi. Hastaların median sağkalım oranı 30 ay olarak bulundu. Bu makalede Familyal IPF tanısı almış 3 kardeş sunuldu. Sonuç: Bulgular: Pnömonektomi operasyonunun neoadjuvant tedavi sonrasında yüksek mortalite riskiyle uygulandığı bilinmektedir. Bu operasyonun alternafi olan sleeve rezeksiyonlar neoadjuvant tedavi sonrasında kabul edilebilir morbidite ve “0” mortalite oranıyla uygulanabilir. Üç kardeşe de klinik,radyolojik,patolojik metodlarla Familyal IPF tanısı konuldu.İlk hasta 24ay, ikinci hasta12ay, üçüncü hasta 8 ay önce tanı aldı.Birinci vaka 46 yaşında nonspesifik interssyel pnömoni zemininde bronkoalveoler karsinom tanısı;ikinci vaka 44 yaşında usual interssyel pnömoni tanısı;üçüncü vakada 38 yaşında nonspecifik interssyel pnömoni tanısı almışdı. Sonuç: Familyal IPF’nin sonuçlarını ve insidensini doğru olarak saptamak için IPF li hastanın aile üyelerinin dikkatli bir izlem ve araşrılması gerekmektedir. MS012 VİDEOTORAKOSKOPİK ANATOMİK (TORAKOTOMİ EKARTÖRSÜZ) REZEKSİYONLAR ALPER TOKER , SERHAN TANJU , SERKAN KAYA , BERKER ÖZKAN , ŞÜKRÜ DİLEGE MS011 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI PRİMER AKCİĞER KANSERİNDE NEOADJUVAN TEDAVİ SONRASINDA YAPILAN SLEEVE REZEKSİYONLAR Amaç: ALPER TOKER , SERHAN TANJU , BERKER ÖZKAN , ŞÜKRÜ DİLEGE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI Amaç: Bu çalışmanın amacı, primer akciğer kanseri tanısı alan hastalarda neoadjuvan tedavi sonrasında uygulanan sleeve rezeksiyonlarının erken ve orta dönem sonuçlarını araşrmakr. 40 9 NİSAN 2009 Bu çalışmanın amacı, videotorakoskopik anatomik tek tek damar ve bronş diseksiyonu yöntemiyle torakotomi ekartörü kullanılmadan yapılan segmentektomi ve lobektomi operasyonlarının ve primer akciğer kanseri hastalarında mediasnal lenf nod diseksiyonu sonuçlarını araşrmakr. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde 2006 Nisan ile Aralık 2008 tarihleri arasında toraks ekartörü kullanılmadan, 23 hastaya videotorakoskopik anatomik rezeksiyon uygulandı. Hastalar cinsiyet, yaş, yapılan ameliyat, komplikasyon, ağrı skoru, drenaj süresi ve hastanede kalış süresi açısından incelendi. Ağrı skoru için VAS kullanıldı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Bulgular: Hastaların 16’sı erkek, 7’si kadın, yaş ortalamaları 55.35 olarak hesaplandı. Primer akciğer kanseri (12 hasta), metastak akciğer kanseri (7 hasta) ve karsinoid tümör (2 hasta) nedeniyle 8 sağ üst, 2 sağ orta, 6 sağ alt, 2 sol alt lobeltomi; 1 sağ üst lob posterior segmentektomi, 1 lingulektomi, 1 lingula koruyucu üst lobektomi uygulandı. Sağ üst lob apikoposterior segmentektomi yapılan 2 hastada lezyonda malignite saptanmadı. Bronş cerrahi sınır pozifliği nedeniyle 1 hastada torakotomiye geçilerek sleeve rezeksiyona tamamlandı. Bir hastada sağ üst lobektomiye ek olarak alt lob süperior segmentektomi uygulandı. İki hastada uzamış hava kaçağı geliş (%9.09). Median drenaj süresi 3 gün, median hastanede kalış 5 gün olarak saptandı. Median ağrı skoru 4 olarak hesaplandı. Primer akciğer kanseri hastalarında ortalama diseke edilen lenf nodu istasyonu 5.2 ve sayısı 11.8 olarak bulundu. Tüm hastalarda 5-yıllık sağkalım oranı %48.7, ortanca sağkalım 60±6 ay (%95 Güvenilirlik aralığı:44-81 ay) olarak bulundu. T1, T2 ve T3 olgularda 5-yıllık sağkalım oranları sırası ile; %71.6, %52.9 ve %47.0 olarak saptandı. Hastalardan kışın opere olanların sağkalımı, yaz aylarında opere olanlara göre belirgin şekilde daha kısa idi (p=0.03). Evre I hastalarda sağkalım farkı en belirgin düzeyde idi (p=0.01). T, N faktörü ve hastaların yaz ya da kış aylarında opere olması irdelendiğinde, rezeksiyon zamanının evreyi belirleyen faktörlerden bağımsız olarak sağkalımı belirlediği bulundu (p=0.04). Sonuç: Akciğer kanseri cerrahisinin yapıldığı mevsimin hastaların sağkalımlarına etkisi olabilmektedir. Bu bulgunun mekanizmasına ilişkin ileri çalışmalara gerek bulunmaktadır. Sonuç: Videotorakoskopik lobektomi ve segmentektomi onkolojik prensiplerden ödün verilmeden, primer, metastak akciğer kanserinde ve selim inflamatuar hastalıklarda çok düşük morbidite ve “0” mortalite oranları ile uygulanabilir. MS013 MS014 SANTRAL YERLEŞİMLİ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE MEDİASTİNAL EVRELEME M.ZEKİ GUNLUOGLU 1, HUSEYİN MELEK 2, BARIŞ MEDETOĞLU 1, HASAN VOLKAN KARA 1, ADALET DEMİR 1 , SEYİT İBRAHİM DİNCER 1 OPERE OLAN KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE REZEKSİYON’UN MEVSİMİNİN ÖNEMİ YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ E.A.H 2. GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 2 BİNGOL DEVLET HASTANESİ GOGUS CERRAHİ KLİNİĞİ AKİF TURNA , ATİLLA PEKÇOLAKLAR , MUZAFFER METİN , ATİLLA GURSES , Amaç: YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 1.GÖĞÜS CERRAHİSİ BÖLÜMÜ, İSTANBUL Amaç: Opere edilen küçük hücre dışı akciğer kanserli olgularda sağkalımı belirleyen en önemli faktör, tümörün evresidir. Ancak, bazı başka operasyon zamanının yılın hangi ayında olduğunun sağkalımı belirleyebileceğine dair bulgular bulunmaktadır. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde Ocak 1995 ila Haziran 2008 arasında opere edilmiş ve 621’sı erkek, 57’si kadın 698 küçük hücre dışı akciğer kanseri olgusu irdelendi.Olguların ameliyat sonrası elde edilen piyese göre bulunan evreleme parametreleri ile opere oldukları aylar kaydedilerek mevsimlere ayrıldı. Tüm hastalar ortalama 25 ay takip edildi. Sağkalım, Kaplan-Meier metodu kullanılarak hesaplandı. Gruplararası karşılaşrma için Log-rank ve çok değişkenli analiz için Wilcoxon tes kullanıldı. 1 Opere edilebilir santral yerleşimli küçük hücre dışı akciğer kanser (KHDAK)’li hastalarda, torakotomi öncesi invaziv mediasnal evreleme önerilmektedir. Bu çalışmada santral yerleşimli KHDAK’li hastalarda mediasnoskopi gerekliliği araşrıldı. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde, 2005–2008 yılları arasında, KHDAK tanısı konulan, opere edilebilir evredeki 347 hastaya toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilmiş. BT’ye göre lokalizasyon ve bronkoskopik olarak lob bronşlarında görülme kriterleri kullanılarak tümörler, santral ya da periferik tümör gruplarına ayrıldı. Patolojik çapta mediasnal lenf nodu (MLN) bulunup bulunmadığı kaydedildi. 231 hastaya PET/BT çekilerek, MLN’larında metastaz şüphesi olup olmadığı da kaydedildi. Tüm hastalara mediasnoskopi yapıldı. Mediasnal metastaz saptanan hastalar, kemo-radyoterapiye yönlendirilirken, kalan hastalara torakotomi uygulanarak akciğer rezeksiyonu ve mediasnal lenfak diseksiyon yapıldı. Santral ve periferik KHDAK grupları, mediasnal metastaz sıklığı açısından karşılaşrıldı ve görüntüleme yöntemleri ile mediasnoskopinin bu metastazı belirlemedeki etkinlikleri analiz edildi. 41 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Sonuç: Tümör, 347 hastanın 127’sinde (%37) santral, 220’sinde (%63) ise periferik alanda lokalize idi. MLN’larına metastaz oranı, santral yerleşimli tümörlerde % 33, periferik yerleşimli tümörerde %24 olarak saptandı (p=0,04). BT ile doğru mediasnal evreleme oranı, santral yerleşimli KHDAK hastalarında %69, periferik yerleşimli KHDAK hastalarında %74 olarak hesaplandı. Bu oranlar, PET/BT için sırasıyla yine %69 ve %75 iken mediasnoskopi için %95 olarak bulundu. Biz kronik toraks ampiyeminin tedavisinde eloesser flebin güvenle uygulanabilir etkin cerrahi bir prosedür olduğunu gösterdik. Kronik, komplike toraks ampiyeminin cerrahi tedavisinde eleosser flep halen önemli bir opsiyondur. Sonuç: Santral KHDAK’li hastalarda, periferik yerleşimli olanlara göre daha yüksek oranda MLN metastazı ihmali mevcuur. Bu hastalarda görüntüleme yöntemlerinin doğru evreleme oranı, periferik yerleşimli KHDAK hastalarına göre daha düşüktür. Mediasnoskopi ise belirgin şekilde yüksek doğru evreleme oranına sahip olup, santral yerleşimli KHDAK hastalarında run olarak kullanılması önerilebilir MS015 AÇIK PENCERE TORAKOSTOMİSİ VEYA ELOESSER FLEPLE 10 YILLIK DENEYİMİMİZ ALİ KAHRAMAN , MEHMET BİLGİN , FAHRİ OĞUZKAYA , LEYLA HASDIRAZ , ÖMER ÖNAL ERCİYES ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI SS017 CİDDİ KOAH’LI OLGULARDA NÖROMUSKÜLER ELEKTRİKSEL KAS STİMÜLASYONU (NMEKS) VE ENDURANS EĞİTİM ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI PINAR ERGÜN , DİCLE KAYMAZ , EBRU ÇANAK , NEŞE DEMİRCİ ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Kronik obstrüktüf akciğer hastalığının (KOAH) sistemik etkilerinden biri olan periferik iskelet kası disfonksiyonu yaşam kalitesi ve egzersiz kapasitesinde azalmadan sorumlu önemli bir faktördür. Ciddi hastalık ve kas disfonksiyonu nedeniyle egzersiz eğimine akf kalamayan KOAH’lı olgularda periferik kasların elektriksel smulasyonunun (EKS) bir tedavi stratejisi olarak pulmoner rehabilitasyon (PR) programlarında yer alabilirliği üzerinde çalışılan konulardan biridir. Bu çalışmada ileri evre KOAH’lı olgularda EKS ve endurans eğiminin egzersiz kapasitesi, kas gücü, dispne, yaşam kalitesi, psikososyal ve nutrisyonel durum üzerindeki etkinliğinin karşılaşrılması amaçlanmışr. Amaç: Gereç ve Yöntem: Toraks ampiyemi teropak opsiyonlarıyla sık görülen bir toraks problemidir.Eloesser flep (EF) seçilmiş komplike hastalarda bu problemle ilgili yaklaşımlardan biridir. Bu çalışmanın amacı, EF ile 10 yıllık deneyimimizi sunmak. Gereç ve Yöntem: 1998-2008 yıllar arası EF uygulanan 18 hasata derlendi. Bulgular: 16 erkek, 2 kadın toplam 18 hasta. Ortalama yaşları 58±14 yıldı. ortalama hastanede yaş süresi 26±12 gündü. Eleosser flep öncesi tüm hastalarda başlangıç konservaf ve cerrahi yaklaşımlar başarısızlıkla sonuçlandı. Cerrahi endikasyonlar: 12 hastada(%66), parapnömonik efüzyon; 1 hasatada(%5), rezeksiyon sonrası; 1 hastada(%5), tüberküloz ilinli; 4 hastada(%22), malign efüzyon idi. Tüm hastalara ters U insizyonu uygulandı. Ortalama kot rezeksiyonu 2±1 kosta idi. Herhangi bir intraoperaf komplikasyon olmadı ve tüm hastalarda yeterli drenaj sağlandı. 42 Randomize kontrollü, prospekf, ayaktan takipli-8 haa PR programı EKS ve endurans eğimi önce ve sonrasında solunum fonksiyon testleri, Dispne; MRC, İsrahat Borg, Egzersiz BORG, KSAH ,Egzersiz Kapasitesi ; Mekik yürüme tes, Endurans yürüme tes ,yaşam kalitesi ; SGRQ, KSHA, psikolojik değerlendirme; Hastane anksiyete- depresyon (HAD)skalası, Nutrisyonel tablo; BKİ, YVK, YVKİ, Kas gücü; manüel kas tes ile değerlendirilerek her bir yöntem için etkinlik ve etkinlikler arasındaki fark incelendi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 62.81± 7.18 yıl, GOLD evre IV toplam 50 olgu alındı. Her iki gruptada (EKS ve endurans) MRC skorlarında azalma (p< 0.001) MYT mesafesi ve endurans sürelerinde artma (p<0.001), yaşam kalitesinde artma (p< 0.001), HAD skorlarında düşme [(p<0.05), (p<0.001), sırasıyla ],vücut kompozisyonunda düzelme olmakla birlikte her iki gruptada da istasksel anlamlı düzeyde değildi. Her iki grupta da üst( p<0.01), ve alt ekstremite kas gücü ( p< 0.05)’ nde arş saptandı. EKS ve endurans program etkinlikleri arasında tüm parametrelerdeki kazanımların benzer düzeylerde olduğu görüldü. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: : İleri evre KOAH’da nörömusküler kas smülasyonu PR programlarında periferik kas eğiminde kullanılabilecek etkin bir yaklaşımdır. Çalışmamız sonuçları; sarkoidozlu hastalarda egzersizin dispne algısını azal ğı ve periferal kas kuvveni arrması nedeniyle hastaların egzersiz kapasitelerini ve sağlıkla ilgili yaşam kalitelerini gelişrdiğini göstermektedir. Bu sonuçlar konuyla ilgili kontrollü-randomize çalışmalara ihyaç olmasına rağmen egzersiz programlarının sarkoidozlu hastaların run tedavinde medikal tedaviyle birlikte yaygın olarak kullanılabilirliğini düşündürmüştür. SS018 SARKOİDOZLU HASTALARDA PROGRAMININ ETKİLERİ EV EGZERSİZ SEVGİ ÖZALEVLİ 1, HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN 1 , ONUR TURAN 2, EYÜP SABRİ UÇAN 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 SS019 KOAH’LI HASTALARDA NUTRİSYONEL DURUMUN, EGZERSİZ KAPASİTESİ, YAŞAM KALİTESİ VE DİSPNE İLE İLİŞKİSİ FATMA ŞENGÜL , DİCLE KAYMAZ , PINAR ERGÜN , NURCAN EGESEL , FATİH TOPÇUOĞLU Amaç: Sarkoidoz, bozulmuş karbon monoksit diffüzyon kapasitesinin yanı sıra periferal kas kuvve, egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesinde azalma ile karakterize bir hastalıkr. Çalışmamız, egzersiz etkisinin tanımlanmadığı sarkoidoz hastalarında egzersiz eğiminin etkinliğini araşrmak amacıyla planlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya sarkoidoz tanısı almış, yaş ort. 51.94±14.4 olan 16 hasta dahil edildi. Tüm hastalara standart medikal tedavilerinin yanı sıra solunum kontrolü eğimi, solunum egzersizleri, genel vücut egzersizleri ve yürüme programından oluşan egzersiz programı ev programı şeklinde uygulandı. Olgular program öncesi ve 8 haa sonunda aynı parametreler ile değerlendirildi. Dispne ve yorgunluk şidde (Modifiye Borg Skalası), solunum kapasitesi (solunum fonksiyon tes), periferal kas kuvve (sırt-bacak dinamometresi), solunum kas kuvve (ağız içi basınç ölçer), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes) ve yaşam kalitesi (St. George ve SF-36 yaşam kalitesi anketleri) değerlendirildi. Bulgular: 6 dakika yürüme mesafesinde ort 78.19±51.43 metre arş saptandı (p<0.05) ve solunum ve periferal kas kuvvetlerinde istasksel olarak anlamlı arşlar elde edildi (p>0.05). Algılanan dispne ve bacak yorgunluğu şidde azaldı (p<0.05). St George yaşam kalitesi ankenin tüm alt kategorilerinde, SF-36 ankenin ise fiziksel fonksiyon, ağrı, genel sağlık algılaması, sosyal ve emosyonel fonksiyon kategorilerinde olumlu yönde iyileşmeler olduğu saptandı (p<0.05). ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH)’nda beslenme bozukluğu ve malnütrisyon; egzersiz kapasitesi, solunum iş yükü, yaşam kalitesi, morbidite ve mortaliteyi olumsuz etkiler. Sıklıkla nutrisyonel durum; klinik (Subjekf Global Değerlendirme), vücut bileşimi ;antropometrik (vücut ağırlığı,beden kütle indeksi), ileri ölçümler (biyoelektriksel empedans ,dansitometri, izotop dilüsyon, MRI, DEXA), biyokimyasal veriler (plazma proteinleri, azot dengesi) incelenerek belirlenir. SGD, KOAH’da, Pulmoner Rehabilitasyon programlarının önemli bir bileşeni olan nutrisyonel değerlendirme ve destek tedavi gerekliliğinin ortaya koyulmasında kullanılabilecek bir yöntemdir. Çalışmamızda, KOAH’lı hastalarda nutrisyonel durumun, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi ve dispne ile ilişkisinin araşrılması amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Merkezimize başvuran 100 (erkek/kadın:86/14) KOAH hastası çalışmaya alındı. Nutrisyonel durumları SGD anke ile değerlendirilerek, SGD –A grup I ve SGD- ( B+C) grup II olarak ayrıldı. Olguların dispne algılaması MRC, egzersiz kapasitesi artan hızda mekik yürüme tes (AHMYT) ve endurans mekik yürüme tes (EMYT) ile, yaşam kalitesi ise SGRQ ile değerlendirildi. 43 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Olgular, GOLD’a göre evre III KOAH (ortalama FEV1:35.6±18.5), yaş ortalaması 64.1 ±8.7, sigara kullanımı ortalama 44.5±34.4 paket/yıl idi.Olguların %67’sinin nutrisyonel durumları SGD ankene göre iyi, %28’inin hafif –orta, %5’inin de ağır malnütrisyonla uyumluydu. Olguların SGD değerleri ile dispne MRC skalası arasında istasksel olarak anlamlı ilişki bulundu ( r =0.363, P<0.005). Grup II’nin MRC değerleri, grup I’in MRC değerlerinden anlamlı yüksek.Grup 2’de egzersiz kapasitesi grup 1’e göre düşük olup, istasksel anlamlı fark bulunmadı. Olguların SGD değerleriyle diğer değişkenler arasında da istasksel anlamlı ilişki saptanmadı. Sonuç: SGD, KOAH’da, Pulmoner Rehabilitasyon programlarının önemli bir bileşeni olan nutrisyonel değerlendirme ve destek tedavi gerekliliğinin ortaya konmasında kullanılabilecek bir yöntemdir. KOAH’da SGD ile değerlendirilen nutrisyonel durumun, PR gerekliliğini ortaya koyan dispne algılanması ile pozif ilişkilisi gösterilmiş olmakla birlikte, diğer kısıtlamalarla ilişkisinin saptanmasında daha geniş hasta serilerinin olduğu çalışmalara ihyaç vardır 9 NİSAN 2009 kez fizyoterapist eşliğinde yaprıldı. Bunlara ilaveten hastalar saae bir gözem olmaksızın egzersizlerini yapmaları yönünde cesaretlendirildi. Yürüyüş eğimleri ise, yürüyüş bandında fizyoterapist eşliğinde, günde 3 kez yapıldı.Eğim şidde (zaman ve hız) hastanın egzersiz toleransına uygun olarak tedricen ar rıldı. Yürüyüş eğimi sırasında ısınma ve soğuma sürelerine yer verildi. Hastalar bunun dışındaki yürüyüşlerini, gözem alnda olmaksızın, cerrahi bölümün koridorunda ve bahçesinde gerçekleşrdi. Hastaların eğim öncesi ve sonrası solunum fonksiyon parametrelerinde ve yürüyüş eğimi sırasında gözlenen parametrelerindeki değişimlerin istasksel analizinde eşleşrilmiş t tes kullanıldı. Bulgular: Pulmoner rehabilitasyon sonrası hastaların FVC, FEV1’lerinde (p<0,05), yürüyüş sonu kalp hızı (p<0,04), toplam yürüyüş süresi, mesafesi ve çıkılabilen maksimum hız parametrelerinde istasksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,001). Sonuç: Göğüs fizyoterapisi ve yürüme eğimini içeren pulmoner rehabilitasyon programımız solunum fonksiyon parametrelerinden FVC ve FEV1’i gelişrmekle kalmayıp, hastaların efor kapasitelerine de olumlu yönde etki etmişr. SS020 KANSER HASTALARINDA UYGULANAN BİR HAFTALIK YOĞUN PREOPERATİF PULMONER REHABİLİTASYONUN SOLUNUM FONKSİYONLARI VE EFOR KAPASİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ ESRA PEHLİVAN 1, AKİF TURNA 1, ATİLLA GÜRSES 1, H. NİLGÜN GÜRSES 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK YO, FİZİK TEDAVİ REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ SS021 KOAH’ DA ÜST EKSTREMİTE KAS GÜCÜ; SOLUNUM FONKSİYONLARI, EGZERSİZ KAPASİTESİ, YAŞAM KALİTESİ, VE DİSPNE İLE İLİŞKİLİDİR. NEŞE DEMİR , DİCLE KAYMAZ , PINAR ERGÜN , EBRU ÇANAK , NURCAN EGESEL , FATİH TOPÇUOĞLU 1 Amaç: Bu çalışmanın amacı akciğer kanserli olgularda cerrahi öncesinde uygulanan kısa süreli yoğun pulmoner rehabilitasyonun, bu hastaların solunum fonksiyonları ve efor kapasitelerine etkisini incelemekr. Gereç ve Yöntem: Akciğer kanseri nedeniyle torakotomi ile opere edilmesi planlanan 30 hasta (1’i kadın, 29’u erkek; yaş ortalamaları 54,10±8,53) çalışmaya dahil edildi. Pulmoner rehabilitasyon, hem göğüs fizyoterapisini hem de yürüme eğimini kapsamaktaydı ve ameliyat öncesi bir haa süreyle uygulandı. Hastalara solunum egzersizleri (diyafragmak, büzük dudak, segmental solunum), insenf spirometri kullanımı, öksürük eğimi günde iki 44 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Sistemik bir hastalık olarak Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH)’na ikincil periferik kas disfonksiyonu gelişği günümüzde yaygın olarak kabul edilmektedir. Dikkatler daha çok alt ekstremite egzersizlerine yönlendirilmiş olsa da günlük yaşam akvitelerinin birçoğu üst ekstremite kas akvitesini gerekrir. KOAH’lı olgularda bu akvitelerde kısıtlanmalar olduğu gösterilmişr. Üst ekstremite kas gücünün değerlendirilmesinde 1 maksimum tekrar(1MT) ve handgrip gibi farklı yöntemler kullanılabilmektedir.Bu çalışmada KOAH’da üst ekstremite kas gücünün; egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi, solunum fonksiyonları ve dispne ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmışr. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Pulmoner rehabilitasyon (PR) merkezimize başvuran KOAH tanısı ile ayaktan takipli PR programına alınacak stabil 91 olguda solunum fonksiyonları; spirometrik testler (FEV1,FVC, FEV1/FVC), üst ekstremite kas gücü; 1MT ve handgrip, dispne algılaması Medical Research Council (MRC) ,egzersiz kapasitesi; Artan Hızda Mekik Yürüme Tes (AHMYT) ve Endurans Mekik Yürüme Tes (EMYT) , yaşam kalitesi St George solunum anke (SGRQ) kullanılarak değerlendirildi. Çalışmamızı 15 obes bayan (araşrma grubu) (yaş ortalaması: 47±7,8 yıl, VKİ: 35±5,1 kg/m²) ile sağlıklı 15 bayan (kontrol grubu) (yaş ortalaması 46±7,4 yıl, VKİ: 24±2,3 kg/m²) oluşturdu. Torakal ekspansiyon aksillar, epigastrik, subkostal bölgeden yapılan göğüs çevre ölçümü ile, kardiyorespiratuar endurans; 6 dakika yürüme tes (6DYT), algılanan zorluk derecesi; Borg skalası, yaşam kalitesi; enerji düzeyi, ağrı, fiziksel fonksiyon, uyku, emosyonel durum ve sosyal izolasyon gibi alt grupları olan 38 sorudan oluşan Nongham Health Profile (NHP), dispne şidde; Medical Research Council Dispne Skalası (MRCDS) ile değerlendirildi. Bulgular: Sonuçlara göre 1MT değerleri ile AHMYT ,EMYT ve FVC değerleri arasında pozif korelasyon, MRC ve SGRQ değerleri arasında ise negaf korelasyon olduğu saptanmışr[ (p=0,000, r=0,438), (p=0,001,r=0,333), (p=0,002,r=0,326), (p=0,000,r=−0,588), (p=0,000,r=−0,496)].Handgrip değerleri ile de aynı korelasyon sonuçlarına ulaşılmışr. [(p=0,000,r=0,411), (p=0,036,r=0,222), (p=0,014,r=0,258), (p=0,000,r=−0,396), (p=0,013,r=−0,260)]. Sonuç: Bu çalışmada KOAH’ da üst ekstremite kas gücünün; solunum fonksiyonları, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi, ve dispne ile ilişkili olduğu gösterilmişr. PR programlarının en önemli bileşenlerinden olan periferik kas egzersiz eğiminde üst ekstremite egzersizlerinin de yer alması önemlidir. SS022 OBEZ BAYANLARDA TORAKAL EKSPANSİYON, DİSPNE ŞİDDETİ, KARDİYORESPİRATUAR ENDURANS VE YAŞAM KALİTESİNİN DEĞERLENDİRMESİ NESLİHAN DURUTÜRK , ZUHAL GÜLTEKİN , ELİF KAYMAKOĞLU , MUSTAFA ERASLAN BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ, FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ Amaç: Bu çalışmada obes bayanlarda torakal ekspansiyon, dispne şidde, kardiyorespiratuar endurans ve yaşam kalitesi değerlendirildi. Bulgular: Araşrma grubunda 6DYT sonrası Borg skalası sonuçları istasksel olarak anlamlı derecede yüksek ve yürüme mesafesi düşük bulundu (p<0.05). Araşrma grubundaki olguların NHP uyku skoru kontrol grubuna göre istasksel olarak anlamlı derecede artarken (p<0.05), diğer alt ölçeklerde önemli bir fark bulunmadı (p>0,05). Her iki grupta göğüs çevre ölçümü ve MRCDS değerleri arasında istasksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05), ancak araşrma grubunda kontrol grubuna göre aksillar, epigastrik göğüs çevre ölçümleri daha düşük, MRCDS değerleri daha yüksek (p>0.05). Sonuç: Araşrmamızda obesitenin torakal ekspansiyonu ve dispne şiddeni değişrmediği, kardiyorespiratuar enduransı azal ğı, yaşam kalitesinin uyku alt ölçeğini olumsuz etkilediği gözlendi. Gelecekte bu konuyla ilgili olgu sayısının ar rılarak, daha kapsamlı çalışmaların yapılması gerekğini düşünmekteyiz. SS023 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARINDA HASTALIK ŞİDDETİ İLE PERİFERİK KAS ENDURANSI VE YORGUNLUK ARASINDAKİ İLİŞKİ MELDA SAĞLAM 1, EBRU ÇALIK 1, NACİYE VARDAR YAĞLI 1 , SEMA SAVCI 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, HÜLYA ARIKAN 1, MERAL BOŞNAK-GÜÇLÜ 1, LÜTFİ ÇÖPLÜ 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Bu çalışmada klinik olarak stabil kronik obstrükf akciğer hastalarında (KOAH) hastalık şidde ile periferik kas enduransı ve yorgunluk arasındaki ilişkinin araşrılması amaçlandı. 45 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: 6.49 yıl olan 22 erkek KOAH’lı±Yaş ortalaması 62.45 hasta çalışmaya alındı. Olguların demografik özellikleri, hastalık süresi ve sigara öyküsü kaydedildi. Olgulara solunum fonksiyon tes ve al dakikalık yürüme tes yapıldı. Al dakikalık yürüme tes öncesinde ve sonrasında pulse oksimetre ile oksijen satürasyonu değerleri ölçüldü ve modifiye Borg skalası kullanılarak efor sırasındaki dispne ve yorgunluk algılaması kaydedildi. Olguların hastalık şidde SAFE indeksi (St. George’s Solunum Anke, havayolu limitasyonu ve egzersiz toleransı) ile, yorgunluk düzeyi Yorgunluk Şiddet ve Etki Ölçekleri ile değerlendirildi.Olguların periferik kas enduransı 30 saniye süreli mekik, modifiye şınav ve squat testleri ile değerlendirildi. Bulgular: Olguların ortalama FEV1 değerleri % 49.68±28.51’di. Al dakikalık yürüme tes mesafesi 506.28±128.01 m idi. St. George’s Solunum Anke puanı 50.91±22.30 idi. SAFE indeksinin, mekik sayısı (r=-0.68, p=0.002), squat sayısı (r=-0.48, p=0.02), Yorgunluk Etki Ölçeği (r=0.67, p<0.0001) ve Yorgunluk Şiddet Ölçeği (r=0.42, p=0.046) ile istasksel olarak anlamlı ilişki gösterdiği saptandı. Sonuç: KOAH’lı hastalarda hastalık şidde, periferik kas enduransı ve yorgunluk algılamasından etkilenmektedir. Hastaların periferik kas enduransının ve yorgunluğunun iyileşrilmesi hastalığın şiddeni olumlu yönde etkileyebilir. tarandan hazırlanan KOAH Hasta el kitapçığı ve inhalasyon teknikleri el broşürü çevresinde bilgilendirme yapılmışr. 3. ay kontrole çağrılan olgularda tekrar anket uygulanarak eğim sonrası (ES) bilgi düzeyleri alınmışr. Bulgular: KOAH bilgisinde yer alan sorulardan elde edilen sonuçlar irdelendiğinde; tümü sigara içmiş olguların EÖ ana nedenin sigara olduğunu bilme oranı %61,7 iken, ES oran %91,7 olmuştur (p<0,001). İnhaler doğru kullanım basamakları EÖ %66.7 olguda doğru iken, ES bu oran %98,3 olmuştur (p<0,001). Kolay balgam çıkarmada akf solunum kontrol manevrasını bilme oranı EÖ %36.7 bulunmuş, bu oranın ES %78,3’e yükseldiği gözlenmişr (p<0,001). Olguların %98,3’ünün EÖ de duş alırken oturarak yıkanmak gerekğini bildikleri saptanmışr. Günlük akvitelerde nefes darlığı gelişme durumunun karşılaşrılmasında, EÖ ile ES merdiven çıkma, düz yolda yürüme, bonyo yapma traş olma ve tuvalete gitmede oluşan farklılık anlamlı bulunmamışr (p>0,05). Ancak ev içinde dolaşma ve yemek yerken oluşan dispnede sırasıyla p<0.02 ve p<0,005 anlamlılıkla düzelme gözlenmişr. Nefes darlığı kontrolünde etkili solunum şekillerini EÖ ve ES bilme oranlarına bakıldığında da sadece büzük dudak solunumu için ES anlamlı olarakbilme oranı yükselmişr (p<0,001). Sonuç: KOAH olgularına; hastalığın oluşumu, etkileri, tedavileri, yaşama uyum konusunda hemşire desteğinde yazılı gereçler verilerek yapılacak eğimin, hastalık ve tedavilerin uyumunda destek sağlayabildiği ancak bazı verilerde hastalığın gidişine bağlı olarak düzelme sağlamanın mümkün olamadığı gösterilmişr. SS024 TP028 KOAH HASTA EĞİTİMİNDE HEMŞİRE DESTEĞİNİN ETKİLERİ SPORCULARDA EGZERSİZİN BRONKOKONSTRÜKSİYON VE ASTIM AYGÜL ARŞIK , AYSUN ÖGE , MELTEM EKİCİ , SEVİME KILIÇ , SEMRA AKTÜRK , CANAN KIRDAR , LÜTFİYE AKTAŞ , BEYHAN KARADUMAN , BİLUN GEMİCİOĞLU ORHAN TEMEL 1, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, S. METE YAZICI 2, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, BEYHAN CENGİZ ÖZYURT 3, SELİM ERKAN AKDEMİR 1, ÇAĞATAY ŞAHAN 2, PINAR ÇELİK 1, ARZU YORGANCIOĞLU 1 İ.Ü.CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: KOAH hastalarının hemşireler tarandan kitap ve broşür desteği ile yapılan eğimin anket formları ile değerlendirilerek, olumlu etkileri ortaya konmak istenmişr. Gereç ve Yöntem: Eğim ve anket uygulanmasına izin veren yaş ortalaması 65±9, %91,7’si erkek, 60 Ağır KOAH olgusunda çalışma gerçekleşrilmişr. Eğim öncesi (EÖ) hastanın biyometrik parametreleri kaydedilip (25 soru), anket (22 soru) uygulanmış ve sonrasında Anabilim Dalı hemşireleri 46 9 NİSAN 2009 İNDÜKLEDİĞİ CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR YÜKSEK OKULU 3 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD 1 Amaç: Egzersizle indüklenen bronkokonstrüksiyon(EİB), hava yolu duyarlılığı artmış kişilerde, yoğun bir fiziksel akvitenin akut hava yolu daralmasını teklemesidir. Çalışmamızda, spor yapmayan sağlıklı kişilerde ve elit sporcularda EİB oranlarını ve bronş hiperreakvitesi, bronş inflamasyonu ve atopi ilişkisini değerlendirmek amaçlandı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: Haada 12 saaen fazla egzersiz yapan 30 elit sporcu(Sporcu grubu) ve haada 2 saaen az egzersiz yapan 30 olguya(Kontrol grubu) solunumsal semptom anket formu, egzersiz bronkoprovokasyon tes(EBT), metakolin bronkoprovokasyon tes(MBT), ekspiryum havası nitrik oksit(NOe) ölçümü ve cilt prick tes yapıldı. Bulgular: Sporcu grubunda 4 olguda(%13,3) EBT pozif bulundu, kontrol grubunda ise egzersiz tesne pozif yanıt saptanmadı. Sporcu ve kontrol grubu arasındaki bu fark istasksel olarak anlamlı değildi(p>0,05). 13(%43,3) sporcuda ve kontrol grubundan 1(%3,3) olguda MBT pozif olarak saptandı. Sporcularda, kontrol grubuna göre MBT daha yüksek pozif bulundu(p=0,000). Çalışmaya alınan olgularda MBT ve EBT’inden birine veya her ikisine yanı olanlar bronş hiperreakvitesi (BHR) pozif olarak kabul edildi. 16(%53,3) sporcuda, kontrol grubunda 1(%3,3) olguda BHR+ olarak saptandı. Sporcu ve kontrol grubu arasında saptanan bu fark istasksel olarak anlamlı bulundu(p=0,000). BHR+ ve BHR- sporcular ve kontrol grubu arasında cinsiyet, atopi öyküsü, ailede atopi öyküsü varlığı, cilt prick tes ve sigara kullanımı açısından iki grup karşılaşrıldığında anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). BHR+ ve BHRsporcuların egzersiz semptom skoru kontrol grubundan yüksek bulundu(p=0,048). NOe düzeyi ve cilt prick tes arasında iki grupta anlamlı fark bulunmadı(p>0,05). Sonuç: Egzersizle ilişkili semptomu olan sporcuların EİB açısından dikkatle değerlendirilmesi, tanı için EBT ve MBT yapılarak bronş hiperreakvitesinin aranmasının uygun olacağı ve bronş hiperreakvitesinin değerlendirilmesinde ekspiryum havası NO ölçümlerinin yararlı olamayabileceği sonucuna varıldı. 9 NİSAN 2009 asm altgrupları ile olan ilişkisi ise henüz net değildir. IgE FcER1-β gen polimorfizminin konjukvit, rinit, , gıda allerjisi veya egzeması olan, nocturnal, aspirin, viral enfeksiyon, gastroesofajeal reflü veya egzersizin teklediği asm alt grupları ile olan ilişkisini araşrmak. Gereç ve Yöntem: Rastgele seçilen 101 atopik asm hastası (21 K, 80 E, ortalama yaş: 39 +/- 13) FcER1-β gen polimorfizmi ve klinik parametreler açısından değerlendirildi. C gibi IgE◊G,+ εβ+10062T◊G, εβ +5565A◊A, εβ +3934T◊T, εβ+1343G◊εβ-211C FcER1-β gene polimorfizmini araşrmak için PCR-RFLP metodu kullanıldı. Bulgular: G◊Konjukvi bulunan asm alt grubunda εβ +5565A gen polimorfizmi, egzersizin teklediği asm alt grubunda da A (p◊εβ+1343G<G gen polimorfizmi istasksel◊0.04) ve εβ +3934T olarak anlamlı farklı bulundu (p<0.04). Diğer alt gruplar arasında istakksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Konjukvit grubunda G geni, egzersizin teklediği◊hastaların %27 sinde wild p εβ +5565A A geni , %33 hastada◊asm alt grubunda %35 hastada wild p εβ+1343G G geni mevcuu.◊da wild p εβ +3934T Sonuç: A gen◊G, ve εβ+1343G◊G genopi,εβ +3934T◊: εβ +5565A polimorfizmleri allerjik asmı olan hastalarda artmış konjukvit riski ve egzersizin teklediği asm ile ilişkilidir TP030 ASTIMLI HASTALARDA DOĞAL ÖLDÜRÜCÜ HÜCRELERDE ÖLÜM RESEPTÖR EKSPRESYONU GAYE ERTEN 1, MÜBECCEL AKDİŞ 2, ESİN AKTAŞ ÇETİN 1, CEZMİ AKDİŞ 2, GÜNNUR DENİZ 1 TP029 TÜRK ALLERJİK ASTIM ALTGRUPLARINDA IMMÜNGLOBULİN E (FCER1-β) YÜKSEK AFİNİTELİ RESEPTÖR GEN POLİMORFİZMİ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İMMÜNOLOJİ ANABİLİM DALI, DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ, İSTANBUL, TÜRKİYE 2 İSVİÇRE ALLERJİ VE ASTIM ENSTİTÜSÜ (SIAF), DAVOS, İSVİÇRE BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, FATİH YILDIRIM 1, MELİKE AVŞAR 2, RIFAT BİRCAN 2, BEYAZIT ÇIRAKOĞLU 2 Amaç: MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,TIBBİ GENETİK ANABİLİM DALI 1 1 Doğal Öldürücü (natural killer, NK) hücreler doğal immün yanıa enfeksiyon ve tümörlere karşı savunmada rol almakta ve akvasyon sonrası yüzeylerinde eksprese ekleri ölüm reseptörleri yoluyla apoptoza uğramaktadır. Bu çalışmada sağlıklı ve asmlı bireylerde NK hücre ölüm reseptör ekspresyonları incelenmişr. Amaç: Atopi kompleks bir hastalıkr ve allerjik hastalarda allerjik olmayanlara gore yüksek affiniteli Ig E reseptor ekspresyonu artmışr. Bu reseptör gen polimorfizminin 47 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Results: Sağlıklı bireylerin (n:12) ve allerjik asmlı hastaların (n:12) periferik kan mononükleer hücrelerinden manyek ayırma yöntemi ile izole edilen NK hücrelerinde TNFRI, TNFRII, TRAILR1, TRAILR2, TRAILR3, TRAILR4, CD95 ve CD95L ekspresyonu flow sitometri ile saptanmış, istasksel analizde Student’s t tes kullanılmışr. The more sick of BE was noted in CD asthmacs, than in the untreated paents and receiving ICS (p<0,001). Expression of the apoptosis Bc1-2 molecule was higher in all groups of asthmacs, than in healthy subjects (p<0,001). In CD asthmacs expression of the molecules PCNA, NFkappaB, CD40, CD40-L was higher in comparison with other groups. In CS asthma PCNA expression correlated with BE thickness. Bulgular: NK hücreleri asmlı hastalarda sağlıklı bireylerle karşılaşrıldığında yüksek oranda TRAILR2, TRAILR4 ve CD95L eksprese etmektedir (p<0.05, p<0.01 ve p<0.001, sırasıyla). TRAILR1, TRAILR3 ve TNFRII expresyonları ise sağlıklı bireylerde asmlılara göre daha yüksekr (p<0.01, p<0.01 ve p<0.001, sırasıyla). İzole NK hücreleri TNFRI ve CD95 yüzey ekspresyonları açısından gruplar arasında farklılık göstermemişr. Conclusion: The markers of cell survival and proliferaon expressed with markers of cell acvaon in the bronchial epithelium in CD asthma. The increased cellular renewing is associated with the state of constant acvaon of epithelial cells. Sonuç: TP032 NK hücrelerinin özellikle asmın akut alevlenme dönemlerinde düşmesi bu hücrelerin asm sürecinde önemli olduklarını düşündürmektedir. Bu bilgi NK hücre yüzeyinde eksprese olan artmış ölüm reseptör ekspresyonu ile paralellik göstermektedir. Asm olgularında NK hücre çalışmaları bu hücrelerin asm patogenezindeki rollerini aydınlatacakr. ASTIMLI HASTALARDA SENDROM İLİŞKİSİ OBEZİTE VE METABOLİK YELDA VAROL 1, ATİKE DEMİR 1, UMUT VAROL 2, ZEYNEP BAŞER 1, AYDAN MERTOĞLU 1, RIFAT ÖZACAR 1 DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İZMİR SELÇUK DEVLET HASTANESİ 1 TP031 Amaç: APOPTOSIS OF THE BRONCHIAL EPITHELIUM CELL IN CORTICOSTEROID ASTHMA NADİRA ZOİROVA 1, SAYERA ARİFKHANOVA 2, IRİNA LİVERKO 2, IBROGİM AKHATOV 2, GAFUR MAVLANOV 3 NATİONAL INSTİTUTE OF THERAPY AND MEDİCAL REABİLİTATİON 2 NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT 3 INSTİTUTE OF GENETİCS REPUBLİC OF UZBEKİSTAN 1 Aim: To study morphology of the bronchial epithelium (BE) and expressions of apoptosis, proliferaon and acvaon of the mucosal cells in the paents with bronchial asthma (BA). Method: In the biopsy obtained at bronchoscope from 5 untreated asthmacs, 5 paents receiving inhalaon of corcosteroids (ICS), 7 corcoid-dependent (CD) paents and 4 volunteers there was studied BE morphology with immunohistochemical evaluaon of the expression of apoptosis molecule Bc1-2, P53, proliferaon PCNA, acvaon of NFkappaB, CD40/CD40-L. 48 Hiperkolesterolemi, insülin direnci ve obezitenin eşlik eği metabolik sendromun; asm ve hava yolu inflamasyonu üzerine etkisini araşran çok fazla çalışma bulunmamaktadır. Biz de bu çalışmada, asm bronşiyale tanılı hastalarda cinsiyen, asm şiddenin, atopinin ve solunum fonsiyon tes parametrelerinin obezite (beden kitle indeksi, bel çevresi) ve metabolik sendromla olan ilişkisini araşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 35’i erkek, 75’i kadın toplam 110 yeni tanı almış ya da 1 yıldır tedavi almayan (kısa etkili inhaler beta2 agonist dışında) asm bronşiale hastası alındı. Hastaların asm şidde, alerji semptom varlığı, öz ve soygeçmişi, gastroözofagial reflü anamnezi, hipertansiyon ve sigara anamnezi sorgulandı, boy, kilo, bel çevresi değerleri ölçüldü. Hastalara solunum fonksiyon tes, vücut plesmografisi yapıldı, hastaların eozinofil düzeyi, total IgE düzeyi, total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, açlık kan şekeri değerleri değerlendirildi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 36.82 ± 12.064 (16-73). yıldı. Çalışma necesinde BMI ile asm şidde ve BMI ile solunum fonksiyon parametreleri arasında istasksel anlamlılık saptanmadı (p>0.05). BMI ve BÇ kadın hastalarda istasksel anlamlı yüksek bulundu (p<0.05). BMI ar kça atopi prevelansı istasksel anlamlı olarak azaldı (p<0.05). Bel çevresi kadın hastalarda 91.4cm (normal sınırların üstünde) erkek hastalarda 92.1cm (normal) bulundu. Bel çevresi ile solunum fonksiyon parametreleri, asm şidde, atopi arasında istasksel anlamlılık saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Sonuç olarak; çalışmamızda neredeyse her üç asmlı kadından ikisinin aşırı kilolu ve her üç kadından birinin de metabolik sendrom olduğu göz önüne alındığında, asmlı erişkinlerin özellikle de kadınların metabolik sendrom açısından araşrılması ve diyabet, koroner arter hastalığı risklerini azaltmak amaçlı tedavi alna alınmaları gerekmektedir. Bu nedenle biz asm hastalarında bel çevresi ve metabolik sendrom kriterlerinin ölçümünün gerekliliğine inanıyor ve hastalarda sadece asm için değil obezite ve metabolik sendrom için de yaşam tarzı değişikliği önerilerinin ısrarla yapılmasını öneriyoruz. 9 NİSAN 2009 Invesgated dynamics clinical symptoms BА, lungs funcon on computer spirometer “MasterScopePC” (Erich Jaeger, Germany) and parameters of psychological status. Stascal processing of results is executed by means of and package of stascal programs SPSS 13.0 for Windows. Results: The posive dynamics of clinical symptoms in both groups of BA paents is marked, however for certain had the best result paents, geng Phenibutum: the decline of daily episodes of asthma on the average on 38,9+4,7% (against 26,7 + 3,6% in the group of control, р<0,05) is aained, nightly episodes – on 26,8 + 13,2% (against 18,9 + 12,4%, р<0,05), increase of the PEF index on the average on 36,2 + 5,8% (against 20,5 + 6,9%, р<0,05). Parallel we exposed the decline of level of neuroc reacons from 75,7 + 21,4% to 53,2 + 11,4% (р<0,01), level of personal anxiety from 52,6 + 19,8 to 46,5 + 8,9 (р=0,052), disappearance of the depressed symptoms. Conclusion: The BA significantly influences on the paent’s psychological status, largely influencing on emoonal sphere, because only the system is complex of preparaons of base therapy + course of preparaons of psychological acon allows to reach the posive clinical symptoms and psychological changes at BA-paents. TP033 OPTIMIZATION OF TREATMENT OF PATIENTS WITH BRONCHIAL ASTHMA BY CORRECTION OF PSYCHOLOGICAL STATUS TP034 ASPİRİN DESENSİTİZASYONU: KLİNİK DENEYİMİMİZ YURİY MOSTOVOY , TAMARA PETROVA , HANNA DEMCHUK , TETYANA KONSTANTYNOVYCH VİNNYTSİA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY Aim: To study clinical efficiency of daily tranquilizer of Phenibutum on a background base therapy at paents with BA on a background base therapy. Method: The program of treatment was conducted to 30 BA paents (16 women, 14 men), middle age 42,1 ± 0,9 years and duraon BА 12,5 + 8,6 years. Paents had high level of neuroc reacons (75,7 + 21,4%) on Vasserman (normave index to 60%), high level of personal anxiety (52,6 + 19,8) on Spilberg-Hanin (normave index to 30,0) and clinically meaningful level of depression (56,7 + 8,5) on Zung (normave index to 50,0). On a background base therapy according to weight of disease (GINA, 1999) paents got Phenibutum for to a 1 pill (250 mgs) 3 mes per a day during 30 days. A control group was made by 30 paents with BA with the proper psychological descripons geng only preparaons of base therapy. GÜLFEM ELİF ÇELİK , ÖZLEM GÖKSEL , FERDA ÖNER ERKEKOL , ÖMÜR AYDIN , YAVUZ SELİM DEMİREL , ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, ALLERJİK HASTALIKLAR BD Amaç: Aspirin ve diğer nonsteroidal aninflamatuar ilaçlar (NSAİİ) belirli bir asmlı hasta grubunda asmda bozulmaya neden olabilirler ve bu klinik, tedavisi güç olan daha ağır bir hastalık fenopi şeklindedir. Aspirin desensizasyonu, aspirin duyarlılığı olup oral steroid veya anlökotrien ilaçlara karşın asmı ağır seyreden ve/veya tekrarlayan nazal polip (± kronik rinosinüzit) olgularda endike bir tedavi yöntemidir. Bu tedavi yönteminde aspirinin küçük dozlardan başlanarak arrılarak hastada tolerasyon oluşturuluncaya dek verilmesi hedeflenmişr. Burada 4ü ağır asm 2 si nüks polip nedeni ile asprin desensizasyonun endike olduğu 6 olgunun sonuçları tarşılacakr. 49 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: İşlem öncesi tüm olgulardan onam alınmışr. Aspirin 2040 mg arası dozlardan başlanarak 2-3 saatlik doz arşları ile 600 mg. a ulaşıncaya dek verilmişr. İşlemler ciddi hiçbir reaksiyon gelişmeksizin tamamlanmışr. Hastalar ilk ay 1200 mg, 1. yadan sonra idame tedavide ise 600 mg aspirin almışlardır. Değerlendirmeler desensizasyon sonrası 1. ay, 6. ay ve 1. yıl da yapılmışr. İstask değerlendirme nonparametrik testler ile yapılmışr. Bulgular: Desensizayon öncesi dönem ile karşılaşrıldığında 1. ay ve 6. ayda asm kontrol testleri (AKT) ve asm skorları anlamlı düzelme göstermişr. ( AKT; DÖ: 9.8, 1. ay: 23.1, 6. ay: 24, p=0.015) (asm skoru: DÖ:2.5, 1.ay:0.33, 6. ay: 0.2, p=0.015). Bunun yanısıra rinit skorlarında da anlamlı düzelme sağlanmışr (p=0.018). Steroid dozu DÖ ortalama 20±4 mg melprednizolon (n=4 olgu) eşdeğeri iken 6. ayda 2.1±1.1 mg. a düşmüştür. 4 olgu 10 ayın üstünde bir süredir bu tedaviyi almaktadır ve 6. ayda gözlenen düzelmeler korunmaktadır. 1 olguda 2. ayda gastrointesnal kanama gelişği için tedavi kesilmişr. Hüç bir olguda polip nüksü gözlenmemişr. 9 NİSAN 2009 solunum fonksiyon tes, Ig E analizi, cilt prick tes ve standard anket uygulandı. Bulgular: Asm hastalarının %46 sında GER (gastroesofajeal reflü) hikayesi vardı ve bu grup GER i olmayan grupla karşılaşrıldığında, ilaç allerjisi riski (%33 vs %18.6, p<0.02), nokturnal asm (%53.1 vs %34.7, p<0.01), viral enfeksiyonun teklediği asm (%52.6 vs %36.3,p<0.02), gıda allerjisi (%34 vs %18, p<0.01) ve bronşit (%56 vs %32, p<0.003) artmış sıklıkta bulundu. GER i olmayan grupla karşılaşrıldığında, lojisk regresyon analizi asmlı hastalarda nokturnal asmın GER riskini ar rdığını gösterdi: 9.0(CI: 3.2-25.3, p< 0.0001 ) . GER riski genç hastalarda, daha yaşlı hastalara göre daha az bulundu (44.9+/-13.0 vs 39.0+/-15.2, p<0.004). Sonuç: Sonuç olarak, bu çalışmada reflünün teklediği asmın ilaç allerjisi, gıda allerjisi, nokturnal asm, viral enfeksiyonun teklediği asm ve bronşit ile ilişkili olduğu saptanmışr. GER i olan Türk asm hastalarında, bu parametreler özellikle değerlendirilmelidir. Sonuç: Literatür bulguları ile uyumlu olarak aspirin desensizasyonu özellikle ağır asmı olan veya tekrarlayan polipi olan olgularda iyi sonuçlar sağlamaktadır. Ülkemizde son yıllarda sınırlı sayıda merkezde uygulanmaya başlanmış olan bu tedavi yönteminin tedavileri son derece problemli bu grup hastalar için iyi bir alternaf olduğu açıkr. TP035 TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE GASTROESOFAJEAL REFLÜ İLİŞKİSİ EMEL ERYÜKSEL 1, BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, SUNA YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Reflü asm hastalarında oldukça sık görülmektedir ve aralarındaki ilişkinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı asm ile gastroesofajeal reflü arasındaki ilişkiyi araşrmak ve predisposan faktörleri değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 206 asm hastası (50 E, 156 K) ve 117 kişi kontrol grubu olarak değerlendirildi. Tüm hastalara 50 TP036 ASTIMDA NK2 TİP SİTOKİNLERİN ROLÜ NİLGÜN AKDENİZ 1, ESİN AKTAŞ 1, SEMA BİLGİÇ 1, GAYE ERTEN 1, BİLUN GEMİCİOĞLU 2, GÜNNUR DENİZ 1, İ.Ü DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ İMMÜNOLOJİ ANABİLİM DALI 2 İ.Ü CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Asmın en önemli enflamatuvar özelliği havayolu mukozasındaki eozinofil ve CD4+ yardımcı T (Th) p 2 (Th2) lenfosit birikimidir. Th2 hücreleri salgıladıkları sitokinler, (özellikle interlökin-4 (IL-4), IL-5, IL-10 ve IL13) yoluyla astmak enflamasyonda rol almaktadır. CD4+ Th hücrelerine benzer şekilde; NK hücreleri de sitokin profillerine göre iki farklı alt gruba (NK1 ve NK2) ayrılmaktadır. Th2 hücrelerinin asm patogenezindeki rolünün birçok çalışmada gösterilmesine karşılık NK2 hücrelerinin ve sitokinlerinin hastalık patogenezine ne şekilde katkıda bulunduğu hakkında bilgilerimiz sınırlıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışma grubu astmak hastalarla (n=10, ortalama 4)± 4) sağlıklı donörleri (n=10, ortalama yaş=27 ±yaş=32 içermektedir. Periferik kan lenfosit alt grupları ve CD56+ NK hücre içi sitokin içerikleriγhücrelerinin IL-4, IL10, IL-13 ve IFN- flow sitometri cihazı ile saptanmışr. İstasksel analiz için Student's t test kullanılmışr. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Sonuç: Periferik kan mononükleer hücrelerinden (PKMH) salınan IL-4 ve IL-10 seviyelerinin, tedavi alndaki asm hastalarında, sağlıklı kişilere göre yüksek olduğunu gözlenmişr (p<0.001). Bu bulgularımıza benzer şekilde, CD56+ NK2 hücre sitokinleri olan IL-4 ve IL-10 seviyelerinin de tedavi almış asm hastaların da sağlıklılara göre artmış olduğu saptanmışr (p<0.001). PKMH’den salınan IL-13 ve IFN-g seviyeleri, asm hastalarında ve sağlıklı kişilerde farklılık göstermezken, CD56+ NK2 hücre sitokini IL-13, asm hastalarında sağlıklı kişilere göre anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p<0.05). Asmlı hastalarda, hiperlipideminin ve obezitenin kronik inflamasyona katkısı göz önüne alındığında, hastaların ideal beden-kitle indeksi aralığında tutulmasının ve obezitenin indüklediği inflamasyonun baskılanmasının mevcut tedavilerine destek sağlayacağı düşünülebilir. Sonuç: CEMİLE KOCA 1, DUYGU OZOL 2, RECEP AKGEDİK 2, MURAT AYDIN 1, SEMA UYSAL 2, ZEKİ YILDIRIM 1, RAMAZAN YİĞİTOĞLU 2 Bulgularımız asm patogenezinde sadece Th2 hücrelerin değil aynı zamanda CD56+ NK hücrelerinin de ürekleri sitokinler aracılığı ile etkili olabileceğini göstermektedir. TP038 POSTMENAPOZAL KADINLARDA, ASTIM ŞİDDETİNDE OBEZİTE VE ADİPOKİNLERİN ROLÜ FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA AD FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 1 2 TP037 Amaç: ASTIMLI VE SAĞLIKLI OLGULARDA OBEZİTE VE HİPERKOLESTEROLEMİNİN İNFLAMATUAR BELİRTEÇLERLE İLİŞKİSİ İLKAY KESKİNEL 1, SEMA BİLGİÇ 1, ESİN AKTAŞ ÇETİN 1, BİLUN GEMİCİOĞLU 2, NURHAYAT YILDIRIM 2, GÜNNUR DENİZ 1 İ.Ü. DETAE İMMÜNOLOJİ AD İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 1 2 Asm başlıca havayolu inflamasyonu ile karakterize, farklı şiddee ve ciddiyee olabilen bir hastalıkr. Proinflamatuvar etkiler yapabilen, interlökin 6,8,12 ve tümör nekrozis faktör alfa (TNF- α) gibi adipokinler, adipoz dokudan salgılandığından obezite sistemik inflamasyon için risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmadaki amacımız postmenopozal kadın hastalarda obezite ve serum adipokinlerinin asm şidde üzerindeki etkisini araşrmakr. Gereç ve Yöntem: Amaç: Obezite giderek önem kazanan bir sağlık sorunudur. Asmlılarda obezitenin inflamatuar belirteçlerle ilişkisini ortaya koymayı hedefledik. Toplam 45 asmlı postmenapozal kadın hasta (yaş ortalaması 57.5 ± 13.9 yıl) ile 30 sağlıklı postmenapozal kişi (yaş ortalaması 59.6 ± 12.8 yıl) kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Gereç ve Yöntem: Bulgular: Ek kronik hastalığı olmayan, sigara içmeyen stabil asmlı 46 hasta, obez (Grup Ia) ve non-obez (Grup Ib) olarak iki gruba ayrılmışr. Kontrol olarak çalışmaya 6 obez (Grup IIa) ve 7 obez olmayan sağlıklı birey (Grup IIb) alınmışr. Ortalama asm süresi 8.9 ± 7.5 yıldı. Hastaların yakınmaları, gündüz ve gece bulguları ile beraber solunum fonksiyon test sonuçlarına göre hastaların % 37,5 hafif, %35 orta, % 27,5 ağır persistan asm olarak sınıflandırıldı. Ortalama beden kitle indeksi (BKİ) (kg/m2) asmlı hastalarda 29.6 ± 5.4 ve kontrol grubunda 28.2 ± 5.3 idi. Asmlı hastaların 22’si, kontrol grubunun 13’ü obezdi. IL 6 seviyesi obez hastalarda yüksek bulundu. Asm ve kontrol grubu arasında serum IL-8, IL12, IL-6 ve TNF-α seviyesinde anlamlı fark izlenmedi. Asm şidde ile obezite ve serum IL-8, IL12, IL-6 ve TNF-α seviyesi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Bulgular: Spirometrik değerler, Grup Ia’da Ib’ye göre anlamlı derecede düşüktür. Hasta grubundaki total kolesterol ve LDL, kontrol grubuna göre yüksek, HDL ise düşüktür. IL-6, Grup Ib’de Ia ve II’ye göre yüksekr. TNF-alfa, Grup Ia’da Ib ve II’ye göre yüksek bulunmuştur. IFN-gama açısından Grup Ia ve Ib arasında fark yoktur. Lepn, Grup Ia’da Grup Ib ve Grup II’ye göre yüksekr. Grup Ia’daki lepn arşının beden-kitle indeksi ve TNF-alfa ile doğrudan bağınlı, buna karşılık IFN-gama ile ters ilişkili olduğu saptanmışr. Lepn ile IL-6 ve IgE arasında bir bağın görülmezken, CRP, ECP, triptaz, eozinofil sayısı arasında doğrudan bağın saptanmışr. Lepn ile solunum fonksiyonları ters bağınlıdır. Sonuç: Sonuç olarak postmenopozal dönemdeki asm hastalarında obezite, kontrol grubu ile benzer sıklıkta saptanmışr. Obezitenin ve sistemik dolaşımdaki adipokinlerin ise asm şiddeni etkilemediği bulunmuştur. 51 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS030 TP039 KOLİNERJİK ÜRTİKERLİ HASTALARIN EGZERSİZ ASTIMI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ ALİ KUTLU 1, SAMİ ÖZTÜRK 1, ERCAN KARABACAK 2, OKTAY TAŞKAPAN 1 GATA HAYDARPAŞA ALLERJİK HASTALIKLAR SERVİSİ 2 İSKENDERUN DENİZ HASTANESİ DERMATOLOJİ SERVİSİ 1 TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKADA LOKAL MİTOMİSİN-C UYGULAMASI: BİR OLGU AHMET LEVENT KARASULU , LEVENT DALAR , SEDAT ALTIN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , EKREM CENGİZ SEYHAN , GÜNGÖR ÇAMSARI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Amaç: Egzersiz küçük bir hasta grubunda kolinerjik ürker olarak isimlendirilen eritemli bir hale ile çevrili 2-5 mm çapında, küçük nokta şeklinde ürker plaklarından haya tehdit eden solunumsal semptomların eşlik eği anafilaksi reaksiyonuna kadar uzanan klinik tablolara yol açmaktadır. Kolinerjik ürkerli bazı hastalarda fiziksel akvasyonun devamı solunum sistemi semptomlarına yol açabilmektedir. Bu çalışmamızda kolinerjik ürker semptomlarına yol açan egzersizin solunumsal etkilerini araşrdık Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alınan hastalar kolinerjik ürkeryal lezyonları ortaya çıkaracak şekilde en az 10 dakika oda ısısında egzersize tabi tutuldu. Egzersiz öncesi ve sonrası solunum fonksiyon testleri ve fizik muayene bulguları değerlendirildi. Kolinerjik lezyonların yoğunluğu tespit edildi Bulgular: Çalışmaya 9 hasta alınmış olup tüm hastalar erkek ve 21-34 yaş grubu arasındaydı. İki hastanın anamnezinde egzersizle birlikte solunumsal yakınmalar olmasına rağmen hiçbir hastanın egzersiz öncesi ve sonrası SFT lerinde ve fizik muayene bulgularında değişiklik gözlenmemişr Sonuç: Literatürde egzersizin kolinerjik ürkerli hastaların solunum fonksiyonları üzerine etkisine yönelik az sayıda çalışma olup sonuçlar çelişkilidir. Bir çalışmada artmış pulmoner hiperreakvite gösterilmişr. Asmla benzer fizyopatoloji semptomlardan sorumlu tutulsa da asıl mekanizmanın vucut sıcaklığında arş, egzersiz veya streslere karşı organizmanın abarlı kolinerjik yanının olduğunu düşünmekteyiz. Trakeabronkopaa Osteokondroplaska (TBO), trakea ve bronşların, submukozal yerleşimli kıkırdak ve kemik dokusu içeren nodüllerle karakterize, nadir görülen dejeneraf bir hastalığıdır. Bu nadir hastalığın tedavisinde endobronşiyal tedavi yaklaşımları temel seçenekr. Bu sunum ile lokal mitomisin-C uygulaması ile palyasyon sağlanan olgumuzu farklı bir tedavi seçeneği açısından tarşmak istedik. Gereç ve Yöntem: Kırksekiz yaşında ev hanımı olan hastanın onbeş yıldır giderek artan nefes darlığı ve öksürük şikaye mevcuu. Solunum fonksiyon tesnde orta şiddee obstrükf pte solunum paterni izleniyordu. Posteroanterior akciğer grafisinde; trakea hava sütununda boydan boya daralma dikka çekiyordu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde trakea lümenine protrüze olan yaygın kalsifiye oluşumlar trakeal lümeni daraltmakta, aynı oluşumlar sağ ana bronş ve intermedier bronşuda belirgin daraltmaktaydı. Fiberopk bronkoskopide, polipoid lezyonlar nedeniyle bronkoskop güçlükle ilerlelebildi ve yeterli biyopsi alınamadı. Bulgular: Bu nedenle tanı ve tedavi seçeneğini değerlendirmek üzere GAA rijit bronkoskopi uygulandı. Trakea hemen girişten ibaren her iki lateral duvardan sert polipoid lezyonlar nedeniyle % 80 oranında daralmış, sağ ana bronş girişi %70, sol ana bronş girişi %40 oranında daralmış, bronş sistemleri değerlendirilemedi. Lezyonlardan biyopsiler alındıktan sonra rijit forseps ile atuşman yapılarak lokal mitomisin C uygulandı. Biyopsi patoloji sonucu TBO ile uyumlu raporlandı. Bir ay sonra yapılan rijit bronkoskopisinde, trakeal lümen açıklığının öncekine göre %25 ar ğı gözlendi. Lokal mitomisin uygulaması tekrarlandı ve sağ ana bronş girişine lazer koagülasyon yapılarak hasta takibe alındı. Sonuç: Lokal Mitomisin-C uygulaması TBO’da bilinen endobronşiyal tedavi seçeneklerine ek olarak hastalık seyrini etkileyen bir tedavi seçimi olabilir. 52 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS031 e-P032 BİLATERAL GENİŞ PULMONER ARTERYOVENÖZ MALFORMASYONLARI NEDENİYLE TRANSKATETER EMBOLİZASYON UYGULANAN HEREDİTER HEMORAJİK TELENJİEKTAZİ OLGUSU HYPOPLASIA OF LUNG (FREQUENCY, PARTICULAR FEATURES OF COURSE, CLINIC, DIAGNOSIS, RESULTS OF TREATMENT) KAZIM ROLLAS , ÜLKÜ YILMAZ TURAY , ÇİĞDEM BİBER , AYDIN YILMAZ , LEYLA YILMAZ AYDIN , YURDANUR ERDOĞAN , ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Olgu, nadir olması ve dev Pulmoner arteryovenöz malformasyonların tedavisinde cerrahiden önce embolizasyonun düşünülmesi gerekliliğini vurgulamak amacıyla sunuldu. Gereç ve Yöntem: 36 yaşında erkek hasta, tekrarlayan burun kanaması, sağ taraflı hafif göğüs ağrısı ve dudaklarda morarma yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayenesinde siyanoz ve çomak parmak mevcuu ve sağ hemitoraksta ön aksiler hat üzerinde üfürüm duyuluyordu. Bulgular: Hastanın hemoglobini 17.5 gr/dl ve SaO2; 87.4 olarak ölçüldü. Posteroanterior akciğer grafisinde, sağ orta zonda yaklaşık 6 cm çapında düzgün sınırlı çevre parankimden sınırları net ayırt edilen dansite arşı vardı. Toraks tomografisinde sağ orta zonda en geniş boyutu 5.5 cm ölçülen ve sol parakardiak arteryovenöz malformasyon olarak yorumlanan lezyonlar mevcuu. Pulmoner anjiyografide sağ akciğer orta zon ve sol akciğer alt zonda belirgin arteryel kanlanmaya ve venöz drenaja sahip iki adet arteryovenöz malformasyon görüldü. Sağ akciğer orta zondaki lezyonun besleyen arter çapı en dar yerinde 8 mm idi. Hastada hipoksemiye neden olan dev arteryovenöz malformasyona yönelik embolizasyon planlandı. Bu lezyona embolizasyon başarılı bir şekilde uygulandı. Üç haa sonra sol yerleşimli arteryovenöz malformasyon ile uyumlu lezyona embolizasyon uygulandı. Girişim sonrası hasta değerlendirildiğinde oksijen satürasyonunun % 95 e yükseldiği görüldü. Sonuç: Pulmoner arteryovenöz malformasyon nadir görülen pulmoner arteryal sirkülasyondan pulmoner venöz sirkülasyona, arada kapiller yatak olmaksızın, direkt bağlansı olan, anatomik sağ-sol şanta neden olarak hipoksemiye yola açan anormal damarlardır. PAVM’de tedavi endikasyonları; lezyonlarda progresif büyüme, tekrarlayan emboliler ve sistemik hipoksemidir. Tedavide daha önceleri cerrahi yöntemler tercih edilirken, günümüzde transkateter embolizasyon seçkin yaklaşımdır. Bu olguda olduğu gibi dev Pulmoner arteryovenöz malformasyonların tedavisinde cerrahiden önce embolizasyon düşünülmelidir. YAROSLAV VOLOSHYN INSTİTUTE OF PHTİSİATRY AND THORACİC SURGERY DEPARTEMENT PULMONOLOGY, Aim: To study the cases of hypoplasia of lung: its frequency, parcular features of course, clinic, diagnosis, results of treatment. Method: Hypoplasia makes 4,59-8,25% of the operaons, 39,68% of congenial pathology. 150 paents: simple hypoplasia -38 (25,33%), cysc – 112 (74,67%). Men – 91 (60,67%), women – 59 (39,33%) age 8-60. Results: Nonmalignant or asymptomac course before infecon: teenagers-77 (51,33%). Nonspecific disease (65,33%), tuberculosis (7,33%). Anbacterial therapy- no effect. Caugh- 82 (54,67%), increased body t C-78 (52%), hemoptysis – 21 (14%). Roentgen: lesion in right lung – 78 (52%), le -67 (44,67%) oen in lower lobe, segments (SVI, SX). Simple hypoplasia: decrasing of hemithorax, narrowing of intercostals intervals, diaphragm cupola is high. Bronchography: bronchi - like “burned trea”23. Angiography: vessels of lung with lesion- narrowed. Cysc hypoplasia: deformaon or intensificaon of lungs picture, numerous thin-walled cavies (d-14cm). Bronchogramma: hipoplasia with cysc changes. Angiopulmonography: underdeveloped vessels in lesser circulaon. Respiratory funcon impairment of obstrucve type when general state- sasfactory. 5(3,33%) –conservave treatment, 145 –resecon: lobectomy -86 (59,31%). Stages of operaon: refinement of bronchis coocks, resecon of basel segments. Pathomorphology: absence of carlaginous plates in cyst segmental bronchus (cysc hypoplasia). Clinic effect – 142 (97,93%), in 1 -17 years – 92,23%. Conclusion: The number of the paents increased. Diagnosis complicated by asymptomac course or chronic inflammatory process with relapses. Complex observaon (computer tomography, contrast methods of observaon of bronchi and vessels). Most oen lesion in lower lobe, SVI. Timely operaon with advanced methods let reach the high clinic and full effect and prevent any complicaons. 53 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS033 e-PS034 TORASİK VE PANKREATİK SARKOİDOZDA TEDAVİYE YANITIN FDG-PET/CT İLE İZLENMESİ GÖZDİBİ BAKISINDA YAĞ GLOBÜLLERİNİN GÖRÜLDÜĞÜ ARDS TABLOSU GÖSTEREN EĞİTİCİ BİR YAĞ EMBOLİSİ OLGUSU ADİL ZAMANİ , SONER DEMİRBAŞ SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: FDG-PET/CT, malignitelerin değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte FDG-PET/CT görüntülemesi sarkoidoz gibi malignite dışı durumlarda değerli olabilir. Biz bu bildiriyi, torasik ve ekstratorasik sarkoidozu olan bir olgunun yöneminde FDG-PET/CT nin sağladığı ek katkıyı vurgulamak amacıyla sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: İki yıl önce histolojik olarak sarkoidoz tanısı alan 50 yaşındaki bayan hasta korkosterod tedavisi sonrası nüks nedeniyle başvurdu.Olgumuzun serum CA19-9 seviyesi yüksek seyreği için abdominal USG yapıldı.Pankreas başında düzgün sınırlı hipoekoik kitle (18x10 mm) tespit edildi.Hastaya çekilen tüm vücut FDG-PET/CT taramasında pankreas başındaki kitle lezyonunda,mediyasnal ve sağ supraklavikuler lenf nodlarında ve her iki akciğer parankiminde artmış FDG tutulumu saptandı EYÜP SABRİ UÇAN 1, ALİ OSMAN SAATÇİ 2, ONUR TURAN 1 , TUĞBA GÜMÜŞ 4, ÖNDER LİMON 3, DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖZ HASTALIKLARI AD 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; ACİL TIP AD 4 YEŞİLYURT DEVLET HASTANESİ DAHİLİYE AD 1 Amaç: Yağ embolisi, non-trombok embolizmin önemli bir pi olup, genelde uzun kemiklerin travması sonucu, nadir olarak ortaya çıkan bir klinik tablodur. Travma sonrası ilk üç gün içinde gelişen solunum, dolaşım, santral sinir sistemi semptomları, göz ve deri bulguları ile seyreden ve mortaliteyle sonlanabilen mulsistemik bir hastalıkr. Gereç ve Yöntem: 27 yaşında erkek hasta, sağ bia fraktürü sonrası 36. saae izlendiği hastaneden, ani gelişen bilinç bulanıklığı, nefes darlığı, ateş yüksekliği nedeniyle hastanemize sevk edildi. Bulgular: Bulgular: Pankreak ince iğne aspirasyon biyopsisi sarkoidoz ile uyumlu kazeifiye olmayan epitelioid hücreli granülom olarak değerlendirildi. Korkosteroid tedavisi başlandı. Tedavinin 2 ay sonrasında, FDG-PET/CT taramasında sarkoidoz lokalizasyonlarında, anormal tutulumun azaldığı veya kaybolduğu gözlendi.Sarkoidoz lokalizasyonlarının tedavi öncesi ve 2 aylık tedavi sonrası SUVmax değerleri şöyleydi: pankreas başındaki kitle(8.01-3.98), akciğer parankimi (14,20-negaf), mediyasnal lenf nodları (5,83-2.74) ve sağ supraklavikular lenf nodu(5.66negaf). Sonuç: Bu, pankreak sarkoidozlu olguda tedaviye yanın FDGPET/CT ile değerlendirildiği ilk bildiridir. Biz, sarkoidozun gizli yerleşim yerlerinin ortaya çıkarlmasında ve medikal tedavinin etkisinin izlenmesinde FDG-PET/CT görüntülemesinin faydalı olabileceği sonucuna vardık. 54 Hastanın geliş posterior-anterior akciğer grafisinde yaygın bilateral rekülonodüler dansite armı saptandı. Alınan arteryel kan gazında hipoksi-hipokapni olması üzerine çekrilen toraks BT angiografide pulmoner emboliye rastlanılmadı; bilateral yaygın infiltrasyonlar tespit edildi. ARDS tablosundaki hastanın ayırıcı tanısında yağ embolisi düşünüldü; göz hastalıkları bölümünce yapılan gözdibi muayenesinde renada yağ globülinleri gözlendi. Hastaya, yağ embolisi tanısıyla intravenöz steroid, oksijen ve destek tedavileri uygulandı. İzlemde genel durumu düzelen, semptomları ve akciğer grafisindeki radyolojik bulguları gerileyen hasta, steroid tedavisinin doz azalmıyla kademeli olarak kesilmesi planlanarak taburcu edildi. Sonuç: Uzun kemikte travmak fraktür sonrası gelişen ani solunum sıkınsı, nefes darlığı yakınmaları, PAAC grafisinde yaygın bilateral opasiteler, ARDS tablosu, gözdibi bakısında saptanan yağ globüllerinin varlığıyla, yağ embolisi klinik tanısı konulup steroid ve destek tedavi sonrası tamamen iyileşen olgumuzu, literatürde nadir görülmesi ve hastalığın majör özelliklerini taşıyor olması nedeniyle sunmak istedik. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS035 e-PS036 KOMBİNE LAVAJ YÖNTEMİYLE PULMONER ALVEOLAR PROTEİNOSİS TEDAVİ BAŞARISI: BİR OLGU SUNUMU PULMONER ARTERİYOVENÖZ MALFORMASYON OPERASYONUNA BAĞLI PULMONER HİPERTANSİYON NALAN DEMİR FIRAT 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, PINAR AKIN KABALAK 1, DEMET KARNAK 1, SELİM EREKUL 2, OYA KAYACAN 1 ZEYNEP PINAR ÖNEN , GÖZDE KÖYCÜ , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Pulmoner alveolar proteinosis(PAP) alveol içinde eozinofilik PAS (periodic acid-shiff) pozif fosfolipid materyallerin difüz birikimiyle karakterize nedeni bilinmeyen ender bir hastalıkr. Prevalansı milyonda 6.2’dir. Total akciğer lavajı(TAL), PAP tedavisinde en etkin ve güvenli yöntemdir. Ancak fleksibl bronkoskopi(FB) ile uygulanan mulpl segmental lavaj da(MSL) alternaf bir tedavi yöntemidir. Burada, her iki lavaj tekniğinin de başarıyla kullanıldığı bir olgumuzu sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: Hafif restrikf hastalığı olan 31 yaşındaki kadın hasta orta dereceli hipoksemi(pO2: 49.2mmHg) ile kliniğimize kabul edildi. PAP tanısı transbronşial biyopsi ve BAL ile konuldu. Bulgular: Lokal anestezi alnda FB yapılıp, MSL her bir lob segmenne verilip, hemen aspire edilerek toplam 2000ml ısılmış fizyolojik serumla sağ akciğere uygulandı. İkinci gün pO2:60.3mmHg’ya yükseldi ve TAL işlemine kadar stabil kaldı. TAL sol bronş sistemine genel anestezi alnda, 13litre ısılmış tuzlu su kullanılarak, bir çi lümenli endotrakeal tüp ve BAL kateteri yardımıyla sıvı berraklaşana kadar uygulandı. Mekanik venlasyon ile yoğun bakımda bir gece kalan ve ekstübe edilen olgunun oksijenizasyonu düzeldi(pO2:80mmHg). Belirgin klinik ve laboratuar düzelmesi olan hasta takibe alındı ve sağ akciğere de TAL uygulanması planlandı. Sonuç: Sonuç olarak, derin hipoksemi nedeniyle genel anestezi alamayan olgularda hastayı TAL’na hazırlamak için MSL yapmak güvenli bir yöntemdir. ANKARA ÜNİVESİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Emboloterapiye yanıt vermeyen çok sayıda pulmoner arteriovenöz malformasyonları olan olgularda cerrahi tedavinin kliniği kötüleşrebileceğini ve bu olgularda transplantasyonun daha iyi bir seçenek olabileceğini vurgulamak amacıyla olgumuzu sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: Pulmoner arteriovenöz malformasyonlar (PAVM), kapiller yatak olmaksızın pulmoner ve sistemik dolaşımın birleşği damar yatağı anomalileridir. PAVM sağ-sol şantlara yol açarak kanın doğrudan sağdan sola doğru akmasıyla sonuçlanır. Bu durum genellikle konjenitaldir ve ailevi olmayan sporadik olgularda tek lezyonla karşılaşılırken, kalıtsal olanlar genellikle yaygın olma eğilimindedir. Olgular, her yaşta tanı alabilirler ancak semptomların ortaya çıkma zamanı genellikle ikinci dekaddır. Bu kadar uzun yıllar sessiz kalmasının temel sebebi; adaptasyon mekanizmaları ile hastaların pulmoner vasküler rezistanslarının (PVR) ve ortalama pulmoner arter basınçlarının (PAP) düşük, kardiyak outputlarının ise yüksek olmasıdır. Bulgular: Yirmi dört yaşında erkek hasta son birkaç yıldır olan egzersiz dispnesi ile doktora başvuruyor. Çekilen direkt grafilerinde yaklaşık 2cm çaplı nodüler lezyon izleniyor ve aynı lezyonun bilgisayarlı toraks tomografisinde 3,5x2cm çaplı, sağda subplevral yerleşimli, arteriyovenöz malformasyonla uyumlu bir patoloji olduğu görülüyor. Operasyon öncesi ekokardiyografi ile ölçülen sistolik pulmoner arter basıncı 40 mmHg ölçülüyor. Bu nedenle torakotomi yapılarak bu malformasyonun ligasyonu yapılmış. Operasyondan 4 ay sonra kliniğimize eforla progresif olarak artan dispne, hemopzi ve göğüs ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde göğüs duvarında yaygın üfürüm ve tüm kalp odaklarında da sistolik üfürüm vardı. Ekokardiyografisinde 2.derece triküspit yetmezliği ve sistolik pulmoner arter basıncı 150mmHg ölçüldü. Yapılan pulmoner arter anjiyografisinde tüm akciğer alanlarında yaygın PAVM ile uyumlu değişiklikler görüldü. 55 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: e-PS038 PAVM’lar için tedavi seçenekleri emboloterapi ve cerrahi rezeksiyondan oluşmaktadır. Ancak yaygın PAVM olan olgularda cerrahi ideal bir tedavi seçeneği değildir. Çünkü PAVM’lar düşük rezistanslı şant alanlarıdır, bu bölgelerin yok edilmesi pulmoner hipertansiyona yol açabilir veya var olan pulmoner hipertansiyon şiddeni ar rabilir. Emboloterapiye yanıt vermeyen mulple PAVM’ları olan hastalarda akciğer transplantasyonu daha uygun bir seçenek olabilir. RİTUXİMAB YANITLI GRANÜLOMATOZİS e-PS037 İMMUN TROMBOSİTOPENİK PURPURADA SONRASI PULMONER TROMBOEMBOLİ DİRENÇLİ WEGENER YASİN ABUL 1, NESLİHAN YILMAZ 2, SİBEL AYDIN 2, BARAN BALCAN 1, HANER DİRESKENELİ 2, BERRİN CEYHAN 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ A.D. 1 Amaç: İVİG ÖZLEM YILDIZ , EBRU ÇAKIR EDİS , TUNCAY ÇAĞLAR TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, EDİRNE Wegener Granülomatosis(WG) üst/alt solunum yollarını, böbrekleri etkileyebilen sistemik bir vaskülir.Standart tedavi siklofosfomid, azoopürin, metotreksat ve korkosteroidlerdir. Yanıtsızlarda tümör nekroze edici faktör(TNF) antagonistleri, B ve T lenfosit deplese ediciler kulanılabilmektedir. Gereç ve Yöntem: Amaç: İmmun trombositopenik purpura (İTP), ankorla kaplı trombositlerin yıkımı ile karakterize bir hastalıkr. İntravenöz immunglobulin (İVİG), İTP’da etkin ve güvenli bir tedavi yöntemi olarak bilinmesine rağmen literatürde tedavi sonrası venöz tromboz gelişen bir vaka bildirilmişr. Gereç ve Yöntem: 62 yaşında bayan hasta, nefes darlığı ile acil servise başvurdu.Özgeçmişinde İTP nedeniyle bir ay önce İVİG uygulandığı, tedaviden iki haa sonra sol alt extremitede derin ven trombozu gelişği ancak hastanın tedaviye uyumsuz olduğu öğrenildi. Fizik bakıda ateş 36⁰C, nabız: 120/dakika, solunum sayısı: 30/dakika, tansiyon: 80/50 mmHg, sol akciğer alt zonda inspiratuar ral, sol alt extremitede ısı arşı saptandı. Bulgular: Trombosit sayısı 38.000, kan gazında pH: 7,45, pO₂: 50 mmHg, pCO₂: 31,3 mmHg, SaO2: %85,3, HCO3: 21,5 ve EKG’de S1Q3 paterni mevcuu. Toraks tomografisinde bilateral ana pulmoner arterlerde trombüs; alt ekstremite dopler ultrasonografisinde sol popliteal ve femoral vende trombüs izlendi. Trombositopenisi olan hastaya acil trombosit afarezi yapıldıktan sonra (trombosit: 104.000) trombolik tedavi (t-PA 100mg) uygulandı. Komplikasyon gelişmedi. Trombositopeni nedeniyle warfarin başlanmadı ve tedaviye düşük molekül ağırlıklı heparin ile devam edildi. Sonuç: Olgumuzda tromboz için edinsel ve kalıtsal risk faktörü bulunmadığı halde splenektomi yapılmadan, İVİG sonrası tromboz gelişmişr.Bu vakayla İTP’da İVİG ve tromboz birlikteliğine dikkat çekmek istedik. 56 Akciğer tutulumlu ve standart tedaviye yanıtsız dirençli WG vakasını sunduk Bulgular: Erkek hasta(53 y), akciğer tüberkülozu hikayesi mevcuu.3 yıl önce el ve ayak eklemlerinde ağrı, hemopziyle başvurmuştu.Toraks bilgisayarlı tomografisinde(BT) sağ akciğer orta lob posterior segmene 20 mm çapında solid kitle,sol akciğer üst lobda kaviter lezyon saptanmış.Bronkoskopisi malignite ve tüberküloz açısından negai(ARB negaf). Açık akciğer biyopsisinde granülomatöz inflamasyon saptanmış. Hastaya 4 lü an tüberküloz başlanmış.Takibinde kaviter lezyonları ilerlemiş,BACTEC’de üremesi olmamış.p ANCA(+),retrospekf değerlendirmede biyopsi nonnekrozan granülomatöz inflamasyon- anjiis gelince pulse melprednisolon(MP) ve IV siklofosfomid başlanmış.Steroid dozu azallırken eklem şikayetlerinde relaps,akut fazında yükselme ,akciğer kaviter lezyonda boyut arşıyla steroid dozu tekrar arrılmış(48 mg/gün). Steroide bağımlı,siklofosfomid kısmi yanıtlı olarak idamesi için hastanemize yönlendirilmis.Cushingoid görünümü miyopasi mevcuu.BT’de kaviter lezyonlarda küçülme saptandı.İdamesi azoopürinle yapıldı.MP dozu 20 mg güne düşüldüğünde akut faz yükseldi.Eklem yakınmaları ar .Akciğer lezyonlarında boyut arşı yoktu.Akvasyonu amaçlı PET BT’de kaviter bölgenin çeperinde yoğun FDG izlendi.Steroid dozu ar rıldı,oral siklofosfomid başlandı. Steroid bağımlı hastaya 2.basamak tedavi Rituximab 1 gr IV 2 kür uygulandı.Siklofosomid kesildi .Rituximab’ın 2 ayında BT’de akciğer lezyonlarının gerilediği görüldü. Akut fazı normale döndü.Steroid dozu azalldı, myopa ağrı semptomları düzeldi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Siklofosfomid, Azoopürin, Metotreksat ve korkosteroidler WG’de standart tedavilerdir. Dirençli vakalarda An-CD20 monklonal ankoru olan Rituximab’a yanıt ve düşük relaps bildirilmektedir. Bizim vakamızda da konsensus olmamakla birlikte 375 mg/m2/haa dozu uygulanmış ve iyi yanıt alınmışr.B hücre deplesyonu yapan Rituximab,dirençli WG tedavisinde öncelikle düşünülmelidir. e-PS039 ALVEOLAR HEMORAJİ, KARDİYOMİYOPATİ , İNTESTİNAL PERFORASYON VE ÖLÜMLE SONUÇLANAN ANCA İLİŞKİLİ VASKÜLİT (EOZİNOFİLİK) OLGUSU HÜLYA DENİZ 1, SERPİL ELADAĞ 1, CANAN ÖZKAL 2, DEMET KARNAK 1, SELİM EREKUL 3, NURŞEN DÜZGÜN 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DAHİLİYE ANA BİLİM DALI 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANA BİLİMDALI 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK İMMÜNOLOJİ VE ROMATOLOJİ BİLİM DALI 1 Amaç: Alveoler hemoraji vaskülik hastalıkların bir komponen olarak ortaya çıkabilir. Bu sunum alveoler hemoraji ve eozinofilik vaskülitli bir hasta hakkındadır. Gereç ve Yöntem: 35 Yaşında erkek hasta kliniğimize hipoksemi ve hemopzisi olmaksızın alveoler hemoraji ile uyumlu tomografi bulguları ile kabul edilmişr. Fizik muayene ve laboratuar bulguları sub febril ateş, şiddetli anemi, kaşeksi, kardiyak üfürüm, ekstremitede de purpural döküntüler , mikroskopik hematüri ve proteinüriyi ortaya koymuştur. Bulgular: 9 NİSAN 2009 eden sistemik bir vaskülin deri, kalp, gastrointesnal sistem (gastrointesnal perforasyon) ve sinir sistemi gibi mulpl doku ve organ tutulumlarına sahip. ChurgStrauss sendromu (CSS) alerjik veya astmak epizot tariflememesine rağmen ayırıcı tanıda düşünüldü ve tarşıldı. Puls siklofosfamid ve mel prednizolon tedavisi başlanıldı. Tedaviye rağmen hasta kalp yetmezliği ve sepsemi nedeniyle 38 gün sonra kaybedildi. Sonuç: Bu prezentasyon alveoler hemorajinin tanısal değerlendirmesinde transbronşiyal akciğer biyopsisinin önemini ortaya koyması ve komplike nekrozan eozinofilik vaskülin agresif gidişini göstermesi açısından önemlidir. e-PS040 MULTİPL MİYELOM TANILI BİR HASTADA BORTEZOMİB’E BAĞLI MASİF PLEVRAL EFFÜZYON PEGAH GOLABİ 1, TAYFUR TOPTAŞ 3, IŞIK KAYGUSUZ 3, YASİN ABUL 2, ŞEHNAZ OLGUN 2, BERRİN CEYHAN 2, MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ B.D. 1 Amaç: Bortezomib relaps/refrakter mulpl miyelom (MM) tedavisinde kullanılan ilk proteozom inhibitörüdür ve pulmoner yan etkileri nadirdir. Literatürde bortezomibe bağlı masif plevral effüzyon bildirilen yalnızca 3 olgu mevcuur. Gereç ve Yöntem: MM kappa hafif zincir ve kardiyak amiloidoz tanılı 54 yaşındaki kadın hastaya, 3 kür vinkrisn-adriamisindekzametazon kemoterapisi aldıktan sonra hastalığının kontrol alnda olmaması nedeniyle Bortezomib (Velcade®) 1.3 mg/m2 kemoterapisi başlandı. Akciğer grafisi pulmoner konjesyon ve kardiyomegaliyi işaret eden hastanın ekokardiyografik incelemesinde sol kalp genişlemesi ve sol ventrikül fonksiyon bozukluğu tespit edildi. Daha önce alerjik hastalık öyküsü vermemesine rağmen yüksek serum IgE düzeyleri(10.500IU 1/16 dilüsyonda) ve periferik kan eozinofilisi yanı sıra c-ANCA pozifliği bulundu. Transbronşiyal akciğer biyopsisi eozinofilik vasküli doğruladı. Bu hasta haya tehdit 57 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Dört dozdan 15 gün sonra artan nefes darlığı ve öksürük yakınmaları olması nedeniyle servisimize yarıldı. Hastanın Toraks tomografisinde bilateral hemitorakslarda sağda daha belirgin plevral efüzyon ve komşu akciğer parankimlerinde kompresyon atalektazileri mevcuu. Plevral sıvısı örneklemesi eksüdaf karakterde olup, nötrofil hakimiye mevcuu. Mikrobiyolojik ve sitolojik incelemelerde enfeksiyon ya da malignite lehine bulgu saptanmadı. Ekokardiografide ejeksiyon fraksiyonu normaldi ancak kardiak amiloidozis ve diastolik disfonksiyon ekarte edilemeyeceği ifade edildi. Enfeksiyon ve pulmoner emboli ön tanıları dışlanan hastaya 80-100mg/gün furosemide başlandıktan sonra klinik ve radyografik tam yanıt elde edilerek taburcu edildi. İkinci kür kemoterapisi bortezomib + dekzametazon şeması şeklinde uygulandıktan 10 gün sonra, nefes darlığı ve bilateral plevral effüzyonu olması nedeniyle servisimize tekrar yarıldı. Naranjo ilaç yanetki olasılık skalası puanının 7 olması nedeniyle, mevcut tablonun bortezomibe bağlı olduğu kabul edildi. Sonuç: Bortezomib’in akciğer hasarı ve plevral effüzyon yapıcı etkisi net değildir. Akciğer toksisitesinin kemoterapinin son dozundan sonra ortaya çıkması, bortezomib kesilmesi sonrası NF-κB reakvasyonu sonrası oluşan metabolitlerle açıklanabilir. Bortezomibin diğer sinyal yolları etkilemesi necesinde biriken metabolitlerinin akciğer hasarı yapıyor olması da muhtemeldir. Sonuç olarak, bu ilacın verildiği hastalarda solunum sistem yakınmalarının yakından izlenmesi gerekği ifade edilebilir. 9 NİSAN 2009 kalımsal hastalık olan FMD’nin yine az rastlanan bir komplikasyonu olan trekeal darlık ile tanı alan olgumuzu sunmak istedik. Gereç ve Yöntem: Otuz dört yaşında erkek hasta; nefes darlığı işitme kaybı şikayetleriyle başvurdu. Özgeçmişinde 5 aylıkken kaybedilen fasial anomalili ve yarık dudaklı bir erkek çocuk öyküsü vardı. Bulgular: Fizik muayenede; kaba yüz, yayvan burun, aşağı uzanan palpebral açıklık, çukur damak, çoklu iskelet malformasyonları, ayak parmak deformitesi, tüm eklemlerde hareket kısıtlılığı, stridor ve inspratuar ronkus mevcuu. SFT’de ileri derecede fiks hava yolu obstruksiyonu saptandı. Toraks BT’de trakeal lümende %50 darlık ve tüm kemik yapılarda ekspansiyon gözlendi. EKO’da interatrial septumda anevrizma, odyografisinde solda %84, sağda%56 işitme kaybı saptandı. Genek bölümüyle konsulte edilen hasta mevcut bulgular, neonatal kayıp, X ile taşınan dominant kalım modeliyle FMD ile uyumlu bulundu. Sonuç: Nadir görülen kalımsal bir hastalık olan FMD ‘de genopfenop korelasyonu gereklidir ve sistemik tutulumlar saptanabilir. Bu hastaların değerlendirilmesinde ,ayrınlı aile öyküsüyle birlikte genek konsültasyonun tamamlanması gereklidir. e-PS042 e-PS041 TRAKEAL DARLIK İLE TANI ALAN FRONTOMETAFİZYAL DİSPLAZİLİ (FMD) OLGU; NADİR GÖRÜLEN BİR HASTALIK OLMASI NEDENİYLE BANU ERİŞ GÜLBAY , SERPİL ELEDAĞ , ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , TURAN ACICAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Frontometafizyal Displazi (FMD): iskelet sistemi anomalileri ve işitme kaybı bulunan otopalatodigital spektrum hastalıkları olarak isimlendirilen bir sendromun üyesidir. X ile taşınan dominant paterne sahip FMD’nin primer ayırt edici özelliği, tubuler kemik anomalileri ve kafa kemiklerinde hiperosteozis içeren iskelet sistemine ait displazi ve eklem hareket kısıtlılıklarıdır. İskelet sistemi dışında hastada, trekeobronşial, kardiak ve ürolojik malformasyonlar da görülebilir. Nadir bir 58 ÇAM KOZALAK FİLİZLERİ YEME ÖYKÜSÜ OLAN ATİPİK RADYOLOJİK TUTULUMLU İLGİNÇ BİR SARKOİDOZ OLGUSU KEZBAN ÖZMEN , ÜMRAN TORU , TALHA DUMLU , ALİ NİHAT ANNAKKAYA , DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Sarkoidoz etyolojisi tam olarak bilinmeyen mulsistem granülomatöz bir hastalıkr. Etyolojide çok sayıda hipotez bulunmaktadır. Bu hipotezlerden apik tüberküloz, berilyozis ve çam polen inhalasyonu en çok öne sürülenlerdendir. Anamnezinde çam kozalak filizleri yeme öyküsü olan apik radyolojik özelliklere sahip ilginç bir sarkoidoz olgusu sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: M.C, 50 yaşında bayan yaklaşık 4 yıldır öksürük, nefes darlığı, göğüs alt kısmında ağrı şikayetleri olan hastanın son 1 yıldır şikayetlerinde artma olmuş. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Gereç ve Yöntem: Başvurduğu farklı doktorlar tarandan pnömoni, akut bronşit tanıları ile farklı anbiyok tedavileri uygulanan hastanın özgeçmişinde özellik yoktu. Akciğer grafisinde sol akciğer alt zonda ve sağ akciğer alt zonda diafragma sınırını silen yamalı opasiteler izlendi. Balgam ARB’leri negaf olan hastaya non-spesifik anbiyok tedavisi verildi. Bilateral alt ekstremite venöz dopler USG, akciğer perfüzyon singrafisi normal olarak değerlendirildi. Hastanın kontrollerinde şikayetleri ve akciğer grafisi bulguları devam ediyordu. Çekilen Toraks BT ve HRCT’de; her iki AC alt lob postero ve laterobazal segmentlerde konsolidasyonlar, sol AC alt lobda daha belirgin fibrok bantlar-ektazik değişiklikler izlendi. Fiberopk Bronkoskopik BAL ve bronş biyopsi sonucu tanısal değildi. Açık akciğer biyopsi sonucu sarkoidoz ile uyumlu geldi. Hastanın anamnezi derinleşrildiğinde çiçilik ve hayvancılıkla uğraşğı, mide ağrılarına iyi geldiği için çam kozalak filizleri yediği öğrenildi. Solunum Fonksiyon Tesnde; Restriksiyon saptandı. Difüzyon Tesnde; DLCO: 3670 ml (%73) olarak bulundu. Hasta düşük vital kapasite, parankimal AC tutulumu ve semptomak olması nedeniyle semptomak evre 3 sarkoidoz kabul edilip sistemik steroid tedavisi başlandı. Hastanın poliklinik kontrollerinde klinik, radyolojik ve spirometrik tetkiklerinde iyileşme saptandı. 59 yaşında kadın hastada 6 ay önce başlayan ve giderek artan nefes darlığı şikayeyle Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne başvurdu. Sonuç: BİLATERAL PLEVRAL EFÜZYON VE PERİKARDİYAL TAMPONAD İLE SEYREDEN BEHÇET HASTALIĞI OLGUSU Sarkoidoz tanısı alan tüm olgularda hastaların özgeçmişinde çam kozalak maruziyenin mutlaka sorgulanması gerekği kanaandeyiz. e-PS043 SİSTEMİK AMİLOİDOZA BAĞLI PLEVRAL TUTULUM SONUCU TRANSUDA NİTELİĞİNDE REFRAKTER PLEVRAL EFFÜZYON SAPTANAN BİR OLGU ÜMRAN TORU , KEZBAN ÖZMEN , TALHA DUMLU , ÖNER BALBAY , ALİ NİHAT ANNAKKAYA DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Amiloidin plevra birikimi ve plevral tutulum nadiren bildirilmişr. Biz sistemik amiloidosise sekonder plevra tutulumu sonucu gelişen refrakter transuda nitelikli plevra effüzyonlu olguyu sunmayı uygun bulduk. Bulgular: Hastanın çekilen PA Grafisi’nde; sol akciğerde plevral effüzyon ile uyumlu opasite saptanması üzerine yapılan torasentez ile alınan plevral sıvı örneği transuda niteliğinde idi. Böbrek fonksiyon testlerinde kreanin klerensi 70 ml/ dakika ve ultrasonografi eşliğinde yapılan renal biyopsi sonucu amiloidoz ile uyumlu geldi. Takip sırasında sol plevral effüzyonda tekrarlayan torasentezlere rağmen artma oldu. Bunun üzerine yapılan plevral biyopsi sonucu plevral amiloidoz olarak raporlandı. Refrakter plevral effüzyon nedeniyle plöredez uygulandı. Sonuç: Renal amiloidoz tanısıyla izelenen hastalarda refrakter plevral sıvı nedenlerinden birinin plevranın amiloidoza sekonder plevra tutulumu olabileceği unutulmamalıdır. e-PS044 ÖZLEM ERÇEN DİKEN , AYDIN ÇİLEDAĞ , NALAN DEMİR FIRAT , ASLIHAN YALÇIN , AKIN KAYA , OYA KAYACAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD Amaç: Behçet hastalığı ağız ve genital bölgede tekrarlayan ülserler, tekrarlayan üveit, cilt ve eklem bulguları, tromboflebit ve santral sinir sitemi (SSS) tutulumu ile karakterize mulsistemik bir hastalıkr. Behçet hastalığında nadiren vena kava superior (VCS) trombozu ve buna sekonder plevra ve perikard sıvısı görülebilmektedir. Biz de VCS trombozu, bilateral plevral ve tamponadla birlikte perikardiyal efüzyonun eşlik eği Behçet hastalığı olgusunu nadir görülmesi nedeniyle sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: 5 yıl önce Behçet hastalığı tanısı alan 34 yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve prebial ödem nedeni ile hastaneye yarıldı. 59 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Bulgular: Fizik muayenede prebial ödem, masif plevra sıvısı bulguları, göğüs duvarında venöz kolleteraller mevcuu. Posteroanterior akciğer grafisinde kardiyotorasik oranda arş, bilateral plevra sıvısı ve ekokardiyografide sıvı içerisinde fibrin materyali olan geniş perikard sıvısı vardı. Plevra ve perikard sıvısı eksuda niteliğindeydi. Doppler ultrasonografide sol brakial, subklavian ve bilateral juguler vende, sol ana ve superior femoral vende tromboz saptandı. Pulmoner venöz ve arteryal bilgisayarlı tomografik anjiografide bilateral brakiyosefalik ven ve vena cava superiorda kronik tromboz izlendi. Hastaya tekrarlayan terapök torasentezler yapıldı ve perikardiyal tüp yerleşrilerek perikardiosentez ve immunsupresif tedavi (sistemik prednizolon 80 mg/g, kolşisin 4x 0,5 mg/g, ayda bir pulse siklofosfamid 600 mg/m²) uygulandı. Hasta tedaviye klinik ve radyolojik olarak dramak yanıt gösterdi ve halen kliniğimizde takip edilmektedir. 62 yaşında erkek hasta, bir gündür aniden başlayan ve gikçe artan dispne yakınması ile başvurdu. Daha önce başka bir merkezde nörofibromatozis tanısı aldığı anlaşılan hastanın, fizik muayenesinde, ağız içi mukozasında ve tüm vücua yaygın en büyüğü 2 cm çaplı cilen kabarık, yumuşak (lask kıvamında), ağrısız, saplı, alaki dokulara fikse olmayan nodüller mevcuu ve bilateral hemitorakslarda solunum sesleri alınmıyordu. Akciğerin direkt grafisinde ve toraks tomografisinde sağda pnömotoraks ve solda yaygın büllöz akciğer görünümü saptanarak, sağ tüp torakostomi ve ardından uzayan hava kaçağı nedeniyle sağ tarafa plörodezi uygulandı. Solunum fonksiyon testlerinde ciddi restrikf bozukluk ve difüzyon kapasitesinde azalma saptandı. Transtorasik ekokardiyografisinde orta derecede pulmoner hipertansiyon saptandı. Arteriyel kan gazlarında p 1 solunum yetmezliği saptanarak uzun dönem oksijen tedavisi başlandı. Hasta, şehir merkezine yakın bir yerde yaşaması önerilerek medikal tedavi ile taburcu edildi. Sonuç: Poliserözit ayırıcı tanısında Behçet hastalığının da yer alması gerekir. e-PS045 CİDDİ DİSPNE İLE BAŞVURAN BİR NÖROFİBROMATOZİS OLGUSU NEŞE DURSUNOĞLU 1, ŞEYDA KAYA 2, ESMA ÖZTÜRK 1, ALİ EKİNCİ 1, DURSUN DURSUNOĞLU 3 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 3 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Sonuç: Nörofibromatozis hava yollarını, akciğer parankimini, göğüs kafesini ve duvarını tutabilir. Bu hastalarda büllöz akciğer nedeniyle yaşamı tehdit eden total pnömotorakslar gelişebileceğinden, hastaların pulmoner komplikasyonlar açısından yakın takibi gereklidir. e-PS046 BEHÇET HASTALIĞI VE ŞİLOTORAKS LEYLA YAĞCI TUNCER , EBRU SULU , EBRU DAMADOĞLU , OKTAY TAŞOLAR , ADNAN YILMAZ SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Amaç: Nörofibromatozis, 1/2000-1/3000 doğumda bir görülür ve on yedinci kromozomda tutulum gösteren otozomal dominant geçişli bir hastalıkr. Toraksta cilt, iskelet, akciğer ve nörojenik sisteme ait bulgular izlenebilir. Behçet hastalığına bağlı şilotoraks gelişimi nadirdir. Bu yazıda Behçet hastalığına bağlı şilotoraks gelişen bir olgu sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Olgu Sunumu Burada, ciddi dispne ile başvuran bir nörofibromatozis olgusu sunulmuştur. 60 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Bulgular: 40 yaşında erkek hasta, 2 aydır devam eden nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Özgeçmişinde 7 yıl önce Behçet hastalığı tanısı aldığı öğrenildi. Arka ön akciğer grafisinde sağda plevral effüzyon ile uyumlu görünüm saptandı. Fizik bakıda yüz ve boyun bölgesinde ödem ile göğüs duvarında kollaterallerde belirginleşme görüldü. Solunum sistemi muayenesinde sağ alt zonda mate ve solunum seslerinde azalma mevcuu. Torasentezde süt renginde plevral sıvı alındı. Plevral sıvıda LDH= 100 U/L, glukoz= 155 mg/dl, total protein= 4.0gr/dl, albumin=2.0gr/dl, total kolesterol= 70mg/dl, trigliserid= 1225mg/dl olarak ölçüldü. Bu bulgularla şilotoraks tanısı konuldu. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde vena kava superiorda dolum defek, sol brakiosefalik ven proksimali veya sol subklavian vende trombus ve sağda plörezi görüldü. Hastaya göğüs tüpü uygulandı. Tedaviye yanıt alınamayan hastaya daha sonra torakotomiyle ductus torasikus ligasyonu ve parsiyel plörektomi yapıldı. 10 ay sonra yapılan kontrolde patoloji saptanmadı. Yirmi yedi yaşında erkek hasta 6 ay önce başlayan efor dispnesi, öksürük ve halsizlik şikaye ile başvurduğunda fizik muayenesinde bilateral bazallerde ralleri mevcuu. PA akciğer grafisinde rekülonodüler patern saptanması üzerine intersyel akciğer hastalığından şüphelenilerek Toraks YRBT planlandı.10 paket/yıl sigara içme öyküsü olan hastanın BT’sinde özellikle üst zonlarda yaygın kistler izlendi ve bu görünümle PLHH düşünüldü. Hastanın BAL sitolojisinde makrofaj / hisyosit seriye ait reakf hücreler izlendi. Solunum fonksiyon testlerinde mikst obstrükf-restrikf patern ve diffuzyon kapasitesinde azalma görüldü. EKO’da PAP: 75 mmHg bulundu. PLHH’ e sekonder gelişmiş pulmoner hipertansiyon düşünüldü ve steroid tedavisi başlandı. Kontrol EKO da PAP 110 mmHg olarak ölçüldü. İkinci olgumuz 36 yaşında kadın hasta, 2 aydır olan nefes darlığı, öksürük ve yorgunluk şikâye ile başvurdu. Fizik muayene ve PA akciğer grafisi bulguları önceki hasta ile benzerdi. 10 paket-yıl sigara içme öyküsü olan hastanın yapılan Toraks YRBT’sinde üst ve orta zonlarda kalın duvarlı mulpl milimetrik kistler izlendi ve görünüm PLHH ile uyumlu bulundu. BAL sitolojisi makrofajdan zengindi. Solunum fonksiyon testlerinde mikst obstrükf-restrikf patern mevcuu, difüzyon tesne koopere olamadı. Arter kan gazlarında anlamlı patoloji saptanmayan hasta, 6 dakikada 540m yürüdü ve başlangıca göre satürasyonu %9 azaldı. Sonuç: Behçet hastalığında şilotoraks her ne kadar nadir görülse de, şilotoraks olgularında behçet hastalığı akla gelmelidir. e-PS047 Sonuç: AYŞE BERNA CAN , ZEYNEP ÇELEBİ SÖZENER , AKIN KAYA , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN Yirmi yedi yaşındaki erkek olgu steroid tedavisinden fayda görmediği için tedavi kesilerek takibe alındı. Halen kliniğimiz takibinde olan olguya akciğer transplantasyonu planlanmaktadır. Otuzal yaşındaki kadın hastanın ise sigarayı bırakması sağlandı ve tedavisiz takibe alındı. ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI e-PS048 PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZİS; İKİ OLGU NEDENİYLE Amaç: Pulmoner langerhans hücreli hisyositozis (PLHH) nadir görülen, etyopatogenezi net olarak bilinmeyen granülamatöz ve fibroinflamatuar karakterde bir hastalıkr. Sıklıkla 20–40 yaş arası genç erişkin, sigara içen erkeklerde görülmektedir. Biz PLHH tanısı koyduğumuz iki olgumuzu nadir rastlanması nedeniyle sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: Biri 27 yaşında erkek ve diğeri 36 yaşında kadın, iki olgunun anamnezi alındı. Fizik muayenesi yapıldı, PA akciğer grafisi çekildi, bronkoskopi yapıldı ve BAL sitolojileri alındı. Her iki hastanın da solunum fonksiyon testleri ve difüzyon kapasitesi değerlendirildi. Hastaların PA akciğer grafilerindeki rekülonodüler görüntü nedeniyle toraks YRBT uygulandı. Ek olarak erkek hastanın EKO’su ve kadın hastanın ise arter kan gazı ve 6 dakika yürüme tes değerlendirildi. BİR OLGU NEDENİYLE GEBELİKTE İDİYOPATİK PULMONER HİPERTANSİYON İLKNUR BAŞYİĞİT 1, HAŞİM BOYACI 1, ASLI BALABAN 1, FÜSUN YILDIZ 1, AYKUT ELİÇORA 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: İdiyopak pulmoner hipertansiyon (IPAH) nadir görülen ve etyolojisi net olarak belirlenememiş bir hastalıkr. Burada gebelik sırasında pulmoner hipertansiyon tespit edilen ve komplikasyonsuz olarak sezaryen ile sağlıklı bir bebek dünyaya geren bir olgu sunulmaktadır. 61 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Yirmi dokuz yaşında, 26 haalık gebe olan olgumuz, gebeliğin 3. ayından beri devam eden nefes darlığı ve öksürük yakınması ile başvurdu. Sigara ve ilaç kullanım öyküsü yoktu. şişlik-tutukluk şikaye olmuş, Romatoloji bölümü tarandan Romatoid Artrit (RA) tanısı konularak Prednisolone+Leflunomide tedavisi başlanmış. Bu dönemde plevral efüzyon tespit edilmiş, sıvının RA’e bağlı olduğu düşünülerek ek girişim yapılmamış. Bulgular: Bulgular: Solunum fonksiyon testleri normal olarak değerlendirilen hastanın ekokardiyografi tetkikinde PAB: 130 mmHg olarak ölçüldü, septal defekt veya kapak hastalığı izlenmedi. Alt ekstremite venöz doppler USG ve MR anjiografi tetkikleri normal olarak değerlendirildi. Öz ve soygeçmişinde PAH öyküsü, kollajen doku hastalığı bulunmayan ve HIV tes negaf saptanan hastaya IPAH ön tanısı ile nifedipin, kumadin ve oksijen tedavisi başlandı. Yakınmaları devam eden, genel durumu kötüleşen hastanın iki gün sonra yapılan ekokardiyografisinde PAB: 140 mmHg olarak ölçüldü. İloprost ampul intravenöz olarak tedaviye eklendi. Genel durumu düzelmeyen hasta başvurusunun 3. gününde epidural C/S ile doğurtuldu. Doğum sonrası tedavisine bosentan tablet ve iloprost nebul olarak devam edildi. Tedavinin birinci ayında tekrarlanan ekokardiyografide PAB: 80 mmHg olarak ölçüldü. Sonuç: Gebelik, IPAH seyrini olumsuz etkileyebilir ve gebelik sonlandırılmadıkça PAB kontrol alna alınamayabilir. Bu olgu, epidural anestezi ile sorunsuz olarak gebeliğin sonlandırılabileceğini düşündürmektedir. e-PS049 NADİR GÖRÜLEN PSÖDOŞİLOTORAKS BİR PLEVRAL Sonuç: Psödoşilotoraksın patogenezi tam bilinmemekle beraber fibrok değişikliğe uğramış plevral kavitede, eksüdaf materyalin uzun süre kalmasıyla meydana geldiği düşünülmektedir. Tüberküloz plörezi, kronik romatoid plörezi ve terapök pnömotoraks, psödoşilotoraksın en sık nedenleridir. Psödoşilotoraks plevra sıvıları içinde nadir görüldüğünden olgu sunulmuştur. EFÜZYON: HANDAN İNÖNÜ 1, ALİ YEĞİNSU 2, FADİME DURAN YÜCESOY 1, DENİZ ÇELİK 1, BERAT ACU 3 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, TOKAT 2 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, TOKAT 3 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, TOKAT 1 Amaç: Psödoşilotoraks plevra sıvıları içinde nadir görüldüğünden olgu sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: 61 yaşında bayan hasta, akciğer grafisinde bilateral plevral efüzyon nedeniyle kliniğimize yönlendirilmiş. Özgeçmişinde; 5 ay önce sol akciğerde pnömotoraks ve plevral efüzyon nedeniyle göğüs cerrahisi kliniğinde tüp torakostomi uygulanmış. 5 yıl önce eklemlerinde 62 Kliniğimize başvurusunda yakınması yoktu, RA medikal tedavisini alıyordu. Fizik muayenesinde genel durumu iyi, vital bulguları stabildi. Bilateral akciğer bazallerinde solunum sesleri hafif azalmış. Sol akciğerden torasentezle alınan mayi sütsü görünümde, kokusuz, biyokimyasal incelemesi eksüda karakterinde, trigliserid:20 mg/dl (N:30-150), kolesterol:286 mg/dl (N:1-200), kolesterol/ trigliserid oranı:11.3’dü. Sıvının ARB teksif incelemesi negai, kültürü henüz sonuçlanmadı. Run tetkikler, seroloji, SFT değerleri normaldi. Posteroanterior akciğer grafisinde bilateral plevral efüzyonu olan hastanın Toraks BT’de bilateral plevral efüzyon, sol akciğerde volüm kaybı, kalp ve mediastende sola deviasyon, her iki akciğerde parankimal ve subplevral yerleşimli milimetrik nodüller tespit edildi. Mevcut klinik-laboratuvar ve radyolojik bulgularla kronik romatoid plöreziye bağlı psödoşilotoraks kabul edilen hastaya solunumsal yakınması olmaması nedeniyle herhangi bir girişim uygulanmadı. e-PS050 PULMONER ARTERİYEL TUTULUMUN İLK BULGU OLDUĞU BEHÇET HASTASINDA TANI GECİKMESİ MERAL GÜLHAN 1, EYLEM AKPINAR 1, GÜLRU ERDOĞAN 2 , AYSEL GÜRLER 2 UFUK ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 UFUK ÜNİVERSİTESİ DERMATOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Behçet hastalığı tekrarlayan inflamasyon atakları ile seyreden, oral aöz ülserler,üveit,deri lezyonları ve genital ülserlerden oluşan major semptomlarla karakterize, sistemik bir hastalıkr. Pulmoner tutulum diğer sistem tutulumlarına göre daha düşük orandadır (%1-8).En sık görülen pulmoner tutulum şekli pulmoner arter anevrizmasıdır.Anevrizmanın eşlik etmediği pulmoner arteriyel tromboz ise daha nadirdir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: 9 NİSAN 2009 23 yaşında erkek hasta ani başlayan sol yan ağrısı ve nefes darlığı yakınmalarıyla başvurdu. ince raller ve saçlı deride kırmızı-mor cilt lezyonları dışında bir bulgu saptanmadı. Özgeçmişinde 13 yıldır Polisitemia Vera tanılı ve Hidroksiüre tedavisi alnda olduğu öğrenildi. Bulgular: Bulgular: Hastada klinik ve radyolojik bulgularla pulmoner emboli düşünüldü. Toraks BT anjiografide sol alt loba giden pulmoner arter dallarında yaygın trombüs izlendi. Emboli için predispozan bir faktör saptanmayan ve tekrarlayan oral a tanımlanan hastada öncelikle Behçet hastalığı düşünüldü. Yapılan incelemelerde Behçet hastalığı ile ilgili başka bulgu saptanmadı ve hasta Behçet hastalığı tanı kriterlerine uymadığı için bu tanıdan uzaklaşıldı. Herediter trombofili açısından araşrılan hastada bu yönden de patoloji saptanmadı.Ankoagülan tedavi başlanan hasta yakın takipte tutuldu.Tedavinin 4. ayında tekrarlayan göğüs ağrısı, eklem ağrıları ve cilt döküntüleri çıkan hasta yeniden değerlendirildiğinde Behçet hastalığının tanı kriterlerinin ortaya çıkğı görüldü ve immunsupresif tedavi başlandı. PA Akciğer grafide KTO kalp lehine artmış ve bilateral reküler dansite arşı dikka çekmekteydi. Kan gazı tetkiklerinde ağır hipoksemisi mevcuu (pO2:40mmHg). Difüzyon tesnde DLCO = %36 DLCO/VA = %64 olarak bulundu. Toraks HRCT+BT tetkiklerinde kalpte global büyüme, her iki akciğer tüm lob ve segmentlerde subplevral yerleşimli lineer tarzda dansite arşları ve sol akciğer üst lobda yine subplevral yerleşimli 3x4cm boyutlarında düzensiz konturlu parankimal lezyon izlendi. Ekokardiyografik tetkikinde sol ventrikülde grade I diastolik disfonksiyon, Pulmoner arter basıncı: 50mmHg ve sağ ventrikülde ileri genişleme görüldü. Hastaya bronkoskopi yapıldı ve alınan transbronşial biyopsi sonucu İnterssiyel fibrozis olarak raporlandı. Plevra tabanlı kitle lezyonundan alınan transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi patoloji sonucu ile akciğer adenokarsinomu tanısı alan hastanın saçlı derisindeki lezyondan alınan biyopsinin inceleme sonucu aknik keratozis ile uyumluydu. Sonuç: Pulmoner tutulumunun ön planda olduğu Behçet hastalığı olgularında, erken dönemde tanı kriterlerine uymayabileceği, özellikle genç erkek hastalarda açıklanamayan pulmoner arteriyel tromboz saptandığında bu olguların Behçet hastalığı yönünden yakın takipte tutulmaları gerekği sonucuna varıldı. e-PS051 HİDROKSİÜRE TEDAVİSİ ALTINDAKİ BİR OLGUDA AKCİĞER KANSERİ, İNTERSTİSYEL FİBROZİS VE AKTİNİK KERATOZ YASEMİN SAYGIDEĞER , MELİKE YÜCEEGE , BURCU OKTAY , HİKMET FIRAT , ÖZLEM SEVER , SADIK ARDIÇ S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ Amaç: Sonuç: Hidroksiüre kullanımına sekonder cilt lezyonları, squamoz hücreli cilt kanserleri ve aknik keratozlar bildirilmişr. Yine bazı çalışmalar hidroksiüreye sekonder interssiyel pnömoni bildirmişlerdir. İnterssiyel fibrozis gelişimi bildiren 1 olgu sunumu mevcuur. Olgumuz, hidroksiüre kullanan hastaların sadece dermatolojik değil, sekonder malignensi ve interssiyel pulmoner hastalıklar açısından run Pulmoner izleminin gerekliliğini göstermişr. e-PS052 BOĞULAYAZMA İLE İLİŞKİLİ PNÖMONİ VE AKUT AKCİĞER HASARI OLGUSU SEDAT KULECİ , OYA BAYDAR , İSMAİL HANTA , ALİ KOCABAŞ Hidroksiüre, miyeloproliferaf ve bazı nonneoplask hastalıkların tedavisinde kullanılan bir ajandır. Bu sunumda amacımız hidroksiüre kullanımının geç komplikasyonları ile karşımıza çıkan bir olguyu sunmakr. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD Gereç ve Yöntem: Boğulayazma, şuur kaybı ya da su inhalasyonu ile sonuçlanan boğulma olayı sonrası hayaa kalma olarak tanımlanabilir. Boğulayazma ile akciğerde hipoksemi, enfeksiyon ya da ARDS gelişebilmektedir. Olgu 73 yaşında erkek, 2 aydır nefes darlığı yakınması mevcut, son 1 ay bronkodilatör tedavi kullanmış ancak ilaçtan fayda göremediğinden yeniden hastaneye başvurmuş. Başvurusunda FM’de bilateral bazallerde Amaç: 63 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Gereç ve Yöntem: Olgu 33 yaşında bir erkek hasta olup, kepçe operatörü olarak çalışmaktaymış. Hasta, kullandığı kepçe ile yoğun çamurlu bir su birikinsi içine düşmüş. Acil servise gerilen hastanın akciğer grafisinde bilateral pulmoner infiltrasyon saptanan hastada pnömoni düşünülmüş, kliniğe yarılarak hastaya ampsilin+sulbaktam flk 2*1 tedavisi uygulanmış. Hastada klinik ve radyolojik düzelme saptanmaması üzerine çekilen toraks BT/YRBT incelemesinde; akciğerlerde ağırlıklı olarak anterior kesimde yer yer makronodüler görünümde konsolidasyon alanları saptanmış. Bunun üzerine hastaya yapılan fiberopk bronkoskopi (FOB) incelemesinde anlamlı bir bulgu saptanmamış. Hastadan BAL ve transbronşiyal akciğer parankim örnekleri alınmış. Post bronkoskopik balgam kültüründe yoğun “Citrobacter freundii” üremesi saptanmış. Transbronşial parankim biyopsinin patolojik incelemesinde yaygın granülomatöz inflamasyon, intraalveolar hemoraji, alveol lümenlerinde ve yer yer dev hücre sitoplazmalarında yabancı cisim birikimi görülmüş. Bronkoskopi sonrası hastanın solunum sıkınsı daha da artmış. Hastanın PaO2=54 mmHg, P(A-a)=50 ve PaO2/FiO2=272 olması üzerine akut akciğer hasarı kabul edilen hastaya prednisolon 60mg/gün IV başlanmış, Bu kombine tedavi sonrası çekilen kontrol Toraks BT/ YRBT’de her iki akciğerdeki yaygın infiltrasyonun regresyon olduğu görülmüş. Hastanın klinik ve radyolojik bulgularının düzelmesi üzerine taburcu edilmiş olup, hasta halen poliklinik kontrolünde bulunmaktadır. Olgu: Daha önce herhangi bir yakınması olmayan 51 yaşında, erkek hasta, öksürük, üşüme, treme ve giderek artan nefes darlığı yakınmalarıyla yarıldı. 4 gün önce yakınmaları ilk kez başladığında acil servise başvurusunda akciğer grafisi normal iken, yaş grafisinde bilateral yaygın infiltrasyonlar gözlendi. Sonuç: Mevcut bulgularla hastada boğulayazma ile ilişkili pnömoni, hipoksemi ve akut akciğer hasarı olduğu kabul edildi. Bu olguda boğulayazmada görülebilecek olası klinik bulgular, bu gibi olgularda yapılması gerekenler tarşıldı. e-PS053 İDİOPATİK AKUT EOZİNOFİLİK PNÖMONİ GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , NUR DİLEK BAKAN , MEHMET BAYRAM , MESİHA BABALIK , BARIŞ AÇIKMEŞE YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Akut eozinofilik pnömoni, akut febril solunum yetmezliğine yol açan, pulmoner eozinofilinin neden olduğu diffüz infiltrasyonlarla karakterize, nadir görülen bir hastalıkr. Kliniğimizde ilk kez tanı konulan idiopak akut eozinofilik pnömonili bir olgunun klinik ve radyolojik özellikleri tarşılmışr. 64 9 NİSAN 2009 Bulgular: Lökositoz(25200/ mm3) olan olgunun periferik yaymasında %77 nötrofil,% 17 lenfosit, % 5 eozinofil mevcuu. Solunum Fonksiyon Testlerinde restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğu, diffüzyonda düşme ve kan gazlarında hipoksi, hipokapni gözlendi. Toraks BT ve yüksek rezolüsyonlu BT de bilateral konsolidasyonlar, buzlucam alanları, septal kalınlaşmalar görülmesi ve anbiyok tedavisine yanıt alınamaması üzerine Fiberopk bronkoskopi yapıldı. Transbronşial Biyopside parankimde eozinofilleri de içeren ilhabi hücreler ve alveol boşluklarında eozinofiller, BAL da % 35 Eozinofili gözlendi. Hastanın periferik kan eozinofilleri de giderek artarak % 40’a kadar yükseldi. Eozinofilik Akciğer Hastalığı saptanan hastada diğer etyolojik nedenlerin dışlanması ve akut eozinofilik pnömoni tanı kriterlerinin tümüne uygunluğu nedeniyle İdiopak Akut Eozinofilik Pnömoni tanısı kondu. Korkosteroid tedaviye alınan hastanın 1 ay içinde tüm klinik ve radyolojik bulguları düzelmekle birlikte tedaviye doz azallarak 3 ay kadar devam edildi. Tedavi kesildikten sonra,6 ay süresince izlenen hastada nüks görülmedi Sonuç: Sonuç olarak daha önce bir sağlık problemi olmayan kişilerde, nedeni bilinmeyen akut solunum yetmezliğinde, akut eozinofilik pnömoni de göz önünde bulundurulmalıdır e-PS054 RENAL ANJİOMYOLİPOMA VE TUBEROSKLEROZUN EŞLİK ETTİĞİ PULMONER LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS OLGUSU AHMET SELİM YURDAKUL , ŞENAY DEMİRTAŞ , CAN ÖZTÜRK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. Amaç: Lenfanjioleiomyomatozis (LAM) sıklıkla kadınlarda görülen düz kas hücre proliferasyonu ile karakterize bir hastalıkr. Olgu pulmoner LAM’ın renal anjiomyolipoma ve tuberoskleroz ile birlikte görülebileceğini vurgulamak amacı ile sunulmuştur. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: Bu olgu sunumunda, renal anjiomyolipoma ve tuberoskleroz tablolarının eşlik eği öksürük şikayeyle başvuran 27 yaşında kadın hasta sunulmuştur. Bulgular: Solunum fonksiyon tes ve kan tablosu normal olan hastanın toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral mulpl kistler ve her iki böbrekte mulpl anjiomyolipoma ait lezyonlar mevcuu. Beyin magnek rezonans görüntülemesinde tuberoskleoza ait lezyonlar da saptandı. Sonuç: Bu olgu bize pulmoner LAM’ın renal anjiomyolipoma ve tuberosklerozun ile birlikte görülebileceğini bir kez daha vurgulamaktadır. e-PS055 YAĞ EMBOLİSİ :ÜÇ OLGU NEDENİYLE ELİF TANRIVERDİO , AYŞEGÜL KARALEZLİ , AYŞEGÜL ŞENTÜRK , BERNA BOTAN YILDIRIM , H. CANAN HASANOĞLU S.B. ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ Amaç: Yağ embolisi genellikle uzun kemik kırıklarından sonra görülebilen nadir bir komplikasyondur. Klinik bulgular emboliye neden olan olayın hemen ardından görülebileceği gibi 24-72 saat sonra da görülebilir. Dispne, takipne, taşikardi, ateş, mental değişiklikler ve aksiller peteşial döküntü görülebilen semptomlardır 9 NİSAN 2009 patoloji saptanmamış. Oksijen satürasyonunda(sO2) düşme nedeniyle kliniğimize konsülte edilen hastanın bilinci bulanık, sözlü uyarana yanı yoktu. Hipoksisi ve sağ aksiller peteşial döküntüleri olan hastada yağ embolisi düşünüldü. Düsük molekül ağırlıklı heparin ve steroid tedavisi başlandı. 3 gün sonra sO2 düzeldi, bilinci açıldı. Opere olan hasta taburcu oldu. OLGU 3: Pelvis fraktürü olan 38 yaşında erkek hasta bilinç kaybı ve solunum yetmezliği nedeniyle entübe edilmiş. 12 saat arayla çekilen beyin BT’si normaldi. Kliniğimize danışılan hastada göğüs ön duvarında peteşial döküntü ve subkonjukval hemoraji saptandı. Toraks BT’de atelektak alan içerisinde yağ dansitesi mevcuu. Yağ embolisi düşünülen hasta tedaviye rağmen kaybedildi. Sonuç: Kemik kırıklarından sonra konfüzyon ve aksiller peteşial döküntü gelişen hastalarda tanıda yağ embolisi de düşünülmeli ve bulguları aranmalıdır. e-PS056 ASTIM TANISI ALMIŞ HASTADA SWYER-JAMES-MAC LEOD SENDROMU (OLGU SUNUMU) NAZİRE UÇAR , SERDAR AKPINAR , İREM ŞERİFOĞLU , OSMAN ÖRSEL , DİDEM BİREL , TUĞRUL ŞİPİT ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Gereç ve Yöntem: İlk defa 1953 ‘de Swyer-James, 1954’de Mac Leod tarandan tanımlanan tek taraflı saydam akciğer sendromu, pulmoner arter hipoplazisi, bronşektazi, bronşiolis obliteransa ikinci olabilen bir tablodur. Nadir görülmekte olup, bir taramada % 0,01 oranında rastlanmışr. Nadir görülmesi nedeniyle vaka sunulmuştur. Olgu Sunumu Gereç ve Yöntem: Bulgular: Otuzsekiz yaşında, kadın hasta, nefes darlığı şikayeyle başvurdu. Özgeçmişinde, 30 yıldır asm hastalığı mevcuu. Fizik muayenesinde, sağda solunum sesleri azalmış. Akciğer grafisinde, sağda hiperlusensi ve sağ hemitoraksta volüm kaybı mevcuu. OLGU 1: Tibia kırığıyla ortopedi kliniğine yarılan 29 yaşında erkek hasta 24 saat içinde bilinç bulanıklığı ve solunum sıkınsı nedeniyle kliniğimize konsülte edildi. Fizik muayenede sözlü uyaranlara yanı yoktu. Takipneik, taşikardik. Subkonjukval hemorajisi, aksiller bölgede ve boyunda peteşial döküntüleri vardı. Arter kan gazında hipoksisi ve respiratuar alkalozu mevcuu. Yağ embolisi düşünülerek destek tedavilerle takip edilen hastanın beş gün sonra bilinci açıldı. Kliniği düzelen, opere edilen hasta taburcu edildi. OLGU 2: Sağ femur cisim kırığıyla ortopedi servisine yarılan hastada kazadan 48 saat sonra stupor gelişmiş. Travmaya bağlı olabileceği düşüncesiyle 12 saat arayla çekilen beyin BT’sinde bir Bulgular: Toraks BT ve dinamik mediasnal incelemede, mediasnal vasküler yapılar ve kalp sağa doğru yer değişrmiş. Sağ pulmoner arter kalibrasyonu simetriğine göre daralmış. Sağ akciğerde havalanma arşı mevcuu. Sağ alt lobda dilate hava bronkogramları içeren total kollaps izlendi. Bronkoskopisinde, sağ ana bronş karina hizasında kuş gözü şeklinde daralmış. Spirometrik incelemede, FEV1:%59, FEV1/FVC:%81, FVC:%63. Reversibilite tes: negai. 65 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Yıllardır asm tanısıyla takip edilmekte olan hastada nadir bir durum olan Swyer-James-Mac Leod sendromu tanısı konulması nedeniyle vaka sunuldu ve özellikle ülkemizde yayınlanmış olan vakalar gözden geçirildi. bir bulgusu olup, alterne özafagus kontraksiyonları ve dilatasyonları ile karakterizedir. Özafagusun alt kısmının duvarındaki otonomik pleksusların dejenerasyonuna bağlı nöromusküler koordinasyon bozukluğu sonucu oluşur.Nadir görülen bu durum, akciğer grafisinde çok nadir bulgu vermesi nedeniyle sunulmuştur.Literatürde bildirilmiş,kontrastsız grafide bulgu veren ilk olgudur. e-PS057 AKCİĞER GRAFİSİNDE ÖZAFAGUS OLGUSU BULGU VEREN TİRBİŞON ELİF TORUN 1, HÜSEYİN MELEK 2, ORÇUN ORAL ŞENTÜRK 3, FEHMİ KAÇMAZ 4 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 3 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ 4 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ KARDİOLOJİ KLİNİĞİ 1 Amaç: Kardiak yada pulmoner orijinli olmayan göğüs ağrılarının büyük bir bölümü özafagus molite bozukluklarına bağlıdır, bu olguların önemli bir kısmı Göğüs Hastalıkları’na başvurmaktadır. Akciğer grafisinde nadir bulgu veren bir patoloji olan bir rbişon özafagus vakası sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Altmış yaşında erkek hasta Göğüs Hastalıkları kliniğine yaklaşık 1 aydır olan göğüs ağrısı ve öksürük şikayetleri ile başvurdu. Muayenede solunum ve kalp sesleri normaldi. Hasta ağrıyı göğüs orta haa, yanma şeklinde tarif ediyordu. Geceleri daha şiddetli olduğunu belir, eforla ve yemekle ilgisizdi. Kardiolojik açıdan normal olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastanın akciğer grafisinde orta ha n solunda 1.-3. önkotlar arasında longitudinal uzanan homojen dansite izlendi.Baryumlu grafide aort arkının alndan başlayarak sirküler kontraksiyonlar (rbişon özefagus) , özafagus alt kısmında pulsiyon diverkülü ve hiatal herni görüldü. Üst GIS endoskopisinde gastroözafageal reflü saptandı. Hastaya reflüye yönelik tedavi başlandı. Şikayetleri tamamen geriledi. Bu bulgu, bu tür ağrıların motor bozukluğun kendisinden çok, GÖR’e bağlı olduğu görüşünü desteklemektedir. Sonuç: Özafageal spazmın radyolojik bulgusu olan rbişon özafagus hiatus hernisi yada GÖR ile ilişkili olabilir. Özafagus alt yarısı tutulur, aort arkının üstünde görülmez. Ağrının sebebinin hikaye ile saptanması her zaman mümkün olmamaktadır. Nadir görülen bir durum olan rbişon özafagus, özafgeal molite bozukluklarının radyolojik 66 e-PS058 RADYOAKTİF İYODA BAĞLI, ÇOK NADİR GÖRÜLEN BİR HİPERSENSİTİVİTE OLGUSU ZEYNEP PINAR ÖNEN , İPEK CANDEMİR , BANU ERİŞ GÜLBAY , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Hipersensivite pnömonisi (HP), genellikle organik ama daima anjenik olan pek çok molekül tarandan teklenen bir hastalıkr. Her ne kadar hipersensivite kelimesi kullanılsa da eozinofili ve immunoglobulin E arşı ile giden klasik atopik bir hastalık değildir. İlaç kullanımına bağlı ortaya çıkan bazı reaksiyonlar da bronko alveolar lavaj sıvının içeriği nedeniyle HP olarak tanımlanırlar. Her ne kadar farklı ilaçların HP’ne yol açma oranları değişken olsa da radyo akf iyoda bağlı HP vakalarının sayısı oldukça nadirdir. Bu nedenle tekrarlayan radyoakf iyot kullanımına bağlı kronik hipersensivite pnömonisi görülen bir olguyu tanımlamak istedik. Gereç ve Yöntem: Altmış iki yaşında, sigara içmeyen kadın hasta progresif nefes darlığı ve kuru öksürük şikaye ile kliniğimize başvurdu. Bulgular: Fizik muayenesinde bilateral ralleri ve çomak parmağı olan hastanın arter kan gazında hipokapni ile giden hipoksemisi vardı. Yapılan solunum fonksiyon testlerinde restrikf venlatuar bozukluğa, azalmış difüzyon kapasitesi ve volümler eşlik ediyordu. Hastanın yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı toraks tomografisinde; her iki alt zonda daha belirgin olmak üzere buzlu cam opasiteleri, interlobüler septal kalınlaşmalar, mulple sentrilobüler mikro nodüller ve periferik yerleşimli hava hapis alanları izlendi. Radyolojik pulmoner fibrozisi olan hastaya ayırıcı tanı için fiber opk bronkoskopi yapıldı ve alınan bronkoalveolar lavaj sıvısında lenfosit hakimiye olduğu görüldü. Bütün bu sonuçlar değerlendirildiğinde hastanın kronik HP tanı kriterlerinden 4 majör ve 3 minör kriteri olduğu ve maruz kalınan tek anjenin radyoakf iyot olduğu görüldü. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Her ne kadar yeni tanımlanan HP vakalarının pek çoğu akut pte vakalar olsa da kronik formda görülen HP de muhtemelen oldukça yaygındır. Ancak bu olgular kronik pulmoner fibrozis başlığı alnda ve genellikle idiyopak pulmoner fibrozis şeklinde tanımlanmaktadır. Kronik HP olgularını idiyopak pulmoner fibrozis olgularından ayırt etmek için mutlaka detaylı anamnez alınmalı ve tedavi amaçlı kullanılan radyoakf iyodun da kronik HP’ne yol açabileceği akılda tutulmalıdır. nedeniyle çekilen venlasyon/perfüzyon singrafisinde pulmoner tromboembolizm saptandı. Genek ve edinsel koagülopa nedenleri tespit edilemedi. Aksiller LAP ve sol hemitoraksta yeni ortaya çıkan subkutan nodül eksize edildi. Alınan örneklerin immünhistokimyasal incelemesi sonucunda adenokarsinom metastazı tanısı kondu. Olgu işlemden 5 gün sonra kaybedildi. Sonuç: Tekrarlayan venöz ve arteriyel trombozu olan olgularda ala yatan bir malignitenin özgün bulgusu olarak Trousseau sendromu akılda tutulmalıdır. e-PS059 AKCİĞER ADENOKARSİNOMLU BİR TEKRARLAYAN TROMBOEMBOLİK TROUSSEAU SENDROMU OLGUDA OLAYLAR: AHMET BİRCAN , MEHMET HAS , MÜNİRE GÖKIRMAK , SEMA BİRCAN , NECLA SONGÜR , ÜNAL ŞAHİN , ÖNDER ÖZTÜRK , AHMET AKKAYA SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ISPARTA Amaç: Kanserli olguların klinik takibi sırasında %15 oranında, postmortem dönemde ise %30-50’sinde tromboembolik olaylar (TEO) saptanmaktadır. Bu hastalarda paraneoplask sendrom olarak görülebilen gezici TEO Trousseau sendromu adını alır. Tekrarlayan TEO zemininde tanı konan bir akciğer adenokarsinom olgusu, hastalığa erken tanının koymanın önemini vurgulamak amacıyla sunulmuştur. e-PS060 PRİMER RENAL LENFOMA’YA BAĞLI ŞİLOTORAKS OLGUSU ONUR TURAN 1, ATİLA AKKOÇLU 1, HAYRİ ÖZSAN 2, OĞUZ DİCLE 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; HEMATOLOJİ AD 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ; RADYOLOJİ AD 1 Amaç: Şilotoraks, torasik kanalın kanması veya hasar görmesi sonucu lenfak basınçta meydana gelen arş sonrası plevral aralıkta lenfak sıvının birikği nadir görülen klinik bir tablodur. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Elli yaşındaki erkek hasta sağda masif plevral efüzyon gelişmesi üzerine bölümüz tarandan konsülte edildi. Run kontrolleri sırasında sol plevral effüzyon tespit edilen, ciddi bir semptomu bulunmayan 79 yaşında erkek hasta tetkik amaçlı hastanemize yarıldı. Bulgular: Bulgular: Hastada 4 aydır nefes darlığı, kuru öksürük, halsizlik ve kilo kaybı mevcuu. Bu süre içinde sol alt ekstremiteden 7 kez embolektomi ve 3 kez ampütasyon olmuş, sağ üst ve alt ekstremitede venöz tromboz saptanmış. Hasta 120 paket-yıl sigara içmiş. Genel durumu orta olan hastanın solunum sistemi muayenesinde sağ akciğerde mate mevcuu, solunum sesleri alınamıyordu. Sağda alt ve üst ekstremiteler ödemli ve parmak uçları siyanok. Periferik nabızlar alınıyordu. Sağ aksillada 1,5x2 cm boyutunda lenfadenopa (LAP) saptandı. Diğer sistem muayeneleri normaldi. Akciğer grafisinde sağda apekse kadar homojen dansite arşı mevcuu. Başvurusundan 4 ay önce çekilen toraks BT’de sağ orta lobda 32x35mm boyutlarında kalın duvarlı kaviter lezyon ve mediastende çok sayıda LAP saptanmış, ancak araya giren yaygın TEO nedeniyle ileri incelemeler yapılamamış. Artan nefes darlığı Torasentez ile alınan şilöz görünümdeki sıvıda trigliserit düzeyi 409 mg/dL olarak bulundu. Şilotoraks düşünülüp tanısal amaçlı torakoabdominal bilgisayarlı tomografi çekilen hastada sol plevral effüzyon yanı sıra sol böbrek lojunda kitle tespit edildi. İleri değerlendirme amacıyla yapılan ban manyek rezonans görüntülemesinde, sol böbrek üst polünden kaynaklı olduğu düşünülen ve perirenal, paraaork alana uzanan çok sayıda paket yapmış lenfadenopaler içeren kitle lezyonunun, lenfoma ile uyumlu olabileceği belirldi. Kitleden alınan tru-cut biyopsi sonucu diffüz büyük B hücreli Non-hodgkin lenfoma (NHL) tanısı konuldu. Hasta, kemoterapi planlanması amacıyla hematoloji bölümüne yönlendirildi. 67 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Literatürde non-travmak şilotoraksın en önemli sebebi maligniteler olarak bildirilmektedir. Bunların içinde lenfomalar yaklaşık %70’lik oranıyla en sık olarak şilotoraksa yol açarlar. Nadir görülen bir NHL pi olan primer renal lenfomalara bağlı şilotoraks olgusuna ise taradığımız literatürlerde hiç rastlayamadık. Olgu bu özellikleri nedeniyle sunulmaktadır. Hasta, plantar bölge lokalizasyonlu subkutan sarkoidozun çok nadir olması ve topikal tedavi ile başarılı bir şekilde tedavi edilebileceği gösterildiği için sunuldu. e-PS062 SWYER-JAMES (MACLEOD) SENDROMLU BİR OLGU e-PS061 NADİR LOKALİZASYONLU BİR SUBKUTAN SARKOİDOZ OLGUSU 1 1 1 GÖKHAN ÇELİK , AYDIN ÇİLEDAĞ , PINAR AKIN , YASİN ŞİMŞEK 2, NUMAN NUMANOĞLU 1, YAVUZ YENER SAĞLIK 3, AYŞE BOYVAT 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ DAHİLİYE BÖLÜMÜ 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ ABD 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ ABD 1 Amaç: Sarkoidoz nedeni bilinmeyen mulsistemik granülomatöz bir hastalıkr. Subkutan sarkoidoz, sarkoidozun nadir bir formudur ve de ayakta plantar bölgenin tutulumu çok daha nadirdir. Biz de ayak plantar bölge lokalizasyonunda subkutan sarkoidoz tanısı koyduğumuz bir hastayı sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: 53 yaşında bayan hasta sekiz aydır süren sol ayakta ağrısız şişlik şikaye nedeni ile başvurdu. Hastanın başka bir şikaye bulunmuyordu. Skar veya travma öyküsü yoktu. Bulgular: Fizik muayenede, sol ayak plantar yüzde 3 cm’lik eritematöz papül saptandı. Manyek Rezonans görüntülemede, sol ayak plantar aponevrozunda 3x2 cm ve 1x2 cm boyutlarında düzensiz konturlu solid lezyon izlendi. Lezyondan alınan tru-cut biopsinin patolojik incelemesinde nonnekrozan granülomatöz inflamasyon saptandı. Göğüs radyografisinde bilateral hiler dolgunluk, bilateral rekülonodüler opasiteler, Toraks BT’de mulpl mediasnal ve bilateral hiler lenfadenopaler ile akciğer parankim alanlarında yaygın milimetrik nodüller izlendi. Bronkoalveolar lavajda CD4/CD8 oranı 2.9 olarak bulundu ve endobronşiyal lezyon saptanmadı. Serum anjiotensinkonverng enzim düzeyi yüksek ve solunum fonksiyon testleri normaldi. Bu bulgular ışığında hastaya subkutan sarkoidoz tanısı konuldu. Hastaya herhangi bir sistemik tedavi verilmedi ve subkutan lezyon nedeniyle topikal ve intralezyoner steroid tedavisi uygulandı. Bu tedavi ile lezyonda tam düzelme izlendi. 68 GAZİ GÜLBAŞ 1, LEVENT CEM MUTLU 2, ÖZKAN YETKİN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, TUNCAY YUMRUTEPE 1, HAKAN GÜNEN 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Tek taraflı hiperlüsen akciğer nadir görülen bir durum olduğu için yakalanmasında ve ayırıcı tanısında zorluklar yaşanabilir. Gereç ve Yöntem: 42 yaşında erkek hasta çocukluğundan beri olan ve son birkaç haadır da eforla arş gösteren nefes darlığı şikayeyle başvurdu. 1 yıl önce asm teşhisi konularak tedavi başlanmış. Solunum sistemi muayenesinde, sol hemitoraksda solunum sesleri azalmış, sol alt zonda inspiratuar raller mevcuu. Bulgular: Akciğer grafisinde, sol hemitoraksda saydamlık arşı, solunum fonksiyon testlerinde hafif obstrükf pde solunum bozukluğu mevcuu. Arteriyel kan gazı incelemesi normaldi. Bilgisayarlı toraks tomografisinde kitle izlenmezken, sol akciğer alt lobda daha belirgin olmak üzere sol akciğerde havalanma arşı ve vaskülarizasyonda azalma tespit edildi. Fiberopk bronkoskopide patoloji saptanmadı. Pulmoner emboli ve diğer ayırıcı tanıları değerlendirmek amaçlı akciğer venlasyon/perfüzyon singrafisi ve pulmoner manyek rezonans (MR) anjiyografisi yapıldı. Akciğer perfüzyon singrafisinde, sol akciğer perfüzyonu bazallerde daha belirgin olmak üzere ciddi şekilde azalmış. Venlasyon singrafisinde, sol akciğer alt lob bazalinde daha fazla olmak üzere sol akciğerde inhalasyon volümü azalması belirlendi. Pulmoner MR anjiyografide sol pulmoner arter dallarında belirgin kalibrasyon azalması tespit edildi. Pulmoner emboli, kitle ve yabancı cisim aspirasyonu gibi diğer karışabilecek hastalıklar bu bulgularla ekarte edilirken, pulmoner MR anjiyografi bulguları ile de hastaya ‘SwyerJames (Macleod) sendromu’ tanısı konuldu. Hastanın şikayetlerine yönelik olarak anbiok tedavisi başlandı. Daha sonra semptomları düzelen hasta, yıllık ekim kasım aylarında viral influenza aşısı, beş yılda bir pnömokok aşısı yaprması önerilerek taburcu edildi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Nadir görülen bir sendrom olması ve tek taraflı saydam akciğeri olan hastaların ayırıcı tanısında akılda tutulması gerekliliğini harlatmak amacıyla vaka sunulmuştur. e-PS063 HEMOPTİZİ VE HEMATÜRİ İLE SEYREDEN AKCİĞER GRAFİSİ NORMAL WEGENER GRANÜLAMATOZU OLGUSU EROL ŞENTÜRK , MEHMET SAVAŞ EKİCİ , AYDANUR EKİCİ , VOLKAN ALTINKAYA , GÖKHAN TİRELİ , TÜLAY KARAKOÇ , EMEL BULCUN KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 9 NİSAN 2009 değerleri içerisinde Hb: 5.1, Htc: 17, WBC: 14.900, Plt: 297.000, Sedimentasyon: 29, CRP: 15.6mg/dL, BUN: 75mg/dL, Cre: 1.2mg/dL, LDH: 568 U/L şeklindeydi. Tam idrar tetkikinde mikroskobik hematüri mevcuu. Torax BT’sinde buzlu cam alanlarının içerisinde nodüler görünümler (halo bulgusu) olması üzerine hastada kapillerit düşünüldü. C-ANCA(+), P-ANCA(-), anglomeruler bazal membran ankor(-) olan hasta WG kabul edildi ve melprednisolon 1mg/kg, siklofosfamid 2mg/kg tedavisi başlandı. Sonuç: Halo bulgusu, Toraks BT’de’de nodülün çevresinde buzlu cam alanı görülmesidir. Sıklıkla pulmoner hemorajinin göstergesidir fakat nonhemorajik hastalıklarda da görülebilir. Nadir görülen ve tedavi edilmezse mortal seyredebilen bir hastalık olması nedeniyle olgumuzu burada sunmayı uygun bulduk. Amaç: Wegener Granülamatozis (WG), üst ve alt solunum yollarını ve böbrekleri tutan granülamatoz bir vaskülir. Olgularda pik olarak, birkaç ay süren, yorgunluk, diyare, poliartralji ve nazal semptomlarla giden prodromal bir dönem görülür. Serumda inflamatuar marker’larda yükselme, lökositoz ve trombositoz görülebilir. Gereç ve Yöntem: Yok Bulgular: Son üç aydır öksürük, yaygın eklem ağrısı ve kanlı balgam çıkarma şikayetleri olan 28 yaşında erkek hasta alt solunum yolu enfeksiyonu ön tanısı ile üç haa anbiyok tedavisi almış. Şikayetlerinde gerileme olmayan ve hemopzisi artan hastaya Toraks Bilgisayarlı Tomografi (BT) çekilmiş ve sağ orta lob ve bilateral alt loblarda buzlu cam alanları izlenmesi üzerine viral pnömoni ön tanısı ile sistemik steroid tedavisi başlanmış. Üç haa sistemik steroid tedavisi aldıktan sonra semptomlarında gerileme olan hastanın steroid tedavisi kesildikten bir haa sonra tekrar şikayetlerinde arş olması üzerine kliniğimize başvurdu. Günlük takiplerinde 20-30cc kadar koyu kırmızı renkli akf hemopzisi olan hastanın ilk muayenesinde ateş: 37.4 C, solunum sayısı: 22/dk ölçüldü. Baş boyun muayenesinde tonsiller-orofarenx doğaldı, endoskopik incelemesinde üst solunum yollarında lezyonu yoktu. Solunum sistemi ve diğer sistem muayeneleri normaldi. Akciğer grafisinde patolojik bulgu izlenmedi. Laboratuar e-PS064 HİPERTİROİDİ İLE İLİŞKİLİ PULMONER HİPERTANSİYON ZEYNEP PINAR ÖNEN , GÖZDE KÖYCÜ , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Pulmoner hipertansiyonun nadir sebeplerinden birisinin hipertroidi olduğu ve geri dönüşümlü pulmoner hipertansiyon yapabileceğini vurgulamak amacıyla olgumuzu sunuyoruz. Gereç ve Yöntem: Hipertroidizm çeşitli organların disfonksiyonu ile ilişkili farklı semptom ve bulgularla seyredebilir. Literatürde bazı hipertroidi hastalarında geri dönüşümlü pulmoner hipertansiyon ve izole sağ kalp yetmezliği gelişği bildirilmişr. Hipertroidizmin neden olduğu pulmoner hipertansiyon gelişiminin gerçek nedeni tam olarak açık değildir. Olası mekanizmalar; otoimmünite veya yüksek kardiyak outputun neden olduğu pulmoner vasküler endotelyal hasarı ve pulmoner vasküler rezistans arşı ile sonuçlanan pulmoner vazodilatörlerin artmış metabolizmasını içermektedir. 69 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Gereç ve Yöntem: Elli bir yaşında kadın hasta pulmoner hipertansiyon tanısı ile kliniğimize danışıldı. Bize başvurusunda, 4 ay önce başlayan nefes darlığı, çarpın, pre-senkop, huzursuzluk, kilo kaybı ve çabuk yorulma şikayetleri vardı. Fizik muayenesinde roid bezi palpable ve sistolik üfürümü vardı. Ekokardiyografi ile yapılan değerlendirmesinde sistolik pulmoner arter basıncı 75 mmHg olarak ölçüldü. Hasta pulmoner arteriyel hipertansiyon eyolojisi yönünden incelendiğinde; TSH değerinin düşük, serbest T3 ve T4 değerlerinin yüksek ve anTPO ve anTG ankorlarının pozif olduğu görüldü. Yapılan roid ultrasonografisinde bilateral heterojenite görüldü. Hasta bu bulgularla roidit tanısı aldı ve tedavi başlandı. Pulmoner hipertansiyon eyolojisini araşrmak için yapılan diğer laboratuar tetkiklerinde pulmoner arter basıncını arran ek bir patolojiye rastlanmadı. Bir ay süre ile hiperroidi için tedavi alan hastanın kontrol ekokardiyografisinde sistolik pulmoner arter basıncı 35 mmHg ölçüldü, bu değer başlangıç ölçümlerinin yarısı kadardı ve ek bir tedavi verilmemiş. Hastanın pulmoner hipertansiyon tanısı için sağ kalp kateteri yapıldı ve ortalama pulmoner arter basıncı 23 mmHg idi. Hasta halen takipte olup pulmoner hipertansiyon için ek bir tedaviye ihyaç duymadı. OHSS (Ovaryan hipersmulasyon sendromu), inferlite tedavisinde kullanılan ekzojen gonadotropinlerle ve azda olsa klomifen sitrat ile uygulanan ovulasyon indüksiyonuna bağlı olarak yada düşük bir ihmalle de olsa polikisk over sendromlu (PCO) hastaların spontan sikluslarında görülebilen haya tehdit edebilecek bir komplikasyondur. Ovaryan hipersmulasyona bağlı pek çok komplikasyon gelişebilmektedir. Bunlardan biri olan pulmoner tromboemboli çok nadir görülebilen bir tablodur. Sonuç: İdiyopak pulmoner arteriyel hipertansiyon görülme sıklığı çok nadir olduğu için pulmoner arteriyel hipertansiyona neden olabilecek diğer patolojilerin öncelikle büyük bir zlikle ekarte edilmesi gerekmektedir. Pulmoner hipertansiyona yol açabilen hastalıklar arasında sıkça karşımıza çıkabilen patolojilerden birisi de hiperroididir. Bulgular: Öyküsünde yakın zamanda over smulasyonu uygulandığı öğrenilen 31 yaşındaki kadın hasta, polikliniğimize ani başlayan göğüs ağrısı, nefes darlığı şikayetleri ile başvurdu. D-Dimer düzeyi 4101 μg/L ﴾0-500 μg/L﴿ gelen hastanın çekilen Akciğer Venlasyon/Perfüzyon Singrafisi pulmoner emboli ile uyumlu bulundu. Ayırıcı tanıda diğer pulmoner emboli nedenleri ekarte edildikten sonra hastada OHSS’ e bağlı pulmoner tromboemboli gelişği düşünüldü. Sonuç: Bu vakayla, inferlite tedavisi ile OHSS sendromu gelişen genç kadın hastaların göğüs ağrısı ve dispne nedeni ile hastane başvurularında nadir de olsa pulmoner tromboembolinin düşünülebileceğini vurgulamayı amaçladık. e-PS066 BLEOMİSİNE BAĞLI AKCİĞER FİBROZİSİ: MORTAL SEYREDEN BİR OLGU e-PS065 OVARYAN HİPERSTİMÜLASYON SENDROMUNA BAĞLI GELİŞEN PULMONER TROMBOEMBOLİ 1 2 1 FEDİ ERCAN , SERAP DURU , SERDAR DİLBAZ , ESRA BİLGİN 2, ÖZLEM ÖZDEĞİRMENCİ 1, SADIK ARDIÇ 2 ETLİK DOĞUMEVİ VE KADIN HASTALIKLARI ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 1 Amaç: Bu yayında, ovaryan hipersmulasyon sendrumuna (OHSS) bağlı gelişen pulmoner tromboembolili bir vakayı sunmayı amaçladık. 70 ÜMRAN TORU , TALHA DUMLU , KEZBAN ÖZMEN , ALİ NİHAT ANNAKKAYA DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Bleomisin squamöz hücreli karsinomların bazı pleri, lenfoma ve germ hücreli tümörleri içeren çok sayıda malignitenin tedavisi için kullanılan kemoterapök bir ajandır. En sık yan etkisi pulmoner fibrozisin takip eği interssyel pnömonidir. Klinik olarak bleomisine bağlı akciğer toksisitesi düşündüğümüz bu vakayı klinik seyrinin hızlı ve mortal olması nedeniyle sunmayı uygun bulduk. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: K.Y. 51 yaşında erkek hasta bir dış merkezde 9 ay önce Lenfoma tanısı konarak 5 ay süreyle Adrioblasne+Ble omisin+Vinblasne+Decene’den oluşan kemoterapi alan hasta 1 aydır var olan, giderek artan öksürük, nefes darlığı şikayetleri ile acil servisimize başvurdu. Bulgular: Akciğer grafisinde bilateral yaygın intersyel görünüm izlenen hastanın arter kan gazında hipoksemisi mevcuu. Solunum yetmezliği nedeniyle Dahili Yoğun Bakım Ünitemize yarılan hasta oksijene dirençli hipoksisi nedeniyle entübe edildi. Hastanın oksijen ihyacı giderek ar . Belomisine Bağlı Akciğer Fibrozisi düşündüğümüz hasta steroid tedavisi ve yüksek oksijen desteğine rağmen 9 gün içinde eksitus oldu. 9 NİSAN 2009 ve çevresel maruziyet öyküsü saptanamdı. TBB de mononükleer hücre infiltrasyonu ve Tip II pnömosit proliferasyonu saptandı. Otoankorları (-) bulunan hastaya açık akciğer biyopsisi yapılarak Bronşiolis Obliterans Organize Pnömoni saptandı. Bu patolojiyi yapan etkenler ekarte edildiğinden hasta Kriptojenik organize Pnömoni tanısı aldı. Klinik ve radyolojik bulgularının spontan gerilediğinin gözlenmesi üzerine tedavisiz takip edilen hastada 3 ay sonra tüm klinik ve radyolojik bulguların düzeldiği görüldü. Sonuç: İdiopak interssyel pnömoniler arasında nadir görülen ve akut olarak gelişen kriptojenik organize pnömoni olgusu spontan rezolüsyon göstermesi nedeniyle ilginç bulunarak sunuldu. Sonuç: e-PS068 Bleomisine bağlı pulmoner fibrozisinin erken tanı ve tedaviye rağmen seyrinin hızlı ve mortal olabileceği unutulmamalıdır. CLOZAPİNE TEDAVİSİNE BAĞLI GELİŞEN PLEVRAL EFFÜZYON FUNDA ÖZTÜRK , GÖKTÜRK FINDIK , SADİ KAYA e-PS067 AGHH SPONTAN İYİLEŞME GÖZLENEN KRİPTOJENİK ORGANİZE PNÖMONİ OLGUSU Amaç: GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , GÜNGÖR ÇAMSARI , AYGÜN GÜR , GÜLCİHAN ÖZKAN , AYŞE YETER , MESİHA BABALIK , FATMA GÖRGÜLÜ , PINAR GÜVEN Clozapine şizofreni tedavisinde kullanılan apik anpsikok ilaçlardandır.Clozapine tedavisine bağlı nadiren gelişen unilateral plevral effüzyonlu olguyu sunduk. YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Gereç ve Yöntem: 3 yıl clozapinle stabilize olan kronik paranoid şizofreni hastalığı mevcut olan 38 yaşındaki erkek hastada plevral effüzyon gelişmesi üzerine kliniğimize yarıldı. Nadir görülen bir vakanın sunumu Bulgular: Gereç ve Yöntem: 47 yaşında tersane işçiliği yapan erkek hasta , 4 gün önce başlayan nefes darlığı, kuru öksürük yakınmalarıyla acil servisimize başvurdu. Hipoksemi saptanan (SaO2: %85) hasta yarıldı Hastanın öksürük ve inspiryumda sağ göğüs ağrısı mevcuu. Hastanın akciğer grafisinde ve toraks tomografide sağ plevral effüzyon görüldü. Plevral sıvının analizinde mikroorganizma görülmedi ve sitolojisi negai ve sıvı eksüdaf vasıflıydı. Bulgular: Sonuç: Fizik muayenesinde bilateral yaygın inspiratuar raller saptandı. Karaciğer enzimleri hafif artmış olan hastanın AC Grafisinde bilateral diffüz rekülonodüler opasiteler görülmesi nedeniyle Toraks BT ve HRCT çekildi. HRCT de diffüz simetrik üniform görünümde sentrilobüler yerleşimli milimetrik nodüler patern ve bilateral üst ve alt lob segmentlerinde konsolidasyon alanları gözlendi. 1 yıl öncek akciğer grafisi normal olan hastada mesleki Clozapine alan hastalarda plevral effüzyon oluşursa hasta dikkatle takip edilmeli ve tedavi sonlandırılması planlanmalıdır. Tedavi eden psikiyatrist effüzyonun muhtemel nedeninin clozapine olduğunu düşünmesinden dolayı ziprasidone tedavisine geçilmesine ve terapak doza ulaşılınca clozapine dozu yavaşça azallarak tedavinin kesilmesine karar verdi. 71 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS069 e-PS070 İLGİNÇ RADYOLOJİK OLGU: YABANCI CİSİM ARDS(AKUT SOLUNUM SIKINTISI SENDROMU) İLE SEYREDEN WEGENER GRANÜLOMATOZİS OLGUSU ŞERİFE TORUN 1, ASLI GÜL AKGÜL 2, FUAT SAYIR 3, METİN BORA VARDAR 4 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 3 VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 4 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ OĞUZ AKTAŞ , MELTEM AĞCA , SİBEL ARINÇ , DERYA DERİNCE , TURAN KARAGÖZ 1 Amaç: Yabancı cisim aspirasyonları çocukluk çağındaki acillerin ve kaza ile ölümlerin başında yer alır. Bulguları çocuklardaki diğer solunum sistemi hastalık bulguları ile aynı olabilir. Olgunun kaybedilmesi riskinin yanı sıra ciddi hava yolu yaralanmaları, atelektazi, bronşektazi, pnömoni, abse, hemopzi gibi ciddi komplikasyonlara sebep olarak cerrahi gerekrebilir. Anamnezin yanında öksürük, stridor, dispne ve siyanoz ile karakterize semptomlar önem taşır. Gereç ve Yöntem: On bir yaşındaki erkek hasta kliniğe yaklaşık 1 haadır devam eden nefes darlığı ile başvurdu. Yabancı cisim aspirasyon öyküsü vermeyen hastada hafif siyanoz mevcut idi. Akciğer grafisinde sol hemitoraksta totale yakın şekilde homojen gölge koyuluğunda arş mevcut idi. Çekrilen toraks tomografisinde sol akciğerde bronkogramlar, hava kistleri, atelektak alanlar, total pnömonik konsolidasyon gözlendi. Bulgular: Tanı amaçlı yapılan rijid bronkoskopide sol ana bronş girişinde yabancı cisim (zeyn çekirdeği) tespit edilerek çıkarıldı. İşlem sonrası hastanın kliniğinde ve radyolojik görüntülerinde akut düzelme gözlendi. Sonuç: Klinik ve radyolojik olarak yabancı cisim aspirasyonundan şüphelenildiğinde bronkoskop yardımı ile medikal tedavi uygulanacak olan diğer solunum sistemi hastalıklarından ayırıcı tanısı hızla yapılmalı ve yine bronkoskop yardımı ile yabancı cisim çıkarılmalıdır. SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Wegener Granülomatozu, nekrozan granülomatöz bir hastalık olup, başta alt ve üst solunum yolları olmak üzere, böbrekleri, sinir sistemini, deri, göz ve kulak gibi diğer organlarıda tutabilen sistemik bir vaskülir. Hızlı seyirli ve haya tehdit edici olmasının yanında siklofosfamid ve korkosteroid tedavisine çok iyi cevap vermeleri başlıca özelliklerindendir. Tipik klinik bulguları, akciğer radyolojisi ve labarotuar bulguları ile birlikte cANCA pozifliği olan olgularda tanı koymak zor değildir. Gereç ve Yöntem: 34 yaşında erkek olgu, nefes darlığı, solunum sayısında artma, rnak yataklarında ve dudaklarında morarma, genel durumunda kötüleşme nedeniyle solunumsal yoğun bakım ünitesine kabul edildi. Fizik muayenede genel durumu kötü, siyanok, dispneik, taşipneik idi. T.A:140/90 mmHg, nabız sayısı124/dk, solunum sayısı 45/dk, ateş:37.4 idi. Solunum sistemi muayenesinde bilateral yaygın inspiryum sonu ralleri duyuldu. Bulgular: Laboratuar incelemesinde Hb:7.7 Htc: 24.0 , sed:90/1 saat , BUN:41, kreanin:2.42, TİT:bol eritrosit bulundu. Arter kan gazı değerlerinde; pO2: 45, pCO2:27.8,pH:7.44 pHCO3:18.4, sO2:%85.Akciğer grafisinde bilateral yaygın infiltrasyonlar görüldü. Hb, Htc değerlerinde düşme saptanan, fiberopk bronkoskopide bilateral hemoraji görülen olguda cANCA pozif bulundu. Böbrek biyobsi raporu fibronoid nekroz alanları içeren kresenk glomerülonefrit, wegener granülomatozun böbrek tutulumu ile uyumlu olarak rapor edildi.İlk 2 gün pulse steroid tedavisi verilen ve tedavisine siklofosfamid eklenen hastanın genel durumu, hipoksemik solunum yetmezliği ve kliniği düzeldi. Halen kontrolümüz alnda olan olgu stabil olarak takip ve tedavi edilmektedir. Sonuç: Wegener granülomatozisi tedavi edilmezse mortal seyreden ve tedavisiz ortalama yaşamı 5 ay olan sistemik bir vaskülir. Tipik klinik bulgular, akciğer radyolojisi ve c-ANCA pozifliği hastalık hakkında şüpheler oluşturmasına rağmen kesin tanı biyopsi örneklerinin incelenmesi ile konur. Alveolar hemorajiye bağlı ARDS gelişen olgularda, ayırıcı tanıda vaskülitler başlığı alnda wegener granülomatozisin akılda tutulması gerekir. 72 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 e-PS071 e-PS072 NEFROTİK SENDROM İLE İLİŞKİLİ BİR MASİF PULMONER EMBOLİ OLGUSU SARKOİDOZ VE PULMONER TROMBOEMBOLİ(1 OLGU SUNUMU) DURSUN TATAR , PINAR ÇİMEN , ÖZLEM ERTAN EDİPOĞLU , AYLİN TURGUT , EMEL PALA ÖZDEN ESİN YENTÜRK , DİLEK KANMAZ , DERYA YENİBERTİZ , ESİN TUNCAY , FİRDEVS ATABEY , BARIŞ YILMAZ , ELİF TURAL İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Nefrok sendrom, pulmoner embolinin nadir nedenleri içinde yer almakla birlikte, pulmoner emboli nefrok sendromlu olguların yaklaşık %10’unda gelişmektedir. Bir masif pulmoner emboli olgusu, nefrok sendrom zemininde gelişmesi, trombolik ve ankoagülan tedaviyle kısa sürede sağlığına kavuşması nedeniyle sunuldu. Gereç ve Yöntem: İki ay önce nefrok sendrom tanısı alan 24 yaşında erkek olgu, hipotansif şok ve solunum yetmezliği tablosu ile başvurduğu hastanede yapılan ekokardiyografide pulmoner hipertansiyon ve sağ yapılarda dilatasyon saptanması üzerine pulmoner emboli ön tanısı ile hastanemize sevk edidi. Sarkoidoz nonkazeifiye granülamatöz ilhap ile karakterize,sebebi bilinmeyen,mulsistemik bir hastalıkr.Sıklıkla akciğerleri ve mediasten içi lenf nodlarını etkileyen bir hastalık olmakla beraber bir çok organı etkileyebilmektedir.Sarkoidozun pulmoner emboli ile arasında tespit edilmiş bir ilişki yoktur.Ancak literatürün bildirdiği her 2 hastalığın bir arada olduğu olgular vardır Gereç ve Yöntem: Biz bu makalede supraklavikuler lenfadenopa eksizyonu ile sarkoidoz tanısı koyulmuş 36 yaşında bir erkek hastayı sunduk. Bulgular: Bulgular: Göğüs ağrısı, dispne ve hemopzi yakınmaları olan, venlasyon-perfüzyon singrafisinde bilateral yaygın mismatch defektler saptanan olgu, masif pulmoner emboli tanısıyla yoğun bakım servisine interne edildi. Trombolik (Alteplase) ve unfraksiyone heparin tedavisi ile kliniği kısa sürede düzelen olgu idame warfarin tedavisi ile eksterne edildi. Sonuç: Hastanın toraks tomografisinde mulple mediasnal lenfadenopa mevcuu.Hastanın tüm bulgularına göre günde 40 mg prednol tedavisi başlandı ve tedavinin ikinci haasında hasta acil polkliniğimize masif pulmoner emboli kliniği ile başvurdu.Çekilen pulmoner BT anjiografisinde her iki ana pulmoner arterde tromboemboli tespit ek. Sonuç: Bu vaka sarkoidoz ile beraber pulmoner embolinin birlikte görüldüğü apik nadir bir olgudur. Nefrok sendromlu olgularda tromboza eğilim ar ğı için pulmoner emboli gelişme riski yüksekr. Bu olgularda uyumlu semptomların varlığında, pulmoner emboli mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. 73 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS001 PS002 MYASTHENİA GRAVİS VE YAŞAM KALİTESİ EFFICIENCY OF MEDICAL REHABILITATION PROGRAM IN CYSTIC FIBROSIS RABİA ENGİN ÜNVER 1, ESEN KIYAN 1, GÖKŞEN KURAN 1, HALİM İŞSEVER 2, FEZA DEYMEER 3 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.D. 3 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ A.D. HALİNA BARADZİNA , NATALİA MANOVİTSKAYA 1 2 Amaç: Myasthenia Gravis’te değerlendirmek. (MG) yaşam kalitesini Gereç ve Yöntem: Ellidört stabil, generalize MG hastası prospekf olarak yaşam kalitesi açısından SF-36 ile değerlendirildi. Hastaların demografik özelliklerinin yanı sıra ankor durumu, solunum semptomları, ek hastalıkları ve ilaç kullanımı sorgulandı. Hastalık ciddiye için MG’ye spesifik skorlama yöntemleri kullanıldı (QMG: quantave MG scale ve MGFA: MG foundaon of America classificaon). Olguların spirometrik ölçümleri yapıldı. Ek olarak anksiyete-depresyon değerlendirildi (HAD: hastane anksiyete depresyon ölçeği). Bulgular: Hastaların 37’si kadın, 17’si erkek. Ortalama yaş 48±14,9 yıl, BMI 28,4 ±5,44, hastalık süresi 11±7,74 yıldı. Hastaların hepsi MGFA grup II idi. Yirmidört hasta seropozif, 17 hasta an-MuSK pozif, 13 hasta seronegai. Tüm SF-36 alt grupları ortalama puanları azalmış (47:rol güçlüğü fiziksel ile 70:sosyal fonksiyon arasında). Hastaların %40’ında anksiyete ve/veya depresyon vardı. Sf-36 alt grupları ile BMI, solunum semptomları, ek hastalık, QMG-göz, QMG-ekstremite, saturasyon parametreleri arasında; anksiyet-depresyon ile solunum semptomları arasında korelasyon saptandı. INSTİTUTE OF PULMONOLOGY AND PHTHİSİOLOGY Aim: All paents with cysc fibrosis (CF) need to be included into pulmonary rehabilitaon for the all life period. Thanks to improvement of CF treatment in Belarus the quanty of adult paents consists about 20% of all CF paents. An appropriate protocol for adults needs to be determined. Aim: to elaborate muldisciplinary individualized rehabilitaon program in adult CF paents and evaluate its clinical efficiency. Method: 23 adult paents with CF were included in our study (m/f–10/13, 9 paents have severe, 10- moderate and 4- mild disease. 16 paents were diagnosed in 0-12 years, 7 – in 15-28 years. All paents were involved in newly developed 4 week individualized muldisciplinary rehabilitaon program, with included acve and passive kinesitherapy, exercise training, respiratory physiotherapeuc procedures (including PEP), special diet, educaon and psychological help. Medical rehabilitaon has been conducted in combinaon with corresponding basic therapy. All paents were examined before and aer course of rehabilitaon with lung funcon tests, chest x-ray, electrocardiography, body mass index, 6 minute walking test (6MWT), laboratory tests and quality of life (QL) by WHO quesonnaire. We used the data of previous examinaons during the regularly hospital check-ups of our CF paents as control. Results: Sonuç: SF-36 alt grup puanları tüm hastalarda azalmakla birlikte hastalık şidde ile yaşam kalitesi arasında kuvvetli ilişki saptanmadı. Stabil-hafif evre MG hastalarında anksiyete ve/veya depresyonun sık görüldüğü dikka çek. Aer rehabilitaon clinical improvement was more significant. Aer 4 weeks there was significant difference between the groups (p<0.05) in clinical feature (increasing mucus clearances and speed of symptoms reducing), 6MWT, (FVC, FEV 75 and FEV1), nutrional parameters, me to clinical worsing and health-depended QL. Conclusion: Pulmonary rehabilitaon has posive impact on health status and QL in CF. 74 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS003 PS004 KALP YETMEZLİĞİ HASTALARINDA ÜST EKSTREMİTE KAS KISALIKLARI VE POSTÜRÜN SOLUNUM FONKSİYONLARI VE SOLUNUM KUVVETİ İLE İLİŞKİSİ AKCİĞER ABSELİ OLGULARIMIZIN ÖZELLİKLERİ MERAL BOSNAK-GÜÇLÜ 1, HÜLYA ARIKAN 1, SEMA SAVCI 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, EROL TÜLÜMEN 2, MELDA SAĞLAM 1, NACİYE VARDAR-YAĞLI 1, KUDRET AYTEMİR 2, LALE TOKGÖZOĞLU 2 SEVİNÇ BİLGİN , ATEŞ BARAN , BELMA BAĞCI , MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HAST VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ S. B. F. FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ. 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ. KARDİYOLOJİ ANABİLİMDALI. ANKARA, TÜRKİYE 1 Amaç: Kalp yetmezliği (KY) ileri yaşla birlikte görülen bir hastalıkr, yaş ilerledikçe de postüral problemler ve kas kısalıkları artar. Bu çalışmanın amacı, KY hastalarında üst ekstremite kas kısalığı ve postüral problemlerin, solunum fonksiyonları ve solunum kas kuvve arasındaki ilişkiyi araşrmak. Gereç ve Yöntem: Otuz dört KY hastası (68.58 ± 9.84 yıl, 6 K, 28 E, NYHA= 2.38±0.49, EF= 37±7.43) çalışmaya alındı. Üst ekstremitede pektoral kaslar ve adduktör- inter rotatör kaslarının kısalıkları cm cinsinden kaydedildi. Postüral problemler postüral değerlendirme ölçeği ile değerlendirildi. Solunum fonksiyon testleri uygulandı. İnspiratuar ve ekspiratuar kas kuvve (MIP ve MEP sırasıyla) ölçüldü. Bulgular: Postür ölçeğinin toplam puanı ile solunum fonksiyonlarının tüm parametreleri ve ağız basınçları (MİP ve MEP) arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0.05). Adduktör-inter rotatör kas kısalığı ile solunum fonksiyonları arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0.05). Sonuç: Son yıllarda pnömoni tedavisinde erken ve etkili anbiyoklerin kullanımı ile akciğer apselerin insidansı azalsa da, hala nadir olarak görülmektedir. Bu çalışmada, kliniğimizde nekrozan akciğer enfeksiyonlarına bağlı, piyojenik bakterilerle oluşan, akciğer apsesi tanısı alan olguların etyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2002–2008 yılları arasında Süreyyapaşa Hastanesi 3.kliniğinde, 11 akciğer apseli [( K/E = 2/9, yaş ortalaması: 44 ( 23-65 yıl )] olgu geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: En yaygın risk faktörü pnömoni tedavisinin gecikmesi, diyabet ve yaş ( sırasıyla: n= 4, 3, 3 ). En sık semptom öksürük-balgam ve halsizlik ( sırasıyla: n=9, 6 ). Apselerin radyolojik yerleşiminde fark yoktu. Bakteriyolojik çalışmalar etkeni belirlemede yardımcı olmadı. Ayırıcı tanı ve bakteriyolojik örnekleme amacıyla bronkoskopi kullanıldı ( n=9 ). Tedavide, genellikle 4 haadan 4 aya dek uzayan sürelerde, amoksisilin-sulbaktam ve/veya clindamisin kullanıldı. Tüm olgular klinik ve laboratuar olarak düzelirken; radyolojik olarak 5 olguda tam düzelme, 5 olguda sekelli düzelme görüldü. 1 olguda radyoloji aynı kaldı, cerrahi gerekren vaka olmadı. Sonuç: Sonuç olarak; kliniğimizde takip edilen akciğer apseli olgularda etkeni saptamada yetersiz kalınsa da ampirik tedavi ile başarılı sonuçlar alınmışr. Kalp yetmezliği olan hastaların postüral problemleri solunum fonksiyonları ve solunum kas kuvveni etkilemektedir. Üst ekstremite kas kısalıkları solunum fonksiyonlarını etkilemektedir. Kalp yetmezliği hastalarında postür bozuklukları ve kas kısalıklarına yönelik egzersizlerin rehabilitasyon programında yer alması önemlidir. 75 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS005 PS006 DOKTORLAR, HEMŞİRELER VE HASTALAR NEBULİZATÖR CİHAZLARINI NE KADAR DOĞRU KULLANILIYOR? (ÖN ÇALIŞMA) KİSTİK FİBROZİSLİ HASTALARDA GÖĞÜS ÇEVRE ÖLÇÜMÜNÜN SOLUNUM FONKSİYONLARI VE ÜST EKSTREMİTE KAS KUVVETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA , BİLGEN BEGÜM AFŞAR , KİRAZ AYLİN TORBALI , OLGA ÇELENK , BELMA AKBABA BAĞCI , FERHAN ÖZŞEKER ZEYNEP ÖZAYDIN 1, SEMA SAVCİ 1, MELDA SAĞLAM 1, DENİZ İNAL-İNCE 1, MERAL BOŞNAK-GÜÇLÜ 1, NACİYE VARDAR-YAĞLI 1, HÜLYA ARIKAN 1, EBRU YALÇIN 2 T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İHSAN DOĞRAMACI ÇOCUK HASTANESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ Amaç: Obstrükf akciğer hastalıklarının tedavisinde sıkça kullanılan nebulizatörlerin, yanlış uygulandığını bildiren çalışmalar vardır. Bu nedenle sağlık personeli ve hastaların eğilmesi önem kazanmaktadır. Merkezimizde de bu amaçla asistan doktor (Dr), hemşire (Hem) ve halen hastanede yatan ve evinde nebulizatör kullanan hastaların (Has) ‘nebulizatör ile ilaç uygulaması’ konusundaki bilgi ve beceri düzeyleri, hazırlanan anket formu ile araşrıldı. 1 Amaç: Göğüs çevre ölçümü akciğer ekspansiyonunu değerlendirmek için üç torakal seviyeden yapılan bir yöntemdir. Bu çalışmada klinik olarak stabil kisk fibrozisli (KF) hastalarda göğüs çevre ölçümü ile solunum fonksiyonları ve üst ekstremite kas kuvve arasındaki ilişkinin araşrılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 28 asistan Dr, 51 Hem, 29 Has kaldı. Bu gruplar için ankeeki toplam soru adedi; sırasıyla 36, 16, 20 idi. Sorular, demografik özelliklerin yanı sıra (D), nebulizatörler hakkında bilgi (Bi) ve nebulizatör kullanım becerilerini (Be) değerlendiren alt gruplardan oluşuyordu. Bilgi ve beceri ile ilgili sonuçlar; % bilgi skoru (% BiS), % beceri skoru (%BeS) olarak hesaplandı. Yaşları 7-21 yıl olan 28 (18 erkek, 10 kız) KF’li hasta çalışmaya alındı. Olguların demografik ve fiziksel özellikleri kaydedildi. Olgulara spirometrik ölçüm yapılarak solunum fonksiyon tes parametreleri belirlendi. Göğüs çevre ölçümleri aksillar, epigastrik ve subkostal bölgeden mezura ile ölçüldü. Üst ekstremite periferik kas kuvve (boyun fleksörleri, omuz fleksörleri, dirsek fleksörleri ve el kavrama kuvve) dijital dinamometre ile değerlendirildi. Bulgular: Doktorlar en çok tek kullanımlık, oksijene bağımlı nebulizatörleri tercih ediyorlardı (16/ 28) ve bu yolla en çok bronkodilatatörleri kullanıyorlardı (23/28). 4/28 Dr hastaya vereceği nebulizatör pini kendisi seçiyor, 13/28 Dr hastalara reçete ekleri cihazları kendileri tarif ediyordu. Neb. temizliği konusunda hemşirelerin bilgileri daha iyi idi ( Dr: %25, Hem:%42). Hastaların % 65.5 ’i temizlikte musluk suyu kullanıyordu. Dr, Hem ve Has. da; ort. % BeS sırasıyla; 53.17 %, % 53.21, % 52.58, ort. % BiS sırasıyla; 38.67 %, % 38.82, % 42.41 idi. Sonuç: Bu sonuçlar merkezimizde; sağlık personelinin inhalasyon yolu ile ilaç kullanımı ve nebulizatörler konusunda bilgilerinin yetersiz olduğunu göstermektedir. Bir ön çalışmaya ait olan bu sonuçların eğim sonrası düzeleceği kanısındayız. Bulgular: Olguların FEV1 ortalaması % 85.80±23.44’di. Aksillar bölge göğüs çevre ölçümü değeri, solunum fonksiyon tes parametrelerinden FVC (r=0.61), FEV1 (r=0.66), PEF (r=0.63), FEF25-75% (r=0.58), boyun fleksiyon (r=0.46), dirsek fleksiyon (r=0.51) ve el kavrama kuvve (r=0.56) ile arasında istasksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (p<0.05). Epigastrik bölge göğüs çevre ölçümü değeri ile FVC (r=0.59), FEV1 (r=0.58), PEF (r=0.57), FEF25-75% (r=0.48), boyun fleksiyon (r=0.42), dirsek fleksiyon (r=0.45) ve el kavrama kuvve (r=0.47) arasında istasksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulundu (p<0.05). Subkostal bölge göğüs çevre ölçümü değeri ile FEV1 (r=0.39), PEF (r=0.38) ve FEF25-75% (r=0.39) arasında istasksel olarak anlamlı ilişki olduğu bulundu (p<0.05). Sonuç: Toraksın üst bölgelerinden yapılan göğüs çevre ölçümü, solunum fonksiyonları ve üst ekstremite kas kuvve ile önemli ölçüde ilişkilidir. Akciğer ekspansiyonun gelişrilmesinde üst ekstremite kas kuvvetlendirme egzersizlerinden yararlanılmalıdır. 76 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS007 PS008 KOAH ATAĞI İLE BAŞVURAN HASTALARDA YÜKSEK FREKANSLI GÖĞÜS DUVARI TİTREŞİMİ TEDAVİSİNİN MEDİKAL TEDAVİYE KATKISININ DEĞERLENDİRİLMESİÖN SONUÇLAR YOĞUN BAKIM DIŞINDA GELİŞEN HASTANE KÖKENLİ PNÖMONİLERDE ETKEN TESPİTİNİN TEDAVİ BAŞARISINA ETKİSİ TUĞBA GÖKTALAY , SELİM ERKAN AKDEMİR , AYŞIN ŞAKAR COŞKUN , AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN , PINAR ÇELİK , ARZU YORGANCIOĞLU EBRU ÇAKIR EDİS 1, OSMAN NURİ HATİPOĞLU 1, İLKER YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT 3 TÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI TÜTF İNFEKSİYON VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 TÜTF BİOİSTATİSTİK 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 Amaç: Amaç: Yüksek frekanslı göğüs duvarı treşimi, solunum yolu sekresyonlarının alımını kolaylaşrmak amacı ile kullanılan yeni bir yaklaşımdır. Yüksek frekanslı göğüs duvarı treşimi uygulayan Vest TM cihazı 1988 yılında bronşiyal sekresyonların temizlenmesi, 2000 yılında balgam indüksiyonu için FDA onayı almışr ve yurtdışında kullanılmakla birlikte ülkemizde henüz kullanılmamaktadır. Bu araşrmada ülkemizde ilk kez KOAH ataklarında klasik tedaviye ek olarak VestTM cihazının tedaviye katkısını araşrmayı amaçladık. Hastane kökenli pnömonilerde (HKP) etken tespinin tedavi başarısına katkısıyla ilgili çalışmalar oldukça nadirdir. Bu çalışmada hastanemizde yoğun bakım dışında gelişen HKP’li olgularda etken tespit edilip edilememesinin, etkenin erken veya geç tespit edilmesinin, tedavinin ampirik veya spesifik olmasının tedavi başarısına olan etkilerini saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: GOLD kriterlerine göre evre 3-4 KOAH tanısı almış ve atakta olan 50 hastanın araşrmaya alınması planlandı. Olguların fizik bakı, akciğer radyogramı, balgam direkt bakısı yapıldıktan sonra, Grup I standart tedavi alan kontrol grubu, Grup II standart tedavi + VestTM cihazı uygulanan (günde 3 kez 20 dk süreyle, 5 gün süresince) grup olarak randomize edildi. Hastaların bazal 0, 3. ve 5. günlerde BODE indeksi, arter kan gazı, yaşam kalitesi ile değerlendirilmesi ve hastanede yaş sürelerinin kaydedilmesi planlandı. Bulgular: 8 hastanın 4’üne VestTM cihazı uygulandı. Tüm hastalarda 6 Dakika Yürüme Tes, arter kan gazı ve FEV1 değerlerinde 5. günün sonunda iyileşme saptandı. Grup I hastalarda ,FEV1%, MMRC dispne skalası, 6 Dakika Yürüme Tes ve oksijen saturasyonunda 0. güne göre (sırası ile %22.25±8.66, 3.50 ± 1.00, 123 ± 111.88m, %82.75 ± 2.06) 5. günde (sırası ile %29.75 ± 6.95, 3.00 ± 0.00, 357.5 ± 167.81m, %90 ± 4.24) arş gözlendi. Benzer şekilde Grup II hastalarda da 0. güne (sırası ile %34.25 ± 13.65, 3.75 ± 0.50, 117.50 ± 103.08m, 86.5 ± 4.36) göre 5. günde (sırası ile %40.25 ± 18.39, 3.50 ± 0.58, 227.50 ± 108.74m, %91.75 ± 3.40) arş izlendi. Sonuç: Olgu sayısının henüz az olması nedeniyle, ülkemizde KOAH olgularında ilk kez uygulanan bu yöntem için istasksel değerlendirmenin kongrede sunulması planlanmışr. Gereç ve Yöntem: Mart 2005- Şubat 2006 tarihleri arasında yoğun bakım dışında HKP gelişen ardışık 97’si erkek 154 erişkin hasta prospekf olarak çalışmaya alındı. Tüm hastalar 3. günde, tedavi sonunda ve 6. haada (takip sonu) tedavi başarısı açısından göğüs hastalıkları, infeksiyon hastalıkları ve hastadan sorumlu klinisyenden oluşan bir ekip tarandan değerlendirildi. Etken tespinin, etken tespit zamanının, tedavinin spesifik veya ampirik olmasının klinik başarı oranları ile ilişkisi X2 yöntemiyle karşılaşrıldı. Bulgular: En sık izole edilen etkenler Acinetobacter spp. ve Pseudomonas spp.idi. Tedavi sonu klinik başarı oranı %57.8 (n=89) iken bu oran takip sonunda %49’a (n=76) geriledi. Başlangıçta spesifik tedavi verilen 18 hastada klinik başarı ampirik tedavi başlanılan 136 hastaya göre daha yüksek olmasına rağmen istasksel olarak anlamlı değildi. Tedavinin herhangi bir döneminde spesifik tedavi alan grup (n=54) ile almayan grup (n=100) arasında tedavi başarısı açısından anlamlı bir fark yoktu . Çalışmanın en dikkat çekici sonucu ise etkenin tespit edilemediği grupta (n=66) tespit edilen gruba göre (n=88) tedavi başarısının anlamlı biçimde yüksek bulunmasıydı (p=0.022). Sonuç: Acinetobacter spp.ve P. aeruginosa gibi çok ilaca direnç potansiyeli taşıyan ve hızlı direnç gelişrebilme özelliğine sahip mikroorganizmalarla oluşan HKP’lerde spesifik tedavi verilse dahi klinik başarı oranı düşüktür. Bu sonuç bu p özelliklere sahip mikroorganizmalarla oluşacak enfeksiyonları önlemenin tedaviden daha önemli olduğuna işaret etmektedir. 77 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS009 PS010 AKCİĞER TÜBERKÜLOZU VE PNÖMONİNİN AYIRICI TANISINDA CRP’NİN ROLÜ ANALYSIS OF ANTIBIOTIC USE EXPEDIENCY FOR RESPIRATORY TRACT INFECTION FÜSUN ŞAHİN , MESUT BAYRAKTAROĞLU , DİDEM GÖRGÜN , PINAR YILDIZ HANNA DEMCHUK YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ VİNNYTSYA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY Aim: Amaç: Klinisyenler çoğu zaman üst lob yerleşimli lezyonlarda akciğer tüberkülozu ve pnömoni açısından ayırıcı tanı sıkınsıyla karşılaşmaktadır. Amacımız CRP’nin, pnömoninin tüberkülozdan ayırımındaki yararını belirlemekr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza prospekf olarak 48 akciğer tüberkülozlu (Grup1: 12 kadın, 36 erkek, yaş ortalaması 34 ± 13 yıl) ve 32 pnömonili (Grup 2: 13 kadın,19 erkek, yaş ortalaması 41 ± 18 yıl) olgu alınmış ve serum CRP değerleri karşılaşrılmışr. Bulgular: Serum CRP, pnömonili olgularda tüberküloz ile karşılaşrıldığında anlamlı olarak daha yüksek bulunmuş (p<0.001), 2.38 mg/dl cut-off değeri için %100 sensivite ve %44 spesifite sağladığı görülmüştür. Pnömonili olguların CRP düzeyleri tüberküloza göre anlamlı olarak yüksek bulunmuş; akciğer tüberkülozundaki ortalama değeri 5,88 ± 5,89 mg/dl, 0.10-19.31 mg/dl; pnömonideki ortalama değeri ise 12.32 ± 6.35, 2.5-26.8 mg/dl. olarak saptanmışr. CRP’nin 5 mg/dl cut-off değeri için sensivite %56, spesifite %87, pozif tahmin değeri %85, negaf tahmin değeri % 57, doğruluk oranı % 69 olarak bulunmuştur. Tüberküloz olgularında radyolojik evreler ile CRP değerleri karşılaşrılmışr. CRP seviyeleri evre 1 için 1.5 ± 1.28, evre 2 için 6.8 ± 6.1, evre 3 için 8.2 ± 6.4 olarak ölçülmüş; radyolojik evre ar kça CRP değerlerinde istasksel olarak artma olduğu görülmüştür (p=0.02). Sonuç: İnflamatuvar belirteç olarak serum CRP konsantrasyonunun ölçülmesinin akciğer tüberkülozu ile pnömoninin ayırıcı tanısında yararlı olabileceği sonucuna varılmışr. 78 Lower respiratory tract infecons (LRTI) are one of the main causes for anbiocs (A) use. Analysis of A use at the some region assesses expediency of its prescripon and allows indirectly desning about probability of resistance of spread pathogens. In Ukraine everyone can buy any A without doctor’s prescripon. This creates condions for difficulty predicted A resistance. It may be dangerous for Ukraine and European Union where more than 10 million Ukrainian live and work. To evaluate expediency of A using in Vinnytsya we calculate DDD/1000 for main groups of A. Method: We collected data about A prescripon, selling and consumpon for treatment LRTI at out- and in-paents. Results: The most used group was penicillins – 429,28DDD (leader- amoxicillin 286,69DDD). It is posive indicaon because the A are recommended as first line for spread LRTI. The second place was at fluoroquinolones – 309,71DDD. Norfloxacin was leading (103,11 DDD). It is serious mistake. The A isn’t acve against LRTI pathogens. Its use promotes failure of therapy and developing resistance to fluoroquinolones. High level of sulphonilamides consumpon (209,63 DDD), is explained by popularity among people and low awareness about high sulphonilamides resistance in Ukraine. Macrolides consumpon was 196,72 DDD. It reveals unwarrantable low level of prescribing this A for LRTI therapy. Among cephalosporins which using was 155,49 DDD leading became ceriaxon 77,18 DDD. It can be explained by high efficacy and comfort of use for out-paents. Conclusion: Consumpon of A in Vinnytsya is erroneous. Established preferences may cause high possibility of developing resistance to fluoroquinolones. Sulphonilamide use results in spreading resistant pathogens. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS011 PS012 BİR ASKERİ BİRLİKTE CHLAMYDİAE PNEUMONİAE PNÖMONİSİ SALGINI: LOBER VE SEGMENTER TUTULUMUN DAĞILIMI SHORT-TERM EFFECTS OF TWO-COLORED MAGNETICLASER THERAPY IN ADULT CYSTIC FIBROSIS PATIENTS HALİNA BARADZİNA , NATALİA MANOVİTSKAYA DİLAVER TAŞ 1, HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 2, ALİ ACAR 1, ERDOĞAN KUNTER 1, OĞUZHAN OKUTAN 1, AHMET FAKİH AYDIN 2, MUSTAFA TÜRKMEN 2, ZAFER KARTALOĞLU 1 1 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ İZMİR ASKER HASTANESİ Amaç: Bu çalışmada, 2006 yılında bir askeri birlikte görülen C. pneumoniae’ye bağlı pnömoni salgınında hastalar; klinik, radyolojik, mikrobiyolojik ve biokimyasal olarak incelendi. Gereç ve Yöntem: Chlamydia pneumoniae pnömonisine bağlı infiltrasyonun lober ve segmenter dağılımı yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (YÇBT) ile araşrıldı. Bulgular: Salgında yaklaşık 4000 kişilik popülasyondan 90 kişi (%2,25) etkilenmişr. Klinik ve serolojik olarak kesin tanı konulan olguların tamamı erkek (%100), yaş ortalaması 20,5 ± 1,22) olarak saptanmışr. Hastaların hiçbirinde ala yatan bir komorbidite mevcut değildi. Mikrobiyolojik tanı ELISA ile serumda spesifik ankorların tespi ile konulmuştur. Radyolojik olarak %53.5 sağ akciğer, %46.5 sol akciğer tutulumu izlendi. En sık sol alt lob (%34.4), sağ alt lob (%26.0) ve orta lob (%25.6) tutulumu saptandı. En sık tutulum gösteren segmentler ise sol alt lob antero-medial segment (%16.7), orta lob medial segment (%14.9), orta lob lateral segment (%10.7) ve sol üst lob lingula inferior segment (%10.7) idi. YÇBT incelemesi ile hiçbir hastada sağ üst lob apikal ve sol üst lob apikoposterior segmentlerde tutulum saptanmadı. Sonuç: C. pneumoniae pnömonisinin sıklıkla alt lobları tuuğu gözlenmekle birlikte; segment bazında değerlendirildiğinde orta lob segmentlerinde tutulum, alt lob segmentlerine göre daha fazla bulundu. Toplu yaşanılan yerlerde solunum ve damlacık yolu ile bulaşan enfeksiyonların sürveyansı dikkatli bir şekilde yapılmalı, beklenenden fazla sayıda olguda bu tür enfeksiyonların ortaya çıkğı fark edildiğinde en kısa sürede sürveyans ekibi oluşturularak salgın açısından araşrılmalıdır. INSTİTUTE OF PULMONOLOGY AND PHTHİSİOLOGY Aim: Standard physiotherapeuc procedures tradionally don’t indicated to the paents with cysc fibrosis (CF) due to thermal effects and the risk of pulmonary fibrosis. Magnec-laser therapy (MLT) is postulated to provide an-inflammatory effects and ability to impact homeostasis recovery. Aim: to evaluate the clinical benefits of two-colored MLT in CF treatment. Method: Adult CF paents with exacerbaon of respiratory symptoms were included in our study (mean age 20.79±1.6). I group (10 paents) received standard basic therapy, kinesitherapy and addionally MLT. II group (18 paents) received only standard therapy. The local MLT was carried out with the laser unit “Sens 815” by consecuvely influencing 11 points on torax with blue and infra-red radiaon of 10 procedures total course. Results: No adverse effects related to treatment were noted. The symptoms of CF in the I-st group reduced quicker than in the II group (intoxicaon syndrome - in 9.6±0.7 vs. 14.5±0.9 days; weakness - in 8.6±1.1 vs. 13.9±0.8 days, mucus clearance-in 11.5±0.9 vs. 19.8±1.2 days). Aer 30 days improvement of radiological picture was registered in 80% paents of the I group and in 66.6%-in II group. Clinical improvement in the I group was accompanied by a more pronounced posive dynamics of the laboratory and funconal tests. Mean FEV1 improved following treatment to 37.7% of predicted from 28.1%, p<0.05. The distance in 6 minute walking test rose to 24.5% of predicted from 15.2%, p<0.05. Mean period of remission was 5.1 months in I gr. and 3.3 in II gr. Conclusion: Two-colored MLT is well-tolerated method and should be considered for CF exacerbaon treatment in combinaon with corresponding basic therapy. 79 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS013 PS014 CANDİDA PNÖMONİSİ OLGULARIMIZ THE ANALYSIS OF RESPIRATORY MANIFESTATION ASSOCIATED WITH HIV/AIDS- IN CHILDREN IN THE PERIOD 1995-2007 M. SEZAİ TAŞBAKAN 1, YELDA ÇEVİKER 1, DİLEK METİN 2, HÜSNÜ PULLUKÇU 3, ŞENAY ÇİTİM 1, PINAR TAŞKIRANLAR 1, ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU 1, SÜLEYHA HİLMİOĞLU 2, FEZA BACAKOĞLU 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 3İNFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALLARI 1 GHEORGHE MURGOCİ 1, RODİCA MURGOCİ 2, CONSTANTİN MARİCA 1, MARİANA MARDARASCU 3 , HENRİETTE STAVRİ 4, EMİLİA CRİSAN 1, MİHAELA TANASESCU 1, NİCOLAE GALİE 1, 2 Amaç: Candida pnömonisi, akciğerin nadir enfeksiyonlarından biridir. Bağışıklığın baskılanması, diyabet, alkolizm, uzun süreli korkosteroid ve anbiyok kullanımı başlıca risk faktörleridir. Bu çalışmada; Candida pnömonisi tanısı konulan olguların tanı ve tedavi sonuçlarının gözden geçirilmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya; son 2 yılda Göğüs Hastalıkları kliniğinde yatan, aynı ya da farklı zamanlarda alınan en az 2 farklı solunum örneğinde “candida spp” üremesi olan olgular alınmışr. Olguların demografik özellikleri, fungal enfeksiyon için risk faktörleri ile bu enfeksiyonun prognoza etkisi değerlendirilmişr. Bulgular: Çalışmaya alınan 47 olgunun (yaş ort. 67.6±14.6, 33’ü erkek, APACHE II ort. 16.3±8.0); başvuru anında 29’unda (%61.7) pnömoni tanısı olduğu görülmüştür. Candida pnömonisi; ortalama 5.6±8.6 günde gelişmiş, radyolojik olarak 43 olguda (%91.5) konsolidasyon, 30 olguda (%63.8) mul-zon tutuluşu saptanmışr. En sık (%68.1) izole edilen etken C. albicans, en sık (%42.6) üreme yeri bronkoskopik aspirasyon örneği olmuştur. Klinik değerlendirmede; 1 olgu kesin, 17 olgu yüksek olasılıklı, 29 olgu olası candida pnömonisi tanısı almışr. Olguların 25’ine (%53.2) anfungal tedavi (11 olguda flukonazol) uygulanmışr. Ortalamada 22.3±16.2 gün hastanede izlenen olguların 26’sında (%55.3) mortalite gözlenmişr. Mul-zon tutulumu bulunan ve C. tropicalis‘in etken olduğu olgularda, mortalitenın daha yüksek (sırasıyla p=0.037 ve p=0.019) olduğu saptanmışr. Sonuç: Nadir görülen ancak mortalitesi yüksek olan Candida pnömonisi tanısını koymak için, balgamda Candida türlerinin izole edilmesi tek başına tanı yeterli değildir. Erken tanı ve tedavi için, risk alnda olan olgularda bronkoskopi gibi invaziv tanısal girişimler göz önünde bulundurulmalıdır. 80 NATİONAL INSTİTUTE OF PNEUMOLOGY MARİUS NASTA BUCHAREST 1 EPİDEMİOLOGY, UNİV. OF MEDİCİNE AND PHARMACY CAROL DAVİLA, BUCHAREST 2 INST.OF INFECTİOUS DİSEASE „MATEİ BALS”, BUCHAREST 3 PROF. DR. I.CANTACUZİNO” NATİONAL REASEARCH INST.FOR MİCROBİOLOGY AND IMMUNOLOGY 4 Aim: Analysis of respiratory manifestaon associated with HIV/AIDS- in children admied to a pulmonary disease referral center in the period 1995-2007 Method: In the period of 1995-2007, all proved HIV posivchildren who were admied to a pulmonary disease referral center, were included sputum, BAL and blood and examined for BK, bacterial, PCP, fungus, viral and parasites Results: Results- 775 childreen were included: Average – 12,5 years, sex: males- 42,10%, females-57,7- 76,6% TB was with pulmonar forms in 78,3% of cases and extra pulmonary in 11,3%, followed by bacterial empyeme with gram negave germs (18,1%) and PCP (5,3%).but were concomitant in 11,57%; MDR-TB were diagnosed of 14,87%. Chemorestance forms: primary 16,9%, secondary 83,1%; 67% of children were treated by HAART - 95%. Other oportunisc infecons where: oral candidiasis 57%; toxoplasma encephalites 13,4%; CMV renis 8,3%; CMV pneumonis 3,3%. Associated clinical symptomes: fever, weight loss, cough- 100%- hemoptysia 53%, throat pain 63%, sputum producon 26%, dispnoea 17,5%. Radiological abnormalies parenchymalinfiltraon 26,4%, cavitary lesions 32%, hylar opacies 11,3%, miliary 7,5%, bronchopneumonic opacies 7,5%-, lymphoid intesal pneumonis-10,3, pleural effusions 3,5%, pneumothorax 1,5%. Decrease CD4 value: <200 cells/ mm3- 32% ; <100 cells/ mm3 - 58,49% ; < 50 cells/ mm3 -9,43%. HIV- infecon was diagnosed for the first me in hospital in 91,8%. Mortality rate was 22,5%. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Conclusion: Sonuç: TB is the common lower respiratory tract infecon among HIV/SIDA- children. Aspergillus türlerine bağlı akciğer enfeksiyonları, bağışıklığı baskılanmamış olgularda da gelişebilmektedir. Mortalitesi yüksek olan bu enfeksiyonun erken tanı ve tedavisi için, riskli hasta gruplarında bronkoskopik inceleme yol gösterici olacakr. PS015 ASPERGİLLUS PNÖMONİSİ OLGULARIMIZ M. SEZAİ TAŞBAKAN 1, YELDA ÇEVİKER 1, DİLEK METİN 2, HÜSNÜ PULLUKÇU 3, ŞENAY ÇİTİM 1, PINAR TAŞKIRANLAR 1, ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU 1, SÜLEYHA HİLMİOĞLU 2, FEZA BACAKOĞLU 1 PS016 İZMİR İLİ DİSPANSERLERİNDE 2006–2007 YILLARINDA TEDAVİ GÖREN 0-15 YAŞ GRUBU HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İNFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALLARI İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HAST. VE CERRAHİSİ EA HASTANESİ 2 İZMİR İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ Amaç: Amaç: Aspergillus türleri, farklı akciğer hastalıklarına neden olabilmektedir. Bağışıklığın baskılanması, diyabet, alkolizm, kronik karaciğer hastalığı ve korkosteroid kullanımı, invaziv pulmoner aspergillozis için başlıca risk faktörleridir. Bu çalışmada; Aspergillus pnömonisi tanısı konulan olguların tanı ve tedavi sonuçlarının gözden geçirilmesi amaçlanmışr. Bu çalışmada amaç, İzmir ilinde 2006 ve 2007 yıllarında tedavi uygulanmış çocukluk çağı (0-15 yaş) tüberküloz hastalarının tanı yaklaşımlarını ve tedavi sonuçlarını incelemekr. 1 2 Gereç ve Yöntem: Çalışmaya; son 2 yılda Göğüs Hastalıkları kliniğinde yatan ve en az 1 solunum örneğinde “aspergillus spp.” üremesi olan olgular alınmışr. Olguların demografik özellikleri, fungal enfeksiyon için risk faktörleri ile bu enfeksiyonun prognoza etkisi değerlendirilmişr. Bulgular: Çalışmaya alınan 17 olgunun (yaş ort. 62.0±21.6, 10’u erkek, APACHE II ort. 15.2±10.4); 10’unun (%58.8) bir sağlık ünitesinden kliniğimize geldiği, 8 olguda (%47.1) bağışıklığın baskılanmış olduğu görülmüştür. Aspergillus pnömonisi; ortalama 4.8±5.5. günde gelişmiş, radyolojik olarak 16 olguda (%94.1) konsolidasyon, 12 olguda (%70.6) mul-zon tutuluşu saptanmışr. En sık (%58.8) izole edilen etken A. fumigatus, en sık (%47.1) üreme yeri bronkoskopik aspirasyon örneği olmuştur. Klinik değerlendirmede; 10 olgu yüksek olasılıklı, 7 olgu olası Aspergillus pnömonisi tanısı almışr. Olguların 8’ine (%47.1) anfungal tedavi (3’er olguda vorikonazol ve kaspofungin) uygulanmışr. Ortalamada 17.9±15.0 gün hastanede izlenen olguların 8’inde (%47.1) mortalite gözlenmişr. ONUR FEVZİ ERER 1, MERT AYDIN 2, NEŞE ZEREN NOHUTCU 2, MEHMET ÖZKAN 2 1 Gereç ve Yöntem: 2006 ve 2007 yıllarındaki 113 hasta retrospekf olarak incelendi. Bulgular: 2006 yılında 1101 dosyalı hastanın 59’u (% 5,3); 2007’de 1077’nin 54’ü (% 5,0) 0-15 yaş grubunda idi. Yaş ortalaması sırasıyla 7,4±4,9 (3 ay-15 yaş) ve 8,9±4,8 (8 ay-15 yaş) olarak saptandı. 2006’da %27.1(n:16) hasta temaslı muayenesi ile saptanmışken 2007’de bu rakam %9.3(n:5) olarak bulundu. Tanı konma yerleri tüm yıllar için en fazla eğim hastaneleri olarak saptandı, dispanserler ise ikinci sıklıktaydı. 2006 hastalarının tamamı yeni olgu olarak tespit edilmişken 2007’de 1 olgu eski (Nüks) ve 4 olgu nakil olarak değerlendirilmişr. Yıllara göre sırasıyla 26 (%44,1) ve 25 (%46,3) hasta akciğer tüberkülozu olarak tedaviye alınmış. Hastalar Sağlık Bakanlığı tarandan önerilen tedavi rejimleri ve sürelerin açısından değerlendirildiğinde 2006 yılında %59,3’üne , 2007 yılında %54,2 sine standart tedavi rejim ve süresi uygulanmış olmasına rağmen sırasıyla %40,7 ve %45,8’ine standart dışı rejim ve süreler verilmişr. Tedavi başarısı sonuçları yıllara göre değerlendirildiğinde %91,5 ve %87,0’dir. Doğrudan Gözemli Tedavi (DGT) uygulama oranları yıllara göre sırasıyla %86,4 ve %96,3 iken, sağlık personeli ile DGT oranları %29,4 ve %48,1’ dir. 81 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak, tedavi başarısı oranları yüksek olmakla beraber standart tanı ve tedavi uygulamalarında sorunlar olduğu görülmüştür. Çocuk hastalıkları hekimleri ile verem savaş dispanserleri çalışanlarının koordineli çalışmaları için ortak plaorm ve rehber oluşturulması gerekği düşünülmektedir. Pozif T-SPOT.TB test sonucu, indeks vakayla temas derecesi ile ilişkili olup TCT ile değildir. İmmunokompetan bireylerde ve özgül bir immunsupressif hasta grubu olan KBY’lilerde LTBI saptanmasında T-SPOT.TB tes, TCT’den daha doğru bir yaklaşım sağlamaktadır. PS018 PS017 İMMUNOKOMPETAN BİREYLER VE KRONİK BÖBREK YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT TÜBERKÜLOZ ENFEKSİYONU TANISINDA T-SPOT.TB VE TÜBERKÜLİN CİLT TESTİNİN KARŞILAŞTIRILMASI 1 ASLI GÖREK DİLEKTAŞLI , FÜSUN ÖNER EYÜBOĞLU 2 S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİYİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, ANKARA 2 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ANKARA, TÜRKİYE HEMODİYALİZE GİREN KRONİK RENAL YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT TÜBERKÜLOZ TANISINDA TÜBERKÜLİN DERİ TESTİ İLE QUANTİFERON-TB TESTİNİN KARŞILAŞTIRILMASI EKREM CENGİZ SEYHAN 1, ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, SEDAT ALTIN 1, ATAYLA GENÇOĞLU 1, DERYA YAVUZ 2, SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ 1, ORHAN KAYA KÖKSALAN 3 1 Amaç: Kronik Böbrek Yetmezlikli (KBY) hastalar akf tüberküloz gelişimi için yüksek risk alnda olmaları nedeniyle latent tüberküloz enfeksiyonu (LTBI) tedavisi için adaydırlar. LTBI tanısı, anerji gelişimi ve M. bovis BCG aşısı ile çevresel mikobakterilerle çapraz reaksiyona neden olması gibi pek çok dezavantajı bulunan tüberkülin cilt tes (TCT)’ne dayanmaktadır. Bu araşrmada immunokompetan bireyler ve KBY hastalarında LTBI tanısında, TCT ve interferon-gamma enzyme-linked immunospot analiz (T-SPOT.TB) test sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu amaçla, akf tüberkülozlu, bilinen M. tuberculosis teması bulunan ve geçirilmiş TB hastalığı ile bilinen TB teması bulunmayan olgulardan oluşan toplam 51 KBY’li hasta ile 91 immunokompetan bireyin dahil edildiği prospekf bir araşrma yürütüldü. YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, NEFROLOJİ, KLİNİĞİ 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ., DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ (DETAE) 1 Amaç: Hemodiyalize giren kronik renal yetmezlik (KRY)’li hastalarda latent tüberküloz infeksiyonu (LTBI) araşrılması önerilmektedir. Ancak tüberkülin deri tes (TDT)’nin bu hasta grubunda duyarlı olmadığı bildirilmektedir. Bu çalışmada QuanFERON-Gold in tube (QTF-G) tes ile TDT’nin diagnosk kullanımı araşrıldı. Gereç ve Yöntem: Hemodiyalize giren KRY’li 100 hastada LTBI tanısı için QTF-G ve TDT uygulandı. Test sonuçları ile olguların akciğer grafisi bulguları, BCG aşılama durumları, Tüberküloz (TB) hastalığı geçirme ve tüberkülozlu olguyla yakın temas öyküsünü içeren epidemiyolojik faktörlerle olan ilişkisi araşrıldı. Bulgular: Bulgular: KBY’li hastaların % 62.7’si TCT ile, % 47.1’i T-SPOT.TB ile LTBI tanısı aldı. TCT, immunokompetan bireylerin %91.2’sinde, KBY’li hastaların %62.7’sinde pozif saptandı (p<0.05). İmmunokompetan bireylerin %4.5’inde, KBY’li hastaların ise %10’unda TCT’de anerji gelişimi gözlendi (p<0.05). Mulvaryans analizde, indeks vakayla olan yüksek temas düzeyinin T-SPOT.TB pozifliği için (OR: 4.9 %95 CI, p=0.001), erkek cinsiyen de TCT pozifliği için risk faktörü olduğu saptandı (OR: 2.57 %95 CI, p=0.04). 82 Olgularda tüberküloz enfeksiyonu QTF-G ve TDT ile sırasıyla % 43 ve % 33 oranında teşhis edildi. Çok değişkenli analizde QTF-G tes pozifliği, radyolojik bulgular (p=0.01) ve TB’li olguyla temas (p=0.008) ile ilişkili iken, TDT ise sadece BCG aşılanma durumu (p<0.001) ile ilişkili olduğu belirlendi. Sonuç: QTF-G tes hemodiyalize giren KRY’li hastalarda LTBI araşrılmasında TDT’den daha üstün bulunmuştur. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS019 Sonuç: VEREM SAVAŞI DİSPANSERİNE KAYITLI TÜBERKÜLOZ HASTALARININ TEMASLI TARAMALARI Sonuç olarak; akciğer tüberkülozu temaslılarına koruyucu tedavi başlama ve tamamlama oranlarının yüksek olduğu saptandı. Tarama ile yeni olgu saptama oranı düşüktü. Doğrudan gözem alnda tüberküloz tedavisi uygulamasının yapıldığı bir dispanserde temaslı taraması verilerinin de olumlu etkilendiği sonucuna varıldı. BURAK ALTINOK 1, AYŞEGÜL ÇELEN 2, BETÜL ABDÜLOĞLU 3, GÖKSEL KITER 4 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 4. SINIF ÖĞRENCİSİ 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 4. SINIF ÖĞRENCİSİ 3 DENİZLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ 4 PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 1 Amaç: Tüberkülozluların temaslılarında tarama yapılması kontrol programlarında yer almaktadır. Hastalığın bulaşmasının önlenmesi, koruyucu tedavi sayesinde hastalığa yakalananların sayısının azallması ve yeni tüberküloz olgularının bulunması hedeflenmektedir. Verem Savaşı Dispanseri’nde 2006 yılı kayıtlarından “Yeni tanı tüberkülozlu” hastaların dosyalarını inceleyerek temaslılarına ait bilgileri değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Hasta dosyalarından temaslılara ait yaş, cins, kaynak olguya yakınlık derecesi, BCG skarı varlığı, tüberkülin cilt tes (TCT) yapılma durumu, TCT çapı, koruma başlanma durumu ve sonucu bilgileri derlendi. Analizler SPSS 10.0 programı ile yapıldı. Bulgular: Toplam 143 yeni hastanın dosyasından 603 temaslıya ait bilgiler incelendi. Akciğer tüberkülozu temaslısı olan 478 (%79,3) idi. Temaslıların %53’ü erkek. Ortalama yaş 28,3±17,6; cinsiyet farkı yoktu. Yaş bilgisi olan 576 (%95) temaslının 431’i (%74,8) 15 yaş üstündeydi. Temaslıların %60,2’si çekirdek aile bireyleriydi. Temaslıların 107’sinde BCG skar izi bilgisine ulaşılamadı (%17,7), BCG skar izi bilgileri bulunan 496 kişiden 13’ünde (%2,6) BCG skarı yoktu. TCT sonucunun kayıtlı olduğu 118 (%19,6) kişiden 80’i (%67,8) negaf, 26’sı (%22) pozif, 12’si (%10,2) booster ile pozif olarak bulunmuştu. Ortalama TCT endürasyon çapı 9,02±6,21 mm idi; cinsiyet farkı yoktu. Akciğer ve akciğer dışı tüberkülozluların temaslıları arasında koruma başlananlar sırasıyla 336 (%70,3) ve 6 (%0,05) idi. Akciğer tüberkülozu temaslılarından 303’si (%88,3) koruyucu tedaviyi tamamlamış, 33’ü (%9,6) yarıda bırakmış. Temaslı taramasında 2 (%0,3) yeni tüberküloz tanısı konmuştu. PS020 ROMATOLOJİ HASTALARINDA TÜBERKÜLİN CİLT TESTİ SONUÇLARI: 609 HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ İSMAİL HANTA 1, SÜLEYMAN ÖZBEK 2, SEDAT KULECİ 1, YASEMİN SOYDAŞ 1, OYA BAYDAR 1 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ BD 1 Amaç: Bu çalışmada an-TNF tedavi öncesi latent tüberküloz enfeksiyonunu (LTE) saptamak için uygulanan TCT tesnin sonuçlarının incelenmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, an-TNF tedavisi için toplam 609 hasta incelendi. Tüm hastalara LTE tanısı için TCT yapıldı ve 5 mm alnda olan hastalara en az 1 haa sonra TCT tekrarı (booster doz) yapıldı. 5 mm ve üzeri TCT değeri pozif olarak kabul edildi. Bulgular: Toplam 305 Romatoid artritli (RA) hastanın 183’ünde (%60.0), 294 ankilozan spondilitli (AS) hastanın 232’sinde (%78.9) ve 9 Psöriak artritli (PsA) hastanın 6’sında (%66.0) TCT pozif saptandı. TCT negafliği saptanan 188 hastanın sadece 15’inde (%7.9) booster doz sonrası TCT pozifliği saptandı. Sonuç: Romatoloji hasta grubunda an-TNF tedavi öncesi TCT 5 mm ve üzeri alındığında, LTE tanısı için TCT halen geçerli görünmektedir. 83 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS021 HASTANEMİZDE İZLENEN TÜBERKÜLOZLU HASTALARIN 2007 YILI TEDAVİ SONUÇLARI PS022 ASKER HATİCE KAYA 1, FARUK ÇİFTÇİ 1, DİLAVER TAŞ 1, OĞUZHAN OKUTAN 1, ERDOĞAN KUNTER 1, ERKAN BOZKANAT 1, MUSTAFA HARUN UGAN 1, MESUT BIÇAK 1, GÜLHAN AYHAN 1, ÖMER AYTEN 1, TURGUT ÖZTUTGAN 1 , OGÜN SEZER 2, ZAFER KARTALOĞLU 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİ 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİ MİKROBİYOLOJİ LABORATUVARI 1 Amaç: Türk Silahlı Kuvvetlerinin en büyük tüberküloz (TB) tedavi merkezi özelliğini taşıyan hastanemizde 2007 yılında tanı alan tüberkülozlu asker hastaların verilerini sunmak. Gereç ve Yöntem: Hastanemizde 2007 yılında tanı konulan TB’li asker hastaların verileri geriye dönük olarak incelendi Tüm hastalara bakteriyolojik inceleme yapıldı. Tanı konulan hastalar uygun antüberküloz tedavi başlanarak 6-12 ay boyunca takip edildiler ve bu süre sonunda tedavi sonuçları değerlendirildi TÜBERKÜLOZDA DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİNİN KALİTE SORGULAMASI ÖZGÜL TORUN 1, FARUK ÇİFTÇİ 1, YEŞİM İŞLER IŞILDAK 1, ZEKİ KILIÇARSLAN 2, HATİCE KAYA 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİ, İSTANBUL 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL 1 Amaç: Arka plan: Tüberkülozlu asker hastalar tanı ve tedavilerinin başlangıcında hastanede yatarak tedavi edilmektedirler. İdame tedavileri ise oturdukları yere en yakın verem savaş dispanseri (VSD) gözeminde tamamlanmakta ve tedavi biminde kür kontrolü için tekrar hastaneye yarılmaktadırlar. Amaç: Tüberkülozlu asker hastalarda uygulanan Doğrudan Gözemli Tedavi (DGT) kalitesini ölçmek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Kasım 2007-Haziran 2008 tarihleri arasında balgam yayması (+) Akciğer Tüberküloz tanısı alan asker hastalara uygulandı. Her hastaya 20 soruluk bir anket, konusunda deneyimli bir uzman hemşire tarandan uygulandı. Bulgular: Bulgular: 84 İkibinyedi yılı boyunca toplam 168 tüberkülozlu asker olgu saptandı. Bunların 162 (%96,4)’si yeni, 6 (%3,6)’sı eski olgu idi. Yeni olguların 127 (%78,4)’si akciğer tüberkülozu (ATB), 35’i (%21,6) ise akciğer dışı tüberkülozdu (ADTB). Akciğer tüberkülozlu olguların 10’unda akciğer+akciğer dışı tüberküloz birlikteliği vardı. Akciğer dışı tüberkülozlu olguların birinde ise birden fazla organ tutulumu vardı. Akciğer dışı tüberkülozlu olgularının 45 (%97,8)’i plevra tüberkülozu, 1 (%2,2)’i tüberküloz peritonit olarak saptandı. Akciğer tüberkülozlu olgularımızın 87’si (%68,5) yayma (+), 40’ı (%31,5) ise yayma (-) olarak saptandı. Tedavi sonuçlarına göre; yayma (+) 87 olgumuzun, 79 (%90,8)’unda kür sağlanırken, 8 (%9,2)’i nakil edildi Yayma (-) 40 olgumuzun 36 (%90,0)’sı tedavi tamamlama, 4 (% 10,0)’ü nakil edildi. Akciğer dışı tüberkülozlu 35 olgumuzun 31(%88,6)’i tedavi tamamlama, 4(%11,4)’ü nakil edildi. Toplam tedavi başarısı (kür-tedavi tamamlama) %90,1 olarak hesaplandı. Ankete kalan 48 hastanın yaş ortalaması 23.1±0.5 idi. Tedavi biminde hastaların 1’inde tedavi tamamlama, 47’sinde kür saptandı. Tedavi başarısızlığı yoktu. Hastaların %37.5’inin İstanbul’da, %20’sinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, %18’nin Ege ve Akdeniz Bölgesinde oturduğu tespit edildi. Ortalama hastanede yaş süresi 24.7±1.6 gün idi. Kalımcıların hepsi VSD kaydı yaprdı. Hastaların %58.3’ü Dispanser, %27’si Sağlık Ocağı, %14.7’si diğer kurumlarda tedavilerini tamamladılar. Başlangıç döneminde hastaların %56.2’si her gün, %33.3’ü ayda bir ve %10.5’i de haada bir iki defa DGT almış. İdame döneminde ise hastaların %43.8’inin her gün, %37.5’inin ayda bir ve %12.5’inin haada 1-2 kez DGT aldıkları saptandı. Hastaların %66.6’sı DGT’ de her hangi bir zorlanma ile karşılaşmadığı belirrken, %14.5’i yol parasından şikayetçi olmuşlardır. Hastaların %54’ü gözetmenden memnun kalmışlardı. Sonuç: Sonuç: Merkezimizde yayma pozif hastalardaki kür oranları Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) gösterdiği % 85 hedefinin üzerindedir. Ülkemizde tüberküloz kontrolünün iyi bir düzeye çıkacağını düşündürmektedir İstanbul ve Anadolu’nun birçok VSD’ sini kapsaması açısından önemli olan bu anket sonuçlarına göre; hastaların azımsanmayacak bir bölümüne günlük DGT uygulandığı ortaya konmuştur. Bu durum son yıllardaki Tüberküloz mücadelesinde olumlu gelişmeleri yansıtmakla birlikte daha yapılacak çok şeyin olduğunu göstermektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS023 PS024 2007 YILINDA SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİNE TÜBERKÜLOZ TANISIYLA YATIRILAN 1788 HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ “DETERMINATION OF MUTATIONS IN THE GENES M.TUBERCULOSIS IN PATIENTS WITH PRIMARY LUNGS TUBERCULOSIS IN AZERBAIJAN MEVLÜT KARATAŞ , TÜLİN SEVİM , TÜLİN KUYUCU , MUALLA PARTAL , EMİNE AKSOY KAMAL ALIYEV SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL,TÜRKİYE Amaç: Bu çalışmada Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğim ve Araşrma Hastane’sinde 2007 yılı içinde TB tansısı ile yarılan hastaların verilerinin değerlendirilmesi ile hastanemizin sürveyans çalışmasını yapmayı hedefledik. Gereç ve Yöntem: 2007 yılında 1788 TB hastası yarılmışr. Tekrar yaşlar çıkarıldıktan sonra 1753 hastanın özellikleri değerlendirildi. Hastaların 1146’sı (%65.4) erkek, 607’si (%34.6) kadındı. Erkek/Kadın oranı 1.8:1 idi.Her iki cinsiyee 15-24 yaş grubunda en yüksek olgu sayısı görüldü. Erkek hastalarda 65 yaşından sonra ikinci bir olgu hızı arşı gözlendi. Hastaların 1255’i (%71.6) İstanbul’da yaşıyordu. Tüm olguların %81’i (n=1422) akciğer TB olgusu ve bunların da %76.5’i (n=1088) yeni olgu idi. 331 hasta da (%18.9) akciğer dışı organ tüberkülozu mevcuu. Bu olguların 285’inde (%86.1) plevra TB, 34’ünde(%10.6)’sı lenfadenit TB’u saptandı. S-R INSTİTUTE OF LUNGS, BAKU, AZERBAİJAN Aim: The early definion of sensivity M.Tuberculosis to Rifampisin(R), Isoniazid(H), muldrugresistance (MDR) and characterisc of genes mutaons in primary paents with lungs tuberculosis in Azerbaijan. Method: 67 paents of age 15 – 65: men(45), women(22). Clinic tuberculosis forms: infiltrave(81%), fibrouscavernous(2%), miliar(17%). For mutaon’s idenficaon in genes rpoB, katG, inhA, ahpC biological microchips were used. Method consists twostages mulplex amplificaons genes puds, mutaons of wich makes appearance of drug resistance. Results fixed on the biochips analyzer “Chipdetector-03 “ with “Imageware” soware system. Results: 1753 hastadan 1119’unda (%63.8) yayma pozifliği saptandı. Sadece akciğer TB’u hastaları değerlendirildiğinde yayma poziflik oranı %78.7 idi. Kültürün tanıda (%8.7) ek katkı sağladığı görüldü. Çalışmamızda primer ve sekonder ilaç direnci en sık H’e karşı sırasıyla; %20.2 ve %34.7 bulundu. HR için primer direnç %3.2, sekonder direnç %7 olarak saptandı. Primer direnç oranı %25.5, sekonder direnç oranı %41 , toplam direnç %29.5 olarak hesaplandı. Sensivity – 30 paents(44,8%), Resistance – 37(55,2%): Monoresistance R or H – 10(27,1%): R – 2(5,4%), H – 8(21,7%); MDR – 27(72,9%). In gene proB 18 different mutaon’s types of R resistant stamms in 9codons: codons 531, 526 – by 3 mutaons; codons 513, 511, 516, 512, 515 – by 2 mutaons; codons 507, 533 – by 1 mutaon. R- resistant mutaons in gene rpoB is more in codon 531(36 %), with mutaon Ser 531→Leu(28%). In gene katG H-resistant 6 different mutaon: codons 315, 328, 325(78%); more in codon 315(64,5%), with mutaon Ser315 → Gly(28,9%). Gene inhA: H-resistant mutaon(20%). Gene ahpC: H-resistant mutaon(2%). MDR( R and H) mutaon – 26 paents: 21 paents(80,8%) – in 2 genes: rpoB, katG(90,5%), inhA(9,5%); 5 paents(19,2%) – in 3 genes: rpoB, katG, inhA Sonuç: Conclusion: Türkiye’deki tüm TB hastalarının yaklaşık %12’si hastanemizde yarılarak tedavi edilmişr. Akciğer TB’li olgularda yayma poziflik oranımız yüksekr. Çok ilaca dirençli (ÇİD) hastaların merkezimize sevk edilmesi nedeni ile ilaç direnci oranımız yüksek bulunmuştur. MDR stamms(72,9%) more then monoresistance stamms(27,1%) in paents with primary lungs tuberculosis. Resistance to R is more in codon 531(36%), with mutaonSer531→Leu(28%). Resistance to H is more in gene rpoB(78%) in codon 315(64,5%) with mutaon Ser315→Gly(28,9%). MDR forms of primary tuberculosis more causes by stamms with combined mutaon in two genes(90,5%): rpoB, katG. Molekular-genec method of definion of drug sensivity M.Tuberculosis considerably accelerates diagnosis. It allows idenfy mutaons in genes that enables bemes to correct specific treatment. Bulgular: 85 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS025 PS026 AKTİF AKCİĞER TÜBERKÜLOZUNDA SERUM ALFA 1 ANTİTRİPSİN VE ALFA 2 MAKROGLOBULİN DÜZEYLERİNİN BALGAM KONVERSİYONUNA ETKİSİ SUBOYU KÖYÜNDE OKUL ÇOCUKLARINDA TÜBERKÜLOZ TARAMASI IŞIL KARASU , MİTHAT GASSALOĞLU , MİNE GAYAF , AYŞE ÖZSÖZ İZMİR DR SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: ÖZDE MELİSA TOPRAK 1, ZERRİN YİLMAZ 1, ÖZLEM CANÇELİK 1, ZEYNEP KORKMAZ 2, NERİMAN AYDIN 3, NAMIK SOYDİNÇ 1, OSMAN ELBEK 3 GAZİANTEP SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ SERBEST PRATİSYEN HEKİM 3 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 1 2 Amaç: Akut ve kronik infeksiyonlara cevapta akut faz proteinlerinde değişiklik saptanır. Tüberkülozda da bu p değişiklik beklenebilir. Bu çalışmada akf akciğer tüberkülozunda serum alfa-1 antripsin (AAT) ve alfa-2 makroglobulin (AMT) düzeyleri ile balgam konversiyonu ve radyolojik yaygınlık arasında ilişki olup olmadığını görmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 31 akciğer tüberkulozlu hastanın tanı anında serum AAT ve AMG seviyeleri ölçüldü ve bu değerler 20 sağlıklı bireyin değerleri ile kıyaslandı. Akciğer tüberkülozlu grubun balgam konversiyon zamanı ve radyolojik olarak hastalığın yaygınlığı ile serum AAT ve AMG düzeyleri arasındaki ilişki araşrıldı. Bulgular: Tuberküloz grubunun yaş ortalaması 35+10,96 yıl, kontrol grubunun yaş ortalaması 31,0+6,77 yıl idi. Tuberküloz grubunun serum AAT ve AMG düzeyleri sırasıyla 341,16+100,66 mg/dl ve 258,06+67,43 mg/dl bulundu, bu da kontrol grubu değerlerinden istasksel olarak anlamlı yüksek (p:0,00- p:0,02). Serum AAT seviyesi ile balgam konversiyon süresi arasında pozif bir korelasyon saptanmış iken (p:0,004), radyolojik olarak tüberkülozun yaygınlığı ile serum AAT ve AMG seviyeleri arasında ilişki saptanmadı ( sırasıyla p:0,77, p:0,50). Gaziantep Suboyu Köyünde ilköğrem öğrencilerinde tüberkülozu araşrmak. Gereç ve Yöntem: Kasım 2008’de çocuklara Tüberkülün Cilt Tes (TCT) uygulandı. TCT pozifliği saptananların yakınmaları sorgulandı, akciğer grafileri çekildi. Prospekf yürütülen çalışmada bilgiler SPSS ile analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya 123 kız olmak üzere 253 çocuk alındı. Yaş ortalamaları 8,95±1,54 olan grubun kız ve erkek sayısı benzerdi. Çocukların %9,1’inde BCG skarı yoktu. TCT ortalama değeri BCG skarı olan grupta 3,55±5,15, BCG skarı olmayan grupta 2,91±4,63 idi (p>0,05). TCT değerleri ile bulundukları sınıf arasında pozif korelasyon mevcuu (p<0,05; r=0,42). TCT ortalama değeri sınıf seviyesi yükseldikçe artmaktaydı. TCT değerleri ile yaş arasında da pozif korelasyon saptandı (p<0,05; r=0,42). BCG skarı ve TCT değeri ile cinsiyet arasında bir ilişki yoktu (p>0,05). TCT değeri, BCG skarı olmayan 2 çocukta (%8,6) 10mm; BCG skarı olan 9 çocukta (%3,9) 15mm ve üzerindeydi. Çalışma grubunda yıllık infeksiyon riski %1 ve infeksiyon prevalansı %4,34 idi. TCT pozifliği ile cinsiyet ve yaş arasında ilişki saptanmadı (p>0,05). Çalışma sonucunda akf tüberküloz saptanmadı, 11 hastaya latent enfeksiyon tanısıyla izoniazid başlandı. Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak akf akciğer tüberkülozlu hastaların serum AAT seviyelerinin balgam konversiyon zamanı ile ilişkili olduğu gözlenmişr. 86 BCG bağışıklanma oranı açısından Türkiye ortalamasının üzerinde olan Suboyu Köyü’nde, ilköğrem çağındaki çocuklarda saptanan yıllık infeksiyon riski ve infeksiyon prevalansı Türkiye ortalamasının alndadır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS027 HASTALAR BIRAKIYOR? PS028 TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNİ NEDEN NAZİRE UÇAR , ERSİN GÜNAY , SİBEL ALPAR , SELMA FIRAT GÜVEN , TUĞRUL ŞİPİT GÖĞÜS HASTALIKLARI, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA Amaç: ANKARA’DA AKTİF SÜRVEYANS UYGULAMASINDA HASTANELER ARASINDAKİ FARKLILIKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ DİLBER AKTAŞ 1, SUHA ÖZKAN 2, A.ÇİĞDEM ŞİMŞEK 1 , NİGAR SARI 1, HÜLYA SARCAN 1, AHMET ÖZLÜ 1, Ş.MUSTAFA AKSOY 1 1 2 ANKARA SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ ANKARA VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ Amaç: Ülkemizde tüberküloz tedavisinde DGT stratejisi izlenmektedir. Ancak yine de bazı nedenlerden dolayı hastalar an-tüberküloz ilaç tedavisini tamamlamadan bırakmaktadır. Biz bu çalışmamızda, tedavilerini yarım bırakan hastaların tedavi uyumsuzluğunu etkileyen nedenleri araşrdık. Tüberküloz, Umumi Hıfzısıhha Kanunu’na göre bildirimi zorunlu bir hastalıkr. 5. İl Tüberküloz Kurulunda alınan kararla 2003 yılından ibaren Ankara’da akf sürveyans ve denemi uygulamasına geçilmişr. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Hastanemiz tüberküloz servisinde 2006 Haziran ile 2007 Aralık tarihleri arasında yatarak tedavi gören akciğer tüberkülozu tanısı almış ve daha önce başlanan antüberküloz tedavilerini en az bir kez yarım bırakmış olan 31 hasta dahil edildi. Hastalara demografik bilgilerini ve tüberküloz tedavisini bırakma nedenlerini sorgulayan anket doldurtuldu. Bulgular: Hastaların 24’ü (% 77.4) erkek ve 7’si (% 22.6) kadın hasta idi. Yaş ortalamaları 30.1 + 12.65 olarak bulundu. Hastaların 11’i (%35.4) tedavi öncesinde işsizdi. Daha önceden bir işte çalışan 20 hastadan 13’ü (% 65) tüberküloz hastalığı sonrasında herhangi bir işte çalışmadığını belir. 22 hastanın (% 71.0) doktor önerisi olmadan tedaviyi bir kez, 7 hastanın (% 22.6) 2 kez, 2 hastanın da (% 6.5) 3 kez bırakğı öğrenildi. Hastaların 12’si (% 38.7) MPZ/PZA kullanırken rahatsızlık hisseğini belirrken, 9 (%29.1) hasta RIF’ten rahatsızlık hisseğini, 9 (%29.1) hasta da hiçbir ilaçtan rahatsızlık hissetmediğini belir. Hastaların ilaç tedavisini bırakma sebepleri sorulduğunda 12 (% 38.7) hasta ilaçlardan rahatsızlık duyduğu , 10 (%32.2) hasta maddi sıkınları ve işsizliği nedeniyle bırakğını, 2 (%6.5) hasta tedaviyi uzun bulduğu için ve 7 hasta da (%22.6) diğer nedenlerden tedaviyi bırakğını belir. Sonuç: Sonuç olarak hangi hastanın tedaviye uyumsuz olabileceğini başlangıçta belirleyebilmek mümkün olamamaktadır. Ancak, işsizlik, ekonomik sıkınlar, çok sayıda ilaç kullanma zorunluluğu ve tedavi süresinin uzunluğu hastaların tedaviyi bırakmasına neden olmaktadır. Hastaların ekonomik durumlarının ve işsizlik probleminin düzellmesi ve antüberküloz tedavide kombine preparat kullanımının tedaviye uyumu ar rabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmamızda, 2003-2007 yıllarındaki 5 yıllık dönemde; Akf Sürveyans yürütülen hastaneler; kamu-üniversiteaskeri ve özel-diğer olmak üzere dört ana başlık alnda incelenmişr. Bulgular: Tüm hastaneler dikkate alındığında 5 yıllık süreçte, bildirimler 2002 yılına kıyasla ortalama %96 arş sağlanmış olup; tüm bildirimler içinde Akf Sürveyans denemleriyle saptananların oranı ortalama %5 olmuştur. 5 yıllık süreçte ortalama olarak; Kamu hastanelerinin bildirim oranı %115; Üniversite hastanelerinin %44; askeri hastanelerin %76 arş gösterirken özel-diğer gruptaki hastanelerin bildirimleri %52 azalmışr. Gereken zamanda bildirilmeyip, Akf sürveyans denemleriyle saptanan vakaların toplam bildirimler içindeki oranının 5 yıllık ortalaması; Kamu hastanelerinde %1.5; Üniversite hastanelerinde %13.5; askeri hastanelerinde %36.4; özel-diğer gruptaki hastanelerde ise %5.7 olmuştur. Sonuç: Akf Sürveyans’la birlikte yıllar içinde bildirim sayılarının anlamlı ar ğını görebiliriz. En fazla bildirimin kamu ve üniversite hastaneler tarandan yapıldığını; akf sürveyans denemleriyle saptanan vakaların en az kamu hastanelerinde olup, askeri hastaneler hariç diğer hastanelerde yıllar içinde azalan bir seyir izlediğini söyleyebiliriz. Üniversite ve özellikle askeri hastanelerde akf sürveyans denemlerinde kayda değer vaka saptandığından duyarlılık ve işbirliğine yönelik çalışmaların gerekği aşikardır. Özel ve diğer grup hastanelerde ise; yıllar içinde bildirim sayılarının önemli ölçüde azalmasına karşın denemlerde saptanan vakaların da giderek azalması, bu hastanelere başvuran hastaların azaldığının göstergesi olabilir. 87 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS029 PS030 TÜBERKÜLOZ PLÖREZİDE MALONDİALDEHİT VE SÜPEROKSİT DİSMUTAZ DÜZEYLERİNİN TANISAL DEĞERİ BACTERIOLOGICAL DIAGNOSTICS OF THE LUNG TUBERCULOSIS IN MODERN STAGE OF PATIENTS FROM ECOLOGICAL UNSUCCESSFUL REGION OF UZBEKISTAN BÜLENT KOÇER 1, ÖZLEM GÜLBAHAR 2, ERKAN YILDIRIM 1 , GÜLTEKİN GÜLBAHAR 1, KORAY DURAL 1, ÜNAL SAKINCI 1 NARGİZA PARPİEVA 1, RUSTAM MUKHAMEDOV 2, KAZİM MUKHAMEDOV 1, ILYOS MUHAMEDİYEV 1, ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİ KLİNİĞİ, 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, ANKARA 1 TASHKENT MEDİCAL ACADEMY INSTİTUTE OF GENETİCİSTS AND EXPERİMENTAL BİOLOGY 1 2 Aim: Amaç: Pek çok inflamatuar, infeksiyöz ve tümöral olayda, oksidaf strese bağlı olarak lipit peroksidasyon ve protein oksidasyon ürünlerinin ar ğı, ayrıca anoksidan enzim akvitelerinin değişği gösterilmişr. Bu çalışmada tüberküloz plörezi tanısında, lipid peroksidasyonu ürünü olan malondialdehit (MDA) ile bir anoksidan olan süperoksit dismutazın (SOD) serum ve effüzyon sıvısındaki düzeylerinin yeri araşrıldı. Gereç ve Yöntem: 2006 yılı içerisinde plörezi nedeniyle takip edilen toplam 31 hasta çalışmaya alındı. Hastalar tüberküloz plörezi grubu (Grup A) ve diğer eksüdaf plöreziler grubu (Grup B) olmak üzere 2 gruba ayrılarak gruplar, serum ve effüzyon sıvısında malondialdehit (MDA) ve süperoksit dismutaz (SOD) düzeyleri açısından istasksel olarak karşılaşrıldı. Bulgular: Hastaların 7’si (%22,6) Grup-A’da, 24’ü ise Grup B’de yer aldı. Grup A’da hastaların 2’si (%40) kadın 5’i erkek, Grup B’de ise 13’ü kadın (%54,7) 11’i erkek olup ortalama yaş Grup A’da 31,62±5.31 iken Grup B’de 47,10±10.90 idi. Serum ve effüzyon sıvısında SOD ve MDA düzeyleri açısından iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). Sonuç: Tüberküloz plörezi tanısında, serum ve effüzyon sıvısı MDA ve SOD düzeylerinin uygun parametreler olmadığı düşünülmüştür. 88 study of the efficiency of the use the different methods of the research for determinaon the diagnosis at the paents with lung tuberculosis of paents from various regions of republic. Method: The Material and methods of the study: examinaon of the sputum of the 100 paent with different forms of the lung tuberculosis. The Methods of the examinaon: bacterioscopy, sputum inoculaon and method Polymerases chain reacon (PCR). Results: It is explored 61 paents revealed first me and 39 paents with the tuberculosis of the lung earlier treated. The paents were divided into 2 groups: first group: 69 paents with posive result of the sputum for MBT finding by method bacterioscopy. Second group: 31 paents with negave result of the sputum for MBT by method bacterioscopy. Inhabitants of Republic Karakalpakstan made of the general surveyed 50 %, the given paents most oen had widespread forms of a pulmonary tuberculosis. Conclusion: It is received following results by the method of the sputum inoculaon: culture growth has been found only at 85 paents, in the first group at 69 paents, in 2 groups at 16 paents. The Analysis of PCR has shown the posive result in 1 group at 69 (100%), and in 2 groups amongst paents with negave analysis by bacterioscopy of the sputum, at 20 paents by method of PCR in the analysis of the sputum are discovered MBT, that is connected with poor allocaon of bacteria. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS031 PS032 DIAGNOSIS OF HEPATIC AND RENAL PATHOLOGY IN PATIENTS WITH DRUG RESISTANT FORM OF PULMONARY TUBERCULOSIS TREATMENT PATIENTS WITH PULMONARY TUBERCULOSIS (PT) AND ACCOMPANYING PATHOLOGIES BY DOTS PROGRAM MİRAZİM KHAKİMOV , FATİMA TASHPULATOVA , NARGİZA PARPİEVA , VERA BELOTSERKOVETS RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY, MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY TASHKENT, UZBEKİSTAN. Aim: Aim: To study a state of hepatobiliary system and kidneys in paents with pulmonary tuberculosis with drug resistance (DR). Perfecon of treatment paents of a pulmonary tuberculosis an accompanying pathology on strategy DOTS Method: Method: cohort analysis cohort analysis Results: Results: One hundred and sixty-three paents with tuberculosis of the lungs with DR to chemical preparaons have been examined. Beside of clinical examinaon and roune laboratory and rentgenology invesgaon methods sonography of the liver, pancreas and kidneys on the device “Interscan-250” was used. Results achieved: Studies of hepatobiliary system and kidneys in 89 (54,6±3,8%) paents with DR form of pulmonary tuberculosis allowed reveal pathology of the liver in 51 (31,3±3,6%) – pathology of the bile cyst, and in 94 (57,6±3,8%) – pathology of the kidneys. 429 paents were inspected and cured by DOTS program in hospital in the period of 2 up to 5 months. Among them 233 (52,3%) of paents were with posive smear. 359 (83,7%) paents were cured by the category 1; 48 (11,1%) of paents by the category 2; and 22(5,1%) of paents by category 3. Age of paents varied from 16 to 82 years, but predominance of paents were 20 to 40 years old. 115 paents with PT very oen had such accompanying diseases as: diabetes mellitus at 41(35,6%) paents, liver pathology – 46(40%) paents, and ulcer disease of stomach at 28 (24,4%) paents. Simultaneously with prescripon of antuberculous therapy, paents got complex curing of corresponding accompanying pathology, that considerably improved condion of paents and assisted improvement of quality and effecveness of treatment. Paents with accompanying pathology were moved on individualized regime of chemical therapy, which consist of: H (10% of izoniazid) intra muscular 0,3 ml. + E (ethambutol) peroral several mes during day or by inhalaon + streptomycin intra muscular or by inhalaon, that depends on biochemical indexes of liver ferments. Simultaneously those paents got symptomac and pathogenec therapy. Conclusion: DR form of pulmonary tuberculosis is oen combined with diseases of the hepatobiliary system and kidneys that need treatment. For mely diagnosis of diseases of hepatobiliary system and kidneys and selecon of opmal regime of therapy of DR form of pulmonary tuberculosis it is advisable to perform clinical sonography invesgaons. Conclusion: In the presence of accompanying diseases treatment on strategy DOTS paents of a pulmonary tuberculosis demands including pathogenec treatment 89 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS033 PP034 SURGICAL TREATMENT OF PULMONARY TUBERCULOSIS AFTER INEFFECTIVE DOTS THERAPY MDR TUBERCULOSIS - CHARACTER TREATMENT TECHNOLOGIES TULKUN KARİEV , SUNNATİLLA ABULKASİMOV , SHAVKAT SABİROV , AKRAM IRGASHEV NARGİZA PARPİEVA , DAVRON MUKHTAROV , VERA BELOTSERKOVETS , NURİDDİN YUSUPOV , SABİNA KAYUMOVA THORACİC SURGERY. INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN Aim: To study results of surgical treatment of pulmonary tuberculosis aer ineffecve DOTS therapy AND NEW SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY Aim: Method: To study character of medicinal stability of MDR and elaborate new treatment technologies of MDR tuberculosis. cohort analysis Method: Results: cohort analysis Aer ineffecve DOTS chemotherapy, surgical treatment was performed in 92 paents (males – 58, females - 34) at age between 18 and 53. The paents took treatment on account of fibrous-cavernous pulmonary tuberculosis during 1-5 years. Before hospitalizaon, out of 44 paents with destrucve pulmonary tuberculosis found for the first me, 19 paents took treatment under the 1st category of DOTS, 25 – first under the 1st category, then under the 2nd category. A total of 48 paents first received tradional medical treatment, and aer that - under the 2nd category of DOTS. Mycobacteria of tuberculosis were found in 81 paents (88.0%). The complicaons of pulmonary tuberculosis were diagnosed in 33 paents (35.8%): recurrent blood sping and pulmonary hemorrhage - in 31, spontaneous pneumothorax – in 2. Aer pre-operave preparaon, segmental resecons were made in 5 paents, lobectomy – in 17, combined resecons – in 3, pulmonectomy – in 38, thoracoplasty – in 28, cavernoplasty – in 1. Aer the operaons, bronchial fistula and pleural empyema developed in 17 paents (18.4%). These complicaons were eliminated in 7 paents. Good clinical effect was reached in 81 paents (88.0%), unsasfactory results – in 8 (8.7%). A total of 3 paents (3.3%) died from the progress of pleural empyema and pulmonary tuberculosis. Results: Conclusion: Surgical treatment aer ineffecve DOTS therapy allows healing 88.0% of paent with pulmonary tuberculosis, and is an important final highly effecve stage of the complex treatment. 90 9 NİSAN 2009 Among 856 inspected paents with pulmonary tuberculosis 384 paents had posive sputum. Primary stability has been established in 14%, secondary in 29,2% cases. 54,9% of paents with MDR were in age or 30-40 years old, and 53,2% of them had chronic flow with remoteness of the process from 2 up to 5 years. During studying accompanying diseases of paents with MDR tuberculosis, there has been established that: diabetes mellitus revealed in 19,9% cases, anemia in 19,3%, chronic hepas in 11,7%, and COPD in 10,9%. The most frequently there has been found stability to streptomycin – 21,2%, to streptomycin + izoniazid (18,7%) and streptomycin + rifampicin (19,9%). There has been studied concentraon of izoniazid in blood entered in various ways with the aim of elaborang opmal schemes of curing paents with MDR tuberculosis. It was proved that main concentraon and exposion of izoniazid in blood was noted at it’s intravenous and lymphotropic injecon. Conclusion: At the same me with new ways of izoniazid injecon there were used and new regimes of chemical therapy including spare preparaons that allowed raising effecveness of treatment paents with MDR tuberculosis. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS035 IMMUNOPHYTOTHERAPY IN PATIENTS WITH POLYRESISTANT TUBERCULOSIS OF THE LUNGS PS036 С F.K. TASHPULATOVA , D.Z. MUHTAROV , N.V. TARASOVA , RESEARCH İNSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY, MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT ANKARA 7 NOLU VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE 2005 -2007 YILLARI ARASINDA TEDAVİ EDİLEN TÜBERKÜLOZLU DEĞERLENDİRİLMESİ BEYHAN ÇAKAR , SELDA YAVUZ ŞUMNULU , FERİDE NEVAL SOLAKOĞLU , ÜNSAL ÇAKIR 7 NO’LU VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, ANKARA. Aim: Amaç: To work out new approaches to immunocorrecon inpaents with tuberculosis of the lungs with drug resistance. Ankara 7 No’lu Verem Savaşı Dispanserinde 2005-2007 yıllarında tedavi edilen tüberkülozlu hastalar retrospekf olarak yaş, cinsiyet, balgam yayma/kültür ve direnç oranları açısından değerlendirildi. Method: Gereç ve Yöntem: Forty five paents with drug resistance were examined (DR). Twenty five paents were addively administered connuirly a course of Thymalin №10 and Cycloferon №5 in injecons against a background of taking Manigold ncture. Twenty paents with DR were underwent 2 courses of immunocirrecon - Thymalin + Cycloferon+Manigold ncture. Paents received Manigold ncture during 2 months. To esmate immunologic status were determined Т-lymphocytes, В-lymphocytes, phagocytosis. Results: Studying immunologic status showed a tendency to an increase of Е-РОК from 45,1±2,5 to 57,1±2,6% (N 64±1,6%), ЕАС-РОК – from 10,2±2,5 to 14,3±1,7% (N – 16,06±0,56%), Phagocytosis from 3,0±1,9 to 52,0±2,1% (N – 58,1±1,1%) in paents receiving a course of Thymalin + Cycloferon. An increase in Е-РОК – from 45,1±1,3 to 60,4±2,1%, ЕАС-РОК – from 10,9±1,3 to 16,8±1,2%, Phagocytosis from 43,7±1,2 to 58,0±1,2% fixed to be in paents receiving 2 courses of combined Thymalin + Cycloferon + Manigold ncture Perfecon in indices of immune status were correlated with perfecon in clinical signs: decrease in intoxicaon symptoms and bronchopulmonary manifestaons. Conversion of sputum smear noted to be in 80 and 92% paents in both groups. Dispanser kayıtları analiz edildi. Bulgular: Dispanserimizde 3 yılda toplam 278 hasta tedavi edildi, 161 (%58) erkek, 117’si (%42) kadındı. Bunların 254’ü (%91) yeni, 24’ü (%9) tedavi görmüş olgulardı. Hastaların 195’i (%70) akciğer tüberkülozu (TB) 83’ü (%30) akciğerdışı TB idi. Yaş ortalaması akciğer TB’nda 42±17 (17-81), akciğer dışı TB’da ise 42±19,5 (2-87) idi. Akciğer TB’nda erkek/kadın oranı %67/%33 iken, akciğer dışı TB’da %36/%64 idi. Akciğer TB olgularının balgam tetkikleri incelendiğinde 195 olgunun 7’sinde (%3,6) balgam tetkiki yapılmadığı, 18 olgunun (%9,2) yayma ve kültür negaf, 44 olgunun (%22,6) yayma (–) kültür (+), 124 olgunun (%63,6) yayma ve kültür pozif, 12 olgunun (%6,2) yayma (+) kültür (-) olduğu saptandı. Yayma pozif, kültür negaf olan 12 olgu incelendiğinde 8 olgunun akciğer TB, 3 olgunun akciğer ve akciğer dışı TB olduğu, bir olgunun daha sonra TB olmadığının kesinleşrildiği görüldü. Toplam kültür müsbet 168 olgunun 130’una (%77,4) ilaç duyarlılık tes (İDT) yapılmış. İDT sonuçları incelendiğinde 102 olgunun (%78) HRES’ye hassas, 8 olgunun (%6) H’a dirençli, 5 olgunun (%4) Streptomisine dirençli, 2 olgunun (%2) HR’e dirençli, 2 olgunun (%2) dört ilaca dirençli, 4 olgunun R’e dirençli, 4 olgunun HS’e dirençli, 2 olgunun RE dirençli ve 1 olgunun da ES dirençli olduğu saptandı. Conclusion: Sonuç: A new scheme of immunphytocorrecon of disorders revealed in immune status of paents was worked out. Sonuç olarak, dispanserimizde bakteriyolojik inceleme oranı yüksekr; akciğer TB olgularının sadece %3,6’sında balgam tetkikinin yapılmadığı görülmektedir. İDT sonuçları incelendiğinde, %22 en az bir ilaca direnç vardır; izole Rifampisin direnci %3, ÇİD ise %3 oranında saptanmışr. Yayma pozif, kültür negaf olgulardan sadece birisinin TB olmadığının anlaşılması da bu durumda bazı hastaların olabileceğini ya da bu laboratuvar sonucunun olabileceğini göstermektedir. 91 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS037 PS038 AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA RADYOLOJİK YAYGINLIK İLE SERUM LİPİD PARAMETRELERİ, TOTAL PROTEİN, ALBUMİN VE VÜCUT KİTLE İNDEKSİ ARASINDAKİ İLİŞKİ NEUROMULTIVIT IN TREATMENT OF NEUROTOXIC REACTIONS IN PATIENTS WITH POLYRESISTANT TUBERCULOSIS OF THE LUNGS FÜSUN ŞAHİN , MESUT BAYRAKTAROĞLU , ŞULE EYHAN , PINAR YILDIZ YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Akciğer tüberkülozlu hastalarda serum total kolesterol seviyesinin düşük olduğu gösterilmiş, kolesterolden zengin diyetle beslenmenin bu hastalardaki balgam sterilizasyonunu hızlandırabileceği belirlmişr. Çalışmamızda, akciğer tüberkülozlu hastalarda radyolojik yaygınlık derecesi ile serum lipid parametreleri, protein seviyeleri ve vücut kitle indeksi arasındaki ilişkiyi araşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 48 tüberkülozlu (Grup1: 12 kadın, 36 erkek, yaş ortalaması 34±13 yıl), 20 sağlıklı kontrol (Grup 2: 11 kadın, 9 erkek, yaş ortalaması 36± 12) kişide serum total kolesterol (TK), HDL, LDL, VLDL, trigliserid, total protein (TP), albumin, hemoglobin, lökosit, trombosit, eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) ve vücut kitle indeksi (VKİ) değerlendirilmişr. Radyolojik yaygınlık akciğer grafisine göre hafif, orta ve ilerlemiş olarak 3 evrede incelenmişr. Grup 1 ve Grup 2’nin yanısıra radyolojik olarak evre 1, 2, 3 olan gruplar da kendi aralarında karşılaşrılmışr. Bulgular: Akciğer tüberkülozlu olgulardaki TK, HDL, LDL, trigliserid, albumin ve VKİ değerleri istasksel açıdan sağlıklı kontrol grubundan anlamlı olarak düşük (p< 0,001), ESH ise anlamlı olarak yüksek (p< 0.001) bulunmuştur. Ayrıca minimal tüberkülozlular (Evre 1) ile orta ve ileri tüberkülozlu olgular (Evre 2 + Evre 3) kendi arasında karşılaşrılmış; HDL (p= 0,001), albumin (p< 0.05), VKİ (p< 0.001) radyolojik evre ar kça anlamlı olarak azalmış, ESH (p= 0.001) ise anlamlı olarak artmışr. Sonuç: Çalışmamızdaki sonuçlar akciğer tüberkülozlu hastalarda serum lipid ve albumin seviyelerinin düştüğünü, bu düşüşün radyolojik yaygınlığın artmasıyla korele olduğunu göstermektedir. 92 9 NİSAN 2009 A.M. UBAYDULLAEV , F.K. TASHPULATOVA , D.Z. MUHTAROV , RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİATRY & PULMONOLOGY, MİNİSTRY OF PUBLİC HEALTH, UZBEKİSTAN, TASHKENT Aim: To evaluate effecvity of preparaon neuromulvit («Lannacher» firm, Austria) in paents with polyresistant tuberculosis of the lungs with neurotoxic reacons to chemopreparaons. Method: Thirty paents with diagnosed polyresistant tuberculosis of the lungs were examined. A;; the paents obtained pyrazinamide, kanamycin or amycacin, oflodex, prothionamide, cycloserin. Neurotoxic reacons to preparaons as headaches, vergo, noise in the ears, pains in lower extremies noted to be in all the paents in process of treatment. Taking neuromulvit aimed at removal of neurotoxic reacon 1 tablet 3 mes a day during 1 month was administered 20 paents. Ten paents receiving vitamin В1 and В6, niconic acid served as controls. Results: Disapperance of headaches (from 70% up to complete disappearance), pains in lower extremies from 40% up to 15%, Vergo from 35% up to 5% registered to be in process of treatment. Indices in control group were 1,5-2 mes lower.Terms of removal of neurotoxic reacons from chemopreparaons in paents receiving neuromulvit were 7-10 days shorter than these in control group. Conclusion: Neuromulvit is an effecve preparaon to remove neurotoxic reacons to chemopreparaons in paents with polyresistant tuberculosis. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS039 TÜRKİYE’NİN ORTA KARADENİZ ANTİTÜBERKÜLOZ İLAÇ DİRENCİ 9 NİSAN 2009 PS040 BÖLGESİNDE THE ROLE OF THE SURGICAL TREATMENT OF PATIENTS WITH RESISTANT FORMS OF LUNGS TUBERCULOSIS SALİH BİLGİN 1, MEFTUN ÜNSAL 2, HASAN HAMZAÇEBİ 1, ALPER AKGÜNEŞ 1, KAMAL ALIYEV , ILGAR MAMMADOV SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ 2 ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD S – R INSTITUTE OF LUNGS, BAKU, AZERBAIJAN 1 Amaç: Tüberküloz tedavisinin amacı mümkün olduğu kadar çabuk yeni vakaları bulup ,uygun tedaviyi başlamakr. Yeterli tedavi için de bölgenin ilaç direnç durumunu bilmek önemlidir. Çalışmamızın amacı Samsun bölgesinde tüberküloz için ilaç direnç durumunu saptamakr. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, Samsun göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesine 2004-2006 yılları arasında başvuran 1029 pulmoner tüberkülozlu hastanın ilaç direnç özellikleri incelendi. Kültür için BACTEC ve LowensteinJensen besi yeri kullanıldı. İsoniazid (I), streptomycin(S), ethambutol (E) and rifampicin (R )’e ilaç duyarlılığını test etmek için radyometrik BACTEC TB sistemi kullanıldı. Bulgular: 721 kültür müspetli hastanın %86 ‘si yeni vaka(623/721) , %13.5’i (98/721) daha önce tedavi gören vaka idi. Kültür müspet 721 vakanın 134’ünde ( % 18.6 ) bir veya birden fazla ilaca karşı direnç saptandı. Yeni vakalarda herhangi bir ilaça karşı primer direnç % 16.9 ( 105/623) olarak bulundu. I direnci % 13.2, R direnci % 2.9, çoklu ilaç direnci % 1.9 olarak bulundu. Daha önce tedavi görmüş vakalarda herhangi bir ilaca karşı direnç % 29.6, I direnci % 26.5, R direnci % 15.3, çoklu ilaç direnci % 13.3 olarak bulundu. Aim: The purpose of the present research is studying the nearest and remote results of surgical treatment paents with mulresistant forms of lungs tuberculosis. Method: For the last 5 year in our S-R Instute 102 paents with resistant forms of lungs tuberculosis have been operated. Among them are men (72%) and women (28%). The age is varied from 14 to 68 years. The clinical tuberculosis forms: fibrosus-cavernosus (78%), miliar (19%), infiltrav (3%). Sensivity to 5 drugs is kept at 64%, to 4 drugs – 23%, to 3 drugs – 11%, and to 2 drugs – 2% of paents. Types of surgical operaons: pneumonectomy (66%), lung resecon (21%), lung resecon with thoracoplasc operaons (8%), thoracoplasc operaons (5%) Results: In the nearest period complicaons were observed in 15% of paents, among them of 7% have died. In 22% of paents the process has acvated in other lung during the next 2 years aer operaon, among them of 9% have died. In 63% of paents it was not observed the complicaons in near and far future. Conclusion: Thus, the surgical treatment of paents with resistant forms of lungs tuberculosis make possible to achieve cure of paents and increase of the quality of life. Sonuç: Sonuç olarak, Samsun ilinde de tüm Türkiye’de olduğu gibi tüberküloz ilaçlarına karşı direnç önemli bir sorundur. 93 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS041 PS042 MANAGEMENT OF MDR TB CASES - A CHALLENGE FOR NATIONAL TB PROGRAM IN ROMANIA PULMONECTOMY TUBERCULOSIS CONSTANTİN MARİCA , CRİSTİAN DİDİLESCU , GHEORGHE MURGOCİ , VİCTOR SPİNU , MİHAELA TANASESCU , NİCOLAE GALİE , TULKUN KARİEV , AKRAM IRGASHEV , SHAVKAT SABİROV NATİONAL INSTİTUTE OF PNEUMOLOGY MARİUS NASTA BUCHAREST AT NATİONAL CENTER PULMONOLOGY MULTIPLE OF DRUG-RESISTANT PHTHİSİOLOGY AND Aim: Aim: Evaluaon of MDR –TB paents enrolled in MDR TB Excelence Centers in Romania between jun. 2004 – aug. 2008. Method: Method: cohort analysis observaonal study of MDR –TB paents enrolled in Romania MDR Centers between jun. 2004 – aug. 2008. All paents evaluated were managed under The Naonal Tuberculosis Programme approved protocols and had the opportunity to receive 24 months of treatment. In addion, follow-up data on successfully treated paents were collected in august 2008. This study is based on a MDR register, and a soware collecng informaon on MDR –TB cases. In order to be accepted in one of the two MDR centers, paents need to fulfill certain criteria to improve the treatment results. Results: Results: A total number of 400 MDR-TB paents were registered between jun. 2004 – aug. 2008 in Bucharest and Bisericani MDR centers. 217 paents of DOTS- Plus project were evaluated unl the study end: 68 were completed treatment and 63 cured, wich means 61% succes rate. The conversion rate of culture at 4 months (for the first cohort) in MDR excellence centers was: Bucharest: 72,5% and Bisericani : 64% Conclusion: The emergence of resistance to drugs used to treat tuberculosis (TB), and parcularly muldrug resistant (MDR-TB), has become a significant public health problem in a number of countries and an obstacle to effecve global Tb control. In many other countries, the extent of drug resistance is unknown and the management of the paents with MDR-TB is inadequate. In countries where drug resistance has been idenfied, specific measures need to be taken within TB control programmes to address the problem through appropriate management of paents and adopon of strategies to prevent the propagaon and disseminaon of drug resistance TB, including MDR-TB. 94 To study results of a pneumonectomy at a mulple drugresistancetuberculosis Pulmonectomy was performed in 38 paents (males- 27, females - 11) at age between 19 and 40 with mulple drug-resistance of mycobacterium of tuberculosis. The paents were suffering from fibrous-cavernous lung tuberculosis during 2 -5 years, and despite taking antuberculosis chemotherapy they remained constant bacteria discharging persons. The resistance of mycobacterium of tuberculosis towards isoniazid+rifam picin+streptomycin was established in 24 paents, and towards isoniazid+rifampicin+ streptomycin+etambutol – in 24. Chemotherapy using main (isoniazid, etambutol, pirazinamid, rifampicin, streptomycin) and reserve preparaons (proonamid, ofloxacin, kapreomycin, avelox) in combinaon with general strengthening and desintoxicaon therapy was being carried out during 1.5 – 2 months before the operaon. Pulmonectomy on the right was performed in 12 paents, on the le – in 26. Aer operaons, bronchial fistula and pleural empyema developed in 8 paents, of them in 2 these were eliminated. Good effecveness aer pulmonectomy was reached in 32 paents (84.2%), unsasfactory results – in 1 (2.6%). A total of 5 paents (13.2%) died from the progress of pleural empyema and tuberculosis of counterlateral lung. Conclusion: Mulple drug-resistance at the lung tuberculosis is an extremely unfavorable factor. It became the reason for ineffecveness of chemotherapeuc treatment. Pulmonectomy and the removal of the main focus of tubercular infecon allows healing of 84.2% of paents and improving the epidemiologic situaon. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS043 Method: İZMİR BUCA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE TAKİP EDİLEN 35 PRİMER TÜBERLÜLOZLU OLGUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ in SRIP and P was made prospecve analyses of finding the oness of urogenital tuberculosis at 84 female with acve form of tuberculosis of lungs. At the age from 17 ll 59 years old, from them ll 30 ages was 52 (61.9%) paents, 30 ears older was 32 (38.1%), that is the younger paents is predominate (P<0.05). YASEMİN ŞİRİN İZMİR BUCA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ Results: Amaç: Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde primer tüberküloz (TB) hala önemli bir sağlık sorunudur.Bu çalışmada amaç primer TB olgularının özelliklerinin araşrılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Ocak 1998- Aralık 2000 yılları arasında primer TB tanılı 35 olgunun kayıtları retrospekf olarak incelendi. Bulgular: Bu çalışmada 1998-2000 yılları arasında 35 primer TB olgusu retrospekf olarak incelendi.Olguların 13 ‘ü kız (%37.14 ) 22 si erkek (%62.85 ), yaş ortalaması 7.33 bulundu.Olgular 7 ay ile 18 yaş arlığındaydıBakteriyolojik inceleme balgam verebilen sekiz olguda yapıldı (%22.85 ) .bakteriyolojik poziflik 7 olguda izlendi (%20).Tüm vakalarda radyolojik inceleme yapıldı. Olgulardan 31’inde (%88.57) hiler - paratrakeal lenfadenopa saptandı.En sık rastlanan semptom 25 olguda öksürüktü.(%71.42 ). 10 olguda (%28.57 ) TB temas öyküsü vardı.28 hastada PPD deri tes pozif bulundu.(%80). Sonuç: Çocukluk çağı TB da basil saptanamadığı durumlarda PPD pozifliği ,radyolojik bulgular ve tüberkülozlu bir erişkinle temas çok önemli kriterlerdir. PS044 THE OFTNESS OF UROGENITAL TUBERCULOSIS AT FEMALE WITH ACTIVE FORM OF TUBERCULOSIS OF LUNGS NARGİZA PARPİEVA 1, MAKHMUDA KATTAHODJAEVA 1, MARUF JULDASHEV 1, RUSTAM NİGMANOV 2, TASHKENT MEDİCAL ACADEMİA 2 SCİENTİFİC RESEARCH INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY 1 Aim: to found out the oness of urogenital tuberculosis at female with acve form of tuberculosis of lungs. the paents was divided by clinical forms among paents with tuberculosis of lungs: infiltrave form at 34 (40.5%), disseminated form at 25 (29.8%), cavernous and fibro cavernous forms at 17 (20.2%), and at 8 (9.5%) another forms of tuberculosis. Mycobacterium in sputum was found out at disseminated form at 25 paents (73.5%), at disseminated form at 11 (44%), at cavernous and fibro cavernous at 13 (76%). From 84 paents at 11 (13.1%) was found urogenital tuberculosis, from them tuberculosis of urine tract at 5 (5.9%), genital tuberculosis at 6 (7.1%). The urogenital tuberculosis we found more oen at paents with infiltrave tuberculosis of lungs – 5 (45.4%), at disseminated form - 3 (27.3%), but at fibro cavernous form only at 2 (18.3%) paents, and at the other forms of tuberculosis of lungs ll 1 (9%) causes. Conclusion: among paents with lung tuberculosis in 13,1% causes we found the generalizaon of tuberculosis process with urogenital tract. Besides all the paent with lung and extra lung tuberculosis should be careful phthisiourological and phthisiogynecological tested that give us abilies to earlier finding and effecve treated urogenital tuberculosis. PS045 MORPHOLOGICAL CHANGES IN THE LUNGS OF PATIENTS WITH AIDS DIED FROM TUBERCULOSIS GENERALIZED. SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT Aim: Morphological characteriscs of pulmonary tuberculosis in the paents with AIDS. Method: The lung samples obtained due to autopsy from 5 paents died from tuberculosis generalized with miliary lesions and from 8 paents died from miliary tuberculosis in AIDS were studied with use of histological and microbiological methods (slice staining with hematocycline and eosin by van Dizon and Cil-Nilsen). 95 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Results: Results: Comparave study of morphological changes in tuberculous inflammaon in the lungs showed significant difference in the paents with AIDS. They were characterized predominantly by alteraveexudave changes with full absence of producve component of inflammaon. There was noted total absence of giant mulnuclear Pirogov-Langhance cells, perivascular distribuon of focuses of pyo-necroc character, lymphoid-cellular barrier was absent and there were no granulomas. All the focuses were mainly micro abscesses and cellular infiltrates are presented by segmented leucocytes. In the pulmonary slices stained by Cil-Nilsen the pulmonary ssue adjacent to the inflammatory focuses presented fields of fibrinous or fibrinous-suppurave pneumonia with segmented neutrophile infiltraon. The total caseous lymphadenis with bronchial fistula was mainly characterisc for intrathoracic lymph nodes in paents with AIDS died from tuberculosis. Results: The risk factors significantly associated with male sex (OR=3,87; 95% CI: 2,59-5,78), work at night (OR=2,84; 95% CI: 1,84-4,37), the duraon of the learning in the university (OR=1,63; 95% CI: 1,1-2,41), average medical formaon (OR=1.84; 95% CI: 0,99-3,42). Conclusion: MÜKREMİN ER , H.CANAN HASANOĞLU Tuberculous inflammaon in the paents with AIDS totally losses its specific morphological peculiaries and is characterized predominantly by exudave-alterave inflammaon, absence of granulomas, lymphoid cells, lymphoid clusters, macrophages, Pirogov-Langhance cells. The inflammaon focuses look like micro abscesses of replacing fibrinous-suppurave pneumonia. ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ PS046 RISK FACTORS FOR TOBACCO SMOKING OF MEDICAL STUDENTS TATJANA FAYTELSON-LEVİNA , JULİA KRASNOVA , ALEXANDER DZİZİNSKİİ , INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, RUSSİA, IRKUTSK Aim: To evaluate the risk factors of tobacco smoking of medical students. Conclusion: Conclusion: The risk factors of tobacco smoking have greater impact on male medical students (р=0,00001), these being the duraon of learning at university/college (р=0,014) and hospital night shis (р=0,00001). PS047 SİGARAYI BIRAKTIRMADA HİPNOTERAPİ VE İLAÇ TEDAVİLERİNİN , ETKİNLİK VE BAŞARISININ KARŞILAŞTIRILMASI. İLK 6 AYLIK SONUÇLAR. Amaç: Sigarayı bırakmak isteyenlerin sayısı her geçen gün katlanarak artmasına karşın, ne yazık ki elimizde sigarayı bırakrma gücü tatminkar derecede yüksek etkili bir yöntem bulunmamaktadır. Bu çalışmayı sigara bırakrma yöntemlerinden biri olan hipnoterapi ile ilaç tedavilerinin etkilerinin karşılaşrmak amacıyla planladık ve sigara bırakrma merkezlerinde çalışan hekimlere bırakrma yöntemlerini seçmede değişik seçenekler konusunda bir fikir vermeyi hedefledik. Gereç ve Yöntem: Ankara Atatürk Eğim ve Araşrma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği Sigara Bırakrma Merkezine başvuran 318 kişi çalışmaya alındı.Kalımcılara hipnoterapi ve ilaç tedavileri konusunda bilgi verildi. Merkezimize başvuran kişilerden 183 üne yalnızca hipnoterapi, 71 ine yalnızca ilaç tedavisi ve 64 kişiye de hem hipnoterapi hem de ilaç tedavisi birlikte uygulandı. Hipnoterpi üç seans olarak uygulandı. Kalımcılar 1.,10.,30. günlerde, ve sonra ayda bir kez çağrılarak 6 ay boyunca takip edildi. Method: Bulgular: Material and methods: Epidemiological research has been conducted amongst 651 of the 1st, 5th, 6th years of the Irkutsk State Medical University who study at medical and pediatric facules. Data on risk factors, was gathered through quesonnaires. We idenfied 2 groups, 1 of them – smoker medical students (n=161) and 2 - non-smoker (n=490). The OR (odd rao) and 95% confidense interval (95%CI) were calculaon. 96 6. ay sonunda hipnoterapi uygulananların 77(%42)si, sadece ilaç tedavisi verilenlerin 26(%36)sı ve hipnoterapi ve ilaç tedavisi birlikte uygulananların ise 37(%57)si sigarayı bırakmış. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Bu çalışma hipnoterapinin sigarayı bırakrmada en az ilaç tedavileri kadar etkili olduğunu göstermektedir. Sigarayı bırakrmada hipnoterapinin ilaç tedavilerine eklenmesi başarı şansını arrabilir ve nüks oranlarını azaltabilir. 9 NİSAN 2009 oldukça yüksek tespit edilmişr. Bu sonuç, gençlerin tütün ve tütün mamullerini denemelerini önlemeye yönelik çalışmalara erken yaşlarda ağırlık verilmesi gereğini bir kez daha ortaya koymuştur.Üniversite döneminde ise deneyenlerin içici olmalarını engellemek için sigara içmenin kabul gören bir davranış olmadığı anlayışını yerleşrmeye yönelik çalışmalara ihyaç vardır. PS048 2008-2009 ÖĞRETİM YILINDA SAKARYA ÜNİVERSİTESİ’NDE YENİ BAŞLAYAN ÖĞRENCİLERİN ÜNİVERSİTE DÖNEMİ ÖNCESİ SİGARA İÇMEYİ DENEME SIKLIĞI PINAR PAZARLI SAKARYA ÜNİVERSİTESİ Amaç: Erken yaşlarda sigarayla tanışan gençlerin, üniversite döneminde, sigara içmeye ilişkin tutumlarında önemli belirginleşmeler ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma, SAÜ Tütün Kontrolü Koordinsayon Kurulu’nun üniversitemizde gençlerin sigaradan uzak kalması için gereken “destek ortamını” sağlamak konulu projelerine ışık tutması amacıyla planlanmış; üniversite dönemi öncesi gençlerde sigara içmeyi deneme sıklığının belirlenmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: 2008-2009 öğrem yılında Sakarya Üniversitesi’nde yeni başlayan öğrencilerin web’den kayıtları sırasında sigara kullanımı ile ilgili toplam 17 sorudan oluşan web-anke doldurmaları istendi. Her soruya cevap vermeleri zorunlu tutulmadı. Yaş ve cinsiyet dışında kimlik bilgisi alınmadı. Anken bu bildirinin içeriği ile ilgili olan kısmında; sigara içmeyi deneme yaşı ve nedenlerinin yanı sıra, aile bireylerinin ve arkadaşlarının içiciliği de sorgulandı. Bulgular: Toplam 7141 öğrencinin web-anket’e giriş yapğı ancak tüm soruların aynı oranda cevaplanmadığı görüldü. Öğrencilerin %63,8’i (n=4560/7141) kız; %64,8’i (n=4624/7141)20 yaşın alndaydı.%50,7’sinin (n= 3599/7104) anne ve/veya babası sigara içiyordu. %33,3’ünün (n=2375/7119) 5’den fazla arkadaşı sigara içiyordu; yalnızca %17,3’ü (n=1238/7119) “Hiç sigara içen arkadaşım yok” şıkkını işaretledi. Öğrencilerin %71,8’inin (n=3025/4212) sigara içmeyi denediği; %11’i (n=349/3153) on yaş alnda olmak üzere, %38’inin (n=1200/3153) 15 yaş ve alnda sigara içmeyi denediği tespit edildi. %52,7’si (n=1619/3068) tadını merak eği için, %21,5’i (n=660/3068) özen nedeniyle, %19,2’si (n=590/3068) akran etkisi nedeniyle denemiş. Sonuç: PS049 GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİNE YATAN HASTALARDA SİGARA İÇME ORANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , KÜBRA GACAR , AYSEL KARĞI , FÜSUN YILDIZ KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Bu çalışmanın amacı, göğüs hastalıkları kliniğinde yarılarak takip edilen hastalarda sigara içme sıklığını değerlendirmek ve tanı ile sigara içme alışkanlığı arasında ilişki olup olmadığını ortaya koymakr Gereç ve Yöntem: Ocak- Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde yarılarak takip edilen hastaların tanıları ve sigara içme alışkanlıkları retrospekf olarak değerlendirildi. Bulgular: Toplam 576 hastanın dosyasına ulaşıldı. Hastaların 204’ü kadın (%35.4), 372’si erkek (%64.6) ve yaş ortalaması 60.2 ± 14.8 yıl olarak bulundu. Hastaların %43.2’si (n: 249) sigara içmemiş, %27.8’i (n: 160) akf içici, %28’i (n: 167) ise sigarayı bırakmış idi. Akf içicilerin %87.5’i erkek, %12.5’i kadın ve ortalama sigara içme süresi 44.5 ± 31 paket-yıl (min: 1, max: 150) bulundu. Sigara içme durumu ve süresi açısından kadınlar ve erkekler arasında anlamlı fark olduğu tespit edildi (p: 0.0001). Sigara içicisi olmak ile hastalık tanısı arasında anlamlı korelasyon olduğu bulundu (p: 0.01, r: 0.43). Akf sigara içen ve bırakmış hastaların yaş nedenleri arasında KOAH atak (%30.6) ve malignite (%31.2) ön sıralarda iken, hiç sigara içmemiş hastalarda pnömoni (%27.7) ve asm atak (%14.5) tanıları sık olarak izlendi. KOAH tanısı ile izlenen hastaların %50’si ve malign hastaların %27’si halen sigara içmeye devam etmekteydi. Sonuç: Akf veya bırakmış sigara içiciler göğüs hastalıkları servisimizde yatan hastaların büyük çoğunluğunu oluşturmakta olup, bu hastaların önemli bir kısmı sigara ile ilişkili hastalık tanılarına rağmen sigara içmeye devam etmektedir. Üniversite dönemi öncesi sigara içmeyi deneme oranı 97 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS050 PS051 IĞDIR DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN OLGULARIN SİGARA İÇME ÖZELLİKLERİ KOCAELİ’NDEKİ ÖĞRETMENLERDE SİGARA ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 1, REMZİ ALTIN 2, LEVENT KART 2, ŞEBNEM PARSPUR 1 IĞDIR DEVLET HASTANESİ 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 1 İÇME FÜSUN YILDIZ , SERAP BARIŞ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: İlimizdeki okullarda görev yapan öğretmenlerde sigara içme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir. Çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının sıklığını ve özelliklerini, araşrmayı planladık. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: 18 kasım 2008 ile 19 aralık 2008 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 200 erkek (% 58,5) 142 (% 41,5) kadın olmak üzere 342 hasta değerlendirmeye alındı. Çalışmaya kalan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların demografik özellikleri, sigaraya başlama yaşı, içme süresi, birinci derece akrabalarında sigara içen varlığı, sigarayı bırakmayı deneyip denemedikleri, sigarayı bırakan hastalarda bırakma sorgulandı. Bulgular: Çalışmaya alınan olgulardan 50’si (% 14,6) hiç sigara içmemiş, 243’ü (%71,1) akf olarak sigara içmekte, 49’u (%14,3) ise sigarayı bırakmış. Olguların 324’ünün (94,7) birinci derecede yakınlarından en az biri sigara içiyordu. Sigara içen olgularının 257’si (%75,1) arkadaşları tarandan ,20’si (%5,8) aile bireyleri tarandan sigaraya başlaldığını bildirdi. Sigara içen olguların 118’i (%48,2) sigarayı bırakmayı denemiş ve olguların 228’i (%93,8) sigarayı bırakmayı düşünüyor. Sigarayı bırakan olguların 7’si (%14,3) doktor tavsiyesi ile, 26’sı (%53,1) ise mevcut akciğer hastalığı nedeni ile sigarayı bırakmış. Sonuç: Çalışmamızda polikliniğimize başvuran hastalar arasında sigara içim oranı çok yüksek olarak saptandı. Buna ek olarak, olguların birinci derece yakınları arasında sigara içim oranı yüksek olup bu sonuç Iğdır toplumu içindeki sigara kullanımını yüksekliğini de yansıtabilir. Sigara içim prevelansımız ayrıca Türkiye’de genel toplum bazlı çalışmalarda bildirilen sonuçlardan da yüksekr. Sonuç olarak, sigara içimi Iğdır için toplum sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun olup özellikle hekimlere önemli görevler düşmektedir. 98 9 NİSAN 2009 Çalışma hakkında bilgilendirilen ve onayı alınan kalımcılara sigara içme alışkanlıklarını ve pasif maruziye sorgulayan anket uygulandı. Bulgular: Yaş ortalaması 38.9 ± 8.9 yıl olan, 296’sı kadın (%45), 364’ü erkek (%55) toplam 660 öğretmen çalışmaya alındı. Kalımcıların sigara alışkanlıkları değerlendirildiğinde; 291’inin (%44.1) sigara içen, 252’sinin (%38.2) sigara içmeyen ve 117’sinin (%17.7) sigarayı bırakmış olduğu saptandı. Kadınların %43.2’si, erkeklerin %44.8’i sigara içmekteydi. Öğretmenlerin 161’inde (%23.5) sigara kullanım süresi on yıldan uzun bulundu. Sigara alışkanlıkları ve sigara kullanım süresi açısından cinsiyetler arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sigara içiciler arasında erkeklerin 76’sında (%21.3), kadınların 34’ünde (%11.5) günde ≥1 paket sigara kullanımı saptandı. Sigara içmeyen ve sigarayı bırakmış olguların 266’sında (%83.9) pasif maruziyet olduğu ve 135’inde (%42.6) pasif maruziyet süresinin 10 yıl ve üzerinde olduğu saptandı. Pasif maruziyen en sık olarak işyerinde gerçekleşği (%59.7), bunu kahvehane ve kafe gibi mekanların izlediği (%27.9) saptandı. Sonuç: Öğretmenlerde hem akf hem de pasif sigara içme prevalansı yüksek olup, sigara pasif maruziye de en sık işyerinde gerçekleşmektedir. Yeni çıkan ve kapalı alanlarda sigara içimini yasaklayan sigara kanunu işyerlerindeki bu yoğun maruziye kesinlikle önleyecekr. Sigara bırakılmasında eğimin temel hedefi, toplumda rol modeli olan ve geleceğimiz çocuklarımızı yeşren öğretmenler olmalıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS052 KOCAELİ’NDE HEKİMLERDE SİGARA ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ PS053 İÇME FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , SERAP BARIŞ , DÖNEM 5 ÖĞRENCİ GRUBU KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI PNÖMONLİ HASTALARDA SİGARA İÇME ORANLARI ŞAFAK YILDIZ , ERGUN UÇAR , SEYFETTİN GÜMÜŞ , CANTÜRK TAŞCI , AHMET ERTUĞRUL , ÖMER DENİZ , ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ GATA GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Amaç: Bu çalışmanın amacı, Kocaeli’nde çalışan hekimlerin sigara içme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Hekimlerde sigara içme sıklığını belirlemek için bir anket formu oluşturuldu. Sağlık müdürlüğü aracılığı ile hekimlere ulaşrıldı ve geri toplandı. Bulgular: Anket formu 773 hekim tarandan dolduruldu. Hekimlerin 476’sı erkek (%61.5), 297’si kadın (%38.5) ve yaş ortalaması 40 ± 9.6 yıl bulundu. Prasyen hekim sayısı 294 (%38), 17’si göğüs hastalıkları uzmanı olmak üzere uzman hekim sayısı 479 (%62) olarak bulundu. Sigara içme alışkanlıkları değerlendirildiğinde; 407 hekim (%52.6) sigara içmezken, 182’si günde en az bir tane olmak üzere toplam 233 kişinin (%30.2) akf sigara içici olduğu, 133 kişinin (%17.2) ise bırakmış olduğu tespit edildi. Ortalama sigaraya başlama yaşı 20 ± 5 yaş olarak bulunurken, akf içicilerin %59’unun 10 yıldan uzun süredir sigara içici olduğu görüldü. Erkek hekimlerde sigara içme oranları kadınlara göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (%32.9 karşılık %23.2, p:0.001). Hekimlerin %82’si yeni uygulamaya giren sigara kanunu hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarını ve %83’ü ise bu kanunun uygulamasında hekime görev düştüğüne inandıklarını belirtmiş. Sonuç: Pnömoni konak savunma mekanizmaları ile ajan Pnömoni konak savunma mekanizmaları ile ajan mikroorganizmalar arasındaki dengelerin konak savunması aleyhine ve mikroorganizma lehine dönüşmesi sonucu gelişir. Konak savunması üst solunum yollarından başlayıp alveollere kadar devam eden birçok bileşenden oluşur. Sigaranın mucosilier klirens ve makrofaj fonksiyonlarını bozması gibi konak savunması üzerinde birtakım olumsuz etkileri vardır. Bu nedenlerle pnömonili hastalarda sigara içme oranının sağlıklı bireylerden daha yüksek olacağını öne sürdük. Gereç ve Yöntem: Pnömoni dışında herhangi bir ek hastalığı olmayan 61 erkek hastanın dosyaları, sigara öyküsü, vücut kitle indeksi (VKİ) ve biyokimyasal değerleri açısından tarandı. Pnömoni geçirme öyküsü olmayan 54 sağlıklı erkek birey kontrol grubu olarak seçildi. Bulgular: Sigara içme oranı pnömonili grupta (52/61; %85) kontrol grubuna (27/54; %50) göre belirgin olarak daha yüksek (p<0.001). Sonuç: Bu çalışmada sigara içme oranının pnömonili hastalarda normal populasyona göre daha yüksek olduğu saptanmışr. Sonuç olarak sigara içmenin pnömoni gelişmesinde kolaylaşrıcı bir faktör olabileceğini düşündürmüştür. İlimizde özellikle erkek hekimlerde olmak üzere hekimler arasında yüksek sigara içme oranları tespit edilmişr. Sigarasız bir topluma öncelikle hekimlerden başlanması ve bu amaca ulaşmak için hekimler arasında sigarayı bırakma oranlarının arrılması gerekği düşünülmektedir. 99 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS054 PS055 GENÇ ERİŞKİN AKCİĞER TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA SİGARA İÇME ORANLARI IĞDIR DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN OLGULARIN SİGARA İÇME ÖZELLİKLERİ SEYFETTİN GÜMÜŞ , ÖMER DENİZ , ERGÜN UÇAR , ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ AD ANKARA, TÜRKİYE Amaç: Akciğer Tüberkülozu (ATB), M.Tuberculosis kompleks’in yol açğı bir hastalıkr. Basilin solunum yoluyla alınması ile hastalık ortaya çıkabilmektedir. ATB’nin gelişmesine kişinin immün durumuna ek olarak, genek faktörler ve sosyoekonomik durum gibi gibi birçok faktör katkıda bulunabilir. Sigara içmenin ATB gelişmesinde bir risk faktörü olabileceğini düşündüren çalışmalar bulunmaktadır. ATB’li hastaların normal sağlıklı kişilere göre daha fazla sigara içme oranlarına sahip olabileceklerini ileri sürmekteyiz. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde ATB tanısıyla yatan hastaların bbi kayıtlarını retrospekf olarak taradık. Hastaların yaşları, cinsiyetleri ve sigara içme oranları kaydedildi. Benzer yaş, cinsiyet ve çevresel özelliklere sahip bir sağlıklı kontrol grubu oluşturuldu. MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU 1, REMZİ ALTIN 2, LEVENT KART 2, ŞEBNEM PARSPUR 1 IĞDIR DEVLET HASTANESİ ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 1 2 Amaç: Çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının sıklığını ve özelliklerini, araşrmayı planladık. Gereç ve Yöntem: 18 kasım 2008 ile 19 aralık 2008 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 200 erkek (% 58,5) 142 (% 41,5) kadın olmak üzere 342 hasta değerlendirmeye alındı. Çalışmaya kalan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların demografik özellikleri, sigaraya başlama yaşı, içme süresi, birinci derece akrabalarında sigara içen varlığı, sigarayı bırakmayı deneyip denemedikleri, sigarayı bırakan hastalarda bırakma nedenleri sorgulandı. Bulgular: Bulgular: Çalışmamıza yaş ortalaması (21 ±1,9) olan 102 akciğer tüberkülozlu hasta ile hastalık öyküsü olmayan yaş ortalaması (20±1,3) 120 sağlıklı kişi aldık. Çalışmadaki tüm bireyler erkek. Her iki grubun yaş ortalaması ve çevresel koşulları benzerdi. ATB’li hasta grubunda, paketyıl olarak ortalama içilen sigara miktarı (4,7±5,9) kontrol grubundan (2,6±4,7) anlamlı derecede fazlaydı (p=0,003). Yalnızca sigara içip içmeme durumları karşılaşrıldığında, ATB’li hasta grubunun sigara içme oranı (% 78) kontrol grubuna göre (% 58) anlamlı derecede daha yüksek idi (Ki-kare=10,945 p=0,001). Çalışmaya alınan olgulardan 50’si (% 14,6) hiç sigara içmemiş, 243’ü (%71,1) akf olarak sigara içmekte, 49’u (%14,3) ise sigarayı bırakmış. Olguların 324’ünün (94,7) birinci derecede yakınlarından en az biri sigara içiyordu. Sigara içen olgularının 257’si (%75,1) arkadaşları tarandan ,20’si (%5,8) aile bireyleri tarandan sigaraya başlaldığını bildirdi. Sigara içen olguların 118’i (%48,2) sigarayı bırakmayı denemiş ve olguların 228’i (%93,8) sigarayı bırakmayı düşünüyor. Sigarayı bırakan olguların 7’si (%14,3) doktor tavsiyesi ile, 26’sı (%53,1) ise mevcut akciğer hastalığı nedeni ile sigarayı bırakmış. Sonuç: Sonuç: Bu çalışma ATB’li hastaların sigara içme oranlarının sağlıklı kişilere göre daha yüksek olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca bu çalışma sigara içme ile ATB gelişmesi arasında bir ilişki olabileceğini de düşündürmektedir. 100 Çalışmamızda polikliniğimize başvuran hastalar arasında sigara içim oranı çok yüksek olarak saptandı. Buna ek olarak, olguların birinci derece yakınları arasında sigara içim oranı yüksek olup bu sonuç Iğdır toplumu içindeki sigara kullanımını yüksekliğini de yansıtabilir. Sigara içim prevelansımız ayrıca Türkiye’de genel toplum bazlı çalışmalarda bildirilen sonuçlardan da yüksekr. Sonuç olarak, sigara içimi Iğdır için toplum sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun olup özellikle hekimlere önemli görevler düşmektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS056 PS057 BIOMASS MARUZİYETİNE BAĞLI PULMONER HİPERTANSİYON OLGULARINDA PULMONER ARTER BASINCI İLE ÇAPI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ARAŞTIRILMASI YATIRILARAK TEDAVİ EDİLEN KOAH’LI HASTALARIN MALİYET ANALİZİ BULENT ÖZBAY 1, BÜNYAMİN SERTOĞULLARINDAN 1, SERHAT AVCU 2, YILMAZ GÜNEŞ 3 YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD. 2 YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD. 3 YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD. 1 Amaç: Biomass dumanı maruziyene bağlı pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) bölgemizde yaygındır. Bu olgularda bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT)’ nde ölçülen ana pulmoner arter çapı (APAÇ) ile ekokardiografide ölçülen pulmoner arter basıncı (PAB) arasındaki ilişkiyi araşrdık Gereç ve Yöntem: Biomass maruziye olan 99 bayan olgu ile çalışıldı. Olgular tanılarına göre sınıflandırıldı (KOAH, emboli, idiopak PAH benzeri grup (İPAHBG) ve asemptomak). Normal PAB’na sahip 10 olguluk kontrol grubu oluşturuldu. Olguların yaş, biomass maruziyet süresi (yıl) ve biomass maruziyet yoğunluğu (saat/yıl), ekokardiyografik tahmini sistolik PAB, toraks BT APAÇ ve hastalık tanıları kaydedildi. PAB ile APAÇ arasındaki ilişki Pearson korelasyon tes ile incelendi. Bulgular: APAÇ kontrol ve çalışma grubunda 26.9 ± 5.1 mm ve 37.1 ± 6.4 mm ölçüldü, (p<0.001). PAB kontrol ve çalışma grubunda 22.7 ± 2.4 mm ve 57,3 ± 22 mm ölçüldü, (p<0.001). APAÇ ≥ 29 mm olmasının PH tahmininde sensivitesi % 91, spesifitesi % 80, pozif tanımlama oranı % 97, negaf tanımlama oranı % 50 ve doğruluk oranı % 84 olarak hesaplandı. PAB ile APAÇ arasında anlamlı pozif korelasyon saptandı (r = 0.634 p< 0.01). Sonuç: Sonuç olarak çalışmamız biomass maruziye olan olgularda BTT’ de ölçülen ana pulmoner arter çapı genişliği 29 mm ve üzerinde olan olgularda pulmoner hipertansiyon düşünülmesi gerekğini göstermişr. SEDAT ALTIN , MEHMET ATİLLA UYSAL , LÜTFİYE KILIÇ , LEVENT DALAR , ALİ TEKİN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: İleri evre (Evre 3 ve 4) KOAH’lı hastaların yaş endikasyonlarının başında, alevlenmeler, pulmoner emboli, kalp yetmezliği, pnömotoraks ve solunum yetmezliği gelmektedir. 300 yataklı hastanemizin göğüs hastalıkları kliniklerinde her geçen yıl daha fazla oranda (2006’da % 30 iken 2008’de % 35’e çıkmışr) KOAH’lı hasta yarılmaktadır. Biz de yarılarak tedavi edilen ileri evre KOAH’lı hastaların yaş maliyetlerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2008 Sağlık Uygulama Tebliği (SUT)’ta KOAH’lı hastalara hastanelerimizde uygulanan işlemlerin minimum sayısına göre maliyet hesaplaması yapılmışr. KOAH’lı hastalarımızın ortalama 10 gün ya ğı hesaplandığında, yoğun bakım gerekmeyen hastaların hastane maliyet analizinin yapılması için SUT 2008 fiyatları kullanılmışr. Analizlerde Türk Toraks Derneği’nin KOAH’ta tanı ve tedavi rehberinden faydalanılmışr. Bulgular: 2008 yılında hastanemizde yap tedavi gören KOAH’lı hastalara kesilen fatura tutarının toplam yaş süresine bölümüyle elde edilen günlük maliyet, 157,15 TL olarak hesaplanmışr. Ek hastalığı olmayan Evre 3 KOAH’lı hastalarımızın maliye günlük 115,08 YTL olarak hesaplanmış olup bunun % 35’i ilaç maliyedir. Öte yandan bu hastaların ayaktan tedavilerindeki maliyetleri günlük 3,5 - 38 TL arasında olup, hastane tedavisinden % 202,6 kat daha ucuzdur. Sonuç: KOAH’lı hastaların düzenli poliklinik takipleri, eğimi, rehabilitasyon programlarının oluşturulması ve evde bakım hizmetlerinin yaygınlaşrılmasının ekonomiye katkı sağlayacağı kanısındayız. 101 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS058 PS059 KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI ALEVLENMELERİ İLE SAĞ VENTRİKÜL FONKSİYONLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ TEKİRDAĞ GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN İNHALER KULLANMA BECERİLERİ YASİN ABUL 1, SAİT KARAKURT 1, ALİ SERDAR FAK 2, TURGAY ÇELİKEL 1 LEVENT CEM MUTLU 1, İBRAHİM YILMAZ 2 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, TEKİRDAĞ 2 TEKİRDAĞ GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ, TEKİRDAĞ 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ A.D. 1 Amaç: Amaç: Sağ ventrikülün prognosk önemi kalp yetmezliğinde akut myokard enfarktüsünde, pulmoner embolide gösterilmişr.Myokardiyal performans indeksi (MPI) sağ ventrikül fonksiyonu hakkında kantaf bilgi verebilmektedir. Çalışmadaki amacımız kronik obstrükf akciğer hastalarında (KOAH), MPİ’ nin hastalık derecesiyle, solunum fonksiyon tes parametreleri ve alevlenmelerle ilişkisini araşrmak ve klinik gidiş hakkında bağımsız bir belirteç olup olmadığını araşrmakr. Gereç ve Yöntem: Stabil dönemde olan 21 KOAH hastası alındı.. Aynı kişi tarandan pulmoner arter ejeksiyon süresini ve sağ ventrikül sistol süresini içeren ekokardiyografik ölçümler yapıldı ve bu değerler üzerinden MPI hesaplandı. Hastaların son bir yıl içindeki KOAH alevlenme sayıları, alevlenme ile acile-polikliniğe beklenmedik başvuru durumları,anbiyok kullanım ihyaçları, yaş durumları,sayıları kaydedildi. Solunum fonksiyon testleri ve evrelemeleri yapıldı.İstaksel analiz olarak SPSS kikare(x²) uygulandı. Gereç ve Yöntem: Servis ve polikliniklerde çalışmakta olan hemşirelere, inhaler cihazların kullanımı hakkında önceden teorik bilgi vermeden ölçülü doz inhaler, turbuhaler, aerolizer ve diskus kullanımlarını görsel olarak tarif etmeleri istendi. İnhaler kullanım becerileri Toraks Derneği Ulusal Asm Tanı ve Tedavi Rehberinde yer alan inhaler kullanım beceri formlarına göre değerlendirildi. Bulgular: Myokard performans indeksinin bir göstergesi olan sağ ventrikül sistol süresinin KOAH alevlenmesi olan hastalarda(419±75,3) olmayanlara göre(421±74,1) daha kısaldığı ve MPI’nın KOAH alevlenmesi olan hastalarda(0,44±0,25) olmayanlara göre(0,47±0,22) azaldığı saptanmakla birlikte anlamlı bulunmadı. (p>0.05) Tekirdağ Göğüs Hastalıkları Hastanesinde çalışmakta olan 32 hemşire ve sağlık memurundan 29 (2 erkek, 27 kadın ortalama yaş 37,7 + 7 yıl) tanesi çalışmaya dahil edildi. Basamak basamak değerlendirildiğinde doğru kullanım oranları, ölçülü doz inhaler, turbuhaler, aerolizer ve diskus için sırasıyla % 52,3, % 53,9 % 92,6, ve % 60,3 olarak bulundu. Hemşirelerin hiç biri ölçülü doz inhaler, turbuhaler ve diskusun tüm basamaklarını doğru uygulamazken, % 68’i aerolizerın tüm basamaklarını doğru tarif e. En sık rastlanan hatalar ölçülü doz inhaler (%89,7), turbuhaler (81,5) ve diskus (75,2) için ikinci dozdan önce 20-30 saniye bekleme basamağı iken, aerolizer (%16) için hızlı ve derin nefes alma basamağı olarak belirlendi. Sonuç: Sonuç: MPI KOAH alevlenmede klinik gidiş hakkında bilgi verebilir. Hasta sayısının ar rılmasına ve prospekf çalışmalara ihyaç vardır. İnhaler ilaçların etkinliği uygulama tekniğinin doğru ve eksiksiz olmasına bağlıdır. Hastaları doğru ilaç kullanma tekniğini öğretmekle görevli sağlık personelinin de bu konuda yeterli bilgi ve beceriye sahip olması gerekğini düşünmekteyiz. Bulgular: 102 Obstrükf akciğer hastalıklarında semptomların kontrol alnda tutulamamasında rol oynayan en önemli faktörlerden biri inhaler cihazların yanlış kullanımıdır. Tekirdağ Göğüs Hastanesinde çalışmakta olan hemşirelerin inhaler cihaz kullanım becerilerini değerlendirmek amacıyla bu çalışma planladı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS060 Sonuç: KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN OLGULARDA SERUM GHRELİN, IL-6 VE TNF-α DÜZEYLERİ Bizim bulgularımız KOAH’lı hastalarda kaşeksi ve PH gelişiminde azalmış ghrelin düzeylerinin katkısı olabileceğini düşündürmektedir. YASEMİN DEVECİ 1, FİGEN DEVECİ 1, NEVİN İLHAN 2, ILGIN KARACA 3, TEYFİK TURGUT 1, MEHMET HAMDİ MUZ 1 PS061 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ELAZIĞ 2 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA VE KLİNİK BİYOKİMYA AD, ELAZIĞ 3 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD, ELAZIĞ 1 Amaç: Bu çalışmada, amacımız KOAH’lı kilo kaybı olan ve olmayan hastalarda serum ghrelin, TNF-α, IL-6 düzeylerinin belirlenmesi ve bu parametreler ile kilo kaybı, pulmoner fonksiyonlar ve pulmoner hipertansiyon (PH) arasındaki ilişkinin araşrılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya stabil durumdaki 60 KOAH’lı hasta (Grup I) ile 15 kontrol olgusu (Grup II) alındı. KOAH’lı hastalar vücut kitle indeksine (VKİ) göre düşük kilolu hastalar (Grup Ia: VKİ < 20 kg/m2) veya normal kilolu hastalar (Grup Ib: VKİ ≥ 20 kg/m2) olarak ikiye ayrıldı. Tüm olgularda serum IL-6, TNF-α ve Ghrelin düzeyleri ve KOAH’lı hastalarda pulmoner arter basınçları ekokardiografi ile ölçüldü. Bulgular: Grup I’de serum akf ghrelin düzeyi kontrol grubuna göre istasksel olarak anlamlı düşüktü (p = 0.000), TNF-α ve IL-6 düzeyleri ise istasksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p = 0.000, p= 0.001, sırasıyla). Serum akf ghrelin düzeyi grup Ia’da grup Ib’ye göre istasksel olarak anlamlı düşüktü (p = 0.005). Serum IL-6 düzeyi ise grup Ia’da grup Ib’ye göre istasksel olarak anlamlı yüksek (p = 0.036). TNF-α düzeyi de grup Ia’da grup Ib ile karşılaşrıldığında daha yüksek ancak bu istasksel olarak anlamlı düzeye ulaşmadı. Serum akf ghrelin ve TNF-α düzeyi (PH) (+) KOAH ’lı hastalarda PH (-)’lere göre istasksel olarak anlamlı düşüktü (p değerleri sırasıyla p = 0.007, p = 0.009). KOAH’lı hastalarda akf ghrelin düzeyleri ile VKİ ve yağsız vücut kütlesi (YVK) arasında pozif korelasyon saptandı (sırasıyla r = 0.389, p = 0.002 ve r = 0.396, p = 0.002 ). MALATYA İLİNDE İDİYOPATİK PULMONER ARTERİYEL HİPERTANSİYON İNSİDANSI ÖZKAN YETKİN , AYŞEGÜL ALTINTOP İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: İdiyopak pulmoner arteriyel hipertansiyon(IPAH) nadir görülen bir hastalıkr, yıllık insidansı çeşitli yayınlarda 1/1.000.000 olarak rapor edilmektedir. Tahmini prevalansı ise 10/1.000.000 olarak bildirilmişr. Bu araşrma da Malatya ilinde tanı konulan IPAH lı olguların demografik verilerini ve prevalansını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya IPAH tanısı konan 7 kadın olgu alındı. Hastaların tamamına solunum fonksiyon testleri, PAAC grafi, , ekokardiyografik inceleme, arter kan gazı analizi, pulmoner arter kateterizasyonu ve vazodilatasyon tes ve al dakika yürüme tes (6-DYT) yapıldı. Bulgular: Hastaların tamamı kadın olgulardı ve yaş ortalaması 44 yıl (35-57) olarak hesaplandı. Solunum fonksiyon testleri ve diğer incelemelerde obstrükf ve restrikf akciğer patolojilerini düşündürecek bozukluk saptanmadı. Ortalama pulmoner arter basınçları 60 mmHg (45-75) olarak saptandı. Ortalama 6-DYT mesafesi ise 180 m (0-250 m) idi. Hastaların tamamında vazodilatasyon tes negai. Hastalara IPAH tanısı konarak tedavileri başlandı. 103 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: İdiyopak pulmoner arteriyel hipertansiyon tedavisinde endotelin reseptör antagonistleri, prostasiklin deriveleri, nitrik oksit, sildenafil, tedavi seçenekleri tek veya kombine olarak kullanılır. Malatya ilinde IPAH tanı ve tedavi merkezi sadece İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapılmaktadır. Malatya il nüfusu son sayıma göre 722.000 dir. Hastalık prevalansı nüfusa uyarlandığında il genelinde 10/1000.000 dur, hastaların tamamına tanı son iki yılda konulduğu göz önüne alınırsa yıllık insidans 5/1000.000 olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel populasyonda 1/1000.000 olarak rapor edilen IPAH insidansı, bizim çalışmamızda 5 kat daha fazla bulunmuştur. Çalışma süresi ve olgu azlığına rağmen semptomak hastalarda ayırıcı tanılar arasında IPAH düşünülmesi ile hastalık sıklığının bilinenin aksine daha fazla olacağını düşünmekteyiz PS062 9 NİSAN 2009 of combined therapy me admied in hospital had an important reducon from 8.4 days. Conclusion: Combined treatment in paents with very severe stage of COPD had improved the gasometrical parameters and had reduced day staying in hospital. PS063 KOAH’DA RADYOLOJİK PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ FENOTİP VE KLİNİK PINAR ÖNEN , BANU GÜLBAY , ELİF ŞEN , ASLIHAN YALÇIN , SEDA ÇİLOĞLU , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ SARYAL , TURAN ACICAN , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: TREATMENT OF VERY SEVERE STAGE OF COPD WITH CPAP SİLVANA BALA , LORETA KARAULLİ , ALMA CANİ UNİVERSİTY HOSPİTAL FOR LUNG DİSEASE Aim: Gereç ve Yöntem: The aim of this survey has been the improvement of gasometrical parameters, hematocrit and reducon of the days remaining in hospital , in the group of paents with very severe stage of COPD, that use the medical treatment and CPAP, compare with other group of paents who were under the same the treatment but without CPAP. Bilgisayarlı toraks tomografisi çekilen, KOAH tanılı 77 hastanın verileri incelendi. Toraks tomografisinde amfizem olan ve olmayan olgular şeklinde iki gruba ayrıldı. Klinik, fizyolojik ve fonksiyonel parametrelerle ilişkisi değerlendirildi. Method: Çalışma grubunda kadın/erkek: 4/73, yaş ortalaması: 62±9 olarak bulundu. Hastaların ortalama beklenen % FEV1: 43±14’tü. Hastalardan 51’inde amfizem görülürken, 22’sinde amfizem saptanmadı. Amfizem olan ve olmayan gruplar arasında yaş ortalamaları farklı değildi (62±9 vs. 63±10). BMI’leri değerlendirildiğinde tüm hasta grubu ortalaması olan 25.6’dan düşük olgularda, toraks tomografisinde amfizem görülme oranı daha yüksek (p=0.003). Amfizemli grupta yıllık doktora başvuru sayısı belirgin olarak daha yüksek (3.2/yıl vs. 2.4/yıl, p=0.003). Laboratuar değerlerine bakıldığında amfizemli olguların hemoglobin düzeylerinin olmayanlara göre daha yüksek olduğu görüldü (15.6 mg/dl vs. 13.9 mg/dl, p=0.001), inspiratuar kapasite ise amfizem olgularında istasksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü (1.27 L/dk vs. 1.92 L/dk, p=0.004). The survey is carried out on 98 paents with very severe stage of COPD divided in two groups. The first group was treated with medical therapy and second group except medical therapy was treated, also with CPAP. Results: Our data have shown a good improvement of gasometrical parameters in the group of paents who were treated with combined therapy, medical and CPAP, compared with the group without CPAP. So, pCO2 in the group of paents without CPAP was decreased from 69 to 53 mm Hg, while in the group with CPAP was decreased from 69 to 47 mm Hg. PaO2 had an increase with 4 mm Hg and 22 mm Hg in respecve groups. Also, with the group 104 KOAH’taki fenopik değerlendirme farklı şekillerde yapılabilir, bunların içerisinde amfizem toraks tomografisi ile radyolojik olarak tanımlanabilir. Bu çalışmada KOAH olgularında toraks tomografisi ile amfizem görülme oranı ve amfizemin klinik parametreler üzerine etkilerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Bulgular: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Çalışma grubunda amfizemin hakim olduğu KOAH fenopinde, olguların ortalama BMI’nin daha düşük olduğu ve bu olguların radyolojik olarak amfizem olmayan KOAH grubuna göre daha yüksek oranda doktor başvurusu olduğu belirlendi. Bu nedenle KOAH’ın fenopik sınıflandırılması, hastaların klinik izleminde takip ve tedavi stratejilerinin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. KOAH atak sebebiyle hastaneye yarılan birçok hastada malnütrisyon mevcuu ve şiddetli ataklar ağır malnütrisyon ile birlikte idi. Yüksek serum IL-6 düzeyleri, malnütrisyon, VKİ, albümin ve atak şidde ile ilişkili idi. Sonuçlarımız artmış serum IL-6 düzeylerinin KOAH atak nedeniyle hastaneye yatan hastalardaki malnütrisyonun etyopatogenezinde önemli bir rol oynayabileceğini ve bu olgularda nütrisyonel parametrelerin değerlendirilerek nütrisyonel destek tedavisinin KOAH atak tedavisine eklenmesi gerekğini düşündürmüştür. PS064 ATAK NEDENİYLE HOSPİTALİZE OLGULARINDA SERUM IL-6 MALNÜTRİSYON İLE İLİŞKİSİ EDİLEN KOAH DÜZEYLERİNİN NECLA SONGÜR 1, ALİ KUDRET ADİLOĞLU 2, AHMET BİRCAN 1, ZEYNEP ÇINAR 1, ÖNDER ÖZTÜRK 1, AHMET AKKAYA 1 PS065 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE ÜRİK ASİT DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ AYTÜL ŞEN GÜLER , ÖZLEN TÜMER , SEMA SARAÇ , SELAHATTİN ÖZTAŞ , GÜLİZ ATAÇ , MELAHAT KURUTEPE SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ISPARTA 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI, ISPARTA SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Bu çalışmada KOAH hastalarında ürik asit düzeylerindeki değişiklikler ve bu değişikliklerle SFT ve AKG değerleri arasındaki ilişkiler araşrılmışr. Ayrıca bu değişikliklerin belirleyicilerinin tespit edilmesi amaçlanmışr. 1 Atak nedeniyle hospitalize edilen KOAH olgularında serum interlökin-6 (IL-6) düzeylerinin malnütrisyon ve diğer klinik parametreler ile ilişkisini araşrmak. Amaç: Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Ocak 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında KOAH atak nedeniyle hastaneye yarılan 78 hasta ( 74 erkek, 4 kadın, ortalama yaş: 67 yıl) çalışmaya alındı. Hastalardaki malnütrisyon düzeyi Subjekf Global Değerlendirme (SDG) yöntemi ile araşrıldı. Atak şidde Anthonisen’in belirği kriterlere göre değerlendirildi. Tedavi öncesi her hastada vücut kitle indeksi (VKI) hesaplandı. Tüm hastalarda tedavi öncesi serum IL-6, albümin, C-reakf protein (CRP), lökosit, hemoglobin ve PaO2- SaO2 düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Elliüç (%73) hastada serum IL-6 düzeyleri artmış. SGD ile 78 hastanın 28’inde (%35.9) malnütrisyon yoktu. 50 (% 64) hastada malnütrisyon mevcuu. Malnütrisyonu olan 50 hastanın 40 (%51)’ında orta derecede malnütrisyon, 10 (%13)’unda ağır dercede malnütrisyon saptandı. Artmış serum IL-6 düzeylerinin orta (p=0.0001) ve şiddetli malnütrisyon (p= 0.0001), azalmış albümin düzeyi (p= 0.024), azalmış VKI (p= 0.043) ve şiddetli atak (p= 0.0001) ile ilişkili olduğu bulundu. 48 alevlenme dönemi ve 30 stabil dönem olmak üzere toplam 78 KOAH hastası değerlendirilmişr. Bulgular: KOAH’lı olgularda ürik asit (UA) düzeyleri ise akut alevlenme grubunda anlamlı derecede yüksek (sırasıyla, 6,70±3,19 ve 4,97±1,78, p<0,01). Hiperürisemi izlenen olguların tümü 50 yaş üzerinde ve çoğunluğu erkek. Her iki grupta hiperkapnik (pCO2>45 mmHg) olgularda UA seviyeleri daha yüksek izlenmesine rağmen istaksel olarak anlamlı bulunmadı (p<0,05). Stabil grupta ağır hipoksemik (pO2<60 mmHg) olgularda hiperürisemi anlamlı yüksek saptandı (ağır hipoksemi: 6,67±0,95 ve hipoksemi yok: 4,70±1,12, p<0,01). Sonuç: Sonuç olarak alevlenme ve stabil KOAH’lı olgulardaki UA düzeyleri arasında anlamlı fark olması, her iki grupta hiperkapni izlenen hastalarda hiperürisemi saptanması ve stabil gruptaki hipoksemik olgularda UA seviyelerinin anlamlı yüksek bulunması; ürik asin KOAH alevlenmelerinde ve KOAH’ın ciddiyeni belirlemede önemli bir indikatör olabileceğini göstermektedir. 105 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS066 Sonuç: KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH) SAPTANAN OLGULARDA İNFLUENZA AŞISI UYGULAMASI SONRASINDA İNFLUENZA AŞISINA KARŞI ANTİKOR YANITININ KANTİTATİF ELİSA YÖNTEMİ İLE ARAŞTIRILMASI VE KLİNİK BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ KOAH hastalarının aşılanması yaşam kalitelerini arrmakta, hastane yaşlarını ve infeksiyon epizotlarını azalp tedavi giderlerini düşürmektedir. Aşı öncesinde varolan koruyucu ankor düzeylerinde aşılama ile arş olduğu görülmektedir. Influenza aşılamasının koruyucu ankor düzeylerinde ve klinik bulgularda etkinliğinin, aşılanmamış bireylerden belirgin olarak daha iyi olduğu bulunduğundan, ağır ve çok ağır KOAH’lı aşılanmamış hastalarda influenza aşı uygulamasının yararlı olduğu düşünüldü. CEYDA ANAR 1, SENA YAPICIOĞLU 1, CAN BİÇMEN 1, HÜSEYİN HALİLÇOLAR 1, İPEK ÜNSAL 1, UFUK YILMAZ 1 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ 2 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ, MİKROBİYOLOJİ BÖLÜMÜ 1 Amaç: KOAH’lı olgularda, influenza aşısına karşı ankor yanı ve aşılamanın klinik bulgular üzerindeki etkileri. Gereç ve Yöntem: 44 KOAH’lı olgu çalışma grubu olarak belirlendi ,influenza aşısı uygulandı. KOAH’lı ve aşı uygulanmamış 38 olgu ile 21 sağlıklı birey kontrol grupları olarak çalışmaya alındı. Influenza aşısına karşı ankor yanının kantaf değerlendirmesi için, aşı öncesi, aşıdan 1 ay ve 1 yıl sonra alınan kan örneklerinde influenza Ig M ve Ig G parametreleri ELISA yöntemiyle analiz edildi. dispne, balgam miktarı ve/veya pürülansında arş olması akut atak kriterleri olarak belirlendi. Lökositozu ve PA akciğer grafisinde infiltrasyonu olan olgular pnömoni olarak değerlendirildi. Hastanede kalış süreleri, yoğun bakım desteği görüp görmedikleri ile ilgili veriler kaydedildi. Aşılanmış olgu gruplarımızın klinik bulguları 1. kontrol grubu ile istasksel olarak karşılaşrıldı. akut atakla hastaneye başvurmayan ve influenza aşısı uygulanan olguların Ig G ankor yanıtları, aşılanmamış sağlıklı kontrol grubu ile karşılaşrılarak istasksel değerlendirmeye alındı. Bulgular: akut atakla başvurduğu ilk ay kontrol grubunda çalışma grubuna göre daha erken saptandı.akut atakla başvuru sayısının kontrol grubundakilere göre istasksel olarak anlamlı derecede daha az olduğu saptandı. Kontrol grubundaki ağır ve çok ağır derecede KOAH olgularının çalışma grubundaki aşılı olgulara göre istasksel olarak anlamlı derecede daha çok akut atakla hastaneye başvurdukları bulundu. Çalışma grubundaki aşılı olguların kontrol grubundakilere göre daha az pnömoni geçirdiği, hastanede ve yoğun bakımda istasksel olarak anlamı derecede daha az ya ğı belirlendi. İnfluenza aşısı yapılan ve akut atakla başvurmayan olguların sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubuna göre aşı öncesi ile aşıdan bir ay ve bir yıl sonraki influenza Ig G düzeylerinin istasksel olarak anlamlı derecede ar ğı izlendi. 106 9 NİSAN 2009 PS067 KOAH VE KOR PULMONALE HASTALARININ AYIRICI TANISINDA BRAİN NATRİÜRETİK PEPTİD’İN YERİ SEMRA KÖKLÜ , SELAHATTİN ÖZTAŞ , MELAHAT KURUTEPE , GÜLİZ ATAÇ , ÖZLEN TÜMER , SEMA SARAÇ , AYTÜL ŞEN GÜLER SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALILARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Brain natriürek pepd (BNP) 32 aminoasitli bir pepddir. Vazorelaksan ve natriürek etkileri vardır.Özellikle kalp yetmezliğinde yükselir. Çalışmamızda kor pulmonale ve KOAH hastalarında BNP değerini karşılaşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2006-Temmuz 2007 tarihleri arasında KOAH ve kor pulmonale tanısı ile başvuran 60 hasta ve kontrol grubu olarak 30 sağlıklı kişi alındı. Bulgular: Çalışmamızda plazma BNP değeri kor pulmonaleli grupta, kor pulmonalesi olmayan KOAH grubuna ve kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek olarak ölçüldü. Kor pulmonale grubunun BNP değeri ( ort. =14.04, SD = 9,21 ) KOAH grubuna (ort. =7.56, SD = 4,66 ) göre istasksel olarak anlamlı yüksek saptandı. (p<0.001). Kor pulmonale grubunun BNP değerinin sağlıklı olup sigara içen (ort. =7.99, SD =5,87 ), sağlıklı olan ve sigara içmeyen (ort. =9,69, SD = 4,57 ) göre istasksel olarak anlamlı yüksek saptandı (p<0.001). Ayrıca KOAH’lı olgularla kontrol grubu arasında BNP değerinde istasksel olarak fark saptanmadı. Sonuç: Sonuç olarak BNP’nin kor pulmonalede duyarlılığı %55 ve özgüllüğü %67 saptanmış olup literatürle uyumludur. Çalışmamızda KOAH tanısı bilinen hastalarda BNP düzeyinin yüksek bulunmasının bu hastalarda kor pulmonalenin varlığının bir göstergesi olduğu kanısına varılmışr. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS068 PS069 HAFİF KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE BİRLİKTE AÇIKLANAMAYAN HİPOKSEMİSİ OLAN HASTALARDA PATENT FORAMEN OVALE’NİN KLİNİK ÖNEMİ KOAH’LI OLGULARDA DEPRESYON BELİRTİLERİ VE SOLUNUMSAL PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ ESRA BİLGİN 1, HARUN KILIÇ 2, MURAT AKSOY 2, MELİKE YÜCEEGE 1, RAMAZAN AKDEMİR 2, SADIK ARDIÇ 1 SB DIŞKAPI YBEAH GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC KLİNİĞİ 2 SB DIŞKAPI YBEAH KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ 1 Amaç: Patent foramen ovale’nin (PFO) hafif kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) olgularında tespit edilen açıklanamayan hipoksemiye katkıda bulunup bulunmadığını araşrmak. Gereç ve Yöntem: Hafif KOAH(FEV1/FVC %: <70%, FEV1≥ %80 (beklenen)) dışında ek hastalığı olmayan ve bu KOAH düzeyi ile açıklanamayan hipoksemiye(PO2<75, SO2<95) sahip 21 hasta çalışmaya kabul edildi. Parsiyel arterial oksijen basıncı (PaO2) ve arterial oksijen saturasyonları (SaO2) arterial kan gazları analizi ile tespit edildi. Solunum fonksiyon testleri KOAH derecesini belirlemek üzere tüm hastalara uygulandı. Standart ve kontrast ekokardiyografi pulmoner arter basıncını (PAB) ve PFO’ yu için tespit etmek için kulanıldı. NAZİRE UÇAR , SERDAR AKPINAR , DİLEK ERNAM , OSMAN ÖRSEL , DİDEM BİREL , TUĞRUL ŞİPİT ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: KOAH’lı olgularda depresyon belirleri olup olmadığını saptamak ve depresyon skorlarının FEV1, 6 dakika yürüme tes (DYT), PO2, PCO2 gibi solunumsal parametrelerle ilişkisini araşrmak. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde yatarak tedavi olan ve ayaktan polikliniğimize başvuran KOAH’lı hastalar çalışmaya alındı. GOLD’a göre KOAH evrelemesi yapıldı. Hastaların demografik özellikleri, hastalık hikayesi sorgulandı. Spirometrik testler, arteriyel kan gazı tetkiki, 6 DYT, BORG dispne skoru ve Beck depresyon ölçeği değerleri kaydedildi. İstasksel değerlendirmeler yapıldı. Önceden psikiyatrik hastalık tanısı olan ve ilaç kullanma öyküsü olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 64±12 idi. 4 hastada (%19) PFO tespit edildi. PFO olmayan hastalarda ortalama PO2, SO2 ve PAB değerleri sırasıyla; 57.4±6.8, 90±3.2, 33.8±5.4, PFO tespit edilen hastalarda PO2, SO2 ve PAB değerleri sırasıyla; 46,5±13.7, 79,3±12.8, 42.5±6.5 olarak bulundu. PO2 ve SO2 düzeyleri PFO varlığı ile negave yönde korelasyon (PO2: r -0.476, p=0,029 / SO2: r -0.602, p=0,004), PAB düzeyleri ise pozif yönde korelasyon gösterdi(PAP: r +0.537, p= 0,012). Grup 1’de; 16 yatan ve grup 2’de; 16 ayaktan olmak üzere toplam 32 hasta (24 erkek, 8 kadın) çalışmaya alındı. Hastaların yaş ortalaması: 58,34±8,69. Depresyon belirleri gösterme sıklığı: % 53,1. Depresyon belirleri gösterme açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmamakla birlikte ileri evre olgularda depresyon skoru yüksek bulundu (p=0,059). KOAH evresine göre karşılaşrıldığında evre1-2’de 3 (%9,3), evre 3-4’de 14 hastada (%43,5) depresyon belirleri saptandı. Evrelere göre karşılaşrıldığında depresyon belirleri gösterme sıklığı açısından anlamlı bir fark saptandı (p>0,05). Depresyon skorları ile FEV1, 6 DYT mesafesi, PO2, PCO2 arasında da anlamlı bir fark bulunamadı (p>0,05). Sonuç: Sonuç: Bu çalışma düşük PaO2 ve SaO2 ve yüksek PAB düzeyleri ile birlikte olan hafif KOAH’lı hastalardaki hipoksiye patent foramen ovale’nin katkısı olabileceğini göstermektedir. Ancak kesin sonuçlar için daha yüksek sayıda hastanın dahil edileceği gelecekteki çalışmalara ihyaç duyulmaktadır. KOAH’lı, hastanede yatan, evre 3-4 hastalarda, ayaktan başvuranlara göre depresyon belirleri daha sıkr. Ancak solunumsal parametrelerle ilişkisi saptanmadığından, hastanın KOAH’nın seyrini olumsuz yönde etkilemiyor gibi görünse de bu konuda daha çok sayıda hastaların yer aldığı geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bulgular: 107 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PP070 PS071 EPIDEMIOLOGICAL STUDIES IN CHRONIC RESPIRATORY DISEASES (CRD) - BETWEEN LIMITS AND RECOMMENDATIONS KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI VE EK HASTALIKLAR 1 1 FLORİN DUMİTRU MİHALTAN , OANA DELEANU , IRİNA STRAMBU 1, IOANA MUNTEANU 1, IOANA DARAMUS 2, MİHAELA MİHAİLOVİCİ 2 1 2 ROMANİAN SOCİETY OF PNEUMOLOGY CENTER FOR HEALTH POLİCİES AND SERVİCES Aim: To evaluate the prevalence of chronic respiratory diseases in Romania and the limits and recommendaons of epidemiological studies in CRD Method: Populaon study, representave for Romanian populaon 18 years and older, +/- 4,1% error, 95% confidence. Systemac literature review study. Results: The available data show that only 20-25% of paents with COPD are diagnosed with the disease. The environmental factors are oen forgoen in our country as risk factors for CRD. Frequently the paent is sub evaluang the disease. The involvement of the physicians at the secondary level in disease management is week. The paent’s access to spirometry and alergology tests is sll difficult in Romania. On this occasion a systemac literature review has been conducted in order to compare the study data with the internaonal published data available. Conclusion: There is a strong need to develop a naonal program to diagnose and monitor COPD as well as to develop the home care for the paents suffering with the disease. The limits and recommendaons of the epidemiological studies for CRD’s are discussed on the paper and recommendaons for further improvement of such studies are formulated. This study was done by Center for Health Policies and Services and Romanian Society of Pneumology. Data collecon was done by a research company. The study was possible due to the funds received by the Center for Health Policies and Services from the Global Fund to Fight HIV/AIDS, Tuberculosis and Malaria, round 6, through Romanian Angel Appeal for the project “PAL strategy implementaon in Romania”. 108 SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL , AYŞEGÜL ALTINTOP , MÜGE OTLU , ZEYNEP AYFER AYTEMUR İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA. Amaç: Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığında (KOAH) ek hastalıklar sık görülmektedir. Bu çalışmada KOAH’lılarda ek hastalıkların sıklığı ile ek hastalıkların hastaneye yaş ve mortaliteye etkisi incelendi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ekim 2008-Ocak 2009 tarihleri arasında kliniğimize başvuran 81 KOAH hastası alındı. Hastaların dosya bilgileri ve verileri spss 16.0 programı kullanılarak istasksel incelemeye alındı. Hastalarda en sık saptanan ek hastalıkların sayısı ve yüzdeleri belirlendi. Ek hastalık varlığının morbiteye (hastane yaşı) ve mortaliteye etkisi ki-kare tesyle incelendi. Bulgular: Çalışmada KOAH’lıların 62’sinde (%76.5) ek hastalık tespit edildi. En sık saptanan ek hastalıklar; kalp yetersizliği (n:41,%50.6), hipertansiyon(n:17,%21) ve diabetus mellitustu(n:14,%17.3). Hastaların 50’sinde (%61.7) kor pulmonale tespit edildi. Ek hastalığı bulunan hastaların hastaneye yaş oranı daha fazlaydı (%81, %19, p:0.019). Ek hastalığı olan hastaların sekizi, ek hastalığı olmayanlar hastaların sadece biri öldü, bu oran istasksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Sonuç: Ek hastalıklar KOAH’ta sık görülmektedir ve KOAH’ın morbiditesi arrmaktadır. Ek hastalıkların tedavisinin KOAH tedavi başarısını arracağını ve KOAH’ın morbidite ve mortalitesini azaltacağını düşünmekteyiz. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS072 9 NİSAN 2009 KLİNİĞİMİZDEKİ AKUT KOAH ATAKLARINDA BIPAP(BİLEVEL POSITIVE AIRWAY PRESSURE) TEDAVİSİ SONUÇLARI sağlanması durumunda kolayca uygulanır. Kliniklerde noninvaziv mekanik venlatörlerin arrılması tedavi maliyetlerinin pahalı olduğu ve kimi zaman yatak sıkınsının çekildiği YBÜ’lerine olan ihyacı da büyük ölçüde azaltacakr. MELTEM AĞCA , SİBEL ARINÇ , OĞUZ AKTAŞ , DİLDAR DUMAN , MÜYESSER ERTUĞRUL , SİNAN BODUR , TURAN KARAGÖZ PS073 SÜREYYAPAŞA GÖGÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI İLE TİROİD HORMON DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Amaç: AYTÜL ŞEN GÜLER , SEMA SARAÇ , GÜLİZ ATAÇ , ÖZLEN TÜMER , SELAHATTİN ÖZTAŞ , MELAHAT KURUTEPE , SEMRA KÖKLÜ KOAH’a bağlı akut hiperkarbik ve/veya hipoksemik solunum yetmezliğinde medikal tedaviye ek olarak hastanın venlasyonunun desteklenmesi gerekir. Destek amacıyla uygulanan pozif basınçlı venlasyon iki şekilde yapılır: Bunlardan biri yoğun bakım koşullarının gerekği ve birçok komplikasyonu beraberinde taşıyan entübe edilerek yapılan invaziv mekanik venlasyon(IMV), diğeri ise entübe edilmeden yüz veya nasal maske ile servislerde uygulanabilen noninvasiv mekanik venlasyondur(NIMV). Çalışmamızda akut KOAH tanısı ile kliniğimizde yatmakta olan olgularda medikal tedaviye ek olarak uygulanan BIPAP’ın etkinliğini ve sonuçlarını araşrdık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2007-Mayıs 2008 tarihleri arasında kliniğimizde KOAH’a bağlı hiperkarbik ve/veya hipoksemik solunum yetmezliği tanısıyla BİPAP tedavisi almış 29 hastanın dosyaları retrospekf olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, KOAH süresi, sigara öyküsü, eşlik eden hastalık öyküsü, servise giriş-çıkış arteriyel kan gazı(AKG) değerleri kaydedildi. Çalışmaya KOAH tanısı olan hastalar alındı. Bulgular: BİPAP tedavisinin 4. saanden ibaren arter kan gazı değerlerinde, ph ve O2 saturasyonunda istasksel olarak anlamlı arş, parsiyel CO2 düzeylerinde istasksel olarak anlamlı düşüş gözlenirken parsiyel O2 ve HCO3 değerlerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmemişr. Genç yaş grubunda başarı oranın daha yüksek olduğu gözlenirken, cinsiyet, sigara kullanımı (paket/yıl), ek hastalık, evde tedavi alma, geliş lökosit ve bazal AKG değerlerinin BİPAP başarısı ile arasında korelasyon kurulamamışr. Hastaların bazal pCO2, pH, sO2, değerleri BIPAP sonrasında anlamlı olarak düzeldiği saptandı. Hastalardan biri kaybedilirken, yirmidokuz hastanın 8’inde solunumsal asidozun ağırlaşması, hasta uyumsuzluğu, dispne şikayetlerinin artması nedeniyle servis takibinin zor olduğu düşünülerek yoğun bakım ünitesine(YBÜ) nakil edilmişr. Sonuç: SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: KOAH’da hipoksemi, alevlenme, ilaçlar, kaşeksi ve malnütrisyon gibi birçok nedenle endokrinolojik değişiklikler meydana gelmektedir. KOAH olgularında roid hormon düzeylerindeki değişiklikler ve bu değişikliklerin belirleyicilerinin araşrıldı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 48 akut alevlenme ve 30 stabil dönemdeki 78 KOAH’lı hasta değerlendirildi. Bulgular: Akut alevlenmesi olan gruptaki sT3 seviyelerindeki düşüklük ﴾sırasıyla, 15 (%68,8) / 33 (31,3) ve 3 (%90) /27 (%10), p<0,05﴿ ve sT4 seviyelerindeki yükseklik ﴾sırasıyla, 14 (70,8) / 34 (%29,2) ve 0/30, p<0,01﴿ stabil gruba göre daha yüksek oranlarda bulundu. Ayrıca anormal (düşük ve yüksek TSH düzeyleri) TSH düzeylerine sahip hastaların toplamı yine akut KOAH’lı olgularda dikkat çekici oranda yüksek (düşük:14, yüksek:3, normal:31, toplamda n:17/31). Akut KOAH’lı olgularda anormal TSH düzeylerine sahip grup incelendiğine, düşük TSH seviyelerinin (n:14/17) daha fazla olduğu görüldü. HÖS (Hasta öroid sendromu) insidansına bakıldığında, akut ataktaki grupta kontrol grubuna göre HÖS insidansı daha yüksek olarak saptandı ﴾sırasıyla, %66,6 (n:32/48) ve %20 (n:6/30)﴿ ve her iki grupta HÖS , 50 yaş üzerinde daha fazla izlendi. Sonuç: Sonuç olarak bu çalışmada; sistemik bir hastalık olan KOAH’da, roid hormon düzeylerinin etkilendiği, hormonal değişikliklerin özellikle hastalığın ağırlığı ve hipoksemi ile ilişkili olduğu, alevlenme döneminde hormonal değişikliklerin daha fazla görüldüğü saptanmışr. Tarşma: KOAH’a bağlı akut hiperkarbik solunum yetmezliğinde BİPAP tedavisi servislerde uygun koşullar 109 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS074 PS075 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA EGZERSİZ KAPASİTESİ İLE DİSPNE SKALALARI VE YAŞAM KALİTESİ ARASINDAKİ İLİŞKİ KOAH’DA KOMORBİD DURUMLARIN HASTALIK SEYRİNE ETKİSİ FATMA ÇİFTCİ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ BARTU SARYAL ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , MERYEM BAKIR , SİBEL ARSLAN KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: KOAH hastalarının egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesi düşüktür. Bu çalışma 6DYT ve KPET tesnin dispne indeksleri ve yaşam kalitesi anketleri ile ilişkisini incelemek amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya klinik olarak stabil 36 KOAH olgusu dahil edildi. KOAH’ lı olguların tanısı GOLD kriterleri doğrultusunda (klinik, radyolojik, solunum fonksiyon testleri ile) konuldu. Hastaların ağırlık dereceleri GOLD’ a göre evrelendi. Çalışmaya alınan 36 stabil dönem KOAH’ lı olguya temel değerlendirmeden sonra çalışma protokolü çerçevesinde 6DYT ve KPET uygulandı. Dispne derecesi egzersiz öncesi ve sonrası Borg dispne skalası ile değerlendirildi. Olgulara dispne skalaları (MRC, BODE, Borg, BDI) ve yaşam kalitesi anke (Saint George’ s Solunum Anke) yaprıldı. Bulgular: Al dakika yürüme tes ile dispne skalaları ve yaşam kalitesi anke arasında istasksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. KPET parametrelerinden VO2 max ve O2 pulse ile SGRQ semptom skoru, impakt skoru ve toplam skoru arasında istasksel olarak anlamlı ilişki bulundu. VO2, VE ve O2 pulse ile BODE indeksi arasında negaf korelasyon izlendi. MRC, BDI ve Borg dispne skalalarının her iki egzersiz tesyle ilişkisi bulunmamaktadır Sonuç: Sonuç olarak; basit bir test olan 6DYT KOAH olgularında egzersiz kapasitesinin belirlenmesinde değerlidir. BODE indeksi ve Saint George’s Solunum anke (SGRQ) maksimum oksijen kullanımı (VO2) ile ilişkiliyken 6DYT dispne indeksleri ve yaşam kalitesi anketleriyle ilişkili değildir. 110 Başta kalp hastalıkları olmak üzere pek çok kronik hastalık ile KOAH birlikteliği sıkr. Bu çalışmanın amacı, komorbiditelerin KOAH seyrine etkisini araşrmak. Gereç ve Yöntem: KOAH polikliniğimize başvuran ve düzenli olarak en az bir yıldır takip edilen hastaların demografik özellikleri, hastalık ağırlığı, atak sayıları ve ek hastalıkları kaydedildi. Ek hastalığı olan ve olmayan hastalar karşılaşrıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 53 hastanın tümü erkek olup yaş ortalaması 63 ± 10.5 yıl, ortanca sigara kullanım değeri 44 paket-yıl, hastalık süresi 4 yıl ve kontrol sayısı 4 kontrol/yıl olarak saptandı. Hastaların %79’u (n:42) GOLD evre 2 ve 3 olarak değerlendirildi. Son bir yılda 13 hastada toplam 20 atak tespit edilirken, bu atakların 14’ünde hastaneye yaş, üçünde ise yoğun bakım ünitesine yaş gerekği görüldü. Hastalık evresi ile atak sayısı arasında korelasyon saptandı (p:0.001, r:0.45). Eşlik eden hastalıklar değerlendirildiğinde; hastaların %22.6’sında (n:12) tek komorbidite mevcutken, %18.8’inde ise (n:10) iki veya daha fazla komorbidite saptandı. En sık komorbidite hipertansiyon olup, hastaların %32’sinde mevcuu. Koroner arter hastalığı hastaların %24.5’inde, diyabet % 7.5’inde ve konjesf kalp yetmezliği %5’inde tespit edildi. Üç hastada ise eşlik eden malignite (2 hastada larynx, 1 hastada prostat) mevcuu. Komorbidite ile atak sayısı arasında korelasyon saptanmadı Sonuç: Düzenli kontrollere gelen KOAH’lı hastalarda atak ile acile başvurma sıklığının düşük olduğu düşünülmektedir. Ayrıca düzenli takip, eşlik eden hastalıkların da kontrolüne katkıda bulunarak bu komorbiditelerin KOAH seyrini olumsuz etkilemesini önlüyor olabilir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS076 PS077 CLINIC-MORFOLOGICAL PATHOMORPHISM AT COPD PATIENTS IN UZBEKISTAN KOAH’DA İNFLAMASYONUN TAYİNİNDE NAZAL LAVAJ YÖNTEMİNİN KULLANILMASI KAMOLA UBAYDULLAEVA HAŞİM BOYACI , AYŞE PALA , İLKNUR BAŞYİĞİT , FÜSUN YILDIZ , AYSUN ŞENGÜL NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT Aim: To study the influence of pescide on clinicmorfological pathomorphism of COPD. Method: The peculiaries of clinical features of disease, respiratory funcon, mucociliary transport condion in accordance with date of indicators excreon at 98 COPD paents of different severity have been studied. All paents were divided on 2 groups: I group-66 paents with pescide cumulaon in organism and II group-32 paents without pescide cumulaon. Results: Morfofunconal condion of mucociliary apparatus in compared groups have been studied according to dates of light microscopy of biopsy forceps of segmental bronchus mucosa. Light microscopy and ultrastructural analysis of segmental bronchus mucosa at paents of compared groups showed an essenal difference in funconal morphology of mucociliary apparatus, that tesfies to pescides influence on COPD pathomorphism. The date of indicators excreon at COPD paents with pescide cumulaon was significantly increased, and the date of peak expiratory flow rate (PEFR) was significantly decreased. COPD paents with pescide cumulaon in organism had chronic sclerosing bronchis; COPD paents without cumulaon had chronic catarrhal-sclerosing bronchis. Conclusion: It has been proved that the high pescides content in blood leads to the evident clinical symptoms of the disease and mucociliary insufficiency, which deteriorate bronchial obstrucon. KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Asm ve allerjik rinit ilişkisinden ortaya çıkan, tek havayolu tek hastalık kavramının, sigaraya bağlı hastalıklar için de geçerli olması gerekğini belirten görüşler bulunmaktadır. Buna göre, zararlı etken aynıdır ve çoğu durumda patogenez ortakr. Biz de bu görüşten yola çıkarak KOAH’lı hastalarda hava yolu inflamasyonun saptanması ve tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesinde nazal lavaj yönteminin uygulanabilirliğini araşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Yirmi dokuz orta ve ağır KOAH’lı hasta randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Hastalar kullanmakta oldukları bronkodilatör tedaviye ek olarak, 8 haa süresince; Grup 1 (İKS)’ de inhale steroid (flukazon propiyonat, 1000 mcg/gün), grup 2 (TEO)’ de ise teofilin (400 mg/ gün) ile tedavi edildiler. Tedavi öncesi ve sonrasında, nazal lavaj örneklerinde TNF-alfa, IL-6 ve LTB4’ ten oluşan inflamasyon belirteçleri ölçüldü. Bulgular: Tüm olgularda nazal lavaj işlemi çok rahat ve komplikasyonsuz olarak uygulandı. Alınan örneklerde inflamasyon belirteçleri rahatlıkla ölçülebilir düzeylerde idi. Teofilin kullanan hastaların tedavi sonrası nazal lavaj TNF-alfa düzeylerinde anlamlı azalma saptandı (TEO nazal lavaj TNF-alfa: 11,52±5,81 - 7,48±1,44 pg/ml p< 0,05). IL-6 ve LTB4 düzeylerinde her iki grupta da (İKS ve TEO) tedavi sonrası istasksel olarak anlamlı bir değişiklik saptanmadı. Sonuç: İnflamasyonla seyreden havayolu hastalıklarında, havayolu inflamasyonunun saptanması ve aninflamatuar tedavinin hava yollarındaki etkinliğinin takibinde, nazal lavaj işlemi, kolay uygulanabilen ve etkili bir yöntem olabilir. Ancak daha geniş ve karşılaşrmalı çalışmalara gereksinim vardır. 111 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS078 Sonuç: SİGARA İÇEN VE İÇMEYEN KOAH’I OLAN KADINLARDA ATOPİ VE DİĞER RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Sonuçta KOAH’lı kadın hastalarda IgE düzeyi ile tanımlanan atopi ile solunum fonksiyon tes arasında ilişki saptanırken, sigara içen ve içmeyenler arasında benzer bir ilişki izlenmemişr. Hastalardaki bronş hiperreakvitesi öyküsünün ve serum total IgE düzeyi ile FEV1 arasındaki korelasyonun Dutch hipotezini destekler bir bulgu olabileceği düşünülmüştür. E. YELDA ÖZGÜN NİKSARLIOĞLU 1, GÜL KARAKAYA 2, AHMET UĞUR DEMİR 1, A. FUAT KALYONCU 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ERİŞKİN ALERJİ ÜNİTESİ 1 Amaç: Kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) ilerleyici ve kısmen geri dönüşlü hava yolu obstrüksiyonu ile karakterize bir hastalıkr. Eyolojide en önemli risk faktörü sigara olup bilinen başka pek çok risk faktörü de vardır.Bu çalışmada sigara içen ve içmeyen KOAH’lı kadınlarda kalıtsal bir özellik olan atopi ve diğer risk faktörleri değerlendirilmişr. PS079 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA İMMUNİZASYON. GERÇEKTEN YAPTIRTIYOR MUYUZ ? ONUR FEVZİ ERER , GÜLİSTAN KARADENİZ , DİDEM GAZİBABA , GÜLCAN ÜRPEK , ENVER YALNIZ , SERİR AKTOĞU İZMİR DR.SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: KOAH hastalarında grip ve pnomokok aşısı ile ilgili bilgi düzeylerini ölçmek ve yapılma oranlarını saptamak. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: 112 Araşrmalarda atopi tanımı için allerjenlere karşı deri prik tes pozifliği ve/veya spesifik IgE varlığı ve/veya total IgE düzeyinde yükseklik gibi kriterler kullanılmaktadır. Çalışmaya Haceepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniğinde 1 Ocak 2006 ile 1 Mart 2007 tarihleri arasında KOAH (kronik bronşit, amfizem ve/veya küçük hava yolu hastalığı ) nedeniyle takip edilen veya yeni tanı alan 96 kadın hasta dahil edildi. 2009 yılı Aralık ayı içerisinde bir eğim hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran ve anke yanıtlamayı kabul eden KOAH tanılı ardışık 100 hasta çalışmaya alındı. Hastaların grip ve pnomokok aşılarını bilip bilmedikleri ve yaprıp yaprmadıkları sorgulandı. Bu sonuçlar hastaların yaşı, cinsiye, eğim durumu, sigara kullanımı ve KOAH yaşı (kaç yıldır KOAH tanısı olduğu) ile korelasyonlarına bakıldı. Konuyla ilgili nasıl bilgi edindikleri kaydedildi. Bulgular: Bulgular: Sigara içmeyenlerin (Grup I; n=42) yaş ortalaması içenlerden (Grup II; n=54) daha yüksek (64.5±10.7 ve 58.4±9.5; p=0.04). Grup I ve II arasında kişisel atopik hastalık öyküsü, aspirin/analjezik intoleransı, deri prik tes pozifliği, kan eozinofil yüzdesi ve serum total IgE düzeyleri açısından fark yoktu. Grup II’nin ortalama mutlak FEV1 değerinin grup I’den daha yüksek (1.4±0.5 ve 1.2±0.4 Litre; p=0.015) olduğu saptandı. Tüm hastalarda serum total IgE (ln IgE) düzeyi yükseldikçe beklenen FEV1 düzeyinde düşme izlendi. Ancak grup I ve II’ye tek tek bakıldığında benzer eğilim izlenmekle birlikte aralarında istasksel olarak anlamlı fark yoktu. Hastaların grip ve pnomokok aşılarının ne olduğunu bilme oranları sırasıyla % 49 ve %12 olduğu , hastaların grip aşısı ve pnomokok aşısı yaprmış olma oranları ise sırasıyla %40 ve % 10 olarak saptandı. Bu bulgular yaş, cinsiyet, eğim durumu, KOAH yaşı ve sigara kullanımı ile bir korelasyon göstermemekteydi. Sonuç: KOAH hastalarına poliklinik şartlarında grip ve pnomokok aşılaması konusunda daha fazla bilgilendirme ve eğim yapılması gerekği düşüncesindeyiz TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS080 PS081 KOAH’LI HASTALARDA İNHALER STEROİDLERİN VE TEOFİLİNİN SİSTEMİK İNFLAMASYON ÜZERİNE ETKİSİ KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARINDA NONİNVAZİF MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMALARI AYŞE PALA , HAŞİM BOYACI , İLKNUR BAŞYİĞİT , FÜSUN YILDIZ , AHMET ILGAZLI CANAN ÖNEŞ , ARMAĞAN HAZAR , AYŞEGÜL EREN KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Amaç: KOAH’ın sistemik ve inflamatuvar karakterinin ön plana çıkması araşrmacıları an-inflamatuvar tedavi ajanlarının kullanımına yönelik çalışmalar üzerine yoğunlaşrmışr. Bu çalışmanın amacı KOAH tedavisinde kullanılan inhale korkosteroidlerin sistemik inflamasyon belirteçleri üzerine etkinliğini araşrmak ve teofilin ile karşılaşrmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alınan 29 orta ve ağır KOAH’ lı hasta randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Kullanmakta oldukları bronkodilatör tedaviye ek olarak, 8 haa süresince grup 1’ deki hastalar inhale steroid (flukazon propiyonat, 1000 mcg/gün) ve grup 2’ deki hastalar da teofilin (400 mg/ gün) ile tedavi edildiler. Tedavi öncesi ve sonrasında solunum fonksiyon testleri yapıldı, serum CRP, TNF-alfa, IL-6 ve LTB4 düzeyleri ölçüldü. Bulgular: İnhale steroid ve teofilin tedavisi sonrası ölçülen serum CRP düzeylerinde her iki grupta da istasksel olarak anlamlı bir azalma olduğu görüldü (İKS serum CRP: 1,06±1,20 - 0,49±0,22 mg/dl p< 0,05; TEO serum CRP: 1,66±2,23 - 0,59±0,35 mg/dl p< 0,05). Diğer inflamatuvar parametrelerden sadece, TEO kullanan grupta tedavi sonrası serum TNF-alfa düzeylerinde anlamlı azalma saptandı (TEO serum TNF-alfa: 3,82±3,44 - 1,89±1,33 pg/ml p< 0,05). IL-6 ve LTB4 düzeylerinde her iki grupta da tedavi sonrası anlamlı bir değişiklik saptanmadı. FEV1 değerleri İKS kullanan grupta, tedavi sonrasında istasksel anlamlı bir arş gösterirken, TEO kullanan grupta anlamlı olmayan bir arş gösterdi. Sonuç: Çalışmamızda akut hiperkarbik solunum yetmezliği ile servisimizde non-invazif mekanik venlasyon (NIMV) uygulanan kronik obstrükf akciğer hastalarının (KOAH) sonuçlarını ve etkileyen faktörleri inceledik. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde hiperkarbik solunum yetmezliği ile takip edilen, medikal tedavi ile birlikte NIMV uygulanan 34 hastayı (E: 25, K: 9) retrospekf olarak inceledik. NIMV ile klinik durumları stabilleşen ve taburcu olan hastalar, NIMV’a cevap veren hastalar (1. grup), klinik durumu kötüleşerek yoğun bakım ünitesine (YBÜ) nakledilen veya ölen hastalar, NIMV’a cevap vermeyen hastalar ( 2. grup) olarak sınıflandırıldı. Bulgular: Hastaların 26’sı NIMV’a yanıt vererek taburcu olurken 7 hasta YBÜ’ne nakldildi, 1 hasta öldü. Ortalama pH değeri tedavi öncesi 1. grupta 7.310, 2. grupta 7.288, tedavi sonrası 1. grupta 7.349, 2. grupta 7.155 idi. Ortalama PaCO2 değeri 1. grupta 58.94, 2. grupta 89.4 idi. WBC düzeyleri 1. gruptaki hastaların 18’inde (%69.2) normal seviyede, 8’inde (%30.8) yüksek, 2. grupta 2(%25) hastada normal seviyede iken 6 (%75) hastada yüksek. CRP düzeyleri 1. gruptaki hastaların 11’inde (%42.3) normal, 15’inde (%57.7) yüksek, 2. gruptaki hastaların tamamında yüksek. 1. gruptaki hataların %62.5’inde ek hastalık (KKY, HT, DM, tb sekel, KAH) var iken 2. gruptaki hastaların %87.5’inde vardı. Sonuç: Klinikte NIMV ile takip edilen KOAH’lı hastalarda ek hastalığı olan, CRP düzeyi yüksek olan ve takiplerinde pH değerinde düşme ve PaCO2 değerinde yükselme olan hastalar YBÜ’ne nakil açısından ön planda tutulmalıdır. KOAH tedavisinde kullanılan inhaler korkosteroid ve teofilinin sistemik inflamasyon üzerine de etkili olduğunu, ayrıca sistemik inflamasyonun gösterilmesi ve takibinde serum örneklerinde inflamatuvar belirteçlerin tayininin prak bir yöntem olduğunu düşünmekle birlikte bu konuyla ilgili daha fazla sayıda hasta ile yapılacak çalışmalara ihyaç olduğu kanısındayız. 113 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS082 PREVALENCE OF RESPIRATORY SYMPTOMS AND COPD AMONG SMOKERS AND NON-SMOKERS. JULİA KRASNOVA , ELENA GRİMAİLOVA , ALEXANDER DZİZİNSKİİ 9 NİSAN 2009 Sigara içiminin devam etmesi durumunda bu düşüş daha fazla olmakta ve hastaların atağa girme olasılığı artmaktadır. Bu çalışmamızda 2006-2008 yılları arasında kliniğimiz tarandan takip edilen 50 KOAH hastasını FEV1 düşüş hızları açısından değerlendirmeyi amaçladık Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 50 KOAH hastası alındı. INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK, RUSSİA. Aim: Aim: To evaluate the distribuon of respiratory symptoms and COPD among smokers and non-smokers Method: Material and methods: Cross-seconal epidemiologic survey in a general populaon sample living in the Siberian region of Russia. Data on respiratory symptoms was gathered through standardized quesonnaires. All of them were invesgated with FEV1, FEV1/FVC. The Spiro metric criterions of COPD were FEV1 / FVC < 0,70 and FEV1, ≤80 % aer bronchodilator. Results: Results: A total of 3100 subjects aged >18 years were included (1567 of them being smokers and 1533 being non-smokers). Prevalence of chronic cough among those who smoked was 36,3 %, and for non-smokers 23,6 % (p<0,001), chronic sputum producon among those who smoked -32,8 % and for non-smokers - 15,5 % ( p<0,0001), wheezing and chest ghtness among those who smoked -22,9 % and for non-smokers - 17,1 % ( p<0,05). Prevalence of COPD in populaon of smokers was 7,5 % and for non-smokers – 1,6% (p<0,001). Conclusion: Conclusion: a high prevalence of respiratory symptoms and COPD in a populaon of smokers was discovered. PS083 KOAH HASTALARINDA FEV1 DEĞERLERİNDEKİ AZALMA İLE YAŞAM KALİTESİNİN İLİŞKİSİ FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAS , ESRA UZASLAN , ERCÜMENT EGE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: KOAH geri dönüşü olmayan ilerleyici bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. KOAH olgularında yaşam kalitesini belirleyen etmenlerden birisi de yıllık FEV1 düşüş hızıdır. 114 Bulgular: Hastalarımızın (45E/5K) yaş ortalamaları 63.3±1.2, hastalık süreleri 7.9±1.8, FEV1 1. yıl başlangıç ortalamaları 1724.8±78.9 ml, FEV1% 1. yıl ortalamaları 61.7±2.3, 2. yıl sonundaki FEV1 1675.2±85.3, 2. yıl sonundaki FEV1% ortalamaları 65.1±5.8 saptandı. Hastaların atak sayıları, hastaneye yaş sayıları ve StGeorge skorları 3. ayda, 12. ayda ve 2 yılın sonunda değerlendirildi. FEV1 düşüş yüzdesi ile 3. ay atak geçirme sayısı, 3. ay hastaneye yaş sayısı, 3. ayda hastanede yaş süresi ve 1. yılda pnömoni geçirme oranı arasında negaf korelasyon saptandı (p<0.05). Inhaler korkosteroid kullanan(n=25) ve kullanmayan(n=25) olgular FEV1 düşüşü ve yaşam kalitesi açısından değerlendirildi. Bu iki gruptaki olguların hastalıklarının ağırlık derecesi açısından fark yoktu. Inhaler korkosteroid kullanımı ile FEV1 düşüş yüzdesi arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı(p>0.05). Fakat inhaler korkostreoid alan grupta 3. ay FEV1/FVC oranında, 3. ay FEV1%değerinde, 12. ay FEV1/FVC, 12. ay FEF25-75% ve 2. ay FEF 25-75% değerlerinde anlamlı farklılık saptandı(p<0.05). Sonuç: Sonuç olarak FEV1 düşüşüne inhaler korkosteroidin etkisini gösterememiş olmakla birlikte uzun süreli takiplerde atak sayılarının, hastaneye yaş sayılarının ve hastanede yaş sürelerinin inhaler korkosteroid kullanan hasta grubunda anlamlı derecede azalması KOAH olgularında yaşam kalitesinin inhaler korkosteroid kullanımıyla birlikte ar ğını düşündürmektedir PS084 KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIKLI HASTALARDA UZUN SÜRELİ OKSİJEN TEDAVİSİNİN SAĞ KALIM ÜZERİNE ETKİSİ GAZİ GÜLBAŞ 1, HAKAN GÜNEN 1, LEVENT CEM MUTLU 2 , SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, ÖZKAN YETKİN 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Kronik obsturikf Akciğer Hastalıklı(KOAH) hastalarda uzun süreli oksijen tedavisinin (USOT) etkinliğini değerlendirmek TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: Haziran 2001-Aralık 2007 tarihleri arasında USOT tedavisi düzenlenen 277 hasta değerlendirildi. Telefon ve adres bilgilerine ulaşılabilen 188 hasta çalışmaya alındı. Hastalar günlük10 saan alnda (Grup 1, n:118) ve üzerinde oksijen (O2) kullananlar (Grup 2, n:70) olarak iki gruba ayrıldılar. Hastalar ve birinci derece akrabaları telefonla aranarak USOT tedavisi gün içi ve gece olmak üzere detaylı sorgulandı. Günlük O2 kullanım süreleri saat olarak kaydedildi. Ex olan hastaların ölüm tarihleri kaydedildi. Bulgular: Her iki hasta grubunun demografik verileri ve mortalite oranları karşılaşrıldı. Hastaların demografik verileri benzerdi. Mortalite oranları grup1’de %41.5 (n:49), iken grup 2’de %54.2 (n:38) idi. Gruplar arasındaki fark istasksel olarak anlamlı bulunmadı (p:0.09). Gruplar arasında sağ kalım sürelerinde de anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Cox regresyon tes kullanılarak, arter kan gazı değerleri ve cinsiyen sağ kalım süresi üzerine bir etkisinin olmadığı tespit edildi. 9 NİSAN 2009 çıkmış. Bu bulgular klinik olarak önemli bulunmamış. Üç gün sonra hastanın bulan, kusma ve karın ağrısı başlayınca üst abdomen BT ve üst ekstremite venöz doppler ultrasonu çekilmiş. Üst abdomen tomografisinde inferior pulmoner ven ve superior mezenterik vende, sol subklavian ven ve aksiller vende trombüsler tespit edilmiş. DMAH tedavisi kesilerek heparin infüzyonu ve warfarin tedavisi baslanmış. Hasta iki gün sonra kliniğimize PTE, DVT ve trombositopeni tanılarıyla kabul edildi. Hastanın operasyon öncesi 340x103/uL olan trombosit sayısının 18 x103/uL’e düştüğü tespit edildi. . PF4-heparin kompleksine karsı olusan IgG ankitor tes pozif tespit edildi. 4T skorlama sistemine göre hastanın skoru 8 olarak hesaplandı. Almakta oldugu bütün ankoagulanlar kesildi.. Fondaparinux tedavisi baslandı ve iki gün içinde trombosit sayısında dramak olarak arş izlendi. Sonuç: Bu olguda HIT, DMAH tedavisinin bir komplikasyonu olarak ortaya cıkmışr ve HIT hastaları için Türkiyede bulunan tek ilaç olan Fondaparinux tedavide kullanılmışr. Sonuç: KOAH’lı hastalarda USOT’nin sağ kalım süresi üzerine etkisinin olmadığını tespit edildi. PS086 PS085 KRONİK OBSTÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN HASTALARDA FONKSİYONEL PARAMETRELERLE SİSTEMİK ANTİİNFLAMATUAR BELİRTEÇLERİN İLİŞKİSİ OLGU SUNUMU: FONDAPARİNUX İLE TEDAVİ EDİLMİŞ HEPARİNİN İNDÜKLEDİĞİ TROMBOSİTOPENİ FATMA YILDIRIM , EMİNE GEÇGİL GENCER , İ.KIVILCIM OĞUZÜLGEN , NUMAN EKİM GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. ANKARA, TÜRKİYE Amaç: Heparinin indüklediği trombositopeni platelet faktör 4 (PF4)-heparin kompleksine karsı olusan immünglobulin G ( IgG) ankorlarının neden oldugu ciddi bir immün rahatsızlıkr. Gereç ve Yöntem: Burada heparinin indüklediği trombositopeni tanısı konan ve Fondaparinux ile başarı ile tedavi edilen bir olguyu tarşmaya sunduk. Bulgular: 66 yaşında kadın hastaya iki haa önce whipple ameliya yapılmış ve operasyonla aynı gün venöz tromboemboli proflaksisi amaçlı düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) başlanmış. Operasyondan beş gün sonra hastanın sol kolunda şişlik ve trombosit sayısında düşüş ortaya SEHER SATAR 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, AHMET VAR 2, AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, PINAR ÇELİK 1, ARZU YORGANCIOĞLU 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ BİYOKİMYA ANABİLİM DALI 1 Amaç: Kronik obstrükf akciğer hastalığında (KOAH) oksidaf stres belirteçlerinin ar ğı düşünülmektedir. Oksidaf stresin sistemik belirteçleri arasında nitrik oksit sentaz (NOS) ve malonil dealdehit (MDA), anoksidan belirteçler arasında da eritrosit superoksit dismutaz (SOD) ve glutatyon peroksidaz (Gsh-Px) yer almaktadır. Çalışmamızda KOAH’lı hastalardaki sistemik oksidananoksidan belirteç düzeylerinin fonksiyonel parametrelerle ilişkisini araşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: GOLD kriterlerine göre KOAH tanısı almış 51 hasta çalışmaya alındı. Tüm olguların demografik özellikleri, solunum fonksiyon tes parametreleri, 6 dakika yürüme tes(6DYT) ve dispne derecelendirilmesi değerlendirildi. 12 sağlıklı kontrol grubu da çalışmaya dahil edildi. Tüm olgularda ve kontrol grubunda, venöz kanda eritrositlerde SOD, Gsh-Px ve serumda NOS, MDA düzeyleri bakıldı. 115 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 62,94±10,56 yıl idi;10’u(%20) kadın, 41’i(%80) erkek. MDA (p<0,001), NOS (p=0,012) ve GSH-PX (p=0,012) KOAH grubunda yüksek. SOD düzeyi ise KOAH grubunda yüksek olmasına karşın iki grup arasında istaksel fark yoktu. FEV1 ile NOS, SOD, MDA ve GSH-PX ile negaf yönde ilişkisi saptandı, ancak istasksel olarak anlamlı değildi. 6DYT ve dispne derecesi ile yine tüm belirteçlerle anlamlı ilişki saptanmadı. Sigara içen ve içmeyen KOAH’lılar ve sağlıklı gönüllüler karşılaşrıldığında tüm belirteçler açısından her üç grupta anlamlı farklılık saptanmadı. (p<0,0001) in the urban populaon. The FEV1 in sample with dyspnea was 93 (73;108) % and without dyspnea103 (93; 112) % (p<0,0001) in the rural populaon; 92 (81;100) and 100 (91;108) %(p<0,0001) in the urban populaon. Prevalence of COPD in in the rural populaon was 6,6 % (among males - 14,6 %, females- 1,8 %), urban-3,1 % (among males - 4,7 %, females- 1,6 %). Conclusion: Conclusion: a high prevalence of respiratory symptoms and COPD in a general populaon were discovered, parcularly within the rural populaon. Sonuç: PS088 Sonuç olarak, KOAH’ta oksidan belirteçlerin yanı sıra anoksidan belirteçlerin de yükselmesi oksidananoksidan dengenin sistemik olarak etkilendiğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir. KOAH’LI OLGULARIMIZDA HASTALIĞIN AĞIRLIK DERECESİ İLE HOMOSİSTEİN DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ PS087 FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ , ESRA UZASLAN , OKTAY GÖZÜ , ERCÜMENT EGE PREVALENCE OF RESPIRATORY SYMPTOMS AND COPD IN SIBERIA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI ELENA GRİMAİLOVA , JULİA KRASNOVA , ALEXANDER DZİZİNSKİİ , Amaç: INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK, RUSSİA Aim: Aim: To evaluate the distribuon of respiratory symptoms and COPD in a general populaon sample. Method: Material and methods: Cross-seconal epidemiologic survey in a general populaon sample living in the Siberion region of Russia. Data on respiratory symptoms, was gathered through standardized quesonnaires. Lung funcon tests were performed (FEV1, FEV1 /FVC). The criterion of COPD was FEV1 /FVC< 70% aer bronchodilator. Results: Results: A total of 3100 subjects aged > 18 years were included (1280 living in rural areas and 1820 urban residents). Prevalence of chronic cough in the rural populaon was 37,5 %, urban- 24,8 % (p<0,0001), chronic sputum producon- 30,6 % and 19,7 %( p<0,0001), dyspnea- 30,2 % and 28,8 % (p>0,05) of the rural and urban populaons. The FEV1 in sample with chronic cough was 96 (81; 109) % of predicted, without chronic cough -103 (93; 112) % (p<0,0001) in the rural populaon; 93 (82; 104) and 99 (90; 108) % 116 9 NİSAN 2009 Homosistein iskemik vasküler hastalıklarda risk faktörü olarak rol oynadığı düşünülen reakf oksijen ürünlerinden birisidir. Plazma homosistein düzeyleri yaş, cinsiyet, sigara içimi gibi faktörlerden etkilenmektedir. Çalışmamızda KOAH olan olgularda homosistein düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile ilişkisini saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2006-2008 yılları arasında 25 KOAH olgusu prospekf olarak değerlendirildi ve takip edildi. Hastaların CRP düzeyleri, StGeorge skorları, FEV1 değişimi miktarları, atak/hastaneye yaş sayıları ve mortalite oranları homosistein düzeyleri ile karşılaşrıldı. Bulgular: Hastaların (23E/2K) yaş ortalamaları 63.5±1.7, sigara içim miktarı 50.6±5.1, KOAH hastalık süreleri 7.3±1.3 saptandı. GOLD evresine göre hafif-orta (n=17), ağır (n=5) ve çok ağır (n=3) KOAH olgularının homosistein düzeyleri sırasıyla 22.6±2.6, 26.7±7.6, 18.2±4.0 saptandı. Gruplar arasında istaksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Olguların 1. yıl hastaneye yaş sayıları, 1. yıl atak geçirme sayıları ve CRP düzeyleri ile homosistein düzeyleri arasında pozif korelasyon saptandı (p<0.05). Hastaların 2. yıl yaş sayıları, 2. yıl atak sayıları, StGeorge 1. yıl ve 2. yıl skorları ve mortalite oranları ile homosistein arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05). TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Conclusion: Daha önce yapılan çalışmalarda hastalığın ağırlık derecesi ile homosistein düzeyleri arasında pozif korelasyon saptanmakla birlikte çalışmamızda bu sonuca ulaşılamamışr. Fakat 1. yıl yaş sayılarının ve atak geçirme sayılarının indirekt olarak hastalığın ağırlık derecesini temsil edebileceği düşünülürse homosistein düzeyleri ile anlamlı derecede ilişki saptanması literatürdeki yayınları desteklemektedir görüşündeyiz. Daha çok olgu sayısı ile bu verilerin desteklenmesi gerekmektedir. Homosistein düzeyi yüksek olan KOAH hastalarının olası atak sayısının arşı açısından yakın takip edilmesi gerekebilir. Conclusion: a high level of prevalence of COPD in a general populaon was discovered parcularly among Russian males over 50 years of age. PS090 STRUCTURAL BASES OF REMODELING PULMONARY VESSELS IN THE COPD IN CONDITIONS OF HIGH MOUNTAINS. NUSURET RAİYMBEKOV THE PREVALENCE OF COPD IN DIFFERENT NATIONALITIES INSTİTUTE OF MOLECULAR BİOLOGY AND MEDİCİNE ATTACHED TO NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND İNTERNAL MEDİCİNE NAMED AFTER ACADEMİCİAN MİRSAİD MİRRAKHİMOV LUDMİLA BAGAEVA 1, JULİA KRASNOVA 2 Aim: PS089 HOSPİTAL OF BURYAT AUTONOMUS DİSTRİCT, UST-ORDİNSKİİ, RUSSİAN FEDERATİON 2 INSTİTUTE OF ADVANCED MEDİCAL STUDİES, IRKUTSK, RUSSİAN FEDERATİON. The aim of study was to invesgate the adapve and nonadapve structural changes of the pulmonary vessels during the development of highaltude pulmonary hypertension (HAPH) and their characteriscs in paents with at high altude. Aim: Method: Aim: To evaluate the prevalence of COPD in different naonalies of a populaon sample. Histological, microscopy Method: Results: Material and methods: Cross-seconal epidemiologic survey of a general populaon sample living in the UstOrdinskii (Siberia, Russia) selement. A total of 1009 subjects aged >18 years were included (549 of them Buryat and 460 of them Russian). Data on respiratory symptoms, diseases, and risk factors were collected through standardised quesonnaires. Lung funcon tests were conducted for every one. The criteria of COPD based on the GOLD statement (postbronchodilator FEV1 /FVC< 0.07). In nave highlanders, due to long (chronic) adaptaon, regional morphofunconal changes of the pulmonary vessels develop, which are caused by strengthening of the upper and medial zone of the lungs, increase in the capacity of the capillary channel and the extent of working zones of the air haemac barrier. The following characteriscs are revealed in paents with chronic obstrucve pulmonary diseases (COPD) at high altude: remodeling of pulmonary arteries and arterioles, substanal expressed arterializaons of the finest arterioles by diameter from 30 to 40 microns with simultaneous increase in their quanty, reducon of terminal arteries and arteriole lumens as a result of endothelial and smooth muscle cell proliferaon towards a vessel lumen from the internal elasc membranes, formaon of mulchannel arteries due to endothelial and smooth muscle cell proliferaon with simultaneous growth of collagen and elasc fiber and development of the angiomatosis foci, which represent closely located vessels with different diameter. 1 Results: Results: Prevalence of COPD in the total populaon was 4,76 % (among Buyrats - 3,3 %, Russians - 6,5 %). Prevalence of COPD in the populaon of Buryat women was 1,9%, populaon of Russian women - 3,4%. Prevalence of COPD in the populaon of Buryat men was 5,7%, Russian men -11,9%. Prevalence COPD increased with the age increase such as among Russian men in the age of 30-49 years - frequency COPD has made 3,3 %, Buryats -2,9 %, Russian men in the age of 50-69 years - 20,7 %, Buryats - 10,9 %; among Russian men over 70 years is more than 35 %, Buryats -11,1 %.The mean age of Russian paents with COPD is 62,5 years, Buryats 63,2. morphometrical and methods were electron applied. Conclusion: During rapid ascent to high altude, more than 3000м above sea level, pulmonary edema develops in people who are not adapted to high altude. 117 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS091 PS092 TAKİPNE VE SANTRAL NÖROJENİK HİPERVENTİLASYON KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH) SAPTANAN OLGULARDA PNÖMOKOK AŞISI UYGULAMASI SONRASI KLİNİK BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ UFUK MEMİŞ 1, M. HALE ALPSAN 2, GÜLFER OKUMUŞ 1, ESEN KIYAN 1 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD. 2 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ABD. 1 Amaç: Santral nörojenik hipervenlasyon; takipne ile ortaya çıkan ve akciğer dışı nedenlerle gelişen bir tablodur. Arter kan gazlarında düşük PaCO2, normal veya yüksek PaO2 ve yüksek pH saptanır. Etyolojide santral sinir sistemine spesifik ilaçlar, santral kitleler ve kafa travması veya inme gibi olaylar yer alır. Özellikle nöroloji kliniklerinden nefes darlığı ve takipne ile gönderilen hastalarda ayırıcı tanıda yer almalıdır. Gereç ve Yöntem: Çi görme ve dengesizlik şikayeyle başvuran oral a, genital bölge ülserleri öyküsü bulunan 49 yaşında erkek hasta nörobehçet öntanısıyla nöroloji servisine yarılıyor. Nefes darlığı olan ve taşipne saptanan (SDS:40) hasta göğüs hastalıkları polikliniğinde değerlendiriliyor. Bulgular: Oda havasında arter kan gazında pH:7,63, pO2:117 mmHg, pCO2:13,2 mmHg, HCO3:14,3 mmol/L ve SaO2:%99 tespit edildi. Solunum fonksiyon tesnde FVC:4630 ml (%95), FEV1:2900 ml (74), oran:%63 saptandı. Akciğer grafisi normal ve ekokardiyografi normal olarak değerlendirildi. Akciğer tomografisinde sağ apexte sekel fibrok lezyon dışında patoloji tespit edilmedi. Kraniyal görüntülemesinde beyin sapında çeşitli yerleşimlerde patolojik sinyal değişiklikleri saptanınca öyküsü ile birlikte değerlendirildiğinde ön planda Behçet tutulumu düşünülmüş. Sonuç: Yapılan incelemelerde varolan hipokapni ve hipervenlasyonunu açıklayacak kardiyak, solunumsal veya metabolik neden saptanmayan hastaya santral sinir sistemi tutulumuna sekonder santral nörojenik hipervenlasyon tanısı kondu. Pulse steroid ve ardından idame tedavisi uygulanan hastanın takipne ve hipervenlasyonu gerilerken (SS:21/dk), kontrol arter kan gazında pH:7,50, pO2:113 mmHg, pCO2:18,4 mmHg ve HCO3:16 mmol/L SaO2:%99 saptandı. 118 9 NİSAN 2009 CEYDA ANAR , HÜSEYİN HALİLÇOLAR , SENA YAPICIOĞLU , İPEK ÜNSAL , TUBA ÇINAR İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: KOAH’lı olgularda pnömokok aşısı uygulaması sonrasında klinik bulguların değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Eylül 2006 - Kasım 2007 tarihleri arasında hastanemizde KOAH tanısı almış 69 olgu içerisinden çalışma ve kontrol grupları oluşturuldu. Toplam 31 KOAH’lı olgu çalışma grubu olarak belirlendi ve bu olgulara pnömokok aşısı uygulandı. KOAH’lı ve aşı uygulanmamış 38 olgu da kontrol grubunu oluşturdu. Bir yıl içinde iki aylık periyotlarla izleme alınan olgularda, dispne, balgam miktarı ve/ veya pürülansında arş olması akut atak kriterleri olarak belirlendi. Akut atak kriterleri ile beraber lökositozu,PA akciğer grafisinde infiltrasyonu olan olgular pnömoni olarak değerlendirildi. hastanede kalış süreleri, yoğun bakım desteği görüp görmedikleri ile ilgili veriler standart formlara kaydedildi. Aşılanmış olguların klinik bulguları kontrol grubu ile istasksel olarak karşılaşrıldı Bulgular: Olguların akut atakla başvurduğu ilk ay değerlendirildiğinde, kontrol grubunda çalışma grubuna göre daha erken başvuru yapıldığı saptandı. Pnömokok grubundaki olgularda, ilk bir yıllık izlemde akut atakla başvuru sayısının kontrol grubundakilere göre istasksel olarak anlamlı derecede daha az olduğu saptandı. Kontrol grubundaki ağır ve çok ağır derecede KOAH olgularının çalışma grubundaki aşılı olgulara göre istasksel olarak anlamlı derecede daha çok akut atakla hastaneye başvurdukları bulundu. Çalışma grubundaki aşılı olguların kontrol grubundakilere göre daha az pnömoni geçirdiği, hastanede ve yoğun bakımda istasksel olarak anlamı derecede daha az ya ğı belirlendi. Sonuç: Aşı uygulanımının KOAH gruplarında aşısız olan hastalara göre yararlarının daha belirgin olması nedeniyle özellikle ağır veya çok ağır KOAH’lı hastalarda koruyucu pnömokok aşı uygulamasının önerilmesinin yararlı olabileceği düşünüldü. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS093 ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞININ AKUT ATAK DÖNEMİNDE İNFLAMATUAR BELİRTEÇ OLARAK KULLANILABİLİR Mİ? PS094 BERNA AKINCI ÖZYÜREK , SEVİNÇ SARINÇ ULAŞLI , EYLÜL BOZKURT YILMAZ , GAYE ULUBAY SİGARA İÇENLERİN SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ VE DİFÜZYON KAPASİTESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN ERKEN DÖNEMDE KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞININ TANISINDAKİ ETKİNLİKLERİ BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ANKARA, TÜRKİYE ÜNAL ŞAHİN , ÖNDER ÖZTÜRK , NECLA SONGÜR , AHMET BİRCAN , AHMET AKKAYA Amaç: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE Ortalama trombosit hacmi (MPV) trombosit oluşum hızı ve uyarımını gösteren trombosit fonksiyon göstergelerinden biridir. MPV’nin inflamatuar bağırsak hastalıkları, romatoid artrit ve ankilozan spondilie inflamasyondan ters yönde etkilendiği daha önceki çalışmalarda gösterilmişr. Artmış MPV değerlerinin kardiyovasküler hastalıklar ve stabil kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) ile de ilişkili olduğu bilinmektedir. Ancak KOAH atakta MPV değerleri henüz araşrılmamışr. Bu retrospekf çalışma KOAH atak döneminde MPV ile akut faz belirteçleri ve fonksiyonel parametreler arasındaki ilişkilerin araşrılması amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Hafif düzeyden çok ağır hava yolu kanıklığına kadar değişen düzeyde KOAH olan 47 hasta (Erkek/Kadın:37/10, ortalama yaş:70,6±10 yıl, ortalama FEV1 : %54,5±25) ve kontrol grubu olarak yaşları eşleşrilmiş 20 sağlıklı birey (Erkek/Kadın:15/5, ortalama yaş:68,8±8,9 yıl) çalışmaya dahil edildi. Koroner arter hastalığı, bağ dokusu hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığı olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların stabil dönem ve atak dönemi sırasındaki C-reakf protein (CRP) düzeyleri ve tam kan sayımları karşılaşrıldı. Bulgular: MPV değerleri stabil dönem ve akut atak döneminde sırasıyla 9,3±1,4 ve 8,6±1 fL idi. MPV, KOAH hastalarında atak sırasında, stabil döneme ve sağlıklı kontrol grubuna göre istasksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü (sırasıyla p<0,0001; p=0,012). Atak döneminde nötrofil yüzdesi ve MPV arasında anlamlı ilişki vardı (r=-0,4, p=0,013). Atak döneminde MPV ile FEV1 ve CRP arasında istasksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı. Amaç: Sigara bırakrma polikliniğine başvuran hastaların solunum fonksiyon testleri (SFT) ve difüzyon kapasitesindeki değişikliklerin erken dönemde kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) tanısındaki rolünü araşrmak istedik. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2005-2007 yılları arasında sigara bırakrma polikliniğinimize başvuran, daha önce KOAH tanısı almamış, 10 paket-yıl ve üzeri sigara içme öyküsü olan 68 olgu (yaş ortalaması 42.54±13.74 yıl) alındı. Tüm olguların akciğer fonksiyonları ve difüzyon kapasiteleri ölçüldü. Sigara kullanım durumlarına göre gruplandırılan olgularda; hava yolu obstrüksiyonun araşrılmasında FEV1, FVC, VC, FEV6 kullanıldı. Bulgular: Şikaye olmayan akf sigara içicilerinde, sigara paketyıl ile IC/TLC (0.000) ve %DLCO (p=0.038) arasında ters yönde; IC/TLC ile %DLCO (p=0.000), %FEV6 (p=0.034), %FEV1 (p=0.002) arasında pozif yönde korelasyon saptandı. FEV1/VC küçüktür LLN ile sigara kullanan 23 (%53.5) kişide, FEV1/FEV6 küçüktür %73’de 9 (%20 .9) kişide ve GOLD kriterine göre ise 10 (%23.3) kişide obstrüksiyon saptandı. Sonuç: Erken KOAH tanısını koymada, ülkemiz için standart LNN değerleri belirlenene kadar, FEV1/FEV6 ölçümünün en az FEV1/FVC < %70 kadar etkili olabileceği kanaandeyiz. Sonuç: Sonuçlarımız, KOAH atak döneminde MPV’nin değerlendirilmesinin sistemik inflamasyonu gösterebileceğini düşündürmektedir. Dolayısıyla, MPV,KOAH atakta negaf akut faz reaktanı olarak kullanılabilir. 119 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS095 PS096 GÖĞÜS HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ(GYBU): AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİ(ASY) VE ATRİAL FİBRİLASYON(AF) MEKANİK VENTİLASYON DESTEĞİ GEREKTİREN KOAH ALEVLENMELERİNDE BAKTERİYEL ENFEKSİYONUN DEĞERLENDİRMESİNDE PROKALSİTONİNİN YERİ MERİH KALAMANOĞLU BALCI , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , GÖKAY GÜNGÖR , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , MURAT YALÇINSOY , EYLEM ACARTÜRK , CÜNEYT SALTÜRK , ZUHAL KARAKURT BEGÜM ERGAN ARSAVA , CEMAL KIZILARSLANOĞLU , ARZU TOPELİ TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/ İSTANBUL. Amaç: Çalışmamızda göğüs hastalıkları ile ilgili nedenlerle YBÜ’e alınan hastalarda eşlik eden AF varlığı ve tedavi uygulamaları araşrıldı. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı klinik çalışma. Yer: Yirmi yataklı eğim araşrma hastanesi solunumsal YBU. Ocak-Aralık 2008 arası AF olan hastalar. Çalışmada olguların demografik özellikleri, giriş APACHE II değeri, akut solunum yetmezliği (ASY) nedenleri, girişte AF varlığı, medikal kardioversiyon (MK) yapılan AF olguları, invaziv mekanik venlasyon (İMV) durumu, süresi, YBU yaş günü, mortaliteleri kayıt edildi. AF si olan ve MK yapılan AF olgularının mortaliteleri genel YBU ile karşılaşrıldı. Bulgular: Çalışma döneminde 634 hasta YBU ye kabul edildi, 55 (%9) olguda AF bulundu,olguların 22’si erkek, 33’ ü kadın, ortalama yaşları 70 (44-87) idi. Giriş APACHE II ortalama: 22 (9-39) beklenen mortalite %38 idi. ASY nedenleri: enfekte KOAH 8, restrikf akciğer hastalığı 5, Korpulmonale 20, emboli DVT-KOAH 8, SVO ve pnömoni 6, hipoksemik akciğer parankim hastalığı 8 olgu idi.İMV 20 (%36) olguda, ortalama YBU kalış süreleri 11gün (1-48), bu olguların 21’ine (% 38) MK uygulandı. Olguların 11’i (%52) sinüs ritmine döndü.Olguların 15 (%27) eksitus oldu. AF’de MK gereksinimi olan ve olmayan hastaların demografik özellikleri, ASY nedenleri, IMV ve YBU süreleri ve mortalite değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı. YBU genel mortalite %14.9 ile AF’li olgulardan belirgin düşük ancak YBU kalış günü 9.9 gün ile farklı değildi.. Sonuç: Çalışmamızda AF varlığında mortalite yaklaşık iki kat daha yüksek olmakla birlikte YBU kalış süresini uzatmadığı, akut AF’de MK ile olguların yarısında düzelme sağlandığı, göğüs hastalıkları YBU’lerde kardiak akut sorunların nadir olmadığını söyleyebiliriz. 120 9 NİSAN 2009 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, ANKARA Amaç: Mekanik venlasyon (MV) desteği gerekren KOAH alevlenmelerinde genellikle bakteriyel enfeksiyon varlığı ekarte edilemediğinden anbiyok tedavisi başlanmaktadır. Son zamanlarda solunum yolu enfeksiyonlarında bakteriyel enfeksiyonun varlığını değerlendirmek ve anbiyok tedavisine karar vermek amacı ile serum prokalsitonin (PCT) düzeylerinin kullanılması gündeme gelmişr. Bu çalışmada yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yaş ve MV desteği gerekren KOAH alevlenmelerinde bakteriyel enfeksiyonun varlığını göstermede PCT’nin rolü değerlendirilmişr. Gereç ve Yöntem: Mayıs 2006-Haziran 2008 arasında Haceepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları YBÜ’ye KOAH alevlenme nedeni ile kabul edilen hastalar çalışmaya dahil edilmişr. Hastalar solunum yolu mikrobiyolojik değerlendirmesindeki kültür üremelerine göre iki gruba ayrılarak değerlendirilmişr. Gruplar arası farklar Mann-Whitney U ve ki kare testleri kullanılarak değerlendirilmişr. Bulgular: Çalışmaya 40 hasta dahil edilmişr. Her iki hasta grubu arasında YBÜ ve hastane mortalitesi, MV süresi, YBÜ yaş süresi açısından fark saptanmaz iken, kültür pozifliği olan hastalarda PCT düzeyi, invaziv mekanik venlasyon ihyacı ve hastane yaş süresinin artmış olduğu gözlenmişr (Tablo). Tablo. Kültür pozifliğine göre hasta grupları ve özellikleri Kültür (+) n=16 Kültür (-) n=24 Erkek cinsiyeta 8 (50) 13 (54.2) Yaşb 73.0 (65.576.8) 72.5 (66.3-78.8) APACHE IIb 20 (16 - 23) 20.5 (16.3 – 22.0) İMV ihyacıa * 15 (93.8) 13 (54.2) MV süresi, günb 9.5(2.5 – 27.8) 4 (3.0 – 8.5) PCT, ng/mLb * 0.51 (0.22-3.31) 0.19 (0.07-0.42) YBÜ yaş süresi, günb 12.8 (6.3 - 25.5) 7.6 (4.2 - 12.1) Hastane yaş süresi, gün b * 23.7 (12.6 – 40.8) 12.8 (8.8 – 23.3) YBÜ mortalitesia 3 (18.8) 3 (12.5) Hastane mortalitesia 3 (18.8) 5 (20.8) a n (%), b ortanca (çeyrekler arası aralık), * p<0.05 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: MV desteği gerekren KOAH alevlenmelerinde bakteriyel enfeksiyonun varlığı gösterilmeden genellikle anbiyok tedavisi başlanmaktadır ancak bu durum gereksiz anbiyok kullanım oranlarını ve nozokomiyal pnömoni riskini ar rmakta, direnç gelişimine neden olmaktadır. Bu çalışmada kültür pozifliği olan hastalarda giriş sırasındaki PCT düzeyinin bakteri üremesi olmayan hasta grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğunun gösterilmesi, MV desteği gerekren KOAH alevlenmelerinde PCT’nin olası bakteriyel bir enfeksiyon varlığını göstermesi nedeni ile anbiyok başlanması kararında klinisyene yardımcı ek bir parametre olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Verilerimizden ilk kızarıklık bulgusunun yaklaşık 9 günde olduğu hastaya zor pozisyon verilmesi ve YBU de uzun süre kalışın bası yaralarını ar rdığı tespit edildi. PS098 YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE UYGUN ANTİBİYOTİK SEÇİMİNİN ÖNEMİ ASLIHAN YALÇIN , ELİF ŞEN , SERHAT EROL , AYDIN ÇİLEDAĞ , BANU GULBAY , ZEYNEP PINAR ÖNEN , AKIN KAYA PS097 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ: BASI YARASI Amaç: DÖNDÜYE ÖZGÜL , RAZİYE NAZLI , SİBEL YIDIRIM , MURAT ÇİMEN , ZUHURİ AĞA , ZUHAL KARAKURT Yoğun bakım ünitesinde(YBÜ) dirençli mikroorganizma gelişiminden sorumlu anbiyok protokollerini belirlemek. TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/ İSTANBUL. Amaç: Solunumsal nedenlerle yoğun bakım ünitesine (YBU) alınan hastalarda bası yarası gelişimini araşrmak. Gereç ve Yöntem: Retrospekf tanımlayıcı çalışma. Yirmi yataklı YBU’de Ocak –Aralık 2008 de yarılan hastalar arasından bası yarası (kızarıklık, bül,sore) olanlar çalışmaya alındı. Hastaların demografik özelliklileri giriş APACHE II, GKS, beden kitle indeksi (BKI), serum albumin, giriş ve çıkış üre, kreanin değerleri; diyabet varlığı ve dopamin kullanımı, YBU gün, mortaliteleri kayıt edildi. Pozisyon verilmede kolay, zor ve toraks tüplü, mobil ve mobil olmayan hastalar kayıt edildi.Bası yaralarının tespit günü ve yeri sakrum, kalça, topuk yerleri olarak belirlendi. Bulgular: Çalışma döneminde 634 hastanın 76 (42 erkek) sında bası yarası gözlendi. Olguların ortalama yaşları 64 (2290), APACHE II 23 (10-45) GKS 11 (2-15), BKI 27 (13-50), YBU kalış günü 22 (3-104) idi.Mobil olmayan 65 (%85), zor pozisyon verilen 34 (%45 ), toraks tüpleri olan 3 (%4) hasta vardı. Bası yarasında kızarıklık 70 (%92), bül 1(%1), yara 5 (%6) hastada, yara yeri sakrumda %63, çoklu yara %17, kalça ve sakrumda %9, topuk %5, sırt %5 idi. Yara tespit günü 9 (2-42) idi ancak, çoklu bası yarası saptanması ortalama 15. gün ile diğerlerinden anlamlı uzun idi (p<0.0001). Diyabet %36, dopamin kullanımı %47 idi ve biyokimya değerleri ile birlikte bası yarası oluşumunda etkisi bulunmadı. İmmobil ve toraks tüpü olan hastaların çoklu bası yarası daha fazla idi. Gereç ve Yöntem: 2005-2007 yılları arasında YBÜ’nde takip edilen hastaların yaş endikasyonları, enfeksiyon varlığı, kültür ve anbiyogram duyarlılık sonuçları, kullanılan anbiyokler, YBÜ’nde kalış süresi değerlendirildi. Bulgular: 146 KOAH, 38 akciğer kanseri, 24 bronşektazi, 13 obezite hipovenlasyon, 10 İPF, 9 akut PTE, 7 kifoskolyoz tanıları ile takipte olan 247 hastadan, 107(%43.3) p I solunum yetmezliği, 94(%38.4) p II solunum yetmezliği, 30(%12) solunum arres, 6(%2.4) kardiyak arrest, 4(%1.5)akut koroner sendrom, 3(%1.2)akut SVO, 2 (%0.8)ölümcül aritmi atağı, 1’i(%0.4)gastrointesnal kanama nedeni ile yoğun bakım ünitesine alınmış. 102 (%41.3) hasta toplum kökenli, 30’u(%12.1) hastane kökenli pnömoni tanısı ile anbiyok kullanmaktaydı(%33 florokinolon, % 25 3. kuşak sefalosporin-makrolid, %20 3. kuşak sefalosporin, %10 betalaktamaz dirençli penisilin, %10 2. kuşak sefalosporin, %2 2. kuşak sefalosporinmakrolid). 44 hastanın balgamında ( P. Aeruginosa %20 .9, S.pneumonia %14, E.coli %14, C. Pneumonia %11.6 MRSA %9.3, H.İnfluenza %7, A. baumani %4.7, M. Catarhalis %4.7, Enterobacter %4.6, Corynebacterium %2.7), 36 hastanın trakeal aspiranda (MRSA %24.3, P. Aeruginosa %18.9, A. Baumani % 16.2, C. Pneumonia %8.1, S. Maltophilia %2.7) üreme saptandı. Anbiyok duyarlılık testleri sonucu 14(%5.7) sefuroksim, 11(%4.5) amikasin, 8(%3.2) siprofloksasin, 5 meropenem (%2), 4(%1.6) piperasilin tazobaktam, 3 (%1.2) vankomisin, 2(%0.8) sefaperazon, 1(%0.4) imipenem direnci saptandı. Klaritromisin, teikoplanin ve kolisn direncine rastlanmadı. Anbiyok değişikliği yapılan 51 hastanın yoğun bakım ünitesinde kalış süresinin uzadığı saptandı( p=0.013). 121 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: YBÜ’de anbiyoklere dirençli etkenlerin neden olduğu enfeksiyonlar, sadece morbidite ve mortalite arşı değil ayrıca hastanede yaş süresinde uzama ve maliyet arşına neden olmaktadır. KOAH olgularımızda girişte pnömoni varlığının IMV ve YBU kalış süresini ve mortaliteyi ar rmadığı gözlemlenmişr. PS100 PS099 YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNE(YBÜ) AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİ(ASY) İLE KABUL EDİLEN KOAH OLGULARINDA EŞLİK EDEN PNÖMONİLER GÖKAY GÜNGÖR , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , EYLEM ACARTÜRK , YELDA BAŞBUĞ , CÜNEYT SALTÜRK , MURAT YALÇINSOY , ZUHAL KARAKURT TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/ İSTANBUL. YOĞUN BAKIMDA TAKİP EDİLEN POST-KARDİAK ARREST HASTALAR: NE KADAR BAŞARILIYIZ? ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , GÖKAY GÜNGÖR , ZUHAL KARAKURT , MERİH KALAMANOĞLU BALCI , CÜNEYT SALTÜRK , ÖZKAN DEVRAN , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , AYŞEM AŞKIM ÖZTİN GÜVEN TCSB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ, MALTEPE/ İSTANBUL. Amaç: Amaç: 122 YBÜ’de ASY nedeni ile yarılan pnömonili KOAH olgularını değerlendirmek Solunumsal yoğun bakım ünitesine (SYBÜ) kardiopulmoner resusitasyon (KPR) yapılarak alınan hastaları değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: İleriye dönük tanımlayıcı kohort çalışma. Eğim araşrma hastanesinde yirmi yataklı göğüs hastalıkları YBÜ’de Ocak – Aralık 2008 döneminde ASY nedeni ile yatan KOAH’lı olgular çalışmaya alındı. Eşlik eden pnömonisi olan ve (Grup 1 n=30) diğer olgular (Grup 2, n=143) olarak gruplandırıldı..Grupların demografik özellikleri, APACHE II skorları,BKI, eşlik eden hastalıklar,steroid kullanımı, lökosit, CRP değerleri, IMV ve NIMV gereksinimleri ve süreleri,YBÜ kalış süreleri ve mortaliteleri,VİP varlığı ile karşılaşrıldı. Tanımlayıcı retrospekf çalışma. Ocak-Aralık 2008 dönemi. Yer: 20 yataklı SYBÜ.Hastalar: SYBU’ de ve dışında başarılı KPR sonrası entübe edilip SYBU ye kabul edilen hastalar. Olguların demografik özellikleri, arrest nedeni, yeri, resisütasyon süresi, ritmi, arrest sonrası hipoksik ensefalopa varlığı, APACHE II skoru, SYBÜ kalış günü, invaziv mekanik venlasyon (IMV) süresi, trakeostomi ve perkutan endoskopik gastrostomi (PEG) gereksinimi, çoklu organ yetmezliği (ÇOY) gelişimi ve mortaliteleri değerlendirildi. Bulgular: Bulgular: Çalışma periodunda 634 olgunun 173’ü KOAH+ASY nedeniyle yarıldı. Grup 1(%17) ve Grup 2(%83) olguları arasında demografik özellikler, APACHE II skoru,BMI eşlik eden hastalıklar,steroid kullanımı açısından fark saptanmadı, lökosit ve CRP değerleri Grup 1’te daha yüksek bulundu (p<0.05). Grup 1’de 11 olgu (%36) Grup 2’de ise 34 olgu (%23.7) entübe edildi. Grup 1’de olguların 10 idi (p±8 gün iken Grup 2’de 8±IMV süresi 5>0.05). Grup 1’deki 27 5 gün NIMV uygulandı. Grup 1’deki±3 gün Grup 2’de 118 olguya 8±olguya 5 8 gün (p±7 gün Grup 2’de 9 ±olguların YBÜ kalış süresi 7>0.05)idi. Grup 1’de 2 olgu (%6.6) grup 2’de 12 olgu(%8.3) eksitus oldu. Entübe edilen 45(%26) olgunun 8’de (%17.7) VIP gelişirken Grup 1’de 1 olguda(%3.3) 2’de ise 7 olguda (%4.8) VIP saptandı. Dönemde 634 hastanın 26(19 erkek) hasta çalışmaya alındı. Yaş ortalaması 62±18 (13-81) idi. Arrest nedenleri: akut solunum yetmezliği (n=20,%77), pnömoni (n=4,%15.3), suda boğulma (n=1), serebrovasküler hastalık (n=1) idi. Arrest yeri: dış merkez (11), servis (7), SYBÜ (6), acil servis (1), ev (1) idi. Arrest süresi 6(%23) olguda bilinmezken, 20 olguda arrest süresi 10.5±6.8(230) dakika idi. Arrest ritmi:asistoli (n=10,%38.5), asistoli/ ventriküler fibrillasyon (n=4,%15.4) iken, 12(%46.1) olguda bildirilmemiş. SYBÜ giriş APACHE II ortalama 28.4 ±7.5, ortalama IMV günü 9.2 ±7.9, SYBÜ kalış günü 15.8 ±11.3 idi. ÇOY olan 16 (%61.5) hastanın 13’ü(%50) eksitus oldu. Hipoksik ensefalopa 14 (%53.8) hastada gözlendi, bakım için 8 (%31) olguya trakeostomi; 3(%12) olguya PEG açıldı.SYBU’deki genel kalış gün 9.9 ve mortalite 14.9 idi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Başarılı KPR’de YBU’de uzun kalış, yüksek maliyet ve mortalite mevcuur. Trakeostomi ve PEG beslenmeye bağımlı hastanın ve ailenin yaşam kalitesi bozulmaktadır. Arrest önleyici ve KPR eğim programlarının ar rılması önerilir. NIMV ASY’nde seçilmiş hastalarda serviste başarılı bir şekilde uygulanabilir. NIMV sonrası oksijenizasyonda düzelme olmaması, hastanın NIMV’a uyumunun kötü olması, tedavi sırasında komplikasyon gelişimi, ek hastalık varlığı ve bronşektazi tedavi başarısızlığı ile ilişkili faktörlerdir. PS101 PS102 AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİNDE SERVİSTE NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON UYGULAMASI NONİNVASİV MEKANİK VENTİLASYON YAĞ EMBOLİSİ SENDROMU TEDAVİSİNDE ETKİLİMİDİR? AYDIN ÇİLEDAĞ , AKIN KAYA , BUKET BAŞA AKDOĞAN , PINAR AKIN KABALAK , ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , BANU GÜLBAY HAKAN BÜYÜKOĞLAN , NURİ TUTAR , FATMA SEMA OYMAK , İNCİ GÜLMEZ , RAMAZAN DEMİR ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİMDALI Amaç: Amaç: Akut solunum yetmezliği (ASY)’inde serviste noninvaziv mekanik venlasyon (NIMV) uygulamasının etkinliğini ve başarısı ile ilişkili faktörleri saptamakr. Yağ embolisi Sendromu (YES) değişik sebeplere bağlı olarak oluşabilir. YES’ unun oluş mekanizması tam olarak bilinmese de, kemik kırıklarından veya diğer kaynaklardan kopan yağ veya yağ asitlerinin intravazasyonu YES’ in ana sebebidir. İnsidansı retrospekf verilerde %1 den daha az, prospekf çalışmalarda %11-%29 dur. YES kemik kırıklarının ciddi komplikasyonudur ve mortalite oranı % 36 civarındadır. YES li olguların %10 ile %44 ‘ün de mekanik venlasyon ihyacı ortaya çıkar. Gereç ve Yöntem: ASY nedeniyle serviste NIMV uygulanan 30 hasta prospekf olarak değerlendirildi. NIMV, hastanın yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’ne yaş ihyacı gelişmemesi ve hastaneden taburcu olması durumunda başarılı (grup1), YBÜ’e yaş ihyacı gelişmesi durumunda ise başarısız (grup2) olarak kabul edildi. Bulgular: ASY, 17 hastada KOAH akut atağı, 13 hastada diğer nedenlere bağlıydı. NIMV, 22 hastada başarılı, 8 hastada başarısız olarak saptandı. Tedavi öncesi pH grup1’de 7.321, grup2’de 7.324, PaCO2 grup1’de 63.68 mmHg, grup2’de 67.22 mmHg idi. İki grup arasında NIMV öncesi, NIMV’un birinci, üçüncü ve 24. saatlerinde pH ve PaCO2 açısından anlamlı fark yoktu. Tedavi öncesi PaO2/FiO2 açısından gruplar arasında fark yokken, tedavinin birinci, üçüncü ve 24. saatlerinde PaO2/FiO2 grup1’de anlamlı olarak daha yüksek bulundu. NIMV tedavisine daha iyi uyum gösteren hastalarda başarı oranı anlamlı olarak daha yüksek saptandı. Tedavi sırasında komplikasyon gelişimi başarısız grupta anlamlı olarak daha yüksek bulundu ve pnömoni en sık görülen komplikasyondu. Ek hastalık varlığı grup2’de anlamlı olarak daha yüksek saptandı ve bronşektazi varlığı durumunda NIMV başarı oranının daha düşük olduğu bulundu. Gereç ve Yöntem: 2003 ile 2008 arasında 9 (6 erkek, 3 kadın) YES tanısı alan hasta tespit edildi. Hastaların tanısı klinik ve radyolojik bulgulara göre kondu. Bulgular: Tüm olgularda akciğer tutulumu, hipoksemi ve peteşi vardı. Bir vakada serebral tutulum gözlendi. YES üç olguda travma sonrası, al olguda uzun kemik kırığı operasyonu sonrasında ortaya çıkmış. Al hasta NIMV ile üç hastada invaziv MM ile takip edildi. Mekanik venlasyon uygulanan iki hasta öldü. Sonuç: NIMV solunum sistemi yetmezliğini ve hipoksemiyi düzeltmede kullanılabilir. NIMV, YES ‘ li hastalarda invaziv mekanik venlasyon ihyacını azaltabilir. 123 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS103 YOĞUN BAKIM İNFEKSİYONLARINDAN KORUNMA YÖNTEMLERİ VE YAKLAŞIMLARI AÇISINDAN HASTANEMİZ YOĞUN BAKIM BİRİMLERİNİN YAKLAŞIMLARI FUNDA ULUORMAN 1, ADİL HAKYOL 2, CAN SEVİNÇ 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DOKU EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 3. SINIF ÖĞRENCİSİ (ÖÇM) 1 Amaç: Yoğun bakım infeksiyonları hastane ortamında sık karşılaşılan önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu nedenle yoğun bakım ünitelerinde alınacak infeksiyon kontrol önlemleri önem kazanmaktadır. Bu araşrmada, hastanemiz yoğun bakımlarındaki hasta ve sağlık personeli durumu, fiziksel koşullar ve infeksiyon korunma yöntemleri ile ilişkili standart uygulamalar belirlenmeye çalışıldı. Gereç ve Yöntem: Bu amaçla; anestezi, dahili bilimler, beyin cerrahisi, koroner, pediatri ve prematüre yoğun bakımı içeren toplam al yoğun bakım birimi ziyaret edildi. Var olan durum ve korunma yöntemlerine ilişkin veri toplamaya yönelik bir anket formu hazırlandı. Daha sonra bu anket, yoğun bakımlar tek tek ziyaret edilip, yetkililerle yüz yüze görüşülerek uygulandı. Kesitsel olarak yapılan bu araşrma üç aylık süre içinde tamamlandı. 9 NİSAN 2009 yoğun bakımda yedi gün, bir yoğun bakımda on gün, diğer üç yoğun bakımda ise gözle görülür kirlenme olmadıkça değişrme yapılmadığı saptandı. Santral kataterlerin değişrilme sıklığı 14.1 gün idi. Yirmibeş olgu (%71.4) geniş spektrumlu anbiyok kullanmakta idi. Sonuç: Yoğun bakım birimlerimizde yapğımız araşrmada, tümünde etkin olarak el yıkamaya önem verildiği ve uygun klimazasyon ortamı sağlandığı gözlenirken, maske, galoş ve forma giyinme konularında yeterli standardizasyon olmadığı görüldü. Farklı aspirasyon sistemlerinin kullanıldığı dikka çek. Sonuç olarak, yoğun bakımlarda infeksiyon kontrol ve koruma önlemleri konusunda gerekli duyarlılık ve zliğin gösterilmesi gerekğini, bu konuda özellikle hastane yönemleri ve hastane infeksiyon kontrol komiteleri tarandan bilimsel temele dayanan standart düzenlemelerin yapılmasının yararlı ve uygun olacağını düşünmekteyiz. PS104 TOPLUM KÖKENLİ VE HASTANE KÖKENLİ SEPSİSE BAĞLI OLARAK GELİŞEN AKUT BÖBREK HASARI FARKLI ÖZELLİKLER TAŞIR MI? GÜL GÜRSEL , MÜGE AYDOĞDU , SERPİL YENİ AKTEN , GÜLÇİN TEKŞUT , SEÇİL TAŞYÜREK GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ Amaç: Bulgular: Yoğun bakım ünitelerinin toplam yatak sayısının 50 olduğu, ziyaret edildiklerinde bu yatakların 35’inin dolu olduğu belirlendi. Toplam 13 doktor, 14 hemşire, 14 personel görev yapmaktaydı. Erişkin yoğun bakımlarında yatmakta olan hastaların yaş ortalaması 55.2 ve ortalama yaş süresi 21.8 gün (4.3-52.4) idi. Hiç birinde kep ve maske takma zorunluluğu olmayıp, sadece birisinde girişte galoş giymenin zorunlu olduğu, hepsinde el yıkamada sıvı sabun kullanıldığı ve merkezi sistemle havalandırılıp klimaze edildikleri saptandı. Sadece prematüre YB’da entübe hastalara “sürekli subglok sekresyon aspirasyonu” uygulanırken, iki YB biriminde “kapalı aspirasyon sistemi” kullanılmaktaydı. Aspirasyon işlemi sırasında 3 yoğun bakımda steril, 3 yoğun bakımda ise non-steril eldiven kullanıldığı gözlendi. Mekanik venlatör hortum devrelerinin değişrilme süreleri; iki 124 Yoğun bakım ünitelerinde takip edilen hastalarda sepsis ve sepk şok akut böbrek hasarı (ABH) gelişiminin en önemli nedenlerindendir ve akut böbrek yetmezliği (ABY) hastalarının >% 50’sinin nedenini oluştururlar. Mortalite sepsisin ağırlığına bağlı olarak %21 ila %57 arasında değişir. Bu çalışmanın amacı toplum kaynaklı ve hastane kaynaklı sepsiste gelişen ABH’nın seyrindeki ve prognozundaki farklılıkları değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: Sepsise bağlı ABH gelişen hastalar çalışmaya dahil edildi. ABH’yı tanımlamak amacıyla RIFLE kriterleri kullanıldı. Çalışmada hastaların klinik ve laboratuar özellikleri student’s t- test ve ki-kare testleri ile karşılaşrıldı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Toplam 41 hasta çalışmaya alındı; bunlardan 24’ünde toplum kökenli sepsise bağlı ABH mevcuu. Hastaların %90’ı mekanik venlatörde takip edildi. Sepsisin en sık nedenleri toplum kökenli ve venlatör ilişkili pnömoniydi. Her iki grup arasında yaş, cinsiyet, yaş APACHE II ve ABH gelişği dönemde hesaplanan SOFA skorları açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Hastane kaynaklı sepk ABH’nın toplum kökenli sepk ABH’aya göre daha geç dönemde gelişği saptandı (sepsisin 10.günü ve 3. günü, p=0.004). Hastane kaynaklı ABH’da daha fazla oligüri (%73’e karşılık %35,p=0.020), bakteriyemi (%47’e karşılık %4, p=0.001), nefrotoksik anbiyok kullanımı (%59’a karşılık %21, p=0.013) mevcuu ve bu hastalar daha sıklıkla ABY’ne ilerlediler (%63’e karşılık %18, p=0.005). Toplum kökenli sepk ABH’nin daha sık (%74’e karşılık %41, p=0.37) ve daha hızlı (7 güne karşılık 12 gün, p=0.44) normale döndüğü belirlendi. Hastane kökenli ABH olanlarda toplum kökenli ile karşılaşrıldığında ortalama kan basıncı ve ScvO2% daha düşük bulundu ve daha fazla steroid ve vazopressör tedavisi gerekği saptandı (p<0.05). Mekanik venlasyon süresi ve mortalite süresi benzer olmakla birlikte hospitalizasyon süresi hastane kökenli ABH olanlarda daha uzun bulundu(32 güne karşılık 18 gün, p=0.045). Sonuç: Bu bulgular göstermişr ki hastane kökenli ABH toplum kökenli ile karşılaşrıldığında daha kötü klinik ve prognoza sahipr. Dolayısıyla hastane kökenli ABH gelişimini önlemek ve tedavi etmek amacıyla daha ileri çalışmalara ihyaç vardır. PS105 BU OLGULARDA NONİNVASİV MEKANİK VENTİLASYONU ÖNERİR MİSİNİZ? AYŞE YILMAZ , SİBEL ŞAHBAZ , HANDAN İNÖNÜ , SERHAT ÇELİKEL , HASİBE YEMENİCİ , FADİME DURAN YÜCESOY , ZEHRA SEYFİKLİ GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ARAŞTIRMA VE UYGULAMA HASTANESİ Amaç: Noninvasiv mekanik venlasyon (NIMV), ülkemizde uygun vakalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Sunulan üç olgu ile NIMV uygulamasının uygun olup olmadığını tarşılacağız. Gereç ve Yöntem: OLGU 1: KOAH, kor pulmonale ve hiperkapnik solunum yetmezliği olan 55 yaşında bayan hasta. Büllöz akciğeri ve pnömotoraks öyküsü var. Enfeksiyon bulgusu yok ve düzenli bronkodilatatör tedavi almıyor. Nazal oksijen kullanırken arter kan gazında (AKG) pH: 7.33, pO2: 72 9 NİSAN 2009 mmHg, pCO2: 80 mmHg, HCO3:38, satO2: %94’dü. Medikal tedavi sonrası takip arter kan gazında pH:7.47 pCO2:62 mmHg idi. Bu hastada eski pnömotoraks öyküsü ve büllöz amfizem nedeni ile NIMV uygulanmadı. OLGU 2: 53 yaşında obez kadın. Uyku apne sendromu var ve BİPAP ile tedavi ediliyor. BIPAP basınçları 12/5 cmH20. Toraks BT’sinde mulple hava kistleri izlendi. Bu hastada NIMV tedavine devam edildi. OLGU 3: 52 yaşında, akciğer kanseri ve KOAH’ı olan erkek hasta. Vena cava süperior sendromu’na (VCSS) ait bulguları ve solunum yetmezliği saptandı. AKG’da solunumsal asidozu, hipoksemisi (pO2: 30 mmHg) ve hiperkapnisi (pCO2: 80 mmHg) izlendi. Bu hastada VCSS’a rağmen NIMV uygulandı ve klinik düzelme sağlandı. Bulgular: Şekil Sonuç: İlk iki olguda pnömotoraks riski, üçüncü olguda artan intratorasik basınç nedeni ile NIMV uygulamalarının değerlendirilmesi amacı ile bu olgular sunulmuştur. PS106 KRONİK SOLUNUM YETMEZLİĞİ OLAN KİFOSKOLYOZ HASTALARINDA ALTI DAKİKA YÜRÜME MESAFESİ ZUHAL KARAKURT , AYŞEM ÖZTİN GÜVEN , GÖKAY GÜNGÖR , ÖZLEM YAZICIOĞLU MOÇİN , HİLAL ALTINÖZ , EYLEM ACARTÜRK , TÜLAY YARKIN , REHA BARAN SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Kronik solunum yetmezliği ( KSY) olan kifoskolyozlu hastalarda 6 DYT mesafesinin yaş, cinsiyet, BMI, AKG, pulmoner fonksiyon ve EKO değerleri ile karşılaşrılması. Gereç ve Yöntem: Prospekf klinik çalışma. YBU polikliniğinde takip edilen evde NIMV endikasyonu olan kronik solunum yetmezlikli kifoskolyoz olguları çalışmaya alındı. Hastalar telefon ile evlerinden aranarak çağırıldı.Demografik özellikleri dosyalarından kayıt edildi, transtorasik EKO, 6 DYT, SFT, AKG, HRCT yapıldı. 6DYT değerleri diğer veriler ile karşılaşrıldı. Bulgular: Çalışmaya 34 hasta alındı. Çalışmayı 25 (17 erkek) olgu tamamladı. Olguların 6DYT mesafesi ortalaması 275 m idi. Bu mesafeden çok yürüyen grubun genç, erkek, yüksek nabızda ve daha desatüre olduğu bulundu. Olguların 6 sında (%24) EKO da PABs >40 mmHg ölçüldü. Bu olgular diğer olgulara göre hipoksi yönünden farklı değildi. 125 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Sonuç olarak, kronik solunum yetmezliği olan kifoskolyozlu hastaların yürüme mesafeleri genç yaş ve erkeklerde daha fazladır.Fazla yürüyenlerin desature ve taşikardik olması kendilerini zorladığı ve dispne algılamasında yanılsama olduğu kanaa uyandırmışr. Kifoskolyoz olgularında PAH gelişiminde hipoksemi dışı eyolojilerin varlığı aklımıza gelmelidir. 9 NİSAN 2009 9(%75) (p:1.00) olarak değerlendirildi. En sık YBU yaş endikasyonu pnömoni idi (%48) idi. Entübe edilen 13 akciğer kanser olgusundan sadece biri (%7.6) başarılı şekilde ekstübe edilirken, diğer grupta bu oran %10(1/10) idi. SOFA skoru ile sağkalım arasında (p: 0.008) anlamlı ilişki saptanırken YBU’de kalış süresi ile sağkalım arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p: 0.558). Her iki grubun SOFA skorları, IMV ihyacı, YBU kalış süreleri ve mortalite oranları arasında ise anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: PS107 SOLUNUMSAL YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE İZLENEN KANSER OLGULARININ RETROSPEKTİF ANALİZİ MELTEM TOR , MURAT ALTUNTAŞ , OLGUN KESKİN , AYŞEGÜL TOMRUK , FİGEN ATALAY ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ZONGULDAK Amaç: Akciğer kanseri dahil tüm kanser olgularının yoğun bakımda izleme ve entübasyon kriterleri ile ilgili olarak literatürde bir konsensus yoktur. Bu çalışmamızda malign hastaların merkezimizde yoğun bakımda izlenme süreçlerini ve sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Malign hastalarda YBU mortalitesi oldukça yüksek (%75) seyretmekte olup özellikle terminal dönemdeki malign hastalarda IMV konusunda daha seçici davranılmalıdır. PS108 7. STUDY OF INFLAMMATORY MARKERS IN CHILDREN WITH MODERATE PERSISTENT BRONCHOIAL ASTHMA BEFORE AND AFTER THERAPY WITH INHALED CORTICOSTEROIDS MOHAMMED RAGAB DEPARTMENT OF PEDİATRİCS, FACULTY OF MEDİCİNEİTY, ALEXANDRİA UNİVERS Aim: Gereç ve Yöntem: Merkezimiz solunumsal yoğun bakım ünitesinde (YBU) Ekim 2007-Aralık 2008 tarihleri arasında izlenen tüm malign hastalar retrospekf olarak değerlendirildi. Olgular akciğer (Grup 1)ve akciğer dışı (Grup 2) maligniteler olarak yaş endikasyonu, SOFA skoru, invazif mekanik venlasyon (IMV) ihyacı, yoğun bakım kalış süreleri ve mortalite açısından değerlendirildi. İstasksel analiz SPSS 11.0 ile yapıldı. Bulgular: Ortalama YBU kalış süresi 17 gün olan 28 olgunun kanser pleri şöyle idi: akciğer (KHDAK) (n:16), meme (n:4), larenks(n:2), mesane(n:1), mezotelyoma(n:1), kaposi sarkomu (n:1), mide(n:1), nazofarenks(n:1), cilt (n:1). Grup 1 (n:16) ve Grup 2(n:12) için yaş ortalaması, erkek/ kadın oranı, sigara öyküsü, SOFA skoru, YBU kalış süresi (gün), IMV ihyacı (%) ve YBU mortalitesi (%) sırası ile 61.25 +/- 10 vs 71.1 +/- 13.9 (p:0.038*), 16/0 vs 5/7 (p: 0.001*), 16(%100) vs 7 (%58) (p: 0.017*), 6.69+/-4.01 vs 8.17+/-2.48 (p: 0.272), 6.44+/-6.39 vs 30.75+/-57.90 (p: 0.106) 13(%81) vs 10(%83) (p:0.892), 12 (%75) vs 126 Is to study some non-invasive inflammatory markers (sputum eosinophils, absolute eosinophilic count AEC, , serum eosinophilic caonic protein ECP, and serum TNF-alpha) in children with moderate persistent bronchial asthma as regards their diagnosc value, response to inhaled corcosteroid therapy and as predictors of asthma excerbaon. Method: Thirty children with moderate persistent bronchial asthma (according to GINA guidelines) were included in this study following certain inclusion and exclusion criteria, with no other organic lung diseases and compared to twenty healthy subjects were included in this study. Three samples of serum and induced sputum ( using hypertonic saline) were collected from each paent and one sample from each control subject. The first sample was taken before start of the inhaled corcosteroid therapy, the second aer 3 months of therapy (aer control of asthma) and the third aer either gradual withdrawal of inhaled steroids ( over 3 months ) or with recurrence of asthma symptoms if it happened earlier. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Results: Bulgular: Bronchial asthma was more common in boys than girls (57%Vs43%). The start of asthma symptoms was more common during the first 5 years of life. Before therapy, the mean concentraon of the four inflammatory markers ( sputum eosinophils, AEC, ECP, and TNF-alpha) in asthmacs were significantly higher compared to the conrol subjects. ( P< 0.001, <0.002, <0.001, and <0.001 respecvely) . Compared to the first sample results, the mean concentraon of the inflammatory markers were significantly lower in the second sample ( aer control) ( P<0.001, <0.007, <0.001, <0.001 respecvely). Wth the recurrence of asthma symptoms, the inflammatory markers showed elevaons in their concentraons with variable responses. Using mulple logesc regression analysis TNF-alpha followed by sputum eosinophilia were more sensive than the other two concerning the clinical utcome. Çalışmaya 80 sağlıklı çocuk alınmışr. Atopik çocukların ortalama eNO düzeyleri, nonatopik olanlara göre anlamlı 3.36 ppb,±3.95 ppb ve 13.48 ±yüksek bulunmuştur (sırasıyla 15.97 p=0.02). Lineer regresyon analizinde, sağlıklı atopik çocuklarda atopi parametrelerinden sadece ödem çapı ile eNO düzeyi arasında anlamlı =0.74, %95 GA: 2.09-4.78, pβilişki gözlenmişr (<0.001). Conclusion: Non invasive inflammatory markers are sensive indicators of bronchial hyperresponsiveness. Inhaled corcosteroids are the cornerstone in suppression of the inflammaon accompanied with asthma manifestaons. TNF-alpha followed by sputum eosinophils are sensive predictors of asthma excerbaon. Sonuç: Sağlıklı çocuklarda atopik duyarlanma eNO düzeyini etkiler. Atopik sağlıklı çocuklarda ortalama ödem çapı, eNO düzeyine etki eden en önemli atopi parametresidir. PS110 STRİDORLU HASTALARDA FLEKSİBL BRONKOSKOPİ BULGULARI FÜSUN ÇAKMAK , ZEYNEP SEDA UYAN , REFİKA ERSU , BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI Amaç: Stridoru olan hastalarda görülen havayolu anomalilerini tespit etmek PS109 Gereç ve Yöntem: SAĞLIKLI ÇOCUKLARDA SOLUK HAVASINDA NİTRİK OKSİT DÜZEYİ VE ATOPİ İLİŞKİSİ ARZU BAKIRTAŞ , MUSTAFA ARGA , İPEK TÜRKTAŞ , GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALLERJİ VE ASTIM BİLİM DALI Amaç: Sinüzit, asm ve allerjik rinit, soluk havası nitrik oksit (eNO) düzeyini etkileyen en önemli hastalıklardır. Ancak herhangi bir hastalığı olmayan, sağlıklı bireylerde, tek başına atopik duyarlanmanın bile eNO düzeyini etkilediği bildirilmektedir. Bu çalışma sağlıklı atopik ve non-atopik çocuklar arasında eNO düzeylerini karşılaşrmak ve atopik duyarlılığı olanlarda eNO düzeyini etkileyen atopi parametrelerini belirlemek amacıyla planlanmışr. Gereç ve Yöntem: Polikliğinimize solunum yolu şikaye dışında başvuran 7-16 yaş arası çocuklar öykü, fizik inceleme ve solunum fonksiyon testleri ile asm ve allerjik rinit açısından değerlendirilerek, sağlıklı olanlar çalışmaya dahil edilmişr. Soluk havasında nitrik oksit online yöntemle Sievers 280i analizörle ölçülmüştür. Atopik duyarlanma deri prik testleri ile belirlenmişr. Sağlıklı atopik çocuklarda, eNO düzeyini etkileyebileceği düşünülen atopi parametreleri (atopik duyarlanma sayısı, çeşidi ve ödem çapı) lineer regresyon analizi ile değerlendirilmişr. 2004-2009 yılları arasında Marmara Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümünde stridor nedeniyle bronkoskopi yapılan hastaların kayıtları incelendi. Bulgular: 129 hastaya (%72 erkek) stridor nedeniyle bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopi yapıldığı andaki yaş ortalaması 6 aydı (0-25 ay). Hastaların %78’inde doğumdan beri stridor mevcut iken %5’inde entübasyon sonrası gelişmiş. Hastaların %80’inde laringomalazi saptandı. Laringomalazisi olan hastaların %32’sinde eşlik eden trakeomalazi, %15’inde diğer hava yolu anomalileri mevcuu. Hastaların %54’ünde sadece stridor mevcutken, %33’ünde hışıl eşlik etmekteydi. Reflü semptomları hastaların %69’unda bulunmaktaydı, %47’sine ÖMD yapılmış ve bunların % 74’ünde reflü tespit edilmiş. Eşlik eden reflü semptomları olan ve olmayanlar stridor süresi açısından karşılaşrıldığında reflü semptomları olanlarda stridor süresi anlamlı olarak uzun bulundu (p=0.003). Hastaların %17’si tedavisiz izlendi, %5’i anreflü tedavi, %16’sı inhale steroid , %46’sı inhale steroid ve anreflü tedavi aldı. Hastaların %14’üne cerrahi uygulandı. Hastaların %24’ünde stridor 6 aylıktan önce, %33’ünde 6 ay ile 1 yaş, %44’sında 1 ile 3 yaş arasında düzeldi. 127 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Stridorlu hastalarda en çok laringomalazi tespit edilmekle birlikte bu hastaların yarısında eşlik eden diğer havayolu anomalileri bulunmaktadır. Ayrıca hastaların yarısında reflü semptomları bulunmakta ve bu hastalarda stridor, reflü olmayanlara göre daha uzun sürmektedir. Eşlik eden anomaliler nedeniyle stridoru olan hastalarda bronkoskopi önemli bir tanı yöntemidir. PS111 KİSTİK FİBROZ’LU HASTALARIMIZIN MİKROBİYOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ PINAR ÜRENDEN , Z. SEDA UYAN , REFİKA HAMUTÇU ERSU , BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI 9 NİSAN 2009 anbiyoklere hassasiyetleri açısından incelendiğinde; bu hastaların %11,8‘inde Karbapenem, %23,5‘inde Aminoglikozid %27,4‘ünde Beta-Laktam ve %11,8‘inde Kinolon grubu anbiyoklere direnç saptanmışr, %64,7’sinde ise hiçbir direnç gösterilmemişr. KF hastalarında Karbapenem/Aminoglikozid/Beta-Laktam/ Kinolon grubu anbiyoklerden en az üçüne dirençli olunduğunda tanımlanan çoklu ilaç direnci hastaların %11,8’inde saptanmışr. %9,8 hastada ise bu dört grubun hepsine dirençli suşlar ürediğinden; tedaviye Polimiksin grubu anbakteriyellerden “Kolisn” eklenmiş ve olumlu sonuç alınmışr. Hastaların uzun dönem takibinde %68,6 hastada Psödomonas’ın tekrarlayan üremeleri bildirilmiş, %31,4 hastada ise yeni üremeler saptanmamış ve mikroorganizmanın eradike edildiği düşünülmüştür. Sonuç: Sonuç olarak; KF’li hastalarda enfeksiyona sebep olan mikroorganizmanın izolasyonu ve direnç paternlerinin belirlenmesi, enfeksiyonun etkin ve kısa sürede tedavisine olanak sağlayacağından tedavide önemli bir yer tutmaktadır. Amaç: Kisk Fibrozis (KF) hastalarında enfeksiyonlar, ilerleyici akciğer hasarında önemli rol oynamakta, kronik ve akut enfeksiyonların tanı ve tedavisi, hastalığın seyrinde önemli yer tutmaktadır. Bu çalışmada; kliniğimizde izlenen KF’li hastaların mikrobiyolojik verilerinin incelenmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: 2000-2008 yılları arasında düzenli takiplere gelen, 3 ayda bir balgam/NFA/BAL kültürleri alınmış olan 111 KF’li hastanın mikrobiyolojik verileri retrospekf olarak incelenmişr. Bulgular: Hastalarımızın kültürlerinde; %27 P aeruginosa (PA), % 19,1 H influenza, %13,8 Mecillin hassas S aureus, %11,6 S pneumonia, %3,5 Mecillin rezistan S aureus, %3,5 Klebsiella spp., %2,9 Candida spp., %2,9 M abcessus, %2,3 S maltophilia, %2,3 Acinetobacter spp., %1,7 E coli, %1,7 A grubu beta hemolik Streptococcus , %1,7 Enterobacter spp., nadir olarak da B cepacia (n=2), S marcescens (n=2), E faecium (n=1), M catarrhalis (n=1), Sphyngomonas spp. (n=1), Acromobacter spp. (n=1), Aspergillus spp. (n=1), P mirabilis (n=1) üremeleri saptanmışr. PA üremesi olan hastalar Karbapenem/Aminoglikozid/Beta-Laktam/Kinolon grubu 128 PS112 KLİNİĞİMİZDE İZLENEN KİSTİK FİBROZLU HASTALARIN GENEL ÖZELLİKLERİ ZEYNEP SEDA UYAN , MEHMET TAŞDEMİR , SEDAT ÖKTEM , ELA ERDEM , FAZİLET KARAKOÇ , BÜLENT KARADAĞ , REFİKA ERSU , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI, İSTANBUL Amaç: Kisk fibroz (KF), yüksek mortalite ve morbidite ile karakterize kalıtsal bir hastalıkr. Klinik belir ve bulgular değişkenlik gösterebilir. Bu çalışmada; kliniğimizde izlenen KF’lu hastaların genel özelliklerinin incelenmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: KF tanısı ile izlediğimiz hastaların demografik ve klinik özellikleri, solunum fonksiyonları, mikrobiyolojik bulguları, tedavi yaklaşımları ve sonuçları standart bir soru formu ile retrospekf olarak değerlendirildi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Bulgular: Değerlendirilen 167 hastanın %52’si erkek, ortanca yaşı 6 aydı (IQR: 3 ay – 5 yaş). Hastaların %46’sında akrabalık mevcuu, KF’lu kardeş oranı ise %15 idi. Başvuruda; hastaların %77’sinde tekrarlayan akciğer enfeksiyonu, %51’inde ishal, %6’sında mekonyum ileusu, %31’inde de psödodobarer mevcuu. Hastaların %35’inde P aeruginosa kolonizasyonu saptanırken; %24’ünde H influenza, %17’sinde S aureus, %3’ünde nontüberküloz mikobakteri, %1.5’inde ise B cepacea saptandı. Allerjik bronkopulmoner aspergilloz ise hastaların %3,8’inde tespit edildi. Solunum sistemi tedavisinin bir parçası olarak hastaların tümü fizyoterapi programına alındı. Sekresyonların alımını kolaylaşrabilmek için %94 hastaya inhale bronkodilatör verilirken %30 hastanın tedavisine rhDNase eklendi. P aeruginosa kolonizasyonu olan 22 hastaya inhale anbiyok verildi. Bronşiyal hiperreakvite bulguları olan %64 hastada inhale steroid kullanıldı. Hastaların %2.3’üne akut egzazerbasyon sırasında hastanede, %2.9’una da uzun dönemde evde noninvaziv mekanik venlasyon uygulandı. Pankreak yetersizlik saptanan %79 hastaya pankreak enzim replasmanı verildi. KF’lu hastalarda görülebilen komplikasyonlar açısından; hastaların %11.2’sinde hemopzi, %1.5’inde pnömotoraks, yine % 1.5’inde diabet saptandı. Sonuç: Sonuç olarak, KF değişik klinik formlarda görülmekte olup, erken tanı ve uygun tedavi protokolleriyle düşük morbidite ve mortalite ile izlenebilmektedir. PS113 GECİKMİŞ TANILI ASPİRASYONLARI 1 BRONŞ YABANCI CİSİM hastaların (0-14 yaş) dosyaları retrospekf olarak tarandı. Çalışmaya 1 ay ve daha uzun süreli olarak asm bronşiale ve/veya akciğer enfeksiyonu tanısı ile tedavi edilen 106 hasta dahil edildi. Anamnez, tedaviye cevap, radyolojik bulgular ve fizik muayene bulguları ile ön tanı kondu. Bu hastalara BYC ön tanısı ile RB yapıldı. RB ile atmışal hastanın 46’ sında BYC tespit edildi ve çıkarıldı. Bu 46 hastada; yaş, semptom süresi, yabancı cismin niteliği, bronşial sistemdeki yerleşim yeri, RB sonrası kliniği not edildi. Bulgular: BYC bulunan ve çıkarılan hastaların 21’i kız ve 25’i erkek. Ortalama yaş 32,78 aydı ( 45 gün-10 yaş). Bu hastalardan 30’u akciğer enfeksiyonu, 15’i asm bronşiale ve 1‘i bronşektazi nedeni ile takip alnda idi. Semptom süresi 1 ay ile 4 yıl arasında idi. En çok çıkarılan yabancı cisim ay çekirdeği idi (n:9). En sık çıkarılan lokalizasyon sağ ana bronş idi (n:19). Bir olguya bronşektazi nedeniyle bilobektomi inferior yapıldı. Tüm vakalarda semptomak ve radyolojik iyileşme sağlandı. Sonuç: Anamnez, fizik muayene ve radyolojik olarak şüphe duyulan ve medikal tedaviye dirençli akciğer enfeksiyonu ve asm bronşiale olgularında BYC’ den süphelenilmelidir. Bu olgularda bronkoskopik muayene ve yabancı cisim çıkarılması uygulanmalıdır. PS114 ASTIM BENZERİ HAVA YOLU HASTALIĞI OLAN ATOPİK VE NONATOPİK ÇOCUKLARDA GASTROÖZOFAGEAL REFLÜ HASTALIĞI SIKLIĞI ÖZGE YILMAZ 1, ERHUN KASIRGA 2, ŞEBNEM KADER 1, SENEM ALKAN 1, HASAN YÜKSEL 1 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK ALERJİ BD VE SOLUNUM BİRİMİ 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK GASTROENTEROLOJİ BD 1 1 2 ŞEVVAL EREN , ALPER AVCI , FUAT GÜRKAN , VELAT ŞEN 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKULTESİ GÖĞÜS CERRAHİ KLİNİĞİ 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKULTESİ PEDİATRİ KLİNİĞİ 1 Amaç: Tanı konulamamış ve beklemiş BYC aspirasyonu olan çocuklarda inatçı respiratuar semptomlar oluşmakta, bu hastalar uzun süre akciğer enfeksiyonu ve asm tanıları ile tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Ocak-2000 ile Ocak2009 tarihleri arasında, bir aydan daha uzun süreli olarak respiratuar semptomlar nedeniyle tedavi alan ve BYC ön tanısı ile rijid bronkoskopi (RB) uygulanan pediatrik yaş gurubu hastalarındaki sonuçlarımızı sunmaktayız. Gereç ve Yöntem: Rijid bronkoskopi (RB) yapılan pediatrik yaş gurubu Amaç: Bu çalışmanın amacı asm ve asm benzeri hava yolu hastalığı tanısı ile izlenen atopik ve nonatopik çocuklarda GÖRH sıklığı ve tedavisinin solunum bulgularına etkisinin araşrılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya asm benzeri hava yolu hastalığı tanısı almış ve pH monitorizasyonu uygulanmış 32 nonatopik ve 24 atopik çocuk alındı. 24 saatlik pH monitorizasyonu yapılmadan 6 ay öncesinde ve sonrasındaki dönemde GÖRH ile ilişkili solunum bulguları, asm tedavi gereksinimleri, solunum bulgularında alevlenme ve hastaneye yaş sayıları kaydedildi. 24 saatlik pH monitorizasyon sonuçları ve kullanılan GÖRH tedavileri de kaydedildi. 129 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Atopik ve nonatopik grupların yaş ortalamaları benzerdi (p=0.06). Proksimal GÖRH sıklığı atopik grupta %71.9, nonatopik grupta % 70.8 bulundu (p=0.93 ve p=). Distal GÖRH sıklığı benzerdi (atopik ve nonatopik gruplarda sırasıyla %66.7 ve %68.8, p=0.87). GÖRH tedavisi sonrasında nonatopik grupta tüm klinik parametrelerde iyileşme gözlendi (p≤0.01). Ancak, atopik grupta sadece solunum bulgularında ve hastaneye yaş sayısında iyileşme olduğu görüldü (sırasıyla p=0.002 ve p=0.007). Sonuç: Bu çalışmada nonatopik çocuklardaki GÖRH sıklığının, atopik çocuklar ile benzer olduğu bulunmuştur. Bu sonuç GÖRH gelişiminde asmın rolünü vurgulayabilir. Ayrıca, atopik çocuklarda asm bulguları GÖRH tedavisine yanıt vermezken, nonatopik çocuklarda anlamlı iyileşme görülmüştür. Bu bulgular, GÖRH olanlarda bile atopinin asm kontrolünü belirlemede daha önemli olduğu ve böylece de GÖRH ve asm ilişkisinde asmın başlangıç olay olduğunu düşündürmektedir. PS115 9 NİSAN 2009 Asthma Qujality of Life Quesonnaire), depresyon durumları Çocuk Depresyon Ölçeği ile değerlendirildi. Atakta ve sağlıklı oldukları dönemde çizdikleri resimler anksiyete, agresyon, depresyon, benlik, renk ve otonom bağımlılık yönünden skorlandı. Bulgular: Hastaların PAQLQ alt skorları (semptom, akvite, duygulanım) sağlıklı dönemde ataktakine göre iyileşme gösterdi (p<0.05). Hastaların sağlıklı dönemde çizdikleri resimlerdeki anksiyete skorları ataktaki skorlardan daha düşük bulundu (p<0.05). Diğer resim parametrelerindeki skorlar farklılık göstermedi. PAQLQ ile depresyon skoru ve ortalama resim skoru arasında korelasyon saptanmadı. Sonuç: Sonuçlarımız, asmlı çocuklarda akut asm atağının anksiyete skorları yanında yaşam kailtelerini de olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Asmlı çocukların yapkları resimler onların psikososyal durumlarını yansıtan bir araç olarak kullanılabilir. PS116 ÇOCUKLUK ÇAĞI ASTIMININ PSİKOSOSYAL ETKİLERİNİN RESİMLE DEĞERLENDİRİLMESİ STUDY OF PULMONARY FUNCTION IN EGYPTIAN CHILDREN WITH HOMOZYGOUS BETA THALASSEMIA HASAN YÜKSEL 1, AYHAN SÖĞÜT 1, UFUK SOLAK 2, ÖZGE YILMAZ 1 MOHAMMED RAGAB CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALERJİ BD VE SOLUNUM BİRİMİ 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PEDİATRİ AD FACULTY OF MEDİCİNE, ALEXANDRİA UNİVERSİTY 1 Amaç: Asmın kronik ve yineleyici özelliği asmlı çocuklarda psikososyal bozukluğa neden olabilir. Bu çalışmada, resim aracılığıyla asmlı çocukların psikososyal durumu değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 20 asmlı çocuk alındı. Hastaların 12’si erkek 8’i kız olup, yaş aralığı 7-14 yıl (yaş ortalaması : 9.35±2.13 yıl) idi. Hastalar, akut asm atağında ve ataktan 2 ay sonra yakınmalarının olmadığı dönemde değerlendirildi. Yaşam kaliteleri pediatrik yaşam kalite ölçeği (PAQLQ: Pediatric 130 Aim: Twenty-eight children with homozygous beta-thalassemia who were receiving regular hypertransfusion and desferrioxamine chelaon therapy were included in this study aiming at determinaon of the pulmonary funcon abnormalies in this populaon. Method: Study of pulmonry funcons ( total lung capacity, residual volume, Forced expiratory volume in 1 second, forced vital capacity, Forced expiratory flow, FEV1/FVC rao). TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 Results: Gereç ve Yöntem: Their mean age was 10.9 yr and none had evidence of chronic cardiac or respiratory illness. Hypoxemia was found in 10 paents (35%) with a significant inverse correlaon between oxygen saturaon and both iron overload and desferrioxamine rao (DFO). Reduced TLC was the predominant abnormality, found in 19 of 28 paents (68%). Out of these 19 paents, fourteen (74%) had a moderate (58%) and severe (16%) reducon in TLC. CT scan of the lungs in the 3 paents with severe reducon in TLC did not show any evidence of pulmonary fibrosis. FEV1 and FEF(25-75%) were less than the predicted values in 28% and 14% of our paents respecvely but no paents had pure obstrucve disease as all had reduced TLC while FEV1/FVC rao was normal in all but one paent who had also abnormally high RV/ TLC rao which is indicave of severe mixed restricveobstrucve lung disease. TLC, FVC, FEV1, and FEF(2575%) were inversely correlated with age, iron burden, and DFO rao. The restricve lung disease becomes more severe with increasing the duraon and degree of iron overload. Bu çalışmada, bronşiektazinin uyku kalitesine olan etkileri araşrıldı. Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümünde bronşiektazi tanısıyla izlenen 30 hasta ve 21 sağlıklı çocuk çalışmaya alındı. Tüm hastalara ve konrol grubuna uyku kalitelerini değerlendirmek için “Pisburgh Uyku Kalitesi İndeksi” anke yapıldı. Bu indekse göre global skor > 5 ise uyku kalitesi kötü olarak değerlendirildi. Uyku kalitesi skorunun solunum fonksiyon testleri ve semptomlar ile ilişkilerine bakıldı Conclusion: We conclude that restricve lung disease is the more prevalent abnormality of pulmonary funcons followed by mixed restricve-obstrucve lung disease in smaller number of paents. There is strong evidence that iron plays a central role in the pathogenesis of this disease. The role of DFO therapy in prevenon of pulmonary complicaons associated with TM because of its acon as an iron chelaon therapy should be studied in other clinical studies. PS117 BRONŞİEKTAZİLİ HASTALARDA UYKU KALİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ELA ERDEM 1, EMEL ŞENAY 2, SEDAT ÖKTEM 2, ZEYNEP SEDA UYAN 2, REFİKA ERSU 2, FAZİLET KARAKOÇ 2, BÜLENT KARADAĞ 2, ELİF DAĞLI 2 Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların 14’ü kız, 16’sı erkek olup, yaş ortalaması 12,4±4 yıl idi. Şikayetlerin başlama yaşı 1 ay ile 9 ay arasında değişmekte olup, tanı alma yaş medianı ise 8 yaş olarak tespit edildi. Hastaların %67’sinde bronş hiperreakvitesi, %50’sinde alerjik rinit, %20’sinde egzema ve %13’ün de gastroözafegeal reflü tespit edildi. Pisburgh Uyku Kalitesi İndeksine göre 30 hastanın 7’sinde (%23), çalışma grubundaki 21 çocuğun 3’ünde (%14) uyku kalitesi kötü olarak bulundu. Bronşiektazili hastalarda uyku skoru kontrol grubuna yüksek tespit edilmekle birlikte istasksel olarak anlamlı bulunmadı. Bronşiektazili hastaların solunum fonksiyon testleri ile uyku kalite skorları arasında ilişki yoktu, vücut kitle indeksi ile FEV ve FVC arasında pozif korelasyon tespit edildi. Nefes darlığı semptomu ile global uyku skoru indeksi arasında da istasksel anlamlı kabul edildi. Sonuç: Bronşiektazili hastalarda uyku problemleri göz ardı edilmektedir. Bu hastaların run takibinde uyku kalitesi açısından değerlendirilmeleri uygun olacakr. PS118 JUVENİL ROMATOİD ARTİRİT HASTALARINDA RİNT TEKNİĞİ İLE HAVA YOLU REZİSTANSI DEĞERLENDİRİLMESİ 1 MEHTAP HAKTANIR ABUL 1, YASİN ABUL 2, MÜFERET ERGÜVEN 1, ELİF YÜKSEL KARATOPRAK 1, SAİT KARAKURT 2, TURGAY ÇELİKEL 2 Amaç: GÖZTEPE EGİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PEDİATRİ KLİNİĞİ 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTENESİ ÇOCUK KLİNİĞİ 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI Bronşiektazi, solunum yollarının yapı ve fonksiyonlarında değişikliklere yol açan kronik bir hastalıkr. Bazı kronik solunum yolu hastalıklarının uyku üzerine olan etkileri araşrılmışr. Ancak bronşiektazinin uyku kalitesine etkisi bilinmemektedir. 1 Amaç: Hava yolu rezistansı Rint(interrupter) tekniğini sağlıklı ve juvenil romatoid arritli çocuklarda çalışk. 131 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: PS119 Juvenil romatoid arritli(JRA),solunum fonksiyon tesnde(SFT) obstruksiyonu olmayan,asmı olmayan 20 hasta[erkek çocuk(n=7); kız çocuk(n=13);ortalama yaş:12.25±2.2] ile SFT’de obstruksiyonu olmayan,asmı olmayan 10 kişilik sağlıklı kontrol grubu[erkek çocuk(n=4); kız çocuk(n=6);ortalama yaş:12.1±1.9] çalışmaya alındı. ÇOCUKLARDA KRONİK AKCİĞER HASTALIKLARININ DAĞILIMI Bulgular: ISAAC(Internaonal Study of Asthma and Allergies in Childhood) anket verileri(solunum septomları,ekzema,alerji,ailede sigara hikayesi, doktor tarandan konulan asm tanısı,asm ilacı kullanımı) doğrultusunda her iki grupta çalışmadan dışlanma kriterleri oluşturuldu,hastalara uygulandı.J RA’lı hastaların hastalık süresi,aile hikayesi,tutulan eklem pi,sayısı,sistemik bulguları,kullanılan ilaçlar,kullanım süreleri, sedimantasyon,CRP,lökosit değerleri,immunolojik belirteçleri(ANA, RF) kaydedildi. Aynı çapta ağızlık,aynı saae aynı kişi tarandan yanak kompliansına dikkat edilerek Rint ölçümleri yapıldı. Ölçümlerde yanak kompliansı olmayan değerler,hava kaçağı olan değerler,düzgün manevra grafiği olmayan değerler alınmadı.İstaksel analiz olarak SPSS oneSample T test, ki-kare(x²) uygulandı. Sonuç olarak 1-JRA’lı hastalarda ekspiriumda ölçülen Rint değerleri(Rint,e) (0,30 KPA/L/S ±0,17) sağlam kontrol grubuna(0,22 KPA/L/S ±0,09) göre yüksek bulundu((p<0.05);2-JRA’lı hastalarda ekspiriumda yapılan Rint ölçümlerinde akım(0,69 L/S ±0,13) sağlam gruba göre(0,82±0,02) düşük bulundu(p<0.05);3- inspiriumda yapılan Rint öçümlerinde(Rint,i) JRA ve sağlam kontrol grubu arasında anlamlı bir fark izlenmedi(p>0.05);4-JRA’lı hastalarda İnspirumda yapılan Rint ölçümlerindeki akım(0,72 L/S ±0,1) sağlam gruba göre(0,80 L/S ±0,03) düşük bulundu(p<0.05);5- JRA’lı gruptaki Rint,e yüksekliği ve Rint ölçümündeki ekspiratuar akım düşüklüğü ile JRA hastaların yaşı,cinsiye, hastalık süresi,hastalık pi,eklem bulguları,sayıları,ilaç çeşitleri,ilaç kullanım süresi,inflamatuar belirteçler,immunolojik belirteçler arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı(p>0.05). Sonuç: JRA’lı hastalarda Rint,e yükselme ve eksipiriumda yapılan Rint ölçümlerindeki akım düşme eğilimdedir. İlişkinin nedenine yönelik prospekf randomize kontrollü bir çalışmaya,ilişki olasılığının güçlenmesi içinse hastalıklı ve sağlıklı her iki gruptaki örneklem büyüklüğünün yani hasta sayısının ar rılmasına ihyaç vardır. 132 9 NİSAN 2009 DEMET CAN , SANİYE GÜLLE , SUNA ASİLSOY , SERDAR ALTINÖZ İZMİR DR. BEHÇET UZ ÇOCUK HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Bu çalışmada hastanemiz Allerji-Solunum Polikliniği’nde kronik akciğer hastalığı nedeniyle izlenen hastalarımızın etyolojik dağılımının yapılması amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Retrospekf olan bu çalışmaya Ocak 2003- Aralık 2008 tarihleri arasında izlenen 186 hasta alınmışr. Hastaların dosyaları incelenerek yaş, cins, kronik akciğer hastalığını düşündüren semptom ya da bulgu, tanı yaşı, ön tanı, kesin tanı, tanı süresi ve prognoz parametreleri belirlenmişr. Bulgular: Çalışmaya alınan 186 hastanın 103’ü erkek (%55), 83’ü kız (%45) olup yaşları 1-18 yaş arasında değişmektedir. Kronik akciğer hastalığı etyolojisi araşrıldığında sıklık sırasına göre dağılım; post-enfeksiyöz bronşektazi (%15,6), kisk fibroz (%15), akciğerin konjenital patolojileri (%14,5), primer silyer diskinezi (%7,5), atelektazi (%7), bronkopulmoner displazi (%6), immun yetmezliğe bağlı akciğer patolojileri (%6) ve bronşiyolis obliterans (%6) ve diğerleri olarak saptanmışr. En sık kronik akciğer hastalığı düşündüren semptom kronik öksürük ve tekrarlayan pnömoni olarak belirlenmişr. Sonuç: Çocuklarda kronik akciğer hastalıklarının etyolojisinin belirlenmesine yönelik bu çalışmamızın, nadir olduğu düşünülen hastalık gruplarının da dağılımını göstermesi nedeniyle tanısal yaklaşımda yardımcı olacağı düşünülmüştür. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 9 NİSAN 2009 PS120 PS121 SPECIFIC IMMUNODIAGNOSTIC OF MYCOPLASMA INFECTION IN CHILDREN WITH PNEUMONIA THE ETIOLOGY OF PULMONARY INFECTION IN CHILDREN WITH CYSTIC FIBROSIS LİUBOVİ NEAMTU , SVETLANA SCİUCA SVETLANA SCİUCA , OXANA TURCU , ELVİRA CHİOROGLO STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY Aim: Aim: study specific immunological reacon in children with Mycoplasma pneumonia. Method: We examined 25 children (5month-7years), with pneumonia. Diagnosis was established on clinical, radiological, serologic and objecve dates. Specific anbodies IgM, IgG to Mycoplasma pneumoniae and Mycoplasma hominis were determined by immunoensimac method (“Humana” Germany). Aer serologic invesgaons 16 children were Mycoplasma - posive and 9 paents Mycoplasma - negave. Results: In Mycoplasma-posive group pneumonia was associated with obstrucve bronchis in 47% cases, with asthma in 20% of all cases. Recurring pneumonia in Mycoplasma-posive group was found in 67% cases, in Mycoplasma-negave children only in 45% cases. Duraon of obstrucve syndrome in Mycoplasmaposive paents was 10 days, which was longer in comparison with Mycoplasma-negave paents (7 days). Blood leukocytes in study group were 8,5±0,5x109/l and in control group 10,3±0,8x10¬9/l. Before specific anbacterial therapy the dynamic of pneumonia was negave in 3 Mycoplasma-posive cases. Mycoplasma infecon determines persistent evoluon of the disease, with insignificant changes in blood analyses in comparison with pneumonia with another eology. M.pneumonia was determined in 6 children in the diagnosc ters IgG 0,43±0,033 (cut=0,28), it exceeds the standard of the age by 1,5 mes. 4 paents had mixed infecon - M.hominis+M.pneumonia IgG 0,7±0,16 (cut=0,27) and 0,47±0,08 (cut=0,33). M.hominis was diagnosed in 6 children IgG 0,46±0,02 (cu=0,28) and it’s higher than the norm of age by 1,6 mes. Conclusion: The viscous sputum characterisc in children with cysc fibrosis (CF) causes the chronic colonizaon of respiratory system with pathological germs. Ps.aeruginosae is one of the very aggressive germens which determines severe bronchopulmonary affect and the prognosc of the disease with high mortality indices. This work reflects a study of pulmonary infecon eology evoluon in children with CF. Method: We have performed the evaluaon of 160 microbiologic sputum samples in the period of 2006 (n=19), 2007 (n=78) and 2008 (n=63). Microbiologic tesng was performed by quantave method (≥106micr/ml) during infecous bronchopulmonary exacerbaon. Anbiogram was assessed using the diffusion method in Muller-Hinton agar and with anbiocs from standard disks for all revealed microbes. Results: Bacteriologic sputum examine revealed the presence of pathologic germs in all samples taken from children with CF. We noted the high incidence of S.aureus (61.5%) in the eology of pulmonary infecon in CF during all 3 years of study. The incidence of this bacterium in sputum cultures was higher in 2007-2008 (61.5%) in comparison with 2006 (47.4%). The idenficaon of Ps.aeruginosae was relavely stable during the study me (36.8%, 38.5% and 33.3% respecvely). H.influenzae (20.6%) was isolated and was insignificantly lower in 2008 in comparison with 26.3% in 2006 and 29.5% in 2007. Conclusion: The eology of chronic pulmonary infecon in CF is dominated by characterisc germs S.aureus, H.influenzae, Ps.aeruginosae with the higher incidence of S.aureus. The eology of Mycoplasma infecon had been confirmed by diagnosc ters of specific anbodies to M.pneumonia, M.hominis, which argues the significance of anbacterial an-Mycoplasma treatment. 133 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS122 THE ROLE OF GASTROESOPHAGEAL REFLUX IN RESPIRATORY DISORDERS IN CHILDREN WITH CYSTIC FIBROSIS OXANA TURCU , SVETLANA SCİUCA , ELVİRA CHİOROGLO STATE MEDİCAL AND PHARMACEUTİCAL UNİVERSİTY Aim: Children with cysc fibrosis (CF) have a high prevalence of gastroesophageal reflux disease (GERD). Method: The study was carried out in 46 children (2.5-22 years) with FC. Diagnosis was based on clinical symptoms, sweat test, idenficaon of CFTR mutaon. The pulmonary funcon was evaluated on spirometry (“Autospiro Pal Minato”, Japan) with FVC, FEV1 FEF2575, PEF esmaon. The gastrointesnal modificaons were assessed by esophagogastroduodenoscopy, taking into account the state of the digesve mucosa. The esophagogastroduodenoscopy confirmed GERD by the presence of reflux-esophagis in 54.3% children. Duodenal-gastroesophageal reflux was confirmed in ¼ of examined children. Hiatal hernia was described in 3 cases. In 45.6% of children the endoscopic examine did not found damage of esophageal mucosa. Results: The study lot was separated in 2 groups: group I (25 paents with GERD) and group II (21 – without GERD). The spirometry has detected restricve (FVC – 63.19±2.47%, FEV1 – 65.16±3.03%) and obstrucve (FEF25-75 – 70.8±4.7%, PEF – 55.78±2.75%) disorders in children in both groups. The values of FVC in children from group I was insignificantly (p>0.005) lower (60.87±3.46%) in comparison with group II (68.8±3.12%). FEV1 index in CF associated with GERD were significantly (p<0.01) reduced (56.57±4.3%) than in group I (72.98±3.4%). Children from group I had the FEF25-75 level significantly (p<0.001) reduced (51.63±5.8%) in comparison with group II (84.85±3.13%). The PEF values presented insignificantly difference: group I – 52.6±3.7%, group II – 58.34±4.14% (p>0.005). Conclusion: CF paents’ have severe venlaon impairments due to respiratory pathology and GERD contribute to an earlier degradaon of lung funcon. 134 9 NİSAN 2009 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 MS016 MS017 ÖKSÜRÜK VARYANT ASTIMDA HAVAYOLUNDAKİ YAPISAL DEĞİŞİKLİKLERİN VE ANJİOGENEZİN DEĞERLENDİRİLMESİ ASTIMLI OLGULARDA TEDAVİYİ YÖNLENDİRMEDE HANGİ YÖNTEM DAHA ETKİLİDİR? (2 YILLIK TAKİP ÇALIŞMASI) İ.KIVILCIM OĞUZÜLGEN , NALAN AKYÜREK , NURDAN KÖKTÜRK , HALUK TÜRKTAŞ YAVUZ HAVLUCU GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE PATOLOJİ* ANABİLİM DALI, ANKARA DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, HATAY Amaç: Amaç: Öksürük varyant asmlı (ÖVA) hastalarda yapılan az sayıda biyopsi çalışması mevcut olup ÖVA’ları klasik asmdan ayıran patolojik özellikler net olarak tanımlanamamışr. Bu çalışmada yeşkin asmlı olgularda tedavinin yönlendirilmesinde kullanılan yöntemlerden olan basamak tedavisi, kontrol veya inflamasyon odaklı yöntemlerin karşılaşrılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Bu çalışmanın amacı öksürük varyant asmlı hastalarda bronş mukoza örneklerinde havayolundaki yapısal değişiklikleri ve bunun bir komponen olan angiogenezi değerlendirmek ve bu bulguları klasik asmlı hastalar ve diğer nedenlere bağlı kronik öksürüklü bireylerle karşılaşrmakr. Araşrmada ÖVA tanısı alan 12, steroid almamış klasik asmlı 10 ve kontrol grubu olarak 13 olgudan fiberopk bronkoskopi ile bronş mukoza biyopsileri alındı. Alınan örneklerde asma ait histopatolojik özellikler ve immünhistokimyasal yöntemle an-human kollajen p IV ankor (Koll 4) ve CD-31 boyama sonrası bilgisayarlı imaj analizörle anjiogenez varlığı değerlendirildi. Çalışma Eylül 2006- Aralık 2008 tarihleri arasında yapıldı. Çalışmaya randomize olarak toplam 120 yeni tanılı asmlı olgu alındı ve bunlar randomize olarak üç gruba ayrıldı. Ek hastalığı olan ve sigara kullanan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.Tüm gruplara başlangıçta solunum fonksiyon tes, metakolin bronş provokasyon tes ve deri prick tes yapıldı. Olgulara hastalık derecelerine göre tedavileri başlandı (Budesonide±formaterol). İlk grup basamak odaklı, ikinci grup kontrol odaklı ve üçüncü grupta inflamasyon odaklı olarak adlandırıldı. İnflamasyonun değerlendirilmesi amacıyla metakolin provokasyon tes uygulandı. Olgular üç aylık vizitler ile değerlendirildi. Tedavi yöntemlerine göre tedaviler ayarlandı. Çalışma biminde atak sayısı, hastane yaşı, semptomsuz geçen gün sayısı, kurtarıcı ilaç kullanımı, sistemik steroid kullanım miktarı ve günlük ortalama inhale korkosteroid kullanımı karşılaşrıldı. Bulgular: Klasik asmlı grubun median semptom süresi ÖVA’lardan uzun, ortalama FEV1 değeri daha düşüktü (semptom süresi 36 vs 9 ay, p=0.004; FEV1 %84.0±13.6 vs %102.8±14.1, p=0.007). Bronş mukoza inflamasyonu kontrol grubunun %58.3’ünde yokken, diğer iki grubun hepsinde mevcuu. Kontrol grubunda eosinofilik infiltrasyon hiç saptanmazken, ÖVA’da %75, klasik asmlıların %100’ünde saptandı. Epitel desquamasyonu, goblet hücre metaplazisi ve düz kas hiperplazisi kontrol grubunda hiç saptanmazken asmlı ve ÖVA grupta sırasıyla, %90-%70-%30; %66-%25-%33.3 saptandı. Bazal membran kalınlığında her üç grup arasında da anlamlı fark saptandı (asm, ÖVA ve kontrol grubunda sırasıyla 8.2±1μ, 4±2.1μ, 2.2±0.4μ, p=0.000). Koll 4 ve CD 31 boyalı damar yoğunluğunun asmlılarda en yüksek olduğu (p=0.001), ÖV asmlılarda kontrol grubundan fazla olmakla birlikte anlamlı düzeye ulaşmadığı görüldü (Koll 4 ve CD 31 yoğunluğu median değeri üç grupta sırasıyla; 101-109/mm2, 54-57/mm2, 45-48.5/mm2). Bulgular: Tüm olguları yaş ortalaması 34.7+/- 7.1 yıl idi. Çalışmaya dahil edilen olguların 74’ ü kadın ( %61,7). Her grupta 40 olgu vardı ve sosyodemografik bulgular yönünden gruplar arasında herhangi bir fark yoktu (p>0,05). Gruplar arasında atopi, FEV1 ve metakolin provakasyon dozu yönünden bir farklılık saptanmadı (p>0,05). Çalışma sonunda gruplar yukarıdaki parametreler yönünden karşılaşrıldığında en fazla atak (5,1+/-2,4 atak/yıl), hastaneye yaş (2,9+/-1,7 yaş/yıl) ve sistemik steroid kullanımı 4,5+/-2,8 kür/yıl) grup 1’de izlendi (p<0,05).Kurtarıcı ilaç kullanımı yönünden gruplar arsında fark bulunmadı (>0,05). Semptomsuz geçen gün sayısı (202,5+/-41,8 gün) ve günlük ortalama inhale korkosteroid kullanımı (790,8+/-120,6) en fazla grup 3’de izlendi (p<0,05). Sonuç: Sonuç: Bu bulgular, ÖVA’lılarda da yapısal değişikliklerin ve anjiogenezin gelişğini ancak klasik asmlılar kadar yoğun olmadığını göstermektedir. Sonuç olarak inflamasyon odaklı grupta kontrol en iyi iken basamak tedavisi uygulanan grupta en kötü idi. 135 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ MS018 MS019 ASTIM KONTROLÜNDE, FENO DÜZEYLERİ İLE AKT VE SOLUNUM FONKSİYONLARININ KORELASYONLARI VE ETKİLEŞİMLER 3. BASAMAK GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİKLERİNDE (3.BGHK) GINA (GLOBAL INİTİATİVE FOR ASTHMA) KRİTERLERİNE UYUM İSMAİL DOĞAN , KASIM GÜVEN , BENAN MÜSELLİM , BİLUN GEMİCİOĞLU BİLUN GEMİCİOĞLU 1, FÜSUN YILDIZ 2, MEHMET POLATLI 3, SİBEL ATIŞ 4, A.BERNA DURSUN 5, FERDA ÖNER ERKEKOL 5, HATİCE TÜRKER 6, BİRSEN OCAKLI 6 , GÜNGÖR ÇAMSARI 7, AYGÜN GÜR 7, SEÇİL KEPİL ÖZDEMİR 8, ÖMÜR AYDIN 8, ÖZNUR ABADOĞLU 9, ARİF ÇIMRIN 10, MUSTAFA LEVENT ERKAN 11, HAKAN GÜNEN 12 , ÖZLEM GÖKSEL 13 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Asm kontrolünde, ekspirasyon havasında fraksiyone nitrik oksit (FeNO) düzeyleri ile asm kontrol tesnin (AKT) ve solunum fonksiyonlarının korelasyonları ve çeşitli parametrelerden etkileşimleri ortaya konmak istenmişr. Gereç ve Yöntem: Asm tanılı, yaş ortalaması 41,8±14 olan 416 hastada, kontrol sırasında spirometrik inceleme, AKT, FeNO düzeyleri yapılmış, aralarındaki korelasyonlar incelenmişr. Bu olguların prick deri tes sonuçları, son bir yıl içindeki acil başvuru ve hastaneye yaş durumları, komormid hastalık ve sigara alışkanlığı kaydedilmiş, belirlen bu parametrelerinin FeNO ve AKT ile korelasyonları incelenmişr. Bulgular: FeNO düzeyleri ile AKT arasında negaf (p<0,002, r=0,31 ), AKT ile %FEV1 arasında pozif korelasyon saptandı (p<0,001, r=0,22). FeNO ile %FEV1 değeri arasında korelasyon saptanmadı. AKT düşük olanlarda FeNO düzeylerinin arğı, ancak AKT>20 olsa da FeNO’nun %48,2 olguda 25ppb üzerinde olduğu gözlendi. Sigara hikayesi olan ve olmayanlar arasında FeNO ve AKT’de fark saptanmadı. Yaş ile FeNO arasında negaf korelasyon saptandı (p=0,009, r=-0,13). Acil başvurusu olan ve olmayanlar arasında AKT ve FeNO farklıydı (p<0,001, p=0,02). Hastaneye yatan ve yatmayanlar arasında AKT farklıyken (p< 0,001), FeNO’da fark saptanmadı. Prik deri tes pozif ve negaf olanlar arasında FeNO farklıyken (p=0,004). AKT’de fark saptanmadı (p>0,05). Alerjik rini olan ve olmayanlar arasında AKT’de fark yokken FeNO farklı saptandı (p=0,008). Alerjik konjonkvi olan ve olmayanlar arasında FeNO ve AKT de fark saptandı (p=0,02, p=0,03). Sonuç: AKT ile FEV1 değeri arasında pozif korelasyon mevcuur. FEV1 ile FeNO arasında korelasyon saptanmamışr. AKT ile kontrolde varsayılan olgularda FeNO bakılması tedavi yönemi açısından anlamlı olabilir. Çeşitli parametreler ile FeNO’nun etkileşebildiği gösterildiğinden her bir olgu kendi en iyi FeNO değerine göre değerlendirilerek sonucu irdelenmelidir. 136 9 NİSAN 2009 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 4 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 5 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ALLERJİ ÜNİTESİ 6 SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 7 İSTANBUL, YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 8 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ALERJİ BİLİM DALI 9 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ALERJİ BİLİM DALI 10 9 EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 11 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 12 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 13 İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ALLERJİK HASTALIKLAR POLİKLİNİĞİ 1 Amaç: 3.BGHK’inde kontrole gelen asmlılarda; asm kontrol tes (AKT) ve GINA 2007 kriterlerini içeren asmda kontrole ulaşma tes (AKUT) valide edilip, her iki tesn korelasyonları, solunum fonksiyon testleri (SFT) ile uyumu ve kontrolsüzlük nedenleri çok merkezli çalışma ile araşrılmışr. Gereç ve Yöntem: AKT GINA’da önerilen bir tesdir. AKUT yeni gelişrilen türkçe bir test olup, iki bölümdür. İlk 5 soruda (AKUT1) GINA kontrol kriterleri ve sonraki sorularda (AKUT2) inhaler teknik, ek hastalıklar, tedavi uyumu, hiperreakvite bulguları sorulmaktadır. Her iki bölüm en iyi değeri 50 puan olup, toplam en iyi puan 100dür. Valide edilmek üzere rastgele 100 olguda 1 en kötü 10 en iyi olarak belirlenen uzman görüşü alınarak validasyon yapılmışr. Yaş ortalaması 44.4±13.6 ve hastalık süresi 9.9±9.5 yıl olan 810 (K:635/E:175) olguda biyometrik parametreler alınıp, AKT, AKUT, testleri ile SFT yapılmış, korelasyonlarına bakılmışr. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Bulgular: Gereç ve Yöntem: Ortalama puanlar; AKT 18,8±5.4, AKUT 136,2±14,8, AKUTtotal 64,8±20,5 dir. AKT’ye göre hastaların %55,9’u kontrolde, %44,1’i kontrolsüz olup, AKUT1’e göre %35,2’si kontrolde, %18,6’sı kısmi kontrolde, %46,2’si kontrolsüz bulunmuştur. Her iki test toplam puanları %FEV1 değeri ile orta derecede koreledir (AKT p<0,001 r=0,333; AKUT p<0,001 r=0,271). Ancak AKUT ile tam kontrolde olanların %67,9’unun, kısmi kontroldekilerin %60’ının FEV1’inin %80 ve üzeri olduğu gözlenmişr. FEV1’i %80 ve üzeri olduğu halde olguların %34,4’ü kontrolsüz olarak saptanmışr. Hastaların %69,6’sında hiperakvite tanımlamaktadır. AKUT1’e göre kontrolde olduğu halde %53,3 hastanın hiperakvitesinin sürdüğü gözlenmektedir. Kontrolsüz grup için bu oran %83,6’dır. Hastaların %61,6’sında komorbidite (rinit/ reflü) mevcuu. Olguların %17’si tedavisini düzenli kullanmadığını beliryordu. Yanlış inhaler teknik olguların %8,4’ünde olup bunların %76,1’inin kontrolsüz olduğu saptandı. AKT puanı 20 ve üzeri olduğu halde AKUT1 sonuçlarında %24,1’i kısmi kontrolde, %15,5’i kontrolsüz olarak bulunmuştur. Bu nedenle AKT’deki her sorunun ayrı ayrı değerlendirilerek GINA’ya uyumunun bakılması gerekirken, AKUT’la doğrudan fikir sahibi olmak mümkündür. Otuz iki (32) asmlı, 121 asmı olmayan gebe olmak üzere toplam 153 kişi çalışmaya alındı. Gebelerin doğum eylemi gerçekleşkten sonra; gebelik öncesi ve gebelik sırasında asm özellikleri, asm ilaçlarının kullanımına ilişkin tutumları, düzenli hekim kontrolu ve gebelikteki asm seyrine ilişkin bilgiler yüz yüze anket yapılarak kaydedildi. Ayrıca gebelik sırasında kullandıkları ilaçlar, doğum seyri ve bebeğe ait özellikler kaydedildi. Sonuç: Sonuç olarak AKT GINA’da önerilen prak bir test olmakla birlikte, AKUT anke GINA uyumu ve kontrolsüzlük nedeni olabilecek parametrelerin gösterilmesinde daha etkin veriler içermektedir. MS020 Bulgular: Asmlı gebelerin %90’ı düzenli hekim kontrolu alnda olduklarını ifade e. Gebelik sırasında olguların %90’ının asm ilaçlarını önceden olduğu gibi düzenli kullanmaya devam eği, gebelik öncesi düzensiz ilaç kullananların ise %25’inin gebelikte düzenli ilaç almaya başladığı saptandı. Gebelik öncesi sigara kullananların %35’inin gebelikte sigarayı bırakğı, %65’inin sigara kullanmaya devam eği saptandı. Olguların %28’i asmın gebelik öncesine göre daha iyi, %44’ü daha kötü, %28’i ise aynı seyreğini bildirdi. Doğum komplikasyonu, gebelik komplikasyonu, Apgar skoru ve malformasyon açısından asmı olmayan gebelere göre farklılık saptanmadı. Gebelikte sigara kullananlarda bebek doğum ağırlığı, gebelikte sigara kullanmayanlara göre anlamlı olarak daha düşük bulundu (p<0.05). Sonuç: Asmlı gebelerin büyük bölümünün gebelik süresince asm ilaçlarını kullanmaya devam ekleri saptandı. Bu durum, hastaların çoğunluğunun düzenli doktor kontrolu alnda bulunmasına ve asmlı gebelerin %44’ünde gebelik sırasında asm seyrinde kötüleşme olmasına bağlandı. GEBE ASTIMLILARDA İLAÇ UYUMU DEĞİŞİYOR MU? İNSU YILMAZ 1, FERDA ÖNER ERKEKOL 2, ŞEVKİ ÇELEN 3, MÜJDEGÜL ZAYIOĞLU 3, ZEYNEP MISIRLIGİL 1, DİLŞAD MUNGAN 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD ALLERJİ BD CEBECİ ANKARA 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ALLERJİ ÜNİTESİ, ANKARA 3 DR. ZEKAİ TAHİR BURAK KADIN SAĞLIĞI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ SS025 KİSTİK FİBROZLU HASTALARDA VENTİLASYON KULLANIMININ ETKİLERİ NONİNVAZİV 1 RABİA EMEL ŞENAY , SEDA UYAN , SEDAT ÖKTEM , BÜLENT KARADAĞ , REFİKA ERSU , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI Amaç: Amaç: Bu çalışma; asmlı olguların gebelikleri süresince asm seyirlerini etkileyebilecek tutumlarının değerlendirilmesi amacıyla planlandı. İkincil olarak kullanılan ilaçların fetus ve gebelik/doğum komplikasyonları üzerine olan etkileri incelendi. Bu çalışmada, bilim dalımızda takip edilen ve NİV kullanan KF hastalarının bulguları sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 15 KF’li hasta dahil edilmişr. Hastaların demografik verileri, NİV öncesi ve sonrası klinik ve laboratuar parametreleri değerlendirilmişr. 137 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Onbeş hastanın 11(%73.3)’i erkek, yaş ortalaması 10.3±5.7 yıl, hastaların tanı sırasındaki ortalama yaşı 2.6±3.1 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların 13(%85.7)’ünün balgam kültüründe pseudomonas aeruginosa üremesi, 3 (%21.4)’ünde pulmoner hipertansiyon, 8 (%53.3)’inde KF’ye bağlı gastrointesnal sistem tutulumu, 1(%6.3)’inde allerjik bronkopulmoner aspergillozis varlığı saptanmışr. Hastalarımızın NİV uygulamasına başlamadan önceki ortalama hastaneye yaş sayısı 7.7±3.8 olarak bulunmuştur, 10(%66.7) hastaya hipoksi ve CO2 retansiyonu nedeniyle, 5(%33.3) hastaya solunum sıkınsı nedeniyle NİV başlanmışr. Hastalarımıza NİV başlama yaşı ortalama 8.2±4.7 olarak tespit edilmişr. NİV uygulamasından sonra hastaneye yaş sayısı ortalama 1.9±1.2 olarak bulunmuştur, 12 (%80) hastada NİV sırasında oksijen kullanma gereksinimi olmuştur. Çalışmaya alınan hastaların NİV öncesi ve sonrası SaO2 değerleri %86.7±4.3 ve 94.2±2.8’dir (p<0.001). Hastalardan alınan kangazı değerlendirmesinde NİV öncesi ve sonrasında pH ölçümü 7.36±0.04 ve 7.41±0.03 (p=0.007); CO2 değeri 53.1±12.4 ve 46.4±4.05 (p=0.047) olarak saptanmışr. Ortalama takip süresi 6.5±5.8 yıldır. NİV başlanan hastaların 8 (%53.4) tanesinde NİV desteği ortalama 15±4 gün sürmüştür, 7 (%46.6) tanesi halen NİV desteği almaktadır. Takip süresi içerisinde 1 (%6.7) hastanın ise hiç NİV ihyacı kalmamışr, 7 (%46,7) hasta eve NİV cihazı ile taburcu edilmişr, 7 (%46.7) hasta ise exitus olmuştur; toplam sağkalım %53.7 olarak gerçekleşmişr. Sonuç: NİV, kronik solunum yetmezliği olan KF’li hastaların kan gazlarında iyileşme sağlamaktadır ve akut egzezarbasyonlarla yaşlarını azaltmaktadır. SS026 ÇOCUKLARDA UÇUCU MADDE SOLUNUM SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİSİ KULLANIMININ ESEN DEMİR 1, HALİME SEMA CAN BÜKER 1, ZEKİ YÜNCÜ 2, FİGEN GÜLEN 1, LEVENT MİDYAT 1, REMZİYE TANAÇ 1 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, SOLUNUM-ALLERJİ BİLİM DALI, İZMİR 2 EGE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK VE ERGEN ALKOL MADDE BAĞIMLILIĞI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ, İZMİR. 1 Amaç: İnhalan kötüye kullanımı, adölesanlar arasında oldukça yaygın olan ve sıklıkla görmezden gelinen bir madde kullanım bozukluğudur. Boya neri ve yapışrıcı, 138 10 NİSAN 2009 ülkemizdeki adölesanlar tarandan en çok kötüye kullanılan maddelerdir. Kronik inhalan kullanımı solunum, kardiyak, renal, hepak ve nörolojik sistemlerde hasar yaratabilir. Bu çalışmanın amacı, uçucu madde inhalasyonunun solunum ve kardiyak sistem üzerine olan etkilerini belirlemekr. Gereç ve Yöntem: Öykü, fizik bakı, solunum ve kardiyak sistem yakınmalarını sorgulayan bir anketle olguların genel sağlık durumları değerlendirildi. Uçucu madde kullanım şidde YUKUD ölçeği kullanılarak hesaplandı. Olgulara, akciğer fonksiyonlarını ve anatomisini saptamak amacıyla spirometri, ekokardiyografi, venlasyon/perfüzyon singrafisi ve yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi uygulandı. Bulgular: Çalışmaya 31 erkek olgu ve 19 sağlıklı kontrol 2.16 (±alındı. İlk uçucu madde kullanmaya başlama yaşı ortalama 14.6 1.70 yıldı. En sık rastlanan±9-18 ) yıl ve madde kullanım süresi 3.67 yakınma burun kanıklığı (%45.16) idi. Bunu sırasıyla balgam çıkarma (%38.71), çabuk yorulma (%32.26) ve öksürük (%22.58) izlenmekteydi. Spirometrik ölçümlerde 12 (%41.4) olguda, restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğunu gösteren, beklenene göre <%80 FVC değerleri saptandı. Restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğu, istasksel olarak anlamlı olmamakla birlikte, çalışma grubunda daha fazla idi. Restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğu ile uçucu madde kullanmaya başlama yaşı, süresi ve miktarı, solunumsal yakınmalar ve singrafik bulgular arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğu ile HRCT’de anormal bulgu olması arasında istasksel olarak ileri derecede anlamlı bir ilişki izlendi (p<0.01). İki boyutlu (2D) ekokardiyografide, çalışma grubunda her iki ventrikül sistolik fonksiyonlarında bozukluk saptandı (p<0.05). Doppler ekokardiyografide, LVMPI çalışma grubunda kontrol grubuna göre daha uzundu (p<0.01). Pulmoner akselerasyon zamanı, çalışma grubunda kontrol grubuna göre istasksel olarak anlamlı olmasa da daha kısa bulundu. Ventriküler fonksiyonların doku Doppler yöntemiyle incelenmesinde, çalışma grubunda sol ventriküler sistolik ve sağ ventriküler diyastolik fonksiyonlarında bozulma izlendi. Sonuç: Bu çalışmada, uçucu madde bağımlılığı ile restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğu arasında pozif korelasyon saptanmışr. Her iki ventrikülde etkilenme olması, uçucu maddelerin hem subklinik pulmoner hipertansiyona yol açarak hem de direkt etki ile kardiyak hasar oluşturduğunu göstermektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 SS027 SS028 3-6 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRMASI ÇOCUKLUK ÇAĞI HİDATİK KİST HASTALIĞINDA “HUMAN LEUCOCYTE ANTİGEN”LERİNİN ROLÜ; KLİNİK ÖZELLİKLER VE PROGNOZLA İLİŞKİSİ ARZU BAKIRTAŞ , İPEK TÜRKTAŞ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ALLERJİ VE ASTIM BİLİM DALI EBRU YALÇIN 1, NURAL KİPER 1, ÇAĞMAN TAN 3, UĞUR ÖZÇELİK 1, DENİZ DOĞRU 1, NAZAN ÇOBANOĞLU 1, MEHMET KÖSE 1, SEVGİ PEKCAN 1, AYŞE TANA ASLAN 2, FÜGEN ERSOY 3 Amaç: HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI GAZİ ÜNV TIP FAKÜLTESİ 3 HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK İMMUNOLOJİ ÜNİTESİ 1 Küçük çocuklar 7 yaşından önce spirometrik testleri yapamadığından, bronş provokasyonu amacıyla nabız oksimetri, transkütan oksimetri veya oskültasyon yöntemleri kullanılabilir. Amacımız bu 3 yöntemin birbiri ile uyumunu değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: Polikliğinimize tekrarlıyan vizing ve kronik öksürük şikayetleri ile başvuran 3-6 yaş arası çocuklar çalışmaya dahil edilmişr. Olgulara sağlıklı dönemlerinde metakolin ve/veya adenozin ile bronş provokasyonları yapılmışr. Bronş provokasyonu, oksijen %5 veya transkütan oksijen≤saturasyonu başlangıç değerine göre %15 düşerse veya oskültasyonla vizing≤basıncı başlangıç değerine göre duyulması durumlarından hangisi önce gelişirse pozif kabul edilmişr. Bronkokonstriktör ajanın son konsantrasyonunda 3 yöntemle de yanıt alınamaması durumunda bronş provokasyon tes negaf kabul edilmişr. 2 Amaç: Çalışmamız hidak kist (HK) hastalığı olan çocuklardaki HLA profilini tanımlamak, sağlıklı kontrollerle karşılaşrmak, hastalığa yatkınlık ya da direnç yaratabilecek anjen gruplarını saptamak ve anjenlerin hastalığın klinik özellikleri ve prognozla ilişkisini araşrmak amacıyla yapılmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 3-18 yaşları arasında, 81 HK hastası olan çocuk (25 erkek, 56 kız) ve 81 sağlıklı kontrol grubu alındı. Tüm bireylerin HLA class I ve II anjen profilleri belirlendi, anjen allel frekansları hesaplandı, hastalığın klinik özellikleri kaydedildi. Bulgular: Bulgular: Çalışmaya ortanca yaşları 4.5 (aralık: 3-6 yaş) olan 95 çocuk dahil edilmişr. Beş çocuğa sadece metakolin, 90 çocuğa ise hem metakolin hem adenozinle provokasyon yapılmışr. Bu testler arasından 127/185’i pozif (%68) bulunmuştur. Üç tese sadece nabız oksimetri, 5 tese ise sadece transkütan oksimetri ile pozif sonuç alınmışr. Hiçbir bronş provokasyon tesnde nabız oksimetri veya transkütan oksimetride düşme olmadan sadece oskültasyonla vizing duyulmamışr. Her 3 yöntemle aynı basamakta pozif yanıt 38/127 (%29.9) tese saptanmışr. Bronş provokasyon testlerinin 119’unda (%64.3) nabız oksimetri ve transkütan oksimetri yöntemlerinin her ikisi de aynı basamakta pozif, 58’inde (%31.3) de negaf yanıt göstermişr. Transkütan oksimetri ve nabız oksimetri yöntemleri ile bakılan bronş provokasyon test sonuçları arasında anlamlı farklılık bulunmamışr (p=0.727). HLA-B18, -DR1 ve -DR15 allel frekanslarında hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı farklılık bulundu; HLADR15 anjen varlığı HK hastalığına yatkınlık, HLA-B18 ve -DR1 anjen varlıkları ise hastalığa yakalanmama ile ilişkili bulundu. Akciğerde HK olan çocukların HLAB44 frekansında sağlıklı kontrol grubuna göre belirgin arş saptandı. HLA-DR11 anjen varlığı ise hastalığın kür olmasıyla ilişkili, iyi prognosk bir faktör olarak saptandı. Sonuç: Çalışmamız, ülkemizde çocuklarda HLA pleriyle HK hastalığı arasındaki ilişkiyi araşran ilk çalışmadır. Sonuçlar, HLA plerinin HK hastalığına yatkınlıkdirenç durumunu ve klinik gidişa etkileyebileceğini göstermişr. Sonuç: Küçük çocuklarda bronş provokasyonu için transkütan veya nabız oksimetri yöntemleri birbiriyle uyumlu sonuç vermektedir. Bu nedenle herhangi biri bu amaçla tek başına kullanılabilir. Ancak bronş provokasyonu için sadece oskültasyon yöntemi duyarlı değildir. 139 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 SS029 SS030 ÇOCUKLARDA AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİNDE BIPAP KULLANIMI KRONİK GRANULAMATÖZ HASTALIKTA SOLUNUM SİSTEMİ BULGULARI: 18 YILLIK HACETTEPE DENEYİMİ SEDAT ÖKTEM , ZEYNEP SEDA UYAN , ERKAN ÇAKIR , RABİA EMEL ŞENAY , REFİKA ERSU , BÜLENT KARADAĞ , FAZİLET KARAKOÇ , ELİF DAĞLI EBRU YALÇIN 1, TUBA TURUL ÖZGÜR 2, GÜLTEN TÜRKKANI ASAL 2, DENİZ DOĞRU 1, UĞUR ÖZÇELİK 1, İLHAN TEZCAN 2, ÖZDEN SANAL 2, NURAL KİPER 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI BİLİM DALI HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI ÜNİTESİ 2 HACETTEPE ÜNV. TIP FAK ÇOCUK İMMÜNOLOJİ ÜNİTESİ Amaç: Bilevel posive airway pressure (BIPAP) kullanımı çocukluk yaş grubunda giderek daha fazla kullanılmakta ve önem kazanmaktadır. Kullanım alanlarından biri olan akut solunum yetmezliğinde etkinliğini değerlendirmek amacıyla bu çalışmayı yapk. Gereç ve Yöntem: 2005-2008 yılları arasında akut solunum yetmezliği nedeniyle servisimizde bilevel posive airway pressure (BIPAP) kullanılan 21 hasta prospekf değerlendirildi. Bulgular: Hastalarımızın yaşları ortalama 8.2±6.2 (4 ay-18 yaş; E/K=13/8) idi. Hastaların 5’inde malignite, 4’ünde immün yetmezlik, 1’inde diafragma paralizisi, 11’inde pnömoni mevcuu. Hastaların 10’unda hipoksik, 3’ünde hiperkarbik, 8’inde ise hipoksik ve hiperkarbik solunum yetersizliği nedeniyle BIPAP başlandı. Hastalar ortalama 48.4±35.2 saat BIPAP kullandılar. Oniki hastaya nazal, 6 hastaya yüz maskesi, 3 hastaya da trakeostomi ile BIPAP uygulandı. BIPAP uygulanması sonrasında 9 hastanın solunum desteği ihyacı ortadan kalk, 5’i BIPAP ile taburcu olurken, 7’sında mekanik venlatöre geçildi. Mekanik venlatöre geçilen hastaların 6’sı kaybedildi. Başlangıç: Ph:7.36±0.08, PCO2:48.1±17.1, SPO2:88±7, KTA:132±27, DSS:43±11 Biş: Ph:7.42±0.05, PCO2:39.6±6.2, SPO2:96±4, KTA:118±19, DSS:35±12 Sonuç: Hastaların başlangıç ve biş Ph, PCO2, oksijen saturasyonu, kalp tepe amı ve dakikadaki solunum sayısında düzelme olmuştu. 1 Amaç: Bu çalışma, solunum sistemi bulguları da olan KGH’li çocukların klinik, radyolojik, mikrobiyolojik özelliklerini belirlemek, eşlik eden diğer sistem tutulumlarını değerlendirmek ve izlemlerini incelemek amacıyla yapılmışr. Gereç ve Yöntem: 1990-2008 yılları arasında, hastanemiz immünoloji ünitesinde KGH tanısı alan, tekrarlayan ve/veya düzelmeyen akciğer enfeksiyonu saptanan ve yaşları 4 ay ile 18 yıl (ortalama tanı yaşı 56,7 ay) arasında olan 18 çocuğun (9 kız/9 erkek) dosya kayıtları retrospekf olarak incelendi. Bulgular: Onsekiz hastanın 5’i hariç hepsinde anne-baba akrabalığı saptandı. Tanı almadan önce 6 hastaya antüberküloz tedavi uygulandığı, 2 hastaya ise açık akciğer biyopsisi yapıldığı öğrenildi. Şikayetlerin başlamasıyla tanı konulması arasında geçen süre 2 ay-18 yıl (ortalama 37 ay) olarak bulundu. Solunum sitemi bulguları hastalarda düzelmeyen ve/veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonları şeklindeydi, ağır akciğer enfeksiyonu geçirme sayısı ortalama 1.8/hasta bulundu. Balgam veya BAL kültürlerinde en sık (n=6) aspergillus türleri üredi. Toraks CT’de 14 hastada konsolidasyon, 7 hastada mediasnal veya hiler lenfadenopa, 3 hastada akciğer apsesi saptandı. Akciğer enfeksiyonlarına en sık lenfadenit, cilt enfeksiyonları ve apseler eşlik ediyordu. İzlem süreleri ortalama 48,5 ay olan hastaların ikisi akciğer enfeksiyonu nedeniyle kaybedildi, 12 hasta genel durumu iyi olarak takip edilmekte olup, 3 hastada hafif restrikf pte solunum fonksiyon bozukluğu geliş. Sonuç: Konsolidasyon, apse ve lenfadenopalerin eşlik eği, düzelmeyen veya gezici tarzda tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan hastalarda, özellikle aspergillus türleri sorumlu ajan ise KGH tanısı düşünülmelidir. Serimizde tanıda ortalama 37 aylık gecikme olduğu saptanmışr. Erken tanı, uygun tedavi ve anbiyok-anfungal proflaksisi ile bu hastaların yaşam süreleri uzamakta, ağır enfeksiyon atakları engellenebilmektedir. 140 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ SS031 İNTERRUPTER TEKNİĞİN HIŞILTILI İNFANTIN HAVA YOLU DİRENCİNİ SAPTAMADA KULLANILABİLİRLİĞİ GÜLCİHAN DEMİR ÖZEK , MUSTAFA BAK , SUNA ASİLSOY , DEMET CAN , SERDAR ALTINÖZ 10 NİSAN 2009 ortalama Rint değerinden anlamlı olarak yüksek saptandı (p=0.03) . Hasta grubunda ortalama prebronkodilatatör Rint değeri 0.563 kPa.L-1.s, postbronkodilatatör Rint değeri ise 0.35 kPa.L-1.s saptandı ve iki değer arasında istaksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.001). Pre-post değerler arasında ortalama yüzdesel azalma %37 olarak saptandı. DR.BEHÇET UZ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HASTANESİ Sonuç: Amaç: İnterrupter teknik klinik prakte infant yaş grubunda kolaylıkla kullanılabilir ve asm gelişimini takipte bir kriter olarak değerlendirilebilir. Bu çalışmayla amacımız; hışıllı infantlarda interrupter teknik ile yapılan solunum fonksiyon tesnin klinik prakte kullanılabilirliğini değerlendirmekr. SS032 Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Dr.Behçet Uz Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Solunum Allerji Polikliği’ne Ocak 2008- Eylül 2008 tarihleri arasında başvuran 3 veya daha fazla doktor tanılı akut bronşiolit atağı geçirmiş ve hışıllı infant tanısı almış 1-5 yaş arası 50 hasta alındı. Kontrol grubu olarak benzer demografik özelliklere sahip 50 sağlıklı çocuk çalışmaya dahil edildi. Çalışma sırasında hışıl atağı olmayanlar, son ataklarını en az 1 ay önce geçirmiş olanlar, hali hazırda düzenli bir koruyucu tedavi almayanlar çalışmaya dahil edildi. Cosmed Pony FX taşınabilir spirometri cihazına hava yolu direnci ki ( Rocc, Rint ki) takıldı. Cihazın parametreleri ayarlanarak hastaların dal solunumu sırasında ekspirium fazında Rint ölçümü yapıldı [Rint(e)]. Bazal Rint değerleri saptandıktan sonra hasta grubundaki çocuklara aerochamber ile inhale β-agonist uygulandı (400 μgr salbutamol). 15 dakika sonra β-agoniste yantlarını değerlendirmek amacıyla postbronkodilatatör Rint değerleri ölçüldü. Bu değer bazal Rint değeri ile reverzibilite açısından karşılaşrıldı. Sağlıklı kontrollerle hışıllı infantların bazal hava yolu direçleri yaş grubuna ve boylarına göre karşılaşrıldı. Hışıllı infantların bronkodilatatöre yanıtları değerlendirildi. Ayrıca hışıllı infant grubundaki hastalar marnez kriterleri, eozinofili, total ve spesifik IgE düzeylerine göre gruplandırılarak, Rint değerleri açısından karşılaşrıldılar. Bulgular: Hışıllı infantların 31’i erkek (%62), 19’u kız (%38), kontrol grubunun ise 28’i erkek (%56), 22’si kız (%44) idi. Hışıllı infantların ortalama yaşı 2.6 ± 1.1 yıl, kontrol grubunun ise 3.2 ± 1.8 yıl olarak saptandı. Hasta ve kontrol grupları arasında cinsiyet, yaş, boy ve kilo açısından anlamlı fark saptanmadı. 1-5 yaş arasındaki 50 sağlıklı çocuğun ortalama Rint değeri 0.489 kPa.L-1.s saptandı. Kontrol grubunda boy ile Rint değeri arasındaki ilişki karşılaşrıldığında boyun artması ile beraber Rint değerinde anlamlı bir azalma olduğu görüldü (p<0.001). 1-5 yaş arasındaki 50 hışıllı çocuğun ortalama Rint değeri ise 0.563 kPa.L-1.s saptandı ve sağlıklı çocukların ASTIM SEMPTOMLU HASTALARDA BRONKOSKOPİNİN YERİ ÖZGE PAMUKÇU , ZEYNEP SEDA UYAN , ERKAN ÇAKIR , SEDAT ÖKTEM , FAZİLET KARAKOÇ , BÜLENT KARADAĞ , REFİKA ERSU , ELİF DAĞLI MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: Persistan wheezingi olan çocuklarda uygun tedaviye rağmen klinik düzelmenin sağlanamadığı durumlarda, wheezing ile seyreden başka hastalıkları ayırdetmek ve tedavide alacak adımları belirlemek için fleksibl bronkoskopi önemli bir tanı yöntemi olmaktadır. Bu çalışmada, bronkoskopinin persistan wheezingi olan hastaların tanısındaki yeri ve güvenilirliğinin gösterilmesi amaçlanmışr Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde persistan wheezing şikaye ile bronkoskopi yapılan 112 hastanın sonuçları incelendi. Bulgular: Yüzde 62.5’i erkek olan çocukların ortanca yaşı 13.5 (IQR: 7-44.2) ay; ortalama şikayet süresi 8 + 2.2 aydı. Persistan wheezing nedeniyle bronkoskopisi yapılan hastaların %40.2’sinde bronkoskopi sonrası tanı değişimi olurken hastaların % 30.1’inde normal bronkoskopi bulguları tespit edildi, %26.5’inde laringotrakeomalazi, %12.4’ünde yabancı cisim aspirasyonu, %11.5 ‘inde dıştan bası, % 2.7’sinde anatomik varyasyon olduğu görüldü. Bronkoskopi yapılan hastaların hiçbirinde majör komplikasyona rastlanmadı. % 5.6’sında hipoksi, % 0.9’unda geçici taşikardi ve % 0.9’unda stridor olmak üzere toplam %7.5’inde bronkoskopi esnasında minör komplikasyonlar geliş. Hastaların %92.5’inde bronkoskopi esnasında herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. 141 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: TP041 Sonuç olarak; asm semptomları olan hastaların ayırıcı tanısında fleksibl bronkoskopinin önemli bir yeri olduğu ve işlem sırasında majör bir komplikasyonla karşılaşılmadığı görüldü. ERKEN EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNİN CERRAHİ TEDAVİSİNDE MARMARA DENEYİMİ BARKIN ELDEM , KORKUT BOSTANCI , BEDRETTİN YILDIZELİ , HASAN FEVZİ BATIREL , MUSTAFA YÜKSEL TP040 MALİGN PLEVRAL SIVILI HASTALARDA TUZAK AKCİĞERİN BELİRLEYİCİLERİ; PLEVRAL ELASTANS İLE PLEVRAL SIVI PH KARŞILAŞTIRMASI Amaç: OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Erken evre (Evre I ve Evre II) küçük hücreli dışı akciğer kanserinin en etkin tedavisinin cerrahi rezeksiyon ile sağlandığı bilinmektedir.Yapılan çalışmalarda bu yaklaşımın ortalama %70 (%50-80) 5 yıllık sağkalım sağladığı, doğru hasta seçiminin de mortalite ve morbiditeyi önemli ölçüde azal ğı görülmüştür. Amaç: Gereç ve Yöntem: Malign plevral sıvılı hastalarda sıvının en etkin kontrol yöntemi plöredezisr. Ancak plöredezis visseral plevranın fibrozisine bağlı akciğer ekspansiyonunun engellendiği tuzak akciğer varlığında kontraendikedir. Bu çalışmanın amacı tuzak akciğerin belirlenmesinde plevral elastans ve plevral sıvı pH değerlerini karşılaşrmakr. Hastanemiz göğüs cerrahisi servisinde 1992 ile 2008 yılları arasında cerrahi tedavi uygulanarak takip edilen 85 erken evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri olgusunun verileri retrospekf olarak incelendi. Olgular uygulanan cerrahi girişim, histopatolojik tanı, patolojik evre, morbidite, mortalite ve 5 yıllık sürvi açısından değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Bulgular: Tüm hastalarda girişimsel işlem öncesi plevral sıvı pH değerleri elde edildi. Plevral elastans su monometresi yöntemi ile ölçüldü. Elastans başlangıç basınç değeri ile son basınç değerinin farkının çıkarılan sıvı miktarına bölünmesi ile elde edildi. Tuzak akciğer tanısı 500 cc plevral sıvı alınması sonrası akciğerin ekspanse olup olmadığının radyolojik olarak gösterilmesi ile konuldu. Hastaların 65’i erkek (%76), 20’si kadın (%24) idi. Yaş ortalaması 58 (44-77) olarak hesaplandı. Cerrahi rezeksiyon şekli olarak 3 kama rezeksiyon (%4), 57 lobektomi (%67), 7 bilobektomi (%8) ve 18 pnomonektomi (%21) uygulandı. Histopatolojik tanı 39 olguda (%46) adenokarsinom, 39 olguda (%46) yassı hücreli karsinom ve 7 olguda (%8) adenoskuamöz karsinom olarak belirlendi. Histopatolojik inceleme sonrasında olguların 18’i T1N0, 4’ü T1N1, 34’ü T2N0, 19’u T2N1 ve 10’u T3N0 olarak evrelendi. Olgularda en sık görülen morbidite 4 olguda uzamış hava kaçağı (%4.5), ve 4 olguda atrial fibrilasyon (%4.5) idi. Erken postoperaf mortalite oranı %1,2 olarak hesaplandı. HÜSEYİN YILDIRIM , MUZAFFER METİNTAS , GUNTULU AK , SİNAN ERGİNEL , FÜSUN ALATAS Bulgular: Çalışmaya yaş ortalamaları 64±12 olan 33 erkek, 21 kadın toplam 54 hasta dahil edildi. Hastaların son tanıları; 26 hasta akciğer kanseri, 9 hasta malign mezotelyoma ve 19 hasta diğer organ metastazı idi. Yirmi hastada tuzak akciğer saptandı. Tuzak akciğer saptanan hastaların ortalama elastans değeri 27±17 cmH20 iken saptanmayan hastalarda 11±6 cmH20 idi (p<0.001). Tuzak akciğer saptanan hastalarda plevral sıvı pH değeri 7,31±0,15 iken saptanmayan hastalarda 7,38±0,13 idi (p=0.236). Yapılan ROC analizinde tuzak akciğeri belirlemede en uygun plevral elastans miktarı 17 cmH20 (AUC=0.782, özgüllük=%85.3, duyarlılık=%70), plevral sıvı pH değeri ise 7.30 (AUC=0.646, özgüllük=%79.2, duyarlılık=%60) olarak belirlendi. Sonuç: Sonuç olarak tuzak akciğerin belirlenmesinde plevral elastans ölçümü plevral sıvı pH değerlerine oranla daha güvenilir bir yöntemdir. 142 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL Sonuç: Bulgularımızın da desteklediği gibi, erken evre küçük hücreli dışı akciğer kanserinin tedavisinde cerrahi rezeksiyon, düşük mortalite ve morbidite ve yüksek sağ kalım oranları ile tercih edilen tedavi şekli olmalıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ TP042 PRİMER AKCİĞER KARSİNOMU NEDENİYLE OPERE EDİLECEK HASTALARDA KEMİK METASTAZI SAPTAMADA KEMİK SİNTİGRAFİSİ VE F18 FDG-PET TETKİKİNİN KARŞILAŞTIRILMASI EVREN CANEL KARAKAŞ 1, FİLİZ KOŞAR 1, SİBEL YURT 1, NEVİN IŞIK 1, HATİCE ÖZÇELİK 1, PENBE ÇAĞATAY 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İ.Ü CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD 1 Amaç: Çalışmamızda, KHDAK (Küçük hücreli dışı akciğer kanseri) tanısı olan ve opere olma ihmali olan hastalarda tek bir yöntemle tüm vücudun taranmasını sağlayan PETBT’nin intratorasik evrelemeye, intratorasik ve uzak metastazı saptamaya yönelik değeri, ayrıca PET-BT’nin klinik kullanıma girmesinden önce sıklıkla uygulanan üst abdomeni de içine alan Toraks BT, kemik singrafisi ve kranial BT/MR kombinasyonuna ilave bir katkısı olup olmadığı ve özellikle kemik metastazlarının değerlendirilmesinde iki yöntemin karşılaşrılması amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2006-2008 yılları arasında Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğim ve Araşrma Hastanesi, 6. Göğüs Hastalıkları kliniğine başvuran, akciğer tümörü ön tanısı ile tetkik edilen ve KHDAK tanısı almış 69 hasta dahil edildi. Anamnez, fizik muayene bulguları, laboratuar değerleri, PA akciğer grafisi, ayrıca solunumsal ve kardiak açıdan operabl olduğu düşünülen hastaların hepsine üst banı da kapsayan Toraks BT çekildi. BT’de operabilite açısından kontrendike olmayan hastalara Kranial BT ve /veya MR, tüm vücut kemik singrafisi, tüm vücut PET/BT incelemesi istendi. 10 NİSAN 2009 mediasnoskopi ve torakotomi sonuçlarına göre BT ve PET/BT’nin mediasnal lenf nodları için sensivite, spesifite, PKD(Pozif Kesrim Değeri), NKD (Negaf Kesrim Değeri) ve Doğruluk değerleri sırasıyla ; % 20, %77,%22,%75 ve %37 ve % 70, %73, %46,%88,%42 olarak hesaplandı. PET ve Kemik Singrafisinin Kemik Metastazı Saptamadaki Değerleri ise sırasıyla kemik singrafisi için; %75, %82, %40, %95, %75 ve PET/BT için ise ; %88, %100, %100, %98, %98 ve doğru tanı koyma açısından PET/BT kemik singrafisine göre anlamlı olarak üstün bulundu. (p< 0.01). PET/BT ile evreleme ve konvansiyonel evreleme (Toraks BT + Üst Ban BT + Kemik Singrafisi) karşılaşrılmasında, PET/BT’nin klinik uygulamaya girmesi ile 15 hastada (%21,7) downstaging, 20 hastada (%29) upstaging sağlanmışr, 34 hastada (%49,3) stage değişmemişr. Sonuç: Sonuçta; PET/BT malignite tanısı olup cerrahiye verilmesi düşünülen akciğer kanserli hastalarda hem mediasnal hem de uzak metastaz taraması açısından evrelemeyi tek bir modalite ile yapması nedeniyle mümkün ise run olarak yapılmalıdır. PET’in tanı değerlerinin daha yüksek olması nedeniyle , kemik singrafisinin sistemak olarak yapılmaması ve evreleme aşamasındaki değerlendirmeden çıkarılması gerekği bunun yerine intratorasik ve ekstratorasik evrelemeyi birlikte sağlayan PET/BT’nin alabileceği ancak burada da PET/BT’nin uzun kemiklerin distalini de görüntü alanı içine alarak değerlendirme yapması gerekği düşünülmektedir. TP043 MALİGN HAVAYOLU OBSTRÜKSİYONUNDA DÜZ STENT: YEDİKULE DENEYİMİ LEVENT DALAR , AHMET LEVENT KARASULU , SEDAT ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , Z. NİLGÜN ULUKOL , NUR SOLMAZER Bulgular: Çalışmaya 1’i kadın(%1.4), 68’si erkek (%98.6) olmak üzere toplam 69 hasta dahil edilmişr. Hastaların yaşları 28 ile 77 yıl arasında değişmekte olup ortalama yaş 58.94±10.032’ dir. Çalışmaya alınan olguların tümör histolojilerine göre dağılımları; %50.7’ si (35 hasta) küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK), %40.6’ sı (28 hasta) skuamöz hücreli karsinom, %8.7’ si (6 hasta) adenokarsinom şeklindedir.Çalışmaya alınan hastaların hepsinde üst banı da içine alan Toraks BT , Kranial BT/ MR, PET/BT tetkiki yapıldı, ancak kemik singrafisi çeşitli nedenlerle 59 hastada yaprılabildi ve yine evreleme bulguları sonuçlarına göre 40 hastada Mediasnoskopi ve 22 hastada torakotomi yapılabildi.Çalışmaya alınan hastaların primer tümörlerinin saptanan klinik evreleri; Evre IA 5 olgu (%%7.2), Evre IB 13 olgu (%19), Evre IIA 1 olgu (%1.5), Evre IIB 7 olgu (%10.10), Evre IIIA 23 olgu (%33.3), Evre IIIb 5 olgu (%7.2), Evre IV 15 olgu (%21.7) olarak belirlendi.Çalışmaya alınan olguların YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Son yıllarda ülkemizde de uygulanmaya başlanılan endobronşiyal tedavilerin ileri dönem akciğer kanserli olgularımızda havayolu pasajının açılmasında kalıcı bir yarar sağlamada tercih edileni, stent uygulamalarıdır. Bu çalışmada kaplı metal ve silikon stent uygulamalarımız ve sonuçları tarşıldı. Gereç ve Yöntem: Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008 yılları arasında endobronşiyal tedavi uygulanarak kaplı metal ya da silikon düz stent yerleşrilen olgular stent etkinliği, komplikasyon, semptom palyasyonu ve klinik açıdan retrospekf olarak değerlendirildi. 143 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Bulgular: Çalışmaya kaplı metal ya da silikon düz stent yerleşrilen 90 olgu (68 erkek, 22 kadın) alındı. Olguların 14’üne (%15,5) kaplı metal düz stent, 76’sına (%84,5) silikon düz stent yerleşrildi. Toplam işlem sayısı 102 idi. Kaplı metal stent yerleşrilen 14 olgunun 10’unda (% 71,4) erken migrasyon, 2’sinde (% 14,2) geç migrasyon gözlendi. Mukostaz izlenmedi. Silikon stent yerleşrilen 76 olguda 83 stent kullanıldı. Bir olguda (%1,2) erken migrasyon izlenirken, 6 olguda (%8,3)tümör progresyonuna bağlı işlem tekrarı ve stent değişimi gerek. Stent yerleşrme işlemi ya da stent ile ilişkili komplikasyonlardan ölüm izlenmedi. Tüm olgularda yerleşrme işlemini takiben semptom palyasyonu ve/veya radyolojik iyileşme gözlendi. Çalışmaya Y stent yerleşrilen 29 olgu (23 erkek) alındı. Olguların 24’üne (%82,7)Dumon silikon Y stent, 5’ine (%17,3) Rüsch Freitag Dynamic stent yerleşrildi. Üç olguda (%10,3) tümör progresyonundan dolayı takılan stent değişrildi. Ortalama sürvi 159 gün (2-865) idi.Stent yerleşrme işlemi ya da stent ile ilişkili komplikasyonlardan ölüm izlenmedi. Tüm olgularda yerleşrme işlemini takiben belirgin semptom palyasyonu ve/veya radyolojik iyileşme gözlendi. Migrasyon saptanmadı. Sonuç: Malign havayolu obstrüksiyonunda girişimsel bronkoskopik yaklaşım sürviye ve yaşam kalitesine belirgin katkı sağlar ve günümüzde silikon stent halen en opmal seçenekr. TP044 KARİNAYI TUTAN MALİGN HAVAYOLU OBSTRÜKSİYONUNDA Y STENTİN ETKİNLİĞİ: YEDİKULE DENEYİMİ LEVENT DALAR , AHMET LEVENT KARASULU , SEDAT ALTIN , Z. NİLGÜN ULUKOL , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , PELİN KARADAĞ , ATAYLA GENÇOĞLU YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Santral havayolu obstrüksiyonu, ileri evre akciğer kanseri seyrinde sık karşılaşılan, yaşamı tehdit eden ve ek tedavi yöntemlerinden elde edilecek yararı kısıtlayan bir klinik durumdur. Endobronşiyal tedavi bu durumun yönelmesinde yararı kanıtlanmış bir tedavi yaklaşımıdır. Havayolu açıklığının elde edilmesinde mekanik dilatasyon ve “core-out” temel yöntem olmakla birlikte bu olgularda stent kullanımı tedavi yararının idamesinde önemlidir. Bu çalışmada karinayı tutan malign hastalıkta Y stent etkinliği değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008 yılları arasında endobronşiyal tedavi uygulanarak Y stent yerleşrilen olgular stent etkinliği, komplikasyon, semptom palyasyonu ve klinik açıdan retrospekf olarak değerlendirildi. 144 10 NİSAN 2009 Sonuç: Karinayı invaze ederek santral havayolu obstrüksiyonuna yol açan akciğer kanseri olgularında Y stent endobronşiyal tedavi yaklaşımıyla sağlanan havayolu açıklığının korunmasında etkili ve güvenilir bir seçenekr. TP045 BENİGN TRAKEAL STENOZ TEDAVİSİNDE ENDOSKOPİK YAKLAŞIM: YEDİKULE DENEYİMİ AHMET LEVENT KARASULU , LEVENT DALAR , SEDAT ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NURDAN ŞİMŞEK , CELALETTİN KOCATÜRK , FİLİZ KOŞAR YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Benign trakeal stenoz (BTS) endotrakal entübasyon ve trakeostominin iyi bilinen bir komplikasyonudur. Kliniği, asemptomak olgudan yaşamı tehdit eden solunum yetersizliğine kadar değişim gösterebilir. Geleneksel olarak cerrahi temel tedavi yaklaşımıdır. Ancak farklı nedenlerle cerrahi uygulanamayacak olgularda endoskopik yaklaşım bir diğer tedavi seçeneğidir. Bu çalışmada endoskopik yaklaşımla tedavi ve takip edilen BTS olgularımız retrospekf olarak değerlendirilerek tedavi başarı ve komplikasyonları tarşılmışr. Gereç ve Yöntem: Hastanemiz Girişimsel Pnömoloji Ünitesinde 2004-2008 yılları arasında takip ve tedavi edilen BTS olguları girişim yöntemleri, stent uygulaması, erken ve geç komplikasyon açılarında retrospekf olarak değerlendirildi. Bulgular: Toplam 25 olguya (10 erkek, 15 kadın) 36 seans işlem endoskopik stenoz açılması ve/veya stent yerleşrilmesi işlemi uygulandı. İşlemler sırasında mekanik dilatasyon, argon plazma koagülasyon, diyot lazer ve kriyoterapi kullanıldı. Yirmiiki olguya (%88) silikon stent yerleşrildi ve toplam 30 stent kullanıldı. Bir olguda erken migrasyon (%4), 2 olguda geç migrasyon (%8), 4 olguda granülasyon (%16) oluşumu, 3 olguda mukostaz (%12) izlendi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: TP047 BTS tedavisinde endoskopik yaklaşım güvenilir ve etkili bir yöntemdir ve seçilmiş olgularda cerrahi yönteme alternaf olabilir. AKCİĞER KANSERLERİNDE KEMİK METASTAZLARININ SAPTANMASINDA HANGİ YÖNTEM KULLANILMALI? TP046 GÖKÇEN ÖMEROĞLU 1, CİHAN ÖRÇEN 1, ERKAN YILMAZ 2 , DUYGU GÜREL 3, BERNA DEĞİRMENCİ 4, ATİLA AKKOÇLU 1 AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA AKCİĞER REZEKSİYONU ÖNCESİ DEĞERLENDİRMEDE YENİ BİR METOD- ÖN ÇALIŞMA 1 SEDAT ALTIN , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , NURDAN ŞİMŞEK , LEVENT KARASULU , EKREM CENGİZ SEYHAN , ERDOĞAN ÇETİNKAYA YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Akciğer rezeksiyonu yapılacak olan hastaların değerlendirmesinde tahmin edilen post operave akciğer fonksiyonunun perfüzyon singrafisinin bölgesel değerlendirilmesi ile kararlaşrılması önerilmektedir. Çalışmamızda perfüzyon singrafisinin yerini doldurmak için yeni bir potensiyal olarak gösterilen, hastaların akciğerlerinde bölgesel solunum sesi yoğunluğunu hesaplayan VRIXP O-Plan (Deep Breeze, Or-Akiva, Israel) cihazını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Akciğer kanseri olan ve akciğer rezeksiyon cerrahisi planlanan 12 hasta ( ortalama yaş ±std; 60 ±11) VRIXP ve standard değerlendirmeler için çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara perfüzyon singrafisi ve 5 hastaya cerrahiden bir ay sonra solunum fonksiyon tes yapıldı. FEV1 ppo.hesaplanması için VRIXP bölgesel quantave değerler ve pre operaf FEV1 değerleri kullanıldı. Bulgular: FEV1 ppo (%) ortalaması ± std, perfüzyon singrafisi ve VRI için sırasıyla 57%±13% ve 50%±13% idi. Benzer olarak, FEV1 ppo (L) ortalama ± std sırasıyla 1.7±0.5 ve 1.5±0.4 litredir. Beklenen % FEV1 ppo (%) (R=0.9376) ve FEV1 ppo (L) (R=0.9629) için VRIxp O-Plan ve perfüzyon singrafisi arasında yüksek korelasyon mevcuu. 9 (%75) vakanın ortalama farkı %10’dan azdı. 5 hasta postoperave takibine gelmiş. Bu vakaların ortalama FEV1 ppo (VRI), FEV1 ppo (Perfüzyon), ve Gerçek post-op değerleri FEV1(%) için %49±%10, %54±%8 ve %49±%14. Benzer olarak, FEV¬1(L) için bu değerler 1.3±0.2L, 1.4±0.2L ve 1.2±0.1L idi. Sonuç: İlk sonuçlar VRIxp’ye dayanan tahminlerin perfüzyon singrafisine benzer olduğunu ve postoperave sonuçların tahmininde de doğru olduğunu göstermişr. DEÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. DEÜTF RADYODİAGNOSTİK A.D. 3 DEÜTF PATOLOJİ A.D. 4 DEÜTF NÜKLEER TIP A.D. 2 Amaç: Akciğer kanserli hastalarda kemik metastazları, kemik singrafisi, PET-BT ve gerekğinde direkt grafi, MR ile saptanmaktadır. Çalışmamızda kemik metastazı tanı yöntemlerinin birbirine üstünlükleri karşılaşrıldı Gereç ve Yöntem: 2006-2008 yıllarında kliniğimizde izlenmiş 212 akciğer kanserli hastanın histopatolojisi, kemik metastazı, ağrı, serum ALP düzeyine bakıldı, sonuçlar istaksel olarak değerlendirildi. Bulgular: 57 KHAK hastanın 26’sında (%31.7), 151 KHDAK hastanın 54’ünde (%63,4) ve plendirilemeyen iki hastada, toplamda 82 (%38.6) hastada kemik metastazı saptandı. Bu hastaların 52 (%63,4) ağrısı mevcuu. Metastazlı, ağrılı 52 hasta içinde 17 (%32,6) KHAK, 35 (%67,3) KHDAK (%38,4 adeno kanser, %14,2 squamoz hücreli ve %28,4 alt pi belirlenemeyen) bulundu. Bu hastalarda metastaz, direkt grafi çekilen 40 hastanın dördünde (%10), singrafi çekilen 41 hastanın 30’unda (%73.3), PET-CT çekilen sekizinin alsında (%75), MRG çekilen 10 hastanın alsında (%60) bu yöntemlerle, ayrıca beş hastada BT ile saptandı. Metastazlı, ALP yüksek 31 (%37,8) hastanın metastazları, direkt grafi çekilen 23 hastanın üçünde (%13), singrafi çekilen 25 hastanın19’unda (%76), MRG çekilen dördünün ikisinde (%50) bu yöntemlerle saptandı (p<0,05). Sonuç: Sonuçta akciğer kanserli hastalarda kemik metastazı varlığı oranı %38.6 saptandı. Tanıda ağrı semptomu önemli bir belirleyici olmakla beraber ağrısız hastalardaki %36.6 metastaz oranımızın dikkate değer olduğunu, ancak özellikle KHAK ve adeno kanserli hastalarda serumdaki ALP yüksekliği ile ağrının birlikteliğinin kemik metastazı varlığı açısından daha anlamlı olduğunu gördük. Evrelemede ilk tercih edilen kemik singrafisinin bu p hastalarda hala geçerli olduğunu, MR’ın daha iyi bir yöntem olmakla birlikte PET-BT, MR gibi tetkiklerin bizim çalışmamızda olduğu gibi sınırlı sayıda hastada gerekli olduğunda uygulanması gerekğini düşünüyoruz. 145 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ TP048 TP049 AKCİĞER KANSERİNDE KEMOTERAPİNİN FİBRİNOJEN, VWF VE MİKROALBUMİNÜRİ DÜZEYLERİNE ETKİSİ KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ TANILI HASTALARIN RETROSPEKTİF İNCELENMESİ MEHMET POLATLI , ŞULE TAŞ GÜLEN , NİMET DEMİRTAŞ , ORHAN ÇİLDAĞ ZEHRA DINIZ 1, ARZU ERTÜRK 1, MERAL GÜLHAN 2, SEMA CANBAKAN 1, NERMİN ÇAPAN 1 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD-AYDIN ANKARA ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 UFUK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİM DALI Amaç: Akciğer kanserinde doğrudan koagülasyon sisteminin akvasyonu veya prokoagülan faktörlere bağlı olarak koagülasyon ve fibrinolizin gelişği birçok çalışmada gösterilmişr. Akut faz reaktanı olan fibrinojen pıhlaşmada temel rol oynar ve başlıca karaciğerde sentezlenir. Ayrıca, akciğerlerde doku hasarı ve havayolu inflamasyonu sonucu akciğer epitelinden salınır. İnflamatuar olaylarda endotelyal hücrelerin akvasyonu ile endotelyum kaynaklı bir pıhlaşma faktörü olan von Willebrand Faktör (vWF) de salınmaktadır. Mikroalbuminüri renal endotelyal permeabilitenin indirekt bir belirsidir. Bu çalışmada, akciğer kanserinin fibrinojen, vWF ve mikroalbuminüri üzerine olan etkisi ve kemoterapi ile değişiminin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 33 KHAK veya KHAK akciğer kanseri olguda (yaş 63.88±10.65 yıl), başlangıçta ve 21 olguda 3. ve 6. Kemoterapi uygulamalarından önce olmak üzere, plazma fibrinojen, vWF ve idrarda mikroalbuminüri düzeyleri çalışıldı. Bulgular: Başlangıç ve takip düzeyleri fibrinojen için 496.61± 167.11; 343.43± 97.52; 290.73± 123.45 mg/dL (p<0.01), vWF için 234.79± 84.93; 247.54± 445.2; 174.84± 98.99 % (p<0.05), ve mikroalbuminüri için 24.27± 28.97; 25.32± 23.57 (p=0.032); 25.77± 24.59 mg bulundu. Fibrinojen ve vWF düzeyleri başlangıç düzeyine göre azalma yönünde iken, mikroalbuminüri arş yönünde bulundu. Sonuç: Akciğer kanseri endotelyal disfonksiyon ve hiperkoagülabilite için bir risk faktörüdür. Kemoterapi endotelyal disfonksiyon ve hiperkoagülabiliteye bağlı komplikasyonların gelişmesini önlemede etkili olabilir. Serum fibrinojen, vWF ve mikroalbuminüri düzeylerinin takibi, akciğer kanserinde prognozun belirlenmesinde yardımcı olabilir. 146 10 NİSAN 2009 1 Amaç: Hastanemiz 4.kliniğinde 2001-2007 tarihleri arasında takip ve tedavi edilmiş olan küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) tanılı hastaların genel özelliklerini, tedavi modellerini, tedavi yanıtları, progresyona kadar geçen süreleri ve bu parametrelerin sağkalım süreleri ile ilişkilerinin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Dosyalarına ulaşılabilen KHAK’li olgular retrospekf olarak incelendi. Cinsiyet, yaş, sigara öyküsü, performans durumu, evre, metastaz yerleri, tümör lokalizasyonu, tedavi modelleri, tedavi yanıtları, sağkalım süreleri, progresyona kadar geçen süreleri ve bu parametrelerin sağkalım süreleri ile ilişkileri değerlendirildi. Bulgular: İncelenen 132 olgunun yaş ortalaması 59±11,13 (2885) yıldı. Performans statusu sırasıyla ECOG 0-1 %66,7; ECOG 2 %30,3; ECOG 3-4 %3 olarak saptandı. Olguların % 34,8’i sınırlı, % 65,2’si yaygın hastalık. Tek metastaz %42 olguda, birden çok metastaz %22,8 olguda vardı. Hastaların %93’üne kemoterapi, %20,5 hastaya ise KT+RT verildi. İkinci basamak KT % 25,8 olguya verildi. Tedavi yanı KT verilmeyen ve 1 kür KT’den sonra takipten çıkan 36 hastada değerlendirilemedi. Değerlendirilenlerde % 13,6 tam yanıt, %46,2 kısmi yanıt, %9,1 stabil ve %3,8 progresyon saptandı. Genel sağkalım tüm hastalar için 6 ay olarak bulundu. Hastaların performans durumunun ECOG 2-4 olması, yaygın evre, VCSS ve plevral effüzyon, birden fazla metastaz sağkalım sürelerini olumsuz etkiledi. Ayrıca progresyona kadar geçen süreye, hastanın performans durumu, evresi, metastaz sayısı, birinci basamak KT verilmesi, KT’ye RT eklenmesi, PCI uygulanmasının etkili olduğu saptandı (p<0.005). Sonuç: KHAK tanısının erken konulmasının, evreleme prosedürlerinin tam yapılmasının, kombinasyon kemoterapisi verilmesinin, sınırlı evre çıkan hastalara mutlaka kemoterapi ile birlikte radyoterapi uygulanmasının ve tam yanıt alınan tüm hastalara PCI uygulanmasının yaşam süresine olumlu katkısı vardır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 TP050 TP051 AKCİĞER KANSERİNDE AİLE ÖYKÜSÜ İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ(KHDAK)GENÇ VE YAŞLI HASTALARIN ANALİZİ PINAR MUTLU 1, AYDANUR KARGI 2, REFİK BUDAK 3, ATİLA AKKOÇLU 1 DEUTF GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD DEUTF PATOLOJİ ABD 3 DEUTF HALK SAĞLIĞI ABD 1 SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , NURAY ERDAL , FERAH ECE , NİLGÜN HATABAY , ÖZLEM ORUÇ , DERYA DERİNCE , ARMAĞAN HAZAR 2 Amaç: SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM HASTANESİ Amaç: Bu çalışmada akciğer kanseri saptanan hastalarda ailesel yatkınlık açısından , akciğer ve diğer organ kanserlerinin birinci derece aile fertlerindeki varlığı araşrılmışr Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza akciğer kanser’li 172, KOAH ve B.Astma tanılı 89 kontrol grubu hastası alındı. Tüm hastalar yaş, cinsiyet, sigara içme alışkanlığı, kanser hücre pi, ailede (anne, baba, kız ve erkek kardeş) akciğer ve diğer sistem kanserleri varlığı yönünden sorgulandı. Bulgular: İlk grubun 150 (% 87.2) ‘si erkek, 22 ( %12.8) ‘si kadındı ve ortalama yaş 61.37+-9.85 idi. Kontrol grubunun ise 45 (%50.6)’i erkek, 44 (%49.4)’ü kadın ve ortalama yaş 58.11+-12.85 idi. Kanser açısından aile öyküsü pozif 29 (%16.86) akciğer kanserli hasta var iken, bu kontrol grubunda 9 (%10.11) hastada mevcuu. İlk grupta sigara öyküsü (içici ve bırakmış) pozifliği 158 (%91,86) ve kontrol grubunda 64 (%71, 91 ) saptandı. ( p‹ 0,001) Ailede kanser öyküsü ile yaş, cins ve histopatolojik pler arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Adenokarsinom 45 ( %26.20), skuamöz 34 (%19.80), büyük hücreli 2 (%1.20), alt pi bilinmeyen 39 (%22.70), küçük hücreli 45 (%26.20), nöroendokrin 6 (%3.50) ve kombine küçük hücreli 1 (%0.60) hastada saptandı. Sonuç: Çalışmamızda akciğer kanseri tanısı almış kişilerin kanser açısından aile bireylerindeki poziflik oranı %16,86 ‘dır ve aile bireylerinden özellikle babaları kanser olan, kendisi de sigara içen bireylerde akciğer kanseri gelişme riski oldukça yüksek bulunmuştur. Ayrıca yapılan çalışmalara uygun olarak akciğer kanserli kişilerin aile bireylerinde akciğer kanseri ile GİS kanserleri anlamlı derecede yüksek saptanmışr. Akciğer kanserinin tanı ve tedavisinde büyük gelişmeler olmakla birlikte yaşlı ileri evre KHDAK hastalarda akciğer kanserinin prognozunu etkiyen faktörlerin ortaya konması gerekir. Bu çalışmada, ileri evre genç ve yaşlı hastalarda prognosk faktörleri karşılaşrmayı amaçladık Gereç ve Yöntem: 1995-2008 yılları arasında, Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi hastanesi onkoloji servisinde üç yüz yetmiş kemoterapi tedavisi alan yaşlı(>/=65) ve genç(<65) ileri evre KHDAK olgu(evre 3B ve 4) değerlendirildi. Demografik özellikler, tedavi yanı, histolojik p, komorbit hastalık, plevral efuzyon, performans durumu ve ortalama yaşam süresi ile tanı anındaki sigara alışkanlığı klinik özellikler ile korele edildi. Bulgular: Üç yüz yetmiş hastanın, 284(76.8%)’ü genç grupta ve 86(23.2%)’ü yaşlı grupta idi. Evre ve tedavi cevabı her iki grup arasında benzer özellikteydi. Tanı anında, kötü performans durumu, komorbit hastalık varlığı, kilo kaybı ve sigara alışkanlığı yaşlı hastalarda kötü prognosk faktörlerdi. Komorbit hastalık yaşlı hastalarda genç hastalara gore daha fazla oranda idi. Kilo kaybı olan yaşlı hastalarda(%43.7) progresif tedavi yanına bağlı olarak genç olgulara(%14.8) göre yaşam süresinin belirgin kısa olduğu görüldü(p=0.03). Sonuç: Altmış beş yaş üzeri olgularda kilo kaybı tedavi yanını etkiler ve kötü prognoz ile birliktelik gösterir. 147 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ e-PS073 OBSTRÜKTİF SLEEP APNE SENDROMU VE VOKAL KORD PARALİZİSİ BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU) RAVZA BAYRAKTAR , AYSEL TURAN , METİN AKGÜN , ALİ TABARU , METİN GÖRGÜNER ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD Amaç: Obstrükf Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve vokal kord paralizisi birlikteliği nadir görülen bir durumdur. Gereç ve Yöntem: Obstrükf Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve vokal kord paralizisi birlikteliği nadir görülen bir durumdur. Bulgular: Polisomnografide; hipopnelerin ağırlıklı olarak gözlendiği ve belirgin desatürasyonların olduğu bir uyku süreci saptanması üzerine, hasta ağır derecede Obstrükf Sleep Apne Sendromu (OSAS) olarak değerlendirildi. KBB muayenesinde; sol vokal kord paralik idi. Tiroid ve ban USG normal olarak değerlendirildi. Toraks BT’de; asendan aorta 48 mm ile dilate olarak gözlendi. Ekokardiyografik incelemede; sol ventrikül hipertrofisi, sol ventrikül diastolik disfonksiyonu ve asendan aorta dilatasyonu mevcuu. 10 NİSAN 2009 olarak ortaya çıkabilen santral apnelerin bu hastalarda uykuda ölüm insidansının arşından sorumlu olabileceği bildirilmektedir.ACM’li hastalar uyku apne sendromu birliktelik gösterebilir. Gereç ve Yöntem: Horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uykululuk yakınmaları ile merkezimize başvuran ve anamnezinde MRG ile ACM tanısı konmuş olduğu saptanan 48 yaşındaki erkek olguya polisomnografi yapılarak Santral Uyku Apne Sendromu tanısı konmuş ve nöroşirurji bölümü ile konsülte edilerek takibe alınmışr. Bulgular: Horlama, tanıklı apne, gündüz aşırı uykululuk yakınmaları ile merkezimize başvuran ve anamnezinde MRG ile ACM tanısı konmuş olduğu saptanan 48 yaşındaki erkek olguya polisomnografi yapılarak Santral Uyku Apne Sendromu tanısı konmuş ve nöroşirurji bölümü ile konsülte edilerek takibe alınmışr. Sonuç: Bu olgu nedeniyle ACM li hastaların uyku apne sendromu semptomları açısından sorgulanmasının önemi vurgulanmak istenmiş ve ACM de santral uyku apne sendromunun patofizyolojisi, tanı ve tedavi yaklaşımları irdelenmişr. e-PS075 Sonuç: CPAP tedavisi kararı alınan olgunun ilginç olması nedeni ile sunulması uygun bulundu. ADENOİD VEJETASYON VE OBSTRÜKTİF SLEEP APNE SENDROMU BİRLİKTELİĞİ (OLGU SUNUMU) RAVZA BAYRAKTAR , AYSEL TURAN , MEHMET MERAL , NAFİYE YILMAZ , METİN GÖRGÜNER e-PS074 BİR OLGU NEDENİYLE ARNOLD CHİARİ TİP 1 MALFORMASYONUNDA SANTRAL UYKU APNE SENDROMU Amaç: GÜLFEM YURTERİ , MÜYESSER ERTUĞRUL , TÜLİN KUYUCU Obstrükf Sleep Apne Sendromu (OSAS) ve adenoid vejetasyon birlikteliği daha çok çocuklarda gözlenen bir durumdur. SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ Gereç ve Yöntem: Amaç: Arnold Chiari Tip 1 Malformasyonu (ACM), serebellar tonsillerin kaudal yönde prolapsus yaparak üst servikal kanala uzanması ve medulla ile yakın temas oluşturması ile karakterize bir durumdur. En sık görülen bulguları ; alt kranial palsy, serebellar sendrom, motor bozukluk ve duyu kaybıdır.Solunum yetmezliği oldukça nadir görülmekle birlikte uykuda santral ve obstrukf apneler sıklıkla eşlik etmektedir.ACM de başlangıç bulgusu 148 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD Son 3 yıldan beri gündüz aşırı uyku hali ve tanıklı apne yakınmaları olan, önceden tonsillektomi ve septum deviasyonu nedeniyle opere edilen, ancak düzelmediğini ifade eden 58 yaşında erkek hasta kliniğimize yarıldı Bulgular: Hastanın polisomnografik tetkikinde tüm uyku evrelerinde apne ve hipopneleri ile belirgin desatürasyonları vardı ve sonuçta ağır derecede OSAS olarak değerlendirildi. KBB muayenesinde nazofarenksde kitle görülmesi üzerine lezyondan “punch” biyopsi yapıldı ve patoloji sonucu adenoid vejetasyon olarak raporlandı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: e-PS077 . Adenoidektomi yapılan hasta tam iyileşme sonrası tekrar uyku laboratuarına başvurmak üzere takibe alındı. KARŞI TARAFTA CİLTALTI AMFİZEMİNE YOL AÇAN AKCİĞER KANSERİ OLGUSU SERHAT YALÇINKAYA 1, A. HAKAN VURAL 2, AHMET BAYER 3 e-PS076 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ SERVİSİ 2 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ 3 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PATOLOJİ SERVİSİ 1 OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU VE AMFİZEMLE BİRLİKTELİK GÖSTEREN TURNER SENDROMLU BİR OLGU İLKAY KOCA KALKAN , GÖKHAN TİRELİ , AYŞE BACCIOĞLU KAVUT , AYŞE FÜSUN KALPAKLIOĞLU KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Turner sendromu (TS) kadınlarda en sık rastlanılan kromozomal bozukluk olup insidansı 1:3000 canlı kadın doğumdur. Obstrükf uyku apne sendromu (OSAS) ve amfizemle birliktelik gösteren TS’lu nadir bir olguyu sunmaktayız. Gereç ve Yöntem: TS tanısı 21 yaşında konulmuş, ancak hiç tedavi almamış (45, X0) karyopli 43 yaşındaki kadın hasta çocukluğundan beri olan, eforla oluşan nefes darlığı şikaye ile polikliniğimize başvurdu. Sigara kullanmayan, kısa (boyu 138 cm) ancak nonobez (VKi: 21 kg/ m2) hastanın fizik muayenesinde solunum sesleri derinden geliyordu. Bulgular: Solunum fonksiyon testlerinde FEV1 1.07 L ve FVC 0.60 L (sırasıyla beklenenin %51 ve %34), FEV1/FVC %56 olup obstrükf karakterdeydi. Arter kan gazında pO2:73 mmHg ve O2 sat: %95 ile hafif derecede hipoksemisi mevcuu. Akciğer grafisinde havalanma arşı ve diyafragmalarda düzleşme izleniyordu. Hastanın tanıklı apne şikaye olmamasına rağmen, klinik izlemimiz esnasında gündüz uyuklama hali saptandığından polisomnografi(PSG) uygulandı. Apne hipopne indeksi (AHİ) 45 bulunan hastaya bronkodilatatör ve BİPAP tedavisi planlandı. Sonuç: Amaç: Bronkokutanöz fistül oldukça nadir bir akciğer kanseri komplikasyonudur ve genellikle biyopsi ve radyoterapi sonrasında rastlanır. Servisimize karşı taraa ciltal amfizemi nedeniyle başvuran bir bronkokutanöz fistül oluşturmuş akciğer kanseri olgusunun klinik bulgularını aktarmak isyoruz. Gereç ve Yöntem: Altmışyedi yaşında erkek hasta aniden gelişen solunum sıkınsı ve sağ taraa ciltal amfizemi nedeniyle sevkedilerek servisimize başvurdu. Öyküsünden hastanın sol akciğer üst lobta yerleşik bir kitle lezyonu nedeniyle iki yıldır takip edildiği, biyopsiyi kabul etmeyen hastaya tanı konulamadığı anlaşıldı. Bulgular: Toraks tomografisinde sol üst lob anterior yerleşimli kaviter kitle ile sternum ve sağ göğüs duvarı ön tarandan başlayan ve sağ hemitoraksa yayılan ciltal amfizemi arasında bağlan olduğu izlendi. Kavite içine lokal anestezi alnda 28 fr toraks dreni takılırken alınan doku örneklerinden hastaya epidermoid karsinom tanısı kondu. Kliniği düzelen ve ciltal amfizemi gerileyen hasta kemoradyoterapi için dış merkeze sevkedildi. Sonuç: Malign kaviter kitlenin aynı taraa pnömotoraks olmadan, haa karşı taraa bile ciltal amfizemi oluşturabileceğinin akılda bulundurulmasının hastanın tedavisinin düzenlenmesinde katkısı olabileceği kanısındayız. Araşrmalardaki son gelişmeler göstermektedir ki TS’lu erişkinlerde yaşam süresini uzatmak ve morbiditeyi azaltmak için göğüs hastalıkları uzmanlarının da yer aldığı muldisipliner bir yaklaşım gerekmektedir. Bildiğimiz kadarıyla olgumuz OSAS ve amfizemle birliktelik gösteren literatürdeki ilk TS’lu olgu olsa da, çeşitli anatomik bozuklukların ve mevcut gonadal disfonsiyonun bu rastlansal olmayan birlikteliğe potansiyel katkıda bulunduğunu düşündürmektedir. Bu konuda seriler içeren ileri çalışmalara ihyaç olduğu kanaandeyiz. 149 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 e-PS078 e-PS079 TRAKEOBRONKOPATİA OSTEOKONDROPLASTİKA VE AKCİĞER ADENOKARSİNOMU BİRLİKTE GÖRÜLEN BİR OLGU MALİGN MELANOM, ENDOBRONŞİAL METASTAZ AHMET İLVAN 1, ERHAN AYAN 2, TUBA KARABACAK 3, OĞUZ KÖKSEL 2, EYLEM S. ÖZGÜR 1, BAHRİ TEMURAY 1 YASİN ABUL 1, DERYA GÜN KOCAKAYA 1, ŞEHNAZ OLGUN TANDOĞDU 1, EMEL ERYÜKSEL 1, ZEYNEP TOSUNER 2, ZÜLEYHA YAZICI 3, ÇİĞDEM ÇELİKEL 2, SAİT KARAKURT 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ A.D. 1 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS HASTALIKLARI AD 2 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 3 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD 1 Amaç: Amaç: Bu makalenin amacı, nadir görülen bir hastalık olan trakeobronkopaa osteokondroplaska (TO) olgusu sunmakr. Benign bir hastalık olan TO, trakea ve bronş mukozasında kemik ve kıkırdak oluşumları içeren nodüler yapılarla karakterizedir. Akciğer grafileri genellikle normaldir. Öksürük, balgam ve hemopzi görülebilir. Gereç ve Yöntem: Olgumuz, 9 aydır öksürük ve balgamda kırmızı çizgi şeklinde kanaması olan, 56 yaşında erkek idi. Fizik muayenesi normaldi. Gereç ve Yöntem: Nadir görülen endobronşial yayılım yapmış bronkoskopi ile tanı koyduğumuz vakamızı sunduk. Bulgular: Akciğer grafisinde sağ hilus üst kısmında 2x4 cm ebatlarında kısmen homojen opasite izlendi. Toraks bilgisayarlı tomografisinde trakea ön ve yan duvarlarında kalsifikasyonlar ile sağ ana bronş anterior komşuluğunda, oval konfigürasyonda yumuşak doku lezyonu ile uyumlu dansite arşı izlendi. Fleksibl bronkoskopide trakea girişinden ana karinaya kadar ön ve yan duvarlarda mukozadan kabarık, soluk renkli, çok sayıda, noduler lezyon ile sağ üst lob segment ağzını kayan vejetan kitle bulundu. Trakeadaki lezyonlardan birinden alınan biyopsinin patolojik incelemesinde epitel alnda kemik oluşumu izlendi ve bulguların TO ile uyumlu olduğu, sağ üst lob girişindeki kitleden alınan biyopsi ise kötü diferansiye adenokarsinom olarak raporlandı. 42 yaşında bayan hasta nefes darlığı şikaye ile başvurdu. 2006 da tanı konan sıra konjenital dev nevüs tanısı mevcuu.5 paket/yıl sigara hikayesi mevcuu. Fizik muayenede bel bölgesinde 25x15 cm boyularında yaklaşık tüm lumbar bölgeyi kaplayan gluteal bölgeye de yayılan dev nevüsü mevcuu. Vücua özellikle sıra ve saçlı deride birden fazla çok sayıda nevüsler izlendi. Nevüslerde renk değişikliği tariflemiyordu. Sıraki dev nevüste kalınlaşma beliryordu. Solunum sistemi muayenesi doğaldı.Aksiller ele gelen 1x2 cm lik lenfadenopasi mevcuu. PA akciğer grafisinde sol hilar bölgede düzensizlik ve dansite arşı mevcuu. Toraks BT’de sol üst lobda 40x30 mm kitlesel lezyon mevcuu. Bronkoskopide sol akciğer üst lob girişinde nevüs tarzında siyahımsı mukozadan kabarık endobronşial lezyon izlendi. Alınan bronkoskopik biyopsi, rça ve bronkoalveolar lavaj materyalleri malign melonom ile uyumlu geldi. Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak; öksürük ve hemopzi yakınması olan hastalarda, akciğer grafisi normal olsa bile, nadir görülen TO da düşünülmelidir. Sık olmamakla birlikte bizim olgumuzda olduğu gibi bu hastalarda birlikte malignite olabileceği de akılda tutulmalıdır. Malign melanoma bağlı endobronşial metastaz nadirdir. Literatürde 1966-2002 yılları arası yapılmış geniş taramada 204 akciğer dışı kaynaklı endobronşial metastaz vakası saptanmış olup bunları sırasıyla meme(%35), böbrek(%17), kolon ve rektum(%15) oluşturmaktadır.. Deri kanseri vakaları sadece 9 vaka olup , 7’si malign melanom kökenli saptanmışr. Tanıda primer akciğer kanserinden ayırtetmek için bronkoskopi şar r. Malign melannomaya bağlı endobronşial metastazı olgumuzu literatürde nadir görülemsi nedeniyle sunduk. Bulgular: 150 Malign melanoma melanositlerin malign transfomayonu sonucu gelişir.Pulmoner metastazını pulmoner arterlere ulaşan tümör embolileri yoluyla yapar.Endobronşial yayılımlı malign melonom vakaları sınırlı sayıdadır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 e-PS080 e-PS081 ALIŞILMADIK UZAK ORGAN METASTAZLARI İLE AGRESSİF SEYİRLİ BİR MEZOTELYOMA OLGUSU MEDİASTİNAL LENFANJİOMA, TANISAL MODALİTELER: BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ, MAGNETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME VE ENDOSKOPİK ULTRASONOGRAFİ EYLEM AKPINAR 1, AHMET HAKAN HALİLOĞLU 2, ÖMÜR ATAOĞLU 3, MERAL GÜLHAN 1 UFUK ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ANKARA 2 UFUK ÜNİVERSİTESİ ÜROLOJİ ANABİLİM DALI,ANKARA 3 ÖZEL MİKRO-PAT PATOLOJİ LABORATUARI, ANKARA 1 Amaç: Malign mezotelyoma plevranın en sık primer malign tümörü olmakla beraber nadir görülür. Hastalık genellikle lokal invazyon yapar. Hematojen yolla uzak organ metastazları otopsi çalışmalarında %50’yi aşan oranlardadır, ancak klinikte oldukça az karşılaşğımız bir durumdur. Biz bu makalede çok sayıda ve alışılmadık uzak metastazlar nedeniyle tanı sorunu yaşadığımız bir olguyu sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 59 yaşında erkek hasta, göğüs ağrısı yakınmasıyla başvurduğu merkezde plevral efüzyon eyolojisine yönelik yapılan plevra biyopsisiyle sarkomatöz pte malign mezotelyoma tanısı almış ve sol plöropnömonektomi operasyonu yapılmış. Postoperaf komplikasyonlar nedeni ile operasyondan 3 ay sonra gecikmeli olarak adjuvan kemoterapi için kliniğimize yönlendirilmiş. Hastanın başvurusunda bir ay önce başlayan sağ omuz ağrısı, sağ skrotumda şişlik yakınmaları vardı. Fizik muayenesinde sağ skrotumda 4x2 cm üzeri ülsere, eritematöz, kitle lezyonu saptandı. YASİN ABUL 1, SERDAR EVMAN 3, ŞEHNAZ TANDOĞDU OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SAİT KARAKURT 1, HASAN BATIREL 3, MUSTAFA YÜKSEL 3, SÜHEYLA BOZKURT 2, BURCU TÜZÜNER 2, BERRİN CEYHAN 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. 1 Amaç: Mediasnal lenfanjioma nadir görülen iyi seyirli(benign) bir hastalıkr. Lenfaklerin anormal proliferasyonundan oluştuğu düşünülmektedir. Tüm lenfanjiomaların %0.7 -4.5 arası mediasnal lenfanjiomadır. Genelde asemptomak olup run radyolojik görüntülemelerde rastlansal karşılaşılabilir. Tanı postoperaf histolojik inceleme ile konur. Preoperaf tanıda yardımcı olarak toraks bilgisayarlı tomografi(BT), magnek rezonans görüntüleme(MRG), ve yeni olarak endoskopik ultrasonografi(EUS) kullanılabilir. Nadir görülen mediasnal lenfanjioma vakamızı ve tanıda yeni bir modalite olarak endoskopik ultrasonografiyi sunmak istedik. Gereç ve Yöntem: 74 yaşında erkek hasta 8 haalık kuru öksürük ile başvurdu. 40 paket/yıl sigara hikayesi mevcuu. Bulgular: Bulgular: Akciğer grafisinde sağ akciğerde mulpl nodüler lezyonlar izlendi. PET BT’de ise akciğerdeki nodüllerde, sağ omuzdaki kitle lezyonunda ve skrotal kitlede patolojik akvite arşı saptandı. Kısa sürede gelişen uzak metastazlar nedeni ile hastanın mezotelyoma tanısından şüphe edildi. Sağ skrotumdaki kitle histopatolojik inceleme için eksize edildi. Sarkomatöz pte malign mezotelyoma metastazıyla uyumlu bulundu. Pemetreksed+sisplan ile kemoterapi başlanan hasta 2. kür için başvurusunda gelişen masif pulmoner emboli nedeni ile kaybedildi. Postero-anterior göğüs grafisinde hafif mediasnal genişleme izlendi. BT’de istasyon 8’de hipodense düzgün sınırlı 40x25 mm’lik lezyon saptandı. Bronkoskopik transbronşial ince iğne aspirasyonu negaf geldi. Endoskopik ultrasonografi(EUS) uygulanan hastada subkarinadan 30 mm uzaklıkta 27x20 mm’lik düzgün sınırlı anekoik kisk lezyon ve yanında heterojen, septalı 20 mm’lik bir başka kisk lezyon izlendi. Kisk görünüm nedeniyle biyopsi alınamadı. MRG’de aynı lokalizasyonda kisk heterojen lezyon izlendi ve hasta video-yardımlı torokoskopik cerrahiye(VATS) verildi. Patolojik tanı histomorfolojik bulgular ve immünhistokimya ile lenfanjioma ile uyumlu geldi. Rezeke edilen dokuda 3.5x2.3 mm boyutlarında mulple kisk lezyonlar lenf bezi ve akciğer dokusu izlendi. Hemotoksilen-eozin ve trikom boyamalarda lenfak doku ile çevrili geniş kisk lezyonlar izlendi. İmmünhistokimyasal boyamada vasküler ve lenfak alanda CD34, CD20, CD3 pozivitesi saptandı. Sonuç: Olgumuz literatürde bildirilmiş skrotumda metastazla seyreden tek mezotelyoma olgusudur. Mezotelyomanın olgumuzda olduğu gibi nadir de olsa hızlı gelişen uzak metastazlarla seyredebileceği ve bunun daha çok sarkomatöz hücre pinde olabileceği unutulmamalıdır. 151 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Lenfanjioma azalan sırayla baş boyun, karın bölgesi, aksilla ve nadir olarak toraks da görülen iyi seyirli bir tümördür. Mediasnal -torasik lenfanjioma pulmoner parenkimde , plevrada ve pulmoner kapaklarda rapor edilmişr ve nadirdir. Çoğunlukla rastlansal saptanır. Dispne , ele gelen kitle, öksürük ve hemopzi ile presente olabilir. BT, MRG tanıya yardimci görüntüleme yöntemlerindendir. Kisk yapının MRG ile gösterimesi önemlidir. Endoskopik ultrasonografi de kisk yapıları göstermesi açısından BT’ye göre daha kullanışlıdır. Tanı cerrahi rezeksiyonla konur. Patolojik immün boymalar ve histolojik görünüm tanıya götürür. 10 NİSAN 2009 Bronkoskopide endobronşiyal lezyon saptanmadı. Toraks BT’deki lezyona transtorasik biyopsi yapıldı. Sonucu sarkom ile uyumlu geldi. Genel durum düşkünlüğü sebebi ile cerrahi müdahale veya kemoterapi/radyoterapi yapılamadı. Sonuç: Postradyasyon sarkoması eksternal radyoterapinin nadir görülen bir komplikasyonudur. Adjuvan radyoterapinin artan kullanımı ile birlikte radyaterapiye bağlı gelişen sarkomları saptamak için uzun süreli gözlem gereklidir. e-PS083 CİLT LEZYONLARI VE KAS GÜÇSÜZLÜĞÜ İLE TANIYA GİDİLEN AKCİĞER KARSİNOMU VAKASI e-PS082 PNÖMONEKTOMİ LOJUNDA SEKONDER GELİŞEN SARKOM RADYOTERAPİYE NESRİN KIRAL , ALİ FİDAN , SEVDA ŞENER CÖMERT , GÜLŞEN SARAÇ , BANU SALEPÇİ , BENAN ÇAĞLAYAN DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ Amaç: Radyoterapinin neden olduğu sarkomlar geç komplikasyondur, genellikle tedaviden 5-10 yıl sonra oluşur. Prostat ve meme kanserinin radyoterapi ile tedavisinden sonra yumuşak doku sarkomasının artan sıklığı belirlmişr. Akciğer kanserinin ortalama survisi kötü olduğu için bu komplikasyonun görülmesi sınırlıdır. Bu vakayı, skuamöz hücreli akciğer kanseri sebebi ile pnömonektomi olup ardından radyoterapi alan ve 15 yıl sonra sarkom gelişmiş nadir görülen bir vaka olması sebebi ile yayınlamayı uygun gördük. Gereç ve Yöntem: Hastanın primer tanısı, radyoterapi öyküsü ve sarkoma gelişimi için geçen latent period değerlendirildi. Bulgular: Altmışüç yaşında bayan hasta, sağ omuz ağrısı şikaye ile başvurdu. Özgeçmişinde 15 yıl önce skuamöz hücreli akciğer karsinomu tanısı ile sağ pnömonektomi geçirdiği ve radyoterapi aldığı öğrenildi. Akciğer grafisinde sağ hemitoraksta trakeayı kendine doğru çeken homojen bir dansite arşı mevcuu. Ayrıca sağ üst zonda 4x4cm boyutlarında hiperdens düzensiz kontürlü dansite arşı izlendi. Toraks BT çekilen hastanın Toraks BT’i eski tomografileri ile karşılaşrıldı. Sağ akciğer lojunda kalsifikasyon içeren hiperdens yer yer plevral loja doğru uzanan, daha önceki tetkiklerinde izlenmeyen heterojen görünümler dikka çekmekte idi. Nüks yönünde anlamlı olabileceği göz önüne alınarak, PET-CT çekildi. PET-CT’de sağ pnömonektomi lojunda nüks ile uyumlu kalsifiye hipermetabolik kitle ve buna eşlik eden diafragmak plevral yüzeyler ile fokal hipermetabolik odaklar saptandı. 152 YASİN ABUL 1, OZAN KOCAKAYA 3, ŞEHNAZ TANDOĞDU OLGUN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SAİT KARAKURT 1, DENİZ YÜCELTEN 2, BERRİN CEYHAN 1, TURGAY ÇELİKEL 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ A.D. 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ İÇ HASTALIKLARI A.D. 1 Amaç: Akciğer kanserli hastanın ilk başvuru bulgusu solunumla ilgili olmayıp yara ğı paraneoplask sendroma bağlı olabilir. Gereç ve Yöntem: Solunumsal yakınması olmayan,ileri araşrmayla akciğer adenokarsinomu tanısı koyduğumuz vakamızı sunduk Bulgular: 44 yaşında 10 paket/yıl sigara hikayesi olan, 2 aydır yanaklarda kızarıklık,3 haadır kol ve bacaklarda güçsüzlük şikayeyle başvuran hastanın burunda,yanaklarda morumsu eritem,rnaklarda periungal eritem, bacaklarda 1/5 kas gücü kaybı dışında muayene bulgusu yoktu.Solunumsal semptom tariflemiyordu. Elektromyelgramı miyopak tutulumla uyumluydu. Krean fosfokinazı 16572, AST 407,ALT 111’di.ANA 1/320’de pozii.Cilt lezyonları,klinik bulgularla inflamatuar myopa,dermatomyozit düşünüldü.Sebebe yönelik gastrointesnal,solunum,üriner sistem sorgusu negai.Prostat spesik anjeni negai. Posteroanterior akciğer grafisinde mediasnal genişleme vardı.Toraks BT’de 6, 4R, 4L ve 7 ‘de sırasıyla 13 mm,31 mm,20 mm ve 23 mm’lik çok sayıda lenfadenopa saptandı.Parenkimde sağ akciğer alt lob en büyüğü 25x19 mm boyutunda etranda buzlu cam sahalarının eşlik eği çok sayıda nodüler dansite bulundu.Aynı lokalizasyonlarda pozitron emisyon tomografi pozif FDG tutulumu gösterdi. Sağ akciğer alt lob 25x19 mm’lik nodülün transtorasik BT eşliğinde ince iğne örneklemesiyle akciğer adenokarsinomu tanısı kondu. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Akciğer,serviks,over ,pankreas,mesane,mide adenokarsinomları inflamatuar myopayle ilişkili karsinomların %70’ini oluştururlar.Tümörde,nöronal dokuda yüksek miktarda ortak bulunan anjenlere karşı oluşan immün cevabın bu paraneoplask bozukluğun patofizyolojisini oluşturduğu düşünülmektedir. İnflamatuar myopa, dermatomyozie kanser taraması için 65 yaş üzeri dermatomyozit tanısına ,hikaye,fizik muayene bulgularına dikkat edilmelidirYine yaş ve cinsiyete uygun mamografi, kolonoskopi ve şüphe halinde göğüs- ban ileri görüntülemeleri önerilmektedir. Akciğer kanserlerinin klasik bulgu ve semptomlar haricinde de presente olabileceği akılda tutulmalıdır. 10 NİSAN 2009 raporlandı. Yapılan An-Hu Ab pozif bulundu. KHAK ve paraneoplask hastalık tablosu olarak değerlendirilerek kimyasal tedavi planlandı. Sonuç: Sonuç olarak küçük hücreli akciğer kanserlerinin semptom ve bulgularının farklı olduğu bizim olgumuzda olduğu gibi sadece serebellar ataksi ile karşımıza çıkabileceği akılda tutulmamalıdır. Klinik paraneopask eyoloji araşrırken saptanan annöronal Ab’un pi klinik sendromla bir arada düşünüldüğünde, ala yatan neoplazinin lokalizasyonunu saptamaya yönelik tetkiklerin seçimini yönlendirecekr. e-PS085 e-PS084 SEREBELLAR ATAKSİ İLE PREZENTE OLAN KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ OLGUSU HÜSAMETTİN SAZLIDERE 1, ERDOĞAN ÇETİNKAYA 2, NUR BÜYÜKPINARBAŞILI 2, NESRİN YÖNTEM GÖK 2 PLEVRAL KİTLE OLARAK SEYREDEN EKTOPİK MALİGN TİMOMA OLGUSU EBRU SULU 1, HAKAN YILMAZ 2, LEYLA YAĞCI TUNCER 1, CÜNEYT SALTÜRK 1, ÖZKAN DEVRAN 1, ADNAN YILMAZ 1 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI TOKAT 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 YAVUZ SULTAN SELİM HASTANESİ Amaç: Amaç: Küçük hücreli akciğer kanserleri (KHAK) tüm akciğer kanserlerinin %15’ini oluşturur. Olgular öksürük, hemopzi, nefes darlığı, göğüs ve/veya sırt ağrısı, ses kısıklığı, tekrarlayan veya rezolüsyonu geciken pnömoniler, vena cava superior sendromu ile başvururlar. Hastalarda yaygın metastaz semptomları veya paraneoplask sendromlar ile de başvurabilirler. Burada serebellar ataksi ile başvuran an-Hu Ab pozif bulanan küçük hücreli akciğer kanseri olgusu sunulmuştur. Malign moma, mediasnal bir tümordür. Ektopik olarak görülmesi nadirdir. Bu yazıda ektopik plevral yerleşimli bir malign moma vakası bildirilmişr. 1 Gereç ve Yöntem: Altmışdokuz yaşında 60 p/y sigara öyküsü olan ve bilinen hastalık öyküsü olmayan erkek hasta üç haa önce başlayan ve giderek artan dengesizlik, sarhoş vari yürüyüş, konuşmada bozulma nedeniyle nöroloji kliniğine başvuruyor yapılan muayenesinde serebellar ataksi tespit ediliyor. Bulgular: Yapılan EMG’sinde patoloji saptanmadı. Kranial MR normal olarak raporlandı. Toraks BT’ sinde sol hiler alanda yumuşak doku dansitesinde lezyon saptandı.. Hastanın bronkoskopisinde endobronşiyal patoloji saptanmadı. Radial proplu endobronşiyal ultrasonografi (RP-EBUS) rehberliğinde sol hiler alandaki lezyondan transbronşiyal iğne aspirasyonu(TBİA) yapıldı. TBİA’da alınan materyalde küçük hücreli malign tümör hücreleri olarak 1 Gereç ve Yöntem: olgu sunumu Bulgular: 61 yaşında bayan hasta 10 aydır devam eden göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu. Hastanın öz geçmişinde bir özellik yoktu. Arka ön akciğer grafisinde sol alt zonda kostofrenik sinüsü kapatan nonhomogen yoğunluk arşı mevcuu. Fizik bakıda patolojik bulgu saptanmadı. Bilgisayarlı toraks tomografisinde sol hemitoraksta, posterolateral kesimde, santralinde kalsifikasyon ve nekroz içeren, nonhomogen, 4x6 cm boyutlarında kitle görüldü. Yapılan kesici biyopsi patolojisi lenfoma? olarak rapor edildi. Toraks MR incelemesinde sol hemitoraksta, laterobazal yerleşimli, geniş tabanlı duraya oturan, 4x2x6 cm boyutlarında, düzgün sınırlı, içerisinde yer yer kisk nekroz alanları ve kalsifikasyon odakları içeren kitle lezyonu saptandı. Hastaya torakotomi uygulandı. Torakotomide ekstraparenkimal, ekstraplevral, kotları destrükte eden 7x3 cm lik kitle saptandı. Kitle eksrpasyonu ve göğüs duvarı rezeksiyonu yapıldı. Cerrahi materyalin patolojik incelemesi malign moma olarak rapor edildi. 153 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Plevra yerleşimli ektopik moma nadir olmakla birlikte, plevral kitle ile başvuran olgularda , malign moma olası bir eyoloji olarak düşünülmelidir. e-PS086 ASTIM TANISIYLA İZLENEN BRONŞİYAL KARSİNOİD OLGUSU BİLGE YILMAZ KARA 1, AHMET DEMİRKAYA 2, SERDAR ERTURAN 2, BÜGE ÖZ 3, KAMİL KAYNAK 2, MÜZEYYEN ERK 1 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. GÖĞÜS HASTALIKLARI AD İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 3 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAK. PATOLOJİ AD 10 NİSAN 2009 lümene protrude polipoid lezyon, orta lobda muhtemel postobstrükf hava hapsine bağlı hiperaerasyon, alt lobda volüm kaybının eşlik eği konsolidasyon (postobstrükf pnömoni) izlendi. Spirometrik inceleme normaldi. Anbiyok ve bronkodilatör tedavi uygulanırken tetkikleri sürdürüldü. Bronkoskopi ile intermediyer bronş girişinden yaklaşık 2 cm sonra lümeni tama yakın kayan, kırmızı renkli, damardan zengin polipoid kitle saptandı ve bu kitleden bir kez biyopsi alındı, kanamaya meyilli olduğu için biyopsi sürdürülmedi. Biyopsi materyali incelendiğinde karsinoid tümör tanısı kondu. Hastanın gerekli incelemeleri tamamlanıp, göğüs cerrahisinde orta ve alt bilobektomi yapıldı. Torakotomi sonrası yapılan patolojik incelemede karsinoid tümör tanısı doğrulandı. Peroperatuvar komplikasyon görülmedi ve hasta takibe alındı. 1 2 Sonuç: Amaç: Bu olgu asm tanısı düşünülüp tedaviye yetersiz yanıt alınan hastaların ayırıcı tanısında diğer nedenlerin yanı sıra karsinoid tümörlerin de yer alması gerekğini göstermektedir. Karsinoid tümör, akciğer tümörlerinin seyrek rastlanan bir türüdür. Çoğu kere asm semptom ve bulguları ile karışrılır, tanı gecikebilir. Epizodik dispne ve irritaf öksürük yakınması olan bronkodilatör ve inhale steroid ile tedavi edilen 40 yaşındaki kadın hasta böyle bir tanı yanılgısına örnek olduğu için sunulmuştur. Bu sunumun temel amacı, standart medikal tedaviye yanıt alınamayan asmlı hastalarda ayrınlı bir ayırıcı tanının önemli olduğunu vurgulamakr. Gereç ve Yöntem: Olgu sunumu: 40 yaşındaki kadın hasta, öksürük ve dispne atakları nedeniyle, 1 yıldır asm tanısı ile tedavi edilmiş. Uzun etkili beta 2 agonist ve inhale korkosteroid kombinasyonuna ek olarak lüzum halinde kısa etkili beta 2 agonist kullanmaktaymış. 10 gün önce irritaf öksürük, hafif derecede dispne başlamış, üşüme-treme ateş şikayetleri olmuş ve 3 kilo kaybetmiş. Bu nedenlerle kliniğimize yarıldı. Hastanın öz geçmişinde, bir yıldır olagelen astmak ataklar dışında özellik yoktu. Kişisel ve ailesel atopi bulgusu tanımlamıyordu. Sigara veya alkol kullanım öyküsü yoktu. Anne ve ablasında p 2 diyabet mecutmuş. Toraksın oskültasyonunda wheezing saptanmadı. Sağ akciğer alt alanda solunum sesleri azalmış. Hastanın tanı ve ayırıcı tanısı için PA akciğer grafisi, spirometri, spiral toraks BT ve bronkoskopik biyopsiye başvuruldu. Bulgular: PA akciğer grafisinde sağ akciğer alt alanda, sağ atriyum sınırını silmeyen homojen opasite saptandı. Toraks BT’de sağda intermediyer bronş lateral duvarından 154 e-PS087 ENDOBRONŞİAL ASPERGİLLOZİS İLE GİZLİ AKCİĞER KANSERİ OLGUSU FİLİZ GÜLDAVAL 1, MURAT ERDAL OZANTÜRK 1, MELİH BÜYÜKŞİRİN 1, AHMET ÜÇVET 2, SONER GÜRSOY 2, NUR YÜCEL 3 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- GÖĞÜS CERRAHİSİ 3 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ- PATOLOJİ 1 Amaç: Endobronşial aspergillus ve endobronşial aspergillozis ile gizli akciğer tümörleri nadir görülmektedir. Gereç ve Yöntem: 54 yaşında bayan olgu yaklaşık bir aydır devam eden sol yan ağrısı, kanlı balgam, nefes darlığı yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayene bulguları solda ekspiratuvar ve inspiratuvar ronkusler dışında olağandı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Run biyokimya ve hemogram değerleri normaldi.Göğüs radyografisinde solda hacim kaybı mevcuu.Toraks BT’de ise içinde açık bronşların bulunduğu komplet atelektazi olarak raporlandı. Fiberopk bronkoskopide (FOB) sol ana bronş distal uçta alt lobdan köken aldığı düşünülen, üzeri beyaz renkli kitle lezyonu ile tama yakın kalı olduğu görüldü.Forseps biyopsi materyalinde fibrin kitlesi arasında aspergillus hif ve sporları izlendi. Histopatolojik bulgular aspergillomayı destekler olarak rapor edildi. İkinci ve üçüncü kez yapılan FOB’da endobronşial olarak Amphotericin B uygulandı. İkinici bronkoskopi sonucu aynı histolojik bulgular elde edilirken,üçüncü bronkoskopide aspirasyon sıvısı malignite kuşkulu, biyopsi materyalinde ise aspergillus hiflerinin belirgin olarak azaldığı izlendi. PET/CT’de alt lob bronşu proksimal kesiminde SUV:10.9 FDG tutulumu olan yumuşak doku saptandı. Olguya sleeve alt lobektomi, mediasnal lenf bezi diseksiyonu ve pulmoner arter onarımı yapıldı.Kesin patoloji sonucu “adenokarsinom” Evre 1B olarak raporlandı. Sonuç: Endobronşial aspergillozis ile karşılaşıldığında ala bir malignitenin gizlenebileceği, tanının zor konulabileceği akılda tutulmalıdır. e-PS088 PAKLİTEXELE BAĞLI KARDİYOTOKSİSİTE GELİŞEN BİR OLGU KEZBAN ÖZMEN , TALHA DUMLU , ÜMRAN TORU , ALİ NİHAT ANNAKKAYA , SERHAT BAHADIR SÖZEN DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Taxan grubu kemoterapaklerin tedaviye ara vermeye neden olan en bilinen yan etkileri nörotoksisitedir. Daha az görülen ve nadiren tedaviye ara vermeye neden olan kardiyotoksisite yan etkisi gelişen vakamızı sunmayı uygun bulduk. Gereç ve Yöntem: Ş,G 62 yaşında erkek hasta ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı ile kemoterapi planlanan hastaya metrekareye 285 mg paklitaxel ve 585 mg karboplan şeklinde kemoterapisi başlandı. 10 NİSAN 2009 yüksek. Kardiyoloji A.B.D tarandan da değerlendirilen hastanın apik göğüs ağrısının ilk kürde de olması ve yapılan litaratür taramalarında taxan grubu ilaçların kardiyotoksisitesinden bahsedilmesi nedeniyle paclitaxele bağlı kardiyotoksisite sonucu gelişmiş olabileceği düşünüldü. Kemoterapiye çok iyi yanıt alındığı için hastanın kemoterapi rejimi Gemzar+Cisplan olarak değişrildi. Yeni rejim esnasında şikayetler tekrarlamadı. Sonuç: Taxan grubu kemoterapaklerde kardiyotoksisitenin tedavi modifikasyonuna yol açabileceği unutulmamalıdır. e-PS089 AKCİĞERİN NADİR GÖRÜLEN İYİ HUYLU TÜMÖRÜ OLAN PULMONER KONDROMALI BİR OLGU FİGEN ÖZTÜRK ERGÜR BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ Amaç: Pulmoner kondroma, akciğerin kıkırdak dokusundan kaynaklanan, nadir görülen, iyi huylu tümörüdür. Hastaların çoğu asemptomakr ve run kontrolde tesadüfen saptanır. Görünümü akciğerin diğer iyi huylu soliter lezyonlarına benzer. Kesin tanı tümörün rezeksiyonundan sonra patolojik inceleme ile konur. Olgumuzu uzun süre kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) tanısıyla izlerken, solda atelektaziye neden olan radyolojik görünüm nedeniyle yapılan ileri tetkikler sonucunda kondroma tanısı alması sebebiyle sunmayı uygun bulduk. Gereç ve Yöntem: 65 yaşında, KOAH tanısıyla takip edilen erkek hastanın solunumsal yakınması bulunmamaktaydı. Run kontrolünde çekilen direkt akciğer grafisinde sol akciğerde tüm zonlarda homojen dansite arşı ve mediastende sola kayma saptandı. Toraks bilgisayarlı tomografi incelemesinde sol akciğer alt lobda atelektazi ve sol akciğer ana bronşda intraluminal lezyon saptandı. Fiberopk bronkoskopide sol ana bronşta endobronşiyal vejetan tümöral oluşum görüldü. Lezyondan alınan biyopsilerin tanısal olmaması nedeniyle, torakotomi ile rezeke edilen tümörün eksizyonel biyopsi materyalinin patolojisi “kondroma” olarak tanı aldı. Bulgular: Bulgular: Hastanın 2.kür kemoterapisi esnasında her iki kol ve bacaklara vuran 10-15 dakika süren göğüs ağrısı şikaye oldu. Anamnezi derinleşrildiğine aynı ağrının ilk kür kemoterapi esnasında da olduğu öğrenildi. Hastanın ağrı esnasında gönderilen kardiyak enzimleri Operasyon öncesi orta derecede hava yolu obstrüksiyonu olan hastanın postoperaf solunum fonksiyon tes normal sınırlarda saptandı. Kontrol akciğer grafisi doğal görünümdeydi. 155 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Pulmoner kondroma, genellikle 40-60 yaş arasında, kadın ve erkeklerde benzer oranlarda, yavaş büyüyen iyi huylu tümördür. İntraparankimal p klinik olarak asemptomak, periferik yerleşimli ve enükleasyon ile tedavi edilir. Ciddi klinik belirleri olan ve tedavi edilmediğinde parankimal hasara neden olan endobronşiyal seyirde ise rezeksiyon, önerilen tedavidir. Olgumuzu, maligniteyi taklit eden ve hızla büyüyerek solda total atelektaziye neden olan benign tümörün nadir seyri, KOAH yanlış tanısı ile izlenmesi ve postoperaf 2 yıldır normal akciğer fonksiyonlarını koruması yönleriyle ilginç bularak, tarşmaya sunuyoruz. 10 NİSAN 2009 hastalıklarından ayrılmalıdır. Erken doku biyopsisini önermekteyiz. e-PS091 ÜST EXTREMİTE DERİN VEN TROMBOZU VE PRİMER AKCİĞER KARSİNOMU SAVAŞ ÖZSU , AYHAN GÜLSOY , YILMAZ BÜLBÜL , FUNDA ÖZTUNA , TEVFİK ÖZLÜ KTÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: e-PS090 HIZLI İLERLEYEN VE DİFÜZ NODÜLER PARANKİM YAYILIMI GÖSTEREN AKCİĞER KANSERİ: 2 OLGU SALİH TOPÇU 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 1, KORKMAZ BURÇ 1 , AYKUT ELİÇORA 1, AHMET ILGAZLI 2, FÜSUN YILDIZ 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Venöz tromboembolizm (VTE) sıklıkla alt extremite derin venlerinden, nadiren (1-4%) de üst extremite venlerinden kaynaklanmaktadır. Bilinen kanser öyküsü olmayan hastalar VTE ile başvurabilmektedirler ve VTE olguların yaklaşık %20 kadarında risk faktörünün kanserler olduğu bildirilmektedir. Özellikle üst extremite trombozu ile başvuran hastalarda malignite olasılığının dışlanması gerekmektedir. 1 Amaç: Akciğer kanserinde difüz nodüler yayılım nadiren gözlenir. Difüz noduler dağılım lenfanjik yayılım nedeniyle gerçekleşir. Gereç ve Yöntem: İlk olgu; 31 yaşında erkek hasta 4 aydır öksürük, dispne ve kilo kaybından şikayetçiydi. Radyolojik incelemelerde retrokaval lenf nodu, bilateral interlobular septa ve fissür kalınlaşması ve çok sayıda parankimal nodül saptandı. Akciğerde kitle görünümü yoktu. Bronkoskopi tanısal değildi. Tüberküloz bulgusu yoktu. Torakotomiyle yapılan wedge biyopsisiyle yassı hücreli akciğer kanseri tanısını aldı. İkinci olgu; 58 yaşında bayan hasta 6 aydır devam eden dispne ve öksürük nedeniyle başvurdu. Radyolojik inceleme de sağ üst lobda kitle ve bilateral yaygın nodüler densiteler saptandı. Ailede tüberküloz hikayesine rağmen hastada tüberküloz bulgusuna rastlanmadı. Transtorasik iğne biyopsisiyle küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı kondu. Pet incelemede kitle mediasnal lenf nodları ve bilateral yaygın nodüllerde yüksek metabolik akvite tutulumu gösterdi. Bulgular: olgu Sonuç: Lenfanjik karsinomatozis çok hızlı ve agresif seyreder. Bu olgular tuberkülozdan ve diğer difüz interssiyel akciğer 156 Gereç ve Yöntem: Bu raporda üst extremite DVT gelişmesi sonucunda primer akciğer karsinomu tanısı konulmuş bir olgu sunulmuştur. Bulgular: 43 yaşında bayan hasta sol kolda şişlik, morarma ve nefes darlığı şikâyetleri ile acil servisimize başvurdu. Öyküsünde bir haa önce üst extremite DVT tanısı ile warfarin tedavisi aldığı öğrenildi. Muayenesinde sol kolda şişlik ve takipne tespit edildi. Akciğer grafisinde sol üst zonda arkus aorta komşuluğunda homojen yaklaşık 3x4 cm boyutunda opasite izlendi. Laboratuar değerlerinde D-Dimer: 64,48 mcg/ml (normal değer 0–500 ng/ml) ve arter kan gazlarında pO2: 53 mm-Hg, pCO2:37.6, SaO2: 88 ve pH: 7.41 olarak tespit edildi. Hastada klinik olarak üst extremite DVT’nun olması, hipoksi ve D-Dimer yüksekliği nedeniyle PTE ve beraberinde malignite düşünüldü. Spiral Toraks BT’de pulmoner emboli tespit edilmedi. Ancak sol akciğer üst lopta 3x4.5 cm ebatlarında arkus aorta ile komşuluğu olan kitle ve mulpl LAP tespit edildi. Sonrasında yapılan transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi sonucu adeno karsinom ile uyumlu geldi. T3N2MO(Evre-IIIA) olarak evrelendirilen hasta kemoradyoterapi programına alındı. Sonuç: Sonuçta üst extremite DVT’u nadir görülmesine karşın bazı hastalar akciğer kanseri tanısı almadan üst extremite DVT ile başvurabilirler. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 e-PS092 e-PS093 UZUN DÖNEM REMİSYON GÖSTEREN KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ:İKİ OLGU SUNUMU AKCİĞER KANSERİ METASTAZINA SEKONDER GELİŞEN AKUT BATIN OLGUSU NİHAL BAŞAY , HÜLYA BAYİZ , NESLİHAN MUTLUAY , DENİZ KÖKSAL , BAHADIR BERKTAŞ , MİNE BERKOĞLU MİNE ÖNAL , SİBEL ALPAR , DİLEK SAKA , NUR ŞAFAK ALICI , SÜKRAN ATİKCAN , MİHRİBAN ÖĞRETENSOY ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Amaç: Küçük hücreli akciğer kanseri kemoterapiye yanıt veren bir tümördür. Bu yanıtlar genellikle kısa sürelidir ve uzun dönem hastalıksız sağkalım sık değildir. Akciğer kanseri metastazına sekonder gelişen gastrointesnal sistem perforasyonu oldukça nadir bir durumdur. Olguların büyük çoğunluğunda ince bağırsak (%92.5), sıklıkla jejunum (%53) tutulumu tanımlanmışr. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Olgu 1: 48 yaşında erkek hasta. Kliniğimize Temmuz 2005 te göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu. Olgu 2: 54 yaşında erkek hasta . Kliniğimize öksürük, nefes darlığı ve göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu. Bulgular: Olgu 1: Toraks CT sinde mulple mediasnal lenf nodları, sol hiler 8x6 cm kitle, sol alt lobta 0,5-1 cm boyutlarında nodüler lezyonları vardı. Tanı transtorasik iğne biyopsisi ile konuldu. Mullober tutulumu olması ve kemik singrafisi bulguları nedeni ile hasta yaygın hastalık olarak kabul edildi. 6 kür etoposid ve cisplan verildi. Tam yanıt elde edildi. Yanıt 42 ay sonra hala devam etmektedir. Olgu 2: Toraks CT de mulple mediasnal lenf nodu, sağ hiler 6x5 cm kitle lezyonu mevcuu. Uzak metastaz saptanmadı. Tanı bronkoskopik biyopsi ile konuldu. Hasta sınırlı küçük hücreli akciğer kanseri olarak kabul edildi. Eş zamanlı kemo-radyoterapi (4 kür etoposid, cisplan) verildi. Tam yanıt elde edildi. Yanıt 43 ay sonra hala devam etmektedir. Sonuç: Her iki hastanın ortak klinik özellikleri iyi performansları olması, kilo kaybının olmaması , normal hemogram ve biyokimyasal tetkiklerinin olmasıydı. Küçük hücreli akciğer kanseri, kemosensif bir tümör olmasına rağmen yanıtlar kısa sürelidir. Relapslar 2 yıl sonra bile oluşabilir. 5 yıllık sağkalım %3 ün alndadır. Uzun süreli sağkalım için en önemli faktör hastalığın yaygınlığıdır. İyi performans, kilo kaybı olmaması birinci basamak tadaviye tam yanıt olması da önemli belirleyicilerdir. Her iki olgumuz da küçük hücreli akciğer kanseri olmalarına rağmen, uzun dönem remisyonda kaldıkları için sunuldu. Hasta dosyası retrospekf olarak değerlendirilmişr. Bulgular: Elliüç yaşında erkek hasta, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (Evre IV/sürrenal tutulum) tanısıyla uygulanan birinci ve ikinci basamak kemoterapi sonrası, progresif hastalık nedeniyle destek tedavisiyle takibe alındı. Hasta tanı konulmasından 11 ay sonra karın ağrısı yakınması ile kliniğimize başvurdu. Yapılan fizik muayenede banda yaygın hassasiyet saptandı. Defans ve rebound pozii. Sonuç: Acil operasyona alınan hasta da sigmoid kolon perforasyonu saptandı ve aynı bölge rezeke edildi. Patolojik olarak, immünhistokimyasal çalışmayla akciğer kanserinin kolon duvarına metastazı olarak yorumlandı. e-PS094 İLERİ EVREDE OLMASINA RAĞMEN ASEMPTOMATİK OLAN PRİMER AKCİĞER ADENOİD KİSTİK KARSİNOMU OLGUSU ŞULE KAYA 1, MÜNİRE GÖKIRMAK 1, H. AHMET BİRCAN 1, SEMA BİRCAN 2, SEVDA SERT 2, AHMET AKKAYA 1 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ AD, ISPARTA, TÜRKİYE 1 Amaç: Adenoid kisk karsinom (AKK), çoğunlukla tükrük bezlerinden kaynaklanan ve nadir görülen malign epitelyal bir tümördür. Bunun yanında meme, cilt, serviks, üst solunum yolları, sindirim sistemi ve akciğeri tutabilmektedir. Yavaş progresyon gösteren ve nadir metastaz yapan düşük dereceli bir malignitedir. Primer akciğer AKK çok daha nadir olup tüm primer akciğer kanseri olgularının % 0,09 ila 0,2’sini oluşturmaktadır. 157 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Bulgular: Yetmiş dört yaşında erkek hasta çekilen akciğer grafisinde tesadüfen görülen lezyonlar nedeniyle kliniğimize sevk edildi. 2004 yılında mide perforasyonu sebebiyle acil olarak opere edildiği sırada çekilen akciğer grafisinde sağ hiler bölgede kitle lezyonu ve bilateral bazallerde çok sayıda nodüler lezyonlar saptanmış. Aynı tarihte çekilen Toraks BT’sinde de benzer lezyonlar izlenen hastanın bronkoskopik biyopsi sonucu adenoid kisk karsinom şeklinde raporlanmış. Hastaya operasyon önerilmiş fakat hasta tedaviyi kabul etmemiş. Başvuru sırasında asemptomak olan hastanın 130 paket-yıl sigara öyküsü mevcuu ve özgeçmişinde ek hastalığı yoktu. Vital bulguları ve fizik muayenesi normaldi. Tam kan sayımı, eritrosit sedimentasyon hızı ve biyokimyasal incelemeleri normal olarak bulundu. Hastanın solunum fonksiyon tesnde ileri derecede obstrüksiyon ve reversibilite tespit edildi. Hasta, tedaviye yetersiz yanı göz önüne alınarak, olası ek patoloji açısından yüksek rezolüsyonlu akciğer tomografisi ile değerlendirildi. YRBT’de yer yer santrale uygun lokalizasyon düşündüren bronşektak görünümler tespit edildi. ABPA ön tanısı ile istenen Aspergillus spesifik IgE’si , aspergilus için prik ve intradermal testleri negaf olarak bulundu. Ancak total IgE düzeyi 2095 kU/L olarak saptandı. Balgam kültüründe Candida üredi. Bulgular: Toraks BT’sinde bilateral bazallerde çok sayıda pulmoner nodül mevcut olup ban ve beyin BT’sinde bir patoloji saptanmadı. Kemik singrafisinde vetebralarda şüpheli metastak lezyonları olan hastanın çekilen vertebra MR’ında metastaz saptanmadı. Metastak pulmoner lezyonları olması nedeniyle Evre IV olarak kabul edilen hastaya 4 kür kemoterapi uygulandı. Tedavi sonrası çekilen toraks BT’de lezyonları stabil olan hasta takibe alındı. Sonuç: Sonuç: Hastanın Candida’ya bağlı, ABPA’ya benzer bir hipersensivite reaksiyonu olabileceği düşünüldü. Hastaya ABPA protokolüne benzer dozlarda sistemik steroid tedavisi başlandı. Hastanın kısa dönem takibinde (3 haalık) total IgE düzeyinin 1030 kU/L’ye gerilediği, hastada belirgin klinik yanın alındığı tespit edildi. e-PS096 ASTIM İNHALASYON CİHAZI İLE GELİŞEN LATEX ALLERJİSİ SAMİ ÖZTÜRK 1, ALİ KUTLU 1, M.OKTAY TAŞKAPAN 1 Metastak AKK’lı bu hasta, nadir bir olgu olması ve tanı anından tedavi bimine dek asemptomak oluşu nedeniyle sunuldu. GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST. SERVİSİ 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST. SERVİSİ 3 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ALLERJİK HAST. SERVİSİ e-PS095 Amaç: ASPERGİLUS DIŞI MANTAR DUYARLILIĞINA BAĞLI ABPA BENZERİ BİR OLGU Lateks allerjisinin sıklığı son on beş yıldır sağlık çalışanları ile kronik medikal tedavi alan kişilerde ar ğı gözlenmektedir. Lateks alerjisi, lateks proteinine karşı p 1 aşırı duyarlılık reaksiyonu olup kontak ürkerden, asm ve anafilaksiye kadar değişik klinik tablolarla karşımıza çıkabilmektedir. Olgu sunumuzda “Asm İnhalasyon Cihazı” olarak diskus formu kullanan bayan hastada diskusun dudaklara değmesinden 5 dakika kadar sonra her iki dudak mukozasında gelişen anjioödemi (p I lateks alerjisi) sunmaktayız. LEYLA YILMAZ AYDIN , ÇİĞDEM BİBER , FERDA ÖNER ERKEKOL , AYDIN YILMAZ , ÜLKÜ YILMAZ TURAY , YURDANUR ERDOĞAN ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 1 Amaç: Gereç ve Yöntem: Aspergilus dışı mantarlara karşı hipersensivite reaksiyonu ile oluşan Alerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA) benzeri sendromları tarşmak için olgumuzu sunuyoruz Gereç ve Yöntem: Altmış yaşında erkek hasta nefes darlığı ve hırıl şikaye ile hastaneye yarıldı. On yıldır asm tanısı ile takip edilen hastanın, ağır asm tedavisi alnda sık atak geçirdiği bu ataklar esnasında öksürük, balgam, ateş yakınmalarının eşlik eği ve sık sistemik steroid kullanım öyküsünün olduğu öğrenildi. 158 30 yaşında Muhasebeci bayan hasta. Diş çekimi sonrasında dudak, damaklarda kaşın, vücut kaşınları ve nefes darlığı yakınması olmuş. Hastanın aralıklı olarak nefes darlığı ve öksürük yakınması olmakta. Bilinen sistemik bir rahatsızlığı yok. Muz, kivi ve ananas yedikten sonra ağız ve boğaz bölgesinde kaşınlar ve vücua yer yer kaşınlı kabarıklıklar oluşmakta. Hastaya run biyokimya tetkikleri, Total IgE, allerji testleri (gıda, inhalen allerjenler ve lateks ile) yapıldı. Hastaya solunum sistemi yakınmaları nedeniyle Flucasone propionate 250 mcq içeren diskus formu 2X1 verildi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Hastada Latex prick test pozif tespit edildi. Total IgE yüksekliği gözlendi. Hasta diskus formlu ilacı her kullandıktan 5 dakika sonra her iki dudak mukozasında kaşın ve ödem geliş. Steroit içeren yama testleri yapıldı. Atopi saptanmadı. Diskus formu inhale erilmeden 1 dakika dudakta bekleldi. Yakınmaları belirgin olarak tekrarladı. Hastanın diş çekimi sonrası gelişen reaksiyonların ise tedavi sırasında kullanılan lateks içeren eldiven ile oluştuğu anlaşıldı. Sonuç: Lateks alerjisi konusunda atopik bünyeli hastaların iyi irdelenmesini ve lateks pozif bulunan bireylerde kullandıkları lateks içeren her türlü malzemenin hastalara iyi bildirilmesini düşünmekteyiz. 10 NİSAN 2009 görünüm izlendi. Bronkoskopik incelemede her iki bronş sisteminden yapışkan mukoid sekresyon geliyordu. Toraks BT anjioda, lezyonun karakter değişrdiği ve sol üst lopta atelektazik alan içinde bronşektazi ve sağ üst lopta eldiven parmağı görünümü gelişği izlendi. Bu bulgulara eozinofilinin de eşlik etmesi (2452/ mm3), asm tanısı olmamasına rağmen ABPA tanısını düşündürdü. Total İgE düzeyi 28.700 IU/ml olarak ölçüldü. Aspergillus fumigatusa karşı cilt tes ve spesifik İgE pozii. Bu bulgularla olgu ABPA olarak kabul edildi ve Prednizolon ve İtrakonazol tedavisi başlandı. Onbeş gün sonra öksürük yakınması kalmadı, kontrol akciğer grafisinde belirgin regresyon saptandı ve İgE düzeyinin 5000 IU/ml’ye düştüğü görüldü. Sonuç: Sonuç olarak, ABPA’in her zaman zor asm kliniğiyle ortaya çıkmayacağı ve apik klinik tablo gösterebileceği akılda tutulmalıdır. e-PS097 ATİPİK KLİNİK TABLOYLA BAŞVURAN BİR ALLERJİK BRONKOPULMONER ASPERGİLLOZİS OLGUSU SEBAHAT AKOĞLU 1, BURÇİN ÖZER 2, CENK BABAYİĞİT 1, ALİ BALCI 3, NURSEL DİKMEN 1 MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI 3 MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI 1 Amaç: Allerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA), asmlı ya da kisk fibrozisli hastalarda görülen, genellikle Aspergillus fumigatusa bağlı gelişen bir hipersensivite reaksiyonudur. Nadir de olsa, asmı olmayan hastalarda da tanımlanmışr. Gereç ve Yöntem: Otuzbir yaşında kadın hasta kronik öksürük yakınması ile başvurdu. Sekiz ay önce başka bir merkezde basil negaf tüberküloz tanısı ile antüberküloz tedavi başlandığı ve yanıt alınamayınca ileri tetkik için hastanemize sevk edildiği öğrenildi. Öksürük dışında semptomu yoktu. Fizik bakısında sol önde raller dışında bulgu saptanmadı. Bulgular: PA Akciğer grafisinde bilateral hiler dolgunluk, sol üst zonda nodüler dansite armı ve parakardiyak infiltrasyon ile sağ üst zonda infiltrasyon mevcuu. Toraks BT’sinde solda üst lopta yüksek dansiteli, kitle ile uyumlu görünüm ve çevresinde infiltrasyon alanları, sağ üst lopta genişlemiş vasküler yapı olabileceği düşünülen tubuler MS021 KOAH’LI HASTALARDA DİNAMİK HİPERİNFLASYONUN MORBİDİTE VE MORTALİTE ÜZERİNE ETKİSİ EYLEM SERCAN ÖZGÜR , SİBEL ATIŞ , CENGİZ ÖZGE , BAHAR TASDELEN MERSİN ÜNİVERSİTEİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: KOAH’lı hastalarda dinamik hiperinflasyonun önemli klinik sonuçları gösterilmiş olmakla birlikte KOAH’ın uzun dönem klinik seyrindeki etkileri bilinmemektedir. Bu çalışmada KOAH’lı hastalarda 4 yıllık takip periyodunda dinamik hiperinflasyonun, KOAH atağına bağlı acil poliklinik başvurusu ve hastane yaşları ile değerlendirilen morbidite ve de mortaliteyi belirlemedeki gücünün değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Ekim 2004-Haziran 2005 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran, GOLD kriterlerine göre KOAH tanısı alan ve stabil durumda olan 73 hasta çalışmaya alındı. Hastalar her 3-6 ayda bir veya ölümlerine kadar izlendiler. Ortalama takip süresi 45 (21-50) ay olup, takipler Ocak 2009’da sona erdi. Bu süreçde solunumsal ve tüm nedenli ölümler ile KOAH atak nedeniyle acil başvuru ve hastane yaşları kaydedildi. Stabil dönemde ölçülen çeşitli solunumsal parametrelerden %FEV1, vücut kütle indeksi (VKİ), 6 dakika yürüme mesafesi (6DYT), stak hiperinflasyon (IC/TLC), dinamik hiperinflasyon (ΔIC/TLC), PaO2 ve PaCO2 parametreleri seçildi ve bu parametrelerin KOAH atağına bağlı acil başvuru, hastane yaşı, solunumsal ve tüm nedenli ölümler ile ilişkisi araşrıldı. 159 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Takip sürecinde 8 (%11) hastada ölüm geliş. Çok değişkenli regresyon analizi (Cox oransal hazard modeli) sonucunda solunumsal ve tüm nedenli ölümler üzerine dinamik hiperinflasyon (HR=1.4; %95 CI=1.09-1.84, p=0.009) ve 6DYT mesafesi (HR=0.98; %95 CI=0.97-0.99, p=0.006) bağımsız belirleyici faktörler olarak saptandı. Dinamik hiperinflasyon morbiditeyle de ilişkili bulundu; acil başvuru sayısı (r=0.28, p=0.001) ve hastane yaşları (r=0.38, p=0.016) ile anlamlı korelasyon mevcuu. 10 NİSAN 2009 hastalarda daha yüksek, FEV1, FVC ve difüzyon kapasitesi (DLCO) ise daha düşük olarak izlendi (p<0.05). Atakta anbiyok kullanımı gereken 17 hastanın 13’ünde (% 76) sık atak mevcuu. Çalışmada hastaneden çıkktan sonra iki ay içinde tekrar yatan hastaların oranı ise % 38 (n=19) olarak bulundu. Bu grup, iki ay içinde tekrar yaş endikasyonu gelişmeyen hastalar ile karşılaşrıldığında FEV1, FVC, DLCO değerinin, poliklinik ve inhaler tedaviye uyumun daha kötü ve CRP düzeyinin daha yüksek olduğu saptandı (p< 0.05). Tüm grupta mortalite % 2’ydi. Sonuç: Sonuç: Dinamik hiperinflasyon, KOAH’lı hastalarda mortalite için bağımsız ve güçlü bir belirleyici ve de morbidite ile ilişkili bir risk faktörü olarak saptanmışr. KOAH’lı hastaların uzun dönem klinik seyirlerinin değerlendirilmesinde bu parametrenin kullanımının yararlı olacağı düşünüldü. Sonuç olarak bu çalışma göstermişr ki bugün için sistemik bir hastalık olarak kabul edilen KOAH’ta komorbiditeler sık atak için önemli risk faktörleridir. Taburculuktan kısa süre sonra yaşı gereken hastaların önemli bir kısmında önlenebilir iki neden olan poliklinik ve inhaler tedaviye uyumsuzluk söz konudur. CRP yüksekliği de kısa süre sonra tekrar atak gelişebileceğini gösteren bir parametre olarak kullanılabilir. MS022 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA (KOAH) SIK ATAĞI BELİRLEYEN FAKTÖRLER EZGİ ÖZYILMAZ , NURDAN KÖKTÜRK , GÜLÇİN TEKŞUT , TÜRKAN TATLICIOĞLU GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: KOAH atakları mortalite ve morbiditenin en önemli nedenidir. Bu çalışmanın amacı KOAH’lı hastalarda sık atağa neden olan faktörleri araşrmakr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya GOLD rehberine göre tanı konmuş ve sınıflandırılmış 18 orta, 21 ağır ve 11 çok ağır toplam 50 hasta dahil edildi. Sık atak geçirme yılda en az iki atak olarak tanımlandı. Bulgular: Buna göre hastaların % 30’unun (n=15) sık atak geçirdiği saptandı. Sık atak geçiren ve geçirmeyen hastalar karşılaşrıldığında yaş, cinsiyet, hastalık süresi, hipertansiyon, diyabet, ASKH, KKY gibi komorbiditeler iki grup arasında benzer bulundu (p>0.05). Buna karşın, evde oksijen ve nebulizatör kullanımı, kronik böbrek hastalığı, malignite ve bronşektazi sık atak geçiren 160 MS023 EVDE BİPAP TEDAVİSİ UYGULANAN HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARI ONUR TURAN , CAN SEVİNÇ DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Kronik obstrükf akciğer hastalığına (KOAH) eşlik edebilen kronik hiperkapnik solunum yetmezliğinin(SY) tedavisinde,evde uzun süreli non-invaziv mekanik venlasyon(NIMV) tedavisi son yıllarda yaygın uygulanan önemli bir tedavi açılımıdır.Hiperkapnik solunum yetmezliği bulunan ve BiPAP cihazı kullanan KOAH’lı hastalarda bu tedavinin etkinliğinin araşrılması planlandı. Gereç ve Yöntem: Son 2 yıl içinde KOAH’a bağlı hiperkapnik SY nedeniyle evde BiPAP tedavisi düzenlediğimiz hastalar;pulmoner semptomlar,spirometrik parametreler,arter kan gazı(AKG) analizi sonuçları ve tedavi uyumu açısından değerlendirildi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Bulgular: Gereç ve Yöntem: Evde NIMV tedavisi alan 23 erkek,8 kadın toplam 31 olgunun yaş ortalaması 66.2±11.1 idi.KOAH’ın ağırlığına göre dağılımları(cihaz verildiği dönem SFT değerleri);%16.1 orta, %29 ağır ve %54.9 çok ağır KOAH olarak bulundu. Ortalama 16.6 aydır evlerinde BiPAP cihazı kullanan hastalarda en sık başvuru semptomu dispne olup,tedavi sonrasında %63.4 hasta semptomlarda azalma,%13.3’ü artma ve %23.3’ü ise değişiklik olmadığını tarifledi. Günde ortalama kullanım süresi 4.6 saat olarak bulundu. Olguların 24’ü(%77.4) BiPAP tedavisine uyum sağlamakta sorun yaşamadıklarını belir.Kullanılan maske pleri;%54.8 nazal, %45.2 oronazal maske olup,maskeyle ilgili sorun tariflenmedi.Tedavi öncesi ile sonrası AKG değerlerinin ortalamaları karşılaşrıldığında; pH’nın 7.37’den 7.40’a yükseldiği,PaCO2’nin 56mmHg’dan 54.5mmHg’ya düştüğü belirlendi.Tedavi öncesi ve sonrası ortalama FEV1 değerinin 0.76 L’den 0.80 L’ye yükseldiği görüldü(% beklenen; %31.6’dan %32.2’ye yükselmiş). Tedavi öncesi ve sonrası; acil servis başvuruları 1.6/ yıl’dan 0.9/yıl’a düşerken,KOAH ve solunum yetmezliğine bağlı hastaneye yaş sıklığının ise 1.3/yıl’dan 0.7/yıl’a gerilediği belirlendi. Stabil 71 KOAH olgusunda (11 K, 60 E, yaş ortalaması:62.6±8.6 yıl) NCEP-ATP III kriterlerine göre metabolik sendrom varlığı değerlendirildi. Tüm olgulara poligrafik uyku çalışması, ekokardiyografi (EKO) ile pulmoner arter basıncı (PAB) değerlendirmesi, biyokimyasal inceleme, pro-BNP ölçümü ve solunum fonksiyon testleri yapıldı. EKO’da EF<%40 olan olgular çalışma dışı bırakıldı. Sonuç: KOAH’da evde NIMV tedavisine hasta uyumunun iyi olduğu,bu tedavi ile dispnenin azaldığı, asidoz ve hiperkapni düzeyinin hafif gerilediği,fonksiyonel düzelme sağlandığı,acil servis başvuruları ve hastaneye yaş sıklığının azalarak olumlu sonuçlar sağlandığı görülmüştür.Sonuç olarak,evde BiPAP tedavisiyle önemli medikal ve ekonomik kazanımlar sağladığımızı düşünmekteyiz. Bulgular: Olguların ortalama FEV1 yüzdesi %49.8 ölçüldü (Evre I=2,%2.8; evre II=31,%43.7; evre III=25,%35.2; evre IV=13,%18.3). Apne-hipopne indeksi (AHI) toplumdaki prevelansa göre yüksek saptandı (ort. AHI:12,6, AHI>10 için prevelans:%50,7). Ortalama pro-BNP: 402.6 mmol/L bulundu. Olguların %28.6’sında pulmoner hipertansiyon saptanırken (PAB>35mmHg), 22 olguda EKO ile PAB ölçülemedi. Yirmi-al olguda (%36.6) metabolik sendrom tespit edilirken, kadınlarda metabolik sendrom sıklığı yüksek (p<0,05). Metabolik sendrom olan ve olmayan olgular karşılaşrıldığında sigara içimi, KOAH evresi, FVC, FEV1, SaO2 ve cinsiyet yönünden anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Metabolik sendrom hastalarında vücut kitle indeksi (VKİ) ve AHI daha yüksek (sırasıyla p<0,05, p=0,001), uyku sırasındaki ortalama satürasyon daha düşük bulundu (p=0,018). AHI için 10/saat referans değer olarak alındığında metabolik sendrom görülme ihmalinin al kat ar ğı saptandı. Tüm olgularda AHI ve bel çevresi arasında zayıf pozif korelasyon bulunurken VKİ ile ilişki saptanmadı. PAB ve pro-BNP değerleri arasında da korelasyon saptanmadı. Sonuç: MS024 KOAH HASTALARINDA METABOLİK SENDROM VE ETKİLERİ UFUK MEMİŞ 1, GÜLSEREN SAĞCAN 1, RABİA ENGİN ÜNVER 1, TUBA BİLSEL 2, GÖKŞEN KURAN 1, GÜLFER OKUMUŞ 1, HALİM İŞSEVER 3, ESEN KIYAN 1 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 DR SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ 3 İ.Ü. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ABD. 1 Çalışmamızda metabolik sendrom sıklığı KOAH’lı olgularda toplumdaki prevelansla benzerken; kadınlarda anlamlı olarak yüksek bulundu. KOAH olgularında AHI, toplumdaki prevelansa göre yüksek bulunurken; overlap sendromu olanlarda metabolik sendrom sıklığı popülasyona göre anlamlı olarak yüksek saptandı. MS025 KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA STATİN KULLANIMININ ALEVLENME SIKLIĞINA ETKİSİ ŞEHNAZ OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , HATİCE ŞENOL , SAİT KARAKURT , TURGAY ÇELİKEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH) olgularında metabolik sendrom sıklığını ve etkilerini araşrmak. Stanler, lipit düşürücü etkileri yanında aninflamatuar etkileri de olan ilaçlardır. Bu çalışmadaki amacımız KOAH lı hastalarda stan kullanımının alevlenme sayısı, anbiok kullanım sıklığı, acil ve poliklinik başvurusu ve hastaneye yaş sıklığına etkisinin araşrılmasıdır. 161 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Bu amaçla, Ekim-Aralık 2008 tarihlerinde polikliniğimize run kontrol amacıyla başvuran tüm KOAH hastaları dahil edildi ve sorgulamaları yapıldı. Son 1 yıl içinde nefes darlığında arş yada öksürük ve balgamda arş yada balgamda renk değişikliği alevlenme olarak kabul edildi. A549 hücreleri 12 kuyucuklu kültür kaplarında ürelerek, %0, 1, 3.3 ve 10 FCS varlığında 48 saat süreyle 50, 100, 200, 400 ve 1000ug/ml DEP’ne maruz bırakıldılar. Daha sonra hücreler MTT ile boyanarak ortamdaki renk değişimi spektrofotometre ile ölçülerek hücre canlılığı değerlendirildi. Bulgular: Bulgular: Çalışmaya 67 KOAH hastası dahil edildi ( Ortalama yaş 67.3, 28 erkek) Toplam stan kullanan hasta sayısı 20 ( %30) olarak saptandı. Stan kullanan ve kullanmayan hastalar arasında yaş, ortalama sigara tükemi ve solunum fonksiyon testleri açısından bir fark yoktu. Son 1 yıl içinde KOAH alevlenme sayısı stan kullanan hastalarda stan kullanmayan hastalara göre istasksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu ( Sırasıyla 0.8 / yıl, 1.2 /yıl, p<0.05 ) Ayrıca, KOAH alevlenmesi olan hasta sayısı, anbiok kullanan hasta sayısı, bu nedenle polikliniğe başvuran hasta sayısı ve polikliniğe başvurma sayısı stan kullanan hastalarda istasksel olarak anlamlı olacak şekilde düşük bulundu. ( p<0.05) FCS içermeyen kültür vasanda kontrol grubu ile karşılaşrıldığında (0ug/ml DEP), 50, 100 ve 200ug/ ml DEP’nin canlı hücre sayısını anlamlı olarak ar rdığı, ancak kültür ortamına %1-10 FCS ilave edildiğinde bu arşın ortadan kalkğı, tam tersine hücre canlılığında azalma olduğu görüldü. En belirgin etki %3.3 FCS ortamında saptanmış olup, 50 (opk dansite [OD]=1.8, p<0.01), 100 (OD=1.76, p<0.0001), 200 (OD=1.50, p<0.0001), 400 (OD=1.52, p<0.0001) ve 1000ug/ml DEP (OD=0.92, p<0.0001), hücre canlılığını kontrol grubuna (0ug/ml DEP; OD=2.01) göre anlamlı olarak baskıladı. Benzer şekilde, %1’lik FCS konsantrasyonunda 1000ug/ ml DEP etkili olurken, %10’luk FCS içeren ortamda hem 400 hem de 1000ug/ml DEP hücre canlılığını anlamlı olarak baskıladı. Sonuç: Sonuç olarak stan kullanan KOAH hastalarında daha düşük alevlenme sıklığı olması stanlerin aninflamatuar etkileriyle açıklananbilir. Stan kullanımının KOAH lı hastalarda etkisinin araşrılması için daha geniş hasta sayısını içeren çalışmalara ihyaç vardır. Sonuç: Bu bulgular DEP’nin hava yolu epitel hücre canlılığını inhibe etmek sureyle asm ve kronik obstrükf akciğer hastalığı gibi inflamasyonla seyreden hava yolu hastalıklarının patogenezinde rol oynayabileceklerini düşündürmektedir. SS033 DİZEL EGZOZ PARTİKÜLLERİNİN (DEP) SERUMLU ORTAMDA İNSAN AKCİĞER EPİTEL HÜCRE PROLİFERASYONU VE ÖLÜMÜ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ FÜSUN FAKILI 1, BÜLENT GÖGEBAKAN 2, RECEP BAYRAKTAR 2, HASAN BAYRAM 1 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI 1 Amaç: Önceki çalışmalarda, parküler hava kirliliğinin önemli bir komponenni oluşturan dizel egzoz parküllerinin (DEP) serumsuz ortamda alveol epitel hücrelerinin (A549) proliferasyonunu arrdıkları saptandı. Ancak, DEP’nin inflame hava yollarında görülen serumlu ortamda bu hücrelerin döngüsü üzerindeki etkileri bilinmemektedir. Çalışmamızda, DEP’nin buzağı serumu (foetal calf serum, FCS) içeren kültür ortamında A549 hücre canlılığı üzerine olan etkilerini araşrmayı amaçladık. 162 SS034 DİZEL EGZOZ PARTİKÜLLERİNİN (DEP) KOAH’LI HASTALARDAN ELDE EDİLEN BRONŞ EPİTEL HÜCRELERİNİN CANLILIĞI VE APOPTOZİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ HASAN BAYRAM 1, BÜLENT GÖGEBAKAN 2, ÖNER DİKENSOY 1, SERDAR ÖZTUZCU 3, SERPİL GÜLDAL 2, ERHAN EKİNCİ 1 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI 3 MOLEKÜLER BİYOLOJİ LABORATUARI 1 Amaç: Çalışmamızda, DEP’nin KOAH’lıların BEH canlılığına etkisini ve ala yatan mekanizmaları araşrmayı amaçladık. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: SS035 BEH’leri primer eksplant hücre kültür tekniği kullanılarak akciğer rezeksiyonu uygulanan, sigara içmeyen, sigara içen, sigara içen ve KOAH olan hastaların bronş eksplantlarından elde edildi. BEH kültürleri, N-acetylcysteine (NAC), ve c-jun N Terminal Kinase (JNK) inhibitörü (SP600125) varlığında veya yokluğunda 24-72 saat süreyle 0, 5, 10, 50 ve 100ug/ml DEP ile inkübe edildiler. Hücre canlılığı MTT boyama yöntemi ile belirlendi. Hücre apoptozisi akım sitometri tekniği ile propidium iodide/Annexin V boyası kullanılarak çalışıldı. SİGARA BIRAKMANIN İMMÜN SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ Bulgular: DEP (100ug/ml) sigara içmeyenlerin BEH canlılığını kontrol grubuyla kıyaslandığında 72. saae anlamlı olarak azalrken (opk dansite [OD]=0.82 ve 0.01; p<0.001), 24-48. saatlerde anlamlı bir etki gözlenmedi. Benzer şekilde, 100ug/ml DEP sigara içicilerin BEH canlılığını 48 (OD=0.68 ve 0.23, p<0.01) ve 72. (OD=0.69 ve 0.12, p<0.05) saatlerin sonunda anlamlı olarak baskıladı. KOAH’lı BEH’leri 100ug/ml DEP ile inkübe edildiğinde hücre canlılığının 24. saaen ibaren (OD=0.59 ve 0.26, p<0.05), 48 (OD=0.45 ve 0.16, p<0.001) ve 72. (OD=0.66 ve 0.05, p<0.0001) saatlerin sonunda anlamlı olarak azaldığı saptandı. Buna karşın, 5-50ug/ml DEP BEH canlılığı üzerinde bir etki göstermedi. NAC serumsuz ortamda bırakılan (33mM) ve 100ug/ml DEP ile inkübe edilen (3.3 ve 33mM) KOAH’lı BEH’nin hücre canlılığını daha fazla azalrken, SP600125 (10uM) DEP’nin (100ug/ ml) etkisini baskılayarak, BEH canlılığını anlamlı olarak arrdı. Akım sitometri çalışmalarımızda, 100ug/ml DEP’nin apoptok hücre oranını anlamlı olarak arrırken, canlı hücre sayısını azal ğı saptandı. Sonuç: Bulgularımız, DEP’nin insan BEH canlılığını baskıladığını, apoptozisini arrdığını ve KOAH’lı hücrelerinin DEP’nin etkilerine daha hassas olduklarını literatürde ilk kez göstermektedir. DEP’nin bu etkilerini JNK gibi hücre içi sinyal ile yolaklarını etkilemek sureyle gerçekleşrdiğini düşünmekteyiz. *Bu çalışma Gaziantep Üniversitesi Bilimsel Araşrma Proje Yönem Birimi ve TÜBİTAK tarandan mali olarak desteklenmişr. GÜL ÖZLEM TÜRKKAN 1, ŞULE AKÇAY 1, İNSU YILMAZ 2 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİMDALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANA BİLİMDALI ALERJİ BİLİMDALI 1 Amaç: Sigara içenlerde, sigarayı bırakanlarda, hiç sigara kullanmamış sağlıklı kişilere göre indüklenmiş balgamda B ve T lenfositlerin etkilenme düzeylerini saptamak,Th1Th2 dengesi üzerine T regülatör sitokinlerden IL-10’un etkisini araşrmak Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza sistemik hastalığı olmayan 46 kişi alındı. Olgular sigara içme özelliklerine göre üç gruba ayrıldı. Sigara içen grubu en az 5 paket-yılı sigara içme öyküsü olan olgular oluşturdu. Sigarayı bırakan grubu sigarayı en az bir yıldır içmeyen olgular, sigara içmeyen kontrol grubunu ise sağlıklı hiç sigara içmemiş olgular oluşturdu.Tüm olgularda tam kan sayımı, C- reakf protein düzeyleri, akciğer grafileri, solunum fonksiyon testleri değerlendirildi. Olgularda, total eozinofil düzeyleri incelendi ve tam kan sayımı yapıldı.Atopi değerlendirilmesi için cilt tes uygulandı. Olgulardan indükte balgam örnekleri alındı; toplam hücre sayısı, hücre canlılığı, hücre dağılım yüzdesi, immünglobulin düzeyleri, sitokin düzeyleri ve lenfosit alt grupları değerlendirildi. Bulgular: Olguların tamamında cilt testleri negaf saptandı, 3 grupta serum total eozinofil sayıları arasında fark yoktu. Olgular arasında indükte balgam toplam hücre sayısı, hücre canlılığı, lenfosit alt grupları değerlendirmesi sonucu anlamlı farklılıklar saptanmadı. Sigara içenlerde indükte balgam eozinofil oranları diğer gruplardan anlamlı olarak düşük saptandı (p<0,05). İndükte balgam IL-4 düzeyleri sigara içenlerde anlamlı şekilde yüksek bulundu (p<0,001).Sigara içme süresindeki arş ile korele olarak IL-10 düzeylerinde arş saptandı (p<0,05). Sigarayı bırakan olgularda anlamlı olarak IgA düzeylerinde arş saptandı (p<0,001). 163 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: IL-10 düzeylerinde arşın, sigaranın immünolojik uyarıcı etkisiyle CD25+ Treg lenfositlerin akvasyonu ile sigara içen bireylerde Th1 ve Th2 lenfosit fonksiyonlarını kontrol alnda tutmak amacıyla olduğu düşünüldü. IgA düzeylerinde arşın, sigaranın bırakılmasını takiben havayolu epitel hücrelerinin fonksiyonlarını yeniden kazanarak immün yanıa etkili IgA sentezini arrmalarına bağlı olabileceği düşünüldü. SS036 ATORVASTATİNİN SİGARA DUMANI İLE OLUŞTURULAN ALVEOL HASARINA DOZ BAĞIMLI ETKİSİ TEKİN YILDIZ 1, GÜLNUR TAKE 2, M. SERHAN TAŞDEMİR 1 , SELÇUK TUNİK 1, GÜNGÖR ATEŞ 1, SELAHADDİN TEKEŞ 1 , İSKENDER KAPLANOĞLU 1, FÜSUN TOPÇU 1, MURAT AKKUŞ 1 10 NİSAN 2009 atorvastanin sigara dumanın oluşturduğu hasara karşı bazı koruyucu etkilerinin olduğunu; buna karşın 1.0 mg/kg/gün atorvastanin hücresel hasara yol açğını düşündürmüştür. SS037 TH17 UYARICI PROİNFLAMATUVAR KOŞULLAR, TLR4 VE TLR8 UYARISININ ALLERJENE ÖZGÜ T HÜCRE TOLERANSINI KIRICI ETKİLERİ UMUT CAN KÜÇÜKSEZER 1, BEATE RUECKERT 2, GÜNNUR DENİZ 1, CEZMİ A. AKDİŞ 2, MÜBECCEL AKDİŞ 2 İSTANBUL UNİVERSİTESİ, DENEYSEL TIP ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ (DETAE), İMMÜNOLOJİ A.D. İSTANBUL, TÜRKİYE 2 İSVİÇRE ALLERJİ VE ASTIM ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ (SIAF), DAVOS, İSVİÇRE 1 Amaç: DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 1 Amaç: Bu çalışma sigara dumanı maruziyenin rat akciğerlerindeki hücresel etkilerini ve sigara dumanının oluşturduğu alveolar hasara karşı atorvastanin koruyucu etkisini gözlemek amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Sigara dumanı inhale erilen toplam 30 rat üç gruba ayrıldı. Sadece sigara dumanı inhale erilen grup-1 (G-1) kontrol grubu olarak kullanıldı. Grup 2 ve 3’e (G-2 ve G-3) ise ilave olarak 0.5 mg/kg/gün veya 1.0 mg/kg/gün atorvastan uygulandı. Akciğer dokuları transmission elektron mikroskopu ile değerlendirildi. Bulgular: G-1’de p I alveolar hücrelerde (ATI) minimal intrasitoplazmik ödem (ICE) saptanırken; ATII hücrelerinde mikrovillus deformasyonu, psödopot oluşumu, ödem, mitokondriyal şişme ve kristoliziz gözlendi. Endotel hücrelerinde ise mitokondriyal kristoliziz (MC), pinosik veziküllerde azalma izlenirken, granüllü endoplazmik rekulum (rER) tubulusları normaldi. G-2’de ATI hücrelerinde ve kan-hava bariyerinde herhangi bir değişiklik izlenmedi. G-3’te ortak bazal membran kalınlaşmış. ATI hücrelerinde hipertrofi, MC ve ICE izlenirken; ATII hücrelerinde kroman kondensasyonu, atrofik görünüm, hücre büzüşmesi ve sitoplazmik vakuolizasyon izlendi. ATII hücrelerinin rER tubulusları spiral görünümdeydi. Sonuç: Bulgularımız sigara dumanı inhalasyonunun rat akciğerlerinde ATI ve ATII hücrelerinde tüm gruplarda ultrastrüktürel değişiklikler yol açğını, 0.5 mg/kg/gün 164 Allerjenlere özgü çevresel toleransın oluşması ve kırılması önemli bir konudur. Allerjene özgü p 1 düzenleyici T hücreleri (Tr1), allerji gelişiminden korunmada önemli rol üstlenip allerjik hastalıkların özgül immünoterapiyle tedavileri sırasında uyarılmaktadırlar. Çevresel toleransın kaybı ise allerjik yanıtların gelişmesinden sorumlu tutulmaktadır. Allerjenlere karşı T hücre yanıtsızlığını bozduğu düşünülen faktörler, allerjik olmayan sağlıklı bireylerde incelenmişr. Gereç ve Yöntem: Bu kişilerden elde edilen periferik kan mononükleer hücreleri (PBMC), IL-1 beta, IL-6, IL-17, IL-23, TGF-beta ve farklı TLR ligandları ile, Der p 1, Bet v 1 ve Phlp 5 gibi ev tozu akarı, huş ağacı poleni, çim poleni temel allerjenlerinin varlığı veya yokluğunda uyarılmış ve 5 günlük kültür sürecinin ardından, allerjenlere yanıtsız bireylerde CD4+ T hücre proliferasyonunun başlamasını sağlayan koşullar ve sitokin profillerindeki değişimler incelenmişr. Bulgular: Bulgularımız, IL-1 beta ve IL-6’nın T hücre proliferasyonunu güçlü bir biçimde uyararak allerjene özgü T hücre proliferasyonunu teklediğini, TLR4 ve TLR8 ligandlarıyla uyarımda alerjene özgü proliferasyonu uyardığını ve TLR8 uyarımının anjen sunucu hücre kapasitesini ar rdığını göstermektedir. PBMClerin anjen sunucu hücrelerle zenginleşrilmesi anjen sunumunu güçlendirmekte ve tolerans kırılmasında rol oynamaktadır. Bu koşullar, Th17 hücrelerinin allerjenlere özgü toleransın kırılmasında rolleri olabileceğini düşündürmekte ve bu düşünce de tolerans kıran koşullarda yükselen IL-17 düzeyleriyle desteklenmektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: SS039 Sonuç olarak, bulgularımız, TLR4 ve TLR8 ligandları tarandan oluşturulan tehlike sinyalleri ve Th17 uyarıcı proinflamatuvar koşulların sensize olmuş fakat sağlıklı bireylerde allerjene özgü çevresel T hücre toleransını kırabileceğine işaret etmektedir. HARDAL GAZININ TRAVMALI AKCİĞERDE ETKİSİ VE PROANTOSİYANİDİNİN ÖNLEYİCİ ROLÜ SS038 İNSAN PRİMER PLEVRAL MEZOTEL HÜCRE DİZİ KÜLTÜRLERİNİN IN VİTRO ORTAMDA ELDE EDİLMESİ ÖNER DİKENSOY 1, BÜLENT GÖĞEBAKAN 2, EROL TÜKENMEZ 1, HASAN BAYRAM 1 GÖĞÜS HAST. AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ HÜCRE KÜLTÜRÜ LABORATUARI, GÖĞÜS HAST. AD., GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ 1 2 Amaç: Solunum sisteminin hücre kültürleri, deneysel çalışmalarda dünyada yaygın olarak kullanılmalarına rağmen, Türkiye’de kullanımları son derece kısıtlıdır. Plevral hastalıklar özellikle ülkemizde halen önemli bir morbidite ve mortalite nedenini oluşturmaktadır. Çalışmamızın amacı deneysel araşrmalarda kullanılmak üzere, laboratuar ortamında primer insan plevral mezotel hücre kültürlerini elde etmek. Gereç ve Yöntem: Primer plevral mezotel hücreleri literatürde tanımlandığı şekilde torasentez ile bir gönüllüden alınan transüdaf plevral efüzyon sıvısından elde edildi. Kısaca, steril şartlarda kapalı bir aspirasyon sistemi kullanılarak hastaya torasentez uygulandı. Hastadan yaklaşık 300 mL transüda vasnda sıvı elde edilerek laboratuara nakledildi. Sıvı 4000 rpm de 5 dakika santrifüj edildikten sonra supernatan aspire edilerek geriye kalan hücre pelle amonyum klorid içinde yeniden suspanse edilerek, eritrositlerin yıkılması sağlanarak elimine edildiler. Elde edilen hücreler süspanse edilerek içinde buzağı serumu, anbiyok ve anmikok bulunan kültür vasanda kültür kabı içinde (‘flask’) ekildi. Bulgular: ORHAN YÜCEL 1, ONUR GENÇ 1, AYŞE KÖSE 2, İSMAİL HALİLİ 3, AYHAN TEKİNER 4, AHMET AYDIN 5, ALBANA NDREU 7, ALPER GÖZÜBÜYÜK 1, BELGİN CAN 2, SEZAİ ÇUBUK 1, KUTHAN KAVAKLI 1, TURAN KARAYILANOĞLU 6 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİ AD. 3 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ GÖZ HASTALIKLARI AD. 4 T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BEYİN VE SİNİR CERRAHİSİ AD. 5 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ FARMASÖTİK TOKSİKOLOJİ AD. 6 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ NBC BD. 7 ORTADOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ BİYOLOJİ DEPARTMANI,BİYOLOJİK ARAŞTIRMALAR BİRİMİ 1 Amaç: Çalışmamızda hardal gazının travmalı akciğerde yıkıcı etkisi ve bu tabloyu önlemede Proantosiyanidi (PC)’nin rolü araşrıldı. Gereç ve Yöntem: Denekler her biri 15 rat içeren 3 gruba ayrıldı. Birinci kontrol grubu (CG): Bu gruba travma ve hardal gazı uygulanmadı. İkinci grup (TMG): KG’ la aynı protokol uygulandı. KG’ dan farklı olarak üç günlük takip öncesi deneklere künt toraks travması sonrasında hardal gazı uygulandı. Üçüncü tedavi grubu (TG): TMG’ la aynı protokol uygulandı. Bu gruptan farklı olarak travma ve hardal gazı uygulamadan 8 saat önce ve üç günlük takip süresince PC tedavisi verildi. Denekler üç gün takipten sonra sakrifiye edildi. Dokudan histopatolojik ve biyokimyasal parametreler (süperoksit dismutaz (SOD), Glutatyon peroksidaz (GPx), Katalaz (CAT), malondialdehit(MDA)) ölçüldü. Bulgular: Ekildikten bir gün sonra hücrelerin flaskın yüzeyine yapışğı gözlendi. Her üç günde bir kültür vasatları değişrilen hücrelerin yedi günün sonunda çoğalarak flask yüzeyini tek katman halinde tamamen kapladıkları ve pik mezotel hücre morfolojisini yansı kları saptandı. TMG’ nin histolojik incelemesinde alveolar kapiller hasar, alveolar alanda artmış lokosit infiltrasyou ve fibrozis saptandı. TG’ nun histolojik bulguları KG’a benzerdi. Çalışmamızda hardal gazına maruziyet akciğer dokusunda MDA düzeylerinde artmaya GPx ve SOD akvitelerinde azalmaya sebep oldu. PC tedavisi MDA düzeylerinde düşme CAT ve GPx akvitelerinde ise artma gözlendi. Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak, Türkiye’de ilk kez üreğimiz primer plevral mezotel hücre kültürlerinin ülkemizde de laboratuar ortamında elde edilerek, plevral hastalıklara yönelik deneysel çalışmalarda kullanılabileceğini düşünüyoruz. Künt travmayla birlikte akciğere uygulanan hardal gazı oksidaf strese ve doku harabiyene yol açmaktadır. Çalışmamızda PC tedavisi bu tabloyu azaltmada etkili olabileceği gösterilmişr. 165 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 SS040 Sonuç: İNFLAMATUAR BAĞIRSAK HASTALIĞINDA AKCİĞER TUTULUMUNUN DENEYSEL KOLİT MODELİNDE ARAŞTIRILMASI Deneysel kolit oluşturulan sıçanların akciğerlerinde, kontrol grubundan farklı olarak alveoler hemoraji oluşmuştur. Akciğer tutulumunun etyopatogenezinde proinflamatuar sitokinlere (VEGF ve TNF- α) bağlı gelişen inflamatuar cevap ve/veya VEGF’ye bağlı olarak alveolar epitelyal permeabilite arşı rol oynamış olabilir. NECLA SONGÜR 1, YILDIRAN SONGÜR 2, BÜNYAMİN AYDIN 2, METİN ÇİRİŞ 3, ALTUĞ ŞENOL 2, RECEP SÜTÇÜ 4, GÜRSEL ACARTÜRK 2, MEHMET İŞLER 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, ISPARTA, TÜRKİYE 2 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GASTROENTEROLOJİ BD, ISPARTA 3 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, PATOLOJİ AD, ISPARTA 4 SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA AD, ISPARTA 1 Amaç: İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH), doku hasarı ve proinflamatuar mediatörlerin salınımı ile karakterize inflamatuvar bir hastalıkr ve bağırsak dışı çeşitli organ tutulumları gösterebilmektedir. Fetal yaşamda akciğer ve bağırsaklar, primif guan köken almakta ve hastalarda benzer patogenek değişimler görülebilmektedir. Yapılan klinik çalışmalarda, IBH’lı hastaların %1-26’sında asemptomak/semptomak akciğer tutulumu saptanmışr. Bununla birlikte İBH’lı hastalarda akciğer tutulumunun histopatogenezi ile ilgili bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Çalışmamızda deneysel kolit modelinde akciğer tutulumunun histopatolojik olarak incelenmesi ve doku VEGF ve TNF- α düzeylerinin inflamasyonla olan ilişkisini araşrmak istedik. Gereç ve Yöntem: Dextran sulfate sodium (DSS) ve Trinitrobenze sulfonic acid (TNBS) ile Wistar albino sıçanlarda akut kolit oluşturuldu. Sıçanların kolonları ve akciğerleri çıkarılarak, her iki dokunun da makroskopik (kolonda Wallasce skorlaması esas alınarak) ve histopatolojik incelemesi yapıldı. Akciğer dokusundaki MPO akvitesi, vascular endothelial growth factor (VEGF) ve Tumor necrosis factor-alfa (TNF- α) konsantrasyonları ELISA yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: Her iki kolit modelinin akciğer dokularının histopatolojik incelemesinde yaygın alveoler hemoraji görüldü. Kontrol gruplarının akciğer dokularının histopatolojik incelemesi normaldi. Her iki kolit modelinde, akciğer dokusundaki VEGF (p= 0.002) ve TNF-α(p= 0.002) düzeyleri kontrol gruplarına göre anlamlı olarak yükselmiş. MPO akvitesi ise farklı değildi. Her iki kolit modelinde akciğer dokularında ölçülen VEGF ve TNF-α düzeyleri arasında istasksel olarak fark gözlenmedi. 166 SS041 HAVA YOLU HASTALIĞI VE INTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞINDA INDÜKTE BALGAM PARTİKÜL YÜKÜNÜN KARŞILAŞTIRMALI OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ NURDAN KÖKTÜRK 1, MOSHE STARK 2, JOEL GREİF 1, YAHAKOV SİVAN 3, RUTH SOFERMAN 3, MOR SABAG 2 , SHMUEL KİVİTV 2, YEHUDA LERMAN 4, ELİZABETH FİREMAN 2 GAZİ UNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ANKARA, TÜRKİYE 2 TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, ALLERJİ VE GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, SOURASKY MEDİCAL CENTER, TEL AVİV, ISRAEL 3 TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, DANA ÇOCUK HASTANESİ, SOURASKY MEDİCAL CENTER, TEL AVİV, ISRAEL 4 TEL AVİV UNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, OCCUPATİONAL ENVİRONMENTAL CENTER, CLALİT HEALTH SERVİCE, TEL AVİV, ISRAEL 1 Amaç: Bu çalışmanın amacı çevresel parkül yükünün (PM) interssyel akciğer hastalıklarında (IAH) ve hava yolu hastalıklarında fonksiyonel ve inflamatuvar paremetrelerle ilişkisini değerlendirmek ve parkül boyut dağılımı bakımından bu iki grup arasında fark olup olmadığına bakmakr. Gereç ve Yöntem: 32 asm (17 pediatrik yaş grubu, 15 erişkin), 24 kronik öksürük, 39 IAH ve 10 normal bireyden oluşan toplam 105 ardışık hasta (ort yaş: 42.20±21.51) çalışmaya dahil edildi. PM, indükte balgam (IB) örneklerinde Eyetech Laser cihazı (Ankersmid Int) kullanılarak aralığında ölçüldü. IBμdeğerlendirildi. Parküller 0.1 ile 100 diferansiyel hücre sayımı, solunum fonksiyon testleri her hastada uygulandı. 51 hastada bunlara ilave olarak parkül şekil özellikleri, aspekt oranı (AR), sirkülarite (Cr), konveksite, konkavite ve ortalama ferret çapı ile değerlendirildi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Bulgular: Gereç ve Yöntem: Istasksel nedenlerle çalışma grupları, normal, IAH, kronik öksürük ve asm grubu olarak 4’e ayrıldı. Gruplar arasında farklı parkül çaplarının dağılımı bakımından fark saptanmadı. Asm grubunda FEV1/FVC, PM1-2 yüzdesi ile negave korelasyon gösterdi (r=-0.488, p=0.06). IAH grubunda, AR ile vital kapasite negave korelasyon gösterdi (r=-0.771, p=0.025). 10 aylık sürede, 36 olgu çalışmaya alındı. Subkarinal bölge dışında diğer lenf nodlarının örneklenmesinde, TBNA 13 olguda (EGB grubu) EGB ve 23 olguda (kTBNA grubu) konvansiyonel yöntem kullanılarak yapıldı. Sonuç: Bu çalışma akciğer parkül yükünün fonksiyonel parametrelerdeki bozulma ve inflamatuvar hücre trafiği ile ilişkili olabileceğine işaret etmektedir. Parküllerin sadece boyutu değil şekil özellikleri de bu bozulmaya katkıda bulunuyor olabilir. TP052 MEDİASTİNAL LENFADENOPATİ TANISINDA ELEKTROMANYETİK GEZİCİ BRONKOSKOPİ VE KONVANSİYONEL TRANSBRONŞİYAL İĞNE ASPİRASYONUNUN KARŞILAŞTIRILMASI DEMET KARNAK 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, SERAP UNCULU 1, KORAY CEYHAN 2, ÇETİN ATASOY 3, SERDAR AKYAR 3, OYA KAYACAN 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Mediasnal lenfadenopalerde fleksibl bronkoskopi ile Wang haritasına göre yapılan transbronşial iğne aspirasyonu (TBNA) tanı başarısının %15-83 arasında değişği bildirilmektedir. “SuperDimension/Bronchus System” kullanılarak yapılan elektromanyek gezici bronkoskopi (EGB), mediasnal lenf nodlarında bronkoskopinin tanı başarısını arrmak için gelişrilmiş yeni bir yöntemdir. Bu çalışmada amacımız; mediasnal lenf nodlarında bu iki yöntemin tanı başarısını karşılaşrmak. Herhangi bir yöntem ile yüksek tanı başarı şansı nedeniyle subkarinal lenf nodları çalışma dışında tutuldu. Bulgular: Lenf nodu boyutu ve lokalizasyonu açısından iki grup arasında fark yoktu. EGB grubunda pozif örnek (%100) kTBNA grubuna (%65) oranla anlamlı derecede yüksek idi (p=0,032). EGB grubunda, örnekleme başarısı anlamlı derecede daha yüksek bulundu. EGB, 13 olgunun 10’unda tanısal idi; tanılar 7 granülomatöz lenfadenit, 1 malignite ve takipte PET sonucu negaf olan 2 benign sitolojiden oluşmaktaydı. Konvansiyonel TBNA ise 23 olgunun 8’inde tanısal idi; 7 malignite ve 1 granülomatöz lenfadenit tanısını içermekteydi. EGB’nin tanısal başarısı istasksel olarak daha yüksek (p=0,015). Sonuç: Bu çalışmada, mediasnal lenf nodlarının örneklenmesinde ve tanısında EGB ile TBNA’nın kTBNA yöntemine üstün olduğu sonucuna vardık. *Bu çalışmanın EGB kısmı TUBİTAK tarandan desteklenmektedir (proje # 107S156). TP053 SAĞLIK ORTAMI VE GÖĞÜS UZMANLARININ SORUNLARI HASTALIKLARI NİLÜFER AYKAÇ KONGAR SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Göğüs hastalıkları uzmanlarının sorunlarını ve sağlık ortamı ile ilgili değerlendirmelerini ortaya koymak. Gereç ve Yöntem: Anket çalışması. yanıtlanmışr. 78 uzman hekim tarandan 167 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: 56’sı (%71.8) kadın, 22’si (%28.2) erkekr. Hekimlerin %87.2’si 31-50 yaş grubundadır. Ortalama hekimlik süresi 17 yıldır. Hekimlerin %52.7’si eğim, %23.1’i devlet hastanesinde, %12.8’i üniversite ve %6.4’ü özel hastanede çalışmaktadır. Uzmanlar günde ortalama 26.7 hasta bakmaktadır. Kalımcıların sadece %5’i yarı zamanlı olarak çalışmaktadır. Bu oran performans öncesi %29 olup yarı zamanlı çalışanların %80’i uygulama sonrasında tam zamanlı çalışmaya başlamışr. Hekimlerin %89’u son beş yılda doktora duyulan saygının, %80.5’i ise doktora duyulan güvenin azaldığı kanısındadır. Hekimlerin %72’si “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın sağlık ortamını olumsuz etkilediği görüşündedir. Kurumda yaşanan en önemli sorun ise %86 ile “gelecek kaygısı” olarak ortaya çıkmaktadır. Kalımcılar performansa göre ücret uygulamasındaki ücret ödemelerinin movasyonu değişrmediği (%54.4) buna karşın, uygulamanın bürokrak işlemler, çalışma huzuru ve ek değerler açısından olumsuzluklar gerdiği görüşündedir. Hekimlerin %95’i sağlık polikalarının oluşturulmasında hekim temsiliyeni yetersiz bulmuştur. Meslek hayanda en az bir kez (psikolojik ve/veya fiziksel) şiddete maruz kalanların oranı %63.9’dur. Eğim hastaneleri ve kadın hekimlerin diğerlerine göre şiddete anlamlı ölçüde daha fazla maruz kaldığı gözlenmektedir. Hekimlerin %81.3 ü Türk Toraks Derneği’nin eğim faaliyetlerini olumlu değerlendirirken bu oran p eğine yaklaşım için %68.8’dir. Derneğin idari ve hukuki sorunlara yaklaşımı, ulusal polikalara katkı ve uzman sorunlarının çözümüne yönelik çalışmaları genel olarak çok yeterli bulunmamışr. Sonuç: Sağlıkta dönüşüm programı sağlık ortamını olumsuz etkilemiş, hekime duyulan saygı ve güven zaman içinde azalmışr. Şiddet artmış ve hekimler gelecek kaygısı ile diğer sorunlar karşısında yalnız kalmışlardır. TP054 TEK MERKEZİN PULMONER ARTERİYEL HİPERTANSİYONLU HASTALARDAKİ TANIDAN TEDAVİYE DENEYİMLERİ ZEYNEP PINAR ÖNEN , BANU ERİŞ GÜLBAY , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , ÖZLEM ÖZDEMİR KUMBASAR , TURAN ACICAN , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) prekapiller pulmoner arterleri etkileyen, kronik, ilerleyici bir hastalık olup pulmoner vasküler rezistansı arrarak sağ kalp yetmezliği ve ölüme yol açabilir. Erken tanı ve son yıllarda gelişrilen etkin tedavi stratejileri ile 168 10 NİSAN 2009 PAH’a bağlı morbidite ve mortalite oranları azalmışr. Ancak Türkiye için bu hastalığın fark edilmesi oldukça yenidir. Bu çalışmada öncelikle kliniğimize ait tanıdan tedaviye deneyimlerimizi paylaşmak ve ikincil olarak hasta grubumuzda PAH’a bağlı mortaliteyi etkileyen risk faktörlerini belirlemek istedik. Gereç ve Yöntem: 2004 ve 2009 yılları arasında kılavuzlara göre kesin PAH tanısı olan olguların verileri geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Ciddi PAH’ı olan 40 olgu (22 kadın ve 18 erkek ve yaş ortalaması 48±16) çalışmaya dahil edildi. Olgularda görülen en sık eyolojiler; idiyopak PAH (%37.5), kronik tromboembolik PH (%22.5), konjenital kalp hastalıkları (%15) ve bağ dokusu hastalıklarıydı (%10). Tanı anında olguların büyük kısmı (%82,5) NYHA fonksiyonel sınıflamasına göre evre III veya IV idi. Borg dispne değerlendirilmesiyle (3±2) birlikte yapılan al dakika yürüme mesafesi (233±236m), pro-BNP (2203±2488pg/ ml) ve EKO ile yapılan sistolik PAB (86±25mmHg) ölçümleri takip sürecinde kullanılan temel parametrelerdi. Tanı anındaki önemli hemodinamik veriler; sağ atriyum basıncı (9±3mmHg), sistolik PAB (68±24mmHg) ve ortalama PAB (43±16mmHg) değerleriydi. Pulmoner vazoreakvite tüm olgularda negai. Tedavi sonrası 24 olgunun fiziksel fonksiyonlarında belirgin düzelme izlenirken 6 olgu takipler sırasında hayanı kaybe. Hasta grubumuzda mortaliteye katkısı olan risk faktörleri; proBNP (p<0.001), CRP (p=0.01), 6 dakika yürüme mesafesi (p=0.04), NYHA fonksiyonel sını (p<0.0001), perikardiyal sıvı (p=0.04) ve uzun süreli oksijen tedavisi (p=0.04) idi. Sonuç: Sonuçlarımız büyük ölçüde Avrupa ülkeleri ile benzerlik gösterse de PAH tanısı genellikle hastalığın ileri evrelerinde olmaktadır. Bunun yanı sıra bu sonuçlar sınırlı bir hasta grubunu temsil etmekte ve Türkiye’de PAH yaygınlığı hakkında bilgi vermemektedir. Bu nedenle ülkemizin acil olarak epidemiyolojik araşrmalara ve muldisipliner organizasyonlarla çalışacak özelleşmiş PAH merkezlerine ihyacımız vardır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 TP055 TP056 BT EŞLİĞİNDE PERKÜTAN TRANSTORASİK İĞNE BİYOPSİSİNİN TORASİK LEZYONLARDA TANISAL ETKİNLİĞİ CONGENITAL LUNG DISEASE (PARTICULAR FEATURES OF COURSE, DIAGNOSIS, RESULTS OF TREATMENT) NALAN DEMİR FIRAT 1, AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK 1, CABİR YÜKSEL 2, AYTEN KAYI CANGIR 2, CEMİL YAĞCI 3, İSMAİL SAVAŞ 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI 1 Amaç: Perkütan transtorasik iğne biyopsisi pulmoner ve torasik lezyonların histolojik tanısında iyi tanımlanmış bir yöntemdir.Benign ve malign hastalıkların tanısında etkinliği yüksekr.10mm üzerindeki pulmoner lezyonlar için tanısal etkinliği %90-100 olarak belirlenmişr.Bu çalışmanın amacı bilgisayarlı tomografi(BT) eşliğinde yapılan perkütan transtorasik iğne biyopsilerinin torasik lezyonlardaki tanı başarısını değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: 2006-2008 yılları arasında fiberopk sonuçları negaf torasik lezyonu olan ve BT eşliğinde transtorasik iğne biyopsisi yapılan 195 hasta (60 kadın, 135 erkek; ort. yaş,60.60±14.26) bu çalışmaya alındı. Lezyonların en sık yerleşim yerleri periferik (%59,n:115)ve her bir akciğerin üst loblarıydı(%42).Ortalama lezyon çapı 5.52 ±2.60cm(1-14cm) idi. Tüm olguların 30’unda biyopsi 2 kez gerçekleşrildi. Bulgular: 195 biyopsinin 160’ı pozii ve 35’i tanısal değildi. Tüm olgularda tanı etkinliği %82.05 idi. Pozif biyopsi grubu belirlen malignite plerini içeriyordu: 117 akciğer kanseri (40 küçük hücreli dışı,33 adenokanser, 20 küçük hücreli, 23 yassı hücreli,1 büyük hücreli), 12 metastak akciğer kanseri, 5 malign mezotelyoma, 2 schwannoma, 4 malign epitelyal tümör, 5 sarkoma, 6 lenfoma, 4 nöroendokrin kanser. Pozif grubun 5’i BOOP,tüberküloz ve granülomatöz hastalığı içeren benign hastalıklardı. Komplikasyon oranı 195 hastada 12 (%6.2) idi(10 subklinik pnömotoraks ve 2 torakostomi tüpü ile tedavi gerekren pnömotoraks). Sonuç: YAROSLAV VOLOSHYN INSTİTUTE OF PHTYSİATRY AND PULMONOLOGY, THORACİC SURGERY DEPARTEMENT Aim: to study parcular features of course, diagnosis, results of treatment of congenital lung disease Method: 335 paents with congenital lung disease were treated in the Instute. Men- 204(60,89%), women – 131 (39,11%) aged 8-60 years. Results: Nonmalignant or asymptomac course was typical. Bronchopulmonary symptoms appear in case of infecon, most oen in teenagers and adults: 83(24,78%) - nonspecific disease, 15(4,48%) – tuberculosis, 9 (2,69%)- cancer of lungs. Anbacterial therapy was not effecve. Complex diagnoscs: computer tomography, bronchography, angiopulmonography, magnet-resonance tomography. 4 groups of c.l.d were divided according to the reason: in Ist group -164 (48,95%)- underdeveloped organ or its anatomical structures: lung hypoplasia -150: simple – 38, cysc – 112, tracheobronchomegalia – 14; in II group – 155 (46,27%) – addional formaons: addional lobe – 9, sequestraon of lung – 12, solitary bronchogenic cyst – 17, hamartochondroma of lung -117, with malignizaon -9. In III group- 8 (2,39%) – nonstandard localizaon of anatomic structures; lobe of odd vein – 7, tracheal bronchus -1, and in IV groupe – 8 (2,39%) – defect of vessels development: arteriovenous aneurism – 8. 15 (4,48%) – only conservave treatment, 320 (95,52%) – lung resecon: 72 (22,5%)- organ saving operaons according to our method. Clinical effect – 313 (97,82%), in long term (1-15 years)- full effect in 94, 07%. Conclusion: So, difficules of diagnosis are caused by asymptomac or complicated course. Complex observaon, computer tomography, contrasng method of bronchis and vessels observaon. Timely surgical treatment with our methods let avoid complicaons and reach high clinic and full effect. Sonuç olarak, CT eşliğinde perkütan transtorasik iğne biyopsisi benign,malign ve metastak akciğer lezyonlarının tanısına katkıda bulunan minimal invazif bir yöntemdir. Bu teknik düşük maliyet ve komplikasyon oranlarına sahipr. 169 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 TP057 BRONŞİYAL ARTER EMBOLİZASYONU OLGULARIN UZUN DÖNEM TAKİBİ Sonuç: YAPILAN GÜLFER OKUMUŞ 1, KORAY GÜVEN 2, ESEN KIYAN 1, LEYLA PUR ÖZYİĞİT 1, NAMŞAN YILDIZ 1, HALİM İŞSEVER 3 , ORHAN ARSEVEN 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Bronşiyal arter embolizasyonu yapılan olgularda erken ve geç dönem takip sonuçlarını belirlemek Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2002 Ocak-2008 Kasım arasında hastanemizde hemopzi nedeniyle BAE uygulanan 73 olgu alındı. Olguların demografik özellikleri, hemopzinin etyolojisi, hemopzinin masif olup olmadığı, embolizasyon sayısı, işlemden sonraki erken ve geç dönem komplikasyonları kaydedildi. İstasksel analiz için Fisher’s Exact ve kikare tes kullanıldı. Bulgular: Olguların 11’i kadın, 66’sı erkek, ortalama yaşları 52±13 yıl ortalama takip süresi 31±17 aydı. Otuzüç olguda masif hemopzi, 40 olguda tekrarlayan non-masif hemopzi atakları, 14 olguda ise masif ve tekrarlayan hemopzi mevcuu. İşlem öncesi olguların 63’üne(%86) bronkoskopi yapıldı. Masif olmayan hemopzilerde tanı ile BAE uygulaması arasındaki süre ortalama 17.5 gündü. Hemopzi olguların 59’unda (%80) yalnızca bir ,10’unda iki ve dördünde ise ancak üç defa uygulanarak kontrol alna alındı. Bronşektazi (12 olgu), tüberküloz (32) ve akciğer kanseri (17) eyolojideki en sık nedenler olarak bulunurken yedi olguda eyoloji saptanmadı. İlk 30 günde olguların 16’sında hemopzi, 10’unda göğüs ağrısı, 6’sında ateş ve 3’ünde pnömoni komplikasyonu geliş. Ayrıca olguların birinde bronşiyal arter diseksiyonu, birinde geçici parestezi, birinde ise arteriyel geri kaçışla ilgili olarak banda yaygın organ infarktları geliş. Geç dönemde 20 olguda hemopzi tekrarladı. Masif ve masif olmayan hemopzi olguları karşılaşrıldığında, masif olmayan grupta işlem öncesi bronkoskopi uygulaması anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.01). İzlem süresince olguların yedisi masif hemopziye bağlı olarak, 10’u ise hemopzi dışı nedenlerden dolayı öldü. Kırkyedi olguda (%64) ise sorun gelişmedi. 170 Bronşiyal arter embolizasyonu ender raslanan ciddi komplikasyonlarına rağmen hemopzi tedavisinde etkin ve güvenli bir yöntemdir. İşlem sonrası hastalar yakın izlenmelidir. TP058 ENDOBRONŞİYAL LEZYONLARDA FORSEPS BİYOPSİLER VE KRİYOBİYOPSİLERİN TANISAL DEĞERLERİNİN KARILAŞTIRILMASI ZAFER AKTAŞ 1, ERSİN GÜNAY 1, NEVİN TACİ HOCA 1, AYDIN YILMAZ 1, FUNDA DEMİRAĞ 2, TUĞRUL ŞİPİT 1, BAHAR KURT 3 GÖĞÜS HASTALIKLARI, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA 2 PATOLOJİ, ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA 3 GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD, ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BOLU 1 Amaç: Akciğer kanserinde uygun tedavi yönteminin planlanması ve hastalık prognozu için histopatolojik hücre pinin belirlenmesi önem arzetmektedir. Akciğer kanserinde tanı koymada yaygın olarak kullanılan invaziv yöntemler; bronkoskopik biyopsi, bronşiyal yıkama ve bonşiyal rçalamadır. Kriyorekanalizasyon işleminde kullanılan kriyoprob, kriyoterapi işleminde kullanılan probdan gerilmelere daha çok dirençli ve daha geniş yüzey alanına sahipr. Kriyorekanalizasyon işleminde, dondurma işleminden sonra, tümör dokusu prob ile beraber hava yolundan çıkarılır. Biz bu çalışmada, kriyoprob ile alınan kriyobiyopsiler ve forseps biyopsilerin tanı değerlerini araşrmayı amaçladık Gereç ve Yöntem: Çalışmaya girişimsel bronkoskopi uygulanacak 4 kadın ve 37 erkek hasta dahil edildi. Üç forseps ve kriyorekanalizasyon probuyla 1 kriyobiyopsi işlemi sırasıyla uygulandı. Farklı kodlarla kodlama yapıldıktan sonra tek bir patolog tarandan, en geniş çap ve histopatolojik tanı açısından değerlendirildi. Bulgular: Her iki işlemde de komplikasyon olarak yalnız kanama görüldü. Ancak forseps biyopsi ve kriyoprob biyopsilerde kanama açısından istasksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Forseps ve kriyobiyopsilerin ortalama çapları sırasıyla 0.2 cm ve 0.8 cm olarak ölçüldü (p<0.001). Forseps biyopsi ile hastaların %78’ine tanı konulabilirken, diğer taraan, kriyoprob biyopsiler ile hastaların % 92.7’sine tanı konulabildi (p=0.031). TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç olarak, akciğer kanserinde tanı koymada kriyoprob biyopsiler forseps biyopsilerden daha başarılıdır. Yine de, tanı koymada run olarak kullanılabilmesi için kriyoprob biyopsilerin tanısal değerini gösterecek ileri araşrmalara ihyaç vardır. TP059 SARKOİDOZ HASTALARINDA TÜM FLUORODEOKSİGLUKOZ POZİTRON TOMOGRAFİ BULGULARI Tedavi verilen hastalarla verilmeyenler arasında akciğer parenkimi ya da ekstrapulmoner tutulum sıklıkları yönünden bir fark saptanmadı (p=0.36 ve p=1). Sonuç: Sarkoidoz hastalığının evrelemesinde Toraks BT ile FDG-PET arasında zayıf bir uyum gözlenirken FDG-PET ekstrapulmoner tutulumun belirlenmesinde ek katkı sağlamaktadır. Tedavi kararında FDG’nin yoğun ya da yaygın tutulması etkili değildir. VÜCUT EMİSYON ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU 1, CANAN EREN DAĞLI 2, EKREM CENGİZ SEYHAN 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EAH 2 SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKULTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D TP060 KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANAN MALİGNİTELİ HASTALARDA KOMPLİKASYONLAR HEMATOLOJİK PULMONER 1 Amaç: Granülomatöz hastalıklarda pozitron emisyon tomografi (PET) incelemesinde akf hastalık bölgelerinde tutulum gözlenmektedir. Sarkoidoz hastalarında PET‘in hastalığın evresini, akvitesini ve tedavi kararını belirlemedeki etkisi araşrıldı. Gereç ve Yöntem: 2006-2008 yıllarında tanısal süreçte PET incelemesi yapılmış ve sarkoidoz tanısı almış 21 olgunun radyolojik ve FDG-PET bulguları analiz edildi. Sistemik korkosteroid tedavi başlama kararı, klinik bulgulara ve takipte hastalığın progresyonuna göre verildi. FDG-PET bulguları, BT bulgularıyla uyumu, tedavi ve takip sonuçlarıyla birlikte analiz edildi. Bulguların ortalamalarının karşılaşrılmasında Mann Whitney U tes, sıklıklarının karşılaşrılmasında Fisher’s Exact tes ve uyum değeri için Landis-Koch metodu kullanıldı. EZGİ ÖZYILMAZ 1, MÜGE AYDOĞDU 1, GÜLSAN SUCAK 2, ŞAHİKA ZEYNEP AKI 2, ZÜBEYDE NUR ÖZKURT 1, ZEYNEP ARZU YEĞİN 2, NURDAN KÖKTÜRK 1 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, BEŞEVLER, ANKARA 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ BİLİM DALI, BEŞEVLER, ANKARA 1 Amaç: Hematopoek kök hücre nakli (KHN) sonrası enfeksiyoz veya nonenfeksiyoz pulmoner komplikasyonlar %30–60 oranında görülür ve mortalitenin önemli bir nedenidir. Bu çalışmanın amacı fakültemizde KHN uygulanan hastalardaki pulmoner komplikasyon sıklığını değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: 2006-2008 yılları arasında KHN uygulanan hastalar KHN öncesi ve sonrası 1. ay, 3.ay, 6. ay, 9.ay ve 12. ayda pulmoner komplikasyon sıklığı yönünden retrospekf olarak değerlendirildi. Bulgular: Bulgular: BT evrelendirmesine göre evre I’de 3, evre II’de 17 ve evre III’de 1 hasta bulunurken FDG-PET evrelemesine göre ise evre 0’da 1, evre I’de 6, evre II’de 13 ve evre III’de 1 hasta bulundu. İki yöntemin tutarlılığı %71, kappa tutarlılığı 0,38 olarak bulundu. Korkosteroid tedavi 8 hastaya verildi. Olguların FDG-PET incelemelerinde; ondokuzunda hiler/ mediasnal lenf bezlerinde (ortalama SUVmax: 8.9), 12 sinde akciğer parenkim alanlarında (ortalama SUVmax: 1.6), 7 hastada ekstrapulmoner alanlarda(ortalama SUVmax=1.6) FDG tutulumu mevcuu. Tedavi alan ve almayan hastalar karşılaşrıldığında, hiler/mediasnal lenf bezlerindeki maksimum FDG tutulum ortalamaları sırasıyla 7 ve 10 (p=0.38), akciğer parenkim tutulum ortalamaları sırasıyla 3,9 ve 1.9 (p=0,22) olarak bulunmuş olup aradaki fark istaksel olarak anlamlı değildi. Çalışmaya alınan yaş ortalamaları 35 ± 14 olarak bulunan 74 hastanın 29’una (%39) otolog, 35 (%47)’ine allojeneik ve 10 (%14)’una nonmyeloablaf KHN uygulandı. Tüm hasta grubunun 8’i (%11) mortalite ile sonuçlandı; bunlardan 4’ünde mortalite nedeni pulmoner komplikasyonlar olarak belirlendi. Yirmiyedi(%37) hastada pulmoner komplikasyon gelişirken, bunların 25’i enfeksiyoz (%93), 2’si (%7) ise nonenfeksiyozdu. Pulmoner komplikasyon gelişen ve gelişmeyen hastalar karşılaşrıldığında yaş, cinsiyet, sigara içimi, geçirilmiş ve bilinen akciğer hastalığının varlığı, solunum fonksiyon ve diffüzyon testleri açısından istasksel anlamlı farklılık tespit edilmedi (p< 0.05). Istasksel anlamlı olmamakla birlikte allojeneik nakil uygulanan grupta otolog nakil uygulanan gruba göre daha fazla pulmoner komplikasyon olduğu belirlendi (%74’e karşılık % 26, p=0.063). 171 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: TP062 KHN uygulanan hastaların nakil öncesi ve sonrası dönemde pulmoner komplikasyon gelişimi açısından yakın takip edilmeleri ile mortalite ve morbidite de azalma sağlanabilir. PULMONER EMBOLİNİN AĞIRLIK DERECESİ İLE 2 FARKLI YÖNTEMLE BAKILAN D-DİMER DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ , ESRA UZASLAN , ERCÜMENT EGE TP061 SPİROMETRE ÇADIRINA BAŞVURAN KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: TANIMLAYICI PREVALANS İLKNUR BAŞYİĞİT , SERAP BARIŞ , HAŞİM BOYACI , FÜSUN YILDIZ , DÖNEM 5 ÖĞRENCİ GRUBU KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Kocaeli il merkezinde açılan spirometre çadırına başvuran kişilerde obstrüksiyon ve restriksiyon sıklığını değerlendirmek amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Global Alliance against Chronic Respiratory Diseases (GARD) kapsamında yer alan soluk alanı projesi dâhilinde Kocaeli il merkezinde spirometre çadırı kuruldu. Bir haa süre ile başvuran gönüllülere, bir teknisyen tarandan Koko Legend marka (Ferraris Medikal, CO, ABD) portabl spirometre ile spirometrik inceleme yapıldı. Bulgular: Toplam 296 olgunun 222’si (%75) erkek, 74’ü (%25) kadın, yaş ortalaması 46.2 ± 8.7 bulundu. FEV1/FVC değerinin %70’in alnda bulunduğu 131 kişi (%44.3) obstrükf olarak değerlendirildi. Bu olguların 96’sı erkek (%74), 35’i kadındı (%26). Obstrükf hastalarda ortalama FEV1 değeri 1.16 ± 0.5 l (%33 ± 16), FEV1/FVC oranı 44.2 ± 16.4 bulundu. Seksen iki kişide ise (%27) FEV1/FVC değeri normal iken FVC değeri % 80’nin alnda bulundu, bu olgular restrikf olarak değerlendirildi. Restrikf olgularda ortalama FVC değeri 2.2 ± 0.9 l (%54 ± 22) bulundu. Sonuç: Spirometre çadırına başvuran kişilerde obstrüksiyon sıklığı yüksek bulunmuştur. İl merkezinde yapılan değerlendirmeye ön planda solunum semptomu olan kişilerin başvurmuş olabileceği düşünülebilir. Buna rağmen bir endüstri şehri olan ilimizde hava yolu hastalığı sıklığının yüksek olduğu düşünülmektedir. Daha fazla sayıda birey içeren, randomize, toplum tabanlı çalışmalara ihyaç olduğu düşünülmektedir. 172 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Pulmoner emboli, uygulanan tanı yöntemlerinin gelişmesi ve göğüs hekimlerinin farkındalıklarının artması ile daha sıklıkla tanı almaya başlamışr. Bütün hastalıklar için tanı yöntemleri içinde invaziv olmayan testlere eğilim vardır. D-dimer pulmoner emboli tanısında kullanılan invaziv olmayan bir yöntemdir. Çalışmamızda pulmoner emboli tanısı alan hastalarda 2 farklı yöntemle bakılan D-dimer düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile ilişkisini saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Masif ve masif olmayan emboli olgularının D-dimer düzeylerini retrospekf olarak karşılaşrdık. 2006-2008 yılları arasında kliniğimizde pulmoner emboli tanısı konan 89 hasta çalışmaya alındı. Immunoturbimetrik poliklonal ankor yöntemi (D-Dimer PLUS®) ile D-dimer bakılan hastalar Grup 1; monoklonal ankor yöntemi (Innovance D-DIMER®) ile bakılanlar Grup 2 olarak adlandırıldı. Gruplardaki masif ve masif olmayan hastaların D-dimer düzeyleri karşılaşrıldı. İstaksel değerlendirme için Mann Whitney U tes SPSS 13.0 programı kullanıldı. Bulgular: . Grup 1 (25K/26E)’in yaş ortalaması 56.0±17.9, Grup 2 (22K/16E) 52.9±17.9 idi. İki grup arasında cinsiyet ve yaş açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1’deki masif emboli hastalarının (n=7) D-dimer ortalaması 1444.9±657.9, masif olmayan hastaların (n=34)ise 1304.7±350.5 saptandı (p>0.05). Grup 2’deki masif hastaların (n=6) d-dimer ortalaması 9.7±2.2, masif olmayan hastaların (n=32) d-dimer ortalaması 5.9±1.3 saptandı(p<0.05). Monoklonal ankor kullanılan gruptaki masif emboli hastalarının ortalama D-dimer düzeyleri anlamlı derecede yüksek saptandı. Sonuç: Sonuç olarak monoklonal ankor yöntemi ile bakılan D-dimer düzeylerinin hastalığın ağırlık derecesi ile doğru oranlı olduğunu saptadık. Emboli şüphesi olan ve D-dimer düzeyi yüksek saptanan olgularda embolinin masif olabileceği göz önünde bulundurularak tanı ve tedavi yaklaşımı buna göre planlanabilir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 TP063 e-PS098 FİBEROPTİKBRONKOSKOPİ VE FLOROSKOPİ İKİ BENZER FAKAT ÇOK FARKLI OLGU: AKCİĞER KANSERİ VE SARKOİDOZ BİRLİKTELİĞİ ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK 2 , TÜLAY ÖZDEMİR 1, GÜLAY ÖZBİLİM 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD ŞERİFE TUBA LİMAN 1, SALİH TOPÇU 1, AYKUT ELİÇORA 1, KORKMAZ BURÇ 1, İLKNUR BAŞYİĞİT 2, HAŞİM BOYACI 2 1 Amaç: Fiberopk Bronkoskopi (FOB) malignitelerde tanıya ve evrelemeye büyük katkı sağlar. Fakat endobronşiyal lezyonu olmayan vakalarda FOB un tanısal değeri düşüktür. Skopi eşliğinde bu vakalarda FOB’un tanı oranı artmaktadır KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 1 Amaç: Akciğer kanseri ve sarkoidozun aynı hastada gelişmesi bazı tanısal zorluklara yol açabilir. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Malignite ön tanılı ,tomogrofide endobronşiyal lezyonu olmadığı düşünülen ve çoğu periferik yerleşimli kitlesi olan 58 vakaya, Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde fluoroskopi eşliğinde bronkoskopi yapıldı. Bulgular: Vakaların yaş ortalaması 62,5 yıl idi. 47’si erkek (%81) 11’i kadın (%19) idi. 29 vakaya Kitle TBİA yapıldı ve 18’inde (%62) pozif tanıya ulaşıldı. 44 vakaya Kitle rça yapıldı ve 21’inde (%47) pozif tanıya ulaşıldı. .7 vakada ise bronş lavajından pozif tanıya ulaşıldı. Bu işlemler sonucunda 58 vakanın 39’ unda (%67) pozif tanıya ulaşılırken 19 vakada (%33) tanıya ulaşılamadı. Kitle TBİA ve Kitle rçanın birlikte uygulandığı 20 vakanın 15’inde (%75) pozif tanıya ulaşıldı. Sonuç: Bu sonuçlarla skopinin uygun teknik ve bronkoskopik tanısal araçlarla ( TBİA, rça ) FOB’ta tanı oranını önemli oranda ar rdığı görülmüştür Burada akciğer kanseri ve sarkoidoz birlikteliği olan iki benzer fakat oldukça farklı iki olgu tarşılmaktadır. Bulgular: İlk hastada sol parahiler kitle ve bilateral çok sayıda mediasnal ve hiler lenf nodları vardı. Bronkoskopik biyopsiyle küçük hücreli dışı karsinom tanısını aldı. PET’te hem linguladaki kitle hem de mediasnal lenf nodları yüksek metabolik akvasyon değeri gösteriyordu. Mediasnal lenf nodları mediasnoskopiyle örneklendiğinde tüm istasyonlarda sarkoidozis saptandı. Operasyona karar verildi. Sol üst lobektomi ve mediasnal lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Tüm lenfak istasyonlarda sarkoidozis gözlendi (T2N0M0). İkinci hasta 10 yıldır kronik interssiyel akciğer hastalığı nedeniyle izlenen çok sayıda mediasnal lenf nodu ve bilateral akciğer nodülleri vardı. Semptomlarında arş olması üzerine çekilen toraks tomografisinde bilateral iki akciğer nodülü ve mediasnal lenf nodları gözlendi. Skalen lenf nodu biyopsisinde sarkoidoz tanısı aldı. Hastaya steroid tedavisi verildi. Yedi ay sonra mediasnal lenf nodlarında küçülme, sağ akciğerdeki nodülün boyutunda arş gözlendi. Transtorasik iğne biyopsisiyle küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısını aldı. Akciğer nodülü, subkarinal lenf nodu, sağ hiler ve sağ paratrakeal nodlar PET pozii. Torakotomide örneklene tüm mediasnal lenf nodları pozii (T2N2M0). Sonuç: Sarkoidozda tüm mediasnal lenf nodları maliniteyi düşündürecek şekilde yüksek suv değerine sahipr. Bu iki olgu birbirine benzerdir ancak mediasnal lenf nodları ilk olguda tümör nega`en ikinci olguda hepsinin malign olduğu gözlenmişr. 173 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ e-PS099 BRAKİYAL PLEKSUSUN KİSTİK SCHWANNOMASI : OLGU SUNUMU SADIK YALDIZ 1, AYDIN İŞİSAĞ 2 1 2 CBÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ABD CBÜ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD Amaç: Preoperaf schwannoma şüphesi; ameliyat esnasında oluşabilecek majör nörolojik bir komplikasyonun önlenebilmesinde önemlidir. Burada; aksiller bölgede sinovyal kist, hemorajik bursit, lenfanjioma, ganglioma ve neoplask olmayan hematomu taklit eden, tamamı kisk bir lezyon sunulmaktadır. Gereç ve Yöntem: 30 yaşında kadın hasta, sağ koltuk al bölgesinde kitle ile hastanemize başvurdu. Toraks BT’de aksillada brakiyal pleksusu ve subklavyen arteri eleve etmiş, tamamı kisk bir lezyon saptandı. Bulgular: Eksizyon esnasında kitlenin, brakiyal pleksusun fasiküllerinden köken alan ve hemorajik içerikli, tamamen kisk bir lezyon olduğu saptandı. Komplet olarak rezeke edildi ve histolojik incelemede benign schwannoma tesbit edildi. Ameliyaan sonraki üç gün, üst ekstremitede motor bozukluk geliş fakat sekelsiz iyileş. 10 NİSAN 2009 grafisinde tesadüfen saptanan özofageal leiomyom vakasını nadir ve ilginç özellikler taşıdığı için sunduk. Gereç ve Yöntem: 41 yaşında erkek hasta, pilonidal sinüs ameliya hazırlıkları sırasında anestezi tarandan akciğer grafisinde hiler bölgede dolgunluk saptanıp göğüs hastalıkları uzmanıyla konsülte edilip hastanemize yönlendirilmiş. Daha önce bir şikaye olmayan hastanın kliniğimize başvurudan 20 gün öncesinde ara ara ka gıdaları yutarken ağrı, terleme ve yutmada zorluk olduğu anamnez derinleşrildiğinde ortaya çık. Bulgular: Toraks BT’sinde paraözofageal yerleşimli, ekstrensek bası oluşturan kitle lezyon saptanan hastanın bronkoskopi ve özofagoskopisinde bası dışında patolojik bulgu saptanmadı. Sağ torakotomi ile yaklaşılan hastada V. azygos proksimalinden başlayıp distale doğru yaklaşık 10 cm’lik segment boyunca özofagus kas tabakasında en büyüğü 10x4.5x2 boyutlarında 4 adet ve çok sayıda küçük kapsüllü kitle enükleasyonla total olarak eksize edildi. Postoperaf dönemde sorunu olmayan hastanın patolojisi benign mezankimal tümör (leiomyom) olarak raporlandı. Sonuç: Posterior mediasnal patolojilerin ayırıcı tanısında özofagus tümörleri ve özellikle özofagusun benign tümörleri içerisinde en sık rastlanan leiomyom unutulmamalıdır. Sonuç: Aksiller bölgede saptanan tam kisk lezyonlarda, brakiyal pleksusta kisk schwannoma olasılığı da düşünülmelidir. Cerrahi tedavi esnasında bu olasılığın düşünülmemesi, hastada katastrofik fonksiyon kayıplarına yol açabilir. Bundan dolayı, bu p kisk tümörlerde dikkatli cerrahi disseksiyon gereklidir. e-PS100 ÖZOFAGEAL LEİOMYOM: NADİR BİR POSTERİOR MEDİASTİNAL PATOLOJİ HAKAN KIRAL , SALİH ZEKİ KADIOĞLU , MUSTAFA KÜPELİ , ADNAN YILMAZ , İRFAN YALÇINKAYA İSTANBUL S.B. SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Özofagusun çizgisiz kastan köken alan, benign tümörlerinden olan leiomyom, çok nadir olup belirli bir büyüklüğe erişip özofagus lümenine bası yapmadıkça klinik belir vermez. Anestezi için çekilen akciğer 174 e-PS101 TÜM AKCİĞERİ TUTAN MALİGN SİNİR KILIFI TÜMÖRÜ OLGUSU SERHAT YALÇINKAYA 1, ÜLVİYE YALÇINKAYA 2, A. HAKAN VURAL 3 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ SERVİSİ 2 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD 3 BURSA YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ 1 Amaç: Malign sinir kılı tümörleri oldukça nadirdir. Sol akciğeri tamamen tutan, parsiyel rezeksiyonu takiben radyoterapi uygulanmasına rağmen tanı konduktan 2 ay sonra kaybedilen bir olgunun bulgularını aktarmak isyoruz. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: Yirmiyedi yaşında bayan hasta nefes darlığı, sol yan ağrısı, sol gözde şişme yakınmaları ile başvurduğu sağlık kuruluşunda yapılan tetkikler sonucunda sol ampiyem torasik olarak değerlendirilerek hastaya tüp torakostomi uygulanmış. Grafilerde ve kliniğinde iyileşme olmaması üzerine servisimize yönlendirilmiş. 10 NİSAN 2009 klavikula arkasından ikinci kota kadar uzanan, subklavian arter ve vende inferiora ilmeye neden olan lobule, iç yapısı kisk özelliklerde ön planda kisk higroma düşünülen lezyon saptandı. Bulgular: Supraklavikular insizyon ile kitle total olarak eksize edildi. Bulgular: Sonuç: Hastanın toraks manyek rezonans görüntülemesinde yağ içeriği yüksek parankimatöz lezyon tespit edilmesi üzerine hasta operasyona alınarak kitle çıkarılmaya çalışıldı. Mediasnal yapılara invaze olan ve akciğer dokusunu infiltre etmiş, arasında ayrım kalmamış lezyon ancak kabaca rezeke edilebildi. Patolojik inceleme sonucunda hastaya malign sinir kılı tümörü tanısı kondu. Radyoterapi için dış merkeze sevkedilen hasta 2 ay sonra kaybedildi. Sonuç: Benzer yakınmalarla gelen hastalarda bu p tetkik bulguları olduğunda malign sinir kılı tümörünün tanıda akla gerilmesi gerekği kanısındayız. Bu, ne yazık ki kötü prognozu nedeniyle hastanın kötü şansı anlamına gelmektedir. Kisk higromalar venöz sisteme drene olamayan lenfak damarlardan origin almaktadırlar. Sıklıkla boyunda ve baş bölgesinde ağrısız yumuşak doku şişlikleri olarak görülmektedirler. Kisk higromalarda tedavi vital yapıları koruyarak yapılan total cerrahi eksizyondur. e-PS103 PERFORE KİST HİDATİK NEDENİYLE ANAFLAKSİ VE ASFİKSİ GELİŞEN HASTADA YAPILAN ACİL TORAKOTOMİ ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN , ŞEVKİ MUSTAFA DEMİRÖZ GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. e-PS102 ERİŞKİN KİSTİK HİGROMASI KORKMAZ BURÇ 1, SALİH TOPÇU 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 1 , AYKUT ELİÇORA 1, MUHİP KANKO 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ AD 1 Amaç: Kisk higroma lenfak dokunun benign prolifrasyonuyla karakterize konjenital bir lezyondur. Kisk higromaların %90’ı iki yaşından önce tanı almaktadır. Erişkin dönemde tanı alan kisk higroma vakası literatürlede 100’den daha azdır. Gereç ve Yöntem: Otuz-üç yaşında bayan hasta boyunda şişlik ve ağrı şikaye ile kulak burun boğaz bölümünden kliniğimize sevk edildi. Yaklaşık iki yıldır boyunda şişliği olan hastanın son iki haada kolunda uyuşma ve şişliğin boyutlarında artma olmuş. Hastanın fizik muayenesinde boyunun sağ yanında klavikula üzerinde yaklaşık 12x10x10 cm’lik kitle gözlendi. Radyolojik incelemelerde sağ boyun bölgesinin inferior kesimi lateralinde supraklaviküler alanda Amaç: Akciğer kist hidaği ülkemizde halen önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde ortalama her yıl bin yeni kist hidak vakasının ortaya çıkğı kabul edilmektedir. Bazen dev boyutlara ulaşan kistlerde, perforasyon sonrası anaflaksi ve asfiksi gibi yaşamı tehdit eden komplikasyonlar gelişebilir. Gereç ve Yöntem: Biz kist hidak ön tanısıyla servisimize kabul eğimiz 23 yaşındaki erkek hastayı, perforasyon sonrası gelişen anaflaksi ve asfiksi nedeniyle acil operasyona aldık. Bulgular: Sol akciğer alt lobun tamamına yakınını basıya uğratan lezyonu mevcuu. Cerrahi esnada parankim korunarak kistotomi- kapitonaj yapıldı. Hasta sorunsuz olarak taburcu edildi. Sonuç: Olgumuzu akciğer kist hidağinin haya komplikasyonlarını vurgulamak ve nadir de olsa acil şartlarda torakotomi gerekliliğini harlatmak amacıyla sunduk. 175 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ e-PS104 e-PS105 NADİR BİR OLGU:MEDİASTİNAL LENFANJİOMA DİAFRAGMATİK HERNİYLE BİRLİKTE OLAN TORASİK SPLENOZİS OLGUSU SAMİ CERAN , GÜVEN SADİ SUNAM , TAMER ALTINOK , MUSTAFA GÜLTEKİN SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Lenfanjiom, lenfak orjinli, yeşkinlerde nadir görülen, benign bir lezyondur. Tüm lenfanjiomların %1’inden azı mediastende yer alır. Mediasnal lenfanjiomun en bilinen şekli, daha önce yer alan servikal kisk higromanın mediasnal yayılımıdır. İnce duvarlı kisk lezyonlardır ve geçirgen bir membrana sahip olan kisn içinde sarımsı renkte ve jelanöz kıvamda seröz mayi bulunur. Gereç ve Yöntem: 45 yaşında erkek hasta sağ omuz ağrısı şikaye ile başvurduğu dış merkezde mediasal kitle ön tanısı ile mediasnoskopi yapılmış. Patolojisi lenfanjiom yönünde bildirilmesi üzerine kliniğimize sevk edilmiş. PA-AC grafisinde sağ hiler bölgede yaklaşık 6x5 cm boyutunda düzgün sınırlı kitle lezyonu, Toraks BT ve MR değerlendirildiğinde sağ üst mediastende 9x6x5 cm ebadında düzgün lobüle konturlu hipodens lezyon izlendi. Lezyon VCS düzeyine kadar inmekte ve lümenini daraltmakta idi. PET-BT’de mediasten sağ yarısında toraks girişinden başlayan, sağ pulmoner arterin akciğerle birleşimine kadar uzanan, çevre vasküler yapılarla arasında yağ planı korunmuş, sağ akciğere bası yapan 51x74x79 mm boyutunda duvarında yer yer artmış FDG tutulumu (SUVmax:3.31), içerisinde FDG tutulumu olmayan kitle lezyonu izlendi. Bulgular: Hastaya sağ torakotomi yapıldığında lezyonun superior mediasten girişinden v.azygosun VCS giriş bölgesine kadar uzandığı görüldü. Kist içindeki serohemorajik vasıflı mayi boşallarak çevre mediasnal dokulardan eksize edildi. Patolojisi lenfanjioma olarak geldi. Sonuç: Komplikasyonsuz 5. gün taburcu edildi. Mediasnal lenfanjomaların bening lezyonlar olmasına rağmen, lokalizasyon ibariyle mediasnal yapılara bası yapabileceğinden cerrahi olarak rezeke edilmelidir. 176 10 NİSAN 2009 EKBER ŞAHİN 1, ŞULE KARADAYI 2, AYDIN NADİR 1, MELİH KAPTANOĞLU 1 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI 1 Amaç: Torasik splenozis, dalak ve diafragmanın birlikte yaralandığı şiddetli bir travma sonrasında, dalak dokusunun göğüs boşluğuna ototransplantasyonudur. Abdominal splenozis, splenektomiden sonra %50’ye varan oranlarda görülebilmesine rağmen, torasik splenozis oldukça nadir görülmektedir Gereç ve Yöntem: olgu sunumu Bulgular: Olgu: Sırt ağrısı, karın ağrısı ve öksürük şikayetleri ile başvuran 37 yaşındaki bayan hastanın özgeçmişinde 25 yıl önce karından ateşli silah yaralanması ve buna bağlı splenektomi operasyonu geçirme öyküsü mevcuu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde solda diafragma hernisi ile birlikte, biri herni üzerinde ve biri de interlober fissürde olmak üzere 2 adet nodüler lezyon görülüyordu. Sol posterolateral torakotomi yapılan hastada herniye olmuş omentum ile birlikte toraks içindeki 2 adet nodüler lezyon çıkarıldı. Diafragma tamir edildi. Lezyonların patolojik incelemesi sonucu splenozis olarak rapor edildi. Sonuç: Torasik splenozis genellikle semptomsuz seyreder. Tanı amaçlı toraks bilgisayarlı tomografisi, teknesyum 99m singrafisi, iğne aspirasyonu ve iğne biyopsisi yapılabilir. Özellikle sol hemitoraksda nodüller tesbit edildiğinde, hastanın öyküsünde dalak ve diafragma yaralanmasının eşlik eği şiddetli bir travma varsa torasik splenozis olasılığı akılda tutulmalıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 e-PS106 Bulgular: PET/BT ‘DE AKCİĞER MALİGNİTESİNİ TAKLİT EDEN ENFEKTE BRONKOJENİK KİST OLGUSU Leiyomiyoma Az görülmekle beraber özefagusun en sık görülen benign tümörüdür.Literatürde en fazla 17 cm’ ye ulaşğı bildirilmektedir.Kliniğimize 29 yaşında genç bir bayan hasta göğüs ağrısı nedeniyle müracaat e.Çekrilen PA akciğer grafisinde sağ hemitoraksta parakardiak alanda büyük bir kitle tesbit edildi.Toraks bilgisayarlı tomografisinde 20x15 cm büyüklüğünde V.cava’ya bası yapan sağ akciğer alt loba kısmen bası yaparak atelektazi oluştoran mediasnal solit kitle lezyonu mevcutdu.Çekrilen MR’da kitle özefagus etranı çepeçevre sarmakta ve V.Cava’ya bası yapmakla beraber invazyon olmadığı düşünülmektedir.Yapılan endoskopisinde özefagus lümeninde mukozada lezyon olmamakla beraber özefagusa dıştan bası mevcuu. Herhangi bir yerinde metastaz saptanmadı.Leiyomiyom ön tanısıyla operasyona alındı.Tümöral lezyon akciğer ve vena cava’ya yapışık.Özefagus ve midenin kardia üst kısmını çepeçevre sarmakta idi.Frozen sonucu bening mezenşimal tümör gelince tümör rezeke edilmeye çalışıldı.Ancak ülseraf olduğu için mukozadan ayırılamadı, özefagus alt uç ve kardia proksimali rezeke edildi.Gastroözefageal anostomoz yapıldı.İki yıllık takipte nüks saptanmadı. CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Bronkojenik kistler nadir görülen konjenital akciğer patolojileridir. Çoğunlukla konvansiyonel yöntemlerlerin özellikle de bilgisayarlı tomografinin tanıya yardımcı olduğu, mediasnal ve parankimal yerleşimli olabilen lezyonlardır. Enfekte olduklarında ise diğer akciğer patolojilerini taklit edebilirler. Gereç ve Yöntem: Otuz dört yaşında kadın hasta eyolojisi edilemeyen mediasnal lenfadenopasi ve sağ üst lobdaki kitlesi nedeniyle değerlendirildi. görüntüsü malignite ile uyumlu olan hastaya amaçlı cerrahi yapıldı tespit akciğer PET/BT tanısal Bulgular: Histopatoloji sonucu bronkojenik kist olarak geldi. Sonuç: Mediasnal kitlelerde leiyomiyolar da akla gelmelidir. Çünkü büyük çaplara ulaşabilmektedirler. Sonuç: Biz dış merkezde malignite ön tanısı ile araşrılan bronkoskopi ve mediasnoskopi ile tanı konulamayan, sonrasında PET/BT’si çekilen, torakotomi yapğımız ve eksizyon materyalinin histopatolojisi bronkojenik kist ile uyumlu bulunan olgumuzu sunduk. e-PS107 DEV LEİYOMİYOM OLGUSU ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ-GÖĞUS CERRAHİSİ Amaç: Büyük bir çapa ulaşan leiyomiyom olgusunu sunmak Gereç ve Yöntem: e-PS108 AKCİĞER MYOEPİTELYOMASI SAMİ CERAN 1, GÜVEN SADİ SUNAM 1, TAMER ALTINOK 1 , LEMA TAVLİ 2, MUSTAFA GÜLTEKİN 1 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. 2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ A.D 1 Amaç: Myoepitelyoma akciğerin çok nadir bir tümörüdür. Myoepitelyal hücreler başlıca tükrük bezlerinin ,ter bezlerinin ve memenin normal komponendir. Bronşial mukoz glandlarda myoepitelyal hücreler geniş dağılımları olmasına rağmen myoepiteltal orjinli az sayıda tümör rapor edilmişr. Az görülen özefagus leiyomiyomu olgusu klinik ve radyoljik bulgular dikkate alınarak ve literatür taranarak incelendi. 177 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Gereç ve Yöntem: 41 yaşında erkek hasta göğüs ağrısı şikaye ile başvurduğu sağlık merkezinde sağ akciğerinde yaklaşık 5x4 cm ebadında kitle tespit edilmesi üzerine operasyon önerilmiş fakat kabul etmemiş. Şikayetleri devam eden hasta 3 yıl sonra lezyonun aynı lokalizasyonda görülmesi nedeni ile kliniğimize sevk edilmiş. Toraks BT’de; sağ akciğer alt lob apikal segmene yaklaşık 6x5 cm ebadında lobüle konturlu hafif heterojen hipodens nodüler lezyon (60 HÜ) izlendi. FOB’da endobronşial lezyona rastlanılmadı. Bulgular: Hastaya sağ posterolateral torakotomi uygulandı. Kitlenin üst lob posterior segmente olduğu, çevre dokulara invaze olmadığı görüldü. Kitle üst lob posteriordaki pedikülünden eksize edildi. Patolojisi öncelikle myoepitelyoma düşünülmüş olup yapılan immünhistokimyasal boyamalarla desteklenmişr. Takiplerinde akciğerin ekspanse olmaması nedeni ile FOB tekrarlandı.Üst lob bronş orifisinden alınan biyopsi sonucu displazik hücreler olarak gelmesi üzerine göğüs cerrahisi konseyinde lobektomi yapılmasına karar verilerek 2. operasyonda üst lobektomi ile cerrahi tamamlandı. 10 NİSAN 2009 alınan transbronşiyal biyopsisinde miksoid mezenkimal tümör tanısı konulmuş. Bulgular: Çekrilen PET-BT’de sol hiler bölgede malign karakterli tutulum gösteren kitle haricinde patolojik bir tutulum gözlenmemesi üzerine operasyon amacıyla servisimize yönlendirlen hastaya sol alt lobektomi ve mediasnal lenf nodu diseksiyonu uygulandı. Sonuç: Patoloji sonucu “malign periferik sinir kılı tümörü” olarak raporlanan hastada lenf nodu tutulumu gözlenmedi. Postoperaf 4. günde taburcu edildi ve adjuvan kemoterapi amacıyla onkolojiye yönlendirilerek takibe alındı. e-PS110 GÖĞÜS DUVARI LEİOMYOMU SEDAT ZİYADE 1, ÖMER SOYSAL 1, OSMAN CEMİL AKDEMİR 1, SACİT İÇTEN 2 VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE 2 * VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE 1 Sonuç: Literatürde myoepitelyoma nedeni ile cerrahi gerçekleşrilen hastaların takiplerinde akciğer dışında metastak lezyonlar bulunduğu bildirilmiş olup, hastaların yakından izlenmesi gerekmektedir. e-PS109 AKCİĞER PARANKİMİNDE MALİGN PERİFERİK SİNİR KILIFI TÜMÖRÜ: OLGU SUNUMU BARKIN ELDEM , SERDAR EVMAN , HAKAN ÖZALPER , HASAN FEVZİ BATIREL , MUSTAFA YÜKSEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Akciğer parankiminden kaynaklanan malign mezenkimal tümörler nadir olmakla birlikte, genç yaşlarda daha seyrek görülmektedir. Gereç ve Yöntem: Hastanemiz göğüs hastalıkları kliniğine, 5 aydır devam eden kuru öksürük şikaye ile başvuran, AML M1 tanısı ile 20 sene önce kemik iliği nakli yapılmış olan 27 yaşındaki kadın hastanın çekilen grafilerinde sol akciğer alt lobda hiler bölgede 32x35x34 mm boyutlu kitle lezyon görülmesi üzerine tüberküloz ve lenfoma açısından değerlendirilmiş, sonrasında yapılan bronkoskopisinde 178 Amaç: Göğüs duvarı tümörleri geniş bir histolojik spektruma sahipr. Göğüs duvarı leiomyomu damar düz kas hücrelerinden köken almaktadır ve uluslararası literatürde bildirilmiş, sadece birkaç vaka vardır. Haa göğüs cerrahisi tekstbook kitaplarında göğüs duvarı tümörleri içinde leiomyom yer almamaktadır. Çok nadir görülmesi sebebiyle göğüs duvarı leomiyomlu hastamızı sunmak istedik. Gereç ve Yöntem: 33 yaşında bayan hastada yaklaşık iki yıldır göğsünde yanma ve midede ekşime şikayetleri vardı. Özgeçmişinde geçirilmiş operasyon ya da bilinen bir hastalık öyküsü yoktu. Fizik muayenesi normaldi. Bulgular: Akciğer grafisinde sol akciğerde kitle ve toraks BT’sinde sol akciğer üst zonda 6x3x5 cm boyutlarında plevraya geniş tabanlı oturan, düzgün kenarlı solid lezyon tespit edildi. Lezyonun sol 2. koa yeniklik yapğı izleniyordu. Bronkoskopide patoloji saptanmadı. Lavaj incelemesi benign sitoloji olarak rapore edildi. Anterior torakotomi ile apekste, göğüs duvarından gelişen, kapsüllü kitle lezyonu total olarak koan kolaylıkla sıyrılarak eksize edildi. İkinci kot sağlamdı. Frozen incelemesi benign olarak bildirildi. Eksize edilen kitlenin patolojik incelemesi sonucu leiomyom tanısı konuldu. Postop komplikasyon izlenmeyen hasta şifa ile taburcu edildi. İzleme alındı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: e-PS112 Leiomiyom son derece nadir, benign bir göğüs duvarı tümörüdür. Malignite potansiyeli nedeniyle komplet çıkarılmalı ve takip edilmelidir. 4 VAKA SUNUMU: OLDUKÇA NADİR GÖRÜLEN KOSTA ANOMALİLERİ ASLI GÜL AKGÜL , ŞERİFE TORUN e-PS111 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ M. LATİSSİMUS DORSİ İÇERİSİNDE HEMANJİOM, ÇOK NADİR GÖĞÜS DUVARI TÜMÖRÜ Amaç: 1 HÜSEYİN MELEK 1, DURSUN ATAKUL 2, OZAN ÖZLÜCAN 3 , MİHRİBAN GÜRBÜZEL 4, ELİF TORUN 5, BARIŞ MEDETOĞLU 1 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ PLASTİK CERRAHİ 3 GENEL CERRAHİ 4 PATOLOJİ 5 GÖĞÜS HASTALIKLARI 1 2 Kosta anomalilerine toplumun % 1’inden azında rastlanmaktadır. Bu anomaliler bifid (çatallı) kosta, rudimenter kosta, servikal kosta şeklinde sayısal, şekil ya da anatomik yerleşimde farklılık olarak görülebilir. İzole şekilde ya da sternum veya vertebra gibi diğer iskelet sistemi elemanları ile ilişkili olabilir. Bir sendromun komponen olabileceği gibi tek başına kosta anomalisi şeklinde rastlansal olarak da tespit edilebilirler. Gereç ve Yöntem: Amaç: Bu vaka göğüs duvarı kitleleri içerisinde nadir görülen hemanjiom’un lassimus dorsi kası içerisinde ve erişkinde çok daha nadir görülmesi, cerrahi ile başarılı bir şekilde tedavi edilmesi, MR, ameliyat ve patoloji görüntüleriyle eğici olabileceği nedeniyle sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Kliniğimize 1 aydır var olan sıra büyüyen ağrılı kitle şikaye ile başvuran 25 yaşında kadın hasta, Bulgular: Fizik muayenesinde sağ skapula inferiorunda palpasyonla sert kıvamlı, ağrılı, mobil kitle tespit edildi. Toraks MR’ında sağ skapula inferiorunda kontrast tutulumu izlenen 3 cm kitle tespit edildi. Kitle total olarak eksize edildi. Patolojik inceleme sonucu lassimus dorsi kası içerisinde kavernöz hemanjiom olarak raporlandı. Hasta postoperaf komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Sonuç: Hemanjiom dilate, kıvrılmış, ince çeperli kan damarlarından oluşan iyi huylu bir tümördür. Göğüs duvarı kitleleri içerisinde az görülür. Hemanjiom pik olarak kutanöz lokalizasyonda görülürken, nonkutanöz hemanjiomalar tüm hemanjiyomaların %0.8’ ini oluşturur. Hemanjioma lassimus dorsi kası içerisinde çok daha nadir gözükmektedir. Hemanjiomlar genç erişkinlerde göreceli olarak nadirken, kadınlarda daha sık görülür. Elli sekiz yaşında düşme sonrası ağrı ile başvuran bayan hastada sağ 5. kostada çatallanma, 50 yaşında dudak karsinomu nedeniyle opere edilmiş erkek hastada kontrol amaçlı çekrilen akciğer grafisinde bilateral çatallanan ve birbiriyle füzyon oluşturmuş şekilde mulpl kosta anomalileri, nefes darlığı şikaye ile başvuran 30 yaşındaki erkek hastada sağda rudimenter 1. kosta ve yine göğüs ağrısı ile başvuran 32 yaşındaki hastada ise sağda servikal kosta tespit edildi. Bulgular: Direkt grafilerde gözlenen kosta anomalileri toraks bilgisayarlı tomografi yardımı ile 3 boyutlu şekilde net olarak izlendi. Ayrınlı değerlendirmede hastalarda eşlik eden anomali gözlenmedi ve mevcut anomaliler ile hastaların semptomlarının ilişkili olmadığı tespit edildi. Sonuç: Kosta anomalileri genelde rastlansal olarak akciğer grafilerinde ve oldukça nadir şekilde tespit edilse dahi önemli bir sendromun komponen olabileceği veya başka bir hastalığa eşlik edebileceği akılda tutularak semptomlar ayrınlı değerlendirilmelidir. 179 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 e-PS113 Gereç ve Yöntem: NADİR BİR ÜST MEDİASTİNAL KİTLE; NERVUS VAGUS KÖKENLİ SCHWANNOM Bir buçuk yaşında erkek çocuk hastanemiz aciline ani gelişen cilt al amfizemiyle başvurdu. Beş gün önce ağzında ndıklı çikolata varken ağlamaya başlamış ve öksürmüş. Babası eliyle çocuğun ağzındaki yiyecek parçasını almaya çalışmış. Ertesi gün ateşi çıkan çocuk hastaya anbiyok tedavisi başlanmış. Beşinci günde boynunda şişlik gelişğinin fark edilmesi üzerine hastanemize gönderilmiş. Fizik muayenede, servikal bölgede ve göğüs ön duvarında ciltal amfizemi mevcuu. Akciğer grafisinde ve toraks tomografisinde mediasnal yaygın amfizem ve sağ alt ve orta lobda havalanma fazlalığı saptandı. Kontrastlı osefagus grafisinde kaçak saptanmadı. ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Schwannomlar periferik sinir kılının iyi huylu tümörlerindendir. Posterior mediastende sık görülür. Toraks yerleşimli schwannomlar genelde interkostal sinirlerden köken alırlar. Farklı sinir yapılardan köken alan toraks yerleşimli schwannomlar oldukça nadirdir. Gereç ve Yöntem: Elli al yaşında bayan hasta nefes darlığı ve öksürük şikaye ile başvurdu. Çekilen arka-ön akciğer grafisinde (PAAG) trakeanın sağ taranda bası izlendi. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) üst mediastende, trakea posterolateral komşuluğunda, toraks içerisine doğru uzanan kitle tespit edildi. Üst mediasnal kitle öntanısı ile kas koruyucu torakotomi yapıldı. Kitle total eksize edidi. Bulgular: Histopatolojik tanı vagal schwannom olarak rapor edildi. Bulgular: Genel anestezi ile rijit bronkoskopi yapılarak sağ intermediyer bronştaki ndık parçası çıkarldı. Yetmiş iki saate amfizem rezorbe oldu. Sonuç: Cilt al amfizemi yabancı cisim aspirasyonunda total bronş obstrüksiyonu durumunda lobar amfizeme yol açması ve alveol hasarıyla beraber havanın interssiyel alandan bronkovasküler alan boyunca mediastene ve cilt alna ulaşmasıyla gelişmektedir. Genellikle pnömotoraks cilt al amfizemine eşlik eder. Olgumuzda pnömotoraks gözlenmedi. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle gelişen cilt al amfizeminin oldukça nadir gözlenmesi nedeniyle olgu sunulmaktadır. Sonuç: Olgumuzda schwannomu , nadir görülen bir lokalizasyonda bulunması ve köken aldığı farklı sinir dokusu nedenleriyle sizlerle paylaşmak istedik. HEREDİTER MULTİPLE EKZOSTOS: OLGU SUNUMU e-PS114 AYKUT ELİÇORA , ŞERİFE TUBA LİMAN , SALİH TOPÇU , KORKMAZ BURÇ YAYGIN CİLT ALTI AMFİZEMİNE YOL AÇAN YABANCI CİSİM ASPİRASYONU KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD SELİM ONCEL 1, ŞERİFE TUBA LİMAN 2, SALİH TOPÇU 2 , ABDULKADİR BABAOĞLU 1, EMİN SAMİ ARISOY 1, KORKMAZ BURÇ 2, AYKUT ELİÇORA 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK HASTALIKLARI AD 2 KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD 1 Amaç: Çocukluklarda gözlenen cilt al amfizeminin en sık nedenleri asm ve enfeksiyonlardır. Yabancı cisim aspirasyonlarında cilt al amfizemi alışılmadık bir durumdur. Çocukluk çağının önemli acillerinden olan yabancı cisim aspirasyonlarına bağlı çok sayıda komplikasyon gelişebilir. 180 e-PS115 Amaç: Herediter mulple ekzositoz (HME) özellikle uzun kemiklerin juksta epifizyal bölgelerinde lokalize kıkırdak ile kaplı kemik çıkınları şeklinde görülen benign bir kemik tümörüdür. Gereç ve Yöntem: Onbeş yaşında erkek hasta göğsünün sağ taranda şişlik ve sağ kolunda ağrı nedeniyle kliniğimize başvurdu. Pozif aile hikayesi olan hastanın fizik muayenesinde sağ klavikula alnda sert, fiske kitle mevcuu. Radyolojik incelemelerde sağ hemitoraks ön arka çapında azalma, interkostal aralıklarda daralma, sağ 2. koa 14x5 cm, sol skapula anteriyorunda 5x4 cm boyutlu ekzofik lezyonlar gözlendi. Toraks MR incelemede lezyonların lobule konturlu olduğu ve köken aldığı kemiğin korteksi ve medullası ile devamlılık gösteren eksositoz ile uyumlu lezyonlar saptandı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Sağ aksiler torakotomi yapılarak sağ 2. kot kitle ile birlikte parsiyel olarak eksize edildi, oluşan defekt pektoral kas ile rekonstrükte edildi. Sonuç: HME insidansı 1/50.000 dir ve yaklaşık %62 inde aile hikayesi vardır. Çocukluk çağında büyüyen eksositozlar püberte ile büyümesini durdurur. En sık ekstremitelerin uzun tübüler kemiklerinde gözlenirler. Ağrı, sinir veya damar basısı nedeniyle komplikasyonlar oluşabilir. Malign dejenerasyon gelişebilir, opere edilmelidirler. e-PS116 HEMOTORAKS NEDENİYLE SAĞ TÜP TORAKOSTOMİ SONRASI REEKSPANSİYON ÖDEMİ: OLGU SUNUMU HAKAN ÖZALPER , KORKUT BOSTANCI , RIZA SERDAR EVMAN , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL Amaç: Akciğerin reekspansiyon ödemi nadir görülen ve ölümcül olabilen bir klinik patolojidir. Sebep olan patofizyolojik mekanizmalar tam olarak bilinmemekle beraber azalmış sürfaktan seviyesi ve proenflamatuar mekanizmaların reekspansiyon ödeminden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Erken tanı çok önemlidir ve prognoz tanı ve tedavinin sürane bağlıdır. Gereç ve Yöntem: Akut lenfoblask lösemi tanısı ile kemoterapisi planlanan 35 yaşındaki bayan hastaya, ameliyathanede sedasyon alnda sağ subklaviyan vene Grosshong kateter takıldı. Çekilen kontrol ACPA grafide kateterin yerinde olduğu görüldü. Hastanın takibinde akciğer grafilerinde sağda efüzyon saptandı. Hastaya ameliyathanede sedasyon alnda sağ tüp torakostomi uygulandı ve yaklaşık 1500 cc hemorajik sıvı boşalldı. 10 NİSAN 2009 gözlenmeyen hasta üçüncü günde CPAP modunda venle edilmeye başlandı ve PS:7 cmH2O, PEEP:5 cmH2O ve O2:%30 ayarları alnda arteryal kan gazı değerlerinin: pH:7.48, pCO2:31.5, pO2:120.9, HCO3:22.8, sO2:%96.2 olduğu görüldü. Takiben T-tüpe alınan hastanın takiplerinde saturasyon ve arteryal kan gazı değerlerinde bir düşme gözlenmedi. Dördüncü gün ekstübe edilen hastanın günlük kontrol grafilerinde akciğerin ekspanse olduğu ve efüzyonunun olmadığı görülerek toraks tüpü çekildi. Hasta aynı gün takip ve tedavilerinin devamı için dahiliye servisine nakledildi. Sonuç: Reekspansiyon ödemi basit önlemler ile gelişmemesi sağlanabilen ve temel tedavi prensipleri ile tedavi edilebilen bir komplikasyondur. Tüp torakostomide her zaman akılda tutulmalı ve destek tedaviye derhal başlanılmalıdır. e-PS117 ÖN MEDİASTENİN NADİR GÖRÜLEN GERM HÜCRELİ TÜMÖRÜ : MATÜR TERATOM SEDAT DEMİRCAN , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , MUHAMMED SAYAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Anterior mediastende yer işgal eden lezyonlardan nadir görülen teratomlar, ön mediasnal kitle ayrıcı tanısında akılda tutulmalıdırlar. Çoğu zaman cerrahi ile hem tanı hem de tedavisi yapılan bu lezyonlar, yerleşim yerine ve büyüklüğüne göre klinik öneme sahiprler Gereç ve Yöntem: Olgumuzda göğüse alınan bir travma sonrası çekilen akciğer grafisinde rastlansal olarak saptanan 5x10 cm boyutunda kitle lezyonunu değerlendirdik. Hastaya yapılan cerrahi ile lezyonun tamamını çıkardı Bulgular: Bulgular: Histopatolojik tanı matür teratom olarak geldi. Derlenme odasında hastanın oksijen satürasyonunun hızla düşmesi üzerine entübe edildi. Reekspansiyon ödemi düşünülerek bilinci açık bir şekilde yoğun bakım ünitesine alındı. Arteryal kan gazı değerleri; pH:7.39, pCO2:44, pO2:41, HCO3:22, sO2:%71 idi. Hasta; SIMV modunda mekanik venlatöre bağlandı ve venlatör 7/12 basınçlarla ve %100 oksijen desteği ile SR:12 olacak şekilde ayarlanarak ARDS protokolü ile izlenmeye başlandı. Hemoglobin değerlerinde bir düşüş Sonuç: Bu olgu nedeniyle matür teratomların klinik , radyolojik ve patolojik özellikleri ile tedavi seçeneklerini tekrar gözden geçirmek istedik. 181 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ e-PS118 GÖĞÜS CERRAHİSİNDE NADİR GÖRÜLEN BİR ANESTEZİ KOMPLİKASYONU; DİŞ ASPİRASYONU CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: 10 NİSAN 2009 hidaği plevraya perforasyon sonrası nadiren plevral efüzyonla karşımıza çıkabilir. Koroner arter bypass cerrahisi sonrası erken ve geç dönemde çeşitli faktörlere bağlı olarak sıklığı değişmekle birlikte plevral efüzyon oluşabilir. Gereç ve Yöntem: Daha önceden bilinen sağ akciğer kist hidaği olan 60 yaşında erkek hastada acil koroner arter bypass cerrahisi sonrası sağ plevral efüzyon tespit edilmesi üzerine rüptüre kist hidak öntanısıyla torakotomi yapıldı. Göğüs cerrahisi anestezisinde öncelikle entübasyonun zorluk derecesine bağlı olarak değişik komplikasyonlar görülebilmektedir. Bu komlikasyonlar hastanın monitörizasyon işlemlerinden hastanın ekstübasyonuna kadar olan süreçte görülebilir. Bulgular: Gereç ve Yöntem: Sonuç: Ellial yaşında küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle opere edilen bir hastada, operasyon sonrasında akciğer grafisinde yabancı cisim saptandı. Genel anestezi alnda rijit bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide sol alt lob bazal segment bronşlarının ağızlarına oturmuş inorganik yabancı cisim çıkarıldı. Koroner arter by pass cerrahisi sonrası sağ akciğerde rüptüre kist hidaği taklit eden nadir olgumuzu sunuyoruz. Bulgular: Bu yabancı cismin hastanın premolar dişi olduğu görüldü Sonuç: Hastanın öyküsü tekrar alındığında, ameliyaan sonra çıkğını fark eği 3. premolar dişi tespit edildi. Biz bu olguyu, özellikle zorlu entübasyon sırasında karşılaşılan komplikasyonlarda; postoperf dönemde hastanın semptomları, klinik ve radyolojik değerlendirmesinin dikkatli yapılmasının, erken tanı ve tedaviye katkısını vurgulamak amacıyla sunduk. Intraopertaif eksplorasyonda serohemorajik vasıa mayi ve intakt kist hidak izlendi, kistotomi, kapitonaj ve parsiyel dekorkasyon yapıldı. e-PS120 MALİGN PLEVRAL MEZOTELİOMA VE HAMARTOM BİRLİKTELİĞİ; OLGU SUNUMU SEDAT DEMİRCAN , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , ALİ ÇELİK , OSMAN KORCAN TİLKAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖGÜS CERRAHİS A.D. Amaç: Malign plevral mezotelyoma, agresif, lokal invazif karakteri olan ve nadiren hematojen yayılım yapan plevranın kötü huylu hastalığıdır. Gelişimindeki ana faktör asbestoza maruziyer. Hamartomalar ise akciğerin en sık görülen benign tümörleridir. e-PS119 Gereç ve Yöntem: KORONER ARTER BYPASS CERRAHİSİ SONRASI PERFORE KİST HİDATİĞİ TEKLİT EDEN PLEVRAL EFÜZYON; OLGU SUNUMU 182 Altmışsekiz yaşında bayan hasta plevral kalınlaşma ve akciğerde nodül nedeniyle değerlendirildi. Hastaya torakotomi ile dekorkasyon ve nodül eksizyonu yapıldı ÖZGÜR KARAKURT , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , SEDAT DEMİRCAN , KERİM TÜLÜCE Bulgular: GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Patoloji sonucu malign plevral mezotelyoma ve akciğerdeki nodül hamartomla uyumlu geldi. Amaç: Sonuç: Akciğer kist hidaği dünyada hayvancılık yapılan bölgelerde endemik olarak görülmektedir. Ülkemizde yapılan prevalans çalışmalarına göre yüzbinde 87-400 arasında değişen değerler tespit edilmişr. Akciğer kist Hamartomlu olgularda bronşiyal kanser birlikteliği bildirilmişr. Ancak hamartom MPM birlikteliğine yapğımız literatür taramasında rastlayamadık. Bu ilginç ve nadir birlikteliği sizlerle paylaşmak istedik. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 e-PS121 e-PS122 KONJENİTAL KİSTİK ADENOİD MALFOMASYON: OLGU SUNUMU MASİF ŞİLOTORAKS İLE BAŞVURAN NON-HODGKİN LENFOMA OLGUSU ADAMU ISSAKA , RIZA SERDAR EVMAN , KORKUT BOSTANCI , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL EKBER ŞAHİN 1, BURÇİN ÇELİK 1, AYDIN NADİR 1, ŞULE KARADAYI 2, MELİH KAPTANOĞLU 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 2 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI Amaç: Konjenital kisk adenomatoid malformasyon akciğerin nadir görülen ve kalımsal olmayan,terminal respiratuar bronşiollerin kist benzeri yapılar oluşturduğu, alveol gelişimini engelleyen hamartamatöz proliferasyonudur. Genellikle tek taraflıdır ve tek bir lobu tutar. Gereç ve Yöntem: Dört aydır tekrarlayan hemopzi ve gece terlemesi nedeniyle servisimize başvuran hastanın fizik muayenesinde herhangi bir patolojik bulgu saptanmadı. Akciğer grafisinde patoloji saptanmayan hastanın çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde sol alt lobta kisk adenoid malformasyon ile uyumlu 16x18mm boyutunda, içerisinde ve komşuluğunda broşektazilerin izlendiği nodüler saha saptandı. Fiberopk bronkoskopi ve biyopsi yapıldı, endobronsial lezyon saptanmadı. Biyopside malignite ve tüberküloz lehine bulgu saptanmadı. Bulgular: Hastaya sol alt lobektomi yapıldı. Histopatolojik incelemede sonucu kesin tanı konjenital kist adenomatoid malformasyon olarak konuldu. Hasta serviste takip edildi ve postoperaf 5. günde taburcu oldu. Ameliyaan 3 sene sonra hasta herhangi bir yakınması olmadan takip edilmektedir. Sonuç: Konjenital kisk adenomatoid malformasyonda tercih edilmesi gereken tedavi şekli cerrahi rezeksiyondur. 1 Amaç: Şilotoraks lenfak sıvının plevral boşlukta birikmesi şeklinde tanımlanır. En sık nedenleri cerrahi ve cerrahi dışı travma, tümörler ve tüberkülozdur. Çalışmanın amacı, ilk başvuru şekli masif şilotoraks olan diffüz büyük B hücreli lenfoma olgusunu tanımlamakr. Gereç ve Yöntem: Yirmidört yaşında erkek hasta, nefes darlığı, ateş ve terleme şikayetleri ve akciğer grafisinde sağ masif plevral effüzyon bulgusu ile başvurdu. Bulgular: Fizik muayenede sağ hemitoraksda solunum sesleri alınamıyordu. Boyunda ve submandibular alanda küçük lenf bezleri mevcuu. Akciğer grafisinde sağ hemitoraks opak görünümde ve mediasnal yapılar karşı tarafa yer değişrmiş. Plevral sıvının analizinde; glikoz 110 mg/ dL, LDH 110 U/L, protein 6.4 g/dL, kolesterol 36 mg/ dL, trigliserit 594 mg/dL olarak tespit edildi. Şilotoraks tanısı konulan hastaya tüp torakostomi uygulandı. Oral alım kesildi ve total paranteral nütrisyon başlandı. Toraks BT’de sağ alt lobda infiltrasyon, sağ hidropnömotoraks ve paratrakeal mulpl lenfadenopaler tespit edildi. Genel durumu kötü olan hastada, tanı amacıyla submandibular lenf bezi eksizyonel olarak çıkarıldı. Durumu giderek kötüleşen hasta başvurunun 13. gününde entübe edilerek mekanik venlatöre bağlandı. Lenf nodunun histopatolojik tanısı diffüz büyük B hücreli lenfoma olarak rapor edildi ve hasta 2 gün sonra kaybedildi. Sonuç: Şilotoraks lenfomanın bir komplikasyonu olarak karşımıza çıkabilir. Bununla ilgili bildirilmiş bir oran olmamakla birlikte mortalitesi yüksek bir durumdur. Masif şilotoraks gelişğinde, ayırıcı tanıda lenfoma düşünülmelidir. 183 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ e-PS123 İNFERİOR PULMONER VENİ TAMA YAKIN ÇEVRELEYEN PERİKARDİYAL KİST 10 NİSAN 2009 bu tümörler, paryetal plevradan kaynaklandıklarında semptomak olabilirler. Preoperaf tanı koymak çoğu zaman zordur. Gereç ve Yöntem: SEDAT ZİYADE , ÖMER SOYSAL , OSMAN CEMİL AKDEMİR , SACİT İÇTEN VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ, İSTANBUL, TÜRKİYE Kırkbeş yaşında bayan hasta,üç aydır geçmeyen sol omuz ve sırt ağrısı sonrası değerlendirildi. Sol hemitoraksta alt zonda tespit edilen kitle lezyon eksize edildi Bulgular: Amaç: Histopatolojik tanı soliter fibröz tümör olarak geldi İçinde perikardiyal sıvı olan, perikarda komşu ve duvarı mezotel hücrelerinden oluşan nadir benign bir hastalıkr. Çoğunlukla kardiyofirenik açıda yerleşir. Apik yerleşimleri olabilir. Tedavide; VATS veya torakotomi ile kist eksizyonu, seçilmiş olgularda perkütan aspirasyon önerilmektedir. Nüks beklenmez. İnferior pulmoner veni tama yakın saran apik yerleşimli bir perikardiyal kist olgusu sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Yirmiyedi yaşında bayan hasta sırt ağrısı ve her ay olan 40 dereceyi bulan ateş şikayetleri var. Bronkojenik kist ön tanısı ile takip edilmiş. Bulgular: . Toraks BT ile 6 aylık takibinde Sağ infrahiler düzeyde parakardiyak yerleşimli yaklaşık 2.2x1.8 cm boyutlarında kisk oluşum mevcut belirgin değişiklik saptanmamış. Tanımlanan kisk oluşum bronkojenik kist lehine yorumlanmış (Resim 1). Yapılan torakotomisinde inferior pulmoner veni yüzük tarzında saran perikard eksplore edildi. Frozen benign kisk yapı olarak rapore e. Hasta ameliyat sonrası 4.günde taburcu edildi. Sonuç: Perikardiyal kistler nadir ve benign abnormalitelerdir. Sıklıkla asemptomak seyreder. Semptomlu perikardiyal kistlerin cerrahi eksizyonu zorunludur. e-PS124 PARYETAL PLEVRA KÖKENLİ SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖR: OLGU SUNUMU ALİ ÇELİK , CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Soliter fibröz tümörler çoğunlukla visseral plevradan köken alan , iyi huylu mezenkimal tümörlerdir. Çoğunlukla asemptomak olan ve büyük boyutlara ulaşabilen 184 Sonuç: Plevranın nadir görülen bu patolojisini, literatür bilgileri ışığında yeniden gözden geçirmek istedik e-PS125 POSTERİOR MEDİASTEN YERLEŞİMLİ BİR BRONKOJENİK KİST VAKASI MEHMET DEĞİRMENCİ ADIYAMAN DEVLET HASTANESİ Amaç: Mediastende yerleşen bronkojenik kistler nadir görülürler. Apik lokalizasyonlu 22 yaşında bir bronkojenik kist olgusu sunulmaktadır. Gereç ve Yöntem: Öksürük, balgam ve göğüs ağrısı şikayetleri ile polikliniğimize başvuran 22 yaşında erkek hasta incelendi. Bulgular: Hastanın fizik muayenesinde ve run laboratuar tetkiklerinde anormal bulguya rastlanmadı. Posteroanterior akciğer grafisinde kalbin arkasında 4x5 cm boyutlarında düzgün sınırlı, homojen kitle imajı izlendi. Toraks BT’de posteror mediastende 4x5 cm boyutlarında düzgün sınırlı homojen kitle imajı dikka çekmekteydi. Hastaya sol posterolateral insizyonla torakotomi uygulandı. Yapılan eksplorasyonda aortanın lateralinde posterior mediastende 4x5 cm boyutlarında kisk kitle tespit edildi. Kitlenin içi mukoid bir mateyalle dolu idi. Vaskülarizasyonunu sağlayan bir adet pedikülü vardı, pedikülü bağlanıp kesildi. Etra dönülerek eksize edildi. Bronşla bağlansı yoktu. postop çekilen grafilerde kitle imajının kaybolduğu görüldü. Kontrol toraks bilgisayarlı tomografisinde kiste ait görünüm izlenmedi. Poliklinik kontrollerinde herhangi bir sorun gözlenmedi. Histopatolojik incelenmesinde silli solunum epiteli ile döşeli, duvar yapısında matür kıkırdak yapısı ve bronşial glandüler yapıların yer aldığı kisk yapı izlendi. Patolojik sonuç bronşial kist olarak rapor edildi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: Bronkojenik kistler akciğerin kongenital lezyonlarından birisidir ve genellikle trakeobronşial sistemle işraklidir. Bu vakada posterir mediastende apik lokalizasyonda yerleşmiş ve trakeobronşial sistemle işrakli olmayan bir bronkojenik kist mevcuur. Bronkojenik kistler değişik lokalizasyonlarda bulunabilir ve komplikasyonlara yol açabilir. Seçilecek tedavi yöntemi cerrahi tedavidir. Hasta asemptomak olsa bile komplikasyonların önlenmesi ve kesin tanı konulması için kist tam olarak eksize edilmelidir. mmHg/min (%57) bulundu. BAL sıvısının görünümü süt renginde idi. BAL histopatolojik incelemesinde PAS (+) granuler materyal izlendi. Otoankorlardan, an-GBM ankoru indirek floresan ankor tesyle pozif bulundu. Renal fonksiyonları normal olup hematüri, proteinüri saptanmadı. Mevcut bulgularla hastaya PAP tanısı kondu. Sonuç: Birinci olguya akciğer lavajı uygulanarak takibe alındı. İkinci olguya ise total akciğer lavajı uygulandı ve infiltrasyonlarda belirgin iyileşme elde edildi. e-PS126 e-PS127 PULMONER SUNUMU ALVEOLER PROTEİNOZİS: İKİ OLGU DİLAVER TAŞ 1, ERDOĞAN KUNTER 1, ZAFER KÜÇÜKODACI 2, ÖMER AYTEN 1, ZAFER KARTALOĞLU 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ, İSTANBUL 2 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, PATOLOJİ SERVİSİ, İSTANBUL ERİŞKİN YAŞTA SAPTANAN SOL PULMONER ARTER AGENEZİSİ VE PULMONER HİPOPLAZİ : OLGU SUNUMU DİLAVER TAŞ , OĞUZHAN OKUTAN , ERDOĞAN KUNTER , ÖMER AYTEN , ZAFER KARTALOĞLU 1 Amaç: GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ KLİNİĞİ Amaç: Nadir bir hastalık olan pulmoner alveoler proteinozisli (PAP) iki olguyu ilginç klinik tabloları nedeniyle sunmayı amaçladık. Nadir görülen ve erişkin çağda yakalanmış sol pulmoner arter agenezisi (PAA) ve sol pulmoner hipoplazi (PH) tanısı konan olgumuzu literatür eşliğinde değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Tanı aşamasında yapılan incelemeler sunuldu. Olgunun tanı aşamasında yapılan incelemeleri sunuldu. Bulgular: Bulgular: Olgu 1: Erken evrede saptanan PAP olgusu: Yakınması olmayan ve sigara içmeyen yirmi yaşında erkek hasta akciğer grafisinde izlenen bilateral. üst ve orta zonda dağınık yerleşimli infiltrasyonlar ve toraks bilgisayarlı tomografisinde (TBT) bilateral mulfokal yamalı tarzda silik sınırlı buzlu cam opasiteli (BCO) infiltrasyonlar nedeniyle araşrıldı. Spirometri ve DLCO testleri normaldi. Hemogram, run biyokimya ve otoankorları normaldi. CMV IgM ve IgG pozifliği saptandı. Bronkoalveolar lavaj (BAL) ve transbronşiyal biyopsi ile tanı konamadı. Açık akciğer biyopsisinde PAS (+) granuler materyalle dolu alveoller izlendi. Hastaya PAP tanısı kondu. Olgu 2: An-GBM ankor pozifliği saptanan PAP olgusu: Yirmi yaşında erkek hasta, öksürük, nefes darlığı, kanlı balgam şikaye ile başvurdu. Sigara içici olan hastanın oskültasyonunda kaba raller duyuldu. Konvansiyonel akciğer grafisinde tüm zonları tutan yaygın heterojen infiltrasyon alanları ve TBT’de her iki akciğerde tüm lobları tutan interlobuler-intralobüler septalarda kalınlaşma ile BCO alanlar (kaldırım taşı görünümü) izlenmekteydi. Balgamda gram (+) koklar görüldü ve kültürde streptococcus pneumonia üredi. Spirometriyle hafif restrikf paern saptandı ve DLCO 19.7 mL/ Hasta 20 yaşında erkek olup, efor dispnesi yakınması ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol hemitoraks ekspansiyonu azalmış ve sol hemitoraksta ronflan ronküsler duyuldu. P/A Akciğer grafisinde sol hemitoraksta volüm kaybı ve sağ hemitoraksta hiperinflasyon, trakea ve mediastenin sol tarafa deviasyonu izlendi. Toraks YRBT’de sol akciğer volümünde belirgin azalma ve parankiminde atenüasyon kaybı, mediastende sola kayma, sağ akciğerde kompansatris hipertrofi ve sağ akciğer alt lob medial segmene mozaik perfüzyon izlendi. Sol ana bronş kalibrasyonu belirgin olarak azalmış ve sol ana pulmoner arter net olarak mediastende ayırt edilemedi. Bronkoskopik incelemede sol ana bronş bronkoskopun geçişine izin vermeyecek derecede daralmış. Solunum fonksiyon tesnde FVC;2.15 L (%46.5), FEV1;1.34 L (%33.7), PEF;2.09 L/ sn (%24.5), FEF25-75%;0.88 L/sn (%19.7) ve DLCO;25.5 mL/mmHg/sn (%77), DLCO/VA;5.16 mL/mmHg/sn/L (%148) ölçüldü. MR angiografi tetkikinde sol ana pulmoner arter vizualize edilemedi. İnen aorta ventral yüzünden muhtemelen sol akciğer alt lobuna uzanımı izlenen hipertrofik bronşial arter olarak değerlendirilen görünüm ve aynı akciğer alanından sağ atriuma dökülen venöz yapı izlenmekteydi. 185 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: PS123 Olgumuzda sol pulmoner arter agenezisi ve beraberinde sol pulmoner hipoplazi izlendi. Literatür değerlendirmesi eşliğinde; PAA’de değişik klinik görünümlerin olabileceği akılda tutulmalıdır. KORONER ARTER HASTALIĞI VE SEMPTOMSUZ OBSTRUKTİF UYKU APNESİ OLAN HASTALARDA CPAP TEDAVİSİ ADHERANSI: RICCADSA CALİSMASİNDAN BİR ÖN SONUÇ YELDA TURGUT CELEN , OZLEM ŞENGÖREN , YÜKSEL PEKER e-PS128 BİLATERAL PULMONER ARTERİYOVENÖZ MALFORMASYON:BİR OLGU NEDENİYLE SLEEP MEDİCİNE UNİT, DEPARTMENT OF NEUROLOGY AND REHABİLİTATİON MEDİCİNE, SKARABORG HOSPİTAL, SKOVDE, SWEDEN FİLİZ GÜLDAVAL , EYLEM YAŞAR YILDIRIM , MELİH BÜYÜKŞİRİN , BAHRİ GÜMÜŞ Amaç: İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Solunum yetmezliği ile başvuran hastada bilateral AVM saptanması sebebiyle sunuldu. Gereç ve Yöntem: Altmış yaşında erkek olgu,son bir aydır başlayan ve son bir haada artan nefes darlığı, dudaklarda morarma yakınması ile başvurdu. Ortopneik,dispneik, siyanok görümdeydi. Clubbing saptanan olgunun dudak ve ağız mukozasında telenjiektazik değişiklikler mevcuu. Bulgular: Lökosit:8000/mm3, Hb:14 g/dl, Htc:%50, arter kan gazı tetkikinde pH:7.48,pCO2:35, pO2:42, SAT:%82 olarak bulundu.Akciğer radyografisinde bilateral sinusler kapalı, kardiyotorasik oran artmış, sağ hilus konkavitesi bozulmuştu.Toraks tomografisinde sol akciğer alt lob posterobazal segmene 4x3 cm boyutlarında, düzgün sınırlı kitlesel lezyon ve sağ akciğer alt lob anterobazal segmene de 2 cm ve 1.5 cm çaplı birbirine komşu nodüler lezyonlar saptandı. Toraks MR anjio ve Toraks anjio BT görüntülerinde sol akciğer bazalinde supradiafragmak mesafede 3x5 cm boyutlarında anevrizmak görünümle uyumlu lezyon izlendi.Bu lezyonun inferior pulmoner ven ile devamlılık gösterdiği izlendi. Transtorasik doppler sonografik bakıda içerisinde venöz akım izlenen anevrizmak dilatasyon saptandı. Sağ alt lob medial bazal bölümde 2-2.5 cm benzer vasküler yapının varlığı dikka çek. Görünüm pulmoner arter ve ven yapılarının ilişkili olduğu AVM ile uyumlu olarak raporlandı. Ekokardiyografide ikinci derece mitral yetmezliği, global hipokinezi, ejeksiyon fraksiyonu %25 olarak saptandı. Cerrahi girişim düşünülmedi. AVM’ların çapının büyük olması nedeniyle embolizasyona uygun bulunmadı. Takipleri sürmekte iken olgu eksitus oldu. Sonuç: Tipik dil ve dudak telenjiektazisi olan ve pulmoner AVM saptanan olgu sunuldu. 186 Aralik 2005 tarihinde baslanan ve halen devam eden bu calisma (RICCADSA), revaskularize olmus koroner arter hastalarda(KAH), semptomsuz (gündüz asırı uykululuk hali yakınması olmayan; Epworth Sleepiness Scale [ESS]<10) obstrükf uyku apne (OSA) (Apnea Hipopnea index>15/h) olgularinda CPAP tedavisinin etkinliğini değerlendiren randomize kontrollu çalışmadır. OSA saptanan KAH olgularında üç yıllık izlemde yeni revaskülarizasyon, mortalite, myokard infarktüsü, stroke ve kardiyovasküler mortalitenin bileşik oranı birincil sonuç olarak belirlenmişr. Bu ön raporda semptomak ve asemptomak OSA hastaları arasındaki CPAP adherans farklılıkları araşrılmışr. Gereç ve Yöntem: 31 aralık 2008 tarihi ibari ile KAH olan ardışık 790 olgunun 406(%51.4)’sı çalışmaya kalmayı kabul etmiş ve uyku çalışmasına alınmışr. CPAP tedavi başlangıcından sonra üç ay ve bir yıllık takip süresini tamamlayan olgular incelenmişr. Bulgular: Bu kardiyoloji klinik kohortunda 153’ü semptomsuz toplam 256 olgu ile OSA prevelansı 63,1 % olarak saptanmışr. 70(17,2%) hasta sınırda OSA (AHI=5-15/h) tanısı alırken, 69(17,0%) olguda OSA(AHI<5/h) saptanmamışr. 11 hastada(2,7%) ağırlıklı santral apnea ve Cheyne-Stokes solunumu tespit edilmişr. OSA tanısı alan 161 KAH olgusu 3. ay kontrollerini tamamlamışr. Semptomsuz olup CPAP grubuna randomize olan 69 olgudan 39’u (56,5%), semptomak 98 OSA hastasından ise 71’i (71,7%; p=0.045) CPAP tedavisine devam etmektedir. Takibin birinci yılında 97 OSA olgusundan asemptomak ve semptomak olanlarda adherans oranları sırasıyla 67.6% ve 68.3% olarak belirlenmişr(n.s). Sonuç: Bu ön sonuçlarımız, CPAP tedavisinin, revaskülarize KAH’li asemptomak OSA olgularında kısa dönemde uygulamasında zorluklar olduğunu ancak bir yılsonunda adherans oranlarının semptomlu hastalarla benzer düzeyde olduğunu göstermektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS124 PS125 UYKU APNE SENDROMU CİDDİYETİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLER OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU OLGULARDA KLİNİK DEĞERLENDİRMENİN TANI DEĞERİ ŞEHNAZ OLGUN , EMEL ERYÜKSEL , HATİCE ŞENOL , SAİT KARAKURT , TURGAY ÇELİKEL AYŞEGÜL ACAR , OĞUZ KÖKTÜRK , TANSU ULUKAVAK ÇİFTÇİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: Uyku Apne sendromu için çeşitli risk faktörleri bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı uyku apne sendromu ciddiyene etki eden faktörlerin araşrılmasıdır. Obstrükf uyku apne sendromu’nun (OSAS) aln standart tanı yöntemi polisomnografidir (PSG). PSG uygulanacak hastaların seçiminde en çok başvurulan yöntem klinik tanıdır. Çalışmamızda OSAS’lı olgularda klinik değerlendirmenin tanı değeri araşrılmışr. Gereç ve Yöntem: Bu amaçla son 5 yıl içinde kliniğimizde uyku tes yapılan 219 hasta retrospekf olarak incelendi. Hasta verileri apne hipopne indeksi <15 ve >15 olarak iki gruba ayrıldı. Bulgular: Ortalam Yas: 50,2 ,Kadın/Erkek: 5:1,ortalama vücut kitle indeksi: 29,8 olarak belirlendi. Apne hipopne indeksi ciddiyene etki eden faktörler araşrıldığında erkek cinsiyet, vücut kitle indeksi ve alkol kullanım öyküsü istasksel olarak anlamlı olacak şekilde etkin bulundu. ( p<0.002, p<0.002, p<0.009). Ayrıca Epword uyuklama skoru ve apne hipopne indeksi ciddiye arasında da istasksel olarak fark oluşturmamakla birlikte anlamlı ilişki olduğu gözlendi.( p= 0.05) Yaş, KOAH öyküsü, sedaf ilaç kullanım öyküsü, roit hastalığı öyküsü, diabet öyküsünün apne hipopne indeksi ciddiyene etkisi gösterilemedi. Sonuç: Sonuç olarak cinsiyet, yüzey alanı indeksi ve alkol kullanımı uyku apne sendromu ciddiyene etki etmektedir. Bu hastalar kilo verme ve alkol tükeminin kısıtlanmasından fayda görebilir. Gereç ve Yöntem: PSG uygulanan 469 olgunun kayıtları retrospekf olarak incelendi. Apne-hipopne indeksi=AHİ>5 bulunan 401 olguya OSAS tanısı konuldu. AHİ<5 bulunan 68 olgu kontrol grubuna alındı. OSAS’lı olgular AHİ değerlerine göre hafif (AHİ=5-15, n=92), orta (AHİ=15-30, n=110) ve ağır dereceli (AHİ>30, n=199) olmak üzere üç gruba ayrıldı. OSAS’lı olgularda ortalama yaş 49.6, erkek/kadın oranı 2.8 idi. Bulgular: OSAS klinik tanısı için uygulanan anket değerlendirmesinde; sensivitesi ve doğruluğu en yüksek semptomlar sırasıyla horlama, tanıklı apne, sabahları yorgun uyanma, ağız kuruluğu ve gündüz aşırı uyku haliydi (GAUH). Spesifitesi en yüksek semptomlar kaza yapma öyküsü, uyum güçlüğü, anksiyete/depresyon ve hipertansiyon öyküsü ve çarpın hissi ile uyanmaydı. Sadece horlama şikaye olan olgularda %50, horlama ve tanıklı apnesi olanlarda %81.9, horlama, tanıklı apne ve GAUH olanlarda ise %91.1 oranında OSAS saptandı (p<0.001). Sonuç: Bu sonuçlar yalnızca klinik değerlendirmenin OSAS tanısı için yeterli olmadığını ancak risk faktörleri, semptomlar ve eşlik eden hastalıklar birlikte değerlendirildiğinde OSAS olasılığı yüksek olguların belirlenebileceğini göstermektedir. 187 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS126 PS127 MYASTHENİA GRAVİS VE UYKU KALİTESİ ZONGULDAK İLİ UZUN YOL ŞOFÖRLERİNDE UYKU APNE SENDROMU SIKLIĞI VE TRAFİK KAZALARI İLİŞKİSİ RABİA ENGİN ÜNVER 1, ESEN KIYAN 1, HALİM İŞSEVER 2, FEZA DEYMEER 3 MUHAMMED EMİN AKKOYUNLU , REMZİ ALTIN , LEVENT KART , FIRAT UYGUR , MELTEM TOR 2 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.D. 3 İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ A.D. ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Amaç: Myasthenia Gravis (MG) hastalarında subjekf uyku kalitesi ve gündüz uykululuğunu değerlendirmek. Obstrükf Uyku Apne Sendromu (OUAS) toplumda sık görülen ve komplikasyonları nedeni ile görülme sıklığından daha büyük populasyonu etkileyen bir hastalıkr. Hastalığın bölgesel sıklığının saptanması ve komplikasyonlarla ilişkili semptomların tespi toplum sağlığını koruma açısından çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı Zonguldak ilinde yerleşik olan uzun yol şoförlerinde OUAS sıklığını ve buna ek olarak, OUAS semptomlarını ve bunların toplumsal boyutu olan trafik kazaları ile ilişkisini ortaya koymakr. 1 Gereç ve Yöntem: Ellidört stabil, generalize MG hastası prospekf olarak subjekf uyku kalitesi açısından ‘Pisburgh Uyku Kalitesi İndeksi’ (PUKİ) ile, aşırı gündüz uykululuğu için ‘Epworth Uykululuk Skalası’ (EUS) ile değerlendirildi. PUKİ’nin alt komponentlerinden subjekf uyku kalitesi (PUKİ 1), uykuya geçiş süresi (PUKİ 2), uyku süresi (PUKİ 3), uyku etkinliği (PUKİ 4), uyku bozukluğu (PUKİ 5), uyku ilacı kullanımı (PUKİ6), gündüz disfonksiyonu (PUKİ 7) değerlendirildi. PUKİ toplam skoru hesaplandı ve PUKİ total>5 uyku bozukluğu var olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özelliklerinin yanı sıra ankor durumu, uyku semptomları (horlama, tanıklı apne, gündüz uykululuğundan en az biri), ek hastalıkları, ilaç kullanımı sorgulandı. Hastalık ciddiye için MG’ye spesifik skorlama yöntemleri kullanıldı (QMG: quantave MG scale ve MGFA: MG foundaon of America classificaon). Olguların spirometrik ölçümleri yapıldı. Zonguldak il merkezinde yerleşik 241 uzun yol şoförüne yüz yüze görüşme yöntemiyle anket formu dolduruldu. OUAS açısından klinik olarak yüksek olasılıklı 42 olguya 1 gece polisomnografi yapıldı. Bulgular: Hastaların 37’si kadın, 17’si erkek. Ortalama yaş 48±14,9 yıl, BMI 28,4 ±5,44, hastalık süresi 11±7,74 yıldı. Hastaların hepsi MGFA grup II idi. Yirmidört hasta seropozif, 17 hasta an-MuSK pozif, 13 hasta seronegai. Hastaların %40,7’sinde (n:22) uyku bozukluğu (PUKİ total>5), %7,4’ünde aşırı gündüz uykululuğu (EUS skoru>10) saptandı. PUKİ alt komponentleri ile yaş, BMI, uyku semptomları, QMG-göz, QMG-ekstremite, saturasyon parametreleri arasında korelasyon saptandı. ESS ile bir tek BMI arasında anlamlı ilişki vardı. PUKI 1 ve 6 ile parametreler arasında herhangi bir ilişki saptanmadı. Çalışmaya kalan olguların ortalama yaşları 42.23 (±9,85) idi. Horlama %56 (n:135), gün içi uyuklama %26.6 (n:64) ve tanıklı apne %11.6 (n:28) olguda saptandı. Çalışmamızda apne-hipopne indeksi (apne hipopne indeksi) AHİ≥5 kabul edildiğinde OUAS prevalansı % 14.1 olarak saptanmışr. OUAS komplikasyonu gelişimi açısından riskli kabul edilen orta-ağır grup, OUAS’lıların %67.6’sını oluşturmaktaydı. OUAS saptanan ve saptanmayan gruplar semptomlar açısından kıyaslandığında OUAS’ın majör (horlama, gün içi aşırı uykululuğu, tanıklı apne) ve diğer semptomları (konsantrasyon ve haza bozukluğu, kişilik değişikliği, aşırı sinirlilik vb.), açısından anlamlı düzeyde farklılık saptandı. Çalışmaya kalan olguların %25.6’sı trafik kazası geçirmişr. Geçirilen trafik kazası sayısının meslekte geçen yıla oranı ile AHİ arasında anlamlı güçlü ilişki mevcuu (r:0.571-p<0.005). Sonuç: Sonuç: Stabil ve hafif evre MG hastalarında uyku kalitesinin bozukluğu sık görülürken aşırı gündüz uykuluk hali daha az saptandı. BMI, uyku semptom varlığı ve QMGekstremite skorunun gündüz disfonksiyonuna (PUKI 7) etkisi dikkat çekiciydi. Sonuç olarak Zonguldak ilindeki OUAS prevalansı tahmin edilen üstündedir. Hastalığın derecesi doğrudan ilişkili olup bu boyutu sorun durumundadır. Bulgular: 188 Gereç ve Yöntem: uzun yol şoförlerinde Türkiye sıklığının çok trafik kazası riski ile ile de ciddi bir sosyal TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS128 PS129 OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARINDA GÜNDÜZ HİPERKARBİSİ İLE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARIN PAP TEDAVİSİNE UYUMU SEVDA ŞENER CÖMERT , BANU SALEPÇİ , MUHARREM TOKMAK , ALİ FİDAN , BENAN ÇAĞLAYAN , GÜLŞEN SARAÇ BANU ERİŞ GÜLBAY , TURAN ACICAN , BUKET AKDOĞAN , ZEYNEP PINAR ÖNEN DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Amaç: Çalışmamızın amacı OUAS olgularında gündüz hiperkarbi oranını ve gündüz hiperkarbisinin ortaya çıkmasını etkileyen faktörleri incelemekr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya hastanemiz uyku polikliniğine başvuran ve polisomnografi ile OUAS tanısı konulan 349 olgu alındı. Hastaların demografik özellikleri, vücut kitle indeksi(VKİ), gündüz arter kan gazı değerleri, spirometrik değerleri, apne-hipopne indeksi(AHİ), apne indeksi(Aİ), minimum SpO2, oksijen desatürasyon indeksi(ODİ) kaydedildi.VKİ ≥30kg/m2 obezite, PaCO2≥45mmHg değeri hiperkarbi, %FEV1<70 obstrüksiyon, %FEV1≥70 ve FVC<%80 restriksiyon olarak kabul edildi. OUA’li olgular içerisindeki gündüz hiperkarbi oranı ve bu oran ile ilişkili faktörler incelendi. İstasksel analizler ki-kare, Mann-Whitney U ve logisc regresyon analizi ile yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan olguların yaş ortalamaları 49.6±11.4(1981) olup, 111(%31.8)’i kadın, 238(%68.2)’i erkek. Olguların 105(%30)’inde gündüz hiperkarbi saptandı. 216(%61.9) olguda obezite, solunum fonksiyon testlerinde 34(%9.7) olguda obstrüksiyon, 60(%17.2) olguda ise restriksiyon olduğu görüldü. 22(%6.3) olguda obezite, obstrüksiyon ve restriksiyon olmadan yalnız OUAS’na bağlı gündüz hiperkarbi (saf hiperkarbi) saptandı. Gündüz hiperkarbisi ile obezite ve obstrüksiyon arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.002,p<0.0001). Logisc regresyon analizi ile incelendiğinde hem obezite hem de obstrüksiyon varlığının gündüz hiperkarbi gelişmesinde ayrı ayrı risk faktörü olduğu görüldü. Olgularda saf hiperkarbi görülmesi ile VKİ, FVC ve FEV1 değerleri arasında ileri derecede anlamlı ilişki saptandı(p<0.0001). Ayrıca saf hiperkarbi görülmesi ile %FEV1, ODİ ve AHİ değerleri arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.011 ,p=0.022,p=0.016). Ancak saf hiperkarbi görülmesi ile Aİ arasında ilişki saptanmadı(p=0.272). Sonuç: Posive Airway Pressure (PAP), Obstrükf uyku apne sendromu (OUAS) tedavisinde temel yaklaşımıdır. Ancak, PAP tedavisi önerilen OUAS’lu hastaların; bu tedaviyi kabullenip, gereken sürede düzenli olarak kullanımı ile ilgili önemli sıkınlar bulunmaktadır. Çalışmamızda, OUAS’lu hastaların PAP tedavisine uyumunu ve bunda belirleyici olan faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Uyku laboratuarımıza Kasım 2005-Mayıs 2008 tarihleri arasında uykuda solunum bozuklukları yakınmaları ile başvuran 524 hastadan, PAP reçetelenen 79 OUAS’lu (13 orta, 58 ağır OUAS, 3 OHS: 20 BiPAP/59 CPAP) hastanın dosyası, takip bilgileri retrospekf olarak incelendi. Telefon ile hastaların PAP tedavi uyumları ve karşılaşkları sorunlar değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen 79 hastadan 12’sinin takip bilgilerine ulaşılamadı. Hastaların 41’i (% 51.9) PAP cihazını düzenli olarak kullandığını ifade e. Ortalama 20.2 ± 2.1 (6-47) aydır PAP kullanmakta olan hastaların, PAP cihazını kullanma süresi 6.4± 0.2 (3-7 ) gece/haa ve 6.0 ± 0.8 (2-8) saat/gece olarak saptandı. Hastaların 28’i (%68.3) PAP’ı her gece kullandığını, geriye kalan 13’ü (%31.7) ise düzensiz kullandıklarını ifade e. PAP kullanımına bağlı tarif edilen en önemli sorunlar (%31.3) burunda konjesyon ve maskenin yara ğı rahatsızlık hissi (%23.9) idi. PAP kullanmayan hastalardaki temel yakınmanın (%43.3) cihazla uyuyamamak olduğu görüldü. Sonuç: PAP kompliansında; yaş, cinsiyet ve eğim durumu ile OUAS şiddenin etkili olmadığı, buna karşılık gündüz aşırı uykululuk hali, noktürnal desatürasyon yüzdesi ile gece ölçülen en düşük oksijen satürasyonunun belirleyici olduğu gösterilmişr. PAP tedavisinde hasta eğimi ve hasta takibinin; uyum açısından riskli grupların dikkate alınarak düzenlenmesi uzun süreli tedavi başarısının ar rılmasında önemli olacakr. OUAS olgularında gündüz hiperkarbi görülme oranını ve bunun ortaya çıkmasını obezite ve obstrüksiyon varlığının etkilediğini saptadık. Saf hiperkarbi görülmesinin ise VKİ, FVC, FEV1, %FEV1, ODİ ve AHİ ile ilişkili olduğunu saptadık. 189 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS130 PS131 KALP HIZI DEĞİŞKENLİĞİ VERİLERİ AÇISINDAN OBSTRÜKTİF UYKU APNE HİPOPNE SENDROMLU HASTALARLA NORMAL TOPLUMUN KARŞILAŞTIRILMASI OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYİ VE FONKSİYONEL PARAMETRELER ARASINDAKİ İLİŞKİ LEVENT KARASULU , PINAR ÖZKAN , SİNEM SÖKÜCÜ , LEVENT DALAR , ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN 1, SEVGİ ÖZALEVLİ 1 , OYA İTİL 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARŞ.HAST. Amaç: Amaç: Obstrükf uyku apne hipopne sendromu(OSAS) toplumsal sıklığı ve yüksek mortalite ve morbiditeye yol açması nedeniyle yoğun ilgi uyandırmaktadır. Tanıda aln standart polisomnografidir(PSG). Ancak PSG hem son derece maliyetli hem de hantal bir incelemedir. Henüz OSAS taraması için gelişrilmiş ucuz ve uygulanabilir bir yöntem saptanmamışr. Çalışmamızın amacı tek kanal elektrokardiogramdan uyku süresince elde edilen kalp hızı değişkenliği(HRV) verilerinin OSAS lı ve normal toplum arasında gösterdiği farkı incelemekr. Gereç ve Yöntem: Ekim 2006 ile mart 2008 tarihleri arasında hastanemiz uyku laboratuarına başvurarak polisomnografi yapılan 51 kişi çalışmaya dahil edildi. Bu kişilerin hiçbirinde otonom sinir sistemini etkileyen ilaç kullanımı, diabetes mellitus, roid fonksiyon bozukluğu,bilinen kardiovaskuler hastalık yoktu. Polisomnografilerinde apne hipopne indeksi(AHI)≥ 15 bulunanlar olgu grubuna dahil edilirken AHI≤5 bulunanlar kontrol grubuna dahil edildi. Bulgular: Kontrol ve OSAS gruplarının yaşları sırasıyla 48±11 ve 49±10du. Kontrol grubunun ve olgu grubunun AHI(2.8±0.3 vs56.7±26.1) SDNN(75±25 vs98±32), SDNNindeks(52±25 vs76±30), nuLF(0.66±0.09 vs 0.75±0.12),nuHF(0.31±0.09 vs 0.22±0.11), HF/LF(2.46±1.33 vs4.79±3.63) trianguler indeks(13±3 vs 17±5) değerleri arasındaki fark istasksel olarak anlamlıydı. Sonuç: Tek kanal EKG den elde edilen HRV verileri OSAS lı ve normal hastalar arasında ciddiye alınabilir farklar göstermektedir. Özellikle LF/HF oranı OSASlı hastalarda normallere göre oldukça yüksekr. Tek kanal EKG OSAS taramasında üzerinde çalışabilir bir incelemedir 190 Çalışmamız; Obstrükf Uyku Apne Sendromlu hastalarda fiziksel akvite düzeyi ve fonksiyonel parametreler arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapılmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza, apne-hipopne indeksi 15 ve üstü olan 19 (2K, 17E) olgu dahil edildi. Olguların; solunum kapasitesi (solunum fonksiyon tes), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes (6DYT)) dispne ve bacak yorgunluk şidde (Modifiye Borg Skalası), hastalığa özel yaşam kalitesi (Uykunun Fonksiyonel Sonuçları Anke (FOSQ)), genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Kısa Form-36 (SF-36)) ve fiziksel akvite düzeyi (Fiziksel Akvite Düzeyi Anke ) değerlendirildi. Bulgular: Olgularımızın, yaş ortalaması 54.42 ± 13.15, desatürasyon yüzdesi 71.81 ± 12.87 ve apne-hipopne sayısı 40.56 ± 24.94 idi. Fiziksel akvite düzeyi ile efor dispnesi, bacak yorgunluk şidde, %FVC, %FEV1, 6DYT sonrasında algılanan dispne, yorgunluk şidde ve SpO2, SF-36’nın fiziksel fonksiyon, fiziksel, emosyonel rol kısıtlılığı ve ağrı kategorilerinin korele olduğu bulundu (p<0.05). Ayrıca apne-hipopne indeksi ile yürüme mesafesi arasında istasksel olarak anlamlı derecede korelasyon olduğu saptandı ( p<0.05). Sonuç: OUAS’lı hastalarda; egzersiz kapasitesinde azalma meydana gelmeden önce algılanan hastalık semptomları, solunum fonksiyon testleri ve yaşam kalitesi etkileniminin ortaya çıkğı bulundu. Ve bu parametrelerdeki değişikliklerin fiziksel akvite düzeyindeki düşüşle ilişkili olduğu belirlendi. Bu sonuçlar, klinik değerlendirme kapsamında fiziksel akvite düzeyi belirlenmesine yönelik yaklaşımlara hastalığın en erken dönemlerinden ibaren önem verilmesi gerekğini düşündürmüştür. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS132 PS133 OVERLAP SENDROMUNDA GÜNDÜZ AŞIRI UYKULULUK OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARINDA CPAP UYUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ HACER KUZU OKUR 1, ZERRİN PELİN 2, ZUHAL KARAKURT 1 , TURAN KARAGÖZ 1, TÜLİN KUYUCU 1 SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ UYKU ÜNİTESİ 2 ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ NÖROLOJİ KLİNİĞİ 1 Amaç: Gündüz aşırı uykululuk(GAUH), Obstrükf uyku apne (OSA) ‘nın en önemli semptomlarından biridir.Uyku fragmantasyonu, hipoksi gibi bazı faktörler GAUH’ne neden olur.Bu çalışmada OSA ile birlikte kronik obstrükf akciğer hastalığı(KOAH)(overlap sendromu) bulunan hastalarda GAUH nedenleri araşrılmışr. Gereç ve Yöntem: Overlap sendromu tanısı olan, 8 saatlik polisomnografi(PSG) kaydında total uyku süresi 5,5 saaen fazla olan , 41 hasta çalışmaya alındı. Hastalar PaCO2 düzeyine göre iki gruba ayrıldı.Hiperkarbik grup PaCO2 > 45 mmHg iken normokapnik grup PaCO2< 45 mm Hg olarak belirlendi.Demografik özellikler,solunum fonksiyon tes,vücut kitle indeksi (BMI), PSG sonuçları ve Epworth uykululuk scalası(ESS) dahil gündüz uykululuk verileri değerlendirildi.İstasksel analizlerde,student t-test ve Fisher’s exact test kullanıldı ve p<0.05 istasksel olarak anlamlı olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastalarda yaş (35-77) arasında,%80 erkek,BMI ortalaması 36±7 olarak bulundu.Hiperkapnik grupta 16 hasta(%39) , kalan 25 hastada normokapnik grupta(%61) idi.Hiperkapnik grubun hepsinde(%100), 25 normokapnik hastadan yalnızca 9’unda(%36) ESS 10 ve üzerinde bulundu(p<0.001).Ortalama %REM hiperkapnik grupta (10.15±6.25), normokapnik gruba(15.80±7.78) göre daha kısa bulundu p<0.01.Noktürnal desatürasyon düzeyi her iki grupdada istasksel olarak anlamlı fark göstermedi. Diğer bütün parametreler her iki grupdada benzerdi. Sonuç: GAUH overlap sendromunda hiperkapnik grupta daha belirgindir.Overlap sendromunda hiperkapni GAUH’ni belirlemede diğer noktürnal parametrelere oranla daha önemli bir faktördür. ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU , PINAR TAŞKIRANLAR EGE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI Amaç: Nazal CPAP, obstrükf uyku apne sendromu (OUAS)’nda bilinen en etkili tedavidir. Gecede en az 4 saat kullanım dikkate alındığında CPAP uyumu %29-83 arasında değişmektedir. Bu çalışmada CPAP uyumunun değerlendirilmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Orta-ağır OUAS tanısı konularak CPAP tedavisi verilen 45 ardışık hastadan 9’unun (%20) CPAP cihazını hiç almadığı anlaşılmışr. CPAP tedavisi alan 36 hasta (28’i erkek, yaş ortalaması 55±11) çalışmaya alınmışr. CPAP uyumu olan ve olmayan hastaların klinik ve laboratuvar özellikleri karşılaşrılmışr. Bulgular: Yedi hastada (%15) CPAP uyumunun olmadığı, %85’inin ise düzenli kullandığı saptanmışr. CPAP uyumu olan hastalarla olmayanlar arasında yaş, cinsiyet, beden kitle indeksi, alışkanlıklar, ek hastalık varlığı, Epworth uykululuk skalası (ESS), kan gazı parametreleri, OUAS yakınmaları ve uykuda minimum oksijen satürasyonu açısından fark olmadığı gözlenmişr. CPAP uyumlu grupta FVC (3.4 L’ye karşı 4.4 L, p=0.028) ve FEV1 (2.7 L’ye karşı 3.5 L, p=0.025) değerleri daha düşük, apne-hipopne indeksi (AHİ) daha yüksek (56/sa karşı 39/sa, p=0.025) bulunmuştur. Uyumlu hastalarda CPAP tedavisi ile ESS 14’ten 2’ye düşerken, uyumsuzlarda yalnızca 11’den 8’e düştüğü gözlenmişr (p=0.0003). CPAP uyumu olmayan hastalarda tedavi ile ilişkili yan etkiler %43 oranında bildirilirken, uyumlu hastalarda yan etki saptanmamışr (p=0.005) Sonuç: Bu çalışmada hastaların %20’sinin CPAP tedavisini baştan reddeği ve kabul edenlerde ise uyumunun iyi (%81) olduğu gösterilmişr. Ayrıca başlangıç AHİ daha yüksek olan, gündüz uykululuğunda belirgin düzelme saptanan ve az yan etki gözlenen hastaların CPAP uyumu daha iyi bulunmuştur. 191 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS134 PS135 OVERLAP SENDROMU İLE OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU OLGULARININ KARŞILAŞTIRILMASI OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA NONİNVAZİV MEKANİK VENTİLASYON TEDAVİSİNE UYUMU ETKİLEYEN FAKTÖRLER ÖZEN KAÇMAZ BAŞOĞLU , ALEV GÜRGÜN , M. SEZAİ TAŞBAKAN , FEZA BACAKOĞLU , PINAR TAŞKIRANLAR EGE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ Amaç: MERAL UYAR , NERİMAN AYDIN , OSMAN ELBEK , NİLÜFER ÇİFÇİ , NAZAN BAYRAM , ERHAN EKİNCİ GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: OVS ve OUAS olgularının klinik ve laboratuvar özelliklerinin retrospekf olarak araşrılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Kliniğimiz uyku laboratuvarında OVS tanısı konulmuş 75 olgu (yaş ortalaması 59.8±11.1, 50’si erkek), aynı dönemde OUAS tanısı almış -yaş ve cinsiyet açısından uyumlu- 150 olgu (yaş ortalaması 58.1±6.5, 104’ü erkek) ile karşılaşrılmışr. Bulgular: Yetmiş beş OVS olgusunun %58.7’sini KOAH, %33.3’ünü asm ve %8.0’ını diğer akciğer hastalıkları oluşturmaktaydı. Beden kitle indeksinin OVS olgularında OUAS’lilere göre daha yüksek (33.4 kg/m2’ye karşı 30.5 kg/m2, p=0.0004); OVS olgularında %69.3 ve OUAS grubunda %46.0 oranında obezite saptanmışr (p=0.001). Boyun çevresi, OVS olgularında 42.8±4.6 cm ve OUAS olgularında 40.4±3.6 cm olarak ölçülmüştür. (p<0.0001). Boyun çevresi erkeklerde 43 cm, kadınlarda 38 cm ve üzerinde olan olguların oranı OVS grubunda %66.7, OUAS’da %40.0 (p=0.0002). Alkol ve sedaf kullanımı açısından iki grup arasında fark bulunmazken, 59 OVS olgusunun (%78.7) halen sigara içği veya bırakğı, bu oranın OUAS grubunda %60.7 olduğu gözlenmişr (p=0.007). OVS olgularında akciğer fonksiyonları (FVC, FEV1, FEV1/FVC oranı), PaO2 ve oksijen satürasyonu OUAS grubundan düşük, PaCO2 yüksekr (p<0.0001). Ek hastalık varlığı, Epworth uykululuk skalası, apne-hipopne indeksi ve OSAS sınıflaması açısından ise iki grup arasında anlamlı fark saptanmamışr. Sonuç: OVS olgularında, OUAS olgularına göre beden kitle indeksi, boyun çevresi ve parsiyel karbondioksit basıncının daha yüksek, akciğer fonksiyonları, parsiyel oksijen basıncı ve satürasyonunun daha düşük olduğu gösterilmişr. 192 Obstrükf uyku apne sendromu (OSAS) tedavisinin temelini oluşturan noninvaziv mekanik venlasyon tedavisine uyumu etkileyen faktörleri saptamak. Gereç ve Yöntem: Haziran 2006-2008 yılları arasında uyku laboratuvarınca OSAS tanısı konulan ve noninvaziv mekanik venlasyon tedavisi verilen 108 hastanın tedavi uyumlarını ve uyumu etkileyebilecek faktörleri telefon anke eşliğinde değerlendirildi. Bulgular: Noninvaziv mekanik venlasyon tedavisi önerilen hastalarda erkek/kadın oranı üç; ortalama yaş 52,2±12,3 idi. Olguların %71,3’i önerilen tedavi cihazını temin etmiş. Tedavi cihazını temin edenlerle etmeyenler arasında cinsiyet, yaş, medeni durum, eğim düzeyi, OSAS yakınması, komorbid hastalık varlığı ve sosyal güvenlik kurumları açısından farklılık yoktu (p>0,05). Benzer biçimde epworth ve apne-hipopne indeksi açısından da her iki grup arasında farklı değildi. Noninvaziv mekanik venlasyon cihazını temin eden hastaların %68,8’i cihazı halen kullanmaktaydı. Hastaların cihazı kullanımı süresi ortalama 6,3±2,3 saat idi. Cihaz kullananlarla kullanmayanlar arasında yaş, cinsiyet, eğim düzeyi, OSAS yakınması, komorbid hastalık varlığı, epworth, apne-hipopne indeksi, cihazda nemlendirici varlığı ve cihaz eğimi verilmesi açısından fark yoktu (p>0,05). Cihaz kullanımından memnun olan hastalar cihaz kullanımından memnun olmayanlara göre (p=0,057); eşleri cihaz kullanımından memnun olan hastalar memnun olmayanlara göre (p=0,001) anlamlı oranda tedaviye daha yüksek uyum göstermekteydi. Sonuç: OSAS tanılı hastalarda noninvaziv mekanik venlasyon tedavisine uyumu ar ran faktörler hastanın veya hastanın yatak partnerinin cihaz kullanımından memnun olmasıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS136 PS137 OBSTRÜKTİF UYKU APNE OLGULARINDA POZİTİF HAVA YOLU BASINCI TİTRASYONUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLER YATAN HASTALARDA OBSTRÜKTİF SENDROMU SEMPTOM PREVALANSI NESRİN KIRAL , BANU SALEPÇİ , SEVDA ŞENER CÖMERT , ALİ FİDAN , MUHARREM TOKMAK , BENAN ÇAĞLAYAN SEMA NUR ÇALIŞKAN , ÖMER TAMER DOĞAN , SEFA LEVENT ÖZŞAHİN , GONCA KILINÇ , İBRAHİM AKKURT DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HAST. AD. Amaç: Amaç: CPAP Ostrükf Uyku Apne Sendromu(OUAS) olgularının tedavisinde aln standart olmakla birlikte bazı olgularda BİPAP ile başarılı olunmaktadır. Çalışmamızın amacı OUAS olgularında Pozif havayolu basıncı(PAP) trasyonundaki basıncı etkileyen faktörleri incelemekr. Bu çalışmada amacımız A pi çalışma uygulayarak toplumda çok fazla bilinmeyen OUAS’ın yatan hastalarda semptom prevalansını saptamakr. Ayrıca, semptomların hastalıklarla ilişkisinin saptanması ve böylece hastaların ve sağlık personelinin OUAS semptomları olan ve ilişkili hastalıkları olan kişilerin polisomnografi ünitelerine yönlendirilmesi konusunda aydınlalması hedeflenmişr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya tüm gece polisomnografi(PSG) ile OUAS tanısı konulmuş, kalp yetmezliği, nörolojik hastalık ve santral uyku apnesi olmayan 301 olgu alındı. PAP trasyonu PSG alnda manuel veya oto-CPAP ile yapıldı. CPAP ile başarılı olunamayan olgularda aynı gece BİPAP ile devam edildi. KOAH ve Obesite hipovenlasyonu olan olgularda direkt BİPAP ile trasyon yapıldı. Olguların oksijen desatürasyon indeksi(ODİ), minimum SpO2, apne –hipopne indeksi(AHİ), apne indeksi(Aİ), vücut kitle indeksi(VKİ), CPAP ve BİPAP basınçları, solunum fonksiyon tes parametreleri( FVC,%FVC,%FEV1) kaydedildi. Kaydedilen bu parametreler ile PAP basıncı arasındaki korelasyona bakıldı. İstaksel analiz Pearson Correlaon tes ile yapıldı. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 50.86±10.2(19-78) olup, 78(%25.9)’i kadın 223(%74.1)’ü erkek. CPAP 241(%80.1) hastaya, BİPAP 60(%19.9) hastaya uygulandı. Ortalama ODİ:48.2±24.3, min.SpO2:71.0±14.4, AHİ:53.8±23.8, Aİ:32.8±27.0, VKİ:33.4±6.4, CPAP:9.7±2.2, IPAP:14.5±3.2, EPAP:9.2±2.5 cmHO2 saptandı. CPAP basıncı ile ODİ(p=0.003 r=0.193), min.SpO2(p=0.04 r= - 0.133), AHİ(p= 0.018 r=0.154), Aİ( p<0.0001 r=0.259) ile orta düzeyde korelasyon saptandı. CPAP basıncı ile spirometrik parametreler ve VKİ’i arasında ilişki bulunmadı. IPAP ile ODİ(p=0.044 r=0.259), AHİ(p<0.0001 r=0.458) AI(p<0.0001 r=0.522), %FEV1(p=0.038 r=0.283) ile orta korelasyon bulundu. IPAP ile FVC, %FVC arasında ilişki saptanmadı. EPAP ile AHİ(p<0.001 r=0.412), AI(p<0.0001 r=0.445), %FEV1(p=0.017 r=0.324), FVC(p=0.026 r=0.304), %FVC(p=0.033 r=0.291) ile orta korelasyon bulundu. VKİ, minSpO2 ile EPAP ile İPAP arasında korelasyon yoktu. UYKU APNE Gereç ve Yöntem: Toplam 612 hastayla yüz yüze görüşülerek anket uygulandı. Çalışmaya Yoğun Bakım, Pediatri, Psikiyatri, Acil, Göğüs Hastalıkları servisleri dışındaki servislerde yatan hastalar alındı. Bulgular: Çalışmamızda horlama oranı %48, tanıklı apne oranı %12.4, GAUH (gündüz aşırı uykululuk hali) oranı %37.3, her üç semptomun birlikteliği oranı ise %5.2 idi. Horlama, tanıklı apne, her üç semptomun birlikteliği oranları beden kitle indeksi (BKİ) 29 kg/m2 ve üzerinde olanlarda, alkol kullananlarda ve koroner arter hastalığı olanlarda anlamlı olarak daha yüksek. Horlama ve tanıklı apne, ÜSY patolojileri olan hastalarda daha fazla oranda saptandı. GAUH diyabetes mellitus, serebrovasküler hastalık, kronik böbrek yetmezliği hastalarında daha fazla oranda görülmekteydi. Horlama işçilerde ve çalışmayan grupta daha fazla oranda görülmekte idi. Sonuç: Sonuç olarak; majör semptomları olan özellikle OUAS için sebep ve sonuç olabilecek hastalıkları olan yatan hastalarda OUAS düşünülmeli ve bu hastalar PSG labaratuvarlarna yönlendirilmelidir. Sonuç: Opmum PAP’ı başta Aİ olmak üzere ODİ, AHİ’nin etkilediği saptandı. FEV1’in IPAP ve EPAP’ı etkilediği görüldü. VKİ’nin PAP trasyonu üzerinde etkili olmadığı belirlendi. 193 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS138 PS139 GERİATRİK HASTALARDA OBSTRUKTİF UYKU APNE SENDROMU (Bu bildiri yazarları tarandan geri çekilmiş r.) ÖZGE ORAL 1, OYA İTİL 1, İBRAHİM ÖZTURA 2, BARIŞ BAKLAN 2, MELİH KAAN SÖZMEN 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Bu çalışmadaki amacımız hastanemiz uyku bozuklukları merkezinde obstrukf uyku apne sendromu (OSAS) ön tanısıyla polisomnografi yapılmış geriatrik yaş grubu ( yaş ≥ 65 ) hastalarda OSAS profilini araşrmak. Gereç ve Yöntem: Retrospekf olarak Aralık 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında polisomnografi yapılmış 53 hasta incelendi. 48 tanesinin apne hipopne indeksi (AHI) OSAS ile uyumluydu. Bu hastaların vücut kitle indeksleri (BMI), toplam uyku süreleri, uyku latansları, uyku etkinlikleri, AHI, en düşük oksijen saturasyon değerleri ve komorbiditeleri incelendi. Bulgular: Hastaların % 75.5’i erkek , % 24.5’i kadındı. Hastaların ortalama BMI 28.9 (kadın: 32.1, erkek: 27.9), ortalama toplam uyku süreleri 352.5 dakika (kadın: 369.9 dakika, erkek: 346.8 dakika), ortalama uyku latansı 17.3 dakika (kadın: 20.5 dakika, erkek: 16.4 dakika), ortalama uyku etkinliği % 77.6 (kadın: % 79.1, erkek: % 77.1), ortalama AHI 30.08 (kadın: 29.2, erkek: 30.37), ortalama en düşük oksijen saturasyonu değerleri % 79.6 (kadın: % 75, erkek: % 81.2) olarak saptandı. % 58.5’inde (erkek: % 71, kadın: % 29) komorbidite saptandı. En sık görülen komorbiditeler sırasıyla koroner kalp hastalığı (% 25.8), hiporoidi (% 22.5), diabetes mellitus (% 16.1; kadın: % 60, erkek: % 40), malignite (% 12.9), hiperlipidemi (% 12.9), KOAH (% 9.6 ) ve diğer hastalıklardı. Hastaların % 18.7’si hafif, % 35.4’ü orta, % 45.8’i ağır OSAS olarak saptandı. Ağır OSAS’lı hastaların % 81.8’inin erkek olduğu saptandı. Sonuç: Geriatrik hastalarda orta ve ağır OSAS oranı hafif OSAS’tan daha fazlaydı. En sık OSAS ile birlikte görülen komorbidite koroner kalp hastalığıydı. Erkeklerde OSAS ve komorbidite kadınlardan daha fazlaydı ancak sadece diabetes mellitus kadınlarda erkeklerden daha fazla saptandı. BMI kadınlarda erkeklerden daha fazlaydı. 194 10 NİSAN 2009 PS140 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ UYKU MERKEZİNİN ÖN SONUÇLARI AYŞEN ÖZ 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, IŞIN KONYAR ARSLAN 1, PINAR ÇELİK 1, TUĞBA GÖKTALAY 1, HİKMET YILMAZ 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Çalışmamızda Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi uyku merkezine başvuran hastaların özelliklerinin ve obstrükf uyku apne sendromu (OSAS) tanısı ile ilişkili etmenlerin değerlendirilmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Merkezimiz Eylül 2005’te açılmış olup bugüne kadar 1130 hasta değerlendirilmiş; bunların 813’üne polisomnografi (PSG); 300’üne trasyon yapılmış ve 450 hasta OSAS tanısı almışr. Bu araşrmada 116 kayıt değerlendirilebilmişr. Bulgular: Araşrmaya alınan hastaların yaş ortalaması 45,5±14,5’dir; %62’si erkekr. Hastaların %45’i Nöroloji, %26’sı Kulak Burun Boğaz (KBB) ve %7’si Göğüs Hastalıkları kliniği tarandan yönlendirilmişr. %73 hasta OSAS ön tanısıyla incelenmişr. PSG için ortalama randevu süresi 84,2 gündür. Hastaların %35’inin KBB bakısı yapılmışr. KBB bakılarının %62,5’i PSG’den sonra yapılmışr. Göğüs hastalıkları bakısı yapılan hasta oranı %9’dur ve %70’i PSG’den sonra yapılmışr. Raporlar PSG’den sonra ortalama 56,8 günde yazılmışr. Son tanılar hastaların çoğunda (%73,3) OSAS’r. Titrasyonu için randevu süresi ilk PSG’den sonra ortalama 124,1 gündür. Ön tanısı OSAS olan 79 hastanın 72’si PSG sonrası OSAS tanısı almışr. Ön tanılar ile son tanılar anlamlı derecede uyumludur (p<0,01). Sonuç: Sonuç olarak, iki yataklı uyku merkezinin kapasitesi ar rıldığında OSAS’lı hastaların hem tanı hem de tedavi sürecindeki gecikmelerin önüne geçilecek ve sağlık hizme daha iyi olacakr. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS141 PS142 UYKU LABORATUVARINA BAŞVURAN KADIN VE ERKEKLERDE KLİNİK PREZENTASYON FARKLI MIDIR? APNE-HİPOPNE İNDEKSİ İLE AKCİĞER VOLÜMLERİ VE HAVA YOLU REZİSTANSI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN TANIMLANMASI NEŞE DURSUNOĞLU , SİBEL ÖZKURT PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİMDALI Amaç: Obstrükf uyku apne (OSA)’lı kadınlar, ailesel yaşam tarzlarına ve sosyo-kültürel faktörlere bağlı olarak olduğundan daha az teşhis edilebilmektedir. Bu çalışmada, uyku kliniğimize başvuran hastalarda başvuru semptomları ve eşlik eden medikal hastalıklar açısından cinsiyet farklarını incelemeyi amaçladık. GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , GÜLFEM YURTERİ , AYLİN ÖNGEL , ALİ TANJU OĞUZ , HALUK CELALEDDİN ÇALIŞIR SB SUREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ E.A HASTANESİ Amaç: Çalışmamızda, akciğer hacimleri ve hava yolu dirençleri ile değişik şiddeeki OUAS olguları arasındaki ilişkiyi tanımlamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Uyku kliniğine başvuran 20 kadın (%21) ve 71 erkek (%78), toplam 91 hasta çalışmaya alındı. Hastalardan detaylı bir uyku anamnezi ve medikal anamnez alındı. Tüm hastalar Epworth uykululuk skalası (ESS) ile sorgulandı ve tüm gece diyagnosk uyku çalışmasına yapıldı. Apne ve hipopnelerin toplam sayısı saat başına olarak hesaplandı ve apne-hipopne indeksi (AHİ) olarak verildi Bulgular: Yaş, beden kitle indeksi, kan basınçları ve ESS kadın ve erkek arasında önemli bir fark göstermezken, AHİ erkekte (29.1±22.7) kadınlardan (17.9±17.7, p<0.05). anlamlı ölçüde daha yüksek. Horlama kadın (%95) ve erkekte (%90) en sık semptom idi. Başvuru yakınmaları arasında, sadece sabah başağrısı (12 kadın %60 ve 31 erkek %43 p: 0.04) ve sabah ağız kuruması (10 kadın %50 ve 57 erkek %80) kadın ve erkek arasında fark gösterirken, medikal hastalıklar arasından sadece hiporoidizm (4 kadın %20 ve 3 erkek %4 p=0.03) ve depresyon (9 kadın %45 ve 16 erkek %22 p=0.02) kadında erkeğe göre istasksel olarak daha yüksek bulundu. Sonuç: Birinci basamaktaki hekimler kadındaki OSA konusunda uyanık olmalı ve sabah başağrısı gibi nonspesifik semptomlarla gelinse bile uyku çalışması için gönderilen hastanın önemini bilmelidirler. Hiporoidizim ve depresyon da özellikle kadında uyku bozuklukları ile ilişkilidir. SB Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğim Araşrma Hastanesi Göğüs 6 Kliniğinde, merkezimiz uyku laboratuarında Ocak 2008- Mayıs 2008 tarihleri arasında polisomnografi tetkiki uygulanmış 26’sı (%24.8) kadın ve 79’u (%75.2) erkek, toplam 105 olgu ile yapıldı. Kimlik bilgileri, vücut kitle indeksi, boyun çevresi, ek hastalık durumu, sigara anamnezi ve Epworth uykululuk skalasını içeren hasta bilgi formu doldurulan olgulara tüm vücut plesmografisi uygulandı. Solunum fonksiyon testleri, akciğer hacimleri ve hava yolu dirençleri yaşa, boya ve kiloya göre beklenen % değerlerine göre kayıt edildi. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 48.89±11.25, BMI ortalaması 30.79±5.02, boyun çevresi ortalaması 41.73±3.93 idi. Olguların % 54.28 inde tanı konmuş ek hastalık yok iken hipertansiyon hastaların %40.95’ine eşlik ediyordu. %66.6’sında sigara kullanımı mevcuu. Apne/ hipopne indeksine göre 4 gruba ayrılan hastaların; %25.7’sine basit horlama, %21.9’una hafif OUAS, %22.9’una orta OUAS, %29.5’ine ise ağır OUAS tanısı kondu.Çalışmamızda ağır OUAS grubunda ekspiratuar rezerv volüm, basit horlama, hafif OUAS ve orta OUAS grubuna göre düşük bulundu. Bakılan diğer parametrelerde farklılık saptanmadı. Hastaların diğer özelliklerinden BMI ve boyun çevresi ağır OUAS grubunda yüksek bulunurken hastalık şiddene göre ESS’de gruplar arasında fark bulunmadı. Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda OUAS şidde hava yolu direnci ve akciğer hacimlerinden etkilenmemektedir. 195 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 196 10 NİSAN 2009 PS143 PS144 METEOROLOJİK OLAYLAR REKÜRREN SPONTAN PNÖMOTORAKSTA RİSK FAKTÖRÜ MÜDÜR? TRAKEA STENOZLARINDA ONBEŞ OLGUNUN ANALİZİ BURÇİN ÇELİK 1, HASAN DEMİR 2, MEHMET ALİ YILMAZ 2 , KAMİL FURTUN 2 EKBER ŞAHİN 1, ŞULE KARADAYI 2, AYDIN NADİR 1, BURÇİN ÇELİK 1, MELİH KAPTANOĞLU 1 1 19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI,SAMSUN 2 SAMSUN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ HASTANESİ,SAMSUN CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, SİVAS, TÜRKİYE 2 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI, SİVAS, TÜRKİYE Amaç: Amaç: Çalışmanın amacı, meteorolojik koşullar ile spontan pnömotorakslı (SP) hastalardaki rekürrens atakları arasındaki ilişkiyi incelemekr. Bu çalışmada benign ya da malign nedenlerle trakea stenozu gelişen hastalarımızın tanı ve tedavi sonuçlarını incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Bölgemizde Ocak 2004-Aralık 2008 arasında rekürren spontan pnömotoraks tanısı ile başvuran 52 hasta çalışmaya dahil edildi. Meteorolojik veriler meteoroloji bölge müdürlüğünden elde edildi. Semptomların başladığı gün ve öncesindeki üç gün pnömotorakslı günler olarak kabul edildi. Veriler pnömotorakslı ve pnömotorakslı olmayan günler arasında karşılaşrıldı. Haziran 1992-Ekim 2008 tarihleri arasında, trakea stenozu tanısıyla tedavi eğimiz onbeş hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar lezyonun türü, lokalizasyonu, tedavi yöntemleri ve sonuçları açısından değerlendirildi. Bulgular: Veriler 60 aylık (1827 gün) bir dönemi kapsamaktaydı. Hastaların 46’sı (%88) erkek, alsı (%12) kadındı. Otuz (%57) hastada primer SP 22 (%43) hastada sekonder SP saptandı. Yaş ortalaması 37.2±16.7 yıl idi. Çalışma döneminde 106 SP atağı tespit edildi. SP atakları mevsimler arasında en sık sonbaharda, aylar arasında ise Ocak ve Kasım aylarında izlenmekteydi. Pnömotorakslı ve pnömotorakslı olmayan günler arasında atmosferik basınç, ısı ve nem açısından istasksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Pnömotorakslı günlerdeki atmosferik basınç farklarına bakıldığında istasksel bir fark bulunmadı. En genç hasta 8, en yaşlısı 70 ve ortalama yaş 39.2±23.2 yıldı. Al hastada trakeostomi (%40), beş hastada (%33.3) uzamış entübasyon, dört hastada (%26.7) ise malignite nedeniyle darlık gelişmiş. Tanı için en sık rijit bronkoskopi (%93) kullanıldı. Sekiz (%53) hasta konservaf yöntemlerle tedavi edildi. Onbir (%73) hastada ilk tedavi olarak diatermik rezeksiyon uygulanırken, bunlardan beşine (%45) trakeal slikon stent, dördüne (%36.4) ise rezeksiyon ve uç-uca anastomoz yapıldı. Dört (%26.7) hastada morbidite izlenirken, malignite nedeniyle stent uygulanan iki hasta (%13.3) kaybedildi. Postoperaf tüm hastalara bronkoskopik kontrol yapılırken, stent uygulanan dört hastanın stentleri çıkarıldı. Bu hastalar problemsiz olarak takip edilmektedir. Sonuç: Sonuç: Bölgemizde, rekürren SP ile meteorolojik olaylar arasında bir bağlan bulunmadı. Bazı aylarda ve mevsimlerde ataklar daha sık. Spontan pnömotorakslı hastalarda rekürrens ataklarında meteorolojik olayların risk faktörü olmadığına inanıyoruz. Son yıllarda gelişmiş yoğun bakım hizmetlerinin olumsuz bir sonucu olarak trakea stenozları arş göstermektedir. Bu hastaların tedavisinde cerrahi ile %71-97, konservaf yöntemlerle ise %65-70 başarı bildirilmektedir. Özellikle benign trakea stenozlarında, konservaf yöntemlerin denenmesi, başarılı olunmayan durumlarda cerrahi uygulanmasının doğru olduğu düşüncesindeyiz. TEDAVİ YAKLAŞIMLARI; 1 Bulgular: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS145 PS146 THE ROLE OF THORACOSCOPY FOR THE DIAGNOSIS OF HIDDEN DIAPHRAGMATIC INJURIES IN PENETRATING THORACOABDOMINAL TRAUMA BRONKOJENİK KİSTLER; 14 OLGUNUN ANALİZİ REZA BAGHERİ MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE Aim: Pnetrang thoracoabdominal stab wound may cause diaphragmac and abdominal organs laceraon and 1520% of these paents who are stable and managed by conservave treatment may have hidden diaphragmac injuries that would lead to chronic diaphragmac hernia finally, so a safe and exact diagnosc method for evaluaon of occult diaphragmac injuries is very valuable. In this study we have assessed accurate diagnosc value of thoracoscopy in diagnosing occult diaphragmac injuries in penetraon thoracoabdominal stab wound. Method: Thirty paents with Pnetrang thoracoabdominal injuries with inclusion criteria (who were stable hemomodynamically and didn’t need emergent exploraon) were enrolled in this study. They underwent thoracoscopy to evaluate probable diaphragmac injury, From March 2005 to October 2007. Diaphragmac injuries were repaired via thoracoscopy or laparatomy and all paents were evaluated for chronic diaphragmac hernia by CT-scan, 6 month later and with sasfacc analysis hidden diaphragmac injury calculated. Results: Mean age was 26.2 years and M/F was 5:1. We observed 5 hidden diaphragmac injuries (16.7%) in thoracoscopic evaluaons that 3 cases (9.9%) were repaired through thoracoscopic approach and laparatomy was inevitable in 2 (6.6%) paents. Lung paranchymal laceraon was seen in 2 paents (6.6%) that repair performed with thoracoscopy and intra abdominal injury was seen in 1 paent (3.3%), that repair performed with loparatomy. Any complicaon wasn’t reported aer thoracoscopy and there wasn’t any evidence of chronic diaphragmac hernia in chest and abdominal CT-scan that was performed 6 month later so the diagnosc accuracy of thoracoscopy in occult diaphragmac injuries in our study was 100%. CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Bronkojenik kistler akciğer hilusu, mediasnum, pulmoner parankim ve nadiren de ekstratorasik yerleşimli olabilen akciğerin konjenital hastalıklarındandır. Kliniğimizde cerrahi uygulanan bronkojenik kist olguları değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Ocak 2003- Haziran 2008 arasında bronkojenik kist tanısı alan 14 olgu retrospekf olarak değerlendirildi. Olgular yaş, cinsiyet, semptomlar, fizik muayene bulguları, radyolojik incelemeler, preoperaf incelemeler, cerrahi metod, morbidite ve mortalite açısından incelendi. Bulgular: Yaşları 8 ile 80 arasında değişen, 8’i erkek 6’sı kadın olgunun yaş ortalaması 43,5 olarak hesaplandı. Semptomak 8 olguda (%57) en sık semptom öksürük ve göğüs ağrısıydı. Fizik muayenede sadece 4 olguda anlamlı bulgu saptandı. Direk grafi ile belirlenen lezyonlar toraks bilgisayarlı tomografisi ile değerlendirildi. Kisk/solid lezyon ayırımının yapılamadığı iki olguya MRG ve PET/ BT inceleme yapıldı. Olguların 11’inde bronkojenik kist akciğer parankimi yerleşimli iken 3 olgu ise mediasten yerleşimliydi. Bronkojenik kistlerin 8’i sağ 6’sı sola yerleşmiş. Parankimal bronkojenik kistler geniş wedge rezeksiyonla, mediasnal bronkojenik kistler total olarak eksize edildi. Cerrahi tedavi sonrası 1 olguda pulmoner emboli geliş. Medikal tedavisi uygulandı. Olguların tamamı halen klinik takibimizdedir. Olgularımızda nüks saptanmadı. Sonuç: Bronkojenik kistlerde tanı kesin olarak cerrahi sonrası histopatolojik inceleme ile konmaktadır. Bütün bronkojenik kistler cerrahi olarak rezeke edilmelidir. Cerrahide en önemli unsur bronkojenik kiste ait epitelyal dokusunun tam eksizyonudur. Uygun olmayan eksizyonlar nüks olarak karşımıza çıkacakr. Conclusion: Because high diagnosc accuracy rate, minimal invasively and diagnosc and treatment ability of thoracoscopy we recommended that performed thoracoscopy in all clinically stable paents with penetrang thoracoabdominal stab wound. 197 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS147 PS148 ÇOCUKLUK ÇAĞI AKCİĞER DEV HİDATİK KİSTLERİNDE CERRAHİ TEDAVİ UZAMIŞ HAVA KAÇAĞINDA HEİMLİCH KULLANIMI,ERCİYES ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ RECEP DEMİRHAN 1, HAKAN KIRAL 2, İRFAN YALÇINKAYA 2 , ERDİNÇ AVŞAR , MEHMET BİLGİN , FAHRİ OĞUZKAYA , LEYLA HASDIRAZ , ALİ KAHRAMAN DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 2 SÜREYYAPAŞA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI 1 VALVE Amaç: Amaç: Hidak kist hastalığı; Türkiye’de ve dünyada insan sağlığını tehdit eden paraziter bir hastalıkr. Parazin yayılımına bağlı olarak başta karaciğer ve akciğer olmak üzere tüm organ sistemlerinde giderek büyüyen kistler görülür. Çocuklarda en sık yerleşim yeri akciğerdir. Uzamış hava kaçağı hastanede kalış ve göğüs tüpünün süresini uzar ve böylelikle ek maliyete neden olur.Bu çalışmanın amacı uzamış hava kaçaklı hastalarda heimlich valvi kullanılarak ortalama hastanede kalış süresini ve ek maliyetlerin azallmasıdır. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: 1997–2008 yılları arasında akciğer hidak kist tanısı ile opere edilen 104 olgudan herhangi bir eksende çapı 10 cm’nin üzerinde olan ve çocukluk çağı yaş gurubundaki 20 olgunun sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Olguların yaşları 6 ile 15 yaş arasında değişmekteydi. Dev hidak kistlerin sağ akciğerde daha sık ortaya çıkğı gözlendi. Olguların tümünde ortak şikâyet öksürük, göğüs ağrısı, halsizlik gibi nonspesifik solunum sistemi semptomları idi. Olgularımızda en spesifik tanı aracı bilgisayarlı tomografi oldu. Bulgular: Tüm olgulara kas koruyucu torakotomi ile cerrahi girişim yapıldı. Ondört (%70) olguda kistotomi-kapitonaj, 5 (%25) olguda kistotomi, 1 (%5) olguda enüklasyon uygulandı. Operaf mortalite olmadı, ancak postoperaf dönemde beş (%25) olguda komplikasyon geliş; 3 olguda uzayan hava kaçağı, bir olguda pnömoni ve bir olguda plevral ampiyem izlendi. 10 günün üzerinde uzayan hava kaçağı olan bir olguya ikinci kez torakotomi yapıldı. Sonuç: Çocukluk çağı akciğer dev hidak kistlerinde seçilecek tedavi yöntemi cerrahidir. Ancak postop dönemde komplikasyon gelişme olasılığı basit akciğer kistlerinden daha yüksekr. 198 Ocak 2007 -Aralık 2008 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Tıp merkezinde uzamış hava kaçağı tespit edilen 10 hasta (3’ü bayan 7’si erkek ,ortalama yaş 41 ) çalışmamıza alındı.Hastaların hava kaçakları vardı ve bu hastalarda cerrahi öncelikli değildi Hastalar 1,haa 2,haa ve iyileşinceye kadar haalık kontrollere çağrıldılar.Hastalar kontrollerinde direkt akciğer röntgenogramlarıyla değerlendirildiler Bulgular: On hastanın tümünde 10 ila 30 gün içinde hava kaçağının kesilmesi ile tatmin edici expansiyon mevcuu. Drenlerin çekilmesine 3 aylık takip sonrasında karar verildi. Bu işlemden sonra hiçbir komplikasyon olmadı. Sonuç: Cerrahi öncesi uzamış hava kaçağının takip ve tedavisinde ,heimlich valvi basit fakat çok faydalı bir cihazdır.Uzamış hava kaçağında effekf bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Sonuç olarak ,uzamış hava kaçaklı hastalarda heimlich valvi kullanımı ortalama hastanede kalış sürecini ve ek maliyetleri azaltan minimal morbiditeyle ilişkilidir TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS149 PS150 TRAKEOBRONŞİAL YABANCI CİSİMLER; 25 OLGUNUN ANALİZİ PECTUS EXCAVATUM ONARIMINDA NUSS VE RAVİTCH OPERASYON TEKNİKLERİNİN ERKEN DÖNEM SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI CEMİL DENİZ YORGANCILAR , ALİ ÇELİK , ÖZGÜR KARAKURT , SEDAT DEMİRCAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ Amaç: Yabancı cisim aspirasyonu her yaşta görülmekle beraber daha çok çocukluk yaş grubunda sıkr. Hava yolunun bir kısmının ya da tamamının kanmasına bağlı olarak farklı belir ve bulgularla seyreden acil müdahale edilmezse ölüme sebep verebilen bir durumdur. Kliniğimizde yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle müdahale uygulanan olgular değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Ocak 2003- Ocak 2008 arasında yabancı cisim aspirasyonu öntanısı ile girişim uygulanan 25 olgu retrospekf olarak değerlendirildi. Olgular yaş, cinsiyet, ilk başvuru şikayetleri, diğer şikayetleri, geliş süreleri, sosyoekonomik düzey, fizik muayene bulguları, radyolojik incelemeler, yabancı cisimin yeri ve natürü açısından incelendi. Bulgular: Yaşları 6 ay-66 yaş arasında değişen 16’sı erkek 9’u kadın olgunun yaş ortalaması 18 olarak hesaplandı. Semptomak olgulardaki en sık başvuru semptomu ani başlayan öksürüktü. Solunum sıkınsı, hırıllı solunum, morarma diğer yakınmalardı. Kırsal kesimden gelen ve sosyoekonomisi düşük olan hasta sayısı az miktardaydı. Olguların önemli bir çoğunluğu ilk 24 saae başvuran hastalardı. Hastaların yarısında fizik muayene bulguları anlamlıydı. Ancak fizik muayene bulgusu olmayıp arkaön akciğer grafisinde (PAAG) pozif bulgusu olan 8 olgu saptandı. Yabancı cisimlerin 15’i organik 9’u inorganik yapıdaydı. ÖMER ÖNAL , MEHMET BİLGİN , LEYLA HASDIRAZ , FAHRİ OĞUZKAYA , ALİ KAHRAMAN ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, KAYSERİ. Amaç: Çocuklarda en sık rastlanılan göğüs duvarı deformitesi olan Pectus Excavatum (PE) yaklaşık 400–1000 canlı doğumda bir görülmektedir. Hastalarda tedavi olma isteği daha çok estek ve psikolojik nedenlere dayanmaktadır. Bu çalışmanın amacı PE tedavisinde Nuss ve Ravitch operasyon tekniklerinin erken dönem sonuçlarını karşılaşrmakr. Gereç ve Yöntem: Mart 2004–Kasım 2008 tarihleri arasında PE nedeniyle 26 hastaya (17 erkek, yaşları 2,5–36 yıl ortalama yaş 13,3 yıl) Nuss ve 24 hastaya (18 erkek, yaşları 5–24 yıl ortalama yaş 11,4 yıl) Ravitch tekniği uygulandı. Ortalama operasyon süresi Nuss grubunda 40 dakika (28–56dakika), Ravitch grubunda ise 165 dakika (125–240dakika) idi. Bulgular: Postoperaf hasta memnuniye değerlendirildi. Nuss uygulanan 24 hastada (%92,3) mükemmel ve 2 hastada (%7,7) yeterliydi. Nuss grubunda iki hastada (%7,7) pnömotoraks görüldü. Bir hastada spontan olarak gerileyen pnömotoraks geliş. Ravitch rekurrens olan ve Nuss uygulanan bir hastada (%3,8) %20 pnömotoraks geliş ve tüp torakostomisi uygulandı. Bir hastada operasyondan bir ay sonra kırılmış olan absorbablestabilizer çıkarılıp non-absorbable ile değişrildi. Hastanede ortalama yaş süresi Nuss grubunda 4,7 gün (4–6 gün), Ravitch grubunda 6,3 gün (5–8 gün) idi. Sonuç: Sonuç: Bu çalışma yabancı cisimlerin çocuklar kadar erişkinler için de önemli olduğu ve fizik muayene ile radyolojik değerlendirmenin hasta için önemi vurgulamaktadır. Ravitch tekniğinde insizyonun önde ve büyük olması kötü iyileşme nedeniyle hoş olmayan estek sonuçlara yolaçabilir. Oysa Nuss operasyonunda insizyonun lateralde ve küçük olması, operasyon süresi ve kanama miktarının çok az olması tekniğin önemli avantajlarıdır. Daha az invaziv bir yöntem olan Nuss tekniği düşük komplikasyon oranları ile hastanede yaş süresini azaltan, tatmin edici sonuçları ile yüksek hasta memnuniye sağlayan bir cerrahi yaklaşımdır. 199 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS151 Gereç ve Yöntem: ÖZOFAGUS YANIKLARINDA ERKEN ÖZOFAGOSKOPİ GEREKLİ MİDİR? Haziran 2003-Haziran 2008 tarihleri arasında pediatrik penetran toraks travması nedeniyle yatarak tedavi gören 90 olgu retrospekf olarak incelenmişr EKBER ŞAHİN , BURÇİN ÇELİK , AYDIN NADİR , MELİH KAPTANOĞLU , VELİ ÖZBEK , HAKAN SARZEP CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ABD. Amaç: Bu çalışmada koroziv özofajit tanısıyla takip edilen hastalarda erken dönemde özofagoskopiye gerek olup olmadığını inceledik. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde 1998-2008 yılları arasında koroziv özofajit tanısıyla takip edilen hastalar geriye dönük olarak irdelendi. Geç dönemde oluşabilecek komplikasyonları belirlemek amacıyla hastalara ulaşıldı. Hastalar koroziv madde alım nedeni, komplikasyonlar, tedavi yaklaşımları açısından değerlendirildi. Bulgular: Takip edilen 124 hastanın 64’ü (%51.6) erkek, 60’ı (%48.4) kadın idi. Koroziv maddeleri hastaların 102’sinin (%82) kazara, 22’sinin (%18) inhar amaçlı aldıkları tespit edildi. En sık rastlanılan koroziv maddeler çamaşır suyu ( n=50, %40.3) ve tuz ruhu (n=33,(%26.6) idi. Kazara koroziv madde alan grupta miktar 66±58.3 ml iken, inhar amaçlı alan grupta miktar 190±208.3 ml olarak belirlendi (p<0.012). Erken dönemde hastalara özofagoskopi yapılmadı. Serimizde perforasyon ve mortalite saptanmadı. Bulgular: Olguların 7 si kız, 83 ü erkek idi. Yaş ortalaması kız olgularda 8,95 yıl (3-14) iken erkek olgularda 13,36 yıl ( 3-15) idi. Travma etyolojisi 69 olguda kesici delici alet yaralanması (KDAY) iken 21 olguda ateşli silah yaralanması (ASY) idi. Kız olgularda travmaların tamamı ASY’ye bağlı geliş. Otuzdört hastada pnömotoraks, 32 hastada hemotoraks, 19 hastada hemopnömotoraks ve 7 olguda görülen parankimal kontüzyon en sık görülen torasik patolojilerdi. 6 olguda yandaş yaralanma saptandı. Ondört olguda acil operasyon yapıldı ( 10 torakotomi, 1 duvar onarımı, 1 torakotomi+duvar onarımı, 2 laparotomi). 4 olguda geç dönem operasyon uygulandı. En sık acil torakotomi sebebi parankim yaralanması ve buna bağlı gelişen masif hemotoraks. En sık geç dönem torakotomi nedeni ise hematom drenajı ve yabancı cisim çıkarılması idi. Serimizde mortalite yoktu. 1 olgu postoperaf periodda 1 gün mekanik venlatöre bağlı takip edildi. Morbidite, 11 hastada atelektazi, 2 hastada yara yeri enfeksiyonu, 2 hastada ekspansiyon kusuru ve 1 hastada AC enfeksiyonu olarak gerçekleş. Ortalama hastane yaş süresi 6,53 gün (2-28) iken ortalama yoğun bakım yaş süresi 2,61 gün (0-18) idi. Sonuç: Pediatrik penetran toraks travmalı olguların çoğunun tedavisinde konservaf yaklaşım ve tüp torakostomisi yeterlidir. Ancak cerrahi gereken hastalara zaman geçirmeden müdahale yapılmalıdır Sonuç: Klinik ve radyolojik olarak perforasyon saptanmayan hastalarda takip süresinin kısa tutulmasını ve erken özofagoskopiye gerek olmadığını düşünüyoruz. PS153 ÖZEFAGUS KANSERİNDE CERRAHİ SONUÇLARIMIZ ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI , FUAT SAYIR , ÖZTEKİN ÇIKMAN , AYTAÇ SAYIN , MEHMET NUH BÜYÜKBERBER PS152 PENETRAN PEDİATRİK TORAKS TRAVMALI OLGULARIMIZIN ANALİZİ Amaç: REFİK ÜLKÜ , SERDAR ONAT , ALPER AVCI , AHMET NASIR Kliniğimizde; 2005-2008 yılları arasında özefagus kanseri nedeniyle opere eğimiz 105 hastayı retrospekf olarak incelemek. DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAK Gereç ve Yöntem: Amaç: Bu çalışmada penetran toraks travması nedeniyle kliniğimizde yatan pediatrik yaş gurubu hastalara uygulanan tedavi yaklaşımları değerlendirilmişr. 200 VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Ocak 2005-kasım 2008 yılları arasında Endoskopik biopsi sonucu tanısı konmuş 105 hasta; cinsiyet,yaş,başvuru semptomları ,radyolojik bulguları dikkate alınarak operasyona alındı ve retrospekf olarak incelendi. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Kliniğimizde özefagus kanseri tanısıyla 29-82 yaş arasında 105 hasta opere edildi.62’si erkek 43’ü kadındı.Belirler; %82’de disfaji,%51’inde kilo kaybı, %45’inde retrosternal ağrı-rejürjitasyon idi.%61’inde alt özefagusta,%32’inde orta özefagusta,%7’sinde üst özefagusta tümör tesbit edildi.Alınan endoskopik biopsilerde %87’sinda squamöz cell karsinom,%13’ünde adenokarsinom tesbit edildi. Radyolojik tetkik sonrası metastaz saptanmayan tüm olgular operasyona alındılar.Hastaların 92’sine özefagus parsiyel rezeksiyonu+proksimal mide rezeksiyonu ve rekonstriksiyon uygulandı.5 hastaya transhiatal girişim ile totale yakın özefajiyektomi+proksimal gastrektomi + boyunda rekonstriksiyon .8 hastaya parsiyel özefagus rezeksiyonu+total mide rezeksiyonu+ jejunum veya kolon ile rekonstriksiyon yapıldı.Vakalardan 5’i evre II, 71’i evre III ve 29’u evre IV idi.Üç vakada erken dönem anostomoz kaçağı tespit edilip reoperasyona alındı. Erken komplikasyonlar (ilk yedi gün): anostomoz kaçağı %5 ,atelektazi %2 ve kontrlateral hemotoraks %8.Geç komplikasyonlar:Fistül %0.95 ve atelektazi %1.9.Operaf mortalite bir olguda görüldü.Geç dönemde 7 olguda rekurrens ve 13 olguda stenoz tesbit edildi. Sonuç: Kliniğimizdeki eğilim; eğer metastaz yoksa, cerrahi sınırları zorlayarak küraf veya palyaf rezeksiyon yapmaya yönelikr. PS154 TRACHEOBRONCHOPULMONARY CARCINOID TUMORS: 10 NİSAN 2009 diagnosc procedures before treatment, treatment and its complicaons and the 3- year survival. The factors influencing the survival were analyzed using Stascal Package for the Social Sciences (SPSS) and exact fisher test. Results: M/F was 16/24 with mean age 34.4 years. Their most common symptoms were coughing (90%) and hemoptysis (25%). The le main bronchus was the most common site of involvement (25%). 95% of all cases underwent surgery and 5% because distant metastasis on admission underwent chemoradiotherapy without surgery. The most common surgical procedure was lobectomy or biloectomy (57.8%). Bronchial sleeve resecon was performed on 10.4% of the paents. The most common pathology was the typical form (90%) and 5% of the madiasnal lymph nodes were involve (all of the atypical type). Carcinoid syndrome was seen in one paent (2.5%) and post operave adjuvant treatment were done in 5% of paents aer surgery because mediasnal lymph node involvement. Post- operave recurrence of the tumor occurred in one paent (2.6%) of the atypical form with mediasnal lymph nodes involvement. The most common complicaon of surgery was a long- term air leakage aer operaon (10.4%) and the surgical death rate was 0%. 3- Year survival was 92.5%. The factors mostly influencing the survival included the pathological type, early distant metastasis and mediasnal lymph node involvement. Conclusion: Carcinoid tumors have mostly been responsive to surgical intervenon, resulng in a long term survival. Postoperave adjuvant therapy is only required in cases with distant metastasis or in lymphac involvement with an atypical pathological type. REZA BAGHERİ , SEİED ZİAOLLAH HAGHİ MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE PS155 Aim: PULMONECTOMY AT COMBINATION OF TUBERCULOSIS AND PLEURAL EMPYEMA Carcinoid tumors are a type of neuroendocrine tumors which usually involve the upper airways and paents most oen complain of cough and hemoptysis. They are divided into typical and atypical types. The treatment of choice is surgical resecon and the postoperave long- term survival is good in most paents. Our objecve was studying paents with carcinoid tumor who had undergone surgery. Method: This is a descripve study which was performed from 1990 through 2007 on 40 paents with carcinoid tumor who had surgery and had been followed up for at least 3 years. The stascal analyses where based their age. sex, clinical symptoms, locaon of tumor, TULKUN KARİEV , AKRAM IRGASHEV , THORACİS SURGERY, INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN Aim: To study results pulmonectomy at combinaon of tuberculosis and pleural empyema Method: cohort analysis 201 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Results: Method: Pulmonectomy without the removal of parietal pleura was performed in 43 paents (males – 27, females - 16) at age between 22 and 45 on the background of combinaon of fibrous-cavernous tuberculosis and pleural empyema. The paents were sick with tuberculosis during 2-5 years, with pleural empyema – 6 months – 2 years. Mykobacteria of tuberculosis in sputum were found in 32 paents (74,4%), in pleural content – in 8 (18,6%). Aer pre-operave chemotherapy, sanaon of pleural cavity and general treatment, the pulmonectomy on the right was performed in 12 paents, on the le – in 31. During the operaons, the damaged lung was removed with leaving the fibrous-thickened parietal pleura. Aer the operaons, puncon sanaon of pleural cavity using anbiocs and chemopreparaons connued. Aer the operaon, bronchial fistula and pleural empyema developed in 5 paents (11.6%), pleural empyema without bronchial fistula – in 3 (7.0%), cardio-pulmonary insufficiency – in 2 (4.7%). These complicaons were eliminated by the therapeuc treatment in 4 and repeated operaons – in 6. a total of 4 paents died aer operaons: from cardio-pulmonary insufficiency – 2, from the progress of bronchial fistula, pleural empyema and arrosive intrapleural hemorrhage – 2. Good nearest effecveness of pulmonology was reached in 36 paents (83.7%), sasfactory results – in 2 (4.7%), unsasfactory – in 1 (2.3%). Post-operave lethality occurred in 4 paents (9.3%). In 2 – 10 years aer the pulmonectomy, clinical healing was established in 35 paents (89.7%) out of 39 observed. A total of 4 paents (10.3%) died, of them from the progress of tuberculosis in the remaining single lung – 1, and because of other reasons, not connected to the operaons – 3. Conclusion: 2215 paents were operated because of thoracic pathology during the last 20 years, 373 (16,83%) of them – with lung cancer. Men – 291 (78,02%), women82 (21,98%) aged 18-70 years. The disease was from 2 weeks to 2,5 years. Preoperave preparaons depended on operaon principals: ablascs, anblascs, separate treatment of root’s elements, dissecon of mediasnal ssue with lymphonodis, surgical prophylaxis of bronchus kuksa inability, with applicaon of tacocomb, new cryosurgical and laser techniques, ultrasonic cavitaon of pleural cavity. Operaons: expanded pneumonectomy – 132 (35,39%), bilobectomy – 15 (4,02%), lobectomy – 186 (49,87%), combinated resecon – 7 (1,87%), explorave thoracotomy – 33 (8,85%). Central cancer was in 241 operated (64,61%), peripheric – 132 (35,39%) including Pancosta cancer – 5. Cancer of the Ist stage (T1-2, N0 M0) – 39 (10,46%), IId stage (T1, N0-1 M0) – 72 (19,3%), IIId A stage (T1-3 N2 M0), (T3 N1 M0) – 229 (61,39%) and IIId B stage (T4 N1-2 M0) – 33 (8,85%). The most oen – planocellular cancer – 198 (53,08%) and adenocarcinoma – 95 (25,47%). Results: Postoperave complicaons – 54 (14,47%), lethality – 22 (3,73%). Clinical effect in hospital – 96,27%. Duraon of life aer explorave thoracotomy – 5-11 months. 5 years’ survival aer operaon in the cases of Ist stage cancer – 29 (74,35%), IId stage – 32 (44,44%), IIId A – 37 (16,15%). Observaons of the last years showed that the radical operaons with extensive lymph dissecon in cases of tumor T1-1 N1-2 M0 with applicaon of new technologies let improve the efficiency in close and distant period of observaon from 7 to 14 %. Conclusion: At combinaon of fibrous-cavernous tuberculosis of lungs and pleural empyema, pulmonectomy with leaving off fibrous-thickened parietal pleura is the less traumac operaon, whose nearest effecveness is 83.7%, and the remote effecveness – 89.7%. PS156 LUNG CANCER: PARTICULAR FEATURES AND RESULTS OF SURGICAL TREATMENT YAROSLAV VOLOSHYN INSTİTUTE OF PHTİSİATRY AND PULMONOLOGY, THORACİC SURGERY DEPARTEMENT Aim: To study the parcular features and results of surgical treatment of lung cancer 202 So, the results of lungs’ cancer surgical treatment depended on extension of process, histological form, paents age and adequate preoperave preparaons, radical operaon, applicaon of new technologies and correct treatment let improve efficiency in close and distant period of observaon. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS157 PS158 ENTÜBASYON SONRASI ERKEN VE GEÇ TRAKEAL KOMPLİKASYONLAR KÜNT TRAVMALARDA DİYAFRAGMA RÜPTÜRÜ GÖKAY REYHAN , YEKTA ALTEMUR KARAMUSTAFAOĞLU , İLKAY YAVAŞMAN ALBAYRAK , RÜSTEM MAMMEDOV , YENER YÖRÜK TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI SEDAT KOÇAL , YEKTA ALTEMUR KARAMUSTAFAOĞLU , TANER TARLADAÇALIŞIR , RÜSTEM MAMMEDOV , YENER YÖRÜK TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: Endotrakeal entübasyon sonrası erken ve geç dönemde görülen nadir komplikasyonlarından olan trakeal rüptür ve stenoza tedavi yaklaşımımız irdelendi. Kliniğimizde 11 yıllık periyoa künt travmak diyafragma rüptürü nedeniyle opere edilen olgular retrospekf olarak analiz edildi. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Aralık 2004-Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde 8 olgu iyatrojenik gelişen trakea hasarı nedeniyle takip ve tedavi edildi. Olguların 4’ünde trakea rüptürü, 4’ünde ise trakeal stenoz mevcuu. Trakea rüptürlü olguların 1’i kadın, 3’ü erkek ve yaş ortalamaları 37 (25-46) idi. İki olguda elekf operasyon , bir olguda acil opersyon , bir olguda ise Yoğun Bakım’da zorlu entübasyon mevcuu. Trakeal stenozlu olguların ise biri kadın, 3’ü erkek ve yaş ortalamaları 32.1 (15-43) idi. Bulgular: Trakea rüptürlü olguların tamamında boyun bölgesine lokalize ciltal anfizemi mevcuu. Ciltal anfizemi 2 olguda ilk 24 saat, 2 olguda ise 24 saat sonra görüldü. Trakea rüptürü tanısı tüm olgularda klinik olarak konuldu. Bu olguların tamamına konservaf tedavi yaklaşımı benimsendi. Tedavi sonrası mortalite ve morbidite görülmedi. Trakeal stenozlu olgularda ise 20-120 (ort.) gün önce entübasyon ve sonrasında 3-13 (ort.) gün mekanik venlatör tedavisi öyküsü mevcuu. Olguların üçüne trakea rezeksiyon ve rekonstrüksiyonu uygulandı. Genel durumu operasyona uygun olmayan paraplejik bir olguya ise bronkoskopik dilatasyon ve stent uygulandı. Bu hasta daha sonra sepsis nedeni ile öldü. Cerrahi uygulanan hastalarda komplikasyon görülmedi. Mayıs 1997-Kasım 2008 tarihleri arasında 11 künt diafragmak rüptürlü olgu opere edildi. Olguların tamamı erkek ve ortalama yaş 41,3’ tü (17-77). Eyoloji 10 olguda araç içi trafik kazası, bir olguda araç dışı trafik kazasıydı. Sekiz hasta akut diyafragma rüptürü tanısı ile acil operasyona alındı. Bunlardan alsı preoperaf tanı alırken ikisi eksploraf laporotomi esnasında tespit edildi. Geç dönemde tanı alan 3 olgudan biri travma sonrası birinci ayda, diğerleri ise 7. ve 11. yıllarında opere edildi. Akut diyafragma rüptürlerinin alsı torakotomi yoluyla onarılırken laporotomi esnasında tanı alan 2 olgu torakoabdominal insizyon ile tamir edildi. Post travmak diafragma rüptürlü geç dönemde opere edilen olgulara torakoabdominal insizyon uygulandı. Bulgular: On olguda solda, bir olguda sağda, 8-25 cm arasında diyafragma laserasyonu mevcuu. Tüm olgularda ban organları toraksa herniye olmuştu. Diyafragma tüm hastalarda primer tamir edildi. Olguların beşinde yandaş patolojiler saptandı. Travma sonrası 1. ayında ileus saptanan olguda kolon perforasyonu tespit edildi ve bu olgu postoperaf 13. günde sepsis nedeniyle öldü. Mortalite görülen diğer olgu ise postoperaf 5. gününde mul organ yetmezliği nedeni ile öldü (mortalite: % 18). Sonuç: Sonuç: Entübasyona ve trakeostomi kanın basıncına bağlı gelişen trakea hasarları nadir görülen ancak ölümcül olabilen komplikasyonlardır. Bu nedenle iyi bir klinik değerlendirme ile zamanında ve uygun tedaviye karar verilmelidir. Trakeal stenozlu olgularda ise genel durumu operasyona uygun olanlarda laser ve stent uygulamaları yerine trakeal rezeksiyon ve anastamoz tekniğinin en iyi tedavi yöntemi olduğu kanısındayız. Künt diyafragma yaralanmalarının nispeten nadir görülmesi ve büyük çoğunluğunda ciddi yandaş sistem ve organ yaralanmalarının eşlik etmesi, diyafragma hasarının gözden kaçmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle mul travmalı hastalarda diafragma rüptürü ayırıcı tanıda mutlaka akılda tutulmalıdır. Akut olgularda eşlik eden ban yaralanması yoksa torakotomi, kronik olgularda ise torakoabdominal yaklaşımın daha güvenli bir yol olacağı kanısındayız. 203 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS159 PS160 RETHORACOTOMY AT CLOTTED HEMOTHORAX AFTER PULMONECTOMY PET POZİTİF BENİGN PATOLOJİLER TULKUN KARİEV , SHAVKAT SABİROV , SHERZOD RAKHMANOV , ASLI GÜL AKGÜL 1, KORKUT BOSTANCI 2, BEDRETTİN YILDIZELİ 2, HASAN FEVZİ BATIREL 2, MUSTAFA YÜKSEL 2 1 THORACİS SURGERY, INSTİTUTE OF PHTHİSİOLOGY AND PULMONOLOGY, TASHKENT, UZBEKİSTAN 2 HAKKARİ DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ Amaç: Aim: To study medical taccs at cloed hemothorax aer pneumonectomy Method: cohort analysis Results: Rethoracotomy was performed in 52 paents (males – 38, females - 14) at age between 17 and 50 aer pulmonectomy on account of tuberculosis and other pulmonary pathologies (polycystosis, bronchiectasis, tumor). In 20 paents rethoracotomy was performed on the operaonal wound on account of massive cloed hemothorax on 3rd-10th day following pulmonectomy with removing blood clots, sanaon and draining of pleural cavity. Aer operaons, the general condion of paents was improved and smooth post-operave process was observed. During pulmonectomy, diffusion capillary hemorrhage from thoracic wall, diaphragm and mediastenal pleura was observed in 32 paents. The hemorrhage could not be stopped using generally accepted methods. Therefore, ght tamponade of hemothorax with gauze tampons saturated with aminocapronic acid was done. In 24-48 hours aer the hemorrhage was stopped, rethoracotomy was carried out, tampons were removed and thorough sanaon and draining of pleural cavity was made. Such surgical taccs turned out to be effecve in 31 paents. Aer rethoracotomy, 1 paent died in 2 days from the hepac insufficiency. Conclusion: At cloed hemothorax, the removal of blood clots aer pulmonectomy allows providing smooth postoperave period. In case if it is impossible to stop diffusion capillary intrapleural hemorrhage aer pulmonectomy, the method of choice is a ght gauze tamponade of pleural cavity for 24-48 hours followed by rethoracotomy and removal of the tampon. 204 Günümüzde akciğer kanser görüntülemesinde 18Ffloro-2-deoksi-D-glukoz pozitron emisyon tomografisi (FDG-PET)’nin invazif yöntemlerin yerini alabilirliği tarşılmaktadır. Malign akciğer ve mediyasten lezyonlarının tespinde duyarlılık ve özgüllüğü kimi serilerde %100’lere yakın gösterilmektedir ancak benign bazı lezyonlar metabolik olarak akf görünerek yanlış pozif sonuçlara neden olabilmektedir. Marmara Üniversitesi Göğüs Cerrahisi kliniğine başvuran PET tutulumu pozif ancak patoloji sonuçları benign hastalıklar ile uyumlu 15 hastamızı sunduk. Gereç ve Yöntem: Akciğer hastalığı nedeniyle PET tetkiki yaprılmış, yaş ortancası 56,9 (36-73,5) olan 15 hastada akciğerde veya mediyastende patolojik FDG tutulumu nedeniyle torakotomi (n:12), torakoskopi (n:2), mediyasnoskopi (n:1) gerçekleşrildi. Bulgular: Tümör 10 olguda periferik yerleşimli, tümör çapı 9 olguda 1,5 cm’nin üzerinde idi. SUDmax ortalaması 5,2 (2,5-15), ortancası 4,8 olan hastaların invazif girişimler sonrası patoloji sonuçları tüberküloz (n:7), sütür granülomu (n:3), Bronşiyolis obliterans organize pnömoni (n:2), sekestrasyon (n:1), aspergillom (n:1), sarkoidoz (n:1) şeklinde tümör negaf olarak alındı. Sonuç: FDG-PET ile benign ve malign lezyonların ayırımı özellikle enflamatuar lezyonlar nedeniyle zorlaşır. PET ile yanlışpozif sonuca neden olan mekanizmalar üzerinde daha ileri çalışmalar yapılmalıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS161 DEV AKCİĞER VE DEV KARACİĞER KUBBE KİSTLERİNE CERRAHİ YAKLAŞIM 10 NİSAN 2009 PS162 SERVİKAL MEDİASTİNOSKOPİ DEĞERLENDİRİLMESİ OLGULARIMIZIN HIDIR ESME , OKAN SOLAK , KUBİLAY OCALAN ABİDİN ŞEHİTOĞULLARI VAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ-GÖĞUS CERRAHİSİ AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD Amaç: Amaç: 2002 nisan-2008 aralık tarihleri arasında kliniğimizde dev akciğer ve dev karaciğer kist hidak vakalarını literatür eşliğinde incelemek. Mediasnoskopi, mediasten hastalıklarının tanısı ve akciğer kanserinin evrelemesinde kullanılan invaziv bir yöntemdir. Mediasnoskopinin etkinliğini ve güvenirliğini değerlendirmek amacıyla son 3 yılda mediasnoskopi yapğımız olgularımızı geriye dönük olarak inceledik. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Sadece hem akciğer hem karaciğerde bulunupta ikisinde de çapı 10 cm ve üzerinde olan kist hidakli olgular değerlendirilmeye alındı. Bulgular: Kliniğimizde al yıllık sürede yaşları 8-65 arasında olan alsı bayan üçü erkek dokuz hasta değerlendirildi. Aynı anda hem akciğer hem karaciğerde bulunup, iki organda da çapı 10 cm üzerindeki olgular ele alındı. Bir olguda akciğerdeki 16 cm, karaciğerdeki kisthidağin çapı 25cm idi.Diğerleinin çapı akciğerde 10-16 cm, karaciğerde 10-25 cm arsında değişmekte idi.Tüm olguların çapları bilgisayarlı tomograrafi ile ölçüldü.Yedi vakada sağ alt lobta, iki vakada sağ orta lobta idi.Çapı 16 cm olan olgudaki kist 12 yaşında kız çocuğunda olup sağ alt lobun %80 nini doldurduğu ve geri kalan kısmı havalanmadığı için rezeksiyon uygulandı.Diğer vakalara parankim koruyucu cerrahi uygulandı;kistotomi+kapitonaj yapıldı.Aynı anda diafrağma kesilerek karaciğerdeki kistlerede kisto tomi + kapitonaj yapıldı.Hiç bir vakada komplikasyon gelişmedi. Hastanede kalma süreleri 4-12 gün. Sonuç: Haziran 2005 – Kasım 2008 tarihleri arasında hastanemizde non invaziv yöntemlerle tanısı konulamayan lenf adenopali ve akciğer kanserli 33 olguya tanı ve evreleme amaçlı mediasnoskopi uygulandı. Bulgular: Olguların 25’i erkek, 8’i kadın ve yaş ortalaması 55,75±14,11 (yaş aralığı 22-82) idi. Olguların 19’unda (%57,6) tanı amaçlı, 14’ünde (%42,4) akciğer kanseri evreleme amaçlı mediasnoskopi yapıldı. Tanı amaçlı yapılan mediasnoskopi olgularında; reakf lenfadenit (n=11), granülamatöz lenfadenit (n=6), karsinom metastazı (n=2), lenfoma (n=1) idi. Evreleme amaçlı mediasnoskopi olgularının 6’sında lenf bezi metastaz müspetliği saptandı. Bir hastada pnömotoraks görüldü. Mortalite saptanmadı. Sonuç: Mediasnoskopi gerek mediasnal lenf adenopalerinin etyoljisini ortaya koymakta, gerekse akciğer kanseri evrelemesinde morbiditesi düşük, güvenilir ve etkin invaziv bir yöntemdir. Çapı ne kadar büyük olursa olsun; tüm akciğer kist hidaklerine parankim koruyucu cerrahi ve yine karaciğerdekilerede; aynı seyansta eğer kubbede ise diafrağma insize edilerek kistotomi + kapitonaj yapılmalıdır. 205 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS163 PS164 PLEURAL EMPYEMA AFTER RUPTURE OF LUNG ECHINOCOCCUS CYST INTO PLEURAL CAVITY MİNİMAL İNVAZİV PEKTUS DEFORMİTESİ ONARIMINDA MARMARA TECRÜBESİ SUNNATİLLA ABULKASİMOV , TULKUN KARİEV MUSTAFA YÜKSEL , KORKUT BOSTANCI , RIZA SERDAR EVMAN , BARKIN ELDEM , HAKAN ÖZALPER THORACİC SURGERY, INSTİTUTE OF PHTİSİOLOGY AND PULMONOLOGY Aim: To study efficiency of PLEURAL EMPYEMA AFTER RUPTURE OF LUNG ECHINOCOCCUS CYST INTO PLEURAL CAVITY Method: cohort analysis MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ ANABİLİM DALI, İSTANBUL Amaç: Pektus ekskavatum deformitesinin düzellmesinde minimal invaziv bir yöntem olan Nuss tekniği ark pek çok merkezde açık cerrahi tekniklere tercih edilirken, bu tekniğin pektus karinatum deformitesi düzellmesi için modifiye edilmiş şekli olan Abramson tekniği de giderek daha fazla kabul görmektedir. Gereç ve Yöntem: Results: The rupture of echinococcus cyst into pleural cavity and the progress of pleural empyema were observed in 23 paents (males -13, females -10) at the age from 10 to 54 years. Before hospitalizaon, the paents took medical treatment on the occasion of tuberculosis and other pulmonary pathologies. Prior to operaons, the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity was diagnosed in 6 paents. Because of lung collapse and presence of purulent pleural exudate, the non-specific pleural empyema was diagnosed in the remaining 17 paents. Complete lung collapse was observed in 7 paents, paral collapse – in 16, of them in 15 – on the right side, and in 8 – on the le side. Aer general pre-operave treatment, lung decorcaon along with the removal of the chinous coat from pleural cavity was performed in 11 paents, echinococectomy and lung decorcaon - in 4, lobectomy and pleurectomy - in 3 paents, pulmon-and pleuropulmonectomy - in 5 paents. Good clinical effect was achieved in all operated paents. Conclusion: Pleural empyema aer the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity is usually diagnosed unmely because of diagnosc difficules. Depending on the condions of a collapsed lung and pleural cavity, surgical treatment at this pathology is highly effecve and involves a wide range of surgeries – from decorcaon to pulmonectomy 206 Ağustos 2005 – Ocak 2009 tarihleri arasında pektus deformitesi tanılı 90 olgu anabilim dalımızca opere edildi. Yaşları 7 ile 34 arasında değişen (ortalama 17.2) olgulardan 80’i erkek 10’i kızdı. 80 olguya pektus ekskavatum tanısıyla Nuss operasyonu uygulanırken 10 olguya pektus karinatum tanısıyla Abramson operasyonu uygulandı. Bulgular: Deformite 59 olguda simetrik, 31 olguda asimetrik idi. Olguların 45’inde tek bar ile düzelme sağlanırken PE tanılı 39 olguda çi bar, 6 olguda ise 3 bar yerleşrilerek deformitenin düzelmesi sağlandı. Pektus karinatum tanılı 10 olgudan son 8’inde taramızdan gelişrilen özel tasarım karinatum barları kullanıldı. Operasyon süresi 20 ile 180 dakika (ortalama 70) arasında değiş. Üç olguda bar mekanik sorunlar nedeniyle revize edildi. İki olguda yetersiz düzelme nedeniyle ikinci bir seansta birer adet ek bar yerleşrildi. Ağrı kesicilerle kontrol alna alınamayan ağrı sebebiyle, çi bar yerleşrilen bir pektus ekskavatum olgusunda ve bir pektus karinatum olgusunda barlar ilk bir ay içinde çıkarldı. Uygulanan hasta memnuniye anketlerinin değerlendirilmesinde hastaların %90’ının sonuçtan çok memnun olduğu görüldü. Barların hiçbiri henüz çıkarlmadı. Sonuç: Minimal invaziv pektus deformitesi onarım teknikleri, kısa ameliyat süreleri, düşük morbidite ve yüksek hasta memnuniye oranları ile tercih edilen düzeltme yöntemleri olmalıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS165 PS166 MORPHOGENESIS OF THE LUNG PRECANCER AND CANCER ATELEKTAZİ LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KARSİNOMUNDA (KHDAK) SAĞKALIMI UZATIYOR SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT Aim: To study morphogenesis, histogenesis and pathomorphology of the lung precancer and cancer. Method: YILMAZ BÜLBÜL 1, BÜLENT ERİŞ 1, ASIM ÖREM 2, AYHAN GÜLSOY 1, FUNDA ÖZTUNA 1, TEVFİK ÖZLÜ 1, SAVAŞ ÖZSU 1 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, TRABZON 2 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, TRABZON 1 Amaç: The object of invesgaon included cut fragments of the lung due to chronic scleroc changes and tumoral process in the lungs in 18 paents (of them 12 were males and 6 females). Paraffin slices of ssue were stained with hematoxiline and eozine, RNA by Brashe, DNA by Felgen and Shick-reacon. TNM evreleme sisteminde atelektazi negaf prognosk işaret olarak alınmaktadır. Ancak önceki retrospekf bir çalışmamızda atelektazi sağkalımda arş ile ilişkili bulunmuştu. Bu çalışmada atelektazi ve/veya obstrükf pnömoninin (AO) KHDAK olgularında sağkalım üzerine etkisinin prospekf olarak incelenmesi ve ala yatan olası mekanizmanın irdelenmesi amaçlanmışr. Results: Gereç ve Yöntem: The lesion of bronchial epithelium with lower layer of basal cells was considered as inial process of central cancer. There was noted development of basal cell hyperplasia, squamous metaplasia and atypical dysplasia due to impairment of cellular differenaon in the damaged focuses. Morphogenesis of squamous metaplasia of bronchial epithelium was a result of enhanced proliferaon and delayed differenaon of basal cells in the focuses of desquamous integmentary epithelium. In some sizes of squamous metaplasia there were revealed focuses of atypical hyperplasia that were nor differ from carcinoma in situ in relaon to cell ploidy. The occurrence of focuses of atypical hyperplasia, squamous metaplasia, dysplasia of different degree on the stem bronchus was considered as histogenic resource of the central cancer. Histogenesis of the lung peripheral cancer was differed from histogenesis of the central cancer because of presence of different various cells in the dysplasia focuses such as columnar, basal, mucociliary, goblet cells, alveolocytes. These data confirmed that glandular tumors were prevailed among peripheral forms of lung cancer revealed by us. Çalışma, Nisan 2006-Nisan 2008 arasında kliniğimizde takip edilen ileri evre KHDAK hastaları üzerinde gerçekleşrildi. Hastaların başvuru sırasındaki klinik ve laboratuar özellikleri kaydedildi. Toraks CT’de AO varlığı veya yokluğuna göre olgular iki gruba ayrıldı. Atelektazide sağkalım arşını açıklaması muhtemel parametreler (erken tanı alma durumu, atelektak alandaki immüniteyi güçlendirebilecek enflamasyon veya tümör beslenmesini azaltabilecek şantlar) yönünden periferik kanda CEA, CRP, LDH, hemoglobin, trombosit ve lenfosit sayıları çalışıldı. Gruplar arası karşılaşrma Ki-kare ve Mann-Whitney U testleri ile, sağkalım analizlari ise Kaplan Meier yöntemi ile yapıldı. Conclusion: The phenotypic heterogeneity of the lung cancer was determined rather by increasing geno- and phenotypic lability of the tumoral cells during progressing than by their cytogenesis and level of tumoral cell differenaon block. Bulgular: Çalışmaya 5’i kadın toplam 80 olgu (%54.4’ü evre 4) alındı. Hastaların %56.3’ünde AO saptandı. Gruplar arasında hastalığın evresi, performans durumu, kilo kaybı, uygulanan tedavi rejimleri açısından farklılık bulunmadı. Median sağkalım AO olan hastalarda 13.93 ay (range:12.34-15.52), olmayanlarda 11.16 ay (range:7.06-15.27) bulundu (p=0.178). Evre 4 olgularda gruplar arasında sağkalım farkı bulunmazken, AO’lu evre 3 olgularda sağkalım anlamlı uzun bulundu (8.83 aya karşılık [range: 3.13-14.53], 13.93 ay [range: 10.5919.27], p=0.032). AO olan ve olmayan olgular arasında CEA, CRP, hemoglobin ve lenfosit sayıları yönünden fark bulunmadı. Ancak, AO’lu evre 3 hastalarda trombosit sayıları anlamlı düşük bulundu (401.810±75.680’e karşılık 331.850±96.900, p=0.024). Semptomdan tanıya kadar olan gecikmeler yönünden gruplar arasında fark saptanmadı. 207 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: PS168 Çalışmamız, lokal ileri evre KHDAK’inde AO’nin uzamış sağkalım ile ilişkili olduğunu göstermişr. Ancak, AO’nin ileride TNM evreleme sistemine muhtemel entegrasyonu için daha kapsamlı çalışmalara ihyaç olduğu açıkr. AKCİĞER KANSERİNİN EŞLİK ETTİĞİ MULTİPLE PRİMER KANSERLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ SİBEL ARINÇ , MÜYESSER ERTUĞRUL , ÖZKAN DEVRAN , NURAY ERDAL , NİLGÜN HATABAY , ARMAĞAN HAZAR PS167 SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KADINLARDA AKCİĞER KANSERİ: EPİDEMİYOLOJİK VE KLİNİK ÖZELLİKLER Amaç: GÜNTÜLÜ AK , MUZAFFER METİNTAŞ , HÜSEYİN YILDIRIM , PELİN CANBAZ , SİNAN ERGİNEL , FÜSUN ALATAŞ ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Bu çalışmada kadınlarda akciğer kanserinin epidemiyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi ve sigara içen ve içmeyen kadın hastalar arasındaki farklılıkları belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 1990 ile 2007 arasında tanı konulan 1903 akciğer kanseri hastası arasından 164 kadın hasta değerlendirildi. Hastalar kadınlarda akciğer kanserinin epidemiyolojisindeki değişiklikleri belirlemek için üç eşit zaman periyoduna bölünerek değerlendirildi. Ayrıca hiç sigara içmemiş olan 125 hasta ile halen sigara içen 31 hastanın özellikleri kıyaslandı. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 61.0±10.4 yıl, semptom süresi 104.6 gündü. En sık histolojik alt p adenokarsinomdu (%45.7). Hastaların çoğu evre 4 (%55.5) ve evre 3B (%28.0) hastalığa sahip. Kadın hastaların oranı birinci zaman diliminde %4.9, ikincide %10.4 ve üçüncüde %8.8’di. Ancak, zaman dilimleri arasında ortalama yaş, sigara öyküsü ve histolojik alt p bakımından fark yoktu. Sigara içmeyen hastalar halen sigara içenlerden daha yaşlıydı. Sigara içmeyenlerde adenokarsinom oranı daha yüksek. Plevral efüzyon sigara içmeyen hastalarda daha sık iken, hilar ve mediasnal genişleme sigara içenlerde daha sık. Sigara içmeyenlerde tümör periferal ve ortaalt zon yerleşimli, sigara içenlerde ise santral ve orta zon yerleşimliydi. Sonuç: Kadınlarda akciğer kanseri artmaktadır. Semptom süreleri uzun ve ileri evre hastalığa sahipler. Sigara içmeyen kadınlarda tümörün klinik-patolojik özellikleri farklıdır. Akciğer kanseri ülkemizde erkekler için olduğu kadar kadınlar için de büyük bir problem olarak düşünülmelidir. 208 10 NİSAN 2009 akciğer kanseri ile birlikte görülen mulpl primer kanserlerin(akciğer kanserinden sonra veya önce gelişen) oluşumu üzerine kısıtlı bilgi mevcuur. Mulpl kanserli olgular ile tek akciğer kanserli olgular arasında farklılıklar vardır. Bu çalışmada muple primer ve tek başına akciğer kanserli olguların özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2005-2007 yılları arasında hastanemiz onkoloji bölümünde takip edilen 549 akciğer kanserli olgunun epidemiyolojik factörleri, sigara anamnezi, histolojik pleri ve aile öyküsü sorgulandı. İki hasta grubu oluşturuldu. Grup I: 46(%8.3) hasta en az iki veya üç maligniteyi içeren tümörler mevcuu(en az biri akciğer kanseri olmak üzere). Grup II: 503(%91.7) sadece akciğer kanseri olan grup. Bulgular: Larinks, mesane, akciğer ve dudak kanseri en sık birinci grupta görülen kanser pleri idi(%26.8, %13.4, %8.6, %6.5). Grup I’de ailesel akciğer kanseri görülme sıklığı grup II’ye göre yüksek(p=0.01). Sigara kullanım yüzdesi grup I’de(%93.4) grup II’ye(%87.4) göre daha fazla olmakla beraber istasksel olarak anlamlı değildi(p=0.2). Akciğer kanseri histolojik pleme açısından squamöz hücreli karsinom grupI’de grup II’ye göre daha fazla idi(p=0.04). Sonuç: Mulpl primer kanserlerde ailesel akciğer kanserinin tek akciğer kanserli olgulara göre daha fazla olması mulpl tümör gelişiminde bir risk faktörü olabileceğini düşündürmektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS169 PS170 MALİGN MEZOTELİOMA OLGULARIMIZDA TANISAL İŞLEMLERİN DEĞERİ VE MORTALİTE ORANLARI OROFARENGEAL ALAN KANSERİ VE AKCİĞER KANSERİ BİRLİKTELİĞİ SİBEL ŞAHBAZ 1, DOĞAN REŞİT KÖSEOĞLU 2, ALİ YEĞİNSU 3, HANDAN İNÖNÜ 1, AYŞE YILMAZ 1, AHMET CEMAL PAZARLI 1, SERHAT ÇELİKEL 1 H.VOLKAN KARA , M.ZEKİ GÜNLÜOĞLU , HÜSEYİN MELEK , ADALET DEMİR , BARIŞ MEDETOĞLU , S.İBRAHİM DİNÇER GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ AD. 3 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ AD. YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ , 2. GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ -İSTANBUL 1 Amaç: Amaç: Malign mezoteliomalı (MM) olgularda tanısal işlemlerin değerini, mortaliteyi belirlemeyi amaçladık Gereç ve Yöntem: Veriler retrospekf olarak incelendi, müdürlüğünden ölüm tarihleri öğrenildi. İl nüfus Bulgular: Otuz olgu (17 erkek) değerlendirildi. Yaş ortalaması 61.3 idi. En sık başvuru yakınması nefes darlığıydı (n=21). 4 olguda peritoneal MM tanısı mevcuu. 22 olgunun 16’sının çevresel asbest maruziye vardı. Olguların 19’a hastanemizde, diğerlerine dış merkezde tanı konulmuştu. Hastanemizde tanı konulan olguların 17’sine torasentez (%89.5), 15‘ine (%78.9) kapalı plevra biyopsisi (KPB) yapılmış. PSS sonuçlarına göre 4 olguda (%25.0) MM, 12 olguda Class 2-mezotel hücre proliferasyonu gösterildi. (1 olgunun verisi yoktur). KPB ile 6 olguya (%40.0) MM tanısı konulurken, diğer sonuçlar; kronik inflamasyon (n=6), malign tümör infiltrasyonu (n=2), iğsi hücre proliferasyonu (n=1) idi. 11 olguya tanısal operasyon yapılmış. 5’i epitelial p MM, 4’ü MM, 2’i bifazik MM tanısı aldı. 26 olgunun tedavisiyle ilgili veriler elde edildi: Tedavi seçenekleri: radyoterapi (n=2), kemoterapi (n=14), cerrahi (n=4), tedavisiz takip (n=6). 6, 9, 12 aylık mortalite oranları sırasıyla %10.0, %26.7 ve %50.0 idi. Ölen olguların (n=22) ortalama yaşam süresi 13.9±8.5 (1-31) aydı. Sonuç: Geniş olgu serilerinde MM’da ortalama yaşam süresi 6-17 ay arasındadır, sonuçlarımız literatür ile uyumludur. Torasentez (%25.0) ve KPB’nin (%40.0) tanı koyma oranı literaturden (sırasıyla <%10 ve <%40) yüksekr. Orofarengeal kanser tedavisini takiben primer akciğer kanseri ortaya çıkışı ihmali, normal nüfusa göre yüksekr. Bu oran uygun tedavi almış orofarengeal alan kanseri hastalarında yıllık %4 -5 r. Bu hastalarda, akciğer kanseri karakteriskleri ve yapılan cerrahi tedavi araşrıldı Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde 2002–2007 yılları arasında, orofarengeal kanser nedeniyle tedavisi cerrahi ve/veya kemoradyoterapiyle sağlanmış olup, takiplerinde ortaya çıkan akciğer kanseri mevcut 7 hasta tedavi edildi. Bu hastaların verileri retrospekf olarak incelendi. Bulgular: Hastaların tümü erkek olup yaş ortalaması 59,5 (43–67) idi .Beş hastada larenks karsinomu, 1 hastada dil kökü 1 hastada vokal kord karsinomu mevcuu . Bu tümörler için uygulana tedaviler,lokal eksizyon , larenjektomi ve bölgesel radyoterapi ve sistemik kemoterapi olarak belirlendi. Orofarengeal alanda tümör nüksü ve uzak metastaz bulgusu olmayan hastalarda, akciğerdeki tümörler, primer tümör kabul edildi.. Akciğer rezeksiyon şekilleri, 3 hastada (% 42.8) lobektomi, 1 hastada (%14.2) pnömonektomi, 1 hastada (%14.2) üst bilobektomi, 1 hastada (%14.2) üst sleeve lobektomi (%14.2), 1 hastada (%14.2) alt lobektomi ve wegde rezeksiyon idi. Tüm tümörlerin histopatolojik pi skuamöz hücreli kanser olarak belirlendi. Pnömonektomi yapılan hastada minimal bronkoplevral fistül, sleeve lobektomi yapılan hastada anostomoz ha nda striktür geliş, her iki durum, konservaf yaklaşımlarla tedavi edildi. Morbidite oranımız %28,5 olarak hesaplandı. Peri ve post-operaf mortalite gözlenmedi Sonuç: Orofarengeal alanda kanser hastalarda takip döneminde primer akciğer kanseri ortaya çıkma ihmali yüksekr , hastaların takiplerinde akciğerin incelenmesine özen gösterilmelidir. Akciğer kanseri gelişen hastalarda akciğer rezeksiyonu, kabul edilebilir mortalite ve morbidite oranlarıyla başarılı şekilde yapılabilmektedir 209 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS171 PS172 LUNG CANCER: INCIDENCE, PARTICULAR FEATURES OF CLINIC, REASONS OF LATE DIAGNOSIS AKCİĞER KANSERLİ HASTALARIMIZIN DÖKÜMÜ (20062007-2008 YILLARI) YAROSLAV VOLOSHYN SEDAT ALTIN , A.LEVENT KARASULU , MURAT KIYIK , HATİCE ÖZÇELİK , M.AKİF ÖZGÜL , M.ALİ BEDİRHAN , ATİLLA GÜRSES , S.İBRAHİM DİNÇER INSTİTUTE OF PHTYSİATRY AND PULMONOLOGY, THORACİC SURGERY DEPARTEMENT Aim: To study the lung cancer’s incidence, parcular features of clinic, reasons of late diagnosis. Method: YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Akciğer kanseri, göğüs hastalıkları hastanelerimizde teşhis edilen ensık hastalıklardan biridir. Hastanemizde teşhisi konulan hastaların 3 yıllık dökümü amaçlanmışr. Ukraine: lung cancer incidence (men – 77,6 – 100,1%, women – 13,8 – 15,5% for 100 000 persons). Lung cancer is the most oen (11-15%) among oncological diseases. Retrospecve analysis of 428 cases history and roentgenogrammes. Men – 331 (77,34%), women – 97 (22,66%) aged 17-70 years. Duraon of the disease – 2 weeks- 2,5 years. Gereç ve Yöntem: Results: 2006 yılında hastanemizde 2.141 akciğer kanserli hasta yatarak tedavi olmuşken, 2007 yılında bu sayı 2.478, 2008’de ise 2.624’e ulaşmışr. Bu hastalara tanı konulduğunda yaklaşık % 91’i çeşitli nedenlerden inoperabl ve irrezektabl olarak değerlendirildiğinden 2006’da 239, 2007’de 228, 2008 ‘de 213 hastamıza cerrahi rezeksiyon uygulanmışr. KT yapılan hasta sayımız 2006’da 168,.2007’de 228 ve 2008’de 289 olup, girişimsel bronkoskopi uygulanan hasta sayılarımız ise sırasıyla 127, 169 ve 428 olmuştur. Clinic: cough aacks – 279 (65,19%), pains in chest – 145 (33,88%), body temperature increase – 142 (33,18%), hemoptysis – 97 (22,66%). Roentgenogramme: round shadows with uneven, unclear contour (diameter 1,55cm) 312 (72,89%) had cancer expanded process: III A stage (T 1-3 N 2 M 0, T 3 N 1 M 0 ) – 236 (61,45%), III B (T 4 N 1-2 M 0) – 49 (11,45%). Reasons of late diagnosis: 1/ doctors mistakes – 248 (57,94%) 2/ latent course of disease – 95 (22,2%) 3/ late appeal to hospital – 85 (19,86%) Algorithm of mely diagnosis has been developed: roentgenography of chest in 2 projecons, fibrobronchoscopy, new laboratory immunologic instrumental methods. Applicaon of the algorithm made diagnosis more accurate (8-15%) Conclusion: So, the frequency of lung cancer has increased. Symptoms: cough, body temperature increase without evident reason, hemoptysis. 72,89% - lung cancer extended process. Main reasons of late diagnosis: mistakes of diagnosis, latent course. The developed algorithm of mely diagnosis let considerably improve the situaon with lung cancer in the country. 210 10 NİSAN 2009 2006-2007 ve 2008 yıllarında hastanemize başvuran hastalarımızdan akciğer kanseri teşhisi konulanlar değişik açılardan değerlendirildi. Bulgular: Sonuç: Hastanemize son yıllarda başvuran akciğer kanserli hasta sayılarında giderek arş izlenmektedir. Bunun nedenleri olarak, son 3 yıldır hizmete girmiş yeni teknolojilerin hastanemize kazandırılması ve radyoterapi dışında akciğer kanseri tedavisinde uygulanan yöntemlerin yapılması gösterilebilir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS173 PS174 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE SERUM KARSİNOEMBRİYONİK ANTİJEN DÜZEYİNİN HİSTOLOJİK TİP VE EVREYLE İLİŞKİSİ TORAKS TUTULUMU GÖSTEREN LENFOMALI OLGULARIN ÖZELLİKLERİ VE TANI PROBLEMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ EMRAH ORAY , IŞIL KARASU , AYŞE ÖZSÖZ VEYSEL YILMAZ , GÜNGÖR ÇAMSARI , SAADETTİN ÇIKRIKÇIOĞLU , SEDAT ALTIN , ESİN TUNCAY , FİLİZ KOŞAR , PINAR YILDIZ , EMEL ÇAĞLAR , NUR ÜRER İZMİR DR SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: YEDİKULE GÖĞÜS HASTANESİ Amaç: Karsinoembriyonik anjen (CEA) kanser araşrmasında ve takibinde sık kullanılan bir markırdır. Çalışmamızda serum CEA (s-CEA) düzeyinin küçük hücreli dışı akciğer kanserindeki (KHDAK) tanı değeri, histolojik p ve evreyle olan ilişkisi araşrılmışr. Toraks tutulumu gösteren hodgkin ve nonhodgkin lenfomalı olguların özellikleri ve tanı problemlerini irdelemek. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yeni tanı almış 101 (91 E, 10 K) KHDAK olgusu alındı. Sağlıklı 25 olgu ile kontrol grubu oluşturuldu. s-CEA düzeyinin KHDAK’deki tanı değeri, histolojik p ve evreyle olan ilişkisi karşılaşrıldı. Bulgular: Bu çalışmada; 2005-2008 tarihleri arasında hastanemizde Hodgkin ve Nonhodgkin lenfoma tanısı alan 36 hasta retrospekf olarak incelenmişr. Hodgkin tanısı alan 15 hastanın 9 (%60)’u erkek, 6 (%40)’sı kadın, yaşları 15 ile 48 arasında (ort.29 ± 11) değişmekteydi. Nonhodgkin tanısı alan 21 hastanın ise, 15(%71)’i erkek, 6(%29)’sı kadın idi. Yaşları 18 ile 84 arasında (ort.57± 12) değişmekteydi. Olguların yaş ortalaması 63.07 ±10.18 idi. KHDAK olgularında ortalama s-CEA düzeyi 58.90±13.71 ng/ ml, kontrol grubunda 2.23±0.20 ng/ml bulundu. KHDAK olgularında kontrol grubuna göre serum CEA düzeyleri istasksel olarak anlamlı yüksek (p< 0.01). Adenokarsinom olgularında s-CEA düzeyi daha yüksek olmakla birlikte istasksel olarak anlamlı değildi. Hastalığın evresi, T durumu ve N durumuna göre değerlendirildiğinde s-CEA düzeylerinde anlamlı farklılık saptanmadı (p > 0.05). s-CEA düzeyleri M1 olgularda M0 olgulara göre daha yüksek olmakla birlikte istasksel açıdan anlamlı farklılık yoktu (p > 0.05). Ancak karaciğer metastazı olan olgularda s-CEA düzeyleri istasksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p< 0.05). ROC analizi ile değerlendirmede karaciğer metastazlı olgularda cut-off değeri 10 ng/dl alındığında sensivite%77.7, spesifite %73.91, pozif predikf değer %22.58, negaf predikf değer %97.14 olarak bulundu. Bulgular: Sonuç: Lenf nodu tutulumu ile başvuran hodgkin lenfomalılarda ve nonhodgkin lenfomalı olgularda tanı problemi yaşanmadığı ve ortalama 1 haa gibi kısa sürede tanı konulduğu gözlenmişr. Özellikle konsolidasyonla başvuran hodgkin lenfomalı hastalarda klinik ve radyolojik görünümleri,infeksiyonları taklit etmesi nedeniyle tanıda gecikmelere neden olduğu saptanmışr. Bu olgularda tanı koyma süresi ortalama 1 ay olup,açık akciğer biyopsisine giden olgularda ise, bu süre 40 günü bulmuştur. s-CEA düzeyinin tanıya katkı sağlayacak bir markır olarak kullanılabileceğini, ancak histolojik p, evre ve hastalığın yaygınlık derecesinin bir göstergesi olmadığını düşünmekteyiz. Daha ileri çalışmalarla desteklenmesi durumunda karaciğer metastazının saptanmasında/ ekarte edilmesinde kullanılabilecek bir markır olabilir. Başvurularındaki en belirgin yakınmalar, nefes darlığı,öksürük, kilo kaybı ve ateş idi. Radyolojik olarak, hodgkin lenfomalı olgularda 8 (%61) hastada mediasnal genişleme, 9 (%60) hastada hiler genişleme, 10 (%66) hastada konsolidasyon görünümü, 6 (%40) hastada plevral sıvı ile uyumlu görünüm saptanmışr. Nonhodgkin lenfomalı olgularda ise, mediasnal genişleme 8(%38), hiler genişleme 3(%14), hiler-mediasnal genişleme 3(%14), konsolidasyon 8(%38), sıvı görünümü 5(%23) olguda saptandı. Histopatolojik tanılar, her iki grupta büyük çoğunlukla servikal veya supraklaviküler lenf nodu biyopsisi ile kondu. Hodgkin lenfomalı olguların 4(%26), nonhodgkin lenfomalı olguların ise 1(%4)’i açık akciğer biyopsisi ile tanı almışr. Sonuç: 211 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS175 10 NİSAN 2009 frequently during keranizing like hyperkeratosis, duskeratosis, hypokeratosis and parakeratosis. MOLECULARY-CELLULAR CHARACTERISTICS OF TUMORAL CELLS IN LUNG CANCER PS176 SAYERA ARİFKHANOVA , RUSTAM ISROİLOV , NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT ONUR TURAN , ATİLA AKKOÇLU Aim: DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Ectron mecroscopic study of squamous cell lung carcinoma. Amaç: Method: Ultrastructure analysis of 6 cases of squamous lung carcinoma. The pieces of tumoral ssue were fixed and bathed in epon-aralhyde mixture with use of common method. The semithin slices were stained with azure II and studied with light-opc invesgaon. Ultrathin slices were studied with electron microscope Hitachi-100M. Results: There was found central lung cancer developing from bronchial mataplasia epithelium in all cases. Tumor morphology was correlated with squamous cell carcinoma. The nonkeranizing type of squamous cell carcinoma was diagnosed in 4 cases and keranizing type of squamous cell carcinoma in 2 cases. The tumoral cells had various ultrastructure. The majority of tumoral cells had nondiffereated type: the big round nucleus, oval or frequently irregular form with diffuse of compact chroman distribuon. Cytoplasma was developed poorly or sasfactorily and some polymorphic ribosomas, polysomas, mitochondria and profiles of endoplasmic reculum were noted in it. The tumoral cells were either light or dark and varied significantly in form, sizes and ultrastructure. The other part of tumor cells was differenated well and had the main signs of squamous epithelium. In their cytoplasma there were revealed filaments, tonofibrils, keratohyalin, desmosomes, semidesmosomes and fragments of basal membrane. The degree of these signs intensity as well as forms and sizes of cells and nucleuses, content of organelle pathological forms in the different differenated tumor cells were fluctuated in significant limits. The rao of nondifferenated and differenated cells was very different in all cases. 212 AKCİĞER KANSERİNDE ÖLÜM NEDENLERİ Akciğer kanseri, cerrahi tedavi dışında, kemoterapi ve radyoterapi gibi tedavi seçenekleri olan, ancak genel olarak sağkalım süresi uzun olmayan bir kanserdir. Akciğer kanserinde mortalite; genellikle hastalığın evresi, seyri, hastanın performans durumu ve almış olduğu tedaviler ile ilişkilidir. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde 2007 Ocak-2008 Mart tarihleri arasında akciğer kanseri tanısıyla yarılarak izlenmiş 233 hasta retrospekf olarak incelendi. Bulgular: 44 erkek, 7 kadın, yaş ortalaması 62.9±11.5 olan toplam 51 hastanın(%21.8) servisteki izlemleri exitusla sonuçlandı. Histopatolojik pe göre dağılım %70.6 KHDAK (%37.3 adenokarsinom, %19.6 skuamoz hücreli , %13.7 alt pi bilinmeyen KHDAK) %29.4 KHAK idi. Ölen hastalarının tanı anındaki evrelemesi; KHDAK’de %53.1 evre 4, %21.9 evre 3b, %12.5 evre 3a, %3.1 2b ve %9.4 1b;KHAK’de %42.9 sınırlı, %57.1 yaygın hastalık şeklindeydi. Akciğer ve kemik, tanı anında en sık metastaz gözlenen organlardı. Tanı anında uzak metastazı bulunan hastaların sağkalım süresi diğer hastalara göre, istasksel açıdan anlamlı olarak daha kısa iken(137.8 gün vs. 295 gün); ortalama sağ kalım süresi 211.9 gün idi. Exitus öncesi laboratuvar değerlendirmelerinde, BFT’de bozukluk %55, anemi %54.1,lökositoz %50.1, elektrolit imbalansı %40.7; AKG’da ise hipoksi %63.2 oranında tespit edildi. Radyolojik olarak, yeni akciğer metastazları ve primer kitlede progresyon en sık rastlanan bulgulardı. Pnömoninin, %39.1 ile en sık ölüm nedeni olduğu gözlendi. KT sonrası erken dönemde 15 hastada(%29.4) ölüm gerçekleş; nötropenik ateş (NPA) ve pnömoni bu hastalardaki en sık nedenlerdi. Conclusion: Sonuç: The cells with specific ultrastructural signs of squamous epithelium were found not only in the keranizing types of squamous cell carcinoma but also in the nondifferenated forms of non-keranizing type of squamous cell carcinoma light forms, they only changed in numbers and degree of differenaon. In the tumoral cells independently on the level of differenaon there were noted some ultrastructural changes of some organelles Akciğer kanserinde, metastak ve progressif hastalık süreci ile, terminal dönem hastalık exitus gelişiminden öncelikle sorumludur. Özellikle evre III ve IV hastalarda KT sonrası gelişen pnömoni, NPA gibi komplikasyonlar da mortalitede önemli bir yere sahipr. Hastaların tedavi planı yapılırken bu durumun gözönünde bulundurulması ve bu tedavilerden daha fazla fayda görecek hasta grubunun dikkatlice seçilmesi gerekmektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS177 PS178 TRAKEAL TÜMÖRLERDE KLİNİK GÖRÜNÜMLER MALIGNANT PLEURAL MESOTHELIOMA: CLINICOPATHOLOGIC AND SURVIVAL CHARACTERISTIC IN A CONSECUTIVE SERIES OF 40 PATIENTS OSMAN HACIÖMEROĞLU , HİLAL ALTINÖZ , GÜLBANU HORZUM , FEYZA KARGIN , KORKMAZ ORUÇ , TÜLAY YARKIN , REHA BARAN SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Trakeanın primer veya çevre dokudan invazyon şeklinde görülen tümörleri dramak tablolarla karşımıza çıkarlar. Daha semptomak ve daha yaşamı tehdit edicidirler. Bu çalışmada 11 hastada bu tümörlerin genel özellikleri ve tanıda göze batan bulguları incelendi. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde ocak 2006-aralık 2008 arasında tetkik ve tedavi edilen 11 trakeal tümör olgusu retrospekf olarak değerlendirildi. Olgular yaş, sigara içimi, tümörün yeri, pa grafi özellikleri, toraks bt bulguları, önde gelen semptomlar, tanıya kadar geçen semptomak süre, doku tanısı, eşlik eden hastalıklar açısından incelendi. Bulgular: Tüm olgular erkek ve tütün bağımlısıdır. Ortalama yaş 56, sigara içimi 52 paket-yıl, semptom süresi 22 haadır. Pa grafi duyarlılığı % 64 (7/11) bulunmuştur. Başlıca anormallikler atelektazi, trakeada daralma, mediasnal genişleme, pnömoni, paratrakeal kitle, hemidiyafragma yükselmesidir. Dört olguda akciğer grafisi normaldir.(%36) .bt de lezyon saptama oranı % 91 ( 10/11) bulunmuştur. Histopatolojik olarak nsclc % 73 ( 8/11) oranla başta gelmektedir. Bir olgu benigndir (%9). Olgularda çoğunlukla dispne ile stridor ön plandadır. Üç olguda trakea yanında ana bronşlarda da tutulum vardır. Bir olguda koah, bir diğer olguda osas varlığı dikkat çekmişr. Sonuç: Trakeal tümörlerde dispne ve stridor en yaygın bulgulardır. Koah veya asm tanısı konulurken stridorun varlığı özellikle aranmalıdır. Stridorun fark edilmesi gereksiz tedavileri ve tanıda gecikmeyi önleyecekr. Tedaviye yanıtsız olgularda başta trakea olmak üzere hava yollarının tümör ve diğer mekanik patolojileri akla gelmelidir. Tanıda bt nin pa grafiye göre sensivitesi üstündür. Normal bt ve/veya göğüs radyogramı bu tanıyı dışlamaz. Akım-volüm halkası inspiratuar ve/veya ekspiratuar plato göstererek tanıda uyarıcı olabilir. Kliniği kuşkulu tüm olgularda bronkoskopi gereklidir ve tanı koydurucudur. REZA BAGHERİ , SEİED ZİAOLLAH HAGHİ , MASHHAD UNİVERSİTY OF MEDİCAL SCİENCE Aim: Pleural malignant mesothelioma is an uncommon but extremely invasive tumor which originates from mesothelial cells and usually occures aer prolonged exposure to asbestos, Different types of surgical and oncological therapeuc methods have been used resulng in various outcomes. The aim of this study was to clinicopathologically evaluate 40 paents with pleural malignant mesothelioma and the main factors influencing their prognosis. Method: In this study 40 paents with definive diagnosis, who had been followed up for at least 3 years were studied based on the following factors: epidemiologic factor, stage and pathological type, treatment method and complicaons, and with the use of stascal factors p-value the main factors influencing the paents’ survival have been evaluated. Results: M/F 3/1 with average age of 55 years. Chest pain was the most common symptoms. In 55% the lesion was localized in the le site and most were in Buchard stage I or II and the epithelial form was the most common pathological paern (62.5%). 47.5% of cases only received radiotherapy and chemotherapy, extrapleural pneumonectomy was performed on 20% and 17.5% of paents underwent decorcaon and pleurectomy beside adjuvant therapy and 15% of cases rejected any type of treatment. Surgical mortality occurred in one paent and the most common Surgical complicaon was wound infecon. The average survival rate was 12 months and the main factors influencing it were the paent’s physiologic status, pathological form, stage of the disease and the paern of pleural involvement. Conclusion: Because the low survival rate aer mulmodality invasive treatments in mesothelioma, aggressive therapeuc methods were recommended in paents with a good physiological states and a clinical early stage with a good phatology form and other modality recommended in other paents. 213 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS179 PS180 ASTIM KONTROL TESTİNİN SOLUNUM FONKSİYONLARI, YAŞAM KALİTESİ VE İNFLAMASYONLA İLİŞKİSİ POSTMENAPOZAL DÖNEMDEKİ ASTIM HASTALARINDA METABOLİK SENDROM SIKLIĞI:ADİPONECTİN-LEPTİN İLİŞKİSİ MİNE BORA 1, AYLİN ÖZGEN ALPAYDIN 1, AYDIN İŞİSAĞ 2 , AYŞIN ŞAKAR COŞKUN 1, PINAR ÇELİK 1, ARZU YORGANCIOĞLU 1 RECEP AKGEDİK 1, CEMİLE KOCA 2, DUYGU OZOL 1, MURAT AYDIN 2, ZEKİ YILDIRIM 1, RAMAZAN YİĞİTOĞLU 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOKİMYA AD 1 Amaç: Asm hastalarının semptomak, fonksiyonel ve inflamatuar parametrelerle izlemi önerilmektedir. Hava yolundaki inflamasyonun monitörizasyonu ile atakların azallıp daha iyi kontrol sağlandığı bilinmesine karşın bu parametrelerin değerlendirilebilmesi zaman alıcı, zahmetli ve pahalıdır. Son yıllarda kullanılan Asm Kontrol Tes (AKT) kolay uygulanabilir bir izlem yöntemi olarak belirlmiş, fonksiyonel değerlendirme ve yaşam kalitesi anketleri ile korelasyonu gösterilmişr. Bu çalışmada AKT’nin inflamasyon parametreleriyle ilişkisinin değerlendirmesi hedeflenmişr Asm ve obezite sıklığı giderek artmakta olan ve birbiri ile ilişkilendirilen iki hastalıkr. Metabolik sendrom ise insulin direnci ile beraber genellikle obezitenin eşlik eği ve mortaliteyi ar ran önemli bir sağlık sorunudur. Kadınlarda asm erkeklere göre %30 daha sık görülmekte ve asm atakları %40 oranında kadınları daha çok etkilemektedir. Bu çalışmanın amacı postmenopozal dönemdeki kadın asmlı hastalarda metabolik sendrom sıklığını araşrmak ve lepn-adiponecn ile ilişkisini saptamakr. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran GINA 2006 kriterlerine göre hafif ve orta şiddee asm tanısı olan tedavi alnda 18 olgu alındı. AKT, yaşam kalitesi anke (AQLQ), solunum fonksiyon tes, metakolin bronkoprovokasyon tes (BPT) yapıldı, ekshale nitrik oksit (NO) düzeyi ve indükte balgamda eozinofil düzeyi bakıldı Çalışmaya yaş ortalaması 57.5 ± 13.9 yıl olan 45 asm hastası ile yaş ortalaması 59.6 ± 12.8 yıl 30 sağlıklı postmenopozal dönemde olan kişiler dahil edildi. Metabolik sendrom tanısı için Modifiye Dünya Sağlık Örgütü tanı kriterleri kullanıldı. İnsülin direnci HOMAIR (Homeostasis Model Assessment İnsulin Resistance İndex) yöntemi ile ayrınlı olarak değerlendirildi. Bulgular: Bulgular: İki erkek, 16 kadın olgunun yaş ortalaması 41,67 ± 13,24 idi. AKT’ye göre hastaların 1’inde tam kontrol, 11’inde kısmi kontrol mevcuu, 6 hasta kontrolsüz olarak değerlendirildi. Kontrollü (tam+kısmi kontrol) ve kontrolsüz hastaların, sırasıyla %67 ve %33’ünde BPT negaf idi, her iki grubun da %83’ünde FEV1>%80 saptandı. Kontrollü hastaların %50’sinde ekshale NO<20 ppb iken, kontrolsüzlerde bu oran %67 idi. Balgam eozinofilisi kontrollü hastaların %17’sinde pozif saptandı, kontrolsüzlerde ise yoktu. AKT ile eozinofili varlığı, FEV1, ekshale NO düzeyi ve BPT arasında ilişki izlenmedi, AQLQ ile istasksel anlamlı olmasa da zayıf ilişki mevcuu. Ortalama beden kitle indeksi (kg/m2) asmlı hastalar için 29.6 ± 5.4 ve kontrol grubu için 28.2 ± 5.3 bulundu. Asmlı hastaların 22’si, kontrol grubunun 13’ü obezdi. Her iki grupta metabolik sendrom sıklığı %26.7 idi. Eşlik eden hipertansiyon varlığı, plazma lipit profilleri gruplar arasında benzer saptandı. Aşikar diyabet asmlıların 11 (24.4%)’inde ve kontrol grubunun 6 (20%)’sında saptandı. Asmlı hastalarda bazal açlık insulin seviyesi, insulin direnci ve lepn seviyesi kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek, adiponecn seviyesi ise anlamlı düzeyde düşük bulundu. Sonuç: Sonuç olarak postmenopozal dönemdeki kadın asmlı hastalarda obezite ve metabolik sendrom sıklığı kontrol grubu ile benzer olmakla beraber, asm hastalarında azalmış adiponecn seviyesi bozulmuş glikoz metabolizması ile ilişkilendirildi. Ön sonuçlarımıza göre, bu konuda yapılmış diğer çalışmaların bir kısmı ile benzer şekilde AKT inflamatuar, fonksiyonel parametreler ve yaşam kalitesi ile korelasyon göstermemektedir. Bu bağın halen tarşmalıdır, olgu sayımızın henüz az olması da sonuçlarımızı etkilemiş olabilir. 214 Sonuç: TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS181 PS182 GINA 4. VE 5. BASAMAK TEDAVİDE, KONTROLDEKİ ASTIM OLGULARINDA FENO VE DİFFÜZYON KAPASİTESİ ASTIM VE OBEZİTE SERUM NİTRİT/NİTRAT DÜZEYİNDE DÜŞME İLE İLİŞKİLİ ÇİĞDEM ZUHUR , MELAHAT UYGUN , BİLUN GEMİCİOĞLU MUSTAFA YILMAZ 1, MUSTAFA ALTINIŞIK 1, MEHMET POLATLI 2, NİMET DEMİRTAŞ 2, CENGİZ GÖKBULUT 1, ORHAN ÇİLDAĞ 2 İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Asm kontrol tes (AKT) yirminin üstünde saptanan (kontrolde), GINA 2007 kriterleri ile 4 ve 5. basamak tedavideki asm olgularında revaskülarizasyon nedeni ile artmış olabileceği düşünülen FeNO ve difüzyon kapasitesi ölçümleri yapılıp, aralarında korelasyon varlığı araşrılmışr. Gereç ve Yöntem: 4. ve 5. kontrol basamağında tedavi alan sigara kullanmamış, yapılan AKT≥ 20 saptanan, yaş ortalaması 50±12,4 olan 18 asm olgusunda akım volüm, akciğer volümleri, difüzyon tes ve FeNO ölçümleri yapılarak aralarındaki korelasyon araşrılmışr. Olgular iki gruba ayrılıp FeNO≥40ppb olan 9 olgu (Grup1) ile FeNO<40ppb olan 9 olgu (Grup2) arasında difüzyon kapasitesi farkı incelenmişr. Bulgular: 5 Erkek, 13 kadın olgunun hastalık süreleri 18,2±10,2 yıl olup, ölçülen ortalama±SD değerleri sırasıyla Grup1, Grup2 ve toplam (tüm olgular) için şu şekilde bulunmuştur: %FVC: 91±9, 83±12, 87±11; %FEV1:66±17, 61±13, 64±15; %RV:148±59, 143±41, 146±49; %DLCO/ VA: 95±11, 107±11, 101±12; FeNO(ppb):60±18, 30±7, 45±20 ve AKT: 22±1, 23±1, 23±1. Hiçbir olguda %DLCO/ VA değeri %80 alnda bulunmamışr. FeNO 17 ile 98 ppb arasında olup ancak 3 olguda 25ppb al yani normal düzeyde bulunmuştur. FeNO ile %DLCO/VA arasında anlamlı bir korelasyon saptanamamışr (r:-0,41 p:0,08). Grup1 ve Grup2, karşılaşrıldığında %DLCO/VA değerinde Mann Whitney U tes ile anlamlı farklılık olmasa da yine p=0,08 bulunmuştur. Sonuç: Asm olgularında hastalık 4. veya 5. tedavi basamağında olsa da difüzyon kapasitesinin düşmediği ve FeNO’nun yüksek kaldığı görülmüştür, bu durumun revaskülarizasyon ile bağlanlı olabileceği düşünülebilir. Küçük olgu grubunda FeNO ve %DLCO/VA arasında anlamlı bir korelasyon elde edilememişr büyük hasta grubunda yapılacak çalışmalarla sonuçların değerlendirilmesi uygun olacakr. ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, AYDIN 2 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, AYDIN 1 Amaç: Çalışmalarda asm ve obezite arasında ilişki olduğu ve bu ilişkinin kadınlarda erkeklerden daha belirgin olduğu gösterilmişr. Hangi obezite fenoplerinin asmla ilişkili olduğunun anlaşılması önemlidir. Lepn yağ dokusunda sentezlenen ve bazal metabolik hızı ar ran bir hormondur. Serum lepn düzeyi obezitede artar. Bu çalışmada serum lepn düzeyi, vücut kitle indeksi (VKİ) ve serum nitrit/nitrat düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Asmlı 29 hasta (AST) (51.00±10.79 yaş) ve 29 sağlıklı birey (SB) (45.14±9.75 yaş) çalışmaya alındı. Tüm olgularda solunum fonksiyon testleri, VKİ, serum lepn, total kolestrol, trigliserid, nitrit/nitrat düzeyleri ölçüldü. Grupların istasksel karşılaşrılması SPSS paket programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: VKİ asm ve SB’lerde sırasıyla 28.75±5.14 and 25.93±3.98 bulundu (p=0.027). Serum lepn (AST ve SB’lerde sırasıyla 18.48±15.93 and 13.08±11.25 ng/mL), total kolestrol ve trigliserid düzeyleri AST ve SB’lerde benzer bulunmakla birlikte (p>0.05), lepn düzeyi tüm çalışma grubu içinde kadınlarda erkeklerden anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.001). Solunum fonksiyon testleri ve serum nitrit/ nitrat düzeyleri AST grubunda SB’den yüksek (p<0.01). Sonuç: Çalışmamız lepnin obezite ve asm ilişkisinde etkin bir oynadığı görüşünü desteklememekle birlikte, asmlı kadınlarda lepnin rolü olabileceğini düşündürmektedir. Elde eğimiz veriler, plazma lepn düzeyine cinsiyen önemli ölçüde bağımsız katkısı olduğunu göstermişr. Serum nitrit/nitrat düzeyi düşüklüğü muhtemelen bu hastalarda uykuda solunum bozukluğu riskinin artması ve dolayısıyla nokturnal oksijen desatürasyonları ile ilişkili NO sentezinin depresyonu veya NOS inhibitörlerinin arşına bağlı olabilir. 215 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS183 PS184 PHARMACOECONOMICAL AND PSYCHOSOMATIC ASPECTS OF BRONCHIAL ASTHMA (BA) EVALUATION OF TREATMENT EFFICIENCY AND ESTIMATION OF ECONOMIC COMBINED THERAPY OF PATIENTS WITH BRONCHIAL ASTHMA TETYANA KONSTANTYNOVYCH , YRİY MOSTOVOY , HANNA DEMCHUK I.S. RAZİKOVA , Ш.З. Мавлянова , VİNNYTSİA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY TASHKENT MEDİCAL ACADEMY, TASHKENT, UZBEKİSTAN Aim: Aim: On the basis of complex (integrated) clinical and psychological tesng to conduct the pharmacoeconomical analysis of the cost of BA treatment at the paents with concomitant psyhoemoonal dysfuncon (PED). Though the stascs of Uzbekistan is evident of connued tendency of incidence rate and mortality condioned by bronchial asthma (BA) nowadays there are no data about the costs connected with BA. Therefore, the aim of our research is to carry out the expert evaluaon of the quality of medical treatment to adolescence paents suffered from BA and make the account of economical efficiency of combined therapy of paents with BA. Method: The conducted psychological tesng (technique Wassermann, Spilberg-Hanin, Zunge, LeongardShmishek) for 145 BA-paents has revealed availability clinically significant PED for 58 (40 %). The control group have compounded 87 (60 %) BA-paents without a clinical syndrome PED. Pharmacoeconomical analysis included the calculaon of direct costs in euro per year for inpaent and urgent treatment help to BA-paents with PED and without it. Both groups were representave on age, sex, term and gravity of clinical course of BA. Results: The cost of expenditures on inpaent treatment of BApaents with concomitant clinical PED has compounded 2811,1 euro per year against 1434,7 euro in control group (p < 0,01), on rendering of urgent treatment help - 186,9 euro per year against 144,3 euro (p < 0,05), the general annual cost of treatment has compounded 2997,8 euro per year against 1579,0 euro (p < 0,01) accordingly. The results are condioned by increase of indexes of me of inpaent treatment (19,3 + 3,6 against 15,7 + 3,2, p < 0,05), frequency of hospitalisaons per year (5,1 + 0,8 against 3,2 + 0,9, p < 0,05), frequency of urgent calls by the group of BA-paents with clinically significant PED. Conclusion: BA paent with PED need the correcon in psyhoemoonal sphere for decreasing general direct expenditures of treatment. 216 10 NİSAN 2009 Method: The quality of BA treatment has been analyzed on the ground of specially developed register in 1500 adolescence paents appealed to Republican Scienfically Specialized Allergy Centre for consultave aid. There revealed that off the examined paents with BA of stage II 2/3 of paents in urban areas and 5/6 in rural ones do not receive an-inflammatory medicaons and 70% of paents do not carry out allergic examinaon at all. Results: Nedocormil NA has been commonly used in stage III of BA and inhalaon corcosteroids are used just in 1/3 and ¼ part of paents, 45% of paents receive systemic corcosteroids unreasonably (per os). These study results showed that both in stage II of BA and in stage III in paents received specific immunotherapy (SIT) the common cost of treatment is authencally lower than in control group where monotherapy has been conducted. Conclusion: Herewith the costs have been decreased both on basic an-inflammatory medicaons and bronchodilators. It is important to note that reducon of the scope of medical therapy and connected with this cung cost of treatment in paents received SIT not only improve its result but just on the contrary followed by beer clinical and funconal rates in comparison with comparave group. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS185 PS186 HATAY/DÖRTYOL BÖLGESİNDEKİ ALERJİK SEMPTOMLAR İLE BAŞVURAN HASTALARDA ATOPİ VARLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE EGZERSİZ İLİŞKİSİ YAVUZ HAVLUCU 1, LEVENT ÖZDEMİR 1, DENİZ YURTMAN HAVLUCU 2 DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ, HATAY 2 DÖRTYOL DEVLET HASTANESİ DERMATOLOJİ KLİNİĞİ, HATAY 1 Amaç: Hatay/Dörtyol bölgesinde, alerjik semptomlarla başvuran hastaların allerjen duyarlılığının deri tes ile belirlenmesi. EMEL ERYÜKSEL 1, BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, SUNA YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Dispne asmlı hastalarda egzersiz kapasitesini sınırlamaktadır ve egzersizin teklediği asm ile ilişkili etkenler henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı asm ile egzersizin teklediği asm arasındaki ilişkiyi araşrmak ve predispozan faktörleri değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Ocak 2008 – Aralık 2008 tarihleri arasında Dörtyol Devlet Hastanesi Göğüs hastalıkları ve Dermatoloji polikliniklerine başvuran asm, alerjik rinit, kronik ürker ve atopik dermat tanısı alan hastalara uygulanan deri tes sonuçları retrospekf olarak değerlendirildi. Bu çalışmada 206 asm hastası (50 E, 156 K) ve 117 kişi kontrol grubu olarak değerlendirildi. Tüm hastalara solunum fonksiyon tes, Ig E analizi, cilt prick tes ve standard anket uygulandı. Bulgular: Bulgular: Bu dönem içerisinde toplam 35403 poliklinik yapıldı ve 17961 farklı hasta tedavi edildi. Çalışmaya yaş ortalaması 29.7±16.8 olan 483’ü erkek, 1467’si kadın 1950 hasta alındı. Hastaların 228’nin alerjik rinit, 1139’nun asm, 256’sının kronik ürker, 327’sinin atopik dermat olduğu saptandı. Tüm hasta grubunda atopinin kadınlarda (%74.6) erkeklerden(%65.2) daha fazla olduğu, nisan(%91.5), mayıs(%81.9), mart (%79.2) aylarında daha sık saptandığı gözlendi. Atopi, alerjik rinie %82.9, asmda %76.6, dermae %61.8, kronik ürkerde %57 olarak saptandı. Tüm hastalıklarda en sık allerjen olarak ev tozları (%37.6), ot karışımı (%30.6) ve mantar karışımı (%29.2) saptandı. Asmlı hastalarda egzersiz sonrası nefes darlığı semptomları prevalansı %64,5 olarak bulundu. Bu grup ağırlıklı olarak kadın hastalardan oluşmaktaydı (%82.4 vs %17.6, p<0.009) ve egzersizin teklediği asmı olmayan grup ile karşılaşrıldığında gastroesofajeal reflü (GER) riski artmış bulundu (%55 vs %45, p<0.026). Solunum fonksiyon tes analizinde , FEV1 egzersizin teklediği asmı olan alt grupta daha düşüktü (%88.8+/-21.2 vs %97.1+/-20.0, p<0.01). Lojisk regresyon analizinde nokturnal asm riski artmış bulundu. (OR: 3.8(CI:1.311.3), p<0.02). Sonuç: Sonuç olarak, bu çalışmada egzersiz sırasında oluşan dispnenin GER ve nokturnal asm ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Özellikle egzersizin teklediği asmı olan Türk asm hastalarında bu parametreler özellikle değerlendirilmelidir. Hatay/Dörtyol bölgesinde atopi sık görülmektedir. Sonuç: 217 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS187 PS188 ALLERJİK HASTALIĞI OLAN HASTALARIMIZDA DERİ PRİCK TESTİ DEĞERLENDİRMESİ TÜRK POPÜLASYONUNDA ASTIM İLE ALLERJİK RİNİT VE KONJUKTİVİT ARASINDAKİ İLİŞKİ ELİF TORUN 1, SILA ŞEREMET 2, FEHMİ KAÇMAZ 3 BERRİN BAĞCI CEYHAN 1, EMEL ERYÜKSEL 1, SUNA YAPALI 2, FATİH YILDIRIM 2 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ DERMATOLOJİ KLİNİĞİ 3 BİNGÖL DEVLET HASTANESİ KARDİOLOJİ KLİNİĞİ 1 Amaç: MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Deri prick tes(DPT), cile allerjene karşı spesifik IgE cevabını gösteren kolay, hızlı, ucuz, güvenli ve sık kullanılan bir tetkikr. Allerjik hastalıklarda genek yatkınlığın yanında iklim, bitki örtüsü, yükseklik ve nem gibi bölgesel farklılıklar da önemlidir. Rakımı yaklaşık 1500 m, yıllık ortalama sıcaklık 12°C, nem oranı %60’ın alnda olan bir Doğu Anadolu ili olan Bingöl’de sık karşılaşılan allerjenleri tespit etmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2008-Ekim 2009 arasında hastanemize başvuran ve allerjik hastalığı olan ve DPT uygulanan 68 erkek, 143 kadın toplam 211 hasta retrospekf olarak değerlendirildi. Hastalarımızın %52.1’i ev hanımıydı.Toplam 15 allerjen ektresi, pozif (histamin) ve negaf kontroller (serum fizyolojik) olmak üzere 17 allerjen uygulandı. Bulgular: Hastaların 48’i(%22.7) allerjik rinit, 11’i(%5.2) asm, 48’i (%22.7) atopik dermat, 85’i(%40.3) kronik ürker, 19’u(%9.0) asm+allerjik rinit idi, 113(%53.6) hastada allerji tes pozif saptandı. Çalışmamızda en fazla pozif sonuç ev tozu akarlarına karşı saptandı (%29.4)(D.farinae %25.6, D.pteronysinus %20.9). Sırasıyla diğer allerjenlere poziflik şöyle bulundu:Blatella germanica %23.2,ot polenleri %18.5, Alopecurus pratensis %13.7,Tricum savum %11.4,köpek tüyü %11.4,tüy karışımı (kümes hayvanları) %10,Aspergillus fumigatus %9.5,kedi tüyü %9,ağaç karışımı (kızılağaç, huş ağacı, ndık) %8.5,çilek %6.2,yumurta %5.2,inek sütü %5.2,kakao %1.9. Eviçi ve evdışı alerjenler karşılaşrıldığında sırasıyla %45 ve %30.8 poziflik saptandı. Gıda alerjisi %11.8 oranında bulundu. Sonuç: Ev tozu akarlarının en sık rastlanan alerjenler oluşu literatür ile uyumlu olup, poziflik oranı deniz seviyesinde ve kıyısında olan yerlerden belirgin oranda düşük, karasal bölgelerdeki sonuçlarla benzer orandadır. Atopik hastalarda alerjenden kaçınma korunmanın ve tedavinin önemli basamaklarından olduğundan bölgede çoğunlukla etken olan alerjenlerin saptanması ve hastaların bu konuda bilinçlendirilmesinin önemli olduğu kanaandeyiz. 218 Rinit ve konjukvit asm hastalarında sık görülmektedir .Bu çalışmanın amacı asm ile allerjik rinit ve allerjik konjukvit arasındaki ilişkiyi araşrmak ve predispozan faktörleri saptamakr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 209 asm hastası (50 E, 159 K) ve 117 kişi kontrol grubu olarak (33 E, 84 K) dahil edildi. Tüm hastalara solunum fonksiyon tes, Ig E analizi, cilt prick tes ve standart anket uygulandı. Bulgular: Asmlı hastaların %61’inde rinit mevcuu, bu grupta allerjik rini olmayan grup ile karşılaşrıldığında artmış hayvan tüyü duyarlılığı (%26.6 vs %15.2, p<0.05), artmış konjukvit (%72.6 vs %46.8, , p<0.0001) ve artmış nokturnal asm sıklığı (%48.4 vs %33.3, p<0.04) saptandı . Lojisk regresyon analizinde konjukvit varlığının rinit riskini ar rdığı gösterildi (OR:6.1, CI:1.6-23.2,p<0.008). Rini olan hastaların solunum fonksiyon testleri allerjik rini olmayan hastalarınki ile karşılaşrıldığında daha yüksek değerler saptandı (FEV1/FVC %78.6+/- 9.8 vs %74.2+/-9.6, p<0.06) Asm hastalarının %61’ inde konjukvit mevcuu ve bu grupta artmış gıda allerjisi (%30.5 vs %17.5, , p<0.04), hayvan tüyüne duyarlılık (%27.3 vs %14.5, p<0.03), allerjik rinit (%70.9 vs %44.7, , p<0.0001), egzema (%34.4 vs %19.7, p<0.03) ve noktürnal asm (%50 vs %30.7, p<0.007) saptandı. Lojisk regresyon analizinde egzemanın konjukvit riskini ar rdığı gösterildi. (OR:5.1, CI:1.0-27.3, p<0.05). Sonuç: Rinit ve konjukvin bulunduğu asm hayvan tüyü duyarlılığı, egzema, gıda allerjisi ve nokturnal asm ile ilişkilidir. Rinit ve konjukvi olan asm hastalarında bu parametrelere özellikle dikkat edilmelidir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS189 PS190 ANALYSIS OF LUNG FUNCTION OF THE PUPILS WITH BRONCHIAL ASTHMA (BA) SYMPTOMS PULMONER EMBOLİDE TANIYA DESTEK OLABİLECEK NON-İNVAZİV PARAMETRELERİN İNCELENMESİ YURİY MOSTOVOY , LYUDMİLA KOTSUR , HANNA DEMCHUK YASEMİN SAYGIDEĞER , ÖZLEM SEVER , BURCU OKTAY , EMİNE SEVGİ , SADIK ARDIÇ VİNNYTSYA NATİONAL MEDİCAL UNİVERSİTY S.B. DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ Aim: Amaç: During conducng of epidemiology phase I study with ISAAC 2456 children in age from 7 to 14 years were quesoned. The BA symptoms were revealed at 815 (33,2 %) child. According to phase II of ISAAC-study to reveal bronchial hyperreacvity (BH) and venlatory abnormalies, lung funcon (LF) tests were made to 317 pupils (174 (54,9%) girls and 143 (45,1%) boys) who answered posively on the quesons of ISAAC-quesonnaire. Acil Serviste pulmoner emboli (PE) düşünülen hastalarda kullanılan klinik skorlama sistemlerinden Genova ve Wells’ Skorlama sistemlerini karşılaşrmak, d-dimer/ fibrinojen oranının tanıyı destekleyip desteklemediğini araşrmak ve tanıyı destekleyici ek non-invaziv bir parametre olup olmadığını incelemek. Method: Çalışmaya Ocak-Eylül 2008 arası hastanemiz acil servisine başvuran ve d-dimer sonucu 500’ün üzerinde gelen PE ön tanılı 78 hasta alındı. Hastaların yakınmaları ve PE açısından risk faktörü oluşturabilecek öyküleri sorgulandı,arteriel kan gazı analizleri, Genova ve Wells Klinik Skorlamaları yapıldı, akciğer röntgenogramları ve fizik muayene bulguları ve beden kitle indeksleri (BMI) kaydedildi, fibrinojen ve CRP düzeyleri çalışıldı. Hastalar tanılarını Venlasyon Perfüzyon Singrafisi (V-P ), Spiral Toraks BT (sT-CT) ve Pulmoner BT Anjiografi (PA) yöntemlerinden biri ile aldı. The the and aer tests included measuring LF parameters in common state, aer the physical exercise bronchodilataon test (BDT) in 15 min inhalaon of maximal dose of salbutamol. Results: Normal values of the LF were established at 273 (86,1%) pupils. Mild venlatory abnormalies were at 44 (13,9%). The most prevalent defect was obstrucve– 24 (7,6%), less spread defects were mixed 11 (3,5%) and restricve - 9 (2,8%). Venlatory abnormalies were found more frequent at the girls than the boys (37 (21,3%) vs 7 (4,9%), (p<0,001)). BH aer physical exercises was revealed at 38 (13,9%). BH was more characterisc for children who had 4 posive answers on ISAAC-quesons or noted BA history (42,1% and 23,7%, respecvely). Posive BDT was revealed at 105 (33,1%): at 80 (29,3%) with normal LF and at 25 (3,8%) with obstrucve and mixed defects. Posive BDT were revealed more frequent at children with 4 posive answers (85,4%) or with BA nong (53,0%). BH aer physical exercises and posive BDT were found at 28 (8,8%) pupils. Conclusion: Our findings show high variability of the airway at the pupils who had more posive answers on the ISAAC quesons. It could confirm diagnosis of the BA at this group of subjects. Gereç ve Yöntem: Bulgular: Hastaların 33’ü PE negaf (PE(-)), 45’i PE pozii (PE(+)). PE(+) olguların 37’si Spiral Toraks BT ile, 2’si V-P Singrafi ile ve 6’sı Pulmoner Anjiografi ile tanı aldı. Demografik ölçütlerde PE(+) ve PE(-) gruplar arasında PE(+) grup daha yaşlı olmakla birlikte bu fark istasksel olarak anlamlı bulunmadı. Cinsiyet ve sigara içimlerinde her iki grup arasında fark yoktu. BMI değerleri PE(+) grupta anlamlı yüksek bulundu (PE(-)=21,23 ± 4,05, PE(+)=28,68 ± 5,93; p<0,038). 4 haa içinde geçirilmiş operasyon öyküsü, 4 saat ve üzerinde yolculuk , hormon replasmanı veya oral kontrasepf kullanımı, immobilizasyon gibi risk faktörlerinden en az birinin bulunması istasksel olarak anlamlı bulunmazken, Genova ve Wellls Skorlamalarından Wells’in orta ve yüksek olasılıklı olarak ayırdığı hastalar PE(+) grupta anlamlı bulundu (p<0,009). Tek başına fibrinojen ve CRP bu çalışmada gruplar arasında anlamlı bir sonuç vermezken d-dimer/ fibrinojen oranı da istasksel olarak anlamlı bulunmadı (p<0,053). Postero-anterior akciğer grafide diafragma elevasyonu veya atelektaziden en az birinin bulunması da PE(+)’lerde anlamlı olarak bulundu (p<0,045). 219 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: PS192 Wells Skorlama Sisteminin acil serviste Genova’ya göre daha yararlı olabileceği görülmektedir. Ayrıca BMI yüksek olması da önemli bir risk faktörü olarak belirmişr ve PE ön tanılı hastalarda sorgulanması harda tutulmalıdır. PA Akciğer grafide atelektazi veya diafragma elevasyonunun PE’de yüksek predikf değerinin olduğu görülmektedir. D-dimer/ fibrinojen oranı bu çalışmada anlamlı çıkmamakla birlikte vaka sayısının daha çok tutulacağı gelecek çalışmalarda tanıya destek olabileceği düşünülmektedir. SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM VE YEDİKULE SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Sağlıkta Dönüşüm Projesinin Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanemize etkilerini araşrmak Gereç ve Yöntem: PS191 HEM GÖĞÜS HASTALIKLARI HEM KARDİYOLOJİ DEPARTMANINDA KRONİK DİSPNE NEDENLERİ SERPİL ÖCAL Bulgular: Kronik dispne nedeniyle başvuran hastalar retrospekf olarak incelendi. Hastalar akciğer hastalıklarına göre; KOAH, astma, diğer akciğer hastalıkları ve akciğer hastalığı olmayan şeklinde 4 gruba ayrıldı. Ayrıca aynı hastalar ekokardiografi bulgularına göre; sistolik disfonksiyon, diastolik disfonksiyon, kapak hastalıkları, pulmoner hipertansiyon ve normal olarak 5 gruba ayrıldı. 2003 yılında uygulamaya başlanılan Sağlıkta Dönüşüm Projesi, ülkemizde pekçok yeni uygulamaları beraberinde gerirken, bu süreçten en fazla etkilenenlerin başında hem özel dal hem de eğim ve araşrma hastanesi olarak Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğim ve Araşrma Hastanemiz olmuştur. 2002-2007 yılları arasında yapğımız kümülaf değerlendirmede, Türkiye’de yapılan poliklinik sayısı 124.317.359’dan 249.141.099’a (% 100,4 arş, yıllık arş % 20,1), yarılan hasta sayısı 5.508.263’ten 8.720.289’a (% 58,3 arş, yıllık arş % 11,7) çıkmışr. Oysa ki, Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğim ve Araşrma Hastanemize başvuran hasta sayısı 2001’de 76.695 iken, 2007’de 295.731’e yükselmişr (arş oranı % 284,2, yıllık arş 47,4). Yatan hasta sayısı ise 2001’de 5.943 iken, 2007’de 13.799’a çıkmışr (arş oranı % 132,2, yıllık arş % 22). İnsangücü bakımından 2002’de Göğüs Hastalıkları Uzman sayısı şef, şef muavini ve başasistan dahil 47 kişi iken 2007’de bu sayı 41’e düşmüştür. Bulgular: Sonuç: İkiyüzelli hastanın 148’inin (%59.2) bir akciğer hastalığına sahip olduğu, en sık izlenilen akciğer hastalığının KOAH ve astma olduğu izlendi. İkiyüzelli hastanın 155’inin (%62) anormal ekokardiografi bulgusuna sahip olduğu ve en sık izlenilen bulgunun diastolik disfonksiyon olduğu bulundu. Yedikule’de ülkede gerçekleşen arş oranlarında poliklinik sayısında arşta ülke ortalamasının 2,4 ka, yatan hasta sayısındaki arşta ise, 1,9 ka işyükü gerçekleşmişr. ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: Kronik dispne nedenleri hakkında bilgi azlığını dikkate alarak, hem kardiyoloji hem de göğüs hastalıkları kliniğine başvuran hastalarda kronik dispne nedenlerinin sıklığının belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Sonuç: Bu çalışmadaki kısıtlılıklar çerçevesinde; kronik dispneli hastaların yaklaşık üçte biri hem bir akciğer hastalığına hem de anormal ekokardiografi bulgusuna sahip. Ayrıca diğer üçte biri ya bir akciğer hastalığına ya da anormal ekokardiografi bulgusuna sahip. Elde edilen bu bulgulara göre; kronik dispneik hastaları hem solunum fonksiyon tes hem de ekokardiografi ile değerlendirmek gerekmektedir. 220 2002-2007 yılları değerlerinin Türkiye sonuçlarıyla Yedikule Göğüs Hastanesi sonuçlarını karşılaşrmak TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS193 PS194 ÜÇÜNCÜ BASAMAK GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİNE BAŞVURAN VE KOAH TANISI ALANLARIN OLUŞTURDUKLARI HASTALIK YÜKÜ- KESİTSEL BİR ÇALIŞMA GÖĞÜS HASTALIKLARI İÇİN OPTİMUM ASİSTAN SAYISI MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN , VEYSEL YILMAZ , LEVENT DALAR , EKREM CENGİZ SEYHAN , HANİFE CAN SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Göğüs Hastalıkları uzmanlık alanında ideal asistan sayısını belirlemek Gereç ve Yöntem: Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH) ülkemizde önemli bir morbidite ve mortaliteye sahipr. Biz de KOAH hastalarının üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları Hastanesinde oluşturdukları hastalık yükünü belirlemeyi amaçladık. Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğim ve Araşrma hastanesi özelinde asistan eğiminde olması gerekli işlem ve eğimlerin süreleri dikkate alınarak ideal asistan ihyacı belirlenmeye çalışıldı. Gereç ve Yöntem: Bulgular: 01.01.2008- 31.01.2008 tarihleri arasında Yedikule Goğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisine başvuran hastalar ve uluslararası hastalık kodlamasına (ICD-10) KOAH (J44, J44.0, J44.1, J44.8, J44.9) tanısı alan hastalar çalışmaya alındı. Hastanemizde otomasyon sistemi mevcut olup tüm hastalar kayıt edilmişr. Yatak sayısına göre planlamada 8 göğüs hastalıkları yatağına 1 Asistan, 20 tüberküloz yatağına 1 asistan şeklinde uygulamada Yedikule’nin gerekli asistan sayısı, 40’r. 5 yıllık uzmanlık eğim süresinin 1 yılı dış rotasyon olduğundan sadece yatan hasta için gerekli asistan sayısı 48 olarak bulunur. Asistan başına düşen poliklinik sayısı günlük 20 yatan hasta, günlük 1 hastadır. Halen günde 20-25 hastaya bronkoskopi ve 10-12 hastaya TTİA işlemi yapıldığından bronkoskopi işlemi için hergün 3, TTİA işlemi için de hergün 1 asistana ihyaç vardır. Bir asistanın yılda 150 bronkoskopi yapabilmesi için 4 ay, 50 TTİA yapabilmesi için 1 ay rotasyon yapması gereklidir. Şu halde 12 asistan da girişimsel işlemler için gereklidir. İlaveten acil polikliniğe 2, 3 yataklı invaziv yoğun bakıma 1 ve uyku laboratuarına da 1 asistan gerekli olduğundan toplam 64 asistan, Yedikule için bu şartlarda gereklidir. Ülkemizde göğüs hastalıkları uzmanlık eğimi veren 2007 yılında toplam 3.220 yatak mevcut olup, aynı hesapla 403 asistan ve bunun da dış rotasyondakilerin ilavesiyle 484 asistanın sadece yatan hasta hizme için gerekli olduğu sonucuna varırız. Yedikule hastanemizin sonuçlarını ülkemiz geneline projekte edersek 646 göğüs hastalıkları asistanına ülkemizin eğim kurumlarının ihyacı vardır sonucu çıkar. Bulgular: 244.009 hastadan, 25.287 (10,3%) ü KOAH tanısı almışr. 8652 (34,2%) hasta KOAH veya KOAH’ la ilişkili hastalık nedeni ile birden çok kez hastanemize başvurmuştur. 6347 (73,3%) hasta erkek, 2305 (36.7%) hasta kadın idi. 1681(19,4%) hasta bir kez, 868 (10%) hasta iki kez, 303 (3,5%) hasta üç kez, 378 (4.4%) hasta dört veya daha fazla kez hastanemize başvurmuştur.2114 (65,4%) hasta müşadeye alınmışr. 2114 hastadan ise 916 (43.3%)’ si bir veya daha fazla kez hastaneye yarılmışr. Sonuç: Bu sonuçlar, KOAH hastalığının üçüncü basamak Göğüs Hastalıkları Hastanelerinin acil hizmende önemli bir hastalık yükü oluşturmaktadır. Hastalarımıza eğim verilmesi, rehabilitasyon programlarının oluşturulması ve evde bakım sistemlerinin gelişrilmesinin kısa sürede hayata geçirilmesinin sorunun çözümüne katkı sağlayacağı kanısındayız. Sonuç: Asistan işyükü ve eğim ihyacı dikkate alınarak Yedikule Göğüs Hastanesi değerleri ülke geneline projekte edildiğinde halen mevcut göğüs hastalıkları asistan sayısının 100 civarında eksik olduğu sonucuna varılmışr. 221 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS195 PS196 İNTERTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞI TANISI KONAN HASTALARIMIZIN TANI YÖNTEMLERİ VE KLİNİK, EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLERİ AKCİĞER HASTALIKLARINA BAĞLI ÖLÜM NEDENLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ(38 OLGU) MURAT YALÇINSOY , ESEN AKKAYA , SEVİNÇ BİLGİN , BELMA AKBABA BAĞCI , OLGA ÇELENK , SİNEM GÜNGÖR , BİLGEN BEGÜM AFŞAR T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: İntersyel akciğer hastalıkları (İAH); benzer klinik, radyolojik, fizyolojik veya patolojik özelliklere sahip çeşitli akciğer hastalıklarını içermektedir. Çalışmamızda kliniğimiz İAH polikliniğine müracaat eden olguların epidemiyolojik, klinik özellikleri ve tanı yöntemlerini araşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2000–2008 yılları arasında bu poliklinikte izlenen 69 olgunun ( yaş ort: 46±15 ( 17–77 ); K/E: 42/ 27 ) dosya verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: En sık semptom nefes darlığı ve öksürük idi( sırasıyla ; % 77, % 67). Hastaların solunum fonksiyon testlerinde; zorlu vital kapasite ortalaması 2.68 litre, Difüzyon kapasitesi ortalaması % 65 olarak değerlendirildi. Akciğer grafisinde % 58 olguda yaygın tutulum vardı, bu tutulumlar arasında en sık lineer- reküler ve nodüler infiltrasyonlar izlendi ( sırasıyla % 33, % 29).Olguların toraks yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı grafilerinde en sık rastlanan patoloji sentrilobüler nodüldü (% 26). Olgularımızda % 23 patolojik tanı, % 55 klinik-radyolojik( K-R) tanı vardı. % 22 olguda akciğer grafisinde intersyel tutulum görülürken çeşitli nedenlerle ileri tetkik yapılmamış ( ileri yaş: n= 5; hasta reddi: n= 10, vs.). Patolojik tanılı olgular içerisinde ilk sırayı 3 olgu ile desküamaf pnömoni alırken, K-R tanılı grupta 10 olgu ile pnömokonyozlar ilk sırada idi. % 48 olgu hastalık sürecinin herhangi bir aşamasında korkosteroid tedavi almış. AYŞE BAHADIR , GÖNENÇ ORTAKÖYLÜ , FİGEN ALKAN , EMEL ÇAĞLAR , ÜMİT MOGULKOÇ YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Çalışmamızda bir göğüs hastalıkları kliniği olan servisimizde son bir yıl içinde yatan ve ölen hastaların dosyaları ölüm nedenlerini ve sıklığını araşrmak amacı ile retrospekf olarak incelendi Gereç ve Yöntem: Demografik özellikleri , yaş ve ölüm nedenleri kaydedildi. Bulgular: Hastaneye yarılan 692 hastanın 615 ‘i (%88,8) erkek,77’si (%11,2)kadın idi.Hastaların yaş nedenlerini sırası ile KOAH akut atak (%39.5),akciğer kanseri (%1 7.1),tüberküloz(%13.0),pnömoni(%6.0) ve hemopzi tetkik (%5.4),plevral efüzyon (%4.4),asm akut atak (%2.4), interssyel akciğer hastalıkları (%2.1),pulmoner emboli(%1.1) ve diğerleri (%8.6) oluşturmaktaydı.Toplam 38 (%5.4)hastanın öldüğü saptandı. Ölen hastaların 2’si (%5.2) kadın ,36’sı(%94.8) erkek olup yaş ortalaması 66.45±13.30(33-86) idi.Ölen hastaların 19’unda(%50) akciğer kanseri ,6’sında(%15.8) KOAH,7’sinde (%18.4) pnömoni,5’inde(%13.1)tüberküloz,1’inde(%2.6) interssyel akciğer hastalığı tanısı mevcuu. Solunum yetmezliği ile 14 hasta (%36.8) , mulorgan yetmezliğine bağlı 8 hasta(%21.1) ,kansere bağlı 7 hasta(%18.4),hemopzi (4 hasta akciğer kanseri,1 hasta akciğer tb) ile 5 hasta (%13.2),tüberküloza bağlı 3 hasta (%7.9) ve kalp yetmezliğine bağlı 1 hasta(%2.6) eksitus olmuştu. Pnömoniye bağlı ölen hastaların yaş ortalaması 80.71±5.12 diğerlerine göre daha ileri olmakla beraber bu fark istaksel olarak anlamlı değildi.İlk 24 saat içinde ölüm oranı (38 ölen hastanın 15’ i) %39.5 olup en sık ölüm nedeni solunum yetmezliği idi. Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak İAH; tanıdan tedaviye çeşitli sorunların yaşandığı büyük ve heterojen bir hastalık grubunu oluşturmaktadır. 222 Sonuç olarak ;göğüs kliniklerine acil yaş gerekren hastalarda ilk 24 saat mortalite açısından önemli olup akciğer hastalıklarına bağlı ölüm nedenleri içinde solunum yetmezliği ilk sıradadır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS197 PULMONER YATKINLIK 10 NİSAN 2009 PS198 TROMBOEMBOLİDE MEVSİMSEL ANTİ-TNFα TEDAVİSİ ALAN HASTALARDA PULMONER KOMPLİKASYONLAR YAKUP ARSLAN , ERGÜN UÇAR , SEYFETTİN GÜMÜŞ , CANTÜRK TAŞÇI , ARZU BALKAN , ÖMER DENİZ , ERGUN TOZKOPARAN , METİN ÖZKAN , HAYATİ BİLGİÇ AYHAN VAROL 1, SEÇİL TAŞYÜREK 1, KIVILCIM OĞUZÜLGEN 1, NURDAN KÖKTÜRK 1, ESRA ADIŞEN 2, AYLA GÜLEKON 2, MEHMET ALİ GÜRER 2, MEHMET DERYA DEMİRAĞ 3, MEHMET AKİF ÖZTÜRK 3, BERNA GÖKER 3, ŞEMİNUR HAZNEDAROĞLU 3, ZAFER GÜNENDİ 4 , FERİDE GÖĞÜŞ 4, ZÜBEYDE NUR ÖZTÜRK 5, SEVCAN BAKKALOĞLU 5, NUMAN EKİM 1 GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ ASKERİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC. A.D. ANKARA Amaç: GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD ANKARA, TÜRKİYE 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERMATOLOJİ AD ANKARA, TÜRKİYE 3 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ AD ANKARA, TÜRKİYE 4 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON AD ANKARA, TÜRKİYE 5 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ AD ANKARA, TÜRKİYE 1 Koroner hastalıklar, serebrovasküler hastalıklar ve derin ven trombozunda mevsimsel yatkınlık olduğu bilgisinin pulmoner tromboemboli (PTE) için de geçerli olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızda, PTE oluşumu ile hasta cinsiye, ilave hastalık ve mevsimsel yatkınlık ilişkisini tespit etmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: GATA Göğüs Hastalıkları A.D.’da 2005-2009 arası PTE tanısı konan hastaların dosyaları, hasta cinsiye, ilave hastalık olup olmamasına ve tanının konulduğu aya göre retrospekf olarak incelendi. Tanının konulduğu ayları iki gruba ayırdık. Birinci grup: Ekim, kasım, aralık, ocak, şubat ve mart aylarını içermekte olup “SOĞUK AYLAR” olarak isimlendi. İkinci grup: Nisan, mayıs, haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarını içermekte olup ”SICAK AYLAR” olarak isimlendi. Bulgular: Çalışmamızda, 2005-2009 arası 58’i(% 60,4) erkek, 38’i(% 39,6) bayan olmak üzere toplam 96 hastaya PTE tanısı konuldu. Hastaların 54’ünde(% 76) ilave dahili hastalık, 17’sinde(%24) de ilave cerrahi hastalık olmak üzere toplam 71(%73, 95) hastada ilave hastalık mevcut iken, 25 hastada (% 26,05) ilave hastalık yoktu. Hastaların 53’ü(% 55,2) soğuk aylarda, 43’ü(% 44,8) sıcak aylarda tanı aldı ve en çok hasta (16-%16,67) kasım ayında tespit edildi. Soğuk aylarda tanı konulan 53 hastanın 41’inde (%77,4) ilave hastalık vardı.İlave cerrahi hastalığı olan 17 hastanın 10’u(%58,8) soğuk aylarda PTE tanısı aldı. Sonuç: Literatür bilgilerine uygun olarak PTE’nin soğuk aylarda daha sık olduğunu ve mevsimsel yatkınlık gösterdiğini tespit ek. Bu durum özellikle ilave cerrahi hastalığı olanlarda daha belirgindi. Bu nedenle, özellikle soğuk aylarda öngörülen hastalarda profilakk dozda ankoagülan kullanımı ihmal edilmemelidir. ANAHTAR KELİMELER: pulmoner emboli, mevsimsel yatkınlık. Amaç: Tümör nekrozis faktör alfayı (TNFα) antagonize eden ilaçların tüberküloz riskini arrdığı bilinmektedir. Bu çalışmada an-TNFα ile tedavi alan hastalardaki pulmoner komplikasyonların değerlendirilmesini amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ekim 2005-Aralık 2008 tarihleri arasında an-TNFα tedavisi alan 85 hasta (42 erkek, 43 kadın) bu çalışmaya dahil edildi. An-TNFα tedavi endikasyonu alan 30 psöriasis ( % 35.3), 19 romatoid artrit (% 22.4), 19 ankilozan spondilit (% 22.4), 5 psöriak artrit (% 5.88), 3 AML ve ALL( %3.5) ve farklı hastalık grubundan 9 hasta izlendi. Çalışmaya dahil edilen hastaların tümüne anamnez, fizik muayene, göğüs grafisi ve tüberkülin deri tes uygulandı. Bütün hastalar BTS ve RAED rehberlerine uygun olarak değerlendirildiler. An-TNFα tedavisi alan 85 hastanın 60’ında ( % 70.5 ) isoniazid tedavisi planlanan tedavi ile birlikte başlandı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastalar arasından 7 tanesinde pulmoner komplikasyon geliş. Infliximab kullanan 3 hastada fungal pnömoni, infliximab veya adelimumab kullanan 3 hastada bakteriyel pnömoni ve kemoprofilaksi almayan ama infliximab kullanan 1 hastada da tüberküloz lenfadenit tanımlandı. Sonuç: Tüberküloz profilaksisi için isoniazid kullanımı yüksek olduğundan bu çalışma grubunda tüberküloz oranı çok düşüktü (1/85). Fakat an-TNFα tedavisi alan hastalar, rsatçı enfeksiyonların gelişmesi açısından ( fungal, bakteriyel pnömoni vb.) dikkatli takip edilmelidirler. 223 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS199 PS200 KRONİK ÖKSÜRÜKLÜ HASTALARDA ETİYOLOJİ VE MALİYETİN DEĞERLENDİRİLMESİ KANSER VE PULMONER TROMBOEMBOLİ: ÖLÜMCÜL İKİLİ Mİ? İLKER YILMAM , TUNCAY ÇAĞLAR , EBRU ÇAKIR EDİS MELTEM TOR , SUNA AKBULUT , CEVAHİR CEVİK , FİGEN ATALAY TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: Çalışmamızda polikliniğimize kronik öksürük yakınması nedeniyle başvuran hastalarımızda ampirik tedavi yaklaşım modeli ile tanı ve tedavide başarı oranı ve hangi eyolojik nedenlerin ön plana çıkğını, tanı konulan ana kadar ki maliyet hesabını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Polikliniğimize Nisan 2007- Temmuz 2008 tarihleri arasında 2 aydan daha fazla süren öksürük yakınması ile başvuran ve daha önceden bu nedenle herhangi bir tanı konmamış hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya kalan 90 hastanın 64’ü (%71.1) kadın, 26’ sı (%28.9) erkek idi. Hastaların yaş ortalaması 46.24 ± 15.42 (17-79) idi. Ortalama öksürük süresi 17.29 ± 30.49 (2-180) ay idi. Yirmiiki hastaya (%24.6) öksürük variant asm, 19 hastaya (%21.1) gastroösefagial reflü, 8 hastaya (%8.8) üst havayolu öksürük sendromu, 6 hastada (%6.7) ACE inhibitörü kullanımına bağlı kronik öksürük saptandı. Onüç (%14.4) hastada birden çok öksürük nedeni saptandı. Hasta başına tanı konulana kadar ki ortalama maliye 216.61 ± 335.64 (45.20-2658.20) YTL olarak hesaplandı. Sonuç: Hastalarımızdajkjsaptanan eyolojik nedenlere bakğımızda patolojik triad (% 54.5) ön plana çıkmaktadır. Hastaların bir kısmında patolojik triadın birden fazla eyolojik nedeni (%8.9) saptanabilmekte ve bu ampirik yaklaşım modeli ile olguların 2/3’ünde, diğer tanıların eklenmesi ile tamamına yakınında başarılı olunmaktadır. Maliyet etkinliğinin değerlendirilmesi için sağlık sektöründe fiyatlandırma polikalarının değişkenliği nedeniyle daha fazla çalışmaya gereksinim duyulmaktadır. 224 10 NİSAN 2009 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTAIKLARI AD ZONGULDAK Amaç: Yapılan çalışmalar, kanserli olgularda derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner tromboemboli (PE) riskinin 4-6 kat ar ğını göstermişr. Bu nedenle akut venöz tromboemboli (VTE) tanısı alan tüm hastaların %15-20’sini kanser olguları oluşturmaktadır. Biz de bu çalışmada kendi PE olgularımızda kanser ilişkisini ve klinik sonuçları değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, hastanemizde Ocak-Aralık 2007 tarihleri arasında tanı alan PE olguları içinde kanser tanısı alan olguların klinik özellikleri ve PE mortalitesi retrospekf olarak hastane elektronik kayıtlarından değerlendirildi. İstasksel analiz için SPSS 11.0 kulanıldı. Bulgular: Bu çalışma döneminde tanı almış olan 105 PE olgusundan 23(%22) olgunun kanser tanısına sahip olduğu görüldü. Bu olguların yaş ortalaması 63.73+/-17.7(39-85) ve %56 erkek idi. Bu olgularda kanser pleri ise şöyle idi: akciğer (n:5), meme (n:4), mide (n:3), endometrium (n:2), baş boyun (n:2), prostat (n:2), rektum (n:2), lösemi(n:1), böbrek (n:1), over (n:1) ve primer belli olmayan (n:1). Sadece 1 olgu (%4.3) VTE profilaksisi almış. Bütün hastalar kemoterapi almış/alan hastalardı. 7 olguda(%30) klinik olarak submassif veya masif olarak prezente olan proksimal PE mevcut idi. Hastane mortalitesi %17 (4/23) olarak saptandı. Aynı dönemde kanser dışı olgularda bu oran %12 (10/82). Sonuç: Kanser hastaları PE olgularımızın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Malign PE olgularına en sık eşlik eden kanser akciğer kanseridir. Kanserle ilişkili PE olgularında proksimal PE’ye bağlı olarak mortalitenin de yüksek olabileceği düşünülmeli ve bu olgularda VTE profilaksi önerilerine uyulmalıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS201 PS202 İŞYÜKÜNE DAYALI İNSAN GÜCÜ (UZMAN HEKİM) HESAPLAMASI -YEDİKULE ÖRNEĞİ- 2008 YILINDAKİ AKTİF ÇALIŞAN GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANI YETERLİ Mİ? SEDAT ALTIN , EMEL ÇAĞLAR , GÜNGÖR ÇAMSARI , ERDOĞAN ÇETİNKAYA , SADETTİN ÇIKRIKÇIOĞLU , FİLİZ KOŞAR , ESİN TUNCAY , PINAR YILDIZ , VEYSEL YILMAZ SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: İşgücü planlaması kapsamında Göğüs Hastalıkları Uzmanlarının günlük mesaileri içinde gerçekleşrebilecekleri işlemlerle ilgili hazırlanan çizelgenin yıllık bazda rakamları oluşturularak gerekli uzman sayısı hesaplanabilir. Tüm kurumlar kendi değerlerini ve iş yüklerini benzer tablolarla bulabilirler. Gereç ve Yöntem: İşyüküne göre hesaplamada(WISN), işyükü bileşenleri teker teker sıralanır. Bu bileşenlerin akvite standartları belirlenir, Bu standartlara göre o akviteden günlük olarak kaç adet yapılabileceği bulunur ve yılda mesai yapılan 220 gün üzerinden yıllık adet saptanır. Yılda gerçekleşen iş yükünün standart işyüküne bölünmesiyle elde edilen katsayılar toplanır.2007 rakamlarıyla Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğim ve Araşrma Hastanesinde Göğüs Hastalıkları Uzmanlarınca yapılan işlemler ve katsayıları hesaplanmışr. Bulgular: : İş yükü bileşenleri, poliklinik, yatan hasta muayenesi, hasta vizi, taburculuk işlemleri, tanısal ve terapok bronkoskopi, transtorasik iğne aspirasyonu, plevra biyopsisi, torasentez, prick alerji tes, kan gazı alma, Bibap bağlama ve uygulama, uyku tes raporlama, kemoterapi planlama ve mekanik venlatöre bağlamadan oluşmaktadır.Toplam katsayı 67,356 olarak hesaplanmışr. Kategori ayarlama faktörü = % 12,5, Ayarlama çarpanı = 1/ 1-0,125 = 1.143 Gerekli uzman hekim sayısı = Katsayıların toplamı x 1.143 = 67,356 x 1.143 = 77 uzman hekim gerekli. Halen mevcut Göğüs Hastalıkları Uzman hekim sayısı (Klinik şef, şef muavini ve başhekim muavinleri de dahil) 43 olup, aradaki fark, 34’tür. YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Ülkemizde 2008 yılında akf çalışan göğüs hastalıkları uzman sayısının, performans yönemi analizine göre yeterli olup olmadığını araşrmak Gereç ve Yöntem: 2008 yılı Ocak ayında ülkemizin 64 il ve 152 hastanesinde akf olarak çalışan 416 göğüs hastalıkları uzmanın (Sağlık Bakanlığında görevli göğüs hastalıkları uzmanlarının yaklaşık yarısı) yapmış olduğu muayene ve girişimsel işlem puanlarına göre işyükü belirlenerek uzman ihyacı bulundu. Bulgular: Ocak 2008’de 416 göğüs hastalıkları uzmanının yapmış olduğu muayene ve girişimsel işlemlerden elde eği toplam performans puanı 10.702.699, bunun 4.756.952’i muayene puanı (% 44’ü) olup bir ayda bakılan hasta sayısı 226.522’dir. Tüm Sağlık Bakanlığı hastanelerinde görevli uzman hekime işyükünü projekte eğimizde yıllık muayene sayısının 5.436.500 olduğu bulunmaktadır. Sonuç: Yapılan performans yönemi analizinde kabul edilebilir hata payıyla göğüs hastalıkları uzman sayısının mevcuda göre 1.310 (% 50) daha az olduğu bulunmuştur. Ülkemiz için gerekli göğüs hastalıkları uzman sayısı 2008 yılı ibariyle 2.760 olarak hesaplanmışr. Sonuç: 2007’deki işyüküne göre hesaplanan uzman hekim eksiği 34 olarak bulunmuştur. Oran = 43 / 77 = 0,56 olup, neredeyse yarıya yakın göğüs hastalıkları uzman hekim eksiği mevcuur. 225 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS203 İDİOPATİK PULMONER DEĞERLENDİRİLMESİ) PS204 FİBROZİS (43 OLGUNUN ERDOĞAN ÇETİNKAYA 1, SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ 1 , SEDAT ALTIN 1, NURDAN ŞİMŞEK VESKE 1, EKREM CENGİZ SEYHAN 1, AKİF TURNA 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ 1 Amaç: İdiopak akciğer hastalıkları arasında en sık görülen hastalık olan idiopak pulmoner fibrozis (İPF), akciğerlere sınırlı, kronik, idiopak interssiyel pnömoni formudur. Yöntem: Kliniğimizde 2000-2007 yılları arası izlenen 43 İPF olgusu tanı ve tedavi yaklaşımı açısından retrospekf olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde 2000-2007 yılları arası izlenen 43 İPF olgusu tanı ve tedavi yaklaşımı açısından retrospekf olarak değerlendirildi. Bulgular: Olguların 18 (%41.9)’i kadın, 25 (%58.1)’i erkek olup, yaş ortalaması 62,4 ±10.0 (36–78) idi. Tanı aşamasında yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT)’lerinde; interlobüler septal kalınlaşma, rekülonodüler patern, veya bal peteği akciğer bulguları mevcuu. Solunum fonksiyon testlerinde restrikf patern gözlenirken, ortalama DLCO (% beklenen değer) % 47.71 ± 18.9 idi. Olguların 15 (%34.9)’ine açık akciğer biyopsiyle, 20 (%46.5) sine TBB ve klinik-radyolojik bulgular birlikte değerlendirilerek ve 8 (%18.6) olgu ise klinik ve radyolojik bulgularına göre IPF tanısı konuldu. Steroidler tedavide ilk sırada yer alıyordu. 32 hasta en az bir yıl takip edilmiş olup ortalama takip süresi 2.25 (1-7) yıldı. Sonuç: Bulgular literatür eşliğinde tarşıldı. 226 PERFORMANSTAN ANLAŞILAN NEDİR ? PUAN MI, PARA MI? SEDAT ALTIN , VOLKAN KARA YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Performans yöneminin göğüs hastalıkları ve göğüs cerrahisi açısından girişimsel işlem, poliklinik ve gün başına yapılan puan ve elde edilen primle ilişkisini araşrmak Gereç ve Yöntem: 2004 yılından ibaren uygulamaya sokulan Döner Sermaye Ek Ödeme Yönergesi gereği hastanemizde eğim verilen Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi uzmanlık alanlarında 2008 yılına ait değerlendirmeler yapılmışr. Bulgular: 2008 yılında göğüs hastalıklarında(GH) akf çalışılan gün sayısı ortalama aylık 1049 iken, göğüs cerrahisinde(GC) 319 bulunmuştur. Girişimsel işlem puan ortalaması GH’de aylık 802.258, GC’de aylık 272.531, muayene puan ortalaması GH’de aylık 343.657, GC’de 34.826 olarak saptanmışken gün başına puan GH için 1.089, GC için 968 olarak hesaplanmışr. Dağılan döner sermaye primine göre de puan başı gelir GH için 0,984 TL iken GC için 1,159 TL hesaplanmışr. Toplam puanda GH’ları GC’ne göre yaklaşık 4 ka daha fazla puan elde etmesine karşın akf çalışılan gün sayısına bölümde her iki branşın birbirine yakın (GH’nda 1.089 puan , GC’nde 968 puan) değerler elde edilmişr. Sonuç: Dağılan prim miktarının sadece elde edilen puanla ilgili olmadığı sonucuna varılmışr. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS205 PS206 SAĞLIKTA PERFORMANSTA İŞYÜKÜ BELİRLEYİCİ Mİ? SEDAT ALTIN , SİNEM SÖKÜCÜ , H.VOLKAN KARA PROFLAKSİDE UNUTULMUŞ ÖNEMLİ OLABİLECEK VENÖZ TROMBOEMBOLİ NEDENİ: GÖZ CERRRAHİSİ (5 OLGU NEDENİYLE) YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ASİYE KANBAY 1, H. CANAN HASANOĞLU 1, AYŞEGÜL KARALEZLİ 1, GÖKHAN AYKUN 1, FATMA YÜLEK 2 Amaç: ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖZ HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2004 yılından beri uygulanagelen sağlıkta performans uygulamalarının asıl amacının çok çalışanın ödüllendirilmesi olup olmadığının tarşılması Gereç ve Yöntem: 2006 ve 2007 yıllarında Sağlık Bakanlığı performans dairesi verilerinin ayrınlı analizinin yapılması ve uzmanlık alanlarının iş yükü kıyaslaması Bulgular: Diğer branşlardaki uygulamalarla Göğüs Hastalıkları uzmanlık dalındaki uygulamaların, işyükünün ve ortalama döner sermaye ek primlerinin karşılaşrıldığı bu çalışmada, branşlar arasında işyüküyle oransız adaletsiz dağımların söz konusu olduğu saptandı. Üçüncü basamak eğim araşrma hastanelerinde işyükünün çok daha fazla olmasına karşın, dağılan ek prim daha düşük olmuştur. İkinci basamak ve üçüncü basamak hastanelerde başta olmak üzere bazı branşlarda (göğüs hastalıkları, göğüs cerrahisi, enfeksiyon hastalıkları, biokimya, mikrobiyoloji ve patoloji) diğerlerine göre ortalamanın alnda yer almışr. Öte yandan, işyükü giderek artmasına karşın, her geçen yıl dağılan ek prim gerilemekte, kurum gelirleri artarken dağılabilecek prim oranları giderek düşmektedir.Bunun nedenleri olarak, puanlamanın işyüküne ve yapılan girişiminin süresi ve risk düzeyine göre belirlenmemesi, bazı branşların yapğı işlemlerin SUT’ta karşılığının olmaması, SGK’nın uzmanlık alanlarıyla ilgili olarak hiçbir bilimsel veriye dayanmaksızın keyfice kesinleri sıralanmışr. 1 Amaç: Venöz Tromboemboli (VTE); derin ven trombozu ve pulmoner emboli (PE)’yi kapsayan, profilaksi uygulamalarındaki aksamalar sebebiyle yüksek mortalite ve morbiditeye neden olan haya tehdit eden bir durumdur. Bu nedenle klinik tedavi rehberlerinde her geçen gün profilaksi önerileri arş göstermektedir. Kliniğimizde takip eğimiz preoperaf dönemde profilaksi uygulanmamış ve göz cerrahisi geçiren 5 olguyu sunarak profilaksi endikasyonlarında yeni ve önemli bir nedene dikkat çekmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Olgularımızın yaşları 55, 84, 44, 74 ve 88 olup, birine vitreoktomi diğerlerine katarakt cerrahisi uygulanmışr. Bulgular: Tüm olgularda semptomlar postoperaf 2–7. günler arasında açığa çıkmışr. 3 olgumuzda klinik, radyolojik ve laboratuvar incelemeler sonucunda masif PE tanısı konulması üzerine trombolik tedavi uygulanmışr. Bu olgulardan 55 yaşında ve vitreoktomi operasyonu geçiren hastamız yoğun vazopressör tedavi ve trombolik uygulamasına karşın kaybedilmişr. Katarakt cerrahisi uygulanan diğer iki olgumuz ise submasif PE kliniği tanısı ile düşük moleküler ağırlıklı heparin ve destek tedavileri uygulanmışr. Sonuç: Sonuç: Gerçek performansın ölçümünde bireysel ve kurumsal ölçümlerin daha rasyonel yapılması, adaletli ek prim dağımı ve sağlık çalışanının movasyonunu ar rıcı yeni uygulamaların sisteme entegrasyonu gereklidir. Göz cerrahileri mikrocerrahi sınında olup ankoagülasyon uygulamaları kanamaya neden olmaktadırlar. Olguların diğer gözlerinde de genellikle ciddi görme kusuru bulunması nedeniyle postoperaf dönemde hastalar mobilizasyondan sakınmaktadırlar. Göz cerrahisi geçirenlerde erken mobilizasyon hayat kurtarıcı bir profilakk uygulama olarak göz cerrahları tarandan önerilmelidir. Özellikle immobil olacağı bilinen hastalarda mutlaka profilaksi uygulanmalıdır. 227 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ PS207 PS208 GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ’NDE AYAKTAN İZLENEN HASTALARDA MEMNUNİYET DÜZEYİ MASİF VE MASİF OLMAYAN PULMONER EMBOLİ HASTALARININ ÖZELLİKLERİ SONGÜL UYGUN , NACİYE KARATAŞ , NEVİN ÖZER , PERİ ARBAK , ÖNER BALBAY , ALİ NİHAT ANNAKKAYA DİLBER YILMAZ , FUNDA COŞKUN , AHMET URSAVAŞ , ERCÜMENT EGE DÜZCE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: Ayaktan izlenen göğüs hastalıkları olgularında tanı ve tedavi sürecinde uyumun arrılması için hasta ile sağlık çalışanının ileşimi önem taşımaktadır. Pulmoner emboli (PE) mortalite oranı yüksek bir hastalıkr. Hastalığın masif olup olmaması tedavi yaklaşımını büyük ölçüde değişrmektedir. Çalışmamızda masif ve masif olmayan embolilerin özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne 2008 yılı Aralık ayında başvuran 222 olguya hasta memnuniyet anke uygulandı. Anket soruları içinde hekimin hastaya ayırdığı süre, tedavi hakkında ayrınlı açıklama yapılıp yapılmadığı, hastanın sorularına yanıt alıp almadığı, farklı hekime muayene olmayı düşünüp düşünmediği, hekimin davranışının nazik olup olmadığı, tedavi hakkında yeterli bilgi verilip verilmediği, mahremiyete dikkat edilip edilmediği, hastaneden çıkıldığında yaşanacak durumlar hakkında bilgi verilip verilmediği, hastaneden ileşim için telefon numarası verilip verilmediği yer almaktaydı. Bulgular: İki yüz yirmi iki olgunun yaş ortalaması 48.9 ± 16.4 (1883) idi. Olguların 126’sı erkek (%56.8), 96’sı kadındı (%43.2). Olguların %38.6’sı hekimin kendileri için ayırdığı sürenin 6-10 dk, %26.1’i 11-15 dk arasında olduğunu belirler. Hastaların %75.2’si hekimin tedavi hakkında ayrınlı açıklama yapğını bildirdiler. Hastaların %80.2’si sorularına tam olarak yanıt aldıklarını belirler. Aynı yakınmayla farklı bir hekime gitmeyeceğini belirtenlerin oranı %60.4 idi. Hekimin ilgisinden memnun olduğunu belirtenlerin oranı %73.4 idi. Tedavisi hakkında yeterli bilgi verildiğini bildirenlerin oranı %70.3 idi. Yapılan görüşmelerde mahremiyete dikkat edildiğini belirtenler %66.2 oranındaydı. Olguların %48.6’sı hastaneden çıkıldığında yaşanacak durumlar hakkında bilgilendirildiklerini söylediler. Olguların %53.6’sı sorun olduğunda arayabilecekleri telefon numarasının verildiğini bildirdiler. Sonuç: Araşrmanın yapıldığı kurumda polikliniğe başvuran bireylerin hasta-hekim ilişkisi açısından genel olarak hoşnut olduğu gözlenmişr. Ancak hasta başına ayrılan sürenin daha uzun olması hasta doyumunu arrabilir. 228 10 NİSAN 2009 Gereç ve Yöntem: 2006-2008 yılları arasında pulmoner emboli tanısı alan 89 hasta çalışmaya dahil edildi. EKO’da sağ ventrikül yüklenme bulguları olan ve hemodinamisi stabil olmayan hastalar masif (Grup 1), diğer hastalar ise masif olmayan(Grup 2) olarak sınıflandırıldı. Bulgular: Grupların özellikleri tabloda gösterilmişr. Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından istaksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1’in %35.7’sinde Grup 2’nin ise %23’ünde risk faktörü yoktu. Grup 1 ve Grup 2’de sırasıyla en sık görülen risk faktörleri immobilizasyon %21.4, %17.6 ve operasyon öyküsü % 21.4, 17.6 idi. Grup 1 ve 2’de sırasıyla hemopzi oranı %15.4, %26.1; dispne oranı %85.7, %80; göğüs ağrısı oranı %21.4, %48 idi. Singrafik bulguları karşılaşrıldığında Grup 1’de yüksek ihmalli çıkma oranı orta-düşük ihmalli çıkma oranından daha yüksek bulundu(p<0.05). Derin ven trombozu Grup 1’de %42.9, Grup 2’de %42.5 saptandı(p>0.05). Sırasıyla Grup 1(n=14) ve Grup 2(n=75) değerleri: Yaş (yıl) 54±4.5, 54.8±2.1; Cinsiyet (E/K) 7/7, 35/40; pO2 (mmHg) 72.5±5.9, 72.8±2.5; PCO2 (mmHg) 32.3±1.4, 33.9±0.9; Kalp hızı (dk) 108.8±3.3*, 99.2±2.1*; Sistolik TA (mmHg) 95±7.8*, 124±2.3*; Diastolik TA (mmHg) 61±6*, 77.2±1.5*; Yaş süresi (gün) 12.7±1, 12.2±0.6; Solunum dakika sayısı 18.8±1.7, 21.9±3.1 saptandı.(*p<0.05) Sonuç: Sonuç olarak haya tehd edici PE tanısı sıklıkla konulamamakta ve bu hastalar uygun tedavi alamadıkları için kaybedilmektedirler. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS209 PS210 AKCİĞER TUTULUMLU SKLERODERMALI OLGULARDA FONKSİYONEL PARAMETRELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ PULMONER EMBOLİDE HASTALIĞIN AĞIRLIK DERECESİ İLE 4 FARKLI KLİNİK SKORLAMA YÖNTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI ZEYNEP ÇELEBİ SÖZENER 1, GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU 1 , NURŞEN DÜZGÜN 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK İMMUNOLOJİ VE ROMATOLOJİ BD FUNDA COŞKUN , DİLBER YILMAZ , AHMET URSAVAŞ , MEHMET KARADAĞ , ERCÜMENT EGE 1 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: Akciğer tutulumlu sklerodermalı hastalardaki fonksiyonel değişikliklerle, tanı testleri arasındaki ilişkiyi irdelemek ve erken tanıda yardımcı olacak testleri belirlemek. Gereç ve Yöntem: 33 skleroderma akciğer tutulumlu hasta prospekf olarak çalışmaya alındı. Hastaların solunum fonksiyon testleri (SFT), ekokardiyografileri (EKO), kangazları, al dakika yürüme testleri (6DYT) ve yüksek rezolusyonlu tomografileri (YRBT) yapıldı. Tüm hastalar MRC dispne indeksi ve NYHA fonksiyonel klasifikasyonuna göre sınıflandırıldılar ve hepsinden SGRQ yaşam kalitesi ankeni doldurmaları istendi. Bulgular: DLCO en erken bozulan parametre olarak saptandı. MRC ve NYHA’nın da erken dönemlerden ibaren etkilendiği görüldü. %FVC/%DLCO oranının bu hasta populasyonunda pulmoner hipertansiyonu saptamadaki duyarlılığı düşük bulundu. SGRQ bakılan tüm fonksiyonel parametreler ile korele idi ve SGRQa skoru 6 DYT de düşme olmadan önce yükselme gösteriyordu. Sonuç: Sklerodermalı hastalar asemptomak dahi olsalar mutlaka akciğer tutulumu açısından kontrol edilmelildirler. SFT, EKO, YRBT, 6DYT tanı ve takipte kullanılabilecek faydalı testler olarak saptanmışr. MRC ve NYHA klasifikasyonu da erken tanıda yardımcıdır. SGRQ yaşam kalitesi anke ise skleroderma akciğer tutulumunda erken tanıda noninvaziv bir parametre olarak yardımcı ve önemli bir test olarak bulunmuştur. Pulmoner emboli tanısı koyabilmek için ilk önce hastalıktan kuşkulanmak gerekmektedir. Tanı koymadaki güçlükler çeşitli klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularından faydanılarak klinik olasılıkları saptama metodlarının doğmasına neden olmuştur. Wells, Geneva, Hyers ve Minia bu amaçla kullanılan skorlama yöntemleridir. Çalışmamızda bu skorlar ile pulmoner emboli tanısı konmuş hastaların ağırlık derecesi arasındaki ilişkiyi saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Pulmoner emboli tanısı konulmuş 89 hasta değerlendirmeye alındı. EKO’da sağ ventrikül yüklenme bulguları olan ve hemodinamisi stabil olmayan hastalar masif (Grup 1, 7E/7K), diğer hastalar ise masif olmayan(Grup 2, 35E/40K) olarak sınıflandırıldı. Bulgular: Yaş ortalamaları Grup 1’de 54±4.5, Grup 2’de 54.8±2.1 idi. Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından istaksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Grup 1 ve Grup 2’deki hastalar Wells yöntemine göre karşılaşrıldığında sırasıyla %50, %74.3 orta-düşük riskli, %50, %25.7 yüksek riskli; Cenevre yöntemine %92.9, %82.9 ortadüşük riskli, %7.1, %17.1 yüksek riskli; Hyers yöntemine göre %78.6, %58.7 orta-düşük riskli, %21.4, %41.3 yüksek riskli, Minia yöntemine göre ise % 78.6, %96 orta-düşük, %21.4, %4 yüksek riskli idi. Bu 4 yöntem karşılaşrıldığında Minia yöntemi kullanıldığında Grup 1 ve Grup 2 arasında skorlar açısından anlamlı farklılık saptandı. Minia yöntemi hastalığın ağırlık derecesi ile doğru korelasyon gösterdi. Sonuç: Bu skorlar tanı koymada literatüre göre anlamlı olmakla birlikte hastalığın ağırlık derecesini belirlemede Minia dışında diğer yöntemler yetersiz kalmışr. Bu yöntemlerin günlük uygulamamızda yer bulabilmesi için daha geniş serili çalışmalara gerek duyulmaktadır. 229 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS211 PS212 ESTIMATION OF VITAL PULMONARY PARAMETERS OF IRANIAN POPULATION: USING REFERENCE EQUATIONS INTERRELATION OF RIGHT VENTRICULAR GEOMETRY RESPONSE AND LEFT VENTRICULAR DIASTOLIC FUNCTION IN PATIENTS WITH HYPOXIC PULMONARY HYPERTENSION SOHRAB HAJİZADEH , MOHAMMAD KHAKSARİ , SOGHRAT FAGHİHZADEH DEPT. OF PHYSİOLOGY, SCHOOL OF MEDİCAL SCİENCES TARBİAT MODARES UNİVERSİTY, TEHRAN- IRAN Aim: Normal subjects are healthy people who have no cardio-pulmonary symptoms. These people have usually normal values of cardio-pulmonary parameters. Since reference values are influenced by a variety of factors including age, gender, stature, genec and geographical region of living, though the reference values of one populaon can not be used for other populaons, so, the aim of this study was to idenfy the physiological values of pulmonary parameters in Iranian adult populaon and obtain the reference equaons for these parameters. Method: Sample subjects were selected randomly through different cies in several regions of the country. Healthy individuals were idenfied aer medical examinaon. Pulmonary parameters including Forced vital capacity (FVC), Slow Vital Capacity (SVC), Forced Expiratory Volume (FEV), Tidal Volume (TV) and Respiratory Rate (RR) were measured by using standard methods and devices with expert researchers. Results: Mean values for each parameter was calculated and then reference equaons were derived for each parameters as below: FVC = 0.842+ 0.01 (height) + 0.083 (sex) + 0.003 (weight). SVC = 0.424+ 0.019 (height). FEV = 0.651 – 0.004 (age) + 0.02 (height). TV = 0.035 + 0.031 (sex) + 0.003 (height). RR = 44.791 – 0.033 (age) – 0.108 (height) – 0.035 (weight). Conclusion: In conclusion using these reference equaons, one can esmate the subject vital parameters without measurement in emergency situaons. IBRAGİM SABİROV , ALMAZ AKUNOV , TATYANA HAN , SADYR YUSUPOV , SARYBAEV AKPAY , NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND INTERNAL MEDİCİNE Aim: To invesgate the interrelaon of right ventricular geometry response and le ventricular diastolic funcon in paents with hypoxic pulmonary hypertension (PH) due to COPD. Method: Paents with PH due to COPD were divided into 2 groups depending on RV geometry response to hypoxic test: the 1st group –paents with PH (the mean age is 57,1±1,5 years), who responded to hypoxia by crescentshaped change of RV cavity; the 2nd group –paents with PH and RV hypertrophy (the mean age is 57,0±1,8 years), who responded to hypoxia increasing enddiastolic dimension, shi of the interventricular septum into the LV cavity with subsequent transion of the RV cavity into the ball-shaped form. The control group consisted of sixteen healthy age-matched male lowlanders. Crescent- and ball-shaped changes of the RV geometry during the hypoxic test was evaluated visually from the parasternal approach of the short cardiac axis. Hypoxic test was performed by inhalaon of the 10% oxygen at the nitrogenium during 15 minutes. Indices were recorded before and on the 15th minute of the HT. Results: Obtained results showed the effect of HT on the LV filling in COPD paents, that was more significant in ballshaped change of RV geometry. Eearly transmitral peak velocity to late peak velocity rao (Е/А) were 1,29±0,02, 0,9±0,02 and 0,60±0,02 at the CG, the 1st and 2nd groups correspondingly. Conclusion: Interventricular interacon with impaired LV filling in paents with ball-shaped RV geometry changes is more expressed than in paents with crescent-shaped RV geometry changes in response to the hypoxia. 230 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS213 Gereç ve Yöntem: BRONKOSKOPİSTİN BRONKOSKOPİK ÖRNEKLEMENİN BAŞARISINA ETKİSİNİN GERİYE DÖNÜK İRDELENMESİ Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında malignite ön tanısıyla endobronşiyal lezyon varlığına bakılmaksızın 88 vakaya lenf nodu TBİA yapıldı. Vakaların yaş ortalaması 65 yıl idi. 70’i (%81) erkek ve 18’i (%19) kadın idi. Ortalama 1-3 cm arasında değişen patolojik boyuaki lenf nodlarına, her bir lenf noduna 1-3 arasında olmak üzere aspirasyon işlemi yapıldı. LEVENT KARASULU , SEDAT ALTIN , ESİN YENTÜRK , GÜLER ÖZGÜL , EKREM CENGİZ SEYHAN , NEVİN IŞIK , GÖNENÇ ORTAKÖYLÜ , GÜLFİDAN ARAS , FUNDA ARKIN , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , CEM TİGİN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARŞ.HAST. Amaç: Çalışmamızın amacı bronkoskopik örneklemenin başarısının bronkoskopisn yeterliği ve kişisel becerisi ile ilinli olduğu yönünde yaygın görüşün sorgulanmasıdır Gereç ve Yöntem: Hastanemizde 2008 yılının ocak ve şubat aylarında arasında 34 hekim tarandan yapılan 413 bronkoskopi ve 977 bronkoskopik örnekleme incelendi Bulgular: İşlem sonucu 56 vakada (%64) pozif tanıya ( akciğer karsinomu) ulaşılırken , 32 vakada (%36) tanıya ulaşılamadı. Tanıya ulaşılamayan 32 vakadan 2’sine cerrahi biyopsi ( 1 mediasnoskopi, 1 wedge rezeksiyon) yapıldı ve malignite tanısı koyuldu. Kalan 30 vaka ise metastak veya inoperabl kabul edilerek kemoterapi / radyoterapi tedavisi başlandı Sonuç: Özellikle akciğer malignitesi düşünülen vakalarda TBİA tanı oranını ar ran bir yöntemdir. Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 64±14.3 tü. 112 (%27.1) hastamız kadın 301(%72.8) hastamız erkek. Hasta başına yapılan işlem sayısı ortalama 2.36 idi. İşlemlerin dağılımına bakıldığında 309 biyopsi (%75), 26 rçalama (%6), 187 transbronşial iğne aspirasyonu (%45) 53 transbronşial biyopsi 403 bronş lavajı (%98), incelenmiş. Bronkoskopisn tanı başarısı belirleyiciliğine dair yapılan istask analizde tüm örnekleme yöntemleri için p>0.05 bulundu. Sonuç: Bronkoskopik incelemenin yoğun olarak uygulandiğı kurumlarda incelemenin başarısının bronkoskopisn kişisel becerileri ile ilişkilendirilememişr. Bu da kurumumuzda bronkoskopi eğiminin standardize olduğuna işaret etmektedir. PS215 TRANSBRONŞİYAL AKCİĞER PARANKİM BİYOPSİSİ VE TANI ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK 2 , GÜLAY ÖZBİLİM 2, TÜLAY ÖZDEMİR 1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD 1 Amaç: Transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBAB) endoskopik görüş alanı dışında kalan diffüz parankimal veya lokalize infiltraf lezyonlardan yapılan örnekleme işlemidir. Gereç ve Yöntem: PS214 ENDOBRONŞİYAL LEZYONA BAKILMAKSIZIN MALİGNİTE ÖN Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde 29 vakaya fluoroskopi eşliğinde transbronşiyal akciğer biyopsisi yapıldı. Bulgular: ÖMER ÖZBUDAK , TEZAY SANDIKLI , HİCRAN ÖZBUDAK , GÜLAY ÖZBİLİM , CANDAN ÖĞÜŞ AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: Akciğer malignitesi düşünülen vakalarda endobronşiyal lezyon olsun ya da olmasın yapılan bronkoskopik lenf nodu transbronşiyal iğne aspirasyonunun tanısal değerini göstermek Vakaların yaş ortalaması 51 yıl idi. 19’u erkek (%65) ve 10’u kadın (%35) idi. Her vakada örnekleme sayısı 4-6 arasında idi. 29 olgunun 14’ünde (%48) transbronşiyal akciğer biyopsisi sonrası pozif tanıya ulaşılırken, 15 olguda (%52) tanıya ulaşılamadı. TBAB ile tanı koyulan olgular: 1 NSIP, 2 Kronik Eozinofilik Pnömoni, 5 Sarkoidoz, 1 Hisyositozis X, 1 Silikozis, 1 BOOP, 3 KHDAK Tanıya ulaşılamayan 15 vakanın 6’sına cerrahi biyopsi uygulandı ve 1 Wegener Granülamatozu, 2 KHDAK, 1 BOOP tanısı koyuldu. 1 vakanın ise cerrahi biyopsi sonucu nonspesifik. Tanıya ulaşılamayan 9 vakaya ise klinik ve radyolojik takip kararı verildi. İşlem sonrası hiçbir vakada kanama,pnömotoraks gibi komplikasyonlar görülmedi. 231 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 Sonuç: PS217 TBAB’nin skopi eşliğinde yapılması güvenli, tanı oranını ar ran bir yöntemdir TEKRARLANAN SOLUNUM ÖLÇÜMLERİNİN ETKİNLİĞİ PS216 SERDAR EVMAN , ADAMU ISSAKA , KORKUT BOSTANCI , BEDRETTİN YILDIZELİ , MUSTAFA YÜKSEL , MUSTAFA YÜKSEL BRONKOSKOPİK VARYASYONLAR TRAKEOBRONŞİAL ANOMALİ VE HATİCE SELİMOĞLU ŞEN , AYŞE AYDIN , SÜREYYA ÇETİN YILMAZ , ABDURRAHMAN ŞENYİĞİT DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Amaç: Bronkoskopi esnasında farklı trakeobronşial anomaliler (trakeal bronş, ektopik bronş, aksesuar bronş) saptanabilmektedir. Bu çeşitli anomaliler % 1-12 oranında bildirilmişr. Bronkoskopi sırasında saptanan bu anomalileri bilmek, patolojik bulguların ayırt edilebilmesi ve doğru bronkoskopik tanı konulabilmesi açısından gereklidir. Bu çalışmada biz de bronkoskopi sırasında trakeobronşial anomali (tba) saptanma oranını ve bu olguların klinik özelliklerini araşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ekim-2002 Aralık-2008 tarihleri arasında kliniğimizde yapılan 1822 bronkoskopi raporu retrospekf olarak incelendi. Bulgular: Çeşitli amaçlarla yapılan bronkoskopilerde toplam 52 hastada trakeobronşial anomali saptandı. Bu hastaların 13’ü kadın,39’u erkek idi. Hastaların yaş ortalamaları 44,5 idi.(enküçük 15,en büyük 78 yaş). Sağ üst lob, anomalilerin en sık saptandığı bölgeydi (%39,2). Üç olguda birden fazla trakeobronşial anomali mevcuu (%5,3). İki olguda ise bilateral tba mevcuu (%3,57). Hiç bir olguda tba alanında tümör saptanmadı. Sonuç: Trakeobronşial anomaliler,genellikle asemptomakr ve rastlansal olarak saptanır. Ancak trakeal bronş ve aksesuar kardiak bronş tekrarlayan pnömonilere, öksürük ve hemopziye neden olabilir. Bronş anomali ve varyasyonlarının iyi bilinmesi, patolojik bulguların ayırt edilebilmesi ve doğru bronkoskopik ve klinik tanı konabilmesi için gereklidir. 232 FONKSİYON TESTİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ A.D. Amaç: Bu çalışma, cerrahi tedavi planı çizilmesi amacıyla yapılan spirometrik incelemede, tekrarlanan solunum fonksiyon tes (SFT) ölçümlerinin gerek hastanın eğim ve uyumunu, gerekse idrak sürecini olumlu etkileyip etkilemediğinin ve tek ölçüm sonucuna göre tedavi planı çizilmesinin doğruluğunun araşrılması amacıyla yapılmışr. Gereç ve Yöntem: Mayıs 2008 – Aralık 2008 arasında, benign veya malign bir patoloji ile kliniğimizde cerrahi girişim planlanan ve preoperaf değerlendirme sırasında, aynı bbi teknisyen tarandan, aynı gün içinde ve en az 10 dakika aralıklarla iki kez ardışık SFT ölçümleri yapılmış olan hastalar çalışmaya alındı. Iki ölçümde hesaplanan zorlu 1. saniye ekspiratuar hacim (FEV1) ve zorlu vital kapasite (FVC) yüzdeleri arasındaki farklar karşılaşrıldı. Bulgular: Çalışmaya 125 hasta dahil edildi (70 erkek, 55 kadın). Tekrarlanan ölçümler sonrasında, 2.deneme sonuçlarında FEV1 yüzdesi 95(%76) hastada arş gösterirken 5(%4) hastada değişmemiş, 25(%20) hastada ise gerilediği tespit edilmişr. FVC değerlerinde ise 55(%44) hastada artma, 45(%36) hastada azalma ve 25(%20) hastada ise değerlerin sabit kaldığı ölçülmüştür. Tüm grup genelinde ikinci ölçüm sonrasında FVC değerlerinde anlamlı bir yükselme olmazken (%0.9, p=0.18) , FEV1 değerlerinde ise ortalama %3.2(p=0.02) gibi istasksel olarak anlamlı düzeyde bir arş olduğu hesaplanmışr. Sonuç: Herhangi bir sebeple SFT ölçümü yapılan hastalarda, tekrarlanan ölçümlerin bilhassa FEV1 değerini olumlu olarak etkileyeceği akılda tutulmalıdır. Hasta uyumu ve eğimi sonucu olduğu düşünülen arşların, tedavi etkinliğinin takibi sırasında ve özellikle preoperaf değerlendirme yapılan ve rezeksiyon sınırı SFT değerlerine sahip hastalarda haya öneme sahip olduğu da unutulmamalıdır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS218 PS219 ENDOBRONŞİYAL LEZYONU OLMAYAN VAKALARDA LENF NODU HAVAYOLU YABANCI CİSİM ASPİRASYONUN YÖNETİMİNDE FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ ÖMER ÖZBUDAK 1, TEZAY SANDIKLI 1, HİCRAN ÖZBUDAK 2 , GÜLAY ÖZBİLİM 2 PINAR MUTLU , EYÜP SABRİ UÇAN , ATİLA AKKOÇLU , ARİF ÇIMRIN , OYA İTİL , OĞUZ KILINÇ , CAN SEVİNÇ AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ AD DEUTF GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD Amaç: Çalışmamızda son 10 yılda DEUTF Göğüs Hastalıkları AD ‘ na başvuran yabancı cisimleri ve çıkarılma yöntemlerini araşrıldı. 1 Transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) akciğer kanserinin mediasnal tutulumunu değerlendirmede kullanılan oldukça güvenli ve minimal invaziv bir teknikr Gereç ve Yöntem: Ağustos 2007 ve Aralık 2008 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde endobronşiyal lezyonu olmayan 116 vakaya lenf nodu TBİA yapıldı. Vakaların yaş ortalaması 63 idi. 82’si (%71) erkek, 34’ü (%29) kadın idi. Ortalama 1-3 cm arasında değişen patolojik boyuaki lenf nodlarına, her bir lenf noduna 1-3 arasında olmak üzere aspirasyon yapıldı. Bulgular: İşlem sonucunda 60 vakada (%51,7) tanıya ulaşılırken 56 vakada (%48,3) tanıya ulaşılamadı.Tanıya ulaşılan 60 vakanın 47’sinde (%78) akciğer malignitesi 13’ünde (%22) sarkoidoz tanısı mevcuu. Tanı koyulamayan 56 kişinin 9’una cerrahi biyopsi yapıldı ve 4 kişiye pozif tanı koyuldu. 5 kişinin cerrahi biyopsi sonucu ise doğru negaf olarak tanımlandı. 25 kişi metastak ve inoperabl akciğer karsinomu kabul edildiği için kemoterapi/radyoterapi tedavisine alındı. Klinik ve radyolojik takip kararı alınan 18 vaka mevcuu. 3 vakaya bronş lavajında Mycobacterium tuberculosis saptandığı için antüberküloz tedavisi başlandı. 1 vakaya ise takipte ex olduğu için ileri tetkik planlanamadı. Sonuç: TBİA başta malignite ön tanısı olan vakalarda güvenli ve tanıya katkısı yüksek olan bir yöntemdir. Amaç: Gereç ve Yöntem: Retrospekf olarak son 10 yılda karşılaşılan yabanci cisim aspirasyonları dosya taranarak bulundu ve hastalar yaş, cinsiyet, yabanci cismin cinsi ve yeri, PA akciğer grafisi bulguları ve çıkarılma yöntemi olarak araşrıldı. Bulgular: 1999-2008 yıllarındaki DEUTF Göğüs Hastalıkları Bölümümüzce yapılan bronkoskopilerden 17 ‘sinde yabancı cisim aspirasyonu saptanmışr. 9’u (%52,9) erkek ,8 ‘i kadındı (%47,1)Kadınların yaş ortalaması 23,75 ± 5,25 ken erkeklerin yaş ortalaması 66,55±7,00 saptandı. Yabancı cisimlerden 2 tanesi bezelye ,3 tanesi nohut, 2 tanesi tavuk kemiği ,2 tanesi meyva parçası ve 7 tanesi türban iğnesiydi.Gıda aspirasyonu yaşlı erkek hastalarda gözlenirken, genç bayan hastalarda türban iğnesi aspirasyonu mevcuu.Literatürde de bezelye ve sebze yabancı cisimleri sıklıkla görülmekle birlikte aspire edilen yiyeceğin cinsi ülkeye ve yöresel beslenme alışkanlıklarına bağlıydı. Bizim çalışmamızda da literatürle uyumlu olarak 12 hastada (%70,6) yabancı cisim sağ bronş ağacında, 2 hastada (%11,8) sol bronş ağacında ve 3 tanesinde (%17,6) trakeada bulunuyordu.Hastaların PA akciğer grafi bulgusu olarak 7 tanesinde (%41,2) infiltrasyon, 1 tanesinde (%5,9) hava hapsi, 6 tanesinde (%35,3) radyoopak yabancı cisim mevcuu. 3 PA akciğer grafisi normaldi. 5 hastada(%29,4) rijit bronkoskopi kullanılırken 12(%70,6) hastada FOB kullanılmışr. Sonuç: Hernekadar rijid bronkoskopi yabancı cismi çıkarrken güvenli bir hava yolu oluştursa da yeterli tecrübe ile flexible bronkoskopinin de yabancı cisimlerin çıkarlmasında güvenle kullanılabileceğini düşünüyoruz. 233 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS220 PS221 YALNIZ PULMONER BULGULARI OLAN AİLESEL AKDENİZ ATEŞİ; GENETİK ANALİZ İLE ERKEN TANI TRANSTORASİK İNCE İĞNE ASPİRASYONU- 5 YILLIK SONUÇLARIMIZ FİDAN SEVER 1, MUSTAFA SEVER 2, SALAHATTİN SANAL 3 , MURAT YALÇIN 3, AFİG BERDELİ 4 SEDAT ALTIN , GÜLCİHAN ÖZKAN , MEHMET TUNÇ KARADELİ , FÜSUN ŞAHİN , SİBEL YURT , DİLEK KANMAZ , FİGEN ALKAN , ATAYLA GENÇOĞLU BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI EGE ÜNİVERSİTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI 3 BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, DAHİLİYE 4 BORNOVA ŞİFA HASTANESİ, GENETİK BÖLÜMÜ 1 2 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARU VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Amaç: Plörik göğüs ağrısı, plevral sıvı ve ateş, Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) olan hastaların sadece %5-10’unda görülmektedir. Bu çalışmada sadece plörik göğüs ağrısı ve ateşle başvuran ve AAA tanısını genek analiz ile koyduğumuz 6 hastanın sonuçlarını sunduk. İlk defa hastanemizde 1980’li yılların başlarında hocalarımız Dr.Adnan Ekmekçioğlu ve Dr.Saden Çıkrıkçıoğlu tarandan skopi alnda Chiba iğnesiyle başlalan Transtorasik iğne aspirasyonu işlemiyle ilgili 5 yıllık bir genel bir döküm vermek amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Başvuru anında, run laboratuar ve mikrobiyolojik değerlendirmeler süresince, 6 hastada infeksiyon ihmali nedeniyle anbiyok tedavisi verildi. Diğer tanısal testlerle eyolojinin saptanamaması ve konvansiyonel tedaviye yanıt alınamaması nedeni ile genek analiz yapıldı. Genomik DNA’dan direkt DNA sekans metoduyla MEFV geni mutasyon analizi yapıldı. Bulgular: Hastaların yarısı erkek. Beşi 50 yaşın üzerinde, biri 33 yaşındaydı. Hastaların tümünde pik karın ağrısı olmaksızın ateş ve plörik göğüs ağrısı vardı. Sedimentasyon ve C reakf protein düzeyleri yüksek. Üç hastada perikardiyal sıvı tespit edildi. Genek analizle MEFV geni üzerinde R202Q/R202R, E148V/ E148E, R314R, E474E, Q476Q, D510D, E148Q/E148E heterozigot polimorfizm ve M694V/M694V mutasyonları tespit edildi. 2004 başı ile 2008 sonu arasında hastanemiz polikliniğine başvuran hastalarımızla yatan hastalarımıza, BT eşliğinde uygulanan TTİA işlemiyle ilgili, değişik analizler yapılmışr. Bulgular: Son 5 yılda hastanemizde çalışan 41 uzman hekim, BT eşliğinde 8.607 TTİA işlemi gerçekleşrmişr. Günde ortalama 9 hastaya TTİA işlemi uygulanmaktadır. Bunların % 45’i ayaktan % 55 ‘i ise yatan hastalara uygulanmaktadır. Uzman hekim başına düşen TTİA sayısı ise, yıllık 5-150 arasında değişmekle birlikte ortalama 42 işlemdir. TTİA tekrar oranları ve komplikasyon oranlarının yapılan işlem sayısıyla,işlemi gerçekleşren hekim arasında anlamlı bir ilişki gösterilememişr. Son 4 yıldır hastanemizde yıllık yatan hasta, göğüs hastalıkları poliklinik sayısı ve bu hastalara yapılan TTİA sayıları ve oranları biribirine yakın düzeylerdedir. Sonuç: Sonuç: Eyolojisi belirlenemeyen plörik göğüs ağrısı ve ateşle başvuran özellikle etnik kökenli hastalarda genek analiz, AAA tanısını koymada yardımcıdır. Bu hastaların zaman kaybı olmaksızın spesifik tedavi almalarına yardımcı olacakr. Böylece erken tanı ve tedavi sekonder amiloidozis gelişmesini ve hastalığın ilerlemesini önleyecekr. 234 Hastanemizde göğüs hastalıkları uzmanlarımızca uygulanan TTİA işlemi, göğüs hastalıkları uzmanlık eğiminde büyük bir avantaj sağlamaktadır. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS222 PS223 PERİFERİK AKCİĞER NODULLERİNDE TANI AMAÇLI FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ GEREKLİ Mİ? FEV1’DEKİ % 12 VE 0,2 LİTRE ARTIŞ ASTIM VEYA KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN TÜM HASTALARI AYIRT EDEBİLİR Mİ? GÖKÇEN ÖMEROĞLU , SELİN KALA , OĞUZ KILINÇ DEÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. EYLÜL B. YILMAZ , SEVİNÇ S. ULAŞLI , BERNA A. ÖZYÜREK , GAYE ULUBAY Amaç: BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Periferik akciğer nodüllerinin BT’nin sık kullanılmaya başlanmasıyla saptanma oranı artmış ve bunlarda tanısal amaçlı bronkoskopi sıkça yapılmaktadır. Çalışmamızda bronkoskopinin bu hastalarda gerekliliğinin sorgulanması amaçlandı Amaç: Gereç ve Yöntem: 2006-2008’de kliniğimizde periferik akciğer nodülü/ nodülleri nedeniyle bronkoskopi yapılan hastaların bronkoskopik ve patolojik bulguları değerlendirilerek bronkoskopinin tanıya katkısı değerlendirildi Bulgular: 1- 73 hastanın 10’unda (%13.6) akciğer dışı malignite olup ikisinde (%20) bronkoskopik bulgu gözlenerek bir hastanın alınan biyopsi sonucu apik squamoz metaplazi olarak raporlandı. Periferik nodülü olan metastak akciğer malignitesi öntanılı hastalarda bronkoskopinin tanıya katkısı olmamışr. 2- Primer akciğer malignitesi öntanısı ile bronkoskopi yapılan 56 hastanın alsında (%10.7)patolojik bulgu gözlendi. Bunlardan ikisinde (%3.5) tanıya ulaşıldı. Tanı konulamayan 50 hastadan 10’una cerrahi uygulandı ve yedisi maligniteyle sonuçlandı. Üç hastada patoloji sonucu benign olarak raporlandı. Primer akciğer kanseri öntanılı 56 hastanın ikisinde endobronşial ezyondan malignite tanısı kondu ancak bunlarda bronkoskopi öncesi başka yöntemlerle tanı konmuştu. Primer odak saptanması açısından bronkoskopi yapılmış ancak bronkoskopik bulgunun tedaviye etkisi olmamışr. 3- Yedi hastaya benign ön tanılarla bronkoskopi yapılmışr, ikisinde patolojik bulgu gözlenmiş, tanıya ulaşılamamışr. Ön tanıları benign olan periferik akciğer nodüllerinde bronkoskopinin tanıya katkısı olmamışr Sonuç: Benign veya metastak akciğer malignitesi ön tanılı periferik nodül saptanan hastalarda bronkoskopinin tanıya katkısı olmadığından tanı algoritmasında öncelikli olmaması gerekğini, bu hastalara ilk planda diğer yöntemlerin uygulanmasını öneriyoruz Bronkodilatör tes(BDT) kriteri Amerikan Toraks Derneği(ATS)’ne göre “FEV1 ’de % 12 ve/veya 0,2 L arşı” iken, Avrupa Solunum Derneği(ERS)’ne göre “FEV1’de % 12 ve 0,2 L arşı” olarak tanımlanmaktaydı. Güncel ATS ve ERS klavuzunda ‘‘FEV1 veya FVC’de %12 arş ve FEV1 veya FVC’de 0,2 L arş’’ geri dönüşümlülük kriteri olarak kabul edilmektedir. Yeni kriterin asm ve/veya kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH) tanısında yetersiz kalabileceğini düşünmekteyiz. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 2003-2008 yılları arasında tanı alan, 208 (ortalama yaş: 60±13, erkek/kadın:102/106, ortalama preFEV1: 2,1±0,8L, preFVC: 3,4±1,2L, postFEV1: 2,3±0,9, postFVC: 3,6±1,1) KOAH (n:112) ve asmlı (n:96) hastanın BDT sonuçları karşılaşrıldı. Bronşiektazi, bronşiyolit ve tüberküloz hikayesi olan hastalar çalışmanın dışında tutuldu. Bulgular: 141 (68%) hastada eski kritere göre geri dönüşümlü havayolu darlığı varken, yeni kritere göre 80 (38%) hastada geri dönüşümlü havayolu darlığı mevcuu. Havayolu darlığı olan 61 (30%) hasta eski kriterlere göre hava yolu darlığı geri dönüşümlü iken yeni kriterlere göre değildi. 61 hastanın asm ve KOAH ayırıcı tanısı için öykü ve fizik muayene bulguları kayıtlara göre tekrar değerlendirildiğinde 61 hastanın 29 (% 47)’u asm tanısı almışken 32 (% 53)’si KOAH tanısı almış. Sonuç: Sonuç olarak, havayolu darlığı olan hastaların ayrıcı tanısı sadece BDT’ne dayalı olmamalıdır. Klinisyenler hastaların asm ve KOAH ayırıcı tanısında öykü ve fizik muayene bulgularının hala çok önemli olduğunu akılda tutmalıdır. 235 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS224 PS225 HASTANEMİZDE YAPILMIŞ OLAN KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN ANALİZİ ERİŞKİN YAŞTA TEŞHİS EDİLEN PULMONER ARTER GELİŞİMSEL ANOMALİLERİ SERDAR AKPINAR , NAZİRE UÇAR , TUĞRUL ŞİPİT FERHAN ÖZŞEKER , MURAT YALÇINSOY , ATEŞ BARAN , BELMA AKBABA BAĞCI , ESEN AKKAYA ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: T.C.S.B. İSTANBUL SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Hastanemiz solunum laboratuvarında yapılmış olan kardiyopulmoner egzersiz testlerinin (KPET) incelenmesi ve özelliklerinin belirlenmesi. Gereç ve Yöntem: Hastanemizde Haziran 2007- Aralık 2008 tarihleri arasında 82 hastaya çeşitli endikasyonlarla yapılmış olan toplam 88 kardiyopulmoner egzersiz tes (KPET) incelemeye alındı. Testlerin tamamı bisiklet ergometrisiyle ve incremental egzersiz test protokolü uygulanarak yapıldı. Bulgular: Hastalarımızın 52’si (%63) erkek ve 29’u (%37) kadındı ve ortalama (ort.) yaş 43±15.33’dü. Yirmibeş hastada (%30) KOAH, 10’unda (%12 ) diffüz parankimal akciğer hastalığı, 16’sında (%19) akciğer kanseri, 13’ünde (%15) asm tanısı mevcuu. Hastalarımızdan 26’sına (%31.7) dispne eyolojisi araşrılmak üzere KPET yapılırken, 17(%20.7) maluliyet değerlendirmesi, 16 (%19.5) hastaya preoperaf değerlendirme, 13 (%15.8) asmlı hastaya egzersiz provakasyonu, diffüz parankimal akciğer hastalığı bulunan 10 (%12.2) hastaya tedavi takibi amacıyla toplam 16 KPET yapıldı. Hastaların 9’unda (%10) maksimal test sonucu alındı. Maksimal test elde edilemeyen hastalarda, nefes darlığı (%49.5), bacak yorgunluğu (%27.7), aritmi (%3.2) ve desatürasyon (%9.6) nedeniyle test sonlandırıldı. Testlerde ort. 16.89±4.36 wa/dk yük arşı yapıldı ve testlerde ortalama ulaşılabilen yük 108.13±46.75 wa olarak belirlendi. Testlerden elde edilen sonuçlarda peak VO2 ort. 18.83±15.16 ml/kg/ dk’dı. Ort. VEmax 66.01±27.83 l/dk, solunum rezervi 21.41±24, VE/VCO2 39.51±10.74 bulundu. Test sırasında gelişen en önemli komplikasyon aritmiydi ve 5 (%5) olguda geliş. Pulmoner arterin (PA) gelişimsel anomalileri oldukça nadir görülmektedir. Erken yaşta teşhis konamayan olgular ileri yaşlarda genellikle geçirilmiş hastalığa bağlı akciğer hasarı olarak yorumlanmakta, belki de pek çok olgu bu şekilde tanısız kalmaktadır. Biz de, nadir görülmesi nedeni ile, kliniğimizde yatarak tetkik edilen üç erişkin pulmoner arter gelişimsel anomalili olguyu sunduk. Gereç ve Yöntem: Olguların üçüde erkek (yaş; sırasıyla 53,56,42), bir olguya yedinci, bir olguya dördüncü, bir olguya ise ilk yaşında tanı konabilmiş. Tüm olgularda enfeksiyon ve şiddetli nefes darlığı hastaneye yaş nedeniydi. Bulgular: EKO tüm olgularda normal idi. PA akciğer grafisinde 1. olguda; mediasnal şi, sağ hiler genişleme, 2. olguda; sağ parakardiyak homojen opasite, mediasnal şi, 3. olguda; sol parakardiyak homojen opasite, mediasnal şi görüldü. Bilgisayarlı tomografi bir olgu dışında tanıya yardımcı olmamışken, MR-anjiografi tüm olgularda ileri invaziv işleme gerek kalmadan tanı koydurucu olmuştu. Bir olguda sol PA agenezisi, 2 olguda PA hipoplazisi (biri sağ, diğeri sol) tespit edildi. Hastalara semptomak tedavi uygulanmış. Sonuç: Sonuç olarak üç olgumuza da 40 yaş üstünde tanı konabilmişr. Bu olguların tanılarının MR-anjiografi ile kesinleşrilmesi pulmoner arter gelişimsel anomalisi düşünülen hastalarda MR-anjiografi’nin non-invaziv bir tanı aracı olarak kullanabileceğini göstermektedir. Sonuç: KPET yapılan hastalarımızın çoğunluğunu KOAH tanısı olanlar oluşturmaktadır. En çok dispne etyolojisi araşrmak amacıyla KPET yapılmışr. Hastalar en çok nefes darlığı gelişmesi nedeniyle tes bırakmışr. 236 PS226 (Bu bildiri yazarları tarandan geri çekilmişr.) TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS227 PS228 REZEKE EDİLMİŞ KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİ’NDE EGFR EKPRESYONUNU VE SAĞKALIM İLE İLİŞKİSİ THE MORPHOLOGICAL CHARACTERISTIC OF A HIGHALTITUDE PULMONARY EDEMA EKREM CENGİZ SEYHAN , HÜLYA ABALI , SİNEM NEDİME SÖKÜCÜ , LEVENT DALAR , NUR BÜYÜKPINARBAŞILI , SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Amaç: Epidermal Growth Faktör Reseptörü (EGFR)’nin Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) tümör oluşumunda ve progresyonunda önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bununla birlikte, KHDAK’de EGFR’nin prognosk değeri tarşmalıdır. Bu çalışmada, komplet rezeke edilmiş KHDAK’li hastalarda, tümör dokusunda immünhistokimyasal yöntemlerle saptanan EGFR ekspresyon düzeylerinin sağkalım üzerindeki etkisi araşrıldı. Gereç ve Yöntem: KHDAK tanısıyla torakotomi yapılmış olan, patolojik evreleme sonucunda T1-2, N0-1, M0 evrelerindeki, komlet reseksiyon yapılmış, operaf mortalite gelişmemiş ve postoperaf adjuvan kemoterapi veya radyoterapi uygulanmamış toplam 98 hasta değerlendirildi. 98 hastanın elde edilen tümör örneklerinden immünohistokimyasal boyama yöntemiyle EGFR ekspresyon düzeyi incelendi. Hastaların sağkalım oranları hesaplandı. Sağkalımı etkileyen faktörler tek değişkenli ve çok değişkenli olarak analiz edildi. Bulgular: İmmünhistokimyasal boyama yapılan 98 tümörün 75’inde (% 77) EGFR ekpresyonu saptandı. EGFR ekspresyonu skuamöz hücreli kanserlerde daha sık olarak gözlendi. EGFR eksprese eden tümörlü hastaların 5 yıllık sağkalım oranı, ekprese etmeyenlerin oranı ile karşılaşrıldığında istasksel olarak anlamlı değildi. Sonuç: Rezeke edilmiş erken evre KHDAK için, EGFR’nin sağkalımı belirlemede etkili olmadığı saptanmışr. NUSURET RAİYMBEKOV INSTİTUTE OF MOLECULAR BİOLOGY AND MEDİCİNE ATTACHED TO NATİONAL CENTRE OF CARDİOLOGY AND İNTERNAL MEDİCİNE NAMED AFTER ACADEMİCİAN MİRSAİD MİRRAKHİMOV Aim: The aim of study of the pathomorphological sighs of high-altude pulmonary edema (HAPE). Method: Histological, morphometrical and electron microscopy methods were applied. The lungs and hearts from 3 lowlanders dead from HAPE were invesgated. The lungs and hearts from accidentally dead lowlanders without cardio-vascular pathology were invesgated as control. Also we invesgated the lungs and hearts from 5 nave highlanders (3000-3600 m above sea level) for study of the structural adapve changes in pulmonary vessels. Results: We found the intersal and alveolar edema with repeated covering of alveolar walls by hyaline membrane and place of neutrophil inflammatory in paents with HAPE. Electronic microscopy showed the increase of permeability of alveolar-capillar membrane and development of vacuolar dystrophy of endothelium and alveolocytes I and II type. At high-altude hypoxia in pulmonary vessels there were founded severe structural adapve changes (hypertrophy of media of pulmonary arterioles, development of longitudinal muscular layer, thickening of basal membrane of aerohemac barrier). Conclusion: These changes are protecve adapve mechanisms against HAPE. 237 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS229 PS230 ÜÇÜNCÜ BASAMAK GÖĞÜS HASTANESİNDE ÇALIŞANLARIN SİGARAYA YÖNELİK TUTUMLARI DİFÜZ İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARINDA FARKLI BİYOPSİ TEKNİKLERİNİN TANISAL DEĞERİ MEHMET ATİLLA UYSAL , SEDAT ALTIN , FİGEN KADAKAL , AYGÜN GÜR , AYŞE BAHADIR , SİBEL YURT , CEM TİGİN , FİRDEVS ATABEY NALAN DEMİR FIRAT , AYPERİ MERZİ ÖZTÜRK , SERAP UNCULU , DEMET KARNAK , OYA KAYACAN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Amaç: Sigarayla savaşta ön saa yeralması gereken bir Göğüs Hastalıkları Hastanesinde sağlık çalışanlarının sigaraya karşı tutumlarını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Nisan 2008 de hastanemizde çalışan 217 sağlık çalışanına sigara içme alışkanlıkları ve sigaraya karşı tutumları, anket yolu ile birebir görüşülerek uygulandı. Bulgular: Sağlık çalışanlarının 89 (% 41)’1i erkek, 128 (% 59)’u kadın idi. % 25’i doktor, % 29’ u hemşire-sağlık memuru ve teknisyen ve % 46’sı de personel olarak çalışmakta idi. Hastanede çalışanların % 48’i sigara içmekte, % 13’ü sigara içmiş bırakmış, % 39’u halen içmekte idi. Sigara içiminin en fazla personel grubunda, en az doktor grubunda olduğu görüldü. Hastanede sigara içenlerin içme yasağı uygulaması ile soruya sigara içen çalışanların % 61.5’ i zorlanacaklarini belirler. Sigara içenlerin % 80’ i sigarasız hastane uygulamasını doğru bulurken, tüm çalışanların % 90’ nı sigarasız hastane uygulamasını desteklerken, % 92’ si ise örnek bir uygulama olacağını düşünmekteydi. Sonuç: Göğüs hastalıkları hastanesi çalışanlarının tamamına yakını, sigarasız hastane uygulamasını desteklemekte ve örnek oluşturacağını düşünmektedir. Sigara içenlerin de sigarasız hastane uygulamasını desteklemesi, tütün kullanımı yasaklanması ile ilgili yasanın hastaneleri de kapsaması yönünde sağlık çalışanlarının olumlu yaklaşımları olduğunu göstermektedir. Bir çok difüz interssyel akciğer hastalıklarında(DİAH), bronkoalveolar lavaj(BAL) bulguları spesifik değildir. Tüm non-invasif yöntemler yetersiz olduğunda, DİAH tanısı için invaziv yöntemler gerekli olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı; DİAH’da bronkoskopik biyopsiler ve cerrahi akciğer biyopsisinin tanısal değerini değerlendirmekr. Gereç ve Yöntem: Difüz interssyel akciğer hastalığı olan 140 hasta (80 kadın,60 erkek; ortalama yaş:53.25±16.14) değerlendirildi. Hastaların tanıları idiopak interssyel pnömoni(İİP)(n:76), sarkoidoz(n:37) ve diğer nedenlere bağlı interssyel akciğer hastalığı(İAH)(n:27) idi. Toplam 110 hastada fleksibl bronkoskopi ile 64 transbronşial biyopsi (TBB), 49 bronşial mukoza biyopsisi, 58 BAL alındı. 32 olguda cerrahi akciğer biyopsisi(CAB) gerçekleşrildi.. Bulgular: TBB alınan 64 olgunun klinik tanıları sarkoidoz(n:14), İİP(n:37) and diğer İAH (n:13) idi. Sarkoidozlu olguların 6’sında TBB pozii (%42.85). Bronşial mukoza biyopsisi ve CAB , sarkoidozda %75 pozif bulundu. İİP’li hastalarda, TBB, bronşial mukoza biyopsisi ve CAB sırasıyla 37,24 ve 7 hastada gerçekleşrildi ve bu biyopsi tekniklerinin tanı etkinliği yine sırasıyla %18.91(n:7), %8.33(n:2), %100(n:7) olarak bulundu. Tüm olguların 32’sinde cerrahi biyopsi (14 CAB, 10 mediasnoskopi, 8 ekstrapulmoner biyopsi) yapıldı. CAB’nin pozif olduğu İAH’larının belirlen tanıları mevcuu: 6 İİP, 3 sarkoidoz, 4 diğer İAH. CAB’nin tanısal etkinliği tüm olgularda %92.86 idi. Sonuç: Sonuç olarak, TBB ve bronşial mukoza biyopsisi diğer intersyel akciğer hastalıklarına göre Sarkoidoz tanısında daha başarılıdır. İdiopak intersyel pnömoni şüphesi olan olgularda cerrahi akciğer biyopsisi gereklidir. 238 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 10 NİSAN 2009 PS231 Conclusion: MUCOCILIARY TRANSPORT IN PATIENTS WITH COPD FROM THE COTTON-GROWING AREAS OF UZBEKISTAN The study of paents with COPD from coon-growing areas of Uzbekistan including paents with pescides accumulaon and without them showed development of significant mucociliary insufficiency that deteriorates the signs of bronchial obstrucon in paents with COPD and pescide accumulaon. The increase in sputum adhesiveness and surface tension may be used as addional criterion of MCT impairments. KAMOLA UBAYDULLAEVA , IRİNA LİVERKO , SAYERA ARİFKHANOVA , NATİONAL INSTİTUTE OF TB AND PULMONOLOGY, TASHKENT Aim: To perform comparave analysis of mucociliary transport (MCT) in the paents with chronic obstrucve pulmonary diseases (COPD) from coon-growing areas of Uzbekistan with and without body accumulaon of pescides. Method: The study included 98 paents with COPD of different severity aged from 30 to 56 years, of them males were 51 and females 47. Diagnosis of COPD was established due to complex clinical examinaon, measurement of external respiraon with computed pneumotachometry on the pneumoscope. The content of pescides was measured with use of gas-liquid chromatography. The mucociliary transport was studied by the me of MCT, adhesiveness and surface tension of sputum as well as its content of bound and free water. The me of MCT was assessed by me of sputum hemoglobin secreon inhaled through ultrasound inhalator. Adhesive sputum capacies were defined with method of breaking of contact with glass in stable working regimens. For quantave assessment of surface tension there was used method of tearing off from ring. The content of sputum water fracon was measured with use of dilatometric method when sputum was previously homogenized with subsequent centrifuging at 1500 revoluons per minute ll complete eliminaon of air bubbles. Results: Analysis of contents of chlororganic compounds in the paents with COPD showed presence of fracons α-HCCH, γ-HCCH (hexachlorocyclohexane), DDT (dichlordiphenyltrichloroethane) in the blood fracons of 66 paents. The study of MCT showed significant increase in me of inhaled indicator withdrawal in paents with pescides accumulaon 64,4±2,8 h, and in paents with COPD without pescides in blood 46,8±2,2 h (norm 24±1,2 h). With the longer release of an inhaled indicator (MCT me > 48 hours), peak of forced expiratory flow velocity was found considerably decrease in this category of paents that in paents without impaired MCT (1,8±0,6 l/sec versus 5,9±0,3 l/sec). 239 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ MS026 MS027 ORTA YAŞLI UYKU KLİNİĞİ KOHORTUNDA DİYABET GELİŞİMİNDE CİNSİYETİN ETKİSİ-16 YILLIK TAKİP HEPCİDİN; OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMUNDA NOKTURNAL HİPOKSİNİN YENİ BELİRTECİ YELDA TURGUT CELEN 1, JAN HEDNER 2, YÜKSEL PEKER 1 ESRA BİLGİN 1, CENGİZ ÖZDEMİR 1, HİKMET FIRAT 1 , SADIK ARDIÇ 1, AHMET UĞUR DEMİR 2, MURAT KIZILGÜN 3 SLEEP MEDİCİNE UNİT, DEPARTMENT OF NEUROLOGY AND REHABİLİTATİON MEDİCİNE, SKARABORG HOSPİTAL, SKOVDE, SWEDEN 2 SLEEP LABORATORY, DEPARTMENT OF PULMONARY MEDİCİNE, SAHLGRENSKA UNİVERSİTY HOSPİTAL, GOTHENBURG, SWEDEN 1 Amaç: 1991 yılından sonra ardaşık olarak uygun bazal karakterleri, klinik çizelgeleri ve İsveç hastane kayıt bilgileri olan (n=318; 254 male, 64 female; ortalama 49.2+10,0; 30-69 yaş) uyku klinik kohortunda Diabetus Mellitus (DM) gelişimine cinsiyen etkisi araşrılmışr. Gereç ve Yöntem: Başlangıçta DM tanısı olan 4 hasta ve takip süresinde ölen 49 hasta çalışmaya alınmamışr. Kalan 265 hastaya 2007 yılında kilo, uyku yakınmaları, obstrükf uyku apnea (OSA) için aldıkları tedavileri, eşzamanlı hastalıkları ve doktor tarandan konan DM tanılarının sorgulandığı anket gönderilmişr. 31 Aralık 2007 tarihine kadar 168 (63,4%) hasta bu ankete cevap vermişr. Bulgular: OSA tanılı hastalar (OSA; overnight oxygen desaturaons ≥ 30, 1991 yılında) arasında DM tanısı %24.9 vakada tespit edilirken bu oran OSA tanısı olmayanlarda %10.8’de kalmışr (p=0.020). Erkekler arasında DM oranı OSA olan hastalarda daha yüksek olmasına (19.1%) karşın OSA tanısı olmayan erkeklere göre (11.1%) istasksel olarak bir fark saptanmamışr. Ancak OSA tanısı alan kadınlarda bu oran %50 ile OSA olmayan kadınlara kıyasla (9.5%) yüksek bulunmuştur (p=0.022).Mulvaryant analize göre, DM kadınlarda BMI, yaş veya takip süresinde alınan kilo ile predikte edilemez iken sadece 11.78 OR ve 1,1-124.1 95% güven aralığına (CI) sahip OSA ile predikte edilmektedir. Erkeklerde ise DM gelişimini sadece BMI’i (OR 1.16, 95% CI 1.00-1.35) predikte etmektedir. Sonuç: Sonuç olarak, DM gelişiminde OSA’nın katkısı cinsiyet bağımlıdır ve kadınlarda erkeklere göre daha yüksekr. 240 11 NİSAN 2009 SB DIŞKAPI YBEAH GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC KLİNİĞİ 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TBC KLİNİĞİ 3 SB DIŞKAPI ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ BİYOKİMYA KLİNİĞİ 1 Amaç: Obstrükf uyku apne sendromunda(OUAS)gece boyunca gelişen intermian hipoksi ile birlikte oluşan reoksijenasyon-reperfüzyon hasarı,inflamatuar mediatör faktörlerin akvasyonuna ve inflamasyona neden olur.Demir metabolizmasında rol oynayan hepcidinin karaciğerden sentezi;hipoksik durumlarda azalırken,inflamatuar durumlarda artmaktadır.Bu çalışmada amaç;hipoksinin inflamasyona neden olduğu OUAS’da hepcidin düzeyinin değişimini incelemekr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 44 birey alındı.Polisomnografi kaydı öncesi 21 00-23 00 saatleri arasında akşam hepcidin(hepA)düzeyleri,polisomnografi kaydı sabahı 06 00-08 00 saatleri arasında sabah hepcidin(hepS) düzeylerini belirlemek için kan örnekleri alındı. Sabah-akşam hepcidin düzeyleri farkı(hepS-A) hesaplanarak kaydedildi.Bireyler apne hipopne indeksine(AHİ)göre;AHİ 5-15(grup1,n:14),AHİ:1630(grup2,n:15),AHİ>30(grup3,n:15)olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Bulgular: Gruplar arasında hepS düzeyleri arasında anlamlı farklılık saptanmazken,hepA düzeyleri grup2 ve 3’de grup 1’e oranla daha düşük saptandı(p<0,05).Orta ve ağır OUAS’lı hastalardan oluşan grup2 ve 3 arasında ise hepA düzeyleri arasında farklılık yoktu(p>0,05).HepS-A farkı açısından, grup1-2 ve grup1-3 arasında istaksel olarak anlamlı farklılık saptanırken,grup2-3 arasında farklılık yoktu(sırasıyla p:0,013,p:0.005p:0,756).HepA düzeyleri ile AHİ,ODİ(oksijen desaturasyon indeksi)veT90(uykuda oksijen saturasyonunun %90’ın alnda geçği sürenin toplam uyku süresine(TST)yüzdesi) arasında istaksel olarak anlamlı negaf korelasyon saptandı(sırasıyla p:0,001,p:0,001,p<0,01).HepS-A düzeyleri ile AHİ, ODİ ve T90 arasında ise istasksel olarak pozif korelasyon mevcuu(sırasıyla p:0,014,p:0,026,p:0,007). TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Çalışmamızda hipoksik durumlarda düzeyleri azaldığı bilinen hepcidinin,orta ve ağır OSAS’lı hastalarda akşam ölçülen düzeylerinin azaldığı ve bunun AHİ ile belirlenen OSAS’ın ağırlığı ile ODİ ve T90’la belirlenen intermian hipoksi düzeyleri ile negaf korele olduğu,aynı grupta sabah-akşam hepcidin değerleri farkı ile ise pozif korelasyon gösterdiği saptandı.Daha önce bu konuda yapılan benzer bir çalışma olmadığı için Hepcidinin,OUAS’ın ağırlığını ve buna bağlı gelişen intermitan hipoksinin düzeyini belirlemede yeni ve yararlı bir belirteç olarak kullanılabileceği düşünüldü. Çalışmamızda, anlamlı derecede azalmış serebral perfüzyon nedeniyle ağır dereceli obstrükf uyku apne sendromunun iskemik inme riski ile ilişkili olduğu söylenebilir. MS028 OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU OLGULARDA TC99M HMPAO BEYİN SPECT BULGULARI 1 1 OĞUZ KÖKTÜRK , TANSU ULUKAVAK ÇİFTÇİ , HANDAN İNÖNÜ 2, ÖZLEM L. KAPUCU 3, KEMAL ÜNAL 3, ÖZGÜR U. AKDEMİR 3 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI 1 Amaç: Obstrükf uyku apne sendromlu olgularda (OSAS), özellikle sabahın erken saatlerinde inme riski yüksekr. Ala yatan mekanizma olarak; çeşitli çalışmalarda OSAS’lı hastalarda uyku sırasında serebral kan akım hızının azaldığı gösterilmiş ise de, bölgesel beyin perfüzyonu bulguları yeterince araşrılmamışr. Bu çalışmanın amacı OSAS’lı olgularda bölgesel beyin perfüzyonunu incelemekr. Gereç ve Yöntem: 23 OSAS’lı olguda (8K, 15 E, yaş ortalaması:51±9) beyin perfüzyon SPECT çalışması yapıldı. OSAS’lı olgular apnehipopne indekslerine (AHİ) göre hafif (AHİ:5-15, n=8) veya ağır dereceli (AHİ>30, n=15) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Polisomnografik çalışmanın sabahında hastalar uyandıktan sonra Tc-99m HMPAO (740 MBq) injekte edildi ve 60 dakika sonra dual-headed gamma kamera ile beyin görüntüleri elde edildi. Bulgular: Ağır dereceli OSAS’lı olgularda bütün beyinde, sağ ve sol hemisferlerde serebral kan akımı oranları anlamlı derecede daha düşüktü (p<0.05). Bölgesel karşılaşrma yapıldığında; ağır dereceli OSAS’lı olguların frontal ve parietal loblarında bilateral perfüzyonun azaldığı görüldü (p<0.01). Serebellum, temporal ve oksipital loblar açısından her iki grup arasında fark saptanmadı. MS029 OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMU (OUAS) HASTALARINDA FLEKSTÜP REFLEKTOMETRİ İLE BELİRLENEN ÜST SOLUNUM YOLLARINDAKİ OBSTRÜKSİYON LOKALİZASYONLARININ CPAP BASINCINA ETKİSİ FULSEN BOZKUŞ 1, CANDAN ÖĞÜŞ 1, MURAT TURHAN 2, AYKUT ÇİLLİ 1, ÖMER ÖZBUDAK 1, OKTAY DİNÇ 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KULAK BURUN BOĞAZ HASTALIKLARI ABD 1 Amaç: Obstrükf Uyku Apne Sendromu (OUAS); horlama, uykuda solunum durmaları ve gündüz uyuklamalarla seyreden bir sendromdur. Flekstüp reflektometri (rinosleep) obstrüksiyon yerini belirlemede akusk dalgalardan yararlanılan bir teknik olarak tanımlanmışr. Çalışmamız rinosleep işleminin, yüksek CPAP basıncı saptanan ve cihaza uyum sağlayamayan olgularda obstrüksiyon lokalizasyonlarını göstermede yararlı olabileceği düşüncesiyle planlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya polisomnografik inceleme sonrasında OUAS tanısı alan ve tedavisinde CPAP endikasyonu olan hastalar dahil edildi. AHİ>30 olan ve AHİ 5-30 arasında olup gündüz aşırı uykululuğu olan tüm OUAS’ lı hastalara CPAP trasyonu planlandı Hastaların üst hava yolu obstrüksiyon lokalizasyonunu belirlemek amacıyla rinosleep tetkiki yapıldı. Hastaların rinosleep ile ölçülen obstrüksiyon seviyeleri 3 gruba ayrıldı İlk 0-4 cm. arası obstrüksiyonlar retropalatal obstrüksiyon, 4-10 cm arasındaki obstrüksiyonlar retrolingual obstrüksiyonu, hem 0-4 cm. hem de 4-10 cm.’deki obstrüksiyonlar ise mikst obstrüksiyon şeklinde tanımlandı. Bulgular: Toplam 33 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortalama CPAP basıncı 11.18 cmH20 (±2.910) olarak saptandı.. Retrolingual obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basıncı, retropalatal obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basınçlardan, mikst obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basıncı ise retropalatal obstrüksiyon grubundaki hastaların CPAP basınçlarından anlamlı olarak daha yüksek bulundu 241 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Rinosleep ile saptanan dil kökü obstrüksiyonu varlığında, bu obstrüksiyona yönelik girişimlerin CPAP basıncı üzerine etkisini değerlendiren geniş kapsamlı çalışmalara ihyaç vardır. Orta-ağır şiddetli OUAS hastalarında standart medikal tedaviye ek olarak uygulanacak ev egzersiz programlarının, hastaların egzersiz kapasitelerini ve yaşam kalitelerini gelişrmesi nedeniyle OUAS tedavisine olumlu katkı sağlayacağı düşünülmüştür. MS030 SS042 OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA EV EGZERSİZ PROGRAMININ FONKSİYONEL PARAMETRELER ÜZERİNE ETKİSİ YOĞUN BAKIM DIŞINDA GELİŞEN HASTANE KÖKENLİ PNÖMONİLER SEVGİ ÖZALEVLİ 1, HAYRİYE KUL KARAALİ 1, DUYGU ILGIN 1 , OYA İTİL 2, İBRAHİM ÖZTURA 3, BARIŞ BAKLAN 3 EBRU ÇAKIR EDİS 1, OSMAN NURİ HATİPOĞLU 1, İLKER YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Obstrükf Uyku Apne Sendrom (OUAS)’lu hastalarda ev programı şeklinde uygulanan egzersiz programlarının etkisi bilinmemektedir. Bu nedenle çalışmamız, OUAS’lı hastalarda ev programı olarak verilen egzersiz programının fonksiyonel parametreler üzerine etkisinin ortaya konması amacıyla gerçekleşrilmişr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza, apne-hipopne indeksi 15 ve üstü olan 11 olgu dahil edildi. Hastaların tümüne solunum egzersizleri, solunum kontrolü ile yapılan genel vücut egzersizleri ve yürüme programları öğreldi. Egzersiz programı ev programı şeklinde, 12 haa uygulandı. İzlem öncesi ve sonrasında; solunum kapasitesi (solunum fonksiyon tes), egzersiz kapasitesi (6 dakika yürüme tes), dispne ve yorgunluk şidde (Modifiye Borg Skalası) hastalığa özel yaşam kalitesi (Uykunun Fonksiyonel Sonuçları Anke (FOSQ)) ve genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Kısa Form-36 Anke (SF-36)) değerlendirildi. Bulgular: Olgularımızın, yaş ortalaması 51.64±12.46, desatürasyon yüzdesi 74.20±12.47 ve apne-hipopne sayısı 35.31±21.99 idi. İzlem sonunda hastaların yürüme mesafelerinde arş, algılanan dispne ve bacak yorgunluğu şiddetlerinde azalma olduğu saptandı (p<0.05). Yaşam kalitesi skorları incelendiğinde ise, SF-36’nın fiziksel fonksiyon ve enerji ve FOSQ’nin fiziksel akvite ve uyanıklık bölümlerinden alınan puanların istasksel olarak anlamlı ölçüde ar ğı bulundu (p<0.05). 242 TÜTF GÖĞÜS HASTALIKLARI TÜTF İNFEKSİYON VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ 3 TÜTF BİOİSTATİSTİK 1 2 Amaç: Yoğun bakım dışı gelişen hastane kökenli pnömonilerle (HKP) ilgili çalışmalar oldukça nadirdir. Bu çalışmanın amacı yoğun bakım dışında gelişen HKP insidansını, mortalite ile ilişkili risk faktörlerini, HKP’li olguların 6 haalık ve 1 yıllık survi oranlarını saptamakr. Gereç ve Yöntem: Mart 2005- Şubat 2006 tarihleri arasında yoğun bakım dışında HKP gelişen ardışık 97’si erkek 154 erişkin hasta prospekf olarak değerlendirildi. Bağışıklığı baskılanmış hastalarda gelişen pnömoni olguları çalışma dışı bırakıldı. HKP tanı ve tedavisi muldisipliner bir yaklaşımla rehber önerilerine uygun olarak yapıldı. Hastaların 6 haalık ve 1 yıllık sürvileri takip edildi. Survi analizlerinde Kaplan Meier yöntemi, mortaliteyle ilişkili bağımsız risk faktörlerini saptamak için cox regresyon analizi uygulandı. HKP insidansı hesaplandı. Bulgular: Çalışma süresi içinde yoğun bakım hariç hastaneye yatan 45679 erişkin hastadan 154’ünde HKP geliş. HKP insidansı 1000 hastada 3.3 olarak hesaplandı. HKP’li hastaların yaş ortalaması 64.53±14.92 (15- 98) idi. Kaplan Meier sürvi analizine göre 3, 7,14, 42 ve 365. gün sürvi oranları sırasıyla % 91, 81, 69, 49 ve 29 olarak bulundu. Yaş (rölaf risk (RR): 1.026; %95 güven aralığı (GA): 1.008- 1.045), kronik böbrek yetmezliği (RR: 1.8; %95 GA: 1.087- 3.086), aspirasyon riski (RR: 2.86; %95 GA: 1.249- 6.564), steroid kullanımı (RR: 2.35; %95 GA: 1.306- 4.257) ve mullober infiltrasyon (RR: 2.1; %95 GA: 1.102- 4.113) 6 haalık mortalite ile ilişkili bağımsız risk faktörleri olarak saptandı. 1011 NİSAN 2009 NİSAN 2009 TORAKS DERNEĞİ 12.12. YILLIK KONGRESİ TORAKS DERNEĞİ YILLIK KONGRESİ Sonuç: SS044 HKP yoğun bakım dışında da gelişse tedavisi zor ve mortalitesi yüksek bir hastalıkr. BÖBREK NAKLİ YAPILAN HASTALARDA GELİŞEN AKCİĞER KOMPLİKASYONLARI SS043 DR.NURSEL TÜRKOĞLU SELÇUK 1, DR.FÜSUN ÖNER EYÜBOĞLU 1, DR.NEVRA GÜLLÜ ARSLAN 1, DR.MEHMET HABERAL 2 İMMUNSUPRESİF TEDAVİ ALAN HASTALARDA HKP 1 1 EBRU ÇAKIR EDİS , OSMAN NURİ HATİPOĞLU , İLKER YILMAM 1, ALPER EKER 2, ÖZLEM TANSEL 2, NECDET SÜT 3 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 2 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KLİNİK MİKROBİYOLOJİ VE ENFEKSİYON HASTALIKLARI 3 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK BİLİM DALI 1 Amaç: Çalışmamızda immunsupresif tedavi alırken hastane kökenli pnömoni (HKP) gelişen hastalarda sorumlu etkenleri, klinik başarı oranlarını, etken saptanmasının ve nötropeninin tedavi başarısına olan etkilerini, mortalite ile ilişkili risk faktörlerini ve survi oranlarını saptamayı amaçladık. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GENEL CERRAHİ VE TRANSPLANTASYON A.D. 1 2 Amaç: Böbrek nakil alıcıları, infeksiyon kaynaklı ve infeksiyon dışı akciğer komplikasyonlarının gelişimi açısından artmış risk alndadırlar. Çalışmamızda, böbrek nakli sonrası gelişebilecek akciğer komplikasyonlarının değerlendirilmesi ve bu komplikasyonların takipte önlenebilmesi için yapılması gerekenlerin belirlenmesi hedeflenmişr. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda hastalar, retrospekf olarak dosya tarama yöntemi ile değerlendirilmişr. Çalışmamıza merkezimizde 1999-2006 yılları arasında böbrek nakli yapılan 296 hasta alınmışr. Bulgular: Gereç ve Yöntem: İmmunsupresif tedavi alırken HKP gelişen 45 erişkin hasta prospekf olarak çalışmaya alındı. Survi analizlerinde Kaplan Meier, mortaliteyle ilişkili bağımsız risk faktörlerini saptamak için Cox regresyon uygulandı. Etken tespinin, nötropeninin klinik başarı oranları ile ilişkisi Chi Square yöntemiyle karşılaşrıldı. Bulgular: En sık izole edilen etkenler Acinetobacter spp ve Escherichia coli idi. Tedavi sonu klinik başarı oranı %66.7 idi. Sürvi oranları 3.,14., 42. ve 365. gün sırasıyla % 97, 82, 58 ve 20 olarak bulundu. Üre yüksekliği: OR=1.007(%95 GA: 1.001-1.014), kan şekeri yüksekliği: OR=1.011 (%95 GA: 1.001-1.021) ve hipopotasemi: OR=0.549 (%95 GA: 0.314-0.960) surviyi olumsuz etkileyen bağımsız risk faktörleri olarak bulundu. Nötropenik olmayan (n=25) hastalarda klinik başarı oranları nötropenik (n=20) olanlara göre daha yüksek bulundu (p=0.034). Etkenin tespit edilemediği hastalarda (n=27) tespit edilenlere göre (n=18) klinik başarı oranları anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0.053). Sonuç: Hastaların %75’i erkek (n=222). Olguların %77’sine (n=228) canlı vericiden nakil yapılmış. Cerrahi sonrası hastaların hastanede kalış süresi ortalama 13,3 ± 9,07 gündü. İzlemde hastaların %37,2’sinde (n=110) rejeksiyon gelişği ve %74,5’ine (n=82) pulse steroid tedavisi verildiği saptandı. İzlemde olgularımızın, %16,2’sinde akciğer komplikasyonu gelişği, bu komplikasyonların %84’ünün infeksiyon kaynaklı olduğu saptandı. Akciğer komplikasyonlarının %63,5’inde etken gösterilemedi. Vericisi canlı olanlarda infeksiyon kaynaklı akciğer komplikasyonları daha sık izlendi (p<0,05). Nakil cerrahisi sonrası hastanede kalış süresi uzadıkça akciğer komplikasyonu gelişiminin ar ğı (p<0,05) ve pulse steroid tedavisi alanlarda akciğer komplikasyonunun daha çok gelişği (p<0,05) saptandı. Sonuç: Böbrek nakli sonrası hastaların yakın takibi ile akciğer komplikasyonlarının saptanabileceğini ve tanıda girişimsel olmayan yöntemlerinin öncelikle tercih edilebileceğini gösteren çalışmamız sonuçları, organ nakli yapılan hastalarda muldisipliner yaklaşımın önemini irdelemeketdir. İmmunsupresif tedavi alan hastalarda gelişen HKP’lerde mortalite oranları yüksekr. Tedavi başarısını belirleyen unsurlardan belki de en önemlisi hastaya ait faktörler gibi gözükmektedir. 243 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ SS045 SS046 CHLAMYDİA PNEUMONİAE PNÖMONİSİ SAPTANAN GENÇ ERKEK HASTALARDA KAN LÖKOSİT SAYIMI, ERİTROSİT SEDİMENTASYON HIZI VE SENSİTİF C-REAKTİF PROTEİN DÜZEYLERİ İLE AKCİĞER PARANKİM İNFİLTRASYONU ORANI ARASINDAKİ İLİŞKİ TOPLUM KÖKENLİ PNÖMONİDE MALİYET 1 1 DİLAVER TAŞ , ERDOĞAN KUNTER , HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 2, AHMET FAKİH AYDIN 3, OĞUZHAN OKUTAN 1, ZAFER KARTALOĞLU 1 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ 2 VAN ASKER HASTANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI VE TÜBERKÜLOZ SERVİSİ 3 IZMİR ASKER HASTANESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI SERVİSİ 1 Amaç: Chlamydia pneumoniae pnömonili (CPP) hastaların, lökosit, eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) ve sensif C-Reakf Protein (sCRP) düzeylerini ortaya koymak ve akciğer parankim infiltrasyon oranı (APİO) ile bu biobelirteçlerin ilişkisini araşrmakr. Gereç ve Yöntem: Hastaların kan lökosit düzeyleri, ESH ve sCRP düzeylerine bakıldı. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (YÇBT)’deki akciğer parankiminin infiltrasyon oranı yüzde olarak hesaplandı. Akciğer infiltrasyon yüzdesi aşağıdaki förmüle göre hesaplandı. Akciğer infiltrasyon yüzdesi = YÇBT’de infiltre kesit sayısı x 100 / toplam kesit sayısı x 2 YÇBT incelemesinde etkilenen akciğer parankim alanının büyüklüğüne göre lökosit, ESH ve sCRP ile olan ilişkisi araşrıldı. Bulgular: Kan lökosit düzeyi 14 hastada (%43.7), ESH 27 hastada (%84.3) ve sCRP 26 hastada (%81.2) yükselmiş. Sensif CRP ile APİO arasında orta derecede istasksel olarak anlamlı korelasyon saptandı. ( r = 0,476, p = 0,006). Ancak kan lökosit sayımı ve ESH ile APİO arasında istasksel olarak anlamlı korelasyon yoktu (sırasıyla; r = 0,011, p = 0,952 ve r = 0,102, p = 0,580). Sonuç: Bulgularımıza göre ESH ve sCRP, enfeksiyonu saptamada başarılı olmalarına rağmen, yalnızca sCRP akciğer infiltrasyon düzeyi ile korele bulundu. Bu nedenle sCRP, CPP şiddeni değerlendirmede bir parametre olarak kullanılabilir, ancak bu bulgunun doğrulanması için daha geniş serilere gereksinim vardır. 244 11 NİSAN 2009 ŞENAY TUNÇEL 1, PELİN KÖŞKER 1, TİMUR KÖSE 2, ABDULLAH SAYINER 1 1 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI EGE ÜNİVERSİTESİ İSTATİSTİK BÖLÜMÜ Amaç: Bu çalışmanın amacı toplum kökenli pnömoni (TKP) tanısıyla bir üniversite kliniğine yarılan hastaların maliyetlerinin hesaplanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2006 – Aralık 2007 tarihleri arasında pnömoni tanısıyla kliniğe yarılan hastaların (n=474 )döner sermaye kayıtları kullanılarak maliyetleri hesaplanmışr. Bulgular: TKP tanısı ile hastaneye yatan hastaların ortalama yaş süresi 12,5 gündür. Median maliyet değerleri aşağıda listelenmişr. Toplam maliyet 1443,09 TL, tetkik-tedavi maliye 1065,11 TL, yatak maliye 192,68 TL, ilaç maliye 235,57 TL’dir. Gruplara göre toplam, tetkiktedavi, yatak, ilaç maliyetleri incelenmişr. TKP grup 2 için sırasıyla 890,26 TL , 667,52 TL , 105 TL, 117,69 TL ; TKP grup 3-A için 1715,33 TL, 1147,00 TL, 132,00 TL, 436,33 TL; TKP grup 3-B için 1526,10 TL, 1089,07 TL, 185,25 TL, 251,78 TL ; TKP grup 4-A için 5213,89 TL, 4145,52 TL, 691,00 TL, 377,37 TL; TKP grup 4-B için 5918,34 TL, 5046,96 TL, 976,25 TL, 495,13 TL; hastane kökenli pnömoni (HKP) için 7316,64 TL, 5702,47 TL, 901,45 TL, 712,72 TL . Bu veriler, TKP’ de inceleme ve ilaç dışı tedavilerin toplam maliyeeki payının gruplara göre sırasıyla % 75, 67, 71, 80 ve 85 olduğunu göstermektedir. Grup 2 pnömonili hastaların hastaneye yarılışlarındaki temel endikasyonlar, ala yatan akciğer kanseri kuşkusu olması ve tüberküloz ya da diğer hastalıklardan ayırıcı tanı yapılamamasıdır. Sonuç: Bu maliyet hastalığın ağırlığı ile ilişkilidir ve en büyük pay incelemelere air. Bu nedenle, pnömoni yöneminde yapılan incelemelerin tedavi başarısına etkileri, dolayısıyla doğru kullanımları değerlendirilmelidir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 SS047 SS048 HASTANE KÖKENLİ PNÖMONİ GELİŞEN YOĞUN BAKIM HASTALARINDA PROKALSİTONİN VE C-REAKTİF PROTEİNİN (CRP) PROGNOSTİK ROLÜ BİR GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN ALT SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU TANILI HASTALARIN YATIŞ HIZININ MEVSİMSEL DAĞILIMI: 5 YILLIK İZLEM HAKAN TANRIVERDİ 1, MELTEM TOR 1, OLGUN KESKİN 1, FIRAT UYGUR 1, VİLDAN SÜMBÜLOĞLU 2, CEVAHİR ÇELİK HALDUN ŞEVKETBEYOĞLU 1, DİLAVER TAŞ 2, VOLKAN KARA 1, AHMET FAKİH AYDIN 3, ZAFER KARTALOĞLU 2 1 VAN ASKER HASTANESİ GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ 3 İZMİR ASKER HASTANESİ 1 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK A.D 1 Amaç: Prokalsitonin (PCT), kalsitonin öncülü bir hormondur ve sepsis ve ciddi enfeksiyonlarda diğer belirteçlere göre prognoz ve tedaviye yanın izleminde daha üstün bulunmuştur. Biz de çalışmamızda hastane kökenli pnömoni gelişen hastalarda PCT’nin tanı ve prognozu belirlemedeki rolünü C-Reakf Protein (CRP) ile karşılaşrmalı olarak belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya hastanemiz Yoğun Bakım Ünitelerinde (YBÜ) pnömoni dışı nedenlerle yarılan ve takipleri sırasında pnömoni (HKP)/ Venlatörle İlişkili Pnömoni (VİP) gelişen 18 yaş üstü 45 hasta alındı. Hastalardan pnömoni gelişiminin 1., 3. ve 7.günlerde alınan kanda PCT (Brahms Diagnosca) ve CRP bakılarak klinik özellikler değerlendirildi. Hastalar pnömoni gelişkten sonra 28 gün takip edildi. Bu süre içerisinde eksitus olanlar Grup 1, 28 gün boyunca yaşayan ya da taburcu olan hastalar ise Grup 2 olarak değerlendirildi. İstasksel analiz SPSS 13.0 kullanılarak yapıldı. Bulgular: 2 Amaç: Göğüs Hastalıkları poliklikliniğine başvurma nedenleri arasında solunum yolu enfeksiyonları önemli bir yer tutmaktadır. Beş yıllık sürede Göğüs Hastalıkları polikliniğine bavuran ve alt solunum yolu enfeksiyonu (ASYE) nedeniyle yarılarak izlenen hastaların yaş hızını ölçmek ve mevsimsel dağılımını incelemek Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada; 2003-2007 yılları arasında İzmir Asker Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran, İzmir ve çevresindeki birliklerde görevli askerler incelenmişr. Mevsimsel Yaş Oranı (MYO), Poliklinik Hasta Katsayısı (PHK), Mevsimsel Yaş Hızı (MYH) ve Ortalama Mevsimsel Yaş Hızı (OMYH) aşağıdaki förmüller kullanılarak hesaplandı. %Mevsimsel Yaş Oranı (%MYO) = 100 X Yatan Hasta Sayısı / Toplam Poliklinik Hasta Sayısı, Poliklinik Hasta Katsayısı (PHK) = En Düşük Poliklinik Sayısı(1220)/ Poliklinik Hasta Sayısı, %Mevsimsel Yaş Hızı (%MYH) = %Mevsimsel Yaş Oranı X PHK, %Ortalama Mevsimsel yaş Hızı (%OMYH) = 5 yıllık MYH toplamı/5 ASYE tanısı; anamnez, fizik muayene, tam kan sayımı, etken araşrmaya yönelik kültürler, direkt akciğer grafisi, gerekğinde toraks BT ve bazı dönemlerde etkene yönelik anjen test ki ve klinik seyir ile konulmuştur. Çalışmaya alınan 45 olgunun yaş aralığı 19 -87 ve yaş ortalaması 64±16 idi. Bunlardan 33 olgu (%73,3) VİP, 12 olgu (%26,7) HKP idi. 22 olgu (%48,9) 28 gün içinde yaşamını yirdi. Yaşayan hastalarla eksitus olan hastalar arasında 3. ve 7. günlerde bakılan PCT düzeyleri arasında istasksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.001). 1.gün bakılan PCT ve 1, 3 ve 7. günlerde bakılan CRP düzeyleri açısından ise iki grup arasında istasksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Yine mortaliteyi etkileyen faktörlere bakıldığında sadece yaş istasksel olarak anlamlı bulundu Bulgular: Sonuç: Göğüs Hastalıkları kliniğimize yatan hastaların yaş oranında ilkbahar mevsiminde belirgin arş gözlendi. Mart-Nisan 2006 da, 80 civarında hastada chlamydiae pneumoniae seropozifliği saptandı. İlkbahar ayındaki OMYH yüksekliği; apik pnömonilere bağlı olabilir . Toplu yaşam yerlerinde ilkbahar mevsiminde apik pnömoni enfeksiyonuna yönelik fiziksel ve doğal koruyucu tedbirlerin belirlenmesi ve uygulanması gerekği kanısındayız. PCT, HKP ve VİP hastalarında klinik prognozu belirlemede CRP’den daha üstün bir belirteçr. Hastaların tümü erkek olup yaş ortalaması 23.6 ± 1.44 idi (19-30). Beş yılda OMYH %7,95 - %15,25 arasındaki değerlerde bulundu. En yüksek OMYH %15.25 ile ilkbaharda, en düşük OMYH ise %7.95 ile sonbaharda saptandı. OMYH %10,02 kış, %9,78 yaz olarak bulundu. En yüksek MYH 2006 ilkbaharında %19, en düşük MYH 2004 sonbahar mevsiminde % 4,62 saptandı. Sonuç: 245 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 SS049 TP064 PNÖMONİ MORTALİTESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER EVİÇİ TEMASLILARDA TÜBERKÜLOZ RİSK FAKTÖRLERİ SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 1, SİNAN TÜRKKAN 1 , DOĞU KARAHAN 2, A.ZUHAL DEĞİRMENCİOĞLU 2, ZEYNEP AYFER AYTEMUR 1 FİLİZ ÖZTÜRK 1, DİLŞAD SAVE 2, PINAR AY 3 ÜMRANİYE VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.B.D 3 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI A.B.D 1 2 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA 2 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, MALATYA 1 Amaç: Amaç: Pnömoni özellikle risk gruplarında ve yatan hastalarda morbitesi ve mortalitesi yüksek bir hastalıkr. Ümraniye Savaş Dispanserine kayıtlı tüberküloz hastalarının ev içi temaslılarının tüberküloz risk faktörlerinin ve iki yıllık hastalık insidanslarının saptanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ekim 2008-Ocak 2009 dönemleri arasında İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde yatan 59 pnömoni hastası alındı. Bu çalışmada pnömoni hastalarındaki mortalite sıklığı kaplan-meiyer tesyle incelendi. Ölen hastalardaki hastane mortalitesini etkileyen faktörler cox regresyon analiziyle incelendi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 66.9±12.6’idi. 40 hasta (%67.8) erkek iken, 19 hasta (%32.2) kadındı. 15 (%25.4) hastada mullober tutulum, 12 hastada (%20.3) plevra sıvısı mevcuu. 9 hasta (%15.3) ex oldu. CURB-65 indeksi 2 ve üzerinde olan hasta sayısı 32 (%54.2) idi. CURB-65 indeksi 2’den düşük olan hastalarda %77.8 oranında ek hastalık mevcuu. Hastaların mortalitesi CURB-65 indeksine göre incelendiğinde, mortalite oranlarının CURB-65 indeksi ile ilişkili olduğu istasksel olarak gösterildi (p<0.05). Hastanın sigara içmesi, CURB-65 puanının yüksek olması ile mullober infiltrasyonunun olması; pnömoni nedeniyle yatan hastalarda hastane mortalitesini etkileyen faktörler olduğu saptandı (p<0.05). Sonuç: CURB-65 indeksi yüksek olan, sigara içen ve mullober infiltrasyonu olan hastalarda pnömoniden ölüm oranları yüksekr. Bu hastalarda mortaliteyi azaltmak için, uygun pnömoni tedavisi hızlıca başlanmalıdır. Tipi prospekf kohort olan çalışmada Ağustos 2004Kasım 2005 tarihleri arasında tedaviye alınan yayma pozif ve yayma negaf kültür pozif 160 tüberküloz hastasının 642 sağlıklı temaslısı iki yıl boyunca izlendi. Temaslılara 0., 3., 6. aylarda mikrofilm çekildi, PPD yapıldı, gerekğinde balgam alındı. 12, 18 ve 24. aylarda ise telefon kontrolü yapıldı. Veriler ki kare tes ve lojisk regresyon analizleriyle değerlendirildi. Bulgular: İki yıllık izlem sonucunda 642 sağlıklı ev içi temaslı arasından 19 hasta bulundu ve iki yıllk insidans % 3 idi. Temaslılardan hastalananların hepsi yayma pozif hastaların temaslısı idi ve %94,7’si ilk bir yıl içinde hastalanmış. BCG aşısı olmayanlarda olanlara göre istasksel olarak anlamlı risk arşı saptandı (Rölaf Risk; 2.4; GA %95 1.1-7.0 ). 14-35 yaş grubunda yer almanın R.Riski 4.7 kat (GA % 95, 1.1-20.6), kilolu grup referans kategorisi olarak alındığında; normal grupta olmanın R.Risk’ i 4,7 kat (%95 GA 1,0–20,9 p=0,03), zayıf grupta olmanın ise 2,2 kat ar ğı bulundu (%95 GA 0,4– 12,2 p>0,05). Lojisk regresyon analizinde; temaslılarda PPD’nin pozif olmasının tahmini rölaf riski 11.31 kat; GA %95, 2.99-42.66), kirada oturmanın ise TRR’i ise, 4.41kat (GA 95%, 1.25-15.55) arrdığı bulundu. Sonuç: Bu çalışmada yayma pozif tüberküloz hastalarının yayma negaf hastalara göre daha bulaşrıcı olduğu ve BCG’nin koruyucu olduğu bulundu. PPD pozifliği ve yaşanılan evin kira olması da bağımsız risk faktörleri olarak saptandı. 246 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ TP065 ANTİ TÜMÖR NEKROTİZAN FAKTÖR ALFA KULLANAN HASTALARIN TAKİP SONUÇLARI VE TÜBERKÜLOZ RİSKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ MÜNEVVER M.AYDIN 1, TÜLİN ÇAĞATAY 1, ŞULE SÜNMEZ 3, BAHAR ARTIM 2, ZİYA GÜLBARAN 1, PENBE ÇAĞATAY 4, SEVİL KAMALI 2, ZEKİ KILIÇASLAN 1 11 NİSAN 2009 riski, uygun kemoproflaksi rejimi uygulandığı takdirde yüksek tüberküloz prevalanslı bölgelerde bile kabul edilebilir sınırlarda kalmaktadır. TP066 ANTİ-TNF TEDAVİ VERİLEN OLGULARDA LATENT TÜBERKÜLOZ İNFEKSİYONU AÇISINDAN YAKLAŞIMIMIZ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL GÖZTEPE EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI 4 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI AD ROMATOLOJİ VE İMMÜNOLOJİ Amaç: Amaç: Çeşitli enflammatuar hastalıklar nedeniyle an tümör nekrozan faktör alfa (TNF-α) kullanan hastalarda akf tüberküloz gelişme insidansının belirlenmesi, immunsupresyonun tüberkülin deri tes (TDT) üzerine etkisinin saptanması, tüberküloz gelişen olguların genel özelliklerinin ve kemoproflaksinin etkinliğinin değerlendirilmesi. An-TNF tedavi verilen olgularda latent tüberküloz infeksiyonu sıklığı ve bu olgulara yaklaşımımızın sonuçlarını ortaya koymak için bu çalışma yapılmışr. 1 Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’na Ağustos 2005 ile Ocak 2009 tarihleri arasında başvuran ve çeşitli enflammatuar hastalıkları nedeniyle an TNF-α tedavisi alan toplam 770 dahil edildi. An TNF-α tedavisi alacak olan tüm hastalara başlangıçta TDT uygulandı ve akciğer grafisi çekildi. TDT ≥ 5 mm olan ve/veya akciğer grafisinde fibrok lezyonu olan tüm hastalara 9 ay boyunca isoniazid 5 mg/kg/gün (maksimum 300 mg/gün) ile kemoproflaksi uygulandı. Bulgular: Takip süresi boyunca toplam 6 (%0,8) hastada akf tüberküloz (4 tanesinde pulmoner ve 2 tanesinde ekstrapulmoner) geliş. TDT sonucu 479 (%62,8) hastada pozif (≥ 5 mm) olarak saptandı. İmmunosupresan tedavi alan ve almayan hastalar arasında TDT sonuçları yönünden istasksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi. Toplam 635 (%85) hastaya kemoproflaksi uygulandı. Kemoproflaksi uygulanan hastaların 31 (%4,1) tanesinde hepatotoksisite gelişimi gözlemlendi. Akf tüberküloz gelişen tüm hastaların başlangıçta kemoproflaksi alması kararlaşrılmış olmasına rağmen sadece 3 hasta tedaviye tam uyum göstermiş. CAN SEVİNÇ 1, PINAR MUTLU 1, OĞUZ KILINÇ 1, GERÇEK CAN 2, NURULLAH AKKOÇ 2, EYÜP SABRİ UÇAN 1 1 Gereç ve Yöntem: Son 5 yıllık dönemde, hastanemiz ilgili birimleri tarandan an-TNF tedavi uygulanan ve kliniğimiz tarandan düzenli olarak izlenip, kayıtları tutulan 128 olgunun izlem sonuçları değerlendirilmişr. Bulgular: Olguların 63’ü erkek, 65’i kadın olup, yaş ortalaması 38.5± 15.9’dur. İzlem süresi ortalama 12.7 ± 10.8 ay’dır. BCG aşı sayısı ortalama 1.2 ± 0.7 (0-4), tüberkülin deri tes ortalama 11.4 ± 6.6 mm olarak ölçülmüştür. Verilen an-TNF tedavilerin dağılımı; infliksimab 68 olgu (%53.1), etanersept 41 olgu (%32.0) ve adalimumab 19 olgu (%14.8) olarak belirlenmişr. Tüberkülin cilt tes sonuçları, klinik öyküleri ve radyolojik bulguları sonrasında 107 olguda (%83.7) latent tüberküloz infeksiyonu varlığı düşünülüp dokuz ay süre ile İsoniazid koruyucu tedavisi verilmişr. İzlem süresince sadece 1 olguda (%0.8) tanısı tarşmalı plevra tüberkülozu gelişmişr. Koruyucu tedavi verilen 107 olgudan 24’ünde (%22.4) karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme görülmüş olup, 6 olguda gelişen hepatotoksisite nedeniyle koruyucu tedavi sonlandırılmak zorunda kalınmışr. Hepatotoksite nedeniyle latent tüberküloz infeksiyonu tedavisi sonlandırılma oranı tüm koruyucu tedavi verilenlerde %5.6, hepatotoksisite gelişenlerde %25.0 olarak bulunmuştur. Hepatotoksisite gelişen olguların yaş ortalamasının (44.87 ± 14.03) gelişmeyenlerden (37.13 ± 16.10) daha yüksek olduğu bulunmuştur (p=0.032). Sonuç: TDT’nin, latent tüberkülozunun saptanmasındaki tanısal etkinliği, immunosupresan tedavi alndaki enflammatuar hastalıkları olan hastalarda dahi yüksekr. An TNF-α tedavisi kullanan hastalardaki akf tüberküloz gelişme 247 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Sonuç olarak an-TNF tedavi verilecek olguların başlangıç tüberkülin deri tes sonucunda; immünitesi baskılanmış olanlarda 5 mm, diğer olgularda 10 mm ve üzeri endurasyon olanlara isoniazid koruyucu tedavisi verilmesi şeklindeki yaklaşımımızın, akf tüberküloz hastalığından korunmada etkili olduğu, bu tedavi ile ortaya çıkan hepatotoksisite riskinin kabul edilebilir olduğunu ve latent tüberküloz infeksiyonunu belirlemede tüberkülin deri tesnin güvenilir olduğunu düşünmekteyiz. 11 NİSAN 2009 %0,4 olarak bulunmuştur. Hastaların tedavi sonrası ortalama takip süreleri DGT öncesindekilerde 63, DGT dönemindekilerde ise 31 aydır. Nüks oranları DGT öncesi dönemde %3,7, DGT döneminde ise %0,8’dir (p<0,002). Sonuç: Sonuç olarak, ülkemizde DGT uygulamalarına öncülük yapmış olan dispanserimizde hastaların %67’den fazlasına sağlık çalışanları gözeminde ilaç içirilmişr. DGT öncesi dönemle karşılaşrıldığında DGT döneminde, yayma poziflerde bakteriyolojik konversiyon süresi ve kür oranlarının ar ğı, tüm hastalarda nüks oranlarınınsa düştüğü görülmektedir. TP067 DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ ÖNCESİ VE SONRASI DÖNEMİN KARŞILAŞTIRILMASI: 12 YILLIK DİSPANSER ÇALIŞMASI TP068 SEREN ARPAZ 1, SEVTAP KESKİN 1, NEJAT SEZGİN 1, ŞEREF ÖZKARA 2 BİR YIL SÜREYLE TNF-ALFA ANTAGONİSTİ KULLANIMININ QUANTİFERON VE PPD DEĞİŞİMİNE ETKİSİ NAZİLLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, AYDIN ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GCEA HASTANESİ, ANKARA TÜLİN ÇAĞATAY 1, ZEKİ KILIÇASLAN 1, MÜNEVVER M.AYDIN 1, SÜLE SÜNMEZ CÖMERT 1, ZİYA GÜLBARAN 1, KAYA KÖKSALAN 3, BAYRAM KIRAN 5, PENBE ÇAĞATAY 4, AHMET GÜL 2 1 2 Amaç: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ROMATOLOJİ ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ TÜBERKÜLOZ EPİDEMİYOLOJİ LABORATUARI 4 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI 5 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ 1 Doğrudan gözemli tedavi (DGT) uygulamasına 1 Nisan 2000’de başlanan dispanserimizde DGT öncesi ve sonrası dönemler karşılaşrılmışr. Gereç ve Yöntem: Dispanserimizde 1996-2007 arasındaki 12 yıllık dönemde 1.165 hasta TB tedavisine alınmışr; DGT öncesi 458, DGT döneminde 707. Bu iki dönemde yayma pozif akciğer TB sayıları 190 ve 308’di. Nakil giden 32 hastanın (31’i DGT öncesi döneminden) dosyalarına ulaşılamamışr. Bu hastaların sadece demografik bilgileri verilebilmişr. T tes ve ki kare tes ile istaskler yapılmışr. Bulgular: Hastaların 74’ü temaslı taramasından bulunmuştur. Tüm hastalarda ortalama yaş 40,7; kadınların oranı %26,7; yeni olguların oranı %91’di. Akciğer TB’luların %4’üne balgam yayması yapılamamış. DGT döneminde hastaların %96’sının tedavileri gözem alnda verilmişr. Uygulama yerlerine göre DGT oranları; dispanser çalışanlarınca %40, sağlık ocağı çalışanlarınca %27, diğer kurumlarda %11 ve evde bir aile üyesince %22’dir. Tedavi süresi DGT öncesi dönemde ortalama 9,1, DGT döneminde 6,9 aydır. Bakteriyolojik konversiyon süresi ortalama, DGT öncesi dönemde 2,4, DGT döneminde ise 1,8 aydır (p=0,000). Tedavi başarısı DGT öncesi dönemde %94, DGT döneminde ise %95’dür. Kür oranları iki dönemde, sırasıyla %82 ve %91’dir (p=0,006). DGT öncesi dönemde 2, DGT döneminde ise 1 hasta tedaviyi terk etmişr. DGT öncesi ve DGT dönemindeki ölüm oranları sırasıyla %4,2 ve %3,4 iken; tedavi başarısızlığı oranları %1,1 ve 248 Amaç: Tümör nekrozan faktör alfa (TNF-α) antagonistleri, enflammatuar hastalıklarda kullanılmakta ve başta tüberküloz (TB) olmak üzere enfeksiyon riskini arrmaktadır. Tedavi başlangıcında latent TB enfeksiyonunun (LTBE) belirlenmesi önem taşımaktadır. Bu çalışmada LTBE’nin belirlenmesinde quanferon ve TDT’nin tanısal değerleri ve bir yıl süreyle kullanılan TNFα antagonist tedavisinin bu testlerin sonuçlarına olan etkileri incelendi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya TNF-α antagonist tedavisi alması planlanan 38(%48.1) romatoid artritli ve 41(%51.9) ankilozan spondilitli toplam 79 hasta dahil edildi. Başlangıçta tüm hastalarda klinik ve radyolojik olarak akf TB dışlandı. Quanferon tes için kan alındıktan sonra hastalara TDT uygulandı. Bu olgulardan bir yıl düzenli TNF-α antagonis kullananlara tekrar quanferon ve TDT uygulandı. İki tesn kendi içlerindeki bir yıllık değişimine ve birbirleri ile uyumuna bakıldı (eşli t, wilcoxon ve kappa tes ) TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Quanferon tes 49(%62.0) olguda negaf,18(%22.8) olguda pozif, 12(%15.2) olguda belirlenemeyen olarak saptandı. TDT, 37 olguda (%46.8) pozif, 42 (%53.2) olguda negaf saptandı. Quanferon aln standart ve TDT 5 milimetre sınır alındığında TDT’nin duyarlılığı %67, özgüllüğü %52 bulunurken iki yöntem arasında uyum saptanmadı (kappa 0,14). Quanferon tes bir yıl düzenli tedavi alan 59 olgunun 27(%45.8)’sinde negaf, 20(%33.9)’sinde pozif ve 12 (%20.3)’sinde belirlenemeyen olarak saptandı. TDT, 39(%66.1 ) olguda pozif, 20(%33.9) olguda ise negaf bulundu. TDT’nin duyarlılığı %90 ve özgüllüğü %46 olarak değişim gösterdi ve iki test arasında zayıf uyum bulundu (kappa 0.34) . Bir yıllık tedavi sonrasında quanferon tesnde değişim saptanmazken (p>0.05),TDT tesnde pozif yönde değişim bulundu (p<0.001). 11 NİSAN 2009 hastalığı ve temas öyküsü olmayanlar. Toplam 300 çocuğa TCT yapıldı ve hepsinden QTF-G tes için 3 ayrı spesifik tüpe kan alındı. Kırkdokuz çocuğun QTF-G tes sonucu “belirlenemeyen” geldiği için bunlar çalışmaya dahil edilmedi. Bulgular: Çalışmamızda tüberküloz enfeksiyonu tanısında, QTF-G tesnin TCT’den daha duyarlı (%92.72, %56.36) ve özgül (%81.63, %60.71) olduğu saptandı. Tüm gruplarda QTF-G tes daha özgül bulundu. Ayrıca QTF-G tesnin BCG ile ortak anjenler taşımadığından, önceki BCG aşılamalarından etkilenmediği de gösterildi. Sonuç: Bir yıllık TNF antagonis kullanımının quanferon cevabını etkilemediği, TDT cevabını ise ar rarak iki test arasındaki uyumu zayıf da olsa ortaya çıkardığı belirlendi. Sonuç olarak, doğru tanı konmasında ve kimlere tedavi verilmesi gerekğinin saptanmasında QTF-G tesnin TCT’den daha üstün olduğu saptandı. Run BCG aşısı uygulanan ülkelerde, QTF-G tesnin TCT ile birlikte uygulanabilir. Klinik olarak tüberküloz düşünülen ancak direkt mikrobiyolojik yöntemlerle (Direkt mikroskopi, kültür) tanı konulamayan çocuklarda, yüksek duyarlılığı ve özgüllüğü nedeniyle QTF-G’den tanıda faydalanılabilir. TP069 TP070 ÇOCUKLARDA TÜBERKULOZ TANISI İÇİN QUANTİFERONTB GOLD TESTİ HEMODİYALİZ HASTALARINDA LATENT TÜBERKÜLOZ TANISI İÇİN İNTERFERON GAMA SALINIMINA DAYALI TESTLER İLE TÜBERKÜLİN CİLT TESTİNİN KARŞILAŞTIRMASI Sonuç: DOĞAN YILDIZ , FUAT GÜRKAN , VELAT ŞEN , AYDIN ECE , M. ALİ TAŞ DİCLE ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Latent tüberküloz enfeksiyonlu hastaların yaklaşık %10’unda hayatlarının bir döneminde akf tüberküloz hastalığı gelişmektedir. Bu oran çocukluk yaş grubunda daha yüksekr. Ancak çocukluk çağı tüberküloz ve ekstrapulmoner tüberkülozun tanısında güçlükler vardır. Tüberkülin cilt tes (TCT) yanlış negaf ve yanlış pozif sonuçlara yol açabilmektedir. Bu nedenle duyarlılığı, özgüllüğü ve yorumlanması halen tarşmalı olan TCT’den üstün ve BCG aşılamasından daha az etkilenecek yeni tanı yöntemleri araşrılmaktadır. Bu çalışmamızda çocuklarda yeni bir tanı aracı olabilecek Quanferon-TB Gold tes TCT ile karşılaşrılarak araşrılması amaçlanmışr. GÜNGÖR ATEŞ 1, TUNCER ÖZEKİNCİ 2, TEKİN YILDIZ 1, RAMAZAN DANİS 3 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ AD 3 DİYARBAKIR DEVLET HASTANESİ 1 Amaç: Son dönem böbrek hastalarında (SDBH) latent tüberküloz enfeksiyonu(LTBE)’ nun erken tanısı ve uygun tedavisi, reakvasyon riskinin artmış olması nedeniyle hayadir. Bu hastalarda tüberkülin cilt tesne (TCT) yanın azaldığı bilinmektedir. LTBE’nun tanısında M. tuberculosis spesifik anjenlerin kullanıldığı yeni bir tanısal test gelişrilmişr [QuanFERON-TB Gold in-tube (QFT-GIT)]. Biz de bu çalışmamızda hemodiyaliz hastalarında bu iki tesn tanısal verimliliğini karşılaşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda M.tuberculosis RD1 gen bölgesinden elde edilen ESAT-6 ve CFP-10 anjenlerine karşı salgılanan IFN gamma düzeyini ELISA yöntemiyle ölçen Quanferon-TB Gold (Celless Ltd., Australia) tes kullanıldı. Vakalar 3 gruba ayrıldı; 1) Akciğer ve/veya akciğer dışı tüberkülozu olanlar, 2) Ev içi tüberküloz temaslılar ve 3) Tüberküloz 275 diyaliz hastasında TCT ve QTF-GIT tes ile kesitsel bir karşılaşrma çalışması yapıldı. 249 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Geçerli TCT ve QTF-GIT sonuçları sırasıyla 259 ve 246 hastada elde edildi. QTF-GIT tes için 246 hastanın %46,7’sinde, TCT için 259 hastanın %35.5’inde test sonuçları pozii. QTF-GIT sonuçları tüberküloz anamnezi ile ilişkili olmasına rağmen, TCT sonuçları uyumlu değildi. Bunun aksine olarak hem QTF-GIT hem de TCT sonuçları tüberküloz teması anamnezi ile ilişkili değildi. İlave olarak QTF-GIT tes sonuçları hastaların %10,4’ünde indeterminate düzeydeydi. Iki test arasında uyum zayıı (67.8%, κ = 0.34). Uyumsuz sonuçlarda TCT negafliği/ QTF-GIT pozifliği olguların %32,2’sinde gözlendi. Sonuç: 11 NİSAN 2009 otobüs bile, araç temini, sosyal yardım sağlanmasının yanısıra DGT sorumlularıyla yapılan değerlendirme toplanlarıyla karşılaşılan sorunlara çözüm aranmışr. Kaliteli DGT için denem standartları gelişrilmiş ve 2009’da uygulanmaya başlanmışr. Bulgular: Ankara’da Aralık 2008 ibariyle hastaların %99’una DGT uygulanmaktadır ve bunların %91’inde sağlık personeli gözemcidir. DGT’nin %25’i hastanın evine gidilerek gerçekleşrilmektedir. Ev halkı gözemi %7’den azdır. Sonuç: Bulgularımız diyaliz hastaları arasında LTBE tanısında QTF-GIT’in TCT’nden daha duyarlı olduğunu ve TCT’nin yerine kullanılabileceğini düşündürmektedir. Ankara’daki uygulamamız DGT’de idari kararlılığın vazgeçilmez öneme sahip olduğunu göstermektedir. ASM, VSD ve birinci basamak sağlık kuruluşlarıyla entegrasyon gerçekleşğini söyleyebiliriz. TP071 TP072 DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ STRATEJİSİNDE İDARİ KARARLILIĞIN ETKİSİ; ANKARA ÖRNEĞİ GAZİANTEP İLİNDE TÜBERKÜLOZ KONTROLÜ 1 1 Ş.MUSTAFA AKSOY , A.ÇİĞDEM ŞİMŞEK , SUHA ÖZKAN 2 , DİLBER AKTAŞ 1, AHMET ÖZLÜ 1, A.MECİT TÜR 1 1 2 ANKARA SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ ANKARA VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ NERİMAN AYDIN 1, NAMIK SOYDİNÇ 2, EDA İÇBAY 1, YUSUF ZİYA YILDIRIM 2, SALMAN KOÇAKGÖR 2, HİLAL ŞENOL 2, AHMET DOĞAN YARDI 2, ZERRİN YILDIZ 2, SELİM BAYRAL 2, OSMAN ELBEK 1 1 2 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ GAZİANTEP SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ Amaç: Amaç: Doğrudan Gözemli Tedavi Stratejisi (DGTS) Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği ve dünyada yaygın olarak kullanılan yöntemdir. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarandan 2006 yılında bütün ülkeye yaygınlaşrılmışr. DGTS’nin beş unsurundan dördü Ankara’da önceden varken beşincisi olan Doğrudan Gözemli Tedavi(DGT) Ankara’da 2006’da başlamışr. Gereç ve Yöntem: 2008 yılında Ankara Sağlık Müdürlüğü(ASM)’nün kararlı istek ve desteğiyle, DGT’de gözemcinin sağlık personeli olması ilkesi benimsenmişr. Her birimin görev tanımları yapılmış, eğimler ve görevlendirmeler sonrası tüberküloz hastasının doğrudan gözemli tedavisi bir sağlık kuruluşu sorumluluğunda sağlık personeli tarandan yapılmaya başlanmışr. Verem Savaş Dispanserinde(VSD) hastayla nerede ve kimin tarandan gözem yapılacağı belirlenmekte ve aynı gün bildirilmektedir. İlaçlar Sağlık Grup Başkanlığı(SBG) tarandan teslim alınmakta ve DGT başlamaktadır. Tedavide olan hastaların günlük ilaç içme bilgileri her gün SGB’ler tarandan faks veya e-postayla ASM’ne bildirilmektedir. ASM tarandan DGT’de ulaşım için 250 Gaziantep ilindeki mücadelenin sonuçlarını araşrmak. Gereç ve Yöntem: Verem savaş dispanserleri (VSD)’nin 2006 ve 2007 yılı sonuçlarını retrospekf değerlendirmek. Bulgular: 2006 ve 2007 için prevalans sırasıyla yüzbinde 21,1 ve 19,8 (yeni olgu hızları yüzbinde 18,1 ve 17,4) idi. Erkek/ kadın oranı 1,2 idi ve hastaların %24,5’unun sosyal güvencesi yoktu. Akciğer tüberkülozluların %91,5’ine mikrobiyolojik inceleme yapılmış ve %82,2’sinde yayma pozii. Kültür incelemesi yapılan 37 olgunun %27,0’ı çok ilaca dirençli tüberküloz tanısı almış. Doğrudan gözemli tedavi (DGT) oranı 2006 ve 2007’de %61,1 ve %96,4 idi. Olguların %72,7’sinde DGT sağlık çalışanınca yapılmaktaydı. Tedavi başarısı %91,5; ölüm %3,4; tedavi terk %3,0; tedavi başarısızlığı %0,9 idi. Akciğer tüberkülozlularda kür oranı 2006 ve 2007’de %70,7 ve %78,4 idi. Hasta başına temaslı muayenesi ve koruyucu tedavi önerilen kişi sayısı ortancası 4 ve 0 idi. Sosyal güvence ve DGT, tedavi başarısını olumlu etkilemekteydi (odds rao sırasıyla 6,7 ve 129,1). DGT yapılanlarda kür oranı yüksek (p<0,05). DGT’nin sürdürüldüğü sağlık birimi veya tedaviyi sürdüren sağlık çalışanının kimliği kür oranını etkilememekteydi (p>0,05). TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Toplumun sosyal koruma alnda olması ve hastalara VSD koordinasyonunda çeşitli sağlık kurumlarındaki sağlık çalışanları tarandan DGT yapılması tedavi başarısını etkileyen yegane faktörlerdir. Aile hekimliği uygulamasına geçilecek olan Gaziantep’te bu sonuçların dikkate alınarak planlama yapılması uygun olacakr. 11 NİSAN 2009 ise iki olası neden sözkonusudur; temaslı muayenesi ile kaynak olguya ulaşılabilir ya da aynı kaynak olgudan basili almış ve hastalanmış başka kişiler de saptanabilir. Temaslı muayenesi, yeni hastalar saptanması, koruyucu tedavi verileceklerin belirlenmesini sağlar. TP074 TP073 YAYMA NEGATİF AKCİĞER VE AKCİĞER - DIŞI TB HASTALARINDA DA TEMASLI MUAYENESİ İLE YENİ HASTALAR SAPTANMAKTADIR. ANKARA YENİMAHALLE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİNDE TÜBERKÜLOZ KORUYUCU TEDAVİSİ SONUÇLARI ONUR AKSU CEYHAN 1, FİLİZ DUYAR AĞCA 1, SEVKAN CANER 1, ŞEREF ÖZKARA 2 5 NOLU VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, YENİMAHALLE, ANKARA 2 ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE G.C.E.A.HASTANESİ, ANKARA 1 FİLİZ DUYAR AĞCA 1, ONUR AKSU CEYHAN 1, SEVKAN CANER 1, ŞEREF ÖZKARA 2 ANKARA YENİMAHALLE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ ATATÜRK GÖĞÜS HASTALIKLARI VE G.C.E.A.HASTANESİ, ANKARA 1 2 Amaç: Temaslıların muayenesi, yayma pozif akciğer TB hastaları için genel kabul görürken yayma negaf akciğer TB ve akciğer dışı TB hastaları için tarşmalıdır. Bu çalışmada Ankara 5 Nolu (Yenimahalle) Verem Savaşı Dispanseri’nde 8 yıl süresince ( 1999-2006 ) yürütülen temaslı tarama çalışmaları ve elde edilen sonuçlar sunulmaktadır. Gereç ve Yöntem: Hastaların en az bir kez taranan temaslıları dispanser kayıtlarından elde edildi. Bu temaslılarda hastalık saptanma oranı belirlendi. Sekiz yıllık sürede toplam 1110 TB hastası tanı aldı; % 71,8 (797)’si akciğer, % 28,2 (313)’ü akciğer dışı olgu idi. Yayma pozif akciğer TB 553, yayma negaf akciğer TB 244 (kültür pozifler 115, negafler 129) idi. Saptanan toplam temaslı sayısı 5898, muayene edilen 5194 (%88,1) idi. Hasta başına 4,7 (ilk 4 yılda 3,8, sonraki 4 yılda 5,3) temaslı muayene edilmiş. Bulgular: Temaslılardan saptanan hasta sayısı 66’dır. Temaslı muayenesinde hasta bulma oranı 100.000’de 1270’dir. Temaslı muayenesinde saptanan hastanın, temaslıları muayene edilen hasta sayılarına oranı incelendiğinde, yayma pozif akciğer TB için % 8,9 (49/553), yayma negaf akciğer TB için % 2,9 (7/244), akciğer dışı TB için % 3,2 (10/313) bulunmuştur. Sonuç: Bu sonuçlar, sadece yayma pozif hastaların değil, mikroskopi negaf bulunan akciğer TB ve akciğer dışı organ tutulumu olan hastaların temaslılarının da muayenesinin gerekğini göstermektedir. Akciğer TB hastalarının bulaşrıcılığı bilinmektedir. Yayma (-) hastaların da bulaşrdığı gösterilmişr. Akciğer dışı TB olgularında Amaç: Değişik ülkelerde tüberküloz koruyucu tedavisi tamamlama oranlarının düşük olduğu bilinmektedir. Ülkemizde son yıllarda koruyucu tedavi sayıları artmaktadır Sahada bu uygulamanın sonuçlarının analiz edilmesine ihyaç vardır. Ankara Yenimahalle Verem Savaşı Dispanseri’nde tüberküloz koruyucu tedavilerinin sonuçlarını incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 8 yıllık bir dönem ele alındı. Yeni koruyucu tedavi önerileri 2003’de ortaya konulduğu için 19992002 ve 2003- 2006 dönemleri ayrı ayrı ele alındı. Dispanser kayıtları geriye dönük incelendi. Bulgular: İlk dönemde 271’i yayma pozif akciğer olgusu, toplam 505, ikinci dönemde 282’si yayma pozif akciğer olgusu, toplam 605 TB hastası kayıtlıdır. İlk dönemde 499, ikinci dönemde 1712 kişiye; sırasıyla hasta başına 1 ve 2,8 kişiye koruyucu tedavi verilmişr. Temaslı muayenesinden koruyucu tedavi verilenler ilk dönemde 346 ve ikinci dönemde 813 kişidir; sırasıyla hasta başına 0,7 ve 1,3 koruyucu tedavi verilmişr. Tüberkülin cilt tes (TCT) pozif çocuklarda ya da yeni TCT pozifleşmesi nedeniyle iki dönemde sırasıyla 153 ve 884 kişiye koruyucu tedavi verilmişr. Koruyucu tedaviyi tamamlama ve terk oranları sırasıyla ilk dönemde % 79,6 ve % 10,4; ikinci dönemde % 88,3 ve % 7,4’dür (fark istasksel olarak anlamlıdır). İki dönemdeki sırasıyla % 10,0 ve % 4,3 kişide koruyucu tedavi sonucu ise nakil giden, aşılanan, TB olan ve diğer durumları olanlardır. Koruyucu tedavi verilenlerin tedavi sonuçları ve temaslıların yaş gruplarına ayrımı Tablo I’dedir. Koruyucu tedavi alanlardan birinci dönemde 3’ünde, ikinci dönemde ise 8’inde TB hastalığı tanısı konulmuştur. İkinci dönemdeki 3 hastada İNH alırken hastalık gelişmiş, diğer hastalık gelişenlerin tümü İNH koruyucu tedavisi tamamlandıktan sonra ortaya çıkmışr. 251 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: TP076 Sonuçta, 2003 sonrasında 16- 35 yaş grubunda ve hem temaslılarda hem de temaslı dışı endikasyonlarla koruyucu tedavilerin ar ğı görülmüştür. DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ ÖNCESİ VE SONRASI DÖNEMİN KARŞILAŞTIRILMASI: 12 YILLIK DİSPANSER ÇALIŞMASI SEREN ARPAZ , SEVTAP KESKİN , NEJAT SEZGİN , ŞEREF ÖZKARA TP075 KRONİK BÖBREK YETMEZLİKLİ HASTALARDA LATENT TUBERKÜLOZ ENFEKSİYONUNU SAPTAMADA TCT İLE QUANTİFERON TB GOLD TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI İSMAİL HANTA 1, GÜLSÜM TEZÇAĞIRIR 1, SEDAT KULECİ 1 , BEHİCE KURTARAN 2, MUSTAFA BALAL 3, ALİ KOCABAŞ 1 NAZİLLİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, AYDIN Amaç: Doğrudan gözemli tedavi (DGT) uygulamasına dispanserimizde 1 Nisan 2000’de geçilmiş olup çalışmamızda DGT öncesi ve sonrası dönemler karşılaşrılmışr. Gereç ve Yöntem: ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI ABD 3 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NEFROLOJİ BD 1 Amaç: Kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda (KBY) latent tüberküloz enfeksiyon (LTE) varlığının saptanması ve tedavisi önemlidir. Bu çalışmada LTE’nu saptamada tüberkülin cilt tes (TCT) ile interferon-gamma (IFNgamma) testlerinin karşılaşrılması amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmada incelenen 24 KBY’li hastaya TCT tes yapıldı ve interferon-gamma (IFN-gamma) için (QuanFeron TB-Gold In Tube, Celless Limited, Carnegie, Australia) periferik venöz kan örneği alındı. TCT pozifliği için 5 mm ve üzeri değerler, IFN-gamma pozifliği için üreci firmanın önerileri dikkate alındı. Bulgular: Yaş dağılımı 45.4±18.6 (18-78) yıl idi. Hemodiyaliz tedavisi görme süresinin medyan değeri 2 (min:1-max:15) yıl idi. Al (%25) hastada BCG aşı skarı yoktu. Toplam 24 hastanın 11’inde (%45.8) TCT tes pozif iken, sadece 4 (%16.7) hastada IFN-gamma pozif saptanmışr. Sonuç: KBY’li hastalarda TCT pozifliği 5 mm ve üzerinde alındığında, IFN-gamma’ya oranla LTE’yi göstermede halen geçerli olduğu düşünülmüştür. 252 Dispanserimizde 1996-2007 arasındaki 12 yıllık dönemde 1.165 hasta TB tedavisine alınmışr; DGT öncesi 458, DGT döneminde 707. Bu iki dönemde yayma pozif akciğer TB sayıları da 190 ve 308’di. Nakil giden 32 hastanın (31’i DGT öncesi döneme ait) dosyalarına ulaşılamamış hastaların sadece demografik bilgileri verilebilmişr. T tes ve ki kare tes ile istaskler yapılmışr. Bulgular: Hastaların 74’ü temaslı taramasından bulunmuştur. Tüm hastalarda ortalama yaş 40,7; kadınların oranı %26,7; yeni olguların oranı %91’di. Akciğer TB’luların %4’üne balgam yayması yapılamamış. DGT döneminde hastaların %96’sının tedavileri gözem alnda verilmişr. Uygulama yerlerine göre DGT oranları; dispanser çalışanlarınca %40, sağlık ocağı çalışanlarınca %27, diğer kurumlarda %11 ve evde bir aile üyesince %22’dir. Tedavi süresi DGT öncesi dönemde ortalama 9,1, DGT döneminde 6,9 aydır. Bakteriyolojik konversiyon süresi ortalama, DGT öncesi dönemde 2,4, DGT döneminde ise 1,8 aydır (p=0,000). Tedavi başarısı DGT öncesi dönemde %94, DGT döneminde ise %95’dür. Kür oranları iki dönemde, sırasıyla %82 ve %91’dir (p=0,006). DGT öncesi dönemde 2, DGT döneminde ise 1 hasta tedaviyi terk etmişr. DGT öncesi ve DGT dönemindeki ölüm oranları sırasıyla %4,2 ve %3,4 iken; tedavi başarısızlığı oranları %1,1 ve %0,4 olarak bulunmuştur. Hastaların tedavi sonrası ortalama takip süreleri DGT öncesindekilerde 63, DGT dönemindekilerde ise 31 aydır. Nüks oranları DGT öncesi dönemde %3,7, DGT döneminde ise %0,8’dir (p<0,002). Sonuç: Sonuç olarak, ülkemizde DGT uygulamalarına öncülük yapmış olan dispanserimizde hastaların %67’den fazlasına sağlık çalışanları gözeminde ilaç içirilmişr. DGT öncesi dönemle karşılaşrıldığında DGT döneminde, yayma poziflerde bakteriyolojik konversiyon süresi ve kür oranlarının ar ğı, nüks oranlarınınsa düştüğü görülmektedir. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 MS031 MS032 TÜM İLAÇLARA HASSAS AKCİĞER TÜBERKÜLOZU OLGULARINDA NÜKS INH VEYA INH-SM DİRENÇLİ YENİ OLGULARDA TEDAVİ REJİMLERİ, TEDAVİ BAŞARISIZLIĞI VE NÜKS ORANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ BEKTAŞ KISA 1, SİNEM KÖYMAN 2, G.CANAN KÜÇÜK 3, NESRİN SARIMURAT 4, ZEKİ KILIÇASLAN 5 ÜSKÜDAR VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL BEYKOZ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 3 KUMKAPI VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 4 ŞEHREMİNİ VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 5 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL 1 2 Amaç: Bu retrospekf çalışma Akciğer tüberkülozu(TB) olgularında nüks oranlarını saptamak amacıyla planlandı. Gereç ve Yöntem: İstanbul da Beykoz, Kumkapı, Şehremini ve Üsküdar Verem Savaşı Dispanserlerinde 2005-2006 yıllarında tedaviye alınan 1100 hasta içinde yayma(+) ve/veya kültür (+) akciğer tüberkülozlu 666 hasta arasından tedavisi kür veya tedavi tamamlama olarak sonlandırılan 605 hasta değerlendirilmeye alındı. Değerlendirmeye alınan 605 olgu Kasım-Aralık 2008 aylarında kontrol amacıyla aranmış; 535(%88.4)’ünün kontrolleri yapılmış, 60(%9.9) hastaya ulaşılamamış, 10(%1.7)hastanın öldüğü tespit edilmişr. Kontrolü yapılan 535 olgunun 467(%87.3)’üne mikrofilm çekilmiş, 68(%12.7)’inden ise sadece telefonla bilgi alınabilmişr. Bu çalışma tedavi öncesi direnç tes yapılan 456 olgudan, tüm ilaçlara hassas bulunan 414 olguyu kapsamaktadır. Çalışmada gruplar arasındaki farklılık Fisher tes ile değerlendirildi. G.CANAN KÜÇÜK 1, NESRİN SARIMURAT 1, ŞENOL KÜMBETLİ 1, VİLDAN OKTAY 1, GÜZİN ASOĞLU 1, İPEK COŞKUNOL 1, CANDAN EVİRGEN 1, FİLİZ ÖZTÜRK 2, ŞEVKET SAYICI 3, SİNEM KÖYMAN 1, SEVGİ GÜR 1, BEKTAŞ KISA 1, ZEKİ KILIÇASLAN 4 İSTANBUL VEREM SAVAŞI DERNEĞİ DİSPANSERLERİ, İSTANBUL 2 ÜMRANİYE VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 3 GÜNGÖREN VEREM SAVAŞI DİSPANSERİ, İSTANBUL 4 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBULTIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, İSTANBUL 1 Amaç: 2002-2006 yılları arasında tedavi gören İsoniazid (H) veya İsoniazid -Streptomisin(HS) dirençli olguların tedavi rejimleri, klinik gidiş ve nüks oranlarının değerlendirilmesi Gereç ve Yöntem: İstanbul’da 14 dispanserde 2002-2006 yıllarında tedavi gören kültür (+), H ve HS dirençli olguların kayıtları retrospekf olarak incelendi. Bu dispanserlerde 20022006 yılları arasında tedaviye alınan 9606 Akciğer tüberkülozu (Ac TB) olgusunun 6233(%64.9)’u kültür(+) idi.5184(%83.2) olguya direnç tes yapılmış. Direnç tes yapılanların 277(%5.3)’si H veya HS dirençliydi. INH direnç tes Löwenstain-Jensen besiyerinde proporon metodu (INH 0.2 μg/ml-SM 4 μg/ml) ile uygulandı. Nüks olgularının tümü kültür pozifliği ile doğrulanmış. Gruplar arasındaki farklılık için Fisher tes uygulandı. Bulgular: Bulgular: Bu olguların 346(%83.5)’u yeni, 68(%16.5)’u “eski” idi. 301(%72.7)’si erkek, 113(%27.3)’ü kadın, ortalama yaş 36.6(11-80) idi. Tedavi biminden sonra ortalama takip süresi 21.7 aydı. Bu sürede toplam %1.9 (8/414) olguda nüks tespit edilmişr. Yeni akciğer tüberkülozu olgularında nüks oranı %1.2 (4/346); eski akciğer tüberkülozu olgularında %5.9 (4/68) olarak saptanmışr. (p >0.05).Yeni akciğer tüberkülozu olgularında, Doğrudan Gözemli tedavi (DGT) alan 226 olgu arasından 2(% 0.9) olguda, DGT almayan veya kısmen alan 120 olgudan ise 3’ünde(% 1.7) nüks görülmüştür(P>0.05). Eski akciğer tüberkülozlu olgulardan DGT alan 42 olgu arasında 1 (% 2.4), DGT almayan veya kısmen DGT alan 27 olgunun ise 3’ünde (% 11.1) nüks görülmüştür (p>0.05). Sonuç: Bu çalışma İstanbul’da bu dört dispanserde nüks oranlarının kabul edilebilir düzeyde olduğunu ve DGT uygulaması ile özellikle daha önceden tedavi görmüş olgularda istaksel olarak anlamlı bulunmasa da nüks oranlarının azaldığını göstermektedir. 277 olgudan 27 tedavi terk, 19 tedaviye iki aydan fazla ara veren, 5 nakil ve 3 ölüm olmak üzere 54 olgu çalışma dışı bırakıldı. Kalan 223 olgunun 187(%83.9)’u yeni, 36(%16.1)’i “eski” olguydu. Çalışmaya alınan yeni olguların 129(%69)’u erkek, 58(%31)’i kadın, ortama yaşları 32.5(14-80) idi.112(%59.9) olgunun H, 75(%40.1) olgunun HS direnci vardı. Yeni olgularda kür 121(%64,7), tedavi tamamlama 59(%31,5), tedavi başarısızlığı 7(%3.7) bulundu.54(%28.9) olgu gözemli, 133(%71.1) olgu gözemsiz tedavi görmüştü.187 yeni olguda kombinasyon ve/veya süre açısından 26 farklı tedavi rejimi uygulanmış. Olgular idame döneminde Ethambutol(EMB) kullanan ve kullanmayan olarak iki gruba ayrıldı. İdame döneminde EMB içeren tedavi alan olgu sayısı100(%58.1) EMB’siz tedavi alan olgu ise 72(%41.9) idi.15 olgu çok farklı tedavi rejimleri nedeniyle bu iki gruba dahil edilemedi. Sadece 172 olgunun tedavi başarısızlığı ve nüks oranları değerlendirildi. EMB içeren rejimde %4 (4/100), EMB içermeyen rejimde % 1.39 (1/72) tedavi başarısızlığı tespit edildi (P>0.05). EMB içeren rejimde %7(7/100), EMB içermeyen rejimde ise %5.5 (4/72) nüks tespit edildi (p>0.05) 253 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: İstanbul’ da INH dirençli olgularda çok farklı tedavi rejimleri uygulanmaktadır. İdame döneminde EMB kullanılması veya kullanılmaması tedavi başarısızlığı ve nüks açısından anlamlı fark oluşturmamışr. ÇİDTB tedavisinde “Standart Tedavi Protokolü” yaklaşımı, kliniğimiz hasta popülasyonunda %90,4 lük başarıyla sonuçlanmışr. MS034 MS033 ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNDE STANDART TEDAVİ PROTOKÜLÜ YAKLAŞIMI NONTÜBERKÜLOZ MİKOBAKTERİ OLAN OLGULARIN TEDAVİ DEĞERLENDİRİLMESİ HALUK C. ÇALIŞIR , AYLİN ÖNGEL , ŞULE BİLGİN , KORKMAZ ORUÇ , SİNEM ALTUNBEY , GÜLGÜN ÇETİNTAŞ , HÜLYA ARDA , ZEKİ KILIÇASLAN 1, BAHAR ÖZÇELİK 1, SİNEM KARAOSMAN 1, FATİH YAKAR 1, FATMA ÇÖMÇE 1, AYLİN PIHTILI 1, KAYA KÖKSALAN 2, FEYZA ERKAN 1 SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İ.Ü.İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.B.D. 2 İ.Ü. DENEYSEL TIP ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ (DETAE) Amaç: ENFEKSİYONU SONUÇLARININ 1 Amaç: Kliniğimizde standart tedavi protokolü yaklaşımı ile Çok İlaca Dirençli Tüberküloz (ÇİDTB) tedavisi alan hastaların sonuçlarını irdelemek. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen tüberküloz dışı mikobakteriye bağlı akciğer enfeksiyonu olgularının tedavi sonuçları retrospekf olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Klniğimizde 2004-2007 yılları arasında tüberküloz tanısıyla tedavi edilen 1442 hastadan, klinik izleme, laboratuar bulguları ile ÇİDTB tanısıyla tedaviye alınan hastalara Amikasin ilk 4-6 ayda olamak üzere Quinolon+ PAS+ Cycloserin, Prothionamid’den oluşan standart tedavi protokolü uygulanmışr. Yan etki dışında rejim değişikliği yapılmamışr. Bulgular: 1442 hastadan, klinik, laboratuar olarak ÇİDTB saptanan 21 (%1.4) hasta ikinci sıra ilaçlarla 24 ay tedaviye alındı. Hastaların 16 (%76.19)’sı erkek, 5 (%23.80)’i kadın ve yaş ortalamaları 37.38 ± 13.76 idi. .Daha önce ortalama 3,6 ±1,28 kez tedavi almışlardı. 2 hasta ikinci sıra ilaçlarla da tedavi almış. 12 HRSE, 1 HRS, 8 HR direnci , 3 hastada (%14.28) ek hastalık, 1 hastada radyolojik olarak yaygın hastalık bulunmaktaydı. 11 hastada 1. ayda, 4 hastada 2. ay, 2 hastada 3. ay, 2 hastada ise 5. ayda balgam yayma konversiyonu sağlandı. 2 hastaya kültür ile tanı konulmuştu, bu hastalarda birinci ayda kültür konversiyonu saptandı. 6 (%28.5) hastada yan etki geliş. Sıklık sırasına göre işitme kaybı (3), hepatotoksisite (2), konvülsiyondur (2). 2008 yılında yapılan analiz sırasında, 13’ ü (%61.90) kür ile tedavisinin biği, 6 hastanın ise en az bir yıldır balgam konversiyonu sağlanmış, ancak tedavide olduğu, bir hastanın (%4.7) eşlik eden akciğer Ca.’dan ex olduğu, ikinci ayda balgam konversiyonu sağlanmış 1 (%4.7) hastanın da 11.ayda pozifleşmesi üzerine tedavi yetmezliği saptanmışr. 21 hastadan 19’unda (%90.4) olumlu sonuç alınmışr. 254 ATS rehberine göre tüberküloz dışı mikobakteriye bağlı akciğer hastalığı kabul edilen ve kliniğimizde takip edilen 20 olgunun dosyaları retrospekf olarak değerlendirildi. Olgularımızın ikisi Kisk Fibroz, birisi Kronik Miyeloid Lösemi tanılı, ikisi an TNF–Alfa ilaç kullanan hasta idi. Ayrıca bir olguda Diabetes Mellitus, bir olguda asm , bir olguda ise KOAH vardı. Bu olguların 7’si (%35) daha önce en az üç ay tüberküloz tanısı ile tedavi almış. Tedavi rejimi 1997 ve 2007 ATS rehberleri esas alınarak ve ek olarak 6 (%30) olguda İ.Ü. Deneysel Tıp ve Araşrma Enstüsü Laboratuarında yapılan ve minör an tüberküloz ilaçlar yanında muhtemel etkili anbiyokleri de içeren direnç testleri sonucuna göre belirlendi. Kültür negafleşmesinden sonra en az 12 ay tedavi alan ve balgam kültürleri negaf devam eden hastalar kür kabul edildi. Bulgular: Yaş ortalaması 41 (20-73) olan 17’si erkek, 3’ü kadın 20 olgunun tedavi sonuçları değerlendirildiğinde ; %64 (9/14) kür, % 28 (4/14) tedavi başarısızlığı, %7 (1/14) ölüm saptandı, %30 (6/20) olgunun tedavisi devam etmekteydi. Tedavisi sonlanan olgular (n:14), etkenlere göre değerlendirildiğinde kür oranı Mikobacterium avium kompleks (MAC) olgularında % 80 (4/5) , M.Kansasii olgularında % 100 (3/3), M.Abscessus % 40 (2/5) olarak bulundu. Tedavi başarısızlığı olan MAC olgusunun iki taraflı büyük kaviter lezyonları vardı. Ölen olgumuzun M.Absesusa bağlı hastalığı vardı ve torakatomi sonrası gelişen serebral atak ile kaybedildi TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Olgularımızın çoğunda tedavi başarısı sağlanmasına rağmen M.Abscesus grubundaki yüksek tedavi başarısızlığı kullanılabilecek tedavi seçeneğinin azlığına bağlandı. Tüberküloz insidansı ve bildirim tamlığının tahmininde yakala-tekrar yakala yöntemi kullanılabilir. Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın içinde önemli bir yeri olan Verem Savaş Dispanserlerinin ve buralarda halen görev yapan yeşmiş sağlık insan gücünün korunması ve haa yenilerinin yeşrilmesi tüberküloz hastalığının kontrolü için gereklidir. MS035 YAKALA-TEKRAR YAKALA YÖNTEMİ İLE TÜBERKÜLOZ İNSİDANSI VE BİLDİRİM TAMLIĞININ TAHMİNİ; 20032005 İZMİR SS050 SEMA ÖZGÜR SAKARYA 1, ALİYE MANDIRACIOĞLU 2, MÜNEVVER ERDİNÇ 3, ŞAFAK TANER GÜRSOY 2 PLEVRAL SIVILI HASTALARIN TANISINDA MEDİKAL TORAKOSKOPİYE KARŞIN BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ REHBERLİĞİ ALTINDA ABRAMS PLEVRA İĞNE BİOPSİSİ: RANDOMİZE KONTROLLÜ ÇALIŞMA BORNOVA VEREM SAVAŞ DİSPANSERİ EGE ÜNVERSİTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI 3 EGE ÜNVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 2 MUZAFFER METİNTAŞ 1, GÜNTÜLÜ AK 1, EMİNE DÜNDAR 2, HUSEYİN YILDIRIM 1, RAGIP ÖZKAN 3, SİNAN ERGİNEL 1, FÜSUN ALATAŞ 1, EMEL KURT 1, SELMA METİNTAŞ 4 Amaç: ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR 2 ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS PATOLOJİ ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR 3 ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR 4 ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI, ESKİŞEHİR 1 Bildirim sistemindeki aksaklıklar, kurumlar arası ileşim sorunları gibi nedenlerle ülkemizde kayıt dışı tüberkülozlu bir olgu topluluğu olduğu bilinmektedir. Çalışmada 2003, 2004, 2005 yılları İzmir ili tüberküloz olgularının bildirim tamlığını saptamak, tüberküloz insidanslarını ve eksik bildirilen olgu sayısını tahmin etmek amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmada, DSÖ tanı kriterlerine göre bakteriyolojik ve histopatolojik yöntemler ile tüberküloz tanısı konulabilen hastane ve laboratuvarlardan (Hast-Lab) tüberküloz olgularına ait üç yıllık veriler toplanarak, Verem Savaş Dispanserleri (VSD) kayıtları ve İl Sağlık Müdürlüğü (İSM) bildirim kayıtları ile karşılaşrılmışr. Verem savaş dispanser kayıtları üzerinden yıllara göre insidanslar belirlenmiş, yakala-tekrar yakala yönteminin üç listeli log-linear modelleri (CARE-1) ile de tahmini insidanslar hesaplanmışr. Bulgular: Çalışmada üç yıllık toplam gözlenen 3910 yeni olgunun %79.7’nin VSD, %86.4’nün İSM, %60.5’nin Hast-lab kaydına ulaşılmışr. Üç yılda toplam 3377 yeni olgu İl Sağlık Müdürlüğü bildirim kayıtlarında yer almış, bunların %84.5’i (2856) dispanser kayıtlarına girmiş ve izlenmişr. Yıllık insidanslar VSD’lerinde kayıtlı olgular üzerinden hesaplandığında 2003’de yüz binde 32.5 , 2004’de yüz binde 28.6 , 2005’de yüz binde 26.3 olarak bulunurken, yakala-tekrar yakala yönteminin log-linear modelleri ile 2003’de yüz binde 43.8 (%95 GA’da 43.3-44.6), 2004’de yüz binde 38.6 (%95 GA’da 38.1-39.3) , 2005’de yüz binde 32.7 (%95 GA’ da 32.3-33.5) olarak tahmin edilmişr. Amaç: Plevral sıvılı olgularda histopatolojik inceleme için doku örneği Abrams plevra iğne biopsisi (APİB), torakoskopi veya bilgisayarlı tomografi rehberliğinde kesici plevra iğne biopsisi (BT-KPİB) ile elde edilebilir. Son zamanlarda tanı duyarlılıkları yüksek olduğu için torakoskopi yada BT-KPİB bu amaçla önerilmektedir. Ancak, APİB diğer iki yönteme göre oldukça ucuz ve kolaydır, ayrıca BT rehberliği kullanılabilirse tanı duyarlılığı da artabilir. Bu çalışmada plevral sıvılı hastalarda BT rehberliği alnda yapılan APİB (BT-APİB) ile torakoskopinin tanısal etkinliği ve güvenilirliğinin karşılaşrılması amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2006 ile Ocak 2008 tarihleri arasında eksüda niteliğinde plevral sıvılı ve sitolojik incelemeyle tanı konulamayan 124 hasta alındı. Tüm hastalar kontrastlı toraks BT çekildikten sonra randomize edildi. Bir kolda hastalara ilk işlem olarak BT-APİB, diğer kolda torakoskopi yapıldı. İki grup, uygulanan yöntemlerin tanı etkinliği ve komplikasyonlar bakımından kıyaslandı. 255 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Bulgular: Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların 72’sin erkek 52’si kadın, yaş ortalaması 60.9 yıl idi. Hastaların 33’üne malign mezotelyoma, 47’sine metastak plevral hastalık, 42’sine benign plevral hastalık tanısı konuldu, iki olgu tanıya ulaşılamadan erken ex oldu. BT-APİB yapılan grupta tanı duyarlılığı %87,5, torakoskopi yapılan grupta ise %94,1 olarak belirlendi; arada anlamlı fark yoktu. Hastalığa, BT bulgularına ve plevral kalınlaşmanın miktarına bağlı olarak her iki yöntem arasında duyarlılık farkı saptanmadı. Komplikasyon oranları düşük ve kabul edilebilir düzeyde idi. Ancak iğne biopsisi yapılan bir hastada major kanama oldu. Çalışmaya 21 hasta alındı. Beş hastada sadece PL, dört hastada hem PL hem de LN ve 12 hastada sadece LN bulunuyordu. Ortalama boyutu sırasıyla 25.88±12.24mm ve 18.16±6.01mm olan toplam dokuz PL ve 31 LN hedeflendi. EGB ile dokuz PL’nun sekizi (%88.9), 31 LN’nun 27’si (%87.1) örneklendi. EGB ile 21 hastanın 18’inde tanıya ulaşıldı ve tanı başarısı %85.7 olarak bulundu. Bu 18 hastada tanı dağılımı, küçük hücreli dışı akciğer kanseri (n:5), benign pulmoner nodül (n:2), sarkoidoz (n:6), tüberküloz lenfadenit (n:3) Sjögren sendromu (n:1) ve reakf lenfadenit (n:1) olarak saptandı. Pnömotoraks sadece bir hastada geliş. Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak, BT’sinde plevral kalınlaşma veya lezyon gözlenen hastalarda önerdiğimiz yöntemle BT-APİB’ni ilk yöntem olarak kullanabiliriz. BT’sinde yalnızca sıvı görünümü olan hastalar ile tanısı tüberküloz dışı benign neden olabilecek hastalarda ilk seçilecek yöntem torakoskopi olmalıdır. EGB, PL ve mediasnal LN’nın örneklenmesinde ve tanısında başarısı yüksek olan güvenli bir yöntemdir. *Bu çalışma TUBİTAK tarandan desteklenmişr (proje # 107S156). SS052 SS051 PERİFERİK AKCİĞER LEZYONLARINDA VE MEDİASTİNAL LENF NODLARINDA ELEKTROMANYETİK GEZİCİ TANISAL BRONKOSKOPİ* DEMET KARNAK 1, AYDIN ÇİLEDAĞ 1, KORAY CEYHAN 2, ÇETİN ATASOY 3, SERDAR AKYAR 3, OYA KAYACAN 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ABD 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD 3 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYODİAGNOSTİK ABD 1 Amaç: Fleksibl bronkoskopi (FB)’nin, akciğerin periferik segmentlerinde lokalize lezyonlarında tanı değeri sınırlıdır ve mediasnal lenf nodlarında FB ile transbronşiyal iğne aspirasyonun tanı başarısı tatmin edici değildir. “SuperDimension/Bronchus System” kullanılarak yapılan elektromanyek gezici bronkoskopi (EGB), bronkoskopinin tanı başarısını arrmak için gelişrilmiş yeni bir yöntemdir. Bu çalışmada amaç, standart tekniklerin tanısal olmadığı veya uygun olmadığı hastalarda, periferik akciğer lezyonları (PL) ve mediasnal lenf nodlarında (LN) EGB’nin tanı başarısı ve emniyeni değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: FB, lokal anestezi alnda, elektromanyek alan tahtası, mikrosensör probu, genişlemiş çalışma kanalı ve mulitplanar bilgisayarlı tomografinin eş zamanlı rekonstrüksiyonunu kullanan EGB tekniği ile yapıldı. 256 GERÇEK ZAMANLI ENDOBRONŞİYAL ULTRASON REHBERLİĞİNDE TRANSBRONŞİYAL İĞNE ASPİRASYONUNUN ETKİNLİĞİ ERDOĞAN ÇETİNKAYA , GÜLŞAH GÜNLÜOĞLU , AKİF ÖZGÜL , SİNEM SÖKÜCÜ , MEHMET ZEKİ GÜNLÜOĞLU , SEDAT ALTIN YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EAH Amaç: Hiler/mediasnal patolojilerin aydınlalmasında, gerçek zamanlı endobronşiyal ultrason (EBUS) eşliğinde transbronşiyal iğne aspirasyonun (TBİA) etkinliği araşrıldı. Gereç ve Yöntem: 2008 yılı Mart-Ekim ayları arasında, toraks bilgisayarlı tomografisinde, hiler yada mediasnal alanlarda patolojik boyua lenf bezi veya kitle bulunan veya pozitron emisyon tomografisi incelemesinde hiler/mediasnal alanda tutulum saptanan ardışık 189 olguya toplam 194 kez gerçek zamanlı EBUS rehberliğinde TBİA’lar yapıldı. Materyaller histopatolojik olarak incelendi. İşlemin tanısal olmaması ya da eğer evreleme amaçlı yapılmışsa metastaz saptanmamış olması durumunda ileri girişimsel işlemler uygulandı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: 194 işlemde, toplam 291 alan örneklendi. Dört hastada yeterli materyal alınamadı (%2). En sık subkarinal alan örneklendi (n=129, %66). Bunu sırasıyla sol hiler (%31), sağ alt pratrakeal (%22), sağ hiler ve diğer alanlar izledi. İşlemin yapılma amacı olguların 143’ünde tanı, 26’sında evreleme idi, 20 hastada ise hem tanı hem de evreleme amaçlandı. Tanısal amaçlı yapılan işlemlerde, ortalama 4,2 kez örnekleme yapıldı. Tanısal işlem yapılan olguların 70 (%49)’inde granülomatöz ilhap, 27 (%19)’sinde küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK), 7 (%4,8)’sinde küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK), 21 (%14,6)’inde ise diğer tanılar elde edildi. 13 (%9) hastada tanı elde edilemedi. Yeterli materyal alınan olguların analizinde tanısallık oranı sarkoidozda %94,6, tüberkülozda %69, KHDAK’da %87, KHAK’da ise %100 idi. Genel tanısal değer %91 olarak bulundu. Evreleme amaçlı işlem yapılan hastaların hepsinde yeterli materyal alındı. İşlemin evrelemede sensivitesi ve spesifitesi sırasıyla %91 ve %100 bulundu. Bir olguda oluşan belirgin hemoraji dışında komplikasyon gözlenmedi. Sonuç: Hiler/mediasnal alanda patolojisi bulunan hastalarda gerçek zamanlı EBUS kılavuzluğunda TBİA, gerek tanıda gerekse evrelemede son derece etkin ve güvenli bir yöntemdir. SS053 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNİN MEDİASTİNAL NODAL EVRELEMESİNDE TRANSBRONŞİYAL İĞNE ASPİRASYONU VE PET/BT’ İN BİRLİKTE KULLANIMI T. BAHADIR ÜSKÜL , VOLKAN BAYSUNGUR , FERDA AKSOY , FATMA EMRE TURAN , GÖKÇEN SEVİLGEN , HATİCE TÜRKER , SEMİH HALEZEROĞLU SB SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EA HASTANESİ, İSTANBUL Amaç: Bu çalışmada, küçük hücreli dışı akciğer kanserinin (KHDAK) mediasnal evrelemesinde, konvansiyonel transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) ve entegre pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografinin (PET/BT) birlikte kullanımının etkinliğini araşrmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 11 NİSAN 2009 dışında mediasnal lenf nodu metastazının tespinde cerrahi histoloji “aln standart” olarak kullanıldı. Bulgular: Konvansiyonel TBİA, 37 hastada toplam 49 mediasnal lenf noduna başarıyla uygulandı. Ve TBİA ile 28 hastada 35 lenf nodunda malignite saptandı. PET/BT görüntüleme ile 52 pozif ve 32 negaf lenf nodu tutulumu saptandı. TBİA’ nın sensivitesi %78, spesifitesi %100, pozif predikf değer %100, negaf predikf değer %29 ve doğruluğu %80; PET/BT’ nin sensivitesi %88, spesifitesi %66, pozif predikf değer %73, negaf predikf değer %83 ve doğruluğu %77 idi. KHDAK’ nin mediasnakl nodal evrelemesinde kombine TBNA ve PET/BT’ nin doğruluk oranı %92 olarak bulundu. Sonuç: Run diagnosk bronkoskopi esnasında uygulanan, minimal invaziv bir prosedür olan konvansiyonel TBİA ile noninvaziv bir prosedür olan PET/BT kombinasyonunun KHDAK’ de mediasnal nodal evreyi yüksek doğruluk ile tespit edebileceğini düşünmekteyiz. SS054 AKCİĞER KANSERİNİN EVRELEMESİNDE PET/BT İNCELEMESİ İLE KOMBİNE EDİLEN TRANSBRONŞİAL İNCE İĞNE ASPİRASYON BİYOPSİSİNİN YERİ ŞERMİN BÖREKÇİ 1, OSMAN ELBEK 1, NAZAN BAYRAM 1, NEVİN UYSAL 1, KEMAL BAKIR 2 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI 1 Amaç: Bu çalışmada PET/BT incelemesi rehber alınarak uygulanan TBİA işleminin akciğer kanseri evrelemesindeki yerini, mediasnoskopi ile karşılaşrılmasını ve mediasnoskopi ihyacını azalp azaltmadığını saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Mart 2006-Mart 2008 tarihleri arasında prospekf olarak akciğer kanseri ön tanısı düşünülen, Toraks BT’sinde 1 cm’ den büyük lenfadenopa saptanan ve PET/BT tetkikinde SUV max≥ 2.5 olan 25 hasta çalışmaya dahil edildi. Toplam 43 lenf nodu istasyonundan TBİA örneklemesi yapıldı.Mediasten değerlendirmesinde mediasnoskopi sonucu aln standart olarak kabul edildi. Büyük mediasnal lenf nodlarından (≥1 cm) hem TBİA hem de PET/BT taraması yapılmış olan toplam 37 KHDAK’ li hasta araşrmaya dahil edildi. Konvansiyonel TBİA ile N3 hastalık veya ileri N2 hastalık saptanan hastalar 257 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Bulgular: Bulgular: Toplam 43 lenf nodu istasyonundan TBİA örneklemesi yapıldı, TBİA yönteminin mediasnal evrelemedeki duyarlılık, özgüllük, negaf predikf ve pozif predikf değerleri sırasıyla; %87, %100, %100, %89 olarak bulundu. Yeterli TBİA örneklemesi yapılan 19 olgunun; 13’ünde (%69) başlangıç klinik evresi TBİA sonrası gerilemiş, mediasnoskopi sonrası 17’sinin (%89) evrelemesinin doğru olarak yapıldığı saptanmışr. Ondokuz olgunun 5’inde (%26) TBİA ile mediasnoskopi ihyacı ortadan kalkmışr. Pozif TBİA sonucunu öngörebilecek klinik faktörlerden sadece PET SUV max değerinin TBİA pozifliğini etkilediği saptandı [OR=1.27 (1.004-1.610), p=0.046]. PET SUV max ≥ 5’in TBİA pozifliğini yaklaşık 11 kat arrdığı gösterilmişr [OR=10.68 (1.91-59.62), p<0.01]. Olguların 40’ı(75.5%) kadın 13’ü(24.5) erkek. Ortalama yaş 43.54 ( 16- 73) idi.1,2,3, 4 ve 7 nolu istasyonun ön tarandan biopsiler alındı. Toplam 117 istasyondan biopsi alındı.En sık 2R ve 4R nolu istasyonlardan biopsi alındı. Ortalama operasyon süresi 35 dakika olarak kaydedildi. Materyallerin patolojik değerlendirilmesinde; 22 olguda (%41.5) tüberküloz ,18 olguda (% 33.9) sarkoidoz, tanısı kondu. Diğer tanılar lenfoma(n:2), silikozis (n:1) moma(n:1), romatoid artritle uyumlu lap(n:1). 8 olguda sonuç antrakok lenf bezi olarak değerlendirildi. Toplam 9 hastaya fiberopk bronkoskopi yapıldı.3 olguya transtrakeal iğne aspirasyonu(TBİA) yapılmasına rağmen sonuç alınamamış. Bu üç hastanın ikisine sarkoidoz birine tüberüloz tanısı kondu.PET CT’de FDG tutulumu (suv max:9.2) tespit edilen 2 olguda patoloji tüberküloz olarak değerlendirildi. Mortalite görülmedi. Sonuç: Sonuç: Sonuç olarak, akciğer kanseri olgularının doğru olarak evrelendirilmesinde mediasnoskopiye kıyasla daha az invaziv ve komplikasyonu daha az bir işlem olan TBİA’nın kullanılabileceği, PET/BT tetkiki ile birlikte uygulanmasının TBİA’nın sensivitesini ar rdığı, özellikle SUV max≥ 5 olan lenf nodlarında TBİA pozifliğinin anlamlı oranda yükseldiği ve TBİA’nın mediasnoskopi ihyacını azal ğı sonucuna varılmışr. Ta n ı ko n a m a m ı ş m e d i a s t i n a l l e z y o n l a r d a mediasnoskopi, aln standart olarak yerini korumakla beraber fiberopk bronkoskop ile transtrakeal iğne aspirasyonu(TBİA) ve endobronşial ultrason eşliğinde ince iğne aspirasyonun yaygınlaşması kullanımını azaltacakr. Minimal morbidite ile yapılan, etkili ve güvenli bir yöntemdir. SS055 SS056 AKCİĞER KANSERİ DIŞI PATOLOJİLERDE MEDİASTİNOSKOPİNİN TANISAL ÖNEMİ HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNUN TANISINDA KULLANILAN İKİ YÖNTEMİN KARŞILAŞTIRILMASI SERDAR ONAT 1, GÜNGÖR ATEŞ 2, REFİK ÜLKÜ 1, ALPER AVCİ 1, BÜLENT ÖZTÜRK 1, CEMAL ÖZÇELİK 1 İLKNUR BAŞYİĞİT , SERAP BARIŞ , HAŞİM BOYACI , FÜSUN YILDIZ DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ.DİYARBAKIR 2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ.DİYARBAKIR KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: Bu çalışmanın amacı, hava yolu obstrüksiyonunun tanısında sabit bir FEV1/FVC oranı ile normalin alt sınırı değerini karşılaşrmak. 1 Mediasnoskopi, akciğer kanserinin evrelendirilmesinde ve mediasnal kitle ve lenf nodlarının tanısı için kullanılan invaziv bir yöntemdir. Non invaziv veya daha az invaziv yöntemlerle tanısı konulamamış mediasnal lezyonlarda mediasnoskopinin etkinliği ve güvenilirliği araşrıldı Gereç ve Yöntem: Toraks bilgisayarlı tomografisinde(BT); patolojik boyua( > 10 mm) mediasnal lenfadenopasi olan ve daha az invaziv yöntemle tanı konulamayan 53 hastaya Haziran 2003- Aralık 2008 arasında servikal mediasnoskopi yapıldı. Hastalar yaş, cinsiyet, tanılar, operasyon süresi,semptomlar, mortalite açısından retrospekf olarak değerlendirildi 258 Amaç: Gereç ve Yöntem: Öğretmenlerde solunum semptomları ve hava yolu obstrüksiyonu sıklığını belirlemek için anket uygulandı ve fizik muayeneleri yapıldı. Çalışmaya kalmayı kabul eden ve solunum fonksiyon tesne koopere olabilen olgulara bir teknisyen tarandan solunum fonksiyon tes yaprıldı. Her bir olgu için normalin alt sınır değeri (NAS); FEV1/FVC oranının beklenen değerinin %5 al olarak hesaplandı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Bulgular: Çalışmaya 616 olgu kaldı. Olguların %55’i erkek (n:338), %45’i kadın (n:278) ve yaş ortalaması 38.9 ± 8.8 yıl bulundu. Ortalama FEV1 değerleri 3.3 ± 0.7 l, FVC değerleri 4.1 ± 0.9 l olarak saptandı. Olguların yalnızca 4 tanesinde FEV1/FVC oranı %70’in alnda bulunurken on iki olguda ise NAS’a göre obstrüksiyon tanısı kondu. FEV1/FVC < %70 bulunan olguların tamamı NAS değerine göre de obstrükf idi. FEV1/FVC oranı %70’in üzerinde olmasına rağmen NAS’a göre obstrükf bulunan 8 olgunun 5’inde dispne yakınması, üç tanesinde dispne ve hırıl atakları, iki tanesinde ise doktor tanılı asm mevcuu. Fizik muayenede ise 4 olguda yaygın ronküsler ve ekspiryumda uzama tespit edildi. 11 NİSAN 2009 Hastaların 32 si(%38) sarkoidoz, 8 (%9,5)kömür işçisi pnömokonyozu, 9 (%10,5) malignite, 6(%7,1) İPF, 4(%4,8) kollagen hastalık akciğer tutulumu 4 (%4,8 )tüberküloz, 10 (%10,5) diğer interssyel akciğer hastalıklarıydı. BAL hücre subgruplarına bakıldığında sarkoidoz hastalarında CD16+56+, CD3 ve CD4/CD8 değerleri açısından diğer interssyel akciğer hastalıkları ile karşılaşrıldığında istasksel olarak anlamlı fark bulundu. sarkoidoz hastalarında CD4/CD8 oranı 4,20 ± 2,4 idi. Sonuç: BAL flow sitometrik analizi özellikle sarkoidozlu hastaların tanısında klinisyene yardımcı olmakta. Ancak bu konuda daha geniş çaplı çalışmalara ihyaç vardır. Sonuç: Özellikle genç popülasyonda hava yolu obstrüksiyonunu tespit etmek için sabit bir FEV1/FVC oranı yerine normalin alt sınırı değerini kullanmanın daha uygun olacağı düşünülmektedir. SS057 İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BAL FLOW SİTOMETRİ BULGULARI VE SUBGRUP ANALİZLERİ HAKAN TANRIVERDİ 1, FİGEN ATALAY 1, MELTEM TOR 1, LEVENT KART 1, REMZİ ALTIN 1, İSHAK TEKİN 1 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI A.D 2 ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İMMÜNOLOJİ A.D 1 TP077 İSTANBUL İLİ FATİH İLÇESİNDE KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI PREVALANSI VE RİSK FAKTÖRLERİNİN BELİRLENMESİ BEYHAN KARADUMAN 1, TUNÇALP DEMİR 2, RUKİYE PINAR 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İÇ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 1 Amaç: Bu çalışma, İstanbul ili Fah ilçesinde KOAH prevalansı ve risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla 40 yaş ve üzeri 2000 kişide GOLD kriterlerine uygun olarak yapıldı. Amaç: Gereç ve Yöntem: Bronkoalveolar lavaj sıvısının immünolojik ve sitolojik incelemesi özellikle interssyel akciğer hastalıklarının tanısında sıklıkla kullanılmaktadır. Biz de interssyel akciğer hastalığı tanısı almış olan hastaların BAL flow sitometri sonuçlarını retrospekf olarak inceleyerek hücre subgrupları açısından hasta grupları arasında fark olup olmadığına araşrdık. Gereç ve Yöntem: İnterssyel akciğer hastalığı ön tanısıyla bronkoskopi yapılarak BAL alınan hastalar retrospekf olarak incelendi. Hastaların demografik verileri , BAL flow sitometri sonuçları, HRCT ve SFT bulguları ve varsa patoloji sonuçları ile nihayi tanıları kaydedildi. Hastalar nihayi tanılarına göre gruplandırıldı ve bu gruplar arasında BAL flow sitometri analizinde hücre subgrupları arasında anlamlı fark olup olmadığına bakıldı. İstasksel analiz SPSS 11.0 kullanılarak yapıldı. Bulgular: Veriler hasta tanılama formu ve solunum fonksiyon tes ile toplandı. Bulgular: Yaş ortalaması 50.26±9.30 olan kişilerin 1211’ i kadın (%60.5), 789’ u erkek (%39.5). Olguların %41.1’ i sigara kullanmakta, %12.5’ u sigarayı bırakmış. 121 kişinin solunum fonksiyon tesnde FEV1/FVC %70’ in alnda çık, bu kişilere postbronkodilatör test uygulandı. Test sonucuna göre 110 kişiye KOAH tanısı konuldu. Çalışma sonucunda KOAH prevalansı kadınlarda %4.7, erkeklerde %6.9, toplamda %5.5 olarak tespit edildi. Sigara kullananlarda prevalans %7.4, kullanmayanlarda %2.2 ve sigara bırakmışlarda %11.6 idi. KOAH’ lıların %31.8’ i hafif, %37.3’ ü orta şiddee, %23.6’ sı ağır ve %7.3’ ü çok ağır evre olarak tespit edildi. KOAH’ a neden olan risk faktörleri arasında yaş, cinsiyet, sigara kullanımı yüksek bulundu. KOAH’ lı olguların %59’ unda kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, depresyon, mide ülseri gibi ek hastalıklar saptandı. Çalışmaya yaş ortalaması 52,1±14,2 olan 43 (%51,1) kadın, 41(%48,8) erkek toplam 84 hasta alındı. 259 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ Sonuç: Sonuç olarak KOAH’ ın sigara içen, 40 yaş ve üstü erkeklerde daha sık görüldüğü ve ek hastalıklara neden olduğunu söyleyebiliriz. Anahtar Kelimeler: Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı, prevalans, risk 11 NİSAN 2009 .Ayrıca atak sonrası dönemde bile düzeylerin kontrol grubuna göre halen yüksek kalması enfeksiyon sonrası inflamasyonun çok uzun sürdüğünü gösterebilir. TP079 TP078 KOAH ENFEKTİF ATAKTA VE ATAK SONRASINDA SERUMTNF-ALFA VE IL-6 DÜZEYLERİ SAĞ VENTRİKÜL MİYOKARD PERFORMANS İNDEKSİ İLE DEĞERLENDİRİLEN SAĞ VENTRİKÜL DİSFONKSİYONUNUN KOAH’LI HASTALARDAKİ YAŞAM KALİTESİ VE DİSPNE ÜZERİNE ETKİSİ MÜNEVVER M.AYDIN 1, TÜLİN ÇAĞATAY 1, ŞULE SÜNMEZ CÖMERT 1, PENBE ÇAĞATAY 2 EYLEM SERCAN ÖZGÜR 1, TÜRKAY ÖZCAN 2, SİBEL ATIŞ 1 , İBRAHİM RENCÜZOGULLARI 2, NALAN GÖLOĞLU 1, SABRİ SEYİS 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ BİOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD 2 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ AD 1 1 Amaç: Amaç: KOAH’lı hastalarda enfeksiyon nedeniyle oluşan ataklar, önemli morbidite mortalite nedenidir.Bu nedenle enfekf atakların erken tanı ve tedavisi önem taşımaktadır. Bu amaçla; Sistemik inflamasyon göstergesi olan TNF-Alfa ve IL-6 düzeyleri KOAH enfekf atak sırasında ve atak sonrasında karşılaşrılarak enfekf atağın erken belirteci olabilir mi? diye araşrıldı. Gereç ve Yöntem: KOAH enfekf atak tanısı klinik, bakteriyolojik olarak kanıtlanmış 30 olgu çalışmaya alındı.Aynı olgular atak sonrası (en az 4 haa) tekrar değerlendirildi.Çalışmaya 26 stabil KOAH lı olgu kontrol grubu olarak dahil edildi. TNF- alfa ve IL-6 düzeyleri Elisa tekniği ile bakıldı İstask analizler t tes, Mann-Whitney ve wilcoxon testleri ile yapıldı. Bulgular: KOAH enfekf ataklı 30 olgunun ; yaş ortalaması 64,07± 8,2, Stabil KOAH’ lı 26 olgunun yaş ortalaması 62,81 ± 9,53 yıl olup, iki grup arasında fark yoktu.Atak sırasında TNF-alfa düzeyleri ortalama 113,59 pg/ml,atak sonrası 29,19 pg/ml olup aralarındaki fark ileri derecede anlamlı bulundu (p<0,001), kontrol grubunda bir kez bakılan TNF düzeyleri ortalama 3,58 pg/ml bulundu. Kontrol grubu TNF alfa düzeyleri hasta grubu ile karşılaşrıldığında hem atak hemde atak sonrası değerlerine göre anlamlı düşük bulundu (p<0,001). Atak sırasında IL-6 düzeyleri 289,70 pg/ml , atak sonrası 48,89 pg/ml olup aralarındaki fark anlamlıydı (p<0,001), kontrol grubuyla karşılaşrıldığında ( 1,95 pg/ml ) hem atak hemde atak sonrası fark ileri derecede anlamlı (p<0,001) bulundu Sonuç: TNF alfa ve IL-6 düzeylerinin hasta grubunda atak sırasında çok yüksek olması enfekf atağın erken belirteçi olarak bu parametrelerin kullanılabileceğini düşündürdü 260 KOAH’da sağ ventrikül disfonksiyonunun varlığı kötü prognosk faktördür, ancak bunun dispne ve yaşam kalitesi üzerine etkisi bilinmemektedir. Son çalışmalar, sağ ventrikül disfonksiyonunu belirlemede yeni bir doppler indeksi olan miyokard performans indeksinin (MPİ), diğer konvansiyonel yöntemlere göre üstün ve güvenilir olduğunu göstermişr. Çalışmamızda, KOAH’lı hastalarda MPİ ile değerlendirilen sağ ventrikül disfonksiyonunun dispne ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: GOLD 2007 kriterlerine göre KOAH tanısı alan, stabil dönemde 38 hasta ve 15 sağlıklı kontrol birey çalışmaya alındı. Solunum fonksiyon testleri ve arter kan gazı analizleri yapıldı. Dispne şiddetleri, bazal dispne indeksi (BDİ) ve Medical Research Council (MRCS) skala kullanılarak sorgulandı. Yaşam kalitesi anke (SGRQ: St. George’s Respiratory Quesonnaire, Türkçe versiyonu) uygulandı. Doku Doppler ile sağ ventrikül MPİ ölçüldü. Sağ ventrikül MPI indeksi, izovolumetrik kontraksiyon zamanı (IVKZ) ile izovolumetrik relaksasyon zamanının (IVRZ) toplamının, ejeksiyon zamanına (EZ) bölünmesi (IVKZ+IVRZ/EZ) ile elde edildi. Solunum fonksiyonları, kan gazı, BDİ, MRCS, yaşam kalitesi anke parametrelerinin sağ ventrikül MPİ ile ilişkisi araşrıldı. Bulgular: 14.5 olup,±KOAH’lı hastalarda ortalama %FEV1 55.3 27’si orta derece, 11’i ağır ve çok ağır KOAH grubunda idi. Sağ 0.1) kontrol grubuna±ventrikül MPİ, KOAH’lı hastalarda (0.65 0.07) göre daha yüksek bulundu (p=0.004). MPİ ile %FEV1 (r=-0.34,±(0.52 p=0.04), MRC dispne skoru (r=0.43, p=0.006) ve yaşam kalitesi ankenin semptom komponen (r=0.47, p=0.01) arasında anlamlı korelasyon saptandı. Ejeksiyon fraksiyonu ve pulmoner arter basıncı ile dispne ve yaşam kalitesi skorları arasında anlamlı ilişki bulunmadı. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: KOAH’lı hastalarda, sağ ventrikül MPİ’nin yaşam kalitesi bozukluğu ve dispne semptom şidde ile iyi derecede ilişkili önemli bir faktör olduğu düşünüldü. Nedeni belli olmayan ciddi alevlenme ile başvuran KOAH hastaları VTE açısından araşrılmalıdır. Bu hastalarda, Wells yöntemi ve D-Dimer düzeyleri sırasıyla, VTE tanısı konulması ve tanının dışlanmasında önemli yöntemlerdir. TP080 CİDDİ ALEVLENME İLE HASTANEYE YATIRILAN KOAH HASTALARINDA VENÖZ TROMBOEMBOLİZM PREVALANS VE RİSK FAKTÖRLERİ ERDAL İN 1, SÜLEYMAN SAVAŞ HACIEVLİYAGİL 2, GAZİ GÜLBAŞ 2, LEVENT CEM MUTLU 3, HAKAN GÜNEN 2, ÖZKAN YETKİN 2 ŞANLI URFA SİVEREK DEVLET HASTANESİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 3 NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI TP081 KOAH’TA BOZULMUŞ UYKU KALİTESİ: FAKTÖRLER VE HASTALIK ÜZERİNE ETKİSİ İLİŞKİLİ BANU ERİŞ GÜLBAY , TURAN ACICAN , BUKET AKDOĞAN , ZEYNEP PINAR ÖNEN , ELİF ŞEN , ÖZNUR AKKOCA , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KARABIYIKOĞLU 1 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: Ciddi alevlenme ile hospitalize edilen Kronik Obstrükf Akciğer Hastalığı (KOAH) olgularında Venöz Tromboembolizm (VTE) sıklığını ve VTE’nin klinik ve laboratuar parametrelerle ilişkisini araşrmak. Kronik obstrükf akciğer hastalığı (KOAH), progresif hava yolu obstrüksiyonu ile karakterize önemli sistemik komplikasyonları olan bir hastalıkr. Çalışmada stabil dönemdeki KOAH’lı hastaların uyku kalitesi ile sağlıkla ilişkili hayat kalitesinin durumu ve bunlarda etkili olan faktörler araşrıldı. Gereç ve Yöntem: Gereç ve Yöntem: Çalışmaya hospitalize edilmeyi gerekrecek, ciddi alevlenme ile başvuran ancak mekanik venlasyon gereksinimi olmayan 131 KOAH hastası alındı. Çalışmaya alınan hastalar başvuruda olası alevlenme sebeblerine göre ‘‘nedeni bilinen’’ ve ‘‘nedeni bilinmeyen’’ olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastalara pulmoner BT anjiografi, alt ekstremite BT venografi ve doppler ultrasonografi tetkikleri çekildi. Hastaların semptomları, bulguları ve risk faktörleri kayıt edildi. KOAH polikliniğinde takip edilen stabil 60 KOAH’lı hastanın (49 E/11K) sırasında genel sağlık durumları, bazal demografik özellikleri ve fizyolojik parametreleri kaydedildi. Hastaların uyku kaliteleri Pisburg uyku kalite indeksi (PUKİ) ve Epworth Sleepiness Skalası (ESS) ile sağlıkla ilişkili hayat kaliteleri de SF-36 ile değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 21’inde (%35) PUKİ global skoru > 6 (kötü uyku kalitesi) olarak saptanırken, hiçbir hastada ESS skoru >10 olarak bulunmadı. SF-36’nın fiziksel ve mental skorları tüm hastalarda düşüktü. Uyku parametrelerinden global PUKİ ve ESS skoru ile yaş, BMI, sigara paket-yıl, ortalama Sa02, MRC düzeyi, solunum fonksiyon testleri ve kullanılan ilaçlar arasında anlamlı bir korelasyon yoktu (p>0,05). Ancak PUKİ global skoru yüksek olan grupta atak sayısının istaksel olarak daha yüksek olduğu görüldü (p=0,021). PUKİ skoru >6 olan hastaların tümünde hayat kalite skorları daha düşük olmakla birlikte, fiziksel skorlar içinde yer alan ağrı, genel sağlık algılaması ile mental skorlar içinde yer alan sosyal fonksiyon alanı istaksel olarak anlamlı düşüktü (p=0,003, 0,006, 0.004, sırasıyla). Amaç: Çalışmaya alınan 131 hastanın 21’inde (%16) VTE saptandı. Nedeni bilinen alevlenme ile başvuran 71 (%54.2) hastanın 6’sında (%8.45) ve nedeni bilinmeyen alevlenme ile başvuran 60 (%45.8) hastanın 15’inde (%25) VTE saptandı. Hastalardan elde edilen verilere bakıldığında, tromboemboli öyküsü, malignite, travma, cerrahi ve immobilizasyon gibi risk faktörleri; göğüs ağrısı, bacak ağrısı ve senkop gibi bulgular; D-Dimer, AST, ALT yüksekliği ve albumin düşüklüğü gibi laboratuar bulguları artmış VTE riski ile ilişkili bulundu. D-Dimer düzeyinin 1.48 mcg/ml’nin alnda olmasının büyük oranda (%97.6) VTE’yi dışladığı saptandı. Wells kriterleri ile klinik olarak yüksek olasılıklı değerlendirilen hastaların tümünde VTE saptandı. Bulgular: 261 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: Sonuç: Hastaların yaklaşık üçte birinde subjekf uyku kalitesini de içeren uyku etkinliğinin bozulduğu ve uyku ile ilgili sorunların, hastaların hayat kalitelerinin özellikle fiziksel komponenni etkilediği görülmüştür. Uyku etkinliğinin bozulmasında rolü olan herhangi bir klinik ya da fizyolojik faktör bulunamamışr. Ancak, KOAH’lı hastaların takibinde sistemik bir komplikasyon olan kötü uyku kalitesinin nedenleri sistemak olarak değerlendirilmeli ve uyku etkinliğinin bozulmasının, KOAH’lı hastaların hayat kalitesinin belirlenmesinde önemli olabileceği unutulmamalıdır. KOAH önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıkr. KOAH erken tanı ve tedavisinde spirometrinin önemli role sahip olduğu düşünülmektedir. TP082 KOCAELİ’NDEKİ OKULLARDA GÖREV YAPMAKTA OLAN ÖĞRETMENLERDE KOAH PREVALANSI SERAP BARIŞ , FÜSUN YILDIZ , İLKNUR BAŞYİĞİT , HAŞİM BOYACI , AHMET ILGAZLI TP083 KAŞEKTİK KOAH HASTALARINDA BİR YILLIK MORBİDİTE VE MORTALİTE MÜNEVVER M.AYDIN 1, AYŞE KUBAT ÜZÜM 2, GÜLCİHAN ÖZKAN 3, GÜLFER OKUMUŞ 1, ESEN KIYAN 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ,İÇ HATALIKLARI BÖLÜMÜ ,İSTANBUL 3 YEDİKULE GÖĞÜS HASTALIKLARI VE GÖĞÜS CERRAHİSİ EĞTİM VE ARAŞTIRMA HASTAHANESİ,İSTANBUL 1 Amaç: KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: İlimizdeki okullarda görev yapan öğretmenlerde KOAH prevalansını saptamakr. Gereç ve Yöntem: Prospekf çalışmada, çalışma hakkında bilgilendirilen kalımcılara fizik muayene, solunum sistemine ait yakınmaları ve sigara alışkanlıklarını sorgulayan anket ve portabl solunum fonksiyon tes cihazı ile solunum fonksiyon tes (SFT) uygulandı. GOLD rehberine göre post-bronkodilatör FEV1/FVC <%70 olan ve reversibilitesi olmayan olgular KOAH kabul edildi. Bulgular: Ortalama yaşı 38.9 ± 8.9 yıl olan, 307’si kadın (%45), 378’i erkek (%55) olmak üzere toplam 685 öğretmen çalışmaya alındı. Sigara alışkanlıkları değerlendirildiğinde; 291’inin (%44.1) sigara içen, 252’sinin (%38.2) sigara içmeyen ve 117’sinin (%17.7) sigarayı bırakmış olduğu saptandı. Kadınların %43.2’si, erkeklerin %44.8’i sigara içmekteydi. Solunum fonksiyon tesne koopere olan 651 kişinin verilerine bakıldığında 510’unun (%78.3) spirometri değerlerinin normal olduğu izlendi. FEF2575 değeri beklenene göre %70’in alnda olan 115 kişi (%17.7) küçük hava yolu obstrüksiyonu olarak kabul edildi. On al kişide (%2.5) ise FEV1/FVC değeri %70’in alnda bulundu. Bu olguların 5’i reversibl hava yolu obstrüksiyonu saptanarak çalışma dışında bırakıldı. KOAH’lı olarak kabul edilen geri kalan 11 olgunun 2’si (%18) kadın, 9’u (%82) erkek idi. Yaş dağılımına göre değerlendirildiğinde; 6’sının ≥40 yaşında olduğu izlendi. 262 Kaşekk KOAH’lı hastalarda bir yıllık morbidite ve mortaliteyi değerlendirmek ve bunları etkileyen faktörleri araşrmak. Gereç ve Yöntem: Nutrisyonel destek tedavisi almayan ve VKİ<21 kg/m² olan stabil KOAH’lı 45 erkek hastanın solunum fonksiyonları (spirometre ve arter kan gazı) ve bioelektrik impedans yöntemi ile vücut kompozisyonları belirlendi. Biceps, triceps ve karın cilt kalınlıkları ölçümleri kumpas aracılığı ile yapıldı. Hastalar takiplerinin birinci yılında acil başvuru, hastaneye yaş ve atak sıklıkları, anbiyok kullanımları ve hayata olup olmadıkları açısından sorgulandı. Bulgular: Hastaların yaş ortalamaları 65.6±9.6 (45-79) yıl, hastalık yaşı ortalaması 7.0±5.5 (1-20) yıl idi. Ortalama PaO2: 69.1±7.7 mmHg, PaCO2: 43.1±4.0 mmHg, SaO2: % 93.3±2.1, FEV1 (beklenenin yüzdesi): % 43.0±13.6, FVC(beklenenin yüzdesi): % 70.3±15.4, FEV1/FVC: % 45.0±8.0, DLCO: 50.8±23.5 mmol/kPa/dak, DLCO/ VA:64.6±22.1 ml/mmHg/dak/L idi. Hastaların ortalama VKİ 19.2±1.5 (14.8-21) kg/m2, triceps, biceps ve karın cildi kalınlıkları sırası ile 5.0±1.7mm; 4.2±1.3mm ve 7.6±2.6mm, vücut yağ oranı % 20.2±6.7 olarak ölçüldü. Bir yıllık mortalite % 8.9 (n=4) bulundu. Geriye kalan 41 hasta bir yıllık morbidite açısından değerlendirildiğinde; alevlenme %61 ortalama atak sayısı 1.4±1.4, acile başvuru %51.2, ortalama acil başvuru sayısı 1.0±1.2, hastane yaşı %41.5, ortalama yaş sayısı 1.6±0.5 olarak bulundu. Karın cildi kalınlığı <10mm (Grup 1, n:23) ile ≥10mm (Grup 2, n:22) olanlar karşılaşrıldığında bir yıllık mortalite oranı grup 2’de daha yüksek bulundu (p=0,022). Kaybedilen hastaların ortalama karın cildi kalınlığı 9.75mm olarak bulundu. TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: TP085 Kaşekk (VKİ<21 kg/m²) KOAH hastalarında bir yıllık morbidite ve mortalite yüksek ve artan mortalite oranı karın cilt kalınlığındaki arş ile ilişkiliydi. KOAH’DA ETKİNLİĞİ TP084 İZMİR DR. SUAT SEREN GÖĞÜS HASTALIKLARI HASTANESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI KLİNİĞİ 2 İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ KOAH’TA TNF-α 308 G/A, TGF-B1 G/A GEN POLİMORFİZMLERİ VE HAVAYOLU DİRENCİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ KEVSER Ç. MELEK 1, GAYE ULUBAY 1, ATAC BELGİN 2, HASİBE VERDİ 2, FÜSUN Ö. EYÜBOĞLU 1 1 2 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ GENETİK AD Amaç: KOAH gelişiminde genek faktörlerin belirleyici olduğu bilinmektedir. En belirgin fizyopatolojik değişiklik hava akımı kısıtlanması ise havayolu direncinde artma ve akciğerin elask geri çekilme gücündeki azalmaya bağlıdır. Havayolu direnci ölçümü havayolunun çapını yansıtan bir parametre olması nedeni ile önemlidir. Araşrmamız sitokin gen polimorfizmlerinin KOAH gelişimindeki rolü ve KOAH olguları ile sağlıklı sigara içicilerinde havayolu direncinin değerlendirilmesi amacıyla yapıldı. UZUN SÜRELİ OKSİJEN TEDAVİSİNİN PELİN DURU ÇETİNKAYA 1, ONUR FEVZİ ERER 1, HALİL HALİL 2, ENVER YALNIZ 1, SERİR AKTOĞU ÖZKAN 1 1 Amaç: Kronik solunum yetmezliğinde (KSY), uzun süreli oksijen tedavisinin (USOT), yaşam süresini ve yaşam kalitesini ar rdığı gösterilmişr. Bu çalışmada KSY liği olan KOAH hastalarında USOT un etkileri, hasta uyumu, yaşam kalitesi ve sağkalım üzerindeki etkinliği araşrıldı. Gereç ve Yöntem: Şubat 2006-Temmuz 2007 tarihleri arasında prospekf olarak 54 KOAH ve KSY olgusuna USOT endikasyonu konuldu. Ortalama 5. ve 10. aylarda klinik kontrolleri yapıldı ve ortalama 19 ay izlendiler. Ekokardiyografi, dispne skoru (MRC), SGQR anke çalışmanın başında ve kontrollerde yapıldı. Ayrıca USOT endikasyonun devam edip etmediği, oksijen tedavisi kullanma süreleri değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Bulgular: Çalışmamıza 264 KOAH’lı olgu dahil edildi. Olgular SFT ve sigara içme öykülerine göre 3 gruba ayrıldı. Olgularda TNF-α 308 G/A ve TGF-b1 800 G/A gen polimorfizmleri ile havayolu direnci değerlendirildi. Yedi kadın, 47 erkek hastanın yaş ortalaması 64 dür. Birinci kontrole kadar ortalama oksijen kullanma süresi 9.8 saat, ikinci kontrole kadar 10.6 saar. İzlemde 17 hasta eksitus olmuş, 3 hasta kaybolmuştur. Birinci kontrole kadar ki etkin USOT kullanımı (15 saat ve üzeri) %31, ikinci kontrole kadar ki etkin kullanım oranı %46 dır. Etkin USOT kullanan hastalarla 15 saan alnda kullanan hastaların sağkalım analizleri (Kaplan-Meier yaşam analizi) arasında istasksel anlamlı fark saptanmadı. Etkin USOT kullanan hastalarda bazal pulmoner arter basıncı (PAB) ortalama 50mmHg iken 2. kontrolde PAB 40mmHg saptanmışr (p=0,01) . SGQR ankende, semptom skoru açısından bazale göre 2. kontrol değerlerinde anlamlı düzelme saptanmışr (p=0,005). Tüm çalışma grubunda, 2. kontrolu yapılan 30 hastada bazal değerlere göre SGQR ankendeki semptom skoru, his skoru ve total skorda anlamlı düzelme saptanmışr (p<0,05). Bulgular: Gruplar arasında gen polimorfizmleri açısından anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Ayrıca, ortalama Raw açısından da gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p> 0.05). Ortalama sRaw KOAH olgularında anlamlı şekilde farklı ve Grup I’de daha yüksek saptandı (p< 0.0001). FEV1, FEV1/FVC ve sRaw değerleri arasında anlamlı ve negaf bir korelasyon bulundu (p< 0.05). Sonuç: Çalışmamızın sonucunda, TNF-α 308 G/A polimorfizm ve TGF-b1 800 G/A polimorfizmlerinin KOAH gelişimi için toplumuzda bir risk oluşturmayabileceğini düşündük. Çalışmamız havayolu direncini değerlendirmede Raw’dan ziyade sRaw’ın kullanılmasının daha tercih edilebilir olduğunu göstermişr. Toplumumuz için KOAH gelişimine risk oluştu-rabilecek genek faktörlere ve havayolu direncine yönelik yeni çalışmaların daha geniş hasta grupları ile ülkemizin farklı bölgelerinden yapılması gerekği inancındayız. Sonuç: USOT pulmoner arter basıncında ve yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiye sahipr. Günde 15 saan alnda USOT kullanan hastalarda etkin kullanan hastalara göre sağkalım farklı bulunmamışr. 263 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ TP086 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALARININ BİYOELEKTRİKSEL İMPEDANS ANALİZ YÖNTEMİ KULLANILARAK DEĞERLENDİRİLMESİ: BİR ÖN ÇALIŞMA MEHMET POLATLI 1, MEHMET DİNÇER BİLGİN 2, ŞULE TAŞ GÜLEN 1, SACİDE KARAKAŞ 3, SERÇİN ÖZLEM 2, ORHAN ÇİLDAĞ 1 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI AD, AYDIN 2 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOFİZİK AD, AYDIN 3 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ANATOMİ AD, AYDIN 1 Amaç: Biyoelektriksel impedans analizi (BIA) kişilerin vücut bileşenleri ve nütrisyonel durumları hakkında değişimlerini değerlendiren non-invaziv, ucuz, kullanımı kolay, tekrarlanabilir ve portaf bir yöntemdir. Kronik obstrükf akciğer hastalığında (KOAH) vücut kompozisyonunda oluşan değişiklikler hastaların nütrisyonel durumunun değerlendirilmesinde önemlidir çünkü bu hastalarda azalmış vücut ağırlığı ve kas kütlesi mortalitenin habercisidir. Bu çalışmada KOAH olgularının vücut kompozisyonun analizi ve vücudlarının biyoelektriksel özelliklerinin tayini amaçlanmışr. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya 28 erkek KOAH hastası (yaş 63.3±1.7) ve 11 sağlıklı erkek gönüllü (yaş 60.4±2) kalmışr. Solunum fonksiyonu ölçüldükten sonra BİA 101 (İtalya) cihazıyla deneklerin kol ve ayak derilerinden rezistans ve reaktans değerleri ölçülmüştür. Bu değerlerin Bodygram 1.3TM (İtalya) yazılımında kullanılmasıyla vücut yağ miktarı, yağsız doku kütlesi, vücut hücre kütlesi, total vücut suyu, hücre dışı ve içi su kütlesi, faz açısı, bazal metabolik hız, vücut kütle indeksi, ortalama enerji gereksinimi hesaplandı. Bulgular: Membran fonksiyonu ve bütünlüğünün göstergesi olan faz açısı ile hastalığın saalarını yansıtan yağsız doku kütle indeksi (FFMI), FEV1 %50-80 arasında olanlarda sırasıyla 6.0±0.2 ve 33±1 iken FEV1 %50 nin alnda olanlarda ise 5.1±0.3 ve 28.3±1.6 olarak belirlenmişr. KOAH olgularında yağsız doku kütlesinde, vücut hücre kütlesinde, total vücut suyunda ve hücre zarında Na/K değişimini gösteren hücre dışı su kütlesinin hücre içi su kütlesine oranında da azalma saptanmışr. Sonuç: Sonuç olarak, bu ön çalışma KOAH olgularında yağsız doku kütle indeksi ve faz açısındaki azalmanın akciğer 264 11 NİSAN 2009 fonksiyonlarında kötüleşmeyi gösteren yararlı tanısal belirleyici olabileceğini göstermektedir. TP087 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA MİNİMAL BRONŞEKTAZİ ELİF ŞEN , ZEYNEP PINAR ÖNEN , BANU ERİŞ GÜLBAY , ÖZLEM ERÇEN , SERPİL ELADAĞ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , TURAN ACICAN , SEVGİ SARYAL , GÜLSEREN KRABIYIKOĞLU ANKARA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Amaç: KOAH kapsamlı bir tanımlama olup bazen bronşektazi gibi eşlik eden patolojilerin göz ardı edilmesine neden olabilmektedir ve minimal bronşektazi gibi yapısal bir patolojinin gösterilebilmesi ise sadece BT ile yapılabilir. Minimal bronşektazi eşlik eği KOAH olgularının alevlenme sayılarını arrırken, klinik ve fonksiyonel bozulmaya yol açar şeklinde genel bir kanı da bulunmaktadır. Bütün bunlardan yola çıkarak, bu çalışmada KOAH olgularında BT ile minimal bronşektazi oranını belirlemeyi, var olan bronşektazinin klinik ve fonksiyonel etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2004-2008 tarihleri arasında takip edilen KOAH olgularından BT’si çekilen, 77’sinin (4 K/73E; yaş ortalaması 62±9) verileri incelendi. BT’sinde minimal bronşektazi olan ve olmayan olgular şeklinde iki gruba ayrıldı. Bulgular: Hastalardan 34’ünde minimal bronşektazi saptandı. Her iki hasta grubu arasında; yaş, BMI ve diğer klinik özellikler arasında farklılık saptanmadı. Hastaların % 65’i ağır- çok ağır evre KOAH’lıydı, bu nedenle iki grup arasında hastalık şiddetleri yönünden de farklılık izlenmedi. Beklenenin aksine, minimal bronşektazili hastaların toplam tükelen sigara miktarı anlamlı olarak daha düşüktü (36pk-yıl, p=0.04). Tomografide minimal bronşektazi saptanan hastaların MRC düzeyleri ile yıllık alevlenme ve hastaneye yaş sayıları bronşektazisi olmayanlara kıyasla daha yüksek(p>0.05) ve FEV1, FVC, FEV1/FVC yüzdeleri ile inspiratuar kapasiteleri, Pa02 ve PaC02 değerleri istasksel düzeyde anlamlı olmamakla birlikte daha düşüktü (p>0.05). Minimal bronşektazi görülen olgularda hipertansiyon ve hiperlipidemi başta olmak üzere eşlik eden hastalık görülme oranı, bronşektazisi olmayanlara göre daha yüksek (p=0.005). TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Sonuç: Bulgular: Bu çalışmadan elde edilen verilere göre, KOAH olgularının BT tomografilerinde minimal bronşektazi saptanma olasılığı hiç de az değildir. Ancak beklenenin aksine, eşlik eden minimal bronşektazi, olguların fonksiyonel parametreleri üzerinde etkili olmamaktadır. Minimal bronşektazi varlığı KOAH olgularının sadece dispne hissini, hastaneye başvuru ve yatarak tedavi görme gereksinimini arrabilmektedir. Bu nedenle KOAH olgularının yine de eşlik eden minimal bronşektazi yönünden kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi önemlidir. Kolay uygulanan bir test olan 6DYT’ e hasta uyumu KPET’ den daha yüksek bulundu. 6DYT ve KPET parametreleri (Wmax, VO2, VCO2, R, VE) arasında anlamlı ilişki gözlendi. FEV1, FVC, FEF25-75, FEV1/FVC, MVV ve IC ile VO2 ilişkili bulundu. Wmax, VCO2, VE ile FEV1, FVC, FEF25-75, MVV ve IC ilişkiliydi. 6DYT ise FEV1, MVV ve IC ile ilişkili bulundu. Ancak maksimum egzersiz kapasitesi solunum fonksiyon testleriyle 6DYT’ den istasksel olarak daha anlamlı bir ilişki göstermekteydi. VO2, VCO2, VE/VO2, VE/VCO2 ile DLCO ve MIP arasında anlamlı korelasyon bulundu. Her iki test de havayolu ilemi (Gaw) ve direnci (Raw) testleriyle ilişkili değildi. 6DYT ile arter kan gazı değerleri arasında ilişki gözlenmezken, PO2 ve SO2 ile W max, VO2, VCO2, VE arasında istasksel olarak anlamlı ilişki gözlendi. Hemoglobin ve hematokrit değerleri ile her iki test arasında ilişki gözlenmezken, albumin ile VO2, VCO2, VE ve sedimentasyon değeri ile BR arasında ilişki bulundu. CRP değeri ile VO2/kg, BR ve VE/VCO2 arasında negaf korelasyon saptandı. TP088 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA EFOR KAPASİTESİNİN BELİRLENMESİNDE BİSİKLET ERGOSPİROMETRİSİYLE YAPILAN KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİNİN ALTI DAKİKA YÜRÜME TESTİYLE KARŞILAŞTIRILMASI FATMA ÇİFTCİ , ÖZNUR AKKOCA YILDIZ , SEVGİ BARTU SARYAL ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI AD Amaç: KOAH’ ta hangi egzersiz tesnin seçileceği karmaşık bir konudur. Bu çalışma 6DYT ve KPET arasındaki ilişkiyi ve iki tesn solunum fonksiyon testleri, arter kan gazı değerleri tam kan, nütrisyon parametreleri ve inflamasyon belirteçleri ile ilişkisini incelemek amacıyla yapılmışr. Gereç ve Yöntem: Klinik olarak stabil 36 KOAH’ lı olgu çalışmaya dahil edildi. Olgular GOLD kriterlerine göre evrelendi. Olguların ayrınlı anamnezi alındı. Bazal değerlendirme sonrasında çalışma protokollerine uygun şekilde 6DYT ve KPET yaprıldı. KPET ile O2 tükemi(VO2), CO2 üremi (VCO2), solunum değişim oranı (R), kalp hızı rezervi (HRR), O2 pulse (VO2/ HR), solunum rezervi (BR), dakika venlasyonu (VE), venlasyon eşitlikleri (VE/VO2, VE/VCO2) hesaplandı. Solunum fonksiyon testleri (ekspiratuar hava akım hızları, stak akciğer volümleri, difüzyon tes, maksimal ağız basınçları, havayolu direnci ve ilemi) uygulandı. Laboratuar testleri yapılarak olguların arter kan gazı, tam kan, albumin ve inflamasyon belirteçleri (sedimentasyon ve CRP) düzeyleri kaydedildi. Sonuç: Basit bir test olan 6DYT, KOAH olgularında egzersiz kapasitesinin belirlenmesinde değerlidir. Her iki test de solunum fonksiyon testleri özellikle FEV1, MVV, IC ile belirlenen venlasyon bozukluğu ile ilişkilidir. KPET hipoksemi, nütrisyonel durum ve inflamasyon ile ilişkilidir e-PS129 İNTRAVEZİKAL BCG İMMÜNOTERAPİSİNİN 3 FARKLI KOMPLİKASYONU PINAR TUNÇ , SİBEL ÖZKURT , NEŞE DURSUNOĞLU , ESMA ÖĞÜN , FATMA EVYAPAN PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİMDALI Amaç: Bacillus Calmee Guerin (BCG) süperfisial transisyonel hücreli mesane tümörünün tedavisinde intravezikal olarak kullanılmaktadır. Tedaviye bağlı olarak lokal ve sistemik yan etkiler tanımlanmışr. Gereç ve Yöntem: İntravezikal BCG immünoterapisi sonrası gelişen ve ateş yüksekliği ile başvuran 3 olguyu sunuyoruz. 265 TORAKS DERNEĞİ 12. YILLIK KONGRESİ 11 NİSAN 2009 Bulgular: Gereç ve Yöntem: Olgu 1: 62 yaşında erkek hasta mesane karsinomu tanısı ile TUR-M operasyonu sonrası 6 kür intravezikal BCG immünoterapi tedavisi almış. Ateş yüksekliği, gece terlemesi ve öksürük yakınması başlamış. Akciğer grafisinde ve Toraks YÇBT’de milier patern izlendi. Bronş lavaj ve BAL’da ARB negaf, mikobakteri kültüründe üreme olmadı. İntravezikal BCG immünoterapisi sonrası gelişen milier akciğer tutulumu tanısı ile hastaya 3’lü antüberküloz tedavi (H, R, E ) ve melprednizolon 40 mg/G başlandı. Olgu 2: 69 yaşında erkek hasta mesane karsinomu tanısı ile TUR-M operasyonu sonrası intravezikal BCG immünoterapisi almış. Hasta ateş yüksekliği, tesslerinde ağrı ve şişlik yakınmaları ile epididimoorşit tanısı almış. Akciğer grafisinde ve. toraks YÇBT’de akciğer tutulumunu düşündüren bulguya rastlanmadı. Bronş lavaj ve BAL’da ARB negaf, mikobakteri kültüründe üreme olmadı. İntravezikal BCG immünoterapisi lokal komplikasyon tanısı ile hastaya 3’lü antüberküloz tedavi başlandı. Olgu 3: 40 yaşında erkek hasta mesane karsinomu tanısı ile